3- Karısını Kendine Haram Edip de Boşamayı Niyet Etmeyan Kimseye
Keffaret Vacib Olması Babı
4- Kadının Muhayyer Bırakmanın Ancak Niyetle Talak Olacağı Babı
6- Üç Talakla Boşanan Kadına Nafaka Verilmemesi Babı
8- Kocası Ölen Kadınla Diğer
Kadınların İddetlerinin Doğurmakla Bitmesi Babı
Talâk lügatte
: Bağı çözmek, salıvermek mânâlarına gelir. Bu kelimeyi Araplar nikâhdan başka
yerlerde (ifâl) babından kullanırlar: «Atımı saldım» derler. Nikâhda ise
(tef'îl) babından kullanılır. «Filân karısını boşadı» denir.
Şerîatte talâk: Hususî
bir lâfızla nikâh kaydını kaldırmaktır. Hususî lâfızdan murâd : Arapçada
(talâk) Türkçede (boşamak) maddelerinden yapılan sarih ve kinaye sözlerdir.
Talâkın:
Sebebi, şartı, rüknü, hükmü ve mehâsini vardır.
Sebebi: Karı
ile kocanın ahlâkı birbirine uymadığı zaman hâsıl olan kurtuluş ihtiyacıdır.
Esas itibariyle kadın
boşamak memnû'dur. Çünkü o nikâh ni'metine .karşı bir küfrândır. Ancak zarurete
mebnî bâzan mubah olur. Ashâb-ı Kirâm'dan çok kadın boşadıklan rivayet edilenler
hep zaruret ve ihtiyaç karşısında talâka baş vurmuşlardır. Zaruret yokken
kadın boşamak küfran-ı ni'met ve su-i edep olduğundan mekruhtur. Maamâfih bu
bab-taki âyet ve hadîslerin mutlak vârid oluşlarına bakarak ona mubah diyenler
de olmuştur.
Talâkın şartı: Kocanın
âkil, baliğ ve uyanık olması; kadının nikâha mahal yahud boşanmaya mahal
sayılacak bir ıddet içinde bulunmasıdır.
Ruknü: Kadın
boşamakta kullanılan sözdür.
Hükmü :
Talâk-ı ric'îde ıddetin bitmesiyle, talâk-ı bâinde ise derhal ayrılığın vuku'
bulmasıdır.
Talâkın mehâsini yâni
iyi tarafları : Kan ile kocanın dinî ve dünyevî bir takım nahoş hallerden
kurtulmaları, talâkın erkeklerin eline verilmesi ve üç defa meşru' olması gibi
şeylerdir. [1]
Talâk îkaa'
i'tibariyle üç kısımdır: Ahsen-i talâk, talâk-ı hasen ve talâk-ı bid'î.
Ahsen-i talâk : Kadını
cima' etmeksizin bir temizlik devresinde bir defa boşayıp ıddeti geçinceye
kadar terk etmektir.
Hasen-i talâk:
İçlerinde cima' bulunmayan üç tuhur yâni temizlik devresinde birer defa
boşamaktır.
Talâk-ı bid'î:
Bir defada üç adet boşamaktır. Hayız hâlinde boşamanın hükmü dahî budur.
Talâk vukuu
i'tibariyle : Ric'î ve bâin olmak üzere iki nev'idir.
Talâk-ı ric'î:
Kadın boşamada kullanılan sarih yâni açık sözlerle yapılan talâktır.
Talâk-ı bâin :
Kinaye sözleriyle veya te'kîdli lâfızlarla yapılandır. Bunların tafsilâtı fıkıh
kitaplarmdadır.
Talâkın meşruiyyeti
Kitab. Sünnet ve îcmâ-ı ümmetle sabittir.
Kitabdan delili:
«Onları iddet zamanları boşayın.»
Ve: «Talâk ikidir» âyet-i kerîmeleridir.
Sünnetten delili
bahsimizde görülecek hadîslerdir. Maamâfih talâk mubah olan şeylerin en
kotüsüdür. Ebû Dâvûd ile İbni Mâce'nin rivayet ettikleri bir hadîste Resûlüllah
(Saîlâtlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Allah indinde helâlin
en kötüsü talâktır.» buyurmuşlardır.
Talâkın meşruiyyeti
hususunda ümmetin uleması icmâ' etmişlerdir.
1- (1471)
Bize Yahya b. Yahya et-Temîmî rivayet etti. Dedi ki: Mâlik b. Enes'e, Nâfİ'den
dinlediğim, onun da İbni Ömer'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum :
İbni Ömer Resûlüllah
(Sallallohü Aleyhi ve Sellem) zamanında hayız hâlinde karısını boşamış.
Müteakiben Ömer b. Hattâb bunu Resûlüllah (SaUaltahü Aleyhi ve Sellem) e
sormuş. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) kendisine şunları söylemiş :
«Ona emret de karısına
dönsün! Sonra kadın temizlenip ba'dehu hay-zını görünceye ve tekrar
temizleninceye kadar onu terk etsin! Ondan sonra artık isterse nikâhında tutar;
dilerse yakınlık etmeden boşar. İşte» kadınların kendisi için boşanmasını Allah
(Azze ve Ce/l) 'nİn emrettiği id-det budur.»
(...) Bize
Yahya b. Yahya iîe Kuteybetü ve İbni Runıh rivayet ettiler. Lâfız
Yahya'nındır. Kuteybe (Bize Leys rivayet etti) tâbirini kullandı. Ötekiler:
Bize Ley s b. Sa'd, Nâfİ'den, o da Abdullah'dan naklen haber verdi, dediler.
Abdullah karılarından birini hayız hâlinde bir talâkla boşamış da Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) karısına ric'at etmesini, sonra kadını temizlenip
onun yanında ikinci bir hayız görünceye kadar alıkoymasını ve kadma o hayızdan
temizleninceye kadar da mühlet vermesini kendisine emir buyurmuş; şayet kadını
boşamak isterse kadın temizlendiği vakit onunla cima' etmeden boşamasını, işte
kadınların kendisi için boşanmasını Allah'ın emrettiği iddetin bu olduğunu
bildirmiş.
îbni Rumh kendi
rivayetinde şunu da ziyâde etti: «Abdullah bu mesele sorulduğu vakit soranlara
: Eğer karını bir veya iki defa boşadı isen Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi'veSellem)hana işte bunu emretti. Üç defa boşadı isen başka kocaya
varmadıkça kadın sana haram olmuştur. Hem karını boşaman hususunda sana
verdiği emirde Allah'a âsî oldum; derdi.»
Müslim der ki: Leys
«bir talâk» sözünde belleyişli davranmıştır. [2]
2- (...)
Bize Muhammed b. Abdülâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da îbni Ömer'den naklen rivayet
etti. İbni Ömer şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)zamanında karımı hayız halinde boşadım. Müteakiben (babam)
Ömer bunu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e anlatmış da şöyle
buyurmuşlar :
«Ona emret de karısına
dönsün! Sonra onu temizlenip başka bir hayız görünceye kadar terk etsin. Kadın
temizlendiği vakit ya onu cima' etmeden boşasın yahud nikâhında tutsun! Çünkü
kadınların kendisi için boşanmasını Allah'ın emrettiği iddet budur.»
Ubeydullah demiş ki :
«Nafi'a : Boşama ne oldu? dedim. Bir talâktır; onu saydı, dedi.»
(...) Bize
bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İbni'l-Müsennâ'da rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Abdullah b. İdris, UbeyduUah'dan bu isnadla bunun benzerini
rivayet etti. Ebû Bekr, UbeyduHah'ın Nâfi'a söylediği sözü zikretmedi.
Îbnil-Müsennâ kendi
rivayetinde : «Ona dönsün» dedi; Ebû Bekr ise: «Ona müracaat etsin» tâbirini
kullandı.
3- (...)
Bana ZÜheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail, Eyyûb'dan, o da Nafi'den
naklen rivayet etti ki, İbni Ömer karısını hayız hâlinde boşamiş. Müteakiben
Ömer (bunu) Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve SeUem)e sormuş da kadına dönmesini,
sonra ona başka bir hayız görünceye kadar mühlet vermesini, sonra
temizleninceye kadar (yine) mühlet vermesini emir buyurmuş. Ondan sonra kadına
yakınlık etmeden boşamasını, kadınların içerisinde boşanmasını Allah'ın
emrettiği müddetin bu olduğunu söylemiş.
Artık İbni Ömer
kendisine hayız halinde karısını boşayan bir adam (in hali) sorulunca şu cevabı
verirdi: «Eğer onu bir veya iki defa boşadı isen gerçekten Resûlüllah
(SallaUahü A leyhi ve Sellemj bana karıma dönmemi, sonra diğer bir hayız
görünceye kadar ona mühlet vermemi, sonra temizleninceye kadar (yine) mühlet
vermemi, daha sonra ona yakınlık etmeden boşamamı emretti. Şayet üç defa boşadı
isen karını boşaman hususunda sana verdiği emirde Rabbine muhakkak isyan
etmişsin demektir. Karım da senden bâin olmuştur.»
4- (...)
Bana Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yâkub b. İbrahim haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Muhammed yâni Zührî'nin kardeşi oğlu, amcasından naklen
rivayet etti. (Demiş ki) : Bize SâHm b. Ab-diîlâh haber verdi ki, Abdullah b.
Ömer şunları söylemiş :
Karımı hayız halinde
boşadım. (Babam) Ömer bunu Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Se!lem)'e anmış da
Resu\ü\\a.h(Sal!aI!ahü Aleyhi ve Sellern) kızmış. Sonra şöyle buyurmuş :
«Ono emret de kadına
dönsün! Tâ ki kadın, içerisinde boşodığı ha-yızdan başka yeni bir hayız görsün;
ondan sonra boşamak isterse onu hayzmdan temiz iken ve cima' etmeden boşasın!
İşte Allah'ın emrettiği vecîhle iddet için talâk budur.»
Abdullah karısını bir
defa boşamış; bu da kadının talâklarından (biri) hesab edilmişti. Abdullah
Resûlüllzh(SalhHahü Aleyhi ve Sellem) fin kendisine emrettiği vecihle karısına
dönmüştü.
(...) Bana
bu hadîsi İshâk b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Abdi
Kabbih haber verdi. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) :
Bana Züheydî, Zühr.î'den hu isnadla rivayette bulundu. Yalnız o şöyle dedi :
«İbni Ömer demiş ki : Bunun üzerine ben karıma ric'at ettim. Yapmış olduğum
talâk da kadın için talâk sayıldı.»
5- (...) Bize
Ebû Bekr b. Ebı Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İbni Nümeyr rivayet ettiler. Lâfız
Ebû Bekr'indir. (Dediler ki) : Bize Vekî' Süfyân'dan, o da ÂI-i Talha'nm
âzâdlısı Muhammed b. Abdirrahmân'dan, o dy Sâîim'den, o da İbni Ömer'den naklen
rivayet etti ki, İbni Ömer karısını hayız halinde boşamış. Müteakiben (babası)
Ömer bunu Resûlül-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anmış da:
«Ona emret, karısına
ric'at etsin! Sonra onu ya temizken yahud hâmile olduğu halde boşasın!» buyurmuşlar.
6- (...)
Bana Ahmecf b. Osman b. Hakîm el-Evdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b.
Mahled rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Süleyman yâni tbni Bilâl rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Abdullah b. Dînâr, İbni Ömer'den naklen
rivayet etti ki,
İbni Ömer karısını
hayız hâlinde boşamış.
«Ona emret, kadın
temizlenip diğer bir hayız görünceye ve (ondan da) temizleninceye kadar ona
ric'at etsin! Bilâhare boşasm, yahud nikâhı Müteakiben Ömer bunu Res\ı\ul\ah(Sailaüafıü
Aleyhi ve Sellem)'e sormuş da: altında tutsun!»
buyurmuşlar.
7- (...)
Bana Aliyyü'bnü Hucr Es-Sa'di rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. İbrahim,
Eyyûb;daıı, o da İbni Sîrîn'den naklen rivayette bulundu. İbni Şîrîn şöyle
demiş: Kendisini itham etmediğim bir zât bana yirmi senedir şu hadîsi rivayet
eder durur :
İbni Ömer karısını
hayız halinde iken boşamış da kendisine karısına dönmesi emir buyurulmuş.
Ben râviyi itham
etmiyor, fakat hadîsi de bilmiyordum. Nihayet Ebû Gallâb yûnus b. Cübeyr
el-Bâhilî'ye rastladım. Bu zât Özü sözü sağlam liri idi. Bana anlattığına göre
kendisi İbni Ömer'e sormuş; o da karısını hayız hâlinde bir defa roşadığım,
sonra rîc'ata me'mur olduğunu rivayet etmiş. Ebû Gallâb dedi ki, ben :
— Bu talâk senin
aleyhine hesab edildi mi? diye sordum. İbni Ömer:
— Ne demek, (insan)
aciz gösterip ahmaklık etse de (hiç vuku' bulan talâk gider) mi? cevâbını
verdi.
(...) Bize
bu hadîsi Ebu'r-Rabî ile Kuteybe dahî rivayet ettiler. (Dediler ki) ; Bize
Hammâd, Eyyûb'dan bu isnâdla bunun benzerini rivayet etti. Yalnız o: «Bunun
üzerine Ömer Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) re sormuş; o da kendisine
emir buyurmuş.» dedi.
8- (...)
Bize Abdülvâris b. Abdissamed rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam, dedemden, o
da Eyyûb'dan bu isnadla rivayette bulundu. O bu hadîste şunu da söyledi:
«Müteakiben bu meseleyi Ömer Peygam-ber (Satlallahü Aleyhi ve Sel!em)'z sormuş
da ona oğlunun karısına dönmesini, tâ ki onu cima' etmeksizin temiz olduğu
halde boşamasını emretmiş ve :
«Onu iddetinîn
önünde boşar.» buyurmuşlar.
9- (...)
Bana Ya'kub b. İbrahim ed-Devrakî, İbni Uleyye'den, o da Yûnus'dan, o da
Muhammed b. Sirîn'den, o da Yûnus b.- Cübeyr'den naklen rivayet etti. Yûnus b.
Cübeyr şunu söylemiş : İbni Ömer'e : Bir adam hayız halinde olan karısını
boşayabilir mi? dedim. (Bana) şu cevabı verdi :
— Abdullah b. Ömer'i
tanır mısın? İşte o karısını hayız hâlinde boşadı. Bunun üzerine Ömer
Veygamher(SaIfo!lahü Aleyhi ve Sellem) 'e giderek meseleyi ona sordu.
Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona:
«Kadın (temizlik)
müddetini yenileyince/e kadar kendisine ric'at etsin!» emrini vermiş.
Ben İbni Ömer'e
(tekrar) : «Bir adam karısını hayız halinde iken boşarsa bu talâk sayılır mı?»
diye sordum.
— Ne demek, (insan)
âciz gösterip ahmakhk etse de (hiç vuku' bulan talâk gider) mi? cevabını
verdi.
10- (...) Bize
Muhammed b. el-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. İbni'l-Müsennâ dedi ki:
Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Katâde'den
rivayet etti. Demiş ki: Ben Yûnus b. Ciibeyr'den dinledim. (Dedi ki) : İbni Ömeri1 şunu söylerken işittim:
Karımı hayız hâlinde
iken boşadım. Bunun üzerine (babam) Ömer, Peygamber 'Sallaltahü Aleyhi've
Sellemj'e giderek meseleyi ona anlattı. Pey-gamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuşlar:
«Ona ric'at etsin,
kadın temizlendiği vakit isterse onu boşasın!»
Râvi Yûnus demiş ki :
Ben İbni Ömer'e : Sen bu talâkı hesaba kattın mı? diye sordum.
— Ona ne mâni var,
(insan) âciz gösterip ahmakhk etse de (hiç vuku' bulan talâk gider) mi; ne
dersin? cevâbını verdi.
11- (...) Bize Yahya b.
Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Hâlid b. AbdiIIâh, Abdüfmelik'den; o da Enes b. Sîrîn'den naklen haber verdi.
Enes demiş ki : İbni
Ömer'e boşadığı karısı meselesini sordum da şunu söyledi : Onu hayız halinde
boşadım. Müteakiben hâdiseyi (babam) Ömer'e söylediler; o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellenı)'e anmış. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem);
«Ona emret de kadına
ric'at etsin! Kadın temizlendiği zaman onu temizlik devresinde boşasın!» buyurmuşlar.
Bunun üzerine karıma
döndüm; sonra onu temizlik devresinde boşadım. Ben :
— Kadın hayızlı iken
yaptığın talâkı saydın mı? diye sordum.
İbni Ömer :
— Onu neden
saymayacakmışım; aciz gösterip ahmaklık etsem de (hiç vuku' bulan gider) mi?
dedi.
12- (...)
Bize Muhammed b. el-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. İbni Müsennâ dedi
ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Enes b.
Sîrîn'den rivayet eti. Enes, İbhi Ömer'i şunu söylerken işitmiş:
Karımı haj'iz hâlinde
iken boşadım. Bunun üzerine (babam) Ömer Peygamber (Sallallahü A leyhi ve
Sellem) 'e giderek haber vermiş de:
«Ona emret, karısına
dönsün! Sonra kadın temizlendiği vakit bocasın.'» buyurmuşlar, İbni
Ömer'e :
— O talâkı hesaba kattm mı? diye sordum.
— Ne demek!
(Elbette) dedi.
(...) Bana
bu hadîsi Yahya b. Habîb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Haris
rivayet etti. H.
Bunu bana Abdurrahman
b. Bişr dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Behz rivayet etti. Her iki râvi :
Bize Şu'be bu isnâdla rivayette bulundu, demişlerdir. Yalnız onların
rivayetinde : "Kadına ric'at etsin.» Yine onların rivayetinde «Ona : Bu
talâkı hesaba katıyor musun? dedim. İbni Ömer : Ne demek (elbette) cevâbını verdi.» ibareleri vardır.
13- (...)
Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-durrezzak haber verdi.
(Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana İbni Tâvûs,
babasından naklen haber verdi ki, babası İbni Ömer'e hayız halinde karısını
boşayan bir adamın hâli sorulurken işitmiş. İbni Ömer (sorana) :
— Sen İbni Ömer'i tanır mısın? demiş. Soran
zât:
— Evet, cevâbını vermiş. İbni Ömer:
— işte karısını hayızlı iken o boşadı;
müteakiben Ömer, Peygamber 'Sallallahü Aleyhi ve Scllemje bu meseleyi haber
verdi. Resûlüllah (SalLUahii Aleyhi ve Se^em) ona oğlunun karısına dönmesini
emir buyurmuş.
İbni Tâvûs babasını
kasdederek : «Onun bundan fazla bir şey söylediğini işitmedim.» demiş.
14- (...)
Bana Hârûn b. Abdillâh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Haccâc b. Muhammed
rivayet etti. (Dedi ki) : İbni Cüreyc şunu söyledi : Bana Ebu'z-Zübeyr haber
verdi ki, Azze'nin âzâdlisı Abdurrahmân b. Ey-men'i İbni Ömer'e sorarken
işitmiş. Abdurrahmân :
— Karısını hayız
hâlinde iken boşa yan bir adam hakkında ne dersin? diye sormuş; bu konuşmayı
Ebu'z-Zübeyr de işitiyormuş. tbni Ömer şu cevâbı vermiş:
— Kesûlüîlah
{Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında İbni Ömer hayız halindeki karısını
boşadı. Ömer (bu meseleyi) Resûlüliah (Sallallahü AleyhiveSellemVe sorarak:
Hakîkaten Abdullah b. Ömer kansın?, hayızh olduğu hade boşadı; demiş. Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ona:
«Oğlun karssena
dönsün!» diyerek kadını (bana) iade etmiş ve:
«Kadın temizlendiği
yakıt onu boşasın yahud (nikâhında) tutsun!» buyurmuşlar. İbni Ömer:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
(Ey Peygamber!
Kadınları boşayacağınız zaman iddetlerinin önünde boşayın!}[3]
âyetini de okumuş.» demiş.
(...) Bana
(yine) Hârûn b. Abdillâh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ezû Âsim, İbnü
Cüreyc'den, o da Ebu'z-Zübeyr'den, o da îbnü Ömer'den bu kıssan m benzerini
rivayet eyledi.
(...) Bu
hadîsi bana Muhammed b. Kâfi' dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana
Ebu'z-Zübeyr haber verdi ki, Urve'nin âzâdhsı Abdur-rahmân b. Eymen'i, İbni
Ömer'e sorarken Ebu'z-Zübeyr dinliyormuş. Hadîs Haccâc'm rivayeti gibidir.
Yalnız bunda biraz ziyâde vardır.
Müslim der ki: «Urve
diyen râvi hatâ etmiştir. Bu zât ancak Azze'-nin âzâdksıdır.»
Bu hadîsi Buharı
«Talâk» bahsinin bir-iki yerinde, Ebû Dâvud ile Nesâî dahî «Talâk» bahsinde
muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir. Tahâvî onu sekiz tarîkten rivayet eder,
Görülüyor ki, hadîsin bütün rivayetleri Abdullah b. Ömer (Radiyallahu anh)
Kıssasına âiddir. Hz. Abdu11ah'in boşadığı karısının ismi Âmine binti Gifâr
'dır. Bâzıları Âmine binti Ammâr olduğunu söylemişlerdir. îmam Ahmed b. Hanbe1'in
«Müsned»inde bu kadının ismi Nevâr diye zikredilmiştir. İsminin Âmine,
lâkabının da Nevâr olması muhtemeldir.
Nevevî diyor ki :
«İbni Ömer'in bu hadîsinde kendisine ricat emri verilmiş; karısını o hayızdan
sonra gelen temizlik devresinde değil de daha sonra gelen temizlik devresinde
boşaması tenbih edilmiştir. Acaba bu geciktirmenin faydası nedir? denilirse
dört vecihle cevap verilir:
1- Kadına
ricattan maksat boşama olmasın diye
talâk ikinci temizlik devresine te'hîr edilmiştir. Bu sebeple kadını,
içerisinde talâk helâl olacak bir müddet nikâhında tutması vâcib olmuştur.
Nikâhında tutması ric'atın faydası görülmek içindir. Ulemâmızın cevâbı budur.
2- Bu te'hir
ona bir ceza ve günahına tevbe olmak içindir.
3- İçerisinde
karısını boşadığı hayızdan sonra gelen temizlik devresi, o hayızla birlikte
bir kur' gibidir. Binâenaleyh o temizlik devresinin başında boşasa, hayız
halinde boşamış gibi olur.
4- Te'hîr,
kadınla uzun müddet beraber kalsın diyedir. Zira bu müddet zarfında onunla
cima' ederek talâk sebebinin ortadan kalkması me'muldur.» Kaadî Iyâz'a göre
İbni Ömer (Radiyallahu anh) nm (fe meh)
sözünden murâd istifhamdır. (Meh)
kelimesinin aslı (mâ) olup (elif) (ha) ye tebdil edilmiştir. Ve: «Ben bu talâkı
hesaba katmazsam ne olur?» mânâsına gelir. Maamâfih bu kelimenin zecir
mânâsına kullanılmış olması da ihtimâl dahilindedir. Bu takdirde maksad: «Böyle
konuşmaktan vazgeç! Talâk vaki' olduğunda şüphe etme!» demek olur.
«Aciz gösterip
ahmaklık etse de mi?» cümlesi de Hz. İbni Ömer'in sözüdür. Bu sözü ile kendini
kasdetmiştir. Nitekim bir rivayette : «Aciz gösterip ahmaklık etsem de mi?»
demiştir. Hattâbî'ye göre bu cümlede hazif vardır. Mânâsı: «Aciz gösterip
ahmaklık etse de onun bu aciz ve ahmaklığı yapmış olduğu talâkın hümünü ıskat
eder mi?» demektir. Nevevî bu sözün bir istifhâm-ı inkârı olduğunu söylemiştir.
Bu takdirde mânâ: «Evet, talâk hesaba katılır; onun aczi ve hamakatı buna mâni'
değildir.» demek olur. Kirmanı: «İhtimâl buradaki (in) edatı nefi içindir.
Yâni îbni Ömer ne aciz göstermiş, ne de ahmaklık etmiştir; mânâsını ifâde
eder.» diyor. Ona göre bu cümle ile: «îbni Ömer çocuk veya deli değildir ki,
talâkı vâki' olmasın.» denilmek istenmiştir. Çünkü aciz çocuğun, ahmaklık da deliliğin
lâzımıdır. Cümlede lâzım zikredilmiş, melzum murâd olunmuştur. Kirmânî
cümledeki (in) edatının (enne)den muhaffef olmasına da ihtimâl vermekte de :
«Edatın (en) şeklinde rivayeti sahîh olsa mânâ daha zahirdir» demektedir. Bu
cümle hakkında daha başka te'vîller yapanlar da olmuştur.
Hadîsin ilk
rivayetlerinde geçen :
«fşte kadınların
kendisi İçin boşanmasını Allah (Azze ve Celi) *nın
emrettiği iddet budur»
cümlesi ile :
«Ey Peygamberler,
kadınları boşamak isterseniz iddetlerini karşıladıkları halde boşayın!» [4]
âyet-i kerimesine işaret olunmuştur. Bu âyetin kimin hakkında indirildiği
müfessirler arasında ihtilaflıdır. Vâhıdî'nin Katâde yolu ile Hz. Enes'den
rivayetine göre Peygamber (Salîallakü Aleyhi ve Sellem} Hz. Hafsa'yi boşadığı
vakit inmiştir. Bir rivayete göre Hz. Abdullah b. Ömer hakkında, başka bir rivayete
göre: Abdullah b. Ömer 'le, Ukbe b. Amr Tufeyl
b. Haris ve Amr b. Saîd haklarında nazil olmuştur.
Âyet-i kerîmedeki
iddetlerini karşılamadan murâd : Kadınları müna-sebet-i cinsiyyede bulunmamak
şartı ile temizlik devresinde boşamak ve iddetleri geçinceye kadar yanlarına
varmamaktır. Ahsen-i talâk da budur. Yalnız bu hüküm medhûlün bihâ (yâni cima'
edilen) kadınlar hakkındadır. Cima' edilmeyen kadınlara iddet yoktur.
Müs1im'in son
rivayetinde âyetin sonu İbni Ömer'le İbni Abbâs (Azze ve Celle) kıraatlarma
göre tesbit edilmiştir. Fakat bu rivayet şâzzdir. Şâzz kıraat için bilicmâ'
Kur'ân hükmü verilemez.
1- Hayız
hâlinde kadın boşamanın haram olduğuna bütün ulemâ ittifak etmişlerdir. Ancak
bu talâk yine de vâki'dir. Hârici1er'le Râfizi1er bu bâbda Ehl-i Sünnet
imamlarına muhalefetle hayız halinde yapılan talâkı hükümsüz saymış; Zahirîler
'den îbni Hazm, İbni Teymiyye ve İbni Kayyım de buna taraftar olmuşlardır.
Delilleri : Hadîsin bir rivayetinde Hz. İbni Ömer'in : «Resûlüllah (Sallaiiahü
Aleyhi ve Sellem) karımı bana iade etti ama bu yapılanı bir şey saymadı» demiş
olmasıdır. Lâkin İbni Abdi1berr : «Bu yapılanı bir şey saymadı» cümlesinin
münker olduğunu söylemiş; buna Ebu'z-Zübeyr 'den başka kimsenin kail
olmadığını bildirmiştir. Bilfarz bu cümle sahîh bile olsa «Peygamber (Saiiallahü Aleyhi ve
Sellem) yapılanı doğru
bîr ig saymadı,
çünkü sünnet vecîhle yapılmamıştır.» mânâsına te'vîl edilir.
Hattâbî : «Hadîs
imamları Ebu'z-Zübeyr'in bundan daha münker bir hadîs rivayet etmediğini
söylemişlerdir.»- diyor.
Zahirîler 'den İbni
Kayyım hayız hâlinde yapılan talâkın vâki' olmadığını isbâta çok çalışmışsa da
Peygamber (Saiiallahü Aleyhi ve Sellem) onu talâk saydıktan sonra bu bâbta
söylenenlerin bir kıymeti yoktur.
2- Karısını
hayız hâlinde iken boşayan kimseye karısına dönmesi emrolunur. Bu cihet
ittifakı ise de ric'atm vâcib mi yoksa müstehab mı olduğunda ihtilâf
edilmiştir. Şâfiî1er'le, Evzâî, İmam
Âzam, sair Küfe ulemâsı. İmam
Ahmed b. Hanbel ve diğer birçok ulemâya göre ric'at
müstehabtır.
M âlikîlerle,
Hanefîler 'den «Hidâye» sahibi ve bir rivayette İmam
Ahmed vâcib olduğuna kaildirler.
3- Sünnet
vecihle talâk tuhur denilen temizlik müddetinde yapılır.
4-
Resûlüllah (Saiiallahü Aleyhi ve Sellem) 'in : «Karısına dönsün!» buyurması
hayız halinde yapılan bu talâkın ric'î olduğuna delildir.
5- Kadına
ric'at sözle sahîh olacağında hilaf yoktur. Fiil ile sahih olup olmayacağı ise
ihtilaflıdır. İmam Âzam'a göre fiilen ric'at da sahihtir. İmam
Şafiî bunu caiz görmemiştir.
6- Peygamber
(SaHatlahü Aleyhi ve Seltem) in :
«Diterse nikâhı
altında tutar» buyurması sebepsiz karı boşamanın günah olmadığına delildir.
Lâkin az yukarıda da arzettiğimiz vecihîe sebepsiz kadın boşamak mekruhtur.
Çünkü Peygamber (Saiiallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz :
«Allah indînde helâlin
en kötüsü talâktır.» buyurmuşlardır. Bu hadîs meşhurdur. Diğer bir hadîs-i
şerifte de :
«Evlenin, boşamayın; zîra
talâktan Arş-ı A'lâ sarsılır.» buyurulmuş-tur. Şu halde îbni Ömer (Radiyallahü
anh) hadîsi kadın boşamanın haram olmadığın, bu hadîsler ise mekruh olduğunu
bildirmek için vârid olmuşlardır.
7- Kadını
bir defada üç talâkla boşamak İmam Âzam, İmam Mâlik, Evzâî ve Leys'e göre bid'at yâni haramdır.
ŞâfiîIer'le İmam Ahmed ve Ebû Sevr haram
olmadığına kaildirler. Fakat onlara göre de evlâ olan hareket talâkı ayrı ayrı
zamanlarda yapmaktır.
8- Şâfiîler'le
Mâlikiler, İbni Ömer hadîsindeki: «işte kadınların
kendisi için boşanmasını
Allah'ın emrettiği İddet budur» cümlesiyle istidlal ederek:
îddette kur'lardan maksad kadının temizlik devresidir; derler. Çünkü Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu cümleden evvel:
«isterse kadını temizlik
devresinde boşar» buyurmuştur. Yâni kadın temizlik devresinde boşanacak,
boşandığı devre de hesaba katılmak suretiyle üç temizlik devresi iddet
bekleyecektir.
Bu meselenin esası:
«Boşanan kadınlar
bizzat kendileri üç
kur' müdetİ beklerler...» [5]
âyet-i kerîmesidir.
Mezkûr âyette boşanan kadının üç kur' iddet bekleyeceği beyân ediliyor.
Halbuki kur' sözü lügat itibariyle hem hayız hem de temizlik devresi mânâlarına
gelir; yâni birbirine aıd mânâlarda kullanılan kelimelerdendir. Bu sebeple ulemâ
âyetteki (kuru') dan murâd ne olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik ile Şafiî
ve diğer bâzı ulemâya göre âyetteki (kuru') lâfzından murâd tuhurlar yâni
temizlik müddetleridir.
İmam Âzam, Evzâî ve
başkaları: «Bundan murâd hayız-lardır» demişlerdir ki, sahabeden Ömer, Ali,
îbni Mes'ûd hazerâtı iîe ulemâdan Sevrî, İshâk, İmam Züfer ve diğer birçok
selef-i sâlihînin kavilleri de budur. Esah olan rivayete göre îmam Ahmed b.
Hanbel dahi buna kail olmuştur. Mesele Usûlü fıkıh ilminin Hâss bahsinde uzun
uzadıya münakaşa edilmiştir.
9- İddetin
ne zaman sona ereceği meselesi de ihtilaflıdır. Üç tu-hurdur diyenlerin esah
kavline göre temizlik devresinden sonra kadının hayız kanını görmesiyle iddeti
biter. Bâzıları hayız hâlinde bir gün bir gece-geçmedikçe iddetin bitmeyeceğini
söylemişlerdir.
İddetin üç hayızdan
ibaret olduğunu söyleyen Hanefi1er'ce iddet, kadının üçüncü hayzmdan yıkanması
veya bir namaz vaktinin, geçmesi ile sona erer. Ömer, Ali, İbni Mes'ûd
(Radiyallahü anh) hazerâtı iîe Sevrî, îmam Züfer, İshâk ve. Ebû Ubeyd iddetin
yalnız üçüncü hayızdan sonra yıkanmakla biteceğine kail olmuşlardır.
Evzaî ile diğer bâzı
ulemâya göre iddet mücerred kanın kesilmesiyle biter. Bir rivayette îshâk
hayız kanının kesilmesiyle kadına ric'at hakkının sona erdiğine kail olmuş;
fakat ihtiyaten ve ihtilâftan kurtulmak için: «Kadın yıkanmadıkça başka kocaya
helâl olmaz» demiştir.
10- Hamile
kadını boşamak caizdir. Ekser-i ulemânın kavilleri budur. Yalnız Şâfitlerle
onlara muvafakat edenlere göre hamileyi kocası bir lâfızla yâhud bir defada üç
lâfızla veya ayrı ayrı zamanlarda boşayabilir. Bunların hiç biri bid'at
sayılmaz. Hanefîler 'den İmam Âzam'la Ebû Yûsuf iki talâk arasında bir ay müddet
geçmesini şart koşmuşlardır. İmam Muhammed ile İmam Züfer ve tmam Mâlik
hamilenin doğuruncaya kadar yalnız bir talâkla boşanabileceğine kaildirler.
11- îmam
Mâlik ve esah kavillerine göre Şâfiî1er : «Temizlensin, sonra yine hayız
görsün, sonra tekrar temizlensin...» ifadesiyle istidlal ederek hayız hâlinde
boşanan kadına kocası ric'at ettikten sonra onu ancak ikinci temizlik
devresinde boşayabileceğini, birinci tuhurda boşamasının haram olduğunu
söylemişlerdir.
îmam Âzam 'la Ahmed b.
Hanbel'e göre ikinci tuhru beklemek sadece menduptur. Delilleri : Hadîsin bir
rivayetinde :
«Ona emret de karısına
dönsün; sonra onu temiz olduğu halde yahud hâmile iken boşasın!» buyurulmuş
olmasıdır. Zîra burada tuhur mutlak olarak zikredilmiştir. Bir de boşamak ancak
hayızdan dolayı haram kılınmıştır. Binâenaleyh hayız, bitti mi kadını boşamak
da caiz olur. Çünkü mâni' zail oldukta memnu1 avdet eder.
12- Bir
şeyin başkasına emredilmesine emir vermek o şeyi emir sayılır mı? meselesi
Usûl-i fıkıh ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Meselenin aslı Resulüllah
(Sallallahü Aleyki ve Seîlem)'in Hz. Ömer'e :
«Ona emret!..» diye
emir buyurmasıdır. İbni Hacib'e göre böyle bir emir, emir sayılmaz. Râzî : «Bir
şeyin emredilmesine emir vermek o şeyi emir sayılır.» demiştir.
15- (1472) Bize İshâk b. İbrahim ile Muharomçd b, Eâfi'
rivayet ettiler. Lâfız îbni Rafi'indir. İshâk (bize haber verdi) tâbirini
kullandı. İbni Kâfi' ise : Bize Abdurrezzâk rivayet etti, dedi. (Demiş ki) :
Bize Ma'mer, İbni Tâvûs'dan, o da babasından, o da İbni Abbâs*dan naklen haber
verdi. îbni Abbâs şunları söylemiş :
«ResûlüIIah
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekr devirlerinde ve Ömer'in hilâfetinin
iki yılında üç talâk bir sayılırdı. Bilâhare Ömer b. Hattâb : İnsanlar
kendilerine mühlet verilmiş olan bir işde acele gösterdiler. Keşke şunu onlara
infaz etse idik! dedi ve onu kendilerine infaz etti.»
16- (...)
Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ubâde haber
verdi. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc
haber verdi. H.
Bize İbni Kâfi' de
rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize îbni Cüreyc haber verdi. (Dedi
ki) : Bana İbni Tâvûs, babasından naklen haber verdi ki, Ebu's-Sahbâ' İbni
Abbâs'a : '
Bilir misin hani
Resûîüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekr devirlerinde ve Ömer'in
hilâfetinin üç yılında üç talâk bir sayılırdı? de miş. İbni Abbâs :
— Evet, cevâbını
vermiş.
17- (...)
Bize yine İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Sise Süleyman b. Harb,
Hammâd b. Zeyd'den, o da Eyyûb-ı Sahtiyanî'den, o da İbrahim b. Meysera'dan, o
da Tâvûs'dan naklen haber verdi ki, Ebu's-Sahbâ' İbni Abbâs'a :
Bize bir şeyler anlat
bakalım; Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekr devirlerinde üç
talâk bir sayılmaz mı idi? demiş, İlmi Abbas:
— (Evet) öyle idi.
Fakai Ömer zamanıda insanlar talâka düşkünlük gösterince o da üç talâkı
aleyhlerine infaz etti; cevâbını vermiş.
Bu hadîsin bir
benzerini Ebû Dâvûd «Sünen»inde Ebu's -Sahbâ' tarikiyle Hz. İbni Abbâs !dan
rivayet etmiştir. Yalnız onun rivayetinde :
«Bİr adam karısını
cimâ'dan önce boşa esa
o talâkı bir sayarlardı» denilmektedir.
Hadîsin son
rivâyetindeki (tetâyea) fiili cumhurun rivayetidir. Bâzıları bu kelimeyi
(tetâbea) şeklinde zapdetmişîerdir. Bunların ikisi de (çok yaptı, ona koştu)
mânâlarına gelirlerse de aralarında az çok fark vardır. (Tetâyea) yalnız kötü
işleri irtikâbda, (tetâbea) ise hayır veya şerr bütün işlerde kullanılır.
Binâenaleyh burada mezkûr kelimeyi (tetâyea) okumak daha münasibtir. cümlesi:
«Keşke şunu onlara
infaz ve tatbik etseydik» mânâsına temenni olabileceği gibi : «Bunu onlara
tatbik etseydik acele etmezlerdi» mânâsına da alınabilir.
Nevevî'nin beyânına
göre, İbni Abbâs (Radiyallahü anlı) dan birçok yollarla sabit olan bu hadîs
müşkilâttan sayılmıştır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Hz.
Ebû Bekr devirlerinde bir sayılan üç talâkı Ömer (RadlyaUahii anh) üç
saymıştır. Halbuki aynı fiil kendi hilâfetinin iki veya üç yılında da bir
talâk sayılmıştı.
Bu işgale altı suretle
cevap verilmiştir. Şöyle ki:
1- İslâm'ın
ilk zamanlarında hüküm böyle idi. Fakat sonraları Peygamber (Sdllallahü Aleyhi
ve Sellem)devrinde neshedildi. Filhakika Ebü Dâvûd 'un. Yezîd-i Nahvi tarikiyle
Ikrime'den tah-rîc ettiği bir haberde İbni Abbâs (Radiyallahü anh) «Eskiden bir
erkek karısını boşadı mı, onu üç defa boşamiş bile olsa kendisine ric'at
edebilirdi; sonra bu hüküm neshedildi.» demektedir. Şu kadar var ki, nesih
duyulmamış; mensuh hükümle Hz. Ömer 'in i'tirazmâ kadar amel olunagelmiştir,
Binâenaleyh bir adam karışma : «Sen üç defa boşsun!» derse üç talâk vâki'
olur.
Mezheb imamlarından
Ebû Hanîfe, Mâlik. Şafiî, Ahmed b.
Hanbel ile selef ve halefin cumhuru buna kaildirler.
Delilleri:
«Her kim Allah'ın
hududunu tecavüz ederse, muhakkak kendine zulmetmiş olur. Bilmezsin belki
bundan sonra Allah
bir şey halkeder.» [6]
âyet-i kerîmesi ile
Rukâne hadîsidir. Bu âyetin başında, karılarını boşamak isteyen erkeklerin ne
suretle hareket edecekleri bildirilmiş; sonunda da hududu aşmamaları tenbih
olunmuştur.
Hududu aşarak nefse
zulmetmenin mânâsı, kadını üç defa boşayıp sonra pişman olmaktır. Fakat artık
iş işten geçmiştir; karısına dönmeğe, hakkı yoktur. Eğer üç talâk bir sayılsa
idi boşayan adam karısına dönebilir; pişman da olmazdı.
Rukâne hadîsine
gelince: Bu hadîsin muhtelif rivayetleri vardır. Bir rivayetinde : «Ebû Rukâne
(karısı) Ümmü Rukâne'yi boşadı da ResûlüHah 'Sallallahü Aleyhi ve Seiîem)
kendisine :
— Karına ric'ât et! buyurdu. Ebû Rukâne:
— Ama ben onu üç defa boşadım; dedi. Resûlüilah
(SaUaüahü Aleyhi ve Selletn):
— Biliyorum (fakat) sen ona rİc'at et!»
deniliyor. îmam Ahmed b. Hanbe1'in rivayetinde de :
«Ebû Rukâne karısını
bir mecliste üç defa boşadı ve sonra ona acıdı. Bunun üzerine Resûlüilah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem)ı
— Onlar bir talâk sayılır; buyurdular.»
denilmiştir. Cumhura muhalefet edenler bu rivayetlerle istidlalde bulunurlarsa
da her iki rivayet zaîftir. Çünkü râvileri arasında meçhuller vardır.
Bu hadîsin sahîh olan
rivayetinde ise : «Ebû Rukâne, karısı Sühey-me'yi elbette boşadı. Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi've Sellemt kendisine ye-mîn teklif edince:
— Vallahi ben bununla bir talâktan başka bîr
şey kasdetmedim; dedi. Peygamber (SailaUahü Aleyhi ve Sellem) de karısını
kendisine iade etti.» denilmektedir ki, cumhurun delili de bu rivayettir. Zira
üç talâkı kasd ettiği takdirde üç vâki' olmasa yeminin bir mânâsı kalmazdı.
(Elbette) kat'î
surette demektir. Bu sözün bir talâka da üçe de ihtimâli vardır. Söz sahibi
bununla bir talâkı kasdettiğini söyleyince Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem) de kabul ve tasdik buyurmuştur.
2- Kurtubî,
İbni Abbâs hadîsinin muztarib olduğunu iddia etmiş ve şunları söylemiştir :
«İbni Abbâs üzerinde ihtilâf edilmekle beraber bu hadîsin lâfzında da iztırâb
vardır. Hadîsin zahir olan siyakı, bu hükmün o asrın bütün ricalinden nakle dilmediğini
gösteriyor. Halbuki âdet, onun meydana çıkmasını ve dağılmasını, yalnız
İbni Abbas'a münhasır kalmamasını
iktizâ eder. İşte bu cihet hadîsin zahiri ile amelin bâtıl olduğunu kat'î
surette iktiza edemese bile tevakkufu bârı gerektirir.»
3- Bu hadîs
hususî bir sebeple vârid olmuştur. Bundan maksad boşayan kimsenin karısına
: «Sen
boşsun; sen boşsun» demesidir.
Zîra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanı ile ondan sonraki devirlerde
müslümanlann hâîi sadâkatlerine hamledilir de : «İkinci sözüm birincinin
te'kîdidir; yeni bir talâk kasdetmedim» iddiasında bulunan bir adamın sözü kabul
ve tâsdîk olunurdu. Hz. Ömer insanların değiştiğini ve bâtıl da'vâlarm
çoğaldığını görünce zahire göre hüküm vermeyi, niyet iddiasını kabul etmemeyi
maslahata muvafık bulmuştur.
Bu cevâbı Kurtubî
beğenmiş; Nevevî ise cevâpların en sahihi olduğunu söylemiştir.
4- «tîç
talâk bir idi» cümlesinin mânâsı: Resûlüllah fSallaUahü Aleyhi ve Sellem) iîe
Hz. Ebû Bekr zamanlarında ekseriyetle
talâk bir defa olurdu; üç defa yapılmazdı. Sizin şimdi üç adet yaptığınız şu
talâk o zaman bir adet yapılırdı; demektir.
Binâenaleyh Ömer
(Radiyallahü anh} 'm : «Şunu onlara infaz etseydik ya!» sözünün mânâsı: Meşru'
üç talâkın vuku'u hükmünü infaz etseydik demek olur ki, bu da halkın yaptıkları
talâkı haber vermekten başka bir şey değildir. Yapılan talâkın vukuunda söz
yoktur; çünkü o malûmdur.
Bu te'vîli İbnü'l-Ar abî
tercih etmiş; onu Ebû Zür'a'ya nisbet eylemiştir.
5- İbni Abbâs (Radiyallahü anh) 'ııın : «Talâk üç
idi.» sözü merfû' değil, kendisine mevkuftur. Lâkin bu cevap zaiftir. Zîra
Usûl-i Fıkıh ve Usûl-i Hadîs ilimlerinin beyanına göre sahabenin : «Biz şöyle
yapardık» gibi sözleri merfû' hadîs hükmündedir.
6- «Üç talâk
bir idi» sözü ile «elbette» lâfzı kasdedümiştir. Eskiden bir adam karısına :
«Sen elbette boşsun» derse sözünün tefsirine bakılırdı; çünkü bu söz bir
talâka da, üçe de ihtimalli idi. Hz. Ömer devri gelince bu sözden bir talâk
kasdı kabul edilmez oldu.
Buhârî , içinde
(elbette) lâfzı bulunan eserlerle (üç) adedi sarahaten zikredilmiş hadîsleri
bir bâbda toplamakla buna işaret etmiş; ve muhtemelen (elbette) lâfzı mutlak
söylenirse bununla üç talâk vâki' olacağını göstermeye çalışmıştır.
Ulemâdan Tavus ile
bâzı Zâhirî1er'e göre : Kadıni bir defada üç adet boşamakla yalnız bir talâk
vâki1 olur. Bu kavil İbni İshâk ile Haccâc b. Ertât 'dan da rivayet olunmuşsa
da meşhur olan kavline göre hiç talâk vâki' olmaz. Mukaatil'in mezhebi de
budur. Delilleri İbni Ömer (Radiyallahü anh) hadîsinin bir rivayetinde «İbni Ömer
karısını hayız hâlinde iken üç defa boşadı ama bunu bir şey saymadı.» denilmiş
olmasıdır. Bu rivayet münker olduğunu az yukarıda görmüştük.
Bâzıları Ebû Dâvûd
rivâyetiyle istidlal ederek: «gayr-i med-huîun bihâ üç talâkla boşanırsa bir
defa boş olur.» demişlerdir. Fakat Ebû Dâvûd Jun rivayeti zaiftir; râvileri
arasında meçhuller vardır. Binâenaleyh hüccet olamaz.
Cumhura göre gayr-i
medhulün bihâ yâni hiç cimâ! edilmemiş kadın dahî üç talâkla boşanırsa üç defa
boş olur.
Mâzirî (453-536) :
«Hakikatlerden haberi olmayan bâzı kimseler üç talâkın bir sayılması vaktiyle
meşru' olup sonra neshediîdiğini söylerler, ama bu pek büyük bir hatadır...»
diyerek bu hükmün neshedil-mediğini isbât için çeşitli yönlerden mütalâalar
yürütmüşse de haksızdır. Çünkü nesih bizzat Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Selle m) Efendimizin badîsiyle sabit olmuştur, Şu hadîse dikkat buyurulsun!
«Ufaâde b. Sâmit'den
rivayet olunduğuna göre; babası karısını bin talâkla boşamış. Bunun üzerine
Ubâde, Kesulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'e giderek meseleyi ona sormuş.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— Kadın Allah Teâîâ'ya isyan
içinde üç talâkla bâİn olmuş.
Dokuz yüz doksan dokuzu da zulüm ve udvan olarak kalmış; Allah dilerse
onu azâb eder; dilerse affeyler» buyurmuşlar.
İmam Mâlik'in
«El-Muvatta'» nâm eserinde şöyle bir rivayet vardır :
«Bir adam Abdullah b.
Abbâs'a : Ben karımı yüz talâkla boşadım, bana ne gibi bir ceza görüyorsun?
demiş. İbni Abbâs şu cevâbı vermiş:
— Kadın senden üç defa boş olmuş. Doksan yedisi ile de Allah'ın âyetlerini alay
ittihâz etmişsin.»
Bu vak'aların emsali
İbni Mes'ud, Ali ve Osman (Radiyallahu anh)
hazerâtmdan da rivayet olunmuştur. [7]
18- (1473)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îs-mâîl b. İbrahim, Hişâm
yâni Destevâî'den rivayet etti. Hişâm şöyle demiş : Bana Yahya b. Ebî Kesîr,
Ya'lâ b. Hakînı'denj o da Saîd b. Cü-beyrden, o da İbni Abbas'dan rivâyeteıı
İbni Abbâs'm haram hakkında :
«Bu bir yemindir;
onun keffâretini verir.»
dediğini yazdı.
İbni Abbâs: «Şüphesiz
ki sîzin için Resûlüliah'da güze! bir nümû-ne-î imtisal vardır.» [8]
âyet-i kerîmesini de okumuş.
19- (...)
Bize Yahya b. Bişr el-Harîrî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâviye yâni İbni
Sellâm, Yahya b. Ebî Kesîr'den naklen rivayet etti. Ona da Ya'Iâ b. Hakîm, ona
da Saîd b. Cübeyr haber vermiş. Saîd, İbni Abbâs'ı şunu söylerken işitmiş :
«Bir adam karısını
kendine haram ederse bu bir yemindir; keffâ-retinİ verir.» İbni Abbâs:
«Şüphesiz ki sizin
için Resûlüüah'da güzel bir nü m un e-i imtisal vardır.» âyetini de okumuş.
Bu hadisi Buhârî
Tahrîm Sûresî'nin tefsiri ile «Talâk» bahislerinde, İbni Mâce de «Talâk»da tahrîc etmişlerdir.
İbni Abbâs iRcdlyaUahu crnh) 'nın : «Bir
kimsenin karısını kendine haram etmesi bir şey icâb etmez.» dediği dahî rivayet
olunmuştur. Nesâî'nin tahrîc ettiği bir hadîste : «İbni Abbâs'a bu mesele
soruldu da şu cevabı verdi: Karın sana haram değildir; sana keffâret olarak bir
köle âzâd lâzımdır» deniliyor.
Bir adamın karısını
kendine haram etmesi : «Sen bana haramsın» yâhud «Bu kadın bana haramdır» gibi
sözlerle olur. Böyle bir söze ne hüküm terettüb edeceği ulemâ arasında
ihtilaflıdır. Kaadî Iy âz bu meselede on dört kavil olduğunu söylemiş; ve
bunları şöyle sıralamıştır ;
1- İma Mâ1ik'in
meşhur kavline göre kadın medhulün bihâ olsun olmasın bu sözle üç talâk vâki'
olur. Lâkin erkek üç talâktan daha aza niyet ettiğini söylerse, iddiası yalnız
gayr-i medhulün bihâ (yâni cima' edilmeyen) karısı hakkında kabul edilir. Bu
mezhep Hz. A1i ile Zeyd, Hasan-ı Basrî
ve Hakem 'in kavilleridir.
2- Bu sözle
üç talâk vâki' olur; söyleyenin niyetine bakılmaz, îbni Ebî Leylâ
ile Mâlikîler'den Abdü1me1ik b. Mâceşun 'un kavilleri budur.
3- Bu sözle
medhulün bihâ olan kadın üç, gayr-i medhulün bihâ bir talâkla boş olur. Mâlikîler 'den Ebû
Mus'ab ile Muhammed b. Abdilhakem buna kaildirler.
4- Kadın
medhulün bihâ olsun olmasın «Sen bana haramsın» sözü ile bir talâk-ı bâin vâki'
olur. İmam Mâlik'in bir kavli budur.
5- Bu sözle
bir talâk-ı ric'î vâki' olur. Mâlikîler'den
Abdülâziz b. Ebî Mesleme
buna kaildir.
6- Zührî'ye
göre bu sözü söyleyen kocanın niyeti mu'teberdir. Yalnız bir talâktan aşağı
hüküm verilemez.
7- Süfyan-i
Sevrî: «Kadının kocası bu sözle bir veya üç talâk yahud yemîn niyet ederse
niyetine göre hükmolun ur; aksi takdirde sözü lağv (yâni hükümsüz) olur»
demiştir.
8- Evzâî ile Ebû Sevr'in mezhepleri de Süfyan'm-ki gibi
ise de bu sözden hiç bir şey kasd etmediğini söyleyen adama yemîn keffareti [9] lâzım
gelir.
9- îmam
Şafiî 'nin mezhebine göre erkek bu sözü ile karısını boşamayı niyet ederse
talâk, zıhâr niyet ederse zıhâr, sadece kadını kendine haram etmeyi niyet
ederse yemîn keffareti lâzım gelir; fakat sözü yine de yemîn sayılmaz. Erkek,
sözünden hiç bir şey kasdetmediğini söylerse Şafiî 'nin esah kavline göre yine
yemîn keffareti vermesi icâb eder. Diğer bir kavline göre bu söz lağvdır, ona
hiç bir hüküm te-rettüb etmez. Bu kavil sahabeden Ebû Bekr ve Ömer (Radiyalîahu
anh) hazerâtı i]e bâzı tabiînden rivayet olunmuştur.
10-
Hanefîler'e göre erkek bu sözü ile karısını boşamayı niyet ederse bir talâk-ı
bâin, üç talâkı niyet ederse üç talâk, ikiyi niyet ederse bir talâk vâki' olur.
Hiç bir şey niyet etmezse yemîn, yalan niyet ederse lağv olur.
11-
İmam Züfer'in mezhebi de bu ise de ona
göre erkek ikiyi niyet ederse iki talâk vâki' olur.
12-
Ishâk b. Râhuye:
«Bu sözle zıhâr keffâreti lâzım gelir.» demiştir.
13- İbni Abbâs (Radiyalîahu anh) ile bâzı tabiîne göre
bu söz yemindir; yemîn keffâreti vermek îcâbeder.
14- Bu söz
bir kimsenin kendine ekmekle suyu haram etmesi ka-bîlindendir. Binâenaleyh
lağvdir; hiç bir hüküm îcabetmez.
Mesrûk, Şa'bî ve Mâlikîler 'den
Ebû Seleme ile Esbağ'm kavilleri
de budur.
Bütün bu kaviller
sözün hurre olan zevceye söylendiğine göredir. Bir adam cariyesine : «Sen bana
haramsın» derse İmam Şafiî, niyetine göre hüküm verileceğine kail olmuş; ve :
«Âzâd maksadı ile söylerse câriye âzâd olur; cariyeyi kendine haram etmek
isterse yemîn keffâreti vermesi lâzım gelir; fakat sözü yemîn sayılmaz. Hiç
bir şey niyet etmezse sahîh kavle göre yine yemîn keffâreti vermek îcâb eder.»
demiştir.
İmam Mâlik 'e göre
câriye hakkında- bu söz lağvdır; hiç bir şey icâbetmez.
Kaadî Iyâz'iri
beyanına göre umumiyetle ulemâ mücerret kendine haram etmekle yemîn keffâreti
lâzım geldiğine kaildirler.
İmam Âzam: «Câriye
olsun, yemek veya başka bir şey olsun erkeğin kendine haram ettiği şey haram
olur. Sözünden dönmedikçe buna bir hüküm terettüb etmezse de döndüğü vakit
yemîn keffâreti vermesi îcâbeder.» demiştir.
Mâlikîler'le Şâfiîler
ve diğer birçok ulemâ, karısı ile cariyesinden başka bîr şeyi kendine haram
eden kimseyi bir şey lâzım gelmediğine, bu sözün lağv olacağına kaildirler. Bu
bâbda ümmül veled olan cariyeler de diğerleri gibidir.
20- (1474)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Haccâc b, Muhammed
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Atâ'
haber verdi. O da Ubeyd b. Umeyr'i haber verirken işitmiş. O da Âişe haber
verirken işitmiş kî, Peygamber (SaliallahÜ Aleyhi ve Sellem) Zeyneb bin ti
Cahş'm yanında eğlenir de bal şerbeti içermiş. Âişe (Radiyallahû anha) demiş
ki:
«Bunun üzerine ben
Hafsa ile anlaştım. Peygamber (SallalLahü Aleyhi ve Sellem) hangimizin yanına
girerse: Ben sende megâfir kokusu duyuyorum; megâfîr mi yedin? diyecekti.»
Derken birinin yanma
girmiş. O da bu sözü kendisine söylemiş. Re-sûlüllah (SallûliüJıü Aleyhi ve Sellem) :
«Hayır! Ben Zeyneb
binîi Cahş'm yanında bal şerbeti içjtim; ama bir daha bunu yapmayacağım»
buyurmuş. Bunun üzerine :
«Allah'ın sana helâl
kıldığı bir şeyi niçin kendine haram ediyorsun?» âyet-i kerîmesi Âişe ile
Hafsa'ya hitaben :
«Eğer ikiniz de tevbe
ederseniz. .» kavline kadar;
«Hani Peygamber
zevcelerinden bâzısına gizli bîr söz söylemişti...» âyeti de «Hayır, bal
şerbefİ içtim...» sözü için nazil olmuş.
21- (...)
Bize Ebû Küreyb Mulıammed b. Ala' üe Hârûn b. Abdil-lâh rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Ebû Üsâm.e, Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den
naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş :
Resûlüllah (Sallaî.ahÜ
Aleyhi ve Sellem) tatlıyı ve balı severdi. İkindiyi kıldı mı kadınlarını
dolaşır; onlara yakınlık gösterirdi. Bir defa Hafsa'nin yanma girdi; ve orada
mu'tadmdan fazla kaldı. Ben bunun sebebini sordum. Hafsa'ya kavminden bir kadın
bir kap bal hediyye etmiş, o da bundan Resûlüllah (Sallatîahü A leyhi ve
Sellem) 'e şerbet takdim etmiş; dediler. Bunun üzerine ben :
— Vallahi ona mutlaka
bir hile yapacağız; dedim. Ve bunu Sevde'ye anarak dedim ki : Senin yanma
girdiği vakit şüphesiz sana yaklaşacaktır. O zaman kendisine: Yâ Resûlâllah!
Sen megâifrr mi yedin? diyeceksin! O
sana: Hayır (yemedim) diyecek. Sen: Ya bu
koku ne? dersin.
(Râvi Urve demiş ki:
Resûlüllah (Sailaîlahü Aleyhi ve Sellem) üstünün başının nahoş kokmasından
hoşlanmazdı.) O : Hafsa bana bal şerbeti ikram etti, diyecek. Kendisine: Bu
balın arısı urfut yemiş (gâlibâ) diyeceksin! Bunu ona ben de söyliyeceğim. Sen
de söyle yâ Safiyye!
Vaktâ ki Peygamber
(Salfallahü Aleyhi ve Sellem) Sevde'mn yanma girmiş. Şevde diyor ki: Kendinden
başka ilâh olmayan Allah'a yemîn olsun, senden korkuma az kaldı Resûlüllah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem \ henüz kapıda iken söze ben başlayarak senin
bana öğrettiklerini ona söyleyecektim.
Resûlüllah 'Sallullahü Aleyhi ve Sellem) yaklaşınca Şevde :
— Yâ Resûlâllah, sen megâfîr m,i yedin? demiş.
O:
— Hayır!
cevâbını vermiş. Şevde :
— O halde bu koku ne? demiş. Resûîüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— Hafsa bana bal şerbeti sundu; buyurmuşlar.
Şevde:
— Onun arısı urfut yemiş (galiba) demiş.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) benim yanıma girdiği vakit bunları ona ben de söyledim.
Sonra Safiyye'nin yanına girdi. Bunları o da söylemiş. Müteakiben
(tekrar) H.afsa'nm yanına
girdiği vakit Hafsa :
— Yâ
Resûlâllah, sana o
şerbetten ikramedeyim mi?
diye sormuş.
— Ona
ihtiyacım yokl buyurmuşlar. Şevde:
— Sübhânallah!
Vallahi onu mahrum
ettik, dedi. Ben
ona :
— Sus! dedim.
(...) Ebû
İshâk İbrahim dedi ki: Bize Hasan b. Bişr b. Kaasim rivayet etti. (Dedi ki) ;
Bize Ebû Üsâme tamamen bu isnadla rivayette bulundu. Bana bu hadîsi Süveyd b.
Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize /\lî b. Müşhir, Hişam b. Urve'den bu
isnadla bunun benzerini rivayet 'eyledi.
Bu iki hadîsi Buhârî
«Talâk» bahsinde tahrîc ettiği gibi birinci rivayeti Sûrt:-i Tahrim'in tefsiri
ile «Eymân ve Nüzûr» de; aynı rivayeti Ebû Dâvûd «Eşrihe» bahsinde; Nesâi «Eymân
ve Nüzûr», «Işretü'n-Nisâ'», «Talâk» ve «Tefsir» bahislerinde muhtelif
râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Meğâfîr: Muğfûrun
cem'idir. Muğfûr, urfut denilen geniş yapraklı ve dikenli bir nebâtdsin çıkan
fena kokulu yapışkan ve tatlı bir maddedir. Kirmanı: «Meğâfîr bir ağaçtan
çıkarılan bir nevi' zamktır; su ile karıştırılarak içilir; fena bir kokusu
vardır.» diyor.
Bu hadîsi okuyunca
hâtıra şöyle bir suâî geliyor : Acaba Resûîüllah (Sallaî..ahü Aleyhi ve
SeU<;m)e ezâ veren bir hileye ümmehat-ı mü'minîn Hz. Âişe ile Hafsa /
Radiyatlakü anha) nasıl buyurmuşlardır? Bu caiz midir?
Cevap: Bunu Hz. Âişe
tertîb etmişti; fakat o zaman henüz yaşı küçük idi. Bir de bumu Peygamber
(Satlattahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize eziyyet maksadiyle değil, kadınlar
arasında daima görülegelen kıskançlık saikasiyle yapmıştır. Nitekim hadîsin Buharı
'deki bir rivayetinde Âişe (Radiyallahü mıha) :
«Ben kıskandım da
Hafsa'mn yanında neden fazla kaldığını sordum.» demektedir.
Görülüyor ki, birinci
rivayette Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seilem)m Zeyneb (Radiyaliahü anha)
'nin evinde, ikinci rivayette ise Hz. Hafsa binti Ömer'in yanında fazlaca kaldığı
bildiriliyor. Hattâ Abd b.Humeyd'in tefsirinde Hz. Şevde 'nin yanında kaldığı
zikredilmiş : «Sevde'nin akrabası vardı. Ona Yemen'den bal hediyye etmişlerdi.»
denilmiştir. Bu hal karşısında ulemâdan, bâzıları Hz. Zeyneb'in yanında fazlaca
kaldığını tercih etmiş ve : «Hz. Âişe'nin beyânına göre Feygamber(Sallaüahü
Aleyhi've Seltem) 'in zevceleri iki grup olup birincide Âişe. Şevde, Hafsa ve
Safiyye; ikincide Zeyneb, Ümmü Seleme ve diğerleri bulunuyordu.» demişlerdir.
Diğer bir takım ulemâ
ise vak'anm .müteaddit olduğuna kaildirler. Zîra Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seilemj 'in aynı sebeple bir defa Hz. Zeyneb 'in, beş defa da Hz. Hafsa 'nin
yanında biraz gecikmesi imkânsız değildir.
Balı hediyye eden
kadının ismi malûm değildir. İbni Abbâs (Radiyaliahü anh)n\n rivayetinde balın
Tâif'den gönderildiği zikredilmiştir.
Buharı 'nin
rivayetinde Resûlüllah(Sallallahü Aleyhi: ve Seilem) Hz. Hafsa'ya cevaben :
«Hayır! Meğâfîr
yemedim; lâkin Zeyneb binti Cahş'ın yanında bal şerbeti içmiştim. Artık yemin
ettim; bir daha bunu yapmayacağım; sen bunu kimseye söyleme!» buyurmuşlardır.
Hz. Fahr-i Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) Efendimiz bu suretle
zevcelerini razı etmek istemişti. Bunun üzerine :
«Ey Peygamber!
Allah'ın sana helâl kıldığı bir şeyi niçîn kendine haram ediyorsun?» âyet-i
kerîmesi nazil olmuştur. Gerçi ulema bu hususta İhtilâf etmiş; bâzıları bu
âyetin Mâriye-i Kıbtıyye hakkında indirildiğini söylemişlerse de sahih olan
kavle göre âyet bu hadîste zikredilen bal meselesi hakkında nazil olmuştur.
Nevevî: «Mâriye kıssası hakkındaki rivayet sahîh değildir.» diyor. İmam Nesâî
ise : «Bal hakkındaki Âişe hadîsi son derece sahihtir.» demiştir. Şu halde
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in zevcelerinden birine tev-dî' ettiği
sır Mâriye hakkında değil, bal meselesi hususundadır. Maa-mafîh mesele yine de
ihtilaflıdır.
Babımızın ikinci
rivayetinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in ikindi namazından
sonra zevcelerin yanlarına girerek her birine yakınlık gösterirdiği
bildiriliyor. Rivayetlerin ekserisi bu şekilde ise de Ham-raâd b.
Seleme rivayetinde ikindi yerine
(sabah) denilmiştir. Yezîd b. Rûm ân'm Hz. İbni Abbâs'dan rivayet
ettiği bir hadîs -iahî bunu te'yîd ediyor. Zîrâ o hadisde de :
«ResûJüIlah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) sabah namazını kıldığı vakit namazgahında oturur; cemaat dahî
güneş doğuncaya kadar otururlardı. Sonra birer birer zevcelerinin yanına girer;
onlara selâm verir ve kendilerine dua ederdi...» denilmektedir.
Bu iki rivayetin arası
şöyle bulunur : Hz. Âişe rivayeti mahfuzdur. Hammâd rivayeti ise şâzzdır.
Sahih olduğunu teslîm etsek bile Resûlüllah (Saiiailahu Aleyhi've Seilemi'ln
sabah namazından sonraki ziyareti mücerred selam vermek ve duada bulunmak
için, ikindiden sonraki ziyareti ise "konuşup muhabbette bulunmak
maksadiyîe olurdu, şeklinde aralan bulunabilir; yahud : bâzan günün evvelinde,
bâzan da sonunda ziyaret ederdi denilir.
ResÜlii\\ah(Sal!ai'iahü
Aleyhi ve Sellemj'ın burada zevcelerine yaklaşmasından murâd cima' değildir.
Hz. Âişe'nin Sevde{llcuUuüLıhû
anha)'ya. «Sus!» demesi hilesi meydana çıkacağından çekindiği içindir.
1-
Kadınlarda kıskançlık fıtrîdir. Ortağının
zararını önlemek hususunda kadının kıskançlığı Özür sayılır.
2- Hadîs-i
Şerif Hz. Âişe'nin Peygamberimiz (ScJiullahu Aleyhi ve Sellem) nezdindeki yüksek i'tibâr ve derecesine delildir. Bu
i'ti bâr o derece büyük idi kî, ortağı bile her emrinde ona itaat
ederdi.
3- Nevbet
sahibinin hakkı mahfuz tutulma!; ve cima' vâki' olmamak şartı ile bir kimse
gündüzün bütün kadınlarının yanına girebilir.
4- Açık
konuşulduğu takdirde utanmak îcabeden yerlerde edeb ve terbiyeye riâyeten
kinayeli sözler kullanmalıdır. Nitekim Peygamber (Saüal.ahü Aleyhi ve Sellem;
zevcelerine sırf yaklaşmakla
kalmadığı halde onlarla geçirdiği
muhabbet ve ünsiyet ânı yaklaşmakla ifâde olunmuştur.
5- Hadîs-i
Şerif bal ve tatlının faziletine; Resûliüluh (Saiıaliahü Aleyhi ve Sellem}'in
sonsuz sabru tahammülüne, hududsuz cûdu keremine delildir.
22- (1475)
Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. H.
Bana Harmeleb. Yahya
Et-Tücîbî de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb
haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus b. Yezîd, İbni Şihâb'dan naklen haber
verdi. (Demiş ki) : Bana Ebû Seleme b. Abdirrahman b. Avf haber verdi ki, Âişe
şunu söylemiş :
Resûlüllah
(Sal'allaJüi Aleyhi ve Se'liem)'ı 'e kadınlarını muhayyer bırakması
emrolununca benden başladı ve buyurdu ki:
«Ben sana bir şey
söyleyeceğim; ama ebeveyninden emir almadan (cevap vermeye) acele
etmeyebilirsin.»
Resûîüllah (SaUallahü
Aleyhi ve Sellem) annemle babamın ondan ayrılmamı emretmeyeceklerini pek âlâ
biliyordu. Sonra (sözüne devamla) şöyle buyurdu :
«Gerçekten Allah (Azze
ve Celle): Ey Peygamber! Zevcelerine şunu söyle : Eğer dünya hayatını ve
zînerini istiyorsanız gelin size müfa vereyim ve sizî tatlılıkla boşayayım!
Yok Aİlah ile Resulünü ve dar-ı âhirefi dilerseniz şüphesiz ki, Allah sîzin iyi
hareke* edenlerinize büyük ecir hazırlamıştır.» [10]
Ben hemen :
— Bunun nesi için annemle babamdan izin
isteyecekmişim! Ben Allah île Resulünü ve dar-ı âhireti
dilerim; dedim. Sonra ResûîüHah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) in diğer
zevceleri de benim yaptığım gibi yaptılar.
Bu hadîsi Buharı
Sûre.i Ahzâb'ın tefsiri ile «Talâk» bahislerinde, Tirmizî «Tefsîr»de; Nesâî
«Nikâh»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Müfessirlerin beyanına
göre Peygamber (SallatlaJıü Aleyhi ve Sellem) 'iri zevceleri ondan dünyalık ve
bol nafaka istemişlerdi. Birbirlerini çekenıe-meleri de ona girân geliyordu. Bu
sebeple bir ay onları terketmiş; ilâ [11]
yapmıştı. Bu müddet zarfında ashab-ı kirâmının yanlarına da çıkmamıştı.
Hadîste zikredilen âyetler bunun üzerine nazil oldu.
Peygamber (Saltaliahü
Aleyhi ve Sellem) 'in zevcelerini ne hususta muhayyer bıraktığı ihtilaflıdır. Hasan-ı
Basrî ile Katâde'ye göre bu muhayyerlik boşanma hususunda değil, dünya ile
âhiretten birini tercih içndi. Dünyayı tercîh ederlerse Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) kendilerinden ayrılacak, âhireti dilerlerse ayrılmayacaktı.
Bâzıları muhayyerliğin boşaımakla boşanmamak arasında olduğunu söylemişlerdir.
Hz. Âişe ile Mücâhîd, Şa'bî ve Mukaatil buna kaildirler.
O zaman Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'in nikâhı altında, beşi Kureyş kabilesinden olmak
üzere dokuz zevcesi vardı. Bunlar: Âişe bin ti Ebî Bekr, Hafsa binti Ömer, Ümmü
Habîbe binti Ebî Süfyân, Şevde binti Zem'a, Ümmü Seleme binti Ebî Üıneyye,
Safiyye binti Huyey, Meymûne binti Haris, Zeyneb binti Cahş ve Cüveyriye binti
Haris (Radiyallahü anhûma) hazerâtı idiler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in tahyîr işine Hz. Âişe 'den
başlaması onun faziletinden dolayıdır.
Nevevî diyor ki:
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'in Hz. Aişe'ye:
— Annenle babandan emir almadan cevap vermeye
acele etmeyebilirsin; demesi, ona ve ebeveynine karşı
beslediği şefkatten ve Âişe
(Radiyallahü anha)mn kendisinden ayrılmaması için onlara nasihat murâd
etmesindendir. Çünkü Hz. Âişenin yaşça küçük ve tecrübesiz olması do-layisiyle
ayrılmayı ihtiyar etmesinden çekiniyordu. O bunu ihtiyar ederse kendisini
bırakmak vâcib olacak, bu suretle hem Âişe, hem ebeveyni ve ona uyan diğer
zevceleri zarar görecekti.»
Hadîs-i şerîf Hz. Âişe
ile diğer ezvâc-ı tâhirâtın menkıbelerine, hayırlı işlere şitâba, âhiret
umurunu dünya işlerine tercihe, insanın ar-kada? veya dostuna nasîhatts
bulunmasına ve bu babta âhireti için daha faydalı gördüğü hususu Ön plâna
alması lüzumuna delâlet etmektedir.
23- (1476)
Bize Süreye b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abbâd b. Abbâd, Âsım'dan, o
da Muâzetü'l-Adeviyye'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş
:
«Onlardan dilediğini
geri bırakır; İstediğini de yanında barındırırsın.» [12]
âyet-i kerîmesi indikten sonra Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sillem)
birimizin nevbeti günü gelirse ondan izin isterdi.
Muâze ona: «Resûlüllah
(SallaLlahu Aleyhi ve Sellem) senden izin istediği vakit ne derdin?» diye
sormuş. Âişe (Radiyallahû anha) :
— Bu iş bana kaldı ise
ben kimseyi kendime tercih edemem, derdim; cevâbını vermiş.
(...) Bu
hadîsi bize Hasen b. îsâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni'l-Mubârek haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Âsim bu isnâdla bu hadîsin benzerini haber verdi.
Bu hadîsi Buhârî
Sûre-i Ahzâb'm tefsirinde; Ebû Dâvûd «Nikâh» bahsinde; Nesâî de
«lşretü'n-Nisâ»da. muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Vâhidî'nin
müfessirlerden rivayetine göre hadis-i şerifte zikri geçen âyet, tahyîr
âyetinden sonra nazil olmuştur. Tahyîr âyeti inip de ümmehat-ı mü'minîn dünya
ile âhiretten birini seçmeleri hususunda muhayyer bırakılınca ezvâc-ı
tâhirâttan bâzıları boşanacaklarından endîşe ederek nevbet işini Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'inre'yine bırakmışlardı. Bunun üzerine mezkûr
âyet nazil oldu. Âyet-i kerîme indikten sonra hadîste beyân olunduğu vecihle
ResûIüHah (Sallaîiahii Aleyhi ve Sellem) zevcelerinden birinin nevbeti gününde
diğer birinin yanma gitmek isterse nevbet sahibinden izin istermiş.
Nevevî şunları
söylüyor: «Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) hakkında kadınları
tarafından gösterilen bu rağbet ve yarışma bâzı insanlarda olduğu gibi, sırf
cima', muhabbet ve nefsânî şehvetlerden dolayı değil; bilâkis âhiret umuruna,
Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'e yakır. bulunup onun hizmet ve
sohbetinde bulunmaya, ondan istifadeye, hukuk ve ihtiyaçlarını edaya, evinde
iken vahî gelmesi ümidine ve sair buna benzer busûsata ma'tuf idi.
24- (1477)
Bize Yahya b. Yahya et-Temimî rivayet etti (Dedi ki) : Bize Abser, İsmâîl b.
Ebî Hâîid'den, o da Şa'bî'den, o da Mesrûk'dan naklen haber verdi. Mesrûk şunu
söylemiş :
Âişe : ResûlüIIah
(Sa'HaUahü Aleyhi ve Sellem) bizi muhayyer bıraktı; ama bunu talâk saymadık, dedi.
25- (...) Bu
hadisi bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Aliy b.
Müshir, İsmâîl b. Ebî Hâîid'den, o da Şa'bî'den, o da Mesrûk'dan naklen rivayette bulundu. Mesruk şöyle denıiş :
Karım beni iltizâm
ettikten sonra onu bir veya yüz yahud bin defa muhayyer bırakmış olmama aldırış
etmem. Ben Âişe'ye sordum da :
— ResûlüIIah
(Sallaîiahii Aleyhi ve Sellem) de bizi muhayyer bıraktı; bu da talâk mı idi?
dedi.
26- (...)
Bize Muharnmed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Âsim, Şa'bî'den, o da Mesrûk'dan, o da
Âişe'den naklen rivayet etti ki :
— ResûlüIIah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadınlarını muhayyer bırakmış; fakat bu, talâk
sayılmamış.
27- (...)
Bana İshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-durrahmân, Süfyân'dan, o
da Âsim-i Ahvel ile İsmail b. Ebî Hâiid'den, onlar da, Şa'bî'den, o da
Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen haber verdi. Âişe :
«ResûlüIIah
(Sallallahü A leyhi ve Se.llf.rn) bizi muhayyer bıraktı. Biz de onu ihtiyar
ettik; ama bunu talâk saymadı.» demiş.
28- (...)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebü Bekr b. Ebî Şeybe ve Ebû Küreyb rivayet ettiler.
Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kullandı. Ötekiler : Bize Ebû Muâviye,
A'meş'den, o da Müslim'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti;
dediler. Âişe :
«ResûlüIIah
(Sallaljahü Aleyhi ve Seliem) bizi muhayyer bıraktı. Biz de onu ihtiyar ettik;
ama bunu bizim aleyhimize bir şey saymadı.»
demiş.
(...) Bana
Ebu'r-Rabî Ez-Zehrânî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İs-mâîl b. Zekeriyyâ
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş, İbrahim'den, o da Esverî'den, o da
Âişe'den, bir de (yine İsmâîî b, Zekeriyyâ) A'rneş'-den, o da Müslim'den, o da
Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen bu hadisin mislini rivayet eyledi.
Bu hadîsi Buhârî
«Tefsir» ve «Talâk» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Nikâh» ve «Talâk»da; Tirmizî
«Nikâh»da; Nesâî «Işretü'n-Nisâ», «Nikâh» ve «Talâk» bahislerinde; İbni Mâce de
«Talâk» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Tahyîr :
Boşama işini kadına vermek, kendini boşayıp boşamamakta onu serbest bırakmaktır.
Tahyîr ekseriyetle «umurun elindedir» ve
«ihtiyar et» gibi sözlerle yapılır.
Hadîsin bir
rivayetinde Hz, Âişe'nin : *Bu da talâk mı idi?» sözü bir istifhâm-i inkârîdir;
yâni talâk değildi demektir. Çünkü ezvâc-ı ta-hirât Peygamber (Sallallakü
Aleyhi ve Sellem) Efendimizi ihtiyar etmişlerdi.
Mesrûk'un sözü
Buhârîde Hz. Âişe'nin cevabından sonra zikredilmiştir. Bu kavil ashâb-ı
kiramdan : Ömer, Alî, îbni Mes'ûd, Zeyd b. Sabit, İbni Abbâs ve Aişe (Radiyallahû
aff/zojhazerâtı ile tabiînden : Atâ, Süleyman b. Yesâr , Rabîa ve Zühri'den
rivayet olunmuştur. Bu zevata göre muhayyer bırakılan kadın kocasını İhtiyar
ederse bir şey lâzım gelmez. Dört mezheb imamlarının kavilleri de budur.
Kadın kendini ihtiyar
ederse : Hanefîler'e göre kadına muhayyerlik veren kocası bu sözü ile talâk
niyet ettiği takdirde kadının meclisini (yâni bulunduğu vaziyeti) değiştirmeden
kendi nefsini ihtiyar etmesi şar tiyle talâk vâki1 olur. Kadın muhayyer
bırakıldığı anda kendini ihtiyar etmez de meclisini değiştirirse bir daha
kocasının o sözüne istinaden başka meclisde kendini ihtiyar edemez; meğer ki
kocası «ihtiyar et» sözüne : «her ne zaman istersen» cümlesini eklemiş ola! O
takdirde ne zaman isterse kendini ihtiyar edebilir.
Bir de muhayyer
bırakıldığını kadının bilmesi lâzımdır. Kadının haberi yokken kocası onu
muhayyer bıraksa da tesadüfen kadın kendini ihtiyar etse boş olmaz. Yalnız îmam
Züfer bu surette dahî boş düşeceğine kail olmuştur.
Tirmizî'nin rivayetine
nazaran ulemâdan bâzıları: «Kadın kendini ihtiyar ederse bir talâk-ı bâin;
kocasını ihtiyar ederse bir talâk-ı ric'î vâki' o3ur.» demişlerdir. Hz. Zeyd b.
Sâbi'in : «Kadın kendini ihtiyar ederse üç; kocasını iltizâm ederse bir
talâk-ı bâin olur.» dediği; Hz. Ömer'le İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) 'nin
kadın kendini ihtiyar ettiği takdirde bir talâk-ı bâin, diğer bir rivayete göre
ric'î; kocasını iltizâm ettikte ise bir şey lâzım gelmiyeceğine kail oldukları
rivayet edilir.
29- (1478)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b; Ubâde rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Zekeriyyâ b. İshâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ebu'z-Zübeyr, Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayette bulundu. Câbir şöyle
demiş:
Efeû Bekr, Resûlüllah
(SallaliahU Aleyhi ve Sellem) fin yanma girmek için izin istemeye girdi; fakat
birçok kimseleri kapıda otururlarken buldu. Bunların hiç birine izin
verilmemişti. Müteakiben Ebû Bekr'e izin verilerek içeri girdi. Sonra Ömer
gelerek izin istedi. Ona da izin verildi. Ömer Peygamber t SallaUahü Aleyhi ve
Sellemj'i, etrafında kadınları olduğu halde kederli kederli susmuş otururken
bulmuş. Bunun üzerine (kendi kendine): Mutlaka bir şey söyleyip Peygamber i
SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'i güldürmeliyim; diyerek şunu söylemiş :
— Yâ Resûlâllah! Hârice'nin
kızmı bir görseydin! Benden nafaka istedi, Ben de kalktım onun boğazını sıktım.
Bunun üzerine
Resûlüllah (SallaliahU A leykl ve Selle m) gülmüş; ve:
«Bunlar da etrafımda
gördüğün gibi, benden nafaka istiyorlar.» buyurmuş.
Derken Ebû Bekr
Âişe'nin boğazını, Ömer de Hafsa'nm boğazmı sıkmağa kalkmışlar. İkisi de: Siz
Resûlüllah (SallallaJıu<A leyhi ve Sellem)'den onda olmayan bir şeyi
istiyorsunuz ha? diyorlarmış. Âişe ile Hafsa : Vallahi Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem)'âe olmayan bir şeyi ebediyyen istemiyeceğiz; demişler. Sonra
Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) onIardan bir ay yahud yirmi dokuz gün
uzaklaştı. Bilâhare kendisine şu âyet indi:
«Ey Peygamber!
Zevcelerine söyle...» âyet tâ:
«Allah sizlerin İyi
hareketlerde bulunanlarınıza pek büyük ecir hazırladı...» kavl-i kerîmine kadar varıyordu.
Bunun üzerine
Peygamber (Sattaüahü Aleyhi ve Sellem) Âişe'den baş-hyarak :
«Yâ Âişe, ben sana bir
şey arzetmek isterim; (ama) ebeveyninle istişare etmeden cevap hususunda acele
etmemeni dilerim.» demiş. Âişe:
— Nedir o yâ Resûlâllah? diye sormuş. O da
kendisine bu âyeti okumuş. Âişe:
— Ebeveynimle senin hakkında mı istişare
edecekmişim yâ Resûlâllah! Hayır, ben Allah ile Resulünü ve dar-ı âhireti
iltizâm ederim. Ama benim bu söylediğimi kadınlarından hiç birine haber
vermemeni isterim; demiş. Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Onlardan biri bana
sormaya görsün; hemen kendisine haber veririm. Çünkü Allah beni zorlaştırıcı
ve şaşırtıcı değil, lâkin öğretici ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi.» buyurmuşlar.
Vacim: Konuşamayacak
derecede kederli demektir.
Muannit: Zorlaştırıcı;
insanlara meşakkatli işleri yaptıran; mütean-nit de, hatâ etmelerim isteyendir.
Hadîs-i şerîf mânâ
itibariyle babımızın ilk rivayeti gibidir. Fazla olarak bu rivayet insanın
arkadaş veya dostunu kederli gördüğü zaman onun gönlünü alacak, güldürüp meşgul
edecek sözler söylemesinin müstehab olduğuna, Hz. Ebû Bekr'le Ömer (Radiyallahü
anh) 'nm faziletlerine delildir,
30- (1479)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ömer b. Yûnus el-Hanefî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ikrime b. Ammâr, Ebû Zümeyl Simak'den rivayet
etti. (Demiş ki) : Bana Abdullah b. Abbâs rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ömer b. el-Hattâb rivayet
etti. Dedi ki :
Nebiyyullah
(Sallallûhü Aleyhi ve Sellem) kadınlarından uzaklaştığı vakit mescide girdim.
Bir de baktım cemaat (üzüntüden) çakıl taşlariyle yeri eşeliyor ve: Resû\ü\\ah.
(Sallallahü Aleyhiı :e Seüenı] kadınlarını boşamış; diyorlar... Bu mesele
kadınlara tesettür emrolunmazdan önce idi. Ben: Bu İşi bugün mutlaka öğrenirim;
dedim. Ve Âişe'nin yanma girerek :
— Ey Ebû
Bekr'in kızı! İşi Resûlüllah (SaUüliahü Aleyhi ve Sellenı)'e
ezîyyet verecek dereceye vardırdın öyle mi? dedim. Âişe :
— Benim seninle ne alâkam var ey Hattâb oğlu?
Sen kendi kabına bak! dedi.
Bunun üzerine Hafsa
binti Ömer'in yanma girerek ona :
— Yâ Hafsa! İşi Resûlüllah (SallallaJıü Aleyhi
ve Sellem)'e eziyyet verecek
dereceye vardırdın mı?
Vallahi pek âlâ
bilirsin ki, Resûlüllah (SaUüliahü Aleyhi ve Sellem) seni
sevmiyor. Ben olmasam seni mutlaka bo-şardı; dedim. Hafsa çok ağladı. Ona :
— Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
nerede? diye sordum.
— O yatak odasmdaki kilerindedir; cevâbını
verdi. Hemen (oraya) girdim Karşıma
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kölesi
Rabâh çıkmaz mı!
Kilerin alt eşiğine
oturmuş; ayaklarını ağaçtan oyulma (merdiven gibi) bir şeyin üzerine
sarkıtmış... Bu (merdiven gibi şey) Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in, üzerine basarak inip bindiği bir kütük idi.
— Yâ Babâhl Yanında bulunan Resûlüllah.
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) in huzuruna girmek için bana izin iste! diye
seslendim. Rabâh bir odaya baktı; sonra bir de bana. Fakat bir şey söylemedi.
Ben sesimi yükselterek tekrar :
— Yâ Rabâh! Yanında bulunan Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) in huzuruna girmek için bana izin iste!
Zannederim Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) benim Hafsa için
geldiğimi sanıyor. Vallahi
Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) bana onun boynunu vurmamı
emrederse mutlaka boynunu vururum; dedim. Sesimi de yükselttim. Bunun üzerine
Rabâh bana: Çık diye işaret etti. Derhal Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)m yanma girdim. Bir hasırın üzerine
yaslanmıştı. Ben de oturdum. Örtüsünü araladı. Üzerinde bundan
başka bir şey yoktu. Baktım, hasır yan
tarafına iz bırakmış. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin kilerini
gözden geçirdim. Baktım ki, bir sâ' mikdarı bir avuç arpa... odanın bir
köşesinde bir o kadar da karaz yaprağı var; bir de asılı deri... Bunu görünce
göz yaşlarımı tutamadım, Bana :
«Neye ağlıyorsun ey
Hattâb oğiu?» diye sordu.
— Yâ Nebiyyâllah, niçin ağlamayayım! Baksana
hasır yan tarafına iz bırakmış. İşte
kilerin! İçinde şu gördüklerimden başka
bir şey görmüyorum! Öte yanda
Kayserle Kisrâ meyveler ve ırmaklar içinde... Sen ise Allah'ın Resulü
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve güzidesi olduğun halde işte kilerin!., dedim.
Bunun üzerine:
«Ey Hattâb oğlu!
Âhiret bizim, dünya onların olmasına razı değil m İsi n ?» buyurdular.
— Hay hay; dedim.
Onun yanına girdim
gireli yüzünde öfke eseri görüyordum. Nihayet:
— Yâ Resûlâllah, kadınlarının halinden gücüne
giden şey nedir? Şayet onları boşadı isen hiç şüphe yok ki, Allah seninle
beraberdir. Melekler de Cibril ile Mîkâîi de, ben, Ebû Bekr ve bütün mü'minler
de seninleyiz, dedim. Allah'a hamdeylerim
ki, söylediğim sözü
Allah'ın tasdik buyuracağını
ummadığım konuşmalarım azdır. Ve şu âyet
(yâni) tahyîr âyeti indi :
(O sizi boşarsa olur
ki, Rabbi kendisine sizden daha hayırlı zevceler verir.) [13]
(Eğer onun aleyhine
birbirlerine yardım ederlerse, onun yardımcısı da
Allah, Cibril ve
mü'minlerin sâlihleridir. Bütün bunlardan sonra melekler de (ona) yardımcıdır.) [14]
Âîşe binti Ehî Bekr
ile Hafsa, Peygamber (SallallaJûİ Aleyhi ve Selkmi in sair zevcelerine karşı birbirlerini
tutuyorlardı. Ben :
— Yâ Resûiâllah, sen onları boşadın mı? diye sordum. «Hayır!»
cevâbını verdi.
— Yâ Resûlâllah, ben mescide girdini de
müslümanlar (yeri) çakıl taşları ile eşeliyor; ResûîülJah
(Sallailahü Aleyhi ve Selle m) kadınlarını boşa-mış; diyorlardı. İnerek onlara
senin kadınlarını boşamadığım haber vereyim mi? dedim.
«Evet, istersen (haber
ver)» buyurdular. Kendileriyle konuşmağa devam ettim. Tâ ki öfkesi geçti; ve
dişlerini göstererek gülümsedi. O insanların ağrı en güzellerindendi. Sonra
Nebiyyullah (Sailallahli Aleyhi ve Sellem) (aşağı) indi. Ben de indini. Ama ben
kütüğe tutunarak indim. Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellenı) ise yerde
yürür gibi ona eliyle dokunmadan indi.
-— Yâ Resûlâllah,
odada ancak yirmi dokuz gün kaldın? dedim.
«Ay yîrmi dokuz gece
olur.» buyurdu. Bunun üzerine ben mescidin kapısına durarak olanca sesimle :
— Kesûlüllah {Sallailahü Aleyhi ve Seliem)
kadınlarını boşamamıştir; dîye nida ettim; ve şu âyet indi:
(Onlara emniyete veya
korkuya dâir bir şey gelirse onu yayarlar. Halbuki onu Resule ve kendilerinden ülülemir
olanlara arz etseler mânâ çıkaranlar onu bilirdi.) [15]
Bu işi ben anlayıp
çıkarmıştım; Allah (Azze ve Celle) de tahyîr âyetini indirdi.
Bu babın rrivâyetleri
î1âvak'ası hakkındadır. Bundan murâd : Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve
Sellemj'in, bir ay kadınlarından uzaklaşmasıdır, îlâ hakkında az ileride
ma'lûmat verilecektir. Burada yalnız hadîsin bâzı cümlelerini îzâh edeceğiz.
Taşlarla yeri
eşelemek: Üzüntünün ifadesidir. Çünkü düşünceli ve üzüntülü bir insan ekseriya
elindeki taş veya sopa ile yeri eşeler.
Aybe : İçine kıymetli
eşya konulan kaptır. Hz. Âişe Ömer (Radiyailahiiantika: «Sen kendi kabına bak!»
sözü ile; Sen kendi kızın Hafsa'ya nasihat et, demek istemiştir. Cümlede teşbih
vardır. Hz. Hai1ss kıymetli eşya muhafazasına benzetilmiştir.
Karaz; Selem
denilen ağacın yapraklarıdır. Bu yapraklar tabaklıkta kullanılırmış.
Efîk: Henüz
tabaklanması bitmemiş deri demektir. İstinbât: Kuyudan su çıkarmaktır. Müctehid
ulemânın bir delilden hüküm çıkarmalarına da istiare yolu ile istinbât
denilmiştir.
31- (...)
Bize Hârûn b. Saîd El-Eylî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb
rivayet etti. (Dedi İd) : Bana Süleyman yâni İbni Bilâl haber verdi. (Dedi ki)
: Bana Yahya haber verdi. (Dedi ki) : Bana Ubeyd b. Huneyn haber verdi. O da
Abdullah b. Abbâs'i rivayet ederken dinlemiş. İbni Abbâs şunları söylemiş .:
— Bir âyetin mânâsını Ömer b. Hattab'a sormak
niyetiyle bir sene bekledim. Heybetinden
dolayı kendisine bir türlü
sorarmyordum. Nihayet hacc için
(yola) çıktı. Onunla beraber ben
de yola çıktım. Dönüşte biraz yol alınca
bir haceti için misvak ağaçlarına
doğru saptı. Ben de kazay-ı hacet edinceye kadar onu
bek'ledim. Sonra onunla birlikte yola revân oldum. Ve :
— Yâ Emîrelmü'minîn, Resıûlüllah (Salkülakü
Aleyhi ve Seliem) aleyhine zevcelerinden
biri ile anlaşan
iki kadm kimlerdir? dedim.
Ömer CRadiyallahü anh) ?
— Onlar Hafsa ile Âişe'di.r; cevâbını
verdi. Bunun üzerine :
— Vallahi bu meseleyi bi:r seneden beri sana
sormak isterdim; ama heybetinden dolayı s ora mı yordum; dedim.
— Bunu yapma! Benim bildiğimi zannettiğin bir şeyi hemen bana sor: eğer ben onu
bîlirsem sana haber veririm; dedi ve sözüne şöyle devam etti:
— Vallahi cahüiyyet devrinde biz kadınları
insan yerine saymazdık. Nihayet Allah Teâlâ onlar h.akkmda indirdiklerini
indirdi ve kendilerne yaptığı taksimi yaptı. Bir defa ben kendi kendime bir
şeyi istişare ederken zevcem bana : Şöyle şöyle yapsan olmaz mı? deyiverdi. Ben
de ona:
— Sana ne oluyor da bu işe karışıyorsun; benim
yapmak istediğim bir şeye neden burnunu sokuyorsun? dedim. Kadın :
— Şaşarım sana ey Hattâb oğlu! Sen kendine kafa
tutulmasını istemiyorsun; halbuki kızın Resûiüllah (SaliaUahii Aleyhi ve
Sellem)'e kafa tutup duruyor. O derecede ki, bütün gün efkârlı kalıyor; dedi. Bunun
üzerine cübbemi alarak evimden
çıktım ve Hafsa'nın
yanına girdim. Ona dedim
ki :
— Kızcağızım!
Sen Resûlüllah (Salİallahü Aleyhi
ve Sellem) 'e kafa tu. tarmışsm, hattâ bütün gün efkârlı
kalırmış! Hafsa :
— Vallahi biz ona çok müracaatta bulunuyoruz;
dedi.
— Bilirsin ki, ben seni Allah'ın azabından ve
.Resulünün gazabından sakındırırım kızcağızım! Sakm seni o kendi güzelliğini
beğenen, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem) in kendisine
olan sevgisine güvenen aldatmasın!
dedim. Sonra (oradan) çıkarak karabetim olduğu için Ümmü
Sele-me'nin yanına girdim; ve onunla konuştum. Ümmü Seleme bana şunu söyledi:
— Şaşarım sana ey Hattâb oğlu! Her şeye
karışırsın; hattâ Resûlüllah i Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile zevcelerinin arasına
bile girmek istiyorsun!
Ümmü Seleme (nin bu
sözü) bana öyle te'sîr etti ki, efkârımı bir parça yatıştırdı. Müteakiben onun
yanından çıktım, Ensârdan bir dostum vardı. (Mecliste) bulunamazsam bana haber
getirir; o bulunamazsa ben ona haber getirirdim. O tarihde biz Gassân
hükümadarliarmdan bir kıral-dan korkuyorduk. Üzerimize hücum etmek istediğini
haber almıştık. Ondandan gözümüz korkmuştu. Derken dostum Ensârî gelerek
kapıyı çaldı; ve :
— Aç, aç! dedi. Ben :
— Gassanh mı geldi? diye sordum.
— Ondan
daha kötü! Resûlüllah (SalUüldıü Aleyhi ve Sellem)
zevcelerinden ayrılmış: cevâbını verdi. Ben de:
— Patlasın Hafsa ile Aişe; dedim. Sonra
elbisemi alarak çıktım, geldim. Bir de baktım Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seli em) yatak odasında: Odaya merdivenle çıkılıyor. Jtesû\ü\lah(Salla!lajıt{
Aleyhi ve Sellem) 'in siyah bir kölesi de merdiven başında!..
— Ben Ömer'im;
dedim. Müteakiben bana izin
verildi. Ben de Resûlüllah (SallailahU Aleyhi ve Sellem)'e bu hâdiseyi
anlattım. Ümmü Seleme kıssasına gelince Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) gülümsedi. Kendisi (kuru) bir hasır üzerinde idi. Vücûdu ile hasır
arasında hiç bir şey yoktu. Başının
altında içi lif dolu deriden bir
yastık; ayaklarının yanında bir karaz
yığını; başının ucunda asılı birkaç deri bulunuyordu. Ben Re-sûlüllah
(Sallallahü'Aleyhi ve Sellem) 'in yan tarafında hasırın izini görünce ağladım.
— Niçin ağlıyorsun? diye sordu.
— Yâ Resûlâllah, Kisrâ ile Kayser neler
içinde yaşıyorlar neler!.. Halbuki sen
Allah'ın Resulüsün!., dedim.
Bunun üzerine Resûlüllah (Saltaİlahü Aleyhi ve Sellem):
«Dünya onların; âhiret
de senin olmasına razı değil misin?»
buyurdular.
32- (...)
Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Hammâd b. Seleme rivayet etti. (Dedi ki) : Bana. Yahya b.
Saîd, Ubeyd b. Huneyn'den, o da İbni Abbâs'dan naklen haber verdi. İbni Abbâs
şöyle demiş :
«Ömer'le birlikte
dönüyordum. Merru'z-Zahrân denilen yere geldiğimiz vakit...» Kavi bu hadîsi
Süleyman b. Bilâl hadîsi gibi rivayet etmiştir. Yalnız o şöyle demiştir : «Ben
: O iki kadının hâlü şanı nedir? diye sordum.
— Hafsa ile Ümmü
Seleme'dir; buyurdular.» Bir de bu rivayette râvi: «Hücrelere geldim. Bir de
baktım her evde yas (ediliyor) ibaresi ile:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seliem} bir ay kadınlarının semtine uğ-ramıy a cağına
yemin etmişti. Ay yirmi dokuz olunca yanlarına indi.» cümlesini ziyâde
etmiştir.
33- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe üe Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Lâfız Ebû
Bekr'indir. Dediler ki : Bize Süfyân b. Uyeyne, Yahya b. Saîd'den rivayet etti.
O da Abbâs'ın âzâdlısı Ubeyd b. Huneyn'den dinlemiş. Ubeyd demiş ki : Ben İbni
Abbâs'ı şunları söylerken işittim:
«Ömer'e, Resûlüllah
(Sallalkıhü Aleyhi ve Sellem) zamanında birbirleri ile anlaşan iki kadının
kimler olduğunu sormak istiyordum. Fakat bir sene beklediğim halde bir türlü
yerini bulup soramıyordum. Nihayet Mekke'ye müteveccihen kendisine arkadaş
oldum. Merru'z-Zahrân'a vardığında kazayı hacete gitti. Ve:
— Bana tulumla su yetiştir, dedi. Ben de
kendisine tulumla su götürdüm. Hacetini görüp döndüğü vakit ben ellerine su
dökmeye gittim ve bu meseleyi kendisine anarak :
— Yâ Emîrelmü'minîn! O iki kadın kimlerdir?
dedim. Sözümü bitirir bitirmez:
— Âişe İle Hafsa'dir, cevâbını verdi.»
34- (...)
Bize İshâk b. İbrahim el-Hanzalî ile Muhammed b. Ebî Ömer rivayet ettiler.
Hadîsin lâfzını ikisi de birbirine yakın ifâde ettiler. İbni Ebî Ömer: (Bize
rivayet etti) la'bîrinı kullandı. İshâk ise: (Bize Abdürrezzâk haber verdi)
dedi. Abdürrezzâk: Bize Ma'mer, Zührî'den, o da Ubeydullah b. Abdillâh b. Ebî
Sevr'den, o da İbni Abbas'dan naklen haber verdi, demiş. İbni Abbâs şunları
söylemiş :
«Peygamber (SaUallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in zevcelerinden, haklarında Allah Teâlâ'nın:
(Eğer tevbe ederseniz
kalpleriniz söz dinledi demektir.) [16]
buyurduğu iki kadının kimler olduğunu Ömer'e sormağa arzu eder dururdum.
Nihayet Örner hacc etti. Onunla birlikte ben de hacc ettim. Biraz yol aldıktan
sonra Ömer saptı. Elimde su tulumu olduğu halde onunla birlikte ben de saptım.
Kazay-i hacet etti; sonra yanıma geldi. Ellerine su döktüm; abdest aldı. (O
zaman) :
— Yâ Emîrelmü'minîn : Veygamher(Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) *in zevcelerinden kendilerine Allah (Azze ve Celle)'in :
(Eğer tevbe ederseniz
kalpleriniz söz dinledi demektir} buyurduğu iki kadın kimlerdir? dedim. Ömer:
— Şaşarım sana ey İbni
Abbasî Onları Hafsa ile Aişe'dir; cevabım verdi. (Zührî demiş ki: Vallahi Ömer,
İbni Abbâs'ın sorduğu suâlden hoşlanmamış, fakat gizlememiştir.)
Bundan sonra Ömer,
hadîsi rivayete başladı, dedi ki:
— Biz, Kureyş
cemaati kadınlara tahakküm eden
bir kavim idik. Medine'ye
geldiğimizde (orada) kadınları
kendilerine tahakküm eden bir kavim bulduk. Az sonra bizim
kadınlarımız da onların kadınlarından huy kapmağa başladılar. Benim evim
Avâlî'deki Benî Ümeyye b. Zeyd kabilesinde idi. Bir gün karıma kızdım. Bir de
baktım bana kafa tutuyor!.. Bana karşı söz söylemesini men'etüm. Kadın :
— Benim
sana karşılık vermemi neden
men' ediyorsun? Vallahi PeygamberfSaHallahü Aleyh: ve
Scllenı) 'in zevceleri bile
ona kafa tutuyorlar da (bâzan) biri bütün gün akşama kadar kendisini
terkediyor, dedi. Bunun üzerine oradan giderek Hafsa'nın yanma girdim. Ve :
~— Sen Resûlüllah (SaHailahü Aleyhi ve Sel!em)'e
kafa mı tutuyorsun? dedim. Hafsa :
— Evet, cevâbını verdi.
— Sizden biriniz onu bütün gün akşama kadar
terk ediyor mu? diye sordum. (Yine) :
— Evet, cevâbını verdi. Dedim ki:
— Sizden bunu yapan muhakkak kendine yazık
etmiştir. Biriniz Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m gazabından
dolayı Allah'ın kendisine gazâb etmeyeceğinden emîn olabiliyor mu? Şu halde böylesi helak olmuş demektir. Sen
Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e kafa tutma, ondan bir şey isteme! Aklına geleni benden iste! Sakın
ortağının Resûîüiîah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)nezdinde senden daha
güzel ve daha sevgili olması seni aldatmasın!»
(Ömer burada Âişe'yi kasdetmiştir. Sönme devamla) demiştir kî:
— Benim Ensardan bir komşum vardı. Resûîüiîah (SallallahüAleyhi ve Sellemjin yanıma
inmek hususunda onunla nevbetleşirdik. Bir
gün o iner, bir gün ben inerdim.
Bu suretle bâzan vahi haberini ve saireyi o bana getirir; bâzan da bunların mislini ben ona getirirdim. Aramızda : Gassânlılar bizimle
harb etmek için atlarını nallatıyor; diye konuşurduk. Derken dostum Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem)'in yanına indi. Sonra yatsı zamanında bana
gelerek kapımı çaldı; ve bana seslendi. Yanma çıktım.
— Büyük bir hâdise olmuş; dedi. Ben :
— Ne o? Yoksa Gassânlılar mı gelmiş? diye
sordum.
— Hayır; ondan daha büyük ve uzun!.. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem) kadınlarını boşamış!.. dedi.
— Yazık! Hafsa mahvoldu, dedim: Ben bunun
olacağını biliyordum. Onun için sabah namazını kıldığım gibi elbisemi kuşandım;
sonra aşağı inerek Hafsa'nın yanma girdim. Hafsa ağlıyordu.
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) sizi
boşadı mı? diye sordum.
— Bilmiyorum; işte kendisi! Şu yatak odasına
çekilmiştir, dedi. Bunun Üzerine onun siyah bir kölesinin yanma gelerek:
— Ömer için izin iste! dedim. Köle hemen içeri
girdi. Sonra benim yanıma çıkarak:
— Ona senin geldiğini söyledim, ama ses
çıkarmadı, dedi. Bunun üzerine
oradan çekilerek minberin yanına
gittim; oturdum. Bîr
de ne göreyim! Onda bir cemaat
oturuyorlar; bâzıları da ağlıyor!.. Biraz oturdum Sonra efkârım bana galebe çaldı; ve
(tekrar) köleye gelerek:
— Ömer için izin iste! dedim. Köle içeri girdi.
Sonra benim yanıma çıkarak:
— Ona
senin geldiğini söyledim;
ama ses çıkarmadı;
dedi. Bunun Üzerine geri döndüm.
Az sonra baktım köle beni çağırıyor!..
— İçeri gir; sana izin verdiler! dedi. Artık
içeri girdim. Ve Resûlüllah selâm verdim. Baktım, dokuma bir hasır üzerine
yaslanmış: hasır yan tarafında iz bırakmış.
— Yâ Resûlâllah. kadınlarını boşadm mı? dedim.
Başmı hana doğru kaldırarak :
«Hayır!» cevâbını
verdi. Bunun üzerine ben şunları söyledim: -s- Allah her şeyden büyüktür! Bizi
bir görse idin yâ Resûlâllah! Biz Kureyş cemaati kadınlara tahakküm eden bir
kavim idik. Medine'ye geldiğimizde (orada) kadınları kendilerine tahakküm eden
bir kavim bulduk. Az sonra bizim kadınlarımız da onların kadınlarından huy
kapmağa başladılar. Derken bir gün karıma kızdım. Bir de baktım, bana kafa
tutuyor!.. Bana karşı söz söylemesini men' ettim. Kadın :
~ Benim sana karşılık
vermemi neden men' ediyorsun? Vallahi Pey-gamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem
I'in zevceleri bile ona kafa tutuyorlar da (bâzan) birisi bütün gün akşama kadar kendisini terk
ediyor; dedi.
— Onlardan bunu yapan muhakkak kendine yazık
etmiştir; hiç biri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı) 'in gazabından
dolayı Allah'ın kendisine
gazab etmeyeceğinden emin
olabiliyor mu? O
halde muhakkak helak
olmuştur; dedim.
Bunun üzerine
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gülümsedi. Ben (sözüme devamla) dedim
ki:
— Yâ
Resûlâllah, Hafsa'nın yanma girdim de (ona) şunları söyledim :
Sakın ortağının Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Seliem) nezdinde senden daha
güzel ve daha
sevgili olması seni
aldatmasın! Resûlüîlah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemjhit daha gülümsedi. (Bu arada) :
— Seninle sohbet edebilir miyim yâ Resûlâllah?
dedim.
«Evet!» cevâbını
verdi. Ben de oturdum. Müteakiben başımı kaldırarak içeriye bir göz gezdirdim.
Vallahi içeride üç deriden başka göze dokunur bir şey göremedim. Ve:
— Yâ Resûlâllah, Allah'a duâ et de ümmetine bol
rızk ihsan eylesin. İranlılarla
Romalılar Allah'a
tapmadıkları halde onlara
bol rızklar ihsan eylemiştir;
dedim. Bunun üzerine doğrularak oturdu; ve :
«Sen şüphede misin ey
Hattâb oğlu? Onlar iyi amellerinin karşılığı kendilerine dünya hayatında peşin
verilen bir kavimdirler.» buyurdu.
— Benîm için mağfiret
dile yâ Resûlâllah, dedim.
Resûlüllah (SaHaHahü
Aleyhi ve Sellem) zevcelerine pek ziyade gücendiğinden bir ay yanlarına
girmemeye yemîn etmişti. Nihayet Allah (Azze ve Cellem) kendisini tekdir
eyledi,
35- (1475)
Zührî demiş ki: Bana Urve, Âişe'den naklen haber verdi. Aişe şöyle demiş :
«Yirmi dokuz gece
geçince Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) benden başhyarak yanıma
girdi. Ben :
— Yâ Resûlâllah, sen bizim yanımıza bû ay girmemeğe yemîn ettin; fakat yirmi
dokuz gecede pirdin. Ben sayıyorum; dedim.
Bunun üzerine:
«Gerçekten ay (bâzan)
yirmi dokuz çeker.» buyurdu. Sonra:
«Yâ Âişe! Ben sana bir
şey söyleyeceğim, ama annenle babana danışmadan bu hususta cevap vermeğe acele
etmeyebilirsin» dedi; ve bana:
(Ey Peygamber,
zevcelerine söyle!..) âyetini (büyük ecir hazırladı.) kavl-i kerîmine kadar
okudu.
Aişe demiş kî:
«Vallahi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ebeveyninin bana ondan
ayrılmamı emretmeyeceklerini pek âlâ biliyordu. Ben de:
— Ebeveynime bu hususta mı danışacakmışım? Ben
Allah ile Resulünü ve dâr-i âhireti murâd ediyorum; dedim.»
Ma'mer demiş ki: Bana
Eyyûb haber verdi ki, Âişe: «Benim seni ihtiyar ettiğimi kadınlarına haber
verme; demiş. Peygamber (Sallallahü Aleyh'ı ve Sellem) de ona :
«Şüphesiz AlSah beni
tebliğe! olarak göndermiştir. Şaşırtıcı olarak göndermemiştir.» buyurmuşlar.
Kata de: «Kalpleriniz meyi etmiştir.» manasınadır; demiş.
Bu hadîsi Buhârî :
«İlm», «Nikâh», «Tefsir», «Mezâlim», «Libâs» ve «Metâim» bahislerinde; Tirmizî
: «Tefsîr»de; Nesâî de : «Savm» ve «Işretü'n~Nisâ'»da
muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Hz. Ömer 'in : «Nihayet Allah Teâlâ
onlar hakkında indirdiklerini indirdi...» sözünden murâd : «Kadınlarla iyi
geçinin.» «Onları zarara sokmak için nikâhınızda tutmayın!» «Size itaat
ederlerse onların aleyhine çıkar yol aramayın.» gibi âyetlerdir. Nitekim :
«Kendilerine yaptığı taksimi yaptı.» ifadesiyle de dörtte bir gibi mîrâs
hisselerini ve kadınların nafakalarını kasdetmiştir.
Ömer (RadiyaHahü
anh'ı'm komşusu Itbân b. Mâlik e1-Hazreci'dir. Bu
zâtı Peygamber (Sallaltahü Aleyhi
ve Sellem) Hz. Ömer'e kardeş yapmıştı. Bazıları komşusunun Evs nâmında
biri olduğunu söylerler.
Gassân :
Aslında Şam taraflarında bir suyun ismidir. Bu suyun civarında yaşayıp ondan
içenlere Gassân iler denilmiştir. Gassânî1er'in bir rivayette dört yüz, diğer
rivayette altı yüz sene hüküm sürdükleri ve kendilerinden otuz yedi hükümdar
geçtiği rivayet olunur.
Meşrube veya meşrabe :
«Su içilen yerdir. Bâzıları bunun gurfe denilen yüksek oda mânâsına geldiğini
söylerler. İbni Kuteybe'ye göre meşrube : Yüksek odanın önündeki sofa gibi
yerdir. İbni Battal yiyecek ve içecek saklanan oda yâni kiler mânâsına
kullanıldığını söyler ki, burada münasib olan da budur.
Resûiüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Efendimizin kapısını bekleyen siyah kölenin ismi Rabâh 'tır.
Merm'z-Zahrân : Mekke yakınlarında bir vâdîdir.
Avâlî: Medîne-i
Münevvere sırtlarmdaki köylerdir. Bunların Medîne'ye uzaklıkları iki ile sekiz
mil arasındadır. Medîne'nin şarkına düşen bu yerlerde Evs kabilesi yaşardı.
Hadîsin râvilerinden
Ubeyd b. Humeyd için bütün nüshalarda
«Abbâs'm âzâdlısıdır» denümişse de hadîs ulemâsı bunu doğru bulmamış;
mezkûr zâtın Zeyd b. Hattâb oğullarının âzâdlısı olduğunu söylemişlerdir.
îbni Abbâs (Radiyallahü
anh) fnın suâline Hz. Ömer'in şaşması, tefsir ilminde bu kadar şöhreti olmakla
beraber bu meseleyi bil-memesindendir. Zemahşerî: «Galiba Ömer (Radiyallahü
anh) onun sorduğu şeyden hoşlanmamış.» diyor. Nitekim bu cihete nefsi hadîste
de İşaret olunmuştur.
Ekser-i rivayetlerde
tevbe etmelerine işaret buyuruîan kadınlar Hz. Âişe ile Hafsa binti Ömer 'dir.
Yalnız Hammâd b. Seleme rivayetinde bunların Hafsa ile Ümmü Seleme (Radiyallahü
anhûma) oldukları bildirilmiştir.
Bâ: Lügatte mutlak
surette yemîn mânâsına gelir. Fukahanın ıstılahlarına göre ise bir kimsenin
karısı ile bir müddet cinsî münasebette bulunmayacağına yemîn etmesidir. Bu
hususta ulemâ ittifak halindedirler. Yalnız İbni Sîrîh'in : «Şer'î îlâ zevce
ile cinsî münasebeti, konuşmayı ve nafaka vermek gibi şeyleri terk etmeye
hamlolunur.» dediği söylenir.
Kaadî Iyâz (476-544) :
«Mücerred ilânın derhal talâk, kef-fâret ve mutâlebe îcâb etmeyeceği hususunda
ulemâ arasında ihtilâf yoktur.» diyor.
Şer'î ilânın müddeti
ihtilaflıdır. Sahabe ve tabiînin ekserisi ile Hicaz ulemâsına göre îlâ. dört
aydan fazla bir müddet karısına yaklaşmayacağına yemîn etmekle olur; onlara
göre dört ay yaklaşmamaya yemîn etmek îlâ değildir.
Kûfe1i1er'ce îlâ : Bir
kimsenin karışma dört ay veya daha fazla müddet yaklaşmayacağına yemîn
etmesidir.
Bu bâbda îbni Ebî
Leylâ ile İbni Şubrume şü-zuz göstererek : «Karısına bir gün yaklaşmayacağına yemîn
edip de sonra dört ay onun semtine uğramayan kimse îlâ yapmış sayılır.» demişlerdir.
îbni Ömer (Radiyallahü
anh) 'dan .bir rivayete göre yemininde vakit tayîn eden kimse îlâ yapmış
sayılmaz; velev ki tâyin ettiği müddet uzun olsun. îlâ ancak ebediyyen
yaklaşmamaya niyet etmekle olur.
îîâda yemîn müddeti
geçmeden cinsî münasebette bulunmakla hüküm sakıt olduğu gibi, dört aydan
evvel talâk da vuku' bulmaz. Fakat cinsî münasebette bulunmadan dört ay geçerse
Kûfeliler'e göre bir talâk vâki' olur. Bu talâkın bâyin mi ric'î mi olacağı
ihtilaflıdır.
Hicaz ve Mısır uleması
yle muhaddislere ve Zahirî1er'e göre'bu surette yemîn sahibine: «Ya cinsî
münasebette bulun; yahud karını boşa!* denilir. Boşamazsa kadını onun namına
hâkim boşar. Şâfiîler'in mezhebi budur. Meşhur olan kavline göre bu meselede
İmam Mâlik de Şâfiîler'le beraberdir. Diğer kavlinde ise Kûfe1i1er'le
beraberdir. Vâki' olan talâk ric'îdir.
İmam Şafii bir
rivayette hâkimin boşama hakkı olmadığını, fakat ya cima' yahud talâk için
icbara hakkı olduğunu söylemiştir.
Bâzıları ilâ için
yeminin Öfke hâlinde ve zarar vermek maksadı ile yapılmasını şart koşmuşlarsa
da cumhura göre böyle bir şart mu'teber değildir. İlânın teferruatı için fıkıh
kitaplarına müracaat etmelidir. Zâten az yukarıda da işaret ettiğimiz vecihle
Resûiüliah (Sailallahü Aleyhi ve Seiiem) in îlâsı bu kabilden değil, sırf bir
ay kadınlarından uzaklaşmaktan İbaretti.
Hz. Ömer'in Peygamber
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem)e : «Benim için mağfiret dile!..» diye ricada
bulunması, onun huzurunda dünya ni'met-lerini büyük görerek bu hususta söz
etmek cüretinde bulunmasmdandır.
1- İlim
meclislerine devam etmek, gerekirse bu
hususta biri ile nevbelleşmek müstehaptır. Nitekim sahâbe-i kiramın âdetleri bu
idi.
2- Ulemanın
ve diğer büyüklerin huzuruna girerken ihtiram için güze) giyinmek müstehaptır.
3-
Muhaddis, hadîsi bâzan
hiç kısaltma yapmadan
olduğu gibi, rivayet edebilir.
Hz. Ömer'in İbni Abbâs (Radiyallahü anha) «Onlar Âişe ile Hafsa idi.» demekle
iktifa etmeyip uzun uzadıya izahatta bulunması buna delildir.
4- Baba
kızana nasihat ederek, kocasına karşı onun ahlâkını ıslâha çalışmalıdır.
5-
Resûiüliah (Sailallahü Aleyhi ve Seiiem;'in ehemmiyet verdiği şeyleri
mühimsemek, onu üzen hususâta üzülmek ve ağlamak meşru'dur.
6- Bir
kimsenin yanma girerken izin istemelidir.
7- İstenilen
izin sükût ile karşılanırsa oradan geri
dönmek caizdir. Ulemâdan bâzıları Hz. Ömer'in buradaki hükmüne bakarak
: «Sükût ile hüküm vermek caizdir.» demişlerdir.
8- Bir
kimsenin yanına girmek için tekrar tekrar izin istemek caizdir.
9- Hükümdar
yanına girmek isteyene izin verip
vermemekte ve keza bir şey söylemeyip susmakta muhayyerdir.
10- Hadîs-i
şerif Peygamber (Sailaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in sabrına ve dünya ni'metlerinin
pek azı ile iktifasına delildir.
11-
Hükümdarın huzurunda oturmak
caizdir. Hattâ hoşnut
kalacağı sezilirse bu hususta onun emrini beklemeğe bile hacet yoktur.
12- İnsanın
hâline, Allah'ın verdiği rızka ve kadere canı sıkılması caiz değildir. Böylesinin
îman zaifliğinden korkulur.
13- Dünya
m'metlerinin azı ile iktifa ederek âhiretini kazanmaya çalışmak müslumana
yakışan en hayırlı hâldir. Zira dünyanın âcil saadeti insanı sefahate
yaklaştırır.
14- İnsan
hâline razı olmayıp kadere kızmaktan Allah'a istiğfar etmelidir.
15- Fazilet
ehli zevattan hayır duası ve istiğfar istemek meşru'dur. Buna delil Hz. Ömer'in
Peygamber (Sailaltahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizden istiğfar istemesidir.
16-
Kocasının sırrım başkalarına ifşa eden ve ona eza için hîle yapan kadın
azarlamak sureti ile cezalandırılır.
17- Kemâli!
bir kadın nefsi hakkında ebeveyni veya aile efradından başka biri ile istişarede bulunabilir. Bu
müşavere bilhassa mal hususunda evlâdır.
18- İnsan
işlediği hayırlı bir işi icâbında söyleyebilir. Hz. İbni Abbâs'm : «Ömerle
birlikte ben de hacc ettim.» sözü buna delildir.
19-
Başkasının yardımı ile abdest almak caizdir.
20-
Peygamber (Satlailahü Aleyhi ve Sellem) 'in
gülmesi tebessümden ibaretti.
Onu da muhatabına ikram için yapardı.
21- Bir
kimsenin bir ay karısının yanma girmemeye yemîn etmesi caizdir. Bu yemin ilâ
değildir.
22- İzin
için kapı çalmak caizdir.
23- Bir baba
damadının izni olmasa bile kızının yanma girerek onun bilhassa evlilik hayatına
aid hallerini teftiş edebilir.
24- Ayakta
sual sormak caizdir.
25- İlim
öğrenmeye rağbet göstermek lâzımdır.
26- Haberi
vahid ve sahâbe-i kiramın mürsel hadisleri ile amel câizdir. Çünkü Ömer
(Radîyallahü anh) komşusunun haberini kabul ediyordu
27- Hükümdar
ve hâkim gibi zevat bâzı hallerde yalnız başına bir yere kapanıp mühim işlerine
bakabilirler. Bu takdirde kapıcı onların sükûtundan içeriye kimseyi kabul
etmek istemediklerini anlarsa, gelenlere izin
vermez. ResûlüUah (Scr'laHahii
Aleyhi ve Sellem) ekseri hallerde kapıcı bulundurmazdı. O gün kapıcı
bulundurması ihtiyaca mebnî idi.
28- İnsan
evlâdını küçükken olduğu gibi, büyüdükten hattâ evlendikten sonra da terbiye
edebilir. Ebû Bekr ile Ömer (Radlyallahü anhiima) 'mn fiilleri buna delildir.
29- Evde kat
ve kiler gibi şeyler yapmak caizdir.
30- İlim,
büyük veya küçük herkesten alınır. Zîrâ bir emânettir.
31- İnsan
bir dostunu veya arkadaşını kederli görür de teselli el mek isterse bu hususta
ondan izin istemelidir. Zîrâ izin istemeden konu şursa teselli yerine bilâkis
kendisini daha çok mahzun ve mükedder ede bilir. Bu cihet dikkati gereken mühim
âdaptandır.
32-
Büyüklere hürmet ve saygı göstermek, onların hizmetinde bu lunmak müstehaptır.
Nitekim İbni Abbâs (Radiyallahüanh) Hz.
Ömer'e karşı son derece hürmetkar davranmıştır.
33- Bir
insan dostunun rizâsı şartı ile onun evine ve içindeki eş yasma bakabilir. Gerçi
selefden bâzıları bunu mekruh saymışlarsa de bu kerahet riza
gösterilmeyen hallere hamledilmiştir.
34- Hadîs-i
şerîf Hz. Âişe'nin faziletine de delildir. Çünkü Peygamber (Sallailahu Aleyh!
ve Seliem) muhayyerlik işine olsun, bir ay sonra ailesi nezdine dönüşte olsun
ondan başlamıştır.
36- Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Esved b. Süfyan'm âzadhsı
Abdullah b. Yezîd'den dinlediğim, onun da Ebû Seleme h. Abdirrahman'dan, o da
Fâtime binti Kays'dan naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum :
Ebû Amr b. Hafs
Fatıme'yi gıyaben talâkı hâinle boşamış da vekili ona arpa göndermiş. Fâtıme
buna razı olmamış. Fakat Ebû Amr'ın vekili;
— Vallahi seni bizde
bîr hakkın yoktur; demiş. Bunun üzerine Fâtıme, Resülüliah (Salbllahü Aleyhi
ve Sellemj'e gelerek bu meseleyi ona anlatmış. Peygamber (Sallaliahli Aleyhi
ve Sellem) :
«Senin onda nafaka
hakkın yoktur.» buyurmuş ve iddetini Ümmü Şerîk'in evinde geçirmesini emretmiş.
Sonra :
«Ummü Şerik ashabımın
daima ziyaretine gittikleri bîr kadındır. Sen Ibni Ummi Mektûm'un yanrnda iddet
bekle, çünkü o a'mâ bir adamdır. (Yanında) çarşafını atabilirsin! (Nikâh için)
helâl olduğun zaman bana bildir!»
buyurmuşlar. Fâtıme şunları söylemiş :
— (Nikâha)
helâl olduğum vakit kendilerine, Muâviye b. Ebî Süf-yân ile Ebû
Cehm'in beni istediklerini söyledim.
Resülüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:
«Ebû Cehm sopasını
boynundan bırakmaz; Muâviye'ye gelince ; o da yoksuldur; hiç malı yoktur. Sen
Üsâme b. Zeyd İle evlen!» Ben buna razı olmadım. Sonra (tekrar) :
«Sen UsSme b. Zeyd ile
evlen!» buyurdular. Bunun üzerine onunla evlendim. Allah onda hayır halketti; ten
de gıbta ettim!
Bu hadîsin bazı
rivayetlerini Buhârî, Ebû Dâvûd ve Nesâî
«Talâk» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Nevevî diyor ki :
«Kocasının Fâtime'yi üç talâkla mı yoksa talâk-j bâinle veya üç talâkın
sonuncusu ile' mi boşadığı hususunda lâfızları muhtelif olmakla beraber
hafızların rivayet ettiği ve mu'temed râvüerin ittifak halinde bulundukları
sahih ve meşhur olan hadîs budur.»
Fâtıme binti Kays
hadîsini Tahâvî on altı sahih tarîkten rivayet etmiştir.
Hz. Fâtıme (Radiyallahü
anha) Dahhâk b. Kays'm kız kardeşidir. Ondan on yaş büyük olduğu söylenir.
Kendisi ilk muhacirlerdendir. Güzelliği, aklı, kemali ve asaleti meşhurdur.
Hz. Ömer şe-hîd edildiği zaman ashab-ı şûra onun evinde toplanmıştı.
Fâtıme (Radiyallahü
anha) Ebû Amr b. Hafs ile evlenmişti. Bu zâtın ismi ihtilaflıdır. Ekser-i
ulemâya göre Abdü1hamid'dir. Nesâî, Ahmed olduğunu söylemiş; bâzıları isminin
künyesinden ibaret olduğunu iddia etmişlerdir.
Rivayetlerin bâzısında
Hz, Fâtıme 'nin üç talâkla, bâzılarında talâk-i bâinîe boşandığı bildirildiği
gibi, bir rivayette üç talâkın sonuncusu, başka bir rivayette : Kalan bir
talâk: ile boşandığı ifade olunmaktadır. Hattâ mutlak olarak : «boşadı»
şeklinde dahî rivayet olunmuştur.
Bu rivayetlerin arası
şöyle bulunmuştur ; Kocası Hz. Fâtıme'yi daha evvel iki defa boşarmştır. Son
defa boşamakla talâk adedi üç olmuştur. İşte üç talâkla boşadığmı
söyleyenlerle «bir talâk», «üç talâkın sonuncusu» gibi tâbirler kullananların
ve keza mutlak olarak : «boşadı» diyenlerin muradları budur. «Talâk-ı bâinle boşadı»
ifâdesinden de aynı mânâ kasdedilrniştir. Çünkü üç defa boşamak talâkı bâindir.
Kocası Fâtım Radiyal'.c.hû
anha/ya. vekili vasıtasiyle bir mikdar nafaka göndermişse de, Fâtıme bunu ya
arpa olduğu için yahud az bulduğundan kabul etmeyerek hâlini Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e arzeylemiş; fakat o da nafaka hakkı olmadığını
söylemiş; ve idde tini Ümmü Şerik'in evinde geçirmesini emir buyurmuştur.
Ümmü Şerik bir
rivayette Kureyşden, diğer rivayete göre Ensârdan salâh ve takvası ile meşhur
bir kadındı. İsmi Guzeyye yâhud Güzeyle binti Dâvûd !dur. Bâzı ulemâya göre
Pey-gamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellemj'e kendini hibe eden kadın budur.
Re-sûlüllab (Sallallahü Aleyhi ve Selle/n) ashabının bu kadını anneleri gibi
hürmet göstererek "sık sık ziyaret ettiklerini, bunun ise kaç-goç
iğlerinde müşkilât doğuracağını düşünerek sonradan bu tavsiyeden vaz geçmiş; ve
Fâtim ef Radiyallahû anha)\-a Abdullah b. Ümmü Mektum'un evinde iddet
beklemesini emir buyurmuştur. Çünkü Abdu11ah (Radiyallahû anh) âmâ idi. Kendisini
göremeyeceği gibi, evine de fazla gelen giden yoktu. Bu sebeple erkeklerden
tesettür meşakkati de olmayacaktı.
Üç talâkla boşanan bir
kadına nafaka ve mesken verilip verilmeyeceği hususunda ulemâ ihtilâf
etmişlerdir.
İbni Abbâ's
(Radiyallahû anh) ile Hasanlı Basrî, Amr b. Dinar, Tâvûs, Ata' b. Ebî Rabâh. İkrime,
Şa'bî, İmam Ahmed, İshâk, bir rivayette İbrahim Nehaî ve Zahirîler bu
hadîslerle istidlal ederek : «Üç talâkla boşanan kadın hâmile değilse
kendisine nafaka ve mesken vermek vâcib değildir.» demişlerdir.
Hammâd, Kaadî Şureyh,
İbrahim Nehaî,, Sevrî, İbııi Ebî Leylâ, İbni Şubrume, Hasan b. Salih, Ebû
Hanîfe, İmam Ebû Yûsuf ve îmrım Muhammed'e göre böyle bir kadına hâmile olsun
olmasın nafaka ve mesken verilir. Bu kavil ashab-ı kiramdan Ömer b. Hattâ
b ile İbniMes'ud (Radiyallahû anh) hazeratımn mez-
hebleridir. Delilleri;
«Onları evlerinden
çıkarmaym, kendileri de çikmasmlar; ancak aşikâr bir kötülük işlerlerse o
başka...» [17] âyeti kerîmesi ile Hz.
Ömer'in Fâtıme binti Kays hadîsi için söylediği şu sözdür : «Biz bellediğini
veya unuttuğunu bilmediğimiz bir kadının sözü ile ne Rabbimi-zin kitabını
bırakırız, ne de Peygamberimizin sünnetini!..»
Fâtıme binti Kays
hadîsini Hz. Ömer 'den maada Âişe ile Üsâme b. Zeyd (Rodiyailahü anh) ve başkaları
da kabul etmemişlerdir.
îmam Mâlik, İmam
Şafii, Abdurrahman b. Mehdî ve Ebû Ubeyde'ye göre bu kadına herhalde mesken
verilirse de nafaka yalnız hâmile olduğu takdirde verilir. Bunlar mesken
hususunda : «
«Onları kendi oturduğunuz
evlerde iskân edin!» [18]
âyet-i kerimesi ile; nafaka îcâb
etmediğine de Fâtıme hadîsinin zahiri ile istidlal etmişlerdir.
Talâk-i ric'î ile
boşanan kadına bilittifâk nafaka ve mesken verilir. Kocası ölen kadına
bilittifâk nafaka yoktur.
Talâk-ı bâinle boşanan
kadın Âişe ile İbni Mes'ûd (Radiyalluhü anh) a göre iddeti içinde evinden
çıkamaz. Saîd b. Müseyyeb, Kaasinı, Salim, Ebû Bekr b. Abdir-rahmân, Hârice b.
Zeyd ve Süleyman b. Yesârin kavilleri de budur! Onlara göre kadın iddetini
boşandığı evde bekler. Ebû Ubeyd bu kavli İmam Mâlik ile Sevrî'den ve Küfe
ulemâsından da rivayet etmiştir.
İbni Abbâs, Câbir
(Radiyallahü anh), Ata', Tâvûs, Hasan-ı Basrî ve İkrime 'den bir rivayete göre
talâk-:ı bâinle boşanan kadın iddetini dilediği yerde geçirebilir.
İmam Mâlik: «O kocası ölen
kadın yatsıdan sonra insanlar uykuya yatmcaya kadar ziyaret için dışanda
kalabilir. Sonra evine döner.» dermiş. Leys, Şafiî ve İmam Ahmed'in kavilleri
de budur.
İmam Âzam 'a göre
kocası ölen kadm gündüzleri dışarı çıkar; fakat geceyi mutlaka evinde geçirmesi
îcâb eder. Boşanan kadın ise gece. gündüz evinden çıkamaz. İmam Muhammed
boşanan ve kocası ölen kadınların gece gündüz evlerinden çıkamayacaklarına
kail olmuştur.
Bâzıları
Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)'in Hz. Fâtıme Viddetini beklemek için
İbni Ümmi Mektû m (Radiyallahü anh) un evine göndermesi ile istidlal ederek :
«Kadın ecnebi erkeğe bakabilir; fakat erkek kadına bakamaz.» demişlerse de bu
kavil doğru değildir. Sa-hîh olan kavi göre kadının da yabancı bir erkeğe
bakması haramdır. Ek-ser-i sahabe ile cumhuru ulemanın mezhepleri budur. Çünkü
Teâlâ Hazretleri erkekler için
«Mü'minlere söyle gözlerine
sahip oîsunlcır.» [19]
kadınlar hakkında dahi
«Mü'minlere de söyle;
onlar da gözlerine sahip olsunlar!..» [20] buyurmuştur.
Bir de fitne erkekle kadın arasında müşterektir. Erkekten geleceğinden ne kadar
endişe edilirse, kadından gelmesinden de o kadar korkulur. Nitekim Ebû Dâvud
ile Tirmizî 'nin rivayet ettikleri bir hadîste beyân olunduğuna göre Ümmü
Seleme ile Meymûne (Radiyallahü anh) Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)
'in yanında bulundukları bir sırada İbni Ümmi Mektûm gelmiş. Peygamber
(Sallaliahü A leyhi ve Sellem) ;
«Bunun yanında
örtünün!» buyurmuş. Kadınlar: «O âmâdır, görmez.» demişler. Fakat Resûlüllah
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) kendilerine:
«Siz de mi âmâsınız,
onu görmüyor musunuz?» mukabelesinde bulunmuştur. Tirmizî bu hadîsin hasen
olduğunu söylemiştir.
Fâtıme binti Kays
hadîsinde onun İbni Ümmi Mektûm'a bakabileceğine dair söz yoktur. O yalnız
Fâtıme (Radiyallahü anha)mn başkalarının kendisini görmesinden emîn olacağını
bildirmektedir. Kendisi erkeklere bakmamakla me'murdur.
Ebû Cehm'in sopasını
boynundan bırakmaması iki suretle te'-vîl olunur : Birinci te'vîle göre bu
cümlenin, mânâsı, çok sefer eder demektir. İkinci te'vîle göre maksat
kadınları çok döğmesidir. Bu te'vîl daha sahih görülmüştür; çünkü hadîsin bir
rivayetinde Ebû Cehm'in kadınları çok döğdüğü bildirilmiştir.
Bu Ebî Celim,
Encâbiyye hadîsinde ismi geçen Ebû Cehm b. Huzeyf ete'l.Kuraşî 'dir. Teyemmüm
bahsinde ve namaz kılan kimsenin Önünden geçme babında bir de Ebû'1 -Cüheym
'den bahsedilmektedir ki, o başka bir .zâttır.
Gerek Hz. Ebû Cehm'in
sopasını boynundan bırakmaması gerekse Muâviye (Radiyallahü anh >\n hiç bir
mslı olmayan yoksul olması birer mecazdır. Zira Ebû Cehm uyku ve yemek gibi hallerde elbette
sopasını boynundan bırakırdı. Hz. Muâviye'nin de giyecek elbisesi, yiyecek
ekmeği vardı. Fakat ekseriyetle hâlleri hadis-i şerîfde beyan buyurulduğu
şekilde birinin sopa taşıması, diğerinin pek az mala sahip olması idi.
Hadîs-i şerîf Fâtıme
(Radiyallahü anha}'yı isteyen Muâviye'nin Muâviye b. Ebî Süfyân olduğunu tasrîh
etmekle onun başka bir Muâviye olduğunu iddia edenlere de cevâbı vermektedir.
Resûlüllah (Sallollahü
Aleyhi ve Selle/n) Jin Hz. Fâtıme'ye Üsâme b. Zeyd'Ie evlenmesini ısrarla
tavsiye buyurması onun dînen ve ahlâkan pek büyük bir fazilete sahip olduğunu
bildiği içindir. Fâtıme (Radiyallahü anha) ise Hz. Üsâme'nin âzadlı köle ve bir
de cildinin pek siyah olmasına bakarak evvelâ bu işe razı olmamış; fakat onunla
evlenerek ne derece hayırlı bir zât olduğunu görünce ona gıbta etmiştir. Gıbta
etmek : İmrenmek demektir. Bunu hasedle karıştırmama-hdır. Zira hased : Bir
kimsenin elinden bir şeyin gitmesini istemek, gıbta ise kendisinin de o kimse
gibi olmasını dilemektir. Hüküm itibariyle de birbirlerinden ayrılırlar; hased
haram, gıbta caizdir.
1- Gıyaben
kadın boşamak caizdir.
2- Hukuku
edâ hususunda xrekâiet caizdir. Nevevî'nin beyanına göre bu iki meselede ulemâ
ittifak etmişlerdir.
3- Talâk-ı
bâinle boşanan bir kadını (sarahaten
değil) ta;rîz yolu ile kocaya istemek
caizdir,
4- Müşavere
ve nasihat niyeti i3e bir kimseyi kusuru ile anmak caizdir. Bu giybet değil,
lüzumlu bir nasihat kabîlindendir.
5-
Konuşurken mecazlı sözler kullanmak caizdir.
37- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdül-azîz yâni İbni Ebî
Hâzim rivayet etti. Kuteybe şunu da söyledi : Bize Ya'kûb yâni İbni Abdirrahmân
el-Kaariy rivayet etti. Bu râviierin ikisi de Ebû Hazim'den, o da Ebû
Seleme'den, o da Fâtıme binti Kays'dan naklen rivayet etmişîer ki:
Fâtime'yi kocası,
Peygamber (SaltaÜahü Aleyhi ve Sellem) zamanında bo-şamış. Ve kendisine düşük
bir nafaka vermiş. Fâtıme bunu görünce :
— Valîâhi
Resîdüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem)e bildireceğim!» Şayet benim içîn nafaka varsa işime
yarayanı alırım; bana nafaka
yoksa ondan hiç bir şey almam!» demiş. Fâtıme şunu söylemiş :
— Müteakiben
bunu Kesûlütlah (Sallallakü
Aleyhi ve Sellem) 'e söyledim de :
«Sana ne nafaka
vardır, ne de mesken!» buyurdular.
(...) Bize
Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Imrân b. Ebî Enes'den. o
da Ebû Seieme'den naklen rivayet etti. Ebû Seleme şunu söylemiş : Fâtıme binti
Kays'a sordum da bana haber verdi ki :
Kocası Mahzûmî
kendisini boşamış; fakat nafaka vermeğe yanaşmamış. Bunun üzerine Fâtıme,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setten; 'e gelerek (meseleyi)
haber vermiş. Resûlüllah [Sallallahü Aleyhi ve Sellem} :
«Sana nafaka yoktur.
Hemen taşın da İbni Ürnrnİ MektOm'a git; onun yanında kat! Çünkü o âmâ bir
adamdır; yanında çarşafını atabilirsin!» buyurmuşlar.
38- (...)
Bana Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyn b. Muhammed
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şeybân, Yahya'dan yâni îbnî Ebî Kesîr'den,
rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû Seleme haber verdi. Ona da Dahhâk b.
Kays'm kız kardeşi Fâtime binti Kay s haber vermiş ki:
Ebû Hafs b.
Muğîrete'l-Mahzumî kendisini üç talâkla boşamış. Sonra Yemen'e gitmiş. Ailesi
efradı Fâtime'ye :
— Senin bizde nafaka hakkın yoktur; demişler.
Bunun üzerine Hâ-iid b. Velîd birkaç kişi ile kalkarak Meymûne'nin evinde
bulunan Ke-sûlüllab (Sallatlahü Aleyhi ve Se!lem)}e gelmişler ve:
— Gerçekten Ebû Hafs, karısını üç talâkla
boşamiştır. Acaba bu kadına nafaka var mıdır? diye sormuşlar. Resûlüllah
(Sallatlahü Aleyhi ve Seltem).
«Ona nafaka yoktur ama
iddet vardır.» buyurmuş. Fâtıme'ye de: «Nefsin hakkında benden önce bir iş
yapma!» diye haber göndermiş; ve Ümraü
Şerîk'in evine taşınmasını emir buyurmuş. Sonra tekrar haber göndererek:
«Umrnü Şerîk'e ilk
muhacirler ziyarete gelirler; sen âmâ Ibni Ummi Mektûm'un yanına git! Çünkü baş
örtünü attığın vakit seni görmez.» buyurmuşlar. Bunun üzerine Fâtime onun yasma
gitmiş. îddetî geçince Resûlüllah (Sallalküıü Aleyhi ve Seltem) kendisini Üsâme
b. Zeyd b. Hârise'-ye nikâh etmiş.
39- (...)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe b. Saîd ve tbni Hucr rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize İsmâîl yâni tbni Ca'fer, Muhammed b. Amr'dan, o da Ebû Seleme'den, o
da Fâtıme binti Kays'dan naklen rivayet etti. H.
Bize bu hadisi Ebû
Beler b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Muhammed b. Bişr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Amr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebü
Seleme, Fâtınıe bînti Kays'dan naklen rivayet eyledi. Ebû Seleme şöyle demiş:
Be^ı bunu Fâtıme'nin
ağzından yazı ile tesbît ettim. (Dedi ki) : — Ben Benî Mahzûm'dan bir adamla
evli îdim. Sonra beni talâk-ı bâinîe boşadı. Ben de nafaka istiyorum diye
ailesine haber gönderdim... Râviler bu hadîsi Yahya b. Ebî Kesîr'in, Ebû
Seleme'den naklettiği hadîs mânâsında hikâye ettiler. Yalnız Muhammed b. Amr
rivayetinde : «Beni geçip de kendi kendine bir iş yapma!» ibaresi vardır.
40- (...)
Bize Hasen b. Aliy el-Hulvânî ile Abd b. Humeyd hep birden Ya'kûb b. İbrâhîm b.
Sa'd'dan rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize babam, Sâlih'den, o da İbni
Şihâb'dan naklen rivayet etti. İbni Şihab'a da Ebû Seleme b. Abdirrahman b.
Avf, ona da Fâtıme binti Kays haber vermiş ki, kendisi Ebû Amr b. Hars b.
Muğîre'nin nikâhı altında bulunuyormuş. Derken Ebû Amr onu üç talâkın
sonuncusu ile boşamış. Fâtıme evinden çıkıp çıkmamak hususunda fetva istemek
için Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'e geldiğini, o da kendisine âmâ
tbni Ümmi Met; tûm'un evine taşınmasını emir buyurduğunu söylemiş.
Mervân boşanan kadının
evinden çıkması hususunda bunu tasdik etmekten çekinmiştir.
Urve de: «Âişe
Fâtıme'nin bu hadîsini kabul etmedi» demiştir.
(...) Bana
bu hadîsi Muhammed b. Kâfi' dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Huceyn rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Ukayl'den, o da Tbni Şihâb'dan bu îsnâdia bu
hadîsin mislini Urve'nin : «Âişe Fâtıme'nin bu hadîsini kabul etmedi.» sözü ile
birlikte rivayet etti.
41- (...) Bize
İshâk b. İbrâhîm ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Lâfız Abd'indir. (Dediler
ki) : Bize Abdürrezzak haber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Zührî'den, o da
Ubeydullah b. Abdilîâh b. Utbe'den naklen haber verdi ki, Ebû Amr b. Hafs b.
Muğîre, Aiiy b. Ebî Tâlib ile birlikte Yemen'e gitmiş, de karısı Fâtırae binti
Kays'a talâkı cinsinden kalan bîr talâkla fooşadiğı haberini göndermiş. Haris
b. Hişâm iîe Ayyaş b. Rabîa'ya da Fâtıme'ye nafaka vermelerini emretmiş. Bunlar
Fâtıme'ye:
— Vallahi senin için
nafaka yoktur; meğer ki, hâmile olasın! demişler. Bunun üzerine Fâtıme Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *e gelerek bunların söylediklerini ona anmış da
:
«Sana nafaka yoktur.»
buyurmuşlar. Fâtıme kendisinden evden taşınmak için izin istemiş. O da izîn
vermiş. Fâtıme :
— Nereye
(taşmayım) yâ Resûlâîlah? diye
sormuş.
«Ibnt Ümmİ Mektûm'un
evine!» buyurmuşlar. Bu zât âmâ imiş. Fâtıme onun yanında çarşafını atabilir;
kendisini göremezmiş. Fatîme'nin iddeti bitince Peygamber;'Sallailahü Aleyhi ve
Sellem) kendisini Üsâme b. Zeyd'e nikahlamış. Sonra Mervân bu hadîsi sormak
için Fâtıme'ye Ka~ bîsa l>. Ziieyb'i göndermiş; o da hadîsi kendisine
nakletmiş. Mervân :
— Biz bu hadîsi
bir kadından başka kimseden
işitmedik; insanları üzerinde
bulduğumuz mu'temed ve sahîh hususla amel edeceğiz; demiş. Fâiıme Mervân'ın
duyduğu vakit:
«Öyle ise sizinSe
aramızda (hakem) Kur'ân vardtr. Allah (Azze ve Ceiîe): Oniarı evlerinden
akarmayin.» buyurmuştur. (Ama) bu kendisine ric'at hakkı oîana âiddir. Üç
talâktan sonra ne gibi bîr iş olabilir? Kadın hâmile olmadığı zaman nasıl ona
nafaka yoktur, diyorsunuz? Onu neye hapsediyorsunuz? demiş.
42- (...)
Bana Züheyr b. Harh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hü-şeym rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Seyyar ile Husayn, Muğîre, Eş'as, Mücâlid, İsmâîl b. Ebî Hâlid ve
Dâvûd hep birden Şâ'bî'den nakSen haber verdiler. Şa'bî şöyle demiş :
Fâtrnıe biaıti Kays'ın
yanına girdini de ona Resûlüllah (Sallatla'ıü Aleyhi ve Sellem) in kendisine
verdiği hükmü sordum.
Şu cevâbı verdi:
— Kocam beni talâk-ı
bâinie boşadı. Ben de onu mesken ve nafaka hususunda Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve S ellem)'e da'va ettim. Ama bana ne mesken verdi, ne nafaka. (Yalnız)
İtini Ümmi Mektûm'un evinde id-det beklememi emir buyurdu.
(...) Bize
Yahya b, Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyin, Husayn iîe Dâvûd,
Muğîre, İsmâî! ve Eş'as'dan, onlar da Şa'bî'den naklen onun :
— Fâtıme binli Kays'ın
yanına girdim... dediğini Züheyr'in Hüşeym'-den rivayet ettiği gibi rivayette
bulundu.
43- (...) Bize
Yahya b. Habîb rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Hâlid b. Haris el-Hüceymî rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Kurre rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Hakem Seyyar
rivayet etti. (Dedi kî) : Bize Şa'bî rivayet etti. (Dedi ki) : Fâtıme binti
Kays'ın yanma girdik. Bize İbni Tâb hurması ikram etti; süit karıştırması
sundu. Ben kendisine, üç talâkla boşanan kadının nerede iddet bekleyeceğini
sordum:
— Kocam beni üç defa
boşadı da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)hana ailem nezdinde iddet
beklemeye izin verdi; dedi.
44- (...)
Bize Muhamraed b. el-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Abdurrahmân b. Mehdî rivayet etti. (Dedi kî) : Bİze Süfyân, Seleme b.
Küheyl'den, o da Şa'bî'den, o da Fâtıme binti Kays'dan, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi've SellemY den naklen üç talâkla boşanan kadın hakkında :
«Ona mesken ve nafaka
yoktur.» buyurduğunu rivayet etti.
45- (...)
Bana îshâk b. îbrâhîm el-Hanzatf de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b.
Aden haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ammâr b. Ru-zeyk, Ebû İshâk'dan, o da
Şa'bî'den, o da Fâtıme binti Kays'dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş :
— Kocam benî üç defa
boşadı. Bunun üzerine ben (evinden) taşınmak isteyerek Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve SeliemYe gelmiş.
(Bana):
«Amcan oğlu Amr b.
Ummi Mektûm'un evine git de onun yanında îudet bekle!» buyurdular.
46- (...)
Bize bu hadîsi Muhammed b. Amr b. Cebele de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû
Ahmed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ammâr b. Ruzeyk, Ebû İshâk'dan rivayet
etti. (Şöyle demiş) : Esved b. Yezîd'le ulu câmi'de oturuyorduk. Şa'bî de
yanımızda idi. Derken Şa'bî, Fâtıme binti Kays hadîsini, Kesûlüllah (Sallaltahü
Aleyhi ve Sellem) 'in ona mesken ve nafaka vermediğini rivayet etti. Bundan
sonra Esved bir avuç çakıl taşı alarak onun üzerine attı. Ve şunları söyledi:
— Yazık sana! Böyle
bir şeyi rivayet ediyorsun! Ömer: Biz Allah'ın kitabını ve Peygamberimiz
(Sallallahü Aleyhi: ve Sellem) 'in sünnetini, belledi mi unuttu mu
bilmediğimiz bir kadının sözü île terk edemeyiz; ona mesken de vardır, nafaka
da. Allah (Azze ve Celle):
(Onları evlerinden
çıkarmayın; kendileri de akmasınlar. Meğer ki, aşikâr bir kötülük işlemiş
olsunlar.) [21] buyurmuştur; dedi.
(...) Bize
Ahmed b. Abdete'd-Dabbî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvûd rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Süleyman b. Muâz, Ebû İshâk'dan hu isnadla Ebû Ahmed'in Ammâr
b. Ruzeyk'dan rivayet ettiği hadîsin mislini kıssası ile rivayet etti.
47- (...)
Bize Efaû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman, Ebû Bekr b. Ebî'I-Cehm b. Suhayr el-Adevî'den
rivayet etti. (Demiş ki) : Fatıme binti Kays'i konuşurken işittim :
Kocası kendisini üç
talâkla boşamış da Resûlüllah (SaîlaUahü Aleyhi ve Setlem) ona mesken ve nafaka
vermemiş. (Fâtıme dedi ki) :
— Kesûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) bana
:
«Nikâh için helâl
olduğun vaki* bana bildir!» buyurdular. Ben de kendilerine bildirdim.
Müteakiben Fâtime'yi
Muâviye ile Ebû Cehm ve Üsâme b, Zeyd istemişler. Bunun üzerine Resûlüîlah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Muovİye yoksul bir
adamdır; hiç bir malı yoktur. Ebû Cehm'e gelince kadınları çok döğen bir
adamdır. Lâicin Üsarne b. Zeyd!..» buyurdular. Fâtıme eîiyle şöyle işaret
ederek: Üsâme! Üsâmeî.. dedi.
Resûlüllah (Salîallahü
Aleyhi ve Seüem) ona:
«Allah ve Resulüne
itaaf senin için daha hayırhdır.» demiş,
Fâtıme :
— Ben de onunla evlendim ve gıbta ettim, dedi.
48- (...) Bana
İshâk b. Mansur da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahmân, Süfyân'dan, o da
Ebû Bekr b. Ebû'l-Cehm'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Fâtıme binti Kays'i şunu
söylerken işittim :
Kocam Ebû Amr b. Hafs
b. Mugîre, beni boşadığım haber vermek için Ayyaş b. Ebî Kabîa'y bana gönderdi.
Onunla beş Ölçek kuru hurma, beş ölçek de arpa yollamış. Ben :
— Nafakam yalnız bundan ibaret mi? iddetimi
sizin evinizde geçîr-meyecek miyim? dedim. Ayyaş :
— Hayır, cevâbını verdi. Bunun üzerine hemen
elbisemi kuşanarak ResûlÜIlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e geldim. (Bana) :
«Kocan seni kaç
defa boşadı?» diye sordu.
— Üç defa!
dedim.
«Doğru söylemiş; şano
nafaka yoktur! İddefini amcan oğlu İbni Um-mî Mektûm'un evinde bekle; çünkü
onun gözü görmez; yanında çarşafını atabilirsin. îddeîîn bittiği vakit hemen
bana haber ver!» buyurdular.
Derken beni bâzı
kimseler kocaya istediler. Muâviye ile Ebû Cehm de bunlar meyamnda idi. Fakat
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellenij :
«Muâviye yoksuldur :
Vakîî hâli yerinde değildir. Ebû Cehm'den ise kadsnlara karşı şiddet sâaV
olmaktadır. (Yâ hu d : Kadınları döğer dedi veya buna benzer bir şey söyledi.)
Lâkin sen Üsâme b. Zeyd'i iltizâm etmelisin!»
buyurdular.
49- (...)
Bana İshâk b. Mansur da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Âsim haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Süfyân-ı Sevrî rivayet etti. (De-dİ ki) : Bana Ebû Bekr b.
Ebî'1-Cehm rivayet etti. (Dedi ki : Ben ve Ebû Seleme b. Abdirrahmân, Fâtıme
binti Kays'in yanına girerek kendisine sorduk. Fâtıme :
— Ben Efaû Arar b.
Hafs b. Muğîre'nin karısı idim. Bir ara kendisi Necrân gazasına gitti... dedi.
Kavi hadîsi, tbni
Mehdi hadîsi gibi rivayet etti. Şunu da ziyâde eyledi:
«Fâtıme (Dedi ki) :
Ben de Üsâme ile evlendim. Allah foeni Ebû Zeyd ile şerefyâb etti. Allah beni
Ebû Zeyd ile mükerrem kıldı.»
50- (...)
Bize UbeyduIIah b. Muâz el-Anberî de rivayet etti, (Dedi ki) : Bize babam
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Bekr
rivayet etti. (Dedi ki) : Zübeyr zamanında ben de Ebû Seleme, Fâtıme binti
Kays'in yanma girdik. Bize kocasının kendisini talâk-ı bâinle boşadiğm Süfyân
hadîsinde olduğu gibi anlattı.
51- (...)
Bana Hasan b. Aliy el-Hulvânî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Âdem
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasan b. Salih, Süddî'den, o da Behiy'den, o da
Fâüme bînti Kays'dan naklen rivayette bulundu. Fâtıme :
«Kocam beni üç defa
boşadı ama J&esülüllah(Saliallahü Aleyhi' ve Selîem) bana mesken ve nafaka
vermedi.» demiş.
52- (1481)
Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme, Hişâm'dan rivayet
etti. (Demiş ki) : Bana babam rivayet etti. (Dedi ki) : Yahya b. Saîd b. Âs,
Abdurrahman b. Hakem'in kızı ile evlendi. Bilâhare onu boşayarak evinden
çıkardı. Bundan dolayı Ur ve kei dilerini ayıpladı. Onlar:
— Ama Fâtıme de
(kocasının evinden) çıkmıştı; dediler. Urve şur lan söylemiş:
— Bunun üzerine ben Âişe'ye gelerek meseleyi
kendisine haber ver dim de :
— Fâtıme binti Kays için bu hadîsi anmakta bir
hayır yoktur; dedi
53- (1482)
Bize Muhammed b. Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Hafs b. Gıyâs
rivayet etti. (Dedi kî) : Bize Hişâm, babasından, o da Fâtıme binti Kays'dan
naklen rivayette bulundu. Fâtıme şöyle demiş:
— Yâ Besûlallah, kocam
beni üç defa boşadı; zorla yanıma girerler diye de korkuyorum; dedim. Kavi
diyor ki:
Bunun üzerine
Peygamber (SailaÜahü Aleyhi ve Sellem) emir buyurmuş; o da (oradan) taşınmış.
54- (1481)
Bize (Yine) Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b.
Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Ab-durrahmân b. Kâsim'dan, o da
babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki, Âişe, Fâtıme'nin (mesken ve
nafaka vermedi) sözünü kasdederek:
— Bunu anmakla
Fâtıme'ye bir hayır yoktur; demiş.
(...) Bana
İshâk b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Abdurrahman, Süfyân'dan, o da Abdurrahmân b. Kâsıın'dan, o da
babasından naklen haber verdi. Babası şunları söylemiş :
Urvetü'bnû Zübeyr
Âişe'ye : Hakemin kızı filânı görmedin mi? Kocası talâk-ı bâinle boşadı
da (evinden) çıktı;
demiş. Âîşe (buna) :
— Ne çirkin iş yapmış! mukabelesinde bulunmuş.
Urve :
— Sen Fâtıme'nin söylediklerini işitmedin mi?
demiş. Âişe :
— Bana bak! Bunu anmakta ona hiç bir hayır
yoktur; cevâbını vermiş.
Görülüyor ki hadîsin
bütün rivayetleri Fâtıme binti Kay s (Radiyallahü anha) kıssasına aid olup
birbirini az çok lefsîr etmektedirler, Şimdi bu rivayetlerden bâzı cümleleri
îzâh edelim :
Resûlüîlah (Saliallahü
Aleyhi ve Sel!em):in Hz. Fâtıme'ye :
«Nefsin hakkında
benden Önce bir şey yapma!» buyurmasından mu-râd : Benim haberim olmadan kendi
kararınla kocaya gitme, demektir. Gerek vefat iddeti içinde gerekse üç talâkla
boşandıktan sonra bir kadının ta'rîz yolu İle kocaya istenebileceğine delil bu
cümledir.
Hadîsin bâzı rivayetlerinde
zikri geçen Mervân meselesine gelince : Bu zât o târîhde Medine valisi bulunan
Mervân b. Hakem'dir. Kardeşi Abdurrahmân b. Hakem'in kızı Amra, Yahya b. Saîd
b. Âs evlenmiş, fakat geçinemeyip boşanmış; kocasının evinde iddet beklemesine
de müsâde edilmemişti. Bu sebeple babası Abdurrahmân onu boşandığı evden
alarak kendi evine nakletmişti. Buharî'nin rivayetinden anlaşıldığına göre Hz.
Âişe bunu haber alınca Mervan'a haber göndererek Amra'y1 boşandığı eve iade
etmesini, iddetini orada geçirmesini istemiş. Mervân, kardeşi Abdurrahmân'in
bu hususta kendisine galebe çaldığım bildirerek iade edemediği için özür dilemiş;
hattâ bir rivayette Âişe (Radiyallahü
anha)''ya :
«Sen Fâtıme binti Kays
hadîsim duymadın mı?» demiş; o da kendisine :
«Fâtıme hadîsini
ağzına almamak sana zarar vermez.» diye cevap vermiştir.
Hz. Âişe bu sözü ile
Fitime binti Kays hadîsinin mtı boşandığı evde iddet beklememesi bir sebebe
müstenid idi. Bu se-huccet olamayacağına işaret etmiştir. Çünkü Fâtıme
(Radiyallahü anka) bep boşandığı evin tenha ve korkulacak bir yer olması idi.
Bâzıları buna Hz. Fâtıme 'nin sert tabiatlı bir kadın oluşunu, kayın validesi
ile kayın pederine haşîn sözler söylemesini de ilâve ederler. Bu izahattan da
anlaşılır ki, Resûlüllah (SaliaHahü Aleyhi ve Seliem;'in Hz. Fâtıme'ye evinden
taşınmak için izin vermesi arzettiğimiz Özürden dolayıdır.
Hâsılı Hz. Âişe ,
Fâtıme bin ti Kay s hadîsi İle amel etmemiştir. Onun hadîsini yalnız Âişe
değil, Ömer, Üsâme b, Zeyd , Câbir ve Zeyd b. Sabit (Radiyallahü anh) hazt'râtı
ile tabiînden Saîd b. Müseyyeb ve diğer birçok ulemâ da reddetmişlerdir. Hz.
Ömer onu birçok ashâb-ı kiram huzurunda reddetmiş; kendisine i'lirâz eden
olmamıştır. Bu hâl onların da aynı mez-lıebde olduklarını gösterir.
Haneliler 'den
«E'-Hidâye» sahibi şöyle demektedir; «Fâlime hadîsini Ömer (Radiyallahü anh.)
reddetmiş; ve: Doğru mu yoksa yalan mı söylediğini; belleyip bellemediğini
bilmediğimiz bir kadının sözü ile biz Rabbimizin Kitabım ve Peygamberimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sclieın)"m sünnetini terk edemeyiz.
Ben Resûlüllah {Sallallahü
Aleyhi ve Sellemy'ı : Üç talakta boşar.an ka dıııa nafaka ve mesken vardır;
buyururken işittim; demiştir.» rurken
işittim; demiştir.»
Hadîsin Züheyr b. Harb
rivayetinde'râviler arasında Mücâ1id de vardır. Bu zât zaif bir râvi ise de
Müslim onun rivayetini burada mütâbaat için zikretmiştir. Böyle hadîslerde bâzı
zaif lâviler bulunabilir.
İiıni Tâb :
Hurması Medîne-i Münevvere 'nin yüz yirmi Çeşit hurmasından biridir.
Süit: Arpa
ile buğday arasında bir nevi1 ekindir. Bâzıları bunun kabuksuz arpa olduğunu
söylerler. Nevevî diyor ki : «Ulemâmız bunun hükmünde üç meşhur vecihle ihtilâf
etmişlerdir. Sahîh kavle göre put hububat cinsindendir; fakat buğday veya arpa
değildir. İkinci kavle l,röre buğday, üçüncüye göre arpadır...»
Hadîsin bir
rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. FâIırae'ye '
«Amcan oğlu Amr b,
Ümmi Mektûm'un evine taşın!» buyurduğu görülüyor. İmam Müslim kitabının
sonunda: «Bu zât Benî Vihr
kabîlesindendir; Fâtıme ile
ikisi bir soydandır.» demektedir. Kaadi Iyât bunu kabul etmemiş : «Meşhur olan bunun
hilafıdır; nnl;ır bir sülaleden değillerdir; Fâtıme , Benî
Muhârib b Vıiırden, İbni Ümmi Mektûm
ise Benî Âmir b, uey 'dendir.»
demişse de Nevevî ; Ümmi Mektûm, Katime 'nin mecazen amcası oğludur.
Nesebleri Fihr'de birleşir.» diyor.
İbni Ümmi Mektûm'un
ismi ihtilaflıdır. Bâzıları Amr'dır, demiş; bir takımları Abdullah' olduğunu
söylemişlerdir. Daha başka olduğunu iddia edenler de vardır.
UJu câmi'den murâd
: Küfe'nin mescididir.
Hadîsin bâzı rivayetlerinde
Hz. Üsâme için Ebû Zeyd denilmiş; Kaadî Iyâz 'ıa iddiasına göre ekseri
rivayetlerde : îbni Zeyd ıtlak olunmuştur. Bunların ikisi de doğrudur. Çünkü
Hz. Üsâme İbni Zeyd 'dir; Ebû Zeyd künyesini taşır. Künyesinin Ebû
Muhammed olduğunu söyleyenler de
vardır.
1- Talâk-ı
bâinle boşanan kadına nafaka yoktur diyenler bu rivayetlerle istidlal ederler.
2- Fetva
istemek ve benzeri yerlerde ecnebi bir kadının sesini dinlemek caizdir.
3- îddet
bekleyen kadın bulunduğu evden ihtiyacı için çıkabilir.
4-
Erkeklerin salâh ve takva sahibi kadınları ziyaret etmeleri, haram olan
halvet-i sahîhada bulunmamak şartı ile caiz hattâ müstehaptır.
(Halvet-i sahîha:
Cinsî münasebet için bir mâni' bulunmayacak derecede kapalı bir yerde erkekle
kadının başbaşa kalmasıdır.)
5-
Başkasının dünürlüğü üzerine dünür göndermek ona henüz söz verilmemiş olmak
şartı ile caizdir.
6- Bir
kimseyi menfaati olan şeye irşâd etmek, razı olmasa bile bu hususta ısrarda bulunmak
müstehaptır.
7- Fazilet
sahibi zevatın nasihatlerini kabul ile gösterdikleri yolu tutmak müstehab ve
neticesi hayırlıdır.
8- Kendi
rızası ile bir kadını dengi olmayan erkekle evlendirmek caizdir.
9-Takva ve
fazilet sahibi insanların soyları şerefli olmasa bile kendileri ile sohbette
bulunmaya çalışmalıdır.
10- Bir
müftî, nassa muhalefet eden yahud hususî bir hâdiseyi umû-mileştirmeye kalkışan
başka bir müftiye muhalefet ve inkârda bulunabilir. Nitekim Hz. Âişe, Fâtıme
binti Kays (Radiyailahü anha) 'nın kendi hâdisesi hakkındaki husûsî hükmü
ta'mîm etmesine karşı çıkmıştır.
11- Erkek
veya kadın her ev sahibinin ziyaretçilerine iktidarı nis-betinde güzel yiyecek
ve içecekler takdim etmek sureti ile ikramda bulunması müstehaptır.
55- (1483)
Bana Mulıammed b. Hatim b. Meymün rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd,
İbni Cüreyc'den rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Râfi'
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrez-zâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
İbni Cüreyc haber verdi. H.
Bana Hfvûn b. Abdillâh
dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Haccâc b. Muhammed rivayet
etti. (Dedi ki) : İbni Cüreyc şunu söyledi. Bana Ebu'z-Zübeyr haber verdi ki,
Câbir b. Abdillâh'ı şöyle der ken işitmiş:
Teyzem boşandı.
Bilâhare hurmasının yemcini devşirmek istedi. Fakat bir adam onu dışarı
çıkmaktan men'etti. bunun üzerine Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)fe
geldi de:
«Hay hay, sen hurmanın
yemişini devşir; zira belki tesadduk edeı yahu d bir hayır yaparsın!»
buyurdular.
Bu hadîs talâk-ı
hâinle boşanan bir kadının ihtiyacını görmesi içfîı evinden çıkabileceğine delildir.
İmam Mâlik ile Sevrî , Leys , İmam Şâfiî, İmam Ahmed b. Hanbe1 Ve diğer bâzı
ulemânın mezhepleri budur.. Onlara göre talâk-ı bâinle boşa^ nan ve keza vefat
iddeti bekleyen kadınlar gündüzün ihtiyaçları için evlerinden çıkabilirler.
Hanefîler'e göre
talâk-ı bâinle boşanan kadın gece gündüz
evinden çıkmaz.
Delilleri: «Onları evlerinden çıkarmayın; kendileri de çıkmasınlar; ancak aşikâr
bir kötülük yaparlarsa o başka!» [22]
âyet-i kerimesidir. Bu âyetteki kötülükten murâd: Bâzılarına göre zinadır. Zina
eden kadın hâdd-i şer'i edilmesi için evinden çıkarılır. Bir takımları: «Kötülükten
xnu-ı;"hi : Kadının itaatsizliğidir, İtaatsizlik kadının mesken hakkını
ıskat eder; binâenaleyh evinden çıkarılır.» demişlerdir. Bundan murâd : Kadının
pis olması ve kötü lâflar söylemesidir; diyenler de vardır. Hâsılı kö-fuhık
hâli müstesna olmak üz4re kadın gece gündüz evinden çıkamaz. C'inkü unun
nafakası kocasına âtddir; evinden çıkmağa ihtiyacı yoktur.. vefat iddeti
bekleyen kadın gündüzleri evinden çıkabilir; zîra ona m:i fak;, yoktur.
Nafakasını te'mîn için gündüzün dışarı çıkar. Bu iş bâ-/an geceye kadar devam
edettilir. Onun için gecenin ilk saatlerine kaır dışarıda kalması caiz
görülmüştür. Yalnız geceyi iddetiri beklediği nçirmesi şarttır.
f rarJîs-i şerif,
hurma devşirirken ondan sadaka ve hediyye verme-nnı ve koza hurma sahibine bunu
yapması için ta'rizde bulunmanın müs-iclıap olduğuna da delildir. Şâir meyveler
de buna kıyas olunabilir.
56- (1484)
Bana Ebû't-Tâhir île Harmele b, Yahya rivayet ottilc Lâfızları birbirine
yakındır. Harmele (Bize rivayet etti) tâbirini kullaı di. Ebû't-Tâhir ise: Bize
İbnj Vehb haber verdi, dedi. (İbni Vehb dem ki) : Bana Yûnus b. Yezîd, İbni
Şihâb'dan naklen rivayette bul un d (Demiş ki) : Bana UbeyduÜah b. AbdiIIâh b.
Utbe b. Mes'ûd rivâyı etti ki, bahası, Ömer h. Abdillâh b. Erkanı ez-Zührî'ye
mektup yazara Sübey'a binti Haris el-Esicmiyye'nin yanına girmesini, ona kendi
had sini ve Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve SelU'm)'e fetva sorduğu vakit ket
dişine ne söylediğini sormuşun emretmiş. Ömer b, Abdillâh da Ahdulla b.
Utbe'ye. mektup yazarak SübeyVnın kendisine şunları haber verdiğir bildirmiş:
Sübey'a Benî Âmir b.
Lüey kabilesinden Sa'd b. Havle ile cvlîymi Bu zât Bedir gazasına iştirak
edenlerdcnmiş. Bilâhare karısı hâmile ike Veda' hacetnda (Sa'd) vefat etmiş.
Onun vefatından sonra çok geçme den karısı doğurmuş. Nifasından temizlendiği
vakit kendisini isteyecel ler için giyinip kuşanmış. Derken yanına Benî
Abdiddâr kabilesinde Ebû's-Senâbil b. Ba'kek isminde bir adam girerek :
— Acep seni neden
giyinmiş kuşanmış görüyorum! Galiba evlenme istiyorsun. Vallahi üzerinden dört
ay on gün geçmedikçe sen evlenenle? «in! demiş.
Sübey'a diyor ki: O
zât bana bunu söyleyince geceleyin üzerimdeh elbiseyi çıkardım. Sonra Resûlüllah
(SalldUâhii Aleyhi ve Selleml'e gelerc bu meseleyi ona sordum. Bana doğurduğum
anda helâl olduğum fetva aını verdi ve istersen evlenmemi emir buyurdu.
ibni Şihâb :
«Doğurduğu vakit evlenmesinde bir beis görmüyorum velevki nifası içinde olsun.
Ancak temizlenmedikçe kocası ona yakınlıl edemez.» demiş.
Bu hadîsi Buhârî
«Meğâzî» ve «Talâk» bahislerinde; Ebu Dâvûd, Nesâî ve îbni Mâce «Talâk»da
muhtelif râvi lerden tahrîc etmişlerdir.
Hz. Sübey'a 'nm kocası
Sa'd b, Havle (RadiyaUahii anh bâzılarına göre Beni Âmir b.
Lüey kabilesindendir. İbn H
işâm onun Yemenli olduğunu, Benî Âmir'in müt tefiki bulunduğunu söylemiştir.
Aslen İranlı olduğunu söyleyen ler de
vardır. Vâkıdî'nin beyanına göre kendisi
Habeşistan'a hicret eden ikinci kafiledendir.
İbni Cerir Tabcr Sa'd(RadiyaUahii
tınh) 'in yedinci hicrî yılda vefat ettiğini bildiriyorsi da doğrusu bu hadîste beyan edildiği vecihle Veda' haccında
vefat ot mistir. Ebû Ömer îbni Abdilberr, kalışının birka* gece söjtıra
doğurduğunu söyler, bâzıları Sübey'a
'nın kocasının ve fâtıridan bir ay; bir takmaları yirmi beş-gün sonra
doğurduğunu söyle-mislerdir. Bu müddetten daha azda doğurduğunu iddia edenler
de vardır. Hz. Sübeyra''mtf Hudeybiye anlaşmasından sonra jnüslü-^tmanliğr* kabul
eden ilk kadın olduğu söylenir.
Ebû-'s - Senâbil in
ismi Amr'dır. îbni Abdilberr bu-zâtın
künyesi ile meşhur olduğunu, isminin
Habbe b. Bakekel.K'uraşi e1- Amiri olduğunu
kaydetmektedir. Rivâyete'göre.şâir bir zât imiş
Hadîsi şerif- hâmile
kadının iddeti doğurmakla biteceğine delildir.
Selef ve halef
ulemânın- cumhuru buna kaildirler. Onlara göre kocası ölen bir kadm bir lâhza
sonra doğursa iddeti biter; ve derhal başkası ile evlenebilir. Bütün"
mezhep imamlarının kavilleri'de budur.
Yalnız
Hz..Al i İbnî Abbâs (Radiyallahü anh) ve Mâ1ikî1er'den îbni Suhnün : «Kocası ölen kadın vefat
müddeti ile doğum ; müddetinin hangisi daha uzun sürerse onu bekler.»
demişlerdir. Mâama-
İbni Abbas
(Radiyallahüahhi'nm bu sözünden döndüğü derivayet olunmuştur. Şa'bî ile Hasan-ı
Basrî, ibrahim Nehaî ve .«Hammâd'a göre
böyle bir kadın nifâsından temizlenmedikçe evlenemez.
Cumhur babımız hadîsi
ile istidlal etmiş; bu hadîsin :
«Sizlerden vefat «dip
de (geride) karılarını bırakanlar yok mu, o kadınler- bizzat dört ay^on gün
iddet beklerler.» [23]
âyet-i kerîmesinin umumunu tahsis:
«Hamilelerin iddeti Je
doğurmalarıdır.» [24]
âyetinin boşanan ve kocası ölen bütün kadınlara âmm ve şamil olduğunu beyân
ettiğini söylemişlerdir,
Zikri geçen iki âyetin
umumları birbirine muarızdır. Usûl-i fıkıh kaidelerine "göre iki umûm
tearuz ederse birini tahsis edecek bir müreccih aranır. Burada müreccih vardır.
Sübey'a hadîsi dört ay on gün âyetini tâhsîs etmektedir. Binâenaleyh dört ay
pn gün iddet, hâmile olmayan kadınlara mahsustur.
Subey'a hadîsi' Şa'bi
ve arkadaşlarının aleyhine delildir. Çünkü bu hadîs iddetin. doğurmakla
biteceğini tasrîh etmektedir.
57- (1485)
Bize Muhammed b. Müsennâ el-Anezî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvehhâb
rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Yahya b. Saîd'-den dinledim. (Dedi ki) : Bana Süleyman
b. Yesâr haber verdi ki, Ebû Seleme b. Abdirrahmân ile İbni Abbâs, Ebû
Hüreyre'nin yanında birleşmişler de, kocasının vefatından birkaç gün sonra
nifâs gören kadını gö-rüşüyorlarmış. İbni Abbâs: Bu kadının iddeti iki müddetin
uzun olanıdır; demiş. Ebû Seleme ise (doğurmakla) kadının helâl olduğunu söylemiş.
Derken bu hususta münakaşaya başlamışlar. Râvi diyor ki : Bunun üzerine Ebû
Hüreyre, Ebû Seleme'y kasdederek: Ben kardeşim oğlu ile beraberim; dedi. Sonra
İbni Abbâs'm âzâdhsı Küreyb'i bu meseleyi sormak için Ümmü Seleme'ye
gönderdiler. Küreyb (gitti) geldi. Ve onlara Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini
haber verdi:
Sübey'atü'l-Eslemiyye
kocasının vefatından birkaç gece sonra nifâs gördü. Bunu Resûlüllah (Sallallahii
Aleyhi veSellem) 'e söyleHi de ona evlenmesini emir buyurdular. ;
(...) Bize
bu hadîsi Muhammed fc. Bumh da rivayet etti. (Dedi ki) Bize Leys haber verdi.
H.
Bize bu hadîsi Ebû
Bekr b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkıd dahî rivâ yet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Yezîd b. Harun rivayet etti. Bu râvilerir ikisi birden Yahya b. Saîd'den bu
isnâdla rivayette bulunmuşlardır. Yal kendi rivayetinde: «Ümmü Selcme'yc gönderdiler.»
demiş; Kürc adını söylememiştir.
Bu rivayeti Buhârî
«Tefsir» bahsinde; Tirmizî «Tal'ık-l'i; Nesâî «Talâk» ile «Tefsir» bahislerinde
muhtelif râvilerden l.ıhric etmişlerdir.
Hz. İbni Abbâs'in «iki
müddetin uzun olanı» sözünden mu-râılf : Vefat iddeti ile doğum müddetidir. Ona
göre bu iki müddetin hangisi uzun
sürerse kadın İddet olarak onu bekler.
Hz. Ebû Hüreyre 'nin :
«Ben kardeşim oğlu ile beraberim.»
Arapların âdetine göre söylenmiştir. Yoksa hakikatte Ebû Sellem onun kardeşi oğlu değildir.
Hadîs-i şerif hüküm
itibariyle bundan evvelkinin aynıdır.
58- (1486);
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Abdullah b. EM Bekr'den
dinlediğim, onun da Humeyd b. Nâfi'den, onun da Zeyneb binti EM Seleme'den
naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum :
Zeyneb HumeyJ'e şu üç
hadîsi haber vermiş. Humeyd (Dedi ki) : Zeyneb şunları söyledi :
Bahası Ebû Süfyân
vefat ettiği vakit Peygamber (Salla!fahü Aleyhi ve Şetlandın zevcesi ^Jmmü
Habîbc'nİn yanma girdim. Ümmü Habîbe, içinde sarı ren t oulunan bir koku,
halûk yahud başka bir şey istedi; ve ondan (evvelâ) bir cariyeye sürdü. Sonra
(kendi) yüzünün yanlarına sürdü; ve şunu söyledi:
— Vallahi kokuya hiç
bir ihtiyacım yok: ancak hcn Resûlüllah (SalUılkihii Aleyhi ve Seilenı) 'i
minber üzerinde
»Allah'a ve âhiret
gününe îmân eden bir kadına Ölü İçin üç günden fazla yas tutmak helâl değildir.
Yalnız koca İçin dört ay on gün yas müstesna!»
buyururken işittim.
(1487)
Zcyneb (Dedi ki) : Sonra kardeşi vefat ettiği zaman Zeyneb bin ti Cahş'ıtı
yanına girdim. O da koku getirterek ondan süründü. Ve şunu söyledi :
— Vallahi
kokuya hiç bir
ihtiyacım yok; ancak
ben Rcsîitüllah
Satlıilltihü Aleyhi ve
Sellemi'i minber üzerinde :'
«Allah'a ve âhiret
gününe îmân eden bir kadına ölü için üç günden fazla yas tutmak helâl değildir.
Yalnız koca için dört ay on gün yas tutmak müstesna!» buyururken
işittim.
(1488)
Zeyneb (Dedi ki) : Annem Ümmü Suleme'yi şunu söylerken işittim: Resûlüllah (Sallallahii A tevlit ve Sellem)'a
bir kadın gelerek:
— Yâ Kesûlâllah!
Kızımın kocası vefat etti. Kızım da gözünden rahatsızdır. Ona sürme
çekebilir miyim? diye sordu.
Itesûlüllah (SalUıİlahü AU-\Iıi ve
Sellcnı)ı veya üç defa hep :
«Hayır!» cevâbını
verdi. Sonra şöyle buyurdular :
«Bu iddet ancak dört ay on gündür. Halbuki sizden biriniz câhilİyyet devrinde
tezeği senenin sonunda atardı.»
(1489)
Humeyd (Demiş ki) : Zeyneb'e : Tezeği senenin sonunda atardı ne demektir? diye
sordum, Zeyneb şu cevâbı verdi:
— Kadın, kocası öldüğü
zaman küçük bir eve girer; en kötü elbisesini giyer; bir sene geçinceye kadar
koku ve hiç bir şey sürünmezdi. Sonra kendisine bir hayvan, eşek veya koyun
yahut kuş getirilir de onunla silinirdi. Silindiği şey ekseriya ölürdü. Sonra
dışarı çıkar; kendisine bir hayvan tezeği verilerek onu atardı. Ondan sonra
dilediği koku ve saİreye avdet ederdi.
Hz. Zeyneb'in üç
hadîsinden ikisini yâni Ümmü Habîbe ile Zeyneb bin ti Cahş kıssalarını Buhârî
«Cenaze» bahsinde; Ümmü Seleme kıssasını «Tıb>da tahrîc ettiği gibi üçünü
birden «Talâk»da; Ebü Dâvûd ile îbni Mâce «Ta-tâk»da; Tirmizî «Nikâh»da; Nesâî
«Talâk» ve «Tefsir» bahislerinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Zeyneb binti Seleme
(Radiyallahü anha) ümmehât-ı mü'mi-ninden Hz. Ümmü Seleme 'nin kızı yâni
Resûlüllah (SallaUahu Aleyhi ve Seîlem)'in üvey kerîmesidir. İbni Tîn onun
Peygamber (SallalJahü Aleyhi ve SeUetn)'den hadîs rivayet etmediğini söylemişse
de doğru değildir. Hz. Zeyneb'in Buhârî ve Müslim'de rivayetleri vardır. îbni
Abdilberr'in beyanına göre Zeyneb (Radiyallahü anha) Habeşistan 'da doğmuştur.
Abdullah b. Zem'a ile evlenmişti. Zamanının en âlim kadınlarından biri idi.
Halûk:
Karışık maddelerden yapılan sarı renkli bir nevi' esanstır. Ümmü Habîbe
(Radiyallahü anha) bundan ellerine sürmüş; çok olduğunu görünce bir kısmıtu
yanındaki bir cariyeye sürmüş; kalanını da kendisi sürünmüştür. Bunu kokuyu
sevdiği için değil, yasçı kılığında görünmemek maksadı ile yapmıştır.
İhdâd veya Hidâd : Men' etmek mânâsına gelen (hadd)'den alınmıştır. Zînetlenip
kokulanmayı terketmek, matem, tutmak demektir. Bu hususta fıkıh kitaplarında
tafsilât vardır.
Hanefîler'e göre
ihdâd: Kocası ölen yâhud talâk-i bâinle boşanan âkil, baliğ, müslüman, hür
veya câriye bir kadına ihdâd vaciptir.
İhdâd :
Nikâh ni'meti elden gitmekle kadının başına gelen musibete üzüldüğünü ifâde
için iddeti içinde zîneti, kokuyu terk etmesidir. İhdâd halinde kadın koku
sürünemez; sürme çekinemez; kına yakınamaz. Bunlara ancak özür hâlinde ruhsat
verilir. Usfur ve safran gibi kokulu şeylerle boyanmış elbise dahî giyemez.
İhdâd bir ibâdet olduğu için âkil baliğ ve müslüman olmayan kadınlara vâcib
değildir. İmam Âzam evli cariyeye de ihdâd lâzım gelmediğine kail olmuştur.
Annesi veya babası
yahut evlâdı vefat eden kadın bunlara kocasını kaybetmekten daha çok üzüldüğü
halde üç günden fazla yas tutamaz. Çünkü hadîs-i şerif sarihtir. Hattâ îmam
Muhammed «En-Nevâdir»de : «Kadının babası, oğlu, amcası veya kardeşi ölürse yas
tutması helâl değildir. Bu iş hassaten koca hakkında meşru' olmuştur.» demiştir.
Hazret-i İmam bu sözü ile üç günden fazlayı kasdetmiştir deniliyor.
Şâtiî1er'le diğer
birçok ulema: «Vefat iddeti bekleyen büyük, kiiciik, bakire, seyyibe, hurre,
câriye, müslime veya kâfire her kadına ihdâd vaciptir; bu hususta cimâın vâki*
olup olmaması da müsavidir.» demişlerdir.
Ebû Sevr ile bâzı Mâli
kîler 'e göre müslüman olma-' yan zevceye ihdâd vacip değildir. İmam Mâlik,
Şafiî, Leys , Atâv Rabîa ve îbni Münzir, üç talâkla boyanan kadına ihdâd vâcib
olmadığına kaildirler.
Küfe ulemâsı ile Ebû
Sevr ve Ebû Ubeyd böyle bir kadına ihdâd vâcib olduğunu söylemişlerdir. Bu
kavil İmam Şafiî 'den de rivayet olunmuşsa da zaif görülmüştür. Kaadî Iyâz ,
Hasan-ı Basrî 'den şâzz ve garîb bir kavi nakletmiştir. Mezkûr kavle göre
kocası ölen kadınlara olsun boşananlara olsun İhdâd vâcib değildir.
Sahipleri ölen ümmü
veled ve cariyelere ve keza talâk-ı ric'î ile boşanan kadınlara bilittifâk
ihdâd yoktur.
Kaadî Iyâz diyor ki:
«Kocası ölen kadına ihdâdın vâcib olması, ulemânın ittifakan bu hadîsi vücûb
mânâsına hamletmelerinden çıkarılmıştır. Hadîsin lâfzında vücûba delâlet eden
bir şey yoktur; ama ulema bilittifâk onu vücûba hamletmişlerdir...»
«Dört ay on gün»
ifâdesi hadîste «Dört ay on gece» şeklindedir. Ancak bütün ulemâ bunda
gündüzlerin de dâhil olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre kadın on birinci gece
girmeden iddetten çıkamaz.
Yahya b. EbîKesîr ile
Evzâî, hadîsten yalnız gecelerin murâd edildiğine kail olmuşlardır. Araplarca
gece gündüzden evvel geldiği için onlar kadının onuncu gün iddetten çıkacağını
söylemişlerdir. Dört ay on gün beklemenin hikmeti: Ana 'karnındaki çocukun ancak
120 günde tekâmül etmesi ve kendisine ondan sonra ruh verilmesidir. Hilâl hesabı ile dört ay tam 120 gün olamadığı için aradaki nok-. sanlık ihtiyatan on gün İlâvesiyle
kapatılmıştır;
Hadîsin muhtelif
rivayetlerinden anlaşıldığına^ göre kızının göz ağrısını şikâyet için Peygamber
(SaUaüahii Aleyhi ve Sellem)'e. gelen kadının ismi Âtike binti Nuaymb. Abdi11âh
olup Kureyş kabilesine mensuptur. Âtike (RadiyaHahü mıha) vefat iddeti bekleyen
kızının gözüne sürme çekip çekemeyeceğıni sormuş; Kcsûlüllah (Sallalluhü Aleyhi
\e Sellem) iki veya Uç defa «Hoyir; çekemezsin!» buyurmuşlardır.
Kirmânî bu nehyin
tahram için, Vârid.olinadığını söyleyenler bulunduğuna işaret ettikten sonra:
«Tahrîm için vârid-olduğunu'kabul etsek bile zaruret bulundu mu Allah'ın dini
kolaylıktır.» diyerek sürme çekmenin haram, fakat zarurette caiz olduğunu
anlatmak istemiştir. Ona göre hadîsin :
«Zînet olacak şekilde
sürme; çekinmesin!» mâllarına gelmek de
ihtimâl dahilindedir.
Nevevi : «Bu hadîste
yas tutan bir kadına ihtiyacı olur olmasın sürme çekinmek haram olduğuna dejîl
vardır.» demişse de onui-ı l)u mutlak sözü kabul edilmemiş; şeriatta zaruret
'hâlinin müstesna olduğu hatırlatılmıştır.
«EI-Muvatta'-da Resûlüllah
(Sfillallahn'Aleyhi Sellem)'in
«Sürmeyi geceleyin
çek, gündüzün sil (»buyurduğu rivayet edilmiştir. Bu iki rivayetin arası şöyle
bulunur: Kadının ihtiyacı yoksa sürme çekinmesi helâl değildir. İhtiyâcı
olduğu zamanı.da ancak geceleyin çekinebilir. Bu bâbta bir hayli sözler
söylenmiş; ezcümle bâzıları sürmenin içndc koku bile bulunsa çekinebileceği'ne
kail olmuş; hadîsdeki nehyi ke-râhet-i tenzîhiyyeye hamletmişlerdir. Bir
takımları heiıyin süs için kullanılan sürmeye mahsus olduğunu söylemişlerdir.
ResûlüIIah (Sallatİahü Aleyhi ve Sellem)
«Bu iddet ancak dört
ay on gündür. Halbuki sizden biriniz câhiliyyet devrinde tezeği senenin sonunda
atardı.» Buyurmakla: «Siz bu iddeti çok görmeyin; çünkü bu müddet azdır;
eskiden bir sene beklerdiniz; Allah sîze rahmet olmak üzere onu dört ay on gün*
indirdi.» demek istemiştir.
Nevevî kocası ölen
kadının bir sene iddet bekleyeceğini bildiren Sûre-i Bakara âyetinin bu
hadîsle sarahaten, nesh edildiğini söylüyor.
Sene sonunda tezek atmaktan
riıurâd ne olduğunu Hz. Zeyneb izah etmiştir. Maamâfih ulema 6i İzahatın
üzerinde durmuş; onu muhtelif şekillerde mân abandırmışlardir. Hıfş kelimesini
Ebû Dâvûd «küçük ev» diye tefsir etmiş; Nesâî'nin rivayetinde bu kelimenin
«kamış veya ağaçtan yapılan ev» mânâsına geldiği bildirilmiştir. Bu hususta
birçok sözler soylenmişse de netice i'tibâriyle bunların hepsi «kütük ve dar
ev» mânâsında birleşirler.
tâbiri,. Hattâbî'ye
göre:
«Kadın içinde
bulunduğu matem hâlini bu hayvanla kırardı.» demektir; zira kelimenin adı olan
«fadd» kırmak, dağıtmak mânâsına gelir. Ahfeş
bunun: «Q hayvanla temizlenirdi.»
mânâsına kullanıldığını oylemiştic. Ona göre kelime «gümüş» demek olan
«fidda»dan alınmış;
emizlik, beyaz renk ve
safiyet hususunda gümüşe benzetilmiştir.
Ibn'i Kuteybe diyor ki
: «Ben bu meseleyi Hicazlılar'a sordum da şu cevâbı verdiler: Câhiliyyet
devrinde iddet bekleyen kadın yıkanmaz; su yüzü.görmez;-tırnak kesmez; bir
sene sonra olanca çirkinliği ile meydâna'.jikar; sonra içinde bulunduğu iddet
hâlini bir kuş ile kırar; onunla önünü silerek atardı. Bir daha o hayvan hemen
hemen yaşamazdı.» îmam Mâlik mezkûr tâbiri: «O hayvanla cildini silerdi.»
mânâsına tefsir etmiş; İbni Vehb ise : «Kadın eliyle hayvana ve onun sirttna
dokunurdu.» şeklinde izah etmiştir. Aynı tâbir bâzılarına göre : «Kadın hayvana
dokunur; sonra tatlı su ile gümüş gibi bembeyaz oluncaya kadar yıkanırdı.»
mânâsını ifâde eder. Bu hususta daha başka sözler de vardır.
Mutarrif ile' İ'bni
Mâceşûn'un İmam Mâlik'-den naklettikleri rivayette : «Kadın bir koyun veya deve
tezeği atardı. Tezeği önüne atar; bti onun iddetten çıkışı olurdu.» deniliyor.
İbni Vehb'in rivayetinde ise : «Bir koyun tezeğini arkasına atardı» denilmiştir.
Bâzılarına göre bunun
mânâsı: îddeti hayvan tezeği atar gibi attığına işarettir. Bir tak'tm ulema:
«Bundan murâd : Kadının bunca zaman beklemesi ve çektiği belâya karşı
gösterdiği sabru tahammülü sona erinde Üu çileleri tahkir;, kocasının hakkını
ta'zîm için : Bu çektikleri kendi nazarında o attığı tezek mesabesinde
ehemmiyetsiz şeyler olduğunu göstermektir.» demelerdir. Kadının tezeği tefe'ül
için yâni başımdan ırak olsun; bir daha böyle hâl görmeyeyim; maksadiyle
atardığını söyleyenler de olmuştur.
59- (1486)
Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki.) : Bize Şu'be, Humeyd b. Nâfi'den rivayet etti. (Demiş
ki) : Zeyneb biııti Ümmi Seleme'yi şunu söylerken işittim:
Ümmii Habîbe'nin bir
yakını vefat etti. Müteakiben Ümmü Habîbe sarı bîr esans getirterek onu
kollarına sürdü ve : Ben bunu ancak ve ancak Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemj'i:
«Allah'a ve âhiret
gününe îmân eden bir kadına üç günden fazla yas tutmak helâl
değildir. Yalnız koca(sı) için dört ay on
gün (yas tutmak) müstesna I» buyururken işittiğim için yapıyorum; dedi.
(1488/1487)
Bu hadîsi Zeyneb, annesi île Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem)fin zevcesi
Zeyneb'den, yahut Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcelerinden
birinden naklen rivayet etmiştir.
60- (1488) Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet
etti; (Dedi ki) : Bize Şu'be, Humcy/T b.
Nâfi'den naklen rivayet etti. (Demiş ki)
: Zeyneb binti Selenıe'yİ annesinden naklen rivayet ederken dinledim. Bir
kadının kocası Ölmüş. Kadinin gözüne
bir şey olacağından
korkmuşlar da Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek sürme
çekmek için ondan izin istemişler. Ke-
sûlüllah (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) : .
«Vaktiyle sizden
biriniz evin en kötüsünde pırtıları içinde (yahut evinde en kötü pırtıları
İçinde) bir sene beklerdi. Nihayet bir köpek geçerse bir tezek atar da çıkardı.
(Şimdi) dört ay on gün çok mu geliyor?» buyurmuşlar.
(...) Bize
Ubeydullab: b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Şu'be, Humeyd b. Nâfi'den iki hadîsi birden (yâni) sürme hakkındaki
Ümmü Seleme hadîsi ile Ümmü Seleme ve Peygamber (Saîlallahü Aleyhi veSellem)'in
zevcelerinden diğer birinin hadîsini Muhammed b. Ca'fer hadîsi tarzında
rivayet etti. Yalnız o zevcenin Zeyneb olduğunu söylemedi.
61- (1488/1486)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkid rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Yezîd b. Hârûn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd, Humeyd b.
Nâfi'den naklen haber verdi. O da Zeyneb binti Ebî Seleme'yi, Ümmü Seleme ile
Ümmü Habîbe'den naklen rivayet ederken dinlemiş. Bunlar: Bir kadının
Besûlüllah (SaîlallahüAleyhi ve Sellem)'e gelerek kızının kocası öldüğünü,
bunun üzerine kızının gözleri hastalandığını, kendisi kızına sürme çekmek istediğini
anlattığını; Resülüllah (Saîlallahü A leyhi ve Sellem) 'in :
«Vaktiyle sizden
biriniz tezeği senenin sonunda atardı; bu İddet ancak ve ancak dört ay on
gündür.» buyurduğunu konuşuyorlarmış.
62- (1486)
Bize Amru'n-Nâkıd ile İbııi Ebî Ömer rivayet ettiler. Lâfız Anır'mdir. (Dediler
ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne, Eyyûb b. Musa'dan, o da Humeyd b. Nâfi'den, o da
Zeyneb binti Ebî Seleme'den naklen rivayette bulundu. Zeyneb (Şöyle demiş) :
Ümmü Habîbe'ye Ebû
Süfyân'nı Ölüm haberi gelince (haberin) üçüncü günü sarı bir esans getirterek
onu kollarına ve yüzünün yanlarına sürdü de şunları söyledi:
— Benim buna ihtiyâcım
yoktu. (Ama) Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Selîem) 'i:
«Allah'a ve âhiret
gününe îmân eden bir kadına üç günden fazla yas tutmak helâl değildir; yalnız
koca müstesna! Çünkü kocasına dört ay on gün yas tutar.» buyururken işittim.
63- (1490)
Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybe ve İbni Rumh, Leys b. Sa'd'dan, o da Nâfi'den
naklen rivayet ettiler. Nâfi'e de Safîyye binti Ebî Ubeyd, Hafsa'dan yahud
Âişe'den veya her ikisinden naklen "rivayette bulunmuş ki,
Kesûlüllah (SallaîlaJıü Aleyhi ve
Sellem) .
«Allah'a ve âhiret
gününe (yahut Allah'a ve Resulüne) îmân eden bir kadına bir ölü için üç günden
fazla yas tutmak helâl değildir. Yalnız kocasına (tutması) müstesna!» buyurmuşlar.
(...) Bize
bu hadîsi Şeybân b. Ferrûh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülâzîz yâni
İbni Müslim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Dînâr, Nâfi'den Leys
hadîsinin isnâdiyle onun rivayeti gibi rivayette bulundu.
64- (...)
Bize bu hadîsi Ebû Gassân El-Mismaî ile Muhammed b. Müsennâ dahî rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdülvehhâb rivayet etti. (Dedi ki) : Yahya b.
Saîd'i şunu söylerken işittim: Ben Nâfi'i, Sa-fiyye |>inti Ebî Ubeyd'den
naklen rivayet ederken dinledim. Safiyye, Veygamher (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in zevcesi Hafsa binti Ömer'i Nebî (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) den
naklen Leys ile İbni Dînâr hadîsi gibi rivayette bulunurken işitmiş. Râvî:
«Çünkü kocasına dört ay on gün yas tutar.» cümlesini de ziyâde etmiştir.
(...) Bize
Ebû'r-Rabî' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd, Ey-yûb'dan naklen rivayet
etti. H.
Bize İbni Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah
rivayet etti. Bu râvîler hep birden Nâ-fi'den, o da Safiyye binti Ebî
Ubeyd'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcelerinden
birinden, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen yukarikilerin
hadîsi mânâsında rivayette bulunmuşlardır.
65- (1491)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe, Amru'n-Nâkıd ve Züheyr b. Harb
rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Yahya (Bize haber verdi) tâbirini
kullandı. Ötekiler: Bize Süfyân b. Uyeyne, Züh-rî'den, o da Urve'den, o da
Âişe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı) 'den naklen rivayet
etti; dediler. Fahr-i Kâinat Efendimiz :
«Allah'a ve âhiret
gününe îmân eden bir kadına Ölü için üç günden fazla yas tutmak helâl değildir;
ancak kocasına (yas tutması} müstesna!» buyurmuşlar.
66- (938)
Bize Hasan b. Rabî' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnî İdris, Hişâm'dan, o da
Hafsa'dan, o da Ümmü Atıyye'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (SaÜallakü Aleyhi ve Sellem) :
«Hiç bir kadın ölüye
üç günden fazla yas tutamaz; ancak koca için dört ay on gün yas tutmak müstesna!
Yemen kumaşı müstesna olmak üzere boyalı elbise giyemez; sürme çekinemez; koku
da sürünemez. Yalnız temizlendiği vakit bir parçacık kust veya ezfâr
sürünebilir.» buyurmuşlar.
(...) Bize
bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b.
Nümeyr rivayet etti. H.
Bize Amru'n-Nâkıd da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Hârûn rivayet etti. Bu râvilerin ikisi
de Hişâm'dan bu isnâdla rivayette bulunmuş; ve: «Temizlik devresinde kust ve
ezfâr dan bir parçacık...» demişlerdir.
67- (...)
Bana Ebû'r-Rabî'ez-Zehrânî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb, Hafsa'dan, o da Ümmü Atiyye'den naklen rivayet
eyledi. (Şöyle demiş) :
Biz Ölüye üç günden
fazla yas tutmaktan nehyohuıuyorduk; .yalnız koca için dört ay on gün müstesna
idi. O esnada sürme çekinmez; koku sürünmez; boyalı elbise giymezdik. Ama bir
hangimiz hayzından yıkandı mı temizliği müddetinde kust ve ezfârdau bir
parçacık kullanmasına ruhsat verilmişti.
Görülüyor ki, bu
rivayetlerin hepsi aynı mânâda olup birbirlerini az çok tefsir etmektedirler.
Hz. Ümmü Atıyye rivayetini Buhârî «Hayz», «Talâk» ve «İddet» bahislerinde; Ebû
Dâvûd, Nesâî ve İbni Mâce «Talâk» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc
etmişlerdir,
Ahlâs: Hılsın
cem'idir. Hıls: Lügatte hah ve diğer kıymetli yaygıların altına döşenen ve
hayvanın semeri altına konan kıl veya yünden yapma palastır. Burada ondan
murâd : Kötü elbisedir. Resûlüİlah (Saîlallahü Aleyhi ve Seltem) 'in
zevcelerinden Ümmü Habîbe (Radîyalkıhü anh) Ebû Süfyân'ın kızı ve Muâviye 'nin
kız kardeşidir. İsmi Ram1e'dir.
Yine ezvâc-ı
tâhirattan Ümmü Atıyy e (Radiyallahû anha )'mn ismi Nüseybe binti Kâ'b 'dır.
Nüseybe binti Haris el-Ensâriyye
olduğunu söyleyenler de vardır.
Asb: Bir
nevi' Yemen kumaşıdır. Bu kumaşın ipliği toplanarak sımsıkı bağlanır, ondan
sonra boyanırmış. Bu suretle bâzı yerlerine boya işlemeyen iplikten alaca bir
kumaş meydana gelirmiş. Kazzâz : «Hükümdarlara elbise bu kumaştan yapılırdı.»
demiştir. Bâzıları asbın, çizgili kumaş olduğunu söylemişlerdir.
Kust veya Küst yahud Küşt: Bedevilerin kullandığı bir nevi' buhurdur. İbni
Baytar buna isin dahî denildiğini söyler.
Ezfâr dahî bir nevi'
siyah buhurdur. Parçası tırnağa benzermiş. Nevevî'nin beyânına göre kust ile
ezfâr koku sürünmek maksadı ile değil de hayzdan sonra kanın eseri olan pis
kokuyu gidermek için kadınların kullanmasına ruhsat verilen birer nevi' mâruf
buhurdur.
îbni Battal: «Hayızlı
kadına gerek iddet içinde gerekse id-det dışında hayzından yıkandığı zaman
kanın kokusunu gidermek için kust ile buhurlanmağa ruhsat verilmiştir. Bunu
namaza durmak ve kanın pis kokusu ile meleklere ezâ etmemek için yapar.»
diyor.
Hâsılı bu babın
rivayetleri: İddet hâlinde olmayan kadınların ölü İçin üç günden fazla yas
tutamayacaklarına, yas tutan kadına zaruret yokken sürme, koku ve zînetli
elbise gibi şeyler haram kılındığına, buhurların bunlarda dahil olmadığına
delildirler.
Vakıa bir hadîste:
«Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) kadına kocası için iddeti geçinceye
kadar; babası için yedi gün; başkaları için üç gün matem tutmağa ruhsat
verildi.» denilmişse de Buhârî sârini Aynî bu hadîsin sahîh olmadığını
bildirmiş; Hz. Ümmü Habibe'nin, babası vefat ettikten üç gün sonra koku
sürünmesini ve diğer hadîslerin umumunu müddeâsına de! il göstermiştir. Hadîsi
Ebû Dâvûd «Kitâbü'l-MerâsiNinde mu'dal olarak rivayet etmiştir; binâenaleyh
onunla ihticâc edilemez.
[1] Tafsilât içid «Selâmet Yollan» adlı nâçiz eserimizin (Boşanma) bahisne
müracanî edilebilir.
[2] Çünkü başkaları burada hataya düşmüş; bir yerine «üç
talâk» demişlerdir.
[3] Sure-i Talâk; âyet:
1
[4] Sûre-i
Talâk, âyet: i.
[5] Âyet-i kerîme.
[6] Sûre-i Talâk, âyet;
1.
[7] Şayan-ı hayrettir ki dört mezheb ulemasının ittifakına
rağmen Mısırın yeni müc-tchitlcri bir dcfadiı yapılan üç talâkın bir talâk
sayılacağına fet\â veimişlerdir. Bu fetvay: görmek isteyenler «Selâmet
Yollan» nın Talâk bahsine müracaat
edebilirler.
[8] Sure-i
Ahzâb; âyet: 2
[9] Yemin keffareti: dilerse bir köle âzât etmek, isterse
on faikre bir gün doyurmak veya giydirmek, fakir bulmazsa iiçn gün arka arkaya
oruç tutmaktı
[10] Surc-i Ahzâb;
âyet: 28 - 29
[11] ilâ: Erkeğin karısına dört ay yaklaşmayacağına yemîn
etmbesİdir. Fakat birada ondan murad sadece yemindir.
[12] Sureli Abzâb;
âyet51
[13] Sure-i
Tahrîm: âyet: 5
[14] Sure-i
'Fahrîm; âyel: 4
[15] Sure-i
Nisa; âyet: 83
[16] Sure-i
Tahrîm; âyet 4
[17] Sûre-i Talâk, âyet:
1,
[18] Sûre-i Talâk, âyet: 6.
[19] Sûre-t Nûr, âyet: 30.
[20] Sûre-i NÛr, âyet: 31.
[21] Sure-i Talâk; âyet:
1
[22] Sure-İ Talâk;
âyet: 1
[23] Ayet-İ Kerîme
[24] Ayet-İ Kerîme