1-
Ölenlere Şehadet Telkini Babı
2-
Musibet Zamanında Söylenilecek Söz Babı
3-
Hastanın ve Ölen Kimsenin Yanında Söylenecek Söz Babı
4-
Ölenin Gözlerini Yumdurma ve Can Boğaza Geldiği Vakit Ona Duada Bulunma Babı
5-
Ölenin Dikilip Kalan Gözlerinin Rüh'unu Takibetmesi Babı
7-
Hastaları Ziyaret Hakkında Bir Bab
8-
Musibete, Başa Geldiği Ânda Sabir Etme Hakkında Bab
9-
Ölen Kimsenin, Ailesinin Ona Ağlaması Yüzünden Azab Olunması Babı
Babımız
Hadislerinden Şu Hükümler de Çıkarılmıştır
Mersiye
(Ağıt) Okuma Hususunda Gösterilen Şiddet Babı
11-
Kadınların Cenaze Arkasında Yürümekten Nehy Babı
12-
Cenazeyi Yıkama Hakkında Bir Bab
13-
Ölenin Kefeni Hakkında Bir Bab
15-
Ölen Kimsenin Kefenini Güzel Yapmak Hususunda Bir Bab
16-
Cenazeyi Acele Götürme Babı
17-
Cenaze Namazı Kılmanın ve Cenaze Arkasından Yürümenin Fazileti Babı
20-
Ölenlerden Hayir veya Şerle Anılanlar Hakkında Bab
21-
Rahata Eren ve Kendisinden Kurtulunan Hakkındaki Hadis Babı
22-
Cenaze Namazında Alınan Tekbir Hakkında Bir Bab
23-
Kabir Üzerine Cenaze Namazı Babı
24-
Cenazeye Ayağa Kalkma Babı
25-
Cenazeye Ayağa Kalkmanın Neshi Babı
26-
Cenaze Namazında, Ölü İçin Okunan Dua Babı
27-
Cenaze Namazı Kılmak İçin İmamın Cenazenin Hangi Tarafına Duracağı Babı
28-
Cenaze Namazı Kılan Kimsenin Namazdan Sonra Bir Vasıtaya Binmesi Babı
29-
Lahd Yapmak ve Cenazenin Üzerine Kerpiç Dizmek Hususunda Bir Bab
31-
Kabrin Yerle Bir Yapılmasını Emir Babı
32-
Kabri Kireçlemekten ve Üzerine Bina Yapmaktan Nehiy Babı
33-
Kabir Üzerine Oturmaktan ve Kabir Üzerinde Namaz Kılmaktan Nehiy Babı
34-
Cenaze Namazının Mescidde Kılınması Babı
35-
Kabristana Giderken Okunacak Şeyler ve Orada Yatanlara Dua Babı
37-
Întihar Edenin Cenaze Namazını Terk Babı
1- (916)
Bize Ebû Kâmil-i Cahderi Fudayl b. Hüseyin ile Osman b. Ebî Şeybe hep birden
Bişr'den rivayet ettiler. Ebû Kâmil dedi ki: Bize Bişrü'bnü'1-Mufaddâl rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Umâratü'bnü Ga-ziyye rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya
b. Umara rivayet etti. Dedi ki: Ebû Said-i Hudri'yi şöyle derken işittim:
Resûlüllah [Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Ölenlerinize
Allah'dan başka ilâh yoktur, sözünü telkin edin.» buyurdular.
(...) Bize,
bu hadisi Kuteybetü'bnü Said de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdulaziz yâni
Derâverdî rivayet etti. H
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâli-dü'bnü Mahled rivayet etti. (Dedi
ki). Bize Süleyman b. Bilâl rivayet etti. Bu râvîlerin hepsi hadîsi bu isnâdla
rivayet etmişlerdir.
2- (917)
Bİze Ebû Şeybe'nin oğulları Ebû Bekir ile Osman rivayet ettiler. H.
Bana Amru'n-Nâkıd da
rivayet etti. Bunlar hep birden dediler ki: Bize Ebû Hâlid-i Ahmar, Yezîd b.
Keysân'dan, o da Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû
Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahti Aleyhi ve Sellem)
cölenlerinfze:
Allah'dan başka flâh yoktur, demelerini teikin edin.» buyurdular.
Cenâiz kelimesi:
Cenazenin cem'idir. Kaamûs'a göre cenaze: ölen insan, demektir. Yahut cinâze:
Ölen insan; cenaze ise: Tabut, demektir. Bunun aksini söyleyenler de vardır.
Onlara göre cinâze: Tabut; cenaze: Ölen insan, demek olur. Cinâze'nin hem ölen
insan hem de tabut mânâsına geldiğini söyleyenler de vardır. Umumiyetle
Hanefi1er'in fıkıh kitaplarında cenaze «ölmüş insan» mânâsına kullanılmıştır.
«Cinâze» onlara göre; Tabut, demektir.
Telkinden murâd: Ölen
kimsenin yanında arada sırada «Lâ ilahe illallah» diyerek, ona bunu
hatırlatmaktır. Tâ ki son sözü tevhid olsun. Çünkü itibar bir şey'in
sonunadır. Bu cihet bir çok eserlerde vâ-rid olmuştur. Ulemâ buradaki telkin
emrinin vücûb değil; nedip ifâde ettiğinde müttefiktirler. Yalnız hastanın
yanında sık sık şahadet getirmeyi ve bunu hastaya söyletmeye çalışmayı mekruh
görmüşlerdir. Zîrâ hasta çektiği ıstırabın şiddetinden pek ziyâde bunaldığı
cihetle yapılan ısrarlara da canı sıkılarak red cevâbı verebilir; hattâ hiç beklenilmedik
tehlikeli sözler de söyleyebilir. Binâenaleyh bu cihet göz-önünde tutuîarâTc'
hasta bir def'â şahadet getirdimi bir daha tekrarlatmağa çalışılmamalıdır.
Ancak, şahadet getirdikten sonra konuşursa son sözünün kelime-i şahadet
olmasını te'min için yanında tekrar şahadet getirilir.
Bu hadis, ölen kimseye
kelime-i şahadeti telkin etmek, öldükten sonra gözlerini yumdurmak ve diğer
hukukunu ifâ için onun yanında bulunmak gerektiğine delildir. Bu cihet ulemâ
arasında ittifâkidir.
Ölen bir kimsenin son
sözü kelime-i şahadet olursa netice şudur: o kimse yeni müslüman oluyorsa
doğrudan doğruya; eskiden müslü-man olup kulluğunu lâyıkıyla yaptıysa kezâlik
doğrudan doğruya cennete girecektir. Günahkâr müslü inanların hâli Allah'ın
meşîetine kalmıştır. Dilerse onları da affeder, dilerse günahlarına kadar
cezalarını çektirdikten sonra cennetine koyar. Hâsılı son sözü îmân ederek
kelime-i şahadet olan kimse muhakkak cennete girecektir. Bu bâbda Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
<Bir kimsenin (1â
ilahe illallah) olursa o kimse cennete girer.» buyurmuştur.
Hz. Muâz b. Cebel 'den
rivayet olunan bu hadisi Hâkim rivayet etmiş ve: «İsnadı sahihtir.» demiştir.
Ebû Bekir b. Ebi Şeybe
'nin sahih bir isnâdla Enes b. Mâlik (Radiyallahü a«Jz)'dan rivayet ettiği bir
hadisde Resûlül-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Bilmiş ol ki (Lâ ilahe
illallah) diye şahadet getiren kimse cennete girecektir.» buyurmuştur.
Bu bâbda daha bir kaç
sahâbîden hadîsler vardır. Kirmâni: «Şahadetten murâd: (Lâ ilahe illallah) ile
birlikte onun tamâmı olan (Muhammedün RasûlüllahYı da söylemektir.» diyor.
Buhârî şârihi Ayni bu
hususta tafsilât vermiş ve: «Hadîsin zahiri müşrik hakkında söylendiğini
gösteriyor. Bir müşrik (Lâ ilhe illallah) derse onunla, onun müslümanlığma
hükmolunur. Şayet ölünceye kadar bu hâl üzere devam ederse cennete gider. Fakat
şahadet getiren kimse Allah'a inanıp da, Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem
)'in Peygamberliğini tasdik etmez yahut onun hassaten arap-lara gönderildiğini
iddia ederse sırf (Lâ ilahe illallah) demekle müslümanlığma hükmolunmaz.
Mutlaka (Muhammeden Rasûlüîlah) demesi icâbeder.
Şu da var ki Hanefii'lerin
cumhuruna göre, böyle bir kimsenin hakîkaten müslüman olabilmesi için iki
şahadeti söyledikten sonra: «İslâm'dan başka bütün dînlerden teberrî ettim.»
demesi şarttır.
Hadîsin ikinci
isnadında imam Müslim
«Bunlar toptan bu isnâdla rivayet etmişlerdir.» demişdir.
Bütün nüshalarda ayni
şekilde rivayet edilen bu ibare sahih olmakla beraber, biraz kapalıdır. Onun
için Ebû Ali El-Gassâ-n i ve diğer hadîs ulemâsı «Bu sözden murâd: Mezkûr
zevatın toptan Ümâratü'bnü Gaziyye 'den bu isnâdla rivayet etmiş olmalarıdır.»
demişlerdir. Yâni gerek Abdülazîz Derâverdî gerekse Süleyman u'bnü Bilâl bu
hadîsi ayni isnâdla Ü m â-ratü'bnü Gaziyye 'den rivayet etmişlerdir. Müslim
dahî, onu bu şekilde tasrîh etse daha iyi olurdu. Nitekim âdeti de bu idi. Yalnız
burada bu ilmin ulemâsınca mes'ele açık olarak anlaşılacağı için ibareden hazf
yapmıştır.
3- (918)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbni Hucr hep birden İsmâîl b. Cafer'den
rivayet ettiler. îbni Eyyûb dedi ki: Bize İsmâ-U rivayet etti. (Dedi ki): Bana
Sa'dü'bnü Said, Ömer b. Kesir [1] b. Ef-lâh'dan,
o da İbni Sefine [2] 'den o da Ümmü Seleme'den
naklen haber verdlki, Ümmü Seleme şöyle demiş: Ben, Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemfi şöyle buyururken işittim:
«Başına musibet gelen
hiç bir müsiüman yoktur ki, Allah'ın emrettiği vecihle: Biz Allah'ınız ve ancak
ona dönücüleriz. Allah'ım musibetim hususunda bana ecir ver ve bana bunun
arkasından daha hayırlısını ihsan eyle; desin de Allah ona mutlaka daha hayırlısını
İhsan buyurmasın.»
Ümmü Seleme demiş ki:
«Ebû Seleme vefat edince ben;
— Müslümanların
hangisi Ebû Seleme'den daha hayırlıdır? O ailesi ile birlikte, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Se//etwJ'e hicret eden ilk hânedir, dedim. Bunu
söyledikten sonra Allah, onun yerine bana Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ihsan buyurdu.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bana Hâtîb b. Ebî Beltea'yı dünür yolladı. (Kendisine):
— Benim bir kızım var. Hem ben kıskancım,
dedim. (Bu sözüme
karşılık) Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— Kızına gelince: Onu annesinden müstağni
kılması için Allah'a duâ ederiz. Kıskançlığı gidermesi için de ben Allah'a duâ
ederim; buyurmuşlar.»
4- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme, Sa'dü'bnü
Ebî Saîd'den rivayet etti. Demiş ki: Bana Öme-rü'bnü Kesîr b. Eflâh haber
verdi. Dedi ki: îbni SefTne'den rivayet ederken dinledim, kendisi Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve SeJJem)*in zevcesi Ümmü [3]
Seleme'yi şöyle derken işitmiş: Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfi
şunları söylerken dinledim.
«Başına musibet gelip
de: Biz Allah'ınız ve ancak ona dönücüleriz. Allah'ım musibetim hakkında bana
ecir ver. Ve onun ardından bana daha hayırlısını ihsan eyle, diyen hiç bir kul
yoktur ki musibeti hakkında Allah ona mükâfat vermesin ve onun arkasından daha
hayırlısını kendisine İhsan buyurmasın.»
Ümmü Seleme demiş ki:
Ebû Seleme vefat edince ResûlÜUah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellemfia. bana
emrettiği gibi söyledim. Müteakiben Allah bana ondan daha hayırlısını (yâni)
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SellemYi ihsan buyurdu.»
5- (...) Bize
Muhammedü'bnü Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti (Dedi ki): Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Sa'dü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bana Ömer yâni îbni
Kesir, Ümmü Seleme'nin azatlısı İbni Sefîne'den, o da Peygamber {Sallallahü
Aleyhi ve Selle-mTin zevcesi Ümmü Seleme'den naklen haber verdi. Ümmü Seleme:
«Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfi şöyle buyururken işittim...»
diyerek; Ebû Üsâme hadîsi gibi rivayette bulunmuş.
Bu hadlsde râvî şunu
ziyâde etmiştir: «Ümmü Seleme dedi ki: Ebû Seleme vefat edince ben:
— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemfirı sahâbîsi Ebû Selemeden daha hayırlı kim
olabilir? dedim, sonra Allah bana azim halketti de, o duayı okudum. Müteakiben
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) ile evlendim.»
Kaadî Beyzâvî 'nin
beyânına göre ResûlÜUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) musibeti: «Mü'mine eziyet
veren her şeydir.» diye tarif etmiştir.
Musibet zamanında âyetini
okumaya «istircatircâ'» derler. Bunun mânâsı: «Biz Allah'ınız ve ancak ona
dönücüleriz» demektir. Bu sözde her şey'in hattâ canlarımızın bile Allah'ın
milki olduğunu, Allah'ın milkinde dilediği gibi tasarruf ettiğini itiraf vardır
ki, dolayısıyla kaza ve kadere rızâyı tezammun eder. Bu ma-kaam pek büyüktür.
Ona eren nefse, ehl-i hakîkata göre nefs-i Râdı-ye denilir.
Hadîs-i şerifde
Allah'ın emrettiği bildirilen istircâ1 âyeti Bakara sûresindedir. Âyet-i
kerimenin tamâmı şöyledir:
«Başlarına bir musibet
geldiği zaman: Biz Allah'ınız ve ancak ona döndürücüleriz, diyen sabırlıları
mü|dele [4].»
Rivayete nazaran
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin kandili sönmüş de,
istirca' etmiş. Aişe (Radiyallahü anh): «Bu bir kandildir.» diyerek istirâ'ı
mucip bir musibet olmadığını söylemek istemiş ise de, Resûlüllah (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Mü'minin fenasına
giden her şey musibettir.» buyurmuşlardır. Bu hadisi Ebû
Dâvûd «Merâsil» inde rivayet
etmiştir.
Görülüyor ki: Allah
Teâlâ istircâ'ı sabırlı kullarını medih zımnında emir buyurmuştur. Zira
Kur'ân-ı Kerîm'de medih buyu-rulan herşey zımnen emredilmiş, zemmedilen her şey
de zımnen ne-hiy buyurulmuştur.
Hz. Ümmü Seleme 'nin:
«Müslümanların hangisi Ebû Seleme 'den daha hayırlıdır? O, ailesi ile birlikde
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e hicret eden ilk hânedir.» sözü vefat
eden kocasının, yeri doldurulamıyacak kadar büyük bir zât olduğunu ifâde eder.
Hakikaten Ebû Seleme {Radiyallahü anh), ailesi efradı ile birlikte Habeşistan'a
Hicret eden ilk muhacirlerdendir: Sonra Medîne-i Münevvere'ye hicret etmiştir.
Ebû Seleme {Radiyallahü anh). Peygamber {Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)
Efendimizin hem süt kardeşi hem de halasının oğlu idi.
Hz. Ümmü Seleme bu
sözü ile kendisine nisbetle vefat eden kocası Ebû Seleme'den daha hayırlı bir
kimse bulunmadığını anlatmak istemiştir. Binâenaleyh bu söz. Hz. Ebû
Seleme'nin Ebû Bekir {Radiyallahü onfe/dan daha hayırlı olması îcâb etmez.
Kaadî Iyâz diyor ki:
«Hz. Ümmü Se1eme, bu sözü ile kocasının mutlak surette herkesden daha hayırlı
olduğunu kastetmiş olabilir. Fakat Ebû Bekir {Radiyallahü anh)'ın Resûlüllah
{Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'den sonra vefat eden her sahâbîden efdal olduğuna
icmâ' vardır. Peygamber {Saîlallahü Aleyhi ve SellemYin vefatından önce ölenlerden
efdal olup olmadığı ihtilaflıdır...»
Hadis-i şerif,
istircâ'm faziletine delildir.
Nevevî: «Bu hadisde
mendûbun me'mûrun bih olduğuna delil vardır. Muhtar olan mezheb de budur.
Çünkü Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'Q istircâ' emir buyurulmuştur.
Hâlbuki âyet-i kerlme istircâ'ın mendûb olmasını iktizâ ettiği gibi, onun
mendûp olduğuna icmâ-ı ümmet de vardır.» divor.
6- (919)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Şakîk'den, o da Ümmü Seleme'den naklen rivayet
etti. Ümmü Seleme şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'.
«Hastanın veya ölen
kimsenin yanında bulunursanız hayır söyleyin. Zira melekler sizin söylediklerinize:
Âmîn, derler.» buyurdu,
Ebû Seleme vefat
ettiği zaman ben Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in yanına giderek:
— «Yâ ResülüUah! Ebû Seleme vefat etti.» dedim,
Resûlüllah (Sah lallahii Aleyhi ve Sellem)-
— Allah'ım beni de, onu da affet ve bana onun
ardından güzel bir bedel ihsan et, de!» buyurdular. Ben de öyle dua ettim.
Bunun üzerine Allah bana Ebû Seleme'den daha hayırlısını, Muhammed {Sallallahü
Aleyhi ve SeHem)'i ihsan buyurdu.
Bu hadîs, hasta
dolaşmanın âdabını bildirmektedir. Bu husûsdaki umûmî delillerden anlaşıldığına
göre hastanın hâl-ü hatırını sorduktan sonra yanında fazla oturmamak, oturduğu
müddetçe dahî onu ye' se düşürecek şeyler değil, bil'akis ümit verecek sözler
konuşmak âdâb-dandır. Konuşulan sözler dua yerine geçeceği için, orada bulunan
meleklerin bu sözlere-. Amin, diyecekleri bildirilmiştir.
Hulâsa bu hâdis-i
şerif şu hükümleri ihtiva eder:
1- Hasta
yanında bulunan bir kimsenin hastaya hayır duâ mesi, onun nâmına istiğfarda
bulunması müstahabdır.
2- Hasta dolaşan kimselerle birlikte melekler de
bulunarak, c ların söylediklerine: Âmîn, derler.
7- (920)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti (Dedi ki): Bize Muâ-viyetü'bnü Amr rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Ebû îshâk-ı Fezârî, Hâlid-İ Hazza'd an, o da Ebü Kılâbe'den, o
da Kabîsatü [5] 'bnü Züeyb'den, o da Ümmü
Seleme'den naklen rivayet etti. Ümmü Seleme şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selîetn), Ebû Seleme'nin yanına girdi, gözleri açık kalmıştı; onları
kapadı. Sonra şöyle buyurdu;
«Şüphesiz ki ruh
kabzedildiği vakit göz onu tâkîb eder.»
Derken Ebû Seleme'nin
ailesi efradından bâzıları feryâd-u fi-fan ettiler. Bunun üzerine Resûlüllah
(SaÜoâlahü Aleyhi ve Seüemh
— «Kendinize hayırdan
başka duâ etmeyin. Çünkü melekler söylediklerinize: Âmîn, derler.» buyurdu.
Sonra şunu da ilâve etti:
«Allah'ım Ebû
Seleme'yi affet, derecesini hidâyete erenler meyânına yükselt. Arkasında
kalanları içinde ona sen halef ol; bize de, ona da mağfiret buyur! Ey
Âlemlerin Rabbii Kabrini genişlet ve kendisine orada nûr halk eyle.»
8- (...)
Bize Muhammed b. Mûse'l-Kattân El-Vâsıtî [6]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Müsennâ b Muâz [7] b.
Muâz rivayet etti. (Dedi ki). Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize UbeyduUah
b. Hasen rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid-İ Hazza bu İsnâdla, bu hadîsin
benzerini rivayet etti. Yalnız o: «Terekesinde ona halef ol.» dedi, bir de*.
«Ya Rabbit Kabrinde ona genişlik ver.» cümlesini söyledi; «Onun için genişlet...»
tabirini söylemedi.
Hâlid-i Hazza':
«Yedinciyi teşkil eden bir duâ daha vardı ama ben onu unuttum.» İfadesini
ziyade etmiştir.
tâbiri bâzı
rivayetlerde şeklinde zaptedümiş-
tir. Bunların ikisi de
doğrudur. Ve her ikisinin mânâsı-. Gözü dikildi, bir noktaya bakıp kaldı;
demektir. Nitekim bundan sonraki rivayette bu mânâ tasrih edilmiştir.
Cevheri,
İbni's-Sikkit'dennaklen «Şakkabasaru'1-Mey yiti» denilir. Fakat
«Şakka'l-Meyyitu basarahû» deme, dediğini bildirmiştir. Burada «gözü dikilmek»
den murâd: Ölüm hâlinde bulunup, bir noktaya bakmak; gözünü başka yere
çevirememektir.
Gözün ruhu tâkib
etmesinden murâd: Ruh cesetten ayrıldığı vakit gözün onun arkasından
bakmasıdır.
-«Arkasında kalanları
içinde sen ona halef ol.» cümlesinden murâd-. «Çocukları veya torunları içinde
onun halîfesi sen ol Yâ Rabbî! Onların rızkını ve hayâtlarım sen tekeffül
buyur.» demektir.
Ulemâya göre, ölen
kimsenin gözlerini yumdurmaktaki hikmet: Bundan hâsıl olacak çirkinliği
önlemektir.
1- Ölen
kimsenin gözlerini yumdurmak müstahabdır. Bu husüs-da bütün ulemâ müttefiktir.
2- Ruhlar
bedene giren lâtif cisimlerdir. Onların çıkması ile sette hayât kalmaz. Bir çok
kelâm ulemâsı ile onlara muvafakate diğer ulemânın mezhepleri budur.
Bâzıları, rûh'un araz
olduğunu; bir takımları da kan'dan ibâ bulunduğunu söylemişlerdir.
3- Ölen
kimsenin yanında, onun âhiret umuru ile çoluk çocui nun dünyâ ve âhiretleri
için duâ etmek müstahabdır.
9- (921)
Bize Muhammedü'bnü Râfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bi ze Abdurrazzâk rivayet
etti. (Dedi ki): Bize İbni Cüreyc, Alâ b. Yâ-kûb'dan naklen haber verdi. Demiş
ki: Bana, babam haber verdi, o da Ebü Hüreyre'yi göyle derken işitmiş:
Resulüllah (Sallaîîahü Aleyhi
ve Seîletn)-
— «Görmüyor musunuz insan öldüğü vakit gözü
naşı! dikilip kalıyor?» buyurdu. Ashâb:
— «Hay hay! Görüyoruz.» dediler. ResûlüIIah
(Sallaîîahü Aleyhi ve Sellemji
— «jşte bu, onun gözü nefsini tâkîb ettiği
zaman olur.» buyurdu.
(...) Bize
bu hadisi Kuteybetü'bnü Saîd dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülazİz yâni
Derâverdî, Alaâ'dan bu isnâdla rivayet etti.
Bu hadîsdeki, gözün
nefsi takibinden murâd: Aynen yukardaki hadisde geçen: Gözün, rûh'un arkasından
bakmasıdır.
1- Hadîs-i
şerif, rûh ile nefsin bir şey olduğunu gösteriyor.
2- Kaadi
Iyâz'ın beyânına göre, ölüm bir şey'i yok etmek değil-, bir intikaal ve hâl
değişikliğinden ibarettir. O, yalnız cesedi yok eder. Rûh bakîdir. Cesetten de
kuyruk sokumu kemiğinin çürümediği söylenir.
Ölümün vücûdi mi yoksa
ademi mi olduğu ihtilaflıdır. Bâzılarına göre ölüm vücûdidir. Çünkü Teâlâ
Hazretleri kendisi için: «Hayâtı ve Ölümü halkeden» demiştir. Yokluk ise
halkedümez.
Bir takımları, ölümün
ademî olduğunu iddia etmişlerdir. Onlara göre halketmek «takdir» mânâsına
gelir.
10- (922)
Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe ite tbni Nümeyr ve İshâk b. İbrahim hep birden İbni
Uyeyne'den rivayet ettiler. îbni Nümeyr dedi ki: Bize Süfyân, tbni Ebi
Necîh'den, o da babasından, o da Ubeyd b. Umeyr'den naklen rivayet etti Ubeyd
şöyle demiş-. Ümmü Seleme dedi ki: Ebû Seleme vefat edince, bin garîb nemde
gurbet elde Ölen bir garib! Ona öyle bir ağlıyayım ki, dillere destan olsun,
dedim. Tam ona ağlamak için hazırlanmıştım ki, birden bire Saîd'den bir kadın
çıka geldi. Bana yardım etmek istiyordu. Hemen kendisini Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) karşıladı ve:
«Sen şeytanı, Allah'ın
çıkardığı eve tekrar sokmak mı İstiyorsun?» buyurdu. Bunu iki defa tekrarladı.
Artık bende ağlamaktan vazgeçtim ve ağlamadım.
Hz. Ümmü Seleme,
«garip hem de gurbet elde ölen bir garib!» sözü ile vei'ât eden kocasının aslen
Mekke'li olduğunu ve oraya nispetle gurbet diyarı sayılan Medine'de vefat
ettiğini anlatmak istemiştir.
Said: Medine 'nin etrafındaki
yüksek yerlerdir. Esâs ittibâi üe bu kelime: «Yer yüzüne çıkan şey» mânâsına
gelir.
Ümmü Seleme
(Radiyallahü anhh «Bana yardım etmek isti yordu.» sözü ile de.- Ağlamak ve
feryâd-ü figânda bulunmak hususun da benimle beraber olmak istiyordu, mânâsını
kastetmişdir.
Dârakutni 'nin tahric
ettiği bir hadisde: «Garib olarak ölen biı kimse şehittir.» buyurulmuştur.
Dârakutni bu hadisin sahîh olduğunu söylemiştir.
11- (923)
Bize Ebû Kâmil-i Cahderî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd yâni fbni Zeyd
Asım-ı Ahvel'den, o da Ebû Osmân-ı Nehdî' den, o da Üsâmetü'bnü Zeyd'den naklen
rivayet etti. Osâme şöyle de-miş: Peygamber (Sall-allahü Aleyhi ve Selletn)'in
yanında idik. Bir ara kerimelerinden birisi haber göndererek Resulüllah
(Salîalîahü Aleyhi ve Sellem)'i çağırdı. Ve kendisinin bir çocuğu yahut bir
oğlu vefat etmek üzere olduğunu ona haber verdi. Bunun üzerine Peygamber (Sah
lallahü Aleyhi ve Selîem) gönderilen zâta:
— «Dön de ona haber ver ki; Allah'ın aldığı da,
verdlğf de kendinindir. Onun nezdinde her şey muayyen bir müddetledir. Ona
söyle de: Sabretsin ve sevap umsun!» buyurdular.
Müteakiben elçi
(Sallallahü Aleyhi ve Se//ewjfin kızının yanma gitti geldi ve
— O yemin etti!
Mutlaka yanına gelmeliynıişsin.» dedi. Bunun üzerine Peygamber (Salkllahü Aleyhi
ve Selletn) kalktı, onunla beraber Sa'dü'bnü Ubâbe ile Muâzu'bnü Cebel de
kalktılar. Ben de yanlarına takıldım. Çocuğu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemye arzettiler; can çekişiyordu. Sanki canı eski bir tulum içindeydi.
(Bunu görünce) Ftesûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve ScÜetnJ'İn gözlerinden yaşlar
boşandı. Saki kendisine:
— «Bu ne yâ Resûlüllah!» dedi. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'
— «Bu, bir rahmettir. Allah onu kullarının
kalplerine tevdi buyurmuştur. Allah ancak merhametli olan kullarına rahmet
eyler.» buyurdu.
(...) Bize
Muhammedü'bnü Abdillah b. Nûmey rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Fudayl
rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebi
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye rivayet etti. Bu râvîler
toptan Âsım-ı Ahvel'den bu is-nâdla rivayette bulunmuşlardır. Şu kadar ki
Hammâd'ın hadîsi daha tamam ve daha uzundur.
Bu hadisi Buhârî
«Kitâbü'l - Cenâiz» ile «Kitâbü't —Tıb» ve «Kitâbu't-Tevhid» de; Ebû Dâvûd,
Nesâi ve İbni Mâce «Kitâbü'l - Cenâiz- de muhtelif râvilerden tahric
etmişlerdir.
Resûlüllah (Salhzllahü
Aleyhi ve ScMcw)'e haber gönderen, kızı Zeyneb (Radiyallakü anhâ)'dır. Nitekim
İbni Ebî Şeybe 'nin «Musannaf*mda tahrîc ettiği Ebû Muâviye hadîsinde ismi tasrih
edilmiştir.
Vefat etmek üzere
bulunan yavrunun ismi: Bâzılarına göre Aliyyu'bnü Ebi'l-Âs 'dır.
Bâzıları, hadisin hiç
bir tarîkinde bu çocuğun ismi zikredilme mistir bahanesi ile buna itiraz etmek
istemişse de, Aynî bu itirazın itiraz götürdüğünü söylemiş ve «çünkü bu zâtın
Hz. Zeyneb'in Ali isminde bir oğlu bulunduğunu öğrenememesi, başkalarının onun
görmediği tarîklerden buna muttali' olamamasını istilzam etmez. Bu zât, hadisin
bütün tarîklerine nereden nereye vâkıf mış? Çocuğun Alî ismini taşıdığım kendi
eli ile Dimyatı kaydetmiştir. Dimyâti sağlam bir hafızdır. Böyle bir şey'i
kendinden söyleyemez. Çünkü bu gibi şeyler tevkifidir. Aklın bunlara dahl-ü
te'siri yoktur. Binâenaleyh Dimyatı onu bilmese sarahaten yazmazdı.» demiş ve
yine bu mu'tarizin başka bir itirazına geçmiştir. îtirâz şudur-. Ebü-beyrb. Bekkârile
diğer bâzı ulemâ Hz. Zeyneb in oğlu A1i'nin buluğ zamanına yaklaşıncaya kadar
yaşadığını, Resûlüîlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Mekke fethedildiği gün
onu terkisine aldığını söylemişlerdir. Böyle bir çocuğa ise Sabî denemez.»
demiş.
Ayni, bu îtirâzı da
reddetmiş, bulûğa yaklaşan bir çocuğa ör-fen sabi denilebileceğini, lûgatda ise
doğduğundan büyüyünceye kadar çocuğa sabi denildiğini ispat etmiştir.
Rivayetlerin
bâzılarında Hz. Zeyneb'in «oğlum mu yoksa kızım mı vefat etmek üzeredir.»
dediği râvi tarafından şekk ile kaydedilmiştir. Ulemâdan bâzıları «kızım»
dediğini doğru bulmuşlardır. Nitekim imam Ahmed b. Hanbel'in «Müsned»inde bu
kızın Ümâme binti Zeyneb olduğu tasrih edilmiştir. Bâzı rivayetlerde Umâme
kelimesi küçültülerek «Ümeyme» diye zikredilmiştir. Fakat Ayni 'nin de beyânı
vecîhle Siyer ulemâsı Hz. Zeyneb'in kızı Ümâme 'nin Peygamber {Sallalahü Aleyhi
ve Sellenıj'in vefatından sonra uzun zaman yaşadığına, hattâ H z . Fâ11me'nin
vefatından sonra Hz . Ali ile evlendiğine ve A1i (Radıyallahü anh) şehid
edildiği zaman dul kaldığına ittifakla kaildirler. Binaenaleyh doğrusu Hz.
Zeynep'in «oğlum» demiş olmasıdır. Nitekim Buhâri ile Müs1im'in rivayetlerinde
oğlu diye tasrîh edilmiştir. Zeyneb (Radıyallahü anhâ) Ebu'1- Âsdan yalnız Alî
ile Umâme'yi doğurmuştu.
«Allah'ın aldığı da
verdiği de kendinindir.» cümlesinden murâd: Bütün mâhlûkat onundur; her şey
onun yed-i kudretindedir; ve onun nezdinde her şeyin bir ecel-i müsemmâsı ya'nî
muayyen ömrü vardır, demektir. Çünkü Allah Teâlâ Levhı ve Kalemi yarattıktan
sonra, kıyamete kadar olacak her şeyi yazmasını kaleme emretmiştir. Ecel ömrün
sonuna da bütününe de itlak olunur.
Almak rütbe i'tibârile
vermekten sonra geldiği hâlde burada ondan evvel zikredilmesi makam
iktizâsıdır. Ma'nâ şudur.- Allah'ın şimdi almak istediği şey, evvelce
kendisinin verdiği şeydir. O kendi verdiğini alıyor. Binâenaleyh feryadu
figâna mahal yoktur. Zîrâ emanetçiye verilen bir şey geri alınırken
emanetçinin feryad etmesi yakışık almaz.
Bu cümlede iki yerde
zikredilen «mâ» kelimesi ismi nıevsûl olarak kullanılmıştır. Almak, vermek
fiillerinin mef ulleri umum bildirmek için hazfedilmişlerdir. Şu halde çocuk
alıp vermeye ve diğer bütün ilâhi ihsanlara şâmildir. «Mâ» kelimesinin her iki
yerde masda-riyye olması da caizdir. Bu takdirde cümlenin ma'nasi: «alıp vermek
Allah'a mahsustur» demek olur, ki yine çocuk alıp vermekle sair şeylere âmm ve
şâmildir.
«Sabretsin ve sevâb
umsun!» cümlesinin ma'nâsi: sabretsin ve b nu bir amel-i sâlih sayarak onunla
Allah'dan sevâb umsun, demekt:
Bir rivayette Hz.
Zeyneb yemîn ederek iki defa müracaat bulunmuş: Resûlüllah (Sallaîahü Aleyhi ve
Sellem) ancak üçüncü d fasında kalkmıştır. îlk müracaatta kalkmaması ihtimâl o
anda b vazife ile meşgul bulunduUundandır. Yahut Rabbına tam teslîmiyy<
göstermek için icabet etmemiştir. Böyle bir şey için vâki' da'vete icj bet
gerekmediğini beyân için kalkmamış olması da mümkündür. R* sûlüllah (Sallalahü
Aleyhi ve SellemYin ısrar neticesinde kalkması y bâzı câhiller babasının
nazarında Hz. Zeyneb'in i'tibarı yok zan netmesinler diye yahut yeminli
ısrarını görünce kızına acıdığındandıı
Resûlüllah (Sallalahü
Aleyhi ve Sellem) ile beraber kalka] Sa'du'bnü Ubâde, Hazrec kabilesinin
reîslerindendir Kerîm ve gayur bir zattı. Samda vefat etmiştir. Kendisini
cinlerir öldürdüğü dahi rivayet olunur.
Müs1im'in rivayetinde
Hz. Sad dan maada Muâz b Cebel ileüsâmetü'bnü Zeyd'inde kalktıkları zikrediliyor.
Buhâri 'nin rivayetinde ise bu üç zattan başka Übeyyü'bnü Kâ'b, Zeydü'bnü Sabit
(radıyallahu anhüma) ile bir takım zevatın da Resûlüllah (Sallalahü Aleyhi ve
Selîem) ile beraber gittikleri bildirilmektedir.
Hz. Üsâme'nin: «Ben de
yanlarına takıldım. Çocuğu Resûlüllah (Sallalahü Aleyhi ve Sellemj'e
arzettiler...» sözünde bir çok hazif-ler vardır. Bu söz.- «Beraberce Zeyneb'in
evine gittik. İçeriye girmek için kapıyı çaldık; bize izin verildi. İçeri
girdik. Müteakiben çocuğu Resûlüllah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem)'e
arzettiler...» şeklinde takdir olunur.
cümlesi «canı hareket
ediyordu» mâ'nasma gelir. Onun için biz de «can çekişiyordu» diye terceme
ettik. Fakat bazı lisân âlimleri «teka'ku» veya «ka'ka'a» kelimelerinin.- «ses
veren hareket» mâ'nasma geldiğini söylemişlerdir. Îbnü'l-A'râbi diyor ki:
«Ka'ka'a, ak'aka, şahşaha, haşhaşe, hafhafe, fehfaha, sensene, neş-neşe»
kelimelerinin hepsi kâğıt ve yeni elbisenin hareketi ma'nâsı-na gelirler.
Bazıları: «Ka'ka'a: silâh sesidir.» demiş; bir takımları da titremek- ma'nasına geldiğini söylemişlerdir.
Burada can çekişme
hâli «sanki canı eski bir tulum içinde idi» cümlesile eski bir tulum içinde
bulunan su sesine benzetildiği cihetle, cümleye «canı sanki bir eski tulum
içinde imiş gibi horultu veriyordu» diye ma'nâ vermek de mümkindir.
Hz Sa'd o ana kadar
Peygamber İSallalahü Aleyhi ve Sellem)' in bu gibi yerlerde ağladığını
görmediği için her halde şaşmış olacak ki: Bu ne oluyor ya Resûlâllâh» diye
sormuş; Resûlüllah (Sallalalıü Aleyhi ve Sellem) de: «Bu bir rahmettir» yâni.
«Bu göz yaşı bir rahmet eseridir; yoksa senin tevehhüm ettiğin gibi feryad-u
figan ve sabırsızlıktan iteri gelmiş değildir» demek istemişler. Filhakika bir
hadis-de beyan olunduğuna göre Allah Teâlâ Hazretleri yüz rahmet yaratmış. Bun
.m doksan dokuzunu nezd-i Bârisinde bırakarak bir dane-sini kullan arasında
taksim eylemiştir. îşte kullar bundan dolayı bir birlerine acır ve merhamet
ederler. Anne yavrusuna bundan dolayı şefkat gösterir. Kıyamet gününde bu bir
rahmeti de doksan dokuzun yanma toplayarak mahlûkaatını gölgelendirecek; hatta
küfrün başı olan İblis, A11ah 'in rahmetini görünce ümide kapılacaktır.
1- Duâ ve
bereketlerine nail olmak için fazilet sahiblerini ölüm hastasının yanma
getirmek caizdir.
2- Bu gibi
zevatı hastanın yanına getirmek için yeminle ısrarda bulunmak caizdir.
3- Hasta
dolaşmaya ve ta'ziyeye izinsiz de gidilebilir. Fakat düğün da'vetine izinsiz (219)
gidilemez.
4- Musibet
sahibine ölüm vak'asmdan önce sabır tavsiye edilir. Tâ ki ölüm ânında Allah'ın
kazasına razı olarak kederini sabırla yenebilsin.
5-
Hasta dolaşmak meşrû'dur.
Velevki hasta küçük
çocuk olsun.
6- Fazilet
sahipleri bir şeyi ilk defa reddetseler bile yine onların faziletlerinden ümîd
kesmemek icâbeder.
7- Tâbi'
olan kimse zahiren müşkil gördüğü bir şeyi âmirine sorabilir.
8- Suâl
sorarken edeb ve terbiyeye riâyet gerekir.
9- Allah'ın
mahlûkaatına merhamet ve şefkat gerekir.
10- Katı
kalplilikten sakınmalıdır,
11- Feryad-ü
figân etmemek şartı ile ölen bir kimseye ağlamak caizdir.
— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sessizce ağladığını bildiren hadisler vardır.
12- (924)
Bize Yûnus b. AbdiTâle's-Saddefi ile Amru'bnü Sev vâd el-Amiri rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Amru'bnü 'I-Hâris,
Saîd b. Harisi [8] Ensai den, o da Abdullah
b. Ömer'den naklen haber verdi. Demiş ki: da" dü'bnü Ubâde bir hastalığı
dolayısile rahatsızlandı. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallalahü Aleyhi ve
Sellem), yanında A bd ur rahman b. Avf, Sa'dü'bnü Eb! Vakkaas, ve Abdullah b.
Mes'ûd olduğu halde onu dolaşmağa geldi. Yanına girdiğinde onu kuşatılmış
buldu; ve:
— «Öldü mi?» dfye sordu. (Oradakiler)
— Hayır yâ ResulâUah!
dediler. Müteakiben Resûlüllah (Saîla-îahü Aleyhi ve Sellent) ağladı. Onun
ağladığını görünce oradakiler de ağladılar. Bunun üzerine:
— İşitmiyormusunuz? Allah göz yaşından ve
kalbin üzülmesinden dolayı (İnsanı) azâb etmez. Lâkin şundan dolayı ya azâb
eder yahud rahmet buyurur; dedi ve diline İşaret etti.
Bu hadisi Buharı
«Cenâiz» bahsinde tahric etmiştir. Onun rivayetinde hadisin sonunda şu ziyâde
de vardır: «Şüphesiz ki ölü, ailesinin ona ağlaması sebebiyle azâb görür. Ömer
(Radıyallahii anh) bundan dolayı sopa ile döğer; taş atar; toprak serperdi.»
«Gaşiyye» kelimesi
Buhârî'nin rivayetinde «gâşiye* şeklinde zabtolunmuştur. Kaadî Iyaz'ın beyanına
göre bazıları onu «gaşye- diye rivayet etmişlerdir. Bu rivayetlerin hepsi
sahihtir. Kelime iki suretle tefsir edilmiştir. Birinci tefsire göre «onu
ailesi efradı kuşatmış»; ikinciye göre «kendisini elem ve ıztırab kaplamıştı»
demektir.
Kirmanı bu kelimeyi
bayılmakla tefsir etmiştir. Burada ondan murad ikinci ma'nâ yâni elem ve
ıztırab kaplamasıdır. Çünkü Hz. Sa'd bu
hastalıktan iyileşmiş ve uzun zaman yaşamıştır. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) dilini göstererek: «Lâkin şundan dolayı ya azâb eder: ya rahmet
buyurur.» demekle kötü şeyler söylemenin azaba, hayır söylemenin rahmete sebeb
olacağına işaret buyurmuştur, îbni Battal
diyor ki: «Ya rahmet buyurur-, cümlesinin iki ma'naya ihtimâli vardır:
Yâ hayır söyleyip Allah'ın kaza ve kaderine teslim olana rahmet eyler; yahud
azabını hak etmişken onu affeder de azâb yüzü göstermez.»
Son cümle: Şalinde de rivayet olunmuştur. Kirmâni:
«Eğer bu rivayet doğru
ise hadîsin mâ'nasi: (Allah rahmet edinceye kadar azâb eyler) demek olur. Zira
mü'min sonunda mutlaka cennete girecektir.» diyor.
1- Hasta dolaşmak ve bir kimsenin kendinden daha
aşağı mertebede olan birini dolaşması müstehabtır.
2- Hastanın yanında ağlamak caizdir.
3- Ağlayanı görenlerin ona tebean ağlamaları
caizdir.
13- (925)
Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ el-Anezi rivayet et (Dedi ki): Bize Muhammedü'bnü
Cehdam rivayet etti. (Dedi ki): Bis İsmail yâni İbni Ca'fer, Umara yân! İbnİ
Gaziyye'den, o da Sardü'bn I-Hârris b. el-Muallâ'dan, o da Abdullah b. Ömer'den
naklen rivayet etti, I şöyle demiş:
tBir defa) biz
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikt otururken ansızın ona
Ensâr'dan bir adam gelerek selâm verdi. Son ra geri döndü. Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selletn):
— Ey Ensarın kardeşi! Kardeşim Sa'dü'bnü Ubâde
ne haldedir? di yi sordu. O zat:
— İyidir; cevâbını verdi. Bunun üzerine
Resulüllah (Sallallahi Aleyhi ve Sellemh
— Sizden onu hanginiz ziyaret edecek? diyerek
ayağa kaiktı. Onunla birlikte biz de kalktık. Biz on küsur kişi idik.
Üstümüzde başımızda ayak kabı, mest, külah ve gömlek filân yoktu. Şu çorak
yerlerde yürüyorduk. Nihayet onun yanına vardık. Yakınları hemen etrafından
çekildiler. Bu suretle Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) Ne
beraberindeki ashabı ona yaklaştılar.
Bu hadis, eshâb-ı
kiramın hâiz oldukları zühd'ü takvanın derecesini göstermektedir. Onlar
dünyâya ehemmiyet vermezlerdi. Dünyâ nimetlerinin pek azı ile iktifa ederler,
fazlasını istemezlerdi. Üstlerine başlarına ehemmiyet vermez, kıymetli elbiseler
giymezlerdi. Hâsılı yemek için yaşamazlar, ancak yaşamak için yerlerdi.
Bu hadîs, onların
ayakkabı bile giymediklerini gösteriyor.
Bâzıları bununla
istidlal ederek: «Yalınayak gezmek caizdir.» de-mişlerse de, bu istidlal söz
götürür. Zira ashâb-ı kirâmnı ayakkabı giymemeleri bulamadıklarından ileri
gelebilir. Bu takdirde bulanların giymemesi için bu hadiste delil olacak bir
şey yoktur. Ashâb ayakkabı buldukları hâlde giymemiş bile olsalar, bize
onların bu fiilleri yine delil olamaz. Zira örf en metruk bir şeydir. Şeriatda
örf-ü âdet muteberdir. Hattâ Mecellenin bir maddesinde: «Örf ile tâyin, nass
ile tâyin gibidir.»,- başka bir maddesinde: «Örf'en mâruf olan şey, şart kılınmış
gibidir.»; diğer bir maddesinde «Âdet muhakkemdir.» denilmiştir.
Hadîs-i şerif, hükümdr
ile âlimin maiyyetleri ile birlikte hasta dolaşabileceklerine delildir.
14- (626)
Bize Muhammedö'bnü Beşşâr El-Abdî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed yâni
tbni Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Sâbit'den naklen rivayet etti.
Demiş ki: Ben Enes b. Mâlik'i şöyle derken işittim: Resûlüllah {Sallallahü
Aleyhi ve Seliem): «Sabır (musibet) ilk başa geldiği andadır.» buyurdular.
15- (...)
Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennârivayet etti. (Dediki): Bize Osmânü'bnü Ömer
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Sâbit-i Bü-nânî'den, o da Enes b.
Mâlik'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem
)çocu|una ağlayan bir kadının yanına uğramış da, ona:
— «Allah'dan kork ve sabret.» buyurmuş. Kadın:
«— Sen, benim
musibetime aldırış etmezsin.» demiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
(oradan gidince) kadına:
— Bu zât Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) idi.» demişler. Bu sefer kadının içine «ölüm acısı» gibi bir şey
çökmüş. Bunun Üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SelUw)'*n kapısına
gelmiş. Fakat onun kapısında kapıcı filân bulamamış ve-.
— «Yâ Resûlüllah! Ben, seni tanıyamadım» de
lyerek Özür beyân et miş. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''
— «Sabır ancak (musibet) ilk başa geldiği
andadır.» yahut «Musibetin başa geldiği İlk andadır.» buyurmuşlar.
(...) Bize,
bu hadîsi Yahya b. Habîb El-Hârisî dahî rivayet etti (Dedi ki): Bize Hâlîd yâni
Îbnfl-Hâris rivayet etti. H.
Bize Uktebü'bnü Mükrem-i
Ammî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülmelik b. Amr rivayet etti. H.
Bana Ahmed b. îbrâhim
Ed-Devrakî dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdü's-Samet rivayet etti. Bunlar
hep birden: «Bize Şu'be bu is-nâdla, Osman b. Ömer'in hadisi gibi rivayette bulundu.»
dediler. Ab-dü's-Samed'in rivayetinde: Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîlem)
kabir yanında bir kadına uğradı...» denilmiştir.
Bu hadisi Buhârî
«Cenâiz» bahsinin bir iki yerinde ve «Ahkâm» bahsinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve
Nesâi «Cenâiz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Nesâiî, onu «Yevm ve
leyle» bahsinde dahi rivayet etmiştir.
Hadisin muhtelif
rivayetlerinden anlaşıldığına göre Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Selletn)
kabir başında ağlayan bir kadının yanma uğramış, ismi bilinmeyen bu kadın yeni
ölen çocuğuna ağlıyormuş. Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem), kendisine
sabır ve takva tavsiye edince «Benim başıma gelen musibeti sen ne anlarsın?»
diyerek, kendilerini başından savmak istemiş. Çünkü onun kim olduğunu tanıyamamış.
Sonra bu zâtın Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) olduğu kendisine
anlatılınca âdeta beyninden vurulmuşa dönmüş ve hemen arkasından onun evine
giderek özür dilemiş.
Kurtubi diyor ki:
«Anlaşılan bu kadın feryâd ederek ağlıyor-muş. Onun için de Resûlüllah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) kendisine takvayı yâni Allah'dan korkmasını
emretmiş.»
Tıybi'nin beyânına
göre, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sel-letn)'in kadına evvelâ Allah'dan
korkmasını emir buyurması, sabrı tavsiye için bir mukaddimedir. Ve sanki ona
«Sabretmezsen Allah'ın gadabına uğrayacağından kork. Sevap kazanayım dersen
feryâd etme.» demiş gibidir.
Bir rivayette oradan
geçen bir zât kadına konuştuğu zâtın Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Selletn)
olduğunu söylemişdir. Ebû Ya'1â'nın rivayetine göre bu zât, kadına: «Sen
kiminle konuştuğunu biliyor musun?» diye sormuş; kadın: «Hâyar» cevâbını
vermiş.
Taberânî'nin
«El-Evsat» nâm eserinde kadına soran zâtın Fdıl b. Abbâs olduğu tasrih
edilmiştir. Kadın kendisi ile konuşanın Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
SeUem) olduğunu anlayınca pek ziyâde utanmıştır. Fakat özür beyân etmek ve
afdilemek için arkasından evine gittiği zaman kapısında bir bekçisi bile
olmadığını görmüştür.
Tıybi'ye göre bu
cümlenin faydası şudur: «Kadına, kendisi ile konuşan zâtın Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) olduğu söylenince, içinden ona karşı bir heybet
ve korku hissetmiş-, onu dünyâ hükümdarları gibi saltanatlı, kapısına
bevvablar kapıcı bekleyen ve huzuruna kolay kolay çıkılamayan celâdetli bir
kral tasvvur etmiş. Lâkin hakikat tasavvur ettiği gibi çıkmamış. Resûlüllah
(SaUallahü Aleyhi ve SeUemj'in kapısında bir tek bekçi bile yokmuş. Huzuruna
çıkmak gayet kolay ve yaşayışı pek sâde imiş.
Ebû Hüreyre
(Raâtyallahü anh)'m rivayetinde kadının Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'e i'tizâr makaanunda: -Vallahi seni tanıyamadım! «Yâ Resûlallah!»
dediği bildirilmektedir.
«Sabır ancak (musîbet)
ilk başa geldiği andadır.» cümlesindeki -Sabır-dan murâd: Kâmil olan sabırdır.
Sabıra bu mânâ verilmezse cümlede hasr sahih olmaz.
Sadme: Lügatta katı
bir şey'e vurmak, mânâsmdadır. Sonra bu kelime başa gelen her nev'î belâlar
için istiare edilmiştir. Cümlenin mânâsı: «Asıl sabır, başa belâ geldiği anda
ona tahammül göstererek sükûn ve sükûtla karşılamaktır.» demektir. Zîra belâ
gelip geçtikten sonra sükûnete varmak ekseriya sabır değil, teselli olur.
Belânın geldiği anda kalp âni olarak bir sarsıntı geçirir ki, o anda kadere
razı olarak sükûneti muhafaza etmek, sabırdan başka bir şey değildir.
Ha11âbi diyor ki: «Bu cümlenin
mânâsı: Sahibi methedilen sabır, ansızın musîbet geldiği zaman gösterilen
sükûnettir. Ondan sonraki sükûna sabır denmez.»
Ulemâdan bâzılarına
göre: musibet, kulların fiili cinsinden olmadığına göre, kul ondan dolayı bir
ecir kazanamaz. Kulun kazandığı ecr-u mükâfaat niyetinin güzelliğine ve sabrına
karşı verilir.
1- Hadis-i
şerif: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin tevâzu'una, câhile
karşı gösterdiği rifk-u mülâyemete, felâketzedeyi muâhaze etmeyip; özürünü
kabul buyurduğuna delildir.
2- Hâkim'in
yanma girmek istiyenleri menedecek kapıcı bulundurmaması gerekir.
3- Emr-i
bilma'rûf yapan bir zâtın kim olduğu bilinmese bile söylediklerini kabul etmek
gerekir.
4- Ölenin
arkasmdan feryâd-u figâh etmek dinen yasak edilmiştir.
5- Va'z-u
nasihat esnasında karşılaşılan eziyetlere göğüs germek îcâb eder.
6- Yüz yüze
yapılan konuşmada, söz niyet edilen şahsa tesadüf etmezse hükümde yüz yüze
bulunmanın bir te'sîri olamaz. Buna binâendir ki ulemâdan bâzılarına göre: Bir
kimse kadınlarından Hind'e «Sen
boşsun.» dese fakat sonra o kadının Hind
değil Zeyneb olduğu anlaşılsa Zeyneb boş düşmez.
7- Kabir
ziyareti mutlak surette caizdir. Yâni ziyaretçinin erkek veya kadın olması ve
ziyaret edilen kabrin müslüman yahut kâfire ait olması hükmen müsavidir. Çünkü
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu husûsda bir ayırma yapmamıştır.
Nevevi (631-676),
cumhûr-ü ulemânın kat'iyyetle buna kaail olduklarını söylüyor. Yalnız Mârûdi'ye
göre kâfirin kabrini ziyaret etmek caiz değildir.
Kabir ziyareti
hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Hâzimî, bütün ulemânın erkeklere kabir
ziyaretini meşru gördüklerini söyler.
îbni Abdilberr: «Kabir
ziyareti hususundaki ibâha umûmidir. Nitekim kabir ziyaretinin yasak edilmesi
de umûmi idi. Sonradan umûma mubah olması hususunda nesih vârid oldu.
Binâenaleyh erkeklere de, kadınlara da kabir ziyareti caizdir.»
Kabir ziyareti
hakkında bir çok hadisler vardır. Müs1im'in tahric ettiği Büreyde hadisi ile
îbni Mâce 'nin rivayet ettiği Îbni Mes'ud hadisi, îbni Ebî Şeybe 'nin tahrîc
ettiği Enes hadîsi, Ebû Dâvûd'un rivayet ettiği Ebû Hüreyre hadîsi, Îbni Mâce
'nin tahric ettiği Âişe hadîsi, Taberâni'nin tahrîc ettiği Hayyân-ı Ensârî
hadîsi, Hâkim' in tahrîc ettiği Ebû Zerr hadîsi, imam Ahmed'in tahrîc ettiği
Alîyyü'bnü Ebi Tâlib ile îbni Abbâs (Radi-yallahü anh) hadîsleri îbnû
E'bî'd-Dünyâ 'nin tahric ettiği Îbni
Câriye hadisi bunlardandır.
Bu hadîslerin hepsi
bir zamanlar kabir ziyaretinin menedildiğini fakat bundan böyle memnûniyYet
kaldırıldığını binâenaleyh herkesin kabir ziyaretine gidebileceğini ifâde
etmektedirler. Hz. Ömer'in kabristana giderek selâm verdiği ve: «Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)' bunlara selâm verirken gördüm.» dediği rivayet
olunur.
îbni Abdilberr'in sahih
bir senetle rivayet ettiği bir hadîste: «Hiç bir kimse yoktur ki, dünyâda iken
tanıdığı mü'min kardeşinin kabrinin yanından geçerken ona selâm versin de, dîn
kardeşi onu tanıyıp selâmını almasın.» buyurulmuştur.
Tirmizi'nin rivayet
ettiği Büreyde hadisinde Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)
«Ben, sizi kabir
ziyaretinden ne h yet m işti m, şimdi artık onları ziyaret edin...»
buyurmuştur.
Tirmizî bu hadîsi
tahrîc ettikten sonra: «Ulemâ bu hadîse göre amel edileceğine kaaildirler.
Kabir ziyaretinde beis görmezler.
Îbni Mübarek ile İmam Şafiî,
İmam Ahmed ve îshâk'm kavilleri de budur.» demiştir.
Kadınlara kabir
ziyaretinin yasak olduğunu bildiren Ebû Hureyre hadîsi için dahî: «Bu hadîs
hasen sahîhdir.» dedikten sonra şunları söylemiştir: «Ulemâdan bâzılarına göre:
Bu mes'ele Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kabir ziyaretine ruhsat
vermezden önceki zamana aittir. Kabir ziyaretine ruhsat verince, onun
ruhsatına erkeklerle birlikte kadınlar da dâhil olmuştur. Bâzıları: (Kabir ziyareti
yalnız kadınlara mekruhtur. Çünkü onların sabrı az, yaygarası çoktur.) derler.
Ebû Dâvûd, Îbni Abbâs 'dan şu hadîsi tahric etmiştir îbni Abbâs:
(Resûiülloh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabirleri ziyaret eden kadınlarla, kabristana
mescid yapanlara ve mum yakanlara lanet etti.) demiştir. Bu hadîsle istidlal
eden bâzı ulemâ: (Bu rivayet kabir ziyaretinin kadınlara değil, yalnız
erkeklere mubah olmasını iktizâ eder.» demişlerdir.»
İbni Abdilberr: «Bunun
ibâhadan evvel olması mümkündür.» dedikten sonra: «Kadın için ocağının başında
oturmaktan daha güzel bir şey yoktur. Hakikaten ulemânın ekserisi kadınların
namazlara çıkmasını mekruh saymışlardır. Hiç kabristana çıkmalarını kerih
görmezler mi? Cum'â farzının kadınlardan sakıt oluşu zannımca ancak onları şâir
husûsâtta dışarıya çıkmaktan menetmek içindir.» diyor.
Kadınlara kabir ziyaretini
mubah görenler Hz. Aişe hadîsi ile istidlal ederler. Mezkûr hadîste Aişe (Radiyaîlakü anhh)
«Evvelce Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabir ziyaretini yasak ederdi. Sonra kabirleri
ziyareti emir buyurdu.» demiştir.
Ulemâdan bazıları,
ihtiyar kadınlarla genç kadınlar arasında ve keza yalnız başına kabir
ziyaretine gidenlerle, erkeklere karışık ziyaret edenler arasında fark
görmüşlerdir.
Kurtubî: «Genç
kadınlara, kabir ziyaretine çıkmak haramdır. Fakat ihtiyar olanlara bu
mubahtır. Erkeklerden ayrı olursa kabir ziyareti hepsine caizdir.» demektedir.
Yine Kurtubi'nin beyânına
göre: Bâzıları Tirmizî hadîsini, kadınların kabir ziyaretine çok gidenlerine
hamletmişlerdir. Çünkü o hadîsde «ZÜvvârât» kelimesi kullanılmıştır, bu kelime
çok çok ziyaret eden kadınlar mânâsına mubağlağak ism-i faildir. Bu takdirde
kabristana çok giden kadınlarla az gidenler arasında fark görmek ve: «Bazen
kadınların kabirleri ziyarete gitmeleri caizdir.» demek icâbe-der.
«Et-Tevdîh» nâm
eserde: «Büreyde hadîsi kabir ziyaretinin yasak edilmesini nesh husûsusunda açıktır.
Anlaşılıyor ki: Sa'bî ile Nehai , kabir ziyaretini mubah kılan hadîsleri
duymamışlardır. Sâri' Hazretleri sene başında şehitlerin kabirlerine gider,
onlara: (Sabrettiğiniz için selâm size! Bu diyârnı akıbeti ne iyidir.) derdi. Bunu
Ebû Bekir, Ömer ve Osman (Radiyaîlakü anhütn) de yapardı. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'nin fethedildiği gün annesinin kabrini ziyaret
etmiştir.
Hz. Fâtıme her hafta
Hamza (Rdiyallahü anh)'ın kabrini ziyaret ederdi. Ömer dahî babasının kabrini
ziyaret eder, onun başucunda durarak duâ eylerdi. Aişe (Radiyalhhü anh) dahî
kardeşi Abdurrahmân'ın kabrini ziyaret ederdi. Onun kabri Mekke 'dedir...
ilâh...» denilmektedir.
Yine aynı eserde beyân
olunduğuna göre Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekir ve Ömer
(Radiyalhhü anhü-?«a)'nm kabirlerini ziyaret etmek bil'icmâ' meşrudur. Hz.
Abdullah b. Ömer bir seferden geldimi hemen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'i ziyarete gider ve:
f Selâm sana yâ
Resûlallah! Selâm sana yâ Ebâ Bekir! Selâm sana babacığım.» dermiş.
Anlaşılıyor ki: Kabir
ziyareti islâmiyetin ilk zamanlarında yasak edilmiştir. O devir putperesliğe
yakın bir devirdi, sonraları islâmiyet kuvvetlenip, kabirlere ibâdetden emniyet
hasıl olunca bu yasak* kaldırıldı. Çünkü kabir ziyaretinin âhireti
hatırlattığı ve insanı dünyâdan soğuttuğu nass-ı hadîs ile sabittir.
Aynî, bu hadis
hakkındaki sözünü şöyle bitirir-. «Hâsıl-ı kelâm kabir ziyareti kadınlara
mekruh hattâ bu zamanda haramdır. Hele de Mısır kadınlarına! Çünkü onların
zivârete çıkması fitne ve fesadı mü-cib olacak şekildedir. Hâlbuki kabir
ziyaretine, âhireti hatırlattığı ve geçenlerden ibret almak ve dünyâya dalmamak
için ruhsat verilmişti.»
16- (927)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe İle Muhammedü'bnü Ab-dillâh b. Nümeyr, hep birden
tbni Bişr'dan rivayet ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize Muhammedü'bnü Bişr
El-Abdî Übeyduüah b. Ömer'den rivayet etti. Demiş ki: Bize Nafi', Abdullah d an
naklen rivayet etti ki, Hafsa, Ömer'in başında ağlamış da, Ömer:
— «Ağır ol, ey kızcağızım! Bilmezmisin ki
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seîîem)t
— Gerçekten ölü, ailesinin ona ağlaması
yüzünden azâb görür? buyurmuşlardır.- demiş
17- (...)
Bize Muhammedü'bnü Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammedü'bnü Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivâyet etti. (Dedi ki): Ben Katâde'yİ,
Saîdü'bnü'l-Müseyyeb'den, o da tbni Ömer'den, o da Ömer'den o da Peygamber
(Saîlaüahü Aleyhi ve Seller»)1 den naklen rivayet ederken dinledim; Efendimiz:
«Ölen kimse kendisine
yapılan âh-u zar sebebi ile kabrinde azâb görür.» buyurmuşlar.
(...) Bize,
bu hadisi Muhammedü'bnül-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Ebî
Adiyy, Said'den, o da Katâde'den, o da Saîdü* bnü'l-Müseyyeb'den, o da tbni
Ömer'den, o da Ömer'den, o da Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Seî/emJ'den
naklen rivayet etti: Efendimiz:
«Ölen kimse, kendisine
yapılan âh-u zâr sebebiyle kabrinde azâb görür.» buyurmuşlardır.» dedi.
18- (...)
Bana Alîyyü'bnü Hucr Es-Sa'dî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Aliyyü'bnü Müshir,
A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da tbni Ömer'den naklen rivayet etti. tbni
Ömer şöyle demiş: Ömer yaralandığı vakit bayıldı. Hemen yanında yaygara
kopardılar; ayıldığı vakit: «Siz bilmezmisiniz ki Resûlüllah {Sallalîahü Aleyhi
ve Sellem)ı Gerçekten ölü, dirinin ağlaması yüzünden azâb görür, buyurmuşlardır.»
dedi.
19- (...)
Bana Alîyyü'bnü Hucr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Alîyyü'bnü Müshir,
Şeybânî'den, o da Ebû Bürde'den, o da babasından naklen rivayet etti. Demiş ki:
Ömer yaralanınca Süheyb:
— «Vah kardeşciğim!»
demeye başladı. Bunun Üzerine Ömer, ona şunu söyledi:
— Yâ Sûheyb! Bîlmezmisin
ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem):
«Şüphesiz ki ölen
kimse, dirinin ağlaması yüzünden azab görür.» buyurmuşlardır.
20- (...)
Bana Aliyyü'bnü Hucr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Yahya Şuayb b. Safvân [9],
Abdülmelik b. Umeyr'den, o da Ebû Bür-dete'bnü Ebî Musa'dan, o da Ebû Musa'dan
naklen haber verdi. Demiş ki: Ömer vurulduğu vakit Suheyb evinden geldi ve
Ömer'in yanma girdi. Onun yanında durarak, ağlamağa başladı. Bunun üzerine
Ömer:
— Ne ağlıyorsun? Bana mı ağlıyorsun? dedi.
Suheyb:
— Evet. Vallahi sana ağlıyorum, ey mü mirilerin
emîril cevabını verdi. Ömer:
— Vallahi sen pek âlâ bilirsin ki Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)
«Üzerine ağlanan kimse
azâb görür» buyurmuşlardır; dedi. (Hâvi Abdülmelik
diyor ki:)
«Ben, bunu Mûsâ b.
Tâlha'ya söyledim de, o:
— (Âişe: Bunlar ancak yahudiler idi, diyordu.)
mukaabelesinde bulundu.
21- (...)
Bana Amrü'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Afgâ-nÜ'bnü Müslim rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Hammâdü'bnü Seleme, Sâ~ bitden, o da Enes'den naklen
rivayet etti ki, Ömerü'bnü'l-Hattâb yaralanınca (kızı) Hafsa [10] yas
ederek, ağlamış. Bunun üzerine Ömer şunları söylemiş:
— Yâ Hafsa! Sen Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellemfi--«Üzerine feryâd edilen kimse azöb görür.» buyururken işitmedin mi?
dedi. Ömer İçin Suheyb
de feryâd etti; Ömer ona dahi:
— «Ey Suheyb! Bilmezmisin ki üzerine feryâd
edilen kimse azâb olunur.» dedi.
Bu hadisi Buhâri,
Nesâi ve Ibni'Mâce «Cenâiz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin bir çok
muhtelif rivayetleri vardır. Bunların bâzılarında: «Ölen kimse, ailesinin ona
ağlaması yüzünden azâb görür.» diğer bâzılarında
«Dirinin ağlaması
sebebiyle...» denilmiş; bir takımlarında: «Yapılan feryâd-u figân yüzünden azâb
görür.»;bir rivayetinde de: «Her kime ağlanırsa, o kimse azâb görür.»
buyurulmuştur. Nevevî diyor ki:
«Ömerü'bnü'l-Hattâb ile oğlu Abdullah (Radiyallahü anhümâYran
rivayetlerinde Hz. Aişe inkâr etmiş; onların bu rivayetleri unuttuklarını yahut
şüpheye düştüklerini söylemiştir. Âişe (Radiyallahü anhâ). Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'ti\ böyle bir şey söylediğini kabul etmemiş, bu bâbda Teâlâ
Hazretlerinin
Hiç bir bunankar nefîs
başkasının günahını üzerine almaz.» âyet-i kerimesi ile istidlal etmiştir. Ona
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yalnız bir yahudi karısı hakkında:
«Bunlar ona ağlıyor
hâlbuki o azâb görüyor.» buyurmuştur. Fakat bununla onun ağlamak yüzünden
değil; küfrü sebebiyle azâb olduğunu anlatmak istemiş ve sanki: «Onlar ağlaya
dursun, kadın küfründen dolayı azâb görüyor.» demiş gibidir.
Bu hadîslerin ifâde
ettiği feryâd-ü figâh sebebi ile azâb olunma mes'elesinde ulemâ ihtilâf
etmişlerdir. Şöyle ki:
1- Cumhur'a
göre bu hadîsler, öldükten sonra arkasından ağlanmasını vasiyet edenlere
mahsûsdur. Bu vasiyet tenfîz yâni fer-yâd edildiği takdirde, ölen kimseye azâb
olunur. Fakat vasiyet bulunmamak şartı ile ölen bir kimsenin arkasından âh-u
zâr etmek, o kimsenin azâb görmesine sebebolmaz. Çünkü Teâlâ Hazretleri (Ceîîe
Cet Hiç bir günahkâr nefis, başkasının günâhını yüklenmez.» buyurmuştur.
Derler ki: «Öldükten
sonra yas tutarak feryâd-u figânda bulunmayı vasiyet etmek, araplann âdeti
idi. Bunu meşhur «Muallâka» sahipli rinden Tarafetü'bnü Abd bile yapmıştır.
Binâenaleyh mutlak olan bu hadisler Arapların âdetlerine hamlolunurlar.
2- Ulemâdan
bir taifeye göre, bu hadisler sesle ağlamayı vasiyet edenlere yahut sesle
ağlanmamasını vasiyet etmeyenlere hamlolu-nür. Binâenaleyh kendisine sesle
ağlayıp, feryâdda bulunmayı vasiyet eden kimse ile bunları yapmamayı vasiyet
etmeyenler azâb görürler. Ama sesle ağlamamayı ve feryatta bulunmamayı vasiyet
ederek ölen kimse sonradan vasiyeti hilâfına yapılan bu gibi işlerden dolayı
azâb görmez. Çünkü onun bu husûsda hiç bir sun-u taksiri yoktur. Hulâsa sesle
ağlamaktan ve yaygaradan dolayı azâb görmemek için bunların yapılmamasını
vasiyet etmek lâzımdır.
3- Bâzıları
bu hadîslerin mânâsı hakkında şunları söylemişlerdir: «Araplar ölen bir
kimsenin ardından, onun bütün iyiliklerini sayıp dökerek sesle ağlarlardı.
Hâlbuki onların iyilik diye saydıkları şeyler şeriat nazarında çirkin
olduğundan ölü azâb görür. Meselâ ölenin arkasından: Ey kadınları dul bırakan!
Mamureleri vîrân eden filânca; diye hitâb ederler; kadınları dul bırakıp,
ma'mûreleri viraneye çevirmeleri bir marifet ve şeceat sayarlardı. Halbuki bunlar
şer'an haramdır.»
4- Bir kısım
ulemâya göre bu hadislerden murâd: Ölen kimsenin geride bıraktığı ağlayanları
görerek rikkata gelmesi ve üzülmesi-dir. Onun azâb olmasından murâd budur.
Muhammedü'bnu Cerîr-i,
Taberi ile diğer bâzı zevatın mezhebleri budur.
Kadî Iyâz bu kavli
diğerlerinden evlâ bulmuştur. Bu zevatın delilleri Peygamber (Saîlallakü
Aleyhi ve Sellemj'in babasına ağlayan bir kadını ağlamaktan menettiğini
bildiren bir hadistir. Mezkûr hadisde Resûlüllah (Saîlallakü Aleyhi ve Seîlem)
«Ey Allah'ın kulları;
Ağlamakla dîn kardeşlerinizi tâ'zîb etmeyin.» buyurmuştur.
5- Aişe
(Rdiyallahü anhâ)'y& göre, bu hadiselerden murâd: Gerek kâfir, gerekse âsî
Müslüman bir kimsenin arkasından ağlayarak yaygara koparılmak sebebile değil;
onlar ağlarken kendi günâhı sebebi ile azâb görür. Aynî, ulemânın bu bâbdaki
kavillerini sekize çıkartmıştır.
Bu kavillerin içinde
sahih olanı cumhurun kavlidir. Muhtelif mezheblere sâlik bulunan ve zevat
buradaki ağlamaktan murâd: Sırf gözyaşı dökmek değil; feryad-ü figân ederek
sesle ağlamak olduğuna ittifak etmişlerdir.
22- (928)
Bize Dâvûd b. Ruşeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. Uleyye rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Eyyûb, Abdullah b. Ebî Müleyke'den naklen rivayet etti.
Demiş ki: tbni Ömer'in yambaşında oturuyordum, Osman'ın kızı Ümmü Ebâh'in
cenazesini bekliyorduk. Onun yanında Amr b. Osman da vardı. Derken îbni Abbâs
geldi, kendisini bir zât yediriyordu. Zannederim o zât İbni Abbâs'a, tbni
Ömer'in bulunduğu yeri haber verdi de, gelerek yanıma oturdu. Ben İbni Ömer'le
İkisinin arasında idim. Bu sırada evden ansızın bir ses geldi. Bunun üzerine
İbni Ömer —galiba Amr'a kalkıp, onları neh yetmesini işaret ederek şunları
söyledi: Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Şüphesiz ki ölen
kimse ailesinin ağlaması sebebi ile azâb görür.» buyururken işittim.
İbni Ömer, bu
rivayetini mürsel olarak yaptı.
(927) Bunun
üzerine tbni Abbâs şunu söyledi: «Emîrü'l - Mü'mi-nîn Ömerü'bnü'l - Hattâb ile
birlikte İdik. Beydâ' denilen yere vardığımızda birden bire bir ağacın altına
inmiş bir adam gördü, bana:
— Git de şu adamın kim olduğunu bana öğreniver;
dedi. Hemen gittim. Bir de baktım ki o zât Suheyb'miş. Ömer yanına dönerek (kendisine)
:
— Sen, bana bu zâtın kim olduğunu öğrenmemi
emrettin; o Suheyb'miş, dedim. Ömer:
— Ona emret de bize katılsın dedi. Ben:
— Ama onunla birlikte ailesi de var! dedim;
Ömer:
— Velev ki yanında ailesi olsun! dedi. Gâlibâ
râvî Eyyûb, ona emret bize katılsın, (demiştir.)
(Medine'ye)
geldiğimizde çok geçmeden emîrü'l - Mü'mİnîn vuruldu. Müteakiben Suheyb:
— Vah kardeşim! Vah arkadaşım! diye diye geldi.
Ömer:
— Sen, bilmezmisin yahut İşitmedinmi ki, Resûlüllah
(Sdlaîlahü Aleyhi ve Sellem)
(Şüphesiz ölen kimse
ailesinden bâzılarının ağlaması İle azâb görür.) buyurmuştur, dedi. (Râvi
Eyyûb: Yahut, Sen bilmedin mi veya işitmedin mi ki, dedi; demiş.)
Râvî dedi ki:
«Abdullah'a gelince, o bu rivayeti mürsel olarak bıraktı. Ömer ise (Bâzı)
kaydı ile rivayet etti.»
(929) Sonra
ben kalkıp Aişe'nin yanına girdim ve ona îbni Ömer' İn söylediklerini
naklettim. Aişe:
— «Hayır, Vallahi! Resûlüllah (Sallaîlahû
Aleyhi ve Sellem) asla: (Ölen bir kimse, birinin ağlaması sebebiyle azâb
olunur.) dememiştir. Lâkin o şöyle buyurdu:
(Şüphesiz ki ailesinin
ağlaması sebebiyle Allah kâfirin azabını artırır. Gerçekten güldüren de ağlatan
da ancak Allah'dır. Hiç bir günahkâr nefis, başkasının günâhını yüklenmez.)»
dedi.
Râvi Eyyüb demiş ki:
îbni Ebî Müleyke şöyle dedi: Bana Kaasim b. Muhammed rivayet etti. Dedi ki:
Aişe, Ömer'in söylediklerini duyunca:
— «Siz, bana hakîkaten yalan söylemeyen ve
tekzip olunmayan iki zâttan hadis rivayet ediyorsunuz. Lâkin kulak hatâ eder.»
dedi.
23- (928)
Bize Muhammedü'bnü Rafi ile Abd b. Hu mey d rivayet ettiler. îbni Râfi' dedi
ki: Bize Abdürrazzâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize Îbni Cûreyc haber verdi.
(Dedi ki): Bana Abdullah b. Ebî Müleyke haber verdi. (Dedi ki): Osman b.
Affân'ın Mekke de bir kızı vefat etti; biz de cenazesinde bulunmak üzere
geldik. Cenazeye îbni Ömer ile Îbni Abbs da geldiler. Ben aralarında
oturuyordum. (Evvelâ) birinin yanına oturmuştum, sonra diğeri gelerek, benim
yanıma oturdu. Abdullah b. Ömer, Amr b. Osman'ın yüzüne karşı:
— «Sen, bu ağlamayı
yasak etmiyormusun? Zira Resûlüllah (Sallallahû lAeyhi ve Sellem)ı
(Şüphesiz ki ölen
kimse ailesinin ona ağlaması yüzünden azâb olunur.) buyurdular, dedi.
(927) Bunun
üzerine îbni Abbas: (Evet) Ömer bunun bir kısmına kaaildi.» dedi ve sözüne
şöyle devam etti:
«Ömer ile beraber
Mekke'den döndüm. Beydâ' denilen yere geldiğimiz vakit Ömer ansızın bir ağacın
gölgesi altında bir deve kervanı gördü. (Bana):
— Git bak, bu kervan kimlermiş? dedi. Ben hemen
gidip baktım; bir de ne göreyim Suheyb'mis. Onu derhâl Ömer'e haber verdim;*
— Onu bana çağır! dedi. Suheyb'e dönerek:
— Emîrü 1-mü'mininin yanma buyur ve onun
kaafilesine katıl! dedim. Bilâhare Ömer vurulunca Suheyb ağlayarak ve:
— Vah kardeşim! Vah arkadaşım! diyerek yanma
girdi. Ömer, (ona):
— Ey Suheyb! Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem): (Şüphesiz ki ölen kimse ailesinden bâzılarının ona ağlaması sebebiyle
azöb olunur.)
buyurmuşken, sen hâlâ bana mı ağlıyorsun? dedi.»
(929) İbni
Abbâs dedi ki: Ömer vefat edince, ben bu mes'eleyi Âişe'ye anlattım; Âişe:
— «Allah, Ömer'e
rahmet eylesin; hayır vallahi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)*
(Allah mü'minl bir
kimsenin ağlaması sebebi İle azâb eder.) demedi. Lâkin:
(Ailesinin ağiaması
sebebiyle Allah kâfirin azabını arttırır.)buyurdu.» dedi ve sözlerine şöyle
devam etti:.
«Size Kur'an yeter!
(Teâlâ Hazretleri): Hiç bir günahkâr nefis başkasının günâhını yüklenmez,
(buyuruyor.)» O zaman tbni Abbâs: — «Güldüren ve ağlatan da Allah'd ir.- dedi.
îbni Ebî Müleyke:
-Vallahi İbni Ömer hiç bir şey söylemedi.» demiş.
(...) Bize
Abdurrahmân b. Bişr rivayet etti (Dedi ki): Bize Süf-yân rivayet etti. Dedi ki:
(Bize) Amr, İbni Ebî Müleyke'den naklen rivayet etti: Osman'ın kızı Ümmü
Ebân'ın cenazesindeydik...» diyerek hadîsi rivayet etmiş. Ama Eyyûb ile îbni
Cüreyc'in yaptıkları gibi hadîsin Ömer'den, onun da Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve SeZ/emJ'den merfû olarak rivayet edildiğini bildirmemiş. Eyyûb ile
tbni Cüreyc'in hadîsleri Amr'ın hadîsinden daha tamamdır.
24- (930)
Bana Harmeletü'bnû Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb rivayet
etti. (Dedi ki): Bana Ömerü bnû Mu-hammed rivayet etti; ona da Abdullah b.
Ömer'den naklen Salim rivayet etmiş ki Resülüllah (Sallallahü Aleyhiv e
Sellem):
«Şüphesiz ki öten
kimse, dirinin ağlaması sebebiyle azâb olunur.» buyurmuşlar.
25- (931)
Bize Halefü'bnü Hisam ile Ebû'r-Rabî' Ez-Zehanî hep birden Hammâd'dan rivayet
ettiler. Halef dedi ki: Bize Hammâdü'bnü Zeyd, Hişâm b. Urve'den, o da
babasından naklen rivayet etti. Babası şöyle demiş: «Âişe'nin yanında tbni
Ömer'in (ölen kimse, ailesinin ona ağlaması yüzünden azâb görür.) dediği
söylendi. Bunun üzerine Aişe:
— Allah, Ebû
Abdirrahmân'a rahmet eylesin; bir şey işitmiş ama onu belleyememiş. (Gerçek
şudur ki): Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanından bir yahudî
cenazesi geçti, yahudiler ona ağlıyorlar. Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve
Sellem)
(Siz ağlıyorsunuz ama
ona azâb olunuyor.) buyurdular, dedi.»
26- (923)
Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsa-me, Hişâm'dan, o da
babasından naklen rivayet etti. Demiş ki: Aişe' nin yanında İbni Ömer'in
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)e merfûan:
«Şüphesiz ki ölen
kimse ailesinin ona ağlaması yüzünden kabrinde azâb görür.» hadîsini rivayet
ettiği söylendi. Bunun üzerine Aişe:
— «O hatâ etmiş,
Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) ancak şöyle buyurdular:
(Ölen kimse hatlesi
yahut günâhı yüzünden azâb görüyor; ailesi ise şimdi ona ağlamaktadırlar), tbni
Ömer'in bu sözü de, şu sözüne benzer:
Resûlüllah (Saîlallahü
aleyhi ve Sellem) Bedir harbinde Kalîb çukurunun başında durdu; o çukurda
müşriklerin Bedir harbinde Öldürülenleri bulunuyordu. Resûlüllah (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) onlara ne söylediyse söyledi ve: Muhakkak bunlar benim
sözlerimi işitiyorlar; buyurdu (demişti) hâlbuki yanılmıştı. Resûlüllah
(Salhlh'hü Aleyhi ve Sellem) ancak ve ancak: (Onlar, vaktiyle benim kendilerine
söylediklerimin hak olduğunu pek âlâ biliyorlar.) demişdi.) dedi, (Sonra):
Şüphesiz ki sen ölülere söz iş itti reme zsin [11]',
ve: Sen kabirlerde yatanlara söz Işittiremezsin [12];
âyetlerini okudu.: Teâlâ Hazretleri «ateşten fbâret olan yerlerine
yerleştikleri sırada» demek istiyor.» dedi.
(...) Bize,
bu hadisi Ebû Bekir b. Ebi Şey be de rivayet etti. (Dedi ki): Bize VekT rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Hişâmu'bnü Urve bu îs-nâdla, Ebû Üsâme hadîsi manasında
rivayette bulundu. Ama Ebû Üsâ-me hadîsi daha tamamdır.
27- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd, Mâlik b. Enes'den, —ona okunanlar meyânında— Abdullah
b. Ebî Bekir'den, o da babasından, o da Amra binti Abdirrahmân'dan işitmiş
olmak üzere rivayet etti. Am-ra, Âİşe'defc işittiğini haber vermiş; Aişe'ye
Abdullah b. Ömer'in:
«Şüphesiz ki ölen
kimse, dirinin ağlaması yüzünden azâb görür.» dediği söylenmiş. Bunun üzerine
Âişe şöyle demiş:
— «Allah, Ebû
Abdirrahmân'a mağfiret buyursun, şüphesiz ki o, yalan söylememiştir. Lâkin
unutmuştur yahut hatâ etmiştir. (Hakikat şudur kî) Resûlüllah (Saîlalîahü
Aleyhi ve Seller») Yahudilerin (mezarı) başında ağladıkları bir yahudi
karısının yanından geçti de:
(Bunlar, ona
ağlıyorlar. Hâlbuki o kabrinde azâb görüyor.) buyurdular.
28- (933)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivyet etti. (Dedi ki): Bize Vekî, Saîdü'bnü
Ubeyd-i Tâî ile Muhammedü'bnü Kays'dan, onlar da Alîyyü'bnü Rabîa'dan naklen
rivayet etti. Alî şöyle demiş: Kûfe'de kendisine yas tutulan ilk şahıs
Karazatü'bnü Kâ'b'dır. Bunun üzerine Mugîratü'bnü Şu'be şunları söylemiş: Ben,
Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellemyit
«Her kime yas
tutulursa, o kimse kıyamet gününde kendisine yapılan feryâd-ü figân sebebiyle
azâb görecektir.» buyururken işittim.
(...) Bana
Alîyyü'bnü Hucr Es-Sadî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Alîyyü'bnü Müshir rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Muhammedü'bnü Kays-i Esdî, Alîyyü'bnü Rabîate'l-Esdi'den,
o da Mugîratü'bnü Şu'-be'den, o da Peygamber {Salîallahü Aleyhi ve SeJJemj'den
naklen bu hadîsin mislini haber verdi.
(...) Bize,
bu hadisi Ibni Ebi Ömer dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mervân yâni Fezâri
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Saîdü'bnü Ubeyd-i Tâî, Alîyyü'bnü Rabîa'dan o da
Mugîratü'bnü Şu'be'den, o da Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'den
naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.
Bu hadîsleri Buhârî
«Cenâiz» bahsinde Âişe hadisinin bir rivayetini «Kitâbü'l-Meğâzî» de, Nesâîve ibniMâce
«Cenaiz» bahsinde muhtelif râvîlerdçn tehrîc etmişlerdir.
Ayni diyor ki: «Bu
bahsi şerh eden zevattan hiç birinin bu bâbda vârîd olan hadîsleri hakkıyla
beyân ettiğini görmedim. Bil'akis sarihlerin çoğu sözlerini tertipsiz ve
hadîsin metnine tâbi olmaksızın gelişi güzel yazmışlardır. Öyle ki: Onların
sözlerine bakanlar, kendilerini tatmin edecek bir şey bulamazlar...»
Ayni bundan sonra bu
hadisler üzerinde muhtelif yönlerden söz etmiştir. Şöyle ki:
1) Ibni Ömer
(Radtyallahü anh)'mn rivayetleri iki nev'îdir. Bunların biri ölen kimsenin
ailesinin feryâd edip ağlaması yüzünden azâb göreceğini, diğeri dirinin
ağlaması yüzünden ölünün azâb göreceğini ifâde etmektedir.
Her iki rivayet
merfû'durlar. Acaba burada mutlak, mukayyede hamledilir mi? Yâni ölen kimse
kendisine yalnız ailesinin ağlaması yüzünden mi azâb görür yoksa hüküm umûmî
olup, herhangi bir kimsenin ağlaması ile azâb görür mü?
Bu suâle: «Hüküm
umûmidir, yalnız ailesinin ağlamasma mahsûs değildir.» şeklinde cevap
verilmiştir. Bittabi bu cevap ağlamayı meyyitin azabına sebep kabul gedenlere
göredir. Burada mutlakın, mukayyed üzerine hamledilmemesi, hükümde bir fark
hâsıl olmadığı içindir. Çünkü ağlamanın, ölenin azabına sebep olacağına kaail
olanlara göre ailesinin ağlaması ile başkasının ağlaması arasında fark yoktur.
Zira ölünün arkasından feryâd-ü figân etmenin azaba sebep olacağı umûmi
delillerle beyân edilmiştir. Ölenin ailesi ağlamak hususunda daha mazur olduğu
hâlde ağlamaları azaba sebep olursa, başkalarının ağlamaları buna bil'evlâ sebep
teşkil eder.
Hadisin bâzı
rivayetlerinde «ailesinin ağlaması sebebiyle» buyu-rulmasi: «Başkalarının
ağlaması azaba sebeb olmaz- mnâsına alınmamalıdır. Zira bu söz bir kayd-ı
ihtirazı değil, kayd-i vukûi'dir. Yâni ekseriyetle ölenin arkasından ailesi efradı
ağladığı için zikredilmiştir.
2) Acaba
hadîsde zikri geçen «diri» tâbirinin mefh»mu var mıdır ki, diri olmayan
şeylerin ağlaması ile ölüye azâb olunmaz diyelim. Ve acaba diri olmayan
şeylerin ağlaması tasavvur olunabilir mi ki, •diri» kelimesi ile cansız
şeylerden ihtiraz olunmuş diyelim?
«Onların üzerine yer
ve gök ağlamadı.» âyeti kerimesinin zahirine bakılırsa yerle gök başkasına
ağlarlar. Binâenaleyh onların bu ağlayışı: Ölüye ağlamak, olur. Ölüye bundan
dolayı bü'icmâ azâb yoktur.
Yezid-i Rakaasî 'nin
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiği bir hadisi îbni
Merdûye tefsirini dercet-mişdir. O hadiste Peygamber (SallallaküaleyhiveSellem)
«Hiç bir mü'mîn yoktur
ki, gök yüzünde onun için iki kapı bulunmasın. Bu kapıların birinden rızkı
çıkar, diğerinden de sözü ve ameli girer. O mü'mln öldüğü vakit bu kapılar onu
arar ve ona ağlarlar.» buyurmuş ve «Onların üzerine yer ve gök ağlamadı.»
âyet-i kerimesini okudu.» denilmektedir.
Ölüden ağlama tasavvur
olunabilir. Bu bâbde Peygamber (Sallalla-hü Aleyhi ve Se/Zemj'den şu hadîs
rivayet olunmuştur. «Biriniz ağladığı vakit, ona arkadaşçağzı da ağlar.»
Bu hadîsdeki
«arkadaşçağız»dan murâd: Ölen kimsedir. «Hay» kelimesinden murâd: Kabüe'dir. Bu
takdirde ölünün azabına sebep, kabilesinin ona ağlaması olur.
3- Bu
hadislerin bâzı rivayetlerinde ölünün ailesi ağladığı için, başka
rivayetlerinde arkasından niyâha yâni bağırıp çağırarak; ölenin meziyetleri
sayıldığı için azâb göreceği bildirilmektedir. Tabiî ki birinci rivayet umûmi,
ikincisi ise yalnız nihâhaya mahsûsdur. Burada mutlak, mukayyede hamlolumır.
Binâenaleyh ağlamak mutlak olarak zikredildiği yerlerde feryâd-ü figânla
ağlamaya hamlolunur. Bu husûsda icmâ-ı ulemâ vardır.
Mücerred gözyaşı,
azaba sebep değildir. Bu hadîslerden, umûmî surette ağlamak kastedilmediğine
bir delil de: «Ölen kimse ailesinden bazılarının ağlaması yüzünden azâb
görür.» hadîsidir.
Bu hadîsde azaba
sebep: bâzı ağlamalar, olduğu bildirilmiştir. Hadislerin aralarını bulmak için
buradaki bâzı ağlayış kaydı bağıra çağıra ağlamaya hamledilmiştir.
Hadisin râvüeri olan
Ömerü'bnü'l-Hattâb ile oğlu'nun Huzûr-u Nebevî'de ağlamaları da her ağlayışın
azaba sebep olmadığına delildir.
4- Hz. Aişe,
Ömer ile oğlu Abdullah (Radıyallahü anhümâ)'yı hatâya nisbet etmiş, onların yanıldıklarını
söylemiştir. Aişe (Radıyallahü anhâ)'mn rivayetlerinden ne murâd edildiği ulema
arasında ihtilaflıdır. Ha11âbi'ye göre mânâ Aişe (Radt-yallahü anka)'nm kanaat getirdiği
şekildedir. Zira, Hz. Aişe azâb mes'elesinin bir yahudi hakkında olduğunu rivayet
etmiştir. Tefsir edilen haber mücmel bırakılan haberden evlâdır.
îbni Ömer {Radıyallahü
anh)'m rivayet ettiği hadisler dahî âyet-i kerîmeye muhalefet etmeksizin sahih
olabilir. Çünkü araplar öldükten sonra kendilerine bağıra çağıra mersiyeler
okunmasını vasiyet ederlerdi.
Hattâbi diyor ki: «Bir
rivayet sabit oldumu, o rivayeti zan ile çürütmeye imkân yoktur. Buradaki
hadîsi hem Ömer hem de oğlu rivayet etmişlerdir. Aişe'nin rivayet ettiği
hadisde onların rivayetlerini hükümsüz bırakacak bir şey yoktur. Her iki
tarafın rivayet ettiği hadislerin sahih olmaları caizdir. Aralarında münâfaat
yoktur. Ölünün azâb olması, sağlığında iken kendisine yas tutulmasını ve
mersiye okunmasını vasiyet ettiği zaman lâzım gelir...»
Ağlamakla ölünün azâb
görmesi hususunda ulemadan nakledilen kavillerin mühim olanlarını az yukarıda
görmüştük... şimdi hadîslerin izaha muhtaç görülen yerlerine dönelim:
îbni Abbâs
(Radîyaîlahü anh)'m bir zâtm delâleti ile cenaze yerine gelmesi âmâ olduğuna
işarettir. Hakîkaten ömrünün sonlarına doğru gözleri görmez olmuştu. Gerek
îbni Abbâs gerekse îbni Ömer ashâb-ı kirâm'm büyüklerinden olup, «Abâdüe-i Erbaa»
denilen dört Abdullah' [13] dan
ma'dûtturlar.
Hz. Abdullah b. Ebî
Müleyke 'nin onlar derecesinde olmadığı hâlde aralarına oturması bir özürden
dolayıdır. Yoksa özürsüz kendinden her cihetçe üstün olan iki zâtm arasına
oturmak âdaba muhaliftir.
Abullah îbni Ömer'in
rivayetini mürsel bırakmasından murâd: Ölen kimsenin, dirilerin ağlaması
yüzünden azâb göreceğini mutlak olarak nakletmesi Hz. Âişe'nin rivayeti gibi
yahudi cenazesi olmakla kayıtlamaması, diğer rivayetlerde olduğu gibi vasiyet
veya ailesinden bâzüarınm ağlamasını zikretmemesidir.
Beydâ*: Hakîkatta
«çöl», mânâsına gelirse de, burada ondan murâd: Mekke ile Medine arasında bir
yerdir.
Bu rivayetlerde ismi
geçen Suheyb (Radıyallahü anh)- Su-heyb-i Rûmi diye şöhret bulan Suheyb b.
Sinan 'dır. Küçüklüğünde Roma'hlann eline esir düştüğü için ana dilini unutmuş,
sonradan tekrar öğrenmişse de doğru dürüst ve hatasız konuşa-mamıştır. Abdullah
b. Cüd'an, kendisini Romalılardan satın alarak azâd etmiştir. Bundan sonra Hz.
Suhayb müslüman olmuştur. Kendisi Mekke müşriklerinden ezâ cefâ çeken ilk
müslümanlardandır.
Rivayetlerin
mecmu'undan anlaşıldığına göre H z . Ömer Hacc'dan döner dönmez vurulmuştur.
Hz. Âişe'nin «Güldüren
de ağlatan da Allah'tır.» demesi: İbni Ömer'in rivayet ettiği hadîsi kabul
etmediğinin delilidir. Çünkü insanın gülmesi, ağlaması, keder ve sevinci
Allah'tandır. İnsanın bunlarda hiç bir dahl-ü te'sîri yoktur. Şu hâlde
bunlardan dolayı ölü değil; diri bile muâhaze olunamaz, demek istemiştir. Bir
rivayette bu sözü îbni Abbâs söylemiştir.
Hz. Aişe (Radtyallahü anhâ) nin bir rivayette:
«Allah Ebü
Abdlrrahmân'a rahmet eylesin.», diğer bir rivayette «Allah Ömer'e rahmet
eylesin.» demesi: Edep, terbiye ve nezâket icâbıdır.
Ebû Abdirrahmân: Hz.
İbni Ömer'in künyesidir. Aişe (Radıyallahü anhâ) onlar hakkındaki bu sözleriyle
kendilerini hatâya nisbet etmekden doğacak hoşnutsuzluğu gidermek için bir
vâsıta yapmıştır.
Râvl îbni Ebi Müleyke:
«Vallahi tbni Ömer -hiç bir şey demedi.» sözüyle ihtimâl Hz. Aişe'yi haklı
gördüğünü anlatmak istemiştir. Fakat ulemânın bu sükût hakkındaki kavilleri öyle
değildir, tbni Münir: «tbni Ömer (Radıyallahü an/ı)'ın susması, Aişe'nin sözünü
kabul ettiğine delil olamaz. Belki de münâkaşadan kaçınmıştır.» diyor
Kurtubî de: «tbni Ömer
bu hedîsi merfü olarak rivayet ettikten sonra burada susması: kendine ânz olan
bir şüpheden dolayı değildir. Lâkin hadisin ona göre te'vîle ihtimâli vardır. O
anda hadisi hamledecek bir te'vil yolu bulamamıştır. Yahut o meclisin münâkaşaya
tahammülü yoktur...» demiştir.
Hz. Aişe'nin son
rivayetlerinden birinde «Îbni Ömer hatâ etmiş.» diyerek yaptığı tashihler
meyânında onun hadisdeki «bilirler» kelimesinin yerine «işitirler» dediğini
gösteren rivayeti okumuş sonra hadîsde zikri geçen âyetleri okuyarak,
onlardaki ölüye laf işittirme sözünü hakikate hamletmiştir. Hâlbuki bir çok
rnüfes-sirlerle diğer ulemâya göre bu âyetlerdeki ölülerden murâd: Kâfirlerdir.
Kâfirler işittiklerinden istifâde edememe hususunda öldükten sonra hiç bir
şeyden istifâde edemeyen cesetlere benzetilmiştir. Bu takdirde bu âyetlerde Hz
Âişe'ye delil yoktur.
Kalib: Bedir gazasında
Küffâr cesetlerinin atıldığı kuyudur. Bâzıları bunu: «Taşlan işlenmemiş eski
bir kuyu» diye tefsir etmişlerdir.
Bedir müşriklerine
Resûlüllah {SaUdlahü Aleyhi ve SellemYin bir şeyler söylediğini ifâde için:
«Onlara ne söylediyse söyledi.» denilmiştir. Bundan murâd: «Size vaad olunanın
hak olduğunu anladınız mı?» buyurmuş olmasıdır.
Hz. Ömer'in Suheyb
(Radtyalhhü anhy&ı «Bilmez misin?» yahut «Duymadın mı?» diyerek azâb
hadisini hatırlatmasını, Hz. Süheyb'in bu hadisi evvelce Peygamber (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem)'den bizzat işittiğine delildir. Herhalde -sonradan onu unutmuş
olacaktır.
Bâzıları: «Hz. Ömer'in
Suheyb'in ağlamasına karşı itirazda bulunması: sesle ağladığı içindir. Ömer
(Raâıyaîhhü anh) bundan, öldükten sonra Öa ayni şekilde yahut daha fazla
feryâd ederek ağlayacağı mânâsını çıkarmıştır. Hemen itirazda bulunması bundandır.»
derler.
Aynî .ölene mersiye
okumanın memnûiyeti babında onbeş sahâ-bîden hadîs rivayet olunduğunu
«Et-Tevhîd» nâm eserden nakletmiş-tir. Hadis rivayet eden ashâb-ı kiram: îbni
Mes'ûd, Ebû Mûsâ, Ma'kil b. Mukarrin, Ebû Mâlik'i Eş'arî, Ebû Hüreyre, Îbni
Abbâs, Muâviye, EbûSaid, Ebû Ümâme, Alî, Câbir, Kaysü'bnü Âsim, Cünâde-tü'bnü
Mâlik, Ümmü Atiyye ve Ünımü Seleme (Radtyallahü anhüm) hazerâtıdır.
îbni Mes'ûd hadisini
Buhâri, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve îbni
Mâce tahric etmişlerdir.
Ebû Mûsâ hadîsini
Buhâri tahric etmiştir.
Ma'kil b. Mukarrin
hadisi sahih senedle -Süneni Kebir-de rivayet etti olunmuştur.
Ebû ,Mâlik-i Eş'arî
hadîsini Müslim rivayet etmiştir. Bu hadîsde Resulüllah (Salîaîîahü Aleyhi ve
Sellem):
Ümmetimde câhiliyet
umurundan kalma dört şey vardır ki, bunları terketmezler. (Bu dört şey) soy
sopu İle iftihar etmek, neseplere taanda bulunmak, yıldızlardan yağmur beklemek
ve nfyânadır...» buyurmuşlardır.
Ebû Hüreyre hadîsini
yalnız Tirmizi rivayet etmiştir. Mânâ itibârı ile bu hadis dahî Ebû Mâlik
hadisi gibidir.
îbni Abbâs hadîsini
îbni Merdûye «Tefsir» inde tahric etmiştir.
Muâviye hadîsini
îbni Mâce rivayet eder.
Ebü Saîd-i Hudri
hadîsini Ebû Dâvûd tahrîc etmiştir. Bu hadisde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem):
tYasçı kadına ve onu
dinleyen kadına Allah lanet etsin.» buyurmuştur.
Ebû Ümâme hadîsini İbni
Mâce tahrîc etmiştir. Mezkûr hadîsde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemjı
«Yüzünü tırmalayan,
cebini yırtan, helak ve azâb duasında bulunan kadınlara lanet olunmuştur.»
buyurmaktadır.
Hz. Ali hadîsi ile
Câbir hadîsini Îbni Ebî Şeybe • Musannaf » ında tahric etmiştir.
Kaysü'bnü Âsim
hadîsini Nesâi; Cünâdetü'bnü Mâlik hadîsini Taberâni tahrîc etmişlerdir.
Ümmü Atiyye hadîsini
Buhar î, Müslim ve Nesâi; Ümmü Seleme hadisini de îbni Mâce rivayet etmişlerdir.
Aynî bunlardan maada
bu bâbda Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerine beyat eden bir
kadınla Ömer, Enes, Amrû'bnü Avf, îbni Ömer, Imrânû'bnü Husayn, Abbâs b.
Abdilmuttalib, Selman, Semura hazerâtı ile Ebû Mûsâ (Radıyallahü a«/x)'m
zevcesinden dahî hadîsler rivayet edildiğini söylemiş ve bu hadislerin
yerlerini göstermiştir. Şöyle ki:
Beyat eden kadının
hadîsini Ebü Dâvûd tahrîc etmiştir.
Ömer (Radıyallahü anh)
hadîsini Buhar î, Müslim, Nesâive îbni Mâce rivayet etmişlerdir.
Enes hadisini Nesâi,
Amrû'bnü Avf hadîsini Teberânî
«El-Kebîr» nâm eserinde tahrîc etmiştir.
îbni Ömer hadîsini
Beyhaki rivayet etmiştir.
Imrânû'bnü Husayn
hadisini Nesâi tahrîc etmiştir. Mezkûr hadisde:
«Ölen kimse ailesinin
ona yaptığı feryâd-ü figân yüzünden âzab görür.» buyurulmaktadır. Bu hadîsi
dinleyen bir zât: «Acaba Horasan' da vefat eden bir adamın ailesi burada
kendisine âh-u zâr etseler, o adam yine azâb görecek mi?» diye sormuş; Râvi,
ona:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) doğru söylemiştir, sen İse yalan yaptın.»
mukaabelesinde bulunmuştur.
Abbâs b. Abdilmuttalib
hadîsini Taberânî «El Kebîr» inde;
Se1mân hadîsini yine
Taberânî tahrîc etmiştir.
Semüra hadîsini Bezzâr
rivayet eder.
Ebû Musa (Radtyallahü
anfcj'nın zevcesi hadisini Ebû Dâvûd rivayet etmiştir. Bu kadının ismi «Ümmü
Abdillâh» dır.
İmam Müslim bu bâbdaki
hadîsleri kitabının sonuna der-cetmiştir.
1- Niyâha
yâni ölenin arkasından yüksek sesle mersiyeler okumak bü'icmâ' haramdır. Çünkü
câhiliyet devri âdetlerindendir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)
kendisine islâmiyet üzerine be-yata gelen kadınlara niyâha yapmamayı şart
koşardı.
Babımız hadîsleri
feryâd-ü figân ederek ağlamanın memnu; fer-yâd etmeksizin gözyaşı dökmenin caiz
olduğuna delâlet ederler.
2- Cenaze
beklemek için toplanmak müstahabdır.
3- Karine
bulunduğu takdirde kafi bilinmeyen fakat hakkında galebe-i zan hâsıl olan bir
şey'e yemin etmek caizdir.
29- (934)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Affân rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Ebânü'bnü Zeyd rivayet etti H.
Bana İshâk b. Mansûr
da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Habbânü'bnü Hilâl haber verdi
(Dedi ki): Bize Ebân rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya rivayet etti; ona da
Zeyd rivayet etmiş. Zeyd'e Ebû Sellâm, ona da Ebû Mâlik-i Eş'arî rivayet etmiş
ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşları
«Ümmetimde câhiliyet
âdetlerinden kalma dört şey vardır ki, onları terk edemezler, (Bunlar): Asaleti
ile öğünme, neseplere ta'n, yıldızlarla yağmur isteme ve niyâhadır.» Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şunu da sözlerine ilâve buyurdular:
«Yasçılık yapan kadın,
Ölmezden evvel tevbe etmezse, kıyamet gününde üzerinde katrandan bir elbise ve
uyuzlu bir gömlek olduğu hâlde (kabrinden) kaldırılır.)
«Onları terk
edemezler...» sözünden murâd: Tamâmiyle terk edemezler, demektir. Çünkü bunları
Müslümanlardan bir taife terketse, başka bir taife yapmakta devam eder.
«Yıldızlarla yağmur
istemek»: Câhiliyet devri itikaadına göre fecir zamanı batıda bir yıldız
düşmek, onun yerine doğuda başka bir yıldız doğmakla olurdu. Onlar bunu görünce
yağmur yağacağına itikaad eder ve tesaadüfen yağmur yağarsa: «Filân yıldızla
bize yağmur gönderildi.» derlerdi.
Yasçı kadına kıyamet
gününde uyuzlu gömlek giydirmekten mu-râd: Bedenine uyuz ve gidişme arız olup,
adetâ gömlek gibi kaplayacağını anlatmaktır.
Hadîs-i .şerif
niyâhanın haram olduğuna delildir. Bu husûsda ulemâ müttefikdir.
Yine bu hadis,
mükellefin can gırtlağına gelmeden yapacağı tev-benin sahîh olduğuna delildir.
30- (935)
Bize Îbnü'l-Müsennâ ile tbni Ebî Ömer rivayet ettiler. İbnü'l-Müsennâ dedi ki:
Bize Abdülvahhâb rivayet etti. (Dedi ki): Yahya b. Saîd'i şöyle derken işittim:
Bana Amra haber verdi, o da Alşe'yi şunları söylerken işitmiş: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlemye, İbni Harise ile Ca'fer b. Ebî Tâlib ve Abdullah
b. Ravâha* nın katli haberi gelince oturdu; mahzun olduğu belliydi. Ben, kapının
aralığından bakıyordum. Derken ona bir adam gelerek:
— «Yâ Resûlallah!
Ca'fer'in kadınları...» diyerek onların ağladıklarım söyledi. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ona gidip kadınları nehyetmesini emir buyurdu. O zât da gitti. Müteakiben Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve
SeUem)'* gelerek kadınların kendisine itaat etmediklerini söyledi. Resûlüllah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sel-lemjona ikinci defa giderek kadınları nehyetmesini
emir buyurdu; o da gitti. Sonra tekrar Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'*
gelerek:
— «Vallahi bu kadınlar
bize galebe çaldılar, yâ Resûlallah!» dedi.
(Râvî dedi ki): Âişe,
Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellemyin o adama:
«Hadi git!.. Onların
ağızlarına toprak sac!-» buyurduğunu söyledi.
Aişe şöyle d emiş:
«Bunun üzerine ben to adama): Allah senin cezam kaldırsın! Vallahi ne
Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'in sana emrettiğini yaptın; ne de onu
kederiyle başbaşa bıraktın! dedim.»
(...) Bize,
bu hadisi Ebü Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b.
Nümeyr rivayet etti. H.
Bana Ebû't-Tâhir dahî
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb, Muâviyetü'bnü Sâlih'den naklen
haber verdi. H.
Bana Ahmedü'bnü
İbrahim Ed-Devrakî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdüssamed rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Abdülaziz yâni İbni Müslim rivayet etti. Bunların hepsi Yahya b.
Said'den bu isnâdla, bu hadisin benzerini rivayet etmişlerdir. Abdülazîz'in
hadîsinde: «Ne de Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem?i derdiyle başbaşa bıraktın
... denilmiştir.
Bu hadîsi Buhâri
«Cenâiz» bahsinin bir iki yerinde; Ebû Dâvûd ile Nesâi dahî ayni bahiste
muhtelif râvüerden tan-ric etmişlerdir.
Hadîsde şehid edildiği
bildirilen İbni Harise 'den murâd: Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellemyin
azatlısı Zeydü'brıü Harise (Radıyallahü anh)'dıc. Hz. Zeyd küçüklüğünde annesi
ile beraber akrabasını ziyâreye gittiğinde Beni Kays kabilesinden birtakım
atlıların hücumuna uğramış, onların eline esîr düşmüştü. Kendisini Hakim b.
Hizam, halası Hatice binti Huveylid için satm almıştı. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sel-km)'in zevcesi olan Hatice (Raâtyallahü anhâ), onu Peygamber-i
Zîşân. {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize hibe etti. Bil'âhara Hz. Zeyd'in
babası yakınlarından birkaç kişi ile birlikte Mekke'ye geldi. Oğlunun orada
köle olarak satıldığını işitmişti. Zeyd'in babası para mukaabilinde oğlunu
almak isteyince Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Hz. Zeyd'i
çağırtarak, gelenlerin babası ile sair akrabası olduklarını bildirmiş ve kendisini
meccânen babasına gitmekle Mekke'de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'ixı yanında kalmak arasında muhayyer bırakmıştı. Hz. Zeyd Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hâne-i saadetinde kalmayı tercih etti. O da
kendisini azâd ederek oğulluk edindi. Artık ona herkes Zey-dü'bnü Muhammed
diyorlardı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini pek seviyordu.
Onu azatlı cariyesi Ümmü Ey-men'le evlendirdi. Bu izdivâcdan: Üsâmetü'bnü Zeyd
dünyâya geldi.
Hz. Aişe'den rivayet
olunduğuna göre: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir seriyye ile Hz.
Zeyd‘i de gönderirse o se-riyyeye mutlaka kendisini kumandan tâyin edermiş.
Hattâ Aişe (Radıyallahü anhâ)ı «Zeyd Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'
den sonra hayâtta kalsaydı onu mutlaka Halîfe ta'yîn ederdi.» dermiş.
Bu hadisi imâm Ahmed
ile Nesâi ve Ibni Ebî Şeybe rivayet
etmişlerdir. Sahih ve garîb bir hadistir.
Şehîd edilen Ca'fer
(Radıyallahü anh)fB. gelince: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m.
amıcası Ebû Tâ1ib'in oğlu olup, kardeşi Hz. Alî 'den on yaş büyüktür. Eskiden
Müslüman olmuş ve Habeşistan'a hicret etmişti. «Ca'fer-i Tayyar» demekle
meşhurdur. Hz. Ca'fer'in şehîd olacağını bizzat Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Efendimiz haber vennişdir. Ca'fer (Raâtyallahü anh) cennetle
müjdelenen bahtiyarlardandır.
Şehîd edilen üçüncü
zât Abdullah b. Ravâha 'dır. Künyesi Ebû Muhammed veya Ebû Revâha olan bu zât
dahi eskiden Müslüman olmuş, Akabe, Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye ve Hayber
gibi bir çok vak'alarda hâzır bulunmuştur. Onun dahî şehîd olacağını ve cennete
gireceğini bizzat Fahr-i Alem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz
müjdelemiştir. Bu üç zâtın şehid edilmeleri şöyle olmuştur:
Kendilerini Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üç bin kişilik bir ordu ile Hicret'in 8. yılında
Şam taraflarına harbe göndermiş, Hz. Zeyd'i orduya kumandan tâyin etmişti.
Resûl-i Ekrem (Sah lallahü Aleyhi ve Sellem) kendilerine bâzı tavsiyelerde
bulunmuş, bu meyânda: Şayet Zeyd vurulursa yerine Ca'fer'in geçmesini; o da
vurulursa yerine Abdulah b. Ravâha 'nın kumandan olmasını emir buyurmuştu. Ordu
yola revân olurken Resûlüllah (Sah lallahü Aleyhi ve Sellem) de teşyî'a
çıkmıştı; böylece hareket ederek «Ma'ân- taraflarına vardılar. Orada Bizans
İmparatoru Hırak1'in, Belkaa' taraflarına yüzbin kişilik bir Roma ordusu ile
geldiğini ve kendilerine o taraflardan da yüz bin kişi katıldığını; bu suretle
İkiyüz bin kişilik bir ordu teşkil ettiklerini haber aldılar. Müslümanlar bu
vaziyet karşısında Mûte denilen bir yere çekildiler. Sonra düş-.manla
karşılaştılar, Hz. Zeyd şehid oluncaya kadar Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in sancağı elinde olduğu hâlde düşmanla çarpıştı ve nihayet şehîd
düştü. Arkasından sancağı Ca'fer aldı; o da şehîd düşünceye kadar düşmanla
çarpıştı. Nihayet sancağı Abdullah b. Revâha aldı. Enes (Radıyallahü anh)'m
beyânına göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu üç zâtın şehîd düştüğünü
haber verirken gözlerinden yaşlar boşanmış. Sonra:
«Sancağı Allah'ın
kılıçlarından bir kılıç aldı.» buyurmuş. Bu kılıç: Meşhur İslâm kumandanı
Hâlidü'bnü Velİd (Raâıyallahii anh) Hazretleri'dir. Allah Teâlâ, Hz. Hâ1id
kumandasında Müslümanlara fütuhat nasîb etmişti. Rivayete nazaran Hz. Hâ1id:
«Gerçekten Mûte Harbinde benim elimde dokuz kılıç kırıldı. Nihayet elimde bir
Yemen kılıcından başka bir şey kalmadı.» demiştir. Mûte Harbinde Müslümanlardan
oniki kişi şehîd olmuştur. Mûte harbi, târihin eşini kaydetmediği
muharebelerden biridir. Biribirine din düşmanı olup; Biri hak yolunda cihâd
eden fakat sayısı «üç bin» i geçmeyen; diğeri kâfir olup ikiyüz bin kişilik bir
orduya mâlik bulunan iki ordunun birbiri ile çarpışması akıllara durgunluk
verecek derecede büyük bir iştir. Sonunda bir avuç mü'minîn koskoca ikiyüz bin
kişilik küfür ordusuna galebe çalması şüphesiz ki Allah'ın mü' mîn kullarına
lütfettiği bir mûcizesidir.
Tıybî'nin tahminine
göre: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seh lem), Mûte Harbinde üç kumandanının
arka arkaya şehit düştüğü haberini alınca cidden mahzun olmuş. Bunu ne kadar
gizlemeğe çalışmışsa da, fıtrat-ı beşeriyye iktizâsı yine yüzünden belli
olmuştur.
Kalbinin kan ağladığı
bir sırada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize gelerek Hz. Ca'fer'in evinde kıyametler koptuğunu,
aile efradının feryâd-ü figân ettiklerini bildiren zatın kim olduğu malum
değildir. İhtimâl Hz. Aişe kendisine kırıldığı için ismini tasrîh etmemiştir.
Ca'fer (Radıyallahü
anh)'in kadınlarından murâd: Zevcesi Esma binti Umeys ile onun yanında bulunan
kendi akrabası ve Hz. Ca'fer'in akrabası kadınlardır. Burada cümlede hazf
vardır. Aişe (Radtyallahü anhâ) cümleden delâleti hâl karinesi ile «Inne» nin
haberini hazfetmiştir. Mânâ şudur: «Resûlüllah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem)'e
gelen zât: Ca'fer'in kadınları bağıra çağıra ağlamak ve feryâd-ü figânda
bulunmak gibi şer'an memnu olan işler yaptılar; dedi.»
Kurtubî diyor ki:
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Se//em)'in: (Kadınların ağzına toprak saç.)
enirini vermesi: Kadınların yüksek sesle ağladıklarına delildir. Bundan
vazgeçmeyince ağızlarını toprakla tıkamayı emir buyurmuştur.»
Kaadî îyâz'a göre ise:
Bu cümleden murâd: Ta'cİzdir. Yâni bu kadınlar ağızları tıkanmazsa susmazlar.
Ağızlarını da ancak toprakla doldurmk suretiyle tıkayabilirsin, demektir.
Yine Kurtub i'nin
beyânın göre, kadınların söz dinlememesi, bu emrin Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve SeJIemj'den geldiğini söylemediği için olabilir. Bu sözü kendiliğinden
söylediğini zannettikleri için o zâta itaat etmemişlerdir. Yahut emrin
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den geldiğini anlamışlar fakat musibetin
şiddetinden kendilerine mâlik olamamışlardır.
Ayni, Kurtub î'nin bu
mütâlâasını yerinde bulmakta ve: •Sahâbî kadınlara lâyık olan budur. Çünkü
haram bir şeyden tekrar tekrar nehyolunduktan sonra ondan vazgeçmeyip, devam
etmeleri ihtimâlden uzaktır.» demektedir.
tâbiri: «Allah burnunu
toprakta süründürsün» mânâ-
sına gelir. Bu
cümlenin mânâsı hakkında evvelce söz geçmişti. Burada ondan murâd: Bedduadır.
Çünkü Hz. Aişe'nin kanaatine göre o zât, kendisine verilen emrî yerine
getirememiş; kadınları nehyedip susturamamıştı. İkide bir gelerek kadınların
itaat etmediklerini söylemekle Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve Sellem)'i
derdiyle başbaşa dahî bırakmamıştı.
Burada Kirmâni şöyle diyor: «Eğer (o zât Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in emrini yerine getirdi ama kadınlar itaat etmedi) dersen;
ben de derim ki: Onun bu fiiline imtisal eden olmadığı için hakikatte onu
yapmamış gibidir. Yahut hakikaten toprak serp-memiştir.»
Hz. Aişe'nin sözüne
Nevevî şöyle mânâ. vermiştir: «Sen, beceriksizsin! Onun için de aldığın emri
yerine getirip kadınları sus-turamıyorsun. Bunu yapamadığını Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selletn)'* haber de vermiyorsun ki, başkasını göndersin
de, üzüntüden kurtulsun.»
1- Ta'ziye
için vakar ve sükûnetle oturmak caizdir.
2- Hadis-i
şerif, sabıra teşvik etmektedir. Gerçi sabır hususunda insanların hâli
muhteliftir. Bâzısının kederi yüzünden, bâzısının gözünden belli olur. Bir
takımı ise kat'iyyen hâlini beyân etmez, musibetten önce ne ise, musibetten
sonra da o hâlde kalır. Fakat mu'tât haddini aşmamak şartıyla kalbin inlemesi
nefsin mahzun olması, gözün yaşarması kulu sabırlılar mânâsından çıkarmaz.
Asabî mizaçlı bir
kimsenin musibet ânında kendini tutarak sabretmesi, metin tabiatlı kimsenin
sabrından daha sevaplıdır.
3-
Münkerâddan nehyolunan kimse,
onlardan vazgeçmezse, kendisine
ceza verilir; imkân bulunursa te'dib olunur.
4- Perde
arkasına gizlenen kadınların ecnebi erkeklere bakmamaları caizdir.
5- Bir
haberi te'kîd için yemin etmek caizdir.
31- (936)
Bana EbûY-Rabî* Ez-Zehrânİ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Eyyûb, Muhammedden, o da Ümmü A ti yy e'den naklen rivayet
etti. Ümmü Atiyye şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizden
bey'atla beraber niyâ-ha yapmıyacağımıza dâir de söz aldı. Ama beş kadından
başka bizden hiç bir kadın sözünde durmadı. (Bu beş kadın): Ümmü Süleym,
Ümmü'1-Alâ', Muâz'ın karısı Binti Ebî Sebra yahut Binti Ebî Sebra ile Muâz'ın
karısı (dır.)
32- (...)
Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Es-bat haber verdi. (Dedi
ki): Bize Hişâm, Hafsa'dan, o da Ümmü Atiy-ye'den naklen haber verdi. Ümmü Atiyye şöyle demiş: «Resûlüllah
(Sallallahii Aleyhi ve
Sellem) tbey'at esnasında niyâha yapmıyacaksı-nız) diye bizden söz aldı. Ama
bizden beş kadından başka sözünde duran olmadı. Bunlardan biri Ümmü
Süleym'dir.»
Bu hadisi Buhârî
Kitâbü'l-Cenâiz»'de, Nesâî «Bey'a»'da tahric etmişlerdir.
«Bey'a»: Muâhade,
mânâsına gelir. Burada ondan murâd: Müslüman olmak için yapılan muâhade ve
verilen sözdür.
Ümmü Süleym.- Hz. Enes'in
vâlidesidir. îsmi Seh1e'dir. Daha başka olduğunu söyleyenler de vardır.
Ümmü'1-Alâ': Ensâr'dan bir kadındır.
Binti Ebi Sebra: Hz.
Muâz b. Cebel'in zevcesidir. Buhâri'nin rivayetinde Muâz'in zevcesinden sonra:
«İki de başka kadın yahut Binti Ebî Sebra ile Muâz'm karısı ve bir de başka
kadın.» denilmiştir.
Bu hadîsde râvi
şekketmiş ve: «Muâz'in karısı Binti Ebî Sebra yahut Binti Ebi Sebra ile Muâz'm
karısı.» demiştir. Birinci kavle göre: Binti Ebî Sebra Hz. Muaz'ın karışıdır.
İkinci kavle göre ise Binti Ebi Sebrâ başka, Hz Muaz'm karısı başkadır. Şu
hâlde birinci kavle göre: Verdiği sözde duran kadınlardan: Ümmü Süleym,
Ümmü'1-Alâ' ve Binti Ebî Sebrâ olmak üzere üçü beyân edilmiş demektir. Buhâri'nin
rivayetinde «İki de başka kadın» denilmek suretiyle kadınların adedi beşe
çıkarılmıştır. İkinci rivayete göre ise hadiste zikri geçen kadınlar dörttür.
Bunlar Ümmü Süleym, Ümmül'1-Alâ, Binti Ebî Sebrâ ve Muaz'n zevcesidir. Buhari'nin
rivayetinde «Bir de başka kadın...» denilerek kadınların adeti tamamlanmıştır.
Ayni diyor ki:
«Bâzıları burada bir çok yerlerden sahih olmayan nakiller yaparak sözü
karıştırmış ve tahmin üzere konuşmuşlardır. Sahih olan şekli, sahih
kitaplarında nakledilendir.»
«Ama beş kadından
başka bizden hiç bir kadın sözünde durmadı.» ifâdesi hakkında Kaad îyâz
şunları söylemiştir: «Bu sözün mânâsı: Ümmü Atiyye ile beraber bey'at
edenlerden beş kadın müstesna olmak üzere, hiç biri sözünde durmadı, demekdir.
Beş kadından maada kimse niyâhayı terketmedi, demek değildir.»
1- Niyâhat
yâni feryâd-ü figân ederek ölenin arkasından ağlamak haramdır. Çünkü bunda
elem ve kederi heyecana getirmek ve sabrı gidermek vardır.
2- Hadis-i
şerif, Allah'ın kazasına teslimiyete muhalefet edildiğini haber vermektedir.
33- (937)
Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe İle Züheyr b. Harb ve İshâk b. İbrahim toptan Ebû
Muâviye'den rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Muhammed b. Hâzim rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Âsim, Hafsa'dan, o da Ümmü Atiyye'den naklen rivayet
etti. Ümmü Atiyye şöyle demiş: Şu âyet (yâni) «Ey Peygamber! Sana mü'min
kadınlar gelerek Allah'a şirk koşmayacaklarına... Ve sana âsî olmayacaklarına
söz verirlerse, onlarla bey'at akdet... [14]
nazil olunca Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'İn kadınlardan aldığı
bey'atta niyâha da vardı. Ben:
— «Yâ Resûlallahf Yalnız fülân oğulları
ailesine yapılacak niyâha müstesna. Çünkü onlar câhiliyet devrinde benim
niyâhama iştirak etmişlerdi. Binâenaleyh benim de onların niyâhasına iştirak
et-mera gerekir; değil mi?» dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallakü
Aleyhi ve Sellem)'-
— (Peki) fülân oğullarına yapılacak niyâha
müstesna olsun; buyurdular.
Bu hadisi Buhârî
«Kitâb't-Tefsîr» de tahrîc etmiştir. Onun rivayetinde Hz. Ümmü Atiyye kendi
ismini vermeyerek: «Bunun üzerine bir kadın elini çekti ve: (fülân kadın benim
niyâhama iştirak etmişti; ben de ona aynı mukaabelede bulunmak isterim) dedi.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ona bir şey söylemedi. Kadın oradan
gitti ve sonra dönerek bey'at etti.» demektedir. Hz. Üininü Atiyye bu sözleri
üe Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}' in kendisine sükûtla izin
verdiğini ve hemen oradan giderek niyâ-hasma iştirak etmek istediği kadına
vaadini ifâ ettiğini anlatmak istemiştir.
Nesâi'nin rivayetinde
Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)' in,
Hz. Ümmü Atiyye 'ye:
«Haydi git! O kadının
niyâhasına iştirak et.» buyurduğu; Ümmü Atiyye'nin: «Ben de giderek kadının
niyâhasına iştirak ettim. Sonra dönerek Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)e bey'at eyledim.» dediği tasrih edilmektedir. Nitekim Müslim'in
rivayetinde de istisna talebinde bulunan kadmın Hz. Ümmü Atiyye olduğu
bildirilmektedir.
Nevevi: «Bu hadis,
niyâha için yalnız Hz. Ümmü Atiyye'ye ruhsat verildiğine hamledilmiştir. Sâri'
Hazretleri umûm mânâsından dilediğini tahsis edebilir.» diyor.
Bâzıları: «Nevevi'nin
bu sözünü itiraz götürür. Ancak Ümmü Atiyye 'nin niyâhasına iştirak eden kadın
Müslüman olmamışsa, o başka.» demişlerdir.
I'tirâzm vechi şudur:
Şer'an haram kılman hiç bir şey tahsis kabul etmez.
Ancak Tirmizî'nin tahrîc
ettiği Esma binti Yezid hadîsinde Hz. Esma şöyle demektedir: «Ben:
— Yâ Resûlallah fülân
oğullan amıcanun niyâhasında bana iştirak etmişlerdi; benim de bu hususta
onlara borcumu ödemem îcâb eder; dedim, Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bunu kabul etmedi; ben kendisine tekrar tekrar müracaatta bulundum.
Nihayet bana izin verdi. Ama bir daha niyâha yapmadım.»
İmam Ahmed ile
Taberânî, Mus'ab b. Nûh tarîki ile şu hadisi tahrîc etmişlerdir: «Mus'ab dedi
ki: Akrabamızdan bir koca karıya yetiştim, bu kadın Resülüllah (Sallallahü
Aleyhi ve ScJIctw)'e bey'at eden kadınlar arasında bulunmuş; şöyle anlatırdı:
Derken (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)
Niyâha
yapmayacaksınız, diye bizden söz aldı. Ben dedim ki: (Yâ Nebiyyallah! Vaktiyle
birtakım insanlar başımıza gelen musibetler husûsunda bizim vaveylamıza iştirak
ederlerdi, şimdi onların başına da musibet gelmiştir. Binâenaleyh ben de
onların niyâhasına iştirak etmek isterim.)
Resülüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)-.
— Git de onlara
mukaabele bilmisilde bulun; dedi. Sonra gittim, niyâhalanna iştirak ettim ve
gelerek Resülüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'* bey'atta bulundum.»
Bu hadîslere bakarak
Mâliki 'terden bâzıları niyâhanın caiz olduğuna kaail olmuş: «Haram olan niyâha
câhiliyet devrindeki gibi başını saçım yolarak yapılandır.» demişlerse de,
doğrusu niyâha yâni ölünün arkasından bağıra çağıra yas edip ağlamak mutlak
surette haramdır. Ulemânın mezhebi budur.
Ayni diyor ki: «Bu
hususta en güzel ve en doğru cevap şudur: Niyâha hususundaki nehiy evvelâ
tenzih için vârid olmuştur. Bil'â-hara kadınların Peygamber {Sallallahü Aleyhi
ve SeUem)'e bey'atları tamam olunca, niyâha haram kılınmıştır. Şu hâlde
hadîslerde zikri geçen kadınlara verilen izin, birinci hâle tesaadüf etmiş,
demektir. Sonra niyâha haram kılınmış ve bu husûsda bir çok hadîslerde şiddetli
tehditler vârid olmuştur.»
Buhârî hadîsinde: «Bîr
kadın elini çekti...» deniliyorsa da, bundan Resülüllah {Sallallahü Aleyhi ve
SeüemYin kadınlarla musâfa-ha ettiği mânâsı çıkarılmamalıdır. Zîra Hz. Âişe
'den rivayet olunan bir hadîsde Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve SellemYin
kadınlarla asla musâfaha etmediği bildirilmiştir. Binâenaleyh buradaki «el çekme»
den murâd: Bey'attan çekinmektir. İki hadisin arası bu suretle cem olunur.
34- (938)
Bize Yahya b. Eyyûb rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Uleyye rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Eyyûb, Muhammedü'bnu Şîrîn d en naklen haber verdi. Demiş ki:
Ümmü Atiyye şunu söyledi:
«Biz cenazelerin
arkasında yürümekten nehyediliyorduk ama bu mes'ele üzerimize kat'iyyetle haram
kılınmamıştı.»
35- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme rivayet
etti. H.
Bize İshâk b. İbrâhîm
de rivayet etti. (Dedi ki): Bize îsâ b. Yûnus haber verdi. Bu râvîlerin ikisi
de Hişâm'dan, o da Hafsa'dan, o da Ümmü Atıyye'den naklen rivayet etmişlerdir.
Ümmü Atıyye:
— «Biz cenazelerin arkasında yürümekten
nehyolunduk. Ama bu mes'ele üzerimize kat'iyyetle haram kılınmadı.» demiş.
Bu hadisi Buhâri
«Kitâbü'1-Hayz- ile «Kitâbü*l-Cenâiz»'de tahric etmişdir.
Bu hadisde, kadınların
cenaze arkasından gitmelerinin yasak edildiği meçhul sigası ile ifâde
olunmuştur. Buhârî'nin rivayeti dahî öyledir. Fakat îsmâî1i'nin rivayetinde bu
hüküm malûm sigası ile ifâde olunmuş ve: «Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve
Sellem) bizi cenaze arkasından gitmekten nehiy buyurdu.» denilmiştir. Binâenaleyh
«bu hadis hüccet olamaz.» şeklinde bir itiraz vârid değildir.
«Bize emir buyurdu,
nehyetti...» gibi sîgaların hükmü ulemâ arasında ihtilaflıdır. Cumhûr'a göre:
Bu gibi sığalarla rivayet olunan hadisler merfû hükmündedirler.
Taberâni'nin rivayet
ettiği bir hadisde Hz. Ümmü Atıyye şunları söylemiştir: •Resûlüllah (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem), Medine'ye girince bütün kadınları bir eve topladı. Sonra
bize Ömer (Radtyallahü anh)'i gönderdi;
Ömer:
— Ben size Resûlüllah {Sallaîlahü Aleyhi ve
Sellem)'m Resulüyüm, beni sizinle çalmayacağınıza... ilâh... dâir mubâyea yapmaya
gönderdi, dedi...»
Bu hadîsin sonunda;
«Bize bayramda perdenişin tazeleri çıkarmamızı emreyledi; cenazeye çıkmayı
bize yasak etti.» denilmektedir. Mezkûr hadîs babımız rivayetinin mürsel
olduğuna delâlet eder. cümlesi «Bize cenazeye çıkmamak, şâir memnu' şeylerde
olduğu gibi te'kid ve teşdit edilmedi. Yâni haram kılınmadı.» de-mekdir. Şu
hâlde bu söz «Cenazelerin arkasından gitmek bize haram değil, mekruh kılındı.»
mânâsındadır.
Kurtubi; «Bu hadîsin
zahiri nehyin tenzih için olduğunu gösterir. Ulemânın cumhuru da buna
kaaildir.» demiştir.
Îbnü'l-Münzîr: «Bize,
İbni Mes'ud ile İbni Ömer'in Aişe ve Ebû Ümâme'nin kadınlar için mekruh
görürdükleri rivayet olundu.» demiştir.
Kadınların cenaze arkasından
yürümelerini İbrahim Nehai, Hasan-ı Basri, Mesrûk, İbni Şirin, Evzâi, İmam
Ahmed b. Hanbel ve İshâk da kerih görmüşlerdir. Sevrî : «Kadınların cenaze
arkasından gitmeleri bid'attır.» demiş; Ebû Hanîfe kadınlara böyle bir şey'in
yakışmıyacağını söylemiştir.
İbni Abbâs
(Radiyaîlahü anh) ile Kaasim, Salim, Zührî, Eabîa ve Ebû'z-Zinâd: Kadınların
cenaze arkasından gitmelerine cevaz vermişlerdir. İmam Mâlik dahî caiz görmüş
ise de, genç kadınlara bunu mekruh addetmiştir.
îmam Şafiî'ye göre
Kadınların cenaze arkasından gitmesi haram değil; mekruhtur.
Abderî'nin rivayetine
göre: Kadınların cenaze arkasından gitmesi mekruhdur. Yalnız ölen kimse
kadının çocuğu veya babası yahut kocası olur da, kadın da bu gibi zevatın
cenazelerine çıkacak yaşta bulunursa, o zaman çıkması mekruh değildir.
Bu hususta İbni Hazm-i
Zahiri dahî şunları söyler: «Kadınlar cenaze arkasında gitmekten men
olunmazlar. Bunu neh-yeden eserler sahih değillerdir. Çünkü bu gibi eserler ya
meçhul bir râvi tarafnıdan yâhud mürsel olarak yahut da hadisi ile ihticâc
olu-namıyan kimseler tarafından rivayet olunmuşlardır. Bu husûsda en ziyâde bir
şeye benziyen rivayet babımızın hadîsidir. Hâlbuki o da müsned değildir. Çünkü
nehyedenin kim olduğunu biz bilmiyoruz. Belki de sahabeden biridir. Fakat sahih
ve müsned bile olsa bu ha-disde yine hüccet yoktur. O, ancak kerahete delâlet
eder. Bu hadisin hilafı sabit olmuştur. İbni Ebî Şeybe, Ebû Hüreyre
(Raâıyallahü anh)'d&n şu hadîsi tahric etmiştir:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bir cenazede bulunuyordu. Bir ara Ömer (Raâıyallahü anh) bir
kadın görerek ona seslendi; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ömer'e:
— (Bırak onu yâ Ömerl
Zîra göz yaşarır, nefis dertlidir. Bu iç yakında olmuştur.) buyurmuştur.»
Bu hadisi Hakim tahric
etmiş ve onun Buhâri ile Müslim 'in şartlarına göre sahih olduğunu söylemişse
de, bu iddia söz götürür. Çünkü Beyhaki bu hadîsin munkatı' olduğunu bildirmiştir.
Senedinde Selemetü'bnü Ezrak vardır. İbnü'l-Kattan: «Bu Seleme 'nin hâli malûm
değildir. Hadîs ricali hususunda kitap yazanlardan hiç birinin onu andığını
bilmiyorum.» demiştir.
Dâvtidi'ye göre Hz.
Ümmü Atıyye 'nin: «Cenaze arkasında yürümekten nehyolunduk.» sözünün mânâsı:
«Kabristana varıncaya kadar gitmek bize yasak edildi.» demektir. Ona göre: «Ama
bize azimet kılınmadı.» sözünün mânâsı: «Biz cenazenin arkasından yürümedikçe
cenazenin evine taziyede bulunmak ve başsağlığı dilemek için davet olunmadık.»
demektir.
Bâzıları «İhtimâl bu
cümleden murâd: Erkeklere cenazenin arkasından gitmeleri teşvik edildiği gibi,
bize teşvik edilmedi, demektir.» mütâlâasını ileri sürmüşlerdir.
Kadın için en doğru
hareket: Cenazenin arkasından gitmemektir.
Hâzimi şöyle diyor:
«Cenaze arkasından gitmeye gelince: Bu hususta kadınlara ruhsat yoktur. Yezîd
b. Habib'den rivayet olunduğuna göre: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)-.
Bir zâtın cenazesinde
bulunmuş, tam cenaze namazı kılınacağı sırada bir kadın görmüş; (Bu kimdir?)
diye sorunca; ölen zâtın (kız kardeşi) olduğunu söylemişler. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ona evine dönmesini emretmiş ve taa kadın görünmez
oluncaya kadar cenaze namazını kılmamış. Başka bir kadına da: (Geri dön; yoksa
ben dönerim!) buyurmuşlar.»
36- (939)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd b. Zürey', Eyyûb'dan,
o da Muhammedü'bnü Sirîn'den, o da Ümmü Atıyye'den naklen haber verdi. Ümmü
Atıyye şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanımıza girdi;
biz kızını yıkıyorduk. (Bunu görünce) şöyle buyurdular:
«Onu su ve sidrle üç
def'â yahut beş def'â hattâ lüzum görürseniz daha fazla yıkayın. Sonuncuda
kâfur yahut bir parça kâfur da katın. Yıkamayı bitirdiğiniz vakit bana haber
verin.»
Yıkama İşini
bitirdiğimiz vakit kendisine haber verdik. Bize gömleğini uzattı ve:
«Bunu kızıma iç
gömleği yapın.» buyurdu.
37- (...) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ye-zid b. Zürey', Eyyûb'dan, o da
Muhammedü'bnü Sîrin'den, o da Hafsa binti Şirinden, o da Ümmü Atıyye'den naklen
haber verdi. Ümmû Atıyye:
— «Biz, onun saçlarını
tarayarak üç pelik yaptık.» demiş.
38- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd, Mâlik b. Enes'den naklen rivayet etti. H.
Bize Ebü'r-Rabî'
Ez-Zehrânî ile Kuteybetü'bnü Saîd de rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Hammâd
rivayet etti. H.
Bize Yahya b. Eyyûb
dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Uleyye rivayet etti. Bu râvîlerin hepsi
Eyyûb'dan, o da Muhammed'den, o da Ümmü Atıyye'den naklen rivayet ettiler. Ümmü
Atıyye:
«Peygamber {Sallallahü
Aleyhi ve SellemTin kızlarından biri vefat etti.» demiş, tbni Uleyye hadisinde
ise: -Bize Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geldi; biz onun (vefat
eden) kızını yıkıyorduk.» de-miş; Mâlikin hadîsinde de: «Kızı vefat ettiği
zaman Resûlüllah (Saİîalîdkü Aleyhi ve Sellem) yanımıza girdi...» dediği
nakledilmiş; hadisi Yezîd b. Zürey'in, Eyyûb'dan, onun da Muhammed'den, onun da
Üm-mü Atıyye'den naklen rivayet ettiği hadis gibi rivayet etmişlerdir.
30- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd, Eyyûb'dan, o da
Hafsa'dan, o da Ümmü Atıyye'den yukar-ki hadîs gibi rivayette bulundu. Şu kadar
var ki o:
«Üç yahut beş veya
yedi yahut lüzum görürseniz bundan daha fazla (yıkayın; buyurdu)» demiştir.
Hafsa da Ümmü Atıyye'den rivayetinde: «Başına üç pellk yaptık.» demiştir.
(...) Bize
Yahya b. Eyyûb rivayet etti. (Dedi ki): Bize îbni Uleyye rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Eyyûb dahî haber verdi. (Dedi ki): Hafsa da Ümmü Atıyye'den naklen
şunları söyledi: «Ümmü Atıyye, Peygamber (Sallallahü aleyhi ve SeJiemj'in onu
tek yıkayın; üç veya beş yahut yedi def'â (buyurduğunu) söyledi. Ümmü Atıyye
biz, onun saçlarını tarayıp üç pelik yaptık» dedi.
40- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkıd hep birden Ebû Muâvİye'den rivayet
ettiler. Amr dedi ki: Bize Ebû Muâ-viye Muhammed b. Hâzim rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Âsim-ı Ahvel, Hafsa binti Sîrin'den, o da Ümmü Atıyye'den naklen
rivayet etti; Ümmü Atıyye şöyle demiş: Resûlüllah (Sallattahü Aleyhi ve
SeJleın)*in
kızı Zeyneb vefat
ettiği vakit Resûlüllah (Sallalhhii Aleyhi ve Sellem), bize:
«Onu tek Yıkayın; üç
veya beş def'â. Beşincide (suya) kâfur yahut bir parça kâfur koyun. Yıkadınız
mı hemen bana bildirin.» buyurdular.
Biz de kendisine
bildirdik. Bunun üzerine bize gömleğini verdi ve:
«Bunu, ona iç gömleği
yapın.» dedi.
41- (...)
Bize Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ye-zîdü'bnü Hârûn rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Hişâmü'bnü Hassan, Haf-sa binti Sîrîn'den, o da Ümmü Atıyye'den
naklen haber verdi. Ümmü Atıyye şöyle demiş:
«Biz, kızlarından
birini (in cenazesini) yıkarken Resûlüllah . Sah lallahü Aleyhi ve Sellevı)
yanımıza geldi. Ve:
— «Onu, tek aded yıkayın;
beş yahut daha fazla...» buyurdu.
Râvî bu hadisi de
Eyyüb'la, Asım "in hadisleri gibi rivayet etti. Bu hadîsde şunu da
söyledi: «Ümmü Atıyye: Saçlarım üç'e ayırdık; yan taraflarına birer pelik,
alnına da bir pelik yaptık, dedi.»
42- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hü-şeym, HâÜd'den, o da Hafsa
binti Sirîn'den, o da Ümmü Atıyye'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellern), kızını (n cenazesini) yıkamayı kendisine
emrettiği zaman, ona:
«Onun sağ taraflarından
ve abdest yerlerinden yıkamaya başlayın.» buyurmuşlar,
43- (...)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve Amru'n-Nâkıd hep birden İbni
Uleyye*den rivayet ettiler. Ebü Bekir dedi ki: Bize İsmail b. Uleyye,
Hâlid'den, o da Hafsa'dan, o da Ümmü Âtıyye'den naklen haber verdi ki,
Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem), kızını yıkamaları hususunda
kadınlara: «Onu sağ taraflarından ve abdest yerlerinden yıkamaya başlayın!»
buyurmuşlar.
Bu hadisi Buhârî onbir tarîkden tahric etmiştir.
Bunların bâzısı «Kitâbut-Tahâre- de; bir takımları da «Cenaze» bahsindedir. Onu
bütün Kütüb-iS itte sahipleri -Cenaze* bahsinde muhtelif râvîlerden tarhîc
etmişlerdir.
Resûlüllah
(Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'in vefat eden kızı Zeyneb
(Radıyallahü an/ra)'dır. Nitekim
Müs1im'in bir rivayetinde ismi tasrîh edilmiştir. Hz. Zeyneb, Fahr-i Kâinat (Sallalhhii Aleyki ve Sellem) ttattetevriYn
et\ ^üyüV. kenmelerVdûT.
Resûlüllah
(Sallallahii Aleyhi ve Sellem), onu Ebû'l-Âs1bnü'r-Rabî1 ile evlendirmişti. Hz.
Zeyneb'in ondan * A1i ve Ümâme isminde iki çocuğu dünyâya gelmiştir. Ümâme'yi,
Resûlüllah (Sullallakii Aleyhi ve Sellem), Efendimiz pek severdi. Namazda
kucağında taşıdığı bildirilen kız çocuğu Hz. Ümâme'dir. Hz. Zeyneb Hicret'in 8.
yılında vefat etmiştir. Ekser-i ulemâdan rivayet edilen budur.
Bâzıları, o gün vefat
eden kızının: Ümmü Gülsüm (Radı-yallahü anhâ) olduğunu söylemişlerdir. Hz. Ümmü
Gülsüm, Osman b. Affân (Raâtyallahü anh) ile evliydi. Ebû Davud'un Ahmed b.
Hanbel tarikiyle rivayet ettiği bir hadîsde Leylâ binti Kaanif: «Ben,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kızı Ümmü Gülsüm vefat ettiği vakit
onu yıkayanlar meyânında bulunuyordum. Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)"^. bize ilk verdiği şey gömleği, sonra kaftanı sonra başörtüsünü,
sonra da göğüs sargısı oldu...» demiştir. Ancak Münzirl bu hadîsin isnadında
zayıf râvîlerden Muhammed b. İshâk bulunduğunu söylemiştir. Râviler arasında
meşhur olmıyan bir zât da vardır. Doğrusu o gün vefat eden Hz. Zeyneb 'dir.
Çünkü Ümmü Gülsüm (Radıyallahii anhâ), Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seîlem) Bedir'de bulunduğu sırada vefat etmişti.
tbnü'l-Kattân, Leylâ
hadîsinin râvîleri arasında bulunan Nûh b. Hakîm'in meçhul bir kimse olduğunu;
adaleti sü-büt bulmadığını söylemiştir.
Ulemâ, İbni Münzir'in
Hz. Ümmü Gülsüm 'ün vefatı hakkındaki sözünü hatâ sayarlar. Çünkü Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Bedir'de iken vefat eden kızı Ümmü Gülsüm değil;
Rukiyye 'dir.
Gerçi Hz. Ümmü Atıyye
'nin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'^ kerîmelerinden Ümmü Gülsüm 'ün
cenazesini yıkayanlar meyânında bulunduğu rivayet ediliyorsa da, bundan o gün
vefat edenin Hz. Ümmü Gülsüm olması lâzım gelmez. Çünkü Ümmü Atıyye
(Radıyallahii anhâ) sahâbî kadınların en faziletlilerinden biri olup; kadın
cenazelerini yıkar, hastaları tedavi eder, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ile birlikte gazalara giderek Gâzî'lerin yaralarını sarardı. Onunla
birlikte yedi Gazada bulunduğu rivayet olunur. İsmi Nüseybe 'dir.
Resûlüllah
(Sallallahii Aleyhi ve Seilem)'in cenazeyi üç veya beş, lüzum görüldüğü
takdirde daha fazla yıkamalarını emir buyurması: Yâ en az üç defa yıkanması
lüzumuna yahut «tek aded» yıkamanın müstehab olduğuna işaret içindir.
Tek aded yıkamanı:
~,on haddi yedidir. Nitekim bir rivayette «yedi» olduğu tasrih Duyurulmuştur.
Yalnız Ebû Dâvûd 'un bir rivayetinde «yedi defa yahut lüzum görürsen daha fazla
yıka» bu-yurulmuştur. Bundan da: Tek olmak şartıyla yediden fazla yıkamanın
müstehab olduğu hükmü çıkarılmıştır. Çünkü fazla yıkamak, daha fazla temizliğe
sebep olur.
İmam Ahmed b. Hanbel,
yediden fazla yıkamayı mekruh görmüştür.
Ulemâdan İbni
Abdilberr dahi: «Yediden fazla yıkanacağına kaail olan kimse bilmiyorum.»
demiştir.
Mârûdi ise yediden fazla yıkamayı israf sayar.
Îbnü'l-Münzîr:
«İşittim ki su vurulunca ölünün cesedi gevşermiş. Onun için ben yediden ziyâde
yıkanmasını münâsip görmem.» demektedir.
Sidr: Nebg
ağacı, demektir. Eskiden bu ağacın yaprakları temizlikte sabun yerine kullanılırmış.
Maamâfih Tıybi'nin rivayetine göre, her
yıkayışta suya «sidr» katmak icâb etmez. Müstehab olan, ilk yıkayışta sidr
kullanmaktır.
1bni Tin. cenaze
yıkarken suya sidr kullanmanın sünnet olduğunu, bu hususta «Hitmî» denilen
nebatın da ayni vazifeyi gördüğünü; bunlar bulunmadığı takdirde onların yerine
«üşnân» gibi güzel kokulu nebatlar kullanılacağını söylemiştir.
Avâm'ın yaptığı gibi
sidr yaprağını suya atmanın bir mânâsı yoktur.
îmam Ahmed b. Hanbel
bunu doğru bulmamış ve kabul etmemiştir. Meyyit'in cesedini sidrle ovarak,
üzerine su dökmek de böyledir.
Ulemâdan bâzıları, her
yıkayışta suyla beraber sidr kullanılacağına kaail olmuşlardır. îmam Ahmed 'in
mezhebi de budur. Çünkü Resûlüllah (SallaUahii Aleyhi ve Sellem)'i yıkarken üç
defa gu-sül tekrar edilmiş; üçünde de su ile beraber sidr kullanılmıştır.
Son defada suya
«kâfur» katılmasının hikmeti: Kâfur, cismi ka-tılaştırdığı, onun kokusundan
sinekler kaçtığı içindir. Ayrıca onu kullanmak Melâike'y© ikram sayılır.
Hadîsde râvi,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kâfur mu, yoksa kâfûr'dan bir parça
mı dediğinde şüphe etmiştir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seltew,)'in sırtındaki elbisesini vererek, kızının vücûduna
sarılmasını emir buyurması, Âsâr-ı şerifesi ile teberrük olunmak içindir. Bunu
bütün işler bittikten sonra vermesi: Elbise cesetten cesede geçerken araya
fasıla girmemesi içindir. Sulananın eserleri ile teberrük hususunda asıl olan
budur.
1- Cenaze
yıkarken sidr ve kâfur gibi güzel kokulu şeyler kullanmak müstehabdır. Ekser-i
ulemâ misk kullanmayı dahî caiz görmüşlerdir. Enes ve
îbni Ömer (RadıyaUahü anh) üe Saîd ü'
bnü'l-Müseyyeb misk kullanmışlardır.
Ömer (Radıycûlahü anh) ile Atâ' ile Hasan-1 Basrî onun lâşe olduğuna
kaaildir-ler. Fakat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUetıı) Efendimizin tekfininde
misk kullanılması, onların bu kavlini reddeder.
Hanefii'ye ulemâsına
göre: Erkeklere de, kadınlara da misk kullanmak helâldir.
2- Hadis-i
şerif, kadın cenazelerini kadınların yıkaması, kocalarının yıkamasından efdal
olduğuna delildir.
Hasan-ı Basri ile
Sevrî, Şa'bîve EbüHanife' nin mezhebleri budur. Cumhûr-u ulemâ ile Eimme-i
Se1ase denilen Mâlik, Şafii ve Ahmed b. Hanbel bunun hilâfına kaaildirler.
Evzâî ile İshak dahî onlarla beraberdir.
3- Erkek
elbisesinden, kadına kefen yapmak caizdir.
4- Kadının
saçlarını tarayarak üç pelik örmesi müstehabdir. Yalnız Hanefii'lere göre üç değil iki pelik örülür.
5- Cençzeyi
tek âdetle yıkamak ve yıkarken sağ taraflardan başlamak müstehabdir.
6- Cenaze
yıkarken abdest azalarından başlayarak, ona abdest aldırmak müstehabdir.
Bâzıları îmam A'zam'm
-Cenazeye abdest aldırılmaz.» dediğini rivayet etmişlerse de, bu rivayet
doğru değildir. îmam A'zam
böyle bir şey söylememiştir. Onun mezhebine göre: Cenazeye abdest
aldırılır. Yalnız mazmaza ve istinşâk yaptırılmaz.
7- Nevevi
diyor ki: Ulemâdan bâzıları bu hadisle istidlal ederek: Cenaze yıkayan kimseye
gusül lâzım gelmediğine kaail olmuşlardır. Hadîsin bu hükme delâlet etmesi,
ta'lim mevkiinde bulunmasıdır. Yâni cenaze yıkayan kimsenin yıkanması icâb
etseydi: Re-sûlüllah (Saüallahii Aleyhi ve Sellem) onu ümmetine öğretirdi.
Bizim mezhebimizle cumhur'un mezhebine göre: Cenaze yıkayan kimseye gusûl
vâcib değildir. Lâkin yıkanması müstehabdir. Hattabî: (Bunun vücûbuna kaail
olan kimse bilmiyorum.) demiştir. Fakat
İmam Ahmed ile
îshâk'a göre, cenaze yıkayan
kimsenin abdest alması vâcibdir.
Cumhûr'a göre: Abdest almak dahi vâcib değil; müstehabdir...»
Fâide: Cenaze yıkamak
Hanefii'lere göre sünnet ve icmâ' la vâcibdir. Sünnetden delilleri: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin:
«Müslümanın müslüman
üzerinde altı hakkı vardır...! buyurması ve öldükten sonra yıkamasını da bu
haklardan saymasıdır. Bu bâbda icmâ-ı ümmet de vardır.
Cenaze yıkamanın
farz-ı kifâye olduğuna icmâ-ı ümmet bulunduğunu Nevevi
dahî nakletmiştir.
Cenaze" yıkamak,
Hz. Adem A1eyhisse1âm'dan kalmıştır Abdullah b. Ahmed' in «Müsned»inde rivayet
ettiği bir hadisde:
«Âdem Aleyhisselöm'ı
Melekler yıkamış, kefenlemiş, kokulam iş ve mezarını kazarak tâhd yapmışlar;
namazını da kılmışlardır. Sonra kabrine girerek onu yerleştirmişler ve üzerine
kerpiç dizmişlerdir. Sonra kabirden çıkarak, üzerine toprak atmışlar ve: (Ey
Benî Ademi İşte tutacağınız yol budur.) demişlerdir.» buyurulmuştur.
Bu mânâda bir
hadîsi Beyhakî de rivayet etmiştir.
Cenaze yıkamanın
sebeb-i vücûbu: Bâzılarına göre, hades [15]'dir.
Çünkü ölüm, mafsalların gevşemesine sebebdir.
Irak ulemâsından
bâzılarına göre, ölüm: Necaseti icâb eder. Çünkü insanın sair hayvanlar gibi
akan kanı vardır. Onun için de su kuyusuna düşüp ölürse, kuyunun suyu pis olur.
-Bedâyi» nâm eserde: însan, Allah'ın bir ikramı olmak üzere ölmekle pis olmaz.
Zira pis olsa öldükten sonra necis olduklarına hükmedilen şâir hayvanlar gibi
yıkamakla temizlendiğine hükmedilemezdi.» deniliyor.
Hanbe1ii'lerden
bâzılarına göre: Ölmekle insan pis olur ve yıkanmakla temizlenmez. Cenazenin
kurulandığı peşkir v.s. dahî onlara göre pis olur. Fakat bu kavil bâtıl ve
icmâ'a muhâlifdir.
44- (940)
Bize Yahya b. Yahya Et - Temini ile Ebû Bekir b. Şey-be, Muhammedü'bnü Abdillah
b. Nümeyr ve Ebû Küreyb rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Yahya (bize haber
verdi) tâbirini kullandı. Diğerleri «Bize Ebû Muâviye. A'meş'den, o da
Şakîk'den, o da Habbâb b. Erât'dan naklen rivayet etti.» dediler. Habbâb
şunları söylemiş: Biz, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte
hak yolunda Allah'ın rızâsını taleb ederek hicret ettik. Ecrimiz de Allah'a
vâcib oldu. Kimimiz ecrinden hiç bir şey yemeden (âhirete) göçüp gitti. Bunlardan
biri Mus'ab b. Umeyr'dir. Bu zât, Uhut Harb'inde şehîd edildi de, bir kaftandan
başka kendisim kefenliyecek şey bulunmadı. Kaftanı baş tarafına koyduğumuz
vakit (aşağıdan) ayakları çıkar; ayaklarını koyduğumuz vakit de başı meydana
çıkardı. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bu kaftanı başından
aşağı koyun; ayaklarının üzerine de izhır otu atın.» buyurdular. Bâzımızın ise
meyvesi kemâl bulmuştur. Onda onu devşirir.
(...) Bize
Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr rivayet etti. H.
Bize İshâk b. îbrâhîm
de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsâ b. Yûnus haber verdi. H.
Bize Mincâb b. Haris
Et - Temimi dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Alİyyü'bnü Müshır haber verdi.
H.
Bize tshâk b. İbrahim
ile tbni Ebî Ömer dahi rivayet ettiler. Bu râvîler hep birden tbni Uyeyne'den,
o da A'meş'den bu isnâdla bu hadisin benzerini rivayet etmişlerdir.
Bu hadisi Buhârî
-Cenâiz- bahsinin bir iki yerinde «Hicret», «Rukaak» ve «Megâzî» bahislerinde;
Ebû Dâvûd «Vesâyâ» da, Tirmizi «Menâkip» de, Nesâî dahi «Cenâiz» bahsinde
muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
«Ecrimiz de Allah'a
vâcib oldu.» cümlesinden murâd: «Allah Te-âlâ vaad buyurduğu için vaadi
mûcebince ecr-i mükâfaat vermek şer' an hak oldu.» demektir. Çünkü Allah'a
hakîkatta hiç bir şey vâcib olmaz.
«Kimimiz ecrinden hiç
bir şey yemeyip âhirete göçüp gitti.» yâni dünyâda hiç bir şey edinmeye
çalışmadı, dünyâ malı kazanmadı; kendini âhiret işlerine vererek âhiret
nimetlerine bol bol nail olmaya çalıştı.
îşte bunlardan biri de
Hz. Mus'abb. Umeyr'dir. Uhut Harbinde 40 küsur yaşında şehîd edilmiş, kendisini
saracak kefenliği bile bulunmamış da, ayak uçlarına izhir otu örtmüşlerdi.
îzhir: Hicaz'da
yetişen güzel kokulu bir nebâtdır. Hasır kamışına benzer; yalnız daha küçüktür.
Kuruduğu zaman rengi beyazlaşır.
Buhâri'nin tahric
ettiği başka bir hadîste şöyle denilmektedir: «Abdurrahman b. Avf bir gün
yemeği ile geldi, kendisi oruçluydu. (Söz sırasında) şunları söyledi: Mus'ab
b. Umeyr şehid edildi. Hâlbuki benden daha hayırlı idi. Kendisi öyle bir elbise
ile kefenlendi ki, başı örtüldümü ayakları açıkta kalır; ayakları örtülürse
başı meydana çıkardı. —Zannederim şunu da söyledi:— Hamza (Râdiyallahü anh)
şehîd edildi. Ona da bir elbiseden başka kefenlik bulunamadı. Hâlbuki benden
daha hayırlı idi. Sonra önünüze alabildiğine dünyâ nimetleri serildi. —Yahut
şöyle dedi—: Dünyâ nimetleri bize verildikçe verildi. Korkarız bize hayır
hasenatımız peşin verilmiş olmasın. Sonra ağlamağa başladı hattâ yemeği de
bıraktı.»
Hz. Abdurrahman,
cennetle müjdelenen zevattan olduğu hâlde tevâzuan Mus'ab (Râdiyallahü anhjnın
kendinden daha hayırlı olduğunu söylemiştir.
Hamza (Râdiyallahü
anh), Resülüllah (Stâlallahü Aleyhi ve Sellem) in amıcası ve süt kardeşidir.
Kendisine «Esedullah» yâni «Allah'ın arslanı» denilir. Onun Müslüman olması ile
İslâmiyet kuvvet bul-muşdur. Hz. Hamza Uhut Harbinde şehid düşmüşdür: Seyyidü'ş-Şühedâ
lâkabını taşır. Faziletleri saymakla bitmez. Bu iki zâtın hâllerini andıktan
sonra Hz. Abdurrahman' m ağlaması, ashâb-ı kiram'in hâllerine acıdığı ve
dünyâya dalarak âhiret nimetlerinden ve derecelerinden bir hayli mahrum kalacakları
endişesindendir.
«Bâzımızın ise meyvesi
kemâl bulmuştur; o da devşirir.» bu sözde istiare vardır. Maksat: Kemâle eren
meyva gibi dünyâ nimetleri kendisine verilmiş; onlardan bol bol istifâde
ediyor, demekdir.
1- îbni
Battal bu hadîsle istidlal ederek:
«Kefen dar geldiği takdirde cenazenin başını örtmek, ayaklarını örtmekten
evlâdır. Çünkü baş daha faziletlidir.» demiştir.
2- Hadisi
şerif, ilk zamanlarda Müslümanların hâllerini bildirmektedir.
3- Fakr-u
zarurete ve onun doğurduğu sıkıntılara sabır etmek, insanı «Ebrâr» derecesine
yükseltir.
4- Bir
elbise cenazenin başı ile avret mahallini örtmeye kâfi gelmiyorsa, onunla yalnız
avret mahalli örtülür; sair yerlerine güzel kokulu otlar konur. Çünkü avret
mahallini örtmek hem hayât hem de memat hâlinrîe vâcibdir. Ona bakmak veya elle
dokunmak haramdır. Bundan yalnız karı koca müstesnadır. Yalnız bu izahat
«cenazenin her yeri avrettir.» diyenlere göredir.
Hanefii'lere göre
insan diri iken de, ölü iken de muhteremdir. Binâlenaleyh kadınları
erkeklerin, erkekleri ecnebi kadınların yıkamaları helâl değildir. îmam Hasan,
İbni Ziya d' in Ebû Hanife' den rivayetine göre: Cenaze hâl-i hayâtında olduğu
gibi yeteri derecede bir elbiseye sarılır. Yâni avret yerlerini örtecek kadar
elbise kâfidir. Zahiri rivayete bakılırsa avret-i galizasının bir parça bezle
örtülmesi kâfidir. «El - Bed&yi'» nâm eserde: «Cenazenin avreti, bez parçasının
altından, eline bir bez sarmak suretiyle yıkanır.» deniliyor. Bu izahâtdan
anlaşılıyor ki:Hanefiî'lere göre, ölen kimsenin her yeri avret değildir. Onun
avreti hâl-i hayatındaki avret yerleridir. Hâl-i hayâtında erkeğin avret
mahalli göbekten dize kadardır; dizler avrete dâhildir. Memâm hâlinde dahî
kaaide budur. Yalnız tahfif için avret-i galîzasını örtmek kâfi görülür. Sahih
olan kavil budur; İmam Mâlik
de buna kaaildir.
5- Nevevî
: «Bu hadiste, kefenin terekeden
çıkacağına ve sair borçlardan evvel nazar-ı ittibâra alınacağına delil vardır.
Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mus'ab (Radiyallahü anh) in
elbisesi ile kefenlenmesini emir buyurmuş;
(borcu var mıydı, yok muydu?) diye sormamıştır. Böyle bir tek elbiseden
başka malı olan kimsenin borçlu olması ihtimâlden uzak değildir...» diyor.
45- (941)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şey be ve Ebû Küreyb rivayet ettiler.
Lâfız Yahya'nındır, Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize
Ebû Muâviye, Hişâm b. Urve' den, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet
etti, dediler. Âişe şunları söylemiş.
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selletn) SehûHyye denilen pamuklu üç parça beyaz Yemen
bezi içine kefenlendi. Bunların içinde gömlekle sarık yoktu. Hüle'ye gelince:
Bunun Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemje kefen yapmak için satın alınıp
alınmadığında halk şüpheye düştüğünden hülle terk olundu. Ve Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beyaz pamuklu üç sehûliyye bezi içine kefenlendi.
Hülleyi Abdullah b.
Ebi Bekir aldı. Ve:
— Ben, bu hülleyi kendime kefen yapmak için
muaf aza edeceğim; dedi. Sonradan;
— Buna Allah Azze ve Celi, Peygamber'i için
razı olsaydı, ona kefen yapardı; diyerek hülleyi sattı; parasını da tesadduk
etti.
46- (...)
Bana Aliyü'bnü Hucr Es-Sa'dî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Alîyub'nü Müshir
haber verdi. (Dedi ki): Bize Hişâmub'nu Urve, babasından, o da Âişe'den naklen
rivayet etti; Âişe şöyle demiş:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evvelâ Abdullah b. Ebî Bekr'e âid bir Yemen
hüllesi içine sarılmıştı. Sonra hülle, ondan çıkarılarak, üç aded pamuklu Yemen
suhûlü İçine kefenlendi. Bunlar meyânında gömlek ve sarık yoktu. Abdullah bu
hülleyi kaldırdı ve onun içine ben kefenlenirim; dedi. Sonradan: Bunun içine
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kefenlenmedi de, oen mi
kefenleneceğim; diyerek onu tesadduk etti.
(...) Bize
bu hadisi Ebû Bekir b. Ebi Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs b. Gıyâs
ile İbni Uveyne, îbni İdris, Abde ve Vekî' rivayet ettiler. H.
Bize, bunu Yahya b. Yahya
dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-dülazîz b. Muhammed haber verdi. Bu
râvîlerin hepsi Hişâm'dan bu isnâdla rivayette bulunmuşlardır. Onların
hadîsinde Abdullah b. Ebî Bekir kıssası yoktur.
47- (...)
Bana İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdül-azîz, Yezîd'den, o da
Muhammed b. İbrahim'den, o da Ebû Seleme1 den naklen rivayet etti ki, Ebû
Seleme şöyle demiş:
«Ben, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem)in zevcesi Âişe'ye sordum;
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) kaç
elbise içinde kefenlendi? dedim. Âişe:
— Üç sehûl elbisesi içine; cevâbım verdi.
Bu hadîsi Buhârî
«Cenaiz» bahsinin bir iki yerinde; Ebû Dâvûd, Nesâîveİbni Mâce «Cenâiz»
bahsinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Resûlüllah (SaîlaUahii
Aleyhi ve Sellemjin kaç parça elbise içine kefenlendiği ihtilaflıdır.
Hadîslerin bâzılarında üç parça beyan Yemen bezi ile; diğerlerinde evvelâ bir
hülleye, sonra o çıkarılarak üç parça beyaz
Yemen bezine sarıldığı
bildiriliyor.
Hülle: Bir cinsten
olmak üzere izâr ve ridâ' yani üst ve alt elbise, demektir. Bu elbise Yemen kumaşlarından yapılır.
Sehûl veya Suhûl:
Pamuklu elbise, demektir.
Ebû Dâvûd' un
-Sünen»inde rivayet ettiği bir hadisde Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve
SeJIemjin «Hibera- deniler bir nev'i Yemen kumaşi ile kefenlendiği, sonra o
elbise çıkarıldığı bildiriliyor.
Yine Ebû Davud'un
«Sünen»inde buradaki rivayet bulunduğu gibi Ibni Abbâs' dan nakledilen başka
bir rivayette üç Necrân elbisesi ile yâni iki elbiseden ibaret bir hülle ve
içinde vefat ettiği gömleği ile kefenlendiği bildiriliyor.
Osman b. Ebî Şeybe:
Resûlüllah (SallaHahü Aleyhi ve Sellcm) üç elbise ile yâni kırmızı hülle ve bir
de içinde vefat ettiği gömlekle kefeni enmiştir, diyor.
Bezzâr'in rivayet
ettiği bir hadîse göre: Resûlüllah tSallallahü Aleyhi ve Sclîenı) yedi parça
kumaşla kefenlenmiştir. Bunların üçü se-hûl bezindendir. Bunlarla beraber
gömlek, sarık, don ve altına yazılan bir de kadife vardır.
tbni Adiyy'in rivayet
ettiği bir hadîste İbni Abbas {RadiyaUahü anhh Peygamber (SallaHahü Aleyhi ve
Sellcrn) iki beyaz se-hûl kumaşı ile kefenlendi, demiştir.
Tirmiizî diyor ki:
«Peygamber (SallaHahü Aleyhi ve SeJJern^ in kefeni hakkında muhtelif rivayetler
vardır. Bunların içinde en sahih olanı
Hz. Aişe hadîsidir»
Lügat ulemâsından
Ezherî'ye göre; Sehûliyye: Yemen de bir yerin ismidir. Orada kumaş dokunur.
Sûhûliyye ise: Beyaz
kumaş, demektir. Bâzıları «Sehûliyye» kelimesinin Yemen'de bir yere mahsûs
ism-i mensûb olduğunu; Suhû-üyye ise: Pamuklu kumaş, mânâsına geldiğini söylemişlerdir.
Hattâ «Sehûl: Yemen1 de bir kabiledir. Yemen elbiseleri bu kabileye nis-bet
edilir; Sahi: Beyaz elbise, demektir, cem'i suhûl gelir.» diyenler de olmuştur.
Daha başka tefsirler
yapanlar da vardır.
1- Hanefiî'lere
göre, erkekler hakkında «kefeni sünnet» üç parça bezden yapılır. Yalnız
Hanefii'ye kitaplarında bu üç parçanın izâr, kamis ve lifâ fediye
adlandırılması kâmîs hakkında bu hadîsle istidlallerine mânidir. Çünkü bu
hadisde kamîs zikredilme-miştir.
İmam Şafii ile Ahmed
b. Hanbel hadîsin zahiri ile amel etmişlerdir. Lâkin Câbir b. Semure
(RadiyaUahü anh) m rivayet ettiği bir hadis Hanefiiler'e delil teşkil eder.
Mezkûr hadîsde: Resûlüllah (SallaHahü Aleyhi ve Selîemh
«Üç parça elbise ile
(yâni) kâmis, îzâr ve lifâfe ile kefenlendi.» denilmektedir. Hadîsi îbni Adiyy
«El - Kâmil» nâm eserinde rivayet etmiştir.
2- Babımız
hadîslerinde sarığın terkedildiği
bildirilmektedir. Hanefiî kitaplarında «El-Mebsûd» nâm ederse
«Ulemâmızdan bâzıları cenazeye sarık sarmayı kerîh görmüşlerdir. Zira bununla
kefenlik adedi çift olur. Diğer bâzıları ise sarığı müstahsen addetmişlerdir.
Bunların delili: îbni Ömer
(Radiyallahü anh)m oğlu Vâkıd'ı beş parça esvab ile kefenlemiş
olmasıdır. Bu beş parça: Kamîs, sarık ve üç lifâfeden ibarettir. Sangı
çenesinin altından geçirerek sarmıştır.»
3- Nevevî
diyor ki: «Gerek bu hadîs, gerekse bundan önceki Mus'ab hadisi, cenazeyi
kefenlemenin vâcib olduğuna delâlet etmektedirler. Bu hususta Müslümanların
icmâ'ı vardır. Ölen kimsenin malı varsa techüz-i tekfini -malından yapılır;
malı yoksa ölen kimsenin nafakası kime aitse, techüz-i tekfini de ona ait
olur. Böylesi de bulunmazsa, Bey t
ü'l-MâF den verilir. Beytü'l- Mâl de
yoksa, Müslümanlar üzerine vâcib o3ur. Artık hükümdar bunu zenginlerden ve
münâsip gördüğü kimselerden alır.»
4-
Kefenliğin beyaz olması müstehabdır. Bu hususta bütün ulemâ müttefikdirler.
Renkli elbiseden kefenlik yapmak mekruhdur.
48- (942)
Bize Züheyr b. Harb ile Hasenü'l - Hülvânî ve Abd b. Humeyd rivayet ettiler.
Abd (Bana haber verdi.) tâbirini kullandı. Ötekiler: «Bize Yâkûb, —ki îbni
İbrahim b. Sa'd'dır.— rivayet etti.» dediler. Yâkûb: Bize babam, Sâlih'den, o
da İbnİ Şihâb'dan naklen rivayet etti. Ona da Ebü Selemete'bnü Abdirrahmân,
Ümmü'l - Müzminin Aişe'nın şunları söylediğini haber vermiş, demiş;
«Resülûllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)- Vefat ettiği zaman (Hibara) denilen bir Yemen
kumaşı ile örtüldü.»
(...) Bize,
bu hadîsi İshâk b. İbrahim ile Abd b .Hu mey d dahî rivayet ettiler. Dediler
ki: Bize Abdurrazzâk haber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer haber verdi. H.
Bize Abdullah b.
Abdirrahmân Ed - Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû'l- Yemân haber
verdi. (Dedi ki): Bize Şuayb, Zührî' den tamamen bu isnâdla haber verdi.
Bu hadîsi Buhârî
«Libâs» bahsinde, Ebû Dâvûd «Cenâiz» de; Nesâi de «Kitâbû'l - Vefat- da
muhtelif ravîlerden tahric etmişlerdir.
Hibera:
Yemen kumaşlarından bir nev'i kumaştır. Dâvûdi'ye göre rengi yeşildir. Bu
kumaşı Resülûllah (Sallallahü Aleyhi ve SeJ-\em) çok severmiş. Zîra
cennetliklerin giyecekleri elbise bu kumaştan olacakmış. Onun için de kefenin
mezkûr kumaştan yapılması müste-habdır. Beyaz renkli olanı daha makbuldür.
Hibera:
Pamuktan dokunur.
Hadisi şerif: Cenazeyi
örtmenin müstehab olduğuna delâlet etmektedir. Bu husûsda ulemâ
müttefikdirler. Örtmenin hikmeti: Avret mahallinin açılmasını önlemektir.
Nevevî diyor ki:
«Ulemâmız, cenazenin üstüne örtülen örtünün baş tarafı toplanarak, başının
altına; ayak ucu dahî ayaklarının altına bükülerek açılması önlenir, demişler;
cenazenin üzerindeki elbise çıkarıldıktan sonra örtüleceğini söylemişlerdir.»
49- (943)
Bize Hârûnu'bnu Abdillâh ile Haccâcu'bnu Şâir rivayet ettiler. Dediler ki:
Bize Haccâcu'bnu Muhammed rivayet etti. (Dedi ki): îbni Cüreyc, Bana
Ebû'z-Zübeyr haber verdi; o da Câbir b. Abdillâh'ı şöyle rivayet ederken
işitmiş; dedi: Bir gün Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hutbe okumuş.
(Hutbe esnasında) ashabından bir zâtın vefat ederek, kifayetsiz bir kefene
sarıldığını ve geceleyin defnedildiğini söylemiş. Müteakiben namazı kılınmadan
geceleyin cenaze defnedilmesini menetmiş: ancak insanın buna mecbur kalmasını
müstesna saymış ve:
«Biriniz dîn kardeşini
kefenlediği vakit, onun kefenini güzel yapsın.» buyurmuşlar.
Geceleyin cenaze
defnedilmenin nehiy buyurulması, bâzılarına göre: Geceleyin onu teşyi'e ve
namazım kılmaya pek az kimseler gelebileceği içindir. Gündüzün defnedilirse
bittabi cemâat kalabalık olur. Ulemâdan bâzıları ashâb-ı kiram işe yarayacak
kefenlik bulamadıkları için cenazelerini geceleyin defnederdiklerini
söylemişlerdir. Zira karanlık olduğu için geceleyin kefenin iyisi kötüsü
seçilemez.
Hadîs-i şerifin evveli
ile âhiri bu kavli te'yid etmektedir. Onun için Kaadi îyâz: «Her iki illet
sahihdir. Zahire bakılırsa Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeJlem) bunların
ikisini de kastetmiştir. Nitekim ulemâdan bunu söyleyenler vardır.» diyor.
Kaadî îyâz'in iki
illet'den muradı: Geceleyin cenazeye iştirak edenlerin azlığı ile, işe yarayacak
kefenlik buîunamamasıdır.
Resülûllah
(Sallallahii Aleyhi ve SellemYin mecburiyet hâlini istisna etmesi, zarurette
geceleyin cenaze defninde beis olmadığını gösterir. Bu mes'ele ulemâ arasında
ihtilaflıdır.
Hasan-ı Bsri bu
hadîsle istidlal ederek geceleyin cenaze defnini mekruh görmüştür. Yalnız
zaruret hâli müstesnadır.
Cumhûr-u ulemâ' ya
göre: Geceleyin cenaze defni mekruh değildir. Delilleri Hz. Ebû Bekir i!e Selef
den bir cemâatin geceleyin defnedilmeleri ve buna kimsenin itiraz etmemesidir.
Bir delilleri de: Mescid-i Nebevî'yi süpürüp temizleyen zâtın geceleyin
defnedildiğini bildiren hadîstir. Mezkûr hadîste ResûlÜUah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'in o zâtı sorduğu; ashâb-ı kiramın: «O geceleyin vefat etti de, biz
de geceleyin defnettik.» cevâbını verdikleri, bunun üzerine: «Bana da haber
etseydiniz ya...!" buyurduğu; ashabın karanlıktan dolayı haber
veremedikleri için özür beyân ettikleri bildiriliyor.
ResûlüUah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), ashâb'a bir şey dememiş; yaptıklarına itirazda bulunmamıştır.
Şayet geceleyin cenaze defni mekruh olsaydı, bunu beyân ederdi.
Cumhûr, babımız hadisi
için: «Bu hadîsdeki nehy, sırf geceleyin cenaze defnetmek için değil cenaze
namazı kılınmadığı içindir. Yâni geceleyin cenaze defnini ya namazı kılınmadığı
için yahut namaz kılanların adedi az olacağı veya kefen hususuna ihtimam
göste-riîemeyeceğindendir. Bunların hepsinden dolayı nehy buyurmuş olması da
ihtimâl dahilindedir.
Kerahet vakitlerine
gelince; Güneş doğarken, zevalde iken ve batarken cenaze namazı kılmak ve
cenaze defnetmek ulemâ arasında ihtilaflı bir mes'eledir.
Hanefii1lerle. Ley
s" e göre: Kerahet vakitlerinde cenaze namazı kılmak ve cenaze defnetmek
mekrûhdur.
Şafii' lere göre:
Mekruh değildir. Meğer ki hiç bir sebep yokken bu işi bile bile kerahet
vaktine bırakmış ola.O takdirde mekruh işlemiş olur.
İmam Mâlik' den
rivayet olunduğuna göre, kerahet vakitlerinde cenaze namazı kılınamaz. Ancak
bir iztırâr karşısında kılı-nabilir. .
Ulemânın beyânına
göre: Kefen mes'lesine ihtimam göstermek ve kefeni güzel yapmaktan murâd:
«Kefenin en nefis ve pahalı kumaştan yapılması» değil; temizliği, kesafeti ve
vücûdu örtmesidir. Zira pahalı kumaştan kefenlik yapmak israftır. Bilcümle
umurun en hayırlısı ortası olduğuna göre, kefenliği de orta kumaştan seçmek en
dnğru bir haıekettir. Bir kimsenin sağlığında giydiği elbisesi hangi nev'i
kumaştan ise, kefenliği de o nev'iden olmalıdır. Çok pahalıya saldırmak veya
pek ucuza inmek doğru değildir.
50- (944)
BizeEbû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb hep birden îbni Uyeyne'den
rivayet ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize Süf-yân b. Uyeyne, Zührî'den, o da
Saîd'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallalîahiİ Aleyhi ve
SellemYden naklen rivayet etti; şöyle buyurmuşlar:
«Cenazeyi sür'atli
(ce) götürün. Eğer. cenaze iyi İse (netice) hayırdır. —İhtimâl— Bir an evvel
onu (kabirdeki) hayır ve sevabına ulaştırmış olursunuz, dedi. Şayet cenaze
sâlih bir kimse değilse, (netice) şerrdir. Bir an evvel onu omuzlarınızdan
atmış olursunuz.»
(...) Bana
Muhammed b. Râff ile Abd b .Humeyd hep birden Ab-durrazzâk'dan rivayet ettiler.
(Dediler ki): Bize Ma'mer haber verdi. H.
Bize Yahya b. Habib de
rivayet etti. (Dedi ki»: Bize Ravh b. Ubâde rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Muhammed b. Ebî Hafsa rivayet etti. Bu her iki râvi Zührî'den, o da Saîd'den, o
da Ebü Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemYden naklen
rivayette bulunmuşlardır. Şu kadar var ki Ma'mer hadîsinde; «Ebû Hüreyre'nin
bu hadîsi ancak merfû olarak rivayet ettiğini biliyorum, dedi.» ibaresi
vardır.
5l- (...)
Bana Ebû't-Tâhir ile Harmeletü'bnü Yahya ve Hâ-rûn b. Said EI-Eylî rivayet
ettiler. Hârûn (Bize rivayet etti.) tâbirini kullandı. Ötekiler: «Bize, İbni
Vehb haber verdi.» dediler. İbni Vehb: Bana Yûnus b. Yezîd, İbni Şihab'dan
naklen haber verdi, demiş. îbni Şihâb: Bana Ebû Ümamete*bnü [16] Sehl
b. Huneys, Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti, demiş. Ebû Hüreyre (de): Ben,
Resûlüllah (SaUal-lahii Aleyhi ve Sellc-nı^U
«Cenazeyi sür'atli
(ce) götürün. Eğer sâlih bir kimse ise onu hayıra yaklaştırmış olursunuz, böyfe
değilse (netice) kötüdür; onu boyunlarınızdan atmış olursunuz.» buyururken
işittim, demiş.
Bu hadisi Buhârî, Ebû
Dâvûd. Tirmizî, Nesaî ve îbni Mâce «Cenaze» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc
etmişlerdir.
Hadisi şerîfdeki
«Süratli götürün.» emrinden murâd: Hızlı hızlı yürümek değil, mu'tedil
yürüyüştür. Zira şiddetle hızlı yürümenin memnu olduğunu bildiren rivayetler
vardır. Buradaki sür'atdan orta derecedeki hafif sür'at kastedilmiştir. Nitekim
İbniEbîŞeybe' nin «Musannef-inde rivayet ettiği Abdullah b. Amr hadîsi de bunu
gösterir. Mezkûr hadîsde beyân edildiğine göre Hz. Amr'a babası vasiyette
bulunmuş ve: «Beni tabut üzerinde taşıdığın zaman sür'atle yavaş arasında;
orta bir yüryüş yap. Hem cenazenin arkasından git. Çünkü cenazenin ön tarafı
meleklere, arka tarafları da Beni Âdem'e
mahsûsdur.» demiştir.
Bâzılarına göre,
buradaki acele emrinden murâd: Bir kimsenin öldüğünü yüzde yüz anladıktan sonra
teehüz-i tekfini ve defni hususunda sûr'at göstermektir. Ancak Nevevi bu
kavlin bâtıl ve merdût olduğunu söylemiştir. Zira ashâb-ı kiram' dan
Fâlhatü'bnü Berâ' hasta olmuş, Peygamber (Salhlîahü Aleyhi ve Selîcrul
kendisini dolaşmağa geldiğinde:
«Ben, Tâlha'ntn başına
ölümden başka bir şey geldiğini görmüyorum. Binaenaleyh onun öldüğünü bana
haber verin. Hem acele davranın. Çünkü bir müslüman cenazesinin ailesi arasında
hapsedilmesi doğru değildir.»
buyurmuştur.
Bu hadîsi EbûDâvûd,
Huseynb. Vahva h'dan rivayet etmiştir. Bu zât ensârdan olup, sohbet şerefine
nail olduğu söylenir.
Buhârî1 de bu hususta
Hz. Ebû Said-i Hudri'den şu mealde bir hadîs-i şerîf rivayet olunmuştui:
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'-
— «Cenaze tabuta konup
da, erkekler onu omuzlarına yüklendikleri vakit, eğer sâlih bir kimse ise: Beni
(kazandığım hayır ve sevalara) çabuk ulaştırın, der. Sâlih bir kimse değilse:
Vay başıma gelene bu cenazeyi nereye götürüyorsunuz? diye feryâd eder. Onun
sesini insandan maada her şey işitir, insan da işitse mutlaka düşüp bayılırdı;»
buyurdular.
1- Cenaze
naklinde sür'atlice davranmak gerekir. İbni Kudâme buradaki emrin ulemâ arasında hilâfsız
istihbâba delâlet ettiğini söylemiştir. Yalnız
İbni Hazm acele davranmanın
vâcîb olduğuna kaaildir. Selef-i sâlihin' den bâzılarının cenazeyi süratle
taşımayı kerih gördükleri rivayet olunursa da, bu kerahet cenazenin patlamasına
sebep olacak derecede ifrâd göstermeye hamlolunabilir.
Ulemâdan bâzılarına
göre: Hadîsdeki sür'at emrinden murâd, kelimenin hakikatidir.
Selef-i sâlihin' den
bâzıları ile Hanefi i'lerin kavli de budur. Bittabii onlarca da cenazeyi
sarsıp, patlamasına se-beb olabilecek derecede şiddetli yürümek doğru değildir.
Beyhaki «El - Ma'rife»
nâm eserinde İmam Şafiî' nin {Cenazeyi sür'atle götürmek mûtad yürüyüşden biraz
fazla yürümekle olur. Şiddetli sür'at mekrûhdur.) dediğini nakleder. Hanefii'lerin
sür'atlice yürütmekten maksatları da bundan ibarettir.
2- Ölüm
tahakkuk eder etmez cenazenin defnine şitâb etmek müstehâbdır. Bâzı hastaların
ölüp ölmediği güç anlaşıldığı için bu cih-hete dikkat etmek gerekir. Hattâ îbni
Beziz e' den nakledilen bir rivayete göre, bir kimsenin ölüp ölmediğini
iyice anlamak için bir gün bir gece beklemek icâb eder.
3- Hiç bir
işe yaramayan tembellerle düşüp kalkmaktan, sulâ-hâdan gayri kimselerle
sohbette bulunmaktan kaçınmak îcâb eder.
Nevevî diyor ki:
«Cenazenin arkasında yürümek, önünde yürümekten efdaldır; diyenler bu hadîsle
istidlal ederler. Bu kavil Hz. Alî b. Ebi Tâlib' den rivayet olunur. Evzâiile
Ebû Hanifenin mezhebleri de budur. Sahabe ve Tabiin' in cumhur ile îmam Mâlik,
İmam Şafii ve diğer ulemânın ekserisine göre cenazenin önünde yürümek daha
faziletlidir. Sevr1 ile bir taifeye göre ise cenazenin arkasında yürümekle
önünde yürümek müsavidir.
5- Hads-i
şerif, kabir hayâtına, iyi ve kötü amellerin kabirde görüleceğine de delildir.
52- (945)
Bana Ebû't - Tâhir ile Harmeletü'bnü Yahya ve Hâ rûn'bnü Saîd El - Eylî rivayet
ettiler. Lafız Hârûn ile Harmele'nîndir. Hârûn (Bize rivayet etti.) tâbirini
kullandı. Ötekiler: (Bize tbni Vehb demiş ki): Bana Yûnus, tbni Şihâb'dan
naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Abdurrahmân b. Hürmüz El - A'rac rivayet
etti ki, Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Her kim namazı
kılınıncaya kadar cenazenin yanında bulunursa, ona bir kîrât ve her kim cenaze
defnedil inceye kadar yanında bulunursa, ona İki kîrât sevap vardır.»
buyurdular.
— Bu İki kırat nedir?
diye soranlar oldu; Resûlüllah (Saîîalîahü Aleyhi ve Sellem)
— «İki büyük dağ gibidirler.» cevâbını verdi.
Ebû't - Tâhir hadisi
burada bitti. Ötekiler şunu da ziyâde ettiler: «İbni Şihâb (Dedi ki:) Salim b.
Aüdillâh b. Ömer şunları söyledi: îbni Ömer Cenazenin namazını kılar, sonra
oradan ayrılırdı. Ebû Hürey-re hadîsini duyunca:
— Vallahi pek çok kıratlar kaybettik, dedi.»
(...) Bize,
bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize AbdüTa'lâ
rivayet etti. H.
Bize İbni Râfi' ile
Abd b. Humeyd, Abdurrazzâk'dan rivayet ettiler. Abdül'a'lâ ile Abdurrazzâk'ın
ikisi birden Ma'mer'den, o da Zührî1 den, o da Saîdü'bnü'l - Müseyyeb'den, o da
Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallaüahü Aleyhi ve SeHemjden naklen (iki
büyük dağ) sözüne kadar rivayette bulunmuşlar, daha sonrasını
zikretmemişlerdir. Abdü'l a'lâ'nın hadîsinde (cenazenin vazifesi görülünceye
kadar.), Abdur-razzâk'ın hadîsinde ise: -Cenaze lâhde konuluncaya kadar.»
İfâdeleri vardır.
(...) Bana
Abdülmelik b. Şuaby b. Leys rivayet etti. (Dedi ki): Bana, babam, dedemden
rivayet etti. Demiş ki: Bana Ukayl b. Hâlid, İbni Şihâb'dan naklen rivayet etti
ki, şöyle demiş: Bana bir takım adamlar, Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber
(Salhllahü Aleyhi ve SeMew)*den naklen Ma'mer'in hadîsi gibi rivayette
bulundular. Ebû Hüreyre:
«Cenaze defnedilinceye
kadar onun arkasından gidene de» demiş.
53- (...)
Bana Muhammedü'bnü Hatim rivayet etti. (Dedi ki): Bize, Behz rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki): Bana Süheyl, babasından, o da
Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve SeHern/den naklen rivayet
etti ki, şöyle buyurdular:
«Her kim bir cenazenin
namazını kılarda arkasından gitmezse o kimseye bir kîrât arkasından giderse
iki kîrât (sevap) vardır.»
— -Bu iki kırat nedir? diye soranlar oldu; Resûlüllah
(Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'-
— «Küçüğü Uhut Dağı kadardır.» buyurdular.
54- (...) Bana
Muhammedü'bnü Hatim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Said, Yezîd b.
Keysân'dan rivayet etti. (Dedi ki): Bana Ebû Hâzim, Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber
(Sallallahii Aleyhi ve Sel-Icm )'den naklen rivayet etti; Efendimiz şöyle
buyurmuşlar:
«Her kim bir cenazenin
namazını kılarsa, ona bir kîrât; bakrine konuluncaya kadar arkasından giderse
iki kîrât (sevap) vardır.»
(Râvî Ebû Hâzîm diyor
ki): Ben:
— Yâ Ebâ Hüreyre bu
iki kırat nedir?» dedim;
«Uhut dağı gibidir.»
cevâbını verdi.
55- (...) Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Cerîr yâni İbni Hâzim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Nâfi1 rivayet
etti. (Dedi ki): İbni Ömer'e:
— Ebû Hüreyre: Ben Resûlüllah (SdlaÜahü Aleyhi
ve Sellem)i «Her kim bir cenazenin arkasından yürürse, ona bir kirât ecir
vardır.»
buyururken işittim,
diyor; dediler. İbni Ömer (Artık) Ebû Hüreyre de bize hadis rivayet etmekte çok
oluyor; dedi ve Âişe'ye birini göndererek (bu meseleyi) sordurdu. Âişe, Ebû
Hüreyre'yi tasdik etti. Bunun üzerine îbni Ömer:
— Vallahi biz pek çok kıratlarda kusur ettik,
dedi.
56- (...)
Bana Muhammet! b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize, Abdullah b.
Vezîd rivayet etti. (Dedi ki):Bana Hayve rivayet etti. (Dedi ki): Bana Ebü
Sahr, Yezîd b. Abdillâh b. Kuseyt'den naklen rivayet etti, ona da Dâvûd b. Âmir
[17]b.
Sa'd b. Ebî Vakkaas, babasından naklen rivayet etmiş ki, babası Abdullah b.
Ömer'in yanında oturuyormuş. Birden Maksûre'nin sahibi Habbâb(18) çıka gelmiş.
Ve:
— Yâ Abdallah b. Ömer!
Ebû Hüreyre'nin ne söylediğini işitmiyor musun? (Baksana) Resûlüllah (SalhHahü
Aleyhi ve SeHcvı^i--
«Her kim cenaze ile
birlikte onun evinden çıkar da; namazını kılar, sonra defnedüinceye kadar cenazenin
arkasından giderse, o kimseye iki kırat ecir vardır. Her bir kırat Unut Dağı
kadardır. Cenazenin namazını kılıp da, dönen kimseye ise Uhut Dağı kadar bir
ecir vardır.» buyururken işitmiş: demiş. Bunun üzerine İbni Ömer Habbâb'ı Ebû
Hüreyre'nin söylediklerini sorarak, gelip kendisine haber vermek için Âişe'ye
göndermiş. İbni Ömer mescidin çakıllarından bir avuç almış, onları elinde
evirip çeviriyormuş. Nihayet elçi dönüp gelmiş ve Âişe'nin: «Ebü Hüreyre doğru
söylemiş.- dediğim bildirmiş. Bunun üzerine îbni Ömer elindeki çakılları yere
vurarak:
«Vallahi biz bir çok
kıratlarda kusur ettik.» demiş.
57- (...)
Bize Muhammedü'bnü Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya yâni İbni Saîd
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki): Bana Katâde, Salim
b. Ebî'l-Ca'd'dan, o da Ma'dân b. Ebî Tâlhate'l-Ya'meri'den, o da Resûlüllah
(SaUallahii Aleyhi ve SeHem" in azatlısı Sevbân'dan naklen rivayet etti
ki, Resûlüllah (SaUallahii Aleyhi ve SeJlem)--
«Her kim bir cenazenin
namazını kılarsa, o kimseye bir kirât; defninde bulunursa iki kırat (sevap)
vardır. Kîrâî: Unut Dağı kadardır.» buyurmuşlar.
(...) Bana
İbni Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muâzü'bnü Hi-şâm rivayet etti. (Dedi
ki): Bana babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbnü'l - Müsenna rivayet etti.
(Dedi ki): Bize İbni Ebî Adiyy, Saîd'den naklen rivayet etti. H.
Bana Züheyrü'bnü Harb
da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Affân rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebân
rivayet etti. Bu râvîlerin hepsi bu is-nâdla, bu hadîsin mislini Katâde'den
rivayet etmişlerdir. Said ile Hi-şâm'ın hadislerinde:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'e kîrât soruldu da; — Uhut Dağı gibidir; buyurdular.» ibaresi
vardır.
Hz. Âişe hadîslerini
Buhârî, Nesâî ve ibniMâce; Ebû Hüreyre hadîsini dahî Ebû Dâvûd, Tirmizi ve keza
Nesâî ile İbni Mâce muhtelif râvîler-den tahrîc etmişlerdir.
Bu bâbda Hz. Sevbân
hadisinden maada Berâı R(î-diyalîahii mıh) ile Abdullah b. Mugaffe1 ve Ebû
Saîd-i Hudrî, Übeyy b. Kâ'b ve İbniÖmer (Radiyalhhü anhiivı) hazerâtından da
rivayetler vardır.
Berâ' ile Abdullah b.
Mugaffel hadislerini Nesâî:
Ebû Saîd-i
Hudrî hadîsini İbni
Ebû Şeybe;
Ubeyy b. Kâ'b
(Radiyallahü anlı) hadîsini İbni Mâc e tahrîc etmişlerdir. Rivayetlerin hepsi
hemen hemen ayni hükmü ifâde etmektedirler.
Kirmânî'nin beyânına
göre, kîrâd: Yarım dânık, demektir. Dânık: Dirhemin altında biridir. Fakat
burada ondan mûrâd: Nasipdir.
Bâzıları: «Kirât,
dinâr'ın cüzlerinden bir cüz olup, ekseri memleketlerde dinâr'ın onda birinin
yansıdır.» derler.
Şam' lılara göre,
kîrât: Dirhemin yirmidört cüz'ünün biridir. Bâzıları: «Kîrât, dirhem'in altıda
birinin yarısıdır.» demiş; bir takımları burada ondan bu gibi mikdârlar
kastedilmeyip, Allah indinde malûm olan cüzlerden bir cüz murâd edildiğini:
Peygamber (Salhllahü Aleyhi ve Se//em)'in onu Uhut Dağı ile temsil ederek
anlatmağa çalıştığını söylemişlerdir.
Tıybi'ye göre «Uhut
Dağı gibi» tâbiri, kîrât'in tefsiri değil; maksadın izahıdır. Bu hadîsden
murâd: Cenazeye iştirak eden kimse sâde namaz kılmakla iktifa ederse bir,
defnine de iştirak ederse iki ecir nasiple döneceğini anlatmaktır.
Bu rivayetlerde
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellcnı]'ir} sevap miktarını kıratla ifâde
etmesi, o zamanlar ekseriyetle muamelat ki-râtla yapıldığı içindir. Bu sebeple
kîrât lâfzı bir çok hadislerde vârid olmuştur. Bunların bazıları mâruf olan
kirât mânâsına alınmış, bir takımları da cüz mânâsına hamledilmiştir.
İki kirâtın iki büyük
dağ gibi olmakla temsil buyurulması istiare tariki iledir. Maamâfih hakikat
murâd edilmiş olması da mümkündür. Bu takdirde Teâlâ Hazretleri kıyamet gününde
bu gibi zevatın amellerini mücessem bir şekilde halk edecek ve her kirâtın
büyüklüğü Uhut dağı kadar olacak demektir. Uhut dağı ile temsil dahi
muhatapların ekserisi onu gerektirdiği gibi bildik!erindendir.
Bâzıları: «Uhut dağı ile temsil, Resûlüllah
(Sallaîlahii Aleyhi ve Sellem)
Uhut, bizi seven bir
dağdır; biz de onu severiz; buyurduğu içindir.» demişlerdir. Büyüklüğünden
dolayı onunla temsil yapıldığını söyleyenler de vardır.
Hz. İbni Ömer'inEbû
Hüreyre çok oluyor...» sözünden muradı: Kirmâni'ye göre: Ya ecri söylemekte
yahut hadîs rivayeti husûsundadır. Çok hadîs rivayet, ettiği için bu bâbta rivayeti
karıştırmış olacağından korkmuştur. Yoksa «Ebû Hüreyre işitemediği bir şeyi
rivayet etmiştir.» demek istememiştir. Zira her ikisinin de pek yüksek
mertebelerde bulunmaları, onlar hakkında böyle Şeyle düşünmeye manîdir.
Rivayete göre Ebû Hüreyre mes'eleyi duyunca İbni Ömer'e gelmiş; birlikte Hz.
Aişe'nin huzuruna giderek tahkîkaatta bulunmuşlar; Âişe J\adiyallahü ahu) bu
hadîsi Peygamber [SaîIaUuhıı Aleyhi \c SelîevO'den işittiğini onlara da
söylemiş. Bunun üzerine Ebû Hüreyre, İbni Ömer'e dönerek »Beni Peygamber
{SulhUahii Aleyhi ve Sc/Zem^den ne kırda ağaç dikmek, ne de çarşıda alışveriş
yapmak meşgul etmiştir. Bütün işim gücüm onun verdiği lokmayı yemek ve
öğrettiğini bellemektir.» demiştir.
İbni Tin diyor ki:
«îbni Ömer bundan gussa etmiş değil; Ebû Hüreyre' nin yanıldığından korkmuştur.
Yahut kendisine Ebû Hüreyre' nin bu hadîsi merıû olarak rivayet ettiği
nakledilmemiş de, onu kendinden söylüyor sanmış ve reddetmiştir.»
İbni Ömer' in:
«Vallahi biz bir çok kirâtlarda kusur ettik.» demesi: Bir çok cenazelerin
defninde bulunmadığına işarettir.
Acaba iki kîrât sevap
mücerred cenazeyi kabre indiımeUle hâsı! olur mu, yoksa de'.n işi bitip de,
sıra kabrin üzerine toprak atmaya geldikte mi yahut kabristanda yapiacak işler
tamâmiyle bittikten sonra mı verilecektir? Babımız rivayetleri hatıra gelen bu
husûsâtın her birini mevzubahis etmişlerdir. Rivayetlerin bâzılarında iki kîrâtın
neden ibaret oMuğunu kimin sorduğu beyân edilmernişse de. Ebû Avâne'nin
rivayetinde soranın b'/zât Ebû Hüreyre. cevap verenin de Resülüllah
(Salhtllalui Aleyhi ve Scllem] olduğu beyân edilmiştir.
1- Hz. Ebû Hüreyre,
hadis belleme hususunda
temayüz etmiş bir zâttır.
2- Ulemânın
biribirlerine reddiyede bulunmaları ve bir âlimin bilmediği bir şey'i
istigrâbla karşılaması yeni bir iş değildir.
3- Bir
hadisi veya mes'eleyi iyi bilen bir kimse, onu bilmeyenlerin inkârına
ehemmiyet vermemelidir.
4- Bu
rivayetler, ashâb-ı kirâm'ın ilimde bağhusûs Hadis-i Nebeviyi tesbit ve tahrîr
babında son derece titiz davrandıklarına delildir.
5- Yine bu
rivayetler Hz. Abdullah
b. Ömer' in ilme ne derece haris
bir fâzıl-ı muheterem; amel-i sâlih'e ne derece gönülden bağlı bir âbid-i kâmil
olduğuna delildir.
6- Bu
rivayetler, cenazenin ardından yürümeyi müstehab 'görenlere delildirler. Zira
ittibâ'm hakikati arkadan yürümekle olur.
İbni Dakîk'i-îd:
«Cenazenin önünde yürümeyi tercih edenler, buradaki ittibâ'ı, ittibâ'-ı
mâneviyye yanı beraberlik mânâsına hamletmişlerdir ki, cenazenin önünde ardında
ve yanıbaş-larmda yürümeye şâmildir.» diyorsa da, bu söz bir tahakkümden ibarettir.
Zira gerek lûgatta, gerekse örf-ü âdette ittibâ' arkasından yü-rümekden
ibarettir.
7- HacUs-i
şerif, cenazeye İştirake ve bu yüzden Allah Teâlâ'nın vereceği sevaplara teşvik
ve tembîhdir.
8- Ameller
ya vezin nisbetinde yahut da cisim şeklinde takdir olunacaklardır.
9- Bir
kimsenin hatırından geçen bir mes'eleyi sorması caizdir.
58- (947)
Bize Hasen b. lsâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize îbnl Mu-bârek rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Bize Sellâ mb. Ebî Muti', Eyyûb'dan, o da Ebû Kılâbe'den, o da
Âişe'nin süt kardeşi Abdullah b. Yezid' den [18] , o
da Âişe'den, o da Peygamber (Sdlallakü Aleyhi ve Sellem)1 den naklen haber
verdi.. Resûlüliah (Saîlaîlahü Aleyhi ve Seîlem) şöyle buyurmuşları
«Hiç bir cenaze yoktur
ki, namazını Müslümanlardan yüz kişiye baliğ olan bir cemâat kılarak, hepsi ona
şefaat dilesinler de, kendilerine o kimse hakkında şefâata izin verilmesin.»
Sellâm b. Ebî'I -
Muti1 demiş ki: «Bilâhare ben bu hadîsi Şuayb b. Habhâb'a söyledim de:
— Onu bana Enes b.
Mâlik, Peygamber (Salhllahü Aleyhi ve Sel-lemj'den. rivayet etti, dedi.»
Bu hadîsde, bir
cenazenin namazını yüz kişi kılarsa, kıyaâmet gününde ona şefaatçi olacakları
bildiriliyor.
Bundan sonra gelen
İbni Abbas (Radiyalîahü anh) hadisinde bir kimsenin namazını kırk kişi
kılarsa; Ebû Dâ vûd ile başkalarının tahric ettikleri Mâlik b. Hübeyra
hadîsinde bir kimsenin cenazesini üç safflık cemâat kılarsa şefaati hak edeceği
bildiriliyor. Mâlik hadîsini Tirmizî dahî rivayet etmiş ve onun hasen bir
hadîs olduğunu söylemiştir.
Hâkim ayni hadîsin sahîh olduğunu bildirmiştir.
Görülüyor ki, bu bâbda
rivayetler muhtelifdir. Kaadi îyâz: «Bu hadîsler, soranlara cevap olmak üzere
vârid olmuş; Resûl-iEkrem (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) herkese suâline göre
cevap vermiştir.» diyor.
Nevevî de şunları
söylüyor; «İhtimâl ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e evvelâ yüz
kişinin cenaze hakkındaki şefaat dilekleri kabul edileceği bildirilmiş, o da
bunu ümmetine haber vermiştir. Bilâhara kırk kişinin, daha sonra sayıları az
bile olsa üç saff teşkîl eden cemâatin şefaat dileklerini kabul edileceği haber
verilmiş, onları da bildirmiştir.
Şöyle de denilebilir:
Bu söz; bir mefhûm-i âdettir. Usûl-ü fıkıh ulemâsının cumhuruna göre mefhûm-u
âdetle ihticâc olunamaz. Binâe-nalayeh yüz kişinin şefaati kabul edileceğini
bildirmek, ondan az sayıda olanların şefaati kabul edilmeyeceğine delil
olamaz. Kırk kişiyle üç saff meselesi dahî böyledir.
Şu hâlde bütün
hadislerle amel olunacak ve şefaat hakkı üç saff ile kırk kişinin sayı İtibârı
ile az olanlarına da verilecektir.
59- (948)
Bize Harun b. Mâ'ruf ile Hârûn b. Said El-Eylî ve Velîd b. Şücâ' Es - Sekûnî
rivayet ettiler. Velid (Bana rivayet etti.) tâbirini kullandı. Ötekiler: (Bize
İbni Vehb rivayet etti.) dediler. (Demiş ki): Bana Ebû Sahr, Serik b. Ab d ili
âh İbni Ebî Ne mî r'den, o da İbni Abbâs'ın azatlısı Küreyb'den, o da Abdullah
îbni Abbâs'dan naklen haber verdi ki, İbni Abbâs'ın Kudeyd'de yahut Usfân'da
bir oğlu vefat etmiş. Bunun üzerine İbni Abbâs:
— Yâ Küreyb! Bak oğlumun cenazesine ne kadar
cemâat tonlan-mış? demiş.
Küreyb diyor ki: Bunun
üzerine ben dışarıya çıktım. Bir de baktım ki oğlunun cenazesine bir hayli
cemâat toplanmış. Bunu kendisine haber verdim, tbni Abbâs:
— Bu toplananların kırk kişi olduğunu tamhîn
eder misin? dedi. Ben:
— Evet; cevâbını verdim.
— (Öyle ise)
cenazeyi çıkarın. Zira ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUcvı'i
şöyle buyururken işittim:
«Hiç bir Müslüman
yoktur ki, öldüğü zaman cenazesini Allah'a hiç bir şey'i şerik koşmayan kırk
kişi tutup kapsın ela, Allah kendilerine o kimse hahktnda şefâata izin
vermesin.» dedi.
îbni Ma'rufun
rivayetinde: «Serik b. Ebi Nemir'den, o da Küreyb* den. o da Ibni
Abbus'dan.* deniimiştir.
Kudeyd ile Usfân :
Mekke ile Medine arasında iki yerin ismidirler. Râvi çocuğun ha ilgisinde vefat
ettiğinde şüphe etmiştir.
Gerek bu, gerekse
bundan önceki hadis, Müslümanlardan cenaze namazı kılan cemâatin o cenaze
hakkındaki şeraat isteklerinin kabul edileceğine delildir. Cenaze namazında
cemaatın kalabalık olması müstehabdır. Maamafih rivâyoüerde gösterilen
adetlerin az miktarlarına da şefaat hakkı verileceğine göre kırk adedini
bildiren hadîs, yu/ adedinin mefhûmunu itibardan ıskaat etmiş; üç salT
hadîsinin mefhûmu dahi kırk kişi mefhûmunun hükmünü kaldırmıştır. Binâenaleyh
netice ittibârı ile mâna şu olur: «Cenaze hakkında şefaat isteyenlerin
arzular, is'âf edilecektir.
60- (949)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Ebü Bekir b .Ebî Şeybe, Züheyr b. Harb ve Alîyyü'bnü
Hucr Es - Sa'dî hep birden İbni Uleyye'den rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır.
(Dedi ki): Bize İtani Uleyye rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülaziz b. Suheyb,
Enes b. Mâlik'd en naklen haber verdi. Demiş ki; Bir cenaze geçirilirken, onu
hayırla yâ-dedenler oldu. Bunun üzerine Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellcm','-
«Vöcib oldu; vdcib
oldu; vöcib oldu.» buyurdular.
Başka bir cenaze
geçirilirken onu da şerle yâdedenler oldu. Nebiyyullah [Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) (yine):
«Vöcib oldu; vâcib
oldu; vâcib oldu.» buyurdular.
— Annem babam sana
feda olsun. Bir cenaze geçirilirken cenaze hayırla yâdolundu; sen: «Vâcib
oldu; vâcîb oldu; vacib oidu.» dedin; başka bir cenâne şerle yâdolundu. sen
yine «Vâvib oldu; vâcib oldu; vâcib oldu.» buyurdun? dedi. Bunun üzerine
Resûlüllah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem)'-
«Siz kimi hayırla
yâdederseniz ona cennet, kimi şerle yâdedersenîz ona da cehennem vâcib olur.
Zira sizler yer yüzünde Allah'ın şahitlerisiniz; sizler yeryüzünde Allah'ın
şahitlerisiniz; sizler yer yüzünde Allah'ın şahitlerisiniz.» buyurdular.
(...) Bana
Ebû'r-Rabî* Ez-Zehrânî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd yâni îbni Zeyd rivayet
etti. H.
Bana Yahya b. Yahya da
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ca'fer b. Süleyman haber verdi. Bu râvîlerin
ikisi birden Sâbit'den, o da Enes' den naklen rivayette bulunmuşlardır. Râvî:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve SellemYln yanından bir cenaze geçirdiler...» diyerek hadîsi
Abdülaziz'in, Enes'den rivayet ettijri gîbi rivayette bulunmuştur. Şu kadar ki,
Abdülazîz'in hadisi daha tamamdır.
Bu hadîsi Buhâri ile
Ebû Dâvûd -Cenaze- bahsinde tahric etmişlerdir.
Sena kelimesi: Övmek
ve hayırla yâdetrnek. mânûbsrmaîır Bu kelime esâs ittibân ile şerr hakkında
kullanılmazsa da, burada müşâkele için şerr hakkında da kullanılmıştır. Nitekim
Teâlâ Hazretlerinin»
«Kötülüğün cezası o
kötülüğün misildir.» âyet-i kerimesi de bu kabildendir.
Bâzıları sena kelimesinin
hem hayırda yem şerrde kullanıldığını; bir takımları da serde kullanılmasına
şâz olduğunu söylemişlerdir.
Hâkim'in, Nadr b.
Enes'den tahric ettiği bir hadis-de şöyle buyuruluyor: Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in yanında oturuyordum. Derken bir cenaze geçirdiler.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)--
— Bu eeriĞze kimdir? diye sordu;
Filânın cenâsezidir;
Allah ve Resulünü sever; Allah'ın taatı uğrunda çalışıp çabalardı; dediler.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— Vâcib oldu; vâcib oldu; vâcib oldu, buyurdu.
Başka bir cenaze
geçirdiler; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (yine):
— Bu cenaze kimdir? diye sordu. Ashâb:
— Filânın cenâzesidir; bu adam Allah'a ve
Resulüne buğz eder, Allah'a mâsiyet uğrunda çalışıp çabalardı; dediler.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Se//etn) iyine):
(Vâcib oldu; vâcib
oldu; vâcîb oldu.) buyurdu, Ashâb:
— Yâ Resûlüllah! Cenaze ve ona yapılan sena
hakkında ne buyurursun? Birinci cenaze hayırla, ikincisi de şerle yâdedildi.
Sen ikisi hakkında da:
(Vâcib oldu; vâcib
oldu; vâcib oldu.) buyurdun, dediler.
Bunun üzerine
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— (Evet, yâ Ebâ Bekir!
Hakîkaten Allah'ın bir takım melekleri vardır ki, bunlar Adem oğullarının
dilinde, onda bulunan hayır ve şerri söylerler.) buyurdular.»
Hâkim: «Bu hadis,
Buhâri ile Müs1im’in şartları üzere şahindir. Ama onlar onu bu lâfızla tahric
etmemişlerdir.» demiştir.
Hâkim'in rivayet
ettiği bu hadis babımız rivayetinde müp-hep bırakılan hayır ve şerri tefsir
etmiştir.
Ebû Dâvûd'un, Hz. Ebû
Hüreyre'den rivayet ettiği bir hadîsle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem}:
«Melekler gökyüzünde
Allah'ın şahitleri, sizler de yeryüzünde Allah'ın şahitlerisiniz. Gerçekten 8İz
birbirinize şahitsiniz.» buyurmuştur.
Hayırla yâdolunan cenaze
hakkında Resûl-i Zîsân (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin «Vacib oldu.»
buyurmasından murad: Cennet, öteki cenaze hakkındaki sözünden murâd da:
Cehennem vâcib oldu demektir.
Her iki cümledeki
vücûb sübût manasınadır. Yahut haber verdiği husus yüzde yüz vâki olacağına
göre, sübût vâcib olan bir şey gibidir.
Hâsıl-ı kelâm Ashâb-ı
kiram'in birinci cenzeyi hayırla yâdetmeleri, onun hayır işlediğine delâlet
eder. Binâenaleyh o, cenneti hak etmiştir. İkinciyi şerrle yâdetmeleri,
yaptığı işlerin kötü olduğunu gösterir. Şu hâlde, o da cehennemi hak etmiştir.
Çünkü mü' minler biribirlerinin şahitleridir.
Resûlüllah {Sallallahü
Aleyhi ve SellemJ'in vâcib oldu kelimesini tekrarlaması, sözünü te'kîd ve
tahkik içindir.
Dâvûdi diyor ki:
«Fukahâya göre bu hadisden murâd: Fazilet sahiplerinin ve özü sözü doğru olan
kimselerin hayırla yâdetme-sidir. Zira fâsikler de birbirlerini hayırla
yâdederler. Fakat onlar bu hadisin mânâsına dâhil değillerdir. Bir de şerrle
yâdeden kimsenin, o cenazeye düşman olmaması şarttır. Çünkü sâlih bir zâtın
düşmanı olabilir. Düşmanı Ölür de, sâlih zât onu kötülükle yâdederse o cenaze
yine bu hadisin manâsında dâhil değildir. Zîrâ âdil bile olsa aralarında
düşmanlık bulunduğu için dünyâda iken onun aleyhine şehâdeti kabul olunmuyordu.
Beşer mâsûm değildir.»
Burada şöyle bir suâl
hâtıra gelebilir: «Hz. Zeyd b. Erkâm'dan rivayet olunan sahîh bir hadisle
ölülere sövmek yasak edilmiş, onları hayırla anmak emir Duyurulmuş iken,
ölülerin kötülüklerini söylemek nasıl tecviz edilebilir?» bu suâlin cevâbı
şudur:
«Ölülere sövmek
münafık, kâfir ve açık açık fisk-u fücurda bulunan yahut dîn babında bid'at
çıkarmış olmayanlardır. Bu sayılanların şerrle yâdolunması, onların yolunu
tutarak kendilerine uyanlar bulunmaması için caizdir.
Bâzıları: «Cenazeyi
hayırla yâdedenlerin medh-u senası mutlaka cenazenin fiillerine uygun
olmalıdır.» demişlerdir.
Kurtubi'ye göre,
ölülere sövmeyi yasak eden hadîsin babımız hadisinden sonra vârid olması
muhtemeldir. Bu takdirde onu neshetmiş olur.
Bâzılarına göre Hz.
Enes hadîsi dirileri gıybet hükmündedir. Eğer bir kimsenin ekseriyetle
fiilleri hayır olursa, o kimseyi gı; bet etmek haramdır. Ama fâsikliğini ilân
eden biri olursa, onun hakkında gıybet sayılacak bir şey yoktur. Ölü dt buna kıyâs
olunur. Binâenaleyh Enes hadîsi memnu olan ölülere sövme kabilinden değildir.
Ulemâdan bir
takımları: «Sena umumiyetle bütün Müslümanlar hakkında carîdir, Allah Teâlâ
insanlara yahut insanların ekserisine ölen bir kimse hakkında senada bulunmayı
ilham ederse, bu onun cennetlik olduğuna delildir. Bu hususta işlediği
fiillerin cennetlik olmayı tktizâ edip etmemesi müsavidir. Fiilleri cennetlik
olmasını iktizâ etmese bile onu mutlaka azâb etmek gerekmez. Böylesi Allah'ın
meşîetine kaçınıştır. Nasıl dilerse öyle yapar. İşte Allah Teâlâ bu kuluna
senada bulunmayı bizlere ilham buyurdumu anlarız ki Allah ona mağfiret
buyurmayı dilemiştir.
Bu izahattan
Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'m «Vacib oldu...» demesi için evvelâ
ashabın senada bulunmalarının faydası anlaşılır.
«Sizler Allah'ın
yeryüzündeki şahitlerisiniz.»
Cümlesi hem ashâb-ı
kira m'a hem de onların sıfatında mü'min olanlara şâmildir.
İbni Tin, bunun
sahabeye mahsûs olduğunu çünkü sahabenin hikmet tahtında konuşurduklanni;
onlardan sonra gelenlerde bu meziyet bulunmadığını rivayet etmiş, sonra:
«Doğrusu bu mes'ele mutemet ve ehl-i takva olanlara mahsûstur.» demiştir.
Nevevi Anlaşılan
ashâb-ı kiram' m yâdettikleri cenaze münafıklardaranış, diyor.
İmam Ahmed'in rivayet
ettiği bir hadise bakılırsa Nevevi'nin mütâlâası kabule şayan görülür. Çünkü o
rivayette Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve SellemYin şerrle yâdedüen cenazenin
namazını kıldığı bildiriliyor.
Bey haki: «Bu hadisde
bir kimsenin bildiği bir şey'i hîn-i hacette meselâ hâkimin şahitleri tezyike
zata sorması gibi bir ihtiyâç vukuunda söylemesinin caiz olduğuna delil
vardır.» demiştir.
61- (950)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd, Mâlik b. Enes'den ona okunanlar meyânında gelen şu
hadîsi rivayet etti: Mâlik, Muhammed b. Amr b. Hâlhale'den, o da Ma'bed b. Kâ'b
b. Mâlik'den, o da Ebû Ka-tâdete'bnü Rib'î'den, o da Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seî/ewi)'den naklen rivayette bulunmuş. Ebû Katâde şunları anlatmış:
Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve SellevıYin yanından bir cenaze geçirdiler.
(Onu görünce) Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Rahata ermiş yahut kendisinden kurtulunmuş.»
buyurdular. Ashâb:
— «Bu rahatlayan ve kendisinden kurt ulunan ne
demektir?» diye sordular. Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'
— «Mü'min bir kul dünyânın yorgunluğundan
rahata erer; fâcir kuldan ise İnsanlar, memleketler, ağaçlar ve hayvanlar (kurtulup)
rahata ererler.» buyurdu.
(...) Bize
Muhammedü'bnu'l -Müsennâ rivayet etti. (dedi ki) : Bize, Yahya b. Saîd rivayet
etti. H.
Bize, îshâk b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki):Bize Abdürrazzâk haber verdi. Bu râvîler hep birden Abdullah
b. Saîd b. Ebî Hindi [19]'
den, o da Muhammed b. Amr'dan, o da Kâ'b b. Mâlik'in bir oğlundan, o da Ebû
Katâdeden, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHem)' den naklen rivayet
etmişlerdir. Yahya b. Said hadisinde:
«Dünyânın çilesinden
ve yorgunluğundan Allah'ın rahmetine (kavuşup) istirahat eder.» ibaresi vardır.
Bu hadîsi Buharı
«Kitabu'r-Rukaak»da;Ne sâ î «Cenaze» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Hadisde müsterah ile
müsterâhun minh kelimelerini biribirine bağlıyan «Vav» edatı taksîm için
gelmiştir. Binâenaleyh «Ev» mânâsında kullanılmıştır. Nitekim ashâb-ı kiramın
suâllerine taksîm muk-tezâsı cevap verilmiştir.
Nasab:
Yorgunluk ve meşakkat, manasınadır. Ayni mânâya gelen «Ezâ»nm, bu kelime
üzerine atfedilmesi âmmın, hâs üzerine atfı ka-bilindendîr.
îbni Tin : «Mü'min
kelimesinden hassaten ehl-i takva olan mü'min kastedilmiş olabileceği gibi, her
mü'min murâd edilmiş de olabilir. Fâcir'den dahi hassaten kâfir veya ânmmeten
bütün âsiler murâd edilmiş olabilir.» demiştir.
İnsanların ölen
kimseden kurtulup rahata ermeleri, onun zulmünden kurtulmakla olur. Memleketin
rahata ermesi, malı mülkü gasp ve yağma etmesinden, hakkı hukuku çiğnemesinden
kurtulmakla; ağaçların rahatı, onları gasp ederek, kesmemekle yahut meyvelerini
almamakla tasavvur olunur. Yalnız ağacın rahatı sahibine aittir. Binâenaleyh
buradaki isnâd mecazidir.
Hayvanâtın rahata
ermesi: aç susuz kalmaktan ve taşıyamıya-cakları yükü yüklemekten kurtulmaları
ile olur.
62- (951)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Mâlik'e, îbni Şİhâb'dan
dinlediğim, onun da Saîdübnü'l - Müseyyeb'den, onun da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet ettiği şu hadisi okudum: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfc
Necaşî'nin vefatını halka günü gününe haber verdi. Sonra cemaatı namazgaha
çıkardı ve dört tekbîr al (arak cenaze namazı kıl) di.
63- (...)
Bana Abdülmelik b. Şuayb b. Leys rivayet etti. (Dedi ki): Bana babam, dedemden
rivayet etti. (Demiş ki): Bana Ukayl b. Hâlid, İbni Şihâb'dan, o da Saîd b. El
- Müseyyeb ile Ebû Selemete'bnü Abdirrrahmân'dan, onlar da Ebû Hüreyre'den
nakletmiş olmak üzere rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş:
«Bize Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Habeş Hükümdân Necaşî'nin vefatını günü gününe
haber verdi.
— Kardeşiniz İçin
istiğfar edin! buyurdu.»
İbni Şihâb Demiş ki:
Bana Saîd b. El-Müseyyeb rivayet etti. Ona da Ebû Hüreyre anlatmış ki,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabını namazgâhda saff yaparak
cenaze namazını kıldırmış ve Ne-câşî üzerine dört tekbîr almış.»
(...) Bana
Amru'n-Nâkıd ile Hasenü'l - Hûlvânî ve Abd b. Hu-meyd rivayet ettiler. Dediler
ki: Bize Ya'kûb yâni tbni İbrahim, İbni Sa'd rivayet etti. (Dedi ki): Bize
babam, Sâlih'den, o da îbni Şihâb'dan İki isnâdla birden Ukayl'in rivayeti gibi
rivayette bulundu.
64- (952)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd b. Hârûn, Selim
b. Hayyân [20]'dan naklen rivayet etti.
Demiş ki: Bize Said b. Minâ, Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti ki,
Resûlüllah (Sallaîîahü Aleyhi ve Sclİem) Necâşî Eshame'nin cenaze namazım
kılmış ve üzerine dört tekbîr almıştır.
65- (...)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Said, tbni
Cüreyc'den, o da Atâ'dan, o da Câbir İbni Abdillâh'dan naklen rivayet etti.
Câbir şöyle demiş: Resûlüllah (Sallaîîahü Aleyhi ve Sellem)'-
«Bu gün Allah'ın sâlih
bir kutu olan Azhame vefat etti.» buyurdu.
Sonra kalkarak bize
imam oldu ve onun cenaze namazım kıldı.
66- (...)
Bize Muhammed b. Ubeyd El - Guberî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd,
Eyyûb'dan, o da Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayet
etti. H.
Bize Yahya b. Eyyûb da
rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize İbni Uleyye rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Eyyüb, Ebû'z - Zübeyr'den o da Câbir b. Abdülâh'dan naklen rivayet
etti. Câbir şöyle demiş: Resûlüllah (Sallaîîahü Aleyhi ve Sellem):
«Bir din kardeşiniz
vefat etmiştir. Binâenaleyh kalkın, onun cenaze namazını kılın.» buyurdu.
Bunun üzerine biz de
kalktık, Resûlüllah ,'Sallaîîahü Aleyhi ve Sel-lem) bizi iki saff yaptı.
67- (953)
Bana Züheyr b. Harb ile Aliyyu'bnü Hucr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
İsmail rivayet etti. H.
Bize Yahya b. Eyyûb da
rivayet etti. (Dedi ki): Bize îbni Uleyye, Eyyûb'dan, o da Ebû Kılâbe'den, o da
Ebû'I -Mühelleb'den, o da İm-rân b. Husayn'dan naklen rivayet etti. İmrân şöyle
demiş. Resûlüllah 'Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Necâşî'yi kastederek:
«Bir din kardeşiniz
vefat etmiştir. Binâenaleyh kalkın onun cenaze namazını kılın.» buyurdular.
Züheyr'in rivayetinde
yerine buyurmuştur.
Bu hadîsi bütün
kütüb-i sitte sahipleri «Cenaze» bahsinde muhtelif râvîlerden tahric
etmişlerdir.
Na'y: Bir
kimsenin öldüğünü haber vermektir.
Görülüyor ki:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüent) bir mucize olmak üzere Necâşî'nin
vefatını günü gününe haber vermiştir.
Necâşî veya Nicâşi :
Habeş İmparatoru demektir. Nitekim Roma İmparatoruna Kayser, Türk hükümdarına
Hakan denilir.
Bâzıları, bu kelimeyi
*yâ»nın şeddesi ile «Necâşiyy» şeklinde okumuşsa da, doğrusu şeddesiz
okumaktır,
Necâşinin ismi,
hadisin bir rivayetinde tasrîh buyurulduğu vecîhle «Azhame»' dir.
Bâzıları, bunun «Azmaha»
okunacağını söylemişlerdir. Ma-amâfih şerek Necâşi'nin gerekse babasının
isimleri hakkında muhtelif kaviller ileri sürenler olmuştur.
Necâşî'nin Müslümanlığı
kabulü hakkında İbni Sa'd -Tabakaat»'ında şunları kaydetmiştir. Resûlüllah
(SaHaUahii Aleyhi ve Sellevı'ı Hudeybiye'den döndâğü vakit 7. yılda Amr b. Ümeyye'yi,
Necâşî'ye elçi gönderdi. Necâşi, Peygamber ,Sûllüila)ui Aleyhi ve Sellcııı-'in
mektubunu alarak, yüzüne gözüne sürdü ve tahtından aşağı inerek, tevazu'
göstermek için yere oturdu. Sonra Müslüman oldu ve Müslümanlığı kabul ettiğini
Peygamber [Sallallahü Aleyhi ve Sellcvı )'e yazdı. Necâşî, Hz. Câfer b. Ebi
Tâlib (RadiyaUahii anh İm delâleti ile Müslüman olmuşdur.»
Vâkıâ bir rivayette:
-Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Necşî'ye mektup yazdı. Bu Necâşi
cenaze namazını kıldığı Necâşi'den başkadır...» deniliyorsa da, Aynî bu sözün
bâzı râvîler tarafından vehm eseri söylenmiş olduğu ihtimâli üzeninde durulduğunu
yahut Müslüman olan Necâşî vefat ettikten sonra onun yerine geçen Necâşî'ye de
bir mektup yazmış olması muhtemel bulunduğunu söylemiştir.
1- Bir
kimsenin öldüğünü haber vermek mubahtır. Bu maksatla halk arasında «Filân
kimse vefat etmiştir.» diye nida olunur. Bu suretle halkın cenazeye iştirâklan
te'mîn edilmeye çalışılır.
Ulemâdan bâzıları:
«Ölen zâtın akrabası ile eşine dostuna mâlû-mât vermekte bir beis yoktur.»
demişlerdir. Muhakkıkin-i ulemâ ile ekseri Hanefiilere göre bu iş sâdece caiz
değil; müstahsendir. Hanefillerden «El - Hâvî* sahibi bu hususta iki vecih
olduğunu söylemiştir. Bunlardan birine göre akraba olsun olmasın bir kimsenin
vefatını başkalarına bildirmek müstehabdır. Çünkü bildirmek bir çok kimselerin
cenaze namazı kılıp; duâ etmesine sebep olur.
Diğerine göre: Vefat
haberini yalnız akraba olmayanlara bildirmek müstehabdır.
Nevevî, ölüm haberinin
mutlak surette herkese bildirilmesi müstehab olduğunu söylemiş ve «Muhtar olan
budur.» demiştir.
Maamâfih mes'ele
Şâfiîyye ulemâsı arasında ihtilaflıdır, îbni Sabbağ'in beyânına göre Şâfiîlerce
bir kimsenin öldüğünü sesle ilân etmek mekruhtur. Yalnız vefat edenin
dostlarına haber vermekte beis yoktur.
îmam Ahmed dahî buna kaaildir.
İmam A'zam ile bir
rivayette İmam Mâlik' e göre ölümü ilânda bir beis yoktur. îmam Mâlik' den
diğer bir rivayete göre mescid kapılarında ve çarşılarda cenaze ilânı mekruhtur.
Alkame'tü'bnü Kâys bunun câhiliyet devrinden kalma bir âdet olduğunu
söylemiştir,
Beyhâki; İbni Ömer,
Ebû Said (Racliyallahü anh) ile Saîdü'bnü'l-'Müseyyeb, A İkam e, İbrahim-i
Neh,aî veRabî'b. Ha'y sem hazerâtınm da bundan nehy ettiklerini rivayet
etmiştir.
Ayni bunlara:
Ebû Vâi1, Ebû
Meysera, Alî b. Hüseyin, Süveyd
b. Gafele, Mutarrif b. Abdullah ve Ebû Cemra, Nasr b. îmrân haze-râtırun
isimlerini de ilâve etmektedir.
Tirmizi'nin rivayet
ettiği bir hadisde Huzeyf e (Radiyalldkü
anh)'m.:
«Ben öldüğüm zaman
vefatımı kimseye îtân ettirmeyin zira bunun na'y olacağından korkarım. Ben,
Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve Sellem)* na'y' den nehyederken işittim.»
dediği bildirilmiştir.
Tirmizî bu hadîsin «Hasen» olduğunu söyler.
Yine Tirmizi'nin rivayet
ettiği bir hadîsde
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Na'y'den sakının zira
na'y câhiliyet umûrundandır.» buyurmuştur
«Na'y'i tecviz edenler
babımız hadisleri ile ve Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, Hz. Zeyd
ile Ca'fer'in vefat haberlerini halka bildirmesi ile istidlal ederler. Sahih
rivayete nazaran Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat ettiği zaman
Fâ11me (Radiyallahü anhâ) na'y yapmıştır.
Yine bir sahih
rivayete göre geceleyin vefat eden zât hakkında Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem):
«Onun vefatını bana
bildirsenizdi ya.» buyurmuşlardır.
Bütün bu hadîsler
na'y'in caiz olduğunu gösterirler.
Nevevî diyor ki:
«Yasak edilen na'y câhiliyet na'y'idir. Arapların âdeti şerefli bir kimse
öldüğü vakit bütün kabilelere ath bir haberci göndermekti. Bu adam «Filânın
ölmesiyle bütün arapîar helak olmuştur.» mânâsına gelen sözler söyleyerek;
feryad-ü figân ederdi.»
Ölen kimsenin akrabası
ile eşine dostuna ölüm haberini bildir mek müstehabdır.
Bâzıları Necâşî
hadîsinin na'y değil, mücerred bir ölüm haberi mâhiyetinde olduğunu, ölümü
bildirme hususunda na'y'e benzediği için ona na'y denildiğini; Ca'fer b. Ebi
Tâ1ib ile arkadaşları hakkındaki hadislerin de bu kabilden birer ihbar
olduklarını söyleyerek itirazda bulunmuşlarsa da, «kelâmda asıl olan
hakîkattır.> kaaidesi ile bu İtiraz reddolunmuştur. Bir de Necâşi hadîsi
Huzeyfe ve Abdullah
hadislerinden daha sahîhdir.
İbnî Battal: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve SeKetnJ'in Necâşî için na'y yapması bâzı kimseler onun
Müslüman olduğuna inanmadıkları içindir. Resûlüîlah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ölüm haberini vermekle onun hakikaten Müslüman olduğunu bildirmek
istemiştir.» diyor. Fakat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)' in, Hz.
Ca'fer ile arkadaşlarının vefatlarını haber vermesi bu iddiayı reddeder.
2- Bu hadis,
mescidde cenaze namazı kümamıyacağma delildir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem), Necâşî'nin ölümünü mescidde haber vermiş sonra Müslümanları yanına
alarak namazgaha çıkmıştır, imam A'zam'la İmam Mâ1ik'in ve îbni Ebî
Zib'in mezhebleri budur.
EbûSevr'e göre mescidi
kirletmek tehlikesi yoksa içinde cenaze namazı kılmak caizdir. Delilleri:
Sa'dü'bnü Ebi Vakkaas (Radiyallahü anh) vefat ettiği zaman cenazesini Hz. Âişe'nin
emriyle mescide koymalarını ve Ümmehât-ı mü'mînî' nin de cenaze namazına
iştirak etmelerini bildiren hadîstir.
Hz. Âişe bu emri verdikten sonra:
— Acaba cemâat bu yaptığımızdan dolayı bizi
ayıpladılar mı? diye sormuş, kendisine:
— Evet! cevâbı verilince:
— «Bunlar Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellew)'in, Süheyl b. Beydâ'in
cenazesini mescidden başka bir yerde kılmadığını ne çabuk unuttular?» demiştir.
Tahâvî'ye göre:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Se/Iem)'den bu bâbda vârid olan rivayetler
muhteliftir. Binenaleyh bunların hangisi en son vârid olduysa, onu keşfederek
diğerlerini neshettiğine ka-ail olmak gerekir. Âişe hadîsi, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ibâha hâlinde yaptığı fiilini; Ebû Hüreyre
hadîsi ise ibâhadan sonra na'yi nehyettiğini haber veriyor. Binâenaleyh Ebû
Hüreyre hadîsi, Hz. Âişe hadisini nesheder Ashâb- ı kirâm'm Hz. Âişe'ye
itirazda bulunmaları da bunu te'yid eder.
Hanefii'ye ulemâsından
bâzıları Hz. Âişe hadîsini te'vîl ederek «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) cenaze namazını yağmur gibi bir özürden dolayı mescidde kılmıştır.»
demişlerdir. «İ'ti-kât özüründen dolayı mescidde kıldı.» diyenler de vardır.
Her ne suretle takdir olunursa olunsun cenâzas. namazını dışarıda kılmak evlâ
ve efdaldır. Bahusus ibâdetlerde ulemânın hilafından çıkarak mütte-fekun aleyh
olan şekli yapmak gerekir. Zâten mescidler farz namazları kılmak için
yapılmışlardır. Binâenaleyh bunlardan mâada ne kadar ibâdet ve vazife varsa
onlan mescid dışında yapmak evlâ ve efdal olur.
3- Cenaze
namazını saff teşkil ederek kılmak sünnettir.
Tirmizi'nin Mâlik b.
Hübeyre1 den rivayet ettiği bir hadis-de ResûlÜUah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Bir kimsenin cenaze
namazını üc saff cemâat kılarsa, vâcib oldu demektir.» buyurmuşlardır.
«Vâcib oldu.» cümlesinden
murâd: O kimse cenneti haketti. Yahut ona mağfiret vâcib oldu, demektir.
4- Hadîs-i
şerif, gâib üzerine cenaze namazı kılınır, diyenlerin delilidir. İmam Ş
âfi' ile îmam Ahmed
b. Hanbel gâib üzerine cenaze
namazı kılınabileceğine kaail olmuşlardır
Nevevî diyor ki:
«Şayet cenaze şehirde bulunuyorsa, mezhebimize göre yanma gitmedikçe gâibâne
cenaze namazını kılmak caiz değildir.»
Maamâfih «caiz olur»
diyenler de vardır. Şâfiî11er'den bâzıları cenaze namazı kılacak imamla cenaze
arasında iki veya üç-yüz arşın kadar bir mesafe bulunmamak gerekir.
5- Cenaze
namazında dört tekbir alınır. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in son
fi'li budur. İbni Ebî
Leylâ' ya göre göre beş tekbir alınır.
Şiî* lerin mezhebi de budur. Bâzıları üç tekbîr alınacağını söylemiş;
bir takımları da en az üç en çok yedi tekbir alınacağına kaail olmuştur.
Cenaze namazı altı
tekbirle kılınır, diyenler de olmuştur. Hattâ bu kavli İbnü'l-Münzir, Hz. Ali'
den rivayet etmiştir, îmam Ahmed'in: «Dört tekbîrden az, yedi tekbîrden çok
almak caiz değildir.» dediği rivayet olunur.
İbni Mes'ûd
(Radiyallahü anh): «Cenaze namazında imam kaç tekbîr alırsa, cemâat da o kadar
alırlar.» demiştir.
Müslim' in Abdurrahmân
İbni Ebi Leylâ' dan rivayet ettiği bir hadîsde İbni Ebi Ley1 & : «Zeyd ü'
bnü Erkam bizim cenazelerimizin namazını kılarken beş tekbir alırdı. Ben,
bunun sebebini kendisine sorduğumda: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
bu kadar tekbir alırdı, cevâbım verdi.» demiştir.
Ayni hadisi Ebû Dâvûd,
Tirmizi, 'İbni Mâce ve Tahâvî dahi
rivayet etmişlerdir. Tahâvi bir cemaatın cenaze namazlarında beş tekbîr
alınacağına kaail olduklraını ve bu hadîsle istidlal ettiklerini söylemiştir.
Tahâvinin işaret ettiği cemâat Ayni'ye göre Abdurrahman îbni Ebİ Leylâ, Hz.
Huzeyfe' nin azatlısı 1sâ, Muâz b. Cebel (Radiyallahü cn/ıj'ın arakadaşları
veHanefiîler* den î m a m Ebû Yûsuf dur.
Zahiri' lerle Şafiî'
lerin mezhebi de budur. Hâzimi: «Cenaze namazında beş tekbîr alınacağına kaail
olanlardan bâzıları da îbni Mes'ûd.Zeydü'bnü ErkamveHuzey-fetü'bnü-1-Yemân'
dır.» diyor.
Tahâvi, ulemâdan bir
fırkanın yedi, diğer birinin üç tekbire kaail olduklarını hattâ Enes ile Câbir
b. Zeyd ve îbni Abbâs (Pıadiyalîahü anh) hazerâtının üçer tekbir almış
oldukları rivayet olunduğunu söyledikten sonra: «Sair ulemâ bunlara muhalefet
etmişlerdir.» demiştir.
Ayni: «Bunlardan
muradı Muhammedü'bnü'l -Hanefiîy'ye ile Atâ' b. Ebi Rabâh, îbni Sirîn,
İbrâhîmNehâî, Süveydb. Gafele, Süfy&n-ı Sevr î, Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî,
Ahmed ve Ebû Miclez, Lâhid b. Humeyd' dir. Bunların kavli Ömerü' bnü'I-Hattab
ile oğlu Abdullah, Zey-dü'bnü Sabit, Câbir, îbni Ebî Evfâ, Hasa-nüb'nü Aliy,
Berâ' b. Âzib, Ebû Hüreyre ve Ukbetü'bnü Âmir (Radiyallahü anhümYden dahî
rivayet olunur.» diyor.
6- Necâşi
hadîsinde cenaze namazından selâm vererek çıkıldığından bahsedilmemiştir. Bu
husus Saîd ü'bnü1 Müseyyeb'in rivayet ettiği bir hadisde zikredilmiştir. Mezkûr
hadisi îbni Abdilberr garîb görmüş: -Şu kadar var ki Sahabe, Tabiin ve onlardan
sonra gelen fukahâ arasında selâm hususunda bir hilaf olduğunu bilmiyorum.
Ulemâ yalnız selâmın bir mi, iki mi verileceğinde ihtilâf etmişlerdir. Cumhur'a
göre bir def'â selâm verilecektir. İmam Şafii' nin iki kavlinden biri de
budur. Bir taife iki def'â selâm verileceğine kaail olmuşlardır. EbûHanife ile
Şafiî' nin kavilleri bu olduğu gibi Şâ'bi'nin mezhebi de budur.
Bir rivayette tbrâhîm
Nehai de buna kaaildir.» demiştir.
Sahâbe ikirâm'dan Hz. Ömer ile oğlu Abdu1lah,
Aliyyü'bnüEbiTâlib, îbniAbbâs, Ebû Hüreyre, Câbir, Enes, îbni Ebl Evfâ ve Vasile
(RadiyalUhü anhüm) ile Tabiînden Saidü'bnü Cübeyr, Ata', Câbir b. Zeyd, îbni
Sîrin, Hasanı Basri, Mekhûl ve bir rivayette îbrâhîm Nehai cenaze namazında bir
selâm verileceğine kaaildirler.
Ulemâdan Eşheb, İmam
Mâlik'e: «Cenaze namazında selâm vermeyi kerih görürmüsün?» diye sormuş, îmam
Mâlik:
— «Hayır, îbni
Ömer de selâm verirdi.» demiştir.
îbni Tîn'e göre îmam
Mâlik' in bu hususta Hz. Abdullah b. Ömer' in fi'line istinâd etmesi Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem]'in Necâşi için olsun, şâir Müslümanlara olsun
kıldığı cenaze namazlarında selâm vermediğine delildir.
7- Bu hadis
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in büyük bir mucizesini haber
vermektedir ki, o da aralarında pek uzun bir mesafe olmasına rağmen Necâşi' nin vefatını (günü gününe haber
vermesidir.
8-
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in: «Kalkın, onun cenaze namazım
kılın...»
Buyurması: Cenaze
namazı kılmanın vücûbuna delâlet eder. Cenaze namazı kılmak bil'icma' farz-ı
kifâyedir.
9- Nevevi
diyor ki: «Ulemâ, cenaze namazında imamın cehren mi, yoksa gizli mi selâm
vereceği hususunda ihtilâf etmişlerdir,
îmam Ebû
Hanife ile Şafiî'ye
göre cehren selâm verilir.
Mâlik' den iki rivayet vardır.
Cenaze tekbirlerinde
ellerin kaldırılıp kaldırılmayacağı mes'elesi de ihtilaflıdır. Şafiî' nin
mezhebine göre bütün tekbîrlerde eller kaldırılacaktır. Bu kavli Îbni Münzir,
Abdullah b. Ömer (Radiyalîâh üanhüm) ile Halîfe Ömerü'bnü Abdil' Aziz, Atâ',
Salim b. Abdillâh, Kaysb. Ebi Hâzim, Zührî, Evzâi, îmam Ahmed ve îshâk' dan rivayet
etmiş; kendisi de bunu ihtiyar eylemiştir.
Sevrî ile Ebû Hanife
ve Eshâb-ı Re'y'e göre cenaze namazında eller yalnız iftitâh tekbîrinde
kaldırılır.
İmam Mâlik' den bu hususta üç rivayet vardır:
Bilinci rivayete göre:
Bütün tekbîrlerde eller kaldırılır. İkinci rivayete göre: Yalnız iftitâh
tekbirinde kaldırılır. Üçüncü rivayete göre ise: Hiç bir tekbirde el
kaldırılmaz.
68- (954)
Bize Hasenü'bnü Rabi' ile Muhammedü'bnü Abdil-Iâh b. Nümeyr rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize Abdullah b. İdrîs, Şey-bânî'den, o da Şa'bî'den naklen rivayet
etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cenaze defnedildikten sonra
bir kabrin üzerine cenaze namazı kılmış ve dört tekbîr almış.
Şeybânî demiş ki:
«Şa'bî'ye:
— Bu hadîsi sana kim rivayet etti? dedim;
— Sika (yâni) Abdullah İbni Abbâs (rivayet
etti.) dedi.» Hesen'in rivayet ettiği hadîsin lâfzı budur. İbni Nümeyr rivayetinde
ise: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemh
Taze bir kabrin yanına
vararak üzerine namaz kıldı. Cemâat da arkasına saff oldular. Resûlüllah
(Sallallahü aleyhi ve Sellem) dört defa tekbir aldı; dedi.
Ben, Âmîr'e:
— Sana (bu hadisi) kim rivayet etti? dedim;
Âmir:
— Sika, orada hâzır bulunan îbni Abbâs;
cevâbını verdi.» ibâresİ vardır.
(...) Bize Yahya
b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüşeym haber verdi. H.
Bize Hasenü'bnü Rab!1
ile Ebû Kâmil de rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdülvâhid b. Ziyâd rivayet
etti. H.
Bize îshâk b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir haber verdi. H.
Bana Muhammedü'bnü
Hatim de rivayet etti. (Dedi ki) Bize Veki' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân rivayet etti. H.
Bize Ubeydullah b. Mu
âz da rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. H.
Bize Muhammedü'bnü'1
-Müsennâ dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. Bu râvîlerin hepsi Seybânî'den o da
Şa'bî'den, o da İbni Abbâs* dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'den naklen yukarki hadisin mislini rivayet etmişlerdir. Fakat hiç
birinin rivayetinde Peygamber (Sallaîhhü Aleyhi ve Sellemfin dört tekbîr
aldığı zikredil-memiştir.
69- (...)
Bize Îshâk b. îbrâhîm ile Hârûn b. Abdillâh hep birden Vehb b. Cerir'den, o da
Şu'be'den, o da İsmail b. Ebî Hâlid'den naklen rivayet ettiler. H.
Bana Ebû Gassân
Muhammedü'bnü Amr Er Râzî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Dureys [21]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbrahim b. Tahmân, Ebû Hasîn'den rivayet etti.
İsmâi! ile Ebû Hasîn'in ikisi birden Şa'bî'den, o da İbni Abbâs'dan, o da
Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve SeJ/em)*den naklen kabir üzerine cenaze namazı
kılması hususunda Şeybânî'nin hadisi gibi rivayette bulunmuşlardır.
Hiç birinin hadîsinde
«Ve dört tekbîr aldı...» İfadesi yoktur.
70- (955)
Bana İbrahim b. Muhammed b. Ar'arate's – Sâmî [22]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Gunder rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Habib
b. Şehid'den, o da Sâbit'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki Peygamber
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) bir kabr üzerine cenaze namazı kılmış.
îbni Abbâs hadisini
Buhâri «Cenaze» ve «Ezan» bahislerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizİ, Nesâi veîbni Mâce «Cenaze» bahsinde muhtelif râvilerden tahric
etmişlerdir
Tirmizîbu hadîsi
rivayet ettikten sonra: «Bu bâbda Enes, Büreyde, Yezid b.-Sâbit, Ebû Hüreyre,
Âmir b. Rabîa, Ebû Katâde veSehl b. Huneyf (Raâiyal-lâhü anhiim) hazerâtından
da hadisler vardır.» demiştir.
Bunlardan maada yine
bu bâbda Câbir, Ebû Said ve Ebû Ümâmete'bnü Sehl hazerâtından rivayetleri
vardır.
Enes hadîsi babımız
rivayetleri arasındadır. Bu hadîsi îbni Mâce dahî rivayet etmiştir.
Büreyde hadisini îbni
Mâce rivayet etmiştir. Mezkûr hadîsde:
«Peygamber (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem) bir cenazenin namazını defnedildikten sonra kıldı.»
denilmektedir.
Yezîd b. Sabit
hadisini Nesâi ile İbni Mâce tahric etmişlerdir. Bu hadîsde:
«Resûlülfah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) kalkarak cemâati arkasına saff yaptı ve dört
tekbîr alarak namaz kıldı.» denilmektedir.
Ebû Hüreyre hadîsini
Buhârî ile Müslim tahric etmişlerdir. Az sonra gelecektir.
Âmir b. Rabîa hadîsini
îbni Mâce rivayet etmiştir. Bu hadîsde kara bir kadının vefat ettiğinden
bahsedilmekte ve Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve SellemYin ashabına kabir
başında saff olmaîannı emrederek cenaze namazını kıldırdığı bildirilmektedir.
Ebû Katâde hadisini
Beyhaki rivayet etmiştir. Bu hadise göre Berâ' b. Ma'rûr vefat etmiş,
Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) cenaze namazını kabrinin üzerine
kıldırmıştır.
Seni b. Huneyf
hadisini Îbni-Ebî Şeybe «Musannasında rivayet etmiştir. Bu hadisde Resûlüllah
(SaîlaUahü Aleyhi ve SellemYin bir kadının cenaze namazını kabri üzerine kıldırdığı
ve dört tekbîr aldığı bildirilmiştir.
Câbir hadisini Nesâi
rivayet etmiştir. Bunda da Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve SellemYin bir
kadının cenaze namazım, kadın defnedildikten sonra kabrinin üzerine kıldırdığı
bildirilmiştir.
Ebû Said hadisini
İbniMâce rivayet etmiştir. Bunda dahî bir kadının cenaze namazının kabri
üzerine kılındığından bahsedilmektedir.
Ebû Ümametü'bnü Sehl
hadisini Nesâi rivayet etmiştir. Mezkûr hadisde yaylalı bir kadının hastalanıp
öldüğü ve Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem î'in cenaze namazını dör tekbirle
kabri üzerine kıldırdığı bildiriliyor.
Ebû Ümâme'nin
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e sohbeti olup olmadığı ihtilaflıdır.
Fakat onu gördüğü şüphesizdir.
1- Kabir
üzerine cenaze namazı kılmak caizdir. Hanefilye ulemâsına göre: Cenaze, namazı
kılınmadan defnedil misse kabrinden çıkarılmaz. Dağıldığı bilinmedikçe namazı
kabrinin üzerine kılınır. Dağıldığında şüphe edilse bile namazı kılınır. İmam
Şâfii ile îmam Ahmed b. Hanbel'in mezhepleri de budur. Bu kavil İbniÖmer,
EbûMûsave işe {Hudnnlkihii anhiivı) ile
îbni S irin ve Evzâi’den rivayet olunmuştur.
Sahih kavle göre
namazının kılınabilmesi için. cenazenin yıkanmış olarak gömülmesi şarttır.
İbniSemâa" mn İmam Muhammed'den rivayetine göre yıkanmış olması şart
degiiciir.
Cenaze, namazı
kılınarak defnedildikten sonra yıkanmadan defnedildiği anlaşılsa, üzerine
henüz toprak çekilmeden anlaşıldığı taktirde kabirden çıkarılarak yıkanır ve
namazı kılınır. Üzerine toprak çekildikten sonra yıkanmadan defnedildiği
anlaşılırsa artık kabirden çıkarılmaz. Kabrinin üzerine tekrar namazı kılınır
mı kılınmaz mı mes'elesi ihtilaflıdır. Kerhi'ye göre: kılınır. -Nevâdir-in İmam
Muhammed' den rivayetine göre: Kıyâsa nazaran kılınmamak îcâb eder. Fakat
istihsâsen kılınır.
«El - Muhit» nâm
eserde: «Cenaze namazını hakkı olmayan kimse kıldırırsa, kabrinin üzerine
tekrar kılınır.» deniliyor.
Cenazenin kabirde
çürüyüp dağılması galebe-i zan ile yâni tahminen bilinir. Henüz çürümediği
tahmin edilirse kabrinin üzerine cenaze namazı kılınır. Çürüyüp dağıldığı
tahmîn edilirse kılınmaz.
îmamEbûYûsuf dan bir
rivayete göre: Kabir üzerine cenaze namazı definden itibaren üç güne kadar
kılmabilir.
Şafiî' lerin bu
hususta altı kavli vardır.
a) Üç güne
kadar;
b) Bir aya
kadar kılmabilir. İmam Ahmed'
in kavli de budur.
c) Cesedi
çürümedikçe kılmabilir;
d) Namaza
ehil olan kimse cenaze namazını cenaze defnedildiği gün kılabilir.
e) Farz
namazla mükellef olan bir kimse onun namazını kabri üzerine öldüğü gün
kılınabilir.
f) Kabir
üzerine namaz ilel'ebed kılmabilir. Bu kavle göre bu gün ashâb-ı kirâm'ın
kabirleri üzerine cenaze namazlarını kılmak caiz olmak icâb eder. Fakat Şâfii'ler
bu kavlin zayıf olduğuna ittifak etmişlerdir.
îshâk'a göre: Seferden
gelen bir kimse bir aya kadar evinde bulunan kimse ise üç güne kadar kabir
üzerine cenaze namazı kılabilir
Mâliki' lerden Suhnûn
: «Kabir üzerine cenaze namazı kılınmaz.» demiştir.
Gerçi Buharı'nin
Ukbetü'bnü Âmir (Radiyal-lâhü anhüm)'da,n rivayet ettiği bir hadlsde Resûlüllah
{Saîlaîlahü Aleyhi ve SellemYin Uhud şehitleri üzerine sekiz sene sonra cenaze
namazı kıldığı bildiriliyorsa da, Serahsi «El - Mebsüt-da bunun sırf bir duaya
hamledildiğini söylüyor. Ancak Aynî, Serahsî' nin cevâbının doğru olmadığını
kaydetmiştir. Çünkü Ukbe hadisinde Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem) bir
gün Medine hâricine çıkarak Uhud şehitleri üzerine, cenazelere kıldığı gibi
r" ıaz kıldı.» denilmektedir. Buna verilecek doğru cevap: Şehitlerin
çuıümemiş olmasıdır.
imam Mâlik' in «El -
Muvatta» nâmmdaki meşhur kitabında rivayet ettiği bir hadisde Uhud
şehitlerinden Amr b. Cemûh ile Abdullah b. Amr (Radiyalldhü anhümYnm
kabirlerini vefatlarından kırk al ti sene sonra sel açmış ve sanki dün vefat
etmişler gibi hiç bir yerlerinin değişmediği görülmüştür.
2- Cenaze
namazında dört tekbîr alınır.
71- (956)
Bana Ebû'r-Rabî Ez-Zehrânî ile Ebû Kâmil Fudayl b. Hüseyn El - Cahderi rivayet
ettiler. Lâfız Ebû Kâmil'indir. Dediler ki: Bize Hammâd yani îbni Zeyd, Sâbit-i
Bünânî'den, o da Ebû Raf i'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki,
kara bir kadın —yahut bir genç.— mescidi süpürtiyormuş. (Bir gün) Resülüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) onu göremiyerek soruşturmuş. Ashâb:
— «O, öldü!» demişler. Resülüllah (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem)--
— Bana haber vermeli değimiydiniz? buyurmuş.
Râvi diyor ki: Galiba
ashâb, bu kadının —veya gencin— umurunu küçümsemişler. Bunun üzerine Resülüllah
{Saîlallahü Aleyhi ve Sellem}'-
— «Bana onun kabrini gösterin.» dedi.
Ashâb kabrini
gösterdiler. O da kabrinin üzerine cenaze namazını kıldı. Sonra:
— «Şüphesiz ki bu kabirler, sahipleri için
karanlıkla doludur. Allah K(Azze ve Celi) benim namazım sebebiyle kabirleri
onlara aydınlatır.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu's - Salât» ile «Cenâiz^ bahsinde; Ebû Dâvût ile îbni Mâce «Cenâiz-
bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Resülüllah (Saîlallahü
Aleyhi ve SellemYin arayıp göremediği kara bir kadın mı yoksa kara bir erkek mi
olduğunda' râvi şekketmiştir. Şekkeden râvînin Sâbit mi yoksa Ebü Râfi'mi olduğu
belirtiiememişse de, zahire bakılırsa Sabit' dir. Çünkü bu hadisi ondan bir
cemâat şekk ile rivayet etmişlerdir.
Buhâri'nin tahrîc
ettiği diğer bir rivayette râvi Hammâd: «Ben, bu ölenin bir kadından başkası
olacağınıtahmin etmiyorum.» demiştir.
Filhakika îbniHuzeyme'
nin tahrîc ettiği rivayette Hz. Ebû Hüreyre vefat edenin siyah bir kadın
olduğunu seksiz olarak beyân etmiştir.
Beyhâki'nin rivayetinde
ise ölen kadının Ümmü Mihcen olduğu, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi re Scllem}'in
suâline Hz. Ebû Bekir'in cevap verdiği beyân edilmiştir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellew)'in «neden bana bildirme-diniz?» diye adetâ çıkışması, cenaze
namazını kılmak istediği içindir. Çünkü hadîsin sonunda beyân buyurulduğu
vecihle onun namazı ölüler için bir rahmet ve nurdur.
Hadisin son cümlesini
Buhâri tahrîc etmemiştir. Ulemâdan bâzılarına göre buna sebep; Mezkûr cümlenin
müdrec olmasıdır. Bir çok râviler onu
Sâbit'in mürseîlerinden
saymışlardır.
îbni Hibbân'm rivayetinden,
kabrin «Bakî» de olduğu anlaşılıyor. Yine onun rivayetine göre Resûlüliah
(Sallallahü Aleyhi ve SellemYin suâline ashâb-i kiram: «oruçlu olduğunu söylemiştin
de, seni rahatsız etmekten çekindik.- diye cevap vermişler. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem^ bir daha böyle yapmamalarını kendilerine tembih
etmiştir.
1- Hadîs-i
şerif, mescid temizlemenin faziletine delildir.
İbni Battal diyor ki: «Bu hadîsde mescidleri süpürüp temizlemeye teşvik
vardır. Çünkü Peygamber [Sallallahü Aleyhi ve Sellem), defnedildiği hâlde
kabrinin üzerine cenaze namazını ancak bunun için kılmıştır. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve SellemYin bizzat mescidi süpürdüğü de rivayet
olunmuştur.»
2- Sulahâya
hizmet ve hizmetçi yahut eş dost aradan kaybolur-larsa, arayıp soruşturmak
gerekir.
3- Kendini
Müslümanların hizmetine vakfeden bir zâta
duâ ederek rahmet okumak suretiyle mükâfaatta bulunmalıdır.
4- Salih
kimselerin cenazelerinde hazır bulunmaya çalışmalıdır.
5- Kabir
üzerine cenaze namazı kılmak caizdir. Fakat az yukarıda da beyân ettiğimiz
gibi bu mes'ele ihtilaflıdır. Hz. A1i, Ebû Mûsâ, îbni
Ömer, îbni Mes'ûd
ve Âişe [Ra-diyallâhü anhütn) onu caiz görmüşlerdir.
Evzâiile îmam Şafiî,
İmam Ahmed ve îshak'm kavilleri de budur.
ibrâhîmNehaîile Hasan-ıBasrîve Sevri'ye göre kabir üzerine cenaze namazı kılmak
caiz değildir.
İmam A'zam ile İmam
Mâlik ve Leys buna kaaildirler.
Ulemâdan bazıları
«cenaze namazını, cenazenin velîsi yahut beldenin valisi kıldırmamışsa, kabir
üzerine cenaze namazı kılınabilir.» demişlerdir.
Kabir üzerine ne
zamana kadar cenaze namazı kılınabileceğini az yukarıda görmüştük.
6- Bir
kimsenin öldüğünü Müslümanlara ilân etmek müste-habdır.
7- Kirman i'
ye göre, râvinin hadîsde şekkettiği yeri bil-dirmesi tcâb eder.
72- (957)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhammedü'bnü'l -Müsennâ ve ibni Beşşâr rivayet
ettiler. Dediler ki: Bize Muhammedü'b-nü Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Şu'be rivayet etti. —Ebû Bekir: Şu'be'den dedi.— Şu'be, Amr b. Mürre'den, o da
Abdurrahmân b. Ebî Leylâ'dan naklen rivayet etti. Abdurrahmân şöyle demiş-.
«Zeyd bizim cenazelerimizin namazlarında dört tekbîr alırdı. Bir cenaze namazında
beş tekbîr aldı; ben, bunu kendisine sordum:
— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selîcml beş tekbîr alırdı; cevâbını verdi.
Bu hadisi «Sünen»
sahipleri ile Tahâvi rivayet etmişlerdir.
Mevzubahis Zeyd'den murâd:
Hz. Zeydü'bnü Erkam’dır. Nitekim Ebû Davud'un rivayetinde beyân edilmiştir.
Hadîs-i şerif, cenaze
namazında beş tekbîr alınacağını gösteriyor. Ancak ibniAbdilberr: «Ben,
müteaddit beldeler fukahâ-s in dan, cenaze namazında beş tekbîr alınır, diyen
bilmiyorum. Yalnız îbni Ebî Leylâ müstesna.» demiştir.
Cenaze namazında kaç
tekbir alınacağı mes'elesinin ihtilaflı olduğunu yukarıda görmüştük. Bu
hususta Kaadi İyâz şunları söylemişdir: «Tekbir hususunda haberler muhteliftir.
îbni Ebü Hayseme rivayetinde Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Selîemyin dört,
beş, altı, yedi ve sekiz defa tekbir aldığı bildirilmiştir. Nihayet Necâşî
vefat edinceResûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellcm) onun cenaze namazını dört
tekbirle kılmış bilâhare vefatına kadar tekbir adedi bu minval üzere devam
etmiştir.»
Hâsılı bu hadis
mensûhtur. Ulemadan îbniAbdilberr ile diğer bir takım zevat onun mer\sûh
olduğuna ve bugün cenaze namazında dörtten fazla tekbir alınmayacağına icmâ'
nakletmişler-dir. Bu gösteriyor ki: Ulemânın icmâ'ı Hz. Zeyd îbniErkam' in
fi'linden sonra vâki olmuştur.
Nevevi : «Esah kavle
göre hilaftan sonra icmâ' sahihtir.» demiştir.
73- (958)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru'n - Nâkıd, Zü-heyr b. Harb ve îbni Nümeyr
rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân, Zührî'den, o da Salim'd en. o da
babasından, o da Âmir b. Rabia'dan naklen rivayet etti. Âmir şöyle demiş;
Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)
«Cenazeyi gördüğünüz
vakit, sizi geçinceye yahut yere konuncaya kadar ona ayağa kalkın.»
buyurdular.
74- (...)
Bize, bu hadisi Kuteybetü'bnü Saîd dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys
rivayet etti. H.
Bize Muhammedü'bnü
Rumh dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys haber verdi. H.
Bana Harmele rivayet
etti. (Dedi ki): Bize tbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus haber verdi.
Bunlar hep birden îbni Şihâb'dan bu isnâdla rivayette bulunmuşlardır. Yûnus'un
hadîsinde: (Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'i şöyle buyururken
işitmiş.) ifâdesi vardır. H.
Bize Kuteybetü'bnü
Saîd de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.
Bize İbni Rumh dahî
rivayet etti. (Dedi ki):Bize Leys, Nâfi'den, o da îbni Ömer'den, o da Âmir b-
Rabîa'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemf^en naklen haber verdi;
Efendimiz:
«Biriniz cenazeyi
gördümü, şayet onunla beraber yürümüyorsa, o cenaze geçinceye yahut geçmeden;
yere konuncaya kadar ayağa kalksın.» buyurmuşlar.
75- (...)
Bana Ebû Kâmil rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd rivayet etti. H.
Bana Ya'kûb b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail rivayet etti. Bunlar hep birden
Eyyûb'dan rivayet etmişlerdir. H.
Bize İbnü'l - Müsennâ
da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Saîd, Ubeydullah'dan rivayet etti. H.
Bize îbnü'l - Müsennâ
da rivayet etti, (Dedi ki): Bize îbni Ebî Adiyy, İbni Avn'dan rivayet etti. H.
Bana Muhammedü'bnü'r -
Râf i' dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrazzâk rivayet etti. (Dedi ki):
Bize îbni Cüreyc haber verdi. Bu râvîlerin hepsi Nâfi'den bu İsnâdla, Leys b.
Sa'd hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. Yalnız İbnl Cüreyc hadisinde;
«Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîlemh
— Biriniz cenazeyi
gördü mü, şayet onunarkasından gitmiyorsa gördüğü ândan İtibaren, geçinceye
kadar ayağa kalksın; buyurdu.» denilmiştir.
76- (959)
Bize Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr» Süheyl b. Ebî
Sâlih'den, o da babasından, o da Ebû Saîd'den naklen rivayet etti. Ebû Saîd
şöyle demişi Resûlüİlah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)*
«Bir cenazenin
arkasından gittiğiniz vakit, o cenaze yere konulmadan oturmayın.» buyurdular.
77- (...)
Bana Süreye b. Yûnus ile Alîyyü'bnü Hucr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
İsmail yâni İbni Uleyye, Hişâm-ı Destevâî'den rivayet etti. H.
Bize Muhammedü'bnü'l -
Müsennâ rivayet etti. Lafız onundur. (Dedi ki): Muâzü'bnü Hişâm rivayet etti.
(Dedi ki): Bana babam, Yahya b. Ebî Kesîr'den rivayet etti. Demiş ki: Bize Ebû
Selemete'bnü Abdirrahmân, Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti ki,
Resûlüllah {Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)--
«Cenazeyi gördünüzmü
hemen kalkın, onun arkasından giden, cenaze yere konmadıkça oturmasın.»
buyurmuşlar.
Bu hadisleri bütün
kütûb-i sitte sahipleri «Cenaze- bahsinde tah-rîc etmişlerdir.
Âmir hadisini Tahâvi
beş sahih tarikden rivayet etmiştir.
Kaadı lyâz'ın beyânına
göre cenazeyi koymaktan ne kastedildiği hususunda rivayetler muhteliftir.
Bâzılarında «Yere konuncaya kadar»; diğer bâzılarında *Lâhde indirlinceye kadar.» denilmiştir.
Lâht'dan murâd: Kabirdir.
Yere konma rivayetini
Süfyân-ı Sevri, kabre indirme rivayetini EbûMuâviye nakletmişlerdir. Ebû Dâvûd
bu iki râvînin hâllerine bakarak: Süfyân
, Ebû Muâviye'den daha belleyişlidir.» demişdir. Onun bu sözü, yere konma mânâsını
tercih ettiğini gösterir.
Ebû Saîd rivayetinden
anlaşılıyor ki: Cenazeyi gören ayağa kalkacak, kalkmak için yanına gelmesini
beklemeyecektir. Oturmak için cenazenin gözden kaybolmasını bekleyecektir.
Cenazenin arkasından gidenler ise, cenaze omuzlardan yere indirilmedikçe oturmayacaklardır.
Hayvan veya vâsıta
üzerinde bulunanlar: Cenaze geçerken duracaklardır. Çünkü bu gibiler hakkında
durmak, oturanın ayağa kalkması hükmündedir.
1- Bu bâbda
vârid olan bir çok hadislerle istidlal eden bir cemâat, cenaze geçerken
kalkmanın lüzumuna kaail olmuşlardır.
Hz. Misverb. Mahreme,
Katâde, Muham-medü'bnü Sîrin, Şa'bî, İbrahim Nehai, İshâk b. İbrahim ve Amr b.
Meymûn haze-râtı bunlar meyânındadır.
îbni Abdilberr
«Et-Temhîd» nâm eserinde: Cenazeye ayağa kalkmayı îcâb eden sahih ve sabit
eserler vârid olmuştur.» demiştir.
Filhakika selef ve
Halef den bir çok ulemâ buna kaail olmuş ve cenazeye ayağa kalkmanın
neshedilmediğini söylemişlerdir. Onlara göre cenazenin arkasından gidenler,
cenaze omuzlardan yere indirilmedikçe oturamazlar. Hasan ü'bnü Alîy, Ebû
Hüreyre, îbni Ömer, İbni Zübeyr, Ebû Saîd-i Hudrî, ve Ebû Mûse'l-Eş'arî
(Radi-yallâkü anhüm) hazerâtının kavilleri budur.
Evzâî, îmam Ahmed,
İshâk ve Hanefi î' lerden îmam Muhammed
dahî buna kaaildirler.
Tahâvî diğer bir takım
ulemânın bunlara muhalefet ederek: «Yanından cenaze geçen kimse, cenazeye
ayağa kalkmaz; cenâzenin arkasından yürüyenler de cenaze yere indirilmeden
oturabilir.»
dediklerini söylemiş;
bunların kimler olduğunu beyân etmemişse de, Aynî onun bu sözü ile:
Urvetü'bnü'z-Zübeyr, Sa'dü'bnü'l-Müseyyeb, Alkame, Esved, Nafi İbni Cübeyr, Ebû
Hanife, Mâlik, Şafii, Ebû Yûsuf ve îm am Muhammed'i kastettiğini, Tabiin' den
Ata1 b. Ebi Eabâh ile Mücâhid ve Ebû îshâk'ın kavilleri de bu olduğunu beyân
etmiştir. Mezkûr kavil ashâb-ı kirâm'dan A1iyü'bnü Ebi Tâ1ib, oğlu Hasan,
Abdullah İbni Abbâs ve Ebû Hüreyre (Radiyallâhii anhüm) hazerâtmdan nakledilmiştir.
Kaadîîyâz, ulemâdan
bâzılarının bu hususta tahyire kaail olduklarını yâni cenazeye isteyen kalkar,
isteyen kalkmaz, demek istediklerini rivayet etmiştir. Fakat Kaadi bu söze
itibâr etmemiştir. Maamâfih İmam Ahmed ile İshâk, îbni Habîb ve
ibniMâcişûn'un mezhebleri budur.
«Cenazeye ayağa
kalkılmaz.» diyenler vaktiyle meşru olan bu işin sonradan neshedüdiğine kaai!
olmuşlardır. Delilleri bir çok hadislerdir. Bâzıları bundan sonraki bâbda
görülecektir.
Cenazeye ayağa
kalkılacağını söyleyenler bu husustaki emrin vücûb için olup olmadığında
ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre: Cenaze geçerken ayağa kalkmak farzdır.
Bir takımları mendûp, bâzıları da müstehab olduğunu söylemişlerdir. Zahirî'
lerden İbni Hazmin mezhebi budur.
İmam Nevevi
dahî müstehab olduğunu ihtiyar etmiştir.
2- Babımız
hadîslerinde cenazeye ayağa kalkma emri umûmî zikredilmiştir. Binâenaleyh
Müslüman olsun olmasın her cenazeye şamildir.
Abdullah b. Ahmed ile
Tahâvî' nin tahric ettikleri bu hadisde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemh
«Yanınızdan Müslüman,
Yahudi veya Hıristiyan bir cenaze geçerse, ona ayağa kalkın. Çünkü ayağa kalkan
cenazeye değil; onunla beraber buluran meleklere ayağa kalkar.» buyurmuşlardır.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in Yahudi cenazesine niçin ayağa kalktığını ta'IU eden
hadisler muhteliftirler. Bunların bâzıları aşağıdaki rivayetlerde görülecektir.
78- (960)
Bana Süreye b. Yûnus ile Alîyyti'bnü Hücr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
İsmail yâni îbni Uleyye, Hişâm-ı Destevâî'den, o da Yahya b. Kesîr'den, o da
Ubeydullah b. Miskem [23]'den,
o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş: Bir cenaze
geçti de, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi -ve Sellem), ona ayağa kalktı. Onunla
birlikte biz de ayağa kalktık. Ve:
— «Yâ Resûlallah! Bu cenaze bir Yahudi karısına
aittir.» dedik. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ı
— «Şüphesiz ki ölüm korkunç bir şeydir. Siz
cenazeyi gördünüz mü hemen ayağa kalkın.» buyurdular.
79- (...)
Bana Muhâmmedü*bnü Râfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrezzâk rivayet
etti. (Dedi ki): Bize îbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki): Bana Ebû'z - Zübeyr
haber verdi; Kendisi Câbir'i şöyle derken işitmiş:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) yanından geçen bir cenaze İçin taa 'görünmez oluncaya kadar
ayakta durdu.»
80- (...)
Bana Muhammed b. Râff rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrazzâk, tbni
Cüreyc'den rivayet etti. Demiş ki: Bana yine Ebû'z -Zübeyr haber verdi, kendisi
Câbir'i şöyle derken işitmiş:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) »e ashabı bir Yahudlnin cenazesi İçin görünmez oluncaya kadar
ayakta durdular.»
81- (961)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Gunder, Şu'be'den
rivayet etti. H.
Bize Muhammedü'bnü'I -
Müsennâ ile tbni Beşşâr da rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammedü'bnü
Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Amr b. Mürra'dan, o da İbni Ebi
Leylâ'dan naklen rivayet etti ki, Kays b. Sa'd ile Seh! b. Huneyf [24],
Kaadisiyye'de bulunmuşlar. (Bir gün) yanlarından bir cenaze geçmiş. Bunlar
hemen ayağa kalkmışlar, kendilerine:
— «Bu cenaze yerlilerdendir.» demişler. Onlar:
— «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)m
yanından bir cenaze geçti de, ona ayağa kalktı, kendisine onun bir Yahudi
olduğu söylenince:
(O da bir nefis değil
mî?) cevâbını verdi.» demişler.
(...) Bana,
bu hadîsi Kaasîm b. Zekeriyyâ da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah b.
Mûsâ, Şeybân'dan, o da A'meş'den, o da Amr b. Mürra'dan isnâdla rivayette
bulundu. Bu hadisde: «Onlar:
— Biz, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraberdik, yanımızdan bir cenaze geçti,
dediler.» ifâdesi vardır.
Bu hadîsleri Buhari,
Ebû Dâvûd ve Nesâî «Cenaze» bahsinde muhtelif râvîlerden tahric etmişlerdir.
Kaadtsiyye: Kûfe'ye
iki konak mesafede bulunan hurmalık ve sulak küçük bir şehirdir. Bâzıları
Kaadisiyye ile Küfe arasında onbeş fersah mesafe bulunduğunu söylerler. Hz.
Ömer (Radiyallaâhü anhümyin hilâfeti zamanında orada büyük bir harp vukûbulmuştur.
Yâkût-i Hatnevî' nin
beyânına göre, bundan maada Kaadisiyye
ismini taşıyan dört şehir varmış.
Kaadisiyye hadisinde
geçen: «Bu cenaze yerlilerdendir.» sözüyle, cenazenin zimmîlerden yânî Müslüman
teb'ası olarak yaşıyan gayr-i müslimlerden olduğu anlatılmak istenilmiştir.
ResûlüUah (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem)'in «O da bir nefis değil mi?» buyurması, İbni Battal' e göre
«O da can sahibi olup, ölmedi mi? Ona ayağa kalkmamız, ölümü ve onun güçlüğünü
hatırlamak içindir.» manasınadır.
Az yukarıda da işaret
ettiğimiz gibi ResûlüUah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellemyin Yahudi cenazesine
niçin kalktığını ta'lil eden hadîsler muhteliftir. Babımızın bir rivayetinde
buna sebep «ölümün korkunç olması»; diğer rivayetinde «Cenazenin de vaktiyle
can taşımış olması.» gösterilmiştir.
Hz. Enes hadîsinde
melekler için ayağa kalktıkları; Abdullah b. Amr hadîsinde ise: Ruhları
kabzeden Azrâî1 (Aleyhisselâm)'a ta'zîm için; Hasan ü'bnü Ali (Radiyallahü
anh)'ın rivayetinde: ResûlüUah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) Yahudinin başı,
kendi başından yukarıda bulunmasını hoş karşılamadığı için; hattâ bir rivayette
Yahudinin pis kokusundan müteezzî olduğu için kalktı denilmektedir.
Aynî bu bâbda yapılan
tefsirlerin içinde en ziyâde îbni Bat ta1'in
sözünü beğenmektedir.
82- (962)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Muhammedü'bnü
Rumh b. El-Muhacir de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Leys, Yahya
b. Saîd'den, o da Vâkıd b. Amr [25] b.
Sa'd b. Muaz'dan naklen rivayet etti. Vâkıd şöyle demiş: Biz, bir cenazede
ayakta dururken Nafİ* b. Cübeyr beni gördü. Kendisi oturmuş; cenazenin yere
İndirilmesini bekliyordu. Bana:
— «Neden ayakta duruyorsun?» dedi; ben:
— «Cenazenin yere indirilmesini bekliyorum.
Çünkü Ebû Said-i Hudrî bu husûsda hadîs
rivayet ediyor.» dedim.
Bunun üzerine Naf f şunu söyledi:
— «Bana, Mes'ûd b. Hakem, Alîyyü'bnü EbE
Tâlip'den naklen rivayet etti M, Alî (Radiyallâhü anh)\
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
(cenaze için) ayağa kalktı; sonra
oturdu, dedi.»
83- (...)
Bana Muhammedü'bnü'l-Müsennâ ile îshâk b. İbrahim ve tbni Ebî Ömer toptan
Sekaff den rivayet ettiler. İbnü'l - Müsennâ (Dedi ki): Bİze Abdülvahhâb
rivayet etti. (Dedi ki): Ben, Yahya b. Sald'den dinledim. (Dedi ki): Bana,
Vâkıd b. Amr b. Sa'd İbni Muâz-i Ensârî haber verdi; ona da Nâfi' b. Cübeyr
haber vermiş. Ona da Mes'ûd b. Hâkem-İ Ensârî [26]
haber vermiş. Mes'ûd da cenazeler hakkında AHyyü'bnü Ebî Tâlib'in şunu
söylediğini işitmiş:
«Şüphesiz *i
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Cenaze için •vvelâ) kalktı, sonra
oturdu.»
Nftfi1 b. Cübeyr'İn bu
hadîsi rivayet etmesi Vâkıd b. Amr'ın cenaze yere konuluncaya kadar ayakta
durduğunu gördüğü içindir.
(...) Bize
Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Ebî Zaide, Yahya b. Saîd'den bu
İsnâdla rivayette bulundu.
84- (...)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-dufrahmân b. Mehdi rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Muhammed b. El - Münkedir'den naklen rivayet etti.
Demiş ki: Ben, Mes'ûd b. Ha-kem'i Alî'den naklen rivayet ederken dinledim. Alî:
«Resûlüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'m kalktığını gördük; biz de kalktık; o oturdu;
biz de oturduk.» demiş, bununla cenazeyi kasdetmiştir.
(...) Bize,
bu hadisi Muhammedü'bnü Ebî Bekir El - Mukaddemi ile Ubeydullah b. Saîd de
rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Yahya yâni Kattan, Şu'be'den bu isnâdla
rivayet etti.
Nesh: Târih
ittibân ile sonra gelen şer'î bir hükmün, daha önceki şer'î bir hükmü
kaldırması, demektir. Şu hâlde cenaze geçerken ayağa kalkmak yoktur.
Bu hususta îbni
Hibbân'in «Sahih»inde rivayet olunan bir hadîsde::
«Resûlüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) evvelce bize cenazeler için ayağa kalkmamızı
emrederdi; bilâhare cenaze geçerken kendisi oturdu ve yanındakilere
oturmalarını emretti.» denilmektedir.
Hâzimî'nin, Ebû
Ma'mer'den rivayet ettiği bir hadisde Ebû Ma'mer şunları söylemiştir:
«Yanımızdan bir cenaze geçti, ben hemen kalktım. Bunun üzerine Ali:
— Bu fetvayı sana kim verdi? diye sordu;
— Ebû
Müse'l-Eş'ari; dedim. Alî:
— Bunu Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)
yalnız bir defâ yaptı; bu hüküm neshedilince onu nehiy buyurdu, dedi.»
Bu bâbda îmam Ahmed b.
Hanbel ile ekseri «Sünen» sahiplerinin Ubadetü'bnü's-Sâmid (Radi-yallahü
an/r)'dan tahric ettikleri şu hadîs şâyân-ı dikkattir: Peygamber {Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem), cenaze geçerken kalkıyordu Bir defa yanından Yahudi
alimlerinden, birinin cenazesi geçti. Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve
Sellem)-.
«Biz işte böyle
yaparız.» diyerek oturdu ve hemen yanındakilere: «Oturun da, bunlara muhalefet
edin!» buyurdular.
Vakıa bu hadis
zayıftır. Çünkü onu yalnız Beşîr b. Rafi' rivayet etmiştir-, Bezzâr onun hadis
hususunda gevşek olduğunu söylemiştir. Fakat onu takviye eden diğer
rivayetlerle birlikte mutâlâ'a edilince derhâl hasen derecesine yükselir.
Nevevî, nesh dâvasını
kabul etmeyerek şunları söylemiştir: *Bu hadîs mensûh değildir. Böyle yerlerde
nesh dâvası sahîh olamaz. Çünkü nesihe ancak hadîslerin aralarını bulmak mümkün
olmadığı zaman gidilir. Hâlbuki hadislerin aralarını bulmak imkânsız değildir.»
Nevevi’nin bu
sözlerine Aynî şu cevâbı vermiştir: «Nesh vâki olduğu Hz. A1i (Raâiyallahü anh)
hadîsinde tasrîh edilmiştir. İmam Şafiî, Âmir b. Rabîa hadîsi üzerinde
ihtimâllerle konuşmuştur. Bunu kendisinden Beyhaki ile Hâzimi rivayet
etmişlerdir. îmam Şafiî: (Bu hadis mensûh olmaktan ileriye geçemez yahut
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ,o cenazeye bir sebepten dolayı
kalkmıştır.
Filhakika bâzı hadis
imamları o cenazenin bir Yahudiye âit olduğunu ve Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Yahudi, kendisinden yükseğe çıkmış olmasın diye ayağa
kalktığını rivayet etmişlerdir. Ne sebeple kalkmış olursa olsun Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîîem)'in bunu evvelâ yapıp, sonra terkettiği rivayet
olunmuştur. Burada hüccet, son olarak yaptığı fi'ildir. Eğer evvelâ kalkması
vacip idiyse bil'â-hare oturması nesih olur. Evvelce kalkması müstehab ise,
sonradan oturması da istihbâb bildirir. Evvelce kalkması mubah idi ise, sonra
da oturup kalkmakta bir beis yoktur. Bence oturmak daha iyidir. Çünkü
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"m bu husustaki son fiili oturmak
olmuştur.» deniştir.»
85- (963)
Bana Hârûn b. Saîd El-Eylî rivayet etti. (Dedi ki): Bize îbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki): Bana Muâviyetü'bnü Salih, Habîb b. Ubeyd'den, o da Cübeyr b. Nüf
eyr'den naklen haber verdi. Ha-bib Cübeyr'i: Ben, Avf b. Mâlik'i şöyle derken
işittim, diye anlatırken dinlemiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir
cenazenin namazını kıldı, ben onun duasından şunları belledim: Resûlüllah
{SallaJlahii Aleyhi ve Sellem)'-
«Allah'ım bunu
mağfiret eyle, buna merhamet buyur ve afiyet ihsan et. Bunu affeyle, vardığı
yerde ona ikramda bulun. Yerini genişlet, bunu su ile, kar ve dolu ile yıka ve
beyaz elbiseyi kirden nasıl temiz pâk edersen, bunu da günahlarından öylece
pakla. Kendisine (dünyâdaki) yurdunun yerine daha hayırlı bir yurt; ailesinin
yerine daha hayırlı bir aile, zevcesinin yerine daha hayırlı bir zevce ihsan
eyle. Bunu cennete koy ve kabir azabından (yahut cehennem azabından) koru.»
diyordu.
Hattâ «keski o cenaze
ben olaydım.» diye temenni ettim.
(...)
Muâviyetü'bnü Salih demiş ki: Bana Abdurrahmân b. Cübeyr de rivayet etti. O,
bu hadîsi babasından, o da Avf b. Mâlik'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve SellemTden yine bu geçen hadîs gibi rivayette bulundu.
(...) Bu
hadîsi bize fshâk b. İbrahim dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahmân b.
Mehdi haber verdi. (Dedi ki): Bize Muâviyetü'bnü Salih bu iki isnâdla birden
İbni Vehb hadisi gibi rivayette bulundu.
86- (...)
Bize Nasru'bnü Alîyy El - Cehdamî Üe İshâk b. İbrahim ikisi birden îsâ b.
Yûnus'dan, o da Ebû Hamzete'l - Hımsî'den naklen rivayette bulundular. H.
Bana Ebû't - Tâhir ile
Hârûnu'bnü Saîd £1 - Eyli dahî rivayet ettiler. Lâfız Ebü Tahinindir. Dediler
ki: Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki): Bana Amr b. Haris, Ebû Hamzete'bnü
Süleym'den, o da Abdurrahmân b. Cübeyr b. Nufeyr'den, o da babasından, o da Avf
b. Mâlik-i Eşçai'den naklen haber verdi. Avf şöyle demişt Ben, Peygamber
(Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem)"i bir cenazenin namazını kılarken dinledim?
şöyle diyordu;
«Allah'ım! Buna
mağfiret buyur; buna rahmet eyle; bunu affet ve kendisine afiyet ver. Vardığı
yerde ona ikramda bulun; yerini genişlet; kendisini su tle, kar ve dolu ile
yıka ve beyaz elbisenin kirden paklandığı gibi günahlardan pakla. Buna
dünyâdaki yurdunun yerine daha hayırlı bîr yurt; ailesinin yerine daha hayırlı
bir aile; zevcesinin yerine daha hayırlı bir zevce ihsan eyle. Bunu kahirin
fitnesinden ve cehennem azabından koru.»
Avf demiş ki:
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SellemYin o cenazeye yaptığı duadan dolayi:
(Keski bu cenaze ben olaydım.) diye temenni ettim.»
Buhârî bu duaların
yerine cenaze namazında Fatiha okunacağını bildiren hadîsler rivayet etmiştir.
Hanefi!' lerle Mâliki'
lere göre, cenaze namazında Kur'ân okunmaz, Şafiî'lerle Hanbe1'lere göre: îlk
tekbirden sonra Fatiha okunabilir.
«Cenaze namazında
Kur'ân okunmaz» diyenler ashâb-ı kirâm'dan bu ^âbda rivayet edilen hadîsleri
te'vîl etmiş ve Fâtiha'yi duâ niyetiyle okuduklarını söylemişlerdir.
Hadis imamları, cenaze
namazında Resûlüllah (Salkıllahü Aleyhi ve SellemYin muhtelif dualar okuduğunu bildiren
hadîsler rivayet etmişlerdir. Ezcümle EbûDâvûd' un, Hz. EbûHüreyre* den
rivayet ettiği bir hadîste Ebû Hüreyre (Hadiyallahü anh) şöyle demektedir:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir cenazenin namazım kıldı da, şu
duayı okudu:
«Allah'ım bizim
dinimize, ölümüze, küçüğümüze, büyüğümüze, erkeğimize, kadınımıza, hâzırımıza
ve gaibimize mağfiret buyur. Yâ Rabbî! Bizden yaşattıklarını îmânla yaşat;
öldürdüklerini de selâm üzere öldür. Allah'ım! Bizi bu ölenin ecrinden mahrum
etme ve onun arkasından bizi saptırma.» saptırma.»
Ayni hadisi Tirmizi
başka bir tarikden rivayet etmiş ve: «Ben, Muhammed'e yâni Buhârîye râvî Ebû
îbrâhîm El-Eşhejî' nin adını sordum, Buhâri onu bilemedi.» demiştir.
Hâkim dahî «El - Müstedreknâm
eserinde Yezid b. Rukâne (Radiyallahü anh)'d&n şu hadisi tahric etmiştir:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cenaze namazı kılmaya kalktığı vakit
şöyle derdi:
«Allah'ım! Kuluna ve
kulunun oğluna mağfiret buyur. (Kulun) senin rahmetine muhtaçtır. Hâlbuki sen
onu azâb etmekten müstağnisin. Eğer bu kulun iyi amellerde bulunmuşsa, onun
iyiliğini arttır; kötü amelde bulunduysa, onu affeyle.»
Bu bâbda Hz. Alî,
Vâsiletü'bnü Eskaa' ve Abdullah b. Haris' den
hadîsler rivayet olunmuştur.
Hz. Alî hadîsini Müstağfirî;
Vasile hadîsini
Ebû Dâvûd;
Abdullahb. Haris
hadisini Taberâni rivayet etmişlerdir. Bu hadisler:
1) Cenaze
namazında dua okunacağına ve duâ okumanın nıüs-tehab olduğuna;
2) Cenaze
namazında duanın sesle okunacağına delildirler.
Nevevi diyor ki:
«Ulemâmız gündüz kılınan cenaze namazında gizli okunacağında müttefiktirler.
Gece kılınan cenaze namazı hakkında iki kavil vardır. Cumhûr'un kaail olduğu
sahih veçhe göre geceleyin de gizli okumak gerekir, ikinci veçhe göre
geceleyin sesli okunur. Fakat bu tafsilât Kur'ân hakkındadır. Dualar bilittifâk
gizli okunur. O hâlde bu hadîs te'vil olunarak: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem). bana namazdan sonra öğretti; ben de belledim mânâsına hamlolunur.»
87- (964)
Bize Yahya b. Yahya Et - Temimi rivayet etti. (Dedi ki): Bana Abdülvâris b.
Said, Hüseyin b. Zevkan'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Abdullah b.
Büreyde, Semuratü'bnü Cündep'den rivayet etti. Semura şöyle demiş: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sel-Jemj'in arkasında cenaze namazı kıldım. Nifâslı iken
vefat eden Üm-mü Kâ'b'm cenaze namazıh kıldırıyordu. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) namazı kılmak için cenazenin ortası hizasına durdu.»
(...) Bu
hadisi bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivyet etti. (Dedi ki): Bize îbni'l -
Mübarek ile Yeztd b. Hârûn rivayet ettiler. H.
Bana Alîyyü'bnü Hucr
dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni'I-Mübârek ile Fadl b. Mûsâ haber
verdiler. Bu râvllerin hepsi Huseyn' den bu isnâdla rivayette bulunmuş fakat
Ümmü Kâ'b'ı zikretmemişlerdir.
88- (...) Bize
Muhammedü'bnü'l - Müsennâ ile Ukbetü'bnü Mükrem-i Ammî rivayet ettiler. Dediler
ki: Bize îbni Ebî Adiyy, Hüseyin'den, o da Abdullah b. Büreyde'den naklen
rivayet etti. Demiş ki: Semuratü'bnü Cündeb şunları söyledi:
«Ben, Resülüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) zamanında çocuk idim, kendisinden (duyduklarımı)
ezberliyordum. Onları söylememe bir mâni' yok ama, burada bir takım adamlar var
ki, onlar benden dahî yaşlıdırlar. Gerçekten Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellevı^in arkasında lohusa hâlinde ölen bir kadının cenazesini kıldım. Namazda
Resülüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cenazenin tam ortası hizasına durdu.»
tbni'l - Müsennâ'nın
rivayetinde: «(Dedi ki): Bana Abdullah b. Büreyde rivayet etti. (Dedi ki):
Namazını kılmak için kadının ortası hizasına durdu.» ibaresi vardır.
Bu hadisi Buhârî
«Kitâbü'l - Gusül» ve «Kitâbü'l - Cenâiz» de; diğer kütüb-i sitte sahipleri de
«Kitâbü'l - Cenâiz» de muhtelif râ-vîlerden tahric etmişlerdir.
Nifâs halinde vefat
eden Ümmü Kâ'b: Ensâr'dan bir kadındır.
1- îmam,
kadın cenazenin ortası hizasına durur. Hattâbi diyor ki: «Cenaze kıldıracak
imamın nereye duracağı hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. İmam Ahmed,
kadının ortası hizasına, erkeğin de göğsüne karşı duracağına kaail olmuştur.
Hanefiîlere göre
erkek, kadın; her cenazenin göğsü hizasına durur.»
Hanbe1i1er'den İbni
Kudâme «El - Muğni» nâm eserinde: «İmamın, cenaze namazında erkeğin göğsü ve
omuzlan, kadının ortası hizasında durmasının sünnet olduğundan mezhepler
muhtelif değildir.» demiştir.
İmam Ahmed îbni
Hanbel' den Ebû Hanife'nin kavli gibi
bir kavil de rivayet olunmuştur.
Hanefiiler' den
Serahsinin «El - Mebsût»'unda •îmamın duracağı en münâsip yer, cenazenin göğsü
hizâsıdır.» denilmektedir.
«Cevamiu'l - Fıkıh»
nâm eserde «Muhtar olan bu kavildir.» denildiği gibi; Tahâvî dahî ayni kavli
ihtiyar etmiştir
imam Hasan
îbni Ziya d'm rivayetine göre: îmam kadın cenazenin
ortası hizasına durur.
Îbni Ebî Leylâ ile
İbrahim Nehaî* nin mezhepleri de
budur.
«El - Bedâyı Vde îmam
A'zam'in: «îmam erkek cenazenin ortası hizasına, kadının sabaşı hizasına
durur.» dediği rivayet olunmuştur.
Yine «El - Mebsût» 'da
göğsün cenazenin ortasını teşkil ettiği beyân edilmektedir. Fakat Hanefiiler'
den rivayet edilen- meşhur kavle göre: «îmam erkeğin olsun, kadının olsun
göğüsleri hizasına durur. Hasan îbni Ziya d'in rivayetine göre. Her ikisinin
ortaları hizasına durmak îcâb ederse de, kadın cenazesinde, cenazenin başına
yakın durması evlâdır.
îmamEbû Yûsuf' tan bir
rivayete göre: İmam kadın cenazenin ortası hizasına, erkek cenazenin ise başı
hizasına durması gerekir. İmam Hasenîbni Ziya d' in, İmam A' zam' dan rivayeti
de budur.
îmam Mâlik' cenaze
erkekse ortası hizasına, kadınsa omuzları hizasına durulacağına kaaildir. Çünkü
kadının baş tarafına doğru durmak daha münâsip ve hatâdan daha salimdir.
Şâf iller1 den Ebû
AlîTâberî ile îmam ü'l-Haremeyn ve İmam Gazali, kadın cenazesinin göğsü
hizasına durulacağına kaail olmuşlardır.
Bağdat ulemâsına göre:
İmam, cenazenin başı hizasına durur. Onlara göre bu bâbda bir nass yoktur.
Bâzıları bu hususta
imamın muhayyer olduğunu, nereye isterse durabileceğini söylemişlerdir.
Hunsaâ: Hüküm ittibân
ile kadın gibidir.
2- Cenaze
ile, onun namazını kılanlar arasmda mutlaka bir aralık bulunması gerektiğine
icmâ'ı ümmet vardır.
3- Nifâs
hâlinde ölen kadın şehid de olsa cenaze namazı kılınır, îmam Hasan'dan rivayet
olunduğuna göre zinââdan ölen kadının ve çocuğunun cenazesi kılınmaz. Katâde'ye
göre ise: Yalnız çocuğunun namazı kılınmaz.
89- (965)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Eb) Şeybe rivayet ettiler. Lafız
Yahya'nındır. Ebû Bekir: (Bize rivayet etti.) tabî-rini kullandı. Yahya: (Bize
Vekî\ Mâlik b. Miğvel'den, o da Simâk b. Harb'den, o da Câbir b. Semura'dan
naklen haber verdi.) dedi. Câbir şunları söylemiş:
«Peygamber {Sallallah.il
Aleyhi ve SeUem)'* çıplak bir at getirdiler de, İbniDahdahın cenazesinden
dönerken ona bindi. Bize, Resûlüllah (Scdlallahü Aleyhi ve Se/JemJ'in etrafında
yürüyorduk.»
(...)Bize
Muhammedü'bnü'l - Müsennâ İle Muhammedü'bnü Beş şar rivayet ettiler. Lafız İbni
Müsennâ'nındır. Dediler ki: Bize Muhammedü'bnü Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Şu'be, Simâk b. Harb' den, o da Câbir b. Semura'dan naklen rivayet etti.
Câbir şöyle demiş:
«Resûlüllah
(Salîaîîahü Aleyhi ve Sellem), İbni Dahdahın cenaze namazını kıldı. Sonra
kendisine çıplak bir at getirdiler. Atı bir adam tutarak, Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) bindi. Derken at şahlanmaya başladı. Biz onu
tâkib ediyor, arkasından koşuyorduk. Bu arada cemaattan biri şunları söyledi:
— Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Seîlemh
(Cennette İbni Dahdah
için asılmış yahut sarkıtılmış nice hurma salkımları vardır.) buyurdu. Yahut
Şu'be, Ebû'd-Dahdah için, demiştir.
İbni Dahdah' m
ismi malûm değildir.
Resûlüllah (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem)'in arkasından yürümek, ashâb-ı kirâm'm âdetleri idi.
Ulemâ, cenaze
arkasından binek gitmeyi kerih görmüşlerdir. Çünkü Ebû Dâvûd'un tahric ettiği
bir hadîsde şöyle denilmektedir: -Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellemfe bir
hayvan getirdiler, kendisi bir cenaze ile beraberdi ve hayvana binmedi.
Cenazeden dönüşte hayvanı tekrar getirdiler. Bu defa bindi. Kendilerine neden
böyle yaptıkları soruldukta:
— Benimle beraber melekler de yürüyorlardı.
Onlar yürürken binemezdim; buyurdular.
Tirmizî'nin Hz.
Sevbân'dan rivayet ettiği bir hadisde dahî: «Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem) ile birlikte bir cenazeye çıktık. Hayvana binmiş bâzı insanlar gördü
ve:
— Siz utanmıyor musunuz, melekler yaya gidiyor;
siz hayvanların sırtına kurulmuşsunuz; buyurdular.» denilmektedir.
Resûlüllah (Sallalîahü
Aleyhi ve Seîlem)'in bu hadisine sebep şudur: Bir yetim, Hz. Ebû Lübâbe ile bir
hurmalık hakkında dâvaya düşmüş. Resûlüllah {Sallalîahü Aleyhi ve Sellem), Ebû
Lübâbe'ye Hurmalığı yetime vermesini emir buyurmuş. Fakat;
«Bu hurmalığa karşılık
olarak cennette sana hurma salkımı var.» dediği hâlde Ebû Lübâbe buna razı
olmamış, yetim ağlamış. O zaman Ebû'd-Dahdâh bunu işiterek Ebû Lübâbe'ye
bahçesini vermek suretiyle hurmalığı ondan satın almış, sonra Peygamber
(SallalîahüAleyhiveSellem)''e-. Ben bu bahçeyi bu yetime verirsem bana da
cennette hurma salkımı var mı? diye sormuş. Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem)-
— Evet,
Ebû'd-Dahtâh için cennette
nice hurma salkımları
var; buyurmuşlar.
İşte cemaattan bir zât
bu hâdiseyi hatırlayarak Ebü'd -Dahdâh'in
cenazesinden dönüşte arkadaşlarına nakletmiştir.
1- Cenazeden
dönerken bir vâsıtaya binmek mubahtır.
2- Kumandan
hayvan üzerinde olduğu 'hâlde cemâatin onun etrafında yürümeleri caizdir. Bir
mefsedet bulunmadığı takdirde bu hususta gerek cemâat gerekse kumandan hakkında
bir kerahet yoktur. Buradaki mefsedetten murâd: Yanındakileri hiçe saymak ve
bü-yüklenerek böbürlenmek gibi şeylerdir.
3- Büyüklere
binmek için hayvan hazırlamak, binerken yardım etmek mubahtır. Tabiin metbûuna
hizmet etmesinde beis yoktur. Elverir ki yaptığı hizmet met'bûunun rızâsı ile
olsun.
90- (966)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Ca'fer-i Misverî [27],
İsmâîl b. Muhammed b. Sa'd'dan, o da Âmir b. Sa'd b. Ebİ Vakkaas'dan naklen
haber verdi. Sa'dü'bnü Ebî Vakkaas ölüm hastalığında:
— «Benim için bir Iâhd
açın ve üzerime Resülüllah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) yapıldığı gibi
kerpiçleri güzelce dizin.* demiş.
Lâhd yahut Lûhd:
Kabrin kıble tarafından, altına doğru oymaktır.
Şakk: Kabrin dibini
dere gibi oymaktır.
Ulemâ bunların
ikisinin de caiz olduğuna ittifak etmişlerdir.
Fakat ekserisine göre
lâhd yapmak efdaldır. Çünkü Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve SellemYe lâhd
yapılmış ve üzerine onbir tane kerpiç dizilmiştir. Ümmeti hakkında da müstehâb
olan fiil budur.
Bu hadisi Müslim1 den
başka rivayet eden bulunmamıştır. Ancak Beyhakî, Câbir (Radiyallakü anhj'dan
buna benzer bir hadîs rivayet etmiştir.
Übbi’nin beyânına
göre: Kabirde cenazenin üzerine kerpiç dizmek efdaldır. Kerpiç bulunmazsa
tahta, o da bulunmazsa kiremit, o da bulunmazsa kamış gibi şeylerle örtmelidir.
Ulemâdan bâzıları
cenazenin tabut içinde defnedilmesini mekruh görmüşlerdir.
Hanefiîler'e göre:
Tuğla ve tahta ile örtmek mekruhtur. Çünkü bunlar dünyâ ahkâmmdandır. Kabir
ise çürüyen şeyler yeridir. Bir de tuğlada ateş eseri vardır. Onun için
tefâülen mekruh görülmüştür. Kerpiç ve kamış kullanmak müstehabdır. Zîr'a
bunlar Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) Efendimizin kabrinde kullanılmışlardır.
91- (967)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' haber verdi. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe de rvâyet etti. (Dedi ki): Bize Gunder ile Vekî' toptan Şu*be'den,
rivayet ettiler. H.
Bize, Muhammedü'bnü'l
- Müsennâ dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Yahya b. Saîd
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Cemre,
İbni Abbâs naklen rivayet etti. îbni Abbâs:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemfin kabrine kırmızı bir kadife konuldu.» demiş.
Müslim der ki: «Ebû
Cemre'nin ismi: Nasru'bnü Imrân, Ebû't -Teyyâh'ın ismi ise: Yezîdü'bnü
Humeyd'dİzv Bunların ikisi de Serahs [28] şehrinde
vefat etmişlerdir.»
Nevevi diyor ki: « Imam
Şafii ile bütün mezhebimiz ulemâsı ve diğer âlimler kabre kadife, yastık v.s.
gibi eşya konulmasının mekruh olduğunu söylemişlerdir. Bu hususta yalnız bizim
giymesini istemedim.» demiştir.
Mevzubahis kadifeyi
Resûlüliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'den
sonra hiç bir kimsenin kabrine koyan zât azatlısı Şakrân'dır. Şakrân: «Bu kadifeyi,
ulemâmızdan Begavî bir süzûz göstererek (Et-Tehzîb) adlı kitabında bu gibi
şeyleri koymakta bir beis olmadığını söylemiş ve bu hadîsle istidlal etmiştir.
Doğrusu cumhûr-u ulemânın dediği gibi kabre kadife ve emsali şeyler koymak
mekruhtur. Cumhûr-u- ulemâ bu hadise şöyle cevap vermişlerdir:
Kabre kadife koyma
işinde Şakrân yalnız kalmıştır. Ashâb-ı kiramdan hiç biri bu husûsda ona
muvafakat etmemiş hattâ böyle bir iş yaptığını da bümemişlerdir.
Arzettiğimiz vecihle
Şakrân bu işi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den sonra o kadifeyi
kimse giymesin diye yapmıştır. Zîra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
onu sırtına alır ve altına döşerdi. Şakrân, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Se/Zemj'den sonra bu kadifenin sahip değiştirmesini nefsine yediremedi. Sair
ashâb bu hususta Sakrân'a muhaliftirler. Beyhaki'nin İbn'iAbbâs (Haâiyallahü
anh)'da.n rivayet ettiği bir hadîse göre İbni Abbâs kabirde cenazenin altına
elbise konmasını mekruh görmüştür.»
92- (968) Bana Ebû't -
Tâhir Ahmed b. Amr rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Vehb rivayet etti. (Dedi
ki): Bana Amru'bnü Haris haber verdi. H.
Bana Hârûn b. Saîd £1-Leylî
dahî rivayet etti. (Ded ki): Bize tbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) Bana
Amrü'bnü Haris rivayet etti. —Ebû't-Tâhîr rivayetinde (ona da Ebû Alîyy-i
Hemdânî(47), Hârûn rivayetinde ise: Sümâmetü'bnü Süfeyy rivayet etmiş)
denilmektedir.™ demiş ki: Fadâletü'bnü Ubeyd(48) ile Rum diyarında, Rodos'ta
bulunuyorduk. Derken bir arkadaşımız vefat etti. Bunun üzerine Fadâletü'bnü
Ubeyd emir vererek kabrini düz yaptırdı. Sonra şunu söyledi:
«Ben, Resûlüllah
'Sallallahii Aleyh: ve SellemY* kabirlerin yerle bir yapılmasını emir
buyururken işittim.»
Ebû Aliy El-Hemdânî
ile Sümâmetü'b-nü Süfeyy ayni zâttır. İmam Müslim her iki râvî-den hadîsi hangi
lâfızlarla işittiyse, öylece rivayet etmiştir. Ebû A1iy, Sümâme'nin
künyesidir.
Kaadi İyâz diyor ki: «
Müs1im {Rahimchiilhh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )'in
kefenlenmesini ve defnini anlattı. Fakat yıkandığını ve namazının kılındığını
söylemedi. Resulülîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem Yin yıkandığında hilaf
yoktur. Fakat namazının kılınıp kıhnmadığı ihtilaflıdır. Bâzıları: Onun cenaze
namazını kimse kılmamıştır. Halk yanma girip duâ ediyor ve dönüp gidiyorlardı;
demişlerdir. Bunlar namazın niçin kılınmadığmda ihtilâf etmişlerdir. Bir
takımları faziletinden dolayı kılmmadığını söylemiş: O, kendisine cenaze
namazı Kılınmaktan müstağnidir, demiş; diğerleri: Hayır, namazının
kılınmaması, bu sebepten dolayı değil; imam bulunmadığı içindir, demişlerdir.
Bu kavil yalnıştır. Çünkü farz namazlar için imamlık muattal ve münhal kalmamıştır.
Bir de Hz. Ebû Bekir1e Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in defninden
Önce bey'at edilmiştir.
Bu hususta sahih olan
kavil cumhurun sözüdür. Onlara göre halk Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in cenaze namazını teker teker kılmışlardır. Evvelâ bir gurup onun
yanına girer ve herkes yalnız başına cenaze namazını kıldıktan sonra çıkarlar:
yerlerine başka gurup girerdi. Böylece erkekler kıldıktan sonra kadınlar ve
onlardan sonra çocuklar girerek cenaze namazını kılmışlardır. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Scıîevı) Pazartesi günü vefat ettiği hâlde Çarşamba
gecesine yânı Sah gününün akşamına kadar- defnedilmemesi, Müslümanların bey'at
mes'eleleri ile meşgul oldukları içindir.»
Şayet (Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem Yin teçhiz ve defni hususunda ihtilâfa düşerlerse
müracaat edecekleri bir imamları bulunsun, niza' ve ihtilâfa meydan
verümiyerek herkes onun emrine itaat etsin, diye evvelâ imam seçimine ehemmiyet
vermişlerdir. Filvaki en mühim iş de o idi.
93- (969)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve Züheyr b. Harb rivayet
ettiler. Yahya (Bize haber verdi.) tâbirini kullandı. Ötekiler: (Bize Vekî\
Süfyân'dan, o da Habîb b. Ebî Sâbit'den, o da Ebû Vâil'den, o da Ebû'l -
Heyyâc-ı Esedî [29]'den naklen rivayet etti.)
dediler. Ebû Heyyâc şöyle demiş: «Bana Alîyyü'bnü Ebî Tâlib, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve SeUemYin beni gönderdiği bir iş'e ben de seni göndereyim
mi?, Tarumar etmediğin hiç bir heykel ve düzeltmediğin hiç bir yüksek kabir
bırakmayasın? dedi.»
(...) Bana,
bu hadîsi Ebû Bekir b. Hallâd-ı Bâhili de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya
yâni Kattan rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süf-yân rivayet etti. (Dedi ki): Bana
Habîb bu isnâdla rivayette bulundu. Ve: «Tarumar etmediğin hiç bir suret
bırakmayasın.» dedi.
Kabri düzeltmekten
murâd: Pek fazla yükseitmeyip, bir karış kadar yerden kaldırmaktır.
Hanefiîlere göre:
Kabrin üzerini deve hörgücü gibi kamburlaşnr-mak müstehatadır. Zira Resûlüllah
(SaUallahii Aleyhi ve SelIem)'in kabri bu şekilde tesviye edilmiştir. Ekseri
ulemânın ve İmam Mâ1ik'in mezhepleri de budur.
Şâfii1er1e diğer bâzı
ulemâya göre: Kabrin üzerini kambur değil, tavan şeklinde düz yapmak
müsıehabdır.
Bu hadisdeki timsâl ve
suretlerden murâd: Canlıların heykel ve suretleridir.
94- (970)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) -. Bize Hafs b. Gıyâs, îbni
Cüreyc'den, o da Ebû'z - Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir
şöyle demiş:
«Resûlüllah
(Salîalîahü Aleyhi ve Sellem), kabrin kireçlenmesini, üzerine oturulmasını ve
üzerine bina yapılmasını nehiy buyurdu.»
(...) Bana
Hârûn b. Abdillâh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hac-câcü'bnü Muhammed rivayet
etti. H.
Bana Muhammedü'bnü
Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki); Bize Ab-durrazzâk rivayet etti. tBu iki râvî)
hep birden îbni Cüreyc'den rivayet etmişlerdir. Demiş ki: Bana Ebû'z - Zübeyr
haber verdi. Kendisi Câbir b. Abdillâh'i:
-Peygamber (Saîîalîahü
Aleyhi ve SeHemj'den dinledim.» diyerek yukarki hadîsin mislini rivayet ederken
işitmiş.
95- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti.. (Dedi ki): Bize îs-mâil b. Uleyye,
Eyyûb'dan, o da Ebû'z - Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen haber verdi. Câbir:
«Kabirleri kireçlemek
yasak edildi.» demiş.
Taksîs:
Kireçlemek, demektir.
Kassa:
Kireçtir.
Hadls-i ş«rif, kabri kireçle
badana etmenin ve üzerine oturmanın, kezâlik bina yapmanın memnu* olduğuna
delildir.
Hanefiîler'e göre: Bu
bâbda Resûlüllah (Salîdîahü Aleyhi ve SellemYin sünnetinde görülmeyen her şey
mekruhtur. Kabristanda meşru olan yalnız ziyaret, duâ ve Kur'ân-ı Kerim
okumaktır.
Nevevi, kabir üzerine
bina yapma hususunda şunları söylemektedir: «Kabir üzerine bina yapmaya
gelince: Eğer o yer bina yapanın milkinde ise bu iş mekruhtur. Umûma âit
kabristanda ise kabrin üzerine bina yapmak haramdır. Buna îmam Şâfit ile şâir
ulemâmız tasrih etmişlerdir. Şafiî (El - Ümm) nâm eserinde şöyle diyor: Mekke'de
hükümdarların kabir üzerine yapılan binların yıkılmasını emrettiklerini gördüm.
Hadis-i şerifte
(Düzeltmediğin hiç bir yüksek kabir bırakmayasın) buyurulması da yıkma
mes'elesi te'yid eder.
Kabirleri kireçle
badana etmek Şâfiî1er'le diğer ulemâya göre de mekruhtur.
96- (971)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir Süheyl'den, o da
babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Birinizin bir kor
üstüne oturup da, o kor'un elbisesini yakması ve taa cildine işlemesi, kabir
üzerine oturmasından çok daha hayırlıdır.»
(...) Bize,
bu hadîsi Kuteybetü'bnü Saîd dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülazîz yâni
Derâverdî rivayet etti. H.
Bana, bu hadisi Amru'n
- Nakıd da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Ahmed-i Zübeyri rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Süfyân rivayet etti. Bu râvîlerin ikisi birden Süheyl'den bu
isnâdla, bu hadisin mislini rivayet etmişlerdir.
97- (972)
Bana Alîyyü'bnü Hucr Es - Sa'dî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Velîd b. Müslim
İbni Câbir'den, o da Büsur [30] b.
Ubeydillâh' dan, o da Vasile [31]den,
o da Ebû Mersed-i Ganevî [32]'den
naklen rivayet etti. Ebû Mersed şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)i
«Kabirlerin üzerine
oturmayın; onlara doğru namaz da kılmayın.» buyurdular.
98- (...)
Bize Hasenü'bnü'r - Rabi' El - Beceli rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbnü'l -
Mübarek, Abdurrahmân b. Yezîd'den, o da Busür b. Ubeydillâh'dan, o da Ebî İdrîs-i
Ha'lâhTden, o da Vasilet ü'bnü Eskaa' dan, o da Ebû Mersed-i Ganevi'den naklen
rivayet etti; şöyle demiş: Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîletnj'i:
«Kabirlere doğru namaz
kılmayın, üzerlerine de oturmayın.* buyururken İşittim.
Kabir üzerine oturmak
î m a m Şafiî ile diğer bir çok ulemâya göre haramdır.
Hanefiîler'e göre:
Kabir üzerinde oturmak ve uyumak tenzîhen mekruh, büyük ve küçük aptest bozmak
gibi şeyler ise tah-rimen mekruhtur.
Mâlikîler'e göre:
Kabir üzerinde oturmak ve uyumak caizdir. Büyük ve küçük aptest bozmak gibi
şeyler ise haramdır.
Bu hadîslerde kabre
karşı namaz kılmanın memnu olduğu tasrîh buyurulmaktadır. Filhakika Hanefii1er'le
diğer bir çok ulemâya göre kabre karşı namaz kılmak mekruhtur.
Bu hususta îmam Şafiî
(Rahimehullah): «Bir mahlûkun kabri mescid ittihâz edilecek derecede ta'zîm
olunmasını ben, kerîh görürüm. Çünkü bunun hem ona hem ondan sonra gelecek
insanlara fitne olacağından korkarım.» demiştir.
99- (937)
Bana Alîyyü'bnü Hucr Es - Sa'di ile İshâk b. îbrâhîm EI-Hanzalî rivayet
ettiler. Lâfız tshâk'ındır. Alî: (Bize rivayet etti.) tâbirini kullandı. İshâk
ise: Bize Abdülazîz b. Muhammed, Abdülvâ-hidl [33] b.
Hamza'dan o da Abbâd b. Abdillâh [34] b.
Zübeyr'den naklen haber verdi ki Âişe Sa'dû'bnü Ebî Vakkaas'ın cenazesi
mescide getirilerek, namazı orada kılınmasını emretmiş. Fakat halk, kendisine
itirazda bulunmuşlar. Bunun üzerine Âişe:
«Bu insanlar Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem)m Süheyl b. Beydâ'nın cenaze namazını mescidden
başka yerde kılmadığını ne çabuk unutmuşlar!» demiş.
100- (...)
Bana Muhammedü'brü Hatim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Behz rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki); Bize Mûsâ b. Ukbe, Abdülvâhit'den, o
da Abbâd b. Abdillâh b. Zübeyr' den naklen rivayet etti. Abbâd, Aişe*den şunu
rivayet etmiş: «Sa'dü'bnü Ebî Vakkaas vefat edince Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'n zevceleri cenazesinin mescide getirilmesini, kendilerinin de cenazesinin
mescide getirilmesini, kendilerinin de cenaze namazını kılacaklarını bildirmek
için haber gönderdiler. Cemâat da öyle yaptılar. Derken .cenazeyi, namazını
kılmak üzere Ümmehât-ı Mü'mînîn'in hücreleri önünde durdurdular. Ve peykelere
bakan cenazeler kapısından çıkardılar. Müteakiben halkın bunu ayıpladıklarını
haber aldılar. Halk-.
— Cenazeler mescide sokulmamalı idi;
diyorlardı. Aişe bunu duyunca:
— Şu insanlar bilmedikleri bir şey'i ayıplama
hususunda ne de sür'at gösterirler; Bir cenazenin mescidden geçirilmesi
hususunda bizi ayıplamışlar. Hâlbuki Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)
Süheyl b. Beydâ'nın cenaze namazını ancak mescidin içinde kılmıştı; dedi.»
101- (...)
Bana Hârûn b. Abdillâh üe Muhammedü'bnü Râfi' rivayet ettiler. Lâfız îbni
Râfi'indir. Dediler ki: Bize îbni Ebî Füdeyk rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Dahhâk yani Îbni Osman, Ebû'n - Nadr' dan, o da Ebû Selemetü'bnü
Abdirrahmân'dan naklen haber verdi ki, Sa'dü'bnü Ebî Vakkaas vefat ettiği vakit
Âişe:
«Onu mescide getirin
de, cenaze namazını ben de kılayım.» demiş,
Onun bu sözüne İtiraz
etmişler. Bunun üzerine Âİşe:
«Vallahi Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem), Beydâ'nın oğulları Süheyl ile kardeşinin cenaze
namazlarını mescidde kıldı.» demiş.
Müslim diyor ki:
«Süheyl b. Da'd, Beydâ'nın oğludur. Annesi: Beydâ'dır.»
Ulemânın beyânına
göre: Beydâ oğulları üç kişidir. îsimler: Seh1, Süheyl ve Safvân' dır. Annelerinin
isimleri: Da'd'dır. Beyza: Sıfatıdır. Babaları da Vehb b. Rabia'dır. Kureyş
kabilesine mensuptur. Bu üç kardeşten Süheyl eskiden Müslüman olmuş ve
Habeşistan' a hicret etmiştir. Sonra Mekke'ye dönmüş; daha sonra Medine-i Münevver
e' ye göç eylemiştir. Bedir ve diğer gazalara iş-r.irâk etmiştir. Vefatı Hicret'in
9. yılma tesadüf eder.
1- Hadîs-i
şerif «mescidde cenaze namazı kılınır.»
diyenlerin delülerindendir.
Ibni Ebî Zi\b, Ebû
Hanife ve meşhur kavline tföre İmam Mâlik «mescidde cenaze namazı kılınamaz- demişlerdir.
2- Süheyl
hadîsi, ölü insanın temiz olduğuna delildir.
Nevevi : «Bizim
mezhebimize göre sahih olan kavil de budur.» demektedir.
102- (974)
Bize Yahya b. Yahya Et - Temimi ile Yahya b. Ey-yûb ve Kuteybetü'bnü Saîd
rivayet ettiler. Yahya b. Yahya: (Bize haber verdi.) tâbirini kullandı.
Ötekiler: (Bize İsmail b. Ca'fer, Şerîk'den, —ki tbni Ebî Nemir'dir.— o da Ata
b. Yesâr'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki, şunları söylemiş:) dediler:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Âişe'nin nevbeti olan her gece,
gecenin sonunda (Medine* nin kabristanı) Bakî "a çıkar ve:
«Selâm size ey
Mü'minler diyarı! Size yârın verileceği vaad olunan şey verilmiştir. Sizler
bekletilmedesiniz. İnşaallah biz de size katılacağız. Allah' im! Bakî'-ı
Garkat'da yatanlara mağfiret buyur.» derdi.
Râvî Kuteybe: «Size
gelmiştir.» sözünü söylememişdir.
103- (...)
Bana Hârûn b. Saîd El-Eylî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb
rivayet etti. (Dedi ki): Bize îbni Cüreyc, Abdullah b. Kesir b. Muttalib'den
naklen haber verdi. O da Muhammed b. Kays'ı şöyle derken işitmiş: Âişe'yi
şunları rivayet ederken dinledim; Dedi ki:
«Size, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sel/emJ'den ve kendimden bir şeyler söyliyeyim mi?» Biz:
— «ıHay hay» dedik. H.
Bana, Haccâc-ı
A'ver'den dinleyen biri rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize
Haccâcu'bnü Muhammed rivayet etti. (Dedi ki): Bize îbni Cüreyc rivayet etti.
(Dedi ki): Bana, Abdullah (Kureys'den bir zât), Muhammed b. Kays b. Mahreme b.
Muttalip'den naklen haber verdi ki, bir gün şunları söylemiş:
— Size kendimden ve annem'den bir şeyler
anlatayım mı? Biz kendisini doğuran annesini murâd ediyor sandık. Sözüne
devamla (Dedi ki): Âişe şunları söyledi:
— «Size kendimden ve Resûlüllah (Saüallahü
Aleyhi ve Sellem)" den bir şeyler anlatayım mı?» Biz:
— «Hay hay..!» dedik.
— «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'^
yanımda bulunduğu nevbetim gecesi gelince Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem} değişti. Cübbesini yere koydu, ayakkapfarını çıkarıp; ayaklarının
yanına koydu. Kaftanının bir tarafını döşeğinin üzerine yayarak, uzandı. Çok
geçmeden benim uyuduğumu zannederek yavaşça cübbesini aldı; yavaşça
ayakkaplarını giydi ve kapıyı açarak çıktı. Sonra yavaşça kapıyı kapadı. Ben,
hemen entarimi başıma geçirdim, baş bezimi sarındım, ;arşafıma burundum. Sonra
onun peşinden yola düştüm. Bakî'a varınca durdu, hem de epeyi durdu.
Sonra üç def'â
ellerini kaldırdı, sonra geri döndü. Ben de döndüm. O sür'-atle yürüdü, ben de
sür'atle yürüdüm; o eşkin gitti, ben de eşkin gittim; o koştu, ben de koştum.
Neticede onu geçerek eve girdim. Ben yatar yat* maz o da girdi ve:
— Eana ne oluyor yâ Âişe? Heyecanlanmışsın...
buyurdu. Ben:
— Bir şey yok; dedim. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'-
— Ya söylersin yahut latif u Habîr olan Allah
bana mutlaka haber verir; dedi. Ben:
— Yâ Resûlaflah! Annem babam sana feda olsun,
dedim ve macerayı kendisine haber verdim.
— Ya, önümde gördüğüm karaltı sen miydin? dedi;
— Evet! cevâbını verdim. Bunun üzerine beni
göğüsümden öyle bir itti ki, canımı yaktı. Sonra şunları söyledi:
— (Allah ve Resulü sana zülüm mü edecekler
sandın?) .İnsanlar neyi gizlerse gizlesin, Allah onu bilir. Evet, Resûlüllah
(sözüne devamla):
— Senin gördüğün zaman bana Cibrîs geldi de,
nida etti. Ama nidasını senden gizledi. Ben, kendisine cevap verdim fakat ben
de cevâbımı senden gizledim. Sen soyunmuş bir vaziyette iken yanına girecek
değildi ya. Ben, senin uyuduğunu zannettim de, uyandırmak istemedim.
Korkacağından da şüphe ettim. Cibril şunları söyledi:
(Rabbin, Bakî'd e
yatanların yanına giderek onlar için istiğfarda bulunmanı sana emrediyor.)
Ben:
— Onlara ne diyeyim yâ Resûlallah? dedim;
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)-
— Selâm mü'min ve Müslümanlardan bu diyarda
yatanlara!... Allah, bizim geçmişlerimize de, geleceklerimize de rahmet
eylesin. Bizler de in-şaallah sizlere katılacağız; de buyurdular.» cümlesinde
«Dara» kelimesi münâdâ olmak üzere mansûp okunur. Cümlede muzâf hafzedilmiş-,
muzâfun ileyh onun yerine geçirilmiştir. Terkîb: «Yâ ehle dârin» takdirindedir.
Bâzıları bu kelimenin ihtisas üzere mansûp olduğunu söylemişlerdir.
«Aleyküm» zamirinden
bedel olmak üzere mecrûr okunmasını caiz görenler de olmuştur.
Hattâbİ diyor ki:
«Hadis-i şerif, kabristana (Dâr) denilebileceğini gösteriyor ki, doğrudur.
Zira lûgatta meskûn olan yere de, harâ-bezâra da (Dâr) denilir.» Resûlüllah
(Sallalhhü Aleyhi ve SellemYin kabristanda yatanlara selâm verdikten sonra
«inşallah» tâbirini kullanarak: «Biz de size katılacağız.» demesi teberrük ve
emr-i ilâhiyye imtisal içindir. Çünkü
Kur'an-ı Kerim'de :
«Sakın (inşaallah'ı
söylemek sizin bir şey için (Ben, bunu yârın yaparım.) deme...) buyurularak her
yapacağı iş için (inşaallah) tâbirini kullanması kendisine emrolunmuştur. Bâzıları,
buradaki «inşaallah» ile aynen o kabristan kastedildiğini söylemişlerdir.
Baki': Medîne-i
Münevvere' nin meşhur kabristanıdır. Resûlüllah (SaUaîîahü Aleyhi ve Sellem)'i
nona «Bakî'-i Garkad» namını vermesi: Vaktiyle içinde büyük bir diken ağacı bulunduğun-dandır.
Hadisin ikinci
rivayeti hakkında Ebû Alî El-Gassâ-n î şunları söylemiştir: «Bu hadîs «Sahîh-i
Müslim»'deki maktu' hadislerden biridir. Ayni zamanda râvîleri hakkında
vehmolunmuştur. Zira ayni hadîsi Abdurrazzâk «Musannaf»'ında İbni Cüreyc'den
tahric etmiştir. İbni Cüreyc: «Bana Muhammed b. Kays b. Mahreme haber verdi
ki. Aişe'yi şöyle derken işitmiş; demiştir...»
Kaadi îyâz hadisin
maktu olduğunu kabul etmemiş: «Bü'akis, hadîs müsneddir. Yalnız râvilerinin
ismi verilmemişti. Bu ise munkatı' değil, meçhul bâbmdandır. Çünkü munkatı';
Tabiî'nden önce, senedinden bir râvisi düşen hadistir. Bu hadîsin senedinde
bir işkâl daha vardır ki, şudur: Müslim (Bana Haccâc-ı Â'ver'i dinleyen biri
rivayet etti. Lâfız onundur; dedi ki: Bize Haccâcü'bnü Muhammed rivayet etti.) demiştir.
Bu söz, Haccâc-ı Â'ver’in bu hadîsini Haccâcü'bnü Muhammed ismini taşıyan başka
bir râviden naklettiği zanmnı veriyor. Hâlbuki hakikat öyle değildir.
Haccâcü'bnü Muhammed hiç şüphesiz Hacca-c ü A1ver' kendisidir. Müs1im'in sözü
şöyle takdir edilir: (Bana Hftccâc-ı A'ver'den dinleyen biri rivayet etti. Bu
zât dedi ki: Bana Haccâcü'bnü Muhammed rivayet etti. Yâni Müslim muhaddisin
sözünü hikâye etmiş demektir.» demiştir.
Fakat Nevevl, Kaadı'
mn sözüne de İtiraz etmiş, îmam Müs1im'in senedinde meçhul bir kimse bulunan bu
hadisi buraya dercetmesinin mutemet bir rivayet olmak üzere değil, mütâbaat
tarîki ile olduğunu binâenaleyh asıl itimât edilecek rivayeti sahih isnâdla
bundan önce zikrettiği için ikinci rivayetin zikri hadîse zarar vermiyeceğini
söylemiştir.
«Yâ Aişe! » sözü:
Murahham bir münâdâdır. Böyle yerlerde iki vecih caiz olduğu için ayni
kelimeyi «Yâ Âişu» okumak da caizdir.
104- (975)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki:
Bize Muhammed b. Abdillâh El -Esedî, Süfyân'dan, o da Âlkametü'bnü Mersed'den,
o da Süleyman b. Büreyde' den, o da babasından naklen rivayet etti. Babası
şöyle demiş*. Resul ül-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kabristana çıktığımız
vakit ne söy-liyeceğimizi bize öğretirdi. İçimizden birimiz [Ebû Bekir'in
rivayetinde) :
-Bu diyardakilere
selâm* (Züheyr'in rivayetinde ise):
«Selâm size ey bu
diyarın mü'min ve müslim olan halkı! Bizler de inşaallah (Size) katılacağız.
Aİlah'dan bize ve size afiyet dilerim.» derdi.
Bu ve yukarki
rivayetler Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile ashâb-ı kiramın kabir
ziyaretine gittiklerini ve kabirde yatanlara selâm verip, duâ ettiklerini
bildirmektedirler. Binâenaleyh mezkûr rivayetlerden şu hükümler çıkarılmıştır:
1- Kabirleri
ziyaret ederek, orada yatanlara duâ etmek müs-tehabdır. Medîne-i Münevver e' de ayrıca «Baki1» denilen
kabristanı ziyaret etmek bir fazilettir.
2- Bir yerde
bulunanlara, ölü olsun diri olsun, o yerin ehli veya ahâlisi denilebilir.
3- Duayı
uzatmak ve tekrarlamak, duâ ederken el kaldırmak müstehabdır.
4-
Kabristanda ayakta duâ etmek, oturarak duâ etmekten efdaldır.
5- Kendisine
nida edilen kimsenin gücüne gitmemek şartıyla ismini terhîm ile söylemek
caizdir.
6- Kabir
ziyaretçisinin, orada yatanlara duâ ederken «Allah, sizin ve bizim gelmiş ve
geçmişlerimize rahmet buyursun; inşaallah biz de size katılacağız.» demesi
müstehabdır.
7- Mü'min ve
müslim kelimeleri ayni mânâyadırlar. Birbirleri üzerine atfedilmeleri,
lâfızları değişik oldukları içindir. Zira bu hadis-deki müslim kelimesinden
ancak mü'min kastedilebilir. Mü'min, münafık olduğu takdirde kendisine selâm
vermek caiz değildir.
8- «Bu
hadîs, kadınlara kabir ziyaretini caiz görenlerin delîlle-rindendir. Mes'ele
ulemâ arasında ihtilaflıdır.
105- (976)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Muhammed b. Abbâd rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır.
Dediler ki: Bize Mervânü'bnü Mu-âviye, Yezîd yâni İbni Keysân'dan, o da Ebû
Hâzim'den o da Ebû Hü-reyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş:
Resülüllah
(SaîîaÜahü Aleyhi ve
Sellem)*
«Anneme istiğfar etmek
için rabbimden izin İstedim de, bana izin vermedi. Fakat kabrini ziyaret etmek
İçin İzin İstedim; bana izin verdi.» buyurdular.
108- (...) BizeEbû
Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Muhammed b. Ubeyd Yezîd b. Keysân'dan, o da Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) annesinin kabrini ziyaret ederek ağladı. Yanındakileri de ağlattı.
Sonra şöyle buyurdu:
«Annem için istiğfarda
bulunmak hususunda Rabbimden izin istedim. Fakat bana izin verilmedi. Kabrini
ziyaret etmek için izin istedim; ona izin verildi. Binâenaleyh sizler de
kabirleri ziyaret edin. Çünkü kabir ziyareti ölümü hatırlatır.»
Bu hadîsi Ebû Dâvûd,
Nesâi ve Ibni Mâce muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Nevevî'nin beyânına
göre: Hadîs-i şerif Ebû'1-Alâ b. Mâhân tarafından Mağrib'de rivayet edilmiş,
Mısır taraflarında Abdülgâfir-i Fârisî kolundan gelen rivayetlerde
bulunamamıştır. Lâkin cenaze bahsinin sonunda bir çok esâs nüshalarda
mevcuttur. Nevevi onun hakkında: «Hiç şüphesiz, sahih bir hadistir.» demektedir.
Hadîsin zahirine
bakılırsa, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)' in annesi müşrik olarak
vefat ettiği için, ona dua ve istiğfar hususunda kendisine izin verilmemiştir.
Hattâ bu hadîsle istidlal edilerek: -Müşrikleri ziyaret etmek caizdir. Bu ziyaret
hâl-i hayatlarında da caiz hattâ evlâdır. Çünkü vefatlarından sonra onları
ziyaret etmek caiz olunca, hayâtlarında bil'evlâ caizdir...» denilmiştir. Fakat
evvelce de işaret ettiğimiz gibi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfin
ebeveyni fetret zamanında vefat ettikleri için mü'min mi yoksa kâfir mi
sayılacakları ulemâ arasında ihtilaflıdır. Sahih olan kavle göre mü* mindirler.
Mü'min olduklarını beyân hususunda üç görüş vardır:
1. Görüşe
göre: İbrahim ve İsmail (Aleyhisselâm) dinine mensupturlar.
2. görüşe göre: Fetret devrinin mu vahhi ti
erindendirler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin Nûr-u
Nübüvvetini nakleden bütün ej dadı muvahhit ve ehl-i necattandırlar,
3. Göiüşe göre: Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) Efendimizin ebeveyni, onun duası hürmetine bir mucize olmak üzere
di-rilmiş ve îmân etmişlerdir: Bu hususta Hz. Âişe (Radiyallahü an\ıf dan hadîs
rivayet edilmiştir. Binâenaleyh ebeveyn-i saadetin küfürlerine kaail olmak ve
pek büyük bir cesaret ve kabahattir.
Bu takdirde Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e annesine duâ ve istiğfarda bulunmasına niçin
izin verilmediğini Allah Teâlâ bilir. Buhâri'de bu bâbta hadîs yoktur.
106- (977)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Ab-dillâh b. Nümeyr ve Muhammedü'bnü'l
- Müsennâ rivayet ettiler. Lâfız Ebû Bekir ile İbni Nümeyr'indir. Dediler ki:
Bize Muhammedü'bnü Fudayl, Ebû Sinan yâni Dırâr b. Mürra[35]'dan
o da Muhârib bi Di-sâr'dan, o da İbni Büreyde'den, o da babasından naklen
rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemh
«Ben, sizi kabirleri
ziyaretten menetmiştim, artık onları ziyaret edin. Kurban etlerini üç günden
fazla tutmaktan da menetmiştim, onları da münâsip gördüğünüz zamana kadar
tutun. Deri kaplardan maada bütün kaplara hurma şırası koymanızı dahî yasak
etmiştin; bundan böyle gütün kaplardan şıra içebilirsiniz. Yalnız sarhoşluk
veren içkileri İçmeyin.» buyurdular.
tbni Nümeyr, kendi
rivayetinde: «Abdullah b. Büreyde'den, o da babasından...» dedi.
(...) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Hayse-me, Zübeyd-i Yâmî [36]'den,
o da Muhârib b. Disâr'dan, o da İbni Büreyde'den, zannederim o da babasından, o
da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeMem/den naklen haber verdi. (Buradaki şekk
Ebû Hay-seme'dendir.) H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Kabi-satü'bnü Ukbe, Süfyân'dan, o da
Âlkametü'bnü Mersed'den, o da Süleyman b. Büreyde'den, o da babasından, o da
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHemJ'den naklen rivayet etti. H.
Bize İbni Ebî Ömer ile
Muhammed b. Râff ve Abd b. Humeyd dahî toptan Abdürrazzâk'dan, o da Ma'mer'den,
o da Atâ-i Horasanı* den naklen rivayet ettiler. Ata1: «Bana Abdullah b.
Büreyde, babasından o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sei/emj'den naklen
rivayet etti.- demiş. Bu râvilerin hepsi yukarki Ebû Sinan hadîsi mânâsında
rivayette bulunmuşlardır.
Bu hadis, hem nâsih
hem mensûh hadîslerden biridir.
Erkekler hakkında
kabir ziyaretinin yeniden meşru olduğu hakkında sarihtir. Kadınların ziyareti
ihtilaflıdır.
Hâzimi : «Bütün
ulemâya göre bu hadîsdeki izin erkeklere mahsûstur.» demiş; îbni Abdilberr ise
vaktiyle kabir ziyareti umûmî olarak yasak edildiği gibi, bu hadîsle de umûmi
olarak herkese mubah kılındığını söylemiştir. Bu bâbda bir çok hadisler rivayet
olunmuştur. Büreyde, İbni Mes'ûd, Enes EbûHüreyre, Âişe, Hayyân-ı Ensârî, Ebû Zerr,
A1i b, Ebî TâIib. îbni Abbâs, Müce inin i' b. Câriye ve Ömer (Radiyallahü
anküm) hazerâtmın rivayetleri bunlar meyânındadır.
Büreyde hadisi sadedinde bulunduğumuz rivayettir.
İbni Mes'ûd hadisini
îbni Mâce tahrîc etmiştir. Bu hadisde: «Ben, sizi kabirleri ziyaretten menetmiştim,
artık siz kabirleri ziyaret edin...» buyurulmaktadır.
Enes hadîsini: îbni
Ebi Şeybe tahrîc etmiştir. Bu Bu hadîste: Resûlüllah (Sallallakü Aleyhi ve
Seîlem) vaktiyle kabir ziyaretini yasak etmişti, sonra:
«Onları ziyaret edin
ama kötü söz söylemeyin; buyurdular.» denilmektedir.
Ebû Hüreyre hadîsini
Ebû Dâvûd tahrîc etmiştir. Bu hadis,
babımızın birinci ve ikinci rivayetleri mânâsındadır. Âişe (Radiyallahü anh)
hadîsini İbni Mâce tahrîc etmiştir. Mezkûr hadîsde: «Kabir ziyaretine ruhsat
verildi.» denilmiştir.
Hayyân-ı Ensârî
hadîsini Taberânî «El-Kebîr» nâm eserinde rivayet etmiştir. Bu hadîsde Hayber
gazasında Resûlüllah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem)'in hutbe okuduğu ve ashâbma
evvelce yasak ettiği üç şey'i yâni: Kurban etlerini biriktirmeyi, kabir
ziyaretini ve kapları helâl kıldığı bildirilmektedir.
Ebû Zerr hadîsini
Hâkim tahrîc etmiştir. Bu hadiste: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
Kabirleri ziyaret et,
bununla âhireti hatırlarsın; buyurdu.» denilmektedir.
Hz. Alî hadisini imam
Ahmed tahrîc etmiştir. Bu hadis hemen hemen
îbni Mes'ûd hadîsi gibidir.
îbni Abbâs hadîsini
îmam Ahmed tahrîc etmiştir. Mezkûr hadisde: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Bir takım kabirlerin
yanına uğradı da, yüzünü onlara dönerek; Selâm size! buyurdu.» denilmiştir
Mücemmi' b. Câriye
hadîsini îbni E bt'd-Dünyâ tahrîc etmiştir. Bunda dahî Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in kabirde yatanlara selâm verdiği bildirilmişdir. Yalnız senedinde
îsmâil b. Ayyaş vardır. Bu zât
zayıftır.
Ömer (Raâiyallahü anh)
hadîsinde Hz. Ömer'in kabristana giderek, orada yatanlara selâm verdiği ve:
-Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem)'i bunlara selâm verirken gördüm.-
dediği bildiriliyor.
îbni Abdilberr'İn
rivayet ettiği sahîh bir hadîsde: -Eğer bir kimse dünyâda iken tanıdığı mü'min
bir kardeşinin kabrine gider de, selâm verirse, mü'min kardeşi onu tanır ve
selâmını alır.» buyurulmuştur.
Tirmizi, Büreyde
hadîsini tahrîc ettikten sonra şunlan söylemiştir: «Ulemâ indinde amel bu
hadîse göredir. Onlar kabir ziyaretinde bir beis görmezler. İbni Mübarek ile
Şafii, Ahmed ve îshâk'm kavilleri de budur.»
Tirmizi, Ebû Hüreyre
hadîsini dahî rivayet etmiş ve onun hakkında: «Bu hadis hasen sahihtir.»
demiştir.
Ebû Hüreyre hadîsinden
murâd: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selletv):
— «Kabirleri
ziyaret eden kadınlara
Allah lanet etsin,
buyurdu.» mealindeki hadistir. Tirmizî
bundan sonra dahî şöyle demektedir: «Ulemâdan bâzılarının re'yince bu
yasak, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabir ziyaretine ruhsat
vermezden önceye aittir. Ruhsat verince onun ruhsatına erkekler de, kadınlar da
dâhil olmuştur.»
Ulemâdan bâzılarına
göre kabir ziyareti yalnız kadınlara mekruhtur. Çünkü kadınların sabrı az,
yaygarası çoktur. Ebû Dâvûd'un İbni Abbâs' dan rivayet ettiği bir hadîste Hz.
İbni Abbâs Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Kabirleri ziyaret
edip, üzerlerine mescid yapan ve kandil yakan kadınlara lanet etti.» demiştir.
Bu hadîsle istidlal
eden bir cemâat: «Kabir ziyareti hakkındaki ibâha erkeklere mahsûstur;
kadınlara kabir ziyareti caiz değildir.» demişlerdir.
Kadınlara kabir
ziyaretini mubah görenler Hz. Âişe hadîsi ile istidlal etmişlerdir. Mezkûr
hadisin beyânına göre bir gün Hz. Âişe (Radiyallahü ank) kabir ziyaretinden
dönüyormuş, kendisine Abdullah b. Ebî
Müleyke tesadüf ederek:
«Ey Mü'minlerin
annesi! Nereden geliyorsun?» demiş Âişe (Radiyallahü anhâ):
— «Kardeşim Abdurrahmân b. Ebî Bekr'in kabrini
ziyaretten geliyorum.» cevâbını vermiş. İbnî Ebî Müleyke:
— «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
kabir ziyaretini yasak etmedi iniydi?» deyince Aişe:
— «Evet, etmişti, ama sonra da ziyaret
olunmasını emir buyurdu demiş.
Ulemâdan bâzıları
yaşlı kadınlarla tazeler arasında fark görmüşlerdir:
Kurtubî : «Genç
kadınlara kabir ziyareti haramdır. Fakat ihtiyarlarına bu mubahtır. Erkeklerden
ayrı çıkarlarsa, kabir ziyareti hepsine caiz olur.» demiştir.
Yine Kurtubi'nin
beyânına göre: Ulemâdan bâzıları kadınları kabir ziyaretine çıkmaktan meneden
hadîsi, kabristana çok giden kadınlara hamletmek istemişlerdir.
Kabristana çok gitmek,
kocasının hakkını yemeye, kırıtarak dillere destan olmaya, yaygara v.s. gibi
mefsedetlere sebep olacağı için kadınların çok kabir ziyaret edenleri bu işden
menedilmişlerdir. Zâten zûvvârât ile zâirât arasında fark vardır.
Zûvvârât: Çok ziyaret
edenler; zâirât ise: Alel'âde ziyaretçi kadınlar, mânâsına gelir.
Şa'bi ile îbrâhim
Nehâi'ye göre: Kabir ziyareti meşru değildir. Bâzıları, onların Büreyde
hadîsini duymadıklarına kaail olmuşlardır. Çünkü Büreyde hadisi kabir
ziyretinin tekrar mubah kılındığı hususunda nass'dır. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selletn) her sene Şühedâ' nm kabirlerini ziyaret eder, onslara selâm
verir, duâ ederdi. Bunu Hulefâ-i Râşidin hazerâtı da yaparlardı. Hz. Alî, İbni
Mes'ûdve Enes {Radiyallahü an/ıümj'ün kabir ziyaretine cevaz verdikleri rivayet
olunur.
Hz. Fâtıme her Cuma
Hz. Hamzâ'nm kabrini ziyaret edermiş. Hz. Ömer'in babasının kabrini Aişe (Raâiyallahü
anhüma)'nısı Mekke'de kardeşi Abdurahmânm
kabrini ziyaret ettikleri rivayet olunmuştur.
Bundan dolayıdır ki
İbni Habİb: «Kabirleri ziyaret ederek, yanlarında oturmak ve geçerken orada
yatanlara selâm ver-mekde bir beis yoktur. Bunu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve SellemYde yapmıştır.» demiştir.
Hâsılı kabir ziyareti
yalnız ilk zamanlarda yâni putperestliğin henüz bırakıldığı devirlerde yasak
edilmişti. İslâmiyet kuvvet bulup, kabirlere tapmak mefsedetinden endîşe
kalmayınca bu bâbdaki nehy kaldırılmıştır. Çünkü kabir ziyareti insana âhireti
hatırlatır.
Ayni diyor ki: «Bütün
bunlardan, kabir ziyaretinin kadınlar için mekruh hattâ bu zamanda haram olduğu
mânâsı çıkar. Bahusus Mısır kadınlarına!.. Çünkü onlar dışarıya fitne ve fesâd
için çıkarlar. Hâlbuki ziyaret ruhsatı âhireti hatırlatmak ve geçenlerden ibret
alarak dünyâya dalmamak içindir.»
Tuluma şıra koyma
mes'elesi «îmân» bahsinde kısmen görülmüştü. Bakiyyesi inşaallah «meşrubat»
bahsinde görülecektir,
Kurban hakkında dahi
yeri gelince malûmat verilecektir.
107- (978)
Bize Avn b. Sellâm El - Kufi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Züheyr, Simâk'den, o
da Câbir b. Semura'dan naklen haber verdi. Câbir şöyle demiş: Peygamber (Sallaîlahii,
Aleyhi ve Sellem)% kendini oklarıyla öldüren bir adam getirdiler de, onun
cenaze namazını kılmadı.
Bu mevzuda bazı
hadisler «îmân» bahsinde geçmişti... Ebû Şeybe'nin «Musannef»'inde tahrîc
ettiği bir hadiste şöyle denilmektedir:
-Peygamber (Salîallahü
Aleyhi ve Sellemj'in ashabından biri yaralandı, yarası kendisine pek ziyâde
elem ve ızdırâp verince yassı demirli bir ok alarak, onunla intihar etti.
ResûlûUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun cenaze namazını kılmadı.»
Bu hadisi Câbir b.
Semûre rivayet etmiştir. Resûlüllah (Sallaîlahii Aleyhi ve SelletMJ'in bu gibi
cinayetlerden menetmek için o kimsenin cenaze namazını kılmadığı; fakat
ashabına:
Arkadaşınızın cenaze
namazını kılın.» buyurduğu da rivayet olunmuştur.
Câbir b. Semûre
hadîsini Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî
ve îbni Mâce
tahrîc etmişlerdir.
Buhârî'nin «Cenaze*
bahsinde Sabit İbni Dahhâk (Radiyallahü ««Jı)'dan tahrîc ettiği bir hadiste
Resûlüllah
(Salîallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Her kim kasten
İslâmdan gayri bir dînin sâliki olmak üzere yemin ederse, o kimse dediği
gibidir. Ve her kim kendini bir demirle öldürürse, cehennem ateşinde onunla
azâb görür.» buyurmuşlardır.
Ayni hadîsi îmam
Müslim de «Eymân» bahsinde tahrîc etmiştir. Yeri gelince inşaallah
görülecektir.
Meşâkıs: Mişkas'ın cem'idir.
Geniş oklak manasınadır.
1- Hadîs-i
şerîf, intihar eden kimsenin cenaze namazı kıhnamı-yacağına kaail olanların
delilidir. Halîfe Ömer b.
Abdi1 azîz ile Evzâi'nin .ve Hanefii1erden Ebû Yûsuf'un mezhepleri budur.
Hasan-ı Basrî, İbrâhîm
Nehal, Kata-de, imam A1 zam, İmam Mâlik, îmam Şafiî ve Cumhûr-u ulemâ' ya göre
intihar eden kimsenin cenaze namazı kılınır. Onlara göre bu hadisde intihar
edenin cenazesi kılınmıyacağına delîl yoktur. Bil'akis ashâb-ı kira m' m
kılmış olmaları onun cenazesinin kılınacağına delildir.
Resûlüllah (Sallallakü
Aleyhi ve Se/JemJ'in bizzat cenaze namazını kıldırmaması bu gibi fiillerden
Müslümanları menetmek içindir. Nitekim borç ödemekte gevşeklik ve ihmâl
gösterilmesin diye ilk zamanlarda borçlu ölenlerin cenaze namazlarım dahi
kılmamış fakat ashabına kılmalarını emretmişti.
Kaadı îyâz diyor ki:
«Bütün ulemânın mezheplerine göre: Kendisine had vurulan, recm olunan veya
intihar eden her Müslümanın cenaze namazı kılınır.»
2- imam Mâlik ile diğer bâzı ulemâdan rivayet olunduğuna
göre hadd-i şer'î ile öldürülen bir kimsenin cenaze namazını Müslümanların
büyüğü kıldırmaz. Diğer fazilet sahipleri dahî fâsık-ları menetmek için onların
cenazelerini kılmazlar.
3- Zührî,
recmedilerek öldürülen bir kimsenin cenaze namazı kılınamıyacağına fakat
kısâsen öldürülenin cenazesi kılınabileceğine kaaü olmuştur.
4- imam
A'zam'a göre: islâm devletine karşı muharebe edenle, âsi çetecilerin cenaze
namazları kılınamaz.
5- Katâde,
veled-i zinanın; Hasan- Basri de zinadan çocuk doğrup da, nifâs hâlinde ölen
kadının ve doğurduğu çocuğun cenaze namazı kılmamıyacağını söylemişlerdir.
6-
Selef-i sâlihîn' den bâzıları küçük çocuğun cenaze namazı
kılınamıyacağına kaail olmuşlardır.
7- Düşürülen
çocukların cenaze namazları hakkında ihtilâf vardır. Hadîs ulemâsının fukahâsı
ile seleften bâzılarına göre dört aylık iken düşen çocuğun cenaze namazı kılınabilir.
Cumhûru fukahâ'ya göre ise doğan çocuk
ne suretle olursa olsun bir hayât eseri göstermedikçe üzerine cenaze namazı
kılınamaz.
8- Küffâr
ile harbederken öldürülen şehidin hükmü dahi ihtilaflıdır, imam Mâlik ile îmam
Şafiî'ye ve diğer bir çok ulemâya göre şehîd yıkanmaz; cenaze namazı da
kılınmaz.
Hanefiİler'e göre:
Şehid yıkanmaz fakat cenaze namazı kılınır.
Hasan-ı Basrî1 den
rivayet olunduğuna göre şehîd hem yıkanır hem de namazı kılınır.
[1] Hz. Ebâ Eyyûbe'l-Ensârî'nin azatlısıdır, sahîheyn
râvîlerindendir
[2] İbni Sefine veya Sefine: Hz. ümmü Seleme'nİn
azatlısıdır. Bâzılarına göre ismi Rebah; lâkabı Sefîne'dir.
[3] Hind binti Umeyye Ummühât-ı mü'minîndendir. Vaktiyle
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüemyin süt kardeşi Ebû Seleme ile evli idi.
O vefat edince Peygamber (Sallallhü Aleyhi ve Sellem) ile evlendi. Erbâb-ı
Fasâhatdan idi. 59 veya 61 târihinde vefat etmiştir.
[4] Sûre-i Bakara âyet 156.
[5] Ebû îshSk Kabîsatii'bnu Züeyb (? - 86) Medînelidir.
Şam'da yaşamıştır. Fukahâdan bir zâttır.
[6] Sahîheyn râvîlerindendir.
[7] Ebûl-Hasen Müsennâ b. Muâz b. Muâz (? - 228) Basrahdır
[8] Yahut îbni Ebîl-Muallâ EI-Ensârî: Medine'nin kadısı
idi; sahîheyn râvîlerindendir.
[9] Kûfelidir. Müslim'in râvîlerindendir.
[10] Hafsa binti Ömer b. Hattâb (Radiyallahü anh):
Ummü'l-Mü'minîndendir. Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Hicretten
üç yıl evvel evlenmiş, 45 târihinde vefat etmiştir
[11] Süreri Nemi âyet 80
[12] Sûre-i Fâttr âyet 22
[13] Bunlar: Abdullah b. Abbâs, Abdullah b. Ömer, Abdullah
b. Mes'ûd ve Abdullah b. Amr'dır.
[14] Sûre-i Müntehine âyet 12.
[15] Hades: Abdestsizlik ve cünupluk gibi şeylerdir.
[16] Resûlüllah (SaUalhthü Aleyhi ve SeUcmı'e yL'iışmiş
fakat ondan hadîs dinnıcüıişiir 100
târihinde; 100 yaşında vefat etmiştir
[17] Müslim'in
râvîierinderKİir.
[18] Basrah sayılır. Müslim'in râvîsidir.
[19] Ebû Bekir Abdullah b. Saîd b. Ebi Hind: (?-146)
azatlılardandır. Sahibeyn râvîlerîndendir.
[20] Basra'lıdır;
Sâhiheyn râvîîfrııuU-ndir
[21] Ebu Zekeriyyft Yahya b. Dureys: Azatlılardandır.
Rey'de kadılık yapmıştır; Müslim'in râvîlerindendir.
[22] Basrahdır, Müslim'in râvîlerindendir
[23] îbni Ebî Nemir'in âzatlısıdır; sahîheyn râvîlerindendir
[24] Ebû Sabit Sehl b. Huneyf b. Vâhib (R.A.): Medîne'li
Osman b. Huneyf in kardeşidir. 38 târihinde vefat etmiştir.
[25] Ebû AbdillAh Vâkıd b. Amr b. Sa'd b. Muâz El-Ensârî:
Medîne'lidir. Müslim'in râvîlerindendir
[26] Ebû Mervân Mes'ûd b. Hatem-f Ensârî: MedîneMidir.
Peygamber (S.A.V) zamanında doğduğu söylenir. Müslim'in râvtsidir
[27] Ebû Cafer Abdullah b. Cafer b. Abdirrahman El-Misverî
El-Kurâşî: Müslim'in râvîlerindendir.
[28] Serahs: Horasan'da mâruf bir şehirdir. Ebû't-Teyyâh'm
burada zikri geçmemiştir. Müslim'in, Ebû Cemre ile birlikte onu da kaydetmesi,
birçok şeylerde ikisi beraber oldukları içindir. Zira ikisi de Basra'h, ikisi de Tabiî, ikisi de mevsuk ve
ikisi de 128 târihinde Serabs'da vefat etmişlerdir.
[29] Hayyân b. Husayn:
Kûfeîi'dir. Cenaze i e; haktonca Hz, Ali'den hadi* rivayet etmiştir.
Müslim'in râvîlerindendir.
[30] Şamlıdır, Sahîheyn râvîlerindendir.
[31] Vasıletü'bnü Eskaa': Ehl-i safa'dandır, Şam'dan
Kudüs'e hicret etmiştir. (R.A.) (?-83)
[32] Kennâz b. Husayn (R..A): (?- 12) Şamlılardan sayılır; Bedir gazasına iştirak eden ashâb-i kirâmdandır.
[33] Ebû Hamza Abdülvâhid b. Hamza El-Esedî:
Medîndidir, Müslümİn
râ-vîlerindendir
[34] Ayni kabileye mensuptur, sahîbeyn râvîlerindendir.
[35] Küfedir. Müslim'in râvîlerindendir.
[36] Ebû Abdirrahman Zübeyd b. Haris El Yâmî: (P-I24)
Kûfelidir. Sahîbeyn râvîlerindendir