Alım-Satım ve Alım-Satımı Caiz Olan ve Olmayan Şeyler
İhtiyaç Fazlası Suyun Satılması Men Edilmiştir
Damazlık Hayvandan Döl Almayı Bir Baha-Bedel Karşılığı Gerçekleştirmek
Caiz midir?
Taksitle Satış (Bir Satışta İki Ayrı Satış Belirlenmesi)
Üzümün ve Üzümden Elde Edilen Şıranın İçki İmal Edene Satılması Haram
Kılınmıştır
Henüz Sahip Olmadığı, Elinin Altında Bulunmayan Şeyin Satışı Men
Edilmiştir
Satıcının Sattığı Bir Malı Bir Başkasına Da Satması
Müşteri Satın Aldığı Malı Kabzetmeden Önce Satabilr mi?
Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları
Almak Niyeti Olmadığı Halde Müşteri Kızıştırmak İçin Fiatı Artırmak
Biri Bir Malı Satın Almak Üzere İken Diğeri O Malı Almaya Kalkışması
Salahı (Olgunlaşmaya Yüztutması) Ortaya Çıkmadan Taze Meyveyi Satmak
Menedilmiştir
Alım Satımda Birtakım Şartlar İleri Sürmek
Alım-Satımda Hile ve Aldatmadan Uzak Kalma Şartı
KaparoA (Pey Akçesi) Alımsatım Akdinde Kaparo
İçinde Riba (Faiz)in Cari Olduğu Şeyler
Bey’u’l-ıyne (Birine Veresiye Sattığı Malı Daha Düşük Fiatat Peşin Olarak
Ondan Satın Almak)
Bir Malı Satarken Varsa Ondakiİ Kusur ve Arızayı Müşteriye Açıklamak
Gerekir
Davarın Memesinde İyice Süt Birikip Şişkin Bir Hale Geldikten Sonra O
Davarı Satışa Çıkarma Konusu
Selem (Bedelini Peşin Ödeyerek Evsafı Belirnen Bir Malı Belirlenecek Bir
Süre Somra Teslim Almak)
Karz (Faizsiz Borç Para Vermek)
Kafirlerin Hediyelerini Kabul Etmek ve Onlara Hediye Vermek
Hediyeye Hediyeyle Karşılık Vermek
Kişinin Kendi Çocukları Arasında Adaleti Gözetmesi
Babanın Kendi Evladının Malından Yaralanması
Kadının Kendi Malından ve Kocasına Ait Maldan Yetkisi
İslam Dini, kitap ve
sünnetiyle insan hayatının her yanıyla içice bulunuyor. O bakımdan İslam
bütünüyle bir hayat nizamıdır. Re-sulüllah (s.a.v.) Efendimiz en son Peygamber
olduğu gibi, aynı zamanda devlet adamı ve ordu kumandanıdır. Bir yandan ilahi
emir ve yasakları insanlara tebliğ ile görevlendirilirken, diğer yandan Medine'ye
hicret edip orada îslamî anlamda ilk şehir devletini kurmak, ilk yazüı
anayasayı hazırlamak ve oluşturacağı mücahidlerle düşmanları sindirmekle de
vazifeli kılınmıştır.
Böylece Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, kitap ve sünneti doğrultusunda insan hayatının vazgeçilmez
bir parçası olan alım-satım konusunada ağırlık vermiş ve bu konuda da insan
haklarını koruyup teminat altına almış, dürüst esnaf prensibini koyarak iş ve
ticaret ahlakını ayakta tutmayı proglamlamış ve bunun uygulamada en çarpıcı
örneklerini sergilemiştir.
Unutmamak gerekir ki,
bir şeyi helal veya haram kılma yetkisi bütünüyle Allah'a ve O'nun peygamberine
aittir. Cenab-ı Hak neyi haram kılmışsa, o kıyamete kadar haramdır, neyi de
helal kılmışsa o da kıyamete kadar helaldir. Ancak zarurî haller birer istisna
teşkil eder. Çünkü zarurî haller mahzurlu şeyleri mubah kılar. Şu şartla ki,
belirlenen zarurî sınır aşılamamış olsun..
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen, Resulülah (s.a.v.) Efendimizin şöyle
buyurduğunu duymuştur: "Şüphesiz ki Cenab-ı Hak içkinin, ölmüş hayvanın,
domuzun ve putların ahm-satımını haram kılmıştır." Bunun üzerine biri
şöyle dedi: 'Ya Resulellah! Ölmüş hayvanın iç yağına ne dersin? Çünkü onunla
gemiler cilalanıyor, deriler yağlanıyor ve insanlar onunla çıralarını
yakıyor." Resulüllah (s.a.v.) ona şöyle cevap verdi: "Hayır, o
haramdır" dedikten sonra şöyle buyurdu: "Allah yahudileri kahretsin!
Cenab-ı Hak ölmüş hayvanı haram kılınca, onlar (hileye başvurup) iç yağını
erittikten sonra satıp karşılığında aldıkları parayı yediler." [1]
tbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Allah yahudilere lanet etsin! İç yağları olara haram kılınmıştı; bununla
beraber onlar o yağları satıp değeri (olan parası) nı yediler. Çünkü Cenab-ı
Hak bir kavme (millete) bir şeyin yenmesini haram kılınca, onun (ahm-satımını
ve karşılığında alınan değerini (parasını) da haram kılmıştır." [2]
Ebu Cuhayfe (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen hicamet yapanbir adamın (elindeki malzemeyi)
satın aldı ve emretti de hicamet aletleri kırdırıldı. Sonra da şöyle dedi:
"Şüphesiz Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz kan paha (para) sını, köpek paha
(para) sini ve zaniyenin zina karşılığı elde ettiği kazancı haram kıldı; dövme
yapanı ve yaptıranı, riba (faiz) yiyeni ve yedireni lanetledi. Ayrıca
tasvircileri de lanetledi." [3]
Ebu Mes'ud Ukbe b. Amr
(r.a.) den yapılan rivayete göre. adı geçen şöyle demiştir: "Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz köpek (satıp karşılığında) paha (para) almayı, zaniyenin
mehrini, kahin (gaibden haber veren) in hulvan (verdiği haber karşılığı aldığı
para veya benzeri şey) ni men'etmiştir." [4]
İbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz köpek (satıp karşlığmda) paha (para) almayı men'etmiş ve
şöyle buyurmuştur: "Adam gelip köpeğin bedelini isterse, onun avucunu
toprak ile doldur." [5]
Cabir (r.a.) deri
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
'Peygamber (s.a.v.)
köpek ve kedinin (satılmasını ve) rşılığında paraj veya bir bedel alınmasını
men'etmiştir." [6]
a)
Hanefilere göre: Mal kapsamına girmeyen şeyleri satmak ra almak batıldır,
hükümsüzdür. Meselâ akıtılmış kan, ölmüş hay-ı; gayr-i mutakavvim mal kapsamına
giren içki ve domuzun semen ıra,
nakit ve benzeri
şey) karşılığı alım-satımı
batıldır ikümsüzdür).
Bunun gibi bir malın
içki karşılığında alım-satımı da fasittir, muz karşılığı da böyle... [7] Ancak
satış yapıldığı takdirde mülk de eder. Çünkü bu mezhebe göre, batıl olan
alım-satım mülk ifade nez, ama fasit olan alım-satım mülk ifade eder.
Köpeğe gelinde: Talimli
köpeği alıp-satmak caiz olduğu gibi, di, vahşi hayvan ve kuş türünüde -talimli
olsun olmasın- alıp sat-ık caizdir. [8]
Böylece Hanefiler 797
nolu Cabir hadisiyle istidlal etme-Lşlerdir.
b) Şafiîlere
göre: Satışı yapılmak istenen şeyin aynının tahir imiz) olması şarttır. O
bakımdan aynı necis olan içki, köpek ve te-izlenmesi mümkün olmayan necis olmuş
sirke, süt ve yağ gibi mad-ilerin alım-satımı caiz değildir. Diğer bir husus
da, satışı yapılmak tenen şeyin istifade edilir olması şarttır. O bakımdan haşeratm,
yda vermeyen yabanî vahşi hayvanların, çalgı aletlerinin alım-ıtımı caiz
değildir. Ancak çalgı aletlerinin aksamı mal sayıldığı tak-rde alım-satımı caiz
olur. [9]
İstifade edilmesi
mümkün olan fil, sırtlan, pars gibi vahşi hay-uıların ahm-satımma cevaz
verilmektedir. Fil de bu cümledendir. [10] Kedi
de bu kapsama girenlerdendir.
c)
Hanbelîlere göre: Haşeratm, ölmüş hayvanın ve o hayvandan herhangi bir kısmın,
yırtıcı canavarların -ki bunlardan maksat, av için ehlileştirilmesi ve talimi
mümkün olmayanlardır- alım-satımı caiz değildir.
Bunlar gibi ölmüş
hayvan etini, domuzu, kanı da alıp satmak caiz değildir. Kandan maksat
akıtılmış kandır. İstifade edilmeyen haşeratm, eti yenmeyen ve aynı zamanda
avcılıkta kullanılmayan yırtıcı kuşların da alım-satımı caiz görülmemiştir.
Köpek, hangi türden
olursa olsun alım-satım kapsamına alınmaz, yani bu hayvanın satışı caiz
görülmemiştir. Nitekim el-Hasan, Rebi'a, Hammad, Şafiî ve Davud da aynı görüş
ve içtihadı izhar etmişlerdir. Cabir b. Abdillah, Ata, Nehat ise köpeğin
semenini (değer parasını) almaya cevaz vermişlerdir. Ebû Hanife ise, her türlü
köpeğin alım-satımına cevaz vermiş bulunuyor. Ancak kuduz, saldırgan köpeğin
alım-satımı bu genellemenin dışındadır. [11]
Aynı zamanda av köpeği
dışında diğer bir köpeğin veya kedinin j satışını yapıp semenini (karşılık
parasını) almak da caiz değildir.
d)
Malikîlere göre: Ölmüş hayvanın kemiği, derisi, alkollü maddeler ve eti
yenmiyen hayvan tersi (dışkısı) gibi necis kabul edi-. len şeylerin alım-satımı
sahih değildir. Ölmüş hayvanın derisi tabak yapılsa bile yine de hüküm
böyledir. Aynı zamanda ister yenmesi haram olan at, katır ve eşek olsun,
isterse yenmesi mekruh olan yırtıcı hayvanlar, sırtlan, tilki, kurt ve kedi
olsun bunların dışkısının alım-satımı da sahih değildir.
Bunun gibi
temizlenmesi mümkün olmayan necis karışmış bir maddenin de alım-satımı sahih
değildir. Meselâ zeytin yağı, bal ve te-reyağına necis karışmışsa, bunları
temizlemek mümkün değildir.
Temizlenmesi mümkün
olan necaset dokunmuş elbise ve benzeri şeylerin alım-satımı sahihtir.
Köpek temiz olmakla
beraber -ister korunmak, ister av, isterse başka maksatla beslenmiş olsun-
alım-satımı sahih değildir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Efendimiz köpeğin semenini
men'etmiştir. [12]
793 nolu Cabir hadisi
sahih olup istidlal ve ihticaca salihtir. Haliste geçen "meyte" den
maksat, şer'î anlamda kesilmeyip herhangi )ir sebepten ölen hayvan demektir. O
bakımdan İbn Münzir, "ölmüş layvamn alım-s atımının haram olduğu hakkında
icma1 vardır" lemistir. Nitekim zahir olan şudur ki, ölmüş hayvanın bütün
;üzleriyle satışı caiz değildir.
Domuza gelince: Onun
da bütün eczasıyla satışı haramdır. Bu hususta icma1 vaki olduğunu Fetih sanibi
belirtmiştir. Ancak Ibn Münzir'in Evzaî'den, Ebû Yusuf ve Malikîlerden
bazısından yaptığı rivayete göre, bazı zatlar domuz kılının az da olsa satışına
ruhsat vermişlerdir.
Bunun gibi, hadis,
ölmüş hayvanın iç yağının da alım-satımının haram kılındığına delalet
etmektedir.
794 nolu İbn Abbas
hadisi hakkında Ebû Davud bir görüş ortaya koymamışsa da İbn Hacer ricalinin
sikat olduğunu belirtmiştir.
Ebu Cuhafe hadisi
sahihtir. Hadiste geçen "semenü'd-dem" den maksat nedir? Bazısına
göre, insan vücudundan hacamet ile kan alan kimseye verilen ücrettir. Onlara
göre haccamat (kan alan kimseye) verilen ücret helal değildir. Bazısına göre
ise, bizzat vücuttan alman kan pahasıdır. Onlara göre, kanı parayla satmak
helal değildir.
Böylece bu iki yoruma
göre de vücuttan hacamat ile kan almakta bir sakınca yoktur. Ancak bu kanı
parayla satmak haramdır. Diğer görüşe göre, vücuttan herhangi bir aletle kan
çekip alan kimseye ücret vermek helal değildir.
Hadiste geçen
"semenü'1-kelb" den maksat, köpeği parayla satmaktır ki, Resulüllah
(s.a.v.) bunu yasaklamıştır. Hadisin zahirî anlatımından, köpeğin talimli olup
olmaması arasında fark olmadığı, her ikisinin de ahm-satımımn haram kılındığı
anlaşılıyor. Nitekim cumhurun da görüşü bu anlamdadır. Ebû Hanife'ye göre,
talimli köpeğin ve bir de beslenip evi veya davarları korumak için alıkonan
köpeğin satışı helaldir.
Atâ ve Nahaî ise, av
köpeğinin alım-s atımının caiz olduğunu belirtmişlerdir. Bunlar Nesâî'nin
Cabir (r.a.) den rivayet ettiği şu hadisle istidlal etmişlerdir: [13]
"Resulüllah (s.a.v.), av köpeği dışında köpeğin semenini (bedelini, para
karşılığı satışını) men'etmiştir. İbn Hacer, bu hadisin isnadındaki ricalin
hepsi sikadır demiştir. Ancak sıhhatmda şüphe vardır diyerek ayrı bir görüş
ortaya koymuştur.
Buna benzer bir diğer
hadisi Tirmizî, Ebû Hüreyre'den rivayet etmiştir. Ancak isnadında
Ebû'l-Muhezzim bulunuyor ki, bu zatın zayıf olduğu tesbit edilmiştir. Asıl adı
Yezid b. Süfyan olup Ebû Hüreyre'nin (r.a.) halkasında bulunan tabiîndendir.
îbn Maîn onun zayıf olduğunu, Nesaî, onun metrukü'l-hadis bulunduğunu belirtmiştir.
[14]
Hadiste geçen
"kesbü'l-bağyi" den maksat, zaniyenin zinaya karşılık aldığı ücrettir
ki, Resulüllah (s.a.v.) bunu da haram kılmıştır. Böylece din, zinayı kesin
olarak yasaklayıp haram kıldığı gibi, ona karşılık ücret almayı da yasaklayıp
haram kılmış ve böylece zinayı bir geçim yolu olmaktan uzak tutmuş, bu hususta
her türlü vasıta ve vesileyi haram saymıştır.
796 nolu îbn Mes'ud
hadisi de sahihtir. 795 nolu hadisi kuvvetlendirmekte ve 797 nolu hadisi
desteklemektedir.
798 nolu Cabir hadisi
üzerinde farklı tesbit ve yorumlar yapılmıştır. O bakımdan kedinin alım-satımı
hakkında farklı görüş ve ictihadlar belirmiştir. Ebû Hüreyre, Mücahid, Cabir ve
îbn Zeyd'e göre kedinin alım-satımı haramdır. Cumhura göre ise, kediyi alıp satmak
caizdir. Çünkü cumhura göre hadiste zayıflık söz konusudur. Bazısına göre ise,
hadisteki nehiy, tenzihi kerahete hamledilir, o bakımdan kediyi alıp satmak
*nekarim-i ahlaktan değildir. Şüphesiz bu yorum, hadisi zahirinden, daha
doğrusu hakiki manasından çıkartmak demektir,
1- Mal
kapsamına girmeyen akıtılmış kan, ölmüş hayvan; kıymetlendirme kapsamına
girmeyen içki ve domuzun alım-satımı batıldır. .....
2- İçki ve
domuzu para değil de başka bir mal ile mübadele etmek veya bir mal karşılığı olarak
alıp satmak da batıldır veya fasittir. Bu, Hanefîlerin içtihadıdır.
3- Talimli
köpeği alıp satmak" caizdir. Bunun gibi vahşi hayvanlarında -talimli
olsun olmasın- alım-satımı caizdir. Kedi de bu hükme dahildir. Bu da
Hanefîlerin görüş ve içtihadıdır.
4- Aynı
(kendisi) necis olan her şeyin alım-satımı caiz değildir, .ynı zamanda içine
necis karışıp temizlenmesi mümkün olmayan ıvıların da alım-satımı haramdır. Bu,
Şafiîlerin içtihadıdır. Haneliler de aynı görüştedirler.
5- Vahşi
hayvanların da alım-satımı caiz değildir. Çünkü bun-ırdan yararlanmak söz
konusu değildir. Bu da Şafiîlerin görüşüdür.
6- Av için
eğitilmesi mümkün olmayan vahşi hayvanların alım-' atımı haramdır. Bu,
Hanbelüerin görüşüdür.
7- Ölmüş
hayvanı, domuzu, akıtılmış kanı alıp satmak da ha-amdır. Bu, bütün imamların
görüş ve içtihadıdır.
8- İmam
Nahaî ise, köpeğin âlım-satımının caiz olduğunu belirt-oiştir.
9- Kedinin
alım-satımı da caiz değildir. Bu da Hanbelîlerin ve tfalikîlerin görüş ve
içtihadıdır.
10- Ölmüş
hayvanın derisi tabak yapılsa bile alım-satımı caiz leğildir. Bu, Malikîlerin
görüşüdür.
11- Yenmesi
haram veya mekruh olan hayvanlarının tersinin idışkısmın) alım-satımı da caiz
değildir. Bu da Malikîlerin görüşüdür. Diğer imamlardan bir kısmının farklı
görüşleri söz konusudur.
12- Necis
dokunup temizlenmesi mümkün olan eşyanın alım-satımı caizdir. Bu bütün
imamların görüş ve içtihadıdır.
13- Böylece
içkinin, ölmüş hayvanın, domuzun, putların alım-satunı caiz değildir, bunlar
haram kılınmıştır,
14- Ölmüş
hayvanın iç yağının da alım-satımı haramdır.
15- İnsan
vücudundan herhangi bir aletle çekilip alman kanın alım-satımı m en1 edilmiş
tir. Çünkü insan çok mükerrem ve muhteremdir; onun hiçbir cüzü parayla
satılmaz.
"İnsanlar şu üç
şeyde ortaktırlar: Su, yaş ot ve ateş.." Bu üç şeyi satmak sahih olmadığı
gibi, bunları icareyle vermek de sahih değildir. Ancak otlak, kişinin kendi
mülkünde, kendi gayret ve mas-rafıyla vücut bulursa, o takdirde başkası ona
ortak olamaz.
Böylece ırmak, pınar,
çeşme, kuyu ve benzeri suları satmaya cevaz verilmemiştir. Çünkü o takdirde
gerek komşular, gerekse toplum arasında birçok ihtilaflar ortaya çıkar ve
kardeşlik bağlan gevşer. Ancak kuyunun satışına cevaz verildiği söylenir. Bu da
onu ortaya çıkarmada büyük külfet ve masrafa yöneliktir.
Îyas b. Abd (r.a.) den
yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ihtiyaç fazlası suyu
satmayı men'etmiştir. [15]
Tirmizî bunu tahric
edip sahihlemiştir.
Cabir (r.a.) den buna
benzer bir hadis rivayet olunmuştur: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz arta
kalan suyun satışını yasaklamıştır.” [16]
a)
Hanefîlere göre: Havuzdaki veya kuyudaki suyu satmak batıldır, hükümsüzdür. [17]
Kuyudaki ve nehirdeki suyu satmak caiz değildir. Ancak yaptırdığı havuzunda
topladığı suyu satmaya cevaz verilmiştir. Şu şartla ki, havuz sıvanıp boyanmış
olması veya bakır ya da benzeri bir madenden yapılmış olması söz konusudur. [18]
"Arza tebaan
mürur hakkını, şirb hakkını, mesil hakkını ve aevatma/yani künküne ve gerizine
tebaan suyu satmak caizdir. kat yalnız mürur hakkım, şirb hakkını satmak
hususunda ihtilaf :dır. Bir kavle göre bunlar mücerred haklardan oldukları
cihetle tstakillen satılmaları caiz değildir. Fakat fukahanm ekseriyeti
ta-ından kabul edilen kavle göre, bunların müstakillen satılmaları da izdir.
Amma hakkı mesilin ve muhrez olmayan bir suyun istakillen satılması bilittifak
caiz delildir." [19]
Kişi suyu akar veya
nehirden veya pınardan alıp testisine veya şka bir kabına doldurursa, onu ihraz
etmiş olur ve böylece o. suya k kazanmış sayılır; Bu nedenle de ihraz ettiği o
suyu satması caiz ir. Onda tasarruf edebilir. Bunun gibi yağmur suyunu da
biriktirip : kapta toplarsa, onu ihraz etmiş olur. [20]
807 nolu îyas hadisi, Kuşeyrî'ye göre, Şeyhayn'm
şartına redir, Tirmizî ise bunu sahihlemiştir. O bakımdan hadis istidlal ve
-ticaca salih görülmüştür.
808 nolu Cabir
hadisini Müslim rivayet etmiştir. Aynı zamanda esâî de tahric etmiş bulunuyor.
Her iki hadis de, kişinin veya aile-n ihtiyaç fazlası olan suyu satmalarının
tahrimine delalet etmekte-r. Yine hadisin zahirinden, fazla suyun ister mubah
bir arazide, is-rse memlûke olan arazide olsun aynı hükmün kapsamına girdiği iz
konusudur. Aynı zamanda o su ister içmek için, ister başka bir ih-yaç için
olsun, istet- hayvanları sulamaya, isterse ziraatte kul-ımlmaya yönelik
bulunsun fark etmez.
Kurtubî'ye göre:
Lafzın zahiri, içme ihtiyacından fazla olan
iyun satışının
yasaklandığına delalet etmektedir.
Nevevî, Şafiî'nnTbazı
ashabının şöyle dediğini nakletmiştir: "Sahrada olan suyun esirgenmeden
verilmesi birtakım şartlara bağlıdır:
Açıklama;
Hakkı şirb: Umumî veya hususî bir ırmaktan bir tarlayı, hayvanları sula-ıak
için zamanı veya miktarı belli ve belirli olan nasiptir. Hakkı şefe: Muhrez
olmayan ulardan herkesin haiz olduğu içebilmek ha!'.!-.ıd;r. Hakkı mesîl: Bir
hanenin veya başka ir mahallin harice.yani başkasının mülküne cuyu ve seli
akmak ve damlalık-hakkıdır.
Mesîl,.suyun aktığı,
geçip gittiği yerdir. Tesbîl, akıtmak manasında da kullanılır.
a) O suya ihtiyaç hissettirmeyecek diğer bir
suyun bulunmaması,
b) Bu
esirgemeden vermenin sadece davarları sulamaya yönelik bulunması, ziraat için
kullanılmaması,
c) O suyun
mâlikinin, suyun tamamına muhtaç olmaması... Ancak yukarıdaki açıklama,
hadislerin açık delaletiyle daha uyumlu görülmektedir. Nitekim Cânıi'u'1-Usûl
sahibi hadisi şu lafızla rivayet etmiştir: "Suyun ihtiyaç fazlası olanı
satılamaz." Aynı zamanda "İnsanlar üç şeyde ortaktırlar: Su, yaş ot
(mer'alarda yeşeren çayır ve benzeri yeşil otlar) ve ateş..." hadisi de bu
manayı kuvvetlendirmektedir. [21]
Medine'de Rume
Kuyusuna sahip olan yahudinin kuyudaki suyu parayla satması, Müslümanlara ye
fakirlere sıkıntı getirdiğinden Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Kim Rume
kuyusunu satın alıp müslümanlara genişlik ve rahatlık sağlarsa, onun için
Cennet vardır" buyurmuş ve bunun, üzerine Hz. Osman (r.a.) o kuyuyu
satr-alıp müslümanlarm istifadesine bırakmıştır. Böylece bazı hallerde a alıp satmanın caiz olduğu kendiliğinden
anlaşılmış oluyor. Ancak sözü edilen satın alma, kuyusuyla birlikte
gerçekleşmiştir. Bununla beraber ihtiyaç fazlası suyu satmanın haram olduğu hükmü
her zaman geçerlidir.
1-
Havuzdaki, kuyudaki ihtiyaç fazlası suyu satmak batıldır.
2- Akar-ve
nehir suyunu da satmak caiz değildir.
3- Ancak
kişi yaptırdığı özel havuzunda topladığı suyu gerekirse, satabilir.
4- Testi ve
benzeri bir kaba doldurup ihtiyaç sahiplerine götürerek satmaya cevaz
verilmiştir. Çünkü birçok yerlerde, Özellikle büyük şehirlerde, yol
kenarlarında buna ihtiyaç vardır. Hem suyu alıp kendi testisine doldurup
taşıyan kimse onun ihraz etmiş olur.
5- Boru,
künk ve benzeri malzemeyi döşemek suretiyle kendi bağ ve bahçesine su getiren
kimse, böylece suyu ihraz etmiş olur. O bakımdan o suyu satmasına cevaz
verilmiştir.
İslâm Dini, insan ve
hayvan neslini korumayı ve geliştirmeyi ıedef olarak seçer ve o bakımdan hem
koruyucu hekimliğe ağırlık ve-ir, hem de insanların geçimine önemli katkısı
olan, aynı zamanda jıda ihtiyacım karşılayan davarları çiftleştirme olayının
bir baha bedel) karşılığı olmamasını emreder. Zira damızlık bir hayvandan löl
almaya para karşılığı cevaz verilecek olursa, bunun topluma, özellikle fakir
kesime birtakım sıkıntılar getireceği kesindir. Toplum yararına olup kalkınmayı
hızlandıran bu gibi şeylerden dolayı bir para almamak en uygun bir davranış ve
o top-lumdan yana güzel bir aizmettir. Aynı zamanda damızlık hayvanın menisi
mal-i mütekavvim değildir. O bakımdan da satışı caiz görülmemiştir,
îbn Ömer (r\a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
'Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz damızlık hayvandan döl almanın bir semen (baha ve bedel) karşılığı
olmasını men'etti." [22]
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre:
Kitab Kabilesinden bir
adam, Peygamber (s.a.v.) Efendimizden damızlık hayvandan (para, bedel karşılığı)
döl almaktan sordu. Efendimiz onu bundan men'etti. O da şöyle dedi: 'Ya
Resulellah! Biz damızlığı icare olarak (tekrar geri vermek üzere) alırız da
(sonra sahibine) ikramda bulunuruz." Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) ona
bu ikram hususunda ruhsat verdi." [23]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz damızlık hayvandan
döl almanın satışını men'etti." [24]
a) Şafiîlere
göre: Damızlık hayvandan döl almak karşılığında semen ödemek, bedel vermek caiz
değildir. Bazısına göre, hadiste geçen ifadeden maksat, damızlık hayvanın
belsuyudur ki, onu semen (baha, bedel) karşılığında satmak men'edilmiş tir.
Diğer bir yorumla, damızlık hayvanı ücret karşılığı döl alma hususunda
kullanmak demektir. Her iki yorumun aynı noktada birleştiğine göre, ikisi de
caiz değildir. [25]
b)
Hanefîlere göre: Fasit satışlardan biri de, damızlık hayvanın belsuyunu
satmaktır. Kimin yanında damızlık olarak boğa, deve, eşek ve benzeri bir hayvan
bulunursa, bir kirase de onu yanındaki dişi hayvanla çiftleştirmek için
isterse, damızlık sahibinin onu semen (para, bedel) karşılığında isteyen
kimseye satması caiz olmaz. Çünkü damızlık hayvanın menisi mal-i mütekavvim
değildir. [26]
Damızlığı iare olarak
isterde sahibi vermesze, onu başka bir konuda kullanmak üzere kiralaması caiz
olur. Kira süresi içinde, onunla cinsi olan dişi hayvanı çiftleştirebilir.
c)
Malikîlere göre: Damızlık
hayvanı, dişi cinsiyle çiftleştirmek üzere kiralamak, yani
icarlamak caiz ve sahihtir. Ancak bu icarlama belirli bir süreyle
sımrlanmalıdır. Meselâ bir veya iki gün.. Veya bir ya da iki defa çiftleştirmek
üzere bir belirlemede bulu-nulmalidır. [27]
Şaftîler bu konuda
hadisin zahiriyle istidlal edip "asbü'1-fahl" m aram olduğunu ihticac
etmişlerdir. Hanefîlerle Malikîler ise, dolaylı ola başvurup iare veya icare
yoluyla damızlıktan faydalanmaya ce-az vermişlerdir. Aslında bu görüş, hadisin
zahiri delâletine uymamaktadır.
Bu bapta İmam
Şafiî'nin Enes (r.a.) dan, Hâkim'in Hz. AH (r.a.) len, yine Ibn Hibban ile
Bezzar'ın Hz. Ali (r.a.) den, Taberânî'nin 3era' (r.a.) den rivayet ettikleri
hadisler bulunuyor. Bunlar birbirini kuvvetlendirmekte ve konuya ağırlık
kazandırmaktadır. Ayrıca STesâî'nin Ebû Hüreyre (r.a.) den rivayet ettiği bir
hadis bulunuyor si, mealen şöyledir: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz teke
(erkek keçi) nin belsuyunım (semen karşılığı satılmasını) men'etti,"
Az yukarıda da kısmen
değindiğimiz gibi, hadiste geçen "asbü'l-fahl" dan maksat, damızlığın
belsuyu olabileceği gibi, çiftte ştirmey e karşılık ücret de olabilir. Ancak
Cabir hadisi birinci yorumu desteklemektedir.
Böylece bu konudaki
hadislerin tamamı, hem damızlık hayvanın bclsuyunu satmanın, hem de
çiftleştirmek maksadiyle onu icarla tutmanın haram olduğuna delalet etmektedir.
Çünkü belsuyu mütekavvim (tenavül ve intifa edilen mal, meta') türünden
değildir. Aynı zamanda malûm da değildir. Sonra da teslimi kesin belirlenmiş de
bulunmuyor. O bakımdan cumhurda bunun tahrimine kaildir. Çünkü amaç, bu gibi
konularda hayvan besleyen kesimin birbirine yardımcı olması ve hayvan neslini
artırıp geliştirin esidir.
Damızlığı icarlayıp o
isim altında belsuyundan yararlanmak, sonuç ye mana1 itibariyle hadislerin
zahirine ters düşmektedir.
1- Damızlık
hayvanı döl almak için semen karşılığı kullanmak haramdır.
2- Damızlık
hayvanın belsuyunu semen karşılığı satın almaya cevaz verilmemiştir.
3- İare
yoluyla sahibi verir de adanı onu kendi dişi hayvanıyla çifti eştirdikten sonra
sahibine ikramda bulunursa bunda bir sakınca yoktur.
4- Damızlık
hayvanı'icarlayıp sonra onu kendi cinsiyle olan hayvanla çiftleştirmek
caizdir. Bu, Ebû Hanife ile İmam Mâlik'in görüş ve ictihaddır.
Garer: Sonu belli
olmayan, gerçekleşip gerçekleşmeyeceği kesinlikle bilinmeyen bir bakıma
aldatmaca bir iş, bir olay anlamına gelir. Terim olarak, ihraz edilmeyen, elde
edilip edilmeyeceği kesin belli olmayan bir malı, bir eşyayı satmak anlamında
kullanılmıştır.
Mesela henüz
yakalanmamış denizdeki balığı, havada uçan kuşu satmak bu cümledendir. O
bakımdan Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bu kabil ahm-satımlan yasaklayıp haram
kılmıştır.
Ebû Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Şüphesiz ki
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz haşat ve garer alım-satımını men'etti." [28]
Hasat: Küçük çakıl
taşları demektir. Garer ise, yukarıda belirttiğimiz şekilde sonu meçhul olan
bir şeyi satmaya kalkışmak ve bir bakıma aldatmaca yoluyla henüz ele geçmeyen
ve geçmesi kesinlikle belli olmayan bir şeyi-satışa yönelmektir.
Hasat: Bazı arazi
parçasını satmak isteyen kimsenin eline çakıl .taşı alıp müşteriye: "Bu
taşı atıyorum, nereye kadar ulaşırsa arazinin o parçasını sana şu kadar semen
(bedel, para) karşılığı satıyorum ve sattım" demesiyle ortaya çıkan ve
kökü cahiliye devrine uzanan batıl bir alım-satım şeklidir.
îbn Mes'ud (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sudaki balığı satın almayın; çünkü gerçekten o garar (sonu belli olmayan
aldatmaca satış) dır." [29]
îbn Ömer (r.a.), dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştır:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, habelü'l-habele'nin alım-mini men etmiştir."
Habelü'l-habele: Gebe
olan devenin doğurmasına ve sonra da ıcak dişi yavrunun da gebe kalıp
karnındaki cenini doğurmasına ir geciktirilen semen karşılığı bir satıştır.
Diğer bir yoruma ve
izaha göre: Cahiliye devrindeki insanlar, i olan devenin doğurmasına kadar
kesilen bir devenin etinden ı almalarıyla ilgili bir anlatım tarzıdır.
Diğer bir yorum ve
anlatımla şöyle denilmiştir; "Cahiliye halkı slerin gebe olan dişi devenin
doğurması ve doğan dişi yavrunun gebe kalıp doğurmasına kadar satışını
yaparlardı. Peygamber (s.a.v.) m-bu tür alım-satımda bulunmaktan
men'etti." [30]
Şehr b. Havşeb'in Ebû
Said (r.a.) den yaptığı rivayete göre, adı n şöyle haber vermiştir:
"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, davar-n karnında olan ceninleri, doğum
olayı meydana gelinceye iar satın alınmasını (alınıp satılmasını); aynı zamanda
daların memelerinde olan sütün sağılmadan Önce -belli bir îkle değilse-
satışını, ganimet malı taksim edilmeden siye düşecek pay belli olmadan)
satılmasını; toplanan ;âtm, müstehik olanın eline geçmeden satışının nlmasını
ve dalgıcın "suya bir dalışta elime ne geçerse onu a şu kadara
sattım" diye bir satışta bulunmasını yasak-tp haram kılmıştır." [31]
ibn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber liştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz, taksim edilmeden önce limetlerin satışım
men'etmiştir." [32]
Bu anlamda bir diğer
rivayeti Ebû Davud ile Ahmed b. Hanbel, Ebû Hüreyre (r.a.) den nakletmişlerdir.
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) efendimiz yenilecek duruma gelmeden meyvanın satışını; hayvanın
sırtındaki yünün, memedeki sütün satışını yasaklamıştır." [33]
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz mülamese ve münabeze suretiyle yapılan ahm-satımı
men'etti." [34]
Mülamese: Adamın,
satıcının kumaşına, evirip çevirmeden, (kalitesini kontrol etmeden) sadece el
sürmesidir. Münabeze: Adamın kendi kumaşını diğer adama, o diğer adamın kendi
kumaşını ona -dikkat etmeden ve karşılıklı rızalaşmadan- atmasıdır.
Enes (r.a.) den yapılan
rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz münakale, muhadare, münabeze ve mülamese şeklindeki
alım-satımı men'etmiştir." [35]
Münakale: Başaktaki
buğdayı arınmış buğday veya semen karşılığında satmaktır. Başaktaki buğdayın
miktarı kesin bilinmediğinden satıcı ve alıcıdan birinin aldanması söz
konusudur.
Muhadare: Henüz
olgunlaşmamış yeşil meyvayı semen karşılığında satmaktır. Bu da yeşil meyvanın
olgunlaşmadan bir hastalık veya parazit neticesi dökülmesi veya çürüyüp
yenilmeyecek bir duruma gelmesi gibi sebeplerden dolayı menedilmiştir.
a)
Hanefîlere göre: Yukarıdaki hadislerde satışı yasaklanan şeyler hakkında
Hanefîlerin istidlal ve ihticacları aynı doğrultuda cereyan etmiş ve farklı
bir görüş izhar eden ve hadisi bırakıp kıyas yolunu seçen olmamıştır. Çünkü
hadislerin çoğu sahih olup istidlal ve ihticaca salihtir. [36]
b) Diğer üç
mezhep müctehidleri de aynı hadisleri sened seçip idlal ve ihticacda
bulunmuşlar ve farklı bir görüş izhar etmemişlerdir. [37]
Sadece Hahefîler, efendisinden kaçıp izini kaybeden lenin satışı hakkında
farklı ictihadda bulunmuşlardır.
820 nolu Ebu Hüreyre
hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir.
821 nolu İbn Mes'ud
hadisinin isnadında Yezid b. Ebi Ziyad bu-nuyor ki, bu zat Müseyyib b.
Rafi'den, o da İbn Mes'ud'dan rivayet mistir. Hadisin mevkuf olduğu
anlaşılıyor. Darekutnî de el-Ilel'de ınun mevkuf olduğunu belirtmiştir.
Ancak Ebû Bekir b. Ebî
Asım'ın İmran b. Husayn'dan (r.a.) ri-.yet ettiği şu hadis buna şahit.olarak
gösterilebilir: "Peygamber a.v.) sudaki balığın satışını men'etti."
823 nolu Şehr b.
Havşeb'in Ebû Said'den naklettiği hadisi aynı manda Bezzar ve Darekutnî tahric
etmiş, Hafız b. Hacer ise bunun ıyıf olduğunu belirtmiştir. Zira Şehr hakkında
farklı tesbit ve irüşler ortaya çıkmıştır. Ancak Tirmizî onun rivayetini
hasenle-iştir. Bey'-i garerle ilgili hadisler ise bu rivayeti kuvvetlendirmekte
! istidlale salih olduğunu göstermektedir.
824 nolu İbn Abbas
hadisi istidlale salih görülmüştür. Çünkü m kuvvetlendiren sahih rivayetler
vardır,
825 nolu Ebu Hüreyre hadisinin isnadında meçhul
bir kişi kail edilen Ebû Davud bulunuyor. [38]
826 nolu İbn Abbas hadisini aynı zamanda Beyhakî
tahric ;miştir. Ancak isnadında Ömer b. Feruh bulunuyor ki, Beyhakî ıun bu
rivayette teferrüd ettiğini, kavî bir kişi olmadığını belirtiliştir. [39]
Ancak İbn Main ve diğer muhaddisler onun sika duğunu söylemişlerdir.
Bu bapta Ebû Bekir b.
Asım'ın îmran b. Husayn (r.a.) den rivay-; ettiği bir hadis bulunuyor ki,
yukarıdaki rivayeti kuvvetlendirmekidir. Şöyle ki: "Davarların
memelerinde olan sütün sağılmadan önce satışı; ayrıca davarların karnındaki
ceninleri, başağında olan buğdayın harmanlanıp hazırlanmış buğday karşılığında
satışının yapılması, ana rahmindeki ceninin ve o ceninin yavrusunun satışı ve
bey-i garer men'edilmiştir."
827 nolu Ebû Said
hadisi sahih olup ihticaca salihtir.
828 nolu Enes hadisi
de sahihtir ve istidlale elverişlidir. .
1- Kumaş ve
emtia, arazi, bağ ve bahçe üzerine çakıl taşı atıp nereye dokunursa o kısmının
satışını yapmak haramdır. Çünkü satılacak şeyin nisbeti kesin belli değildir.
2- Müşteriyi
aldatacak, zarara sokup mutazarrır edecek her türlü alım-satım da
yasaklanmıştır. Buna "Bey'-i garer" denir.
3- Henüz
yakalanıp ortaya konmamış denizdeki balığı satmak da caiz değildir.
4- Davarın
karnındaki cenine karşılık et satın almak da yasaklanmıştır.
5- Bunun
gibi ana rahmindeki yavruyu henüz doğmadan satmak da caiz görülmemiştir.
6-
Davarların memelerindeki sütü sağmadan önce ve belli bir ölçek belirtmeden
satmak da men'edilmiştir.
7-
Efendisinden kaçıp izini kaybeden köleyi de satmaya cevaz verilmemiştir.
8- Savaşta
elde edilen ganimeti, henüz savaşanlara taksim edilmeden ve kendisine ne kadar
şeyin isabet edeceği kesin bilinmeden satmak da men'edilmiştir.
9- Toplanan
zekâtı, henüz muhtaçlara taksim edilmeden ve muhtaç olan bir kişiye neden ne
kadar verileceği kesin belli olmadan satmak da caiz değildir.
10- Şebekeyi
denize atarken bu şebekeyle ne kadar balık çıkarsa, onu sana şu kadar fıatla
sattım deyip meçhul bir şeyi satmaya kalkışmak da caiz değildir.
11- Henüz
yenilecek duruma gelmemiş olan yeşil meyvayı satmak da men'edilmiştir.
12- Koyun,
keçi, deve ve benzeri hayvanların kırkılmadık
nlerini, kıllarını
satmak da men'edilmiştir. Çünkü nisbeti ve tartısı ili değildir.
13-
Tenceredeki sütün içindeki yağ henüz toplanıp ortaya -ınlmadan o vaziyette
satmak caiz değildir. Çünkü o sütten ne ka-r yağ çıkacağı meçhuldür ve
dolayısıyla bey'-i garer kapsamına gır-
14-
Satıcıyla alıcının mücerred ellerini kumaşa dokundurarak kalitesini, özelliğini
belirtmeden, kontrol etmeden satışta bulun-
aları da caiz
değildir.
15- Alıcıyla
satıcının kendilerine ait kumaşları birbirine atıp ditesini belirlemeden, ne
miktar olduğunu anlamadan benimkim M seninkinin karşılığında sattım diye
alım-satımda bulunmaları ^yasaklanmıştır. Çünkü bu durumda taraflardan bin
aldatılmış abilir. Aynı zamanda malın miktarı da meçhuldür.
16-
Başağındaki buğdayı, harmanlanmış buğday karşılığında ıtmak da caiz değildir.
Çünkü başaklardaki buğdayın kaç ölçek kaçağı meçhuldür.
İslâm ticaret
hukukunda buna "Bey'âtani fî Bey'atin" denir.
İslâm, cihanşümul olup
bütün milletlere ve çağlara yöneldiği, medeniyet ve çağların önünde bulunduğu
için koyduğu her kural, temel bilgi ve tema da evrensellik arzetmektedir.
Ticaret hukukunun genel kurallarım, ana hatlarını belirlerken hem insan
haklarının yeterince korunmasına, hem de tüketicinin aldatılıp sömürülmemesine
özen göstermiş ve bunun için kalıcı hükümler ve prensipler koymuştur.
O bakımdan İslâm,
fiatları dondurma cihetine gitmemiş, yani satışa arzedilen mallara narh
koymamış, sağlam bir örf oluşturarak iman ve yüksek ahlak doğrultusunda toplum
bünyesinde otokontrol sağlamayı öngörmüştür.
Aynı zamanda İslâmî
Ekonomik Sistemde faize asla yer verilmemiş; ülkenin ekonomik dizginini
yabancıların eline bırakmamak için de dış borçlanmaya pek kapı açmamış, ancak
çok zaruri durumlarda kısmî, cüz'î bir kapı açarak ticarî münasebetlerin
kopmasını önlemeyi planlamıştır.
Bir yandan da ihtiyaç
maddelerinin stoklamp piyasadan çekilmesine cevaz vermemiş ve muhtekiri, biri
maddî, diğeri manevî olmak üzere iki ayrı müeyyide ile cezalandırmayı ihmal
etmemiş ve bu kalıcı tedbirlerle fiat artışlarını devamlı önleme kontrolünü
sürdürmeyi emretmiştir. Böylece İslâmî Ekonomik Sistemde enflasyon pek söz
konusu değildir.
Sonra da satıcı ve
alıcının zararına müncer olacak bütün tedbirleri almış ve bunun için de
birtakım müeyyideler koymuştur. Faize yol açacak olan bir ahm-satım tarzını
haram kılmış ve tahrim hükmü hedef ve amacına kavuşsun diye, faize, fahiş
fîatla mal satmaya vasıta ve vesile olan bütün şeyleri de yasaklayıp haram
kılmıştır.
Nitekim konumuzu
oluşturan hadislerde taksitle satışlarda zaman farkından dolayı peşin ayrı,
veresiye ayrı fıat istemenin faize yönelik bir ahm-satım şekli olduğuna dikkat
çekmiştir.
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.b.) ?endimizin şöyle buyurduğunu haber
vermiştir: "Kim bir satışta iki 'm satış (işlemi) belirlerse, onun için en
noksan olanı vardır; esi halde riba (faiz) söz konusudur." [40]
Simak'dan, o da
Abdurrahman b. Abdillah b. Mes'ud (r.a.) den, da babasından rivayetle,
Resulüllah'm: (s.a.v.) "bir satışta iki ayrı atış (işlemi)
belirlerse,..."
Hadisinde
"safkateyni fî safkatin" denilmiştir. Ravi diyor ki: Bu, adamın satış
yaparken şöyle demesidir: Bu mal veresiye alarak fiatı şu kadar, peşin olarak
da şu kadardır.." [41]
832 nolu Ebû Hüreyre
hadisinin isnadında Muhammed b. Amr :>. Alkâme bulunuyor. Gerçi bu zat
üzerinde çok şeyler söylenmiştir. Kendisi oldukça meşhurdur ve hadis
rivayetinde güzel bir yol izlerdi, ^ahya b. Main onun hakkında "sika"
diyerek tezkiyede bulunmuştur. Yahya b. Kattan da "O saiih bir kişidir;
ancak hadis hıfzetmede, insanların en kuvvetli hafızıdır denemez" diyerek
görüşünü belirtmiştir, îbn Adiyy diyor ki: "İmam Malik Muvatta' da ondan
rivayetler yapmıştır. O bakımdan onun rivayetinde bir sakınca olmadığını ummaktayım."
Ebû Hatim ise: "O salihü'l-hadistir" demiştir. [42]
Ancak bu rivayeti
kuvvetlendiren bir diğer meşhur rivayet vardır ki, Dareverdi ve Muhammed b.
Abdillah el-Ensarî onu şu lafızla rivayet etmişlerdir: "Resulüllah (s.a.v.)
bir satışta iki ayrı satış (belirlemey) i men'etti,"
Böylece birinci
hadisle istidlal etmekte bir sakınca olmadığı ortaya çıkmış bulunuyor.
833 nolu İbn Mes'ud
hadisini Hafız et-Telhis'de zikretmiş, fakat susup bir görüş ve tesbit beyan
etmemiştir. Ancak Mecmeu'z-Zevaid'de, Ahmed b. Hanbei'in bu rivayetinin
isnadmdaki ricalin hepsi sikadır denilerek hadisin sahih olduğuna işarette
bulunulmuştur. Aynı zamanda bu hadisi Hafız Bezzar, Taberanî de tahric
etmişlerdir.
Ayrıca bu bapta
Darekutnî ve İbn Abdilberr'in îbn Ömer {r.a.) dan rivayet ettikleri bir hadis
bulunuyor ki, mana itibariyle İbn Mes'ud'un hadisiyle beraberlik arzeder.
İmam Şafiî bu
hadisleri manalandırıp hüküm çıkarırken şu ifadeyi kullanmıştır.
"Bu malı sana
peşin bin dirheme» veresi olarak bir yıl vadeyle ikibin dirheme sattım, artık
sen hangisini istersen kabul et." (835).
İbn Rıfaa ise Kadı1
dan naklen şöyle belirtmiştir: "Mesele, müşterinin belirsizlik üzere kabul
etmesiyle takdir edilmiş ve o bakımdan böyle bir alım-satımm caiz olmayacağı
söz konusu olmuştur. Ama müşteri bu iki şıktan birini kabul ederek şöyle derse,
beyi' sahih olur: "Peşin olarak bin dirheme kabul ettim" veya
"Bir yıl vadeli olarak iki bin dirheme kabul ettim." Nitekim İmam
Şafiî'nin de bunu ayrı bir yorum olarak ortaya koyduğu söylenir.
Diğer bazı yorumculara
göre, hadisin delalet ettiği mana şudur: "Bir Ölçek buğdayı bir ay vadeyle
bir dinara satın alır. Ay dolunca, yani vade tamamlanınca, satıcı borçlu olana
gelip dinarını ister, verecek durumu yoksa, borçlu ona: "Senin benim
nezdimdeki bir ölçek buğdayını iki ay vadeli olarak bana iki ölçek buğdaya
sat." İşte bu tarz bir alım-satım, bir satışta iki ayrı satışın
belirlenmesi demektir. Zira Ebu Hüreyre hadisinde "Onun için en noksan
olanı vardır" cümlesi, az olan fiatı kabul etmekte bir sakınca olmadığını
göstermektedir. İmam Evzâî bunun sahih olmadığını belirtmişse de ilim adamları
onun bu yorumunu benims em emişlerdir.
İbn Reslan da
yukarıdaki yorumu benimsemiş ve bu tür alım-satımm haram olmadığını, yani öne
sürülen iki ayrı fıattan en az olanını kabul etmek suretiyle yapılan
alım-satımm caiz olduğunu belirtmiştir.
Böylece bir malı satın
alırken, mal sahibi "Peşin şu kadara, eli şu kadara" der, müşteri de
en az fîat olan peşin fiatmı tercin > peşin olarak belirttiğin fîata göre
satın aldım, kabul ettim derse, faiz sistemine girmez. Ama vadeli olanüatı
tercih edip onu kabul rse, faiz sistemine göre alım-satım yapılmış olur. Ne
yazık ki, ün böylesine sakıncalı bir alım-satım uygulaması sürüp gitmekte-Ebû
Hüreyre hadisinde "Önün için en noksan olan fıat vardır" ılesinden
sonra, "aksi halde riba söz konusudur" cümlesi yer al-ktadır.
İmam Şafiî'nin birinci
yorumuna göre ise, peşin ayrı, vadeli ayrı fıat belirleyerek müşteriye teklifte
bulunmak bizatihi ribadır, o amdan bu tür alım-satım haramdır.
Rey tarafdarları da
îmam Şafiî'nin Ve İbn Reslan'm görüş ve yo-aundan olup, müşteri teklif edilen
fiatlardan en aşağı olanım, yani ;in fîatı kabul ederse, bu faiz kapsamına
girmez demişlerdir. İmam â Hanife de aynı görüştedir.
Diğer bazı ilim
adamları öyle de olsa, peşin ayrı, vadeli ayrı .fîatı irleyip müşteriye
söylemek faiz kapsamına girer ve caiz değildir.
Konunun önemine binaen
Şevkanî'nin "Şifau’l-ğalil fi hükmi ziyadeti’s-semeni li-mücerredi’l
eceli" isimli ıstakil bir eseri bulunuyor.
Kanaatimce peşin ve
vadeli fîat teklifine açılacak küçük bir cevaz kapısını artık kapamak çok zor
olur ve her geçen gün bu kapı rmadan genişletilir. Günümüzde olduğu gibi,
mevcut alım-satım gulaması bütünüyle faiz sistemine dönüşmüş olur.
O bakımdan konuyu
incelerken bu husustaki rivayetlerin tamımı ve ilim adamlarının yorum ve
görüşlerini biraraya getirmek ve a göre bir sonuç çıkarmakta sayısız yarar
vardır. Ebu Hüreyre hadisi hangi olayı hedef alarak ve İbn Mes'ud hadisi de
hangi meseleyi dmlatmak maksadiyle söylendiğini tesbit etmek gerekir. Aksi İde
birtakım sakıncalı sonuçlar ortaya çıkabilir.
Zeylâî bu konuya geniş
yer verip diğer rivayetleri de biraraya tirmiş bulunuyor. Konunun baş
kısmındaki iki hadisi naklettikten ara Semmak'in şöyle yorumda bulunduğunu
belirtiyor: "Adamın usta bulunurken şöyle demesidir: Bu peşin olarak şu
kadar, vadeli arak şu kajlar." Bezzar da bunu kendi müsnedinde Esved b.
nir'den naklen rivayet etmiştir. Ayrıca Taberanî Mu'cemu'l-.sat'ta, Ahmed b.
Kasım tarikiyle İbn Semmak b. Harb'den, o da ba-ısmdan merfuan şu hadisi
rivayet etmiştir: "İki ayrı satışın bir tısta yer alması ribadır."
Ancak bu hadisin'merfu1 değil mevkuf
olduğu ağırlık
kazanmıştır. Ebu Ubeyd bu hadisi şöyle yorumlamıştır: "İki ayrı satışın
bir satışta yer alması, adamın karşısındaki müşterisine: "Şunu sana peşin
olarak şu kadara, vadeli olarak da şu kadara satıyorum" demesi ve bu söz
üzerine birbirinden ayrılmalarıdır.
İbn Hibban da bunu
rivayet ettikten sonra sahihlemiştir.
Tirmizî ve Nesâî'nin
Muhammed b. Amr b. Alkame- b. Vak-kas'dan, onun da Ebu Seleme'den, onun da Ebu
Hüreyre'den (r.a.) rivayet ettikleri, "Resulüllah (s.a.v.) bir satışta
iki ayrı satışın belirlenmesini denetti.." mealindeki hadisi Tirmizi
hasenleyip sahihlemiştir. İlim ehlinden bazısı bunu şöyle tefsir etmiştir:
"Adamın şu elbiseyi sana peşin olarak on dirheme, vadeli olarak yirmi
dirheme satıyorum" demesidir. Müşteri bunlardan birini kabul edip
ayrılacak olursa, bu satışta bir sakınca yoktur. îmam Şafiî ise ayrı bir
yorumda bulunmuştur. Ona göre bunun manası şöyledir: "Şu evimi şu kadar
karşılığında sana satıyorum, şu şartla ki, sen de kendi hizmetçi (köle) ni bana
şu kadara satmış olasın. Artık senin hizmetçin bana gerekli olunca, benim de
evim sana gerekli olur."
Zeylaî, musannifin bu
hadisi şöyle yorumladığını belirtmiştir: "Şu kölemi sanaj bana bir ay
hizmet etmen üzere satıyorum veya şu evimi sana, içinde bir ay oturmam şartıyla
satıyorum." Eğer hizmet ve evde bir aylık oturma semenden bir şeyin
karşılığı olarak ele alınırsa, bu, alım-satımda icare olur; bir şey karşılığı
değilse, alım-satımda iare olur ki, Resulüllah (s.a.v.) iki ayrı satışın yer
almasını men'etmiş bulunuyor. [43]
Böylece sözü edilen
hadisler farklı biçimde yorumlanmıştır. Kanaatimce hadisleri bu yorumların hepsiyle
değerlendirip sonuç çıkarmak en uygun yoldur ve bu durumda peşin ayrı, vadeli
ayrı iki fıatla satış yapmanın haram olduğu ağırlık kazanmaktadır. Allah daha
iyisini bilir.
Ancak Hanefî
fukahasmın çoğuna göre: Peşin ayrı fiat, veresi (değişik vadelerle değil de
yalnız) bir vadeye mahsus olmak üzere ayrı fıat üzerinden alım-satıma kesinlik
kazandığı, yani bu ikisinden biri üzerinde akid yapıldığı takdirde cevaz
vermişlerdir. Bununla beraber takva yönünden böyle bir alım-satım da
bulunmamak daha uygundur. [44]
1- Bir
satışta iki ayrı satış belirlemek caiz değildir..
2-
Belirlenen iki ayrı satıştan en noksan, fîatı en düşük olanım çip ona göre
beyi' akdinde bulunmakta bir sakınca yoktur. Aksi ilde faizle satış yapma söz
konusu olur.
Ancak Hanefî
fukahasmdan bazısına göre peşin şu kadar, veresi ı kadar der ve tek fiat
belirlerler ve alıcı bunlardan birini kabul lip akid yapılırsa bu caiz olur.
Birden fazla vade belirleyip farklı fıat temek caiz değildir.
3- Bir malı
satarken müşteriye, kölen bana bir ay hizmet etmesi artıyla bunu sana şu kadara
satıyorum demek de caiz değildir. ünkü bu tür şartlı satışlar faize kapı
açmaktadır.
4- Satıcı
müşterinin durumunu önceden belirler de onun peşin eya veresi alacağım bilir ve
ona göre tek fiat söyler, o da kabul derse, bu tür ahm-satım caizdir.
5- Vadeli
satışta vade süresinin belirlenmesi şarttır. Aksi halde hm-satım bey-i fasit
olur.
6- Vadenin
kısa ve uzun olması söz konusu edilir de üç aylık ade için fıat şu, altı aylık
vade için fıat şu... diye bir satış yapılırsa, ıu faizli satış kapsamına girer
ve dinen caiz değildir.
İslâm Dininde yer alan
genel kurallardan biri de "faydalı olanları celb edip zararlı olanları
defetmektir." Zira maksat insanı her türlü zararlı şeyi kullanmaktan uzak
tutup onun sağlığını, aklını . korumak
ye bu doğrultuda ona afiyet bahşetmektir. İlâhî buyruklar düzeyinde eğitilmeyen
kimse, daha çok nefsine yenik düşerek birtakım zararlı şeylere yönelerek maddi
ve manevi sağlığım tehlikeye düşürür. Kendi akıl, zeka ve mantığını ilahi
sistemin dışında tutmak suretiyle hayatını sürdürmek isteyenlerin çoğunun
zararlı şeylerden kaçındığını, faydalı şeylerden yararlandığını tam anlamıyla
görmek adeta mümkün değildir. Bunun için yardımcı olarak kitap indirilmiş ve
peygamber gönderilmiştir.
Ayrıca İslâm ahlak ve
hukukunun özelliklerinden biri de şudur: Allah ve Peygamberi neyi haram ve neyi
helal kılmışsa, o hükr ü kaldırır anlamda ikinci bir hüküm indirûmemişse,
indirilen ilk er m ve ilk nehyin hükmü kıyamete kadar hakidir.
Sonra İslam neyi
kesinlikle haram kılmışsa, ona vasıta ve vesile olan her şeyi de yasaklayıp
haram kılarak hükmün hedefine ulaşmasını öngörmüştür.
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle
demiştir:
“Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz şarap (içki) hakkında on kimseye lanet etti: Üzümü sıkıp şırasını
kendisi için sıkılana, içkiyi içene, taşıyana, kendisi için taşınana,
sakiliğini yapana, satışını yapana, bahasını alıp yiyene, satın ala-ta, kendisi
için satın alınana..." [45]
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle lemistir:
'İçki on veçhe üzerine
haram kılınmıştır: İçki biaynihi, jnüviçen, şakiliğini yapan, s satıcılığını
yapan, kendisi için satın alınan, üzümünü sıkıp, şıra yapan, kendisi için
sıkılan, taşıyıcısı, kendisi için taşınılan, satış bedelini yiyen lanetlenmiştir."
[46]
Dört mezhebe göre de
içkinin alım-satımı haramdır, ilim adamlarının da İçkinin ahm-satımmm caiz
olmadığı hakkında icma'ı söz konusudur. Ancak İmam Ebu Hanife'ye göre,
müslümanm içki alım-satımmda bir zimmîyi (gayr-i müslim bir vatandaşı) vekil
etmesi caizdir. Ne var ki bu konuda vekil tutmak da sahih değildir. Çünkü Hz.
Aişe'nin (r.a.) yaptığı rivayette Resulüllah (s.a.v.) m şöyle buyurduğu
bildirilmiştir: "Şarap (her türlü sarhoş edici içki) hususunda ticaret
haram kılınmıştır." Ayrıca Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı
geçen, Mekke'nin fethedildiği gün Resulüllah'm (s.a.v.) şöyle bu-yurduğunu
duymuştur: "Şüphesiz ki Allah ve Resulü içkinin, ölmüş hayvanın, domuzun
ve putların alım-satımını haram kılmıştır."
Hem içki haram bir
necistir; onun alım-satımı haram olduğu gibi, o hususta birini vekil etmek de
haramdır; tıpkı Ölmüş hayvan ve domuzda olduğu gibi... [47]
Şaîuler de bu tahrim
üzerinde durararak yaş üzüm ve hurmanın, onları sıkıp içki yapana satılması
haramdır demişlerdir. [48]
Maliki ve Hanbelîler
de necis olan maddelerin alım-satımının haram olduğunu belirtmişlerdir. Böylece
içki maddesini özellikle zikrederek bunun alım-satımımn caiz olmadığını
açıklayarak yukarıdaki hadislerle istidlal etmişlerdir. [49]
Ancak necis derken,
eti yenen hayvan gübresi bundan istisna edilmiştir.
837 nolu Enes hadisini
Hafız, et-Telhis'de nakledip ravilerinin sikat olduğunu belirtmiştir. [50] O
bakımdan istidlal ve ihticaca sa~ lih görülmüştür.
838 nolu îbn Ömer
hadisinin isnadında Abdurrahman b. Abdil-lah el-Gafikî bulunuyor ki, Yahya b.
Main "Ben onu tanımıyorum" demiş, diğer bazı hadis alimleri onun
maruf bir kişi olduğunu belirtmiştir, îbn Seken ise onu sahihi emiştir. (843)
Bu bapta Ebu Davud,
Ebu Hüreyre'den, îbn Hibban ise îbn Ab-bas'dan, Hakim, îbn Mes'ud'dan, Taberanî
Büreyde'den Muhammed b. Ahmed b. Ebi Hayseme tarikiyle şu lafızla rivayette
bulunmuşlardır; "Kim üzüm toplama günlerinde üzümü saklar da onu bir
yahudiye veya bir hıristiyana veya şarap yapan bir kimseye satmak isterse,
gerçekten ateş (cehennem ateşi) ansızın (onun) basireti üzerine girmiş
olur." Hafız İbn Hacer Bülûğu'l-Meram'da bu rivayeti has enlemiş tir.
Yine bu bapta Ebu
Davud'un Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayet ettiği hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Şüphesiz ki Allah içkiyi ve bahasını (bedeli) haram kılmıştır. Ölmüş
hayvanı ve bahasını haram kılmıştır. Domuzu ve bahasını haram kılmıştır." [51]
Ebu Davud'un yaptığı
diğer bir rivayette, îbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir: "Doğrusu Allah bir
kavme bir şayin yenmesini haram kıldığında o şeyin bahasını da onlara haram
kılar." [52]
îmam Ahmed'in
isnad-ı.sahih ile îbn Abbas (r.a.) dan yaptığı rivayete göre, adı geçen diyor
ki: Resulüllah (s.a.v.) Efendimizden duydum buyurdu ki: "Şüphesiz ki Allah
içkiyi, onun şırasını sıkıp çıkartanı, kendisi için sıkılanı, onu içen,
kendisine taşınanı, satıcısını, kendisi için satılanı, sakisini ve bardaklara
dolduranını lanetlemiştir," [53]
Böylece içilmesi ve
yenmesi haram olan her şeyin satışı ve bahası da haram kılınmış ve masiyet
(Allah'a karşı günahı) gerektiren her şeyin alım-satımı da buna kıyas edilerek
haram kılınmıştır.
1- Üzüm ve
ondan elde edilen şıranın içki imal edene satılması haramdır.
2- Üzümü
içki imal etmek için sıkıp şırasını çıkarmak da haram kılınmıştır.
3- İçki
içmek haramdır ve büyük günahlardandır.
4- içki
taşımak, onun hammallığını yapmak da haramdır.
5- îçki
satmak caiz değildir ve haramdır.
6- îçki
satın almak da - satın alan içsin içmesin- haramdır.
7-İçki
satışından elde edilen para da haramdır.
8- Böylece
içki imal eden, kendisi için imal edilen, onu taşıyan, kendisine taşman,
satışını yapan, onu satın alan, içki satıp para kazanan lanetlenmiştir.
9- Dinen
yenilmesi ve içilmesi haram kılınan bir şeyin satış bedeli de haram
kılınmıştır.
10- Genel
kural olarak: Tahrimin hedefine ulaşması için ona vasıta ve vesile olan şeyler
de yasaklanıp haram kılınmıştır.
Kişinin mülkiyetinde
olmayan, elinin altında bulunmayan ve temini zor olan gaib şeyleri satması
doğru değildir. Mesela kaçıp izini kaybeden kölesini başkasına satması;
başkasına satıp mülkiyetinden çıkardığı bir malı diğer müşteriye satmaya
kalkışması men'edilip haram kılınmıştır.
Aynı zamanda yanında
mevcut olmayan bir malı, varmış gibi gösterip satmak da ilim adamlarının çoğuna
göre men1 edilmiştir.. Çünkü yanında bulunmayıp pazarda bulunan malı, satıcı
henüz kendisi, satın almadan onu başkasına satmasında bir takım sakıncalar söz
konusudur.
Hakim b. Hizam (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah'a
(s.a.v.) dedim ki: Ya Resulallah! Adam bana gelip, yanımda bulunmayan bir malı
kendisine satmamı istiyor. Sonra da ben gidip o malı pazardan satın
alıyorum." Re-sulüllah (s.a.v.) bana: 'Yanında (mülkiyetinde) olmayan bir şeyi
satma!" diye buyurdu. [54]
Amr b. Şuayb'den,
babasından, dedesinden yapılan rivayete adı geçen, Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz'in şöyle buyurduğunu r vermiştir. " Semenini (bahasını) hemen
peşin almak ve 2se) ahm-satimda bulunmak; bir ahm-satım akdinde iki ile
sürmek... ve yanında olmayan (mülkiyetine girmemiş ) şeyi satmak helal
olmaz." [55]
a)
Hanefîlere göre: Henüz mülkiyeti altına girmeyen, ancak de sahiplenebileceği
ihtimal dahilinde olan bir malı satmak batildır. Meselâ ileride varis olacak
kimse, henüz murisi ölmeden önce onun terekesinden kendisine isabet edecek malı
satmaya ışması doğru olmaz, batıl, yani hükümsüz sayılır. Çünkü o bu ımda
teslimine kudreti yetmiyeceği ma'dum bir malı satmış oluyor. Bunun gibi,
hayvanın memesindeki sütü de satmaya kalkışmak Idır. Çünkü ne kadar süt elde
edileceği meçhuldür. Aynı zamanda püt olmaması da ihtimal dahilindedir. Ancak
selemle ilgili alım-satım bu genellemenin dışındadır. [56]
b) Satıcının
satacağı malı henüz eline geçirmeden satması caiz değildir. Ama başkasının
yanında emanet olarak duran veya ortak ğu kimsenin yanında bulunan veya malı
ödünç olarak verdiği bir jı rehin olarak verdiği bir malı ayrılma olayından
sonra olmak üzere satmak caizdir. [57]
847 nolu Hakim
hadisini aynı zamanda İbn Hibban kendi sahi-ie tahric etmiş, Tirmizî ise bu
hadisi hasenleyip sahihlemiştir.
848 nolu Amr hadisini
Nesâî ile îbn Mace sahihlemiştir.
Birinci hadiste yer
alan "Lâ tebi' ma leyse indeke" cümlesinin det ettiği mana ve hüküm
üzerinde farklı yorumlar yapılmıştır:
a) Senin
mülkünde olmayan ve kudretin dışında kalan şey...
Buna misal olarak da
şunu vermişlerdir: Başkası tarafından gasbedilip geri almasına güç getirilmeyen
köle ve bir de efendisinden kaçıp izini kaybeden kölenin bu vaziyette satışı
caiz değildir. Çünkü her iki durumda da kölesini ele geçireceği meçhuldür.
Bunun gibi, kafeste
beslediği bir kuşun kafesten çıkıp gözden uzaklaşması halinde onun satışı caiz
değildir. Çünkü kuşun o kafese geri dönüp dönmeyeceği de bilinmemektedir.
b) Yanında
hazır olmayan, mülkünde bulunmayan ve kendi havzen altında (kendi nahiyende ve
elin altında) olmayan şey..
Şüphesiz selem bunun
dışında kalır. Çünkü para peşin, mal sonra teslim edilmek üzere şartlarına
uygun yapılan bir alım-satıma cevaz verilmiş ve buna "selem"
denilmiştir.
c) Senin mülkünde olmayan ve kudretin altında
bulunmayan şey..
Birinci ve bilhassa
üçüncü yorum daha isabetli kabul edilmiş ve ona göre bir uygulamanın yapılması
uygun görülmüştür. Zira ahm-satım konusunda taraflardan birinin zarar ve
mağduriyetiyle netice-lerîecek olan bir satış elbetteki caiz bir satış olamaz.
1- Belirsiz
ve temini güç bir malın satışı caiz değildir.
2- Kişinin
kendi mülkü altında olmayan ve eli altmda bulunmayan bir malı satması
yasaklanmıştır.
3-
Kendisinden gasbedilen, zorla alman bir malı geri almadıkça, onu başkasına
satması caiz olmaz. Zira geri alacağı hem meçhuldür, hem de o mal gasibin
elinde bulunduğu sürece onun elinde, tasarrufu altında değildir.
4- Kafesten
kaçıp uzaklaşan bir kuşu da satmak caiz değildir. Ancak kafesten ayrılan kuşun
tekrar kafesine dönmesi bir itiyad halinde sürüp gidiyorsa, onun satışına
cevaz verenler olmuştur.
5- Selem
muamelesi dışında parayı hemen peşin almak ve malı çok sonra teslim etmek
konusu da farklı yorum ve tesbitlere sebep olmuştur. İleride buna geniş yer
verilecektir.
6- Bir
alım-satımda iki şart ileri sürmek caiz değildir. Bu konu da ileride
açıklanacaktır.
Ölçü ve miktarı, cins
ve nevi belirlenmiş bir malı sattıktan son-, isterse saticı onu sattığı kimseye
teslim etmemiş olsun, bir şkasına satamaz. Sattığı takdirde bu ikinci satış
geçersizdir ve bi-ıci satış geçerlidir.
Bu daha çok, bazı
muhterislerin ve ahde vefa duygusunu şımayanlarm ihtiras ve aç gözlülüğünden
kaynaklanır. Malı ttıktan sonra bir başka müşteri çıkar da fazla bir fiat
verirse, bu fa sattığı ve henüz teslim etmediği malı .buna satmaya kalkışır,
inci adam almak istediği malın başkasına satıldığını bildiği halde 'a yere
girip birinci satışı bozmaya çalışıyorsa, şüphesiz haram lemis olur. Onun gibi
satıcı da caiz ve geçerli olmayan bir satış mu-aelesine tevessül ettiğinden
dolayı günahkar sayılır.
Semure (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efen-imiz şöyle buyurmuştur:
"Hangi kadını iki veli evlendirise, o bi-inci olanmadır (onun evlendirmesi
geçerlidir, ikinci velinin-:i geçersizdir). Hangi adam da (aynı malı) iki ayrı
adama atarsa, o mal onlardan ilkine (satılmış olur)." [58]
Müctehidlerin -bazı
istisnalarla- hepsine göre, iki ayrı kimseye atılan bir mal, birinci
alıcıyadır, ikinci satış geçersizdir
851 nolu hadisi
el-Hasan Semure'den rivayet etmiştir. Ancak el-iasan'm bunu Semure'den duyduğu
ihtilaf konusudur. Bununla beraber Tirmizî bu hadisi hasenlemiş ve Ebu Hatim
ile Hakim sahihle-mişlerdir. Hafız îbn Hacer ise, hadisin sıhhati, el-Hasan'm
Semure'den duymasına bağlıdır diyerek bunun tesbitini Ön görmüştür, [59]
Ancak yapılan ciddi
tesbitlere göre, hadisin ricali sikat olarak belirlenmiştir. Aynı hadisi imam
Şafiî ile imam Ahmed ve Nesâî, Ka-tade tarikiyle el-Hasan'dan, o da Ukbe b.
Amir'den rivayet etmiştir.
Tirmizi, birinci
tarikin daha sıhhatli olduğuna dikkat çekmiştir. O bakımdan hadisle istidlal ve
ihticac uygun görülmüş ve müctehidlerin çoğu bunu sened kabul etmişlerdir.
Ancak imam Malik,
Tavus ve Zührî bu tür ahm-satımda değişik bir yorum ortaya koymuşlardır. Şöyle
ki: Bir kadını iki veli, iki ayrı kimseye nikah eder, ikinci zevç o kadınla
cinsel temasta bulunursa artık o kadın bu ikinci kocanın olur, birinci tezvic
hükümsüz kalır. Cumhur ise bunun hilafına beyanda bulunmuş ve ikinci zevç
onunla cinsel temasta bulunsa bile, o birinci velinin yaptığı akitle birinci adama
aittir.
1- Bir malı
müşteriye sattıktan sonra, ikinci bir müşteri çıkar da satıcı ona o malı
satarsa, bu ikinci akit hükümsüz ve geçersizdir; birinci akit sahihtir.
2- Bir malı
iki ayrı akitle iki ayrı kişiye satan kimse aynı zamanda günahkardır.
3- Bir
kadını iki velisi ayrı ayrı iki adama nikâh ettirirse, ilk nikah ettirenin
akdi sahih olur, ikincisi geçersiz kalır.
4- Ancak bu
durumda ikinci akitten sonra ikinci bir zevç olacak adam o- kadınla cinsel
temasta bulunursa, artık bu akit geçerli olur, birinci akit geçersiz kalır. Bu,
imam Malik, Tavus ve Zührî'ye göredir. Cumhur ise, böyle de olsa ikinci akit
geçersizdir diyerek bu tür akitlerde bir kargaşaya imkan vermemeyi daha sıhhatli görmüşlerdir,
5- Satılan mal
muhayyerlik süresi içinde dahi olsa başka bir adama satılamaz. Satılsa bile,
akit geçersiz olur.
Satın alınan bir malı
kabzetmeden önce satmanın caiz olup ol-dığı ihtilaf konusudur. Bu baptaki hadislerin
tamamım dikkate nlar, bu nehyin hemen her mal hakkında cari olduğunu
lemislerdir. Sadece yiyecek maddelerine veya ölçülmemiş, tümamış bir maddeye
has değildir. Zira Hakim b. Hizam ile Zeyd Sabit hadisleri umum ifade etmekte,
diğer hadisler ise yiyecek ddesiyle ilgili bulunmaktadır.
Bir kısım ilim
adamları ise, satın alman şey, Ölçü ve tartısı belli ıayan bir gıda maddesi
ise, kabzetmeden önce onu başkasına satmakta birtakım sakıncaların bulunduğunu
belirterek konuyu sadece aa bağlamışlardır.
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendi-'z şöyle buyurmuştur:
"Yiyecek maddesi olarak bir şey satın dığında, onu tamamiyle ele
geçirmeden satma..." [60]
Ebu Hüreyre (t.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz yiyecek maddesinin satın alındıktan sonra tam anlamıyla onu
ele geçirmeden (kabzetmeden) (başkasına) satılmasını menetti." [61]
Müslim ise bu hadisi
şu lafızla rivayet etmiştir: "Kim yiyecek maddesi olarak bir şey satın
alırsa, onu ölçmeden, tartmadan (başkasına) satmasın."
Hakim b. Hizam (r.a.)
den yapılan rivayette, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimize dedim ki "Ya Resulellah! Ben birtakım şeyler satın
alıyorum, onlardan neler benim için helal ve haramdır?" O bana şu cevabı
verdi: "Bir şey satın aldığın zaman, onu kabzetmedikçe (başkasına)
satma." [62]
Zeyd'b. Sabit (r.a.)
dan yapılan rivayete göre: "Peygamber (s.a.v.) Eferdimiz mal ve meta'ın,
ne yerde satın alınıyorsa tüccar onu kendi eşyasının bulunduğu yere nakledip
getirmedikçe satılmasını men'etti." [63]
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"(Alış-verişle
uğraşanlar) pazarın üst kısmında yiyecek maddelerini cüzaf (götürü) olarak
(ölçü ve tartıya sok-maksızın) alıp satıyorlardı. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz
onları, satın aldıkları yiyecek maddelerini kendi yanlarına nakletmedikçe
(başkalarına) satmalarını menetti." [64]
Buhari ve Müslim'de bu
hadis şu lafızla rivayet edilmiştir:
"Onu tahvil
etmedikçe (satın aldıkları yerden bulunduk-ı yere aktarmadıkça)...'’
Tirmizi dışında diğer
beş hadis kitabında ise şöyle nakledilmiştir:
"Kim bir yiyecek
maddesi satın alırsa, onu kabzetme-kçe (başkasına) satmasın!."
İmam Ahmed de şunu
rivayet etmiştir:
"Kim bir yiyecek
maddesini ölçekle veya tartı ile satın lırsa, onu kabzetmedikçe (başkasına)
satmasın."
Ebu Davud ile Nesâl
belirtilen hadisi şu lafızla rivayet etmişlerdir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, gıda maddesini ölçek ile atın alan bir kimsenin onu tamamen
eli altına almadıkça tamamen kabzetmedikçe) satmasını men'etti."
İbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Bir yiyecek maddesi satın alan kimse, onu tamamen kabzetmedikçe
satmasın." [65]
Buhari ve Müslim'de
ise şu lafızla bir rivayet yapılmıştır:
"Bir yiyecek
maddesi satın alan kimse, onu Ölçmedikçe satmasın."
îbn Abbas bu hadisi
rivayet ettikten sonra şunu ilave ediyor: "Sanıyorum ki her şey bunun
(yiyecek maddesi) gibidir..'’
a)
Hanefîlere göre: Alım-satımda mübadele söz konusudur ki, bu teatî ile
gerçekleşir. Buna bey'i müvaraza da denir. Çünkü bilfiil mübadele, teatiyle
olur. Tetai ise alıp vermektir. Yani malı alıp semenini (bedelini) verip malı
almaktır. [66]
Ahnvsatımm teatî ile
münakit olacağını Mecmeu'l-enhür sahibi şöyle açıklamıştır: "Çünkü akdin
cevazı karşılıklı rıza ile itibar olunur. O da teatî ile vücut bulmuş oluyor.
Böylece ahm-satımm hakikatti, bir mecliste iki tarafın rızasıyla semeni koyup
müsmeni almaktır. Böylece eksere göre iki taraftan vermek gerekmektedir.
Bazısına göre taraflardan birinin vermesiyle gerçekleşebilir. Bu karşılıklı
verip alma yani teati hem nefis (kıymetli), hem de hasis kıymeti çok düşük
eşyada geçerlidir ve sahih olan da budur." [67]
b) İmam
Şafiî'ye göre: Ahm-satımın teatiyle yapılması caiz değildir. Çünkü örf-i şer'de
beyi1 (alım-satım) icap ve kabul iledir. Sadece teatinin beyi' olduğu örf-i
şer'de bilinmemektedir. [68]
c)
Hanbelîlere göre: Ölçü veya tartı ile bir maddeyi satın alan kimsenin onu
kabzetmedikçe (başkasına) satması caiz değildir. O malı kabzetmeden telef
olursa, satıcının malı olarak kabul edilir ve aldığı bedeli müşteriye vermesi
gerekir.
Bu aynı zamanda Osman
b. Afvan, Said b. Müseyyeb, el-Hasan, Hammad'ın görüş ve mezhebidir. Ölçü ve
tartı dışında kalan eşyanın ise kabzedilmeden satışı caizdir. [69]
d)
Malikîlere göre: Ölçü veya tartı ile satılan bir yiyecek maddesini, kabzetmeden
önce satmak caiz değildir. Mücazefe (ölçü ve tartı ile değil de götürü, göz
kararıyla) satılan yiyecek maddeleri veya yiyecek maddesinden başka olup ölçü
ve tartı ile satılan eşyanın kabzedilmeden önce satışı caizdir.
İmam Ahmed'den yapılan
rivayete göre, yiyecek maddesi ister iü ye tartıyla olsun, ister bunun dışında
olsun kabzedilmeden Önce turnası caiz değildir. [70]
Bu konuda Şafiîler de,
satılan malın, müşteri tarafından teslim nmadıkça satıcının uhdesinde
bulunduğunu ve orada iken telef ol-ak olursa, alım-satım akdi bozulur ve bedeli
sakit olur, demişlerdir, bakımdan bu mezhebe göre, satın alman mal
kabzedilmedikçe tısı sahih olmaz diye bir madde konulmuştur. [71]
Böylece mezhep
imamları yukarıdaki hadislerle istidlal ve ihti-cda bulunurken kendilerine
müsned olarak seçtikleri haber-ler tu olmamıştır. Bir kısmı Cabir ve İbn Abbas
hadisiyle, bir kısmı 2,. îbn Ömer hadisiyle istidlal etmişlerdir.
853 nolu Cabir hadisi sahihtir. O bakımdan
istidlale salih örülmüştür. Ancak hadisin zahiri sadece yiyecek maddeleriyle
nırh bulunuyor.
854 nolu Ebu Hüreyre
hadisi de sahihtir ve Cabir hadisini kuvvetlendirmekte, ihticaca,salih olduğuna
şahit bulunmaktadır. Bu da Cabir hadisi gibi, yiyecek maddesiyle ilgili
bulunuyor. Müslim'in rivayetindeki "Kim yiyecek maddesi olarak bir şey
satın alırsa, onu ölçeğe vurmadan satmasın" cümlesi, değişik bir hüküm
ifade etmektedir. Şöyle ki, hadisin iki şekilde yorumlanması söz konusudur:
Ölçek ile satın alman yiyecek maddesinin yine ölçek ile satılması veya ölçeksiz
satın alman gıda maddesinin yine Ölçek ile satılması gerekiı. Her iki yorum da
isabetli olabilir. Çünkü Ölçü ve tartı dışı satan alman bir yığın yiyecek
maddesi henüz kabzedilmeden Önce o vaziyette satışı yapılacak olursa, satıcıyla
alıcı arasında ihtilafa sebep olabilir. Bunun gibi ölçekle satın alman yiyecek
maddesinin yine ölçekle satılmasını da büyük yarar vardır. En azından müşteri
aldanmamış olur.
855 nolu Hakim
hadisini aynı zamanda Taberanî, el-Kebir'de tahric etmiştir. İsnadında ise Alâ1
b. Halid el-Vasiti bulunuyor ki, bu zat hakkında farklı tesbit ve görüşler
ortaya çıkmıştır: İbn Hibban-onun sika olduğunu; Musa b. İsmail ise zayıflardan
sayıldığını belirtmiştir. Nesâî ise bu hadisin bir tarafını tahric etmiş
bulunuyor. [72] Zehebi de bu zat hakkında
kısa bilgi verirken îbn Hibban'm onun kuvvetli
olduğuna, Ebu Seleme'nin
onu yalancı saydığına değinmiştir. [73]
Hadis ihticaca salih
görülmemişse de delalet ettiği hükme şahit olan bir çok rivayetler mevcuttur.
856 nolu Zeyd hadisini
aynı zamanda Hakim tahric etmiş ve îbn Hibban--sahihlemiştir. Hadis sadece gıda
maddelerine değil, diğer eşyaya da şamil
gelmekte ve satın alman bir malın, kişinin havzasına girmedikçe,
yani tasarrufuna imkan- verecek
bir kabz gerçekleşmedikçe onun başkasına satışının yapılmasına cevaz vermemektedir.
857 nolu İbn ömer ve 858 nolu îbn Abbas hadisleri
sahihtir. Böylece pazarın üst kısmında satın alman gıda maddesinin alıcının
satış yerine nakle dilme dikçe satılmasının caiz olmadığına delalet etmektedir.
Bu konuda Ahmed, Nesâî ve Ebu Davud'un yaptıkları rivayetler de belirtilen
hükmü kuvvetlendirmektedir.
Rivayet edilen bu
konudaki hadislerin önemli bir kısmı, satın alman gıda maddesi ister ölçekle,
isterse yığın halinde satın alınmış olsun, kabzedilmedikçe, müşterinin onu
başkasına satmasına cevaz verilmediğine deflet etmektedir. Cumhurun da görüş ve
tesbiti böyledir.
Şevkanî'nin yaptığı
tesbite göre, Osman el-Bettî, satın alman herhangi bir şeyi kabzedilmeden önce
satmanın caiz olduğunu belirtmiştir ki, bu görüş, hadislerin açık delaletine
ters düşmektedir.
İmam Malik ise, bu
konuda ölçek ile satın alman gıda maddesiyle, Ölçeksiz yığın halinde olan gıda
maddesi arasında fark olduğuna değinmiş ve yığın halinde olan maddeyi
müşterinin kabzetmeden önce satabileceğini belirtmiştir. Nitekim bu konuda
İmam Ah-med'in îbn Ömer'den (r.a.) merfuan rivayet ettiği bir hadis bulunuyor:
"Kim'ölçü veya tartı ile yiyecek maddesi satın alırsa, onu kabzetmeden
satmasın!" Ebû Davud ile Nesâî ise bu hadisi şu lafızla rivayet
etmişlerdir: "Resulüllah (s.a.v.) bir kimsenin ölçek ile itin aldığı
yiyecek, maddesini tamamen kabzetmeden önce ıtmasını men'etti."
Darekuthî ise bu
konuda şu hadisi nakletmiş tir: "Resulüllah .a.v.) Efendimiz satın alman
yiyecek maddesinde satıcı ile alıcının a' (ölçek) leri cereyan etmedikçe onun
satışını men'etti." Yani rüşteri onu satın alırken belli bir Ölçek veya
tartı ile satın alır ve sa-arken de belli ölçek veya tartı ile satar. Bu bapta
Hafız Bezzar'm îbû Hüreyre'den (r.a.) rivayet ettiği bir hadis bulunuyor ki,
îbn Hacir onun isnadının hasen olduğunu belirtmiştir.
Böylece bu
rivayetlerin önemli bir kısmı, müşterinin aldığı gıda Haddesini satabilmesi
için onu kabzetmesinm şart olduğu hususu sa-lece Ölçek ve tartı ile alındığı
takdirde caridir. Yığın, küme halinde satın alman madde kabzedilmeden önce de
satılabilir.
Cumhur isej, bu
konudaki bütün hadisleri bir araya getirerek, bu şartın her madde hakkında
geçerli olduğunu belirtmiştir. (867)
1-
Alım-satım ancak teatiyle caiz olup gerçekleşir. Buna bey'i muvazaa da denir.
2- Bey'in
cevazı aynı zamanda karşılıklı rızayla gerçekleşir.
3- Satın
alman yiyecek maddesinin kabzedilmedikçe başka birine satılması caiz değildir.
4-
Müctehidlerin bir kısmına göre, yiyecek maddesi olsun, başka bir madde olsun satın
alındıktan sonra müşteri tarafından kabzedil-mesi ve öylece satılması caizdir.
Yani müşteri satın aldığı bir şeyi kabzetmedikçe onu başkasına satamaz.
5- Ölçek
veya tartı ile satın alman yiyecek maddesi de alıcı tarafından kabzedilmedikçe
onu başkasına satması caiz değildir. Bu, ilim adamlarından bir kısmına göredir.
6- Ölçek
veya tartıyla olmayıp küme halinde alman gıda maddesini müşteri kabzetmeden
önce satabilir. Bu müctehidlerin bazısına göredir. Diğer bazısına göre o da
ölçek veya tartı ile alman gıda maddesi gibidir.
7- Ölçek
veya tartı kapsamına giren gıda maddelerini ölçek veya tartı ile alıp yine
ölçek veya tartı ile satmak gerekir.
8- Cumhura
göre, satın alınan gıda maddeleri kabzedilmedikçe başkasına satılamaz, böyle
bir alım-satım caiz değildir.
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Peygamber
(s.a.y.) Efendimiz şehirlinin, kasabalının köylünün (satışiçin getirdiği) malı
onun namına aracı olup satmasını men'etti." [74]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.u.) Efendi-iz şöyle buyurmuştur:
"Şehirli-kasabah köylünün malını onun amına (aracı olup) satmasın." [75]
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle dedi:
"Şehirlinin,
kasabalının köylü namına satış yapması hu-usunda men'olunduk. İsterse o köylü
onun ana-baba bir kardeşi olsun " [76]
İbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen, Resulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu
haber verdi: "(Pazara mal ge-iren) süvarileri (şehir dışında) karşılamayın
ve hiçbir şehirli-kasabalı köylünün malım onun namına (aracı olup)
satmasın." [77]
Bunun üzerine İbn
Abbas'a soruldu:
"Şehirli-kasabah
köylü namına satmasın" sözünün anlamı nedir?
"Onun için
simsarlık yapmasın" demektir diye cevap verdi.
a)
Hanefîlere göre: Hanefîler yukarıdaki hadislerle istidlal ve ıhticacda
bulunmuşlardır. O bakımdan bu mezhebe göre, Özellikle kıtlık günlerinde şehirli
ve kasabalının köylüden yana onun namına onun malım satması mekruhtur. Bu da
şehirlinin yaptığı satış fıatı haddini aştığı takdirde öyledir. Zira böyle bir
satış şehirliye zarar verir ve birtakım sıkıntılar doğurur. Böylece şehrin
pazarına mal getirmekte olan köylünün, taşralının malının, simsarların araya
girerek pazara intikal edip halka arzedilmeden aracı olması ve örfün sınırım
aşan bir fîatla satışını sağlamaları da mekruh kılınmıştır. [78]
b) Şafiîlere
göre: Şehirlinin, kasabalının pazarda halka arze-dilmek üzere köylünün
getirdiği malı mal sahibinin namına tedricen yüksek fîatla satmak üzere araya
girmesi men'edilmiştir. Gerçi bu her ne kadar alım-satımm butlanını
gerektirmiyorsa da harara kılınmıştır. Bunun gibi şehre mal getirip satmak
üzere gelen süvarileri karşılayıp pazara intikal etmeden o malı satın almak da
men'edilmiştir. Halk bu gibi malları aracı ve simsardan satın aldıktan sonra
fahiş fîatla aldığını öğrenirse, malı geri vermekte muhayyerdirler. [79]
c)
Hanbelîlere göre: Şehirlinin, köylünün malını onun namına alıp satması sahih
değildir; şu şartla ki, köylü getirdiği malın günlük rayiç ve fiatını
bilmiyorsa, şehirli de o malı halka yüksek fîatla satmayı düşünüyorsa,
insanların da o mala ihtiyaca varsa... Bu şartlardan biri yoksa, beyi'
sahihtir,' ancak böyle bir müdahele men'edilmiştir.
Nitekim ashabdan Talha
b. Ubeydillah, îbn Ömer, Ebû Hüreyre, Enes ve Tabiinden Ömer b. Abdilaziz, îmam
Malik, îmam Leys de aynı görüştedirler.
Bir rivayete göre,
İmam Ahmed böyle bir alım-satım dan beis görmemiş ve yasak, İslam'ın ilk
yıllarıyla ilgilidir demiştir. [80]
d)
Malikîlere göre: Köylünün şehir pazarına getirip satmak istediği bir malı,
şehir linin pazara intikal ettirmeyip o malı aracı olarak satması caiz
değildir. Ancak şu iki şartla caizdir: Aracı olan kimsenin o malı şehirliye
değil de mal sahibi olan. köylünün benzeri bir köylüye satması ve o malı
şehirliye sattığı takdirde şehirlinin o malın rayicini (normal satış fiatını)
bilmesi... [81]
Yukarıdaki hadislerin
hepsi sahihtir ve istidlale salihtir. Ancak hadislerin delalet ettiği mana ve
hüküm üzerinde müctehidlerin az farklı yorum ve ictihadları söz konusudur.
İbn Dakîk el-Iyd'a
göre hadislerin zahiri dikkate alınarak, irlinin aracı olup köylünün malını
satması mutlaka haramdır, îr bunu bir ücret karşılığı, isterse ücretsiz yapsın
farketmez.
Buharî'den yapılan
rivayete göre, bu
tarz bir satışın tı'edilmesi, ücret karşılığı olduğu
takdirdedir. Böylece simsarlar konusudur. Çünkü bu, nasiha (hayırhahlık) babına
giren bir me-ir.
el-Hadi'ye görej-bu
baptaki hadislerin hepsi mensuhtur. Böylece zata bağlı olanlar kıyasa baş
vurup, köylünün nasıl şehirliyi vekil iması caizse, getirdiği malını da onun
aracı olup satması öylece züir.
Oysa yapılan ciddi
tesbitlere göre, bu hadisleri nesheden sarih ; hadise rastlanmamıştır.
1-
Şehirlinin köylünün malını onun namına satmak için aracı naşı mekruhtur. Ancak
şehirli o malı normal rayiç üzere emsaline gun satarsa bunda kerahet'yoktur ve
bir de şehir halkının o mala tiyacı söz konusu değilse, yani piyasada o maldan
yeterince varsa, . takdirde de aracı olmakta bir sakınca görülmemiştir.
Bu Hânefîlerin
içtihadıdır.
2- Böylece
simsarların aracı olup köylünün getirdiği malı fahiş ıtla satmaları
men'edilmiştir.
3-
Şehirlinin aracı olup köylünün malını onun namına satması, ıtlanı gerektirmez,
sadece günahı gerektirir. Bu, Şafîîlerin icti-tdıdır,
4- Sözü
edilen malı satın alan şehirliler, kendilerine fahiş fiatla itildiğim
anlarlarsa, o malı geri vermekte serbesttirler,
5- Şehirli o
malın fiatmı biliyor, ve günlük rayice göre satın ıyorsa, şehirlinin aracı
olmasında bir sakınca yoktur. Bu, Han-ilüerin içtihadıdır.
6- İnsanların o mala mutlaka ihtiyacı varsa,
piyasada pek bu-.nmuyorsa, o takdirde aracı olmak haramdır. Bu da Hanbeli-lerin tihadıdır,
7- Şehirli
aracı olup o malı yine köylüye satıyorsa veya o malın at ve değerini bilen
şehirliye satıyorsa, bunda bir sakınca yoktur, u, Malikîlerin içtihadıdır.
Resulüllah (s.a.v.)
dengeli, düzenli, hilesiz, aldatmacasız bir alım-satım sistemi getirmiş ve
bunun ahlaki kurallarıyla birlikte maddi ve manevi müeyyidelerini de koyup
belirlemiştir. "Bizi aldatan bizden değildir" hadisiyle uyarıda
bulunmuş ve aldatılan müşterinin satın aldığı malı geri verme hakkına sahip
bulunduğunu açıklamıştır.
Böylece ihtikarı,
fahiş fiatla satmayı, müşteri kızıştırmayı, müşteriyi aldatmayı, alım-satım
yapılırken üçüncü şahsın araya girmesini, pazarlığı yapılan bir mala istekli
çıkıp fazla fıat vermeyi yasaklamıştır.
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre; Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, köylünün satmak üzere
getirdiği malı, henüz pazara götürmeden şehirlinin aracı olup o malı köylü
namına satmasını ve bir de müşteri kızıştırmayı men'etti." [82]
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz neceşi (alıcı ile satıcı arasına girip müşteri kızıştırmayı)
men'etti." [83]
Dört mezhebe göre de
alına-s atımda neceş (müşteri kızıştırmak [in araya girip yüksek fiat vermek;
satın alma arzusu olmadığı halde atın almak isteyen kimseyi kızıştırıp
değerinin üstünde bir fiatla atışı sağlamak) yasaklanmıştır.
Ancak Hanefîler bunu
mekruh saymış, Şafıîler bunu menhî ley'den kabul edip satıcı aldatılsa bile bu
hususta onun için muhayy-ırîik söz konusu değildir, demişlerdir. Hanbelîler
bunun caiz ol-nadiğını belirtmişlerdir. [84]
Yukarıda geçen iki
hadis sahih olup istidlal ve ihticaca salihtir.
Neceş yoluyla yapılan
bir alım-satım fasit midir, değil midir? Böyle bir alış-verişin mekruh veya
haram olduğu kesindir. Ancak fas-x olup olmaması üzerinde durularak az farklı
görüşler veictihadlar Drtaya konmuştur:
a) İbn
Münzir, hadis alimlerinden bir gruba göre, böyle bir alım-satmun fasit olduğunu
belirtmiştir. Nitekim Zahirîler ile imam Malik de aynı görüştedirler.
Hanbelüere göre de meşhur olan tesbit budur. Ancak Malikilere göre, bu yolla
aldatılan müşteri için hiyar, yani satın aldığı malı geri verme muhayyerliği
vardır. Şafiîler ise bunun aksini söylemişlerdir. Yani onlara göre müşteri için
-şart koşulmadığı takdirde- muhayyerlik yoktur. Yapılan alım-satım hileli de
olsa sahihtir; ancak böyle bir satışta bulunan kimse mutlaka günahkardır.
Hanefîler de Şafıîlerin görüşündedirler
b) îbn Hazm
ve Îbnü'l-Arabî'ye göre, mislinin fiatım aşarsa, haramdır. Zira Taberânî'nin
Ibn Ebi Evfa'dan yaptığı rivayete göre, Re-sulüllah (s.a.v.) neceş yapanı
lanetlemiştir. Şöyle ki: "Satın alma niyeti olmadığı halde fazla fiat
vererek müşteri kızıştıran kimse ve faiz yiyen kimse hem hain, hem de
melundur."
1-
Ahş-verişte müşteri kızıştırmak için üçüncü şahsın değerinin üstünde fıat
vermek suretiyle alıcıyı aldatması yasaklanıp haram kılınmıştır.
2- Böyle bir
ahm-satımdan sonra müşteri aldığı malı geri verme muhayyerliğine sahiptir.
Şafıîlerle Hanefîlerden bir kısmına göre, muhayyerlik hakkı yoktur.
3- Bu yolla malın satışını değerinin üstünde
sağlamak büyük günahtır.
4- Böyle bir
alım-satım fasittir, sahih değildir.
imam Malik ile imam
Ebu Hanife aynı görüştedirler, imam Şafiî'ye göre, fasit değildir.
5- Bu
durumda satıcı da, müşteriyi kızıştıran da günahkardır.
Alım-satım akdini
yapmak üzere olan din kardeşine engel olup ızarlığı yapılan bir malı bir
başkasının satın almaya kalkışması ^la doğru bir davranış olarak kabul
edilmemiş ve bu her yanıyla iygısızlık ve kabalık olarak vasıflandırılmıştır.
Bunun gibi bir kim-min evlenmek üzere talip olduğu bir kıza bir başkasının
talip ol-Lası da yasaklanmış ve birincisi kendi rızasıyla o kızdan
vaz-sçmedikçe diğerinin onu istemeğe hakkı olmadığı belirtilmiştir.
Şüphesiz İslamm
yasakladığı bu gibi müdaheleler önlenmediği ıkdirde din kardeşliğini zedeler,
toplum ve aileler arasında soğuk ir havanın oluşmasına yol açar ve böylece
müslümanlar arasındaki irleştirici bağların kopmasına veya gevşemesine sebep
teşkil eder.
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayette, Peygamber (s.a.v.) Efendi-ıiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz din kardeşinin satın al-aak üzere olduğu malı satın almaya
kalkışmasın ve kardeşi na izin vermedikçe, onun talip olup istediği kıza talip
ol-aasm, istemeye kalkışmasın." [85]
Nesal ise bu hadisi şu
lafızla rivayet etmiştir:
"Sizden biriniz
din kardeşinin satın almak üzere olduğu lir malı, o satın almadıkça veya satın
almaktan vazgeçmedikçe satın almaya kalkışmasın."
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Adam, din kardeşinin talip olup istettiği kızı istemeye kalkışmasın ve
onun pazarlığını yapıp belirlediği fiat üzerine fazla bir fiat ver-meye
kalkışmasın." [86]
'Diğer bir lafızla
hadis şöyle nakledilmiştir: "Adam, kardeşinin satın almak üzere olduğu
malı araya girip satın almaya kalkışmasın ve din kardeşinin talip olup
istettiği kızı istemeye kalkışmasın."
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz açık artırma (müzayede)
suretiyle bir su tası ile devenin sırtına atılan ince bir çulu sattı." [87]
a)
Hanefîlere göre: Birinin satın almak üzere pazarlığını sonuca bağladığı bir
malı bir başkasının satın almaya kalkışması; birinin pazarlık yapıp natını
belirlediği bir malı diğeri fıat artışı yaparak almaya kalkışması ve din
kardeşinin talip olup istettiği kızı istemeğe kalkışması mekruhtur. [88]
Hanefîler burada
"mekruhtur" sözünü mutlak anlamda kul-imışlardır. Sarihlerin beyanına
göre, bu tahrimî bir kerahet fildir.
b) Şafiîlere
göre: Birinin pazarlık yapıp fiatım belirlediği malı başkasının fıat artışı
yaparak almaya kalkışması, haramdır. Bu fiat belirlenip istikrara varıldıktan
sonra olduğu takdirde hamdır. Aynı zamanda birinin satın almak üzere olduğu
malı satın naya kalkışmak da haramdır. [89]
Böylece Şalîîler
hadislerde yer alan nehyi tahrim manasına onslardır.
c)
Hanbelîlere göre: Satın almak üzere pazarlığı yapılan bir alı, bir değerinin
araya girip satın almaya kalkışması ve pazarlığı ıpılıp fıatı belirlenen bir
malı bir başkasının fazla fıat vererek satın maya kalkışması haramdır. Ancak
satıcı alıcının fiatını kabul etmeği veya satın almasına rıza göstermediği ve
bunu izhar ettiği tak-.rde ikinci bir şahsın o malı satın almaya kalkışması
haram sğildir. Nitekim müzayede muamelesi böyle olduğu için cevaz veriliştir.
Bunun gibi bir kıza talip olup onu isteten bir kimseye rağmen aşka birinin de o
kıza talip olup istetmesi haramdır. Meğerki birinci adan vazgeçmiş bulunsun
veya kızın velisi ona vermekten caymış olan... [90]
d)
Malikîlere göre: Birinin pazarlık edip fiat üzerinde nlaşma yaparak satın almak
üzere olduğu bir malı, başkasının fiat rtırarak satın almaya kalkışması
haramdır. Henüz tam anlaşma apılmamış ve fiat belirlenmemişse, o takdirde
birinin o malı yüksek iatla satın almaya kalkışması hilaf-ı evladır.
Böylece dört mezhep de
yukarıdaki sahih rivayetlerle istidlal ıderek az farklı ictihadla başkasının
satın almak üzere olduğu malı »ir diğerinin satın almaya kalkışmasını, fîatı
belirlenip ittifak hasıl ittikleri bir malın bir diğerinin fazla fıat vermek
suretiyle o ittifakı )ozmaya çalışmasını haram saymıştır.
879 nolu îbn Ömer
hadisini Müslim ve Buhari tahrıc Btmişlerdir. Aynı zamanda İbn Huzayme, îbn
Carud ve Darekutnî de bu rivayeti nailetmişlerdir.
Hadis sahihtir ve
istidlal ile ihticaca salihtir.
880 nolu Ebu Hüreyre
hadisi de sahihtir ve birinci hadisi kuvvetlendirmektedir.
881 nolu Enes hadisini
aynı zamanda Ebu Davud ile Nesâî tah-ric etmiş ve Tirmizî has enlemiş tir.
Ancak isnadında Ebu Bekir el-Hanefî bulunuyor ki, îbn Kattan onu cehl ile
muallel saymış, Buharı "Onun hadisi sahih değildir" demiştir. [91]
Ebu Davud ile Ahmed bu
hadisi şu lafızla rivayet etmişlerdir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz bir su tası, bir de deve üzerine atılan ince çulu kaldırıp
ashabına (bunları sizden kim satın alır) diye seslendi. Bunun üzerine bir adam:
"O ikisi benim üzerime bir dirhem" dedi ve sonra bir diğeri: "O
ikisi benim üzerime iki dirheme dedi."
Böylece müzayede
usulüyle satışın mubah olduğu ortaya çıkıyor. Nitekim bu rivayeti
kuvvetlendiren birkaç rivayet daha mevcuttur.
1- Birinin
satın almak üzere olduğu malı bir başkasının satın almaya kalkışması yasaklanıp
haram kılınmıştır. Ancak birinci müşteri almaktan vazgeçer veya ikinci
müşteriye izin verir veya satıcı birinci adama vermekten vazgeçerse, o takdirde
ikinci bir adamın onu satın almaya kalkışması haram değildir.
2- Adam bir malı satın almak üzere pazarlık
yapar ve fıat üzerinde anlaşırlarsa, bir başkasının araya girerek fazla fîat
vermek suretiyle o malı satın almaya kalkışması haramdır,
3- Bir adam
bir kıza talip olur da onu istetirse, diğer bir adamın araya girip o kıza talip
olması ve istetmesi de haramdır. Ancak birinci talip vazgeçtiğim veya kızın
velisi birinci adama vermeyeceğini belirttikten sonra bir başkasının o kıza
talip olmasında bir sakınca yoktur.
4- Bir malı,
özellikle ganimetten veya miras yoluyla elde edilen bir malı müzayede suretiyle
satışa arzetmek caizdir. Elverir ki, o mal halkın ihtiyaç duyduğu bir gıda
maddesi olmasın.
5- Müzayedeye bir kaç kişinin kendi aralarında
gizli anlaşma parak katılmaları da haramdır. Çünkü bu durumda mal asıl gerini
bulmadan satılmış olur.
6-
Resulüllah'.m (s.a.v.) müzayede suretiyle sattığı eşya, halkın da ihtiyaç
duymadığı ve piyasada çok bulunan türden idi; aynı zamanda gıda maddesi
değildir.
7- Bazı ilim
adamları müzayedenin sadece ganimet ve miras alında caiz ve cari olduğunu
söylemişlerse de, cumhur bu görüşü iddetmiştir. Zira Resülüllah'm (s.a.v.)
müzayede suretiyle sattığı su abı ile çulun ganimet veya miras malı olduğunu
gösteren bir kayıt evcut değildir.
8- Ancak
Bezzar'ın Süfyan b. Vehb'den yaptığı bir rivayet bulu-ayor: "Resülüllah'm
(s.a.v.) müzayede suretiyle alım-satımda bulun-layı menettiğini duydum."
Oysa bu hadisin
isnadında İbn Lehîâ bulunuyor ki; bu zat ayiftır, rivayetiyle istidlal ve
ihticac doğru değildir.
Böylece müzayede
suretiyle satışın caiz ve mubah olduğu ^ırlık kazanıyor.
9-
Yukarıdaki hadisler ve müctehidlerin istidlal ve ihticacları e, İslam cemaati
arasında sağlam ölçülere, ahlakî kurallara, ardeşlik duygularına halel
getirmeyecek, kin ve nefret oğurmayacak bir almı-satıma cevaz verildiği
belirlenmiş oluyor.
Meyva olgunlaşmadan
önce birtakım afetlere, parazitlere maruz kalabilir ve böylece salâha ermeden
dökülüp işe yaramaz hale gelebilir. Bu durumda olgunlaşmadan onu satın alan
kimse hayli zarara girmiş olur. O bakımdan Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz
ağaçtaki taze meyva olgunlaşmaya yüz tutmadıkça satılmasını yasaklamış ve bu
doğrultuda birtakım topraktan çıkan gıda maddelerinin de olgunlaşmadan
satılmasının doğru olmayacağını belirtmiştir.
Zira İslam hem
satıcıyı, hem imalatçıyı, hem de alıcıyı, hem de tüketiciyi korumayı prensip
edinen son dindir. Sıkıntı, bunalma bu dinin emir ve kurallarına uymamaktan-;
huzur, güven denge, düzen, kadeşlik, hakları koruma, adil davranma ise onun
emir ve kurallarına uymaktan kaynaklanır.
.
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, 'Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, salahı (olgunlaşmaya yüz
tutması) ortaya çıkıncaya kadar taze meyvanın alım-satımım yasakladı. Bu
hususta hem satıcıyı, hem alıcıyı (böyle bir alım-satımda bulunmaktan)
men'etti." [92]
Diğer bir rivayette
ise şöyle denilmektedir: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, afetten emin olup
rengi sarı-kırmızı olmadıkça taze hurmanın, beyazlaşmadıkça sümbüldeki tahılın
alım-satımını men'etti." [93]
Ebu Hüreyre (rla.) den
yapılan rivayete göre, Resulilllah (s.a.vj endimiz şöyle buyurdu: "Salahı
(olgunlaşmaya yüz tutması) orya çıkmadıkça yaş meyvaları alıp satmayın." [94]
Enes (r.a.)
dartyapılan rivayete göre, "kızarıp siy ah lasın caya adar yaş üzümün,
taneleri iyice sertleşip olgunlaşmcaya ka-ar tahıhn alun-satmunı
yasakladı." [95]
Yine Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre, "Resulüllah (s.a.v.) fendimiz, sarı-kırmızı rengini
alıncaya kadar meyvanın lım-satınunı men'etti." [96]
a)
Hanefîlere göre: Hanefîler hadislerde geçen hükmün aldırüdığını belirterek
hurma (ve benzeri meyvalarm) salahı meyda-a çıksın, çıkmasın satışı caizdir.
Çünkü bunlar mal-i mutekavvim jer'an tenavül ve intifa'ı mubah şeyler) dir.
Bunlardan salahı meyda-a çıkmamış olanından hemen yararlanmak söz konusu
değilse de leride yararlanmak mümkündür. Müşteri satın aldığı o hurma ve
aeyvayı, sahibinin mülkünden ayrılsın diye koparır. Olgunlaşıncaya iadar ağacın
üzerinde Çalmasını şart koşarsa, alım-satım fasit olur hükümsüz kalır). İmam
Muhammed'e göre fasit olmaz.
Diğer üç imama göre,
meyvanın salahı ortaya çıkmadıkça, yani ılgunlaşmadıkça alım-satımı caiz
değildir.
Ağacın üzerinde
olgunlaşmcaya kadar kalmasını şart koşmaksızm onu bekletmesinde Hanefîlerin
çoğuna göre bir sakınca yoktur. [97]
b) Şafiîlere
göre: Yukarıda belirtildiği gibi, bu mezhep imam-, lan meyvanın ancak salahı
zahir olup ortaya çıktığı, yani olgunlaşmaya yüz tuttuğu zaman satışı caizdir.
Ama olgunlaşmaya yüz tutmadan önce, ağaçtan koparılmak şartiyîe alım-satımı
caizdir. Sonra da bu durumda koparılan meyvanın istifade edilir olması söz konusudur.
Bunun gibi henüz
tarlada sararmayıp yeşil durumda olan tahılı alıp satmak da caiz değildir;
ancak o vaziyette biçmek şartiyîe satışına cevaz verilmiştir. [98]
Hanbelî ve Maliki
mezhep imamlarının da görüş ve istidlali, Şaflîlerinkine çok yakın bir anlam
taşımaktadır. [99]
885 nolu İbn Ömer
hadisi sahihtir. Salahı meydana çıkmamış; yani olgunluğa yüz tutmamış bir
meyvamn hem satışı, hem alışı men'edilmiştir. Satışı men'edilmiş, çünkü
olgunlaşmadan önce bir afete, bir hastalığa maruz kalırsa, satıcısı kendi din
kardeşinin malım batıl bir sebeple yemiş olur; parasını alıp karşhğında mal vermemiş
sayılır. Alımı da men'edilmiş; çünkü müşteri parasını zayi' etmiş olur ve aynı
zamanda satıcıyı haksız bir meblağı alıp yemeye itmiş olur.
Hadiste yalnız
hurmadan söz edilmesi, ona has bir hüküm olmayıp meyvalar için bir misal
teşkil etmektedir. Nitekim ilim adamlarının çoğunun görüş ve yorumu bu
doğrultudadır.
Meyvaların henüz
olgunlaşmadan afetten kurtulmasının açık belirtilerinden biri, özellikle sıcak
iklimlerde sabahları süreyya yıldızının doğmasıyla başlar. Nitekim Ebu Davud'un
Ebû Hüreyre'den (r.a.) merfuan yaptığı rivayette şöyle buyurulmuştur:
"Sabahleyin necin (süreyya yıldızı) doğmaya başladığında afetler' beldenin
üzerinden kaldırılmış olur/' Diğer bir rivayette "Afet fe meyvadan
kaldırılmış olur."
Süreyya yıldızının
sabahleyin doğması, yaz mevsiminin evve-.de başlar.
Bİı konuda Ahmed b.
Hanbel'in Osman b. Abdillah tarikiyle ptığı rivayette, adı geçen diyor ki:
"İbn Ömer'den meyvalarm alım-tımından sordum, şöyle dedi: "Afet
tehlikesi geçinceye kadar mey-larm alım-satımını Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz
men'etti." Bunun terine ben ona: "Afet tehlikesi ne zaman
geçer?" diye sorduğumda ı cevabı verdi: "Süreyya yıldızı (sabahları)
doğmaya başlayınca."
Böylece 886 nolu İbn
Ömer'den yapılan rivayet de sahihtir ve isilale salihtir.
887 nolu Ebu Hüreyre
hadisi de sahihtir ve yukarıdaki iki rivayeti kuvvetlendirmektedir.
888 nolu Enes hadisi
sahihtir ve ihticaca salihtir. Özellikle reza-. ve siyah yaş üzüm konu
edilmekte ve rengini alıncaya kadar itişinin yapılmasının caiz olmadığı
belirtilmektedir. Bu, her meyinin
kendine has rengini
almasını bekleyip öylece
satışının ıpılmasma bir Ölçü ve misal teşkil etmektedir.
Tahılgillere gelince,
sümbülü yeşil olduğu sürece, içindeki tane.n henüz olgunlaşıp sertleşmediği söz
konusudur.
889 nolu Enes hadisi de sahihtir ve her meyveyi
kapsamakta, er birinin kendine
has rengini alıncaya
kadar satışının ıpılmamasına
delalet etmektedir.
Bu bapta rivayet
edilen diğer hadisler ise şöyledir:
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, "Peygamber (s.a.v.) Efen-imiz, salahı ortaya
çıkıncaya (olgunlaşmaya yüz tutuncaya) kadar Leyvanm satışım men'etti."
Bir rivayette
"olgunlaşıp hoş bir duruma gelinceye kadar"; bir iğer rivayette
"yenilecek duruma gelinceye kadar.." Duyurulmuştur.
Yine Cabir fr.a.) dan
yapılan rivayete göre, şöyle buyurul-tuştur:
"Kardeşine yaş
hurma satarsın da ona bir afet dokunursa, artık kardeşinden bir şey alma; onun
malını nasıl haksız yere alabilir-n?"
1- Henüz
olgunlaşmamış, ağaç üzerindeki meyvayı satmak caiz
değildir. Ancak
koparılmak şartıyla satışı yapılırsa buna cevaz verilmiştir. Bu, îmam Ebu
Hanife'nin, imam Şafiî'nin ve İmam Yahya'nın görüşüdür.
2- Salahı ortaya çıkmadan koparılmak şartiyle
satılan mey-vanuı bir de istifade edilir olması söz konusudur. Bu da İmam
Şafiî'nin içtihadıdır.
3- Tarladaki
tahıl henüz sümbülünde olur ve sümbülü de sarar- , mayıp yeşilliği devam ediyorsa, satışı
caiz değildir. Ancak o vaziyette biçilmek şartiyle satışı caizdir. Bu da îmam
Şafiî'nin içtihadıdır. Hanbelîler de aynı görüştedirler.
4- Henüz
olgunlaşmamış bir meyvayı satmak caiz olmadığı gibi satın almak da caiz
değildir.
5-
Olgunlaşmamış meyvayı alıp-satmak caizdir. Bu, îmam Ebu Hanife'nin kıyas yollu
içtihadıdır.
6-
Olgunlaşmamış meyvayı, ağacın üzerinde kalması şartıyla satın almak caiz
değildir. Çünkü böyle bir şart sakıncalıdır.
7- Sonuç
olarak, satıcı ve müşteriyi ileride mağdur edip zarara sokacak bir satıştan kaçınmak
gerekir. Olgunlaşmamış meyva ile henüz sümbülü yeşil duran tahılın satışının
men1 edilmesi bu sebepledir.
8- Ancak
günümüzde tam olgunlaşmadan bazı meyvalar satın alınıp ambalajlandıktan sonra
ileride istifade etmek üzere soğuk hava depolarına konmaktadır. Böyle bir
satışa müctehidlerin çoğu cevaz vermiştir. Çünkü meyva ağacın üzerinde değil,
soğuk hava deposunda korunmaktadır.
Alım-satımda
taraflardan birini zarara sokmadığı, mağdur etmediği ve karşılıklı rıza ile
kabul edilen şart geçerli kabul ediliri, Bunun yanında bazı şartlar da var ki,
müşterinin hem zaranyla, hem de; sömürülmesiyle neticelenir ki, dinimiz o tür
şartlı alım-satnna cevaz vermemiştir.
Şartla ilgili bu iki
ayrı alım-satım şeklini, hadis ve; rivayetler nakledildikten sonra daha iyi
anlaş alıcağmdan burada misal vermeye gerek görmedik
Cabir (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermistir:
"Kendisine ait
deve üzerinde yol alırken, deve iyice yorulup yürümekten aciz kalıverdi. O da
onu yabana salıvermek istedi?" Adı geçen devamla diyor ki: 'Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz gelip bana yetişti ve benim için dua edip deveye (hafifçe)
vurdu. Derken deve öyle bir yol yürümeye başladı ki, o zamana kadar öyle (hızlı
ve rahat) yürümemişti. Sonra Re-sulüllah (s.a.v.) bana: "Onu bana
satıver" diye teklifte bulundu. Ben de onu (birşey karşılığında
Peygamber'e satmak istemediğim için) "Hayır satmayacağım" diye cevap
verdim. Efendimiz az sonra yine bana: "Onu bana sat" diye teklif
edince, O'na satıverdim, ancak üzerindeki yükü ehlime (ev halkıma) taşımasını
bir istisna (şart) olarak belirledim." [100]
Buhari ve Ahmed bu
hadisi şu lafızla nakletmişlerdir:
"Onu Peygamber'e
(s.a.v.) sattım, fakat sırtına (binip) Medine'ye kadar (beni ve üzerindeki
eşyayı taşımasını) şart koştum."
Böylece yapılan
alım-satımda bu tarz bir şartın caiz olduğu anlaşılıyor. Buna karşın, "Şu
evi veya atı veya deveyi sana şu kadara satıyorum, şu şartla ki sen de bana şu
kadar süreye kadar şu kadar faizsiz ödünç veresin" diye bir, iki şart öne
sürmek caiz değildir.
Nitekim Abdullah b.
Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.vJ Efendimiz şöyle
buyurdu: "Selef ve beyi1, bir beyi'de iki şart, satın aldığını henüz
kabzedip ele geçirmeden onu kâr etmek suretiyle bir başkasına satmak ve bir de
yanında mevcut olmayan bir şeyi satmak helal olmaz." [101]
Bir de alım-satımda
geçerli olmayan ve bir hüküm ifade etmeyen şart vardır ki, alım-satımm
cevazına halel vermez ve sıhhatim bozmaz, ancak ileri sürüldüğü takdirde
geçerli sayılmaz. Meselâ köleyle olan hükmî karabet ancak onu azad edene
aittir. Böylece kölenin alım-satımı yapılırken satıcısı, "Onun hükmü
ka-rabeti, yani vela'ı bana ait olmak şartiyle bunu bana sattım" der ve alıcı
da bu satışı kabul ederse, satıcının ileri sürdüğü şart geçersiz kabul edilir,
ve ileride bu hususta bir hak iddia edemez.
Nitekim Hz. Aişe
(r.a.) dan yapılan bir rivayete göre, adı geçen, Berîre adındaki bir cariyeyi
azad etmek için satın almak istedi. Onu satanlar velâ'm kendilerine ait
olmasını şart koştular. Bunun üzerine Hz, Aişe (r.a.) diyor ki: "Durumu
Resulüllah'a (s.a.v.) anlattığımda şöyle buyurdu: Onu satın alıp azad et.
Çünkü vela' (hükmî karabet) hakkı onu azad edene aittir." [102]
a)
Hanefîlere göre: Satılan şeyde akidden ayrılması caiz olan ieyi istisna etmekte
bir sakınca yoktur. Meselâ bir küme buğdaydan jir sa'ım, bir belli ölçeğini
istisna edip satmak bu cümledendir. Ama ığacm üzerindeki meyveyi götürü olarak
satarken o meyveden belli niktarıni tartı olarak istisna etmek caiz değildir.
Çünkü ağaç izerindeki meyvanm ne kadar olacağını, istisna edilen nisbetin
nüşterinin aleyhine bir sonuç doğuracağını hemen kestirmek nümkün olmadığı söz
konusudur.
Alım-satımda kullanılan
bazı şartlar bey'i fasit kılmaz. Meselâ şart koşulan şey zaten akit ile
gerekmektedir. O bakımdan ondan söz stmek akdi bozmaz. Satın alman malın satıcı
tarafından, karşılığında verilecek bedelin müşteri tarafından teslim edilmesini
şart koşmak bu cümledendir. Zira bu, akdin iktiza ettiği bir şarttır. O
bakımdan anılıp, şart koşulması akdin sıhhatim ve cevazım bozmaz.
Bir de akdin iktiza
etmediği şart vardır ki, ileri sürüldüğünde akdi bozar. Meselâ şu merkebi sana,
şuradaki nehri onunla geçmemen şartiyle sana sattım derse, bu beyi1 fasit olur,
Bey'a mülayim olmadığı
halde şeriat o gibi şartlara cevaz ver-mişse, o takdirde ileri sürüldüğü
takdirde bey'i fasit olmaz. Mesela, muhayyerlik ve vade süresini şart koşmak bu
cümledendir.
Bey'a mülayim olmadığı
gibi, ne şeraitte, ne de sağlam örfte yeri olmayan bir şartın ileri
sürülmeşiyle beyi' fasit olur. Meselâ "şu evi size, onu mescid olarak
kullanman üzere sattım" veya "şu yiyecek maddesini ve malı sana,
fakirlere tasadduk etmen üzere sattım" derse beyi' fasit olur. Bunun gibi
"Bunu sana üç milyona sattım, ama şu şartla ki bana bir yıl süreyle hizmet
edeceksin" şeklindeki bir şart ile de beyi' fasit olur." [103]
Sonuç olarak bey'in
iktiza ettiği, ona mülayim sayılan, şer'in uygun gördüğü, sağlam örfde cari
bulunan şartlar dışındaki şartlar, bey'in cevazına engel olur ve o tür
alim-satımlar hükümsüz sayılır.
b) Şafiîlere
göre: Alım-satımda bey'in iktiza etmediği, şer'in uygun saymadığı şart ileri
sürmek men'edilmiştir. Meselâ "Şu evimi sana sattım, şu şartla ki bana şu
kadar borç para vereceksin" bu cümledendir. Bunun gibi sattığı tarlayı,
içinde ekili bulunan ekini biçip kendisine teslim etmeyi, satın aldığı kumaşı,
dikip öylece teslim etmesini şart koşması da batıldır.
Ama muhayyerlik,
ayıptan uzak olması, borç ise sürenin belirlenmesi ve kefil göstermesi gibi
şartların ileri sürülmesi sakıncalı değildir. [104]
c)
Hanbelîlere göre: Satılan taşınır, taşınmaz maldan belli ve belirli bir cüz
istisna etmekte bir sakınca yoktur. Bu tür istisnalar alım-satımm sıhhatini bozmaz.
Satılan maldan
belirsiz bir parçayı istisna etmek sahih değildir. Meselâ eti yenilen bir
hayvanı satarken onun başını veya derisini ve sakatatını istisna ederse sahih
olur, ama karnmdakini, iç yağını istisna ederse sahih olmaz. Çünkü bu ikisinin
nisbeti kesin belli değildir. Ebû Hanife ile İmam Şafiî'ye göre, bu tür satış
caiz değildir.
Bu mezhebe göre de
beyi'de ileri sürülen şartlar, sahih ve gayr-i sahih olmak üzere iki kısma
ayrılır. Sahih olan şartlar ise üç kasımda mütalaa edilmiştir:
a) Bey'in
muktezasından olan şartlar. Mal ve bedelini kabzetme, bedeli bir süre
geciktirmeyle ödeme gibi şartlar bu cümledendir.
b) Akdin
maslahatıyla ilgili şartlar. Bedelin sıfatıyla, yani ödeme şekliyle ilgili
şartlardır ki, rehin, şehadet bu cümledendir. Satın alınacak kölenin hatip veya
katip veya müslüman olması da öyle.
c) Satılacak
malda belli bir menfaatin şart koşulması.
Satıcının sattığı evde
bir ay oturması, sattığı at, katır, veya devenin şu yere kadar satıcının
nevalesini taşıması şartı bu cümledendir.
Gayr-i sahih olan
şartlar da üç kisımda toplanmıştır:
a) Satıcıya
mevcut akit ile birlikte bir başka akit şart koşmak.
Selef (bedelin önce
ödenmesi, faizsiz borç vermesi) icar ve benzeri şartları öne sürmek bu
cümledendir. Bu gibi şartlar bey'i hükümsüz kılar..
b) Bey'in
muktezasma münafi olan şartlar.
Satıcının alıcıya,
aldığı malı hibe etmemesi, azat etmemesi gibi şartlarla satış yapması bu
cümledendir.
c) Bir şarta
talik edilen satış. Bunu sana satıyorum, ancak şu adam razı olduğu takdirde bu
satış geçerlidir gibi bir şart bu cümledendir. [105]
d)
MaliMlerin bu konudaki görüş ve içtihadı, Hanbelî Mezhe-ine yakındır. [106]
894 nolu Abdullah b.
Ömer hadisini îbn Huzayme ile Hakim sa-ihlemiştir. Aynı zamanda îbn Hibban ile
Hakim hadisi şu lafızla ıhric etmişlerdir; "Selef ve beyi', ve beyi'de iki
şart helal olmaz."
Her iki hadiste geçen
"selef kavramı üzerinde durulmuş ve az ırklı yorumlar ortaya konmuştur;
a) Bağavî'ye
göre, seleften maksat, karzdır.
b) îmanı
Ahmed'e göre, kişiye ikrazda bulunduktan sonra o nis-etin üstüne bir fazlalık
yaparak satışta bulunmaktır.
c) Bazan da
selef, selem anlamında kullanılır.
Beyi'de iki şarta
gelince, şöyle bir misalle açıklamak nümkündür: "Şu malı sana peşin olarak
bin liraya veya vadeli olarak ki bin liraya sattım11 demektir ki bu bir satışta
maksadı ayrı iki şart azammun etmekte (içermekte)dir.
895 nolu Aİşe hadisi sahihtir. Böylece bir köle
veya cariyeyi ızad etmek şartıyla satın almanın cevazı söz konusudur.
Nevevî bu hadis
üzerinde açıklama yaparken beyi'de şart konusunu dört kısma ayırmıştır:
1- Akdin iktiza ettiği beyi'dir ki bu zaten
beyi1 mutlak 3irakıldığı takdirde kendiliğinden bir şart olarak vücut bulur.
Alman nalın tesliminin şart koşulması bu cümledendir.
2- İçinde
maslahat bulunan şart.. Meselâ bedeli hemer ödeme imkanı olmadığı zaman rehin
olarak bir şeyin verilmesinin şart koşulması bu cümledendir. Şartın bu iki
kısmı caizdir.
3- Azad
etmek şartiyle bir köle veya cariye satın almak da caizdir. Yukarıdaki hadis
buna delalet etmektedir. Cumhur da bunun cevazına kail olmuştur.
4- Akdin muktezasmı ve maslahatını aşan şart.
Yani ileri sürülen şart ne bey'in muktezasmdandır, ne de müşteri için onda
maslahat vardır. Meselâ, beyi'de satıcının menfaatinden yana bir istisna kaydı
getirmek bu cümledendir. Bey'in bu şekli caiz değildir, batıldır.
Ayrıca Aişe hadisi,
köle veya cariye satın alırken, satıcının o köle veya cariyenin velâ'mın
kendisine ait olmasını şart koşsa bile, bu şartın geçerli olmadığına delalet
etmektedir. Çünkü velâ hakkı,| köleyi azad edene aittir. Bunda icma' vardır.
Aynı rivayeti az
farklı lafızlarla Buharı ve Müslim, Buharı, Nesâî ve Ebû Davud, sonra da yine
Müslim rivayet etmişlerdir. Hepsi de velâ hakkının azad edene ait olduğuna
delalet etmekte ve birinci rivayetin sıhhatini kuvvetlendirmektedir.
1- Satışta
akidden ayrılması caiz olan şeyi istisna etmekte bir sakınca yoktur.
2- Bir küme
buğdaydan belirli bir ölçeği istisna etmek bu kabildendir.
3- Ağaç
üzerindeki meyva götürü satılırken ondan şu kadar kilo meyvayı istisna etmek
caiz değildir. Çünkü istisna edilen miktarın müşteri aleyhine bir sonuç vermesi
söz konusudur.
4- Akdin
muktez'asmdan olan veya maslahatı icap ettiren bir şart bey'in sıhhatini
bozmaz.
5- Bey'in
muktezasmdan olmayan, maslahatı gerektirmeyen ve şeriatın uygun gördüğü şarttan
başka bir şart ileri sürmek bey'in sıhhatim bozar.
6- Bu
nedenle, "sana şunu şu kadara sattım, şu şartla ki bana bir ay hizmet
edeceksin" şeklinde bir şart fasittir.
7- Muhayyerlik, ayıptan salim olması, gabn-i
fahiş ile al-datılmaması gibi şartlar caizdir.
Bunlar daha çok
Hanefîlerle Şafİüerin içtihadıdır.
8- Taşınır,
taşınmaz malların satışında belirli bir cüz istisna etmekte bir sakınca
yoktur. Belirsiz bir parçayı istisna etmek ise caiz değildir
Bu daha çok
Hanbelîlerin içtihadıdır.
9-Böylece
beyi'de ileri sürülen şartlar, sahih ve gayr-i sahih olmak üzere iki kısma
ayrılır.
10- Sahih
olan şartlar üç kısımdır.
11- Gayr-i
sahih olan şartlar da üç kısımda toplanmıştır.
12- Beyi'de alıcı
ve satıcıyı zarara sokacak her türlü şart ve is-sna caiz olmadığı gibi, bey'in
maslahatına uygun olan, şer'in uygun Irdüğü şart ve istisna ile bey'e mülayim
gelen ve onun mukte-ısından olan her şart ve istisna caizdir, bey'in sıhhatini
bozmaz.
13- Bir
beyi'de iki şart caiz değildir,
14- Satıcı
tarafından henüz kabzedilmemiş bir malın satışı caiz iğildir. Selem işlemi
bunun dışında bir istisna teşkil eder.
15- Taşınır
mallarda kabz işi, bâyi'nin o malı elinin altında bu-Lndurması demektir. Taşınmaz
inallarda ise, satılacak malın iyi'nin tasarrufu altına girmesi söz konusudur.
Bu iki durumda .üşterinin satın aldığı malı kaszetmesi mümkündür.
16- Kalite
ve evsafı kesin belli olan bir malın huzurda bulundu-ılması şart değildir.
Çünkü müşteriyi aldatma söz konusu değildir, elirlenen kalite ve vasfa uymadığı
takdirde müşterinin o malı geri anne hakkı vardır.
17- Selem
bahsi bu konuyu daha iyi açıklamakta ve tarafların aksızlığa uğramasını Önler
mahiyette birtakım şartlar belirlenmek-;dir.
17- Kalite
ve evsafı kesin belli olmayan bir mal hazırda olup iyi örülmedikçe satışı caiz
değildir. Zira bu durumda müşterinin al-atılması söz konusudur.
îslâm Dini, piyasada
bir narh koyma ve uygulama prensibini koymamış; bir bakıma serbest ekonomi
sistemini getirerek bunu iman, ahlak, uhrevi sorumluluk ve maddi, manevi
müeyyide ve sağlam örfe bağlayarak kalıcı bir ticari ahlak bütünlüğü ortaya koymuştur.
"Kendi nefsin
için arzu edip istediğini din kardeşin için de arzu edip istemedikçe (kâmil)
mü'min olamazsın" prensibi doğrultusunda gerçek anlamda din kardeşliğini
sağlam temele oturtmuş ve böylece karşılıklı hakların korunmasını sağlamıştır.
Belirtilen ideal
anlamdaki prensiplerden kopuk bir serbest ekonomi, şüphesiz ki tüketici
aleyhine işler ve toplum yapısında dengesizlik ve huzursuzluk doğurur.
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şu haberi vermiştir:
"Bir adam
Resulüllah'a (s.a.v.) kendisinin ahş-verişte aldatıldığını haber verdi. Bunun
üzerine Resulüllah (s.a.v.) ona şöyle buyurdu: "Kiminle ahş-verişte
bulunur da bir şey satın alırsan ona: (Dinde) hiçbir aldatmak yoktur de." [107]
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber veriştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz zamanında bir adam bir ^y satın alırdı, ancak aklında bir
zayıflık vardı. Onun ev alkı Resulüllah'a (s.a.v.) gelerek dediler ki: 'Ta
Resulellah! alan adamı alışverişten alıkoy, çünkü aklında zayıflık ardır."
Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) o adamı çağırdı ve hş-verişten men'etti. Adam
(üzüldü ve) şöyle dedi: "Ey Al-ıh'ın Peygamberi! Doğrusu ben ahş-veriş
yapmadan dura-iam." Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona şöyle
bu-yurdu: (satıcıya) de ki: İşte,
işte... (Dinde) hiç aldatma yoktur." [108]
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre:
"Munkız
(adındaki) adamın başına cahiliyet döneminde )ir darbe vurulmuş ve bu beyin
zarına kadar tesir etmişti. O güzden dilinde bozukluk meydana gelmişti. Bir şey
satın Ilırken alış-verişte aldatılırdı. Resulüllah (s.a.v.) ona şöyle tmyurdü:
"Alım-satımda bulun ve de ki: (Dinde) aldatmak yoktur." Sonra da sen
üç günlük bir hiyar (muhayyerlik hakkına) sahipsin." [109]
Muhammed b. Yahya b.
Hibbaridan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir: "Dedem
Münkiz b. Ömer, başına bir darbe vurulup dili rahat telaffuz edemiyen bir
adamdı. Bununla beraber o ticareti bırakmaz, devam ederdi. O sebeple de hep
aldatılırdı. Bunun üzerine o, Peygamber (s.a.v.) Efen-dimiz'e gelip durumunu
anlattı. Peygamber (s.a.v.) ona şöyle buyurdu: "Mubayaada bulunduğun
zaman, (dinde aldatma yoktur de; sonra da sen satın aldığın her meta1 ve kumaş
hususunda üç gece muhayyerlik hakkına sahipsin, razı olduğun zaman aldığın
meta'ı yanında tut; razı olmadığın zaman onu sahibine geri çevir." [110]
a)
Hanefîlere göre: Fahiş fiatla satıp müşteriyi aldatmak, eğer piyasada
belirlenen kıymet ölçülerini aşıyorsa, o takdirde "gabn-i fahiş"
kapsamına girer. Meselâ on dirheme satın aldığı bir malı, bilir kişilerden bir kısmı
beş dirhem, bazısı altı dirhem, bazısı da yedi dirhem olarak
kıymetlendiriyorsa ve hiçbiri onu on dirhem olarak kıymetlendirmiyorsa bu
aldatmadır ve gabn-i fahiştir. Ama bilir kişilerden biri yedi, biri sekiz ve
biri de on dirhem diyorsa, o takdirde bir aldanma ve aldatma söz konusu
değildir.
Fahiş fiatla satıp
aldatmanın hükmü, satın alman mal ancak açık bir aldatma söz konusu olduğu
takdirde satıcıya geri verilir. Mesela satıcı alıcıya: "Şu kumaş şu
ülkenin imalatıdır ve met-resi dörtbin liradır" der, satıştan sonra o
kumaşın başka bir ülkenin imalatı olduğu ve metresinin de iki bin lira değer
taşıdığı anlaşılırsa, bu durumda müşteri o malı satıcıya reddetme hakkına sahip
olur. [111]
b) Şafiîlere
göre: Gabn-i fahiş (fahiş fiatla satıp aldatma) ted-(ayıbını örtüp
sahteleştirme) den uzak kaldığı takdirde müşterinin u satıcıya reddetmesini
gerektirmez. Çünkü sünnete göre, alıcı ile tıcıdan biri diğerini aldatmadıkça
zor duruma sokmaz. Meselâ (ıir pazarında satmak üzere malını getirmekte
olanları şehre girmen karşılayıp onları aldatmak suretiyle ucuz fıata
mallarını satın şnak nafiz bir ahm-satım sayılmaz ve bu satıştan rücu' etme
hak-n söz konusudur, yani onlar için satıştan rücu' etme hakkı vardır. [112]
c)
Hanbelîlere göre: Gabn-i fahiş (fahiş fıatla mal satıp aldat-a) suretiyle
yapılan satıştan dolayı müşterinin o malı geriye verme-için şu üç suretten
birinin gerçekleşmesiyle caiz olur:
1- Şehir
pazarına getirip satmak üzere yola çıkan satıcıları ihir dışında karşılayıp
mallarını satın almak,
2- Alıcı
olmadığı halde araya girip müşteriyi aldatmak için satın ıiinmak istenen malın
fîatmı artırmak,
3- Satıcı
ile alıcının piyasayı ve satılmakta olan şeyin fiatmı bil-Lemeleri ve satın
aldıkları malın bedelinden indirim yapmayı iyice Bcerememeleri söz konusu olduğu
durumda.
d)
Malikîlere göre: Fahiş fîatla satın ahnan bir malı, adetin stünde de bir fiat
artışı söz konusu olsa bile reddedilmez; ancak şu urumlarda reddedilmesi bir
hak olarak belirlenir:
1- Böyle bir
alım-satımda bulunan satıcı ile alıcı vekil veya va-iy olurlarsa,
2- Satıcı
ile alıcıdan her biri diğerine uyarak alıcının satıcıya: Şu malı başkalarına
sattığın gibi bana sat" demesi veya satıcının tlıcıya: "Şu malı
başkalarından satın aldığın gibi benden satın al" denesi,
Bu durumda biri
diğerini aldatır da fahiş fîatla satar veya çok ıoksan bir fıatla satın alırsa,
satın alman malı reddetmek hakkına iahip olur.
3- Satıcı ve
alıcıdan birinin diğerine güvenmesi ve bu durumda karşısındakinin güvenini
kötüye kullanıp o malı fahiş fîatla satıp /eya alması suretiyle aldatması da
satın alman malın reddini gerektiren sebeplerden biridir. [113]
899 nölu Ibn Ömer
hadisi sahih olup istidlal ve ihticaca salihtir.
900 nolu Enes hadisini
Tirmizî sahihi emiştir. Bunu aynı zamanda Hakim tahric etmiştir. Hadis, sefih
kişiler üzerine hacr koymak, yani onları alım-satımdan men'etmenin sıhhatma
delalet etmektedir. Aynı zamanda birinci hadisle birbirini kuvvetlendirmekte
olup satıcıyı insaf çizgisinde tutmaya ve dinde aldatmanın yeri olmadığını
hatırlatmaya yönelik bir uyarı hükmünü taşımaktadır.
901 nolu îbn Ömer
hadisini aynı zamanda Buharı kendi tarihinde, Hakim de Müstedrek'inde tahric
etmiştir. Ancak isnadında Muhammed b. İshak bulunuyor. Raviler arasında bu ismi
taşıyan onüç kişi vardır ki, hepsi de pek muteber sayılmamış, kimi meçhul, kimi
zayıf, kimi yalancı olarak belirlenmiştir.
Ancak yukarıdaki iki
hadis bunun bir bölümünü kuvvetlendirmektedir. O bakımdan ilim adamlarından
bir kısmı bununla istidlal etmiştir.
Ayrıca bu bapta imam Şafiî'nin,
İbn Carudun, Hakim ve Dare-kutnî'nin Hz. Ömer b. Hattab'dan yaptıkları bir
rivayet bulunuyor ki orada söz konusu olan adamın Hiban b. Münkir olduğu
belirtilmiştir. Aynı rivayeti hem Darekutnî, hem de Taberânî tahric
etmişlerdir. Nevevî bu rivayetin sahih olduğuna dikkat çekmiştir.
Böylece mal satın
alındıktan sonra müşteri aldatıldığını anlarsa, malı geriye verebilir sonucu
ortaya çıkıyor.
1- Fahiş
fıatla satılıp müşteri aldatıldığı takdirde, onun o malı geri reddetme hakkı vardır.
2- Fahiş
fîatla satış yapıp alıcıyı aldatmanın smın şöyledir: Piyasa değeri kimine göre
beş, kimine göre altı, kimine göre yedi lira olur ve bu mal on liraya
satılırsa, o takdirde müşteri aldatılmış kabul edilir.
3- Bir
tesbite göre yedi, birine göre dokuz, bir diğerine göre on lira değer taşıyor
ve piyasada bu doğrultuda alım-satım cereyan ediyor ve o malın satıcısı onu on
liraya satıyorsa, bu gabn-i fahiş kapsamına girmez ve müşterinin o malı geriye
verme hakkı yoktur. Bu daha çok Hanefî'lere göredir.
4- Sattığı
malı, imal edildiği ülkeye değil de başka bir ülkenin lalatı olduğuna atfedip
değerinin üstünde bedel aldığı takdirde, taşteri farkına varınca o malı geriye
verme hakkına sahip olur.
5- Satılan
mal tedlisten uzak tutulduğu takdirde, müşterinin hı geri verme hakkı söz
konusu değildir. Bu daha çok Şanîlerin icti-adıdır.
6- Pazara
getirilmekte olan malı şehir dışına çıkıp satın almak; lıcısı olmadığı halde
almak isteyen adamı aldatmak için araya girip ızla fıat vermek ve satıcı ile
alıcının piyasayı, malın gerçek değerini d bilmemek gibi hallerde yapılan satış
gabn-i fahiş kapsamına girer, u, Hanbelîlere göredir.
7- Aldatılan
müşteri vekil veya vasiy olursa; Satıcı ile alıcı birbi-ine uyar veya güvenir
de satış yapar ve bu satışta taraflardan biri ldanırsa, satın alman malı geri
vermek caiz olur. Bu daha çok Makilere göredir.
İtalyanca bir kelime
olan "kaparo", daha çok alım-satımda caymayı Önlemek için verilen
pey akçesi demektir.
İslâm'da alım-satım
akdinde hıyar-i meclis, hıyar-i ayb ve üç günlük muhayyerlik gibi şartlara yer
ve cevaz verildiğinden bir mal ve eşya karşılığı olmayan kaparoya lüzum
görülmemiştir. Bununla beraber cumhurun hilafına Ahmed b. Hanbel'in buna cevaz
verdiği görülmektedir. Oysa kaparo konusu birçok su-i isti'male müsait
olduğundan bu ictihad ile amel etmenin pek yerinde olmadığı anlaşılmaktadır.
islâm fıkhında buna
"urbûn" ve "urban" terimleriyle yer verilmekte ve terkip
olarak "Be'yû'l-urban" ve "Bey'ul-urburi" denilmektedir.
Artır b. Şuayb'den, o
da babasından ve dedesinden rivayetle, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz
buy'û'l-urban'ı
men'etti." [114]
Zeyd b. Eşlem'den
yapılan rivayete göre, ,Resulüllah (s.a.v.) E'fendimiz'den alım-satımda
urbandan soruldu; Efendimiz onun helal olduğunu söyledi." [115]
Yahya'nın İmam
Malik'den, onun da kendi tesbitine göre, sika (güvenilir) den yaptığı rivayete
göre, Amr b. Şuayb'den, onun da babasından, dedesinden yaptığı rivayete göre,
Resulüllah (s.a.v.) Egendimiz alım-satımda kaparoyu (pey akçesini)
men'etti." [116]
İmam Malik bu konuda
şöyle diyor:
"Bizim görüşümüze
göre -ki Allah daha iyisini bilir- bey'û'l-öan şöyledir: Adam bir köle satın
alır veya bir hayvan kiralar, sonra kendisinden satın aldığı veya kiraladığı
adama şöyle der: "Sana • dinar veya dirhem veya daha fazlasını veya daha
azını veriyorum, y\e ki, eğer ben malı alırsam ve kiraladığım hayvana binersem,
na verdiğim pey akçesi satın aldığım mala veya kiraladığım hay-nın icarına
mahsup edilir. Ama malı satın almayı terkeder veya tyvanı kiralamaktan
vazgeçersem, sana pey akçesi olarak verdiğim nin olsun.."
îşte bu karşılığı
olmadığı için batıldır.. [117]
906 nolu Amr b. Şuayb
hadisi taşıdığı isnad yoluyla munkati' enedinden bir kişi düşen veya meçhul bir
kişi zikredilen hadis) dir. itekim İmam Malik bu hadisi naklederken isim
verme-den sika tab-ini kullanmış ve böylece mübhem bir durum meydana
getirmiştir, ncak unutmamak gerektir ki, İmam Malik "sika" dan rivayet
ederk-q güvenmeyeceği kişilerden hadis rivayet etmediğini ve etmiyeceğini
elirtmek istemiştir.
Aynı hadisi îbn Mace,
Malik'ten, onun da Abdullah b. Amir el-islemî'den rivayet ettiğini belirterek
İmam Malik'in sika dediği ravi-dn Abdullah olduğunu belirtmek istemiştir. Oysa
gerek Abdullah, ;erekse isnadında yer alan İmam Malik'in kâtibi Habib zayıf
kabul ıdilmiş olup onların rivayetiyle ihticac edilmeyeceği söz konusudur.
Bazı tesbitlere göre,
İmam Malik'in sika dediği kişi İbn .vehî'â'dır. îbn Adiy bu zatın da zayıf
olduğunu söylemiştir. Zehebî ise Abdullah b. Amir el-Eslemî hakkında bir tesbit
yapamamış, ama imam Malik'in kâtibi Habib hakkında şu bilgileri vermiştir:
"İmam \hmed "O sika değildir" derken îbn Main "O bu alanda
kayde değer bir şey değildir" demiş; îbn Davud "O insanların en
yalancısıdır" diy-2rek yaptığı tesbiti ortaya koymuştur." [118]
Aynı hadisi Darekutnî
ve Hatib Malik1 den, o da Amr b. Hars'den, o da Amr b. Şuayb'den rivayet
etmiştir. İsnadında el-Haysem b. Yoman bulunuyor. Bu zat hakkında farklı
tesbitler yapılmıştır: el-Ezdî onun zayıf olduğunu söylerken, Ebû Hatim onun
saduk olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Beyhakî bu hadisi Malik
tarikiyle değil başka
bir tarikle rivayet etmiş bulunuyor. Böylece mezkur hadis çeşitli tariklerle
rivayet edilerek kuvvet kazanmış oluyor. O bakımdan cumhur bu rivayetlerle
istidlal ederek ahm-satımda pey akçesi (kaparo) almanın caiz olmadığım
belirtmiştir. [119]
907 nolu Zeyd b. Eşlem
hadisi mursel (senedinden bir sahabi düşen hadis) tir. Aynı zamanda isnadında
İbrahim b. Ebî Yahya bulunuyor ki, bu zat zayıftır. O bakımdan cumhur bu
rivayetle istidlal etmemiştir.
Sonuç olarak, Hanefî,
Şafiî ve Maliki fukahası, başta müctehidler olmak üzere alım-satınıda kaparo
(pey akçesi) almayı caiz görmemişler ve bunun karşılığı olmayan bir menfaat
olduğunu belirterek İslâm'ın ahm-satım kural ve hükümlerine ters düştüğünü
söylemişlerdir. İmam Ahmed ise, buna cevaz vermişse de ilim çevresince pek
itibar görmemiştir.
Nitekim ilim adanılan
alım-satınıda pey akçesi (kaparo) almanın sakıncalı olduğunu belirtirken iki
fasit şartı kapsadığına dikkat çekmişlerdir. Biri, almak istediği malı
almaktan vazgeçecek olursa bıraktığı kaparoyu satıcı meccanen bırakması,
diğeri ise, satıcı satıştan vazgeçtiği takdirde aldığı kaparoyu müşteriye reddetmesi..
Seyyid Sabık,
Fıkhü's-Sünne'de bu konuya yer vererek kısa bir açıklamada bulunmuş ve cumhurun
görüşünü belirterek İmam Ah-med'in cevaz verdiğine değinmiştir. [120]
1-
Alım-satınıda iki şart ileri sürmek caiz değildir. -
2- Ahm-satımda
pey akçesi (kaparo) vermek ve almak istediği malı almaktan vezgeçtiği takdirde
verdiği kaparoyu mal sahibine meccanen karşılıksız olarak bırakmak cumhura göre
caiz değildir.
3- İmam Ahmed'e göre, pey akçesi vermek ve satın
almaktan vezgeçildiği takdirde onu mal sahibine karşılıksız olarak bırakmak
caizdir.
Ancak hem bu husustaki
hadis zayıf olup istidlale salih değildir, hem de bu tür iki şartlı bir
ahm-satım sistemi İslâm'ın beyi' hususundaki genel kaidezine ters düşmektedir.
4- O
bakımdan kaparo konusunda cumhurun görüşüyle amel etmek İslâm'ın ruhuna daha
uygun ve koyduğu genel kurallara daha yakındır.
Alım-satım muamelesi
cereyan eder kert. s atıcı ile alıcı bulunduk-arı meclisten ayrılmadan
muhayyeriğin sübutu söz konusudur. Yani Satıcı ile alıcı bulundukları mecliste
birbirinden ayrılmadan önce pişman olabilirler ve bu durumda satış akdi
bozulmuş olur.
Böylece İslâm,
alım-satım konusunda bir rahatlık ve kolaylık getirmiş bulunuyor.
Hakim b. Hizamdan
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Satıcı ile alıcı, birbirlerinden ayrılmadıkça her biri diğerine karşı
muhayyerlik hakkına sahiptir. Eğer ikisi de doğru söyler ve açık beyanda
bulunursa, alış verişleri onlar için mübarek kılınır. Yok eğer yalan söyler ve
gerçeği gizlerlerse, alış verişlerinin bereketi silinip gider." [121]
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Alım-satımda bulunan satıcı ile alıcı birbirlerinden ayrılmadıkça
muhayyerlik hakkına sahiptirler veya biri diğerine "muhayyersin"
demedikçe, (ayrıldıkları takdirde beyi' (yapılan alış-veriş) kesinleşmiş
olur." [122]
Diğer bir lafızla
şöyl& buyurulmuştur: "İki adam alış-verişu bulunurken birbirlerinden
ayrılmadığı süre içinde her bii'v-nin muhayyerlik hakkı vardır veya
alım-satımda bulunurîc^ı birbirlerine
muhayyerlik hakkı tanıdıkları
takdirde, ayrılınca da o muhayyerlik hakkı bakidir."
Başka bir anlatımla
şöyle buyurulmuştur:
"Satıcı ile alıcı,
birbirlerinden ayrılmadıkça her biri arkadaşına karşı muhayyerlik hakkına
sahiptir. Ayrıldıkları sb&» man alış-verişleri kesinleşir. Ancak ahm-satım
yaparken nm* hayyerlik şartı öne sürülmüşse, o takdirde muhayyerlik süresi
doluncaya kadar yapılan ahş-veriş kesinleşmez."
Müslim'in
tesbitinegöre, anlatım tarzı şöyledir:
"İki kimse
karşılıklı alış-verişte bulundukları zaman, o mecliste birarada bulunup
ayrılmadıkları sürece veya onlardan biri diğerine muhayyerlik hakkı vermesi
durumunda yapılan beyi' akdini tamamlayıp tamamlamamak hususundu
muhayyerdirler. Eğer biri diğerini, akid gerçekleştirip gerçekleştirmeme
hususunda muhayyer kılar ve öteki de akdi ihtiyar ederse, böylece akdi
gerçekleşmiş olur. Aynı zamanda alış-veriş akdini yapar da taraflardan biri
yapılan akdi bozmadan birbirinden ayrılıp meclisi terkederlerse* yapılan akid
yine kesinleşmiş olur. (Böylece muhayyerlik hakkı son bulmuş sayılır)."
Amr b. Şuayb (r.a.)
den, o da babasından ve dedesinden yaptığı
yete göre, Peygamber
(s.a.vj Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Satıcı iîe alıcı
birbirlerinden (bulundukları meclisten) rılmadıkça muhayyerlik hakkına
sahiptirler. Ancak mu-lyyerlik şartı ileri sürüp kabul etmiş olurlarsa, (o
takdirde ıhayyerlik süreyi doluncaya kadar akid kesinleşmemiş püır). Onlardan
birinin, arkadaşının akdi fesh eder korku-vla kalkıp oradan ayrılması helal
olmaz." [123]
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle mistir:
Vadideki malımı,
mü'minlerin emiri Osman'a onun Hay-îr'deki malına karşılık sattım. Alış-veriş
akdi yapılınca da, iş-verişi feshedip üzerime geri çevirir endişesini duyarak
irisin geriye onun evinden dışarı çıktım. (Böylece meclis uhayy er ligine imkan
bırakmadım). Zira bu konudaki sünnet yledir; Satıcı ile alıcı birbirlerinden
ayrılıp (meclisi) terket-edikçe muhayyerlik hakkına sahiptirler." [124]
Böylece bu hadis akid
zamanında malı görmenin şart olmadığına, sadece satın alman malın sıfatını
bilmekle yetinmenin yet-'li olacağına delalet etmektedir.
a)
Hanefîlere göre: İmam Ebû Hanife'ye ya bu hadisler Laşmadığı veya bunlarla
istidlal etmediği için, bu mezhebe göre [ım-satım akdinde
"hiyarü'l-meclis" yani mecliste bulunulduğu irece muhayyerlik hakkı
yoktur. Sadece akidde taraflar isterse iyarü'ş-şart ve bir de hiyarü'1-ayb söz
konusudur. Böylece satıcı ile [ıcı arasında akid tamamlanınca, o meclisten
ister ayrılsınlar, ister ayrılmasınlar alım-satım kesinleşmiş olur. Ancak
mecliste satıcı alıcıya: "Bunu sana şu kadara sattım" dedikten sonra
alıcı henüz "onu satın alıp kabul ettim" demeden satıcı bu satıştan
vazgeçebilir.
b) Şafiîlere göre: Hiyarü'l-meclis (satıcı ile
alıcı akid yapılan mecliste bulunup ayrılmadıkları sürece her birinin
muhayyerlik hakkı vardır ve yapılan satış kesinleşmemiş demektir.
Bu mezhebe göre, hiyarü'l-meclis
ivazı gerektiren bey'in hemen her nevinde geçerlidir. Bedenen birbirlerinden
ayrılmadıkları sürece isterse birlikte çıkıp birkaç menzil yürümüş olsunlar
muhayyerlik hakkı devam eder. Ancak taraflar hiyarü'ş-şart teklif eder de kabul
ederlerse, hiyarü'l-meclis hakkı kalkmış olur. [125]
Böylece Şanîler
yukarıdaki hadislerle istidlal ve ihticacda bulunup
"hiyarü'l-meclis" in nass ile sabit olduğunu belirtmiş ve bunun için
birtakım kaydın bulunmasını konu edinmişlerdir:
1- Yapılan
alım-satım akdinin muavaza akdi olması, bir ivaz karşılığında gerçekleşmesi,
2- İvazın
fesadından dolayı akdin fasit olması,
Meselâ kendi mülkiyet
ve tasarrufu altında olmayan bir aynı satması durumunda ivazlardan biri olan
mebi1 fasit bulunuyor. O takdirde hiyarü'l-meclis geçerlidir.
Bu kayıtların dışında
üç kayıt daha söz konusudur. [126]
Böylece Şafiîlere
göre, hiyarü'l-meclis şu iki hususdan biriyle sakıt olur: Birincisi, satıcı ile
alıcının yapılan akdi lüzumlu görüp sözlü olarak iltizam etmeleriyle; diğeri
ise, bulundukları meclisdeıı bedenleriyle birbirinden aynim al arıyla..
c)
Hanbelîler de; ilgili hadislerle ihticac edip hiyarü'1-m e elisin geçerli
olduğunu belirtmişlerdir. İsterse böyle bir muhayyerlik şart koşmamış olsunlar
yine de o hak söz konusudur. O bakımdan satıcı ile alıcıdan her biri mecliste
bulundukları sürece yapılan akdi hem iltizam etme, hem de feshetme hakkına
sahiptirler, isterse o mecliste bir ay birarada bulunsunlar yine de bu hakkı
kaybetmezler. [127]
d)
Malikîlere göre: Bu mezhep imamları, Medine'nin örfünü dikkate alarak
hiyarü'l-meclis e yer vermemişler, sadece hiyarü'ş-şart ve hiyarü'l-aybın
bulunduğunu belirtmişlerdir. O bakımdan akdi yapan kimse akdi yaparken
hiyarü'l-meclisi şart koşarsa, akid fasit olur. [128]
Böylece Hanefîlerle
Malikîler bu konuda ittifak halindedir-ler. a sahih hadisleri dikkate alarak
Şafiî ve Hanbelî imamlarının bu mudaki
istidlal ve ihticaclarmm
daha isabetli olduğunu iyleyebiliriz. Allah daha iyisini
bilir.
Ibn Dakiyk el-Iyd,
hiyarü'l-meclis ile ilgili hadisleri naklettikten >nra bu hadislerle amel
etmeyen Hanefî ve Malikîlerin on kadar iti-Kina'yer vererek onlara ^arşı
verilen cevapları da nakletmiş bulu-ıvor. (921)[129]
Hacmimiz müsait olmadığından sözü edilen on kadar iti-z ve verilen cevapları
kitabımıza almadık.
913 nolu Hakim b.
Hizam hadisiyle 914 nolu Ibn Ömer hadisi shihtir. O bakıûıdan birçok sahabi ve
tabiin bununla amel Uıûglerdir.
Ancak hadislerde geçen
iftirak ve teferruk üzerinde durulmuş, unun sözlü mü, yoksa bedenen ayrılmak mı
olduğu hususunda fa-ı görüşler ortaya çıkmıştır. Bedenen ayrılmak anlamına
alanlar *ırhk kazanmıştır. Zira Sahabeden bir cemaat de aynı görüştedir ki, thü
Berze el-Eslemî, İbn Ömer, îbn Abbas, Ebû Hüreyre onlar Irasında bulunuyor.
Tabiinden Şüreyh, Şa'bi, Tavus, Atâ\ îbn Ebî lîüleyke de aynı görüştedir.
Ayrıca Ibn Münzir'in tesbitine göre, Saîd \. müseyyeb, Zührî, fen Ebî Zi'b de
aynı görüşü paylaşmışlardır ki, anlar Medine'li olarak bulunu-yor. Hasan
Basrî,-Evzâî, îbn Cüreyc re diğerleri de hadisi bu doğrultuda yorumlamışlardır.
Hatta îbn vcij Tabiînden Nehaî dışında hiç kimse bu tesbite muhalefet
etme-niştir diyerek yorumun isabetine dikkat çekmiştir.
Bu hadislerim hükmünün
kaldırıldığını iddia edenler ise, şu de-illeri ileri sürmüşlerdir:
"Alım-satımda bulunduğunuz zaman ışhadda bulunun" buyurulmuştur. Eğer
hiyarü'l-meclis sabit olsaydı, ayetin gayr-i mjifid olması gerekirdi. Çünkü
şahit tutmak tefrikten bncedir. Sonra "Ticareten ân teradin"
buyurulmuştur. Böylece karşılıklı rıza ile akid tamamlanmış olur. O takdirde
hiyarü'l-meclis anlamsız kalıyor. "Müslümanlar şartlarina
bağlıdırlar" hadisi de bu-bun lüzumsuzluğunu ortaya koymaktadır. Akidden
sonraki muhayyerlik, şartı ifsad eder.
Ancak bu görüş ve
yorumlar birer ihtimal olmaktan ileri geçemez ve ihtimal ile hüküm verilemez.
915 nolu Amr b. Şuayb
hadisini aynı .zamanda Beyhakî tahric etmiş ve Tirmizî hasenlemiştir.
Bu bapta bir de Ebû
Davud ve îbn Mâce'nin sahih isnadla Ebû Berze'den rivayetleri söz komısudur.
Şöyle |d: "Bir adam atını bir köle karşılığında diğerine sattı ve sonra da
birbirinden ayrümayıp o gün ve geceyi birlikte geçirdiler. Sabah olunca kafile
yola çıkmak üzere hazırlanmış oldu ve o adam atının yanma gidip onu eğerlemek
istedi ve böylece yapılan akdi bozmak istedi. Atı ondan satın alan adam buna
razı olmadı, derken aramızda Resulüllah'm sahabisi Ebû Berze hükmetsin dedi.
Böylece Ebu Berze'ye geldiler. O da Resulüllah'm (s.a.v.) bu konuda verdiği
hükümle aranızda hükmetmeme razı mısınız? diye sordu ve şöyle dedi: Resulüllah
(s.a.v.) buyurdu ki: "Satıcı ile alıcı birbirinden (bulundukları yerden)
ayrılmadıkça muhayyerdirler.." Görüyorum ki, siz ikiniz akidden sonra
birbirinizden ayrılmamışsınız.
1- Alıcı ile
satıcı akidde bulunduktan sonra bulundukları meclisten ayrılmadıkları sürece
hiyarü'l-meclis hakkına sahiptir-ler. Onlardan biri veya her ikisi yapılan
akdi bozabilir. . ,
2- Akid
yapıldığında veya yapıldıktan hemen sonra üç günlük veya daha fazla bir süre
'için muhayyerlik şartı kabul edilirse, hiyarü'l-meclis hükümsüz kalır,
3- Satıcı
ile alıcı akdi yaptıktan sonra artık onun kesinlik kazandığını belirterek
iltizam ettiklerini söylerlerse, yine hiyarü'l-meclis hükümsüz olur. Bu görüş
ve ictüıad, imam Şafiî ile imam Ahmed'e aittir.
4-
Hiyarü'l-meclis söz konusu olamaz. Akid yapıldıktan sonra"' artık
taraflardan birinin pişman olması bir şey ifade etmez. Sadece hiyarü'ş-şart ve
hiyarü'1-ayb geçerlidir..
Bu, îmam Ebû Hanife
ile imam Malik'in görüş ve içtihadıdır. ;
Riba, kök mana olarak
büyümek, artmak, neşv-ü nema bulma imektir. Kur'an-ı Kerîm'de ise, bu kök
manayla birlikte onun fazla-şmak, artmak, çoğalmak gibi manalara da delalet
ettiğini irüyoruz.
Şüphesiz islâm'da
faizin her çeşidi yasaklanıp haranı hnmıştır. Ancak başta Medine ve çevresi
olmak üzere birçok yer-rde, daha çok Yahudilerin eyleştiği belde ve ülkelerde
yaygın olan ı sömürü sistemi tuzağını kökünden kazıyıp atmak ve insanlığı bu
bladan kurtarmak için içki ve benzeri umumu kemiren ibtilâlan ya-ak kılmada
uygulanan kademeli ve tedrici tahrim metodu faiz akkmda da uygulanmıştır. Bu
konuda Mekke'de inen Rûm Suresi y. ayet, Medine'de inen Al-i îmran Sûresi 130.
ve nihayet Bakara üresi 275-278 ve aynı sûrenin 279 ayetleri bu tahrîmin
kademeleri-. açık bir biçimde yansıtmaktadır.
Böylece inen en son
ayetle bütün insanlığa bu konudaki ilâhî esaj verilmekte ve her türlü şüphe ve
ihtimale yer verilmeyecek ekılde konu açıklığa kavuşturulmaktadır.
Bakara Sûresi 278,
279. ayetleri aynı zamanda ilim adam-ırmm çoğuna göre, Kur'an'm inen en son
ayetleridir de.. O akımdan başka bir ayet veya hadisle hükmünün kaldırıldığı
söz ko-usu olamaz.
"Ey iman edenler!
Allah'tan korkun, faizden arta kalanı ırakın, eğer gerçekten inanmışsanız
(Rabbınızın emrine yun)."
"Yok eğer böyle
yapmazsınız, artık Allah'a ve Peygam-er'ine karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer
tevbe edip (faizden, aizcilikten vaz geçersiniz) sermayeniz sizindir. Artık ne
haksızlık eder, ne de haksızlığa uğramış olursunuz." (Bakara:78, 279)
Bu iki ayet, faiz
sisteminin sadece cahiliye devrinde Arapların [e Yahudilerin uyguladıkları
sistemden ibaret olmadığını, bu kav-lamın çok yönlü ve kapsamlı bulunduğunu
açıklamakta ve asıl ser-hayenin üstüne bir kuruş dahi ilave edilemeyeceğini
vurgulamak-adır. İster aynı cins iki şeyi mübadelede, ister vadeli ödünç verme
ve nal satmada hiç bir suretle faizin mubah olduğuna açılan bir pencere jeya
esnek bir anlatım tarzı yoktur. Onun için Kuran ne kat kat 'aize, ne de vade
farkı tarzındaki faize ve ne de bunun azma ve çoğuna cevaz vermemekte ve her
türlü faizi tahrim kapsamına almaktadır.
İbn Abbas'm cahiliye
devriyle ilgili riba uygulamasını temel alıp bunun dışında kalan nakd ribasmı
caiz gördüğü rivayet edilirse de yapılan ciddi araştırma ve tesbitlere göre,
İbn Abbas'm (r.a.) bu hususta ikaz edildiği ve o da gerçeği ve obanın sadece
cahiliye devrinde cari olan sistemle sınırlı olmadığını anlayarak bu görüşünden
rücu' ettiği, aynı zamanda rücu' ettiğine dair şahit tuttuğu kesinlik kazanmıştır.
[130]
Son çeyrek asır içinde
daha çok dıştan finanse edilip İslâm'ın hayat damarlarını kesmeye yönelen
çeşitli gruplar ortaya çıkmış ve son olarak bu zincirin halkasına bir de
bilimsel açıdan tahripte bulunmaya yönelinilmiştir. Bu grup İbn Abbas'm nakd
ribasma cevaz verdiğini sağlam bir delil olarak alırken onun bu görüşünden
kesinlikle rücu' ettiğini nakletmez ve böylece tarihi gerçekleri de tahrif
edip işlerine gelen cümleyi delil almakta, gelmeyeni gözardı edip ilim adına
çok çirkin bir ölçüsüzlük örneği vermektedirler.
Bir de hadisleri delil
ve dayanak seçmeyip sadece Kur'an-ı Ke-rim'i tek kaynak kabul edip günümüze
kadar ashap, tabiin, müctehid, müfessir ve diğer ilim adamlarını bilgisizlikle
suçlayanlar ve Allah kelâmını kendi basit ve kısır mantıklarına, aynı zamanda
hizmet etmek istedikleri zihniyet ve sistemin arzusuna göre yorumlayarak ilâhî
muradın dışına çıkmakta ve Müslümanları yanıltmaya çalışmaktadırlar. Bunlar
İslâm'ın her yanıyla yasaklayıp kuruşuna bile cevaz vermediği faizi yer yer
mubah saymaktadırlar.
Oysa Yüce İslâm Dini,
kalıcı kurallarını koymuş ve insanı ve onun emeğini haksız sebeplerle sömüren,
parayı tek amaç olarak belirleyip toplumun önüne koyarak bütün kutsal
değerlerin çiğnenmesini, hiçe sayılmasını mubah sayan her türlü akım, sistem ve
görüşü reddetmiştir. İslâm'ın kalıcı ve hayat verip denge ve düzen, huzur ve
güven sağlayıcı kurallarım gayr-i İslâmî sistemlere uydurmaya çalışmak,
İslâm'ın bir hükmünü diğer bir sistemin getirdiği sıkıntıya feda etmek
cinayetlerin en kötüsü, ilim adına yapılan ht r-zelerin en iğrencidir.
Zira hiç kimsenin,
İslâm'ın hüküm ve kurallarını hedefinden ve amacından saptırma hakkı olmadığı
gibi, onda istediği gibi tasarruf ve yorumda bulunamaz da.. Aksi halde İslâm
ilâhî olma vasfını ve özelliğini kaybeder ve indî, maksatlı mü d aneleleri e
değişik bir sis.e dönüşme felâketine uğrar. Gerçi Cenab-ı Hakk bu dini ve onun
kutsal kitabını korumayı kendi üzerine almıştır. Ama bize düyen onu .ün safiyet
ve tazeliğiyle korumak, her türlü yanlış yorumdan, ksatlı te'vilden uzak
tutmaktır.
îbn Mes'ud (r.a.) den
yapıları rivayete göre, adı geçen şöyle haber •mistir:
'Şüphesiz ki Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz riba yiyeni, yereni, şahitliğini yapanları, kâtipliğinde
bulunanlar', lanetleiştir." [131]
Nesâî'nin rivayet
ettiğinde ise aynı hadis şu lafızla belirleniştir:
"Riba yiyen, onu
yediren, şahitliğini ve kâtipliğini yapan dşiler bunu haram olduğunu)
bildikleri zaman, kıyamet ününde Muhammed'in diliyle mel'ûndürler."
Abdullah b. Hanzele
(r.a.) den yapılan rivayete göre ~ki bu zat iakkında gasılü'l-melâike,
meleklerin gaslettiği adam denilmiştir adı geçene Resulüllah (s.a.v.)
Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Adamın bilerek
ribadan yediği bir dirhem otuz altı defa zina etmekten daha beter ve daha
kötüdür." [132]
a)
Hanefîlere göre: Ribanın gerçekleşmesi için iki bedelinde masum olması gerekir.
O bakımdan bedellerden biri gayr-i ma'sûm olursa riba işlemi gerçekleşmez. Bu,
imam Ebû Hanife ile imam Mu-
^hammed'e göredir,
imam Ebû Yusuf a göre iki bedelin ma'sum olması şart değildir ve o bakımdan iki
bedel ister ma'sum, ister gayr-i ma'sum olsun riba (faiz) tahakkuk eder.
Bu ictihadlara göre
bir misal verecek olursak, darü'1-harb konusu karşımıza çıkar. Şöyle ki: Bir
müslüman darü'l-harbe tacir olarak girer de harbî olan kimseye bir dirhemi iki
dirhem karşhğmda satar veya buna benzer fasit bir muamelede bulunursa, imam Ebû
Ha-nife'ye göre caiz olur. imam Muhammed de aynı görüştedir, imam Ebu Yusuf a
göre caiz olmaz. Çünkü Ebû Yusuf a göre, ribanm hürmeti Müslümanlar hakkında
sabit olduğu gibi, kafirler hakkında da sabittir.. Çünkü bu konudaki
görüşlerden sahih olanına göre, kafirler de haram kılman şeylerle, yani tahrim
hükümleriyle muhatab bulunuyorlar. [133]
Bunun gibi,
darü'l-harpte islâm'a girip orada eyleşen ve Islamî ahkâmı bilmeyen kimsenin de
riba ile iş görmesi tahrim kapsamına girmez.
b) Diğer üç
mezhebe göre: Üç mezhep imamına göre, darü'l-îslâm'da haram olan riba
darü'l-harpte de Haramdır.[134]
Böylece ribanm
darü'l-harpte de haram olduğu görüşü ağırlık kazanmakta ve bu ictihad sözü
edilen konudaki ilahî hükmün hikmetine daha uygun düşmektedir.
923 nolu Ibn Mes'ud
hadisini aynı zamanda Ibn Hibban ile Ham tahric edip sahihi emiştir. Müslim ise
bunu Cabir'den şu lafızla hric etmiştir: "Şüphesiz ki Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz riba yeni, yedireni ve şahitlerini lanetledi ve hepsinin bu
lanet-mede eşit olduğunu belirtti."
Bu bapta Nesâî'nin Hz.
Ali'den (r.a.) ve Ebû Cuhayfe'den rivay-; ettiği hadis bulunuyor. Taberânî ise
el-Evsat ve el-Kebir'de Abdul-ıh b. Hanzele'den bir hadisi bu mealde rivayet
etmiştir.
924 nolu Abdullah b.
Hanzele hadisi hakkında Mecmeu'z-svaid'de, ricalinin hepsi ı*ical-i sahihtir
denilerek Ahmed b. Han-el'in bu rivayetinin sahih olduğuna dikkat çekmiştir.
Nitekim İbn erîr'in Berâ'dan yaptığı şu hadis buna şehadet etmektedir:
"Riba Hmışiki baptır; bunun en aşağı derecesi kişinin anasıyla zina tmesi
gibidir." Ayrıca Beyhakî'nin Ebû Hüreyre (r.a.) den yaptığı u rivayet de
Ahmed b. Hanbel'in naklettiği hadisi kuvve ti endir mek-sdir: "Riba yetmiş
bapdır; bunun en aşağı (günahı) kişinin nasıyla cinsel temasta bulunması
gibidir."
Bu mealde ayrıca İbn
Cerîr'in ve İbn Ebî Dünya'nın nalettikleri ir hadis daha bulunuyor.
Sonra da Hakim'in
Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet ettiği şu ha-ıis de konunun önemini ve ribanm ne
kadar büyük ve taşınması zor dr günah olduğunu bütün açıklığıyla ortaya
koymaktadır: "Riba yet-nişüç baptır; bunun en kolay (sanılan günah) yanı
kişinin masını nikah etmesi gibidir. Ve ribanm en katmerlisi, nüslüman adamın
ırz ve namusuna (dil uzatmak)tır."
1- Riba
(faiz) İslâm'a göre haramdır ve kesin yasaktır.
2- Faiz de,
onunla iş görenler de lanetlenmiştir.
3- Buradaki
lanet, faizle iştigal edenlerin ilâhî rahmetten uzak-aştıklarını, taşınması
güç günahlardan birini
işlediklerini göstermektedir.
4- Faiz,
kitap, sünnet ve icma1 ile yasaklanmıştır.
5- Faizin
çoğuna da, azma da cevaz verilmemiştir.
6- Faiz hakkındaki ilâhî beyan kesinlik arz
etmektedir. Tahri-mine açıkça delalet eden ayetleri nesneden ikinci bir ayet ve
hüküm mevcut değüdh\
7- Faiz veren ve alanın, şahitliğini ve
katipliğini yapanın günahta eşit oldukları söz konusudur.
Faizin söz konusu
olduğu işlemler ve maddeler ayrı bir başlık halinde işlenmiş bulunuyor.
Kur'an-ı Kerim'de belli bir madde üzerinde durulmayarak faiz işleminin mutlak
anlamda haram kılındığı belirtilirken hadislerle özellikle bazı maddelerin
mübadelesi söz konusu edilmekte ve iki çeşit riba üzerinde durulmaktadır:
Riba'l-fazl ve Riba'n-nesîe..
Hadislerde daha çok
riba'1-fazl konu edilirken altı maddeye dikkat çekilmiştir: Altın, gümüş,
buğday, .arpa, hurma ve tuz.. Bu bir tahdit midir, yoksa diğer maddeler için
bir misal mıdır? Şüphesiz ilim adamlarının bu husustaki görüş ve ictihadları
fark-lıdır.
Sonra ikinci tür riba
olan "Riba'n-nesîe" birinci vade farkından sonraki vade farklarından
dolayı alman fazlalık mıdır, yoksa ilk satışta da belirlenen vade farkından
dolayı alman fazlalık da bunun
kapsamına, girmekte
midir? Bu hususta da az fark-lı yorumlan görüşler ve ıctıhadlar söz konusudur.
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Altını altınla satmayın; ancak misline satın. Bazısını bazısı üzerine
artık tutmayın. Gümüşü gümüşle satmayın; ancak misli misline satın. Bir kısmını
diğeri üzerine artık kılmayın. Ve bunlardan gaib (hazır olmayan) ı hazır
olanla satmayın." [135]
Diğer bir lafızla
hadis şöyle rivayet edilmiştir:
"Altını altın
karşılığında, gümüşü gümüş karşılığında, üğdayı buğday karşılığında, arpayı
arpa karşılığmda,tuzu uz karşılığında satmayın; ancak misli misline, elden ele
peşin olarak) satın. Artık bu durumda fazla veren ve alan erçekten riba işlemi
yapmış olur. Bu hususta fazla nisbeti lan da, veren de (günahta)
eşittirler."
Diğer bir lafızla
şöyle rivayet edilmiştir:
"Altını altın
karşılğında, gümüşü de gümüş karşılığında »atmayın; ancak misli misline ve eşit
olarak satın." [136]
Ebû Hüreyre (r.a.) den
yapılar rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Altını altınla (eşit) tartıda misli misline; gümüşü gümüşle (eşit)
tartıda misli misline satın." [137]
Yine Ebû Hüreyre
(r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur: "Hurma hurmayla, buğday buğdayla, arpa arpayla, tuz tuzla
misli misline, elden ele (peşin olarak) satılabilir. Artık kim fazla alır ve
verirse, gerçekten o riba muamelesi yapmış olur. Ancak bunların cinsleri
muhtelif (değişik) olduğu takdirde (fazla alıp vermekte bir sakınca
yoktur)." [138]
Fazale b. tJbeyd
(r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur: "Altını altın karşılğında ancak (eşit) tartı tartıya
satınız." [139]
Ebû Bekr (r.a.) den
yapılar rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz gümüşü gümüşle, altını altınla ancak eşit şekilde (satmayı,
mübadele etmeyi) yasaklamadı, (fazla alıp vermeyi ise yasakladı). Ve bize
gümüşü altın karşılığında istediğimiz gibi satmamızı emretti; bunun gibi altını
gümüş karşılğında istediğimiz gibi satmamızı da emretti." [140]
Böylece bu rivayet
altının gümüş, gümüşün de altınla götürü olarak satışının caiz olduğuna
delalet etmektedir.
Ömer b. Hattab (r.a.)
den yapılan rivayete göre, Resulüllah :.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: Altını
gümüşle (satış yoluyla |iştirmek) ribadır, ancak elden ele verilip misli
alınırsa a değildir. Buğdayı buğday karşılığında (satmak) ri-badır; cak misli
misline elden ele (peşin) olursa riba değildir. Huriyi hurmayla satmak
ribadır; ancak misli misline (eşit ola-t) elden ele alınıp verilirse riba
değildir." [141]
Ubade b. Sabit (r.a.)
den yapılan rivayete göre, Peygamber %.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Altını
altınla, gümüşü gümüşle, Lğdayı buğdayla, arpayı arpayla, hurmayı hurmayla,
tuzu zla misli misline, eşit şekilde elden ele (olursa satışı caiz-r). Bu
sınıflar değişik şekilde mübadele edilirse, elden ele :şin olduğu takdirde
istideğiniz gibi satınız." [142]
Ma'mer b. Abdillah
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen yle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu duydum: Yiyecek yiyecekle misli
misline (eşit şekilde olduğu takdirde satılabilir)." O gün için bizim
yiyeceğimiz arpa idi." [143]
el-Hasan'dan, onun da
Ubade'den, onun da Enes b. Malik'den yaptığı rivayete göre, Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Bir nevi olduğu
takdirde tartıya giren şeyler misli misline; ölçeğe giren söyler de bunun gibi
misli misline (satılabilir). Neviler değiştiği takdirde artık biri fazla
ola-bilir ki) bunda bir sakınca yoktur." [144]
Ebû Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre, ki Ebû Hüreyre'den de aynı rivayet söz konusudur. Adı
geçen bu iki sahabi diyorlar ki: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bir adamı
Hayber üzerine (oradaki ürünlerin zekat ve vergisini toplamak üzere)
görevlendirdi. O adam ezik olmayan iyice kurumuş sağlam taneli hurmayı alıp
geldi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona: "Hayber'in hurmalarının hepsi
böyle midir?" diye sordu. Adam şu cevabı verdi: "Doğrusu biz hurmadan
bir sa' alıyor karşılıgında üç şa' veriyoruz." Bu haber üzerine Efendimiz
yle buyurdu: "Öyle (işlem) yapma. Topladığın hurmaların ipsini dirhem
karşılığında sat ve sonrao dirhemlerle iyi kal-ssi yüksek hurmadan satın
al.." [145]
Mezhep imamlarına
göre: Şiddetle yasaklanıp haram kılman sid alım-satım işlemlerinden biri de
faizdir. Aynı cinsten olan iki yden birinin bir ivaz karşılığı olmaksızın
fazlalığı riba (faiz) dir. Üç Bzhebe göreise, faiz iki kısımdır: Nesîe ve
fazl..
Birincisi, sözü edilen
fazlalık, bedelin Ödenmesinin geciktirilme karşılığmda olanıdır. Mesela kış
mevsiminde belli bir ölçek buğdayı yaz mevsiminde ödenmek üzere birbuçuk ölçek
buğday ırşılğma satmak bu cümledendir. Burada fazla olarak verilecek mm ölçek
buğday sadece vade farkından kaynaklanmaktadır.
İkincisi» vade
farkından, yani bedelin geciktirilmesinden değil î aynı cins iki şeyin birini
diğeri karşılığında satarken misli misline üt olarak değil bir fazlalıkla
satışını yapmaktır. Mesela işlenmiş on •am atını onbeş gram işlenmemiş altın
karşılığında alıp satmak bu imledendir.
İmam Şafiî'ye göre,
riba üç kısımdır: Nesîe, fazl ve yed.
Birincisi, karz
ribasıdır. Şöyle ki, biri diğerine, "Kızıyla evlen-Leşi veya başka bir
menfaat sağlaması şartıyla belli bir miktar lünç vermesiyle gerçekleştirilen
ödünç vermedir.
İkincisi, vade
farkından, yani bedelin ödeme süresinin gecikti-ilmesinden dolayı alman
fazlalıktır.
Üçüncüsü, aynı cins'
iki şeyi, mesela buğdayı buğday arşıhğında elden ele misli misli peşin
olmaksızın veresi satmaktır.
Bakara Sûresi'nin 278,
279. ayetleri her ne kadar cahiliye dev-indeki cari olan ribayı, yani vadesi
dolan borcu Ödeyemeyen taraf ürenin biraz daha uzatılmasını ister, alacaklı da
uzatacağı süreye :arşılık bir fazlalık koyar ve bu böyle sürüp giderken borç
birkaç misini aşmış olurdu şeklindeki bir uygulamayı yasaklamaktaysa da
sa-lece o tür bir ribayı yasaklamakla sınırlı kalmamakta, vade arkından dolayı
istenilen yüzdeliklerin hepsinin haram olduğuna de-alet etmektedir. [146]
Böylece dört mezhebe
göre hem riba'n-nesîe, hem de riba'1-fazl kesinlikle ve bütün çeşitleriyle
haramdır. Buna muhalefet eden olmamıştır. Ancak ayrıntılarında az farklı yorum
ve ictihadlar olmuştur.
Riba'l-fazla gelince,
günlük ahm-satımda hiç kimse aynı cinsten iki şeyin aynı ölçü ve tartıda misli
misline ve elden ele peşin olmak üzere satmayı, değiştirmeyi düşünmez ve buna
lüzum da görmez. İslâm Dini belirtilen şartlarla aynı cins iki şeyin satışma
ee-vaz verirken az veya çok sanat değeri, işleme payı olan bir malı voya daha
göz dolduran bir cins buğdayı cinsi karşılığında satarken alıcının bu yüzden
fazla aldatılabileceğini önlemek ve bu yoldan külfetsiz kazanç sağlamayı
engellemek için bir fazlalıkla birlikte cinsi karşılığında satışını veya
vadeli olarak satış muamelesinde buhuH masını yasaklamıştır.
Faiz İşleminin Haram
Kılındığı Maddeler:
Faiz işlemi her
maddede cari olabilir mi, yoksa birkaç meddeyle sınırlı mıdır? Belirtilen
şartlar ve ölçüler doğrultusunda her maddede cari olduğunu söyleyenler olmakla
beraber, hadislerde belirtileri maddelerle sınırlı bulunduğunu iddia edenler da
olmuştur. Ancak dört mezhep imamlarına göre, faiz sistemi altir maddeyle sınırlı
değildir. Onlara kıyasla diğer-maddelerde de caridir. Fazlalığın tah-rim illeti
olduğuna bakılınca,' kıyasla o illet (menat) dikkate alınır ve böylece makis
ile makisün aleyh arasında müşterek olan bu mert at düzeyinde diğer maddelere
de teşmil edilmesi caiz olur. Nitekim müctehid imamlar da bu açıdan konuya
eğilerek kıyas ve ictihadda bulunmuşlardır. Zahirîlere göre ise, faiz işlemi
sadece hadiste açıklanan altı maddeyle sınırlıdır.
Ne var ki, fazlalığın
tahrim illeti olarak belirlenmesi konusu imamlar arasında az farklı durumlar
ortaya çıkarmıştır. Şöyle ki:
a) Hanbelîlere göre: Bu illet ölçek ve tartıdır.
Ölçek veya tartıyla satılan her madde bunun kapsamına girer. Artık azlık-çokluk
söz konusu olmaz. Aynı cins iki şey az da olsa böyledir.
Ölçek ve tartı
kapsamına girmeyen, yani bunların dışında kalıp sayıya giren maddelerin kendi
cinsiyle bir fazlalık sağlamak üzere satışı caizdir. Ancak bunda kerahet söz
konusu olabilir.
b)
Hanefîlere göre: Sözü edilen illet Ölçek ve tartıdır. Şu farkla ki, bu mezhep
imamlarına göre, aynı cins yiyecek maddesi yarım sa'dan aşağı olmamalıdır. Aksi
halde faiz işlemi cari olmaz.
c) Şafiîlere göre: Hadiste belirtilen maddeler
iki kısımda toplanmıştır: Nakit ve yiyecek maddesi. O halde nakit ve yiyecek
kapsamına giren her maddede faiz işlemi söz konusudur.
d) Maîikîlere
göre: Fazlalığın tahrim illeti altın've gümüş ola-k nakit tir; yiyecek
maddelerinde ise nesîe ve fazl ribalarma göre ğişiklik arzeder. Şöyle ki:
Riba'n-nesîede tahrim illeti, mücerred ^ecek maddesidir. Tedavi için
kullanılanı istisna teşkil eder. O [kundan insan için yiyecek maddesi olabilen
her şeyde riban'n-nesîe Lramdır,
Riba'l-fazlın tahrim
illeti ise, ikiye ayrılır: Birincisi, yiyecek addesinin kut (beldenin ana
yiyecek maddesi) niteliğinde olmasıdır, incisi, o maddenin iddihara (kiler ve
depoda saklanmaya elverişli üunmasıdır. [147]
927 ve 928 nolu
hadisler sahihtir. "Altını altınla.." anlatımı, lanmiş,
işlenmemişini, süs eşyası olanını ve olmayanını, madrup ve ayr-i madrup olanım,
karışık ve sahih olanım kapsamaktadır. Ne-îvî'nin bu husustaki tesbitine göre,
altının bu anlam ve kapsamda mimi anmasında icma' vaki olmuştur.
Böylece altını altınla
mübadelede, tartı bakımından ikisinin eşit iması ve peşin işlem görmesi söz
konusudur. Diğer beş madde akkmdaki hüküm de böyledir. İbn Ömer ile İbn Abbas'a
göre, riba'l-üzlda hir sakınca olmadığı rivayet edilmişse de daha önce de
belirt-ığimiz gibi yapılan ciddi araştırma ve tesbite göre, her ikisi de bu
örüş ve yorumlarından rücu' etmiştir. [148]
Buharî ve Müslim'de
Üsame b. Zeyd (r.a.) dan yapılan riva-yete öre, Resulûüah (s.a.v.) Efendimiz:
"Riba ancak nesîede vardır.." büyümüştür. Nitekim İbn Zübeyr, Zeyd
b. Erkanı, Said b. Müseyyeb ve Jrve b. Sübeyr bu hadisle istidlal ederek
riba'l-fazlı caiz olduğuna :ail olmuşlardır. Müslim ise bu rivayeti şu
fazlalıkla nakletmiştir: Elden ele (peşin) olduğu takdirde riba yoktur.."
İlim'adamları Üsame b.
Zeyd'in hadisinin sahih olduğunda itti-ak etmişlerdir. Bu durumda Ebû Said
hadisiyle Üsame hadisinin ırasını telif etmek söz konusu olmuştur. Bazısına
göre Üsame hadisi
mensûhtur, yani Ebû
Said hadisiyle onun hükmü kaldırılmış ve riba'l-fazlın da haram olduğu
belirtilmiştir. Ancak bu bir ihtimaldir ki bizi kesin sonuca götürmez. Sira
nesh olayının vuku' bulduğu ihtimalle belirlenmez. Bazısına göre, "Riba
ancak nesîede vardır" sözünden maksat, en büyük ve en galiz riba
kasdedilmiştir. Böylece bu, riba'l-fazlm caiz olduğuna delalet etmez.
Müslim'in îbn
Abbas'tan yaptığı rivayetin ise, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den
nakledildiğini gösteren açık bir delil yoktur. Nitekim yapılan tesbitlere göre
îbn Abbas bu sözünden rücu' etmiş ve işlediği hatayı anlayarak istiğfarda
bulunmuştur.
Böylece hem
riba'n-nesîenin, hem de riba'l-fazlm haram olduğu kesinlik arzediyor..
929, 930, 931 nolu
hadislerin de istidlale salih olduğu söz konusudur. Hepsi de Ebû Said hadisini
kuvvetlendirmekte ve her türlü şüphe ve ihtimali reddetmektedir.
934 nolu Ubade
hadisinin isnadında Rebî' b. Sabih J?ulunu-yor. Ebû Zer'a onun sika (güvenilir)
olduğunu söylerken bir cemaat onun zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. Zehebî ise
bu zat hakkındaki tesbit ve görüşleri bir araya getirerek geniş bilgi vermiş ve
sonuç olarak ilim adamlarının Rebî1 hakkındaki görüş ve tesbitlerinin çok
farklı olduğuna işarette bulunmuştur,. [149]
Böylece Ubade hadisiyle istidlalin elverişli olduğu ortaya çıkmış bulunuyor.
937 nolu Ebû Said ve
Ebû Hüreyre hadisi sahihtir. Aynı zamanda Müslim tahric etmiştir. Böylece aynı
cinsten olan iki yiyecek maddesini biri fazla olduğu halde değiştirmenin caiz
olmadığı ve böyle bir ahm-satım ve mübadelenin riba sayıldığı anlaşılıyor,
1- Nakit
olarak belirlenen altın ve gümüşü misli misline aynı tartıda eşit ve peşin
olarak satmak, değiştirmekte bir sakınca yoktur.
2- Gıda maddelerini de misli misline, aynı ölçek
veya tartıda peşin olarak satmak ve değiştirmekte bir sakınca yoktur. Mesela
bir ölçek buğdayı bir ölçek buğdaya peşin olarak
satmakta ve değiştirmekte bir sakınca söz konusu değildir.
3- Altım
altınla, gümüşü gümüşle satıp değiştirirken bunların mis, olmasına ve
olmamasına bakılmaz; madrup olanına ve ol-jmına da bakılmaz; aynı tartı nisbeti
dikkate alınarak peşin tie değiştirilir.
4- Altını
altın, gümüşü de gümüş karşılığında satarken bunu H veya birinin diğerinden
fazlalığı söz konusu olduğu takdirde (faiz) kapsamına girer ve haram kabul
edilir.
5- Yiyecek
maddelerinden aynı cins iki şeyi de vadeli veya biri-üğerinden fazlalığı söz
konusu olduğu takdirde faiz kapsamına : ve bu tür satış haram olur.
6- Hadiste
riba kapsamına sokulan altı madde tahdit için ldir; fazlalığın tahrim illetinin
altın ve gümüşte nakiddir, yi-k maddelerinde insanın yiyeceği gıdalardır. O
bakımdan bu il-i birleşen her madde tahrim kapsamına alınmak üzere kıyas
kbilir.
7- Altım
gümüş karşılığında, gümüşü de altın karşılğmda peşin ak satmak ve almakta bir
sakınca yoktur. Biri diğerinden fazla ilir, yani tartı cihetiyle eşit olmaları
söz konusu değildir.
8- Gıda
maddelerinden de cinsleri değişik olduğu takdirde birini iriyle peşin olarak
alıp satmak, değiştirmek caizdir; biri ölçek ola-diğerinden fazla olabilir.
9- Altım
gümüş veya gümüşü altm, buğdayı arpa.., karşılığında satarken bunu vadeli
yapmak caiz değildir, riba kapsamına gir-
10- Cinsleri
değişik olan bütün gıda maddeleri de böyleöv".
11- Yarım
sa'dan az olan gıda maddelerini ve bir de sayı kapıma girenleri vadeli satmak
veya değiştirmekte bir sakınca yok-
Bu, Hanefîlere
göredir.
12- Kut
(beldenin ana gıda maddesi) niteliğinde olmayan, iddi-1 edilmeye elverişli
bulunmayan yiyecek maddelerinden aynı cins şeyi değiştirmek veya satmakta riba
söz konusu değildir. Bu, im Malik'e göredir.
Dolaylı şekilde faizle
muameleyi yürütebilmek ve kendi zannmca faiz günahından uzak kalmak isteyen tacirin,
faizle kredi almaya gelen veya bir miktar paraya ihtiyacı olan adama veresiye
mal sattıktan sonra o malı ondan daha düşük fiatla peşin almasına İslâm
fıkhında "bey'-i ıyne" denir.
Muamele ve alım-satım
işleminde zahiren faiz görünmüyorsa da işlem ve kelime oyunuyla dolaylı şekilde
faizle iş görülmüş oluyor. O bakımdan Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bu tür
ahm-satımı yasaklayıp haram kılmıştır.
Bey'-i ıyne terkibini
az farklı şekilde yorumlayanlar ve açıklayanlar olmuşsa da temelde aynı noktada
birleşme söz konusudur. Şöyle ki:
er-Raflî'ye göre:
Veresiye olarak bir malı birine satıp onun bedelini henüz almadan peşin fakat
düşük bir fiatla o malı satın almaktır. Kamus sahibi de buna yakın bir tarifte
bulunarak şöyle demiştir: "Tacirin kendi malını vadeli olarak bir bedel
karşılğmda satması ve sonra sattığı o malı satış natmdan düşük olarak
almasıdır."
Şüphesiz bu tür bir
alım-satım muamelesi faizcilerin, amaçtan ' sapıp elfaza bağlı kalarak dolaylı
yoldan faize yönelenlerin ve kısacası muhtaçları sömürenlerin ortaya attığı bir
hileli alış-veriştir.
îbn îshak
es-Sübey'î'nin kendi zevcesinden yaptığı rivayete göre, udi geçen kadın, Hz.
Aişe'nin (r.a.) yanına girdiğinde beraberinde Zeyd b. Erkam'ın ümmülveledi
(ondan çocuk doğuran cariyesi) değirmiş oldu. Bu cariye Hz. Aişe'den şunu
sordu: "Ey Mü'm inlerin Anası! Bir köle oğlanı Zeyd b. Erkam'a veresi
(vadeli) olarak Sekizyüz dirheme sattım ve sonra o köle oğlanı ondan peşin
olarak altıyüz dirheme satın aldım.." Bunun üzerine Hz. Aişe (r.a.) ona
şöyle dedi: "Satın aldığın ve sattığın şey ne kötü! Şüphesiz Zeyd'in
Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber yaptığı cihad batıl oldu (sevabı
giderildi); meğerki tevbe
etmiş ola»" [150]
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"insanlar dinar ve dirhemle cimrilik yaptıkları, ıyne ile alım-sat unda
bulundukları, sığırların kuyruğuna yapışıp uydukları ve Allah yolunda cihadı
terk ettikleri zaman Allah onlara öyle bir belâ indirir ki, onlar dinlerine
dönmedikçe Allah o belâyı onlardan kaldırmaz." [151]
Ebu Davud'un
rivayetinde ise hadis şu lafızla belirtilmiştir: "Iyne ile alım-satımda
bulunduğunuz, sığırların kuyruğuna yapışıp tuttuğunuz, ziraatle hoşnut olup
yetindiğiniz ve (bu suretle) Allah yolunda cihadı terkettiğiniz zaman, Allah
üzerinize öyle bir zül (horluk, hakirlik, aşağılık) musallat eder ki, siz
dininize dönmedikçe Allah o züllü koparıp atmaz." [152]
Mezhep imamlarından
Ebû Hanife, İmam Malik ve İmam Ah-med'e göre bey'u'1-ıyne caiz değildir. İmam
Şafiî'ye göre ise, caizdir. Şafiî ve arkadaşları bu konuyu beyi'le ilgili elfaz
ve kurallar doğrultusunda değerlendirip bu sonucu çıkarmışlar ve böylece ilgili
hadisleri dikkate almamışlardır.
İbnü'l-Kayyım da bu
tür alım-satımın caiz olmadığını belirtmiş ve Evzaî'den naklen rivayet edilen
şu hadisle istidlal etmiştir: "İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki,
onlar alış-veriş (ismi altında) ribayı helal sayacaklardır." [153]
Îbnü'l-Kayyım devamla
diyor ki: "Bu hadis mursel de olsa destek sağlamaya elverişlidir ve ilim
adamlarının bunda ittifakı vardır." [154]
942 nolu Îbn Îshak
hadisinin isnadında el-Galiye bint Eyfa' bulunuyor ki, imam Şafiî bu zatın
rivayeti sahih değildir demiştir. Îbn Kesir ise Irşad'da bu zatın sözünü takrir
etmiş bulunuyor. Zehebî ise Mizan'da bu raviye yer vermemiştir. Böylece onun
sahih bir ravi olmadığı iddiasında Şafiî yalnız kalmış bulunuyor.
Hz. Aişe'nin Zeyd b.
Erkanı hakkındaki sözü, mutlaka şari'den bir beyana dayanmakta ve böylece
bey'u'l-ıynenin haram olduğu anlaşılmaktadır.
943 nolu Îbn Ömer hadisini aynı zamanda Taberanî
rivayet etmiş, îbn Kattan ise onu sahihlemiştir. Hafız îbn Hacer ise
Büluğu'l-meram'da bunun ricalinin sikat olduğuna değinmiş, ancak Ebû Davud'un
aynı hadisi Nafî'den, onun da îbn Ömer'den rivayetinde dikkat çekerek bunun
isnadında söylenecek sözler vardır, demiştir. [155]
Büluğu'l-meram sarihi
Sıddık Hasan Has ise Ebû Davud'un rivayetinde Ebû Abdurrabman el-Horasanî
bulunuyor ki ismi İshak'dır ve Atâ' el-Horasanî'den naklen rivayet etmiştir. [156]
Zehebî ise bu zatın
asıl isminin îshak b. Esîd olduğunu belirt-ıiş ve Ebû Hatim'in "Onunla
meşgul olmaya değmez" dediğini nak-îtmiştir. Ancak Yahya b. Eyyûb ve
el-Leys ondan nakil yapmışlar ve ehebî kendi görüşünü de ortaya koyarak bu zat
için: "O câizü'l? adistir" yani onun naklettiği hadisi almak caizdir
demiştir [157] Ayrıca Ibn Hacer aynı
hadisin Ahmed b. Hanbel'in Atâ'dan riayetine değinerek ricalinin sikat
olduğunu söylemiş ve ayrıca Ibn tCattan'm da sahihlediğini ilave etmiştir. [158]
ve istidlale salih
bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Nitekim müctehidlerin çoğu bu hadisle
istidlal ve ihticacda bulunmuştur. I -
îbn Ömer hadisi sadece bey'u'l-ıyne'nin tahrimine delaletle kalmıyor,
aynı zamanda cihadı bırakmanın, diğer bir anlatımla cihad için gereken bütün
hazırlıkları yapmamanın islâm ülkelerini aşağılayacağını, düşmanlarının
üstünlük sağlayacağını da dile getirerek Müslümanları uyarıyor, islâm
ülkelerinde sadece ziraatle uğraşmanın yelerli olmayacağı, düşmanlara karşı
üstün duruma gelebilmek için sanayi'a önem verilmesinin lüzumu ve özellikle
savaş gücünü artırmanın kaçınılmaz bulunduğu üzerinde de duruluyor ve çok yönlü
bir uyan hikmetini yansıtıyor.
1- Ahş-verişte dolaylı yoldan faize kapı açmanın
haram olduğuna işaret ediliyor.
2- Muhtaç
bir kimseye veresi olarak mal sattıktan sonra o malı ondan daha düşük fiatla
satın almanın dolaylı şekilde faiz olduğu belirtilerek ıynenin haram olduğu
açıklanıyor.
3- Hanefî,
Maliki ve Hanbelî mezheplerine göre, bey'ul-ıyne haramdır.
4- imam
Şafiî'ye göre, bey'u'l-ıyne caizdir.
5- Bu konuda
ilim adamları Şafiî'nin görüşüyle değil, diğer üç mezhebin görüş ve içtihadıyla
amel edilir diyerek görüş beyan etmişlerdir.
Müslüman müslümanın
kardeşidir, ne ona haksızlık eder, ne de onu haksızların eline teslim eder.
Aynı zamanda müslüman müslümanı ve başkasını aldatmaz; kusurlu ve arızalı malı
sağlam diye oha satmaz. Nitekim Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bu konuda
ümmetini uyararak şöyle -buyurmuştur: "Bizi aldatan bizden değildir."
[159]
ingiliz ilim
adamlarından Jon Devenport (Joun Davenpor) HAZRETÎ MUHAMMED VE KÜRAN-I KERİM
adlı eserinde müslümanlarm ticaretteki dürüstlüklerini şöyle ifade etmiştir:
Bir Yahudiyie alış-veriş ettiğinde fîat olarak ne isterse onun ancak üçte
birini ver. Çünkü Yahudi aldatır. Bir hristiyanla alış-veriş yaptığında fîat
olarak ne isterse onun yarısını ver. Çünkü o da aldatır. Ama Hz. Muhammed'e (s.a.v.}
inanıp O'nun getirdiği esas ve pirensipleri kabul eden bir müslümanla
ahş-verişte bulunduğun zaman o fiat olarak ne isterse onu ver. ünkü müslüman
aldatmaz.."
Böylece iman kalpte
kök salıp hücrelere sızdığı ve Allah'ın mutlak hakim ve mutlak adil olduğuna
inanıldığı, ahiretie mutlaka hesaba çekilinileceği gönülde yer ettiği takdirde
artık böyle bir iman ve irfana sahip olan müslümanın başkalarını aldatması,
yalan söylemesi, hileli iş yapması, açık ve dolaylı faiz verip alması asla
düşünülemezi
Ukbe b. Amir (r.aj den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu duydum: "Müslüman müslümanm
kardeşidir. Onun, içinde kusur ve arıza bulunan bir malı din kardeşine satması
helal olmaz; meğer ki o ayıp ve arızayı ona açıklamış olsun.." [160]
Vasile (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: ırHiç
kimsenin, içindeki ayıp ve arızayı açıklamadan bir şeyi (malı) satması helal
olmaz. Ve hiç kimseye ayıp ve kusuru bildiği halde açıklamamak helal
olmaz" [161]
Ebû Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz yiyecek maddesi satmakta
olan bir adamın yanından geçerken elini o maddenin (bulunduğu kaba, çuvala)
soktu, bir de ne görsün o madde ıslak idi. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
"Bizi aldatan bizden değildir." [162]
Adda' b. Halid b.
Hevze'den yapılan rvayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bana bir mektup yazdı, (muhteviyatı şöyle
idi): "Bu, Adda' b. Halid b. Hevze'nin Muhammed Resulüllah1 dan
(s.a.v.)satın aldığı şeydir. O, Mu-hammed'den (s.a.v,) bir köle veya cariye
satın aldı ki o köle veya cariyede hiçbir hastalık, hiçbir kaçma, hiçbir
habislik yoktur; müslümanm müslümana satışıdır." [163]
Dört mezhebe göre de
satıcı malım satarken mevcut kusur ve arızayı bildiği halde müşteriye
söylemeyip gizlerse, hem günah işlemiş olur, hem de müşteri o malı satın
aldıktan sonra içindeki ayıp ve arızayı görürse, onu iade etme hakkı vardır ve
bu durumda satıcı o kusurlu, arızalı malı geri almak zorundadır. Ancak müşteri
malı satın aldıktan hemen sonra o malda bir kusur veya arıza meydana gelirse,
bu durumda müşterinin o malı iade etme hakkı söz konusu olamaz.
a)
Hanefi'lere göre: Mutlak anlamda alım-satım, satılan malın ayıp ve arızalardan
salim olmasını gerektirir. Aksi halde müşteri aldığı malı reddetme hakkina
sahiptir. Satıcının rızasını almadan malı yanında tutup tesbit ettiği ayıp ve
arızadan dolayı onun ftatını indiremez.
Bu konudaki genel
kural şöyledir: Tüccara ğpre bir malda fîatın noksanlığını gerektiren bir kusur
ve arıza varsa, o kusur sayıhr.Meselâ kölenin efendisinden kaçma huyu,
hırsızlık yapma adeti, yatağına işeme arızası birer kusurdur ve kölenin
değerini düşüren arızalardır. [164]
b) Şafiîlere
göre de satın alınan bir malda kadimi bir ayıp ve arızaya rastlanırsa ve malın
değerini düşürecek bir anlam taşırsa müşterinin o malı geri verme muhayyerliği
vardır. [165]
c) Diğer
iki mezhep imamlarının
da ictihadları bu doğrultudadr. [166]
952 nolu Ukbe hadisini
aynı zamanda Ahmed, Darekutnî, Ha-ım ve Taberanî tahric etmişler ve îbn Hacer
onun isnadım hasenle-ûştir. O bakımdan 'müctehidlerin çoğu bu
hadisle istidlal tmişlerdir.
953 nolu Vasile hadisini İbn Mace tahric etmiş ve
Hakini el-lüstedrek'te bunu nakletmiştir. Ancak isnadında Ahmed Ebû Cafer
r-Razî ile Ebû Siba1 bulunuyor. Birincisi hakkındaki tesbit ve örüşler
farklıdır. İkincisinin ise meçhul olduğu söylenir. Nitekim Ze-ebî de onun
meçhul olduğunu belirtmiştir. [167]
954 nolu Ebû Hüreyre hadisini aynı zamanda Hakim
tahric tmiştir. Ahmed b. Hanbel ve Daremî de bunun bir benzerini tahric tmişler
ve rivayete kuvvet kazandırmışlardır. Böylece Ebû Hüreyre .adisiyle istidlal
edilmiştir. Ayrıca îbn Hibban ve Taberanî de bu riayete yer vermişlerdir.
955 nolu Adda1
hadisini Nesâî, İbn Carud tahric ederken Buharı nu talikan rivayet etmiştir.
Vasile hadisinde
"hiç kimsenin" şeklinde bir ifade kullanılırken liğer bir rivayette
"hiç bir müslümanm" şeklinde bir ifadeye yer ve-ilmiştir. Böylece
İslâm hem bir müslümanm diğer bir müslümanı ıldatmasmı, hem de haksız yere
herhangi bir kimseyi aldatmasını iarain kılarak insan haklarını, özellikle de
alış-verişte bu haklara ri-lyet edilmesini teminat altına almıştır.
Ebû Hüreyre hadisinde
"Bizi aldatan bizden değildir" şeklinde )ir anlatım tarzı rivayet
edilirken diğer bir rivayette "Bizi aldatan >enden değildir"
şeklinde bir anlatıma yer verilmiştir. Bunun anlamı şudur: "Benim
getirdiğim doğru yolu yol olarak seçmemiş, benim ilim re amelime uymamış, güzel
yolumu seçmemiştir."
Bu rivayetler ve
anlatım tarzları, gerek alış-verişte, gerekse üğer konulardan başkasını
aldatmanın kesinlikle haram olduğu orsaya çıkıyor.
1- Hiçbir
kayıt kullanmaksızm mutlak anlamda yapılan alım-satım, satılan malın ayıpsız ve
arızasız olduğuna delildir.
2- Bu
durumda satın alınan malda bir ayıp ve arıza görülürse müşteri o malı geri
verme hakkına sahiptir.
3- Müşteri
bir malı salim şekilde satın aldıktan hemen sonra onda bir kusur ve arıza
meydana gelirse o takdirde müşterinin o malı geri verme hakkı yoktur.
4- Müşteri malı satın aldığında onda bir kusur
ve arıza olduğunu görürde ve bu yüzden fıatımn indirilmesini isterse, bu doğru
olmaz; ya aldığı fıata kabul eder ya da olduğu gibi reddeder. (Bu Hanbelüere
göredir.)
5- Ancak ticari kural olarak tacirlere göre bir
malın fıatımn noksanlığını gerektiren bir kusur ve arızadan dolayı müşteri
böyle bir istekte bulunabilir.
6-
Alış-verişte müşteriyi aldatmak haramdır ve yasaktır.
7- Alış-verişte veya başka bir konuda din
kardeşini aldatan kimse, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in sünnet ve hidayetinin
dışına çıkmış olur ve o yüzden büyük günah işlemiş sayılır.
8- Alış-verişte müşteriyi aldatmak, kalitesiz
malı çok yüksek kaliteli diye satmak,
fiatmı düşürecek bir
arıza ve kusur açıklamadan arızasız mal fıatına satmak
kul hakkına taalluk eden bir konudur.
9- Kul hakkından tevbe ve istiğfarla kurtulma
şansı yoktur. Meğer ki o hakkı sahibine veya varislerine iade etmiş ola..
10- Hçbir
ibadet ve dua kişiyi kul hakkının vebal ve sorumluluğundan kurtarmaya yeterli
değildir. Zira onun davacısı bizzat insandır. Allah ise mutlak adildir.
Müşterinin gözünü
doldurup hayvanın çok süt verdiğini ;östermek ve böylece hayvanı gerçek
değerinin üstünde satmak, hile-i ve aldatmaca satışlardan biridir ve o bakımdan
haramdır, caiz Leğildir,
insan haklarını en
ince yanlarına kadar dikkate alıp koruyan ve naddeyi amaç olmaktan çıkartıp onu
araç olarak tanıtan; kardeşlik ağlarını zayıflatan, toplum bünyesinde
güvensizlik doğuran her .ürlü alım-satımı, söz ve davranışı yasaklayan îslâm
Dini, bu yönüyle le insanlığın son umudu ve tek kurtuluş çaresidir. O bütün bu
esas re kuralları vazederken hem manevî, hem de maddî müeyyideleri beraberinde
getirmiş ve eğitim yoluyla da bunların hikmet ve amacını salp ve kafalara
işlememizi emretmiştir.
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle .buyurmuştur: ''Deve,
koyun ve keçi (aynı zamanda sıfır) in memesinde iyice süt birikmesini bekleyip
onu öylece satmaya kalkışmayın: Artık kim böyle bir duruma getirilen bir
hayvanı satın alırsa, onun sütünü sağdıktan sonra şu iki hususta muhayyerdir:
Duruma razı olursa satın aldığı havyanı geri vermeyip yanında tutar;
(aldatıldığına) Öfkelenirse, onu bir sa' hurma ile (süte karşılık olmak üzere)
birlikte reddeder." [168]
Buhari ve Ebu Davud'un
rivayet ve tesbitinde ise hafız su lafızla nakledilmiştir.”Kim,memesınde iyice
süt birikmiş koyun ve keçiyi satın alır da onoun sütünü sağarsa,artık o bu
durumda aldığına razı olursa , omu yanında tutar (geri vermez) veya
(aldatıldığına) öfkkelenirse ,sağdığı süte bedel bir sa’hurma ile birlikte onu
satıcıya geri veriyor.”
Müslim’in rivayetinde ise buna yakın bir
anlatım tarzı yer alıyor.Şöyle ki:
Kim,memesine iyice süt
dolmuş sağılı bir deve veya memesi iyice süt dolmuş bir koyun satın alırsa, o
ohayvanın sütünü sağdıktan sonra şu iki hususta muhayyerdir:Ya o hayvana razı
olur, veya bir sa’hurma ile birlikte geri çevirilir.”[169]
Buhari dışında
beşlerin rivayetinde ise şöyle buyurulmaktadır: "Kim memesinde iyice süt
birikmiş bir hayvan satın alırsa, o üç güne kadar o hayvanı alıkoyma veya
satıcısına reddetme hususunda muhayyerdir; reddettiği takdirde beraberinde
(sağdığı süte karşılık olmak üzere) buğday değil de sadece bir sa' hurma
verir."
Ebû O
smanen-Nehedî'den yapılan rivayete göre, Abdullah (r.a.) şöyle demiştir:
"Kim memesi iyice
sütle dolmuş bir hayvan satın alır da (aldatıldığını anlar ve o sebeple) onu
reddederse, artık beraberinde bir sa' hurma ile reddetsin." [170]
a)
Hanelilere göre: Ebû Yusuf a göre, müşterinin gözünü doldurmak için hayvanın
memesindeki sütün birikmesini sağlamak ve öylece satmak, caizse de günahı
gerektiren bir alış-veriştir. O bakımdan
onu satm alan kimse sağdıktan sonra aldatıldığını anlarsa, onu geri vermekte
muhayyerdir. Geri verdiği takdirde sağdığı sütün bedelini öder.
İmam Züfer'e göre
sütüntbedeli olarak yarım sa' hurma, ya da yarım sa' buğday öder. [171]
b) Şafiîlere
göre: Memesi süt dolu hayvanı satm aldıktan sonra henüz sütü sağmadan durumu
farkederse, o takdirde o hayvanı satıcısına reddeder ve başka bir şey, bir
bedel ödemez. Çünkü sütü sağmadan reddetmiş bulunuyor.
Sütünü sağdıktan sonra
satıcının hile yaptığını anlar ve o yüzden geri vermek isterse, beraberinde bir
sa' hurma verir ki bu sağılan süte bedel sayılır. [172]
Şafrîlerden bir kısmına göre, sağılan sütün bedeli, beldenin kutundan (ana gıda
maddesinden) ödenir. Ma-likîler de aynı görüştedirler, yani onlara göre de
sütün bedeli beldenin galip olan kutundan ödenir. [173]
c)
Hanbelîlere göre: Beldenin galib olan kutu hurma ise ondan, hurma değilse
galip olan kuttan ödenir. Böylece Hanbelîler konuyla ilgili hadisleri biraraya
getirerek hepsinden belirtilen hükmü çıkarmışlardır. [174]
d) İmam Ebû
Hanife'ye göre: Memesi süt dolu hayvanı satm alınca, onu o ayıpla reddetme
hakkı yoktur. Ancak" sütünün az olduğu, yani az süt verdiği anlaşılınca
ona göre değerinden bir miktar indirmesini talep etme hakkı söz konusudur.
Böylece Ebû Hanife bu konda kıyas yolunu seçmiştir. [175]
960 nolu Ebû Hüreyre
hadisi sahih olup istidlal ve ihticaca sa-lihtir.
Hayvanın memesinde
biriken sütü sağmayıp iyice dolup büyümesini beklemek ve ondan sonra onu o
vaziyette çok süt veren bir hayvan görünümünde satışa çıkarmak
"musarrat" tabiriyle ifade edilmiştir. Nitekim îmam Şafiî de tasriyeyi
yorumlarken şu bilgiyi vermiştir: "Tasriye, koyun veya devenin yavrusunu
tutup süt emmesini önlemek ve memedeki sütü iyice çoğalıp memeyi şişkin
hale"getirmesini beklemek ve böylece müşteriye satılığa çıkarılan
hayvanın çok ve bol süt verdiği zannını doğurmaktır."
Ebu Ubeyde de
tasriyenin aslını şöyle manalandırmıştır: "iyice toplansın diye sütü
memede alıkoymak tasriyedir."
Bu konuda deve ve
koyun birer ölçü ve misaldir. Eti yenen ve sütü içilen her hayvan hakkında aynı
hüküm caridir.
Böylece müşteri satın
aldığı ve sütünün bol olduğunu sandığı hayvan konusunda aldatıldığını anlayınca
onu geri verme hakkına sahiptir. Hadisin açık delaletinden bu rahatlıkla
anlalaşüıyor. Ancak bu geri verme olayında sağılan süte karşılık bir sa' hurma
verilmesi bir hüküm olarak yer almaktadır. Hurma dışında kalan buğday ve
benzeri bir şey vermekte bir sakınca var mıdır? Buharî dışında beşlerin rivayet
ettiği hadiste bir sa' hurma verilmesi konu edilirken ardından "semrâ
değil" kaydı yer almıştır. Bundan, ancak hurmanın verilebileceği, buğdayın
onun yerine, geçmiyeceği anlaşılıyor. Başka rivayetlerde ise "taam"
sözüne yer verildiğine bakılırsa, taamdan maksadın ilk anda buğday olduğu
hatıra gelir ve taamın sadece buğdaydan ibaret olmadığını vurgulamak için (lâ
semrâ) denilmiş olabilir.
Nitekim Müsne-i
Ahmed'de isnad-ı sahih ile yapılan riva-yette şöyle buyurulmuştur:
"Taamdan bir sa' veya hurmadan bir sa'" bu tarz anlatım tahyire mi,
yoksa ravinin şekkine mi delalet etmektedir? Her iki ihtimale göre de sağılan
süte bedel buğday ve benzeri bir şeyin verilmesinin de yeterli olacağı
anlaşılıyor. Çünki İslâmî hükümler yalnız hurma yetiştiren ülkerle bağlı
olmayıp umumilik ar-zetnıekte ve bütün ülkelere hitap kudretini taşımaktadır.
Bu bapta Ebû Davud'un
İbn Ömer (r.a.) dan yaptığı rivayette ise şöyle denilmektedir: "Hem o
hayvanı geri verir, hem de onunla be-raber misli süt ye veya sütün iki misli
buğday verir.." Ancak Hafız
bn Hacer bu hadisin
isnadının zayıf olduğunu tesbit etmiştir. îbn ludame de bu hadisin metruk
olduğuna dikkat çekmiştir. [176]
Hanefî imamlarının
çoğunun bu hadislerle istidlal etmememler-tıin asıl sebeplerinden biri de
şudur: Yapılan rivayetlerin bir psmında "taam", bir kısmında
"temir", bir kısmında "birr veya tumh", bir kısmında da
"sa'an min temir lâ semrâ" tabirleri geçmekte ve o yüzden hadis
metinlerinde ıztırap bulunmaktadır. Sonra da hadisteki rivaletler ve hükümler
genel kaidelere muhalif lüşmektedir, O bakımdan bu hadislerle değil, ana
kaidenin ışığı altında kıyas yolunu seçmenin daha isabetli olacağı söz
konusudur.
Hadislerle amel eden
müctehidlerin ise buna karşı verdikleri cevaplar vardır. Kitabımızın hacmi kafi
gelmediğinden onları buraya almaya gerek görmedik.
1- Satılık
dişi hayvanın sütünü sağmayıp memede iyice birikmesini ve hayvanın bol süt
verdiği kanısını doğramasını sağlamak haramdır, yasaktır.
2- Bü tür
bir alış-veriş hileli alım-satun kapsamına girer.
3- O
bakımdan sözü edilen hayvanı satın alan kimsenin bir rivayete göre en geç üç
gün içinde onu satıcısına geri verme hakkı vardır. Diğer rivayetlere göre,
farkına vardığı zaman geri verme hakla söz konusudur.
4- Bu
durumda satıcısı o hayvanı geri almak zorundadır.
5- Sağılan
süte bedel bir sa1 hurma veya buğday veya benzer bir gıda maddesi verilir.
6- Veya
sağılan sütün bedeli nakit olarak belirlenerek Ödenir. ,.
7- Sağılan
sütü veya mislini vermek ise ihtilaflıdır.
İslâm fıkhında buna
"sür", "tes'îr" denir. Satışa arz edilen lara yetkili
organlarca narh, yani kar haddi konması söz konusudur. İslâm Dini kendi sistemi
ve bütünlüğü içinde bu konuyu ele almış ve piyasada fahiş fiatla mal satmayı
önlemek, aynı zamanda tüketiciyi korumak için satışa arzedüen mallara narh
koymayı, kar haddi belirlemeyi uygun bir çare olarak görmemiş ve bu yüzden
böyle bir müdahaleyi mekruh, hatta fukahanm bir kısmına göre gayr-i caiz
saymıştır.
Zira İslam'ın temel
haklarla, insan haklarıyla, yüksek ahlak ve sorumlulukla, Allah ve ahiret
inancı ve korkusuyla ilgili koyduğu esas ve pirensipler dosdoğru uygulandığı ve
nesiller bu çerçeve içinde eğitilip yetiştirildiği takdirde kardeş olan
müslümanlarm birbirlerini aldatması, fahiş fiatla mal satması pek istisnaî bir
olay olarak kalır.
Ama maddeyi amaç seçen
ve bu yüksek ahlak ve kültürü, iman ve irfanı nesillere vermeyen, veremeyen ülkelerde
devlet ister istemez piyasaya müdahale ihtiyacı duymakta, tüketiciyi korumak
için belli bir kar haddi koymaktadır. Günümüzde kapitalist sisteme bağlı
ülkelerde serbest ekonomi modeli seçilirken tüketici ezilmekte ve onu
vurguncuların şebekesinden koruyup kurtaran müeyyidelere pek yer
verilmemektedir. Bu sebeple de toplum bünyesinden güven sarsılmakta, kimse
kimseye itimad etmemekte ve her alış-verişte aldatılırım endişesi
duyulmaktadır.
Bu yönüyle de Yüce
İslâm Dini, mallara narh koymak yerine kalplere ve kafalara iman ve ahlak
sınırları yerleştirmekte ve "Sizden biriniz kendisi için arzu edip
istediği şeyi mü'min kardeşi için de arzu edip istemedikçe (olgunluk ölçüsünde)
iman etmiş sayılmaz" pirensibini işlemektedir.
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz döneminde piyasada fîatlar ü yükseldi. Derken ashab-ı
kiramdan bir kısmı: tfYa Resu-ah! Fiatlara narh koysanız ya..1' diye istekte
bulundular, [ıun üzerine Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: eki
daraltıp genişleten, fiatları ayarlayan, rızkı veren Al tır. Doğrusu ben,
sizden hiçbirinizin ne bir haksızlık, ne kan ve ne de bir mal benden talep
etmediği halde Allah'a ruşmayı umuyorum." [177]
a)
Hanefîlere göre: İnsanlar kar sağlasınlar dişe sari' alış-işi meşru kılmış ve
gabn-i fahiş ile satışta bulunmayı haram niştir. O bakımdan sari' ahş-verişte
kar sağlamayı men'etmediği i, kar konusunda bir tahdid de koymamış; sadece
aldatmayı, hileli ısta bulunmayı yasaklamıştır. Böylece bir malda bulunmayan
İlikleri varmış gibi göstermenin, satılan maldaki ayıp ve arızayı lemenin haram
olduğunu belirtmiştir. Bunun için müşteriye, al-aldığı, hileli mal satıldığı
takdirde satın aldığı malı geri verme kkım, yani tahyir hakkını tanımıştır.
Böylece satıcı malım satark-gabn ve tedlis yapmamaya dikkat etmek zorunda
bırakılmıştır.
si halde sattığı mal
geri verilir ve itibarı kökünden sarsar.
b) Diğer üç
mezhep imamları da: "Gabn-i fahiş" konusunda irttiğimiz gibi, az
farklı yorumlar ortaya koymuşlardır. Şafıîler bir bis söz konusu olmadığı
takdirde gabn-i fahiş sebebiyle malı geri rme muhayyerliği yoktur derken,
Malikîler adetin fevkinde bir al-tma yoksa, malı geri verme muhayyerliği söz
konusu olmaz mislerdir. Hanbelîlere göre, satıcı ile alıcının piyasayı ve
fiatları medikleri takdirde fahiş fiatla satılan malı geri verme muhayyer -;i
söz konusudur demişlerdir. Hanefîler de gabn-i fahişin, malın rçek değerini,
yani fîatrnı takdir eden bilir kişilerin ölçüsünü aşan 3bettir diyerek bir
sınırlama getirmişlerdir. [178]
Böylece dört mezhep de
zaruri bir durum olmadığı sürece mala ırh konulmasını caiz görmemiş ve bunu
mekruh saymıştır.
1- İslam'a
göre, fevkalade bir durum yokken, yetkili organların fiatları, narh koyup
dondurması caiz değildir.
2- Kar
haddi, gabn-i fahiş, tedlis ve telbis sınırına varmadıkça serbest meşru
bırakılmıştır.
3- Gabn-i
fahiş ve tedlis yoluyla satılan bir malı geri verme muhayyerliği vardır.
4- Ancak
tüccar zulümde bulunur da çok fahiş fiatla mal satmaya başlar ve manevi hiçbir
müeyyide tanımazlarsa, o takdirde yetkili organ fiatları belli bir kar
sınırında tutmak ve tüketiciyi korumak için narh koyabilir. [179]
5- Nitekim
İmam Malik ve Şafiüerden bir kısmı kıtlık yıllarında aşırı kar sağlamayı
önlemek, tüketiciyi korumak, kıtlıktan dolayı çok fahiş giatla mal satmaya
özenen fırsatçıları durdurabilmek için piyasaya el koyup fiat tahdidi yapmanın
caiz olduğunu belirtmişlerdir. [180]
6- Tabiinden
Said b. Müseyyeb, Rebi'a b. Abdirrahman, Yahya b. Said el Ansarî de toplum
maslahatı söz konusu olmadığı zaman tesir
cihetine girmenin, yani
haddi koymanın caiz
olduğunu söylemişlerdir. [181]
7- Hidaye
sahibi ise bu konuda şöyle demiştir;
"Sultanın insanlara
karşı kar haddi koyup fiatları belli sınırda tutması uygun ve caiz olmaz. Ancak
yiyecek maddesi satanlar te-hakkümde bulunup yiyecek maddelerinin kıymetini
aşırı derecede yükseltiyorlarsa ve kadı da ancak fıat tahdidiyle müslümanlarm
hukukunu koruyabiliyorsa, o takdirde ehl-i rey ve basar ile istişare ederek
kar haddi koyabilir." [182]
8- Serbest
piyasa* ekonomisini sağlam bir düzeyde işler durumda tutabilmek için
nesillerin dini konularda ciddi biçimde eğitilip yetiştirilmesi vaciptir. O
bakımdan Hz. Ömer ticaret kural ve ahlakından nasibini almayanları ticaretten
men'etmiştir. İmam Ma-lik'in de bu hususta içtihadı vardır.
İhtikar, bir ihtiyaç
maddesini satın alıp piyasada azalmasını ve yüzden fîatımn yükselmesini
beklemek maksadiyle o malı depoya laldırıp saklamak demektir. Şüphesiz böyle
bir ticari tutum ve dav-•anışta ihanet ve tüketicilere zulüm söz konusudur.
O bakımdan sari1
(Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz) ihtikarı yasak-ayıp haram kılmıştır.
Said b. Müsâyyeb'den,
o da Ma'mer b. Abdillah el-Adevî'den rivayet etmiştir. Adı geçen diyor ki:
Resulüllah (s.a.v,) Efendimiz şöyle buyurdu: "Ancak günahkar suçlu ihtikar
yapar." [183]
Ma'kıl b. Yesar (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen, Re-sulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu
haber vermiştir: "Kim müslümanların piyasasına, onlara karşı aşırı fiat
(kar) sağlamak için bir şey (ihtiyaç maddpsi) ile girerse, onu kıyamet gününde
ateşten bir döşek, minder üzerinde oturmak Allah üzerine bir haktır»" [184]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurdu: "Kim müslümanlar aleyhine aşırı fit artırmayı dileyerek bir ihtikarda
bulunursa, o günahkar ve suçludur." [185]
Ömer (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Peygamber (s.a.v.)
Efendimizden duydum şöyle buyuruyor-du: "Kim müslümanlara karşı onların
yiyecek maddelerini ihtikar ederse, Allah onu cüzam ve iflas ile vurur.."
[186]
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.ü.) şöyle buyurmuştur: 'Ticari malı
getirip piyasaya (az bir kar ile) süren merzuktur (rızıklanmış, bahtiyar);
muhtekir isje merûndur." [187]
a)
Hanefîlere göre: Hanefî imamları bu konuda biraz genişlik getirip kendi
ictihadları doğrultusunda birtakım şartlarla ihtikara cevaz vermişlerdir. Şöyle
ki:
1- Bir belde
veya kasabada satın aldığı yiyecek maddelerini depolar ve fakat bu yüzden
halka bir zarar vermiş olmaz, yani o maddeler piyasada bulunursa, o takdir de
bir süre depolayıp sakla-masında bir sakınca yoktur.
2- Yakın bir
kasaba veya beldeden satın alıp kendi beldesine nakleder ve piyasada o
maddelerden pek az bulunur da depolayıp satışa arzetmediği takdirde halka zarar
verecek olursa, bir süre depolaması mekruhtur. Bu daha çok İmam Muhammed'in
kavlidir. Ebû Yusuf tan da bu anlamda bir rivayet söz konusudur.
3-
Cem'u'l-cevâmi'de ise şöyle denilmektedir: "Yiyecek maddelerini uzak bir
yerden satın alıp getirir de satışa arzetmiyerek onu de-polarsa bu mekruh
değildir."
4- Bir beldeden
satın alıp diğer bir beldeye naklettikten sonra [tikarda bulunursa, bu da
mekruh sayılmaz.
5- Kendi
tarla ve bahçesine ekip yetiştirdiği gıda maddelerini atışa azetmeyip depolarsa
bu da mekruh değildir. Ancak efdal olanı jıdur: İhtiyacından arta kalanını
müslümanlarm ihtiyacı bulunuyor-a onlara satmasıdır.
6-
Depolamanın uzun süresi bir ay olarak takdir edilmiştir.
7- İhtikarın
iki ayrı türü vardır: Biri Matlar yükselsin diye bekitmek; diğeri kıtlık olsun
diye bekletip satışa arzetmemek.. İkinci arün vebalı birincisinden çok daha
büyüktür.
8- Ebû Yusuf
a göre müslümanlarm umumuna zarar veren her iaddeyi satışa
arzetmeyip depolamak ihtikardır.
İmam Mu-lammed'e göre, halkın
geçimiyle ilgili gıda maddeleriyle hayvanların ıeslenmesine yönelik olan maddeleri
satışa arzetmeyip depolama1 tıtikardır.
9- Halka
zarar verdiği takdirde yetkili organın muhtekiri, de-»oladığı malı satışa
arzetmeye zorlaması caizdir.
10- Yiyecek
maddelerini depolayıp satmayarak fahiş fisıtla sat-nayı beklemek mekruh olduğu
gibi, mevcut maddeleri piyasaya, ih-,iyaç bulunduğunda fahiş fîatla satıp aşırı
kar sağlama söz konusu )lduğu ve kadı (yetkili organ) da bunun önüne geçemediği
takdirde, o naddelere narh koymak, yani kar haddi belirlemekte bilicma' bir
sakınca yoktur. [188]
b) Şafiîlere
göre: Bu mezhep imamları genellikle halka sıkıntı re zarar veren depolama
üzerinde dururken daha çok ihtikar kapsamına giren maddelerin yiyecek, yani
kut (beldenin ana yiyecek maddesi) niteliği taşıyanları olduğunu
belirtmişlerdir.
c) Hanbelîlere göre: Bu mezhep imamlarına göre,
bir malın ihtikar kapsamına girip haram sayılması için üç şartın bulunması söz
konusudur:
1- O malın
satın alınması..
Başka bir yerden celb
edip getirilen veya kendi mülkünden elde edilen bir maddenin depolanması
ihtikar kapsamına girmez.
2- O
maddenin müşteriler için kut (geçim gıda maddesi) olması.. O bakımdan helva,
bal, zeytin ve benzeri katık anlamında olan
maddeler kut niteliği
taşımadığından ihtikar kapsamına girmemektedir.
3- Satın
alıp depoladığı maddeden dolayı halka sıkıntı getirmiş bulunması.. O bakımdan
piyasada o maldan bulunuyor ve bir sıkıntı söz konusu değilse, ihtikar da söz
konusu olmaz. [189]
d)
Malikîlere göre: Bu mezhebin önde gelen imamı Malik'e göre de dışarıdan celb
edilen maddeleri depolayıp satışa arzetmemek ihtikar sayılmaz.
Böylece Hanefî
mezhebine göre, ihtikar mekruhtur. Diğer üç mezhebe göre haramdır.
975 nolu Said ve Ma'mer hadisini hem Tirmizî, hem
de diğer muhaddisler tahric etmişlerdir. Hadis hasen veya sahih kabul
edil" diğinden müçtehitlerin çoğu onunla istidlal etmişlerdir.
Böylece hadis, ihtikar
yapan kimsenin suçlu günahkar olduğuna delalet etmekte ve bu manayla ihtikarın
haram olduğu anlaşılmaktadır.
976 nolu Ma'kıl
hadisini Taberânî el-Kebir ye el-Evsat'ta tahric etmiştir. Ancak isnadında Zeyd
b. Murre bulunuyor. Mecmeu'z-Zevâîd'de bu zatın tercüme-i haline rastlanmadığı
kaydedilmektedir, O bakımdan biraz ihtiyatla bu rivayete bakılmıştır. Geri
kalan ricalinin hepsi sahihtir.
977 nolu Ebu Hüreyre hadisini aynı zamanda Hakim
tahric etmiştir. Ancak onun rivayetinde şu fazlalık da bulunuyor: "Ve
gerçekten onun ilgisi Allah'tan kopmuş olur.."
Ancak bu hadisin
isnadında Ebû Ma'şer bulunuyor ki bu zat zayıftır. Bununla beraber onun sika
olduğunu söyleyenler de var. [190]
Nitekim Zehebî Bu ismi taşıyan üç raviye yer verirken onların zayıf veya sika
olup olmadıkları hakkında bir bilgi vermemiştir. [191]
Ma'mer hadisiyle birbirini kuvvetlendirmekte olduğundan ilim adamlarının çoğu
bununla da istidlalde bir sakınca görmemişlerdir.
978nolu Ömer hadisinin
isnadında Heysem b. Rafı' bulunuyor. Ebû Davud'a göre bu zat münker hadis
rivayet eder. Zehebî bu zatın ihtikârla ilgili rivayetinin münker olduğunu
nakletmiştir. Sonrada bu konuyla ilgili onun rivayetini vürud sebebiyle
naklederek şu bilriyi vermiştir: "Felrruh Mevla Osman şöyle haber verdi:
Ömer (r.a.) mescide doğru gitti. Bu arada satışa arzedilmiş yiyecek maddelerini
gördü ve hoşuna gittiğinden şöyle dedi: "Allah bu yiyecek maddelerini de,
onları celbedip buraya kadar getirenleri mübarek eylesin." Bunun üzerine
biri ona: "Ya Emirelmü'minin! Bu maddeler ihtikâr edilmiştir" diye
haber verdi. O da: "Kim ihtikâr etmiş?" diye sorunca, "Ferruh
Mevla Osman..." diye cevap verdiler ve bir de falan mevlâ Ömer diye' ilâve
ettiler. Bu haber üzerine Hz. Ömer o iki adama dönüp "Sizi buna
cesaretlendirip iten nedir?" diye sordu. Onlar da: "Kendi malımızın
karşılığında satın alıp satıyoruz" diye cevap verdiler. Hz. Ömer şöyle
dedi: "Resûlüllah (s.a.v.) E fendimiz'den duydum, buyurdu ki: "Kim
müslümanlar üzerine onların yiyecek maddelerini ihtikâr ederse Allah onu iflas
ve cüzam ile vurur."
Bunun üzerine Ferruh
şöyle dedi: "Allah'a ve sana söz veriyorum ki, bir daha ihtikâra
donmiyeceğim." Mevlâ Ömer'i ise meczum olarak gördüm.." [192]
Ayrıca bu hadisin
isnadında Ebû Yahya el-Mekkî bulunuyor ki, o da meçhuldür. [193]
Bununla beraber
hadisin şe'vahidi bulunuyor; İbn Mâce ve Hâkim'in, aynı zamanda İshak b.
Rahuye, Dâremî, Ebû Ya'lâ, el-Akîlî'nin İbn Ömer (r.a.) dan rivayet ettikleri
şu hadis bulunuyor ki, 979 numara ile onu konunun baş kısmında nakletmiş
bulunu-yoruz: 'Ticari malı getirip piyasaya (az bir kar ile) süren mezrûktur
(rızıklanmış, bahtiyar); muhtekir ise mel'ûndur."
Şüphesiz bu hadis her
ne kadar zayıf hadisler arasında yer almışsa da bu baptaki diğer rivayetlerle
kuvvet kazanmaktadır.
Yine bu bapta ibn Ömer
(r.a.) dan rivayet edilen bir diğer hadis şöyledir:
"Kim yiyecek
maddelerini kırk gece satışa arzetmeyip kaldırır (da ihtikarda bulunur) sa o
Allah'tan, Allah da ondan beri kalır (ilgisi kopar)."
Bu rivayetin sahih
olup olmadığı da ihtilaf konusudur.
Bunların dışında
birtakım rivayetler daha bulunuyor ki, konuya kuvvet kazandırmakta ve ihtikarın
haram olduğuna delâlet etmekte-
Sonuç olarak
diyebiliriz ki, ihtiyaç maddelerini satışa arzetmeyip depolamak ve fıatlarm
yükselmesini beklemek konusunda tahran ve kerahet illeti, halka, yani ihtiyaç
sahiplerine sıkıntı verip onları zarara sokmaktır. Bu hususta yiyecek
maddeleriyle diğer ihtiyaç maddeleri arasında fark yoktur. Ancak İmam Gazali
İhyada bunun hilafına şöyle demektedir: "Kut (beldenin ana yiyecek
maddesi) olmayan ve ona destek anlamı taşımayan maddelere yasağın kapsamı
uzayıp geçmez."
1- ihtikar,
halkın ihtiyaç maddelerini satışa arzetmeyip depolamak ve fıatlarm
yükselmesini veya kıtlığın başlamasını beklemek anlamına gelir.
2- Bu
manayla ihtikar yasaktır ve haramdır.
3- Uzak bir
ülkeye veya beldeden satın alınıp getirilen maddeleri satışa arzetmeyip
depolamak ihtikar kapsamına girmez. Bu, Ha-nefîlere^ göredir.
4- Kendi
tarla ve bahçesinden elde ettiği gıda maddelerim bir süre satışa çıkarmayıp
saklamak da ihtikar sayılmaz. Buda hanefı-lere göredir.
5- İhtiyaç maddelerim saklayıp halka sıkıntı ve
zarar verme teşebbüsü önlenemediği takdirde piyasada istikrar sağlamak ve
tüketiciyi korumak için yetkili organlar fiat tahdidine baş vurabilirler.
6-
Müctehidlerin bir kısmına göre, ihtikar ancak ana gıda maddelerinde söz
konusudur. Katık olan maddelerle diğerleri bu kavramın dışında kalır.
7-
Müctehidlerin bir kısmına göre ise, halkın ihtiyaç maddesi kabul edilen her-
maddede ihtikar söz konusudur.
ıle alıcı arasında
meydana gelen
Ticari alanda
alış-veriş doğrultusunda zaman zaman satıcı ile alıcı arasında birtakım
ihtilaflar çıkabilir. Bir husumete yol açmaması ve kırıcı, bölücü bir hava
doğurmaması için İslâm en âdil kıstasları koymuş ve ihtilafın giderilmesini
kolaylaştırmıştır. Çünkü İslâm hukukunun anaçlarından biri de, toplum yapısında
güveni ayakta tutmak, din kardeşliğini kişisel çıkarların önünde bulundurmak,
ticari ahlakı sapasağlam ayakta tutmak ve her*hak sahibinin hakkını en adil
ölçüler çerçevesinde vermektir.
O bakımdan günlük
hayatımızın lâzim-i gayri müfariki olan (ayrılması mümkün olmayan) ve ondan
kopmaz bir parça sayılan alış-veriş, yani ticari muamele ne kadar dürst ve
adilane yapılırsa toplum o nisbette rahat eder, huzur duyar ve güven besler.
Bu muamele yaygın olduğu nisbette de birtakım ihtilaflara konu olabilir. Bunun
için Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz kalıcı kurallar ve hükümlei vaz'etmiş
bulunuyor.
İbn Mes'ud (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v,. Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Satıcı ile alıcı ihtilafa düştüğü za man, aralarında beyyine (belge ve
şahit) yoksa, söz, satıcımı sözüdür veya birbirine geri çevirirler (alıcı malı
geri verii parasını alır)." [194]
îbn Mace'nin
rivayetinde şu fazlalık yer alıyor: "Alım-satımdî mal aynen
duruyorsa" yani satın alınan mal kullanılmamış v< zayi' edilmemişse..
İmam Ahmed'de yaptığı rivayette şu faz lalığı nakletmiştir: "Satılan mal
da olduğu gibi duruyorsa.."
Darekutnt'nin Ebû
Vail'den yaptığı rivayette ise, şöyle buyurulmuştur:
"Satıcı ile alıcı
ihtilafa düşerse, satılan mal da harcanıp oratada yoksa, o takdirde söz,
satıcının sözüdür (yani onun sözüne ve iddiasına itibar edilir)."
Ahmed ve Nesâî'nin Ebû
Ubeyde'den yaptıkları rivayete göre, , adı geçen şöyle bilgi vermiştir:
"Aralarında bir malın satışını yapan iki adam ona geliyor. Biri: Ben bu
malı şu kadara satın aldım diyor, diğeri ise, ben bu malı şu kadara sattım
diyor. Bunun üzerine Ebû Ubeyde: Buna benzer bir mesele Abdullah'a (r.a.)
arzediliyor. o da ben bunun gibi bir meseleyi Peygamber (s.a.v.) huzurunda
çözülürken bulundum. Resulüllah (s.a.v.) satıcıdan yemin etmesinin istenmesini
emretti; sonra da satışda muhayyerlik söz konusudur: İsterse onu (geri) alır,
isterse terkeder." [195]
Diğer bir yorumla,
satıcı yemin etmediği takdirde alıcı muhayyerdir, dilerse alır, dilerse
terkeder. (Ancak birinci yorum daha isabet-
a)
Hanefîlere göre: Satıcı ile alıcı arasındaki ihtilaf, kusurlu fe arızalı malın
geri verilmesi hususunda beş maddede toplanır:
1- Satılan malın
sayısında ihtilaf..
Aralarında beyyine (yazılı
belge veya şahit) yoksa söz Histerinindir; yemin etmesi gerekir. Çünkü sayıyı
indiren, onun şu adar değil daha az sayıda olduğunu iddia eden odur.
2- Kabzedüen
şeyin sayısında ihtilaf..
Bu da birinci maddede
belirtilen şekilde çözülür.
3- Satılan
malm vasfında ihtilaf..
Mesela Şam imalatı
diye bir kumaşı satın aldığını, sonra da mm Mısır imalatı olduğunu iddia eden
bir müşteri, bu iddiasıyla atıcıya baş vurursa..
Burada söz, yeminli
olarak satıcınındır. Çünkü burada o, nüşterinin iddasmı inkar etmektedir.
4- Satılan
malın miktarında ihtilaf..
Mesela tartı ile satın
aldığı malın noksan çıktığım iddia ederse.. 3u durumda söz, yeminli olarak
müşterinindir.
5- Satılan
malm ta'yininde ihtilaf.
Mesela müşteri satın
aldığı hayvanı geri vermek ister.. Satıcı se, bu benim sana sattığım hayvanın
kendisi değildir derse..
Burada geriye verme
olayı niyar-i şaı*t ve rü'yete bağlıysa, yani )na dayanıyorsa, söz yeminli
olarak müşterinindir. Ama red, kadîmi 3İr ayıptan dolayı ise söz yeminli olarak
satıcınındır. [196]
b) Şafiîlere
göre: İmam Şafiî bu konuya kısaca değinerek şöyle demiştir:
"Satıcı ile alıcı
arasında ihtilaf çıkarsa, mesela satıcı: ""Bunu sana sattım, ama ben
muhayyer bulunuyorum.", müyteri de "Onu bana sattın, ama senin için
bir muhayyerlik söz konusu edilmedi" derse, Ebû Hanife'ye göre, burada söz
yeminli olarak satıcınındır. îbn Ebî Leylâ ise, söz müşterinindir. Ebû Yusuf da
bu ikine görüşü benimsemiştir. [197]
Böylece İmam Şafiî'nin
de îbn Ebî Leyla gibi bir görüşe sahip oldğu anlaşılıyor.
c)
Hanbelîlere göre: Satıcı ile alıcı arasındaki ihtilaf, satılan mal hususunda üç
maddede mütalaa edilir:
1- Maldaki
ayıp ve arızanın kimin yanında zuhur etmesiyle ilgili ihtilaf..
Aralarında meseleyi
çözecek beyyine yoksa, söz yeminli olarak müşterinindir. Mesala aldığı kumaş
veya elbisenin yırtık çıkması bu cümledendir.
2- Satılan
malm aynında ihtilaf..
Mesela satılan bir
malı müşteri geri vermek istediğinde satıcı, bu benim sana sattığım mâl
değildir, sen onu değiştirmişsin" demesi.. Eğer malı geri çevirme kadim
bir ayıptan dolayı ise, söz yeminli olarak satıcınındır. Red hiyar-i şarttan
dolayı ise, söz yeminli olarak müşterinindir.
3- Satış
bedeli üzerinde ihtilaf..
Mesela bir malı bir
mal karşılığında satın aldıktan sonra onu bir ayıp ve arıza bulunduğu halde
geriye vermek isterse, satıcı ona karşılık aldığı malı verdiğinde müşteri bu o
değildir derse, burada söz yeminli olarak müşteriye aittir. [198]
d)
Malikilere göre: Bu mezhebe göre de satıcı ile alıcının ihtilafı satılan mal
hususunda dört maddede toplanır:
1- Satış anında ayıp ve arızanın görülüp
görülmediğinde ihtilaf..
Burada söz yeminli
olarak müşteriye aittir.
2- Satılan
maldaki ayıp ve arıza müşterinin razı olup olmadığı hakkında ihtilaf.. Ayıp
satışta gizli kalmış ve sonra farkına varılarak müşteri buna razı
olmuş şeklinde bir ihtilafa da-yanıyorsa, müşterinin o malı
yeminsiz olarak geri verme hakkı vardır. Satıcının iddiası muteber değildir.
Ancak satıcı bu hususta şahit gösterirse, durum değişir.
3- Ayıp ve
arızanın kadimi olup olmadığı üzerinde ihtilaf..
Ayıp hafif olur da
satış anında pek farkına varılmazsa, söz yeminsiz olarak satıcınındır. Beyyine
varsa, ona göre karar verilir.
4- Gizli
ayıb ve arızanın mevcut olup olmadığı, yani satış vaktinde o malda böyle bir
ayıbın bulunup bulunmadığı hususunda ihtilaf edilirse, burada söz yeminsiz
olarak satıcıya aittir. [199]
986 ve 987 hadisler
Abdullah b. Mes'ud (r.a.) den rivayet edildiği gibi, meal bölümünde
naklettiğimiz rivayetler de ondan yapılmış ve böylece adı geçen sahabiden
muhtelif tariklerle aynı rivayete yer verilmiştir: îmanı Şafii Said b. Salim
tarikiyle rivayet etmiştir, Ancak isnadında ismi geçen İsmail b, Ümeyye ile
Ali b. Cüreyc hakkında farklı tesbitler olmuştur. Aynı zamanda isnadında geçen
Ebû Ubeyde'nin kendi babasından duyduğu da şüpheyle karşılanmıştır. Ayrıca Ebu
Ubeyde'nin kendi babasından duyduğu da şüpheyle karşılanmıştır. Ayrıca Ebu
Ubeyde tarikiyle Ahmed, Nesâî ve Davre-kutnî rivayet etmişler ve Hakim bu
rivayeti sahihlemiştir. îma/n Şafiî ayrıca aynı hadisi Süfyan b. Uclan
tarikiyle Avn b. Abdullah'tan, o da İbn Mes'ud'dan rivayet etmiştir. Ancak
isnadında inkıta1 söz konusudur. Zira Avn'm İbn Mes'ud'a yetişmediği
belirtilmektedir.
Tirmizî ile İbn Mace
de isnad-i münkati' ile rivayet etmişler ve Taberanî bu rivayeti şu lafızla
nakletmiştir: "Satıcı ile alıcı satışta ihtilafa düşerlerse reddedişirler
(satıcı sattığı malı geri alıp bedelini müşteriye iade eder),"
Hafız İbn Hacer bu
hadisin ravileri sikattır, diyerek istidlale sa-lih olduğuna işarette
bulunmuştur. [200]
Fukaha ihtilaf konusu
ortaya çıktığında daha çok Resulüllah'm (s.a.v.) şu genel kuralıyla amel
edilecek diyerek konuyu bu çerçeve içinde çözmeyi uygun görmüştür:
"Davacıya beyyine (belge ve şahit); davalıya da yemin düşer.." Şöyle
ki: Davacı ister satıcı, ister alıcı olsun, davasını isbat için ya yazılı
belge ibraz etmesi, değilse şahit göstermesi gerekir. Aksi halde davalıya yemin
ettirilir ve bu suretle ihtilaf giderilir. Davacı beyyine ortaya koyduğu
takdirde onun iddiasına göre, koyamadığı takdirde davalı yemin ederse bu defa
davalının iddiasına göre hükmedilir.
1- Satıcı
ile alıç: arasında ortaya çıkan ihtilaf, müctehidlerin istidlalleri
doğrultusunda çözülür.
2- Davacıya
beyyine, davalıya yemin düşer.
3- İhtilaf
satılan malın sayısında, aynında, satış
bedeli üzerinde, malın vasfında, miktarında olabilir. Bunlardan her biri
icti-hadde belirlenen kıstasa göre ele alınıp çözülür.
İslâm hukukuna göre,
mevcut olmayan bir malın satışı caiz değilse de, halkın ihtiyacı dikkate
alınarak selem şeklinde cereyan eden alış-verişe cevaz verilmiştir. Nitekim
selem işlemi İslâm'dan önce de Medine ve çevresinde çok yaygın idi. Buna çok
alışan ve ihtiyaçlarını bu yolla karşılayıp durumlarını düzelten halkı bu
yaygın alım-satımdan men'etmenin birtakım sıkıntılar doğuracağı kesinlik
arzediyordu. İslâm, üreticinin haksızlığa uğramaması, malın bedelini peşin
veren alıcının da mağdur olmaması için selemi birtakım şartlara ve kurallara
bağlamış ve böylece bu konuda da adil bir düzenleme getirmiştir.
Şüphesiz İslâm bu adil
düzenlemeyi getirirken de diğer yandan müslüman cemaati ticari ahlak konusunda
eğitip iman ve takva düzeyinde onları yönlendirmeyi ihmal etmemiştir. Zira en
çok su-i isti'male müsait olan konulardan biri ve belki de başta geleni ticari
işlemlerdir. O bakımdan İslâm fıkhında buna ağırlık verilmiş ve konulan
kurallar, Kitap ve Sünnet'e göre eğitilip yetiştirilen toplumlara yönelik
özellikte düzenlenmiştir. Bu nedenle İslâm, kitap ve sünnete göre eğitilip
yetiştirilmeyen, ticari ahlaktan habersiz olup aşırı kazanç hırsı içinde
bulunan kişilerin ticaretle uğraşmasına izin vermez.
İbn Abbas (r.a.)' dan
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Resulüllah
(s.a.v.y Efendimiz Medine'ye (hicret edip) geldiğinde, Medine'liler meyvem ve
diğer gıda maddeleri) alım-satımmda bir ve iki yıl üzeri ide (vadeli) satış
yapıyorlardı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Kim bedeli peşin vadeli satış yaparsa belli ölçü ve tartıya belirli
süreye görejyapsın." [201]
Abdurrahman b. Ebzâ ve
Abdullah b. Ebî Evfa'dan yapılan rivayete göre, bu iki zat şöyle demişlerdir:
"Bizler Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber birtakım ganimetler elde
ederdik ve bu sırada Şanı dolaylarında yaşayan Nebît kavminden bazı (tacir)
kişiler bize gelir ve biz de onlara belli bir süreye kadar vadeli olarak
buğday, zeytin yağı ve arpa hususunda bedeli peşin vererek alış-verişte
bulunurduk.." Bunun üzerine bu iki zata soruldu: "Onların ziraatı var
mıydı, yok muydu?" Sözü edilen iki zat şu cevabı verdiler: "Bizler
onlardan bu hususu sormazdık” [202]
Diğer,bir rivayette
ise şöyle buyurulmuştur:
"Bizler Peygamber
(s.a.v.), Ebû Bekir ve Ömer zamanında buğday, arpa ve zeytin yağı hususunda
vadeli mal alır peşin para öderdik ve satış akdi yaptığımız kimselerin yanında
o maddelerin (olup olmadığına bakmaz) görmezdik." [203]
Ebu Said’den yapılan
rivayete göre, adı geçen, Resulüllah (s'd.v.)'Efendimiz 'in şöyle buyurduğunu
haber vermiştir: "Kim bir şeyde selem işlemi yaparsa, artık (belli süre
sonra alacağı) malı başkasına çevirip (satmasın) ve onunla başka bir akidde
bulunmasın." [204]
îbn Ömer (r..a.)' dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim bir şey ile selemdu bulunursa, onun sahibi üzerine ödemesinden başka
bir şart getirmesin."
Diğer bir lafızla
şöyle buyurulmuştur:
"Kim bedelipeşin
olmak üzere belli vadeli bir mal satın alırsa, artık vadesi (ve cinsi, evsafı)
belirlenen maldan başka bir şey almasın, aksi halde (satıcı başka mal ge-tirip
teslim etmek isterse, selem yapan alıcısı) re'sü'1-malı (ödediği bedeli)
alsın." [205]
a)
Hanefîlere göre: Selem, vadeli malı peşin parayla satın almaktır. Bu da ancak
sıfatı ortaya konabilen, miktarı belli olan mallarda caizdir. Sıfatı
zapdedilemeyen, yani beliıienemiyen ve miktarı meçhul olan bir malda selem
işlemi caiz değildir.
Altın ve gümüş dışında
kalan ve ölçü ile tartıya giren her mal Lakkında selem işlemi caizdir. Altın ve
gümüşe gelince, İslâmî ticari isteme göre, bu ikisi nakit para kabul edilir.
Taneleri birbirine yakın ilan sayı kapsamına giren ceviz ve yumurta gibi
maddelerde de bu şlem caizdir.
Bu mezhebe göre, selem
işleminin caiz olabilmesi için sekiz jartın gerçekleşmesi söz konusudur:
1- Teslim
edilecek vadeli malın cinsinin belirlenmesi,
2- Nev'inin
belirlenmesi,
3- Evsafının
belirlenmesi,
4-
Miktarının belirlenmesi,
5- Vade süresinin
belirlenmesi,
6-
Re'sul-malın miktarının belirlenmesi,
7- Malın
teslim edilmesi gereken yerin belirlenmesi
8-
Re'sü'l-malın (verilen bedelin) kabzedilmesi.. [206]
b) Şafiîlere
göre: Selem, zimmette mevsuf olan bir satıştır ki, alış-verişte şart olan hususlardan
başka şu şartların gerçekleşmesi söz konusudur:
1-
Re'sü'1-mal (satın alınacak mala karşılık verilen bedel) m mecliste teslim
edilmesi,
2- Satın
alınacak malın vadeli olması,
3- Teslim
edilecek yerin belirlenmesi,
4- Vade
süresinin belirlenmesi,
5- Satılan
malın teslimine kudretin yetmesi,
6- Malın
miktarının belirlenip açıklanması,
7- Malın
evsafının belirlenmesi.. [207]
c)
Hanbelîlere göre: Zimmette mevsuf olan ivaza karşılık ivaz (bedel) ı teslim
etmek, yani mal vadeli olup zimmette vasıfları belirlenmiş bulunan ve bedeli
olan para mecliste teslim edilen bir satış muamelesine "selem" denir.
Selemin caiz olması
için şu altı şartın gerçekleşmesi söz konusudur:
1- Satın alman vadeli malın sıfatları
zaptedilebilir cinsten olması,
2- Satın
alınan vadeli malın evsafının belirlenmesi,
3- Belli ve
belirli bir ölçek ve tartı veya sayıda olması,
Yani vadeli olarak
satın alman malın- ölçü, tartı ve sayısı belli olup çerçevesinin çizilmesi,
4- Vadeli
malın teslim edilecek sürenin belirlenmesi,
5- Satın alman
malın mahallinde mevcut cins ve
türden olması,
6- Peşin olarak Ödenecek paranın mecliste teslim
edilmesi.. [208]
Görüldüğü gibi, mezhep
imamlarının bu husustaki görüş ve istidlalleri ve ictihadları arasında çok az
fark bulunyor. Belli şartlarda hemen hepsi birleşmiş oluyor.
d)
Malikîlere göre: Sahnûn'un İbn Kasım'dan yaptığı tesbit-lere göre, İmam Malik
selem konusunu üç bölümde işlemiştir: Ne gibi eşya ve maddelerin selem işlemine
girebileceği, selemi bozan şeylerin neler olduğu ve vadenin belirlenmesinde
gereken açıklamanın yapılması.. Bu başlıklar altında birçok fer'î meseleye yer
verilmiş ve fakat konu metodlu biçimde işlenmemiştir. [209]
Selem, hem vezin, hem
de mana bakımından selef olarak tanımlanır. Selef, vadeli satış anlamına gelir;
daha çok mal vadeli, bedeli olan para peşin şekilde yorumlanır ki selem de bu
demektir.
993 nolu İbn Abbas
hadisinde daha çok şu üç şart üzerinde durulmuştur: Belli ve belirli ölçü,
belli ve belirli tartı, sonra da belirli vade süresi.. Nitekim cumhur da
te'cilin itibar edilmesi konusunu bu hadise dayanarak istidlalen
belirtmiştir. .
Ancak bu anlatım
tarzının, peşin bir selem olamıyacağı istidlal edilebilir mi? Bu hususta ilim
adamlarının ihtilafı vardır. Peşin olmaz diyenler îbn Abbas'm şu sözünü dejil
olarak göstermişlerdir: "Bahşiş verilinceye kadar veya tahılın hasad
zamanına kadar selefte bulunmayın, vadeli mal alıp satmayın, her- halde bir
süre belirleyin.."
Peşin olur diyenler
ise buna itiraz ederek, yapılan nakl îbn Ab-jas'a aittir, yani hadis mevkuftur
ve istidlale salih değildir elemişlerdir.
Satın alman malın
teslimi için belirlenen sürenin miktarı da ihtilaflıdır: Ebû Hanife'ye göre,
bu hususta yakm ve uzak süre arasında fark yoktur. îmanı Malik'in arkadaşları ise,
belli bir süre gereklidir, ancak pazarlar ve ticari muhitlere göre süreler
değişebilir. Ama en az süresi üç gündür demişlerdir. el-Hadî ve Ibn Kasım'a
göre onbeş gündür. Ayrıca İmam Malim selemi tahılın hasad zamanına veya
hacıların ilk kafilesinin hacdan dönünceye kadar bir şarta bağlamak da caizdir.
İmam Malik bu hususta Hz. Aişe'nin şu hadisiyle istidlal etmiştir:
"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir Yahudiye adam göndererek "bana iki
elbiseyi elim genişleyinceye kadar (vade tanıyarak) gönder" demiştir."
İbn Münzir, Nesâî'nin naklettiği bu rivayeti sahih görmemiş, ta'ııda
bulunmuştur.
994 ve 995 nolu
Abdurrahman ile Abdullah b. Ebî Evfa hadisleri sahihtir ve ihticaca salihtir.
Böylece vadeli olarak teslim edilecek malın, selem akdi yapılırken parayı peşin
alanların yanında veya ülkelerinde veya belde ve kasabalarında belirlenen malın
mevcut olup olmadığına bakılm ayacağı, yani bunun şart olmadığı istidlal
edilmiştir. Nitekim İbn Reslan diyorki: "Kendisiyle selem akdi yapılan
kimsenin yanında madum (yok) olan bir malın başkası yanında mevcut olduğu ve
bunun için de o tür bir malın selem yoluyla öatışmın caiz olacağında hilaf
bulunmadığı söz konusudur."
İmam Ebû Hanife selem
yoluyla satılan bir malın akid anından mevcud olması, yani kendisiyle selem
akdi yapılan kişinin oturduğu belde ve yörede o tür malın mevcut olduğu ve
olacağı şarttır diyerek diğerlerinin görüşüne katılmamıştır. Sevrî ve Evzaî de
bu hususta imam Ebû Hanife'ye muvafakat etmişlerdir. Ancak cumhur bu görüşün
hilafını benimsemiş ve bir mal, bir madde hakkında selem akdi yapıldıktan sonra
o mal kesintiye uğrarsa, akid münfesih olmaz demişlerdir. İmam Şafiî'den
yapılan bir rivayete göre, bu durumda akid fesh olur. İmam Ebû Hanife ile onun
görüşünde olanlar şu hadisle istidlal etmişlerdir: "Peygamber (s.a.v.)
zamanında bir adam diğerine peşin bedel verip vadeli hurma satın alarak selem
işleminde bulundu. Ne var ki o yıl hurma olarak o adam bir şey çıkarmamış oldu.
O yüzden davalaştılar ve durumu Hz. Peygamber'e (s.a.v,) ar-zettiler. Resulüllah
(s.a.v.) hurma verecek zata: "Şu adamın malını ne sebehle kendine helal
kılıyorsun? Aldığın bedeli (parayı- ona) geri ver!" buyurdu ve sonra ilave
etti: "Hurmanın olgunlaşmadıkça vadeli satışını yapmayın.."
Ebû Davud'un rivayet
ettiği bu hadis sahih kabul edilerek istidlale salih görülmüştür. Hurma
hakkındaki bu nassa diğer maddeler kıyas edilir.
997 nolu İbn Ömer
hadisinin isnadında meçhul bir adam vardır. Çünkü Ebu Davud bu hadisi
Muhamnıed'den, o da Süfyan'dan, o da Kesir b. îshak'dan, o da Necranh bir
adamdan, o da İbn Ömer'den rivayet etmiştir ki, Necranh adamın kim olduğu
bilinmemektedir. İsnadında meçhul bir ravi bulunan bir hadisle ihticac edilmez.
Böylece selem
işlemiyle vadeli olarak verilecek malın halen mevcut olmasının anlamı,
kendisiyle selem yapılan kişinin bulunduğu belde ve yörede o tür bir yiyecek
maddesinin mevcut olması veya yetiştirilmekte olduğu demektir.
Sora vadesi dolup mal
teslim alınmadan onu başka bir kimseye satmak caiz değildir. Selem akdinden
başka bir cihete çevrilemez. Nitekim İmam Ebu Hanife İmam Malik ve el-Hadî de
aynı görüştedirler. İmam Şafiî ile İmam Züfer'e göre, başka bir cihete sarfı
caizdir. Çünkü bu zimmette karar kılan bir ivazdır, tıpkı karzda olduğu gibi..
Fukahanın çoğuna göre,
selem işleminde mal teslim edilin-ceye kadar bir şey rehin alınabilir. Nitekim
Tabiîn'den Said b. Cübeyr bu konuda alınacak rehin mazmun riba olur ^demiştir.
İbn Ömer, Evzâî ve el-Hasen'den de bu manada rivayet yapılmıştır. İmam
Ahmed'den yapılan iki rivayetten biri de buna delalet etmektedir. Diğer ilim
adamları ve müctehidler ise buna ruhsat vermişlerdir. Bu ikincilerin dayanağı
ise, Hz. Aişe'nin (r.a.) yaptığı şu rivayettir: "Doğrusu Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz bir Yahudiden bir miktar yiyecek maddesini vadeli olarak
satın aldı ve buna karşılık demirden bir zırh rehin olarak ona bıraktı.."
Buharı bu konuda bir
başlık koyarak "Babü'r-Rehni Fi's-Selem" demiş ve bu hadise yer
vermiştir.
1- Mevcut
olmayan bir malın satışım yapmak caiz değilse de selem işlemi bu konuda bir
istisna teşkil eder.
2- Selem,
para peşin mal vadeli olmak üzere ihtiyaçtan kaynaklanan bir satış
muamelesidir. Dört mezhebe göre de caizdir,
3- Selem işleminin caiz olabilmesi için
imamların ictihadları bölümünde açıkladığımız üzere birtakım şartların
gerçekleşmesi söz :onusudur.
4- Hadiste
ise, daha çok şu şartlara yer verilmiştir: teslim edile-;ek malın belli Ölçü ve
belli tartıda olması ve ona göre belirlenmesi, lynı zamanda vade süresinin
belirlenip açıklanması..
5- Teslim
edilecek malın, kendisiyle selem akdi yapılan kişinin yanında, evinde ve
bulunduğu yerde mevcut olup olmadığını sorup öğrenmek şart değildir. Fukahadan
bir kısmına göre, o malın belirtilen noktalarda mevcut olması, yani üretilip
pazarlanması gerekir. Aksi halde selem işlemi caiz olmaz.
6- Teslim edilecek malın, teslim alınmadan başka
bir cihete sarfı caiz değildir. Müctehidlerden bir kısmına göre caizdir.
7- Selem
işleminde rehin olarak bir
şey almak caizdir. Müctehidlerin bir kısmına göre caiz
değildir.
8- Selem
işleminde gabn-i fahiş1 ten, mal sahibini ihtiyaç içinde bulunduğundan
bilistifade sömürmekten kaçınmak hem takvanın, hem de ticari ahlakın gereğidir.
9- Selem işleminin sağlıklı ve insaflı biçimde
yürütülebilmesi için, toplumun çok iyi eğitilmesi söz konusudur. Zira îslam bu
gibi işlemlere cevaz verirken önce iyice eğitilmiş bir müslüman cemaatinin
oluşmasına dikkat eder.
Karz: Sözlük olarak
kesmek, mükafatlandırmak, şiir söylemek ve bir de kalp krizi geçirmek gibi
manalara gelir. Ayrıca sağa-sola saparak yürümek anlamına da delalet eder.
İslamî terim olarak,
daha çok faizsiz ödünç vermek manasında yaygındır.
İslâm, ticari hayata
gereken öemi ve ağırlığı verirken bunu hiçbir zaman hayatın gayesi olarak
ortaya koymaz, gerçek gaye ve amaca erişmenin bir aracı olarak belirler. Bunun
için de parayı, serveti hedef olarak göstermez, dünyada hür ve müstakil
yaşamayı, ahirette ebediyen mutlu olup kalmayı hedef olarak gösterir ve parayı
bu iki mutluluğun elde edilmesi doğrultusunda kazanılmasını ve bu uğurda
harcanmasını Ön görür. Bu yüksek gayeyi . ıhrip eden faizi, fahiş fiatla
satışı, İhtikarı ve benzeri gayr-i meşru kazançları yasaklayıp haram kılmış;
faizsiz ödünç vermeyi insan olmaıım, müslüman kabul edilmenin, din kardeşliğini
pekiştirmenin, güvenli ve huzurlu bir İslâm cemaati oluşturmanın gereklerinden
biri saymıştır.
Zira İslam'a göre,
kapitalist sistemde parayı ve servet sahibi olmayı kendilerine tek hedef
seçenlerin bu hedefe ulaşabilmek için her şeyi mubah sayacaklarında şüphe
yoktur. Nitekim günümüze kadar çeşitli ülkelerde kabul edilen ve işler durumda
olan sistemin fertleri nasıl saptırdığını ve kutsal değerleri, mevcut mevzuatı
çiğneyip geçmekte bir sakınca görmedikleri görülmekte ve bilinmektedir. O
bakımdan da sözü edilen ülkelerde toplum yapısında güven sarsılmış, kimsenin
kimseye itimad etmediği bir ortam doğmuştur.
İşte parayı sadece bir
mübadele aracı kabul edip onu meşru yoldan kazanmayı ve yine meşru ölçüler
içinde asıl gayeye yönelik olarak harcamayı emreden İslâm, bunun için karz
sistemini ortaya koymuş ve bunun dünyada da. ahirette de sağlayacağı saadeti
en çarpıcı sözlerle belirlemiştir.
îbn Mes'ud (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.)Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Bir
müslüman diğer bir lüslümana iki defa karzda bulunur (faizsiz ödünç para
verirse), bir defa (ona) sadaka vermiş gibi olur.' [210]
Enes (r.a.)' den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a,v.) Efen-imiz şöyle buyurmuştur:
"Sadaka on misliyle, karz (faizsiz dünç) ise onsekiz misliyle (karşılık
gören bir iyilik) dir." [211]
Ebû Hüreyre (r.a.)'
den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim din kardeşinden dünya gam e gussesinden bir gusseyi (sıkıntı ve
üzüntüyü) kaldırıp [iderirse, Cenab-1 Hak da onun ahiret gam ve gusselerinden
»ir gussesini kaldırıp giderir. Kim de sıkıntı da olana kolaylık ağlarsa, Allah
da hem dünyada, hem de ahirette ona kolaylık [ağlar.. Kul din kardeşinin
yardımında olduğu sürce Allah da «um yardımında olur." [212]
a)
Hanefîlere göre: Emsali olan şeylerde karz caizdir, mesela ilçü ve tartıya
giren, tanelerin büyüklüğü birbirine çok yakm olup sayı kapsamına giren yiyecek
ve diğer şeyler bu cümledendir. Emsali olmayan ve taneleri arasında farklılık
arzeden sayısal şeylerde karz caiz değildir. Mesela hayvanlar, elbiseler bu
cümledendir.
Bu genel kuralın ışığı
altında Hanefîler ne gibi maddelerde istikrazın caiz olup olmadığını
misallendirmişlerdir. Meslâ, ekmeğin tartılarak istirkrazı, cevizin ölçülerek
istikrazı, buzun tartılarak istikrazı, altın ve gümüşün tartılarak istikrazı
caizdir. [213]
b) Şafîîlere
göre: Birine karz olarak ödünç vermek, yani faizsiz ödünç vermek mendüptur.
Bunun ifade tarzı ise şöyledir: "Sana karz olarak verdim", "sana
vadeli olarak ödünç verdim", "bunu misline karşılık al",
"bedelini geri vermen üzere bunu sana temlik ettim".. Karşı
tarafında "Ben bu ödünç verdiğini kabul ettim" demesi şarttır.
İkrazda bulunanın ehliyetli olması, hacr altında bulunmaması şarttır.
İstikrazda bulunan
kimsenin verilen karzı almasıyla ona malik olmuş olur.
İkrazda bulunan
(mukriz) verdiği karz aynen duruyorsa, ona rücu' edebilir, geri alabilir. Sahih
olan kavi de budur. [214]
c)
Hanbelîlere göre: Diğer mezhepler de olduğu gibi, karz, kitap, sünnet ve icma'
ile sabit olmuştur. Mukriz hakkında men-dup, mukteriz için mubahtır.
;
Karz ancak tasarrufu
caiz olan şeylerde sahih olur. Çünkü buda mal üzerine yapılan bir akiddir. İcap
ve kabul hususundaki hükmü beyi' (ahş-veriş) hükmü gibidir. Karzde muhayyerlik
şartı söz konusu değildir. Zira mukriz istediği zaman verdiği ödünç şeyin
mislini isteyebilir. Mukteriz de imkan bulduğu zaman borcunu öder. Selem
işlemi caiz olmayan şeylerde karz de caiz değildir. O bakımdan sadece satışı
caiz olan şeyler ikraz edilebilir. Ancak ademoğlu ve mücevherat bu genellemenin
dışında kalır. Çünkü bunlarda selem işlemi de caiz değildir.
Daha çok ölçek ve
tartıya giren şeylerin karz edilmesi söz konusudur. Bir de taneleri arasında
az fark bulunan sayısal şeylerde de caizdir. O bakımdan İmam Ebû Hanife ölçü,
tartı ve belirtilen sayı kapsamına girmeyen şeylerde karz işlemi caiz değildir
demiştir. [215]
d) Maükîlere
göre: Selem işlemine uygun olan her şeyde karz da caiz ve sahihtir. Meselâ
ölçü, tartı ve sayı kapsamına giren şeyler bu cümledendir. Çünkü bunlarda selem
işlemi caizdir. Buğday, arpa ve benzeri tahıl ölçü kapsamına girdiğine ve selem
işlemine uygun olduğuna göre, karz de caiz oluyor. Bunun gibi hayvanlarda ve
ticaret mallarında da karz caizdir. Çünkü bunlarda selem işlemi de sahihtir.
Ancak mukrizin verdiği
karzdan dolayı istikrazda bulunandan hediye kabul etmesi haramdır. Meğerki karz
işleminden önce de aralarında bu tür hediyeler verilip alınmış olsun, yani
böyle bir adetin cari olduğu bilinsin, o takdirde haram değildir.
Bunun gibi mukriz
verdiği karzda kendinden yana bir menfaat sağlayacak bir şart ileri sürmesi de
haramdır. [216]
Diğer üç mezhep
imamlarının da bu görüş ve tesbitlerde olduğunu anlatmaya gerek görmüyoruz.
Yani onlara göre de menfaat celbeden her karz haramdır.
1003 nolu îbn Mesûd
hadisinin isnadında, hadis bilginlerinin tesbitine göre metruk sayılan Süleyman
b. Beşir bulunuyor. Zehebî bu zat hakkında kısa bilgi vermiş ve
Yakubel-Fesevî'nin onu zayıflar arasında saydığını belirttikten sonra bu zatın
künyesinin İbn Yesir olabilceğine işarette bulunmuştur. [217]
Darekutnî ise, bu
hadisin İbn Mes'ud üzerinde mevkuf olduğunu belirtmiştir. [218]
1004 nolu Enes
hadisinin isnadında Halid b. Yezid b. Abdirrah-man eş-Şami bulunuyor ki, Nesâî
bu zatın sika (güvenilir) olmadığına dikkat çekmiştir. îbn Main onun zayıf
olduğunu, İmam Ahnıed onun kayda değer bir şey olmadığını, Darekutnî de onun
zuafa arasında bulunduğunu belirtmiştir. [219]
935 nolu Ebû Hüreyre
hadisi sahihtir ve istidlale salihtir.
1- Emsali
olan şeylerde karz caizdir.
2- Karz,
faizsiz ödünç vermektir.
3- Menfaat
celbeden bir ikraz haramdır. O bakımdan daha önce bir hediyeleşme adeti söz
konusu değilse, mukirizin müstakrizden hediye alması haram sayılmıştır.
4- Karz,
yani faizsiz ödünç vermenin sevap ve fazileti sadakanın fevkindedir, Zİra ancak
muhtaç durumda olan bir müslüman din kardeşinden ödünç para veya mal ister.
5- Karzm
meşruiyeti kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuşturl
6- Karz
işlemi icap ve kabul ile gerçekleşir.
7- Selem
işlemi caiz olan her şeyde karz işlemi de sahih ve caizdir.
8- Karz
işleminde muhayyerlik şartı olmaz. Zira mukriz istediği zaman verdiğini mislini
isteyebilir, müstakriz de imkan bulduğu zaman borcunu öder.
9-
Hayvanlarda karz işlemi caiz değildir. Diğer bazı imamlara göre o da caizdir.
10- Karz,
daha çok ölçü, tartı ve sayı kapsamına giden şeylerde sahih olur.
11- Sayı
kapsamına giren şeylerde tanelerin büyüklük, küçüklük bakımından birbirine
yakın olması söz konusudur. O bakımdan
ceviz karz olarak verilirken sayı ile değil ölçek ile verilir.
Hayvan istikrazında
bulunmanın caiz olup olmadığında fukaha ikiyi ayrılmıştır. Bir kısmına göre,
hayvanda tam misil bulup ödemek pok zor olduğundan böyle bir istikraz
taraflardan birinin zararına Dİabilir. O balamdan caiz değildir. Böyle diyenler
daha çok rey taraf-darı olanlardır. Tam mislini bulup vermek çoğu zaman mümkün
olmasa bile diğer eşyanın çoğunda olduğu gibi yaklaşık misli bulunabilir ve o
yüzden hayvan istikrazı caizdir diyenler daha çor rivayetlerle istidlal
edenlerdir.
Ebu Hüreyre den
yapılan rivayete göre ,adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bir sinn (üç yaşında bir deve) istikrazında bulundu (ödünç
aldı) ve aldığı sinnden daha hayırlı bir sinn (mukrize) verdi ve şöyle buyurdu:
"Sizin en hayırlılarınız ödemeyi en güzel yerine getirenlerinizdir." [220]
Ebu Rafı' (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bir tane erkek deve ödünç aldı. Sonra sadaka (zekat) dan
develer ona getirildi ve.ödünç aldığı devenin yerine bir erkek deve vermemi
bana emretti. Bunun üzerine ben: "Gelen develer arasında ancak (ödünç
aldığınızdan) hayırlı yedi yaşına basmış erkek deve bulunuyor" dedim.
Efendimiz bana: "Onu o adama ver. Çünkü insanların hayırlısı ödemede en
güzel sakilde davranıp verendir" buyurdu. [221]
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber
verdi:
"Bir bedevi
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e geldi ve Peygamber (s.a.v.) de olan borcunu
almak istedi. Bunu üzerine Peygamber (s.a.v.) Havle bint Kays'e haber
göndererek ona şöyle dedi: "Eğer yanında hurma bulunyorsa, bize hurma
ge-Hnceye kadar bir miktar ödünç ver"..
[222]
1013 nolu Ebû Hüreyre
hadisini Tirmizi sahihlemiştir. O bakımdan istidlale salih görülmüş ve müctehidlerin
bir kısmı bu hadisle istidlal etmiştir. Buharı ve Müslim'de ise hadis şu
lafızla nakledilmiştir:
"Bir adamın
Resulüllah'ta (s.a.v.) alacağı bir hakkı bulunuyordu. Adam alacağını isterken
biraz kaba davrandı. Derken as-hab-ı kiram ona (hışımla) yönelmek istedi. Bunun
üzerine Peygamber (s.a.v.) "ona dokunmayın, kendi haline bırakın; çünkü
hak sahibinin söz hakkı vardır" buyurdu, sonra ilave etti: "Bir sinn
(üç yaşındaki deve satın alıp ona verin." Asha- b-ı Kiram: "Biz onun
sana ödünç verdiği sinnden daha hayırlısını bulmuş oluyoruz (yanımızdaki deve
onunkinden daha çok iyidir).." Efendimiz onlara: !>nu satın alıp
alacaklıya verin, çünkü sizin en hayırlınız, demede en güzel
davrananızdır»" buyurdu.
Bu bapta Nesâî ve
Bezzar'm Irbad b. Sariye'den rivayet ettiği ir hadis bulunuyor: "Irbad
diyor ki: Peygamber (s.a.v.) Efendimize İti yaşını doldurup yedi yaşma ayak
basan bir erkek deve sattım ve onra gelip ödeme işini bitirmek istedim: Size
ödünç sattığım devenin ledelini (parasını) ödeyin, dedim. Efendimiz (s.a.v.)
şöyle buyurdu: Ben sana ancak bir necibe (yedekte bulundurulan çok güzel ve iyi
teve) vereceğim" Sonra da beni çağırdı ve ödeyeceğini en güzel ekilde
ödedi. Arkasından bir bedevi geldi ve Peygambere "size ödünç (attığım yedi
yaşma ayak basmış erkek devemin bedelini ödeyiniz." ledi. Efendimiz ona da
(göz dolduran bir erkek deve vererek borcunu kledi."
1014 nolu Ebu Rafı1
hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. Ha-disin ıçık delaletinden, Resulüllah'm
(s.a.v.) ödünç olarak aldığı deveyi kendisi için değil, m uslum ani arın
hizmetinde kullanılmak üzere ^eytülmale aldığı anlaşılıyor. Zira o deveye bedel
olarak zekat develerinden biri verilmiş bulunuyor. Zekat ise Peygamber'e
(s.a.v.) yasak kılınmıştır, imam Şafiî de hadisi böyle yorumlamıştır.
Bu hadislerin hepsi de
hayvanın istikrazının caiz olduğuna delalet etmektedir. Nitekim cumhur da buna
cevaz vermiştir. Küfe alimleri, daha çok rey tarafdarlan bunun caiz olmadığını
kıyas yoluyla istidlal ederek belirtmişlerdir. Onlara göre bu da bir çeşit
alım-satım işlemidir. Peygamber (s.a.v.) ise hayvanı hayvan karşılğmda satmayı
men'etmiştir.
1-
Davarlardan birini istikrazda bulunmak caizdir.
2-
Karşılığını öderken daha iyisini -önceden böyle bir şart ileri sürülmemişse-
vermekte bir sakınca yoktur.
3- Daha
iyisinin veilmesi şartiyle yapılan bir istikraz caiz değildir.
4- Öderken
iyi ve alicenap davranmak sünnettir.
Rehn: Sözlükte sübut
ve devam manasına gelir. Bazısına gör e,hapsetmek anlamına da delalet eder.
Fıkhı terim olarak, alman ödünç şeyden dolayı satıcıya güven vermek üzere malî
kıymeti haiz bir şeyi satıcının yanına, borcu ödeyinceye kadar bırakmaktır. Bu,
bir bakıma bir teminattır..
Alım-satımm cari ve
caiz olduğuna göre her şeyin rihni de caizdir.
Rehn, kitap, sünnet ve
icma' ile sabit olmuştur.
Rehn'in rükünleri
üçtür: iki tarafı kapsayan akid (akdi yapanlar), yani rahin (rehin bırakan)
ile mürtehin (rehin bırakılan). Üzerine akid yapılan şey ve üçüncü olarak bu
işlemde kullanılan kelime ve cümle..
islâm, ödünç, vadeli
ahm-satımlarda alıcıya bîr kolaylık, satıcıyı da zarara uğramaktan korumak için
rehin sistemini meşru kılmıştır.
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Medine'de bir
Yahudiye zırhını rehin bırakmak suretiyle ondan ev halkı için (veresiye) arpa
satın aldı." [223]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete gö/-e:"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir Yuhadiden
veresiye olarak bir miktar yiyecek maddesi satın aldı ve ona demirden mamul
zırhını rehin olarak bıraktı.." [224]
Diğer bir lafızlahadis
şöyle rivayet edilmiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz vefat edince, daha önce veresiye satın almış olduğu otuz sa'
arpadan dolayı zırhı arpayı satan) yahudinin yanında rehin olarak
bulunuyordu."
Ebû Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Efendimiz şöyle buyuruyor: "Rehin olarak bulunduğu
zaman (hayvanın) sırtına, ona harcanana karşılık binilir. Rehin olarak
bulunduğu zaman (hayvanın) memesindeki süt de ona harcanana karşılık içilir.
Rehin hayvana binen ve onun sütünü içen kimseye o hayvanın nafakası
gerekir." [225]
Diğer bir lafızla
hadis şöyle nakledilmiştir:
"Hayvan rehin
olarak bulunduğu zaman, mürtehine ona, yem yedirmesi gerekir ve memesindeki süt
de içilir, ancak onun sütünü içene o hayvanın nafakası gerekir."
a)
Hanelilere göre: Eyleşik durumda da, yolculuk halinde de rehin işlemi meşru' ve
caizdir. Rehin olarak bırakılacak şeyin mal kapsamına girmesi ve ayırd
edilmemiş muşa' durumunda olmaması, rahin tarafından işgal edilir halde
bulunmaması, mülk anlamı ve hükmü taşımayan otlak ve benzeri umuma ait
şeylerden olmaması, necis ve o hükmünde bir vasıf taşımaması şarttır.
Rehin akdinin
gerçekleşmesi kabz ile olur. Böylece icab ve kabulden sonra rehin bırakılan
rehin olarak verilen malı kabzederse, akid tamamlanmış qlur>t -
Aynı zamanda rehin
bırakanın rehin edeceği mal üzerinde velayetinin bulunması gerekir. Malı hacr
altındaysa veya kendisi o malın velî veya vasisî bulunuyorsa veya o malı
başkasından emaneten almışsa velayeti haiz olmadğmdan bunlardan hiçbirini rehin
olarak veremez. [226]
b) Şafiîlere
göre: Rehn ancak icap ve kabul ile sahih olur. Yapılan akidde mürtehine
(kendisine rehin verilene) zarar verecek bir şart ileri sürülürse rehn hükümsüz
kalır. Bunun gibi rehin bırakana zarar verecek bir şart da rehni hükümsüz kılan
sebep- lerd-en biridir.
Rehnin ayn olması
şarttır. O bakımdan başkasında ki alacağını rehin olarak vermesi sahih
değildir. Muşa1 olan (birkaç ve iki kişi arasında ortak olarak bulunan) mal
rehin olabilir; bu hususta ortağın veya ortakların iznini almaya gerek yoktur.
Rehin bırakılan, rehin
bırakanın izniyle ve huzuruyla rehni satabilir. [227]
Rehin bırakan, rehin
bırakılanın yanına bıraktığı rehinden, aynına noksanlık vermeyen her türlü
menfaati sağlayıp istifade edebilir. Rehnin aynına zarar verecek tasarruflarda
bulunabilmesi için mürtehinin iznini alması şarttır.
Kendisine rehin
bırakılan rehin akdinde, rehinden istifade edeceğini şart koşarsa, rehin hükümsüz
olur. Bazısına göre, şart hükümsüzdür, akid sahihtir. O bakımdan kendisine
rehin bırakılan akidde ileri sürdüğü intifa ile ilgili şarta dayanarak rehinden
istifade edemez. [228]
Eyleşik ve seferi
halde rehin akdi caizdir. Ancak Mücahid, Dah-hak ve Zahiriyye'ye göre seferde
caizdir.
c)
Hanbelîlere göre: Rehin işlemi seferde caiz olduğu gibi eyleşik durumda da
caizdir.
İbn Münzir diyor ki:
"Bu görüşe Mücahid'den başka muhalefet eden bir kimse bilmiyoruz. Rehin
ancak kabz ile sahih olur. Bu aynı zamanda Ebu Hanife ve Şafiî'nin görüş ve
içtihadıdır. Hanbelî fuka-hasma göre, ölçü ve tartı giren cinsten ise bunların
rehin işlemi ancak kabz ile lüzum kazanır. Diğer şeylerde ise iki ayrı görüş
vardır: Birine göre, ancak kabz ile gerekli olur; diğerine göre mücerred akid
ile gerekli olur. Alım satımda olduğu gibi, akidin yapılmasıyla satış
gerçekleşmiş sayılır. İmam Ahmed de bu görüştedir.
Böylece alım-satımı
caiz olan her şeyde rehin işlemi sahihtir.
Ancak rehin işleminin
kabz ile sahih olduğunu söyleyenlere yapılan rehin taşınır mal ise kabz
edilmekle; taşınmaz mal ise, rehin bırakanın o malı mürtehine bırakıp ara
yerden çekilmesi ve bir engel koymamasıyla gerçekleşir. [229]
c)
Malikîlere göre: Bu mezhep imamlarına göre de alım-aı sahih olan her şeyin
rehni de sahihtir. Aynı zamanda rahinin, rehin veren kimsenin mümeyyiz olması
şarttır.
Bu mezhebin diğer
mezheplerin çoğundan bu konuda ayrıldığı LSİardan biri şudur: Rehin sadece icap
ve kabul ile gerçekleşir;
rehin bırakanın
:"ben şu malımı sana rehin olarak verdim"; ken-Le rehin bırakılan da:
"Ben de onu rehin olarak kabul ettim" de-yle sahih olur, isterse rehin bırakılan o rehni
kabzetmemiş ol-
Bu durumda artık rehin
bırakınm rücu' hakkı söz konusudir. [230]
1016 nolu Enes
hadisini aynı zamanda Tirmizî tahric ederek sa-emiştir. Hadis rehin işleminin
meşruiyetine delalet etmektedir, ı zamanda rehnin yalnız yolculuk halinde
değil, eyleşik durumda . de cevazını açıkça ortaya koymakta ve aksini idda
edenlerin iş ve ictihadlarmm isabetli olmadığını göstermektedir.
Ayrıca bu hadis, aynı
haram olmayan eşyada gayr-i müslimlere :i ahm-satımda bulunmanın, benzeri
muameleleri yürütmenin ve İ harbe değil ehl-i zimmete rehin olarak silah
bırakmanın ce-na delalet etmektedir. Aynı zamanda bir malı, bedeli ileride ımek
üzere satın almanın meşru olduğu da bundan istidlal olunmaktadır.
1018 nolu Ebû Hüreyre
hadisi sahihtir. Ancak bu hadis fa-lafizlarla rivayet edilmiştir. Birinci şekil
bizim naklettiğimizdir. ıcisi, "er-rehnü merkubün ve mahlubun"
şeklindedir. Yani rehn van ise binilir, süt veriyorsa sütü sağılıp istifade
edilir. Bunu ekutni ile Hakim rivayet etmişlerdir. Ancak bu rivayetin A'meş'e
ar uzanıp orada mevkuf olduğu söylenir. Tirmizi de aynı iştedir.
Böylece rehin
bırakılan hayvandan kendisine rehin bırakılanın onu beslediği takdirde
yararlanması caizdir. Hadis bu manaya delaletmektedir. Bazıları hadis
mücmeldir; yani hayvana binme ve sütünü sağma hususunda rehin bırakan mı, rehin
bırakılan mı yararlanır hususu net anlaşılmıyor demişlerse de kendisine rehin
bırakılanın yararlanmasına delalet ettiği kesindir. Çünkü Hammad b. Seleme
kendi Cami'inde bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir: "Bir koyunu rehin
alan mürtehin, ona yedirip, onu beslediği nisbette sütünü içebilir. Sağılan
süt, hayvana yedirdiği yemin bahasını aşarsa, aşan kısım riba olur."
îmam Ahmed, Ishak,
Leys ve Hasan da bu hadisle istidlal edip mürtehinin, yedirdiği yem nisbetinde
sütünden yararlanabileceğini belirtmişlerdir, imam Ebû Hanife, imam Şafiî ve
İmam Malik ise, kendisine rehin bırakılanın kendisine verilen rehnin
hiçbirşevinden yararlanamayacağını, bütün faydaların, yani hayvandan yararlanmaların
rehin bırakana ait olduğunu, aynı zamanda hayvanın günlük yeminin de rehin
bırakana ait bulunduğunu belirtmişlerdir. Hadisler ise bunların hilafına bir
tecviz anlamı taşımaktadır. [231]
Bu bapta Ebû Hüreyre
(r.a.) den yapılan bir rivayet de şöyledir:
"Rehn, onu rehin
olarak bırakan sahibine karşı kilitlene-mez. O rehinden yararlanmak da gereken
(masrafım yapıp onu) ödemek de sahibine düşer."
Rehnin kilitlenmesini
şöyle yorumlamışlardır: "Cahiliye devrinde rehin bırakan belirlenen
sürenin sonunda borcunu ödemezse, kendisine rehin bırakan onun bıraktığı rehne
sahip olurdu ve böylece konu kapanırdı, islâmiyet gelince, bu adeti kaldırdı ve
rehin sahibine karşılık kilitlenemez diyerek yeni bir hüküm koymuş oldu.
Hadis, rehin olarak
bırakılan hayvandan ancak rehin bırakanın istifade edebileceğine ve hayvanın
gerekli masraflarını da onun karşılamasının gereğine delalet etmektedir.
Böylece bu hadis, İmam Ebû Hanife, İmam Şafiî ve İmam Malik'in içtihadının
isabetine bir delil ve karine olmaktadır.
Bu hadisi hem imam
Şafiî, hem de Darekutnî rivayet etmiştir. Hakim, Beyhakî ve İbn Hibban ise bunu
sahilemişlerdir. [232]
lbn Mace bu hadisi
başka bir tarikle rivayet etmiştir ki, Ebû Davud, Bezzar ve Darekutnî onu
sahihi emişlerdir. îbn Kattan ise bunun İrsalini, Ebû Hüreyi'e'yi
zikretmeksizin Said b. Müseyyeb'den yapmıştır.
Hafız lbn Hacer
Telhis'de bununla ilgili Darekutnî ve Bey-hakî'de çeşitli tariklerle yapılan rivayetlerin
hepsinin de zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. Bulûğu'1-meram1 da ise, bu hadisin
ricalinin sikat olduğu belirtilmiş ve ancak Ebû Davud ile başkaları yanında
mahfuz olanının ise irsal durumunda bulunduğunu ilave etmiştir. [233]
Şârih Sıddîk Hasan Han
ise. hadiste geçen "ğunm" ve "ğurm" kelimelerini şöyle
manalandırıp yorumlamıştır: "Ğurm, hayvandan elde edilen fazlalık (süt
sağmak; binek olarak kullanmak) dır. Gurm lise, Onun helak olması ve
nafakasıdır. [234]
îbn Hazm ise bu hadisi
ayrı bir tarikten sevkederek şu lafızla nakletmiş tir:
"Rehin
kilitlenemez. Rehn, onu rehin olarak bırakana aittir. Ondan elde edilecek
fazlalık ve onun helak olması, aynı zamanda masrafı onu rehin bırakana aittir.
îbn Hazm bunun
isnadının hasen olduğunu belirtmiştir.
Bütün bu rivayetlere
rağmen Ebû Hüreyre hadisinin vasıl, irsal, refı1 ve vakfı hakkında ihtilaf söz
konusudur. O bakımdan Buharı ye diğer hadis kitaplarında nakledilen Enes ye
Aişe hadislerine mua-i raza da etse, bununla değil diğerleriyle amel etmenin
daha isabetli olacağı sonucuna varılmıştır.
1- Rehn
işlemi kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuştur.
2-
Alım-satımı caiz ve sahih olan şeylerin rehin işlemi görmesi de caizdir.
3- Rehin
işlemi hem yolculuk halinde, hem de eyleşik durumlarda caiz ve sahihtir.
4- Rehin
edilecek şeyin umuma ait otlak, ve benzeri cinsten olmaması gerekir.
5- Rehin
işlemi, icap, kabul ve kabz ile gerçekleşir, (Bu üç mezhebe göredir.) İmam
Malik'e göre, mücerred icap ve kabul ile gerçekleşir.
6- Rehin
bırakanın rehin olarak bırakacğı mal üzerinde velayetinin bulunması şarttır. O
bakımdan emanet bir mal rehin olarak bırakılamaz. Çünkü kişinin onun üzerinde
velayeti söz konusu değildir.
7- Rehin
akdinde bir şart ileri sürmek, rehne zarar verecek bir şart koşmak rehin akdini
hükümsüz bırakan sebeplerdendir.
8- Rehnin
ayn olması şarttır. O bakımdan başkası nezdindeki alacağını rehn bırakması caiz
değildir.
9- Mal-i
muşa1 (birkaç kişi arasında ortak olan mal) rehin olarak bırakılabilir. Bu
îmam Şafiî'ye göredir. îmam Ebû Hanife'ye göre bırakmaz.
10-
Kendisine rehin bırakılan, rehin bırakanın izniyle ve huzuruyla rehni
satabilir.
11-
Kendisine rehin bırakılanın rehinden istifade etmesi caiz değildir. Bu, üç
îmama göredir. İmam Ahmed'e göre yapacağı masraf karşlIğmda ondan
yararlanabilir..
12- Rehin
bırakan, aynına zarar veremeyecek şekilde rehinden istifade edebilir.
13- Böylece
rehin masraf isteyen bir hayvan ise, onun yi-yeceği ve sair masrafı rehin
bırakana aittir.
14- Rehn
ölçü ve tartı kapsamına giren bir madde ise, kabz edilmesiyle işlemi
gerçekleşir. Bunun dışında taşınmaz bir mal ise, rehin bırakanın onu
rehin bırakılana bırakıp
aradan çekilmesiyle
gerçekleşeceği söz konusudur.
15- Rehin
bırakanın mümeyyiz olması, aklî dengesinin yerinde bulunması ve hacr altında
olması gerekir.
16-
Kendisine rehin bırakılan rehni kabzettikten sonra artık rehin bırakanın rücu
hakkı yoktur. Meğer ki borcunu ödeyip rehni geri almış olsun..
17-
Müctehidlerin bir kısmına göre, rehin bırakılan rehinden ona yaptığı masraf
nisbetinde yararlanabilir. Süt veren hayvansa o nisbette sütünden,
yük taşıyan hayvansa
o nisbette yük taşımasından istifade etmesinde bir
sakınca yoktur.
18-Böylece
ictihad içtihadı nakz edemeyeceğine göre, birbirine muhalif iki ictihaddan
herhangi biriyle amel etmekte bir sakınca yoktur. O bakımdan bırakılan
rehinden rehin bırakan istifade edebileceği gibi, rehin bırakan da ona
yedirdiği yem ve bakımı için sarf ettiği meblağ nisbetinde yararlanabilir.
Şirket: Sözlükte
birkaç şeyin bîraraya getirilip birbirine arıştırıhnası veya o şeylerin
birbirine karışıp bir şey haline gelmesi smektir.
Fıkhı terim olarak,
iki veya daha fazla kişi arasında ihtiyarî ol-rak biraraya gelip bir mal veya
sermayede ortak olmaları durumudur.
Şirketin gerek aile,
gerekse toplum ve ülke yararına birçok İümlu yanları vardır. Güçlerin
birleşmesi imkanların artmasına ve aha verimli ve kalıcı iş alanlarının
kurulmasına sebep olur. O akımdan İslâm Dini, ferdî imkanı dar çerçeve içinde
tutup kısır bir ^ılışma yapmaktansa ortak çalışmayı teşvik etmiş ve bunun için
birikim manevi mükafatların da vaade dildi ğini belirtmiştir. Ancak or-aklık
yapacak kişilerin inanmış, doğru ve ticari ahlaka sahip olma-arı her zaman söz
konusudur. Şahsî çıkarını ön plânda tutan veya tıanet içinde bulunan kişilerle
şirket kurmak doğru değildir ve yleleriyle kurulan şirklerin sonu ya iflas ya
da kısa vadelidir
Böylece şirket
(ortaklık) kitap, sünnet ve icma' ıie sabit Imuştur. O bakımdan şartlarına
riayet edilerek kurulan bir şirketin ıçüncü.. ortağı Cenab-ı Hak'tır.
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllak (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz Cenâb- Hak buyuruyor: Biri diğerine hıyanette bulunmadığı sürece
ben iki ortağın ıçüncüsüyüm. Biri diğerine hıyanette bulunduğu takdirde ben
aralarından çıkarım.." [235]
Saib b. Ebî Saib
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen, Peygamber (s.a.v.)Efendimize
şöyle demiştir:"Cahiliyet devrinde sen benim ortağım olarak bulunuyordun.
Ve sen ortağın hayırlısı idin; benimle ihtilafa düşmez, çekişmez, muaraza
edişmezdin." [236]
îbn Mace ise bu hadisi
şu lafızla rivayet etmiştir: "Sen benim ortağım idin. Ne güzel ortaktın
sen; ne benimle ihtilafa düşer, ne de
muaraza edişirdin.." [237]
Ebu Minhal'dan yapılan
rivayete göre, Zeyd b. Erkam ile Bera' b. Azib (r.a.) ortak bulunuyorlardı. Bir
miktar gümüşü, yarı peşin, yarısı da veresiye aldılar. Onların bu alım-satımı
Resulüllah'a fs.a.u.J ulaşınca onlara şöyle emretti: "Nakid (peşin)
aldığınızı geçerli kılın; veresiye aldığınızı geriye verin.." [238]
Ubeyde b. Abdillah
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Ben, Ammar ve
Sa'd Bedir gününde bize ihanet isabet edecek (ganimet, köle ve cariye) de ortak
olduk. Sonra Sa'd iki esirle geldi; ben ve Ammar ise bir şeyle gelmedik." [239]
Bu rivayet, bedenlerde
şirket kurmak, ortak olmanın cevazına hüccet sayılmıştır.
Rüveyfi1 b. Sabit
(r.a.) anlatıyor:
"Bizden birimiz
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz zamanında kardeşinin arık devesini, elde
edeceğini ganimetin yarısını ona vermek üzere alırdı..." [240]
Hakim b. lîizam (r.a.)
dan yapılan rivayete göre. adı geçen birine kar ortaklağmda bulunmak üzere
ödünç mal verip alım-satımda bulunmasını söylerken Islak ciğer taşıyan (canlı
hayvan) da kullanmamasını, denizde taşınmamasını, sel yatağında
konaklamamasını şart koşar ve aksi halde bunlardan birini yaptığın takdirde
malım (dan zayi' olan kısma) zam in olursun (yani o malı tazmin edersin)
derdi." [241]
a)
Hanefîlere göre: Müdarebe: Kâr ortaklığı anlamına gelir. Şöyle ki: Bir taraftan
mal ve sermaye, diğer taraftan o malı ve sermayeyi ticari amaçla çalıştırma
söz konusudur. Şüphesiz kendisine sermaye verilen mudarip emindir. Çünkü bir
mübadele söz konusu olmaksızın kendisine kâr ortaklığı doğrultusunda mal
vesermaye verilmiş oluyor. Onun malda tasarruf etmesi bir bakıma vekil olduğu
içindir. Kâr sağladığı takdirde o ortaktır. Sermaye, yani mal sahibinin
şartına uymayıp muhalefet ederse, o takdirde gasip kabul edilir. Karın tamamı
ona bırakıldığı takdirde, o bu durumda istikrazda bulunan müstakrizdir. Kârın
tamamı mal ve sermaye sahibine verilmek üzere anlaşma yapılırsa, bu durumda o
teberruda bulunan bir vekildir. Müdarebe akdi bir sebeple bozulursa, bu durumda
müdarib ücretli sayılır ve kendisine ecr-i misi verilir.
Mal ve sermayenin
kasıt, ihmal ve kötü niyet olmaksızın helak olması halinde ise, mudarib buna
zamin olmaz, yani o mal ondan tazmin edilmez.
Müdarebe ancak
ortaklığın sahih olduğu mal ile gerçekleşebilir.
Aynı zamanda sağlanan
kârın mal sehibi ile onu kullanan mudarip arasında belirlenen nisbete dayalı
olması şarttır. Aksi halde ortaklık caiz olmaz, yani müdarebe geçersiz
sayılır, Taraflardan birine' kârdan yüzde üzerinden değil de belirli bir rakam
verilmesi şart koşulması halinde, bu faize kapı açtığından caiz değildir.
Mudarib elindeki mal
ve sermayeyi, o mal ve sermaye sahibinin iznini almaksızın bir diğer mudaribe
kâr ortaklığı anlaşmasıyla verebilir. [242]
b) Şafiîlere
göre: Belirtilen kâr ortaklığına "müdarebe" denildiği gibi
"kırad" da denilir. Bunun sıhhatinin birtakım şartları vardır: Malın
(sermayenin) dirhem veya dinar olması (nakid olarak ortaya konması), belli
belirli bulunması, mudaribe teslim edilmesi, verilen malın ticarette
kullanılması ve bu hususta belli bir konuyla sınırlanmamış olması, belli
şahıslarla alım-satımda bulunma şartı konmaması, kâr ortaklığı için belli bir
süre belirlenmemesi, kâr ortaklığının belirlenmesi ve kar nisbetinin taraflara
ne nisbette yansımasının önceden belirlenmesi..
Taraflardan her
birinin müdabereyi fesh etme yetkisi vardır. [243]
Böylece iki mezhebin
görüş ve içtihadı arasında bazı farklar bulunuyor. Ama ana temada
birleşiyorlar.
c)
Hanbelîlere göre: Müdabere mutlak olarak sahih olduğu gibi birtakım kayıtlarla
da sahihtir. Yani mal sahibi sözü edilen kâr ortaklığının belli bir beldede,
belli şahıslarla yaphmasını ve belirli malların alınıp satılmasını şart
koşabileceği gibi, mudaribi bu hususlarda serbest de bırakabilir. [244]
d)
Malikîlere göre: Malikîler bu konuda daha çok Şafıîlerin görüşüyle
birleşmektedirler. Yani onlara göre de, müdabere mutlak olmalı, belli şehir,
belli şahıs ve belli mal ile kayıtlanın amalidir. Aynı zamanda bu mezhebe göre,
mudarib ticari amaçla seferde bulunduğu sürece nafakasını müdarebe malından
karşılayabilir. Yeter ki, eldeki laal bu masrafı karşılar nisbette olsun. Diğer
mezheplere göre, ancak nal sahibinin izniyle nafakasını mevcut sermayeden
karşılayabilir. [245]
958 nolu Ebû Hüreyre
hadisini Hakim sahihlerken İbn Kattan, ravi Sa'd b. Hibban'm meçhul olduğunu
dikkate alarak muallel olduğunu belirtmiştir. Oysa İbn Hibban sözü edilen zatı
sika ; güveniliri er) arasında zikretmiştir. Ebû Dâvud ile el-Münzirî bu hususta
susup bir tesbit ortaya koymamışlardır.
Bu konuda aynı anlamda
bir diğer hadisi Ebû Kasım el-Asbahanî Terğib ve Terhîb'de tahric etmiştir.
Böylece rivayeti
kuvvetlendiren şahit bulunuyor ve o bakımdan müctehidlerin çoğu bu hadisle
istidlal etmişlerdir. Daha çok ortaklık konusunun yalan, hile ve aldatmadan,
hıyanet ve zarara sokmaktan uzak kalmasına yönelik bir anlam taşımakta ve 1029
nolu Saib hadisini Hakim sahihlemiştir.
. Saib'in bu rivayeti
birçok tarikten naklen rivayet edilmiş ve biri diğerini kuvvetlendirir anlamda
belirlenmiştir, Ebû Nuaym el-Ma'rife'de, Taberânî el-Kebîr'de Kays b. Saib
tarikiyle tahric etmişlerdir. Ayrıca Abdullah b. Saib'den bu anlamda rivayet
yapıldığını görüyoruz. Ancak Ebû Hatim el-Ilel'de sözü edilen Abdullah'ın kavî
olmadığına dikkat çekmiştir.
Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz'le ortaklık yapanın Abdullah mı, yoksa Saib mi olduğu da ihtilaf
konusudur. Sonra da Saib'in İslâmiyet'i kabul etmesi ve Peygamber'in sohbetinde
bulunması hususunda da farklı tesbit ve yorumlar bulunuyor. İbn Abdilberr'e
göre, Saib müeellefetü'l-kulûbdandır. İslâm'a girmiş ve Muaviye dönemine kadar
yaşamıştır. îbn Hişam ise, îbn Abbas'tan naklen rivayet ederek, bu zatın
Peygamber (s.a.v.) Efendimizle birlikte hicret ettiğini ve Ci'râne gününde Huneyn
ganimetinden ona da bir pay verdiğini kaydetmiştir. îbn İshak'a göre, bu zat
Bedir savaşında kafir olduğu halde öldürülmüştür.
Bütün bu ve benzeri
ihtilafları dikkate alan müctehidler bu rivayetle pek istidlal etmemişlerdir.
Ancak mana yönünden doğrudur ve Hz. Peygamber'in İslâm'dan önce de çok
güvenilir ve doğru bir kişi olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı zamanda ortaklık
konusunda çok yumuşak, anlayışla ahlaklı ve hoşgörülü davranmanın sünnet
olduğuna delalet etmekte ve müminlere gözel bir misal vermektedir.
1031 nolu Ebû Minhal
hadisi sahihtir. Gümüşü gümüşle elden ele, misli misline alıp satmanın
cevazına, veresi işlem yapmanın caiz olmadığına delalet etmektedir. Nitekim
"riba'n-nesîe" bahsinde bu husus açıklanmış bulunuyor.
Aynı zamanda bu hadis,
nakit üzere ortaklık yapmanın caiz olduğuna delalet etmektedir. Cumhur temellük
kapsamına giren her şeyde ortaklık caizdir diyerek bu konuyu sadece dirhem ve
dinara bağlı kılmamıştır.
1032 nolu Ebû Ubeyde
hadisi münkati'dir. Çünkü bunu Ebû Ubeyde'nin kendi babası Abdullah b.
Mes'û'ddan duymadığı söz konusudur. O bakımdan müctehidlerin çoğu bu hadisle
istidlal etmemiştir. [246]
1033 nolu Rüveyfı1
hadisine gelince, bunun isnadından Ebû Da-vud Şeyban b. Umeyye el-Katbanı
bulunuyor ki bu zat meçhuldür. Geriye kalan diğer ricali ise sikadır. Ayrıca
Nesâî bunu ayrı bir tarikten tahric edip ravilerinin hepsinin sika olduğunu
belirtmiştir. Böylece müctehidlerin bir kısmı bu hadisle istidlal etmiş
bulunuyor. İmam Şafiî ise, bu hadisle istidlal etmemiş ve Bedir ganimetinin tamamının
Resulüllah'a (s.a.v.) ait olduğunu delil göstermiştir.
Sonra da Resulüllah'm
bu tür bir ortaklığı tasvip ve takrir ettiği bilinmemektedir. Ayrıca sahabenin
icma'ı söz konusudur ki, böyle bir icma'm vukuunu isbat eden olmamıştır.
1034 nolu Hakim
hadisini aynı zamanda Beyhakî tahric etmiş ve Hafız îbn Hacer isnadının kavî
olduğunu belirtmiştir.
Böylece müdarebenin
caiz ve meşru olduğu ortaya çıkıyor. Nitekim ashabdan Ali (r.a.) den
Abdürrezzak'm yaptığı rivayete göre, müdarebede mal bir vediadır; sağlanacak
kâr da, tarafların öncede anlaştıkları üzeredir. Ayrıca İmam Şafiî'nin ibn
Mes'ûd'dan yaptığı rivayete göre, İbn Mes'ud (r.a.) Zeyd b. Celide bir miktar
mal mükaraza olarak vermiştir. Mükarazadan maksat, kâr ortaklığıdır. Aynı
zamanda Hz. Ömer'in (r.a.) bir yetimin malını müdarabe olarak verdiği, yani kâr
ortalığı yapılmak üzere bir adama verdiği rivayetler arasında bulunuyor.
Buna benzer bir çok
rivayetler bulunuyor ki, hepsi de as-habın. üdarebe yoluyla işlemde bulunduğunu
göstermektedir.
İbn Mace işe
Süheyb'den (r.a.) şu hadisi tahric etmiştir:
"Üç şeyde bereket
vardır: Vadeli satışta, kâr ortaklığında p bir de satış için değil evde
kullanılmak üzere buğdayı araya karıştırmakta.."
Ancak bunun isnadında
Nasr b. Kasım bulunuyor ki bu zat meçhuldür. [247]
Zehebi de bu zatın pek bilinmediğini belirterek sa-ece tabiînin küçüklerinden
biri olduğunu kaydetmiştir. [248]
Hadis, mal sahibinin
ileride tehlike doğuracak şeyleri dik-kate Larak birtakım şartlar ileri
sürmesinin caiz ve sahih olduğuna dela-ît etmektedir.
1- Müdarebe,
diğer bir anlatımla kırad caizdir. Meşruiyeti jünnet ve ashabın icma'ıyla sabit
olmuştur.
2- Kâr
nisbeti yüzde üzerinden önceden tesbit edilir.
3-
Taraflardan biri "ben şu kadar net kar isterim" diye bir şart leri
süremez. Zira böyle bir şart, konuyu kâr ortaklığından çıkartıp âiz durumuna
geçirir ki bu da haram kılınmıştır.
4- Mal ve
sermaye sahibi sağlanacak kârın tamamım mudaribe )irakabilir;
5- Mudarib
de elde edeceği kârın tamamım mal sahibine kendi ızasıyla verebilir.
6-
Müdarebe işleminde elde
edilecek kârın yarı yarıya
bölüşülmesi şart değildir.
7- Mal,
sermaye müdaribin elinde, bir kasıt olmaksızın helak Dİursa, bu ondan tazmin
edilmez. Çünkü mudarib emindir ve aynı zamanda vekildir.
8- Kasıt,
ihmal, su-iisti'mal olduğu tebeyyün ederse, tazmin edilir.
9- Müdarib
elindeki sermayeyi bir diğer müdarib bulup kullanabilir. Burada asıl mal
sahibinin iznini alması şart değildir. (Bu daha çok imam Ebû Hanife'nin
içtihadıdır.)
10- Mal ve
sermayenin nakid olması gerekir.
11- Malın
mudaribe teslim edilmesi şarttır.
12- Malın
ticari amaçla kullanılması,
13- Belli
bir mal ve konuyla sınırlandırılmış olması da şarttır. (Bu daha çok îmam
Şafiî'nin ve îmam Malik'in içtihadıdır.)
14-
Müdarebede yer şahıs, mal teyininde bulunup şart koşmak îmam Ahmed'e göre
caizdir. Mal sahibi mudaribi tamamen serbest de bırakabilir.
15-
Müdaribin seferde bulunduğu sürece nafakasının mevcut maldan karşılanması
caizdir, yeter ki mal sahibi buna izin vermiş olsun.
16- Cumhura
göre ve müctehidlern çoğuna göre, ticari anlamda temellük kapsamına giren her
malda müdarebe caiz ve sahihtir.
17-
Taraflardan biri istediği zaman müdarebeyi fesh edebilir.
18- Herhangi
bir sebeple müdarebe akdi bozulursa, mudaribe ecr-i misl verilir.
İslâm, devletler
arasındaki münasebete geniş yer vermiş ve bu-un için bir takım kurallar
koymuştur. Müslüman ülkenin yabancı tültür istilasına uğramaması ve kendi
kültürüyle örnek bir ümmet ie millet olarak ayakta dimdik durabilmesi için
bütün önlemleri ılmış ve bu düzeyde ciddi, yönlendirici, şahsiyetini koruyucu
bir iğitim sistemi ortaya koymuştur.
O bakımdan gayr-i
müslim ülke liderlerinden ve İsâm ilkeleriyle ticari münasebette bulunan kurum
ve şirketlerden gönderilen hediyeleri kabul etmekte ve onlara hediye
göndermekte air salanca olmadığı anlaşılıyor. Bu aynı zamanda islâm ülkesinde
yaşamakta olan zimmî (gayr-i müslim vatandaş) lar hakkında da geçerli bir
sünnettir. Kötüye kullanılmadığı, gayr-i meşru sebepler taşımadığı sürece
reddedilmez.
Bz. Ali (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi vermiştir:
"Kisra (İran-Acem
krah) Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'e hediye gönderdi, Efendimiz onun
hediyesini kabul buyurdu. Kayser (Rum-Bizans krah)ona hediye gönderdi onu da
kabul buyurdu. Bunun gibi birçok kral ve hükümdarlar da ona hediye gönderdiler
ve o hepsinin hediyesini kabul buyurdu." [249]
Müezzin Bilal'dan
(r.a.) rivayet edilin vîf hadîste, adı geçen şöyle demiştir:"
"Kalkıp yürüdüm,
tâki ResûlülHâfTin (s.a.v.) yanma vardım. Orada çökertilmiş cjjşrt: $eve ^e
ürerlerinde taşıdıkları yük bulunuyordu. KesûlüftahHâ'n (s.â\v.) izin istedim..
Bana şöyle buyurdu: "Müjde,.AUalv-s,enin b.oçlarını karşılayacak kadar
(imkân) goiîdermlş felilünıiyor" ve sonra şöyle devam etti: "Şu çöken
dört deveyi görmedin mi?" ? Ben de: "Evet gördüm" diye cevah
verdim. "İşte onların boyunları (devenin kendileri) ve üzerlerinde bulunan
şeyler sana olsun. Çünkü üzerlerinde giyecek ve yiyecek maddeleri bulunuyor ki
onları Fedek emiri bana hediye göndermiş bulunuyor. Artık sen onları al ve
borcunu öde diye emretti. Ben de öyle yaptım. [250]
Esma bint Ebî Bekir
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Kureyş
(müşriklerinin şirklerinde ısrar edip durdukları) bir zamanda annem bir şeyler
arzulayârak bana geldi ki kendisi o sırada müşrikle olarak, bulunuyordu. Bunun
üzerine anneme ilgi göstermem hususunda ResuIüllah (s.a.v.) Efendimiz'den
sordum. O bana: “evet ilgi göster"diye buyurdu." [251]
Buharı rivayeti şu
fazlalığıyla nakletmiş bulunuyor: İbn Uyeyne dedi ki: "O sebeple Cenâb-ı
Hak şu ayeti indirdi: "Allah ı uğrunda sizinle savaşmayanlara ve sizi
yurdunuzdan varmayanlara iyilikte bulunmanızı, adaletle davranmanızı sn etmez.
Şüphesiz ki Allah adaletle davranıp insaf gülerine bağlı kalanları sever."
[252]
Âmir b. Âbdillah b.
Zübeyr'den yapılan rivayete göre, adı geçen yle demiştir:
"Kuteyle bint
Abdıluzza b. Sa'd müşrike bulunduğu sırada, (mü'mine olan) kızı Esma'ya, keler,
çökelek ve yağ gibi ediyeler getirdi. Bunun üzerine Esma (r.a.) (bu hediyeleri)
abul etmedi. Bu olaya vakıf olan Hz. Aişe (r.a.) durumu Pey-amber (s.a.v.)
Efendimiz'den sordu. O sebepte "Allah din ğrunda sizinle savaşmayanlara ve
sizi yurdunuzdan Lkannayanlara.." ayetini indirdi. Cenâb-ı Peygamber
(s.a.v.) sma'ya o hediyeyi kabul etmesini ve annesini evine almasını
mretti.." [253]
Iyaz b. Himar'dan
yapılan rivayete göre, adı geçen, Peygamber
(s.a.v.) Efendimize bir hediye veya bir deve bağışladı. Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz ona: 'İslâmiyet'i kabul edip bu dine girdin mi?" diye sordu. O
da: "Hayır.." deyince, Efendimiz şöyle buyurdu: "Doğrusu ben
müşriklerin yaptıkları bağışı almaktan men'edilmiş bulunuyorum." [254]
Hediye verip almak
Resulüllah'm (s.a.v.) sünnetlerinden biridir. Fertleri birbirine ısındırmak,
aralarında kardeşlik veya vatandaşlık bağlarım kuvvetlendirmek ve böylece
ferdin toplumun bir parçası olduğunu zihinlere işlemekte hediyenin önemli yeri
ve anlamı vardır.
Ancak hediye veren ve
onu kabul eden de ilim adamları kıyas yoluyla birtakım şartların olmasını
gerekli görmüşlerdir. Şöyle ki:
Hediye verende
aranılan şartlar:
a) Hediye
ettiği şeye malik bulunması,
b) Kısıtlama
altına alınmamış olması,
c) Ergenlik
çağına irmesi,
d) Muhtar
bulunması, yani kendi ihtiyariyle hareket edecek iradeye sahip bulunması.
Kendisine hediye
verilen kimsede aranılan şartlar:
1- Hediyenin
verildiği zaman mevcut bulunması, yani doğmuş olması, hayatta bulunması,
2- Hediye
almak için hileli yollara baş vurmaması..
Hediye edilen şeyde
aranılan şartlar:
1- Hakikaten
o şeyin mevcut olması,
2- Alınıp
satılacak cinsten olup kıymet taşıması ve ahm-satımı mubah olan nesnelerden
sayılması,
3- Kabzedilmesi
mümkün olan şeyden olması,
Meselâ denizdeki
balık, havadaki kuş hibe edilemez; çünkü kab-zedilip ele geçirilme ve başkasına
teslim edilme durumunda değildir.
4- Hibe
edenin mülkünün kopmaz bir parçası olmaması, Meselâ evin bir odası hibe
edilemez.
5- Müfrez
olup muşa1 durumda olmaması.
Bu Hanefîlere göredir.
İmam Malik, İmam Şafiî, İmam Ahmed, û Sevr ve onlara bağlı olanlar bu şartı
uygun görmemişlerdir. [255]
Malın tamamını
teberru' etmek caiz midir?
Bu hususta ilim
adamlarının farklı ictihad ve görüşları vardır:
a) Muhammed
b. Hasan ve Hanefîlerden birtakım tahkik ehline re, hayır yollarına da olsa
kişinin malının tamamını hibe, teberru' naesi sahih değildir. Böyle yapmak isteyenin sefih olduğuna
ıknıedilip tasarrufuna kısıtlama getirilir.
b) Cumhura göre, bir insan isterse malının
tamamını teberru ebilir.
1042 nolu Ali hadisini
aynı zamanda Hafız Bezzar tahric etmiş | Tirmizî has enlemiş tir. Ancak bunun
isnadında Nuyevr b. Ebî Fa-Ite bulunuyor ki, bu zat zayıftır. [256]
Bununla beraber bu hadisi üvvetlendiren birtakım şahidler bulunuyor. O bakımdan
üctehidlerin br kısmı bu rivayeti dikkate almışlar ve istidlalde
bu-inmuşlardır.
1043 nolu Bilâl hadisi
hakkında Ebû Davud ile el-Münzerî sus-p konuşmamışlarsa da yapılan ciddi
tetkiklere göre, isnadındaki ri-ılin hepsinin sika olduğu anlaşılmıştır. O
bakımdan istidlale ve ihti-ıce salih görülmüş ve dayanak olarak belirlenmiştir.
Aslında bu uzunca bir
rivayettir ki Ebû Dâvud onu BAB EL-tf AM YAKBELÜ HEDAYA'L-MÜŞRÎKÎN bölümünde
nakletmiştik
Bu bapta birçok
rivayetler bulunuyor. Bazısı şöyledir:
Buhari ve Müslim'in
tesbitine göre, Ukeydir Dume (adındaki mîr), Resulüllah'a (s.a.v.) sündüsten
mamul bir cübbe hediye tmiştir,
Ebû Davud'un tesbitine
göre, Rum meliki, Peygamber (s.a.v.) Efendimize uzunca bir kürk hediye etmşti
ki sündüsten imal edilmiş ulunuyordu. [257]
Yine Ebû Davud'un Enes
(r.a.) den yaptığı rivayete göre: Melik Zi-Yezen, Resulüllah'a (s.a.v.), otuz
üç deve karşılığında satın almış olduğu bir hülle hediye olarak göndermiştir. [258]
Buharî'nin tesbitine
göre, Eyle sahibi, Peygamber (s.a.v.) Efeni dimiz'e beyaz bir katır hediye
olarak göndermiştir.
îbn Huzayme ve îbn Ebî
Asım'm rivayetine göre, Kabt emiri, Resulüllah'a (s.a.v.) iki cariye ve bir de
katır hediye göndermiştir. Nitekim Resulüllah (s.a.v.) bu katıra Hunayn
savaşında binmiştir. Resulüllah o cariyelerden birini (Mariye admdakini)
kendine ayırmış ve ondan İbrahim adında bir erkek evladı dünyaya gelmiştir.
Bütün bu rivayetler ve
hadisler, kâfirlerin göndereceği hediyeleri kabul etmenin cevazına delalet
etmektedir.
1044 nolu Esma hadisi
sahihtir ve istidlal ile ihticace salihtir.
1046 nolu Amir hadisi
mursel olarakVivayet edilmiştir; çünkü ravi burada onun da babasından rivayet
ettiğine değinmemiş tir. Bu hadisi aynı zamanda İbn Sa'd, Ebû Davud ve Hakim,
Abdullah b. Zübeyr hadisi olarak tahric etmişlerdir. Taberani ise Ahmed b.
Han-bel'in tesbitine uygun rivayette bulunmuştur, ancak isnadında Mus'ab b.
Sabit bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Nitekim Yahya b. Main ile Ahmed b. Hanbel
bu zatın zayıf olduğuna dikkat çekmişlerdir. [259]
1047 nolu.Iyad
hadisini îb Huzayme sahihlemiştir. Ricali sikat olmakla beraber hadis
murseldir. [260]
Resulüllah'm (s.a.v.)
adı geçen müşrikin getirdiği hediyeyi almaması, önemli bir sebbe dayanmaktadır,
ilim adamları birtakım ihtimal ve yorumlarda bulunmuşlardır.
1- Hediye
verip almak sünnet doğrultusunda meşrudur.
2- Kâfir ve
gayr-i müslimlerin hediyeleri kabul edilir; aynı zamanda onlara hediye vermek
de caizdir.
3- Çocuğun,
delinin hediyesi kabul edilmez; çünkü bunlar ehil değildirler.
4- Çocuğa ve
deliye hediye verilebilir.
5- Verilecek
hediyenin mevcut olması gerekir. O bakımdan hav-aki kuş, denizdeki balığı
hediye etmek sahih değildir.
6- Şer'an
ahm-satım kapsamına giren ve kıymet taşıyan her şey •diye olabilir,
7- Şer'an
haram kılınıp kıymet taşıyan içki, domuz eti, akıtılmış in, uyuşturucu
maddelerin hediyesi sahih ve caiz değildir. Nitekim anların ahm-satımıda caiz
değildir.
8- Müslümanm
müslümana hediye vermesi,
yani lüslümanîarın hediyeleşmesi güzel sünnetlerden biridir.
9- Resmî
görevli bulunduğu için, resmî görevde blunmadığı za-Lanlarda kendisine hediye
vermeyenlerin, resmî göreve girdikten rara hediye vermeleri.bir maksada bağlı
olduğundan kabul edilmesi üz değildir.
10- Resmî
görevli kimsenin başkasından hediye istemesi de öyle.
11- Hediye
veren kimsenin sonradan başa kakması son de-rece ırkin bir davranıştır.
12- Hediye
küçük olsun, büyük olsun; kıymeti yüksek olsun cuz şey olsun muteberdir ve manevî
değeri yüksektir. O bakımdan erilen hediyeyi küçümsemek sünnete aykırıdır.
13-
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz kendisine verilen hediyeyi red-etmemiş, az
olsun, çok olsun değerli olsun, değeri
düşük olsun bir ynm yapmadan memnuniyetini belirtmiştir.
Hediyeleşmekten
maksat, az yukarıda da belirttiğimiz gibi, fertler, komşular, hısımlar,
dostlar ve toplumlar arasında sıcak ve samimi bir hava oluşturmak, din
kardeşliğini pekiştirmek ve maddenin gaye değil, asıl gayeye, amaca erişmek
için bir araç olduğunu ortaya koymaktır.
O bakımdan başkasından
hediye beklerken ve başkası hediye verirken onun karşılğmı unutmamak, en
azından misliyle veya daha hayırlısıyla mukabele etmek sünnet kılınmıştır. Zira
kişi ne kadar zengin olursa olsun kendisine verilen bir hediyeden hoşnutluk
duyar, memnun olur. ve hediye verene karşı içinde sıcak bir ilgi ve dostulk
havası doğar. Nitekim Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz hediyeleşmeyi çok sever ve
kendisine verilen bir hediyeyi -imkânları nisbetinde-karşılıksız bırakmazdı.
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
'Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz hediye kabul eder ve onun karşılığında hediye verirdi." [261]
İbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Bedevilerden
biri, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e hediye rerdi. Bunun üzerine Efendimiz de
onun karşılığında ona bir ıcdiye verdi ve sordu: "Hoşnut oldun mu?"
Bedevi de: "Hayır.." üye cevap verince, Efendimiz verdiğini artırdı
ve yine sordu: j'Hoşnut oldun mu?" Bedevi yine: "Hayır.." dedi.
Peygamber ^s.a.v.) biraz daha artırdı ve yine sordu: "Şimdi memnun oldun
mu?" Bedevî bu defa "Evet.." diye cevap verdi. Sonra Re-şulüllah
(s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Bundan böyle istedim ki sadece Kureyş
kabilemden veya ansarımdan veya Sa-kafliden hediye kabul edeyim (de başkasından
almayayım).." [262]
Dört mezhep imamları
bu konuda görüş birliği halindedirler. Peygamber (s.a.v.) E fendimiz'den bu
davranışını kimi müstehab, kimi mendup, kimi de sünnet olarak vasıflandırmışsa
da çoğu sünnet olduğunu belirtmiştir.
Böylece fukaha
"hibe" kavramı üzerinde durup onu şöyle ta-rif etmişlerdir:
"Hibe bir
akiddir. Konusu, bir kimsenin kendi malını, pa-rasını hayatta iken bir karşılık
beklemeksizin başkasına bağışlamasıdır."
O halde bir kimse
malını başkasına mubah kılar da ondan yararlanmasını sağlamayı diler ve fakat
temlikte bulunmazsa, o hibe değil iare (emanet) olur.
Bunun gibi mal-i
mütekavvim olmayan, şer'an alım-satımı caiz görülmeyen içki, Ölmüş hayvan,
uyuşturucu madde ve benzeri murdar ve zararlı maddeleri bağışta bulunmak
hediye kapsamına girmez. Ölüm sonrası bir malını şuna buna vermek üzere vasiyet
eden kimsenin de verilecek bu malı hediye değil vasiyet olur.
Mutlak anlamda hibe,
ivaz iktiza etmez, yani karşılık söz konusu olmaz. Ancak hibe verilen kişi
arzu ederse onun karşılığını yine hibede bulunmak suretiyle cevaplayabilir.
Hibe konusunda teşvik
mahiyetinde birçok hadisler rivayet edilmiştir. Biz buraya onlardan birkaç
tanesini teberrüken naklediyoruz:
"Bana koyun ve
keçinin ayakları bile hibe edilse kabul ederim. Pişirilen o ayaklara davet
edilsem icabette bulunurum." [263]
Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Resulüllah'a
(s.a.v.) sordum, dedim ki: Ya Resulellah! Benim iki komşum bulunuyor;
hangisine bağışta bulunayım?" Efendimiz şu cevabı verdi: "Kapısı sana
en yakın olana.." [264]
Ebu Hüreyre den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Hediyeleşin.
Çünkü gerçekten hediye göğüsteki kini alıp götürür. Hiç bir komşu bir komşusunu
hakir görmesin, isterse (hediye ettiği) koyunun ayağının bir çatalı olsun (yine
küçümsenıeyip kabul etsin)." [265]
"Kime
kardeşinden, yukardan bakmaksızın, nıutalli'% olmaksızın bir iyilik gelirse
onu geri çevirmesin; çünkü d Allah'ın ona sevkettiği nzıkdır." [266]
1054 nolu Hz. Aişe
hadisi sahih olup istidlal ve ihticace salihtir.
1055 nolu İbn Abbas
hadisini aynı zamanda İbn Hibban kendi sahihinde tahric etmiştir. Mecmeu'z-zevâid
sahibi bu hadisin ricalinin sahih olduğunu belirtmiştir.
Buna benzer bir hadisi
Ebû Davud ile Nesâî Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayet etmişlerdir. İbn Mace de
benzeri bir rivayeti naklettikten sonra Resulüllah'm (s.a.v.) verilen hediyeye
karşılık altı dişi deve verdiğine değinir.
Hakim de bu rivayeti
naklettikten sonra Müslim'in şartına göre sahihtir diye kaydetmiştir.
Ancak Hz. Aişe
hadisini İbn Ebî Şeybe şu lafızla nakletmiş tir: "Resulüllah (s.a.v.)
kendisine verilen hediyeyi daha hayırlısı ile karşılardı.."
Muhaddislerin bir
kısmına göre, Hz. Aişe hadisi mualledir. Bu-ıri: "Bu hadisi Veki1 ve Mudır
Hişam'dan aldığını zikretmemiştir, jylece ravilerden îsa b. Yunus bunu
Hişam'dan nakletmede te-rrüd etmiş oluyor. Nitekim Tirmizî ile Bezzar da:
"Biz bu hadisi anık îsa b. Yunus tarikiyle biliyoruz" demişlerdir.
Malikilerden bir kısmı
bu hadisle istidlal edip verilen hedi-yeye înk bir hediye ile karşılıkta
bulunmanın vacip olduğunu belirt-işlerdir. Ancak Resulüllah'm (s.a.v.) bu
husustaki mücerred fiili icuba delalet etmez. O bakımdan ilim adamlarının çoğu
bunun innet olduğuna kaildirler.
Bu bapta Tirmizî'nin
Ebû Hüreyre tr.a.) den rivayet ettiğine göre: Fezare kabilesinden bir adam,
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e i altındaki develerden bir dişi deve hediye
etti. Peygamber (s.a.v.) Efendimizde ona karşılık bir şeyler verdi ki, (azlığı)
o adamı biraz eklendirdi. O sebeple Peygamber (s.a.v.) ın minber üzerinde şunu
uyurduğunu duydum; "araplardan bazı adamlar var ki, onlar-an biri hediye
veriyor ve ben de yanımda bulunan imkâna öre ona karşılıkta bulunuyorum ve bu
sebeple o adam bana fkelenmiş oluyor.."
Böylece kişi verdiği
hediyeye karşılık fazla bir şey beklememeli-ir. Çünkü herkes imkânı nisbetinde
hediye verebiliyor. Hatta Ibn keslân bu hadisi dikkate alarak diyor ki:
"Zamanımızda niyetlerin iozuk olduğunu dikkate alırsak hiç kimseden hediye
kabul etmeme-aiz uygun olur."
1-
Hediyeleşmek sünnettir.
2- Mü'minler
birbirine hediye verirken gönül hoşnutluğuyla bunu yerine getirmeli ve daha
fazla bir karşılık beklememelidir.
3- Verilen
hediyeyi küçümsemek doğru değildir ve sünnete aykırıdır.
4- Verilen
hediyeye karşılık daha hayırlısını verme imkânı varsa o davranışı seçmek
müstehabdır.
Aile bir bakıma kutsal
bir müessesedir. Bu müessese karşılıklı sevgi, saygı, anlayış, güven ve destek
ile ayakta durabilir ve çocuklar arasında gerek sevgi, gerekse bağış hususunda
eşitliği, adaleti sağlamaya dikkat etmekle gelişir.
O bakımdan bir baba
veya annenin kendi çocuklarından birini fazla sevdiğini açıkça farkettirmesi
veya birine daha çok ilgi gösterip destek sağlaması sünnete ve ilahi tavsiyeye
aykırıdır. Cenâb-ı Hak, Kuran-ı Kerim'de: "Babalarınızdan ve
çocuklarınızdan hangisinin fayda bakımından daha yakın olduğunu
bilemezsiniz.." [267]
buyuruyor.
Numan b. Beşir
"(r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur: "Çocuklarınız arasında adaleti gözetiniz, çocuklarınız
arasında adaletten ayrılmayınız,
çocuklarınız arasında
adil davranınız.." [268]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: "Beşir'in eşi, kocasına
şöyle dedi: Şu köleni çocuğuma bağışla ve beni Resulüllah'ın huzuruna çıkar
veya Re-bulüllah'ı şahit eyle (da yapacağın bağışı açıkla)." Bunun üzerine
kalkıp Resulüllah'a geldi ve şöyle dedi: 'Talanın kızı (benim eşim ve) benden
kölemi onun çocuğuna bağışlamamı istedi.." Peygamber (s.a.v.): "O
erkek çocuğun kız kardeşi var mıdır?" diye sordu. O da: "Evet,
vardır" diye cevap verince, Re-sulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bu
oğlana verdiğinin mislini hepsine verdin mi?" dedi. O da:
"Hayır.." diye cevap verdi. Peygamber (s.a.v.) ona: "Bu uygun
bir davranış değildir ve ben ancak hak olan şeye şahit olurum buyurdu." [269]
Ebu Davud ise bu
hadisin son kısmını şu lafızla rivayet etmiştir:
"Beni haksızlığa
şahit tutma. Senin çocuklarının senin üzerinde hakkı, onlar arasında adaleti
gözetmendir.."
Numcm b. Beşir (r.a.)
dan yapılan rivayte göre: Babası Beşir onu alıp Resulüllah'ın huzurura getirdi
ve şöyle dedi: "Doğrusu ben şu oğluma bir köle bağışladım ki o köle bana
aitti.." Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona: "Buna bağışlandığının
bir mislini diğer çocuklarına da bağışladın mı?" diye sordu. O da:
"Hayır.." diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz ona: "Verdiğini geri al.." buyurdu." [270]
Müslim'in yaptığı
rivayette ise şu lafız kullanılmıştır:
"Bana malının bir
kısmını bağışladı, tasaddukta bulundu. Ama Anıre bint Revaha babama şöyle dedi:
"Sen Resulüllah'ı (s.a.v.) bu olaya şahit tutmadıkç razı olmam.." Bu
istek üzerine babam bana yaptığı bağışa Resulüllah'ı (s.a.v.) şahit tutmak
üzere kalkıp Resulüllah'a gitti. Resulüllah (s.a.v.) babama: "Bunu diğer
çocuklarına da yaptın mı?" diye sordu. O da: "Hayır.." deyince,
Peygamber (s.a.v.) ona: "Allah'tan korkun ve çocuklarınız arasında adaleti
gözetiniz" buyurdu. O sebeple babam bana yaptığı bağıştan rücu' etti
(vazgeçti)."[271]
İbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Yaptığı bağıştan (pişman olup) dönen, kustuktan sonra kusmuğuna dönen
gibidir.." [272]
İbn Ömer ve İbn Abbas
"(r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur: "Bağışta bulunup onu verdikten sonra pişman olup dönmek adama
helal olmaz, ancak baba kendi çocuğuna verdiği bağıştan dönebilir. Bağışta
bulunduktan sonra pişman olup geri dönen adamın misali, yiyip doyduktan sonra
kusan ve sonra da kusmuğuna dönen öpeğin misaline benzer.." [273]
Bilindiği gibi,
varislere ölüm sonrası vasiyet yasaklanmıştır. iira Cenab-ı. Hak her hak
sahibinin hakkını Kur'an'da belirlemiş ve lunun açıklamasını hile kimseye
bırakmamıştır,
O bakımdan kişi
ölümünden sonra varisleri için değil, hayır ve ıasenat niyetiyle Cenab-ı
Hakk'ın rahmet ve gufranını arzula-yarak nalının en çok üçte birini vasiyet
edebilir. Hiç bir varis buna itiraz îdemez ve itiraz hakkı da söz konusu
değildir.
Hayatta iken
çocuklarına, yakınlarına yardımda bulunabilir, anları maddeten destekleyebilir.
Bu destekleme miras hukukunda belirlenen paylara göre değil, adaletten sapmamak
üzere kişinin rızasına bırakılmış bir tavsiyedir. Böylece kişi kız ve erkek
evladına hayatta iken bağışta bulunurken binalar arasında eşitliğe dikkat etmelidir.
Mesela bazı bölgelerde baba ve anne daha çok erkek çocuğa meyleder ve
kazançlarının önemli bir kısmını ona bağışlayarak ekonomik yönden güçlenmesini
arzu ederler, böylece kız çocuklarına ya hiçbir şey vermezler, ya da az bir şey
vermek suretiyle meseleyi geçiştirirler, islam Dini, kitap ve sünnetiyle bu
tarz bir adaletsizliğe karşıdır. İlgili hadislerde Resulüllah'ın (s.a.v.) Numan
b. Beşir'e yaptığı tavsiye ve verdiği.bilgi son derece açıktır.
Birden fazla kadınla
evli olan kimse de eşlerinden birine fazla miktarda mali yardımda bulunur da
diğerini ihmal eder, adil davranmazsa, sünnete aykırı davrandığından ve evde
nahoş bir hava oluşturduğundan dolayı günahkar sayılır.
Mali destek ve
yardımda bulunma hususunda nasıl adil davran:, mak gerekiyorsa, sevgi ve
iltifatta da adaletten ayrılmamak gerekir. Aksi halde aile reisi olan baba ve
ikinci derecede ana bile öz çocukları arasına kin ve kıskançlık tohumlarını
atmış olurlar.
O bakımdan
müctehidlerin hemen hepsi bu hadis ve rivayetleri dikkkate alarak gerek mali
yardım ve destekte, gerek sevgi ve ilgide çocuklar arasında adaleti gözetmenin
sünnet, hatta bazısına göre vacip olduğun belirtmişlerdir.
1061 nolu Muna
hadisini Ebu Davud ve el-Münzerî tahric ederken bir görüş ortaya koymayıp
susmuşlardır. Yapılan ciddi tes-bitlere göre, ricalinin hepsi sika olup itimade
şayan kişilerdir.
Bu bapta Taberanî'nin
îbn Abbas (r.a.) dan rivayet ettiği hadis her ne kadar zayıfsa da diğer
rivayetlerle takviye gördüğünden istidlale elverişli kabul edilebilir. Hadis
şu lafızla rivayet edilmiştir: "Bağışta evladınız arasında eşitliği
sağlayınız. Eğer ben birini üstün tutsaydım, herhalde kadınları (kız
çocuklarını) üstün tutardım."
Evet hadisin isnadında
Said b. Yusuf bulunuyor ki, muhaddisle-rin tesbitine göre bu zat zayıftır.
Nitekim îbn Main onun için "zayıftır" derken, Nesâî "o Kavi
değildir" demiştir. [274]
Ancak Hafız îbn Hacer onun isanadını hasenlemiştir.
Sözü edilen iki
hadisle istidlal edenler, evlad arasında adaleti gözetmenin vacip olduğunu
söylemişlerdi ki, Tavus, Sevrî, îmam Ahmed, İshak ve Malikîlerden bir kısmı o
gruba dahil olanlardır. Bunlardan bazısı ise, gayr-i adil yapılan bir bağış
hükümsüzdür. İbn Hacer de aynı görüştedir, imam Ahmed'e göre, sahihtir ancak
kişinin böyle gayr-i adil bağıştan rücu' etmesi vaciptir. Aynı zamanda evladından
biri diğerlerine nisbetle daha çok sıkıntıda ve borç altında bulunursa, ona bir
miktar fazla bağışta bulunmak adalete munafi sayılmaz.
İmam Ebu Yusuf a göre,
eşitliğe riayet etmek vaciptir. Cumhura göre müstehabdır. Böylece evladından
bir kısmını üstün tutup fazla bağışta bulunursa kerahetle sahih olur. Zira
cumhur hadisdeki emri nedb üzere hamletmişlerdir.
Numan hadisleri
farkıyla rivayet edilmişse de sıhhatlarmda şüphe yoktur. Nitekim ilim adamları
bu rivayetleri ele alıp ona yakın yorumda bulunmuşlardır. Kitabımızın hacmi
müsait olmadığından nakledemedik.
Bu bapta Müslim'in
rivayetinde şu lafız kullanılmıştır:
"Bağış hususunda
evladınız arasında adaleti gözetiniz, nasıl ki onların size iyilik ve ilgi
göstermelerinde adil davranmalarını istiyorsanız.."
imam Ahmed ise şu
lafızla rivayeti nakletmiştir: "Evladınızın size iyi ve saygılı davranması
nasıl sizi memnun ediyorsa, siz de onlara bağışta bulunduğunuzda eşitliğe
riayet ediniz.."
Ebu Dâvud ise şu
lafızla nakletmiştir:
"Evladınızın
sizin üzerinizdeki hakkı, aralarında adaletle davranmanızda1; nasıl ki sizin
onlar üzerindeki hakkınız, size iyilikte bulunup saygı göstermeleridir.."
Bütün bu az değişik
falızlar tek manada bilrleşmektedir ki, Re-sulüllah (s.a.v.) onu şu cümlesinde
beyan buyurmuştur: "Bu oğluna yaptığın bağış nisbetinde diğer çocuklarına
da yaptın mı?."
1065 nolu Ibn Abbas
hadisi sahihtir. Yapılan bağıştan rücu' etmenin çok çirkin bir hareket olduğu
belirtilmektedir. Ancak babanın evladına yaptığı bağıştan rücu' etmesi bu
genellemenin dışında kalır. Nitekim 1066 nolu Tavus hadisi bu istisnaya yer
vermekte ve babanın rücu'unda bir sakınca olmadığına, hatta gayr-i adil bir
bağışsa rücu'nun vacip olduğuna işaret edilmektedir.
Tavus hadisini aynı
zamanda ÎJ)n Hibban tahric etmiş ve Ha-kiaa sahihlemiştir. [275]
Bu hadisle istidlal
edenler, yapılan bağışta rücu1 etmenin haram olduğuna kail olmuşlardır. Çünkü
kusmuk haramdır, ona benzetilen şey de haramdır. Buhari'nin rivayetinde ise,
kusmuğuna dönen köpeğe benzetilmiştir ki, bu cümle rücu'un haram olmadığına
delalet eder.
1-
Ana-babamn çocuklarına eşit
anlamda ilgi ve sevgi göstermesi sünnet veya vaciptir.
2- Ana-baba
çocuklarına bağışta bulunurken aralarında eşitliği korumalı yani kız-erkek
ayrımı yapmaksızın hepsine eşit biçimde bağış yapmalıdır.
3- Kişi
hayatında çocuklarına yapacağı bağış ve yardımda miras hukukundaki nisbete göre
hareket etmekle yükümlü tutulmamıştır.
4- Ölüm
sonrası miras taksiminde oğlana iki, kıza bir pay verilirken, ölmeden önce
yapacağı bağışta her ikisine eşit,biçimde vermekle adaleti sağlamış olur.
5-
Çocuklarından sadece birine veya ikisine bağışta bulunup diğerlerine aynı
nisbette bağışta bulunmayan ve onları mahrum bırakan kimse, emr-i Resulüllah'a
aykırı davrandığından yaptığı bağıştan rücu' etmesi gerekir. Bazısına göre,
rücu' etmediği takdirde yine de bağış sahihtir, ancak bağışı yapan günah
işlemiş olur.
6-
Çocuklarından biri çok muztar durumda olur, diğerlerine nis-betle daha çok
yardım edilmesi gerekirse, o takdirde ona daha fazla bağışta bulunmakta bir
vebal yoktur.
7- Kişi
ancak evladına yaptığı bağıştan dönebilir, yani yaptığı bağışı geri alabilir.
Başkasına yaptığı bağıştan rücu' etmesi, kimine göre haranı, kimine göre mekruhtur.
8- Yapılan
bağışta başa kakmak mekruhtur.
9- Bağışı
bîr menfaat karşılığı düşünerek yapmak, sevabını alıp götürür. O bakımdan
yapılan bağışta sırf Allah'ın hoşnutluğu gözetilir.
Babab ile evladı arasındaki
münasebet kan bağına, soy bağına birtakım haklara dayanır. Zira sorumluluğun
sınırım bilen ve evladını yetiştirip hayırlı bir unsur olma düzeyine getiren,
ona edep ve terbiye verip salih bir kişi olmasını sağlayan babanın bu güzel davranışı
ve emeği, Cenab-ı Hakk'ın yanında meşkur ve makbuldür. Böyle bir baba her zaman
övülmeğe layıktır.
Özellikle mali imkanın
önemli kısmıyla ömrünün bir bölümünü evladının okuyup yetişmesi için harcayan
bir babanın evladı üzerinde bir çok haklan va: hr. O bakımdan baba, arzu ettiği
takdirde evladının malından bir şeyler alıp istifade edebilir ve evladının ona
engel olmaması gerekir.
Böylece islam Dini,
babayla evlad arasında öylesine sağlam ve kalıcı bağlar geliştirmiştir ki, biri
diğerine bakmakla kendini yükümlü kabul eder ve baba sormadan evladının
malından yararlanabilir. Şüphesiz bu ruhsat, sefih olmayan, savurganlığı adet
haline getirmeyen babalarla ilgilidir. Sarhoş, müsrif, kumarbaz ve sefih bir
babaya böyle bir ruhsat vermek, onun evladını da periyen etmekten ve fakirliğe
sürüklemekten başka bir şeye yaramaz. O halde evladının malından sormadan alma
yetki ve ruhsatını taşıyan bir babanın, aldığı nisbeti meşru yolda ve israftan
uzak ölçüde harcaması gerekir.
Şüphesiz bu kültürün
ve güzel adet ve sünnetlerin yaşanması son derece lüzuludur. Özellikle İslam
Cemaati bu ve benzeri köklü, kalıcı kültürle ayakta durma ve varlığını sürdürme
şansına sahiptir.
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz sizin en temiz, en güzel (ve en meşru) yediğiniz şey,
kazancınızdan olanıdır ve doğrusu evladınız da sizin kazancınızdan bir
bölümüdür." [276]
Diğer bir lafızla
şöyle buyurulmuştur:
"Adamın oğlu,
onun kazancının en güzel ve en iyisinden-dir. O bakımdan onların malından gönül
rahatlıyıgla yeyiniz."
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, bir adam Resulüllah (s.a.v.) Efendimize şöyle sormuşdu:
" Benim hem malım, hem de evladım vardır. Babam ise malımı olduğu gibi
harcamak istiyor.." Resulüllah (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: "Sen
de, malın da babana aitsinizdir." [277]
Amr ö. Şuayb (r.a.)
den, o da babasından ve dedesinden yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle
demiştir: "Bedevilerden bir adam Peygamber (s.a.v.) Efendinıiz'e gelerek
dedi ki; "Şüphesiz babam malımı olduğu gibi harcamak istiyor.."
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona şöyle buyurdu: "Sen ve malın babana
aittir. Sizin yediğiniz en güzel, en iyisi, kazancınızdan olanıdır ve şüphesiz
evladınız sizin kazancınızdan bir bölümdür. Artık (evladınızın) malından gönül
hoşnutluğuyla yeyiniz." [278]
1069 Nolu Hz. Aişe
hadisini aynı zamanda İbn Hibban kendi sahihinde ve Hakim tahric etmişlerdir.
Aynı hadisi Ahmed b.
Hanbel az değişik lafızla rivayet etmiş ve :im onu tahric ederken Ebu Hatim ile
Ebu Zer'â onu sahihle-lerdir. Ancak İbn Kattan bunu ta'lîl kapsamına sokup bir
defa mare'nin kendi halasından, bir defa ise anasından rivayet ettiği konusu
olduğuna dikkat çekmiş ve bu her ikisinin de maruf ol-lığını belirtmiştir.
Hakim ise bunu kendi
Müstedrek'inde Hammad b. Ebi syman tarikiyle şu lafızla rivayet etmiştir:
"Evladınızın malı ih-ıç duyduğunuzda sizindir.."
1070 nolu Cabir hadisi
sahihtir; ricalinin hepsi sikadır.
Hadisi aynı zamanda
başka tarikle Taberani rivayet etmiştir. rhaki ve Bezzar da tahric ederek
hadisin ihticaca salih olduğunu termişlerdir.
Böylece babanın kendi
evladının malında bir bakıma onunla or-olduğu hükmü ortaya çıkıyor. îbn Reslan
ise, hadiste geçen "ve lüke li-ebîke.." cümlesi üzerinde durarak
burada yer alan (lâm) •finin ibahe için olup temlik anlamında olmadığı
belirteker şöyle niştir: "Zira evladın malı kendisine aittir. Zekatını o
vermekle kelleftir ve babası ise ancak miras yoluyla ona sahip olur."
1071 nolu Amr hadisini
aynı zamarda îbn Huzayme ve îbn Ca-l tahric etmişlerdir.
Bu bapta Bezzar'm
Semure'den rivayet ettiği bir hadis bulunuy-Taberani de îbn Mes'ud (r.a.) den
rivayet etmiştir. Ebu Ya'la ise . Ömer'den bu anlamda bir rivayete yer
vermiştir.
Bütün bu rivayetler
birbirini kuvvetlendirmekte ve hadisin ihtida salih olduğunu göstermektedir.
Ancak bu konda en
uygun ve isabetli yorum, İbn Reslan'ın yorumudur ki yukarıda değinmiş
bulunuyoruz.
Müctehidlerin çoğu da
aynı yorumu benimsemiş ve ona göre ıuç çıkarmışlardır.
1- Baba
kendi evladının malından ihtiyaç duyduğu takdirde nsiz alabilir,
2- Evladın
malı babasına mubahtır.
3- Baba
evladının malına ortak değildir.
4- Baba
evladının malinin zekatını vermekle mükellef tutulmamıştır.
5- Herkes
kendi kazancının zekâtını vermekle mükellftir.
6- Baba
sefih olduğu takdirde, evladının malında tasarrufa yetkili değildir. Sadece
nafakasını karşılayacak kadar o maldan kendisine verilir.
7- Evlad
Ölünce, malının tamamı babasına kalmaz. Eşi, anası ve çocukları varsa babası
arta kalanı alır.
8- Muhtaç
durumda olan ana-babaya evladın bakması vaciptir.
Karı ile koca ailenin
temelini oluşturan iki önemli unsur olarak ulunuyor. Namus ve iffetlerini
korudukları, malî imkanlarına göre ir hayat, düzeni ortaya koydukları, her
çeşit israf ve aşırılıktan açındıkları ve komşularına, hısımlarına aynı zamanda
çevrelerine aydalı birer insan olma duygu ve düşüncesiyle hareket ettikleri
ürece aile yuvası gerçek hüviyetine kavuşmuş olur ve devamlılık ar-eder.
Koca nasıl evi
korumakla ve huzurlu yuva haline getirmekle lükellef bulunuyorsa, kadın da
ikinci derecede sorumluluk aşımakta ve aileyi korumakla yükümlü bulunmaktadır.
Şüphesiz şlerin sorumlulukları birbirini tamamlamakta ve aileyi istenilen Lüzeye
getirmektedir. Tek taraflı fedakarlık ve sorumluluk duygu-uyla hareket yeterli
değildir.
Ailenin reisi sayılan
erkek israfa kaçmamak, aileyi sıkıntıya lokmamak şartıyla hayır ve hasenatta
bulunabilir. Zira İslam top-umunda yerini alan her kişi yalnız kendisi ve
ailesi için değil o toplu-uk için de çalışır ve faydalı bir insan olma idraki
içinde günlük ıayatmı tanzime yönelir. Kadın da kendine ait malda, israfa
saçmamak, lükse kapı açmamak şartıyla tasarruf etme, hayır ve has-înatta
bulunma yetkisine sahiptir. Aynı zamanda kocasından izin al-nak suretiyle onun
malından meşru Ölçüler çerçevesinde bir harca-Tiada bulunabilir; kapıya gelen,
komşuluk eden, muhtaçlara ardıma olabilir. Hatta ilim adamlarının bazısına
göre, hayır konulunda ölçülü ve dikkatli olduğu takdirde kocasından izin
istemesine gerek yoktur.
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kadın ifsada (bütçeyi bozma, aileyi sıkıntıya sokma, düzeni bozmaya)
kaçmaksızm kocasının (eve getirdiği) gıda maddesinden (fakir ve muhtaçlara) harcarsa,
yaptığı bu harcamanın ecri (sevap mükafatı) kendisine olur; aynı zamanda
kocasına da kazandığının ecri (sevap ve mükafatı) vardır. Evdeki kiler
işleriyle görevliye de bunun bir benzeri sevap vardır. Bunlardan bir kısmı
diğerinin sevabını az da olsa noksanlaştırmaz." [279]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v,) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kadın kocasının kazancından onun emri (izni) olmaksızın bir şey harcarsa,
(kadının elde ettiği sevap ve mükafatın) yarısı kocasmadır." [280]
Yine Ebu Hüreyre
(r.a.) den mevkufen yapılan rivayete göre, adı geçenden, kocasının evindeki
(para ve yiyecek) den (hayır olarak) harcayan kadın hakkında sorulduğunda, adı
geçen şöyle cevap vermiştir: "Hayır, ancak kendisine ait yiyecek
madedelerinden (hayır olarak) harcayabilir ve bundan hasıl olan sevap ikisi
arasında müşterek olur. Kadının, kocasının izni olmaksızın onun
malından harcaması
kendisine helal olmaz." [281]
Esma bint Ebi Bekr
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçer, peygamber (s.a.v.) Efendimize
şöyle diyor: "Ya Resulellah! Benim t>ir şeyim yoktur, sadece (kocam)
Zübeyr'in bana getirdiği aesneler vardır. Onun eve getirdiği şeylerden az bir
miktar [sevap olarak) harcamamdan dolayı bana bir vebal var mıdır?" Bunun
üzerine Resulüllah (s.a.v.) ona şöyle buyurdu: •Elinden geldiğince (imkânın
yettiğince) az az harca, kapta toplayıp (cimrilik yapma), sonra onun misliyle
ceza görürsün.." [282]
Bu hadis şu lafızla da
rivayet edilmiştir: Esma (r.a.) Peygamber (s.a.v.) dan şöyle sormuştur:
"Şüphesiz (kocam) Zübeyr şiddetli bir adamdır.. Yoksul bir kimse bana
gelip dilenmektedir ve ben de Zübeyr'in izni olmaksızın onun evindeki yiyecek
maddelerinden o yoksula tasaddukta bulunmaktayım.." Peygamber (s.a.v.)
ona şu cevabı verdi: "Az az (tasadduk olarak) ver, kapta toplayıp
(cimrilik yapma), sonra Allah o nisbette
sana karşı ceza
hazırlar.." [283]
Sa'd (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Kadınlar
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e bey'at ettikleri zaman, Mudar Kabilesin1 den
olduğu sanılan düzgün konuşma yeteneği olan bir kadın şöyle sordu: "Ey
Allah'ın Peygamberi! Doğrusu biz (kadınlar) babalarımız ve evladımız üzerine
yük olarak bulunuyoruz.." Ebu Davud diyor ki: "Ben bu rivayette şu
cümleyi de görüyorum: "ve kocalarımız..) Bizim için bunların malından
neler helaldir?" Peygamber (s.a.v.) Efenidmiz şu cevabı verdi: "Ratb
(depolanmayan ekmek ve yaş sebze ve meyve) den hem yersiniz, hem de bağışlayabilirsiniz.."
[284]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Bayrama
Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber hazır oldum. Resulüllah (s.a.v.)
hutbeden önce ezansız ve ikametsiz olarak namaza başladı. Sonra da Bilal'a
dayanarak ayağa kalktı ve Allah'tan korkmamızı emretti. O'na taatte bulunmayı
tahrik ve teşvikte bulundu; cemaate öğüt verip birtakım hatırlatmalarda
bulundu. Sonra ayrılıp gitti ve kadınların bulunduğu yere geldi; onlara da
vaaz-u nasihatta bulunup birtakım şeyler öğütledi ve onlara şöyle buyurdu:
"Tasaddukta bulunun; çünkü çoğunuz Cehennem odunu (yakıtı) olarak bulunuyorsunuz.."
Bunun üzerine yanağında siyah ben bulunan seçkin bir kadın ayağa kalkıp sordu:
"Neden ya Resulüllah?" Efendimiz cevap verdi: "Çünkü siz
kadınlar çok şikayetçi olur (kocanızın haline razı olmaz) siniz ve kocalarınıza
karşı nankörlük edersiniz,."
Kadın diyor ki, bunun
üzerine orada hazır bulunan kadınlar zinet eşyalarından küpe ve yüzüklerinden
(çıkarıp)
Bilal'in eteğine
attılar.. [285]
Abdullah b. Amr (r.a.)
dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Hiç bir kadına, kocasınının izni İmaksızm bir bağış ve bahşişte bulunması
caiz değildir.." [286]
1072 nolu Aişe hadisi sahih olup istidlal ve
ihticaca salihtir. İöylece hadis, kadının eşinin malından ifsada gitmemek
kaydiyle Lem evin ihtiyaçları için, hem de muhtaçlara bir şeyler vermek için
tarcamada bulunabileceğine delalet etmektedir. Bundan dolayı hasıl lan sevabın
bir misli kocasına, bir misli de evdeki hizmetçiye verilir.
Ayrıca hadisin açık
delaletinden, kadının ifsada gitmeksizin ko-asının malından birşeyler
tasaddukta bulunması için ondan izin almasının lüzumlu olmadığı anlaşılıyor ve
kadının malından da ifsada gitmeksizin harcamada bulunabileceğinin cevazına
işaret vardır.
1073 nolu Ebu Hüreyre hadisi hakkında Ebu Davud ve
el-llünziri susup birşey dememişlerdir. Ancak isnadında bir sakınca ol-nadığı
tesbit edilmiştir.
Bu bapta Tirmizî'nin
Ebu Ümame (r.a.) den rivayet ettiği bir ıadis bulunuyor ki, Tirmizî onu has
enlemiş tir. Meali şöyledir: "Kadın ucasının evinde (ki şeylerden) ancak
onun izniyle infakta bulunabi-ir." Bunun üzerine soruldu: "Ya
Resulellah! Yiyecek maddesi husu-mndada mı?.." Cevap verdi; 'Yiyecek
maddesi bizim en üstün nalımızdır.."
Böylece birinci hadisi
açıklar mahiyette bir kayıt söz konuşulur, o da kadının kocasına ait inaldan
ve yiyecekten ancak onun iz-ııyle harcamada bulunabilir ifadesidir.
Bu rivayetlerin ışığı
altında konuyu tahlil eden ilim adamları farklı görüş ve ictihadlarda
bulunmuşlardır. Kimi, kadın mala noksanlık vermeyecek şekilde az şey -izin
almaksızın- harcayabilir. Nitekim Hz. Aişe hadisi buna delalet etmektedir
derken, kimi de kocası icmalen de olsa ona bu hususta izin vermişse o takdirde
harcamada bulunabilir demiştir. Buhari de aynı görüştedir. Kimi de kadının infakta
bulunmasından maksadın, mal sahibinin malından onun çoluk çocuğuna yapacağı
harcamadır ki bunda kocasından izin almasına gerek yoktur. Yabancılara infakta
bulunabilmesi için izin alması gerekir diyerek ayrı bir yorum ortaya
koymuşlardır.
îlim adamlarından bir
kısmı ise, kadının kocasının malında bir hakkı vardır, onun evini ve eşyasını
gözetmesiyle bu hak doğmaktadır. O bakımdan kocasından izin almaksızın -ifsada
gitmemek şartyle- harcamada bulunabilir. Hizmetçinin ise böyle bir hakkı
yoktur diyerek değişik bir yorum belirlemiştir. Hafız İbn Hacer ise, şöyle
demişir: "Kadın, kocasının malında olan hakkım tastamam alıp harcayabilir.
Bunun dışında izinsiz bir harcamada bulunamaz.."
1075 nolu Esma hadisi
sahih olup istidlale salihtir. Rivayetin açık delaleti, kadının kocasının
malından izin almaksızın az şey tasaddukta bulunabileceğini göstermektedir.
Böylece Hz. Aişe hadisiyle birleşmekte ve konuya ağırlık kazandırmaktadır.
Nitekim 1076 nolu rivayet de bunu desteklemektedir. Böylece ilim adamları
Tirmizi'nin rivayet ettiği Ebî Umame hadisindeki izin alma meselesini inceleyerek
oradaki nehyin tenzihi kerahet anlamında olduğunu ve tenzihi kerahetin cevaze
engel teşkil etme-yeceğini belirtmişlerdir.
Aynı zamanda kadının
harcamasından doğan ecrin bir mislinin de kocasına verileceği ifadesi, bu
manayı desteklemektedir.
1077 nolu Sa'd hadisi
hakkında Ebû Davud bir görüş ve tesbit belirtmemiştir. Ancak isnadındaki
ricalin hepsi sahihtir, sadece Mu-hammed b. Sevvar hakkında farklı tesbitler
yapılmışsa da İbn Hib-ban onun sika olduğuna dikkat çekmiştir. [287]
Sa'd hadisi, kadının
kendi oğlunun, babasının ve kocasının malından izinsiz yemesinin ve hediye
etmesinin caiz olduğuna delalet etmekte ve 1072, 1073 nolu hadisleri
kuvvetlendirmektedir. Ancak bu cevazın yiyecek maddelereriyle ilgili olup
depolanıp kaldırılmaya müsait olmayan yiyecekleri kapsamaktadır. Bunların
dışında kalan maddeleri hediye edebilmesi için izin almasnm gereği üzerinde duranlar
olmuşsa da üzerinde ittlak hasıl olmamıştr.
1078 nolu Cabir hadisi sahih olup istidlal ve
ihticaca salihtir. Hadis, kadının kendi malım kocasından izin almaksızın hayır
yollarında harcayabileceğinin cevazına delalet etmektedir. Aynı zamanda hayır
işlerine öncülük eden kişilerin hayır ve sadaka toplayıp muhtaçlara
dağıtmalarının caiz olduğuna açık delalet vardır.
1079 nolu Abdullah hadisini aynı zamanda Beyhakî
tahric etmiş, Hakim Müstedrek'te nakletmiştir. Ancak isnadında Amr. b. Şuayb
bulunuyor ki, bu zat hakkında az farklı tesbitler yapılmış ve fazla hadis rivayet etmesinden dolayı hakkında
şüphelenenler olmuştur, İbn Main ise onun sika olduğunu belirtmiş, Ahmed b.
Han-bel onun rivayetine itibar edilebilir demiştir. [288]
Bütün bu rivayetleri
bir araya getirip sonuç çıkaran ilim adamalarının görüş ve ictihadları az
farklı olmuştur:
a) Kadin
reşide (ergin, olgun, akıllı) bile olsa, kocasının malından ancak onun izniyle
bağışta bulunabilir.
b) Leys'e
göre, ne malın üçte birinde, ne de ondan az nisbetinde kadın izinsiz bağışta
bulunamaz. Ancak önemsiz şeyleri bağışlamasında bir sakınca yoktur.
c) îmam
Malik ve Tavus'â göre, kadın malın üçte birinde tasarruf edip kocasının iznini
almaksızın bağışta bulunabilir. Bundan fazlası için izin alması gereklidir.
d) Cumhura
göre, kadın sefihe (savurgan, müsrif) olmadığı takdirde kocasının malından
alıp bağışta bulunabilir ve izin alması şart değildir.
Cumhurun bu husustaki
delilleri hem kitaba, hem de sünnete dayanmaktadır. Buhari de aynı görüşü izhar
etmiştir.
1- Kadının
kocasının eve aldığı yiyecek maddelerinden az şey tasaddukta bulunması caizdir.
Bunun için kocasından izin alması
şart değildir. .
2- Önemli harcamalarda kadının kocasından izin
alması gerekir.
3- Kadın
sefihe (savurgan, müsrif ve dengesiz) olduğu takdirde, kocasının izni olmadan
onun malından bağışta bulunması caiz değildir.
4- Kadının
kendine ait zinet ve maldan tasaddukta bulunabilmesi için kocasından izin
alması şart değildir. Sefihe olmadığı takdirde kendi malında tasarrufa
yetkilidir.
5- Kadının
kendi kocasının malında bir hakkı vardır. Zira o evin işlerini düzenlemekte ve
kocasının malını, çocuklarını gözetip korumaktadır. O bakımdan israfa
kaçmamak, aile bütçesini sars- mamak şartiyle harcamada bulunabilir, muhtaçlara
sadaka olarak verebilir.
6- Kadınları
ayrı bir yerde toplayıp onlara vaaz-u nâsihatta bulunmakta bir sakınca yoktur.
Yeter ki, vaaz-u nasihat eden kimse sa-lih bir kişi olsun.
7- Hayır işlerinde harcamak üzere müslümanlardan
yardım istemek caizdir.
8- Kadınlar
hayır yollarında harcanmak üzere istenen yardıma katılıp gerekirse zinet
eşyasını .verebilirler.
9- Bir fitne
söz konusu olmadığı takdirde kadınları camiler-den, vaaz ve irşad
meclislerinden men'etmek doğru olmaz.
10-
Özellikle kadınlar depolanmaya müsait olmayan günlük yiyecek maddelerinden,
fakir ve muhtaçlara - aile bütçesini sars- mamak, ifsada gitmemek şartiyle-
verebilirler. Bunun için kocalarından izin almalarına gerek yoktur.
11- Evin
aile reisi olan koca, eşine harcama Ve hayır yapabilirsin şeklinde genel
anlamda izin vermişse, o takdirde kadın ifsada yol açmaksızın istediği gibi
harcama ve bağışta bulunabilir.
12- Kadının yaptığı bağış ve verdiği sadakanın
sevabının bir misli de kocasınadır.
[1] Buharî/meğazî: 51, büyü1: 105,112- Müslim/Buyu': 93,
feri': 8- ibn Mace/ ticarat: 11- Ahmed: 2/213, 362- 3/217, 324, 326, 340
[2] Müslim/müsakaî; 12, 13, 14, 74- Buharî/enbiya: 50,
büyü1:103, 112-Nesâî/feri1:9- Daremî/eşribe: 9-Teberanî/sıfatü'n-nebî: 26-
Ahmed: 1/21, 247,294-2/117
[3] Buhari/libas: 86, 96, büyü1: 20, 113
[4] Buharı/ büyü1: 25, 113, icare: 20, talâk: 51 - tıb:
46, libas: 86, 96- Müslim/ müsakat: 40- Ebû Davud/büyu1: 26, 63- Tirmizî/büyu':
46, 49, 50, nikâh: 37, tıb; 23- Nesâî/sayd: 15, büyü1: 91, 92- İbn Mâce/ticarat:
9- Dâremî/ büyü': 34- Taberânî/büyu1: 68- Ahmed; 1/235, 278, 289, 350- 4/118,
120
[5] Ebû Dâvud/et'ime: 32, buyu': 62-Tirmizî/büyu': 49- İbn
Mace/ticarat: 9, seyd: 20- ahmed: 3/297,317, 339, 349, 353, 386
[6] Müslim, Ebû Davud- Ahmed- Neylülevtar: 5/162
[7] Mecmeu'l-enhür; 2/47
[8] Fetâvâyı Kadıhan: 2/133
[9] Ebû Zekeriya Nevevî/Minhacü't-talibin: 39
[10] Ebu Yahya Zekeriya Anşarî/Fethülvahhab: 1/158, 159
[11] Şemsüddin Ibn Kudame/eş-Şerhülkebir: 4/13
[12] Abdurrahman el-Cezirî/el-Fıkhu Alâ Mezahibi'l-Arbaa:
2/231
[13] Neylülevtar: 5/163
[14] Zehebî/Mizanü'l-rtida!: 4/426- 9701 nolu Yezid
(Ebû'l-Mühezzib)
[15] Ebu Davud/büyu": 61- Tirmizî/büyu':
44-Nesâî/büyu1:96- Ibn Mace/ ruhun: 18- Dâremî/ruhûn: 69- Âhmed: 3/338, 339,
356,417
[16] Müslim/müsakat: 34, 35
[17] Fetava-yı Kadıhan: 2/134
[18] Fetava-yı Hindiyye: 3/121
[19] Istılahat-i Fıkhiyyo Kamusu: 5/33
[20] Fetava-yı Hindiyye: 3/121
[21] Ebû Davud/büyu': 60- İbn Mace/ruhûn: 16- Ahmed:
5/364
[22] Buharî/icare:21- Ebû Dâvud/büyu": 40- Ibn
Mâce/ticarat: 9- Daremî/büyu' 80
[23] Müslim- Nesâî/büyu1: 94
[24] Tirmizî/büyu':45
[25] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac: 179
[26] Gayri mütekavvim mal, sefan tenavül ve inîifaı mubah
olmayan şeydir. Meselâ besmele ile kesilen bir hayvanın eti, mal-i
mütekavvimdir. Denizdeki balık, havadaki kuş ihraz edilmediği sürece gayr-i
mütekavvimdir
[27] el-Fıkhu Aİa'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/225'den özetlenerek
[28] Müslim/büyu': 4- Ebu Davud/büyu': 24-
Nesâî/büyu": 27- Ibn Mace/ ticarat: 23- Daremî/büyu1: 29- Ahmed: 2/25, 376
[29] Müsned-i Ahmed: 1/388
[30] Buhari/büyu1: 61, Müslim/ büyü1: 5, 6- Ebu Davud/büyu:
24- Tirmizi/ b,üyu" 16- Nesâî/büyu': 67, 68- İbn Mace/îicaraî: 24-
Taberanî/büyu': 62-Ahmed:1/56; 166
[31] ibn Mace/ticarat: 24- Ahmed: 3/42
[32] Ebu Davud/ticarat (büyü1); 22- Ahmed: 2/387
[33] Müsned-i Ahmed: 2/387
[34] ibn Mace/ticarat: 24- Ahmed: 3/42
[35] Buhari/büyu': 63, 93- Tirmizi/büyu1: 69- Müslim/büyu':
1,3- Ebu Davud/ büyü1: 24- Nesaî/büyu': 23, 26- İbn Mace/ticarat; 12- Ahmed:
2/319
[36] Bilgi için bak: Mecmeu'l-enhür: 2/49-51
[37] Bilgi için bak: es-Siracüivehhac: 179-180,
eş-Şerhü'l-kebir: 4/27, 28, el-Müdevveneîü'l-kübra: 4/205-214
[38] Zehebî/Mizan'ül-ilidal: 4/521 -10164 nolu Ebu Davud
[39] Şevkanî/Neylülevtar: 5/168
[40] Ebu Davud/büyu': 53
[41] Müsned-İ Ahmed: İ/398
[42] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 3/673-8015 nolu Muhammed
[43] Bilgi için bak: Nasburraye: 4/20, 21
[44] Celal Yıldırım: Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Konya,
Uysal Kitabevi; C.3, s.329
[45] Tirmizî/büyu': 59- Ibn Mace/eşribe: 6
[46] Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, İbn Mace/Neylülevîar:
5/174
[47] İbn Kud^me/el-Muğnîve eş-Şerhülkebir: 4/41
[48] es-Siracülvehhac. 182
[49] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibil Arbaa: 2/231
[50] Neylülevtar: 5/174 (.843) Neylülevtar: 5/174
[51] Hafız Zekiyüddin/et-Terğib ve't-Terhİb: 4/29
[52] Hafız Zekiyüddin/et-Terğib ve't-Terhib: 4/29
[53] Hafız Zekiyuddin/et-Terğib vet-Terhib: 4/29
[54] Ebu Davud/büyu1; 68-Tirmizi/büyu': 19-
Nesaî/büyu": 60- İbn Mace/ ticarat: 20- Ahmed: 3/402,'434
[55] Ebu Davud/büyu1: 68- Tirmizî/büyu1: 19- Nesaî/büyu1:
60, 72
[56] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/240' dan
özetlenerek
[57] es-Siracülvehhac: 192
[58] Ebu Davud/nikah: 21-Tirmizî/nikah: 19- Nesâî/büyu':
96- Ahmed: 5/8,18
[59] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/176
[60] Müslim, Müsned-i Ahmed/Neylülevtar: 5/178
[61] Müslim, Müsned-i Ahmed/Neylülevtar: 5/178
[62] Müsned-i Ahmed: 3/402
[63] Ebu Davud/büyu": 65
[64] Buhari, Müslim, Nesaî/Neylülevtar; 5/178
[65] Buhari, Mü.s!im, İbn Mace/Neylülevtar: 5/178
[66] Bilgi için bak: Kâsânî/Bedayi1:5/138
[67] Mecmeu'l-enhür: 2/4'den özetlenerek
[68] Kâsânî/Bedayi': 5/134
[69] İbn Kudame/ el-Muğnî
[70] Şemsüddin İbn Klidame (eş-Şerhülkebir: 4/115,116)
[71] Bilgi için bak: es-Siracülvehhac: 191
[72] Neylülevtar: 5/178, 179
[73] Mizanü'Mtidal: 3/98- 5726 nolu. Alâ'
[74] Buharî/büyu1: 58, 64- Müslim/büyu': 11, 12- Ebu
Davud/büyu': 45-Tir mizî/ buyu'; 11-Nesaî/büyu': 16,17-İbn Mâce/ticarat: 15-
Ahmed: 1/163,368
[75] Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce/Neylülevtar: 5/185
[76] Buharı, Müslim/Neylülevtar: 5/185
[77] Buharı, Müslim, Nesâî, ibn Mâce/Neylülevtar: 5/185
[78] Mecmeu'l-Enhür: 2/64'den özetlenerek
[79] Ebu Zekeriye Yahya en-Nevevî/Minhacüttalibin: 41
[80] Şemsüddin İbn Kudame/eş-Şerhülkebir: 4/43
[81] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/274
[82] Buharî/hiyel: 6- Müslim/nikah: 51- Ahmed: 2/238
[83] Buharî/büyu': 60, sürüt: 11, hiyei: 6- Müslim/büyu':
13
[84] Bilgi için bak: Mecmeul-Enhür: 2/63, Minhac: 41,
el-Muğnî: 4/42, 43
[85] Müsned-i Ahmed- Neylülevtar: 5/179
[86] Buharî- Müslim- Neylülevtar: 5/179
[87] Müsned-i Ahmed- Nesâî- Neylülevtar: 5/179
[88] Mecmeulenhür: 2/63
[89] Ebû Zeke riya Yahya en-Nevevî/Minhacüttalibin: 41
[90] Bilgi için bak: el-Muğnî: 4/279
[91] Şevkanî/Neylülevtar: 5/190
[92] Buharî, Müslim, Nesâî, İbn Mace- Neylülevtar: 5/195
[93] Nesâî, İbn Mace- Neylülevtar: 5/195
[94] Nesâî, Ibn Macg- Neylülevtar: 5/195
[95] Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Ibn Mace,
Neylülevtar: 5/195
[96] Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Ibn Mace,
Neylülevtar: 5/195
[97] Mecmeulenhür: 2/15, 16
[98] Gİ-Ğamravî/Gs-Siracülvehhac: 199, 200'den özetlenerek
[99] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'IMezahibi'l-Arbaa: 2/294,
295
[100] Müslim/mü sakat: 109- Buharî/şürut: 4- Ebu
Davud/büyu': 77- Ahmed: 3/26.
[101] Tirmizî/büyu': 19- Buharî/büyu': 73- Nesâî/büyu1: 60,
71, 72- Daremî/
büyü1: 26- Taberanî/büyu1:
69
[102] Buharî- Müslim- Neylülevtar: 5/203
[103] Fatava-yı Hindiyye: 3/133-135"den özetlenerek.
[104] es-Siracülvehhac: 180
[105] İbn Kudame/el-Muğnî: 4/48-591 dan özetlenerek.
[106] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/229
[107] Buharî- Müslim/1533- 4
[108] Tirmizî/büyu1:28- Ebû Davud/büyu': 66- Nesâî/büyu1;
12- Ibn Mace/ ahkam: 23- Ahmed: 3/217
[109] Müsned-i Humeydî/Neylülevtar: 5/206
[110] Buharî/tarih- Neylülevtar: 5/20.
[111] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/285
[112] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'İ-Mezahibi'l-Arbaa:
2/285 .
[113] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
2/284, 285
[114] Ebû Davud/büyu'67- ibn Mace/ticarat: 22-
Tabarânî/büyu': 1
[115] Musannef-İ Abdurrezzak/Neylülevtar: 5/173
[116] Tenvîrü'l-hevâlik Şerhün Ala Muvatta'i Malik: 2/118
[117] Tenvîrü'l-hevâlik Şerhün Ala Muvatta'i Malik: 2/118
[118] Zehebî/Mizanü'l-Vtidal: 1/452-1694 nolu Habib
[119] Bilgi için bak: Neylüievîar: 5/173- İbn Dakiyk
el-lyd/lhkamü'l-ahkam: 3/140, 14.
[120] Fıkhu's-Sünne;3/100, 101
[121] Buharî-Müslim
[122] Buharı-Müslim
[123] Buharî/büyu1: 19, 22, 42, 43, 44, 46, 47-
Müslim/büyu1: 43, 46, 47- Ebu Davud/büyıT: 51- Tirrnizî/büyu1: 26- Nesâî/büyu':
4, 8, 9- Daremî/büyu': 15-Ahmed:2/4, 9
[124] Buharî/Neylülevtar: 5/212
[125] Ebû Zekeriya Yahya en-Nevevî/Minhacü'Malİbin: 41
[126] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
2/170, 171
[127] Bilgi için bak: eİ-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
2/170, 171
[128] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
2/170, 171
[129] Bilgi için bak: lhkamül-Ahkam Şerhü Umdeti'l-Ahkam:
3/102-109
[130] Bilgi için bak: Fahruddin Razi- Tefsirü'l-Kebir:
2/530- el-Muğnî: 4/123-Neylülevtar: 5/217
[131] Buharî/libas: 86, 96- Müslim/mü sakat: 106- Ebu
Davud/büyu': 4- Tirmizi/ . buyu1: 2- Nesâî/zînet: 25- Ibn Mace/ticarat: 58-
Daremî/büyu': 4- Ahmed: 1/82, 88
[132] Müsned-i Ahmed- Neylülevtar: 5/214
[133] Bilgi için bak: Kâsânî/Bedayi1:5/192
[134] Ibn Kudamo/el-Muğnî: 4/162
[135] Müslim/müsakat: 75, 77, 91- Buharî/büyu1: 77, 28, 81-
Ahmed: 3/4, 9- 6/ 22- Taberânî/büyu': 30, 34, 35
[136] Müslim/müsakat: 75, 77, 91- Ahmed: 3/4, 9- 6/22
[137] Buharî/büyu1: 87- Müslim/müsakat: 81, 83, 85, 90- Ebu
Davud/büyu1: 12-Nesâî/büyu': 50
[138] Ebu Davud/büyu1:13- Tirmizi/büyu1: 23-
Nesâî/büyu": 42, 44- Taberanî/ büyü': 20
[139] Müslim/müsakat: 81, 83, 89, 90- Nesâî/büyu': 47, 50-
Ebu Davud/büyu1: 13- Ahmed: 2/293- 3/5, 66, 97
[140] Buharî/büyu1: 81-Ahmed: 5/314
[141] Buharı/büyü': 54- Müslim/müsakat: 79- Ebu
Davud/büyu1:12- Nesâî/ buyu1: 41, 44, 46- Ibn Mace/tic: 50
[142] Buharî/büyu':78-Müslim/müsakaî:81, 83, 85, 90- Ebu Davud/büyu1; 12-Nesâî/büyu': 50- Ibn Mace:48
[143] Müslim/müsakat: 93- Ahmed: 6/400
[144] Darekutnî- Neylülevtar: 5/218
[145] Buharî/Ttisam: 20, meğazi: 39- Müslim/müsakat: 94, 95-
Nesâî/büyu": 41 -
Daremî/büyu': 40-
Taberani/büyu': 21
[146] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'^Arbaa: 2/244
[147] Bilgi için bak: Kâsânî/Bedayi: 5/192-200- İbn Dakiyk
el-lyd/ihkamü'l- ahk&m: 183-183- İbn Kudame/el-Muğnî:
4/124-143- Kitabü'l-fıkhi Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/250-251
[148] Biigi için bak: Neylülevtar. 5/216
[149] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 2/41-2741 nolu Rebİ1
[150] Darekutnî- Neylülevtar: 5/232
[151] Müsned-i Ahmed: 2/28
[152] Ebû Davud/büyu": 54- Ahmed: 2/84
[153] Neylülevtar: 5/234
[154] Mezhep imamlarının bu konuyla ilgili görüşleri
hakkında bak: el-Muğnî: 4/256, 257- Neylülevtar; 5/234, 235- Fetava-yı
Hindiyye: 3/208
[155] Fethülallam Li-Şerhi Büluğu'l-meram: 2/31
[156] Fethülallam Li-Şerhi Büluğu'l-meram: 2/31
[157] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 1/184-737 nolu Îshak
[158] Fethülallam Lİ-Şerhi Büluğu'l-meram: 2/31
[159] Müslim/iman: 164- Ebû Davud/büyu': 50- Tirmizî/büyu:
72- jbn Mace/ j ticarat: 36-
Daremî/büyu': 10- Ahmed: 2/50, 242,417- 3/466- 4/4
[160] Buharî/mezalim: 3, ikrah: 7, birr: 6, 32- Ebû
Dâvud/eyman: 7, imaret: 36, edeb:38-Tirmizî/hudud:3, birr. 18, tefsir: 9- Ibn
LaceTicarat: 45-Ahmed: 2/6, 8, 91-3/491- 4/66
[161] Buharî/büyu1:19- Ahmed: 3/491
[162] Müslim/iman: 164- Ebû Davud/büyu': 50-
Tirmizî/büyu": 72- ibn Mace/' ticarat: 36- Daremî/büyu1:10- Ahmed: 2/50,
242, 417- 3/466- 4/45
[163] Tirmizî/büyu': 8- Ibn Mace/ticarat: 47
[164] Bilgi için bak: Mecmeu'l-enhür. 2/40-42
[165] Bilgi için bak: es-Siracülvehhac: 186, 187
[166] Bilgi için bak: et-Muğnî: 4/85
[167] Bilgi iÇifBıkf Mizanü'l-itidal: 4/527^10217 nolu Ebû
Siba1 ve Neylülevtar: 5/239'
[168] Buharî-Müsİim
[169] Müslİm/büyu1: 28- Darernî/büyu': 19-Ahmed: 2/259, 317
[170] Müslim- Ebu Davud- Nesâî- Tirmizi- İbn Mace
[171] İbn Kudame/el-Muğnîve eş-Şerhü'l-kebir: 4/82
[172] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/201
[173] İbn Kudame/et-Muğnî: 4/82- el-Fıkhu
Ala'İ-Mezahibi'l-Arbaa: 2/201
[174] Bilgi için bak; el-Muğnî: 4/82, 83
[175] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/202
[176] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/243
[177] Tirmizi/büyu1:73- Ebu Davud/büyu': 49- İbn Mace/ticarat:
27- Daremî/ büyü': 13-Ahmed: 3/85, 156,28.
[178] Bilgi için bak: Fıkıh kitapları "gabrr-İ
fahiş" bölümü.. Ayrıca el-Fıkhu Ala'l Mezahibi'l-Arbaa: 2/284, 285
[179] Seyyîd Sabık/Fıkhu's-Sünnet: 3/106
[180] Fıkhu's-Sünnet: 3/106
[181] Fıkhu's-Sünnet: 3/106
[182] Fıkhu's-Sünnel: 3/106
[183] Müslim/müsakat: 129, 130- Ebu Davud/büyu1: 40, 47- Ibn
Mace/ticarat: 6- Daremî/büyu': 12- Ahmed: 3/453, 454- 6/400
[184] Müsned-i Ahmed: 5/27
[185] Müsned-i Ahmed: 3/453, 454- 6/400- Taberanî/büyu1: 56,
58
[186] Ibn Mace/ticarat: 6- Ahmed: 1/21-2/33, 351
[187] Ibn Mace/ticarat: 6- Daremî/büyu1: 12
[188] Bilgi için bak: Fetava-yı Hindiyye: 3/214
[189] İbn Kudame/el-Muğnî: 4/283'den özetlenerek
[190] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/249
[191] Mizanü'l-i'tidal: 4/575
[192] Mizanü'l-hidal: 4/322- 9303 nolu Heysem
[193] Mizanü'l-i'tidal: 4/322- 9303 nolu Heysem
[194] Ebu Davud/büyu": 82- Tirmizi/büyu1: 43, ticarat:
19- Daremî/büyu': 16-Taberanî/büyu'rSO
[195] Nesâî/büyu1: 82- Ahmed: 1/466
[196] Bilgi İçin bak: el-Fıkhu Ala'l MezahibiTArbaa: 2/209,
210
[197] Bilgi için bak: ei-Ümm: 3/90
[198] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l MezahibiTArbaa: 2/210-
ei-Muğnî: 4/109
[199] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l MezahibiîArbaa: 2/212,
213'den özetlenerek
[200] Neylülevtar: 5/253
[201] Müslim/müsakat: 128- Buhari/selem: 1,2,7- Ebu
Davud/büyu': 55-Tirmizî/büyü': 68- Nesâî/büyu': 63- Ibn Mace/tİcarat: 59-
Daremî/büyu': 45- Ahmed: 1/217,222
[202] Müsned-i Ahmed: 1/217, 22, 353
[203] Buhari/büyu1: 55- Nesaî/büyu': 60- Ahmed: 4/380, 354-
Buhari/selem: 2; 3, 7
[204] Ebu Dâvud/büyu': 57- ibn Mace/ticarat: 60
[205] Taberanî/büyu": 93, 94- Darekutnî
[206] Mecmeu'l-enhür; 2/97-107' den özetlenerek
[207] es-Sİracülvehhac: 205-207
[208] İbn Kudame/el-Mugnî: 4/312-334'den özetlenerek
[209] Sahnûn/el-Müdevvenetülkübra: 4/2-123
[210] ibn Mâce/Neyiülevtar: 5/259
[211] İbn Mâce/sadakaî: 19
[212] Ebû Dâvud/edeb: 60-Tirmizi/hudud: 3, birr: 19-İbn
Mâce/mukaddeme: 17-Ahmed: 2/202, 414
[213] Bilgi için bak: Fetava-yı Hindiyye: 3/201-205
[214] Bilgi için bak: es-Siracülvehhac: 210, 211
[215] Bilgi için bak: İbn Kudame/el-Muğnî: 4/352-357
[216] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/343'den
özetlenerek. Bilgi için bak: el-Müdevvenetülkübra: 4/133-140
[217] Mizanü'l-i'tidal: 2/198-3433 nolu Süleyman
[218] Neylülevtar: 5/259
[219] Zehebi/Mizanü'l-i'tidal: 1/645-2475 nolu Halid-Ayrıca
bilgi için bak: . Neylülevtar: 5/259
[220] Müslim/müsakat: 121-Tirmizi/büyu': 75
[221] Müslim/müsakat: 118,119- Ebu Davud/büyu':
1.1-Tirmizî/büyu1; 73-Nesaî/büyu': 64- !bn Mace/ticarat: 62- Daremî/büyu1:31-
Ahmed: 6/390
[222] Ibn Mâce/Neylütevtar: 5/259
[223] Buhari/büyu': 88- Ahmed: 1/329, 347, 404
[224] Buhari/cihad: 89, meğazi: 86- Tirmizî/büyu': 7-
Nesaî/büyu': 58, 83- ibn Mâce/rühûn: 1- Daremî/büyu": 44- Ahmed: 1/236,
300
[225] ibn Ma.ce/rehn: 2- Buharî/rehn: 4- Ebû Davud/büyu':
76- Tirmizî/büyu': 31-Ahmed: 2/228, 473
[226] Bilgi için bak: e!-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
2/324-327
[227] Bilgi için bak: es-Siracülvehhac: 212-216
[228] Bilgi için bak: el-Fıkhu Aia'i-Mezahibi'l-Arbaa:
2/328-330
[229] lbn Kudame/ei-Muğnî: 4/366-371'dn özetlenerek
[230] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibİ'l-Arbaa: 2/321, 322'den
özetlenerek
[231] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/264
[232] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/265
[233] Fethülallam li-Şerhi Bülûği'l-meram: 2/40
[234] Fethülallam li-Şerhi Bülûği'l-meram: 2/40
[235] Ebû Dâvud/büyu1: 26
[236] Ebû Dâvud/edeb: 17- Îbn Mâce/ticarat: 63- Ahmed: 3/421
[237] Ibn Mâce/ticarat: 63
[238] Müsiim/müsakat: 86- Nesaî/büyu': 49- Ahmed: 4/371
[239] Ebû Dâvud/eyman: 47, büyü': 29- Nesâî/büyu': 105
[240] Ebû Davud/taharet: 20
[241] Darekutnî/Neylüievtar: 5/300
[242] Bilgi için bak: Mecmeu'l-enhür: 2/321-329,. Bedayi1:
6/79-112
[243] el-Ğamravi/es-Siracülvehhac: 279-284
[244] Fıkhu's-sünnet: 3/206
[245] Rıkhu's-sünnet: 3/208
[246] Bilgi için bak: Neylüievtar: 5/299
[247] Neylülevtar: 5/301
[248] MizanÜ'l-i'tidal: 4/253-9043 nolu Nasr
[249] Tirmizî, Müsned-i Ahmed/Neylülevtar: 6/3
[250] Muhtasar-ı Ebû Dâvud/Neylülevtar: 6/3
[251] Buharı/hibe: 29, cizye: 18, edeb: 8- Müslim/zekat:
34-Ahmed: 6/344
[252] Mümtahine Suresi: 8
[253] Müsned-i Ahmed:4/4
[254] Ebû Dâvud/imaret: 35-Tirmizî/siyer: 23- Ahmed: 4/162
[255] Bilgi için bak: Fıkhu's-sünnet: 3/540
[256] Şevkanî/Neylülevtar: 6/3
[257] Sündüs: İnce atlas türünün genel adıdır.
[258] Hülle: Değeri yüksek iki elbise (izarve rida')..
[259] Zehebî/Mizanü'l-İ'tidal: 4/118-8558 nolu Musab
[260] Mursel hadis: Senedinden bir sahibinin düştüğü
hadistir..
[261] Buhari/hibe: 11- Ebu Davud/büyu1:80- Tirmİzî/birr: 34-
Ahmed: 2/359-4/37-6/90
[262] Ebû Dâvud/büyu': 80- Tirmjzî/menakıb: 73- Ahmed: 2/292
[263] Tirmizî/edahî: 14- Ahmed: 2/479, 481, 512
[264] Taberanî/ciran
[265] Tirmizî/veiâ: 6- Ahmed: 2/405
[266] Müsned-i Ahmed: 4/221
[267] Nisa Suresi: 11
[268] Ebû Davud/büyu1: 83- Buhari/hibe: 12,13- Müslim/hibat:
13- Nesaî/ nuhl:1-Ahmed.; 4/275,278; 375
[269] EbûDâvud/büyu': .83- Müslim/hibat: 29- Ahmed: 3/326
[270] Buharı/hibe: 12- Müslim/hibat: 9,10, -17-
Tirmizî/ahkâm: 30- Nesaî/ nuhl:1-; İbn Mace/hibe: 1- Taberanî/akzîye: 39-Ahmed:
4/268, 269, 271, 272
[271] Müslim/hibe: 13
[272] Buharî/hibe: 14, 30, buyu': 62- Müslim/zekat: 100,
hibe: 2, 3- İbn Mace/ hibal: 5- Taberani/zekat 49- Ahmed: 1 /217, 250-2/182
[273] Buharî/hibe: 14, 30, büyü1:62- Müslim/zekat: 100,
hibe: 2,3- Ibn Mace/ hibat: 5- Taberani/zekat: 49- Ahmed: 1/217, 250-2/182
[274] Bilgi için bak: Mizanü'l-i'tidal: 2/163- Neylülevtar:
6/8
[275] Bilgi için bak: Neylüİevtar: 6/12,13
[276] Ebû Dâvud/büyu1: 77- Nesaî/büyu': 1- Ibn Mace/ticarat:
64- Daremî/büyu1: 6-.Ahmed: 2/214-6/41, 173, 201, 202
[277] Ebû Dâvud/büyu1:72- Ahmed: 2/214-6/41- Ibn
Mace/ticarat: 64
[278] Ebû Dâvud/büyu': 72- Ahmed: 2/214-6/41
[279] Müslim/zekat: 79, 80- Ebu Davud/zekat: 44- İbn
Mace/ticarat: 65- ahmed: 6/44, 278
[280] Müsned-i Ahmed: 6/44
[281] Neylülevtar: 6/18
[282] Müslim/zekat: 44
[283] Müsned-i Ahmed: 6/345, 346, 353
[284] Ebû Dâvud/zekat: 44
[285] Buhari/hayz: 6, zekat: 44- Müslim/iman: 132
[286] Ebu Davud/büyu1: 84- Nesaî/zekat: 58- Ahmed: 2/179,
184, 207
[287] Bilgi için bak: Neylülevtar: 6/21
[288] Zehebî/Mizanü'i-i'tidal: 3/263- 6383 nolu Amr