18- BOŞAMA BAHSİ. 2

1- Hayızlı Kadını Rızası Olmadan Boşamanın Haram Kılınması, Kocası Buna Muhalefet Ederse Talak Vaki' Olup Karısına Ricat Etmesi Kendisine Emrolunacağı Babı. 2

2- Üç Talak Babı. 7

3- Karısını Kendine Haram Edip de Boşamayı Niyet Etmeyan Kimseye Keffaret  Vacib Olması Babı. 9

4- Kadının Muhayyer Bırakmanın Ancak Niyetle Talak Olacağı Babı. 12

5- Îla, Kadınlardan Uzaklaşma, Onları Muhayyer Bırakma ve  (Eğer Onun Aleyhinde Birbirleri İle Anlaşırlarsa)  Ayeti Hakkında Bir Bab. 15

6- Üç Talakla Boşanan Kadına Nafaka Verilmemesi Babı. 21

7- Talak-ı Bain İddeti Bekleyen İle Kocası Ölen Kadınların İhtiyaçları İçin Gündüzün Dışarı Çıkmalarının Cevazı Babı. 27

8- Kocası Ölen Kadınla  Diğer Kadınların İddetlerinin Doğurmakla Bitmesi Babı  28

9- Vefat Iddetinde Yas Tutmanın Vücubu, Bundan Başka Yerlerde Üç Günden Maada Yas Tutmanın Haram Kılınması Babı. 29


18- BOŞAMA BAHSİ

 

Talâk lügatte : Bağı çözmek, salıvermek mânâlarına gelir. Bu keli­meyi Araplar nikâhdan başka yerlerde (ifâl) babından kullanırlar: «Atımı saldım» derler. Nikâhda ise (tef'îl) babından kul­lanılır. «Filân karısını boşadı» denir.

Şerîatte talâk: Hususî bir lâfızla nikâh kaydını kaldırmaktır. Hu­susî lâfızdan murâd : Arapçada (talâk) Türkçede (boşamak) maddelerin­den yapılan sarih ve kinaye sözlerdir.

Talâkın: Sebebi, şartı, rüknü, hükmü ve mehâsini vardır.

Sebebi: Karı ile kocanın ahlâkı birbirine uymadığı zaman hâsıl olan kurtuluş ihtiyacıdır.

Esas itibariyle kadın boşamak memnû'dur. Çünkü o nikâh ni'metine .karşı bir küfrândır. Ancak zarurete mebnî bâzan mubah olur. Ashâb-ı Kirâm'dan çok kadın boşadıklan rivayet edilenler hep zaruret ve ihti­yaç karşısında talâka baş vurmuşlardır. Zaruret yokken kadın boşamak küfran-ı ni'met ve su-i edep olduğundan mekruhtur. Maamâfih bu bab-taki âyet ve hadîslerin mutlak vârid oluşlarına bakarak ona mubah di­yenler de olmuştur.

Talâkın şartı: Kocanın âkil, baliğ ve uyanık olması; kadının nikâha mahal yahud boşanmaya mahal sayılacak bir ıddet içinde bulunmasıdır.

Ruknü: Kadın boşamakta kullanılan sözdür.

Hükmü : Talâk-ı ric'îde ıddetin bitmesiyle, talâk-ı bâinde ise derhal ayrılığın vuku' bulmasıdır.

Talâkın mehâsini yâni iyi tarafları : Kan ile kocanın dinî ve dün­yevî bir takım nahoş hallerden kurtulmaları, talâkın erkeklerin eline verilmesi ve üç defa meşru' olması gibi şeylerdir. [1]

Talâk îkaa' i'tibariyle üç kısımdır: Ahsen-i talâk, talâk-ı hasen ve talâk-ı bid'î.

Ahsen-i talâk : Kadını cima' etmeksizin bir temizlik devresinde bir defa boşayıp ıddeti geçinceye kadar terk etmektir.

Hasen-i talâk: İçlerinde cima' bulunmayan üç tuhur yâni temizlik devresinde birer defa boşamaktır.

Talâk-ı bid'î: Bir defada üç adet boşamaktır. Hayız hâlinde boşa­manın hükmü dahî budur.

Talâk vukuu i'tibariyle : Ric'î ve bâin olmak üzere iki nev'idir.

Talâk-ı ric'î: Kadın boşamada kullanılan sarih yâni açık sözlerle yapılan talâktır.

Talâk-ı bâin : Kinaye sözleriyle veya te'kîdli lâfızlarla yapılandır. Bunların tafsilâtı fıkıh kitaplarmdadır.

Talâkın meşruiyyeti Kitab. Sünnet ve îcmâ-ı ümmetle sabittir.

Kitabdan delili: 

«Onları  iddet zamanları  boşayın.»

Ve:  «Talâk ikidir»   âyet-i kerîmeleridir.

Sünnetten delili bahsimizde görülecek hadîslerdir. Maamâfih talâk mubah olan şeylerin en kotüsüdür. Ebû Dâvûd ile İbni Mâce'nin rivayet ettikleri bir hadîste Resûlüllah (Saîlâtlahü Aleyhi ve Sellem) :

«Allah indinde helâlin en kötüsü talâktır.» buyurmuşlardır.

Talâkın meşruiyyeti hususunda ümmetin uleması icmâ' etmişlerdir.

 

1- Hayızlı Kadını Rızası Olmadan Boşamanın Haram Kılınması, Kocası Buna Muhalefet Ederse Talak Vaki' Olup Karısına Ricat Etmesi Kendisine Emrolunacağı Babı

 

1- (1471) Bize Yahya b. Yahya et-Temîmî rivayet etti. Dedi ki: Mâlik b. Enes'e, Nâfİ'den dinlediğim, onun da İbni Ömer'den naklen ri­vayet ettiği şu hadîsi okudum :

İbni Ömer Resûlüllah (Sallallohü Aleyhi ve Sellem) zamanında hayız hâ­linde karısını boşamış. Müteakiben Ömer b. Hattâb bunu Resûlüllah (SaUaltahü Aleyhi ve Sellem) e sormuş. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) kendisine şunları söylemiş :

«Ona emret de karısına dönsün! Sonra kadın temizlenip ba'dehu hay-zını görünceye ve tekrar temizleninceye kadar onu terk etsin! Ondan sonra artık isterse nikâhında tutar; dilerse yakınlık etmeden boşar. İşte» kadınların kendisi için boşanmasını Allah (Azze ve Ce/l) 'nİn emrettiği id-det budur.»

 

(...) Bize Yahya b. Yahya iîe Kuteybetü ve İbni Runıh rivayet et­tiler. Lâfız Yahya'nındır. Kuteybe (Bize Leys rivayet etti) tâbirini kul­landı. Ötekiler: Bize Ley s b. Sa'd, Nâfİ'den, o da Abdullah'dan naklen haber verdi, dediler. Abdullah karılarından birini hayız hâlinde bir ta­lâkla boşamış da Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) karısına ric'at et­mesini, sonra kadını temizlenip onun yanında ikinci bir hayız görünceye kadar alıkoymasını ve kadma o hayızdan temizleninceye kadar da mühlet vermesini kendisine emir buyurmuş; şayet kadını boşamak isterse kadın temizlendiği vakit onunla cima' etmeden boşamasını, işte kadınların ken­disi için boşanmasını Allah'ın emrettiği iddetin bu olduğunu bildirmiş.

îbni Rumh kendi rivayetinde şunu da ziyâde etti: «Abdullah bu me­sele sorulduğu vakit soranlara : Eğer karını bir veya iki defa boşadı isen Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi'veSellem)hana işte bunu emretti. Üç defa bo­şadı isen başka kocaya varmadıkça kadın sana haram olmuştur. Hem ka­rını boşaman hususunda sana verdiği emirde Allah'a âsî oldum; derdi.»

Müslim der ki: Leys «bir talâk» sözünde belleyişli davranmıştır. [2]

 

2- (...) Bize Muhammed b. Abdülâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da îbni Ömer'den naklen rivayet etti. İbni Ömer şöyle demiş:

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)zamanında karımı hayız halinde boşadım. Müteakiben (babam) Ömer bunu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e anlatmış da şöyle buyurmuşlar :

«Ona emret de karısına dönsün! Sonra onu temizlenip başka bir ha­yız görünceye kadar terk etsin. Kadın temizlendiği vakit ya onu cima' et­meden boşasın yahud nikâhında tutsun! Çünkü kadınların kendisi için boşanmasını Allah'ın emrettiği iddet budur.»

Ubeydullah demiş ki : «Nafi'a : Boşama ne oldu? dedim. Bir talâktır; onu saydı, dedi.»

 

(...) Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İbni'l-Müsennâ'da ri­vayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdullah b. İdris, UbeyduUah'dan bu isnadla bunun benzerini rivayet etti. Ebû Bekr, UbeyduHah'ın Nâfi'a söy­lediği sözü zikretmedi.

Îbnil-Müsennâ kendi rivayetinde : «Ona dönsün» dedi; Ebû Bekr ise: «Ona müracaat etsin» tâbirini kullandı.

 

3- (...) Bana ZÜheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail, Eyyûb'dan, o da Nafi'den naklen rivayet etti ki, İbni Ömer karısını hayız hâlinde boşamiş. Müteakiben Ömer (bunu) Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve SeUem)e sormuş da kadına dönmesini, sonra ona başka bir hayız gö­rünceye kadar mühlet vermesini, sonra temizleninceye kadar (yine) müh­let vermesini emir buyurmuş. Ondan sonra kadına yakınlık etmeden bo­şamasını, kadınların içerisinde boşanmasını Allah'ın emrettiği müddetin bu olduğunu söylemiş.

Artık İbni Ömer kendisine hayız halinde karısını boşayan bir adam (in hali) sorulunca şu cevabı verirdi: «Eğer onu bir veya iki defa boşadı isen gerçekten Resûlüllah (SallaUahü A leyhi ve Sellemj bana karıma dönme­mi, sonra diğer bir hayız görünceye kadar ona mühlet vermemi, sonra temizleninceye kadar (yine) mühlet vermemi, daha sonra ona yakınlık etmeden boşamamı emretti. Şayet üç defa boşadı isen karını boşaman hususunda sana verdiği emirde Rabbine muhakkak isyan etmişsin de­mektir. Karım da senden bâin olmuştur.»

 

4- (...) Bana Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yâkub b. İbrahim haber verdi. (Dedi ki) : Bize Muhammed yâni Zührî'nin kar­deşi oğlu, amcasından naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bize SâHm b. Ab-diîlâh haber verdi ki, Abdullah b. Ömer şunları söylemiş :

Karımı hayız halinde boşadım. (Babam) Ömer bunu Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Se!lem)'e anmış da Resu\ü\\a.h(Sal!aI!ahü Aleyhi ve Sellern) kızmış. Sonra şöyle buyurmuş :

«Ono emret de kadına dönsün! Tâ ki kadın, içerisinde boşodığı ha-yızdan başka yeni bir hayız görsün; ondan sonra boşamak isterse onu hayzmdan temiz iken ve cima' etmeden boşasın! İşte Allah'ın emrettiği vecîhle iddet için talâk budur.»

Abdullah karısını bir defa boşamış; bu da kadının talâklarından (bi­ri) hesab edilmişti. Abdullah Resûlüllzh(SalhHahü Aleyhi ve Sellem) fin ken­disine emrettiği vecihle karısına dönmüştü.

 

(...) Bana bu hadîsi İshâk b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Abdi Kabbih haber verdi. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Züheydî, Zühr.î'den hu isnadla rivayette bulundu. Yalnız o şöyle dedi : «İbni Ömer demiş ki : Bunun üzerine ben karıma ric'at ettim. Yapmış olduğum talâk da kadın için talâk sayıldı.»

 

5- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebı Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İbni Nümeyr rivayet ettiler. Lâfız Ebû Bekr'indir. (Dediler ki) : Bize Vekî' Süfyân'dan, o da ÂI-i Talha'nm âzâdlısı Muhammed b. Abdirrahmân'dan, o dy Sâîim'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti ki, İbni Ömer karısını hayız halinde boşamış. Müteakiben (babası) Ömer bunu Resûlül-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anmış da:

«Ona emret, karısına ric'at etsin! Sonra onu ya temizken yahud hâ­mile olduğu halde boşasın!»  buyurmuşlar.

 

6- (...) Bana Ahmecf b. Osman b. Hakîm el-Evdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Mahled rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Süleyman yâni tbni Bilâl rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Abdullah b. Dînâr, İbni Ömer'­den  naklen  rivayet  etti  ki,  İbni  Ömer  karısını  hayız  hâlinde  boşamış.

«Ona emret, kadın temizlenip diğer bir hayız görünceye ve (ondan da) temizleninceye kadar ona ric'at etsin! Bilâhare boşasm, yahud nikâhı Müteakiben Ömer bunu Res\ı\ul\ah(Sailaüafıü Aleyhi ve Sellem)'e sormuş da: altında tutsun!»  buyurmuşlar.

 

7- (...) Bana Aliyyü'bnü Hucr Es-Sa'di rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. İbrahim, Eyyûb;daıı, o da İbni Sîrîn'den naklen rivayette bulundu. İbni Şîrîn şöyle demiş: Kendisini itham etmediğim bir zât bana yirmi senedir şu hadîsi rivayet eder durur :

İbni Ömer karısını hayız halinde iken boşamış da kendisine karısına dönmesi emir buyurulmuş.

Ben râviyi itham etmiyor, fakat hadîsi de bilmiyordum. Nihayet Ebû Gallâb yûnus b. Cübeyr el-Bâhilî'ye rastladım. Bu zât Özü sözü sağlam liri idi. Bana anlattığına göre kendisi İbni Ömer'e sormuş; o da karısını hayız hâlinde bir defa roşadığım, sonra rîc'ata me'mur olduğunu riva­yet etmiş. Ebû Gallâb dedi ki, ben :

— Bu talâk senin aleyhine hesab edildi mi? diye sordum. İbni Ömer:

— Ne demek, (insan) aciz gösterip ahmaklık etse de (hiç vuku' bu­lan talâk gider) mi? cevâbını verdi.

 

(...) Bize bu hadîsi Ebu'r-Rabî ile Kuteybe dahî rivayet ettiler. (De­diler ki) ; Bize Hammâd, Eyyûb'dan bu isnâdla bunun benzerini rivayet etti. Yalnız o: «Bunun üzerine Ömer Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) re sormuş; o da kendisine emir buyurmuş.» dedi.

 

8- (...) Bize Abdülvâris b. Abdissamed rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam, dedemden, o da Eyyûb'dan bu isnadla rivayette bulundu. O bu hadîste şunu da söyledi: «Müteakiben bu meseleyi Ömer Peygam-ber (Satlallahü Aleyhi ve Sel!em)'z sormuş da ona oğlunun karısına dönme­sini, tâ ki onu cima' etmeksizin temiz olduğu halde boşamasını emret­miş ve :

«Onu  iddetinîn  önünde boşar.»   buyurmuşlar.

 

9- (...) Bana Ya'kub b. İbrahim ed-Devrakî, İbni Uleyye'den, o da Yûnus'dan, o da Muhammed b. Sirîn'den, o da Yûnus b.- Cübeyr'den nak­len rivayet etti. Yûnus b. Cübeyr şunu söylemiş : İbni Ömer'e : Bir adam hayız halinde olan karısını boşayabilir mi? dedim. (Bana) şu cevabı verdi :

— Abdullah b. Ömer'i tanır mısın? İşte o karısını hayız hâlinde boşadı. Bunun üzerine Ömer Veygamher(SaIfo!lahü Aleyhi ve Sellem) 'e giderek meseleyi ona sordu. Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona:

«Kadın (temizlik) müddetini yenileyince/e kadar kendisine ric'at etsin!» emrini vermiş.

Ben İbni Ömer'e (tekrar) : «Bir adam karısını hayız halinde iken boşarsa bu talâk sayılır mı?» diye sordum.

— Ne demek, (insan) âciz gösterip ahmakhk etse de (hiç vuku' bu­lan talâk gider) mi? cevabını verdi.

 

10- (...) Bize Muhammed b. el-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. İbni'l-Müsennâ dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Katâde'den rivayet etti. Demiş ki: Ben Yûnus b. Ciibeyr'den dinledim.  (Dedi ki) : İbni Ömeri1 şunu söylerken işittim:

Karımı hayız hâlinde iken boşadım. Bunun üzerine (babam) Ömer, Peygamber 'Sallaltahü Aleyhi've Sellemj'e giderek meseleyi ona anlattı. Pey-gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  şöyle  buyurmuşlar:

«Ona ric'at etsin, kadın temizlendiği vakit isterse onu boşasın!»

Râvi Yûnus demiş ki : Ben İbni Ömer'e : Sen bu talâkı hesaba kattın mı? diye sordum.

— Ona ne mâni var, (insan) âciz gösterip ahmakhk etse de (hiç vuku' bulan talâk gider) mi; ne dersin? cevâbını verdi.

 

11-  (...)  Bize Yahya b. Yahya rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Hâlid b. AbdiIIâh, Abdüfmelik'den; o da Enes b. Sîrîn'den naklen haber verdi.

Enes demiş ki : İbni Ömer'e boşadığı karısı meselesini sordum da şunu söyledi : Onu hayız halinde boşadım. Müteakiben hâdiseyi (babam) Ömer'e söylediler; o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı)'e anmış. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

«Ona emret de kadına ric'at etsin! Kadın temizlendiği zaman onu temizlik devresinde boşasın!»  buyurmuşlar.

Bunun üzerine karıma döndüm; sonra onu temizlik devresinde boşa­dım. Ben :

— Kadın hayızlı iken yaptığın talâkı saydın mı? diye sordum.

İbni Ömer :

— Onu neden saymayacakmışım; aciz gösterip ahmaklık etsem de (hiç vuku' bulan gider) mi? dedi.

 

12- (...) Bize Muhammed b. el-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. İbni Müsennâ dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Enes b. Sîrîn'den rivayet eti. Enes, İbhi Ömer'i şunu söylerken işitmiş:

Karımı haj'iz hâlinde iken boşadım. Bunun üzerine (babam) Ömer Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'e giderek haber vermiş de:

«Ona emret, karısına dönsün! Sonra kadın temizlendiği vakit bo­casın.'» buyurmuşlar,  İbni  Ömer'e :

  O talâkı hesaba kattm mı? diye sordum.

  Ne demek!   (Elbette)  dedi.

 

(...) Bana bu hadîsi Yahya b. Habîb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Haris rivayet etti. H.

Bunu bana Abdurrahman b. Bişr dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Behz rivayet etti. Her iki râvi : Bize Şu'be bu isnâdla rivayette bulundu, demişlerdir. Yalnız onların rivayetinde : "Kadına ric'at etsin.» Yine onların rivayetinde «Ona : Bu talâkı hesaba katıyor musun? dedim. İbni Ömer : Ne demek (elbette)  cevâbını verdi.» ibareleri vardır.

 

13- (...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-durrezzak haber verdi. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana İbni Tâvûs, babasından naklen haber verdi ki, babası İbni Ömer'e hayız halinde karısını boşayan bir adamın hâli sorulurken işit­miş. İbni Ömer (sorana) :

  Sen İbni Ömer'i tanır mısın? demiş. Soran zât:

  Evet, cevâbını vermiş. İbni Ömer:

  işte karısını hayızlı iken o boşadı; müteakiben Ömer, Peygamber 'Sallallahü Aleyhi ve Scllemje bu meseleyi haber verdi. Resûlüllah (SalLUahii Aleyhi ve Se^em) ona oğlunun karısına dönmesini emir buyurmuş.

İbni Tâvûs babasını kasdederek : «Onun bundan fazla bir şey söy­lediğini işitmedim.» demiş.

 

14- (...) Bana Hârûn b. Abdillâh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Haccâc b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : İbni Cüreyc şunu söyledi : Bana Ebu'z-Zübeyr haber verdi ki, Azze'nin âzâdlisı Abdurrahmân b. Ey-men'i İbni Ömer'e sorarken işitmiş. Abdurrahmân :

— Karısını hayız hâlinde iken boşa yan bir adam hakkında ne der­sin? diye sormuş; bu konuşmayı Ebu'z-Zübeyr de işitiyormuş. tbni Ömer şu cevâbı vermiş:

— Kesûlüîlah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında İbni Ömer hayız halindeki karısını boşadı. Ömer (bu meseleyi) Resûlüliah (Sallallahü AleyhiveSellemVe sorarak: Hakîkaten Abdullah b. Ömer kansın?, hayızh olduğu hade boşadı;  demiş. Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona:

«Oğlun karssena dönsün!»  diyerek kadını  (bana) iade etmiş ve:

«Kadın temizlendiği yakıt onu boşasın yahud (nikâhında) tutsun!» buyurmuşlar. İbni Ömer:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

(Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınız zaman iddetlerinin önünde boşayın!}[3] âyetini de okumuş.» demiş.

 

(...) Bana (yine) Hârûn b. Abdillâh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ezû Âsim, İbnü Cüreyc'den, o da Ebu'z-Zübeyr'den, o da îbnü Ömer'den bu kıssan m benzerini rivayet eyledi.

 

(...) Bu hadîsi bana Muhammed b. Kâfi' dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Ebu'z-Zübeyr haber verdi ki, Urve'nin âzâdhsı Abdur-rahmân b. Eymen'i, İbni Ömer'e sorarken Ebu'z-Zübeyr dinliyormuş. Ha­dîs Haccâc'm rivayeti gibidir. Yalnız bunda biraz ziyâde vardır.

Müslim der ki: «Urve diyen râvi hatâ etmiştir. Bu zât ancak Azze'-nin âzâdksıdır.»             

Bu hadîsi Buharı «Talâk» bahsinin bir-iki yerinde, Ebû Dâvud ile Nesâî dahî «Talâk» bahsinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir. Tahâvî onu sekiz tarîkten rivayet eder, Görülüyor ki, hadîsin bütün rivayetleri Abdullah b. Ömer (Radiyallahu anh) Kıssasına âiddir. Hz. Abdu11ah'in boşadığı karı­sının ismi Âmine binti Gifâr 'dır. Bâzıları Âmine binti Ammâr olduğunu söylemişlerdir. îmam Ahmed b. Hanbe1'in «Müsned»inde bu kadının ismi Nevâr diye zik­redilmiştir. İsminin Âmine, lâkabının da Nevâr olması muh­temeldir.

Nevevî diyor ki : «İbni Ömer'in bu hadîsinde kendisine ricat emri verilmiş; karısını o hayızdan sonra gelen temizlik devresinde değil de daha sonra gelen temizlik devresinde boşaması tenbih edilmiş­tir. Acaba bu geciktirmenin faydası nedir? denilirse dört vecihle cevap verilir:

1- Kadına ricattan maksat boşama olmasın  diye talâk ikinci te­mizlik devresine te'hîr edilmiştir. Bu sebeple kadını, içerisinde talâk he­lâl olacak bir müddet nikâhında tutması vâcib olmuştur. Nikâhında tut­ması ric'atın faydası görülmek içindir. Ulemâmızın cevâbı budur.

2- Bu te'hir ona bir ceza ve günahına tevbe olmak içindir.

3- İçerisinde karısını boşadığı hayızdan sonra gelen temizlik dev­resi, o hayızla birlikte bir kur' gibidir. Binâenaleyh o temizlik devresi­nin başında boşasa, hayız halinde boşamış gibi olur.

4- Te'hîr, kadınla uzun müddet beraber kalsın diyedir. Zira bu müddet zarfında onunla cima' ederek talâk sebebinin ortadan kalkması me'muldur.» Kaadî Iyâz'a göre İbni  Ömer (Radiyallahu anh) nm (fe meh) sözünden murâd istifhamdır.  (Meh) kelimesinin aslı  (mâ) olup (elif)  (ha) ye tebdil edilmiştir. Ve: «Ben bu talâkı hesaba katmaz­sam ne olur?» mânâsına gelir. Maamâfih bu kelimenin zecir mânâsına kullanılmış olması da ihtimâl dahilindedir. Bu takdirde maksad: «Böyle konuşmaktan vazgeç! Talâk vaki' olduğunda şüphe etme!»  demek olur.

«Aciz gösterip ahmaklık etse de mi?» cümlesi de Hz. İbni Ömer'in sözüdür. Bu sözü ile kendini kasdetmiştir. Nitekim bir riva­yette : «Aciz gösterip ahmaklık etsem de mi?» demiştir. Hattâbî'ye göre bu cümlede hazif vardır. Mânâsı: «Aciz gösterip ahmaklık etse de onun bu aciz ve ahmaklığı yapmış olduğu talâkın hümünü ıskat eder mi?» demektir. Nevevî bu sözün bir istifhâm-ı inkârı olduğunu söylemiştir. Bu takdirde mânâ: «Evet, talâk hesaba katılır; onun aczi ve hamakatı buna mâni' değildir.» demek olur. Kirmanı: «İhti­mâl buradaki (in) edatı nefi içindir. Yâni îbni Ömer ne aciz gös­termiş, ne de ahmaklık etmiştir; mânâsını ifâde eder.» diyor. Ona göre bu cümle ile: «îbni Ömer çocuk veya deli değildir ki, talâkı vâki' olmasın.» denilmek istenmiştir. Çünkü aciz çocuğun, ahmaklık da deliliğin lâzımıdır. Cümlede lâzım zikredilmiş, melzum murâd olunmuş­tur. Kirmânî cümledeki (in) edatının (enne)den muhaffef olma­sına da ihtimâl vermekte de : «Edatın (en) şeklinde rivayeti sahîh olsa mânâ daha zahirdir» demektedir. Bu cümle hakkında daha başka te'vîller yapanlar da olmuştur.

Hadîsin ilk rivayetlerinde geçen :

«fşte  kadınların   kendisi İçin  boşanmasını   Allah (Azze ve Celi) *nın

emrettiği iddet budur» cümlesi ile :

«Ey Peygamberler, kadınları boşamak isterseniz iddetlerini karşıladık­ları halde boşayın!» [4] âyet-i kerimesine işaret olunmuştur. Bu âyetin ki­min hakkında indirildiği müfessirler arasında ihtilaflıdır. Vâhıdî'nin Katâde yolu ile Hz. Enes'den rivayetine göre Peygamber (Salîallakü Aleyhi ve Sellem} Hz. Hafsa'yi boşadığı vakit inmiştir. Bir rivayete göre Hz. Abdullah b. Ömer hakkında, başka bir ri­vayete göre: Abdullah b. Ömer 'le, Ukbe b. Amr Tufeyl  b. Haris ve Amr b.  Saîd    haklarında nazil olmuştur.

Âyet-i kerîmedeki iddetlerini karşılamadan murâd : Kadınları müna-sebet-i cinsiyyede bulunmamak şartı ile temizlik devresinde boşamak ve iddetleri geçinceye kadar yanlarına varmamaktır. Ahsen-i talâk da bu­dur. Yalnız bu hüküm medhûlün bihâ (yâni cima' edilen) kadınlar hak­kındadır. Cima' edilmeyen kadınlara iddet yoktur.

Müs1im'in son rivayetinde âyetin sonu İbni Ömer'le İbni Abbâs (Azze ve Celle) kıraatlarma göre tesbit edilmiştir. Fa­kat bu rivayet şâzzdir. Şâzz kıraat için bilicmâ' Kur'ân hükmü verilemez.

 

Bu Rivayetlerden  Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hayız hâlinde kadın boşamanın haram olduğuna bütün ulemâ ittifak etmişlerdir. Ancak bu talâk yine de vâki'dir. Hârici1er'le Râfizi1er bu bâbda Ehl-i Sünnet imamlarına muhalefetle hayız halinde yapılan talâkı hükümsüz saymış; Zahirîler 'den îbni Hazm, İbni Teymiyye ve İbni Kayyım de buna taraftar olmuşlardır. Delilleri : Hadîsin bir rivayetinde Hz. İbni Ömer'in : «Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) karımı bana iade etti ama bu yapılanı bir şey saymadı» demiş olmasıdır. Lâkin İbni Abdi1berr : «Bu yapılanı bir şey saymadı» cümlesinin münker oldu­ğunu söylemiş; buna Ebu'z-Zübeyr 'den başka kimsenin kail olmadığını   bildirmiştir.   Bilfarz bu cümle   sahîh bile olsa   «Peygamber (Saiiallahü Aleyhi ve Sellem)   yapılanı  doğru  bîr  ig  saymadı,  çünkü sünnet vecîhle yapılmamıştır.» mânâsına te'vîl edilir.

Hattâbî : «Hadîs imamları Ebu'z-Zübeyr'in bundan daha münker bir hadîs rivayet etmediğini söylemişlerdir.»- diyor.

Zahirîler 'den İbni Kayyım hayız hâlinde yapılan talâkın vâki' olmadığını isbâta çok çalışmışsa da Peygamber (Saiiallahü Aleyhi ve Sellem) onu talâk saydıktan sonra bu bâbta söylenenlerin bir kıy­meti yoktur.

2- Karısını hayız hâlinde iken boşayan kimseye karısına dönmesi emrolunur. Bu cihet ittifakı ise de ric'atm vâcib mi yoksa müstehab mı olduğunda ihtilâf edilmiştir. Şâfiî1er'le, Evzâî,   İmam Âzam, sair Küfe   ulemâsı.   İmam    Ahmed   b.   Hanbel ve diğer birçok ulemâya göre ric'at müstehabtır.

M âlikîlerle, Hanefîler 'den «Hidâye» sahibi ve bir ri­vayette    İmam    Ahmed   vâcib olduğuna kaildirler.

3- Sünnet vecihle talâk tuhur denilen temizlik müddetinde yapılır.

4- Resûlüllah (Saiiallahü Aleyhi ve Sellem) 'in : «Karısına dönsün!» buyurması hayız halinde yapılan bu talâkın ric'î olduğuna delildir.

5- Kadına ric'at sözle sahîh olacağında hilaf yoktur. Fiil ile sahih olup olmayacağı ise ihtilaflıdır. İmam Âzam'a göre fiilen ric'at da sahihtir.    İmam   Şafiî   bunu caiz görmemiştir.

6- Peygamber (SaHatlahü Aleyhi ve Seltem) in :

«Diterse nikâhı altında tutar» buyurması sebepsiz karı boşamanın gü­nah olmadığına delildir. Lâkin az yukarıda da arzettiğimiz vecihîe se­bepsiz kadın boşamak mekruhtur. Çünkü Peygamber (Saiiallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz :

«Allah indînde helâlin en kötüsü talâktır.» buyurmuşlardır. Bu hadîs meşhurdur. Diğer bir hadîs-i şerifte de :

«Evlenin, boşamayın; zîra talâktan Arş-ı A'lâ sarsılır.» buyurulmuş-tur. Şu halde îbni Ömer (Radiyallahü anh) hadîsi kadın boşamanın haram olmadığın, bu hadîsler ise mekruh olduğunu bildirmek için vârid olmuşlardır.

7- Kadını bir defada üç talâkla boşamak    İmam   Âzam, İmam Mâlik,   Evzâî ve Leys'e göre bid'at yâni haram­dır. ŞâfiîIer'le  İmam Ahmed ve Ebû Sevr ha­ram olmadığına kaildirler. Fakat onlara göre de evlâ olan hareket talâkı ayrı ayrı zamanlarda yapmaktır.

8- Şâfiîler'le Mâlikiler,  İbni Ömer hadîsindeki: «işte   kadınların   kendisi   için   boşanmasını   Allah'ın   emrettiği   İddet budur» cümlesiyle istidlal ederek: îddette kur'lardan maksad kadının temizlik devresidir; derler. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu cümleden evvel:

«isterse kadını temizlik devresinde boşar» buyurmuştur. Yâni kadın temizlik devresinde boşanacak, boşandığı devre de hesaba katılmak su­retiyle üç temizlik devresi iddet bekleyecektir.

Bu meselenin esası:

«Boşanan   kadınlar   bizzat  kendileri   üç  kur'   müdetİ   beklerler...» [5]

âyet-i kerîmesidir. Mezkûr âyette boşanan kadının üç kur' iddet bekle­yeceği beyân ediliyor. Halbuki kur' sözü lügat itibariyle hem hayız hem de temizlik devresi mânâlarına gelir; yâni birbirine aıd mânâlarda kul­lanılan kelimelerdendir. Bu sebeple ulemâ âyetteki (kuru') dan murâd ne olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir.

İmam Mâlik ile Şafiî ve diğer bâzı ulemâya göre âyet­teki (kuru') lâfzından murâd tuhurlar yâni temizlik müddetleridir.

İmam Âzam, Evzâî ve başkaları: «Bundan murâd hayız-lardır» demişlerdir ki, sahabeden Ömer, Ali, îbni Mes'ûd hazerâtı iîe ulemâdan Sevrî, İshâk, İmam Züfer ve diğer birçok selef-i sâlihînin kavilleri de budur. Esah olan rivayete göre îmam Ahmed b. Hanbel dahi buna kail olmuştur. Mesele Usûlü fıkıh ilminin Hâss bahsinde uzun uzadıya münakaşa edilmiştir.

9- İddetin ne zaman sona ereceği meselesi de ihtilaflıdır. Üç tu-hurdur diyenlerin esah kavline göre temizlik devresinden sonra kadının hayız kanını görmesiyle iddeti biter. Bâzıları hayız hâlinde bir gün bir gece-geçmedikçe iddetin bitmeyeceğini söylemişlerdir.

İddetin üç hayızdan ibaret olduğunu söyleyen Hanefi1er'ce iddet, kadının üçüncü hayzmdan yıkanması veya bir namaz vaktinin, geç­mesi ile sona erer. Ömer, Ali, İbni Mes'ûd (Radiyallahü anh) hazerâtı iîe Sevrî, îmam Züfer, İshâk ve. Ebû Ubeyd iddetin yalnız üçüncü hayızdan sonra yıkanmakla biteceğine kail olmuşlardır.

Evzaî ile diğer bâzı ulemâya göre iddet mücerred kanın kesil­mesiyle biter. Bir rivayette îshâk hayız kanının kesilmesiyle ka­dına ric'at hakkının sona erdiğine kail olmuş; fakat ihtiyaten ve ihtilâf­tan kurtulmak için: «Kadın yıkanmadıkça başka kocaya helâl olmaz» de­miştir.

10- Hamile kadını boşamak caizdir. Ekser-i ulemânın kavilleri budur. Yalnız Şâfitlerle onlara muvafakat edenlere göre hamileyi kocası bir lâfızla yâhud bir defada üç lâfızla veya ayrı ayrı zamanlarda boşayabilir. Bunların hiç biri bid'at sayılmaz. Hanefîler 'den İmam Âzam'la Ebû Yûsuf iki talâk arasında bir ay müd­det geçmesini şart koşmuşlardır. İmam Muhammed ile İmam Züfer ve tmam Mâlik hamilenin doğuruncaya kadar yalnız bir talâkla boşanabileceğine kaildirler.

11- îmam Mâlik ve esah kavillerine göre Şâfiî1er : «Temizlensin, sonra yine hayız görsün, sonra tekrar temizlensin...» ifa­desiyle istidlal ederek hayız hâlinde boşanan kadına kocası ric'at ettikten sonra onu ancak ikinci temizlik devresinde boşayabileceğini, birinci tuhurda boşamasının haram olduğunu söylemişlerdir.

îmam Âzam 'la Ahmed b. Hanbel'e göre ikinci tuhru beklemek sadece menduptur. Delilleri : Hadîsin bir rivayetinde :

«Ona emret de karısına dönsün; sonra onu temiz olduğu halde yahud hâmile iken boşasın!» buyurulmuş olmasıdır. Zîra burada tuhur mutlak olarak zikredilmiştir. Bir de boşamak ancak hayızdan dolayı haram kı­lınmıştır. Binâenaleyh hayız, bitti mi kadını boşamak da caiz olur. Çünkü mâni' zail oldukta memnu1 avdet eder.

12- Bir şeyin başkasına emredilmesine emir vermek o şeyi emir sayılır mı? meselesi Usûl-i fıkıh ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Meselenin aslı Resulüllah (Sallallahü Aleyki ve Seîlem)'in Hz. Ömer'e :

«Ona emret!..» diye emir buyurmasıdır. İbni Hacib'e göre böyle bir emir, emir sayılmaz. Râzî : «Bir şeyin emredilmesine emir vermek o şeyi emir sayılır.» demiştir.

 

2- Üç Talak Babı

 

15- (1472)  Bize İshâk b. İbrahim ile Muharomçd b, Eâfi' rivayet ettiler. Lâfız îbni Rafi'indir. İshâk (bize haber verdi) tâbirini kullandı. İbni Kâfi' ise : Bize Abdurrezzâk rivayet etti, dedi. (Demiş ki) : Bize Ma'mer, İbni Tâvûs'dan, o da babasından, o da İbni Abbâs*dan naklen haber verdi. îbni Abbâs şunları söylemiş :

«ResûlüIIah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekr devirlerinde ve Ömer'in hilâfetinin iki yılında üç talâk bir sayılırdı. Bilâhare Ömer b. Hattâb : İnsanlar kendilerine mühlet verilmiş olan bir işde acele göster­diler. Keşke şunu onlara infaz etse idik! dedi ve onu kendilerine infaz etti.»

 

16- (...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ubâde haber verdi.  (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. H.

Bize İbni Kâfi' de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize îbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana İbni Tâvûs, babasından naklen ha­ber verdi ki, Ebu's-Sahbâ' İbni Abbâs'a :                                              '

Bilir misin hani Resûîüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekr devirlerinde ve Ömer'in hilâfetinin üç yılında üç talâk bir sayılırdı? de miş. İbni Abbâs :

— Evet, cevâbını vermiş.

 

17- (...) Bize yine İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Sise Süleyman b. Harb, Hammâd b. Zeyd'den, o da Eyyûb-ı Sahtiyanî'den, o da İbrahim b. Meysera'dan, o da Tâvûs'dan naklen haber verdi ki, Ebu's-Sahbâ' İbni Abbâs'a :

Bize bir şeyler anlat bakalım; Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekr devirlerinde üç talâk bir sayılmaz mı idi? demiş, İlmi Abbas:

— (Evet) öyle idi. Fakai Ömer zamanıda insanlar talâka düşkün­lük gösterince o da üç talâkı aleyhlerine infaz etti;  cevâbını vermiş.

Bu hadîsin bir benzerini Ebû Dâvûd «Sünen»inde Ebu's -Sahbâ' tarikiyle Hz. İbni Abbâs !dan rivayet etmiştir. Yal­nız onun rivayetinde :

«Bİr adam  karısını   cimâ'dan  önce   boşa esa  o talâkı  bir sayarlardı» denilmektedir.

Hadîsin son rivâyetindeki (tetâyea) fiili cumhurun rivayetidir. Bâ­zıları bu kelimeyi (tetâbea) şeklinde zapdetmişîerdir. Bunların ikisi de (çok yaptı, ona koştu) mânâlarına gelirlerse de aralarında az çok fark vardır. (Tetâyea) yalnız kötü işleri irtikâbda, (tetâbea) ise hayır veya şerr bütün işlerde kullanılır. Binâenaleyh burada mezkûr kelimeyi (te­tâyea) okumak daha münasibtir. cümlesi:

«Keşke şunu onlara infaz ve tatbik etseydik» mânâsına temenni ola­bileceği gibi : «Bunu onlara tatbik etseydik acele etmezlerdi» mânâsına da alınabilir.

Nevevî'nin beyânına göre, İbni Abbâs (Radiyallahü anlı) dan birçok yollarla sabit olan bu hadîs müşkilâttan sayılmıştır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Hz. Ebû Bekr devirle­rinde bir sayılan üç talâkı Ömer (RadlyaUahii anh) üç saymıştır. Hal­buki aynı fiil kendi hilâfetinin iki veya üç yılında da bir talâk sayıl­mıştı.

Bu işgale altı suretle cevap verilmiştir. Şöyle ki:

1- İslâm'ın ilk zamanlarında hüküm böyle idi. Fakat sonraları Peygamber (Sdllallahü Aleyhi ve Sellem)devrinde neshedildi. Filhakika Ebü Dâvûd 'un. Yezîd-i Nahvi tarikiyle Ikrime'den tah-rîc ettiği bir haberde İbni Abbâs (Radiyallahü anh) «Eskiden bir erkek karısını boşadı mı, onu üç defa boşamiş bile olsa kendisine ric'at edebilirdi; sonra bu hüküm neshedildi.» demektedir. Şu kadar var ki, nesih duyulmamış; mensuh hükümle Hz. Ömer 'in i'tirazmâ kadar amel olunagelmiştir, Binâenaleyh bir adam karışma : «Sen üç defa boş­sun!» derse üç talâk vâki' olur.

Mezheb imamlarından Ebû Hanîfe, Mâlik. Şafiî, Ahmed   b. Hanbel ile selef ve halefin cumhuru buna kaildirler.

Delilleri:

«Her kim Allah'ın hududunu tecavüz ederse, muhakkak kendine zul­metmiş olur. Bilmezsin  belki  bundan  sonra   Allah  bir şey halkeder.» [6]

âyet-i kerîmesi ile Rukâne hadîsidir. Bu âyetin başında, karıla­rını boşamak isteyen erkeklerin ne suretle hareket edecekleri bildiril­miş; sonunda da hududu aşmamaları tenbih olunmuştur.

Hududu aşarak nefse zulmetmenin mânâsı, kadını üç defa boşayıp sonra pişman olmaktır. Fakat artık iş işten geçmiştir; karısına dönmeğe, hakkı yoktur. Eğer üç talâk bir sayılsa idi boşayan adam karısına döne­bilir; pişman da olmazdı.

Rukâne hadîsine gelince: Bu hadîsin muhtelif rivayetleri var­dır. Bir rivayetinde : «Ebû Rukâne (karısı) Ümmü Rukâne'yi boşadı da ResûlüHah 'Sallallahü Aleyhi ve Seiîem) kendisine :

  Karına ric'ât et!  buyurdu. Ebû Rukâne:

  Ama ben onu üç defa boşadım; dedi. Resûlüilah (SaUaüahü Aleyhi ve Selletn):

  Biliyorum (fakat) sen ona rİc'at et!» deniliyor.   îmam   Ahmed b. Hanbe1'in rivayetinde de :

«Ebû Rukâne karısını bir mecliste üç defa boşadı ve sonra ona acıdı. Bunun üzerine Resûlüilah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)ı

  Onlar bir talâk sayılır; buyurdular.» denilmiştir. Cumhura muha­lefet edenler bu rivayetlerle istidlalde bulunurlarsa da her iki rivayet zaîftir. Çünkü râvileri arasında meçhuller vardır.

Bu hadîsin sahîh olan rivayetinde ise : «Ebû Rukâne, karısı Sühey-me'yi elbette boşadı. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi've Sellemt kendisine ye-mîn teklif edince:

  Vallahi ben bununla bir talâktan başka bîr şey kasdetmedim; de­di. Peygamber (SailaUahü Aleyhi ve Sellem) de karısını kendisine iade etti.» denilmektedir ki, cumhurun delili de bu rivayettir. Zira üç talâkı kasd ettiği takdirde üç vâki' olmasa yeminin bir mânâsı kalmazdı.

(Elbette) kat'î surette demektir. Bu sözün bir talâka da üçe de ih­timâli vardır. Söz sahibi bununla bir talâkı kasdettiğini söyleyince Re­sûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) de kabul ve tasdik buyurmuştur.

2- Kurtubî, İbni Abbâs hadîsinin muztarib oldu­ğunu iddia etmiş ve şunları söylemiştir : «İbni Abbâs üzerinde ihtilâf edilmekle beraber bu hadîsin lâfzında da iztırâb vardır. Hadîsin zahir olan siyakı, bu hükmün o asrın bütün ricalinden nakle dilmediğini gösteriyor. Halbuki âdet, onun meydana çıkmasını ve dağılmasını, yalnız İbni   Abbas'a münhasır kalmamasını iktizâ eder. İşte bu cihet hadîsin zahiri ile amelin bâtıl olduğunu kat'î surette iktiza edemese bile tevakkufu bârı gerektirir.»

3- Bu hadîs hususî bir sebeple vârid olmuştur. Bundan maksad boşayan kimsenin karısına :  «Sen  boşsun;  sen boşsun» demesidir. Zîra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanı ile ondan sonraki devirler­de müslümanlann hâîi sadâkatlerine hamledilir de : «İkinci sözüm birin­cinin te'kîdidir; yeni bir talâk kasdetmedim» iddiasında bulunan bir ada­mın sözü kabul ve tâsdîk olunurdu. Hz. Ömer insanların değiştiğini ve bâtıl da'vâlarm çoğaldığını görünce zahire göre hüküm vermeyi, niyet iddiasını kabul etmemeyi maslahata muvafık bulmuştur.

Bu cevâbı Kurtubî beğenmiş; Nevevî ise cevâpların en sahihi olduğunu söylemiştir.

4- «tîç talâk bir idi» cümlesinin mânâsı: Resûlüllah fSallaUahü Aleyhi ve Sellem) iîe Hz. Ebû Bekr   zamanlarında ekseriyetle talâk bir defa olurdu; üç defa yapılmazdı. Sizin şimdi üç adet yaptığınız şu talâk o zaman bir adet yapılırdı; demektir.

Binâenaleyh Ömer (Radiyallahü anh} 'm : «Şunu onlara infaz et­seydik ya!» sözünün mânâsı: Meşru' üç talâkın vuku'u hükmünü infaz etseydik demek olur ki, bu da halkın yaptıkları talâkı haber vermekten başka bir şey değildir. Yapılan talâkın vukuunda söz yoktur; çünkü o malûmdur.

Bu te'vîli İbnü'l-Ar abî tercih etmiş; onu Ebû Zür'a'ya nisbet eylemiştir.

5- İbni  Abbâs (Radiyallahü anh) 'ııın : «Talâk üç idi.» sözü merfû' değil, kendisine mevkuftur. Lâkin bu cevap zaiftir. Zîra Usûl-i Fıkıh ve Usûl-i Hadîs ilimlerinin beyanına göre sahabenin : «Biz şöyle yapardık» gibi sözleri merfû' hadîs hükmündedir.

6- «Üç talâk bir idi» sözü ile «elbette» lâfzı kasdedümiştir. Eski­den bir adam karısına : «Sen elbette boşsun» derse sözünün tefsirine ba­kılırdı; çünkü bu söz bir talâka da, üçe de ihtimalli idi. Hz. Ömer devri gelince bu sözden bir talâk kasdı kabul edilmez oldu.

Buhârî , içinde (elbette) lâfzı bulunan eserlerle (üç) adedi sa­rahaten zikredilmiş hadîsleri bir bâbda toplamakla buna işaret etmiş; ve muhtemelen (elbette) lâfzı mutlak söylenirse bununla üç talâk vâki' olacağını göstermeye çalışmıştır.

Ulemâdan Tavus ile bâzı Zâhirî1er'e göre : Kadıni bir defada üç adet boşamakla yalnız bir talâk vâki1 olur. Bu kavil İbni İshâk ile Haccâc b. Ertât 'dan da rivayet olunmuşsa da meşhur olan kavline göre hiç talâk vâki' olmaz. Mukaatil'in mez­hebi de budur. Delilleri İbni Ömer (Radiyallahü anh) hadîsinin bir rivayetinde «İbni Ömer karısını hayız hâlinde iken üç defa bo­şadı ama bunu bir şey saymadı.» denilmiş olmasıdır. Bu rivayet münker olduğunu az yukarıda görmüştük.

Bâzıları Ebû Dâvûd rivâyetiyle istidlal ederek: «gayr-i med-huîun bihâ üç talâkla boşanırsa bir defa boş olur.» demişlerdir. Fakat Ebû Dâvûd Jun rivayeti zaiftir; râvileri arasında meçhuller vardır. Binâenaleyh hüccet olamaz.

Cumhura göre gayr-i medhulün bihâ yâni hiç cimâ! edilmemiş ka­dın dahî üç talâkla boşanırsa üç defa boş olur.

Mâzirî (453-536) : «Hakikatlerden haberi olmayan bâzı kimse­ler üç talâkın bir sayılması vaktiyle meşru' olup sonra neshediîdiğini söy­lerler, ama bu pek büyük bir hatadır...» diyerek bu hükmün neshedil-mediğini isbât için çeşitli yönlerden mütalâalar yürütmüşse de haksız­dır. Çünkü nesih bizzat Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) Efendi­mizin badîsiyle sabit olmuştur, Şu hadîse dikkat buyurulsun!

«Ufaâde b. Sâmit'den rivayet olunduğuna göre; babası karısını bin talâkla boşamış. Bunun üzerine Ubâde, Kesulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'e giderek meseleyi ona sormuş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

  Kadın Allah Teâîâ'ya  isyan  içinde  üç talâkla  bâİn olmuş.  Dokuz yüz doksan dokuzu da zulüm ve udvan olarak kalmış; Allah dilerse onu azâb eder; dilerse affeyler» buyurmuşlar.

İmam Mâlik'in «El-Muvatta'» nâm eserinde şöyle bir rivayet vardır :

«Bir adam Abdullah b. Abbâs'a : Ben karımı yüz talâkla boşadım, bana ne gibi bir ceza görüyorsun? demiş. İbni Abbâs şu cevâbı vermiş:

  Kadın senden üç defa boş olmuş. Doksan  yedisi ile de Allah'ın âyetlerini alay ittihâz etmişsin.»

Bu vak'aların emsali İbni Mes'ud, Ali ve Osman (Radiyallahu anh)  hazerâtmdan da rivayet olunmuştur. [7]

 

3- Karısını Kendine Haram Edip de Boşamayı Niyet Etmeyan Kimseye Keffaret  Vacib Olması Babı

 

18- (1473) Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îs-mâîl b. İbrahim, Hişâm yâni Destevâî'den rivayet etti. Hişâm şöyle de­miş : Bana Yahya b. Ebî Kesîr, Ya'lâ b. Hakînı'denj o da Saîd b. Cü-beyrden, o da İbni Abbas'dan rivâyeteıı İbni Abbâs'm haram hakkında :

«Bu bir  yemindir;  onun  keffâretini  verir.»  dediğini  yazdı.

İbni Abbâs: «Şüphesiz ki sîzin için Resûlüliah'da güze! bir nümû-ne-î imtisal vardır.» [8] âyet-i kerîmesini de okumuş.

 

19- (...) Bize Yahya b. Bişr el-Harîrî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâviye yâni İbni Sellâm, Yahya b. Ebî Kesîr'den naklen rivayet etti. Ona da Ya'Iâ b. Hakîm, ona da Saîd b. Cübeyr haber vermiş. Saîd, İbni Abbâs'ı şunu söylerken  işitmiş :

«Bir adam karısını kendine haram ederse bu bir yemindir; keffâ-retinİ verir.» İbni Abbâs:

«Şüphesiz ki sizin için Resûlüüah'da güzel bir nü m un e-i imtisal vardır.» âyetini de okumuş.

Bu hadisi Buhârî Tahrîm Sûresî'nin tefsiri ile «Talâk» bahis­lerinde,  İbni Mâce de «Talâk»da tahrîc etmişlerdir.

İbni    Abbâs iRcdlyaUahu crnh) 'nın : «Bir kimsenin karısını kendine haram etmesi bir şey icâb etmez.» dediği dahî rivayet olunmuştur. Nesâî'nin tahrîc ettiği bir hadîste : «İbni Abbâs'a bu mesele soruldu da şu cevabı verdi: Karın sana haram değildir; sana keffâret olarak bir köle âzâd lâzımdır» deniliyor.

Bir adamın karısını kendine haram etmesi : «Sen bana haramsın» yâhud «Bu kadın bana haramdır» gibi sözlerle olur. Böyle bir söze ne hüküm terettüb edeceği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Kaadî Iy âz bu meselede on dört kavil olduğunu söylemiş; ve bunları şöyle sırala­mıştır ;

1- İma Mâ1ik'in meşhur kavline göre kadın medhulün bihâ olsun olmasın bu sözle üç talâk vâki' olur. Lâkin erkek üç talâktan daha aza niyet ettiğini söylerse, iddiası yalnız gayr-i medhulün bihâ (yâ­ni cima' edilmeyen) karısı hakkında kabul edilir. Bu mezhep Hz. A1i ile Zeyd,    Hasan-ı    Basrî   ve    Hakem 'in kavilleridir.

2- Bu sözle üç talâk   vâki' olur;   söyleyenin niyetine bakılmaz, îbni Ebî Leylâ ile Mâlikîler'den    Abdü1me1ik b.   Mâceşun 'un kavilleri budur.

3- Bu sözle medhulün bihâ olan kadın üç, gayr-i medhulün bihâ bir talâkla boş olur.    Mâlikîler 'den   Ebû    Mus'ab  ile   Muhammed b. Abdilhakem   buna kaildirler.

4- Kadın medhulün bihâ olsun olmasın «Sen bana haramsın» sözü ile bir talâk-ı bâin vâki' olur.  İmam Mâlik'in bir kavli budur.

5- Bu sözle bir talâk-ı ric'î vâki' olur. Mâlikîler'den   Abdülâziz    b. Ebî   Mesleme  buna kaildir.

6- Zührî'ye göre bu sözü söyleyen kocanın niyeti mu'teberdir. Yalnız bir talâktan aşağı hüküm verilemez.

7- Süfyan-i Sevrî: «Kadının kocası bu sözle bir veya üç talâk yahud yemîn niyet ederse niyetine göre hükmolun ur; aksi tak­dirde sözü lağv (yâni hükümsüz) olur» demiştir.

8- Evzâî ile  Ebû Sevr'in mezhepleri de Süfyan'm-ki gibi ise de bu sözden hiç bir şey kasd etmediğini söyleyen adama ye­mîn keffareti [9] lâzım gelir.

9- îmam Şafiî 'nin mezhebine göre erkek bu sözü ile karı­sını boşamayı niyet ederse talâk, zıhâr niyet ederse zıhâr, sadece kadını kendine haram etmeyi niyet ederse yemîn keffareti lâzım gelir; fakat sözü yine de yemîn sayılmaz. Erkek, sözünden hiç bir şey kasdetmediğini söylerse Şafiî 'nin esah kavline göre yine yemîn keffareti vermesi icâb eder. Diğer bir kavline göre bu söz lağvdır, ona hiç bir hüküm te-rettüb etmez. Bu kavil sahabeden Ebû Bekr ve Ömer (Radiyalîahu anh) hazerâtı i]e bâzı tabiînden rivayet olunmuştur.

10- Hanefîler'e göre erkek bu sözü ile karısını boşamayı ni­yet ederse bir talâk-ı bâin, üç talâkı niyet ederse üç talâk, ikiyi niyet ederse bir talâk vâki' olur. Hiç bir şey niyet etmezse yemîn, yalan niyet ederse lağv olur.

11- İmam   Züfer'in mezhebi de bu ise de ona göre erkek ikiyi niyet ederse iki talâk vâki' olur.

12- Ishâk   b.  Râhuye:    «Bu sözle zıhâr keffâreti lâzım gelir.» demiştir.

13- İbni  Abbâs (Radiyalîahu anh) ile bâzı tabiîne göre bu söz yemindir; yemîn keffâreti vermek îcâbeder.

14- Bu söz bir kimsenin kendine ekmekle suyu haram etmesi ka-bîlindendir. Binâenaleyh lağvdir; hiç bir hüküm îcabetmez.   Mesrûk, Şa'bî ve Mâlikîler 'den    Ebû   Seleme ile Esbağ'm kavilleri de budur.

Bütün bu kaviller sözün hurre olan zevceye söylendiğine göredir. Bir adam cariyesine : «Sen bana haramsın» derse İmam Şafiî, ni­yetine göre hüküm verileceğine kail olmuş; ve : «Âzâd maksadı ile söy­lerse câriye âzâd olur; cariyeyi kendine haram etmek isterse yemîn kef­fâreti vermesi lâzım gelir; fakat sözü yemîn sayılmaz. Hiç bir şey niyet etmezse sahîh kavle göre yine yemîn keffâreti vermek îcâb eder.» de­miştir.

İmam Mâlik 'e göre câriye hakkında- bu söz lağvdır; hiç bir şey icâbetmez.

Kaadî Iyâz'iri beyanına göre umumiyetle ulemâ mücerret kendine haram etmekle yemîn keffâreti lâzım geldiğine kaildirler.

İmam Âzam: «Câriye olsun, yemek veya başka bir şey olsun erkeğin kendine haram ettiği şey haram olur. Sözünden dönmedikçe bu­na bir hüküm terettüb etmezse de döndüğü vakit yemîn keffâreti vermesi îcâbeder.» demiştir.

Mâlikîler'le Şâfiîler ve diğer birçok ulemâ, karısı ile cariyesinden başka bîr şeyi kendine haram eden kimseyi bir şey lâzım gelmediğine, bu sözün lağv olacağına kaildirler. Bu bâbda ümmül veled olan cariyeler de diğerleri gibidir.

 

20- (1474) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Haccâc b, Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Atâ' haber verdi. O da Ubeyd b. Umeyr'i haber verirken işitmiş. O da Âişe haber verirken işitmiş kî, Peygamber (SaliallahÜ Aleyhi ve Sellem) Zeyneb bin ti Cahş'm yanında eğlenir de bal şerbeti içermiş. Âişe (Radiyallahû anha) demiş ki:

«Bunun üzerine ben Hafsa ile anlaştım. Peygamber (SallalLahü Aleyhi ve Sellem) hangimizin yanına girerse: Ben sende megâfir kokusu duyu­yorum; megâfîr mi yedin? diyecekti.»

Derken birinin yanma girmiş. O da bu sözü kendisine söylemiş. Re-sûlüllah   (SallûliüJıü Aleyhi ve Sellem) :

«Hayır! Ben Zeyneb binîi Cahş'm yanında bal şerbeti içjtim; ama bir daha bunu yapmayacağım» buyurmuş. Bunun üzerine :

«Allah'ın sana helâl kıldığı bir şeyi niçin kendine haram ediyorsun?» âyet-i kerîmesi Âişe ile Hafsa'ya hitaben :

«Eğer ikiniz de tevbe ederseniz. .» kavline kadar;

«Hani Peygamber zevcelerinden bâzısına gizli bîr söz söylemişti...» âyeti de «Hayır, bal şerbefİ içtim...» sözü için nazil olmuş.

 

21- (...) Bize Ebû Küreyb Mulıammed b. Ala' üe Hârûn b. Abdil-lâh rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Üsâm.e, Hişâm'dan, o da ba­basından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş :

Resûlüllah (Sallaî.ahÜ Aleyhi ve Sellem) tatlıyı ve balı severdi. İkindiyi kıldı mı kadınlarını dolaşır; onlara yakınlık gösterirdi. Bir defa Hafsa'nin yanma girdi; ve orada mu'tadmdan fazla kaldı. Ben bunun sebebini sordum. Hafsa'ya kavminden bir kadın bir kap bal hediyye etmiş, o da bundan Resûlüllah (Sallatîahü A leyhi ve Sellem) 'e şerbet takdim etmiş; de­diler. Bunun üzerine ben :

— Vallahi ona mutlaka bir hile yapacağız; dedim. Ve bunu Sevde'ye anarak dedim ki : Senin yanma girdiği vakit şüphesiz sana yaklaşacak­tır. O zaman kendisine: Yâ Resûlâllah! Sen megâifrr mi yedin? diyecek­sin!  O sana: Hayır  (yemedim)   diyecek. Sen:  Ya  bu koku ne? dersin.

(Râvi Urve demiş ki: Resûlüllah (Sailaîlahü Aleyhi ve Sellem) üstünün başının nahoş kokmasından hoşlanmazdı.) O : Hafsa bana bal şerbeti ik­ram etti, diyecek. Kendisine: Bu balın arısı urfut yemiş (gâlibâ) diye­ceksin! Bunu ona ben de söyliyeceğim. Sen de söyle yâ Safiyye!

Vaktâ ki Peygamber (Salfallahü Aleyhi ve Sellem) Sevde'mn yanma gir­miş. Şevde diyor ki: Kendinden başka ilâh olmayan Allah'a yemîn ol­sun, senden korkuma az kaldı Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem \ he­nüz kapıda iken söze ben başlayarak senin bana öğrettiklerini ona söy­leyecektim.  Resûlüllah 'Sallullahü Aleyhi ve Sellem) yaklaşınca  Şevde :

  Yâ Resûlâllah, sen megâfîr m,i yedin? demiş. O:

  Hayır!  cevâbını vermiş. Şevde :

  O halde bu koku ne? demiş. Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— Hafsa bana  bal şerbeti sundu;  buyurmuşlar.  Şevde:

   Onun arısı urfut yemiş  (galiba) demiş.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) benim yanıma girdiği vakit bun­ları ona ben de söyledim. Sonra Safiyye'nin yanına girdi. Bunları o da söylemiş.  Müteakiben   (tekrar)   H.afsa'nm   yanına  girdiği  vakit  Hafsa :

    Resûlâllah,  sana  o  şerbetten   ikramedeyim  mi?  diye  sormuş.

  Ona  ihtiyacım  yokl buyurmuşlar.  Şevde:

  Sübhânallah!   Vallahi   onu   mahrum   ettik,  dedi.  Ben   ona :

  Sus! dedim.

 

(...) Ebû İshâk İbrahim dedi ki: Bize Hasan b. Bişr b. Kaasim rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Ebû Üsâme tamamen bu isnadla rivayette bulundu. Bana bu hadîsi Süveyd b. Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize /\lî b. Müşhir, Hişam b. Urve'den bu isnadla bunun benzerini rivayet 'eyledi.

Bu iki hadîsi Buhârî «Talâk» bahsinde tahrîc ettiği gibi bi­rinci rivayeti Sûrt:-i Tahrim'in tefsiri ile «Eymân ve Nüzûr» de; aynı rivayeti Ebû Dâvûd «Eşrihe» bahsinde; Nesâi «Ey­mân ve Nüzûr», «Işretü'n-Nisâ'», «Talâk» ve «Tefsir» bahislerinde muh­telif râvilerden tahrîc  etmişlerdir.

Meğâfîr: Muğfûrun cem'idir. Muğfûr, urfut denilen geniş yapraklı ve dikenli bir nebâtdsin çıkan fena kokulu yapışkan ve tatlı bir madde­dir. Kirmanı: «Meğâfîr bir ağaçtan çıkarılan bir nevi' zamktır; su ile karıştırılarak içilir; fena bir kokusu vardır.» diyor.

Bu hadîsi okuyunca hâtıra şöyle bir suâî geliyor : Acaba Resûîüllah (Sallaî..ahü Aleyhi ve SeU<;m)e ezâ veren bir hileye ümmehat-ı mü'minîn Hz. Âişe ile Hafsa / Radiyatlakü anha) nasıl buyurmuşlardır? Bu caiz midir?

Cevap: Bunu Hz. Âişe tertîb etmişti; fakat o zaman henüz yaşı küçük idi. Bir de bumu Peygamber (Satlattahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize eziyyet maksadiyle değil, kadınlar arasında daima görülegelen kıskançlık saikasiyle yapmıştır. Nitekim hadîsin Buharı 'deki bir rivayetinde Âişe (Radiyallahü mıha) :

«Ben kıskandım da Hafsa'mn yanında neden fazla kaldığını sordum.» demektedir.

Görülüyor ki, birinci rivayette Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seilem)m Zeyneb (Radiyaliahü anha) 'nin evinde, ikinci rivayette ise Hz. Hafsa binti Ömer'in yanında fazlaca kaldığı bildiriliyor. Hattâ Abd b.Humeyd'in tefsirinde Hz. Şevde 'nin yanında kal­dığı zikredilmiş : «Sevde'nin akrabası vardı. Ona Yemen'den bal hediyye etmişlerdi.» denilmiştir. Bu hal karşısında ulemâdan, bâzıları Hz. Zeyneb'in yanında fazlaca kaldığını tercih etmiş ve : «Hz. Âişe'nin beyâ­nına göre Feygamber(Sallaüahü Aleyhi've Seltem) 'in zevceleri iki grup olup birincide Âişe. Şevde, Hafsa ve Safiyye; ikincide Zeyneb, Ümmü Seleme ve diğerleri bulunuyordu.»  demişlerdir.

Diğer bir takım ulemâ ise vak'anm .müteaddit olduğuna kaildirler. Zîra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilemj 'in aynı sebeple bir defa Hz. Zeyneb 'in, beş defa da Hz. Hafsa 'nin yanında biraz gecikmesi imkânsız değildir.

Balı hediyye eden kadının ismi malûm değildir. İbni Abbâs (Radiyaliahü anh)n\n rivayetinde balın Tâif'den gönderildiği zikredil­miştir.

Buharı 'nin rivayetinde Resûlüllah(Sallallahü Aleyhi: ve Seilem) Hz. Hafsa'ya cevaben :

«Hayır! Meğâfîr yemedim; lâkin Zeyneb binti Cahş'ın yanında bal şerbeti içmiştim. Artık yemin ettim; bir daha bunu yapmayacağım; sen bunu kimseye söyleme!» buyurmuşlardır. Hz. Fahr-i Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) Efendimiz bu suretle zevcelerini razı etmek istemişti. Bu­nun üzerine :

«Ey Peygamber! Allah'ın sana helâl kıldığı bir şeyi niçîn kendine ha­ram ediyorsun?» âyet-i kerîmesi nazil olmuştur. Gerçi ulema bu hususta İhtilâf etmiş; bâzıları bu âyetin Mâriye-i Kıbtıyye hakkın­da indirildiğini söylemişlerse de sahih olan kavle göre âyet bu hadîste zikredilen bal meselesi hakkında nazil olmuştur. Nevevî: «Mâriye kıssası hakkındaki rivayet sahîh değildir.» diyor. İmam Nesâî ise : «Bal hakkındaki Âişe hadîsi son derece sahihtir.» demiştir. Şu halde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in zevcelerinden birine tev-dî' ettiği sır Mâriye hakkında değil, bal meselesi hususundadır. Maa-mafîh mesele yine de ihtilaflıdır.

Babımızın ikinci rivayetinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in ikindi namazından sonra zevcelerin yanlarına girerek her birine yakın­lık gösterirdiği bildiriliyor. Rivayetlerin ekserisi bu şekilde ise de Ham-raâd   b.   Seleme   rivayetinde ikindi yerine (sabah)  denilmiştir.   Yezîd b. Rûm ân'm Hz. İbni Abbâs'dan rivayet ettiği bir hadîs -iahî bunu te'yîd ediyor. Zîrâ o hadisde de :

«ResûJüIlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazını kıldığı vakit namazgahında oturur; cemaat dahî güneş doğuncaya kadar otururlardı. Sonra birer birer zevcelerinin yanına girer; onlara selâm verir ve ken­dilerine dua ederdi...»  denilmektedir.

Bu iki rivayetin arası şöyle bulunur : Hz. Âişe rivayeti mahfuz­dur. Hammâd rivayeti ise şâzzdır. Sahih olduğunu teslîm etsek bile Resûlüllah (Saiiailahu Aleyhi've Seilemi'ln sabah namazından sonraki zi­yareti mücerred selam vermek ve duada bulunmak için, ikindiden son­raki ziyareti ise "konuşup muhabbette bulunmak maksadiyîe olurdu, şek­linde aralan bulunabilir; yahud : bâzan günün evvelinde, bâzan da so­nunda ziyaret ederdi denilir.

ResÜlii\\ah(Sal!ai'iahü Aleyhi ve Sellemj'ın burada zevcelerine yaklaşma­sından murâd cima' değildir.

Hz. Âişe'nin Sevde{llcuUuüLıhû anha)'ya. «Sus!» demesi hilesi meydana çıkacağından çekindiği içindir.

 

Bu Rivayetlerden  Şu Faideler Çıkarılmıştır:

 

1- Kadınlarda kıskançlık  fıtrîdir.  Ortağının  zararını  önlemek  hu­susunda kadının kıskançlığı Özür sayılır.

2- Hadîs-i Şerif Hz. Âişe'nin Peygamberimiz (ScJiullahu Aleyhi ve Sellem)  nezdindeki yüksek  i'tibâr ve derecesine delildir.  Bu  i'ti bâr o derece büyük idi kî, ortağı bile her emrinde ona itaat ederdi.

3- Nevbet sahibinin hakkı mahfuz tutulma!; ve cima' vâki' olma­mak şartı ile bir kimse gündüzün bütün kadınlarının yanına girebilir.

4- Açık konuşulduğu takdirde utanmak îcabeden yerlerde edeb ve terbiyeye riâyeten kinayeli sözler kullanmalıdır. Nitekim Peygamber (Saüal.ahü Aleyhi ve Sellem; zevcelerine sırf yaklaşmakla   kalmadığı  halde onlarla geçirdiği muhabbet ve ünsiyet ânı yaklaşmakla ifâde olunmuştur.

5- Hadîs-i Şerif bal ve tatlının faziletine; Resûliüluh (Saiıaliahü Aleyhi ve Sellem}'in sonsuz sabru tahammülüne, hududsuz cûdu keremine delildir.

 

4- Kadının Muhayyer Bırakmanın Ancak Niyetle Talak Olacağı Babı

 

22- (1475) Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. H.

Bana Harmeleb. Yahya Et-Tücîbî de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus b. Yezîd, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Ebû Se­leme b. Abdirrahman b. Avf haber verdi ki, Âişe şunu söylemiş :

Resûlüllah (Sal'allaJüi Aleyhi ve Se'liem)'ı 'e kadınlarını muhayyer bırak­ması emrolununca benden başladı ve buyurdu ki:

«Ben sana bir şey söyleyeceğim; ama ebeveyninden emir almadan (cevap vermeye) acele etmeyebilirsin.»

Resûîüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) annemle babamın ondan ayrıl­mamı emretmeyeceklerini pek âlâ biliyordu. Sonra (sözüne devamla) şöyle buyurdu :

«Gerçekten Allah (Azze ve Celle): Ey Peygamber! Zevcelerine şunu söyle : Eğer dünya hayatını ve zînerini istiyorsanız gelin size müfa vere­yim ve sizî tatlılıkla boşayayım! Yok Aİlah ile Resulünü ve dar-ı âhirefi dilerseniz şüphesiz ki, Allah sîzin iyi hareke* edenlerinize büyük ecir ha­zırlamıştır.» [10]

Ben hemen :

  Bunun nesi için annemle babamdan izin isteyecekmişim! Ben Al­lah   île   Resulünü ve dar-ı   âhireti   dilerim; dedim. Sonra ResûîüHah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) in diğer zevceleri de benim yaptığım gibi yap­tılar.

Bu hadîsi Buharı Sûre.i Ahzâb'ın tefsiri ile «Talâk» bahislerinde, Tirmizî «Tefsîr»de; Nesâî «Nikâh»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Müfessirlerin beyanına göre Peygamber (SallatlaJıü Aleyhi ve Sellem) 'iri zevceleri ondan dünyalık ve bol nafaka istemişlerdi. Birbirlerini çekenıe-meleri de ona girân geliyordu. Bu sebeple bir ay onları terketmiş; ilâ [11] yapmıştı. Bu müddet zarfında ashab-ı kirâmının yanlarına da çıkmamış­tı. Hadîste zikredilen âyetler bunun üzerine nazil oldu.

Peygamber (Saltaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcelerini ne hususta mu­hayyer bıraktığı ihtilaflıdır. Hasan-ı Basrî ile Katâde'ye göre bu muhayyerlik boşanma hususunda değil, dünya ile âhiretten birini tercih içndi. Dünyayı tercîh ederlerse Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendilerinden ayrılacak, âhireti dilerlerse ayrılmayacaktı. Bâ­zıları muhayyerliğin boşaımakla boşanmamak arasında olduğunu söyle­mişlerdir. Hz. Âişe ile Mücâhîd, Şa'bî ve Mukaatil buna kaildirler.

O zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'in nikâhı altında, beşi Kureyş kabilesinden olmak üzere dokuz zevcesi vardı. Bunlar: Âişe bin ti Ebî Bekr, Hafsa binti Ömer, Ümmü Habîbe binti Ebî Süfyân, Şevde binti Zem'a, Ümmü Seleme binti Ebî Üıneyye, Safiyye binti Huyey, Meymûne binti Haris, Zeyneb binti Cahş ve Cüveyriye binti Haris (Radiyallahü anhûma) hazerâtı idiler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in tahyîr işine Hz.   Âişe 'den başlaması onun faziletinden dolayıdır.

Nevevî diyor ki: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'in Hz. Aişe'ye:

  Annenle babandan emir almadan cevap vermeye acele etmeye­bilirsin;  demesi,   ona ve ebeveynine   karşı   beslediği   şefkatten ve Âişe (Radiyallahü anha)mn kendisinden ayrılmaması için onlara nasihat murâd etmesindendir. Çünkü Hz. Âişenin yaşça küçük ve tecrübesiz olması do-layisiyle ayrılmayı ihtiyar etmesinden çekiniyordu. O bunu ihtiyar ederse kendisini bırakmak vâcib olacak, bu suretle hem Âişe, hem ebeveyni ve ona uyan diğer zevceleri zarar görecekti.»

Hadîs-i şerîf Hz. Âişe ile diğer ezvâc-ı tâhirâtın menkıbelerine, hayırlı işlere şitâba, âhiret umurunu dünya işlerine tercihe, insanın ar-kada? veya dostuna nasîhatts bulunmasına ve bu babta âhireti için daha faydalı gördüğü hususu Ön plâna alması lüzumuna delâlet etmektedir.

 

23- (1476) Bize Süreye b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abbâd b. Abbâd, Âsım'dan, o da Muâzetü'l-Adeviyye'den, o da Âişe'den nak­len rivayet etti. Âişe şöyle demiş :

«Onlardan dilediğini geri bırakır; İstediğini de yanında barındırır­sın.» [12] âyet-i kerîmesi indikten sonra Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sillem) birimizin nevbeti günü gelirse ondan izin isterdi.

Muâze ona: «Resûlüllah (SallaLlahu Aleyhi ve Sellem) senden izin istedi­ği vakit ne derdin?» diye sormuş. Âişe (Radiyallahû anha) :

— Bu iş bana kaldı ise ben kimseyi kendime tercih edemem, der­dim; cevâbını vermiş.

 

(...) Bu hadîsi bize Hasen b. îsâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni'l-Mubârek haber verdi. (Dedi ki) : Bize Âsim bu isnâdla bu hadîsin benzerini haber verdi.

Bu hadîsi Buhârî Sûre-i Ahzâb'm tefsirinde; Ebû Dâvûd «Nikâh» bahsinde; Nesâî de «lşretü'n-Nisâ»da. muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Vâhidî'nin müfessirlerden rivayetine göre hadis-i şerifte zikri geçen âyet, tahyîr âyetinden sonra nazil olmuştur. Tahyîr âyeti inip de ümmehat-ı mü'minîn dünya ile âhiretten birini seçmeleri husu­sunda muhayyer bırakılınca ezvâc-ı tâhirâttan bâzıları boşanacakların­dan endîşe ederek nevbet işini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'inre'yine bırakmışlardı. Bunun üzerine mezkûr âyet nazil oldu. Âyet-i ke­rîme indikten sonra hadîste beyân olunduğu vecihle ResûIüHah (Sallaîiahii Aleyhi ve Sellem) zevcelerinden birinin nevbeti gününde diğer birinin ya­nma gitmek isterse nevbet sahibinden izin istermiş.

Nevevî şunları söylüyor: «Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) hakkında kadınları tarafından gösterilen bu rağbet ve yarışma bâzı in­sanlarda olduğu gibi, sırf cima', muhabbet ve nefsânî şehvetlerden do­layı değil; bilâkis âhiret umuruna, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'e yakır. bulunup onun hizmet ve sohbetinde bulunmaya, ondan istifadeye, hukuk ve ihtiyaçlarını edaya, evinde iken vahî gelmesi ümidine ve sair buna benzer busûsata ma'tuf idi.

 

24- (1477) Bize Yahya b. Yahya et-Temimî rivayet etti (Dedi ki) : Bize Abser, İsmâîl b. Ebî Hâîid'den, o da Şa'bî'den, o da Mesrûk'dan nak­len haber verdi. Mesrûk şunu söylemiş :

Âişe : ResûlüIIah (Sa'HaUahü Aleyhi ve Sellem) bizi muhayyer bıraktı; ama bunu talâk saymadık, dedi.

 

25- (...) Bu hadisi bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Aliy b. Müshir, İsmâîl b. Ebî Hâîid'den, o da Şa'bî'den, o da Mesrûk'dan  naklen rivayette  bulundu. Mesruk şöyle  denıiş :

Karım beni iltizâm ettikten sonra onu bir veya yüz yahud bin defa muhayyer bırakmış olmama aldırış etmem. Ben Âişe'ye sordum da :

— ResûlüIIah (Sallaîiahii Aleyhi ve Sellem) de bizi muhayyer bıraktı; bu da talâk mı idi? dedi.

 

26- (...) Bize Muharnmed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Âsim, Şa'bî'­den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki :

— ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadınlarını muhayyer bırak­mış; fakat bu, talâk sayılmamış.

 

27- (...) Bana İshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-durrahmân, Süfyân'dan, o da Âsim-i Ahvel ile İsmail b. Ebî Hâiid'den, onlar da, Şa'bî'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen haber verdi. Âişe :

«ResûlüIIah (Sallallahü A leyhi ve Se.llf.rn) bizi muhayyer bıraktı. Biz de onu ihtiyar ettik; ama bunu talâk saymadı.» demiş.

 

28- (...) Bize Yahya b. Yahya ile Ebü Bekr b. Ebî Şeybe ve Ebû Küreyb rivayet ettiler. Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kullandı. Öte­kiler : Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Müslim'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti; dediler. Âişe :

«ResûlüIIah (Sallaljahü Aleyhi ve Seliem) bizi muhayyer bıraktı. Biz de onu ihtiyar ettik; ama bunu bizim aleyhimize bir şey saymadı.»  demiş.

 

(...) Bana Ebu'r-Rabî Ez-Zehrânî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İs-mâîl b. Zekeriyyâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş, İbrahim'den, o da Esverî'den, o da Âişe'den, bir de (yine İsmâîî b, Zekeriyyâ) A'rneş'-den, o da Müslim'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen bu hadisin mislini rivayet eyledi.

Bu hadîsi Buhârî «Tefsir» ve «Talâk» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Nikâh» ve «Talâk»da; Tirmizî «Nikâh»da; Nesâî «Işretü'n-Nisâ», «Nikâh» ve «Talâk» bahislerinde; İbni Mâce de «Talâk» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Tahyîr : Boşama işini kadına vermek, kendini boşayıp boşamamakta onu serbest bırakmaktır. Tahyîr ekseriyetle  «umurun elindedir» ve «ih­tiyar et» gibi sözlerle yapılır.

Hadîsin bir rivayetinde Hz, Âişe'nin : *Bu da talâk mı idi?» sözü bir istifhâm-i inkârîdir; yâni talâk değildi demektir. Çünkü ezvâc-ı ta-hirât Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) Efendimizi ihtiyar etmişlerdi.

Mesrûk'un sözü Buhârîde Hz. Âişe'nin cevabından sonra zikredilmiştir. Bu kavil ashâb-ı kiramdan : Ömer, Alî, îbni Mes'ûd, Zeyd b. Sabit, İbni Abbâs ve Aişe (Radiyallahû aff/zojhazerâtı ile tabiînden : Atâ, Süleyman b. Yesâr , Rabîa ve Zühri'den rivayet olunmuştur. Bu zevata göre muhayyer bırakılan kadın kocasını İhtiyar ederse bir şey lâ­zım gelmez. Dört mezheb imamlarının kavilleri de budur.

Kadın kendini ihtiyar ederse : Hanefîler'e göre kadına mu­hayyerlik veren kocası bu sözü ile talâk niyet ettiği takdirde kadının meclisini (yâni bulunduğu vaziyeti) değiştirmeden kendi nefsini ihtiyar etmesi şar tiyle talâk vâki1 olur. Kadın muhayyer bırakıldığı anda ken­dini ihtiyar etmez de meclisini değiştirirse bir daha kocasının o sözüne istinaden başka meclisde kendini ihtiyar edemez; meğer ki kocası «ih­tiyar et» sözüne : «her ne zaman istersen» cümlesini eklemiş ola! O tak­dirde ne zaman isterse kendini ihtiyar edebilir.

Bir de muhayyer bırakıldığını kadının bilmesi lâzımdır. Kadının ha­beri yokken kocası onu muhayyer bıraksa da tesadüfen kadın kendini ihtiyar etse boş olmaz. Yalnız îmam Züfer bu surette dahî boş düşeceğine kail olmuştur.

Tirmizî'nin rivayetine nazaran ulemâdan bâzıları: «Kadın ken­dini ihtiyar ederse bir talâk-ı bâin; kocasını ihtiyar ederse bir talâk-ı ric'î vâki' o3ur.» demişlerdir. Hz. Zeyd b. Sâbi'in : «Kadın ken­dini ihtiyar ederse üç; kocasını iltizâm ederse bir talâk-ı bâin olur.» de­diği; Hz. Ömer'le İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) 'nin kadın kendini ihtiyar ettiği takdirde bir talâk-ı bâin, diğer bir rivayete göre ric'î; kocasını iltizâm ettikte ise bir şey lâzım gelmiyeceğine kail olduk­ları rivayet edilir.

 

29- (1478) Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b; Ubâde rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zekeriyyâ b. İshâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'z-Zübeyr, Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayette bulundu. Câbir şöyle demiş:

Efeû Bekr, Resûlüllah (SallaliahU Aleyhi ve Sellem) fin yanma girmek için izin istemeye girdi; fakat birçok kimseleri kapıda otururlarken buldu. Bunların hiç birine izin verilmemişti. Müteakiben Ebû Bekr'e izin veri­lerek içeri girdi. Sonra Ömer gelerek izin istedi. Ona da izin verildi. Ömer Peygamber t SallaUahü Aleyhi ve Sellemj'i, etrafında kadınları olduğu halde kederli kederli susmuş otururken bulmuş. Bunun üzerine (kendi kendine): Mutlaka bir şey söyleyip Peygamber i SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'i güldürmeliyim; diyerek şunu söylemiş :

— Yâ Resûlâllah! Hârice'nin kızmı bir görseydin! Benden nafaka istedi, Ben de kalktım onun boğazını sıktım.

Bunun üzerine Resûlüllah (SallaliahU A leykl ve Selle m) gülmüş; ve:

«Bunlar da etrafımda gördüğün gibi, benden nafaka istiyorlar.» buyurmuş.

Derken Ebû Bekr Âişe'nin boğazını, Ömer de Hafsa'nm boğazmı sık­mağa kalkmışlar. İkisi de: Siz Resûlüllah (SallallaJıu<A leyhi ve Sellem)'den onda olmayan bir şeyi istiyorsunuz ha? diyorlarmış. Âişe ile Hafsa : Val­lahi Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'âe olmayan bir şeyi ebediyyen istemiyeceğiz; demişler. Sonra Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) onIardan bir ay yahud yirmi dokuz gün uzaklaştı. Bilâhare kendisine şu âyet indi:

«Ey Peygamber! Zevcelerine söyle...»  âyet tâ:

«Allah sizlerin İyi hareketlerde bulunanlarınıza pek büyük ecir ha­zırladı...»  kavl-i kerîmine kadar varıyordu.

Bunun üzerine Peygamber (Sattaüahü Aleyhi ve Sellem) Âişe'den baş-hyarak :

«Yâ Âişe, ben sana bir şey arzetmek isterim; (ama) ebeveyninle isti­şare etmeden cevap hususunda acele etmemeni dilerim.» demiş. Âişe:

  Nedir o yâ Resûlâllah? diye sormuş. O da kendisine bu âyeti oku­muş. Âişe:

  Ebeveynimle senin hakkında mı istişare edecekmişim yâ Resûlâl­lah! Hayır, ben Allah ile Resulünü ve dar-ı âhireti iltizâm ederim. Ama benim bu söylediğimi kadınlarından hiç birine haber vermemeni isterim; demiş. Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Onlardan biri bana sormaya görsün; hemen kendisine haber veri­rim. Çünkü Allah beni zorlaştırıcı ve şaşırtıcı değil, lâkin öğretici ve ko­laylaştırıcı olarak gönderdi.»  buyurmuşlar.

Vacim: Konuşamayacak derecede kederli demektir.

Muannit: Zorlaştırıcı; insanlara meşakkatli işleri yaptıran; mütean-nit de, hatâ etmelerim isteyendir.

Hadîs-i şerîf mânâ itibariyle babımızın ilk rivayeti gibidir. Fazla ola­rak bu rivayet insanın arkadaş veya dostunu kederli gördüğü zaman onun gönlünü alacak, güldürüp meşgul edecek sözler söylemesinin müstehab olduğuna, Hz. Ebû Bekr'le Ömer (Radiyallahü anh) 'nm fazilet­lerine delildir,

 

5- Îla, Kadınlardan Uzaklaşma, Onları Muhayyer Bırakma ve  (Eğer Onun Aleyhinde Birbirleri İle Anlaşırlarsa)  Ayeti Hakkında Bir Bab

 

30- (1479) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ömer b. Yûnus el-Hanefî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ikrime b. Ammâr, Ebû Zümeyl Simak'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Abdullah b. Abbâs rivayet etti.  (Dedi ki) : Bana Ömer b. el-Hattâb rivayet etti. Dedi ki :

Nebiyyullah (Sallallûhü Aleyhi ve Sellem) kadınlarından uzaklaştığı va­kit mescide girdim. Bir de baktım cemaat (üzüntüden) çakıl taşlariyle yeri eşeliyor ve: Resû\ü\\ah. (Sallallahü Aleyhiı :e Seüenı] kadınlarını boşamış; diyorlar... Bu mesele kadınlara tesettür emrolunmazdan önce idi. Ben: Bu İşi bugün mutlaka öğrenirim; dedim. Ve Âişe'nin yanma girerek :

  Ey Ebû  Bekr'in  kızı! İşi   Resûlüllah (SaUüliahü Aleyhi ve Sellenı)'e ezîyyet verecek dereceye vardırdın öyle mi? dedim. Âişe :

  Benim seninle ne alâkam var ey Hattâb oğlu? Sen kendi kabına bak! dedi.

Bunun üzerine Hafsa binti Ömer'in yanma girerek ona :

  Yâ Hafsa! İşi Resûlüllah (SallallaJıü Aleyhi ve Sellem)'e eziyyet vere­cek   dereceye   vardırdın   mı?   Vallahi   pek   âlâ   bilirsin   ki,   Resûlüllah (SaUüliahü Aleyhi ve Sellem) seni sevmiyor. Ben olmasam seni mutlaka bo-şardı; dedim. Hafsa çok ağladı. Ona :

  Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nerede? diye sordum.

  O yatak odasmdaki kilerindedir; cevâbını verdi. Hemen   (oraya) girdim    Karşıma   Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in   kölesi   Rabâh çıkmaz mı!

Kilerin alt eşiğine oturmuş; ayaklarını ağaçtan oyulma (merdiven gibi) bir şeyin üzerine sarkıtmış... Bu (merdiven gibi şey) Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in, üzerine basarak inip bindiği bir kütük idi.

  Yâ Babâhl Yanında bulunan Resûlüllah. (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) in huzuruna girmek için bana izin iste! diye seslendim. Rabâh bir odaya baktı; sonra bir de bana. Fakat bir şey söylemedi. Ben sesimi yüksel­terek tekrar :

  Yâ Rabâh! Yanında bulunan Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) in huzuruna girmek için bana izin iste! Zannederim Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) benim Hafsa  için  geldiğimi sanıyor. Vallahi  Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) bana onun boynunu vurmamı emrederse mut­laka boynunu vururum; dedim. Sesimi de yükselttim. Bunun üzerine Ra­bâh bana:  Çık diye işaret etti.  Derhal Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)m  yanma  girdim. Bir hasırın  üzerine  yaslanmıştı. Ben de otur­dum. Örtüsünü araladı. Üzerinde bundan başka  bir şey yoktu. Baktım, hasır yan tarafına iz bırakmış. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin ki­lerini gözden geçirdim. Baktım ki, bir sâ' mikdarı bir avuç arpa... oda­nın bir köşesinde bir o kadar da karaz yaprağı var; bir de asılı deri... Bunu görünce göz yaşlarımı tutamadım, Bana :

«Neye ağlıyorsun ey Hattâb oğiu?» diye sordu.

  Yâ Nebiyyâllah, niçin ağlamayayım! Baksana hasır yan tarafına iz bırakmış.  İşte kilerin!  İçinde  şu gördüklerimden  başka  bir  şey gör­müyorum! Öte yanda Kayserle Kisrâ meyveler ve ırmaklar içinde... Sen ise Allah'ın Resulü (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve güzidesi olduğun halde işte kilerin!., dedim. Bunun üzerine:

«Ey Hattâb oğlu! Âhiret bizim, dünya onların olmasına razı değil m İsi n ?» buyurdular.

  Hay hay; dedim.

Onun yanına girdim gireli yüzünde öfke eseri görüyordum. Nihayet:

  Yâ Resûlâllah, kadınlarının halinden gücüne giden şey nedir? Şa­yet onları boşadı isen hiç şüphe yok ki, Allah seninle beraberdir. Melek­ler de Cibril ile Mîkâîi de, ben, Ebû Bekr ve bütün mü'minler de senin­leyiz,  dedim. Allah'a  hamdeylerim  ki,  söylediğim  sözü  Allah'ın   tasdik buyuracağını ummadığım konuşmalarım azdır. Ve şu âyet  (yâni)  tahyîr âyeti indi :

(O sizi boşarsa olur ki, Rabbi kendisine sizden daha hayırlı zevceler verir.) [13]

(Eğer onun aleyhine birbirlerine yardım ederlerse, onun yardımcısı da

Allah, Cibril ve mü'minlerin sâlihleridir.  Bütün  bunlardan sonra  melekler de (ona) yardımcıdır.) [14]

Âîşe binti Ehî Bekr ile Hafsa, Peygamber (SallallaJûİ Aleyhi ve Selkmi in  sair zevcelerine karşı birbirlerini tutuyorlardı. Ben :

  Yâ Resûiâllah, sen  onları boşadın mı? diye sordum. «Hayır!» cevâbını verdi.

  Yâ Resûlâllah, ben mescide girdini de müslümanlar  (yeri)  çakıl taşları ile eşeliyor; ResûîülJah (Sallailahü Aleyhi ve Selle m) kadınlarını boşa-mış; diyorlardı. İnerek onlara senin kadınlarını boşamadığım haber ve­reyim mi? dedim.

«Evet, istersen (haber ver)» buyurdular. Kendileriyle konuşmağa de­vam ettim. Tâ ki öfkesi geçti; ve dişlerini göstererek gülümsedi. O in­sanların ağrı en güzellerindendi. Sonra Nebiyyullah (Sailallahli Aleyhi ve Sellem) (aşağı) indi. Ben de indini. Ama ben kütüğe tutunarak indim. Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellenı) ise yerde yürür gibi ona eliyle do­kunmadan indi.

-— Yâ Resûlâllah, odada ancak yirmi dokuz gün kaldın? dedim.

«Ay yîrmi dokuz gece olur.» buyurdu. Bunun üzerine ben mescidin kapısına durarak olanca sesimle :

  Kesûlüllah {Sallailahü Aleyhi ve Seliem) kadınlarını boşamamıştir; dî­ye nida ettim; ve şu âyet indi:

(Onlara emniyete veya korkuya dâir bir şey gelirse onu yayarlar. Halbuki onu Resule ve kendilerinden ülülemir olanlara arz etseler mânâ çıkaranlar onu bilirdi.) [15]

Bu işi ben anlayıp çıkarmıştım; Allah (Azze ve Celle) de tahyîr âye­tini indirdi.

Bu babın rrivâyetleri î1âvak'ası hakkındadır. Bundan murâd : Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellemj'in, bir ay kadınlarından uzaklaşma­sıdır, îlâ hakkında az ileride ma'lûmat verilecektir. Burada yalnız hadî­sin bâzı cümlelerini îzâh edeceğiz.

Taşlarla yeri eşelemek: Üzüntünün ifadesidir. Çünkü düşünceli ve üzüntülü bir insan ekseriya elindeki taş veya sopa ile yeri eşeler.

Aybe : İçine kıymetli eşya konulan kaptır. Hz. Âişe Ömer (Radiyailahiiantika: «Sen kendi kabına bak!» sözü ile; Sen kendi kızın Hafsa'ya nasihat et, demek istemiştir. Cümlede teşbih vardır. Hz. Hai1ss kıymetli eşya muhafazasına benzetilmiştir.

Karaz; Selem denilen ağacın yapraklarıdır. Bu yapraklar tabaklıkta kullanılırmış.

Efîk: Henüz tabaklanması bitmemiş deri demektir. İstinbât: Kuyudan su çıkarmaktır. Müctehid ulemânın bir delilden hüküm çıkarmalarına da istiare yolu ile istinbât denilmiştir.

 

31- (...) Bize Hârûn b. Saîd El-Eylî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb rivayet etti. (Dedi İd) : Bana Süleyman yâni İbni Bi­lâl haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yahya haber verdi. (Dedi ki) : Bana Ubeyd b. Huneyn haber verdi. O da Abdullah b. Abbâs'i rivayet ederken dinlemiş. İbni Abbâs  şunları söylemiş .:

  Bir âyetin mânâsını Ömer b. Hattab'a sormak niyetiyle bir sene bekledim. Heybetinden  dolayı kendisine  bir türlü sorarmyordum. Niha­yet hacc için  (yola)  çıktı. Onunla beraber ben de yola çıktım. Dönüşte biraz yol alınca  bir haceti için misvak  ağaçlarına doğru saptı.    Ben  de kazay-ı hacet edinceye kadar onu bek'ledim. Sonra onunla birlikte yola revân oldum. Ve :

  Yâ Emîrelmü'minîn, Resıûlüllah (Salkülakü Aleyhi ve Seliem) aleyhine zevcelerinden    biri   ile   anlaşan    iki    kadm     kimlerdir?    dedim.    Ömer CRadiyallahü anh) ?

  Onlar Hafsa ile Âişe'di.r;  cevâbını  verdi. Bunun üzerine :

  Vallahi bu meseleyi bi:r seneden beri sana sormak isterdim; ama heybetinden dolayı s ora mı yordum;  dedim.

  Bunu yapma! Benim bildiğimi zannettiğin  bir şeyi hemen bana sor: eğer ben onu bîlirsem sana haber veririm; dedi ve sözüne şöyle de­vam etti:

  Vallahi cahüiyyet devrinde biz kadınları insan yerine saymazdık. Nihayet Allah Teâlâ onlar h.akkmda indirdiklerini indirdi ve kendilerne yaptığı taksimi yaptı. Bir defa ben kendi kendime bir şeyi istişare ederken zevcem bana : Şöyle şöyle yapsan olmaz mı? deyiverdi. Ben de ona:

  Sana ne oluyor da bu işe karışıyorsun; benim yapmak istediğim bir şeye neden burnunu sokuyorsun? dedim. Kadın :

  Şaşarım sana ey Hattâb oğlu! Sen kendine kafa tutulmasını iste­miyorsun; halbuki kızın Resûiüllah (SaliaUahii Aleyhi ve Sellem)'e kafa tutup duruyor. O derecede ki, bütün gün efkârlı kalıyor; dedi. Bunun üzerine cübbemi  alarak  evimden   çıktım  ve  Hafsa'nın   yanına  girdim.  Ona  de­dim ki :

  Kızcağızım!   Sen  Resûlüllah (Salİallahü Aleyhi ve Sellem) 'e  kafa  tu. tarmışsm, hattâ bütün gün efkârlı kalırmış!  Hafsa :

  Vallahi biz ona çok müracaatta bulunuyoruz; dedi.

  Bilirsin ki, ben seni Allah'ın azabından ve .Resulünün gazabından sakındırırım kızcağızım! Sakm seni o kendi güzelliğini beğenen, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem) in  kendisine   olan sevgisine   güvenen aldatma­sın! dedim. Sonra  (oradan)  çıkarak karabetim olduğu için Ümmü Sele-me'nin yanına girdim; ve onunla konuştum.    Ümmü Seleme bana şunu söyledi:

  Şaşarım sana ey Hattâb oğlu! Her şeye karışırsın; hattâ Resûlüllah i Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile zevcelerinin arasına bile girmek istiyorsun!

Ümmü Seleme (nin bu sözü) bana öyle te'sîr etti ki, efkârımı bir parça yatıştırdı. Müteakiben onun yanından çıktım, Ensârdan bir dostum vardı. (Mecliste) bulunamazsam bana haber getirir; o bulunamazsa ben ona haber getirirdim. O tarihde biz Gassân hükümadarliarmdan bir kıral-dan korkuyorduk. Üzerimize hücum etmek istediğini haber almıştık. On­dandan gözümüz korkmuştu. Derken dostum Ensârî gelerek kapıyı çal­dı; ve :

  Aç, aç! dedi. Ben :

  Gassanh mı geldi? diye sordum.

  Ondan  daha  kötü!   Resûlüllah (SalUüldıü Aleyhi ve Sellem) zevcele­rinden ayrılmış: cevâbını verdi. Ben de:

  Patlasın Hafsa ile Aişe; dedim. Sonra elbisemi alarak çıktım, gel­dim. Bir de baktım Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) yatak odasında: Odaya merdivenle çıkılıyor. Jtesû\ü\lah(Salla!lajıt{ Aleyhi ve Sellem) 'in siyah bir kölesi de merdiven başında!..

  Ben Ömer'im;  dedim. Müteakiben bana izin   verildi. Ben de Re­sûlüllah (SallailahU Aleyhi ve Sellem)'e bu hâdiseyi anlattım. Ümmü Seleme kıssasına gelince Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gülümsedi. Kendisi (kuru) bir hasır üzerinde idi. Vücûdu ile hasır arasında hiç bir şey yok­tu. Başının  altında içi lif dolu deriden  bir yastık; ayaklarının  yanında bir karaz yığını; başının ucunda asılı birkaç deri bulunuyordu. Ben Re-sûlüllah (Sallallahü'Aleyhi ve Sellem) 'in yan tarafında hasırın izini görünce ağladım.

  Niçin ağlıyorsun? diye sordu.

  Yâ Resûlâllah, Kisrâ ile Kayser neler içinde  yaşıyorlar neler!.. Halbuki   sen   Allah'ın   Resulüsün!.,   dedim.   Bunun   üzerine   Resûlüllah (Saltaİlahü Aleyhi ve Sellem):

«Dünya onların; âhiret de senin olmasına razı değil misin?»    buyur­dular.

 

32- (...) Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd b. Seleme rivayet etti. (Dedi ki) : Bana. Yahya b. Saîd, Ubeyd b. Huneyn'den, o da İbni Abbâs'dan naklen haber verdi. İbni Abbâs şöyle demiş :

«Ömer'le birlikte dönüyordum. Merru'z-Zahrân denilen yere geldiği­miz vakit...» Kavi bu hadîsi Süleyman b. Bilâl hadîsi gibi rivayet etmiş­tir. Yalnız o şöyle demiştir : «Ben : O iki kadının hâlü şanı nedir? diye sordum.

— Hafsa ile Ümmü Seleme'dir; buyurdular.» Bir de bu rivayette râvi: «Hücrelere geldim. Bir de baktım her evde yas (ediliyor) ibaresi ile:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem} bir ay kadınlarının semtine uğ-ramıy a cağına yemin etmişti. Ay yirmi dokuz olunca yanlarına indi.» cüm­lesini ziyâde etmiştir.

 

33- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe üe Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Lâfız Ebû Bekr'indir. Dediler ki : Bize Süfyân b. Uyeyne, Yahya b. Saîd'den rivayet etti. O da Abbâs'ın âzâdlısı Ubeyd b. Huneyn'den dinlemiş. Ubeyd demiş ki : Ben İbni Abbâs'ı şunları söylerken işittim:

«Ömer'e, Resûlüllah (Sallalkıhü Aleyhi ve Sellem) zamanında birbirleri ile anlaşan iki kadının kimler olduğunu sormak istiyordum. Fakat bir sene beklediğim halde bir türlü yerini bulup soramıyordum. Nihayet Mekke'ye müteveccihen kendisine arkadaş oldum. Merru'z-Zahrân'a var­dığında kazayı hacete gitti. Ve:

  Bana tulumla su yetiştir, dedi. Ben de kendisine tulumla su gö­türdüm. Hacetini görüp döndüğü vakit ben ellerine su dökmeye gittim ve bu meseleyi kendisine anarak :

  Yâ Emîrelmü'minîn! O iki kadın kimlerdir? dedim. Sözümü biti­rir bitirmez:

  Âişe İle Hafsa'dir, cevâbını verdi.»

 

34- (...) Bize İshâk b. İbrahim el-Hanzalî ile Muhammed b. Ebî Ömer rivayet ettiler. Hadîsin lâfzını ikisi de birbirine yakın ifâde etti­ler. İbni Ebî Ömer: (Bize rivayet etti) la'bîrinı kullandı. İshâk ise: (Bize Abdürrezzâk haber verdi) dedi. Abdürrezzâk: Bize Ma'mer, Zührî'den, o da Ubeydullah b. Abdillâh b. Ebî Sevr'den, o da İbni Abbas'dan naklen haber verdi, demiş. İbni Abbâs şunları söylemiş :

«Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcelerinden, haklarında Allah Teâlâ'nın:

(Eğer tevbe ederseniz kalpleriniz söz dinledi demektir.) [16] buyurdu­ğu iki kadının kimler olduğunu Ömer'e sormağa arzu eder dururdum. Nihayet Örner hacc etti. Onunla birlikte ben de hacc ettim. Biraz yol aldıktan sonra Ömer saptı. Elimde su tulumu olduğu halde onunla bir­likte ben de saptım. Kazay-i hacet etti; sonra yanıma geldi. Ellerine su döktüm; abdest aldı. (O zaman) :

  Yâ Emîrelmü'minîn : Veygamher(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *in zev­celerinden kendilerine Allah (Azze ve Celle)'in :

(Eğer tevbe ederseniz kalpleriniz söz dinledi demektir} buyurduğu iki kadın kimlerdir? dedim. Ömer:

— Şaşarım sana ey İbni Abbasî Onları Hafsa ile Aişe'dir; cevabım verdi. (Zührî demiş ki: Vallahi Ömer, İbni Abbâs'ın sorduğu suâlden hoşlanmamış, fakat gizlememiştir.)

Bundan sonra Ömer, hadîsi rivayete başladı, dedi ki:

  Biz, Kureyş  cemaati kadınlara  tahakküm  eden  bir kavim idik. Medine'ye  geldiğimizde   (orada)   kadınları   kendilerine  tahakküm   eden bir kavim bulduk. Az sonra bizim kadınlarımız da onların kadınlarından huy kapmağa başladılar. Benim evim Avâlî'deki Benî Ümeyye b. Zeyd kabilesinde idi. Bir gün karıma kızdım. Bir de baktım bana kafa tutu­yor!.. Bana karşı söz söylemesini men'etüm. Kadın :

  Benim  sana karşılık vermemi neden  men'   ediyorsun?     Vallahi PeygamberfSaHallahü Aleyh: ve Scllenı) 'in  zevceleri  bile  ona kafa  tutuyor­lar da  (bâzan) biri bütün gün akşama kadar kendisini terkediyor, dedi. Bunun üzerine oradan giderek Hafsa'nın yanma girdim. Ve :

~— Sen   Resûlüllah (SaHailahü Aleyhi ve Sel!em)'e kafa mı   tutuyorsun? dedim. Hafsa :

  Evet, cevâbını verdi.

  Sizden biriniz onu bütün gün akşama kadar terk ediyor mu? diye sordum. (Yine) :

  Evet, cevâbını verdi. Dedim ki:

  Sizden bunu yapan muhakkak kendine yazık etmiştir. Biriniz Re­sulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m gazabından dolayı Allah'ın ken­disine gazâb etmeyeceğinden emîn olabiliyor mu? Şu  halde böylesi he­lak olmuş demektir. Sen Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e kafa tut­ma, ondan  bir şey isteme!  Aklına geleni benden iste!  Sakın  ortağının Resûîüiîah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)nezdinde senden daha güzel ve daha sevgili olması seni aldatmasın!»  (Ömer burada Âişe'yi kasdetmiştir. Sö­nme devamla) demiştir kî:

  Benim Ensardan bir komşum  vardı. Resûîüiîah   (SallallahüAleyhi ve Sellemjin   yanıma  inmek hususunda  onunla   nevbetleşirdik.  Bir  gün  o iner, bir gün ben inerdim. Bu suretle bâzan vahi haberini ve saireyi o bana  getirir; bâzan da bunların mislini ben ona  getirirdim. Aramızda : Gassânlılar bizimle harb etmek için atlarını nallatıyor; diye konuşurduk. Derken dostum Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)'in yanına indi. Son­ra yatsı zamanında bana gelerek kapımı çaldı; ve bana seslendi. Yanma çıktım.

  Büyük bir hâdise olmuş; dedi. Ben :

  Ne o? Yoksa Gassânlılar mı gelmiş? diye sordum.

  Hayır; ondan daha büyük ve uzun!.. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) kadınlarını boşamış!.. dedi.

  Yazık! Hafsa mahvoldu, dedim: Ben bunun olacağını biliyordum. Onun için sabah namazını kıldığım gibi elbisemi kuşandım; sonra aşağı inerek Hafsa'nın yanma girdim. Hafsa ağlıyordu.

  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) sizi boşadı mı? diye sordum.

  Bilmiyorum; işte kendisi! Şu yatak odasına çekilmiştir, dedi. Bu­nun Üzerine onun siyah bir kölesinin yanma gelerek:

  Ömer için izin iste! dedim. Köle hemen içeri girdi. Sonra benim yanıma çıkarak:

  Ona senin geldiğini söyledim, ama ses çıkarmadı, dedi.    Bunun üzerine oradan  çekilerek minberin  yanına  gittim;   oturdum.  Bîr  de  ne göreyim! Onda bir cemaat oturuyorlar; bâzıları da ağlıyor!.. Biraz otur­dum   Sonra efkârım bana galebe çaldı;  ve  (tekrar) köleye gelerek:

  Ömer için izin iste! dedim. Köle içeri girdi. Sonra benim yanıma çıkarak:

  Ona  senin  geldiğini  söyledim;  ama  ses  çıkarmadı;  dedi.  Bunun Üzerine geri döndüm. Az sonra baktım köle beni çağırıyor!..

  İçeri gir; sana izin verdiler! dedi. Artık içeri girdim. Ve Resûlül­lah selâm verdim. Baktım, dokuma bir hasır üzerine yaslanmış: hasır yan tarafında iz bırakmış.

  Yâ Resûlâllah. kadınlarını boşadm mı? dedim. Başmı hana doğru kaldırarak :

«Hayır!» cevâbını verdi. Bunun üzerine ben şunları söyledim: -s- Allah her şeyden büyüktür! Bizi bir görse idin yâ Resûlâllah! Biz Kureyş cemaati kadınlara tahakküm eden bir kavim idik. Medine'ye gel­diğimizde (orada) kadınları kendilerine tahakküm eden bir kavim bul­duk. Az sonra bizim kadınlarımız da onların kadınlarından huy kapma­ğa başladılar. Derken bir gün karıma kızdım. Bir de baktım, bana kafa tutuyor!.. Bana karşı söz söylemesini men' ettim. Kadın :

~ Benim sana karşılık vermemi neden men' ediyorsun? Vallahi Pey-gamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem I'in zevceleri bile ona kafa tutuyorlar da (bâzan)  birisi bütün gün akşama kadar kendisini terk ediyor; dedi.

  Onlardan bunu yapan muhakkak kendine yazık etmiştir; hiç biri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı) 'in  gazabından  dolayı  Allah'ın  ken­disine  gazab  etmeyeceğinden  emin   olabiliyor  mu?  O   halde  muhakkak helak olmuştur;   dedim.

Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gülümsedi. Ben (sözüme devamla) dedim ki:

    Resûlâllah,  Hafsa'nın  yanma girdim de (ona) şunları söyle­dim : Sakın ortağının Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Seliem) nezdinde sen­den   daha   güzel   ve   daha   sevgili   olması   seni   aldatmasın!   Resûlüîlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemjhit daha gülümsedi.  (Bu arada) :

  Seninle sohbet edebilir miyim yâ Resûlâllah? dedim.

«Evet!» cevâbını verdi. Ben de oturdum. Müteakiben başımı kaldı­rarak içeriye bir göz gezdirdim. Vallahi içeride üç deriden başka göze dokunur bir şey göremedim. Ve:

  Yâ Resûlâllah, Allah'a duâ et de ümmetine bol rızk ihsan eyle­sin. İranlılarla  Romalılar Allah'a  tapmadıkları  halde  onlara  bol rızklar ihsan eylemiştir;  dedim. Bunun üzerine doğrularak oturdu; ve :

«Sen şüphede misin ey Hattâb oğlu? Onlar iyi amellerinin karşılığı kendilerine dünya hayatında peşin verilen bir kavimdirler.» buyurdu.

— Benîm için mağfiret dile yâ Resûlâllah, dedim.

Resûlüllah (SaHaHahü Aleyhi ve Sellem) zevcelerine pek ziyade gücendi­ğinden bir ay yanlarına girmemeye yemîn etmişti. Nihayet Allah (Azze ve Cellem) kendisini tekdir eyledi,

 

35- (1475) Zührî demiş ki: Bana Urve, Âişe'den naklen haber verdi. Aişe şöyle demiş :

«Yirmi dokuz gece geçince Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ben­den başhyarak yanıma girdi. Ben :

  Yâ Resûlâllah, sen bizim yanımıza  bû ay girmemeğe yemîn et­tin; fakat yirmi dokuz gecede pirdin. Ben sayıyorum; dedim.

Bunun üzerine:

«Gerçekten ay (bâzan) yirmi dokuz çeker.» buyurdu. Sonra:

«Yâ Âişe! Ben sana bir şey söyleyeceğim, ama annenle babana da­nışmadan bu hususta cevap vermeğe acele etmeyebilirsin» dedi;  ve bana:

(Ey Peygamber, zevcelerine söyle!..) âyetini (büyük ecir hazırladı.) kavl-i kerîmine kadar okudu.

Aişe demiş kî: «Vallahi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ebe­veyninin bana ondan ayrılmamı emretmeyeceklerini pek âlâ biliyordu. Ben de:

  Ebeveynime bu hususta mı danışacakmışım? Ben Allah ile Resu­lünü ve dâr-i âhireti murâd ediyorum; dedim.»

Ma'mer demiş ki: Bana Eyyûb haber verdi ki, Âişe: «Benim seni ihtiyar ettiğimi kadınlarına haber verme; demiş. Peygamber (Sallallahü Aleyh'ı ve Sellem) de ona :

«Şüphesiz AlSah  beni  tebliğe!  olarak  göndermiştir. Şaşırtıcı  olarak göndermemiştir.»  buyurmuşlar.

Kata de:  «Kalpleriniz meyi etmiştir.» manasınadır; demiş.

Bu hadîsi Buhârî : «İlm», «Nikâh», «Tefsir», «Mezâlim», «Li­bâs» ve «Metâim» bahislerinde; Tirmizî :    «Tefsîr»de;  Nesâî de : «Savm» ve «Işretü'n~Nisâ'»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Hz. Ömer 'in : «Nihayet Allah Teâlâ onlar hakkında indirdiklerini indirdi...» sözünden murâd : «Kadınlarla iyi geçinin.» «Onları zarara sok­mak için nikâhınızda tutmayın!» «Size itaat ederlerse onların aleyhine çıkar yol aramayın.» gibi âyetlerdir. Nitekim : «Kendilerine yaptığı tak­simi yaptı.» ifadesiyle de dörtte bir gibi mîrâs hisselerini ve kadınların nafakalarını kasdetmiştir.

Ömer (RadiyaHahü anh'ı'm komşusu    Itbân b. Mâlik   e1-Hazreci'dir.   Bu  zâtı  Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Ömer'e kardeş yapmıştı. Bazıları komşusunun  Evs  nâmında biri olduğunu söylerler.

Gassân : Aslında Şam taraflarında bir suyun ismidir. Bu suyun civarında yaşayıp ondan içenlere Gassân iler denilmiştir. Gas­sânî1er'in bir rivayette dört yüz, diğer rivayette altı yüz sene hü­küm sürdükleri ve kendilerinden otuz yedi hükümdar geçtiği rivayet olunur.

Meşrube veya meşrabe : «Su içilen yerdir. Bâzıları bunun gurfe de­nilen yüksek oda mânâsına geldiğini söylerler. İbni Kuteybe'ye göre meşrube : Yüksek odanın önündeki sofa gibi yerdir. İbni Bat­tal yiyecek ve içecek saklanan oda yâni kiler mânâsına kullanıldığını söyler ki, burada münasib olan da budur.

Resûiüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin kapısını bekleyen siyah kölenin ismi   Rabâh 'tır.

Merm'z-Zahrân :    Mekke yakınlarında bir vâdîdir.

Avâlî: Medîne-i Münevvere sırtlarmdaki köylerdir. Bunların Medîne'ye uzaklıkları iki ile sekiz mil arasındadır. Medîne'nin şarkına düşen bu yerlerde Evs  kabilesi yaşardı.

Hadîsin râvilerinden Ubeyd b. Humeyd için bütün nüs­halarda   «Abbâs'm âzâdlısıdır» denümişse de hadîs ulemâsı bunu doğru bulmamış; mezkûr zâtın Zeyd b. Hattâb oğullarının âzâdlısı olduğunu söylemişlerdir.

îbni Abbâs (Radiyallahü anh) fnın suâline Hz. Ömer'in şaş­ması, tefsir ilminde bu kadar şöhreti olmakla beraber bu meseleyi bil-memesindendir. Zemahşerî: «Galiba Ömer (Radiyallahü anh) onun sorduğu şeyden hoşlanmamış.» diyor. Nitekim bu cihete nefsi ha­dîste de İşaret olunmuştur.

Ekser-i rivayetlerde tevbe etmelerine işaret buyuruîan kadınlar Hz. Âişe ile Hafsa binti Ömer 'dir. Yalnız Hammâd b. Seleme rivayetinde bunların Hafsa ile Ümmü Seleme (Radiyallahü anhûma) oldukları bildirilmiştir.

Bâ: Lügatte mutlak surette yemîn mânâsına gelir. Fukahanın ıstı­lahlarına göre ise bir kimsenin karısı ile bir müddet cinsî münasebette bulunmayacağına yemîn etmesidir. Bu hususta ulemâ ittifak halindedir­ler. Yalnız İbni Sîrîh'in : «Şer'î îlâ zevce ile cinsî münasebeti, konuşmayı ve nafaka vermek gibi şeyleri terk etmeye hamlolunur.» de­diği söylenir.

Kaadî Iyâz (476-544) : «Mücerred ilânın derhal talâk, kef-fâret ve mutâlebe îcâb etmeyeceği hususunda ulemâ arasında ihtilâf yok­tur.» diyor.

Şer'î ilânın müddeti ihtilaflıdır. Sahabe ve tabiînin ekserisi ile Hi­caz ulemâsına göre îlâ. dört aydan fazla bir müddet karısına yaklaş­mayacağına yemîn etmekle olur; onlara göre dört ay yaklaşmamaya ye­mîn etmek îlâ değildir.

Kûfe1i1er'ce îlâ : Bir kimsenin karışma dört ay veya daha fazla müddet yaklaşmayacağına yemîn etmesidir.

Bu bâbda îbni Ebî Leylâ ile İbni Şubrume şü-zuz göstererek : «Karısına bir gün yaklaşmayacağına yemîn edip de son­ra dört ay onun semtine uğramayan kimse îlâ yapmış sayılır.» demiş­lerdir.

îbni Ömer (Radiyallahü anh) 'dan .bir rivayete göre yemininde vakit tayîn eden kimse îlâ yapmış sayılmaz; velev ki tâyin ettiği müd­det uzun olsun. îlâ ancak ebediyyen yaklaşmamaya niyet etmekle olur.

îîâda yemîn müddeti geçmeden cinsî münasebette bulunmakla hü­küm sakıt olduğu gibi, dört aydan evvel talâk da vuku' bulmaz. Fakat cinsî münasebette bulunmadan dört ay geçerse Kûfeliler'e göre bir talâk vâki' olur. Bu talâkın bâyin mi ric'î mi olacağı ihtilaflıdır.

Hicaz ve Mısır uleması yle muhaddislere ve Zahirî1er'e göre'bu surette yemîn sahibine: «Ya cinsî münasebette bulun; yahud karını boşa!* denilir. Boşamazsa kadını onun namına hâkim boşar. Şâfiîler'in mezhebi budur. Meşhur olan kavline göre bu me­selede İmam Mâlik de Şâfiîler'le beraberdir. Diğer kav­linde ise Kûfe1i1er'le beraberdir. Vâki' olan talâk ric'îdir.

İmam Şafii bir rivayette hâkimin boşama hakkı olmadığını, fakat ya cima' yahud talâk için icbara hakkı olduğunu söylemiştir.

Bâzıları ilâ için yeminin Öfke hâlinde ve zarar vermek maksadı ile yapılmasını şart koşmuşlarsa da cumhura göre böyle bir şart mu'teber değildir. İlânın teferruatı için fıkıh kitaplarına müracaat etmelidir. Zâten az yukarıda da işaret ettiğimiz vecihle Resûiüliah (Sailallahü Aleyhi ve Seiiem) in îlâsı bu kabilden değil, sırf bir ay kadınlarından uzaklaşmak­tan İbaretti.

Hz. Ömer'in Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)e : «Benim için mağfiret dile!..» diye ricada bulunması, onun huzurunda dünya ni'met-lerini büyük görerek bu hususta söz etmek cüretinde bulunmasmdandır.

 

Bu  Rivayetlerden Çıkarılan  Hükümler:

 

1- İlim meclislerine devam etmek,  gerekirse bu hususta biri ile nevbelleşmek müstehaptır. Nitekim sahâbe-i kiramın âdetleri bu idi.

2- Ulemanın ve diğer büyüklerin huzuruna girerken ihtiram için güze) giyinmek müstehaptır.

3- Muhaddis,  hadîsi  bâzan  hiç  kısaltma  yapmadan   olduğu  gibi, rivayet edebilir. Hz. Ömer'in İbni Abbâs (Radiyallahü anha) «Onlar Âişe ile Hafsa idi.» demekle iktifa etmeyip uzun uzadıya izahatta bulunması buna delildir.

4- Baba kızana nasihat ederek, kocasına karşı onun ahlâkını ıslâha çalışmalıdır.

5- Resûiüliah (Sailallahü Aleyhi ve Seiiem;'in ehemmiyet verdiği şey­leri mühimsemek, onu üzen hususâta üzülmek ve ağlamak meşru'dur.

6- Bir kimsenin yanma girerken izin istemelidir.

7- İstenilen izin sükût ile karşılanırsa oradan geri  dönmek caiz­dir. Ulemâdan bâzıları Hz. Ömer'in buradaki hükmüne bakarak : «Sükût ile hüküm vermek caizdir.» demişlerdir.

8- Bir kimsenin yanına girmek için tekrar tekrar izin istemek ca­izdir.

9- Hükümdar yanına girmek isteyene izin  verip vermemekte ve keza bir şey söylemeyip susmakta muhayyerdir.

10- Hadîs-i şerif Peygamber (Sailaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in sabrına ve dünya ni'metlerinin pek azı ile iktifasına delildir.

11- Hükümdarın  huzurunda  oturmak  caizdir.   Hattâ  hoşnut  kala­cağı sezilirse bu hususta onun emrini beklemeğe bile hacet yoktur.

12- İnsanın hâline, Allah'ın verdiği rızka ve kadere canı sıkılması caiz değildir. Böylesinin îman zaifliğinden korkulur.

13- Dünya m'metlerinin azı ile iktifa ederek âhiretini kazanmaya çalışmak müslumana yakışan en hayırlı hâldir. Zira dünyanın âcil saa­deti insanı sefahate yaklaştırır.

14- İnsan hâline razı olmayıp kadere kızmaktan Allah'a istiğfar et­melidir.

15- Fazilet ehli zevattan hayır duası ve istiğfar istemek meşru'dur. Buna delil Hz. Ömer'in Peygamber (Sailaltahü Aleyhi ve Sellem) Efendi­mizden istiğfar istemesidir.

16- Kocasının sırrım başkalarına ifşa eden ve ona eza için hîle ya­pan kadın azarlamak sureti ile cezalandırılır.

17- Kemâli! bir kadın nefsi hakkında ebeveyni veya aile efradın­dan  başka biri ile istişarede bulunabilir. Bu müşavere bilhassa mal hu­susunda evlâdır.

18- İnsan işlediği hayırlı bir işi icâbında söyleyebilir. Hz. İbni Abbâs'm : «Ömerle birlikte ben de hacc ettim.» sözü buna delildir.

19- Başkasının yardımı ile abdest almak caizdir.

20- Peygamber (Satlailahü Aleyhi ve Sellem) 'in   gülmesi   tebessümden ibaretti. Onu da muhatabına ikram için yapardı.

21- Bir kimsenin bir ay karısının yanma girmemeye yemîn etmesi caizdir. Bu yemin ilâ değildir.

22- İzin için kapı çalmak caizdir.

23- Bir baba damadının izni olmasa bile kızının yanma girerek onun bilhassa evlilik hayatına aid hallerini teftiş edebilir.

24- Ayakta sual sormak caizdir.

25- İlim öğrenmeye rağbet göstermek lâzımdır.

26- Haberi vahid ve sahâbe-i kiramın mürsel hadisleri ile amel câizdir. Çünkü Ömer (Radîyallahü anh) komşusunun haberini kabul edi­yordu

27- Hükümdar ve hâkim gibi zevat bâzı hallerde yalnız başına bir yere kapanıp mühim işlerine bakabilirler. Bu takdirde kapıcı onların sü­kûtundan içeriye kimseyi kabul etmek istemediklerini anlarsa, gelenlere izin  vermez.  ResûlüUah (Scr'laHahii Aleyhi ve Sellem) ekseri hallerde kapıcı bulundurmazdı. O gün kapıcı bulundurması ihtiyaca mebnî idi.

28- İnsan evlâdını küçükken olduğu gibi, büyüdükten hattâ evlen­dikten sonra da terbiye edebilir. Ebû Bekr ile Ömer (Radlyallahü anhiima) 'mn fiilleri buna delildir.

29- Evde kat ve kiler gibi şeyler yapmak caizdir.

30- İlim, büyük veya küçük herkesten alınır. Zîrâ bir emânettir.

31- İnsan bir dostunu veya arkadaşını kederli görür de teselli el mek isterse bu hususta ondan izin istemelidir. Zîrâ izin istemeden konu şursa teselli yerine bilâkis kendisini daha çok mahzun ve mükedder ede bilir. Bu cihet dikkati gereken mühim âdaptandır.

32- Büyüklere hürmet ve saygı göstermek, onların hizmetinde bu lunmak müstehaptır. Nitekim İbni Abbâs (Radiyallahüanh)  Hz. Ömer'e karşı son derece hürmetkar davranmıştır.

33- Bir insan dostunun rizâsı şartı ile onun evine ve içindeki eş yasma bakabilir.  Gerçi  selefden  bâzıları  bunu mekruh saymışlarsa de bu kerahet riza gösterilmeyen hallere hamledilmiştir.

34- Hadîs-i şerîf Hz. Âişe'nin faziletine de delildir. Çünkü Peygamber (Sallailahu Aleyh! ve Seliem) muhayyerlik işine olsun, bir ay sonra ailesi nezdine dönüşte olsun ondan başlamıştır.

 

6- Üç Talakla Boşanan Kadına Nafaka Verilmemesi Babı

 

36- Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Esved b. Süfyan'm âzadhsı Abdullah b. Yezîd'den dinlediğim, onun da Ebû Se­leme h. Abdirrahman'dan, o da Fâtime binti Kays'dan naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum :

Ebû Amr b. Hafs Fatıme'yi gıyaben talâkı hâinle boşamış da vekili ona arpa göndermiş. Fâtıme buna razı olmamış. Fakat Ebû Amr'ın ve­kili;

— Vallahi seni bizde bîr hakkın yoktur; demiş. Bunun üzerine Fâ­tıme, Resülüliah (Salbllahü Aleyhi ve Sellemj'e gelerek bu meseleyi ona an­latmış. Peygamber (Sallaliahli Aleyhi ve Sellem) :

«Senin onda nafaka hakkın yoktur.» buyurmuş ve iddetini Ümmü Şerîk'in evinde geçirmesini emretmiş. Sonra :

«Ummü Şerik ashabımın daima ziyaretine gittikleri bîr kadındır. Sen Ibni Ummi Mektûm'un yanrnda iddet bekle, çünkü o a'mâ bir adamdır. (Yanında) çarşafını atabilirsin! (Nikâh için) helâl olduğun zaman bana bildir!»   buyurmuşlar. Fâtıme şunları söylemiş :

  (Nikâha)  helâl olduğum vakit kendilerine, Muâviye b. Ebî Süf-yân ile Ebû Cehm'in   beni istediklerini  söyledim.   Resülüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:

«Ebû Cehm sopasını boynundan bırakmaz; Muâviye'ye gelince ; o da yoksuldur; hiç malı yoktur. Sen Üsâme b. Zeyd İle evlen!» Ben buna razı olmadım. Sonra   (tekrar) :

«Sen UsSme b. Zeyd ile evlen!» buyurdular. Bunun üzerine onunla evlendim. Allah onda hayır halketti; ten de gıbta ettim!

Bu hadîsin bazı rivayetlerini Buhârî, Ebû Dâvûd ve Nesâî  «Talâk» bahsinde tahrîc etmişlerdir.

Nevevî diyor ki : «Kocasının Fâtime'yi üç talâkla mı yok­sa talâk-j bâinle veya üç talâkın sonuncusu ile' mi boşadığı hususunda lâfızları muhtelif olmakla beraber hafızların rivayet ettiği ve mu'temed râvüerin ittifak halinde bulundukları sahih ve meşhur olan hadîs budur.»

Fâtıme binti Kays hadîsini Tahâvî on altı sahih tarîkten rivayet etmiştir.

Hz. Fâtıme (Radiyallahü anha) Dahhâk b. Kays'm kız kardeşidir. Ondan on yaş büyük olduğu söylenir. Kendisi ilk muhacir­lerdendir. Güzelliği, aklı, kemali ve asaleti meşhurdur. Hz. Ömer şe-hîd edildiği zaman ashab-ı şûra onun evinde toplanmıştı.

Fâtıme (Radiyallahü anha) Ebû Amr b. Hafs ile evlen­mişti. Bu zâtın ismi ihtilaflıdır. Ekser-i ulemâya göre Abdü1hamid'dir. Nesâî, Ahmed olduğunu söylemiş; bâzıları isminin künyesinden ibaret olduğunu iddia etmişlerdir.

Rivayetlerin bâzısında Hz, Fâtıme 'nin üç talâkla, bâzılarında talâk-i bâinîe boşandığı bildirildiği gibi, bir rivayette üç talâkın sonun­cusu, başka bir rivayette : Kalan bir talâk: ile boşandığı ifade olunmak­tadır. Hattâ mutlak olarak :  «boşadı»  şeklinde dahî rivayet olunmuştur.

Bu rivayetlerin arası şöyle bulunmuştur ; Kocası Hz. Fâtıme'yi daha evvel iki defa boşarmştır. Son defa boşamakla talâk adedi üç ol­muştur. İşte üç talâkla boşadığmı söyleyenlerle «bir talâk», «üç talâkın sonuncusu» gibi tâbirler kullananların ve keza mutlak olarak : «boşadı» diyenlerin muradları budur. «Talâk-ı bâinle boşadı» ifâdesinden de aynı mânâ kasdedilrniştir. Çünkü üç defa boşamak talâkı bâindir.

Kocası Fâtım Radiyal'.c.hû anha/ya. vekili vasıtasiyle bir mikdar nafaka göndermişse de, Fâtıme bunu ya arpa olduğu için yahud az bulduğundan kabul etmeyerek hâlini Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e arzeylemiş; fakat o da nafaka hakkı olmadığını söylemiş; ve id­de tini Ümmü Şerik'in evinde geçirmesini emir buyurmuştur.

Ümmü Şerik bir rivayette Kureyşden, diğer rivayete göre Ensârdan salâh ve takvası ile meşhur bir kadındı. İsmi Guzeyye yâhud Güzeyle binti Dâvûd !dur. Bâzı ulemâya göre Pey-gamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellemj'e kendini hibe eden kadın budur. Re-sûlüllab (Sallallahü Aleyhi ve Selle/n) ashabının bu kadını anneleri gibi hür­met göstererek "sık sık ziyaret ettiklerini, bunun ise kaç-goç iğlerinde müşkilât doğuracağını düşünerek sonradan bu tavsiyeden vaz geçmiş; ve Fâtim ef Radiyallahû anha)\-a Abdullah b. Ümmü Mektum'un evinde iddet beklemesini emir buyurmuştur. Çünkü Abdu11ah (Radiyallahû anh) âmâ idi. Kendisini göremeyeceği gibi, evine de fazla gelen giden yoktu. Bu sebeple erkeklerden tesettür meşakkati de olmayacaktı.

Üç talâkla boşanan bir kadına nafaka ve mesken verilip verilmeye­ceği hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir.

İbni Abbâ's (Radiyallahû anh) ile Hasanlı Basrî, Amr b. Dinar, Tâvûs, Ata' b. Ebî Rabâh. İkrime, Şa'bî, İmam Ahmed, İshâk, bir rivayette İbrahim Nehaî ve Zahirîler bu hadîslerle istidlal ede­rek : «Üç talâkla boşanan kadın hâmile değilse kendisine nafaka ve mes­ken vermek vâcib değildir.» demişlerdir.

Hammâd, Kaadî Şureyh, İbrahim Nehaî,, Sevrî, İbııi Ebî Leylâ, İbni Şubrume, Hasan b. Salih, Ebû Hanîfe, İmam Ebû Yûsuf ve îmrım Muhammed'e göre böyle bir kadına hâmile olsun olma­sın nafaka ve mesken verilir. Bu kavil ashab-ı kiramdan Ömer b. Hattâ b  ile İbniMes'ud (Radiyallahû anh)   hazeratımn mez-

hebleridir. Delilleri;

«Onları evlerinden çıkarmaym, kendileri de çikmasmlar; ancak aşikâr bir kötülük işlerlerse o başka...» [17] âyeti kerîmesi ile Hz. Ömer'in Fâtıme binti Kays hadîsi için söylediği şu sözdür : «Biz bel­lediğini veya unuttuğunu bilmediğimiz bir kadının sözü ile ne Rabbimi-zin kitabını bırakırız, ne de Peygamberimizin sünnetini!..»

Fâtıme binti Kays hadîsini Hz. Ömer 'den maada Âişe ile Üsâme b. Zeyd (Rodiyailahü anh) ve başkaları da kabul etmemişlerdir.

îmam Mâlik, İmam Şafii, Abdurrahman b. Mehdî ve Ebû Ubeyde'ye göre bu kadına herhalde mesken verilirse de nafaka yalnız hâmile olduğu takdirde verilir. Bunlar mes­ken hususunda :  «

«Onları kendi oturduğunuz evlerde iskân edin!» [18] âyet-i  kerimesi ile; nafaka îcâb etmediğine de Fâtıme hadîsinin zahiri ile istidlal etmiş­lerdir.

Talâk-i ric'î ile boşanan kadına bilittifâk nafaka ve mesken verilir. Kocası ölen kadına bilittifâk nafaka yoktur.

Talâk-ı bâinle boşanan kadın Âişe ile İbni Mes'ûd (Radiyalluhü anh) a göre iddeti içinde evinden çıkamaz. Saîd b. Müseyyeb, Kaasinı, Salim, Ebû Bekr b. Abdir-rahmân, Hârice b. Zeyd ve Süleyman b. Yesârin kavilleri de budur! Onlara göre kadın iddetini boşandığı evde bekler. Ebû Ubeyd bu kavli İmam Mâlik ile Sevrî'den ve   Küfe   ulemâsından da rivayet etmiştir.

İbni Abbâs, Câbir (Radiyallahü anh), Ata', Tâvûs, Hasan-ı Basrî ve İkrime 'den bir rivayete göre talâk-:ı bâinle boşanan kadın iddetini dilediği yerde geçirebilir.

İmam Mâlik: «O kocası ölen kadın yatsıdan sonra insan­lar uykuya yatmcaya kadar ziyaret için dışanda kalabilir. Sonra evine döner.» dermiş. Leys, Şafiî ve İmam Ahmed'in kavil­leri de budur.

İmam Âzam 'a göre kocası ölen kadm gündüzleri dışarı çıkar; fakat geceyi mutlaka evinde geçirmesi îcâb eder. Boşanan kadın ise gece. gündüz evinden çıkamaz. İmam Muhammed boşanan ve ko­cası ölen kadınların gece gündüz evlerinden çıkamayacaklarına kail ol­muştur.

Bâzıları Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)'in Hz. Fâtıme Viddetini beklemek için İbni Ümmi Mektû m (Radiyallahü anh) un evine göndermesi ile istidlal ederek : «Kadın ecnebi erkeğe bakabilir; fakat erkek kadına bakamaz.» demişlerse de bu kavil doğru değildir. Sa-hîh olan kavi göre kadının da yabancı bir erkeğe bakması haramdır. Ek-ser-i sahabe ile cumhuru ulemanın mezhepleri budur. Çünkü Teâlâ Haz­retleri erkekler için

«Mü'minlere söyle gözlerine sahip oîsunlcır.» [19] kadınlar hakkında dahi

«Mü'minlere de söyle; onlar da gözlerine sahip olsunlar!..» [20] bu­yurmuştur. Bir de fitne erkekle kadın arasında müşterektir. Erkekten geleceğinden ne kadar endişe edilirse, kadından gelmesinden de o kadar korkulur. Nitekim Ebû Dâvud ile Tirmizî 'nin rivayet et­tikleri bir hadîste beyân olunduğuna göre Ümmü Seleme ile Meymûne (Radiyallahü anh) Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında bulundukları bir sırada İbni Ümmi Mektûm gel­miş. Peygamber (Sallaliahü A leyhi ve Sellem) ;

«Bunun yanında örtünün!» buyurmuş. Kadınlar: «O âmâdır, görmez.» demişler. Fakat Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) kendilerine:

«Siz de mi âmâsınız, onu görmüyor musunuz?» mukabelesinde bulun­muştur. Tirmizî bu hadîsin hasen olduğunu söylemiştir.

Fâtıme binti Kays hadîsinde onun İbni Ümmi Mektûm'a bakabileceğine dair söz yoktur. O yalnız Fâtıme (Radiyallahü anha)mn başkalarının kendisini görmesinden emîn olacağını bildirmektedir. Kendisi erkeklere bakmamakla me'murdur.

Ebû Cehm'in sopasını boynundan bırakmaması iki suretle te'-vîl olunur : Birinci te'vîle göre bu cümlenin, mânâsı, çok sefer eder de­mektir. İkinci te'vîle göre maksat kadınları çok döğmesidir. Bu te'vîl da­ha sahih görülmüştür; çünkü hadîsin bir rivayetinde Ebû Cehm'in kadınları çok döğdüğü bildirilmiştir.

Bu Ebî Celim, Encâbiyye hadîsinde ismi geçen Ebû Cehm b. Huzeyf ete'l.Kuraşî 'dir. Teyemmüm bahsinde ve namaz kılan kimsenin Önünden geçme babında bir de Ebû'1 -Cüheym 'den bahsedilmektedir ki, o başka bir .zâttır.

Gerek Hz. Ebû Cehm'in sopasını boynundan bırakmaması ge­rekse Muâviye (Radiyallahü anh >\n hiç bir mslı olmayan yoksul ol­ması birer mecazdır. Zira  Ebû Cehm uyku ve yemek gibi hallerde elbette sopasını boynundan bırakırdı. Hz. Muâviye'nin de giyecek elbisesi, yiyecek ekmeği vardı. Fakat ekseriyetle hâlleri hadis-i şerîfde beyan buyurulduğu şekilde birinin sopa taşıması, diğerinin pek az mala sahip olması idi.

Hadîs-i şerîf Fâtıme (Radiyallahü anha}'yı isteyen Muâviye'nin Muâviye b. Ebî Süfyân olduğunu tasrîh etmekle onun başka bir Muâviye olduğunu iddia edenlere de cevâbı vermektedir.

Resûlüllah (Sallollahü Aleyhi ve Selle/n) Jin Hz. Fâtıme'ye Üsâme b. Zeyd'Ie evlenmesini ısrarla tavsiye buyurması onun dînen ve ahlâkan pek büyük bir fazilete sahip olduğunu bildiği içindir. Fâtıme (Radiyallahü anha) ise Hz. Üsâme'nin âzadlı köle ve bir de cildi­nin pek siyah olmasına bakarak evvelâ bu işe razı olmamış; fakat onun­la evlenerek ne derece hayırlı bir zât olduğunu görünce ona gıbta et­miştir. Gıbta etmek : İmrenmek demektir. Bunu hasedle karıştırmama-hdır. Zira hased : Bir kimsenin elinden bir şeyin gitmesini istemek, gıb­ta ise kendisinin de o kimse gibi olmasını dilemektir. Hüküm itibariyle de birbirlerinden ayrılırlar; hased haram, gıbta caizdir.

 

Hadisi Şerif Şu Hükümleri de İhtiva Eder:

 

1- Gıyaben kadın boşamak caizdir.

2- Hukuku edâ hususunda xrekâiet caizdir. Nevevî'nin be­yanına göre bu iki meselede ulemâ ittifak etmişlerdir.

3- Talâk-ı bâinle boşanan bir kadını  (sarahaten değil)  ta;rîz yolu ile kocaya istemek caizdir,

4- Müşavere ve nasihat niyeti i3e bir kimseyi kusuru ile anmak caizdir. Bu giybet değil, lüzumlu bir nasihat kabîlindendir.

5- Konuşurken mecazlı sözler kullanmak caizdir.

 

37- (...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdül-azîz yâni İbni Ebî Hâzim rivayet etti. Kuteybe şunu da söyledi : Bize Ya'kûb yâni İbni Abdirrahmân el-Kaariy rivayet etti. Bu râviierin ikisi de Ebû Hazim'den, o da Ebû Seleme'den, o da Fâtıme binti Kays'dan naklen rivayet etmişîer ki:

Fâtime'yi kocası, Peygamber (SaltaÜahü Aleyhi ve Sellem) zamanında bo-şamış. Ve kendisine düşük bir nafaka vermiş. Fâtıme bunu görünce :

  Valîâhi  Resîdüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem)e bildireceğim!»  Şa­yet benim içîn nafaka  varsa işime  yarayanı alırım;  bana nafaka yoksa ondan hiç bir şey almam!» demiş. Fâtıme şunu söylemiş :

  Müteakiben   bunu   Kesûlütlah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) 'e   söyle­dim de :

«Sana ne nafaka vardır, ne de mesken!» buyurdular.

 

(...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Imrân b. Ebî Enes'den. o da Ebû Seieme'den naklen rivayet etti. Ebû Seleme şunu söylemiş : Fâtıme binti Kays'a sordum da bana haber verdi ki :

Kocası Mahzûmî kendisini boşamış; fakat nafaka vermeğe yanaşma­mış. Bunun üzerine Fâtıme, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setten; 'e gele­rek  (meseleyi)  haber vermiş. Resûlüllah [Sallallahü Aleyhi ve Sellem} :

«Sana nafaka yoktur. Hemen taşın da İbni Ürnrnİ MektOm'a git; onun yanında kat! Çünkü o âmâ bir adamdır; yanında çarşafını atabilirsin!» buyurmuşlar.

 

38- (...) Bana Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyn b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şeybân, Yahya'dan yâni îbnî Ebî Kesîr'den, rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû Seleme ha­ber verdi. Ona da Dahhâk b. Kays'm kız kardeşi Fâtime binti Kay s ha­ber vermiş ki:

Ebû Hafs b. Muğîrete'l-Mahzumî kendisini üç talâkla boşamış. Sonra Yemen'e gitmiş. Ailesi efradı Fâtime'ye :

  Senin bizde nafaka hakkın yoktur; demişler. Bunun üzerine Hâ-iid b. Velîd birkaç kişi ile kalkarak Meymûne'nin evinde bulunan Ke-sûlüllab (Sallatlahü Aleyhi ve Se!lem)}e gelmişler ve:

  Gerçekten Ebû Hafs, karısını üç talâkla boşamiştır. Acaba bu kadına nafaka var mıdır? diye sormuşlar. Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Seltem).

«Ona nafaka yoktur ama iddet vardır.» buyurmuş. Fâtıme'ye de: «Nefsin hakkında benden önce bir iş yapma!»  diye haber gönder­miş; ve Ümraü Şerîk'in evine taşınmasını emir buyurmuş. Sonra tekrar haber göndererek:

«Umrnü Şerîk'e ilk muhacirler ziyarete gelirler; sen âmâ Ibni Ummi Mektûm'un yanına git! Çünkü baş örtünü attığın vakit seni görmez.» buyurmuşlar. Bunun üzerine Fâtime onun yasma gitmiş. îddetî geçince Resûlüllah (Sallalküıü Aleyhi ve Seltem) kendisini Üsâme b. Zeyd b. Hârise'-ye nikâh etmiş.

 

39- (...) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe b. Saîd ve tbni Hucr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmâîl yâni tbni Ca'fer, Muhammed b. Amr'dan, o da Ebû Seleme'den, o da Fâtıme binti Kays'dan naklen rivayet etti. H.

Bize bu hadisi Ebû Beler b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Muhammed b. Bişr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Amr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebü Seleme, Fâtınıe bînti Kays'dan nak­len rivayet eyledi. Ebû Seleme şöyle demiş:

Be^ı bunu Fâtıme'nin ağzından yazı ile tesbît ettim. (Dedi ki) : — Ben Benî Mahzûm'dan bir adamla evli îdim. Sonra beni talâk-ı bâinîe boşadı. Ben de nafaka istiyorum diye ailesine haber gönderdim... Râviler bu hadîsi Yahya b. Ebî Kesîr'in, Ebû Seleme'den naklettiği hadîs mânâsında hikâye ettiler. Yalnız Muhammed b. Amr rivayetinde : «Beni geçip de kendi kendine bir iş yapma!» ibaresi vardır.

 

40- (...) Bize Hasen b. Aliy el-Hulvânî ile Abd b. Humeyd hep birden Ya'kûb b. İbrâhîm b. Sa'd'dan rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize babam, Sâlih'den, o da İbni Şihâb'dan naklen rivayet etti. İbni Şihab'a da Ebû Seleme b. Abdirrahman b. Avf, ona da Fâtıme binti Kays haber vermiş ki, kendisi Ebû Amr b. Hars b. Muğîre'nin nikâhı altında bulu­nuyormuş. Derken Ebû Amr onu üç talâkın sonuncusu ile boşamış. Fâ­tıme evinden çıkıp çıkmamak hususunda fetva istemek için Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'e geldiğini, o da kendisine âmâ tbni Ümmi Met; tûm'un evine taşınmasını emir buyurduğunu söylemiş.

Mervân boşanan kadının evinden çıkması hususunda bunu tasdik et­mekten çekinmiştir.

Urve de: «Âişe Fâtıme'nin bu hadîsini kabul etmedi» demiştir.

 

(...) Bana bu hadîsi Muhammed b. Kâfi' dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Huceyn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Ukayl'den, o da Tbni Şihâb'dan bu îsnâdia bu hadîsin mislini Urve'nin : «Âişe Fâtıme'nin bu hadîsini kabul etmedi.» sözü ile birlikte rivayet etti.

 

41- (...) Bize İshâk b. İbrâhîm ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Lâfız Abd'indir. (Dediler ki) : Bize Abdürrezzak haber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Zührî'den, o da Ubeydullah b. Abdilîâh b. Utbe'den naklen haber verdi ki, Ebû Amr b. Hafs b. Muğîre, Aiiy b. Ebî Tâlib ile bir­likte Yemen'e gitmiş, de karısı Fâtırae binti Kays'a talâkı cinsinden ka­lan bîr talâkla fooşadiğı haberini göndermiş. Haris b. Hişâm iîe Ayyaş b. Rabîa'ya da Fâtıme'ye nafaka vermelerini emretmiş. Bunlar Fâtıme'ye:

— Vallahi senin için nafaka yoktur; meğer ki, hâmile olasın! demiş­ler. Bunun üzerine Fâtıme Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *e gele­rek bunların söylediklerini ona anmış da :

«Sana nafaka yoktur.» buyurmuşlar. Fâtıme kendisinden evden ta­şınmak için izin istemiş. O da izîn vermiş. Fâtıme :

  Nereye   (taşmayım)  yâ Resûlâîlah? diye sormuş.

«Ibnt Ümmİ Mektûm'un evine!» buyurmuşlar. Bu zât âmâ imiş. Fâtıme onun yanında çarşafını atabilir; kendisini göremezmiş. Fatîme'nin iddeti bitince Peygamber;'Sallailahü Aleyhi ve Sellem) kendisini Üsâme b. Zeyd'e nikahlamış. Sonra Mervân bu hadîsi sormak için Fâtıme'ye Ka~ bîsa l>. Ziieyb'i göndermiş; o da hadîsi kendisine nakletmiş. Mervân :

  Biz bu hadîsi  bir kadından  başka  kimseden  işitmedik;  insanları üzerinde bulduğumuz mu'temed ve sahîh hususla amel edeceğiz; demiş. Fâiıme Mervân'ın duyduğu vakit:

«Öyle ise sizinSe aramızda (hakem) Kur'ân vardtr. Allah (Azze ve Ceiîe): Oniarı evlerinden akarmayin.» buyurmuştur. (Ama) bu kendisine ric'at hakkı oîana âiddir. Üç talâktan sonra ne gibi bîr iş olabilir? Kadın hâmile olmadığı zaman nasıl ona nafaka yoktur, diyorsunuz? Onu neye hapsediyorsunuz? demiş.

 

42- (...) Bana Züheyr b. Harh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hü-şeym rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Seyyar ile Husayn, Muğîre, Eş'as, Mücâlid, İsmâîl b. Ebî Hâlid ve Dâvûd hep birden Şâ'bî'den nakSen ha­ber verdiler. Şa'bî şöyle demiş :

Fâtrnıe biaıti Kays'ın yanına girdini de ona Resûlüllah (Sallatla'ıü Aleyhi ve Sellem) in  kendisine  verdiği   hükmü  sordum.   Şu  cevâbı  verdi:

— Kocam beni talâk-ı bâinie boşadı. Ben de onu mesken ve nafaka hususunda Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve S ellem)'e da'va ettim. Ama bana ne mesken verdi, ne nafaka. (Yalnız) İtini Ümmi Mektûm'un evinde id-det beklememi emir buyurdu.

 

(...) Bize Yahya b, Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyin, Husayn iîe Dâvûd, Muğîre, İsmâî! ve Eş'as'dan, onlar da Şa'bî'den naklen onun :

— Fâtıme binli Kays'ın yanına girdim... dediğini Züheyr'in Hüşeym'-den rivayet ettiği gibi rivayette bulundu.

 

43- (...) Bize Yahya b. Habîb rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Hâlid b. Haris el-Hüceymî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Kurre rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Hakem Seyyar rivayet etti. (Dedi kî) : Bize Şa'bî rivayet etti. (Dedi ki) : Fâtıme binti Kays'ın yanma girdik. Bize İbni Tâb hurması ikram etti; süit karıştırması sundu. Ben kendisine, üç ta­lâkla boşanan kadının nerede iddet bekleyeceğini sordum:

— Kocam beni üç defa boşadı da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)hana ailem nezdinde iddet beklemeye izin verdi; dedi.

 

44- (...) Bize Muhamraed b. el-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdurrahmân b. Mehdî rivayet etti. (Dedi kî) : Bİze Süfyân, Seleme b. Küheyl'den, o da Şa'bî'den, o da Fâtıme binti Kays'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi've SellemY den naklen üç talâkla boşanan kadın hakkında :

«Ona mesken ve nafaka yoktur.» buyurduğunu rivayet etti.

 

45- (...) Bana îshâk b. îbrâhîm el-Hanzatf de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Aden haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ammâr b. Ru-zeyk, Ebû İshâk'dan, o da Şa'bî'den, o da Fâtıme binti Kays'dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş :

— Kocam benî üç defa boşadı. Bunun üzerine ben (evinden) taşın­mak isteyerek  Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve SeliemYe  gelmiş.   (Bana):

«Amcan oğlu Amr b. Ummi Mektûm'un evine git de onun yanında îudet bekle!» buyurdular.

 

46- (...) Bize bu hadîsi Muhammed b. Amr b. Cebele de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Ahmed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ammâr b. Ruzeyk, Ebû İshâk'dan rivayet etti. (Şöyle demiş) : Esved b. Yezîd'le ulu câmi'de oturuyorduk. Şa'bî de yanımızda idi. Derken Şa'bî, Fâtıme binti Kays hadîsini, Kesûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) 'in ona mesken ve nafaka vermediğini rivayet etti. Bundan sonra Esved bir avuç çakıl taşı alarak onun üzerine attı. Ve şunları söyledi:

— Yazık sana! Böyle bir şeyi rivayet ediyorsun! Ömer: Biz Allah'ın kitabını ve Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi: ve Sellem) 'in sünnetini, belle­di mi unuttu mu bilmediğimiz bir kadının sözü île terk edemeyiz; ona mesken de vardır, nafaka da. Allah (Azze ve Celle):

(Onları evlerinden çıkarmayın; kendileri de akmasınlar. Meğer ki, aşikâr bir kötülük işlemiş olsunlar.) [21] buyurmuştur;  dedi.

 

(...) Bize Ahmed b. Abdete'd-Dabbî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvûd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Muâz, Ebû İshâk'­dan hu isnadla Ebû Ahmed'in Ammâr b. Ruzeyk'dan rivayet ettiği ha­dîsin mislini kıssası ile rivayet etti.

 

47- (...) Bize Efaû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman, Ebû Bekr b. Ebî'I-Cehm b. Suhayr el-Adevî'den rivayet etti. (Demiş ki) : Fatıme binti Kays'i konuşurken işittim :

Kocası kendisini üç talâkla boşamış da Resûlüllah (SaîlaUahü Aleyhi ve Setlem) ona mesken ve nafaka vermemiş.  (Fâtıme dedi ki) :

  Kesûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) bana :

«Nikâh için helâl olduğun vaki* bana bildir!» buyurdular. Ben de kendilerine bildirdim.

Müteakiben Fâtime'yi Muâviye ile Ebû Cehm ve Üsâme b, Zeyd is­temişler. Bunun üzerine Resûlüîlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Muovİye yoksul bir adamdır; hiç bir malı yoktur. Ebû Cehm'e gelince kadınları çok döğen bir adamdır. Lâicin Üsarne b. Zeyd!..» buyurdular. Fâtıme eîiyle şöyle işaret ederek: Üsâme! Üsâmeî.. dedi.

Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Seüem)  ona:

«Allah ve Resulüne itaaf senin için daha hayırhdır.» demiş,  Fâtıme :

  Ben de onunla evlendim ve gıbta ettim, dedi.

 

48- (...) Bana İshâk b. Mansur da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahmân, Süfyân'dan, o da Ebû Bekr b. Ebû'l-Cehm'den naklen ri­vayet etti.   (Demiş ki) : Fâtıme binti Kays'i şunu söylerken işittim :

Kocam Ebû Amr b. Hafs b. Mugîre, beni boşadığım haber vermek için Ayyaş b. Ebî Kabîa'y bana gönderdi. Onunla beş Ölçek kuru hurma, beş ölçek de arpa yollamış. Ben :

  Nafakam yalnız bundan ibaret mi? iddetimi sizin evinizde geçîr-meyecek miyim? dedim. Ayyaş :

  Hayır, cevâbını verdi. Bunun üzerine hemen elbisemi kuşanarak ResûlÜIlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e geldim. (Bana) :

«Kocan seni kaç defa  boşadı?»   diye sordu.

  Üç defa!  dedim.

«Doğru söylemiş; şano nafaka yoktur! İddefini amcan oğlu İbni Um-mî Mektûm'un evinde bekle; çünkü onun gözü görmez; yanında çarşa­fını atabilirsin. îddeîîn bittiği vakit hemen bana haber ver!» buyurdular.

Derken beni bâzı kimseler kocaya istediler. Muâviye ile Ebû Cehm de bunlar meyamnda idi. Fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellenij :

«Muâviye yoksuldur : Vakîî hâli yerinde değildir. Ebû Cehm'den ise kadsnlara karşı şiddet sâaV olmaktadır. (Yâ hu d : Kadınları döğer dedi veya buna benzer bir şey söyledi.) Lâkin sen Üsâme b. Zeyd'i iltizâm et­melisin!»   buyurdular.

 

49- (...) Bana İshâk b. Mansur da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Âsim haber verdi. (Dedi ki) : Bize Süfyân-ı Sevrî rivayet etti. (De-dİ ki) : Bana Ebû Bekr b. Ebî'1-Cehm rivayet etti. (Dedi ki : Ben ve Ebû Seleme b. Abdirrahmân, Fâtıme binti Kays'in yanına girerek ken­disine sorduk. Fâtıme :

— Ben Efaû Arar b. Hafs b. Muğîre'nin karısı idim. Bir ara ken­disi Necrân gazasına gitti... dedi.

Kavi hadîsi, tbni Mehdi hadîsi gibi rivayet etti. Şunu da ziyâde eyledi:

«Fâtıme (Dedi ki) : Ben de Üsâme ile evlendim. Allah foeni Ebû Zeyd ile şerefyâb etti. Allah beni Ebû Zeyd ile mükerrem kıldı.»

 

50- (...) Bize UbeyduIIah b. Muâz el-Anberî de rivayet etti, (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Bekr rivayet etti. (Dedi ki) : Zübeyr zamanında ben de Ebû Seleme, Fâtıme binti Kays'in yanma girdik. Bize kocasının kendi­sini talâk-ı bâinle boşadiğm Süfyân hadîsinde olduğu gibi anlattı.

 

51- (...) Bana Hasan b. Aliy el-Hulvânî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Âdem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasan b. Salih, Süddî'den, o da Behiy'den, o da Fâüme bînti Kays'dan naklen rivayette bulundu. Fâtıme :

«Kocam beni üç defa boşadı ama J&esülüllah(Saliallahü Aleyhi' ve Selîem) bana mesken ve nafaka vermedi.» demiş.

 

52- (1481) Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme, Hişâm'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana babam rivayet etti. (Dedi ki) : Yahya b. Saîd b. Âs, Abdurrahman b. Hakem'in kızı ile evlendi. Bilâhare onu boşayarak evinden çıkardı. Bundan dolayı Ur ve kei dilerini ayıpladı. Onlar:

  Ama Fâtıme de  (kocasının evinden) çıkmıştı; dediler. Urve şur lan söylemiş:

  Bunun üzerine ben Âişe'ye gelerek meseleyi kendisine haber ver dim de :

  Fâtıme binti Kays için bu hadîsi anmakta bir hayır yoktur; dedi

 

53- (1482) Bize Muhammed b. Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Hafs b. Gıyâs rivayet etti. (Dedi kî) : Bize Hişâm, babasından, o da Fâtıme binti Kays'dan naklen rivayette bulundu. Fâtıme şöyle demiş:

— Yâ Besûlallah, kocam beni üç defa boşadı; zorla yanıma girerler diye de korkuyorum; dedim. Kavi diyor ki:

Bunun üzerine Peygamber (SailaÜahü Aleyhi ve Sellem) emir buyurmuş; o da  (oradan) taşınmış.

 

54- (1481) Bize (Yine) Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Ab-durrahmân b. Kâsim'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki, Âişe, Fâtıme'nin (mesken ve nafaka vermedi) sözünü kasdederek:

— Bunu anmakla Fâtıme'ye bir hayır yoktur; demiş.

 

(...) Bana İshâk b. Mansûr da rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Abdurrahman, Süfyân'dan, o da Abdurrahmân b. Kâsıın'dan, o da babasından naklen haber verdi. Babası şunları söylemiş :

Urvetü'bnû Zübeyr Âişe'ye : Hakemin kızı filânı görmedin mi? Ko­cası talâk-ı bâinle boşadı da   (evinden)   çıktı;  demiş. Âîşe   (buna) :

  Ne çirkin iş yapmış! mukabelesinde bulunmuş. Urve :

  Sen Fâtıme'nin söylediklerini işitmedin mi? demiş. Âişe :

  Bana bak! Bunu anmakta ona hiç bir hayır yoktur; cevâbını ver­miş.

Görülüyor ki hadîsin bütün rivayetleri Fâtıme binti Kay s (Radiyallahü anha) kıssasına aid olup birbirini az çok lefsîr etmektedirler, Şimdi bu rivayetlerden bâzı cümleleri îzâh edelim :

Resûlüîlah (Saliallahü Aleyhi ve Sel!em):in Hz. Fâtıme'ye :

«Nefsin hakkında benden Önce bir şey yapma!» buyurmasından mu-râd : Benim haberim olmadan kendi kararınla kocaya gitme, demektir. Gerek vefat iddeti içinde gerekse üç talâkla boşandıktan sonra bir ka­dının ta'rîz yolu İle kocaya istenebileceğine delil bu cümledir.

Hadîsin bâzı rivayetlerinde zikri geçen Mervân meselesine gelince : Bu zât o târîhde Medine valisi bulunan Mervân b. Hakem'dir. Kardeşi Abdurrahmân b. Hakem'in kızı Amra, Yahya b. Saîd b. Âs evlenmiş, fakat geçineme­yip boşanmış; kocasının evinde iddet beklemesine de müsâde edilme­mişti. Bu sebeple babası Abdurrahmân onu boşandığı evden alarak kendi evine nakletmişti. Buharî'nin rivayetinden anlaşıldı­ğına göre Hz. Âişe bunu haber alınca Mervan'a haber gön­dererek Amra'y1 boşandığı eve iade etmesini, iddetini orada geçir­mesini istemiş. Mervân, kardeşi Abdurrahmân'in bu hususta kendisine galebe çaldığım bildirerek iade edemediği için özür dilemiş; hattâ bir rivayette  Âişe (Radiyallahü anha)''ya :

«Sen Fâtıme binti Kays hadîsim duymadın mı?» demiş; o da ken­disine :

«Fâtıme hadîsini ağzına almamak sana zarar vermez.» diye cevap vermiştir.

Hz. Âişe bu sözü ile Fitime binti Kays hadîsinin mtı boşandığı evde iddet beklememesi bir sebebe müstenid idi. Bu se-huccet olamayacağına işaret etmiştir. Çünkü Fâtıme (Radiyallahü anka) bep boşandığı evin tenha ve korkulacak bir yer olması idi. Bâzıları buna Hz. Fâtıme 'nin sert tabiatlı bir kadın oluşunu, kayın validesi ile kayın pederine haşîn sözler söylemesini de ilâve ederler. Bu izahattan da anlaşılır ki, Resûlüllah (SaliaHahü Aleyhi ve Seliem;'in Hz. Fâtıme'ye evinden taşınmak için izin vermesi arzettiğimiz Özürden dolayıdır.

Hâsılı Hz. Âişe , Fâtıme bin ti Kay s hadîsi İle amel etmemiştir. Onun hadîsini yalnız Âişe değil, Ömer, Üsâme b, Zeyd , Câbir ve Zeyd b. Sabit (Radiyallahü anh) hazt'râtı ile tabiînden Saîd b. Müseyyeb ve diğer birçok ulemâ da reddetmişlerdir. Hz. Ömer onu birçok ashâb-ı kiram huzurunda reddetmiş; kendisine i'lirâz eden olmamıştır. Bu hâl onların da aynı mez-lıebde olduklarını gösterir.

Haneliler 'den «E'-Hidâye» sahibi şöyle demektedir; «Fâlime hadîsini Ömer (Radiyallahü anh.) reddetmiş; ve: Doğru mu yoksa yalan mı söylediğini; belleyip bellemediğini bilmediğimiz bir ka­dının sözü ile biz Rabbimizin Kitabım ve Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sclieın)"m sünnetini terk edemeyiz.

Ben Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'ı : Üç talakta boşar.an ka dıııa nafaka ve mesken vardır; buyururken işittim; demiştir.» rurken  işittim;  demiştir.»

Hadîsin Züheyr b. Harb rivayetinde'râviler arasında Mücâ1id de vardır. Bu zât zaif bir râvi ise de Müslim onun rivayetini burada mütâbaat için zikretmiştir. Böyle hadîslerde bâzı zaif lâviler bulunabilir.

İiıni Tâb : Hurması Medîne-i Münevvere 'nin yüz yirmi Çeşit hurmasından biridir.

Süit: Arpa ile buğday arasında bir nevi1 ekindir. Bâzıları bunun kabuksuz arpa olduğunu söylerler. Nevevî diyor ki : «Ulemâmız bunun hükmünde üç meşhur vecihle ihtilâf etmişlerdir. Sahîh kavle göre put hububat cinsindendir; fakat buğday veya arpa değildir. İkinci kavle l,röre buğday, üçüncüye göre arpadır...»

Hadîsin bir rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. FâIırae'ye '

«Amcan oğlu Amr b, Ümmi Mektûm'un evine taşın!» buyurduğu gö­rülüyor. İmam Müslim kitabının sonunda: «Bu zât  Benî Vihr kabîlesindendir;   Fâtıme   ile  ikisi   bir  soydandır.»   demektedir. Kaadi Iyât  bunu kabul etmemiş : «Meşhur olan bunun hilafıdır; nnl;ır bir sülaleden değillerdir; Fâtıme ,  Benî  Muhârib b Vıiırden,    İbni  Ümmi Mektûm   ise Benî   Âmir b, uey 'dendir.» demişse de Nevevî ; Ümmi    Mek­tûm,    Katime 'nin mecazen amcası oğludur. Nesebleri Fihr'de birleşir.» diyor.

İbni Ümmi Mektûm'un ismi ihtilaflıdır. Bâzıları Amr'dır, demiş; bir takımları Abdullah' olduğunu söylemişlerdir. Da­ha başka olduğunu iddia edenler de vardır.

UJu câmi'den murâd :   Küfe'nin mescididir.

Hadîsin bâzı rivayetlerinde Hz. Üsâme için Ebû Zeyd denilmiş; Kaadî Iyâz 'ıa iddiasına göre ekseri rivayetlerde : îbni Zeyd ıtlak olunmuştur. Bunların ikisi de doğrudur. Çünkü Hz. Üsâme İbni Zeyd 'dir; Ebû Zeyd künyesini taşır. Künyesinin   Ebû   Muhammed   olduğunu söyleyenler de vardır.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Talâk-ı bâinle boşanan kadına nafaka yoktur diyenler bu riva­yetlerle istidlal ederler.

2- Fetva istemek ve benzeri   yerlerde   ecnebi bir kadının sesini dinlemek caizdir.

3- îddet bekleyen kadın bulunduğu evden ihtiyacı için çıkabilir.

4- Erkeklerin salâh ve takva sahibi kadınları ziyaret etmeleri, ha­ram olan halvet-i sahîhada bulunmamak şartı ile caiz hattâ müstehaptır.

(Halvet-i sahîha: Cinsî münasebet için bir mâni' bulunmayacak de­recede kapalı bir yerde erkekle kadının başbaşa kalmasıdır.)

5- Başkasının dünürlüğü üzerine dünür göndermek ona henüz söz verilmemiş olmak şartı ile caizdir.

6- Bir kimseyi menfaati olan şeye irşâd etmek, razı olmasa bile bu hususta ısrarda bulunmak müstehaptır.

7- Fazilet sahibi zevatın nasihatlerini kabul ile gösterdikleri yolu tutmak müstehab ve neticesi hayırlıdır.

8- Kendi rızası ile bir kadını dengi olmayan erkekle evlendirmek caizdir.

9-Takva ve fazilet sahibi insanların soyları şerefli olmasa bile ken­dileri ile sohbette bulunmaya çalışmalıdır.

10- Bir müftî, nassa muhalefet eden yahud hususî bir hâdiseyi umû-mileştirmeye kalkışan başka bir müftiye muhalefet ve inkârda buluna­bilir. Nitekim Hz. Âişe, Fâtıme binti Kays (Radiyailahü anha) 'nın kendi hâdisesi hakkındaki husûsî hükmü ta'mîm etmesine karşı çıkmıştır.

11- Erkek veya kadın her ev sahibinin ziyaretçilerine iktidarı nis-betinde güzel yiyecek ve içecekler takdim etmek sureti ile ikramda bu­lunması müstehaptır.

 

7- Talak-ı Bain İddeti Bekleyen İle Kocası Ölen Kadınların İhtiyaçları İçin Gündüzün Dışarı Çıkmalarının Cevazı Babı

 

55- (1483) Bana Mulıammed b. Hatim b. Meymün rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd, İbni Cüreyc'den rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrez-zâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. H.

Bana Hfvûn b. Abdillâh dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Haccâc b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : İbni Cüreyc şunu söyledi. Bana Ebu'z-Zübeyr haber verdi ki, Câbir b. Abdillâh'ı şöyle der ken işitmiş:

Teyzem boşandı. Bilâhare hurmasının yemcini devşirmek istedi. Fa­kat bir adam onu dışarı çıkmaktan men'etti. bunun üzerine Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)fe geldi de:

«Hay hay, sen hurmanın yemişini devşir; zira belki tesadduk edeı yahu d bir hayır yaparsın!» buyurdular.

Bu hadîs talâk-ı hâinle boşanan bir kadının ihtiyacını görmesi içfîı evinden çıkabileceğine delildir. İmam Mâlik ile Sevrî , Leys , İmam Şâfiî, İmam Ahmed b. Hanbe1 Ve diğer bâzı ulemânın mezhepleri budur.. Onlara göre talâk-ı bâinle boşa^ nan ve keza vefat iddeti bekleyen kadınlar gündüzün ihtiyaçları için evlerinden çıkabilirler.

Hanefîler'e göre talâk-ı bâinle boşanan kadın gece gündüz

evinden çıkmaz. Delilleri: «Onları evlerinden çıkarmayın; kendileri de çıkmasınlar; ancak aşi­kâr bir kötülük yaparlarsa o başka!» [22] âyet-i kerimesidir. Bu âyetteki kötülükten murâd: Bâzılarına göre zinadır. Zina eden kadın hâdd-i şer'i edilmesi için evinden çıkarılır. Bir takımları: «Kötülükten xnu-ı;"hi : Kadının itaatsizliğidir, İtaatsizlik kadının mesken hakkını ıskat eder; binâenaleyh evinden çıkarılır.» demişlerdir. Bundan murâd : Kadının pis olması ve kötü lâflar söylemesidir; diyenler de vardır. Hâsılı kö-fuhık hâli müstesna olmak üz4re kadın gece gündüz evinden çıkamaz. C'inkü unun nafakası kocasına âtddir; evinden çıkmağa ihtiyacı yoktur.. vefat iddeti bekleyen kadın gündüzleri evinden çıkabilir; zîra ona m:i fak;, yoktur. Nafakasını te'mîn için gündüzün dışarı çıkar. Bu iş bâ-/an geceye kadar devam edettilir. Onun için gecenin ilk saatlerine kaır dışarıda kalması caiz görülmüştür. Yalnız geceyi iddetiri beklediği  nçirmesi şarttır.

f rarJîs-i şerif, hurma devşirirken ondan sadaka ve hediyye verme-nnı ve koza hurma sahibine bunu yapması için ta'rizde bulunmanın müs-iclıap olduğuna da delildir. Şâir meyveler de buna kıyas olunabilir.

 

8- Kocası Ölen Kadınla  Diğer Kadınların İddetlerinin Doğurmakla Bitmesi Babı

 

56- (1484) Bana Ebû't-Tâhir île Harmele b, Yahya rivayet ottilc Lâfızları birbirine yakındır. Harmele (Bize rivayet etti) tâbirini kullaı di. Ebû't-Tâhir ise: Bize İbnj Vehb haber verdi, dedi. (İbni Vehb dem ki) : Bana Yûnus b. Yezîd, İbni Şihâb'dan naklen rivayette bul un d (Demiş ki) : Bana UbeyduÜah b. AbdiIIâh b. Utbe b. Mes'ûd rivâyı etti ki, bahası, Ömer h. Abdillâh b. Erkanı ez-Zührî'ye mektup yazara Sübey'a binti Haris el-Esicmiyye'nin yanına girmesini, ona kendi had sini ve Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve SelU'm)'e fetva sorduğu vakit ket dişine ne söylediğini sormuşun emretmiş. Ömer b, Abdillâh da Ahdulla b. Utbe'ye. mektup yazarak SübeyVnın kendisine şunları haber verdiğir bildirmiş:

Sübey'a Benî Âmir b. Lüey kabilesinden Sa'd b. Havle ile cvlîymi Bu zât Bedir gazasına iştirak edenlerdcnmiş. Bilâhare karısı hâmile ike Veda' hacetnda (Sa'd) vefat etmiş. Onun vefatından sonra çok geçme den karısı doğurmuş. Nifasından temizlendiği vakit kendisini isteyecel ler için giyinip kuşanmış. Derken yanına Benî Abdiddâr kabilesinde Ebû's-Senâbil b. Ba'kek isminde bir adam girerek :

— Acep seni neden giyinmiş kuşanmış görüyorum! Galiba evlenme istiyorsun. Vallahi üzerinden dört ay on gün geçmedikçe sen evlenenle? «in! demiş.

Sübey'a diyor ki: O zât bana bunu söyleyince geceleyin üzerimdeh elbiseyi çıkardım. Sonra Resûlüllah (SalldUâhii Aleyhi ve Selleml'e gelerc bu meseleyi ona sordum. Bana doğurduğum anda helâl olduğum fetva aını verdi ve istersen evlenmemi emir buyurdu.

ibni Şihâb : «Doğurduğu vakit evlenmesinde bir beis görmüyorum velevki nifası içinde olsun. Ancak temizlenmedikçe kocası ona yakınlıl edemez.» demiş.

Bu hadîsi Buhârî «Meğâzî» ve «Talâk» bahislerinde; Ebu Dâvûd, Nesâî ve îbni Mâce «Talâk»da muhtelif râvi lerden tahrîc etmişlerdir.

Hz. Sübey'a 'nm kocası Sa'd b, Havle (RadiyaUahii anh bâzılarına göre Beni  Âmir b.  Lüey kabilesindendir.    İbn H işâm onun Yemenli olduğunu, Benî Âmir'in müt tefiki bulunduğunu söylemiştir. Aslen   İranlı olduğunu söyleyen ler de vardır.  Vâkıdî'nin beyanına göre kendisi Habeşistan'a hicret eden ikinci kafiledendir.  İbni    Cerir Tabcr Sa'd(RadiyaUahii tınh) 'in yedinci hicrî yılda vefat ettiğini bildiriyorsi da doğrusu  bu hadîste beyan edildiği vecihle Veda' haccında vefat ot mistir. Ebû Ömer îbni Abdilberr, kalışının birka* gece söjtıra doğurduğunu söyler, bâzıları   Sübey'a 'nın kocasının ve fâtıridan bir ay; bir takmaları yirmi beş-gün sonra doğurduğunu söyle-mislerdir. Bu müddetten daha azda doğurduğunu iddia edenler de vardır. Hz. Sübeyra''mtf   Hudeybiye  anlaşmasından sonra jnüslü-^tmanliğr* kabul eden ilk kadın olduğu söylenir.

Ebû-'s - Senâbil in ismi Amr'dır.   îbni Abdilberr bu-zâtın künyesi ile meşhur olduğunu, isminin  Habbe  b.  Bakekel.K'uraşi e1- Amiri olduğunu kaydetmektedir. Rivâyete'göre.şâir bir zât imiş

Hadîsi şerif- hâmile kadının iddeti doğurmakla biteceğine delildir.

Selef ve halef ulemânın- cumhuru buna kaildirler. Onlara göre kocası ölen bir kadm bir lâhza sonra doğursa iddeti biter; ve derhal başkası ile evlenebilir. Bütün" mezhep imamlarının  kavilleri'de  budur.  Yalnız

Hz..Al i   İbnî Abbâs  (Radiyallahü anh) ve Mâ1ikî1er'den   îbni Suhnün : «Kocası ölen kadın vefat müddeti ile doğum ; müddetinin hangisi daha uzun sürerse onu bekler.» demişlerdir. Mâama-

İbni Abbas (Radiyallahüahhi'nm bu sözünden döndüğü derivayet olunmuştur. Şa'bî ile Hasan-ı Basrî, ibrahim   Nehaî ve .«Hammâd'a göre böyle bir kadın nifâsından temizlenmedikçe evlenemez.

Cumhur babımız hadîsi ile istidlal etmiş; bu hadîsin :

«Sizlerden vefat «dip de (geride) karılarını bırakanlar yok mu, o kadınler- bizzat dört ay^on gün iddet beklerler.» [23] âyet-i kerîmesinin umumunu tahsis:

«Hamilelerin iddeti Je doğurmalarıdır.» [24] âyetinin boşanan ve ko­cası ölen bütün kadınlara âmm ve şamil olduğunu beyân ettiğini söyle­mişlerdir,

Zikri geçen iki âyetin umumları birbirine muarızdır. Usûl-i fıkıh kaidelerine "göre iki umûm tearuz ederse birini tahsis edecek bir müreccih aranır. Burada müreccih vardır. Sübey'a hadîsi dört ay on gün âye­tini tâhsîs etmektedir. Binâenaleyh dört ay pn gün iddet, hâmile olma­yan kadınlara mahsustur.

Subey'a hadîsi' Şa'bi ve arkadaşlarının aleyhine delildir. Çünkü bu hadîs iddetin. doğurmakla biteceğini tasrîh etmektedir.

 

57- (1485) Bize Muhammed b. Müsennâ el-Anezî rivayet etti. (De­di ki) : Bize Abdülvehhâb rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Yahya b. Saîd'-den dinledim. (Dedi ki) : Bana Süleyman b. Yesâr haber verdi ki, Ebû Seleme b. Abdirrahmân ile İbni Abbâs, Ebû Hüreyre'nin yanında birleş­mişler de, kocasının vefatından birkaç gün sonra nifâs gören kadını gö-rüşüyorlarmış. İbni Abbâs: Bu kadının iddeti iki müddetin uzun olanı­dır; demiş. Ebû Seleme ise (doğurmakla) kadının helâl olduğunu söy­lemiş. Derken bu hususta münakaşaya başlamışlar. Râvi diyor ki : Bu­nun üzerine Ebû Hüreyre, Ebû Seleme'y kasdederek: Ben kardeşim oğ­lu ile beraberim; dedi. Sonra İbni Abbâs'm âzâdhsı Küreyb'i bu mese­leyi sormak için Ümmü Seleme'ye gönderdiler. Küreyb (gitti) geldi. Ve onlara Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini haber verdi:

Sübey'atü'l-Eslemiyye kocasının vefatından birkaç gece sonra nifâs gördü. Bunu Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi veSellem) 'e söyleHi de ona evlen­mesini emir buyurdular.                     ;

 

(...) Bize bu hadîsi Muhammed fc. Bumh da rivayet etti. (Dedi ki) Bize Leys haber verdi. H.

Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkıd dahî rivâ yet ettiler. (Dediler ki) : Bize Yezîd b. Harun rivayet etti. Bu râvilerir ikisi birden Yahya b. Saîd'den bu isnâdla rivayette bulunmuşlardır. Yal kendi rivayetinde: «Ümmü Selcme'yc gönderdiler.» demiş; Kürc   adını söylememiştir.

Bu rivayeti Buhârî «Tefsir» bahsinde; Tirmizî «Tal'ık-l'i; Nesâî «Talâk» ile «Tefsir» bahislerinde muhtelif râvilerden  l.ıhric etmişlerdir.

Hz. İbni Abbâs'in «iki müddetin uzun olanı» sözünden mu-râılf : Vefat iddeti ile doğum müddetidir. Ona göre bu iki müddetin han­gisi  uzun sürerse kadın İddet olarak onu bekler.

Hz. Ebû Hüreyre 'nin : «Ben kardeşim oğlu ile beraberim.»  Arapların âdetine göre söylenmiştir. Yoksa hakikatte    Ebû Sellem  onun kardeşi oğlu değildir.

Hadîs-i şerif hüküm itibariyle bundan evvelkinin aynıdır.

 

9- Vefat Iddetinde Yas Tutmanın Vücubu, Bundan Başka Yerlerde Üç Günden Maada Yas Tutmanın Haram Kılınması Babı

 

58- (1486); Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Abdullah b. EM Bekr'den dinlediğim, onun da Humeyd b. Nâfi'den, onun da Zeyneb binti EM Seleme'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum :

Zeyneb HumeyJ'e şu üç hadîsi haber vermiş. Humeyd (Dedi ki) : Zeyneb şunları söyledi :

Bahası Ebû Süfyân vefat ettiği vakit Peygamber (Salla!fahü Aleyhi ve Şetlandın zevcesi ^Jmmü Habîbc'nİn yanma girdim. Ümmü Habîbe, için­de sarı ren t oulunan bir koku, halûk yahud başka bir şey istedi; ve on­dan (evvelâ) bir cariyeye sürdü. Sonra (kendi) yüzünün yanlarına sür­dü; ve şunu söyledi:

— Vallahi kokuya hiç bir ihtiyacım yok: ancak hcn Resûlüllah (SalUılkihii Aleyhi ve Seilenı) 'i minber üzerinde

»Allah'a ve âhiret gününe îmân eden bir kadına Ölü İçin üç günden fazla yas tutmak helâl değildir. Yalnız koca İçin dört ay on gün yas müstesna!»   buyururken   işittim.

 

(1487) Zcyneb (Dedi ki) : Sonra kardeşi vefat ettiği zaman Zeyneb bin ti Cahş'ıtı yanına girdim. O da koku getirterek ondan süründü. Ve şunu söyledi :

  Vallahi   kokuya   hiç   bir   ihtiyacım   yok;   ancak   ben   Rcsîitüllah

Satlıilltihü Aleyhi ve Sellemi'i minber üzerinde :'

«Allah'a ve âhiret gününe îmân eden bir kadına ölü için üç günden fazla yas tutmak helâl değildir. Yalnız koca için dört ay on gün yas tut­mak müstesna!»   buyururken  işittim.

 

(1488) Zeyneb (Dedi ki) : Annem Ümmü Suleme'yi şunu söylerken işittim:  Resûlüllah (Sallallahii A tevlit ve Sellem)'a bir kadın  gelerek:

— Yâ Kesûlâllah! Kızımın kocası vefat etti. Kızım da gözünden ra­hatsızdır. Ona  sürme  çekebilir miyim? diye  sordu. Itesûlüllah   (SalUıİlahü AU-\Iıi ve Sellcnı)ı veya üç defa hep :

«Hayır!»  cevâbını  verdi. Sonra şöyle  buyurdular : «Bu iddet ancak dört ay on gündür. Halbuki sizden biriniz câhilİyyet devrinde tezeği  senenin sonunda  atardı.»

 

(1489) Humeyd (Demiş ki) : Zeyneb'e : Tezeği senenin sonunda atar­dı ne demektir? diye sordum, Zeyneb şu cevâbı verdi:

— Kadın, kocası öldüğü zaman küçük bir eve girer; en kötü elbi­sesini giyer; bir sene geçinceye kadar koku ve hiç bir şey sürünmezdi. Sonra kendisine bir hayvan, eşek veya koyun yahut kuş getirilir de onunla silinirdi. Silindiği şey ekseriya ölürdü. Sonra dışarı çıkar; ken­disine bir hayvan tezeği verilerek onu atardı. Ondan sonra dilediği koku ve saİreye avdet ederdi.

Hz. Zeyneb'in üç hadîsinden ikisini yâni Ümmü Habîbe ile Zeyneb bin ti Cahş kıssalarını Buhârî «Cenaze» bahsinde; Ümmü Seleme kıssasını «Tıb>da tahrîc ettiği gibi üçünü birden «Talâk»da; Ebü Dâvûd ile îbni Mâce «Ta-tâk»da; Tirmizî «Nikâh»da; Nesâî «Talâk» ve «Tefsir» ba­hislerinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Zeyneb binti Seleme (Radiyallahü anha) ümmehât-ı mü'mi-ninden Hz. Ümmü Seleme 'nin kızı yâni Resûlüllah (SallaUahu Aleyhi ve Seîlem)'in üvey kerîmesidir. İbni Tîn onun Peygamber (SallalJahü Aleyhi ve SeUetn)'den hadîs rivayet etmediğini söylemişse de doğ­ru değildir. Hz. Zeyneb'in Buhârî ve Müslim'de riva­yetleri vardır. îbni Abdilberr'in beyanına göre Zeyneb (Radiyallahü anha) Habeşistan 'da doğmuştur. Abdullah b. Zem'a ile evlenmişti. Zamanının en âlim kadınlarından biri idi.

Halûk: Karışık maddelerden yapılan sarı renkli bir nevi' esanstır. Ümmü Habîbe (Radiyallahü anha) bundan ellerine sürmüş; çok ol­duğunu görünce bir kısmıtu yanındaki bir cariyeye sürmüş; kalanını da kendisi sürünmüştür. Bunu kokuyu sevdiği için değil, yasçı kılığında gö­rünmemek maksadı ile yapmıştır.

İhdâd veya Hidâd : Men' etmek mânâsına gelen (hadd)'den alınmış­tır. Zînetlenip kokulanmayı terketmek, matem, tutmak demektir. Bu hu­susta fıkıh kitaplarında tafsilât vardır.

Hanefîler'e göre ihdâd: Kocası ölen yâhud talâk-i bâinle bo­şanan âkil, baliğ, müslüman, hür veya câriye bir kadına ihdâd vaciptir.

İhdâd : Nikâh ni'meti elden gitmekle kadının başına gelen musibete üzül­düğünü ifâde için iddeti içinde zîneti, kokuyu terk etmesidir. İhdâd ha­linde kadın koku sürünemez; sürme çekinemez; kına yakınamaz. Bunlara ancak özür hâlinde ruhsat verilir. Usfur ve safran gibi kokulu şeylerle boyanmış elbise dahî giyemez. İhdâd bir ibâdet olduğu için âkil baliğ ve müslüman olmayan kadınlara vâcib değildir. İmam Âzam evli cariyeye de ihdâd lâzım gelmediğine kail olmuştur.

Annesi veya babası yahut evlâdı vefat eden kadın bunlara kocası­nı kaybetmekten daha çok üzüldüğü halde üç günden fazla yas tutamaz. Çünkü hadîs-i şerif sarihtir. Hattâ îmam Muhammed «En-Nevâdir»de : «Kadının babası, oğlu, amcası veya kardeşi ölürse yas tut­ması helâl değildir. Bu iş hassaten koca hakkında meşru' olmuştur.» de­miştir. Hazret-i İmam bu sözü ile üç günden fazlayı kasdetmiştir deni­liyor.

Şâtiî1er'le diğer birçok ulema: «Vefat iddeti bekleyen büyük, kiiciik, bakire, seyyibe, hurre, câriye, müslime veya kâfire her kadına ihdâd vaciptir; bu hususta cimâın vâki* olup olmaması da müsavidir.» demişlerdir.

Ebû Sevr ile bâzı Mâli kîler 'e göre müslüman olma-' yan zevceye ihdâd vacip değildir. İmam Mâlik, Şafiî, Leys , Atâv Rabîa ve îbni Münzir, üç talâkla bo­yanan kadına ihdâd vâcib olmadığına kaildirler.

Küfe ulemâsı ile Ebû Sevr ve Ebû Ubeyd böyle bir kadına ihdâd vâcib olduğunu söylemişlerdir. Bu kavil İmam Şa­fiî 'den de rivayet olunmuşsa da zaif görülmüştür. Kaadî Iyâz , Hasan-ı Basrî 'den şâzz ve garîb bir kavi nakletmiştir. Mezkûr kavle göre kocası ölen kadınlara olsun boşa­nanlara olsun İhdâd vâcib değildir.

Sahipleri ölen ümmü veled ve cariyelere ve keza talâk-ı ric'î ile bo­şanan kadınlara bilittifâk ihdâd yoktur.

Kaadî Iyâz diyor ki: «Kocası ölen kadına ihdâdın vâcib ol­ması, ulemânın ittifakan bu hadîsi vücûb mânâsına hamletmelerinden çı­karılmıştır. Hadîsin lâfzında vücûba delâlet eden bir şey yoktur; ama ulema bilittifâk onu vücûba hamletmişlerdir...»

«Dört ay on gün» ifâdesi hadîste «Dört ay on gece» şeklindedir. An­cak bütün ulemâ bunda gündüzlerin de dâhil olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre kadın on birinci gece girmeden iddetten çıkamaz.

Yahya b. EbîKesîr ile Evzâî, hadîsten yalnız ge­celerin murâd edildiğine kail olmuşlardır. Araplarca gece gündüzden ev­vel geldiği için onlar kadının onuncu gün iddetten çıkacağını söylemişlerdir. Dört ay on gün beklemenin hikmeti: Ana 'karnındaki çocukun an­cak 120 günde tekâmül etmesi ve kendisine ondan sonra ruh verilmesi­dir. Hilâl  hesabı ile dört ay tam 120 gün  olamadığı için aradaki  nok-. sanlık ihtiyatan on gün İlâvesiyle kapatılmıştır;

Hadîsin muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına^ göre kızının göz ağ­rısını şikâyet için Peygamber (SaUaüahii Aleyhi ve Sellem)'e. gelen kadının ismi Âtike binti Nuaymb. Abdi11âh olup Kureyş kabilesine mensuptur. Âtike (RadiyaHahü mıha) vefat iddeti bekleyen kızının gözüne sürme çekip çekemeyeceğıni sormuş; Kcsûlüllah (Sallalluhü Aleyhi \e Sellem) iki veya Uç defa «Hoyir; çekemezsin!» buyur­muşlardır.

Kirmânî bu nehyin tahram için, Vârid.olinadığını söyleyenler bulunduğuna işaret ettikten sonra: «Tahrîm için vârid-olduğunu'kabul etsek bile zaruret bulundu mu Allah'ın dini kolaylıktır.» diyerek sürme çekmenin haram, fakat zarurette caiz olduğunu anlatmak istemiştir. Ona göre hadîsin :

«Zînet olacak şekilde sürme; çekinmesin!»  mâllarına gelmek de ihtimâl dahilindedir.         

Nevevi : «Bu hadîste yas tutan bir kadına ihtiyacı olur olma­sın sürme çekinmek haram olduğuna dejîl vardır.» demişse de onui-ı l)u mutlak sözü kabul edilmemiş; şeriatta zaruret 'hâlinin müstesna olduğu hatırlatılmıştır. 

«EI-Muvatta'-da Resûlüllah (Sfillallahn'Aleyhi Sellem)'in           

«Sürmeyi geceleyin çek, gündüzün sil (»buyurduğu rivayet edilmiştir. Bu iki rivayetin arası şöyle bulunur: Kadının ihtiyacı yoksa sürme çe­kinmesi helâl değildir. İhtiyâcı olduğu zamanı.da ancak geceleyin çeki­nebilir. Bu bâbta bir hayli sözler söylenmiş; ezcümle bâzıları sürmenin içndc koku bile bulunsa çekinebileceği'ne kail olmuş; hadîsdeki nehyi ke-râhet-i tenzîhiyyeye hamletmişlerdir. Bir takımları heiıyin süs için kul­lanılan sürmeye mahsus olduğunu söylemişlerdir.

ResûlüIIah   (Sallatİahü Aleyhi ve Sellem)

«Bu iddet ancak dört ay on gündür. Halbuki sizden biriniz câhiliyyet devrinde tezeği senenin sonunda atardı.» Buyurmakla: «Siz bu iddeti çok görmeyin; çünkü bu müddet azdır; eskiden bir sene beklerdiniz; Allah sîze rahmet olmak üzere onu dört ay on gün* indirdi.» demek istemiştir.

Nevevî kocası ölen kadının bir sene iddet bekleyeceğini bildi­ren Sûre-i Bakara âyetinin bu hadîsle sarahaten, nesh edildiğini söylüyor.

Sene sonunda tezek atmaktan riıurâd ne olduğunu Hz. Zeyneb izah etmiştir. Maamâfih ulema 6i İzahatın üzerinde durmuş; onu muh­telif şekillerde mân abandırmışlardir. Hıfş kelimesini Ebû Dâvûd «küçük ev» diye tefsir etmiş; Nesâî'nin rivayetinde bu kelimenin «kamış veya ağaçtan yapılan ev» mânâsına geldiği bildirilmiştir. Bu hu­susta birçok sözler soylenmişse de netice i'tibâriyle bunların hepsi «kü­tük ve dar ev» mânâsında birleşirler.

tâbiri,. Hattâbî'ye göre:

«Kadın içinde bulunduğu matem hâlini bu hayvanla kırardı.» de­mektir; zira kelimenin adı olan «fadd» kırmak, dağıtmak mânâsına gelir. Ahfeş  bunun: «Q hayvanla temizlenirdi.»  mânâsına kullanıldığını oylemiştic. Ona göre kelime «gümüş» demek olan «fidda»dan alınmış;

emizlik, beyaz renk ve safiyet hususunda gümüşe benzetilmiştir.

Ibn'i Kuteybe diyor ki : «Ben bu meseleyi Hicazlılar'a sordum da şu cevâbı verdiler: Câhiliyyet devrinde iddet bekleyen ka­dın yıkanmaz; su yüzü.görmez;-tırnak kesmez; bir sene sonra olanca çir­kinliği ile meydâna'.jikar; sonra içinde bulunduğu iddet hâlini bir kuş ile kırar; onunla önünü silerek atardı. Bir daha o hayvan hemen hemen yaşamazdı.» îmam Mâlik mezkûr tâbiri: «O hayvanla cildini silerdi.» mânâsına tefsir etmiş; İbni Vehb ise : «Kadın eliyle hayvana ve onun sirttna dokunurdu.» şeklinde izah etmiştir. Aynı tâbir bâzılarına göre : «Kadın hayvana dokunur; sonra tatlı su ile gümüş gibi bembeyaz oluncaya kadar yıkanırdı.» mânâsını ifâde eder. Bu hususta daha başka sözler de vardır.

Mutarrif ile' İ'bni Mâceşûn'un İmam Mâlik'-den naklettikleri rivayette : «Kadın bir koyun veya deve tezeği atardı. Tezeği önüne atar; bti onun iddetten çıkışı olurdu.» deniliyor. İbni Vehb'in rivayetinde ise : «Bir koyun tezeğini arkasına atardı» denil­miştir.

Bâzılarına göre bunun mânâsı: îddeti hayvan tezeği atar gibi attı­ğına işarettir. Bir tak'tm ulema: «Bundan murâd : Kadının bunca zaman beklemesi ve çektiği belâya karşı gösterdiği sabru tahammülü sona erin­de Üu çileleri tahkir;, kocasının hakkını ta'zîm için : Bu çektikleri kendi nazarında o attığı tezek mesabesinde ehemmiyetsiz şeyler olduğunu gös­termektir.» demelerdir. Kadının tezeği tefe'ül için yâni başımdan ırak olsun; bir daha böyle hâl görmeyeyim; maksadiyle atardığını söyleyenler de olmuştur. 

 

59- (1486) Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki.) : Bize Şu'be, Humeyd b. Nâfi'den rivayet etti. (Demiş ki) : Zeyneb biııti Ümmi Seleme'yi şunu söylerken işittim:

Ümmii Habîbe'nin bir yakını vefat etti. Müteakiben Ümmü Habîbe sarı bîr esans getirterek onu kollarına sürdü ve : Ben bunu ancak ve an­cak Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'i:

«Allah'a ve âhiret gününe îmân eden bir kadına üç günden fazla yas tutmak  helâl  değildir. Yalnız koca(sı)  için  dört ay on  gün  (yas tutmak) müstesna I»   buyururken işittiğim için yapıyorum; dedi.

 

(1488/1487) Bu hadîsi Zeyneb, annesi île Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem)fin zevcesi Zeyneb'den, yahut Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcelerinden birinden naklen rivayet etmiştir.

 

60- (1488)  Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti.   (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti;  (Dedi ki) : Bize Şu'be, Humcy/T b. Nâfi'den naklen rivayet etti.  (Demiş ki) : Zeyneb binti Selenıe'yİ an­nesinden naklen rivayet ederken dinledim. Bir kadının kocası Ölmüş. Kadinin gözüne  bir  şey  olacağından  korkmuşlar da Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek sürme çekmek için ondan izin istemişler. Ke-

sûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) :     .

«Vaktiyle sizden biriniz evin en kötüsünde pırtıları içinde (yahut evin­de en kötü pırtıları İçinde) bir sene beklerdi. Nihayet bir köpek geçerse bir tezek atar da çıkardı. (Şimdi) dört ay on gün çok mu geliyor?» buyur­muşlar.

 

(...) Bize Ubeydullab: b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Humeyd b. Nâfi'den iki hadîsi birden (yâni) sürme hakkındaki Ümmü Seleme hadîsi ile Ümmü Seleme ve Peygamber (Saîlallahü Aleyhi veSellem)'in zevcelerinden diğer birinin ha­dîsini Muhammed b. Ca'fer hadîsi tarzında rivayet etti. Yalnız o zevce­nin Zeyneb olduğunu söylemedi.

 

61- (1488/1486) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkid ri­vayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Yezîd b. Hârûn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd, Humeyd b. Nâfi'den naklen haber verdi. O da Zey­neb binti Ebî Seleme'yi, Ümmü Seleme ile Ümmü Habîbe'den naklen ri­vayet ederken dinlemiş. Bunlar: Bir kadının Besûlüllah (SaîlallahüAleyhi ve Sellem)'e gelerek kızının kocası öldüğünü, bunun üzerine kızının göz­leri hastalandığını, kendisi kızına sürme çekmek istediğini anlattığını; Resülüllah (Saîlallahü A leyhi ve Sellem) 'in :

«Vaktiyle sizden biriniz tezeği senenin sonunda atardı; bu İddet an­cak ve ancak dört ay on gündür.» buyurduğunu konuşuyorlarmış.

 

62- (1486) Bize Amru'n-Nâkıd ile İbııi Ebî Ömer rivayet ettiler. Lâfız Anır'mdir. (Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne, Eyyûb b. Musa'­dan, o da Humeyd b. Nâfi'den, o da Zeyneb binti Ebî Seleme'den naklen rivayette bulundu. Zeyneb  (Şöyle demiş) :

Ümmü Habîbe'ye Ebû Süfyân'nı Ölüm haberi gelince (haberin) üçün­cü günü sarı bir esans getirterek onu kollarına ve yüzünün yanlarına sürdü de şunları söyledi:

— Benim buna ihtiyâcım yoktu. (Ama) Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Selîem) 'i:

«Allah'a ve âhiret gününe îmân eden bir kadına üç günden fazla yas tutmak helâl değildir; yalnız koca müstesna! Çünkü kocasına dört ay on gün yas tutar.»  buyururken işittim.

 

63- (1490) Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybe ve İbni Rumh, Leys b. Sa'd'dan, o da Nâfi'den naklen rivayet ettiler. Nâfi'e de Safîyye binti Ebî Ubeyd, Hafsa'dan yahud Âişe'den veya her ikisinden naklen "riva­yette bulunmuş ki, Kesûlüllah  (SallaîlaJıü Aleyhi ve Sellem) .

«Allah'a ve âhiret gününe (yahut Allah'a ve Resulüne) îmân eden bir kadına bir ölü için üç günden fazla yas tutmak helâl değildir. Yalnız ko­casına  (tutması) müstesna!»   buyurmuşlar.

 

(...) Bize bu hadîsi Şeybân b. Ferrûh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülâzîz yâni İbni Müslim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Dînâr, Nâfi'den Leys hadîsinin isnâdiyle onun rivayeti gibi rivayette bulundu.

 

64- (...) Bize bu hadîsi Ebû Gassân El-Mismaî ile Muhammed b. Müsennâ dahî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdülvehhâb rivayet etti. (Dedi ki) : Yahya b. Saîd'i şunu söylerken işittim: Ben Nâfi'i, Sa-fiyye |>inti Ebî Ubeyd'den naklen rivayet ederken dinledim. Safiyye, Veygamher (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Hafsa binti Ömer'i Nebî (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen Leys ile İbni Dînâr hadîsi gibi ri­vayette bulunurken işitmiş. Râvî: «Çünkü kocasına dört ay on gün yas tutar.» cümlesini de ziyâde etmiştir.

 

(...) Bize Ebû'r-Rabî' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd, Ey-yûb'dan naklen rivayet etti. H.

Bize İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah rivayet etti. Bu râvîler hep birden Nâ-fi'den, o da Safiyye binti Ebî Ubeyd'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcelerinden birinden, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen yukarikilerin hadîsi mânâsında rivayette bulunmuş­lardır.

 

65- (1491) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe, Amru'n-Nâkıd ve Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Yahya (Bi­ze haber verdi) tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Süfyân b. Uyeyne, Züh-rî'den, o da Urve'den, o da Âişe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı) 'den naklen rivayet etti; dediler. Fahr-i Kâinat Efendimiz :

«Allah'a ve âhiret gününe îmân eden bir kadına Ölü için üç günden fazla yas tutmak helâl değildir; ancak kocasına (yas tutması} müstesna!» buyurmuşlar.

 

66- (938) Bize Hasan b. Rabî' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnî İdris, Hişâm'dan, o da Hafsa'dan, o da Ümmü Atıyye'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah   (SaÜallakü Aleyhi ve Sellem) :

«Hiç bir kadın ölüye üç günden fazla yas tutamaz; ancak koca için dört ay on gün yas tutmak müstesna! Yemen kumaşı müstesna olmak üzere boyalı elbise giyemez; sürme çekinemez; koku da sürünemez. Yal­nız temizlendiği vakit bir parçacık kust veya ezfâr sürünebilir.» buyur­muşlar.

 

(...) Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Nümeyr rivayet etti. H.

Bize Amru'n-Nâkıd da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Hârûn rivayet etti. Bu râvilerin ikisi de Hişâm'dan bu isnâdla rivayette bulun­muş; ve: «Temizlik devresinde kust ve ezfâr dan bir parçacık...» demiş­lerdir.

 

67- (...) Bana Ebû'r-Rabî'ez-Zehrânî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb, Hafsa'dan, o da Ümmü Atiyye'den naklen rivayet eyledi. (Şöyle demiş) :

Biz Ölüye üç günden fazla yas tutmaktan nehyohuıuyorduk; .yalnız koca için dört ay on gün müstesna idi. O esnada sürme çekinmez; koku sürünmez; boyalı elbise giymezdik. Ama bir hangimiz hayzından yıkandı mı temizliği müddetinde kust ve ezfârdau bir parçacık kullanmasına ruh­sat verilmişti.

Görülüyor ki, bu rivayetlerin hepsi aynı mânâda olup birbirlerini az çok tefsir etmektedirler. Hz. Ümmü Atıyye rivayetini Buhârî «Hayz», «Talâk» ve «İddet» bahislerinde; Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbni Mâce «Talâk» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir,

Ahlâs: Hılsın cem'idir. Hıls: Lügatte hah ve diğer kıymetli yaygıla­rın altına döşenen ve hayvanın semeri altına konan kıl veya yünden yap­ma palastır. Burada ondan murâd : Kötü elbisedir. Resûlüİlah (Saîlallahü Aleyhi ve Seltem) 'in zevcelerinden Ümmü Habîbe (Radîyalkıhü anh) Ebû Süfyân'ın kızı ve Muâviye 'nin kız kardeşidir. İsmi Ram1e'dir.

Yine ezvâc-ı tâhirattan Ümmü Atıyy e (Radiyallahû anha )'mn ismi Nüseybe binti Kâ'b 'dır. Nüseybe binti Ha­ris   el-Ensâriyye olduğunu söyleyenler de vardır.

Asb: Bir nevi' Yemen kumaşıdır. Bu kumaşın ipliği toplana­rak sımsıkı bağlanır, ondan sonra boyanırmış. Bu suretle bâzı yerlerine boya işlemeyen iplikten alaca bir kumaş meydana gelirmiş. Kazzâz : «Hükümdarlara elbise bu kumaştan yapılırdı.» demiştir. Bâzıları asbın, çizgili kumaş olduğunu söylemişlerdir.

Kust veya Küst yahud Küşt: Bedevilerin kullandığı bir nevi' bu­hurdur. İbni Baytar buna isin dahî denildiğini söyler.

Ezfâr dahî bir nevi' siyah buhurdur. Parçası tırnağa benzermiş. Nevevî'nin beyânına göre kust ile ezfâr koku sürünmek maksadı ile değil de hayzdan sonra kanın eseri olan pis kokuyu gidermek için ka­dınların kullanmasına ruhsat verilen birer nevi' mâruf buhurdur.

îbni Battal: «Hayızlı kadına gerek iddet içinde gerekse id-det dışında hayzından yıkandığı zaman kanın kokusunu gidermek için kust ile buhurlanmağa ruhsat verilmiştir. Bunu namaza durmak ve ka­nın pis kokusu ile meleklere ezâ etmemek için yapar.» diyor.

Hâsılı bu babın rivayetleri: İddet hâlinde olmayan kadınların ölü İçin üç günden fazla yas tutamayacaklarına, yas tutan kadına zaruret yokken sürme, koku ve zînetli elbise gibi şeyler haram kılındığına, bu­hurların bunlarda dahil olmadığına delildirler.

Vakıa bir hadîste: «Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) kadına ko­cası için iddeti geçinceye kadar; babası için yedi gün; başkaları için üç gün matem tutmağa ruhsat verildi.» denilmişse de Buhârî sârini Aynî bu hadîsin sahîh olmadığını bildirmiş; Hz. Ümmü Habibe'nin, babası vefat ettikten üç gün sonra koku sürünmesini ve diğer hadîslerin umumunu müddeâsına de! il göstermiştir. Hadîsi Ebû Dâvûd «Kitâbü'l-MerâsiNinde mu'dal olarak rivayet etmiştir; binâena­leyh onunla ihticâc edilemez.



[1] Tafsilât içid «Selâmet Yollan»  adlı nâçiz eserimizin (Boşanma) bahisne müracanî edilebilir.

[2] Çünkü başkaları burada hataya düşmüş; bir yerine «üç talâk» demişlerdir.

[3] Sure-i Talâk; âyet:  1

[4] Sûre-i  Talâk,   âyet:   i.

[5] Âyet-i kerîme.

[6] Sûre-i Talâk, âyet;  1.

[7] Şayan-ı hayrettir ki dört mezheb ulemasının ittifakına rağmen Mısırın yeni müc-tchitlcri bir dcfadiı yapılan üç talâkın bir talâk sayılacağına fet\â veimişlerdir. Bu fetvay: görmek isteyenler «Selâmet Yollan»  nın Talâk bahsine müracaat edebilirler.

[8] Sure-i   Ahzâb;   âyet:   2

[9] Yemin keffareti: dilerse bir köle âzât etmek, isterse on faikre bir gün doyurmak veya giydirmek, fakir bulmazsa iiçn gün arka arkaya oruç tutmaktı

[10] Surc-i Ahzâb;   âyet:   28   - 29

[11] ilâ: Erkeğin karısına dört ay yaklaşmayacağına yemîn etmbesİdir. Fakat birada ondan murad sadece yemindir.

[12] Sureli Abzâb;   âyet51

[13] Sure-i  Tahrîm:   âyet:   5

[14] Sure-i   'Fahrîm;  âyel:  4

[15] Sure-i   Nisa;   âyet:   83

[16] Sure-i  Tahrîm;  âyet 4

[17] Sûre-i Talâk, âyet:  1,

[18] Sûre-i Talâk, âyet: 6.

[19] Sûre-t Nûr, âyet: 30.

[20] Sûre-i NÛr, âyet: 31.

[21] Sure-i Talâk; âyet:   1

[22] Sure-İ Talâk;  âyet:   1

[23] Ayet-İ Kerîme

[24] Ayet-İ Kerîme