Ezan Sayesinde Kan Dökülmemesi
Ezan Okuyan Duyulduğunda Ne Denir?
Fecr Vaktinden Sonra Ezan Okumak
Namaza Koşarak Gitmemek, Huzur Ve Vakar İle Gelmek
Sabah Namazını Cemaatle Kılmanın Fazileti
Yatsı Namazını Cemaatle Kılmanın Fazileti
Namazı Mescidde Oturarak Bekleyen Kimsenin Fazileti
İmam Kendisine Uyulmak İçindir
İmam Şüpheye Düştüğünde Cemaatin Sözüyle Amel Eder
Mi?
İmam Şüpheye Düştüğünde Cemaatin Sözüyle Amel Eder
Mi?
Tekbirin Farziyeti Ve Namaza Giriş
Tekbirin Farziyeti Ve Namaza Giriş
İlk Tekbirde Ellerin Kaldırılması
İmam Tekbir Getirdiğinde, Rükua Gittiğinde., Elleri
Kaldırmak
İki Rek'atten Kalkıldığında Elleri Kaldırmak
Yatsı Namazında (Tilâvet) Secdesi Yapmak
İmamın Âminleri Sesli Söylemesi
Cemaatin Âmin Demesinin Fazileti
Secdeye Giderken Tekbir İle Eğilmek
Birinci Teşehhüdü Eda Etmeyen Kimse
Birinci Kâdede Teşehhüd Okumak
Çocukların Abdesti, Onlar Hakkında Gusül Ve
Temizlenmenin Ne Zaman Farz Olacağı
Kadınların Geceleri Mescidlere Gitmeleri
Kadınların Sabah Namazından Erken Çıkmaları
64- Abdullah
b. Yusuf bize anlatarak dedi ki: Mâlik bize Ebu'z-Zinâd'dan, o el-A'rac'dan, o
Ebû Hüreyre'den (ra) şöyle dediğini nakletti:
Allah Resulü (sav)
buyurdu ki: Namaz için çağrı yapıldığı zaman şeytan yellenerek ezanı
duyamayacağı kadar uzağa çekilir. Çağrı bittiğinde geri gelir. Namaza kamet
getirildiğinde tekrar dönüp çekilir. Kamet bittiğinde tekrar gelir. Sonunda
kişi ile kendi arasına girer ve "Şunu hatırla, bunu hatırla" diyerek
aklında olmayanları söyler. Tâ ki adam, kaç rekat kıldığını bilemez olur.[1]
Şerh
Yellenerek"
ifadesi hakkında Kadı Iyâz şöyle demiştir: Bu kelimeyi zahiri anlamına almak da
mümkündür. Çünkü şeytan, beslenen bir bedenen sahiptir. Dolayısıyla kendisinden
yel çıkması mümkündür. Böyle olabileceği gibi korkuyla kaçmasından çıkan ses de
olabilir.
Ezan sesini
duyamayacağı kadar" ifadesinin zahiri anlamında, şeytanın bu sesi kasden
çıkarmak suretiyle ezanı duymama isteği mevcuttur. Bazı beyinsizlerin ise,
ezanı hafife almak, onunla alay etmek için böyle yaptıkları bilinmektedir.
Tabii ki bu sesi çıkarma sebebi, ezan sesinden duyduğu korku da olabilir. Bir
başka ihtimal ise, namazdaki taharet hâlini zedeleme gayretiyim hadeste
bulunma isteği de olabilir. Bazı rivayetlerde şeytanın ezan okunurken Ravhâ'ya
kaçtığı söylenir ki Ravhâ ile Medine arasındaki mesafe 36 mildir.
Kişi ile kendi
arasına" yani kişi ile kalbi arasına girer. El-Bâcî şöyle der: Şeytanın
buradaki amacı, kişi ile namaza ihlas ve huşu ile yönelmesi arasına girmek,
onun bu niyet ve azmini sarsmaktır.
Ulemâ, şeytanın ezan
ve kamet okunurken kaçıp Kur'an ve diğer zikirler sırasında kaçmamasının
hikmeti üzerinde farklı görüşler belirtmişlerdir. Kimine göre müezzinin
kıyamet günü kendi aleyhinde şahitlik etmemesi için kaçar.
Şeytanın kaçışıyla
ilgili en sağlıklı açıklama, ezanı duyan herkesin hak ile ve dinin kıyamı üzerine
şahitlik edecek olmasıdır.
Konuyla ilgili
mantıklı açıklamalardan biri de İbni'l-Cevzî'ye aittir: Ezan, taşıdığı vakar ve
heybet sebebiyle şeytanı çok rahatsız eder. Çünkü ezan ve kamette neredeyse hiç
riya ve gaflet olmaz. Hâlbuki namaz böyle değildir. Bu yüzden şeytan namaz
sırasında kişiyle kalbi arasına girerek vesvese kapılarını ardına kaçar açar.
Bu hadis-i şerif
münâsebetiyle' dikkat çekilmesi gereken husus, kişinin ezan okunurken mescitten
ayrılmasıdır. Bu davranış, şeytanınkine benzemesi itibariyle çirkin
görülmüştür.
Hüküm
Ezan, sözlükte
bildirmek anlamına gelir. Dinî anlamı ise, farz namazlar için belli zamanlarda
okunan mübarek sözlerden ibarettir. Ezan okuyan kişiye müezzin denir.
Ezanın okunması gereği
Kitab ve Sünnet ile sabittir.
Bir camide ezan okunup
kamet getirilerek namaz edâ edildikten sonra orada aynı vaktin namazını kılmak
için ne ezan okunur, ne de kamet getirilir.
Evde ve kırda
kılınacak namazlar için de ezan okunması daha güzel olur. Sadece kamet de
yeterli olmakla birlikte ezan ile yetinilmesi mekruhtur.
Ezan ile kametin arası
biraz ayrılır. Kaza namazları için de ezan ve kamet getirmek sünnettendir.
Kamet ile namaz
arasında yeme, içme veya yıkanma gibi bir fiilde bulunulduğu takdirde kametin
tekrar getirilmesi gerekir.
Ezanı oturarak okumak
mekruhtur. Yolculuk hâli dışında binekte okumak da mekruhtur.
Kadınların, aklı kıt
kimselerin ve cünüplerin ezan veya kamet okumaları mekruhtur. Bunların
kametleri olmasa da, ezanları tekrarlanmalıdır. Abdest-siz birinin kamet
okuması da mekruhtur.
Ezan lafizlarının
müezzinden sonra tekrarlanması müstehaptır.
65- Kuteybe
b. Saîd bize anlatarak dedi ki: İsmail b. Cafer bize Humeyd'den, o Enes b.
Mâlik'ten (ra) şunu nakletti:
Allah Resulü (sav)
bizimle bir kavme karşı gaza için çıktığında sabah vakti girinceye kadar
bizimle saldırmaz beklerdi. Eğer ezan işitirse onlardan geri durur, ezan
işitmezse onlara saldırırdı. (Enes) şöyle der;
Hayber Gazasına
çıktık. Onlara geceleyin vardık. Sabah olduğunda ezan sesi duymadı. (Bunun
üzerine) bineğine bindi, ben de Ebû Tal-ha'nin arkasına bindim. Ayaklarım,
Allah Resûlü'nün (sav) ayağına değiyordu. (Hayberliler) kazma ve kürekleriyle
çıktıklar. Allah Resûlü'nün (sav) gördüklerinde "(Eyvah!) Vallahi
Muhammed! Ordu!" diye bağrıştılar. Allah Resulü (sav) onları görünce şöyle
nida etti:
Allahü Ekber! AHahü
Ekber! Yıkılsın Hayber! Biz bir kavmin yurduna indiğimizde uyarılmış olanların
sabahı ne kötü olur!" (Son cümle ayettir: Sâfiât sûresi ayet:177)[2]
Şerh
Eğer ezan işitirse
onlardan geri durur" ifadesinden anlaşıldığı üzere Allah Resulü (sav) bir
beldeye hücum etmezden önce sabah namazı vaktinin girmesini bekler, ezan duymak
için kulak kabartırdı. El-Hattâbî şöyle der: Çünkü ezan, İslamiyet'in
sembolüdür. Müslüman bir beldede ezanın terki caiz değildir. Eğer bir belde
halkı ezan okunmaması üzerinde ittifak etseler, Müslümanların imamına düşen
onlarla bu yüzden savaşmaktır.
İbni Abdi'1-Ber isİ-bu
konuda şöyle demiştir: Bu meselede ulemâ arasında ihtilaf olduğunu bilmiyorum.
Çünkü ezandaki şehadet kelimelerini terennüm eden kimsenin Müslüman olduğuna
hükmedilir. Ancak İsevî ise başka. Hadisteki mutlak hüküm onlar hakkında
geçerli olmaz. Zira onlar Yahudiler arasında bir cemaat olup Emevî devletinin
son döneminde ortaya çıkmışlardır. îsevîler, Hz. Muhammed'in (sav) peygamber
olduğunu itiraf etmiş, fakat sadece Araplara gönderildiğini söylemişlerdir. Bu
cemaat, Ebû İsa denen bir şahsa nispet edilmiştir.
Hüküm
İslam devlet hukukuna
göre bu hadisten çıkan, bir beldede ezan okunması, o beldenin Müslüman olduğu
anlamına gelir ve ora halkının malları ve canlan diğer Müslümanlara helal
olmaz. Hadis-i şerif bu anlamda çok önemli bir sembolün, yani ezanın
toplumları tanımadaki hayatî fonksiyonuna delalet etmektedir.
Ders
Bu hadis-i şeriften
çıkarılabilecek dersler için bir önceki 64 no.lu hadise bakınız.
66- Abdullah
b. Yusuf bize anlatarak dedi ki: Mâlik bize İbni Şihâb ez-Zührî'den, o Atâ b.
Yezîd el-Leysî'den, o Ebû Saîd el-Hudrî'den (ra) şöyle dediğini nakletti:
Allah Resulü (sav)
buyurdu ki: Ezanı duyduğunuzda müezzinin söylediğini söyleyin.[3]
Şerh
Duyduğunuzda"
ifadesinde zahir mânâ, işiten ve duyan kimsenin icabetine mahsus olmasıdır.
Buna göre kişi, müezzinin sesini duymasa dahi namaz vaktinde minarede gördüğü
zaman, namaz çağrısına icabet etmekle mükelleftir.
Müezzinin söylediğini
söyleyin", ifadesiyle ilgili olarak İbni Vaddâh sondaki müezzin
kelimesinin metinden olmadığını söylemiştir. Nesâî'nin Ümmü Habîbe'den (r.anhâ)
yaptığı rivayette müezzin susuncaya kadar Allah Resûlü'nün (sav) onun okuduğunu
tekrar ettiği geçmektedir ki bu meselede aslolan budur. Nevevî'nin
Şerhu'l-Mühezzeb''deki ifadesine göre ezanı dinleyen kişinin onunla birlikte
söylemeyip aradaki fasılalar izin verdiği Ölçüde peşinden söylemesi müstehap
görülmüştür.
Hüküm
Bu hususta müstehap
görülen, dinleyenin müezzinin söylediğini onun hemen ardından tekrar etmesi,
müezzinle eşzamanlı veya ondan önce terennüm etmemesidir.
Ders
Bu hadis-i şerifin
hükmüyle amel eden bir Müslüman günde beş vakit, kelime-i şehadet ve kelime-i
tevhid zikirlerinde bulunmuş olur. Bunu yürekten ve ihlâs ile yapan; bir
Müslümanın kalbi elbette diri ve uyanık olacak, gaflete düşme ihtimali
diğerlerine göre az olacaktır. Tabii her ibadette olduğu gibi bunda da bir
alışkanlık gereği olarak değil, inanarak ve hissederek söylemek asıldır. Aksi
hâlde, normal konuşmadan farkı olmayan kuru bir mırıldanma veya riyayı
celbedecek bir gürültüden öte gitmeyecektir.
67- Abdullah
b. Yusuf bize anlatarak dedi ki: Mâlik bize Nâfi'den, o Abdullah b. Ömer'den
(ra) şöyle dediğini nakletti:
Hafsa (r.anhâ) bana
haber verdi ki: Allah Resulü (sav) müezzin sabah (namazının ezanında) itikâf
ettiği ve sabah olmaya yüz tuttuğunda kalkar, namaz kılınmadan önce kısa iki
rekat kılardı.[4]
Şerh
Müezzin sabah
(namazının ezanında) itikâf ettiği" ifadesinde geçen (i'tekafe=itikâf
ettiği' fiiliyle ilgili bir çok âlim tarafından soru ve kapalılık bulunduğu
dile getirilmiştir. Hâlbuki hadisin Mâlik'in el-Muvatta' adlı eserinde geçen
"Müezzin sabah namazı için ezan okumadığında" şeklindeki
nassı gayet açık
ve kesindir. Nesefî'nin buhârî'den yaptığı nakilde ise
'itikâf kavramının kullanılma sebebi olarak müezzine mahsus bir duruma dikkat
çekildiği bildirilmektedir. Hadis hafızlarından bir topluluk ise, buradaki
vehmin sebebi olarak Buhârî'nin hocası Abdullah b. Yusuf u göstermektedir.
Hüküm
Bu hadis-i şerife göre
müezzinin sabah ezanını okumaması hâlinde kişi sünnetleri kısaltarak kılar ve
sabah namazının farzı için getirilecek kameti bekler.
Ders
Bu hadis-i şeriften
çıkaracağımız en mühim ders, özellikle cemaat ile namaz için telâşa kapılmamak,
vakar ve sükûneti muhafaza etmek gereğidir. Bazı insanların yaptığı gibi camiye
koşar adım gitmek, cemaate nefes nefese yetişmek, cemaat ve mescid âdabına
uymayan davranışlardır.
Ezanın bir şekilde
okunmaması hâlinde yapılması gereken, eğer vakit daralmışsa sünneti kılarak
kameti beklemek olacaktır. Bunun yanı sıra cemaat ile namaz kılacak kimse,
namazı ilk vaktinde veya değişik bir ifadeyle görevli imamın kıldırmayı adet
edindiği vakitte mescitte olmaya gayret,etmelidir. Mescide vaktinden önce
gidip namaza kadar sükunet içinde beklemenin ne derece büyük sevaplara vesile
olduğunu daha önce görmüştük.
68-
Ebu’l-Yemân bize anlatarak dedi ki: Şuayb bize ez-Zührî'den, o Urve b.
ez-Zübeyr'dcn, o Âişe'den (r.anhâ) şöyle dediğini nakletti:
Müezzin sabah ezanını
(okumayıp) sükut ettiğinde Allah Resulü (sav) fecrin doğuşundan emin olunca
kalkıp sabah namazından önce kısa iki rekat kılar, sonra müezzin kamet için
yanma gelinceye dek sağ yanına uzanırdı.[5]
Şerh
Sağ yanına
uzanırdı" ifadesinden uykuya yattığı anlaşılmamalıdır. Çünkü kişi, namaz
vaktini oturarak bekleyebileceği gibi yaslanarak veya uzanarak da bekleyebilir.
Hüküm
Bu hadis-i şeriften
çıkarılacak hükümler için bir önceki 67 no.lu hadise bakınız. Burada da sabah
namazından önce kılınan iki rekat namazın müekked sünnet olduğu teyit edilmektedir.
Ders
Allah Resulü (sav)
sabah namazının sünnetini kesinlikle ihmâl etmez, devamlı surette kılardı.
Sahih-i Müslim'de yer alan bir rivayette de buyrulduğu üzere "Sabah
namazının iki rekat (sünneti) dünyadan ve dünyanın içindekilerden daha
hayırlıdır."
Böyle övülmüş bir
namazı terk etmek, elbette büyük bir ziyandır.
69- Âdem
bize anlatarak dedi ki: İbni Ebî Zi'b bize anlatarak dedi ki: ez-Zührî Saîd b.
el-Müseyyeb'den, o Ebû Hüreyre'den (ra), yine ez-Zührî Ebû Seleme kanalıyla Ebû
Hüreyre'den (ra) şöyle dediğini nakletti:
Allah Resulü (sav)
buyurdu ki: Kameti duyduğunuzda namaz için yürüyün. Size düşen sükûnet ve
vakardır. Acele etmeyir. Yetiştitiğinizi kılın, kaçırdığınızı tamamlayın.[6]
Şerh
Kameti
duyduğunuzda" ifadesin, konuyla ilgili diğer hadislerde geçen
"(Cemaat ile) namaza geleceğiniz zaman" ibarelerine göre daha hususî
bir ibaredir. Gerçi namaza aceleyle giden kimsenin, imam ile birlikte iftitah
tekbirine şahit olmasından sevap umulur. Fakat acele etmek ve koşuşturmak yine
mekruh görülmüştür. Buna karşın, namazgaha kametten önce gelen kimsenin acele
etmesine gerek yoktur. Çünkü kamet, o gelip yerini aldıktan sonra
getirilecektir.
Size düşen
sükunet.." ifadesinde murat edilen mânâ, Müslim'de yer alan bir hadis-i
şerif ile birlikte okunduğunda daha iyi anlaşılmaktadır. O hadiste
"Sizden biri namaza niyetlenip yöneldiğinde namazda olur"
buyrulmaktadır. Şu hâlde cemaat ile namaz kılmak üzere cami veya mescide
yürüyen kimse namaz kılan hükmündedir. Dolayısıyla böyle birinin yapması
gereken sakin ve vakur olması, telaşeye kapılmamasidır.
Yetiştiğinizi
kılın", ifadesinde yetişilen kısmın namazın az veya çok bölümü olduğu
sınırlaması yapılmamakta, dolayısıyla cemaat ile namazın faziletinden bir
eksilme olmayacağı dolaylı olarak bildirilmektedir. Cumhur dediğimiz ulemânın
büyük çoğunluğu da bu görüştedirler. Daha önce geçen hadis~i şeriflerde
"namazın bir rekatına yetişen (namazı) idrak etmiştir" şeklindeki
buyrukların cemaat ile namaz için olmayıp namaz vakitleri için olduğunu
belirtmiştik. Bunları birbirine karıştırmamak gerekir. Cemaat ile kılınacak
bir namaza yetişmek için acele edip koşturmak mekruhtur. Bu namaza ve cemaate
gösterilmesi gereken saygıya aykırı bir davranıştır.
Ders
Müslüman, hayatının
her anında sükunet ve vakarını korumakla yükümlü bir insandır. İşin sonunda
cemaat ile namaz kılmak gibi toplu bir ibadete katılmak söz konusu olduğunda bu
sıfatlar noktasında daha titiz ve gayretli olmak gerekir. Buna göre bir
Müslüman, camiye koşturarak ve telâşe içinde gitmemelidir. Kan ter içinde ve
derin nefes alarak cemaate katılmak, namazda olması gereken huzur ve huşu ile
hiç bağdaşmayacak hâllerdir.
İftitah tekbirini
imama ile birlikte almanın sevabını kazanmak isteyen kimse, kametten bir süre
önce camide olmaya çalışmalı, abdestli olarak namazı beklemenin, namaz kılmak
gibi sevap olduğunu asla unutmamalıdır. Son ana kadar başka şeylerle
oyalandıktan sonra iftitah tekbirini imamla birlikte almanın sevabına nail
olmak isteyen, bunun için nefe nefese namaza duran biri, sevabı bırakın namazın
asıl ruhu olan huzur ve huşûdan mahrum kalmış olur.
70- Abdullah
b. Yusuf bize anlatarak dedi ki: Mâlik Ebu'z-Zinâd'dan, o el-A'rac'dan o Ebû
Hüreyre'den (ra) şöyle dediğini nakletti:
Allah Resulü (sav)
buyurdular ki: Canımı elinde tutan Allah'a yemin olsun ki odun toplamalarını
emredeyim, böylece odun yığılsın, sonra da namaz kılmalarını emredeyim, namaz
için ezan okunsun, sonra da bir kimseye emredeyim cemaate imam olsun, sonra
(geriye çekilip namaza gelmeyen) adamlara giderek, evlerini kundaklayayım diye
niyetlendim. Canım elinde olan Allah'a andolsun ki onlardan birisi eğer yağlı
bir kemik ya da güzelinden iki koyun paçası bulacağını bilse yatsı (namazına)
gelirdi.[7]
Şerh
Canımı elinde tutan
Allah'a yemin olsun ki", Allah Resû-lü'nün (sav) sık kullandığı
yeminlerden biri olup tam mânâsı şudur: Kulların 'bütün işlerinin tedbir ve
takdiri Allah'ın elindedir. Bu ifadeden çıkan hüküm ise, olduğu ve gerçekliği
kesin olan şeyler üzerine yemin etmenin caiz oluşudur. Bu yeminde Allah
Teâlâ'nın sânının yüceliğine dikkat çekmek vardır. Bu bakımdan, Allah lafzı
ile edilen 'Vallahi, Tallahi' gibi yeminlerden farklıdır.
Niyetlendim"
ifadesi, bir şeyi yapmaya azmetmek, akıldan geçirmek gibi anlamlar barındırır.
Yakayım"
ifadesinde kullanılan fiil, yakma eylemini en ağır ve pervasız şekilde
gerçekleştirme anlamında kullanılmıştır. Bu, Allah Resûlü'nün (sav) bu
durumdaki Müslümanlara duyduğu öfkenin boyutunu göstermesi bakımından
önemlidir.
Yahut iki koyun
paçası=mirmâteyn" sözcüğünün anlamı üzerinde ihtilaf edilmiştir. el-Halîl
bu sözcüğün 'paça' anlamına geldiğini söylemiştir. Başkaları, örneğin el-Ahfeş
ise şöyle demiştir: Mirmât, oynadıkları bir oyun şeklidir. Bu oyun,
sivriltilmiş oklarla oynanır ve oyuncular ellerindeki okları uzaktaki bir
toprak yığınına atarlardı. Oku, toprak yığını üzerine saplayan kazanan
sayılırdı.
Allah Resûlü'nün (sav)
insanların neftlerine çekecek iki şeyi, biri güzel bir yemek, diğeri eğlenceli
bir oyun zikretmiş olması da akla yakın görünmektedir.
Bu hadis-i şeriften
hareket ederek bazı âlimler cemaatle namaza özürsüz olarak katılmayanlara ceza
verilebileceğini söylemişlerdir. Bazıları bu cezanın mâlî bir ceza
olabileceğini söylemiştir ki Mâlikîler arasında bu yönde görüş belirtenler
olmuştur.
Ceza olsun veya
olmasın, bu hadis-i şerifte kullanılan üslûbun, bilinçli Müslümanlar üzerinde
çok güçlü bir caydırıcı tesir uyandırmayı hedeflediği anlaşılmaktadır. Her
halükârda Müslüman bir devlette, resmî makamlar özürsüz olarak cemaatle namazı
terk eden kimselere tazîr dediğimiz türden maddî veya manevî cezalar
uygulayabilirler.
Hüküm
Hanefî mezhebine göre
beş vakit namazı cemaatle kılmak sünnet-i müekkede, Cuma namazı ise farzdır.
Cuma namazı dışındaki
farz namazları cemaatle kılmak Mâlikîlere ve birbölüm Şafiî'ye göre sünnet-i
müekkededir. Hanbelî mezhebine ve Zahirî mezhebine göre vaciptir. Bu durumda
kişinin tek başına namaz kılması haram olmaktadır. İbn Rüşd ve Safirlerden bir
gruba göre ise şehir ve şehir hükmündeki yerlerde farz-ı kinayedir.
Farz namazları cemaat
ile kılmanın farz-ı ayn olduğunu söyleyenler de olmuştur.
Ders
Bu hadis-i şeriften
çıkaracağımız ders Müslümanların cemaat ile namaza önem vermeleri, mazeretleri
bulunmadıkça evlerinde veya işyerlerinde crurmayıp mescit ve camileri
doldurmalarıdır.
Cemaat ile kılınan
namazın bireysel namaza göre yirmi beş (ya da yirmi yedi) kat faziletli olması
bir yana, cemaatle namaz Müslümanların birlik ve dirliğini arttıran etkenlerin
başında gelir. Özellikle büyük şehirlerde, kalabalar arasında yalnızlık çeken
insanların cemaat ile namaz kılmaya teveccüh e:rneleri hâlinde bu duygudan
kurtularak, aslında büyük bir ailenin mensup-!an olduklarını anlamaları hiç de
uzun sürmeyecektir.
Cemaat ile namaz,
İslam toplumunun önemli sembollerinden biridir. Namaz gibi sosyal bir ibadetin
gerek iş muhitlerinde, gerekse mesken muhitlerinde cami ve mescitlerde eda
edilmesi, insanların hem iş çevrelerinde, hem de meskenlerinde dostluk ve
komşuluk ilişkileri kurmalarını ve pekiştirmelerini sağlayacaktır.
Günümüz İslam
toplumlarında namazın bir tür geleneğe dönüşmesi, ruhundan uzaklaşmış olması
ve Müslümanlar üzerindeki terbiye edici, etkileyici rolünü yitirmesi,
kesinlikle caydırıcı olmamalı, karanlığa sövmek yerine bunun şuurunda olan
kimseler mumlar yakmaya başlamalıdır.
Cuma namazlarında
dolan mescit ve camilerin sair vakitlerde de dolma-B, buralarda edilen toplu
dualar Yüce Allah'ın bu ümmetin tekrar dirilmesine ve o eski ruhunu yeniden
kazanmasına vesile olacak hâllerdir.
71- Musa b.
İsmail bize anlatarak dedi ki: Abdülvahid bize anlatarak dedi ki: el-A'meş
bize anlatarak şöyle dedi; Ebû Salih'in Ebû Hüreyre'den fra) şunu dinlediğini
duydum:
Allah Resulü (sav)
buyurdu ki: Kişinin cemaat ile kıldığı namaz, evinde ve çarşısında (dükkânında)
kıldığı namazdan yirmi beş kat daha üstündür. Şöyle ki abdesti güzelce alıp
mescide gitmek üzere çıktığında, attığı hiçbir adım olmaz ki bu adım sebebiyle
bir derece yükseltilip bir günahı da silinmemiş olsun. Namaza durduğunda,
namazgahında bulunduğu sürece melekler ona 'Allahım! Ona merhamet et!' diye
(dua ve) salat etmeye devam ederler. Sizden biriniz (namazgahında) namaz (vaktinin
gelmesini) beklerken namazda olmaya devam eder.[8]
Bu hadis-i şerifin
şerhi için 50 no.iu hadise bakınız.
Cemaat ile namazın
fikhî hükümleri bir önceki 70 no.lu hadiste zikredilmiştir.
Cemaat ile namazın
fazileti hakkında daha önce 50 ve 70 no.lu hadislerde bilgiler verilmiş olmasına
rağmen burada işaret etmeyi yararlı gördüğümüz husus, kişinin/daima niyeti
üzere olduğunu vurgulamaktır. Büyüklerimiz bunun için ilginç bir misâl
verirler:
Karıncanın biri hacca
gitmeye niyetlenir. Diğer canlılar onunla alay ederek 'Şu karınca adımlarınla
Mekke'ye varabilir misin?' derler. Karıncanın cevabı düşündürücüdür.
'Varamazsam da o yolda
ölçmem mi?'
Minik karıncanın
söylemek istediği şeyle Allah Resûlü'nün (sav) vermek istediği mesaj bir yerde
buluşmaktadır. Kişi niyetini hâlis tutup vaktinden önce camiye yöneldiği ve
orada oturduğu zaman, hem yürürken hem otururken namazda sayılır. Allah
geçinden versin bu esnada emr-i Hale vâki olsa, ölümlerin en güzeliyle ölmüş
olur. Yani namazda ölmüş sayılır. İşte cami ve mescitlerde namazı beklemek böyle
fazilet ve bereketleri barındıran bir davranıştır. Buna bir de masum meleklerin
dua ve niyazları eklenince, fazilet ve bereketin büyüklüğünü siz düşünün.
72-
Ebu'I-Yemân bize anlatarak dedi ki: Şuayb, ez-Zührî'den, o Saîd b. el-Müseyyeb
ve Ebû Seleme b. Abdirrahman'dan, o ikisi Ebu Hüreyre'den (ra) şöyle dediğini
naklettiler:
Allah Resûlü'nü (sav)
"Cemaat ile kılınan namaz, birinizin tek başına kıldığı namaza göre yirmi
beş cüz daha üstündür. Sabah namazında gece melekleri gündüz melekleriyle
toplanırlar" buyururken işittim.
Sonra Ebû Hüreyre;
Dilerseniz, "Sabah vakti de namaz kıl. Çünkü sabah vakti de
şahitlidir.." (İsrâ, 78) âyetini okuyunuz, derdi.[9]
Şerh
Yirmi beş cüz"
ifadesiyle ilgili olarak başka rivayetlerde yirmi yedi kat ifadesinin geçtiğini
belirtmemiz gerekir.
Hüküm
Cemaat ile namazın
hükümleri için 70 no.lu hadise bakınız.
Ders
Bu hadis-işeriften
çıkarılabilecek dersler için 70 ve 71 no.lu hadis-i şeriflere bakınız.
73- Ömer b.
Hafs bize anlatarak dedi ki: Babam bana el-A'meş'ten, o Ebû Salih'ten, o Ebû
Hüreyre'den (ra) şöyle dediğini nakletti:
Allah Resulü (sav)
buyurdu ki: Münafıklara sabah ve yatsıdan daha ağır gelen bir namaz yoktur.
Eğer bu iki namazdaki (sevabı) bilselerdi, onlara emekleyerek de olsa
gelirlerdi. Müezzine emretsem de kamet getirse, sonra bir adama emretsem de
insanlara imam olsa, sonra ben de ateşten bir kıvılcım alsam da bundan sonra
namaz için çıkmayanların (evlerini) üzerlerine yaksam diye niyetlendim.[10]
Şerh
Daha ağır"
ifadesi Kur'an-ı Kerim'deki "Onlar namaza ancak üşenerek gelirler"
(Nisa, 142) buyruğuyla da örtüşmektedir. Aslen münafıklar bütün farz namazlara
üşenerek gelirler. Ancak yatsı ve sabah namazları, vakit itibariyle evden
çıkmanın zorluğundan dolayı daha da ağır gelmektedir.
Eğer onlardakini
bilseler" ifadesinde murat edilen, o iki vakti cemaat ile kılmanın
sağlayacağı fazilet ve sevaplardır.
Hüküm
Cemaat ile namaz
kılmanın hükümleriyle ilgili olarak 70 no.lu hadise bakınız.
Ders
Bu hadis-i şeriften
çıkarılabilecek en mühim ders özellikle hadiste zikredilen vakitleri cemaat
ile kılmaya itina göstermek suretiyle yapılan benzetmeye konu münafıklardan
ayrışmaya çalışmaktır. Bir Müslüman olarak, tembellik ve üşengeçlik sebebiyle
cami ve mescitlere gitmemek, özellikle t>u iki vakitte evden çıkmamak
gerçekten kalplerimizi tekrar tekrar sınamamızı gerektiren bir davranış
olacaktır.
Bu vakitleri camilerde
kılmayı bize kolaylaştırması için Rabbimize sürekli niyazda bulunmalı ve
nefslerimizle bu konuda mücâhede etmeliyiz.
74- Abdullah
b. Mesleme bize Mâlik'ten, o Ebu'z-Zinâd'dan, o el-A'rac'dan o Ebû Hüreyre'den
fra) şöyle dediğini nakletti:
Allah Resulü (sav)
buyurdu ki: Sizden biri namazgahında bulunduğu müddetçe, abdestini bozmadıkça
melekler ona salat eder ve şöyle derler: "Allahım! Onu bağışla! Allahım!
Ona merhamat et!" Sizden biri, namaz kendisini alıkoyarak ailesinin yanına
denmesine mâni oldukça namazda sayılır![11]
Şerh
Sizden birine salat
eder", yani onun bağışlanması için istiğfarda bulunur. Allah Resûlü'nün
(sav) 'salat ederler' ifadesini kullanmasının, işlenen amel ile vaat edilen
mükâfatın uyumunu belirtmeyi amaçladığı söylenmiştir.
Abdestini
bozmadıkça" ifadesinde bilinen yollarla abdest bozmanın kastedildiği
söylenmiş, ancak el ve dil gibi uzuvlarla insanları rahatsız ederek hadeste
bulunmanın burada hades olmaya daha evla oldukları söylenmiştir. Çünkü
bunlarla verilecek rahatsızlık, kişinin kendi abdestini bozmasından vebalce
daha ağırdır.
Hüküm
Bu hadisten çıkan
fıkhı hükümle ilgili olarak 46 no.lu hadise bakınız.
Ders
Bu hadis-i şeriften
çıkarılabilecek derslerle ilgili olarak 46 no.lu hadise bakınız.
75- Abdullah
b. Yusuf bize anlatarak dedi ki: Mâlik bize İbni Şihâb ez-Zührî'den, o Enes b.
Mâlik'ten (ra) şöyle dediğini nakletti:
.
Allah Resulü (sav) bir
ata binmişti. Ondan düştü ve sağ yanı ezildi. Namazlardan birini oturarak
kıldırdı. Biz de O'nun arkasında oturarak kıldık. Namaz bitince şöyle buyurdu:
-İmam, kendisine
uyulmak içindir. Ayakta kılarsa, siz de ayakta kılın. Rüküya gittiğinde siz de
rükûya gidin. Doğrulduğunda siz de doğrulun. "Semiallahu limen
hamideh=Atlah, kendisine hamd edeni duydu'' dediğinde siz "Rabbena ve
lekel-hamd=Rabbimiz! Ve hamd Sana'dir!'' deyin. O oturarak kıldığında siz de
oturarak kılın.
Bu, Allah Resulü (sav)
eski hastalığında idi. Bilâhare Allah Resulü (sav) oturarak kıldı, insanlar
arkasında ayakta idiler. Onlara oturmalarını emretmedi. (Böyle bir durumda)
sonra olan dikkate alınır. Allah Resûlü'nün (sav) son fiili böyledir.[12]
Şerh
Rabbimiz! Ve hamd
Sana'dır deyin" ifadesindeki vâv" harfi Hz. Âişe (r.anhâ) kanalıyla
gelen rivayetlerde de vardır, el-Keşmihenî tararından ykpılan rivayette
"vâv" harfi mevcut değildir. Ancak metinde yer verilmeyen bir
"Sana itaat ettik" veya "icabet buyur" temennisinin
ardından "ve^âv" harfinin gelmesi anlamlıdır.
Namazlardan bir namaz
kıldırdı" ifadesinde geçen namazın hangisi olduğu tespit edilememiştir.
O'nun arkasında
oturarak kıldık", ifedesi Hz. Âişe'den (r.anhâ) gelen rivayetin zahirine
uymamaktadır. Ancak Enes (ra) hadisi bu ikisini cem etmiş olup çatılarda namaz
kılmak babında geçmiştir. (Bk. 43 no.lu hadis) Burada iki emir söz konusu olup
ikinci emrin, birinciyi nesh ettiği, yani hükmünü ortadan kaldırdığı
görülmektedir.
Hüküm
Hanefî mezhebine göre
imam binekte, cemaat yayan olursa, veya başka binekler veya gemiler üzerinde
bulunurlarsa, mekan farklılığından dolayı iktidâ sahih olmaz.
Aynı şekilde cami veya
başka bir mekanda imam ile cemaat arasında kayık geçecek genişlikte bir ırmak
vearaba geçecek genişlikte bir yol bulunsa iktidâ sahih olmaz.
Bunun dışında imamın
bir özrü bulunması itibariyle oturarak kıldırması hâlinde cemaatin ona uyarak
oturması gerekmez. Cemaat, namazı ayakta kılar.
Ders
Allah Resulü (sav)
hayatta iken dinî hayat gelişen bir seyir izlemiş ve bazı fiiller, önceden var
iken uygulamadan kaldırılmıştır. O'nun vefatına kadar devam eden bu süreç, dini
kemâle ermesi ve Yüce Allah'ın "Bugün dininizi tamamladım" buyruğuyla
olgunluğunun zirvesine ulaşmıştır. Bu çerçeveden olmak üzere, Allah Resûlü'nün
(sav) hadisleri arasında farklılıklar gördüğümüz zaman, bu farklılığın bir
sebebinin de, nesh olduğunu söyleyebiliriz. Bununla ilgili en somut
örneklerden biri belli bir süreliğine kıyılan nikahın (mut'a) bir süre izin
verildikten sonra kaldırılmış olmasıdır. Bu tür meselelerde itibar edilmesi
gereken, en son söylenen veya yapılan uygulamadır.
76- Abdullah
b. Mesleme bize Mâlik b. Enes'ten, o Eyyub b. Ebî Temime es-Sahtiyanı'den, o
Muharnrned b. Sîrin'den, o Ebû Hüreyre'den (ra) şunu nakletti:
Allah Resulü (sav) iki
rekat kıldırdıktan sonra namazdan çıktı. Zül-vedeyn Allah Resûlü'ne (sav)
sordu:
Ey Allah'ın Resulü!
Sen mi unuttun, yoksa namaz mı kısaldı?
Zül-yedeyn doğru mu
söylüyor? diye sordu.
Evet, dediler. Bunun
üzerine kalktı ve iki rekat daha kıldırdı kıldırdı. Sonra selam verip tekbir
getirdi ve her zamanki secdesi gibi yahut daha uzun bir secdece kapandı.[13]
Şerh
Bunun üzerine Allah
Resulü (sav) kalktı ve iki (rekat daha) kıldırdı" ifadesindeki 'kalktı'
fiili bu rivayet dışındaki rivayetlerde yer almamıştır. Çünkü Allah Resulü
(sav) zaten ayakta durmaktaydı. Buna cevaben 'doğruldu' anlamında kullanıldığı
söylenmiştir. Çünkü önceki rivayette, Allah Resûlü'nün (sav) bir kütüğe
yaslanmış olduğu geçmektedir.
Hüküm
Hanefî mezhebine göre
imamın sehvi, kendi hakkında asaleten, cemaat ^kkında da ona bağlı olarak sehvi
secdesini gerektirir. Cemaatten birinin ^hvi ise, ne kendisi, ne de imam
hakkında sehiv secdesi gerektirmez.
Bu hadis-i şeriften
çıkarılan sehiv secdesiyîe ilgili hükümler için 51 B>.fo hadise bakınız.
Ders
Daha önce geçen 51
no.lu hadiste de tafsilatlı olarak anlatıldığı üzere hadis-i şeriften çıkan en
mühim ders, imamın hata ve sehvini düzeltme gereğidir. Bu konuda tereddüt
göstermemek ve çekingen davranmamak gerekir, Tabii bu yapılırken âdâb ve erkâna
uyulmalıdır. Görüldüğü üzere Allah Resulü (sav) cemaatten birinin sözünü,
diğerlerine doğrulattıktan sonra gereğini yapmıştır.
77-
Ebu'I-Velîd bize anlatarak dedi ki: Şu'be, Sâd b. İbrahim'den, o Ebû Seleme b.
Abdirrahman'dan, o Ebû Hüreyre'den (ra) şunu nakletti:
Allah Resulü (sav)
öğle (namazını) iki rekat kıldırdı. "İki rekat kıldırdınız?"
denilince, iki rekat daha kıldırdı. Sonra selam verdi, sonra iki defa secdeye
vardı.[14]
Şerh
"Öğle (namazını)
iki rekat" ifadesiyle eğer aynı olay ise, eksik kıldırılan namazın öğle
namazı olduğu kesinlik kazanmaktadır.
Hüküm
Bu hadis-i şeriften
çıkarılacak hükümler için 51 no.lu hadise bakınız. Burada değinmemiz gereken
husus, sehiv konuşunda imamın cemaatin uyarısını dikkate alması gereğidir.
Ancak imam, cemaatten sadece bir kişinin beyanıyla hareket etmeyip diğerlerine
de sorup araştırabilir.
Ders
Bu hadis-i şeriften
çıkarılacak dersler için 51 no.lu hadisin ilgili bölümüne bakınız.
78-
Ebu'l-Yemân bize anlatarak dedi ki: Şuayb, ez-Zührî'den şunu nakletti:
Ensâr'dan Enes b. Mâlik (ra) bana şunu anlattı:
AHah Resulü (sav) bir
ata binmişti. (Ondan düştü ve) sağ yanı ezildi. O gün namazlardan birini
oturarak kıldırdı. Biz de O'nun arkasında oturarak kıldık. Selam verdikten
sonra şöyle buyurdu:
İmam, kendisine
uyulmak içindir. Ayakta kılarsa, siz de ayakta kılın. Rükûya gittiğinde siz de
rükûya gidin. Doğrulduğunda siz de doğrulun. Secdeye vardığında siz de secdeye
varın. "Semiallahu linıen hamideh=Allah, kendisine hamd edeni duydu"
dediğinde siz "Rabbena ve lekel-hamd=Rabbimiz! Ve hamd Sana'dır!"
deyin.[15]
Şerh
Bu hadisteki
lafızların şerhi için 75 no.lu hadise bakınız.
Hüküm
Hadis-i şeriften
çıkarılan hükümler için 43 ve 15 no.lu hadislere bakınız. Bâb başlığıyla ilgili
olarak iftitâh tekbirinden bahsetmemizde fayda olacaktır:
İmam, arkasındaki
cemaate namaz kıldırmak üzere ellerini kaldırır ve seslice tekbir getirir.
Cemaat de niyet ettikten sonra bu tekbiri getirerek namaza başlamış olurlar.
İftitah tekbirine, namaz dışındaki fiilen haram kıldığı için Tahrîme Tekbiri
dedenilir. Hanefî mezhebine göre namazın esas rükünlerinden olmayıp şartı iken
üç mezhep imamına göre namazın rüknüdür.
İmama uymak üzere
ayakta alınan iftitah tekbirinin tamamen kıyam hâlinde alınması şarttır.
Dolayısıyla imam rükûda iken ona uyan biri,kıyamda Allah deyip Ekber lafzını
rükûya vardıktan sonra söylese imama uymuş olmaz.
Ders
Hadisten çıkarılacak
dersler için 43 ve 75 no.lu hadislerin ilgili bölümlerine bakınız.
79- Kuteybe
b. Şaîd bize anlatarak dedi ki:Leys bize İbni Şihâb ez-Zührî'den, o Enes b.
Mâlilc'ten (ra) şunu nakletti:
Allah Resulü (sav) bir
attan düştü. (Vücudunda) ezilme oldu. Bize oturarak namaz kıldırdı. Biz de
O'nunla birlikte oturarak kıldık. Sonra namazı bitirince şöyle buyurdu:
İmam ancak uyulmak
içindir. O tekbir getirdiğinde siz de tekbir getirin, rükûya gittiğinde, siz de
rükûya gidin, doğrulduğunda siz de doğrulun, "Semiallahü limen
hamiden" dediğinde "Rabbena ve lekelhamd" deyin.[16]
Şerh
Bu hadisin
lafızlarının şerhi için 43 ve 75 no.lu hadislere bakınız.
Hüküm
Bu hadistan çıkarılan
fıkhî hükümlerle ilgili olarak 78 no.lu hadise bakınız.
Ders
Bu hadis-i şeriften
çıkarılabilecek öğüt ve dersler için 43 ve 75 no.lu hadislere bakınız.
80- Abdullah
b. Mesleme bize Mâlik'ten, o İbni Şihâb ez-Zührî'den, o Salim b. Abdullah'tan
(ra), o babasından şunu nakletti:
Allah Resulü (sav)
namaza başlangıç (iftitâh) tekbiri aldığında iki elini omuzları hizasına
kaldırırdı. Rükûya giderken tekbir aldığında, yine başını rükûdan kaldırıp
"Semiallahü limen hamiden" dediğinde de ellerini kaldırırdı, ama bunu
secdelerde yapmazdı.[17]
Şerh
Nevevî Şerhu Müslim adlı
eserinde şöyle der: İslam ümmeti, iftitâh (tahrîme) tekbiri getirirken elleri
kaldırmanın müstehap olduğu üzerinde icmâ etmiştir. Ancak o, birkaç satır sonra
bunun vacip olmadığı üzerinde de icmâ bulunduğunu söylemiştir. Asıl itibariyle
burada bir çelişki yoktur. Çünkü müstehap olma, vacip olmayla çelişmez.
Bu konuda en sıhhatli
görüş İbnu'l-Münzir'in şu sözüdür: Allah Resû-lü'nün (sav) namazın
başlangıcında ellerini kaldırdığı bilgisi üzerinde hiçbiri ihtilaf etmemiştir.
Bunun vacip olduğunu
söyleyenler arasında Buhârî'nin hocası el-Humeydî, el-Evzâ'î, İbni Huzeyme gibi
büyük âlimler bulunmaktadır.
Hüküm
Hanefî mezhebine göre,
hadiste anılan durumlarda tekbir alırken elleri kaldırmak sünnettir. Bu tekbir
esnasında avuçların kıble yönüne dönük olmasına dikkat edilmelidir.
Ders
Tekbîr, sözcük anlamı
itibariyle yüceltme, ululama ve Allah Teâlâ'nın en büyük olduğunu dile
getirmedir. Bu itibarla tekbîr alınırken, bir anlamda emre âmâde olunduğunu ,
karşısında boynumuzun kıldan ince olduğunu teyit etmek mahiyetinde elleri
kaldırmak bu sözlü tazîmin fiille pekiştirilme-sidir. Dolayısıyla tekbir
getirirken elleri omuzlar hizasında kaldırmak, Yüce Rabbimize duyduğumuz saygı
ve iclâlin bir fiilî bir ifadesidir.
81- Muhammed
b. Mukâti^bize anlatarak dedi ki: Abdullah bize şöyle haber verdi: Yunus bize
İbni Şihâb ez-Zührî'den, o Salim b. Abdillah'tan, o (babası) Abdurrahman b.
Ömer'den (ra) şunu nakletti:
Allah Resûlü'nü (sav)
namaza durduğunda ellerini omuzlan hizasında kaldırdığını gördüm. O bunu rükû
için tekbir getirdiğinde, başım rükûdan kaldırdığında da yapar, "SemiaHahü
limen hamiden" derdi. Secdelerde bunu yapmazdı.[18]
Şerh
Rükû için tekbir
getirdiğinde", yani rükûya gitmek üzere tekbir getirdiği sırada.
Hüküm
Hadis-i şeriften
çıkarılan fikhî hükümlerle ilgili olarak Hanefî mezhebinde sadece iftitah
tekbiri ile cenaze ve bayram namazlarında tekbirler getirilirken ellerin
kaldırılması sünnet olarak kabul edilmiştir. Sair farz namazlarda sadece
iftitah tekbiri alınırken eller kaldırılır. Mâlikîler bu hadiste geldiği
şekliyle tekbirlerde ellerini kaldırırlar.
Ders
Hadisten çıkarılacak
en mühim ders, tazîm ve iclâlin zirvesi olması itibariyle Allah Resûlü'nün
(sav) namazlarda farklı biçimlerde bunu gösterdiği görülmektedir. Tekbir
getirirken ellerin kaldırılması da bu tazîm tezahürlerinden biridir.
82-
Ebu'l-Yemân bize anlatarak dedi ki: Şuayb, İbni Şihâb ez-Zührî'den, o Salim b.
Abdillah'tan, o Abdullah b. Ömer'den (ra) şöyle dediğini nakletti:
Allah Resûlü'nün (sav)
namazı tekbir ile açtığını, tekbir esnasında omuzları hizasına gelecek kadar
ellerini kaldırdığını, rükû için tekbir getirdiğinde aynını yaptığını,
"SemiaHahü limen hamiden" derken aynını yaptığını, "Rabbena ve
leke'1-hamd" dediğini, secdeye giderken ve başını secdeden kaldırırkan
bunu yapmadığını gördüm.[19]
Şerh
Hadis-i şerifin şerhi
daha önceki 80 no.lu hadiste geçmiştir.
Hüküm
iftitah tekbirinde
ellerin kaldırılması konusunda Hanefî mezhebine göre erkeklerin kulak memeleri
hizasına kadar kaldırmaları gerekirken hanımların omuzlar hizasına kaldırmaları
yeterli görülmüştür. Bunun kadınlar açısından dah örtücü olduğu söylenmiştir.
Ders
Hadis-i şeriften
çıkarılabilecek dersler için 80 no.lu hadise bakınız.
83- Ayyaş
bize anlatarak dedi ki: Abdüla'lâ bizeUbeydullah'tan, o Nâfi'den şunu nakletti:
İbni Ömer (ra) namaza
başlarken tekbir getirerek ellerini kaldırırdı. Rüküya eğilirken ellerini
kaldırırdı. "Semiallahü limen hamiden" derken ellerini kaldırırdı.
İki rekatı (kılıp) kalkarken tekbir getirirdi. İbni Ömer (ra) bu (namaz kılma
şeklini) Allah Resûlü'ne (sav) ref ederdi.
Bunu Hammâd b. Seleme
Eyyub'dan, o Nâfi'den, o İbni Ömer'den (ra), o Allah Resûlü'nden (sav) rivayet
etmiştir. İbni Tahmân, Eyyub ve Musa b. Ukbe'den muhtasar (kısa) olarak rivayet
etmiştir.[20]
Şerh
Şâfiîlere göre namaz
esnasında üç yerde elleri kaldırmak müstehap görülmüştür ki bunlar iftitah
tekbiri, rükûya eğilme ve kalkma anlarıdır. Hanefî mezhebine göre ise sadece
iftitah tekbirinde eller kaldırılıp namazın diğer tekbir ve zikirleri esnasında
eller kaldırılmaz.
Hüküm
Hanefî mezhebine göre
iftitah tekbiri dışında namazdaeller kaldırılmaz.
Ders
Namaz gibi sürekli göz
önünde gerçekleşen bir ibadet üzerinde böylesine farklılık bulunması bazı
kimseleri şaşırtabilir. Fakat unutulmamalıdır ki Allah Resulü (sav) muhtelif
zamanlarda muhtelif şekillerde namaz kılmış ve bu farklılıklar sahabe (ra)
kanalıyla mezhep imamlarına kadar ulaşmıştır. Mezhep imamları da bu rivayetler
arasında tercihlerde bulunarak belli bir şekli benimsemişlerdir.
Bu noktada
unutulmaması gereken husus, tüm bu farklılıkların namazın farzları ve özüyle
irtibatlı olmayıp şeküyâtı ile ilgili olduklarının bilinmesidir. Namazın
kıyam, kıraat, rükû, sücûd ve kâde gibi esasları bütün İslam dünyasında aynen
edâ edilir. Ancak mezhepler bağlı olarak bazı beldelerde namaz içinde de eller
kaldırılırken bazılarında kaldırılmaz, bazılarında eller bileklerden
göbekaltında bağlanırken bazılarında göbek üstünde ve dirseklerden bağlanır.
Bunları bir tür rahmet ve zenginlik eseri ve Allah Resû-lü'nün (sav) sünnetinin
canlı tutulması olarak görmekte yarar vardır.
84- Hafs b.
Ömer bize anlatarak dedi ki: Şu'be bize Katâde'den, o Enes b. Mâlik'ten (ra)
şöyle dediğini nakletti:
Allah Resulü (sav),
Ebu Bekir (ra) ve Ömer (ra) namaza Elhamdüliİlâhi Rabbi'I-âlemîn ile
başlarlardı.[21]
Şerh
Namaza
başlarlardı" yani namazın kıraat farzına başlarlardı. Fethu'1-bâri
müellifi, bu bölümde Besmelenin okunup okunmadığına dair varolan farklı
rivayetleri zikretmiş ve bunların karşılaştırmasını yapmıştır. Sonuç itibariyle
namazdaki kıraate besmele ile başlanması müstehaptır.
Hüküm
Hanefî mezhebine göre
namazda kırâatia ilgili bazı hükümleri şöyle sıralamak mümkündür:
Kıraat, namazın farz
olan rükünlerinden biridir. İmama uyan dışında kişinin kendi okuduğununefsinin
işitebileceği bir ses ile kıraatte bulunması gerekir. Kendi nefsinin dahi
duymadığı bir kıraat sahih olmaz.
Kıraatin ilk iki
rekatta bulunması vacip görülmüştür. Dolayısıyla kasıtlı olarak terk edimesi
mekruh olup hata ve sehiv eseri okunmaması hâlinde sehiv secdesi gerekir.
Tercih edilen görüşe göre, diğer rekatlarda Fatiha okunması vacip olup hata ile
terk edilmesi sehiv secdesini gerektirir. Diğer görüşlere göre, üç ve dördüncü
rekatlarda kıraat daha faziletli olmakla birlikte teşbih veya bir yahut üç
teşbih miktarı susmak da caizdir.
İmam-ı Azam'a göre
farzın yerine getirilmesi için her rekatta kısa da olsa bir âyet okumak
yeterli iken, İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed ile İmam Azam'in bir başka
görüşüne göre üç kısa âyet veya bunlara denk miktarda uzun bir âyet okumak
gerekir.
Sadece kısa bir âyet
okuyabilen biri, İmam-ı Azam'a göre bunu bir kere okuyup aynı rekatta üç kere
tekrar etmesi gerekmez. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise tekrar
etmesi gerekir.
Âyete'l-kürsî gibi
uzun ayetleri iki rekatta okumak, sahih rivayete göre yeterlidir.
Namazlarda Fatiha
sûresini okumak sünnettir. Çünkü Allah Resulü (sav) ve sahabe böyle
yapmışlardır.
Ders
Namazda kıraat esas
itibariyle zikrin en yücesi olan İlahî Kelâmın okunmasını temindir. Kıraat dili
kesinlikle Arapça'dır. Ancak İmam Azarn'ın, yeni Müslüman olanlara. Arapça
olarak ezber yapacakları zamana kadar kendi dillerinde ayet meallerini
okumalarına izin verdiği bilinmektedir.
İslamın bütün
emirlerinde olduğu gibi namazda da şuur ve bilincin açık, ne söylendiğinin, ne
okunduğunun bilinmesi gerekir. Bunun için, Arap dilinin bilmeyen Müslümanlar,
okudukları sûre ve âyetlerin mânâlarını meallere bakarak öğrenmeli,
okuduklarının mânâları üzerinde tefekkür etmelidirler.
Namazda kıraat için
bir âyet bile yeterli olmasına rağmen, Müslümanlar imkanları elverdiği ölçüde
yeni sûre ve âyetler ezberleyerek kırâatların zenginle ştirmeli, namaz
sûreleri olarak bilinen kısa sûrelerle sınırlı tutmamalıdırlar. Böylelikle
dinlerinin kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'i daha çok tanıyacak, nurlarından daha
fazla feyizdâr olacaklardır.
85- Abdullah
b. Yusuf bize anlatarak dedi ki: Mâlik, İbni Şihâb ez-Zührfden, o Ubeydullah b.
Abdillah b. Utbe'den, o İbni Abbâs'tan (ra) şöyle dediğini nakletti:
Ümmü'1-Fadl onu
Ve'l-mürselâti urfen sûresini okurken dinlemişti. (Sonra) şöyle dedi:
Ey oğul! Vallahi bu
sûreyi okumakla bana Allah Resûlü'nden (sav) dinlediğim son şeyi hatırlattın. O
bu sûreyi akşam namazında okumuştu.[22]
Şerh
Ümmü'1-Fadl",
hadisi rivayet eden İbni Abbâs'ın (ra) annesidir. Tirmizî bunu açıklayarak
"annesi Ürnmü'l-Fadl'dan" şeklinde rivayet etmiştir. Onun Hz.
Hatîce'den (r.anhâ) sonra Müslümaliğı kabul eden ilk hanım olduğu söylenmişse
de, doğrusu Hz. Ömer'in (ra) kızkardeşi ve Saîd b. Zeyd'in hanımı olan Fâtıma (r.anhâ)
ikinci Müslüman hanımdır. Bana hatırlattın", yani unutmuş olduğum bir şeyi
mama vesile oldun. Akîl, İbni Şihâb'dan yaptığı rivayette, Allah Resûlü'nün
(sav) kıldırdığı son namazın akşam namazı olduğunu söylemiştir ki lafzı
şöyledir: "Bundan sonra Allah ruhunu alıncaya dek Allah Resulü (sav) bize
namaz kıldırmadı."
Daha önce geçen Hz.
Âişe (r.anhâ) hadisinde vefat ettiği son hastalığında kıldırdığı namazın öğle
namaz olduğu söylenmiştir. Bu ikisini şöyle bağdaştırmak mümkündür ki Hz.
Aişe'nin (r.anhâ) zikrettiği mescidde kıldırdığı namazdır. Ümmü'l-Fadl'ın
(r.anhâ) zikrettiği ise odasında kıldığı namazdır.
Hüküm
Hanefî mezhebine göre
vaktin darlığından dolayı akşam namazında kısa sûreler okumak müstehaptır.
Sıhhatinde kuşku olmayan bu hadis-i şerife göre Mürselât sûresini okumak da
sünnet olmaktadır.
Ders
Bu hadis-i şeriften
çıkaracağımız en mühim ders, sahabenin sahip oldukları Peygamber sevgisidir.
Hadiste adı geçen büyük hanım sahabî Ümmü'l-Fadl (r.anhâ) oğlunun hatırlattığı
bir olaydan derin bir sevinç duymuş, bir anlamda O'nunla geçen günlerin
güzelliğini yâd etmiştir. İnsanlık tarihinde pek az insana nasip olan bu sevgi,
Allah Resûlü'nün (sav) sahabe tarafından ne kadar sevildiğini göstermektedir.
İlk Müslümanların
inanılmaz başarılarının arkasındaki en büyük etken de bu Allah ve Peygamber
sevgisiydi. Onlar, Rablerinin ve peygamberlerinin emirlerinden çıkmaz, onlar
uğrunda canlarını bie ortaya koyarlardı. İnsan için en kıymetli şey olan
hayatın dahi, uğrunda gözden çıkarıldığı bu sevginin başaramayacağı bir şey
olamazdı. Nitekim öyle de olmuş ve ilk Müslümanlar, çok kısa bir sürede eski
dünyanın neredeyse yarısını İslam'a açmışlardır.
86-
Ebu'n-Nu'mân bize anlatarak dedi ki: Mu'temir babasından, o Bekr'den, o Ebû
Râfi'den şöyle dediğini nakletti:
Ebû Hüreyre (ra) ile
yatsı namazını kıldım. İze's-semâu inşekkat sûresini okudu ve secdeye vardı.
Ona (bunu) sorduğumda şöyle dedi: Ebû Kâsım'ın (sav) ardında (bu sûreyi
okurken) secde ettim, O'na kavuşuncaya kadar da o (sûreyi okuduğum namazda)
secde etmeye devam edeceğim.[23]
Şerh
İze's-semâu
inşekkat" Kur'an-ı Kerim'in 84. sûresi, İnşikâk sûresi.
Yatsı namazı",
Ateme kelimesi, yatsı namazının isimlerinden biridir.
Secde etti",
İnşikâk sûresinin 21. âyet-i kerimesinde Allah Resulü (sav) tilâvet secdesinde
bulunmuştur. Bu yüzden bu âyet-i kerime secde âyetlerindendir.
Hüküm
Hadis-i şerifte de
beyân olunduğu üzere yatsı namazında İnşikâk sûresini okumak sünnettir. Bunun
dışında namaz içinde tilâvet secdesiylc ilgili olarak şu hükümleri zikretmekte
fayda vardır:
Tilâvet secdesinin
namaz esnasında edası derhal vaciptir. Çünkü namazın bir parçası hâline
gelmiştir. Tercih edilen görüşe göre secde âyeti okunduktan sonra en fazla üç
âyet daha okunabilir, sonra secde yapılır
Tilâvet secdesinde
niyet şarttır. Şu var ki birkaç secde âyet-i için secdede bulunacak kişi
bunları belirtmek zorunda değildir. Namaz içinde kalben niyet edilmesi
gerekirken namaz dışında dille de niyet edilmesi sünnete uygun s, olandır.
İmam Ebû Yusuf a göre
namaz dışında da edası derhal vaciptir.
Namazda okunan secde
âyetinde bakılır: Ondan sonra üç âyetten fazla okunmazsa, takip eden rükû veya
sücûd ile tilâvet secdesi de yerine getirilmiş olur. Buna niyet edilmiş olup
olmaması durumu değiştirmez.Ancak tercih edilen görüşe göre, rükû suretinde
yapılacağında niyet gerekir. Üç âyetten fazla okunacağı zaman müstakillen rükû
veya secde edilmesi gerekir. Secde daha faziletlidir. Namazın rükû vesücuduyla
bu secde düşmez.
Secde âyetini namazda
okuyan biri, dilerse okuyacağı âyetlerin miktarına bakmaksızın tekbir
getirerek tilâvet secdesine varır.tilâvet secdesi niyetiyle yalnız rükûya
eğilmesi de yeterlidir. Sonra tekrar ayağa kalkar ve namazın asıl rükû ve
secdelerine devam eder. Eğer sûreyi bitirmişse, tilâvet rükûun-dan kalktıktan
sonra diğer bir sûreden birkaç âyet okur. Hiçbir şey okumadan rükû ve
secdelere devam etmesi mekruhtur.
Cemaat ile kılınan
namazda ise, imam yukarıda beyan edildiği şekilde rükû ve ya sücûda giderek tilâvet
secdesini eda etmez. Zira cemaat bunu bilmeyeceğinden, tilâvet secdesi onlardan
sakıt olmaz. Bunun yerine imam, selam verdikten sonra cemaatin tilâvet
secdesinde bulunup ardından tekrar teşehhütte bulunmaları gerekir.
Secde âyeti ber
namazda birden fazla okunduğunda tercih edilen görüşe göre sadece bir tilâvet
secdesi gerekir.
İmamın Cuma ve bayram
namazlarıyla ile sessiz tilâvetin olduğu namazlarda tilâvet secdesi bulunan
âyetler okuması mekruhtur.
Esas itibariyle
namazda okunan bir secde âyeti için, namaz bittikten sonra secde edilemez.
Çünkü o secde namazın bir parçası hâline gelmiş olur.
Kur'an-ı Kerim'de
toplam 14 secde âyeti mevcuttur.
Ders
Secde âyetleri Yüce
Rabbimize tazım ve iclâlin zirvesine çıktığı ve okunan ilahî kelâm sebebiyle
korku ve recâ ile secdeye kapanmanın lüzum ettiği âyetlerdir. Büyük sahabî Ebu
Hüreyre de (ra) Peygamber efendimizin yatsı namazındaki sünnetini devam
ettirerek bu vakitte İnşikâk sûresini okumayı sürdürmüş ve secdesini de tıpkı
O'nun gibi yaparak Allah Resûlü'nün (sav) bir sünnetini yaşatma gayreti içinde
olmuştur. O ve benzerlerin bu duyarlılıkları sayesinde 14 asır sonra bizler
hâlâ Efendimizin dinî uygulamalarının büyük bölümünü olduğu gibi yaşama
imkânına sahip bulunmaktayız. Allah cümlesinden razı olsun.
87- Müsedded
bize anlatarak dedi ki: Yezîd b. Zürey' dedi ki: et-Teymî Bekr'de, o Ebû
Râfi'den şunu nakletti:
Ebû Hüreyre (ra) ile
yatsı namazını kıldım. İze's-semâu inşekkat sûresini okudu ve secdeye vardı. Ona
bu nedir diye sorduğumda şöyle dedi:
Ebû Kâsım'ın (sav)
ardında (bu sûreyi okurken) secde ettim, O'na kavuşuncaya kadar da o (sûreyi
okuduğum namazda) secde etmeye devam edeceğim.[24]
Şerh
Hadis-i şerifin
şerhiyle ilgili olarak bir önceki 86 no.lu hadise bakınız.
Hüküm
Hadis-i şerifle ilgili
hükümler 86 no.İu hadisin ilgili bölümünde açıklanmıştır.
Ders
Hadis-i şeriften
çıkarılabilecek dersler için 86 no.lu hadise bakınız.
88- Abdullah
b. Yusuf bize anlatarak
dedi ki: Mâlik
bize İbni Şihâb'dan, o Saîd b.
el-Müseyyeb ve Ebû Seleme b. Abdirrahman'dan Ebû Hüreyre'nin (ra) şöyle
dediğini nakletti:
Allah Resul (sav)
buyurdu ki: İmam "âmin" dediğinde siz de "âmin" deyin.
Bilinmelidir ki kimin "âmin" demesi meleklerin "âmin"
demesine rastlarsa onun geçmiş günahları bağışlanır.[25]
Şerh
İmam âmin dediğinde
siz de âmin deyin" yani imanı dua ettiğinde, burada murad edilen Fatiha
duasıdır, siz de dua edin. Bu hadis-i şerif, imamın âmin demesi gerektiğinin
delili olarak görülmüştür. İmam Mâlik bir rivayete dayanarak buna itiraz etmiş
ve imamın seslice âmin dememesi gerektiğini söylemiştir. Mâlikîlerin bir bölümü
de, imamın duayı okuyan olması itibariyle "âmin" demesinin uygun
olmayacağını söylemişlerdir.
Âmin deyin",
ifadesi cemaatin imamdan sonra "âmin" demelerine delil olarak
gösterilmiştir. Ancak cumhur, farklı bir rivayetle cem etmek suretiyle, imam
ile cemaatin eşzamanlı "âmin" demeleri gerektiğini söylemiştir. Ebû
Muhammed el-Cüveynî, "âmin" demek dışında namazın hiçbir rüknünde
cemaatin imam ile eşzamanlı hareket etmesinin müstehap olmadığını söylemiştir.
Kim rastlarsa",
yani "âmin" deyişi, meleklerin "âmin" deyişlerine söz ve
vakit olarak rastlarsa demektir. İbni Hıbbân ve bazıları ise huşu ve ihlas
bakımından meleklerin "âmin"ine uygun düşerse, demişlerdir. Burada
murat edilenin, meleklerin cemaatin bağışlanmaları için ettikleri duanın
peşinde söyledikleri "âmin" olduğu da söylenmiştir.
Geçmiş günahları
bağışlanır", âlimler burada söz konusu günahların küçük günahlar olduğunu
söylemişlerdir.
Bu hadis İmâmiyye
mezhebinin, namazın lafız ve zikirlerinden olmaması itibariyle
"âmin" demenin namazı bâtıl kılacağı yönündeki görüşlerini de
geçersiz kılmaktadır.
İmam Şafiî el-Ümm adlı
eserinde, imam kasden veya sehven unutsa dahi, cemaatin "âmin"
demeleri gerektiğini söylemiştir.
Kurtubî bu hadis-i
şeriften istidlalde bulunarak imamın farz namazlarda Fatiha okuması gerektiğini
söylemiştir.
Hüküm
Hanefî mezhebine göre
cemaatin, Fatiha sûresinden sonra sessizce "âmin" demesi, namazın
sünnetlerindendir. Şâflîler ve bazı Mâlikîler ise "âmin" lafzını
sesli olarak söylerler.
Ders
Fatiha sûresinin,
Müslümanm hayatında işgal ettiği önemli yerin bir numunesini de bu hadis-i
şerifte görmekteyiz. Her şeyden önce "Fâtiha'sız namaz olmaz"
hadisinde hareketle, Kitab'ın Anası (Ümmü'l-Kitâb) olarak kabul edilen bu sûre,
bizi yaratan Rabbimize edebileceğimiz dua ve övgülerin en güzellerini
içermektedir. Böylesine güzel bir dua ve övgünün ardından "âmin"
diyerek kabulünü dilemek kadar normal bir şey olabilir mi?
Cami ve mescitlerde
bulunması gereken huzur ve sükûn havasıyla bağdaşmadığı için Hanefî mezhebinin
gizlice söylenmesi yönündeki hükmünün de anlamlı olduğu görülmektedir.
89- Abdullah
b. Yusuf bize anlatarak dedi ki: Mâlik bize Ebu'z-Zinâd'dan, o el-A'rac'dan, o
Ebû Hüreyre'den (ra) şöyle dediğini nakletti:
Allah Resulü (sav)
buyurdu ki: Biriniz "âmin" dediğinde gökteki melekler de
"âmin" derler. Eğer ikisinden biri diğerine rastlarsa kendisinin
geçmiş günahları bağışlanır.[26]
Şerh
Hadiste geçen
lafızların şerhiyle ilgili olarak önceki 88 no.lu hadise bakınız.
Hüküm
Hadisten çıkarılan
hükümler için 88 no.lu hadise bakınız.
Ders
Hadis-i şeriften
çıkarılabilecek derslerle ilgili olarak 88 no.lu hadise bakınız.
90- Abdullah
b. Mesleme bize Mâlik'ten, o Ebû Bekr'in azatlısı Sümeyy'den, o Ebû Bekr
es-Semmân'dan, o Ebû Hüreyre'den (ra) şöyle dediğini nakletti:
Allah Resulü (sav)
buyurdu ki: İmam "Gayri'1-mağdûbi aleyhim vele'd-dâllîn" dediği zaman
"âmin" deyin. Bilinmelidir ki kimin bu deyişi, meleklerin (âmin)
deyişlerine rastlarsa, geçmiş bütün günahları
bağışlanır.
Muhammed b. Amr ona,
Ebû Seleme'nin Ebû Hüreyre (ra) kanalıyla Allah Resûlü'nden (sav) ve Nu'aym
el-Mucmir'in Ebû Hüreyre'den (ra) rivâ-yetleriyle mütâbaat etmiştir.[27]
Şerh
"Kavl=söylemek,
demek" fiili mutlak olarak kullanıldığı zaman, sesli söylemenin
kastedildiği anlaşılır. Gizli veya alçak sesle söylemek murat edildiğinde bu tür
sıfatlarla kayıt altına alınması gerekir. Ulemânın bu konudaki ihtilafları
çeşitli delillere dayanarak devam etmiş ve mezhepler de buna bağh olarak farklı
gömşleri benimsemişlerdir.
Hüküm
Hadis-i şeriften
çıkarılan hükümlerle ilgili olarak 88 no.lu hadise bakinız.
Ders
Fatihanın ardından
"âmin" demek, ister sesli, ister sessiz olsun sünnet-i şerifeye
uygundur. Duanın kabul edilmesi anlamında bir temenni ve dilek ifadesi olan
"âmin" meleklerin âminleriyle rastlaştığı zaman, o "âmin'lerin
sahipleri kazanacakları büyük ecrin yanı sıra, geçmiş günahlarının da
bağış-lanmasıyla ödüllendirileceklerdir. Bu nedenle, namazlardaki Fatiha
sûrelerinin ardından mezhebimize uygun bir şekilde gizlice "âmin"
demeye devam etmemizde -Allah'ın lütuf ve rahmetiyle- hayır ve bereketler
olacaktır.
91- Ali b.
Abdillah bize anlatarak dedi ki: Süfyân -birkaç kere- İbni Şihâb ez-Zührî'den
şunu nakletti: Enes b. Mâlik'in (ra) şöyle dediğini duydum:
Allah Resulü (sav) bir
attan düştü. (Süfyân şöyle demiş olabilir: Attan). Sağ tarafi ezildi. Hasta
ziyareti için yanına vardık. Bize oturarak namaz kıldırdı. (Namazda) biz de
oturduk. (Süfyân bir keresin de şöyle dedi:) Biz de oturarak namaz kıldık.
Aiiah Resulü (sav) namazı bitirdiğinde şöyle buyurdu:
-İmam ancak uyulmak
içindir. O tekbir getirdiğinde siz de tekbir getirin. O secde ettiğinde siz de
secde edin. O rüküya gittiğinde siz de rükûya gidin. O doğrulduğunda siz de
doğrulun. O, semiallahü limen hamiden dediğinde, siz Rabbena ve lekel-hamd
deyin.O secdeye vardığında siz de secdeye varın.
Süfyân, Ma'mer hadisi
böyle mi zikretti? diye sordu. "Evet" dedim. Dedi ki: İyi hıfzetmiş,
Zührî de böyle dedi: Ve lekel-hamdu. Sağ tarafından itibaren hıfzettim.
Zührî'nin yanından çıktığımızda İbni Cüreyc şöyle dedi: Ben yanındaydım:
"Sağ kolu ezildi" (şeklinde rivayet etti.)[28]
Şerh
Hadis-i şerifin
lafizlarıyla ilgili şerh için 75 ve 78 no.lu hadislere bakınız.
Hüküm
Hanefî mezhebine göre
namazın rükünleri arasında ki rükûdan doğrulduktan sonra secdeye varmak da dâhil olmak üzere tekbîr getirmek gerekir.
Namaza giriş tekbiri
olarak bildiğimiz iftitâh tekbiri dışında, kıyamdan rükûya giderken, rükûdan
doğrulup secdeye giderken ve secdeler arasında ve sonra sında tekbir getirilir.
Mezhebimize göre bu
tekbir ve tesmî'lerin (semiallahü limen hamiden) tamamı sünnettir.
Ders
İmam Buhârî'nin
muhtelif bâblar altında farklı sened zincirleriyle yer verdiği bu hadis, fıkhı
açıdan çok önemli hükümleri ihtiva etmesi bakımından önemlidir. Ancak daha
önce de gördüğümüz üzere bu hadis-i şerifteki, imam oturursa cemaatin de
oturması hükmü neshe uğuramış ve Allah Resulü (sav) son hastalığında kendisi
oturup cemaat ayakta olduğu hâlde namaz kıldırmıştır. Bunun dışında imama
uymanın önemi ve tatbikatına dair de bu hadis-i şerifte önemli hüküm ve
ipuçları bulunmaktadır.
Bir Müslüman, bu
hadis-i şerifi sanki Allah Resûlü'nü (sav) ziyaret eden sahabeden biriymiş gibi
okuyarak üzerinde düşünmeli ve O rahmet peygamberinin tavsiyelerine uymaya
çalışmalıdır.
92-
Ebu'l-Yemân bize anlatarak dedi ki: Şuayb bize İbni Şihâb ez-Zührî'den, o
Abdülmuttalip oğulların azatlısı Abdurrahman b. Hürmüz'den şöyle dediğini
nakletti: Rebîa b. el-Hâris'in azatlısı dedi ki: Abd-i Menâf oğullarının
müttefiki, olan Ezd-i Şenûe'den Abdullah b. Buhayne (ra) -ki kendisi
sahabedendir- şöyle dedi:
Allah Resulü (sav)
onlara öğle namazını kıldırdı. İlk iki rekatte oturmayıp hemen kalktı. İnsanlar
da O'nunla birlikte kalktılar. Namaz sona erdiğinde insanlar O'nun selam
vermesini beklediler. O, kâdede otururken tekbir getirdi ve selam vermeden önce
iki defa secdeye vardı, sonra selam verdi.[29]
Şerh
Abdurrahman b. Hürmüz
bana anlattı" ifadesinde sözü edilen kişi el-A'rac olarak bilinen
râvidir.
Ezd-i Şenûe" meşhur
bir Arap kabilesidir.
İlk iki rekatte
oturmayıp hemen kalktı" ifadesinde murat edilen, Allah Resûlü'nün (sav)
teşehhüd için kâdede bulunmayarak ayağa kalkmasıdır. İbni Reşîd meseleyle
ilgili olarak şöyle der: Namazla ilgili hadislerde her hangi bir kayıt
konmaksızın "oturma" fiili kullanıldığında bununla teşehhüd için
oturma (kâde) anlaşılır.
Hüküm
Hanefî mezhebine göre
imamın namazın rükünlerinden her hangi birini terki veya ihmâli durumunda
uygulanacak başlıca hükümler şöyle sıralanabilir:
İmam kunut duasını,
bayram tekbirlerini, birinci kâdeyi, tilâvet ve sehiv secdelerini terk etse,
cemaat de terk eder.
İmamın fazladan aldığı
tekbirlerde, veya beşinci rekata kalkmasında cemaat ona uymaz.
İmam beşinci rekata
kalktığında eğer dördüncü rekat için kâde yapmışsa cemaat ona uymayıp kâde
hâlinde bekler. İmam hatasını fark edip selam verirse cemaat de selam verir.
Eğer imam dördüncü rekatta de kâde yapmamış ise cemaat bekler, eğer imam
hatasını fark edip kâdeye döner ve selam verirse cemaat de selam verir. Fakat
imam beşinci rekati secdeyle kayıt altına alır ve cemaat de ona uyarsa
hepsinin namazı bozulur.
Ders
Bu hadis-i şeriften
çıkaracağımız ders, imamın bir şekilde sehivde bulunması hâlinde cemaatin
namazın huzur ve huşüunu zedelemeden onun hatasını tashih etmesine fırsat
vermesidir. Eğer imam hatasını fark etmezse, cemaat o zaman namazın rekat
sayısına göre hareket ederek selamını verip namazdan çıkar. Bu takdirde
namazları sahih olur. Ancak hatasına rağmen imama uymakta devam ederlerse, o vakit
hem imanım hem de cemaatin namazları fasid olur.
Buradan çıkan ders,
imama uymanın da bir sınırı olduğunun bilinmesi ve hatalı olduğunu bile bile
ona ısrarla tâbi olunmamasıdır.
93- Kuteybe
b. Saîd bize anlatarak dedi ki: Bekr bize Cafer b. Rebîa'dan o el-A'rac'dan, o
Abdullah b. Mâlik b. Buhayne'den (ra) şöyle nakletti:
Allah Resulü (sav)
bize öğle namazı kıldırdı. Kâde yapması gerekirken kalktı. Namazının sonunda
kâdede iken iki secde etti.[30]
Şerh
Dört rekatlı
namazlarda, ikinci rekattaki ilk kâde, dördüncü rekattaki kâde ile aynı
hükümdedir. Dolayısıyla ihmâli namazı fasid kılar.
Hüküm
Hanefî mezhebine göre
üç veya dört rekatlı namazlarda birinci kâde vaciptir. Dolayısıyla onun terki,
namazın iadesini, veya sehiv secdesiyle telâfini gerektirir.
Hadisle ilgili fikhî
hükümler için 92 no.lu hadise bakınız.
Ders
Hadis-i şeriften
çıkarılabilecek dersler için 92 no.lu hadise bakınız.
94- Abdullah
b. Mesleme bize anlatarak dedi ki: Mâlik, İbni Şihâb ez-Zührî'den, o Ubeydullah
b. Abdullah b. Utbe'den, o Abdullah b. Abbas'tan (ra) naklederek dedi ki: (İbni
Abbâs) şöyle dedi:
Bir dişi eşeğe binmiş
olarak geldim. O sırada ergenlik çağına yaklaşmıştım. Allah Resulü (sav)
Mina'da duvarsız (sütresiz) bir hâlde namaz kıldırıyordu. Safin bir bölümünün
önünden geçtim ve eşeği serbestçe otlaması için salıverdim. Sonra da safa
katıldım. Bu (hareketim) yadırganmadı.[31]
Şerh
Bu hadis-i şerifteki
lafızların şerhi için 1 no.lu hadise bakınız.
Hüküm
Hanefî mezhebine göre,
dinî emirlere muhatap olmanın şartı akıl baliğ olmaktır. Akıl baliğ olan bir
kimse, gusül, abdest ve namaz gib emirleri yerine getirmekle mükellef olur.
Akıl, doğruyla yanlışı temyiz edebilmektir. Bu, bulûğa göre daha erken bir
yaşta sahip olunan bir melekedir. Bulûğ ise bölgesel farklılıklara bağlı
olarak, erkek çocuklarda meni gelmesi, kız çocuklarda adet kanının
görülmesiyle başlayan devredir. Hadis-i şeriften anlaşıldığı üzere İbni Abbâs
(ra), sözünü ettiği dönemde bulûğ yani ergenliğe adım atmak üzeredir.
Dolayısıyla abdest ve namaz gibi ibadetlerle mükellef olacak çağın eşiğindedir.
Tam o çağda olmadığı, muhtemelen cemaatin Önünden geçmesine rağmen uyarılmamasından
istinbât edilebilir.
Hadis-i şeriften
çıkarılabilecek diğer hükümler için 1 no.lu hadise bakınız.
Ders
Bu hadis-i şeriften
çıkarmamız gereken en mühim ders, gusül, abdest, namaz, hatta oruç gibi dinî
emirleri çocuklara erken yaşlarda vermeye başlama gereğidir. İmam Buhârî de
muhtemelen bu düşünceyle hadise bu bâbda yer vermiştir.
Dinî eğitim için
ergenlik çağı beklenmemeli, daha erken yaşlardan itibaren çocuklar
aydınlatılmaya başlanmalıdır. Böylelikle bunları daha iyi özümseyebilecek ve
başlarından ne olaylar geçerse geçsin hayatları boyunca onların izleri
belleklerinden silinmeyecektir.
95- Abdullah
b. Mesleme bize Mâlik'ten ve Abdullah b. Yusuf bize yine Mâlik'ten, o Yahya b.
Saîd'den, o Amre bn. Abdirrahman'dan, o Âişe'den (r.anhâ) şöyle dediğini
nakletti:
Allah Resulü (sav)
sabah namazı kılar, mümin hanımlar da yün giysilere bürünmüş olarak ayrılırlar
da karanlıktan onları kimse tanıyamazdi. [32]
Şerh
Bu hadis-i şerifin
şerhiyle ilgili olarak 42 no.lu hadise bakınız.
"Karanlıktan",
sabah vaktinin alaca karanlığı sebebiyle kadın mı erkek mi oldukları
anlaşılmazdı.
Hüküm
Hanımların sabah
namazına gitmeleri asr-ı saadette yaygın ve bilinen bir uygulama idi. Sabah
namazı, vakit itibariyle yarısı geceye yakın olduğundan, güvenliğin bulunduğu
ve fitneden emin olunan beldelerde hanımların sabah namazı için alacakaranlıkta
evlerinden çıkmalarında bir sakınca görülmemiştir.
Hadis-i şeriften
çıkarılan diğer fıkhı hükümler için 42 no.lu hadise bakınız.
Ders
Hanımların toplumsal
hayatın her alanında bulunmaları ilk İslam toplumunda yadırganmayan bir teamül
olmakla birlikte belli kuralların bulunduğu da gözden ırak tutulmamalıdır. Bu
kurallar, daha çok canlarına ve ırzlarına yönelik taciz ve saldırılardan emin
olmaları ve fitneye yol açılma-mamasını sağlayıcı niteliktedir.
Hadis-i şeriften
çıkarılabilecek diğer dersler için 42 no.lu hadise bakınız.
96- Yahya b.
lusa bize anlatarak dedi ki: Saîd b. Mansûr bize Fdleyh'den, o Abdurrahman b.
el-Kâsım'dan, o babasından, o Âişe'den
r.anhâ) şöyle dediğini nakletti:
Allah Resulü (sav)
sabah namazını karanlıkta kılardı. Müminlerin hanımlan (namazdan)
ayrıldıklarında karanlıktan tanınmazlardı, yahut birbirlerini tanımazlardı. [33]
Şerh
Saîd b. Mansûr",
Buhârî'nin hocalarındandir.
Onlardan bazısı
bazısını tanımazdı", ifadesinde iaranlığın yoğunluğundan dolayı, bırakınız
erkeklerin tanımasını, hanımların dahi birbirlerini tanımadıkları
söylenmektedir.
Hadisin diğer
lafızlarının şerhi için 42 no.lu hadise bakınız.
Hüküm
Buradan çıkan hüküm,
hanımların sabah namazını kılar kılmaz mescitten yılmalarının müstehap
görüldüğüdür. Çünkü böylesi
tanınmamaları açısından daha faydalıdır.
Hadisin diğer
hükümleri için 42 no.lu hadisin ilgili bölümüne bakınız.
Ders
Hadis-i şeriften
çıkarılabilecek dersler için 42 no.lu hadise bakınız.
[1] Buhârî, ezân/573, cum'a/1146, 1156, bed'ul-halk/3043;
Müslim, salât/582-585 mesâcıd/883-884; Tirmizî, salât/363; Nesâî, ezân/664,
sehv/1236; Ebû Dâvud sa' laf/432; Ibn Mâce, ikâmetu's-saIât/1206-1207; İbn
Hanbel, " bakî musnedi'i-mukS1rîn/7369, 7470, 7488, 7792, 8805, 8968,
9551, 9873, 10139, 10351 10456' Mâlik, nıdâ/139, 208; Dârimî, salât/1178, 1456
[2] Buhârî, saIât/358, ezân/575, cum'a/895, buyû/1986,
2076, 2081, cihâd/2675, 2679, 2725, 2769, 2855-2856, ehâdîsu'l-enbiyâ/3116, men
âkı b/3 3 74, megâzî/3774-3775, 3876-3880, 3889-3891, nikâh/4695-4696, 4762,
4771, et'ime/4968, 5005, zebâih/5102İ libâs/5513, edeb/5717, da'avât/5886,
kefarât/6220. i'tisâm/6786, 6788; Müslim, hac/2395, 2428, 2431,
nikâh/2561-2562, 2564, 2566, cihâd/3360-3362; Tirmiz{ nikâh/1015, 1034,
siyer/1470, menâkıb/3857; Nesâî, mevâkît/544, nikâh/3290-3291, 3327-3329,
îd/4265; Ebû Dâvud, nikâh/1758, harâc/2601-2604, 2615, et'ime/3253; İbn Mâce,
nikâh/1899, 1947, ticârât/2263, menasik/3106; İbn Hanbel, bakî
nıusnediM-mÜksirîn/11505, 11554, 11635, 11697, 11770, 11960, 12052, 12155,
12208, 12218, 12282, 12401, 12465, 12553, 12626, 12665, 12993, 13019, 13049,
13086, 13272, 13359, 13471, 13589; Mâlik, cihâd/891, câmi/1374; Dârimî,
nikâh/2144-2145, 2462.
[3] Buhârî, ezân/576; Müslim, salât/576; Tirmizî,
saîât/192; Nesâî, ezân/667; Ebû Dâvud, salât/438; İbn Mâce, ezân/712; İbn
Hanbei, bakî, musnedi'l-müksirîn/10597, 11078, 11318, 11428; Mâlik, nidâ/135;
Dârimî, salâi/1175.
[4] Buhârî, ezân/583, cum'a/885, 1099, 1102, 1109; Müslim,
salâtu'l-musâfırîn/1184-1186; cum'a/1460-1462; Tirmizî, salât/390, 398,
cum'a/480, mevâkît/579, cum'a/1410-1431, kıyâmu'l-leyl/1739-1740, 1744,
1745-1758; Ebû Dâvud, salât/953, 955, 957; İM/ikâmetu's-salât/1135; İbn Hanbel,
musnedu't-müksirîn/4277, 4363, 4431, 4526, 4685, 4881, 5044, 5160, 5175, 5191,
5223, 5346, 5430, 5480, 5498, 5545, 5706, 5783, 5798, bakî
musnedi'l-Ensâr/25219, 25224; Mâlik, nidâ/241, 260; Dârimî, salât/1401,
1407-1408, 1527.
[5] Buharı, ezân/590, cum'a/939, 1055, 1071-1072, 1090,
1095, da'avât/5835; Müslim, salâtu'l-musâfirîn/1187-1192, 1215-1221; Tirmizî,
salât/403-404; Nesâî, ezân/678, kı-yâmu'l-leyl/1678, 1729, 1741; Ebû Dâvud,
salat/1063-1064, 1071, 1137, 1140-1142; İbn Mâce, ikâmetu's-salât/1188, 1348;
İbn Hanbel, bakî musnedi'l-Ensâr/22928, 22944, 22987, 23058, 23084, 23092,
23307, 23321, 23396, 23405, 23437, 23589, 23715, 23753, 23092, 23307, 23321,
23396, 23405, 23437, 23589, 23715, 23753, 23858, 23953, 24112, 24179, 24264,
24311, 24371, 24497, 24599, 24609, 24622, 24673, 24911, 24960, 25154; Mâlik,
nidâ/222, 242; Dârimî, saiât/1141, 1437-1438, 1538.
[6] Buhârî, ezân/600, cum'a/857; Müslim, mesâcid/944-947;
Tirmizî, salât/301, Nesâî, imâmet/852; Ebû Dâvud, salât/485-486; İbn Mâce,
mesâcid/767; İbn Hanbel, bakî mus-nedi'l-müksirîn/6932, 6952, 7339, 7462, 7876,
7607, 7650, 9149, 9459, 9550, 9722, 9947, 10327, 10473, 13069; Mâlik, nidâ/137;
Dârimî, salât/1251.
[7] Buhârî, ezân/608 617, husûmât/2242, ahkâm/6683;
Müslim, mesâcid/1040-1042; Tir-mizî, salât/201; Nesâî, imamet/ 839; Ebû Dâvud,
salât/461-462; İbn Mâce, mesâcid/783; İbn Hanbel, bakî,
musnedi'l-müksirîn/7001, 7575, 7802, 7908, 8441, 8535, 9014, 9111, 9719, 9826,
14)383, 10450, 10513; Mâlik, nidâ/266; Dârimî, sa-lât/1243
[8] Buhârî, ezân/611-612, 619, vudû/170, salât/426, 457,
buyu/1976, bed'ul-halk/2990, tefsîru'l-Kur'ân/4348; Müslim,
mesâcid/1034-1037mesâcid/1059-1063; Tirmizî, sa-lât/199-200; Nesâî,
mesâcid/725, 729, 396-398, 472; İbn Mâce, mesâcid, 778-779; İbn Hanbel, bakî
musnedi'l-müksirîn/6888, 7108, 7121, 7236, 7268, 7294, 7296, 7553, 7773, 7898,
7999, 8756, 8786, 9005, 9084, 9483, 9731, 9769, 9909, 9916, 10095, 10116,
10379, 10413, 10461, 10481; Mâlik, nidâ/265, 344-345; 347; Dârimî, sa-lât/1245.
[9] Buhârî, ezân/611-612, 639, vudû/170, salât/426, 457,
buyû/1976, bed'ul-halk/2990, tefsîru'l-Kur'ân/4348; Müslim,
mesâcid/1034-1037mesâcid/1059-1063; Tirmizî, sa-lât/199-200; Nesâî,
mesâcid/725, 729, 396-398, 472; İbn Mâce, mesâcid, 778-779; İbn Hanbel, bakî
musnedi'l-müksirîn/6888, 7108, 7121, 7236, 7268, 7294, 7296, 7553, 7773, 7898,
7999, 8756, 8786, 9005, 9084, 9483, 9731, 9769, 9909, 9916, 10095, 30116,
10379, 10413, 10461, 10481; Mâlik, nidâ/265, 344-345; 347; Dârimî, sa-lât/1245.
[10] Buhârî, ezân/608 617, husûmât/2242, ahkâm/6683;
Müslim, mesâcid/1040-1042; Tirmizî, salât/201; Nesâî, imamet/ 839; Ebû Dâvud,
salât/461-462; İbn Mâce, mesâcid/783; İbn Hanbel, bakî,
musnedi'l-müksirîn/7001, 7575, 7802, 7908, 8441, 8535, 9014, 9111, 9719, 9826,
1(7383, 10450, 10513; Mâlik, nidâ/266; Dârimî, sa-lât/1243.
[11] Buhârî, vudû/170, salât/426-427, ezân/611-612, 619,
buyû/1976, bed'ul-halk2990, tefsîru'l-Kur'ân/4348; Müslim, mesâcid/1034-1037,
1059-1063; Tirmizî, salât/199-200; Nesâî, mesâcid/725, imâmet/829; Ebû Dâvud,
salât/396-398, 472; İbn Mâce, mesâcid/778-779; İbn Hanbel, bakî
musnedi'l-müksirîn/6888, 7108, 7121, 7268, 7296, 7553, 7773, 7898, 7999,8756,
8786, 9uO5, 9084, 9483, 9731, 9769, 9909, 9916, 10090, 10116, 10379, 10461,
10481; Mâlik, nidâ/265, 344-345, 347; Dârimî, saIât/1245.
[12] Buhârî, ezân/648, 690-691, 763, salâl/365, cum'a/1047,
mezal.m/2289; Musl tj sa lât/622;
Tirmizî, salât/329; Nesâî, imâmet/786, 823, tatbîk/1051; Ebu Dayud, sal* 509
İbn Mâce, ikâmetu's-salât/866, 1228; İbn
Hanbel, bakî musnedı 1-muksmn/I lö/J, 12185, 12598; Mâlik, nidâ/280; Dârimi,
salât/1228,1276.
[13] Buhârî, salât/460, ezân/673-674, cum'a/1151-1153,
edeb/5591, ahbâru'l-âhâd/6709; Müslim, mesâcid/896-897; Tirmizî, salât/360,
365; Nesâî, sehv/1209; Ebû Dâvud, sa-lât/856-858; İbn Mâce,
ikâmetu's-salât/1204; İbn HanbeL bakî musnedi'l-müksirîn/6903, 7070, 7342,
7486^8649, 9099, 9401, 9545, 9660, 10467; Mâlik, ni-dâ/195-196; Dâriraî,
salât/1458.
[14] Buhârî, salât/460, ezân/673-674, cum'a/1151-1153,
edeb/5591, ahbâru'l-âhâd/6709; Müslim, mesâcid/896-897; Tİrmizî, salât/360,
365; Nesâî, sehv/1209; Ebû Dâvud, sa-lât/856-858; İbn Mâce,
ikâmetu's-saIât/1204; İbn Hanbel,. bakî musnedi'l-müksirîn/6903>, 7070,
7342, 7486, 8649, 9099, 9401, 9545, 9660, 10467; Mâlik, ni-dâ/195-196; Dârimî,
salât/1458.
[15] Buhârî, salât/365, ezân/648, 690-691, 763, cumV1047,
savm/1778, mezâlim/2289, mkâh/4802, , talâk/4880, eymân/ 6190; Müslim,
salât/622; Tirmizî, salât/329; Nesâî, imâmet/786, 823, tatbîk/1051; Ebû Dâvud,
salât/509; İbn Mâce, ikâmetu's-salât/866, 1228; İbn Hanbel, bakî
musnedi'l-müksirîn/11623, 12815, 12598; Mâlik, nidâ/280; Dârimî, saIât/1228,
1276
[16] Buhârî, salât/365, ezân/648, 690-691, 763, cum'a/1047,
savm/1778, mezâlim/2289, nikâh/4802, , talâk/4880, eymân/ 6190; Müslim,
salât/622; Tirmizî, salât/329; Nesâî, imâmet/786, 823, tatbîk/1051; Ebû Dâvud,
salât/509; İbn Mâce, ikâmetu's-salât/866, 1228; İbn Hanbel, bakî
musnedi>müksirîn/11623, 12815, 12598; Mâlik, nidâ/280; Dârimî, salât/1228,
1276
[17] Buhârî, ezân/693-694, 696-697; Müslim, salât/586-587;
Tirmizî, salât/237; Nesâî, iftitâh/867-868, 1015, tatbîk/1049, 1076, 1132; Ebû
Dâvud, salât/619-620; İbn Mâce, ikâmetu's-salât/848; İbn Hanbel,
musnedu'I-müksirîn/43I2, 4445, 4791, 4837, 5027, 5502, 5579, 5888, 5899, 6046;
Mâlik, nidâ/149; Dârİmî, salât/1275.
[18] Buhâri, ezân/693-694, 696-697; Müslim, salât/586-587;
Tirmizî, saIât/237; Nesâî, iftitâh/867-868, 1015, tatbîk/1049, 1076, 1132; Ebû
Dâvud, salât/619-620; İbn Mâce, ikâmetu's-salât/848; İbn Hanbel,
musnedu'l-müksirîn/4312, 4445, 4791, 4837, 5027, 5502, 5579, 5888, 5899, 6046;
Mâlik, nidâ/149; Dârimî, salât/1275.
[19] Buhârî, ezân/693-694, 696-697; Müslim, salât/586-587;
Tirmizî, salât/237; Nesâî, iftitâh/867-868, 1015, tatbîk/1049, İ076, 1132; Ebû
Dâvud, salât/619-620; İbn Mâce, ikâmetuVsalât/848; İbn Hanbel,
müsnedu'l-müksirîn/4312, 4445, 4791, 4837, 5027, 5502, 5579, 5888, 5899, 6046;
Mâlik, nidâ/149; Dârimî, salât/1275.
[20] Buhârî, ezân/693-694, 696-697; Müslim, salât/586-587;
Tirmizî, salât/237; Nesâî, iftitâh/867-868, 1015, tatbîk/1049, 1076, 1132; Ebû
Dâvud, salât/619-620; İbn Mâce, ikâmetu's-salât/848; İbn Hanbel,
musnedu'l-müksirîn/4312, 4445, 4791, 4837, 5027, 5502, 5579, 5888, 5899, 6046;
Mâlik, nidâ/149; Dârimî, salât/1275.
[21] Buhârî, ezân/701; Müslim, salât/605-60606; Tirmizî,
salât/229; Nesâî, iftitâh/892-893, 896-897; Ebû Dâvud, salât/664; İbn Mâce,
ikâmetu's-salât/805; İbn Hanbel, bakî mus-nedi'l-müksirîn/11553, 11641, 12239,
12253, 12345, 12380, 12421, 12506, 12630, 12651, 12782, 12858, 13185, 13406,
13406, 13447, 13540, 13563; Mâlik, nidâ/148; Dârimî, salât/1212.
[22] Buhârî, ezân/721, megâzî/4076; Müslim, salât/704;
Tirmizî, salât/283; Nesâî, iftitâh/975-976; Ebû Dâvud, salât/687; İbn Mâce,
ikâmetu's-saIât/823; İbn Hanbel, bakî musnedî'l-Ensâr/25634, 25637; Mâlik,
nidâ/158; Dârimî, salât/1261.
[23] Buhârî, ezân/724, 726, cum'a/1012, 1016; Müslim,
mesâcidy'904-908; Tirmizî, cum'a/523; Nesâî, iftitâh/952-958; Ebû Dâvud,
salât/U98-1199; İbn Mâce, ikâmetu's-salât/1048-1049; İbn Hanbel, bakî
musnedi'l-müksirîn/6843, 7067, 7089, 8980, 9234, 9427, 9454, 9842, 9499, 9535,
9559, 9637, 9937, 9923, 10425; Mâlik, nidâ/429; Dârimî, salât/1432-1435.
[24] Buhârî, ezân/724, 726, cum'a/1012, 1016; Müslim,
mesâcid/904-908; Tirmizî, cum'a/523; Nesâî, iftitâh/952-958; Ebû Dâvud,
salât/1198-1199; İbn Mâce, ikâmetıTs-saIât/1048-1049; İbn Hanbel, bakî
musnedi'l-müksirîn/6843, 7067, 7089, 8980, 9234, 9427, 9454, 9842, 9499, 9535,
&59, 9637, 9937, 9923, 10425; Mâlik, nidâ/429; Dârimî, salât/1432-1435.
[25] Buhârî, ezân/738-740, tefsîru'l-Kur'ân/4115,
da'avât/5923; Müslim, salât/618-621; Tirmizî, salât/232; Nesâî,
iftitâh/918-921; Ebû Dâvud, salât/8OO-8Ol; İbn Mâce, ikâmetu's-salât/841, 843;
İbn Hanbe), bakî musnedi'l-müksirîn/6890, 6946, 7337, 7774, 9428, 9541; Mâlik,
nidâ/180-182; Dârimî, salât/1218.
[26] Buharı, ezân/738-740, tefsîru'I-Kur'ân/4115,
da'avât/5923; Müslim, salât/618-621; Tirmizî, salât/232; Nesâî,
iftitâh/918-921; Ebû Dâvud, salât/8OO-8Ol; İbn Mâce, ikâmetu's-salât/841, 843;
İbn Hanbel, bakî musnedi'l-müksirîn/6890, 6946, 7337, 7774, 9428, 9541; Mâlik,
nidâ/180-182; Darimî, salât/1218
[27] Buhârî, ezân/738-740, tefsîru'l-Kur'ân/4115,
da'avât/5923; Müslim, salât/618-621; Tirmizî, salât/232; Nesâî,
iftitâh/918-921; Ebû Dâvud, salât/800-801; İbn Mâce, ikâmetu's-salât/841, 843;
İbn Hanbel, bakî musnedi'l-müksirîn/6890, 6946, 7337, 7774, 9428, 9541; Mâlik,
nidâ/180-182; Dârimî, salât/1218.
[28] Buhârî, ezân/648, 690-691, 763, salât/365, cum'a/1047,
mezâlim/2289; Müslim, salât/622; Tirmizî, salât/329; Nesâî, imâmet/786, 823,
tatbîk/1051; Ebû Dâvud, sa-lât/509; İbn Mâce, ikâmetu's-salât/866, 1228; İbn
Hanbel, bakî musnedi'l-müksirîn/11623, 12185, 12598; Mâlik, nidâ/280; Dârimî,
salât/1228, 1276.
[29] Buhârî, ezân/786-787, cum'a/1148-1149, 1154,
eymân/6177; Müslim, mesâcid/885-887; Tİrmizî, salât/356; Nesâî,
tatbîk/1164-1165, sehv/1207-1208, 1244; Ebû Dâvud, salât/781; İbn Mâce,
ikâmetu's-^alât/1196-1197; İbn Hanbel, bakî musnedi'l-Ensâr/21841, 21851;
Malik, nidâ/187-188, 202; Dârimî, salât/1461-1461
[30] Buhârî, ezân/786-787, cum'a/1148-1149, 1154,
eyraân/6177; Müslim, mesâcid/885-887; Tirmizî, salât/356; Nesâî,
tatbîk/1164-1165, sehv/1207-1208, 1244; Ebû Dâvud, salât/781; İbn Mâce,
ikâmetuVsaİâf/1196-1197; İbn Hanbel, bakî musnedi'l-Ensâr/21841, 21851; Mâlik,
nidâ/187-188, 202; Dârimî, salât/1461-1461.
[31] Buhârî, salât/463, czân/814, hac/1724, mcgâzî/4060;
Müslim, salât/780, 781; Tirmizî, salât/309; Ncsâî, kıblc/744, 746; Ebû Dâvud,
salât/714-715; İbn Mâcc, ikâmctu's-salât/937; Jbn Hanbcl, musncd-i Benî
Hâ-şim/1793, 1991, 2256,2667,2749, 2862, 3001, 3136,3275; Mâlik, nidâ/332; Dârimî,
salâl/1379.
[32] Buhârî, salât/359, mevâkîtu's-salât/544, ezân/820,
825; Müsiim, mesâcid/1020-2022; Tirmizî, salât/141; Nesâî, mevâkît/542-543,
sehv/1345; Ebû Dâvud, salât/359; İbn Mâce, salât661; İbn Hanbel, bakî
musnedi'l-Ensâr/22922, 22967, 24282, 24915, 25025; Mâlik, vukûtu's-salât/3;
Dârimî, salât/1190.
[33] Buhârî, salât/359, mevâkîtu's-salât/544, ezân/820,
825; Müslim, mesâcid/1020-2022; Tirmizî, salât/141; Nesâî, mevâkît/542-543,
sehv/1345; Ebû Dâvud, salât/359; İbn Mâce, salât661; İbn Hanbel, bakî musnedi7I-Ensâr/22922,
22967, 24282, 24915, 25025; Mâlik, vukûtu's-salât/3; Dârimî, salât/1190.