250) Rasûlullah'ın Hayatından Dualar
251) Yanında Olmayan Bir Kimseye Dua Etmek
252) Dua İle İlgili Bazı Konular
253) Veliler Ve Kerametleri (Allah'ın Gerçek Mü'min
Kullarına İkramlarından Örnekler.)
Bu bölümdeki 4 ayet ve 29 hadis-i
şeriften; dua edersek Rabbimizin kabul edeceğini aşırı gitmeksizin yalvarıp
yakarıp dua etmemiz gerektiğini, Allah'ın bize çok yakın olup dualarımızı kabul
edeceğini, darda kalanlara yardım edenin Allah olduğunu, duanın bir ibadet
olduğunu, Rasulullah'ın özlü dua yaptığını ve dünya ahiret iyiliğini
istediğini, ayrıca Allah'tan hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği istediğini,
ilk müslüman olana namazdan sonra Rasulullah'ın öğrettiği duayı ve
Rasulullah'ın hayatı boyunca kendi yaptığı ve ümmetine öğrettiği sakınma,
korunma ve isteme modelli dualardan pek çoğunu öğreneceğiz. [1]
"Ama Rabbiniz buyuruyor ki,
"Bana dua edin, duanızı kabul edeyim..." (Mü'min:
40/60)
"Rabbinize alçak gönüllü olarak ve
yüreğinizin ta derinliklerinden için için yalvarıp gizlice sessizce dua edin,
doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez." (A'raf: 7/55)
"Eğer kullarım sana
beni sorarlarsa, şüphesiz ki ben onlara çok yakınım. Dua edenin duasına her
zaman karşılık veririm. Öyleyse kullarım da benim davetime uysunlar ve bana
inansınlar ki, doğru yolu bulabilsinler!" (Bakara: 2/186)
"Peki kimdir, darda kalıp dua
ettiğinde dua edenin duasına olumlu cevap veren, üzüntü ve sıkıntıyı gideren ve
sizi yeryüzünde, öncekilerin yerine geçirip söz sahibi kılan? Allah'la beraber
başka ilah öyle mi? Ne kıt düşünü-yorsunuz?" (Neml: 27/62)
1468. Nu’mân İbni
Beşîr radıyallahu anh’den rivayet
edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dua
ibadettir.”[2]
1469. Hz. Âişe şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem özlü duaları sever, özlü olmayan duayı
yapmazdı.[3]
1470. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem çoğu zaman şöyle dua ederdi:
“Allâhümme
âtinâ fi’d–dünyâ hasene ve fi’l–âhireti hasene ve kınâ azâbe’n–nâr: Allahım!
Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver. Bizi cehennem azâbından
koru!”[4]
Müslim’in rivayetinde şu ilâve vardır:
Enes sadece bir dua okuyacağı zaman bunu
okurdu. Birkaç dua okuyacağı zaman onlar arasında bunu da okurdu.[5]
1471. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhümme
innî es’elüke’l–hüdâ ve’t–tükâ ve’l–afâfe ve’l–gınâ: Allahım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve
gönül zenginliği isterim.”[6]
1472. Târık İbni
Eşyem radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir kimse müslüman olduğu zaman Resûl–i
Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ona
namaz kılmayı öğretir, sonra da şöyle dua etmesini tavsiye ederdi:
“Allâhümmağfirlî
verhamnî vehdinî ve âfinî verzuknî: Allahım, beni bağışla, bana merhamet et,
rızânı kazandıracak işler yaptır, bana âfiyet ve hayırlı rızık ver.”[7]
Yine Müslim’in Târık İbni Eşyem radıyallahu anh’den rivayet ettiğine
göre, Târık Peygamber sallallahu aleyhi
ve sellem’i dinlerken bir adam gelerek:
– Yâ Resûlallah! Rabbimden bir şey
isteyeceğim zaman nasıl dua edeyim? diye sordu. Resûl–i Ekrem de şöyle buyurdu:
–
“Allâhümmağfir lî verhamnî ve âfinî verzuknî: Allahım, beni bağışla, bana merhamet et, rızânı kazandıracak işler
yaptır ve bana hayırlı rızık ver, de. Bu sözler senin hem dünya hem de âhiret
için istemen gereken şeyleri ihtiva eder.”[8]
1473. Abdullah İbni
Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle dua etti:
“Allâhümme
musarrife’l–kulûb! Sarrif kulûbenâ alâ tâatik: Ey kalpleri yönlendiren Allahım! Kalplerimizi
sana itaate yönelt!”[9]
1474. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Dayanılamayacak
dertten, insanı helâke götürecek tâlihsizlikten, başa gelecek fenalıktan ve
düşmanı sevindirecek felâketten Allah’a sığınınız.”[10]
1475. Yine Ebû
Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet
edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhümme
aslih lî dînillezî hüve ısmetü emrî, ve aslih lî dünyâyelletî fîhâ meâşî, ve
aslih lî âhiretilletî fîhâ meâdî, vec‘ali’l–hayâte ziyâdeten lî fî külli hayr,
vec‘ali’l–mevte râhaten lî min külli şer: Allahım! Bütün işlerimin başı olan
dinim konusunda hataya düşmekten beni koru! Yaşadığım şu dünyadaki işlerimin
yolunda gitmesini sağla! Dönüp varacağım âhiretimi kazanmama yardım et! Hayatım
boyunca daha çok hayır yapmama imkân ver! Her türlü kötülükten kurtulmamı
sağlayacak bir ölüm nasip et!”[11]
1476. Ali radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:
“Allâhümmehdinî
ve seddidnî: Allahım! Beni doğru yola ilet ve o yolda başarılı kıl! de” buyurdu.[12]
Başka bir rivayete göre de şöyle buyurdu:
“Allâhümme innî es’elüke’l–hüdâ
ve’s–sedâd: Allahım! Senden beni doğru yola iletmeni ve o yolda başarılı
kılmanı niyâz ederim.”[13]
1477. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhümme
innî eûzü bike mine’l–aczi ve’l–keseli ve’l–cübni ve’l–heremi ve’l–buhl, ve
eûzü bike min azâbi’l–kabr, ve eûzü bike min fitneti’l–mahyâ ve’l–memât:
Allahım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlayıp ele avuca
düşmekten ve cimrilikten sana sığınırım. Kabir azâbından sana sığınırım. Hayat
ve ölüm fitnesinden sana sığınırım.”[14]
Diğer bir rivayete göre, “…ve dalai’d–deyni ve galebeti’r–ricâl: Borç
altında ezilmekten ve zâlimlerin başa geçmesinden” buyurdu.[15]
1478. Ebû Bekir
es–Sıddîk radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Bana bir dua öğret de namazımda
okuyayım, dedi. O da şöyle buyurdu:
– “Allâhümme
innî zalemtü nefsî zulmen kesîran ve lâ yağfirü’z–zünûbe illâ ente, fağfir–lî
mağfireten min indik, ve’rhamnî inneke ente’l–gafûru’r–rahîm: Allahım! Ben
kendime çok zulmettim. Günahları bağışlayacak ise yalnız sensin. Öyleyse
tükenmez lutfunla beni bağışla, bana merhamet et. Çünkü affı sonsuz, merhameti
nihayetsiz olan yalnız sensin, de.”[16]
1479. Ebû Mûsâ
el–Eş‘arî radıyallahu anh’den rivayet
edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhümmağfirlî
hatîetî ve cehlî ve isrâfî fî emrî ve mâ ente a‘lemü bihî minnî.
Allâhümmağfirlî ciddî ve hezlî, ve hataî ve amdî ve küllü zâlike indî.
Allâhümmağfirlî mâ kaddemtü vemâ ahhartü, vemâ esrartü vemâ a‘lentü, vemâ ente
a‘lemü bihî minnî, ente’l–mukaddimü ve ente’l–muahhir, ve ente alâ külli şey’in
kadîr:
Allahım!
Günahlarımı, bilgisizlik yüzünden yaptıklarımı, haddimi aşarak işlediğim
kusurlarımı, benden daha iyi bildiğin bütün suçlarımı bağışla! Allahım! Ciddî
ve şaka yollu yaptıklarımı, yanlışlıkla ve bilerek işlediğim günahlarımı
affeyle! Bütün bu kusurların bende bulunduğunu itiraf ederim. Allahım! Şimdiye
kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım, gizlediğim ve açığa vurduğum, ölçüsüz
bir şekilde işlediğim ve benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle! Öne
geçiren de sen, geride bırakan da sensin. Senin gücün her şeye yeter”[17]
1480. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine
göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhümme
innî eûzü bike min şerri mâ amiltü ve min şerri mâ lem a‘mel: Allahım! Şimdiye
kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım işlerin şerrinden sana sığınırım.”[18]
1481. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dualarından biri şu idi:
“Allâhümme
innî eûzü bike min zevâli ni‘metike ve tehavvüli ‘âfiyetike ve fücâeti
nıkmetike ve cemîi sahatik: Allahım! Verdiğin nimetin yok olup gitmesinden,
lutfettiğin âfiyetin bozulmasından, ansızın vereceğin cezâdan ve senin gazabını
üzerime çekecek her şeyden sana sığınırım.”[19]
1482. Zeyd İbni
Erkam’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhümme
innî eûzü bike mine’l–aczi ve’l–keseli ve’l–buhli ve’l–heremi ve azâbi’l–kabr.
Allâhümme âti nefsî takvâhâ, ve zekkihâ ente hayrü men zekkâhâ, ente veliyyühâ
ve mevlâhâ. Allâhümme innî eûzü bike min ilmin lâ yenfa‘ ve min kalbin lâ
yahşa‘ ve min nefsin lâ teşba‘ ve min da‘vetin lâ yüstecâbü lehâ: Allahım!
Âcizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve
kabir azâbından sana sığınırım. Allahım! Nefsime takvâ nasip et ve onu her
türlü günahtan temizle; onu en iyi temizleyecek sensin. Ona yardım edip
eğitecek sadece sensin. Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doyma
bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.”[20]
1483. İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet
edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem hep şöyle dua ederdi:
“Allâhümme
leke eslemtü ve bike âmentü ve ‘aleyke tevekkeltü ve ileyke enebtü ve bike
hâsamtü ve ileyke hâkemtü, fağfir–lî mâ kaddemtü vemâ ahhartü vemâ esrartü vemâ
a‘lentü, ente’l–mukaddimü ve ente’l–muahhir, lâ ilâhe illâ ente: Allahım! Sana
teslim oldum, sana inandım, sana güvendim. Yüzümü, gönlümü sana çevirdim, senin
yardımınla düşmanlara karşı mücâdele ettim. Kitabın ile hükmettim. Şimdiye
kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım, gizlediğim, açığa vurduğum ve senin
benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle! Öne geçiren de sen, geride
bırakan da sensin. Senden başka ilâh yoktur.”[21]
Bazı râviler, “lâ havle velâ kuvvete illâ billâh: Günahtan kaçacak güç, ibadet edecek kuvvet ancak Allah’ın yardımıyla
kazanılabilir” cümlesini ilâve etmişlerdir.[22]
1484. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine
göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve
sellem şu sözlerle dua ederdi:
“Allâhümme
innî eûzü bike min fitneti’n–nâri ve azâbi’n–nâr ve min şerri’l–gınâ ve’l–fakr:
Allahım! Cehennem fitnesinden, cehennem azâbından, zenginliğin ve fakirliğin
şerrinden sana sığınırım.”[23]
1485. Ziyâd İbni
İlâka’nın rivayetine göre amcası Kutbe İbni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhümme
innî eûzü bike min münkerâti’l–ahlâki ve’l–a‘mâli ve’l–ehvâ: Allahım! Kötü
ahlâklı olmaktan, fena işler yapmaktan ve yanlış inançlara sapmaktan sana
sığınırım.”[24]
1486. Şekel İbni
Humeyd radıyallahu anh şöyle dedi:
– Yâ Resûlallah! Bana bir dua öğret!
dedim. Bunun üzerine bana:
– “Allâhümme
innî eûzü bike min şerri sem‘î ve min şerri basarî ve min şerri lisânî ve min
şerri kalbî ve min şerri meniyyî: Allahım! Kulağımın şerrinden, gözümün
şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden ve cinsel organımın şerrinden
sana sığınırım, de” buyurdu.[25]
1487. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhümme
innî eûzü bike mine’l–barasi ve’l–cünûni ve’l–cüzâmi ve seyyii’l–eskâm:
Allahım! Alaca hastalığından, akıl rahatsızlığından, cüzzâm illetinden ve kötü
hastalıklardan sana sığınırım.”[26]
1488. Ebû Hüreyre radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dua ettiğini söyledi:
“Allâhümme
innî eûzü bike mine’l–cûi feinnehû bi’se’d–dacî‘, ve eûzü bike mine’l–hiyâneti
feinnehâ bi’seti’l–bitâne:
Allahım!
Açlıktan sana sığınırım; o insanı avucunun içine alan ne fena bir haldir.
Emanete ihânetten de sana sığınırım; o ne kötü bir huy ve tabiattır.”[27]
1489. Ali radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre anlaşmalı bir köle ona gelerek:
– Borcumu ödeyecek gücüm yok, bana yardım
et, dedi. O da:
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bana öğrettiği duayı ben de sana
öğreteyim mi? Bunu okumaya devam ettiğin takdirde üzerinde dağ gibi borç olsa
bile Allah Teâlâ onu ödemene yardım eder. Şöyle dua et dedi:
“Allâhümmekfinî
bi–helâlike an harâmik, ve ağninî bi–fazlike ammen sivâk: Allahım! Bana helâl
rızık nasib ederek haramlardan koru! Lutfunla beni senden başkasına muhtaç
etme!”[28]
1490. İmrân İbni
Husayn radıyallahu anhümâ’dan rivayet
edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu
aleyhi ve sellem onun babası Husayn’a dua etmesi için şu iki cümleyi
öğretti:
“Allâhümme
elhimnî rüşdî ve eiznî min şerri nefsî: Allahım! Beni senin doğru yoluna ilet!
Nefsimin şerrinden beni koru!”[29]
1491. Ebü’l–Fazl
Abbas İbni Abdülmuttalib radıyallahu anh şöyle
dedi:
– Yâ Resûlallah! Bana Allah Teâlâ’dan
isteyeceğim bir şey öğret, dedim.
–
“Allah’dan âfiyet dileyin!” buyurdu.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra tekrar
yanına geldim ve:
– Yâ Resûlallah! Bana Allah Teâlâ’dan
isteyeceğim bir şey öğret, dedim.
–
“Ey Abbas! Ey Resûlullah’ın amcası! Allah’tan dünya ve âhirette âfiyet
dileyin!”
buyurdu.[30]
1492. Şehr İbni
Havşeb şöyle dedi:
Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’ya:
– Ey mü’minlerin annesi! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem senin
yanında bulunduğu zamanlarda en çok hangi duayı okurdu? diye sordum. O da şöyle
dedi:
– Çoğu zaman “Yâ mukallibe’l–kulûb! Sebbit kalbî alâ dînik: Ey kalpleri halden hale
çeviren Allah! Benim kalbimi dininden ayırma!” diye dua ederdi.[31]
1493. Ebü’d–Derdâ radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Dâvûd aleyhisselâm şöyle dua ederdi: Allâhümme
innî es’elüke hubbeke ve hubbe men yuhibbüke, ve’l–amele’llezî yübelligunî
hubbeke. Allâhümmec‘al hubbeke ehabbe ileyye min nefsî ve ehlî ve
mine’l–mâi’l–bârid: Allahım! Senden seni sevmeyi, seni sevenleri sevmeyi ve
senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim. Allahım! Senin sevgini bana
canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha ileri kıl!”[32]
1494. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Yâ
ze’l–celâli ve’l–ikrâm: Ey azamet ve kerem sahibi Allahım! duasını ihmâl
etmeyip sık sık söyleyiniz.”[33]
1495. Ebû Ümâme radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem birçok dua okudu, fakat biz ondan
hiçbir şey ezberleyemedik. Bunun üzerine:
– Yâ Resûlallah! Pek çok dua okudun, biz
onları ezberleyemedik, dedik. O zaman Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu:
–
“O duaların hepsini içine alan bir duayı size öğreteyim mi? Şöyle deyiniz: Allâhümme innî es’elüke min hayri mâ seeleke
minhü nebiyyüke Muhammedün sallallahu aleyhi ve sellem. Ve neûzü bike min şerri
mesteâzeke minhü nebiyyüke Muhammedün sallallahu aleyhi ve sellem. Ve
ente’l–müsteân, ve aleyke’l–belâğ, ve lâ havle velâ kuvvete illâ billâh:
Allahım! Peygamber’in Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in senden dilediği
hayırları ben de dilerim. Peygamber’in Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sana
sığındığı şerlerden biz de sana sığınırız. Yardım ancak senden beklenir. İnsanı
dünya ve âhirette muradına ulaştıracak sensin. Günahtan kaçacak güç, ibadet
edecek kuvvet ancak Allah’ın yardımıyla kazanılabilir.”[34]
1496. İbn Mes‘ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dualarından biri şöyleydi:
“Allâhümme
innî es’elüke mûcibâti rahmetike ve azâime mağfiretike ve’s–selâmete min külli
ismin ve’l–ganîmete min külli birrin ve’l–fevze bi’l–cenneti ve’n–necâte
mine’n–nâr: Allahım! Senin rahmetini kazandıracak, bağışlamanı sağlayacak işler
yapmayı, her türlü günahtan uzak durmayı, bütün iyilikleri işlemeyi, cennete
kavuşup cehennemden kurtulmayı nasip etmeni niyâz ediyorum.”[35]
Bu bölümdeki üç ayet ve iki hadis-i
şeriften müslümanın geçmişine ve yanında olmayan kimselere dua etmesinin uygun
olacağını böyle dua edene meleklerin de duan kabul olsun, sana da aynı şeyler
verilsin diye dua etmekte olduklarını öğreneceğiz. [36]
"Bunlardan sonra gelenler
şöyle yalvarırlar: Ey Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan
kardeşlerimizi bağışla..."
(Haşr: 59/10)
"Hem kendi kusurlarından ve hem de
mü'min erkek ve kadınların kusur ve günahlarından dolayı bağışlanma dile." (Muhammed:
47/19)
Allah, İbrahim (a.s.)'dan bahsederek
şöyle dediğini bize duyurur: “Hesabın görüleceği gün beni, anamı, babamı ve
bütün mü'minleri bağışla.” (İbrahim: 14/41)
1497. Ebü’d–Derdâ radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle
buyururken dinlediğini söylemiştir:
“Bir
müslüman, yanında bulunmayan bir din kardeşi için dua ederse, mutlaka melek
ona, aynı şeyler sana da verilsin, diye dua eder.”[37]
1498. Yine
Ebü’d–Derdâ radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyururdu:
“Bir
müslümanın, yanında bulunmayan din kardeşine yapacağı dua kabul olunur. Bir
kimse din kardeşine hayır dua ettikçe, yanında bulunan görevli bir melek ona,
‘duan kabul olsun, aynı şeyler sana da verilsin’ diye dua eder.”[38]
Bu bölümdeki yedi hadis-i
şeriften, iyilik eden kimseye Allah seni hayırla mükafatlandırsın demenin en
iyi teşekkür olacağını, kişinin kendisine, çocuklarına ve malı hakkında beddua
etmemesi gerektiğini, belki de dileklerin kabul edileceği bir saate
rastlıyacağını, kulun Rabbine en yakın olduğu yerin secde vaziyeti olduğunu,
duam kabul edilmedi diye acele edilmemesi gerektiğini, gecenin ortasında ve
farz namazlardan sonra yapılacak duanın daha çok kabul edilebileceğini, kişi
duada günah birşey işlemediği müddetçe mutlaka kabul edileceğini, keder ve
üzüntü anında yapılacak duayı öğreneceğiz. [39]
1499. Üsâme İbni
Zeyd radıyallahu anhümâ’dan rivayet
edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kendisine
iyilik edilen bir kimse o iyiliği yapana, cezâkellâhü hayran: Allah seni
hayırla mükâfatlandırsın, derse, ona en iyi şekilde teşekkür etmiş olur.”[40]
1500. Câbir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Kendinize
beddua etmeyiniz; çocuklarınıza beddua etmeyiniz; mallarınıza da beddua
etmeyiniz. Dileklerin kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduanızı
kabul ediverir.”[41]
1501. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Kulun
Rabbine en yakın olduğu hal secde halidir. İşte bu sebeple secdede çok dua
etmeye bakın!”[42]
1502. Yine Ebû
Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet
edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Herhangi
biriniz acele etmedikçe duası kabul edilir. (Kul acele ederek) Rabbime kaç defa
dua ettim de duamı kabul etmedi, der.”[43]
Müslim’in diğer rivayeti şöyledir:
–
“Bir kul günah olan veya akrabası ile darılmasına yol açan bir şeyi dilemedikçe
yahut acele etmedikçe duası kabul olunur.”
– Yâ Resûlallah! Acele etmek ne demektir?
diye sorulunca da şöyle buyurdu:
–
“Nice defalar hep dua ettim de Rabbimin duamı kabul buyurduğunu gördüğüm yok,
der. Duasının hemen kabul edilmemesi sebebiyle bıkar ve duayı bırakır.”[44]
1503. Ebû Ümâme radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Hangi dua daha çok kabul edilir? diye
sordular.
–
“Gecenin son saatlerinde ve farz namazlardan sonra yapılan dua” buyurdu.[45]
1504. Ubâde
İbni’s–Sâmit radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yeryüzünde
bir müslüman Allah’tan bir şey dilerse, günah bir şeyi istemediği veya akrabası
ile ilgisini kesmeyi arzu etmediği sürece Allah onun dileğini mutlaka yerine
getirir veya ona vereceği şey kadar bir kötülüğü kendisinden giderir.”
Orada bulunanlardan biri:
– O takdirde biz Allah’tan çok şey
isteriz, deyince, Resûl–i Ekrem sallallahu
aleyhi ve sellem:
–
“Allah’ın lutfu dilediğiniz şeylerden daha çoktur” buyurdu.[46]
1505. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ’dan rivayet
edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem bir keder ve üzüntü hissettiği zaman şöyle dua ederdi:
“Lâ
ilâhe illallâhü’l–azîmü’l–halîm. Lâ ilâhe illallâhü rabbü’l–arşi’l–azîm. Lâ
ilâhe illallâhü rabbü’s–semâvâti ve rabbü’l–ardı ve rabbü’l–arşi’l–kerîm: Azamet ve hilim sahibi olan Allah’tan başka
ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Azametli arşın sahibi olan Allah’tan başka
ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Göklerin rabbi, yerin rabbi ve yüce arşın rabbinden
başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur.”[47]
Bu bölümdeki dört ayet ve
sekiz hadis-i şeriften, gerçek mü'minlere ne korku ne de üzüntü olmayacağını,
Allah dilerse çok yüksek hurma ağacının tepesinden sallamakla hurmanın
dökülebileceğini, Allah dilerse kuluna hiçbir emek sarfetmeden bazı rızıklar
verebileceğini, yine Allah isterse üç yüz küsur sene bir mağarada birkaç
insanın rahatsız olmadan yaşayabileceklerini, Allah isterse kullarına az bir
yemeği bereketlendirip çoğaltabileceğini, Allah
tarafından bazı kimselere bazı şeylerin ilham edilebileceğini, Hz.
Ömer'in de bunlardan biri olduğunu, gerçek mü'minlerin dua ve beddualarını
Allah'ın kabul edeceğini, Allah dilerse toprağın cesetlerden hiçbir şeye zarar
veremeyeceğini, yine Allah gerçekten mü'min kullarına bir ışık vererek
yollarını aydınlatabileceğini, hiçbir meyvenin bulunamayacağı bir anda Allah'ın
gerçek mü'min kuluna her türlü meyveyi ikram edebileceğini öğreneceğiz. [48]
"Unutmayın ki,
Allah'a dost ve yakın olanların korkmaları için bir sebep yoktur. Onlar acı ve
üzüntü de çekmeyeceklerdir. Onlar iman edip sonra yollarını Allah ve kitabıyla
bulmaya çalışanlardır. Onlar için hem bu dünya hayatında, hem de sonraki
hayatta müjdeler var. Allah'ın va'dinde asla değişme yoktur. O verdiği sözü
mutlaka yerine getirir. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk da budur." (Yunus: 10/62-64)
"Hurma ağacını kendine doğru silkele
ki, üzerine olgun, taze hurmalar dökülsün ve sonra da ye iç, doğacak olan bu
çocuktan dolayı da, gözün aydın olsun! Ve insanlardan birini görürsen, ona de
ki: "Ben, o sınırsız rahmet sahibi için, bir süre konuşmaktan kaçınmaya
söz verdim. Bu yüzden bu gün insanlardan hiçbir kimseyle konuşmayacağım." (Meryem: 19/25-26)
"...Zekeriyya ne zaman O'nu mabette
ziyaret ettiyse, yanında yiyecekler görür ve sorardı: "Ey Meryem, bunlar
sana nereden geliyor?" Meryem: "Bunlar Allah'tandır, Allah dilediğine
hesapsız rızık bağışlar" diye cevap verdi." (Al-i İmran:
3/37)
"Madem onlardan ayrıldınız ve
Allah'tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, sığının mağaraya da Rabbiniz,
rahmetiyle bir genişlik versin ve işinizde de size kolaylık sebepleri
hazırlasın. Ve yıllarca güneşin doğarken, onların mağarasını sağ taraftan
yalayıp geçtiğini, batarken de onlara dokunmadan sol yandan geçip gittiğini ve onların mağaranın
genişçe bir bölümünde bulunduklarını görürdün. İşte bu Allah'ın ayetlerinden
(keramet-lerinden) biriydi." (Kehf: 18/16-17)
Veli: Allah'ın dostu, sevgili kulu, iyi
müslüman anlamına gelir.
Keramet: Allah'ın bu
tür kullarına ikramıdır ki, başkalarına yapılmayan bu ikram böylesi kullar için
yapılır ki Allah'ın bir ikramıdır. Allah'ın peygamberlere yaptığı bu ikramlara
ise Mucize denir. [49]
1506. Ebû Muhammed
Abdurrahman İbni Ebû Bekr es–Sıddîk radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Suffe ashâbı fakir kişilerdi. Bir
keresinde Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
–
"İki kişilik yemeği olan (suffe ashâbından) bir üçüncüsünü; dört kişilik
yemeği olan da bir beşincisini ve hatta altıncısını yemeğe buyur edip
götürsün!" Yahut buna benzer bir tavsiyede bulundu.
Ebû Bekir, onlardan üç kişiyi evine
getirdi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
de on kişiyi alıp götürdü.
Ebû Bekir, akşam yemeğini Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in evinde yedi.
Yatsı namazı kılınıncaya kadar orada kaldı. Gecenin hayli ilerlemiş bir
vaktinde evine döndü. Hanımı ona:
– Seni misafirlerinin yanında bulunmaktan
alıkoyan nedir? diye sordu. O da:
– Vay! Sen onlara hâlâ yemek vermedin mi?
diye çıkıştı. Hanımı:
– Sen gelmedikçe yemek yemeyeceklerini
söylediler, sofra kurduk, yemediler, dedi.
(Hadisin râvîsi) Abdurrahman şöyle dedi:
Ben ortalıktan kaybolup saklandım. Ebû Bekir bana:
– Behey anlayışsız herif! diye bağırdı.
Verdi veriştirdi. Sonra hiddetle:
– İçinize sinmesin, yiyin. Vallahi ben bu
yemekten yemiyeceğim, dedi.
(Abdurrahman dedi ki), Allah'a yemin
ederim ki, bizim her el uzattığımız lokmanın altından yemek daha artıyordu.
Nihayet misafirler doydular. Yemek de ilk getirildiğinden daha fazla olarak
ortada duruyordu. Ebû Bekir yemeğe baktı, olduğu gibi duruyordu. Hanımına
hitâben:
– Bu ne hal? Ey Benî Firâsın kızı! dedi.
O da:
– Gözümün nuruna yemin ederim ki, yemek
şimdi öncekinden üç misli fazladır, dedi.
Bunun üzerine Ebû Bekir o yemekten yedi
ve ettiği yemini kastederek, "O, şeytandandı" dedi. O yemekten bir
lokma aldıktan sonra, geri kalanı Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem'e gönderdi. Yemek orada sabaha kadar durdu. Bizim ile bir
topluluk arasında bir sözleşme vardı. Sözleşmenin süresi bittiği için o topluluk
Medine'ye gelmişlerdi. İçlerinden sözcü olarak on iki kişi ayırdık. Her biri
ile beraber kaç kişinin bulunduğunu Allah bilir. İşte onların hepsi o yemekten
yediler.
Buhârî'nin bir rivâyetinde[50] şöyle
denilmektedir:
(Misâfirlerin, kendisi gelmedikçe yemek
yemek istemediklerini öğrenince) Ebû Bekir, o yemekten yemeyeceğine dair yemin
etti. Hanımı da o yemedikce yemeyeceğine yemin etti. Misafir veya misafirler
de, zaten o yemedikçe sofraya oturmayacağına – veya oturmayacaklarına– yemin
etmişlerdi. Bunun üzerine Ebû Bekir:
– Başlangıçta yaptığım yemin
şeytandandır, haydi buyurun yemeğe, dedi. Kendisi de misafirleri de yediler.
Her el uzattıkları lokmanın altından yemek çoğalıyordu. Bunun üzerine Ebû
Bekir, hanımına:
– Ey Benî Firasın kızı, bu ne hal? dedi.
O da:
– Gözümün nûruna yemin ederim ki, yemek
şimdi, ilk halinden daha fazladır, dedi. Oradakiler yediler, mevcut yemeği Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem'e
gönderdiler.
Abdurrahman, Hz. Peygamber'in bu yemekten
yediğini haber verdi.
Bir başka rivâyette[51] olay
şöyle anlatılmaktadır:
Ebû Bekir, oğlu Abdurrahman'a;
– Ben Hz. Peygamber'in yanına gideceğim.
Ben gelinceye kadar misafirlerin hizmetinde bulun, yemeklerini yedirmiş ol,
diye tenbihde bulundu. Abdurrahman misafirlere yemek getirdi, "Buyurunuz,
" dedi. Onlar:
– Bu evin sahibi nerede? dediler.
Abdurrahman:
– Siz buyurun, yiyin, dedi. Onlar:
– Evin sahibi gelinceye kadar biz
yemiyeceğiz, dediler. Abdurrahman:
– Yemeğinizi lutfen yiyiniz. Eğer babam
geldiğinde siz yemek yememiş olursanız, bana darılır, kızar, diye ısrar ettiyse
de misafirleri yemeye ikna edemedi. (Abdurrahman diyor ki) babam geldiğinde
bana fenâ halde çıkışacağını bildiğim için o gelince hemen savuşup bir yere
gizlendim.
– Misafirlere ne yaptınız? diye sordu.
Durumu haber verdiler. Bunun üzerine:
– Abdurrahman! diye bana seslendi. Cevap
vermedim. Sonra yine:
– Abdurrahman! diye bağırdı. Ben yine ses
vermedim. Bu defa:
– Behey anlayışsız herif! Sesimi
duyuyorsan, Allah aşkına gel, dedi. Ben de yanına gelip:
– Benim kusurum yok, istersen misafirlere
sor, dedim. Misafirler:
– Abdurrahman doğru söylüyor, bize yemek
getirdi ama biz yemedik, dediler. Bunun üzerine:
– Demek beni beklediniz! Ben de bu gece
bu yemeği yemiyeceğim işte! dedi. Onlar:
– Allaha yemin ederiz ki sen yemezsen,
biz de yemeyiz, dediler. Ebû Bekir:
– Allah iyiliğinizi versin! Size ne
oluyor ki, yemeğimizi kabul etmiyorsunuz? Haydi buyurun yemeğe! dedi. Yemek
geldi, babam elini koydu, besmele çekti, "Kızgınlığımdan ötürü başta
ettiğim yemin şeytandandır" deyip yemeği yedi, misafirler de yediler.[52]
1507. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Sizden
önce yaşamış ümmetler içinde kendilerine ilham olunan kimseler vardı. Şayet
ümmetim içinde de onlardan biri varsa, hiç şüphesiz o Ömer'dir."[53]
* (Müslim, Fezailu's-Sahabe, 24)'de Hz.
Ömer'in şu sözü geçer: "Rabbime üç konuda muvafık düştüm. Makamı İbrahim,
örtünme meselesi ve Bedir esirlerine yapılacak muamele." Bu konulardaki
ayetler Hz. Ömer'in görüşüne uygun inmesine rağmen, Hz. Ömer edebinden dolayı
"Ben muvafık düştüm" demektedir. İhtimal ki kendisi için en önemli
olanları bunlar olduğu içindir. İbni Hacer bu uygunluğun on beşine vakıf olduk
demesi, Suyuti'nin ise bunu yirmi bire çıkarması, bunun çok olduğunu gösterir.
Bu kıssaları sıralamak gerekirse,
1. Makamı İbrahimde tavaftan sonra iki
rekat namaz kılmak,
2. Hicab yani örtünme meselesi Ahzab: 33/33
ayeti
3. Bedir esirleri hakkında yapılacak
muamele (Enfal: 8/68)
4. Münafıkların liderinin cenaze namazını kılmaması
gerektiği meselesinde (Tevbe: 9/84)
5. İçkinin haram kılınmasıyla alakalı
(Maide: 5/90) ayeti
6. Mü'minun: 23/2-14. ayetlerinin sonu
7. Hz. Aişe'nin iftiradan uzak oluşuyla
alakalı Nur: 24/16 ayeti
8. Nisa: 4/65 ayetinde
9. Bakara: 2/98 ayeti. Hz. Ömer'in görüşüne
uygun düştü.
Bu konuda hadis kitaplarının
Menakıbu'l-Ensar ve Fedailu's-Sahabe bölümleriyle Tecrid terc. 2/346'ya
bakılabilir. [54]
1508. Câbir İbni
Semüre radıyallahu anhümâ dedi ki;
Kûfeliler(in bir kısmı vâli) Sa'd İbni Ebû Vakkâs'ı (halife) Ömer İbnu'l–Hattâb
radıyallahu anh'e şikâyet ettiler.
Ömer de Sa'd'ı vâlilikten azledip Ammar İbni Yâsir'i Kufeye vâli tayin etti.
Kûfeliler Sa'd hakkındaki şikâyetlerini, "Sa'd namaz kıldırmasını bile
bilmiyor" demeye kadar vardırmışlardı. Ömer, adam gönderip Sa'd'ı Medineye
getirtti ve:
– Ey Ebû İshak! Bu adamlar senin namaz
kıldırmayı bile bilmediğini iddia ediyorlar, dedi. Bunun üzerine Sa'd:
– Allaha yemin ederim ki ben onlara
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in
namazı gibi namaz kıldırdım; ondan hiçbir şeyi eksik bırakmadım. Yatsı namazını
kıldırırken ilk iki rek'atte uzunca ayakta durur, son iki rek'ati de hafif
tutarım, dedi.
Ömer:
– Senden bizim beklediğimiz de aslında
budur, Ey Ebû İshak, dedi. Sonra, (durumu bir de yerinde araştırmak üzere) Sa'd
ile birlikte bir veya birkaç adamı Kûfeye gönderdi.
Görevli kişi Kûfelilerden Sa'd'ın
durumunu soruşturdu, bütün mescidlere gidip cemaata Sa'd'ı sordu. Onlar da Sa'd
hakkında hep övgü dolu sözler söylediler. En sonunda Absoğulları mescidine gitti
(ve herkesi Sa'd hakkında bildiklerini Allah için söylemeye davet etti). Onlar
arasından Ebû Sa'de Üsâme İbni Katâde kalktı ve şöyle dedi:
– Mâdem ki bize Allah adını verdin,
söyliyeyim: Sa'd, askerle birlikte harbe gitmez, mal taksiminde eşitliği gözetmez,
adâletle hükmetmez, dedi.
Bunun üzerine Sa'd şöyle dedi:
– (Madem ki sen böyle dedin) Ben de senin
hakkında vallahi üç dilek dileyeceğim: Allahım, senin bu kulun bu
söylediklerinde yalancı ise, sen onun ömrünü uzat, fakirliğini artır ve
kendisini fitnelere çarptır.
Sonraları Üsâme'ye hali sorulduğunda:
– Kocamış, fitneye uğramış zavallı bir
ihtiyarım ben. Sa'd'ın bedduasına tutuldum, diye cevap verirdi.
Hadisi, Câbir İbni Semüre'den rivayet
eden râvi Abdülmelik İbni Umeyr şöyle der: Daha sonraki zamanlarda o kişiyi ben
de gördüm. Yaşlılıktan dolayı kaşları gözlerinin üzerine düşmüş olduğu halde
yollarda rast geldiği kız çocuklarına sataşır, onları çimdiklerdi.[55]
* Allah dilerse sevdiği bir kulunun da dua
veya bedduasını kabul eder ve o kuluna böylece de ikramda bulunur. [56]
1509. Urve
İbni'z–Zübeyr'den rivayet edildiğine göre Ervâ Binti Evs, kendi arazisinden bir
parçayı gasbettiği iddiasıyla Saîd İbni Zeyd İbni Amr İbni Nüfeyl İbni'l–Hakem radıyallahu anh'ı (Medine vâlisi) Mervân
İbnü'l–Hakem'e şikâyet etti. Bu şikâyet üzerine Saîd:
– Ben bu konuda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in
söylediklerini dinledikten sonra, onun hakkını üzerime geçirir miyim hiç! dedi.
Mervân:
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den ne duydun? diye sordu. O da:
– Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, "Kim
haksız olarak bir karış yer alırsa, o yerin yedi katı o kişinin boynuna
dolanır" buyurduğunu işittim, dedi. Bunun üzerine Mervân Saîd'e
hitâben:
– Artık senden, bundan başka delil
istemiyorum, dedi.
Dâva bu noktaya gelince Saîd:
– Allahım! Eğer bu kadın yalancı ise, sen
onun gözünü kör et, kendisini de o arazisinde öldür! diye beddua etti.
Urve dedi ki, kadın ölmeden önce gözleri
kör oldu ve bir gün o dâva konusu yerde gezinirken bir çukura düşüp öldü.[57]
Müslim'in, Muhammed İbni Zeyd İbni
Abdullah İbni Ömer'den bir rivayeti de aynı mânadadır. Râvi Muhammed, o kadının
kör olduğunu, Saîd'in bedduasına uğradım diyerek duvarlara tutuna tutuna yürüdüğünü
görmüş ve o kadının, dâva konusu arazisindeki bir kuyuya düştüğünü ve kabrinin
o kuyu olduğunu haber vermiştir.[58]
* Allah dilerse sevdiği bir kuluna ikram
olmak üzere dua veya bedduasını kabul eder de o kuluna ikramda bulunmuş olur. [59]
1510. Câbir İbni
Abdullah radıyallahu anhümâ şöyle
dedi:
Uhud Harbi'nden önceki gece babam beni
yanına çağırdı ve "Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem'in sahâbîlerinden ilk öldürelecek kişinin ben olacağımı
sanıyorum. Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem hariç, benim için geride bırakacağım en kıymetli kişi sensin. Borçlarım
var, onları öde. Kardeşlerine daima iyi davran" dedi.
Sabahleyin babam ilk şehid düşen kişi
oldu. Bir başka şehid ile birlikte onu bir kabre defnettim. Sonra onu bir
başkasıyla aynı kabirde bırakmayı içime sindiremedim. Altı ay sonra onu
kabirden çıkardım. Bir de ne göreyim; kulağı(nın bir kısmı) hariç, tüm vücûdu
kendisini kabre koyduğum günkü gibiydi. Onu yalnız başına bir mezara defnettim.[60]
* Allah dilerse sevdiği kuluna şehid
olacağını bildirir, bu sahabi Abdullah ibni Amr ibni Haram'ın ilk kerameti, yani
Allah tarafından verilen ilk ikramıdır. İkinci kerameti ise 6 ay geçmesine
rağmen cesedinin çürümemesidir.[61]
1511. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem'in ashâbından iki kişi karanlık bir gecede Peygamber aleyhisselam'ın yanından çıktılar.
Önlerinde meş'ale gibi iki ışık peydâ oldu. Birbirlerinden ayrılınca da
evlerine varıncaya kadar herbirinin yolunu bir ışık aydınlattı.[62]
* Bu ışık işi bu iki sahabe ile sınırlı
değildir. Tüm kabilesinin İslam'a girmesine vesile olan Tufeyl ibni Amr
ed-Devsî, peygamberimizin "Allahım ona bir alamet ver" duası
neticesinde iki kaşı arasında meydana çıkan bir nur onun yolunu aydınlatmıştır.
İnsanlar bunu bir hastalık kabul ederler, yüzümde olmasın isteği üzerine bu nur
elindeki bastonuna geçmiş ve kendisi zünnur nurlu kimse diye anılır olmuştur.
Yine aynı şekilde, Katade ibni'n-Numan,
Ebu Ubeys el-Evsi, Hamza ibni Ömer el-Eslemi isimli sahabilerin de bu tür ışık
kerametleri hadis kitaplarımızın Menakıbu'l-Ensar ve Fezailu's-Sahabe
bölümlerinde aktarılır. [63]
1512. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem başlarına Medineli Âsım İbni Sâbit'i
komutan tayin ettiği on kişiden oluşan bir kâfileyi (irşad ve istihbârât için)
görevlendirdi. Kâfile Usfân ile Mekke arasında bulunan Hüdât denilen yere
ulaştı. Bunların hareketi (müşriklerce), Hüzeyl'in bir kolu olan ve Lihyân
oğulları denilen kabileye haber verilmişti. Lihyân oğulları yüze yakın okçudan
oluşan bir grupla onları takibe aldılar. Âsım ve arkadaşları izlendiklerini
farkedince, kendilerini savunabilecekleri yüksekçe bir yere sığındılar ama
düşman da onların çevresini sardı ve:
– İnin aşağı, elinizdeki silahları
bırakıp teslim olun. Söz veriyoruz hiç birinizi öldürmeyeceğiz! dediler. Bunun
üzerine Âsım İbni Sâbit:
– Arkadaşlar! Ben, bir kâfirin sözüne
güvenerek aşağı inmem, dedi. Allahım, durumumuzu Peygamberine bildir, diye dua
etti. Bunun üzerine düşmanlar, Âsım'ı (ve komutasındaki altı kişiyi) oka tutup
şehit ettiler. İçlerinden üç kişi, Hubeyb, Zeyd İbni Desine ve bir kişi daha
verilen söze güvenerek inip teslim oldular. Müşrikler bu üç kişiyi ellerine
geçirince, yay tellerini çıkarıp onları kıskıvrak bağlamaya kalktılar. Durumu
gören üçüncü kişi:
–Bu bize yapılan ilk kalleşliktir.
Vallahi size aslâ teslim olmayacağım. Şu şehitler bana güzel bir örnektir, diye
direndi. Onu zorla sürükleyip götürmek istediler ise de şiddetle karşı koydu.
Bunun üzerine onu da şehit ettiler. Hubeyb ve Zeyd İbni Desine'yi götürüp Bedir
Gazvesi sonrasında Mekke'de sattılar. Hubeyb'i, Bedir Gazvesi'nde öldürdüğü
Hâris İbni Âmir İbni Nevfel İbni Abdimenâf'ın oğulları satın aldı. Hubeyb,
kendisini öldürmeye karar verdikleri güne kadar onların elinde esir olarak
kaldı.
Bu esâret günlerinde Hubeyb, etek traşı
olmak için Hâris'in kızlarından birinden bir emânet ustura istedi, o da verdi.
Bir ara kadının gafletinden yararlanan küçük çocuğu, Hubeyb’in yanına sokuldu.
Hubeyb'in elinde ustura olduğu halde çocuğu dizine oturttuğunu görünce kadın,
son derece telaşlandı. Durumu sezen Hubeyb:
– Çocuğu öldüreceğimden mi
endişeleniyorsun? Ben böyle bir şey yapmam! dedi.
Kadın dedi ki: Allah'a andolsun ki ben
hayatımda Hubeyb'den daha iyi bir esir görmedim. Vallahi ben onu, zincire bağlı
olduğu ve Mekke'de hiç bir meyvenin bulunmadığı bir gün taze üzüm yerken gördüm.
Bu, Allah'ın Hubeyb'e lutfettiği bir rızıktı.
Hâris'in oğulları onu öldürmek için Harem
bölgesinin dışına Hill denilen yere çıkardıkları zaman Hubeyb onlara:
– Müsaade edin de iki rek'at namaz
kılayım, dedi. Bıraktılar. Hubeyb iki rek'at namaz kıldı ve sonra “Allaha yemin
ederim ki, ölümden korktuğumu zannetmeyeceğinizi bilsem, bu namazı daha fazla kılardım”
dedi ve “Allahım! Bunların her birini tek tek mahvet, birer birer canlarını al,
hiç birini sağ bırakma!” diye dua edip şu beyitleri okudu:
Müslüman
olarak öldükten sonra,
Nasıl
öldüğümü asla dert etmem.
Bunların
hepsi elbette Allah uğrunda;
Dilerse
O, pek kolaydır, parçalanmış vücûdumla rahmete ermem!
Böylece Hubeyb, idam edilecek her
müslümanın iki rekat namaz kılması âdetini başlatan kişi oldu.
Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem, düşman tarafından kuşatıldıkları gün bu on kişilik
müslüman kafilesinin başına gelenleri ashâbına anında bildirmişti.
Âsım İbni Sâbit'in şehit edildiğini haber
aldıkları zaman Kureyş'in bazı ileri gelenleri, (Bedir savaşında) kendilerinden
birini öldürmüş olması sebebiyle onu tanımaya yarayacak bir parçasını getirmek
üzere adamlar yolladılar. Bunun üzerine Allah, Âsım'ı korumak için bir arı sürüsü
gönderdi. Bu arı bulutu Âsım'ın cesedini kapladı. Kureyşin adamları, onun
nâşından hiç bir şey koparmaya imkân bulamadılar.[64]
1513. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Ömer radıyallahu
anh, herhangi bir şey hakkında "Ben şöyle düşünüyorum" dedi mi, o
şey gerçekten onun düşündüğü gibi neticelenirdi.[65]
1505 no'lu hadise ve açıklamasına
bakınız.
* Kitabın müellifi Nevevi der ki: Bu kitabın değişik
bölümlerinde velilerin kerameti = Allah'ın sevgili kullarına ikramı konusunda
değişik hadisler bulunmaktadır. Mesela:
a) Sihirbaz ve rahib arasında gidip gelen
genç, (30. Hadis)
b) Cüreyc hadisi (261. hadis)
c) Kayanın kapattığı mağara kapısı (12.
hadis)
d) Buluttan falanın bahçesini sula hadisi (562. hadis)
bunlardan bir kısmıdır. Bu örnekleri çoğaltmamız mümkündür. [66]
[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 421.
[2] Ebû Dâvûd, Vitir 23; Tirmizî, Tefsîru’l–Kur’ân 3, 41,
Daavât 1. Ayrıca bk. İbni Mâce, Duâ 1.
[3] Ebû Dâvûd, Vitir 23.
[4] Buhârî, Tefsîr 38, Daavât 55; Müslim, Zikr 23, 26, 27.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 26, Menâsik 51; Tirmizî, Daavât 72; İbni Mâce,
Menâsik 32.
[5] Müslim, Zikr 26.
[6] Müslim, Zikir 72. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 72; İbni
Mâce, Duâ 2.
Bu hadis 71 numarada
geçmişti.
[7] Müslim, Zikir 35.
[8] Müslim, Zikir 36.
[9] Müslim, Kader 17. Ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned,
II, 168.
[10] Buhârî, Daavât 28, Kader 13; Müslim, Zikir 53. Ayrıca
bk. Nesâî, İstiâze 34, 35.
[11] Müslim, Zikir 71.
[12] Müslim, Zikir 78. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hâtem 4.
[13] Müslim, Zikir 78.
[14] Müslim, Zikir 50. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 32;
Nesâî, İstiâze 7.
[15] Nesâî,
İstiâze 8. Ayrıca bk. Buhârî, Daavât 36.
[16] Buhârî, Ezân 149, Daavât 17, Tevhîd 9; Müslim, Zikir
48. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 97; Nesâî, Sehv 59; İbni Mâce, Duâ 2.
[17] Buhârî, Daavât 60; Müslim, Zikir 70. Ayrıca bk. 1427
numaralı hadisin kaynakları.
Bir benzeri 1425'de geçmişti.
[18] Müslim, Zikir 65, 66. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 32;
Nesâî, Sehv 63, İstiâze 58, 59; İbni Mâce, Dua 3.
[19] Müslim, Zikir 96. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 32.
[20] Müslim,
Zikir 73. Ayrıca bk. Nesâî, İstiâze 13, 65.
[21] Buhârî, Teheccüd 1, Daavât 10, Tevhîd 8, 24; 35.
Müslim, Müsâfirîn 199, 201, Zikir 67. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 119; Tirmizî,
Daavât 29; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 9; İbni Mâce, İkâme 180.
[22] Buhârî, Teheccüd 1; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 9.
Bu hadis 75 numarada geçmişti.
[23] Ebû Dâvûd, Vitir 32; Tirmizî, Daavât 77.
[24] Tirmizî, Daavât 126.
[25] Ebû Dâvûd, Vitir 32; Tirmizî, Daavât 74. Ayrıca bk.
Nesâî, İstiâze 4, 10, 11, 28.
[26] Ebû Dâvûd, Vitir 32. Ayrıca bk. Nesâî, İstiâze 36.
[27] Ebû Dâvûd, Vitir 32. Ayrıca bk. Nesâî, İstiâze 19, 20;
İbni Mâce, Et’ime 53.
[28] Tirmizî, Daavât 111.
Borçlanmayla alakalı
1371 numaralı hadisin açıklamasına bakınız.
[29] Tirmizî, Daavât 70.
[30] Tirmizî, Daavât 85. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel,
Müsned, I, 209.
[31] Tirmizî, Kader 7, Daavât 90, 124. Ayrıca bk. Ahmed
İbni Hanbel, Müsned, IV, 182, VI, 91, 251, 294, 302, 315.
[32] Tirmizî, Daavât 73, Tefsîrü’l–Kur’ân 39.
[33] Tirmizî, Daavât 92. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel,
Müsned, IV, 177.
* Esmau'l-Husnanın en kapsamlı ve geniş anlamlı
olanıdır.
[34] Tirmizî, Daavât 89.
[35] Hâkim, el–Müstedrek, I, 525. Ayrıca bk. Tirmizî, Vitir
17; İbni Mâce, İkâme 189.
[36] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 426.
[37] Müslim,
Zikir 86. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 29.
[38] Müslim, Zikir 87, 88. Ayrıca bk. İbni Mâce, Menâsik 5.
[39] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 427.
[40] Tirmizî, Birr 87.
[41] Müslim,
Zühd 74. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 27.
[42] Müslim, Salât 215. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 148;
Nesâî, Tatbîk 78.
1429'da geçmişti.
[43] Buhârî, Daavât 22; Müslim, Zikir 90, 91. Ayrıca bk.
Ebû Dâvûd, Vitir 23; Tirmizî, Daavât 12; İbni Mâce, Dua 7.
[44] Müslim, Zikir 92.
[45] Tirmizî, Daavât 79. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvû‘ 10;
Nesâî, Mevâkît 35, 40.
[46] Tirmizî, Daavât 115. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel,
Müsned, III, 18.
[47] Buhârî, Daavât 27, Tevhîd 22, 23; Müslim, Zikir 83.
Ayrıca bk. Tirmizî, Duâ 39; İbni Mâce, Duâ 17.
[48] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 429.
[49] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 429.
[50] Edeb
87.
[51] Buhârî,
Edeb 88.
[52] Buhârî,
Mevâkît 41, Menâkıb 25, Edeb 87–88; Müslim, Eşribe 176, 177.
[53] Buhârî, Fezâilü'l–ashâb 6; Enbiyâ 54; Müslim,
Fezâilü's–sahâbe 23. Ayrıca bk. Tirmizî, Menâkıb 17.
1511 no'lu hadise bkz.
[54] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 431.
[55] Buhârî, Ezân 95; Müslim, Salât 158–159. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Salât 128; Nesâî, İftitâh 74.
[56] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 432.
[57] Buhârî, Bed'ül–halk 2, Mezâlim 13; Müslim, Müsâkât
139–142. Ayrıca bk. Tirmizî, Diyât 21.
[58] Müslim, Müsâkât 138.
[59] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 433.
[60] Buhârî, Cenâiz 78.
[61] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 433.
[62] Buhârî, Salât 79; Menâkıbü'l–ensâr 13.
[63] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 433.
[64] Buhârî, Cihad 170, Meğâzî 10, 28.
[65] Buhârî, Menâkıbü'l–ensâr 35.
[66] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 435.