236)
Köleyi Hürriyetine Kavuşturmak
238)
Allah'ın Ve Efendisinin Hakkını Yerine Getiren Kölenin Fazileti
239)
Kargaşa Ve Fitne Zamanında İbadetin Fazileti
Bu bölümdeki 6 ayeti kerimeden,
müşrikler nasıl ki her an müslümanlarla savaşıyorlarsa müslümanların da
topyekün savaş üzere olmaları gerektiğini, hoşumuza gitmese bile savaşın farz
kılındığını, mal ve canlarla her an ağır veya hafif silahlarla savaşa çıkılması
gerektiğini, Allah’ın mü’minlerin can ve malları karşılığında kendilerine
cenneti vereceğini ve bu alışverişe sevinilmesi gerektiğini, oturan kimselerle
cihad edenlerin derece bakımından bir olmadıklarını, acıklı azaptan kurtaracak
en kazançlı ticaret yolunu öğreneceğiz. 68 hadis-i şeriften de; Allah katında
en faziletli amellerin neler olduğunu, insanların en üstün derecelisinin kim
olduğunu Allah için İslam davası uğrunda yürümek ve nöbet tutmanın dünyadan ve
içindeki her şeyden hayırlı olduğunu, şehidliğin derecesini, İslam için
hududlarda nöbet bekleyenlerin şehid olmaları halinde defterlerinin
kapanmayacağını, Allah yolunda bir gün nöbetin diğer bin günlük nöbetlerden
hayırlı olacağını, şehidlerin Allah katındaki durum ve derecelerini ve
şehidlikle alakalı ne mesajlar verdiklerini, dağ başlarına çekilmeyip cihad
etmenin yetmiş yıl namaz kılmaktan hayırlı olduğunu, deve sağılacak kadar bir
süre cihad edilirse cennete girileceğini, Allah yolunda cihad edene denk bir
işin bulunmadığını, hayırda olan kimselerin hangileri olduğunu, mücahidlere
hazırlanan yüz derecenin her birinin arasının yerle gök arası kadar olduğunu,
cennetin kılıçların gölgesi altında olduğunu, ayakları Allah yolunda tozlanana
cehennem ateşinin dokunmayacağını, Allah korkusundan ağlayan kimsenin cehenneme
girmeyeceğini, cihadın tozu ile cehennemin dumanının bir kul üzerinde
birleşmeyeceğini, nöbet bekleyen ve Allah korkusundan ağlayan göze ateşin
dokunmayacağını, cihada gideni donatan kimse ile mücahidin arkada kalan kimselerine
bakanın aynı sevabı alacaklarını, sadakaların en faziletlisinin neler olduğunu,
genel seferberlik olmadığı zamanlarda savaşa iki erkekten biri katılırsa
sevabın, ikisi arasında ortak olduğunu önce müslüman olup müslümanlar safında
savaşa devam edip şehid olan ve az çalıştı çok kazandı sözüne muhatap olan
sahabinin durumunu, cennete girenlerden sadece şehitlerin dünyaya dönüp tekrar
şehid olmayı istediklerini, şehidin kul borcu dışında her günahına şehidliğin
kefaret olduğunu, şehidlerin ne büyük mükafatlarla cennette
mükafatlanacaklarını, şehidliği gönülden arzu eden kimsenin şehid olmasa bile o
sevaba nail olacağını, şehidin vefat ederken karınca ısırması kadar acı
duyduğunu, savaşın istenmeyeceğini savaş çıkarsa da sabredilmesi gerektiğini,
duanın kabul olunacak iki vaktini, savaşa çıkılınca nasıl dua edileceğini,
savaş vasıtası olan atların hayır olduğunu, İslam düşmanları için savaş
hazırlığı yapmanın gerekliliğini, savaş eğitiminden usanılmaması gerektiğini,
savaş eğitimini öğrenip terk eden kimsenin müslüman olmayacağını, Allah için
savaş aleti yapan, atan ve ona yardımcı olanların cennete gireceğini, savaş
eğitimi için verilen emirleri Allah yolunda atılan bir okun köle azadına denk
olduğunu, Allah yolunda malını harcayana 700 misli sevap verileceğini, Allah
yolunda oruç tutanın mükafatını, İslam uğrunda savaş endişesi duymayan kimsenin
nifak üzere öleceğini, savaşa mazeretleri dolayısıyla katılamayıp, fakat
niyetleri halis olanların aynı sevaba nail olacaklarını, savaşta ölenlerin
hepsinin şehid olmadığını, ancak Allah’ın dini yüce olsun diye savaşanların
şehid olacaklarını, gazilerin ganimet alarak dünyada ecirlerini aldıklarını,
ganimet elde edemeden şehid düşenlerin tüm ecirlerinin cennette verileceğini,
Allah rızasını kazanmak için yapılacak seyahatin dahi cihat gibi sevap
olacağını, savaşa gitmek ve gelmekte de aynı sevabın olduğunu, bir kimse savaşa
çıkmaz, savaşa çıkan mücahidi techiz etmez veya mücahidin ailesine yardımda
bulunmazsa Allah’ın o kimseyi kıyametten önce büyük bir belaya uğratacağını,
cihadın mal, can ve dillerle de olabileceğini, harbin hileden ibaret olduğunu
öğreneceğiz. [1]
“...Bununla beraber o kafir ve
müşrikler sizinle, nasıl topyekün savaşıyorlarsa, siz de Allah’tan başkalarına
ilahlık yakıştıranlarla öylece topyekün savaşın; ve bilin ki, Allah, yolunu
yordamını kendi kitabıyla bulmaya çalışanlarla beraberdir.” (Tevbe: 9/36)
“Ey inananlar! Gerçi hoşunuza
gitmez, ama savaş size farz kılındı. Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey hakkınızda
iyi olabilir ve yine hoşlandığınız bir şey de sizin için kötü olabilir. Allah
bilir, ama siz bilmezsiniz bu gerçekleri.” (Bakara: 2/216)
“Sizin için kolay da olsa, zor
da olsa, gerek hafif gerek ağır olarak hangi halde bulunursanız bulunun, hep
birlikte savaşa çıkın ve mallarınızla canlarınızla Allah yolunda yürekten çaba
gösterin, eğer bilirseniz bu sizin kendi iyiliğiniz içindir.” (Tevbe: 9/41)
“Bilesiniz ki Allah, kendi
yolunda savaşan, öldüren ve öldürülen mü’minlerden, canlarını ve mallarını
satın almıştır, hem de karşılığında cenneti vererek. Bu O’nun yerine
getirilmesini Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da bizzat güvence altına aldığı
gerçek bir vaattir. Kimdir verdiği sözü Allah’tan iyi tutan? o halde yaptığınız
alım satımdan dolayı, müjdelenip sevinin, çünkü en büyük kurtuluş ve bahtiyarlık
budur.” (Tevbe: 9/111)
“Bir mazeretleri olmaksızın
mücadeleden kaçınan mü’minler ile, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla çaba
gösterenler bir olamaz. Allah mallarıyla canlarıyla çaba gösterenleri,
mücadeleden kaçınanlardan daha üstün bir mertebeye yüceltmiştir. Gerçi Allah
tüm mü’minlere sonuçta güzellik vaad etmiş olmasına rağmen, Allah, yolunda çaba
gösterenleri büyük bir mükafat vaad ederek, mücadeleden kaçınanlardan üstün
kılmıştır. Kendi katından onlara büyük mertebeler bağış ve rahmet vermiştir. Allah
çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (Nisa: 4/95-96)
“Ey iman edenler! Sizi hem bu
dünyada, hem de öteki dünyada şiddetli bir azaptan koruyup kurtaracak bir
alışveriş göstereyim mi size. Allah’a ve peygamberine inanır, Allah yolunda
malınız ve canınızla gayret gösterirsiniz. Bu sizin için en iyi olan
harekettir, keşke bilseydiniz. Eğer böyle yaparsanız Allah günahlarınızı
bağışlayacak ve sizi öteki dünyada içinden ırmaklar akan bahçelere ve bu sonsuz
mutluluk bahçelerindeki, güzel köşklere sokacaktır. İşte bu büyük bir
kurtuluştur. Allah size seveceğiniz bir iyilik daha verecektir ki, o da
düşmanlarınıza karşı her zaman yardım etmesi ve
yakın bir zamanda nasip olacak ülkelerin fethidir ki, Ey Muhammed
mü’minlere bu fethi ve yardımı şimdiden müjdele.” (Saff: 61/10-13)
1288. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallallahu aleyhi ve sellem'e:
–Hangi amel daha faziletlidir?
diye soruldu.
–"Allah'a ve Resûlüne inanmak" buyurdu.
–Sonra hangisi? denildi.
–"Allah yolunda cihad etmek" karşılığını verdi.
–Bundan sonra hangisi? denilince:
–"Allah katında makbul olan hactır" buyurdular.[2]
1289. İbni Mes'ûd radıyallahu
anh şöyle dedi:
–Yâ Resûlallah! Hangi amel
Allah'a daha sevimlidir? dedim,
–"Vaktinde kılınan namaz" buyurdu.
–Sonra hangisidir? diye sordum,
–"Ana babaya iyilik etmek" diye cevap verdi.
–Ondan sonra hangisidir? dedim,
–"Allah yolunda cihad etmek" buyurdular.[3]
1290. Ebû Zer radıyallahu anh
şöyle dedi:
–Yâ Resûlallah! Hangi amel daha
faziletlidir? diye sordum,
–"Allah'a iman ve Allah yolunda cihaddır" buyurdular.[4]
1291. Enes radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Allah yolunda yapılan bir sabah ve akşam yürüyüşü, hiç şüphesiz
dünyadan ve dünya varlıklarından daha hayırlıdır."[5]
1292. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu
anh' den rivayet edildiğine göre, bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem' e gelerek:
–İnsanların hangisi daha
üstündür? diye sordu. Peygamberimiz:
–"Allah yolunda canıyla ve malıyla cihad eden kimse"
buyurdu. Adam:
–Sonra kimdir? diye sordu.
Efendimiz:
–"Bir vadiye çekilip Allah'a ibadet eden ve insanları şerrinden
uzak tutan kimse" buyurdular.[6]
1293. Sehl İbni Sa'd
radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
"Allah yolunda bir gün hudut nöbeti tutmak, dünyadan ve dünya
üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Sizden birinizin kamçısının cennetteki
yeri, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Kulun Allah Teâlâ'nın
yolunda akşamleyin veya sabah erken vakitteki yürüyüşü de dünyadan ve dünya
üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır." [7]
1294. Selmân radıyallahu anh,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem'i şöyle buyururken işittim demiştir:
"Bir gün ve bir gece hudut nöbeti tutmak, gündüzü oruçlu gecesi
ibadetli geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şayet kişi bu nöbet esnasında
vazife başında iken ölürse, yapmakta olduğu işin ecri ve sevabı kıyamete kadar
devam eder, şehid olarak rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerinden güven
içinde olur." [8]
* Bu konuda Al-i İmran:
3/169 ve 200. ayet ve Enfal: 8/60. ayet ve tefsirine de bakılabilir. [9]
1295. Fadâle İbni Ubeyd radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Hudutta Allah yolunda nöbet tutanlar dışında her ölenin ameli
sona erdirilir. Hudutta nöbet tutarken ölenin yaptığı işlerin sevabı kıyamet
gününe kadar artarak devam eder, kabirdeki imtihanda da güvenlik içinde
olur."[10]
1296. Osman radıyallahu anh 'den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Allah yolunda hudutta bir gün nöbet tutmak, başka yerlerde bin
gün nöbet tutmaktan daha hayırlıdır."[11]
1297. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh 'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Allah Teâlâ kendi yolunda cihada çıkan kimseye, onu sadece benim
yolumda cihad, bana îman, benim resullerimi tasdîk yola çıkarmıştır, buyurarak
kefil olur. Allah, o kimseyi şehid olursa cennete koymaya, gazi olursa manevî
ecre ve dünyalık ganimete kavuşmuş olarak, evine döndürmeye kefil olmuştur.
Muhammed'in canını kudretiyle elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Allah
yolunda açılan bir yara, kıyamet gününde açıldığı gündeki şekliyle gelir: Rengi
kan rengi, kokusu misk kokusudur. Muhammed'in canını kudretiyle elinde tutan
Allah'a yemin ederim ki, eğer müslümanlara zor gelmeseydi, Allah yolunda cihada
çıkan hiçbir seriyyenin arkasında asla oturup kalmazdım. Fakat maddî güç
bulamıyorum ki onları sevkedeyim, onlar da bu gücü bulamıyorlar. Benden ayrılıp
geride kalmak ise onlara zor geliyor. Muhammed'in canını elinde tutan Allah'a
yemin ederim ki, Allah yolunda cihad edip öldürülmeyi, sonra cihad edip yine
öldürülmeyi, sonra tekrar cihad edip tekrar öldürülmeyi çok arzu ederdim."
[12]
1298. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh 'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Allah yolunda yaralanan bir kimse, kıyamet gününde yarasından kan
akarak Allah'ın huzuruna gelir. Renk, kan rengi, koku ise misk kokusudur."[13]
1299. Muâz radıyallahu anh 'den
rivayet edildiğine göre, Nebiy–yi Ekrem sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Müslümanlardan bir şahıs, deve sağılacak kadar bir süre Allah
yolunda cihad ederse, cennet onun hakkı olur. Allah yolunda yaralanan veya bir
sıkıntıya düşen kimse, kıyamet gününde yaralandığı gün gibi kanlar içinde
Allah'ın huzuruna gelir. Kanının rengi zağferân gibi kıpkırmızı, kokusu da misk
kokusu gibidir."[14]
1300. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashâbından bir kişi, içinde tatlı su
gözesi bulunan bir dağ yolundan geçmişti. Burası çok hoşuna gitti ve:
–Keşke insanlardan ayrılıp şu dağ
kısığında otursam. Ama Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem'den izin almadan bunu asla yapmam, dedi. Sonra arzusunu
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e
anlattı. Peygamberimiz:
–"Böyle bir şey yapma. Çünkü sizden birinizin Allah yolunda
çalışıp gayret sarfetmesi, evinde oturup yetmiş sene namaz kılmasından daha
faziletlidir. Allah'ın sizi bağışlamasını ve cennete koymasını istemez misiniz?
O halde Allah yolunda cihada çıkınız. Kim devenin sağılacağı kadar bir süre
Allah yolunda cihad ederse, mutlaka cennete girer" buyurdu.[15]
* Uzlet yani insanlardan
uzak kendi halinde yaşamak dünyanın tabii güzelliklerinden istifade edip
toplumdan uzak kalmak Rasûlullah (s.a.v.) tarafından kabul edilmemiş, 5-10
dakika gibi kısa bir süre dahi olsa Allah yolunda onun rızasını kazanacak
ameller yapmanın müslümanı cennete sokabileceğini duyurmuş, bu gayret ve
çabanın kişinin evinde veya kendi başına başka tenha bir yerde yetmiş yıl namaz
kılmasından daha hayırlı olacağını belirtmiştir. Bunun için her Müslüman durumu
ve bilgisi ne olursa olsun Allah rızası ve cenneti kazanmak için toplumdaki yerini
mutlaka alacak ve bir gayret içinde olacaktır. Hadisten bunu anlamalıyız. [16]
1301. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûl–i Ekrem Efendimiz'e:
–Yâ Resûlallah! Allah yolunda
cihada denk hangi iş vardır? denildi.
–"Ona denk bir iş bulamazsınız" buyurdu. İki veya üç defa
aynı soruyu tekrarladılar; Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem de her defasında "Ona denk bir iş bulamazsınız" cevabını tekrarladı. Daha
sonra şöyle buyurdu:
"Allah yolunda cihad eden kimsenin benzeri, gündüzleri oruç tutan,
geceleri namaz kılan, Allah'ın âyetlerine hakkıyla itâat eden ve Allah yolunda
cihad eden kimse, cepheden dönünceye kadar, namaza ve oruca hiç bir şekilde ara
vermeyen kimsenin benzeridir."[17]
Buhârî'nin rivayeti şöyledir:
Bir adam:
–Yâ Resûlallah! Bana cihada denk
bir iş gösterseniz? dedi. Resûl–i Ekrem:
–"Cihada denk olacak bir iş bulamıyorum ki" buyurdu;
sonra da şöyle devam etti:
"Allah yolunda cihad eden kimse yola çıktığında, sen de mescidine
girip hiç ara vermeden namaz kılmaya, hiç iftar etmeden oruç tutmaya güç
yetirebilir misin?" Soruyu soran kişi:
–Buna kim güç yetirebilir ki?
dedi.[18]
1302. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh' den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"İnsanların en hayırlı geçim yolu tutanlarından biri, Allah
yolunda atının dizginine yapışıp, onun üzerinde âdeta uçan kimsedir. Düşman
geldiğine dair bir ses veya düşman üzerine hücum feryadı işittiğinde, düşmanın
bulunması muhtemel yerlere atının üzerinde uçarcasına saldırıp, öldürmeyi ve ölmeyi
göze alır. Bir diğeri de, bir tepenin başında veya bir vadinin içinde
koyuncuklarının arasında namazını kılan, zekâtını veren ve kendisine ölüm
gelinceye kadar Rabbine ibadet eden kimsedir. İnsanlardan ancak bu şekilde
yaşayan kimseler hayırdadır."[19]
* Bu hadis ile 1298
numaralı hadis birbirine zıd gibi görünürse de öyle değildir. Buradaki
fitnelerin çıktığı zamanlarda insanların uzlet için dağ başlarına çıkmaları
kastedilmektedir. Bunun için 596-600 numaralı hadislere bakınız. [20]
1303. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Allah yolunda cihad edenler için Allah Taâlâ cennette yüz derece
hazırlamıştır. Her derecenin arası yerle gök arası kadardır."[21]
1304. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Rab olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, resûl olarak Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellem'e inanıp razı olan kimse cenneti hak eder."
Bu söz Ebû Saîd'in çok hoşuna gitti ve:
–Yâ Resûlallah! Bu sözü bana
tekrarlasanız, dedi. Peygamber Efendimiz sözünü tekrarladı; sonra da şöyle buyurdu:
"Bir başka haslet daha vardır ki, onun sayesinde Allah kulunu
cennette yüz derece yükseltir. Her bir derecenin arası da yerle gök arası
kadardır." Ebû Saîd:
–O haslet nedir, yâ Resûlallah?
diye sordu. Hz. Peygamber:
"Allah yolunda cihad, Allah yolunda cihaddır" buyurdu.[22]
1305. Ebû Bekr İbni Ebû Mûsa el–Eş'arî şöyle dedi:
Babam Ebû Mûsa radıyallahu anh'i düşmanın karşısında
durup:
Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i:
"Şüphesiz cennet kapıları kılıçların gölgeleri altındadır" derken
işittim. Bunun üzerine üstü başı perişan biri ayağa kalkıp:
–Ey Ebû Mûsa! Bu sözü Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem söylerken
sen mi işittin? diye sordu. Ebû Mûsa:
–Evet, ben işittim, cevabını
verdi. Bunu duyan adam, arkadaşlarının yanına dönüp:
–"Sizleri selâmlıyorum"
dedi ve kılıcının kınını kırıp attı. Sonra elinde kılıcıyla düşmanın üzerine yürüdü
ve ölünceye kadar düşmanla savaştı.[23]
1306. Ebû Abs Abdurrahman İbni Cebr radıyallahu anh'den rivayet edildiğine
göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Allah yolunda ayakları tozlanan bir kula cehennem ateşi
dokunmaz."[24]
1307. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Allah korkusundan ağlayan bir kimse, sağılan süt tekrar memeye
girmedikçe cehenneme girmez. Allah yolundaki cihadın tozu ile cehennem dumanı
bir kulun üzerinde birleşmez."[25]
1308. İbni Abbâs radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"İki göze cehennem ateşi dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz
ve Allah yolunda nöbet bekleyerek geceleyen göz."[26]
1309. Zeyd İbni Hâlid radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim Allah yolunda cihada gidecek bir gaziyi donatır, cihad için
gerekli olan ihtiyaçlarını karşılarsa, bizzat cihada gitmiş gibi sevap kazanır.
Cihada giden gazinin arkada bıraktığı ailesine güzelce bakıp onların
ihtiyaçlarını karşılayan da bizzat cihad yapmış gibi sevap kazanır."[27]
1310. Ebû Ümâme radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sadakaların en faziletlisi Allah yolunda kurulan bir çadırın
gölgesi, Allah yolundaki bir mücâhide verilen hizmetçi ve Allah yolunda
bağışlanmış bir erkek devedir."[28]
1311. Enes radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre, Eslem kabilesinden bir delikanlı:
–Yâ Resûlallah! Ben cihada
katılmak istiyorum, fakat savaşabilmem için gereken malzemeyi temin edecek durumda
değilim, dedi. Peygamber Efendimiz:
–"Filân adama git. O, cihada katılmak üzere hazırlanmıştı; fakat
hastalandı" buyurdu. Delikanlı Hz. Peygamber'in dediği kişiye gidip:
–Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sana selâm ediyor ve savaşa gitmek için
hazırladığın malzemeleri bana vermeni söylüyor, dedi. Bunun üzerine adam
hanımına seslenerek:
–Hanım! Savaş için hazırladığım şeyleri bu delikanlıya ver; onlardan
hiçbir şey alıkoyma. Allah hakkı için onlardan hiçbir şey bırakma ki, berekete
nail olasın, dedi.[29]
1312. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine
göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem Benî Lihyân üzerine asker gönderdi ve:
“İki erkekten biri cihada gitsin; elde edilecek sevap ikisi arasında
ortaktır" buyurdu.[30]
* Her zaman genel
seferberlik ilan edilmez, bazen de cihada gidebilecek kimselerin yarısına
ihtiyaç duyulursa o cihadda kazanılacak sevap, gazaya gidenle geride kalan
kimseyle müşterek olmuş oluyor.
Hayati bir zaruret ve
tehlike olmadıkça bütün insanların cepheye gitmesi de gerekmez. Cepheye
gitmeyenler kaldıkları memleketlerinde diğer görevleri yaptıkları takdirde
cihada katılmış gibi sevap kazanırlar. [31]
1313. Berâ radıyallahu anh şöyle
dedi:
Tepeden tırnağa silâhlı bir adam
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e
geldi ve:
–Yâ Resûlallah! Sizinle birlikte
önce savaşa mı katılayım, yoksa müslüman mı olayım? dedi. Resûl–i Ekrem:
–"Önce müslüman ol, sonra savaş" buyurdu. Bunun üzerine
adam müslüman oldu, sonra savaştı ve neticede şehit oldu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
–"Az çalıştı, çok kazandı" buyurdu.[32]
* Bu hadis bilhassa
bugünün müslümanı için çok büyük mesajlar yüklü, şimdi insanlar istikbalde
hedefledikleri şeylere ulaşmak için tam gayret ve kuvvetlerini birleştirip
çalışıyorlar ama esas yapılması gerekeni unutuyorlar. Önce müslüman olmalı,
sonra İslamın Kur'an'ın emri ne ise onu yapmalı. Sıralamada yapılan hatadan
dolayı insanlar kendi elleriyle kendilerini ateşe atıyorlar, hem bu dünyaları
huzursuz, hem de öteki dünyaları perişan oluyor. Şimdilik bu işi yaparım,
ileride işleri yoluna koyunca veya emekliye ayrılınca, iyi bir müslüman olurum
diye müslüman olmak erteleniyor, belki de işler yoluna konulmadan ve emeklilik
gerçekleşmeden ecel yakalayıveriyor ve iş tümden bitiyor. Allah korusun
cümlemizi. [33]
1314. Enes radıyallahu anh' den
rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa
bile dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehit, gördüğü aşırı itibar ve
ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehit olmayı ister."
Bir rivayette: "Şehitliğin faziletini gördüğü
için" denilir.[34]
1315. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Şehidin kul borcu dışındaki bütün günahlarını Allah
bağışlar."[35]
* Yani şehidlik kul borcu
dışındaki tüm günahlara keffaret olmuş oluyor. Bu konuda 943 no'lu hadise ve 1371
nolu hadisin açıklamasına bakınız. [36]
1316. Ebû Katâde radıyallahu
anh' den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâb arasında ayağa kalktı ve "Allah yolunda cihad ve Allah'a iman
etmek amellerin en faziletlisidir" diye hatırlattı. Bunun üzerine bir
adam ayağa kalkıp:
–Yâ Resûlallah! Şayet Allah
yolunda öldürülürsem, bu benim günahlarıma kefâret olur mu? diye sordu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona:
–"Evet, şayet sen sabrederek, ecrini de sadece Allah'tan
bekleyerek, cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup Allah yolunda
öldürülürsen, günahlarına kefâret olur" buyurdu. Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
–"Nasıl demiştin?" diye sordu. Adam:
–Şayet ben Allah yolunda
öldürülürsem günahlarıma kefâret olur mu? diye sözünü tekrarladı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona:
–"Evet, şayet sen sabrederek, ecrini sadece Allah'tan bekleyerek,
cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup Allah yolunda öldürülürsen,
günahlarına kefâret olur. Ancak borçların bunun dışındadır. Bunu bana Cibrîl
söyledi" buyurdu.[37]
* Cepheden kaçmamak
şartıyla Allah'ın dini olan İslam'ı diğer tüm dinlere ve hayat tarzlarına üstün
gelsin için sabır ve metanetle kim savaşıp, gayret edip o gayret içerisinde de
ölür veya öldürülürse o kimse gerçek manada şehid olur. Kul borçları
haricindeki tüm günahları da Allah tarafından bağışlanır. Cihad geniş anlamıyla
Allah'ın adını yüceltmek ve hak din olan İslamı bütün insanlığa ulaştırmak için
yapılan tüm savaşlar, dini tebliğ faaliyetleri ve her türlü İslami çalışma ve
gayreti de içine alır. Şehidlik alelade bir ölüm değildir. Dünyada
ulaşılabilecek en büyük mertebedir. [38]
1317. Câbir radıyallahu anh şöyle
dedi:
Bir adam:
–Yâ Resûlallah! Eğer Allah
yolunda öldürülürsem ben nerede olacağım, dedi. Resûl–i Ekrem:
–"Cennette" diye cevap verdi. Bunun üzerine adam elinde
bulunan hurmaları attı, sonra düşmanla savaştı ve neticede şehit düştü.[39]
1318. Enes radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabı yola çıktı ve müşriklerden
önce Bedir'e vardılar. Müşrikler de geldiler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sizden hiçbiriniz, ben başında olmadıkça herhangi bir şey
yapmasın". Sonra müşrikler yaklaştı; bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete girmek üzere
ayağa kalkınız!" buyurdu. Enes der ki:
Ensardan Umeyr İbn Hümâm
radıyallahu anh:
–Yâ Resûlallah! Genişliği
göklerle yer arası kadar olan cennet mi? diye sordu. Peygamberimiz:
–"Evet" buyurdu. Umeyr:
–Ne iyi, ne âlâ! dedi. Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem:
–"Niye öyle söyledin?" diye sordu. Umeyr:
–Allah'a yemin ederim ki, yâ
Resûlallah, cennet ehlinden olmayı istediğim için öyle söyledim, başka maksadım
yok, dedi. Resûl–i Ekrem:
–"Şüphesiz sen cennetliksin" buyurdu. Umeyr, bu söz
üzerine torbasından bir kaç hurma çıkartıp onları yemeye başladı. Sonra:
–Eğer şu hurmalarımı yiyinceye
kadar yaşarsam, bu gerçekten uzun bir hayattır, diyerek elindeki hurmaları
attı, sonra şehit oluncaya kadar müşriklerle savaştı.[40]
* Hayırlı işlerde acele
etmek gerekli zaman kaybetmeden o işi yapıp sevabına nail olmak ve hayrı
gerçekleştirmek esastır. [41]
1319. Yine Enes radıyallahu
anh şöyle dedi:
Birtakım kimseler Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek,
bize Kur'an'ı ve Sünnet'i öğretecek insanlar gönderseniz, dediler. Resûl–i
Ekrem, içlerinde dayım Harâm'ın da bulunduğu, ensârdan kendilerine kurrâ
denilen yetmiş kişiyi onlara gönderdi. Bunlar Kur'an okuyor, geceleri onu
aralarında müzakere edip öğreniyorlardı. Gündüzleri ise su getirip mescide
koyuyorlar, odun toplayıp onu satıyor, bedeliyle de Suffe ehline ve fakirlere
yiyecek satın alıyorlardı. İşte Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem onlara bu kişileri göndermişti. Fakat gidecekleri yere
varmadan önlerine çıktılar ve onları öldürdüler. Onlar (öldürülmeden önce):
–Allahım! Bizim haberimizi
Peygamberimiz'e ulaştır. Bizler sana kavuştuk ve senden razı olduk; sen de
bizden razı oldun, dediler.
Bir adam, yaklaşıp Enes'in dayısı
Harâm'a mızrağını sapladı, hatta vücudunun bir tarafından öbür tarafına geçirdi.
Bunun üzerine Harâm:
–Kâbe'nin Rabbine yemin ederim
ki, cenneti kazandım gitti, dedi. Bu olay üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Şüphesiz ki din kardeşleriniz öldürüldüler. Onlar hem de şöyle
dediler: Allahım! Bizim haberimizi Peygamberimiz'e ulaştır. Bizler sana
kavuştuk ve senden razı olduk; sen de bizden razı oldun" buyurdu.[42]
* İslam Tarihinde Bi'ri
Maune faciası diye bilinen bu olay H. 4. yılda olmuştur. Necidlilerden Beni
Süleym kabilesi Ri'l, Zekvan, Usayye ve Beni Lihyan kolları ile birlikte gelip
düşmanlarına karşı imdad ve Kur'an hadis öğretecek öğretmenler istemek üzere
gelmişlerdi. Fakat yolda hepsi müşrikler tarafından şehid edildiler, bunların
haberlerini de Cibril Peygamberimize bildirmiştir. Bu konuda geniş bilgi için
İslam Tarihi kitapları Asrı Saadetten 1/270 ve Tecrid Tercemesi 3/240
sayfalarına bakılabilir. [43]
1320. Yine Enes radıyallahu
anh şöyle dedi:
Amcam Enes İbni Nadr radıyallahu anh Bedir Savaşı'na
katılmamıştı. Bu ona çok ağır geldi. Bu sebeple:
–Yâ Resûlallah! Müşriklerle
yaptığın ilk savaşta bulunamadım. Eğer Allah Taâlâ müşriklerle yapılacak bir savaşta
beni bulundurursa, neler yapacağımı muhakkak Allah görür, dedi.
Uhud Savaşı'nda müslüman safları
dağılınca, Enes İbni Nadr –arkadaşlarını kastederek–Rabbim, bunların yaptıklarından
dolayı özür beyan ederim, dedi. –Müşrikleri kestederek de–, bunların
yaptıklarından da uzak olduğumu arzederim, deyip ilerledi. Derken Sa'd İbni
Muâz ile karşılaştı ve:
–Ey Sa'd İbni Muâz! İşte cennet.
Nadr'ın Rabbine yemin ederim ki, Uhud'un yakınlarından ben onun kokusunu
alıyorum, dedi. Sa'd (bu olayı anlatırken):
–Ben onun yaptığını yapmaya güç
yetiremedim, yâ Resûlallah! dedi. Hadisin ravisi Enes, amcasıyla ilgili olayı
şöyle anlatır:
Amcamı şehit edilmiş olarak
bulduk. Vücudunda seksenden fazla kılıç darbesi, mızrak yarası ve ok izi vardı.
Müşrikler ona müsle yapmış, uzuvlarını kesmişlerdi. Bu sebeple onu hiç kimse
tanıyamadı. Sadece kız kardeşi parmak uçlarından tanıyabildi.
Enes, biz şu âyetin amcam ve onun
gibiler hakkında inmiş olduğu görüşündeyiz, dedi:
"Mü'minler içinde öyle yiğit erkekler vardır ki, Allah'a
verdikleri sözlerinde durdular. Onlardan kimi ahdini yerine getirdi (çarpışıp
şehit düştü), kimi de sırasını bekliyor. Bunlar sözlerini asla
değiştirmemişlerdir." (Ahzâb: 33/23)[44]
* Cesur ve yiğit sahabiler
Allah yolunda şehid olabilme uğrunda çok büyük gayretler sarfetmişler, değişik
savaşlarda şehid olamadıkları için bir sonraki savaşta şehid olmayı arzu ederek
kahramanca savaşmaya and içerek böyle sözler söylemişlerdir. Cennetin kokusunu
Uhud'da alıyorum diye şehidliğe koştuğunu anlatmıştır. Cihad saflarında nasıl
çarpışılacağının örneğini vererek herkesin takdirini kazanarak seksenden fazla
yara almıştır. Dolayısıyla müslüman kişi şehidlik, cihad vb. güzel şeyleri
yapmayı vaad edebilir. Allah da böyle güzel şeyler vaadedenlerden razı olur ve
onların isteklerini yerine getirir. Mü'mine de ma'ruf ve meşru yollarda verdiği
sözü yerine getirmek yaraşır. [45]
1321. Semüre radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bu gece rüyamda iki adam gördüm. Yanıma gelip beni bir ağaca
çıkardılar, sonra da bir eve götürdüler. O ev, şimdiye kadar benzerini
görmediğim güzellik ve değerde idi. Sonra o iki kişi bana:
Bu eşsiz ev, şehitler sarayıdır, dedi."[46]
1322. Enes radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre, Ümmü Hârise İbni Sürâka diye bilinen Ümmü Rübeyyi'
Binti Berâ, Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem'e geldi ve:
–Yâ Resûlallah! Bana Hârise'den
haber verir misiniz? –Hârise Bedir Savaşı'nda şehit düşmüştü–. Eğer cennette
ise sabredeceğim; böyle değilse ona ağlamaya çalışacağım, dedi. Peygamber
Efendimiz:
–"Ey Ümmü Hârise! Şüphesiz cennetin içinde cennetler vardır; senin
oğlun bunların en yücesi olan Firdevs cennetindedir" buyurdu.[47]
1323. Câbir İbni Abdullah radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Babamın müsle yapılmış cesedi
getirilip Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem'in önüne konuldu. Yüzünü açmak üzere gittim, fakat oradaki topluluk
bana engel oldu. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
"Melekler ara vermeksizin onu kanatlarıyla
gölgelendiriyorlar" buyurdu.[48]
1324. Sehl İbni Huneyf radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Allah Taâlâ'dan bütün kalbiyle şehitlik dileyen bir kimse,
yatağında ölse bile, Allah ona şehitlik mertebesine ulaştırır."[49]
* Ameller niyetlere göre
değer bulur hadisine göre kişi iyi niyetlerine göre mutlaka bu dünyada veya
öteki dünyada ecir alır, hiçbir ameli karşılıksız kalmaz. (Bu konuda 11
numaralı hadis okunursa konu daha iyi anlaşılır.) [50]
1325. Enes radıyallahu anh' den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Şehitliği gönülden arzu eden bir kimse, şehit olmasa bile sevabına
nâil olur."[51]
1326. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sizden biriniz karıncanın ısırmasından ne kadar acı duyarsa,
şehit olan kimse de ölümden ancak o kadar acı duyar."[52]
1327. Abdullah İbni Ebû Evfâ radıyallahu
anhümâ' dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem düşmanla karşılaştığı günlerden birinde
güneş batıya meyledinceye kadar bekledi. Sonra ashâbın arasında ayağa kalktı
ve:
"Ey müslümanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz;
Allah'tan afiyet dileyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabrediniz. Biliniz
ki cennet kılıçların gölgesi altındadır" buyurdu. Resûl–i Ekrem sonra
sözüne devamla şöyle dua etti:
"Ey Kur'an'ı indiren, bulutları gökyüzünde gezdiren ve düşman
saflarını darmadağın eden Allah'ım! Şu düşmanları perişan et ve bizi onlara
karşı muzaffer kıl."[53]
1328. Sehl İbni Sa'd radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"İki dua reddolunmaz veya pek nadir reddolunur: Bunlar ezan
okunurken yapılan dua ile savaş anında düşmanla boğaz boğaza gelindiği sırada
yapılan duadır."[54]
* Duanın kabul edilebileceği yerler ve kimseler bu ve
başka hadislerden öğrendiğimize göre şöyledir:
Kimseler
1. Darda ve sıkıntıda kalan
2. İnancı ne olursa olsun zulüm gören
3. Ana babanın çocuklarına
4. İmanlı ve adaletli devlet reisi
5. Salih insanlar
6.
İftar açtığı esnada oruçlu kimse
7. Müslümanların birbirlerine haberleri yokken
ettikleri dualar
8. Zulmetmeyen akraba ile bağını koparmayan kimse
9. Günahından tevbe eden kimse
1. Kadir gecesi,
2. Kurban bayramı arifesi,
3. Ramazan ayı,
4. Cuma gecesi,
5. Cuma günü,
6. Cuma günü icabet saati,
7. Gecenin ortası,
8. Ezan okunduğu sırada,
9. Ezanla kamet arası,
10. Farz namazların sonunda,
11. Secde arasında,
12. Kur'an okunduğu esnada,
13. Zemzem suyu içilirken,
14. Allah'ın adının anıldığı mescidlerde.
15. Seher vakitlerinde[55]
1329. Enes radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gazâya çıktığı zaman şöyle dua ederdi:
"Allahümme ente adudî ve nasîrî, bike ehûlü ve bike esûlü ve bike
ukâtilü: Allah'ım! Benim dayanağım ve yardımcım sadece sensin. Senin sayende
hareket ediyorum; senin yardımın sayesinde düşmana hücum ediyorum; senin
verdiğin güç ve kuvvet sayesinde düşmanla savaşıyorum."[56]
1330. Ebû Mûsâ radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem bir topluluktan endişe duyduğu zaman şöyle dua ederdi:
"Allahümme innâ nec‘alüke fî nühûrihim ve ne‘ûzü bike min
şürûrihim: Allahım! Senin korumanı onlara karşı siper ediniyoruz. Onların
şerlerinden sana sığınıyoruz."[57]
1331. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ' dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kıyamet gününe kadar atların alınlarına hayır
düğümlenmiştir."[58]
1332. Urve el–Bârikî radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kıyamet gününe kadar atların alınlarına hayır, yani ecir ve
ganimet düğümlenmiştir."[59]
1333. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim Allah'a gerçekten inanarak ve va'dine gönülden bağlanarak
O'nun yolunda cihad etmek için at beslerse, o atın yediği, içtiği, gübresi ve
bevli kıyamet gününde o kimsenin sevapları arasında olacaktır."[60]
1334. Ebû Mes'ûd radıyallahu
anh şöyle dedi:
Bir adam, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e
yularlanmış bir deve getirdi ve:
– Bunu Allah yolunda bağışladım, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Bunun karşılığı olarak sana kıyamet gününde hepsi yularlanmış
yedi yüz deve verilecektir" buyurdu.[61]
1335. Kendisine Ebû Suâd, Ebû Esed, Ebû Âmir, Ebû Amr, Ebü'l–Esved
veya Ebû Abs de denilen, Ebû Hammâd Ukbe İbni Âmir el–Cühenî radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem' i minberde:
"Düşmanlarınız için elinizden geldiği, gücünüzün yettiği kadar
kuvvet hazırlayınız. Dikkat ediniz! Kuvvet atmaktır; kuvvet atmaktır; kuvvet
atmaktır" buyururken işittim.[62]
1336. Yine Ukbe İbni Âmir radıyallahu
anh' den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Yakında size bir çok yerlerin fethi nasip olacaktır. Allah size
yeter. Sizden biriniz oklarıyla tâlim yapmaktan bıkıp usanmasın."[63]
1337. Yine Ukbe İbni Âmir radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim atıcılık öğrenir de sonra onu terkederse bizden değildir
(veya muhakkak isyan etmiştir)."[64]
* Bu ve benzeri
hadislerden öğrendiğimiz müslümanın savaş için "kuvvet" ve
"atmak" tabirleriyle ifade edilen tüm savaş aletlerinin hazırlık
safhası olan savaş eğitimi ve tatbikatını içine alır. Bu öğretilere göre
müslüman her devrin şartlarına göre uygun silahları kullanmalı ve kullanmayı da
unutmamaları gerekir. Bu dünya sulhu ve selameti için gereklidir. Müslümanların
her devir ve her zamanda güçlü kuvvetli olmaları, bu hazırlıkları yapmaları,
İslam düşmanlarının onlara karşı besledikleri kötü niyet ve düşünceleri önler
ve onların kalplerine korku salar. (Bkz. Enfal: 8/60; Mümtahine: 60/1)
Atıcılık, binicilik ve benzeri savaş becerilerini öğrendikten sonra unutmamak
ve terketmemek gerekir. Bu dini ve dünyayı korumanın temel şartından biridir. [65]
1338. Yine Ebû Hammâd Ukbe İbni Âmir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
"Allah Teâlâ bir ok sebebiyle üç kimseyi cennete koyar: Hayır ve
sevap umarak o oku yapan sanatkârı, bu oku Allah yolunda atanı, oku atana
yardımcı olanı. Atıcılık ve binicilik öğreniniz. Atıcılık öğrenmeniz binicilik
öğrenmenizden bana göre daha sevimlidir. Kim kendisine atıcılık öğretildikten
sonra ondan yüz çevirirse, Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimete karşı şükrünü
terketmiş veya küfrân–ı nimet etmiş olur."[66]
1339. Seleme İbni Ekva‘ radıyallahu
anh şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem atış müsabakası yapan bir topluluğa
uğradı ve:
"Ey İsmâiloğulları! Atınız; çünkü babanız İsmâil de atıcı
idi" buyurdu.[67]
1340. Amr İbni Abese radıyallahu
anh' den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim Allah yolunda bir ok atarsa, onun bu hareketi bir köleyi âzat
etme sevabına denktir."[68]
* Malum, İslam'da yapılan
iyiliklere verilen mükafat en az 10 katından başlayarak 700 ve yediyüzün
katlarıyla otuzbine varacak kadar katmerli biçimde verilir. (Bkz. En’am: 6/160,
Bakara: 2/261, Kadr: 97/3) [69]
1341. Ebû Yahyâ Hureym İbni Fâtik radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
"Allah yolunda malını harcayana, harcadığının yedi yüz misli ecir
verilir."[70]
1342. Ebû Saîd radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bir kul Allah yolunda bir gün oruç tutarsa, bu oruç sebebiyle
Cenâb–ı Hak onun yüzünü yetmiş senelik mesâfeden cehennem ateşinden
uzaklaştırır."[71]
1343. Ebû Ümâme radıyallahu
anh' den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bir kimse Allah yolunda bir gün oruç tutarsa, Cenâb–ı Hak onunla
cehennem arasında yerle gök genişliğinde bir hendek açar."[72]
1344. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh' den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim gazâ etmeden ve gönlünde gazâ etme arzusu taşımadan vefat
ederse, bir tür nifak üzere ölür."[73]
* Gerçek müslüman cihadın
her türlüsüne katılmalı, katılma imkanı bulamayanlar da kalb ve gönüllerinde bu
niyeti taşımalılar. Cihada katılmaz ve bunu niyetinden geçirmeme münafıklık
işidir. [74]
1345. Câbir radıyallahu anh şöyle
dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile bir gazvede beraberdik. Resûl–i
Ekrem şöyle buyurdu:
"Şüphesiz Medine'de birtakım insanlar var ki, siz bir yolda yürür
veya bir vadiyi geçerken sanki sizinle beraberdirler. Onları hastalık
alıkoymuştur."[75]
Bir rivayette şöyledir: "Onları geçerli mazeretleri
alıkoymuştur."[76]
Bir başka rivayette
ise şöyledir: "Onlar sevapta size
ortak olurlar."[77]
1346. Ebû Mûsâ radıyallahu
anh' den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem' in yanına bir bedevî geldi ve:
–Yâ Resûlallah! Bir adam ganimet
için savaşıyor; bir başkası kendinden bahsedilsin diye savaşıyor; bir diğeri de
kahramanlıktaki yerini göstermek için savaşıyor.
Bir rivayete göre: Kahramanlık
taslamak için ve ırkının üstünlüğünü göstermek için savaşıyor.
Bir başka rivayete göre:
Gazabından dolayı savaşıyor! Şimdi kim Allah yolundadır? diye sordu. Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem:
–"Kim Allah'ın dini daha yüce olsun diye savaşırsa, sadece o Allah
yolundadır" buyurdu.[78]
* Allah yolunda savaşıp
şehid olan ancak bu üçüncü gruba dahil olan kimselerdir, değilse başka kimseler
şehid olmazlar. Her dinin kendisine göre bir şehidi vardır, her hayat tarzı ve
yaşam biçiminin de yine bir şehidi vardır. Devrim şehidi, basın şehidi gibi.
Gerçek şehid kimdir konusunda kitabımızın 8 numaralı hadisi ve hükmen şehid
olan 1354-1358 numaralı hadislere bakınız. [79]
1347. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Cihada çıkan bir birlik veya seriyye savaşır, ganimet alır ve
ölümden kurtulursa, ecirlerinin üçde ikisini önceden peşinen almış olurlar. Bir
birlik veya seriyye cihada çıkar, ganimet elde edemez, şehit olur veya yaralı dönerlerse
onların ecirleri ahirette tam olarak verilir."[80]
1348. Ebû Ümâme radıyallahu
anh' den rivayet edildiğine göre, sahâbeden bir adam:
–Yâ Resûlallah! Seyahata çıkmam
için bana izin ver, dedi. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
–"Şüphesiz ki ümmetimin seyahati Azîz ve Celîl olan Allah yolunda
cihada çıkmaktır" buyurdu.[81]
* Bu sahabi kimse Osman
ibni Maz'un'dur. Kendisi peygamberimize gelerek kendisini hadımlaştırmak için
izin istemişti. Peygamberimiz buna müsaade etmeyip, ümmetimin şehvetini önleme
yolunun oruç tutmak olduğunu bildirmiş, ruhbanlığın caiz olmadığını bildirip
seyahat ve gezinti için izin isteyince de ümmetimin seyahatinin cihad olduğunu
haber vermiştir. Ticaret, ilim öğrenmek, hastalığa çare aramak gibi faydalı
seyahatlerin yanısıra gayesiz ve maksatsız zaman öldürmek haram ve yasakları
işlemek için bulunduğu memleketten çıkmayı İslam seyahat olarak kabul etmez.
Kendi memleketinden müslüman ancak cihad için çıkabilir. Bu davet, emr-i
bi'l-ma'ruf nehyi ani'l-münker için olabilir. O zaman yapılan tüm seyahatler
bir nevi cihad yapmış gibi sayılır. [82]
1349. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Gazve dönüşü de sevap açısından gazveye gidiş gibidir."[83]
* Cihadın her anı kişiye
sevap kazandırır. Giderken de sevap kazanılır, dönüşte de aynı sevap kazanılır.
Çünkü hepsi Allah'ın rızasını kazanmak için yapılmıştır. [84]
1350. Sâib İbni Yezîd radıyallahu
anh şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Tebük Gazvesi' nden dönünce, sahâbe–i
kirâm kendisini karşılamaya çıkmıştı. Ben de Resûl–i Ekrem'i çocuklarla
birlikte Seniyyetü'l–vedâ'da karşılamıştım.[85]
Buhârî'nin rivayeti şöyledir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem' i karşılamak üzere çocuklarla birlikte
Seniyyetü'l–vedâ'ya gittik.[86]
* Cihada gidenleri
uğurlamak ve cihaddan dönenleri ise karşılamak İslami adetlerden biridir ve
sünnettir. Kıyamete kadar bu gaye ile gidenler şehid olmaları için uğurlanır,
dönüşte de gazi olarak karşılanırlar. [87]
1351. Ebû Ümâme radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim gazâya çıkmaz veya gazâya çıkan bir mücâhidi techiz etmez ya
da cihada çıkan gazinin aile fertlerine hayırla muamele etmezse, Allah Teâlâ o
kimseyi kıyamet gününden önce büyük bir belâya uğratır."[88]
* Allah'ın dinine yardım
hususunda hiçbir ideal taşımayan ve her türlü hayırlardan yani cihada çıkmamak,
çıkana yardımcı olmamak, cihada çıkanın arkada kalan aile fertlerine destek
olmamak, arka çıkmamak gibi faaliyetlerden mahrum kalırsa, her türlü sevap ve
korunmadan mahrum kalıyor demektir. Bu tip kimseler bela ve musibetlere
uğrarlar. Allah yolunda cihaddan ve cihada yönelik geri hizmetten yüz çeviren
kimse ve toplumlar her türlü bela ve musibeti hak etmiş olurlar. [89]
1352. Enes radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad
ediniz."[90]
* Cihadın ana esaslarıyla
ilgili genel talimat niteliği taşımaktadır. "Dil ile Cihad" demek,
mücahidleri cihaddan önce ve cihad esnasında düşmanla savaşa teşvik edici,
onların cesaret ve şecaatlarını coşturucu vasıfta sözler söyleyip, şiir ve
makaleler yazarak faaliyet göstermek, cihadın bir parçası sayılır. Kafir ve
müşriklerin kınanması, tehdid ve kötü akibetlerinin ortaya konulması, sapıklık
ve batıl yolda olmalarının ortaya konulması ve morallerinin bozulması da dil
ile cihadın bir çeşididir. Cihadın her çeşidinin toplumda canlı tutulması bir
vazifedir. Bu konuda cihad ayetleri olan (Bakara: 2/218, Al-i İmran: 3/142,
Maide: 5/54, Enfal: 8/72, 74, Tevbe: 9/20, 41, 88, Hucurat: 49/15, Saff:
61/11)'e bakınız. [91]
1353. Ebû Hakîm de denilen Ebû Amr Nu'mân İbni Mukarrin radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile bir arada bulundum. Gündüzün
evvelinde harbe başlamadığı zaman, savaşı güneşin öğleden sonra batı tarafa
yöneldiği, rüzgârların esip ilâhî yardımın ineceği vakte kadar ertelerdi.[92]
* Rasûlullah'ın
savaşlardaki uygulamaları yani savaş taktiği ashab tarafından dikkatle takip
edilmiş ve bu zamanlamaya çok dikkat ettiği tesbit edilmiştir. İnsanların akıl,
idrak ve her türlü güçlerini kullandıkları zamanların en zayıfı olan vakitlerde
savaşa başlardı, savaş stratejisi açısından bu husus üzerinde durulmaya
değerdir. Çünkü insanların yorgun, bitkin ve bıkkın oldukları anlar cihadın
neticesine doğrudan tesir eder. Havanın serinlemesi ve rüzgarın esmesi,
Allah'ın yardımının bir eseridir. Rasûlullah (s.a.v.) harp siyasetini ve
stratejisini en iyi bilendi.[93]
1354. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh' den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Karşılaştığınız zaman da
sabır ve sebat gösteriniz."[94]
* Savaş istenmez ama
savaşla karşılaşınca da sabır ve sebat gösterilir, savaştan kaçılmaz. İslam
dini savaşı istemeyi emretmez, fakat herhangi bir sebeple savaş çıkarsa
müslümanlar o savaşa katılmak, savaşta sabır ve dirençli olmak durumundadırlar. [95]
1355. Ebû Hüreyre ve Câbir radıyallahu
anhümâ' dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Harp hileden ibarettir."[96]
* Aldatmak, hile yapmak,
kalbinde gizlediği niyeti açığa vurmak gibi anlamlara gelen hud'a kelimesine
göre müslümanlar harb esnasında nasıl imkan bulurlarsa o şekilde hile yaparak
harbi kazanmaya çalışırlar, yalanın söylenebileceği üç yerden birisi de
savaştır. (Bkz. 1548 no'lu hadis) İslam ordusunun sayısını gizlemek, azı çok
göstermek gibi harb taktiği çeşidinden herşeyi müslümanlar yapabilir, sulh halindeki
şartlar savaşta beklenemez. Düşmanı yanıltmak için her türlü hileye
başvurulabilir. [97]
Bu bölümdeki beş hadis-i şeriften
şehidliğin 5 çeşit olduğunu, bunların da; bulaşıcı hastalık, ishal, suda
boğulma, göçük altında kalma ve Allah yolunda savaşırken şehid olma gibi
durumlar olduğunu, malını müdafa etmek için öldürülen, canını kurtarmak için
mücadele ederken öldürülen, dini ve ailesi uğrunda öldürülenlerin de şehid
olacaklarını öğreneceğiz. [98]
1356. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Şehitler beş kısımdır: Bulaşıcı hastalığa yakalanan, ishale
tutulan, suda boğulan, göçük altında kalan ve Allah yolunda savaşırken şehit
olanlar."[99]
1357. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– "Siz kimleri
şehit sayıyorsunuz?" diye sordu. Sahâbîler:
– Yâ Resûlallah! Kim Allah
yolunda öldürülürse o şehittir, dediler. Peygamber Efendimiz:
– "Öyleyse ümmetimin şehitleri oldukça azdır" buyurdu.
Ashâb:
– O halde kimler şehittir, yâ
Resûlallah! dediler. Resûl–i Ekrem:
– "Allah yolunda öldürülen şehittir; Allah yolunda ölen şehittir;
bulaşıcı hastalıktan ölen şehittir; ishalden ölen şehittir; boğularak ölen
şehittir" buyurdu.[100]
1358. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Malı uğrunda öldürülen kimse şehittir."[101]
* Gerçekten şehid olan
kimsenin tarifi 8 numaralı hadiste yapılmıştı. Bu bölümde ise hükmen şehid
denilenler açıklanmaktadır. Bunlar da
pekçok sahih hadislerde değişik çeşitleri vardır.
1. Bulaşıcı hastalığa
yakalanan,
2. İshalden dolayı
hayatını kaybeden,
3. Suda boğularak can
verenler,
4. Göçük altında kalarak
ölen,
5. Allah yolunda
savaşırken ölen (Gerçek şehid budur),
6. Malını korumak uğrunda
ölen. [102]
1359. Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Ebü'l–A‘ver Saîd
İbni Zeyd İbni Amr İbni Nüfeyl radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Malı uğrunda öldürülen şehittir; kanı uğrunda öldürülen şehittir;
dini uğrunda öldürülen şehittir;
ailesi uğrunda öldürülen şehittir."[103]
1360. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e bir adam geldi ve:
–Yâ Resûlallah! Bir kişi gelip
malımı almak isterse ne yapayım? dedi. Resûl–i Ekrem:
– "Ona malını verme" buyurdu.
– Benimle savaşmaya kalkarsa ne
dersin? diye sordu;
– "Sen de onunla savaş" cevabını verdi.
– Adam beni öldürürse? dedi;
Peygamberimiz:
– "Sen şehit olursun" buyurdu.
– Peki ben adamı öldürürsem?
deyince, Efendimiz:
– "O cehennemdedir" buyurdu.[104]
* 1354-1355-1356
hadislerde altı çeşidi sayılan şehidlerin yanısıra buradaki 1357-1358 numaralı
hadislerde açıklananlarla birlikte şehid sayısı ona çıkmaktadır:
7. Kendi kanını ve canını
kurtarmak uğrunda öldürülen,
8. Dinini korumak uğrunda öldürülen,
9. Ailesi ve çoluk
çocuğunun malı ve canı uğrunda
öldürülen,
10. Malını koruma ve
vermemek uğrunda mücadele ederken öldürülen kimse de hükmen şehid olup, böylece
birisi gerçek şehid, dokuzu hükmen şehid olarak şehid cinsi ona çıkmaktadır. [105]
Bu bölümdeki bir ayet ve iki
hadisten, köle azad edebilecek meblağı gözden çıkarıp vermenin nefse çok zor
gelen bir harcama olduğuna, azad edilen kölenin herbir organı için azad edenin
tüm organlarının cehennem ateşinden korunacağını, azad edilecek kölenin değer
ve kıymetinin yüksek oluşuyla sevabının da yüksek olacağını öğreneceğiz. [106]
"Ama o sarp yokuşu
tırmanıp geçemedi. Bilir misin nedir o sarp yokuş? İnsanoğlunu bütün sömürü ve
boyunduruklardan kurtarmaktır." (Beled, 90/11-13)
1361. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim müslüman bir köleyi âzat ederse, Allah Teâlâ onun her uzvuna
karşılık âzat edenin bir uzvunu cehennem ateşinden kurtarır. Hatta üreme uzvuna
karşılık üreme uzvunu da ateşten âzat eder."[107]
1362. Ebû Zer radıyallahu anh
şöyle dedi:
– Yâ Resûlallah! Yapılan işlerin
hangisi daha faziletlidir? diye sordum,
– "Allah'a iman ve Allah yolunda cihad etmek" buyurdu.
– Hangi köleyi âzat etmek daha
faziletlidir? dedim,
– "Sahibi yanında en kıymetli ve fiatı en yüksek olanı"
buyurdular.[108]
* Kölelik yani Rakabe
kelimesi esasen boyun anlamına gelir. Böyle denilmesinin sebebi kölenin manen
boynundan bağlanmış gibi olduğuna işaret etmek içindir. Erkeğine köle kadın
cinsine de cariye denir. Bugün kölelik müessesesi kitaplarımızda yazıldığı gibi
savaştan elde edilen köle pazarlarında alınıp satılan çeşidiyle yoktur, fakat
Kur'an'daki ve hadislerdeki köle azadı ile alakalı ayetler (Nisa: 4/92; Maide:
5/89; Mücadele: 58/3) ve hadislere göre bugünkü müslüman, bu köleyi hürriyetine
kavuşturma işini nasıl yapacaktır? Bu soru her zaman herkes tarafından sık
olarak sorulur ve cevap bulunmaz. Bizim kanaatimiz şudur ki, bugün bağımlılık
diyebileceğimiz hastalığa kapılmış kişilerin kurtarılarak bağımsızlığa
kavuşturulması gerekir. Meşru ölçüler içerisinde büyük borç altında kalmış ve
yoksulluğun tutsağı haline gelmiş kimselerin kurtarılması gerekir veya müslüman
olduğundan dolayı siyasi tutuklu durumunda olan siyasi tutuklular ve müslüman
olduğu için terörist kabul edilen kimselerin içinde bulundukları
tutsaklıklardan kurtarılmaları demektir. Özlü söylemek gerekirse, Beled:
90/13'de belirtildiği üzere müfessir Beğavi tarafından nakledilen İkrime ve
müfessir Fahreddin Razi'nin yorumu olarak "İnsanoğlunun tüm
boyunduruklarından kurtarılması" demektir. Bu boyunduruk, bu zincir,
bu tutsaklık, bu sömürü sosyal, ekonomik veya politik biçimlerini de kapsar.
Dolayısıyla siyasi yasaklılar bir tutsaktır, değişik usta ve sanatkarlar yine
ayrı bir ekonomik tutsak durumundadır. Sosyal hayatta namusunu satılığa çıkaran
kadınlar da bir nevi tutsaktır. Hepsinin değişik şekillerde kurtarılması
gerekir. [109]
Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften ellerimizin
altında bulunan her kişiye de iyilikte bulunmamız gerektiğini, onlara
yediğimizden yedirip giydiğimizden giydirmemiz gerektiğini, hakkından
gelemiyecekleri işleri onlara yüklemememiz gerektiğini, aynı sofrada yemesek
bile o yiyeceğimizden bir miktarını ayırmamız gerektiğini öğreneceğiz. [110]
"Yalnızca Allah'a kulluk
edin ve ondan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayın. Ana babaya, yakın
akrabaya, yetimlere, muhtaçlara, kendi çevrenizde olan komşulara, uzak
komşulara, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve elinizin altındaki hizmetçi
ve işçilere iyilik yapın iyi davranın. Doğrusu Allah, kendini beğenip
böbürlenenleri sevmez." (Nisa: 4/36)
1363. Ma'rûr İbni Süveyd şöyle dedi:
Ben, Ebû Zer radıyallahu anh'ı üzerinde değerli bir elbise ile gördüm. Aynı
elbiseden kölesinin üzerinde de vardı. Kendisine bunun sebebini sordum; Ebû
Zer, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem zamanında bir adama sövdüğünü ve onu annesinden dolayı ayıpladığını
anlattı. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle
dedi:
"Sen, kendisinde Câhiliye huyu bulunan bir kimsesin. Onlar sizin
hizmetçileriniz ve aynı zamanda kardeşlerinizdir. Allah onları sizin himayenize
vermiştir. Kimin himayesinde bir kardeşi varsa, kendi yediğinden ona yedirsin,
giydiğinden de giydirsin. Onlara üstesinden gelemeyecekleri şeyleri
yüklemeyiniz. Şayet yükleyecek olursanız kendilerine yardım ediniz."[111]
1364. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sizden birinize hizmetçisi yemeğini getirdiğinde, şayet onu
yanına oturtmazsa, kendisine bir iki lokma (veya bir iki çiğnem) versin. Çünkü
yemeği o yapmıştır."[112]
* Bu iki hadiste köle,
hizmetçi, işçi, yardımcı, çırak, kalfa gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Böyle
kimse kullananlar ve çalıştıranlar ağır yükler yüklememeliler, eğer yükleri
ağır olursa, yardım etmeliler. Yemeklerini de beraber yemezlerse aynı yemekten
onlara da yedirsinler diyerek toplum içinde gerçek hoşgörü ve adaletin nasıl
gerçekleşeceğini bize öğretmektedir. [113]
Bu bölümdeki dört
hadisten; hem Allah'a hem de efendisine samimi davranan kölelere iki kat
mükafat olduğunu, iki kat mükafat alacak üç sınıf insandan birinin de hem
Allah'ın hem de efendisinin hakkını yerine getiren köle olduğunu öğreneceğiz. [114]
1365. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bir köle efendisine hizmetinde samimi davranır ve Allah'a güzelce
ibadet ederse onun için iki kat ecir vardır."[115]
1366. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Efendisine hizmette samîmî olan bir köle için iki kat ecir vardır."
Ebû Hüreyre'nin canını kudretiyle
elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda cihad, hac ve anneme iyilik
emri olmasaydı, köle olarak ölmek isterdim.[116]
1367. Ebû Mûsâ el–Eş'arî radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Rabbine güzelce ibadet eden, efendisine karşı vazifelerini
hakkıyla ve samimiyetle yerine getiren, ona itaat eden köle için iki ecir
vardır."[117]
1368. Yine Ebû Mûsâ el–Eş'arî radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Üç sınıf insan vardır ki, onların sevapları iki kattır: Kitap
ehlinden olup da hem kendi peygamberine hem de Muhammed sallallahu aleyhi ve
sellem'e iman eden kimse; hem Allah'ın hakkını hem de efendisinin hakkını
yerine getiren köle; câriyesi bulunan ve bu câriyeyi güzelce terbiye eden,
iyice eğitip öğreten, sonra da onu âzat edip kendisiyle evlenen kimse. İşte
bunların iki kat ecri vardır."[118]
* Bu dört hadiste de
anlatılmak istenen yine işçi, amele, kalfa, çırak, tezgahtar gibi kimseler
kastediliyor. Bunların sevapları iki kat olanları hem Allah'a hem de patron ve
ustalarına karşı saygılı ve sözlerini yerine getiren kimseler olduğu anlatılmak
isteniyor. Hem patron, hem de Allah'ın sözünü tutanlar iki mükafat alırlar, hem
Allah'tan hem patronlarından. [119]
1369. Ma'kil İbni Yesâr radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Ortalık kargaşa içindeyken ibadet etmek, bana hicret etmek
gibidir."[120]
* Fitne ve kargaşalıkların çoğaldığı dönemlerde
müslümanın yine Allah'a kulluk ve ibadetini aynı tempoda devam ettirmesi çok
zordur, böyle dönemlerde insanlar, ibadet ve kulluk görevlerini yerine
getirmekten gafil olurlar, bundan dolayı peygamberimiz (s.a.v.) böyle
zamanlarda ibadet ve taate aynı şekilde devamı becerebilen kimseler adeta bana
hicret etmiş gibi sevap kazanırlar buyurmaktadır.
Yine başka bir hadiste de böyle
fitne zamanlarında sünnete uyan kimselerin yüz şehid sevabı kazanacaklarını
öğreniyoruz. Fitne zamanında meydana gelecek hadiseleri yine hadislerden
öğrenmek gerekirse şöylece özetleyebiliriz:
Fitne zamanında din lafta kalır.
Fitne zamanında eve ve dağa çekilmek gerekir. Fitne zamanında herkes kendi
görüşünü beğenir, cehalet artar ve şaşkınlık meydana gelir. Fitne zamanında
irtidat = dinden dönmeler çoğalır. Fitne zamanında öldürme hadiseleri artar.
Fitne zamanında kişi kendisiyle ilgilenmeli, başkasının sapıklığının ona zarar
vermemesi gerçeğini bilmelidir.[121]
Fitne zamanı öldürmektense ölmeyi tercih etmenin gerektiği de bilinmelidir.
Fitne zamanında ölüm istenir, ganimet helal sayılır. Fitne zamanı yalan ve
zenginlik artar, ümmeti helak edecek belanın fitne olduğu hadis kitaplarımızda
yazılıdır.[122]
Bu bölümdeki üç ayrı
surenin ayetleri ve 9 hadis-i şeriften, Allah'ın rızasını kazanmak için
yapılacak her hayrın Allah tarafından bilinmekte olduğunu, ölçü ve tartıyı
adaletle yapmanın gerekliliğini, ölçü ve tartıda taşkınlık yapanların da
kıyamet günü Allah'ın huzurunda diriltilip hesaba çekileceklerini, alacaklı
olan kimsenin söz söylemeye hakkı olduğunu, alış ve satışta kolaylık gösterene
Allah'ın rahmet edeceğini, kıyamette Allah'ın kendisini kurtarmasını isteyen
kimsenin bu dünyada darda kalan borçluya zaman tanımasını veya borcun bir
bölümünü indirmesinin uygun olacağını, darda kalanlara yapılan iyiliğin
karşılığının Allah tarafından mutlaka verileceğini, borçluların borcunu
affedenin Allah tarafından affedileceğini ve arşın gölgesinde gölgeleneceğini,
borçlunun gerektiği hallerde alacaklının durumuna göre borcunu biraz ilave
ederek ödeyebileceğini, alıcı isterse satıcıya istediği fiattan daha fazla
ücret ödeyebileceğini öğreneceğiz. [123]
"Siz ne iyilik yaparsanız,
mutlaka Allah onu çok iyi bilir." (Bakara: 2/215)
"Bunun içindir ki, ey
kavmim! ölçü ve tartı işlerinizde dürüst ve duyarlı olun, insanların mal, eşya
ve paralarını eksik vermeyin." (Hud: 11/85)
"Ölçü ve tartıda hile
yapanların vay haline! Onlar ki insanlardan
birşey ölçüp aldıklarında, ölçüyü tam tutarlar. Fakat diğer insanlara ölçüp
tarttıklarında ölçü ve tartıyı eksik yaparlar. Onlar tekrar diriltilip
kaldırılacaklarını sanmıyorlar mı? Korkunç bir gün ki, mutlaka hesaba
çekilecekler. O gün tüm insanlar alemlerin Rabbi huzurunda hazır olup
dikilecekler." (Mutaffifin: 83/1-6)
1370. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh şöyle dedi:
Bir adam alacağını istemek üzere
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e
geldi ve Peygamberimiz'e karşı ağır bir ifade kullandı. Bunun üzerine ashâb ona
haddini bildirmek istediler. Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem:
– "Onu bırakınız. Çünkü alacaklı olanın söz söylemeye hakkı
vardır" buyurdu. Sonra da:
– "Onun devesiyle aynı yaşta
olan bir deve veriniz" diye emretti. Sahâbîler:
– Yâ Resûlallah! Ancak onun
devesinden daha iyi olan yaşlısını bulabiliyoruz, dediler. Peygamber Efendimiz:
– "O halde onu veriniz; şüphesiz ki sizin hayırlınız borcunu en
güzel şekilde ödeyendir" buyurdu.[124]
1371. Câbir radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Satışta, alışta ve borcunu istemekte kolaylık gösteren kimseye
Allah rahmet etsin."[125]
* İslam kolaylık dinidir.
İslam dinine mensup olanların aralarında muamelelerde de kolaylık esastır, bu
yüzden peygamberimiz bu tip kimselere dua etmiştir. [126]
1372. Ebû Katâde radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kıyamet gününün sıkıntılarından Allah'ın kendisini kurtarmasından
hoşlanan kimse, borcunu ödeyemeyene mühlet tanısın veya ondan bir bölümünü
indirsin."[127]
1373. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"İnsanlara borç para veren bir adam vardı. O hizmetçisine şöyle
derdi:
– Darda kalmış bir fakire vardığında onu affediver; umulur ki Allah da
bizim günahlarımızı affeder.
Nihayet o kişi Allah'a kavuştu ve Allah onu affetti."[128]
* Bakara: 2/280. ayeti de
bize bunu tavsiye eder. Bu ayet ve hadislere bakıp borçlu kimse bu durumu istismar
etmemeli, alacaklı ise borçlulara daima müsamahalı davranmalıdır. İyilik ister
büyük ister küçük olsun, ahiretteki karşılığı bağışlanmak ve ebedi saadet
olabilir.
Bu ve benzeri hadislerdeki
borç meselesini iyi anlamamız gerekiyor. Borçlanma, bugünkü yapıldığı şekliyle
lüks şeylere harcamakla değil, kişinin zaruret durumlarında yani can kaybı, mal
kaybı gibi veya açlık, sıhhi yardım, afet gibi durumlarda borçlanıp ödeyememesi
durumlarını kapsar. Değilse otomobilinin yaşını beğenmeyip daha kalitelisiyle
değiştirmek için borçlanan, dükkan ve deposundaki mal varlığı ile yetinmeyip
birkaç misli daha borca giren bir evi ve dükkanı varken birkaç kooperatife daha
girip borçlanan veya aldığı maaşın 5-6 kat fazlası ev eşyası alarak lüks ve
israfa batarak borçlanan kimsenin borçlanması değildir. Bu konuyla alakalı
Rasûlullah'ın birkaç hadisini mealleriyle hatırlatmada faydalar umuyoruz.
1. Rasûlullah (s.a.v.)
namazlarında tahiyyattan sonra "Günahtan ve borçtan sana
sığınırım" diye dua ederlerdi. Aişe validemiz "Hiçbir şeyden
Allah'a sığınmanız borç kadar çok olmadı" deyince, şöyle buyurdular: "Kişi
borçlanınca ileri geri konuşur durur. Ödeyeceğine dair söz verir de sözünde
durmaz."
2. Rasûlullah (s.a.v.)
borcu olan bir şahsın cenaze namazını kılmadı da, "Onun borcu vardır,
arkadaşınızın namazını siz kılın" buyurdular.
3. Yine Rasûlullah
(s.a.v.) bir duasında: "Ey Allahım, borcun ve düşmanın bana galip
gelmesinden sana sığınırım" buyurdular.
4. Yine duasının bir
bölümünde, "Küfürden ve borçtan sana sığınırım" buyurdu.
5. Yine borçlanan biri
için, “Borçlu arkadaşınız borcuna karşılık esir edilmiştir. (Borcu ödenince esaretten kurtulacaktır)” buyurdular.
6. Yine bir başka hadiste,
"Mü'minin nefsi (kafası, kalbi, zihni) borcu ödeninceye kadar borcuna
takılıdır."
7. Allah yolunda şehid
düşmek, borç hariç her türlü günaha keffarettir. [129]
1374. Ebû Mes'ûd el–Bedrî radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sizden önceki ümmetlerden bir adam hesaba çekildi; hayır namına
hiçbir şeyi bulunamadı. Fakat bu adam insanlarla düşer kalkardı ve zengin bir
kimse idi. Hizmetçisine, darda kalan fakirlerin borcunu affetmesini emrederdi.
Azîz ve Celîl olan Allah:
"Biz affetmeye ondan daha lâyıkız; onu affediniz"
buyurdu."[130]
1375. Huzeyfe radıyallahu anh
şöyle dedi:
Allah'ın kendisine mal ihsân ettiği kullarından biri Cenâb–ı Hakk'ın
huzuruna getirildi. Allah Teâlâ ona:
– Dünyada ne yaptın? diye sordu. Hadisin râvisi Huzeyfe, kullar
Allah'tan hiçbir sözü gizleyemezler, demiştir. Bu adam da:
– Ey Rabbim! Bana malını verdin; ben de insanlarla alış veriş yapardım.
Alış verişte kolaylık göstermek benim huyumdu. Zengine kolaylık gösterir,
fakire mühlet verirdim, dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ:
– "Ben buna senden daha lâyıkım" dedi. (Meleklere de)
"Kulumu affediniz" buyurdu.
Ukbe İbni Âmir ve Ebû Mes'ûd
el–Ensârî radıyallahu anhümâ şöyle
dedi:
– Biz bunu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ağzından
böylece işittik.[131]
* İnsanlara borç para
verip onları sıkboğaz etmeyen, ödeyemeyecek durumda olanların borcunu affeden
kimselerin cennetle müjdelendiklerini görüyoruz. Dünyada bir kimsenin
sıkıntısını giderenin Allah da kıyamet gününde sıkıntılarını giderir. [132]
1376. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bir kimse darda bulunan borçluya mühlet verir veya borcunun bir
kısmını ya da tamamını bağışlarsa, Cenâb–ı Hak o kişiyi Allah'ın gölgesinden
başka gölge bulunmayan kıyamet gününde arşının altında gölgelendirir."[133]
1377. Câbir radıyallahu anh' den
rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem ondan bir deve satın almıştı. Devenin parasının
tartılmasını ve üzerine bir miktar ilâve edilmesini emretti.[134]
1378. Ebû Safvân Süveyd İbni Kays radıyallahu anh şöyle dedi:
Ben ve Mahreme el–Abdî, satmak
üzere Hecer kasabasından bezden yapılmış elbise getirttik. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza
geldi ve bizden iç çamaşırı almak istedi. Yanımda paraları tahsil eden bir
muhasebecim vardı. Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem ona:
"Alacağın ücreti tart; bir miktar da ilâve et" buyurdu.[135]
* Alıcı ve satıcı ticari
münasebetlerinde anlayış içinde hareket etmeliler ve her iki taraf da
birbirlerinin memnuniyetini temin için gayret göstermelidir. Her işte olduğu
gibi müslümanlar alışverişte de "Kolaylaştırınız,
zorlaştırmayınız" emrine uymalı ve birbirlerini memnun etmeliler.
Çünkü Peygamber Efendimiz çoğu kere aldığı mal karşılığında kararlaştırılan
fiatın üstünde ödediği de bir gerçektir. [136]
[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 373.
[2] Buhârî, Îmân 18, Hac 4, Tevhîd 47; Müslim, Îmân 135.
Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 22; Nesâî, Hac 4, Cihâd 17.
314 ve 1274’de geçmişti.
[3] Buhârî, Mevâkît 5, Cihâd 1, Edeb 1, Tevhîd 48; Müslim,
Îmân 137–139. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 14, Birr 2; Nesâî, Mevâkît 51.
[4] Buhârî, Itk 2, Keffârât 6; Müslim, Îmân 136. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Itk 4.
[5] Buhârî, Cihâd 5, Rikâk 2; Müslim, İmâre 112–115.
Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilu'l–cihâd 17, 26; Nesâî, Cihâd 11, 12.
[6] Buhârî, Cihâd 2, Rikâk 34; Müslim, İmâre 122–123.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 5; Tirmizî, Fezâilu'l–cihâd 24; Nesâî, Cihâd 7;
İbni Mâce, Fiten 13.
598’de geçmişti.
[7] Buhârî, Cihâd 6, 73, Bed'ü'l–halk 8, Rikâk 2; Müslim,
İmâre 113–114. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 17, 25, Tefsîru sûre (3) 22;
İbni Mâce, Zühd 39.
[8] Müslim, İmâre 163. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd
2; Nesâî, Cihâd 39; İbni Mâce, Cihâd 7.
[9] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 375.
[10] Ebû Dâvûd, Cihâd 15; Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 2.
[11] Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 26. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd
39.
[12] Müslim, İmâre 103. Ayrıca bk. Buhârî, Cihâd 7(Hadisin
kısa bir bölümü); Nesâî, Îmân 24.
[13] Buhârî, Cihâd 10, Zebâih 31; Müslim, İmâre 105. Ayrıca
bk. Tirmizî, Fezâilu'l–cihâd 21; Nesâî, Cihâd 27.
[14] Ebû Dâvûd, Cihâd 40; Tirmizî, Fezâilu'l–cihâd 21.
Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 25.
[15] Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 17.
[16] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 377.
[17] Buhârî, Cihâd 1; Müslim,
İmâre 110. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 1; Nesâî, Cihâd 17.
[18] Buhârî, Cihâd 1.
[19] Müslim, İmâre 125. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 13.
601’de geçmişti.
[20] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 378.
[21] Buhârî, Cihâd 4, Tevhîd 22. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd
18.
[22] Müslim, İmâre 116. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 18.
[23] Müslim, İmâre 146.
Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 23.
[24] Buhârî, Cihâd 16. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd
7; Nesâî, Cihâd 9.
[25] Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 8. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd
8; Nesâî, Cihâd 8.
[26] Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 12.
[27] Buhârî, Cihâd 38; Müslim, İmâre 135–136. Ayrıca bk.
Ebû Dâvûd, Cihâd 20; Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 6; Nesâî, Cihâd 44.
179'da geçmişti.
[28] Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd
5.
[29] Müslim, İmâre 134.
178'de geçmişti, gerekli açıklama orada verilmişti.
[30] Müslim, İmâre 137.
180'de geçmişti
[31] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 379.
[32] Buhârî, Cihâd 13; Müslim, İmâre 144
[33] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 380.
[34] Buhârî, Cihâd 21; Müslim, İmâre 109. Ayrıca bk.
Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 13, 25.
[35] Müslim, İmâre 119.
[36] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 380.
[37] Müslim, İmâre 117.
Ayrıca bk. Tirmizî, Cihâd 32.
219'da geçmişti.
[38] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 380.
[39] Müslim, İmâre 143 .
Ayrıca bk. Buhârî, Meğâzî 17; Nesâî, Cihâd 31.
[40] Müslim, İmâre 145. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel,
Müsned, III, 137.
[41] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 381.
[42] Buhârî, Cihâd 9, Meğâzî 28; Müslim, İmâre 147.
[43] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 381.
[44] Buhârî, Cihâd 12; Müslim, İmâre 148. Ayrıca bk.
Tirmizî, Tefsîr 34.
[45] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 382.
[46] Buhârî, Cihâd 4, Cenâiz 93.
[47] Buhârî, Cihâd 14. Ayrıca bk. Buhârî, Meğâzî 9, Rikâk
51; Tirmizî, Tefsîru sûre(23).
[48] Buhârî, Cenâiz 3, 35, Cihâd 20, Meğâzî 26; Müslim,
Fezâilü's–sahâbe 129–130. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 12, 13.
[49] Müslim, İmâre 157. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 36; İbni
Mâce, Cihâd 15.
Bu hadis 57 numarada geçmişti.
[50] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 383.
[51] Müslim, İmâre 156.
[52] Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 26. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd
35; İbni Mâce, Cihâd 16.
[53] Buhârî, Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Cihâd 89.
Bu hadis önceden 53 numarada geçmişti, 1352 numarada
tekrar gelecektir. Bkz. Enfal: 8/45-47 ayeti.
[54] Ebû Dâvûd, Cihâd 39.
[55] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 383-384.
[56] Ebû Dâvûd, Cihâd 90; Tirmizî, Da'avât 121.
[57] Ebû Dâvûd, Vitir 30.
981'de geçmişti.
[58] Buhârî, Cihâd 43, Menâkıb 28; Müslim, İmâre 96–99,
Zekât 25. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 41; İbni Mâce, Cihâd 14, Ticârât 29.
[59] 1331 numaralı hadisin kaynaklarına bk.
[60] Buhârî, Cihâd 45. Ayrıca bk. Nesâî, Hayl 11.
[61] Müslim, İmâre 132.
Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 46.
[62] Müslim, İmâre 167. Ebû Dâvûd, Cihâd 23; Tirmizî,
Tefsîru sûre(8) 5; İbni Mâce, Cihâd 19.
[63] Müslim, İmâre 168. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel,
Müsned, IV, 157.
[64] Müslim, İmâre 169. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 23;
Nesâî, Hayl 8; İbni Mâce, Cihâd 19.
[65] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 384.
[66] Ebû Dâvûd, Cihâd 23. Ayrıca bk. Tirmizî,
Fezâilü'l–cihâd 11; Nesâî, Hayl 8.
[67] Buhârî, Cihâd 78, Enbiyâ 12, Menâkıb 4. Ayrıca bk.
İbni Mâce, Cihâd 19.
[68] Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 11; Ebû Dâvûd, Itk 14. Ayrıca
bk. Nesâî, Cihâd 26; İbni Mâce, Cihâd 19.
[69] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 385.
[70] Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 4. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd
45.
[71] Buhârî, Cihâd 36; Müslim, Sıyâm 167–168. Ayrıca bk.
Ebû Dâvûd, Cenâiz 3; Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 3; Nesâî, Sıyâm 44; İbni Mâce,
Sıyâm 34.
1219'da geçmişti.
[72] Tirmizî, Fezâilü'l–cihâd 3.
[73] Müslim, İmâre 158. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 18;
Nesâî, Cihâd 2.
[74] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 386.
[75] Müslim, İmâre 159. Ayrıca bk. Buhârî, Meğâzî 81; Ebû
Dâvûd, Cihâd 19; İbni Mâce, Cihâd 6.
Bu hadis 4 numarada geçmiş, orada açıklama
yapılmıştı.
[76] Buhârî, Cihâd 35.
[77] Müslim, İmâre 159. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cihâd 6.
[78] Buhârî, Cihâd 15; Müslim, İmâre 149–151. Ayrıca bk.
Buhârî, İlm 45, Humus 10, Tevhîd 28; Ebû Dâvûd, Cihâd 24; Tirmizî,
Fezâilü'l–cihâd 16; Nesâî, Cihâd 21; İbni Mâce, Cihâd 13.
[79] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 386.
[80] Müslim, İmâre 154. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 12;
Nesâî, Cihâd 15; İbni Mâce, Cihâd 13.
[81] Ebû Dâvûd, Cihâd 6.
[82] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 387.
[83] Ebû Dâvûd, Cihâd 7. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 174.
[84] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 387.
[85] Ebû Dâvûd, Cihâd 176. Ayrıca bk. Tirmizî, Cihâd 38.
[86] Buhârî, Cihâd 196.
[87] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 387.
[88] Ebû Dâvûd, Cihâd 17.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Cihâd 5.
[89] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 387.
[90] Ebû Dâvûd, Cihâd 18. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 2, 48.
[91] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 387-388.
[92] Ebû Dâvûd, Cihâd 111; Tirmizî, Siyer 46. Ayrıca bk.
Buhârî, Cizye 1.
[93] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 388.
[94] Buhârî, Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Cihâd 89.
Bu hadis 53 numarada ve 1325 numarada geçmişti.
[95] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 388.
[96] Buhârî, Cihâd 157, Menâkıb 25, İstitâbe 6; Müslim,
Cihâd 17, 18. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 92, Sünnet 28; Tirmizî, Cihâd 5; İbni
Mâce, Cihâd 28.
[97] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 388.
[98] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 389.
[99] Buhârî, Cihâd 30; Müslim, İmâre 164. Ayrıca bk.
Buhârî, Ezân 32; Tirmizî, Cenâiz 65.
Gerçek Şehid Kimdir? hadisi 8 numarada geçmişti.
[100] Müslim, İmâre 165. Ayrıca
bk, İbni Mâce, Cihâd 17.
[101] Buhârî, Mezâlim 33;
Müslim, Îmân 226. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 29; Tirmizî, Diyât 21; Nesâî,
Tahrîm 22, 23, 24; İbni Mâce, Hudûd 21.
[102] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 389.
[103] Ebû Dâvûd, Sünnet 29;
Tirmizî, Diyât 21.
Gerçek şehid kimdir? hadisi 8 numarada
geçmişti.
[104] Müslim, Îmân 225.
[105] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 390.
[106] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 390.
[107] Buhârî, Keffârât 6; Müslim, Itk 22–23. Ayrıca bk.
Tirmizî, Nüzûr 14.
[108] Buhârî, Itk 2, Keffârât 6; Müslim, Îmân 136. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Itk 4.
Değişik bir fazilet hakkında bkz. 1288.
[109] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 390-391.
[110] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 391.
[111] Buhârî, Îmân 22, Itk 15; Müslim, Eymân 40. Ayrıca bk.
Buhârî, Edeb 44; Ebû Dâvûd, Edeb 124; Tirmizî, Birr 29; İbni Mâce, Edeb 10.
[112] Buhârî, Itk 18, Et'ıme 55. Ayrıca bk. Müslim, Eymân
42; İbni Mâce, Et'ıme 19.
[113] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 391.
[114] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 392.
[115] Buhârî, Itk 17; Müslim, Eymân 43. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Edeb 125.
[116] Buhârî, Itk 16; Müslim, Eymân 44.
[117] Buhârî, Itk 17.
[118] Buhârî, İlim 31, Itk 16, Nikâh 12; Müslim, Îmân 241.
Ayrıca bk. Tirmizî, Nikâh 25; Nesâî, Nikâh 65; İbni Mâce, Nikâh 42.
[119] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 392.
[120] Müslim, Fiten 130. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 31; İbni Mâce,
Fiten 14.
[121]
Bkz. Maide: 5/105.
[122]
Kütüb-ü Sitte Terc. 18/71.
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam
Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 393.
[123]
Kütüb-ü Sitte Terc. 18/71.
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam
Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 393.
[124] Buhârî, İstikrâz 4, Vekâlet 6, Hibe 23; Müslim,
Müsâkât 120. Ayrıca bk. Tirmizî, Büyû‘ 75; Nesâî, Büyû‘ 64.
[125] Buhârî, Büyû‘ 16. Ayrıca bk. İbni Mâce, Ticârât 28.
[126]
Kütüb-ü Sitte Terc. 18/71.
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam
Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 394.
[127] Müslim, Müsâkât 32. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel,
Müsned, II, 23.
[128] Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Müsâkât 31. Ayrıca bk.
Buhârî, Büyû‘ 18.
[129]
Kütüb-ü Sitte Terc. 18/71.
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam
Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 394-395.
[130] Müslim, Müsâkât 30. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel,
Müsned, IV, 120.
[131] Müslim, Müsâkât 29.
[132]
Abdullah
Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 395.
[133] Tirmizî, Büyû‘ 67.
Ayrıca bk. Müslim, Zühd 74; İbni Mâce, Sadakât 14.
[134] Buhârî, Büyû‘ 34, Hibe 23; Müslim, Müsâkât 109–115.
[135] Ebû Dâvûd, Büyû‘ 7; Tirmizî, Büyû‘ 66. Ayrıca bk.
Nesâî, Büyû‘ 54; İbni Mâce, Libâs 12, Ticârât 34.
[136]
Abdullah
Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 395.