CÂMİU'L-EHÂDİS. 9

BÜYÜK HADİS İMAMLARININ TAHRÎCİNDE İTTİFAK ETTİĞİ HADİSLER.. 9

Önsöz. 9

İmam Bühârî 10

Öğrenim Hayatı 10

Hocaları: 11

Menkıbeleri: 11

Çile: 12

Eserleri: 12

Ne Dediler: 13

İmam Müslim.. 14

Yolculuklar: 14

İlimleri: 14

Hocaları: 15

Menkıbeleri 16

Çilesi: 16

Eserleri: 16

Vefatı: 17

Ne Dediler 17

İmam Tirmizi 17

Öğrenim Hayatı; 17

Yolculukları: 18

İlimleri: 18

Hocaları: 18

Menkıbeleri: 19

Eserleri: 19

Vefatı: 19

Ne Dediler 19

İmam Nesâî 20

Öğrenim Hayatı: 20

Yolculukları: 20

İlimleri: 20

Hocaları: 21

Menkıbeleri: 21

Çilesi: 21

Eserleri: 22

Vefatı: 22

Ne Dediler 23

İmam Ebû Dâvud. 23

Öğrenim Hayatı: 23

Yolculukları: 23

İlimleri: 24

Hocaları: 24

Menkıbeleri: 24

Eserleri: 25

Vefatı: 26

Ne Dediler 26

İmam İbn Mâce. 26

Öğrenim Hayatı: 26

Yolculukları: 26

İlimleri: 26

Hocaları: 27

Menkıbeleri: 27

Eserleri: 27

Vefatı: 27

Ne Dediler 27

İmam Ah Med B. Hanbel 28

Öğrenim Hayatı: 28

Yolculukları: 28

İlimleri: 29

Hocaları: 29

Menkıbeleri: 30

Çilesi: 30

Eserleri: 30

Vefatı: 31

Ne Dediler 31

İmam Mâlik B. Enes. 32

Öğrenim Hayatı: 32

Yolculukları: 32

ilimleri: 33

Hocaları: 33

Menkıbeleri: 33

Çilesi: 34

Vefatı: 34

Ne Dediler 34

İmam Dârimî 35

Öğrenim Hayatı: 35

Yolculukları: 35

İlimleri: 35

Hocaları: 35

Menkıbeleri: 35

Eserleri: 36

Vefatı: 36

Ne Dediler 36

Genel Tanımlar 36

Naklediliş Bakımından Hadisler 37

1 Mütevâtir: 37

2. Âhâd: 37

Munkatı Hadis. 38

Tedlîs. 39

Muzdarib. 39

Metinde İdrâc. 40

Mânâ İle Hadis Rivayeti 40

Cerh Ve Ta'dıl 40

Haberin, İzafet Edildiği Kimse Bakımından Türleri 41

Râvi Tanımları 42

Sahabî 42

Muhadram.. 42

Tabiî 42

İsnâd. 43

Müselsel 43

Hadis Yazımı 43

Hadisin Tedvini 44

Hadis Tasnif Yolları 44

Kütüb-i Sitte. 45

Usul-I Hadis. 45

Usul-I Hadisin Mahiyeti 45

1- Usül-İ Hadisin Muhtevası: 45

2- Usûl Bilgisinin Gerekliliği: 46

3- Usûl Kurallarının Kaynağı: 46

4- Hadis Usûlü'nün Doğuşu, Gelişmesi ve Temel Eserleri 46

5- Usûl Alanında Yazılan Eserler: 47

a) Erken Dönemlere Ait Eserler: 47

b) Geç Döneme Ait Eserler: 47

6- Ebû Hanîfe'pin Hadis Kabulündeki Şartları 47

Hadis İlminin Dalları 48

1. Rivâyetü'1-hadis İlmi: 48

Bu Konuda Yazılan Eserler: 48

2. Dirâyetü'l-Hadis İlmi: 48

3. Cerh ve Ta'dîl İlmi 49

4. Râvîler Tarihi ilmi: 49

5. Vürûd Sebepleri İlmi: 49

6. Garîbu'l-Hadis İlmi: 49

7. İlelü'l-Hadis İlmi: 50

8. Muhtelifu'l-Hadis ilmi: 50

9. Nâsih ve Mensûh İlmi: 50

Sünnet; Kaynak Ve Önemi 50

Sünnetin Kaynağı 50

Sünnetin Dindeki Yeri 50

Sünnetin Bağlayıcılığı 51

Peygamber ve Sünnete Olan İhtiyaç. 52

Sünnetin Türleri 53

Meydana Geliş Açısından Sünnet 53

1. Kavlî Sünnet (Sözlü Hadis): 53

2. Fiilî Sünnet (Fiilî Hadis): 54

Hz. Peygamber'in Fiilleri 54

3. Takriri Sünnet: 54

a) Sarîh (açık) Takrir: 54

b) Zımni Takrîr: 54

4. Sıfat (Vasfî) Sünnet: 55

a) Hulkî (Ahlaki) Sıfat: 55

b) Hılkî (Yaratılışla İlgili) Sıfat: 55

Sünnetin Rivayet Bakımından Türleri 55

1. Mütevâtir Sünnet: 55

a) Lafzı Mütevâtir: 55

b) Manevî Mütevâtir: 55

2. Meşhur Sünnet: 55

3. Ahâd Sünnet: 55

Âhâd Hadisle Amel Etmenin Şartları: 56

Senedinde Kopukluk Bulunan Hadisler: 56

Hadis, Fıkıh ve Usûl Bilginlerinin Sünnet Anlayışları 56

Eser 57

1) Ehli Eser: 57

2) Ehli Re'y: 57

Haber: 57

Haberlerin Tetkiki 58

Hadis Tahlili 59

1- Sened Ve Metin. 59

a) Sened: 59

b) Metin: 59

Senedin Önemi; 59

Uzunluklarına Göre Senedin Kısımları: 60

a) Âlî İsnâdlar: 60

b) Nazil İsnâdlar 60

Esahhu'l-esânîd: 60

Ehvelü'l-esânîd: 60

Rivayet 60

1. Yalanın Haram Kılınması 61

2. Fâsığm Haberini Reddetmek. 61

3. Râvinin Haberini Kabulde Adalet Şartını Aramak. 61

4. Araştırmada Belli Sınırları Gözetmek. 61

5. Yalan Haber Nakletmek Haramdır 61

Rivayet Adabı 62

A-Talibin (Hadis Öğrencisinin) Âdabı: 62

1) İyi Niyet (İhlâs) 62

2) Hadisi Ehlinden Almaya Çalışmak. 62

3) Öğrendiğiyle Amel Etmek. 62

4) Hocaya Saygı Göstermek. 62

5) Arkadaşlarına Yardımcı Olmak. 62

6) Tedricî Bir Metodla Çalışmak. 62

7) Hadis Usûlüne Önem Vermek: 62

8) Kendisinden Aşağı Olandan Hadis Almak. 63

9) Hadisleri Kavramaya Çalışmak. 63

10) Hadis Kitaplarına Önem Vermek. 63

11) Hadis Dinlemeye Temyiz Yaşında Başlamak. 63

B- Muhaddisin (Hadis Hocası) Âdabı 63

1- İyi Niyet ve Üstün Ahlak Sahibi Olmak. 63

2- Ehliyeti Gözetmek. 63

3- Kendinden Daha Ehil Olana Saygı Göstermek. 63

4-Karıştırma  İhtimali  Belirince Hadis  Rivayetini  ve Okutmayı Bırakma. 63

5- Hadise ve Hadis Meclislerine Önem Vermek. 63

6-  Kitap Yazmak veya başka İlmî Faaliyetlerde Bulunmak. 63

7- Hadis Tedrisi Sırasında Belli Kurallara Uymak. 64

8- Hocasına Saygılı Olmak. 64

Hadislerin Tahammül Ve Edası 64

A) Hadis Öğrenim ve Öğretim Yolları 64

1- Semâ (İşitme): 64

2- Kıraat ale'ş-Şeyh (Arz, Sunma, Okuma) 64

3- İcazet (İzin) 64

İcazet Türleri: 64

4- Münevele (Elden Verme): 65

5- Kiittii (Mükâtebe-Yazışma) 65

6- İ’lamu’ş-Şeyh (Bildirme) 65

7-Vasiyye (Vasiyet) 65

8- Vicâde (Bulmak) 65

Vicâde ile Amel 65

Mükâşefe ve Rüya. 65

B) Hadis Öğretimi Yöntemleri: 65

1) Okuyup Geçme usûlü: 65

2) Açıklanması Gerekli Noktaları Açıklama usûlü. 65

3) Uzun Uzun Açıklama usûlü: 66

Rivayetin Niteliği 66

A) Lafzen (Kelimesi Kelimesine) Rivayet: 66

B) Ma'nen Rivayet: 66

Mânâ İle Rivayetin Şartları: 66

Mânâ ile Hadis Rivayet Edende Aranan Şartlar 67

Rivayetle İlgili Terimler 67

Rical (Kaviler) İlmi 67

Ravı 67

Ravilerin Dereceleri 68

1-Tâlib. 68

2- Muhaddis. 68

3- Hâfiz. 68

4- Hüccet: 68

5- Hâkim: 68

Râvî Tabakaları 68

1. Sahabe. 69

Bir Şahsın Sahabe Olduğu Nasıl Bilinir?. 69

Sahabenin Adaleti: 69

Sahabeyi Öven Bazı Ayetler: 69

Ashabı Öven Hadislerden Bazıları: 70

Ashabı Ta'dîl 70

Sahabenin Tabakaları 70

Sahabenin Rivayete Göre Taksimi 70

a) Çok Rivayet Eden Sahabeler (Müksirûn): 70

b) Az Rivayet Eden Sahabeler (Mukillûn): 71

Sahabenin Farklı Sayıda Hadis Rivayet Etme Sebepleri 71

Âlim Sahabîler 71

Abâdile (Abdullahlar): 72

Sahabenin Sayısı: 72

Son Vefat Eden Sahabî 72

Sahabe Hakkında Yazılmış Eserler 72

Asr-ı Saadet: 72

2. Tabiîler 73

Tabiînin Tabakaları: 73

Muhadramûn: 74

Fukahâ-i Seb'a (Yedi Fakih) 74

3. Etbâ-i Tabiîn. 74

Hadis Tenkidi 75

Cerh Ve Ta'dîl 75

Cerh ve Ta'dîl İlminin Tarihî Geçmişi 75

Cerh ve Ta'dîl Kitapları 76

Râvide Aranan Şartlar 76

A) Adalet 76

Adaleti Sağlayan Şartlar: 76

B)Zabt 76

C) Sika: 77

Silsile: 77

Silsiletü'z-Zeheb: 77

Metâ'in-İ Aşere: Tenkid Noktaları 77

1- Kizb: Yalan. 77

2- Töhmet-i Kizb: YalancıkklaSuçlanma. 77

3- Fisk-Günahkârhk. 77

4- Bid'at: Bid'atu'r-Râvi: 78

5- Cehalet: Râvinin Tanınmaması 78

6- Vehim: 78

7- Gaflet: Aşırı Dalgınlık. 78

8- Fuhş-î Galat: Aşırı Hata. 78

9- Sû'i'l-Hıfz: Ezber Bozukluğu. 78

10- Muhalefet: Sika Kavilere Muhalefet 78

Cerh ve Ta'dîl Lafızlarının Hükümleri 79

Cerh Ve Ta'dîlde Gevşeklik Ve Katılık. 79

Sened Ve Metin Tenkidi 79

a) Sahih Hadisin Özellikleri: 79

b) Hadiste Zayıflık Belirtileri: 79

c) Mevzu Hadislerin Özellikleri: 80

Hadislerin Sınıflandırılması 80

1- Kabul Veya Red Açısından Hadis Türleri 80

A) Makbul 80

B) Merdûd. 80

2- İlk Kaynağı Açısından Hadis Türleri 80

A) Kudsi-Nebevi Hadis: 80

B) Merfu Hadis: 81

C) Mevkuf Hadis: 81

D) Maktu Hadis: 81

3- Seneddekı  İttisal Durumuna Göre  Hadis Türleri 81

A) Muttasıl (Müsned-Mevsûl) Hadis. 81

B) Gayr-ı Muttasıl (Munkatı') Hadis. 82

1) Mu'allak Hadis: 82

2) Mu'dal Hadis: 82

3) Munkatı Hadis: 82

4) Mürsel Hadis: 82

4- Sened Sayısına Göre Hadis Türleri 82

A) Mütevâtir Hadis. 82

1) Lafzî Mütevâtir: 82

2) Manevî Mütevâtir: 83

Mütevâtir Hadisin Hükmü: 83

Mütevâtir Hadislerle İlgili Eserler: 83

B) Ahâd Hadis. 83

1) Meşhur Hadis: 83

Meşhur Hadis Türleri 84

i. Sahih Meşhur Hadis. 84

ii. Hasen Meşhur Hadis. 84

iii. Zayıf Meşhur Hadis. 84

iv. Ulemâ ve Muhaddisler Arasında Meşhur Hadisler 84

v. Fıkıh Usûlcüleri Arasında Meşhur Hadisler: 84

vi. Halk Arasında Meşhur Hadisler: 84

vii. Tasavvuf Ehli Arasında Meşhur Hadisler: 84

5- Sıhhat Veya Hüküm Açısından Hadisler 84

A) Sahîh Hadis: 84

Sahih Hadislerin Dereceleri: 85

B) Hasen Hadis: 85

C) Zayıf Hadis: 86

Zayıf Hadisin Hükmü: 86

A) Mürsel Hadis: 86

B- Munkatı' Hadis: 87

C- Mu'dal Hadis: 87

D) Mu'allak Hadis: 87

E- Müdelles Hadis: 87

2) Kavideki Cerhi Gerektiren hâllere Göre Zayıf Hadis Çeşitleri: 88

A) Mevzu Hadis: 88

B) Metrük/Matrûh Hadis: 88

C) Münker Hadis: 88

D) Mu'allel Hadisler: 88

E) Müdrec Hadis: 89

F) Maklûb Hadis: 89

G) Muzdarib Hadis: 89

H) Şâz Hadis: 89

I-I) Musahhaf ve Muharref Hadisler: 89

Mevzu Hadisler 90

Mevzu Hadis: 90

Mevzu Hadislerin Ortaya Çıkışı: 90

1- Hâriciler: 91

2- Kelâm Münakaşaları: 91

3- Zındıklar: 92

4- Kıssacılar: 92

5- Câhil Sâlihler: 92

6- Özel Maksatlarla Hadis Uydurmak: 92

Mevzu Hadisleri Tanıma Yolları: 92

1- Uydurmacıları Tanıma Yolları: 92

a) İtiraf: 92

b) İhbar: 92

c) Araştırma: 92

2- Uydurma Hadisleri Tanıma Yolları 92

a) Haberin Lafız ve Mânâsında Bozukluk. 93

b)  Birçok İnsanın Görmesi Gereken Bir Olayı Tek Kişinin Rivayet Etmesi: 93

c) Kur'an ve Sahih Sünnete Aykırılık. 93

d) Akla, Duyu Ve Gözleme Aykırılık. 93

e) Tarihsel Gerçeklere Aykırılık. 93

f) iyilik ve Kötülüğün Karşılıklarında Abartı 93

g) Güvenilir Hadis Kitaplarında Bulunmama: 94

Hadis Uydurma Sebepleri 94

1- Dinî Kaygılar-Islam'a Hizmet Etme Arzusu: 94

2- İslam Düşmanlığı 94

3- Fırka, Mezhep ve Kabile Taassubu. 94

4- Halife ve Devlet Adamlarına Yaklaşma Arzusu. 95

5- Geçinmek İçin Hadis Uyduranlar 95

6- İmtihan Maksadıyla Uydurmalar 95

7- Fetvalarına Delil İçin. 95

8- İlginçlik. 95

9- Ticarî Çıkar Sağlama Düşüncesi 96

10- Kabile, Aşiret, Şehir, Irk Vs. Tarafgirliği 96

Hadis Kitaplarının Dereceleri 96

Hadiste Nesh. 96

Nesh Nedir?. 96

Nesh Türleri 97

1- Sünnetin Sünnetle Neshi 97

2- Sünnetin Kur'ân ile Neshi 97

Hadislerin İhtilâfı 97

1-Cem Ve Telif 97

2- Nesh. 97

3- Tercih. 97

4- Tevakkuf 97

Hadis Okumada Dikkat Edilecek Noktalar 98

1- Güvenilir Kaynak: 98

2- Güvenilir Şerh: 98

3- Metod Bilgisi: 98

Kaynaklar 98

A. Arapça Kaynaklar: 98

b. Türkçe kaynaklar: 98


CÂMİU'L-EHÂDİS

 

BÜYÜK HADİS İMAMLARININ TAHRÎCİNDE İTTİFAK ETTİĞİ HADİSLER

 

 

Önsöz

 

Âlemleri yoktan yaratan Allah Teâlâ'ya hamd, hepsine rahmet olarak gönderdiği Peygamberine, salât ü selâm olsun.

İslam dininin ikinci temel kaynağı ve Kur'an- Kerim'in gerçek şerh ve tefsiri mâhiyetinde olan Sünnet, üzerinde daha çok çalışılması gereken bir sahadır. Sünnetle ilgili eski/yeni çalışmaların çok büyük bir bölümü, yazıl­dıkları dil olan Arapça'da durmakta ve dilimizde yayınlanan eserler daha ziyade hadis metinlerinin Türkçeye aktarımlarıyla sınırlı kalmaktadır.

Örneğin iki büyük hadis kitabımız olan Sahih-i Buharı ve Sahih-i Müs­lim'in ciddi nitelikte onlarca şerhinden biri dahi dilimize kazandırılmış de­ğildir. Ülkemiz âlimlerinin tefsirde gördüğümüz yüzağartıcı çalışmalarına rağmen, bu değerli bilgi kaynağının şerhine dönük fazla bir şey yapıldığını söylememiz mümkün görünmemektedir.

Elinizdeki bu çalışma, Allah Resûlü'nün (sav) sünnetini anlamaya ve öğ­renmeye yönelik mütevazı bir girişimin ifadesidir. Eser, İmam Buhârî'nin Sahîh adh şaheserini esas almak suretiyle onun, diğer sekiz imam ile tahririnde ittifak ettiği hadis-i şeriflerin derlenmesinden ibarettir. Bu yapılır­ken, sadece hadis metinleri alt alta sıralanmakla yetinilmemiş, îbni Hacer el-Askalânî'nin Fethu'l-bârî fi şerhi'l-Ruhârî adlı güzide eserinden bu hadislerle ilgili şerh notları tercüme edilmiştir. Ancak bununla da iktifa edilmeyip hadislerden özellikle hüküm ihtiva edenlerin hükümleri belirtilmiş, gündelik hayatımıza yansıdıkları boyutta ders ve öğütler çıkarılmaya çalışılmıştır.

Eserin ilk bölümüne, dokuz büyük hadis imamının kısa biyografilerini koymak suretiyle Efendimizin (sav) Sünnetini bizlere taşıyan bu büyük in­sanların daha yakından tanınmasını amaçladık. Bu bölümde, o imamların hangi hocalardan ders aldıkları, hangi ilimlerde derinleştikleri, hangi eserleri telif ettikleri ve arkalarından kimlerin ne söylediği gibi başlıklara yer verdik.

İkinci bölümüne Sünnet ve Hadis hakkında kısa ve özlü metodolji bilgisi içeren, hadislerin sınıfları, nasıl nakledildikleri, sünnetin hayatımızdaki yeri ve önemi, zayıf ve uydurma hadislerin tarif ve tanınma yolları gibi temel usûl konularının kısaca işlendiği bir tematik hadis usûlü koymayı uygun gördük. Böylelikle hadis ilimleri hakkında fazla bilgisi olmayan okurlarımı­zın da, dinin bu ikinci kaynağıyla ilgili temel bazı bilgilere muttali olmaları­nı amaçladık.

Hadislerin yeraldığı Câmiu'l-Hadis isimli bölümünü, İmam Buhârî'nin konu tertibini esas alarak ana bölümlere ve alt başlışlara ayırdık. Burada, büyük İmam'in belli bir hikmetten dolayı yaptığı tekrarları elemek gibi bir gayret içine girmeyip o hikmete binaen hadis-i şerifi zikredip varsa farklı hükümleri açıklamaya çalıştık.

Şerh başlığı altında hadis-i şerifle ilgili olarak İbni Hacer'in değerli ese­rindeki açıklamaları özetleyerek aldık. Bunu yaparken Özellikle senede yö­nelik müzâkerelerden çok, hadis metnini ve hükmünü anlamaya yönelik hu­suslar üzerinde yoğunlaştık.

Hüküm başlığı altında, hadis-i şerifin başta Hanefî mezhebine göre hük­münü zikredip bölüm ve bab başlığında anlatılan konuyla ilgili kısa fıkıh bilgisi vermeye çalıştık. Bu bilgileri, muteber fıkıh ve ilmihal kitaplarından derledik. Tartışmalı konularda Hanefî mezhebinde tercih edilen görüşü mu­hakkak zikrederek ayrıntıya girmemeyi tercih ettik.

Ders başlığı altında hadis-i şerifi günümüzle ilgili olarak nasıl anlama­mız, ne gibi öğüt ve dersler çıkarmamız gerektiği hususunda fikirler üretme­ye çalıştık. Bunları mümkün olduğunca yaşanan tecrübeler ve güncel hayat bağlamında yorumlamaya gayret ettik. Bununla hadis-i şeriflerin ölü değil aslında diri ve yaşayan metinler olduklarını bir kez daha vurgulamayı amaç­ladık.

Hadis-i şeriflerin tahriçlerinde el-Âlemiyye tarafından yapılan birleşik numaralama sistemini esas aldık. Bu meyanda ilgili hadis kitabındaki bölüm adının arkasından, hadis-i şerifin müteselsil numarasını zikrettik. Böylelikle tahriçte belli bir standarda bağlı kalmayı uygun gördük.

Hadis-i şeriflerin Arapça bilenler tarafından okunabilmesi için Arapça harekeli asıllarını koyduğumuz gibi şerh bölümünde de İbni Hacer'den yap­tığımız nakil bölümüne konu kısımlarında ilgili ifadeyi Arapçasıyla birlikte zikrettik.

Eserin okunabilirliğini arttırmak ve dipnot kalabalığına yol açmamak için hüküm bölümünde yer verdiğimiz temel fıkıh bilgilerini, ayrıca dipnotlandırmaya gerek görmedik. Birinci ve ikinci bölümleri hazırlarken başvurduğumuz Arapça ve Türkçe kaynakları bölüm sonlarında belirtirken ayet-ı kerime ve hadis-i şeriflerin kaynaklarını parantez içinde vermeyi daha uygun gördük.

Allah Resûlü'nün (sav) sünnetiyle ilgili farklı bir çalışma olması itiba­rıyla eserimizi mütevazı bir girişim olarak görmekte, zaman içinde daha kap­samlı ve geniş eserlerin dilimize kazandırılacağını umut etmekteyiz. Sünne­tin neredeyse yok sayılmaya başlandığı bir tarihsel dönemeçte, bu dinin son din olduğuna inanan bizler, onun mübelliği ve en büyük sârini konumundaki Hz. Peygamber'in (sav) sünnetini çok daha zengin çalışmalarla taçlandır­mak, anlamak, anlatmak ve gerekiyorsa yeniden yorumlayarak yaşanır kıl­makla mükellef bulunyoruz.

Bu duygu ve düşüncelerle hazırladığımız eserdeki hatalardan dolayı tak­siratımızın affolmasım niyaz eder, değerli okurların uyarı ve katkılarından memnuniyet duyacağımızı ifade etmek isteriz.

Başarı Allah'tandır.

Muharrem Tan muharremtan@gmail.com

 

İmam Bühârî

 

Adı: Muhammed b. İsmail b. İbrahim b. el-Muğîre b. Berdizye Künyesi: Ebû Abdullah

Nisbesi: el-Cu'fî; bu nisbetin kökeni, Buhârî'nin ikinci dedesi olan Muğîre'nin, Yemen el-Cu'fî'nin elinde Müslümanlığa girme­sidir. Muğîre, azatlı k?öle olması itibariyle el-Cu'fî'ye nispet edil­miştir.

Buhârî râsbesiise, doğup büyüdüğü Buhara'dan gelmektedir.

Doğum tarihi: Hicrî 194 yılı şevval ayının Î cuma günü­dür. (21. Temmuz.810)

Doğum yeri: Buhara şehridir.

Çocukluğu: Buhârî'nin babası İsmail de hadisçi idi. Ancak -,görüldüğü kadarıyla- rivayeti bol değildi. Oğlu tarafından et-Târihul-kebîr adlı eserinde anılmış olup Hammâd b. Zeyd ve Ab­dullah b. el-Mübârek'i görmüş, Mâlik b. Enes'ten hadis rivayet etmiştir.

İsmail, oğlu Buhârî henüz küçük bir çocukken vefat etmiş ve küçük Muhammed çocukluğunu annesinin eteğinde yetim bir ço­cuk olarak geçirmiştir. Babası annesine ve ona hayli yüklü mik­tarda bir miras bırakmış ve ölüm döşeğinde yatarken şöyle demiş­ti: "Servetimde haramlık veya şaibe izi taşıyan tek bir dirhem bile yoktur."

Buhârî, bu helal serveti babasının ruhunu şâd edecek bir yol­da, ilim öğreniminde harcamıştır.

Henüz çocuk yaşta iken annesi ve ağabeyi Ahmed ile hacca giden Buharı, bir süre Hicaz'da kalarak ilim öğrenmiştir.

Görme gücünü kaybedişi: Gancâr, Târîhu Buhara adlı ese-Lnde anlatır: Buhârî gözlerini henüz genç yaşta kaybetmişti. An-esi yetim yavrusunun bu hâline üzülür, tekrar görmesi için sü-ekli dua ederdi. Acılı kadıncağız bir gece rüyasında İbrahim Pey-amber (as)'i gördü. Hz. İbrahim (as) ona şu müjdeyi verdi:  Allah dualarını kabul etti ve oğlunun gözlerini geri verdi!" Jerçekten de genç Buhârî o sabah uyandığında gözleri eskisi gibi örmeye başlamıştı. Bu olay, Yüce Allah'ın henüz küçüklüğünde na olan bir lütfudur.

 

Öğrenim Hayatı

 

Zekâ ve dikkati: Buhârî, hızlı ezberleme, çok iyi kavrama yete-eğiyle güçlü bir hafizaya sahipti. Çağında onun gibisi yoktu den-e yeriydi. Zekâ, hafıza, kavrayış ve hemen her konuya hızla inti-ak etme kabiliyetleriyle eşsiz bir çocuktu. Daha ergenlik çağına irmeden arkadaşlarına özel yetenekleriyle sivriliyordu. Kendisi unu şöyle anlatır:

"Hadis ezberleme isteği küttapta içime doğmuştu."

Kâtip Muhammed b. Ebî Hatim sordu: O zaman kaç yaşınday-m?

Buhârî cevap verdi: On yaşımda veya daha küçüktüm. Sonra ütüphaneden çıktım ve Dâhilî'ye ve diğerlerine gitmeye başla-im. Bir gün öğrencilere hadis okurken şöyle dedi:

Süfyân, Ebu'z-Zübeyr'den, o İbrahim'den rivayet etti ki..

Ben araya girerek:

Ebu'z-Zübeyr İbrahim'den rivayette bulunmamıştır, dedim.

Beni azarlayarak susturmak isteyince:

Yanınızda varsa senedin aslına bakın o zaman, dedim.

Odasına gidip senedin aslına baktıktan sonra çıkü ve yanımıza önünce sordu:

O senedin aslı nasıldır çocuk? Senedi zikrederek:

Zübeyr, İbn Adiyy, o İbrahim'den rivayet etti, şeklindedir, de­dim.

Bunun üzerine kalemi aldı ve kendi kitabını düzelterek ekledi:

Doğru söyledin.

Buhârî bunu anlatınca biri sordu: -Ona itiraz ettiğinde kaç yaşındaydın? 11 yaşındaydım, diye cevap verdi. Hâşid b. İsmail anlatır:

Buhârî gençliğinde bizimle birlikte Basra'nın büyük hocaları­na giderdi. Hocanın naklettiklerini yazmazdı. Böyle günler geçti. Nihayet onaltıncı gün hocaların naklettiklerini yazmadığı için kendisini kınadık. Bize şöyle dedi:

Fazla üzerime geldiniz. Haydi şimdiye kadar yazdıklarınızı gösterin bana! On beş binden fazla hadis yazmıştık. Onların ta­mamını ezberden okuyuverdi. Yazdıklarımızı onun hafizasıyla sınar olmuştuk.

Ebû Bekir el-Kelûzânî anlatıyor:

-Muhammed b. İsmail gibisini görmedim. Hadis dolu bir mec­muayı alır, şöyle dikkatle bakardı. Mecmuada bulunan hadislerin metin ve senedlerini bu bakışla bir kerede ezberleyiverirdi. Yüce Allah'ın ihsan ettiği bu üstün meziyet, onu sonraları yaşıtlarını geçip devrin gözde simalanyla yarışan bir hadis âlimi yaptı.

Hadis Öğrenimi: İmam Buhârî hadis öğrenimine ergenlik ça­ğına girmeden başlamıştı. Hadis sevgisi onun kanma karışmış, da­marlarında akan bir sel gibiydi. O, sanki bu görev için yaratılmıştı. Ba­basının bıraktığı yüklü miras da bu konuda yardıma olmuştu. Kendisi anlatıyor:

,Her ay beş yüz dirhem alır ve bunu hadis öğrenimi için har­cardım. Rabbimin katındaki daha hayırlı ve daha kalıcıdır.

Hadis meclislerine giderdi. Küçük yaşta Kur'an-ı Kerim'i ve o devirde var olan hadis kitaplarını ezberlemişti. Ezberlediği kitapların başında Abdullah b. el-Mübârek, Vekî b. el-Cerrâh'ın siinne; ve zühde dair yazdıkları geliyordu. Fıkıh ve re'y üzerinde de kafi yormuştu.

Şöyle dediği nakledilir: On altı yaşımda iken Ibn el-Mübârek ve Vekî'in kitaplarını okumuş, re'y ehlini kastederek- onların âi görüşlerini öğrenmiştim

Gezileri: Hadis ehlinin mesleğinde 'rihle' denen gezilerin çci bariz bir yeri ve önemli bir itibârı vardı. Buharı, bu ilme gösterdi ği ilgi sebebiyle kendinden öncekilerin sünnetine uydu. Beldesir deki hadis şeyhlerinden dinlemekle yetinmedi ve başka şeyhler de dinlemek üzere gezilere çıktı. İlk gezisi h. 210 yılında annesi v? ağabeyiyle birlikte Mekke'ye yaptığı hac gezisiydi. O sırada on al: yaşndaydı.

Buhârî'nin hadis öğrenimi için ziyaret ettiği yerler:

1- Horasan ve civarı, 2- Basra, 3- Küfe, 4- Bağdat, 5- Mekk; Medine (Hicaz), 6- Şam, 7- Cezire (Fırat-Dicle arasındaki şehirler 8- Mısır.

Buhârî anlatıyor: Şam, Mısır ve Cezire'ye iki defa, Basra'y-dört defa gittim. Hicaz'da altı yıl ikâmet ettim. Küfe ve Bağdat'a ka: defa gittiğimi sayamıyorum.

 

Hocaları:

 

İmam Buhârî, tebe-i tâbünin küçüklerinden bir topluluğa je tişmiş, onlar dışında birçok şeyhten hadis rivayet etmiştir. Kene si bu konuda şöyle der: Aralarında hadis sahibi olmayanın b* lunmadağı tam bin seksen kişiden hadis yazdım.

Buhârî'nin hadis naklettiği belli başlı hocalar şunlardır:

1. Ebu Âsim en-Nebîl, 2. Mekkî b. İbrahim, 3. Muhammed: İsa b. et-Tabbâ', 4. Ubeydıülah b. Musa, 5. Muhammed b. Selâi el-Beykendî, 6. Ahmed b. Hanbel, 7. İshâk b. Mansûr, 8. Hallâd: Yahya b. Safvân, 9. Eyyûb b. Süleyman b. Bilâl, 10. Ahmed: İşkâb.

 

Menkıbeleri:

 

İmam Buhârî hadis öğrenimi ve neşriyle meşgul olduğu kadar ilmiyle amel eden, Rabbine tâatini hakkıyla yerine getiren bir in­sandı. Onda evliya ve sâlihlere özgü sıfatları açıkça görebilirdiniz. Bu hayat tarzı sayesinde insanların gönüllerinde sayılan ve sevi­len bir yere sahip olmuştu.

Kâtibi Muhammed b. Ebî Hatim şöyle derdi: Buhârî, seher va­kitlerinde on üç rekât namaz kılar, bir rekât vitirle bitirirdi.

Bir başkası ise şunu anlatmıştır: Ramazan ayının ilk gecesi arkadaşları onun evinde toplanırdı. Buhârî onlara namaz kıldırır, her rekâtte yirm ayet okurdu. Kur'an-ı Kerim'i hatmedinceye ka­dar böyle devam ederdi. Seher vakitlerinde Kur'an'ın üçte biri ile yarısı arasında bir miktar okurdu. Bu şekilde her üç gecede bii Kur'an'ı hatmederdi. Cum'a günleri Kur'an'ı baştan sona okur, iftar saati hatmi bitirdiğinde şöyle derdi: "Her hatimde, kabul edilmiş bir dua imkânı olur."

Bir gün namazda iken bir eşek arısı tarafından tam on yedi kez sokulmuştu. Namazı bitirdiğinde ev halkına şöyle dedi: "Ba­kın hele, namazda beni rahatsız eden şey neymiş?"

Baktıklarında eşek arısı tarafından sokulan tam on yedi yeri nin kabarmış olduğunu gördüler. Bu kadar acıya rağmen namazı nı bölmemişti. Nasıl dayandığı sorulunca şöyle dedi: Bir ayet oku yordum, onun bölmek istemedim.

Eli açık, ihsanı bol, cömert, tevazu ve verâ sahibi bir insandı Hayatı bunu kanıtlayan sahnelerle doludur. İşte onlardan bazıları:

1- Bir keresinde inşaat yaptırıyordu. Kalabalık bir toplulul yardıma gelmişti. Kendisi de boş durmuyor kerpiç taşıyordu. "Ebî Abdullah! Bırak başkası taşısın" dediklerinde "Bunun bana fayda sı olur" diyordu. İnşaata yardım için gelenlerin yemesi için bi inek kestirmişti. Etler pişince onları sofraya davet etti. Yüz belk daha fazla insan vardı. Bu kadar kişinin geleceğini kestiremedig için sadece bir inek kestirmişti. Buna rağmen gelenlerin hepsi güzelce doydular. Sofra hâlâ dokunulmamış ekmekle doluydu.

2. Bir keresinde ona mal getirilmişti. Akşam üzeri birkaç car beş bin dirhem kârla o malı satın almak için evine gel( Onlara "Akşam vakti ticaret olmaz, şimdi gidin" dedi. Ertes a bah başka tüccarlar gelerek onbin dirhem kâr teklif ettiler, -m onları geri çevirerek şöyle dedi: "Dün akşam, o malı başka bine-rine vermeye niyet ettim."

Gerçekten de malı akşam gelen ilk gruba verdi ve şunu "Niyetimi bozmayı sevmem."

3. İmamın bir cariyesi vardı. Bir gün eve girerken onun hoiir sını devirdi. Buhârî "Nasıl yürüyorsun?" diye cariyeye çıkıdı kadın, "Yol olmayınca başka nasıl yürüyebilirim?" diye kareii verdi. Bunun üzerine ellerini açtı ve "Seni azat ettim" dedi.

"Seni kızdırdı mı ey Ebu Abdullah?" denildiğinde şu cevabi".: di: "Yaptığın hareket yüzünden nefsimi razı ettim."

4. Gıybetten çok sakındığı bilinirdi. Arasıra şöyle derdi:"Gıybetnii-ram olduğunu öğrendiğim günden beri bir kişinin dahi gıybetini eae dim."

5. Sakıncalı bir duruma düşme endişesiyle alışverişi bina yapmaz ve bu konuda şöyle derdi: "Hiçbir şeyi bizzat kendim n: satmadım. Birine söylerim o benim adıma satın alır." "Niçin?" İra sorulduğunda cevap verdi: "Çünkü alışverişin eksiği, fazla*n karıştırması olur."

 

Çile:

 

Yüce Allah'ın sâlihler hakkında koyduğu yasa, İmam Bel: için de hükmünü icra etti. Ömründe iki defa ağır bir çile ve mâ-han dönemi yaşadı.

Birinci Çile: Halk-ı Kur'an meselesi

İmam Buhârî, çağdaşlarına göre çok daha derin ve geniş ile sahibi olması itibariyle parmakla gösterilen bir hadis âlimi oiz:-tu. Bu durum, samimiyet ve ihlastan nasibini almamış bazı ölseleri rahatsız ediyor, halkın ona olan ilgi ve teveccühünü çekmi­yorlardı. Onu yönetimin ve halkın gözünden düşürmek Kur'an'ı telaffuz eden lafızlarımız yaratılmıştır" dediği iftiracı

yaydılar. Bu iftira kısa sürede Nisabur ve diğer şehirlerde yayıldı. İftira kampanyasının arkasmdakilerin başında Hafız Muhammed b. Yahya ez-Zühelî geliyordu.

Ebû Hâmid el-Ameşî anlatıyor: Muhammed b. İsmail el-Buhârî'yi Osman b. Saîd b. Mervân'm cenazesinde gördüm. Mu­hammed b, Yahya yanında durmuş, bazı isim ve künyelerle hadis illetleri soruyordu. Buhârî onun sorularına, sanki İhlâs suresini okur gibi seri cevaplar veriyordu. Bu cenazenin üzerinden bir ay geçmedi ki Muhammed b. Yahya şöyle dedi: Buhârî'nin meclisine gidenler, bizim meclisimize gelmesinler. Bağdat'tan bize ulaşan mektuba göre o, Kur'an'm lafzı hakkında aykırı görüş belirtmiş. Kendisini sakındırdığımız hâlde buna devam etmekte. Bu yüzden ona yakın duran bizden ırak dursun. Buhârî şöyle der:

Muhammed b. Yahya'nın ilim yüzünden nasıl haset ettiği or­tadadır. Hâlbuki ilim, Allah'ın dilediği kullarına bahşettiği bir rızktır.

Buhârî hakkında yayılan bu asılsız şayia, Buhârî'nin inanana aykırı idi. Nitekim o, sırf bu iddianın geçersizliğini göstermek için "Halku ef'âli'l-ibâd~KvLMaxın fiillerinin Yaratılması" adlı bir eser yazmış ve onda kulların fiilleriyle Allah'ın Kelâmı arasındaki far­kı beyan etmiştir. Ona göre kulların fiilleri gibi, Mushaf satırla­rında yazılı olan Kur'an da yaratılmıştır. Dillerde okunan ve Cib-rîl (as) tarafından lafzen indirilen ilahî kelâm ise yaratılmamıştır. O, bu görüşleriyle Ehli Sünnete uygun bir görüş belirtmiş ve hak­kında çıkarılan iddianın asılsız olduğu kesinleşmiştir.

ikinci Çile:

Buhara valisi Hâlid b. Muhammed ez-Zühelî ile Buhara emîri Ahmed b. Hâlid Buhârî'ye elçi göndererek şöyle demişti: "Câmiu's-sahîh, et-Târîhuî-kebîr ve diğer kitaplarını yük­lenip gel de onları senden dinleyeyim." Buhârî onun elçisine şu cevabı verdi:

Ben ilmi zelil etmem. ,,Onu birilerinin kapılarına da taşıyamam. Eğer senin bu ilme dair bir ihtiyacın varsa, mescidime veya evime buyur. Devlet gücüne sahip olduğun için bu hoşuna gitmez se, o zaman ilim meclisi kurmamı yasakla. Ta ki kıyamet günu ilmi gizlemediğime dair Allah katında mazeretim olsun. Çünkü Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Her kime ilim sorulur da onu -bildiği hâlde- gizlerse, ağzına ateşten bir gem vurulur."

Emir ile aralarındaki soğukluğun sebebi buydu. Buhara emîrı Haris b. Ebi'l-Verkâ ve diğerlerinin yardımıyla Buhârî'nin itikâd: bozukluğuna dair şayia çıkartmış ve buna dayanarak şehirden sürmüştü. Ama bu olayın üzerinden bir ay bile geçmeden Tâhiriyye olayı çıktı ve tellallar eşek sırtında onun aleyhinde şeyjer söylediler. Haris, karısının yaptıkları yüzünden çok büyük sı kıntılara düştü. Diğerleri de çocukları veya başka konularda ağu belalara düçâr oldular.

 

Eserleri:

 

İmam Buhârî, ilmini hadis nakli ve yazdırması yoluyla yayma ya özen gösterdiği gibi, farklı ilim dallarında yaptığı teliflerle de bu gayeye hizmet etmiş, Yüce Allah hayatında olduğu gibi vefa tından sonra da insanları onun ilminden faydalandırmıştıi Buhârî'nin telifleri hayli çok ve kapsamlı olup henüz yazma ha ündeki et-Târîhu'l-evsat dışındaki bütün eserleri basılmıştır. Eser­lerinden bir bölümü ise aşağıda da görüleceği üzere hâlen kayıp durumundadır.

a. Bize ulaşan eserleri:

1- el-Câmiu's-sahîh (Sahîh-i Buhârî)

2- et-Târîhu'l-kebîr; sahasında kaleme alınan en nefis eser olup Sahabe devrinden kendi çağına kadar yaşayan hadis râvilerini ele ahr. Bunun yanı sıra hadis illetleri, cerh ve ta'dîl ve diğer usîl konularına    dair   bilgileri   içerir.    Allâme   Abdurrahman    el Muallimî'nin tahkikiyle Haydarâbâd'da 1691 yılında basımı ya­pılmıştır.

3- et-Târîhu'l-evsat; yıl esasına göre tertip edilmiş bir eser olup yazma nüshası kısmen mevcuttur.

4- et-Târîhu's-sağîr; yıl esasına göre tertip edilmiş bir tarih ki­tabı olup müteaddit baskıları mevcuttur.

5- Kitâbu'l-kunâ; Künyeler Kitabı, et-Târîhu'l-kebîr kitabının eki olarak Haydarâbâd'da basılmıştır.

6- ed-Du'afâ; Buhârî'nin bu isimle iki kitabı olduğu görünmek­tedir ki bunlardan biri küçük, diğeri büyük hacimlidir. Bunlardan küçük hacimli olanı bize ulaşmış olup basılmıştır. Kitap, 'zayıf râvilere ait biyografik bilgiler içermektedir.

7- el-Edebu'l-mufred; kendi alanında çok değerli bir edep ve ah­lak kitabıdır. Bâblara göre tasnif edilmiş olup defalarca basılmış­tır.

8- el-Kırâ'etu halfe'l-imâm; Kıraat Cüz'ü olarak da bilinen bu küçük risale, imamın arkasında namaz kılan kimsenin her halü­kârda Fatiha sûresini okuması gerektiğini savunan ve namazın ancak böyle sahih olacağını söyleyen bir çalışmadır. Müteaddit defalar basılmıştır.

9- Reful-yedeyn; Elleri Kaldırma Cüz'ü olarak da bilinen bu eser, namaza başlayan ve intikâl eden kimsenin tekbir esnasında ellerini kaldırması meselesini ele ahr. Basılmıştır.

10- Halku efâli'l-ibâd; Kulların Fiillerinin Yaratılmış Oluşu isimli bu risale, kulların fiillerinin mahlûk, okunan Kur'an'm ise gayr-i mahlûk olduğunu kanıtlayan bir risaledir. Buhârî'yi bu ese­ri yazmaya sevk eden, Halku'l-Kur'an meselesiyle ilgili yaşadığı çile olmuştur. Defalarca basılmıştır.

b. Hâlen ulaşılamamış eserleri:

1- Birru'l-vâlideyn; Ibn Hacer ve geç dönem âlimleri tarafından rivayet edilmiş bir eserdir.

2- el-Câmi'ul-kebîr; İbn Tâhir el-Makdisî bahsetmiştir.

3- el-Musnedu'l-kebîr; el-Ferberî bahsetmiştir.

4- et-Tefsîrul-kebîr; el-Ferberî bahsetmiştir.

5- el-Eşribe; İçecekler adlı bu eseri, Dârekutnî tarafından el-Mu'telif ve'l-muhtelif adlı eserinde zikredilmiştir.

6- Esâmi's-sahâbe; Sahabe isimleri adlı bu eser Ebul-Kâsnni. Mende ve başkaları tarafından zikredilmiştir.

7- el-Hibe; kâtibi Muhammed b. Ebî Hatim tarafından zikir dilmiştir.

8- el-Mebsût; el-Halîlî tarafından el-İrşâd adlı eserinde zibr dilmiştir.

9- el-Vahdân; sadece bir hadis rivayet eden sahabîlere yer vet len bir eserdir. İbn Mende el-Ma'rife adlı eserinde ondan nakilk yapmıştır.

10- el-îlel; Ebu'l-Kâsım b. Mende tarafından zikredilmiştir.

11- el-Fevâid; Tirmizî tarafından es-Sünen'&e zikredilmiştir.

12- Kazâya's-sahâbeti ve't-tâbiîn; telif ettiği ilk eserdir.

13- Meşîhatuh; görüştüğü ve icazet aldığı şeyhlerini zikretti: bir eserdir. İbn es-Sübkî tarafından bahsedilmiştir.

Vefatı: Buhara vahşi ile yaşadığı sorun ve oradan ayrılışında sonra Hartenk'e (Semerkand köylerinden biri) gitti. Orada yakı lan vardı. Onlara konuk oldu. Bir gece namazının ardından şöyi dua ettiği duyuldu: "Allahım! Yeryüzü bütün genişliğine rağrn:: beni sıkıyor. Beni katma al!" Bunun üzerinden bir ay geçmece Yüce Allah aziz ruhunu teslim aldı. Hicri 256 yılı Ramazan baramı gecesiydi (30.Ramazan.256/31.Ağustos.869). Altmış iki onüç gün eksikti. Allah'ın rahmet ve rızası onunla olsun

 

Ne Dediler:

 

1- Süleyman b. Harb bir gün ona bakmış ve şöyle demişti: E: nun çok büyük şöhreti olacak. Bazen şöyle derdi: O bize Şu'bet: galatlarını açıklardı.

2- Abdan b. Osman el-Mervezî: -Buhârî'yi göstererek Bu gelerimle şundan daha basiretli bir genç görmedim.

3- Kuteybe b. Saîd: Nice fikıhçı, zâhid ve âbidin meclisinde \lundum. Aklım erdiğinden beri Muhammed b. İsmail gibisini medim. Kendi zamanında Sahabe devrindeki Ömer (ra) gibiydi. Eğer o, sahabe nesli arasında bulunsaydı, önde gelen mürşidlerden biri olurdu.

4- Ahmed b. Hanbel: Horasan, Muhammed b. İsmail gibisini çıkartmamıştır. Hıfz,, Horasan'da şu dördüyle noktalandı, dedik­ten sonra onu da onlar arasında zikretti.

5- Ebu Bekir b. Ebî Şeybe ve İbn Numeyr: Muhammedb. İsma­il gibisini görmedik.

6- Muhammed b. Beşşâr: Basra şehrine, kardeşimiz Ebu Ab­dullah'tan (Buhârî) daha iyi hadis bilen biri girmemiştir.

7- ed-Dârimî: Muhammed benden daha basiretlidir. Çünkü onun bütün kaygısı? hadis üzerinde kafa yormaktır. O, Allah'ın yarattıklarının en zekisidir. Zira Allah'ın, Resulü (sav) diliyle em­rettiği ve yasakladığı bütün hükümlere vâkıf olmuştur. O Kur'ân okuduğu zaman, kalbi, gözü ve kulağı onunla meşgul olur ve ben­zer ayetler üzerinde düşünürdü. Helalini, haramını çok iyi bilirdi,

8- İbrahim b. Muhammed b. Selâm: Hadis Ehlinin başları, ör­neğin Saîd b. Ebî Meryem, Naîm b. Hammâd, el-Humeydî, Haccâc b. Minhâl, İsmail b. Ebî Uveys, el-Adenî, Hasan el-Hallâl, Mu­hammed b. Meymûn, Muhammed b. el~Alâ, el-Eşecc, İbrahim b. el-Münzir el-Hizâmî ve İbrahim b. Musa el-Ferrâ; Muhammed b. ismail el-Buhârî'ye saygı duyar, bilgi ve tefekkürde kendileri nâ­mına onun lehine hüküm verirlerdi..

Bunlar, Bishârî'nin hocalarından bazılarının söyledikleriydi. Şimdi de yaşıtları ve Öğrencilerinin söylediklerine bakalım:

1- îmanml-eimme İbn Huzeyme: Şu gökyüzünün altında Allah Resûlü'nün (sav) hadisim Muhammed b. İsmail'den daha iyi bilen ve nanzasmcia tutan birini görmedim.

2- Müslim b. el-Haccâc: Buhârî bir hadisin illetini kendisine açıkladığında şöyle demişti: Bırak da ayaklarını öpeyim ey hoca­ların hocası, hadisçilerin efendisi, hadis illetlerinin tabibi!

3- Ebu Isâ et-Tirmizî: Ne Irak, ne de Horasan'da hadis tarihini ve illetlerini, hadis senedlerini Muhammed b. İsmail'den daha iyi bilen birini görmedim!

4- Ahmed b. Seyyar: Muhammed b. İsmail hadisi talep etmiş, şeyhlerin meclisinde bulunmuş, hadis öğrenmek için seferlere çıkmış, hadis sahasında büyük maharet ve basiret sahibi olmuş bir zâttır. Bilgi ve tefekkür bakımından iyi, hadisin ehli bir insan­dı.

5- Ebû Amr el-Haffâf: Muhammed b. İsmail, hadisi İshâk b. Râheveyh'ten, Ahmed b. Hanbel ve diğerlerinden yirmi derece da­ha iyi bilirdi. Aleyhinde laf eden biri bin lanete uğrar.

 

İmam Müslim

 

Adı: Müslim b. el-Haccâc b. Verd Künyesi: Ebu'l-Hüseyn

Nisbesi: el-Kuşeyrî; bu nisbetin kökeni, mensup olduğu kabile olup Arap asıllıdi|. Nisbesinin azatlı köle olması itibariyle Kuşeyr'den geldiği de söylenmiştir.

Nisâbûrî nisbesi ise, yaşadığı Nisâbur'dan gelmektedir. Nisâbur, Horasan diyarında büyük bir şehirdir.

Doğum tarihi: Ulemâ doğum yılından kesin emin değildir. Bazıları h. 204 derken bazıları h. 206 yılını telaffuz etmişlerdir.

Özellikleri: Orta boylu, saçı sakalı ak bir zât idi. Sarığının ucunu omuzlarının arasından sarkıtırdı. Elbisecilik yapardı.

Öğrenim Hayatı: İmam Müslim'in yaşadığı çevre, ona ilim öğrenmek için gereken zemini hazırlamıştı. Zira o yıllarda Nisâbur, Peygamber efendimizin (sav) hadis kültürünün vârisi olan âlimlerle dolu, ilmî hayatı canlı bir şehirdi. İlim Öğrenen ve Öğretenlerin sayısı bilinmezdi. Böyle bir ortamda doğup büyüyen birinin ilimle ilişkisinin nasıl olacağım kestirmek güç olmasa ge­rekir. Müslim de bir çok akranı gibi yaşadığı ortamdan nasibini almış ve henüz çocuk yaşta ilim Öğrenmeye başlamıştı.

imam Müslim henüz on iki ya on dört yaşında iken hocası Yahya b. Yahya et-Temîmî'den hadis dinlemeye başladı.

Onun bu ulvî yolu seçmesinde muhtemelen babası ve ev halkı­nın da teşvik edici rolleri olmuştu. Çünkü tarihçilere göre babası da şeyhlerdendi.

Müslim h. 220 yılında hac yolculuğu için Hicaz'a gitmeye mu­vaffak oldu. Bu seferinde bir cemaatten hadis dinledikten sonra fazla oyalanmadan memleketi Nisâbur'a döndü. Hadis öğrenimi için yapacağı uzun nefesli yolculuklar bundan sonra ardı ardına gelecekti.

 

Yolculuklar:

 

Hadis öğrenimi için yolculuk etmek, erken dönem hadisçileri-nin vazgezümez şiarıdır. Bunun temel sebebi, hadis bilgisine sa­hip kaynak kişilerin muhtelif İslam beldelerine dağılmış olmala ndır. Telif ve tasnif faaliyetleri henüz emekleme dönemindeydı Bu nedenle, hadisleri sağlam kaynaklardan öğrenebilmek için bu tür yolculuklara çıkmak zaruri idi.

İmam Müslim'in iki yolculuğu olmuştur:

Birinci Yolculuk: H. 220 yılında Hicaz'a yaptığı hac yolculuğu­dur. Henüz çocuk denebilecek bir yaşta çıktığı bu yolculukta Mek­ke'de yaşayan hadis şeyhi Abdullah b. Mesleme el-Kaanbî ile gö­rüşmüş ve ondan hadis dinlemiştir. Dönüş yolunda uğradığı Küfe'de Ahmed b. Yunus ve bir topluluktan hadis dinleoikten son­ra yurduna dönmüştür.

İkinci Yolculuk: Hadis talebiyle çıktığı asıl yolculuktur. H. 230 yılında çıkmış ve bir çok beldeyi dolaşmıştır. Bu seferinle hadiste imam olmasını sağlayacak sayıda hadis şeyhi ile görüşrıüş ve on­lardan hadis dinlemiştir.

Dolaştığı beldeler: 1. Horasan çevresi, 2. Rey, 3. Irak (Küfe Bağdat, Basra.) Bu şehirlere defalarca uğramış, en son h. 259 yı­lında hadis imamı olarak nakil ve rivayette bulunmak için gitmiş­tir. 4. Hicaz (Mekke, Medine), 5. Şam. Hatîb, İbn Asâki:1, Sem'âni ve diğerleri Müslim'in Şam'a geldiğine tanıklık ederler. Zehebî sadece Şamlı bir şeyhten duyduğunu ifade ederek Şam'a gitnıecb ğini söyler. Zehebî'nin söylediği doğru kabul edilirse, Hicaz dönü şü şehirde kalmaksızın uğrayıp geçmiştir. 6. Mısır.

 

İlimleri:

 

Müslim, özellikle hadis ilimlerine ilgi göstermiş diğer ilim dalarma fazla iltifat etmemiştir. Küçük yaşta başladığı hadis ilimle­rine yönelik ilgisi vefatına kadar devam etmiş, başka ilim dalla­rıyla meşgul olmamıştır. Bu yüzden fıkıh, tefsir, dil gibi ilimlerde adını görmek mümkün değildir.

Tabiî bu, Müslim gibi büyük bir hadis imamının söz konusu ilimlerden hiç payı olmadığı anlamına gelmez. Çünkü onunki gibi bir tahsil hayatı olup hadis öğrenen, hadis lafızlarını bilen bir in­sanın diğer şer'î ilimlerden habersiz kalması mümkün değildir. Üstte söylenenlerin asıl maksadı, esasen hadis ilimlerinde tebarüz etmesi, onlarda uzmanlaşmış olmasıdır. Kendisi hadis ve ilimle­rinde tam bir otoritedir.

Arkadaşı ve öğrencisi Ahmed b. Seleme en-Nisâbûrî şöyle der: Ebü Zur'a ve Ebû Hâtimın Müslim b. Haccâc'ı hadis bilgisi bakı­mından kendi çağlarının şeyhlerinden önde tuttuklarını gördüm.

Abdurrahman b. EM Hatim de şöyle demiştir: Müslim; sika, hâfiz ve hadis bilgisi çok güçlü bir insandı.

Hadis bilgisi alanında büyük otorite sayılan bu üç zâtın tanık­lığı dahi yeterlidir.

Yukarıda anlattıklarımızın en açık delili, İmanı Müslim'in ha­dis alanında yazdığı eserlerdir. Onun tebarüz ettiği ilim dalları şunlardır:

1. Hadis ilmi: Bu ilimle kastedilen, hadislerin siyak ve sibak­ları, senedleri, metinleri, naslarının ezberi, ihtilaf ve ziyâdelerinin bilinmesi, sahihinin çürüğünden ayrılması, merfû, mevkuf ve maktu olanlarının layıkıyla bilinmesidir.

imanı Müslim bütün bu ilini dallarında, meydanın en güçlü silahşoru saydırdı. Nitekim hadis kaynakları arasında ikinci sıra­sı uçurtulan ve Sahih-ı îiunart&en sonra en çok ıübar edilen Câmiu's-sahîh kitabı bunu herkese ilân etmektedir. Kendisi bu konuda şöyle der:

"Bu sahih eseri, bizzat dinlenmiş üç yüz bin hadis arasından eleyerek tasnif ettim. Bu esere koyduğum her hadisi bir hüccete dayanarak koydum. Yer vermediğim her rivayeti de bir hüccete dayanarak eledim."

Müslim, bu dev eseri tam onbeş yıllık bir çalışma sonucunda ortaya koymuş ve bu uzun yıllar boyunca değerlendirme ve ele­meye devam etmiş, sonunda Yüce Allah'ın tevfiki ile bu eser orta ya çıkmıştır.

Hafız İbn es-Salâh şöyle der: "Yüce Allah Sahih eseriyle onu yıldızların mertebesine yükseltmiş, bir imam ve hüccet olmuştur Hadis ilmi ve diğer ilimler, artık onun ismiyle başlanıp onun is­miyle bitirilecektir."

2. Rical (Râviler) İlmi: Hadisçinin senedleri tanıma ve ayrış­tırma sürecinde başvurduğu temel ilimdir. İmam Müslim bu ilrm iyi bilirdi. Hemen bütün râvilerin isim, künye, lakap, nisbe, biyog­rafi ve ölüm tarihlerine tahkik sahibine yakışır seviyede vâkıftı. Bu alanda pek güzel telifleri de vardır.

3. Cerh ve Ta'dîl timi: Râvilerin durumlarının tesbit ve tenki­dini konu alan ilimdir. Sahihi çürükten, güçlüyü zayıftan ayırmak isteyen her hadisçi bu ilmi çok iyi düzeyde bilmelidir. İmam Müs­lim bu ilim dalının en iyileri arasındaydı. Râviler hakkında kana atler belirtmiş, kiminin adaletine hükmederken kimini de cerh etmiştir. Sahîh adlı şaheserinin giriş bölümünde bununla ilgih bazı hususlara yer vermiştir. Mekkî b. Abadan ve diğerleri, cerh ve ta'dile dair tespitlerini dinleyip nakletmişlerdir.

4. Hadis illetleri (Ilel): Hadis ilimlerinin belki en zor ve çetrefil olanıdır. Bu ilim dalında söz sahibi olabilmek çok güçlü bilgiye ve keskin bir tefekkür gücüne ihtiyaç duyar. İmam Müslim, erker dönem ulemâsı arasında bu ilmin sayılı simalarından biridir. Ha dişlerin illetleri üzerinde tespit ve değerlendirmelerde bulunmu; çok faydalı eserler kaleme almıştır.

 

Hocaları:

 

İmam Müslim, gerçekleştirdiği yolculuklar sayesinde hadis şeyhi bir çok büyük hafız ve sika râviden hadis dinleme imkân bulmuştur. Bunları tasnif edenlerden Zehebî sayının 220 kişi £ duğunu söylemektedir. Tabu Sahih adlı eserinde rivayetlerine yer vermediği başka şeyhlerden de hadis dinlemiştir.

Belli başlı hocaları:

1- Abdullah b. Mesleme el-Kaanbî, en büyük hocasıdır.

2- Ahmedb. Hanbel.

3- İshâk b. Râheveyh; müctehid fakîh ve muhaddis.

4- Yahya b. Maîn; cerh ve ta'dîl, rical ilimlerinin büyük otoritesı.

5- İshâk b. Mansûr el-Kevsec.

6- Ebu Bekr b. Ebî Şeybe; bir çok eserin müellifidir.

7- Abdullah b. Abdurrahman ed-Dârimî, Müsned müellifi.

8- Ebû Kureyb JMuhammed b. Alâ.

9- Muhammed b. Abdullah b. Numeyr.

10- Abd b. Humeyd; Müsned ve diğer eserler sahibi, Buhârî, ez-Zühelî ve İbn el-Medînî ile:

Bu zâtların üçü de İmam Müslim'in hocalarıdır. Kendisi Buhârî başta olmak üzere üçüne de öğrencilik etmiş ve hadis din­lemiştir. Fakat Sahih adlı eserine bu zâtlardan dinlediği hiçbir rivayeti almamıştır.

Buhârî ile uzun süre birlikte olmuş, âdeta gölge gibi yanından ayrılmayarak onun ilim denizlerinden kana kana içmiştir. Hadis yolunda onun izini sürmüş, yolunu takip etmiştir. O kadar ki Dârekutnî bununla ilgili olarak şöyle demiştir:

"Buhârî olmasaydı, Müslim bu yollara ne gidebilir, ne gelebi­lirdi."

Hatîb de şöyle demiştir: "Müslim, sadece Buhârî'nin yolunu iz­lemiş, onun ilmini incelemiş, adım adım onu takip etmiştir. Buhârî son yıllarında Nisâbur'a gelince Müslim ondan ayrılmaz olmuş ve meclisine sürekli gelip gitmiştir."

Müslim, Buhârî'nin ilmî kıymetini bilir ve takdir ederdi. Bir defasında, hiçbir yerde çözemediği bir hadis illetini çözünce şöyle dediği rivayet edilmişti: " Bırak da ayaklarım öpeyim ey hocaların hocası, hadisçilerin efendisi, hadis illetlerinin tabibi!"

Müslim, Sahîtiin mukaddimesinde hocası Ali b. el-Medînî'nin mu'an'an hadisle ilgili şartını tenkit etmiş, ancak adını vermemiş­tir. Konuyu bilenler bununla hocası Ali b. el-Medînî'yi kasdettiğini anladıkları için, hocası hakkındaki bu tenkidi insaflı bulmayarak Müslim'e iade etmişlerdir.

Buhâri'nin onu terk etmesi muhtemelen bu sebepten, ya da ez-Zühelî ile arasında geçenlerden dolayıdır. Muhammed b. Yahya ez-Zühelî Kur'an'ın mahlûk olup olmaması konusunda Buhârî ile ihtilafa düşmüş bir hadis hafızıydı.

Müslim, ez-Zühelî'nin Buhârî'ye reva gördüğü muamele yü­zünden ondan rivayet ettiği hadislere kitabında yer vermemiştir. Çünkü bu konuda hocası Buhârî'nin yanında yer almıştır.

Buhârî'nin rivayetlerine yer vermeyîş sebebi ise her iki hocası­na duyduğu saygı sebebiyledir. Allah en iyisini bilir.

 

Menkıbeleri

 

İmam Müslim, ömrünü ilim tahsili ve neşri uğrunda harcamış bir insandı. Yüce Allah'ın nasip ettiği kabul ve ikbâl sayesinde fazilet ve makam ehli arasında yerini almıştır. Kendisi Nisâbur'un çıkardığı üç büyük hadis âliminden biriydi- Nitekim hafız Ebû Abdullah Muhammed b. Yakûb b. el-Ahram şöyle de­miştir: "Nisâbur üç adam çıkarmıştır: Muhammed b. Yahya; Müs­lim b. el-Haccâc ve İbrahim b. Ebî Tâlib".

Böyle bir fazilet ve makama sahip olan bir zâtın takva ve isti­kâmet üzere olması kadar tabiî bir şey olamazdı. Nitekim o da, içi dışı bir, sünnete tâbi bir zâhid olarak hayat sürmüştür. Hadis eh­line yakışan da budur.

 

Çilesi:

 

İmam Buhârî'nin maruz kaldığı Kur'an'm yaratılrmşlığıyla il­gili imtihandan Müslim de nasibim almıştır. Bilindiği üzere Mu­hammed b. Yahya ve taraftarları Buhârî'nin Kur'an'm mahlûk olduğunu iddia etmişlerdi. Bu meselede onunla aynı görüşü belir­ten Müslim de tenkit oklarına hedef olmuş ve ez-Zühelî Müslim'i ders halkasından çıkartmıştır.

Hâlbuki Buhârî bu suçlamadan berî olduğunu kanıtlamak üze­re kulların fiillerinin yaratılmış, Allah Kelâmı Kur'an'm ise yara­tılmamış olduğunu anlatan bir risale yazarak bu suçlamadan uzak olduğunu ilân etmiştir. Müslim de bu meselede hocasının yanında yer almıştı.

Hatîb şöyle der: "Müslim, Buhârî'yi savunuyordu. Sonunda onun yüzünden Muhammed b. Yahya ez-Zühelî ile aralarına so­ğukluk girdi."

Hafız Ebû Abdullah b. el-Ahram bunu şöyle anlatır:

Muhammed b. İsmail el-Buhârî Nisâbur'a yerleşince Müslim b. el-Haccâc onun ders halkasına katılmaya başladı. Muhammed b. Yahya ile Buhârî arasında, meşhur Halkul-Kur'an meselesi pat­lak verince Muhammed b. Yahya öğrencilerini onun meclisine gitmekten men etti. İmam Buhârî baskılar sonucu şehirden ay­rılmak zorunda kaldı. O dönemde Müslim dışında herkes onu bı­rakmıştı. Bir tek Müslim, hocasını ziyarete devam etti. Bu tavrı sebebiyle Irak ve Hicaz'da aleyhinde konuşuldu. Fakat her şeye rağmen tutumunu değiştirmedi.

Bir gün Muhammed b. Yahya el-Hüzelî dersinin sonunda şöyle dedi: "Her kim ki Kur'an lafzı meselesinde söz söyler, halkamıza gelmesi helal olmaz." Bunun üzerine Müslim toparlandı ve ridâsmı üzerine alarak ayağa kalktı, herkesin bakışları arasında halkayı terk etti. Evine varır varmaz Muhammed b. Yahya'dan yazdığı tüm hadis mecmualarını topladı ve bir hamala vererek Muhammed b. Yahya'nın kapışma gönderdi. Aralarındaki soğuk­luk böyle oluştu ve bir daha onun meclisine gitmedi.

 

Eserleri:

 

imam Müslim, hadis ilimleri alanında bir çok eser telif etmiş­tir. Allah bu eserler sayesinde güzel hatırasını ebedi kılsın. Bu eserlerden bazıları bize kadar ulaşmışken bazıları henüz kayıp durumdadır.

a. Ulaşanlar:

1- Câmiu's-sahîh (Sahîh-i Müslim); hiç kuşkusuz eserlerinin  kıymetlisi ve faydalısıdır. Sahih-i Buhârtden sonra hadis alarm da yazılmış ikinci büyük eserdir.

2- el-Kunâ ve'î-esmâ; Künyeler ve İsimler, basılmıştır.

3- el-Munferidât ve'l-vahdân; Tek hadis rivayet edenler. Mü;; addit baskıları vardır.

4- et-Tabakât; yazma halindedir.

5- Ricâlu Urve b. ez-Zübeyr; yazma halindedir.

6- et-Temyîz; kısmen basılmıştır.

b. Ulaşmayanlar;

1-  el-Musnedu'l-kebîr; râvüer üzerinedir. Müslim'den eden biri çıkmamıştır.

2- el-Câmiu'l-kebîr; bâblar üzerinedir. el-Hâkim şöyle demişe Bu kitabın bir bölümünü müellif hattıyla gördüm.

3- el-îlel.

4-  el-Efrâd; el-Münferidât ve'l-vahdân kitabı olması mümtdür.

5- el-Akran.

6- Suâlâtuhû Ahmed b. Hanbel; Ahmedb. Hanbel'e sorulan 7. Hadîsu Amr b. Şu'ayb.

8- eltntifâ bi-ehbi's-sibâ.

9- Meşâyîhu Mâlik.

10- Meşâyîhu's-Sevrî.

11- Meşâyîhu Şu'be.

12- Men leyse lehu illâ râvin vâhid.

13- Kitâbuî-muhadramîn.

14- Evlâdu's-sahâbe.

15- Zikru evhâmi'l-muhaddisîn.

16- Efrâdu'ş-Şâmiyyîn.

 

Vefatı:

 

İmâm Müslim b. el-Haccâc H. 261 yılı Receb ayında bir pazar gecesi elli küsur yaşında vefat etmiştir.

Ölüm sebebiyle ilgili şu olay nakledilmiştir: Bir gün ders hal­kasında bilmediği bir hadis sorulmuştu. Dersten sonra evine gide­rek odasına girip ışığı yaktı ve rahatsız edilmemesini tembih etti. Atıştırması için bir sepet hurma bırakıp çekildiler. İmam Müslim, hadisi araştırırken bir yandan da hurma atıştırıyordu. Sorulan hadisi buluncaya kadar sepetteki hurmayı da -hiç farkında olma­dan- bitirmişti. Yediği hurmalar midesinde ağırlık yapmış ve bu­nun sonucu olarak rahatsızlanarak vefat etmiştir.

 

Ne Dediler

 

İmam Müslim'in hadis ilimleri alanındaki bilgi, imamet ve hıf­zına hem hocaları, hem de öğrencileri tanıklık etmişlerdir. Bu ta­nıklıklardan bazılarını zikretmek istiyoruz:

1- Hocası İshâk el-Kevsec: Allah seni Müslümanlara sakladık­ça hayırdan mahrum kalmayız.

2- Hocası Muhammed b. Beşşâr Bendâr: Dünyanın hafızları dörttür. Rey'de Ebû Zur'a, Nisâbur'da Müslim, Semerkant'ta Ab­dullah ed-Dârimî ve Buhara'da Muhammed b, İsmail el-Buhârî.

3- Hocası Muhammed b. Abdilvehhâb el-Ferrâ: Alimlerden ve ilim kaplarından biriydi. Hakkında yalnız hayır bilirim.

3- Arkadaşı Ahmed b. Seleme en-Nisâbûrî; Ebû Zur'a ve Ebû Hâtim'in sahih hadis bilgisinde Müslim b. el~Haccâci kendi hoca-lanmn üstünde değerlendirdiklerini gördüm.

4- Öğrencisi Abdurrahman b. Ebî Hatim: Ondan Rey şehrinde hadis yazdım. Sika bir hafızdı. Hadis bilgisi derindi. Babama so­rulduğunda şöyle demişti: Özü sözü doğru bir insandır.

Kendinden sonrakilerin söyledikleri:

1- Mesleme b. Kasım el-Endelusî: Makamı yüksek bir sihir. İmamlardandır.

2- Ebû Yala el-Halîlî: Faziletleri sayılamayacak kadar mân biridir.

3- Hatîb el-Bağdâdî: Hadis imamlarından ve hafızlarında:

4. es-Sem'ânî: Dünyanın imamların dan dan biridir.

5- İbn el-Esîr: Hafız imamlardan biridir.

6- İbn Kesir: Benzeri.

7- Zehebî: Büyük imam, güçlü hâfi.z ve özü sözü doğru bz'ric-cettir.

 

İmam Tirmizi

 

Adı: Muhammed b. İsâ b. Sevre b. ed-Dahhâk

Künyesi: Ebû İsâ

Nisbesi: es-Sülemî; Nisbenin kökeni bir Arap kabîlesidir. Kendisi Arap asıllıdır.

Tirmizî nisbesi ise, beldesi Tirmiz'den gelmektedir. Tirmiz, İran'ın kuzeyindeki Ceyhun nehrinin kuzeyinde bulunan bir şe­hirdir.

Doğum tarihi: Tarihçiler, onun doğum tarihi hakkında kesin bir rakam belirtmemekle birlikte takdirî olarak h. 209 yılını telaf­fuz etmişlerdir. Zehebî, "H. 210 yılı civarıdır" demiştir. Görme özürlü olarak doğduğu söylenmişse de hadis yolculuklarından sonra ileri yaşta görme gücünü yitirdiği bilinmektedir.

İmam Tirmizî, Tirmiz şehrinde büyümüş ve ilmî seyahetlerine başlamadan önce oranın alimlerinden hadis dinlemiştir. Dedesi­nin Mervezî olduğunu kendisi ifade eder. Bilâhare Merv'den yani Tirmiz'den ayrılmıştır. Bu sözü, delâlet yoluyla Tirmiz doğumlu oluduğunu göstermektedir.

 

Öğrenim Hayatı;               

 

Kaynaklar, Tirmizî'nin hadis öğrenimine tam olarak ne zaman başladığını bildirmemektedir. Ancak biyografisi incelendiğinde yirmi yaşında başladığı anlaşılmaktadır. İleri bir yaş olması ba­kımından bir çok büyük hadis imamını dinleme fırsatı olmamıştır. Yine de onlardan öğrencileri vasıtasıyla hadis dinlemiştir.

Görünen odur ki hadis öğrenmek için seyahate çıktığı ilk tarih. 234 yılıdır. Çok güçlü bir hafızaya ve hızlı kavrana gücüne sa­hipti. O kadar ki ezber ve kavrayışta örnek gösteriliri. Bununla ilgili kendi ağzından şöyle bir olay nakledilir:

"Mekke'ye gidiyordum. Bir hocanın hadislerinden iÜ cüz dolu­su yazmıştım. Kendisini bulduğumda, cüzlerin yanımda olduğu zannıyla sordum. O da cevap verdi. Yanımdaki cüzler çaktığımda boş olduklarını gördüm. Hiçbir şey yazılı değildi. Hoca, rivayet ettiği hadisleri okuyor, bir yandan da elimdeki cüıt bakıyordu. Sonunda cüzlerde bir şey yazılı olmadığını fark etti. Saa, Benden mi çekmiyorsun? diye sordu. Durumu kendisine bildirip hadisle­rin tamamının ezberimde olduğunu söyledim. 'Oku c zaman' dedi. Okuduğumda beni tasdik etmeyerek 'Bana gelmede- mi ezberle­din?' diye sordu. Başkalarını okumasını istedim. E; akilde tam kırk hadis okudu ve 'Hadi bir de sen oku' dedi. Tamanm bir harf bile hata etmeden okudum!"

Tirmizî, bu meziyetleri sayesinde karşılaştığı hafız ve şeyhler­den lâyıkıyla istifâde etmiş, büyük hadis ünamlany.a münazara­larda bulunmuştur. Nitekim hocaları Buhârî, Ebû Zur'a er-Râzî ve ed-Dârimî ile münazara ettiği bilinmektedir. Bu ;nun ne ka­dar güçlü bir hafıza ve anlayışa sahip olduğunun açu tanıtıdır.

 

Yolculukları:

 

İmam Tirmizî hadis dağarcığını zenginleştirmek ;çn Horasan, Irak ve Hicaz taraflarına yolculuk etmiştir. Oralardı karşılaştığı hadis şeyhlerinden hadis dinlemiş ve bunları sağlam bir şekilde kavrayarak hadis bilgisini arttırmıştır. Şam ve Mısra gitmediği bilinmektedir. Bu nedenle o beldelerin hâfizlannık: hadis din­leme imkânı bulamamış, örneğin Hişâm b. Ammâr ve benzerle­rinden vasıtayla olsun hadis alamamıştır.

Hadis tarihçileri Bağdat'a gittiği hususunda farL görüşler be­lirtmişlerdir. Kimileri, "Bağdat'a gitmiş olsaydı Ahmed b. Hanbel'den muhakkak hadis dinlerdi" derken, Hanb. Bağdat'a yolculuk ettiğinden bahsetmemektedir. Hafız İbn Kckta ve diğer­leri ise gittiğini söylemekte, hatta orada Hasan V es-Sabâh, Ahmed b. Meni' ve Muhammed b. İshâk es-Sâğânî filerden ha­dis dinlediğini ifade etmektedirler.

Görünen odur ki Tirmizî Bağdat'a Ahmed b. Hanbel'în vefatın­dan sonra gitmiştir. Çünkü İbn Nokta'nm saydığı kişiler İmam Ahmed'den daha sonra vefat edenlerdir. Hatîb-i Bağdâdî'nin onu zikretmemiş olması, Bağdat'a gitmediğini göstermez. Zira Târîhu Bağdâd adlı eserinde adlarını zikretmediği daha pek çok kişi var­dır.

Tirmizî bu yolculukların ardından Buhara ve Nisâbur'da bulu­narak bir süre Buhârî'nin halkasına katılmıştır. Bu süreçte onun­la münazara edecek liyâkata ulaşmış, kendisinden çok istifâde etmiştir.

İmam Tirmizî'nin ziyaret ettiği şehirler: 1-Horasan, 2-Basra, 3-Kûfe, 4- Vâsıt, 5- Bağdat, 6- Mekke, 7- Medine, 8- Rey.

 

İlimleri:

 

Tirmizî İslamî ilimlerin muhtelif dallarında öne çıkan bir şah­siyet olmuştur:

1. Hadis ilmi: Hadislerin senedleri, metinleri, tarîklerindeki ihtilaflar, sahihinin çürüğünden ayrılması, sahih, hasen ve zayıf olanlarının layıkıyla bilinmesi noktasında çok önemli bir yeri ol­muştur. el~Câmi adlı eseri bunun en açık kanıtı olup bilgisinin genişliğine, anlayışının derinliğine ve dağarcığının zenginliğine delalet etmektedir.

2. Hadis İlletleri (îlel): Bu ilim, hadisçinin ulaşabileceği en yüksek gaye ve zirvedir. Tirmizî bu ilim dalında bir imam ve par­makla gösterilecek kadar nâdir olanlardan biriydi. Bu dalda çok güzel bir eser telif etmiş olup genelde hocası Buhârî'nin bilgi ve görüşünü esas almıştır.

3. Cerh ve Ta'dü İlmi: Hadisi ve illetlerini bilmek, sağlamını çürüğünden ayırmak, sahihini, hasenini ve zayıfını bilmek ancak çok güçlü bir cerh ve ta'dîl ve rical yani râvi bilgisiyle mümkün­dür. Nitekim Tirmizî, râvilerin isimleri, künyeleri, nisbeleri, sika veya zayıf olma hâlleri gibi hususlarda çok zengin bir bilgi biriki­mine sahipti. Onun bu alandaki konuşmaları, âlim ve arif birinin kanaatlerini yansıtır.

4. Fıkıh timi'. İmam Tirmizî fıkıh mezheplerinin görüşleri, ihti­lafları, amele konu olan hükümler gibi hususlarda çpk geniş tır bilgiye sahipti. O, Ehu Hanife ve arkadaşlarının başını çektiği rey ehlinin fıkhının yanı sıra Mâlik, Sevrî ve Şafiî'nin fıkhını, Ahmei b. Hanbel ve İshâk b. Râheveyh gibi hadis ehlinin fıkıh anlayışla nnı çok iyi bilirdi. el-Câmi adlı eserinde yaptığı mukayese ve ter­cihler bu alandaki bilgisinin canlı delilidir.

Nitekim Mübarek b. el-Esîr şöyle demiştir: "Fıkıhta kâmil b eli vardı."

 

Hocaları:

 

Hocalarından bazıları: Kuteybe b. Saîd, İshâk b. Râhevev: Muhammed b. Amr es-Sevvâk el-Belhî, Mahmûd b. Gaylân, İsaal b. Musa el-Fezârî, Ahmed b. Menî', Ebû Mus'ab ez-Zührî, Bişi: Muâz el-Akdî, Hasan b. Ahmed b. EM Şu'ayb, Ebû Ammâr i-Hüseyn b. Harîs, el-Mu'ammer Abdullah b. Muâviye el-Cuma^: Abdülcebbâr b. el-Alâ, Ebû Kureyb, Ali b. Hicr, Ali b. Saîdb. Mesrûk el-Kindî, Amr b. Ali el-Fellâs, İmrân b. Mûsâ el-Kaziii Muhammed b. Humeyd er-Râzî, Muhammed b. Râfi, Muhammrf b. Ebî Yahya el-Adenî, Nasr b. Ali, Hennâd b. es-Seriyy, Yahya: Ekseni, Yahya b. Talha el-Yerbû'î, Yûsuf b. Hammâd el-Mari İbrahim b. Abdullah el-Herevî, Suveydb. Nasr el-Mervezî.

Tirmizî'nin sahip olduğu en eski kaynaklar Mâlik ve i Hammâd'ın hadisleri ile, el-Leys, Kays b. er-Rebî'in hadislerimi Nazil olan isnâdları ise bol miktarda Buhârî ile Hişâm ; Ammâr'm öğrencilerin den di.

 

Menkıbeleri:

 

imam Tirmizî geniş ilminin yanı sıra salâh ve istikâmet h anılan bir zât idi. "Kişi, arkadaşının dini üzeredir" sözü ortada e arkadaşları çağının en âlim ve zâhid insanları iken başka turfa olabilir miydi?!

ileri derecede vera' ve zühd sahibi bir insandı. Dünyayı umu-samazdı. Bütün kaygısı, ilim ve onunla amel etmekti. Allah ka­kmandan çok ağlardı. Hatta bu yüzden gözlerini kaybetmiş b insandı. Sahip olduğu ilmi yaymaya çok özen gösterirdi. Bu ademleri sayesinde halk içinde sayılan ve sevilen bir insan olmuş­tu.

 

Eserleri:

 

Tirmizî, ilmini eserlerine emanet etmiş âlimlerdendi. Bu eser­ler kendinden sonra büyük şöhret kazanmış ve büyük imam on­larla bilinir olmuştur. Büyük hadis imamlarından aldığı feyz ve bereketi yansıtan bu eserler, gerçekten çok faydalı bilgiler içerdiği için İslam âleminin dört bir yanında, asırlarca ilgi ve kabul gör­müştür. Tirmizî'nin sonraki ulemâ üzerindeki ihsan ve faziletinin en önemli kaynağı bu eserleri olmuştur.

a. Ulaşan eserleri?

1-el-Câmiu's-sahîh; Sünen adıyla bilinen eseri olup ilminin se­viyesine delâlet eden canlı bir tanıktır. İslam kültür tarihinin en önemli kaynaklarından ve Kütüb-i Sitte olarak bilinen altı büyük kitabın üçüncüsüdür. Müslümanlar arasında elden ele dolaşan, defalarca yazılıp basılmış bir eserdir.

2- el-îlel; îlel-i Kebîr adıyla da bilinen eşsiz bir çalışmadır. Ka­dı Ebû Tâlib'in tertibiyle bize ulaşan eser, Sünen'in eki olarak ba­sılmıştır. Çok faydalı bir eserdir.

3- eş-Şemâil; Peygamber Efendimiz'in (sav) sıfat ve şemailini nakleden bir eser olup defalarca şerh edilmiştir. Müteaddit baskı­lan mevcuttur.

4- Tesmiyetu Ashâbi Resûlillah (sav); Esmâu's-sahâbe adıyla da bilinen bir eser olup basılmıştır.

b. Ulaşmayan eserleri:

1- Kitâbu't-târîh.

2- Kitâbu'z-zühd.

3- el-Esmâ ve'l-kunâ.

Bir de fıkha dair bir telifinin olduğu söylenmiştir.

 

Vefatı:

 

imam Tirmizî, Hicrî 279 yık receb ayının onüçüncü pazartesi gecesi Tirmiz'e bağlı Buğ köyünde vefat etmiştir.

 

Ne Dediler

 

Tirmizî'nin ilmî büyüklüğü hakkında hocası Buhârî'nin tanık­lığı herkesin önüne geçmiştir. Buharı ona şöyle demiştir: Benin senden istifâdem, senin benden istifâdenden daha çoktur.

1- Ömer b. AUek: Buharı vefat ettiğinde, Horasan'da ilim, hıiz vera' ve zühd bakımından Ebû İsâ gibi bir halef bırakmamıştır.

2- İbn Hıbbân: Ebû İsâ hadis toplayan, tasnif eden, ezberleyen ve dersini yapan bir zât idi.

3- Ebû Ya'lâ el-Halîlî: Üzerinde ittfîak edilmiş bir sika, emâne: ve ilimle şöhret bulmuş bir zât idi.

4- Ebû Sâd el-İdrîsî: Hadis ilminde kendisine uyulan imamlar dan biridir. Sünen, Tarîh ve İleli telif etmiştir. Bunlar, ilmine ha kim ve dürüst bir zâtın telifleridir. Ezberde parmakla gösteriler bir imamda.

5- Mübarek b. el-Esîr: Hadis hafızı büyük imamlardan biridir

6- Hafız el-MLzzî: Parmakla gösterilen hadis imamlarından Yüce Allah'ın Müslümanları faydalandırdığı zevattan biridir.

7-  Zehebî: Önde gelen hafız, üstün yetenekli bir hadis imam: dır.

8-  İbn Kesîr: Devrinin sahasında imam olan zâtlarından bin­dir.

ibn Hazm'ın değerlendirmesi:

Ulemâ arasında sadece İbn Hazm el-Endelusî farklı bir değe: lendirmede bulunarak onun TVIeçhûl' bir râvi olduğunu söylemi! tir. Ulemâ onun bu hükmünü ittifakla reddetmiş ve bunu İt: Hazm'ın hadis ilmiyle ilgili bilgisinin sığlığına yormuşlardır. Cte-lara göre İbn Hazm'ın onu tanımayışı, onun değil bizzat kendk nin kusur ve eksikliğidir.

ibn Hazm'ın bu değerlendirmesi, bütün ilim ve faziletine rai-men aleyhinde bir puan olarak görülebilir.

İmam Nesâî

 

Adı: Ahmed b. Şu'ayb b. Ali b. Sinan b. Bahr Künyesi: Ebû Abdurrahnıan

Nisbesi: iVesâf Veya Nesevî şeklinde olup doğduğu belde olan Nesâ'dan gelmektedir. Nesâ, Horasan şehirlerindendir.

Doğum tarihi: H. 215 yılıdır.

Sıfatları: Güzel bir fiziğe sahipti. Açık renk tene sahip yüzü kandil gibi nurlu biriydi. Heybetli ve vakur bir görünümü vardı.

Heybet ve vakarının nedenleriyle ilgili olarak şöyle denmiştir: Nesâî, yeme-içmesine, giyim kuşamına ve cinsel hayatına itina gösterirdi. Helal nebîz içer, kendisi için alınıp beslenen tavukları yerdi. Yeşik renkli Nubi hırkaları giyer ve "Gözlerin ferini artır­mak için yeşile bakma ihtiyacını böyle telafi ediyorum" derdi.

Dört hanımı ve iki cariyesi vardı.

Kadılığı: Rivayete göre Mısır ve Humus'ta kadılık görevinde bulunmuş ve bu görevi liyâkatla yerine getirmiştir.

 

Öğrenim Hayatı:

 

Nesâî hadis öğrenimine pek erken bir yaşta başlamış ve h. 230 yılında henüz 15 yaşındaki iken hadis dinlemek üzere Kuteybe b. Saîd'e gitmiştir. Hocasının bulunduğu Bağlan beldesinde bir sene iki ay kadar kalmış ve ondan bol miktarda hadis Öğrenmiştir.

Ezber ve anlayış gücü bakımından emsaline az rastlanır, Allah vergisi bir istidada sahipti. Bu istidadın yanı sıra araştırma ve titizliği de meşhurdu. Bu/meziyetlerle donanmış genç bir hadis öğrencisi olarak büyük hadis imamları ve hafızlarla görüşmüş, hem ezberlemiş, hem de yazmıştır. Hafızasında topladığı hadisi le bu dalda sayılı imamlardan biri olmuştur. Başarısının ardır :ı ki en büyük etken, öğrenimini sırf Allah rızası için yapması fa uğurda uzun yolculuklara çıkarak türlü sıkıntılara göğüs ger™; sidir.

Sahih hadisleri yazdığı gibi, zayıf hadisleri de yazmıştır. 3. hadis tenkitçilerinin öteden beri yaptıkları bir şeydi. BöyleH* sağlam hadislerin çürüklerinden ayrılması daha kolay olmak;: di. Nesâî, bu alanda neredeyse hiç kimsenin ulaşamadığı bir nn tebeye ulaşmıştı. Hadis tenkidi konusunda, akranlarından ri üstün bir bilgi ve yeteneğe sahipti. O, bu meydanın en gfcü silahşoruydu. Hadisleri öyle güçlü kavrar ve incelerdi ki Hih Ebû Tâlib Ahmed b. Nasr şunu söylemek zorunda kalmıştır:

"Nesâî'nin gösterdiği sabra kimin gücü yeter ki? İbn Lehî'a rivayet ettiği hadisler bile 'an Kuteybe an İbn Lehî'a' şeklinde fa azasında mevcut olmasına rağmen birini bile nakletmemin Burada kastedilen; İbn Lehî'a'nın hadislerinin tamamını bilire ne rağmen zayıflığından dolayı nakletmemesidir.

Bu da gösteriyor ki Nesâî çok fazla hadis rivayet etmek kavı sıyla yaşı kuruyu nakletme derdinde bir insan değildi. Onun :; tün endişesi, ümmete karşı dürüst ve samimi olmak, şeriatı zzc bilgilerden korumaktı. İlimdeki üstünlüğünü de bu hassasiyet; borçludur.

Nesâî hadis dinlemede (semâ) çok titiz davrandığı gibi naV-de de (edâ) titizlenirdi. el-Hâris b. Miskîn'den bir çok hadis U miş ve nakletmiş olmasına rağmen "Bize anlattı ki (haddese:-kalıbını kullanmayıp "Ona okunurken ben dinleyerek" diye haii öğrenme şeklini zikredirdi. Bununla ilgili olarak Nesâî ile am> hoca arasında bir tatsızlık olduğu ve bu yüzden Nesâî'nin meûr< dinlemesine izin vermediği, onun da kapı arkasından dinleri: söylenmiştir. Görüldüğü gibi, buna bile dikkat eden hassas ve zzı bir kişiliğe sahipti.

 

Yolculukları:

 

Nesâî islam topraklarının doğusuna batısına bir çok yolculuk yapmış, gittiği her yerde hadis hafızları ve şeyhleriyle görüşmüş­tür.

Ziyaret ettiği beldeler: 1-Horasan, 2, Irak, Bağdat, Küfe, Bas­ra, 3- Cezire; Harran, Musul ve havalisi, 4-Şam, 5- Anadolu serhat beldeleri, 6-Hicâz, 7-Mısır.

Nesâî, bütün bu yolculuklarının ardından Mısır'da istikrar bu­larak oraya yerleşmiştir.

 

İlimleri:

 

Nesâî, şer'î ilimlerin genelinde bilgi sahibi bir âlimdi. Rivayet ve dirayet ilimlerini kendinde cem etmişti. Kıraat ilmini imamla­rından, hadis ilmini ehlinden almıştı. Çok çeşitli dallarda bilgi ve hüner sahibiydi.

1. Hadis ilmi: Bu alanda parmakla gösterilen imamlardandır. Bu alanda Buhârî ve emsali âlimlerle mukayese edilirdi. Kendisi, hadis sahasında tâbi olunacak rehberlerden, uyulacak imamlar­dandı. Hadis tarîklerini, râvilerin hâllerini, siyak ve sibakı iyi bi­lir, tahkik ve ayıklama yapardı. Bu ilimde çok güzîde eserler telif etmiştir.

2. Cerh ve Ta'dîl îlmi: İmam Nesâî bu ilim dalında eşsiz bir bilgi, tedkik ve tahkik sahibi idi. Râvilerin durumlarını cerh ve ta'dîl ibarelerinin en açık ve güzelleriyle belirlerdi. Bu tespitleri, ilim ehlinin büyük bölümü tarafından itimâda şayan görülür, en üst mertebede değerlendirilirdi. Böyle kabul görmesinin sebebi, râvilerin tenkidinde Buhârî ve Müslim'den çok daha ağır şartlar aramasıydı. Bu nedenledir ki Nesâî, cerh ve ta'dîlde katı davra­nanlar arasında sayılır. Onun ta'dîl ettiklerine sıkıca sarılmak gerekirken cerh ettiklerine dikkat ve ihtiyat ile yaklaşmak gere­kir. Ebû Yala el-Halîlî şöyle der: Cerh ve ta'dîl konusunda söyle­dikleri itimâda şayandır.

3. Hadis İlletleri (tîel): Bu ilmin ana aleti, hadis rivayet tarîk­lerine vâkıf olmaya, ihtilafları ayrıştırma ve râvilerin derecelerini iyi bilmeye dayanır. Nesâî, Ku dalda geniş bilgi sahibiydi. Bu nedenledir ki Hadis İlletleri ilminde imam sayılmıştır. O, bu ihm derinlerine nüfuz etmiş, kapalı yönlerini müdrik ve gizli haküs lerini çok iyi bilen bir âlimdi.

4. Fıkıh İlmi: Dârekutnî şöyle der: O, çağında Mısır ehlinirsı büyük fakîhi idi. el-Hâkim ise şunu söylemiştir: Nesâî'nin hadis fıkhı kon» da söylediği bir çok söz vardır. Onun Sünen adlı eserini incekjo biri, sözlerinin güzelliği karşısında şaşkınlıktan kendini alamu

Bu iki büyük imamın, Nesâî'nin fıkıh bilgisiyle ilgili şahâte rini gördük. Nitekim bir süre bulunduğu kadılık görevi de anın fıkıh bilgisinin gücünü göstermektedir. Ancak bilinen meiis imamlarından hangisine müntesip olduğu tam olarak anlasın mamaktadır. Şâfiîler onu Şafiî sayarlar. Belki de Mısır'da buk-ması ve Şafiî'nin bazı öğrencileriyle karşılaşıp onlardan rivâflfdfi bulunması sebebiyle böyle denilmiştir. Fakat bu, tek başına $m sayılması için yeterli değildir. Görünen odur ki o, Hadis Elon mezhebi üzere kalmıştır.

 

Hocaları:

 

Nesâî'nin hadis dinlediği sayısız hafız ve şeyhten bazıları su­lardır: İshâk b. Râheveyh, Hişânı b. Ammâr, Suveyd b. Nasr m b. Hammâd, Ahmed b. Abde ed-Dabbî, Ebu't-Tâhir b. es-Serlı hâk b. Şâhîn, Bişr b. Muâz el-Akdî, Bişr b. Hilâl es-Savvâf, Tüm b. el-Muntesir, el-Hâris b. Miskin,  el-Hasen b. es-Sabbât i Bezzâr, Hamîd b. Mes'ade, Ziyâd b. Eyyûb, Ebû Husayn AbdoM b. el-Yerbuî, Abdülcebbâr b. el-Alâ el-Attâr, Abdurrahma: i. Ubeydullah el-Halebî, İbn Ehil-İmâm, Ebû Kudâme Ubeydok h. Saîd, Utbe b. Abdullah el-Mervezî, Ali b. Hicr, Amr ., Ait Fellâs, İsâ b. Muhammed er-Remlî, Muhammed b. Ebbân el-Böâ Muhammed b.  İsmaü b.  Aliye  Kadı  Dımeşk,  Muhammen Beşşâr, Muhammed b. Zenbûr el-Mekkî, Muhammed b. el-Aii Hemedânî, Muhammed b. Hâşim el-Be'albekî, Mahmûdb. Gam MuhaUed b. Hasan el-Harrânî, Yahya b. Derst el-Basrî, Yûati Isâ ez-Zührî, Yûsuf b. Vazıh el-Mueddeb.

 

Menkıbeleri:

 

Nesâî, sahih itikâd sahibi bid'atlardan uzak bir âlimdi. Eserle­ri bunun açık kanıtlarıdır. İbn el-Mübârekle ilgili olarak rivayet edildi ki: Ona şöyle denmişti: Filanca kişi diyor ki: Her kim, "Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Benden başka İlah yoktur; şu halde Bana ibadet et" (Taba, 14) ayetinin yaratılmış olduğu­nu söylerse kâfirdir. İbn el-Mübârek "Doğru söylemiş" dedi. Nesâî, "Ben de bu görüşteyim" dedi. Hadis ehli selefin inana buydu.

Davranış bakımından düzgün, gece gündüz ibâdetine düşkün, Hz. Dâvud gibi günaşırı oruç tutan bir âlimdi. Hac ve cihada de­vam eder, devlet adamlarından uzak durarak hâlini ıslah etmekle meşgul olurdu. Müslümanların hayrına bir iş için olmadıkça saray kapısına varmazdı. Ümmete karşı dürüst ve samimi, halkın hâlini düzeltmek için çalışan bir insandı.

Söylediklerimizin daha iyi anlaşılabilmesi için onunla ilgili iki olayı nakletmek faydalı olacaktır.

1- Arkadaşı Muhammed b. Mûsâ el-Me'mûnî anlatır: Bir toplu­luğun Ebu Abdurrahman en-Nesâî'nin el-Hasâis li-Ali (ra) adi eserini yadırgadıklarını, çünkü Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in (r.anhümâ) faziletlerine dair eser yazmadığını söylediklerini duy muştum. Bunu kendisine anlattığımda şöyle dedi:

-Şam'a gittiğimde, Hz. Ali (ra) aleyhinde olur olmaz konuşan ların hayli fazla olduklarını gördüm. Bunun üzerine o eseri yaz dım. Dileğim Yüce Allah'ın bu insanlara Hz. Ali ve Ehli Beyt hak kında doğru yolu göstermesiydi.

Bu yanlış anlaşılmayı önlemek için çok geçmeden Fezâilu's sahabe adlı eserini kaleme aldı.

2- Bir defasında Müslümanların fidyeleri için Mısır Emîri il sefere çıkmıştı.  Burada tam bir yiğitlik ve fidye konusund varolan sünnetin uygulayıcısı olarak davranmıştı. Bununla birlik temîrin meclislerine gitmezdi. Haricîler tarafından şehit edilin ceye kadar bu tutarlılığını sürdürmüştür.

 

Çilesi:

 

Bir çok büyük imam gibi, İmam Nesâî de haset ve gıybet ehli­nin zehirli oklarından kurtulamamış, şiî olduğu yönünde tama­men haksız bir suçlamayla sıkıntılı günler yaşamış ve bu iftira yüzünden şehit olmuştur. Olayın aslı şöyledir:

İmam Nesâî Şam'a vardığı zaman halkın Muaviye'ye tamamen meylederek Ali b. Ebî Tâlib'e (ra) yüz çevirdiklerini görmüştü. On­ların Ehli Sünnete aykırı bu eğilimlerini biraz olsun düzeltebil­mek için Hz. Ali'nin fazilet ve menkıbelerini anlatan bir kitap yazmaya karar verdi. Böylesine hâlis bir niyetle eî-Hasâis li-Ali kitabım kaleme aldı. Hakkında Şiîlik dedikodusu çıkartdmaması için de hemen arkasından Fezâilu's-sahâbe adlı daha geniş bir eser yazdı. Ancak o eserde de Muâviye'nin faziletlerine yer ver­medi.

Bunun sebebi sorulduğunda ise "Muâviye'nin başa baş kalması yetmez mi? Bir de üstünlüğü mü olsun?" dedi. Böyle söylemesinin sebebi, onun faziletine dair her hangi bir rivayet bulunmamasıydı. Bu yüzden ondan söz etmemişti. Buna karşın aleyhinde bir şey de söylemeyip susmayı tercih etmişti.

Muhammed b. İshâk eMsbahânî anlatıyor: Mısır'daki hocala­rımızdan dinlediğimize göre olay şöyle olmuş: Ebu Abdurrahman, ömrünün son demlerinde hacca gitmek üzere Mısır'dan ayrılmış. Şam'a uğramış. Orada kendisine Muâviye'nin faziletleri hakkında soru sorulmuş. Kendisi cevaben "Muâviye'nin başa baş kalması yetmez mi ki bir de fazilet ve üstünlüğü aransın?" Bunun üzerine yumruklamaya başlamışlar. Mescidden çıkarılıncaya kadar dayak atmışlar. O hâlde Mekke'ye götürülmüş ve orada vefat etmiş.

Hafız İbn Asâkir şöyle der: Bu vakıa, Ebu Abdurrahman'm Muaviye hakkında tarafsız bir kanaate sahip olduğunu, hakkında ne olumlu, ne olumsuz konuşmak istemediğini gösterir.

İbn Asâkir, Ebû Ali el-Hüseyn b. Ebî HilâTe isnâd ettiği şu ri­vayeti nakleder: Ebu Abdurrahman en-Nesâî'ye, Allah Resûlü'nün (sav) ashabından Muaviye b. Ebî Süfyân'ın durumu sorulunca şöy­le dedi: "İslam, kapısı olan bir ev gibidir. İslam'ın kapısı sahabedir. Sahabeye eziyet eden kimse, tıpkı girmek için kapıya yükle­nen gibi İslam'ı hedef almıştır." Ardından şöyle demiştir: "Muaviye'yi hedef alan, ancak sahabeyi hedef almıştır."

Hafız Dârekutnî ise bu olayı hasetle açıklamaktadır. Ebû Abdirrahman en-Nesâî, yaşadığı devirde Mısır'ın en büyük fakîhi idi. Sahih hadisleri en iyi o bilirdi. Râvilerin hâllerine en vâkıf olan da kendisiydi. Böyle bir makama ulaştığı için onu çekemedi­ler. Ramle'ye vardığında Muâviye'nin faziletleri hakkında soru sordular. Cevap vermeyip susmayı tercih edince onu camide döv­düler. Yanındakilere: "Beni Mekke'ye götürün" dedi. O hâlde deve sırtında Mekke'ye yetiştirdiler. Orada şehit olarak ruhunu teslim etti.

Dârekutnî'nin anlatısında, şehrin adı Dımeşk değil Ranıle ola­rak geçmektedir. Bu, yaşanan acı olayın özü üzerinde fazla deği­şikliğe yol açmaz. Neticede her ikisi de Şam diyarının şehirlerin-dendir.

 

Eserleri:

 

imam Nesâî, geniş ve derin ilmini eserlerine aktarmış ve bu eserlerden bazıları Müslümanların en mühim dayanakları ara­sında yer almıştır. Allah Teâlâ Müslümanları yüz yıllarca o eser­lerden faydalandırmıştır. Hayli çok sayıda ve büyük faydaları hâiz olan bu eserlerden bir bölümü bize ulaşırken bir bölümü henüz ulaşmamıştır.

a. Ulaşan eserleri:

1- es-Sunenu'l-suğrâ;  ulemâ   arasında  el-Müctehâ. veya  el-Müctenâ adlarıyla da bilinen ve Kütüb-i Sitte arasında sayılan meşhur Sünen-i Nesâfdir.

2- es-Sunenul-kubrâ; geç dönem ulemâsı tarafından nadiren görülen, bize ulaşmış, bir kısmı basılmış, bir kısmı hâlen yazma durumundaki eserdir.

3- el-Kunâ; yazma halindedir.

5- Amelu'l-yevmi vel-leyle; basılmıştır.  Bazı rivayeti t Kubrâ'ya dâhil edilmiştir.

6- et-Tefsir; basılmıştır. Bazı rivayetlerde el-Kubrân i edilmiştir.

7- ed-Du'afâ ve'l-metrûkîn; basılmıştır.

8- Tesmiyetu fukahâıl-emsâr; (Beldelerdeki fakihlem» ri), basılmıştır.

9- Tesmiyetu men lem yervi anhu gayru raculin vahit ^ bir adamın rivayette bulunduğu kimselerin isimleri), basûnir:

10.  Zikru  men  haddese  anhu İbnu Ebî Arûbe;   i 3 Arûbe'nin hadis naklettiği kimseler), basılmıştır.

b. Ulaşmayan eserleri:

1- Musnedu Ali b. Ebî Tâlib.

2- Musnedu hadîsi Mâlik. 3-Esmâu'r-ruvât ve't-temyîzu beynehum. 4-el-lhve.

5- el-Iğrâb.

6- Musnedu Mansûr b. Zâzân

7- el-Cerhu ve't-ta'dîl

 

Vefatı:

 

İmam Nesâî bereketli bir ömrün ardından Hicrî 303 n ı ayının on üçüncü pazartesi günü dünyadan göçmüştür.

Mısır'dan ayrılışı h. 302 yılı zilkade ayı idi. Hafız İbn Yww Hafız et-Tahâvî'nin beyanlarına göre Filistin'de vefat etman

Filistin'in Ramle kentinde vefat ettiği ve Beyt-i Maii ı müldüğü de söylenmiştir.

Dârekutnî ve diğerleri ise Suriye topraklarında yaşadın1 ardından yaralı hâlde Mekke'ye götürüldüğü ve orada seh.uu vefat ettiğini söylemişlerdir.

Zehebî, İbn Yûnus'un sözünü sahih saymış ve gerekçe olarak da "İbn Yûnus dikkatli bir hafız ve Nesâî'den hadis dinlemiş bir arkadaşıdır. Kendisini daha iyi tanırdı" demiştir.

İkinci görüştekilere göre Safa ile Merve arasına defhedilmiştir. Vefat ettiğinde 88 yaşında idi. Allah'ın rahmeti üzerine olsun.

 

Ne Dediler

 

İmam Nesâî'nin ilim, imamet ve fazileti, gerek hocaları ve Öğ­rencileri, gerekse daha sonraki Müslüman ulemâ tarafından kesin bir dille ikrar ve beyan edilmiştir. İşte onlardan bazıları:

1-Me'mûn el-Mısrî: Fidye yılı Nesâî ile birlikte Tarsus'a gittik. Orada, Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. İbrahim Mu­rabba', Ebu'1-Âzân, Keylece gibi hadis imamlarından bir topluluk bir araya gelerek kimin şeyh seçileceğini istişare ettiler. Sonunda Ebû Abdirrahman en-Nesâî'nin seçilmesi üzerinde ittifak ettiler.

2- Öğrencisi Ebu Ali en-Nisâbûrî: Müslümanların imamların-dandı. "Hiç tartışmasız hadiste imamdı."

3- Öğrencisi Ebu Bekir el-Haddâd eş-Şâfıî: Yüce Allah ile aramda hüccet olmak üzere ondan razı oldum.

4- Öğrencisi Mansûr b. İsmail el-Fakîh ile Ebû Ca'fer et-Tahâvî: Müslümanların imamlarından bir imamdı.

5- Hafız Ebû Saîd b. Yûnus: Hadiste imam, sika, sebt ve hâfiz idi.

6- el-Kâsım el-Mutarraz: İmamdır, imameti hak eetmiştir.

7- Dârekutnî: Ebû Abdurrahman, kendi devrinde bu ilimde zikredilenlerin hepsinin önünde görülmüştür.

Hamza es-Sehmî anlatıyor: Bir defasında Dârekutnî'ye sorul­muştu: "Ebû Abdurrahman en>Nesâî ve İbn Huzeyme hadis nak­lettiklerinde, hangisini üstün tutarsın?"

Dârekutnî şöyle cevap verdi: Elbette Ebû Abdirrahman. Çünkü zamanında onun dengi ve üstüne çıkarılacak kimse yoktu. Vera' bakımından da emsali yoktu.

Yine Dârekutnî şöyle demiştir: Devrinde Mısır'ın en büyükû kîhi, hadis ve rical ilmini en iyi bilendi.

8- el-Halîlî: Sağlam bir hafızdır..Diğer hafızlar ondan razı:. muş, hıfzı ve kavrayışı üzerinde ittifak etmişlerdir. Cerh ve tai. konusundaki hükümleri itimâda şayandır.

9- İbn Nokta: Dalının imamlarından bir imamdı.

10- el-Mizzî: Önde gelen imamlardan, sağlam hafızlardan meşhur âlimlerden biridir.

11- Zehebî: Anlayış, kavrayış, basiret, râvi tenkidi ve güzel;-Meriyle tam bir ilim deryası idi.

"Bütün hafızlar ondan hadis dinlemeye gitmişlerdir. Bu dalii emsali kalmamıştır."

"Üçüncü asrın başında Nesâî'den daha güçlü bir hafız yob: Hadisi, illetlerini, râvilerin durumlarını Müslim'den, Eb: Dâvud'dan ve Ebû İsa'dan daha iyi bilirdi. Bu konuda ancai Buharı ve Ebû Zur'a onunla boy ölçüşebilirlerdi."

11- İbn Kesîr: Devrinde imam, akranlarının üstünde bir âlimdi.

 

İmam Ebû Dâvud

 

Adı: Süleyman b. el-Eş'as b. Şeddâd b, Amr b. Amir

Abdurrahman b. Ebî Hatim, tam adının böyle olduğunu söyle­miştir.

Muhammed b. Abduiaziz eL-Hâşimî'ye göre ise tam adı: Süley­man b. el-Eş'as b. Bişr b. Şeddâd şeklindedir.

İbn Dâse ve Ebû Ubeyd el-Âcurî'ye göre tam adı; Süleyman b. el-Eş'as b. İshâk b. Beşîr b. Şeddâd'dır.

İbn Amr b. Imrân; ismine İmam, Şeyhu's-sünnet, Mukaddemu'l-huffâz, Ebû Dâvud el-Ezdî, es-Sicistânî, Muhaddis-i Basra gibi sıfat ve nisbeleri eklemiştir.

Ebû Ubeydullah el-Acurî şöyle der: Bir gün şöyle dediğini duy­dum: İki (h. 202) senesinde doğdum. H. 220 senesinde Affân'ın cenaze namazını kıldım. Basra'ya girdiğimde halk, Osman b. el-Heysem el-Müezzin dün ölmüş diye konuşuyorlardı. Ebu Ömer ed-Darîr'den sadece bir mecliste hadis dinleyebildim.

Derim ki: O, h. 220 yılı şaban ayında vefat etmişti. Osman ise ondan bir ay önce vefat etmişti. Ömer b. Hafs b. Gayyası evine kadar takip ettim. Ondan hadis dinlemedim. Saîd b. Süleyman ve Asım b. Ali'den de sadece birer defa hadis dinlemiştir.

 

Öğrenim Hayatı:

 

Ebû Davud'un biyografisine dikkatle bakıldığında küçüklü­ğünden itibaren dinî ilimlere yatkın olduğu görülür. Çünkü Yüce Allah ona keskin bir zekâ, dikkat ve basiret lütfetmişti. Muhteme­len yaşadığı çevrenin de bunda büyük etkisi vardı. Yaşadığı dönem, İslam tarihinde ilmî hayatın en canlı olduğu devirlerden bi­rine rastlıyordu.

O, çocukluğundan itibaren hadis ilmine yönelmiş, Sicistan ve havalisinde bulunan hadis şeyhlerinin halkalarına katılmıştır. 15 Yaşma bastığında daha fazla hoca ile görüşmek üzere seyahat et­meye başladı. İslam dünyasının bir çok merkezine giderek, hadis dinledi, yazdı ve ezberledi. Gün geldi ezberlediği hadislerin sapa yarım milyona ulaştı. Artık hadis sahasında yazacağı eserler için yeterince malzeme toplamıştı. Devrin âlimleri de hadis bilgisine güvenir olmuşlardı.

Ne kadar güçlü bir hafıza ve dikkatli bir zihne sahip olduğuna dair Muhammed b. Muhalled'in şu gözlemi yeterli olacaktır: "0, bir oturmada yüz bin hadisi müzâkere ederdi."

 

Yolculukları:

 

Ebû Dâvud hadisi sağlam kaynaklardan öğrenebilmek için İs­lam coğrafyasının doğusuna batısına bir çok seyahatte bulunmuş­tur. H. 220 senesinde 18 yaşında çıktığı ilk yolculukta sırasıyla Irak, Şam, Mısır ve Hicaz'a gittikten sonra Irak'a dönmüş .oradan Horasan'a gitmiş ve Basra'ya yerleşerek vefatına kadar orda ya­şamıştır.

Dolaştığı merkezler: 1-Irak, Bağdat şehrine bir çok defa gidip gelmiştir. 2- Küfe, h. 221 senesinde gitmiştir. 3- Basra, buraya yerleşmiş ve vefatına kadar burada kalmıştır. 4-Suriyes Şam Humus ve Halep şehirlerinde kalmıştır. 5-Cezîre; Harran şehrine gitmiş, oranın âlimlerinden hadis dinlemiştir. Hicaz; Mekke'ye muhtemelen hac niyetiyle gitmiştir. 7-Mısır. 8-Horasan; Nisâbui Herat Belh ve Bağlan kentlerinde bulunmuştur. 9-Sicistân, doğ­duğu belde olup oradan ayrıldıktan sonra bir kez dönmüş, sonra kahcı olarak Basra'ya yerleşmiştir.

 

İlimleri:

 

Sünen kitabını iyi bilen birinin gözünden Ebû Davud'un ne kadar derin bilgiye ve konunun inceliklerine hâkîm olduğu haki­kati kaçmaz. Böyle birinin elbette Kur'an ve ondan doğan diğer ilimler hakkında da basiret sahibi olması gerektiğini anlar. Çünkü Kur'an ve Sünnet, bir elmanın iki yarısı misâli birbirlerini ta­mamlayan parçalardır. Gerçek mânâda sağlam bir fakîhin bu iki kaynağın hükümlerinden habersiz kalması düşünülemez. Ebû Dâvud da tam böyle biriydi. Şer'î ilimlerin bütün dallarından na­sibini almış büyük bir imamdı. Şimdi onun en güçlü olduğu ilim dallarını görelim:

1. Hadis ilmi: Ebû Dâvud, bu alanda çok büyük bir nasibe sa­hip olmuş, gidilebilecek en ileri noktalara ulaşmıştır. Bu yüzden 'imam-ı mukaddem=Önder imam' lıâfiz-ı mülhem=ilham olunan hafız' sayılmıştır. Hadislerin metinleri, senedleri, râvilerin ittifak ve ihtilafları, sağlamları ve çürükleri alanında çok derin bilgi sa­hibidir. Sünen kitabını inceleyen biri, sözlerimizin en açık ve canlı denlini görmüş olacaktır.

2.  Cerh ve Ta'dîl İlmi: Ebû Dâvud gece oduncusu değildi. Yani ne yüklediğini bilmeyen bir âlim değildi. Bilakis sağlam bir tenkit ve tahkik bilgisine sahipti. Hadis râvilerinin sikalarını da zayıfla­rını da iyi tanırdı. Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Maîn ve İbn el-Medînî gibi cerh ve ta'dîl otoritelerinin öğrencisi olarak aksi dü­şünülebilir mi?

Bu dalda eser telif etmiş, birçok mesele kendisinden öğrenile­rek kayıtlara geçmiştir. Cerh ve ta'dilde bulunur, isimler, künye­ler, nesepler ve ölüm tarihlerini iyi bilirdi. Sünen adlı eserinin satır aralarında bu bilgilere rastlamak mümkündür.

3.  Hadis İlletleri (İlel): Bu zor ve sıkıntılı ilim dalının kilitleri Ebû Dâvud tarafından açılmış, büyük imamlar da bu konuda ona ortak olmuşlardır. Sünen kitabı, bir çok hadisin gizli ve açık illet­lerinin izahlarıyla doludur. Bu da onun illetler konusundaki ma­haret ve bilgisinin en güzel kanıtıdır. Ebû Ubeyd el-Âcurî ve di­ğerleri bu konuda kendisinden çok şeyler öğrenmişlerdir.

4. Fıkıh İlmi: Hâfiz Zehebî şöyle der: Ebû Dâvud, hadis ilmin-deki imametinin yanı sıra büyük fakîhlerdendi. Kitabı buna delâ­let eder. O, İmam Ahmed b. Hanbel'in seçkin öğrencilerindendi. Bir süre ders halkasında bulunmuş, usûl ve furûa dair bir çok me­selenin inceliklerini bizzat ondan Öğrenmiştir.

Ebû Dâvud kita­bında hüküm bâblarını toplamış ve güzel bir şekilde tertip etmiş­tir. Fıkhî meselelere vukufunu bu tertipten anlamak mümkündür.

 

Hocaları:

 

Mekke'de el-Kaanbî ve Süleyman b. Harb'den hadis dinlemiş­tir. Hadis dinlediği hâfiz ve şeyhleri şöyle sıralayabiliriz:

Basra'da: Müslim b. İbrahim, Abdullah b. Recâ, Ebu'l-Velîd et-Tayâlisî, Mûsâ b. İsmail.

Kûfe'de: el-Hasan b. er-Rebî el-Bûrânî, Ahmed b. Yûnus el-Yerbû'î.

Halep'te: Ebû Tevbeti'r-Rebî b. Nâfî.

Harran'da: Ebû Cafer en-Nufeylî, Ahmed b. Ebû Şu'ayb.

Humus'ta: Hayve b. Şüreyh, Yezîd b. Abdi Rabbih.

Şam'da: Safvân b. Salih, Hişâm b. Ammâr.

Horasan'da: İshâk b. Râheveyh ve tabakası.

Bağdat'ta: Ahmed b. Hanbel ve tabakası.

Belh'te: Kuteybe b. Saîd.

Mısır'da: Ahmed b. Salih ve diğerleri.

Bunlar dışında, İbrahim b. Mûsâ el-Ferrâ, Saîd b. Mansûr, Sehl b. Bekkâr, Muhammed b. Kesîr el-Abedî, Müsedded b .Müserhed, Muâz b. Esed, Yahya b. Mam ve diğerleri.

 

Menkıbeleri:

 

1. Ebû Bekir Muhammed b. İshâk es-Sâğânî ve İbrahim el-Harbî anlatıyor: Ebû Dâvud Sünen adlı eserini telif ettiği zaman, Hz .Davud'a demir yumuşatılması misâli Ebû Davud'a da hadis yumuşatılmıştı.

el-Hâkim anlatıyor: Zübeyr b. Abdullah b. Musa'dan dinledim: (O:) Muhammed b. Muhalled'in şöyle dediğini duydum: Ebû Dâvud, yüz bin hadisi müzâkere ederdi. Sünen'i telif edip de in­sanlara okuduğu zaman, kitabı hadisçiler için sanki bir nıushafa dönüştü. Ona uyuyor, rivayetlerine karşı çıkmıyorlar di. Zamanın âlimleri onun hıfz ve üstünlüğünü ikrar etmişlerdi.

Hâfiz Mûsâ b. Harun şöyle derdi: Ebû Dâvud dünyada hadis için, ahrette cennet için yaratılmış bir insandı.

2. Allan b. Abdussamed şöyle derdi: Ebû Dâvud'dan hadis din­ledim. O, hadisin süvarilerinden biriydi.

Ebû Hatim b. Hibbân şunu derdi: Ebû Dâvud, fıkıh, ilim, hıfz, ubudiyet, vera' ve hadislerin zabtı konusunda dünyanın imamla-rından biriydi.

3. Hafız Ebû Abdillah b. Mende: Bu ümmetten çıkıp da sahihi illetliden, yanlışı doğrudan temyiz   edenler dört kişidir: Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî.

4. Ebû Abdillah el-Hâkim: Ebû Dâvud, kendi döneminde hadis ehlinin tartışmasız imamı idi. Mısır, Hicaz, Şam, İrak ve Hora­san'da hadis dinledi. Irak'a gitmeden önce kendi beldesinde ve Herat'ta yazmaya başladı. Bağlan'da Kuteybe'den Rey'de İbrahim b. Musa'dan hadis yazdı. Ancak onun en âlî isnadı el-Kaanbî-Müslim b. İbrahim ... şeklindeki senedidir. Geçmişte Nisâbur'da yazmıştı. Sonra oğlu Ebû Bekir'le birlikte Horasan'a gitti.

5. Kadı el-Halîl b. Ahmed es-Secezî anlatıyor: Beldemizin kadı­sı Ahmed b. Muhammed b. el-Leys'i şunu anlatırken dinledim: Sehl b. AbdiHahi't-Tüsterî Ebû Dâvud es-Sicistânî'nin ziyaretine gelmişti. Hane halkı 'Ey Ebâ Dâvud! Sehl b. Abdillah ziyaretinize gelmiş' dediler. Bunun üzerine misafirini karşıladı ve oturttu. Sehl şöyle dedi:

Ey Ebâ Dâvud! Senden bir hacetim var.

Ebû Dâvud "Nedir?" diye sordu.

Sehl şöyle karşılık verdi:

Mümkünse onu yapacağına dair söz ver.

Ebû Dâvud "Peki" deyince Sehl şöyle dedi:

Allah Resulünün (sav) hadislerini naklettiğin o dilini göster ki onu öpeyim!                    

Ebû Dâvud dilini çıkarınca Sehl bir hamlede kalkıp onu öpmeyin.

6. Hafız Zekeriya es-Sâcî: Allah'ın Kitabı İslam'ın aslı. Sd Davud'un kitabı ise İslam'ın ahdidir.

7. el-Hattâbî anlatıyor: Abdullah b. Muhammed el-Miskîten şunu nakletti: Ebû Davud'un hizmetçisi Ebû Bekir b. Câbir bm şunu anlattı: Bağdat'ta Ebû Dâvud ile beraberdim. Akşamı Kzı Emîr Ebû Ahmed el-Muvaffak (veliaht) yanma geldi. Ebû Dârm ona dönerek şöyle dedi: Bu vakitte Emîr hazretlerini buraya pren ne ola?

Emîr, 'Üç şeyden' dedi. Ebû Dâvud, "Nedir onlar?" diye sorana Emîr cevap verdi:

Basra'ya taşınacak ve oraya yerleşeceksin. Hadis öğrenir de oraya göç edecekler. Basra sayende mâmur olacaktır. Çeri şehir harabeye döndü. İnsanlar artık oraya ilgi göstermez ;Zenci isyanından beri şehir giderek kan kaybediyor.

Ebû Dâvud, "Bu bir, diğerleri nedir?" diye sordu. Emîr verdi: Oğullarıma Sünen'i rivayet edeceksin.

Ebû Dâvud buna da "Peki" dedi ve üçüncüyü sordu. Enrvap verdi:

Onlara hususî halka açacaksın. Çünkü halife çocukları anrla birlikte ders göremezler.

Ebû Dâvud mazur görülmesini isteyerek şöyle dedi: İşte imkânı yok! Çünkü insanlar ilimde eşittir.

îbn Câbir şöyle der: Gerçekten de halifenin çocukları birlikte derse katılıyor, onlarla birlikte hadis dinliyo Hakikaten şaşırtıcı bir manzaraydı.

 

Eserleri:

 

Ebû Dâvud Yüce Allah'ın kendisine lütfettiği ilimleri „ taşımak suretiyle faydalarını kalıcı kılmıştır. Eserleri, yüz dır elden ele dolaşmakta ve insanların yollarını aydınlatmam ir vam etmektedir. Özellikle de Kütüb-i Sitte arasında sayılar-teber hadis kitabı Sünen. Eserlerinden bazıları bize ulaşmışken bazıları hâlâ ulaşma­mıştır.

a. Ulaşan eserleri:

1- es-Sünen; Kütüb-i Sitte arasında yer alan hadis kitabı olup defalarca basılmıştır. İslam dünyasının her yanında elden ele do­laşan bir eserdir.

2- el-Merâsîl; birkaç defa basılan mürsel hadis mecmuasıdır.

3- el-Mesâiî; İmam Ahmed b. Hanbel ile fıkıh ve hadise dair meselelerden oluşan bir eserdir.

4- îcâbâtuhu an su'âlâti Ebî Ubeydillah el-Âcurî; râviler, cerh ve ta'dîl ve illetlere idair sorulan sorulara verilen cevapları içeren bir eserdir. Basılmıştır.

5- Risâletuhu ilâ Ehli Mekkete fi vasfi's-sünen; Mekkelilere Sünen'i tanıtan eseridir. Basılmıştır.

6- Tesmiyetu'l-ihve ellezîne ravâ anhumi'l-hadîs; rivayette bu­lunduklarının isimleri. Basılmıştır.

7- Kitabu'z-zuhd; yazma halindedir.

b. Ulaşmayan eserleri:

1- er-Reddu ala ehli'l-Kader; Kaderîlere reddiye.

2. en-Nâsihu ve'l-mensûh.

3- et-Teferrud; Şehirlerdeki muhaddislerin tek başlarına yap­tıkları rivayetler.

4- Fezâilu'l-Ensâr

5- Musnedu Hadîsi Mâlik.

6- Delâilu'n-nubuvve.

7- ed-Duâ.

8- îbtidâul-vahy.

9- Mbâru'l-havâric. MMa'rifetu'l-evkat.       

 

Vefatı:

 

Ebû Ubeydillah el-Âcurî şöyle der: Ebû Dâvud H. 275 yılı şev­val ayının onaltmcı Cuma günü 73 yaşında Basra'da vefat etti Allah'ın rahmeti üzerine olsun.

 

 

Ne Dediler

Hadis ilminin büyük hafız ve imamları Ebû Dâvud'dan daima övgüyle söz etmişlerdir:

1. Ebu Bekr el-Hallâl: Zamanında önder imamdı. Hadis tahrîa bilgisinde kimsenin geçemediği bir kişiydi. Vera' ehli, öncü bir in­sandı.

2. Muhammed b. Muhalled: Zamanın âlimleri onun hıfzını ve bu konudaki üstünlüğünü ikrar ettiler.

3. Ahmed b. Muhammed b. Yâsîn: Allah Resûlü'nün (sav) ha­dislerini ezberleyen İslam hâfızlarmdandı. Hadis ilimlerini, illet­lerini ve senedlerini iyi bilirdi, ibâdet, iffet, vera' ve takvada en üst derecedeydi. Hadis süvarilerinden biriydi.

4. Hâfiz Mûsâ b. Harun: Ebû Dâvud dünyada hadis için yara­tılmıştı.

5. İbn Hibbân: Fıkıh, hadis, hıfz, ibadet, vera' ve zabt bakımın­dan dünyanın imamlanndandı. Hadisleri cem ve tasnif etmi; sünnetin müdâfaasında bulnmuştur.

6. el-Hâkim en-Nisâbûrî: Çağında hadis ehlinin tartışmasız imamıydı

7. ibn Nokta: Nakil (Hadis) Ehlinin imamlarından bir imamdı

8. Zehebî: imam, sünnetin şeyhi ve hafızların Önderiydi.

 

İmam İbn Mâce

 

Adı: Muhammed b. Yezîd.

Şöhreti: İbn Mâce. Mâce, babası Yezîd'in lakabıdır.

Künyesi: Ebû Abdullah

Nisbesi: er-Rabat; Arap kabilelerinden Rebî'a'ya velâ bağıyla nisbeti.

el-Kazvînî: Acem diyarının büyük şehirlerinden Kazvin'e men­subiyetinden gelmektedir. Genel olarak bu nisbe ile tanınmıştır.

Doğum Tarihi ve Yeri: İbn Mâce bizzat kendisi doğum tarihi olarak H. 209 yılını zikretmiştir.

Kaynaklar İbn Mâce'nin doğum yerini zikretmemektedir. Kazvin'de büyümüş olması itibariyle orada doğmuş olma ihtimali güçlüdür.

İbn Mâce, Kazvin'in itibarlı ve saygın hanelerinden birinde ye­tişmiştir. Üç kardeşi olduğu zikredilmiştir ki bunların künyeleri Ebû Bekir, Ebû Abdullah ve Ebû Muhammed Hasan b. Yezîd b. Mâce'dir. Hadis rivayetinde bulunmuş, Bağdat'a gitmiş ve orada hadis anlatmıştır.

 

Öğrenim Hayatı:

 

ibn Mâce öğrenim hayatına Kazvin'de başlamıştır. Ne var ki kaynaklarda kaç yaşında ders almaya başladığı belirtilmemekte­dir. Bilinen odur ki İbn Mâce hocası Ali b. Muhammed et-Tanâfisî'nin halkasına katılmıştır. O, fazilet ehli, sika ve rivayeti bol bir âlimdi. İbn Mâce ondan çok hadis dinlemiştir.

et-Tanâfisî vefat ettiğirfde (h. 233), İbn Mâce 24 yaşında olduğuna göre hadis dinlemeye yirmi yaş civarında başladığı söylene­bilir. Genç adam, hadis dinleme arzusuyla yanıp tutuştuğu içm Kazvin ona yetmemişti. Önce civar beldeleri dolaşıp oraların âlim­lerinden hadis dinledi. Ardından ufuklara uzanan seyahatlerine başladı. Bu süreçte birçok hadis dinleyip yazdı. Sonunda had:= ilminde imam, hatta onların başlarından biri oldu.

 

Yolculukları:

 

İbn Mâce, hadis öğreniminde çağında yaygınlaşan geleneği b-îeyerek uzun yolculuklara çıktı. Bu meyanda İslam âleminin belli merkezlerini ziyaret etti. Bu yolculuklarının sonunda da Kazvin şehrine dönerek orada istikrar buldu.

Bulunduğu şehirler: 1. Horasan; Nisâbur vd. 2. Rey, 3. Irak: Bağdat, Küfe, Vâsıt ve Basra, 4. Hicaz; Mekke ve Medine, 5. Suri­ye; Şam, Humus, 6. Mısır.

 

İlimleri:

 

İbn Mâce, ilimler arasında özellikle hadis ilmine ilgi göstermı* ve bir muhaddis olarak öne çıkmıştır. Tabiî ki hadis ilminde uz­manlaşmak başka ilim dallarına da nüfuz etmeyi beraberinde ge­tiriyordu. Nitekim İbn Mâce de bundan payını almış, şer'î ilimler sahasında farklı ilim dallarında uzmanlaşmıştır.

1- Hadis İlmi: Sünen adlı eseri incelendiğinde İbn Mâce'nın zî kadar zengin bir hafızaya, hadislerin tarîkleri ve metinleri konu­sunda geniş bilgiye sahip olduğu görülür. Onun bu büyük esen. hemen bütün bâbları içeren ve maksadlarım ziyadesiyle yence getiren bir çalışmadır. Bâblarla ilgili hadis seçimleri, bu alandaki tecrübe ve bilgi birikimini yansıtmaktadır. O,  eserinin bfc bâblannda lafız ve tarîk bakımından en münasip olan hadislere yer vermiştir.

2- Fıkıh îlmi: Bu ilme özel bir ilgi gösterdiğine dair bir kant bulunmamakla beraber Sünen adlı eserinde izlediği metod, güçlü bir fıkıh bilgisine sahip olduğunu göstermektedir. Onun kitabı ahkâm hadislerinin kapsam ve tertibi bakımından en güzel kay­naktır. Hüküm ve meseleler kısa ve özlü ifadelerle beyan ediktir.

3- Tefsir îlmi: Zehebî ve diğerleri onu Müfessir olarak nitele­mişlerdir. Hafız el-Mizzî de Tehzîbu'l-kemâl adlı eserinde Hafız Ebû Ya'lâ el-Kazvînî'den nakille bunu kaydetmiştir.

4- Tarih İlmi: Hafız İbn âhir el-Makdisî şöyle der: "Kazvin'de bulunduğum sırada onun yazdığı, sahabe devrinden kendi zama­nına kadar yaşamış kişiler ve beldeleri ele alan bir tarih kitabını gördüm."

İbn Kesîr söz konusu eserin tam bir tarih kitabı olduğunu söy­lemiştir. Şu halde İbn Mace tarih ilminde de bir uzman ve imam­dır.

 

Hocaları:

 

İbn Mâce bir çok hadis şeyhinden ilim almıştır. Onlardan bazı­ları: Ali b. Muhammed et-Tanâfisî, Cebbâre b. el-Muğallis, Mus'ab b. Abdullah ez-Zübeyri, Suveyd b. Saîd, Abdullah Muaviye el-Cumahî, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe, Hişâm b. Ammâr, Yezîd b. Abdul­lah el-Yemâmî, Bişr b. Muâz el-Akdî, Humeyd b. Mes'ade, Ebû Huzâfe es-Sehmî, Dâvud b. Reşîd,, Ebû Hayseme, Ebû Saîd el-Eşec, Osman b. Ebî Şeybe ve diğerleri.

 

Menkıbeleri:

 

Kaynaklar onunla ilgili fazla bilgi içermemektedir. Bununla birlikte salah ve takva sahibi, sahih, itikad, zühd ve vera' ehli bir âlim olduğu iyi bilinir. Halkın inançlarını hurafe ve bid'atlardan arındırarak Selefin temiz akidesine çekmeye çalışırdı. Usûl ve furû'da sünnete uyar, ondan ayrılmazdı.

Eserinin Kazvin başta olmak üzere bütün İslam âleminde re­vaç bulması, Müslümanların ona ne kadar saygı ve muhabbet bes­lediklerinin açık delilidir.

 

Eserleri:

 

ibn Mâce çok faydalı eserler telif etmiştir. Şu var ki bu kitap­lardan sadece Kütüb-i Sitte arasında sayılan Sünen bize ulaşmış, diğerleri henüz bulunamamıştır.

Ulaşmayan eserleri:

1. Kitâbu't-tefsîr: Biyografisini yazanların hemen hepsi hu ese­ri zikretmişlerdir. Geç dönemlere kadar tedavülde olduğu hilinen eser, muhtemelen henüz taranmamış yazmalar arasında bulun­maktadır.

2. Kitâbu't-târth: İbn Tâhir bu eserden bahsetmiş ve sahabe devrinden kendi zamanına kadar geçen dönemi kapsayan geniş bir eser olduğunu ifade etmiştir. Geç dönem ulemâsı arasında on­dan başka kitaba değinen çıkmamıştır.

İbn Mâce'ye nispet edilen bir de Târihu'l-hulefâ adlı bir eser vardır ki basılmıştır. Ancak ona aidiyetinde kuşkular mevcuttur.

 

Vefatı:

 

Hicri 273 yılı Ramazan ayının yirmibirinci pazartesi günü Hak'km rahmetine kavuşmuştur. Vefat ettiğinde 64 yaşındaydı. Sah günü defnedilmiştir. Kardeşleri Ebû Bekir, Ebû Abdullah ve oğlu Abdullah tarafından toprağa verilmiştir. Namazını kardeşi Ebû Bekir kıldırmıştır.

H. 275 yılında vefat ettiği söylenmişse de Zehebî ilk tarihin daha sahih olduğunu söylemiştir.

 

Ne Dediler

 

Büyük imamlar, tahkik ve tenkit ehli âlimler İbn Mâce'nin ha­dis alanında imamlığına, mütedeyyin bir zât olduğuna şahadet etmişlerdir.

1. Hafız el-Halîli: Büyük bir sikadır. Üzerinde ittifak edilmiş­tir. Rivâyetiyle amel edilir. Hadis bilgisi ve hıfzı tamdır.

2.Hafız el-Mizzî: Hafızdır, Kitâbu's-Sünen ve diğer faydalı eserlerin müellifidir. Bir çok yolculukta bulunmuştur.

"Devrinde Kazvin'in hafızıdır." "ilmi geniş, özü sözü doğru ve tenkit ehli bir hâfizdır."

 

İmam Ah Med B. Hanbel

 

Adı: Alımed b. Muhammed b. Hanbel b. Hilâl b. Esed.

Künyesi: Ebû Abdullah.

Nesebi: Anne babası Arap asıllıdır. Ebeveyni Şeybân b. Zühl b. Salebe boyundandır. Soyu, Nizâr batnmda Peygamber Efendi­mizle (sav) birleşmektedir.

Doğum Tarihi ve Yeri: İmam Ahmed b. Hanbel Bağdat'ta doğdu. Bir rivayete göre Merv'de doğmuş, henüz emzikte iken Bağdat'a götürülmüştür. Doğum tarihi, h. 164 senesi Rebîülevvel (ya- da Rebîülâhir) ayının yirminci günüdür. Doğduğunda babası ve dedesi vefat etmişlerdi. Sadece soyu değil kaderi de Allah Resu­lü (sav) ile kesişmiş ve o da yetim doğmuştur.

İmam Ahmed b. Hanbel'e babasından ve dedesinden yüklü bir miras kalmamışsa da dedesi tarafından yüksek bir nesep ve ma­kama, babası tarafından cesaret ve cihad sevgisine vâris olmuş­tur. Babası Muhammed b. Hanbel cihad ederken şehit düşmüştür. Dedesi Hanbel b. Hilâl ise, Emevîler tarafından Serahs emirliğine tayin edilmiş bir zât idi.

 

Öğrenim Hayatı:

 

Kaynaklar Ahmed b. Hanbel'in h. 179 yılında on dört yaşında nadis tahsiline başladığını kaydetmektedir. Bu konuda kendisi Şöyle demiştir:

"Hocaya gittiğimde henüz çocuktum. On dört yaşına bastığım-aa divana gidip gelmeye baş}adım." İmam, bundan sonra Kur'an hıfzı ve yazma dersinin yanında Bağdat şeyhlerinden hadis din­lemeye başlamıştır. Yine kendi ifadesi şöyledir: "ilk defa H. 179 senesinde Ali b. Hişâm b. el-Berîd'den hadis dinlemeye başladım.

Hadis yazdığı ilk âlim, kendi ifadesiyle Ebû Hanife'nin öğren­cisi Ebû Yûsuf idi. O yıl (h. 179), Abdullah b. el-Mübârek Bağdat'a gelmişti. Ahmed b. Hanbel ondan hadis dinleyebilmek için acele ettiyse de kısmet olmadı. Çünkü Abdullah b. el-Mübârek Romalı­larla savaşmak üzere sefere gitmişti.

Ahmed b. Hanbel Bağdat'ta bulunan hadis şeyhlerinden hadi: dinlemeye devam etti. Hocası Hüşeym b. Beşîr'in vefat ettiği h 183 yılına kadar seyahate çıkmadı. Bu hocasının derslerine tam bir titizlikle devam etmiş ve ondan hayli istifâde etmiştir. Bu ko­nuda kendisi şöyle der:

"Hüşeym'den h. 179 senesinde yazmaya başladık. Ondan Hac kitabı dâhil bine yakın hadis, bir kısım tefsir ve Kaza kitabını yazdık." Oğlu Salih "Üç bin hadis oldu mu?" diye sorunca "Daha fazla" demiştir.

 

Yolculukları:

 

Hadis ehlinin bu geleneğinden Ahmed b. Hanbel de nasibim almış ve hocası Hüşeym'in vefatını, bir tür izin olarak telakki et­miştir. Bundan sonra İslam âleminin değişik merkezlerindeki ha dis şeyhleriyle görüşüp hadis dinlemek üzere yollara düşmüştür Bu konuda gayet ciddi davranmış, azim ve kararlılığını asla yi tirmemiştir. Bununla ilgili olarak şu ilginç ifadesini aktarmak faydalı olacaktır: "Hadis dinlemeye erken vakitlerde gitmek ister dim. Annemse sabah ezanının okunmasını, en azından halkın sa baha çıkmasını beklemem için eteğimden çekiştirirdi."

imam Ahmed b. Hanbel'in ziyaret ettiği ve etmek istediği bel­deler:

1. Basra; bu şehri h. 186, 190, 194 ve 200 senelerinde olmak üzere dört kez ziyaret etmiştir. Beş kez gittiği de rivayet edilmiş tir.

2. Küfe; bu şehre h. 183 yılında gitmiş aynı yıl yayan olarak oradan ayrılmıştır. Bağdat'tan çıktıktan sonra yaptığı ilk yolculuk budur.

3. Mekke; h. 187 yılında gitmiş ve o sene İmam Şafiî ile görüş­müştür. Daha sonra h, 191, 196, 197 ve 199 yıllarında da Mekke'yi ziyaret etmiştir.

4. Yemen; Mekke'den h. 199 senesinde yayan olarak çıkmış ve İbrahim b. Ukayl'in kapısında iki gün kalmış ve Abdürrezzâk'tan hadis yazmıştır.

5. Tarsus; Abdullah'ın ifadesine göre oraya yayan olarak git­miştir.

6. Vâsıt; kendisi, şöyle der: 'Yahya b. Saîd el-Kattân'm evinde ikâmet ediyordum. Sonra Vâsıt'a gittim."

7. Rikka; Ahmed b. Hanbel şöyle der: "Rikka'da Feyyaz b. Mu-hammed b. Sinan'dan daha hayırlısın görmedim."

8. Abadan; h. 186 yılında gittiği şehirde Ebu'r-Rebî ile görüş­müş ve ondan hadis yazmıştır.

9. Mısır; İmam Şafiî'ye kendisini Mısır'da ziyaret etme sözü vermesine rağmen parasızlıktan gidememiştir.

10. Rey; İmam şöyle der: "Eğer elli dirhemim olsaydı Rey'e gi­der Cerîr b. Abdülhamîd'den hadis dinlerdim."

Onun seyahatleriyle ilgili olarak dikkat çeken nokta, büyük öl­çüde yayan yolculuk etmesiydi. Arabistan gibi sıcak bir coğrafya­da bunun ne kadar zahmet ve sıkıntı dolu olacağı ortadadır. Âdeti gereği dinlediği hadisleri bir de yazan Ahmed b. Hanbel'in bunları taşırken ne sıkıntılara katlandığını tahmin etmek zor değildir.

İlimleri:

 

Ahmed b. Hanbel çağının bilgi ve ilimlerinden lâyıkıyla ıstıiade etmiştir. Özellikle Bağdat gibi ilmin ve İslam medeniyeti­nin kalesi konumundaki bir şehirde yaşaması onun en büyük şan­sı olmuştur. Bilindiği üzer o devirde Bağdat, hemen bütün âlimle aSnda en az bir kez uğradıkları büyük bir merkezdi, mam Ahmed b. Hanbel gibj ilim âşığı bir zâtin burada kurulan ilim halkalarına katılmaması gibi bir ihtimali hayal etmek bile zordur.

Ahmed b. Hanbel'in ilimleri arasında öne çıkan şu dalları zik­redebiliriz:

1. Dil ilimleri: Arapça'nın bütün varlığıyla hâkim olduğu bir çevrede yaşayan İmam Ahmed b. Hanbel, öğrenim hayatına her genç gibi Kur'an ve ilimleriyle başlamıştır. Bu ilimlerin büyük bölümü dille ilgili olması bakımından dil ilimleri alanında çok ge­niş ve derin bilgi sahibi olmuştur. Nitekim kendisi bunu şöyle ifa­de etmiştir: "Arapça adına yazdıklarım, bu dilin imamı sayılan Ebû Amr b. el-Alâ'nm yazdıklarından daha fazladır." Nitekim Müsned adlı dev eserindeki garîb kelimelerle ilgili açıklamaları, dil ilimlerine ne kadar hâkim olduğunun kanıtıdır.

2. Hadis İlmi: Hadis ilmine rivayet ve dirayet olarak hâkimdi. Müsned, onun bu sahadaki liderlik ve imametinin en açık delili­dir.

a. Rivayet esaslı Hadis İlmi: İmam Ahmed b. Hanbel, çağında rivayetin imamı idi. Bunun en canlı delili, otuz bini aşkın hadis­ten oluşan Müsned adlı dev eseridir. Bizzat kendisi oğlu Abdul­lah'a şöyle demişti: "Bu Müsned'i iyi muhafaza et. Çünkü o, insan­lar için imam olacaktır."

Hafız Ebû Ali el-Medînî Müsned'in özellikleri hakkında şöyle der: "Bu kitap, hadis ehli için büyük bir asıl ve sağlam bir kay­naktır. Çok sayıda hadis ve bol miktarda rivayetten seçilerek ha­zırlanmıştır. O, itimâda şayan bir imam ve ihtilaf anlarında sığı­nak kılınmıştır."

b.  Dirayet esaslı Hadis İlmi: İmam Ahmed b. Hanbel hadis usûlü kapsamına giren diğer ilimlerde de otorite idi.

c. Cerh ve Ta'dîl İlmi: İmam Ahmed b. Hanbel cerh ve ta'dîl konusunda  kanâat belirten ulemâ arasında yer almıştır. Bu ko­nuda ne katı, ne de gevşek davranmayıp orta bir yol izlemiştir. Yahya b. Saîd el-Kattân'ın öğrencisidir. Tabakâtu'l-Hanâbile adlı eserde Abdullah b. Ahmed şöyle der: ""Ebû Turâb en-Nahşebî ba­bama geldi. Babam anlatmaya başladı: Filan zayıftır, filan sikadır.. Bunun üzerine EbuTurâb şöyle dedi: "Şeyh hazretleri, Müs­lümanları çekiştirip gıybet etme." Babam biraz sert bir ifadeyle karşılık verdi: "Yazık sana! Bu gıybet değil, ümmete nasihattir!"

d. Hadis İlletleri İlmi: İmam Ahmed b. Hanbel hadis illetleri dalında da çok derin bilgi sahibiydi. Nitekim oğlu Abdullah ile Müsned'i müzâkere ederken "Şu hadise dikkat et, onda şöyle bir illet var" diyerek uyarırdı. Ebû Bekir el-Hallâl'm onun hadis illet-leriyle ilgili görüşlerinden derlediği Kitâbu'l-ilel adlı eser, Ahmed b. Hanbel'in bu sahada ne kadar derin olduğunu gösterir.

3. Fıkıh İlmi: Bu ilimdeki yeriyle ilgili olarak Ahmed b. Hanbel'in ilk derslerini Ebu Hanîfe'nin öğrencisi Ebû Yûsuftan aldığını söylememiz sanırız yeterli olacaktır. Bilindiği üzere o, re'y ehlinin büyük imanlarından biriydi. İmam, bundan sonra sadece hadis ilmiyle meşgul olmuş ve bu alandaki birikimini kemâle er­dirdikten sonra re'y ehlinin fıkıh anlayışım eleştirel bir bakışla değerlendirerek  kendine  has  bir  fıkıh   anlayışı   geliştirmiştir. Tabakâtu'l-hanâbile müellifi onun fikıh bakışını şöyle anlatmıştır: "O, fıkıhta azimetleri esas alırdı. Hükümlerinde Kur'an ayetleri­ne, uygun hadislere veya değerli bir sahabî sözüne dayanırdı. Bü­tün bunları re'y ve kıyasa tercih ederdi."

Hiç kuşkusuz İmam Şafiî ile karşılaşması ve ona duyduğu de­rin hayranlık da fıkıh metodu üzerinde etkili olmuştur.

İmam Şafii, onun imamlığını tescil ettikten sonra -Tabakâtu'l-hanâbile sahibinin ifadesine göre- şöyle demiştir:

"Ahmed sekiz haslette imamdır. Hadiste imamdır. Fıkıhta imamdır. Dil ilimlerinde imamdır. Kur'an'da imamdır. Fakirlikte imamdır. Zühdde imamdır. Vera'da imamdır. Sünnette imamdır."

4. Kelâm İlmi: Kelam ehlinin görüşleriyle ilgili derin bilgisi hakkında nasihatlerine bakmak yeterlidir. Ahmed b. Hanbel bu nasihatlerinde insanları kelamcılarla birlikte olmak ve tartışmaya girmekten sakındırmaktadır. Hatta onları dinlemeyi bile sakıncalı görmektedir. İşte onun ifadeleri:

Kelam konusuna girenler asla iflah olmazlar.1 Kelam işine gi­renler cehmîleşmekten kurtulamazlar." (Cehmiye fırkasına atfen.)

Oğlu Abdullah'a: "Sakın onların meclislerine oturma ve onlandan biriyle konuşma!"

"Sünneti savunuyor bile olsalar kelam ehliyle oturma!"

Böylesi kesin tavsiyelerde bulunan bir zâtın onların prensip ve görüşlerini bilmemesi düşünülemez.

 

Hocaları:

 

İmam İbn el-Cevzî onun hocalarını sayarak şöyle demiştir; "Ahmed b. Hanbel'in dörtyüz ondört erkek, bir kadın hocası ol­muştur."

Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: 1. Hüşeym b. Beşîi (Bağdat'ta beş yıl boyunca öğrencilik yapmıştır.) 2. Süfyân b. Uyeyne, 3. İbrahim b. Sa'd, 4. Yahya b. Saîd el-Kattân, 5. İmam Şafiî, 6. Kadı Ebû Yûsuf, 7. Mu'temer b. Süleyman, 8 Abdurrahman b. Mehdi, 9. Yezîd b. Harun, 10. Abdürrezzâk b. Hemmâm es-San'ânî, 11. Muhammed b. Ca'fer, 12. Yahya b. Saîd el-Emevî.

 

Menkıbeleri:

 

Allah Teâlâ sünneti sözüyle ve ameliyle müdâfaa etmesi sebe­biyle onun şanını zaman içinde daha da yükseltmiş, bu uğurdaki gayret ve özverisiyle akranlarının üstünde, tâbiûnun büyükleri arasında sayılmıştır. O, takva ehli evliyanın safları arasında da ön sıralarda yer almıştır.

İmam Ahmed b. Hanbel, Rabbine kulluk ve tâatinde örnek alı­nacak bir şahsiyetti. İbrahim b. Hâni anlatıyor: Zühd, ibâdet ve nefse eziyette onun kadar güçlüsü görülmemiştir. Gündüz oruç tutar, iftarı erkenden yaptıktan sonra yatsıdan sonra birkaç rekat namaz kılardı. Hafif bir uykunun ardından kalkıp abdest alır ve tanyeri ağarıncaya kadar namaz kılardı. Sonra bir rekat vitirle bu namazını bitirirdi.

Menkıbeleri kitaplara sığmayacak kadar çok olup İbn el-Cevzî,. Ebû Hatim ve Beyhakî tarafından müstakil eserlerde ele alınmış­tır.

Örneğin zühdden söz edildiğinde Ahmed b. Hanbel'in adı anılmazsa eksiklik olur. Çoğunlukla sirke ve tuz ile yetinirdi. Yemeği bu kadar mütevazı olan İmam, giyiminde de çok zâhidâne davra-

nirdı.

Hamdan b. Alî şöyle der: Pamuklu bir elbisesinden başka giye­ceği yoktu. Fakat dâima temiz olurdu.

Humeyd b. Zenciveyh anlatıyor: Ahmed b. Hanbel'in sırtında yeşil bir cüppe gördüm. Üzerinde beyaz yün kumaştan bir yama vardı.

Yemesinde ve giyiminde böylesine tevazu ve zühd sahibi olan bir zâtın kadılık, valilik gibi devlet görevlerine iltifat etmeyeceği de açıktır. Nitekim şöyle bir olay anlatılır:

Ebu Bekr b. el-Esrem'den: "İmam Şafiî Ebû Abdullah'a şöyle demişti: "Müminlerin emîri, Yemen'e bir kadı tavsiye etmemi is­tedi. Abdürrezzâk'la görüşme arzun olduğunu biliyorum. Hem bu meramına erer, hem de hak için kadılık edersin." Ahmed b. Hanbel ona şu cevabı verdi: "Bunu sizden bir kez daha duyarsam, beni bir daha huzurunuzda göremezsiniz."

İmam Ahmed b. Hanbel'in zühdü fakirliğinden kaynaklanmı­yordu. Bilakis vera' ve Allah korkusundan kaynaklanıyordu.

O, bütün bu ilim ve imametine rağmen olağanüstü mütevazı bir kişiliğe sahipti. Uzleti, zikir için inzivaya çekilmeyi severdi.

Yoksulluğuna rağmen cömert bir insandı. Az da olsa vermek­ten hoşlanırdı. Harun el-Müstemlî onunla yaşadığı şu olayı anla­tır:

"imam ile karşılaştığımda Tanımda hiç para yok' demiştim. Bana beş dirhem uzatarak şöyle dedi: Bundan başka param yok!"

 

Çilesi:

 

Müslümanlar Halife Reşîd zamanına kadar Selef akidesi üze­rinde gider ve Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın kelâmı ve vahyi olduğu­na, yaratılmış (mahlûk) olmadığına inanırlardı. Halife Me'mûn zamanında Mutezile ve Cehmiye sivrilmeye' başladı. Bunlar an'm mahlûk olduğunu iddia ediyorlardı. Onlara göre Kur'an  şeydi. Halife de zamanla bu görüşe meyletti. H. 218 yılında Halife halkın ve ulemânın imtihan edilmelerini emredere! Kur'an'ın mahlûk olduğu görüşünü dile getirmelerini istedi Iş-kence ve ölüm cezasından korkan bir çokları Halife'nin etnrkr uyarak istenenleri ikrar ettiler.

İmam Ahmed b. Hanbel, Selef-i Sâlihin böyle bir akidesi olma­dığını, Kur'an'ın da yaratılmış olmadığını söyleyince hapse atili Me'mûn'un ölümüne dek hapiste kaldı. Mutasım hilafete geçir;: münazara için Imam'ı çağırttı. Huzurunda kendisine işken:: edilmeye devam edildi. Hapis ve işkenceyle dolu bu çile, tam yim sekiz ay devam etti. Bundan sonra salıverildi.

İmam bu zindan ve işkence hayatından sonra tekrar hadis ve fetva faaliyetine başladı. Bu arada babası Mutasım'm ardında Vâsık'm hilafeti başlamıştı. O da babasının ilk yıllarında oldur. gibi Kur'an'ın mahlûk olduğu iddiasını yaymaya çalıştı. Budk her yerde okutulup öğretilmesini istedi. Birçok âlim onun bu isic-ğine karşı çıktı. Halife Vâsık, İmam Ahmed b. Hanbel'e de fcr emir göndererek şöyle dedi: "Bundan sonra hiç kimse seninle top­lanmayacak, benim bulunduğu toprakta veya şehirde kalrnavçaksın. Dilediğin yere gidebilirsin."

İmam, Vâsık'm bu fermanı üzerine evine kapandı. Namaz il: olsun evden çıkmadı. Bu durum, h. 232 yılında Vâsık'm ölümüm dek sürdü. Onun yerini alan Mütevekkil bu davadan vazgeçerü halk üzerindeki baskıyı kaldırdı.

 

Eserleri:

 

imam Ahmed b. Hanbel'in hadis dışında bir şey yazmamak ran islam kültür hazinesini çok değerli bilgilerden mahrum e-mistir. O, bu kararını gayet ısrarlı bir şekilde uygulamış, ha": kendisinden hadis dışında bir şeyler yazıldığını gördüğünde öfke­lenmiştir.

Ebu Bekir el-Mervezî anlatıyor: "Horasanlı birini gördüm. Eh Abdullah'ın yanma gelmişti. Ona bir cüz uzattı. Ebû Abdulii: şöyle bir bakınca kendine ait sözler de bulunduğunu gördü. Sinir: bir hâlde kitabı elinden fırlattı."

1. Müsned; müteaddit baskıları yapılan büyük bir hadis kül yatıdır.

2. el-îlel; 1087 yılında İstanbul'da basılmıştır.

3. en-Nâsihu ve'l-mensûh.

4.  ez-Zühd; basılan bölümü, İbn Hacer'in asıl hacmiyle ilgili söylediklerine uymamaktadır.

5. el-Eşribe; Şeyh Subhi es-Sâmurâî'nin tahkikiyle basılmıştır.

6. el-îman; İbn Ebî Hatim tarafından zikredilmiştir.

7. el-Fezâil; 1983 yılında iki cilt hâlinde basılmıştır.,

8. el-Ferâiz.

9. el-Menâsik.     

10.  Tâ'atu'r-Resûl.

11. el-Mukaddem ve'l-mu'ahher.

12. Ceuâbâtu'l'Kur'an.

13. Hadîsu Şu'be.

14. Nefyu't-teşbîh.

15. el'îmâmet.

16. Kitâbu'l-fiten.

17. Kitâbu fezâili Ehli'l-Beyt.

18. Musnedu Ehli'l-Beyt.

19. el-Esmâ ve'l-kunâ; Kuveyt'te basılmıştır.

20. Kitâbu'târîh; îbn el-Cevzî ve Zehebî taraûndan zikredilmiş­tir.

Ahmed b. Hanbel'e nispet edilen eserler:

1. et-Tefsîr; Zehebî'ye göre asılsız bir kitaptır.

2. er-Risâle fi's-salât; Zehebî'ye göre uydurmadır.

3. Kitâbu'r-reddi ale'l-Cehmiyye; Zehebî'ye göre uydurmadır.

4. Kitâbu'l-ilel; üç cilttir.  

5. Kitâbu'l-ilm; üç cilttir.

6. Kitâbu's-sunne; üç cilttir.

 

Vefatı:

 

Hastalığı: Salih b. Ahmed anlatıyor: Hicrî 241 yılı rebîülevvel ayının ilk günüydü. O Çarşamba gününün gecesinde babam ateş­lendi. Ateşi bir türlü düşmüyor, güçlükle nefes alabiliyordu. Du­rumdan haberdar olan halk ziyaret için eve gelmeye başladılar. İnsanlar gruplar halinde gelip geçmiş olsun dileklerinde bulunu­yor ve dua ederek çıkıyorlardı.

Vasiyeti: Salih b. Ahmed anlatıyor: Babam şöyle vasiyette bu­lundu: "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. Bu, Ahmed b. Muhammed b. Hanbel'in vasiyetidir. O vasiyet eder ki Allah'tan başka ilah yoktur. O'nun ortağı da yoktur. Muhammed O'nun ku­lu ve Resûlü'dür. O'nu hidayet ve hak dinle göndermiştir ki -müşrikler istemese de- onu bütün dinlerin üzerine çıkarsın. Hane halkından sözünü dinleyenlere Allah'a kulluk etmelerini, hamd edenler arasında hamd etmelerini, Müslümanlara karşı dürüst davranmalarını vasiyet eder. Vasiyet ederim ki ben Rab olarak Allah'tan, din olarak İslam'dan, peygamber olarak Hz. Muham­med'den razı ve hoşnut oldum."

Bundan sonra borçlarının ödenmesini, oğulları Salih ve Abdul­lah'ın kız erkek bütün çocuklarına 10'ar dirhem verilmesini vesiyet etti.

Vefatı: Merhum, h. 241 senesi rebîülevvel ayının on ikinci Cu­ma günü vefat etti.

Cenaze namazında bir milyona yakın erkek ve altmış bin ka­dın hazır bulundu. O gün bütün Bağdat halkı abdest almak iste­yenler için evlerini kapılarını gelip geçenlere açmışlardı.

 

Ne Dediler

 

1- Kuteybe: Zamanımızın en hayırlısı İbnu'l-Mübârek idi. Son­ra -Ahmed b. Hanbel'i gösterek- bu gençtir. Ahmed'i seven birini gördüğünde bü ki o, sünnete sahip çıkan biridir. Sevrî, Evzâ'î ve Leys'in zamanlarına yetişseydi onların önüne geçirilirdi.

Kuteybe'ye "Onu tâbiûna katıyor musun?" diye sorulduğunda şöyle cevap verdi: Hem de büyükleri arasına.

2- İmam Şafiî: Bağdat'ta bir genç gördüm. O, "Bize nakledildi ki" diye başladığında herkes tasdik ederdi. "O kimdi?" diye sor­duklarında " Ahmed b. Hanbel" dedi.

3- Ali b. el-Medînî: Allah bu dini riddet günü Ebu Bekir (ra) ile, Halku'l-Kur'an fitnesinde Ahmed b. Hanbel ile teyit etmiştir.

4- Ebû Ubeyde: İlim şu dördünde zirveye ulaşır: ... ve Ahmed b. Hanbel.

5- İbn Mam: Allah rızası için hadis nakleden yalnız üç kişi gör­düm: Ya'lâ b. Ubeyd, el-Kaanbî ve Ahmed b. Hanbel.

6- İbn Ebî Hatim: Babama Ahmed b. Hanbel ile Ali b. el-Medînî'den hangisinin daha güçlü hâfiz olduğunu sormuştum. Şu cevabı verdi: Hıfzda birbirlerine yakındılar. Fakat Ahmed fikıhça daha üstündü.

 

İmam Mâlik B. Enes

 

Adı: Mâlik b. Enes b. Mâlik b. Ebî Âmir.

Künyesi: Ebû Abdullah

Nisbesi: 1- el-Esbahî; Himyer'den Zî Esbah'a nispetidir.

2- el-Medenî; ikâmet ettiğibelde olan Medine'ye nis­petidir.

Doğum Tarihi ve Yeri: Büyük sahabî Enes b. Mâlik'in (ra) vefat ettiği h. 93 senesinde dünyaya gelmiştir. Anne karnında ka­lış sûresi olağanüstü bir şekilde üç yıl sürmüştür.

Sıfatı ve yetişmesi: Uzun boylu, iri yapılı, sarışın, mavi gözlü biriydi. Gür sakalları vardı. Saçı sakalı aktı. Bıyıklarını uzatır, kısaltmaz di.

Temiz giyimliydi, ince ve beyaz renk kumaşı tercih ederdi. Giy­sisini sık değiştirir, sarığını çenesinin altından geçirip omuzların­dan aşağı sarkıtırdı. Misk ve güzel koku sürünmeyi severdi.

İmam Mâlik refah ve bolluk içinde büyümüştür. Dış görünü­müne Özen gösterir, her konuda kendine dikkat ederdi. Güzel ah­lak ve edebinin yanı sıra vakur ve heybetli görüntüsüyle insanlar üzerinde saygın bir izlenim bırakırdı. Bulunduğu her mecliste iz­zet ve itibâr görürdü.

 

Öğrenim Hayatı:

 

imam Mâlik, ilim öğrenmeye erken bir dönemde on yaş civa­rında başladı. O yıl, Medine'nin iki tabii fakîhi el-Kâsım b. Mu-hammed ve Salim b. Abdullah Hak'kın rahmetine kavuşmuşlardı. Küçüklüğünden itibaren çok zeki ve akdlı biri olarak terLijtı etmişti. Ezberleme ve kavrama gücü gerçekten parmakla gc&a-lecek düzeyde idi. İlim yani hadis Öğrenmeye sağlam bir niy-T t; faydalanma maksadıyla başladı. Çok bilgili denmesi veya &:bs sahibi olma gibi bir niyeti hiç olmamıştı. Bunu onun ağzındai n lemek daha doğru olacaktır:

"İlmi sırf kendim için öğrendim. İnsanların bana ihtiyaç::;• maları düşüncesiyle öğrenmedim."

İmam Şafiî anlatıyor: "Bir defasında Mâlik b. Enes'e 7:: Uyeyne, Zührî'den birçok rivayete sahip. Bunlar sende yok' :-.ı-misti Bu söze şöyle karşılık verdi: Dinlediğim her hadisi anlat&ak olsam, onları nakledenlere zulmetmiş olurum!"

Merhum hadis alırken çok titizlenir, Allah Resûlü'nün -i hadislerine büyük saygı gösterirdi. Bu mey anda söylediği;. ?:: çok anlamlıdır:

"Kimi şeyhler oturup bize bütün gün hadis nakleder de bir tek hadis almayız. Bu, onu suçladığımız için değil, hadi- üı olmayışındandır."

Yine o, bu konuda şöyle derdi: "Hadis şu dört kişiden ahızı: En çok rivayette bulunan dahi olsa, akılsızlığım ilan eden bru-siz. Halkı kendi hevâ ve arzusuna çağıran bid'atçı. Hadis ksunda suçlamasam da- insanlarla konuşurken yalan söylere Naklettiği hadise hâkim olmayan sâlih ve zâhid âbid."

Bir keresinde sorulmuştu: Niçin Amr b. Dinar'dan nakildeh-iunmadın? Şu cevabı verdi:

-Onun halkasına gittiğimde insanların ondan ayakta dinlediklerini gördüm. Allah Resûlü'nün (sav) hadisine duyduhr saygıdan dolayı onu ayakta almayı uygun görmedim.

imam Mâlik hıfz ve ezberde parmakla gösterilen bir insi:i Hatta bütün Hicaz'da hafızası en güçlü kişinin o olduğu bile söy­lenirdi. Medine Halkının bütün ilmine, hadis olsun, re'y olsuz û-kıfb. İmam Şafiî bu hususta şöyledemiştir:

"Mâlik ve İbn Uyeyne olmalardı, Hicaz'ın ilmi kaybolup di."

Zehebî şöyle der: Medine'de tâbiûndan sonra ilim, fıkıh, izzet ve hıfz bakımından Mâlik'e benzer biri daha çıkmamıştır.

İmam Mâlik kendi öğrencilik yıllarıyla ilgili olarak şunu anla­tır- "Zührî Medine'ye gelmişti. Rebîa ile yanma vardık. Bize kırk küsur hadis nakletti. Ertesi gün yine gittiğimizde "Kitaba bakın da size ordan nakledeyim. Size dün naklettiklerimden elinizde yazılı bir şey var mı?" dedi.

Bunun üzerine Rebîa "İşte bu, dün naklettiklerinizi olduğu gibi size tekrar eder" dedi. Zührî "Kimmiş o?" diye sorunca 'İbn Ebî Âmir" diyerek beni gösterdi. Zührî "Oku bakayım" deyince dün naklettiği kırk hafdisi okudum. Zührî şöyle dedi: Bunları benden başkası hıfzeden birinin kaldığını sanmıyordum!"

 

Yolculukları:

 

İmam Mâlik geniş ilmi ve olağanüstü güçlü hafızasına rağmen hadis öğrenmek için yolculuğa çıkmamış, Hicaz'ın hadis mirasıyla yetinmiştir. Buna rağmen 21 gibi genç bir yaşta fetva makamına layık görülecek düzeyde ilmî birikim ve önderliğe sahip olmuştur. O, şeyhi Nâfi hayatta iken tedrisat halkasına sahip olmuş büyük bir âlimdi.

ilimleri:

 

Mutlak anlamda imamdı. Kur'an ve Sünnet kendisine hıfz, fı­kıh ve bilgi olarak lütfedilmişti.

Hadis sahasında meydanın en güçlü süvarisi, hatta süvari ba­şıydı. Onun isnadı; MâHk-Nâfi-İbn Ömer (ra), hadis isnâdlannm en sahihi (esahhul-esânîd), altın silsile (silsüe-i zeheb) sayılırdı. O yalnız sika râvilerden nakilde bulunur, herkesten hadis naklet­mez, herkesi de dinlemezdi.

Hadisleri alırken ne derece derin araştırma yaptığı bütün ak­ranlarının teslim ettiğ bir gerçektir. Örneğin Mekkelüerin imamı sayılan Süfyân b. Uyeyne onun hakkında şöyle demişti: "Allah Mâlik'e merhamet buyursun. Râvileri nasıl da kata tenkid ederdi." Yine o şöyle demiştir: "Mâlik, sahih olmadıkça hiçbir hadisi tebliğ etmezdi. Yalnız sikadan nakilde bulunurdu. Onun ölümüyle Me­dine'nin viraneye döneceğinden eminim."

Değerli öğrencilerinden olan Şafiî de şöyle demiştir: "Mâlik bir hadis hakkında en ufak kuşkuya kapıldığında tümünü atardı."

Fıkıh ilmine gelince, bu alanda kimsenin boy ölçüşemeyeceği eşsiz bir fikıh bilgisine ve melekesine sahipti. Onunla aynı veya farkla düşünen herkes bu hakikati dile getirmiştir. Yüce Allah onu bu ilmi sayesinde sülük ehlinin yıldızı, takva ehlinin imamı kıl­mıştır. O, Müslümanlardan önemli'bir bölümünün ûkhen itimâd ettikleri bir mezhep imamıdır.

Behlûl b. Râşid anlatıyor: Sünnetin sahihini çürüğünü çok iyi bilmesine rağmen bir ayete Mâlik kadar sarılan başka birini gör­medim.

Abdullah b. Lehî'a anlatıyor: Ebu'l-Esved'e (en-Nadr b. el-Cebbar) sordum: Medine'de Rebîa'dan sonra söz kimin olacaktır? Şu cevabı verdi: Genç Esbahî'nin.

İmam Ahmed b. Hanbel de Mâliki zikrederek Evza'î, Sevri Leys ve Hammâd'ın önüne koymuş, "O, hadiste de, fıkıhta da imamdır" demiştir.

Zehebî ise şöyle demiştir: Varılacak son nokta Mâlik'in fıkhı­dır. Onun görüşlerinden ötesi yoktur. Hiçbir şey yapmasa, hile ve maksatların gözetilmesi maddeleri ona yeterdi. Mezhebi Kuzey Afrika, Endülüs, Mısırın bir bölümü, Şam'ın bir bölümü, Yemen, Sudan, Basra, Küfe ve Horasan'ın bir bölümünde yayılmıştır.

 

Hocaları:

 

imam Mâlik, sahabenin ilmini taşıyan tâbiûndan bir topluluğa yetişmiş ve onların ilmini öğrenmiştir. Bunlar arasında en güzide­leri Abdullah b. Ömer'in (ra) azatlısı Nâfi idi. İmam şöyle derdi: 'Nâfi, Ibn Ömer'in ilmini oğullarından daha fazla yaymıştır."

Mâlik'in Nâfi katında çok özel bir yeri vardı. Nitekim o, bu hu­susta şunu anlatmıştır: "Henüz çok küçük yaşta Nâfi'in halkasına gitmeye başladım. Buna rağmen oturduğu yerden inip yanımda oturur ve bana hadis naklederdi."

Nâfi dışındaki hocalarından bazıları şunlardır: 1. Ebu'z-Zinâd Abdullah b. Zekvân, 2. Hişâm b. Urve b. ez-Zübeyr, 3. Yahya b. Saîd el-Ensârî, 4. Abdullah b. Dinar, 5. Zeydb. Elsem Mevlâ Ömer (ra), 6. Muhammed b. Müslim b. Şihâb ez-Zührî, 7. Abdullah b. ebî Bekr b. Hazm, 8. Saîd b. Ebî Saîd ei-Makbirî, 9. Mevlâ Ebû Bekr (ra).

 

Menkıbeleri:

 

İmam Mâlik'in menâkıb ve faziletleri pek çok olup ulemâ ve imamlar tarafından ciltler dolusu kitapta anlatılmıştır.

Akidesi: İmam Mâlik, istikâdının sıhhat ve istikâmeti nokta­sında tam bir Ehli Sünnet imamı idi. O, Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın Kelâmı olduğunu v# mahlûk olmadığını söylerdi. Sıfatları, hiçbir tefsire tâbi tutmaksızm olduğu gibi görüp anlardı. İlminin her yerde olduğunu, hiçbir yerin O'nun ilmi dışında kalamayacağını savunurdu. Kıyamet günü müminlerin Allah'ı gözleriyle görecek­lerine (ru'yetuîlah) inanırdı. Ona göre iman, söz ve fiil olup ibadet­le artar, günahlarla eksilirdi. Peygamber'e (sav) söven kimse, tevbe teklif edilmeksizin öldürülürdü. Sahabenin tafdîli mesele­sinde Ebu Bekir ve Ömer'in (r.anhüma) ümmetin en hayırlıları olduklarına inanır, Kaderiye mensuplarının arkasında namaz kılmayı ve onlarla evlenmeyi caiz görmezdi.

Takva ve ibadeti: Bu konuda örnek bir Müslümandı. Çok fazla nafile namaz veya oruç tutmazdı. Ama vera' sahibi, Allah'ın koy­duğu sınırlara harfiyen riâyet eden biriydi. Her yerde hakkı söy­ler, iyiliği emredin kötülükten sakındırır di. Çok Kur'an okur, iffet ve istikâmetten ayrılmazdı.

Öğrencisi Abdullah b. Vehb anlatıyor: Bir defasında Mâlik'in kızkardeşine "Evde en çok neyle meşgul olduğu" sorulmuştu. Şu cevabı verdi: Mushaf ve tilâvet.

ilimde edep ve vera'ı: İbn Vehb şöyle demiştir: "Mâlik'in edebi­ne dair anlattıklarımız, ilminden öğrendiklerimizden fazladır."

Kuteybe b. Saîd: Ders için evine gittiğimizde, yanımıza süs­lenmiş, gözleri sürmelenmiş, kokular sürünmüş ve en güzel elbi­sesini giymiş halde çıkardı/ Halkanın baş tarafina oturduktan sonra hizmetlisine seslenip yelpaze getirtir ve her birimize bir ta­ne verirdi.

Allah Resûlü'nün (sav) sünnetine duyduğu saygıdan ötürü sa­dece abdestli hâlde hadis naklederdi. Ders odasında şilteler ve yastıklar sağa sola serpiştirilmiş hâlde durur, Kureyş, Ensâr ve halktan gelenleri burada ağırlardı. Meclisinde daima vakar ve hilm havası hâkim olurdu. Onurlu ve heybetli bir insandı. Bulun­duğu mecliste kavga gürültü ve ağız dalaşı olmaz, boş konular konuşulmazdı. Ne kadar çok sorulsa da siyer dışında cevap ver­mezdi. "Bilmiyorum" kelimesi, en çok kullandığı ifadeydi.

Bunu tavsiye ederek şöyle derdi: "Bilmiyorum" âlimin kalkanı­dır. Onu ihmâl ettiğinde helake düçâr olabilir.

Heysem b. Cemîl anlatıyor: Duyduğuma göre Mâlik'e kırk se­kiz mesele sorulmuş, onlardan otuz ikisine "Bilmiyorum" diye karşıhk vermiş!

"Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" demedikçe hiçbir konuda fetva vermezdi.

Vakar ve heybeti: Öğrencisi Ebû Mus'ab anlatıyor: İnsanlar, Mâlik'in kapısına yığılır, kalabalıktan birbirlerini ezecek gibi olur­lardı. Fakat halkasına oturduklarında birbirlerine başlarını bile çevirmezlerdi. Sultanlar ve emirler bile ondan çekinirlerdi. Ko­nuşması, "Evet, -ya da- hayır" şeklinde olur, hiç kimse "Bu söyle­diğinin kaynağı nedir?" diye soramazdı.

Yine o anlatıyor: Bir soruya cevap vermediğinde o soru tekrar sorulmazdı.

Öğrencisi İmam Abdurrahman b. Mehdî şöyle der: "Mâlik'ten daha heybetli ve aklen daha kâmil birini görmedim."

Tavırları: Halife Mehdî Medine'ye geldiğinde Mâlik'e iki ya da üç bin altın göndermişti. Ardından er-Rebî yanma gelerek "Mü­minlerin Emîri, Bağdat'a giderken kendisine refakat etmeni isti­yor" demişti. Bunun üzerine şöyle dedi: "Allah Resulü (sav) bu­yurdu ki: Buseler, Medine onlar için daha hayırlıdır," Parası da olduğu gibi duruyor!

Mâlik şunu anlatmıştır: Mehdî (bir rivayette Reşîd) bana üç hususta danıştı. İlki Muvatta' adlı eserimi Kabe'ye astırmak ve insanları onunla amel etmeye zorlamaktı. Bunu şöyle diyerek geri çevirdim: Sahabe dahi furûda ihtilaf etmişler ve hepsi kendine göre isabet etmiştir. Minberi kaldırmaya gelince, insanları Allah Resûlü'nün (sav) bir hatırasından mahrum etmeyi uygun görmem. Nâfİ'i imam yapmana gelince, o kıratta imamdır. Mihrapta kendi­sinden farklı bir şey sâdır olması muhtemeldir. Bu cevaplarım üzerine "Allah seni muvaffak kılsın ey Ebu Abdullah" diyerek ay­rıldı.

 

Çilesi:

 

İmam Mâlik, zorlama altındaki kimsenin boşamasının geçersiz olduğu söyler ve bunu hadis ile delillendirirdi. Kendisi bundan men edilmesine rağmen aynı fetvayı vermeye devam etti. Bunun üzerine Medine emîri Ca'fer b. Süleyman onu kırbaçlattı. O kadar ki kolu çıktı. Sonra saçı başı tıraş edilerek bir katıra bindirildi ve "Haydi fetvandan vazgeçtiğini haykır" dendi.. Bunun üzerine şöyle haykırdı: "Beni tanıyan tanımıştır. Beni tanımayanlara söylevim: Ben Mâlik b. Enes'im. Zorlama altındaki kişinin talâkı geçersiz­dir!" Bu durum Ca'fer'e bildirilince "Çabuk yetişin ve katırdan indirin" diye haber saldı.

O günden sonra yerinden kalkacağı zaman bir kolunu diğeriyle tutardı.

Yaşadığı bu çile, onu ne Rabbinin ne de halkın gözünde dü­şürmediği gibi daha da yükseltti. Çünkü o, hak uğrunda işkenceyi göze almış yiğit bir âlimdi.

 

Vefatı:

 

imam Mâlik yirmi iki gün devam eden bir hastalığın ardından h. 179 senesi rebîülevvel ayında Hak'ın rahmetine kavuştu. Beyaz kumaşa kefenlenmesini ve namazının sünnete uyularak cenaze mahallinde kıldırılın asını vasiyet etti. Namazını Emîr Abdullah b. Muhammed el-Hâşimî kıldırdı. Yine o cenazenin önünde yürüdü ve nâşını taşıyanlara katıldı. Bakî mezarlığına defiıedildi.

Vefat ettiğinde 86 yaşındaydı.

 

Ne Dediler

 

Onun fazilet ve makamının büyüklüğü herkesin teslim ettit bir hakikattir. İslam ümmeti bu konuda hem fikirdir. Ulaştığı zir veyi beyan etmek anlamında hocaları ve öğrencilerinden bazılar nın şahadetlerini zikretmek istiyoruz:

1-  Süfyân b. Uyeyne: Mâlik, Hicaz ehlinin âlimi ve devrim: hüccetidir.

Biz Mâlik'in yanında neyiz ki. Onun ancak eserlerine tâbi ok İniliriz. Bir şeyhe baktığımızda, eğer Mâlik ondan bir şey yazmışa biz de yazarız.

2- İmam Şafiî: Mâlik hocamdır. İlmimi ondan aldım. Âlimler zikredildiğinde Mâlikonların arasında- bir yıldızdır

3- Abdurrahman b. Mehdî: Hadisin sıhhati konusunda hiç kır şeyi Mâlik'ten üstün tutmam.

4- Evzâ'î Mâlik'i andığı zaman şöyle derdi:Âlimlerin âlimi, Ha remeynın müftüsü.

5- Yahya b. Sâîd el-Kattân: O, uyulması gereken bir imamdır Günümüzde hadisçe Mâlik'ten daha sahihi yoktur. O, hadiste b imamdır.

6- Yahya b. Maîn: Mâlik, Yüce Allah'ın halk üzerindeki hücc^: lerinden biriydi.

7- Nesâî: Yüce Allah'ın, Peygamberinin (sav) ilmi üzerindeki eminleri şu üç kişidir: Şu'be, Mâlik ve Yahya b. Kattan.

 

İmam Dârimî

 

Adı: Abdullah b. Abdurrahman b. el-Fadl b. Behrâm b. Abdussamed.

Künyesi: Ebû Muhammed.

Nisbesi: 1- et-Temîmî; mensup olduğu kabileye nispetidir.

2- ed-Dârimî; Temim oğullarından Dârim b. Mâlik'e nispetidir.

3- es-Semerkandî; ikâmet ettiği belde olan Semerkand'a nispetidir. Maveraünnehr'in meşhur şehirlerinden biridir.

Doğum Tarihi ve Yeri: Doğum tarihiyle ilgili olarak kendisi şöyle demiştir: Ben, İbn el-Mübârek'in vefat ettiği h. 181 yılında doğmuşum.

Doğum yeri muhtemelen yaşadığı şehir olan Semerkand'dır. İlim öğrenmek için ayrıldığı Semerkand'a yıllar sonra tekrar dönmüş ve ilmini orada yaymıştır.

Kaynaklar, hayatının ilk dönemi hakkında fazla bilgi içerme­mektedir.

 

Öğrenim Hayatı:

 

Dârimî olağanüstü bir zekâ ve dikkate sahipti. Bu melekeleri sayesinde dinlediği şeyi kolayca anlar ve ezberlerdi. Öğrenim yıl­larında bir çok hocayla görüşüp hadis dinlemiştir. Kaynaklarda ne zaman başladığına dair kesin bilgi mevcut değildir. Hadis almada alçakgönüllü davranıp büyük küçük yaşlı genç demez herkesten hadis dinlerdi. Ancak sika ve güvenilir kimselerden hadis alır, dinlediği hadisleri ayıklar, herkesin hadisini nakletmezdi.

 

Yolculukları:

 

Doğduğu şehir olan Semerkand, ulemâ ve hadisçiler bakımın­dan hiç de fakir bir yer değildi. Fakat diğer ilim merkezleri kadar şöhret kazanmamıştı. Meselâ Dârimî'den önce İslam âlemi çapın­da şöhret sahibi bir muhaddis çıkmamıştı. O döneme bakıldığında örneğin Bağdat'ta doğup büyüyen bir hadis öğrencisi dahi, onca ulemâ ve hadisçinin varlığına rağmen yolculuğa çıkmışken Semerkandh bir hadis öğrencisinin seyahat etmemesi düşünüle­mezdi.

Nitekim o da Allah Resûlü'nün (sav) hadisini güvenilir ağız­lardan dinlemek için yollara düştü. Bu dönemde Horasan, Bağdat, Küfe, Basra, Vâsıt, Şam, Humus, Sûr, Harran, Mekke, Medine ve daha bir çok şehri ziyaret etti. Oralarda hadis dinledikten sonra imamı ve hadisçisi olmak üzere Semerkand'a döndü. Rabbinin kendisine lütfettiği ilmi insanlarla paylaşmaya başladı.

 

İlimleri:

 

Yüce Allah, sözü dinlenen ve rehber kabul edilen bir imam ol­ması için Dârimî'ye ilim kapılarını açmıştı. Hadis ilminde derin bilgi sahibi olmuştu. Hadislerin illetlerini iyi bilen, hadis tenkidi­ne vâkıf bir hafızdı. Müsned adlı kıymetli eserini inceleyenler bu­nu yakinen göreceklerdir.

Hafız Recâ şöyle der: Allah Resûlü'nün (sav) hadisini Abdullah b. Abdurrahman'dan daha iyi bilen birini tanımıyorum.

Dârimî fıkıhta da tam bir derya idi. Fıkıh mezhepleri arasında tercihlerde bulunur, hükümlerin inceliklerini iyi bilirdi.

Kaynaklar Dârimî'nin tefsir âlimi olduğunu ve ayetlerin hü­küm ve inceliklerini iyi bildiğini de kaydetmişlerdir.

Bu meyanda Muhammed b. İbrahim b. Mansûr eş-Şîrâzî şöyle demiştir: "O, tam anlamıyla müfessirdi."

 

Hocaları:

 

Yezîd b. Harun, Yala b. Abîd, Ca'fer b. Avn, Bişr b. Ömer ez-

Zehrânî, Muhammed b. Bekr el-Bersânî, Vehb b. Cerîr, en-Nadr b. Şumeyl, Osman b. Ömer b. Fâris,, Saîd b. Âmir ed-Dabe'î, el-Esved b. Âmiri İshâk el-Hadremî, Ebû Âsim, Ubeydullah b. Mûsâ, Ebul-Muğîre el-Hûlânî, Ebû Müshir el-Gassânî, Muhammed b. Yûsuf el-Feryâbî, Ebû Nu'aym, Ebu'l-Velîd, Zekeriya b. Adî, Yahya b. Hassan, Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Maîn, Ali b. el-Medînî, Duhaym, Halife b. Hayât ve diğerleri.

 

Menkıbeleri:

 

Dârimî, her anlamda zamanın ender değerlerinden biriydi. Çok geniş bir ilim ve güçlü bir tefekküre sahipti, ilmi amel etmek için öğrenmiş, ilmi ve ameliyle Örnekrfüinuştu. İlimde güvenilirlik, vera', takva, zühd ve ibâdet düşkünlüğüyle halkın saygı ve sevgi­sini kazanmıştı. Dirfdarlık, hoşgörü ve tevâzuda örnek gösterilen bir insandı.

Bir defasında Sultan kendisini Semerkand Kadılığı görevine getirmek istemiş, fakat Dârimî bu görevi geri çevirmişti. Sultan ısrar edip onu zorla kadı yapınca, tek bir davaya baktıktan sonra istifa etmiş ve istifası kabul edilmişti.

Yüce Allah Semerkand halkını onunu ilminden istifade ettir­miş, o da bulunduğu belde ve civarında Allah Resûlü'nün (sav) sünnetini yaymaya ve bid'atlar karşısında müdafaaya devam et­mişti.

Bu ihlas ve gayretleri sebebiyle Allah tarafından Müslümanla­ra sevdirilmiş, zühd ve tevazudan asla ayrılmamıştır.

 

Eserleri:

 

imam Dârimî İslamî ilimlerin farklı dallarında faydalı eserler telif etmiştir. Bunların hiç kuşkusuz en değerlisi Sünen-i Dârimî adıyla bilinen hadis mecmuasıdır. Defalarca basılan bu eser, fikıh bâblanna göre tasnif edilmiş olması sebebiyle en faydalı hadis kitaplarından biri olmuştur.

Bu eseri dışında bize ulaşmayan iki eseri daha olduğu kayde­dilmiştir:

1- et-Tefsîr.

2- el-Câmi.

 

Vefatı:

 

İmam Dârimî, h. 255 senesi Tevriye günü ikindi namazından sonra vefat etmiştir. Arifeye rastlayan cuma günü defnedilmiştir. Vefat ettiğinde 75 yaşındaydı.

İshâk b. Ahmed b. Halef anlatıyor:

Muhammed b. İsmail el-Buhârî'nin yanında oturuyorduk. Ab­dullah b. Abdurrahman'ın vefat haberinin yazılı olduğu bir mek­tup getirildi. Mektubu okuduktan sonra başını eğdi, sonra kaldır­dı ve bir dize söyledi. Yanaklarından yaşlar süzülüyordu.

 

Ne Dediler

 

1. İmam Ahmed b. Hanbel: O, -hadiste- imamdır.

2. Hafız Muhammed b. Beşşâr: Dünyanın hafızları şu dört ki­şidir: Rey'de Ebû Zur'a, Nisâbur'da Müslim, Semerkand'da Abdul­lah b. Abdurrahman ve Buhara'da Muhammed b. İsmail.

3. Hâfiz Ebû Saîd el-Eşec: Abdullah b. Abdurrahman imamı­mız dır.

4. Muhammed b. Abdullah el-Mahremî: Ey Horasanlılar! Ab­dullah b. Abdurrahman aranızda olduğu sürece başkasıyla oya­lanmayın.

5. Muhammed    b    Abdullah    b.    Numeyr:    Abdullah    b. Abdurrahman hıfzı ve vera'ıyla bize galip gelmiştir.

6. Recâ b. Mürcî: İbn Hanbel'i, İshâk b. Râheveyh'i, İbn el-Medînî'yi ve eş-Şâzkûnî'yi gördüm. Abdullah b. Abdurrahman'dan daha kuvvetli hafız görmedim.

7. Ebû Hatim er-Râzî: Muhammed b. İsmail Irak'a girenlerin en âlimiydi. Muhammed b. Yahya Horasan'a girenlerin en âlimiy­di. Muhammed b. Elsem vera' bakımından en üstünü, Abdullah b. Abdurrahman ise hıfz bakımından en güçlüsüydü.

8. İbn Hibbân: Sağlam hafızlardandır. Dinde vera' ehlidir. Hadişleri hıfzedip toplayan ve tasnif edenler arasındadır. Beldesinde sünneti yaymış ve halkı sünnete davet etmiştir. Onu müdâfaa et­miş ve muhalefet edenlerle mücadele etmiştir.

9 Ebû Hâmid b. eş-Şarkî: Horasan beş tane hadis imamı çı­karmıştır: Muhammed b. Yahya, Muhammed b. İsmail, Abdullah b Abdurrahman, Müslim b. el-Haccâc ve İbrahim b. Ebî Tâlib.

10. ed-Dârekutnî: Meşhur sikadır.

11. el-Hâkim: Önde gelen hadis hâfızlarındandır.

12.  Hatîb el-Bağdâdî: Hadis için yolculuk eden, hıfz, cem ve tasnif ile bilinenlerdendi. Güvenilirlik, doğruluk, vera' ve zühd ile tanınırdı.             

13. Zehebî: Hâfiz imamdır. Hadiste önde gelen kişilerdendir.[1]

 

Genel Tanımlar

 

Hadis: Allah Resûlü'ne (sav) dayandırılan söz, fiil, takrir ya da sıfattır.

Haber: Hadis ile eşanlamlı olmakla birlikte, hem Peygamber'e (sav), hem diğer insanlara dayandırılması mümkün olan sözler olup daha kapsamlıdır.

Eser: Sahabî veya da tabiîye dayandırılan rivayettir. Bazı hâl­lerde, Peygamber (sav) belirtilerek O'na da isnâd edilebilir.

Kudsî hadis: Allah Resûlü'nün (sav), yüce Rabbinden yaptığı rivayettir. Rabbani hadis veya ilâhî hadis de denir.

"Ben kulumun yanında hakkımda zan ettiği gibiyim. O Beni andığı vakit, Ben onunla birlikte olurum. Eğer beni nefsinde anarsa, Ben de onu kendi nefsimde anarım. Eğer Beni bir toplulukta anarsa, Ben de onu daha hayırlı bir toplulukta anarım." (Bulıâri-Müslim)

Kudsî hadis konum bakımından Kur'ân ile nebevi hadis ara­sında bir yerdedir. Çünkü Kur'ân-ı Kerim hem lafız, hem mânâ bakımından yüce Allah'a nispet edilirken Nebevi hadis hem lafız, hem mânâ olarak Peygamberimize nispet edilir. Kudsî hadis ise mânâ itibarıyla yüce Allah'a nispet edilir, ama lafız itibarıyla de-

Bu itibarla kudsî hadis, ibadet maksadıyla okunmaz ve na­mazda tilâvet edilmez. Kur'ân-ı Kerim'de olduğu gibi tevatür tarî-kıyla da nakledilmemiştir. Aksine kimi kudsî hadis sahih, kimi zayıf, kimisi de uydurmadır.

 

Naklediliş Bakımından Hadisler

 

1 Mütevâtir:

 

Genel olarak yalan üzerinde anlaşmaları imkânsız olan bir topluluğun rivayet ettiği ve maddî bir şeye dayandırdıkları riva­yettir.

Mütevâtir, hem lafız, hem mânâ itibarıyla mütevâtir ve sadece manâsıyla mütevâtir olmak üzere iki kısma ayrılır.

Hem lafız, hem mânâ itibarıyla mütevâtir: Râvilerin hem lafzı, hem de mânâsı üzerinde ittifak ettikleri mütevâtir rivayet­tir.

Mânâ itibarıyla mütevâtir: Râvilerin anlam üzerinde ittifak ettikleri, fakat her rivayetin özel mânâsı ile münferid kaldığı ri­vayetlerdir.

Mestler üzerine mesh etmeye dair hadisler buna örnektir. Mütevâtir hadis, her iki kısmıyla:

a- İlim ifade eder. Bu, kendisinden nakledildiği zâta nispetinin sahih olduğunun kafi olması demektir.

b- Haber verme şeklindeyse tasdik edilmesi, istek (emir ve ya­sak) ihtiva ediyorsa uygulanması suretiyle gereğinin yapılmasını ifade eder.

 

2. Âhâd:

 

Mütevâtir dışında kalan rivayetlerdir.

Rivayet tarîkları bakımından Meşhur, Aziz ve Garîb olmak üzere üç kısma ayrılır.

1- Meşhur: Üç ve daha fazla kişinin rivayet ettiği ancak teva­tür derecesine ulaşmayan rivayettir.

Örnek:   "Müslüman   diğer  müslümanların   dilinden   ve elinden kurtulduğu kimsedir." (Tirmizî, İman 12; Nesâî, İman 8)

2- Azîz: Sadece iki kişinin naklettiği rivayettir.

Örnek: "Sizden herhangi biri beni çocuğundan, babasın­dan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe (tam) iman etmiş sayılmaz." (Buhârî, İman 8; Müslim, İman 70; Nesâî, İman, 19)

3- Garîb: Sadece bir kişinin naklettiği rivayettir.

Örnek: "Ameller ancak niyetlerledir ve her kişi için sa­dece niyeti vardır..." (Buhârî, Bed'u'1-vahy 1, Itk 6, Menâkıbu'l-Ensâr 45, Nikah 5, Eyman 23, Hiyel 1; Müslim, İmaret 155, (1907); Ebû Dâvud, Talak 11; Tirmizî, Fezâilu'l-cilıad 16; Nesâî, Taharet 60)

Bu hadisi sadece Ömer b. el-Hattâb (ra) rivayet etmiştir. On­dan da sadece Alkâme b. Ebi Vakkâs rivayet etmiştir. Alkame'den ise yalnız Muhammed b. İbrahim et-Teymî rivayet etmiştir. Mu-hammed'den sadece Yahya b. Saîd el-Ensarî rivayet etmiştir. Bun­ların hepsi de tâbiîndendir. Yahya'dan ise pek çok kimse rivayet etmiştir.

Derece itibarıyla da beş kısma ayrılır:

1- Sahih li zâtibî: Zaptı tam, adaletli râvinin kopukluk bu­lunmayan (=muttasıl) bir senedle rivayet ettiği, şâz olmayan ve bu mertebeden kabule engel bir illeti bulunmayan rivayettir.

Örnek: "Allah kim hakkında hayır murad ederse onu dinde fakih kılar." (Buhârî, Farzu'l-humus 7, İlm 13, İ'tisâm 10; Müslim, İmaret 98, Zekât 98, 100; Tirmizî, İlm 1)

Hadisin sıhhati üç hususla bilinir:

a- Hadis'in Buhârî ve Müslim'in Sahih'leri gibi rivayetlerine güvenilen kimselerce tasnif edilen eserlerde bulunması.

b- Hadislerin sıhhatini tespitte sözüne güvenilen ve bununla birlikte bu hususta esneklikle tanınmamış imam bir zâtın, hadi­sin sıhhatini açıkça ifade etmesi.

c- Râvilerinin ve rivayet kanallarının tetkik edilmesi.

Eğer sıhhat şartları eksiksiz olarak tesbit edilebilirse, o zaman hadisin sahih olduğuna hükmedilir.

2- Sahih li gayrihî: Bir kaç kanaldan rivayet edilmesi hâlin­de, hasen li zatihi olan hadistir.

Örnek: "Eğer ümmetim üzerine zahmet vermeyecek ol­saydım, her namazda misvak kullanmalarını emrederdim

(Buhârî, Cum'a 8, Temenni 9; Müslim, Taharet 42; Muvatta, Taharet 115, (1 66); Ebû Dâvud, Taharet 115, (46); Tirmizî, Taharet 18; Nesâî, Taharet 7)

Bu hadisi Ebû Hüreyre (ra) rivayet etmiştir. Hadisin raviler. arasında Muhammed b. Amr bulunmaktadır. Bu zat, adalet yö­nünden mükemmel olmakla bereber hafıza kusuru ile tenkıc edilmiştir. Bu yüzden hadis, sıhhat şartlarına haiz olamamışta Ancak hadis, râvilerinin hiçbiri tenkide uğramamış ve içinde ad: geçen râvinin bulunmadığı başka senedlerle de nakledilmiştir. Bu sebeple hadiste bulunan şüpheler giderilmiş ve sahih derecesine çıkmıştır. Fakat diğer rivayetlerin desteğiyle sıhhate ulaştığı için "Sahih li gayrini" olmuştur.

Buna "sahih li gayrihî" denilmesinin sebebi herbir rivayet tarîkinin tek başına ele alınması hâlinde sahih mertebesine ula­şanı am asıdır.

3- Hasen li zâtihî: Adaletli olmakla birlikte zaptı pek kuvvetli olmayan bir kimsenin muttasıl bir senetle rivayet ettiği, şâz ve merdûd olmayı gerektiren illetten uzak hadistir.

Hasen li zâtihî ile sahih li zâtihî arasındaki tek fark, sahih ha­diste zaptın tam olma şartının koşulması ile birlikte, hasen lı zâtihide bunun şart olmamasıdır.

Örnek: "Namazın anahtarı taharet (abdest), tahrîmi (namaz dolayısıyla bazı fiillerin haram kılınması) iftitah tekbiri, tahlili (namaz dışındaki fiillerin mubah olması) ise selam vermektir." (Ebû Dâvud, Taharet 31; Tirmizî, Taharet, 3)

4- Hasen li gayrihî: Zayıf hadisin, biri diğerini telafi, edecek ve aralarında yalancı ve yalanla itham olunmuş bir râvi bulun­mayacak şekilde birkaç tanktan nakledilmesidir.

Örnek: Ömer b. el-Hattab (ra) dedi ki: "Allah Resulü (sav) dua ettiğinde ellerini uzattığı takdirde onları yüzüne sür­meden geri çekmezdi." (Ebû Dâvud, Tirmizî)

Bu hadisi Tirmizî rivayet etmiştir. Hadisin Ebû Dâvûd ve baş­ka eserlerde şahitleri bulunmaktadır. Bunların toplamı hadisin hasen olmasını gerektirir.

Hasen li gayrihi deniliş sebebi, herbir rivayet tarîki tek basma ele alındığında hasen mertebesine ulaşamamasıdır. Fakat başka rivayet tarîkleri mevcut olunca bu mertebeye ulaşacak kuvveti kazanmaktadır.

5- Zayıf: Sahih ve hasen şartlarını taşımayan hadistir.

Örnek: "Sû-i zanda bulunarak insanlardan korununuz" hadisi.

 

Munkatı Hadis

 

Munkatı' sened: Senedi muttasıl olmayan demektir. Daha önce sahih ve hasen hadisin şartları arasında senedin muttasıl olması gerektiği belirtilmişti.    .

Munkatı' senedin dört kısmı vardır: Mürsel, mu'allak, mu'dal ve munkatı':

1- Mürsel: Sahabînin ya da tabiînden bir kimsenin Allah Re-sûlü'nden (sav) duymadığı bir şeyi O'na ref etmesi (nispet etmesi) demektir.

2- Mu'allak: Senedinin baş tarafları zikredilmeyen hadistir.

Bazen mu'allak ile senedinin tamamı zikredilmemiş hadis de kasdedilebilir. Buhârî'nin: "Peygamber (sav) her zaman Al­lah'ı zikrederdi" rivayeti gibi.

Umdetu'l-kârî müellifi gibi musanniflerin sened zikretmeksizin hadisi aldıkları asıl kaynaklara nispet ederek nakletmelerine ge­lince, hadisin nispet edildiği asıl kaynağa bakılmadıkça mu'allak olduğuna hüküm verilmez. Çünkü onu nakleden, hadisi bizzat senediyle nakleden değildir. O fer' durumundadır, fer'in hükmü ise aslın hükmü ile aynıdır.

3-  Mu'dal: Senedinde arka arkaya iki ve daha fazla râvinin zikredümediği hadistir.

4- Munkatı*: Senedinde bir ya da arka arkaya olmamak şar­tıyla daha fazla râvinin zikre dilmediği hadistir.

Meselâ, Buhârî şöyle der: Bize el-Humeydî Abdullah b. ez-Zübeyr anlattı dedi ki: Bize Süfyan anlattı, dedi ki: Bize Yahya b. Said el-Ensarî anlattı, dedi ki: Bana Muhammed b. İbrahim et-Teymî'nin haber verdiğine göre o Alkanıe b. Ebi Vakkas el-Leysî'yi şöyle derken dinlemiştir: Ben Ömer b. el-Hattab (ra)'ı minber üze­rinde şöyle derken dinledim: Resûlüllah (sav)'i şöyle buyururken duydum: "Ameller ancak niyetler iledir..." (Buhârî, Bed'u'1-vahy 1; Itk 6, Menâkıbu'l-Ensâr 45, Nikah 5, Eyman 23, Hiyel 1) Eğer bu senetten Ömer b. el-Hattab (ra) kaldırılacak olursa hadise "mürsel" adı ve­rilir.

Eğer "el-Humeydî" zikredilmezse mu'allak denilir.

Senedinde Süfyan ile Yahya b. Said zikredilmeyecek olursa mu'dal adını alır.

Şayet sadece Süfyan veya onunla birlikte et-Teymî de zikre­dilmeyecek olursa munkatı' adını alır.

Senedi munkatı' hadis; zikredilmeyen râvinin durumu bilin­mediği için bütün kısımlanyla merduttur. Aşağıdakiler müstesna:

a- Sahabînin rivayet ettiği mürsel,

b- ilim ehlinden pekçok kimseye göre tabiînin büyüklerinin ri­vayet ettiği mürsel, eğer bir başka mürsel ile yahut Sahabînin uy­gulaması, ameli ya da kıyas ile desteklenirse,

c- Mu'allak: Eğer Buhârî gibi sahih rivayetlerin zikredilmesi esası ile yazılmış bir kitapta kesin ifadeler ile mu'allak olarak zik-redilmişse,

d- Bir başka tarîktan muttasıl olarak rivayet edilmiş olup ka­bul şartlarını da eksiksiz olarak taşıyorsa.

 

Tedlîs

 

Tedlîs: Hadisi gerçekte bulunduğu dereceden daha üstün bir mertebede olduğunu düşündürecek bir senedle nakletmektir.

Tedlîs iki kısımdır: İsnâdda tedlîs ve şuyûh Tedlîsi

1)  İsnâdda Tedlîs: Kişinin, karşılaştığı kimselerden duyma­dığı bir sözü yahut yaptığını görmediği bir fiili o sözü duyduğunu ya da (o fiili) gördüğünü düşündürecek şekilde rivayet etmesidir. Meselâ dedi, yaptı, ya da filandan filan dedi yahut yaptı ve buna benzer ifadeler kullanması.

2) Şuyûh Tedlîsi: Rivayeti naklederek şeyhini (hadis aldığı hocasını) meşhur olduğu nitelikten bir başkası ile zikretmesi ve böylelikle onun bir başka râvi olduğu izlenimini vermesidir. Râvi bunu genelde hocasının kendisinden yaşça daha küçük olmasın­dan Ötürü yapar ve daha aşağı mertebede bulunan birinden riva­yet ettiğinin açığa çıkmasını istemez. Ya da hocalarının fazla ol­duğunun sanılması İçin ya da başka maksatlarla yapar.

Tedlîs yapanlar pek çoktur. Aralarında zayıf râviler de, sika râviler de vardır. Hasan-ı Basri, Humeyd et-Tavîl, Süleyman b. Mehran, el-A'meş, Muhammed b. İshâk gibi.

Hadis hafizları tedlîs yapanları beş mertebeye ayırmışlardır:

1- Tedlîs yaptığı nadiren görülenler Yahya b. Saîd gibi.

2- Hadis imamlarının Tedlîs yapmasını muhtemel görmekle birlikte, imamlığı ve yaptığı rivayetlere göre tedlîsinin azlığı sebe­biyle sahihlerde rivayetleri nakledilenler. Süfyan es-Sevrî gibi. Ya da sadece sika bir râviden tedlîs yapanlar; Süfyan b. Uyeyne gibi.

3- Ebû Zübeyr el-Mekkî gibi sikalara bağlı kalmaksızın (her­kesten) bolca Tedlîs yapanlar.

4- Çoğunlukla zayıf ve meçhul râvilerin rivayetlerini Tedlîs yaparak nakledenler. Bakiyye b. el-Velid gibi.

5- Bir başka sebep dolayısıyla zayıf râvi kabul edilenler. Ab­dullah b. Lehîa gibi.

Müdelüsin naklettiği hadis makbul değildir. Ancak kendisi si­ka bir râvi olur ve rivayet naklettiği kimseden doğrudan hadisi aldığını açıkça ifade ederse müstesna. Bu durumda meselâ, şöyle der: Filanı şöyle derken dinledim, yahut şöyle yaparken gördüm yahut bana anlattı ve buna benzer bir ifade kullanmalıdır.

Şu var ki Buharı ve Müslim'in Sahihlerinde Tedlîs yapan sika râvilerden Tedlîs sigası ile gelen rivayetler makbuldür. Çünkü hadis imamları bu iki eserde nakledilen rivayetleri hiçbir ayırım yapmaksızın kabul etmişlerdir.

 

Muzdarib

 

Muzdarib: Râvilerin, senedinde ya da metninde ihtilâf ettikleri ve bunların birarada telifine ya da tercihine imkân bulunmayan hadislere denir.

Örnek: Ebû Bekr (ra)'dan rivayet edildiğine göre o Peygamber (sav)'e: Gördüğüm kadarıyla saçların ağardı demiş, Peygamber (sav) de bunun üzerine:

"Saçlarımı Hud (suresi) ve kardeşleri ağarttı" buyurmuş-tu.(Tirmizi, Tefsir, Vâkı'a, 3293)

Bu hadis yaklaşık on farklı şekilde rivayet edilmiştir. Muttasıl ve mürsel olarak rivayet edildiği gibi Ebû Bekir, Aişe ve Sa'd'dan müsned olarak da rivayet edilmiştir. Ancak telifin de, tercihin de mümkün olamayacağı daha başka ihtilaflarla da rivayet edilmiş­tir.

Şayet cem' (rivayetlerin telifi) mümkün olursa cem' etmek ge­rekir ve ızdırab ortadan kalkar.

Örnek: Peygamber (sav)'in Veda haccında ihrama hangi niyetle girdiğine dair rivayetler arasında ihtilâf bulunmaktadır. Bu riva­yetlerin bazısında hac için ihrama girdiği belirtilirken, bazısında da temettü' haccı için ihrama girmiş, bir diğer kısmında da hac ve umreyi birlikte (=hacc-ı kıran) yapmak üzere niyetlendiği zikre­dilmiştir.

Eğer tercih yapma imkânı olursa tercih edilene göre amel edi­lir ve aynı şekilde ızdırab ortadan kalkmış olur. Meselâ: Büreyde (r.anhâ)'nm hadisindeki rivayetlerin ihtilafı böyledir. Kendisi azad edildiğinde Peygamber (sav) onu kocası ile birlikte evli kal­mayı sürdürmek yahut ondan ayrılmak hâllerinden birini seçmek­te serbest bırakmıştı. Acaba kocası o zaman hür müydü, köle miy­di?

el-Esved'in, Âişe (r.anhâ)'dan rivayetine göre kocası hür idi. Urve b. ez-Zübeyr ile Kasım b. Muhammed b. Ebi Bekr'in rivaye­tine göre ise köle idi. Her ikisinin rivayeti el-Esved'in rivayetine tercih edilmiştir. Buna sebep ise Urve ile Kasım'ın, Aişe'ye olan akrabalıklarıdır. Çünkü Aişe (r.anhâ), Urve'nin teyzesi, Kasım'm halası idi. Esved ise akrabalık bağı bulunmayan yabancı biri ol­manın yanında, rivayetinde inkıta' bulunan bir râvidir.

Muzdarib hadis zayıftır, delil olarak kullanılamaz. Çünkü muzdarib olması râvüerinin zapt sahibi olmadıklarını gösterir. Ancak eğer ızdırab, hadisin aslı ile ilgili değilse zarar vermez.

Aynı şekilde râyinin kimliği hususunda ittifak edilmekle bir­likte adında, künyesinde ya da benzer bir husustaki ayrılıklar da ızdırâbı gerektirmez. Nitekim bu, sahih hadislerde çokça görülen bir husustur.

Metinde İdrâc

 

Metinde idrâc: Râvilerden birisinin hadise gerekli açıklamayı yapmaksızın kendiliğinden bir söz sokuşturması dır. Bunu ya bir kelimeyi açıklamak, ya bir hüküm çıkarmak ya da bir hikmeti beyan etmek için yapar.

idrâc hadisin başında, ortasında ve sonunda olabilir.

Başında yapılan idrâca örnek: Ebû Hüreyre (ra)'m rivayeti: "[Abdest azalarını iyice yıkayınız]. Ayak topuklarının ateşten vay hâline/"(Buhkrl İlim 30, VudıV, 27,29; Müslim, Taharet, 25-28,30; Ebû Dâvud, Taharet, 46)

Buradaki "abdest azalarını iyice yıkayınız" ifadesi Ebû Hüreyre'nin sözünden sokuşturulmuş bir ifadedir. Buhârî'nin yine ondan naklettiği şöyle dediğine dair rivayet bunu açıklamaktadır: Ebû Hüreyre dedi ki: Abdest azalarını iyice yıkayınız. Çünkü Ebu'l-Kasım (sav) buyurdu ki: "Ateşten topukların vay hâline!"

Bir delil bulunmadıkça hadiste idrâc olduğuna hüküm verile­mez. Bu, ya râvinin kendi sözüyle veya muteber bir imamın sö­züyle ya da sözün kendisinden Peygamber (sav)'in söylemesinin imkansız olduğunun anlaşılmasıyla bilinir.

 

Mânâ İle Hadis Rivayeti

 

Mânâ ile hadis rivayeti: Hadisi, mânâsını bozmamak şartıyla rivayet edilen kişinin kullandığı lafızlardan başka lafızlar kulla­narak nakletmektir.

Ancak üç şartla caizdir:

1- Dil ve kendisinden rivayette bulunulanın maksadı açısından hadisin anlamını bilmesi.

2-Râvinin hadisin anlamını ezberlemiş olmakla birlikte lafzını unutması sebebiyle bunu gerektiren bir zorunluluğun bulunması.

Eğer lafzını hatırlıyorsa muhatabın dili ile ona anlatmaya ge­rek duyulması hâli dışında değişiklikte bulunması caiz değildir.

3- Lafzın, zikir ve benzeri hadislerde olduğu gibi telaffuzları ile ibadet edilen türden olmaması.

Eğer hadisi manâsıyla rivayet ederse bunu hissettirecek ifade­ler kullanarak hadisin sonunda: "Yahut nasıl buyurmuşsa öyle" ya da "buna yakın ifadelerle..." demesi gerekir.

Namazda bilmeden konuşan Muaviye b. el-Hakem'in hadisinde de nakledildiği üzere Peygamber (sav) namaz kıldıktan sonra ona şunları söylemişti:

"Şüphesiz bu namazda insanların sözleri türünden şey­ler konuşmak uygun değildir. Onda söylenebilecek sözler teşbih, tekbir ve Kur'ân kıraatidir."

 

Cerh Ve Ta'dıl

 

Cerh: Râvinin, rivayetinin reddedilmesini gerektiren bir niteliğe sahip olduğunu tesbit etmek ya da kabul edilmesini gerektiren bir niteliğe sahip olmadığını belirterek, rivayetinin reddedilmesini icap ettirecek şekilde değerlendirmektir. Râvi hakkında: O kezzâbtır (çok yalancıdır), fasıktır, zayıftır, sika değildir, muteber değildir ya da hadisi yazılmaz, demek gibi.

Cerh mutlak ve mukayyed olmak üzere iki kısma ayrılır:

E Mutlak: Râvinin herhangi bir kayıt söz konusu edilmeden

cerh edildiğini belirtmek. Bu, o râvinin rivayetinin her şekilde reddedilmesini gerektirir.

Mukayyed: Râvinin şeyh (hoca) ya da taife ya da buna benzer muayyen bir şeye nispetle cerhe dilmesi. Bu, o muayyen şeyle ilgili rivayetinin reddedilmesini gerektiren bir illet olur, başka husus­lar için olmaz.

Meselâ: İbni Hacer, et-Takrib'de Zeyd b. el-Hünıâm hakkında: "Ondan Müslim de rivayet etmiştir". Doğru sözlüdür. Fakat es-Sevrî tankıyla gelen hadislerinde hata eder. Bu durumda sadece es-Sevrî'den rivayet ettiği hadisleri zayıf olur.

Cerhin mukayyed olarak sözkonusu edilmesinden kasıt, onun bu kayıtlı konuda sika olduğu iddiasını bertaraf etmek ise, başka hususlarda zayıf olmasına da engel değildir.

Cerhin bazı mertebeleri vardır:

En yüksek mertebe, bu hususta en ileri noktaya ulaşıldığına delâlet eden ifadelerdir. İnsanlar arasında en yalancı kişidir, ya­lancılıkta bir temel taşıdır ifadeleri gibi.

ikinci derecede mübalağaya delâlet eden ifadeler gelir. O kezzâbtır (çok yalancıdır), vaddâ'dır (çok hadis uydurur) ve deccâldir ifadeleri gibi.

En hafifleri ise o leyyfrı (yumuşak, gevşek), hıfzı kötü ya da hakkında konuşulmuştur, anlamındaki nitelemelerdir. Cerhin kabul edilmesi beş şarta bağlıdır:

1- Cerh yapanın adaletli olması gerekir. Fâsıkm cerhi kabul edilmez.

2- Dikkatli birisi tarafından yapılmalıdır. Dalgın ve dikkatsiz kimsenin cerhi kabul edilmez.

3-Cerh sebeplerini iyi bilen birisi tarafından yapılmalıdır. Hâvi eleştiri ve cerh sebeplerini bilmeyenin cerhi kabul edilmez.

4- Cerhin sebebini açıklamalıdır. Kapalı ifadelerle cerh kabul edilmez. Meselâ: Zayıftır demek ya da hadisi kabul edilmez de­mekle yetinilmez. Bunun sebebini de açıklaması gerekir. Çünkü kişiyi sebepsiz yere cerhetmeye kalkışmış olabilir. Tercih edilen görüş budur.

5- Adaleti herkesçe bilinen ve imamlığı şöhret bulmuş kimse hakkında yapılmamalıdır. Nafi, Şu'be, Mâlik ve Buhârî gibi. Bu ve benzerleri hakkındaki cerh ifadeleri kabul edilmez.

Ta'dîl: Râvinin rivayetinin kabul edilmesini gerektiren bir sı­fata sahip olduğunun ve rivayetinin reddedilmesini gerektiren bir sıfatının bulunmadığının ifade edilmesidir. O sikadır, o sağlam birisidir, onda bir sakınca yoktur ya da hadisi reddolunmaz de­nilmesi gibi.

Mutlak ve mukayyed olmak üzere iki kısma ayrılır:

1- Mutlak: Râvinin herhangi bir kayıt konulmadan adaletle anılmasıdır. Bu onun her durumda sika olduğunun belirtilmesi demektir.

2-Mukayyed: Râvinin şeyh, cemaat ya da benzeri belli bir şe­ye nispetle âdil olduğunun belirtilmesidir. Bu durumda yalnız o muayyen şeye nispetle sika olduğu -başka hususlarda böyle olma­dığını- ifade edilmiş olur.

O, Nâiı'den rivayet ettiği hadisleriyle veya Medineliler'den ri­vayet ettiği hadisleriyle sika birisidir, denilmesi gibi.

Ta'dîlin dereceleri vardır: En üst derece, bu hususta en ileride olduğuna delâlet eden ifadelerdir. İnsanların en sikasıdır, sağlam rivayet etmekte, gibi.

Sonra bir ya da iki sıfat ile pekiştirilen sikalıktır. Örneğin si­kadır, sikadır yahut sikadır, sebt (sağlam)dır gibi.

En alt derecesi ise en hafif cerhe yakın olduğunu hissettiren ifadelerdir. Sâlihtir yahut mukaribdir ya da hadisi rivayet edilir türü ifadeler gibi..

Ta'dîlin kabul edilmesi dört şarta bağlıdır:

1- Ta'dîl yapanın adaletli olması gerekir, fâsık bir kimsenin Ta'dîli kabul edilmez.

2- Uyanık olması gerekir. Dış görünüşe aldanan gafil kimsenin Ta'dîli kabul edilmez.

3- Adalet sebeplerini bilen bir kimse tarafından yapılmalıdır. Kabul ve red sıfatlarını bilmeyenin Ta'dîli kabul edilmez.

4- Rivayetinin reddedilmesini gereken yalancılık, açık fasıklık ya da buna benzer bir husus ile ün salmış bir kimse hakkında ya­pılmamış olmalıdır.

 

Haberin, İzafet Edildiği Kimse Bakımından Türleri

 

Haber izafet edildiği kimse itibarıyla üçe ayrılır: Merfû', Mev­kuf ve Maktu'.

I- Merfû': Peygamber (sav)'e izafe edilendir. Kendi içinde iki kısma ayrılır. Sarih (açık) merfû' ve Hükmen merfû':

a- Sarih merfû': Bizzat Peygamber (sav)'e izafe edilen söz, fiil, takrir, ahlakî sıfat ya da yaratılışının niteliği ile ilgili şeylerdir.

b- Hükmen merfû': Peygamber (sav)'e izafe edilmiş hükmünü taşıyan rivayetlerdir. Bu da birkaç türlüdür:

1- Kişisel görüş olarak ifade edilmesi mümkün olmamak, tefsir mahiyetinde olmamak, sözün sahibi Isrâiliyâtı kabul etmekle ta­nınan birisi olmamak şartıyla, sahabîye ait söz. Meselâ bu söz kı­yametin alametleri yahut kıyametin hâlleri ya da amellerin karşı­lıkları ile ilgili bir haberse ve kişisel görüş türündense o zaman mevkuf sayılır.

Eğer tefsir mahiyetinde ise aslolan kendi hükmünü almasıdır. Tefsir türü rivayetler mevkuf olur.

Söz sahibi, İsrâüiyâtı kabul etmekle tanınmış biriyse, bu du­rumda o söz İsrâiliyâta dair bir haber yahut merfû' bir hadis ol­mak arasındadır. Varolan şüphe sebebiyle hadis olduğu şeklinde hüküm verilmez.

Abâdile olarak bilinen Abdullah b. Abbas, Abdullah b. ez-Zübeyr, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Amr'm Kâb el-Ahbar'dan yahut başkasından İsrail oğullarına dair birtakım ha­berleri aldıkları muhaddisler tarafından belirtilmiştir.

2- Kişisel   görüş  kabilinden  olmasına  imkân  bulunmayan Sahabî fiili. Buna örnek olarak Ali (ra)'ui küsuf namazını her rekatte iki rükû'dan fazla rükû' yaparak kılmasını göstermişler­dir.

3-Sahabînin herhangi bir hususu Peygamber (sav) dönemine izafe etmekle birlikte peygamberin bundan haberdar olduğunu belirtmemesi. Ebû Bekr (ra)'m kızı Esma (r.anhâ)'nm: Biz Pey­gamber (sav) döneminde Medine'de bir at kestik ve onu yedik, şek­lindeki sözü buna örnektir.

4- Sahabînin herhangi bir hususun sünnetten olduğunu söy­lemesi. İbni Mesûd (ra)'ın: -Namazdakini kastederek- teşehhüdü gizli okumak sünnettir, demesi gibi.

Bu sözü tabiînden biri söylerse bunun merfû' olduğu söylendiği gibi, mevkuf olduğu da söylenmiştir.

5- Sahabînin: Biz emrolunduk, bize yasak kılındı, insanlara emredildi ve benzeri sözler söylemesi.

Ümmü Atiyye (r.anhâ)'nın söylediği: Bize iki bayramda hür kadınları (namazgaha) çıkarmamız emredildi; sözü ile; bizlere ce­naze teşyî etmek yasaklandı. Ancak bu hususta kesin bir ifade kullanılmadı, sözü.

6- Sahabînin herhangi bir şey hakkında masiyet hükmünü ver­mesi. Ebû Hüreyre (ra)'m ezandan sonra nıescidden ayrılan kimse hakkındaki: Buna gelince Ebu'l-Kasım (sav)'e isyan etti, sözü gibi.

Aynı şekilde Sahabînin herhangi bir şeyin itaat olduğu hük­münü vermesi de böyledir.

7- Hadisi rivayet edenlerin sahabî hakkında hadisi (peygambe­re) ref etti ya da rivayet etti, demeleri. Said b. Cübeyr'in, İbni Ab­bas (ra)'dan şöyle'dediğine dair rivayeti gibi: Şifa üç şeydedir. Bir içim bal, hacamat bıçağının kesiği ve bir ateşle dağlamaktır ve ben ümmetime dağlamayı yasaklıyorum, deyip hadisi (Peygam-ber'e) dayandırması gibi.

Aynı şekilde sahabî hakkında: ve hadisi nakletti yahut ona nis­pet etti veya hadisi Peygamber'e kadar ulaştırdı ve buna benzer ifadeler kullanılması da böyledir. Bu tür ibareler açık (sarih) merfû' hükmündedir.

II  Mevkuf: Sahabîye izafe edilmekle birlikte merfû' hükmü kesinleşmeyen rivayettir. Meselâ, Ömer b. el-Hattab (ra)'m şu sö­zü böyledir: Alimin yanılması, münafığın Kitab'a dayanarak mü­cadele etmesi ve saptırıcı imamların hükümleri yıkar.

III  Maktu': Tabiîye ve ondan sonra gelenlerden birisine izafe edilen hadistir.

Örnek: İbni Sîrin'in şu sözü: "Bu ilim bir dindir. Buna göre di­ninizi kimden aldığınıza dikkat ediniz."

 

Râvi Tanımları

 

Sahabî

 

Peygamber (sav) ile O'na iman ederek birlikte olan yahut O'nu gören ve bu hâl üzere ölen kimsedir.

Buna göre önce irtidâd eden, sonra tekrar İslama dönen kimse­ler de sahabî tanımına girer. el-Eş'as b. Kays gibi. Çünkü o Pey­gamber (sav)'in vefatından sonra irtidad eden kimselerdendi. Da­ha sonra Ebû Bekir'in huzuruna esir olarak getirildi, tevbe etti. Ebû Bekir (ra) da onun tevbesini kabul etti.

Peygamber (sav) hayattayken O'na iman etmekle birlikte, O'nunla görüşmeyen kimseler bu kapsam dışında kalır. Necaşı gibi. İrtidad edip de mürted olarak ölen kimseler de böyledir. Ab­dullah b. Hatal gibi.

Ashab-ı kiramın sayısı çoktur. Sayılarını kesin olarak tesbit etmeye imkân yoktur. Ancak yaklaşık olarak yüzondörtbin kişi oldukları söylenmiştir.

Ashabın hepsi sikadır ve adaletlidir. Onlardan bir kişinin dahi rivayeti makbuldür. İsterse bu kişi meçhul olsun. Bundan dolayı, Sahabînin cehaleti (kim olduğunun bilinmemesi) zarar vermez, denilmiştir.

ibni Abbas (ra)'m şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bir bedevi Peygamber (sav)'e gelerek:

"Ben hilali -Ramazan ayı hilalini kastediyor- gördüm dedi." Peygamberimiz:

"Allah'tan başka ilah olmadığına şehâdet ediyor mu­sun?" diye sorunca, bedevi:

"Evet dedi. Peygamber:

"Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehâdet ediyor musun?" diye sordu. Bedevi yine:

"Evet" dedi. Peygamber şöyle buyurdu:

"Ey Bilal kalk, insanlara yarın oruç tutmaları için nida et." (Ebû Dâvud, Sıyâm 14; Tirmizî, Savm 7; Nesâî, Savm 8; İbni Mâce, Sıyâm 6)

Bu hadis, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî tara­fından rivayet edilmiş olup İbni Huzeyme ve İbni Hibban sahih olduğunu belirtmişlerdir.

Son vefat eden sahabî Leysli Âmir b. Vasile olup, Mekke'de hicri 110 yılında vefat etmiştir. Kendisi Mekke'de en son vefat eden sahabîdir.

Medine'de en soıi vefat eden sahabî ise Hazrecii Ensardan Mahmud b. er-Rabi'dir. Hicri 99 yılında vefat etmiştir.

Şam bölgesinde son vefat eden sahabî Leys'li Vasile b. el-Eska'dır 86 hicri yılında vefat etmiştir.

Basra'da en son vefat eden Sahabî Hazredi ensardan Enes b. Mâlik'tir. 93 yılında vefat etmiştir.

Küfede en son vefat eden Sahabî Eslem'li Abdullah b. Ebi Evfadır. Hicri 87 yılında vefat etmiştir.

Mısır'da en son vefat eden Sahabî Abdullah b. el-Haris b. Ceze ez-Zebîdî olup Hicrî 89 yılında vefat etmiştir.

Hicrî 110 yılından sonra sahabe neslinden hiç kimse hayatta kalmamıştır.

Ashab-ı kiramdan en son vefat eden kişileri bilmenin iki fay­dası vardır:

1- Bu tarihten sonra ölen bir kimsenin sahabî olduğu iddiası kabul edilmez.

2- Bu tarihten Önce temyiz yaşma erişmeyen kimsenin saha­beden rivayet ettiği hadisler munkatı'dır.

 

Muhadram

 

Peygamber (sav)'e hayatta iken iman etmekle birlikte, O'nunla bir araya gelememiş olan kimseye denir. Muhadramlar ashab ile tabiîn arasında bağımsız bir tabakadır denildiği gibi, tabiînin bü­yükleridir, diye de söylenmiştir.

Bazı ilim adamları bunların yaklaşık kırk kişi kadar olduğunu dahi söylemiştir. Bunlardan bazıları: Üveys el-Karanî, el-Ahnef b. Kays, el-Esved b. Yezid, Sâd b. İyas, Abdullah b. Ukeym, Anır b. Heymun, Ebû Müslim el-Haylânî, Habeşistan kralı Necaşi.

Muhadram birinin rivayet ettiği hadis, tabiinin mürseli kak ündendir. Hüküm olarak munkatı olup kabul veya reddi nokts smda tabiînin naklettiği mürsel rivayetin kabulüyle ilgili kıstas lar uygulanır.

 

Tabiî

 

Peygamber (sav)'e iman eden bir kişi olarak Sahabî ile görüşe: ve bu hâli üzere ölen kimsedir.

Tabiûn hayli kalabalık olup sayılarının tesbitine imkân yoktu: Tabiûn üç tabakadır. Büyük, küçük ve orta.

Tabiûnun büyük tabakası rivayetlerinin çoğunluğu ashab-ı k ramdan olan kimselerdir. Saîd b. el-Müseyyeb, Urve b. ez-Züber ve Alkame b. Kays gibileri.

Orta tabaka hem sahabeden, hem de tabiîlerin büyüklerinde: çokça rivayette bulunan kimselerdir. Hasan-ı Basrî, Muhamme: b. Şîrîn, Mücâhid, İkrime, Katâde, Şa'bî, Zührî gibi.

Küçük tabaka, rivayetlerinin çoğunluğu tabiînden olan ve £.: sayıda Sahabî ile karşılaşmış kimselerdir, ibrahim en-Neha: Ebu'z-Zinâd ve Yahya b. Saîd gibi.

 

İsnâd

 

Sened de denir. Hadisi bize nakleden râvilerin zinciridir.

Meselâ: Buhârî dedi ki: Bize Abdullah b. Yusuf anlattı, bin Mâlik, İbni Şihab'dan, o Enes b. Mâlik (ra)'dan diye haber verdi ğine göre Resûlüllah (sav) şöyle buyurmuştur:

"Birbirinize buğzetmeyiniz, birbirinizi kıskanmayınız birbirinize sırtınızı çevirmeyiniz. Allah'ın kardeş kullar olunuz. Müslüman bir kimsenin, müslüman kardeşinde: üç günden fazla dargın durması helâl değildir." (Müslim, Birr ve Sıla, 23)

Bu senedde Abdullah b. Yusuf, Mâlik, İbni Şihab ve Enes \ Mâlik bulunmaktadır.

İsnâd, âlî ve nazil olmak üzere iki kısımdır:

Âlî isnâd: Sıhhate daha yakın olandır, nazil isnâd ise bunun aksidir.

Uluvv iki türlüdür. Sıfat itibarıyla uluvv, sayı itibarıyla uluvv.

1- Sıfat itibarıyla uluvv: Râvilerin zapt ya da adalet bakı­mından bir başka isnâddaki râvilerden daha güçlü olmalarıdır.

2-  Sayı bakımından uluvv: Bir senetteki râvi sayısının bir başka senede nispetle daha az olması demektir.

Sayı azlığının uluvv olmasının sebebi, aradaki vasıtalar azal­dıkça hata ihtimalinin azalmasından dolayıdır. Bundan dolayı böyle bir senedin sıhhat ihtimali daha yüksektir.

Nüzul ise uluvvün karşıtı olup sıfat itibarıyla nüzul ve sayı itibarıyla nüzul olmak üzere iki türlüdür.

1-  Sıfat itibarıyla nüzul: Bir senetteki râvilerin zapt ya da adalet bakımından bir diğer senetteki râvilerden daha zayıf olma­ları demektir.

2-  Sayı itibarıyla nüzul ise; bir senetteki râvi sayısının bir diğer senettekine nispetle daha çok olması demektir.

Bazan aynı isnâdda sıfat itibarıyla uluvv ve sayı itibarıyla uluvv türleri birlikte bulunabilir. Bu durumda böyle bir isnâd, hem sıfat bakımından, hem sayı bakımından âlî olur.

Bazan birisi olur, diğeri olmaz. Bu durumda sened nitelik ba­kımından âlî, sayı bakımından nazil olabilir ya da bunun aksi sözkonusu olur. Uluvv ve nüzul (senedin âh ve nazil oluşunu) bil­menin faydası, çelişme hâlinde âlî olan isnadın lehine tercihte bu­lunabilmektir.

 

Müselsel

 

Râvilerin gerek rivayet eden, gerek rivayetle ilgili aynı husus üzerinde ittifak etmeleri demektir.

Rivayet edenle ilgili hususa örnek: Muaz b. Cebel (ra)'ın rivâyetine göre Peygamber (sav) ona dedi ki: "Ey Muaz seni gerçek­ten seviyorum. Her namazın arkasında: "Allahım, Seni zik­retmek, Sana şükretmek ve Sana güzel bir şekilde ibadet etmek için bana yardım et" demeyi sakın bırakma." Bu ha­disi nakleden herkesin, kendisinden bunu rivayet edecek olana: "Ben de seni seviyorum, bu sebeple: Allah'ım... bana yardım et de" dediği zikredilmiştir.

Rivayetle ilgili olana örnek, Buhârî'nin Sahih'inde naklettiği şu hadistir: Bize Amr b. Hafs anlattı, bize babam anlattı, bize el-A'meş anlattı, bize Zeyd b. Vehb anlattı, bize Abdullah -İbni Mesud'u kastediyor- anlattı. Bize Resûlüllah (sav) -ki o hem doğru olandır, hem de doğruluğu tasdik olunandır- anlattı, dedi ki: "Siz­den birinizin hilkati annesinin karnında kırk günde bir araya getirilir. Sonra alaka (kan emen bir sülük gibi ya­pışkan) olur..." (Buharı, Kader 1, Bed'u'1-halk 6, Enbiyâ 1, Tevhid 28; Müs­lim, Kader 1; Ebû Dâvud, Sünnet 17)

Burada râvilerin tek bir siga üzerinde ittifak ettikleri teselsülen görülmüştür. O da "haddesenâ: bize anlattı" sözüdür.

Ya da bu hadis râvinin hocasından duyduğu ilk ya da son ha­dis olması hâlinde teselsül olursa, bu da müselsel olarak değer­lendirilir.

Müselselin faydası: Râvilerin birbirlerinden rivayet alışlarını iyice zaptettiklerini ve herbirinin kendinden öncekine tabi oluşta itina gösterdiğini açıkça ortaya koymaktır.

 

Hadis Yazımı

 

Hadis yazmak: Yazmak yoluyla hadis nakletmek demektir.

Bu yolda aslolan helâl olmasıdır. Çünkü bu bir araçtır. Pey­gamber (sav) de Abdullah b. Anır'a kendisinden duyduklarını yaz­ması için izin vermiştir. Bunu Ahmed b. Hanbel, hasen bir sened ile rivayet etmiştir. Eğer yazmaktan dolayı şer'î bir salanca ortaya çıkacağından korkulursa o zaman ona engel olunur. İşte Peygam­ber (sav)'in: "Benden Kur'ân'dan başka bir şey yazmayınız. Her kim benden Kur'ân'm dışında bir şey yazmışsa onu silsin." (Müslim) hadisi buna göre yorumlanır.

Sünnetin korunması ve şeriatin tebliği ancak yazmakla müm­kün olabiliyorsa o takdirde yazmak farz olur. Peygamber (sav)'in hadisini insanları yüce Allah'ın yoluna davet etmek ve onlara şeriatini tebliğ etmek üzere yazılı mektuplarla bildirmesi, buna göre açıklanır.

Hadisin yazılmasına itina göstermek gerekir. Çünkü bu, hadis nakletmenin iki yolundan birisidir. Hadis yazmanın iki niteliği söz konusudur. Vacip ve müstahsen.

Vacip olan yazma: Hadisi açık seçik, tereddüde düşürmeyen ve karışıklığa yol akmayan bir hat ile yazmaktır.

Müstahsen şekil ise aşağıdaki hususlara riâyet ederek yaz­makla mümkündür.

1- Yüce  Allah'ın   adı   geçtiği  yerde   "teâlâ,   azze  ve   celle, sübhânehu" lafızlarından birisini ya da bunlardan başka yüce Al­lah'a açık övgü ihtiva eden bir kelimeyi rumuza başvurmaksızın (tam  olarak)  yazmak.  Resûlüîlah  (sav)'in  adınm  geçtiği yerde "(sav)" yahut "aleyhi's-salâtu ve's-selâm" ifadelerini rumuz kul­lanmadan açık bir şekilde yazmak.

Bir sahabînin adı geçtiği vakit "ra=Allah ondan razı olsun" ya­zar.

Eğer bir tabiî ya da ondan sonra duayı hakedenlerden bir kim­se geçerse onun için "rahimehullah^Allah rahmet etsin" diye ya­zar.

2- Hadisin nassma başkasından ayırdedilecek şekilde bir işa­ret koyarak onu iki parantez () yahut iki köşeli parantez [ ] yahut iki daire 00 ya da buna benzer işaretler arasına alır ki, hadis başka şeylerle karışarak tereddüde düşülmesin.

3- Hataların düzeltilmesi için izlenen kurallara riâyet etmek.

4- Şayet iki ayrı kelime, iki ayrı satırda bulunuyor ve bunları birbirlerinden ayırmak yanlış bir mânâ izlenimi veriyorsa bu iki kelimeyi birbirinden ayırmam alı dır.

5- Muhaddisler arasında meşhur olanlar dışında rumuz lanmaktan uzak durmalıdır. Meşhur olan bu rumuzların şunlardır: "Haddesenâ" yerine "sena, nâ, desenâ? rumuz birisi yazılı olsa bile "haddesenâ" diye okunur.

"Kale" yerine "kaf harfi" rumuz olarak yazılır ve "kale: diye okunur. Çoğunlukla "kale" herhangi bir rumuz dahi maksızm hazfedilir, fakat hadis kıraati esnasında telaffuz edil:

 

Hadisin Tedvini

 

Hadis Peygamber (sav) döneminde ve dört halife dönemi: ir daha sonraları yapıldığı şekilde tedvin edilmiş değildi.

Beyhakî, el-Medhal'de, Urve b. ez-Zübeyr'den rivayet ettiçıe göre Ömer b. el-Hattab (ra) Sünnetlerii yazmak istedi. Bu hu?:.-::;-Allah Resûlü'nün (sav)'in ashabıyla istişare etti, onları yazz^ı doğrultusunda görüş belirttiler. Ömer (ra) bir ay boyunca buii-susta istiharede bulundu. Bir gün Allah ona bir karar vermeyi nasib etmiş hâlde sabahı etti ve şöyle dedi: Önceden Süneni Ccy-gamberin sünnetlerini) yazmak istedim. Daha sonra sizden ;i;e kimi kitaplar yazan ve sonra o kitaplara yönelerek Allah'ın Kita­bım terkeden bir kavmi hatırladım, Allah'a yemin ederim ki. :en Allah'ın Kitabını ebediyyen başka bir şeyle karıştırmayacağını

Daha sonra Ömer b. Abdu'1-Aziz (ra) halifeliği döneminde ha­disin kaybolacağından korktu. Medine'deki Kadısı Ebû Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm'e şunu yazdı: Bir bak! Peygazc-r (sav) hadisinden neler varsa onları yaz. Çünkü ben ilmin kayixjl-masmdan, alimlerin gitmesinden korkuyorum. Allah Resulü (sav)'in hadisi olmadıkça da kabul etme. İlmi yayınız ve bilen bil­meyene öğretmek için ilim meclislerinde otursun. Çünkü ilim pzli saldı tutulmadıkça kaybolup gitmez.

Aynı emirleri İslam dünyasının diğer bölgelerine de gönderdi. Sonra Muhammed b. Şihâb ez-Zührî'ye bunları tedvin etmesi em­rini verdi.

Böylelikle hadise dair ilk eser tasnif eden kişi emiri Ömer b. Abdu'l-Aziz'in emriyle Muhammed b. Şihâb ez-Zührî olmuştur. Allah ikisine de rahmet eylesin. Bu da hicri 100. yılın başlarında olmuştu. Daha sonra insanlar peşpeşe hadis eser­leri derlediler ve hadis tasnifinde çeşitli yollar izlediler.

 

Hadis Tasnif Yolları

 

Hadislerin iki türlü tasnif yolu vardır:

Usûl tasnifi: Bunlar hadisin, musannifden isnadın son nokta­sına ulaşıncaya kadar senediyle tasnif edildiği eserlerdir. Bunla­rın birtakım yöntemleri olup bazıları şunlardır:

1- Cüzler: Her bir ilim babı için özel ve bağımsız bir cüz tasnif edilir. Meselâ, namaz bahsi için özel bir cüz, zekât bahsi için özel bir cüz tasnif eder ve bu böylece sürüp gider. Nakledildiğine göre bu ez-Zührî ve çağdaşlarının izlediği yoldur.

2- Bablara göre tasnif: Tek bir cüzde birden çok bab bulunur ve bu bablar konulara göre düzenlenir. Fıkıh babları veya başka bablar   şeklinde.    Meselâ   Buhârî'nin,    Müslim'in   ve    Sünen sahihlerinin izledikleri yol budur.

3-  Müsnedlere göre tasnif: Her Şahabının hadislerini ayrı bir bölüm hâlinde toplayıp "Ebû Bekir'in Müsnedi"nde Ebû Be­kir'den    (ra)    naklettiği   bütün    rivayetleri    kaydeder.    Ömer Müsned'inde Ömer'den (ra) naklettiği bütün rivayetleri zikreder ve bu böylece sürüp gider. İmam Ahmed'in Müsnedinde izlediği yöntem gibi.

b- Furû' Tasnifi: Bunlar eseri tasnif edenlerin usûlden nak­lederek asıllarına nispet ile sened zikretmeksizin tasnif ettikleri eserlerdir. Bunun da çeşitli yöntemleri vardır. Bazıları:

1-  Bablara göre yapılan tasnif: İbni Hacer el-Askalanî'nin

Bulûğu'l-merâm, Abdu'1-Ğani el-Makdisî'nin Umdetu'l-ahkâm adlı eserleri gibi.

2- Alfabetik sıraya göre düzenlenmiş tasnif: Suyuti'nin el-Camiu's-sağir adlı eseri gibi.

Bunların dışında her iki türden de pek çok tasnif yöntemi var­dır. Bu da hadis ehlinin, hadis öğrenimi ve maksatlarının gerçek­leştirilmesi açısından, en uygun gördükleri yönteme göre yapılır.

 

Kütüb-i Sitte

 

Bu terim, aşağıdaki ana kitaplar hakkında kullanılır:

1- Sahih-i Buhârî

2- Sahih-i Müslim

3- Nesâî'nin Sünerii

4- Ebû Davud'un Sünen'i

5- Tirmizî'nin Sünen'i

6- İbni Mâce'nin Sünen'i

 

Usul-I Hadis

 

Usul-I Hadisin Mahiyeti

 

1- Usül-İ Hadisin Muhtevası:

 

Hadis usûlü adıyla inceleyeceğimiz konu, aslında Hadis usûlü ilmi olup Hadis İlminin Dirâyetü'l-hadis diye bilinen koludur. Ha­dis ilminin diğer kolu da Rivâyetü'l-hadis ilmidir.

Hadis'in sözlük anlamı yeni'dır. Eski demek olan kadim'in zıd-dıdır.

Hadis kelimesi Kur!an-ı Kerim'de söz ve haber, anlamlarında kullanılmıştır. Meselâ "Haydi omm gibi bir söz getirsinler" (Tur, 34) ayetinde söz, "Musa'nın haberi sana ulaştı mı?" (Taha, 20/9; Zâriyât, 24; Nâziât,,15) ayetinde de haber anlamındadır.

Hadisin terim anlamı ise, söz, fiil, takrir (onay), ahlaki ve fizikî sıfat olarak Hz. Peygambere izafe edilen her şeyin yazılı metinleri demektir. Çok özel ve dar anlamda Peygamber sözüne de hadis denir. Çoğulu ehâdîs'dir.

Usûl, asrın çoğuludur. Asıllar, kökler, kaynaklar mânâsına gelmektedir. Terim olarak yol, yöntem, sistem, düzen ve metod anlamlarında kullanılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında bir ilmin asıl konusundan önce öğrenilmesi gerekli esaslar, prensipler ve başlangıç bilgileri ve tekniklerini ifade etmektedir.

Hadis usûlcüleri dendiğinde,, hadis ilminin dirayete dayanan esas ve kuralları ile meşgul olan alimler (usûliyyûn) anlaşılır.

Hadis usûlü ilmi de hadis ilminin dayandığı prensipler, hadis metodolojisi demektir. Bu bilim dalına başlangıçta Mustalahu'l-hadis de denilmiştir. Aynı anlamda Ulûmu'l-hadis ifadesinin kullanıldığı da olmuştur.

Hadis usûlü, hadisin sened ve metnini kabul ve red yönünden inceleyen ilim dalıdır.

Hadis ilmi temelde rivâyetu'l-hadis ve dirâyetu'l-hadis diye iki ana bilim dalına ayrılmaktadır.

Rivâyetül-hadis ilmi, Rasûl-i Ekrem (sav)'in söz, fiil, takrir ve hâllerini; bunların zabt edilip usûlüne uygun olarak sonraki nesillere nakledilmelerini konu edinen hadis ilim dalıdır.

Mustalahu'l-hadis ve usûlü'l-hadis diye de isimlendirilen İJırâyetü'l-hadis ümi> "Sened ve metnin durumlarını anlamaya yardım eden kurallar ilmi" olarak tarif edilmektedir. Bu tariften anlaşılacağı üzere Dirâyetü'l-hadis ilmi, genel ve teorik kaideler doyarak râvî, rivayet ve mervî konularının inceleme ve eleştirisi­ne zemin hazırlamaktadır.

Dirâyetü'l-hadis ilmi ve dolayısıyla hadis usûlü edebiyatı da Rivâyetü'l-hadis ilmi ve edebiyatı gibi ashab-ı kiramın hadi; nakli ve rivayetinde gösterdikleri titizlik, araştırma (tesebbüt-taharri) ve denetim faaliyetlerine dayanmaktadır. Ashabın üst seviyede bir dikkat ve titizliğe sahip olmaları yanında, birbirle­rinden duydukları hadisleri daha iyi bilenden tahkik etmekten de geri kalmadıkları bilinmektedir. Hz. Aişe'nin (r.anhâ) yirmi kadai sahabînin rivayetlerini tashih ettiği bilinmektedir.

Sahabe ile başlayan bu araştırma ve tetkik gayretlen Dirâyetü'l-hadise ait kaidelerin şekillenmesine zemin hazırla mıştır. Tebliğ görevi ve Hz. Peygamber'e yalan isnâd etmeme gay­reti, hadis ilmine dair tüm çalışmaların temelinde yatan gerçek olmanın yanında, hadis usûlünün, erken bir dönemden itibaren uygulama alanına taşınmasını sağlamış olan asıl sebeptir.

Alimler her ilmin olduğu gibi hadis ilminin de esas ve metodlarını tesbit etmişlerdir. Bu ilmin konusu Allah Resûlü'nüi: hadisleri olunca metodolojisi diyebileceğimiz usûlü de, bunlar. bilmeye, sahihini zayıfından ve mevzu olanlardan ayırdetmeyr yarayacak esaslar, kaideler ile hadisleri nakleden râvilerin hâlle­rini açığa çıkarmaya yarayacak kurallardan ibarettir.

 

2- Usûl Bilgisinin Gerekliliği:

 

Usûl bilgisi hadislerden faydalanabilmek için şarttır. Usûl bil-meyince hadislerden hüküm çıkarmak imkânsız hâle gelir. Usîl bu açıdan bir tür istifâde metodudur. Onun için "usûl"e metodolo; de denmiştir.

Bilindiği üzere hadis, dinimizin ikinci kaynağıdır. İster Kur'ân-ı Kerîm'in daha iyi anlaşılmasında, isterse Kur'ân'da bu­lunmayan meselelerin, dinimizin ruhuna uygun şekilde açıklan:: değerlendirilmesinde olsun Allah Resulü (sav)'in sünnetine ihtiy» cimiz vardır. Hadis kitaplarından doğrudan istifade etmekse hay_ güç ve risklidir. İşte Usûl bilgisi bu zorlukları gidermeye ve riva­yetlerden kolayca istifâde etmeye yarar.

 

3- Usûl Kurallarının Kaynağı:

 

Usûl-i Hadisin kaynağı tıpkı fıkıh, tefsir ve kelâm gibi diğer dinî ilimlerin usûlünde olduğu gibi Kur'ân-ı Kerîm ve sünnettir. Âlimler hadis usûlünün ilkelerini imkan nispetinde Kur'ân ve Sünnetin bir sarahat veya işaretine, bir karinesine dayandırmaya çalışmışlardır. Aksi takdirde, müşterek kaidelerden ziyâde, âlimi­ne göre değişen bir usûl ortaya çıkardı. Nitekim bazı teferruatta, âlimlerin şahsî yorumları devreye girmiş ve oralarda farklıklar ortaya çıkmıştır. Bu farklılıklar mezhepler arasındaki ihtilaflı du­rumlarda etkili olmuşlardır.

 

4- Hadis Usûlü'nün Doğuşu, Gelişmesi ve Temel Eserleri

 

Kur'an-ı Kerim'i dünya ve ahiret saadetinin yollarını gösteren bir hidayet rehberi olarak gönderen Yüce Allah, onu açıklama görev ve yetkisini de Resulü Hz. Muhammed'e (sav) vermiştir.

Kitab ve Sünnet arasındaki bu açıklanan-açıklayan ilişkisinin farkında olan sahabe-i kiram, başından itibaren Hz. Peygamber'in (sav) hadislerine ve hayatına fevkalâde itina göstermiş, onları ez­berlemiş, yaşamış, aslana uygun olarak Öğrenmek, uygulamak ve başkalarına ulaştırmak için büyük gayret göstermişlerdir. Hadis kitaplarımız, bu üstün gayretlerin kanıtlarıyla doludur.

Sünneti öğrenmek maksadıyla günlerini, geçim temini ve ilim tahsili arasında taksim eden ilk müslümanlar, daha sonraları, yeni ülkeler fethedildikçe, tabiî olarak, bu kez yeni Müslümanla­rın Kitab ve Sünneti öğrenme istek ve gayretleriyle karşılaştılar. Gerek halifelerce görevlendirilen valiler, gerekse fetih ordularında mücahid olarak bulunan sahabîler, asli görevlerinin tebliğ ve talim olduğu bilinciyle hareket ettiler. Fatih sahabîlerin bir çoğu, muhtelif beldelerde yerleşerek oralarda Kitab ve Sünnet bilgisini yaymaya çalıştı.

Sahabîlerin bu İlmi gayretleri hiç şüphesiz, kendilerini gören tabiîleri de aynı şekilde davranmaya şevketti. Kendi bölgelerinde­ki sahabîlerden aldıkları bilgilerle yetinmeyerek sünnetin beşiği olan Medine'ye gidip bilgilerini arttırmak isteyen tabiîler görüldü.

Dolayısıyla çok canlı ve hareketli bir ilim hayatı yaşanmaya baş­landı. Böylece daha sonraları hadis alimlerinin hemen hepsi tara­fından uygulanacak ve müstehap şeklinde hükme bağlanacak rihle denen ilim yolculukları başlatılmış oldu.

Her ilmî faaliyetin belli esaslara göre yapılacağı ne kadar tabii ise, aynı şeylerin tekrarı da belli kaidelerin bulunmasını, yoksa konulmasını ve onlara uyulmasını gerektirir. Bir başka ifade ile. her şeyin bir yöntemi olur. Bu sebeple yukarıda işaret edilen ilmî faaliyetler de bazı kaidelerin belirlenmesini gerektirmiştir. İşte bu söz konusu kurallar, daha sonraları müstakil kitaplara konu teş­kil edecek olan hadis usûlü prensipleridir.

Sünnet malzemesinin doğru nakli ve bu metinlerin sağlam bir şekilde korunup, eğitim-öğretiminin ve değerlendirmesinin yapıl­ması ashab-ı kirâm'a ait bir şeref olmuştur. Ashab-ı kiram, hadis metinlerinin nakline öncülük ettikleri yani Rivâyetü'l-hadis il­mini kurdukları gibi rivayet olayının vazgeçilmez kaidelerini koymuş, Dirâyetü'l-hadis ilminin ilk temellerini de atmışlardır.

Müslümanlardan önce hiçbir millet, nakil ve rivayette râvilerin güvenilirlik durumlarını tespit için araştırma yapmayı ve bunu belli kaidelere bağlamayı düşünmemiştir. Olaylar ve ri­vayetler sadece nakledilmiştir. Nadiren bir-iki isimlik sened zik­redilmiş, çoğu zaman ona da gerek duyulmamıştır. Bu sebeple ha­dis metinlerini nakledenlerin şahsi durumlarının inceden inceye araştırılması ve mutlaka sened zikrini esas alan Hadis usûlü İlmi, müslümanlara has bir meziyet olmuştur.

Usül-i hadis, bir kısım târihî gelişme safhalarından geçerek ol­gunlaşmış bir ilimdir. Kaideler, prensip ve tanımlar her ne kadar hadisten alınarak sistemleştirilmiş, tanzim edilmişse de, Resûlüllah (sav)'m hadislerinde böyle bir ilmin adı geçmemekte­dir.

Allah Resulü (sav) hadislerin öğrenilmesini ve aslına uygun olarak rivayet edilmesini teşvik etmiştir. O, kendisi hakkında ya­lan söylenmemesini o kadar ısrarla tembih etmiştir ki mütevâtir derecesine ulaşmıştır. Hattâ, Aliyyu'l-Kârinin Esrâru'l-merfû'cıda yer verdiği bir rivayete göre, kendisi hakkında yalana tevessül eden bir kimseyi en ağır cezaya çarptırmış, öldürtmüştür.

Ashâb zamanında, hadis usûlüne giren bazı meseleler su yü­züne çıkmıştır. Daha Hz. Ebû Bekir (ra) devrinden itibaren bunla­rın birer birer ortaya çıktığı görülmektedir: Örneğin Hz. Ebû Bekr yeni bir hadis işitince şâhid istemeye başlar. Hz. Ömer bir adım daha atarak, çok hadis rivayetini yasaklar, bazılarını bu yüzden sorguya çeker, hattâ hapse atar.

Hadisçilerin üzerinde en çok duracakları tesebbüt ve itkân prensiplerinin böylece daha ilk zamanlarda kurumlaştığım, istik­rara kavuştuğunu görürüz. Usûl-i hadisin, başta râvilerle ilgili bahisleri olmak üzfere birçok konusunun kaynağını bu tesebbüt, yani Hadis'in, Resûlüllah (sav)'a nispetinde sıhhat endîşesi teşkil edecektir.

Hadislerin manen veya lafzen rivayeti, rivayette duyulan kuş­kunun beyanı gibi usûle giren bir kısım meselelerin Hz. Âişe, ibni Abbâs, Abdullah İbni Ömer (r.anhüm) gibi birçok sahabî tarafın­dan tartışıldığı bilinmektedir.

Nitekim İbni Sîrîn'in şu açıklaması bu hususu aydınlatır: "Müslümanlar başlangıçta sened sormazlardı. Ne zaman ki fitne ortaya çıktı, ondan sonra dikkat ettiler, ehl-i sünnetten olanlar­dan alıp, ehl-i bid3at olanlardan rivayet almadılar."

İbni Sîrîn'in, fitne ile neyi kastettiği rivayette belli olmasa da bunun Büyük Fitne de denen, Hz. Osman'ın şehâdeti hâdisesi ol­duğu açıktır. Çünkü sonradan yaşanacak bir çok fitnenin teme­linde bu olay yatmaktadır.

 

5- Usûl Alanında Yazılan Eserler:

 

Usûl ilmiyle ilgili prensipler sahabe devrinde görülmeye baş­lamıştır. Tâbün devrinde ise daha da gelişmiş, İmam-ı Azam ör­neğinde olduğu üzere istikrarını bulan prensiplerden hareketle fıkıh tedyîn edilecek hâle gelmiştir. Fıkıh usûlü kitapları incelen­diğinde İmam A'zam (V. 150/767) zamanına kadar yerleşmiş ve onun dayanakları olan -hadise ilişkin- birçok prensip ve kaideyi görmek mümkündür. İmam Şafiî (V.204/819) zamanında isha da gelişmekten öte, belli bir disiplin içinde yazıya geçirildiğin ?orü-rüz. Bu bağlamda İmam Şafiî'nin er-Risâle adlı eseri fiici usû­lünde olduğu kadar hadis usûlünde de bir ilktir.

Yine de hadisçüer, usûl-i hadisle ilgili bahislerin üçünâ asır boyunca artmaya devam edip terimlerin dördüncü asırdi :L?un-lastiğini ve ilk müstakil telifin bundan sonra ortaya çıkutjn ka­bul ederler.

 

a) Erken Dönemlere Ait Eserler:

 

1) el-Muhaddisu'l-fâsıl beyne'r-râvi ve'l-vâî: Kadı Eri Mu-hammed el-Hasen İbni Abdirrahmân b. Hâllâd er-Râmeh-rmuzi (v.360/970 veya 971) tararından telif edilmiştir. Bu dalda kendi­sinden önce yazılanların hepsinden mükemmeldir.

2) Ma'rifetu ulûmi'l-hadis: Hâkim Ebû Abdillah en-Kisâburi (v.405/1014) tarafından telif edilmiş olup hadisle ilgili 5! i:-ui ilim zikredilmektedir.

3) el-Kifâye fi kavânîni'r-rivâye ve el-Câmi li-âdâbi'ş-r-.   -*'s-sâmi': Hatîbu'l-Bağdâdî Ebû Bekr Ahmed İbni Ati (v.463/1070 ve­ya 1071) tarafından telif edilmiş eserlerdir.

Konuları senedli bilgilerle işleyen âlimlere Mütekaddimûn yani Erken Dönem ulemâsı denilir.

 

b) Geç Döneme Ait Eserler:

 

Konuların senedli bilgilerle işlenmesi geleneğinin terkeildiği dönem eserlerinin müelliflerine Geç Dönem Muilüeri (^müteahhirûn) denilir. Hadis usûlünde bu iki grup aramdaki sınırı Hatîb Bağdadi oluşturmaktadır. Hatib dâhil, öncek: külcü­ler mütekaddimûn, ondan sonrakiler müteahhirûndur.

1) el-Ilmâ' fi zabti'r-rivayeti ve takyîdi'Uesmâ': Müelhl Kadı İyâz (Ebul-Fadl) İbni Musa el-Yahsûbî'dir (v.544/1149).

2) Mâla yeseu'î-muhaddise cehluh: Ebû Hafs Ömer İk: Abdil-MecîdMeyâncî (v.580/1184) tarafindan telif edilmiştir.

3) Ulûmu'l-hadis; Mukaddimetu Îbni's-Salâh: İbni Salâh (v 643/1245) tarafindan telif edilmiştir. Mukaddimetu İbni Salâh adıyla da meşhur olan bu eser, daha önce telif edilen benzer kitap­larda dağınık hâlde bulunan bütün konuları bir araya getirir. Ki­tapta, hadis ilminin 65 türüne yer verir.

İbni's-Salâh'tan sonraki usûl müellifleri çalışmalarını tama­men onun eserine dayandırmışlardır.

 

6- Ebû Hanîfe'pin Hadis Kabulündeki Şartları

 

Ebû Hanîfe'nin (ra) muhaddis yönünü tamamlayan bir husu­sun, hadis kabulünde koyduğu şartlar olduğu ifade edilmiştir. Usûl-i Serâhsî'den hareket ederek aşağıda sıralanacak kaideler, onun bu yönünü ve hadis hususundaki titizliğini belirtmekle kal­mayıp usûl-i hadisin onun zamanında fiilen mevcudiyetini de gös­terecektir.

Ebû Hanîfe'nin koyduğu şartlardaki "sıkılık", o devirde yaygın­lık kazanan hadis uydurma faaliyetlerine karşı büyük İmamın İslam'ı koruma endişesiyle açıklanmaktadır:

1- Haber-i vâhid, yanında toplanmış olan usûle muhalefet et­memelidir. Zira bu usûl, şer'î kaynaklarda yapılan araştırmalar sonunda elde edilmiştir. Çelişki bulunması hâlinde iki delilden kuvvetlisiyle amel prensibine uyarak, haber-i vahidi terketmiş ve o haberi şâz saymıştır.

2- Haber-i vâhid, Kitab'm umûmi prensiplerine ve zahirine muhalefet etmemelidir. Böyle bir durumda Kitabın zahirini al­mış, rivayeti terketmiştir. Burada da prensip "iki delilden kuvvet­lisiyle amel"dir. Ama bu rivayet, mücmel bir âyeti açıklama ko­numunda veya yeni bir hüküm koyma babında ise o zaman hadisi almıştır.

3- Haber-i vâhid meşhur sünnete muhalefet etmemelidir. Meş­hur sünnet kavli veya fiilî olsun farketmez, hüküm aynıdır. Bura­da da "iki delilden kuvvetlisiyle amel" prensibi esastır.

4- Haber-i vâhid, kendisine eşit olan bir başka habere de mu­halefet etmemelidir. Bu çeşit iki haberden biri, tercih sebeplerin­den biriyle diğerine üstün kılınır. Meselâ: İki sahabeden biri daha fakîhtir, veya biri fakîh, öbürü değildir, veya biri genç, diğeri ihti­yardır. Böylece hata ihtimalinden uzaklaşılmış olur.

5- Râvi, rivayet ettiği hadise aykırı amel etmemelidir. Köpeğin yaladığı kabın yedi kere yıkanması gerektiğini ifade eden Ebû Hüreyre (ra) hadisi gibi. Çünkü Ebû Hüreyre (ra) bu hadisin gere­ğine göre amel etmemiştir.

6- Haber-i vâhid, içerdiği fazlalıkta münferid kalmamalıdır. Bu durum, metinde olmuş, senette olmuş fark etmez. Böyle bir hâlde, Allah'ın dininde ihtiyat maksadıyla nakıs olanla amel eder.

7- Haber-i vâhid, çok bilinen bir olaya dair olmamalıdır. Çünkü bu tür olaylar hakkındaki haberin meşhur veya mütevâtir olması gerekir.

8-Hükümde ihtilaf eden sahabeden biri, onlardan birinin riva­yet ettiği haberi delil olarak kullanmayı terketmemiş olmalıdır. Zira haber sabit olsaydı onlardan biri mutlaka o haberi delil ola­rak kullanırdı.

9- Seleften birinin, hadis hakkında tenkidi bulunmamalıdır.

10- Rivayetlerin ihtilaf etmesi hâlinde, cezalarla ilgili mesele­lerde hafif olanı almak esastır.

11-Râvinin rivayet ettiği hadisi zabt durumu, hadisi aldığı andan naklettiği ana kadar değişmemiş olmalı, unutma ve karış­tırma yaşanmamış olmalıdır.

12-Haber-i vâhid sahabe ve tabiîn arasında alışılagelmiş uy­gulamaya aynı beldede kaldıkça muhalefet etmemelidir.

13-Râvî, rivayet ettiği şeyi iyi hatırlamadıkça sırf yazının kendi yazısı olduğuna dayanarak, yazıya itimad ederek rivayeti kabul etmesi caiz değildir.

 

Hadis İlminin Dalları

 

Hadisin dinî bakımdan işgal ettiği önemli konum zamanla ba­ğımsız bir ilim dalma dönüşmesine sebep olmuştur. Hadis âlimle­ri İslâm'da Kur'âri'dan sonra en önemli yeri işgal eden bu ilim dalını, sahih olanlarını sahih olmayanlardan ayırmak için, hadi­sin sened ve metninin araştınlmasını konu edinen bir ilim olarak tanımlamışlardır.

Hadis ilmi üzerinde yapılan çalışmalar, bazı konuların bağım­sız ilim dallarına dönüşmesine yol açmıştır. Bu ilim dalları şun­lardır:

 

1. Rivâyetü'1-hadis İlmi:

 

Hz. Peygamber'in sünnetini, toplayan, nakleden ilim. Hadisle­rin yazılı şekillerini ihtiva eden bütün hadis kitapları (Sahihler, Camiler, Sünenler, Müsnedler...) bu ilme âit malzemeyi oluşturur­lar.

Hz. Peygamber'e nispet edilen söz, fiil, takrir ve sıfatların sağ­lam esaslarla naklini konu alan ilimdir. Hadislerin lafızlarını tesbite yarayan terimler de Rivâyetü'l-hadis ilminin konusuna girer.

Buradan anlaşılıyor ki, Rivâyetü'l-hadis ilminin konusu doğ­rudan doğruya Hz. Peygamberin sözleri, fiilleri, takrirleri ve sı­fatlarıdır.

Bu ilmin içerdiği sağlam hadisleri tesbit ve nakil esasları, Hz. Peygamber'e (sav) ait hadisleri naldederken hata yapmama yolla­rını göstermesi bakımından çok önemlidir.

 

Bu Konuda Yazılan Eserler:

 

Hadislerin ilk tedvininden itibaren yazılan bütün eserler Rivâyetü'l-hadis ilmine ait eserler kabul edilir. İbni Şihâb ez-Zührî'den sonra İbni Cüreyc (Mekke), el-Evzai (Şam), Süfyân es-Sevrî (Küfe), Hammâd b. Seleme (Basra) hadisleri ilk tedvin eden­ler sayılır. Bilâhare bunların eserlerine Kütüb-i Sitte ashabının eserleri de eklenmiştir.

 

2. Dirâyetü'l-Hadis İlmi:

 

Hadislerin sıhhat durumlarını tesbit için, sened ve metnin du­rumlarını anlamaya yardımcı olan ilim dalıdır.

Rivayet, rivayet esas ve türleri, rivayete ait hükümler, râvilerin sıfatları, bir râvide bulunması gereken şartlar, nakledi­len hadis türleri gibi konularla ilgilenen bir ilimdir.

Rivayet esaslarından maksat, semâ, arz, kıraat, icazet gibi ha­dis rivayet yöntemleridir. Rivayete ait hükümlerden maksat ise kabul veya reddir.

Nakledilen hadis çeşitleri, cami, sünen, müsned, rnu'cem, cüz, müstahrec, müstedrek gibi eserlerde nakledilenlerdir. Şu hâlde Dirayetül-Hadis ilmi, çeşitli eserlerde tasnif edilerek yazılmış ha­disler hakkında kabul veya red hükmünü verebilmek için, onları değişik yönleriyle ele alan bir bilim dalıdır. Bu ilmin konusu Özet­le kabul veya red bakımından hadisler ve râvileridir.

 

3. Cerh ve Ta'dîl İlmi

 

Sahabeden itibaren bütün hadis râvîlerinin doğruluk ve güve­nirlik durumlarını inceleyen ilim dalıdır.

Râvîler genelde isimlerine ve künyelerine göre alfabetik bir tarzda sıralanır ve her birinin hayatı, kimlerden hadis rivayet et­tiği, kimlere hadis naklettiği, diğer râvîler arasındaki yeri, adalet ve zabt bakımından durumu, hakkında hadis eleştirmenlerinin görüşü... teknik terimlerle ifade edilir. İlk asırlardan itibaren pek çok kıymetli eserin kaleme alındığı bu ilim dalında, İbni Ebi Ha­tim er-Râzî'nin el-Cerh ue't-Ta'dîl adlı kıymetli bir kitabı vardır.

Cerh, sözlükte silahla yaralamak, dürtmek, yarayı deşmek mânâlarına gelir. Ta'dîl ise düzeltmek, hakkını vermek, temizle­mek demektir.

Cerh ve ta'dîl; hadis râvilerini irdeleyerek özel hayatlarında ve hadis rivayetinde kusur ve ayıp sayılan hâllerini ya da güvenilir olduklarını açığa çıkarmak demektir. Cerh ve Ta'dîl ilmi râvilerde hadis rivayetinde kusur sayılan bazı hâllerin bulunup bulunmadığını araştıran ilimdir.

Cerh ve Ta'dîl, Hadis Ricali İlminin bir bölümüdür. Hadis il­minde yüksek derecede bulunan bir âlimin, bir râviyi İslam dini­nin emir ve yasaklarına aykırı hareket, yalancılık ve hadis rivayet kaidelerine uymamak gibi bir sebeple tenkit edip rivayetini çürü­ğe çıkarmasına cerh denir.

Ta'dîl ise araştırma sonucu râvinin kötülükten uzak, dürüst, İslamiyetin emir ve yasaklarına bağlı, haûza bakımından kusur­suz olduğunun belirlenmesidir. Cerh ve Ta'dîl İlmi, başka bir de­yişle hadis râvilerinin güvenilir olup olmadıklarını ortaya koyan ilim dalıdır.      

Cerh ve Ta'dîl İlminin temel eserleri:

a)  Kitabul-Cerh ve't-Ta'dîl, İbni Ebî Hatim er-Râzî (240-327 h./854-938m.)

b) el-Kâmil, İbni Adıyy (277-327h./690-938m.)

c) Mîzânu'l-i'tidâl, ez-Zehebi (673-748h./1274-1337m.)

d) Lisânu'l-mîzân, İbni Hacer el-Askalânî.

 

4. Râvîler Tarihi ilmi:

 

Hadis rivayeti bakımından râvilerin hayatlarını, tabakalarını inceleyen ilimdir.

Hadis râvilerini inceleyen Rical ilminin bir bölümüdür. Râvilerin hâllerini, doğum-ölüm tarihlerini, kimlerden hadis al­dıklarını, hadis alış yer ve tarihlerini, onlardan rivayette bulu­nanları ve seferlerini konu alır.

Bu da hadis rivâyetiyle birlikte doğmuş bir ilimdir. Râvilerin hâllerini bilmek, hadisleri tanımada ilk adımı teşkil ettiğinden Râvi Tarihi ilmi, hadis ilminin en önemli kollarından birini oluş­turur.

Bu sahada en tanınmış eserlerden birkaçı:

a) et-Tabakâtu'l-kubrâ, îbni Sa'd (168/230h./784-844m.)

b) et-Târihu'l-kebîr, el-Buhârî.

c)  Tehzîbu't-tehzîb, İbni Haceri'l-Askalânî.

d) el-lsâbe fî temyîzi's-sahabe, İbni Hacer.

 

5. Vürûd Sebepleri İlmi:

 

Hadislerin söyleniş veya bir fiil bildiriyorsa yapılış sebeplerini konu alan ilim dalıdır. Kur'an-ı Kerim için Esbâbu'n-nüzul İlmi (Ayetlerin iniş sebepleri) ne ise, hadisler için Esbâbu vurûdil-hadis ilmi odur.

Bu ilim daha çok hadislerin nâsih ve mensûhunu anlamada yardımcı olur. Ayrıca hadislerin taşıdığı hükmü anlamaya da yar­dım eder.

Esbâbu vurûdi'l-hadis konusunda yazılan en önemli eser, İbni Hamza ed-Dımeşkî'nin (1054-1120h./1644-1708m.) el-Beyan ve't-ta'rîf fî esbâbi vurûdi'l-hadisi'ş-şerîfadkldtabıdiT.

Hadislerin daha iyi anlaşılmasını sağlayan bu dalda. Suyûtî'nin de el-Luma1 adlı bix eseri vardır.

 

6. Garîbu'l-Hadis İlmi:

 

Hadis metinlerinde geçen, az kullanıldığı veya Arapça'ya son­radan girdiği için anlaşılması zor olan kelimelerin açıklanması bu ilmin konusunu oluşturur.

Bu ilme, Müşkilu'l-hadis ilmi de denir. Hadislerin iyice anla­şılabilmesi için bu ilme kesin ihtiyaç vardır. Çünkü bir hadisten hüküm çıkarmak, ancak onun iyi anlaşılabilmesiyle mümkündür. Hadis anlaşılamadığı takdirde çıkarılan hüküm yanlış olur.

Allah Resulü (sav) herkesin anlayabileceği fasih ve açık bir Arapça ile konuştuğu için hadislerde kapalılık ve anlaşılmayan bir taraf yoktur.

Ne var ki Hz. Peygamber'in (sav) vefatından sonra yabancı milletlerden İslam'a girenlerin çoğalması Arap dilinin kendi ifade kalıpları içinde söylenmiş hadislerin herkesçe anlaşılmaması du­rumuna yol açmıştır. Yeni müslüman olmuş milletlerin hadisleri Araplar gibi anlamasına imkan yoktu. Diğer taraftan hadislerin iyice anlaşılabilmesi belli bir İslami kültürü de gerektirir. Yeni müslüman olmuş bir yabancıdan böyle bir kültür beklenemez. İşte hadislerin herkes tarafından kolaylıkla anlaşılabilmesi için onun yüksek ifadelerini, anlaşılmayan yerlerini izah etmek Garibu'l-hadis ilminin doğuş sebebidir.

a) Garîbu'l-hadis,   Ebû   Ubeyd   el-Kâsım   b.   Seliâm   (157-224h./773-838m.)

b) Gatîhul-kadp, İbni Kuteybe

c) el-Fâik fi garîbi'l-hadis, Zemahşerî.

d) en-Nihâye   fi   garîbi'l-hadis,   İbni'l-Esîril-Cezerî   (544-606h./H49-1209m)

 

7. İlelü'l-Hadis İlmi:

 

Yalnız hadis uzmanlarının tesbit edebildiği ve hadisin sıhhati­ne engel olan gizli kusurları araştıran ilim dalıdır.

Zahirde sahih olan bazı hadislerde herkesin anlayamayacağı gizli kusurlar bulunur. Bu kusurlara illet denir. İllet kelimesinin çoğulu ileldir. İlelü'l-hadis, hadislerin illetleri demektir.

Hadislerin illetleri dışarıdan fark edilemeyecek derecede gizli olduğu için İlelü'l-hadis konusu hadis ilimlerinin en karışık ve en zor olanı sayılmıştır. Buna rağmen İslam alimleri Hadis İlminin her kolunda olduğu gibi bu önemli bölümünde de kıymetli eserler vermişlerdir. Birkaç tanesini kaydediyoruz.

a) Kitabul-ilel ve ma'rifetu'r-rical, Ahmedb. Hanbel

b) Kitabu'l-üel, et-Tirmizî.

c) Kitabu'l-üeli'l-hadis, İbni Ebî Hatim er-Râzî.

d) el-îlelü'l-varide fi'l-ehâdîsi'n-Nebeviyye, ed-Dârekutnî (306-385h./9l8-995m.)                *

 

8. Muhtelifu'l-Hadis ilmi:

 

Bu ilim, aslen olmadığı hâlde dış görünüşü bakımından arala­rında çelişki var gibi görünen hadisleri ele alır ve görünürdeki çelişkiyi giderir.

İbni Kuteybe'nin bu alanda yazdığı Te'uîlu muhtelifi'l-hadıs adlı eseri, Hadis Müdâfaası adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir.

 

9. Nâsih ve Mensûh İlmi:

 

Biri diğerinin hükmünü kaldıran hadisleri konu edinen bir ilimdir.

Bu ilmin en önemli kaynağı Hâzimî'nin el-î'tibâr adb. eseridir.

 

Sünnet; Kaynak Ve Önemi

 

Sünnetin Kaynağı

 

Hz. Peygamber (sav); vahiy, üstün beşerî akıl ve nebevi akıl ya da peygamberlik birikimi denilen üçlü bir yolla ilim elde etme im­kanına sahip bulunmaktadır. Vahiy gibi diğer insanların ulaşması mümkün olmayan bir bilgi kaynağıyla uzun süre temasta bulunan beşerî aklın en üst seviyesine sahip Hz. Peygamber'de, meleke-i nübüvvet denilen bir peygamberi ictihad kabiliyet ve birikiminin oluşacağı muhakkaktır. Bu yetenek sayesinde Hz. Peygamber (sav), başkalarının kavrayamadığı bazı ilahî gerçekleri kavrayıp en uygun ifade ve uygulamalarla insanlara anlatır. Sünnetin ula­şılmaz boyutu, başkalarının yorumlarından üstün oluşu işte bu­radan kaynaklanmaktadır.

Allah Resûlü'ndeki (sav) bu peygamberlik melekesine, diğer bir ifadeyle nübüvvet ilmine, Kur'an-ı Kerîm değişik kelime ve tabir­lerle işaret etmektedir: Zikir, hüküm, hikmet, yüreği açmak, tefhîm, öğretmek ve göstermek gibi kelime ve terimler bunlardandır. Hz Peygamber'in ilahî iradenin beyanı niteliğindeki açıklamaları, ilahî anlatım ve denetim altındaki nebevi akıldan doğmaktadır, denebilir. Sünnetin'bağlayıcıhğı da işte bu ilahî-nebevî niteliğin­den ileri gelmektedir.

 

Sünnetin Dindeki Yeri

 

Sünnet, Peygamber Efendimiz'den (sav) Kur'an dışında sâdır olmuş her türlü söz, fiil ve takrirlerden oluşmaktadır. Daha kısa ve fıkıh usûlü âlimlerinin anlayışına uygun bir anlatımla "Sünnet, Allah Resülü'nün söz, fiil ve takrirlerinden ibarettir."

Şer'î debilerin ikincisi olan sünnetin tarifinde "peygamberlik" kaydı, vazgeçilmez unsurdur. Böylece sevgili Peygamberimiz'in (sav), peygamberliğinin başlangıcından vefatına kadar, Kur'an dışında söylemiş olduğu her söz veya yaptığı her fiil sünnet içinde yerini almış olmaktadır. Bu söz ve fiillerin ümmete yönelik genel bir hüküm getirmiş olması ile özel kişilere veya kendi zatına yöne­lik olması arasında fark yoktur.

Bu kapsamdaki sünnetin delil olduğunda bütün müslümanlar icmâ etmişlerdir. Yani "sünnef'in dinde delil olmadığını söyleyen hiç kimse veya grup bulunmamaktadır.

Öte yandan, Kitabın Sünnet'e göre üstün olduğu konusunda da bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Zira Kitap, lafiz olarak Allah katından indirilmiş, ibadetlerde okunması emredilmiş, bü­tün bir insanlık en küçük süresinin benzerini getirmekten âciz kalmış ilahî bir beyandır. Sünnet ise bu vasıflara sahip değildir. Bu açıdan bakıldığı zaman, delillerin sıralanmasında sünnet, el­bette Kitap'tan sonra gelmektedir.

Kur'an'da sünnetin hukukî delil olduğunu gösteren ayetler bu­lunmaktadır. Bu sebeple sünnete ait her hangi bir delilin, mesela çelişki halinde olduğu sanılan bir ayetin zahirini korumak mak­sadıyla dikkate alınmaması, sünnetin delilliğini gösteren ayetle-nn tamamının dikkate alınmaması anlamına gelir. Sünnet, Kur'an karşısında üç görev üstlenmiştir: Te'kid, tefsir, teşri'.

Te'kîd: Sünnet herhangi bir hükme Kur'an gibi delalet eder, yani her yönüyle Kur'an'm hükmüne uygun bir beyanda bulunur. Mesela, "Namazı kılın ve zekatı verin" (Bakara 43), "Ey ina­nanlar, oruç size de farz kılındı" (Bakara, 183), "Kabe'ye git­meye yol bulabilene haccetmek Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır" (Âl-i İmrân, 97) ayetlerinde mutlak olarak ifade buyurulan İslam'ın şartlarını bir de "İslam beş temel üzerine kurulmuştur" (Buharı, İman 1; Müslim, İman 22; Nesâî, İman 13; Tirmizî, İman 3) hadisi, -uygulamaya yönelik hiç bir açıklama getirmeksi­zin- sadece hüküm açısından beyan etmektedir.

"Mallarınızı aranızda haksız yollarla yemeyin..." (Nisa, 29) ayeti ile "Her müslümamn malı diğerine haramdır" (Buhârî, Nikah 45, Edeb 57, 58, Ferâiz 2; Müslim, Birr 28-34; Ebû Dâvud, Edeb 40, 56) hadisi tam bir uyum içinde aynı mânâyı ifade etmektedirler.

Tefsir veya beyan: Sünnet, Kur'an'da bulunan herhangi bir hükmü, herhangi bir yönden açıklar. Buna genellikle, kısaca te­mas edilmiş (mücmel) hükümlerle, anlaşılması kolay olmayan (müşkil) hükümlerin açıklanması, mutlak hükümlerin belli kayıt­lara bağlanması (takyîd), genel hükümlerin özelleştirilmesi (tah­sis) denilmektedir.

Örneğin namaz ve zekatın uygulama biçim, Ölçü ve şekillerine açıklık getiren hadisler, yine "beyaz iplik siyah iplikten sizin için ayırt edilinceye kadar" (Bakara, 187) ayetindeki beyaz ve siyah iplikten maksadın gündüzün aydınlığı ile gecenin karanlığı olduğunu belirten hadisler ve yine "inanıp da imanlarına her­hangi bir zulüm bulaştırmayanlar.." (En'âm, 82) ayetindeki zu­lümden kastın, "şirk" olduğunu açıklayan hadis, sünnetin bu özel­liğini ortaya koymaktadır.

Sünnetin en yoğun şekilde icra ettiği görev Kitab'ı açıklamak­tır. Bu sebeple "Sünnet Kitab'm açıklayıcısıdır" denilmiş ve Kitap ile Sünnet arasındaki ilişki de açıklayan-açıklanan ilişkisi olarak tesbit edilmiştir.

Sünnetin bu iki işlevi hakkında İslam bilginleri arasında her­hangi bir görüş ayrılığı söz konusu değildir.

Teşrî: Kur'an'm herhangi bir hüküm getirmediği konuda sün­netin bir hüküm ortaya koyması demektir. Bu konu alimler tara-ûndan tartışılmıştır.

Bazı alimler, "Allah Teâlâ, Peygamber'e itaati farz kılmış ve Peygamber'in kendi rızasına uygun davranacağını bildiği için Ki-tap'ta hükmü belirtilmeyen konularda Peygamber'e hüküm koy­ma yetkisi vermiştir" dediler.

Bazıları da "Hiçbir sünnet yoktur ki, Kur'an'da bir aslı bulun­masın. Namazın rfasıl kılınacağını gösteren sünnetin, namazın kılınması emrini getiren ayete dayandığı gibi diğer konulardaki teşriî sünnetler de mutlaka bir ayete dayanır. Peygamber (sav) neyi haram veya helal kilmışsa, onları Allah tarafından bir açık­lama olmak üzere ortaya koymuştur" dediler.

Bu görüşler sünnetin müstakil olarak hüküm getireceğinde birleşmekte, sadece Peygamber'in tek başına ortaya koyduğu hükmü, doğrudan doğruya Allah'ın yardımına dayanarak kendili­ğinden mi ortaya koyduğu, yoksa kendisine vahiy mi edildiği, ya da kalbine ilkâ ve ilham mı edildiği noktasında birbirlerinden ay­rılmaktadırlar.

Sonuç itibarıyla sünnetin müstakillen teşri kaynağı olduğu açıklık kazanmaktadır. Fıkıh kitaplarında görülen "Bu konunun meşruiyeti sünnetle sabittir" ifadeleri de sünnetin bağımsız teşri kaynağı kabul edildiğini gösterir. Mesela, mest üzerine mesh et­mek, yağmur duası ve namazı, şüf a, lukata, içki içene verilecek ceza bu tür konulardandır.

Burada şu hususa da dikkat edilmelidir. Peygamber (sav), her­hangi bir hükmün tebliği konusunda hataya düşmekten korun­muştur.

 

Sünnetin Bağlayıcılığı

 

Sünnetin bir bütün ve kavram olarak bağlayıcılığı kesindir. Peygamber'e (sav) uymayı, verdiği hükme razı olmayı, O'nun hükmü karşısında mü'minlere seçim hakkı tanınmadığım belirle­yen ayetler, sünnetin müslümanların hayatındaki etkin ve bağla­yıcı rolünü ortaya koymaktadır.

Ancak Hz. Peygamber'in değişik vasıflarla ortaya koyduğu sünnetin bağlayıcılık derecesinin ve çerçevesinin aynı olmadığı da bir gerçektir. Hz. Peygamber

Risâlet (peygamberlik),

İftâ (müftilik)

Kaza (hakimlik)

İmamet (devlet başkanlığı) vasıflarından biri ile tasarrufta bulunur.

Risâlet vasfıyla ortaya koyduğu sünnet, genelde ayetleri özel­liklerine göre açıklama (tefsir), belli bir şarta bağlama (takyîd), belli kişi ve şartlara özel kılma (tahsis), helal ve haramı açıklama, inanç ve hükümleri beyan etme maksadını taşır. Bu çeşit sünnet, ilahî hükümlerin bir beyan ve tefsiri demek olduğu için, hükmü kıyamete kadar devam edecek olan bir teşrî anlamındadır. Zira Hz. Peygamber (sav), bu tebliğ ve beyan tasarrufunda bir tebliğci ve «akilci durumundadır. Allah katından kendisine bildirilen ger­çekleri nakil ve beyan etmektedir. Hz. Peygamber'in (sav) bu sı­fatla ortaya koyduğu tasarrufları bütün ümmeti bağlayıcıdır.

İftâ, Allah Teâlâ'nm hükmünü delillerden çıkararak dini soru­ları cevaplandırmak, hükümleri Allah adına bildirmek, tebliğ ve izah etmek demektir. Hz. Peygamber bu tasarrufunda delillere bağlıdır. Bu yolla ortaya koyduğu hükümlerse ümmeti bağlayıcı­dır.

Kaza, iki veya daha fazla kişi arasında cereyan eden anlaş­mazlıklarda, sebep ve delillerin meydana getirdiği kanaate göre, haklıyı haksızı belirlemek maksadıyla verdiği hükümlerdir. Pey­gamber (sav) burada yeni bir hüküm ortaya koymaktadır.

Hz. Peygamber, kendisine getirilen davalar konusunda genel durumu ortaya koymak üzere şöyle buyurmuştur:

"Davanızı bana getiriyorsunuz, ben ancak bir beşerim. (Kimin haklı olduğu konusunda) bana bir vahiy gelmiş de­ğildir. Vahiy gelmeyen konularda ben ancak re'yimle hük­mediyorum. Olur ki biriniz, diğerine nisbetle delilini daha tesirli anlatır, daha iyi ortaya koyar, ben de onu haklı zan­nederek lehine hükmederim. Her kime kardeşine ait bir hakkı hükmeder, verirsem, sakın onu almasın. Ben ona bir ateş parçası vermiş olurum". (Buhârî, Şehâdât 27, Mezâlim 16, Hiyel 9, Ahkâm 20, 29, 31; Müslim, Akziye 5; Muvatta, Akziye 1; Ebû Dâvud, Akziye 7; Tirmizi, Ahkâm 11; kesâî, Kuzât 13)

Hz. Peygamber'in yargılama sonucu ortaya koyduğu sünnet, sadece davacı ve davalıyı bağlar. Ancak hüküm verirken takip ettiği yöntem, dikkate aldığı esaslar, yargılama ve hukuk usûlünde bize örnek oluşturur.

Devlet başkanlığı tasarrufu, ilk üç sıfat ve tasarrufundan fark­lı ve onlara ilâve bir yetki ve tasarruftur. Bunda bir yaptırım gücü söz konusudur. Öte yandan peygamberliğin devlet başkanlığını gerektirmediği de ortadadır. Çünkü bazı peygamberlere hüküm­darlık verilmemiş, bazılarına ise verilmiştir. Hem hükümdar hem de peygamber olan Peygamberimizin bu iki vasfıyla ortaya koydu­ğu tasarruflar birbirinden farklıdır.

Hz. Peygamber'in (sav) devlet başkanı sıfatıyla yaptıkları hem diğer devlet başkanlarını bağlamaz hem de zamanın devlet baş­kanı izin vermedikçe, benzeri haklar müminler tarafından re'sen kazanılamaz. Ganimetlerin paylaştırılması, devlete ait mal varlı­ğının uygun bir şekilde kullanılması ve harcanması, cezaların rn-fâzı3 orduların teşkili ve şevki, toprak, maden ve su gibi doğal kaynakların özel şahıs veya kuruluşlarca işletilmesi gibi hususlar bu tür tasarruflardır.

Başkan veya temsilcisi hüküm ve izin vermedikçe, bunların alınması, yapılması, icra ve infaz edilmesi caiz değildir. Bu konu­lara ait tasarrufları, sonra gelen başkan değiştirebilir. Meselâ Hz. İn (ra) isyancıların üzerine asker sevketmezken Hz. Ali (ra) sevketmiştir.

Sonuç itibarıyla sünnetin bağlayıcılığı, tartışmasız bir gerçek­tir. Cereyan ettiği konuya ve dayandığı niteliğe göre kapsam ve fıkhî hüküm açısından (vacip, mendup, müstehab gibi) farklılık göstermesi onun temel özelliği olan bağlayıcılığı ortadan kaldır­maz, aksine uygulama alanı ve kıymet hükmünün açıkça belir­lenmesi anlamına gelir.

 

Peygamber ve Sünnete Olan İhtiyaç

 

Yüce yaratıcı insanoğlunu değerli ve mükemmel bir varlık ola­rak yaratmıştır. Fakat bu mükemmelliğine rağmen insan, ilahî hitaba doğrudan muhatap olacak yapıya sahip değildir. Bu sebep­le dünyada insan hayatının başladığı günden beri, Allah Teâlâ, onların arasından seçtiği "Nebî" veya "Resul" denilen peygamber­leri kullarıyla arasındaki irtibatı kurmak ve dinini açıklamakla görevlendirmiştir.

Bütün peygamberler, Allah'ın emir ve yasaklarını kullarına ulaştırmak ve onlara doğru yolu göstermekle görevlendirilmiş hi­dayet elçileridir. Peygamberler bu kutsal elçilik görevlerini hak­kıyla yerine getirmeye çalışmışlardır. Bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de ümmetine Allah Teâlâ'nın istediği şekilde yaşamaları için gerekli bilgileri uygulamalı olarak tesliğ etmiştir. Her peygamber gibi bizim peygamberimizin de iki temel görevi vardı: Tebliğ ve beyân.

"Ey Peygamber, Rabbînden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun". (Mâide, 67)

"insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın diye sana da Kur'an'ı indirdik". (Nahl, 44)

Peygamber Efendimiz (sav) vahiy yoluyla Allah'tan aldığı Kur'an ayetlerini, görevi gereği, insanlara sadece ulaştırmakla kalmıyor aynı zamanda onları açıklıyor ve anlatıyordu. Tebliğ et­tiklerini açıklamak ve anlatmak O'nun aslî göreviydi. Hemen belirtelim ki Peygamberimizin tebliğ görevi evrensel olduğu için, açıklamaları da ona uygun bir çerçeve ve nitelikte gerçekleşiyor­du. Yani sünnet, Kur'an'm evrensel planda Hz. Peygamber (sav) tarafından yorumlanması demek oluyordu.

Gerçek şu ki, yüce Kitabımızın yeterli, açık ve açıklayıcı oluşu bir hakikattir. Ancak onun bu niteliklerine rağmen, muhatapları olan insanların anlayış seviyeleri farkh olduğu için onu tek tek doğru olarak anlayıp kavramaları mümkün değildir. Öte yandan sorumluluk için duymak değil, anlamak gerekmektedir. İnsanları anlamadıkları şeylerden sorumlu tutmak mümkün değildir. Bu sebeple kim, neyi anlamak ihtiyacında ise, ona onu anlatmak ge­rekir.

En iyi, en güzel, en doğru ve en doyurucu açıklamayı da elbette Kur'an ayetlerini getirip tebliğ eden Peygamber yapacaktır. Pey-gamber'in açıklamaları, hiç bir zaman Kur'an'ın eksik, yetersiz ve kapah olduğu anlamına gelmez. "Allah'a kul olmak"tan başka gö­revi bulunmayan insanlar, ancak bu açıklamalar sayesinde O'na nasıl kulluk edeceklerini öğrenmiş olacaklardır. Bu sebeple sün-netsiz bir müslümanlık düşünmek mümkün değildir.

Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulmaktadır:

Peygamber size ne verirse onu alın, neyi yasaklarsa ondan da kaçının!".(Haşr, 7)

De ki: Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki, Allah da si­zi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın".(Âliİmrân, 31)

Allah'a ve kıyamet gününe kavuşacağını uman sizler için Allah'ın Resülü'nde güzel bir örnek vardır".(Ahzâb; 21)

"Hayır Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan an­laşmazlıklarda seni hakem tayin edip verdiğin hükmü, iç­lerinde hiç bir sıkıntı duymadan kabul edip teslim olma­dıkları sürece tam mü'min olamazlar".(Nisa, 65)

Gerçekten sen, doğru yola, Allah'ın yoluna çağırıyorsun".(Müminûn, 73)

"Peygamber'in emrine muhalefet edenler, fitneye ya da can yakıcı bir azaba uğramaktan çekinsinler".(Nur, 63)

"Kim Peygamber'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur". (Nisa, 80)

Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:

"Kim   sünnetimden   yüz   çevirirse   benden   değildir".(Buhârî- Müslim)

"Dinin elden çıkışı sünnetin terkiyle başlar. Halat nasıl lif lif kopup parçalanırsa, din de sünnetin birer birer terkiyle ortadan kalkar".(Dârimî, Mukaddime, 16)

Bütün bu ayet-i kerime ve hadis-i şerifler, müslümanların an­cak sünnete sarılmak ve ondan ayrılmamaya çalışmak suretiyle İslamî kimliklerini koruyabileceklerini ifade etmektedir. Çünkü sünnetin terk edilmesiyle doğacak boşluk, sünnetin tam zıddı de­mek olan bid'atla doldurulacaktır.

Sünnet, en kısa ve genel anlatımıyla "İslam kültürü" demektir. Bid'at ise, İslam kültürüne ters düşen, onda yeri olmayan ve fakat ondanmış gibi görülmeye ve gösterilmeye çalışılan yabancı unsur­lar demektir.

 

Sünnetin Türleri

 

Meydana Geliş Açısından Sünnet

 

"Hz. Peygamber'den bize intikal eden her şey" demek olan sün­net ya da hadis, değişik nitelikli bazı unsurlar ihtiva eder.

Sünnet, Kur'ân-ı Kerim'den sonra ikinci ana kaynaktır. Fıkıh usûlünde delil olarak kullanılan sünnet, Hz. Peygamber'den geliş şekline göre; söz, fiil veya onaylama (takrir) olmak üzere üçe ayrı-hr. Bazı âlimler sıfat (vasfı) sünneti ilâve ederek dörde ayırırlar.

 

1. Kavlî Sünnet (Sözlü Hadis):

 

Hz. Peygamberin (sav) çeşitli vesilelerle söylemiş olduğu söz­lerdir. Meselâ;

"Ramazan hilâlini görünce orucu tutun, Şevval hilalini görünce orucu açın." (Ebû Dâvud, Savm 6)

"Size, sıkı sarıldığınız sürece sapıtmayacağınız iki şey bıraktım. Allah'ın kitabı, Resulünün sünneti." (Muvatta1, Kader, 3)

Peygamber (sav)'in günlük yaşayışı sünnetin tümünü kapsa­maktadır. Zira sünnet kelimesi "Övülmüş veya kınanmış yol" an­lamındadır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulmuştur:

"Kendilerine hidayet geldiğinde insanları inanmaktan ve Rablerinden mağfiret dilemekten alıkoyan, sadece ön­cekilerin sünnetinin (gidişatının) kendilerine gelmesini beklemelidir." (Kehf, 55)

Hz. Peygamber (sav) sünnet kelimesini sözlük anlamı olan, yol mânâsında kullanmıştır:

"Kim iyi bir sünnet (yol) edinirse, onun ve onunla amel edeceklerin sevabı o kimseye aittir." (Müslim, İlim, 15, Zekât, 69)

Hadisçiler, Hz. Peygamberin söz, fiil ve takrirleri şeklinde ta­rif etmişlerdir. Aynı şekilde O'nun ahlâkî sıfatları, sîreti ve hayatı sünnettir.

Kavlî sünnet, Hz. Peygamber'in çeşitli vesilelerle söylemiş ol­duğu mübarek sözlerdir. Bu anlamıyla hadis ve sünnet eşanlamlı­dır.

Hadislerin bütünü içerisinde önemli yer tutan kavlî sünnet, özel çalışmalara da konu olmuştur.

Hukukî açıdan da kavlî sünnetin önemi büyüktür. Çünkü fiilî sünnetin Hz. Peygamber'e mahsus özel bir hâl olma ihtimali var­dır- Takriri sünnette de bir şahsa ve olaya mahsus özel bir hüküm veya izin olma ihtimali mevcuttur, hâlbuki kavlî sünnetin lafzî delâleti daha açıktır. Bu açıdan şer'î hükümlerin istinbâtmda kavlî sünnet, daha kuvvetlidir.

 

2. Fiilî Sünnet (Fiilî Hadis):

 

Resûlüllah'm davranış ve fiili uygulamalarıdır. Fiilî sünnete O'nun namaz kılışını ve haccını örnek verebiliriz. Kendisi şöyle buyurmuştur

"Ben namazı nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın." (Buhâri,

Ezan 18, Edeb, 27)

Hz. Peygamber'in savaşlarda yapmış olduğu işler de fiili sün­nete girer.

Fiilî sünnetler de diğer sünnetler gibi kısmen yazılarak ama büyük bir kısmı hafızadan hafızaya nakledilerek tevatür, meşhur, âhâd tarîkleriyle bize kadar ulaşan, hadis adı verilen sözlü ifade­lerle belgelenmiş ve bunlar hadis kitaplarında toplanmıştır.

 

Hz. Peygamber'in Fiilleri

 

Resûlüllah (sav)'m fiilleri üçe ayrılır:

a. Allah Resûlü'nün (sav) bir insan olarak yaptığı fiillerdir. Yeme, içme, giyinme, uyuma, yatıp kalkma gibi. Bu fiiller genel olarak ümmeti bağlamaz. Çünkü bunlar Allah elçisinden bir pey­gamber sıfatıyla değil bir insan olması sıfatıyla zahir olan fiiller­dir.

Yine de sahabe arasında O'nu bu gibi fiillerinde izleyenler de vardı. Abdullah b. Ömer (ra) bunlardandır.

Hz. Peygamberin ticaret, tarım, savaş tedbirleri, hastalık te­davisi gibi dünyevî işlerde kendi görgü ve tecrübesine dayanarak yaptığı davranışlar da bu kısma girer. Çünkü bunlar kişisel tec­rübeyle ilgilidir. Bununla ilgili olarak çok bilinen şu örneği zikre­debiliriz: "Hz. Peygamber, Medinelilerin hurmaları aşıladık­larını görünce, aşılamamalarını bildirdi. Ertesi yıl iyi ürün alınmadığını görünce; hurma bahçesi sahiplerine "Dünya­nıza ait işleri daha iyi bilirsiniz" buyurdu.(Müslim, Fezâil, 141;

İbnı Mâce, Rühûn, 15)

b. peygamber'in sırf kendisine mahsus olduğu şer'i bir de­lille belirtilmiş olan fiilleri. Gece teheccüd namazı kılması, Rama-zan'da "visal orucu" tutması, dörtten fazla kadınla evlenmesi buna örnek olarak zikredilebilir.

c. Hz. Peygamber'in teşrî (yasa, hüküm) nitelikli fiilleri. Na­maz kılışı, oruç tutuşu, haccedişi, ziraî ortaklık kuruşu, borç alıp vermesi gibi. Bu tür fiilleri sünnet olup bunlara uymak gerekir.

Sonuç olarak sünnet, Kur'ân'dan sonra ikinci asıl kaynak olup İslâm'ın pek çok hükmü ve belki İslâmî müessese ve esasların bü­tünlüğü sünnetle tamamlanmıştır

 

3. Takriri Sünnet:

 

Hz. Peygamber'in görüp işittiği bir işe karşı çıkmaması ve onaylanıasıdır. Çünkü Allah Resulü (sav) bir işin yapıldığını gör­düğü veya işittiği hâlde onu reddetmemiş ve susmuşsa, bu durum söz konusu işi tasvip ve kabul ettiği anlamına gelir.

Örnek: "Bîr gün Hz. Peygamber kabir başında ağlayan bir kadına rastlar. Ona; "Allah'tan kork ve sabret" der. Ka­dın Resûlüllah (sav)'ı tanımadan; "Benim başıma gelen, se­nin başına gelmediği için beni anlayamazsın" diye cevap verir. Daha sonra O'nun Allah elçisi olduğunu öğrenince de, evine giderek özür diler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurur: "Asıl sabır, olayla ilk karşılaşmada gösteri­len sabırdır." (Buhâri, Cenaiz, 32)

Burada Allah'ın Resûlü'nün (sav) kadının kabir ziyaretine ses çıkarmadığı görülmektedir. Bu, erkekler gibi kadınlar için de ka­bir ziyaretinin caiz olduğunu gösteren bir takrirdir.

Takriri Sünnet iki türlüdür:

 

a) Sarîh (açık) Takrir:

 

Resûlüllah'm (sav) muttali olduğu herhangi bir olay ya da sahabîlere ait uygulamayı tasvip ve tasdik ettiğini açıkça belirtnıesidir. Örneğin yılanın zehirlediği bir kabile reisini Fatiha sûre-si'ni okuyarak tedavi eden ve bunun karşılığında bir miktar koyun alan sahabînin, bu koyunların yenilip yenilemeyeceği hususunu Resûlüllah'a sorması, Hz. Peygamber'in de: "Fatiha'nın şifa ve­receğini nereden biliyordun? İyi etmişsin. Koyunları bölü­şün, bir pay da bana ayırın" buyurmasıdır.

Allah Resulü (sav) bu olayda Kur'an ile tedavi karşılığında üc­ret almayı açıkça tasvip etmiş bulunmaktadır.

 

b) Zımni Takrîr:

 

Gördüğü veya duyduğu herhangi bir olay karşısında sükût bu­yurmasıdır.

Örnek: Hendek savaşı sırasında Beni Kureyza Yahudilerinin üzerine giderken sahabeden bir grubun ikindi namazını yolda kılması, bir grubun da "Beni Kureyza yurduna varmadan kılmayın" buyurdu diyerek vakit geçmesine rağmen namazı kıl­mamış olması karşısında Allah Resûlü'nün (sav) susarak her iki grubun hareketini de zımnen tasvib etmiş olmasıdır. (Stret-i İbni Hişârn, Ben-i Kureyza Gazası, 2/234)

 

4. Sıfat (Vasfî) Sünnet:

 

İki kısımdır.

 

a) Hulkî (Ahlaki) Sıfat:

 

Allah Resûlü'nün (sav) herhangi bir ahlakî sıfatını tanıtan ha­dislerdir.

Örnek: "Resûlüllah (sav), insanların en cömerdiydi. O (sav), Ramazan'da daha çok cömertti." (İbni Kesir, Peygamberimi­zin Şemaili s. 86)

dir.

 

b) Hılkî (Yaratılışla İlgili) Sıfat:

 

Allah Resûlü'nün (sav) şemailine dair bilgileri içeren hadisler-

Örnek: "Allah Resulü (sav) sima olarak insanların en gü­zeli, yaratılış olarak da en mükemmeli, en dengelisiydi. O (sav), ne aşırı uzun ne de çok kısa idi." (sonen-/nmut Tercümesi- 4, s.201)

 

Sünnetin Rivayet Bakımından Türleri

 

Senedinde kopukluk bulunmayan hadisler rivayet bakımından üçe ayrılır. Mütevâtir, meşhur ve Ahâd sünnet.

 

1. Mütevâtir Sünnet:

 

Yalan üzerinde birleşmeleri aklen mümkün olmayacak sayıda bir sahabe topluluğunun Hz. Peygamber'den (sav) rivayet ettiği, daha sonra bu topluluktan tâbiûn ve tebe-i tabiîn devirlerinde de aynı Özellikteki toplulukların naklettiği haberlere "mütevâtir sünnet" denir.

Bu üç kuşaktan sonraki devirlerde yalan üzerinde birleşmenin aklen mümkün olmaması şartı aranmaz. Çünkü sünnet bu dö­nemden sonra tedvin ve tasnif edilerek yazılı eserlere intikal et­miş, daha Önce tek râviler yoluyla gelen haberlerin büyük bölümü tevatür ve şöhret derecesinde nakledilmiştir.

Tevatür lafzı ve mânevi olmak üzere ikiye ayırıhr.

 

a) Lafzı Mütevâtir:

 

Lafız ve anlam birliği içinde nakledilen mütevâtir haberdir. Meselâ; "Kim bana yalan söz isnat ederse, cehennemdeki yerini hazırlasın" (Buharı, ilim 38; Müslim, zühd 72) hadisi, tevatür derecesinde kalabalık bir sahabe topluluğunca aynı lafızla rivayet edilmiştir.

 

b) Manevî Mütevâtir:

 

Lafız ve anlam bakımından farklılıklar içermekle birlikte, bü­tün râvilerin ortak bir anlamda birleştiği mütevâtir haberdir. Dua sırasında ellerin kaldırılması bu çeşit mütevâtire Örnek gösterile­bilir.

Mütevâtir sünnetin hükmü, Hz. Peygamber'e nispetinin kesin oluşudur. Buna göre, mütevâtir sünnetle amel etmek farz olup onu inkâr eden dinden çıkar. Bu tür hadislerin delâleti zannî ol­madıkça, ortaya koyduğu hüküm kesinlik ifade eder. Mütevâtir hadisler, delil olma bakımından Kur'ân'a yakın kuvvettedir.

 

2. Meşhur Sünnet:

 

Hz. Peygamber'den bir veya iki ya da tevatür sayısına ulaş­mamış sayıda sahabî tarafından rivayet edilmişken, tâbiün veya tebei tabiîn devirlerinde tevatür sayısında râvi tarafından nakle­dilen sünnettir.

Mütevâtir ve meşhur sünnet arasındaki fark şudur; birincide her üç tabaka râvileri tevatür sayısında iken, meşhur sünnette, sahabî râviler tevatür sayısına ulaşmamıştır. Buna göre mütevâtir hadisin Hz. Peygamber'e nispeti kesinken meşhur ha­disin, Hz. Peygamber'den rivayet eden sahabîye nispeti kesin ol­makla birlikte, Hz. Peygamber'e nispeti kesinlik taşımaz.

Meşhur sünnetin hükmü, kesine yakın bir bilgi vermesidir. Bu yüzden mütevâtir sünnetle Kur'ân'daki umûmî lafzın tahsisi ve mutlak lafzın takyidi mümkün olduğu gibi, meşhur sünnetle de aynı şeyler yapılabilir.

 

3. Ahâd Sünnet:

 

Bunlar, Hz. Peygamber'den bir, iki veya daha fazla sahabî ta­rafından rivayet edilip meşhur hadis şartlarını taşımayan hadis­lerdir. Ahâd hadisi bir kişiden yine bir kişi rivayet etmiş olup, bize kadar ulaşan senedindeki kişiler hiçbir zaman tevatür sayısına ulaşmamıştır. Hadis kitaplarında toplanmış bulunan hadislerin çoğu bu türden olup, bunlara tek kişinin haberi anlamında "haber-i vâhid" veya birer birer kişilerin haberi anlamında "âhâd ha­ber" denir.

Âhâd sünnet kesin bilgi ifade etmeyip zannî bilgi verir. Çünkü Hz. Peygamber'e nispetlerinde kuşku vardır. Bu yüzden itikâdî konularda Âhâd habere dayanılmaz. Belli şartlan taşıyan Âhâd haberler amelî konularında delil olarak kabul edilir.

Hanefîler dışındaki âlimlere göre, hadisler Mütevâtir ve Âhâd olmak üzere ikiye ayrılır. Şu var ki bu görüşte olanlar Âhâd habe­ri, kendi içinde "Garib", "Aziz" ve "Müstefiz" olmak üzere üçe ayırmışlardır.

 

Âhâd Hadisle Amel Etmenin Şartları:

 

Hanelilere göre daha önce de belirtiğimiz üzere Ahâd haberin delil olarak kullanılabilmesi için şu özellikleri taşıması gerekir.

1. Râvi, naklettiği hadisle amel etmelidir. Rivayetine   aykırı davranış veya fetvası bilinirse, hadis değil, amel veya fetvası esas alınır. Çünkü râvi, bu hadisin neshedildiğini gösteren bir delil bilmese, hadise  aykırı  davranmaz.  Aksi hâlde "adalet" vasfını kaybeder.

2. Hadisi rivayet eden râvi, fıkıh bilgisi ve ictihad ehliyeti ile tanınmış bir kimse değilse hadis, kıyasa ve genel şer'î usûle aykırı olmamalıdır.

Buna göre, kıyasa aykırı hadis dört halife gibi, Abdullah b. Ab-bas, Abdullah b. Mes'ud ve Abdullah b. Ömer gibi hem hadis riva­yeti ve hem de fıkıhtaki ehliyeti ile tanınmış biri ise hadis kabul edilir ve onunla amel edilir. Fakat Enes b. Mâlik ve Bilâl gibi yal­nız hadis rivayeti ile tanınan, ictihad ehliyeti bulunmayan birisi ise, hadis kabul edilmez.

Bu prensip, hadislerin mânâ ile rivayetinin yaygınlaşması yü­zünden konmuştur. Buna göre fıkıh bilgisi olan râvi, bir kelime yerine hadiste başka bir kelime kullansa, hadisin aynı anlamı ko­ruduğunu söylemek mümkün olur. Ancak fakih olmayan râvi için bunu söylemek güçtür. Özellikle; ortada kıyasa ve genel şer'î esaslara aykırı düşen bir rivayet varsa, bu râvinin yanılma ihtimali güç kazanır.

3. Âhâd haber sık yaşanan ve her mükellefin bilmesi gereken olaylar hakkında olmamalıdır. Usûl ilminde bu duruma "umumî belvâ" denir. Burada olayın tevatür veya şöhret tarîkiyla nakli için gerekli şartlar oluşmuştur. Buna rağmen haberin tek râvi tarîkiyla gelmesi, onun Hz. Peygamber'e (sav) nispetinin sağlam olmadığını gösterir.

Bu ilkeden hareketle, Hanefî bilginleri Abdullah b. Ömer'den (ra) rivayet edilen; "Hz. Peygamber rukûya giderken ve başını rukûdan kaldırırken ellerini kaldırırdı" anlamındaki hadis ile amel etmemişlerdir. Çünkü ellerin kaldırılması, çok sık yaşanan ve herkesin hükmünü bilmesi gereken bir olaydır. Eğer bu konuda vârid olan hadis sahih olsaydı, bunu çok sayıda başka râvinin nakletmesi gerekirdi.

 

Senedinde Kopukluk Bulunan Hadisler:

 

Senedinde kopukluk bulunan hadis sened bakımından Hz. Peygamber'e ulaşmayan hadistir. Buna "Mürsel" veya "Munkatı"' hadis denir. Sahabe atlanıp tabiînden birisinin Hz. Peygam­ber'den (sav) işitmiş gibi naklettiği hadis de böyledir.

İmam Ebû Hanife ve İmam Mâlik, mürsel hadisi kayıtsız şart­sız kabul eder, yalnız mürsel hadisi rivayet eden râvinin güveni­lir olup olmamasına bakarlar.

İmam Şafiî ise, bunu rivayet eden tabiî, Medineli Saîd b. el-Müseyyeb ve Iraklı Hasan el-Basrî gibi meşhur ve bir çok sahabî ile görüşmüş bir tabiî ise kabul eder. İmam Şafiî ilgili hadisin bu­nun dışında şu dört şeyden biriyle desteklenmesini de şart koşar.

1. Mürsel hadisi, senedinde kesinti olmayan ve anlamı aynı olan başka bir hadis desteklemelidir.

2. Mürsel hadisi, ilim  adamlarının kabul ettiği başka bir mürsel hadis desteklemelidir1.

3. Mürsel hadis, bazı sahabî sözlerine uygun düşmelidir.

4. İlim ehli, mürsel hadisi kabul edip çoğunluğu onunla fetva vermiş olmalıdır.

İmam Şafiî'ye göre, mürsel hadis, senedi kesintisiz (^muttasıl) bir hadisle çatışırsa ikincisi tercih edilir.

 

Hadis, Fıkıh ve Usûl Bilginlerinin Sünnet Anlayışları

 

Bu üç sınıf ilim adamının Allah Resûlü'ne (sav) bakışları sahip oldukları ilim gereği kısmen farklı olduğu için sünnet anlayışları ve sünnet karşısındaki tavırları da biraz farklı olagelmiştir.

Hadis bilginleri Resûlüllah (sav)'i öncelikle bir hayat rehberi görür, Yüce Allah'ın "Allah'ın Resulünde sizin için güzel bir örnek vardır" (Ahzab, 21) buyruğunu şiar edinirler.

Onlara göre Resûlüllah (sav)'den bize nakledilen her şey; söz, fiil, takrir, şemail, hâl, hılkî veya hulkî sıfatlar, tavırlar... sünnet­tir, rivayet edilmeli ve korunmalıdır. Bu bakımdan fikhî bir hük­me delâlet etmesi, hatta risâlet sonrası döneme ait olması da ge­rekmez. Dolayısıyla çocukluk ve gençlik dönemiyle ilgili rivayetler de sünnet kabul edilir.

Fıkıh bilginleri ise Hz. Peygamber (sav)'e öncelikle bir şeriat koyucu olarak bakar ve fiillerinin mutlaka şer'î bir hükme delâlet edeceğini kabul ederler. Bu bağlamda O'nun fül ve sözlerinden farz, vâcib, haram, mubah benzeri hükümler çıkarmaya çalışırlar.

Sünnet kavramı, fıkıhçılar tarafından kimi zaman şer'î bir de­lil ile sabit olan hususlar için kullanılır. Örneğin abdest uzuvları­nın belli bir sırayla yıkanması Kur'ân ile sabit olduğu hâlde Hane-filere göre sünnet, Şâfulere göre ise farzdır. Kurbanla ilgili emir de böyledir.

Sünnetin bu geniş anlamdaki kullanımına ilk üç kuşağı oluş­turan selefin onayladığı her şey dâhil edilebilir.

Fıkıh usûlü bilginlerinin hadis/sünnet anlayışına gelince; bun­lar Allah Resulü (sav)'e daha farklı bir gözle bakmışlardır. Onlar Hz. Peygamber (sav)'e; fendinden sonra, ictihâd yapacak müctehidlere, bu işte yol gösterecek ve dayanak olacak esaslar koyan, insanlara hayat kurallarını açıklayan bir 'şeriat koyucu' sıfatıyla bakmış ve bir hüküm tesbit ve takrir eden söz, fiil ve tak­rirlerine yönelerek bunlara sünnet demişlerdir.

 

Eser

 

Sünnet veya Hadis yerine kullamllan kelimelerden biri de Eser kelimesidir. Sözlük anlamı itibarıyla bir sözü nakletmek mânâsına gelir.

Hadise eser dendiği gibi, muhaddis'e de eserî denmiştir. Bu deyime fazla sık olmasa da rastlanır. Teferruata inildiği takdirde eser kelimesinin daha özel kullanımları görülebilir. Şiîler, masum imamların söz, fiil ve takrirlerine "hadis", masum olmayan kimse­lerden gelen sözlere "eser", masumların dışındaki sahabi, tabiî ve tebei tabiînden gelen sözlere de "haber" derler.

Aslolan cumhur yani çoğunluğun kullandığı şekildir. Buna gö­re eser hadis ile eşanlamlıdır. Hatta Müşküu'l-âsâr gibi kitap isimlerinde dahi kullanılmaktadır.

Hadisçiler, merfû ve mevkuf hadislere 'eser' adım verirler. Tahâvî'nin   bu   alandaki  kitabının   adı,   Şerhu Meâni'l-âsâri'l-

muhtelifeti'l-me'sûre' dir.

Bu bağlamda değinmemiz gereken Ehli re'y - Ehli eser ihtilâfı tâbiûn döneminde ortaya çıkmıştır. Ehli eser, re'y ve kıyası zayıf saymış, zorunlu kalmadıkça akıl ve kıyasla fetva vermemişlerdir. Onlar sadece hadis toplama ve yazma işine ağırlık vermişlerdir. Zahirî mezhebi aşırı eserci bir mezhep kabul edilir. Çünkü kıyası, sahabe ve tâbiûn fetvalarını delil olarak kabul etmezler.

"Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak..." (Rûm 50) aye­tinde olduğu gibi, yüce Allah'ın âlemdeki bütün eserlerine âsâr denilir.

 

1) Ehli Eser:

 

Eser, gerek Hz. Peygamber (sav)' den, gerekse sahabeden rivâvet edilen habere denir. Ehli Eser de eser sahipleri, eser taraftar­ları anlamına gelir. Bu gruptaki âlimler için Ehli Rivayet, Ehli Hadis gibi tanımlar da kullanılmıştır.

 

2) Ehli Re'y:

 

Ortaya çıkan yeni bir meselenin hükmünün Kur'an-ı Kerim ve hadislerde açık bir şekilde bulunamaması durumunda umumî prensipler ve İslâm'ın ruhundan hareket edilerek akıl ve kıyasla varılan netice ve çıkarılan hükme re'y denir. Sahabe ve tabiînin ilk döneminde bu anlamda kullanılan re'y» tabiîn devrinin sonla­rına doğru kıyası ifa'de etmek için kullanılmıştır.

Re'y Ehli sahabe devrinden itibaren başlamıştır. Sahabe'den bazıları Hz. Peygamber (sav)'den hadis vârid olmayan hususlarda kendi re'y ve ictihadlarıyla hüküm verme yoluna gitmişler, bu ruhsatı bizzat Peygamber Efendimiz (sav) vermiştir. Bu konuda en meşhur hadis, Yemen'e gönderilen Muâz'm (ra) yaptığı sırala­madır: Allah'ın Kitabı, Sünnet, re'y- (Ebû Dâvud, Akziye 11; Tirmizî, Ahkâm 3)

İslâm âlimlerinin her bir grubu kendi görüş ve içtihadı için uy­gun deliller aramış ve farklı ictihadlarda bulunmuşlardır. Hadise dayanarak görüş ve ictihadlarını açıklayanlar fıkıh meselelerinin inceleme ve çözümünde izledikleri usûle göre iki kısma ayrılmış­tır. Bir kısmı nasslara bağlı kalmıştır ki bunlara Ehli Hadis adı verilir. Diğer kısmı nasslarm illetlerini inceleyip kıyas yoluyla yeni hükümler verme yolunu izlemişlerdir ki bunlara da Ehli Re'y adı verilmiştir. Ehl-i Hadis'in merkezi Medine (Hicaz Okulu), Ehli Re'yin merkezi ise Irak (Irak Okulu) olmuştur.

 

Haber:

 

Haber, geçmişten bir nakli ifâde eder, bu anlamda tıpkı hadis gibidir. Sözlük bakımından eşanlamlı olmasına rağmen, çoğunluk­la tarihî hâdiselerin nakline haber, Hz. Peygamberle ilgili nakil­lere hadis denmiştir. Bu anlamda her hadis bir haber, ancak her haber hadis değildir.

Haber kelimesinin çoğulu "ahbâr"dır. Kur'an-ı Kerîm'de, Tebük seferine katılmayanlar hakkında inen şu ayette sözkonusu kelime çoğul olarak geçmektedir: "Münâ&klar (savaştan) dön­düğünüz vakit sizden özür dilerler. De ki, özür dilemeyin! Size asla inanmayacağız. Allah bize haberlerinizi açıkça bildirmiştir." (Tevbe, 94).

Hadis kavramı olarak haber; birkaç şekilde tanımlanmıştır. En yaygın ve kabul gören tammı;"hadis" terimiyle eş anlamlı olarak kullanılmış ve Hz. Peygamber'in (sav) hadislerine "haber" denmiş­tir.

Hadis ile haberi farklı mânâda kullananlar da olmuştur: Bun­lara göre de, "hadis" sadece Hz. Peygamber'e ait "merfû"' rivayet­leri; "haber" ise Hz. Peygamber'in hadisleri dışındaki mevkuf ve maktu' rivayetleri ifade eder. Bunun içindir ki, hadisle meşgul olanlara "muhaddis" dendiği hâlde, tarih, hikâye veya kıssa ile uğraşanlara "ihbârî" denmiştir.

Haberleri genel olarak ikiye ayıran usûl ve kelâm alimleri, bunlardan birincisine "mütevâtir" ikincisine ise "âhâd" haberler ismini vermişlerdir. Haberlerin bu şekildeki taksimi, onların riva­yet şekline ve râvîlerine göre yapılmıştır.

a. Mütevâtir Haberler: Mütevâtir kelimesi, arkası kesilmek -sizin, birbiri ardınca gelmek, birini takip etmek mânâsına gelen "tevatür" fiilinin ism-i failidir.

Hadis terimi olarak mütevâtir, hemen bütün usûl kitaplarında şöyle tarif edilir: 'Talan üzere birleşmeleri aklen ve âdeten müm­kün olamayacak kadar çok kimsenin; senedinin başından sonuna kadar birbirinden rivayet ettikleri hadis."

Tarifte sözü edilen konulardan biri olan çok insanın, kasıtlı veya kasıtsız yalan üzerinde birleşmelerinin mümkün olmaması durumu, delil veya karinelerin delâleti ile anlaşılır.

Mütevâtir haberi nakledenlerin sayısı her devir veya kuşakta azalmamalı bilakis artarak devam etmelidir.

Bu şartları taşıyan mütevâtir haber mutlak ve kesin bilgi ifade eder; işiten kimse için red ve inkârı mümkün olmayıp tasdik ve kabulü zorunlu olan bilgi olur. Eğer akide ile alakalı ise ona inanmayı; amele dairse onunla amel etmeyi gerektirir. Bu şartları taşıyan hadislere de mütevâtir hadis denir.

Kavlî ve ameli sünnetlerden bazıları tevatür derecesindedir. Kimilerine göre, Kur'an-ı Kerîm tevâtüren sabit olduğu hâlde, sünnet ve icmâ hem tevatür hem de âhâd yolla sabit olmuştur. Şu var ki gerek sünnetten ve gerekse icmâdan mütevâtir derecesinde olanlar oldukça azdır. Hatta sünnette sadece mânâ yönünden mütevâtir durumunda olanlar vardır. Meselâ beş vakit namaz, rekâtlarının sayısı bu tür sünnetlerdendir.

b) Âhâd Haberler Râvî sayısı bakımından mütevâtir derecesine ulaşmamış ha­disler için kullanılan bir terimdir.

Âhâd, sözlükte "bir" mânâsına gelen "ehad" ve "vâhid" kelime­lerinin çoğuludur. Mütevâtir dışında kalan haber çeşitlerinin hep­sine birden "âhâd haber" denir.

İlk asırlarda yalnız bir kişinin rivayet ettiği hadisler hakkında "haber-i vâhid" tabiri kullanılırdı. Nitekim İmâm Şafiî, haber-i vahidi, "Hz. Peygamber'e veya O'ndan sonraki bir şahsa ulaşınca­ya kadar bir kişinin bir kişiden rivayet ettiği haber" şeklinde tarif etmiştir. Fakat sonraki devirlerde bu tabir, iki, üç, hatta daha çok kimsenin birbirinden naklettikleri fakat mütevâtirin şartlarına hâiz olmayan bütün haberler hakkında kullanılmıştır.

Ahâd haberler kesin bilgi ifade etmezler. Gerekli bilgilerin bu­lunması hâlinde bile sadece zan ve galip zan ifade ederler. Âhâd haberler küfür ve iman konusunda debi olamazlar. Zira akideyi ilgilendiren bir konudaki deliller zan ifade etmemelidir. Akâid meselelerinde zan geçerli değildir. Âhâd haberler fıkhı ve ahlâkî konularda amel edilen haberlerdir.

Aralarında Ahmed b. Hanbel'in (h.241/855) de bulunduğu bir grup, haber-i vahidin kesin bilgi ifade ettiği görüşündedirler. Zâhirî mezhebinden İbni Hazm şöyle der: "Resulullah'a (sav) varın­caya kadar hep âdil kimselerin rivayet ettiği haber-i vâhid hem ilim, hem de amel ifade eder."

İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre âhâd haberler zan ifade ettiği için itikadı meselelerde tek başına hüccet sayılmazlar. Zira itikatta zannî delile itibar edilmez.

Fıkhî konulara gelince; İslâm âlimlerinin genel kanaati bu çe­şit haberlerin amelî ve ahlâkî konularda delil olması yönündedir.

Ancak İmam Ebû Hanîfe zamanında hadis uydurma hareketi aşırı bir şekilde yayıldığı için o, haber-i vâhidle amel etme konu­sunda ağır şartlar ileri sürmüş, pek titiz davranmış, haber-i vâhidlerin çoğunu reddetmiş, kıyası birtakım hadislere tercih et­miştir.

 

Haberlerin Tetkiki

 

Rivayet edilen haberlerin doğruluğunu araştırmak, fâsık kim­selerin getirdiği bilgileri hemen kullanmayıp tenkide tâbi tutmak­tır.

Yüce dinimiz islâm her probleme çözüm getirdiği gibi haberle­rin incelenmesi konusunu da halletmiş ve müslümanlann bu ko­nuda nasıl davranacaklarını Kur'an nassıyla belirlemiştir: "Ey iman edenler; Bir fâsık size bir haber getirirse onu iyice araştırınız. Yoksa bilmeyerek bir kavme kötülük yaparsı­nız da yaptığınız işten pişman olursunuz" (Hucurât, 6)

Bu ayetin nüzul sebebi, Allah Resulü (sav) tarafından zekat toplamakla görevlendirdiği bir şahsın, gitmesi gereken bir kabile­ye gitmeyip 'zekat vermedikleri' şeklinde bir haberle dönmesi ve bilahare o kabilenin gelerek onu yalanlaması olayıdır.

Ayetin nüzul sebebi, anlamım hiçbir yoruma gerek bırakmaya­cak biçimde ortaya koymaktadır. Buna göre fiskı sabit olan bir kimsenin şahitliği ve rivayetleri kabul edilemez. Haberlerin araş­tırılmadan kabul edilmesi hâlinde, ayette bildirildiği üzere, piş­man olunacak sonuçlarla karşılaşılması kaçınılmazdır. Fısk ise, genel itibarıyla kişiyi imandan çıkarmamakla birlikte ahlakî, fıkhı ve itikâdî zafiyetler barındırma hâli için kullanılır.

 

Hadis Tahlili

 

1- Sened Ve Metin

 

Hadisler birbirinden farklı iki ana kısımdan oluşur:

1-Sened,

2-Metin.

 

a) Sened:        

 

İsnâd ve tarîk de denir. Sened, günlük hayatta ne ifâde ediyor­sa, hadiste de onu ifade eder. Ev senedi, arsa senedi vb. nasıl her hangi bir şeyin mülkiyetini ifade ediyorsa, hadis senedi de o riva­yetin aktarıldığı kimselere aidiyetini gösterir.

Kısaca hadisteki sened, hadis metninin kaynağa olan nispetini ispatlar. Merfû bir hadisin Hz. Peygamber'e (sav) olan nispetini garantiler.

Başka bir deyişle sened, bir sünnetin Resûlüllah (sav)'e ait ol­duğuna dair yapılan iddiayı kanıtlayan delildir. Senedsiz bir sö­zün "hadis" olduğunu iddia etmek mümkün değildir.

Bir hadis esasen metni yani, içerdiği anlam ve hüküm sebebiy­le kıymet taşır. Hadisten esas maksad bunlardır. Fakat muhad-dısler açısından hadisin senedi en az metni kadar değerlidir. Hat­ta sened, metinden daha önemlidir. Çünkü her hangi bir sözü 'ha-das1 yapan Allah Resulü (sav)'e ait olduğunu gösteren senedidir.

Güvenmek, dayanmak anlamına gelen 'sened', bir hadis kav­ramı olarak, metnin başında yeralan ve biri diğerinden almak ve nakletmek suretiyle hadisi rivayet eden kişilerin, Resulullah'a varıncaya kadar bir bir anıldığı kısımdır. Diğer bir deyişle, râvüer zincirinin adı olup bu zincir, hadisin Hz. Peygamber'den kimler aracılığıyla ve hangi yollarla bize ulaştığını gösterir:

Örnek: Haddesenâ Muhammed îbni Beşşâr, kale; haddesenâ Yahya kale; Haddesenâ Şu'be, kale; haddesenâ Ebu't-Teyyâ'h, an Enes, ani'n-Nebiyyi sallallahü aleyhi ve sellem kale: (Muhammed b. Beşşâr, Yahya-Şu'be-Ebu't-Teyyâh kanalıyla naklederek, Resûlüllah (sav)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti:)

Senette geçen "haddesenâ" (bize nakletti, rivayet etti) ve "an" (ondan) kelimelerine "rivayet lâfızları" denir. "Kale", dedi anla­mındadır.

Senedi, yani râvîler zincirini zikretmeye isnâd (=sened zik­retme) denilmiş olsa da günümüzde sened ve isnâd birbirinin ye­rine kullanılmaktadır.

Senede "tarîk" veya "vecih" adı da verilmekte olup daha çok hadis uzmanları için, hadisin sıhhatini, yani, hadisin Hz. Pey-gamber'e (sav) âit olup olmadığını teyit etmek açısından önemli­dir.

 

b) Metin:

 

Metin, sened, ya da râviler zincirinin sona ermesiyle başlayan esas bölümdür. Hadis, asıl itibarıyla metin olmasına rağmen met­nin Peygamber efendimize aidiyeti senedle bilinir.

Hadislerin metin bölümleriyle ilgili bir çok ilim dalı gelişmiştir ki bunlara kısa kısa değinilmişti.

Bunun dışında müdrec, maklûb, münker, musahhaf, muharref ve mu'allel gibi sened ve metin arasında müşterek olan terimler ve inceleme konuları da bulunmaktadır.

Hadis metinleri gerek üslub ve dil bakımından gerekse kitap ve sünnetin genel espirisine uygun olup olmamak açısından ha-disçilerce değerlendirilirler. Tarih, sosyoloji ve psikoloji de bu de­ğerlendirmede en çok yararlanılan ilmi branşlar olmaktadır.

Sened ve çevresindeki çalışmaları ve geliştirilmiş branşları dikkate alarak hadisçilerin metinle pek meşgul olmadıkları zan-nına kapılmamak gerekir. Zaten sened ve çevresindeki gayretler hep metin için, ondan doğru sonuç çıkarabilmek içindir. Ancak kabul etmek gerekir ki, oran olarak senedle daha fazla meşgul olunmuştur.

 

Senedin Önemi;

 

Senedin önemi iki noktada yoğunlaşmaktadır:

a. Hadisin sıhhatini tayin ve tesbitine zemin hazırlamak.

b. Rivayet kargaşasını önlemek.

Süfyân es-Sevrî (v. 161/777) de "İsnâd, mü'minin silahıdır. Si­lahı olmayan ne ile ve nasıl savaşacaktır?" derken senedin, sünne­tin ve dolayısıyla dinin korunmasında taşıdığı Öneme işaret et-mektedir.

Son zamanlarda temel hadis kaynaklarının tercümelerinde de senedler, sahabî râvi dışında Türkçe'ye çevrilmem ekte, adeta sened ikinci plana atılmaktadır. Hâlbuki senedin taşıdığı özellik­ler anlaşıldığı ölçüde hadisten alınacak feyz artacaktır.

 

Uzunluklarına Göre Senedin Kısımları:

 

Senedler, uzunluk bakımından ikiye ayrılmıştır: Alî sened, na­zil sened. Uygulamada bu ayırımın büyük önemi vardır. Çünkü rivayet edilen bir haberin yaşandığı zamanla, onu yazan müellif arasına ne kadar az zaman girerse, rivayete olan güven o derece artar. İslâm âlimleri sadece zamana bakmakla kalmayıp, araya giren râvi sayısına da bakarlar. Buna göre hadisleri kaydeden müellifle Hz. Peygamber (sav) araşma ne kadar az ravî girerse -râviler  sika  olmak  şartıyla-  o  rivayet  o  derece  değerli  olur.

 

a) Âlî İsnâdlar:

 

Ali isnâd, son râviyi haberin kaynağına en az râvi ile ulaştıran en kısa isnâddır. Senedde bulunan râvilerin sayısının az olması hata yapma ihtimalini azaltacağı için aranan bir özelliktir.

Alî isnadın üstün sayılması şu değerlendirmeden kaynaklanır: Senedde yer alan râviler ne )cadar sika olurlarsa olsunlar mutlaka bir yanılma payına sahiptirler. Beşer olarak bu ihtimâlden uzak değillerdir. Öyleyse seneddeki râvi sayısı arttıkça, senede kusur girme ihtimali artacak, râvi miktarı azaldıkça hadise kusur girme ihtimâli de azalacaktır.

 

b) Nazil İsnâdlar

 

Nazil, âlî'nin zıddı olup âlî olmayan isnâd nazildir. Bu da kendi içinde bir çok dereceye sahip olmakla birlikte âlî isnada göre ter­cih edilmeyen isnâd türü olarak kalmaya devam eder.

 

Esahhu'l-esânîd:

 

Hadis usûlü kitaplarında Esahhu'l-esânîd, en sahîh hadisle­rin senedleri için kullanılmıştır. Çünkü bir hadisin sıhhat derece­si, öncelikle senedinden gelir. Bu anlamda esahhul-esânîd, sıh­hat şartlarının en fazla tahakkuk ettiği en sahih senedli hadis demektir.

Alimlere göre, en sahih olduğu bildirilen senedlere gelince:

1- Ahmed b. Hanbel ile İshâk b. Râheveyh'e göre şu sened esahhul-esânîd'dir: Ani'z-Zührî an Salim an İbni Ömer.

2- Ali Îbni'l-Medîni, Amr b. Ali el-Fellâs ve Süleyman b. Harb'e göre Muhammed b. Şîrîn an Abîde b. Amr es-Selmânî an Ali (ra).

3- Yahya b. Mâîn'e  göre: A'meş an İbrahim en-Neha'î an Alkame an Abdullah b. Mesûd'dur.

4- Ebû Bekir b.  Şeybe ile Abdurrezzâk es-San'ânî'ye göre: Zührî an Ali İbnil-Hüseyn an Ebîhi Hüseyn an ceddihi Ali b. Ebi Tâlib'dir.

5- Buhârî'ye göre: Mâlik an Nâfî an İbni Ömer'dir.

Bu beşi arasında en değerlisi, Buhârî'nin en sahîh (esahh) say­dığı sonuncu isnâddır.

 

Ehvelü'l-esânîd:

 

En sahih isnada karşı saptanan en zayıf isnâdlara Ehvelul-esânîd denir. İşte bu tür senedlerden bazıları:

1- Hz. Ebû Bekr (ra)'e ulaşan senedlerin en zayıfı: Sadakatu'd-Dakîkî an Ferkad es-Sabahî an Mürrete't-Tayyib an Ebî Bekir (ra).

2- Ehli Beyt'in en zayıf isnadı: Amr İbni Şemir an Câbiril-Cu'fî ani'l-Hâris el-AVer an Ali (ra).

3-  Hz. Âişe'ye ulaşan en zayıf isnâd: Ani'l-Hâris b. Şibl an Unımi'n-Nu'mân ap Aişe (r.anhâ)'dır.

4- İbni Mesûd'a ulaşan en zayıf isnâd: "Şerîk an Ebî Fezâre an Ebî Zeyd an İbni Mesûd (ra)"dur.

 

Rivayet

 

Rivayet, nakletme, anlatma; hadis anlatma, nakletme ve ken­disine nispet olunana isnâd etme anlamında bir hadis terimidir.

Sadece sünnetin nakliyle sınırlı olmayıp sünnet dışındaki ha­berleri, sahabe, tabiîn ve diğer tabakalardan insanların sözlerini, bunları haber verenlere isnâd etmek de rivayet kapsamı içerisin­dedir.

Rivayetin üç temel unsuru olup birincisi, rivayete konu olan sünnet veya benzeri olan haber; ikincisi bir haberi kendisine nak­ledene isnâd ile rivayet eden şahıs (râvi); üçüncüsü de haberi ken­disine nakledene isnâd ile rivayet edenden alan şahıs.

Rivayetin gayesi; Hz. Peygamber (sav)'in söz ve fiillerinden ibaret olan sünnetini, ya da daha genel anlamıyla hadisini gelecek kuşaklara aktarmaktır.

Sahabe, tâbiûn ve bu iki nesli takip eden nesiller, rivayette ti­tiz davranmaya, metnin kesm şekliyle tespitine ve derin araştırmaya büyük önem vermişlerdir. Çünkü rivayet edilen bir haber veya hadis, güvenilir bir nakil tarîki ile gelmişse, muteber olur.

Rivayetin sıhhati, bu üç unsurun sıhhatine bağlıdır. Üç unsu­run sıhhati ise, rivayet edilen haberde herhangi bir değişildik ya­pılmaması ve rivayet eden şahsın da haberi, kaynağının isnadının sahih olması ile gerçekleşir.

Rivayet usûlünün temel kuralları Kur'ân-ı Kerim'de açıklan­mış olup kısaca şunlardır:

 

1. Yalanın Haram Kılınması

 

Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde yalan konuşmak, yalanı malzeme yapmak şiddetle yasaklanmıştır. Yalan, müslüman ol­mayanların sıfatı olarak gösterilmiştir.

"Yalanı ancak Allah'ın âyetlerine iman etmeyenler uy­dururlar" (Nahl, 105).

"De ki Rabbinı sadec'e, açık ve gizli fenalıkları, günah­ları, haksız yere tecâvüzü, hakkında hiç bir delil indirme­diği şeyi Allah'a ortak koşmanızı, Allah'a karşı bilmediği­niz şeyleri söylemenizi haram kılınıştır" (Araf, 33). Yalanın harara kılındığını gösteren çok sayıda âyet bulunmaktadır.

Allah Resulü (sav) de bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: Her kim bana kasıtlı olarak yalan uydurursa Cehennemdeki yerine hazırlansın".(Buharı, ilim 38; Müslim, zühd 72)

 

2. Fâsığm Haberini Reddetmek

 

Bu konuda da açık âyet mevcuttur:

"Ey iman edenler, size eğer bir fâsık bir haber getirirse onu araştırınız." (Hucurat, 6). Bu âyete göre fâsık birinin getirdiği haberin iç yüzü araştırılmalı, hemen kabul edilmemelidir.

 

3. Râvinin Haberini Kabulde Adalet Şartını Aramak

 

Bu da İslâm'ın koyduğu bir kuraldır.

"İçinizden iki âdil şahit getirin, şahitliği Allah için ya­pın" (Talâk, 2)

"Adamlarınızdan iki şahit tutun, eğer iki erkek bulun­mazsa, şâhidlerden razı olduğunuz bir erkek iki kadın ola­bilir." (Bakara, 282)

Her ne kadar zahirde ticarî konul ar dakişahitlik meselesiyle ilgili görünse de rivayette bulunan kişide adalet şartının aranma­sı çok daha evlâdır- Çünkü râvi yaptığı rivayetlerde Allah'a ve Re-sûlü'ne karşı şehâdette bulunmaktadır.

 

4. Araştırmada Belli Sınırları Gözetmek

 

Bu önemli esas da şu ayetle bildirihniştir:

"Bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur." (İsra, 36). Âyet, bir müslümanm, sahih olup olmadığını kesin bilmediği hu­susların ardına düşmemesini emrediyor. Bu temel kural, nakle dayalı ilmin sıhhatinden emin olmayı gerektirmektedir.

 

5. Yalan Haber Nakletmek Haramdır

 

"Bilmediğin şeyin ardına düşme" (İsrâ, 36) âyeti, yalan ve asılsız haberlerin öğrenilmesi ve aktarılması konusunda yasakla­yıcı bir hüküm içermektedir. Kalabalık bir sahabe topluluğu tara­fından nakledilen: "Kim yalan olduğu zannedilen bir sözü benden (olmak üzere) rivayet eDerse kendisi de yalancı­lardan biridir" (Müslim, Mukaddime, 15) hadisi de bu hükmü teyit etmektedir.

Esas ve Ölçüleri âyet ve hadislerle tespit edilmiş olan rivayet kurumu, Müslümanlar için zarurîdir. Zira her insanın bütün hâ­diselerin yaşanması esnasında olay yerinde bulunabilme imkânı yoktur. Şu hâlde olaylardan uzak olanların bu olaylarla ilgili bilgi edinmeleri ancak sözlü veya yazılı rivayet ile mümkün olabilir. Sonraki kuşakların bunları öğrenmeleri de rivayet kurumu saye­sinde mümkün olabilecektir.

Sahabe hadis metinlerinin Hz. Peygamber'den (sav) duyulduğu şekilde rivayetine itinâ göstermiş ve hadisleri değişik kelimelerle ifade edenlere karşı itirazlarda bulunmuştur. Sahabe, hadislerin birebir rivayeti konusunda titiz davrandıkları gibi, birbirlerine de bunu tavsiye eder, gerektiğinde hatalarını düzeltirlerdi.

Rivayet iki türlü olagelmiştir. Biri, hadislerin kelimesi kelime­sine (lafzen) rivayeti; diğeri de mânâ ile rivayetidir. Hadislerin lafzen rivayeti esas ise de; gerek sahabe, gerekse daha sonraki râvilerin bir çoğu, hadisleri mânâ ile rivayet etmişlerdir.

Lafzen rivayet edilen hadislerin çoğu zaman kısa metinli; ma­nen rivayet edilen hadislerin de genellikle uzun metinli hadisler olduğu görülür. Değişik lafızlarla (manen) rivayet, hadisin bir kaç lafzında ve çoğu zaman eşanlamlı lafızlarda meydana gelmekte, hadisin tamamında olmamaktadır.

Bazı âlimler hadislerin mânâ ile rivayet edilmesine cevaz ve­rirken, bazıları bunun caiz olmadığını söylemişlerdir. Mânâ ile rivayete cevaz verenler bazı şartlar koşmuşlardır. Buna göre râvinin, lafızların mânâ ve maksatlarını ve bu mânâları bozacak hâlleri iyi bilen birisi olması gerekir.

 

Rivayet Adabı

 

Rivayet bir anlamda eğitim-öğretün faaliyeti olduğuna göre el­bette belli usûl, âdâb, şekil ve keyfiyeti olacaktır.

Sünnet'in, Kitap'tan sonra ikinci kaynak olmakla beraber, bi­rinci kaynağın anlaşılabilmesi bakımından onu te'kid, tefsir ve teşri gibi çok mühim işlevlere sahip bir kaynak olması dikkate alındığında, sünnet malzemesinin rivayetinin önemi kendiliğin­den ortaya çıkacaktır. Bu sebeple çok titiz ve sıkı bir âdâb ve ku­rallar manzumesine ihtiyaç vardır.

Âdâb kelimesi edeb'in çoğulu olarak herhangi bir meslek men­suplarının uyması ve uygulaması gerekli kural ve yöntemler ola­rak tanımlanabilir. Hadis ilmi bakımında âdâb:

a) Hadis hocası ve öğrencisinin uyması gereken manevi kaide­ler.

b) Hadis eğitim ve öğretiminde uygulanması gereken teknikler olmak üzere iki temel konuyu içerir.

 

A-Talibin (Hadis Öğrencisinin) Âdabı:

 

Âlimler hadis ilmini öğrenmeye istekli kimsenin uyması gere­ken edepleri şöyle sıralamışlardır:

 

1) İyi Niyet (İhlâs)

 

Öğıenci ihlâs sahibi olmalı ve hadis tahsilini Allah rızası için yapmalıdır. Dünyevî bir çıkar beklentisine kesinlikle yer verme­melidir. Hadis öğrencisi, ilmini dünyevî amaçlara alet etmekten kaçınmalıdır.

Öğrenci, Allah'tan kolaylık, başarı, doğruluk ve güzel ahlak is­temelidir.

 

2) Hadisi Ehlinden Almaya Çalışmak

 

Hadis öğrencisi bu ilmi, ilim ve takvası ile şöhret bulmuş hoca­lardan almaya gayret etmelidir. Böyle bir âlim kendi çevresinde yoksa, seçmişte ulemanın yaptığı gibi uzun ve yorucu yolculukları göze almalıdır.

 

3) Öğrendiğiyle Amel Etmek

 

Kuran-ı Kerim, bildiğiyle amel etmeyenleri "kitap taşıyan eşeklere (Cuma, 5) benzetmiştir.

Abdullah b. Mesûd (ra), ileri gelen sahabenin on ayet ezberle­yince, amel etmesini ve onların mânâlarını öğrenmedikçe, başka ayetlere geçmediklerini haber vermiştir.

 

4) Hocaya Saygı Göstermek

Hadis öğrencisi, hadis ilmine duyduğu saygıdan hareketle hoçalarına saygı ve tazım göstermelidir. İlim öğrenme sürecinde gurur ve kibirden tamamen sıyrılmalıdır.

 

5) Arkadaşlarına Yardımcı Olmak

 

Bildiklerini gizienıeyip, diğer öğrencilerin de faydalanmasını sağlamalıdır.

Kim, bildiğini sadece kendisine saklamak ve böylece ötekiler­den üstün olmak isterse, bildiğinden istifade edemez.

 

6) Tedricî Bir Metodla Çalışmak

 

Aşamalı (tedricî) Öğrenim, birçoklarının hoşlanmadıkları, fakat çok yararlı bir yöntemdir. İlimde asıl olan sırayla ve planlı bir şe­kilde öğrenmektir.

Hadis kitaplarının hepsini bir anda okuma imkanı olmadığına göre onları belli bir sıraya koyduktan sonra teker teker okumak zarurîdir.

 

7) Hadis Usûlüne Önem Vermek:

 

Hadis öğrencisi hadis usûlü ilminden asla uzk kalamaz. Öğ­rendiği hadislerden ancak iyi bir usûl bilgisi sayesinde yararlana­bilir. Bunun için de muteber ve meşhur usûl kitaplarından yarar­lanmalıdır.

 

8) Kendisinden Aşağı Olandan Hadis Almak

 

Rivayet ve dirayet bakımından kendisinden aşağı olandan da hadis almalı, bunu kibir meselesi yapmamalıdır.

9) Hadisleri Kavramaya Çalışmak

 

Hadis talebesi sadece ezberlemekle veya yazmakla kalmamalı, anlamaya, kavramaya da çalışmalıdır.

 

10) Hadis Kitaplarına Önem Vermek

 

Öncelikle İmam Buhârî ve Müslim'in Sahîh kitaplarına sonra sü-nenlere, sonra müsnedlere yönelmeli, hadis usûl ve tarihiyle ilgili muteber kitapları okumalıdır.

 

11) Hadis Dinlemeye Temyiz Yaşında Başlamak

 

Hadis dinleme işi en az temyiz yaşında olmalıdır. Sahabeden birçoğu Hz. Peygamber (sav)'i küçükken gördükleri hâlde, yaptık­ları rivayetler, başta Buhârî olmak üzere bütün hadis kitapların­da yer aldığından temyiz yaşma giren çocukların hadis dinlemele­ri sahih görülmüştür.

 

B- Muhaddisin (Hadis Hocası) Âdabı

 

Âlimler, hadis öğretimiyle meşgul olan hocaların bazı kural ve âdaba riâyet etmesini şart koşmuşlardır.

 

1- İyi Niyet ve Üstün Ahlak Sahibi Olmak

 

Hadis hocası (muhaddis), her şeyden önce iyi bir ahlâk, temiz bir yaşayış ve sağlam bir niyet sahibi olmalıdır. Sağlam niyet, ilmi sırf Allah rızası için öğrenmek ve öğretmektir.

Hadis hocasının, riyadan, çıkar ve dünyalık kaygısından uzak olması gerekir. Meşgul olduğu ilme yaraşır bir gönül temizliği, niyet ve davranış dürüstlüğü herkesten çok ona yakışır.

 

2- Ehliyeti Gözetmek

 

Hadis hocası, yaşı ne olursa olsun, ehliyet ve liyâkat sahibi ol­madıkça hadis okutmaya ve rivayetine kalkışmamalıdır.

 

3- Kendinden Daha Ehil Olana Saygı Göstermek

 

Kendinden yaş veya ilim bakımından daha büyüklerin yanında hocalık yapmaya kalkışmamak gerekir.

Ibni Şihâb anlatıyor: Salebe b. Ebi Suayr'm Ders halkasına gir­dim. Bana:

"Görüyorum ki ilmi seviyorsun" dedi. "Evet" dedim. O zaman sana Saîd b. el-Müseyyeb'i tavsiye ederim" dedi.

Gttim yedi yıl hizmetinde bulundum. Sonra Urve b. Zübeyr'in meclisine devam ettim, sanki deryaya dalmıştım."

 

4-Karıştırma  İhtimali  Belirince Hadis  Rivayetini  ve Okutmayı Bırakma

 

Uzun ömürlü bir hadis hocası için emelilik yaşı 80'dir. Ancak "karıştırma ihtimali belirince" eğitim-öğretimi bırakması genel bir prensip olarak benimsenmiştir.

 

5- Hadise ve Hadis Meclislerine Önem Vermek

 

Hz. Peygamberin sözü olması itibarıyla hadis hocasının hadise son derece saygılı olması gerekir. Hadis okutacağı yere düzgün kıyafetle ve temiz olarak gitmeli, iyi hazırlanmış olmalı, Ders verme üslubuna ve eğitim-öğretim kurallarına titizlikle uymalıdır. Görgü kurallarını gözetmeli, ciddiyetsizlik anlamına gelebilecek her tür davranıştan kaçınmalıdır.

Hadis hocası, kâliyle (sözüyle) olduğu gibi haliyle de örnek ol­malıdır.

 

6-  Kitap Yazmak veya başka İlmî Faaliyetlerde Bulun­mak

 

Hadis hocasının, belli bir ilmî ve fikrî olgunluktan sonra yaşa­dığı çağ ve yörenin ihtiyaç ve sorunlarına cevap verebilecek ilmî faaliyetlerde bulunması önemli bir görevdir.

 

7- Hadis Tedrisi Sırasında Belli Kurallara Uymak

 

Hadis Dersi, Kur'an'dan bir parçanın okunmasıyla açılıp hamd ve salât ile başlatılmalıdır.

8- Hocasına Saygılı Olmak

 

Muhaddis, hocasını hayır ve sena ile anmalıdır.

 

Hadislerin Tahammül Ve Edası

 

Tahammülü'l-hadîs: Bir râvinin başkalarına rivayet etmek gayesiyle, hadis rivayet eden bir şeyhten rivayet ettiği hadisleri semâ, kıraat, icazet, münâvele, kitabet, ilâm, vasiyet, vicâde gibi yollarla alması, yani aldığı hadisleri başkasına nakletmek üzere yüklenmesidir.

Hadis dinlemek ve öğrenmek için yaş sınırı tayin etmede farklı görüşler ileri sürülmüşse de sahih olan; hadis dinlemek, yazmak ve zaptetmek için yaş sınırı bulunmamasıdır. Çocuk temyiz dö­nemine girdikten sonra, âlimlerin meclisine katılıp, hadis dinle­yebilir. Önemli olan çocuğun söylenen sözü anlayabilmesi ve soru­lan soruya cevap verebilmesidir.

Hadisin öğrenilmesi, sıradan bir ilim öğrenme değil, isteyerek bir sorumluluk altınö girmektir. Onu ehliyet ve liyâkat sahibi bir kişiden, en uygun şartlarda almak, edâ edinceye kadar aldığı şe­kilde korumak, en uygun şartlarda, âdabına uygun biçimde edâ etmek hadis öğrenim ve öğretim esaslarını oluşturur.

 

A) Hadis Öğrenim ve Öğretim Yolları

 

Hadis öğreniminin çeşitli yolları vardır. Hadis usûlü kitapları bu konuda sekiz yoldan söz ederler. Bunların öncelik sıralaması üzerinde fikir birliği edilmiştir. Bunlar sırasıyla, semâ, kıraat, icazet, münâvele, kitabet, ilâm, vasiyet ve vicâdedir.

 

1- Semâ (İşitme):

 

Hocanın ezberden veya yazılı bir metinden okuyarak veya imlâ ettirmek suretiyle rivayet ettiği hadisi, öğrencinin bizzat hocası­nın ağzından işitmesidir.

Hepsi aynı değerdeyse de imlânın daha sıhhatli olacağı söy­lenmiştir. Hoca ezberden veya kitaptan sözlü olarak rivayet ettiği hadisi öğrencilerine yazdırırsa, bu imlâ olur.

Hocanın talebesine hadis rivayet yazdırması demek olan imlâ, rivayet yollarının en sahihi kabul edilmiştir.

 

2- Kıraat ale'ş-Şeyh (Arz, Sunma, Okuma)

 

Öğrenci, ezberinde veya elindeki bir kitaptan hocanın huzu­runda hadis okur. Hoca da ya ezberine dayanarak veya elindeki bir nüshadan takip ederek dinler. Gerekirse, düzeltme yapar. Böy­lece öğrenci hocadan o hadisleri öğrenmiş olur. Bu usûle kıraat veya arz denir.

Öğrencinin, hocasından öğrendiği hadisleri, bilâhare rivayet edebilmesi için, onun huzurunda okuması esasına dayanır.

 

3- İcazet (İzin)

 

Hadis öğrenim ve öğretim yollarından icazet, hocanın rivayet hakkına sahip olduğu hadislerin veya kitapların tamamını yahut bir kısmını rivayet etmesi için, öğrencisine yazılı veya sözlü olarak izin (icazet) etmesidir.

İcazet, sözlü veya yazılı olabilir, icazetlerin yazılı belge hâlinde verilmesi yaygındır.

İcazette, kendisine icazet verilenin kabulü şart olmadığı gibi, icazet verenin icazetten vazgeçmesinin de sonuca etkisi yoktur.

 

İcazet Türleri:

 

a.  Belli bir şeyin rivayet edilmesi için belli bir kişiye verilen izin. Belli bir hocanın belli bir öğrenciye belli bir kitabı rivayet veya çoğaltmaya izin vermesi.

b. Belirsiz sayıda rivayeti nakletmesi için belli bir kimseye ve­rilen izin.

c. Genel izin (umûmî icazet) İzni herkesi kapsayan bir icazet şeklidir. "Bütün müslümanlara rivayet izni verdim" veya "Herke­se rivayet izni verdim" veya "Zamanıma yetişmiş olanlara rivayet izni verdim"gibi ifadelerle yapılır.

d. Meçhul bir kitap için belirli bir kimseye veya belirli bir ki­tap için meçhul bir şahsa verilen izindir. Her ikisi de bâtıldır. An­cak açıklayıcı bir beyana yer verildiği takdirde sahîh olur.

e. Ha mevcut olmayana verilen icazet. Bu tür icazet bâtıldır.

f. Şeıfen henüz almamış olup ilerde tahammül edeceği riva­yetler ic: trdiği icazettir. Bu icazet türü, bazı âlimler tarafından caiz görbazıları tarafından mekruh görülmüştür.

g. İcsei alınmış rivayetin nakli için verilen izindir. Çoğun­luk bu trıizetin caiz olduğunu söylemiştir.

4- Münevele (Elden Verme):

 

Kenesi ien nakil ve rivayet etmesi için hocanın öğrencisine bir kıta: ti da yazılı bir metin vermesine denilir. Bu, sadece okuma, ricana, içindekileri rivayet etme gibi farklı izinlerle bir­likte ol?.:-1 Münâvele bu bakımdan ikiye ayrılmıştır:

 

5- Kiittii (Mükâtebe-Yazışma)

 

Hocan :uzurunda bulunan veya bulunmayan bir öğrencisi için kemeyle bir veya birkaç hadis yazıp veya yazdırıp vermesi veya gössaesine kitabet denir. Bu da münâvele gibi, yazılı met­nin rıvâys^ izin veren veya vermeyen türden olabilir.

 

6- İ’lamu’ş-Şeyh (Bildirme)

 

Hocsm :şrencisine -icazetten söz etmeksizin veya rivayetine izm vermezin- belli bir hadis veya hadis kitabı hakkında sade­ce, Bu tak -veya kitap- benim duyduğumdur, benim rivayetim işte bu(b vb. sözlerle açıklamada bulunmasına ilâm denilir, burada skks bildirim vardır, Usûl uıerinin büyük bölümü bu yolla alınan rivayetleri caiz görürken bir bölümücaiz görmemektedir.

 

7-Vasiyye (Vasiyet)

 

Ölmek veya seyahate çıkmak üzere olan hocanın, rivayet iz­ninden söz etmeksizin, rivayet ettiği hadisleri içeren kitap veya cüz'ü öğrencilerinden birine vasiyet ederek bırakmasına denilir. Vasiyette zımnî bir rivayet izni vardır diyerek bu yolla elde edilen hadislerin rivayetini caiz görenler bulunmakla birlikte, çoğunluk aksi görüştedir

 

8- Vicâde (Bulmak)

 

Vicâde, sözlükte bulmak demektir. Terim olarak, bir kimsenin, bir muhaddis veya bir şeyhin el yazısıyla yazılmış bir kitabı veya bazı hadisleri elde etmesi demektir.

 

Vicâde ile Amel

 

Vicâde yoluyla elde edilen hadislerle amel edilip edilmeyeceği konusu oldukça tartışmalıdır. Şâfiîler dışında bu yolla ulaşılan hadislerle amel edilmesinin caiz olacağı görüşünde olanlar azdır.

 

Mükâşefe ve Rüya

 

Usûl kitaplarında âlimlerin üzerinde birleştikleri busekiz yol dışında, hadislere ulaşmanın Özellikle sufî kesimlerde revaçta olan bir yolu daha vardır ki o da mükâşefe ve rüyadır. Burada ki­şi, mükâşefe yoluyla veya rüyasında Allah Resuûlü'nün (sav) ha­dislerine ulaşmaktadır. Bu tür hadisler, râvisi ne kadar sika ve güvenilir olursa olsun şer'î bakımdan bağlayıcı değildir.

 

B) Hadis Öğretimi Yöntemleri:

Hadisçilere göre hadis takririnde üç usûl vardır.

 

1) Okuyup Geçme usûlü:

 

Hocanın anlam, hüküm ve râvi yönlerine eğilmeksizin hadis­leri okuyup geçmesi demektir.

Bu usûl, ihtisas sahipleri için geçerlidir. Diğerleri için fazla sağlıklı bir yöntem değildir.

 

2) Açıklanması Gerekli Noktaları Açıklama usûlü

 

Bir hadisi okuduktan sonra o hadiste geçen garib kelimeleri, zor terkip ve terimleri, senedde görülen bilinmeyen isimleri ve o hadisle sabit olan fikhi hükümleri yeteri kadar açıklayarak öğ­retme usûlüdür.

Hadis öğrenmeye yeni başlamış ve devam etmekte olanlar için bu yöntem geçerlidir. Öğrenciler bu yolla, hadisi anlama imkan bulmuş ve incelemeye dayalı bir istifade temin etmiş olurlar.

 

3) Uzun Uzun Açıklama usûlü:

 

Lehte ve aleyhteki bütün görüşleri, her kelime ve terkibi şiir­den ve kıssalardan deliller getirerek, eşanlamlılarını zikrederek, kullanım yer ve mânâlarını belirtmek; râvilerin hâllerini, kabile ve yaşayışlarını açıklamak, o hadis ile sabit olan hükümlerden hareketle başka hükümler çıkarmaya çalışmak, uzaktan yakından bir alaka kurup hoşa gidecek kıssalar , garib hikayeler anlatmak usûlüdür.

Daha çok, kendilerinin ilim ve fazilet sahibi olduğunu herkese göstermek isteyen kıssacıların başvurduğu bir yöntemdir.

 

Rivayetin Niteliği

 

Bilindiği üzere, hadis rivayeti esasen ya lafzen veya mâne: yapılır. Rivayet niteliğiyle kastedilen de budur.

 

A) Lafzen (Kelimesi Kelimesine) Rivayet:

 

Hadislerin, Hz. Peygamber'den duyulduğu gibi aynen yani la: zen rivayet edilmeleri asıldır. Nitekim Hz. Peygamber "Bizden bir hadis belleyip de bellediği gibi başkalarına ulaştıranıi Allah yüzünü ağartsın" buyurmuştur.(Tirmizî, İlim 7) Burada h; dişleri olduğu gibi nakletmeye teşvik vardır. Yine Hz. Peygambe: Öğrettiği bir duadaki 'nebi' kelimesi yerine 'resul' kelimesini kul­lanan el-Bera b. Azib'i uyarmış ve 'nebi' demesi gerektiğini be­lirtmiştir.

Sahabe, Hz. Peygamber (sav)'den görüp işittiklerini rivâyd ederken bu sorumluluğunun bilinci içindeydiler. Bu yüzden hadi: leri lafızlarını değiştirmemeye dikkat ederek rivayet ediyorlarc: Hadis kitaplarında yer verilen bazı örnekler, sahabeden bir bolu münün hadislerin lafzen rivayet edilmesini şart koştuklarını g» termektedir.

Sahabeden sonra gelen tâbiûn ve tebeu't-tâbiîn'in devirlerine: de hadislerin, lafzen yani Hz. Peygamber'den (sav) işitildiği şekı de rivayet edilmesi gerektiğinde birçok hadisçi ittifak etmişlerdir

Hadislerin böyle rivayet edilmesini şart koşanlar, dinî hassasi­yet ve Allah Resulü'nün (sav) Arapça'sındaki mükemmelliğin b: zulmaması kaygısı taşıyanlar olmuştur.

 

B) Ma'nen Rivayet:

 

Şu var ki aralarında dört mezhep imamının da bulunduğu uhma çoğunluğu, dil ve edebiyat bilgisi yerinde olan kişilerin, bel şartlar dâhilinde hadisleri mânâ ile rivayet etmelerinin caiz old. ğu görüşündedirler.

Mânâ ile hadis rivayetine karşı çıkanların delilleri olduğu cevaz verenlerin de gayet ikna edici delilleri bulunmaktadır. Me­selenin tartışılması bir yana, gerçek şudur ki hadislerin büyük çoğunluğu mânâ ile rivayet edilmiştir. Lafzen rivayet edilmiş ha­dis sayısı, manen rivayet edilmişlere göre oldukça azdır.

Diğer taraftan hadislerin lafzen rivayetini şart koşmanın, bu işi fevkalade zorlaştıracağı da açıktır. Oysa, çoğu kere önemli olan lafız değil mânâlardır.

Mânâ ile hadis rivayetini caiz görenler bu görüşlerine delil ola­rak Arap olmayanlar için dini kendi lisanlarıyla açıklamanın itti­fakla caiz olmasını gösterir ve "başka dillerle şerh mümkün olun­ca aynı mânânın A$apça ile ifadesi haydi haydi mümkündür" der­ler.

 

Mânâ İle Rivayetin Şartları:

 

1) Hadisi rivayet edecek kişi, lafızların anlamlarını iyi bilen biri olmalıdır.

2) Değiştirilen lafzın eşanlamlısı kullanılmış olmalıdır; "etâ" yerine "câ'e" fiilini kullanmak gibi...

3) Ma'nen rivayet edilen haber, lafzıyla ibadet olunan bir hadis olmamalıdır. Ezan ve tahiyyât lafızları gibi. Bu lafızlar ile ibâdet ilâhî irâdenin talebine dâhildir.

4)  Hadis, sıfat hadisleri gibi müteşâbih konular hakkında ol­mam alıdır.

5) Cevâmiu'l-kelim (çok özlü sözler) cinsinden olmamalıdır.

6) Lafızları değiştirilen hadis, açıklık ve kapalılık bakımından aynı seviyede olmalıdır.

7) Hadisin aslı ezberde varken ma'nen rivayeti caiz değildir.

8) Bazı âlimler merfû hadislerde ma'nen rivayeti caiz görmez­ler.

Şu var kî günümüzde mânâ ile rivayet diye bir şey söz konusu olamaz. Bilakis hadis kitaplarındaki lafzın aynen kullanılması gereklidir.

Mânâ ile hadis rivayeti ulema arasında belli bazı ihtiyat cüm­lelerinin kullanılmasını da gelenekleştirmiştir. Meselâ "Ev kema kale: Yahud Resûlüllah'm (sav) buyurdukları gibi"; "Ev nahvehu: Yahud onun gibi"; "Ev ma eşbehe hazâ mine'l-elfazi: Yahud bu lafızlara benzer lafızlarla benzer lafızlarla buyurdu"

Meşhur tabiî el-Hasenu'1-Basri, kendisine "Bugün bize bir ha­dis rivayet ediyorsun; ertesi gün aynı hadisi başka lafızlarla nak­lediyorsun" diyen birine şu cevabı vermiştir: "Mânâda isabet et-mişsem bunda hiçbir mahzur yoktur."

Yine meşhur tabiîlerden Muhammed b. Şîrîn şöyle demiştir: "On kadar sahabîden hadis işittim. Hepsi de muhtelif lafızlar kul­lanırdı; fakat mânâ aynı idi."

Sonuç itibarıyla hadislerin mânâsını değiştirmeden, manâsıyla rivayet etmek caiz görülmüştür.

Mânâ ile Hadis Rivayet Edende Aranan Şartlar

 

Gerek sahabe gerekse sahabe sonraki nesiller hadislerin ma'nen rivayetini caiz görmekle birlikte mânâyı bozacak şekilde rivayeti önlemek için râvilerinde bazı şartların bulunması gerek­tiğini söylemişlerdir.

Bunlar, her hangi bir râvide bulunması gereken şartlardan ay­rı olarak ma'nen rivayetle ilgili olup şunlardır:

a) Hadis râvisinin sarf ve nahiv kaidelerine tam manâsıyla vakıf olması.

b) Dil ilmini iyi bilmesi. Bir başka deyişle Arapça'nın incelikle­rini tam anlamıyla bilmiş olması.

c) Hadis lafızlarının delâlet ettiği mânâyı iyi bilmesi.

d) Bir hadisi değişik lafızlarla rivayet ettiği zaman o hadisin Hz. Peygamber'in (sav) kasdetmiş olduğu mânâyı aynen verdiğin­den emin olması.

 

Rivayetle İlgili Terimler

 

Rivâyet-i akran: Râvi hadis rivayetinde bulunduğu kimse ile bir hususta birleşmiş olması demektir. Örneğin yaşlarının bir ol­ması veya her ikisinin de aynı hocadan hadis rivayet etmeleri gibi.

Rivâyet-i mudbec: Emsallerin birbirinden rivayet etmeleri­dir.

Rivâyetu'l-asâğır ani'l-ekâbir: Yaşça gençlerin yaşlılardan, talebenin hocadan rivayetine denir.

Rivâyetu'l-ekâbir ani'l-asâgir: Hocanın talebeden, babanın oğlundan rivayetine denir.

Mühmel: İsimleri aynı olan iki zâtın birisinden hadis rivayet edilirken diğerinin mutlak olarak ismini anmakla yetinip hangisi olduğunu açıklamayıp ihmal etmektir. İkisi de sika ise bu ihmalin sakıncası olmaz

Sabık, lâhik: İki adamın bir kişiden rivayetlerinde ilk rivayet edene sabık, sonrakine de lâhik denir.

Müselsel: İsnadın ittifaklı olanına denir.

Sika, sikât: Âdil ve ezberleme kabiliyeti olup her yönden gü­venilir râviye denir.

Mutâbaat: Rivayetlerin yalnız lafız veya yalnız mânâ bakı­mından birbirlerine uymalarıdır.

Şahit: Hem lafız hem de mânâ bakımından bir rivayetin diğer rivayete uymasıdır.

 

Rical (Kaviler) İlmi

 

Rical ilmi hadis ilimleri arasında sened ve isnâd kadar önemli­dir. Esasen bir hadisin değerlendirmesinde râvilere bakılması iti­barıyla bunların hâllerini inceleyen Rical ilminin hadis açısından taşıdığı önem hiç kimse tarafından inkâr edilemez.

Rical ilminin konusu, temelde hadisleri bizlere aktaran râvilerdir.

 

Ravı

 

Râvi: Hadis, şiir, haber vb. rivayet eden kimse. Râvi, sözlük anlamı itibarıyla bir haberi anlatan, nakleden, taşıyan, ileten,, getiren kimsedir.

Terim olarak; Hz. Peygamber (sav)'in söz, fiil, takrir, ahlak ve şemailine dair bilgi nakleden kimseye denir. Hadis usûlündeki tanımına göre, hadisi senedi ile usûlüne uygun olarak nakleden kimsedir. Çoğulu ruvât'tır.

Râvi ile eşanlamlı olarak müsnid, aynı şekilde râviler mânâ­sında sadece çoğul kipinde olmak üzere rical kelimesi de kullanı­lır.

Râvinin rivayet ettiği şeye mervî, yani kelime anlamıyla su veya söz ve şiirdir. Mervî, Allah Resulü (sav)'e nispet olunan her şey olabileceği gibi sahabe, tâbiûn ve başkalarına nispet olunan şeyler de olabilir.

Rivayet edilen hadislerin sıhhati, her şeyden önce, onları nak­leden râvilerin güvenilir (sika) olmalarına bağlıdır. Çünkü sika râvi, kendisi gibi güvenilir, sahih hadisler nakledecektir. Sika ol­mayanlar ise sahih olmayan, zayıf ve metruk hadisler nakleder­ler.

Râvinin, hadisi kabul edilen kimselerden olması, bir takım şartları taşımasına bağlıdır. Hadis âlimleri bu şartları, rivayeti kabul olunan ve olunmayan râvinin sıfatları başlığı altında açıklamışlardır. Bu sıfatlardan herhangi birinin eksik olması, râvinin güvenilir olmaktan çıkmasına yol açar.

Böyle râviler hadis rivayet etseler, hatta rivayet ettikleri ha­disler aslında sahih olsalar bile, bu hadisler kendilerinden alın­mayıp onları rivayet eden başka güvenilir râvilerden alınır.

Râvînin hadisçi olması şart değildir. Bu sebeple, râvinin ilim sahibi olması, rivayet ettiği haberin senedindeki râvilerini cerh ve ta'dîl yönleriyle tanıması, metni bütün boyutlarıyla anlaması ge­rekli görülmez. Râvide aranan biricik özellik rivayet âdabım göze­terek senedli rivayette bulunmasıdır.

 

Ravilerin Dereceleri

 

Râviler, sıfat ve hâllerine göre belli derecelerde yer alırlar:

 

1-Tâlib

 

Hadis ilmini öğrenmeye karar vermiş kimsedir. Derece bakı­mından en aşağıda yer alır. Çalışma ve kazanımlanna bağlı ola­rak yükselir.

 

2- Muhaddis

 

Belli bir seviyeye ulaşanın unvanıdır. Hadis ilmini bilir. Hadis­lerden az olmayan miktarda metin ve senediyle ezberler. Senedlerde yer alan râvileri, cerh ve ta'dîl yönleriyle tanır. Aynı şekilde metni de, içerdiği ahkâm ve kendisiyle amel etme durum­larıyla tanır. Şeyh ve İmâm kavramları da eşanlamlıdır.

Muhaddisi râviden ayıran fark, onun, rivayet ve dirayet bakı­mından becerikli, sahih olan hadisi çürüğünden ayırt edebilecek bir melekeye sahip, hadise ilişkin bütün ilimleri ve hadisçilerin terimlerini bilen, hadislerdeki garib lafızları iyi bilen bir kimse olmasıdır. Bütün bu bilgilere sahip olan hadisçi 'muhaddis' unva­nına lâyık olur.

Âlimlerin 'muhaddis' tanımlarında farklılıklar olmasına rağ­men hepsinde de muhaddise verilen derece yüksektir. Buna göre muhaddis, senedleri ezberlemekle beraber, senedlerdeki ricalin ne dereceye kadar adaletli veya mecruh (kusurlu) olduklarını da bi­len kimsedir.

İmam Cezerî'nin tarifine göre Muhaddis' unvanı genel olup şartları içerisinde rivayet etmek üzere ehlinden, yine şartları içe­risinde hadis alıp taşıyan her kimseye verilebilir.

 

3- Hâfiz

 

İlmî kazanım bakımından ilerlemiş muhaddislerin unvanıdır. Bilhassa ezbere bildiği hadislerin çokluğuyla nıuhaddisten ayrılır. Hâfiz unvanının, genellikle yüz bin kadar hadisi sened ve metniy­le ezbere bilen muhaddisler için kullanıldığı ifâde edilmiştir.

Bu unvanlar, zamana ve kullanan kişiye göre değişkenlik gös­terebilmektedir.

 

4- Hüccet:

 

Hafızdan daha üstteki derecenin unvanıdır. Üç yüz bin kadar hadisi yukarıda belirtilen şartlarda sened ve metniyle ezberleyen kimseye denir.

 

5- Hâkim:

 

En yüksek mertebede olan hadis âlimlerinin unvanıdır. Sünne­ti bütünüyle kendinde toplayan kimseler bu unvanı taşımaya hak kazanırlar.

Bu noktada 'muhaddis' tabirinin hadisle meşgul olan bütün ilim ehli için kullanılan ortak bir isim olduğunu belirtmek gerekir. Dolayısıyla diğer derecelerdekiler aynı zamanda 'muhaddis' olarak bilinirler. Zâten bunları kesin olarak ayırmak da mümkün değildir.

 

Râvî Tabakaları

 

Tabaka, sözlükte herhangi bir sıfatta ortak olanlar anlamına gelir. Hadis terimi olarak ise, yaş ve isnâd bakımından birbirine benzeyen akran râyi grubu demektir.

Râvi tabakalarının belirlenmesinde şu dört noktanın bilinmesi gerekir:

a) Doğum

b) Ölüm

c) Öğrenciler

d) Hocalar.

Râvinin hangi tabakadan olduğunu belirlemede esas alınan öl­çütler sonuca mutlaka tesir ederler. Örneğin iki râvi, bir açıdan aynı tabakaya girebildikleri hâlde bir başka açıdan ayrı tabakala­ra dâhil olabilirler.

Sahabe olma sıfatı bakımından tasnif yapılırsa, sahabî râviler birinci tabaka, tabiîler ikinci tabaka, etbâu't-tâbiîler üçüncü taba­kayı oluştururlar. Rivayet asrının sonu kabul edilen hicri üçüncü asır sonuna kadar böylece beş tabaka oluşur: Sahabe h. 110; Tâbiûn h. 180; Etbâu't-tâbiîn h. 220; Etbâu etbâi't-tâbiîn h. 260; Etbâu etbâi etbâi't-tâbiîn h. 300.

Temel hadis kaynaklarının tasnifine yani hadislerin kitaplar­da toplanmasına kadar geçen dönemde hadislerin naklini gerçek­leştirenler: Sahabe, Tâbiûn ve Etbâu't-tâbiîn'den oluşan üç nesil­dir. Râvilerin tabakaları deyince, Öncelikle bu üç nesil akla gelir.

 

1. Sahabe

 

Sâhib=Arkadaş kelimesinin çoğulu olup olarak 'sahb', 'ashâb' veya 'sahabe' kipleriyle kullanılır.

Terim anlamı "Allah Resûlü'nü (sav) müslüman olarak gören ve bu imanla yaşayıp ölen kimse" demektir. Sağını solunu ayırabi­len veya sözü anlayıp karşılık verebilen çocuklarla görme engelli­ler de sahabî sayılırlar. Rüya veya başka bir yolla görme hâlinde sahabîlik oluşmaz.

Bir kimseye sahabe diyebilmek için kaide dışı ve ulemânın ço­ğunluğu tarafından kabul edilmeyen başka şartlar da ileri sürül­müştür. Bunlara itibar edilmez.

Bazıları sahabîliğin sıhhati için ergen olmayı şart koşmuş, ba­zıları kısa bir müddet için de olsa aynı mecliste bulunmayı şart koşmuştur. Bazıları, sahabîlik için O'nu görmek yeterlidir diye mutlak bir ifâde kullanmışsa da bu görmekten maksat temyiz ya­şında görmek kaydını koymuşlardır. Bunlar itibar edilmeyen gö­rüşlerdir.

 

Bir Şahsın Sahabe Olduğu Nasıl Bilinir?

 

islam bilginlerine göre bir kimsenin sahabî olduğu şu yollarla bilinir:

1- Tevatür yolu: Hayatta iken cennetle müjdelenen on sahabî (aşere-i mübeşşere) bu yolla bilinir. Bunlar dört halife, Sa'd b. Ebi Vakkâs, Saîd b. Zeyd, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. el-Avvâm, Abdürrahman b. Avf ve Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh (r.anhüm)'dır.

2- Şöhret yolu: Selmân-ı Fârisî bu yolla bilinir.

3- Şehâdet yolu: Herhangi bir sahabî veya tabiînin, bir baş­kasının sahabî olduğunu söylemesi şehâdettir. Ancak bu zât âdil biri olmalıdır. Hümeme b. Ebi Hümeme hakkında Ebû Musa el-Eş'arî'nin şehâdeti gibi.

4-Ikrâr yolu: Bir kimsenin şahsen: "Ben şahabıyım" deme­siyle de sahabîlik sübût bulur. Ancak bu iddia sahibinin adalet sahibi ve Allah Resulü (sav) ile çağdaş olması gerekir.

İbni Hacer, el-îsâbe'nin dördüncü bölümünde sahte sahabîleri zikreder. İşte onlardan bazıları:

1- Cafer b. Nestûr er-Rûmî: Farab'ta çıktı. Vefatı: 350'den son­ra.

2- Sarbatak: Hindistan prenslerinden. Vefatı: 333/944.

3- Cübeyr b. el-Hâris. Vefatı: 576'dan sonra.

4- Kays  b.   Temîm   et-Tâî.   Gaylan   şehrinde   çıktı.   Vefatı: 517/1123'den sonra.

 

Sahabenin Adaleti:

 

Ehli Sünnet, sahabeyi bir bütün kabul etmekte müttefiktir. Aralarında fazilet bakımından dereceleme yaparsa da sahabelik faziletinde hepsini bir görür. Başka bir deyişle Şi'a'nm yaptığı gi­bi, sahabeden hiç birine yakışık almayan, saygısızlık, güvensizlik ve suçlama ifâdeleri taşıyan sıfatlar izafe etmez. Hepsini ayrı ayrı sever ve sayar. Hangisinin ismi geçerse geçsin "Allah ondan razı olsun" dileğinde bulunur.

Ashabı bir bütün olarak sevmek, ayrım yapmaksızın güven­mek Kur'ân-ı Kerîm ve Allah Resûlü'nün (sav) emirleri gereğidir. Adalet, dindarlık, sıdk, itikad düzgünlüğü, güzel ahlâk demektir.

 

Sahabeyi Öven Bazı Ayetler:

 

"Ey Muhammedi Allah inananlardan, ağaç altında sana baş eğerek el verirlerken, and olsun ki hoşnud olmuştur. Gönüllerinde olanı da bilmiş, onlara güvenlik vermiş, onla­ra yakın bir zafer ve ele geçirecekleri bol ganimetler bah­setmiştir." (Feth, 18)

"Siz insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, «malıktan alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz" (Al-ilmrân, HO)                       

"Böylece sizi insanlara şâhid ve örnek olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet kıldık. Peygamber de size şâhid ve örnektir." (Bakara, 143)

"İyilik yarışında önceliği kazanan Muhacirler ve Ensâr ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur. Onlar da Allah'tan hoşnuddurlar. Allah onlara içinde ebedî kalacakları, içlerinde ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır." (Tevbe, 100)

"Ey Peygamber! Allah'ın yardımı sana ve sana uyan mü'minlere yeter." (Enfâl, 64)

"İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır." (Vâki'a, 10-12)

"Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önce tutarlar. Nefsi­nin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir." (Haşr, 8-9)

 

Ashabı Öven Hadislerden Bazıları:

 

Hz. Peygamber (sav) de bir çok hadisinde sahabeyi takdir et­miş ve aralarında ayrım yapmadan ümmetine karşı onların sânını yüceltmiştir. Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman. Hz. Ali, Übey b. Kâb, Zeyd b. Sabit, Muâz b. Cebel (r.anhüm) gibi büyükler hak­kında da ayrı ayrı övgüde bulunmuştur. Şimdi bu hadislerden ba­zılarım zikrediyoruz:

1- "Ümmetimin en hayırlısı benim asrımdakilerdir. Son­ra bunları takip edenler, sonra bunları takiben gelenlerdir. Sonra öyle bir kavm gelir ki şehâdetten önce yemin ederler

ve   şâhidlikleri  istenmeden  şehâdette  bulunurlar."(Buhârî,

Şehadat 9, Fezâilu'l-Ashâb 1, Rıkak 7, Eymân 27; Müslim, Fezâilu's-Sahabe, 214; Tirmizî, Fiten 45, Şehadat 4; Ebû Dâvud, Sünnet 10; Nesâî, Eymân 29)

2- "Ashabıma dil uzatmayın. Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin  ederim ki,  sizden bîriniz   Uhud  dağı  kadar  altın tasadduk etseniz yine de onlardan birinin bir müdd, hatta yarım müdd miktarındaki harcamasına sevabca ulaşamaz­sınız." (Müslim, Fezâilu's-Sahabe, 221)

3- "Ashabım hakkında Allah'tan korkun. Onları kendini­ze hedef edinmeyin. Kim onları severse bu bana olan sevgi­si içindir, kim de onlara buğz  eDerse bu da bana olan buğzu sebebiyledir. Onları kim incitirse beni incitmiş olur. Beni inciten de Allah'ı incitir. Allah'ı incitenin ise belası yakındır."(Ahmed b. Hanbel V, 57)

 

Ashabı Ta'dîl

 

Ashabı ta'dîl, onların İslâm'a yaptıkları hizmetlerin kadrini bilmek, Kur'an ve Sünnet'e getirdikleri açıklamaları benimsemek demektir.

Sahabenin ta'dîli, Kur'an ve sünnetin o husustaki emrine uy­mak, tam teslimiyet göstermek demektir. Ta'dîl, onların ma'sum olduklarım iddia etmek anlamına gelmez. Dinimiz masumluğu sadece peygamberlere tanır. Diğerleri, insan olmaları bakımından elbette bazı kusurlara, hata ve yanılgılara düşebileceklerdir. Ne var ki sahabenin kusurunu aramak, onlara kusurları açısından bakmak mü'minlik edebine yakışmaz.

 

Sahabenin Tabakaları

 

Farklı görüşler bulunmakla beraber derece itibariyle sahabe genellikle on iki tabakaya ayrılmıştır:

1. Aşere-i   mübeşşere   ve   Hz.   Hatice,   Hz.   Bilâl   gibi  ilk müslüman olanlar,

2. Hz. Ömer'in müslüman oluşu sırasında müşriklerin Dâru'n-Nedve'de toplandıkları zamana kadar müslüman olanlar,

3.1. ve II. Habeşistan hicretine katılan sahabe,

4.1. Akabe Biatmda bulunan sahabîler,

5. II. Akabe Biatma katılanlar,

6. Allah Resulü (sav) hicreti sonunda Küba'ya geldiği zaman orada kendisine kavuşup Medine'ye yerleşen muhacirler,

7. Bedr Gazvesi'ne katılan sahabîler,

8. Bedr Savaşı ile Hudeybiye sulhu arasında hicret edenler,

9. Hudeybiye'de yapılan Rıdvan (Şecere) Biatı'na katılanlar,

10. Hudeybiye sulhu ile Mekke fethi arasında hicret edenler,

11. Mekke'nin fethi üzerine Müslüman olan Kureyşliler,

12.  Hz. Peygamber'i Mekke fethi sırasında, Veda Haccı veya bir başka yerde gören çocuklar.

İslâm dünyasında sahabenin faziletine, menkıbelerine ve ha­yatlarına dair bir çok eser yazılmıştır. Bunlar arasında en hacimli ve zengini İbni Hacer el-Askalânî'nin (ö. 852) el-İsâbe fi temyîzi's-sahabe adlı kitabıdır. Bunun dışında şu iki kaynak da büyük önem taşımaktadır:

İbni Abdilberr (ö. 463), el-îstîâb fî ma'rifeti'l-ashâb; İbnu'1-Esîr (ö. 630), Üsdu'l-gâbe ft ma'rifeti's-sahabe.

 

Sahabenin Rivayete Göre Taksimi

 

a) Çok Rivayet Eden Sahabeler (Müksirûn):

 

Kendilerinden rivayet edilen hadisler binden fazla olan Sahabîler.

Sahabenin sayısı yüzbinlerin üzerinde olduğu hâlde, ancak bin veya binbeşyüz kişiden hadis rivayet edilmiş, bunların da yedisin­den yapılan rivayetler binin üstünde olmuştur.

Sahabeden sonraki asırlara taşman rivayetlerin sayılmasıyla yapılan bu tesbit, onların hadis ve sünnet bilgisini belirlemede kesin bir Ölçü değildir. Çünkü dört halife başta olmak üzere, Hz. peygamber (sav)'le daha uzun süre beraber olan pek çok sahabînin rivayetleri, bilgileri daha çok olmasına rağmen, binin altında kalmıştır.

Binin üstünde rivayeti olan sahabîler şunlardır: Ebû Hüreyre, Abdullah b. Ömer, Enes b. Mâlik, Hz. Âişe, Cabir b. Abdullah ve Abdullah b. Abbas. Ahmed Muhammed Şakir bu isimlere, Ebû Saîd el-Hudrî, Abdullah b. Mesûd ve Abdullah b. Amr'ı da ilâve etmiş ve sayıyı dokuza çıkarmıştır. Ahmed b. Hanbel'in Müsned'indeki rivayetlere göre Müksirûn ve hadislerinin toplam sayısı şöyledir:

1. Ebû Hüreyre (58/672): 3848 hadis.

2. Abdullah b. Ömer (73 veya 74/692): 2019

3. Enes b. Mâlik (93/712): 2178 hadis.

4. Hz. Aişe (58/678): 2210 hadis.

5. Abdullah b. Abbas (68/687): 1696 hadis.

6. Cabir b. Abdullah (74 veya 78/693): 1206 hadis.

7. Ebû Saîd el-Hudrî (74/693): 958 hadis.

8. Abdullah b. Mesûd (32): 892 hadis.

9. Abdullah b. Amr (63): 722 hadis.

Bu sahabîlerin diğerlerinden daha fazla sayıda hadis rivayet etmiş olmalarının bazı sebepleri şunlardır:

1) Müksirûnun hemen hepsi genç yaşta, hafızalarının canlı ol­duğu öğrenme çağlarında Hz. Peygamber (sav)'e yetişmiş ve On­dan sonra yaklaşık 50 - 80 sene daha yaşamışlardır. Asrı saadet-en sonra yaşanan olaylar, hadis rivayetine duyulan ihtiyacı art­ırdığı için geç vefat eden sahabîlerden rivayet, öncekilere göre daha çok olmuştur.

2) Sahabenin  büyük bölümünün farklı meşgaleleri vardı, bazıları genç ve'bekar olduğu, bazıları da Mescid'in avlusunda yaşayan Suffe ashabından olduğu için Allah Resulü (sav) ile daha fazla beraber oluyor, böylece daha çok hadis öğreni­yorlardı.

3) Müksirûn, mizaç olarak Öğrenmeye ve rivayete düşkün kim­selerdi. Hatta hadis öğrenmek için Allah Resulü (sav)'e en çok so­ru soranların başında bunların geldiği de söylenebilir.

 

b) Az Rivayet Eden Sahabeler (Mukillûn):

 

Binden az hadis rivayet eden sahabîler.

Mukillûndan sayılan dokuz yüz civarındaki sahabîden rivayet edilen hadis, kişi başına 25 veya daha az sayıdadır.

Mukillûndan sayılan bazı sahabîler ve rivayet ettikleri hadis sayıları şöyledir:

Abdullah b. Mesûd: 848 hadis.

Abdullah b. Amr: 700 hadis;

Hz. Ömer ve Hz. Ali: 500'er hadis.

Ümmü Seleme: 378 hadis.

Hz. Osman: 146 hadis.

Hz. Ebû Bekir: 142 hadis.

Allah Resulü (sav)'den sonra bazı sahabîler devlet idaresi ve cihadla daha fazla ilgilendikleri için rivayete zaman ayıramamış-lardır. Bazıları, Mekke, Medine gibi ilim merkezlerinde kalırken, bazıları daha ücra yerlere yerleşmişler, böylece buralarda bulu­nan sahabîlerden yapılan rivayetler azalmıştır.

 

Sahabenin Farklı Sayıda Hadis Rivayet Etme Sebepleri

 

Bunun bir çok sebebi olmakla birlikte bunları sıralamadan ön­ce, onların sünnet bilgisinin, rivayet ettikleri hadis sayısıyla ölçü­lemeyeceğini ifade etmek gerekir. Çünkü hadis rivayeti üzerinde etki eden bir çok sebep bulunmaktadır:

1) Hz. Peygamber'i (sav) bir iki kere görüp yurduna dönen be­devi sahabîler olduğu gibi, yanından hemen hiç ayrılmayanlar da vardı.

2)  Kimileri hadisleri yazıyor, kimileri ezberlemekle yetiniyor­du.

3) Sahabenin büyük bölümü iş-güç sahibiydiler. İşlerinde çalı­şıyorlardı. Kimileri de karın tokluğuna Hz. Peygamberin (sav) meclisinde bulunuyor, hemen bütün vakitlerini Mescid'de geçiri­yorlar di.

4) Sahabenin hepsi aynı anda müslüman olmamışlardı.

5) Allah Resulü (sav) bazı sahabîlerin ilim-irfan sahibi olması için dua etmişti.

6) Sahabîlerin vefat tarihleri farklıydı.

7) Hz. Peygamber'den sonra sahabe değişik ülkelere dağılmış­lardı.

8)  Sahabenin ilim Öğrenme ve öğretme kabiliyeti aynı değildi. Bu da rivayet sayısına tesir etmiştir.

9)  Bazı sahabîler bildiklerini ancak sorulması durumunda ve soruyla sınırlı miktarda söylemekle yetinirlerdi.

10)  Kimileri de yönetimde görev aldıkları için meşgaleleri ge­reği hadis rivayetine fazla vakit bulamamışlardır.

Rivayet ettikleri hadis sayısı ne olursa olsun sahabîler derin bir sorumluluk duygusu, ilmî titizlik ve dini duyarlılık sahibi ol­muşlardır.

 

Âlim Sahabîler

 

Sahabeden bazıları ilimleriyle şöhret bulmuştur. Bunlardan ır kısmı Kur'an-ı Kerîmi, sünneti, âkhı bir kısmı da câhiliye edebiyatını, nesepleri ve câhiliye tarihini iyi bilen kimselerdi. çok fetva rivayet edi]en sahabî İbni Abbâs'tir. Sonra Hz.  Hz. Ali, Übey b. Kâb, Zeyd b. Sabit, Ebu'd-Derdâ, İbni

Mesûd, İbni Ömer, Hz. Âişe (r.anhüm) gelir. Bu ilk grubun ardından şunlar gelir:

Hz. Ebû Bekr, Hz. Osman, Ebû Mûsâ, Muâz b. Cebel, Sa'd b. Ebi Vakkâs, Ebû Hüreyre, Enes, Abdulah b. Amr, Selmân, Câbir, Ebû Saîd, Talha, ez-Zübeyr, Abdurrahmân b. Avf, Imrân b. Husayn, Ebû Bekre, Ubâde b. es-Sâmit, Muâviye, Ibnu'z-Zübeyr, Üramü Seleme (r.anhüm).

 

Abâdile (Abdullahlar):

 

Alim sahâbilerden bazılarının adları Abdullah olduğu için, on­ların Abâdile (Abduîlahlar) diye ayrıca tasnif edilmesi âdet olmuş­tur. Bunlar: Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbâs, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Amr'dır.

Abdullah b. Mesûd'un bunlar arasında sayılmaması, diğerleri şöhret olduğunda onun vefat etmiş olmasındandır.

 

Sahabenin Sayısı:

 

Allah Resulü (sav) vefat ettiği zaman hayatta olan şahabı sa­yısı hakkında bazı tahminler yürütülmüştür. Bunlar arasında ciddi farklılıklar vardır. Sahabî sayısını kesin olarak bilmeye im­kan olmayıp 40-120 bin arasında değişen rakamlar Kitaplarda yer almaktadır.

Sahabe biyografilerinin işlendiği eserlerde ise, 10-12 bin sahabî tanıtılmaktadır. Hicretin bir veya ikinci yılında bizzat Hz. Peygamber (sav)'in emriyle yapılmış ilk nüfus sayımı dışında ilk dönemde nüfus sayımı yapılmadığı için kesin rakam telaffuz et­mek mümkün görünmemektedir.

 

Son Vefat Eden Sahabî

 

Sahabe neslinden en son vefat eden zât, Ebu't-Tufeyl Âmir b. Vasile el-Leysî (ra)'dir. Vefat tarihi ihtilaflı olup h. 100-110 yılları arasında değişmektedir.

Medine'de en son vefat eden sahabî hakkında ihtilaf edilmiştir: Sâib b. Yezîd veya Câbir b. Abdillah veya Sehl b. Sa'd veya Mahmud b. er-Rebî (r.anhüm) dir.

Mekke'de en son vefat edenin Abdullah b. Ömer (ra) olduğu söylenmiştir.

Basra'da Enes b. Mâlik (h. 90-93) veya Abdullah b. el-Hâris (h. 85-89).

Kûfe'de Abdullah b. Ebî Evfâ (h. 86 veya 88 yılında) yahut Amr b. Hureys (h. 95 vey^ı 98 yılında).

Şam'da Abdullah b. Busr Mâzinî (h. 88). Cezîre'de Urs b. Umeyre el-Kindî. Filistin'de Kays b. Sa'd b. Ubâde (h. 85). Yemâme'de Hirmâs b. Ziyâd Bâhilî; Bâdiye'de Seleme b. el-Ekva' (h. 64).

 

Sahabe Hakkında Yazılmış Eserler

 

Bu alanda yazılmış bir çok eser bulunmakla birlikte en meş­hurları şu üçüdür:

1) İbni   Abdilberr   el-Kurtubi   (463/1071)'nin   elîstî'âb   fi ma'rifeti'l-ashâb; 3500 kadar sahabî biyografisi içerir.

2) İbni'1-Esir el-Cezeri (630/1233)'nin Usdü'l-ğâbe fi ma'rifeti's-sahâbe;   8000   kadar  biyografi  içeren   eserin  son  cildi hanım sahabüere ayrılmıştır.

3) İbni Hacer el-Askalânî (852/1448)fnin el-îsâbe fi temyîzi's-sahâbe; bu alanda yazılmış en hacimli eser olup 12279 biyografi içerir.

Türkçe'de birkaç menâkıb kitabı dışında sahabe biyografileri­nin ele alındığı bir eser yoktur.

 

Asr-ı Saadet:

 

Peygamber Efendimiz (sav)'in hayatta olduğu dönem için kul­lanılan bir kavramdır.

İslâm Tarihi, Hz. Peygamber (sav) dönemi, Dört Halife (Hulefâ-i Râşidûn), Emevîler, Abbasîler, Selçuklular, Osmanlılar gibi muhtelif dönemlere ayrılmıştır

Bu dönemlerin başında yer alan Hz. Peygamber (sav) dönemi­ne Müslümanlar Asr-ı Saadet adını vermişlerdir.

"Mutluluk Çağı" anlamına gelen bu terkip, gerçekten de o dö­nemi ifade edebilecek en doğru terkiptir.

Allah Resûlü'nün (sav) eğitiminden geçmiş olan sahabe, İslâm davasına gönülden bağlanmışlardı. Samimiyet ve ihlâs içerisinde Allah'a kul olmuş, Resûlü'ne gönül vermişlerdi. Onlara sadece Ki­tap ve Sünnet yön veriyordu. Bu sebeple de inandıkları davayı her şeyin üstünde tutuyor; dinleri uğruna mallarını, hatta canlarım feda etmede tereddüt göstermiyorlardı.

Böyle bir anlayış ve yaşayışa sahip bulunan fertlerden oluşan İslâm toplumunda, tam bir birlik ve beraberlik, dayanışma ve yar­dımlaşma ruhu hâkimdi. Toplumun her köşesinde huzur, güven, emniyet, asayiş, nizam, düzen ve istikrar vardı. Bu dönem, daha sonraki müslüman nesillere örnek oluşturan mutluluk ve saadet dönemiydi.

İşte bu nedenlerden ötürü Asr-ı Saadet olarak anılmayı fazla­sıyla hak etmişti.

 

2. Tabiîler

 

Sahabe devrine yetişerek onları gören, imanlı bir hâlde onlarla birlikte olan ve imân üzere vefat eden, sahabeden hadis nakleden­ler.

İzledi, tâbi oldu, takip etti gibi anlamlara gelen tebi-a fiilinin ism-i fail kipinden türemiş bir kavramdır. Hz. Muhammed (sav)'in sahahîlerine tâbi olan ve onları izleyen nesil için kullanılır.

Bir müslümanm tâbiûndan sayılabilmesi için, sahabîleri gör­düğünde, görüp işittiğini hafızasında tutabilecek yaşta olması ge­rekir.

Tâbiûn, İslâmm ikinci neslini oluşturur. Onlardan sonra gelen nesle ise, "etbâu't-tâbiîn=Tâbiûnu izleyenler" veya "tebe'u't-tâbün" denir.

İlk tabiînin kim olduğu konusunda âlimlerin farklı yorumlan olmuştur. Bazı âlimler, 'Talnız bir sahabîyi gören kişi tâbiûndan sayılır" derken bazıları, yalnız görmeyi, bir araya gelmiş olmayı yeterli saymamışlardır. Buna göre bir kişinin tâbiûndan sayıla­bilmesi için, sahaîalerle sohbette bulunmuş olması gerekir.

Tâbiûn devri h. 120 yılı civarına kadar devam etmiştir. Bu, İs­lâm medeniyetinin en parlak devridir.

Tâbiûn neslinin hadis rivayetinde, tefsirde, nahvin gelişmesin­de, fikhî geleneğin oluşmasında ve diğer bir çok ilim dalında bü­yük hizmetleri olmuştur.

Hadislerin yazılması ve tasnif edilip konularına göre kısımlara ayrılması onların öncülüğünde başlamıştır. Tâbiûn neslinden ha­dis yazan çok âlim olup en meşhurları îbni Şihâb ez-Zührî, Saîd b. el-Müseyyeb, Saîd b. Cübeyr, Hasan el-Basri, İbrahim en-Nehaî'dir.

Tâbiûnun fazileti, Kur'an'a dayanır:

"Onlardan sonra gelenler derler ki: Rabb'imiz, bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimide inananlara karşı bir kin bırakma! Rabb'imiz, sen çok şef­katli, çok merhametlisin!" (Haşr, 10)

Görüldüğü gibi âyette, tâbiûnun güzel vasıfları dile getirilmiş, onların döneminden önce, Yüce Allah kendilerinden övgüyle bah­setmiştir.

Allah Resulü (sav) de, çeşitli hadislerde tâbiûnu methetmiştir:

Beni gören veya beni göreni gören bir müslümana ateş

değmeyecektir" (Tirmiz3i, Menâkıb, 3857)

"Ümmetimin en hayırlıları, benim zamanımda yaşayan Sahabelerdir. Ondan sonra, onlardan sonra gelen nesildir ve ondan sonra hayırlı olanlar da, onlardan sonraki nesil­dir." (Buhârî, Şehadat 9, Fezâilu'l-Ashâb 1, Rikâk 7, Eymân 27; Müslim, Fezâilu's-Sahabe, 214; Tirmizî, Fiten 45, Şehadat 4; Ebû Dûvud, Sünnet 10; Nesâî, Eymân 29)

Tâbiûnun son tabakasını, en son ölen sahabîyi görenler oluş­turmuştur. Buna göre son tabiî, Mekke'de Ebu't-Tufeyl Amir b. Vâsile'yi gören Halef b. Halife'dir (180/796). Halefin ölümüyle tâbiûn döneminin de sona erdiği kabul edilir.

Tabiîlerin en büyüğü ve faziletlilerinin kim olduğu konusu, her şehir ve yöre halkınca farklı şekilde tesbit edilmişse de genelde Said b. el-Müseyyeb kabul edilmiştir.

Uveys el-Karanî (Veysel Karanî) diyenler de vardır. Hatta Ömer b. Hattâb'm "Tâbiûnun en hayırlısı kendisine Uveys denilen kişidir." dediği nakledilmiştir. Buna göre Uveys el-Karanî'yi tâbiûnun en hayırlısı kabul etmek gerekmektedir.

Hanımlardan Hafsa bn. Şirin ve Amra bn. Abdirrahman sayı­labilir.

 

Tabiînin Tabakaları:

 

Sahabe gibi tâbiûnun tabakalara ayrılmasında da ihtilâf edil­miştir.

Hâkim'in Ma'rifetu ulûmî'l-hadis'te yaptığı tasnif şöyledir:

1) Yaşlı Tabiîler Tabakası: Sahabenin büyüklerinden badis rivayet edenler. İlk tabakayı Aşere-i Mübeşşere ile karşılaşanlar oluşturur: Saîd b. el-Müseyyeb, Kays b. Ebî Hazım, Ebû Osman en-Nehdî gibi zâtlar.

2) Orta Yaşlı Tabiîler Tabakası: Sahabe ve tâbiûndan hadis rivayet edenler. el-Esved b. Yezîd, Alkame b. Kays, Mesrûk b. el-Ecda, Hârice b. Zeyd vd..

3)  Genç Tabiîler Tabakası: Bunlar, Hz. Peygamber (sav) zamanında çocuk yaşta olan sahabîlerden hadis rivayet edebilen ve uzunca yaşayan sahabîlere kendileri çocuk yaşlarındayken ka-vuşabilen tabiîlerdir. Âmir b. Şurâhîl eş-Şa'bî, Ubeydullah b. Ab­dullah vd.

Tâbiûn arasında en çok hizmet ve eser sahiplerini bölgelere gö­re şöyle sıralamak mümkündür:

Mekke'de: İkrime (V. 105/723) (Abdullah b. Abbâs'm kölesi), Ata b. Ebî Rabâh (V.115/733), Ebu'z-Züheyr Muhammed b. Müs­lim (V. 128/745).

Medine'de: Saîd b. el-Müseyyeb (V. 93/711), Urve b. Zübeyr (V.94/712), Salim Jb. Abdülah İbni Ömer (V. 106/724), Süleyman b. Yesâr (V.93/711)/ Abdullah b. Ömer'in kölesi Nâfi (V. 117/735), Muhammed b. Şihâb ez-Zührî (V.124/741), Ebu'z-Zinâd (V. 130/747).

Kûfe'de: Alkame b. Kays (V. 62/681), İbrahim en-Neha'î (v.96/714), Âmir b. Şurâhîl eş-Şa'bî (V.104).

Basra'da: Hasen el-Basrî (V. 110/728), Muhammed b. Şîrîn (V.110/728), Katâde (V.117/735).

Şam'da: Kabîsa (V.86/704), Ömer b. Abdilazîz (V.101/719), Mekhûl(V. 118/736).

Yemen'de: Tavus b. Keysân (V.106), Vehb b. Münebbih (V.110/728).

İmam Ebû Hanife de tâbiûnun büyükleri arasındadır.

 

Muhadramûn:

 

ResûlüUah (sav), zamanında yaşayıp müslüman olduğu hâlde O'nu görme fırsatına kavuşamayan kimseler.

Had-ra-me kökünden türetilmiş muhadram kelimesinin ço-guıudur. Kelimenin iki şeyin birbirine karışması anlamında deği­şik bir kullanımına göre, yaşı itibarıyla sahabeden mi yoksa Tâbiûndan mı olduğu karıştırılan kimselere muhadramûn de­nilmektedir.

Hadis bilginleri Hz. Peygamber (sav) devrinde müslüman ola­rak yaşamış oldukları hâlde O'nu göremeyen kimseler için bu sıfa­tı kullanmışlardır.

Veysel Karanı adıyla şöhret bulmuş olan Uveys b. el-Karenî. Kadı Şureyh b. el-Hâris, Alkame b. Kays ve Kâb el-Ahbâr bunlar­dan bazılarıdır.

Kavram olarak, Allah Resûlü'nün (sav) sağlığında müslüman olduğu hâlde, O'nunla görüşme şerefine eremeyen kimselere veri­len unvandır. Tariften anlaşılacağı gibi bunlar câhiliye devrini de. sonrasını da görmüşlerdir. Allah Resulü (sav) ile sohbetlerine dair bir rivayet olduğu takdirde sahâbî sayılırlar, aksi hâlde tâbiûna dâhil edilirler.

Muhadramûn arasında sayılan müslümanlardan bir çoğu ki­taplarda zikredilmiştir. Bunlardan bir kaçını örnek olarak zikre­diyoruz:

Ebû Osman en-Nehdî, İbni Recâ el-Utâridî, Ahnef b. Kays et-Temîmî, Uveys b. Amir el-Karanî, Kadı Şureyh b. el-Hâris; Alkame b. Kays, Kâb el-Ahbâr, Mesrûk b. Ecda', Ertât b. Süheyye vd.

 

Fukahâ-i Seb'a (Yedi Fakih)

 

Aynı dönemde Medine'de yaşayan yedi tabiî.

Bu zâtların ilmî çalışmaları ve çevrelerinde toplanan öğrenci­lerinin gayretleri zamanla tefsir, hadis ve fıkıh gibi ilimlerin olu­şumunu sağlamıştır.

Fıkıh tarihinde Hicaz Okulu olarak bilinen grubu Fukahâ-ı Seb'a denilen bu yedi fakih temsil eder. Bunların başında Saîd b. el-Müseyyeb gelir. Hakkında nass bulunmayan konularda ictihad yaparlarken en çok maslahata ve Medine örfüne önem verir, orta­ya çıkmamış sorunlar üzerinde durmaz ve bu tür konularda görüş belirtmezler di. Söz konusu yedi fakîh şunlardır:

1- Saîd b. el-Müseyyeb (ö. 94/712 veya 105/723): Tabiîlerin başı olup hadis rivayeti, zühd, ibâdet ve takvayı kendinde topla­mış bir zât idi.

Sa'd b. Ebî Vakkâs ve Ebû Hüreyre gibi sahâbîlerden ve Allah Resûlü'nün (sav) hanımlarından hadis dinlemiştir. Ebû Hüreyre'nin kızıyla evliydi. Hadislerin çoğunu kayınpederinden rivayet etmiştir.

Emevî yöneticilerinden Abdülmelik b. Mervan'm oğulları Velid ve Süleyman'ın veliaht olmalarını kabul etmediği için onun emriy­le Medine valisi Hişâm b. İsmail tarafından kendisine elli değnek vurulup Medine sakaklarında teşhir edilmiştir.

2- Ebû Bekr b. Abdirrahman b. Haris b. Hişâm (ö. 94/712): Tâbiûnun ileri gelenlerindendir. Kureyş Rahibi diye anılırdı.

3-  Kasım   b.   Muhammed   b.   Ebû   Bekr   es-Sıddîk   (ö.

107/725): İmam Mâlik, "Kasım bu ümmetin fakihlerindendir" der­di. Kendisi bir grup sahabîden rivayet etmiş, tâbiûnun büyükle­rinden bir cemâat de ondan rivayet etmiştir.

4- Urve b. Zübeyr b. el-Avvâm (ö. 94/712): Ondan Kur'an-ı Kerîm   kıraatlarıyla   ilgiU   rivayetler   yapılmıştır.   Teyzesi   Hz. Âişe'den hadis dinlemiş, ondan da İbni Şihâb ez-Zührî ve diğer bazı âlimler rivayet etmiştir.

5- Ebû Eyyub Süleyman b. Yesâr el-Hilâlî (ö. 107/725 veya 104/722): Âlim, âbid ve güvenilir bir zat idi. İbni Abbâs, Ebû Hüreyre ve Ümmü Seleme'den hadis rivayet etmiş, ondan da imam Zührî ve büyük hadisçilerden bir grup rivayette bulunmuş­tur.

6- Hârice b. Zeyd b. Sabit (ö. 104/722 veya 100/718): Âlim ve zâhid bir tâbü idi. Zührî kendisinden hadis rivayet etmiş, Medi­ne'de vefat etmiştir.

7- Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mes'ud (ö. 98/716): Tâbiûnun büyüklerindendi. Kendisi İbni Abbâs, Hz. Âişe ve Ebû Hureyre'den hadis dinlemiş, Ebu'z-Zinad, Zührî ve benzeri âlimler de ondan rivayette bulunmuşlardır. Medine'de vefat etmiştir.

 

3. Etbâ-i Tabiîn

 

Tâbiûndan bir veya birkaçıyla karşılaşan ve Müslüman olarak ölen kimselere denir. Tebe-i tabiîn olarak da anılırlar.

Bunlar, İslam Ümmetinin bizzat Allah Resulü (sav)'in müba­rek ağzıyla hayırbiığmı bildirdiği üç neslin üçüncüsünü oluşturur­lar:

"İnsanların en hayırlısı benim asrım(daki ashabım)dır. Sonra onlara yakın olan (Tâbiî)lerdir. Sonra da onlara ya­kın olan (Tebe-i Tâbirlerdir." (Buhârî, Şehadat 9, Fezâilu'l-Ashâb 1, Rikâk 7, Eymân 27; Müslim, Fezâilu's-Sahabe, 214; Tirmizî, Fiten 45, Şehadat 4; Ebû Dûvud, Sünnet 10; Nesâî, Eymân 29)

"Size ashabımın, sonra onların peşinden gelenlerin, sonra bunların peşinden gelenlerin (hakkını gözetmenizi) tavsiye ederim." (Tirmızî, Fiten, 7)

Bunların devri özellikle hadis tahammülü ve rivayet usûlleri­nin en mükemmel şekle girdiği devir sayılır. Hadisler onların elle­rinde düzenli olarak toplanmış, konularına göre bablara ayrılmış, tasnife tâbi tutulmuştur.

Bu devreye ait olup zamanımıza kadar gelen en önemli eser, İmam Mâlik b. Enes'in Muvatta'isimli eseridir.

İmam Sehavî'nin beyanına göre tebe-i tâbün nesli Hicri 220 yı­lında sona ermiştir.

İslâm hukuku bu devirde büyük gelişme göstermiş, araların­dan büyük müctehidler çxkmış ve Fıkıh bağımsız bir ilim hâlinde tedvin edilmeye başlanmıştır.

ileri gelenleri ve beldelerini şöyle sıralayabiliriz:

Medine: İbni Ebî Zi'b, Mâlik b. Enes, el-Macîşûn Abdü'1-Azîz, Süleyman b. Bilâl.

Mekke: İbni Cüreyc, Süfyân b. Uyeyne, Nâfi b. Ömer el-Kureşî,.

Şam'da: Abdurrahman el-Evzaî.

Mısır: Yahya b. Eyyûb, Ubeydullah b. Lehîa.

Yemen: Ma'mer b. Râşid, Abdullah b. Tâvûs.

Basra: Rebî' b. Sabık, Saîd b. Ebî Arûbe, Şu'be b. el-Haccâc, Cerîr b. Hazim, Hammâd b. Seleme.

Küfe: İbni Ebî Leylâ, Süfyan es-Sevrî, Haccâc b. Ertât, İbni Mesrûk, Züfer b. Hüzeyl, Abdullah b. el-Mübarek, Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî, Hasen b. Ziyâd, Vekî' b. el-Cerrâh, Afiye, Ebû isme, Hammâd b. Ebî Hanîfe.

 

Hadis Tenkidi

 

Cerh Ve Ta'dîl

 

Cerh; sözlükte yaralamak, sövmek, dürtmek, yarayı deşmek, tesir etmek gibi anlamlara gelir

Ta'dîl ise sözlükte doğrultmak, düzeltmek, hizaya getirmek, adaleti beyan etmek gibi anlamlara gelir.

Bir hadis ilmi terimi olarak Cerh, günahkârlık, tedlîs (karıştı­rıcılık), yalancılık gibi sebeplerden dolayı bir râvinin hadis âlimle­ri tarafından rivayetinin reddedilmesi, râvinin adalet ve zabt yö­nünden kusur ve zaaflarının tesbit edilmesi, rivayetlerinin incele­nerek râviye, rivayetin sıhhat ve değerine tesir edecek noksan sı­fatlar nispet edilmesidir.

Ta'dîl ise cerhin aksine râvinin, rivayetleri kabul olunacak şe­kilde nitelenip tanıtılması, adalet ve zabt sıfatlarını taşıdığına hükmedilerek rivayetlerinin sıhhatinin ortaya konmasıdır.

Cerh ve Ta'dîl ilmi râvileri adalet ve zabt bakımından incele­yen bir ilimdir.  (49/6) veTalâk sûrelerinin (65/2) ilgili âyetleri delil gösterilmiştir.

Râvilerin meziyet ve kusurlarının hususi terimlerle tetkik edil­diği Cerh ve Ta'dîl, hadis ilimlerinin en önemlilerinden birini oluşturur. Sözlü rivayetin yaygın olduğu bir dönemde ortaya çıkıp gelişen bu ilmin, hadisin ve dolayısıyla İslâm'ın korunması nokta­sında h. 4. yüzyıla kadar çok etkin bir rol oynadığı tartışma gö­türmez bir gerçektir.

 

Cerh ve Ta'dîl İlminin Tarihî Geçmişi

 

Allah Resulü (sav) vefat ettikten sonra yaşanan bazı siyasî olaylar neticesinde bazı sapkın grupların ortaya çıkması ve bunla­rın kendi görüşlerini teyit amacıyla hadisin gücünden yararlan­mak istemeleri, onları hadis uydurmaya sevketmiştir.

Bu ve benzeri olumsuz gelişmeler karşısında İslâm âlimleri hadislerin kitaplara aktarıldığı zamana kadar her râviyi Cerh ve Ta'dîle tâbi tutmuş ve bu şekilde, güvenilir olanları zayıflardan, uydurmacı ve yalancılardan ayrıştırmışlar dır.

Dini, ilk duruluğu içerisinde korumayı hedef ve görev bilen İs­lâm âlimlerinin bu hassas davranışlarım başka bir şekilde yorum­lamak mümkün değildir. Zira hiç kimse sebepsiz yere bir Müslümanın gıybetini yapmış ve onu çekiştirmek istemiş değildir.

Cerh ve Ta'dîlde bulunma ehliyeti olmayan bir kimsenin cerh ve ta'dîli dikkate alınmadığı gibi şartlarına riâyet edilmeden ya­pılmış cerh ve ta'dîlin hiç bir bağlayıcılığı yoktur.

Cerh ve ta'dilde râvilerin kuvvet ve zaaf bakımından hâllerim ifade eden terimler kullanılır. Cerh için kullanılanlar üzerinde ittifak edilmişken Ta'dîl için kullanılanlar üzerinde tam bir ittifak yoktur.

 

Cerh ve Ta'dîl Kitapları

 

Hadisleri sağlamlı bakımından değerlendirmeyi hedef alan cerh ve ta'dîl ilmi alanında bir çok eser kaleme alınmış olup bun­ları şöyle sıralamak mümkündür:

îbni Ebi Hatim er-Râzî (v.327/939): Kitâbu'l-cerh ve't-ta'dîl Ahmedb. Hanbel (v.241/855): Kitâbü'l-ilel ez-Zehebî (v.748/1347): Mizânul i'tidâl

Bir de cerh ve ta'dîl esaslarına göre tasnif edilen râvi grupları­nın yeraldığı eserler yazılmıştır ki bazıları şunlardır:

İbni Hibbân (v.^54/965): Kitabu's-sikât

Zehebî (v.748/1347): Tezkiretu'l-huffâz

İbnı Adiy (v.365/976): el-Kâmil fi'd-du'afa

el-Mizzî (v.742/1341): Tehzibu'l-kemâl

İbni Hacer (v.852/1448): Tehzîbu't-tehzîb, Takrîbu't-tehzîb

Günümüzde ulaşabildiğimiz cerh ve ta'dîl kitaplarında yakla­şık yirmi bin râvinin cerh ve ta'dîl bakımından durumu açıklan­mış hâldedir. Bütün hadisler kitaplarda toplanıp tasnif edildikten sonra cerh ve ta'dîl prensiplerine göre incelenecek râvi de kalma­mıştır.

 

Râvide Aranan Şartlar

 

Hadis rivayetinde bulunan râvilerin hâlleri, naklettikleri me­tinlerin sıhhatiyle doğrudan ilişkili olduğu için bu kimselerin cerh ve ta'dîl prensiplerine göre tenkide tâbi tutulmaları en doğru yol olmaktadır. Cerh ve ta'dîl esas itibarıyla sağlam ve kâmil bir müminde bulunması gereken sıfatların hadis râvisinde bulunup bulunmadığını araştırır.

Amaç, dinin ikinci kaynağı konumunda bulunan sünnetin asla uygunluk derecesini tespit edebilmektir. Bu ise bir takım sıfat ve şartların varlığının aranmasıyla gerçekleşir.

 

A) Adalet

 

Adalet bir müslümanm Rabbine ve insanlara karşı dürüst ol­masını sağlayan sıfatların genelini ifade eden bir kavramdır. Rabbine karşı dürüst olması, Kur'an ve sünnetin emirlerini yapıp yasaklarından uzak durmasıyla gerçekleşir. İnsanlara karşı dü­rüst olması ise, halkın gözünde değer ve itibarını düşürecek söz ve fiillerden kaçmasıyla gerçekleşir.

Bir râvide adaletin gerçek anlamda sübût bulması, adalet un­surlarının onda görülmesine ve şehâdeti kabul gören kimselerin bunu teyit etmesine bağlıdır.

Râvinin güvenilir kabul edilebilmesi için aranan adalet şartı. zulmün zıt anlamlısı olmayıp şirk, ûsk ve bid'at gibi bütün büyük ve küçük günahlardan sakınmak, takva sahibi, samimi bir Müs­lüman olmak anlamındadır.

Bu sıfatları taşıyan kimselere hadis literatüründe adi (âdil) denir.

 

Adaleti Sağlayan Şartlar:

 

Adaletin şartları şu dokuz başlıkta toplanabilir:

1-Akıl.

2- Ergenlik.

3- İslâm.

4- İtikâd

5- Diyanet. 6-Sıdk.

7- Mürüvvet.

8-.Şöhret.

9- Lika (görüşme).

 

B)Zabt

 

Evinin güvenilirliğim sağlayan ve adaletten sonra bulunması Srülen bir srfattır. Bugiyi korumak, iyice bellemek anla­ma X Kavram olarak, rivayet edilecek hadisi bellemek ıçm kuUanüan bu sıfat sayesinde râvi, duyduğunu duyduğu gibi riva­yet edebilen "kişi olur.

Bir kimsenin zabit olabilmesi, ezberinden rivayet ediyorsa iyi Jı^Vkitantan rivayet ediyorsa o kitabı her turlu tahnfat- uma*fSSTiS rivayet ediyorsa kelimelerin ifade ettift lcTaklerıni, mânâyı bozacak unsurları anlayıp ayırt edecek te olmtsİ. Kısaca zabt sahibinde aranan husus, rivayetleri

 şekilde aslına Vgun olarak nakletmesıdır. Zabt sahibi bir râvinin uyanık ve dikkatli olması gerekir. Gaf­let ve dalgınlık gibi haller zabta aykırıdır.

 

C) Sika:

 

Kavide aranan şartlardan biridir. Sika, adalet ve zabt sıfatla­rını taşıyan güvenilir râvi demektir.

Sözlükte kendisine itimat edilen, güvenilen kimse demek olan "sika" hadis kavramı olarak adalet ve zabt bakımından kusursuz olan hadis râvileri için kullanılan bir terimdir.

Sika ve zayıf râvilerin bilinmesi, hadis usûlünün üzerinde dur­duğu önemli konulardan biridir. Bu nedenle hadis târihinde sika râvilerin isim ve biyografilerini içeren kitapların telifine büyük Önem verilmiştir. Bunlardan bazıları yukarıda zikredilmişti.

Hadis âlimlerinin râvilerin sika olup olmadıklarını tesbit et­mek için gösterdikleri olağanüstü gayretler, Hz. Peygamber (sav)'den rivayet olunacak hadisleri sağlam ve sıhhatli bir şekilde elde etme gayesine yöneliktir.

Adalet ve zabt sıfatlarını tam manâsıyla taşıyan sika bir râvi ancak sağlam ve sahih rivayetler nakleder.

Diğer taraftan sika olmayan râvilerin de müstakil kitaplarda toplanıp tanıtılması onlar kanalıyla nakledilmiş rivayetleri tanı­mak açısından büyük bir kolaylık sebebidir.

 

Silsile:

 

Hadis usûlü ilminde, hadisi rivayet eden râviler zinciri için kullanılan bir terim. Râviler zinciri veya hadisin sened kısmı, isnâd, tarîk, vech gibi kelimelerle ifade edilir.

Her hadis metninde başında, o metni birbirine nakleden Râvi isimlerinden oluşmuş bir zincir vardır. Bu isim zinciri en son râvi den başlayarak Allah Resûlü'ne (sav) kadar ulaşır ve her râvi, zincirin bir halkasını teşkil eder. Bu halkaların birbirine bağlı olması, nasıl zincirin sağlamlığını temin eDerse; her bir halkanın da kendi başına sağlam olması, aynı şekilde, zincirin sağlamlığım gösterir, isimlerden oluşan bu sağlam zincir, hadis metninin sıh­hati için bir garanti sayılır ve bu garantiye "sened" adı verilir.

İsnâd, diğer milletlere ve dinlere nasip olmamış, İslam ümme­tine has özelliklerden biridir.

Bir hadis, Hz. Peygamber (sav)'e kadar sağlam bir râviler silsilesiyle ulaşırsa müsned, muttasıl, adını alır. Eğer Resûlüllah (sav)'dan rivayet edilip aradaki râvilerin isimleri kısmen veya ta­mamen zikredilmezse mürsel ve munkatı adını alır.

 

Silsiletü'z-Zeheb:

 

Başka bir deyişle esahhul-esânîd diye ifade edilen en sahih, en mükemmel sayılmış hadis senedidir.

 

Metâ'in-İ Aşere: Tenkid Noktaları

 

Râviyi kusurlu kılan vasıflar Metâ'in olarak bilinip on mad­dede toplandığı için metâin-i aşere denmiştir.

Bir râviyi kusurlu kılan bu on noktanın ilk beşi adaleti yaralayan, ikinci beşi de zabtı yaralayan kusurlardır.

 

1- Kizb: Yalan

 

Bir hadis râvisi için olabilecek en ağır suçtur. Çünkü hakkında yalan söylenen kişi, insanların en şereflisi olan Allah Resulü (sav)'dir. O'nun söylemediği bir sözü veya yapmadığı bir fiili söy­lemiş veya yapmış göstermenin kasıtlı olması hâlinde küfür oldu­ğunu söyleyenler dahi olmuştur. Bu tür rivayetler, muhtalak ve mevzu gibi kelimelerle tanımlanırken dilimizde uydurma olarak isimlendirilmiştir. *

Yalanın bir diğer türü ise, râvinin normalde yalancı biri olma­sıdır. Bu durum, elbette Allah Resûlü'ne (sav) yalan iftira etmekle aynı ağırlıkta bir kusur değildir. Fakat yine de râvi için çok ağır bir kusur olmaktan çıkmaz.

Yalancı râvinin durumu "Kezzâb", "vaddâ-Uydurmacı", "ekzebu'n-nâs=insanlann en yalancısı", "ruknu'l-kizb=yalanın belkemiği", "ileyhi münteha fi'l-vad=uydurmada son nokta" gibi terimlerle ortaya konur.

 

2- Töhmet-i Kizb: YalancıkklaSuçlanma

 

Burada râvinin yalanı açık olmamakla beraber yalancılıkla suçlanma söz konusudur. Bu suçlama, her hangi bir delille sübüt bulduğunda râvinin durumu kesinleşir ve rivayeti kabul edilme­yenler arasına girer.

Râvi şu iki durumda böyle bir suçlamayla yüzyüze kalır: a. Di­nin zarurî temel kaidelerine aykırı bir rivayette bulunması, b. in­sanlarla ilişkilerinde yalana başvurması. Yalan gibi çirkin bir alışkanlığı olan birinin, hadis konusunda da yalan söylemesinden emin olunamayacağı için rivayeti reddedilir.

 

3- Fisk-Günahkârhk    

 

Râvinin söz ve fiillerinde küfrü gerektirmeyen çirkin davranışların görülmesidir. Farzların terki, haramların işlenmesi gibi. Âlimler büyük günah işlemekle küçük günahta ısrarı bir tutarak, küçük günahları ısrarla işleyenlere de "fâsık" demişlerdir. Fısk, râvinin adaletini ciddî şekilde zedeleyen ağır cerhlerden birisidir.

Böyle bir râvinin rivayeti münker olarak değerlendirilir. Hak­kında leyyiuü'l-hadis (hıfz veya dindarlığı gevşek) denir.

 

4- Bid'at: Bid'atu'r-Râvi:

 

Bid'at, râvinin itikad esasları bakımından Ehli Sünnet dışında kalan kelâm fırkalarından birine bağlı olduğunu ifade eden bir deyimdir. Hadis terimi olarak, râviyi akîde yönünden cerheder. Ulemânın çoğunluğu küfrü gerektiren itikatlara saplanan kimse­nin rivayetini terk etmiştir. Küfrü gerektirmeyen râvinin rivayeti ise, onun tebliğini yapmaması şartıyla alınır, fakat zayıf saydır.

 

5- Cehalet: Râvinin Tanınmaması

 

Râvinin tanınmaması, iki boyutludur. İlkinde râvinin bizzat kendisi hakkında bilgi olmaz ve meşhur biri olmadığı için hadis âlimleri tarafından tanınmaz. İkinci boyutta ise, râvinin kendisi bilinmesine rağmen cerh ve ta'dîl bakımından durumu bilinmez. Bunlardan ilkine cehâletu'1-ayn/zât, ikincisine cehâletul-hâl den­miştir.

Cehaletin Sebepleri:

Râvinin gerek kendi ve gerek hâli bakımından meçhul oluşu üç sebebe dayanır:

1. Râvinin isim, künye, lâkab, nispet, meslek gibi kendisini ta­nıtıcı, ayırt edici sıfatları bazan birden fazla olduğu hâlde bunlar­dan sadece birkaçı ile tanınmış olur. Kendisinden hadis alanların, onu, -şu veya bu sebeple- meşhur olmayan bir sıfatıyla zikretmesi hâlinde işitenler bunun başka bir zat olduğu zannına kapılırlar.

2. Cehaletin   ikinci   sebebi  râvinin   az   rivayette   bulunan mukıllûndan olmasıdır. Pek nâdir rivayette bulunduğu için, hadis âlimleri tarafından tam olarak bilinmeyebilir.

3. Râvinin ismi bazen kısaltma maksadıyla zikredilmeyerek belirsiz bırakılır. Bu da genelde rivayeti az râviler hakkında ya­şanır. Durumu böyle olan râviye mübhem dendiği gibi rivayetine de mübhem rivayet denir. Başka enedlerde bu isim açıldık ka­zanmadığı müddetçe mübhem rivayet munkatı sayılarak sahih kabul edilmez.

 

6- Vehim:

 

Râvinin, nıürşel veya munkatı bir hadisi muttasıl olarak, ya da bir hadisin metnini bir başka hadise katarak rivayet etmesidir. Vehim sahibi bir râvi, vehme senedde de düşer, metinde de. Metin ve senetleri iyi bilen muhaddisler düşülen hatayı ortaya çıkarabi­lirler. Vehmin karıştığı hadise usûlcüler genelde mu'allel hadis derler.

 

7- Gaflet: Aşırı Dalgınlık

 

Dikkatsizlik demektir. Râvinin aşırı gafil ve dikkatsiz olması, rivayet bakımından bir kusurdur. Bu kusur bazan galatla ifade edilmiştir. Râvinin dikkat göstermesi gereken yerlerde gaflete düşmesi, rivayetinin reddine sebep olur. Bu tür rivayete münker denir.

 

8- Fuhş-î Galat: Aşırı Hata

 

Rivayetlerin yarısında veya yarıdan çoğunda hataya düşülürse hafızanın bu hâli aşırı hata ile ifade edilir. Bu durum hafızanın fazlasıyla bozulduğunu gösterir ve iki hadisten birinin hatalı olma ihtimalini gündeme getirir. Bu tür rivayetlere itimat edilemeyece­ğinden râvi metruk sayılır. Böyle birinin rivayetine de münker denir. Hata oranı yarı ve daha fazla olan râvinin rivayeti kabul edilmez.

 

9- Sû'i'l-Hıfz: Ezber Bozukluğu

 

Râvinin'hafızasının güçlü olmaması, hatasının isabetinden çok olması, unutma sonucu sık sık yanılması hâlidir. Bu tür râviye seyyi'ül-hıfz (ezberi kötü) denir. Ezber bozukluğu kalıcı olduğu gibi geçici de olabilir.. Yaşlılık, hastalık gibi durumlarla ortaya çıkar. Geçmişte hep kitaptan rivayet etmiş, buna alışmış birinin kitabını kaybetmesinden sonra ezberden rivayete başlamasıyla da ezber bozukluğu ortaya çıkar. Sonradan ortaya çıkan hafıza bo­zukluğuna ihtilât (karıştırma) böyle râviye muhtalit denir.

Muhtalit râvilerin rivayetleri reddedilir. Böyle olmayıp da ez­beri asıldan ve kalıcı olarak bozulmuş olan râvilerin ise bütün ri­vayetleri merdûddur.

 

10- Muhalefet: Sika Kavilere Muhalefet

 

Râvinin, sened veya metinde başka sika râvilere aykırı riva­yette bulunmasıdır. Kendinden üstün olana muhalefet eden râvi zaafını ortaya koymuş olur ve bu yüzden mecruh saydır. Rivayeti de zayıf ve merdûd kabul edilir.

Muhalefet farklı şekillerde olur ve bu şekilde rivayet edilen hadisler farklı isimler alırlar. Örneğin sika bix râvi, kendinden daha sika (=evsak) bir râviye veya sika râvilere muhalefet eDerse, rivayetine şâz, muhalefet ettiği evsak veya sika râvilerin rivaye­tine de mahfuz denir.

Muhalefetin müdrecü'1-metn denen bir şekli daha vardır ki bunda râvi, hadisin metnine bir şeyler ilâve eder. Bu ilâve, hadis­te geçen garib bir kelimeyi açıklamak maksadıyla olduğu gibi, ha­disin içerdiği bir hükme dikkat çekmek maksadıyla da olabilir. Her iki hâlde de tahkik ehli âlimler çeşitli karşılaştırmalar yapa­rak bu ilâveyi ortaya çıkarabilirler.

Muhalefet türleri arasında tahrif veya tashîf denen bir uygu­lama daha vardır. Bunda râvi senette geçen isimlerin veya metin­de geçen kelimelerin harflerinde değişiklik yapar. Harfleri öne geçirme, arkaya atma, değiştirme, kelimenin yapısını bozacak noktalama gibi davranışlarda bulunur. Eğer rivayet, ban örflerinde meydana gelen değişikliğe maruz kalmışsa  noktalamada değişikliklere maruz kalmışsa  alır.

Görüldüğü üzere cerh ve ta'dîl, dinimizin sağlıklı bir şekilde nak­ledilmesinde hayatî rol oynamış ve yalnız Müslümanlara özgü bir analiz ve kritik sistemidir.

 

Cerh ve Ta'dîl Lafızlarının Hükümleri

 

Cerh ve ta'dîl lafızları 12 tabakaya ayrılmış olsa da bunların herbirine ayn bir hüküm gerekmeyip asıl itibarıyla üç hükme ula­şılır:

1- İhticâc: Râvinin kesinlikle sika olduğunu kanıtlayan tabii­ler. Bu tâbirler sayesinde râvinin naklettiği hadisin sahîh olduğu ve dolayısıyla âlimlerin onunla âmel edebileceğini, delil olarak kullanılarak hüküm çıkarılabileceğini gösterir.

2-  İtibâr: Râvinin küçük kusurları olduğunu, rivayeti ile tek başına amel edilemeyeceğini ancak başka hadislerle takviye edil­mesi hâlinde kullanılabilir hâle geleceğini ifade eder.

3- Terk: Râvideki zafiyetin fazlalığını ifâde eder. Bu tür tabii­lerle vasfedilmiş râvinin rivâyetiyle hiçbir surette ihticâc ve hatta itibâr edilemez. Onun rivayetleri yalan ve uydurma'dir.

 

Cerh Ve Ta'dîlde Gevşeklik Ve Katılık

 

Cerh ve ta'dîl konusunda âlimlerin bir bölümü gevşek (mütesâhil), bir bölümü ise katı (müteşeddid) davranmıştır. Tabi­îdir ki râvilerin cerh ve ta'dîl bakımından durumlarının tesbiti noktasında bunun önemli etkisi olmuştur. Kiminin sika gördüğü­nü, kimi zayıf görebilmiştir.

Bir de bu iki grubun dışında orta yolu takip eden âlimler çık­mıştır. Her halükârda gevşek davrananların mecruh kabul ettik­leri bir râvinin mecruh sayılması, katı davrananların sika saydık­larım öyle kabul etmek esas olmalıdır. Ta'dîlde açıklama isten­mezken cerhin kesinlikle açıklamaya dayanmasının hikmetinin de bu olduğu söylenebilir.

 

Sened Ve Metin Tenkidi

 

Allah Resûlü'nün (sav) sünnetinin bütün şekilleriyle sağlıklıbir şekilde aktarılabilmesi için âlimlerimiz sened ve isnâd kurumunu devreye sokmuş ve bu konuda hayli ilerleme göstererek cerh ve ta'dîl geleneğini başlatmışlardır. Onların hadislerin inceleme ve tenkidiyle ilgili faaliyetleri sened ve isnâd ile sınırlı kalmayıp ha­disin diğer ana unsuru olan metni de kapsamı içine almıştır. Bu bölümde hadislerin metinleri bakımından tasnif ve tenkidiyle ilgi­li bilgilere yer verilecektir:

 

a) Sahih Hadisin Özellikleri:

 

Hz. Peygamber'e ait olan bir sahih hadis, genel tanımı dışında şu özelliklere sahiptir.

1) Kur'an-ı Kerim'e uygundur.

2) Genel İslami ilke ye esaslara uygundur.

3) Akıl prensiplerine uygundur.

4) Bilimsel verilerle çelişmez.

5) Metin ve ifadesi gün ışığı gibi nettir. Dolayısıyla insanın ak­lına "Bunu Hz. Peygamber söylemiş olabilir mi?" gibi bir şüphe ve tereddüt asla gelmez.

6) Toplumun ahlak kurallarına uyar.

8) Muteber ve sağlam kaynaklarda yer alır. Bu Özellikleri taşıyan hadisler başka bir kusuru yoksa ilk ba­kışta sahih ve Hz. Peygamber'e (sav) ait kabul edilirler.

 

b) Hadiste Zayıflık Belirtileri:

 

Sahih veya hasen olmayan hadisler zayıf sayılır. Zayıf hadis­lerde sahih hadislerdeki özelliklere rastlanmaz. Bununla birlikte bir hadisin zayıf olduğunu ortaya çıkaran belli başlı ölçüler sır­lardır:

1) Zayıf hadislerin çoğu, senedinde veya râvisinde bulunan :„-kusur yüzünden zayıf sayılmıştır.

2) Senedi kopuktur. Bir veya iki yerinde atlama vardır.

3)  Râvisi meçhuldür veya belirsiz (mübhem) bir şekilde siylen mistir.

4) Sahih ve sağlam rivayetlere aykırıdır.

5)  Râvisi tektir. Yani birçok kimsenin bilmesi gereken bir nuyu bir râvi haber vermiştir.

6)  ifadelerinde Hz. Peygamberin (sav) sözlerindeki ahenk vb akıcılık yoktur.

7) Başkalarına ait sözler Hz. Peygamber'e (sav) aitmiş gibi gös­terilmiştir.

 

c) Mevzu Hadislerin Özellikleri:

 

Mevzu (uydurma) hadisleri ortaya çıkaran temel ölçüler mem tenkidinde gündeme gelirler. Örneğin bir hadis metni bilime veya tarihî gerçeklere uyuşmuyorsa uydurma olabilir. Bundan hareke­le şu söylenebilir ki mevzu hadisler, genelde metinleriyle tespit edilirler.

 

Hadislerin Sınıflandırılması

 

Hadis ilmi, hadisleri öncelikle, kabul ve red bakımından bazı sınıflan ayırmıştır. Hadislerin bakılan noktadan hareketle bir çok tasnife tâbi ması mümkündür. Aşağıda bu tasniflerden bazılarına yer verilecektir:

 

1- Kabul Veya Red Açısından Hadis Türleri

 

Hadisler, kabul veya red bakımından iki kısma ayrılır:

 

A) Makbul

 

Râvisinin doğruluğu kabul edilen ve kendisiyle amel edilip de­lil olarak kullanılan hadislerdir. "Ma'mûl bih" veya nıe'hûz bih" de denir.

 

B) Merdûd

 

Râvisinin doğruluğu kabul edilmeyen ve kendisiyle amel edil­mesi, delil olarak kullanılması gerekmeyen hadistir.

Zayıf hadisler da içlerinde amel edilebilir nitelikte olanları bu­lunmasına rağmen merdûd hadis sayılır. Zira böylesine genel bir sınıflandırmada bu kaçınılmazdır.

 

2- İlk Kaynağı Açısından Hadis Türleri

 

Bilindiği gibi hadis; Hz. Peygamber (sav)'in söz, fiil ve takrir­leridir. Hadis kelimesi mutlak olarak kullanıldığında anlaşılan budur. Ne var ki gerek erken dönem uleması (mütekaddimûn), gerek geç dönem ulemâsı (müteahhirûn) O'nu takibeden ilk üç neslin (sahabe-tâbiûn-tebe-i tabiin) söz, fiil ve takrirlerine de "ha­dis veya sünnet" demişlerdir.

Buna göre, sahabe, tâbiûn ve tebe-i tabiînin söz, fiil ve takrir­leri de sünnettir. Bu sebepledir ki hadislerin tamamı aynı değerde değildir. Hadisçiler işte bu dereceleri belirtmek ve karışıklıkları önlemek için değişik tâbirler kullanmışlardır.

Sonuç itibarıyla hadis, Allah Teâlâ'ya izafe edilmişse, Kudsî; Hz. Peygamber'e (sav) izafe edilmişse, Merfu; herhangi bir Sahabîye izafe edilmişse, Mevkuf; bir tabiî veya daha sonraki nesilden birine izafe edilmişse, Maktu' adını alır.

 

A) Kudsi-Nebevi Hadis:

 

Mânâsı Allah'a, lafızları Hz. Peygainber'e (sav) ait olan hadis­lere kudsî hadis; mânâ ve lâfzı yalnız Allah Resûlü'ne (sav) ait olan hadislere nebevî hadis denir.

Kudsî hadis, "İlâhî hadis" ve "Rabbani hadis" gibi isimlerle de anılır. Kur'ân ile nebevî hadis arasında yeralan bu tür hadislerin kutsallığı, mânâsının Allah'a âit olmasından; hadis olarak adlan­dırılması ise, Hz. Peygamber (sav) tarafından dile getirilmiş olma­sından kaynaklanır.

Kudsî hadisler Kur'an'dan sayılmazlar. Her ikisinin de kendi­lerine has özellikleri vardır ve bu özellikler ikisinin aynı şey sa­yılmasına engel olur.

Kur'ân ile kudsî hadis arasındaki diğer farklar şunlardır:

a) Kudsî hadis, namazda okunmaz.

b) Abdestsiz olarak dokunulması caizdir.

c) Lâfzı Allah'a âit olmadığı için Kur'ân gibi mucizevî değildir.

d)  Lafzî rivayeti şart olmayıp, sadece anlam olarak rivayet edilmesi caizdir.

Kudsî hadisler sayıca çok azdır.

Kudsî hadislerle Kur'an-ı Kerîm arasındaki fark konusunda İs­lâm âlimleri iki görüş belirtmişlerdir:

a- Kudsî hadislerin mânâ ve sözleri Allah'tandır. Sınırlı sayıda âlim böyle bir görüş belirtmiştir.

b- Alimlerin çoğuna (cumhur) göre ise kudsî hadislerin mânâsı Allah'a, lafzı Hz. Peygamberce aittir.

Kudsî hadisler, Allah'ın kudret ve azametinden, rahmetinin genişliğinden, ihsanının bolluğundan söz ederler. Helâl, haram türünden hüküm içermezler.

Sahih kaynaklardaki kudsî hadis sayısı yüz civarında olup ba­zı âlimler kudsî hadisleri bağımsız eserlerde toplamışlardır. Ör­neğin   Abdurraûf  el-Münâvî  el-îthâfâtü's-seniyye   bi'l-ehâdîsi'l-kudsiyye adlı eserinde bu hadisleri alfabetik sırayla tasnif etmiş­tir.

Kudsî hadis örnekleri:

"Allah Teâlâ buyurdu ki: Adem oğlunun her ameli ken­disi içindir, ancak oruç böyle değildir. Çünkü o, sırf Benim rızam için yapılan bir ibadettir. Onun mükâfatını bizzat Ben vereceğim." (Müslim, Sıyâm, 161,163)

"Salih kullarım için Cennet'te, hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın düşünemediği nimetler hazırladım." (Tâc)

 

B) Merfu Hadis:

 

Sözlükte, yükseltilmiş demektir. Hadis terimi olarak, söz, fiil, takrir, fıtrî veya ahlâki sıfat olarak, açıkça veya dolaylı bir şekilde senedine bakılmaksızın Hz. Peygamber'e nispet olunan hadise "merfu hadis" denir.

Merfu hadisin senedi muttasıl veya munkatı' olabilir. Isnâddan sahabî düşerse mürsel olur. Sahabe dışında bir râvi dü­şer veya belirsiz bir râvî zikredilirse munkatı' denir. Ardı ardına iki râvi atlanmışsa mu'dal ismini abr. Her üç hâlde de isnâd munkatı' sayılsa bile hadis yine merfûdur. Zira bir hadisin merfu oluşu, isnadının kesintisiz olarak Hz. Peygambere ulaşmasıyla değil bizzat O'na izafe edilmesiyle belirlenir.

 

C) Mevkuf Hadis:

 

Rivayet edilen söz, fiil veya takririn kaynağı sahâbî ise -senedin durumuna bakılmaksızın- mevkuf hadistir. Örneğin sa­habeden birinin fetvası, menkıbesi, sözü mevkuf hadis çeşidine girer. Meselâ Hz. Ali'ye ait sözler, İbni Abbâs'a ait tefsirler, Hz. Ömer'e ait menkıbeler böyledir. Bunlara mevkuf hadis veya mev­kuf sünnet denir.

Bazı hadisçiler, bu durumu göz önünde tutarak mevkuf hadisleri. zayıf hadislerden saymışlardır. Ancak, buna itiraz edenler olmuştur. İtirazlarının temelinde ise hiç bir şahabının Resûlüllah (sav)'dan sâdır olduğuna kanaat getirmeden, dine ilişkin konular­da hiçbir şey söylemeyip fiilde bulunmayacakları görüşü yer al­maktadır. Dolayısıyla mevkuf bir hadis şartları taşıdığında, sa­hihtir veya hasendir dendiği zaman Resûlüllah (sav)'a ait olma­yan bir hadis O'na izafe edilmiş olmaz.

Vahyin indirilişi esnasındaki konumları, sahabeden sahih ola­rak rivayet edilen mevkuf hadislerin, çoğu zaman amel etmeye elverişli olduklarını teyit etmektedir. Örneğin Abdullah b. Mes'ud'dan mevkuf olarak rivayet edilen "Bir müneccime veya kâhine giderek söylediklerini doğrulayan kimse Hz. Muhammed (sav)'e ineni inkâr etmiş demektir" (Ebû Dâvud, Tıb, 3904) gibi haberler, amel edilmesi caiz olan haberlerdir.

Israiliyât' türü nakillerine sık rastlandığı için Ka'bul-Ahbâr, Abdullah b. Selâm ve Abdullah b. Amr el-Âs'ın mevkuf hadisleri ihtiyatla karşılanmalıdır. Bu ve benzeri zâtlardan kıyamet ala­metleri ve âhir zaman fitneleri hakkında nakledilen hadislerin çoğu uydurma olmamakla birlikte zayıftırlar.

Sahabî tefsirlerinin tamamım merfu saymak doğru değildir.

 

D) Maktu Hadis:

 

Tâbiûn ve tebe-i tabiîne ait rivayetlere verilen addır. Bunlar da söz, fiil veya takrir olabilir.

 

3- Seneddekı  İttisal Durumuna Göre  Hadis Türleri

 

Hadisler, senedeki ittisal (kopukluk olup olmaması) bakımın­dan ikiye ayrılır.

 

A) Muttasıl (Müsned-Mevsûl) Hadis

 

Hadisin kaynağına kadar, senedde kopukluk yoksa buna muttaşıl hadis denir. Muttasıl hadislerde rivayet, hep birbirini gören râviler tarafından yapılmıştır.

Muttasıl hadise mevsûl ve müsned hadis de denir.

 

B) Gayr-ı Muttasıl (Munkatı') Hadis

 

Senedinin herhangi bir yerinde kopukluk bulunan hadisdir. Senedde meydana gelen kopukluğun durumuna göre farklı isimler alır:

1) Mu'allak Hadis:

 

İsnadın baş tarafından bir veya birbirini takip etmek üzere daha fazla râvisi anılmayıp hazfedilen râvinin şeyhine isnâd edilmiş hadistir.

Kopukluk senedin baş tarafında ise bu adı alır.

 

2) Mu'dal Hadis:

 

Senetteki kopukluk peşpeşe iki veya daha fazla râvinin düş­mesiyle meydana gelmişse buna mu'dal denir. Bu çeşit hadisler için munfasıl tâbiri de kullanılmıştır.

 

3) Munkatı Hadis:

 

Senedinde peş peşe olmaksızın iki veya sahabeden sonra bir râvinin düşmüş olduğu hadistir.

 

4) Mürsel Hadis:

Senedden sahâbî düşmüş ve tâbiûndan bir zât rivayeti doğru­dan Hz. Peygamber (sav)'den yapmış ise bu rivayete mürsel de­nir. Mürsel tâbiri munkati mânâsında da kullanılmıştır.

 

4- Sened Sayısına Göre Hadis Türleri

 

Bir hadis ne kadar çok sayıda senedle rivayet edilirse o kadar muteber ve kıymetli olur. Çünkü her bir sened diğerlerine destek ve takviye olur. Böylece hadisin Resûlüllah (sav)'e nispeti kuvvet­lenir. Hadisler bu bakımdan ikiye ayrılmıştır:

A) Mütevâtir hadis

B) Âhâd hadis

Âhâd hadis, kendi içinde üçe ayrılır:

a) Meşhur hadis

b) Azîz hadis

c) Ferd (Garîb) hadis

 

A) Mütevâtir Hadis

 

Yalan üzerine ittifak etmeleri aklen mümkün olmayacak kadar çok sayıda râviler topluluğunun, her nesilde, kendileri gibi bir top­luluktan naklettiği hadistir.

Mütevâtir haber kesin bilgi ifâde eder. Eleştiri ve inceleme dı­şıdırlar. Çünkü bu yolla gelen haberin doğruluğundan hiç kimse şüphe edemez, aksini düşünmek aklen mümkün olmaz. En güzel örneği Kur'an-ı Kerîm'dir. Binlerce insan Hz. Peygamber (sav)'in huzurunda yazmış, ezberlemiş, vefatında da fazla zaman geçme­den mushaf hâline getirilmiştir.

Mütevâtir haberin râvilerinde cerh ve ta'dîîle ilgili bazı şartlar aranmaz. Yalan üzerine ittifakları aklen mümkün olmayan bir cemaat rivayet etmişse râvinin durumunu araştırmaya gerek kalmaz. Böyle bir şart konmuş olsaydı, müslümanların kendileri dışında yazılan hiçbir tarihe itibar etmemeleri gerekirdi.

Ne var ki bir haberin mütevâtir olması için başka şartlar aran­maktadır:

1-Haber fiziki âlemle ilgili olmalıdır. Akılla bilinen türden ha­berlerde tevatür olmaz. Buna göre bir şeyin tevatüre konu olabilmesi için beş duyudan herhangi biriyle algılanabilecek türden ol­ması gerekir.

2- Haberin râvi sayısı her tabakada tevatür için şart olan mik­tardan aşağı olmamalıdır.

Mütevâtir haberde râvilerin asgarî sayısı için herhangi bir sı­nır belirlenmiş değildir. Bununla ilgili bir çok rakam dile getiril­miş olsa da, önemli olan; hadisi, yalan üzerinde ittifaklarını aklın kabul edemeyeceği bir topluluğun nakletmiş olmasıdır.

 

1) Lafzî Mütevâtir:

 

Başından sonuna kadar senedin her tabakasında râvilerin aynı lafızla rivayet ettikleri hadistir. Peygamber Efendimizin hadisle­rini her devirde pek çok kimsenin kelimesi kelimesine aynen nak­letmesi mümkün olamamıştır. Böyle bir şart konulsaydı, harfi harfine akılda tutulamayacak hadisler tamamen unutulmaya mahkum olurdu. Mânâ ile rivayete izin verilmesi sebebiyle lafzî mütevâtir hadisler oldukça azdır. İşte onlardan bazıları:

"Kim bilerek bana yalan isnâd eDerse Cehennemdeki yerine hazırlansın ."(Buharı, üim 38; Müslim, zühd 72)

"Sarhoşluk veren her içki haramdır."(Buhâri, Vudû, 81, Eşribe

4, 10; Müslim, Eşribe, 67-68)

"Kur'an yedi harf üzere inmiştir."(Buhârî, Fezâilu'l-Kur'ân 5, 27, Husümat 4, Tevhid 53; Müslim, Müsâfirin 270; Ebü Dâvud, Salât 357; Tirmizî, Kırâ'ât 2; Nesâî, Salât 37; Muvatta, Kur'ân 5)

Bir hadis hakkında, lafzen veya manen mütevâtir olduğu belir­tilmeksizin sadece mütevâtir dendiğinde, lafzen mütevâtir olduğu bilinmelidir.

 

2) Manevî Mütevâtir:

 

Lafzen aynı olmadığı, hatta farklı hadislerle ilgili olduğu hâlde aynı mâna ve hükme delâlet^ eden rivayetler sayıca çoğalarak te­vatür derecesine ulaşırsa buna manevî mütevâtir denir. Bu tür rivayetlerde müşterek olan taraf mütevâtir demektir. Manevî mütevâtir hadisler hayli çoktur. Beş vakit namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetlerle ilgili rivayetler manevî mütevâtir derecesindedir. Örneğin Hz. Peygamber'in (sav) dua ederken ellerini kaldırdığına dair yüz kadar hadis rivayet edilmiştir.

Yine "Peygamberimiz (sav)'m duası ile yemeklerin bereket­lenmesi" hadisesi mütevâtir derecesinde çok nakledilmiştir.

Namazların vakitleri, beş vakit oluşu, rekat sayıları gibi dînî emirlerin uygulanmasıyla ilgili pek çok mesele manen mütevâtir cümlesin dendir.

 

Mütevâtir Hadisin Hükmü:

 

Hanefî fakîhleri, mütevâtir haberin kesin bilgi ifâde edeceği görüşündedirler. Eğer, böyle bir habere rağmen kesin ilme ulaş­mayan olursa onun aklında noksanlık var demektir. Buna bağlı olarak mütevâtir hadisle sabit olan bir hükmü inkâr etmek kü­fürdür.

Kesinliği tevatür ile değil istidlal ile sabit olan ve haber-i vahi­de dayanan hükümlere gelince bunlar itikâdî bakımdan kesin bil­gi etmedikleri için bunları inkâr eden tekfir edilmez.

Hanefî bilginleri aslı haber-i vâhid bile olsa, tabiîn ve tebe-i tabiîn nesillerince makbul sayılmış ve amel edilmiş bir rivayeti hükmen mütevâtir saymış ve onunla amel etmek gerektiğini söy­lemiştir. Onlara göre bu, uyulması gereken bir tür icmâdır.

Mütevâtir hadisler, inançla ilgili konularında bile tek başına delil sayılırlar. Bu yüzden mütevâtir bir hadisi inkâr eden küfre girer. Bu hadisler, hadis usûlü prensiplerine göre inceleme ve eleştiriye tâbi değildirler. Hadis usûlünün tetkik ettiği hadisler, tevatür şartlarına sahip olmayan Âhâd hadislerdir.

 

Mütevâtir Hadislerle İlgili Eserler:

 

Mütevâtire hadislerin derlemesiyle ilgili kitaplardan bazıları şunlardır:

1. Celâleddîn Suyûtî (911/1505): el-Fevâidu'î-mütekâsire fi'l-ahbârı I-mütevâtir e; içinde 112 kadar mütevâtir hadise yer veril­mektedir.

2. Ebu'1-Feyz Ca'fer el-İdrîsî, el-Kettânî (1345/1926): Nazmu'l-mütenâsir mineî-hadisi'l-mütevâtir; 310 hadisin mütevâtir oldu­ğunu söyler.Mânevî mütevâtirlere de yer verdiği için sayı artmış­tır.

3. İbni Tûlûn (v. 953/ 1546) el-Leali'l-mütenâsire fil-ehâdîsi'l-mütevâtire.

 

B) Ahâd Hadis

 

Âbâd hadis, sözlükte "bir kişinin rivayet ettiği hadis" mânâsı­na gelir. Hadis terimi olarak, "mütevâtir olmayan haber" demek­tir. Böyle olunca iki hatta üç tarîkden de gelse böyle bir rivayete haber-i vâhid denir.

Hadislerin büyük bölümü tevatür şartlarını taşımayan âhâd hadislerdir. Âhâd hadisler kendi aralarında Meşhur, Azız ve Garîb olmak üzere üç kasma ayrılır.

 

1) Meşhur Hadis:

 

Hadisçilerin tanımına göre; her tabakada râvi sayısı üçten aşağı düşmeyen rivayetlere denir, Fıkıhçılar ise böyle hadislere müstefîz demişlerdir.

ilk tabakada bir tek tarîktan gelmiş olsa bile sonradan ümme­tin kabulüne mazhar olarak revaç bulan hadislere de meşhur denmiştir.

Halk arasında hadis diye çokça şüyu bulmuş sözler için de meşhur tâbiri kullanılır. Bu'sözlerin ilk asırda bilinen bir ası olabileceği gibi olmayabilir de. İkinci ve üçüncü asırlarda mütevir derecesinde şöhret kazanan bu rivayetler, sahîh bir hadis ola::!;-ceği gibi "hadis" ismi verilmiş bir atasözü, deyim, bir bilge söz; ;e olabilir.

Meşhur hadis, tevatür şartlarını taşımayan bir topluluh-naklettiği ve her nesilde râvisi ikiden aşağı olmayan hadistir.

Meşhur Hadis Türleri

 

i. Sahih Meşhur Hadis

 

Örnek: Bize Abdullah b. Yusuf haber verdi, dedi ki, bize Mâlik b. Enes, Nafi'den, o da Abdullah b. Ömer'den naklederek bild ki Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur:

"Biriniz cum'a namazına geleceği zaman gusletsin. hârî-Müslim)

 

ii. Hasen Meşhur Hadis

 

Örnek: Resülüllah (sav) şöyle buyurmuştur:

"İlim öğrenmek her müslümana farzdır. Ehli olmayanla­ra ilim öğreten, domuzlara kıymetli taşlardan, inciden w altından tasma takmaya çalışan gibidir." (Küttib-i Sitte Muk.zi.z-n, No: 6014)

 

iii. Zayıf Meşhur Hadis

 

Örnek: Resüllah (sav) şöyle buyurmuştur:

"Kalpler, kendilerine iyilik edenleri sevmeye yatkın ola­rak yaratılmışlardır."

 

iv. Ulemâ ve Muhaddisler Arasında Meşhur Hadisler

 

Örnek: Resülüllah (sav) şöyle buyurmuştur:

"Müslüman müslümanm kardeşidir." (Ebû Dâvud, Eymi5 İbni Mâce, Kefârât 14)

"Müslüman, elinden, dilinden diğer müslümanların se­lamette kaldığı kimsedir; muhacir de Allah'ın yasakladığı şeylerden kaçınandır." (Buhârî, İman, 4-5; Müslim, İman, 64)

 

v. Fıkıh Usûlcüleri Arasında Meşhur Hadisler:

 

Örnek: Resülüllah (sav) şöyle buyurmuştur:

"Hâkim, ietihad ederek hüküm verdiği zaman isabet eDerse, iki sevab; hata eDerse, bir sevab kazanır." (Buhârî)

"Ümmetim hata, unutkanlık ve zorlama sonucu yaptı­ğından sorumlu tutulmayacaktır."

 

vi. Halk Arasında Meşhur Hadisler:

 

Örnek: Resülüllah (sav) şöyle buyurmuştur: "Halka iyi muamele etmek sadakadır." "Yolculuk bir çeşit azabtır." "Bizi aldatan bizden değildir. "Harb hiledir."

"Mü'min, mü'ninin aynasıdır." "Haber almak gözle görmek gibi olmaz." "insanların cefasına tahammül sadakadır. Acele şeytandandır." Bunlar zayıf hadistir.

 

vii. Tasavvuf Ehli Arasında Meşhur Hadisler:

 

"Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım." Bu hadis uydurmadır.

 

5- Sıhhat Veya Hüküm Açısından Hadisler

 

Hadisler, daha doğrusu âhâd hadisler üç kısma ayrılır: Sahih, hasen, zayıf. Sahih ve hasen hadisler Makbul; Zayıf hadisler Merdud'dur.Burada sırf sıhhat ve hüküm açısından bu üç grubu inceleyeceğiz.

Erken dönem âlimleri hadisleri sahih ve zayıf diye ikiye ayır­mıştır. Geç dönem ulemâsı ise sahihle zayıf arasına üçüncü bir mertebe ilâve etmiştir: Hasen.

İlk defa Hattâbî (v. 388/998) tarafından Me'âlimu's-sünen'de yapılıp İbni es-Salâh tarafından da benimsenmiş olan taksime göre, hadisler, sıhhat bakımından üçe ayrılırlar:

1- Sahîh hadis.

2- Hasen hadis.

3- Zayıf hadis.

 

A) Sahîh Hadis:

 

Hükmüne uygun amelde bulunmanın vacip olduğu makbul hadistir.

Hadis usûlü âlimlerinin yaptıkları tarife göre sahih hadis; "Şâzz ve illetli olmayarak, isnadı Rasûl-i Ekrem'e veya sahabeden ya da daha sonrakilerden birine varıncaya kadar adalet ve zabt sahibi kimselerin yine kendileri gibi adalet ve zabt sahibi kimse­lerden muttasıl senedlerle rivayet ettikleri hadistir."

Bu tariften de anlaşılacağı gibi, bir hadisin sahih olabilmesi için bazı şartların bulunması gerekmektedir. Bu şartlar şunlardır:

1) Râvileri âdil yani adalet sıfatına sahip olmalıdır. Hakların­da gerekli araştırmalar usûlüne uygun şekilde yapılıp adalet prensibine aykırı davranışları nedeniyle "âdil' olmadıkları anlaşı­lan (mecruh) râvîlerle kim oldukları bilinmeyen, ya da durumları belirsiz olduğu için adaletleri tespit edilemeyen kimselerin (meç­hul) rivayet ettikleri hadisler, "sahih" hadis sayılmaz.

2) Sahih hadisin râvileri zabt sahibi kimseler olmalıdırlar. Zabt, râvinin, rivayet ettiği hadiste, yahut hadisi yazmış ise, kita­bında fazla hata yapmayacak derecede hafız, dikkatli ve titiz ol­masını sağlayan bir.melekedir.

3) Sahih hadisin isnadı muttasıl olmalıdır. Yani isnâdda yer alan ilk râviden son râviye kadar isnadı muttasıl yani kesintisiz olmalıdır. Bu nedenle sahih hadis anlatılırken "muttasıl" veya "mevsûl" ifadeleri kullanılır, isnâdda ittisalin şart koşulması ile munkatı, mu'dal, mürsel ve müdelles gibi çeşitli kopmalar barın­dıran hadisler, sahih hadis tarifi dışında bırakılmıştır.

4) Sahih hadis şâz olmamalıdır. Şâzz hadis, râvileri adalet ve zabt yönünden güvenilir, muttasıl isnâdla gelmiş olan fakat daha kuvvetli isnâdla gelen aynı hadisin diğer rivayetine veya rivayet­lerine aykırı düşerek münferid kalan hadistir. Böyle durumlarda, daha güvenilir olan râvinin rivayeti tercih edilir; öbür rivayet ise sahih olma vasfını kaybeder.

5) Sahih hadis mu'allel olmamalıdır. Hadisin metin veya sene­dinde, onu zaafa düşüren herhangi bir kusur bulunmamalıdır. Mu'allel, dış görünüşü itibarıyla (zahiren) kusursuz gibi görünse de metni veya isnadında sıhhatini zedeleyen gizli bir illeti ortaya çıkan hadis demektir.

illet, hadisi zaafa düşüren bir kusurdur. Bu kusur görülünceye kadar, zahirî olarak sahih olduğu sanılan hadis, kusurun anlaşıl­masından sonra sahih olma özelliğini kaybeder.

Bu beş şartın hepsini taşıyan hadis sahih olup teknik olarak Hz. Peygamber'e âit olduğunda şüphe yoktur.

 

Sahih Hadislerin Dereceleri:

 

Sahih hadislerin Buhârî ve Müslim'in kitaplarına göre kısım­lara ayrılması muhaddisler arasında revaçta olan bir değerlen­dirme tarzıdır. Çünkü hadisçüer, Buhârî ve Müslim'in sahih ha­disleri seçip kitaplarına almak hususunda büyük dikkat ve titizlik göstermiş oldukları noktasında fikir birliği içindedirler

Darekutnî ve başka hadis alimlerinin Sahiheyn (Sahih-i Buharı ve Müslim) bazı hadislerini tenkid etmiş olmaları, o hadis­lerin zayıf veya mevzu olduğu anlamına gelmez.

Sahih hadisleri ilk defa toplayan ve tasnif eden muhaddis, Buharı"dir. Buhârî'yi talebesi Müslim takip etmiştir.

Buhârî ve Müslim'in kitaplarında bulunan hadislerin sıhhat bakımından dereceleri, onların birlikte veya tek başlarına rivayet etmelerine bağlı olarak belirlenmiştir.

Sahih hadisler için belirlenen dereceler şöyledir:

1. Buhârî ve Müslim'in ittifak ettikleri hadisler ki bunlara "müttefakun   aleyh"   denir,   Fuad  Abdülbâkî'nin   el-Lu'lu  ve'l-mercân adlı çalışmasına müttefekun aleyh niteliğinde ve birinci derecede sahih hadis miktarı 1906'dır.

2. Buhârî'nin yalnız başına rivayet ettiği hadisler.

3. Müslim'in yalnız başına rivayet ettiği hadisler.

4. Her ikisinin de şartlarına uymakla beraber Buhârî ve Müs­lim'in kitaplarına almadıkları hadisler.

5.  Buhârî'nin, şartlarına uymakla beraber kitabına almadığı hadisler.

6. Müslim'in, şartlarına uyduğu hâlde kitabına almadığı hadis­ler,

7.  Her ikisinin de şartlarına uymamakla beraber, diğer hadis imamlarına göre sahîh olan hadisler.

Bu derecelere göre, her kısımda bulunan hadisler, kendilerin­den sonraki kısımlara dâhil hadislerden daha sahihtir.

Yine de unutulmamalıdır ki, Sahiheyn'in öteki hadis kitapları­na üstünlüğü geneldir. Ayrı ayrı her hadisin durumu tetkik edile­cek olursa farklı durumlarla karşılaşılabilir.

 

B) Hasen Hadis:

 

Sahih ile Zayıf hadis arasında yer alan hadistir. Hasen hadisle sahih hadis arısmdaki fark, hasen hadisin râvîlerinin durumu kesin olarak bilinmemekle birlikte, yalancılıkla suçlanmamış, dü­rüst ve güvenilir olmalarına rağmen, titizlikleri ve hafızalarının sağlamlığı (zabt) bakımından sahih hadis râvîlerinden aşağı dere­cede bulunmalarıdır. Hasen hadis, bu iki özellik dışında sahih ha­disin bütün özelliklerini taşır.

Bir de, hasen hadislerin mutâbi'leri olmalıdır. Mutâbf, bir râvînin naklettiği hadisin başka râvîler vasıtasıyla da rivayet edilmesidir. Böylece hasen hadis râvîlerindeki zabt eksikliği tak­viye edilmiş olur.

Hasen olup olmama durumu, râvîlerden kaynaklandığı için hasen bir hadis, bir imama göre hasen olarak görülürken bir baş­kası için zayıf veya sahih olabilir. Hadis imamlarının hadisin râvî zincirindeki kişiler hakkındaki kanâatleri, o hadisin sahih, hasen veya zayıf şeklinde tanımlanması sonucunu doğurur.

Bir hadisin senedi hakkında "sahih" veya "hasen" hükmü ver­mek, hadisin metninin de bu hükme girmesi anlamına germez.

Hasen hadis, tarifi üzerinde belki de en fazla ihtilafa düşülmüş hadis türü olup bütün bu tarifler, sahiplerinin farklı bakışlarını yansıtmakla beraber, söz konusu hadis türünün sahih hadis ile zayıf hadis arasında bir yerde bulunduğu gerçeğini ihlal etme­mektedir.

 

C) Zayıf Hadis:

 

Sahih veya hasen hadisin taşıdığı şartların birini veya birkaçı­nı taşımayan hadistir. Bu şartların bulunup bulunmadığı, hadisin çeşitli yönlerden incelenip eleştiriye tâbi tutulmasıyla anlaşılır.

Hadis bilginleri, zayıf hadisleri çeşitli yönleriyle pek çok kısma ayırmışlardır.

Sahîh ve hasen hadiste aranan vasıfları tamamen veya kısmen ihtiva etmeyen hadisler zayıftır. Ancak, bu vasıfların eksikliği çok farklı durumlarda ortaya çıktığı için zayıf hadisin bir çok farklı türü ortaya çıkmıştır.       

Zayıflar arasındaki derecelerin, sahih ve hasen hadisler ara­sındaki derecelerden çok fazla olduğu söylenmiştir. Nitekim İbni Hibbân'ın sayımında bu çeşitler 50'ye, İbni es-Salâh'da 47'ye ulaş­mıştır.

Muallak, Mürsel, Mu'dal, Munkatı, Müdelles, Mu'allel, şâz, Münker, Müdrec, Metruk, Maklûb, Muzdarib, Musahhaf, Muharref zayıf hadisin meşhur olan çeşitlerin dendir.

 

Zayıf Hadisin Hükmü:

 

Hadis ulemâsı, zayıf hadisle amel edilip edilemeyeceği konu­sunda üç görüş ileri sürmüştür.

1) Zayıf hadisle hiçbir konuda amel edilmez. Buhârî ve Müs­lim'in yanısıra İbni Hazm, Kadı Ebû Bekr İbni Arabî ve el-Makdisî gibi İslam âlimleri bu görüştedir.

2) Zayxf hadisle her konuda amel edilebilir. Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvûd "zayıf hadis; re'y, yani kıyas yoluyla ictihaddan da­ha iyidir" diyerek bu görüşü tercih etmişlerdir. Ancak zayıf hadis­le amel edilebilmesi için aynı konuda başka bir rivayetin bulun­mamasını şart koşmuşlardır.

3) Bazı şartları taşıması hâlinde, akâid ve ahkâm dışında va­az, amellerin fazileti, kıssa gibi konularda şartlı olarak amel edi­lebilir.

İbni Hacer el-Askalânî (v.852/1448) bu şartlan şöyle sıralar;

a) Zayıf hadis, akâid ve ahkâma ait olmayıp ahlak ve faziletler gibi bir konu hakkında olmalıdır. Bu şart üzerinde bütün alimle­rin ittifakı vardır.

b) Zayıf hadis, yalancı, yalancılıkla itham edilmiş veya çok ha­ta yapmakla tanınan bir râvinin tek basma rivayet etmiş olması gibi aşırı derecede zayıf olmamalıdır.

c)  Zayıf hadis, Kitab veya Sünnete dayalı olarak amel edilen biı- hüküm veya kaidenin kapsamına girmeli; yeni hüküm getir­memelidir.

d) Zayıf hadisle amel edilirken sabit olduğuna kesin gözle bak­mamak, ihtiyat gereği amel edildiği bilinmelidir.

Zayıf hadislerle amel edip etmeme konusu, geçmişte olduğu gi­bi günümüzde de İslam âlimleri arasında üzerinde uzlaşümış bir mesele değildir. Toptan red veya kabul eğiliminde olanlar bulun­duğu gibi, şartlı olarak değerlendirerek orta yolu tutanlar ekseri­yeti oluşturmaktadır.

 

A) Mürsel Hadis:

 

Mürsel, sözlükte gönderilen mânâsmdadır. Terim olarak "asıl kaynağını görmeden yapılan rivayet" mânâsına gelir.

Hadisçilerin genel tarifine göre mürsel hadis, senedinde sahabî râvisi düşmüş hadistir. Tâbiûn neslinden birisinin hadis aldığı sahabî ravînin adını anmadan, onu atlayarak doğrudan "Resûlüllah (sav) buyurdu ki..." diyerek rivayet ettiği hadise "mürsel" denilmiştir.

Usûl bilginleri kelimenin sözlük anlamından hareket ederek onunla munkatı', hattâ mu'dal hadis arasında hiç bir ayırım yapmamışlardır.

Hadis ulemâsı mürsel lafzını Tâbiûn'un Hz. Peygamber (sav)'den rivayet ettikleri hadislerle sınırlarken fıkıh âlimleri ve usûlcüler onu daha genel anlamda kullanmış ve munkatı' hadisle­ri de bu kapsama almışlardır.

Mürsel hadisin zayıf sayılmasının sebebi, senedinin muttasıl olmayışıdır.

"Mürsel" adını alma sebebi de, râvisinin onu Allah Resulü (sav)'den dinlemiş olan sahabîyi belirtmeden doğrudan doğruya Resûlüllah (sav)'e dayandırmasıdır.

Çoğulu Merâsîl olup bu tür hadis rivayet eden tabiîye de Mürsil denir.

Mürsel hadisin zayıf olması, isnâdda sahabînin atlanması so­nucu, râvi zincirinde kopukluk meydana gelmesi yüzündendir.

Meselâ: Saîd b. el-Müseyyeb'in "ResûlüUah'm (sav) canlı hay­van karşılığı et satışım yasakladığı" rivayet edilmiştir.

Hadisin isnadına bakıldığında derhal göze çarpacağı gibi Saîd b. el-Müseyyeb tâbü olduğu ve Hz. Peygamberi (sav) görmediği hâlde bu hadisi kendisi doğrudan doğruya Hz. Peygamber'den ri­vayet etmişçesine nakletmiştir. Dolayısıyla hadisi almış olduğu sahabîyi atlamış, başka bir deyişle irsal yapmıştır. Hadis de bu yüzden mürsel olmuştur.

 

B- Munkatı' Hadis:

 

Munkatı', sözlükte kesik, kesilmiş, kopmuş demektir. İlk asır­larda, sözlük anlamına uygun olarak, genellikle isnadı muttasıl olmayan hadisler için kullanılırdı. Fakat hadislerle ilgili yeni te­rimler bulundukça munkatı' daha dar anlamda kullanılmaya baş­ladı. Buna göre, senedinde sahabîden önce bir veya -peşipeşine olmamak şartıyla- iki râvinin zikre dilmediği veya kapalı bir şekil­de zikredildiği hadise "munkatı hadis" denir.

Fıkıh ve hadis âlimlerinin çoğunluğu nezdinde kabul gören ta­rife göre, isnadının herhangi bir yerinde kopukluk (inkıta') bulu­nan hadistir. Bu tarife göre, mürsel, mu'allak ve mu'dal rivayetler de munkatı' sayılır. Ancak şu bilinmelidir ki sahabî atlanmışsa hadise mürsel; peşipeşine iki râvi atlanmışsa mu'dal denir.

Munkatı' hadis, râviler arasındaki kopukluk yüzünden zayıf kabul edilir; sahih bir isnâdla desteklenmedikçe makbul sayılmaz.

Munkatı' hadis, mürsel hadisten daha zayıftır.

 

C- Mu'dal Hadis:

 

Sened zincirinde peşpeşe iki ve daha fazla râvinin anıhnadığı ve bu sebeple zayıf sayılan hadistir.

Mu'dal hadis, munkatı hadisin bir türü olarak kabul edilmekle birlikte, mu'dal hadiste en az iki râvinin arka arkaya düşmesi şart olduğundan, munkatı' hadisten ayrılmaktadır. Buna göre her mu'dal munkatı; fakat her munkatı mu'dal değildir. Mu'dal ha­dis, munkatı'dan daha kapalı ve daha zayıftır. Senedinde ittisal bulunmadığı için de zayıf sayılmıştır.

Tâbiûnun, sahabe ve Resûlüllah (sav)'i zikretmeden rivayet et­tiği hadis mu dai'dır. Onlardan mevkuf olarak yapılan merfû riva­yetler de mu'dal'dır.

Senedlerinden düşürülen râvilerin durumları adalet, hıfz ve zapt bakımından tespit edilip isimleri amlmadıkça mu'dal hadis­lerin hiç bir geçerlilikleri yoktur.

Mu'dal hadisler aşka güçlü ve sahih hadislerle desteklenme­dikçe onlarla amel edilemez.

Mu'dal, munkatı' ve mürsel hadislerin çokça rivayet edildiği eserler Saîd b. Mansûr'un (V.227/841) Sünen'i ile, İbni Ebî'd-Dünya'nm (V. 281/893) eserleridir.

 

D) Mu'allak Hadis:

 

İsnadın baş tarafından bir veya birbirini takip etmek üzere daha fazla râvisi düşürülmüş ve adi belirtilmeyen son râvinin şeyhine isnâd edilmiş hadistir.

Mu'allak hadiste hazif, senedin baş tarafında ve birbirini takip edecek şekildedir. İsnadın ortasında veya sonundaki nazillerden dolayı hadis, mu'allak adını almaz.

Isnâddaki atlamaların biribiri ardınca olmasından dolayı mu'allak ile mu'dal arasında bir benzerlik sözkonusudur. Ancak mu dalda hazfın senedin başında olması şart değildir. Ayrıca bazı aJımler mu'allak hadisi, senedinde müphem bir kişinin bulunması veya bir râvinin düşmesiyle ortaya çıkan munkatı' hadisin bir tü­rü olarak kabul etmek istemişlerdir. Mu'allak hadislerin sahih, nasen veya zayıf olarak tasnif edilmeleri, bu hadisleri rivayet eden muhaddislerin durumlarıyla yakından ilgilidir.

 bakıldığında, çok sayıda mu'allak rivayeti olan  i sahih rivayetler olarak kabul edilir. Sahih-i i mu'allak hadisler iki çeşittir. Mu'allak hadislerin bir kısmı kitabın başka bir yerinde mevsûl olarak geçtiğinden, tek­rardan kaçınılarak senedden tasarruf edilmek istenmiştir. Bir kısmı da sadece mu'allak olarak zikredilen hadislerdir.

Hadisin bu şekilde verilmesi, Buharî'nin, hadisi kendine izafe edilen ilk kimseden sahih bir şekilde geldiğini, aradaki hazfedil­miş râvilerin sika ve güvenilir olduklarını kesin bir şekilde kabul ettiğini ortaya koyar. Hadisi, mevsûl değil de, mu'allak rivayet edişi, hadisin güvenilir, sağlam, sahih bir; hadis olduğunda şüp­hesi olmadığı içindir.

 

E- Müdelles Hadis:

 

Râvisi tarafından kusuru gizlenerek ve böyle bir kusurun bu­lunmadığı düşündürülecek şekilde rivayet edilmiş hadistir. Tedlîs'in sözlük anlamı, satıcının sattığı malın ayıbını müşteriden gizlem esidir.

Tedlîs yapan râviye müdellis, ismi anılmayan, düşürülen râviye müdellesun anh, tedlîs yoluyla rivayet edilen hadise müdelles denilmektedir.

Tedlîs, zayıf râvilerden sâdır olduğu gibi, sika râvilerden de ge­lebilir.

 

2) Kavideki Cerhi Gerektiren hâllere Göre Zayıf Hadis Çeşitleri:

 

Metain-i aşere denilen Râvileri tenkid noktalarından birinin veya bir kaçının bulunması sebebiyle zayıf kabul edilen hadisler on çeşittir. Bunlar: Mevzu, Metruk, Münker, Mu'allel, Müdrec, Maklûb, Muzdarib, Şâz, Musahhaf, Muharref.

 

A) Mevzu Hadis:

 

Resûlüllah (sav) adına yalan uydurmakla cerhedilnıiş bir râvinin rivayetine denir. Asıl itibarıyla hadis değildir. Hadis yeri­ne 'uydurma söz' demek daha doğrudur. Hadis denmesi, onu uyduranların zan ve iddiasına göredir.

 

B) Metrük/Matrûh Hadis:

 

Bırakılmış, terkedilmiş, yalancılıkla itham edilmiş râvilerin bi­linen kurallara aykırı olarak rivayet ettikleri ve bu rivayetlerinde yalnız kaldıkları hadistir.

Râvinin hadiste yalanı görülmemiş olsa bile, diğer konuşmala­rında yalancılıkla tanınması, fasıkhğı açık veya vehim ve gaflet sahibi biri olması, rivayet ettiği hadisin metruk sayılması için ye­terlidir.                 |

Metruk hadise Matrüh hadis de denir.

Hadis tenkitçilerinin râvilerin cerhinde kullandıkları "metrûkül-hadis" terimi, hadisi terkedilen râvileri belirtmek için kullanılır. Bu tabir, hadis uyduranlardan bir derece sonra gelir ve "müttehemun bil-kizb" ile aynı seviyede değerlendirilir.

 

C) Münker Hadis:

 

Zayıf bir râvinin sika râvilere aykırı düşerek rivayet ettiği ve bu rivâyetiyle tek kaldığı hadistir.

Münker, şâz ile bir değildir. Çünkü şâzzın râvisi sika olduğu hâlde; münker'in râvisi sika olmayıp, zayıf bir kimsedir. Münker sözcüğü, mârufun zıddıdır. Zira münkerin râvisi, hıfz sahibi ol­mamakla beraber, mâruf ve meşhur olana muhalefet etmektedir.

Şâzz ile münker arasında daha güvenilir râvilere muhalefet edilmesi bakımından birlik; şâz râvisinin sika yahut sözü doğru, münker râvisinin ise zayıf olması yönünden farklılık vardır.

Münker hadis, amel bakımından zayıf hadis grubuna dâhildir

Münkerin kullanılışıyla ilgili olarak şunu da bilmek gerekir:

Hadis aslında zayıf olmadığı, hatta hasen olduğu hâlde: "Falan kimsenin rivayet ettiği en münker hadis şudur" denebilmektedir. tfâde, râviyi övme sadedinde kullanılmıştır. "Onun en münker rivayeti bu ise, gerisini sen düşün" mânâsında takdir edici bir sözdür.

 

D) Mu'allel Hadisler:

 

Yanlış bir kullanımla malûl da denir. Zahirde sıhhatli gözük­tüğü hâlde, herkes tarafından anlaşılamayan, ancak uzmanlık, hıfz, keskin nüfuz ve sezgi sahibi otoriteler tarafından keşfedilebi-len sıhhati bozan bir kusur taşıyan hadistir. Hadisçiler bu tür ku­sura illet demişlerdir.

Mürsel veya munkatı' hadisi mevsûl olarak rivayet etmek, ya da bir hadisi bir başka hadis içine katmak, mevsûl olanı mürsel, merfû'u mevkuf olarak rivayet, sika yerine zayıf râvi zikretmek gibi cerhe sebep olan hatalara vehim denilir. Bu tür hatalarla rivayet edilmiş olan hadise de mu'allel denir.

Bu tür hadislerdeki illetleri tesbit etmek, senedlerdeki ricali, metinlerdeki farklılıkları iyiden iyiye ve bütünüyle bilebilen az sayıda kişilerce yapılabilir. Zira vehim, sika râvilerde de görülebi­lir.

Mu'allel hadisleri tesbit etmek, onlardaki sakatlığı ortaya çı­karmak çok zor bir iştir. Hadis ilimleri arasında en kapak ve en hassas olanı illet ilmidir. Hadis, gözden geçirildiği zaman kusur­suz gibi görünür. Bu tür hadislerde, sıhhatine halel getiren ve an­laşılması olağanüstü bir ilmî feraset, geniş bir hadis kültürü, râvileri hakkında eksiksiz bir bilgi ve senedlerle metinleri bir bü­tün olarak kavrayabilecek ve onların iç durumlarına nüfuz edebi­lecek kuvvetli bir melekeye ihtiyaç duyan bir illet bulunur.

Hadislerdeki illetlerle uğraşan âlimler bir tür sahte para uz­manlarına benzerler. Aslıyla tamamen aynı özelliklere sahip bir sahte parayı anlamak hiç de kolay bir iş olmayıp ancak ehli tara­fından anlaşılabilecek bir şeydir.

illet, çoğu zaman dış görünüşü itibarıyla sahih görünen isnâdlarda bulunur. Hadis tenkitçisi, isnâd tarîkları hakkındaki derin bilgisi sayesinde râvinin, yalnız başına rivayeti, mevsûl hadisi mürsel, merfû'u, mevkuf olarak göstermesi, başka sika râvilerin muhalefeti veya bir hadisin başka bir hadisle karışması gibi durumları sezerek, ya hadisin sıhhatini zedeleyen bir illetinin bulunduğuna galip zan ile karar verir veya bunda tereddüt göste­rerek hadis hakkında kararsızlığını belirtir.

Bir hadisin illetinin anlaşılabilmesi, o hadisin bütün rivayet tarîklerinin bilinmesiyle mümkün olabilir.

Mu'allel hadis konusunda yazılan eserlerin bazıları şunlardır:

1. Ahb. el-Medenî; Kitâbul-ilel

2. İbni Ebi Hâtn er-Râzî; Kitâbu'î-ilel

3.  Ebû Ferec Abdurrahman İbni el-Cevzî (510-595); el-îlelu'l-mütenâhiye fi'l-ehâdîsi'l-vâfiye.

Bir hadisin sıhhatini zedeleyen illet, çoğunlukla senedde olur. Metinde de bulunabilir. Her iki hâlde dışarıdan fark edilemeyecek şekilde kapak olduğundan hadis illetlerini meydana çıkarmak çok zordur.

 

E) Müdrec Hadis:

 

Müdrec kehmesi, bir şeyi bir şeye katmak veya içine sokup yerleştirmek mânâsına gelen ed-re-ce fiilinin ism-i mef ulüdür.

Hadis terimi olarak, râvisi tarafından isnadına veya metnine hadisin asknda olmayan bazı sözler sokuşturulmuş olan hadis demektir.

Bir hadisin metninde idrâc olup olmadığı çeşitli şekillerde bilinir:

1. Hadisin bir başka sahih isnâdla gelen rivayetinde müdrec

olan kısım, kendisine idrâc edilen hadis metninden ayırdedilmiş olur.

2. Kavinin veya buna vâkıf olan hadis imamlarının açık beyan­ları üe müdrec kısım biknmiş olur.

3. Bir hadisin müdrec olduğu bazen de o sözün Allah Resulü (sav) tarafından söylenmiş olmasının aklen imkânsız bulunmasıy­la anlaşılır.

 

F) Maklûb Hadis:

 

Maklûb kelime olarak kalb kökünden gelir. Âlt-üst olarak demektir. Maklûb, sözlükte tersine çevrilmiş, altı üstüne veya içi dışma döndürülmüş, değiştirilmiş, başka bir şekle sokulmuş an­lamlarına gelir.

İsnadında bir veya birkaç râvinin isim veya nesepleri yahut metinde bazı kelimeleri, bilerek veya bilmeyerek takdîm-tehire uğramış veya senet ve metinleri değiştirilmiş hadislere maklûb hadis denir.

Maklûb hadisin zayıf sayılmasının sebebi, ondaki takdim, tehir ve bir şeyin diğeri ile değiştirilmesi suretiyle meydana gelen zabt eksikliğidir. Maklûb hadis, okuyanın hataya düşmesine de sebep olur.

Maklûb hadiste yer değiştirme iki ayrı şahısta olduğu gibi tek bir kişinin isminde de olabilmektedir. Örneğin râvi Enes b. Mâlik diyecek yerde Mâlik b.Enes şeklinde rivayet ettiği zaman, baba oğul; oğul da babanın yerine geçmiş olduğundan hadis maklûb olur.

Hadisteki kalb, sehven yapıldığı için hadis zayıf sayılmakta­dır. Eğer sehven değil de bilinerek yapılırsa hadis, maklûb değil, mevzu (uydurma) hadis kabul edilir.

 

G) Muzdarib Hadis:

 

Sözlük anlamı itibarıyla dalgaların dinmeksizin inip çıkması demektir. Bir rivayetin sıhhatle zayıflık arasında kalması, bir ta­rafı tercih ettirecek bir ipucunun bulunmamasıdır.

Bir râvinin veya güvenilirlikleri birbirine eşit birden fazla râvinin bir hadisin senedinde veya metninde birbirine aykırı deği­şik rivayetlerde bulunması ve rivayetlerden birinin diğerine tercih

-dilme imkânının olmaması durumunda ortaya çıkan zayıf hadis ürüdür.

Muzdarib hadisin zayıf sayılma sebebi, râvilerin hıfz ve abtları hakkında ihtilâf edilmesidir. Râvilerin birinin hıfz, zabt veya hadisi aldığı kimseden uzun müddet hadis dinlemiş olmasıy­la ihtilaf ortadan kalkar ve râvilerden birini diğerine tercih imkâ­nı doğduğu için de hadis muzdarib olmaktan çıkar. Hüküm, tercih edilen hadis üzerine bina edilir; diğer hadis ise şâz veya münker sayılır.

Izdırâb çoğunlukla isnâdda meydana gelmekle birlikte bazen de metinde ortayaiçıkar. Ancak sadece metindeki ızdırâba istina­den hadisçilerin hadisleri bu adla adlandırmaları pek sık görülmez.

 

H) Şâz Hadis:

 

Şâz kelimesi, sözlükte cemaatten ayrılan, yalnız kalan, tek, eş­siz, benzersiz, kural dışı mânâsına gelir.

Hadis terimi olarak; makbul bir ravînin kendisinden daha makbul olana aykırı olarak rivayet ettiği hadistir. Bu durumda daha makbul olanın rivayet ettiğine mahfuz denir.

Hadisçilerin bu hadisle ilgili tariflerine uygun olan şâz hadis­ler kabul görmüş ve şazdır denilmeden Kütüb-ü Sitte gibi mute­ber hadis kitaplarına alınmıştır.

 

I-I) Musahhaf ve Muharref Hadisler:

 

Tashîf sözlükte, bir kelimenin harflerini karıştırmak suretiyle sahife üzerinde yapılan hata mânâsına gelir.

Metin veya isnadında bir kelime veya râvilerden birinin ismi hatalı olarak söylenmiş ve bu hata ile rivayet edilmiş hadise musahhaf hadis denir.

Musahhaf, kelimeyi yanlış okumaktan türetilmiş bir kelime­dir. Tashîf; hadisin gerek metnindeki bir kelimenin veya gerekse isnâdındaki bir râvi isminin telaffuzunda meydana gelen hatâ, ya kelime veya ismin şekil ve hat yönünden değişmeden yalnız bazı harflerdeki noktaların değişmesiyle yani noktalı bir harften nok­tanın düşmesiyle, yahut noktasız bir harfin noktalı olarak okun­masıyla meydana gelen husustur.

Erken dönem hadis tenkitçileri musahhaf ile muharrefi birbi­rinden ayırmamalardır. Bunlara göre, ister harfte yalnız nokta değişikliği olsun, ister kelimede şekil değişikliği olsun, her ikisi de musahhaftır; çünkü her ikisi de bir hata sonucudur.

Fakat geç dönem hadis tenkitçileri musahhaf ile muharrefi birbirinden ayırmak istemişlerdir. Bununla beraber yaptıkları ayırım laûz ve şekil bakımından olmuştur. Örneğin İbni Hacer, yazılışı aynı olmakla beraber, noktaların değişmesiyle meydana gelen harf veya harflerin değişikliğine musahhaf, şekille ilgili değişikliğe muharref adını vermiş

 

Mevzu Hadisler

 

Mevzu Hadis:

 

İslam dinine zarar vermek, bir mezhep veya fırkanın propa­gandasını yaparak taraftarlarını arttırmak, bir kabile, dil, lider veya halifeyi övmek ve onlardan çıkar sağlayabilmek, yahut bir mevki kazanabilmek, ya da dini emir ve yasaklara halkın ilgisini artırabilmek için, din düşmanlarının, yalancıların ve cahillerin uydurdukları, sonra da bu uydurulan sözlerin başına düzmece senedler ekleyerek Allah Resûlü'nün (sav) hadisiymiş gibi rivayet ettikleri sözlere Uydurma (mevzu) Hadis denir.

Mevzu hadisler kısa bir tarifle sahih, hasen ve zayıf kısımla­rından herhangi birine dâhil olmayan hadislerdir. Bir başka tarife göre mevzu hadisler, çeşitli maksatlarla uydurulup Hz. Peygam-ber'e iftira ve nispet edilerek rivayet edilen uydurma sözlerdir.

Hadis uydurmanın bir çok sebebi olup başında İslam düşman-

lığı, mezhep taassubu, cahillik, mevki ve dünyalık hırsı gelir. Bu sebeplerden biri veya birkaçının tesiriyle Hz. Peygamber'in ağzın­dan sanki onun sozüymüş gibi hadisler uydurulmuştur. Tamamen uydurma olan bu hadislere mevzu hadisler adı verilir.

Mevzu hadislere muhtalak (uydurulmuş, icad edilmiş) denil­diği de olur.

Mevzu hadislerin Hz. Peygamberle (sav) hiçbir ilgisi yoktur. Bu yüzden bunlara hadis denmesini doğru bulmayan alimler var­dır. Mevzu hadislerin gerçek hadislere benzeyen tek yönü, onların da isnâd ve metinden ibaret oluşudur. Ancak hadis diye uydurul­muş sözlerin isnâc& da düzmedir.

Hadis âlimlerinin kullanımında Hz. Peygamber'in ağzından, uydurulan ve O'na iftira edilen söz mânâsında mecazî olarak kul­lanılan mevzu terimi, muhtalak (icad edilmiş) ve masnû uydu­rulmuş kelimeleriyle de ifade edilmektedir.

Herhangi bir hadisi, yalan olduğunu bile bile rivayet etmek, delil olarak kullanmak da hadis uydurmak kadar günahtır.

Hadis uydurma girişimlerinin başlangıcını Hz. Peygamber (sav) zamanına kadar götürmek isteyenler varsa da, çoğunluk Hz. Osman'ın şehid edilmesini takip eden olaylar sonucu oluşan grup­ların bu işi başlattıkları görüşündedir.

 

Mevzu Hadislerin Ortaya Çıkışı:

 

Hz. Peygamber (sav)'e yalan nispet etme suçu, bir çok hadiste temas edilerek şiddetle yasaklanmış bir husustur.

Resülüllah (sav) kendisi hakkında söylenecek yalanların başka çeşit yalanlara benzemediğine, bunun cezasının çok daha büyük olacağına da dikkatleri çekmiştir. Sahîheyn'&e gelen bir rivayet aynen şöyledir:

Benim hakkımdaki yalan, bir başkasının hakkında söy­lenen yalana benzemez. Kim bile bile bana yalan nispet eDerse ateşteki yerini hayırlasın".(Buharı, ilim 38; Müslim, zühd 72)

Bir diğer hadis de şöyle:

"Her kim yalan olduğu bilinen bir sözü benden rivayet eDerse, o yalancılardan biridir"(Müslim, Mukaddime 1, 9)

Böylesi ağır uyarılar yapılmışken gerçek müminlerin, bile bile Peygamberleri (sav) hakkında hadis uydurmaları çok uzak ihti­maldir. Hele sahabe gibi islâm uğruna hayatını ortaya koyan, gerçek ve kâmil müminlerden bunu beklemek çok daha uzak bir ihtimaldir. Ashab, aralarında çıkan iç kavgalara rağmen, bu yola asla başvurmamışlardır.

Hadis uydurma işi, fitne olaylarının çıkmasından sonra, saha­benin sağhğında başlamıştır. Müslümanlar, üçüncü halîfe Hz. Osman (ra)'ın şehâdetiyle başlayıp, Cemel, Srffîn savaşları, Hz. Hüseyin'in şehâdeti (h. 61), Abdullah b. Zübeyr Vak'ası (h. 64) şeklinde devam eden iç kavgaların hepsine "fitne" demiştir. Hadis uydurma işinin bunlardan hangisiyle birlikte başladığını söyleye­bilmek zordur. Bu nedenledir ki İslam müellifleri konuyu "Şu ta­rihte başlamıştır" diye rakama bağlamaktan kaçınırlar.

Sahâbe'nin büyük bir titizlikle girmekten sakındığı bu olaylar genelde sonradan müslüman olanlar tarafından tezgahlanmakta idi. Her hizip kendi taraftarlarını haklı göstermek için onların lehinde, muhalif taraf aleyhinde hadis uyduruyordu.

Şüphesiz, ilk hadis uydurma işi şi'a tarafından başlatıldığı gi­bi, ilk uydurulan hadisler de Hz. Ali (ra)'in şahsıyla, onun üstün­lük ve tazîmiyle ilgili idi. Bu hususu bizzat şiî müellifler de vurgu­lamaktadır. Nitekim şiîlerce saygın bir âlim olarak görülen Nehcul-belâğa şârihi, İzzu'd-Dîn İbni Ebi'l-Hadîd (v.665/ 1257) faziletlerle ilgili yalan hadislerin kökünün şi'a cihetinden geldiği­ni beyan etmiştir.

Hadis uydurma girişimlerinin başlangıcını Hz. Peygamber (sav)in zamanına kadar çıkaranlar varsa da; çoğunluk, Hz. Os­man (ra)'ın şehid edilmesini takib eden olaylar sonucu oluşan grupların, hadisin otoritesinden kendi görüşleri lehine yararlan­mak istemelerine bağlamaktadır.

Gerçekten sahabe asrının sonu sayılan büyük tabiîler devri, çeşitli grup ve mezheplerin ortaya çıktığı, dikkatsiz ve samimiyet­siz hadis Öğrencilerinin artmaya başladığı bir dönem olmuştur.

Allah Rasulü (sav) adına hadis uyduranlar, gerçek anlamda mümin olmayan, Allah'tan hakkıyla korkmayanlardır. Gönülle­rinde İslâmın yer etmediği şahıslar meşrep, mezhep ve keyiflerine göre hiç çekinmeden hadis üretmişlerdir. Bütün bu olumsuzlukla­ra rağmen, uydurma rivayetler sahabe, tâbiûn ve sonraki devir muhadislerince sahih hadislerden tek tek ayıklanmıştır. Uydu­rulmuş hadisleri derleyen bir çok eser yazılmıştır.

Hadis uydurma hareketi bilhassa siyasi olayların hız kazandı­ğı Cemel, Sıffîn, îf ehrevan gibi acı olaylarla birlikte güçlenmeye başlamıştır. Hadislerin o güne kadar geniş çaplı bir yazıma tâbi tutulmamış olması, hadis uydurmak isteyenlerin işine yaramıştır. Meselâ Sıffîn olayında Hz. Ali t ar afini tutanlar arasında bulunan aşırılar Hz. Ali'nin faziletiyle ilgili hadisler uydururken; Muâviye'nin kötülenmesiyle ilgili hadisler uydurmayı da ihmal etmemişlerdir. Karşı cephede yeralanlar. Muâviye'nin faziletiyle ilgili hadisler uydurmuşlardır.

Bu dönemde özellikle Irak bölgesi, hadis uydurma konusunda başı çekmiş, İslâm âleminin her tarafında hadis uyduranlar bu­lunduğu hâlde Irak'ta bunu sanat ve alışkanlık hâline getirenler olmuştur.

Hz. AK devrinde yapılan Sıffîn Savaşından sonra müslümanlar başlıca üç guruba ayrıldılar.

1) Haricîler: Hz. Osman'ın şehid edilmesini; Sıffîn savaşında­ki hakem olayını bahane ederek Hz. Ali'ye karşı çıkanlardır. Hz. Ali'yi tekfir edecek kadar ileri giderek sonunda onu şehid etmiş­lerdir.

2)  Şi'a (Hz. Ali taraftarları): Hz. Ali, Peygamberin (sav) damadı, amca oğlu, dindar, yiğit ve âlim bir zât idi. Bu meziyetle­rle sahabe arasında Önemli bir yeri vardı. Bazı kimseler onun Jvureyş'in Hâşim oğulları koluna mensup olmasını da hesaba ka­tarak halife olmasını istediler. Sıffîn savaşından sonra İslam di-ninı içten yıkmak için çalışan münafıklarla Yahudilerin etkisiyle, bu isteği ileri götürenler oldu.

Bunlar önce Hz. Ali'nin Hz. Peygamber tarafından vasî tayin edildiğini ileri sürdüler. Sonra daha ileri giderek onunla ilgili itikad esasları uydurdular. Hz. Ali adına uydurulan itikad esasla­rı içinde onu tanrı derecesine yükselten sapık fikirler bile vardır. Zamanla Hz. Ali fikri etrafında toplananlara Şi'a denilmiştir.

Şi'aya mensup olanlar, aralarına sızmış bulunan İslam düş­manlarının tesiriyle kendilerim destekleyecek yollara başvurarak hadis uydurma yoluna gittiler. Şte bu yüzden İslam tarihinde ilk hadis uydurma işini Şi'a'nm başlattığı söylenebilir. Hz. Ali'yi ola­ğanüstü sıfatlarla öven, Hz. Muaviye ve Emevileri yeren hadisle­rin hemen hepsi Şi'a uydurmasıdır.

3) Cumhur (Tarafsız Müslümanlar): Çoğunlukla Hz. Ali veya Haricîler tarafını tutmayanlardır. Tarafsız olan bu gurubun içinde de başka sebeplerle hadis uyduranlar çıkmıştır.

Hadis Uyduran Gruplar:

İnsanları hadis uydurmaya sevk eden çeşitli sebepler vardı. Ayrıca bunlara yol açan grupların varlığı hadis uydurma hareke­tinin en büyük nedeniydi. O gruplardan bazıları şunlardır:

 

1- Hâriciler:

 

Srffîn savaşında hakem olayına karşı çıkanlardan oluşan bu grup, tepki olarak o gün ümmetin başında bulunanları tekfir et­meye başlamışlardır. Her aşırılık gibi bunların aşırılığı da karşı tepkiyi doğurmakta gecikmemiş; toplu kıyımlara maruz kalmış­lardır. İşte bu ortam onların hadis uydurmasına neden olmuştur.

 

2- Kelâm Münakaşaları:

 

Kaderiyye, Mürcie, Müşebbihe, Cehmiyye gibi firka mensupla­rı mezheplerini öne çıkarmak ve taraftar kazanmak için hadis uy­durmuşlardır. Örneğin imanın artıp eksilmesi tartışmaları esna Ahmed b. Muhammed b. Harb, "İman söz ve ameldir. Artar ve eksilir. Bunun dışında bir şey söyleyen bid'at ehlidir" sözünü uyduruvernıiştir.

Karşı taraf da "Kim iman artar ve eksilir iddiasında bulunur­sa, bilsin ki imanın artması münafıklık, eksilmesi küfürdür. Bunu diyenler tevbe ederlerse ne âlâ, değilse boyunlarını kılıçla vuru­nuz" diye bir hadis uydurarak kendi görüşünü teyit etmeye çalış­mıştır.

 

3- Zındıklar:

 

Müslüman görünerek İslamı temelden yıkmayı hedefleyen zın­dıkların uydurdukları hadisler pek çoktur. Hanımâd b. Zeyd bun­ların uydurdukları sözlerin on dört bini aştığını söylemiştir.

4- Kıssacılar:

 

Bunlar güzel ve ilginç şeyler anlatmaya hevesli kimselerdir. Sözlerine tesir ve güzellik katmak için Resûlüllah (sav)'in hadisle­rinden yararlanmak istemişler, istedikleri mânâda bir hadis bu­lamayınca uydurma yoluna gitmişlerdir.

Kıssacı cenneti anlatn*sa şöyle der: "Allah dostuna beyaz inci­lerden bir köşk hazırlar. Köşkte yetmiş bin tane bölüm, her bö­lümde yetmiş bin kubbe, her kubbede yetmiş bin..." Görüldüğü ?ıbi her şey yetmiş ve katları olmak zorundadır!

 

5- Câhil Sâlihler:

 

Bunlar dindar ve ibadete düşkün kişilerdir. Ancak cehaletleri ve halkı dine teşvik etme arzuları onları hadis uydurmaya sevkedebiîir. Niyetleri kötü olmasa da yaptıkları çok kötüdür.

 

6- Özel Maksatlarla Hadis Uydurmak:

 

Hadis uydurma sebeplerinden birisi de, Allah korkusu zayıf kisilerin hadisi özel maksatlarına alet etmeleridir. Bu özel maksat bir yerden çıkar sağlamak düşüncesi olabildiği gibi; kişinin kinini, öfkesini, aşırı sevgisini desteklemek, haklı çıkarmak arzusu da olabilir.

Sa'd b. Tarîf el-İskâfî'nin oğlunu hocası dövünce, "Çocuklarını­zın öğretmenleri sizlerin en şerlilerinizdir" sözünü intikam duy­gusuyla uydurmuştur.

 

Mevzu Hadisleri Tanıma Yolları:

 

Dini; bid'at, yalan ve hurafeden korumak için Kur'an ve Sün­netin tadil ve tahriften korunması gerekir. Kur'an Yüce Allah'ın korumasmdadır. Sünneti korumaksa ümmetin görevidir. Bu yüz­den âlimler bu konuda çok titiz davranmış ve ilâhî lütfün bir eseri olarak rivayet ve isnâd ile sünnetin sağlamını zayrfmdan ayırmış­lardır. Bir hadisin uydurma olduğunu anlayabilmek için şu ölçü­ler göz önünde bulundurulur:

 

1- Uydurmacıları Tanıma Yolları:

 

a) İtiraf:

 

Ömer b. Sabih'in Allah Resulüne (sav) isnâd ederek uydurdu­ğu hutbesi gibi. Kendisi Ölürken bunu itiraf etmiştir.

Mevzu hadisleri bazan bizzat râvi uydururken bazen da eski metinlerden ve isrâiliyâttan alırlar. Öte yandan Hz. Ali, Hasan-ı Basri, Fudayl ve Cüneyd gibi zevatın sözlerini, hadis diye rivayet edenler de çıkmıştır.

Hadis uyduranlardan bazıları, yaptığı, işi iyi görerek, bazıları da pişman olup tevbe ederek hadis uydurduklarını itiraf etmişler­dir. Önce Kaderiyye fırkasında iken tevbe eden Ebû Recâ ağlaya­rak şu itirafta bulunmuştur. "Kadercilerin hiç birinden hadis ri­vayet etmeyiniz. Vallahi biz kader hakkında hadis uydurur ve bu­nu insanlar arasında yayardık. Bundan da sevap umardık. Artık hüküm Allah'ındır."

 

b) İhbar:

 

Uydurmacıları, arkadaşları veya durumdan haberi olanlardan herhangi birinin haber vermesi de onların bilinmesini sağlar.

 

c) Araştırma:

 

Hadis ilmiyle meşgul olanlar, hadis uydurulmuş olan konuları araştırmış ve bazı tespitlerde bulunmuşlardır. Bu konularla ilgili uzun listeler mevzuat kitaplarında mevcuttur.

 

2- Uydurma Hadisleri Tanıma Yolları

 

Mevzu hadislerde bulunan bazı kusurlar onları tanımaya yar­dımcı olur. Hadisçiler sahip oldukları Allah vergisi bir meleke sa­yesinde sahih hadisi uydurmadan ayırt edebilirler.

 

a) Haberin Lafız ve Mânâsında Bozukluk

 

Yapılan rivayette, fesahat ve belagatın zirvesinde olan Allah Resûlü'nün (sav) ağzından çıkması mümkün olmayan kelime ve gramer hatalarının bulunmasıyla anlaşılır.

Mevzu hadisin bilinmesinde önemli bir husustur. Belli bir tes­limiyet ve irfan sahibi mümin, bir hadisin Resülüllah (sav)'a ait olup olmayacağını kesin olmasa bile, az-çok sezebilir. Biraz dil zevki, biraz hadis kültürü olan kimse bu teşhisi daha kolay yapa­bilir.

Rivayette görülen lafzî bozukluk, o sözün, ifadesi fasîh ve akıcı olan Resülüllah (sav)'den gelmediğine delildir.

Hadis diye ortaya atılmış olan sözün dil kuralları bakımından bozuk, içeriğinin peygamber sözünde bulunmayacak manasızlık ve Ölçüsüzlük taşıması o sözün uydurma olduğunun ilk ve en be­lirgin işaretidir. Çünkü Hz. Peygamber Arapların en fasihi olarak bilinir.

Özendirme ve sakındırma (terğîb, terhîb) için hadis uyduran­ların abartmaları ve zındıkların alaylarını içeren gülünç sözler de bu gruba dâhildir. "Yeşile ve güzel kadına bakmak görme duyu­sunu arttırır" düzmesi gibi...

 

b)  Birçok İnsanın Görmesi Gereken Bir Olayı Tek Kişi­nin Rivayet Etmesi:

 

Hadis diye nakledilen sözler arasında öyleleri vardır ki, birçok sahabî huzurunda söylendiği iddia edilmektedir. Bu durum karşı­sında o hadisin söylendiği an orada bulunanlardan hiç değilse bir bölümünün onu rivayet etmesi beklenir. Aksi hâlde iddianın bir yalandan ibaret olduğu anlaşılır.

Veda haccı dönüşünde Hz. Peygamber'in (sav) Gadiru Hum denilen yerde mola vererek kendisinden sonra Hz. Ali'yi halife tayin ettiğini fakat orada bulunan ashabın bu haberi gizledikleri­ni söyleyen Râfizîlerin iddiası bu konuda güzel bir örnektir. Bu uydurmanın sahih bir isnadı yoktur.

 

c) Kur'an ve Sahih Sünnete Aykırılık

 

Yüce Allah "Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek Al­lah'a mahsustur" (Lokman, 34) buyurduğu hâlde, Resûlüllah (sav)'in "Dünyanın ömrü yedi bin senedir. Biz yedinci binin içinde bulunmaktayız" dediğini ileri sürmek, bu kabilden olup Kur'an'a ve Resûlüîlah'm kıyametin ne zaman kopacağını bilmediğini ifade eden sahih hadislere aykırı olduğu için uydurma olduğu ortadadır.

"Allah, adı Ahmed veya Muhammed olanları cehenneme koy­mayacaktır."

"Allah, güzel yüzlü ve siyah gözlülere azap etmeyecektir."

Bu hadisler mevzudur. Çünkü "Allah, sizin vücutlarınıza ve yüzlerinize değil, kalplerinize bakar." sahih hadisine aykırıdırlar.

 

d) Akla, Duyu Ve Gözleme Aykırılık

 

Bazı uydurmalar akıl ve sağduyunun hükümlerine bağdaştır­ma mümkün olmayacak şekilde zıtlık arzeder.

Usûl kitaplarında aklî bilgiye aykırının misâli, merfu olarak rivayet edilen şu uydurmadır: "Tufan sırasında Hz. Nuh'un gemi­si, Beytullah'm etrafında yedi kez tavaf etti. Sonra Makam-ı İbrahîm'de iki rek'ât namaz kıldı".

Akla aykırılığa verilen ikinci bir örnek de şudur: "Allah atı ya­rattı. Sonra koşturdu. At koşunca terledi. Atın terinden de kendi­sini yarattı". Bunu uyduran Ebul-Mühezzinı hakkında Şu'be şöyle demiştir: "Onu gördüm, kendisine tek kuruş (dirhem) verilse elli hadis uyduruverecek birisiydi".

"Patlıcanın her derde deva olduğuna" dair uydurma, tecrübeye ve bilimsel gerçeklere aykırıdır.

 

e) Tarihsel Gerçeklere Aykırılık

 

Bir hadiste anlatılan olaylar tarihi gerçeklere uymuyorsa, o hadis uydurmadır.

"Soğuktan sakının; çünkü kardeşiniz Ebu'd-Derda'yı soğuk öl­dürdü" sözü gibi. Hz. Peygamber'in böyle bir söz söylemesi müm­kün değildir; çünkü Ebu'd-Derda Hz. Peygamber'in vefatından 22 yıl sonra hicretin 32. yılında ölmüştür. Soğuktan öldüğü de belli değildir.

 

f) iyilik ve Kötülüğün Karşılıklarında Abartı

 

Küçük bir iyiliğe karşılık büyük mükâfaat vaadi, yahut küçük bir günah için çok büyük ve ağır cezalar göstermek, uydurma ha­dislerin özelliklerinden biridir.

Meselâ böyle bir hadiste şöyle denilmiştir: "Kim la ilahe illal­lah Derse, Allah, bu söz için bir kuş yaratır."

 

g) Güvenilir Hadis Kitaplarında Bulunmama:

 

Hz. Peygamber'den (sav) rivayet edilen hadisler genellikle bi­rinci hicri asrın sonlarından başlamak üzere, derlenmiş, çeşitli yöntemlerle muteber eserlere aktarılmıştır.

Bugün elde bulunan güvenilir hadis kitaplarında olmaması da bir hadisin uydurma olduğunu gösterir

Hadis Uydurma Sebepleri

 

Başlangıçta siyasal ve kelâmı maksatlarla doğan hadis uy­durma olgusu zaman içinde başka sebeplerle de başvurulan bir yol olmuştur. Bunlardan bazılarını şöyle sıralamak mümkündür:

 

1- Dinî Kaygılar-Islam'a Hizmet Etme Arzusu:

 

Müslümanları iyi amellere teşvik etmek, kötülüklerden sakın­dırmak maksadıyla hadisler uydurulmuştur. Özellikle amellerin faziletlerine dair hadisler bir takım cahil zâhidler, dervişler ve sofilerce uydurulmuştur.

Bu tür uydurmaların, "kim falan gün şu kadar namaz kılar ve her rekatta şu sureleri bu kadar defa okursa, ona ahirette mükâ­fat olarak... verilecektir" gibi genel bir formülü de bulunmaktadır. Özendirme ve sakındırma (terğîb ve terhîb) maksadıyla hadis uy­durulmasına cevaz veren tek fırka, bid'at fırkalarından Kerrâmiye'dir.

Amellerin faziletlerine, Kur'an okumaya, nafile ibadete teşvik maksadıyla uydurulan sözler bu konuda tipik örneklerdir. Bir ta­nesini görmek yeterli bilgi verecektir.

"Her kim pazartesi günü dört rekat namaz kılar ve her rekatta Fatiha, Ayetul-Kürsi, hlâs, Nâs ve Felak sûrelerini birer defa okur; selam verdiğinde on defa istiğfar eder; on defa da salavât getirir­se, bütün günahları affolunur. Allah Teâlâ ona cennette beyaz in­ciden yapılmış on odalı bir köşk verir. Her odanın uzunluğu ve genişliği üçer bin arşındır. Birinci oda beyaz gümüşten, ikincisi altından, üçüncüsü inciden, dördüncüsü zümrütten, beşincisi ze­bercetten, altıncısı iri incilerden, yedincisi parlayan bir nurdandır. Odaların kapıları amberden yapılmış olup her kapının üzerinde za'ferandan bin tane örtü vardır. Her odada kâfurdan yapılmış bin karyola; her karyolanın üzerinde bin yatak vardır..."

Kur'an surelerinin faziletleri hakkında uydurulan hadisler, Regâib namazı ve Şaban'm 15'ine mahsus namazlar gibi. Bu zat inançlarına göre uydurdukları bu hadislerden dolayı sevap bile beklerler.

 

2- İslam Düşmanlığı

 

Müslümanların birliğini, dirliğini bozmak, inançlarını zayıf­latmak amacını güden zındıklar, bu emellerini gerçekleştirmek için onlara izzet ve güç kazandıran İslam'ı tahrif etme yoluna da başvurmuşlardır. Kur'an in korunmuşluğu ve dokunulmazlığı se­bebiyle bu emellerini ancak hadisler üzerinde gerçekleştirme im­kânı bulabilmişlerdir.

Bu zındıklardan biri hurafe ve uydurmalarla doldurduğu kita­bını bir ağacın kovuğuna yerleştirip üstünü kurşunla kapatmış, bir süre sonra ortaya çıkıp falan yerdeki ağacın içinde bir kitap bulunduğu, o kitapta yazılanlara uyulması gerektiğinin kendisine rüyasında gösterildiğini söylemiştir.

Mevzu hadislerin büyük bölümü bu cephenin ürünüdür. Hammad b. Zeyd, Zındıkların ondört bin hadis uydurduğunu be­lirmektedir. Bu işi genellikle mecusi dinine mensup olan ve "zın­dık" denilen kimseler yapmaya çalışmışlardır. Bunlar İslam dini­nin hızla yayılmasıyla, kendi dinlerinin tehlikeye girdiğini görme­leri üzerine, Islamiyetten ve müslümanlardan intikam almak için, müslüman kılığına girip İslam inancına aykırı inançlar yaymaya, bu maksatla da hadis uydurmaya çalışmışlardır.

 

3- Fırka, Mezhep ve Kabile Taassubu

 

Siyasi, kelâmı gruplar öncelikle liderleri lehinde hadis uydu­ruyorlardı. Bu arada karşı grupların aleyhinde hadis üretmekten de geri durmuyorlardı. Bu işte müslümanlara düşman olan unsur­lar da rol oynamaktaydı. Hadis uydurmada zındıklar ile Şia'nın başı çektiği tarihî bir gerçektir.

Şiiler Hz. Ali hakkında, onu Hz. Peygamberin (sav) halife ta­yin ettiği, ondan önceki üç halifenin bu makamı işgal ettikleri fik­rini işleyen bir çok hadis Uydurmuşlardır. Bunların en meşhuru:

"İnsanların en hayırlısı Ali'dir, bundan şüphe eden kâfirdir." uy­durmasıdır.

Aşırı tarafgirlik, fırkacılık ve grupçuluk eğilimi, çoğu kere bu türlü kişilerde dinî şuurun üstüne çıkmış, onları Peygamber'e (sav) yalan isnâd edecek kadar alçaltmıştır.

Bazı kimseler de kendi mezhepleri lehine hadis uydurmuşlar­dır. Hattâbiye, Râfiza, Sâlimiyye gibi. Mezhep taassubu her sefe­rinde bidat ehlini saptırmamış, bilakis ehl-i sünnet mezhebine mensup olanlar da, maalesef hadis uydurmuşlardır. Bunlardan biri Me'mun b. Ahmed el-Herevî'nin İmam Şafiî aleyhine uydur­duğu senedi Hz. Enes'e ulaşan şu merfu rivayettir: "Ümmetimden, Muhammed b. İdris adında birisi çıkacak. Onun ümmetime zararı iblisten daha çok olacaktır."

Aynı rivayetin devamı Ebû Hanife'nin medhiyle ilgili: "Ümme­timde Ebû Hanife denen biri daha çıkacak, o ümmetimin lambası­dır, ümmetimin lambasıdır." uydurmasıdır.

 

4- Halife ve Devlet Adamlarına Yaklaşma Arzusu

 

Şahsî çıkar sağlamak ümidiyle devlet adamlarına veya zengin­lere yaklaşan, onların arzularına göre hareket eden kimseler her devirde bulunur. Hadis uydurmaya başlanmasından itibaren müslümanlar arasında da böyleleri çıkmış, halife veya devlet adamlarının heveslerine göre gerektiğinde hadis uydurmaktan çekinin emişler dir.

Bu tür hadis uydurma Örneği Gıyâs b. İbrahim'den verilir: Bu kişi, güvercinle eğlenmeyi seven halife Mehdî'yi, bir gün güvercin­le oynarken görünce şu hadisi rivayet eder: "Şunlar dışında yarış yasaktır: Ok, deve, at ve kuş yarışı". Gıyâs, hadise "kuş" kelimesi­ni ilave etmiştir. Mehdi bundan memnun olmuş ve on bin dirhem ihsanda bulunmuştur. Ancak uydurma olduğunu öğrendiğinde hadis uydurmaya sebep olduğu için güvercini kestirir ve oyunu terk ederek şöyle der: "Bu yalana onu ben şevkettim"

 

5- Geçinmek İçin Hadis Uyduranlar

 

Bunlar bir takım vaiz ve kıssacılardı. Mescidlerde halkın ilgi ve beğenisini toplayacak konuşmalar yapıp bu sayede gelir elde ederlerdi. Bu amaçla, konuşmalarını uydurma hadislerle renklen­dirip dinleyenleri memnun etmek isterlerdi.

Bununla ilgili en tipik örnek şu olaydır:

Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Maîn böyle birisiyle Bağdat'taki Rüsefa mescidinde karşılaşır. Vaiz: "Bize Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Maîn anlattı ki diye başlayıp Hz. Peygamber (sav)'e ula­şan senedi zikrettikten sonra: "Her kim laüahe illallah Derse Al­lah her kelimesinden bir kuş yaratır ki gagası altından, tüyü mer­candan..." diyerek yirmi sayfaya yakın bir hikâye uydurur. Ahmed b. Hanbel ile Yahya b. Maîn birbirlerinin bakıp, "Bunu herife sen mi rivayet ettin?" diye sorarlar. Her ikisi de hayır! der. Ve sonucu beklerler. Herif vaazını bitirip hediyelerini toplar. Çıkacağı sırada Yahya b. Ma'în "Gel!" diye eliyle işaret eder. Adamcağız, yeni bir bahşiş ümidiyle yaklaşır. Yahya ile aralarında şu konuşma geçer:

Bu hadisi sana kim söyledi?

Ahmet b. Hanbel ile Yahya b. Ma'în.

Yahya b. Ma'în benim. Bu da Ahmet b. Hanbel. Biz şimdiye kadar bu anlattığını Hz. Peygamber (sav)'in sözü olarak hiç işit­medik, illa yalan uyduracaksan araya bizden başkasını koy.

Yahya b. Ma'în sen misin?

Evet benim!

Çoktandır Yahya b. Maîn ahmaktır diye işitir dururdum. Anladımki doğru imiş.

Ahmak olduğumu nasıl anladın?

Sanki dünyada sizden başka Yahya b. Maîn ile Ahmed b. Hanbel mi yok? Ben bu adamdan başka on yedi Ahmed b. Hanbel'den hadis yazdım."

Bu söz üzerine Ahmed^b. Hanbel utancından ve adamdaki ter­biyesizliğin derecesinden hayret ederek eliyle yüzünü kapar ve Yahya b. Maîn'e: "Aman, bırak gitsin" der. Adam alaycı bakışlarla oradan uzaklaşır.

Bu tipler, genellikle cami ve mescitlerde vaaz eden şöhret düş­künü kimselerdir. Halk üzerinde daha fazla tesir yaparak şöhret kazanmak için tuhaf hikayeler uydurmuşlardır. Bu hikayelerin daha tesirli olması için de onlara hadis süsü vermişlerdir. Hadis tarihinde "kıssacılar" denen bu tayfanın hadise verdiği zararı hiç kimse vermemiştir.

 

6- İmtihan Maksadıyla Uydurmalar

 

Pek yaygın olmamakla birlikte, öğrencileri ve çocukları sına­mak için sahih hadislerin arasına uydurma hadisler karıştıranlar da olmuştur. Gayeleri ne kadar iyiniyetli olsa da yaptıkları dav­ranış çok yanlıştır.

 

7- Fetvalarına Delil İçin

 

Bazıları şahsî düşünceleri doğrultusunda verdikleri fetvaya uygun rivayet bulamayınca kendileri hadis uydurarak, fetvalarına delil diye zikretmişlerdir. Hafız Ebul-Hattâb b. Dıhye'nin böyle yaptığı söylenmektedir.

 

8- İlginçlik

 

Bazıları, halkın merak ve şaşkınlığını kullanarak kendilerin­den hadis dinlemeyi sağlamak için senedler üzerinde oynamışlar­dır. İbni Ebî Hayye, Hammâd en-Nasîbî, Behlûl b. Ubeyd bunlar­dan bir kaçıdır.

 

9- Ticarî Çıkar Sağlama Düşüncesi

 

Bazan, ihtiyaç maddeleriyle ilgili Övücü rivayetlere rastlanır. Bunların o mallara yönelik talebi arttırmak için uydurulmuş ol­ması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim Suyûtî, pirinç, mercimek, patlıcan ve etli yemekle ilgili hadislerin mevzu olduğunu belirt­miştir.

 

10- Kabile, Aşiret, Şehir, Irk Vs. Tarafgirliği

 

Hz. Peygamber, ırk ayrımına kesinlikle karşı çıkmış olmasına rağmen hadis uyduranlar, kendi çıkarları için bu ayırımı yapmış ve uydurdukları hadislerle, meselâ Arab'ın Acem'den, yahut beya­zın siyahtan üstün olduğunu isbat etmeye çalışmışlardır.

Öte yandan Nusaybin, Askalan, İskenderiye, Kazvin vb. bir çok şehirin faziletine dair hadis uydurulmuştur.

Mevzu hadisler arasında, bazı şehirleri öven, bazı şehirleri de yeren hadislere çok rastlanır. Bunun başlıca nedeni, hadis uydu­ran yalancıların, uğradıkları şehir ve kasabalarda iyi veya kötü karşılanmaları ve buna uydurdukları hadislerle karşılık vermele­ridir.

Cinsiyetle ilgili olarak da, halk arasında eskiden beri mevcut olan kadın erkek cinsiyet ayrılığını konu edinip birbirlerinin aley­hine söylenen sözlerin hadis olarak rivayet edildiğine rastlanabi­lir. Bütün bunlar ciddi kaynaklarda görülmedikçe muteber sayıl­mamalıdır.

Mevzu Hadisle İlgili Eserler

Mevzu hadisler üzerine yazılmış pek çok eser vardır. Bunların en meşhurları şöyle sıralanabilir:

1-İbnu'l-Cevzi; Kitabü'l-mevzu ât mine'l-ehâdîsi'l-merfû'ât

2- Mecdü'd-Din el-Fîruzâbâdî; Hâtimet sifri's-saâde

3- Celaleddin   es-Suyuti;   el-Leâlii'l-masnû'a   fi'l-ehâdîsi'l- mevzûa

4- Ali b. Sultan el-Kâri; el-Mevzû'ât

5- Muhammed b.  Ali ^eş-Şevkânî;  el-Fevâidu'l-mecmua fil-ehâdîsi'l-mevzû'a

6- Abdu'1-Hayy   el-Leknevî;   el-Âsâru'l-merfû'a   fi'lahbâri'h mevzua

7- M. Yaşar Kandemir; Mevzu Hadisler, Menşei. Tanıma Yoları Tenkidi.

 

Hadis Kitaplarının Dereceleri

 

İçerdikleri hadislerin güvenilir olup-olmamalarma göre hadis kitapları şu derecelere ayrılır:

Birinci Tabaka: Mütevâtir, meşhur, sahih ve hasen hadisler. Buhârî ve Müslim'in Sahih'lexi ile İmam Mâlik'in el-Muvatta adlı eserleri. Bu kitaplardaki hadislerle amel edilir.

ikinci Tabaka: Birinci tabakadaki kitaplar seviyesine çıka­mayan, fakat, müelliflerinin titizlikle bazı şartları uygulayarak derledikleri kitaplar. Bunlar da hadis kaynağı olarak benimsen­miş, asırlar boyu fay dal anılmıştır. Tirmizî'nin el-Câmiı, Ebû Davud'un Sünen'i Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i, Nesâı nin Sünen'i bu tabakadandır.

Üçüncü Tabaka: Bu tabakadaki kitaplarda sahih hadisler yanında zayıf hadisler de olduğu gibi, râvîleri içinde hâlleri meç­hul olanlar da vardır. Abdürrezzâk'ın Musannefi, Beyhakî, Taberânî ve Tahâvî'nin kitapları gibi. Bu kitaplardaki hadislerden ancak uzmanları yararlanabilir.

Dördüncü Tabaka: Bu dereceye giren kitaplar, büyük mu-haddisler döneminden ve "tasnif' devrinin bittiği tarihlerden son­ra ortaya çıkan, hadis ilmiyle ilgisi olmayan ve bu yolu bir menfa­at kapısı hâline getiren ehliyetsiz kişilerin yazdığı, içi uydurma ve hurafelerle dolu kitaplardır. Ibni Mürdeveyh, İbni Şâhîn, Ebû'ş-Şeyh gibilerin kitapları bu tabakadan olup bunlardan asla hadis alınamaz.

 

Hadiste Nesh

 

Nesh Nedir?

 

Sâri tarafından konmuş bir hükmün, yine Sâri tarafından ko­nulan yeni bir hükümle kaldırılmasına Nesh denir. Bu hüküm, Kur'an-ı Kerim tarafından konmuş olabileceği gibi sünnetle de konmuş olabilir. İslam ulemâsı önceki hüküm hangi kaynaktan gelmiş olursa olsun, sonraki bir hükümle kaldırılabileceği husu­sunda müttefiktir. jŞu âyet, neshi kesin bir dille teyit etmektedir: "Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz" (Bakara, 106)

Ehl-i sünnet âlimleri; bu âyete ve Kur'ân'da varolan açık ör­neklere dayanarak neshi ittifakla kabul ederken başta Mutezile olmak üzere bazı fırkalar, yukardaki âyeti eski şeriatlerin neshiy-le açıklayarak İslâm'da nesih olamayacağını iddia etmişlerdir.

Kur'ân'da olduğu gibi, sünnette de nesh olmuştur. Nesh, doğ­rudan ahkâmla ilgili olduğu için mühim kabul edilmiş, başından itibaren hadis ilminde yer verilmiştir. Ancak nâsih ve mensûhu bilmek mühim olduğu nispette zordur.

 

Nesh Türleri

 

1- Sünnetin sünnetle neshi.

2- Sünnetin Kitab ile neshi.

1- Sünnetin Sünnetle Neshi

 

Bu üç şekilde gerçekleşir:

1) Mütevâtir hadisin, mütevâtir hadisle neshi,

2) Haber-i vahidin, haber-i vâhidle neshi,

3) Haber-i vahidin, mütevâtir hadisle neshi.

Ayrıca, mütevâtir hadisin haber-i vâhidle neshi meselesi üze­rinde durulmuş, aklen kabul edilse de fiilen örnek gösterileme­miştir. Genel geçer kurala göre her hangi bir nas, kendi kuvvetin­de veya kendisinden daha kuvvetli bir nasla neshedilebiîir.

 

2- Sünnetin Kur'ân ile Neshi

 

Bunun örneği, Zeyd b. Erkam'm şu beyanıdır: "Resûlüllah (sav) zamanında biz namaz kılarken konuşur, birbirimize ihtiyaç­larımızı söylerdik. "Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah'ın huzurunda tam huşu ve tâatle durun" (Bakara, 238) âyeti indikten sonra namazda konuşmamakla emrolunduk."

 

Hadislerin İhtilâfı

 

Aralarında ihtilaf ve tearuz bulunan hadisleri inceleyen ilim dalına rmıhtelifu'l-hadis ilmi denir. Şunu belirtmek gerekir ki her ihtilaflı hadis bu ilim kapsamına girmez. Örneğin zayıf veya metruk bir hadis, sahih bir hadisle ihtilafa düştüğünde zayıfa hiç bakılmaz.

Bundan anlaşılacağı üzere, ancak makbul sayılan hadisler ara­sındaki ihtilaflara ilgi gösterilir. İhtilafın söz konusu olabilmesi için şu unsurların bulunması gerekir:

1- İki adet makbul rivayet.

2-  Hadislerin aynı meseleye temas etmesi, ancak farklı hü­kümler ifade etmesi.

3- Bu farklılığın zahirde olması, telif edilebilir olması.

2- Nesh,

3- Tercih,

4- Tevakkuf.

 

1-Cem Ve Telif

 

Cem, dağınık şeyleri biraraya getirmek, toplamak demektir. Telif de buna yakın bir anlam içerir. Terim olarak ihtilaflı iki ha­dis arasındaki ihtilafı aklî ve naklî delillerle gidererek her iki ha­disle de amel etme imkânını göstermektir.

 

2- Nesh

 

İhtilaflı hadislerin aralarında varolan ihtilaf birinci yolla gi­derilemez ve her ikisiyle de amel etme imkânı bulunmazsa bun­lardan birinin nâsih, diğerinin mensûh olduğu ihtimâli üzerinde durulur.

 

3- Tercih

 

Çelişik iki hadis arasında ilk iki yolla bir sonuca ulaşılmaması halinde bunlardan birinin tercihi yoluna gidilir.

Tercih, terim olarak çelişik hâldeki hadislerden birini diğerine üstün kılacak bir özelliği ortaya çıkarıp buna dayanarak onu öne ahp diğerini terketmek mânâsına gelir.

Tercihin etkili olabilmesi için hadisin sıhhatine tesir eden hu­susların bilinmesi gerekir. Bu noktada hadis âlimlerinin bakacak­ları bir çok tercih sebebi mevcuttur.

 

4- Tevakkuf

 

Bütün yollar denenmesine rağmen iki hadisten birinin tercih edilememesi halinde çekimser kalınır ve her ikisinin de hükmü baki kahr.

 

Hadis Okumada Dikkat Edilecek Noktalar

 

1- Güvenilir Kaynak:

 

Her şeyden önce hadisin kaynağına dikkat etmek ve sıhhati hususunda âlimlerin tanıkhk ettiği kitaplara yönelmek gerekir. Kütüb-i Süte, Muvatta gibi kaynaklar bu noktada en güvenilir kaynaklardır. Bunların hadisleri makbuldür. Ne var ki makbul bir hadisle hemen amel etmemize mâni bazı ihtimaller var, şöyle ki:

1. Hadis mensûh olabilir.

2. Hadis bir başka rivayetle muhalefet hâlinde olabilir.

3. Hadisi âlimler farklı farklı anlamış olabilir.

4. Mezhebimizde amel edilmemiş olabilir.

 

2- Güvenilir Şerh:

 

Hadisleri okurken güvenilir şerhlerden yararlanmak, en sağ­lıklı yoldur. Böylelikle ilgili hadislerin nkhî ve kelamı durumları hakkında dahasağlıkla kanaat sahibi olunur ve muhtemel hatala­ra düşmek önlenir.

 

3- Metod Bilgisi:

 

Peygamber efendimizin (sav) hadislerini sağlıklı anlamak için belli kuralları bilmek gerekir. Örneğin Allah Resûlü'nün (sav) muhataba göre konuştuğu bilinen bir husustur. Burada hitabın şahsîliği, genelliği gibi noktaları göz önünde bulundurmak gere­kir.

ikinci olarak geleceğe dair söyledikleri, genelde birebir alın­mayıp teşbih ve fikir verme babından alınması gerekir.

Son olarak dikkat edilmesi gereken bir husus da hadislerde ge çen sayılardır. Bunlar, genelde çokluk veya azlığa kinaye yoluyla işaret etme amaçlı oldukları için sahih hadislerde dahi farklılıklar gösterebilirler. Bunun bizzat o sayıyı değü çokluk veya azlığı ifade etmek için söylenmiş bir rakam olabileceği hatırdan çıkarılmama­lıdır.

 

Kaynaklar

 

A. Arapça Kaynaklar:

 

Askalânî, Ibni Hacer (v. 852); Nuzhetun-nazar, Mektebetu't-tev'iye, 1989.

İbn es-Salâh, (v. 643); Ulûmu'l-hadîs, Dâru'1-fikr, Şam/1986.

Suyûtî, Celâluddîn (v. 911); Tedrîbu'r-râvî fi şerhi Takribin-Neveuî, Dâru'1-fikr, Şam/tarihsiz.

Şâkir,  Ahmed  Muhammed;   el-Bâ'isu'l-hasîs  şerhu   ihtisâri ulûmi'l-hadîs, Dârul-kutubil-ilmiyye, Beyrut/1403.

Nîsâbûrî, el-Hâkim Muhammed b. Abdillah (v. 405); Ma'rifetu ulûmi'l-hadîs, el-Mektebetu'1-ilmiyye, Medine/1397.

Tahhân,  Mahnıûd;   Teysîru  mustalahi'l-hadîs,  Dâru't-turâs, Kuveyt/1984.

 

b. Türkçe kaynaklar:

 

Babanzâde, Ahmed Naim; Tecrîd-i Sarih Tercemesi, Birinci cild, Ankara, 1957.

Çakan, İsmail Lütfî; Hadislerde Görülen İhtilâfla?" ve Çözüm Yolları, İstanbul 1982.

Koçyiğit, Talât; Hadis Istılahları, Ankara 1980. Koçyiğit, Talât; Hadis Usûlü, Ankara 1975.

Subhî es-Sâlih; Hadis ilimleri ve Hadis Istılahları, Çev. Yaşar Kandemir, Ankara, 1971.

Tehânevî, Zafer Ahmed; Yeni Usûl-i Hadis, Çev. İbrahim Ca­nan, İzmir. 1982.



[1] Bu   bölüm,   Harf   Information   Co.   tarafından   hazırlanan   Hadith Encyclopedia Version 2.1 CD-ROM'ımdan faydalanılarak hazırlanmıştır.