Farz Olan Haccın Hemen Yeerine Getirilmesi Vacip midir?
Hac Yolculuğu İçin Azık ve Binek Gerekir
Yanında Mahremi Bulunmayan Kadının Sefere Çıkması Caiz midir?
Çocuk ve Kölenin Yaptığı Hac Sahih Sayılırsa Da Hac Onlara Vacip Değildir
Özürsüz Olarak Mekke’ye İhramsız Girmek
Hac Ayları ve O Aylardan Önce İhrama Girme Durumu
Yılın Tamamında Umre Yapmanın Cevazı
İhrama Girmek İsteyenin Gusletmesi, Güzel Koku Sürünmesi ve Dikişli
Elbiseyi Üzerinde Çıkarması
Temettü', Kıran ve Îfrad Arasında Tahyir ve Bunlardan Efdal Olanı
Telbiye, Telbiyenin Sıfat ve Keyfiyeti ve Hükmü
İhramıyla Mubah Olan ve Kaçınması Gereken Şeyler
İhrama Girmeden Önce Sürülen Güzel Kokunun İhramlı İken Devamında Bir
Sakınca Var mıdır?
İhramlının Bir Özürden Dolayı Saçını Traş Etmesi ve Bunun Fidyesi
İhramın Hacamat Yaptırnası ve Başını Yıkaması
İhramlı Kişi Ne Nikah Yapar, Ne De Nikahlanır
İhramlının Av Hayvanı Öldürmesi Haramdır
İhramlının Avlanan Hayvanın Etinden Yemesi Caiz Değildir
Haremin Av Kapsamına Giren Hayvanları Ürkütülmez; Ağaçları ve Otları Kesilmez
Harem Dahilinde Hangi Hayvanlar Öldürülebilir?
Mekke’nin Diğer Beldelerden Üstünlüğü
Îlim Adamlarının Görüş ve Beyanları
Medine Haremi ve Orada Avlanmanın Tahrimi (Haramlığı)
Hac veya Umre İçin Mekke’ye Girerken
Hacerü’l-Esved’i İstimal, Öpmek ve Bu Esnada Yapılacak Dua
Tavafı Taharet Üzere (Abdestli) Yapmak ve Avret Yerlerini Örtülü
Bulundurmak
İki Re’kat Tavaf Namazı ve Tavaftan Sonra İstilam
Safa İle Merve Arasında Sa’yetmek
Mina’dan Arafat’a Gitmek ve Arafat’ta Vakfı
Arafat’tan Müzdelife’ye ve Oradan Da Mina’ya Gitmek
Bayramın Birinci Günü Cemre-i Akabe’ye Taş Atmak ve Bunun Hükümleri
Mina’da Kurban Kesmek, Tıraş Olmak ve Sonra da Mubah Olan Şeyler
Bayramın Birinci Günü Ziyaret Tavafı İçin Mekke’ye Gitmek
Kurban Bayramı Günü Hutbe Okumanın Îstihabı
Hacc-ı Kırana Niyet Edenin Hac
İbadeti Olarak Bir Tavaf ve Bir De Sa’y Yapması Yeterlidir
Cemerelere Taş Atma Süresince Mina’da Kalmak
Mina’dan Ayrılıp Mekke’ye Hareket Edilince Bir Süre Muhassab’de
Konaklamak
Kabe’ye Girmek ve Onunla Teberrükte Bulunmak
Kurban Konusu ve Yedi Kişinin Bir Deve veya Sığır Kesmesi
Kesilen Kurbanlık Hayvanın Etinden Yemek
Taşıdığı Ayıptan Dolayı Kurban Edilmeyen Hayvan
Ev Halkı İçin Bir Koyunun Kurban Edilmesi Yeterlidir
Kurban Kesmeye Başlarken Besmele Çekip Tekbir Getirmek
Devenin Ön Sol Bacağı Bağlı Olduğu Halde Ayakta Kesilmesi
Kurban Kesmenin Vakti ve Süresi
Kurban Etinden Yedirmek ve Bir Kısmını Yaralanmak Üzere Kaldırmak
Kurban Derisi ve Hayvanın Üzerine Atılan Çul-Semer Gibi Şeylerin Tasadduk
Etmek
" Hac ibadeti,
islam'ın beş şartından1 biridir. Farziyeti kitap, sünnet ve icma' ile sabit
olmuştur. Şartlar elverdiği takdirde terki büyük günah, inkarı küfürdür.
Hac ibadetinin fert,
aile, toplum ve ümmet üzerindeki olumlu tesirleri sayılamayacak kadar çoktur.
îslam birliğini Tevhid inancı doğrultusunda sağlayıp kuvvetlendiren amillerin
başında gelir. O bakımdan Allah ve Peygamber'i bu ibadetin lüzumu ve Önemi üzerinde
durmuş; gereken bütün bilgileri vermişlerdir. [1]
Haccın farz kılındığı
tarih:
Bu konuda az farklı
görüş ve tesbitler varsa da, en sahih rivayete göre, hac, hicretin dokuzuncu
yılında farz kılınmıştır. Nitekim Al-i îmran Suresi 97. ayetle haccm farz
kılındığı ve bu ayetin belirtilen yılda indiği bilinmektedir.
Yine yapılan
rivayetlere göre, bu ayet indikten sonra Resulül-lah (s.a.v.) Efendimiz
ashabını toplayarak şunları söylemiştir :
11 Ey insanlar ! Cenab-ı
Hakk size haccı farz kıldı. Artık bundan böyle haccedin."
Müslim'in rivayet
ettiği bu hadisin ricali sahihtir ve o bakımdan istidlal ve ihticace salih
görülmüştür.
Hac farz kılınınca o
yıl Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz kendisi gitmedi ve Ebû Bekir es-Sıddîk'i
emîrü'1-hac (hac işlerini organize edip hacce gidecek olan mü'minlerin başında
bulunma görevine) tayin etti. ikinci yıl, yani hicretin onuncu yılında ise,
Resulüllah (s.a.v) Efendimiz son haccım yerine getirdi ki, buna VEDA HACCI
denilmiştir.
Ebû Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
" Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bize hitap ederek buyurdu ki: "Allah gerçekten size
haccı farz kıldı. Artık siz de haccedin !" Bunun üzerine bir adam sordu:
"Her sene mi Ya Resulüllah T* Efendimiz susup cevap vermedi ve adam bu
soruyu üç defa tekrarladı. Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Eğer evet
diyecek olsaydım, o vacip olurdu ve siz de onu (her yıl yapmaya) takat
getiremezdiniz." [2]
ibn Abbbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir :
" Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bize hitap ederek şöyle buyurdu: "Ey insanlar ! Hac
size farz kılındı." Bunun üzerine Akra1 b. Habis (r.a.) kalkıp şöyle sordu
:" Her yıl mı ya Resulel-lah ?" Resulüllah (s.a.v.) cevap verdi:
"Eğer öyle söyliyecek olursam (size) vacip olurdu. Vacip olunca da onunla
amel edemezdiniz ve amel etmeğe de gücünüz yetmezdi. Hac bir defa (ya mahsus
bir ibadet) dir. Artık kim birden fazla yapacak olursa o tetavvu (nafile)
olur." [3]
Ebû Rüzeyn el-Ukaylî
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen ravi, Resulüllah (s.a.v)
Efendimiz'e gelerek şöyle demiştir: "Doğrusu benim anam babam yaşlı bir
kimsedir, hac ve umre (ibadetini yerine) getirmeğe gücü yetmemektedir. Aynı zamanda
bir yerden bir yere göç de edememektedir." Bunun üzerine ona: "
Babanızın yerine hac ve umre yap" diye buyurdu. [4]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:
" Resulüllah (s.a.v) Efendimiz'e soruldu:
- Amellerin hangisi
daha üstündür ? Efendimiz cevap verdi:
- Allah'a ve Resulü'ne
iman..
- Ondan sonra hangisi
?
- Sonra da Allah
yolunda cihad.. x - Ondan sonra hangisi ?
- Şartlarına uygun
helal kazanç ile yerine getirilen hac. [5]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, ad, geçen diyor ki:
" Resulüllah'a
(s.a.v.) sordum dedim ki : Kadınlar üzerine cihaddan (farz olan) bir şey
(hüküm) var mıdır?" Cevap verdi: h Evet, içinde savaş olmayan cihad onlara
farz dır : Hac ve umre.." [6]
Ömer b. Hattab (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir
"Resulüllah
(s.a.v) Efendimizin yanında oturduğumuz bir sırada bir adam gelip dedi ki:
" Ya Muhammed ! İslâm nedir?" Efendimiz şu cevabı verdi: "
İslam Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın resulü
buluduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekatı vermen, Beytüllah'a haccetmen,
umre yapman, cenabetten dolayı gusletmen, ab-desti tastamam alman, Ramazan
orucunu tutmandır.." Ravi hadisin geri kalan kısmını da zikretti.. Sonra
Resulüllah (s.a.v) (ashabına dönerek) şöyle haber verdi : " Bu Cibril'dir;
gelip size dininizi öğretmektedir." [7]
Ebu Hureyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulül ah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Umreden umreye (aradaki günahlara) keffarettir. Şartlarına uygun helal
kazanç ile yapılan haccın ise - mükafatı ancak cennettir." [8]
a)
Hanefîlere göre: Hac, şartlar elverdiği takdirde acele yerine getirilmek üzere
ömürde bir defa farzdır. Kişiye hac farz olduğu takdirde, bu imkana eriştiği
ilk yıl hacceder. Geciktirdği takdirde günahkar olur. Bu ictihad, İmam Ebu
Yusuf a göredir, imam Muhammed'in içtihadı ise, bunun hilafında bir hüküm
taşımaktadır; yani ona göre: Ömürde, geciktirilerek yerine getirilmek üzere bir
defa farzdır. O bakımdan kişi bu imkana eriştiği yıllarda haccetmeyip
ge-ciktirirse, günahkar sayılmaz. Ama acele etmesi efdaldır. Böylece kişiye
farz olduğu halde onun bu ibadeti geciktirmesi, eda edilme vaktinin çıkmasını
gerektirmez ve ne kadar sonra yerine getirse bile, yine de kaza değil eda
sayılır. [9]
Umre ise, Hanelilerden
bir kısmına göre, o da fitre, kurban ve vitr gibi vaciptir. Bir kısmına göre
ise, sünnettir. Tetavvu1 (Nafile) olduğunu söyleyenler olmuştur. Bunların
delili, şu hadistir: "Hac farzdır; umre tetavvu'dur." [10]
Umre senenin her
vaktinde yapılabilir. Ancak şu beş günde yapılması mekruhtur: Arefe, kurban
bayramı ve teşrik günleri.. İmam Ebu Yusuf a göre, Arafe günü zevalden önce
yapılması mekruh değildir. [11]
b) Şafiîlere
göre: En zahir kavle ve tesbite göre, hem hacc, hem de umre farzdır. Ömürde bir
defa yerine getirilmesi kafidir. Fazlası nafile olarak kalır. [12]
c)
Hanbelîlere göre: Şafiîlerde olduğu gibi, hac kime vacipse umre de ona
vaciptir. Bu iki rivayetten birine göredir. Diğer rivayete göre, umre
sünnettir.
Umre'nin vacip
olduğuna kail olanların başında, Ömer, İbn Ab-bas, Zeyd b. Sabit, Ibn Ömer,
Said b. Müseyyeb, Said b. Cübeyr, Ata', Tavus, Mücahid, el-Hasan, İbn Şîrîn,
Şa'bi, es-Sevrî ve İmam Şafiî bulunmaktadır. îbn Mes'ud'a (r.a.) göre vacip
değildir, imam Malik, Ebu Sevr ve rey tarafdarları da bu görüştedirler.
Umre Mekke halkına
vacip değildir. Onların tavaf yapması yeterli görülmüştür. İmam Ahmed bu
hususta kesin görüş ortaya koymuş ve sık sık tavaf yapan Mekkeli'lerden bu vücubun
kaldırıldığını belirtmiştir. [13]
d)
Malikilere göre: Hac, şartlar elverdiği takdirde ömürde bir defa farzdır. Umre
ise, o da ömürde bir defa yerine getirilmek üzere müekked sünnettir. Ayette:
"Hac ve umreyi tamamlayın" emri, başlanılan hac ve
umreyi tamamlamaya yönelik
bir emirdir; doğrudan umreyi yerine
getirmeye yönelik bir emir değildir. [14]
138 ve 149 nolu Ebu
Hüreyre ve Ibn Abbas hadisleri sahih kabul edilmiştir. İbn Abbas hadisini Ebû
Davud, .îbn Mace, Beyhaki tahric etmişler ve Hakim de tahric edip
"Şeyhayn'in şartına göre sahihtir" demiştir.
Birinci hadiste
"Artık siz de haccedin" enirinin tekrarı gerektirmediği anlaşılıyor.
Zira adamın "Her sene mi Ya Reşulellah!?" sorusu ve ona verilen
cevap bu manayı ortaya çıkarıyor.
Böylece gerek 138,
gerekse 139 nolu hadisler haccm Ömürde bir defa farz olduğuna delalet etmekte
ve her türlü tereddüdü ortadan kaldırmaktadır. Nitekim müctehid imamların hepsi
bu rivayetlerle ihticac ve istidlal etmişlerdir.
Ayrıca bu bapta İbn
Mace'nin Enes (r.a.) den rivayet ettiği şu hadis de bulunuyor: "Size hac
farz kılındı." Bunun üzerine: "Ya Resulüllah! Her sene mi?" diye
sorulunca, "Eğer evet demiş olsam size vacip olurdu. Vacip olunca da onu
yerine getiremezdiniz ve getiremeyince de azaba uğrardınız" diye cevap
verdi. [15]
Hafız İbn Hacer bu
rivayetin ricalinin sikat olduğunu belirtmiştir.
Bu mealde bir diğer
hadisi Tirmizî ve Hakim Hz. Ali (r.a.) den rivayet etmişlerse de senedi
münkati'dir.
140 nolu Ebu Rüzeyn
hadisi sahihtir. Evladın kendi babasının yerine hac ve umre yapmasının cevazına
delalet etmektedir. Bu hadise dayanıp istidlal edenler, ayrıca umre'nin de
vacip olduğuna kail olmuşlardır ki, İmam Şafiî onlardan biridir. Nitekim imam
Ahmed de bu hadisle ilgili şöyle demiştir: "Umrenin vacip olduğuna dair bu
hadisten daha güzel ve daha sahih başka bir rivayet bilmiyorum." [16].
Nitekim îshak, Sevrî, Müzeni ve en-Nâsır da aynı görüştedirler.
Umre'nin vacip,
olmadığım, sadece sünnet olarak belirlendiğini söyleyenler ise, daha çok Tirmizî'nin
tahric ettiği, Ahmed, Beyhaki ve Ibn Ebi Şeybe'nin sahihlediği şu hadisle
istidlal etmişlerdir: "Bedevilerden biri Hz. Peygamber'e (s,a.v.) gelerek
dedi ki: 'Ya Reşulellah! Umre konusunda bana bilgi ver, o vacip midir?"
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ona şu cevabı verdi: "Hayır, vacip değildir;
ama umre yaparsan senin için hayırlı olur." Diğer bir rivayette ise son
cümle şu lafızla belirlenmiştir: "Senin için daha uygun olur."
Ancak "Umre
vaciptir" diyenler, bu hadisin isnadında Haccac1 b. Ertat'm bulunduğunu ve
bu zatın zayıf olduğunu ileri sürerek onuijila istidlalin salih olmadığına
dikkat çekmişlerdir,
Zehebi, Haccac
hakkındaki ilim adamlarının
tesbit ve! görüşlerini sıralamış ve lehte, aleyhte olanları zikrederek
geniş bilgi! vermiştir. İbn Main onun için "Kaviy değildir. Saduktur, ama
tedlis yapar" demiştir. [17]
Bu bapta, daha önce de
naklettiğimiz bir diğer hadisi Dare-kutnî, îbn Hazm ve Beyhakî, Ebu Hüreyre'den
(r.a.) şu lafızla rivayet] etmişlerdir: "Hac cihaddır; umre ise tetavvu
(nafile) dir."
Ne var ki Hafız İbn
Hacer bu hadisin zayıf olduğunu belirtmiştir. [18]
Umre'nin vacip
olduğuna kail olanların bir diğer delili, Dare-kutnî'nin Zeyd b. Sabit (r.a.)
den naklettiği şu hadistir: "Hac ve umre ikisi de farzdır. Hangisine
başlarsan sana bir zarar vermez (bir sakıncası yoktur)."
Sünettir diyenlerin bu hadise karşı
itirazları, isnadında İsmail 3. Müslim el-Mekkî'nin bulunmasıdır. Zira bu zat
zayıflar arasında anılmıştır.. Nitekim Ebû Zür'a onun zayıf olduğunu; Ahmed b.
Han-oel münkerü'l-hadis sayıldığını belirtmiş; Nesâî onun metruk olduğuna
dikkat çekmiştir. [19]
Aynı hadisi Beyhakî
Zeyd'den mevkufen rivayet etmiş ve Hafız îbn Hacer onun isnadının sahih
olduğunu, Hakim'in de sahihlediğini belirtmiştir.
Bu konuda birkaç
rivayet daha bulunuyorsa da en sahih tesbit ve rivayete göre, umre sünettir,
vacip değildir. Zira Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz 'İslam beş (temel esas)
üzerine kurulmuştur.." buyururken onlardan birinin hac olduğunu beyan
etmiş, umreden söz etmemiştir.
141 nolu Hz. Ebû
Hüreyre hadisi sahihtir. Bu, haccın islâm'daki yerini ve önemini belirten
belgelerden biridir. İlim adamlarından bir kısmı bu hadise dayanarak umrenin
vacip olmadığını ve aynı zamanda
nafile haccın nafile
sadakadan üstün olduğunu
istidlal tmişlerdir.
142 nolu Hz. Aişe hadisinin
isnadı sahihtir. [20] Aynı
zamanda cihadın kadınlara farz olmadığına delalet etmekte ve umre'nin vacip
olduğu anlaşılmaktadır.
143 nolu
Ömer hadisinin isnadı
sahihtir. Aynı zamanda mre'nin vücubuna delalet etmektedir.
Ancak umre'nin hacden sonra anılmasının onun vücubuna delalet etmiyeceğini
belirtenler de ı olmuştur.
144 nolu Ebû Hüreyre
hadisi sahihtir. Umreden umreye, ikisi
arasında işlenen küçük
günahlara keffarettir. İlim adamlarının çoğu büyük günahlara teşmil
edilmeyeceğini belirtmişlerdir.
1- Hac
farzdır. Farziyeti kitap, sünnet ve icma ile sabittir;
2- Hac
ömürde bir defaya mahsus olmak üzere şartlar elverdiği takdirde zengin
kimselere farzdır.
3- Din hep
kolaylık getirmiş ve onu tavsiye etmiştir. Haccın ömürde bir defaya mahsus
olmak üzere zenginlere farz kılınması bunun delillerinden biridir.
4- Hac ve
umre yapmaktan aciz olan baba ve ananın yerine evladının hac ve umre yapması
caizdir.
5- Umre,
müctehidlerin bazısına göre vacip, bazısına göre sünnettir. Vaciptir diyenlere
göre, o da ömürde bir defaya mahsus olmak üzere vacip kılınmıştır. Fazlası
nafile olarak kalır.
6- Hac
kadınlara da farzdır, Cihad ise, kadınlara farz değildir.
7- îman ve cihad hacden üstündür. Aynı zamanda
helal kazançla yapılan haccın İslâm'daki yeri çok Önemlidir.
8- Umre daha
çok küçük günahların bağışlanmasına, hac ise küçük-büyük günahların
bağışlanmasına vesiledir. Ancak kul ve millet hakkı bu günahların dışında
kalır. Onlar ödenmedikçe, hak sahibi razı edilmedikçe hiçbir amel onların
affına vesile kılınmamıştır.
9- Şartların
uygun, halis niyetle, helal kazançla yapılan haccm mükâfatı münhasiren
cennettir. Bu durumda kişinin üzerinde kul hakkı varsa, ölmeden önce onları
sahiplerine iade etmelidir.
Konunun baş kısmında
buna değinmiş ve müctehidlerin bir kısmının ictihad ve görüşüne yer vermiştik.
Şüphesiz en uygun olanı, ibadeti -şartlar elverdiği takdirde- vaktinde yerine
getirmek ve zaruri bir sebep olmadıkça geciktirmemektir. Zira ecelin ne zaman
bizi yakalayacağını bilemiyoruz. Farz olan haccı geciktirmemiz, fırsatları
kaçırmamıza sebep olabilir ve o zaman bu farzı -gerektiği halde- yerine
getirmeden dünyadan ayrılmış oluruz ki, onu telafi etmemiz de artık mümkün
olmaz ve günahlarımızın bağışlanmasına vesile olan, ilahi emre uymamızdan
dolayı Cennet'in kapılarım bize açan bir ibadeti kaçırmanın üzüntüsü içinde
hayıflanıp kalırız.
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.j Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Hac için (yani farz olanı için) acele ediniz. Çünkü sizden biriniz,
kendisine nelerin arız olacağını bilemez."[21]
Said b. Cübeyr'in îbn
Abbas'dan ve Fazıldan veya onlardan birinin diğerinden yaptığı rivayete göre,
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Haccetmeyi
dileyen kimse acele etsin. Çünkü insan hastalanabilir, eşyasını taşıyan yük
hayvanı veya kafile kaybolabilir ve birtakım hacetler ortaya çıkabilir." [22]
el-Hasan'ın yaptığı
rivayete göre, Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle demiştir:
İçimden geçirip
istedim ki, şu belde ve yörelere bazı adamlar göndereyim de, mevcut imkanı
olduğu halde haccet-meyenlere bir baksınlar ve üzerlerine cizye koysunlar.
(Çünkü gerçekte) öyleleri müslüman değildirler, müslümaıı değildirler!" [23]
Hac konusunun giriş
kısmında belirttiğimiz gibi, hac ömürde bir defaya mahsus olmak üzere farzdır
ve üç mezhebe göre şartlar elverdiği takdirde geciktirilmesi doğru değildir. O
bakımdan geciktiren günahkar olur. 'Şafiî'ye ve bir de İmam Muhammed'e göre
geciktirilmesinde bir sakınca yoktur. Ama acele yerine getirilmesi efdaldır. [24]
157 nolu İbn Abbas
hadisinin isnadında İsmail b. Halife el-Abesî bulunuyor ki, bu zat Şevkanfye
göre saduktur, fakat zayıftır. [25] İbn
Adiy bu zat hakkında şu sözleri söylemiştir: "Onun rivayet ettiği
hadislerin hemen hepsi sikatm rivayetine muhaliftir." Zehebî onun hakkında
"vahi" tabirini kullanmıştır. [26]
O bakımdan
müctehidlerin çoğu bu hadisle istidlal etmemiştir,
Bu bapta Said b.
Mensur'un süneninde, Ahmed b. Hanbel'in müsnedinde Ebû Umâme (r.a.) den
yaptıkları bir rivayet bulunu-yor ki, onu aynı zamanda Ebû Ya'la ve Beyhakî de
rivayet etmişlerdir; 'Kendisini bir hastalık veya açık bir ihtiyaç veya ortada
olan bir meşakkat veya zalim bir sultanın engelleyip alıkoymadığı kimse buna
rağmen haccetmezse, artık ister yahudî, isterse nasranî olarak ölsün (fark
etmez)."
İmam Ahmed'in
münferiden yaptığı tesbitte hadise şu lafızla başlanılmaktadır: "Kim
zengin olur da haccetmeden ölürse, i artık ister yahudi, isterse nasranî olarak
Ölsün, (farketmez)."
Ancak bu hadisin isnadında
Leys b. Ebî Süleym bulunuyor ki,| bu zat zayıftır. İmam Ahmed onun
muzdaribü'l-hadis olduğunu, buna; rağmen bazı kimselerin ondan hadis
naklettiklerim belirtmiştir. Yah-i ya b. Maîn ve Nesâî, onun zayıf olduğunu
söylerken, îbn Hibbari "Onun ömrünün sonuna doğru hafızası zayıfladığından
hadis ve rivayetleri birbirine karıştırır duruma gelmişti" diyerek
tesbitini ortaya koymuştur. Bunların aksine Abdülvaris onun ilim kapıları
olduğunu belirtmiştir. [27]
Böylece müctehidlerin
önemli bir kısmı bu hadisi istidlal ve i cace salih görmemiştir.
Bu bapta Tirmizî'nin
Hz. Ali'den (r.a.) merfuan rivayet ettiği bir hadis bulunuyor. Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kim kendisini Beytullah'a
ulaştıracak kadar azık ve bineğe sahip olur da haccetmezse, artık onun için pek
fark etmez yahudi olarak ölmek veya nasrani olarak ölmek.." [28].
Tirmizî bu hadisi
naklettikten sonra diyor ki: "Hadis gariptir ve isnadında söylenen
birtakım sözler vardır. Ravilerden el-Haris zayıf olarak belirlenmiştir. Ayrıca
ravi Hilal b. Abdillah'ın Ebû İshak'tan rivayet ettiği söz konusudur ki, Ebû
îshak meçhuldür."
Bu anlamda üçüncü bir
tarikten olmak üzere Ebû Hüreyre (r.a.) den rivayet edilen şu hadis söz
konusudur: "Bir engelleyici, bağlayıcı, açık bir hacet veya zalim bir
sultan olmaksızın İslâm haccını yapmadan ölen kimse şu iki ölümden biriyle
ölsün: İster yahudi, ister nasranî.."
Şüphesiz bu tarikler
birbirini kuvvetlendirmekte ve zayıf hadise az da olsa kuvvet kazandırmaktadır,
O bakımdan İbn el-Cevzî'nin bunları mevzuattan sayması mücazefe kabul
edilmiştir. Yani isnad ve ravilerini iyice tahlil etmeden tahmini bir hükümde
bulunmuştur.
1- Farz olan
haccı, şartlar elverdiği, engelleyici bir sebep olmadığı takdirde geciktirmek
doğru olmaz. İmam Şafiî ile îmam Mu-hanımed'e göre, geciktiren günahkar olur.
2- Kişiye
hac farz olduğu ve şartlar elverdiği halde, onu yerine getirmeyip
geciktirmesinden dolayı, haccı vaktinin dışına çıkartmış sayılmaz ve ne zaman
yerine getirirse yine de edâ sayılır.
3- Bağlayıcı
bir engel ortaya çıktığı takdirde hac farizasını geciktirmekten dolayı kişi
günahkar olmaz. Hastalık, zarurî hacet, zalim hükümdar bu sebeplerden
birkaçıdır.
4- Hz.
Ömer'in (r.a.) "Onlar müslüman değildirler.." sözü ise, gerçek manada
değil konunun önemini belirtmeğe yönelik bir anlatım tarzıdır. Çünkü farz
ibadet inkar edilmedikçe kişiyi dinden çıkarmaz, sadece geciktirilmesinden veya
terkinden dolayı büyük günah işlemiş sayılır.
Şüphesiz hac, hem
bedenî, hem de malî bir ibadettir. Müslüman, âkil, baliğ olup zengin sayılan
her kişiye, şartlar elverdiği takdirde farzdır. O bakımdan her kişinin bizzat
kendisinin bu ibâdeti yapmakla mükellef olduğu söz konusudur. Ancak mali imkana
erişmekle beraber fazla yaşlılık ve zayıflıktan dolayı hacce gidemiyen kimsenin
bu kutsal hava ve topraktan uzak kalmaması ve kalben yatışması, ruhen
rahatlayabilmesi için onun yerinp evladı hacceder. Aşağıda nakledeceğimiz
hadislerde buna cevaz ve ruhsat verildiğini görüyoruz. Ancak müctehidlerin
görüş, tesbit ve ictihadları az da olsa farklılık arzetmektedir.
;
İbn Abbas (r.a,) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Has'âm
Kabilesi'nden bir kadın Hz. Peygamber'e (s.a.v.) gelerek şöyle dedi: 'Ya
Resulellah! Doğrusu babam, hac konusunda Allah'ın farzını yerine getirecek
(mali imkana kavuşmuş) duruma gelmiştir. Ancak kendisi çok yaşlıdır, kendi
devesinin üzerinde doğrulacak güce sahip değildir.." Efendimiz ona:
"Öyleyse sen onun yerine haccet" diye buyurdu."[29]
Hz. Mî (r.al) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir: ..
:
"Has'âm Kabilesi'nden
genç bir kadın Peygamber'e (s.a.v.) geldi ve şöyle dedi: "Doğrusu babam
çok yaşlıdır ve bunamıştır. Hac konusunda Allah'ın farzı ona erişmiş (farzı yerine
getirecek kadar mali imkana kavuşmuş)tur. Ama onu eda etmeğe gücü
yetmemektedir. Ben onun yerine haccı eda edecek olursam, ona bedel kâfi gelir
mi?" ResuİüUah (s.a.v.) ona: "Evet kâfi gelir" buyurdu." [30]
Abdullah \b. Zübeyr
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şö^fe demiştir:
"Ha'sâm
Kabilesi'nden bir adam Resulüllah'a (s.a.v.) geldi ve şöyle dedi:
"Şüphesiz benim babam çok yaşlı bir kimsedir, hayvana binmeğe gücü
yetmemektedir; oysa hac kendisine farz olmuştur. Ben onun yerine haccedeyim
mi?" Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) ona: "Sen onun en büyük çocuğu
musun?" diye sordu. O da: "Evet.." diye cevap verince Efendimiz
şöyle buyurdu: "Ne dersin, babanızın üzerinde bir borç bulunsaydı, sen de
onun yerine o borcunu ödemiş olsaydın, bu ondan yana kâfi gelir miydi?"
Adam: "Evet, kâfi gelirdi" diye cevap verdi. Peygamber (s.a.v.) :
"O halde babanızın yerine haccet" diye buyurdu." [31]
a)
Hanefîlere göre: Zekat ve sadaka gibi mali ibadetlerde niyabet, yani birini
vekil etme mutlaka caizdir. Niyabet veren kişinin ister bedenî kudreti olsun,
ister aciz bulunsun fark etmez. Çünkü maksat, müvekkilin niyetiyle
gerçekleşiyor,Vekilin niyetiyle değil.
Yalnız bedeni ibadet
olan namaz, oruç, itikaf, tilavet-i Kur'an ve zikirde niyabet hiçbir halde caiz
değildir.
Hem mali, hem de
bedeni olan ibadette ise, acz halinde niyabet caizdir ki, bu hac ibâdetine
yönelik bulunuyor. Çünkü bu durumda mali harcamayla meşakkat gerçekleşmiş
oluyor. Ama müvekkilin gücü yettiği, yani bedenen haccetme imkanı olduğu
takdirde niyabet ve vekalet caiz olmaz. Kişinin mutlaka bu ibadeti yerine
getirebilmesi için diğer şartların yanında sağlığının ve kudretinin de yerinde
olması gerekiyor. Aciz durumda bulunduğu takdirde niyabet caiz ve sahih olur.
Acz ise, şu iki
şekilden biriyle gerçekleşir: Ölünceye kadar devam edecek kudretsizlik, müzmin
hastalık ve bir de Ölüm..
O halde kişiye arız
olan acz, tedavisi mümkün bir hastalık veya hapis ve benzeri bir arızaysa, o
takdirde niyabet caiz olmaz. Şüphesiz bu niyabet konusu farz olan hac ile
ilgilidir..
Bu durumda mali imkanı
olduğu halde haccetmekten aciz olan ve bu aczi ölünceye kadar devam eden
kimsenin kendi yerine birini vekil tayin edip hacce göndermesi caiz ve
sahihtir. Böylece naib, yani vekil ihrama girerken müvekkili adına niyet eder
ve telbiye getirir. [32]
b) Şafiîlere
göre: Üzerine hac farz olduğu halde ölen kimsenin terikesinden belli miktar
ayrılarak yerine birinin hacce gönderilmesi vaciptir. Bunun gibi mali imkanı
yerinde olduğu halde çok yaşlılık veya tedavisi söz konusu olmayan bir hastalık
sebebiyle acz içinde bulunduğundan hacce gidemeyen kimsenin kendi adına birini
vekil tutup ücret-i mislini vermek suretiyle hacce göndermesi gerekir..
Ayrıca sözü edilen
aciz kişinin evladı veya yabancı bir kimse di imkanını kullanarak onun yerine
haccederse, en sahih kavle onu kabul etmesi vacip olur. [33]
Böylece bu konuda
Hanefîlerle Şafıîler mevcut rivayetlerle istid-sdip aciz kimsenin kendi yerine
vekil göndermesinde bir sakınca adığmı, yani bunun caiz olduğunu
belirtmişlerdir.
c)
Hanbelîlere göre: Kendisinde haccm vücubunun şartları unduğu halde müzmin bir
hastalıktan veya zayıflıktan veya fazla hlıktan dolayı hacce gidemeyen kimsenin
kendi yerine bir vekil üp göndermesi veya isteyerek onun yerine gitmek isteyen
biri or-a çıkınca ona izin vermesi gerekir. Nitekim İmam Ebû Hanife ile artı
Şafiî de aynı görüş ve içtihadı izhar etmişlerdir.
Böylece sözü edilen üç
mezhep de yukarıda nakledilen hadisle istidlal etmişlerdir. Ayrıca bu konuda
Ebû Rüzeyn hadisi de de-3İarak alınmıştır. [34]
d)
Malikilere göre: Kendisinde haccm vücubunun şartları mevcut olan kimsenin
bizzat haccetmesi gerekir. Hastalık veya fhlıktan dolayı buna gücü yetmiyorsa,
o takdirde yerine vekil ıdermesi doğru olmaz. Böylece hac onun üzerine gerekli
sayılmaz, nkü Kur'an'da: "Oraya yol bulabilen kimseye, Allah için Kabe'yi
:cetmesi gereklidir" buyurulmaktadır ki, bu kişinin bizzat kendisi-ı
gitmesiyle gerçekleşir. [35]
Ancak ölen kimse bu
konuda vasiyet etmişse, terikesinden ge-ten meblağ çıkarılarak yerine biri
vekil olarak gönderilir veya ölen nsenin evladı onun yerine hac ve umre yapmak isterse,
buna cevaz rilir. [36]
165 nolu İbn Abbas
hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. Böylece cem vücubunun şartlarını
kendinde taşıyıp acizliğinden dolayı hac-demiyen kimsenin yerine evladı
haccedebilir.
166 nolu Hz. Ali hadisini
Tirimizi sahihlenıiş ve Beyhakî tahric etmiştir.
Böylece bu rivayet de
birinci rivayeti kuvvetlendirmektedir.
167 nolu Abdullah
hadisinin isnadı salihtir, yani istidlale uygundur. Aynı zamanda babasının
yerine haccetmek isteyen evladın en büyüğünün bunu üstlenmesi daha uygundur
hükmü çıkmaktadır.
İmam Mâlik'e göre, bu
hadislerin taşıdığı hüküm Kurlan'ın zahirine muhaliftir. O bakımdan bunlarla
değil, Kur'an'm zahiriyle amel edilir. [37]
Bu bapta diğer bir
hadis İbn Abbas (r.a.) dan şöyle rivayet edilmiştir:
"Cüheyne
Kabilesi'nden bir kadın Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e gelerek dedi ki:
"Doğrusu annem haccetmeyi adadı, fakat adağını yerine getirmeden vefat
etti. Onun yerine haccedeyim mi?" Peygamber (s.a.v.) ona: "Evet,
annen yerine haccet" buyurdu ve ilave etti: "Ne dersin, annen
üzerinde borç. bulunsaydı sen onu ödemez miydin? O halde onun yerine Allah'a
(adağını) yerine getir. Çünkü Cenab-ı Hakk'a karşı vefa göstermek daha haklılık
arzeder." [38]
Buharı ve İmam
Ahmed'in yaptıkları bir diğer rivayette şu lafza yer verilmiştir:
"Bir adam geldi
ve şöyle dedi:' "Kızkardeşim haccetmeyi adadı... [39]
Bir diğer rivayet yine
İbn Abbas (r.a.) dan şöyle nakledilmiştir:
"Bir adam
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e geldi ve şöyle dedi: "Babam, üzerinde İslâm
(m farz kıldığı) hac olduğu halde (onu yerine getirmeden) öldü; onun yerine
haccedeyim mi?" Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ona: "Ne
dersin, baban üzerindeki borcu ödemeden ölseydi, sen o borcu ödemez
miydin?" diye sordu. O da: "Evet, öderdim" diye cevap verince,
Efendimiz ona: "O halde baban yerine haccet" buyurdu." [40]
Ancak 174 nolu hadisin
muztarip olduğu söylenir. Çünkü bir rivayette "Annem öldü.."
denilirken, bu rivayette "Annem adadı.." denilmektedir. Hadisi aynı
zamanda Şafiî ve îbn Mâce de tahric etmişlerdir.
Böylece hadislerin
açık delaletinden, nasıl varisler ölen murislerinin borcunu terikesinden
çıkartıp ödemek zorunda iseler, onun gibi, adama hac farz olduğu halde onu
yerine getirmeden ölürse, varislerinin onun yerine haccetmesi gerekir hükmü
çıkmaktadır. Ancak müctehidlerin bu konu hakkındaki görüş ve tesbitleri az
farklıdır. Çoğuna göre, bu borç gibi gerekli değildir. Ancak varis arzu ettiği
takdirde onu yerine getirmesi caiz ve sahihtir. Ölen kimse bunu vasiyet
etmişse, o takdirde vasiyyeti terikesinden karşılanarak yerine getirilir ve bu
vaciptir.
Zeylaî de başkasına
bedel haccetme konusunda 165 nolu İbn Abbas hadisini delil olarak getirmiş ve
sonra da buna cevaz veren ve vermeyenlerin dayanaklarını sıralamış, sonunda
niyabet yoluyla haccın cevazının ağırlık kazandığına işarette bulunmuştur. [41]
Bu konuda değişik
tariklerden beş rivayet daha bulunuyor ki, biri diğerini kuvvetlendirmekte ve
meseleye ağırlık kazandırmaktadır. Zeylaî o rivayetleri de naklederek
araştırıcılara kolaylık sağlamıştır.
1- Kendisinde
haccın vücubunun şartları mevcut olan kimse, yaşlılıktan veya müzmin geçici
olmayan bir hastalıktan dolayı haccetmeğe gücü yetmiyen kimsenin yerine
evladının haccetmesi caiz ve sahihtir. Bunda üç mezhep imamının ittifakı
vardır.
2- Borçlu
ölen kimsenin borcunu varisleri terikesinden çıkartıp ödemekle yükümlüdürler.
Terikesi borcuna yetmediği takdirde, kalan kısmını ödemek onların arzusuna
bırakılır.
3- Hac
konusu da buna kıyas edilmiştir. Ancak müctehidlerin çoğu, bu konuda ölenin
vasiyetini dikkate alarak bunun gerekli olduğunu belirtmiştir. Vasiyyeti
olmadığı takdirde, farklı hüküm ortaya çıkmaktadır.
4- Kendisine farz olduğu halde onu yerine
getiremeyen yaşlı veya hasta kimsenin en büyük evladının onu yerine getirmesi
daha uygundur. Bununla beraber en büyüğünün bunu üstlenmesi şart ve vacip
değildir. Diğer evladından herhangi biri de onun yerine haccedebilir.
5- Ölen
kimseye hac farz olduğu halde onu yerine getirmeden ölmüşse, varislerinin onun
yerine birini hacce göndermeleri ve masrafını ölenin terikesinden vermeleri
vaciptir. Ölenin bu konuda vasiyyeti olsun, olmasın fark etmez. Bu İmam
Şafiî'nin içtihadıdır.
6- Aciz
kimsenin kendi yerine birini hacce göndermesi veya birinin çıkıp kendi
arzusuyla onun yerine haccetmek istemesine izin vermesi vacip olur. Bu, imam
Ahmed'in görüş ve içtihadıdır.
7- Ne aciz
kendi yerine birini hacce gönderebilir, ne de ölen kimsenin vasiyet etmemişse
yerine vekil gönderebilir. Çünkü hac ibadeti, bizzat kendisine
farz olan kişinin
yapmasıyla gerçekleşir ve üzerinden farz kalkmış olur. (Bu, imam
Mâlik'in içtihadıdır.)
8- Ölen
kimsenin yerine henüz farz haccı yapmamış bir fakiri vekil olarak göndermek de
caizdir. Müctehidlerin çoğu buna cevaz vermiştir. İmam Ebû Hanife ve arkadaşları
da cevaz verenlerin arasında bulunuyorlar. Bununla beraber, hac farizasını eda
etmiş bir kimseyi göndermek daha uygun olur.
Hac yolculuğu için
beden sağlığı nasıl şartsa, gidiş ve dönüşte itecek kadar azık ve binek de
vücubunun şartlarmdandır. Bunların la ailenin asıl ihtiyacından fazla olması
gerekir. Aynı zamanda gidip İönünceye kadar ailesinin de nafakasını
karşılayacak kadar bir meblağın bulunması söz konusudur.
Böylece İslâm Dini,
her konuda olduğu gibi, hac konusunda da birtakım sınırlar ve şartlar ortaya
koymuş, haccetmek isteyen kişinin meşakkat, sıkıntı, açlık Ve
perişanlığa*düşmemesi için gerekli bütün ölçü ve tedbirleri koymuştur. Zira
ibadet normal şartlar altında yerine getirildiği nisbette huzur ve itmi'nan
verir. Aileyi açlık ve sıkıntıya sokarak hacca gitmenin bir anlamı yoktur. Her
hak sahibinin hakkını vermek; aileden yana sorumluluğun sınır ve hikmetini
idrak etmek dindarlığın ta kendisidir.
O halde yeterli azık
bulamayan, binek, vasıta te'min ec emiyen; aynı zamanda gidip 'dönünceye kadar
ev halkının nafakasını karşılayamayan kimseye hac vacip değildir. Çünkü şartlar
gerçekleşmemiştir.
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre: Resulüllah (s.a.v.) Efen-dimiz'in "Oraya yol
bulabilen kimseye, Allah için Kabe'yi haccetmesi gereklidir" ayetini
zikretmesi üzerine denildi ki: 'Ya Resulellah! Yol bulabilmek nedir?"
Resulüllah (s.a.v.) şu cevabı verdi: "Azık ve binektir.." [42].
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Oraya yol
bulabilen kimseye., ayetinden maksat, azık ye binektir." [43].
a) Hanefîlere
göre: Haccm vücubu konusunda beden sağlığı, azık ve binek "istitaâ"
kapsamına girer ve şarttır. Bunlardan biri olmadığı takdirde hac o kişiye
vacip değildir. Zira hac ibadeti hem mali, hem bedeni bir ibadettir ve ancak
beden sağlığıyla birlikte bu iki unsurla gerçekleşebilir.. Buna selamet-i esbab
ve alât da diyebiliriz.
Bununla beraber
Mekke'ye yakın yerlerde ve yörelerde oturanlar için, yaya gitme imkanı
bulunduğundan binek şart değildir. [44]
b) Şafiîlere
göre: Haccm vücubunun şartı: İslâm olmak, teklif çağma girmiş bulunmak, hür
olmak ve bir de istitaâ düzeyinde bulunmaktır, îstitaâ iki çeşittir: Biri
ibadete başlayabilme güç ve imkanıdır ki, bunun da birtakım şartları vardır:
Gidip gelinceye kadar azık, lüzumlu alet ve edavatm mevcut olması bu
cümledendir. Ailesi yoksa, dönünceye kadar onların nafakasını te'min etme söz
konusu değildir. Ayrıca Mekke ile bulunduğu belde veya yöre arasında iki
merhalelik bir mesafe bulunuyorsa, o takdirde binek te'min etmesi şarttır.
Merhaleden maksat, bir konaklık mesafedir ki, iki merhale iki konak, yani iki
günlük bir uzaklıktır. Bu mesafeden daha yakın bir yerde oturan kimsenin yaşı
ve fiziksel yapısı yürümeğe müsaitse, bineği olmadığı takdirde yaya olarak
haccetmesi gerekir. [45]
c)
Hanbelîlere göre: Bu mezhebe göre de azık ve bineğin şart olduğu belirtilirken
az farkla da olsa değişik bir görüş ortaya konmaktadır. Şöyle ki: Binek ancak,
kişinin bulunduğu belde ile Mekke arasında "kasr mesafesi" kadar
uzaklıkta olması halinde şarttır. Bu mezhebe göre kasr mesafesi, 16 fersah veya
48 mildir. Ibn Abbas bunu Usfan ile Mekke veya Taif ile Mekke arasındaki mesafe
olarak belirlemiş ve iki günlük bir uzaklık olarak vasıilamıştır. [46]
Azık ise, gidip
gelinceye kadar kendisine ve evdeki çocuklarına tecek kadar yiyecek ve içecek
maddelerinin bulunmasıdır. Buna
adreti yeten kimseye
hac farz olur, yetmediği takdirde farz olmaz.
unun yamsıra yolculuk
için gerekli alet ve edavatın da bulunması z konusudur. [47]
d)
Malikîlere göre: Hac için istitaâdan maksat, maddi imkan-ira sahip olup
Mekke'ye ve inenasik mahalline gidebilmektir. Bu bi-ekle olabileceği gibi,
meşakkatsiz yaya gidebilen kimse için bçerlidir; yani ikisi de maddi imkana
sahip bulunuyor demektir. Bi-eceği hayvanın kendisine ait olmasıyla,
kiralanması, yani icar tut-ıası arasında fark yoktur.
Böylece azık ve binek
hac için şart değildir. Yaya yürüyebilen imse yaya olarak gider. Azığı olmayıp
elinde sanatı olup onunla yol ioyunca azığını te'min edeceğine inanan kimse
Öylece yola çıkar.
Ev halkının helak olma
endişesi yoksa, dönünceye kadar onlar fin gerekli azığı sağlaması da şart değildir.
îdare edeceklerine ka-[aat getirdiği takdirde onları o vaziyette bırakmasında
bir sakınca foktur. Bunun aksine bir durum söz konusu ise, yani dönünceye
ka-İar aile fertlerinin açlıktan ve imkansızlıktan hastalanıp perişan ola-cakları
söz konusu ise, o takdirde hac ona vacip değildir. [48]
178 nolu hadisi aynı
zamanda Hâkim tahric edip, Şeyhayn'm şartına göre sahihlemiştir. Beyhakî de bu
rivayeti almış ve isnadının sahih olduğuna işarette bulunmuştur. Her ikisi de
bunu Saîd b. Ebî Arûbe tarikiyle Katade'den, o da Enes (r.a,) den merfuan
rivayet etmiştir.
Beyhakî, rivayet
zinciri üzerinde durarak, bu konuda daha isabetli olanı, Katade'nin
el-Hasan'dan murselen rivayetidir demiştir. Hafız îbn Hacer de: "Bu
hadisin el-Hasan'dan olan rivayetin senedi sahihtir" diyerek Beyhakî'nin
tesbitini uygun görmüştür. [49]
Hâkim ise, bunu Hammad
b. Seleme tarikiyle Katade'den, o da Enes (r.a.) den rivayet etmişse de,
Hammad'ın Ebu Katade1 Abdullah b. Vakıd el-HarYanî olduğu ve bu zatın münkerü'l-hadis
bulunduğu tesbit edilmiştir. Nitekim Ebû Hatim de aynı görüştedir. [50]
Yahya b. Maîn de, ondan hadis alıp yazdığını, sonra da bıraktığını kaydetmiştir.
Ancak Ahmed b. Hanbel,
bu zatın sıka (güvenilir) olduğunu belirtmiştir.
179 nolu Îbn Abbas hadisini
Darekutnî tahric etmiş; Îbn Hacer ise onun senedinin zayıf olduğuna dikkat
çekmiştir. [51]
Bu bapta İmam Şafiî ve
İmam Tirmizî'nin îbn Ömer (r.a.) dan rivayet ettikleri bir hadis bulunuyor ki,
Tirmizî onu hasenlemiş ve Darekutnî tahric etmiştir. Aynı zamanda Îbn Mâce de o
rivayeti alıp nakletmiştir. Ancak isnadında İbrahim b. Yezid el-Huzî bulunuyor
ki, bu zat metrukü'l-hadistir.. İmam Ahmed ile Nesâî onun sika olmadığına-
değinmişlerdir. [52] İbn Maîn de onun sika
olmadığını söylemiş; Buharî: "Bu zat hakkında hadis alimleri susup bir
görüş belirtmemişlerdir" diyerek şüpheli olduğuna işarette bulunmuştur.
Bu konuda Cabir'den,
Ali b. Ebî Talib'den, İbn Mes'ud'dan ve Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayetler
bulunuyor ki, hepsi de zayıftır. Ancak bütün bu zayıf rivayetler birbirini
kuvvetlendirmekte ve istidlale salih bir güç taşımaktadır.
İmam Mâlik bu
rivayetlerin hiçbirini dikkate almamış ve ayette geçen "istitaâ" um
sadece sağlık olduğunu belirtmiştir. Zira ayette: "İnsanları hacca çağır;
yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler" yaya
olarak da hacca gelinmesi belirtiliyor.
Diğer müctehidler ise,
ayeti mezkur hadislerle birleştirerek azık ve bineğin haccm vücubunun
şartlarından olduğunu ortaya koymuşlardır. Nitekim delillerin önemli bir kısmı
bu sonucu vermekte ve içtihadın isabetim göstermektedir.
1- Farz
haccm vücubunun şartlarından biri, gidip gelinceye kadar hem kendisinin, hem
de evdeki aile fertlerinin yetecek kadar azıklarının bulunmasıdır.
2- Kendisine
yetecek kadar azık bulunur da, ev halkına bulunmaz ve onların aç ve perişan
olması söz konusu olursa, o takdirde kişiye hac farz değildir.
3- Aynı
zamanda iki konak veya daha fazla uzak yerde bulunan msenin binek te'min etmesi
gerekir. Bu kendi bineği olabileceği di, icarla tutulan bir binek ve araç da
olabilir. Nitekim günümüzde îi arabasıyla gidenler olduğu gibi, ücretini vermek
suretiyle otobüs >ya uçakla gidenler de vardır. Böylece binek de haccın
vücubunun Lrtlarmdan biri sayılmıştır. O imkan olmayınca kişinin üzerinden o
icub kalkmış olur.
Buraya kadar olan
hükümler daha çok üç mezheple ilgilidir.
4- Azık ve
binek şart değildir. Kişi gücü yettiği takdirde yaya ol-fak gider ye yol
boyunca para kazanıp azığını te'min etme imkanı ırsa, öyle yapar.
5- Haccın
vücubu için sadece beden sağlığı şarttır. Bu iki hüküm îmam Mâlik'e göredir.
İslâm Dini, kadına
layık olduğu yeri vermiş ve onu her türlü tecavüzden korumak, saygınlığına
halel getirmemek, annelik vekarmı bütün özelliğiyle ayakta tutmak için birtakım
maddi ve manevi müeyyideler koymuş; emir ve tavsiyelerde bulunmuştur.
Bunlardan biri de,
yanında mahremi bulunmayan kadının sefere çıkmasının yasaklanmasıdır. Zira
yanında kocası veya mahremi bulunmayan kadına kötü gözle bakanlar çıkabileceği
gibi, ona saldıranlar da olabilir. Böylece aile yuvasını sarsacak, kadının
iffetini lekeliyecek birtakım olaylar doğabilir. O bakımdan yüce dinimiz kadını
böyle bir sonuçtan muhafaza etmek için, sefere çıkması söz konusu olduğu zaman
yanında mahreminin bulunmasını şart koşmuş, aksi halde çıkmasının haram
olduğunu belirtmiştir.
Ancak bu seferin kısa
veya uzun olması, hac veya başka bir maksada yönelik bulunması üzerinde
müctehidlerin farklı tesbit, icti-had ve görüşleri ortaya çıkmıştır.
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in hutbe irad
ederken şöyle buyurduğunu duymuştur: "Hiçbir (yabancı) erkek, yanında
mahremi bulunmayan bir kadınla tenha yerde başbaşa kalmasın ve kadın ancak
beraberinde mahremi olduğu halde sefere çıksın!" Bunun üzerine bir adam
şöyle dedi: 'Ya Resulallah! Doğrusu eşim hacca niyet edip çıkmış bulunuyor. Ben
ise şu ve şu gazaya gitmek üzere kayıt olunup yazıldım!" Peygamber
(s.a.v.) Efeıı-dimiz ona: "Hadi git, eşinle birlikte haccet"
buyurdu." [53].
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kadın üç (konak mesafeye) yolculuk yapmasın, ancak yanında mahremi
bulunduğu halde yapsın. [54]
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz,
kadının iki günlük veya iki gecelik bir mesafeye sefer etmesini (yolculuk
yapmasını) yasakladı; ancak beraberinde kocası veya mahremi bulunduğu takdirde
sefer yapabileceğini bildirdi." [55]
Diğer bir lafızla
hadis şöyle rivayet edilmiştir: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir
kadına üç gün veya fazla sürecek uzaklıkta bir yere sefere çıkması helal olmaz;
ancak beraberinde babası veya kocası veya oğlu veya kardeşi veya mahremi
bulunduğu halde çıkması helal olur." [56]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Hiç bir kadına
bir gün, bir gece uzaklıktaki bir mesafeye yolculuk yapmak helal olmaz, ancak
beraberinde mahremi bulunduğu takdirde helal olur." [57]
Diğer bir rivayette
ise hadis şu lafızla nakledilmiştir: "Bir gece uzaklıktaki yere.."
Başka bir rivayette ise, "Kadın
yanında mahremi olmadığı takdirde üç
günlük uzaklıktaki bir yere yolculuk yapmasın.." [58].
Açıklama:
Altı hadisin
birincisinde, kadının yalnız başına veya yanında mahremi olmaksızın başka
kimselerle, ister hac, ister başka bir seyahat amacıyla olsun sefere çıkması
yasaklanmıştır. Diğer beş hadiste ise, hacdan söz edilmeyip sadece mahremsiz
olarak belirlenen uzaklıktaki yere seyahat etmesi yasaklanmıştır. O bakımdan
müctehidlerin bu konu hakkında farklı ictihad ve istidlalleri, görüş ve
tesbitleri söz konusudur.
a)
Hanefîlere göre: Haneliler yukarıdaki hadislerle istical ederek, kadının
beraberinde kocası veya mahremi bulunmadığı takdirde hacce gitmesi vacip
değildir. Zira bunlarsız yola çıkması yasaklanmıştır. Aynı zamanda zengin kadının
kocası veya mahremi onunla beraber yola çıkmak istemedikleri, seyahat etmekten
kaçındıkları takdirde, zorlanamazlar ve bu durumda kadın hacca gitmekten vazgeçer.
[59]
Aynı zamanda haccetmek
isteyen kadının boşanma veya kocasının vefatından dolayı iddet (şer'î bekleme
süresi) içinde olmaması gerekir. Aksi halde yanında mahremi de olsa hacca
gidemez. [60]
Böylece Hanefîler,
kocasız ve mahremsiz seyahati hac ve diğer hususlara teşmil edip mutlak anlamda
ele almışlardır.
Mahremden maksat,
kendisine nikahı ebediyen haram olan yakınlarıdır ki, bu yakınlık sıhriyet,
ana-baba tarafından yakın hısımlık ve reda (süt emmek) ile gerçekleşir.
Kendisine hac farz
olan kadının yanında mahremi bulunduğu takdirde, kocası hacca gitmesine izin
vermese bile, kadın bu farzı yetirine getirmeğe gider ve kocasının müsaade
edip etmemesine bakmaz. Çünkü koca, farz ibadete engel olma hakkına sahip
değildir.
Aynı zamanda mahremin
fasık ve mecusi olmaması, dinsiz bu-[Unmaması şarttır. Kitap ehli olmasında bir
sakınca yoktur. [61]
b) Şafiîlere
göre: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'den rivayet edilen hadislere göre, hac
yolculuğu için azık ve binek söz konusudur, tüvayetler buna delalet etmektedir;
Kadın bu iki şeyi te'min edebi İirse ve yanında da güvenilir kadınlar bulunur,
yol da emni-yette olursa, hac kendisine farz olur, gitmesi gerekir. İsterse
beraberinde kocası veya mahremi bulunmasın.. Çünkü Resulüllah (s.a.v.) hac içir
azık ve bineğin şart olduğunu belirtirken kadınları bunun dişindi tutmamış,
yani bunu erkeklere has kılıp kadınları istisna etmemiştir Hür kadının
beraberinde güvenilir kadınlar bulunmazsa, o takdirdi yabancı erkeklerle
birlikte yola çıkamaz.
Bize kadar gelen
rivayete göre: Hz. Aişe, îbn Ömer ve îbı Zübeyr, kadının yanında kocası ve
mahremi olmadığı takdirde yin de hac için yola çıkabileceğini belirtmişlerdir.
(198)
c)
Hanbelîlere göre: Hac konusunda kadınla ilgili hükün mahremi olduğu takdirde
erkekle ilgili hüküm gibidir. O bakımda: mahremi olmayan kadına hac vacip
değildir. Çünkü o mahreir olduğu takdirde erkekle ilgili hükmün kapsamına
girer, olmadığı tat dirde girmez ve o sebeple de hac kendisine vacip sayılmaz.
Nitekii Ebû Davud diyor ki: İmam Ahmed1 e sordum: "Zengin bir kadın va:
ama mahremi yoktur, hac ona vacip olur mu?" Cevap verdi: "Hayı: vacip
olmaz."
Bu, aynı zamanda
el-Hasan, Nahaî, İshak, îbn Münzir ve re tarafdariarmın kavli ve içtihadıdır.. [62]
d) Malikîlere göre:
Kadının hac konusunda
yola çıkması içm mahrem şart değildi Bir grup kadınla birlikte çıkabilir, bunda
bir sakınca yoktur. Çünl bu vacip bir seferdir, o bakımdan mahremin bulunması
şart değildi Nitekim Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Adiy b. Hâtem'e şöyle buyu
muştur: "Çok geçmez, kadın mahfe içinde, Beytullah'ı kasded rek ryanında
ve beraberinde kimse olmadığı halde- Hiyeı (Küfe yakınında bir şehir) den çıkar
ve Allah'tan başka h kimseden korkmaz." [63]
Böylece Şafîîlerle
Malikîler bu konuda birleşmiş bulunuyor. Diğer iki mezhep imamları ise,
belirttiğimiz gibi, kadının mahremsiz veya kocasız sefere ve hacca
çıkamıyacağma kail olup bu doğrultuda ictihadda bulunmuşlardır.
Şafiüerle Malikîler
hac dışındaki seyahatler için kadının yanında mutlaka kocasının veya mahreminin
bulunmasını belirterek, hac ile diğer seferler arasında fark bulunduğunu
söylemişlerdir.
Şüphesiz kadının hacca
gitme konusunda sözü edilen iki mezhebin icithadı kolaylık getirmiştir.
189 nolu İbn Abbas
hadisi sahihtir. Beş Önemli hükme delalet etmektedir:
1- Yabancı
bir erkeğin, yanında mahremi bulunmayan kadınla tenha kalması haram ve büyük
günahtır.
2- Yanında
mahremi bulunan kadınla aynı yerde bulunması -kötü niyet taşımıyorsa- bir
sakınca görülmemiştir.
3- Yanında
mahremi olmayıp da güvenilir birkaç kadın bulunan bir kadının bulunduğu yerde
yabancı bir erkeğin bulunması ise, ihtilaf konusudur Ancak yukarıdaki hadisin
zahiri anlatımından, bunun caiz olmadığı anlaşılıyor. [64]
4- Yanında
kocası veya mahremi bulunmayan bir kadının (iki veya üç konak uzaklıkta bulunan
bir yere) sefere çıkması caiz değildir. Yanında güvenilir kadınlar bulunduğu
halde, iki mezhebe göre farz olan hac için yolculuğa çıkabilir.
5- Kadını
mahremsiz hacce göndermek caiz değildir. Bu da diğer iki mezhebin içtihadıdır.
Savaşa katılmaktansa, mahremsiz hac yoluna çıkmak isteyen eşinin yanında
bulunmak daha uygundur.
Böylece hadiste
"lâtüsafir" yasağı umum ifade etmektedir.
190, 191, 192, 193,
194 nolu hadislerde kadın hakkında men'edilen sefer mesafesi farklı
anlatımlarla belirtilmiştir. İlk anda hadisler arasında bir tearuz bulunduğu
intibaını veriyorsa da, aslında bir tearuz yok, Önce bu mesafenin üç gün, yani
üç konak olduğu, sonra bundan daha az, mesela iki konak, hatta bir konaklık
mesafe hakkında da aynı hükmün, yani yasak hükmünün cari ve geçerli olduğu
bildiriliyor. Böylece çoğun azı da içerdiği ortaya çıkmış oluyor.
Hanefîler burada üç
konağı esas olarak alimş, bunun nütehakkik anlamda, diğerlerinin meşkûk manada
bulunduğunu be-irtmişler ve. böyle durumlarda mütehakkik olanla amel
edileceğim, Uğerlerinin terkedileceğini vurgulamışlardır.
Şafîîler ise, 189 nolu
hadisteki "Hadi git eşinle birlikte haccet" bmrinin bir tavsiye
anlamı taşıdığını, eşi hakkında endişe eden adamın şüphe ve endişesini
gidermeğe yönelik bulunduğuna kail olmuşlardır. Hanefîlerle Hanbelîler, bu
rivayete dayanarak diğer hadislerde geçen "lâ tüsafîri'l-mer'etü.."
cümlesindeki nehyi, bütün seferlere teşmil etmişler ve bunu mutlak anlam
düzeyinde yorumlamışlardır.
193 nolu Ebû Hüreyre
hadisinde geçen "bir gün, bir gece" denilirken, diğer rivayette
sadece "bir gün" veya sadece "bir gece" denilmiştir.
Burada bir gün1 den maksat gecesiyle beraber bir gündür ve "bir gece"
den maksat, gündüzüyle beraber bir gecedir denilebilir. İlim adamlarının önemli
bir kısmı da hadisler arasındaki tearuzu kaldırıp te'lif etme yolunu seçeıken böyle bir yorumu tercih etmişlerdir.
194 nolu Ebû Hüreyre
hadisi üzerinde hayli durulmuş ve diğer !hadislerdeki farklı anlatım ve değişik
hüküm göz önüne alınarak birtakım yorumlara gidilmiştir. Bu rivayeti dikkate
alanlar, yanında kocası veya mahremi bulunmayan kadının bir gündüz veya bir
gece sürecek yolculuğa, yani bir konaklık mesafeye sefere çıkmasına cevaz
verilemez demişlerdir. Üç konak rivayeti, ondan daha az olan mesafeyi de içine
almaktadır; yanı az çoğun içindedir yorumu ise ağırlık-kazanmıştır.
Bu bapta Darekutnî'nin
rivayet ettiği: "Kadın ancak yanında kocası bulunduğu halde sefere
çıksın" mealindeki hadisi Ebû Avane sahihlemişse de müctehidlerin çoğu bu
rivayete itibar etmemiştir. Yine Darekutnî'nin Ebû Ümame (r.a.) den rivayet
ettiği, "Kadın, yanında zevcesi olmadığı takdirde üç günlük mesafeye (üç
konak) çıkmasın veya haccetmesin.." rivayetinin isnadında bir takım zayıf
ravi bulunduğundan istidlal ve ihticace salih görülmemiştir.
Sonuç olarak, ayette
haccm, ona yol bulabilen erkek ve kadın her müslümana farz olduğu genel bir anlatımla
belirtilmiştir. Hadislerin bir kısmında ise, yanında kocası veya mahremi
olmayan kadın bu umumdan istisna edilmiştir. Çoğu hadislerde ise, mutlak
anlamda sefer kavramına yer verilmiş ve böylece yanında mahremi olmayan
\kadının hac için olsun, başka bir seyahat için olsun sefere çıkamayacağı
belirtilmiştir. îlim adamlarından bir kısmına göre, hadisler ayetin umumilik
ifade eden anlatımını hususlandırmakta Ve böylece bu konuda yanında mahremi
olmayan kadının istisna teşkil ettiğini belirtmektedirler. Diğer bir kısmı ise,
(imam Şafiî ve îmam Mâlik başta olmak üzere) ayetteki anlatım, hem erkekleri,
hem de kadınları kapsamakta ve yol bulabilen, yani şartlar elverdiği kimsenin
haccetmesinin farz olduğu -bir hüküm olarak- istinbat edilebilir, diyerek farklı
bir yorum ortayakoymaktadırlar. [65]
1- Kadının
kocası eya mahremi yanında olmadığı halde üç konaklık bir mesafeye yolculuk
yapması caiz değildir. Hac farizasını yerine getirmek isteyen kadın da bu
hükmün kapsamına girmektedir,
2- Kadının
mahreminden maksat, kendisine nikahı ebediyen haram olan yakınlarıdır ki bu
yakınlık sıhriyet, ana-baba tarafından hısımlık ve bir de redâ (süt emme ve
emzirme) yoluyla gerçekleşir.
Yukarıdaki fıkhî hüküm
Hanefi'lerin içtihadıdır.
3- Yanında
mahremi bulunup kendisine hac farz olan kadının gitmesine kocası engel olma
hakkına sahip değildir. Çünkü mükellef olan kişi kimseden müsaade almadan
kendisine farz olan ibadetleri yerine getirmekle yükümlüdür.
4- Mahremin fasık, mecusî ve dinsiz olmaması
şarttır. Kitap Ehli (Yahudi veya Hristiyan) olmasında bir sakınca yoktur.
5- Hac
yolculuğu için şart olan azık binektir; koca veya mahrem şart değildir. O
bakımdan yanında birkaç güvenilir kadın bulunan zengin kadının haccetmesi
gerekir.
Bu fıkhî hüküm,
Şafiîlerin içtihadıdır. Mâlikîler de ajjnı görüştedirler.
6- Yanında kocası veya mahremi bulunmayan zengin
kadına hac farz değildir. Ama hac dışındaki seyahatler için kadının yanında
kocası yeya mahreminin
bulunması şarttır. Şafiiler
de aynı görüştedirler.
7- Farz ve
vacip olan bir sefer için (hac seferi) mahrem şart değildir. Bu, îmam Mâlik'in
görüş ve içtihadıdır.
8-Yanında
mahremi bulunmayan kadının kasr mesafesinden kısa bir mesafeye yolculuk
yapmasında müctehidlerin çoğu sakınca görmemiştir. Ancak hadislerin zahirî
delaletinden bir konaklık mesafeye bile mahremsiz gitmesinin caiz olmadığı
anlaşılıyor ki, sahih olan da budur.
Kendisine farz olduğu
halde müzmin hastalıktan veya çok yaşlılıktan dolayı gidemiyen veya kendisine
farz olduğu halde onu eda etmeden ölen kimsenin yerine birini vekil olarak
göndermesinin caiz ve sahih olduğunu yıkandaki konuda açıklamış bulunuyoruz.
Ancak vekil olarak gönderilmek istenen kimsenin daha Önce kendi adına farz
haccı eda etmiş olması şart mıdır? Şüphesiz bu konuda fazla rivayet
nakledilmemiş tir. O bakımdan müctehidlerin farklı yorum, görüş ve ictihadları
ortaya çıkmış bulunuyor. Kimine göre, vekilin daha önce kendi adına farz haccı
yapmış olması şarttır, kimine göre şart değildir.
Bütün bu görüş ve
ictihadların bir Özetini verecek olursak, şöyle bir sonuç ortaya koymamız
mümkündür: Vekil olarak gönderilmek istenen kimse, kendisine hac farz olacak
kadar zengin bulunuyorsa, o !takdirde başkası yerine vekaleten gitmesi caiz
değildir. Önce kendi imkanını kullanıp farz olan haccı eda etmesi gereklidir.
Bu imkana sahip değilse, yani gidemiyecek kadar fakirse, o takdirde başkasının
imkanıyla vekaleten hacce gitmesinde -müctehidlerin bir kısmına göre- bir
sakınca yoktur.
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, bir adamın: "Şübrüme'ye bedel Lebbeyke.."
dediğini duydu ve ona sordu: "Şübrüme kimdir?" Adam: "Benim
kardeşim veya bir yakınımdır" diye cevap verdi. Bunun üzerine Resulüllah
(s.a.v.) ona sordu: "Kendin için haccettin mi?" Adam:
"Hayır" diye cevap verince,
Efendimiz ona:
"önce kendin için haccet, sonra da Şübrüme'ye bedel haccet"
buyurdu." [66]
Darekutni'nin tesbit
ve rivayetinde ise hadisin son kısmı şu lafızla nakledilmiştir: "Bu senin
için haçtır ve bir de Şübrüme için haccet!" ().
el-Bahr Kitabı'nda ise
şu hadisle istidlal edilmiştir:
Adam: "Nebişe
(veya Nübeyşe)ye bedel Lebbeyke" deyince, Efendimiz ona: "Bu Nübeyş'e
için ve bir de kendin için haccet" buyurdu, [67]
a) Hanefîlere göre: Kendi nefsi için haccetmeyen
kimseye fıkıhta "sarûrî" denir. Böylesini başkasının yerine vekil
olarak hacce göndermek caizdir. Bunun gibi köle ve kadının da vekaleten gönderilmesi caizdir. Ancak farz
olan haccı eda etmiş olan bir kimseyi" vekil göndermek evladır.
Bazılarına göre, sözü
edilenleri vekil olarak göndermek mekruhtur. [68]
Fetava-yı Hindiyye'de
bu konu şöyle belirtilmiştir: "Kendi adına birini hacce göndermek isteyen
kimsenin, göndereceği kimsenin daha önce kendi nefsi için haccetmiş bulunması
durumunu dikkate alarak Öyle birini bulup göndermesi efdaldır. Bununla beraber
kendi nefsi için farz haccı eda edememiş bir kimseyi göndermesi de caizdir.
Böylece vekil olarak gönderdiği kimsenin yapacağı hac müvekkilin üzerinden farz
olan haccı düşürür," [69]
b) Şafiîlere
göre: Nâib ve vekil olarak hacca gönderilecek kişinin önce kendi adına farz
olan haccı eda etmiş olması şarttır. Farz olan haccı yerine getirmemiş bir
kimseyi naib (vekil) olarak göndermek caiz değildir. Aynı zamanda naibin
güvenilir ve adil olması gereklidir. [70]
c) Hanbelîlere
göre: Bu mezhep imamları da Şafiîlerle aynı görüş ve ictihaddadırlar. Yani
bunlara göre de, hacca naib olarak gönderilecek kimsenin daha önce kendi adına
farz olan haecı eda etmiş bulunnası vaciptir. Aynı zamanda üzerinde kaza
haccımn da bulunmaması söz konusudur. Adak hac da böyle; yani kişinin üzerinde
vacip olan adak hac bulunuyorsa, onu yerine getirmeden başkası adına vekaleten
haccedemez. [71]
d)
Mâlikîlere göre: Gerek hastanın, gerekse yaşlı kimsenin yerine vekil göndermek
caiz ve sahih değildir. Ölü için de bu hüküm aynen geçerlidir. Yani ölen bir
kimsenin yerine hac için vekil tutup göndermek sahih değildir. Çünkü hac
ibadeti daha çok bedeni bir ameldir ve bedeni ibadetlerde naib tutmak caiz
değildir. [72]
203 nolu İbn Abbas
hadisini aynı zamanda îbn Hibban tahric etmiş ve Beyhakî sahihlemiştir. Sonra
da. Beyhakî bu hadis hakkında şunu söylemiştir: "Hadisin isnadı sahihtir
ve bu bapta bundan daha sahih hadis yoktur." [73]
Gerçi Beyhakî bunu
merfuan rivayet etmiştir. Ancak refî' sika (güvenilir) ravi tarikiyle gelirse
kabule şayan görülür. Bu hadisin de refi sika tarikiyledir. Çünkü bunu refi1
eden ravi Abede b. Süleyman'dır ki, Hafız İbn Hacer onun için şöyle demiştir:
"O sikadır ve rivayetiyle ihticac edilebilir. Nitekim Sahihayn'de onunla
ihticac edilmiştir.
Tahâvi bu hadisin
mevkuf olduğunu belirtmiş, ve İmam Ahmed de: "Bunun merfu' sayılması
hatadır" demiştir. [74]
Hadisin zahiri,
kendisi için farz haccı yerine getirmeyen kimsenin başkası adına naib olarak
haccetmesinin caiz olmadığına delalet etmektedir. Naib olacak kişinin zengin veya
fakir olması arasında bir fark söz konusu olmamıştır. Nitekim Hz. Peygamber
(s.a.v.) ondan kendi nefsi için haccedecek imkana sahip olup olmadığını sormamıştır.
Yukarıda da
belirttiğimiz üzere, bu konuda bir diğer rivayeti el-Bahr sahibi şu lafızla yapmıştır:
"Bu yaptığın hac Nübeyşe'den yanadır ve sen bir de kendin için
haccet.."
Şevkanî bu rivayet
üzerinde durarak, "mutemed olan hiçbir hadis kitabında buna
rastlayamadım. O bakımdan buna değil, yukarıda nakledilen İbn Abbas hadisine
itimad etmenin uygun olacağını söyleyebilirin" demiştir. [75]
İbn Hibban hadisin bir
diğer tarikle rivayetini ele alarak Re-sulüllah'm (s.a.v.) o telbiyle getiren
adama: "Bunu kendin için, nefsinden yana yap ve sonra da Şübrüme adına
haccet!" buyurması, başkası adına naib olarak haccedecek kimsenin ilk
önce kendi adına haccetmesinin vacip olduğunu belirtmiş ,ve buradaki emir
vücubu gerektirmektedir diye ilave etmiştir. [76]
Zeylaî bu bapta, baba
ve anası yerine haccetmek isteyen kadına ve adama Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz'in: "Annen yerine» Baban yerine haccet" dîye buyurmasını
ele alarak üzerinde durmuş ve başkası adına haccedecek kimsenin önceden farz
olan haccı kendi adına yapmasının şart olmadığına delil gösterenlerin görüşlerini
nak-letmiştir. [77] Böylece Hanefî
imamlarının bu konudaki ictihad ve istidlalleri ağırlık kazanmakta ve konuya
bir rahatlık getirmektedir.
Hac ibadeti de diğer
farz ibadetler gibi, ergen-olup teklif çağma giren müslümanlara -şartlar
elverdiği takdirde- farzdır. Çocuk henüz teklif çağına girmediği, köle de
başkasının mülkünde bulunduğu için hac onlara farz değildir. Ancak sahipleri
onları- hacce götürürse, o takdirde yaptıkları hac sahih sayılır, ileride çocuk
ergen olup imkanlar ve şartlar elverdiği takdirde farz olan haccı yerine
getirmesi vacip olur. Köle de hürriyetine kavurur da haccedecek kadar zengin
olursa, ona da farz haccı yerine getirmesi gerekir. Böylece ilk önce sahipleri
tarafından kendilerine yaptırılan hac farz yerine geçmemiş olur.
İbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Revha'da develere binmiş
bir grup insanla karşılaştı. Onlara sordu: "Bu kavm kimlerdendir?"
"Müslümanlardır" diye cevap verildi. Sonra onlar: "Siz kimsiniz?"
diye Peygamber'e (s.a.v.) sordular. Efendimiz onlara: "Resulüllah
(s.a.v)" diye cevap verdi. Bunun üzerine bir kadın çocuğunu tutup kaldırdı
ve "bunun için hacc olabilir mi?" diye sordu. Efendimiz (s.a.v.) şu
cevabı verdi: "Evet, senin için de ecir (sevap ve mükafat) vardır."
(215).
es-Sâib b. Yezıd
(r.a.) anlatıyor: (215} Müslim- Ebû Davud- Nesâî- Ahmed
"Babam,
Resulüllah (s.a.v.) Efendimizleberaber, Veda Haccı'nda haccetti ki, ben (o gün
için) yedi yaşında bulunuyordum" [78]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Yanımızda
kadınlar ve çocuklar olduğu halde Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber
haccettik ve böylece çocuklar adına telbiye getirip, onlar adına (cemrelere)
taş attık." [79]
Muhammed b. Kâb
el-Kurezî'den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurdu: "Hangi çocuk adına onun ailesi hacceder ve sonra o çocuk ölürse,
bu hac ona kafi gelir. Ama yaşayıp ergen olur ve haccedecek imkana kavuşursa,
ona farz haccı eda etmek gerekir. Hangi köleyi de sahibi alıp hacce götürür ve
onunla birlikte haccederse, bu da o köle için kafi gelir. Ama azad edilir (ve
şartlar da elverir) se ona da farz haccı yerine getirmek gerekir." [80].
a)
Hanefîlere göre: Haccın farziyetinin şartlarından hiri de buluğ ve akıldır.
Ergen olmayan çocuğa hac farz değildir1. Aynı zamanda çocuk ve deliye bu
konuda hitapta bulunulmaz; yani onlar farz ibadetle yükümlü tutulmazlar. O
bakımdan çocuk hacceder ve sonra ergen olur da mali imkana kavuşur ve şartlar
elverirse, haccetmesi, yani farz olan haccı yerine getirmesi gerekir. Buluğ
olmadan önce yaptığı hac onun için tetavvu (nafile) olur.
Haccın farziyetinin
şartlarından biri de hürriyettir. O bakımdan kölelere hac farz değildir. Ama
efendisi tarafından hac menasikini yapması sağlanırsa, bu onun için nafile
sayılır. Hürriyetine kavuşup şartlar elverdiği takdirde haccetmesi farz olur. [81]
b) Şafiîlere
göre: Çocuk ergen, kız da ayhali olmadıkça veya önbeş yaşma girmedikçe hac
ibadeti onlara farz değildir. Çocuk ergen olmadan, köle azad edilmeden hacce
götürülür de bu ibadeti yapmaları sağlanırsa, ileride çocuk ergen olunca, köle
de hürriyetine kavuşunca, şartlar elverdiği takdirde farz olan haccı yerine
getirmeleri vacip olur. Daha Önce yaptıkları hac tetavvu' sayılır.
imam Şafiî bu konuyla
ilgili rivayetleri biraraya getirip ilim adamlarının görüşlerine yer verdikten
sonra belirtiğimiz neticeyi ortaya koyarak görüş ve içtihadını izhar etmiştir.
[82]
c) Hanbelîlere
göre: Buluğ ve hürriyet, haccm vücubunun şartlarındandır. Sıhhatinin
şartlarından değildir. O bakımdan ergen olmayan çocuk ve azad edilmeyen köle
haccedecek olurlarsa, onların bu ibadeti sahih sayılır, ancak islâm'ın farz
kıldığı hac yerine geçmez.[83]
Bunların ileride ergen
olup diğeri de hürriyetine kavuşunca, şartlar elverdiği takdirde farz olan
haccı yerine getirmeleri vacip olur.
d)
Malikîlere göre: Bu mezhep imamlarının içtihadı da Han-belî Mezhebine uygun bir
anlam ve hüküm ortaya koymuştur. Böylece dört mezhebin bu konudaki görüş ve
ictihadları çok az farkla aynı noktada birleşmektedir. Nitekim Abdurrahman
el-Cezirî Haccm Vücubunun Şartları bölümünde dört mezhebin görüşünü özetleyerek
aynı noktada birleştiğine işarette bulunmuştur. [84]
215 nolu îbn Abbas
hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. Çocuğun hac ibadetine ahştırılması
bakımından ana-babasmdan birinin ona hac yaptırmasında bir sakınca olmadığı ve
yaptıranın ecir kazanacağı söz konusudur.
216 nolu Saib hadisi
de sahihtir ve istidlale, ihticace elverişlidir. Aynı zamanda yukarıdaki hadisi
kuvvetlendirmektedir.
217 nolu Cabir hadisini aynı zamanda İbn Ebî
Şeybe tahric etmiştir. Ancak isnadında Eş'as b. Sevvar bulunuyor ki bu zat
zayıftır. Zehebî bu zat hakkında geniş bilgi vermiş ve ilim adamlarının farklı
görüş ve tesbitlerini nakletmiştir. Nesâî ve Ibn Maîn onun zayıf olduğunu
belirtirken, Darekutnî onun sika (güvenilir) olduğuna dikkat çekip itimade
şayan olduğunu bildirmiştir. Ibn Hib-ban ise, onun fahiş hata yaptığım
söylemiştir. [85]
Böylece Cabir hadisi
üzerinde durularak istidlale salih olup olmadığı ihtilaf konusu olmuştur.
Ancak yukarıdaki hadisleri kuvvetlendirmekte ve mana bakımından sahih olduğu
ağırlık kazanmaktadır.
Tirmizî aynı hadisi değişik
lafızla şöyle rivayet etmiştir: "Bizler Hesulüllah (s.a.v.) Efendimiz ile
beraber haccettiğimiz zaman, kadınların yerine telbiye getirir ve çocukların
yerine (cemrelere) taş atardık." [86].
İbn Kattan bu konuda
şöyle diyor: "Ibn Ebî Şeybe'nin rivayetin-deki lafız, isabetliliğe daha
çok benzerlik arzetmektedir. Çünkü hacc için çıkan kadının yerine başkası
telbiye getiremez, ancak kendisi getirir. İlim adamlarının bu konuda icma'ı
vardır."
218 nolu Kab hadisini
aynı zamanda Ebû Davud el-Merasil'de tahric etmiştir. Ancak ravileri arasında
mübhem (belirsiz* tanınmayan) biri bulunuyor. Böylece Ebû Davud'un o
rivayetiyle pek istidlal edilmemiştir. [87]
İbn Battal bu konuda
şöyle demiştir: "Fetva imamları, ergen oluncaya kadar hac farizasını
çocuktan sakıt olduğunda icma1 etmiştir. Bununla beraber haccedecek olursa,
cumhura göre, onun için tetavvu1 hac sayılır."
îmam Ebû Hanife ise,
konuyu b'h-az daha açıklığa kavuşturarak şu bilgiyi vermiştir: "Çocuğun
ihrama bürünmesi sahih olmaz ve ihramın mahzurlarından hiçbiri onun için söz
konusu olmaz. Çocuğa hac ibadetinin yaptırılması, ona alışkanlık sağlamaya
yöneliktir."
İlim adamlarından bir
kısmı yukarıdaki hadislere dayanarak, çocuğa yaptırılan haccm, farz hac yerine
geçeceğini belirtmişler s e de müctehid imamların kahir ekseriyeti bu görüşü
reddetmiştir.
Zira sözü edilen
haccm, farz hac yerine geçmiyeceğine dair birtakım rivayetler de
nakledilmiştir. Nitekim İbn Abbas'm (r.a.) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Hangi çocuğe ailesi hac yaptırır ve o çocuk da (ömrü olup yaşar da) ergen
olursa, ona ayrı bir hac arz hac) gerekir." Bunun isnadının sahih olduğu
da tesbit ediliştir.
Diğer yandan Muhammed
b. Kab el-Kurezi, Resulüllah'ın .a.v:) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Doğrusu ben., lü'minlerin göğsünde muhafaza edecekleri bir konuyu yenilmek
istiyorum: Hangi çocuğa hac yaptırılır, ve sonra o çocuk lürse, yapılan hac
onun için yeterli olur. Ama ergen olursa, na hac gerekir. Hangi köleye, onun
efendisi ailesi tarafından ıac yaptırılır ve o köle (hürriyetine kavuşmadan)
ölürse, aptırılan hac onun için yeterli olur. Ama (ölmeden) azad edi-tr de
hürriyetine kavuşursa, kendisine (farz) hac gerekir." [88]
Zeylaî bu konu
üzerinde durarak şu hadisleri nakletmiştir:
"Hangi köle
hacceder, isterse on defa haccetsin, sonra lürriyetine kavuşturulursa, ona
haccetü'l-İslam (İslam'da arz kılınan hac) gerekir. Hangi çocuk, isterse on
defa haccet-in, haccettikten sonra ergen olursa, ona da haccetü'l-İslam
İslam'da farz kılman hac) gerekir." [89]
İbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Ifendimiz şöyle buyurmuştur:
"Hangi çocuk haccettikten sonra eklif çağma erişir (ergen olur) sa, başka
bir (defa daha) hac-:etmesi vacip olur. Hangi bedevi haccettikten sonra hicret
sderse, ona da bir (defa daha) haccetmek vacip olur. Hangi çöle haccettikten
sonra azad edilirse, ona da bir (defa daha) laccetmek vacip olur.." [90]
Hakim bu rivayeti,
şeyhayn'in şartına göre sahih saymıştır, îeyhayn (Buharı, Müslim) bu hadisi
tahric etmemişlerdir. Beyhakî se, kendi Sünen'inde rivayet etmiş ve bunun
mevkuf olduğunu be-îrtmiştir. Merfu' olduğu hususunda ise Muhammed b. Minhal
yalnız almıştır. Başkası ise Şu'be'den mevkufen rivayet etmiştir.
Bu rivayetler mevkuf
veya merfu' bile olsalar, konuya ağırlık azandırmakta ve çocukluk, kölelik
döneminde yapılan haccm farz ac yerine geçmeyeceğine delalet etmektedir.
1- Haccm farziyetinin
şartlarından biri buluğ,
biri de hürriyettir. O bakımdan hac ibadeti ergen olmayan çocuğa
ve hürriyetine kavuşmayan köleye farz değildir.
2- Ana-babası
veya bir yakını tarafından götürülüp hac ibadetini yapan çocuk, ergen olduktan
sonra, şartlar elverir, mali imkanı olursa farz olan haccı yapmakla mükellef
sayılır ve çocuk iken yaptığı hac, sadece tetavvu' (nafile) olarak kalır.
3- Efendisi
tarafından hacce götürülüp hac menasikini yapan köle de hürriyetine
kavuşturulduktan sonra mali imkanı olur ve şartlar da elverirse, farz olan
haccı yapması vacip olur. Köle iken yaptığı hac nafile ibadet sayılır.
Dört mezhebin bunda
ittifakı vardır.
4- Bazı ilim
adamlarına göre, çocuğun örgen olmadan, kölenin hürriyetine kavuşturulmadan
önce yaptığı hac, farz hac yerine geçer ve bilahare çocuk ergen olduktan, köle
de hürriyetine kavuşturulduktan sonra artık –mali imkanları olsa bile-
haccetmeleri gerekmez.
Ancak bu görüşe itibar
edilmemiştir.
5- Ergen
olmayan çocuğu hacce götürüp menasikin (hac ibadetlerinin) önemli kısmını ona
yaptırmanın birtakım faydaları vardır. Şöyle ki: Çocuk önce bu konuda az veya
çok bilgi ve görgü sahibi olur. Sonra da hafızasında silinmez bîr iz meydana
gelir. Böylece kutsal topraklara gitme duygu ve düşüncesi gelişir. Aynı
zamanda şahsiyet kazanma şansına erişir.
Hac ibadeti için biri
zaman, diğeri mekan olmak üzere iki ayrı mikat, yani belirlenmiş zaman ve
belirlenmiş mekan vardır. Cenab-ı Hakk Kur'an'da haccm vaktini şöyle belirlemiş
bulunuyor: "Sana hilallerden soruyorlar, de ki: O, insanların yararına ve
bir de hac için vakit ölçüleridir.." [91].
"Hac bilinen aylardır (Şevval, Zilkade, Zilhicce); kim o aylarda haccı
(ihrama girerek sesini lebbeyk nidasıyle yükseltip) kendine farz ederse, artık
ne cinsi yaklaşma ve benzeri davranışlar, ne şer'i sınırı aşma, ne sövüşme,
tartışma, ne de sürtüşme ve kavga vardır.." [92].
Burada ise mekanla
ilgili inikatlardan söz edeceğiz. Hac için ihrama girip niyet ederken ve
telbiye getirirken mutlaka belirlenen mi-katta mı buna başlamak gerekiyor,
yoksa mikat yerine gelmeden önce de ihrama girmek caiz midir?
Bu konuda farklı yorum
ve ictihadlar söz konusudr. O bakımdan önce ilgili hadisleri, sonra da
müctehidlerin istidlal ve ih-ticaclarmı nakledeceğiz.
îbn Abbas (r,a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, Medineli'ler için Zülhuleyfe'yi, Şamlı'lar için Cuhfe'yi»
Necdli'ler için Karne'l-menazil'i ve Yemenliler için Yelemlem'i tevkît etti,
(mikat olarak belirledi) ve şöyle buyurdu: "Bunlar onlar için ve bir de onlardan
başka hac ve umre yapmak üzere gelenler için (mikat'dır). Artık sözü edilen
yerlerin (dışında değil) içinde (mikatla Mekke arasında) bulunanların ise,
mikatları kendi ehlinin bulunduğu yerdir. Böylece Mekke halkı da (hac için)
Mekke'de telbiye için seslerim yükseltip (mikat olarak Mekke'de ihrama
girerler)." [93]
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Medine halkı Zülhuleyfe'den itibaren telbiye ile seslerini yükseltirler;
Şam ehli Cuhfe'den itibaren telbiye ile seslerini yükseltirler; Necd ehli
Karn'den i -baren telbiye ile seslerini yükseltirler."
îbn Ömer (r.a.)
devamla diyor ki: "Bana anıldı ama ben Re-sulüllah'ın (s.a.v.) "Yemen
halkının telbiye ile sesini yükselteceği yer (mikat) Yelemİem'dir"
dediğini duymadım." [94]
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle habervermiştir:
"Şu iki şehir
(Basra ile Küfe) fetholunduğu zaman, ora halkı Ömer b. Hattab'a (r.a.) gelip
dediler ki: "Ya Emirel-mü'minin! Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Necd halkı
için (mikat olarak) Karn'ı belirlemiş ve orası bizim yolumuzdan meyi etmekte
(biraz sapa kalmakta) dır. (Hac veya umre için) Karn'e gelecek olursak, bu bize
meşakkatli olur.." Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) onlara: "Siz artık
kendi yolunuzdan (gelin ve) Karn'ın hizasını gözetin" diye buyurdu. Ravi
îbn Ömer devamla diyor ki: "Hz. Ömer (r.a.) böylece onlara mikat olarak
Zat-i Irk'ı belirlemiş oldu." [95].
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Şüphesiz
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Irak halkı için Zat-i Irk'ı (mikat olarak)
belirledi." [96].
Ebu Zübeyr 'den
yapılan rivayete göre, Cabir (r.a.) den mikat yerinden sorulduğunu ve Cabir'in
(r.a.) şöyle cevap verdiğini duymuştur: "Medine halkının mikatı
Zülhuleyfe'dendir ve diğer bir yol olarak da Cuhfe'dendir. Irak halkının
mikatı, Zat-i Irk'dandır; Necd halkının mikatı Karn?dendir; Yemen halkının
mikatı, Yelemlem'dendir," [97]
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz dört umreyi Zilkade ayında yaptı, ancak haccıyla birlikte
yaptığı umreyi değil (onu Zilhicce ayında yapmış oldu). Dört umresine gelince:
Biri Hudey-biye'de, biri ondan sonraki yılda, biri Ci'rane'de ki -o sırada
Hunayn ganimetlerini taksim ediyordu-, biri de haccıyla birlikte yaptığı
umre.." [98]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:
"Resulüllah
(s.a.v.) Bendimiz el-Muhassaba inip konakladı ve Ebu Bekr oğlu Abdurrahman'ı
çağırarak ona şöyle buyurdu: "Kızkardeşini al da Harem'in dışına çık; o
umre için telbiye getirip niyet etsin. Sonra gelip Beytullah'ı tavaf etsin ve
ben sizi burada bekliyeceğim."
Hz. Aişe (r.a.)
devamla diyor ki: tfKardeşimle birlikte çıktık ve (belirlenen yerde, yani
mikatta) niyet edip telbiye getirdim ve sonra gelip Beytullah'ı tavaf edip Safa
ile Merve arasında sa'yettim ve dönüp Resulüllah'a (s.a.v.) gittiğimizde, O
bulunduğu yerde bizi bekliyordu ki, vakit gece idi. Bana: "Tamamlayıp
geldin mi?" diye sordu. Ben de: "Evet.." dedim ve Resulüllah
(s,a.v.) ashabına yola çıkmak için duyuruda bulundu. Kendisi de çıkıp
Beytullah'ı tavaf etti, sonra sabah namazını kıldı ve Medine'ye hareket
etti." [99]
Ümmu Seleme (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen .şöyle haber vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz'den duydum, buyurdu ki: "Kim Mescid-i Aksa'dan umre
veya hac için niyet edip telbiye ile sesini yükseltirse, geçmiş günahları
bağışlanır." [100]
İbn Mace bu hadisi
sadece "umre için niyet.." lafzıyla nakletmiş, "hac için"
lafzına değinmemiştir.
a)
Hanefîlere göre: Mevakıyt, "mikat" m çoğuludur. Buj tabir veya isim,
belirli vakit ile belirli yer arasında müşterek bir anlam taşımaktadır. Burada
ise, sadece belirli yer kasdedilmiştir. Çünkü konu, hac veya umre için Mekke
dışından gelenlerin nerede ihrama girip telbiye getirmeleriyle ilgili
bulunuyor. Öyle ki belirlenen bu yerlerden ancak ihramlı bir vaziyette geçmek
caizdir.
Mekke dışından
gelenler için beş mikat belirlenmiştir. Mekke ve Haram ehli için ise, inikat
onların bulunduğu yerin kendisidir.
1-
Medineli'ler için Zülhuleyfe
2- Şamlılar
için Cuhfe,
3- Iraklılar
için Zat-i Irk,
4-
Necdli'ler için Kam,
5-
Yemenliler için Yelemlem..
Zülhuleyfe, Medine'yle
Mekke arasında olup Medine'ye döjrt mil, Mekke'ye 300 mil uzaklıkta bulunan bir
yerin ismidir.
Cuhfe, İmam Nevevî'nin
tesbitine göre, Mekke'ye üç merhale (konak) Medine'ye sekiz merhale mesafede
bulunan bir yerin ismidir.
Zat-i Irk, Mekke'ye 46
mil Uzaklıkta "Irk Dağı" mn bulunduğu yerin adıdır.
Karn, Arafat'a yakın
uzunca bir dağın adıdır ki Mekke'ye iki merhale mesafededir.
Yelemlem, Tihame
dağlarından birinin adıdır ki, Mekke'nin güneyinde olup arada iki merhale bir
mesafe bulunmaktadır.
Mekke dışından gelenin
hangi yoldan gelirse gelsin, bu inikatlardan birine varınca veya onun hizasına
ulaşınca ihrama girmesi kracip olur. Buraları ihramsız geçmek haram sayılır. [101]
Bununla beraber hac
veya umre için Mekke'ye gelenlerin, mika-!ta varmadan ihrama girmelerinde bir
sakınca yoktur. Bundan dolayı bir mahzur söz konusu değilse, daha önce ihrama
girmenin efdal olduğunu söyleyenler var..
Mikatla-Mekke arasında
eyleşen kimselerin ihramsız bir vaziyette Mekke'ye girmeleri helaldir.
Bunların ise, gerek hac, gerekse umre için belirlenen mikatı, hil sınırlarının
dahilidir, yani inikatlarla Mekke arasındaki yerdir. Yoksa Harem dışındaki
"hil" değildir.
Mekke halkının hac
için mikatı, Harem'dir; umre için ise, hildir. Aynı zamanda hil sınırlarındaki
Ten'im'i seçmeleri efdaldır. [102]
b) Şafiîlere
göre: Hac için ihrama girmenin vakti, Şevval, Zilkade ve Zilhicce'nin ilk on
günüdür. Belirtilen bu ayların dışında başka bir zaman hac için niyet edip
ihrama giren kimsenin bu ihramı umre için geçerli olur. Sahih olan görüş ve
tesbit de budur. Zira yılın her vakti umre için ihrama girmeye müsaittir.
Mikat-ı Mekani, yani
yerle ilgili mikat ise, Mekke'de ikamet edenler için Mekke'nin kendisidir.
Bazısına göre, Harem'in her yanıdır. Mekke dışından gelenler için, mikat,
Mekke'nin veya Harem'in kendisi değil, onlar için geldikleri bölgeye göre bir
takım yerler belirlenmiştir:
Medineli'ler için
Zülhuleyfe; Şam ve Mısırlılar ve bir de batı cihetinden gelenler için Cuhfe;
Yemenliler için Yelemlem; Necdli'ler için Karn ve doğu cihetinden gelenler için
Zat-i.Irk mikat olarak belirlenmiştir.
Efdal olan şudur ki,
hac veya umre için gelenlerin mikatm evvelinden ihrama girmeleridir. Bununla
beraber mikatm son sınırında da ihrama girmek caizdir.
Bir yol tutup gelen ve
yolu sözü edilen inikatlardan birine uğramayan kimse, geldiği cihete yakın
olan. mikatm hizasına gelince ihrama girer. Bu hizayı kesin bilmeyenler ise,
Mekke'ye iki merhale (konak) kala ihrama girerler.
Evi mikatla Mekke
arasında olan kimsenin mikatı, kendi evidir.
Mikatı ihramsız geçen
kimsenin geri dönüp orada ihrama girmesi gerekir. Ancak vakit dar olur da buna
imkan bulamazsa, veya yolda düşman ve benzeri engeller bulunursa, o takdirde
dönmez, fakat vacibi terkettiğinden dolayı bir koyun keserek kan akıtır.
Harem'de oturanlar,
umre için ihrama girmek istediklerinde, hil sınırına geçerler, bununla beraber
o sınıra geçmeden ihrama girip umre yaparsa, bu da kafi gelir. Ancak bir koyun
kesmesi vacip olur. [103]
Harem dahilinde oturan
kimse, hil sınırına girmeden ihrama girer ve sonra gelip o sınırı aşarsa, o
takdirde kendisine kan akıtmak vacip olmaz.
Hil sınırına girince
en üstün mikat, Ci'rane'dir, sonra Ten'im, sonra da Hudeybiyye'dir. [104]
c) Hanbelîlere
göre: Diğer iki mezhepte olduğu gibi, Mekke dışından hac veya umre için
gelenlere, geliş yollarına ve cihetlerine göre beş mikat belirlenmiştir.
Böylece Hanbelîler de diğer mezhep imamları gibi, ilgili hadislerle istidlal ve
ihticac etmişlerdir.
Mekke halkı ise,
Mekke'de niyet edip ihrama girerler; yani onlar için mikat Mekke'nin
kendisidir. Ayrıca doğu cihetinden gelenler için Zat-i Irk mikat olduğu gibi
el-Akiyk de olabilir. Bununla ilgili hadisi imam Tirmizî hasenlemiştir. îhn
Abdilber de el-Akiyk'in evla olduğuna dikkat çekmiştir. [105]
Mekke halkı umre
yapmak istedikleri zaman, onlar için mikat, hil bölgesidir. Hac yapmak
istedikleri zaman, inikatları Mekke'nin kendisidir. Mekke halkı ister yerlisi
olsun, ister bir süre orada ikamet eder olsun farketmez. Her ikisi için de
durum aynıdır.
Nitekim umre yapmak
isteyen Hz. Aişe'nin (r.a.) Ten'im'e gidip niyet etmesi, bunun açık delil ve
misallerinden biridir. Çünkü o sırada Hz. Aişe Mekke'de hac menasiki için
bulunuyordu. Ten'im ise, Mekke'ye en yakın olan mikattır.
Evi mikatla Mekke
arasında olanların mikatı, yani ihrama girecekleri yer, kendi bulundukları
yerdir.
Yolu mikata
uğramayanlar kendilerine en yakın olan mikatm hizasına gelince niyet edip
ihrama girerler.
Muhtar olan kavle
göre, mikata gelinmeden ihrama girmemek laha uygundur. Bununla beraber mikata
gelmeden niyet edip ihrama Tiren kimse için de bu kafi gelir.
Hac ve umre ibadetini
kasdetmeyip mikatı ihramsız geçene bir şey gerekmez. î^itekim Resulüllah
(s.a.v.) Efendimizle ashabı iki defa Bedir mevkiine geldikleri halde
Zülhuleyfe'yi geçince ihrama girmediler. Çünkü amaçları nüsük değil, cihad
idi. [106]
Ama Mekke'yi kasdedip
gelenlerin, niyetleri, nüsük olmasa bile, ihrama girmeleri uygun olur. Bu, İmam
Mâlik, İmam Sevrî, İmam Şafiî ve İmam Ebû Yusuf ile Muhammed'in görüş ve
içtihadıdır. [107]
d)
Malikîlere göre: Malikî'ler de yukarıdaki hadislerle istidlal ve ihticac
etmişlerdir. Diğer mezheplerle çoğu meselede birleşmektedirler. Hac ve umre
için yola çıkan kimsenin mikatı ihramsız geçmesi haramdır. Ancak önünde başka
bir mikat bulunuyorsa, kendisine kan akıtmak gerekmez, ikinci mikatta niyet
edip ihrama girer. İmam Ebû Hanife de aynı görüştedir. Diğer -iki mezhep
imamlarına göre, ilk mikat'a dönmesi gerekir. Buna imkan bulamadığı takdirde
bir kan akıtması vacip olur. [108]
1- Hac için
belirlenmiş zaman olduğu gibi, belirlenmiş mekan da vardır. Buna mikat denilir.
2- Hac
ayları, Şevval, Zilkade ve ilk on günü olmak üzere Zil-hicce'dir.
-
3- Mikat
olarak belirlenen yerler, beştir: Zülhuleyfe, Zat-i Irk, Kam, Cuhfe ve
Yelemlem.
4- Umre için
mikat-ı zamanî, yani belirlenmiş bir zaman yoktur, sadece Arafe, Kurban Bayramı
ve bir de üç gün Teşrik günleri müstesna..
5- Hac veya
umre yapmak üzere Mekke'ye dışarıdan gelen kişilerin, geliş cihetlerine ve
yollarına göre, belirlenmiş mikatta niyet edip ihrama girmeleri vaciptir.
6- Mikati
ihramsız geçenlerin, vakit dar değilse, yol da emniyet-teyse dönüp mikatta
ihrama girmeleri gerekir. Aksi halde vacibi terkten dolayı kendilerinin kan
akıtması vacip olur.
7- İmam Ebû
Hanife ile İmam Mâlik'e göre, mikatı ihramsız geçen kimsenin yolu üzerinde bir
diğer mikat bulunuyorsa, ilk mikata dönmesi gerekmez, ikinci mikat'a niyet
edip ihrama girer ve bu yeterli olur, kan akıtması da gerekmez.
8- Mikatla
Mekke arasında bulunan halk için, mikat, bulundukları yerdir.
9- Mekke
ehlinin hac için mikatı, Mekke'dir. Umre için mikatı, hildir.
10- Menasik
için değil de bir ihtiyaçtan veya benzeri zaruri.bir sebepten dolayı Mekke'ye
girmek isteyen kimse, ihrama girmediği takdirde haram işlemiş olmaz. Ama nüsük
için veye Mekke'yi görmek için giren kimsenin ihramlı olması gerekir. Özellikle
hac veya umre için girenlerin behemahal mikatta ihrama girerek öylece Mekke'ye
girmeleri vaciptir. Mekke'de yerli veya misafir olarak oturanlar, bir
ihtiyaçtan dolayı Harem dışına çıktıkları takdirde, dönerken ihrama girmelerine
gerek görülmemiştir.
Mekke, bilindiği gibi
"emin belde" dü\ Oraya giren her türlü tecavüzden güven içinde kalır.
Kutsallığı nedeniyle de oraya hürmeten ihramlı bir vaziyette girilir. Şüphesiz
hac veya umre için dıştan gelenlerin zaten belirlenmiş inikatta ihrama
girmeleri vaciptir. Bu maksadın dışında gelenlerin, mesela ticaret, hısımları
ziyaret için Mekke'ye seyahat edenlerin de ihramlı bir halde girmeleri vacip
midir, sünnet midir? Bu hususta az farklı tesbit ve ictihadlar söz konusudur,
îlgili hadisler ve müctehidlerin tesbit ve istidlalleri nakledilince, konu
etraflıca açıklanmış olacaktır.
Cabir (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
'Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz Mekke'yi fethettiği gün, üzerinde ihram olmaksızın sadece başında
siyah bir sarık bulunuyordu." [109]
Mâlik' ten, o da îbn
Şihab'dan, o da Enes (r.a.) den şöyle rivayet etmiştir:
"Şüphesiz
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz fetih yılında Mekke'ye girerken başında miğfer
bulunuyordu. Miğferi başından çıkarınca bir adam geldi ve şöyle dedi: "İbn
Hatal Kabe'nin örtüsüne asılmış, bırakmıyor!" Bunun üzerine Re-sulüllah
(s.a.v.) Efendimiz: "Onu öldürünüz!." diye emretti."
Mâlik diyor ki:
"O gün Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ihramh değildi." [110]
a)
Hanefîlere göre: Hac ve umre niyetiyle Mekke'ye girmek isteyenlerin,
kendilerine belirlenen inikatta ihrama girmeleri, yani mi-katı ihramlı bir
vaziyette geçmeleri vaciptir. Mikatı ihramsız geçen kimselerin, vakit müsaitse,
dönmesini engelleyici zarurî bir durum yoksa, dönüp mikatı ihramlı geçmesi
gerekir. Aksi halde bir kan akıtması vacip olur.
Bunun gibi, Mekke
dışında oturup oraya ticaret veya başka bir konu için girmek isteyen kimsenin
mikatı ihramlı bir vaziyette geçmesi ve ihramlı bir halde Mekke'ye girmesi
vaciptir.
Hanefîler, fetih
maksadıyla Mekke'ye giren ve savaş halinde olan Resulüllah'm (s.a.v.) ihramlı
bir vaziyette girmesi o gün için düşünülemezdi; zira her an bir olay ve vuruşma
meydana gelebilirdi, diyerek bunu bir istisna olarak saymışlar ve sonra da
delil olarak îbn Abbas (r.a.) dan rivayet edilen şu hadisi göstermişlerdir;
"Mekke'ye ihramsız bir vaziyette girmek haramdır." Ayrıca şu hadisle
de istidlal ettikleri söz konusudur: "Haberiniz olsun ki, Mekke, Cenâb-ı
Hakk'ın onu yarattığı günden beri haramdır. Ne benden önce bir kimseye, ne de
benden sonra bir kimseye helal kılınmıştır. Ancak benim için gündüzün bir
saatinde helal kılınmış bulunuyor ve o saatten sonra tekrar helal harama
dönüyor ve bu kıyamete kadar böyle kalacaktır.." [111]
Mekke'de oturup Mekke
dışında olan Benî Amir bahçelerine giden kimsenin, Mekke'ye dönerken ihrama
girmesi gerekmez.. Bahçelerin gerisinde hil bölgesinde olup önce bahçelere
gelen ve bir süre sonra Mekke'ye girmek üzere yola çıkan kimseye de ihram
ge-rekmez. Zira bu durumda bahçe halkından biri gibi sayılır. İmam
Ebû Yusuf a göre,
onlar gibi sayılmaz ve bu bakımdan ihramsız girmesi caiz olmaz. Ancak bahçeler
bölgesinde onbeş gün ikamete niyet iderse, o takdirde onlar gibi sayılabilir.
Mikat ile Mekke
arasındaki kesimde eyleşenler için, ihrama girme yeri, bulundukları yerdir; yani
evleridir.
Mekke halkı ve bir de
orada konaklayanlar, Mekke dışına yıktıkları takdirde, dönüşlerinde ihrama
girmeleri gerekir. Dışına yıkmadıkları takdirde bulundukları ev, otel ve
benzeri yerde ihrama girerler; şöyle ki, Mekkeli'ler hac için niyet ettikleri
takdirde bu böyledir. Umre yapmak isterlerse, müctehidlerin çoğuna göre, Harem
dışında olan Ten'im'e göre veya Hudeybiyye'ye gidip ihrama girerler. [112]
b) Şafîîlere
göre: Mekke'de oturanlar için mikat, Mekke'nin veya Harem'in kendisidir. Mekke
dışından gelenler için belirlenmiş mikatlar vardır, oradan ihramlı
geçmeleri gerekir. Hac veya umra için
gelen kimse mikatı ihramsız geçecek olursa, vakit dar değilse, bir tehlike de
söz konusu olmuyorsa, mikata dönmesi vacip oî ar. Aksi halde kan akıtması
gerekir.
Mikat mahalline
gelinmeden önce de ihrama girmek caizse de, inikatta girmek daha uygun ve
efdaldır.
Mekke'de oturan
kimsenin umre yapmak istediği takdirde harem dışı sayılan hil kesimine gidip
ihrama girmesi gerekir. Onlar için en yakın hil, Ten'im'dir. Bununla beraber
hil kesimine çıkmayıp umreyi yapacak olursa, bu da kafi gelir. Ancak bundan
dolayı kan akıtması vacip olur. İhrama girdikten sonra hil kesimine çıkarsa,
üzerinden kan sakıt olur. [113]
Kasani ise bu konuda
Şafıîlerin görüşüne değinirken diyor ki: "Şafıîlere göre. nüsük (ibadet)
için Mekke'ye girmek isteyen kimseye ihrama girmek vacip olur. Bir hacetten
dolayı girmek istiyorsa, ihramsız girmesi caizdir." [114]
c)
Hanbelîlere göre: Hanbelîler bu konuda daha çok Şafiîlerle birleşmektedirler.
Ancak iki ictihad arasında az da olsa bazı farklar bulunyor. Hanbelîler Harem'e
girmek isteyenleri üç grupta toplamış ve ona göre hükümler vaz'etmişlerdir:
1- Mubah bir
savaş maksadıyla veya korktuğundan kurtulup güvene kavuşmak niyetiyle veya ot,
odun ve benzeri ihtiyaçları temin amacıyla ya da ticari amaçla girenlerin
ihramlı bir vaziyette girmesi
gerekmez. Nitekim
Resulüllah (s.a.v.) fetih günü, üzerinde ihram olmadığı halde Mekke'ye
girmiştir.
2-Hac
ibadetiyle mükellef olmayan çocuk, köle ve kafir, mikatı geçtikten sonra çocuk
ergen olur, köle hürriyetine kavuşturulur ve kafir de İslâm'a girerse, artık bu
durumda sözü edilenler mikata dönmeksizin bulundukları yerde ihrama girerler ve
bundan dolayı kan akıtmaları da gerekmez.
3- İbadetle
ve hacla yükümlü olup savaş ve hacet dışında Mekke'ye girmek isteyen
mükelleflerin mikatı ihramsız geçmeleri caiz değildir.
İlim adamlarının bir
kısmına göre, bunlara da ihram gerekli değildir. [115]
d)
Malikîlere göre: Bu konuda Malikîler, diğer mezheplerle çoğu bölüm ve meselelerde
birleşmektedirler. Ayrıca Malikîlerin şu görüş ve ictihadları söz konusudur:
Bir hacet dolayısıyla
Mekke'ye girmek isteyen kimsenin ihramsız girmesi uygun değildir. İmam Mâlik:
"Ben, kendi beldesinden gelip Mekke'ye girmek isteyen hiç kimsenin
ihramsız bir vaziyette oraya girmesini hoş karşılamam. Ancak Taif, Usfan ve
Cidde halkının meyva, odun ve benzeri şeyleri nekletmek amacıyla girip
çıkmalarında, yani
ihrama girmeden Mekke'ye, Harem dahiline girmelerinde bir sakınca
yoktur." [116]
247 nolu Cabir hadisi
sahihtir. Mubah sayılan savaş maksadiyle Mekke'ye ihramsız girmenin cevazına
delalet etmektedir. Ayrıca beyaz sarık kullanmak efdalsa da siyah kullanmakta
da bir sakınca olmadığı anlaşılıyor.
Rivayetin birinde
"siyah sarık" denilirken diğerinde "miğfer" denilmiştir.
Bundan şunu anlıyoruz ki, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz savaş olabilir
düşüncesiyle önce başına madeni miğfer koymuş, sonra savaş olmadığını görünce
onu çıkartıp siyah sarık bağlamıştır.
Kabe'nin örtüsüne yapışıp
bırakmayan İbn Hatal'in neden, öldürülmesi emredilmiştir?
Siyercilerin yaptığı
tesbite ve verdikleri bilgiye göre: Bu adam önce İslâm'a girmiş ve bir süre
sonra irtidad edip dinden çıkmış ve arkasından müslüman bir hizmetçiyi
öldürmüş; bu da yetmiyormuş gibi, bir de kalkıp Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'i
hicvederek İslâm aleyhinde bulunmaya başlamış ve iki dansöz tutup çalgı
çaldırarak I müslümanları küçük düşürmek suretiyle tam ihanet içinde faaliyetini
sürdürmüş ve buna devam etmekte bir sakınca görmemiştir. O bakımdan bunca
cinayet ve ihanetleri sürdüren bir sapık ve azgının öldürülmesi kaçınılmaz
olmuştu.
Mekke'ye ihramsız
girilmez diyenler, yukarıda da kısmen değindiğimiz gibi, Beyhakî'nin îbn Abbas
(r.a.) dan yaptığı şu rivayete dayanmışlardır: "Sizden biriniz ancak
ihramh olarak Mekke'ye girsin!". Nitekim Hafız îbn Hacer bu hadisin
isnadının ceyyid olduğunu belirtmiştir. Ayrıca îbn Adiy bunu merfu1 olarak
ri-valet etmiş ve iki yönden zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. Ancak îbn
Hacer'in tesbiti isabetlidir.
İbn Ebî Şeybe ise,
benzeri hadisi şu lafızla rivayet etmiştir: "Sizden biri ihramsız olarak
Mekke'ye girmesin, ancak oduncular, işçiler ve bunlardan menfaat sağlayanlar
girebilir." Bu rivayetin isnadında Talha b. Amr bulunuyor ki, bu zatta
zaaf vardır. [117] îbn Main ve başka
muhaddisler onun zayıf olduğunu; Ahmed ve Nesâî onun metrukü'l-hadis
bulunduğunu belirtirlerken, îmam Bu-harî ve İbn Medenî onun hakkında şu sözü
kullanmışlardır; "O kayde değer bir şey değildir." [118].
Böylece îbn Abbas
(r.a.) hadisi istidlale salih olarak kalıyorsa da, haber-i ahad olduğundan
müctehidlerin çoğu onu delil olarak seçmemiştir.
Ancak tarihi bir
gerçek vardır, o da: Asr-ı Saadette Müslümanlar Mekke ve Harem dışından
muhtelif hacetleri için Mekke'ye gittiklerinde hiç birine ihram giymesinin
emredildiği nakledilmemiş tir. Hacca b. Alât ve Ebû Katade olayları bunun açık
delil ve misallerinden sadece ikisidir: Ebû Katade yabanî eşeği yakalayıp
kestikten sonra ihramsız bir vaziyette mikatı geçmiştir.
Böylece Şafîîlerin
içtihadı ağırlık kazanmakta ve Hanbelîlerin içtihadının isabeti ortaya
çıkmaktadır. O halde rivayetlerde belirtilen hacetler birer misal ve ölçü
olarak bulunuyor. Günümüzde gelişen ve ihtiyaçları geniş çapta arttıran bir çok
olaylar vardır. Dışarıdan nüsük (ibadet) kasdı olmaksızın önemli bir hacet için
Mekke'ye giden kimsenin ihrama girmesi vacip değildir. Ancak ihramh bir
vaziyette girmesi daha isabetli ve ta'zime daha uygundur.
1- Hac veya
umre niyetiyle Mekke dışından Mekke'ye girmek isteyenler için geliş cihetlerine
göre mikat belirlenmiştir. Mikata veya onun hizasına gelindiğinde niyet edip
ihrama girmek vaciptir.
2- Mikatı
ihramsız olarak geçmek haramdır. O bakımdan mikatı geçtikten sonra ihrama
giren kimse, vakit dar değilse ve ortada bir tehlike ve korku söz konusu
değilse, geri dönüp mikatta niyet ederek ihrama girmesi gerekir. Aksi halde
kan akıtması, yani vacibi terkten dolayı bir koyun kesmesi vacip olur.
3- Korkudan
veya zaman darlığından dolayı mikata dönemiyen kimsenin de kan akıtması
vaciptir.
4- Nüsük
(ibadet) için değil de başka bir hacet için Mekke'ye giren kimsenin de mikatta
ihrama girmesi vaciptir. Bu, îmam Ebû Ha-nife'nin içtihadıdır. îmam Mâlik de
buna yakın bir görüş izhar etmiştir.
5- Mekke'de
oturup Harem dışında olan Benî Amir bahçelerine giden kimsenin geri dönerken
ihrama girmesi vacip değildir.
6-
Bahçelerin dışında hil bölgesinde olup bahçelere gelen ve bir süre kaldıktan
sonra Mekke'ye girmek isteyen kimsenin de durumu aynıdır; ihram gerekmez.
Bu da îmam Ebû
Hanife'nin içtihadıdır.
7- Mekke'de
oturanlar hac için niyet etmek istedikleri zaman bulundukları yerde niyet edip
ihrama girerler. '
8- Mekke'de
oturanlar umre yapmak istedikleri takdirde, Harem dışında olan Ten'im veya
Ci'rane, ya da Hudeybiyye veya herhangi hil bölgesine dahil bir yere giderek ihrama girerler,
Müctehidlerin bir kısmına göre, belirtilen yerlerden birine gitmeyip
bulundukları yerde ihrama girerlerse, umreleri sahih olur, ancak vacibi
terkten dolayı kan akıtmaları gerekir.
9- Mikat
yerine gelinmeden önce ihrama girmek
caizdir. Bununla beraber mikatta ihrama girmek efdaldır.
10- Bir
hacetten dolayı Mekke'ye girmek isteyen kimsenin ihrama girmesi vacip
değildi*. Bu, îmanı Şafiî ile îmam Ahmed'in içtihadıdır.
11- Hac ile
mükellef olmayan çocuk, köle ve kafir, mikatı geçtikten sonra mükellefiyet
kazanır, yani çocuk ergen olur, köle hürriyetine kavuşturulur ve kafir de
İslâm'a girerse, o takdirde bulundukları yerde ihrama girmeleri yeterli olur;
mikata dönmeleri gerekmez. Aynı zamanda bu yüzden kan akıtmalarına da lüzum
yoktur. Bu, Hanbelîlerin içtihadıdır.
12- Taif,
Usfan ve Cidde halkı, bazı ihtiyaçlarından dolayı . Mekke'ye girerken ihrama
girmeleri gerekmez. Bu, îmam Mâlik'in içtihadıdır.
îslâm dini, ibadeti
belli kurallara bağlayıp, belli sınırlar içine almış ye ona bir bakıma resmiyet
kazandırmıştır. Bunun gibi hac ibadetinin İslâm'daki yeri oldukça önem
taşımaktadır. O bakımdan bu ibadet de birtakım kurallara bağlanmış ve nüsük
(ibadet) için belli sınırlar çizilmiştir.
Hac ayları, daha önce
değindiğimiz gibi, Şevval, Zilkade ve bir de ilk on günü olmak üzere Zilhicce
aylarıdır. Bu durumda ilk hatıra gelen, haccetmek isteyen bir müslümanm ancak
bu aylar içinde ihrama girmesinin caiz olmasıdır. Bununla beraber
müctehidlerin ve diğer ilim adamlarının az farklı görüş, tesbit ve istidlalleri
söz konusudur.
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan riuayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"ihrama ancak hac
aylarında girmek sünnettir." [119]
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayette ise, adı geçen şöyle demiştir:
"Hac ayları:
Şevval, Zilkade ve ilk on günü olmak üzere Zilhiccedir." [120]
Bu manada olmak üzere
Darekutnî'nin İbn Mes'ud'dan, İbn Ab-bas'dan ve îbn Zübeyr'den naklettiği bir
rivayet bulunuyor.
Ebû Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Ebû Bekr (r.a.),
Mina'da halka "Bu seneden sonra hiçbir müşrikin haccedemeyeceği"
hususunu ilan etmek üzere görevlendirdiği kimseler arasında ben de
bulunuyordum. Aynı zamanda şu iki husus da duyurulmak üzere ilan ediliyordu:
Hiçbir çıplak kimse Kabe'yi tavaf edemeyecektir. Hacc-ı Ekber günü ise, nahr (Kurban
Bayramı) günüdür." [121]
ibn Ömer (r.a.)dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz nahr (Kurban Bayramı) günü, yaptığı hacda cemreler arasında
durarak şöyle buyurdu: "Bugün ne gündür?" Oradakiler: "Bugün
nahr (bayram) günüdür" dediler. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz onlara:
"Bugün, hacc-ı ekber günüdür" buyurdu." [122]
a)
Hanefîlere göre: Haccm şartlarından biri de ihramdır. İhram, kalb ile niyet,
dil ile telbiye edilerek gerçekleşir. Namaz vakti girmeden nasıl onun
şartlarından olan abdest almak caizse, hac ayları girmeden niyet edip ihrama
girmek de öylece caizdir. [123]
Hac ayları: Şevval,
Zilkade ve ilk on günü olmak üzere Zil-hicce'dir. Hac ayları girince, haccetmek
isteyen kimse niyet edip ihrama girebilir. Hacc-ı ifrad veya hacc-ı kıran'a niyet
ederse, Mina'da birinci taşlamadan ve tıraş olduktan sonra ancak ihramdan
çıkabilir. Hacc-ı Temettu'a niyet etmişse, umreyi yaptıktan sonra ihramdan
çıkar ve son-ra hac için ihrama girer ve birinci taşlamadan sonra kurban kesip
tıraş olduktan sonra ihramdan çıkabilir.
Böylece Hanefî
imamlarına göre, haccetmek isteyen kimse hac ayları girmeden önce de niyet edip
ihrama girebilir.
b) Şafiîlere
göre: Hac için ancak hac ayları girince niyet edilip ylırama girilir. Hac
ayları girmeden ihrama giren kimsenin bu niyeti ıcak umre için geçerli olur;
hac için değil.
Hac aylan girdikten
sonra hangi haca yapacağını belirlemeden mutlak bir ifade kullanarak ihrama
girerse, menasike (hac ibadetlerine) başlayınca isterse hacc-ı ifraöa, isterse
hacc-ı kırana yönelir.
Niyet getirmeden
ihrama girip telbiye getirmeye başlarsa, ihrama girmiş sayılmaz. Ama niyet
edip ihrama girer ve fakat telbiye getirmezse, yine de ihrama girmiş sayılır.
Sahih olan kavi de budur. İhram için gusletmek ise sünnettir. [124]
c)
Hanbelîlere göre: Hac ayları olan Şevval, Zilkade ve ilk on günü olmak üzere
Zilhicce girmeden niyet edip ihrama girmek mekruhtur. Ancak ihramden çıkmayıp
hac ayları girinceye kadar durumunu muhafaza ederse, niyet ve ihramı kerahetle
sahih olur. Nitekim en-Nahaî, İmam Mâlik, İmam Sevrî, îmam Ebu Hanife ve ishak
da aynı görüştedirler. Şafiî, Tavus ve Ata'a göre, bu durumda olanın niyet ve
ihramı ancak umre için geçerli olur.
Mikat yerine
gelinmeden ihrama girip niyet etmek caizdir. Buna muhalefet eden pek
olmamıştır. [125]
d) Majikîlere
göre: İhrama girmenin vakti, Şevval ayının girmesiyle başlar, bayram günü fecir
doğmasına kadar devam eder. Ancak Şevval ayı girmeden ihrama girip durumunu
muhafaza eden kimsenin niyet ve ihramı sahih sayılsa da kerahet işlemiş olur. [126]
257 nolu Ibn Abbas
rivayetini Buharî talikan nakletmiş; Ibn Huzayme, Hakim ve Darekutnî el-Hakem
tarikiyle nakletmişlerdir. Ancak rivayetin birkaç tarikle gelmesi, az değişik
lafızlarla olmuştur: "İbn Huzayme ve Darekutnî'nin tesbiti şu lafızladır:
"Hac için niyet edip ihrama girmek ancak hac aylarında olur. Çünkü hac aylarında
ihrama girmek sünettendir."
Diğer bir rivayette
ise şöyle belirtilmiştir: "Hiç kimsenin hac ayları girmeden ihrama girmesi
uygun olmaz."
Gerek 257, gerekse 258
nolu hadisler sahih kabul edilmiştir.
Hacc-ı Ekber'den
maksat, farz olan hacdır. Çünkü amellerin tamamı bu hacda yerine
getirilmektedir. Umre ise, Hacc-ı Asğar'dır.
Böylece îbn Ömer, îbn
Abbas, ashabdan bir kısmı ve tabiinden birkaç zat, hac aylan girmeden ihrama
girmenin sahih olmadığını belirtmişlerdir, imam Şafiî de bu görüşü
benimsemiştir.
Zilhiccenin onuncu
günü olan bayram günü, hac aylarına da" ± midir? imâm Ahmed ve İmam
Ebû'Hanife'ye göre dahildir, imam Şafiî'ye göre, dahil değildir. Böylece Zilhicce'nin
ilk on gününden maksat, dokuz gecesiyle ilgilidir.
Ibn Abbas'm
"Ihram'a ancak hac aylarında girmek sünnettir" sözü, bunun vacip
olmadığına delalet etmektedir. O bakımdan müctehidlerin çoğu, hac ayları
girmeden hac için niyet edip ihrama girmek kerahetle sahihtir, demişlerdir.
1- Hac
ayları: Şevval, Zilkade ve ilk on günü olmak üzere Zil-hicce'dir.
2- Hac için
ihrama, hac aylarında niyet edilip girilir.
3- Hac
ayları girmeden niyet edip ihrama giren kimsenin bu niyeti ancak umre için
geçerli olur, hac için geçerli olmaz. Bu, imam Şafiî'nin içtihadıdır.
4- Hac
ayları girmeden hac için niyet edip ihrama girmek mek-ruhsa da, kişi hac ayları
girinceye kadar durumunu muhafaza ederse, kerahetle sahih olur. Yani o ihram ve
niyetiyle haccedebilir. Bu imam Ahmed ve îmam Mâlik'in içtihadıdır.
5- Hac aylan
girmeden hac için niyet edip ihrama girmek caiz-flir. Bu, İmam Ebû Hanife'nin
içtihadıdır. Çünkü ona göre, şart Ineşruttan önce gerçekleşir; nasıl ki namaz
için alman abdestin vakit rirmeden yerine getirilmesi sahih ise, bu da öyle..
6-
Müşriklerin (Allah'a ortak koşan inkarcıların) Beytullah'ı ta-tvî etmelerine
izin verilemez. Bu haram ve yasak kılınmıştır.
7- Çıplak
bir vaziyette de Beytullah'ı tavafa izin verilemez. Bu da haram ve yasak
kılınmıştır.
8- Hac
menasikini yerine getirmekle "Hacc-ı Ekber" sağlanmış blur. Yani hac
bütün rükün, farz, şart ve menasikiyle "Büyük Hac"; umre ise farz ve
sünnetiyle "Küçük Hac" olarak vasıflandırılmışlartır.
Umre,
"i'timar" dan alınma bir isimdir. Sözlük olarak ziyaret anlamına
gelir. Terim olarak, Kabe'yi tavaf etmek, Safa ile Meijve arasında sa'yetmek ve
tıraş olmak manasına delalet eder.
Hac için belirlenmiş
zaman söz konusu olmakla beraber urcre için söz konusu değildir. Yılın herhangi
bir gününde ve zaman parçasında yapılabilir. Ancak müctehidlerin çoğuna göre,
Arafe, Bayram ve Teşrik günlerinde yapılması mekruhtur.
Umre için en faziletli
vakit, ramazan ayıdır. Umre sünnetini ferine getirirken Arafat'ta vakfe
yapılmaz, cemrelere taş atılmaz ve kudüm ile veda tavan yapılmaz.
Böylece umre, ihrama
girmekten, Safa ile Merve arasmjda sa'yetmöftten ve sonra traş olmaktan ibaret
bir ibadettir.
tbn Abbas'ın (r.a.)
Peygamber (s.a.v.) Efendimizden yaptığı rivayete göre, Efendimiz şöyle
buyurmuştur: "Ram az an'da bir umre yapmak, bir hacca muadildir." [127]
Yine îbn Abbas (r.a.)
dan yapılan rivayete göre. adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, biri Recep ayında olmak üzere dört umre yapmıştır."[128]
Hz. Aişe (r.d.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi ermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz iki umre yapmıştır. Birini Zilkade, diğerini Şevval
ayında»" [129]
Uz. Ali (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: '•Her ay bir umre
(yapılabilir)." Veya "Her ayda bir umre vardır. [130]
Bu arada Ebû Davud ve
Ahmed b. HanbeVin rivayet ettiği hadiste ise "Kesulüllah (s.a.v.)
Efendimiz üç umre yaptı" denilmektedir. [131]
Ayrıca bu konuda
birkaç farklı rivayet daha bulunuyor; yeri gelince onları da nakletmekte yarar
görüyoruz.
a)
Hanefîlere göre: Umre müekked sünnettir. Hanefîlerin bazısına göre vaciptir.
Nitekim el-Cevhere'de umrenin vacip olduğu sahihlenmiştir.
Umre, şu beş gün
dışında yılın tamamında yapılması sahih ve caizdir: Arafe, Kurban Bayramı ve
Teşrik günleri.. Bu günlerde yapılması mekruh sayılmıştır. [132]
Bu mezhep imamlarının
çoğuna göre, umre de sadaka-i fıtr, kurban ve vitir gibi vaciptir. [133]
b) Şafiîlere göre: Umre farzdır. Ancak bu
farziyet bir defaya ' mahsustur. Arafe, Kurban ve. Teşrik günleri de dahil
olmak üzere yılın her vaktinde ve gününde yapılabilir. Ancak hac menasikini
(ibadetlerini) yerine getirmekte olanların sözü edilen beş günde umre
yapmamaları daha uygun olur. Bir yıl içinde birkaç defa umre yapmakta bir
sakınca yoktur. Hicaz alimlerine göre ise, yılda ancak bir defa umre yapılır.
Birden fazla yapmak mekruhtur. Hz. Aişe'nin bir ay içinde iki defa umre
yaptığını dikkate alanlar, bu ibadet için yılın her vakti ve günü müsaittir
demişlerdir. Hz. Ali (r.a.) ise, "Her ayda bir umre yapılır" diyerek
ayrı bir görüş ortaya koymuştur. [134]
c)
Hanbelîlere göre: îmam Ahmed'den yapılan iki rivayetten birine göre, umre
vaciptir. Nitekim Ömer^îbn Abbas, Zeyd b. Sabit, İbn Ömer, Said b. Müseyyeb,
Said b. Cübeyr, Ata ve Tavus'a göre de umre vaciptir. Mucahid, el-Hasan, ibn
Şirin, Şa'bi, Sevri ve Şafiî de aynı görüştedirler.
Mekke halkına umre
sünnet veya vacip kılınmamıştır. Nitekim İbn Abbas (r.a.) Mekkeli'lere şöyle
demiştir: "Ey Mekke ehli! Size umre gerekli değildir. Sizin umreniz
Beytullah'ı tavaf etmektir." [135]
Diğer yandan İbn
Kudame diyor ki: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Mekke'ye olan dört
seferinde, her seferinde bir defa olmak üzere dört umre yapmıştır. Onunla
beraber olanlardan hiç kimsenin He Mekke'ye gelişinde birden fazlaumre
yaptığını bize rivayet eden olmamış ve böyle bir rivayet bize kadar
ulaşmamıştır. Yalnız Hz. Aişe hac ettiği yıl ayhali olmuş ve bu sebeple bir ay
içinde iki defa umre yapmıştır. Çünkü onun itikadına göre, hacc-ı kıran olarak
yaptığı umrenin -ayhali sebebiyle- hükümsüz kalmıştır. O bakımdan yeniden umre
yapmayı arzulamış ve Resulüllah (s.a.v.) da ona' müsaade etmiştir.," [136]
d) Malikîlere göre: Umre ömürde bir defaya
mahsus olmak üzere müekked sünnettir, farz değildir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) :
"Hac farzdır, umre tetavvu'dur" buyurmuştur. [137]
265 nolu îbn Abbas
hadisi sahihtir. Ramazanca yapılan bir um-nin sevap bakımından bir hacca muadil
olduğu belirtilmekte ve
feylece durumu müsait
olan mu minlerin ramazanda Beytullah'ta bi-iaraya gelmek suretiyle meselelerini
tek mesele, .dertlerini de tek İert fiüzeyine getirmeleri istenmektedir. Çünkü
orucun ve o aya nahsûs ibadetin ruhları ne kadar incelttiğini, kalpleri ne
kadar çok doldurduğunu biliyoruz, incelen ve dolan ruh ve kalpleri birleştirip
islâm'ın yücelmesine yöneltmek elbetteki çok feyizli ve kalıcı Sonuçlar
doğurur.
Bu hadisi
kuvvetlendiren bir rivayeti Nesâfnin tahric ettiği LJmmu Ma'kal hadisidir. Adı
geçen kadm diyor ki: "Haccetmek istedim, ne var ki devem hastalandı ve
bunun üzerine durumu Re-sulüllah'a (s.a.v.) arzederek ne yapmamın (isabetli)
olacağını sordum. Efendimiz bana şöyle buyurdu: "Ramazan ayında umre yap;
?ünkü ramazanda yapılan bir umre bir hacce muadildir."
Ancak bu hadisin
isnadında farklı tesbitler bulunuyor. îmam Mâlik, Abdurrahman b. Ebî Bekir
(r.a.) dan yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir: "Bir
kadın Peygamber (s.a.v.) Efendi-miz'e geldi..." Böylece hadis mürsel
olarak, yani senedinden bir saha-bi düşürülerek rivayet edilmiştir. Ayrıca
Nesâî bu konuda ikinci bir rivayeti Ammare b. Umeyr tankıyla; Ebû Davud ise
ibrahim b. Mu-hasir tarikiyle^Abdirrahman'dan yapmışlardır. Olabilir ki, olay
birkaç defa cereyan etmiş ve ona göre rivayetler arasında ihtilaf meydana
gelmiştir.
266 nolu îbn Abbas
hadisi, mikatlar bahsinde naklettiğimiz 236 nolu Enes hadisine muhalif bulunuyor. Enes
rivayetinde Re-^ sulüllah'm yapmış olduğu dört umresinden üçünü Zilkade
ayında, birini de hac ile birlikte Zilhicce ayında gerçeleştirdiği haber verilmekte;
Îbn Abbas rivayetinde ise, Rasulüllah'm dört umre yaptığı, birini Recep ayında
gerçekleştirdiği belirtilmektedir. İki rivayet de sahih olmakla beraber her
sahabinin kendine göre tesbiti söz konusudur.
Ramazanda yapılan bir
umrenin bir hacca muadil sayılması, sadece sevap ve fazilet açısındandır;
yoksa farz haccm yerine geçer anlamında değildir. Gerçi Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz'in ramazanda umre yaptığına dair sahih bir rivayet mevcut değildir.
Zaten buna fırsat da bulamamıştır. Ancak O, ümmetinin bu fazilete ermesini arzulayarak
kavli sünnetini beyan buyurmuş ve böylece onlardan yana
geniş bir feyiz ve rahmet
kapısının bu ibadetle de açılacağını müjdelemiştir.
267 nolu Hz. Aişe
hadisi hakkında Ebû Davud susup bir şey söylememişse de yapılan ciddi
tesbitlere göre, isnadmdaki ricalin hepsinin sahih olduğu görülmüş ve o
bakımdan istidlale salih görülmüştür. Ancak diğer "dört umre.."
rivayetine uymamakta ve konunun ağırlığını o rivayetler oluşturduğundan bu
rivayete pek itibar edilmemektedir.
1- Umre
müekked sünnet veya vaciptir.
2- Onun
müekked sünnet veya vacip olması bir defaya mahsustur. Birden fazla yapılması
nafile olarak kalır.
3- Umre yılm
her vakit ve gününde yapılabilir. Ancak Arafe, bayram ve tişrik günleri değil.
Bu, Hanefîlerin tesbit ve içtihadıdır.
4- Umre
yılın her vakit ve gününde yapılabilir, bunun istisnası yoktur. Ancak hac menasikini yerine getirmekte
olanların Arafe, bayram ve teşrik günleri umra yapacak kadar zaman bulamayacakları
söz konusudur. Bu, Şafîilerin tesbit ve içtihadıdır.
5- Hz.
Ali'ye göre, bir ayda ancak iki umre yapılır.
6- Umre bir
defaya mahsus olmak üzere müekked sünnettir. Bundan fazlasını yine yılda bir
defa yapmak üzere arzu edenler için nafile sayılır. Bu, Malikîlerin tesbit ve
içtihadıdır.
7- Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz dört umre yapmıştır. Mekke'ye bu maksatla geldiğinde birden
fazla umre yapmamıştır. Ashab-ı Kir-am'm da uygulaması böyle cereyan etmiş; hiç
birinden bir gidişte birden fazla umre yapılabileceğine dair bir rivayet ve
fiilî bir uygulama rivayet edilmemiştir. Sadece Hz. Aişe Hacc-ı Kıran'a niyet
edip geldiğinde ayhali olmuş ve sonra bir umre yapmak için müsaade istemiş ve
kendisine müsaade edilmiştir. Bü nedenle Hz. Aişe bir ay içinde iki umre
yapmıştır.
8- Mekke
halkı için umre gerekli veya müekked sünnet değildir. Onların umresi, Kabe'yi
çokça tavaf etmeleridir. Bununla beraber, Harem dışma çıkıp ihrama girerek umre
yapmalarında bir sakınca yoktur.
Hac yeya umre için
ihrama girmek, bir bakıma dünyalıktan beraberimizde götüreceğimiz tek şeyin
beş-on metre kefenden ibaret olduğunu göstermek ve mahşerden bir tablo
oluşturulan Mekke'de renk, dil, makam ve sınıf farkının kalktığı, iman, salih
amel ve takvadan başka makam ve rütbelerin arızî ve geçici olduğunu yansıtan
yüzbinler-ce mü'minin arasına bu duygu ve düşünceyle katılmayı is-bat etmektir.
O halde mahşerde
toplanan insanlar nasıl amelleriyle başbaşa kalıp hesap vermek zorunda
kalacaklarsa> ondan temsili bir tablo meydana getirilen Kabe'de de aynı
inanç ve duyguyu taşıyarak dünyevî şeylerden ilgiyi kesmek ve bir takım nefsani
arzuların Önüne bir sed çekmek ve böylece bir nefis muhasebesi yapmak
zorundayız.
Ancak ihrama girmeden
önce yıkanmak nasıl müstehapsa, güzel koku sürünmek de müstehab mıdır, değil
midir? Sürüldüğü takdirde bir sakınca söz konusu olabilir mi? Genel kural
olarak, ihram ancak kendisinden önceki mubah şeylerden bir kısmının .
işlenmesini haram kılar. O bakımdan ihrama girilmeden önce cinsel temasta
bulunmanın, güzel koku sürünmenin mubah olduğu ortaya çıkar. Bununla beraber
güzel koku sürünme konusunda bir takım farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Ama
ağırlık, ihramdan önce sürünmesinde bir sakınca olmadığı görüşündedir.
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşt ur:
"Şüphesiz loğusa, ay hali olan kadınlar önce guslederler de öylece ihrama
girip, Beytullah'ı tavaf müstesna olmak üzere diğer bütün menasiki yerine getirirler."
[138]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:'
“Resulüllah (s.a.v)
Efndimiz ihrama gireceği sırada bulabildiğim en güzel kokuları sürerdim” [139]
Diğer bir rivayette
ise, şöyle dediği tesbıt eaumışıu. xwas**~**M~^ (s.a.v.) Efendimiz ihrama
girmek istediği zaman bulabildiği güzel kokuların en güzelini sürünürdü. Sonra
da sürdüğü kokulu yağın parıltısını O'nun başında ve sakalında görürdüm."[140]
a)
Hanefîlere göre: Hac ibadetini yapmak isteyen kimse, mik-ata gelince ihrama
girer. Ancak ihrama girmeden önce abdest alır veya gusleder. Şüphesiz gusletmek
daha faziletlidir. Çünkü daha iyi bir temizlik söz konusudur. Loğusa ve ayhali
olan kadınlar da, kendilerine bir zararı dokunmayacaksa guslederler. Temizliği
kemal mertebesinde sürdürebilmek için tırnaklar ve bıyıklar kesilir; koltuk
altı ve etek kılları giderilir; ihtiyaç duyulduğu takdirde eşiyle cinsel temas
sağlanır; ğülyağı ve benzeri güzel kokulu bir madde sürülür ve öylece ihrama
girilir. [141]
b) Şafîîlere
göre: ihramdan önce bedeni -cirmi dahi olsa- güzel kokuyla kokulandırmak
sünnettir. Giyilen ihrama dokunan koku devam etse bile, koku sürünmek
helaldir. [142]
Hanefîlerle Şafiîler
bu konuda yukarıdaki hadisle istidlal ve ih-ticacda bulunmuşlardır.
c)
Hanbelîlere göre: İhramdan önce gusletmek sünnettir. Aynı amanda vücuttaki
kokuyu gidermek için koltuk altındaki kılları gi-ermek, bıyıkların uzanan
kısımlarını almak, tırnakları kesmek, [tekteki kılları, gidermek müstehabdır.
Bunun gibi güzel koku da lirünmek sünnet veya müstehabtır. Çünkü ihrama
girdikten sonra Özü edilen temizliği yapmak artık doğru ve caiz olmaz. O
bakımdan irmeden önce gereken temizliği yapmak müstehab sayılmıştır. [143]
Güzel koku sürünürken,
cirmi olan bir kokuyla cirmi olmayan ir koku arasında fark yoktur.
d)
Malikîlere göre: İhramdan önce güzel koku sürünmek mek-Tihtur. îmam Mâlik bu
konuda yukarıdaki hadislerle değil, Ya'la b. Jmeyye'nin yaptığı şu rivayetle
istidlal etmiştir: "Bir adam, Hz. Pey-jamber'e (s.a.v.) dedi ki: Ya
Resulellah! Vücudunu güzel kokuyla bu-adığı halde umreye niyet edip ihrama
giren kişi hakkında ne buyurursunuz?" Resulüllah biraz durduktan sonra şu
cevabı verdi: Üzerindeki güzel kokuyu üç defa yıka, üzerindeki cübbeyi :ıkar ve
hac için ne yaptıysan aynı şeyi umre için de yap." Buharî-Müslim) [144]
Diğer üç mezhebin imamları
ise, bu rivayetle değil, daha çok oıkarıda geçen Hz. Aişe (r.a.) rivayetiyle
istidlal etmişlerdir.
269 nolu Ibn Abbas
hadisinin isnadında Husayf b. Abdirrahman el-Harrani bulunuyor ki, bu zat
hakkında farklı görüş ve tesbitler.br-taya çıkmıştır. el-Münzirî, onun zayıf
olduğunu ve birçok kimselerin de onu böyle vasıflandırdıklarını kaydetmiştir.
et-Takrîb sahibi, onun saduk olduğunu, ancak hafızasının iyice zayıfladığını
belirtmiştir, imam Ahmed'e göre Husayf zayıftır. Ibn Main ise, onun salih bir
kişi olduğundan söz etmiştir. Bazan da "O, sikadır" diyerek tezkiyede
bulunmuştur. [145]
Bu bapta. Ebu Davud'un
yaptığı rivayete göre, Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir:
"Biz ihrama
girmeden önce yüzümüze misk serper (sürer, öylece ihrama girerdik,(yani hac
veya umre için niyet edip telbiye getirirdik). Sonra da bu sürdüğümüz misk,
terimizle birlikte akar dururdu, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz yanımızda olduğu
halde bizi bundan men'etmezdi."
İhramdan önce sürülen
güzel kokunun yıkanıp giderilmesiyle ilgili bir-iki rivayet daha varsa da,
itimade şayan değildir. O bakımdan ihramdan önce güzel koku sürünmenin caiz ve
müstehab olduğu görüş ve içtihadı ağırlık kazanmıştır.
1- İhrama
girmek isteyen kimsenin önce gusletmesi, değilse ab-dest alması sünnet veya
müstehabdır.
2- İhramdan
önce tırnakları kesmek, bıyığın fazla uzamş kıllarını kesmek, koltuk altı ve
etek traşı yapmak da müstehabdır.
3- İhramdan
önce güzel koku sürünmek müstehabdır. İsterse bu kokunun cirmi olsun ve
sürüldüğü yerden kokusu uzun süre hissedilsin, fark etmez.
4- Ayhali ve
loğusa olan kadınlar, hac veya umreye niyet edip ihrama girmek yani niyetle
birlikte telbiye getirmek istedikleri zaman, bunu yapmadan önce guslederler.
Çünkü temiz bir halde hac menasikini (ibadetlerini) yapmak sünnettir.
5- İhramdan
önce güzel koku sürünmek mekruhtur. Bu, İmam Mâlik'e göredir.
Bilindiği gibi, hac
ibadetine şu üçünden birine niyet ederek aşlanır: Haçc-ı Temettü1, Hacc-ı îfrad
ve Hacc-ı Kıran.
Birincisi, önce umreye
niyet edilip ihrama girilir ve umre yerine etirildikten sonra ihramdan çıkılır.
Sonra Zilhicce'nin sekizinci veya ökuzuncu günü farz olan hacca niyet edilerek
tekrar ihrama girilir e böylece hem sünnet, hem de farz olan hac ayrı ayrı
yapılarak ye-ine getirildiğinden dolayı bir kurban kesilir.
İkincisi, yalnız farz
olan hacca niyet edilerek ihrama girilir ve tec menasiki tamamlanıncaya kadar
ihramlı kalınır. Sadece farz hac fa edildiği için kurban kesmek gerekmez.
Üçüncüsü, hem umreye,
hem de hacca birden niyet edilip ihra-na girilir ve bu iki hac tamamlanıncaya
kadar ihramdan çıkılmaz, kişini bir arada yapma imkan ve kudretini bahşeden
Cenab-ı Hakk'a ükür olsun diye bir kurban kesilir.
Ancak bu üç çeşit
hacdan hangisi efdaldır? Bu hususta nüctehidlerin farklı tesbitleri, görüş ve
ictihadları söz konusudur. 3iz önce ilgili hadisleri nakletmeyi, sonra da
onların görüşlerini be-irtmeyi uygun gördük ve böylece hangi haccm kime göre
efdal olduğu >rtaya çıkmış olacak.
Hz. Aişe(r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçenin şöyle haber verdiği tesbit edilmiştir:
“Resulüllah (s.a.v) Efendimizle beraber (hac için Medine'den) çıkmış olduk.
Derken Efendimiz şöyle buyurdu: "Sizden kim hem hac, hem de umre için
niyet ederek telbiye ile sesini yükseltmek istiyorsa öyle yapsın. Kim de yalnız
hac için niyet edip telbiye getirmek istiyorsa, öyle yapsın. Kim de yalnız umre
için niyet edip telbiye getirmek istiyorsa, o da öyle yapsın."
Hz. Aişe devamla diyor
ki: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz yalnız hacca niyet edip telbiye
getirdi. Onunla beraber olanlardan bir kısmı da yalnız hacca niyet edip
telbiye getirdiler. Beraberinde olanlardan bir kısmı da hem hac, hem de umreye
niyet edip telbiye getirdiler. Bir kısmı da sadece umreye niyet edip telbiye
getirdi. Ben ise, umreye niyet getirenler arasında bulunuyordum.”[146]
İmran b. Husayn (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor hk
"Mut'a (hacc-ı
temettü') ayeti Allah'ın kitabında indi ve bizler de Resulüllah (s.a.v.)
Efendimizle beraber (bu hacca niyet edip menasiki) yaptık. Artık bunu,
Resulüllah (s.a.v.) vefat edinceye kadar haram kılan veya yasaklayan bir
Kur'an ayeti inmedi." [147]
Müslim ve Âhmed'in
tesbit ettikleri rivayette ise, hadis şu lafızlarla rivayet edilmiştir:
"Mut'a ayeti Allah'ın kitabında indi, yani hacc-ı temettü' ve Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bize onunla emretti. Sonra da, Resulüllah (s.a.v.) vefat
edinceye kadar müt'atü'1-hac ayetini nesheden (hükmünü kaldıran) bir ayet
inmediği gibi, onu yasaklayan bir ayet de inmedi."
Abdullah b. Şakik'den
yapılan rivayete göre: Uz. Ali (r.a.) üt'a ile emrederdi; Hz. Osman (r.a.) ise,
bundan men'ederdi. iunun üzerine Hz. Osman bir söz söyledi. Hz. Ali de ona:
"And Isun, bilirsin ki biz Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber acc-ı
temettü' yaptık.." Onun bu sözüne karşılık Hz. Osman tiyle cevap verdi:
"Ama biz (o günlerde) korku içinde bulu-uyorduk.." [148]
îbn Abbas (ı\a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle emiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz umreye niyet edip telbiye getirdi; O'nun ashabı ise hacca
niyet edip telbiye getirdi. O »akımdan Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ve O'nun
ashabından iady (kurbanlık hayvan)ı sevkedenler ihramdan çıkmadılar, [eriye
kalanlar ihramdan çıktılar." [149]
Diğer bir rivayette
hadis şu lafızla nakledilmiştir: "Resulüllah s.a.v.) Efendimiz, Ebu Bekir,
Ömer ve Osman (r.a.) temettü' saptılar. Hacc-ı Temettü'ü ilk men'eden Muaviye
oldu." [150]
Hz. Hafsa (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle lemistir;
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz'e, insanların durumu ne ki hramdan çıkmış bulunuyorlar, sen
ise umreni (yaptıktan ionra) ihramından çıkmadın?" diye sorduğumda şu
cevabı verdi: "Ben hedyimi belirleyip boynuna (alamet) taktım, başımı da
(saçlarımı biraraya getirip) toplayıp sıkıca tuttum; o bakımdan hac (menasikini
tamamlayıp) ihramdan çıkmayacağım (ihramh olarak bulunacağım)." [151]
Zuhri'den, o da
Salim'den, o da babasından rivayet etmiştir. Sa-' lim'in babası şöyle haber
vermiştir: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Veda Haccı'nda umre ile temettü'
edip hacca yönelmiştir ve hazırladığı hady (kurbanlık hayvan)ı beraberinde
Zülhuleyfe'den sevketmiştir. Böylece Resulüllah (s.a.v.) önce umreye niyet edip
telbiye getirdi; sonra da hac için niyet edip telbiye getirdi ve insanlar da
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'le beraber temettü' niyetiyle umreye ve
(arkasından) hacca tel* biye getirdiler. Böylece insanlardan bir kısmı
kurbanlık hayvan alıp onu (Mina'ya) şevketti; bir kısmı ise hedy (kurbanlık
hayvan) alıp sevketmedi. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Mekke'ye gelince
insanlara şöyle buyurdu: "Sizden kim hedy alıp sevkettiyse, artık haccını
yerine getirinceye kadar kendisine haram olan hiçbir şey helal olmaz.. Kim de
hedy alıp sevk etmediyse, artık o Beytullah'ı (umre için) tavaf etsin; Safa ile
Merve arasında sa'yetsin ve saçlarını kırksın (kırpsın) ve ihramdan çıksın.
Sonra da hac için niyet edip ihrama girsin ve hedyini (kesip) yerine getirsin..
Bu durumda kurbanlık hayvan bulamayan kimse üç gün hacda, yedi günde evine
döndüğünde oruç tutsun."
Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz Mekke'ye geldiğinde ilk şey olarak rüknü (Hacerü'l-esved'in bulunduğu
rüknü) selamladı; sonra yedi şavttan üçünü seğirterek yaptı ve arkasından dört
şavt daha yapıp (yediyi tamamladı). Tavafını tamamlayıp yerine getirince
Makam-ı İbrahim'in yanında iki rekat namaz kıldı ve selam verdikten sonra
ayrılıp Safa tepesine geldi, Safa ile Merve arasında yedi tavaf (sa'y) yaptı ve
haccını tamamlayıp yerine getirinceye kadar ihramdan çıkmadı ve kendisine
haram olan bir şeyi (ihramdan çıkarak) helal kılmadı. Bayram günü kurbanını
kesti ve arkasından Beytul-lah'a yönelip gelerek (ziyaret) tavafını yaptı;
artık kendine haram olan her şeyi ihramdan çıkarak helal kıldı. Hac ibadeti
için gelenlerden kurbanlık alıp sevkeden herkes de Re-sulüllah'ın (s.a.v.)
yaptıklarını aynen yaptılar." [152]
el-Kasım'ın Hz. Aişe
(r.a.) dan yaptığı rivayete göre: Peygam->er (s.a.v.) Efendimiz hacc-ı ifrad
yaptı denilmektedir, [153]
Nafi'in İbn Ömer
(r.a.) dan yaptığı rivayette, adı geçen şöyle lemistir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimizle beraber hacc-ı ifrad için üyet edip telbiye
getirdik." [154].
Ebu Bekir
el-Müzenı'den, onun da Enes (r.a.) den yaptığı rivayete göre, Enes (r.a.)
şöyle demiştir: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimizin hac ve umre için birden
telbiye getirdiğini, (Lebbeyke haccen ve umreten) dediğini işittim."[155]
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"(Evimizden)
çıktık ve hac ile sesimizi (lebbeyke diyerek) yükselttik. Ne vakit ki Mekke'ye
geldik, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bunu umreye çevirmemizi emretti ve
buyurdu ki: "Eğer yöneldiğim husustan geri dönebilseydim, ben de bu niyet
ve yönelmemi umreye çevirirdim; ama ne var ki ben ku-banlık hayvanımı alıp
sevkederek hacla umreyi birarada yapmaya, niyetlendim, (hacc-ı kırana niyet
ettim)." [156]
Ömer b. Hattab (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz'den işittim ki, kendisi Vadi'l-Akik'te bulunuyordu, buyurdu
ki: "Bu gece Rabbım ta-rafından biri bana geldi ve şöyle dedi: "Bu
mübarek vadide ihramından çık ve 'Hacca dahil umre!" söyle.." [157]
Bu da Rasulüllah'm
hacc-ı kıran yaptığının bir diğer delili olarak bulunuyor.
Mervan b. el-Hakem'den
yapılan rivayete göre; adı geçen şöyle diyor ki:
"Hz. Osman ile
Hz. Ali'nin yanında bulunuyordum ki, Hz. Osman müt'a (hacc-ı temettü') yi
men'etti ve böylece umre ile haccı birleştirmeyi, (ikisini peşpeşe yapmayı) da
yasakladı.
Hz. AH (r.a.) onun bu
tutumunu görünce, hem umre, hem de hac için niyet ederek telbiye getirdi ve
şöyle dedi: "Ben herhangi bir kişinin sözüne bakarak Resulüllah'm
(s.a.v.) sünnetini terkedecek değilim." [158]
Subeyy b. Ma'bed'den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Ben nasranı
(hrıstiyan) bir adam idim, İslâmiyet'i seçip onu din olarak kabul ettim ve hem
hacca, hem de umreye niyet edip tehlil ve telbiye getirdim. Benim telbiye
sesimi bu şekilde işiten Zeyd b. Sunan ve Selman b. Rebi'a şöyle dediler:
"Bu adam, kendi ehlinin devesinden daha şaşkındır!" Onların bu sözü
sebebiyle üzerime bir dağ yükletilmiş gibi oldum ve dönüp geldiğimde durumu Hz.
Ömer b. Hattab'a bildirdim. Bunun üzerine Hz. Ömer o iki kişiye dönüp onları
hayli kınadı ve sonra yüzünü bana çevirerek şöyle buyurdu: "Sen,
Peygamberini Hz. Muhammed'in (s.a.v.) sünnetiyle doğruyu seçip bulmuş oldun."
[159]
Süraka b. Malik (r.a.)
anlatıyor: Resulüllah (s.a.v.) Efendi-miz'iıı şöyle buyurduğunu işittim:
"Umre kıyamete kadar hacca dahil olmuştur."
Ravi devamla diyor ki:
"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Veda Haccı'nda hacc-ı kıran yaptı." [160]
a)
Hanefîlere göre: Üç çeşit hac vardır; Hacc-ı Kıran, Hacc-ı Temettü', Hacc-ı
İfrad.
Bunlardan efdal (en
üstün) olanı, Hacc-ı Kıran'dır. Arkasından Hacc-ı Temettü' ve sonra da Hacc-ı
İfrad gelir.
Hacc-ı Kıran, umreyle
hacca birden niyet edip ikisini, ihramdan çıkmaksızın yerine getirmekle
gerçekleşir. Şöyle ki, bu haccı yapmak isteyen kişi, mikata geldiğinde veya
mikata gelmeden umre ve hacca niyet edip ihrama girerek telbiye ile sesini
yükseltir. Aynı zamanda mikata geldiğinde önce umreye niyet edip telbiye
getirir ve Mekke'ye gelip henüz umrenin ilk dört şavtım yapmadan önce hacca da
niyet ederse, yine de Hacc-ı Kıran'a niyetlenmiş sayılır.
İhrama girince iki
rek'at namaz kıldıktan sonra şöyle niyet edip İuada bulunması sünnettir:
"Allah'ım! Şüphesiz ki ben hac ve umre [ibadetini) yapmak istiyorum;
onları bana kolaylaştır ve benden kabul buyur." Sonra bu ikisine niyet
ederek telbiye getir-meye başlar.
Mekke'ye gelince, Önce
umre için tavaf yapar, sonra iki rek'at tavaf namazı kılar. Arkasından Safa ile
Merve arasında sa'yeder ve traş olmaksızın ihramlı olarak "Tavaf-ı
Kudüm", yani Mekke'ye ayak basıp gelme tavafını yapar ve vacip olan sayı
yerine getirir.
Hacc-ı Kıran'a niyet
eden kimse Mekke'ye gelince, biri umre, diğeri kudüm tavafı olmak üzere iki
tavafı peşpeşe yapar ve sonra Safa ile Merve arasında biri umre, diğeri hac
için olmak üzere iki say yaparsa, bu caiz olmakla beraber sünnete uygun olmayan
bir iş işlemiş olur. Ancak bu fiilden dolayı kan akıtmak veya herhangi bir ceza
gerekmez.
Karın (Hacc-ı Kıran'a
niyet eden kimse), diğer menasiki (ibadetleri) yapıp bayramın birinci günü
cemreye taş attıktan sonra, şükür olsun diye bir kurban keser. Buna gücü
yetmediği takdirde, bayramdan Önce son günü arafeye rastlamak üzere üç gün oruç
tutması ve ehline (ev halkına) döndüğünde de yedi gün oruç tutarak on günü
tamamlaması gerekir. Bununla beraber hac vazifesini tamamlayıp Mekke'de bir
süre daha kalacak olursa, o yedi günlük orucu Mekke'de de tutabilir.
Bayramdan önce üç g\Xn
oruç tutmayacak olursa, kan akıtması artık kesinleşip vacip olur. Bu durumda ne
evine döndüğünde, ne de Mekke'de kaldığı takdirde yedi gün oruç tutması
gerekir, [161]
İleride mali imkan
bulduğunda, üzerinde vacip olarak kalan kurbanın parasını güvenilir bir adama vermek
suretiyle hayvanın Mina'da kesilmesini sağlar.
Hacc-ı Temettü',
Hacc-ı îfrad'dan efdaldır. Bu çeşit haccı yerine getirmek için hac aylarında
veya daha önce umre niyetiyle ihrama girilir ve hac aylarında Mekke'ye gelinip
umre için tavaf yapılır, arkasından Safa ile Merve arasında sa'yedilir ve
tabii tavaftan sonra iki rek'at namaz kılınır. Sa'y görevi bitince traş olup
ihramdan çıkılır. Ama daha önce kurbanlık alıp Mina'ya sevketmişse, o takdirde
hac menasikini tamamlayıncaya, yani kurban k^sip traş oluncaya kadar ihramdan
çıkmaz.
Tavafa başlarken artık
telbiyeyi keser.
Sonra ya Terviye
(Zilhicce'nin sekizinci) günü veya ondan önce hacca niyet edip ihrama girer ve
sesini telbiyeyi yükseltir. Tabii ihrama Mekke'de girer; bunun için Harem
sınırlarının dışına, yani hil kesimine çıkması gerekmez. Artık bu durumda
Hacc-ı îfrad'ı yapan kimsenin yerine getirdiği her şeyi o da yerine getirir ve
Hacc-ı Kıran yapan kimse gibi o da birinci gün şeytanı taşladıktan sonra kurban
keser. Buna mali imkanı olmazsa, üç gün orada, yedi gün de evine döndükten veya
kaldığı takdirde Mekke'de oruç tutar. Tabii üç günlük orucu bayramdan önce
tutup son gününü Arefe gününe tesadüf ettirir. Bununla beraber bu üç günlük
orucu, umre tavafım yapmadan önce de tutması caizdir. Ama ihrama girmeden önce
bunu tutması caiz değildir.
Mekke ehli (Mekke
yerlileri, orada eyleşenler) için kıran ve temettü1 haccı söz konusu değildir.
Onlar yalnız Hacc-ı İfrad yaparlar. Mikat dahilinde olanların da durumu böyle,
yani onlar da Hacc-ı Kıran veya Hacc-ı Temettü' yapmazlar, sadece Hacc-ı İfrad
yaparlar. [162]
Böylece Hanefîler bu
konuda 286 nolu Ebu Bekir el-Müzeni, 287 nolu Enes, 288 nolu Ömer b. Hattab,
289 nolu Mervan ve 291 nolu Süraka hadisleriyle istidlal ve ihticac
etmişlerdir.
b) Şafiîlere
göre: Hac ile umre üç vecih üzere eda edilir:
1- İfrad:
Hacc-ı İfrad, kişinin hac aylarında kendi beldesiyle ilgili mikattan niyet
edip ihrama girmesiyle başlanılmış olur. Bu durumda olan kimse, farz olan
haccın bütün amellerini (menasikin hepsini) yerine getirdikten sonra umre için
niyet edip yeniden ihrama girer. [163]
2- Temettü':
Bu hac, hac aylarında kişinin yolunun üzerindeki inikatta niyet edip ihrama
girmekle, kişi bu defa ya Mekke'de veya umre için niyet edip ihrama girdiği
mikatta veya kendisine en yakın olan bir mikattan hac için niyet edip ihrama
girer.
Böylece bu hacca,
"Hacc-ı Temettü'" denilir. Çünkü kişi bu durumda iki nüsük arasında
ihramdan çıkarak ihramlı iken mahzurlu olan şeylerden temettü' etmiş
(yararlanmış) bulunuyor..
3- Kıran:
Bu, hem hac, hem de umre için hac mikatmdan niyet edip ihrama girmekle
gerçekleşir. Bu da ister kendi memleketiyle ilgili mikat olsun, isterse
geçtiği yol üzerinde bulunan mikat olsun fark etmez.
Kendisi Mekke'de ise,
hem hac, hem de umre için birden niyet üip ihrama girerse yine de karın (Hacc-ı
Kırana niyet etmiş) Eyüır.Umre için ayrıca hü kesimine çıkması gerekmez. Çünkü
bu kınımda olanın umresi hacca dahil olmuş bulunuyor.
Bunun gibi, ister hac
aylarında, isterse o aylar girmeden kişi [mre için niyet edip ihrama girer,
sonra hac ayları girince haccetmeye de niyet eder ve ondan sonra umre tavafını
yaparsa, Hacc-ı Çıran'a başlamış olur.
Sözünü ettiğimiz bu üç
hacdan efdal (en üstün olanı), Hacc-ı frad'dır. Ondan sonra Hacc-ı Temettü1,
sonra da Hacc-ı Kıran'dır. kncak umreyi de o yıl içinde yerine getirirse, bu
böyledir. Umreyi yapmayıp ikinci yıla geciktirirse, o takdirde hacc-ı ifrad
efdal olmaz ve umreyi geciktirmesiyle kerahet işlemiş olur.
Hacc-ı Kıran'a niyet
eden kimsenin, hem hac, hem de umre için 3ir tavaf ve bir sa'y yapması kafi
gelir. Yani Hacc-ı Kıran'a niyet eden dmse, her iki nüsük (ibadet) için bir
tavaf ve bir sayı yetinir; her biri .çin ayrı tavaf ve ayrı sa'y yapmaz. [164]
Şafiüer bu son
meselede Tirmizî'nin rivayet ettiği şu hadisle istidlal etmişlerdir: "Hac
ve umre için niyet edip ihrama giren kimseye ihramdan çıkıncaya kadar bir tavaf
ve bir sa'y kafidir".
Tirmizî bunun
isnadının sahih olduğunu belirtmiş ve Şafiüer de onu delil olarak seçmişlerdir.
Hacc-ı Temettü' ve
Hacc-ı Kıran yapan kimse için hedy (kurban kesmek) gerekir. Kurban kesecek mali
imkanı olmayan kimse on gün oruç tutar. Üç gününü, hac için ihrama girince
tutup tamamlar, yedi günü ise, vatanına dönünce tutar. Hacdan sonra Mekke'de
kalacak olursa, yedi gün orucunu orada tutar. [165]
Şafiîler bu konuda 277
nolu Aişe, 284 nolu Kasım ve 285 nolü Naiî1 hadisiyle istidlal ve ihticac
etmişlerdir.
c)
Hanbelîlere göre: İhrama girmek isteyen kimse, temettü', kıran ve ifrad
haclarından birine niyet etmekte muhayyerdir. Ancak bu üç çeşit hacdan efdal
olam, hacc-ı temettü'dür; sonra ifrad, sonra da kırandır. [166]
Hanbelîler, Hacc-ı
temettü' ve Hacc-ı ifrad hususunda Şafnlerle birleşirler.
d)
Malikilere göre: Şahmın diyor ki: "İbn Kasım'a sorduriı: İmam Malik'e
göre, Hac-ı kıran mı efdaldır, yoksa Hacc-ı îfrad mi? Cevap verdi: İmam Malik'e
göre Hacc-ı İfrad efdaldır." [167]
Hacc-ı İfrad'a niyet
eden kimse, bu husustaki menasiki (ibadetleri) tamamladıktan sonra yeniden ihrama
girip umre için niyet eder.
Bu mezhebe göre de
hacc-ı temettü' ve hacc-ı kıran yapan kimseye kurban kesmek gerekir. Mali
imkanı olmadığı takdirde üç gününü hacda, yedi gününü evine dödüğünde olmak
üzere on gün oruç tutar. [168]
277 nolu Hz. Aişe
hadisi sahihtir. Resulüllah (s.a.v.) Efendi-miz'in hacc-ı kıran, hacc-ı temettü'
ve hacc-ı ifrada izin verdiğine delalet etmekte, bu üç hacdan birini seçmekte
kişinin serbest olduğu anlaşılmaktadır. Aynı zamanda hacc-ı ifradı yerine
getiren kimsenin, bunu müteakiben umre için niyet edip yeniden ihrama
girmesinin de caiz olduğu anlaşılıyor. Nitekim müctehidlerin çoğu bu cevaz
üzerinde birleşmiştir.
Ashaptan bazı
kimselerin hacc-ı temettü'ü m en'ettiklerin e dair yapılan rivayetleri ise,
müctehid imamlar tevil ederek sözü edilen üç türlü haccın caiz olduğuna kail
olmuşlardır. Nitekim îmran b. Hu-sayn hadisi bunun cevazına delalet eden sahih
rivayetlerden biridir. Bu konuda müt'ayi nesheden bir ayet inmediği gibi, sarih
bir hadis de mevcut değildir.
Hz. Ali'nin bu konuda
Hz. Osman'a karşı çıkması da bu delillerinin ikincisini oluşturuyor.
Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz'in yaptığı haccm hangi çeşit olduğu ihtilaf konusudur: İbn Ömer,
Aişe, Cabir, İbn Abbas, Ömer b. Hattab, Bera' b. Azib, Hz. Ali, îmran b.
Husayn, Ebu Katade'ye göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz hacc-ı kıran yapmıştır.
Nitekim bu sahabelerden yapılan rivayetler, Buharı, Müslim, Ebu Davud,
Muvat-ta', Tirmizi, Nesâî ve Darekutnî'de yer almıştır. Bunların isnadındaki
ricalin hepsi sahih ricaldir. Resulüllah'm (s.a.v.) hacc-ı temettü' yaptığına
dair, Buharı ve Müslim'in Hz. Aişe ile ibn Ömer'den;
Müslim ve Ahmed ise
Ali ve Osman'dan, Tirmizî ve Ahmed İbn Ab-i'dan rivayet etmişlerdir. Hac-ı
İfrad yaptığına dair, 277 nolu Hz. ie hadisinde belirtildiği üzere beyan yer
almaktadır. Aynı zamanda Lslim ve Ahmed'in îbn Ömer'den naklettikleri bir
rivayet bulunuy-
Hattabî bütün bu
farklı gibi görünen rivayetleri bir araya geti-ı, dinde kolaylık olsun diye
Resulüllah'm (s.a.v.) herbirine bu hu-gta -kişinin durumuna göre- bir emir
verdiği ve kendisinin de hacc-rad yaptığı anlaşılıyor diyerek görüşünü ortaya
koymuştur. [169]
Ancak Resulüllab'm
(s.a.v.) hacc-ı kıran yaptığı te'vil türmeyecek kadar açıktır; ama hacc-ı ifrad
ve hacc-ı temettü' ptığı te'vil edilebilir. Aynı zamanda O'nun hacc-ı kıran
yaptığıyla ;ili rivayetler daha çoktur.
Rivayetlerin muhtelif
olmasından dolayı müctehid imamların t farklı yorum ve ictihadlan olmuştur. Ebu
Hanife, îshak, Nevevî, üzenî, İbn Münzir, Ebu İshak el-Mervezî ve Takiyüddin
es-Sübkî ıcc-ı kıran'm efdal olduğunu belirtmişlerdir. İmam Malik, İmam tımed, İmam
Bakır, Ahmed b. İsa, İsmail b. Cafer es-Sadıka göre, acc-ı temettü' efdaldır.
Şafıîlerden bîr grup, Ehl-i Beyt'ten el-Hadî, -Kasım, İmam Yahya ise hacc-ı
ifradm efdal olduğuna kail olmuşlardır.
İmam Ebû Yusuf a göre,
hacc-ı kıran ile hacc-ı temettü' efdaliytte eşittirler.
282 nolu
Ümmu'l-mü'minin Hz. Hafsa hadisi sahihtir. Bu, önce mreye niyet edip ihrama
giren kimse, eğer bu arada kurbanlık hayan alıp Mina'ya sevketmişse, artık
farz haccı yapıncaya kadar ihamdan çıkamayacağına delalet etmektedir. Nitekim
Resulüllah s.a.v.) öyle yapmıştır.
283 nolu Zuhrî hadisi
sahihtir. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in ince umre için niyet edilmesini ve
onun hacdan önce yerine getirilmelini emrettiği anlaşılıyor.
284 nolu Aişe hadisi
de sahihtir. Resulüllah'm (s.a.v.) hacc-ı if-•ad yaptığı belirtiliyorsa da,
bundan önce hacca niyet edip onu yerine getirdiği, sonra da tekrar ihrama girip
umre yaptığı da anlaşılabilir. \ncak 285 nolu İbn Ömer hadisi, Resulüllah'm
(s.a.v.) hacc-ı ifrad yaptığına açık delil gösterilebilir.
286 nolu Ebu Bekir
el-Müzeni hadisi, Resulüllah'm hacc-ı kıran yaptığına delalet etmektedir.
287 nolu Enes hadisi, ihrama girince telbiye
getirmede sesi yükseltmenin cevazına delalet etmektedir. Nitekim İmam Malik'in
Muvatta'da rivayet ettiği, Tirmizî'nin, ibn Huzayme ve el-Hakim'm sahihlediği
hadiste bunu kuvvetlendirir anlamda varid olmuştuk: "Cebrail bana geldi ve
ashabıma, telbiye getirirken seslerim yükseltmelerini emretmemi söyledi." [170]
Ayrıca Enes hadisi,
hacc-ı temettü'ün efdal olduğuna delalet etmektedir,
288 nolu Ömer b.
Hattab hadisi sahihtir. Bu Resulüllah (s.a.vl.) Efendimiz'in hacc-ı kıran
yaptığına delalet etmektedir. Ancak bak ilim adamları, Resulüllah'm (s.a.v.) o
yıl önce hac yaptığını, sonrja umreye niyet ettiğini göstermektedir diyerek
ayrı bir yorum ortaya koymuşlardır.
289 nolu Mervan hadisini Ebu Davud tahric etmiş
ve gerek |d, gerekse el-Münzerî bu rivayet üzerinde bir görüş ortaya
koymamıştır. Ancak yapılan ciddi tesbitlere göre, hadisin isnadı sahihtir;;o
bakımdan ihticaca elverişlidir.
290 nolu Subeyy hadisi
sahihtir ve hacc-ı kıranın efdaliyetine delalet etmektedir.
291 nolu Süraka
hadisinin isnadında Davud b. Yezid el-Evdi bu-. lunuyor ki, bu zat zayıftır.
Zehebî bu zat hakkında şu bilgiyi toplamıştır: "îmam Ahmed onun zayıf
olduğunu belirtmiş, İbn Main de ona katılmıştır. Ebu Hatim onun kaviy
olmadığına dikkat çekmiş; Nesâî ise, onun sika olmadığını söylemiştir. [171]
Buna benzer bir
rivayete işe, İmam Ahmed, Müslim, Ebu Davud îbn Abbas'dan (r.a.) rivayet
etmişlerdir.
1- Üç çeşit
hac vardır: Hacc-ı Kıran, Hacc-ı Temettü', Hacc-ı İfrad
2- Bunlardan
efdal olanı, hacc-ı kıran'dır. Bu Hanefîlere göredir.
3- Hacc-ı
Kıran, umreyle hacca birden niyet edilir; mikatta veya oraya gelmeden buna
niyet edip ihrama girilir. Mekke'ye gelince, önce umreyi yerine getirir. Sonra
Tavaf-ı Kudüm yapar ve ihramdan çıkmayıp o vaziyette haccı yerine getirinceye
kadar bekler.
4- Hacc-ı
Kıran'a niyet eden kimsenin Mekke'ye gelince, bir umre, diğeri kudüm olmak
üzere iki tavafı ardarda yapması mekruhtur. Bunun gibi ikisine ait sa'yi de
peşpeşe yapması da mekruh sayılmıştır.
5- Hacc-ı
Kıran yapan kimse, bayram günü cemreye taş attıktan sonra bir kurban keser, bu
onun için vaciptir.
6- Kurban
kesecek mali imkanı yoksa, son günü Arefeye rastlayacak şekilde üç gün hacda,
yedi günü de evine döndüğünde oruç tutar.
7- Hacdan
sonra Mekke'de bir süre kalmaya niyet eden kimse, o yedi günü Mekke'de tutar.
8- Hacc-ı
Temettü' Hacc-ı İfrad'dan efdaldır. Bu, Hanefîlere göredir.
9- Tavafa
başlanırken telbiye kesilir
10- Hacc-ı
Temettü'e niyet eden kimse, önce umre menasikini (ibadetlerini) yerine getirir
ve ihramdan çıkar. Sonra Zilhicce'nin sekizinci veya daha önce hacca niyet
edip ihrama girer.
11- Bu durumda hac için Mekke'de veya Harem
dışında niyet edilip ihrama girilir
12- Mekke
halkı ve orada eyleşenler için sadece hacc-ı ifrad söz konusudur.
13- Mikat
dahilinde oturanların da sadece hacc-ı ifrad yapmaları yeterlidir.
14- Umre
veya hac için, ya da her ikisi için niyet ve ihram milatta yerine
getirilebileceği gibi, mikata varılmadan da yapılabilir.
15- Hacc-ı
ifrad'a niyet eden kimse, bunu yerine getirdikten sonra umre için yeniden niyet
edip ihrama girer ve umre menasikini verine getirir. Bu, daha çok Şafıîlerle
Malikîlere göredir.
16- Hacc-ı
Temettü' efdaldır. Bu, Hanbelîlere göredir.
17- Mekke'de
oturan kimse bulunduğu yerde hem hac, hem de umre için niyet ederse, bu durumda
karın (yani hacc-ı kırana niyet eden kimse) gibi sayılır. Bu, Şafiîlere
göredir.
18- Hacc-ı Kıran ve Hacc-ı Temettü1 yapan
kimselere kurban kesmek vacip olur.
19-
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in sözünü ettiğimiz üç hacdan hangisini yaptığı
ihtilaf konusudur. Ashab-ı Kiram her üç çeşit haca da yapmışlardır.
20- Hacc-ı
Temettü'ün neshedildiği, yani yasaklandığı üzerinde durulmuş ve ashab-ı
kiramdan bir kısmı buna kail olmuşsa da çoğu neshe dilmediğine kaildir. Sahih
olan da budur.
Hac ve umreye, ya da
ikisine niyet edip ihrama giren kimsenin aynı zamanda her hal-ü karda Cenab-ı
Hakk'm emrine hazır olduğunu dile getirmek, O'nun eşi ve ortağı olmadığını
ifade etmek; hamd ve nimetin O'na mahsus olduğunu belirtmek için telbiye getirmesi
sünnettir. Bu, her bakımdan hacca niyet eden mü'min kulun tam bir teslimiyet ve
mahviyet içinde bulunduğunu gösteren açık delillerden biridir. Çünkü bütün
kuvvet ve kudret, mülk ve nimet Cenab-ı Hakk'mdır. Haccetme fırsat ve imkanı
lütfeden o yüksek kudrete karşı teslimiyetimizi ve kalp yatışkanlığımızı izhar
etmemiz kadar tabii ne olabilir?
Şüphesiz telbiye,
kelime olarak ilahi emir ve iradeye hazır olmaklığımızı ve O'nun mutlak
tasarrufu altında bulunmaklığımızı içeren bir kavramdır. Ancak bunu, Resulüllah
ve ashabının belirttikleri lafızlarla söylemekte birçok yarar vardır.
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen bu konuda şöyle haber vermiştir:
"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Zülhuleyfe mescidinin yanında bmeğiyle istiva
ettiği (yani bineğinin üzerine binip dofrulduğu) zaman şöyle dedi: Allahümme
leb-beyk lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk. İnne'l-hamde ve'n-ni'mete leke
ve'1-mülke leke. Lâ şerike leke."
Abdullah b. Ömer ise
bu sözlerin üzerinde şu fazlalığı da yapardı:
"Lebbeyke,
lebbeyke ve sa'deyke vel-hayru bi-yedeyk< re'r-rağbatü üeyke
ve'1-amelü.." [172]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre,
"Resulüllah
(s.a.v») Efendimiz telbiyle getirdi... Böylec Cabir (r.a.), İbn Ömer'den
rivayet edilen hadisin benzerin nakletti ve şöyle dedi: 'İnsanlar şu lafzı ve
benzerini de fazl; olarak söylüyor: "Ze'1-meâric.." Resulüllah
(s.a.v.) efendimi onların dediklerini işitiyor, fakat onlara bir şey demiyordu.
[173]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v. Efendimiz telbiyesinde şöyle dedi:
"Lebbeyke ilâhe'l-hakkı leb beyke.." [174]
Sâib b. Hallad (r.a.)
den yapılan rivayete göre, Resulülla) (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Cibril bana geldi ve ash abının ihlal ve telbiye ile seslerini
yükseltmelerini emretme mi söyledi." [175]
Diğer bir rivayette
şöyle buyurulmuştur:
"Doğrusu Cibril,
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e gelerek şöyle dedi: "Accac ve seccac
olunuz!". Acc: telbiye ile sesi yükseltmektir. Secc ise, deve ve sığır
kesmektir. [176]
Huzayme b. Sabit
(r.a.) den yapılan rivayete göre, "Peygamber Efendimiz telbiyede bulunmayı
tamamlayınca, Aziz ve Celil olan Allah'tan O'nun rızasını ve Cenneti ister ve
O'nun rahmetiyle Cehennem ateşinden yine O'na sığınırdı”[177]
Kasım b. Uuhammed'den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Kişiye
müstehabdır ki, telbiyesini tamamlayınca Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e
salât-ü selam getire." [178]
Fazl b. Abbas (r.a.)
dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz'in terkisinde bulunuyordum; Müzdelife'den Mina'ya varıncaya
kadar devamlı telbiye getirdi ve bu Cemre-i Akabe'ye taş atıncaya kadar
sürdü.." [179].
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Umre yapan kimse, Hacerü'l -Esved'i istilama başlayıncaya kadar telbiyede
bulunur.." [180].
a)
Hanefîlere göre: Hacca veya umreye niyet edilip ihrama girildikten sonra
telbiye getirmek sünnettir. Telbiye şu lafızlarla yerine getirilir: "Allahümme!
Lebbeyke, lâ şerike leke lebbeyke. İnne'l-hamde ve'n-nimete leke ve'1-nıülk..
Lâ şerike leke." Telbiyeden sonra alçak sesle Resulüllalı'a (s.a.v.)
salat-ü selam getirilir ve böylece her namazdan sonra, her süvariyle
karşılaşıldığında ve her iniş ve yokuşlarda;
aynı zamanda seher vaktinde telbiye
getirmek de müstehabdır. Bunun
gibi uykusundan uyandığı ve bineğine binip indiği zaman da telbiye getirmek
müstehab sayılmıştır. Telbiyede kendisi ve yakınındaki kimseler duyacak bir ses
yüksekliği izhar etmek de müstehabdır.[181]
b) Şafîîlere
göre: îhramlı kimsenin niyet edip telbiye getirmesi sünnettir. Niyet etmeden
telbiye getirirse, ihrama girmiş sayılmaz. Ama niyet edip telbiye getirmezse,
sahih kavle göre ihrama girmesi münâkid olur, yani gerçekleşir.[182]
Hanelilerde olduğu
gibi, bu mezhebe göre de telbiye belirtilen lafızlarla yerine getirilir. Ancak
telbiye sekînet ve vakar ölçüleri içinde yapılır. Aynı zamanda kişi ihramlı
oldukça telbiyeye devam eder, bu da sünnet sayılmıştır. Telbiye getirirken sesi
(çevreyi rahatsız etmeyecek şekilde) yükseltmek de sünnettir. îhramsız kimsenin
telbiyede sesini çok alçak tutması sünnettir. Kadınlar ise her hal-ü karda
telbiye getirirken seslerim gizli tutarlar. Telbiyeyi müteakip Resulüllalı'a
(s.a.v.) salat-ü selam getirmek sünnettir. [183]
c)
Hanbelîlere göre: İhram ancak niyet ile gerçekleşir. Niyet etmeden girip
telbiye getirmek yeterli değildir Nitekim Şafiîîerle Ma-likîler de aynı
görüştedirler. Ebû Hanife'ye göre ihram mücerred niyetle gerçekleşmez, ancak
buna telbiye de izafe edildiği takdirde gerçekleşir veya kurbanlık hayvanı
sevkettiği takdirde niyet yeterli olur.
Telbiye getirirken
sesi yükseltmek müstehabdır. [184]
d) Malikîlere
göre: İhrama telbiye ile birlikte girmek sünnettir. Ancak telbiye bizatihi
vaciptir. Ahvalin değişmesiyle telbiyeyi tekrarlamak menduptur. Meselâ, iniş
ve yokuşlarda, vadiye inildiğinde, yol arkadaşlarıyla karşılaşıldığında ve
namazı müteakip telbiye getirilir. Bu, Mekke'ye girinceye kadar devam eder. [185]
306 nolu Sâib hadisini
İmam Mâlik Muvatta' da rivayet etniş; İmam Şafiî, İbn Hibban, Hâkim ve Beyhakî
de tahric etmişlerdir. Hepsi de bu hadisi sahihlemiş bulunuyor.
Bu konuda İbn Ebî
Şeybe'nin, Abdullah b. Hantab'dan yaptığı rivayette, deniliyor ki:
"Resulüllah'm (s.a.v.) ashabı telbiyeyi getirirken, seslerini
yükseltirlerdi de o yüzden sesleri kısılırdı."
Ancak müctehid imamlar
bu rivayetle istidlal etmemişlerdir.
Tirmizî, İbn Mace ve
Hâkim'in, Ebu Bekir (r.a.) den yaptıkları rivayette deniliyor ki: Hac, sesi
yükseltmek ve hayvan kesmektir.". Ancak Tirmizî bu rivayeti garip olarak
vasıflandırmıştır. Bu-, nunla beraber bu konuda zayıf da olsa birkaç rivayet
daha bulunuyor. Hepsi birarayâ gelince kuvvet kazanmakta ve istidlale salih
bir bilgi vermektedir.
308 nolu Huzayme
hadisinin isnadında Salih b. Muhammed b. Ebî Zaide bulunuyor ki bu zatm zayıf
olduğu söylenir. Nitekim İbn Mâin onun zayıf olduğunu belirtirken, Buharî onun
münkerü'l-hadis olduğunu söylemiştir. Nesâî ise
onun kavî olmadığına dikkat çekmiştir. Ahmed b. Hanbel:
"Ben onun rivayetinde bir sakınca görmüyorum" derken Darekunî:
"O zayıftır" diyerek tesbitini ortaya koymuştur. [186]
309 nolu hadisi
kuvvetlendiren birkaç rivayet daha bulunu-yor. O bakımdan müctehidlerin çoğu,
telbiyeden sonra Resulüllah'a (s.a.v.) salavat getirmenin müstehab olduğunu
söylemişlerdir.
310 nolu İbn Abbas
hadisinin isnadında Muhammed b. Abdir-rahman b. Ebî Leyla bulunuyor ki, bu zat
üzerinde birtakım tesbit ve görüşler ortaya çıkmıştır. Her ne kadar Tirmizî onu
sahihlemişse de müctehidlerin çoğu onunla istidlal etmemiştir.
311 nolu tbn Abbas
hadisinin isnadında keza Muhammed b. Ab-dirrahman b. E^î Leyla bulunuyor. İmam
Ebû Hanife ile îmam Şafiî ise, umre yapan kimsenin Hacerü'l-Esved'i istilam
(selamlama) etmeye başlayınca telbiyeyi keser diyerek, ilgili hadislerle
istidlal etmişlerdir.
1- İhrama
girerken niyet edilir ve telbiye getirilir. Telbiye getirilmediği takdirde,
ihram hükmü gerçekleşmez. Bu, İmam Ebû Ha-nife'nin içtihadıdır.
2- İhrama
girerken niyet getirip telbiye getirmeyenin ihram hükmü gerçekleşir. Bu, diğer
müctehicÜerin görüş ve içtihadıdır.
3- Telbiye
getirmek sünnettir. Bu, Mâlikîler dışında kalan imamların görüşüdür.
4- Telbiye
getirmek vaciptir. Bu, îmam Mâlik'in içtihadıdır.
5- Telbiye
getirirken sesi yükseltmek müstehabdır.
6- Her
telbiyeden sonra Resulüllah'a (s.a.v.) salat-ü selam getirmek müstehabdır.
7- Yol
buyonca bineğe binip inerken, bir kafileyle karşılaşırken, vadiye inerken,
yokuş çıkarken telbiye getirmek sünnettir.
8- Telbiyeyi
sükunet ve vakar içinde yerine getirmek sünnettir,
9- Telbiyeye,
Mekke'ye girilince veya Hacerü'l-Esved istilama başlanılınca terkedilir,
10- Etrafı rahatsız edecek şekilde sesi
yükseltmek doğru değildir.
11- Kadınlar
telbiye getirirken seslerini gizli tutarlar. Sesli telbiye getirmeleri
mekruhtur.
12- Telbiye
daha çok şu lafızlarla yapılması tavsiye edilmiştir: "Allahümme lebbeyke
(veya Lebbeykellahümme lebbeyke), lâ şerike leke lebbeyke. İnne'l-hamde
ve'ni'mete leke ve'1-mülk.. Lâ şerike leke."
Bununla beraber hamd
ve tazime delalet eden başka lafızlarla da yerine getirilebilir.
13-
Telbiye'nin delalet ettiği yüksek manayı düşünerek ona der vam etmekte sayısız
faydalar söz konusudur.
14-
Telbiyenin Türkçesi:
"Buyur Allah'ım,
buyur! Senin ortağın yoktur. Buyur Allah'ım, buyur. Hamd (her türlü güzel
övgü) ve nimet Sana mahsustur; mülk Senindir. Hiçbir ortağın yoktur."
Bilindiği gibi,
namazda iftitah tekbiri ne ise, hac ve umre ibadetinde de ihram odur. Yani
ihramsız bu iki ibadete başlanılmaz. Hacca veya umreye niyet eden kimse için
"İhrama girdi" denilir.. Öyleki daha önce kendisine mubah olan
birtakım şeyler, ihrama girip niyet getirmekle haram oluyor. Mesela başı
örtmek, dikişli elbise giymek, kadınlara cinsel yaklaşmada bulunmak, güzel koku
sürünmek ve saç-sakal kesmek haram oluyor; ihram hali devam ettikçe bunların
ha-ramlığı da sürüyor.
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"ResulüUah
(s.a.v.) Efendimiz'den, ihramlı olan kimsenin neler giyinebileceği soruldu.
Efendimiz şu cevabı verdi; 'İhramlı kimse gömlek, sarık, külah, takke, don
giyemi-yeceği gibi, vers (sarı boya elde edilen ot) ve zaferan bulamadığı takdirde
o gibi aykakkabınm konçlarını topuklardan aşağısına varıncaya kadar keserse
giyebilir." [187]
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Peygamber {s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"İhramlı olan kadın yüzüne nikap tutunmasın (peçe ve benzeri bir şey örtmesin)
ve eldiven gıymesin”[188]
Diğer bir rivayette
ise, îbn Ömer (r.a.) şöyle demiştir: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den
işittim, o ihramda bulunan kadınları eldiven takmaktan ve
yüzlerine nikap örtmekten
men'etti; aynı zamanda vers (sarı boya elde edilen ot) ve zaferanla boyanmış
elbise de giymelerini yasakladı."[189]
Ebû Davud bu rivayetin
sonunda şu fazlalığı da nakletmiştir: "Artık ihramlı kadınlar bunun
dışında hoşlarına giden bitkilerle boyanmış elbiselerden, yünlü kumaştan,
zinetten ve iç çamaşırdan giyinebilir ve takınabilirler."
Cabir (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a. v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim naleyn (konçları topuklardan aşağı ayakkabı) bulamazsa, huffeyn
(konçları topuklardan yukarı olan ayakkabı) giyinsin. Kim de uzunca (dikişsiz)
elbise bulamazsa, don giyinsin." [190]
İbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçe, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in Arafat'ta
hutbe irad ederken şöyle buyurduğunu duymuştur:
"Kim (dikişsiz)
büyükçe bez (ihram) bulamazsa, don giyinsin. Kim de na'leyn (konçları
topuklardan aşağıda olan ayakkabı) bulamazsa, huffayn (konçları topuklardan
yukarı ayakkabı) giyinsin." [191]
Diğer bir rivayette,
Ebû Şa'sa', îbn Abbas'm (r.a.) şöyle haber verdiğini belirtiyor:
"Resulüllah (s.a.v.) hutbe irad ederken buyurdu ki: "Kim izar
(kendisini örtecek büyüklükte kumaş, bez) bulamazsa, don bulabilirse onu
giyinsin. Kim de naleyn (konçları topuklardan aşağı ayakkabı ve konçsuz
ayakkabı) bulamazsa, huffayn (konçlu veya konçları topuklardan yukarı ayakkabı)
giyinsin."
Bunun üzerine ravi
diyor ki: "İbn Abbas'a sordum: "Resulüllah (s.a.v.) huffaynin
konçlarını kessin" diye buyurmadı mı?' Cevap verdi: "Hayır, Öyle
buyurmadı.." [192]
Bu iki rivayet zahiri
itibariyle, ibn Ömer'in "konçlarını kee ; sin..." rivayetini neshetmektedir.
Çünkü Resulüllah o cümleyi M -i dine'de iken sorulan bir soru üzerine buyurmuş
bulunuyordu. ibn| Abbas hadisi ise, Arafat'ta hacet vaktinde söylenmiştir.
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adi geçeri şöyle demiştir:
"Biz Resulüllah
(s.a.v.) Efendimizle beraber ihramlı bulunduğumuz sırada, binekleri üzerinde
olanlar gelip yanımızdan geçerlerken, tam hizamıza geldiklerinde biz (kadınlar)
cilbabımızı başımızın üzerinden sarkıtıp yüzümüzü örtüyorduk, onlar geçince
tekrar yüzümüzü açıyorduk." [193]
Salim'den yapılan
rivayete göre, Abdullah b. Ömer (r.a.), ih-ramlı bulunan kadınlar için
giyilmekte olan huffayn'in konçlarını kesiyordu. Sonra ben onaSafiyye bint Ebî
Ubeyd'in (r.a.), Hz. Aişe'nin Resulüllah'tan (s.a.v.) rivayet ettiği şu bilgiyi
hatırlatınca artık o, kadınlara ait huffaynin konçlarını kesmeyi bıraktı. Hz.
Aişe (r.a.) diyor ki: "Resulüllah (s.a.v.) kadınlara (ihramlı iken)
huffayn giymeleri için ruhsat verdi." [194]
a)
Hanefîlere göre: îhramlı kimsenin dikişli gömlek, entari, iç çamaşırı, kaftan,
sarık, külah, takke, konçlu ayakkabı giyinmesi caiz değildir. Üstü açık konçsuz
ayakkabı bulamadığı takdirde, konçlu ayakkabının konçlarını kesip ayak
kısmının yarısının üstü açık kalacak şekilde düzenleyerek giyer. Bunun gibi,
ihramlı olan kimsenin zafe-ran ve vers ile boyanmış elbise kullanması caiz
değildir. 'Ancak bunlarla boyanan elbise iyice yıkanır da boyanın kokusu
kesilir ve oluşturduğu ince tabaka kaybolursa, o takdirde ihram olarak kullanılabilir.
İlim adamlarından bir kısmına göre, belirtilen şekilde yıkansa bile yine de
kullanılması caiz değildir. [195]
Kadınlara ihramlı
iken, onların ihrama girerken, yani hac veya umreye niyet getirirken dikişli
elbise giyinmelerinde bir sakınca yoktur. Normal elbiseleriyle menasiki yerine
getirirler, ancak yüzlerini örtmezler ve ellerine eldiven takmazlar. [196]
Kadın ihramlı iken,
yabancılara karşı örtünmeyi kasteddiği takdirde, ellerini tenine dokunmayacak
şekilde yüzünü örtebilir. Şafîüer de aynı görüştedirler.[197]
b) Şafîîlere göre: Hanefîlerde olduğu gibi,
erkekler hac veya umreye niyet edip ihrama girince, dikişli elbise giyinmeleri,
sarık, külah, takke ve benzeri bir şeyi başlarına sarmadan veya geçirmeleri
caiz değildir. Ancak göbekten aşağı dikişsiz bez bulamadığı takdirde don
giyebilir; na'leyn bulamadığı takdirde huf giyinebilir. Dikişsiz elbise
bulunca don, na'leyn bulunca huffayni çıkarır.
Kadına gelince: O,
güzel koku sürülen elbise giyinmez, boyanmış renkli elbise giyinmesinde bir sakınca
yoktur. Aynı zamanda ayaklarına giyindikleri konçlu ayakkabının konçlarını
kesmezler. Nitekim Hz. Aişe'nin (r.a.) bu hususta kadınlara fetva verdiği bilinmektedir.
Aynı zamanda kadınlar iç çamaşırlarını, ayakkabı ve baş Örtülerini giyinirler,
bunun için zaruri bir durum söz konusu değildir. [198]
Kadın ihramlı
bulunduğu günlerde yabancılara karşı yüzünü ve ellerini örtebilir. [199]
c)
Hanbelîlere göre: İhramlı bulunan erkekler, dikişli gömlek, iç çamaşır, külah,
takke ve benzeri şeyler giyemezler; bunların hiç biri onlar için caiz değildir.
Aynı zamanda üstü kapalı konçlu ayakkabı giyinemezler. Ancak bir erkek
dikişsiz bez bulamazsa, don giyinebilir. Konçsuz üstü açık ayakkabı bulamazsa,
konçlu ayakkabı giyinebilir ve bundan dolayı fidye de gerekmez. Meşhur kavle
göre ise, bu durumda olan ihramlı, konçlu ayakkabının konçlarım topukların alt
kısmına varıncaya kadar keser. Malikiler de aynı görüştedirler. İmam Sevrî,
îmam Şafiî, İshak, İbn Münzir ve rey taraf darlarının da kavli bu anlamdadır. [200]
Kadına gelince: Onun
ihramlı halde yüzünü örtmesi haramdır, nasıl ki erkeğin ihramlı iken başını
örtmesi haramsa.. Bu hususta pek hilaf yoktur. Ancak Hz. Esmanın (r.a.) ihramlı
iken yüzünü örttüğü rivayet edilmiştir. Bu belki de yabancılara karşı örtünme
ihtiyacını duyduğu vakitlerde olmuştur. Nitekim Hz. Aişe hadisi bu görüşü
kuvvetlendirmektedir. [201]
Genel anlamda kadının
ihramlı iken yüzünü örtmemesi ve ellerine eldiven takmaması emredilmiştir.
318 nolu İbn Ömer
hadisi sahihtir ve ihticaca elverişlidir. O bakımdan müctehidlerin hemen hepsi
onunla istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.
Za'feran (safran) ve
vers çiçekleriyle boyanan bez ve kumaşın ihramda kullanılmasının
yasaklanmasının birtakım sebepleri vardır:
bu bitkilerden elde
edilen -ilkel anlamdaki- boyanın hem aşırı toku neşretmesi, hem bez ile tam
emişmeyip yer yer zerrecikler nde dökülmesi, hem de göze pek iyibir görüntü
vermeyen birrengi :onusudur.
îhramlı iken konçları
topukların altına gelecek ve ayağın üst mndan bir bölümünü örtmeyecek şekilde
bir ayakkabı giymek ^kir. îmam Ahmed'e göre bu gerekli değildir, topuklara
kadar uza-[ konçlu bir ayakkabı da giyilebilir. Diğer müctehidlere göre, içları
herhalde kesilmesi söz konusudur.
319 nolu Ibn Ömer
hadisi de sahihtir, aynı zamanda ihticaca sa-!ir. O bakımdan müctehidlerin çoğu
bu hadisle ihticac etmişlerdir, flece ihramh kadının yüzünü örtmesi, ellerine
eldiven ve benzeri j geçirmesi haramdır. Ancak yabancıların yakın nazarından
bir e korunmak için kadının ihramh iken yüzünü örtmesine cevaz ve-liştir. Bu da
Hanefîlerin içtihadıdır. Cumhur ise, kadının böyle imasını yasaklamıştır.
Ayrıca ihramh durumda
olan kadının dikişli iç çamaşır ve dış afet giymesinde bir sakınca olmadığı
anlaşılıyor ve süs eşyasından teşhir etmemek kaydiyle takınmasına da cevaz
verilmiş bulunuy-
321 nolu Cabir hadisi
sahihtir. Ancak İbn Ömer hadisiyle trüz etmektedir. İlim adamlarından bir kısmı
burada mutlakı mu-yyed üzerine hamletmiş ve benzeri benzere ilhak etmiştir.
Bumın-beraber îmam Şafiî ve birçok müctehid bununla amel edilebi-eğini
belirterek giyilen dikişli donu sökmenin gerekli olmadığını ^emişlerdir. îmam
Ebû Hanife ise bunun mutlaka sakıncalı Luğunu belirtmiş, îmam Malik de aynı
anlamda ictihadda bulun-muştur.
Cumhur da aynı görüşü
izhar edip hadisler arasında nesh bu-aduğuna, îbn Abbas ve Cabir hadislerinin
Arafat'ta, îbn Ömer ha-iinin ise, Medine'de söylendiğine bakılarak îbn abbas
hadisiyle İbn ner hadisinin neshedildiğini bir görüş olarak ortaya
koymuşlardır.
Neshedilmediğini
savunanlar ise, îbn Ömer hadisinin daha salı olduğunu delil olarak
göstermişlerdir. [202]
Ayrıca Resulüllah'm a.v.) Arafat'ta belirtilen hususa ruhsat vermesi, hacetten
kaynak-nmakta ve o ortamda zorluk ve sıkıntıyı kaldırmaya yönelik
bulun-aktadır.
324 nolu Hz. Aişe
hadisini Hakim sahihlemiştir. Ayrıca Ibn Huzayme tahric etmiş bulunuyor. Aynı
zamanda bu manada bir diğer hadisi Fatma bint Münzer, Esma bint Ebî Bekir
(r.a.) den rivayet etmiştir. el-Münzerî, ilim adamlarından birtopluluğun bu
hadisin zahiriyle amel etmeyi ihtiyar ettiklerini belirtmiştir. Hadisin
ravilerin-den Yezid b. Ebî Ziyad hakkında îmam Şafiî durmuş ve sıhhati üzerinde
birtakım şüpheler izhar etmişse de Zehebî onun saduk (doğru) olduğunu
belirtmiştir.
325 nolu Salim
hadisinin isnadında Muhammed b. İshak bulunuyor. Bilindiği gibi bu zat
hakkında bîr çok şeyler söylenmiştir. O bakımdan müctehidlerin önemli bir kısmı
bu rivayetle istidlal etmemişlerdir.
1- İhramh
olan erkeklerin dikişli elbise giyinmeleri, başlarını sarık, külah,takke ve
benzeri bir şeyle örtmeleri haramdır.
2- İhramh
kimsenin safran ve vers bitkisiyle boyanan elbise giymesi sakıncalıdır. Bu iki
boyaya benzer boyalarla boyanmış elbise, peştemal ve benzeri giyim eşyası
kulanmak da caiz değildir.
3- îhramlı
erkeklerin iç çamaşır giyinmeleri ge caiz değildir.
4- îhramlı
erkeklerim konçları topukların altında, üst kısmen açık bir ayakkabı
giyinmeleri vaciptir.
5- Hac menasiki
(ibadetleri) yerine getirilirken, sıkışık hallerde, belirtilen şekilde ayakkabı
te'mini zor veya mümkün olmadığı hallerde konçları topuklara ulaşan ayakkabı
giyilebilir. Bunun için bir ceza gerekmez. İmam Ebû Hanife ile îmam Malik'e
göre ceza gerekir.
6- Hac
menasiki yerine getirilirken izar edilen telden aşağı Örtecek kadar bez ve
kumaş bulamayan kimsenin don giymesine ruhsat verilmiştir. İmam Ebû Hanife ile
îmam Malik'e göre, bu durumda yine ceza gerekir.
7- Topuktan
aşağı olup üst kısmından bir bölümü açık olan ayakkabı yerine konçlu ayakkabı
bulunuyorsa, o takdirde, konçlarının kesilmesi gerekir. Kesilmediği takdirde,
îmam Ahmed'e göre bir şey gerekmez.
8-İhrama
giren kimsenin mümkün olduğu takdirde beyaz renkli kumaş tercih etmesi
müstehabdır. Bununla beraber za'feran ve vers olmamak kaydiyle renkli kumaş da
olabilir.
9- İhrama
giren kadınlar için dikişsiz elbise söz konusu değildir.
10- Ihramlı
kadının yüzünü örtmesi ve ellerine eldiven veya nzeri bir şey geçirerek örtmesi
caiz değildir.
11- İhramlı
kadın, yanından yabancı erkek geçerken başındaki tünün bir ucuyla yüzünü bir
süre örtebilir. Müctehidlerin çoğuna re, bundan dolayı ceza gerekmez.
12- îhramh
kadınlar süs eşyası takınabilirler. Ancak zinet yer-Kni açmamaları söz
konusudur.
13- İhramlı
kadınlar iç çamaşırlarım giyinirler, dikişli olarak ş kıyafetlerine bürünürler.
14- îhramlı
erkekler için haram kılman şeyler ihramlı kadınlar in de haramdır. Ancak
dikişli elbise, ayakları örtecek kadar konçlu rakkabı ve başlarını örtme
hususunda erkeklerden ayrılırlar, bun-x kadınlar için caiz, erkekler için caiz
değildir.
Din kolaylık ve
rahmettir. İlahi nassa aykırı olmadığı takdirde hep kolaylığı emreder. İbadet
de gönül huzuru, sıkıntı ve meşakkatten uzak yapıldığı sürece kişiyi amaca
yaklaştırır ve kalp yatışkanlığı sağlar.
Hac ibadetinin,
özellikle afakî, yani Mekke dışından gelenler için birtakım zorlukları vardır.
Bu daha çok iklim değişikliklerinden kaynaklanır ve fazla izdiham ve kalabalık
sebebiyle insana sıkıntı verebilir. O bakımdan İslam bilhassa sıcak mevsimde
hac ve umre yapılırken güneşin tesirinden korunmak için şemsiye tutunmaya ve
benzeri gölgelikler edinmeye cevaz vermiş; çok yağmurlu ve soğuk bir mevsimde
omuzlar üzerinde battaniye, pardesü ve benzeri şeylerin alınmasında bir sakınca
olmadığını belirtmiştir.
Ummu'l-Husayn (r.a.)
diyor ki:
"Resulüllâh
(s.a.v.) Efendimizle beraber Veda Haccı'm yaparken, Üsame ile Bilal1 i gördüm:
Birisi, Resulüllah'm (s.a.v.) bindiği devenin yularından tutarken, diğeri
Re-sulüllah'ı (s.a.v.) güneşten korumak için elbisesini O'nun başının üstünde
tutuyordu. Bu hal, Resulüllah (s.a.v.) Cemre-i Akabe'ye taş atmcaya kadar
sürdü." [203]
Diğer bir rivayette
ise şöyle denilmiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimizle beraber Veda Haccı'nı yerine getiriyorduk. Derken,
Resulüllah (s.a.v.) Cemre-i Akabe'ye taş atarken ve oradan ayrılırken, devesi
üzerinde bulunuyor bir halde gördüm: Bilal ile Üsame de oradaydılar; onlardan
biri Resulüllah'ın (s.a.v.) bindiği devenin yularından tutup götürüyordu,
diğeri ise, elbisesini şemsiye yapıp Re-sulüllah'm başının üstünde tutarak O'nu
güneşten koruyup gölge yapıyordu." [204]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor kî: "Bir adamın bineği hırçmıaşıp
Sırtmdan attı ve-adamın boynu kırılarak öldü ki, o adam ihramlı bulunuyordu.
Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyuruyordu: "Onu su ve
sidr ile yıkayınız ye üzerindeki elbiseyi ona kefen yapınız; başım ve yuzunu
örtmeyiniz. Çünkü gerçekten o, kıyamet gününde telbıye getirir bir haıde
kabrinden kaldırılıp haşredılecektır. [205]
a)
Hanefîlere göre: îhramlı iken yıkanmakta, çadır, mahfe ve benzeri şeylerin
altında gölgelenmekte, (şemsiye ve benzeri şeyleri -başa dokundurmaksızm-
tutunup gölgelenmekte), bel kemeri kullanmakta bir sakınca yoktur, bunlara
cevaz verilmiştir. [206]
Aynı zamanda ihramlı
kimselerin kılıç ve benzeri silah taşıması, kemer bağlaması, yüzük takınması ve
gözlerine sürme çekmesi caizdir. Ancak kokulu sürme kullanması sakıncalıdır.
Bir-iki defa kokulu sürme kullanmasından dolayı kan akıtması gerekir. [207]
b) Şafîîlere
göre: Sıcaktan korunmak için ağaç, çadır, mahfe ve benzeri şeyler altında
gölgelenmekte ve şemsiye tutmakta bir sakınca yoktur. Başının üstünde gölge
yapsın diye tutunduğu şeye ih-ramlınm başı dokunup temas kursa bile bir şey
gerekmez. Ama örtünmek için başının üzerine bîr örtü veya benzeri bir şey
koyması caiz değildir. [208]
c)
Hanbelîlere göre: Bina, ağaç, çadır ve benzeri şeyler altına girip sıcaktan
korunmakta bir sakınca yoktur. Ama deve üzerine konulan mahfe ve benzeri
şeylerle gölgelenmek caiz değildir. Bunun gibi, başın üstünde bir örtü veya bir
ağaç dalı tutup gölgelenmek de sakıncalıdır.
Ahmed b. Hanbel bu
konuda, yukarıda adı geçen hadisle değil, İbn Ömer'den rivayet edilen şu olayla
istidlal etmiştir: ibn Ömer (r.a.) binek üzerinde bulunan Ömer b. Abdillah'm
bir ağaçdalı tutup onunla güneşten korunduğunu görünce, onu böyle yapmaktan
men'etmiştir." [209].
d) Bu konuda
Malikîler de Hanefîlerin görüşündedirler. [210] Şevkanî'nin
tesbitine göre, Hanbeliler'in görüşündedirler.. [211]
334 nolu Ümmu'l-Husayn
hadisi sahihtir. Cumhur bu rivayetle
ederek güneşten korunmak için çadır, mahfe ve benzeri şeyler ma
girmenin, şemsiye ve benzeri şeyler tutunmanın caiz olduğunu demiştir. İmam
Malik ile İmam Ahmed bunun caz olmadığını be-tmişlerdir. Bu iki imam, yukarıda
da belirttiğimiz gibi, Bey-kî'nin isnad-ı sahih ile İbn Ömer'den yaptığı
rivayetle istidlal nişlerdir.
336 nolu îbn Abbas
hadisi de sahihtir. îhramlı bir halde ölen nse kefenlenirken başının ve yüzünün
açık tutulmasının müstehab kuğuna delalet etmektedir. Bu ve diğer rivayetlere
dayanan İmam lû Hanife ile imam Malik, ihramhnm yüzü hakkındaki hükmün [şıyla
ilgili hükmün aynı olduğunu, yani ihramlı bulunan erkeğin zünü örtmesi caiz
değildir, imam Şafiî ile cumhur-i ulemaya göre .zün ihramla ilgisi yoktur, adam
isterse ihramlıbir vaziyette zünü Örtebilir, yüzün açık tutulmasının vücubu
kadınlarla ilgilidir. [212]
Aynı zamanda ihramlı
bir halde ölen kimsenin dikişli bir elbi-yle kefenlenmesi de İmam Şafiî'ye göre
caiz değildir, imam Ahmed i ishak da bu hususta Şafiî'ye muvafakat etmişlerdir.
İmam Malik, lam Evzâî ve İmam Ebû Hanife'ye göre, onun yüzünü örtmek ve ışını
dikişli kefenle kefenlemek caizdir.
1- İhramlı
kimsenin güneşten korunmak için çadır, mahfe ve nzeri bir şeyin altına girip
gölgelenmesi caizdir.
2- İhramlımn
yine güneşten ve yağmurdan korunmak için amsiye ve benzeri bir şeyi başının
üstünde tutması caizdir. İmam talik ve İmam Ahmed'e göre caiz değildir. Ancak
bu iki imama göre, 7 çadır, ve ağaç altına girip gölgelenmek caizdir.
3- Kadınlar
için belirtilenler söz konusu değildir; yani onlar p'lgelenmek ve güneşten
korunmak için hem şemsiye ve benzeri bir ly tutabilirler; hem de başları
üzerine başka bir örtü örtebilirler.
4- İhramlı
bir vaziyette ölen kimsenin yüzü ve başı örtülmez, ynı zamanda dikişli
elbiseyle kefenlenmez. Bu İmam Şafiî ve imam Lhmed'e göredir. İmam Malik ve
İmam Ebû Hanife'ye göre, ih-amlının yüzü ve başı örtülür, gerekirse dikişli
elbiseyle kefenlenebiir.
İslâm toplum hayatım
en güzel tanzim eden ve fertleri en uy gun davranışlarla birbirine ısındıran;
nefret, tiksinti doğuran şeylerden kaçınmalarını telkin eden dindir. O bakımdan
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz günde birkaç defa saç ve sakalını tarar, güzel koku
sürünür ve dişlerini misvaklardı. Hacc menasiki (ibadetleri) yerine
getirilirken, hac dışı günlük hayata nisbetle birtakım şeyleri kullanmak
yasaklanarak onun bir istisna teşkil ettiği belirlenmiştir.
İhramdan önce, daha
önceki baplarda belirttiğimiz üzere güzel koku sürünmek müstehab, olduğu gibi,
ihrama tam hazırlanırken de güzel koku sürünmekte bir sakınca olmadığını, hatta
istihbap kapsamına girdiğini söyleyebiliriz.
İhrama girdikten, yani
hacca niyet edip iki bez parçasına büründükten sonra artık güzel koku
sürünmemiz yasaklanmıştır.Ama daha önce süründüğümüz güzel kokunun rayihası devam
ediyorsa, onu gidermeğe gerek yoktur.
Konuyla ilgili
hadisler
îbn Ömer (r.a.) (318
nolu) hadisinde, Hz. Peygambere'e (s.a.v.); "İhramlı olan kimse neler
giyebilir?" sorulduğunda, Efendi-miz'in şu cevabı verdiği açıklanmış
bulunuyor: 'İhramlı kimse dikişli gömlek, sarık, külah, takke ve dikişli don
giyemez. Aynı zamanda vers ve za'feran ile boyanmış elbise de giyemez..."
Sonra da ihramlı bir
vaziyette ölen adam için "Onu tahnit etmeyin (güzel kokulu nesne
sürmeyin)" buyurmuştur.
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz
ihramlı olduğu halde
üzerinden birkaç gün
geçmesine rağmen ben Onun saçının aynm çizgisindeki güzel kokunun parlaklığına
(şu anda) bakar gibiyim." [213]
Müslim, Nesâî ve Ebû
Davud'un rivayetinde ise, şöyle denilmektedir:
"Resulüllah'ın
(s.a.v.) ihramlı iken saçının ayrım çizgisindeki miskin parlaklığına (şu anda)
bakar gibiyim." [214]
Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan
rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Bizler KesulüUah
(s.a.v.) Efendimiz'le beraber Mekke'ye hareket edip çıktığımızda, ihrama
gireceğimiz sırada alınlarımıza "Sük1* denilen güzel kokuyu sürerdik.
Öyleki bizden birimiz terlediğimizde o koku (terle birlikte) yüzümüze doğru
akardı da o hali gören Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bizi ondan men'etmez
di." [215]
Said b. Cübeyr'in îbn
Ömer (r.a.) dan yaptığı rivayette, adı geçen şöyle demiştir:'
'Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz ihramlı bulunduğu halde içine güzelkoku katılmadık zeytin yağıyla
(bazı yerlerini) yağladı." [216]
"İhrama girmek
isteyenin gusletmesi, güzel koku sürmesi.." başlığı altındaki bölümde bu
konuyla ilgili müctehidlerin görüş ve ic-tihadlarmı belirtmiş bulunuyoruz.
Burada onların bir özetini vermekle yetiniyoruz:
Hanefî, Şafiî ve
Hanbelîlere göre, ihrama girmeğe hazırlanan kimsenin^ girmeden önce güzel koku
sürünmesinde bir sakınca yoktur. Hatta bazısına göre müstehabdır.
İmam Mâlik'e göre ise,
mekruhtur. Şüphesiz Mâiîkiler bu konuda Buharı ve Müslim!de geçen şu rivayetle
istidlal etmişlerdir: "Bir adam, Hz, Peygamber'e (s.a.v.) dedi ki: Ya
Resulellah! Vücudunu güzel kokuyla buladığı halde umreye niyet edip ihrama
giren kişi hakkında ne buyurursunuz?!1 Resulüllah (s.a.v.) biraz durduktan
sonra şu cevabı verdi: "Üzerindeki güzel kokuyu üç defa yıka, üstündeki
cübbeyî çıkar ve hac için ne yaptınsa aynı şeyi umre için de yap."
344 nolu Hz. Aişe hadisi
sahihtir ve istidlale salihtir. Hadis, ihramdan az önce güzel koku sürmenin
müstehab olduğuna ve aynı zamanda ihrama girdikten sonra, o kokunun rayiha ve
parlaklığının vücudun bir yerinde kalmasında bir sakınca olmadığına delalet etmektedir.
345 nolu Aişe hadisini
nakleden Ebû Davud ve el-Münzerî hadisin sıhhat derecesi üzerinde bir beyanda
bulunmamışlardır. Ancak yapılan tesbitlere göre, isnadında yer alan raviler sikat
(güvenilirler)dir. Ancak ravilerden Hüseyn b. Cüneyd -ki bu zat Ebû Davud'un
şeyhidir- üzerinde durulmuş: Nesâî, "onun rivayetinde bir salanca
yoktur" derken İbn Hibban onu sekat arasında zikretmiştir. [217]
Zehebî ise, bu zat hakkında bir tesbite yer vermemiştir. Böylece hadisin sahih
olduğu ağırlık kazanıyor.
347 nolu Said
hadisinin garip olduğunu Tirmizî belirtirken, bu rivayeti Fekad es-Sincî
tarikiyle bildiğim ilave ediyor. Hadis, ihramlı kimsenin, içine güzel koku
karıştırılmamış zeytin yağını bedenin bir yerine sürmesinde bir sakınca
olmadığına delalet etmektedir. Nitekim İbn Münzir diyor ki: "İhramlı olan
kimsenin zeytin yağı, içyağı, tereyağı yemesinde ve bunları (bedeninin herhangi
bir yerine sürmek suretiyle) kullanmasında bir sakınca olmadığında ilim adamlarının
icma'ı vardır." [218].
Böylece ihramlı kimse
için güzel koku ile, sözü edilen yağlar hakkında ayrıntılı bilgi verilmiş
oluyor. Birini diğerine kıyas mümkün değildir.
1- İhramdan
hemen önce güzel koku sürünmek mekruhtur. Süründüğü takdirde onu bedeninden
gidermesi gerekir. Bu, İmam Malik'e göredir.
2- İhram'a
girilmeden önce güzel koku sürünmekte bir sakınca yoktur.
3- İhramdan
Önce sürülen güzel kokunun rayihası ve parlaklığı vücutta kalsa ve bir süre
devam etse bile bir sakınca yoktur. Bu, diğer üç imama göredir.
4- Baş ve
alın kısmına sürülen güzel koku, ihrama girdikten sonra terle
birlikte akıp yüze
bulaşırsa, bunda da
bir beis görülmemiştir.
5- İhramlı
kimsenin içyağ, zeytin yağı, tereyağı yemesinde ve gerektiğinde bunları
bedeninin bîr yerine sürmesinde bir sakınca yoktur.
6- Sözü
edilen yağlara güzel koku karıştırıldığı takdirde kullanılması caiz değildir.
7- Bununla
beraber ihramdan önce aşırı derecede güzel koku sürmekten kaçınıp ifrat ve
tefritten uzak kalınarak normal şekilde sürünmek daha uygun olur.
Bilindiği gibi, hac
veya umre, ya da her ikisi için niyet edip ihrama giren kimsenin saçını,
sakalını traş etmesi caiz değildir. Ancak bir hastalık ya da bitlenme ve
benzeri bir arızadan dolayı temizlik ve sağlığa kavuşmak için traş olmaya
cevaz, yani ruhsat verilmiştir. Aynı zamanda bu fiilden dolayı ihramlınm fidye
vermesinin vacip olduğu hükme bağlanmıştır.
Kâb b. Ucre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Başımda (oluşan
parazitten dolayı) eziyet bulunuyordu. Beni ahp Resulüllah (s.a.v.)
Efendrimiz'e götürdüklerinde bitler yüzüme doğru dökülüp geliyordu. Beni bu
vaziyette gören Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Görebildiğim kadariyle
meşakkat ve eziyet sende (had safhaya) ulaşmış bulunuyor. Bir koyun bulabilir
misin?" Ben cevaben: "Hayır, bulamam" dedim. Bunun üzerine
ilgili ayet indi: "Sizden hasta olan veya başında bir eziyet ve
rahatsızlığı bulunan kimseye (kurban yerine varmadan traş olursa, bunun için)
oruç ya da sadaka, ya da kurbanlardan bir fidye vacip olur.." Resulüllah
(s.a.v.) fidye üç gün oruçtur veya her birine yarım sa' olmak üzere altı miskini
yedirmektir" buyurdu. [219]
Diğer bir rivayette
şöyle denilmektedir:
"Hudeybiyye
zamanında Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz canıma geldi ve (benim halimi görünce)
şöyle buyurdu: Sarıyorum ki, başındaki parazitler şana eziyet veriyor?"
Ben İe: "Evet, öyledir" dedim. O bana: "Öyle ise başını traş et
ve bundan dolayı bir koyun kes veya üç gün oruç tut, ya da üç ka1 hurmayı altı
miskine yarımşar sa1 olarak tasaddukta bulun" buyurdu. [220]
Ebu Davud ise bu
hadisi şöyle rivayet etmiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz beni çağırdı ve bana: "Başını traş et, üç gün oruç tut
veya kuru üzümden bir ferak (üç «a') ı altı miskine yedir veya bir koyun nüsk
eyle (kes)." Bunun üzerine başımı traş edip nüsk olarak bir koyun kestim."
[221]
a)
Hanefîlere göre: Nahr (bayram) gününden önce ihramlmuı saçlarını kesmesi caiz
değildir. Bu ister ustura, makina, makas gibi bir aletle gereçekleştirilsin,
isterse arsenik ve benzeri kimyevi bir maddeyle giderilsin fark etmez. îhramlı
bütün bunları işlemekten men'edilmiştir. Bunun gibi başındaki kıllardan birini
olsun gidermez ve gidermek için arsenik sürmez. Hiçbir özür yokken ihramlı
başını traş ederse, kan akıtması gerekir. Ama özürden dolayı traş ederse, Aziz
ve Celil olan Allah'ın buyurduğu üzere şu üç şeyden birini yerine getirmesi
vacip olur: Ya üç gün oruç tutar, ya altı fakiri doyuracak nisbette (üç sa')
yiyecek tasadduk eder, ya da bir kan akıtır.
Hanefîler bu konuda
Kâb b. Ucre hadisiyle istidlal etmişlerdir.
Başındaki saçının
dörtte birini traş ederse yine kan akıtması gerekir. Dörtte birinden aşağı
nisbette keserse, sadece bir miktar tasaddukta bulunur. Bu, imam Ebû Hanife'ye
göredir. îmam Ebû Yusuf a göre, başının çoğunu traşederse, İmam Ebû Muhammed'e
göre tamamım traş ederse kan akıtması gerekir. Aksi halde tasaddukta bulunur. [222]
b) Şafiîlere
göre: İhramlı kişinin üç kıl veya üç tırnak kesmesiyle fidye gerekir. Bu
hususta unutanla, kasden kesen veya bilmeden veya bilerek kesen arasında fark
yoktur.
Bir kıl koparmaktan
dolayı bir müd taam tasadduk etmesi; iki kıl kopardığı takdirde iki müd taam
tasadduk etmesi gerekir. Özürlü olan kimsenin saclarını traş etmesinde bir
sakınca yoktur, ancak bundan dolayı fidye vermesi gerekir. [223]
Fidye bilindiği gibi,
şu üç şeyden biriyle gerçekleşir: Üç gün oruç, veya altı fakiri doyurmak veya
bir kan akıtmak..
c)
Hanbelîler de bu konuda Kâb b. Ucre ile Bakara Sûresi 196. ayetle istidlal
etmişlerdir. [224]
d) Malikîlere
göre: İmam Mâlik'e göre, başın tamamı traş edildiği takdirde kan akıtmak
gerekir. Daha az nisbette traş edenin tasaddukta bulunması söz konusudur. [225]
Böylece dört mezhep
imamları bu konuda yukarıda sözü edilen ayet ve hadisle istidlal etmişlerdir.
Aralarındaki fark, daha çok baştaki saçların nisbetiyle ilgili bulunuyor. İmam
Mâlik'in içtihadında daha çok kolaylık vardır. Sonra da Hanefîlerin içtihadı
onu izlemektedir.
1- Bayram
gününden Önce ihramlının saçlarını kesmesi veya vücudundan kıl koparması caiz
değildir.
2- îhramlının
saç,sakal veya bedeninin herhangi bir yerindeki Kılları gidermesi, -ne ile
gederirse gidersin- caiz değildir ve bundan dolayı ceza gerekir.
3- Başında,
bitlenme veya başka bir sebepten dolayı özrü olan kimsenin saçlarını traş
etmesi caizdir, yani buna ruhsat verilmiştir. Ancak bu durumda fidye ödenmesi
vacip olur.
4- Fidye, şu
üç şeyden birini yerine getirmekle gerçekleşir: Üç gün oruç tutmak veya altı
fakiri yedirip doyurmak veya bir koyun kesmek suretiyle kan akıtmak..
5- Başında
bir özür bulunmaksızın saçlarını traş eden kimsenin ise, herhalde ceza olarak
bir koyun kesmesi vacip olur,
6- Başındaki
saçın dörtte birini traş edenin de bir koyun kesmesi gerekir. Bu, İmam Ebû
Hanife'ye göredir.
7- Özürsüz
olarak başının çoğunu traş edene kan akıtmak gerekir. Bu, İmam Ebû Yusuf un
içtihadıdır.
8- Ancak
başının tamamını traş edene kan akıtmak gerekir. Bu, îmam Mâlik ile İmam
Muhammed'in içtihadıdır.
9- Başından
veya sakalından üç kıl koparana kan akıtmak gerekir. İki kıl koparana iki
nıüd, bir kıl koparana bir müd tasaddukta bulunmak gerekir. Bu, İmam Şafiî'nin
içtihadıdır. Bu ictihadda kolaylık pek yoktur.
İmam Malik ile îmam
Muhammed'in içtihadında kolaylık vardır. O bakımdan sıkışık durumlarda bu iki
imamın içtihadıyla amel edilebilir.
Hacamet, eskiden ilkel
aletlerle vücudun herhangi bir yerinden kan alma anlamına gelen bir isimdir.
Günümüzde ise daha fenni aletlerle kan alma da bu ismin kapsamına girer.
Böylece hac veya umre,
ya da her ikisi için niyet edip ihrama giren kimsenin ihtiyaç duyduğu hallerde
vücudunun her hangi bir yerinden kan aldırmasında bir sakınca görülmediği
gibi, kirlenen başı yıkamaya da cevaz verilmiştir. Ancak başı yıkarken kokulu
sabun veya benzeri bir madde kullanmak caiz değildir. Güzel kokusu olmayan
sabun ve benzeri bir şeyi kullanmaya cevaz verenler olmuştur.
Abdullah b. Buhayne
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz Mekke yolu üzerinde Lıha-Cemel mevkiinde başının orta
kısmında hacamet yaptırarak kan aldırdı ki kendisi ihramlı bulunuyordu." [226]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz ihramlı bulunduğu halde hacamet yaptırdı (vücudundan kan
aldırdı)."
Buharı ise bu olayı
şöyle nakletmiştir: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, ihramlı bulunduğu
sırada başındaki bir ağrıdan dolayı "Liha-Cemer denilen ve suyu bulunan
yerde hacamet
yaptırdı." [227]
Abdullah b. Hunayn
(r.a.) den yapılan rivayete göre: İbn Abbas ile Misver b. Mahreme, el-Evbâ adlı
yerde ihtilafa düştüler: İbn Âbbas (r.a.) "İhramlı kimse başını
yıkayabilir" derken, Misver (r.a.) "İhramlı kimse başını
yıkayamaz" diye iddia etti.
Raui diyor ki, İbn
Abbas beni Ebû Eyyub el-Ensârî'ye (r.a;) gönderdi. Ben ona gittiğimde kendisini
kuyunun iki karni arasında yıkanır buldum ki, bir bezle sütrelenmiş bulunuyordu.
Kendisine selam verdim. Sordu: "Kimsiniz?" ben de: "Ben Abdullah
b. Hunayn'im, İbn Abbas beni size gönderdi de, Re-sulüllah (s.a.v.)
Efendimizi'in ihramlı iken nasıl yıkandığını soruyor.." Bunun üzerine Ebû
Eyyub (r.a.) elini elbisesinin üzerine koydu da onu yavaş yavaş aşağı doğru
indirdi, tâki başını görmeye başladım. Sonra oradaki adamlardan birine su
getirtip başına dökmesini emretti. Adam su getirdi, o da "üzerime
dök" diye söyledi. Adam suyu onun başı üzerine döktü.
Sonra Ebû Eyyub (r.a.)
eliyle başını ovmaya başladı, ile-ri-geri götürüp getirdi ve şöyle buyurdu:
"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in böyle yaptığını gördüm." [228]
a)
Hanefîlere göre: Hanefî, Şafiî ve Hanbelî imamlarına göre, ihramlı bulunan
kimsenin hacamet yaptırması, yani vücudunun bir yerini yarıp boynuzla veya
herhangi bir aletle kanaldırması mubahtır. Ancak bu durumda, hacamet yapılan
yerdeki kılları traş etmemesi gerekir. Aksi halde hacametten dolayı değil de,
kılları traş ettiğinden dolayı fidye veya tasadduk gerekir. Bunun gibi
ihramlınm vücudunu kaşıması, kılların düşmesine sebep olmadığı takdirde mubah
sayılmıştır. İmam Şafiî'ye göre, kıl dökülmediği takdirde vücudu kaşımak
mekruhtur, kıl dökülmesi halinde ise haramdır.
İmam Mâlik'e göre;
İhtiyaç hissedilmedikçe ihramlınm kan aldırması mekruhtur. İhtiyaç halinde ise,
hacamet yapılan yere ftlr bez ve benzeri şey bağlamadığı takdirde caizdir. [229]
348 nolu Abdullah
hadisi sahihtir. Buharı "muhrim" kelimesinden sonra "saim"
lafzını da rivayet etmiştir. Böylece Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz hacamet
yaptırdığı zaman hem ihramlı, hem de oruçlu
bulunuyordu. O bakımdan
gerek ihramlınm, gerekse oruçlunun kan aldırmasında bir
sakınca olmadığı anlaşılıyor.
İmam Nevevî bu konuda
şöyle demiştir; "îhramlı bulunan kimse hacet olmaksızın hacamet yatırmak
isterse, eğer bu durumda saçın bir kısmını veya bedendeki kıllarının o
nahiyedekini kesmesi gerekirse, bu haram sayılır. Kılları traş etmeden kan
aldırması mümkünse, bu cumhura göre caizdir." Ancak İmam Malik bunu mekruh
kabul etmiştir.
Ama zarurî durumdan
dolayı saçını veya vücudunun o nahiyesindeki kılları traş etmesi gerekirse, o
takdirde traş olması caizdir ve bundan dolayı fidye vacip olur.
Böylece ihramlı
kimsenin hacamet (kan aldırması), başka bir aletle damara nüfuz edip kan
vermesi, diş çektirmesi caizdir. Yeter ki bunları yaparken ve yaptırırken güzel
kokulu bir madde kullanmasın ye kılların dökülmesine sebep olmasın.
349 nolu îbn Abbas
hadisi de sahihtir. Birinci hadisi kuvvetlendirmekte ve ihramlı kimsenin
hacamet yaptırmasında bir sakmcajol-madığma delalet etmektedir.
350 nolu Abdullah
hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir. îbn Ab-bas'la (r.a.) ihramlı iken kişinin
başını yıkamasında bir sakınca olup olmadığı konusunda tartışan Misver b.
Mahreme, Ebu Eyyub el-Enseri Hazretlerinin, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in
ihramlı iken nasıl yıkandığım bilfiil göstermesi üzerine, gerçeği anlayınca,
gelip İbn Abbas'a şöyle demiştir: "Bundan böyle bir daha (dînî konularda)
seninle tartışmayacağım."
Böylece hadisten,
ihramlı kimsenin başım yıkamasında ve eliyle başmı oğmasmda bir sakınca
olmadığı anlaşılıyor.
İmam Malik ise,
Muvatta'da Nâfî'den yaptığı rivayette, adı geçenin şöyle dediğini nakletmiş
tir: "îbn Ömer ihramlı iken ancak iham olunca yıkanırdı." O bakımdan
îmanı Mâlik, ihramlı iken başa dökmek suretiyle onu örtmenin mekruh olduğunu
belirtmiştir. [230]
Aynı zamanda îmanı
Mâlik, Yahya b. Mâlik tankıyla Süleyman Yesar'dan şunu rivayet etmiştir:
"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ih-mlı iken Lıha-Cemel mevkiinde başının üs
nahiyesine hacamet ptırdı. Bu mevki, Mekke yolu üzerinde bulunu-yor." [231]
1- ihramlı
iken kan aldırmakta bir sakınca yoktur.
2- İhramlı
iken başından veya başka bir yerinden kan aldıran msenin, kan aldırılan yerin
kıllarını traş etmesi caiz olmaz. Ancak mu bir zaruretten veya hacetten dolayı
yaparsa, tasadduk vermesi rekir.
3- Traş
edilen miktara göre ceza takdir edilir. Baş nahiyesinde dörtte bir, başın çoğu
veya tamamı traş edilirse, daha Önceki bahiste belirttiğimiz üzere
müctehidlerin içtihadı doğrultusunda amel lilir.
4- îhramlı
iken, kokulu sabun ve benzeri bir madde kullan-aksızm başı yıkamak ve oğmakta bir
sakınca yoktur. îmam Şafiî'ye ire, oğmak mekruhtur.
5- Başı
oğarken kıl döküldüğü takdirde, ihramlı bundan dolayı ısaddukta bulunur.
6- Oruçlu
olan kimsenin de hacamet yaptırmasında bir sakınca yoktur. Ancak bundan dolayı
takatten düşmesi söz konusu ise, ha-ımet yaptırması mekruh olur.
Hac ve umre, ya da her
ikisi için niyet edip ihrama giren kimse, ihramlı bulunduğu sürece evlenemez,
ister erkek isterse kadıii olsun aynı hükme dahil sayılırlar.
Zira ihram, bir bakıma
dünya işlerinden ve bir kısım lezzetlerden uzak kalıp mahşerdeki muhteşem
manzaradan bir tablo oluşturmaya ve kutsal bir hava içinde Allah sevgi ve
korkusuyla kalbi doldurmaya, ruhu tazeleyip vicdanen gelişmeye yönelik bir
hikmeti içirmektedir. O bakımdan böyle bir hava içinde evlenmek yasaklanmış
bulunuyor.
Böylece hacca niyet
edip ihrama giren kimsenin nasıl bu vaziyette cinsel yaklaşmada bulunması
yasaklanmışsa, ihramlubulunduğu sürece nikah yapması, yani evlenmesi
yasaklanmış bulunuyor.
Osman b. Affan (r.a.)
den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşun
"İhramlı olan ne nikah yapabilir, ne de nikahlanabilir. Aynı zamanda
nikah için kız istiye-
mez." [232]
Tirmizî'nin
rivayetinde hadisin sonundaki cümle yer almamıştır.
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, kendisinden, umre
hac yapmak isteyen bir adamın Mekke dışından bir imla evlenmek arzusunda
olduğu soruluyor. O da şu cev-
veriyor: "İhramlı
bulunduğun sürece onunla evlenme. nkü Resulüllah (s.a.v.) ihramlı kişinin
evlenmesini yasak-&ıştır." [233]
Ebû Ğatafan'dan, önün
da babasından, onun da Ömer'den \tıgı rivayete göre, Uz. Ömer (r.a.) ihramlı
iken bir kadınla ev-!en adamla o kadının arasını ayırmıştır." [234]
îbn Abbas (r.a,) dan
yapılan rivayete göre: Resulüllah (s.a.v.) indimiz ihramlı iken Meymune ile
evlendi." [235]
Buharı ise bu rivayeti
şu lafızla rivayet etmiştir: "Resulüllah ı.v.) ihramlı bulunduğu sırada
Meymune ile evlendi ve ih-ndan çıkınca onunla zifafa girdi." [236]
Yezid b. Asamm'ın
Meymune (r.a.) danyaptığı rivayete göre: ygamber (s.a.v.) Efendimiz onunla
ihrama girmeden önce endi ve yine ihramlı olmadığı zaman onunla zifafa girdi. .
Meymune (r.a.) Şeref mevkiinde vefat etti ve Resulüllah'ın unla zifafa girdiği
gölgelikte onu defnettik." [237]
Ebu Rafi (r.a.) dan
yapılan rivayete göre: Resulüllah (s.a.v.) mdimiz ihramlı olmadığı sırada
evlendi ve onunla yine ih-nlı olmadığı sırada zifafa girdi ve ben de ikisi
arasında elçi iunuyordum." [238]
Ebu Davud'un yaptığı
rivayete göre, Tabiîn'den Said b. Müseyyeb şöyle demiştir: 'Îbn Abbas ise,
"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ihramlı iken Meymune ile evlendi"
şeklinde vehmetmiş bulunuyor.
a)
Hanefîlere göre: İhramlı bulunan kimsenin nikah akdinde bulunması caizdir.Çünkü ihram,
kadının nikah edilmesini men'etmez, kadından bu salahiyeti
almaz; ancak onunla cinsel temasi yasaklar, yani buna cevaz vermez. Bu konuda
ihram da ayhali ve loğusalık gibidir. Nasıl ki ayhali ve loğusa olan kadını
nikahlamak caizse, ihramlı iken onu nikahlamak da caizdir. Ayhali ve loğusa
olan kadınla cinsel temas nasıl haram kılınmışsa, ihramlı iken kadınla cinsel
temasta bulunmak da haram kılınmıştır. [239]
b) Diğer üç
imama göre, ihramlı iken nikah akdinde bulunmak haramdır ve yapılan akit
geçersizdir. [240]
İhramlı olan karı-koca
cinsel temasta bulundukları takdirde, ih-ramlılar gibi davranırlar ve ihramlı
kalırlar ve her birinin bir hayvan kesip kan akıtması gerekir. Gelecek yıl o
haccı kaza etmeleri vacip olur. Kaza haccı yaparken iftirakta bulunurlar yani
bir birinden ayrılırlar, birarada bulunmamaya dikkat ederler. [241]
Şeyhzade ise
Mecmeu'l-enhür'de bu konuda Hanefîlern görüşü olarak şu bilgiyi vermektedir:
"İhramlı kimse Arafat'da vakfeden önce eşiyle cinsel temasta bulunursa
haccı fasit olur, fakat hac me-nasikini yapmaya devam eder ve gelecek sene onu
kaza etmesi gerekir ve bu fiilinden dolayı bir hayvan kesip kan akıtması vacip
olur. Haccı kaza ederken eşinden iftirak etmesine gerek yoktur." [242]
354 nolu Osman hadisi
sahihtir. Hadiste birinci cümle olarak "lâ yenkihu"dan maksat,
kendisi için tezevvücde bulunamaz, yani nikah
akdi ypıp evlenemez
demektir. İkinci cümle
olarak "velâ yünkihu"
dan maksat, herhangi bir kadını velayet veya vekalet yoluyla evlendiremez
demektir. Üçüncü cümle olarak "velâ yahtubu' dan maksat, bir kadını,
evlenmek maksadıyla isteyemez demektir. Diğer bir yoruma göre, "akid
esnasında nikahta hatib olarak bulunamaz" demektir. Ancak birinci yorum
daha sahihtir.
Böylece Osman (r.a.)
hadisi, ihramlı kimsenin bu hali devam ettikçe, bir kadınla nikah yapıp
evlenemiyeceğine bir kadını vela-yet veya vekaleten evlendiremiyeceğine ve
evlenmek için bir kadın veya kızı istemiyeceğine delalet etmektedir.
355 nolu İbn Ömer
hadisinin isnadında Eyyub b. Utbe bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Ancak ilim
adamlarından bazısı onun sika olduğunu söylemiştir. [243]
Ahmed b. Hanbel de
onun zayıf olduğunu belirtmiş, îbn Main onun kaviy olmadığına dikkat çekmiştir.
Buharî'ye göre, Eyyub, hadis erbabı yanında vasat sayılır. Ebû Hatim, onun
kitaplarının sahih olduğuna kaildir. Ama hafızasından nakledince yanlış yaptığı
söylenebilir. îbn Adiy ise şöyle demiştir: "Zayıf olmasına rağmen hadisleri
yazılabilir." Nesâî, onun muztaribü'l-hadis olduğunu kaydetmiştir. Ebû
Davud da, onun kitaplarının sahih olduğunu belirtmiştir. [244]
356 nolu Ebû Ğatafan hadisine gelince,
müctehidlerin çoğu onunla istidlal etmemiştir.
357 nolu îbn Abbas hadisi ise, bu konuda ashabın
çoğunun görüş ve içtihadına muhalif düşmektedir. Resulüllah'm (s.a.v.) ihramlı
iken onunla evlenmesini hiç kimse rivayet etmemiş, bilakis ihramlı olmadığı
esnada nikah ettiği belirtilmiştir. O bakımdan bu rivayetinde îbn Abbas (r.a.)
yalnız kalmıştır.
îlim adamlarının
çoğununun yaptığı tesbite göre, Resulüüah (s.a.v.) Efendimiz Harem sınırları
dahilinde ihramsız bulunduğu bir zamanda onunla nikahlanmış tır. Nitekim gerek
359 nolu Yezîd hadisi, gerekse 360 nolu Ebû Rafı' hadisi, Resulüllah'm
(s.a.v.) ihramlı bulunmadığı sırada Hz, Meymune'yle evlendiğine açık biçimde
delalet etmektedir.
Usûlculardan bazı ilim
adamları şu kuralı dikkate almışlardır: "Sonraki âmm1 önceki hass'la
hususi andırmak caizdir. Veya sonraki âmmı nasih olarak kabul etmek mümkündür.
Böylece hass olan îbn Abbas hadisinin âmm olan Yezîd ve Ebû Rafı' hadislerini
husus-landırdığı söylenebilir veya İbn Ömer hadisinin diğerlerini neshettiği
düşünülebilir.
Bu kuralı dikkate aİan
Küfe ehli ve Ata ile îkrime, ihramlı kimsenin nikah akdi yapması, yani
evlenmesi veya birini evlendirmesi caizdir. Ancak ihramlı bulunduğu sürece
zifaf yapamaz (gerdeğe giremez). Nitekim îmam Ebû Hanife de aynı görüş ve
ictihaddadır; diğer imamlar ise buna muhaliftir.
1- îhramh
bulunan kimsenin bu vaziyette nikah yapıp evlenmesi, başkasını vekaleten
evlendirmesi, kız istemesi ve nikah akdinde hatip veya şahit olarak bulunması
caizdir. Bujmam Ebû Hanife ve Küfe alimlerinin görüş ve içtihadıdır.
2- Diğer üç
mezhep imamlarına, îmam Zuhrî ve îmam Evzâî'ye göre, ihramlı kimse belirtilen
hususlardan hiçbirini yapamaz, bu yasaklanmıştır. İhramlı iken yaptığı nikah
akdi hükümsüzdür. Nitekim Ömer, îbn Ömer, Zeyd b. Sabit ve Said b. Müseyyeb ile
Süleyman b. Yesar'm içtihadı bu doğrultudadır. [245]
3- İhramlı
kimse ister Arafat'ta vakfeden Önce ister sonra eşiyle cinsel temasta bulunursa
hem kendisinin, hem de eşinin haccı fasit olur. Kadın da isteyerek kocasının bu
arzusuna olumlucevap verip kaçmmamışsa, her birinin bir sığır veya deve kesmesi
vacip olur. Aynı zamanda gelecek sene bozdukları bu haccı kaza etmeleri gerekir.
4- Cinsel
temastan dolayı hacları ifsat olan karı- koca, gelecek yıl bu haccı kaza
ederken ayrı bulunmaları gerekli değildir. İlim adamlarından bazısına göre ayrı
durmaları daha uygun olur.
5- Ebû
Hanife'ye göre, Arafat'ta vakfe yapmadan Önce eşiyle cinsel temasta bulunanın
haccı fasit olur; vakfeden sonra cinsel temasta bulunursa, haccı fasit olmaz,
sadece bir kan akıtması gerekir. Çünkü "Hac Arafat'tır" hadisi söz
konusudur.
Hac veya umre için
ihrama girip niyet etmek, insanı bir bakıma ünya işlerinden ve nefsanî
arzulardan çekip alır; uhrevî hayat ha-asına sokarak ruhen arındırıp geliştirir
ve hac menasikini ibadetlerini) her türlü dünyevî dağdağadan uzak bir hava
içinde apmâyı telkin eder.
O bakımdan ihramlınm
nasıl cinsel temasta bulunması, açlarım kestirmesi, güzel koku sürünmesi haram
kılınmışsa, o va~ iyette av hayvanı öldürmesi, Öldürene yardımcı olması da
haram alınmıştır.
Konuyla ilgili
hadisler
Önce bu konuda sarih
bir ayet bulunmaktadır, Cenab-ı Hakk, hramlı kişinin av hayvanı öldürmesi
halinde misliyle ceza ödemesini lükme bağlamış bulunuyor. Şöyle ki:
"Ey iman edenler!
Siz ihramlı iken av hayvanı öldürmeyin; sizden kim bile bile onu öldürürse
kendisine ceza vardır. O da öldürdüğüne benzer bir davardır ki, Öldürülen gibi
olduğunu iki adil kimse takdir edip hüküm verir. Davar, hacı kurbanı olmak
üzere Kabe'ye götürülür, orada kesilir; yahut yoksullara yemek vermek suretiyle
veya onun dengince oruç tutarak keffaretini eda etsin.." [246]
Cabir (r.a.) dan
yapılan rivayete göre: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz sırtlan (avlamak)
hakkında ihramlıya bir koyun (ceza) isabet edeceğini belirtmiş ve onu avdan
saymıştır." [247]
Muhammed b. Şirinden
yapılan rivayete göre, adı geçen ş-de haber vermiştir:
"Bir adam Ömer b.
Hattab'a gelerek dedi ki: "Doğrusu ben ve bir arkadaşım atlarımızla akabe
gediğine doğru yarışıyorduk; derken bir geyiğe isabet ettirerek (öldürdük);
aynı zamanda ihramlı bulunuyorduk. Bu hususta ne dersiniz?" Bunun üzerine
Hz. Ömer yanındaki adama: "Gel de benle sen (bu konuda) hükmedelim"
dedi ve bir dişi keçi (ceza olarak ödemesine) hükmettiler.
Bu hüküm üzerine adam
ayrılıp giderken şöyle diyordu: "İşte bu Emirelmü'minin olarak bulunuyor;
benim geyiğim hakkında hüküm veremedi de bir adam çağırıp onunla beraber
(konuyu değerlendirerek) hükmedebildi!" Onun bu sözünü işiten Hz. Ömer
(r.a.) onu çağırıp sordu: "Maide Sure-si'ni okuyor musun?" O da:
"Hayır.." diye cevstp verince, Hz. Ömer (r.a.) tekrar sordu: "Şu
benimle beraber hüküm veren adamı tanıyor musun?' [248]. O
yine:"Hayır, tar mıyorum" diye cevap verdi. Hz. Ömer (r.a.) ona:
"Eğer sen bana Maide Sure-si'ni okuduğunu haber vermiş olsaydın, herhalde
seni incitir anlamda sana bir dayak atardım" dedi ve devamla şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki Aziz ye Celîl olan Allah kendi kitabında şöyle buyurmuştur:
"Öldürülen hayvanın bir benzeri olduğunu iki adil kimse takdir edip hüküm
verir!" İşte benimle beraber hükmeden zat, Abdurrahman b. Avf (r.a.)
dır.." [249]
Cabir (r.a.) dan
yapılan rivayete göre: Hz. Ömer (r.a.) ih-ramlının avlayıp öldürdüğü bir
sırtlana bedel bir koyun; bir geyiğe bedel bir dişi keçi; bir tavşana bedel bir
keçi yavrusu (dişi olmak üzere) ve bir yaban faresine bedel dört aylık bir
oğlağın (ceza olarak verilmesini) hükme bağladı." [250].
Eclako. Abdillah'dan,
o da Zübeyyir'den, o da Cabir (r.a.) den rivayet etmiştir: Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz şöyle buyurmuştur: "İhramlı olan sırtlan avlarsa.ona bedel bir
koç; geyik avlarsa bir koyun, tavşan avlarsa bir dişi keçi yavrusu; yaban
faresi avlarsa bir oğlak (ceza olarak tasadduk eder)." [251]
Ravi diyor ki:
Oğlaktan maksat, kendi kendine otlayacak duruma gelmiş olanıdır.
a)
Hanefîlere göre: Kara hayvanlarından hilkati itibariyle evcil olmayanları
-ister eti yenilen türden olsun, isterse yenilmeyen türden olsun fark etmez-
ihramlı bulunanın avlaması, öldürmesi, yaralaması ve avlayana yardımcı olması
haramdır. Ancak bunlardan saldırgan'olup insana eziyette bulunanları müstesna;
yani onları, eziyet ve kötülüğünden korunmak maksadıyla öldurmekte bir sakınca
olmadığı gibi, karşılığında bir ceza da ödemek gerekmez.
O halde hilkati
itibariyle ehlî (evcil) olmayan ve insanlardan ayak veya kanatlarını kullanarak
uzak duran kara hayvanlarım avlamak -ihramlıya, ihramda bulunduğu sürece-
haram kılınmıştır. Deniz avı ise onun için mubah kılınmıştır. O halde deve,
sığır, koyun ve keçi kara avı kapsamına girmediğinden ve hükatları itibariyle
evcil olduklarından ihramlınm onları kesmesinde bir sakınca yoktur. Bunlar
gibi evcil olarak üretilip yetiştirilen kaz, ördek ve tavuk da kara avı kapsamı
dışında kalmakta ve ihramlı tarafından kesilmelerinde bir sakınca olmadığı
anlaşılmaktadır,
Evcilleştirilen
güvercin de kara avı kapsamına girer. Çünkü i hilkati itibariyle yabanî
sayılır. Bunun gibi, evcilleştirilen geyik, deve- " kuşu, papağan ve
benzeri yabani hayvanlar da ihramlı tarafından av-lanamaz, avlanıp öldürüldüğü
takdirde veya normal şekilde kesildiğinde haram bir fiil işlemiş olunur ve
bundan dolayı ceza gerekir.
Bunun aksine hılkatan
(yaratılıştan) evcil olan deve veya sığır yabanileşirse, yine de avlanmasında
bir sakınca yoktur. Köpek de böyledir. Yabanileşse bile evcil köpekler
kapsamına girer ve ona göre hüküm uygulanır.
Avlanan hayvanlar,
kara ve deniz olmak üzere ikiye ayrılır. Deniz hayvanları, denizde
doğanlarıdır. Bunlar ister denizde^ isterse hem denizde, hem de karada
yaşamlarım sürdürsünler fark etmez. Çünkü itibar doğup neşvü nema bulduğu
yeredir. Kara hayvanları ise, doğup neşvü nema bulduğu yer, karada olanlardır.
İsterse bunlar zaman zaman denizde, yani suda
da yaşasınlar fark etmez.
Denizde (suda) yaşayan
hayvanların hem muhrim (ihramlı) hem de helal (ihramlı olmayan) lar tarafından
avlanması helaldir .Bunların ister eti yenilsin, ister yenilmeyen cinsden
olsun avlanmalarında bir sakınca söz konusu değildir.
Kara hayvanlarının
avlanmasına gelince: Bunlar, eti yenilen ve yenilmeyen olmak üzere ikiye
ayrılırlar. Eti yenilenlerin ihramlı tarafından avlanması helal değildir.
Geyik, tavşan ve benzeri hayvanlar bunlardan birkaçıdır. Yabanî eşek (zebra),
tavşan, yabanî sığır ve eti yenen kuşlar da böyle.
Bunun gibi, ihramlınm
hılkatan (yaratılıştan) evcil olmayan hayvanların avlanmasına işarette
bulunması veya yol göstermesi de helal değildir.
Saldırgan olup tehlike
arzeden, eziyet veren aslan, kaplan, kurt, çita, jaguar ve benzeri hayvanları
ihramlınm öldürmesinde bi sakınca yoktur. Nitekim Resulüllah (s.a.v.) "Beş
fasik, (zararlı) hayvan hill ve haremde ihramlı tarafından da öldürülür:
yılan, akrep, fare, saldırgan (ve kuduz) köpek, garga.." buyurmuştur.
îhramlı kimsenin
yabanî olan kara hayvanlarını avlaması söz konusu olunca, şu üç şıktan biriyle
ilgilidir; Öldürmek, yaralamak veya öldürmeden, yaralamadan yakalamak.. [252]
îhramlı iken ister
harem dahilinde, isterse hill kesiminde yabanî hayvan avlamak veya avlayana
yol göstermek, yani hayvanı gösterip yardımcı olmak yasaklanmıştır. Buna rağmen
böyle yapacak olursa, iki adil kimsenin takdir ve tesbitine göre kendisine ceza
gerekir. Bu ceza, öldürülen hayvanın kıymeti dikkati alınarak belirlenir.
Takdir edilen kıymetle
bir hayvan satın alınabiliyorsa, onu satın alıp Harem dahilinde keser; değilse
takdir edilen parayla yiyecek maddesi satın alır ve alman madde buğday ise her
fakire yarım sa'; üzüm, arpa veya hurma ise her fakire bir sa1 verir. Dilerse
her sa' yerine bir gün oruç tutarak cezayı ödemiş olur. [253]
İmam Muhammed'e göre,
avlayıp öldürdüğü hayvanın cüssesinin misliyle ceza takdir edilir. Mesela
geyiğe bedel bir koyun, sırtlana bedel bir koyun, tavşana bedel bir dişi keçi
yavrusu, devekuşuna bedel bir sığır, yabanî eşeğe bedel bir inek takdir edilir.
Benzeri, misli olmayan hayvanlara karşılık ceza olarak para takdir edilir.
îhramlmın yabani
hayvan avlama, öldürme konusunda bunu kasden işleyenle, unutarak veya yanlışlık
yaparak işleyen arasında fark yoktur. [254]
b) Şafiîlere
göre: Kara hayvanlarından eti yenilenlerden veya eti yenilenle yenilmeyenin
birleşmesinden doğup meydana gelenlerden avlamak haramdır. Bu, Harem dahilinde
sadece ihramlı için değil, ihramlı olmayan kimseler için de yasaklanmıştır. O
bakımdan harem dahilinde kara hayvanlarından yabanî bir hayvanı avlayan kimse
onun bir mislini ceza olarak ödemesi vacip olur. Mesela devekuşuna bedel bir
sığır, yabanîsığıra ve bir de yabanî eşeğe karşılık bir inek, gazala (geyik,
ahu) bedel bir dişi keçi, tavşana bedel bir dişi keçi yavrusu., ceza olarak
ödenir. Ancak öldürülen yabanî hayvana karşılık ceza olarak takdir edilecek
hayvanı iki adil kimse takdir eder. Misli olmayan hayvana bedel kıymet takdir
edilir. [255]
c)
Hanbelîlere göre: Kişi ihramlı iken kara hayvanlarının yabanî olanlarından birini
avlayıp öldürürse, bu ister kasden, isterse hatâen olsun onun bîr benzerini
ceza olarak Öder. Ancak açlıktan muztar durumda kalırsa, o takdirde avlayıp
yiyebilir. Ayrıca saldırır da başka çare bulamaz da onu öldürürse, bundan
dolayı bir ceza gerekmez.
-
Şüphesiz bu ceza ancak
ihramlıya gerekir. Aynı zamanda avlanan hayvanın eti yenilen bir türden olması
sözkonusudur. Eti yenilmeyen bir hayvanı avlamaktan dolayı keffaret gerekmez.
Sonra da avlanan hayvanın yabani olması şarttır. Evcil olup eti yenilen bir
hayvanı kesmekte bir sakınca yoktur.
Böylece deniz avı
ihramlı için de, ihramsız için de helal
kılınmıştır.
Karada yaşayan yabani
hayvanlardan birini avlayan kimsenin, onun birbenzerini ceza olarak Ödemesi
gerekir. Bunu da adil iki bilirkişinin takdir etmesi söz konusudur. [256]
d)
Malikîlere göre: Harem dahilinde bir hayvan avlamak, ihramlıya haram
kılınmıştır. Bundan dolayı şu üç cezadan biri gerekir:
1- Onun bir
benzeri sayılacak davarlardan biri takdir edilir.
2-
Bulamadığı takdirde kıymeti takdir edilerek yiyecek maddesi
alıp dağıtır.
3- Bunu da
teminedemediği takdirde satın alınacak yiyecek maddesinin her müddüne karşılık
bir gün oruç tutar.
369 nolu Cabir
hadisini aynı zamanda îbn Hibban, Ahmed rivayet etmiş; Hakim ise
el-Müstedrek'te onu tahricen nakletmiş ve Tirmizî de bu rivayete yer vermiştir.
Buharı ve Abdülhak bu
hadisi sahihi emişi erdir. Başkası ise, onun mevkuf olduğunu belirterek ta'lîlde
bulunmuştur. Beyhakî, onunla ihticac yapılabilir diyerek sahih olduğunu
belirtmiştir.
Ayrıca İmam Şafiî de
bu hadisi mevkufen rivayet ettikten sonra sahihlemiştir. [257]
370 nolu Muhammed b.
Sîrin hadisini îmam Malik, Abdülnıelik Karib'd;en rivayet etmiştir ki bu zat
sika'dır. O bakımdan hadis ile tidlal edilmiş ve hükme medar sayılmıştır.
37'1 nolu Cabir
hadisini îmam Malik Muvatta'da Cabir'den değil bû Zljbeyr'den rivayet etmiştir.
îmam Şafiî de sened-i sahihle mer'âjen rivayet etmiştir. [258]
eyhaki ise, İbn Abbas
(r.a.) dan rivayetle, onun tavşan akkında, dişi keçi yavrusu ile hükmettiğini
belirtmiştir, imam Şafiî ;e, Dahhak tarikiyle yaptığı rivayette Ibn Abbas'm
(r.a.) tavşan akkında bir koyurt keffaret verilmesiyle hükmettiğini
belirtmiştir. [259]
Cabir'in bu hadisini
aynı zamanda Beyhakî ile Ebû Yala tahric tmişlerdir. Ancak Darekutnî bunu
İbrahim es-Sâiğ, imam Şafiî ise lalik tarikiyle rivayet etmiştir.
372 nolu Eclah hadisi
üzerinde hayli durulmuştur: İbn Maîn: el-Eclah sikadır" derken, îbn Adiyy
onu saduk olduğunu belirtmiştir. Cbû Hatim ise, "el-Eclah hadisiyle
ihticac edihnez" demiştir. [260]
1- Ihramı
bulunan kimseye karada yaşayan hayvanları avlan-nak haram kılınmıştır.
2- Kara hayvanlarından maksat, evcil olanlar
değil, yabani banlardır.
3- Deve,
sığır, koyun ve keçi evcil hayvanlardır ve ihramlı kimsenin bunları kesip
yemesinde bir sakınca yoktur.
4- Kara
hayvanlarından yabani olanlarını -eti yenilen türden olsun, yenilmeyen türden
olsun- ihramhnm avlaması veya avlayana yardımcı olması haramdır. Bu, İmam Ebu
Hanife'ye göredir. îmam Şafiî'ye göre, eti yenilenlerin avlanması yasaktır.
5- Deniz avı helaldir. îhramlı kimse arzu ettiği
tadirde deniz hayvanlarını avlayıp yiyebilir.
6- Karada
yaşayan yabanî hayvanlar saldırgan olup tehlike arzederse ihramlının kendini
koruması için onu öldürmesinde bir-sakınca görülmemiştir. Müctehidlerin çoğuna
göre bu durumda öldürdüğü hayvana karşılık bir ceza da gerekmez.
7- Hilkati
itibariyle evcil olmayan kara hayvanları tahı&m kapsamına girer. Bunlar
evcilleştirilseler bile, yine de yabani sayılırlar.
8- Hılkatan
evcil olan deve, sığır, keçi ve koyun gibi hakanlar yabanileşse bile yine de
evcil hayvanlar kapsamına girer ve kesilip yenilmesi helal kabul edilir.
9- îhramlı kimsenin hem Harem dahilinde, hem de
hanimde kara avı yapması yasaktır. Aksi halde ceza ödemesi gerekir.
10- îhramlmm
kara avından öldürdüğünün bir benzeri keffaret olarak ödenir. Bunu da iki adil
kimse takdir eder.
11- Öldürülen
kara hayvanı ister kasden, isterse hatâen öldürülsün fark etmez; her ikisinden
dolayı keffaret gerekir.
12- îhramh,
karada avladığı hayvana karşı benzeri bir hayvan keffaret olarak öder. Bunu
bulamazsa, kıymeti takdir edilerek yiyecek maddesi alınır ve her fakire yarım
veya bir sa1 verilir. Bunu da yapamazsa, her yarım veya bir sa'a karşılık bir
gün oruç tutar.
Ihramiı kimsenin
bizzat avlanması, avcıya yardımcı olması, işarette bulunması yasaklandığı gibi,
başkası tarafından avlanan kara hayvanlarından yemesi de yasaklanmıştır,
isterse avlanan hayvan onun için avlanmış olsun, isterse o hayvanın avlanması
hususunda avlayana yardım etmiş bulunsun fark etmez.
Sa'b b. Cessame (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v,) Efendimiz'e bir tane yabani eşek hediye ettim ki, Resulüllah (s.a.v.)
o sırada Evbâ veya Veddan mevkiinde bulunuyordu. Bunu kabul etmeyip reddetti ve
benim yüzümde beliren üzüntüyü farkedince şöyle bu-yurdu: "Bunu sırf
îhramh bulunduğumuz için sana geri çeviriyoruz."
İmam Ahmed ile îmanı
Müslim, bu hadisin baş kısmını şu lafızla rivayet etmişlerdir:
"Resulüllah'a (s.a.v.) yabani eşek eti hediye ettim.." [261]
Zeyd b.
Erkanı (r.a.)
den, îbn Abbas ona
şu haberini hatırlatarak
sordu:
"Resulüllah'a
(s.a.v.) hediye edilen av hayvanının ^tinden S bana nasıl haber verdiğini ve
Resulüllah'ın (s.a.v.) o sırada ih- j ramlı bulunduğunu hatırlıyor musun?"
Bunun üzerine! Zeyd \ (r.a.) şöyle dedi: "Resulüllah'a (s.a.v.) avlanan
hayvamıi etin- \ den bir uzuv hediye edildi; ancak Efendimiz onu hediye
&dene j geri verdi şöyle buyurdu: "Biz şüphesiz ihramlı iken bunu yemeyiz."
[262]
AH (r.a.) den yapılan
rivayete göre: Resulüllah'a (s.a.v.) deve-: kuşu yumurtası getirildi. Efendimiz
(onu almayıp şöyle) buyurdu: "Şüphesiz biz ihramlı bulunan kimseleriz.
Siz onu hill ehline (ihramli olmayanlara) yediriniz." [263]
Abdurrahman b. Osman
b. Abdillah et-Teymî'den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
"Biz Talha ile beraber bulunuyorduk ki hepimiz de ihramlı idik. O sırada
bize (avlanmış) bir kuş hediye edildi. Talha (r.a.) ise uyuyordu. Bizden bir
kısmımız o kuşun etinden yedi, bir kısmımız ise yemekten kaçındı. Hz. Talha
uyanınca, o etten yiyenlere muvafakat etti ye şöyle buyurdu: "Biz (ihramlı
iken avlanan kara hayvanlarının) etinden Resulüllah (s.a.v.) ile beraber
yedik.." [264].
Umeyr b. Seleme
ed-Damrî'den yapılan rivayete göre: Behz kab-si'ndenj bir adam Resulüllah
(s.a.v.) Efendimizle beraber »kke'yi/kasdederek çıkmışlar; ta ki Revha
Vadisi'nin bir simine gelmişler. Derken (Resulüllah ile birlikte olan)
in-rîlar, kesilmiş bir yabani eşeğe rastlamışlar ve durumu Pey-mber (s.a.v.)
Efendimiz'e anlatmışlar. Bunun üzerine Pey-mber (s.a.v.) Efendimiz onlara:
"O hayvanı oluğu yerde rakın,, taki sahibi gelmiş ola.." Az sonra
Behz Kabilesi1 nden in adam çıkageliri iş ki, o eşeğin sahibi olarak
bulunuyordu, ssulüllah'a (s.a.v.): 'Ya Resulellah! Bu yabanî eşeği size
rakıyorum" demiştir. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.), Ebu ıkir'e, onu yol
arkadaşlarına taksim etmesini emretmiştir , o gün hepsi de ihramlı
bulunuyorlardı.
Ravi devamla diyor ki:
"Sonra Üsâye mevkiine r açlığımız d a, ok isabet etmiş bir geyiğin kumdan
meydana tirilmîş ağılımsı bir yerde, gölge altında bulunduğunu rdük. Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, o geyiğin sahibinden ber çıkıncaya kadar bir adamın orada
beklemesini emretti[265]
Ebâ Katade (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Mekke yolu
üzerinde bir konaklama yerinde Re-lüllah'ın (s.a.v.) ashabıyla beraber
oturuyorduk. Resulüllah a.v.) Efendimiz de ön tarafımızda bulunuyordu.
Oradakiler ramlı bir vaziyette idiler; ama ben ihramlı değildim. (Bu ly)
Hudeybiye senesinde cereyan etti. Arkadaşlarım yabani r eşek gördüler ki ben o
sırada ayakkabımı tamirle meşgul ılunuyordum, o yüzden bana haber de
vermiyorlardı; fakat nim o eşeği görmemi çok arzu ediyorlardı. Derken dönüp
ktığımda onu gördüm ve hemen kalkıp atımı eyerledim ve udim. Bu arada kamçı ile
okumu unutup almadım, arkadaşlarıma: "Şu benim kamçı ile okumu bana uzatın
erin)" dedimse de onlar: "Vallahi o hayvanı avlaman için na yardımcı
olamayız" dediler. Öfkelendim ve inip kamçı ve umu aldım. Sonra atıma
binerek yabanî eşeği bütün ıcümle izledim, derken onu avlayıp kestim ve alıp
getir-ğimde ölmüş bulunuyordu. Ashab onun üzerine üşüşüp meğe başladılar. Sonra
da kendileri ihramlı bulunduk-findan dolayı o hayvandan yemeleri hususunda
şüpheye düştüler. Hep birlikte oradan ayrılıp yürüdük ve o Hayvanın; bir kolunu
beraberimde taşıyordum. Resulüllah'a (s.ajv.) gelip; durumu O'ndan sorduk.
Buyurdu ki: "O hayvanın etinden1 yanınızda bir şey bulunuyor mu?" Ben
de: "Evet, bulunuyor" dedim ve o kolu Resulüllah'a (s.a.v.) takdim
ettim ki köndileri de ihramlı bulunuyordu, o etten yedi" [266]
Müslim'in rivayetinde
ise, şu lafza yer verilmiştir: "Aranızdan hiçbir kimse o hayvanın
avlanması için işarette buluiuju mu veya bu hususta bir emir verdi mi?"
diye sordu. Ashab-ı Kirj-am: "Hayır.." diye cevap verince, Efendimiz
onlara: "O halde ondan yeyinizî" buyurdu.
Ebu Katade (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Hudeybiyye
zamanında Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber (Mekke'ye müteveccihen)
çıkmış bulunuyorduk. Arkadaşlarım ihramlı idi, ben ise değildim. Bu arada bir
(yabani) eşek gördüm ve üzerine yürüyerek onu avladım. Sonra durumu
Resulüllah'a (s.a.v.) anlattım ve ihrama girmediğimi ve onu sadece kendisi
için avladığımı söyledim. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz o
hayvanın etinden yemeleri için ashabına emretti, onlar da ondan yediler, ama
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, ben kendisine "bunu sizin için avladım"
dediğim için ondan yemedi." [267]
Cdbir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"İhramlı bulunduğunuz halde, siz kendiniz avlamadığınız veya sizin için
avlanmadığı takdirde kara avı site helaldir." [268]
imam Şafiî bu hadisle
ilgili şöyle demiştir: "Bu bapta rivayet edilen en güzel ve en kıyaslı
hadis budur." [269]
a)
Hanefîlere göre: İhramlı kimsenin başkası tarafından avlanan hayvanın etinden
yemesi helaldir. Şu şartla ki, avlanılan hayvanı gösterip delalet etmemiş ve
avcıya bu hususta yardımcı olmamışsa.. Aksi halde o hayvanın etinden yemesi
haram sayılır. [270]
b) Şafîîlere
göre: ihramlı kimsenin avcıya delalet edip yol göstermesinden dolayı kendisine
bir ceza gerekmez; ancak ona yardımcı olduğu takdirde ceza gerekir. Böylece
ihramlınm avcıya delalet etmesi veya işarette bulunması, avlanan hayvanın
etini haram kılmamaktadır. [271]
c) Hanbelüere
göre: Ihramlınm avcıya yardım etmesi, delalet etmesi, işarette bulunması
haramdır. Bundan dolayı avlanan hayvanın
etinden yemesi de haramdır. O sebeple de kendisine belirtilen ceza gerekir. [272]
d) Malikiler de Şafiîlerin görüş ve içtihadına
uygun bir istidlalde bulunmuşlardır. [273]
382 nolu Sa'd
hadisinde bir ızdırap söz konusudur. Şöyle ki, bir rivayette "yabani
eşek" denilirken, diğer bir rivayette "yabani eşekti" diye
belirtilmektedir. Ayrıca bu bapta Müslim'in ibn Abbas (r.a.) dan şu lafızla
yaptığı bir rivayet mevcuttur: "İbn Cüsame'nin Hz. Pey-gamber'e (s.a.v.)
hediye etmek istediği şey et idi." Yine Müslim'in Habîb b. Ebî Sabit
tankıyla Said'den yaptığı rivayette "yabani eşek" denilmekte ve diğer
bir rivayetinde ise, "eşeğin bir parçası" şeklinde bir ifade
kullanılmaktadır.
Böylece hadisteki bu
cümlenin değişik lafızlarla rivayeti, onda ızdırap bulunduğunu göstermektedir.
O balamdan müctehidlerin bir kısmı bu rivayetle istidlal etmemişlerdir. Ancak
hadis, ihramlınm başkası tarafindan avlanan kara hayvanının etinden yemesinin
haram olduğuna delalet etmektedir.
Bu bapta ibn Vehb'in
ve Beyhakî'nin isnad-ı hasen ile Amr b. Umeyye'den yaptığı şu rivayet vardır:
"Sa'b (r.a.), Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e yabani eşeğin kalça kısmından
bir parça hediye etti ki Resulü İlah (s.a.v.) o sırada Cuhfe'de bulunuyordu.
Hem Resulüllah (s.a.v.), hem de ashabı o etten yediler."
Beyhakî diyor ki:
"Eğer bu rivayet mahfuz ise, yukarıdaki Zeyd hadisinde Resulüllah'm kabul
etmeyip reddettiği, diri olarak getirilen yabani eşektir. Kabul edip geri
çevirmediği ise, yabani eşek etidir.
Ancak Hafız ibn Hacer,
Beyhaki'nin bu yorumunun pek isabetli olmadığına dikkat çekmiştir. Çünkü
rivayetlerin hepsi de mahfuzdur. Ancak denilebilir ki, bir seferinde hediye
edilmek istenen hayvan, ihramlı bulunan Resulüllah için avlanmıştı. O bakımdan
Rasulüllah kabul buyurmadı. Bir diğer seferinde ise, O'nun için avlanmadığından
Resulüllah hediye edilen eti alıp yemiştir. Nitekim imam Şafiî'de bu yorumu
benimsemiştir. [274]
Zeyd b. Erkanı hadisi,
Sa'd hadisini kuvvetlendirmekte ve bir bakıma istidlale salih düzeye
getirmektedir.
384 nolu Ali hadisini
aynı zamanda Hafız Bezzar tahric etmiştir. Ancak isnadında Ali b. Zeyd
bulunuyor ki, bu zat hakkında farklı tesbitler ortaya çıkmıştır. Ancak ilim
adamlarından bir kısmı onun sika olduğunu belirtmiştir. İsnadmdaki diğer rical
ise sahihtirler. [275]
Bu ve benzerf
rivayetleri dikkate alan müctehidlerin ihramlı için devekuşu yumurtasından
dolayı ne gibi bir ceza Ödemesi gerektiği, üzerinde durduklarını görüyoruz:
Ebu Hanife, arkadaşları ve imam Şafii, sözü edilen yumurtadan dolayı,
kıymetinin takdir edilip verilmesi gerekir demişlerdir. İmam Malik'ten yapılan
bir rivayete bre bir sığırın kıymetinin ondabiri takdir edilir.
Bu bapta Abdurrezzak,
Beyhakî ve Darekutnî'nin- Kâb b. fcre'den yaptıkları bir rivayet bulunuyor ki,
orada şöyle denilmekte-ir: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz devekuşunun
yumurtasına ;arşılık, ihramlı olan ashabına onun kıymetiyle hükmetmiştir."
Ancak bu rivayetin
isnadında İbrahim b. Ebî Yahya ve onun eyhi Hüseyin b. Abdillah bulunuyor ki,
bu iki zat da zayıftır. Nite-dm Yahya b. Said diyor ki: "İmam Malik'e,
İbrahim sika (güvenilir) dr hadisçi inidir? diye sorduğumda bana şu cevabı
verdi: "Hayır ne tadiste, ne de dindarlığında güvenilir değildir." [276].
el-Kattan ise mun tam bir yalancı olduğunu belirtmiştir. Aslı olmayan birçok halis
rivayet etmiştir. Aynı zamanda bu zat hem Kaderi, hem de tfu'tezüî'dir. [277]
İbrahim'in şeyhi
Hüseyin hakkında Zehebî geniş bilgi toplamış re ilim adamlarının tesbitine göre
bu zatın hem zayıf, hem n etrukü'l-ıadis olduğunu belirtmiştir. [278]
Aynı mealde bir diğer
hadisi İbn Mace ve Darekutnî Ebû Meh-îem tarikiyle rivayet etmişlerdir ki bu
zat da zayıftır; hatta bazısına ^öre, yukarıda ismi geçen iki zattan daha
zayıftır. [279]
Şafiî ile Ebu Davud'un
Hz. Aişe (r.a.) dan tahric ettikleri şu vadisin: "Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz devekuşunun her yumurtasına karşılık bir gün oruç tutulmasını
hükmetti" isnadında adı anılmayan bir adam bulunuyor.
386 nolu Umeyr hadisini İbn Huzayme
sahihlemiştir. İhramlı bulunan kimselerin başkası tarafından yakalanan av
hayvanını kesmeleri caiz değildir. O bakımdan sahibi bulununcaya kadar
bekletilmiş ve onun tarafından kesilmesi sağlandıktan sonra etinden yenilmiştir.
Böylece müctehidlerin
çoğu bu rivayetle istidlal etmişlerdir.
387 nolu Ebu Katade hadisi sahihtir ve istidlale
salihtir. İhramlınm karada yaşayan yabani hayvanları avlaması veya avlamak
isteyene yol göstermesi, yardımcı olması haramdır. Bu durumda hem o hayvanın etinden
yiyemez, hem de benzeriyle ceza ödemesi gerekir. Böylece ihramlı olmayanın
avlanması helaldir. Onun kestiği hayvanın etinden ihramlı yiyebilir. Ancak
ihramlı olanlar için av-lamışsa, o takdirde hüküm değişir.
388 nolu Ebu Katade
hadisi isnad-i ceyyid ile rivayet edilmiştir. Yukarıdaki hadisten farklı bir
hüküm taşımaktadır. Ebu Katade'nin birinci hadisinde Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz ondan şu iki şeyi sorduktan sonra o hayvanın etinden yiyor:
İhramlılardan bir kimse bunu avlaman için işarette bulundu mu veya bu hususta
bir emir ve tavsiye serdetti mi? Konumuzu oluşturan hadiste ise, Ebu Katade
(r.a.) ihramlı olmadığını ve avladığı hayvanı Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz
için avlayıp kestiğini söylüyor ve bu sebeple Resulüllah (s.a.v.) onun etinden yemiyor.
Bu iki rivayet arasını
telif etmek gerekirse, şöyle bir yorumda bulunmak mümkündür: Ebu Katade gelip
"senin için avladım" diye beyanda bulunmadan önce Resulüllah (s.a.v.)
o hayvanın etinden bir miktar yemiş olabilir. Ebu Katade beyanda bulununca, Resulüllah'm
(s.a.v.) artık o eti yemekten kaçındığı söz konusudur.
Böylece ihramlı
kendisine takdim edilen avın ne maksatla avlandığını bilmediği takdirde ondan
yemesinde bir sakınca yoktur. Ama avcı "senin için avladım" derse, o
takdirde yemesi haram olur.
Bununla beraber
Beyhakî, Ebu Katade'nin ikinci hadisinde "Bunu senin için avladım"
sözü bir fazlalıktır ve gariptir. Zira Buharı ve Müslim'in rivayetinde
Resulüllah'm (s.a.v.) o hayvanın etinden yediği açıklanmıştır.
Ebu Katade'nin mikatı
ihramsız geçtiği anlaşılıyor. Bu, mikatı ihramsız geçmenin cevazına delalet
etmez. Zira Resulüllah (s.a.v.) onu bir tarafa görevli olarak göndermiş
bulunuyordu ki, ihramsız olması gerekiyordu. Nitekim Iyaz'm Ebu Said'den
yaptığı rivayette bu husus açık şekilde belirtilmiştir. [280]
389 nolu Cabir hadisini İbn Huzayme, İbn Hibban,
Hakim, Darekutnî ve Beyhaki de tahric etmiş bulunuyorlar. İsnadında Amr b. Ebî
Amr bulunuyor. Her ne kadar Sahihaynde bu zatın rivayetine yer verilmişse de
hakkında farklı tesbit ve görüşler bulunuyor. Tir-mizî, onun Cabir'den hadis
dinlediği bilinmemektedir demiştir. İmam Şafiî ise ondan.bazı rivayetler
nakletmiştir.
Aynı hadisi Taberânî
Amr'den, o da Muttalib'den, o da Ebû Musa'dan rivayet etmişse de isnadında
Yusuf b. Hâlid es-Semtî bulunuyor ki, bu zat metrukü'l-hadistir. Yahya b. Main
onun yalancı oIduğunu, îbn Sa'd ise onun zayıf kabul edildiğini, Nesâî onun
sika İmadığını belirtmiştir. [281]
Ayrıca bunu el-Hatib,
Malik'den, o da Nafî'den, o da Ibn Ömer'den rivayet etmiştir. Ancak isnadında
Osman b. Halid el-tfahzûmî bulunuyor ki, bu zat cidden zayıftır. [282]
1- İhramlı
kimsenin başkası tarafından avlanan, yani ihramh almayan bir avcı tarafından
avlanan hayvanın etinden yemesinde bir sakınca yoktur.
2- İhramlı
kimse, ihramsız olan avcıya yardımcı olur veya avlanma konusunda işarette
bulunursa, o takdirde onun yakalayıp kestiği hayvandan ihramlmm yemesi haram
olur. Bu, Hanefîlerle Han-belilere göredir.
3- îhramlı
kimse, ihramsız kimsenin avlanmasında
ona yardımcı olursa, avlanan hayvanın etinden yemesi haram olur. Sadece
işarette bulunursa, yiyebilir. Bu,îmam Şafiî'ye göredir. Malikîler de aynı
görüştedirler.
4- Avlanan
hayvan ihramlı kimse için avlanmışsa, artık o hayvanın etinden ihramlmm yemesi
haram olur. Bu, müctehidlerin bir kısmının görüş ve içtihadıdır ki, Ebu Katade
hadisine dayanmaktadır.
5-
İhramsızın yakaladığı hayvanı ihramlmm kesmesi de haramdır. Aksi halde ceza
gerekir.
6- Sa'd,
Zeyd ve Ali hadisleriyle istidlal ve ihticacda bulunanlar pek azdır. Avlanılan
hayvanın ihramlüar için avlandığı söylenebilir. Ravi bunu ya duymamış, ya da
fark edememiştir.
7- Harem
sınırları içinde ihramlı olmayanların da avlanması haramdır.
8-
İhramlının Harem sınırları dışında da avlanması yasaklanmıştır.
Mekke ve dolayısıyla
Harem sınırları içinde kalan kesim "Belde-i Emin", yani güven ve
huzur beldesidir. Oraya giren her türlü tecavüzden emin olur. O bakımdan Harem
sınırları içindeki kara hayvanları avlanmaz, ürkütülmez ve yine bu sınırlar
içindeki ağaçlar ve otlar kesilmez. Şüphesiz bunların birtakım istisnaları
vardır ki, mezheplerin görüş ve ictihadlarını naklettiğimizde belirteceğiz.
Ibn Abbas (r.aj dan
yapılan rivayete göre, Kesuluuan (s.a.vj Efendimiz Mekke'yi fethettiği gün
şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki bu belde (Mekke) haramdır: Dikeni kesilmez,
yaş otları biçilmez ve koparılmaz; av (kapsamına giren) hayvanları avlanmaz ve
ürkütülmez; sokakta yere atılmış sahibi belli olmayan nesnesi alınmaz, ancak
muarrif (tarif eden, sahibini arayıp bulan ve bilen kimse) alabilir."
Bunun üzerine Hz.
Abbas (r.a.) şöyle dedi: trYaş otlardan ancak İzhir koparılabilir diye
istisnada bulunun. Çünkü bu bitkiye gerek vardır, demircilerin ve evlerde
kullanılma ihtiyacı söz konusudur." Resulüllah (s.a.v.): "Ancak izhir
müstesna..." diye buyurdu " [283]
Ebû Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) endimiz Mekke'yi fethettiğinde şöyle
buyurdu: "Buranın av apsamına giren) hayvanları avlanmaz ve ürkütülmez;
di-snleri koparılmaz; yitiği helal olmaz, ancak onun sahibini il m ak amacıyla
ilan edip duyurmaya çalışan kimsenin o tiği alması helal olur."
Bunun üzerine Hz.
Abbas (r.a.): "Ancak izhir otu müstesna., ünkü biz onu kabirlerimizde ve
evlerimizde kullanıyoruz." esulüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Ancak izhir
otu müstesna (onu ınarıo kullanabilirsiniz)..." buyurdu." [284]
Atâ' (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Kureyş'ten bir delikanlı,
Mekke güvercinlerinden birini
öldürmüştü. İbn Abbas
o gencin öldürdüğü güvercine karşılık bir koyun fidye vermesini emretti." [285]
a)
Hanefîlere göre: Harem'de biten otlan ve ağaçları kesmek, içmek haramdır. Ancak
memlûk olan ve insanların ekip yetiştirdiği nlamda bulunan ot ve ağaçları
kesmekte bir sakınca yoktur. Bunun ibi kurumuş ot ve ağacı kesmekte de bir
sakınca görülmemiştir.
İzhir otu müstesna
edilmiştir. [286]
Harem dahilinde
kırılmış ağaç ve otu, kurumuş ağaç ve otu kesip biçmekte bir sakınca yoktur. Yeter
ki, başkasının mülkünde olmasın. Bunun gibi güzel kokusu olan izhir ve ishal
için kullanılan senameki de mubah kapsamına girmektedir. Çünkü bu iki bitkiden
yararlanılmakta ve ihtiyaç hissedilmektedir.
Ağaçlardan da kendi
kendine bitip yetişen ve insanların dikip yetiştirdiği türden olmayanı kesmek,
budamak caiz değildir. Ancak bu ağaçlar kişinin mülkünde bulunursa onun da
kesmesi haramdır, ne var ki bundan dolayı kendisine bir ceza gerekmez. Malik ve
sahibinin gayri kesecek olursa, hem haram bir fiil işlemiş olur, hem de ceza
gerekir. Bu da kesilen ot ve ağacın kıymeti takdir edilerek karşılığında
fakirlere sadaka verilir.
Ot ve ağaçtan bazı
istisnalar da söz konusudur: Çadır kurmak, ocak yapmak ve hayvanların
çiftleşmesi için çukur açmak için o yerdeki ot veya ağacı kesmeğe cevaz
verilmiştir. Çünkü bu hususlarda onları kesip koparmaktan kaçınmak mümkün
değildir.
Aynı zamanda
insanların ekip yetiştirdiği veya onların ekip yetiştirdiği türden kendi
kendine yeşerip çıkan otları ve ağaçları kesmek helaldir. Yeter ki başkasının
mülkünde olmasın. Aksi halde kıymetini asıl mülk sahibine ödemek gerekir. [287]
Şüphesiz bu konuda
ihramlı ve ihramsız arasında bir fark yoktur.
b) Şafiîlere
göre: îki harem (Mekke ve Medine) ot ve ağaçlarını, kesmek ve biçmek haramdır.
Ancak bunlar kendi kendine çıkan bitki ve ağaçlar olarak belirlenir, insanlar
tarafından ekilip yetiştirilen bitki ve ağaçlar bu hükmün kapsamı dışında
kalır. Aynı zamanda kuruyan ağaç ve otu kesip biçmekte bir sakınca
görülmemiştir. Diğer yandan hayvana yem maksadıyla ve ilaç olarak kesilen
otlara da cevaz verilmiştir, izhir de bu cümledendir, insanlara eziyet veren
dikenleri de kesmek helal kılınmıştır.
Yasaklanan ot ve ağacı
kesen kimseden tazmin ettirilir. Mesela büyük bir ağacı kesmeye karşılık bir
inek ceza olarak Ödetilir.. [288]
Harem dahilindeki
ağaçları ıslah bakımından ele alıp dallarını kesmekte de bir sakınca
görülmemiştir. Kurumuş ot ve ağaçları kesmek de mubahtır. Ağaçlar ister kendi
kendine bitip yetişsin, isterse insanlar tarafından yetiştirilsin fark etmez.
Ama kendiliğinden çıkan ot ve bitkiyle, insanlar tarafından ekilip yetiştirilen
ot ve bitki bir değildir. Kendiliğinden çıkanlara bazı istisnalar dışında
dokunulmaz; insanlar tarafından ekilip yetiştirilenler kesilir ve biçilir.
Bunda bir sakınca yoktur.
Ayrıca hurma ağacının
budaklarını, ağaca zarar vermeyecek şekilde yapraklarını kesmek helaldir. Meyva
ağacının meyvasını koparmak, sivak ağacının dal ve budaklarını dişleri
temizlemek için koparmak da caizdir, mubahtır. Aynı zamanda ağaç ve ottan ilaç
olanlarından bir şeyler koparmakta da bir sakınca görülmemiştir. Mesela Hanzel
ve Senameki otları bu cümledendir. [289]
c)
Hanbelîlere göre: Bu mezhep imamlarının görüş ve istidlal1' Hanefîlerin görüş
ve istidlaliyle birleşmektedir. [290]
d) Malikîlere göre: Kendi kendine çıkıp yetişen
ot, bitki v ağaçları kesmek haramdır. İsterse bu tür bitkiler insan tarafında
ekilsin fark etmez. Aynı zamanda bunların yaş ve kuru olmas arasında, fark
yoktur. Ancak bu yasak ot ve ağaçtan şunlar istisn edilmiştir:
1- îzhir
(güzel kokulu bitki),
2- Senameki,
buna tedavide ihtiyaç vardır,
3- El
bastonu olarak kullanmak için kesilen dallar,
4- Bağ ve
bahçeleri İslah etmek için kesilen ot ve ağaç,
5- Ağaç
yapraklarım dallarına zarar vermeden çırpmak,
İnsanlar tarafından
adet edinilen bitkileri ve ağaçları kesmekte bir sakınca yoktur. İsterse bu tür
ağaçlar kendiliğinden yeşermiş olsun.. [291]
404 nolu İbn Abbas
hadisi sahihtir ve istidlale, ihticace salihtir. Bunun gibi 405 nolu Ebu
Hüreyre hadisi de sahihtir ve ihticaca salihtir. Nitekim müctehidlerin hemen
hepsi bu iki hadisle istidlal ve ihti-cacda bulunmuştur.
406 nolu Ata1 hadisini
aynı zamanda İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî tahric etmişlerdir. Bu rivayete dayanarak
bir güvercine karşılık bir koyun keffaret olarak kesilmesine kail olanlar
arasında İmam Şafiî, İbn Ömer, Ömer ve Osman da bulunuyor. Allah hepsinden razı
olsun.
İmam Malik ise, Harem
güvercinine karşılık sözü edilen cezayı, Harem dışındaki güvercine bedel
kıymeti takdir edilir demiştir
1- Harem
dahilinde kendiliğinden yeşerip biten ot ve ağaçları kesmek haramdır. Bundan
dolayı ceza gerekir.
2- Harem
dahilindeki ot ve ağaçları kesmek hem ihramlıya, hem de ihramsıza
yasaklanmıştır.
3- Ot ve
ağaç kuruyup işe yaramaz hale gelince onları kesip biçmekte bir sakınca
görülmemiştir.
4- Çadır
kurmak, ocak açmak ve benzeri lüzumlu işleri görmek için Harem dahilindeki
otları kesmek caizdir. Bazısına göre, kıymeti ödenir.
5- Harem
dahilindeki kendiliğinden yeşerip biten ağaçları ıslah etmek için bazı dal ve
budaklarını kesmeğe de cevaz verilmiştir; Aynı zamanda dallarını zedelemeden
Çapraklarını hayvanlar için silkmekte bir sakınca yoktur.
6- Harem
dahilindeki bitkilerden izhir, senameki ve benzer kokulu ve ilaç olarak
kullanılanlarını kesip toplamakta da bir sakınca
görülmemiştir.
7- İnsanlar
tarafından ekilen ağaçları ve bitkileri kesip biçmek mubahtır. İmam Şafiî'ye
göre, ağaçları kesmek mubah.değildir.
8- İnsanlar
tarafından dikilen ağaç ve diğer bitki türlerinin kendi kendine yeşerip
çıkanlarını kesmek mubahtır.
9- Bu
türlerin dışında kalanlarını kesmek, kırmak caiz değildir. İ0- Böylece
Şafİîlere göre, Medine'deki ağaç ve otlar da aynı hüküm kapsamına girer.
11- Kutsal
Harem topraklarım yeşillendirmek, bol ağaç dikip çeşitli ürünler yetiştirmek bu
yasağın hikmetini yansıtmakta ve islâm'ın yeşilliğe ne kadar Önem verdiğini
göstermektedir. Özellikle Mekke gibi İslâm'ın merkezi olan ve her zaman için
hac ve umre yapmak isteyen Müslümanlar tarafından toplanmaya vesile olan bu
kutsal yerin bol yeşillikle süslenmesi ayrı bir anlam taşır.
Harem kutsal bir
bölgedir. Aynı zamanda emin bir belde olarak her türlü tecavüzden korunmuştur.
Karada yaşayan av hayvanlarını Öldürmek yasaklandığı gibi, orada kendiliğinden
yetişen ağaç ve diğer bitkileri de kesmek haram kılınmıştır. Ancak bu her iki
konuda da birtakım istisnalar söz konusudur. Bazı hayvanların öldürülmesi caiz
sayılmış ve böylece insanlara zarar verecek bir olay dikkate alınarak genellik
arzeden hükmün birtakım istisnaları bulunduğu belirtilmiştir.
"Hz. Aişe (r.a.)
dan yapılan rivayete, göre: Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şu beş fasıkın hil ve
haremde öldürülmesini emretmiştir: Karga, çaylak, akrep, fare, ısırıcı
köpek.." [292]
"îbn Ömer (r.a.)
dan yapılan rivayete göre: Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Hayvanlardan beş tür var ki, ihramlının onları öldürmesinde bir günah
yoktur: Karga, çaylak, akrep, fare ve ısırgan köpek." [293].
Diğer bir lafızla
hadis şöyle rivayet edilmiştir:
"Beş (tür hayvan
var ki), onları Harem'de ve ihramlı iken Öldürmekte bir günah yoktur: Fare,
akrep, karga, çaylak ve ısırgan köpek.."
îbn Mes'ûd (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz Mina'da ihramlı bir kimseye yılanı öldürmesini
emretti." [294]
îbn Ömer (r.a.) dan
soruldu:
- Adam ihramlı
bulunduğu zaman hayvanlardan hangisini öldürebilir?
Cevap verdi:
- Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in ısırgan
köpeği, fareyi, akrebi, çaylağı, kargayı, yılanı öldürmeyi emrettiğini O'nun
zevcelerinden biri bana haber verdi. [295]
" İbn Abbas
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur: "Beş (tür hayvan vardır ki) hepsi Le fasıktır; onları ihramh
kimse öldürebilir ve öldürülürler: , akrep, yılan, ısırgan köpek ve
karga.." [296]
a)
Hanefîlere göre: îhramlı kimsenin pire, sivrisinek, karasi-aek, yılan, akrep,
fare, kurt, karga, çaylağı öldürmesi caizdir. Diğer canavarlar da saldırırlara
a, onları da öldürmesinde bir sakınca yoktur.
Pire, sivrisinek,
karasinek ve benzeri haşerat av kapsamına girmez. O balamdan bunlar insana
eziyet veren-cinstendirler. Yılan, akrep, fare, kurt, karga ve çaylak hakkında
ise, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bunların hilde de, haremde de
öldürülmelerini emretmiştir. [297]
b) Şafîîlere
göre: Av hayvanlarından eti yenilmeyenler iki gruba ayrılır: Bir grubu
saldırgan mütecavizdir ki, onda zarar verme söz konusudur. Aynı zamanda eti de
yenilmez, îhramlı kimse onları öldürebilir. Mesela arslan, kurt, kaplan, karga,
çaylak, akrep, fare ve ısırgan köpek bu cümledendir. îhramlı bunların küçüğünü
de, büyüğünü de öldürebilir. İsterse bunlar ona saldırmasın ve zarar vermesin..
Diğer bir grup ise, onların da eti yenilmez ve ihramh için zararlı da
değildirler. Meselâ kartal, doğan gibi yırtıcı kuşlar; akbaba,, keler,
kertenkele, sokak kedisi ve benzeri eti yenilmeyen hayvanları ihramknm
öldürmesinden dolayı fidye gerekmez. O bakımdan ih-ramlı diğer haşeratı da
öldürebilir. Ancak başında zuhur eden bitleri giderdiği takdirde fidye olarak
bir sadaka vermesi hayırlıdır.
Hem bu mezhebe göre,
sadece eti yenilen kara hayvanlarının av kapsamına girenleri öldürmekten dolayı
fidye gerekir. Diğerlerinden dolayı gerekmez, [298]
c)
Hanbelîlere göre: Kara hayvanlarından av kapsamına girip eti yenilmeyenleri
öldürmekten dolayı ceza gerekmez. Meselâ yırtıcı, parçalayıcı canavarlar,
haşerattan habis ve zararlı olanlar ve kuşlardan yırtıcı olanlar bu
cümledendir. Bunları öldüren ihramlıya ceza gerekmez. [299]
Böylece ısırgan köpek, karga, fare, akrep, yılan, çaylak ve benzeri hayvanlar
hakkındaki cevaz, bu gibi zararlı hayvanları da kapsamaktadır.
d) Malikîlere göre: Vahşi, yırtıcı, parçalayıcı
hayvanları ih-ramhnm kendisine saldırsın, saldırmasın öldürmesi caizdir. Bundan
dolayı ceza gerekmez.
Yabanî kediyi ve
tilkiyi, saldırsa bile öldürdüğü
takdirde ceza gerekir. Ancak İbn Kasım ve Sahnun'a göre, bunlar saldırdığı
takdirde ceza gerekmez. Aynı zamanda İmam Ma-lik'e göre, yırtıcı kuşları
Öldürmekten dolayı ceza gerekir. Çünkü ona göre kuşların hepsinin eti yenilir. [300]
413 nolu Hz. Aişe hadisi sahihtir ve istidlale
elverişlidir. Böylece zararlı ve tehlike arzeden, aynı zamanda eti yenilmeyen
hayvanları öldürmekte bir sakınca olmadığı anlaşılıyor. Beş hayvanın isminden
söz edilmesi tahdit değil, takdir ve misaldir. Nitekim diğer sahih hadislerde
yılandan da söz edilmiş bulunuyor.
414 nolu İbn Ömer
hadisi de sahihtir; istidlal ve ihticace salih-tir. Böylece hem Hz. Aişe
hadisiyle birbirini kuvvetlendirmekte, hem de ihramlmm ister hilde, isterse
harem dahilinde olsun sözü edilen hayvanları öldürebileceği ve bundan -dolayı
bir ceza terettüp etmiy-eceği hükmü ortaya çıkıyor.
415 nolu İbn Mes'ud
hadisi de sahihtir ve istidlale elverişlidir. Beş fasik zararlı hayvana
ilaveten yılan da söz konusudur. îhramlı kimseye böyle bir cevaz kapısının açık
tutulmasının hikmeti açıktır: İnsan hayatı kıymetlidir ve insanın bizzat kendisi
aziz ve şereflidir. Hakk-ı hayat ise her zaman muhteremdir. Eğer ihramh iken bu
gibi hayvanları öldürmeğe cevaz verilmemiş olsaydı, bazı insanların hayati
tehlikeye girebilir, karşısına çıkan bir yılan ve ısırgan, kuduz öpeği savma
imkanı olmazdı.
416 nolu îbn Ömer
hadisi de sahihtir. Diğer hadislerle birbirini etlendirin ekte ve konuya
ağırlık kazandırmakta ve zararlı, teh-i hayvanların beş sayısıyla
sınırlandırılınadığma delalet etmek--. Buna ve îbn Mes'ud hadisine dayanarak
"mü ctehidler bunları ıisal ve ölçü sayıp kapsamım genişletmişlerdir.
417 nolu İbn Abbas
hadisine gelince: Onu aynı zamanda Bezzar 'aberânî de tahric etmişlerdir. Ancak
isnadında Leys b. Ebî ym bulunuyor kî, bu zat sika olmakla beraber modellistir,
yani sırı bulunduğu bir raviyi görmediği hâlde onunla görüşmediği e ondan hadis
rivayet eder bir tutumu söz konusudur. Veya .sırı olan hadis alimiyle görüştüğü
halde ondan hadis almadığı sonusudur. imam Ahmed de bunun muzdaribu'l-hadis
olduğuna :at çekmiştir. Nesâî onun zayıf olduğunu, İbn Mâm onun zuafa ,mda
bulunuduğunu; İbn Hibban onun ömrünün sonuna doğru zasmm zayıfladığını,
hadisleri birbirine karıştırdığını
belirtir. [301]
Bu konuda Ebû Davud'un
Ebû Said'den naklettiği hadiste ise, sebüu'l-âdî" yani saldırgan canavar
tabiri kullanılmış; îbn ızir'in Ebû Hüreyre'den yaptığı rivayette, sözü edilen
yedi hayva-:urt ve kaplan ilave edilerek sayı dokuza çıkarılmıştır..
Diğer yandan îbn Ebî
Şeybe'nin Said b. Mesud'dan ve Ebû Da-'un Said b. Müseyyeb tarikiyle yaptığı
rivayette Resulüllah v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu belirlenmiştir:
"İhramlı kimse a ve kurdu öldürebilir." Bu hadisin ricalinin hepsi
sika (güvenilir) îmanı Ahmed'in Haccac b. Ertat tarikiyle İbn Ömer'den yaptığı
yete göre, Resulüllah (s.a.v.) ihramlmm kurdu öldürmesini em-niştir. Ancak
Haccac zayıftır; onun hakkında farklı şeyler enmiştir. îmam Ahmed onun hadis
hafızı olduğunu, îbn Main n kavi olmadığını belirtmiştir. Bununla beraber ondan
övgüyle sedenler de olmuştur. [302]
Zeylaî bu konudaki
farklı rivayetleri naklettikten sonra fazla açıklamada bulunmamış, ancak
birinci hadiste sözü edilen beş vanm hil ve haremde öldürülmesine cevaz
verildiği, ihramlıdan edilmediği üzerinde durmuştur. [303]
- Ebû Cafer et-Tahavî
ise, bu konuyla ilgili yirmiyedi kadar rivayeti naklettikten sonra, sözü edilen
beş veya altı, veya yedi veya dokuz hayvanın tahdidi olup olmadığı üzerinde
durmuş ve karşılıklı görüş ve yorumları belirttikten sonra, zararlı canavar ve
haşeratm ihramlı iken haremde katlinin mubah olduğunu sonuç olarak ortaya
çıkarmak suretiyle hadiste isimleri geçen hayvanların birer misal ve ölçü
teşkil ettiğine işarette bulunmuştur. [304]
1- İhramlı
bulunan kimsenin pire, sivrisinek, karasinek, yılan, akrep, fare, karga, çaylak
ve benzeri hayvanları hil ve harem sınırlarında öldürmesi caizdir. Bundan
dolayı ceza da gerekmez.
2- Eti
yenilmeyen zararlı hayvanları -hangi türden olursa olsun-öldürmekte bir
beis yoktur. İhramlmm
bu gibi hayvanları öldürmesine cevaz verilmiştir.
3- îhramlı
aynı zamanda diğer haşeratı da öldürebilir. Ondan dolayı fidye olarak
tasaddukta bulunması gerekmez. Bu, îmam Şafiî'nin içtihadıdır. Yani ona göre
eti yenilmeyen kara hayvanlarını öldürmekten dolayı ihramlıya ceza gerekmez,
4- Kara
hayvanlarından eti yenilip av kapsamına girenleri ihramlmm öldürmesi haramdır.
Aksi halde cezayı gerektirir. (Bu da İmam Şafiî'nin ve diğer müctehidlerin
kavlidir.
5-Yırtıcı
kuşları öldürmekten dolayı ceza gerekir. Çünkü İmam Malik'e göre, her kuşun eti
yenilir. Diğer imamların içtihadı bunun hilafmadır.
6- Saçları bitlenen
kimsenin onları gidermesi ve fidye olarak tasaddukta bulunması vaciptir.
Bir yeri, bir olayı
kutsal tanıma ve tanıtma hakkı bütünüyle ^enab-ı Hakk'a aittir. O neyi mukaddes
kılmışsa, kıyamete kadar o şey mukaddes olarak kalır ve bu hükmü değiştirecek
bir kuvvet söz conusu değildir.
Mekke ziraata
elverişli olmayan bir vadide bulunuyor. Çevresi lağlarla kuşatılmış ve vadinin
çölle içice olduğundan çöl havasıyla yalçın kayalardan oluşan dağların güneş
altında iyice ısınan kavurucu havasının tesiri altına çok sıcak iklimin
özelliklerini taşıyor. An-:ak bu kurak ve ağaçsız vadinin, aynı zamanda onu
çevreleyen çölün altında "kara altın" denilen geniş petrol yatakları
bulunuyor.
Mekke'nin bir diğer
önemi Asya ile Afrika'nın önemli ticaret yollarının birleştiği noktada yer
almasıdır. Bu Özelliğinden dolayı oraya "Tacirler Cumhuriyeti" de
denilmiştir.
Mekke'nin en önemli
yanı ve özelliği, Allah'a ibadet için yeryüzünde kurulan ilk mabed (Kabe)
burada inşa edilmiş ve o günden beri bu belde kutsal kılınmıştır. O bakımdan da
Mekke'nin diğer beldelere üstünlüğü her zaman söz konusudur. Ayrıca Son Peygamber
Hz. MUhammed'in (s.a.v.) Mekke'de doğup büyümesi, peygamberlik şerefinin bu
beldede O'na verilmesi ve Allah'ın insanlara en son, en kalıcı mesajı olan
Kur'an-ı Kerim'in bu beldede inmeye başlaması ona ayrı bir kutsallık ve
efdaliyet atfetmektedir.
Abdullah b. Adiy b.
el-Haraî (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen, Resulülllath'ın (s.a.v.)
Mekke pazarında yüksekçe bir yer üzerinde bulunduğu bir sırada şöyle
buyurduğunu duymuştur: "Allah'a yemin, ederim ki, sen Allah'ın yeryüzünde
en hayırlı ülkeşisin ve Allah'a en sevimli olan bir yersin. Eğer senden
çıkarılmamış olsaydım,
elbette (seni terkedip) çıkmazdım." [305]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Mekke için şöyle
buyurmuştur; "Sen ne güzel beldesin ve bana ne kadar da sevimli ve
sevgilisin! Eğer kavmim beni senden çıkartmamış olsaydı, senden başka bir yerde
mesken tutmazdım." [306].
Bu rivayetlerin ve bir
de Medine ile ilgili rivayetlerin ışığı altında ilim adamları az da olsa farklı
yorumlarda bulunmuşlardır. Kimine göre, yeryüzünde belde ve ülkelerin en üstünü
Mekke'dir, kimine göre ise Medine'dir. Ancak Mekke'nin üstün olduğu ağırlık kazanmış
ve müctehid imamların çoğu bu görüşü izhar etmişlerdir.
426 ve 427 nohı
hadisleri Tirmizî sahihlemiştir. O bakımdan her iki rivayet de istidlal ve
ihticaca elverişli kabul edilmiştir.
Birinci hadiste
"Allah'a yemin ederim ki, sen Allah'ın yeryüzünde en hayırlı
ülkeşisin" cümlesi üzerinde duranlar, Mekke'nin en hayırlı ve en üstün
belde olduğunu istidlal etmişlerdir. Aynı zamanda Medine'den de üstündür.
Kaadı lyaz ise, şöyle
demiştir: "Şüphesiz Resulüllah'm (s.a.v.) kabrinin bulunduğu yer,
yeryüzünün en üstün parçasıdır. Aynı zamanda Mekke ile Medine yeryüzünün en
üstün ülkesidir." [307]
Resulüllah'm (s.a.v.)
kabr-i şerifleri müstesna olmak üzere Mekke ile Medine'den hangisi daha üstündür?
sorusu ortaya çıkmış ve ilim adamları bu soruyu az farklı şekilde
cevaplandırmışlardır:
a) Mekke
halkı Kûfeli'ler, aynı zamanda İmam Şafiî, îbn Vehb ve îbn Habib (ki bu iki zat
Maliki mezhebine bağlıdır): "Mekke daha üstündür" demişlerdir. Cumhur
da bu görüşe meyletmiştir.
b) Ömer
(r.a.Jile ashabdan bazısı, aynı zamanda İmam Malik ve dineli'lerin çoğu,
"Medine daha üstündür" demişlerdir.
Birinciler, Abdullah
b. Adiy'in hadisiyle istidlal etmişlerdir, nı zamanda îbn Huzayme ve İbn Hibban
da bu rivayeti tahric ûişlerdir. O bakımdan îbn Abdilber bu konuda şöyle
demiştir: .tilaflı bir konuda bu kesin bir beyandır ki artık ondan dönmek caiz
olmaz." [308]
c) Kadı Iyaz
ise, "Resulüllah'm (s.a.v.) medfun bulunduğu yer ve >rak en üstün yer
ve topraktır, ilim adamlarının çoğu bunda ittefiktir" diyerek görüşünü
belirtmiştir.
İkinciler ise,
"Kabrimle minberim arası Cennet Lhçelerinden bir bahçedir" mealindeki
hadisle istidlal nişlerdir. [309]
Ayrıca bu hadisi kuvvetlendiren şu rivayetler de z konusudur: "Şüphesiz
ki, minberim havzumun üstündedir. " [310]
"Şüphesiz ki minberim Cennet bağ ve bahçelerinden bir iğ ve bahçe üzerinde
bulunuyor." [311]
İbn Hazm, bu
hadislerde kullanılan "cennet bahçesi" m ?cazî ansıdadır diyerek
yorumda bulunmuştur. [312]
Bu iki kutsal ve
mübarek beldeden hangisi daha faziletli ve ıtündür diye birtakım iddialarla
ortaya çıkmanın, kişisel-yorumlar taya koymanın hiçbir ciddi yararı yoktur.
İkisi de kutsal beldedir, rinde Kabe bulunuyor ki, yeryüzünde Cenab-ı Hakk'a
ibadet için ırulan ilk mabeddir. Diğerinde ise, Cenab-ı Hakk'ın habibi Hz.
Muhammed (s.a.v.) Efendimiz yatmaktadır.
1- Mekke
Allah'ın kutsal kılıp tanıttığı mübarek bir beldedir.
2- Kabe,
Allah'a ibadetin ilk yeri ve İslâm birliğinin odak nok-ısıchr.
3- Mekke ve
Kabe'nin kutsallığı kıyamete kadar devam edecek-r. Hiçbir kuvvet bu kutsallığı
kaldırma yetkisine sahip değildir.
4-
Resulüllah'ın (s.a.v.) çok sevdiği bu kutsal beldeyi sevmemiz innettir.
Arap Yarımadasında
ikinci kutsal şehir Medine'dir ve ilk adı Yesrib'dir. Sevgili Peygamberimiz
Mekke'den hicret edip buraya yerleşince, onun adını Medine diye değiştirdi.
Medine, Aramca "şehir" anlamına gelir.
Arazisi müsait ve
tarıma elverişli olduğundan Yahudiler bu şehre yerleşmiş bulunuyordu.
Kendilerini düşmandan savunabilmek için birtakım kaleler de yaptırarak burada
iyice hakimiyet kurmuşlardı. Yemen'de Ma'rib barajının patlaması üzerine güney
Arabistan kabilelerinden Evs ve Hazrec, gelip Medine'ye yerleştiler ve
önceleri Yahudiler'in hakimiyetini kabul edip onlara vergi Ödediler. Sonraları
birleşip onların hakimiyetine son verip şehre hakim oldular. Daha sonra bu iki
kabilenin arasının açılması ve bir sürü yahudi entrikalarının onları bölüp
birbirine hasım yapması üzerine Yahudiler rahat nefes almaya başladılar.
Derken son Peygamber Hz. Mu-hammed (s.a.v.) bu beldeye hicret etti ve çok
geçmeden bu iki kabileyi barıştırıp kardeş yaptı, arkasından devletini kurdu.
Böylece İslâm'ın
ikinci merkezi sayılan Medine kutsal havaya kavuştu, Mekke'nin fethinden sonra
da Resulüllah (s.a.v.) çok sevdiği Mekke'ye dönmedi ve Medine'de kalmayı tercih
etti. Özellikle kabrinin bu beldede bulunması ayrı bir anlam taşımakta ve
beldeye kutsallık vermektedir.
"Hz. Ali (r.a.)
den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Medine, Ayr ile Sevr (dağları) arasındaki (sahayla birlikte)
haremdir." [313]
Yine Hz. Ali'nin
(r.a.) rivayet ettiği hadiste Peygamber (s.a.u.) myurdu ki:
"Medine'nin yaş
otları, ağaçları kesilip biçilmez; av hayranları ürkütülmez (ve avlanmaz);
yere atılmış sahibi belirsiz nesnesi alınmaz, ancak onu ilan eden alabilir.
Hiçbir adama, Medine'de savaş için silah taşımak uygun olmaz ve Medine'deki
hiçbir ağacı kesmek uygun olmaz; meğer ki adam Üevesine yem olsun diye ondan
koparmış ola..' [314]
Abbad b. Temimden o da
amcasından, o da Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den rivayet etmiştir. Resulüllah
şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki İbrahim (r.a.) Mekke'yi harem (hürmete
layık) görmüş ve bu belde için dua etmiştir. Ben de, İbrahim'in Mekke'yi harem
kıldığı gibi, Medine'yi harem kılıyorum." [315]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz Medine'nin iki labet arasım haram kıldı ve böylece
Medine'nin çevresinde oniki millik bir harem koruluğu belirledi." [316]
"Labetey"
tabirinden maksat, Medine'nin doğu ve batısında bulunan kara taşlardan oluşan
tepelerdir.
Yine Ebu Hüreyre
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz Medine'nin ağaçlarının yaprağını silkmeyi ve ağaçlarını
kesmeyi de haram kıldı." [317]
Enes (r.aj den yapılan
rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz yüksekçe bir yerden Medine'ye
bakıp şöyle buyurdu: "Allah'ım! İbrahim (Peygamber) nasıl Mekke'yi harem
kıldıysa, ben de Medine'nin şu iki dağının arasındaki kesimini harem kılıyorum.
Allah'ım, bu belde halkının müddünü ve sa'ını mübarek eyle
(bereketlendir)." [318]
Müdd: Bir ölçek
birimidir ve yaklaşık 880 gram eder. Bir sa1 ise, yaklaşık 3400 gramdır.
Buharî'de bu hadis şu
lafızlarla rivayet edilmiştir:
"Medine şuradan
şuraya kadar haremdir; ağacı kesilmez, sünnete aykırı (din adına) bir şey
ortaya çıkarılamaz. Artık kim (din adına) sünnete aykırı bir şey ortaya
çıkarırsa, Allah'ın ve meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun."
[319]
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz ki ben, Medine'yi haram kıldım; şu iki dağ arası haramdır: Onda
kan dökülmez, silah taşınmaz, hayvan yemi dışında ağacı (otu) kesilip
ko-panlmaz." [320]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Doğrusu İbrahim,
Mekke'yi haram kıldı ve ben de Me-ine'yi şu iki karataşh dağ arasını haram
kıldım: Dikenli bitlileri koparılmaz ve av hayvanları avlanmaz." [321]
a)
Hanefîlere göre: Medine sınırları içinde bulunan av hayranlarını avlamak, yine
aynı sınırlar içindeki ağaçları kesmek, yeşil >tları biçmek haram değildir. [322]
Böylece imam Ebu
Hanife, yukarıda sıraladığımız "haber-i ıhad" kapsamına giren
hadislerle istidlal etmemiştir.
b) İmam
Safî, îmam Ahmed ve imam Malik'e göre, hem av ıayvanını avlamak, hem de ağacım
ve yaş otunu kesmek haramdır. Bundan dolayı, Mekke'de haram dahilinde avlanan
hayvandan, veya cesilen ağaçtan dolayı ceza gerekir mi, gerekmez mi? Bu konuda
iki rivayet bulunuyor. Birincisine göre, gerekmez ki, imam Malik'in ve imam
Şafiî'nin Kavl-i Cedidi bu doğrultudadır. Çünkü bunlara göre, Medine'ye
ihramsız girilmekte ve o yüzden belirtilen sebeplerden dolayı bir ceza da
gerekmemektedir. İkinci bir rivayete göre, ceza gerekir. Bu, İmam Şafiî'nin
Kavl-i Kadimidir ve İbn Münzir de aynı görüştedir. [323]
434 nolu Hz. Ali
hadisi sahihtir ve istidlale salihtir.
435 nolu yine Hz. Ali
hadisinin ricali, rical-i sahihtir ve aslı Buharı ile Müslim'de geçer.
436 nolu Ubbad hadisi,
437 nolu Ebû Hüreyre hadisi de sahihtir ve istidlale elverişlidir.
438 nolu Ebû Hüreyre
hadisi hasendir. Diğer rivayetler bunu kuvvetlendirmektedir.
439 nolu Enes hadisi
ve 44<Xnolu Asım hadisi de sahihtir.
441 nolu Ebû Said
hadisi üzerinde durulmuş ve az farklı tesbit-ler yapılmıştır.
Ancak ilim adamlarının
çoğuna göre, sahihtir.
442 nolu Cabir hadisi
de sahih kabul edilmiş ve istidlale salih görülmüştür. Bu konuda Cabir (r.a.)
den bir diğer rivayet söz konusudur ki, onu Ahmed b. Hanbel Müsned'inde
nakletmiştir. Mealen şöyledir: "Resulüllah (s.a.v.) Medine hakkında şöyle
buyurdu: "Kara taşlardan oluşan iki tepe (veya dağ) arasındaki bölgenin
hepsi haramdır: Ağacı kesilmez, meğer
ki hayvan yemi olarak kesilip biçilsin.."
Ancak bunun isnadında
îbn Lehî bulunuyor ki, bu zat üzerinde çok şeyler söylenmiştir. Ancak ilim
adamlarının çoğuna göre, hadisi hasendir. [324]
Bu konuda Amir b.
Sa'd'in babasından yaptığı bir rivayet şöyledir: "Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ben Medine'nin iki kara taşlı dağı
arasını haram kılıyorum: Ağaç ve yaş bitkisi koparılmaz ve av hayvanı
öldürülmez."
Ayrıca yine Amir b.
Sa'd'dan, Medine'nin ağacını ve yaş otunu kesenin üzerindeki elbisesi alınır
şeklinde bir rivayet vardır. Bunu Müslim ile Ahmed b. Hanbel kendi eserlerinde
nakletmişlerdir.
Ayrıca Süleyman b. Ebî
Abdillah'tan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir: "Sa'd
b. Ebî Vakkas (r.a.), Medine haremi dahilinde avcılık yapan bir adamı yakaladı
ve üzerindeki elbisesini soyup aldı. Onun efendileri gelerek elbisenin geri
verilmesini talep ettiler. Hz. Sa'd onlara şöyle dedi: "Şüphesiz
Resulüllah (s.a.v.) bu haremi haram kılmıştır. Kimin bu sınırlar içinde
avlandığını görürseniz onun elbisesini soyup alabilirsiniz, buyurmuştur. O
bakımdan aldığım elbiseyi geri veremiyeceğim; Resulüllah'm bana tattırdığı bir
yiyeceği geri çevirecek değilim. Ama siz isterseniz, o elbisenin değeri olan
parayı size verebilirim."
Bu rivayeti Ahmed ve
Ebû Davud nakletmişlerdir. Aynı zamanda Hakim tahric edip sahihi emiştir.
Ancak isnadında Süleyman b. Ebî Abdillah bulunuyor ki, Ebû Hatim onun meşhur
olmadığını, ama rivayetine itibar edilebileceğini belirtmiştir. Zehebî ise,
"Süleyman Tabiîn'dendir ve sikadır" demiştir. [325]
Müctehidlerden ancak
Şafiî, Kavl-i Kadim'inde bu rivayetlerle istidlal edip harem dahilinde avlanan
kimsenin elbisesi soyulup mı* demiştir. Çoğu ise bu rivayetle istidlal
etmemiştir. [326]
1- Medine'de
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz tarafından belirlenen sınırları gösterilen harem
dahilinde avlanmak, kendiliğinden
tişen ağaç ve
bitkileri kesip koparmak haramdır. Ancak hayvanla-yem için ağaç yaprakları, yaş
otlar kopanlabilir. imam Ebû Hanife ,nun hilafına bir görüş ortaya koymuştur.
2- Harem
dahilinde avlanan, kendiliğinden bitip yetişen bitkile-kesip koparan kimse
günahkar olur. Bazı ilim adamlarına göre, av-aan veya ağaç ve bitkileri kesen
kimsenin ceza olarak üzerindeki aisesi alınır.
Bu elbise, avlanan
kimse kimin mülkünde avlanmışsa, elbisesi ıa ait olur. BeytülmaTe ait mülkte
ise, alman elbise Beytülmal'e bırakılır.
Mekke, Cenab-ı Hakk'm
kutsal kıldığı bir beldedir. Kabe, Tev-hid İnancı1 nın mihrakı ve islâm'ın ilk
yıllarında sesinin yükseldiği ve yayılma isti'dadı gösterdiği yerdir. Mekke'de
Allah ibadet için inşa edilen ilk mabed ve o mabedin yanında Makam-ı ibrahim
bulunuyor. O bakımdan Mekke'ye edep ve ta'zimle girmek ve Resulüllah'm (s.a.v.)
yaptığı dualarla Cenab-ı Hakk'a yönelmek sünnettir. Özellikle Hac ve Umre için
oraya giriliyorsa, inikatta ihrama girmek ve tel-biye, tehlil, tekbir, tahmid
ve salat getirmek suretiyle bu beldeye girmeyi tazimin doruğuna yükseltmekte
sayılmayacak kadar faydalar söz konusudur.
îbn Ömer (r.a.) diyor
ki: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Mekke'ye gireceği zaman Batha'daki
Seniyetü'l-ulya'dan girer ve oradan çıkarken de Seniyetü's-süfla'dan
çıkardı." [327]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Mekke'ye gelince, üst
tarafından giriş yapar, çıkarken de alt tarafından çıkış yapardı.
Diğer bir rivayette
ise, şöyle bildirilmiştir:
"Fetih yılında
Efendimiz, Mekke'ye üst nahiyesindekiSe-niyetü'l-ulya'dan girdi ve çıkarken de
alt nahiyesindeki Se-niyetü's-süfla'dan çıktı.." [328]
Cabir (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Beytıtllah'ı görünce ellerini kaldıran bir adamdan
soruldu. Cabir (r.a.) şu cevabı verdi: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle
beraber haccettik, O böyle yapmadı." [329]
îbn Cureyc'den yapılan
rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: rukassım'dân bana rivayet edildi, o da
îbn Abbas'dan, o da Re-lüllah (s.a.v.) Efendimizden rivayet etmiştir ki, Resulüllah
şöyle yurmuştur: ırEller, namazda, kişi Beytullah'ı görünce, Safa ile erve
tepesinde, arefe günü akşamında, (Arafat'ta) biraraya lindiğinde, iki cemrenin
yanında ve (cenaze namazı Iınırken) ölü üzerine kaldırılır." [330]
Yine Îbn Cureyc'den
yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) fendimiz, Beytullah'ı görünce iki
elini kaldırıp şöyle dua ilerdi: "Allah'ım! Şu Beytinin teşrif ve
ta'zimini artır; ona tekim ve heybet-ü ihtişam bahşeyle. Ona hacceden veya
Umrede ulunan kimseye, onun şeref ve kereminden şeref ve kerem, ı'zim ve tekrim
verip artır, onun iyiliğinden ona iyilik verip artır." [331]
a)
Hanefîlere göre: Mekke'ye girince, önce Mescid-i Ha-ram'a irmekle ibadete
başlar. Mescid'e doğu tarafından Benî Şeybe apışından tam bir tevazu, ürperti
ile girilir. O yerin azamet ve üksek kıymetini düşünerek telbiye, tehlü ve
tekbir getirilir.
Mekke'ye girilip
Beytullah görülünce, önce şöyle dilekte bulu-mr: "Allah'ım! Şu yüce eşiği
öpmemi bana kolaylaştır.." Sonra tekbir Allahu Ekber), tehlil (lâ ilahe
illallah) diyerek şu duayı yapar; Allah'ım Sen Selâm'sın, selâm (selamet)
Sendendir ve selam ana döner, O halde Rabbımız bizi selam (sıfatın) la selamla
re kendi fazl-ü kereminle kendi evine, selamet yurduna sok. tabbımız sen çok
mübarek ve yücesin, ey celâl ve ikram sahibi! Allah'ım! Şu evinin ta'zim,
teşrif, tekrim ve heybet-ü ihtişamını artır ve bunun azamet ve şerefinden, hac
veya umre yapanlara azamet, şeref ve kerem, iman ve teslimiyet verip artır."
Bunun dışında diğer
önemli hacetini dile getirip dilekte bulunur. [332]
b) Şafiîlere
göre: Bu mezhebe göre de Mekke'ye girmek isteyen kimse önce gusleder ve sonra
gözü Beytullah'a dokununca yukarıda belirtilen duayı yapıp dilekte bulunur. [333]
Böylece her iki mezhep
de yukarıdaki ilgili hadislerle istidlal etmiş bulunuyorlar.
c)
Hanbelîlere göre: Mekke'ye girmek için gusletmek müstehabdır. Aynı zamanda
Mekke'ye üst nahiyesinden (Seniyetü'l-ula) dan girmek ve Seniyetüs-süfla'dan
çıkmak da müstehabdır.
Mescid'e girince, Benî
Şeybe kapısından ve Kabe'yi görünce de elleri kaldırıp tekbir getirmek
müstehabdır. Aynı zamanda yukarıda mealini verdiğimiz duayı yapıp birtakım
dileklerde bulunmak da müstehap sayılmıştır. [334]
d)
Malikîlere göre: îmam Malik bu konuda Cabir hadisiyle istidlal ederek,
"Kişi Beytullah'ı görünce, dua yapar, ama ellerini kaldırmaz"
demiştir. Aynı zamanda Ebû Bekir b, Münzir'in rivayet ettiği hadisle de
istidlal edip kendi görüşünü kuvvetlendirmiştir. [335]
448 ve 449 nolu îbn
Ömer hadisiyle Hz. Aişe hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. Ancak
Resulüllah'm (s.a.v.) belirtilen taraftan Beytullah'a girmesi vücup ve müekked
sünnetlik ifade etmiyor. O bakımdan fukahanm çoğu, böyle yapmanın müstehab
olduğunu söylemiştir.
450 nolu Cabir hadisi
hakkında Tirmizî diyor ki: "Biz bu hadisi ancak Şu'be hadisinden
biliyoruz. Hattabî, Süfyan-ı Sevrî, İbn Mübarek, Ahmed b. Hanbel ve îshak b.
Rahuye (veya Rehaveyh) bu hadisin zayıf olduğunu belirtmişlerdir. Çünkü
isnadında Muhacir b. Ikrime el-Mekkî bulunuyor ki, bu, onlara göre meçhuldür.
Zehebî ise, Mizan'da bu zattan söz etmemiştir. [336]
İbn Cüreyc'in İbn
Abbas (r.a.) dan rivayet ettiği 451 nolu hadisi zamanda Beyhakî tahric
etmiştir. Ancak Beyhakî'nin bu rivayet-isnadında Ebû Said eş-Şami bulunuyor ki,
bu zatın yalancı ağu tesbit edilmiştir. Zehebî, Ebu Said'in Mekhul'dan rivayet
ği hadis üzerinde Darekutnî'nin durduğunu ve bu zatın meçhul uğunu söylediğini
nakletmiştir. [337]
O bakımdan
müctehidlerin bir kısmı, "Beytullah görününce dua lir ama elleri kaldırmak
müstehab değildir" demişlerdir, imam tîî de "bunu ne mekruh, ne de
müstehab sayıyorum" diyerek ibn reye rivayetiyle amel edilmiyeceğine
işarette bulunmuştur.
Aynı zamanda ibn
Cüreyc'in yazdığı;-e s eri erde israiliyyatm bu-Lduğu tesbit edilmiştir. [338] O
bakımdan rivayetlerine pek itibar edilmemiştir.
Sonuç olarak
rivayetlerin tamamından, Mekke'ye girerken gus-menin ve birtakım dileklerde
bulunmanın; giren hac veya umre ii giriyorsa, telbiye, tehlil ve tekbir
getirmenin müstehab olduğu jaya çıkıyor. Aynı zamanda Kabe, yani Beytullah
görülünce belirti-L duayı yapmanın da istihbabı ağırlık kazanıyor. Nitekim dört
me-3p imamları ve onlara tabi1 olanların bu hususta ittifakı vardır.
cak dua edilirken el
kaldırılıp kaldırılmayacağmda farklı görüşler aya çıkmıştır.
1- Mekke'ye
girilirken yukarı tarafından "Seniyetü'l-ulya"dan girmek ve
çıkılırken "Seniyetüs-süfla" dan çıkmak müstehabdır.
2-
Beytullah'a Beni Şeybe kapısından girmek de müstehabdır.
3- Mekke'ye
girilirken, önce mümkün olduğu takdirde guslet-sk müstehabdır. Aynı zamanda
giren hac veya umre için giriyorsa, Ibiyeye devam eder; tehlil ve tekbir
getirip Hz. Peygamber'e (s.a.v.) lat-ü selamda bulunur.
4- Beytullah
görülünce, hadiste müctehidlerin içtihadında beliren dua yapılır. Bu da
müstehabdır.
5- Duada
eller kaldırılmaz. Bununla beraber kaldırılmasında r sakınca yoktur.
6- Namazda,
Safa ile Merve tepesine çıkıldığında, Arefe günü :şamleyin, Cemrelerin yanında
dua yapılırken eller kaldırılır.
7- Cenaze
namazı kılınırken ve Beytullah'a yonelip dua ederken i eller kaldırılır.,Ama
müctehidlerin bu husustaki tesbit ve istidlaleri faklıdır.
Hac veya umre için
tavaf yapılırken birtakım uyulması sünnet olan kurallar vardır. Aynı zamanda
hac için Mekke'ye gelen kimsenin önce kudüm tavafı yapması söz konusudur.
Tavaf: Ziyaret veya
başka bir maksatla bir şeyin etrafında dolaşmak anlamına gelen masdar bir
kelimedir. Terim olarak: Mekke'de kutsal Kabe'nin etrafında yedi defa dolaşmak
manasına delalet eder.
Kudüm Tavafı: Mikat
dışından Mekke'ye gelenlerin, o mübarek topraklara ayak bastıklarına şükür
olsun diye Kabe'nin etrafında yedi defa dönmekten ibarettir. Bu tavaf
müctehidlerin çoğuna göre sünnet, imam Malik'e göre vaciptir.
Remel: Ziyaret ve umre
tavafı yapılırken erkeklerin adımlarını kısa tutup omuzlarını silkerek az
süratli bir harekette bulunarak tavafın üç şavtını yapmaktan ibarettir ve
böyle yapmak sünnettir.
İztıba: Ziyaret ve
umre tavafına başlarken omuzlar üzerine atılan beyaz veya herhangi bir kumaşın
bir ucunu sağ koltuğun altından geçirmek suretiyle sağ omuzu açık tutmaktır.
Böyle yapmak da sünnettir.
Şüphesiz bu konularda
müctehidlerin az farklı tesbit> istidlal ve ihticacları olmuştur. Yeri
gelince onlara değinilecektir.
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz, Beytullah'ı ilk tavafla tavaf ettiği zaman, üç defasını
çalımlı ve az süratli bir yürüyüşle, dört defasını da normal yürüyüşle yaptı.
Safa ile Merve arasını tavaf ederken de Batn-ı Mesîl'ae sa'yettı. [339]
Diğer bir rivayette
şöyle demiştir: "Resulüllah'ı (s.a.v.) hac ve 3 için tavaf ederken gördüm,
ilk tavafa başlarken, üç de-ıda biraz sür'at gösteriyordu, dört defasını normal
Lyüşle yerine getiriyordu." [340]
; Ya'la b. Umeyye
(r.a.) den yapılan rivayete göre: "Resulüİlah v.) iztıbâ yaparak ve
üzerinde bürd (bir çeşit dikişsiz el-> bulunduğu halde tavaf
yapmıştır." [341]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber iştir:
"Resulüİlah
(s.a.v.) Efendimizle ashabı Ci'rane mevkiinde eye niyet ettiler ve Beytullah'ı
tavaf ederken remel ;ılar; aynı zamanda üzerlerindeki dikişsiz elbisenin bir iu
koltuklarının altından geçirerek boyunlarının sol yanı
ine atıverdiler."
[342]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüİlah (s.a.v.)
Efendimizle ashabı (umre
için Mekke'ye) geldiklerinde, müşrikler kendi kavimlerine şöyle dediler:
"Size bir kavim geliyor ki, Yesrib'in sıtması (ve benzeri hastalıkları)
onları iyice zayıflatıp halsiz bırakmıştır." Bunun üzerine Resulüİlah
(s.a.v.) Efendimiz ashabına tavafın ilk üç şavtını kısa adımlarla ve Çalımlı
olarak biraz süratli yürümekle
yapmalarını ve iki
rükün arasında normal yürümelerini emretti. Resulüllahı
(s.a.v.) bütün şavtlarda remel yapmaktan alıkoyan tek şey, ashabına karşı olan
şefkat ve merhametiydi." [343]
Yine îbn Abbas (r.a.)
dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüİlah
(s.a.v.) Efendimiz gerek yaptığı hacda, gerekse umrelerinin hepsinde remel
yaptı. Ebu Bekir, Ömer ve halifeler de Öyle yaptılar." [344]
Ömer (r.a.) den
yapılan rivayete göre şöyle dediği tesbit edilmiştir:
"Şu anda (hac ve
umre tavafında) remel yapmanın ve omuzları açmanın (fazla bir) anlam taşımadığını
(söyleyebiliriz); zira gerçekten Cenab-ı Hak İslâmiyet'i oturtup sabit kılmış,
küfrü ve ehlini nefyedip uzaklaştırmıştır. Bununla beraber biz, Resulüİlah
(s.a.v.) zamanında yaptığımız bir şeyi bugün terkedecek değiliz." [345]
a)
Hanefîlere göre: Mikat dışından Mekke'ye hac için gelen kimsenin "'kudüm
tavafı" yapması sünnettir. Buna "tavaf-tahiyye", "tavaf-ı
lika" da denir. Bu tavaf Mekkeli'ler için sünnet değildir,. Çünkü
tahiyyetü'l-mescid anlamında olup mescidde oturan için nasıl bu sünnet değilse,
Mekke'de oturanlar için de kudüm tavafı sünnet değildir. İlim adamlarından
bazısına göre, bu tavaf vaciptir.
Ziyaret ve umre tavafı
yapılırken, önce izdıba, yani omuza atılan kumaşın bir ucu sağ koltuk altından
geçirilerek sol omuz üzerine atılır ve böylece ilk üç şavtı remel yaparak,
diğer dört şavtı termal yürüyerek yerine getirir. Gerek iztıba, gerekse remel
ünnettir. Terkinden dolayı bir ceza gerekmez. [346]
b) Şafîîlere
göre: Mekke'ye dışardan gelen kimsenin önce kulum tavafı yapması sünnettir. Bu
tavaf, Mekke'ye vakfeden önce giren kimseye hastır. Vakfeden sonra gelen veya
umre için gelen kimseye has değildir. Çünkü onların kendilerine farz olan
tavafı yapmaları gerekir.
Ayrıca ihramsiz olarak
Mekke'ye giren kimse için de bu tavafı yapmak sünnettir. Aynı zamanda Mekke'ye
hac ve umre için değil de saşka bir sebeple giren kimsenin eğer hac aylarında
bulunuyorsa, hac için ihrama girmesi müstehabdır. Umre için de ihrama
girilebilir. [347]
Tavafın ilk üç şavtmda
remel yapması, ve diğer dört şavtmda tıormal şekilde yürüyerek dönmesi
sünnettir. Remel yapmak, tavafın sonra sa'ym yapılması durumunda sünnettir.
Tavaf sonrası sa'y yapmayana tavaflarda sünnet değildir.
Bir kavle göre, kudüm
tavafına hastır; veda' tavafında remel yapılmaz.
Remel yapılan
tavaflarda iztıba söz konusudur. Öyle ki, remel yapılan her tarafta omuzlar
üzerine alman kumaşın bir ucu sağ koltuktan geçirilip sol omuz üzerine atılır.
Sahih kavle göre, Safa ile Merve arasında sa'y yapılırken de iztıba
gerçekleştirilir.
Kadınlara gelince,
onlar tavafta ne remel, ne de iztıba yaparlar. [348]
c)
Hanbelîlere göre: Hac için kudüm tavafı veya umre için tavaf yapılırken iztıba
sünnettir. Aynı zamanda ilk üç şavtta remel yapmak, yani kısa adımlarla çalımlı
ve az sür'atle yürümek de sünnettir. Mekke halkı için remel yapmak sünnet
değildir. İlk üç şavtta remeli unutan kimse artık onu iade etmez.
d) Malikiler de iztıba ve remelin' sünnet
olduğunu belirtmişlerdir.
460 nolu İbn Ömer
hadisiyle 461 nolu hadis sahihtir. O bakımdan istidlale salih görülmüştür.
462 nolu Ya'la
hadisini Tirmizî sahihlemiştir. Ancak Ebû Davud ile el-Münzirî bir görüş
belirtmemişlerdir. Müctehidler bu hadisle de istidlal etmişlerdir.
463 nolu İbn Abbas hadisini
Taberânî tahric etmiş ve yine Ebu Davud ile el-Münzirî bir görüş beyan
etmemişlerdir. Hafız İbn Hacer bu rivayetin ricalinin sahih olduğunu
belirtmiştir.
464 nolu İbn Abbas
hadisi ^sahihtir.
465 nolu İbn Abbas hadisini Ahmed b. Hanbel Ebu
Muaviye tankıyla tahric etmiştir. Aynı rivayeti İbn Cüreyc, Atâ'dan. o da İbn
Abbas'tan nakletmiştir.
466 nolu Ömer
rivayetini aynı zamanda Hafız Bezzar, Hakim ve Beyhaki tahric etmişlerdir.
Bunun aslı ise Buharî'de şöyle ifade edilmiştir: "Remel artık bizim neyimize?
Biz onu ancak müşrikler bizi (güçlü) görsün diye yapıyorduk. Şimdi ise Allah
müşrikleri helak etmiş bulunuyor,.. Ama Resulüllah'm (s.a.v.) yaptığı bir şeyi
biz terketmek istemeyiz."
1- Mikat
dışından Mekke'ye hac için gelenlerin kudüm tavafı yapması sünnettir.
2- Mekke
halkı için kudüm tavafı sünnet değildir. Çünkü onlar yerli olarak bulunuyorlar.
3- Ziyaret
ve umre tavafı yapılırken iztıba yapmak sünnettir, îztıba, omuz üzerine atılan
kumaşın bir ucunu sağ koltuk altından geçirip sol omuz üzerine atmak ve böylece
sağ omuz ve pazuyu açık tutmaktır.
4- Hac ve
umre, Şafİîye göre kudüm tavafı yapılırken ilk üç şavtmda remel yapmak
sünnettir. Remel, adımları kısaltıp çalımlı şekilde az hızlı yürümektir.
5- Mekke'ye
vakfeden önce giren kimsenin kudüm tavafı yapması sünnettir. Vakfeden sonra
giren için sünnet değildir.
6- Şafîîlere
göre, ihramsız olarak Mekke'ye giren kimsenin kudüm tavafı yapması sünnettir.
7- Veda
tavafında remel yapılmaz, iztıba da yapılmaz. Remel yapılan tavaflarda iztıba
da söz konusudur.
8- Kadınlar
tavaf yaparken ne iztıba, ne de remel yaparlar, bu . onlara sünnet
kılınmamıştır.
Hacerü'l-esved, tavaf
başlangıcını belirlemek üzere Kabe'nin Öşesine yerleştirilen siyah bir taştır.
İbrahim (.a.s.) tarafından ko-ulduğu kesindir. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz
;bu taşı tavaf aşlangıcımn belirtisi olarak göstermiş ve bazan onu istilamda
bu-anmuş, bazan da öpmüştür.
Böylece Allah ve
Peygamberi neyi kutsal olarak belirlemişse, o lyamete kadar kutsaldır; hiç
kimsenin onu değiştirmesi söz konusu leğildir.
Şüphesiz
Hacerü'l-esved1 e el sürmek veya öpmek veya önünde Lurup elle selamlamak,
Müslüman olarak yaşamak ve ilahi emirlere Layıtsız şartsız uymak, Kur'an'a göre
yaşamaya çalışmak, Re-ulüllah'm sünnetiyle amel etmek gibi yüce manalara
delalet eden bir söz verme, ahidde bulunmakdır. Böylece o taşa olan tazim,
gerçekte Allah'adır.
Îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Bu taş kıyamet
gününde gören iki gözü, konuşan dili olduğu halde gelir de kendisini hakkıyle
selamlayandan yana şehadette bulunur." [349]
Ömer (r.a.) den
yapılan rivayete göre, o, Hacerü 'l-esved'i öperken şöyle demiştir: "Şüphesiz
ben biliyorum ki, sen bir taşsın, ne zarar verebilir, ne de yarar
sağlayabilirsin. Eğer Resulüllah'ın (s.a.v.) seni Öptüğünü görmeseydim, seni
öpmezdim." [350]
Îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, kendisinden "Hacerü'l-esved'i istilam" dan
soruluyor, o da şu cevabı veriyor: "Ben, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in
onu istilam edip öptüğünü gördüm." [351]
Nafi'den yapılan
rivayete göre, adı geçen şu bilgiyi vermiştir: 'Îbn Ömer'i, Hacerü'l-esved'i
eliyle selamladıktan sonra elini öptüğünü gördüm ve sonra şöyle buyurduğunu
duydum: "Resulüllah'm (s.a.v.) böyle yaptığını gördüğümden beri bunu terketmedim."
[352]
Îbn Abbas (r.aj dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz Veda Haccı'nda bir devenin üzerinde olduğu halde tavaf yaptı
ve elindeki bastonla rüknü (Hacerü'l-esved'in bulunduğu köşeyi)
selamladı." [353]
Diğer bir rivayette,
Îbn Ömer'in şöyle dediği nakledilmiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz deve üzerinde tavaf yaptı ve ne kadar rükne geldiyse
elindeki şeyle ona işarette bulundu ve tekbir getirdi." [354]
Tufayl Amir b. Vaile
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen adı geçen şöyle demiştir:
“Resulüllah (s.a.v.)
Efendimizi, Beytullah’ı tavaf ederken gördüm. Hacerü’l-esved’i elindeki
bastonla selamlıyor ve o bastonu öpüyordu." [355]
Ömer (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ona şöyle buyurmuştur:
"Ya Ömer! Doğrusu sen güçlü, kuvvetli bir adamsın, Hacerü'l-esved'i
istilam edip öperken insanları sıkıştırıp izdiham meydana getirme, sonra zayıf
olanlara eziyet etmiş olursun. Tenha bulursan onu istilam et; değilse karşısına
geçip tehlil ve tekbir getir." [356]
a)
Hanefîlere göre: Hacerü'l-esved'i istilam müstehabdır. İstilamda bulunurken
şöyle der: "Bismillahi'r-Rahmani'r-Rahim, Allah'ım! günahlarımı bağışla,
kalbimi tertemiz eyle, göğsümü aç, işimi kolaylaştır, afiyet verdiklerin
arasında bana afiyet bahşeyle," Bunları söylerken elinin içini Hacer'in
üzerine kor ve öper. Kimseye eziyet vermeden bunu başarabilirse mesele yok;
değilse sadece elini Hacer'e sürer ve elini öper. Buna da gücü yetmezse,
elindeki baston ve benzeri bir şeyle Hacer'e dokunur ve dokundurduğu şeyi
öper. Bu da mümkün olmadığında Hacer'in karşısında durup ellerinin iç kısmını
ona tevcih ederek tehlil ve tahmidde bulunur, salat-ü selam getirir. Böyle
yapmak da müstehabdır, vacip değildir. [357]
Hac için Mekke'ye
gelen kimse, Hacc-ı Kıran veya Hacc-ı Te-mettü'a niyet etmişse Önce umre için
farz olan tavafı yapar, umrenin vaciplerini yerine getirdikten sonra Kudüm
Tavafı yapar. Bu sünnettir.
Tavafa başlarken de
şöyle dua eder: "Allah'ım! Sana iman ederek, kitabını doğrulayarak,
ahdine vefada bulunarak, Peygamber'in Muhammed'in (s.a.v.) sünnetine uyarak
tavaf ediyorum. Allah'tan başka ilah yoktur, Allah çok büyüktür. Allah'ım!
Elimi sana uzatıyorum, senin katmdakini tazimde bulunuyorum. Duamı kabul buyur,
kayıp yanlış yola doğru meyletmemi azalt.." [358]
b) Şafillere
göre: Yaya olarak tavaf etmek, tavafın başlangıcında Hacerü'l-esved'i istilam
etmek ve onu öpmek, alnım onun üzerine koymak sünnettir. Eğer buna gücü
yetmezse, istilam eder, yani elini dokundurmakla yetinir ve buna gücü yetmezse,
eliyle işarette bulunur ve bu selamlamayı her dönüşünde tekrarlar. Diğer iki
rüknü istilamda bulunmaz, sadece Rükn-i Yemanî'yi istilam eder, ama öpmez.
Tavafın başlangıcında
şöyle dua eder:
"Bismillahi,
Allahu Ekber, Allah'ım! Sana olan imanımla, kitabını tasdikle, ahdine vefa ile,
Peygamberin Muhammed'in (s.a.v.) sünnettine uymak suretiyle başladım.." [359]
c) Hanbelîlere göre: Tavaf yapılırken yalnız
Rükn-i Yemânî ile Rükn-i Hacer (Hacerü'l-esved) istilam edilir. Tavafa,
Hacerü'l-esved'in bulunduğu rükünden başlanır ve o istilam edilip öpülür.
Rükn-i Yemam istilam edilir, ama öpülmez. Sahih olan da budur. Ebû Hanife'ye
göre ise, bu rükün istilam da edilmez Ibn Abdilber, onu istilam etmek ilim
adamlarınca caiz görülmüştür, der. Bu iki rüknün istilamı her tavafta
tekrarlanır. Her iki rükün arasında "Rabbena atina fi'd-dünya haseneten ve
fi'1-ahireti haseneten ve kına azabe'n-nar" der.
Bu arada şu duayı yapması da müstehabdır: "Allah'ım! Bunu hacc-ı
mebrûr, sa'y-i meşkûr, zenb-i mağfur eyle. Rabbım Sen bağışla, merhamet
eyle.." [360]
d) Malikîlere göre: Tavaf edilirken
Hacerü'l-esved nasıl istilam ediliyorsa, tavaf bittikten sonra da Safa ile
Merve arasında sa'ye gidilmeden yine istilam edilir. Gerçi diğer mezheplerde de
her tavafta ..istilamın sünnet olduğu belirtilirken, yedinci tavafın sonunda.da
istilam edilerek şavtlar tamamlanmış olur denilmektedir. Ancak İmam Malik bu hususu
şu hadisle de belgeleyerek ağırlık vermiştir. Şöyle ki, Urve'den yapılan
rivayete göre: Resulüllah (s.a.v.), Abdurrahman b. Avf’a: "Rüknü istilamda
ne yaptın, nasıl hareket ettin?" diye soruy-r, O da şu cevabı veriyor:
"Rüknü istilam edip öylece ayrıldım." Re-ulüllah (s.a.v.) ona:
"İsabetli hareket ettin" buyuruyor. [361]
Ayrıca imam Malik'e
göre, Urve'nin babası Zübeyr b. Avvam r.a.) tavaf yaparken btünü rükünleri
istilam ederdi. Ama Rükn-i temânî'yi bir izdihama mağlup olmadıkça hiç
terketmezdi. Böylece inam Malik bütün rükünleri istilamda bir sakınca
olmadığına şarette bulunmuş oluyor. [362]
Yine bu mezhebe göre,
ellerini Hacer'ül-esved'e süren kimsenin İlerini ağzının üstüne koyması (yani
ellerini öpmesi) müstehabdır. mam Malik bu meselede, Urve'nin kendi babasından
yaptığı rivaye-le istidlal etmektedir. Şöyle ki, Hz. Ömer'in (r.a.) Beytullah'ı
tavaf •derken Rükn-i Esved'e gelince: "Sen ancak bir taşsın. Eğer
Re-lulüllah'ın seni öptüğünü görmeseydim, seni öpmezdim" dediği söz
konusudur. [363]
470 nolu tbn Abbas
hadisini aynı zamanda İbn Huzayme, Ibn libban ve Hakim tahric etmişlerdir. Bu
hadisin bir şahidi de Enes r.a.) den rivayet edilmiştir.
Hakim'in Ebu Said'den
yaptığı rivayete göre: Hz. Ömer'in (r.a.): 'Sen bir siyah taşsın, ne zarar
verirsin, ne de fayda.." dediğine sarşılık Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir:
"Doğrusu o hem zarar verir, hem ie fayda.." Sonra da Hz. Ali (r.a.)
yukarıda geçen 470 nolu hadisin bir aenzerini haber vermiştir.
Ancak Hakim'in bu
rivayetinin isnadında Ebu Harun el-Abdi bulunuyor ki, bu zatın cidden zayıf
olduğu söz konusudur. [364] Bu
zatın asıl ismi Umare b. Cüveyni'dir. Aynı zamanda Tabiîn'dendir. Ancak Hamnıad
b. Zeyd onun yalancı olduğunu; Şu'be ise "Ebu Harun'dan bir hadis rivayet
etmektense boynumun vurulması benim için daha iyidir" diyerek görüşünü
belirtmiştir. Ibn Main de onun zayıf olduğunu; Ahmed b. Hanbel, onun bir şey
olmadığını söylemiştir. [365]
Ancak cumhur,
Hacerü'l-esved'i öpmenin müstehab olduğuna kaildir. Müctehidlerin çoğu da aynı
görüşü izhar etmiştir, imam Ma-lik'ten yapılan bir rivayete göre, onu öpmenin
bid'at olduğu şeklindeyse de, Muvatta'da nakil ve rivayet ettiği hadisler bu
rivayetin hilafinadır.
472 nolu Ibn Ömer
hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. Aynı zamanda 473 nolu Nafi' hadisi de
hem sahihtir, hem de îbn Ömer hadisini kuvvetlendirmektedir.
474 nolu Ibn Abbas
hadisi ve 476 nolu Ebu Tufayl Amir hadisi sahih kabul edilmiştir. O bakımdan
müctehidlerin çoğu bu iki rivayetle istidlal etmişlerdir.
477 nolu Ömer
hadisinin isnadında ismi anılmayan bir ravi söz konusudur. O bakımdan ilim
adamları bu rivayet üzerinde hayli durmuşlardır. Bununla beraber cumhur bu
konudaki diğer rivayetleri de dikkate alarak şöyle bir sonuç ortaya koymuştur:
"Rükn-i Hacer'i istilam edip öpmek sünnettir. Eliyle istilam edemiyen
kimse elindeki bir cisimle istilam edip o şeyi öper. Buna da gücü yetmediği
takdirde, karşısında durulup elle işaret edilerek istilam sağlanır."
Böylece Ömer
hadisinden gerek tavafta, gerekse Hacerü'l-esved'i istilamda başkasını itip
kakmanın, sıkıştırmanın ve incitmenin doğru olmayacağı istidlal edilmiştir.
Nitekim Resulüllah'm (s.a.v.) ve ashabının da uygulaması bu anlamda cereyan
etmiştir.
Tavafta Rükn-i Yemânî
de istilam edilir. Çünkü bu konuda Ahmed ve Nesâî'nin îbn Ömer'den yaptıkları
şu rivayet yardır: Re-sulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Şüphesiz Rükn-i
Yemanî'ye ve Rükn-i Esved'e el dokundurmak hataları düşürüp temizler."
Yine Ahmed ve Ebu
Davud'un îbn,Ömer (r.a.) dan yaptıkları rivayette, adı geçenin şöyle dediği
belirlenmiştir: 'Peygamber (s.a.v.) Efendimiz her tavafında hem
Hacerü'l-esved'i, hem de Rükn-i Yemânî'yi istilamı terketmezdi."
Burada îbn Ömer'in
birinci hadisinin isnadında Atâ b. Saib bulunuyor. Bu zat sika olarak
tanınırsa da bazan ihtilat yaptığı, rivayetleri karıştırdğı söylenir. O
bakımdan onun hadisi üzerinde durulmuştur.
İbn Ömer'den rivayet
edilen ikinci hadisin isnadında Abdülaziz b. Ebî Revvad bulunuyor ki, bu zat
hakkında çok şeyler söylenmiştir. Ancak Ibn Main ile Ebu Hatim onun sika
olduğunu belirtmişlerdir. [366]
Bu konuda îbnAbbas
(r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen öyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz Rükn-i Yemâni'yi öper ve anağını üzerine kordu." Bunu
Darekutnî ve Ebû Ya'la rivayet tmişse de isnadında Abdullah b. Müslim b. Hürmez
bulunuyor ki bu at zayıftır. îbn Main onu zayıf olarak tesbit etmiş; Ebû Hatim
onun tavi olmadığını belirtmiştir. İbn Medenî de ayrı görüştedir. îmam Lhmed
ise "O, sâlihü'l-hadistir" derken onu tezkiye etmiştir. Nesâî Se,
onun zayıf olduğuna dikkat çekmiştir, [367]
Böyle müctehidler bu
rivayetle istidlal etmemişlerdir.
Sonuç olarak
rivayetlerin hepsinden şu hükmü çıkarmışlardır: Rükn-i Yemânî'yi istilam etmek
müstehabdır, ama öpmek değil."
Sonra tavafa Rükn-i
Yemânî'den değil, Hacerü'l-esved'in hüknünden başlanır. Sünnet olan tesbit
budur. Buharı, Müslim başta ihnak üzere sahih hadis kaynakları tavafta
Hacerü'l-esved'in yer Jdığı rüknü sola alınıp öyle tavafa başlanacağı çok açık
ve net dçimde belirtilmiştir. Bunun aksini iddia eden olmamıştır.
1-
Tavafın her şavtında Hacerü'l-esved'i istilam
etmek sünnettir.
2- Tavafta
Hacerü'l-esved'e ellerin ayasını sürüp istilam etmek müstehabdır.
3-
Hacerü'l-Esved'e sürülen elleri öpmek müstehabdır.
4- Elleri
sürmek mümkün olmadığında, yani kişinin gücü buna yetmediğinde, elindeki baston
veya benzeri bir cismi ona dokundurup o cismi dudaklarının üzerine koyması
müstehab sayılmıştır.
5- Buna da
gücü yetmediği takdirde, kişi Hacerü'l-esved'in tam karşısında durup ellerinin
ayasını ona tevcih ederek selamlar ve isterse ellerinin içini ağzının üzerine
götürmek suretiyle Öper.
6- Tavafa,
Hacer'ül- esved'den başlanılır ve böylece bu rükün sol tarafına alınarak
hareket edilir.
7- Tavafta ayrıca Rükn-i Yemânî de istilam
edilir. Bunun müstehab olduğunu söyleyenler çoğunluktadır.
8- Rükn-i
Yemânî'ye el sürme konusu ihtilaflıdır. Müctehldlerin çoğuna göre, karşısında
durulup ellerin içiyle işaret edilmek suretiyle istilamda bulunulur.
9- Rükn-i
Yemânî öpülmez. Müctehidlerin çoğunun tesbit ve içtihadı bu doğrultudadır.
10- Bir şeyi
kutsal kılma, bir cismi kutsallığından dolayı öpme yetkisi bütünüyle Allah'a ve
Peygamberine aittir. Onlar neyi kutsal kalmışlarsa, o kıyamete kadar kutsaldır.
İnsanların bir şeye kutsiyet atfetmesi veya bir şeyi kutsal kılma, sayma
yetkileri yoktur ve bu kesinlikle yasaklanıp haram kılınmıştır.
11-Gerek
tavaf esnasında, gerekse Rükünleri
istilamda başkasını itip kakmak, sıkıştırmak, incitmek mekruhtur.
Hacerü'l-esved'i öpeyim diye, kendi fiziksel gücüne güvenerek insanları itmek
ve onlara fırsat vermeksizin rükne ilerlemek de mekruhtur. Böyle durumlarda
sadece uzaktan karşısında durulup elle işaret edilerek işit-lam yapılması
yeterlidir.
Tavaf, bir bakıma
namaz gibidir. Nasıl ki namazı abdestsiz eda ;tmek caiz değilse, onun gibi
tavaf da abdestsiz yapılmaz ve bu caiz değildir. Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz'in bu konuda hem fiilî, hem de kavlî sünneti söz konusudur.
Aynı zamanda namazda
avret yerlerini nasıl örtmek farzsa, tavafta da öyle. Cahiliye devrinde
Arapların çoğu avret yerleri de açık olduğu halde gelip Kabe'yi tavaf eder ve
birtakım yakışıksız hareketlerde bulunurlardı. İslâm gelince, bu ibadetin Ölçü
ve sınırını, kural-larmı'belirledi ve birtakım şeyleri haram kılıp yasakladı.
Ebû Bekir Sıddîk
(r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur: "Çıplak bir vaziyette hiç kimse Beyt'i tavaf etmesin." [368]
"Hz. Aişe (r.a.)
dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.y.) Efendimiz Mekke'ye ayak bastığında ilk yaptığı şey şu oldu: Abdest
aldı ve sonra Beytullah'ı tavaf etti." [369]
Yine Hz. Aişe (r.a.)
dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Ayhali olan kadın, tavaf dışında diğer bütün menasiki (ibadetleri) yerine
getirir." [370]
Yine Hz. Aişe (r.a.)
dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle bilgi vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimizle beraber sadece haccı düşünerek ve onu anarak çıktık; taki
Şerife geldik ve ben ayhali oldum. Az sonra Resulüllah (s.a.v.) yanıma geldi
ve ben de ağlıyordum. Bana: "Neyin var, yoksa ayhali mi oldun?" diye
sordu. Ben de: "Evet.." diye cevap verdim. O bana şöyle bir tesellide
bulundu: "Bu, Allah'ın Adem kızları üzerine yazdığı bir şeydir. Artık sen
hacıların yaptığı her şeyi yap, ancak temizleninceye kadar Beytullah'ı tavaf
etme." [371]
Diğer bir rivayette:
"Hacının yaptığını sen de yerine getirip yap, ancak temizlenip yıkanıncaya
kadar Beyt'i tavaf etmek"
a)
Hanefîlere göre: Tavafın iki şartı, yani sıhhatinin şartı söz konusudur:
1- Tavafın
Mescid-i Haram dahilinde yapılması.
2- Ziyaret
tavafı ise, Nahf Günü, yani bayramın birinci günü fecir doğunca başlaması..
b) Şafıîlere göre: Tavafın birtakım şartları
vardır ki, onların irçekleşmesi söz konusudur:
1- Örtünmesi
vacip olan avret yerinin örtülü bulunması,
2- Küçük ve
büyük abdestsizlikten taharet üzere olması, cünüp s abdestsiz olmaması,
3- Yüzünü
göğsüyle birlikte Hacerü'l-esved'e çevirip tavafa plece başlaması,
4- Tavaf
esnasında Kabe'yi sol tarafına alması,
5- Tavafın
yedi şavtı olması,
6- Tavafın
Mescid-i Haram dahilinde yerine getirilmesi,
.
7- Tavaf
esnasında başka bir işle meşgul olmaması,
8- Tavaf-ı Rükün ve Tavaf-ı Kudüm dışındaki
tavaflara niyet dilmesi..
c) Hanbelîlere göre: Bu mezhebe göre de tavafın
sıhhati için iirtakım şartlar gereklidir:
1- Niyet
etmek,
2- Ziyaret
tavafı ise, vaktin girmiş olması,
3- Namazda
olduğu gibi avret yerlerinin Örtülü tutulması,
4-
Necasetten temizlenmiş olması,.
5- Küçük ve
büyük hadesten taharet üzere olması; abdestsiz ve :ünüp bulunmaması,
6- Yedi şavt
olarak yapılıp tamamlanması,
7- Gücü
yettiği takdirde tavafın yaya olarak yapılması,
8- Şavtları
ardarda yapması,
9- Tavafın
Mescid-i Haram dahilinde gerçekleştirilmesi,
10- Tavafta
Kabe'yi sol tarafına alması..
d) Malikîlere göre: Bu. mezhebe göre. de tavafın
birtakım şartları, yani sıhhatinin şartları vardır:
1- Tavafın
yedi şavt olarak gerçekleşmesi
2-
Necasetten temizlenmiş olması,
3- Küçük be
büyük hadesten taharet üzere olması,
4- Tavafta
Kabe'yi sol tarafına alması,
5- Tavafı
Hicr'in dışından yapması,
6- Tavafın
yedi şavtını ardarda yapmaası...[372]
489 nolu Ebu Bekir
hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir. Bundan, j tavafın çıplak vaziyette, avret
yerleri açık bir halde yapılmasının sa-' hih ve caiz olmadığı istidlal
edilmiştir. Nitekim cumhura göre, tavaf- j ta
avret yerlerini Örtülü
bulundurmak, tavafın sıhhatinin! şartlarmdandır. Hanefîler ise,
bunun şart olmadığını belirtmişler ve; avret yeri açık bir vaziyette tavaf
yapan kimsenin Mekke'de bulun-i duğu süre içinde onu iade etmesinin gerektiğini
istidlal etmişlerdir.; Bu durumda tavafı iade etmeden Mekke'den çıkacak olursa,
o tak-i dirde kan akıtması gerekir.
'
490 nolu Hz. Aişe
hadisi de sahih olup istidlal ve ihticace salih1 görülmüştür. Bu rivayetten,
tavafın abdestli bir halde yapılmasının! vacip veya şart olduğu istidlal
edilmiştir. Ancak müctehidlerden bir kısmı bunun da şart, bir kısmı ise vacip
olduğuna kail olmuşlardır.
Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz: "Hac menasikini (ibadetlerini) benden alınız" yani ben
nasıl yapıyorsam siz de öyle yapın buyurmuştur. Abdest alıp öylece tavafa
başlaması, bunun lüzumuna delalet etmektedir.
1- Avret
yerleri açık bir halde tavaf yapmak caiz ve sahih değildir.
2- Abdestsiz
bir halde de tavaf caiz olmaz.
3- Ayhali
olan kadın, tavaf dışında diğer menasiki yerine getirir.
4- Tavafta
avret yerlerini Örtmek ve abdestli bir halde yapmak, Hanefîlere göre şart
değil, yani sıhhatinin şartı değildir. Diğer mezheplere göre, sıhhatinin şartıdır.
Cenab-ı Hak, bazı
istisnalarla her yerde anılmaya layıktır. İlikle ibadetlerde bu son derece
lüzumlu bir anlam taşır. Çünkü ietlerin Önemli bir bölümü zikir, teşbih,
tahmid, tehlil ve tekbird-aynı zamanda ta'zim ve tekrimden ibarettir.
O bakımdan tavaf
yaparken Allah'ı gönülden gelen bir aşk ve kle anmak sünnettir, aynı zamanda
ruhlara gıda, kalplere ışkanlık veren bir fazilettir.
Abdullah b. Saib
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle diştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz'den, Rükn-i Yemânî ile îkn-i Hacer arasında şöyle
buyurduğunu duydum: Rabbena atine fi’d-dünya haseneten ve fi’l ahireti
haseneten ve kına azabe’n-nar..' [373]
Ebû Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Rükn-i Yemanî ye yetmiş melek üvekkel kılınmıştır. Artık kim orada
Allahümme inni es’elüke’l-afve ve’l-afiyete fi’d-dünya ve’l ahireti, rabbena
atina fi’d-dünya haseneten ve fi’l-ahireti haseneten ve kına azabe’n-nari derse,
o melekler"amin" derler." [374]
Yine Ebû Hüreyre
(r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah'in \ (s a.v.) şöyle dediğini
duymuştur; "Kim. Beytullah'ı tavaf eder vei hiç konuşmayı» sadece
Sühane’llahi ve’l-hamdu lillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber, velahavle
vela kuvvete illa billahi derse onun on günahı silinir, kendisine on sevap
yazılır ve on derecesi yükseltilir." [375]
Uz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber
vermiştir: "Beytullah'ı tavaf, Safa ile Merve arasında, sa'yetmek ve
Cemrelere taş atmak ancak Allah'ı anmak için ikame edilmiştir." [376]
Tirmizî ise, bunu şu
lafızla rivayet etmiştir: "Cemrelere taş atmak ve Safa ile Merve arasında
sa'yetmek ancak Allah'ı zikretmek için (farz ve vacip, sünnet ve nafile)
kılınmıştır." [377]
a)
Hanefîlere göre: Tavafa başlanırken vitir kunutu okunur, bayramlarda getirilen
tekbirler getirilir ve bu arada tehlil, tekbir, tahmidde bulunur; Peygamber'e
(s.a.v.) salat-ü selam getirir.. Sonra da şu dua yapılır: "Allah'ım! Sana
inanarak, kitabını tasdik ederek, ahdine vefa göstererek, Peygamberin
Muhammed'in (s.a.v.) sünnetine uyarak tavaf ediyorum. Allah'tan başka ilah
yoktur. Allah çok büyüktür. Allah'ım! Elimi Sana uzattım; Senin yanında (mukaddes
tanınan) şeylere ta'zim edip rağbetimi büyüttüm. Duamı kabul buyur; kaymamı
(günah işleyip hata yapmamı) azalt; tazarru1 (ve niyazımı, yalvarış ve
yakarışı) ma karşı
merhamet eyle; mağfiretinle
bana cömertlikte bulun ve fitnelerin saptırmalarından beni koruyup
himayene al." [378]
b) Şafiîlere
göre: Tavafın başlangıcında şöyle der: "Bismillahi Allahu Ekber..
Allah'ım! Sana inanarak, kitabım tasdik ederek, ahdine vefa göstererek,
Peygamberin Muhammed (s.a.v.) m sünnetine uyarak tavafa başladım."
Kabe'nin kapısına karşı şöyle dua edilir: "Allah'ım! Şüphesiz bu Beyt
Senin beytindir, Harem Senin haremindir, güvenlik Senin güvenliğindir. İşte
burası, Sana sığınıp ateşten kurtulmak isteyenin makamıdır."
Rükn-i Yemânî ile
Rükn-i Hacer arasında ise şöyle dua edilir: "Allah'ım! Dünyada da bize
iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi Cehennem ateşinden koru."
Ve bundan sonra
dilediği dualarda bulunur; ancak me'sür olan, yani rivayet yoluyla gelen
duaları yapmak efdaldır. [379]
c) Hanbelîlere göre: Tavafta Hacerü'l-esved'e
geldiğinde her defasında, RABBENA ATİNA... duası edilir. Aynı zamanda iki rükün
arasında da bu dua okunur. Aynı zamanda Allah'ım! Senden hem dünyada, hem de
ahirette avf ve afiyet diliyorum," denir.
Böylece Hanbelîler
yukarıdaki hadislerle istidlal etmişlerdir.
'
Sonra diğer
tavaflarda, yani birinci şavttan sonraki şavtlarda şu duayı da tekrarlar:
"Allah'ım! Bunu hacc-ı mebrur, sa'yi meşkur ve zenb-i mağfur eyle. Rabbım,
merhamet et, bağışla ve bildiğin (kusur ve günahlarımızı) temizle ve Sen çok
aziz, çok kerimsin." [380]
Tavaf esnasında Kur'an
okumakta bir sakınca yoktur. Ancak İmam Ahmed bunun mekruh olduğuna kaildir.
İmam Malik ile Urve'nin de aynı görüşte olduğu rivayet edilmiştir. [381]
494 nolu Abdullah b. Saib hadisini Nesâî tahric
etmiş ve îbn* Hibban ile Hakim sahihi emiştir. O bakımdan istidlale salih
görülmüş ve müctehidlerin çoğu bununla amel edilmesini tavsiye etmişlerdir
495 nolu Ebu Hüreyre
hadisinin isnadında İsmail b. Iyaş bulunuyor ki bu zat hakkında birtakım
şeyler söylenmiştir. Aynı zamanda isnadında Hişam b. Anım ar bulunuyor ki, bu
zat sika (güvenilir) dir. Ancak ömrünün sonuna doğru hafızası değişmiştir.
Bu hadisi İbn Hacer
et-Telhis'te zikretmiştir. Taşıdığı manayı kuvvetlendiren birkaç rivayet daha
bulunuyor. O bakımdan müctehidlerin az kısmı onunla istidlal etmiştir.
496 nolu Ebu Hüreyre
hadisini İbn Maceyukarıdaki hadisinin isnadıyla sevketmiştir. İsnadında yine
İsmail b. Iyaş ve Hişam b. Ammar bulunuyor. O bakımdan İbn Hacer et-Telhis'te bunun
zayıf olduğunu belirtmiştir.
497 nolu Hz. Aişe hadisi hakkında Ebû Davud susup
bir şey söylememiş, Tirmizî ise onun
hasen olduğunu belirtmiştir. O bakımdan
istidlale salih görülmüştür. Nitekim mücte-hidlerin hemen hepsi bu hadisi
dikkate alıp ona göre, tavaf esnasındaki zikir ve dualar hakkında açıklamada
bulunmuşlardır.
Bu bapta İbn Mace ile
Hakim'in îbn Abbas (r.a.) dan rivayet ettikleri şu hadis bulunuyor:
"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz iki rükün arasında şöyle dua etti:
"Allah'ım! Bana verdiğin rızıkla beni kanaatkar eyle ve onu benim için
mübarek kıl ve bana görünmeyen her şeyi benden yana hayr ile halef eyle."
Hafız Bezzar'm Ebû
Hüreyre'den (r.a.) rivayet ettiği bir hadiste, Peygamber (s.a.v.) m şöyle dua
ettiği belirtilmektedir: "Allah'ım! Şek ve şirkten sana sığınırım; kötü
ahlaktan da Sana sığınırım."
Ayrıca îbn Saib'in bir
diğer hadisini İbn Asakir, İbn Naciye tarikiyle rivayet etmiştir ki, senedi
zayftır. Hadis şöyledir: "Peygamber (s.a.v.) tavafa başlarken şöyle dua
ediyordu: "Bismillahi vallahu ekber.. Allah'ım! Sana inanarak, kitabını
tasdik ederek, ahdine vefa göstererek, Peygamber'in Muhammed'in (s.a.v.)
sünnetine uyarak tavaf ediyorum."
Hafız, "bunu ben
bu lafızla bulamadım" demiştir. [382]
İmam Şafiî'nin İbn
Nucayh'ten yaptığı rivayete göre: Ashaptan bazısı: "Ya Resulellah!
İstilamda bulunurken ne söyleyelim?" diye sorduklarında, Efendimiz
(s.a.v.): "Şöyle deyin: "Bismillahi vallahu ekber.. Allah'a iman
ederek, Muhammed'in getirdiğini tasdik ederek başladım.."
Hafız, bu hadisin
el-Ümm'de Said b. Salim'den, onun da İbn Cüreyc'den rivayetle yazılı
bulunduğunu belirtmiştir.
Bu bapta ayrıca îbn
Ömer'den şu rivayet yapılmıştır: "tbn Ömer ıcer'i istilam ederken şöyle
dedi: Bismillahi vallahu ekber.." Bu ri-[yetin senedi sahihtir.
el-Akiylî de şu
rivayeti îbn Ömer'den nakletmiştir: 'İbn Ömer, acer'i istilam ederken şöyle
demiştir: Bismillahi, Allah'ım, kna inanarak, kitabını tasdik ederek ve
Peygamberinin in netine uyarak başladım.. Sonra da Peygamber (s.a.v.)
fendimiz'e salat-ü selam getirdi, sonra istilamda bulundu.
Aynı zamanda Vakıdî bu
rivayeti merfuan el-Meğazî'de nakletmiştir.
Beyhakî ve
Taberânî'nin yaptıkları rivayete göre: Hz. Ali (r.aO îacer'in yanma (önüne)
gelince orada izdiham olduğunu gördü ve Uzunu Hacer'e tevcih ederek tekbir getirdi
ve sonra şöyle dua etti: Ulah'ım, Sana iman ederek, Kitabını tasdik ederek,
Peygam-er'inin sünnetine uyarak başladım.." [383]
Böylece bu baptaki
hadislerin tamamı, tavaf esnasında duanın Leşruiyetine delalet etmekte ve
terkinden dolayı kan (bir koyun kes-Lek) gerekmiyeceği anlaşılmaktadır. Nitekim
müctehidlerin içtihadı a bu anlamda bulunuyor.
1- Tavafa
Hacerü'l-esved'den başlanır.
2- Tavafa
tekbir, tehlil, tahmid ve salavat ile başlanır.
3-
Hacerü'l-esved istilam edilirken, yine tehlil ve tekbir getirilir ^e Rabbena
âtina duası okunur.
4- Aynı dua
iki rükün arasında da yapılır.
5- Her
tavafta, 496 nolu hadiste belirtilen duaları yapmak nüstehabdır
6- Tavaf,
zikir, tehlil, teşbih, tekbir, tahmid, salavat ve dua nakamı (yeri)dir. O bakımdan
tavaf esnasında me'sür dualar yapılabileceği gibi, kişinin arzusu doğrultusunda
birtakım dilekler ve iualarda yapılabilir. Bunda bir sakınca görülmemiştir.
7- Ayrıca
mezhep imamlarının tesbit ettiği dua ve zikirlere ağırlık vermekte fayda
vardır.
Tavafın yaya olarak
yapılması, müctehidlerin çoğuna göre sünnet, Hanbelî fakihlerine göre, kişinin
gücü yettiği takdirde yaya olarak yapması şarttır. Böylece, ister sünnet ister
şart olsun bir özürden dolayı tavafı binek veya bir binit üzerinde yapmak
caizdir. Çünkü dinimiz her sıkıntıda bir kolaylık getirmiş ve böylece ibadetin
birtakım özürlerden dolayı terkedilmemesini sağlamıştır.
Ümmu Seleme (r.a.) dan
yapılan rivayete göre: Adı geçen hasta olduğu halde (Beytullah'a) geldi ve
durumunu Peygamber (s.a.v.) Efendimize anlattı. Efendimiz (s.a.v.) ona:
"Binek üzerinde bulunduğun halde insanların gerisinden tavafını yap"
buyurdu. [384]
Cabir (r.a.)den
yapılan rivayete göre: "Veda Haccı'nda Re-sulüllah (s.a.v.) Efendimiz
insanlar görsün diye Beytullah'ı ve bir de Safa ile Merve arasını bineği
üzerinde olduğu halde tavaf etti ve Hacerü'l-esved'i elindeki eğri bastonla
istilam ederek selamladı. Böylece insanlar görme imkanını bulsun ve bu olayı
sorsun. Çünkü o sırada insanlar Peygamber (s.a.v.) Efen-dimiz'i çepeçevre
kuşatmış (ve her hareketini görmeğe çalışır) bir halde idi. [385]
Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz Veda haccı'nda bineğin jzerinde, insanlar (tavaf ve istilam)
dan yüz çevirmesin diye ivaf yaptı ve rüknü istilam etti." [386]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz Mekke'ye geldiğinde biraz ahatsız idi. O sebeple bineği
üzerinde olduğu halde tavaf aptı ve ne kadar rükne (Hacerü'l-esved rüknüne)
geldiyse, autlaka elindeki eğri bastonla onu istilam etti. Tavafını
ta-lamlaymca da devesini çökertti ve iki rek'at namaz kıldı." [387]
Ebu Tufayl'den yapılan
rivayete göre, adı geçen şöyle anlatmıştır:
"İbn Abbas'a
dedim ki: Safa ile Merve arasında süvari ol-rak tavaf yapmanın sünnet
olduğundan bana haber ver. pünkü senin kavmin onun sünnet olduğunu iddia
ediyor!" Bu-um üzerine İbn Abbas ona: "Kavmim hem doğru, hem de yalan
söylemiştir." [388]
Ben ona: "Hem doğru
söylemiş, hem de yalan demenin ınlamı nedir?" diye sorduğumda şu cevabı
verdi: "Şüphesiz (o gün) insanlar Peygamber (s.a.v.) Efendimizin
çevresinde to-Jİanmış ve "Bu Mûhammed'dir, bu Muhammed'dir.." diye
konuşuyorlar ve bu sesten dolayı insanlar evlerinden boyutlarını (başlarını)
çıkarıp bakıyorlardı. Resulüllah'm (s.a.v.) iminde ise insanlar dövülmez
(itilip kakılmaz) di. O sebeple insanlar onun çevresinde çoğalıp (rahat yürüme
ve işlediklerinin herkes tarafından görülebilme imkanı kalmayınca) bineğe
bindi (ve öylece tavaf yaptı). Ania yürümek re sa'yetmek efdaldır."
a) Hanefî ve
Şafiî mezhebine göre: Yaya olarak tavaf ve sa'yetme imkanı olan kimsenin bu
vaziyette tavaf yapması sünnettir. Buna bir özüründen dolayı gücü yetmeyen
kimsenin binek üzerinde tavaf etmesi ve sa'y görevini yerine getirmesi caizdir.
Şimdi artık mevcut
imar ve düzenlemeye göre, Kabe'yi binek üzerinde ve yine Safa ile Merve arasını
binek üzerinde sa'yetme imkanı pek olmadığından herhangi bir binit üzerinde
bunu gerçekleştirme imkanları mevcuttur.
b)
Hanbelîlere göre: Bu mezhep imamlarına göre, Kabe'yi yaya olarak tavaf etmek
şarttır. Ancak kişinin buna gücü yetmediği takdirde binit üzerinde yapmasında
bir sakınca yoktur.
c)
Malikîlere göre: Bu mezhep imamlarına göre, tavafı yaya olarak yerine getirmek
vaciptir. Ancak bir özüründen dolayı kişi yaya olarak yapmaya gücü yetmezse,
herhangi bir binit (tahterevan ve benzeri bir araç) üzerinde yapması caizdir. [389]
505 nolu Ümmu Seleme,
506 nolu Cabir, 507 nolu Aişe hadisleri sahihtir ve istidlale elverişlidir. O
bakımdan müctehidlerin hemen: hepsi bir özürden dolayı kişinin yaya olarak
tavaf yapamadığı tak-; dirde binek veya binit üzerinde tavaf yapmasında bir
sakınca yoktur! demişlerdir.
508 nolu îbn Abbas
hadisine gelince: Onun isnadında Yezid b. Ebî Ziyad bulunuyor ki, bu zatın
rivayetiyle ihticacda bulunmak doğru olmaz.
Zehebî zayıf, münker
ve iRticaca salih olmayan hadisleri rivayet eden dört Yezid b. Ebî Ziyad'dan
söz etmiştir. Birincisi Kûfeli'dir ve hafızasının çok kötü ve bulanık
olduğundan söz edilmiştir. Nitekim hadis alimlerinin çoğu onun zayıf,
münkerü'l-badis olduğuna dikkat çekmişlerdir. İkincisi, Yezid b. Ebî Ziyad
eş-Şamî'dir. Buharı bunun münkerü'l-hadis olduğuna dikkat çekmiştir. Üçüncü
Yezid b. Ebi Ziyad es-Seken'dir ki, Ebû Hatim: "Onun rivayetiyle hüccet
ikame edilmez" demiştir. Dördüncüsü, Yezid b. Ebi Ziyad'dır ki, Ebû Hatim
onun da zayıf olduğunu belirtmiştir. [390]
Yezid bu rivayetinde
"ve huve yeşteki" yani "Resulüllah (s.a.v.) iraz rahatsız
idi" cümlesini kullanmıştır. îmam Şafiî bunu reddede- Resulüllah'm
(s.a.v.) bu hac esnasında hastalıktan şikayetçi ıduğumı (başka sıhhatli bir
yoldan) bilmiyorum, demiştir.
509 nolu Ebu Tufayl'in
Ibn Abbas'tan yaptığı rivayet sahih ka-ul edilmiştir. Hz. Peygamber'in (s.a.v.)
Safa ile Merve arasında bi-ek üzerinde sa'yettiğine açık şekilde delalet
etmektedir ki bu oğrudur, "sünnettir" demeleri ise yalandır. Ancak
burada Re-ulüllah (s.a.v.) bir hastalıktan dolayı değil de, etrafında fazla
kala-ıalık bulunmasından dolayı, binek üzerinde sa'yetmeyi uygun bul-auş ve hac
menasikini, aynı zamanda onun mübarek yüzünü herkes [örsün diye böyle bir
tercihte bulunmuştur.
1- Tavafı yaya
olarak yapmak sünnet veya vacip veya şarttır.
2- Bir
Özüründen dolayı yaya olarak tavaf edemiyen kimsenin inek veya binit üzerinde
tavaf yapmasında bir sakınca yoktur.
3- Binek
veya binit üzerinde tavaf eden kimsenin elindeki bas-|on veya benzeri bir cismi
Hacerü'l-esved'e dokundurup istilamda bu-tınması caizdir.
4- Elinde
böyle bir cisim yoksa, veya o cismi kalabalıktan dolayı hacerü'l-esved'e
dokundurmakta zorluk varsa, rüknün önünde durup il işaretiyle istilamda
bulunması yeterlidir.
5- Safa ile
Merve arasında yaya sa'yedemiyen kimsenin binek ?eya binit üzerinde sa'yetmesi
caizdir. Ancak bugün için binek izerinde bu yerlere girmek mümkün olmadığından
herhangi bir binit izerinde bu menasiki yerine getirmek mümkündür.
6- Kadınlar
binek veya binit üzerinde tavaf ederken, en geride iurup öylece tavaflarını
yerine getirirler.
7- Tavaftan
sonra iki rek'at namaz kılmak vaciptir. Hanbelîlere şjöre, bu namaz sünnettir.
8- Yine
Hanbelîlere göre, tavafı ardarda yapmak vaciptir.
9- Tavafta
her defasında Rükn-i Yemanî'yi istilam etmek tnüstehabdır; Rükn-i Hacer'i
istilam etmek sünnettir. Rükn-i Yemânî öpülmez, Rükn-i Hacer Öpülür.
10- Yedinci
tavaf Hacer!in yanında tamamlanır ve Hacer istilam edilerek ayrılıp iki rekat
namaz kılınır.
11- Bütün
bunlar abdestli bir vaziyette ancak yerine getirilebilir. Böylece abdestsiz
tavaf sahih olmaz.
Tavaf bir bakıma namaz
gibi bir ibadettir. O bakımdan ancak abdestli bir vaziyette ve avret yerleri
örtülü olduğu halde yerine getirilebilir. Ne var ki, namazla tavaf arasında
bazı farklar vardır. Onlardan biri, tavaf esnasında konuşmakla tavaf bozulmaz,
ama namazda konuşulduğu takdirde namaz bozulur. Namazda Fatiha ve zamm-ı sure
okunur, tavafta okunmaz. Bununla beraber tavafta Kur'an ayetlerini okumakta bir
sakınca görülmemiştir. Buna benzer birtakım farklar söz konusudur.
Tavaftan sonra,
Cenab-ı Hak bu imkanı verip kutsal Kabe'nin etrafında yedi defa dönmeyi
müyesser kıldığından Ona şükür olsun diye iki rek'at namaz kılınır. Ancak
yedinci tavafın, yani şavtm sonunda tekrar Hacerü'l-esved istilam edilerek
öylece ayrılıp namaz kılınır. Ve böylece tavaf da tamamlanmış olur.
Konuyla ilgili
hadisler
Cabir (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Makam-ı İbrahim'e gelince
şu ayeti okudu: "Siz de İbrahim'in makamından bir namazgah edinin" [391].
Sonra da iki rek'at namaz kıldı. Fatiha'yı, Kul Ya Eyyühe'l-kafîrun suresini ve
Kul huvallahu ahad suresini okudu. Sonra Rükne döndü, istilam etti. Sonra da
Safa tepesine çıktı.." [392]
a) Haneklere göre: Her tavaftan sonra iki rek'at
namaz mak vaciptir. Birinci rek'atinde Kafîrun, ikinci rek'atinde Ihlas resini
okumak müstehabdır. [393]
b) Şafiîlere göre: Tavaftan sonra Makam-ı
İbrahim'in arsında, olmadığı takdirde boş bulunan bir yerde iki rek'at tavaf
nakzı kılmak sünnettir. Bazı imamlara göre, vaciptir. Ancak birincile-iı
göı*üş ve tesbiti daha mutemeddir. Birinci rek'atinde Kafîrun, inci rek'atinde
İhlas suresi okunur. [394]
c)
Hanbelîlere göre: Tavaftan sonra iki rek'at namaz kılmak ınnettir. Bu namazı
İbrahim Makamı'mn arkasında kılmak ise ustehabdır.. Aynı zamanda birinci rek'atinde Kafinin, ikinci k'atinde İhlas suresini okumak da
müstehab sayılmıştır.
Bu mezhep imamlarının
çoğuna göre, tavaftan sonra kılman iki k'at namaz, müekked sünnettir. Sahih
olan da budur. [395]
d)
Malikîlere göre: Bu iki rek'at, tavafa tabi' olduğundan do-yı vaciptir.
Oysa Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz: "Allah kulu üzerine beş amaz farz kılmıştır. Artık kim
o namazları muhafaza ederse, enab-ı Hakk'ın onu Cennet'e sokması verilen bir
sözdür" buy-rmuş ve aynı zamanda bedevinin farzlardan sorması üzerine,
Re-ılüllah (s.a.v.) yine beş vakit namazdan söz etmiştir. O bakımdan ıvaf
namazının sünnet olması daha uygundur. [396]
Bu konuda İbn Ömer ve
İbn Abbas hadisleri istilam bahsinde, eçtiği için tekrar buraya almaya lüzum
görmedik. Şüphesiz bu da iğer namaz gibi Fatiha ve zamm-ı sure okunarak
kılınır.
513 nolu Cabir hadisi
sahihtir ve istidlale salihtir. O balamdan avaftan hemen sonra farz namaza
durulursa, bu, tavaf namazı yerine geçmez ve. farzdan sonra bu namazı kılmak
yine sünnet olarak belirlenir.
1- Tavaftan
sonra, iki rek'at tavaf namazı kılmak, îmam Ebû Hanife ile îmam Malik'e göre
vacibdir. İmam Şafiî ile İmam Ahmed'e göre sünnettir.
2- Bu
namazın, yer müsait olduğu takdirde Makam-ı İbrahim'in arkasında kılınması
müstehabdır. Müsait olmadığı takdirde Mes-cidü'l-Haram'm herhangi bir yerinde
kılmabilir.
3- Birinci
rek'atinde Kafırun, ikinci rek'atinde İhlas suresini okumak da müstehabdır.
Bununla beraber herhangi bir sure okumakta da bir sakınca yoktur.
Bu iki tepe arasında
dört gidiş, üç dönüş olmak üzere yedi gidiş-*eliş gerçekleştirilir ve buna
"sa'y" denir. Tevhid İnancı'nm odağı sayılan Kabe'ye yakın bir yerde
Cenab-ı Hakk'm emrine hazır olup gerektiğinde hemen hareket edilerek yerine
getirileceğinin bir davranış şeklidir. Aynı zamanda dünyalığı geride bırakıp
Hakk'a [yönelmenin ve nefis ikliminden göç edip kutsal iklime girmenin yedi
basamağını sembolize etmekte ve böylece nefsin yedi mertebesini aşmaya delalet
etmektedir.
Aynı zamanda susuz bir
vadiye konulan Hacer ile oğlu İsmail'in durumunu tasvir etmektedir. Şöyle ki:
Küçük yavrusuna su bulabilmek için bu iki tepe arasında mekik dokurcasma koşup
etrafı tarayan Hacer'in bu hareketini Tevhid İnancı doğrultusunda sembolize
etmeğe yönelik bir hareket tarzıdır.
Safa ile Merve
arasında sa'yetmenin rükün mü, farz mı, vacip mi olduğu hakkında farklı tesbit
ve ictihadlar ortaya çıkmıştır. Müctehidlerin ; istidlal ve ihticacları
bölümünde bu husus açıklanacaktır.
Konuyla ilgili
hadisler
Habibe bint Tecrate
veya Ticrate (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüliah'ı
(s.a.v.) Safa ile Merve arasında sa'yederken gördüm, insanlar da O'nun
etrafında ve O da onların Önünde bulunuyordu. Resulüllah sa'yederken Öylesine
bir hareket gösteriyordu ki entarisi O'nun dizlerine dolanıyordu ve O şöyle
buyuruyordu: "Sa'yediniz; çünkü Cenab-ı Hak sa'yi size yazmış (farz
kılmış) tır." [397]
Safiye bint Şeybe'den
yapılan rivayete göre, bir kadının ona, Resulüllah (s.a.v.) E fendimiz'den
Safa ile Merve arasında sa'yederken şöyle duyduğunu haber vermiştir:
"Sa'yetmek size farz kılınmıştır. Artık sa'yediniz!" [398]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
'Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz tavafı yapıp tamamlayınca Safa tepesine geldi ve çıkıp yükselerek
Beytullah'a baktı, iki elini kaldırıp Allah'a hamd etti ve dilediği şekilde dua
etti." [399]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre:
Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz tavaf ve sa'y yaptı. Tavafın üç defasında remel etti (kısa adımlarla
az hızlı ve çalımlı yürüdü) dört defasında da normal şekilde yürüdü. Sonra:
'İbrahim'in makamından namazgah edinin" mealindeki ayeti okudu ve Makam-ı
İbrahim'i kendisiyle Kabe arasına alıp iki rek'at namaz kıldıktan sonra gelip
Hacerü'l-esved'i istilamda bulundu. Sonra da (Safa Tepesine doğru) çıkarken
"Şüphesiz ki Safa ile Merve Allah'ın nişanelerindendir" mealindeki
ayeti okudu ve Allah'ın başladığı (ilk önce Safa'dan söz ettiği) gibi, (sa'ye)
Safa'dan başladı." [400]
Cablr'den yapılan bir
diğer hadis rivayetinde, adı geçenin olayı şu lafızlarla haber verdiği
bildirilmektedir: "Peygamber (s.a.v.)Efendimiz Safa Tepesi'ne yaklaşınca:
"Şüphesiz ki Safa ile Merve Allah'ın nişanelerindendir" mealindeki
ayeti okudu ve böyle buyurdu: "Allah'ın başladığı (Safa) ile
başlayın" ve böylece kendisi de Safa'dan başladı, tepenin üstüne çıktı, ta
ki Beytullah'ı gördü ve kıbleye yönelerek Allah'ın birliğini ifade ile tekbir
getirdi ve şöyle eledi: "Allah'tan başka ilah yoktur; birdir, ortağı
yoktur. Mülk O'nundur, hamd O'na mahsustur. O'nun kudreti her şeye yeter.
Vaadini yerine getirdi, kuluna yardım edip zafere eriştirdi ve O yalnız başına
(küfür) hiziplerini hezimete uğrattı." Sonra bu arada belirtilen cümlelerin
benzeriyle üç defa dua etti ve sonra Merve'ye doğru inip ilerledi ta ki
ayaklarıyla insıbabta bulunup batn-ı vadide remel yaptı ve biz de tepeye çıkmış
olduk. O da yürüyerek Merve Tepesi'ne geldi; Safa Tepesi'nde yaptıklarını bu
tepede de yaptı." [401]
a)
Hanefîlere göre: Safa ile Merve arasında sa'yetmek vaciptir. Yedi şavt olarak
tamamlanır. Safa'dan Merve'ye dört şavt, Merve'den Safa'ya üç şavt... Tavaftan
sonra yapılması şarttır, yani tavaf yapılmadan say yapılmaz. Çünkü sa'y tavafa
tabi bir vaciptir.
Safa'dan değil de
Merve'den başlanarak sa'y edilir ve böylece tertip bozulacak olursa, İmam Ebû
Hanife'ye göre kerahetle caiz olur. [402]
Safa ile Merve
arasında sa'yetmeye yönelince, önce dönüp Hac-erü'l-Esved'i istilam etmesi
uygun olur. Tavaftan sonra sa'y yapılmayacaksa, o takdirde tavaf namazından
sonra dönüp Hacerü'l-EsvedÜ istilam etmez. Ama tavaftan sonra sa'yedecek oiursa
istilam eder.
Safa ile Merve
tepesine çıkmak sünnettir; şöyle" ki: bu iki tepe arasında sa'yetmek
vaciptir, ama tepeye çıkmak sünnettir. Çıkmayan kimse kerahet işlemiş olur; Bu
da Beytullah'ı rahat görebilecek şekilde olursa yeterli sayılır..
Her şavtta batn-i
vadide biraz hızlanır. [403]
b) Şafiîlere göre: Tavaf ve namazından sonra
Safa ile Merve arasında sa'yetmek farzdır.
Sa'ye Safa tepesinden
başlamak şarttır. Aksi halde sahih olmaz. Dördü Safa'dan Merve'ye, üçü
Merve'den Safa'ya olmak üzere yedi şavt ile tamamlanır. Kudüm tavafından hemen
sonra Sayeden kimse artık onu iade etmez, yani ziyaret tavafından sonra
sa'yetmesi gerekmez.
Safa ile Merve
tepelerine yükselmek müstehabdır. [404]
c)
Hanbelîlere göre: İmam Ahmed'den yapılan rivayete göre, Safa ile Merve arasında
sa'yetmek, haccın rükünlerinden biridir. Nitekim İmam Malik ile İmam Şafiî de
aynı görüş ve ictihaddadırlar.
Hem sa'y, tavafa tabi'
bulunuyor. O bakımdan tavaftan önce yapılması sahih olmaz. Aynı zamanda
Safa'dan başlayıp Merve'ye gitmek şarttır, yani bu tertibin uygulanması
gerekir; aksi halde sa'y yapılmamış sayılır.
İki yeşil mil arasında
biraz hızlanmak sünnettir. Tabii bu, kadınlar için değil erkeklere mahsus bir
sünnettir. Böylece Safa'dan Merve'ye dört şavt, Merve'den Safa'ya üç şavt olmak
üzere yedi şavt ile tamamlanır. [405]
d)
Malikîlere göre: Şafiî ve Hanbelî mezheplerinde olduğu gibi, bu mezhebe
göre de Safa ile Merve arasında sa'yetmek rükünlerden biridir.
Yapılmadığı takdirde hac hükümsüz olur.
Yedi şavt olması,
Safa'dan başlanılması, şavtlarm ar darda yapılması, tavaftan sonra yerine
getirilmesi şarttır. Aksi halde sahih olmaz.
Hacerü'l-esved'i
istilamdan sonra yapılması, tavafla arasına bir şey girmemiş olması, Safa ile
Merve tepelerine çıkılması bu iki tepe üzerinde dua edilmesi, iki yeşil mil
arasında biraz hızlı yürünmesi sünnettir. Abdestli bir halde yapılması
menduptur. Kudreti olan kimsenin yaya olarak sa'yetmesi ise vaciptir. [406]
518 nolu Habibe hadisini aynı zamanda İmam Şafiî
tahric iştir. [407]
Ancak Safîye'nin bu hadisi Habibe'den rivayet ettiği ılmaktadır. Çünkü Şafiî
bunu Atâ b. Ebî Rebah'm Safıye'den, m da Habibe bint Ebî Ticrat'tan rivayet
ettiğini belirtmiştir. ;ak isnadında Abdullah b. Müemmil bulunuyor ki bu zat
sayıftır. [408] Yahya b. Main onun zuafa
arasında bulunduğu, İmam Ahmed, in rivayetlerinin tamamı münkerdir demiştir.
Nesâî ve Darekutnî bu görüştedirler. [409]
Bu zatm bir diğer
tarikle İbn Huzayme'nin Sahihinde ve Tabe-LÎ'nin tesbitinde İbn Abbas (r.a.)
dan bu anlamda rivayeti bulunuy-İki rivayeti bir araya gelince az bir kuvvet
kazanmaktadır, ancak dlal ve ihticaca salih olup olmadığı tartışmalıdır.
519 nolu Safiye
hadisinin isnadında Musa b. Ubeyde bulunuyor i bu zat da zayıftır, İmam Ahmed,
"Onun hadisi yazılmaz" derken, isâî
ve diğer hadis
bilginleri onun zayıf olduğuna dikkat emişlerdir, ibn Main de onun kayde
değer bir ravi olmadığını beIirtilmiştir. [410]
Şüphesiz bu konuda
umde olarak "Hac menasikinizi benden n!" mealindeki Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz'in sahih kabul edilen dişidir.
Müctehidler bu
ifadeler üzerinde durup kimi sa'yın rükün luğunu, kimi vacip, kimi de sünnet
olduğunu belirtmiştir.
Tahavî bu konuda
Hanefîlerin içtihadının isabetli olduğunu vunurken, ilim adamlarının, sa'yı
terkeden bir kimseye dem (kan ıtmak) gerektiğinde icma'ları vardır demiş ve
böylece bir vacibin rkinin bir koyun veya sığır kesmekle telafi edileceğine
kail nuştur. [411]
el-Peth sahibinin
cumhurdan yaptığı rivayette ise, sa'yın rükün luğu ve terkinin bir şey ile
telafi edilemeyeceğini belirtmiştir.
Şevkanî bu rivayetlere
yer verdikten sonra konuyu şöyle nok-lıyor: "Bu delillerin en açık ve
zahir olanı, Müslim'in rivayet ettiği l hadistir; "Safa ile Merve arasında
sa'yetmiyen kimsenin tlah haccını da, umresini de tamamlamaz.." [412].
Veya "Allah besinin haccını tamamlamasın!"
520 nolu Ebû Hüreyre,
521 nolu Cabir, 522 nolu Cabir hadisleri sahihtir ve istidlale salihtir.
520 nolu Ebu Hüreyre
hadisinde Resulüllah'm Safa tepesine çıkıp yükseldiğini delil göstererek, bunun
vacip olduğunu söyleyenler varsa da ilim adamlarının çoğuna göre sünnet olduğu
tesbit edilmiştir.
"Allah'ın
başladığıyla başlayın!" emrine dayanarak, sa'ye Safa Tepesi'nden
başlamanın şart olduğunu söyleyenler olmuştur. Oysa bu cümle bazı rivayetlerde
emir şeklinde değü, şimdiki ve gelecek zamana delalet eden muzari' siğasiyle
gelmiştir. O bakımdan buradaki emrin vücup ifade ettiği söylenemez. Ancak
cumhur bunun şart olduğunu belirtmiştir. Zira hadisteki cümleyi emir siğasiyle
rivayet edenlerin daha güçlü hafız oldukları söz konusudur,
1- Beytullah'ı
tavaf edip iki rek'at tavaf namazı kıldıktan sonra tekrar dönüp
Hacerü'l-esved'i istilam etmek müstehabdır.
2-
İstilamdan sonra vakit müsaitse Zemzem'den içmek de müstehabdır.
3- Tavaf
namazından ve istilamdan sonra fazla ara vermeden sa'yetmek için Safa Tepesi'ne
doğru ilerlemek sünnettir.
4- Safa
Tepesi'ne çıkıp yükselmek sünnettir. O bakımdan Kabe'yi görecek kadar yükselmek
de yeterlidir.
5- Safa1 da
Kabe'ye yönelmiş halde tehlil, tekbir, tahmidde bulunmak ve dua etmek
sünnettir.
6- Safa ile
Merve arasında batn-i vadide, yani iki yeşil mil arasında biraz hızlanmak
sünnettir. Bu, erkeklere has bir sünnettir.
7- Sayın
tamamı yedi şavttır: Dördü Safa'dan Merve'ye, üçü de Merve'den Safa'ya
yapılarak gerçekleştirilir.
8- Safa
Tepesi'ne de çıkmak sünnettir. Ancak Kabe'yi görecek kadar yükselmek de
yeterlidir. Bu tepede de tehlil, tekbir getirilir ve dua edilir.
9- Safa ile
Merve arasında sa'yederken Safa'dan başlamak şart veya vaciptir. Müctehidlerin
bir kısmına göre, sünnettir.
10- Safa ile
Merve arasında sa'yetmek rükündür, müctehidlerin çoğuna göre, vaciptir.
11- Safa ile
Merve arasında abdestli bir halde sa'yetmek müstehabdır. O bakımdan
abdestsiz bir halde de sa'yetmek müstehabdır. O bakımdan abdestsiz
bir halde sa'yetmek sahihtir.
12- Yedi
şavtın ardarda yapılması da kimine göre vacip, kimine göre. sünettir.
Birincilerin delili daha kuvvetlidir.
Zilhicce'nin sekizinci
günü Mekke'den Mina'ya gitmek sünnettir. Dokuzuncu günü ise vakfede bulunmak
üzere Arafat'a gidilir. Arafat'ta bir süre durmaya "vakfe" denir ki,
bu haccın rükünlerinden biridir. Kaçırıldığı takdirde, bir yıl sonra o haccın
kazası gerekir. Zira Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Hac,
Arafat'tır" buyurmuştur. Vakfenin belirlenmiş bir süresi vardır. O da,
Arefe günü zeval vaktinden başlar ve bayramın birinci günü fecir doğuncaya kadar
devam eder. Bu süre içinde hacceden kimse az bir süre olsun Arafat'ta
bulunursa, rükün yerine gelmiş olur.
Şüphesiz Arafat kutsal
yerlerden biridir. Melek Cebrail'in indiği, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in
Veda Hutbesi'ni irad ettiği bir alan olarak dinimizdeki yeri ve önemi çok
büyüktür. Duaların en çok kabul olunduğu bir mahaldır.
Muhammed b. Ebl Bekir
b. Avften yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: "Bizler
Mina'dan sabahleyin Arafat'a doğru hareket edeceğimiz sırada Enes'e (r.a.),
Arafat'a giderken Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'le beraber ne yapıyordunuz?
Tel-biye getirmemizde bir sakınca var mıdır?" diye sordum. O da bana şöyle
dedi: 'Telbiye getiren getiriyordu, onun bu davranışı inkar edilmiyordu.
Tekbir getiren de getiriyordu, onun da bu hali inkar edilmiyordu." [413]
îbn Ömer (r.a,) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle,
demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz Arafe günü sabah namazını kıldıktan sonra hareket etti ve
taki Arafat'a gelip Nemire denilen yere indi -ki bu yer, imamın Arafat'ta inip
konakladığı yerdir- Öğle namazına kadar orada kaldı, ısı iyice artmış bir halde
gön ortası hareket edip öğle namazı ile ikindi namazını cem'ederek kıldırdı.
Sonra insanlara hitab etti. Sonra da hareket ederek Arafat'taki vakfede
durdu." [414]
Urve b. Mudarris b.
Evs b. Harise b. Lam et-Tatden yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Müzdelife'de namaza çıktığı bir sırada Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'e
geldim ve dedim ki:
“Ya Resulallah!
Doğrusu ben Tayy'ın iki dağından geliyorum; hem bineğimi yordum, hem de kendim
yoruldum. Ama Allah'a and olsun ki, hiç bir kum yığın uzantısını terketmeyip
mûtlaka üzerinde vakfe yapıp durdum. Benim için (gerçekleşen) bir hac söz
konusu olabilir mi?" Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Kim bizim bu namazımıza hazır olur ve biz buradan ayrılıncaya kadar
bizimle birlikte durur ve bundan önce de Arafat'ta gece veya gündüz (bir süre)
vakfe etmiş olursa, gerçekten haccı tamamlanmış ve üzerine gereken menasiki
(ibadetleri) yerine getirmiş olur." [415]
Abdurrahman b. Ya'mur
(r.a.) den yalıpan rivayete göre: Necd lalkmdan bir grup Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz'e geldi ki o sırada Efendimiz Arafat'ta vakfe halinde idi. O'ndan
sordular. Sunun üzerine Efendimiz bir çağırıcıya emretti» şöj .e duyuruda
bulundu: Hac Arefe (gününe yetişmek) dir. Kin toplanma gecesi (Müzdelife'de
gecelemede) fecirden önce gelirse, gerçekten o, (Arafat'ta vakfeye) yetişmiş
olur. Mina günleri üç gündür. Artık kim acele eder de iki gün kalırsa
onun'üzerine bir günah yoktur, kim de (üçten fazla) gecıktirirse, onun üzerine
de bir günah yoktur.." [416]
"Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Ben burada nahr yaptım (kurbanlık hayvanı kestim); Mina'nın her yanı bu
kesime müsaittir. Artık siz yük ve eşyanızın bulunduğu yerde kurbanınızı kesin.
Ben şurada vakfe
yaptım. Arafat'ın her yanı vakfeye uy- ( gundur. Burada da vakfe yaptım;
toplanma yeri olan' (Müzdelife'nin) hepsi vakfeye uygundur.." [417]
Üsame b. Zeyd (r.a.)
dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermişir:
"Arafat'ta Resulüllah'm terkisinde (veya
yedeğindeki binek üzerinde) bulunuyordum. Ellerini kaldırıp dua edi-yordu;
derken devesi bir yana meyletti ve bu sebeple devenin yuları
düştü, Resulüllah
(s.a.v.) bir eliyle düşen yuları eğilip alırken bir elini de yukarıya kaldırmış
halde (duasına devam ediyordu)." [418]
Amr b. Şuayb'den, o da
babasından, a da dedesinden rivayet etmiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz'in Arafat'ta yaptığı en çok duası şu idi: Allah'tan başka
ilah yoktur. O birdir, ortağı yoktur. Mülk O'nundur, hamd O'na mahsustur.
Hayır O'nun elindedir; O'nun gücü herşeye yeter." [419]
Tirmizî ise bunu şu
lafızla rivayet etmiştir:
"Duanın
hayırlısı, Arefe günündeki duadır. Ben ve benden Önceki peygamberlerin
söylediği en hayırlı dua şudur: Allah'tan başka ilah yoktur. O birdir, ortağı
yoktur. Mülk O'nundur. hamd O'na mahsustur. O'nun kudreti her şeye yeter."
Salim b. Abdillah'dan
yapılan rivayete göre: Abdullah b. Ömer (r.a.) Arafe günü Haccac b. Yusuf un
(Haccac-ı Zalim) yanına geldi ki güneş gök kubbesinin ortasından batıya
meyletmiş bulunuyordu. Ben de onun yanında idim. Abdullah b. Ömer, Haccac'a
seslenerek: "Eğer Sünnet'e uymayı arzu ediyorsan, hakreket vakti
geldi" dedi. Haccac ona: "Bu saatte mi?" diye so-[ıncaj o da:
"Evet.." diye cevap verdi.
Bunun üzerine ben de
Haccac'a dedim ki: "Sünnet'e uy-layı arzuluyorsan, hutbeni kısa kes ve
namazı acele et." Bunun üzerine Abdullah b. Ömer: "Salim doğru
söyledi" dedi." [420]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz Arafat'taki vakfe yerine fitti ve insanlara birinci hutbeyi
irad etti. Sonra Bilal ezan »kudu. Sonra Resulüllah (s.a.v.) ikinci hutbeye
başladı; O kinci hutbeyi tamamlarken Bilal da ezanı tamamlamış bululuyordu.
Sonra Bilal ikamette bulundu, Resulüllah (s.a.v.) »ğle namazım kıldırdı;
arkasından ikindi namazı için (Bilal) kamette bulundu ve Efendimiz ikindi
namazını kıldırdı." [421]
a)
Hanefîlere göre: Terviye günü (Zilhiccenin sekizinci günü) sabah namazından
sonra Mina'ya gidilir. Daha çok güneş doğduktan sonra gitmekte yarar vardır.
Sahih olan da budur. Bütün bu gitme ve bulunma hallerinde telbiye
terkedilmez.Mekke'den çıkarken de hem telbiye, hem de tehlil ve tekbir
getirilir. O gece Mina'da kalınır. Bütün bunlar sünnettir, Arefe günü, yani
Zilhicce1 nin dokuzuncu giiniı Mina'da sabah namazı kılınır ve Arafat'a hareket
edilir. Bununla beraber Terviye günü Mekke'de öğle namazını kıldıktan sonra
Mina'ya giden kimse için de bir sakınca söz konusu değildir. Aynı zamanda
Terviye günü Mekke'de kalıp sabah namazını kıldıktan sonra dokuzuncu günü
Mina'ya uğrayarak Arafat'a gitmek de yeterli sayılırsa da sünnete aykırı olduğundan
isâet (kötü bir iş) işlemiş olur.
Terviye günü cumaya
rastlarsa, zevaldan önce Mina'ya harekette bir sakınca yoktur. Ama zevalden
sonra çıkması doğru olmaz. Çünkü kendisine vacip olan cumayı kılması gerekir.
Arafat'a gidilince,
herhangi bir yerinde konaklayabilir. Ancak Cebel-i Rahmet'e yakın olması
efdaldır. Güneş batıya doğru meyledince, mümkünse gusledilir ve îmam minbere
çıkar, bu esnada-müezzin ezan okur. Sonra İmam ayağa kalkıp iki hutbe okur ve
bu iki hutbe arasında oturur. Oturarak hutbe okuması da yeterli sayılır.
Hutbeyi okumayıp terkeder veya- onu zevalden önce okursa bir sakınca yoktur.
Sadece sünnete uymamış olur ve o yüzden isâet (kötü bir iş) işlemiş sayılır.
Îmam bu hutbede Arafat'ta, Müzdelife'de ve Mina'da neler yapılacağım anlatır.
Aynı zamanda kurban, tıraş, ziyaret tavafı ve veda tavafı hakkında yeterli
bilgi verir.
Hutbeden sonra imam
bir ezan, iki ikametle öğle ve ikindi farzlarım kıldırır. Kıraati aşikar
okumaz ve bu iki farz arasında sünnet, nafile namaz kılınmaz. Aynı zamanda bu
iki farz arasında dünya işlerinden bir işle de meşgul olunmaz.
İmam Ebu Hanife'ye
göre, öğle ile ikindi farzlarını bir arada kılabilmek için cemaat ile kılınması
şarttır. Aksi halde her namaz kendi vaktinde kılınır. İmameyne göre, münferiden
de kılınca yine cem-i takdim yapılır, yani ikindi farzı öğle vaktine alınıp,
ikisi birara-da kılınır. Aynı zamanda İmam Ebu Hanife'ye göre, sözü edilen iki
namazı bir arada kıldıracak olan imamın, büyük imam olması söz konusudur.
Diğer mezheplere göre, bu konuda herhangi bir bağlayıcı şart yoktur.
Arafat'ta farz olan
vakfenin sıhhati için iki şey şarttır: Biri, Arafat denilen arazide, ikincisi
belirlenen vakit içinde gerçekleşmesidir.
Vakfede mutlaka ayakta
durup dua etmek şart değildir. Oturularak da vakfe yerine getirilir, [422]
b) Şafiîlere
göre: Zilhiccenin yedinci günü İmamın Mekke'de öğle namazından sonra, kısa bir
hutbe irad etmesi ve sabahleyin Mina'ya
gidileceğini bildirmesi sünnettir.
Sabahleyin namaz kıldırdıktan
sonra hacılarla birlikte Mina'ya gider ve o geceyi orada geçirirler Bu da
sünnettir. Güneş doğduktan sonra (Zilhicce'nin dokuzuncu günü) Arafat'a
hareket edilir. Nemire'de zeval vaktine kadar durulur, sonra Mescid-i İbrahim'e
gidilir ve İmam orada iki hutbe irad eder ve arkasından öğle ile ikindi
namazını bir arada,- yani öğle vaktinde kıldırır. Sonra da Arafat'ta güneş
batmcaya kadar vakfe yapılıp dua, zikirle meşgul olunur ve gurubu müteakip
Müzdelife'ye hareket edilir.. [423]
c) Hanbelîlere göre: Zilhiccenin sekizinci günü
olan "yevm-i tevriye" de temettü' hacca niyet edenler yeniden niyet
edip ihrama gi-rler; kıran ve ifrad hacca niyet edenler zaten ihramlı
bulunuyorlar i Mina'ya hareket ederler. Mekke'nin yerlilerinden de haccetmek
is-jyenler yine bugün niyet edip ihrama girerler. Mina'ya gidilir ve ne namazı
orada kılınır. Hatta Resulüllah'm (s.a.v.) orada beş vakit amaz kıldığı
bilinmektedir.
Zilhiccenin dokuzuncu
günü güneş doğunca Mina'dan Arafat'a âreket edilir. Arafat'ta öğle ile ikindi
namazı öğle vaktinde bir arada ılınır. Cemaate katılma imkanı olmayan kimse
kendi eşyasının anında bu iki namazı bir arada kılar. Her namaz için bir ikamet
edi-r. Ezan da okunursa, bunda bir sakınca yoktur.
Arafat'taki hutbeler
namazdan önce irad edilir ve kısa tutulur.
Arafat'ın her yanı
vakfe yeridir. Cebel-i Rahmet yanında dur-aanın fazileti daha çoktur. Ancak
Batn-ı Urune denilen kısım bunun [ışında tutulmuştur, orada vakfe yapılmaz,
yapılsa da sahih olmaz.
Arafat'ta vakfe yapmak
rükündür, onsuz hac tamam olmaz. Sunda icma' vardır.
Böylece Arafat'ta
güneş batmcaya kadar dua, tehlîl, tekbir ve lenzeri zikirlere devam edilir.
Çünkü bugünde yapılan dua ve niyaz-arın kabul edileceği umulur.
Bu mezhebe göre,
Arafat'ta vakfenin zamanı, Arafe günü fecir loğunca başlar ve bayramın birinci
günü fecir doğuncaya kadar de-ram eder; bu süre içinde orada az bir zaman dahi
bulunulsa, vakfe rüknü yerine gelmiş olur. îmam Şafiî ile İmam Malik'e göre,
vakfenin ilk vakti Arafe günü zevalden sonra başlar ve fecir doğuncaya kadar
devam eder. Hanefîlerin de içtihadı bu doğrultudadır; yani üç mezhebin
içtihadına göre, vakfenin vakti, dokuzuncu günü zevaldan sonra başlar. İmam
Ahmed'e göre, fecirden sonra başlar..
Vakfe için taharet,
kıbleye yönelme ve niyete gerek yoktur. Bu husuta farklı bir ictihad göstereni
bilmiyoruz. [424]
d)
Malikilere göre: Bu mezhebe göre de, belirlenen zaman içinde Arafat'ta vakfe
yapmak rükündür. Bu, oradan geçmekle de gerçekleşebilir. Uyku halinde bulunmak
bile yeterli sayılır. Ancak Arafat'ta durmayıp belirlenen sınırın bir ucundan
bir ucuna geçmek isteyen kimsenin, o yerin Arafat olduğunu bilmesi ve niyet
etmesi gerekir. Ama geçmeyîp belli bir yerde bulunan kimsenin niyet etmesine
gerek yoktur.
Arafat'ta dokuzuncu
günü güneş battıktan ta onuncu günü fecir doğuncaya kadar olan süre içinde bir
süre eyleşmekte rükün yerine gelmiş olur. Ama hiç eyleşmeden gelip geçecek
olursa, vacibi terket-tiğinden bir kan akıtması gerekir. Bunun gibi,
Zilhicce'nin dokuzuncu günü zevaldan sonra Arafat'ta bulunmak da vaciptir. Bu
vakitten sonra gelen kimeseye de bir kan akıtmak gerekir.
Arafat'ta öğle ile
ikindi namazını öğle vaktinde bir arada kılmak sünnettir. Aynı zamanda imamın
orada iki hutbe okuması da sünnettir. Hutbeler namazdan önce güneş zevale
yönelince o-kunur. Öğle namazı için bin ezan, ikindi namazı için de bir ezan
okunur.
Güneş batmcaya kadar
vakfe devam eder. Sonra Müzdelife'ye hareket edilir. [425]
534 nolu Muhammed
hadisi sahihtir. O bakımdan tavaf dışında her yerde telbiye ve tekbir
getirilebilir; bunda bir sakınca yoktur. Müctehidlerin çoğunun da görüş ve
içtihadı bu anlamdadır.
535 nolu İbn Ömer hadisinin isnadında Muhammed b.
İshak bulunuyor ki, bu zat hakkında çok şeyler söylenmiştir. Onun dışındaki
ricali sahihtir, aynı zamanda hepsi de güvenilirdir. O bakımdan bununla istidlal
edenler olmuştur.
536 nolu Urve hadisini aynı zamanda İbn Hibban,
Hakim ve Darekutnî tahric etmişlerdir. Hakim
de onu sahihlemiştir. Müctehidlerin çoğu bu hadisle
istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.
Hadiste "gece ve
gündüz.." sözü kullanılmıştır ki, îmam Ahmed bu cümleden vakfe süresinin
dokuzuncu günü fecirden sonra başlayıp bayramın birinci günü fecir doğuncaya
kadar devam ettiğini istidlal etmiştir. Cumhur ise, gündüzden maksat, zevalden
sonraki süredir diyerek farklı bir yorum getirmiştir.
537 nolu Abdurrahman
hadisini aynı zamanda îbn Hibban, Hakim, Darekutnî ve Beyhaki tahric
etmişlerdir.
Böylece hadis, onuncu
giıniı fecirden önce Arafat'ta bulunup Müzdelife'ye gelen kimsenin haccmın
tamam olduğuna delalet etmektedir. O bakımdan fecirden sonra gelen kimsenin
vakfesi sahih değildir ve hac tamamlanmamış olur, önündeki yıl kazası gerekir.
"Mina günleri
üçtür" cümlesinden, bayramın birinci günü dışında kalan teşrik günleri
kasdediliyor. O bakımdan kim bayramın birinci gününden sonra iki gün kalıp
ayrılmak isterse ayrılabilir; çünkü üç gün içinde cemreleri taşlama vücubunu
yerine getirmiş ılur.. Kim de acele etmeyip üç gün kalırsa, o takdirde
kalabilir ve nüctehidlerin çoğuna göre üçüncü gün de cemrelere taş atması
gerekir.
538 nolu Cabir hadisi
de sahih kabul edilmiştir. Bu, Mina'nm ıer yanının kurban kesmeye müsait
olduğuna delalet ettiği gibi, Ara-iat'm da Batn-ı Urune dışında her yanının
vakfeye uygun olduğuna re Müzdelife'nin de her yanının vakfeye elverişli
bulunduğuna dela-et etmektedir.
539 nolu Üsame hadisinin Nesâî'de belirtilen
ricalinin hepsi sika ve sahihtir. O bakımdan müctehidlerin hemen hepsi bu rivayetle
istidlal etmişlerdir.
540 nolu Amr hadisinin
ise, isnadında Hammad b. Ebî Hamîd bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Nitekim
Buharı onun hakkında: "Münkerü'l-hadistir" demiş; tbn Main "Onun
hadisi bir şey değildir" diyerek dikkat çekmiştir. Nesâî de onun sika
olmadığım belirtmiştir. [426]
541 nolu Salim hadisi
de sahihtir ve Arafat'ta hutbenin namazdan önce kılınacağına delalet
etmektedir. Her ne kadar 535 nolu İbn Ömer hadisinin son kısmında bunun
hilafına bir anlatım varsa da sahih olan bu ikinci tesbit ve rivayettir.
Nitekim 542 nolu Cabir hadisi de bunu kuvvetlendirmektedir
1- Teryiye
günü sabah namazından sonra Mina'ya gitmek ve o geceyi orada geçirmek
sünnettir.
2- Bu sırada
telbiyeye yer yer devam edilmesi müstahabdır. Ayrıca tehlil ve tekbir getirmek,
zikirde bulunmak da müstehab sayılmıştır.
3- Dokuzuncu günü sabah namazı kılındıktan sonra
Arafat'a hareket edilir.
4- Hiç
Mina'ya uğramadan dokuzuncu günü doğrudan da Arafat'a gidilebilir;
bunda bir sakınca
olmamakla bebaber isâet
(usulsüzlük) vardır; sünnet terkedildiğ için. Ancak zorlayıcı hallerde bu isâet
kalkar.
5- Terviye
günü cumaya rastlarsa, zevaldan önce Mina'ya hareket edilmemişse, artık cuma
kılınıp öylece hareket edilir.
6- Arafat'ın
her yanı vakfe için elverişlidir. Ancak Batn-ı Urune denilen kesim müstesna,
yani orada vakfe yapmak sahih olmaz.
7- Cebel-i
Rahmet'e yakın bir yerde vakfe yapmanın fazileti büyüktür.
8- Öğle
vakti olunca Arafat'ta imam minbere çıkar ve iki hutbe irad eder. Müezzin Öğle
namazı için ezan okumaya başlayınca imam hutbesini keser.
9- Böylece
Arafat'ta önce hutbeler okunur, sonra öğle namazı kılınır.
10- Arafat'ta
imam öğle ile ikindi namazım bir arada kildırır; önce öğlenin farzını,
arkasından ikindinin farzını kıldırır.
11- Imameyne
ve diğer müctehidlere göre, münferiden de namaz kılan kimse bu iki namazı
birleştirir. îmam Ebû Hanife'ye göre, o her namazı vaktinde kılar.
12- Her farz
için bir ikamet getirilir. îkisi için bir ezan yeterli sayılır.
13- Vakfenin
süresi, Hanefîlere göre, dokuzuncu günü zevaldan sonra başlar, onuncu günü
fecir doğuncaya kadar devam eder. Ma-likîlere göre, dokuzuncu günü güneş battıktan
sonra başlar, fecir doğuncaya kadar devam eder.
14-
Arafat'ta bol bol dua, tehlil, tekbir ve zikir yapılarak bütün gün ibadet
havasında tutulur.
15-
Arafat'ta daha çok Peygamberimiz'in ve diğer peygamberlerin yaptığı duayı
yapmakta büyük fayda vardır,
16-
Arafat'ta vakfe, haccın rükünlerinden biridir; onsuz hac olmaz. Bunda ittifak
vardır.
Haccm en önemli rüknü
olan Arafat'ta vakfe tamamlandıktan onra' akşamleyin güneş batınca, akşam
namazı yatsı vaktine geciktirilerek Müzdelife'ye hareket edilir. Fecir
doğuncaya kadar orada, Stfeş'arü'l-Haram'da dua, zikir yapılır. Ancak ilk Önce
yatsı vaktine geciktirilen akşam namazı ve hemen arkasından yatsı namazı
kılınır. Böylece ikinci defa cemi' yapılır, yani iki namaz bir arada kılınır.
Şüphesiz Müzdelife'de
gece süresince kalmanın sayısız faydaları cardır. Önce Resulüllah'm (s.a.v.) bu
yerde namaz kılıp sık sık ümmeti için dua ettiği; tehlil ve tekbir getirmek
suretiyle Allah'ın varlığını, birliğini büyüklüğünü ifadeye çalıştığı ve
Meş'arü'l-Haram'da nemli gözleriyle ellerini kaldırıp Hakk'm yüce dergahına
yöneldiği kutsal bir makamdır. Sonra fecir doğduktan sonra az bir süre olsun
orada vakfe yapmak vaciptir.
Menasikin
(ibadetlerin) bu bölümü tamamlanınca, şeytanı taşlamak ve kurban kesmek üzere
Mina'ya hareket edilir. Bu makamda küfrün bir tek millet olduğu düşüncesiyle
küfrü temsil eden şeytan taşlanır ve bir Müslümamn ancak İslâm'ın karşısında
olan ıküfür ehlini taşlayacağı, fakat din kardeşine asla el kaldırmayacağı, ona
silah çekmeyeceği ve bu doğrultuda İslâm'ın birliği ve dirliği korunacağı,
taşlama hareketiyle de ortaya konur ve Cenab-ı Rabbi'l-Alemine söz verilmiş
olur.
Kesilen kurban ise hem
kulun bu sadakatini isbata, hem de hac ibadetlerini yapma kudretini bahşeden
Allah'a şükre yönelik ayrı bir hikmeti yansıtır.
Üsame b. Zeyd (r.a.)
dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz Arafat'tan ayrılıp (Müzdelife'ye) yöneldi. Ne hızlı, ne de
yavaş, ikisi arasında bir sürat göstererek yol aldı. Genişçe bir yere gelince
de sür'atlandı." [427]
Fazıl b. Abbas (r.a.)
dan yapılan rivayete göre: Adı geçen, Re-sulüllah'ın terkisinde bulunuyordu.
Rasulüllah (s.a.v.) arefe giimi akşamı ve cemi' (Müzdelife) gün sabahı
(menasiki yerine getirmekte olanlara şöyle) buyurdu: "Sükunet ve rahatlık
içinde olun (acele etmeyin, itişir şekilde ilerlemeyin)" ve kendisi de
Mina sınırına dahil olan Muhassir'e girinceye kadar binek devesini (sür'atli
yürümekten) alıkoydu ve sonra da şöyle buyurdu: "Cemrelere atılmak üzere
bakla küçüklüğünde taşlar edinin!" [428]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz Müzdelife'ye geldi ve orada akşam ile yatsı namazını
kıldırdı. Bu iki namazı bir ezan ve iki ikametle gerçekleştirdi ve bu iki farz
arasında nafile namaz kılmadı. Sonra fecir doğuncaya kadar uzandı ve sabah
vaktinin girdiği iyice belli olunca bir ezan ve bir ikametle sabah namazım
kıldırdı. Sonra Kasva adındaki devesine bindi ve Meş'arü'l-Haram'a geldi.
Kıbleye yöneldi, Allah'a (el açıp) dua etti; tekbir, tehHİ getirdi; Allah'ın
birliğini ifade etti ve ortalık iyice ayduılanıncaya kadar orada vakfe yaptı ve
güneş doğmadan önce hareket edip Batn-ı Munassır'a geldi (ki bu yer ne Mina'ya,
ne de Müzçlelife'ye dahildir). (Devesini) az harekete geçirdi ve sonra Büyük
Cemre'ye uzanan orta yolu izledi ve ağacın yanındaki cemreye geldi, yedi taş
attı ve her taşla birlikte tekbir getirdi ki bunları vadinin ortasında (durup)
attı. Sonra da mehhar'a (hayvan kesim yerine) gitti." [429]
Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: "Cahiliye ehli (İslâm'dan
önceki putperest Araplar) güneş Loğmadıkça Cemi' (Müzdelife) den ayrılmazlardı
ve şöyle derlerdi: "Artık aydınlan ey Sebir (dağı)! (Güneş senin üzerine
Lrtık doğuversin)." Peygamber (s.a.v.) Efendimiz onlara bu lususta da
muhalefet ederek güneş doğmadan oradan ayrıldı." [430]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Hz. Şevde, oldukça
şişman bir kadındı, ağır hareket ederdi. Bu sebeple cemi'den (hacıların
toplandığı yerden) geceleyin ayrılıp hareket etmek için Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz'den izin istedi. Efendimiz ona izin verdi." [431]
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, kadın, çocuk, hizmetçi gibi zayıf unsurların Müzdelife'den
geceleyin ayrılmalarına izin verdi." [432]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz Muhassir Vadisinde devesini hızlandırdı ve insanlar, bakla
büyüklüğünde taş toplayıp (cemrelere) atmalarını emretti." [433]
a)
Hanefîlere göre: Arafat'ta vakfeden sonra güneş batar-ken oradan hareket
edilerek tam ahenk içinde Müzdelife'ye gidilir. Ancak yol boyunca yürüyenlere
sıkıntı vermemek için sür'at gösterilmez. Geniş sahaya gelindiğinde sür'at
gösterilir. Cemaat yol boyunca, yanlarında imamları bulunuyorsa, onun önüne
geçmemeye özen gösterirler. Ancak güneş battıktan hemen sonra hareket etmeyip
geç kalırsa, o takdirde cemaat onu beklemeyip yola çıkar. Ara yol boyunca
tekbir, tehlil, tahmid ve telbiye getirirler. İstiğfarı çoğaltıp Cenab-ı
Hakk'tan af ve mağfiret dilerler.
Akşam namazım güneş
battıktan sonra kılan kimse, Müzdelife'ye gelince onu iade eder. Çünkü
uygulama, akşam ile yatsı namazım yatsı vakti içinde Müzdelife'de kılmaktır.
Sünnet bu şekilde cereyan etmiştir.
Ama yolda fazlasıyla
izdiham olur da fecirden önce Müzdelife'ye ulaşma durumu olmazsa, o takdirde
yolda akşam ile ikindi namazı kılınır ve bunda bir sakınca söz konusu olmaz.
Müzdelife'ye yaya
olarak girmek müstehabdır. Müzdelife'de yolu işgal etmemek kaydiyle herhangi
bir yerde konaklamakta bir sakınca yoktur. Ancak Kuz ah adlı dağın eteğine
konaklamak ef-daldır.
Akşam ve yatsı
namazlarım birer ezan ve birer ikametle, kılmak müstehabdır. Aynı zamanda bu
iki farz arasında nafile kılınmaz. Bu iki namazın cemaatle kılınması şart
değildir. Fecir doğunca sabah namazı kılınır ve az bir vakfe yapılır ve
arkasından tehlil, tekbir, tahmid ve dua edilir; Peygamber'e (s.a.v.) salat-ü
selam getirilir. Aynı zamanda telbiyeye devam edilir.
Müzdelife'nin her yanı
vakfeye uygundur, ancak Batn-ı Muhassir müstesna,., Bu kesime gelince sür'at
gösterilir.
Müzdelife'de vakfe vakti,
fecir doğduktan ortalık aydınlanmcaya kadar geçen zamandır. Bu süre içinde
orada vakfe yapmak vaciptir. Güneş doğunca vakfe zamanı geçmiş, yani çıkmış
olur.
O bakımdan fecir
doğmadan önce Müzdelife'den hareket edilip sının aşılırsa, bir kan akıtmak gerekir.
Sonra Mina'ya varılır
ve zevaldan önce Batn-ı Vadi'ye gelinerek Cemre-i Akabe'ye yedi taş atılır. Her
taş ile birlikte tekbir getirilir. Ve o gün başka cemreye taş atılmaz, bu yedi
taş ile yetinilir. Tekbir yerine tehlil ve teşbih getirmek de caizdir. İlk taşı
atmaya başlayınca artık telbiye kesilir. Bu konuda hacc-ı temettü', hacc-ı
kıran ve hacc-ı ifrad yapan arasında fark yoktur. [434]
b) Şafiîlere
göre: Arafat'tan Müzdelife'ye gelindiğinde, o gece orada geçirilir. Kim de gece
yarısı veya ondan biraz önce oradan ayrılır, fakat fecirden önce geri dönerse,
kendisine bir şey gerekmez. Gecenin ikinci yarısında oraya gelmeyen kimsenin
bir kan akıtması gerekir. Ancak kadın, çocuk ve hizmetçi gibi zayıf kimseleri
gece ondan sonra Mina'ya göndermek sünnettir. Diğerleri ise sabah .zmı henüz
ortalık ağarmadan kılıp sonra Mina'ya hareket ederler. Müzdelife'de, cemreleri
taşlamak için gereken sayıda taş edi-Meş'arü'l-Haram'a geldiklerinde vakfe
yaparlar ve ortalık Llanıncaya kadar dua ederler. Sonra Mina'ya hareket ederek
ş doğduktan sonra oraya ulaşmış olurlar. O gün için her kişi :e-i Akabe'ye
sadece yedi taş atar. İlk taşı atmaya başlarken tel-i keser. Her taş ile
birlikte tekbir getirir. Sonra da beraberinde-dyi (kurbanlık hayvanı) keser. [435]
Böylece bu konuda iki mezhep
arasında az fark vardır. Ancak hadislerle istidlal ettikleri belirgin bir
şekilde anlaşılmaktadır.
c)
Hanbelîlere göre: Güneş batmadan Arafat'tan ayrılmak değildir. Ayrılan kimseye,
ceza olarak kan akıtmak gerekir, ece güneş batmcaya kadar orada bulunmak
vaciptir. İmam, »ş battıktan sonra Müzdelife'ye hareket edince, oradaki hacılar
areket ederler. Yoldakilere sıkıntı vermemek için sekinet ve va-a yürünür,
acele edilmez. Yol boyunca tekbir ve tehlil getirilir, Al-uıüır ve dua edilir.
Müzdelife'ye gelinince
akşam ile yatsı namazı ardarda birer ika-te kılınır. Bununla beraber ikisini
bir ikametle de kılmak caizdir, bıa yetişemeyen kimse kendi başına kılar. Aynı
zamanda iki na-arasmda sünnet ve nafile kılınmaz. Müzdelife'ye gelindiğinde ilk
; bu iki namazı kılmak efdaldır ve daha uygundur, yani geciktiril-i efdal
değildir.-
Müzdelife'ye gelmeden
akşam namazını kılacak olursa, bu sahih Ur; ancak sünnete aykırı olduğundan
kerahet vardır.
O gece Müzdelife'de
kalınır ve sabah namazı kılındıktan sonra Meş’arü’l-Haram'a gelinir, orada bol
bol dua edilir.
Böylece geceyi
Müzdelife'de geçirmek vaciptir. Bunu terkedene bir kan akıtmak gerekir.
Sonra güneş doğmadan
Mina'ya hareket edilir. Bu hususta farklı görüş ve ictihad ortaya koyan
olmamıştır. Muhassir mevkiine gelince sür'at gösterilir ve durulmadan Mina
sınırına girilir. Yol boyun-ekbir ve tehlille birlikte telbiyeye devam edilir.
Yolda veya
Müzdelife'de küçük taşlar toplanır. Bu taşları amak müstehabdır. Cemre-i
Akabe'ye gelinir ve buraya yedi taş ir; her taş ile birlikte tekbir getirilir.
Taş atmaya başlayınca artık »iyeyi keser.. [436]
d)
Malikilere göre: Bu mezhebe göre, geceyi Müzdelife'de geçirmek ve fecir
doğduktan ortalık ağarmcaya kadar orada vakfe yapmak vacip değildir. Sadece
gecenin herhangi bir bölümünde orada bir süre vakfe yapmak yeterlidir.
Hiç vakfe yapmadan
oradan doğrudan geçilirse, o takdirde kan akıtmak gerekir.
Müzdelife'ye
gidilirken de, oradan hareket edilirken de, acele etmemek, yani yolda sürat
göstermemek müstehabdır.
imamla birlikte Meş'arul-Haram'da
durmak da müstehabdır. Kadınlar ve çocuklar isterlerse imamdan Önce, isterlerse
sonra hareket edebilirler. Bunda bir sakınca yoktur.
Ancak güneş doğduktan
sonra Müzdelife'ye gelinirse, artık vakfe vakti geçmiş olur. Ortalık
ağardıktan sonra İmam Meş'arü'l-Haram'da halâ vakfeye devam ederse, cemaat onu
beklemeyip Mina'ya hareket eder.
Müzdelife'de vakfe
ancak sabah namazından sonra yapılır. Namazdan önce yapılan vakfe sayılmaz. [437]
548 nolu Üsame hadisi,
549 nolu Fazl hadisi, 550 nolu Cabir hadisi sahihtir ve istidlale salihtir.
Birinci hadis, Arafat'tan Müzdelife'ye gidilirken, sıkıntı vermemek için
sekinet üzere gitmenin ve geniş araziye gelindiğinde biraz sür'atlennıenin
sünnet olduğuna delalet etmektedir.
İkinci hadis,
Muhassir'e gelinince Cemrelere taş atmak için bakla büyüklüğünde belirli sayıda
taş edinmenin müstehab olduğuna delalet etmektedir.
Üçüncü hadis, akşam
ile yatsı namazlarının birarada Müzdelife'de yatsı vaktinde kılınmasının
vücubuna delalet etmekte ve ikisi için bir ezan ve her biri için bir ikamet
getirmenin müstehab olduğunu göstermektedir. Meş'arü'l-Haram'a gelinip orada
bol bol dua ve istiğfar edilmesinin sünnet olduğu; tehlil, tekbir ve tahmidde
bulunmanın faziletli bulunduğu anlaşılıyor. Sonra da güneş doğmadan oradan
hareket etmenin gereği üzerinde duruluyor. Sonra da Mina'ya gelindiğinde
zevalden önce Cemre-i Akabe'ye yedi taş atmanın vücubu ortaya çıkıyor.
522 nolu Âişe hadisi,
kadın, çocuk ve hizmetçi gibi zayıf [silerin, Müzdelife'de fecrin doğmasını
beklemeden Mina'ya hareket anelerine cevaz verildiğine delalet etmekte ve 553
nolu Ibn Ömer idisi bunu kuvvetlendirmektedir.
1- Arafat'ta
vakfeden sonra akşam güneş battıktan sonra [üzdelife'ye hareket etmek kimine
göre sünnet, kimine göre vaciptir.
2- Yolda izdiham vermemek için acele edilmemesi,
sekinet inde gidilmesi sünnettir.
3- Yolda
geniş alanlara gelindiğinde, izdiham söz konusu olmay-^ağından biraz sür'at
yapmak müstehabdır.
4- Yolculuk
esnasında yanlarında imamları bulunuyorsa, onun aüne geçmemeğe dikkat edilir
ki, bu müstehabdır.
5- Yolda
akşam namazı kılınmaz. Kılan olursa, Hanbelîlere göre amazı kerahetle sahihtir,
diğerlerine göre, iadesi gerekir,
6- Akşam ile yatsı namazının yatsı vaktinde
Müzdelife'de ılınması vaciptir,
7- Bu iki
namaz arasında nafile kılınmaz.
8- Her namaz
için bir ikamet ve ikisi için bir veya iki ezan oku-ıak müstehabdır.
9- Fazla
izdiham olur da fecirden Önce Müzdelife'ye ulaşılmazsa, takdirde akşam namazı
ve gerekirse yatsı namazı yolda kılınır.
10- Batn-ı
Muhassir'den başka Müzdelife'nin her yanı vakfeye Iverişlidir.
11-
Müzdelife'de vakfe vakti, fecir doğduktan sonra başlar, or-ahk biraz
aydmlanmcaya kadar devam eder. Fecirden önce oradan .areket eden kimsenin bir
kan akıtması gerekir. Ancak Maliki aezhebine göre, bundan dolayı kan akıtmak
gerekmez.
12- Gece
yarısı veya ondan biraz önce veya sonra Müzdelife'den .yrılıp fecirden Önce
tekrar oraya dönen kimseye kan akıtmak gerekmez. Bu, daha çok Şafiîlerin
içtihadıdır:
13- Güneş batmadan önce Arafat'tan ayrılan
kimseye kan ıkıtmak gerekir. Bu, Hanbelilerin görüşüdür.
14-
Müzdelife'de akşam ve yatsı namazını cemaatle kılmak şart leğildir. İmama
yetişemeyen kimse kendi başına eda eder.
15- Mina'ya
gelindiğinde önce zeval girmeden Cemre-i Akabe'ye rarıhr ve oraya yedi taş
atılır, bu esnada telbiye kesilir. Her taş ile »irlikte tehlil ve tekbir
getirmek sünnettir.
16- Bayramın
birinci günü sadece sözü edilen yedi taş atmakla ^etinilir ve arkasından hacc-ı
kıran veya hacc-ı temettü'a niyet eden-erin kurban kesmesi gerekir.
Bilindiği gibi,
bayramın birinci günü Müzdelife'den Mina'ya gelindiğinde, ilk iş olarak
zevalden önce Cemre-i Akabe'ye yedi taş atılır. O gün için diğer iki cemreye
taş atılmaz. Böylece İslâm'ın karşısında yalnız küfrün bulunduğu ve küfrün de
bir tek millet olduğu sembolize edilir. O sebeple şeytan taşlanır ve Müslüman
bir kişi bu davranışıyla asla din kardeşini hedef seçip onu üzmez.
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz, bayramın birinci günü Cemre-i Akabe'ye kuşluk vakti taş
attı. Ondan sonraki günlerde ise, güneş batıya meylettikten sonra attı." [438]
"Resulüllah'ı
(s.a.v.) bayram günü bineği üzerinde iken Cemre'yi taşladığını gördüm ve şöyle
diyordu: "Artık hac ibadetlerini benden alıp öğrenin (ve uygulayın).
Bilemiyorum, belki de bu haccımdan sonra artık haccedemi-yeceğim!" [439]
îbn Mes'ud (r.aj den
yapılan rivayete göre, adı geçen (taş atma lenasikini) şöyle yapmıştır: Büyük
Cemre'ye geldiğinde, Bey-ullah'ı soluna, Mina'yı sağına alarak yedi taş attı.
Sonra da îöyle dedi: trÜzerine Bakara Sûresi inen zat böyle yaptı." [440]
îmam Ahmed'in
rivayetinde ise şu lafızla anlatılmıştır:
'İbn Mes'ud Cemre-i
Akabe'ye geldiğinde, batn-i vadide iurup bineği üzerinde olduğu halde yedi taş
atti ve her taşla birlikte tekbir getirdi ve sonra şöyle dedi: "Allah'ım!
Bunu me-brur hac yap ve günahların bağışlanmasına vesile kıl. Sonra da şöyle bilgi
verdi: "Üzerine Bakara suresi inen zat şurada duruyor (ve taş
atıyordu)." [441]
Abbas: (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, cemi', (Müzdelife) de merkeplere binmiş olan Abdülmuttalip
çocuklarının, mübarek eliyle hafifçe bacaklarına dokunarak:
"Çocukcağızlarım! Güneş doğmadan cemreye taş atmayın!.." buyurdu. [442]
Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz bayram gecesi Ümmu Se-leme'yi gönderdi, o da fecirden önce
cemreye taş attı, sonra da Mekke'ye gidip ziyaret tavafını yaptı ve geri dönüp
geldi. Bu da, Resulüllah'ın (s.a.v.) onun yanında olduğu günde gerçekleşti."
[443]
Esma'nın azatlı kölesi
Abdullah, Esma (r.a.) dan rivayet etmiştir. Şöyle ki, Hz. Esma cemi1 (Müzdelife)
gönü Müzdelife'de inip konakladı. Kalkıp bir saat kadar namaz kıldıktan sonra
şöyle dedi: "Oğulcağızım! Ay kayboldu (battı) mi?" Ben de:
"Hayır.." diye cevap verdim ve bana iki defa sordu. Üçüncü de
"evet" dedim. Bunun üzerine o,: "Haydi artık hareket
edelim" dedi ve hareket ettik. O da gelip Cemreye taş attıktan sonra dönüp
konakladığı yerde sabah namazını kıldı. Bunun üzerine ben ona: "A Efendim!
Biz henüz karanlıkta bulunduğumuzu sanıyoruz" dedim. O bana şu cevabı
verdi: "Oğulcağızım! Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz zayıf unsurlar (kadın,
çocuk ve hizmetçiler) için (fecir ve güneş doğmadan önce) cemreye taş
atmalarına izin vermiştir." [444]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi vermiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz onu ehliyle birlikte bayram ^anü Mina'ya gönderdi ve onlar
da fecrin doğmasıyla birlikte cemreye taş attılar." [445]
a)
Hanelilere göre: Cemrelere taş atmak, bi'1-icma' vaciptir. Cemrelere atılan
taşlara "cimar" denilir ki, bu, "cemre"nin çoğuludur. Bakla
büyüklüğündeki küçük taşa bu isim verilir. Cemrelere bu taşlardan belirlenen
sayıda ve zaman içinde atmak vacip olduğu gibi, bir özüründen dolayı atacak
durumda olmayan kimsenin kendisine bir vekil tutup attırması da vaciptir.
Cemrelere taş atma
süresi, bayramın birinci günü başlar ve teşrik günlerinin sonuna kadar devam
eder. Böylece dört günlük bir süre söz konusudur.
Birinci günü sadece
Cemre-i Akabe'ye yedi taş atılır. Bunun sünnet olan vakti ise, güneş doğduktan
sonra zevaldan önce olan süredir.
Fecir doğmadan taş
atmak caiz değildir. Şafiilere göre ise, bayram akşamı gece yarısından sonra
bunun vakti başlar. Süfyan Sevrî'ye göre de, güneş doğmadan önce taş atmak caiz
değildir.
Ebu Hanife'ye göre,
bayramın birinci günü taş atma süresi ;üneş batmcaya kadar devam eder. Ebu
Yusuf a göre, zeval vaktine tadar devam eder. [446]
Diğer iki veya üç gün
ise zevaldan sonra taş atılması sünnettir, tüneş batmcaya kadar devam eder.
Bununla beraber fecir loğduktan sonra da atmakla vücup yerine gelir. Güneş
batmcaya ka-lar atmaz veya atamazsa, fecir doğmadan önce atmak suretiyle onu
kaza etmiş olur. Şafiî'ye göre, fidye gerekir.
Teşrik günlerinin
birinci ve ikinci günü taş attıktan sonra güneş batmadan önce Mina'dan ayrılmak
caiz olduğu gibi, üçüncü güne kalıp yirmibir taş daha atmak da caizdir.
İmameyne göre, teşrik
günlerinde cemrelere taş atmanın vakti, zevalden sonra başlar, zevaldan önce
atmak caiz değildir. Burada fetva, Ebu Hanife'nin içtihadına göredir.
Bayramın birinci günü
-yukarıda da belirttiğimiz gibi- sadece Cemre-i Akabe'ye yedi taş atmakla
yetinilir. ikinci, üçüncü ve dördüncü günleri ise, her cemreye yedişer taş
atılarak her gün için lyirmibir taş tamamlanır.
Cemrelere atılan
taşlar, en azından yakınma düşmesi gerekir. 'Aksi halde atılan taş sayılmaz,
yeniden atmak gerekir.
Sözü edilen üç veya
dört günde atılan taşlardan birkaç tane noksan kalır ve atma süresi de geçmiş
olursa, o takdirde her taşa karşılık yarım sa' buğday veya onun bedeli tasadduk
edilir. Yarım sar buğday, yaklaşık 1667 gr. eder.
Taşlamanın tamamını
terkedene kan akıtmak gerekir. Bir kısmını terkedene tasadduk gerekir. Bu, İmam
Ebu Hanife'nin kavlidir.. Aynı zamanda taşlamanın çoğunu terkedene de kan
akıtmak vacip olur. [447]
b) Şafiîlere
göre: Güneş doğduktan sonra Mina'ya gelinir ve her şahıs Cemre-i Akabe'ye yedi
taş atar ve bu esnada telbiyeyi keser. Her taş ile birlikte tekbir getirir.
Birinci gün yedi taş
atılırken Mekke'yi soluna, Minayı sağma alıp öylece hareket etmesi müstehabdır.
Diğer iki veya üç günde ise, kıbleye yönelerek taş atmak müstehabdır.
Cemrelere taş atmanın
vakti, bayramın birinci günü, yani zilhiccenin dokuzunu onuna bağlayan gece yarısından başlar ve dördüncü günü güneş
batmcaya kadar devam eder. [448]
Mina'da gecelemek de
vaciptir. Teşrik günlerinin ikinci gününde üç cemreye taş attıktan sonra güneş
batmadan önce Mina'dan ayrılmak isteyen kimse, artık ayrılabilir. Ama güneş
battıktan sonra artık ayrılamaz, üçüncü güne kalıp tekrar yirmibir taş atması
gerekir.
Teşrik günleri taş
atmanın süresi şöyle belirlenmiştir: Zevaldan sonra başlar, güneş batınca sona
erer. Bazı alimlere göre, fecir doğuncaya kadar devam eder. .
Cemreleri tertib üzere
taşlamak da şarttır. Aynı zamanda atılacak maddenin taş olması gerekir. Sonra
da bu taşları ancak atmak suretiyle cemre taşlanma vücubu gerçekleşir, götürüp
cemrenin yanma koymakla gerçekleşmez.
Bir özüründen dolayı
taş atamayan kimse kendisine bir vekil bulup öylece bu farzı yerine getirir.
Bir günün taşlamasını terke-den kimse, onu ikinci günü kaza eder. Aksi halde
kan akıtması vacip olur. Hatta mezhebin açık kavline göre, üç taşı terkeden
kimseye de kan akıtmak gerekir. [449]
c)
Hanbelîlere göre: Bayramın birinci günü Mina'ya gidildiğinde o gün için sadece
Cemre-i Akabe'ye yedi taş atmakla yetinilir. Buna muhalif bir görüş veya
ictihad ortaya koyan olmamıştır; yani icma' vaki olmuştur.
Taş atmanın cevaz
vakti ise, zilhiccenin dokuzunu onuna bağlayan gece yarısı başlar. İmam Ahmed
ise, fecir doğduktan sonra başlar demiştir. Böylece Hanbelî imamları bu konuda
İmam Ah-med'den ayrılmışlardır. îmam Malik de bu konuda îmam Ahmed'le aynı
görüştedir. Rey tarafdarlaruım da görüşü budur.
Atılan taşların
cemreye düşmesi gerekir. Aksi halde sayılmaz. Atılan taş cemreye yakın yere
düşer, fakat yuvarlanıp cemreye ulaşırsa kafi gelir.
Taş atmaya başlanırken
telbiye kesilir, sadece tekbir ve tehlil getirilir.
Gece Mina'da yatmayıp
başka yerde gecelerse, îmam Ahmed'e göre ona bir şey gerekmez, sadece sünneti
terketmiş olur. İkinci ve üçüncü günleri zevaldan sonra taş atılır. Zevalden
Önce atarsa, iade "etmesi gerekir.
Aynı zamanda Cemrelere
taş atarken tertibe riayet etmek de şarttır. Önce birinci cemreye, sonra yusta
denilen ikinci cemreye, sonra da âkabe denilen üçüncü cemreye atılır.
Teşrikin ikinci günü güneş
batmadan önce, Mina'dan ayrılmak isteyen ayrılabilir. Günş battıktan sonra
ayrılmak caiz değildir; üçüncü güne kalıp tekrar üç cemreye yedişer taş atması
vacip olur. [450]
d)
Malikîlere göre: Hasta olmayan bineğinde de bir aksaklık meydana gelmeyen
kimsenin akşam ile yatsı namazını bir arada kılması vaciptir, Müzdelife'ye
gelmeden yolda kılacak olursa, yeterli olmayacağından, Müzdelife'ye gelince
iade etmesi gerekir.
Vakfe yapmadan
Müzdelife'den gelip geçen kimseye bir kan akıtmak vacip olur. Ama ister gece
yarısından önce, ister sonra orada az vakfe yaptıktan sonra ayrılan kimseye kan
akıtmak gerekmez. [451]
Böylece îmam Malik,
Müzdelife'de fecirden sonra vakfe yapmanın gerekli olmadığını ve bunun gecenin
herhangi bir bölümünde yapılmasının yeterli bulunduğunu belirterek diğer
müctehidlerden farklı bir ictihad ortaya koymuştur.
Ancak imamla birlikte
Müzdelife'de bulunmak, yani sabah namazını onunla birlikte kıldıktan sonra
ayrılmak müstehabdır.
Kadın, çocuk ve
hizmetçi gibi zayıf unsurlar da bu konuda serbest bırakılmışlardır: İsterlerse
geceleyin oradan ayrılırlar, isterlerse imamla birlikte bekleyip öyle
ayrılırlar.
Arafat'tan ayrılıp
ancak güneş doğduktan sonra Meş'arü'l-Haram'a ulaşan kimse, Müzdelife'de vacip
olan vakfeyi kaçırmış olur. Ama güneş henüz doğmadan gelir ve az bir süre vakfe
yaptıktan sonra aynlırsa, vakfeye yetişmiş olur.
îmam,
Meş'arü'l-Haram'da vakfe yapar ve fakat ortalık aydınlandığı halde Mina'ya
hareket etmezse, cemaat artık onu beklemez ve güneş doğmadan Mina'ya hareket
eder.
Mina'ya hareketi
geciktirip güneş doğduktan sonra hareket ederse, kendisine bir şey gerekmez,
sadece isaet (kötü bir iş) etmiş olur.
Baygın bir halde
Müzdelife'ye getirilen kimsenin orada bir süre bulunmasıyla vakfesi
gerçekleşmiş olur ve bu halinden dolayı bir ceza gerekmez. [452]
Cemre'ye taş atmayı
gündüzleyin yapmaz da geceye bırakır veya birkaç taşı noksan bırakırsa,
geceleyin bunları atar. ibn Kasım'a göre, bundan dolayı bir kan akıtması
gerekir.
Her üç gün içinde
cemrelere taş atmayı terkeder de teşrik günleri geçmiş olursa, bir bedene
kesmesi gerekir; yani ya bir sığır, ya da bir deve kesmesi vacip olur.
Cemre-i Akabe'ye
yukarıda durup taş atan kimse sadece isaet etmiş olur.
Her taş atılırken
tekbir getirmek sünnettir. Taşları ardarda atmak da öyle...
Yedi taşın hepsini
birlikte atıp tek tek atmaktan vaz geçen kimsenin bu tarz atışı kafi
gelmeyeceğinden yeniden atması gerekir.
Taşları atmayıp sadece
cemrelerin yanında koyması kafi gelir mi? îbn Kasım'a göre kafi gelmez.
Taşları, binek
üzerinde bulunduğu halde atabileceği gibi, yaya olduğu halde de atar. Ancak
Cemre-i Akabe'ye ilk gün bineğinden inmeden atması, diğer cemrelere ise yaya
olarak atması daha uygundur. [453]
559 nolü Cabir, yine
560 nolu Cabir, 561 nolu İbn Mes'ud hadisleri sahihtir. O bakımdan
müctehidlerin hemen hepsi bu hadislerle istidlal etmiştir.
559 nolu Cabir
hadisi,.bayramm birinci günü güneş doğduktan sonra kuşluk vaktinde Cemre-i
Akabe'ye taş atmanın sünnet veya vacip olduğuna delalet etmektedir. Diğer iki
veya üç günde ise, zeval-dan sonra güneş henüz batmadan önce atılmasının sünnet
veya vacip olduğu anlaşılıyor. Nitekim müctehidlerin içtihadı da sünnet veya
vacip olma doğrultusunda cereyan etmiştir.
Aynı zamanda ilk gün
Cemre-i Akabe'ye yedi taş atarken binek üzerinde bunu yerine getirmekte bir
beis olmadığı, Cabir'in (r.a.) ikinci hadisinden anlaşılmaktadır. Sonra da bu
cemreye taş atarken Kabe'yi sola, Mina'yı sağa alıp öylece atmanın müstehab
olduğu hükmü ortaya çıkıyor. Nitekim müctehidlerin çoğu bu rivayetle istidlal
etmiştir.
Her taş ile birlikte
tekbir getirmenin sünnet olduğu ortaya çıkarken, yedi taşın birden değil de
ayrı ayrı atılmasının vacip olduğuna delalet söz konusudur.
563 nolu îbn Abbas
hadisini aynı zamanda Tahavi ve îbn Hib-an tahric etmiştir. îbn Hibban'a göre,
sahihtir. îbn Mace ise, bu riayeti hasenlemiştir. O bakımdan hemen
müctehidlerin hepsi bunun-a istidlal etmiştir. O bakımdan kadınların,
çocukların ve onlara lizmet edenlerin Müzdelife'de fecirden sonra vakfe
yapmalarının gerekli olmadığı, .bunu geceleyin de yapabilecekleri ve erkenden
Sina'ya hareket edebilecekleri söz konusudur.
564 nolu Aişe hadisi
ise, kadınların, güneş doğmadan Önce Ceme-i Akabe'ye taş atmalarının caiz
olduğuna delalet etmektedir. Nitenin müctehidlerin çoğu bununla ve diğer
rivayetle istidlal ederek bu ruhsatın kadınlara mahsus olduğunu
belirtmişlerdir. Erkeklerin ise, herhalde güneş doğduktan sonra atmaları söz
konusudur. Aynı zamanda birinci gün cemre-i akabeye taş attıktan sonra, kurban
kesecek olanlar kurbanlarını kesip tıraş olduktan, kesemiyecekler de tıraş
olduktan sonra Mekke'ye gidip ziyaret tavafım yaparlar ve tek-rar'Mina'ya
dönerler,
Nitekim 565 nolu
Abdullah hadisi de bunu kuvvetlendirmekte ve fecirden önce Cemre-i Akabe'ye taş
atma cevazının kadınlara mah-isus olduğuna delalet etmektedir.
566 nolu îbn Abbas
hadisini aynı zamanda Nesâî ve Tahavî tahric etmişlerdir.
Bu hadis de kadın ve
çocukların güneş doğmadan önce Cemre-i Akabe'ye taş atabileceklerine delalet
etmekte ve yukarıdaki hadisleri kuvvetlendirmektedir.
Bu bapta Buharî'nin
yaptığı rivayete göre, îbn Ömer (r.a.) da, kadın ve çocuklarını geceleyin
Meş'arü'l-Haram'da vakfe yaptırdıktan sonra Mina'ya gönderir ve orada fecirle
birlikte veya namazı kıldıktan sonra Cemre'ye taş atmalarını sağlardı.
1- Cemrelere
taş atmak bi'1-icma' vaciptir.
2- Atılacak
bu taşların bakla veya en çok fındık büyüklüğünde olması sünnettir.
3- Taşların
belirlenen sayıda atılması da vaciptir.
4- Cemrelere
atılacak taşlan teker teker değil de toptan atmak caiz değildir. Toptan atan
kimsenin taş atmayı iade etmesi vaciptir.
5- Belli
sayıdaki taşları atmayıp hepsini birden doğrudan Cemre'ye veya yakınma götürüp
koymak yeterli değildir. Böyle yapan
kimsenin yeniden
belirtilen şekilde taş atması vaciptir. Aksi halde bir kan akıtması gerekir.
6- Cemrelere
taş atma vakti, bayramın birinci günü güneş doğduktan sonra başlar ve güneş
batıncaya kadar devam eder. Bu, müctehidlerin çoğuna göredir.
7- Şafiîlere
göre, fecir doğmadan önce de Cemre-i Akabe'ye taş atmak caizdir ve yeterlidir.
8- İkinci, üçüncü ve gerekirse dördüncü günü,
zevaldan sonra taş atmak sünnettir. Bununla beraber fecir doğduktan sonra da atmakla
vücup yerine gelmiş olur.
9- Güneş
batıncaya kadar taş atma işini yerine getirmezse, Hanefi'lere göre, geçir
doğmadan önceye kadar olan süre içinde kaza edilir, başka bir şey gerekmez.
Şafiîlere göre, fidye vermesi gerekir.
10- Bayramın
birinci günü sadece Cemre-i Akabe'ye yedi taş atmakla yetinilir; diğer
cemrelere taş atılmaz.
11- İkinci, üçüncü ve gerekirse dördüncü günleri
her cemreye yedişer taş atmak vaciptir.
12- Cemrelere atılan taşlar ya cemreye isabet
etmeli, ya da en azından onun çok yakınma düşmelidir. Aksi halde yeniden atmak gerekir.
13- Cemreye taş atmaya başlanırken telbiye kesilir.
Her taşla birlikte tekbir getirmek sünnettir.
14- Taş
atmanın devam ettiği üç günün gecesinde Mina'da kalmak sünnettir. Şafiîlere
göre, vaciptir.
15-
Cemreleri tertip üzere taşlamak sünnettir. Şafiîlere ve Hanbelîlere göre,
vaciptir.
16- Bir
özüründen dolayı taş atamayan kimsenin kendine vekil tutması yeterlidir.
17- Teşrikin
ikinci günü cemrelere taş attıktan sonra güneş batmadan önce Mina'dan
ayrılmakta bir sakınca yoktur ve böylece taşlama ibadeti yerine gelmiş olur.
Sözü edilen ikinci
günde güneş batıncaya kadar Mina'dan ayrılmayan kimsenin teşrikin üçüncü gününe
kalması ve o gün de cemrelere yedişer taş atması vacip olur.
18- Cemreye
birkaç taş atmayı noksan bırakırsa, geceleyin bunu tamamlar ve bir kan akıtması
gerekir. Bu, imam Malik'e göredir.
Bilindiği gibi
bayramın birinci günü Cemre-i Akabe'ye yedi taş .ıktan sonra, kişi hacc-ı kıran
veya hacc-ı temettü'a niyet etmişse, iıa muvaffak olduğu ve iki haccı (küçük
hac ve büyük hac) yerine tirdiği için şükür olsun diye bir kurban kesmesi
vaciptir. Böylece di taşı attıktan sonra ilk iş olarak kurban kesilir. Bununla
beraber ırban kesme süresi üçüncü veya dördüncü günün akşamına güneş Ltmadan
öncesine kadar devam eder. Birinci günde kesmek nnette daha uygundur. Sonra
tıraş söz konusudur. Bu, ya başın marnını tıraş etmekle ya da saçları kırkmak
(kırpmak) suretiyle ırçekleşir. Bunlar yerine getirildikten sonra, cinsel temas
dışında ğer haram kılınan şeyler helal olur.
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
Efendimiz Mina'ya geldi ve Cemre'ye taş ttıktan sonra, Mina'da konakladığı yere
döndü ve kurban esti. Sonra berbere: "Saçlarımı kesip al" diye
buyurdu, Önce aşının sağ tarafını, sonra da sol tarafını döndürdü. Sonra da
esilen saçlarını oradaki kimselere verdi." [454]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle dua etmiştir:
"Allah'ım! Başını tıraş edenleri bağışla.." diye dua etti. Bunun ü/erine
ashab-ı ki-ram: "Ya Re-sulallah! Başındaki saçları kırptıranlar için
de..tf deyince, Efendimiz yine: "Allah'ım! Başını tıraş edenleri
bağışla!" diye dua etti. Ashab yine: "Ya Resulallah! Başındaki
saçları kırptıranlar için de.." deyince, o yine: "Allah'ım! başını
tıraş edenleri bağışla" diye dua etti. Ashab yine: "Ya Rasulallah!
Başlarındaki saçları kırptıranlar için de..." deyince, bu kere Efendimiz:
"Allah'ım! Saçlarım kırptıranları da bağışla.." diye
dua etti." [455]
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre: 'Peygamber Efendimiz başındaki saçları birbiri üstüne
getirerek düzenledi ve hedyini (kurbanlık hayvanını) hazırlayıp şevketti.
Mekke'ye gelince, eşlerine ihramdan çıkmalarını (yani daha Önce kendilerine
haram kılınan şeylerin artık mubah sayılmalarını) emretti. Onlar da: "Ya
Resulallah! Siz neden ihramdan çıkmıyorsunuz?" diye sorduklarında, O şöyle
buyurdu; "Şüphesiz ki ben hedyimin (kurbanlık hayvanın) boynuna ip
bağladım ve başımın saçlarını birbiri üstüne getirip (başı açık vaziyette)
düzenledim. Artık ben iki haccımı (tamamlayıp) ihramdan çıkmadan ve başımı
tıraş etmeden ihlal yapmayacağım (ihramlı kalmaya devam edeceğim)." [456]
îbn Abbas (r.a.)dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) 'fendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kadınların saçlarını tıraş etmeleri nlara gerekli kılınmamıştır; onların
sadece saçlarının çlarından kırpmaları gereklidir." [457]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Cemre'ye (Cemre-i Akabe) taş ittiğiniz zaman, kadınlardan başka (diğer
yasaklanan) şeyler îize helal olur."
Bunun üzerine bir adam
İbn Abbas'a (r.a.): "Güzel koku la mı?." diye sorunca, İbn Abbas ona:
"Resulüllah'ı (s.a.v.) )aşma iyice misk sürüp bulaştırdığını gördüm. Artık
bu güzel toku mudur, değil midir (sen düşün)?" diye cevap verdi. [458]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi vermiştir:
"Ben, Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz'e ihrama girmeden önce güzel koku sürerdim ki o kokunun
içinde misk de bulunurdu.." [459]
a)
Hanefilere göre: Beraberinde hediy (kurbanlık hayvan) getiren kimse, cemreye
taş attıktan sonra on-u keser. Beraberinde hediy getirmeyen ve aynı zamanda
hacc-ı ifrada niyet eden kimsenin kurban kesmesi vacip değildir
Hacc-ı kıran veya
Hacc-ı temettü'a niyet eden kimsenin ise, Mina'da mutlaka kurban kesmesi
vaciptir. Buna mali gücü veya imkanı yetmiyen kimsenin, son günü arefeye
rastlamak üzere üç gün Mekke'de, yedi gün de evine döndüğünde oruç tutması
gerekir.
Cemre-i Akabe'yi
taşlayan kimsenin kurban kestikten sonra tıraş (saçlarının tamamını kestirmesi)
veya taksir (saçlarının uçlarından kırpması) vaciptir. Şüphesiz saçlarının
tamamım tıraş etmek efdaldır.
Kadınlar da saçlarının
uçlarından kırpmak suretiyle bu ibadeti yerine getirirler. [460]
Böylece cemreye taş
attıktan sonra saçları belirtilen iki şekilden biriyle kesmek vaciptir ve hacı
ancak traş olduktan sonra ihramdan çıkabilir. Şafîîlere göre bu vacip değildir.
O bakımdan hacı Cemre-i Akabe'ye taş attıktan sonra ihramdan çıkabilir. Umre
yapan da sa'yi tamamlayınca henüz tıraş olmadan ihramdan çıkabilir.
Başında saç bulunmayan
kimsenin başı üstünde usturayı dolaşırması yeterli olur, ya bununla o vecibeyi
yerine getirmiş sayılır.
Traş yerine saçları
sabun ve benzeri bir maddeyle yıkamak yeterli olmaz. Böyle yapan kimseye bir
koyun kesmek vacip olur. İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed'e göre, kan akıtmak
vacip olmaz. Cessas ise, bu konuda muhalif bir görüş bilmiyorum, saçını
kesmeyip sadece onu sabun ve benzeri temizleyiciyle yıkayanın bir koyun kesmesi
vacip olur demiştir.
Kurban kesmenin
zamanına ve yerine gelince:
Bu konuda Hanefî
imamlarının farklı görüş ve ictihadları ortaya çıkmıştır. Şöyle ki: Ebu
Hanife'ye göre, kurbanın yeri Harem sınırları içindeki bölgedir. Zamanı ise,
kurban günleridir. Bunun gibi tıraşın özel zaman ve mekanı söz konusudur, Ebu
Yusuf a göre, bunun Özel zaman ve mekanı yoktur. İmam Muhammed'e göre, özel
yeri vardır ama, Özel zamanı yoktur. Züfer'e göre, Özel zamanı vardır, ama yeri
yoktur. Bu imama göre, tıraş konusunu nahr günlerinden :aya geciktiren veya
Harem dışında traş olan kimseye ceza olarak koyun kesmek gerekmez. Bu konuda
her imamın bir dayanağı
Traş olmanın hükmü,
tehallülün gerçekleşmesidir, yani tıraştan i-a ihramdan çıkma gerçekleşir. Bu
durumda kadınla cinsel ilişki Stesna diğer yasaklanan şeyler mubah olur. İmam
Malik'e göre, tın ve güzel koku dışındaki yasaklar mubah olur. el-Leys'e göre,
lın ve av dışındaki yasaklar mubah olur. İmam Şafiî'ye göre, cinsel ıas dışında
kadınla oynaşmak ve benzeri şeyler de mubah olur.
İmam Malik bu hususta
şu hadisle istidlal etmiştir: "Traş uğunuzda, kadın ve bir de güzel koku
sürünme dışında her şey b helal olur."
Hanefi'ler ve diğer
imamlar ise, bu konuda Hz. Aişe hadisiyle is-lal etmişlerdir. Şöyle ki:
"Pegamber (s.a.v.): Kim taş atar ve sonra tban keser, arkasından tıraş
olursa, kadın dışında her şey ona mu-ı olur" buyurmuştur.
İmam Ebu Hanife'ye
göre tıraş belirlenen zaman ve mekanda kılmazsa, ceza olarak kan akıtmak
gerekir. [461]
b) Şafiîlere
göre: Cemre-i Akabe'ye yedi taş attıktan sonra cı, beraberinde hediy (kurbanlık
hayvan) bulunuyorsa, onu ke-ser sonra ya saçının tamamını tıraş eder ya da
uçlarından kırpar, na başın tamamını tıraş etmek efdaldır. Kadın ise, sadece
saçının larından keser. Meşhur olan kavle göre, tıraş olmak da ibâdettir, ni
vaciptir. Traşm en azı, üç kıl kesmektir. Başında saç bulunmay-. kimse, başının
üstüne usturayı gezdirmekle yetinir.
Traş olduktan sonra
hacı, Mekke'ye gider, rükün tavafım yerine tirir, daha önce sa'yetmemişse
sa'yeder ve sonra Mina'ya döner.
Sözünü ettiğimiz
Cemreyi taşlamak, kurban kesmek, tıraş ol-ak ve tavaf yapmak arasındaki tertip
sünnettir, yani önce taş atılır, ikasından tıraş yapılır ve arkasından ziyaret
tavafı gerçekleştirilir.
Traşm vakti, bayramın
birinci gününün gece yarısından sonra ani zilhiccenin dokuzunu onuna bağlayan
gece yarısından sonra) ıslar nahir gününün sonuna kadar devam eder. Kurban için
ise, :el bir zaman yoktur. Ama Nevevi'ye göre, kurban kesme vakti onun :el
vaktidir..
Tıraş, tavaf ve sa'y
için son bir vakit söz konusu değildir. [462]
c)
Hanbelîlere göre: Cemre'ye taş attıktan sonra başın tamamını traş etmek veya
saçların uçlarından kırpmak hem hacda, hem de umrede ibadet, yani vaciptir,
İmam Ahmed'in mezhebinin zahiri budur. İmam Harakî diyor ki: "Bu aynı
zamanda îmam Malik, İmam Ebu Hanife ve İmam Şafiî'nin de kavlidir." îmam
Ahmed'den yapılan bir rivayete göre, bu ibadet değildir. Bu riva-yete göre,
tıraş olmayan hacıya bir şey gerekmez ve Cemre'ye taş attıktan sonra ihramdan
çıkabilir.
Traşı nahr gününün
sonuna geciktirmek de caizdir. Bundan dolayı bir kan da gerekmez. Nitekim
Ata', Ebu Yusuf, Ebu Sevr'in de kavli budur. İmam Şafiî'nin mezhebine de benzer
bir durum arzet-mektedir.
Başında saç bulunmayan
dazlak kimse, sadece usturayı başının üzerinde dolaştırmakla yetinir.
Bununla beraber
Cemre-i Akabe'ye taş atmadan tıraş olur veya kurban kesmeden tıraş olursa,
bundan dolayı bir ceza gerekmez. İster kasden, ister bilmeyerek, ister unutarak
böyle yapmış olsun... Ancak bir rivayete veya kavle göre, bilerek böyle bir
takdim yaparsa bu hususta birbirine zıt iki görüş vardır.
Ebu Hanife'ye göre,
kan akıtması gerekir. Çünkü tertip vaciptir. Züfer de aynı görüştedir. O
bakımdan hacc-ı kıran ise, iki kan akıtması vacip olur. Hatta Züfer'e göre üç
kan akıtması gerekir.
Kurban kesip tıraş
olduktan sonra hacıya, kadın dışında her şey helal olur. Kadınlar ise,
saçlarının uçlarından parmak uçları boğumu nisbetinde keserler.
Traştan sonra ziyaret
tavafını yapmak üzere Mekke'ye gider. Önce Kabe'yi, sonra da Safa ile Merve'yi
yedişer defa tavaf eder. Sonra da iki rek'at namaz kılar. [463]
d) Malikilere
göre: Zilhiccenin onucu
gününde Cemre-i Akabe'ye taş
atmayı tıraş ve ziyaret tavafından Önce yerine getirmek vaciptir. O bakımdan
taş atmadan önce tıraş olur veya tavaf yaparsa, kendisine kan akıtmak vacip
olur. Ama taş atmayı kurbana, kurbanı traşa takdim etmek; aynı zamanda traşı
ziyaret tavafına takdim etmek menduptur.
O bakımdan nahr
(Bayramın birinci) günü dört şey matluptur:
1- Cemre-i
Akabe'ye taş atmak,
2- Hedy
(kurbanlık hayvan) kesmek,
3- Tusaş
olmak,
4- Ziyaret
tavafı yapmak..
Bunlar bu tertip üzere
yapılır. Yukarıda belirtilen bazı takdim re tehirlerden dolayı bir şey
gerekmez. [464]
575 noîu Enes hadisi
sahihtir. Tıraş olurken önce sağ taraftan başlamanın müstehab olduğuna delalet
etmekte ve Resulüllah'm (s.a.v.)
mübarek saçının yere atılmadığı,
teberrüken ashaba dağıtıldığı söz
konusudur.
Aynı zamanda Mina'ya
gelindiğinde, Önce Cemre-i Akabe'ye taş atılacağının, sonra kurban
kesileceğinin ve arkasından tıraş o-jhmacağmın sünnet veya vücubuna .delalet
vardır.
576 nolu Ebu Hüreyre hadisi de sahihtir ve
istidlale salih görülmüştür. Böylece hadis Mina'da veya Harem dahilinde başı
ta-toamen traş ettirmenin efdal olduğuna delalet etmekte ve bu i-oadetten
dolayı kişinin ilahi mağfirete erişeceğine işaret söz konusudur.
İmam Malik ile İmanı
Ahmed bu rivayete dayanarak başın tamamının traş edilmesinin veya tamamının
uçlarından kırpılmasının vacip olduğunu söylemişlerdir. Rey tarafdarları ile
İmam Şafiî böyle olmasının müstehab olduğuna kail olmuşlardır. Bunlara göre
başın dörtte birini, Ebu Yusuf a göre yansını. Şafiî'ye göre üç veya daha fazla
kılın kesilmesiyle vücubun yerine geleceği belirtilmiştir.
577 nolu îbn Ömer
hadisiyle de istidlal edilmiştir. Hacca niyet ederken beraberinde kurbanlık
hayvan götüren kimsenin artık hac bitinceye kadar ihramdan çıkamayacağı
istidlal olunmuştur.
Resulüllah (s.a.v.)
ile beraber hacca gelen kadınlar ise, hacc-ı te-mettü'a niyet ettikleri için
umreyi yapınca tahallül etmeleri emredilmiştir. Aynı zamanda hadis, traş
olmadan ihramdan çıkılamayacağına delalet etmektedir.
578 nolu îbn Abbas hadisini aynı zamanda Taberanî
tahric etmiştir. Buhari kendi Tarihin'de bunun isnadını kuvvetlendirmiş;
Ebu> Hatimde Ilel'de takviyede bulunmuştur. İbn Hacer bu rivayeti
hasenlemiş, ama İbn Kattan "mualleldir" diyerek dikkat çekmiştir.
Hadis, kadınların
saçlarını traş etmeyeceğine, sadece uçlarından kırpacaklarına ve traşm onlar
hakkında caiz olmadığına delalet etmektedir. Nitekim Tirimizî'nin Hz. Ali'den
(r.a.) yaptığı rivayette, adı geçenin şöyle bilgi verdiği belirtilmişir:
"Peygamber (s.a.v.), kadının başını traş etmesini men'etmiştir."
579 nolu İbn Abbas
hadisini Ebu Davud, Nesâî, îbn Mace tahric etmişlerdir. el-Bedrü'1-münir
müellifi ise bunu hasenlemiştir. Ancak İbn Main, "ravi Hasan el-Areni'nin
bu hadisi İbn Abbas'dan duy-mamışdır" diyerek hadisin zayıf olduğuna
dikkat çekmiştir.
Ancak bu bapta Ahmed,
Ebu Davud, Darekutnî ve Beyhakî'nin Hz. Aişe (r.a.) dan rivayet ettikleri bir
hadis bulunuyor ki, İbn Abbas hadisini kuvvetlendirmektedir. Şöyle ki:
"Cemreye taş attğımzda artık size güzel koku, dikişli elbise ve kadın
dışında diğer her şey helal olur." :
Ne var ki bu rivayetin
isnadında Haccac b. Ertat bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Hakkında lehte,
aleyhte çok şeyler söylenmiş ve yazılmıştır. Ahmed b. Hanbel onun hadis
hafızlarından olduğunu söylerken, îbn Main onun kavi olmadığını belirtmiştir.
Saduk olup tedlis yaptığı, görüştüğü alimden hadis almadığı halde aldığım veya
görüşmediği halde görüşüp hadis aldığını zannettirecek şekilde bir anlatım
yaptığı söz konusudur. [465]
Bu konuda bir diğer
hadisi Ebu Davud, Hakim ve Beyakî, Ümmu Seleme'den rivayet etmişlerdir ki,
bunun isnadında Mu-hammed b. îshak bulunuyor ve bu zatın zayıf olduğu ekser tarafından
kabul edilmiştir.
Böylece taş atıp tıraş
olduktan veya taş atıp kurban kestikten ve tıraş olduktan sonra güzel koku, av
ve kadın dışında her şey mubah olur, diyenlerin içtihadının sağlam dayanağı
yoktur. Kadından başka her şey mubah olur diyenlerin sahih dayanağı vardır.
1- Hacc-ı ifrad'a niyet etse bile, beraberinde
hediy (kurbanlık hayvan) sevkeden kimsenin, Mina'da Cemre'ye yedi taş attıktan
son-, ra o hayvanı kesmesi gerekir.
2- Hacc-ı
kıran veya hacc-ı temettü'a niyet eden kimse ise, cemreye taş attıktan sonra,
beraberinde kurbanlık hayvan getirsin, getirmesin mutlaka bir hayvan alıp
kesmesi vaciptir.
3- Mina'da kurban kesemiyecek olan kimse, onun
yerine, son mü Arefe'ye rastlamak üzere üç gün Mekke'de, yedi gün de evine
öndüğünde oruç tutar.
4- İfrad hac
yapan kimsenin Cemre-i Akabe'ye taş attıktan son-ı tıraş olması veya saçlarının
uçlarından kırpması vaciptir. Kıran eya temettü' hacceden kimsenin ise,
kurbanını kestikten sonra tıraş Lması vaciptir.
5- Kadınlar
ise, sadece saçlarının uçlarından kırpmak suretiyle u vecibeyi yerine
getirirler. Onların başlarım tıraş etmeleri caiz eğildir.
6- Hacı
tıraş olduktan sonra ihramdan çıkabilir ve daha önce asaklanan şeylerden kadın
müstesna diğerleri helal olur. İmam Şafiî'ye göre, ihramdan çıkmak için tıraş
olmak şart değildir. Cemre-i Akabe'ye taş attıktan ve kurban kestikten sonra
ihramdan çıkabilir.
7- Başında
saç bulunmayan dazlak kimsenin başının üstünde ısturayı dolaştırması yeterli
olur.
8- Saçını
kesmeyip sadece onu sabun veya benzeri bir temizleyici maddeyle yıkamak
yeterli sayılmaz ve böylece tıraşı terke-den kimsenin ceza olarak bir koyun kesmesi
gerekir. İmam Ebu Yusuf ile Enıam Muhammed'e göre, ceza gerekmez.
9- Kurbanın
Özel yeri ve özel zamanı vardır. Yeri, Harem dahilidir, zamanı ise, kurban
günleridir Bu, Ebu Hanife'nin içtihadıdır. Diğer Hanefî imamları farklı
ictihadda bulunmuşlardır.
10- Tıraştan
sonra İmam Malik'e göre, kadın ve güzel koku dışındaki yasaklar helal olur.
11-
Şafiîlere göre, hacı başından üç kıl kestiği takdirde vacibi yerine getirmiş
olur; ancak,başm tamamını tıraş etmek efdaldır.
12- Tıraştan
sonra ziyaret tavafında bulunmak üzere Mekke'ye gitmek sünnettir. Ziyaret
tavafını bayramın dört günü içinde yapmak ise vaciptir.
13-
Şafiîlere göre, tıraş vakti, zilhiccenin dokuzunu onuna bağlayan gece
yarısından sonra başlar, nahr günlerinin sonuna kadar devam eder.
14-Hanbelîlere
göre, taş atmak, tıraş olmak ve kurban kesmek arasında takdim ve te'hirden,
yani sırayı değiştirmekten dolayı ceza gerekmez.
15- İmam
Malik'e göre, taş atmadan tıraş olan kimseye ceza olarak kan akıtmak gerekir.
Hacının Mina'da
Cemre-i Akabe'ye taş attıktan, kurban ke-sip traş olduktan sonra haccm rüknü
olan ziyaret tavafını yerine getirmek üzere Mekke'ye gitmesi ve tavaf yapması
sünnettir. Nitekim Re-sulüllah (s.a.v.) Efendimiz, bu tavafı geciktirmeyip
Mina'da tıraş olduktan sonra gidip yerine getirmiş ve sonra yine Mina'ya
dönmüştür.
Aslında ziyaret
tavafını müctehidlerin çoğuna göre, ilk dört gün (kurban bayramının birinci
günü ile teşrik günlerinin üç günü) içinde yapılması vaciptir. Bu dört günden
sonraya bırakılırsa, rükün olarak edası caizdir.. Ancak geciktirilmesinden
dolayı ceza olarak kan akıtmak gerekir.
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şu bilgiyi vermiştir:
""Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, bayramın birinci günü Mekke'ye gidip ziyaret tavafını
yaptıktan sonra tekrar Mina'ya döndü ve öğle namazını Mina'da kıldı." [466]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz (Mina'da) kurban kesme yerine gitti ve kurbanım kestikten
sonra bineğine binip Bey-tullah'a gitti, ziyaret tavafını yaptı ve öğle
namazını Mekke'de
kıldı.." [467]
a)
Hanefîlere göre: Mina'da kurban kesip tıraş olduktan sonra y'iıı gün ziyaret
tavafı yapılır. Bu tavafın vücup süresi üç gündür. abe'nin etrafında yedi şavt
yapılır ve tavaftan sonra iki rek'at na-ıaz kılınır. Sora geriye kalan
cemreleri taşlamayı yerine getirmek zere Mina'ya dönülür. Ancak daha önce
sa'yetmemişse, tavaftan 3nra yedi şavt olarak sa'yeder. Mekke'de gecelemez,
Mina'ya gelip rada geceler. [468]
Ziyaret tavafında
remel yapılmaz. Ancak kudüm tavafını yap-lamışsa, o takdirde ziyaret tavafında
remel yapması müstehab olur. tu tavafı yapan hacıya artık kadın da helal olur;
böylece mahzurlar alkar, yani ihramlı iken yasaklanan şeylerin hepsi kalkmış
olur.
Ziyaret tavafının
vakti, bayramın birinci günü fecir başlar ve inıür sonuna kadar devam eder.
Ancak bu tavafı bayramın birinci, kinci ve üçüncü günlerinden birinde yapmak
vaciptir. Geciktirilmesi ahrimen mekruhtur. Bununla beraber Ömrün sonuna kadar
süresi ^ardır. Ancak tehirinden dolayı bir kurban kesmek vacip olur. [469]
b) Şafîîlere
göre: Tıraş, ziyaret tavafı ve sa'yetmenin başlangıç rakti belirlidir, bitiş
vakti için bir sınırlama yoktur. Ancak bunların )ayram günleri içinde yapılması
efdaldır. Bayramın birinci gününde ^e billhassa teşrik günlerinde yapmayıp
gecektirmekte kerahet /ardır.
Cemre'ye taş
atıldıkta» ve tıraş olunduktan sonra, kadın iışmda yasaklanan şeyler helal
olur. Ziyaret tavafı yapılınca da kadın dahil her şey mubah olur. Ziyaret
tavafı yapılmadan nikah ahdinde bulunmak, mezhebin zahirine göre helal olmaz. [470]
c)
Hanbelîlere göre; Tıraştan sonra Tîeytullah ziyaret edilerek tavaf yapılır ki,
bu haccın tamamlanması için vacip olan tavaftır. Tavafı müteakip iki rek'at
namaz kılınır. Hacc-ı temettü'a niyet
etmişse, o takdirde tavaftan sonra Safa ile Merve arasında sa'yeder. Ve artık
her yasak kalkmış olur.
Tavaf ve sa'y
bittikten sonra o gece Mekke'de kalınmaz, Mina'ya gidilir ve gece Mina'da
geçirilir.
Bu tavafın iki vakti
vardır: Biri fazilet, diğeri cevaz vakti.. Fazilet vakti: Hayranım birinci
günü Cemre'ye taş attıktan sonra, kurban kesip tıraş olduktan sonra başlar.
Cevaz vakti: Zilhiccenin dokuzunu onuna bağlayan gecenin yarısından sonra
başlar ve devam eder.
Nahr günleri (dört
gün) geçtiği halde tavaf yapmayacak olursa, kerahet işlemiş olur ama ceza
gerekmez. Ebu Hanife'ye göre, ceza olarak bir koyun kesmesi gerekir.
Ziyaret tavafında
remel olmadığı gibi iztıba da yoktur.
Böylece hacda meşru
olan üç tavaf vardır: Ziyaret tavafı ki bu rükündür, hac ancak bununla
tamamlanır. Bunda hilaf yoktur. Kudüm tavafı ki, bu sünnettir. Terkedene bir
şey gerekmez. Üçüncüsü veda' tavafıdır ki, bu vaciptir. Terkedenin kan akıtması
gerekir. İmam Malik'e göre kan akıtması gerekmez. [471]
d)
Malikîlere göre: Ziyaret tavafının vakti, bayramın birinci günü başlar,
zilhiccenin sonuna kadar devam eder. Bu süre içinde yapmayıp geciktiren
kimsenin ceza olarak kan akıtması gerekir. An-' cak haccı sahih kabul edilir.
Bayram gününden Önce ziyaret tavafını yapmak caiz değildir. [472]
587 nolu İbn Ömer
hadisi sahihtir ve istidlale, ihticace salihtir. Hadis, bayramın birinci günü
tıraştan sonra Mekke'ye gitmenin sünnet olduğuna ve o gün içinde ziyaret
tavafını yerine getirmenin efdal sayıldığına delalet etmektedir. Aynı zamanda
ziyaret tavafından sonra tekrar Mina'ya dönüleceğine ve gecenin Mina'da
geçireleceğine delalet vardır.
Öğle namazına gelince,
İbn Ömer, Resulüllah'm (s.a.v.) o gün Mina'ya dönüp öğle namazını Mina'da
kıldığını haber verir-ken, 588 nolu hadiste Cabir (r.a.), Resulüllah'm (s.a.v.)
bu namazı Mekke'de kıldığını bildirmektedir. İki hadis de sahih olduğuna göre,
iki rivayet arasını te'lif babında şöyle denilebilir: Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz Mekke'de öğle namazını kılıp Mina'ya geldiğinde, orada daha yeni öğle
namazına durulduğunu görmüş ve kendisi de onlardan ayrılmayıp aynı namazı
nafile anlamında bir defa daha kılmıştır. Al- . lah daha iyisini bilir.
Cabir hadisi,
Resulüllah'm tıraş olmasından söz etmeyip kurban kestiğinden ve sonra Mekke'ye
hareket ettiğinden söz etmektedir. Hz. Cabir burada O'nun tıraşından
bahsetmeğe gerek görmemiş, dece bayramın birinci gününde ziyaret tavafım
yaptığına ağırlık kerek bunu ifadeye çalışmıştır.
1- Mina'da
taş atma, kurban ve tıraş ibadetleri tamamlandıktan mra o gün içinde Mekke'ye
gidip ziyaret tavafını yerine getirmek ınnettir.
2- Ziyaret
tavafı, haccın rükünlerinden biridir. Hac ancak onun-
tamamlanır.
3- Ziyaret
tavafının vücup süresi, üç gündür. Bu süre içinde kpılmayıp geciktirilirse, Ebu
Hanife'ye göre ceza olarak bir ko-yun esmek gerekir.
4- Kudüm tavafı yapmamış ve sa'yetmemişse, ziyaret ta-afmdan sonra sa'yetmek vaciptir.
5- Kudüm tavafı
yapmayan kimsenin ziyaret tavafında remel ve :tıba' yapması m üs teli ab dır.
Kudüm tavafım yaparken bunları ye-[ne getiren kimsenin tekrar yapması sünnet
değildir.
6- Ziyaret
tavafından sonra daha önce yasaklanan kadınla cin-el temas helal olur ve engeller
kalkar.
7- Ziyaret tavafından sonra Mekke'de kalınmayıp
Mina'ya önülür ve gece Mina'da geçirilir. Bu, kimine göre sünnet, kimine öre
vaciptir.
8- Ziyaret tavafının vakti, Hanefîlere göre:
Bayramın birinci Ijnü fecir doğduktan sonra başlar ve ömür sonuna kadar sürer.
An-ak bayramın ilk üç gününde yerine getirilmesi vaciptir. Geciktirilmesinden
dolayı bir koyun kesmek gerekir.
8- Tıraş,
ziyaret tavafı ve sa'yetmenin başlanma vakti bellidir. iitiş vakti için bir
sınır konulmamıştır. Ancak bayram günleri içinde rapılması efdaldır. Bu,
Şafıîlerin içtihadıdır.
9- Tavafın biri fazilet, diğeri cevaz vakti
vardır: Fazilet vakti, »ayranım birinci günü tıraş olduktan sonra başlar. Cevaz
vakti, zil-ıiccenin dokuzunu onuna bağlayan gece yarısından sonra başlar. Bu,
ianbelîlerin içtihadıdır.
10- Dört gün
olan nahr günlerinde tavaf yapmayan kimse kera-ıet işlemiş olur. Bu
geciktirmeden dolayı ceza gerekmez. Bu da Hanelilerin içtihadıdır.
11-
Malikîlere göre: Ziyaret tavafının vakti, bayramın birinci jünü başlar ve
zilhiccenin sonuna kadar devam eder. Bu süre içinde sapmayan kimseye ceza
olarak kan akıtmak gerekir.
Mina'da Cemre-i
Akabe'ye taş atmak, kurban kesmek ve tıraş olmak gibi üç vecibe vardır. Bunları
hadislerde yer aldığı gibi, belli sıraya koyup önce taş atmayı, sonra kurban
kesmeyi, sonra da tıraş olmayı yerine getirmek en uygun olanıdır. Bununla
beraber ashabın bazısının üç vecibeyi yerine getirirken takdim ve te'hir
yaptığı ve durumu Resulüllah'a arzettiklerinden "Bir sakınca yoktur, bir
sakınca yoktur" buyurduğu bilinmektedir. O bakımdan müctehidlerin bu ve
diğer hadisler üzerinde durup sözü edilen konu hakkında az farklı tesbit ve
istidlalleri, ihticacları olmuştur. Bunlara az yukarıda kısmen dokunmuş
bulunuyoruz. Ama önemine binaen onu müstakil bir başlık altında izah etmeyi
uygun gördük.
Abdulllah b. Amr
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.vj den şunu duyduğunu haber
veriyor: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bayram günü Cemre'nin yanında
ayakta durup beklerken bir adam geldi ve şöyle dedi: 'Ya Resulallah! Henüz
Cemre'ye taş atmadan Önce tıraş oldum.." Efendimiz ona: 'Taşı at, bir
sakınca yoktur" buyurdu. Bir diğer adam geldi ve şöyle dedi: "Doğrusu
ben taş atmadan önce kurbanımı kestim.." Efendimiz ona da: "Taşını
at, bir sakınca yoktur" buyurdu. Sonra bir diğer adam daha geldi ve şöyle
dedi: "Ben, taş atmadan kalkıp Beytullah'a gittim ve ziyaret tavafını
yaptım.."
fendimiz ona da:
'Taşım at, bir sakınca yoktur.." buyurdu.
Yine Abdullah'tan
yapılan bir diğer rivayette, adı geçen, bayram ününde Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz hutbe irad ederken orada hazır ulunmuştur. Bir adam ayağa kalkıp
şöyle dedi: "Ben şunun undan önce yapılacağını sandım.." Bir başkası
da: "Ben de »unun şundan önce yapılacağını sandım" dedi. Bir başkası
calkıp şöyle dedi: "Ben de şunun şundan önce yapılacağını landım; kurban
kesmeden tıraş oldum; taş atmadan önce kur-)anımı kestim" diyerek benzeri
şeyleri sıraladı. Bunun izerine Efendimiz şöyle buyurdu: 'Yap, bir sakınca
yoktur.."
O gün neden
sorulduysa, mutlaka Efendimiz: "Yap, bir (akınca yoktur" diye cevap
verdi. [473]
Hz. Ali (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle
haber vermistir:
"Bir adam geldi
ve: 'Ya Resulellahî Kurban kesmeden önce tıraş oldum" dedi. Efendimiz ona:
"Kurbanını kes, bir sakınca yoktur" buyurdu, Sonra bir başka adam
geldi ve: 'Ya Resulellah! Tıraş olmadan ziyaret tavafını yaptım" dedi.
Peygamber (s..a.v.) ona da: ‘Tıraş ol veya saçlarının uçlarından kırp, bir
sakınca yoktur’ buyurdu.[474]
Tirmizî'nin tesbit
ettiği rivayette ise şöyle denilmektedir: "Ber tıraş olmadan ziyaret
tavafını yaptım" dedi. Peygamber (s.a.v.) ona: "Tıraş ol veya
saçlarının uçlarından kırp, bir sakınca yoktur" buyurdu. Bir diğer adam
geldi ve: 'Ya Resulellah! Taş atmadan önce kurbanımı kestim" dedi. Efendimiz
ona da: "Taş at, bir sakınca yoktur." buyurdu. [475]
İbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
Peygamber (s.a.v.)
Efendimize kurban kesme, tıraş ve taş atmada takdim ve te'hirden soruldu.
Efendimiz: "Bir sakınca yoktur" buyurdu. [476]
Bir başka rivayette,
Peygamberimiz'den (s.a.v.) bir adam sordu: "Kurban kesmeden önce tıraş
oldum?" Peygamberimiz (s.a.v.) ona: "Kurbanı kes, bir sakınca
yoktur" buyurdu. Adam: "Akşama doğru taş attım?" diye sordu.
Peygamber (s.a.v.) ona: "Öyle yap, bir sakınca yoktur" buyurdu. [477]
Bir diğer
rivayette konu şöyle nakledilmiştir:
"Bir adam,
Peygamber'e (s.a.v.) şöyle sordu: " Taş atma-in önce gidip ziyaret
tavafını yaptım?" Efendimiz ona:
"Bir sakınca
yoktur" buyurdu. Adam yine: "Kurban keseden önce tıraş oldum?"
diye sordu. Efendimiz ona: "Bir ıkınca yoktur" buyurdu. Adam:
"Taş atmadan önce kurban îstim?" diye sordu. Efendimiz ona da:
"Bir sakınca yoktur" buyurdu. [478]
a)
Hanefîlere göre: Tıraş olmayı veya ziyaret tavafını özürsüz arak nahr (kurban
kesme) günlerinde yapmayıp geciktirirse, kendine bir kan gerekir, yani bir
koyun kesmesi' vacip olur. Bu İmam bu Hanife'ye göredir. İmam Ebu Yusuf ile
îmam Muhammed'e göre an akıtmak gerekmez, sadece isaet işlemiş olur. İmam
Şafiî'ye göre 3 hüküm böyledir.
Bunun gibi, taş atmayı
geciktirir veya bir ibadeti diğer bir iba-et üzerine takdim eder, mesela taş
atmadan önce tıraş olursa, taş tmadan önce kurban keserse, kurban kesmeden Önce
tıraş olursa, ine İmam Ebu Hanife'ye göre. kan akıtması gerekir. îmameyne göre
srekmez, isaet (usulsüzlük) işlemiş olur.
Harem dışında tıraş
olursa, ister hacca, isterse umreye niyet tmiş olsun, ceza olarak bir kan
akıtması gerekir. İmam Ebu Yusuf a öre, kan akıtması gerekmez.
Umre yapmakta olan,
Harem dışına çıktıktan sonra dönüp açlarının uçlarından kırparsa, kendisine kan
akıtmak gerekmez.
Hacc-ı kıran yapan
kimse kurban kesmeden önce tıraş olursa, na ceza olarak iki kan akıtmak
gerekir. Bu, İmam Ebu Hanife'ye Öredir, Îmameyne göre, bir kan gerekir.
Kan akıtmaktan maksat,
bir koyun kesmektir. [479]
b) Şafîîlere
göre: Cemreye taş atmak, tıraş olmak ve ziyaret tavafını yapmak arasındaki
tertibe riayet etmek sünnettir. [480]
O bakımdan bu tertibi
bozup önce kurban kesen sonra tıraş olan veya Önce tavaf yapıp sonra gelip
kurbanını kesen kimseye ceza olarak bir şey gerekmez, sadece sünnete uymadığı
için isaet (kötü bir iş) etmiş olur.
c)
Haneblîlere göre: Bu mezhep imamları da Şafiî'lerin ictihad ve istidlallerine
uygun istidlalde bulunarak şöyle demişlerdir: "Bayram günü yapılacak dört
şey (nüsük) vardır: Taş atmak, sonra kurban kesmek, sonra tıraş olmak, sonra da
ziyaret tavafı yapmak. Bu tertip sünnettir. Bunu unutarak veya bilmeyerek
bozan, yani tertibe riayet etmiyen kimseye bir şey gerekmez. İlim ehlinden bir
çoğunun görüş ve içtihadı da bu doğrultudadır. Meselâ, el-Hasan, Tavus,
Mücahid, Said b. Cübeyr, Ata, Şafiî, İshak, Ebu Sevr, Davud ve İbn Cerir
et-Taberîbu cümledendir. [481]
Bu. konuda Şafıîler'le
Hanbelîler, yukarıda naklettiğimiz sahih hadislerle istidlal ve ihticac
etmişlerdir.
d)
Malikîlere göre: Kurban kesmeden tıraş olmakta, taş atmadan önce kurban
kesmekte bir sakınca yoktur. Bunlar arasında tertip gerekli değildir. Ancak
fecir doğmadan kurbanını kesen kimsenin fecir doğduktan sonra onu iade etmesi,
yeni bir kurban kesmesi vacip olur. Bunun gibi, fecir doğmadan cemreye taş atan
kimsenin de onu fecrden sonra iade etmesi, yani yeniden atması gerekir. [482].
Böylece Malikiler de
ilgili hadislerle istidlal etmiş bulunuyorlar.
594 nolu Abdullah b.
Amr hadisi sahihtir. Bu rivayet, bayramın birinci gününde yapılacak nüsüklerin
(ibadetlerin) neler olduğuna ve ' bir de o nüsükler arasında tertibin şart
olmadığına delalet etmektedir. Nitekim müctehidlerin çoğu bu rivayetle
istidlal etmişlerdir.
595 nolu Hz. Ali
hadisi, 496 nolu yine Ali hadisi ve 597 nolu tbn Abbas hadisi sahihtir. Birinci
rivayeti kuvvetlendirmekte ve hadislerin hemen hepsiyle ihticacm salih
olduğunu göstermektedir.
Ancak hiçbir
hadiste, soru soranın
kim olduğu ismen Iklanmamış ve buna lüzum da
görülmemiştir. Çünkü önemli olan, (-ulan sorular ve ona verilen cevaplardır ve
buna birçok şahabının it olmasıdır.
1-
"Bayram günlerinde tıraş olmayı ve ziyaret tavafını yapmayı iktiren
kimseye ceza olarak bir kan akıtması gerekir. Bu Hanefilere göredir.
2- Bayram
gününde Cemre-i Akabe'ye taş atmak, kurban kes-ve tıraş olmak arasındaki
tertibe riayet vaciptir. Bunlar arasında
takdim ve te'hir yapan kimsenin ceza olarak bir koyun kesesi gerekir. Bu da,
îmam Ebu Hanife'nin içtihadıdır.
3- Sözü
edilen menasik arasında tertip şart değildir; bir ıcekini geriye, geride
olanını ileriye almaktan dolayı bir şey gerek-ez. Sadece sünneti terkten dolayı
isaet (kötü bir iş) işlenmiş olur. u, Hanfefi'ler dışında diğer mezheplerin içtihadıdır.
4- Harem
dışında tıraş olanın da ceza olarak bir koyun kesmesi . Bu, İmam Ebu Hanife'ye
göredir.
5- Fecir
doğmadan kurban kesen kimsenin onu iade etmesi erekir. Bu, Malikilere göredir.
6- Fecir
doğmadan cemreye taş atan kimsenin de, fecirden sonra jnu iade etmesi gerekir.
Bu da Malikilere göredir.
Hacılar bayramın
birinci günü güneş doğunca Mina'da olurlar. Arafat'ta günün önemini ve nasıl
vakfe yapılacağını, öğle ile ikindi namazının cemaatle öğle vaktinde
kılınacağını ve akşam güneş batınca akşam namazını kılmadan Müzdelife'ye
gidileceğini belirtir anlamda imamın bir hutbe irad edeceğinden başka bir de
Mina'ya gelindiğinde kurban, cemrelere taş atma, tıraş olma ve ziyaret
tavafına gitme gibi önemli konuları kapsayan bir hutbe de irad edilir. Böylece
hacılar ibadetler konusunda hacdan maksadın ne olduğu hakkında yeterince
aydınlatılmış olurlar.
Hacca gitmemiş olan
müslümanlar da bulundukları yerin cami veya namazgahında toplanıp hem bayram
namazını kılarlar, hem de namazdan sonra günün önemini belirtir anlamda yapılan
hutbeyi dinlerler.
Hirmas b. Ziyad (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz'i Mina'da kurban bayramı günü Adba' adb devesinin üzerinde
bulunduğu halde hutbe irad ettiğini gördüm," [483]
"Ebu Umame (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Mina'da nahr
(kurban kesme) gününde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in hutbesini duydum.."
[484]
Abdurrahman b.
Muaz et-Teymî (r.a.) den yapılan
rivayete , adı geçen şöyle demiştir;
"Biz Mina'da
idik, Resuiüllah (s.a.v.) Efendimiz bize hut-ırad etti, kulaklarımız açıldı da
O'nun ne dediklerini duyduk. Bizler (herbirimiz) konakladığı yerde bulunuyordu,
^lece Resuiüllah (s.a.v.) oradakilere hac ibadetlerini itiyordu. Ta ki cimar
(cemreye taş atma) konusuna geldi taş atılacak cemreye geldi ve iki şehadet
parmağını kulak-kna koydu (sesinin daha iyi duyulmasını sağladı) sonra fük
taşları atmaya niyet etti. Sonra Muhacirlere emretti, onlar Mescid (-i Hayf) in
önüne doğru indiler, Ansara da em-ti, onlar da Mescid'in arkasına doğru indiler
ve sonra da ıdaki insanlar (taş atmak üzere cemreye doğru) inmeye
şladılar." [485]
Ebu Bekir (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen "şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz nahr (kurban kesme) nünde bize hutbe irad etti ve şöyle
buyurdu: "Bugünün ngi gün olduğunu biliyor musunuz?" Biz de :
"Allah ve Rasulü daha iyi bilir" dedik. Resuiüllah biraz durup sustu
ve biz bu günü başka bir isimle anacak sandık ve sonra şöyle buyur-l:
"Bugün nahr (kurban kesme) günü değil midir?" Biz de: vet,
öyledir" dedik. O yine bize: "Bu ay hangi aydır?" diye rdu. Biz
yine: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedik. Bir süre stu ve biz de
bu ayı başka bir isimle anacağını sandık; derken şöyle buyurdu: "Zilhicce
değil midir?" Biz de: "Evet öyledir" sdik. Sonra O, "Bu
belde hangi beldedir?" diye sordu. Biz ne: "Allah ve Resulü daha iyi
bilir" dedik. Yine susup biraz bekledi ve devamla: "Bu bildiğimiz
belde değil midir?" buyur* du. Biz de: "Evet Öyle" dedik.
Efendimiz devamla şöyle buyurjj du: "Şüphesiz ki sizin kanlarınız ve
mallarınız, bugünün hürmeti gibi, bu ayın hürmeti gibi ve bu beldedin hürmeti
gibi, Rabbınıza kavuşacağınız güne kadar birbirinize ha^ ramdır. Dikkat edin,
tebliğ ettim mi?" diye sordu. Biz de: "Evet.." diye cevap
verdik. Bunun üzerine O şöyle dedi: "Allah'ım! Sen şahid ol.. Artık hazır
olan hazır olmayana tebliğ edip ulaştırsın. Zira kendisine tebliğ edilen nice
kimseler var ki, duyandan daha anlayışlı ve daha çok hafızasında tutucudur?
Bendeki sonra birbirinizin boynunu vurmak suretiyle küfre dönmeyin.. [486]
a)
Hanefilere göre: Nahr (bayram) günü Mina'da hutbe okunmaz. [487]
b) Şafiîlere
göre: İmamın Mina'da yapılacak menasiki (hac ibadetlerini) talim eder anlamda
bir hutbe irad etmesi sünnettir. [488]
c)
Hanbelîlere göre: Bu mezhebe göre de, imamın Mina'da menasiki öğretir anlamda
bir hutbe irad etmesi sünnettir. İbn Münzir de aynı görüştedir.
d) İmam Malik'e göre: Mina'da hutbe okunmaz.
Çünkü bir gün önce Arafat'ta gereken bilgi verilmiştir. [489]
604 nolu Hirmas
hadisiyle istidlalin uygun olduğu kabul edilmiştir. Mina'da hem hutbe irad
etmenin istihbabma, hem de hutbenin deve ve benzeri bir binek üzerinde
yapılmasında bir sakınca olmadığına delalet etmektedir.
605 nolu Ebu Umame
hadisi de yukarıdaki rivayeti kuvvetlendirmekte ve Resulüllah'm (s.a.v.)
Mina'da cereyan eden bir sünnetini yansıtmaktadır.
606 nolu Abdurrahman
hadisi de istidlale elverişli görülmüştür. Vtina'da, imam hitabede bulunurken
hacıların bulundukları yerde oturmuş bir halde dinlemelerinin cevazına ve
imamın sesini duyurabilmek için gerekirse şehadet harmaklarmı kulaklarına
tıkamasına flelalet etmekte ve aynı zamanda cemreye atılacak taşların Mina'dan
toplanmasının sakıncası olmadığına; sonra da taş atacak olan hacıları, rahat taş atabilmeleri
için grup-lara ayırıp düzenlemenin faydalı olacağına delalet vardır
607 nolu
Ebu Bekir hadisi de sahihtir ve istidlale saîihtir. Müslümanların
kanlarına ve mallarına, haklı sebepler dışında el uzatılmasının haram olduğu,
bildiriliyor ve böylece hiç kimsenin canına kasdetmeyeceği, hiç kimsenin malı
açık ve gizli yollardan alınamayacağı belirtilerek Müslümanlar arasında can ve
mal emniyetinin gereği üzerinde duruluyor.
Sonra da dini konu ve
meseleleri yetkili şahıslardan duyan, öğrenen kişilerin onları duymayan, orada
hazır bulunmayan din kardeşlerine ulaştırmalarının sünnet ve vacip olduğu
bildiriliyor. Arkasından Müslümanların ayrı zümrelere bölünüp birbirleriyle
savaşmalarının kesinlikle haram olduğu açıklanarak, İslam aleminin ancak birlik
ve dirlik atmosferi içinde varlığını ve şerefini a-yakta tutup
sürdürebileceğine işarette bulunmaktadır.
1- Mina'da
yetkili imamın, oradaki menasiki talim ve tarif eder anlam ve ölçüde bir hutbe
irad etmesi bu konularda hacıları aydınlatması sünnettir. Bu, Şafiî ile Hanbeli
mezhebine göredir.
2- Mina'da
imamın hitabede bulunmasına gerek yoktur. Çünkü Arafat'ta bu sünnet ifade
edilmekte ve gereken bilgi verilmektedir. Bu, Hanefî ve Malikîler'in görüşüdür.
3- Mina'da,
islam'ın yücelmesi, Müslümanların güven, huzur,, birlik ve dirlik içinde
yaşamaları için onlara seslenmek müstehabdır,
4- Mina'da
hacıların rahat taş atabilmeleri için onları düzene sokmak müstehabdır.
5- Cemrelere
atılacak taşları Mina'da toplayıp hazırlamakta bir sakınca yoktur.
6- Hutbenin
ya binek üzerinde bulunurken, ya da yüksekçe bir yere çıkarak irad edilmesi de
müstehabdır.
Bilindiği gibi, Hacc-ı
Kıran: Mikatta ihrama girerken hem Umre'ye hem de farz olan hacca birden niyet
etmektir. Bu durumda olan kimse, yalnız farz hacca niyet eden kimse gibi,
Mina'da Cemre-ı Akabe'ye taş atıp kurban kestikten ve tıraş olduktan sonra
ihramdan çıkabilir.
Mekke'ye gelindiğinde,
kudüm tavafından sonra sa'yedecek olursa, bu vacip olan sa'y demektir ve artık
ziyaret tavafını yaptıktan sonra sa'yetmesi gerekmez.
îbn Ömer (r.a) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen, Re-sulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu
haber vermiştir: "Hac ve umresinin arasını birleştiren, ikisini ardarda
yapan kimse için bir tavaf yeterlidir.." [490]
Diğer bir lafızla
şöyle nakledilmiştir:
"Hac ve umre için
niyet edip ihrama giren kimseye ihramdan çıkıncaya kadar bir tavaf ve bir sa'y
kafi gelir." [491]
Tabii bu arada nafile
olarak istediği kadar tavaf yapabilir. Zira "bir tavaf' tan maksat, farz
olanıdır.
Urue'den, o daAişe
(r.a.) dan rivayet etmiştir, Hz. Aişe şoyte uu-U vermiştir: "Veda
Haccı'nda Resulüllah (s.a.v.) ile beraber Mekke'ye müteveccihen yola) çıktık ve
umreye niyet ederek hramlandık. Sonra Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyur-iu; "Kiminle birlikte hedy (kurbanlık hayvan) bulunuyorsa omreyle
birlikte hacca da niyet etsin ve sonra da bu ikisinden ie ihramdan çıkmadıkça
(yalnız umreyi yapmakla) ihramdan ?ıkmasın."
Ben Mekke'ye
geldiğimde ayhali olmuş bulunuyordum. O bakımdan ne Beytullah'ı tavaf ettim, ne
de Safa ile Merve arasında sa'yedebildim. Bu sebeple durumu Hz.Peygamber'e
(s.a.v.) anlattım. Bana şöyle buyurdu: "Saçını çöz ye tara. Hac için niyet
edip ihramlan ve umreyi terket.." Ben de Öyle yaptım. Hac farizasını yapıp
tamamladığımızda, Resulüllah (s.a.v.) beni kardeşim -Abdurrahman ile beraber
Ten'im'e gönderdi. Ben orada Umre için niyet ederek ihramlandım. Resulüllah
(s.a.v.): 'İşte bu senin umren yerinedir" buyurdu.
Hz. Aişe (r.a.)
devamla diyor ki:
"Daha önce
(bizimle beraber) Umreye niyet edip ihrama girenler hem Beytullah'ı tavaf
ettiler, hem de Safa ile Merve arasını. Sonra da ihramdan çıktılar. Sonra (Hac
menasikini yapıp) Mina'dan döndüklerinde hac için bir tavaf daha yaptılar. Ama
hac ile umreyi beraber niyet edip yapanlar bir tek tavaf yaptılar." [492]
Tavus'tan, o da Aişe
(r.a.) den rivayet etmiştir: "Hz. Aişe (r.a.) umre için niyet edip
ihramlandıktan sonra Mekke'ye geldi, ama ayhali olduğundan Beytullah'ı tavaf
etmedi, diğer bütün menasiki yerine getirdi ki o hac için niyet edip
ihramlanmış bulunuyordu. Resulüllah (s.a.v.) Mina'dan dönüşlerinde ona:
"Yaptığın tavaf hac ve umren için sana elverir." Hz. Aişe ise,
herhalde umre yapmak istedi ve Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz onu kardeşi
Abdurrahman ile beraber Ten'im'e gönderdi. Böylece Hz. Aişe farz haccı yaptıktan
sonra umre için niyet edip ihramlandı." [493]
Mücahid'den yapılan
rivayete göre, Hz. Aişe (r.a.) (Mekke' ye yakın) Şerifte ayhali oldu ve
Arafat'ta temizlendi. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ona şöyle buyurdu:
"Safa ile Merve arası (daha önce) sa'yetmen senin hem haccm, hem de umren
için kafi gelir.." [494]
a)
Hanefîlere göre: Hacc-ı Kıran'a niyet eden kimse Mekke'ye gelince, önce umreye
başlar, bunun için Beytullah'ı tavaf eder, iki rek'at namaz kıldıktan sonra Safa
ile Merve arasında sa'yeder ve ihramdan çıkmaz. Bunun arkasından Kudüm
Tavafı'nı yerine getirir ve hac işin vacip olan sa'yi yapar.
Böle yapmayıp da, hac
ve umre için ardarda iki tavaf ve arkasından iki sa'y yaparsa, bu caiz olmakla
beraber sünnete aykırı olduğundan faili isaet (kötü bir iş) etmiş olur. [495]
Kudüm Tavafı'ndan
sonra Safa ile Merve arasında sa1 yetmeyen kimse, ziyaret tavafından sonra
sa'yeder ki bu vaciptir. [496]
b) Şafîîlere
göre: Bu mezhebe göre, Kudüm Tavafından sonra Safa ile Merve arasında sa'yeden
kimse, vacip olan sa'yi yapmış sayılacağından, artık ziyaret tavafından sonra
sa'yi iade etmez.. [497]
c)
Hanbelîler de aynı görüş ve içtihadı ortaya koymuşlardır. [498]
d)
Malikîler de diğer
mezheplerin görüş ve
istidlali doğrultusunda görüş beyan etmişlerdir, yani onlara göre de,
kudüm tavafından sonra sa'yeden kimse rükün olan sa'yi yerine getirmiş
olduğundan, ziyaret tavafından sonra artık sa'yetmez. [499]
611 nolu İbn Ömer
hadisini aynı zamanda Said b. Mensur mer-fu' olarak şu lafızla tahric etmiştir:
"Kim hac ile umre arasını birleştirirse, ikisi için bir tavaf ve bir sa'y
kafi gelir." [500]
Bu bapta Müslim'in ve
Ebu Davud'un Cabir (r.a.) den (r.a.)şu • lafızla yaptığı bir rivayet bulunuyor.
O da şöyledir: "Ne Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, ne de ashabı, Safa ile
Merve arasında birden fazla sa'y yapmadı.."
Ayrıca Abdurrezzak'm
isnad-ı sahih ile Tavus'tan yaptığı rivayette, deniliyor ki: "Tavus
yeminle belirtti ki, Resulüllah'm ashabından hiçbiri hac ve umresi için bir
tavaftan başka yapmadılar."
Buhari'nin de îbn Ömer
(r.a.) dan yaptığı rivayete göre: "Adı geçen hac ve umresi için sadece bir
tavaf yapmıştır.."
Buhari diğer bir
vecihle îbn Ömer'den şunu tahricen rivayet. etmiştir: "O, Resulüllah'm
(s.a.v.) hac ve umre için ilk tavanyla yetindiğini görmüştür." Bu
tavaftan maksat, nahr (kurban) gününde Ta-vaf-ı İfazedir, yani ziyaret
tavandır."
Bu rivayetlere
dayananlar diyorlar ki: "Hacc-ı Kırana niyet eden kimseye bir tavaf ve bir
de sa'yetmek kafi gelir."
Nitekim İmam Malik'e,
İmam Şafiî'ye, îshak'a ve Davud'a göre de hüküm böyledir. îbn Ömer ve Cabir'den
de böyle rivayet olunmuştur. Hz. Aişe de (r.a.) aynı görüşü açıklamıştır.
Nevevî de bu anlamda beyanda bulunmuştur. Ebu Hanife ve arkadaşları, aynı zamanda
Zeyd b. Ali de bu görüşte değillerdir. Zira bunlara göre, umre için tavaf
yapılacağı gibi, kudüm için de tavaf yanılmaktadır. Aynı zamanda biri umre,
diğeri hac için olmak üzere iki sa'yetmek de gereklidir. Nitekim Hz. Ali, îbn
Mes'ud, Şa'bi ve Nehaî'den böyle rivayet edilmiştir. Yani Hacc-ı Kırana niyet
edene iki tavaf ve iki sa'y gerekir.
Birincilerin delili
ise, hem yukarıdaki rivayetlerdir, hem de Resulüllah'm (s.a.v.): "Umre
kıyamete kadar hacca dahil olmuştur" mealindeki hadistir. Zira umre hacca
dahil olunca, herbiri için ayrı tavafa ve ayrı sa'ye gerek kalmıyor. [501]
Cemrelere taş atma
süresi üç gündür. Birinci gün Cemre-i abe'ye yedi taş atılır. İkinci ve üçüncü
günler üç cemreden her bi-jıe yedişer taş atılarak toplam üç günde 49 taş
atılmış olur. Ancak [üncü günü güneş batmadan önce Mina'dan ayrılmayanların
irdüncü güne kalmaları ve yine her üç cemreye yedişer taş atmaları [cip olur ve
böylece taşların sayısı yetmişe yükselir.
Belirtilen üç veya
dört günü Mina'da geçirip orada gecelemek üctehidlerin çoğuna göre sünnettir.
Taş attıktan sonra Mekke'ye den ve yine taş için Mina'ya dönen kimse kerahet
işlemiş olur. Anık bayramın birinci günü Cemre-i Akabe'ye yedi taş atıldıktan,
kur-ın kesip tıraş olduktan sonra Mekke'ye gidip ziyaret tavafı yapılır i
tavafı müteakip tekrar Mina'ya dönülür. Birinci gün gidemiyenler, inci veya
üçüncü gün giderler.
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir;
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz (bayramın birinci günü ziyaret tavafını yerine getirdi ve)
öğle namazını kıldığında îünün sonuna doğru yamndakilerle birlikte Mina'ya
döndü.
Teşrik günlerinin
gecelerini Mina'da kalıp geçirdi ve her gün güneş gök kubbesinden batıya
meyledince her cemreye yedi taş attı; her taşı atarken de onunla birlikte
tekbir getirdi. Birinci ve ikinci cemrenin yanında (taş attıktan sonra) epeyce
durdu, dua, tazarru' ve niyazda bulundu. Üçüncü cemreye taş atıp orada
durmadı." [502]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Abbas (r.a.),
Mina gecelerinde Mekke'de kalıp gelen hacılara su dağıtma işini düzenlemek için
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den izin istedi. Efendimiz de ona izin
verdi." [503]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz (ikinci ve üçüncü günler) güneş batıya keylettikten sonra
taş atmaya başladı." [504]
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Biz uygun zamanı bekliyorduk;
güneş batıya meyledince taşları atıyorduk." [505]
Salim'den, o da îbn
Ömer (r.a.) dan rivayet etmiştir. Adı geçen şöyle haber veriyor: 'îbn Ömer
(r.a.) birinci cemreye yedi taş attı ve her taş ile beraber tekbir getirdi.
Sonra düzce rahat bir yere doğru ilerledi ve kıbleye yönelerek uzun bir süre
öylece ayakta durdu, dua etti, ellerini kaldırdı ve sonra ikinci cemreye taş
attıktan sonra kuzey tarafına tloğru düzce rahat bir yere ilerledi; kıbleye
yönelip dua etti ve ellerini kaldırdı da uzun bir süre öylece ayakta durdu.
Sonra batn~i vadideki Cemre-i Akabe'ye taş attı, ama orada durmadı ve ayrılarak
şöyle dedi: "Ben, Resulüllah'ın (s.a.v.) işte böyle yaptığını
gördüm." [506]
Asım b. Adiy'den
yapılan rivayete göre: Adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, deve çobanlarına, Mina'da gecelemelerine ruhsat verdi ve
nahr (bayramın birinci) günü taş atmalarını, sonra ertesi ve ertesi günde (iki
günde) yine taş atmalarını ve ayrılacakları(dördüncü günde de) taş atmalarını
emretti." [507]
Diğer bir rivayette:
"Resulüllah (s.a.v.) onlara bir gün taş atmalarına, bir gün taş atmayı
terketmelerine dair ruhsat verdi’
Said b. Malik'den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimizle beraber yaptığımız hacdan dönerken bir kısmımız bir
kısmımıza şöyle diyordu: 'Yedi aş attım", "Altı taş attım". Ama
kimse kimseyi bundan dolayı ayıplamıyordu." [508]
a)
Hanefilere göre: Bayramın birinci günü Cemre-i Akabe'ye pedi taş atılır, diğer
iki cemreye atılmaz. Mekke'ye gidilip dönüldükten sonra, bayramın ikinci günü
ve üçüncü günü her üç cemreye yedişer taş atılır. Birinci ve ikinci cemrelere
taş attıktan sonra bir süre ayakta durularak dua edilir; aynı zamanda her taş
atılırken tekbir getirilir ve böylece birinci ve ikinci cemrelerin yanında
durularak dua, istiğfar edilir; kendisi, ana-babası ve hısımları, sonra da
bütün mü'minler için dua edilerek Resulüllah'a salat-ü selam getirilir. Cemre-i
Akabe'ye taş atıldıktan sonra artık orada durulmaz ve hemen sonra ayrılmak
sünnettir. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz de Öyle yapmıştır.
Üçüncü gün taş atma
nüsükü (ibadeti) tamamlandıktan sonra fecir doğmadan önce ayrılmak caizdir.
Fecir doğuncaya kadar ayrılmayan kimse, dördüncü güne kalıp her üç cemreye
yedişer taş atması vacip olur.
Mina'da taş atma
süresince geceleri de Mina'da kalmak sünnettir. Geceyi başka yerde geçirmek ise
mekruhtur. Ancak bundan dolayı bir ceza gerekmez. İmam Şafiî'ye göre ise,
vaciptir. [509]
b) Şafiîlere
göre: Bayramın birinci günü Mina'ya gidip ziyaret tavafını yaptıktan sonra
Mina'ya dönülür ve ikinci ile üçüncü günleri üç cemreye yedişer taş atılır.
Böylece taşlama vücubu yerine gelmiş olur. O gün, yani üçüncü gün güneş
batmadan önce Mina'dan ayrılmakta bir sakınca yoktur. Ama güneş batmcaya kadar
orada kalır ve ayrıhnazsa, o takdirde ertesi güne kalması ve yine her cemreye
yedi taş atması vacip olur. Mina'da bulunulduğu sürece geceleri orada kalmak
vaciptir. Aksi halde kan akıtması gerekir. Ama deve çobanlarının güneş guruba
gitmeden önce Mina dışına çıkıp başka yerde gecelemeleri caizdir. Bunun gibi
özür sahiplerinin de geceyi başka yerde geçirmelerine ruhsat verilmiştir. Güneş
battıktan sonra çıkacak olursa, yine kendilerine kan akıtmak vacip olmaz.
İkinci ve üçüncü
günleri cemrelere taş atma vakti zevaldan sonra başlar, güneşin batmasıyla
sona erer. Bazısına göre, fecir doğuncaya kadar süresi vardır. [510]
c)
Hanbelîlere göre: Mina'da taş atma süresince geceleri Mina'da kalmak bir
rivayete göre, sünnet, bir rivayete göre vaciptir. Nitekim sahih rivayete göre,
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz taş atma süresince geceleri Mina'da kalmıştır.
Bununla beraber Mina'da kalmayıp onun dışına çıkılır da başka bir yerde gece
geçirilirse, isaet (uygunsuzluk, hata) edilmiş olur, başka bir şey gerekmez.
İmam Ah-med'den rivayet edilen de budur.
Birinci ve ikinci
cemrelere yedişer taş atarken her taşla beraber tekbir getirilir ve taş
atıldıktan sonra bir süre cemrenin yanında ayakta durularak dua edilir. Üçüncü
cemreye taş atıldıktan sonra artık
orada durulmaz.
Teşrik günlerinde ancak
zevalden sonra taş atılır. Zevaldan Önce atılırsa, iadesi gerekir. Aynı zamanda
birinci ve ikinci cemrelerin önünde durulup dua etmeyi terketmekten dolayı da
bir şey gerekmez.. [511]
d)
Malikilere göre: Taş atma günlerinin gecesinde Mina’da kalmak sünnetttir. Diğer
bir rivayete göre vaciptir. Terkinden dolayı kan akıtmak gerekir. [512]
623 nolu Hz. Aişe
hadisini aynı zamanda îbn Hibban ve Hakim tahric etmişlerdir. Hadis sahihtir ve
ihticaca salihtir.
624 nolu Îbn Abbas
hadisini Tirmizi hasenlemiş ve bir benzerini Müslim, Cabir'den rivayet ederek
sahihlemiştir.
625 nolu îbn Abbas hadisi de Hz. Aişe hadisini
kuvvetlendirmekte ve konuya ağırlık kazandırmaktadır.
Aişe hadisinde,
Resulüllah'ın (s.a.v.) teşrik gecelerinde Mina'da kaldığı belirtilmiş ve cumhur
buna dayanarak teşrik gecelerinde Mina'da kalmanın vücubuna kail olmuştur.
Oysa Hz. Abbas'a ve
bir de deve çobanlarına Mina dışında kalmalarına ruhsat verilmesi, iki manaya
delalet etmektedir: Birincisi, kalmak vacip olduğu için onlara ruhsat
verilmiştir. Vacip olmasaydı ruhsat da söz konusu olmazdı, ikincisi, sünnettir,
onların bu sünneti belirtilen sebeplerden dolayı terketmelerine ruhsat
verilmiştir.
Bu bapta Ashab-ı
Sünen'in ve îbn Hibban ile Ahmed'in yaptıkları rivayette, Asım b. Adiyy'in
şöyle dediği tesbit olunmuştur: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, deve
çobanlarına Mina dışında gecelemelerine, yani Mina'da gece kalmayı
terketmelerine ruhsat vermiştir."
Cumhura göre, ruhsat
azimet mukabilindedir. O bakımdan cumhur "teşrik gecelerinde Mina'da
kalmak vaciptir" diyerek yorumda bulunmuştur.
Teşrik günlerinin
birinci, ikinci ve Mina'da kalanlar için üçüncü günü cemrelere zevaldan sonra
taş atılmasının vacip olduğu da yukarıdaki hadislerden istidlal edilmiştir.
Cumhurun da görüş ve yorumu bu anlamdadır. Ata ile Tavus'a göre, zevaldan önce
taş atmanın caiz olduğunu belirtmişlerdir.
627 noiu Salim hadisi
sahihtir. Her cemreye yedi taş atılacağına ve her taş ile tekbir getirileceğine
ve birinci cemre ile ikinci cemrenin yanında durulup dua edileceğine delalet
etmektedir.
628 nolu Asım hadisini
Tirmizî sahihlemiştir.
629 nolu Sa'd hadisine gelince: Cemrelere yediden
az taş atmanın cevazına delalet ediyorsa da, onların bu beyanlarının Resulüllah
(s.a.v.) tarafından takrir ve tasvip gördüğü hakkında bir açıklama yapılmamıştır. O
bakımdan da istidlale salih görülmemiştir. Her cemreye yedişer taş
atılmasının vücubuna ise, delalet eden sahih rivayetler mevcuttur ve cumhurun
da tesbit ve görüşü bu doğrultudadır.
1- Teşrik
günlerinin birinci ve ikinci günleri her üç cemreye yedişer taş atmak vaciptir.
2- Teşrik
günlerinin üçüncü gününe kalan kimsenin de üç cemreye yedişer taş atması keza
vaciptir.
3- Birinci
ve ikinci cemrelere taş atılırken her taş ile birlikte tekbir getirmek
sünnettir.
4- Birinci
ve ikinci cemrelere taş attıktan sonra her cemrenin yanında bir süre ayakta
durup dua etmek müstehabdır. Üçüncü cemrenin yanında durmayıp ayrılmak, yani
üçüncü cemreye taş attıktan sonra durmayıp ayrılmak sünnettir.
5- Teşrik
günlerinin birinci ve ikinci günleri taş atma işi tamamlandıktan sonra ikinci
günü kimine göre güneş batmadan, kimine göre, fecir doğmadan önce Mina'dan
ayrılmakta bir sakınca yoktur ve o takdirde taşlama nüsükü (ibadeti)
tamamlanmış olur. Ancak belirtilen süre geçtiği halde ayrılmayan kimsenin
üçüncü güne kalıp yine üç cemreye yedişer taş atması vaciptir.
6- Özür sahiplerinin geceyi Mina dışında
geçirmelerine ruhsat verilmiştir.
7- Birinci ve ikinci gün taş atma süresi, kimine
göre güneş batmcaya, kimine göre fecir doğuncaya kadar devam eder.
8- Her
cemreye yedi taş atılması vaciptir.
Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz Mina'da cemrelere taş atmayı ta-mlayınca Mekke'ye doğru hareket etmiş
ve az bir süre Muhassab tıilen yerde konaklamıştır. Ashab-ı Kiram1 m bir kısmı
Re-[üllah'm (s.a.v.) bu hareketini sünnet veya istihbap kapsamına alıp na'dan
hareket edildiğinde az bir süre Muhassab'da konaklamayı /siye etmişlerdir. Bir
kısmı ise, Resulüllah'ın burada konaklaması, sdine'ye hareket etmek için bir
kolaylık söz konusu olduğunu belir-rek, adı geçen yerde konaklamanın sünnet
veya müstehab ol-adığını belirtmişlerdir. Nitekim Hz. Aişe (r.a.) de aynı
görüştedir.
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efen-imiz öğle, ikindi akşam ve
yatsı namazlarını kıldıktan sonra [uhassab'da bir süre uyudu; sonra bineğine
binip Beytullah'a itti ve tavaf yaptı." [513]
îbn Ömer'den yapılan
rivayete göre, Pegamber (s.a.v.) Efendiniz Öğle, ikindi akşam ve yatsı
namazlarım Batha'da kıldı ve ıafif bir uyku uyuduktan sonra Mekke'ye girdi. İbn
Ömer r.a.) da (Resulüllah'ın bu fiiline uyarak) böyle yaptı.." [514]
Zühri'den, o da
Salim'den rivayet etmiştir. Şöyle ki: Ebu Bekir, Ömer ve îbn Ömer (Allah
hepsinden razı olsun) de Batha'ya inip konaklarlardı.
Zühri diyor ki:
"Urve bana haber verdi ki, Hz. Aişe (r.a.) bu hususta belirtilen şekilde
hareket etmemiş ve şöyle demiştir: "Resulüllah1 m (s.a.v.) Batha'ya inip
orada biraz uyku uyuması, sadece Medine'ye çıkış için elverişli bir yer olduğu
içindi.." [515]
Aişe {r.a.) aan
yapılan rivayete göre, aaı geçen şöyle demiştir:
"Ebtah'a inip
konaklamak sünnet değildir. Resulüllah'm (s.a.v.) oraya inip az bir süre
konaklaması, çıkmak istediği zaman çıkışa çok elverişli olduğu içindi." [516]
îbn Abbas (r.a.) dan
ycCpılan rivayete göre adı geçen şöyle demiştir:
"Muhassab'a
inmek, sünnet falan değildir. Orası sadece bir konaklama yeridir ki Resulüllah
(s.a.v.) bir süre konaklamıştır." [517]
a)
Hanefîlere göre: Mina'da taş atma işi bitince Mekke'ye ru hareket edilir ve
Muhassab adlı yere gelinerek bir süre orada Laklamr. Böyle yapmak sünnettir.
Terkinden dolayı kişi isaet ülsüz bir iş) işlemiş olur. [518]
Muhassab, Mina ile
Mekke arasında, Mina'ya daha yakın olan yerin ismidir. İki dağ arasındaki
konumu konaklamaya müsaittir, tide çokça küçük taş bulunduğu için bu isim
verilmiştir. O yere tu zamanda Ebtah ve Hayf-Beni Kinane de denir.
b)
Şafiîlerle Hanbelîler de Mina'dan ayrılınca Muhassab'da naklayıp öğle, ikindi,
akşam ve yatsı namazlarının orada ınmasmmm müstehab olduğunu belirtmişlerdir.
Nitekim Sünnet-i sulüllah'a çok bağlı olan İbn Ömer de öyle yapmıştır. [519]
c)
Malikilere göre: İmam Malik bu konuda Nafi'den ve bir de a Ömer'den iki
rivayette bulunarak Muhassab'da bir süre konakla-anın ve namaz vakti değilse,
namaz vakti girinceye kadar bekleyip imaz kıldıktan sonra ayrılmanın müstehab
olduğunu belirtmiştir. [520]
Bu konudaki hadisler
sahihtir. Ayrıca İmam Ahmed'in yaptığı /ayete göre, Hz. Aişe bu konuda şöyle
demiştir: "Vallahi Resulüllah ,a.v.) Muhassab'a ancak benim için
konakladı.." Diğer yandan üslim, Ebu Davud ve diğer muhaddislerin Ebu
Rafı'den yaptıkları vayete göre, adı geçen sahabinin şöyle dediği
belirtilmiştir: tesulüllah (s.a.v.) Efendimiz, Mina'dan çıktığında bize
Ebtah'da ko-ıklamamızı emretmedi.. Ama ben o yere geldiğimde Resulüllah'ın
ıdırını kurdum ve o da gelip konakladı."
Şüphesiz Resulüllah'm
(s.a.v.), kurulan çadıra itiraz etmeyip in-esi ve Ebtah'ta konaklaması, o yerde
konaklamanın istihbabma de-.let eder. Nitekim Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den
sonra dört halife 3 böyle yapmışlardır.
Bu bapta bir de Üsame
b. Zeyd'deıı yapılan sahih bir rivayet söz Miusudur.
1- Taş atma
menasiki (ibadeti) tamamlanınca Mina'dan ayrılıp lekke'ye hareket edildiğinde
yol üzerinde Muhassab ve Ebtah deni-în mevkide bir süre konaklamak
müstehabdır.
Hac menasiki
(ibadetleri) tamamlandıktan sonra son olarak Kabe'ye gidip yanağı ve göğsü o
kutsal mabede dayayarak dua, niyaz ve tazarru'da bulunmak müstehabdır. Nitekim
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Öyle yapmış ve ashabı da O'nun bu sünnetine
uyarak bu kutsal mabedle teberrüklenmeyi ihmal etmemişlerdir. Ancak Resulüllah
(s.a.v.) Kabe'nin içine girip dua ve niyazda bulunmuş da sonra bu hareketin
ümmetine bir sıkıntı getireceğinden endişe etmiştir.
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz gözü aydınlık, neşesi yerinde olduğu halde yanımdan ayrılıp
dışarı çıktı ve sonra üzüntülü bir halde döndü. Kendisinden bunun sebebini sorduğumda
şöyle buyurdu: "Doğrusu Kabe'ye girdim. Keşke öyle yapmasaydım. Korkarım ki
(böyle yapmakla) kendimden sonra ümmetime yorgunluk vermiş olacağım." [521]
Üsame 6. Zeyd (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle diyor ki:
"ResulüUah (r.a.)
Efendimizle beraber Beytullah'a girdik, Efendimiz oturdu ve Allah'a ha m d
etti, medh-u senada bulun-u; tekbir ve tehlil getirdi. Sonra kalktı ve
Beytullah'm kendi-ine taraf olan kısmına yaklaştı yanağını, göğsünü ve iki
elini [zerine koyup dayadıktan sonra tehlil, tekbir getirdi; dua etti e sonra
bütün rükünlerde aynı şeyi yaptı. Sonra çıkıp :apıda kıbleye yönelmiş bir halde
durdu ve şöyle buyurdu: İşte bu kıbledir.." ve bu cümleyi iki veya üç defa
ardarda öyledi." [522]
Abdurrahman b. Safvan
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı ?eçen şöyle haber vermiştir:
"ResulüUah (s.a.v.) Efendimiz Mekke'yi fethedince O'na doğru gittiğimde
Kabe'den çıkarken karşılaştık ki ashabı da Beytullah'ı ta Hatîm'e kadar istilam
edip ResulüUah (s.a.v.) onların arasında bulunduğu bir halde onlar yanaklarını
Beytullah'm üstüne koyup dayamışlardı." [523]
İsmail b. Ebi Halid'den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle diyor:
"Ben Abdullah b.
Ebi Evfa'ya sordum, dedim ki: "ResulüUah (s.a.v.) Efendimiz umre yaparken
Beytullah'a girdi mi? O bana: "Hayır.." diye cevap verdi." [524]
642 nolu Hz. Aişe
hadisini aynı zamanda İbn Huzayme ve Hakim tahric edip sahihlemişlerdir.
Böylece Resulüllah'ın (s.a.v.) Kabe'nin içine girip dua ettiği anlaşılıyor,
643 nolu Üsame
hadisinin ricali, rical-i sahihtir ve rivayetin aslı Müslim'de nakledilmiştir.
Şöyle ki: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Beytullah'm içinde namaz kılmadı;
ama onun etrafında tekbir getirdi." Burada "onun etrafında"
sözünden maksat, Kabe'nin iç tarafları olabilir.
644 nolu Abdurrahman
hadisinin isnadında Yezid b. Ebi Zi-yad bulunuyor ki, onun rivayetiyle ihticac
olunmaz. [525] Ancak Zehebî onun saduk
ve hıfz ehlinden olduğuna dikkat çekmiştir. [526]
Bununla beraber bu zat hakkında çok şeyler söylenmiştir. O bakımdan onun
rivayetiyle ihticac etmemek daha doğru olur.
Hz. Aişe hadisinden
anlaşılıyor ki, ResulüUah (s.a.v.) Efendimiz, Mekke'nin fethinde Kabe'nin
içine girdiği gibi, Hz. Aişe ile birlikte yaptığı hacda da Kabe'nin içine
girmiştir. Çünkü fetih yılında Hz. Aişe, ResulüUah (s.a.v.) ile beraber
bulunmuyordu.
Bununla beraber ilim
adamlarının çoğu, Resulüllah'ın (s.a.v.) sadece fetih yılında Kabe'nin içine
girdiğini belirtmişlerdir. Ancak bu sahih hadis o görüşü reddetmektedir. Ama
umre yaptığında Kabe'nin içine girmediği de çeşitli kaynaklardan
öğrenilmektedir. Nitekim Abdullah b. Ebi Evfa hadisi buna açık biçimde delalet
ediyor.
Rivayetten çıkarılan
hüküm ise şöyledir: Kabe'nin içine girmek, haccm menasikinden değildir.
Cumhurun de mezhebi budur. Bunun müstehab1 olduğunu söyleyenler de olmuştur.
Delilleri ise, tbn Huzayme ve Beyhaki'nin tahric ettikleri şu rivayettir:
"Kim Beytullah'm ine girerse, cennete girmiş olur ve oradan bağışlanmış
olarak çıkar." İbn Abbas'dan rivayet edilen bu hadisin isnadında Abdullah
b. Lüemmil bulunuyor ki bu zat zayıftır. Nitekim îbn Main ve Ahmed Hanbel onun
zayıf ve münkerü'l-hadis olduğunu belirtmişlerdir, Zehebi bu zatla ilgili
rivayetleri toplayıp geniş bilgi vermiştir. [527]
Sahih rivayetlerden,
Kabe'nin üstüne (duvarına, kapısına) ya-ak ve göğsü koyup dua, niyaz ve
tazarru'da bulunmanın müstehab tduğu anlaşılıyor. Ashab-ı Kiram'in da daha çok
rükünle kapı rasına yaklaşıp yanak ve göğüslerini dayadıkları söz konusudur.
Zemzem kuyusu, ilahi
bereketi yansıtan kaynaklardan biridir. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bu suyu
kutsal saydığı için kıyamete kadar o kutsaldır, mübarektir. Şüphesiz Mekke
vadisini seçip ilk ibadet yerinin orada yapılmasını emreden Cenab-ı Hak,
milyonlarca mü'minin o beldeye gelip haccedeceğini ezeli ve ebedî ilmiyle
tesbit edip ona göre Zemzem suyunun kaynağını hazırlamıştır. Bugün milyonlarca
hacı o kaynaktan kanasıya içmekte ve fakat kaynakta bir eksilme meydana
gelmemektedir.
Aynı zamanda Zemzem
suyunun birtakım manevi Özellikleri yanında kimyevi özellikleri de söz
konusudur. Açlığı giderici, sindirim sistemini düzenleyici hassaları bunlardan
biridir.
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Zemzem suyu ne niyetle içilirse ona göre (fayda sağlar)." [528]
Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, 'adı geçen (Mekke'den ayrılınca) beraberinde Zemzem suyu
taşır ve Resulüllah (s.a.v.) Efen-dimizm de taşıdığım söylerdi. [529]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre: Resulüllah (s.a.v.) fendimiz su dağıtanların yanına
geldi ve su istedi. Hz. bbas: "Ya Fazl! Annene git de Resulüllah için onun
anındaki içecekten getir" dedi. Resulüllah yine: "Bana su ver"
îye emretti. Bunun üzerine Abbas (r.a.) şöyle dedi: Ya Resu-ıllah! Şu gördüğüm
insanlar ellerini bu suya sokuyor, ulaştırıyorlar.." Efendimiz: "Su
dağıtımı hususunda işinize evam edin; çünkü siz salih amel üzere
bulunuyorsunuz" buy-rduktan sonra şöyle ilave etti: "Eğer siz su
dağıtıcılara ga-îbe edilip (müşkil durumda bırakılmanız) endişesi olma-aydı,
ipi boynumun üzerinden kaldırıp bırakmcaya taşıyamaz duruma gelinceye) kadar
(kuyuya) inerdim." [530]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah
(s.a.v.) öyle buyurmuştur:
"Bizimle
münafıklar arasındaki belirti, alamet, onlar hemzem suyuyla kanmazlar." [531]
Yine îbn Abbas (r.a.)
dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Zemzem suyu ne için içilirse ona göre yarar sağlar: Şifa arzusuyla
içersen Allah sana şifa verir; açlığını gidermek niyetiyle içersen Allah seni
doyurur; susuzluğu kesip gidermek için içersen, Allah senin susuzluğunu onunla
kesip giderir. Zemzem, Melek Cebrail'in açtığı çukurdur, İsmail'in su içtiği
yerdir." [532]
Mezhep imamlarının
hepsi, özellikle tavaftan sonra Zemzem suyu içmenin müstehab olduğunu belirtmiş
ve buna muhalefet edeni
olmamıştır.
Kuyunun başına gelip
kanasıya içmek ve içerken de şöyle dua. etmek sünnet anlamına tavsiye
edilmiştir: "Allah'ım! Senden geniş rızık, faydalı ilim ve her derde şifa
diliyorum."
Sair zamanlar da bu
sudan yeteri kadar yararlanmak ve Mekke'den ayrılırken, imkan nisbetinde ondan
bir miktar taşımak müstehabdır.
653 nolu Cabir
hadisini aynı zamanda îbn Ebi Şeybe, Beyhakî, Darekutnî ve Hakim tahric
etmişlerdir. el-Münzirî ile Dimyatı ise bunu sahih]amişlerdir. îbn Hacer de
hasenlemiştir. Ancak isnadında Abdullah b. Müemmil bulunuyor ki bu zat
zayıftır. [533]
Ayrıca bu hadisi
Beyhâki başka bir tarikle Cabir'den rivayet :tmiş bulunuyor ki, onun da
isnadında Süveyd b. Said bulunuyor ve u zatın cidden zayıf olduğu
belirlenmiştir. [534]
Bununla beraber bu tat gözlerini kaybetmeden önce rivayetine itibar edilir
diyenler de vardır.
654 nolu Aişe hadisini
Beyhakî tahric edip Hakim sahihlemiştir. İstidlale salih bulunuyor.
655 nolu İbn Abbas
hadisini aynı zamanda Darekutnî ve Hakim, İbn Ebî Müîeyke tarikiyle tahric
etmiştir. Şöyle ki: "Bir adam İbn Abbasm yanına geldi ve sordu:
"Nereden geliyorsunuz?" O da: "Zemzem suyundan içtim, oradan
geliyorum" dedi. O da: "Nasıl içtiniz?" diye sorunca, İbn Abbas:
"Layık olduğu şekilde içtim" diye cevap verdi. Adam: "Peki layık
olduğu şekil nasıl oluyor?" deyince, ibn Abbas şu cevabı verdi:
"Zemzem suyundan içerken kıbleye yönel, Allah'ın ismini an ve üç nefesle
iç, kanasıya kadar içmeye devam et. [İçtikten sonra Allah'a ham d et. Çünkü
Resulüllah (s;a.v.) Efendimiz: Ttizimle münafıklar arasındaki alamet, onlar
Zemzem suyundan içerler ama bir türlü kanmazlar." buyurmuştur.
656 nolu İbn Abbas
hadisini aynı zamanda Hakim tahric etmiş ve Darekutnî şu fazlalıkla rivayet
etmiştir: "Allah'a sığınarak içersen, Allah seni korur."
Bu bapta Ebu Davud'un
Ebu Zer (r.a.) den yaptığı bir rivayet bulunuyor. Resulüllah fs.a.v.) Efendimiz
şöyle buyurmuştur: "Zemzem mübarektir. Şüphesiz bu su, aç olanın gıdası,
hasta olanın şifasıdır."
1- Zemzem
suyu mübarektir ve kutsaldır.
2- Özellikle tavaftan sonra iki rek'at namaz
kılınınca ondan içmek müstehabdır.
3- Mekke'den
ayrılırken beraberinde zemzem suyu taşımasında bir sakınca olmadığı gibi, böyle
yapmanın müstehab olduğunu söyleyenler çoğunluktadır.
4- Zemzemi
kıbleye yönelerek üç nefeste içmek de sünnet veya müstehabdır.
5- Zemzemden
kanasıya kadar içmek müstehabdır.
6- Zemzemi
oturarak içmekte bir sakınca olmadığı gibi, ayakta durup içmekte de bir sakınca
yoktur.
7- Zemzem
içerken besmele çekmek ve içtikten sonra Allah'a hamd etmek sünnettir.
8- Zemzem
suyu dağıtmak saiih amellerden biridir.
9- Zemzem
suyunu içerken belirtilen duayı yapmak sünnettir.
10- Zemzem
içerken şifa, rızık, ilim ve rahmet dilemek müstehabdır.
11- Zemzem
suyunun fışkırdığı çukur Melek Cebrail tarafından açılmıştır. O bakımdan da
kutsal sayılmıştır.
Hac menasikini
(ibadetlerini) tamamlayan ve Mekke'den Ümaya azmeden hacı, son olarak veda
tavafı yapar ve öylece Kut-jKabe'ye ve kutsal topraklara veda ederek ayrılır.
Şüphesiz bu ta-[ hac ibadeti süresince Cenab-ı Hakk'a verilen sözde, yapılan
tevbe İstiğfarda sebat edilmeye âzmedildiğinin bir belirtisi ve Kabe'ye olan
bağlılığının, saygı ve ta'zimin bir başka misalidir.
İbn Abbas (r.a.J dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi mistir:
"İnsanlar (hac
menasikini tamamladıktan sonra) her eh (yön ve durum) ile ayrılmaya yöneldiler.
Bunun üzerine îsulüllah (s.a.v.) Efendimiz onlara şöyle buyurdu: "Sizden ç
kimse, Beytullah ile son ahdini (sözünü, bağlılık ve sadak-ini) yerine
getirmeden ayrılmasın." [535].
Diğer bir rivayette
şöyle denilmektedir: "İnsanlara, Beytul-h'a son ahîdlerinî (söz ve
bağlılıklarını) yerine getirmeleri nredüdi." Ancak ayhali kadından (bu
vecibe kaldırılıp) hafifletirdi.
Yine îbn Abbas (r.a.)
dan yapılan bir rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
" Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz, daha önce ziyaret tavafım yerine getiren, ayhali kadına
tavaf-ı sadr (veda tavafı) yapmadan ayrılmasına ruhsat verdi." [536]
a)
Hanefîlere göre: Mina'da taş atma ibadetim tamamlayan kimse Mekke'ye gelir ve
veda tavafı anlamına gelen tavaf-ı sadri yerine getirir ki bu onun Kabe'ye
olan son ahdi kabul edilir. Bu tavaf vaciptir. Bunun biri cevaz, diğeri
istihbab olmak üzere iki vakti vardır. Birincisi, ziyaret tavafından sonra,
ayrılmaya azmettiği vakittir. Ne kadar kalacağım belirlemeden Mekke'de
ikametini uzatsa bile yine de yaptığı tavaf,ile vacibi yerine getirmiş olur. Böylece
ikamete niyet etmeksizin Mekke'de bir yıl bile kalsa, ayrılacağı zaman bu tavafı
yaparsa, onu eda etmiş kabul edilir. Çünkü bu tavafın sonu için . bir sınır
konulmamıştır. İkincisi, bu tavafı yola çıkmaya azmettiği zaman yapması
müstehabdır. Hatta Ebu Hanife'ye göre, Tavaf ettikten sonra hemen ayrılmaz
yatsı vaktine kadar kalırsa, yine bir tavaf yapıp öylece ayrılması müstehabdır.
[537]
Veda tavafını nahr
(kurban kesme) günleri çıktıktan sonra yapmakta bir sakınca yoktur.
Umre yapanlar için
veda tavafı vacip değildir. Bunun gibi Mekke yerlileri ve mikatlar dahilinde
oturanlar için de vacip değildir. Aynı zamanda ayrılırken loğusa veya ayhali
olan kadınlara da vacip alınmamış, onlara bu konuda ruhsat verilmiştir.
Ayrıca Arafat'ta
belirlenen vakit içinde vakfe yapamayıp hac fa-izasmı kaçıran kimseye de bu
tavaf vacip değildir.
Ayhali olan kadın
Mekke'den ayrılmadan temizlenirse, o tak-lirde sözü edilen tavafı yapıp öylece
ayrılması vacip olur. Mekke'den )ir konak kadar ayrıldıktan sonra temizlenen
kadının dönmesine ta*tık gerek yoktur.
Veda tavafını yapmadan
Mekke'den ayrılan kimse, mikatı jjeçmemişse, dönüp yapması gerekir. Aksi halde
bir kan akıtması vacip olur. ,
Veda tavafını
yaptıktan sonra Makam-ı İbrahim'e gelip iki rek'at namaz kılmak ve arkasından
kıbleye yönelip üç nefesle zem-gem suyundan içmek de müstehabdır. [538]
b) Şafiîlere
göre: Hac menasikini' (ibadetlerini) tamamlayıp Mekke'den çıkmak isteyen
kimsenin veda tavafı yapması vaciptir ve bu tavafı yaptıktan sonra Mekke'de
evlenmez. Bu tavafı terkeden kimsenin bir kan akıtması vacip olur. Bir kavle
göre, veda tavafı sünnettir, terkinden dolayı kan akıtmak gerekmez. Vacip
olduğunu söylersek, onu yapmadan Mekke'den çıkan kimsenin kasr mesafesini
aşmadan geri dönmesi gerekir.
Ayhali olan kadının
veda tavafı yapmaksızın Mekke'den çıkıp hareket etmesinde bir sakınca yoktur.
Aynı zamanda hac
vazifesi tamamlandıktan sonra Zemzem suyundan içmek ve Medine'ye gidip
Resulüllah'm (s.a.v.) kabrini ziyaret etmek sünnettir. [539]
c) Hanbelîlere
göre: Mina'dan Mekke'ye gelen kimsenin ayrılmadan önce Kabe'yi yedi defa tavaf
etmesi, yani yedi şavt olarak tavafta bulunması ve arkasından iki rekat namaz
kılması vaciptir. Terkeden kimsenin bir kan akıtması gerekir. Ancak ayhali
kadın hakkında bu hüküm hafifletilmiş ve
veda tavafı yapmadan ayrılmasında bir sakınca olmadığı belirtilmiştir.
Evi Mekke'de olan
kimse için veda tavafı yoktur.
Veda tavafı yaptıktan
sonra ayrılmayıp ticaretle meşgul olursa, dönüp yeniden veda tavafı yapması söz
konusudur. İmam Malik de aynı görüştedir. Aksi halde vacibi terketmiş sayılır.
Veda tavafı yapmadan
Mekke'den ayrılan kimsenin, bir kasr mesafesi aşmamışsa, geri dönüp bu vacibi
yerine getirmesi gerekir. Bu mesafeyi aşmışsa, artık bir kan akıtması vacip
olur. [540] imam Malik'e göre, veda
tavafı sünnettir. [541]
660 nolu İbn Abbas
hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir. Veda haccı yapmadan ayrılmamalarını
emreden Resulüllah'ın (s.a.v.) bu beyanı vücuba delalet etmektedir.
Şüphesiz bu konuda
sözü edilen tavafın yapılması için Resulüllah'm (s.a.v.) emri ve yapmadan
ayrılanları men'etmesi ve bizzat kendisinin bu tavafı yerine getirmesi, onun
vücubuna delalet etmekte ve diğer ihtimalleri bertaraf edecek bir kuvvet arz
etmektedir. İbn Hacer de aynı görüştedir. Ancak ayhali olan kadın istisna
edilmiştir.
Bu bapta Buharî ve
Müslim'in Hz. Aişe (r.a.) dan yaptığı bir rivayet daha bulunuyor ki, ayhali
olan kadınla ilgilidir. Şöyle ki: "Safıyye bint Huyey (r.a.) ziyaret
tavafım yaptıktan sonra ayhali oldu. Ben durumu Resulüllah'a arzettiğimde
Efendimiz sordu: "Yoksa o bizi hareketten alıkoyacak mı?" Ben de:
"Ya Resulallah! Şüphesiz Safıyye ziyaret tavafım yaptıktan sonra ayhali
oldu" diye cevap verdim. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdu: "O
takdirde Mekke'den ayrılabilir." [542]
Yine Buhari, Ebu
Davud'un ve Tirmizi'nin yaptıkları rivayette, Resulüllah'm (s.a.v.) ayhali olan
kadının veda tavafını yapmadan Mekke'den hareket etmesine ruhsat verdiği
belirtiliyor. [543]
Bunun hilafına Ömer b.
Hattab, îbn Ömer ve Zeyd b. Sabit'in (r.a.) ziyaret tavafım yaptıktan sonra
ayhali olan kadının veda tavafı yapmadan ayrılmasının caiz olmadığını ve o
bakımdan temizleninc-^ kadar Mekke'de kalmasının gerektiğini söylemişlerdir.
Yapılan ciddi
araştırmalara göre, İbn Ömer (r.a.) ile Zeyd b. bit bu görüşlerinden riicu1
etmişlerdir. [544] Nitekim Ebu Cafer
et-Tahavî, 667 nolu Hz. Aişe hadisiyle Hz. Ömer'in (r.a.) rivayeti
neshedilmiştir diyerek ayhalinde olan kadının ayrılmasına ruhsat verdiğini
belirtmiştir. Aynı zamanda Zeyd b. Sabit, İbn Abbas'a böyle bir fetva
vermesinden dolayı serzenişte bulunmuş ve İbn Abbas (r.a.) a, Efendimizin
ruhsat verdiği kadından durumu sormasını tavsiye mistir. O da sorunca, ruhsat
verildiğini öğrenmiş ve gelip îbn ıbas'a verdiği fetvada haklı olduğunu söyleyerek
kendi görüşünden cu' ettiğini belirtmiştir. [545]
Bu bapta bir diğer
hadisi ise, Nesâî ve Tirmizî tahric etmiş, Ha-m ise sahihlemiştir. İbn Ömer
(r.a.) şöyle demiştir: "Hacceden msenin son ahdi Beytullah'ı tavaf olsun.
Ancak ayhali olan idin müstesna; çünkü Resulüllah (s.a.v.) onun için ruhsat
srmiştir."
1- Hac
menasikini (ibadetlerini) tamamlayan
kimsenin, [ekke'den ayrılacağı vakit veda tavafı yapması, üç mezhebe göre ıcip,
Maliki mezhebine göre, sünnettir.
2- Mekke'den
ne zaman hareket edeceğini belirlemeyen kimse, ada tavafını yaptıktan sonra bir
yıl bile kalsa, bu tavafı geçerlidir, ncak ayrılacağı vakit bir daha gelip
tavaf etmesi müstehabdır. Bu, tanefîlere göredir.
3- Veda
tavafını yapmadan Mekke'den hareket eden kimse, mi-atı geçmemişse, diğer görüş
ve içtihada göre, kasr mesafesini şmamışsa, geri dönmesi gerekir ve o takdirde
kan akıtmasına lüzum almaz. Kasr mesafesini veya mikatı aşmışsa, artık dönse
bile bir ıayvan kesmesi vacip olur.
4- Ayhali
olan kadın, ziyaret tavafını yaptıktan sonra adet kanı gelmeye başlamışsa, o
takdirde veda tavafı yapmak için temizlen-, meyi beklemeden ayrılabilir. Bundan
dolayı da kendisine fidye gerekmez.
5- Veda
tavafını yapan kimsenin artık Mekke'de kalması söz konusu değildir. Kaldığı takdirde
yeniden tavaf yapması gerekir. Bu, Şafülerin görüşüdür.
6- Veda
tavafından sonra Makam-ı İbrahim'e gelip iki rek'at namaz kılmak ve arkasından
Zemzem suyundan içmek müstehabdır.
7- Evi
Mekke'de olan veya Mikat dahilinde bulunan kimselere veda tavafı vacip
değildir.
8- Veda
tavafından sonra, rükün ile kapı arasındaki kısma yanağı ve göğsü dayayıp dua
ve niyazda bulunmanın da müstehab olduğunu söyleyenler vardır.
9- Sırf umre için Mekke'ye gelen kimseye veda
tavafı vacip değildir.
Kurban kesmek, Allah'a
yakın olma arzusunu göstermenin bejinden biridir. Bir yandan mali ibadet
kapsamına girerken, diğer yandan toplum bünyesindeki açıklıkları kapamaya,
mü'minleri bine daha çok yaklaştırmaya ve fakir aileleri sevindirmeye ik bir
vecibedir. Böylece kurban da zekat ve sadaka, yardım ve bağış gibi sosyal
adaleti takviye etmekte ve paranın, servetin amaç iığını, bunların birer araç
olduğunu vurgulamakta; insanlardan faydalı ve hayırhah olmanın ölçülerinden
birini ortaya koymaktadır.
Tarih boyunca hak ve
batıl dinlerde kurban kesmeye yer veril-i ye yaygın bulunduğu bilinmektedir.
Ancak kurban konusu sadece kan akıtmak suretiyle değil, tahıl ve meyvaları da
kurban etme bin bazı ilkel kavimlerde cari olduğunu tarihçiler nakletmektedir.
Yapılan araştırmalara göre Paleolitik (taş devrinin eski za-!an) devrinden
itibaren tanrılara hayvan, insan ve adak hediyeleri kurban olarak sunulurdu.
Hatta hayvanların rengi bile, kurban edilecek tanrılara göre değişirdi.
İslam dini her kötü
adeti yıkıp kaldırdığı gibi, hem tanrı diye an eşyayı yasaklayıp kaldırdı, hem
de onlara kesilen kurbanların haram olduğunu, küfrü gerektirdiğini belirterek
kurbanın iz Allah'ın rızasına ermek doğrultusunda fakir ve muhtaçları, ev mı sevindirmeye
ve güçlendirmeye yönelik bir anlam taşıdığını ^a koydu.
Bazı tesbitlere göre,
kurban kesme sünneti Adem Peygamber'e, tesbitlere göre ibrahim Peygambere
dayanır. Ancak Kur'an-ı Ke-Maide-Suresi 27. ayette Adem'in iki oğlunun birer
kurban kestik-Lden ve Saffat Suresi 102. ayette de İbrahim Peygamber'in üğü
rüya üzerine oğlunu kurban etmek istediğinden söz edilmektedir. Böylece kurban
sünnetinin Adem Peganıber'e kadar uzandığı nlik arzetmekte ve hak dinden
uzaklaşan kavimlerde bu sünnetin yozlâştığı anlaşılmaktadır
islam Dini, onu asıl
hüviyetine kavuşturarak birtakım kuralla-ağlamış ve böylece toplum yapısında
yardımlaşmanın bir başka lini sergilemiştir.
Bir yandan bayramın
birinci günü Harem topraklarında Hacc-ı Kıran veya Hacc-ı Temettü a niyet edip
hac ibadetlerini yerine getirenlerin birer kurban kesmeleri vacip kılınırken,
hacca gitmeyen müslümanlarm yine bayramın ilk üç veya gört gününde mali imkanları
elverdiği takdirde kurban kesmeleri kimine göre vacip, kimine göre sünnet
kılınmıştır.
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Bir adam, Hz.
Peygambere (s.a.v.) geldi ve şöyle dedi: "Benim üzerime bedene (deve veya
sığır kesmem) gerekmektedir ve bunu alacak mali imkana sahip bulunuyorum;
ancak satın alacağım bir bedene bulamıyorum.." Bunu üzerine Re-sulüllah
(s.a.v.) Efendimiz ona, yedi koyun satın alıp kesmesini emretti." [546]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle Silgi vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, deve ve sığırı kurban ola-r'ak kesme hususunda bizden her
yedi kişinin biraraya gelip bir deve veya sığır kesmemizi emretti." [547]
Diğer bir rivayette
şöyle belirtilmiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) bize şöyle buyurdu: Her yedi kişi bir bedenede müşterek olsun."
el-Burkanî bunu
Şeyhayn'in şartı üzere rivayet etmiştir. [548] Bir
başka rivayette ise şöyle buyurulmuştur:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimizle beraber yaptığımız hac e umrede her yedi kişi bir bedeneyi
müştereken kestik."
Bunun üzerine bir
adam, Hz. Oabir'e (r.a.) sordu: "Develerde yedi kişi ortak olduğu gibi,
sığırda da olunabilir mi?" Cabir (r.a.) ona şu cevabı verdi: "Sığırda
ancak bede-neden sayılmaktadır." [549]
Huzayfe (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz yaptığı haccında müslümanlardan yedi kişiyi bir
sığırda ortak kıldı." [550]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen ş diyor ki:
"Bir seferde
Resulüllah (s.a.v.) ile beraber bulunuyorduk; kurbanlık hayvanlar hazır oldu ve
biz sığırı yedi kişiden yana, deveyi ise on kişiden yana kestik." [551]
a)
Hanefîlere göre: Hür, müslim, mukîm ve mali imkanı olan herkesin Kurban
Bayramı'nda bir hayvan kesmesi vaciptir. Ebu Yusuf a göre sünnettir. Ebu Cafer
Tahavî'nin tesbitine göre, İmam Ebu Hanife'ye göre vacip, imameyne göre
sünnettir. [552]
Udhiye (kurbanlık
hayvan) ya koyun-keçi, ya da bedene (deve ve sığır) olarak belirlenmiştir. Bir
deve veya sığırı bir kişi kendi adına kesebileceği gibi, yedi kişi de ortak
olarak kesebilirler. Aynı zamanda bir deve veya sığırda yedi kişiden az
kimseler de ortak olup kesebilirler. Eti ise tartıyla taksim edilir. [553]
b) Şafîîlere
göre: Kurban kesmek sünnettir; ancak onu adamak suretiyle vacip olur. Kurban
ancak deve, sığır, koyun ve keçiden sahih olur. Deve ve sığır yedi kişinin
ortaklığına bedel kurban olur; koyun ve keçi ise, sadece bir kişi için kurban
olur. Ama her kişinin bir koyun kesmesi efdaldır, yani bir sığır veya devede
ortak olmaktansa yalnız başına bir koyun kesmesi daha üstün sayılmıştır. [554]
c)
Hanbelîlere göre: Bu mezhebin imamlarına göre de, koyun ve keçi bir kişi için,
deve ve sığır yedi kişi için kurban olur. [555]
d)
Malikîlere göre de koyun ve keçi bir kişi için; sığır ve deve yedi kişi için
kurban olur. [556]
Böylece bu konuda dört
mezhebin ittifakı vardır ve 676 nolu İbn Abbas hadisiyle ihticac eden
olmamıştır.
671 nolu îbn Abbas
hadisinin ricali rical-i sahihtir. Bunun sıhhatma şehadet eden bir diğer hadisi
ise, Müslim Cabir1 den şöyle rivayet etmiştir: "Hudeybiye yılında
Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber bir deveyi yedi kişi için nahr ettik
(ayakta kestik), sığırı da öyle.." Ayrıca 675 nolu Huzeyfe hadisi de buna
şehadet etmektedir.
Bu konudaki hadislerin
tamamı, yedi kişinin bir deve ve sığırda ortak olmasının cevazına delalet
ettiği gibi, bu yedi kişinin ister kurban kendisine gerekli olan, ister
tetavvu' niyeti taşıyan, ister sırf eti için ortak olan kimselerden oluşması
fark etmez. Ancak Ebu Hanife iştirakçilerin hepsinin tekarrup
niyetiylekatılmasının şart olduğunu belirtmiştir. İmam Züfer ise, yedi kişinin
de bu husustaki belirledikleri sebeplerin bir olmasını şart olarak
göstermiştir.
İmameyn görüşünde ise
kolaylık vardır.
Kesilen hayvan ister
hacc-ı kıran, ister hacc-ı temettü', isterst tavvu' niyetiyle kesilsin, etinden
yemekte, yani o hayvanı kurbar arak kesen kimsenin onun etinden yemesinde bir
sakınca yoktur tıcak adak ve ceza kurbanları böyle değildir. Onların etinin
tamam kir ve muhtaçlara dağıtılır.
Konuyla ilgili
hadisler
Cabir (r.a.) den
rivayet edilen hadiste, adı geçen şöyle haber veriştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz haccetti.. Sonra kurbanlık ayvanların kesildiği yere döndü
ve altmış bedeneyi kendi liyle kestikten sonra geri kalanlarını Ali'ye (r.a.)
verdi ve edyinde (kurbanlık hayvanında) ona ortak eyledi.. Sonra da er
bedeneden bir parça alınmasını emretti. Kesilen parça et-îr bir çömleğe kondu
ve pişirildi. Resulüllah (s.a.v.) Efendi-aiz ile Hz. Ali (r.a.) pişirilen etten
yediler ve çorbasından içtiler." [557]
Cabir (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir;
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz ikisi hicret etmeden önce, biri de hicretten sonra üç hac
yapmıştır. Hicretten sonraki hac ile beraber umre de yapmıştır. (Bu haccında)
otuzüç tane bedene sevketmişti. Bu sırada Hz. Ali (r.a.) de geri kalanını
Yemen'den beraberinde getirmişti ki, içlerinde Ebu Leheb'e ait burnunda gümüş
halka bulunan bir erkek deve bulunuyordu ki Hz. Ali de onları nahr etti,
(kesti). Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz her bedeneden bir parça et alınmasını
emretti. Böylece o parça etler pişirildi ve Resulüllah onun çorbasından
içti." [558]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle
demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimizle beraber zilkadenin bitmesine beş gün kafla (Medine'den)
çıktık ve ancak haccetmeyi düşünüyorduk. Mekke'ye yaklaştığımızda, Resulüllah
(s.a.v.) beraberinde hediy (kurbanlık hayvan) bulunmayan kimselere, tavaf
yapıp Safa ile Merve arasında sa'yettikten sonra ihramdan çıkmalarını emretti.
Bayramın birinci günü
ise, beraberinde sığır eti olduğu halde yanımıza geldi. Ben O'na: "Bu
nedir?" diye sordum. "Bu, Resulüllah'm (s.a.v.)
kendi zevcelerinden yana
kestiği kayvanların eti) dir" denildi. [559]
Hz. Aişe (r.a.) bu
seferinde hacc-ı kırana niyet etmiş bulmuyordu ki, karın'ın yani hacc-ı kırana
niyet edenin kendisi ^in kesilen kurbanlık hayvanın etinden yemesinde bir
akınca olmadığı anlaşılıyor.
a) Hanefîlere göre: Hacda tetavvu' olarak
kestiği hayvanın itinden yemesi müstehab olduğu gibi, hacc-ı temettü' ve hacc-ı
arandan dolayı da kestiği hayvanın etinden yemesi müstehabdır. îunların dışında
kalan adak ve ceza kurbanlarından yiyemez. Çünkü ınlar keffaret kanlarıdır (ve
herhalde tamamının muhtaç ve fakirlere lağıtılması gerekir). [560]
b) Şafîîlere
göre: Tetavvu' kurbanından kişinin yemesi caizdir. Diğer vacip olan
kurbanlardan yiyemez, O bakımdan hacc-ı kıran jeya hacc-ı temettü'den dolayı
kesilen kurbandan da yemesi caiz değildir.[561]
c)
Hanbelîlere göre: Adanılan kurbanlık hayvanın etinden yenilmeyeceği gibi,
ihramlı iken avladığı hayvandan dolayı ceza olarak kestiği hayvanın etinden de yiyemez.
Hacc-ı kıran ve hacc-ı temettü'den dolayı kestiği hayvanın etinden yemesinde
bir sakınca yoktur. Keffaret kurbanlarından da yemesinde bir sakınca yoktur. [562]
d)
Malikîlere göre: Adak, ceza-i sayd ve keffaret kurbanlarının dışında kalan
kurbanlık hayvanların etinden yemekte bir sakınca yoktur. [563]
Böylece adadığı veya
keffaret olarak gerektiği veya avladığı hayvandan dolayı ceza olarak vacib olan
kurbanın etinden yemez, onu olduğu gibi harem dahilindeki fakirlere dağıtır.
682 nolu Cabir hadisi
sahihtir. Şaiiîler dışında kalan diğer üç mezheb imamı bu hadisle istidlal ve
ihticacda bulunmuşlardır.
683 nolu ikinci Cabir
hadisi üzerinde hayli duranlar olmuştur. Çoğuna göre bu şekliyle mahfuz
değildir. Aynızamanda Tirmizî bu hadisi Abdullah b. Ebî Ziyad el-Kufî tarikiyle
rivayet etmiş ve garip olduğunu belirtmiştir. O bakımdan istidlale elverişli
görülmemiştir.
Hem Resulüllah'm
(s.a.v.) üç hac yaptığı tesbit edilmiş değildir. Katade diyor ki: Enes (r.a.)
den sordum, dedim ki: "Peygamber (s.a.v.) kaç defa haccetti?" O da şu
cevabı verdi: "Bir defa haccetti, dört defa da umre yaptı." Sonra da
Katade şöyle diyor: "Bu hadis hasen ve sa-hihtir-Kattan söylemiştir.
Müsned-i Ahmed ve
Sünen-i Ebu Davud'da Resulüllah'm (s.a.v.) otuzaltı bedeneyi kendi eliyle
kestiği rivayet edilmiştir. Geri kalanını-ise Hz. Ali'ye havale edip onun
tarafından kesildiği söz konusudur.
Resulüllah'm (s.a.v.)
zevceleri için bir bedene kestiği rivayetine gelince, yapılan araştırmalara
göre, o gün Efendimiz'in yedi zevcesi değil, dokua zevcesi bulunuyordu ki hepsi
de O'nunla beraber hacca gelmişlerdi. Böylece bir bedenenin yedi kişiden
fazlası içinde kesilebileceği hükmü ortaya çıkıyor. Ne var ki, bir bedenede
ancak yedi kişinin ortak olabileceklerine dair sarih hadisler karşısında
bununla amel edilmez. [564]
1- Gerek
hacda, gerekse Harem toprakları dışında kişinin kendi kurbanlık hayvanını
bizzat kesmesi müstehabdır. Ancak beceremediği takdirde, başkasına vekalet
verip kestirmesinde bir sakınca yoktur.
2- Kesilen
kurbanlık hayvan, adak ve ceza kurbanı değilse, etinden yemek sünnet veya
müstehabdır.
3- Şafîîlere
göre, kıran ve temettü' kurbanlarının etinden yemek sünnet veya müstehabdır.
Yemesi caiz değildir. Diğer üç mezhebe
göre yemesi sünnettir.
4-
Beraberinde hediy sevketmeyen kimsenin Mekke'ye gelince önce umre yapıp
ihramdan çıkması caizdir. Beraberinde hediy (kurbanlık hayvan) sevkeden
kimsenin ise ihramdan çıkması caiz değildir.
5- Başkası için kurban kesmek caizdir. Ancak
müctehidlerin çoğuna göre, vekalet veya izin alması gerekir.
Kurban kesmek, bir
bakıma kulun Allah'a olan bağlılık ve sada-bını açık tezahürüdür. Zaten kelime
olarak da "yapılan bu ibadetle İah'a yakınlık sağlama'ya delalet söz
konusudur.
Bununla beraber kurban
kesmenin birçok faydalan vardır:
1- Hac
ibadetini ve bayramı hafızalarda
iz bırakarak tırlatır.
2- Aile
bünyesinde mübarek günlere karşı derin ilgi uyandırır.
3- Komşular
arasında sıcak ve samimi bir hava oluşturur. Top-tnun zayıflarına karşı daha
faydalı olmayı telkin eder.
4- Hz.
Peygamberin (s.a.v.) sünnetlerinden birini yerine getir-ek suretiyle mali
fedakarlıkta bulunmanın iç huzurunu doğurur.
5- Akıtılan
bu kanla Allah'ın hoşnutluğu kazanılır.
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle uyurmuştur: "Adem oğlu
nahr (bayram) gününde Allah anında, kan akıtmaktan daha sevimli bir amel
işlemiş olmaz, tem kesilen hayvan kıyamet gününde boynuzuyla, çatal Lrnağıyla
ve kıllarıyla gelir. Akıtılan kan henüz yere üşmeden Aziz ve Celil olan
Allah'ın yanındaki yerini alır. O aide kurban kesmekle kendinizi hoş ve huzurlu
bulun." [565]
Zeyd b. Erkam (r.a.)
den yapılan rivayete göre, ya o, ya da ashabdan bir kısmı şöyle sormuştur:
" Ya Resulellah! Şu kesilen kurbanlar neyi ifade ediyor?" Efendimiz
şu cevabı vermiştir: "Babanız İbrahim'in sünnetidir." Bunun üzerine
onlar: 'Peki o sünnetten bize ne (gibi faydalar) vardır?" diye sorunca da,
Efendimiz şu cevabı vermiştir: "Her kılma bedel bir hasene (iyilik, sevap)
vardır.." Ashab bu cevab üzerine tekrar soruyor: 'Ya onun taşıdığı yün de
öyle mi?" Efendimiz cevap veriyor: "Yünden her kıl için bir hasene
(iyilik, sevap) vardır." [566]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v. Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim mali kudret ve genişlik bulur da kurban kesmezse, bizim namazgahımıza
yaklaşmasın!" [567]
İbn Abbas (r.a) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.vi) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Harcanan hiçbir şeydeki dirheni, bayram gününde kurbanlık hayvan için
harcanandan daha üstün, daha faziletli olmaz." [568]
Başta dört mezhep
imamları olmak üzere ilim adamlarının he-[en hepi kurban kesmenin fazileti
üzerinde durmuştur. Ancak kiline göre bu mali ibadet vacip kimine göre
sünnettir. Vaciptir diyen-Ir daha çok 693 nolu İbn Abbas hadisine ve bir de
Kevser Suresin'de fenhar" emrine dayanıp istidlal etmişlerdir. Aynı
zamanda ücubuna delalet eden diğer hadisler de vardır; yeri geldiğinde çıklanacaktır.
690 nolu Hz. Aişe
Hadisini Tirmizî, Ebu Amr Müslim b. Amr el-medenî tarikiyle Hişam b. Urve'den,
onun da babasından rivayet, et-ikten sonra hadisin hasen ve garip olduğunu
belirtmiştir.
691 nolu Zeyd hadisini aynı zamanda Tirmizî
rivayet etmiştir. Şevkanî bu hadisin tahlilinde fazla bir bilgi vermemiş,
sadece Tir-nizî'nin tahric ettiğine değinmekle yetinmiştir.
692 nolu Ebu Hüreyre
hadisini Hakim sahihlemiştir. Hafız İbn lacer de Büluğu'l-Meram'da hadisin
mevkuf olduğuna dikkat çekmiş re el-Fetih'de bunun ricalinin sikat olduklarını
belirtmiştir. [569]
Ancak hadisin merfu'
ve mevkuf olduğu hakkında farklı tesbit-.er ortaya çıkmışsa de mevkuf olduğu
biraz daha isabetli görülmüştür.
Bu bapta Hakim'in Ebu
Said'den yaptığı bir rivayet bulunuyor. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, kızı
Fatıma'ya (r.a.) şöyle bu-yunnuştur: "Kalk da kurbanlık hayvanının yanında
hazır bulun; çünkü ondan akacak ilk damla kan sebebiyle geçmiş günahların
bağışlanır." Ancak bu hadisin isnadında Atıyye bulunuyor. [570] İbn
Ebî Hatim el-îlel de babasından naklen, bu zatın hadisinin münker olduğunu
belirtmiştir. [571]
Hakim, naklettiği bu
hadisin bir mislini İmran b. Husayn1 den rivayet etmiştir. Bunun isnadında Ebu
Hamza es-Sumalî bulunuyor ki bu zat cidden zayıftır. [572]
Yine Hakim bu mealde
bir diğer hadisi Hz. Ali (r.a.) den rivayet etmiştir ki, o da zayıftır. Buna
benzer bir diğer hadisi Beyhakî rivayet etmiştir ki, onun da isnadında Amr b.
Halid el-Vasıtî bulunuyor ki, bu zat metruktür, yani hadisi metruk olarak belirlenmiştir.
[573]
Bu bapta bir de Ebû
Davud en-Nahaî'nin Hz. Ali'den (r.a.) rivayeti bulunuyor; şöyle ki: "Kim
gönül hoşluğuyla kurban keser ve bunun sevabını yalnız Allah'tan beklerse, onun
kestiği kurban onunla Cehennem ateşi arasında bir perde (engel) oluşturur."
Fakat ne var ki, Ebû Davud en-Nahaî çok yalancı bir kişidir. İmam Ahmed:
"O hadis uydurur" demiştir. [574]
1- Bayram
gününde en güzel ve yararlı amellerden biri kurban kesmektir.
2- Kesilen kurban kıyamet gününde olduğu gibi
diriltilip kaldırılır ve sahibi lehine belge olur,
3- Akan ilk
damla kan henüz yere düşmeden Allah yanındaki kutsal yerini alır ve kesinin
bağışlanmasına vesile olur.
4- Kurbanı
gönü hoşluğuyla ve Allah rızasını dileyerek kesmek gerekir.
5- Kurban
kesmek, mali gücü yerinde olanlar için sünnet veya vaciptir.
6- Kesilen
kurbanın her kılına karşılık sahibine bir sevap yazılır.
7- Kurbanın
birçok faydaları vardır. Her şeyden Önce, mal ve paranın amaç olmadığını
isbatlar ve toplum yapısında sıcak bir hava oluşturur. Sonra da çocukların ve
gençlerin kalp ve kafasında derin bir iz bırakır. Böylece babadan evladına ve
torunlarına intikal eden bir sünnet olarak yaşatılır.
İslam, kurban edilmeye
elverişli olan davarlarda et kaybını tılemek ve nesillerinin devamını sağlamak
için birtakım kurallar loymuştur. Koyun ve keçinin bir yaşını sığırın iki
yaşını, devenin beş aşını doldurması şartı bundandır. Böylece Kurban
Bayramı'nda zen-in müslümanların kurban keserken sözü edilen hayvanlardan rast-;ele
alıp kesemiyeceklerini, birkaç aylık olanlarına doku-Lamıyacaklarmı hükme
bağlamıştır. Aynı zamanda bir sığır ve levede yedi kişinin ortak olabileceğine
cevaz verilmesi, koyun ve keçi :adar fazla üremeyen bu hayvanların da üreme
dengesi dikkate alınmıştır.
Cabir (r.a) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendiniz şöyle buyurmuştur:
"Ancak müsinne kesin. Meğer ki bu size sorluk getirirse, o takdirde
koyundan ceze'akesin." [575]
Müsinne: Deveden beş
yaşını, sığırdan iki yaşını; koyun ve keçiden bir yaşını doldurmuş olan.
Ceze'a: Koyundan altı
ayını doldurmuş olan. [576]
Bera' b. Azib (r.a)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Dayım Ebu Bürdet
namazdan önce kurbanını kesti. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) ona şöyle
buyurdu: "Senin koyunun et koyunudur (kurban koyunu değildir, vakit
girmeden kestiğin için eti için kesmiş oluyorsun, kurban yerine geçmez)."
Adam şöyle dedi: 'Ta Resülellah! Evimde beslediğim altı ayını doldurmuş bir
keçim vardır.." Resulüllah (s.a.v.) ona: "O keçiyi (kurban olarak)
kes ve senden başkası için elverişli olmaz (başkasına bu cevaz verilmez)"
buyurduktan sonra şunu ilave etti: "Artık kim namazdan Önce keserse, onu
ancak kendi nefsi için kesmiş olur; kimde namazdan sonra keserse nüsükü (kurban
ibadeti) tamamlanmış olur ve Müslümanların sünnetine uygun işlemiş
bulunur." [577]
Ebu Hüreyre (r.a) den
yapılan rivayete göre adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah'ın
(s.a.v.) şöyle buyurduğunu duydum: "Koyundan altı ayını doldurmuş olanı
îie güzel kurbandır!"[578]
Ümmu Bilal'dan, o da
babası Hilal'dan, o da Resulüllah (s.a.v.) Efendimizden rivayet ediyor.
Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kurban olarak koyundan cezea (altı ayım
doldurmuş olanı) caizdir," [579]
Mucaşi' b. Süleym
(r.a) den yapılan rivayete göre, Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Seniyyenin
yeterli olduğu şeyde cezea da yeterli olur. iani bir yaşını doldurmuş koyun
(kurban olarak) yeterli olduğu gibi, altı ayını doldurmuş olanı da
yeterlidir)." [580]
Ukbe'b. Amir (r.a) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
Resulüllah (s.a.v.)
Efendimizle beraber koyundan altı
doldurmuş olanı kurban olarak kestik." [581]
Yine Ukbe b. Amir
(r.a) den yapılan rivayete göre, adı geçen <yle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz kurbanlık hayvanları ash-bı arasında taksim etti; Ukbe'ye
ise bir ceza (altı ayını dol-urmuş bir koyun) isabet etti. Bunun üzerine ben
dedim ki: fa Resulallah! Bana bir cezea isabet etti.." Cevap verdi:
"Onu urban olarak kes." [582]
Diğer bir rivayette
şöyle tesbit edilmiştir: "Peygamber (s.a.v.) Ifendimiz Ukbe'ye, ashabına
taksim edip dağıtmak üzere (bir iirü) koyun keçi verdi. O da dağıttı ve yanına
sadece bir atud bir yaşını doldurmuş bir oğlak) kaldı. Durumu Resulüllah'a
s.a.v.) arzedince Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Onu da en kurban olarak
kes!." [583]
a)
Hanefîlere göre: Kurban olarak koyundan altı ayını doldur-ip gösterişli olanı
kafi gelir. Lugatçılara göre, "cezaa: Bir yılı dolan soyundur.
ez-Za'feranî'ye göre, yedi aylık koyundur. Diğer ilim adam-arına göre, kurban
olarak koyundan altı aylık, keçiden bir yılını dol-lurmus. olanı yeterlidir.
Devden beş yaşını,
sığırdan da iki yaşım doldurmuş olan yeterlidir. Yabani ile evcilin
çiftleşmesinden meydana gelen yavru anasına tabi'dir. [584]
b) Şafiîlere göre: Kurban ancak deve, sığır ve
koyun ile keçiden olur. Diğer eti yenen hayvanlar evcilleştirilseler bile
kurban edilmeleri caiz değildir.
Devenin beşi bitirip
altıncı yaşa ayak basması, sığır ve keçinin iki yaşını bitirip üçe ayak basması,
koyunun bir yaşını bitirip iki yaşma ayak basması şarttır.
Sözü edilen
hayvanların dişi ve erkeğini kurban etmek caizdir. Aynı zamanda
iğdişleştirileni de kurban etmek' caizdir. Deve ve sığırda yedi kişi ortak
olabilir. Koyun ile keçi sadece bir kişi için kurban olur, birden fazla
kişinin ortak olması caiz değildir.
Kurbanlık hayvanın en
üstünü, devedir, sonra sığır, sonra koyun, sonra da keçidir. [585]
c)
Hanbelîlere göre: Kurban kesmek, onu kesmeye kudreti yeten kimseye sünnettir,
ilim adamlarının çoğunun da görüş ve içtihadı böyledir. Nitekim Ebû Bekir,
Ömer, Bilal ve Ebû Mes'ud el-Bedrî'nin (Allah hepsinden razı
olsun) bu konudaki ictihadları
sünnet olduğunu yansıtmaktadır,
Tabiînden Süveyd b. Afle, Saîd
b. Müseyyeb, Alkame, Ata'da aynı görüştedirler.
Şüphesiz belirli
günlerde kurban kesmek^ sadaka vermekten efdaldır..
Deve ve sığırda yedi
kişi ortak olabilir. Aynı zamanda adamın kendi ev halkı için bir koyun veya bir
sığır ya da deve kesmesinde bir sakınca yoktur.
Koyundan altı aylık
olanı kafi gelir. Keçinin bir yılını doldurması gerekir. Sığırdan ise iki
yaşını doldurup üçüne ayak basması, deveden de beş yaşım bitirip altıncı yaşa
ayak basması gerekir. Aksi halde kurban edilmesi yeterli olmaz. [586]
d)
Malikîlere göre: İmam Malik'e göre, kurban kesmek vaciptir, imam Sevrî, İmam
Evzaî ve imam Leys de aynı görüş ve ictibad-dadırlar. Nitekim imam Ebu
Hanife'nin içtihadı bu anlamdadır.
Vaciptir diyenler 692
nolu Ebu Hüreyre hadisiyle, sünnettir diyenler ise, Darekutnî'nin Ibn Abbas
(r.a) dan yaptığı şu rivayetle istidlal ve ihticac etmişlerdir:
Üç şey bana vacip
kılındı ki onlar sizin için tetavvu'dur ;ehab ve mendup, nafile namazlar):
Vitir, nahr ve sa-İM rek'at sünneti.." [587]
700 nolu Cabir
hadisiyle 702 nolu Bera' hadisi sahihtir ve istid-ihticaca salihtir.
pabir hadisindeki
"müsinne" nin kesilmesi emredilmesi ve "bu t getirdiği takdirde
cezeanm kafi geleceğinin bildirilmesi istih-hamledilmiş, yani koyundan bir
yaşını, sığırdan iki yaşını, dev-beş yaşını doldurmuş olanı kurban olur; ancak
koyundan bir ı doldurmuş olanı tercih etmek müstehabdır; bununla beraber ymı
doldurmuş olanı kesmek de yeterlidir. Nitekim ilim adam-n bu konuda icma'ı
vardır.
Böylece keçinin altı
ayını doldurmuş olanı kurban kesmek yet-ayılmamış ve Bera1 hadisiyle bu
açıklanmıştır. Ancak Resulüllah .) Efendimiz Ebu Bürde'ye mahsus olmak üzere
bir defa buna at vermiş bulunuyor ki bu ruhsat ümmet için geçerli namıştır.
703 nolu Ebu Hüreyre
hadisini Tirmizî, Yusuf b. îsa tarikiyle ri-; ettikten sonra garip olduğunu
belirtmiştir. Aynı zamanda bu ; bir de mevkuf olarak rivayet edilmiştir.
Nitekim Hafız İbn Hacer et-Telhis'te buna işaret etmiştir.
Bu bapta Ebu Davud,
İbn Mace, Hakim ve Beyhakfnin Ubade ınıit (r.a) den rivayet ettikleri şu hadis
bulunuyor: "Kurbanın rlısı, boynuzlu olan koçtur." Tirmizî de bunu
tahric etmiş ve ızlalığa yer vermiştir: "Kefenin de hayırlısı hülle (izar
ve rida) dır." [588]
Yukarıdaki lafız
düzeyinde îbn Mace ile Beyhakî Ebu Ümame den rivayet etmişlerdir ki onun
isnadında Ufeyr b. Madan bulu-ır ve bu zat zayıftır. Nitekim Ebu Davud onun
hakkında şöyle .ştir: "Ufeyr salih bir şeyhtir, ancak hadisi zayıftır. Ebu
Hatim, onun Selim'den aslı olmayan rivayetler yaptığını belirtmiş ve Yahya b.
Main onun kayde değer bir şey olmadığına dikkat çekmiştir. İmam Ahmed ise,
"O, münkerul-Hadistir" demiştir. [589]
704 nolu Ümmu Bilal
hadisi aynı zamanda İbn Cerir Taberî ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Ricalinin
hemen hepsi sika ve saduk olarak bilinmektedir. O bakımdan istidlale salih
görülmüştür.
705 nolu Mücaşi1
hadisinin isnadında Asım b. Küleyb bulunuyor ki, İbn Medenî, "Bu zat
rivayette infırad ettiği takdirde hadisiyle ihti-cac olunmaz" demiştir.
İmam Ahmed ise "Onun rivayetinde bir sakınca görmüyorum" diyerek
tezkiyede bulunmuştur. Ebu Hatim er-Razi ise: "O sarihtir" demiştir.
Nitekim Müslim de bu zattan bir rivayet yapmıştır.
706 nolu Ukbe hadisini
aynı zamanda İbn Vehbin tahric ettiğini Hafız, et-Telhis'de belirtmiştir.
İsnadmdaki ricalin hepsi sikadır.
Böylece kurban için
koyunu seçmenin efdal olduğu anlaşılıyor. Cumhura göre ise, deve, sonra sığır,
sonra koyun kesmek efdaldır.
707 ve 708 nolu
hadislerde sahihtir. Böylece bir yaşım doldurmuş keçinin kurban olacağına
delalet vardır.
1- Kurban
ancak deve, sığır, koyun ve keçiden kesilebilir. Bunlardan biriyle bir yabani
hayvanın çiftleşmesinden meydana gelen yavru anasına tabi kılınır ve kurban
olur. Bu, müctehidlerin bir kısmına göredir.
2- Devenin
beş yaşını, sığırın iki yaşını, keçinin bir yaşını doldurması gerekir. Koyunun
da bir yaşını doldurması söz konusu olmakla beraber gösterişli olan altı ayını
doldurmuş bulunanı da kurban olur.
3- Kurban
ancak bayram namazından sonra kesilir.
4- Kurbanlık
olarak koyunun ve daha çok boynuzlu koçun efdal olduğu söz konusu ise de, cumhura
göre, efdal olanı önce deve, sonra sığır, sonra koyun kesmektir.
5- Keçinin
altı aylığı kurban olmaz.
Bilindiği gibi,
belirli günlerde kurban kesmek kitap, sünnet ve cma' ile sabit olmuştur.
Fukahadan bir kısmına göre, sünnet, bir aşınma göre vaciptir. Ancak dinimizce
hangi hayvanlar kurban olab-lir hususu belirlendiği gibi, hasta, sakat,
arızalı, sıska, dişleri dökük re benzeri kusur taşıyan hayvanlar kurban olamaz.
Bunun gibi, sözü îdilen kurbanlık hayvanlardan hangi arızaları taşıyanları
kesmek nekruhtur hususu da söz konusudur. O bakımdan ilgili hadisler
nak-edildikten sonra belirtilen hususlar açıklanmış olur.
Hz. Ali (r.a) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz boynuzu kırık, kulağı kesik hayvanı kurban olarak kesmeyi
men'etti." [590]
Katade diyor ki:
"Kırık ve kesikten maksadın ne olduğunu Said b. Müseyyeb'e sordum, şöyle
dedi: 'Yarısı veya daha fazlası kırık ve kesik olan" demektir."
Tirmizi bu hadisi
sahihlemiştir. İbn Mace ise, Katade'nin rivayetini almamıştır.
Bera' b. Azib (r.a)
den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Dört (kusurlu olan) in kurban olarak kesilmesi caiz değildir: Açık
şekilde kör olan, belirgin hastalığı bulunan, ayak sakatlığı belli olan,
kemiğinde iliği kalmayacak kadar sıska ve zayıf olan.." [591]
Tirmizi bu hadisi
tahric edip sahihlemiştir.
Yezid Zumısr'dan
yapılan rivayete göre, adı 'geçen şöyle demiştir:
'Utbe b. Abd
es-Selenıî'ye uğradım ve ona: "Ya Ebalvelid! Kurbanlık hayvan talep ederek
çıktım, fakat şu ön dişleri dökük olandan başka bir şey bulamadım. Bu hususta
ne dersin?" O şöyle cavap verdi: "Onu bana getirsen de ben onu kurban
olarak keseyim.." Bunun üzerine ona: "Sübhanellah sana caiz oluyor
da, bana caiz olmuyor mu?" diye hayretimi belirtimde dedi ki: "Çünkü
sen şüphe ediyorsun, ben ise etmiyor-ı. Resulüllah (s.a.v.) ancak kulak deliği
ortaya çıkacak iilde kulağı kesik olanı, boynuzu kökünde kopuk olanı, zü
yerinden çıkmış ve iyice körelmiş olanı, zayıflığından ve lızlığından dolayı
sürüyü takip edemiyeni, kemiğinde ilik ılmayacak kadar sıska ve kırık olanı
yasaklamıştır." [592]
Ebu Said (r.a) den
yapılan rivayete, göre, adı geçen şöyle mistir:
"Kurbanlık olarak
bir koç almış idim; derken kurt ldırdı ve kuyruğundan (önemli bir kısmını
koparıp) aldı. ınun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e sordum. O, ma:
"Onu kurban olarak kes" diye buyurdu." [593]
Bu rivayete göre,
kurbanlık olarak satm alınan hayvanda sondan meydana gelen ayıp, zarar vermez.
Uz. Ali (r.a) den
yapılan rivayete göre, o şu bilgiyi vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bize, (satın alacağımız ve kıracağımız) kurbanlık hayvanın
göz ve kulağına dikkat et-emizi ve ona göre seçip ayırmamızı ve ön tarafından kulağı
ssilip sarkık hale geleni, arka tarafından kulağı kesilip Lrkık hale geleni,
kulağı yarık ve delik olanı kurban etmeme-izi emretti." [594]
Ebu Umame b. Selh
(r.a) dan yapılan rivayete göre, adı geçen yle demiştir:
"Biz Medine'de
kurbanlık hayvanı besleyip semiz duruma îtirirdik; Müslümanlar da öyle
yaparlardı." [595]
Ebu Hüreyre (r.a) dan
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) fendimiz şöyle buyurmuştur:
"Rengi beyaz olan hayvanı kurban Larak kesip kanını akıtmak, siyah
olanından Allah yanında aha sevimlidir.."
Beyaz koyun için
"afra" sıfatı kullanılmış ki, bu, beyazlığı tam halis olmayan hayvan
demektir.
Ebu Said (r.a) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şu bilgiyi vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, boynuzlu, iğdiş olmayıp fa-hil olan, ağzının çevresi,
ayakları ve gözlerinin etrafı siyah olan bir koçu kurban etti." [596]
a)
Hanefîlere göre: Doğuştan boynuzsuz olan, iğdiş edilen, otlağa gidemiyecek
kadar dengesiz olan, zayıflıkla birlikte uyuz olan, iki gözü arızalı olup
göremiyen, bir gözünü kaybetmiş olan, sıska olup etini ve gücünü kaybeden,
yaşlılıktan iliği kalmamış olan, ağıla ve otlağa gidemiyecek kadar topal ve
sakat olan, Ön veya arka ayaklarından biri kesik olan, kulağının çoğu kesik
bulunan, kuyruğunun çoğu kesik veya kopuk olan hayvanı kurban olarak kesmek
caiz .değildir.
Kulak ve kuyruğunun
yarısı kesik olan hayvanın kurban edilip edilemeyeceği ihtilaf konusudur. Ama
yarısından az kısmı kesik ve kopuk olanları kurban etmekte bir sakınca yoktur.
Bazısına göre, üçte biri kesik olanı kurban etmek caiz değildir. Ancak icma1 bu
görüşün hilafmadır; yani ilim adamlarına göre, caizdir.
İki kulağından birer
parça kesik olan hayvanın, kesik kısımları biraraya getirilerek ona göre sonuç
çıkarılmaz. Her kulaktaki kesik ve kopukluk yarısından az ise, onu kurban
etmeğe cevaz verenler ekseriyettedir.
Dişleri dökülmüş olanı
ve kazurat yiyeni de kurban etmek caiz değildir.
Bunun gibi memesi
kopuk olan, yavrusunu emziremiyecek kadar memesi arızalı bulunanın da kurban
edilmesi caiz görülmemiştir.
Bütün bu ayıp ve
arızalar satın alma vaktinde mevcut olursa, lüküm böyledir. Satın alındıktan
sonra meydana gelmişse, sahibi fenginse, başka bir hayvan satın alması gerekir.
Fakir ise, başka bir jıayvan almasına gerek yok, ayıplanan hayvanı kurban eder
ve hayranda meydana gelen bu noksanlığı telafi etmek için para dağıtmaz.
Kesim anında meydana
gelen bir arıza ve sakatlık zarar ver-nez, yani bu durumdaki hayvanın kurban
olarak kesilmesi caiz olur. [597]
b) Şafiîlere
göre: Belirlenen hayvanın kurban edilmesi için, gtine noksanlık veren ayıp ve
arızadan selim olması şarttır. O bakımdan iyice zayıflayıp iliği kalmayan,
dengesiz olup otlakta otlamasını bilmeyip dönüp dolaşan, topal olan, kör olan,
hasta bulunan, belirgin şekilde uyuz olan hayvanı kurban olarak kesmek de caiz
değildir.
Doğuştan boynuzu
olmayan veya sonradan etine zarar vermeyecek şekilde boynuzu kırılmış olan;
kulağı yarık ve delik bulunan hayvanı kurban etmekte bir sakınca yoktur. En
sahih kavi de budur, imam Nevevî'ye göre, az uyuz olanın kurban kesilmesinin
caiz olmadığı söz konusudur. [598]
Böylece kesilen,
kırılan boynuz ve kulak konusunda Şafıîler Ha-nefîlerden ayrılmış bulunuyor.
c)
Hanbelîlere göre: İki gözünden arızalı olanı, iliği kalmamış sıskayı, topal
olanı, iyileşmesi umulmayacak kadar hastalıklı bulunanı, kulak ve boynuzunun
yarısından fazla kesik olanı kurban etmek caiz değildir.
Buna karşm doğuştan
hiç boynuzu olmayan veya kulağı doğuştan çok küçük olan, kuyruğu doğuştan
olmayan veya sonradan koparılan hayvanı kurban etmek yeterli ve caiz olur.
Kulağı yarık veya delik olanı kurban etmek tenzihen mekruhtur.
Satın alınırken ayıp
ve kusurdan selim olup sonradan ayıp ve arıza meydana gelen hayvanı kurban
olarak kesmek yeterlidir. Şu şartla ki, satın alırken onu kendine vacip etmiş
olsun. [599]
d)
Malikîlere göre: iki veya bir gözü kör olan, fazla hasta bulunan, uyuz olan,
mutad olmayan şeyleri yiyen, devamlı dengesiz olup kendim besleyemiyen, çok
zayıf, sıska olan, sürüyü takip ede-miyecek kadar topal olan, ayaklarından biri
kesik olan hayvanı kurban etmek caiz değildir. İğdiş olanı kurban etmekte bir
sakınca yoktur Kulağı küçücük olan veya kuyruğu kesik bulunan bir hayvanı da
kurban olarak kesmek caizdir. Memesi iyice kurumuş olan, kulağı yarık bulunan
hayvanı kurban etmek caiz değildir. Ancak yarık üçte bir nisbetinde az ise
zarar vermez. îki veya daha fazla dişi kırık olanı da kurban etmek caiz olmaz.
Bir dişi kırık olanı kesmekte bir sakınca görülmemiştir. Doğuştan boynuzsuz
olanı da kurban etmek caiz ve sahihtir. [600]
715 nolu Hz. Ali
hadisim Tirmizî sahihlemiştir. Ebu Davud ise, bir görüş beyan etmemiştir. O
bakımdan ilim adamlarının çoğu bu hadisle istidlal ve ihticacda bulunmuştur.
716 nolu Bera1
hadisini aynı zamanda İbn Hibban, Hakim ve Beyhaki tahric etmişlerdir. İmam
Nevevî ise bunu sahihlemiştir. Hadis istidlal ve ihticaca salih görülmüştür.
717 nolu Utbe hadisini
aynı zamanda Hakim tahric etmiştir. Ebu Davud bu hadis hakkında bir tesbit ve
görüş beyan etmemiştir.
718 nolu Ebu Said hadisini îbn Mace -ve Beyhaki
tahric etmişlerdir. Ancak isnadında Cabir el-Cu'fı bulunuyor ki, bu zat
zayıftır. Ayrıca isnadında Muhammed b. Kureze bulunuyor ki, bu zat da pek maruf
değildir. Hatta bazısına göre, bu zat meçhuldür. [601]
İbn Hibban'ın ise bu
zatın sika olduğunu söylediği rivayet edilmiştir.
Bu hadisi Beyhakî,
Hammad b. Seleme tarikiyle Ebu Said'den şöyle rivayet etmiştir: "Bir adam,
Pegamber (s.a.v,) Efendimizden kuyruğu kesik koyunun kurban olup olmayacağını
sordu. Efendimiz ona: "Onu kurban olarak kes" diye buyurdu." [602]
Ancak bu rivayetin
isnadında Haccac b. Ertat bulunuyor ki, bu t zayıftır, Zehebî onunla ilgili
görüşleri toplayıp biraraya getiriştir. Lehinde ve aleyhinde çok şeyler
söylenmiş, kimi tezkiye |miş, kimi hafızasının zayıfladığından ve şöhretin
tesiri altında aldığından söz etmiştir, îbn Main, onun kaviy olmadığını, tedlis
aptığîm; Yahya b. Ya'la diyor ki: "Zaide bize: "Haccac b, Ertat'm
adisini terkedin" şeklinde bir görüş belirttiğini kaydetmiştir. [603]
719 nolu Hz. Ali
hadisini aynı zamanda Hafız Bezzar, îbn Hib-an, Hakim ve Beyhaki tahric
etmişlerdir. Darekutni ise, bu hadisin Luallel olduğuna dikkat çekmiştir. Yani
dış görünüşü itibariyle ku-jrsuz gibi görünse bile, sıhhatim zedeleyen bir
kusurunun bulun-uğu söz konusudur. Ancak îmam Tirmizî bu hadisi sahihlemiştir.
O akımdan istidlal ve ihticaca saîih görülmüş ve müctehidlerin önemli ir kısmı
bununla istidlal etmiştir.
721 nolu Ebu Hüreyre
hadisini aynı zamanda Hakim ve Beyha-i tahric etmişlerdir. Taberani ise, onu
el-Kebir'de îbn Abbas'dan aklen şu lafızla rivayet etmiştir:
"Beyaz koyunun
kanı Allah yanında siyah koyunun anından daha güzel ve paktır."
Ancak bunun isnadında
Hamza en-Nasîbî bulunuyor ki, bu atın hadis uydurduğu iddia edilir. O bakımdan
İbn Main: "Hamza ir pula bile denk değildir", Buhari: "O,
münkerü'l-Hadistir", Dare-:utnî: "O metruktür" demiştir. îbn
Adiyy: "Onun rivayet ettiklerinin temen hepsi uydurmadır" diyerek
dikkat çekmiştir. [604]
Bu nedenle müctehidler
sözü edilen rivayetle ihticacda bulunamışlardır.
722 nolu Ebu Said
hadisim îbn Hibban sahihlemiştir. Bu bapta tfüslim Hz. Aişe'den (r«a) şu hadisi
rivayet etmiştir: "Resulüllah s.a.v.) Efendimiz, ayakları siyah, gözünün
etrafı siyah ve göğsü iiyah olup boynuzlu koçun (kurban edilmesini)
emretti.." Yani kendisine böyle bir koç getirildi ve kendi eliyle onu
kesti.
Ayrıca Tirmizî de Ebu
Said hadisini sahihlediğinden ilim adam-arji bununla istidlal ve ihticacı salih
görmüşlerdir.
1- Kurbanlık
hayvanın ayıplardan salim olması gerekir.
2- Doğuştan
boynuzsuz olan hayvanın kurban edilmesi caiz değildir. Bu, Hanefîlere göredir.
Şafîîlere göre, boynuzsuz hayvanı kurban olarak kesmekte bir sakınca yoktur.
Hanbelîler de aynı görüştedirler.
3- İğdiş
edilen hayvani kurban etmek sakıncalıdır. Ebu Hanife i ile Malikîlere göre bir
sakınca yoktur.
4- Otlağa
gidemeyecek kadar dengesiz olan, uyuz
olup | zayıflayan, iki gözü görmeyen, bir gözünü kaybetmiş olan, iyice;
sıskalaşmış olan, yaşlılıktan iliği kalmamış bulunan hayvanı kurban; olarak
kesmek caiz değildir.
5- Ön ve
arka ayaklarından biri sakat veya kesik olup otlağa gi- i demeyen, hayvan da
kurban olmaz.
6- Doğuştan
boynuzsuz olan veya etine zarar vermiyecek şekilde, boynuzu kırık olan hayvanı
kurban etmekte bir sakınca yoktur. Bu| Şafıîlerle Malikîlere göredir.
7- Kulağı
yarık veya delik olan hayvanı kurban etmekte biij sakınca yoktur. Bu, Şafîîlere
göredir. Hanefîlere göre, tenzihen mekj ruhtur.
8- Kulak ve
boynuzunun yarısından fazlası kesik olan hayvani kurban etmekde caiz değildir.
Bu Hanefüerle Hanbelîlere göredir.
9- Doğuştan
kulağı çok küçük olan, kuyruğu doğuştan olmayan1 - veya kuyruğu sonradan
koparılmış bulunan hayvanı kurban etmekte bir sakınca yoktur. Bu daha çok Hanbelîlere
göredir. Malikîlerin çoğık da aynı görüştedir.
10- Satın alındığında
kusurdan salim,olup sonradan arız olaıjı kusurlar, .kurban olarak kesmeye engel
sayılmaz. Bu da Hanbelîlere göredir. Şu şartla ki, onu satın alırken kendine
vacip olarak belirlemiş bulunsun.
11- îki veya
daha fazla dişi kırık olan hayvanı kurban etmek caiz değildir. Bu, Malikîlere
göredir. Diğerlerine göre, dişlerinin çoğu dökük olup karnını doyuramıyacak
durumda olanı kurban etmek sakıncalıdır.
Gerek Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz döneminde, gerekse Ashab-ı iram'dan birçoğunun uygulamasında
bir koyunun ev halkının tam-mı için kurban edilmesinin yeterli görüldüğü
riva-yet yoluyla bilin-tektedir. Şüphesiz, bu konuda birkaç rivayet bulunuyor
ki, LÜctehidier bu rivayetler üzerinde durup farklı ictihadlarda
bulun-muşlardır.
Ata' b. Yesar (r.a)
den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: ?öu Eyyub el-Ansari'ye,
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz zamanında si-in aranızda kurbanlık hayvanları
kesme durumu nasıldı? diye sor-lugumda, bana şu cevabı verdi: "Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz za-nan in da adam bir koyunu hem kendisi, hem de ev halkı
için turban olarak keserdi ve ondan hem kendileri yerdi, hem de »aşk alarm a
yedirirlerdi. Sonra insanlar övünüp tefahur et-neye başladı ve gördüğün durum
ortaya çıktı." [605]
Şa'bi'den, o da Ebu
Süreyha'dan rivayet etmiştir. Ebu Süreyha diyor ki:
"Bu konuda
Resulüllah'ın (s.a.v.) sünnetini bildiğim halde ev halkım beni cefaya doğru
itti (başkalarının tesiri altında kalarak onlar gibi çok kurban kesmemi
önerdiler). Oysa (daha önce) ev halkı bir veya iki koyun kurban ederdi. Şimdi
ise komşularımız bu davranışımızdan dolayı bizi cimrilikle suçluyorlar." [606]
a)
Hanefîlere göre: Bir koyun ancak bir kişi için kesilir; birkaç kişi onda ortak
durumuna getirilemez. [607]
Hanefîler, bu konuda
yukarıdaki hadislerle istidlal etmeyip, hacc-ı kıran veya haccı- temettü' yapan
kimsenin bir koyun kesmesinin vücubunu dikkate alarak kıyas yapmışlardır.
b) Şafiîlere
göre: Her ne kadar bir koyun veya keçi bir kişi için kurban olarak kesilirse de
ev halkını da onun sevabına ortak etmesi caizdir. [608]
Böylece Şafıüer
yukarıdaki hadisle istidlal etmiş bulunuyorlar.
c)
Hanbelîlere göre: Adamın kendi ev halkı için bir koyun veya bir sığır ya da bir
deve kurban olarak kesmesinde bir sakınca yoktur. Nitekim İmam Malik, Leys,
Evzaî ve İsbak'ın da içtihadı bi doğrultudadır. İmi Ömer ve Ebu Hüreyre'den de
bunun cevazına dair rivayet vardır. Nitekim Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz iki
koç kesti ve onlardan birini keserken şöyle dedi: "Bismillahi, Allah'ım!
Bu Mu-hammed'den ve onun Ehl-i Beytin'den yana (bir kurban) dır." [609]
nolu Ata1 hadisini
aynı zamanda İmam Malik el-Muvatta'da ihric etmiştir. Tirmizî ise Yahya b. Musa
tarikiyle Ammare b. Abdil-Ih'tan tahricen rivayet etmiş ve sahihleyip hasen
olduğunu belirt-ılştir. İmam Malik de Ammare b. Abdillah'dan rivayet ederek
Mu-atta'a almıştır. :
İmam Ahmed ve İshak
bir koyunun bir ev halkı için kesilme-inde bir sakınca görmemiştir. İlim ehlinden
bazısı ise, bir koyunun ncak bir kişi için kesilebileceğinin caiz olduğunu
belirtmiştir. Abdul-ıh b. Mübarek ve birkaç ilim adamının görüşü de bu
anlamdadır..
732 nolu Şa'bî hadisim
îbn Mace isnad-ı sahih ile tahric itmiştir.
Böylece her iki hadis
de istidlal ve ihticace salih görülmüş ve ına göre hüküm belirlenmiştir.
Bu bapta: ırHer ev
halkı için her yıl bir kurban kesmek ge-ekli (yeterli) dir." hadisi de söz
konusudur. [610]
Kimine göre, bir koyun
üç kişi için yeterlidir, kimine göre ev alkı isterse yüz kişi olsun hepsi için
yeterlidir.
Bir sığır ve deve ise
yedi ve hatta on kişi için kafi gelir. îshak b. Rahuye ve İbn Huzayme de aynı
görüştedirler. Peygamber (s.a.v.) soyundan gelen ilim adamları da bu görüş ve
içtihadı benimsemişlerdir. Zira bu konudaki rivayet ve hadislerde sayısal
olarak bir sınırlama konmamış, Resulüllah (s.a.v.); "Benim ve ev halkım
için" buyurarak bir genişlik getirmiştir. O bakımdan Hanefîler dışında kalan
müctehidlerin önemli bir kısmı bir koyunun ev halkının tamamı için yeterli
olacağını belirterek hepsinin hasıl olan sevapta ortak olabileceklerini beyan
etmişlerdir.
1- Kurban
kesme konusunda genellikle bir koyun bir kişi için, bir sığır veya deve yedi
kişi için kesilir.
2-
Hanefîlere göre, bir koyun bütün ev halkı için kesilmez.
3- Diğer üç
mezhebe göre, ev halkını bir koyunu kesme sevabında ortak etmekte bir sakınca
yoktur.
4-Resulüllah'm
(s.a.v.) beyan buyurduğu gibi, adam koyunu keserken: "Bu benim ve ev
halkım içindir" derse caiz olur.
5- îshak b.
Rahuye ve İbn Huzayme'ye göre, bir sığır veya deve on kişi veya daha fazla kişi
için kesilebilir. Ancak müctehidlerin çoğu bu rivayete itibar etmemişlerdir. O
bakımdan bir sığır ve deve ancak yedi kişi için kesilebilir; yani yedi veya
yediden az kişi bir sığır veya deveye ortak olup müştereken kesebilir ve etini
tartı ile aralarında bölerler.
Şüphesiz her şey,
Cenab-ı Hakk'm yüksek kudretinin eseridir e her şey O'nun "kün"
emriyle vücut bulmuştur, insanlar için lazırlayıp istifade düzeyine getirdiği
nimetler sayılamayacak kadar oktur. Böylece yeraltı ve yerüstü kaynaklarını
diğer nimetlerle bera-1er henüz Hz. Adem'i yani ilk insanı yaratmadan çok önce
hazırlayıp kaşanılır bir ortam oluşturmuştur.
O bakımdan bir
nimetten yararlanmaya başlarken Allah'ın is-nini anmamız ve O'nun sınırsız
büyüklüğünü dile getirmemiz, önce nsan, sonra da müslüman olmamızın gereğidir.
Özellikle bir hayvanı 3oğazlarken o güzel nimeti bize musahhar kılıp baş
eğdiren Cenab-ı Hakk'm ismini anmamız kadar asil bir davranış ve düşünce
olabilir mi?
Nafi'den, o da îbn
Ömer (r.a) dan yaptığı rivayete göre: Ke-sulüllah (s.a.v.) Efendimiz kurbanı
zebh ve nahr şeklinde (daha çok) kendisi namazgahta keserdi. [611]
Hz Aişe (r.a) dan
yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) ; Efendimiz ayakları siyah,
gözlerinin etrafı siyah ve göğsü i siyah bir koç getirilmesini emretti.
Getirilince Aişe'ye şöyle j dedi: "Ya Aişe! Şu ağzı geniş büyük bıçağı
hazırla. Sonra da j onu taşa sürerek iyice bile.." Hz. Aişe (r.a) diyor
ki: "Ben de ! Onun buyurduğunu yaptım ve sonra Resulüllah (s.a.v.) bıçağı
I aldı ve koçu tutup yere yatırdıktan sonra kesti ve keserken | de şöyle dedi:
"Bismillah, Allah'ım! Muhammed'den, Mu- j hammed'in alinden ve Muhammed'in
ümmetinden kabul buyur" ve Öylece kurbanı kesti.." [612]
Enes (r.a) den yapılan
rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz,
boynuzlu semiz iki koçu j kurban olarak kesti. Bu sırada Resulüllah (s.a.v.)
İki ayağını o j iki koçun boyunlarının yanına dayadı, Bismillah dedi ve tek-i
bir getirdi ve kendi eliyle onları kesti." [613]
Cabir (r.a) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bayram günü iki koç kurban olarak kesti. Onları (kıbleye)
yöneltirken şöyle dua etti: ‘Şüphesiz benim namazım, ibadetim, hayatım ve
ölümüm ilerin Rabbı Allah içindir. O'nun hiçbir ortağı yoktur; ben be bununla
emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim.." [614]
Diğer bir rivayette
ise şöyle dua etmiştir: "Yüzümü (bütün iğimi) hanif olarak, gökleri ve
yeri yoktul karanlığını p vücuda getiren Allah'a çevirdim. Allah'ım! (bu nimet)
Sendendir ve yine Senin için (rızan) içindir. (Bunu) Mu-med'den ve Ümmetinden
kabul buyur."
a)
Hanefîlere göre: Kişinin kendi kurbanını kendi eliyle kes-L efdaldır ve
müstehabdır. Aynı zamanda keserken hayvanı yere cip kıbleye yönelik tutmak ve
şu duayı okumak da müstehabdır: zümü hanif olarak, gökleri ve yeri yokluk
karanlığını ip vücuda getiren Allah'a çevirdim. Şüphesiz benim na-sım,
ibadetim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbı Allah Ldir. O'nun hiçbir ortağı
yoktur. Ben sadece bununla emro-dum ve ben Müslümanların ilkiyim." [615]
b) Diğer üç
mezhep de bu anlamda istidlalde bulunmuşlardır, ak Şafiî ve Hanbelî mezhebine
göre, Müslüman kişi kurbanı keten unutur da Besmele çekmezse, bir zarar
vermez. Aynı zaman-bu mezheplere göre, kurbanı kesen kişinin şöyle demesi de
stehabdır: "Allah'ım! Bu sendendir ve Senin (rızan) içindir, ih'ım Bunu
benden ve falan kişiden kabul bu-yur." [616]
737 nolu Nafî' hadisi
sahihtir ve istidlale salihtir. Bu hadis, inin kendi kurbanını kendi eliyle
kesmesinin ve aynı zamanda kurbanın bayram namazı kılman açık havadaki namazgah
civarında kesilmesinin müstehab olduğuna delalet etmektedir. Namazgahta
kesilmesinin sebeplerinden biri, orada namaz kılmak üzere toplanan fakir ve
muhtaçların .daha çok ve erken yararlanmasını sağlamaktır.
738 ve 739 nolu
hadisler de sahihtir; istidlale ve ihticaca elverişlidir. Boynuzlu semiz koç
kesmenin efdal olduğuna ve bıçağı iyice bileyip hayvana eziyet vermeyecek bir
keskinliğe kavuşturmaya, koyun ve keçiyi sol yanı üzere yatırmanın istihbabma
delalet etmektedir. Aynı zamanda bir koyunun sevabına ev halkının da
katılmasına niyet etmenin cevazına işaret vardır.
Sonra da hayvanı
kesmeğe başlarken Besmele çekmenin ve tekbir getirmenin sünnet olduğu istidlal
edilmiştir.
740 nolu Cabir
hadisini aynı zamanda Ebu Davud ve Beyhakî tahric etmişlerdir. Ancak isnadında
Muhammed b. îshak ve Ebu İyaş bulunuyor ki, bu iki zat hakkında hayli şeyler
söylenmiştir. îbn Hac-er, Ebu Iyaş'ın tanınan bir ravi olmadığına dikkat
çekmiştir. [617]
Aynı zamanda
yukarıdaki iki hadis, Besmele gibi, tekbir getirmenin de istihbabma ve rıfk
ile davranmaya delalet eder.
1- Kişinin
kendi kurbanını kendi eliyle kesmesi müstehab veya sünnettir.
2- Bununla
beraber kendisi beceremiyorsa, başkasına vekalet. verip kestirebilir.
3- Kurbanı
daha çok namazgah civarında kesmek müstehabdır.
4- Koyundan boynuzlu
ve semiz koç kesip kurban etmek efdaldır.
5- Bıçağı
çok iyi bilemek ve hayvana eziyet vermeden kesme işini ustaca yerine getirmek
sünnet veya müstehabdır.
6- Hayvan boğazlarken Besmele
çekip Tekbir getirmek sünnettir. Kimine göre, Besmele çekmek
vaciptir.
7- Koyun ve keçiyi daha çok sol yanı üzere
yatırıp yüzünü [leye getirerek kesmek müstehabdır.
8- Bir
koyunun sevabına aile fertlerini de katmakta bir sakınca . Ancak Hanefîlere
göre, bir koyunu ancak bir kişi kendisi için keser ve başkasını onun sevabına
ortak etmez.
9- Kurbanı
keserken Resulüllah'm (s;a.v.) yaptığı duayı yapmak [met veya müstehabdır.
10- Yahudi
veya Hıristiyan bir kişiye vekalet verip kestirmek ^kruhtûr. Müşrik ve kafire
vekalet vermek ise caiz ve sahih bildir.
11- Çocuğa (temyiz
çağına girmiş olmalı), ayhali sona erme-den dma vekalet vermek caizdir.'
12- İmam
Malik'e göre> vekalet verilecek kimsenin Müslüman tası şartttır. Ancak diğer
üç mezhebe göre, kitap ehlinin kestiğini yememizin helal olduğu dikkate
alınarak, onlara vekalet verildiği takdirde bu kerahetle caizdir.
Koyun, keçi ve sığırın
yere yatırılarak kesilmesi müstehab iken, devenin sol bacağını bağlayıp ayakta
iken kesilmesi müstehabdır. Re-sulüllah (s.a.v.) ile ashabının uygulaması böyle
cereyan edip süregelmiştir.
Şanı Yüce Allah,
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur: "Kurbanlık develeri de sizin için
Allah'a ibadet nişanelerinden kıldık. Sizin için onda hayır vardır. O halde bir
dizi halinde ayakta boğazlanırken üzerlerine Allah'ın ismini anın..."
Ayette "Bir dizi
halinde ayakta" ile çevirisini yaptığımız "Savaff kelimesini ilim
adamlarının çoğu "ayakta" diye yorumlamışlardır.
îbn Ömer (r.a) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen, devesini yere yatırıp kesmekte olan bir adama
rastladı ve ona şöyle dedi: "Onu ayağa kaldır da (Ön sol ayağı) bağlı
olduğu halde kes de Mu-hammed (s.a.v.) in sünnetine uy..” [618]
Abdurrahman b.
Sabit'ten yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ile ashabı
bedeneyi (kurbanlık deveyi) ayakta sol ön bacağı bağlı olarak keserlerdi."
[619]
a)
Hanelilere göre: Deveyi ayakta tutup boynuyla göğsünün leştiği yerden kesmek
sünnettir. Sığır ve koyunu yere yatırıp boyda başının birleştiği kısımdan
kesmek sünnettir. Bunun aksini ımak ise mekruhtur, sünnete aykırıdır. [620]
b) Şafiîler
de aynı görüş ve ictihaddadırlar. [621]
c) Hanbelî
ve Malikîlere göre de sünnet olan, deveyi ayakta boynuyla göğsünün bitiştiği
yerden; sığır, koyun ve keçiyi ise yere nrıp boynuyla başının bitiştiği yerden
kesmektir. Bunun aksini pmakta tenzihi bir kerahet olmakla beraber bir sakınca
yoktur, tıi caizdir. [622]
744 nolu İbn Ömer
rivayeti sahihtir ve istidlale elverişlidir. O kımdan müctehidlerin hemen hepsi
bu rivayetle istidlal ve ihticac [nişlerdir.
Böylece deveyi ayakta
tutup Ön ayağından birini, daha çok sol 'ağını diz kısmından büküp bağladıktan
sonra o vaziyette kesmek ınnettir. Aksini yapmak ise mekruhtur.
745 nolu Abdurrahman
hadisini Ebu Davud da tahric etmiş, anık isnadı hakkında bir tesbit ve görüş
beyan etmemiştir. Bununla îraber yapılan ciddi araştırmaya göre, ricali,
rical-i sahihtir. Ancak Bnedinden bir sahabi düşürüldüğünden hadis mursel
olarak nakle-ilmiştir. Senedi muttasıl olmadığı için zayıf sayılmıştır. Bununla
be-aber onu kuvvetlendiren şahitler bulunuyor. O bakımdan istidlale alih
görenler çoğunluktadır.
1- Kurban
edilecek devenin ayakta kesilmesi müstehab veya sünnettir. Ancak sol ön ayağının
bükülüp bağlanması gerekir.
2- Deve
kesilirken boynuyla göğsünün bitiştiği yerden kesilmesi müstehab veya
sünnettir.
3- Sığır,
koyun ve keçinin yere yatırılarak kesilmesi sünnettir. Aksini yapmak mekruhtur.
4- Sığır,
koyun ve keçiyi boynunun başla bitiştiği yerden kesmek müstehabdır,
5- Sözü
edilen hayvanları ve diğer eti yenilen hayvanları keserken Besmele çekmek
kimine göre sünnet, kimine göre vaciptir.
İslam Dini, ibadeti de
belirleyip belli vakit ve sınırlar içine iş ve ona bir bakıma resmiyet
kazandırmıştır. Bu, hem disiplinli, planlı ve programlı hareketi ilham etmekte,
hem de ibadeti kişilerin insiyatif ve kişisel görüş ve tesbitlerinden
ayırmaktadır. Böylece bütün Müslümanların belli vakitlerde ibadet etmesi
sağlanmakta ve allah'a kullukta birlik atmosferi oluşturularak ibadet asıl
hedefine ulaştırılmaktadır.
Kurban kesmemiz için
de dinimiz belli süre koymuş ve vakit in etmiştir. Tabii olarak da adak
keffaret ve nafile ibadetler bu-dışmda tutularak kişinin imkanları elverdiği
zaman ve yerde yerine getirilmesi bir kolaylık olarak belirlenmiştir.
Kurban, genellikle
Kurban Bayramı günlerinde kesilir. Ancak bayram teşrik günleriyle birlikte dört
gündür. Müctehidlerden bazısına göre, kurban bayramı günü ile teşrik günlerinin
birinci ve ikinci günlerinde kurban kesilir. Bazısına göre ise, bayram günü ve onu
izleyen üç gün içinde kesilir.
Cündeb b. Süfyan
el-Becelî'den (r.a) yapılan rivayete göre, adı $en, Kurban Bayramı günü
Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber Imaz kıldı ve şu bilgiyi verdi:
"Namazı bitirip ayrılınca et ile ırşılaştı. Kesilen kurban etleri
biliniyordu. Nitekim Re-ılüllah (s.a.v.) Efendimiz de bildi ve bunların henüz
•ayranı) namazı kılınmadan önce kesildiğini anladı. Bunun üzerine şöyle
buyurdu: "Kim namaz kılmadan önce kurban kestiyse, onun yerine bir başka
kurban kessin. Kim de biz namaz kıhncaya kadar kurban kesmediyse, Allah'ın
ismiyle kessin." [623]
Cabir (r.a), den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Resulüllah (s.a.v.) Efndimiz
Medine'de kurban bayramı günü bize namaz kıldırdı ve bu sırada birkaç adam öne
geçip Peygamber'in (s.a.v.) kurban kestiğini sanarak onlar da kurbanlarını
kestiler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), "kim kendisinden önce kurban
'kesmişse, onun yerine başka bir kurban kessin" dedi ve Peygamber (s.a.v.)
kurban kesmeden başkalarının kurban kesmemesini emretti." [624]
Enes (r.a) den yapılan
rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz kurban bayramı günü şöyle buyurdu:
"Kim (bayram) namazından Önce kurban kestiyse, onun yerine bir başkasını
kessin." [625]
Buhari ise bu hadisi
şu lafızla rivayet etmiştir:
"Namazdan önce
kurban kesen kimse, onu ancak kendisi kesmiş
olur. Kim de namazdan sonra
keserse onu çekten nüsükü (kurbanla
ilgili ibadet) tamamlamış olur ve îslümanlann sünnetiyle uyum sağlamış
bulunur."
Süleyman b. Musa'dan,
o da Cübeyr b. Mut'im'den, o da Pegamber (s.a.v.) Efendimiz'den rivayet
etmiştir: Efendimiz şöyle buyur-ıştur: "Teşrik günlerinin hepsi kurban
kesme günüdür."[626]
a)
Hanefîlere göre: Çölde ve köyde oturan kimse bayram na-azı için kalkıp şehre
gelir ve ev halkına kendisi için kurban kesmel-ini emrederse, onlar da onun
için fecir doğduktan sonra kurban ke-rlerse caiz olur. Hasan b. Ziyad bunun
hilafına bir görüş ilirtmiştir. Ancak birinci görüş daha sahihtir. Adam köyde,
mezrada sya çölde, ailesi ise şehirde oturursa, ailesinin onun için ancak ıam
bayram namazını kıldırdıktan sonra kurban kesmesi caiz olur. nam Ebu Yusuf da
aynı görüştedir.
Adam ayrı bir beldede,
ailesi de başka bir beldede olur ve ailesi-in kendisi için kurban kesmesini
emrederse, o takdirde ailesi ancak alundukları şehirdeki imamın kurban namazını
kıldırdıktan sonra urban kesmeleri caiz olur.
Kurbanı alıp şehir
dışına çıkarırsa, o takdirde götürdüğü yer asr-i salat yapılacak bir mesafede
ise, onu bayram namazından önce e kesebilir. Yani fecir doğduktan hemen sonra
kesmesi caiz olur.
Aldığı kurbanlık
hayvanı belirlenen süre içinde kesmezse, vaktini kaçırmış olur ve artık o
hayvanı diri olarak tasadduk etmesi gerekir. [627]
b) Şafiîlere
göre: Hanefîlere göre, kurban kesmek
vacip olduğu halde Şafiîlere göre, müekked sünnettir. Ancak bu kifayet üzere
bir sünnettir. Yani ev halkı birden fazla ise, birinin kesmesiyle bu sünnet
yerine gelmiş olur. Ama kişi yalnız başına ise, onun hakkında sünnet-i ayndır,
başkasının kesmesiyle onun üzerinden bu sünnet kalkmış olmaz.
Kurban kesme günleri,
bayramın birinci günü dahil olmak' üzere dört gündür. [628]
c)
Hanbelîlere göre: Kurban Bayramının birinci günü bayram, namazını kılacak ve
hutbesini irad edecek kadar bir zaman geçince artık kurban kesme zamanı girmiş
olur ve teşrikin' ikinci günü akşamına kadar süresi devam eder. Geceleyin kesmek ise caiz değildir.
Belirtilen vakitten
önce kesilirse kafi gelmez ve onun yerine bir başkasını kesmek gerekir. [629]
d) İmam
Malik'e göre de, kurban kesmenin süresi üç gmulür. Geceleyin kesmek bu mezhebe
göre de caiz değildir. [630]
Birinci hadisle
istidlal eden İmam Malik'e göre: İmam namaz kılmadan, hutbe okumadan ve kendi
kurbanını kesmeden önce başkasının kurban kesmesi caiz olmaz. İmam Ahmed ise
"imam namaz kılmadan, hutbe okumadan önce kurban kesmek caiz
değildir" demiştir. Böylece bu iki imam, imamın kurban kesmesi hususunda
farklı ictihadlarda bulunmuşlardır.
749 nolu Cündeb hadisi
sahih olup istidlal ve ihticaca salihtir. Hadis, kurban bayramı namazım
kılmadan kurban kesmenin caiz olmadığma delalet etmektedir. Nitekim bu bapta
kütüb-i sittenin iera'dan yaptığı bir rivayet bulunuyor ki, lafzı şöyledir:
"Kim namazdan Önce keserse, o ancak çoluk çocuğu için takdim ettiği ir
ettir, nüsük (kurban ibadeti) olarak onda bir (hüküm) oktur."
Sonra da hadiste,
namazdan maksat, imamın kıldığı namazdır. Böylece imam namaz kıldırmadan kurban
kesmenin caiz olmayacağına işaret bulunuyor.
750 nolu Cabir hadisi
de sahihtir. Bu, imam kendi kurbanını Lesmeden önce başkasının kurban
kesmesinin caiz olmadığına dela-et etmektedir. Bu bakımdan kurban kesme
vaktinin ancak imamın turban kesmesinden sonra başlayacağı hükmü ortaya
çıkıyor.
Böylece yukarıdaki iki
hadis arasım birleştirip telif edecek olursak, şöyle diyebiliriz: Kurban kesme
vakti, imamın namaz kıldırıp kurban kesmesiyle başlar. Nitekim îmam Malik'in
içtihadı böyledir. İmam Âhmed ise, bu hadisle yukarıdaki hadislerle istidlalde
bulunarak, kurban kesme vaktinin, imamın namaz kıldırmasından sonra
başlayacağını belirtmiştir. Nitekim el-Hasan, Evzaî ve İshak da aynı
görüştedirler. [631]
İmam Sevrî'ye göre,
kurban kesme işi, imam namaz kıldırdıktan hemen sonra başlar. Hutbe'nin
okunmasını beklemek şart değildir.
îmam Şafiî ise
rivayetleri bir araya toplayarak şu hükmü çıkartmıştır: "Kurban kesme
vakti, güneş doğup namaz kılacak ve hutbe okuyacak kadar bir zaman geçtikten
sonra başlar. îster imam namaz kıldırmış olsun, ister olmasın fark etmez.
Önemli olan, güneşin doğmasından sonra namaz kılıp hutbe okuyacak kadar bir
sürenin geçmesidir. Aynı zamanda kurban kesecek olan kişi de ister namaz kılmış
olsun ister olmasın, belirtilen sürenin geçmesiyle kurbanını kesebilir.
İmam Ebu Hanife ise,
köy, mezra ve çölde oturanlar için kurban kesme vakti fecrin doğmasıyla başlar.
Şehir ve kasabalarda ise, imamın namaz kıldırıp hutbe okumasından sonra başlar.
Bundan önce kesmek caiz olmaz.
751 nolu Enes hadisi
sahihtir ve istidlal ile ihticaca salihtir. O bakımdan müctehidlerin önemli bir
kısmı bu hadise dayanarak kurban ancak imam namaz kıldırdıktan veya kişi
kurban bayramı namazını kıldıktan sonra kesilir demişlerdir.
752 nolu Cübeyr
hadisini İbn Hibban kendi sahihinde ve Beyha-ki tahric etmişlerdir. Ancak
isnadında farklı tesbit ve görüşler ortaya çıkmıştır: İbn Adiy, Ebu Hüreyre
hadisinden rivayetle bu anlamda bir hadis nakletmiş tir. Ancak isnadında
Muaviye b. Yahya es-Sadefî bulunuyor ki, bu zat zayıftır, İbn Ebî Hatim ise,
Ebu Said hadisinden rivayetle bu anlamda bir hadise yer vermiş ve babasının bu
rivayetin mevzu1 (uydurma) olduğunu söylediğine dikkat çekmiştir.
İbn Kayyım el-Cevzî
ise, Cübeyr b. Mut'im hadisinin munkati' olup sübut bulmadığını belirtmiştir.
Oysa İbn Hibban gibi bir hafız bu hadisin mevsul olduğunu belirtmiştir.
Yukarıda belirtiğimiz gibi, bunu kendi sahihinde nakletmiştir.
İmam Şafiî ve diğer
bazı ictihad seviyesinden olan ilim adamları bu hadisle istidlal ederek teşrik
günlerinin hepsinin kurban ke? me günü olduğunu belirtmişlerdir.
Şüphesiz bu anlamda
birkaç rivayet daha bulunuyor ki, hadisi kuvvetlendirmekte ve istidlale salih
olduğuna imkan verdirmektedir. Şevkanî'nin İbn Kayyım ve Evzaî'den naklettiği
şu hadis de konuyu pekiştirmektedir: "Mina'nın heryanı kurban kesmeye elverişlidir
ve teşrik günlerinin hepsi kurban kesmek içindir." [632]
İmam Ebu Hanife, îmam
Malik ve İmam Ahmed bu rivayetlerle istidlal etmişlerdir. Onlara göre, kurban
kesmenin vakti üç gündür: Bayramın birinci günü ve teşrik günlerinin ilk iki
günüdür. Nitekim Hz. Ömer b. Hattab, Hz. Ali, îbn Ömer ve Enes'den (Allah
hepsinden razı olsun) bu anlamda rivayet yapılmıştır.
1-
Kurban kesme vakti,
güneş doğup bayram
namazı kılındıktan, hutbe okunduktan sonra başlar veya namaz kılacak,
hutbe okuyacak kadar bir zaman geçtikten sonra başlar ve dört gün de-ım eder.
Bu, İmam Şafiî'ye göredir.
2- Kurban
kesme vakti, imam namaz kıldırıp hutbe okuduktan [ kurbanını kestikten sonra
başlar. Bu, İmam Malik'e göredir.
3- Kurban
kesme vakti, imam namaz kıldırıp hutbe okuduktan ıra başlar. Bu imam Ahmed'e
göredir.
4- Kurban
kesme vakti, imam bayram namazını kıldırdıktan anra başlar ve üç gün devam
eder. Bu, İmam Ebû Hanife'nin kavlidir.
5- Köy,
mezra ve çölde oturanlar için kurban kesme vakti, fecir oğunca başlar. Bu, İmam
Ebu Hanife'nin içtihadıdır.
6- Kurban
kesmek, Hanefîlere göre vacip, diğer üç mezhebe ;öre, müekked sünnettir. Ancak
bu müekkedlik kifaye üzeredir. Yani v halkından biri keserse diğerlerinin
üzerinden kalkmış olur.
7- Geceleyin
kurban kesmek, İmam Ebu Hanife ve İmam Şafiî'ye göre mekruhtur; İmam Malik ve
İmam Ahmed'e göre caiz değildir.
Burada Hanefî ve Şafiî
mezhebinde kolaylık vardır. Kurban »üresinin dört gün olduğunu belirleyen İmam
Şafiî'nin içtihadında da solaylık söz konusudur.
Kurban kesmek,
İslâm'ın hedeflediği aile ve toplum arasında sıcak, sevgi ve saygı dolu bir
havayı oluşturan amillerden biridir. Aile bünyesinde tatlı bir kaynaşma
sağlarken çocukların hafızasında silinmez izler bırakır.
O bakımdan kurban
etinden hem yemek, hem yedirmek, hem de bir kısmını yararlanmak üzere alıkoymak
müstehab sayılmıştır. Zira bu ibadet sırf fakir ve muhtaçları sevindirmeye
yönelik olmayıp komşular, hısımlar ve dostlar arasındaki sevgi ve kardeşlik,
dostluk ve kadirbilirlik bağlarını da pekiştirmeyi hedeflemektedir»
Hz. Aişe (r.a) dan
yapılan rivayette, adı geçen şöyle bilgi vermiştir:
"Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz zamanında badiye halkından birçok evler, aileler kurban bayramına
yakın (Medine'ye) yavaş yavaş yürüyerek geldiler ki bunlar mali yönden çok
zayıf kimselerdi. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ashabına:
"Kurbanlarınızın etlerini üç gün (kilere koyup) tutabilirsiniz. Ondan
sonra kalan bir şey olursa tasadduk ediniz" diye emretti.
Bir sonraki yıl olunca
ashab-ı kiram: "Ya Resulellah! İnsanların bir kısmı kurbanlarından kaplar
dolusu yiyecek ediniyorlar ve o etlerden
yağ eritip biriktiriyorlar" diyerek durumu arzettiler. Bunun üzerine
Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "İyi ama bunu bana neden haber
veriyorsunuz?" diye sorunca, ashab şöyle cevab verdi: "Geçen yıl
kurban etinden üç günden sonra yenilmemesini emretmiştiniz." Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu; "Ben o zaman çöl halkından birçok ev
halkının gruplar halinde aheste aheste (bitkin bir vaziyette) gelmelerinden dolayı sizi bundan
men'etmiştim. Şimdi ise (o durum söz konusu olmadığından) kurbanlarınızın
etinden hem yeyiniz, hem (kilere koyup) kaldırınız, hem de tasadduk
ediniz.." [633]
Cabir (r.a) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi veriliştir:
"Bizler Mina'da
kestiğimiz kurbanların etinden üç günden fazla yemezdik. Sonra Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bize ruhsat vererek şöyle buyurdu: "Yeyiniz ve (kilere
koyup) azık olarak bekletiniz." [634]
Diğer bir lafızla
şöyle buyurulmuştur: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, kurban etlerinden üç
günden fazla yememizi yasakladı. Sonra (ruhsat vererek) şöyle buyurdu:
"Yeyiniz, azık edininiz ve (kilere koyup) kaldırınız."
Seleme b. Ekva (r.a)
den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v,) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
" Sizden kim kurban keserse, artık üç günden sonra evinde ondan bir şey
bırakmasın. Bir yıl sonra ise, ashab-ı kiram O'na sordu: 'Ta Resulellah! Geçen
senede olduğu gibi mi yapalım?" Bunu üzerine Efendimiz şöyle buyurdu:
"Yeyiniz, yediriniz ve azık olarak kaldırıp (ucun ucun kullanınız). Çünkü
geçen yıl insanlar (gıda hususunda) sıkıntı içindeydiler, o yıl içinde onlara
yardım etmenizi diledim." [635]
Sevban (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
'Ttesulüllah (s.a.v.)
Efendimiz kurbanlık hayvanını kestikten sonra şöyle buyurdu: 'Ta Sevban! Bunun
etini benim için yenilebilecek duruma getir." Bunun üzerine ben de ta Medine'ye
gelinceye kadar devamlı şekilde (yemek vakitleri) o etten hazırlayıp
Efendimiz'e yedirdim." [636]
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Ey Medine halkı! Kurban etler Miden üç günden fazla yemeyin." Bunun
üzerine Medineli'ler lte-sulüllah'a baş vurarak çoluk çocukları, kendilerine
sığınmış bulunanları ve hizmetçileri bulunduğunu belirterek durumlarını
arzettilejr. O sebeple Resulüllah (s.a.v.) onlara: 'Teyiniz, yediriniz, (yararlanmak
üzere) saklayınız ve azık edininiz" buyurdu. [637]
Büreyde (r.a.) deh
yapılan rivayete göre, Resuliillah (s.a.v.) Efen-z şöyle buyurmuştur: "Ben
sizi, kurban etinden üç günden l yemekten men'ettiydim, ta ki mali imkan sahibi
olan, bu km olmayana genişlik (geçim imkanı) sağlasın. Artık bundan böyle arzu
ettiğiniz kadarını yeyiniz, yediriniz ve arlanmak üzere) depolayınız." [638]
a)
Hanefîlere göre: Kurban eti konusunda efdal olan şudur: birini tasadduk etmek,
üçte birini yemek yapıp hısımlarına, yakınlarına ziyafet vermek ve geriye kalan
üçte birini de (kilere lırıp) ucun ucun yararlanmak...
Zira kurban etinden
hem zengine, hem de fakire yedirmek ^tehabdır. Bununla beraber hepsini olduğu
gibi.tasadduk etmek aizdir. [639]
İslam'ın ilk
yıllarında kurban etinden üç günden fazla yemek aklanmış bulunuyordu. Sonra bu
yasak hükmü kaldırıldı. Kuran derisinden ise aynen yararlanmak caiz olduğu
gibi, onu satıp ine demirbaş olacak bir ev eşyası almak da caizdir. [640]
b) Şafiîlere
göre: Adak olmayan, bayramda tetavvu1 olarak kestiği kurbanın etinden kişinin
yemesi zenginlere yedirmesi caizdir, dan bir kısmını da fakirlere tasadduk
etmesi vaciptir. Bununla be-ıer yiyecek kadar bir lokma ayırıp gerisini olduğu
gibi tasadduk et* k efdaldır. Yeme, tasadduk ve bağışı biraraya getirecek
olursak inin, üç günden fazla ondan yememesi sünnettir ve üçte birinden az
miktarı tasadduk etmemesi, yani en az üçte birini tasadduk etmesi de
sünnettir. [641]
c)
Hanbelîlere göre: Kurban etinden üçte birini yemek, üçte1 birini hediye etmek,
üçte birini de tasadduk etmek müstehabdır. Bununla beraber üçte birinden
çoğunu yemesinde bir sakınca yoktur. Hatta üçte birini fakirlere tasadduk
etmek, yedirmek vaciptir. Çünkü ayette bu husus emredilmiştir. [642]
Aynı zamanda kurban
etini depolayıp üç günden fazla yemek de caizdir.
Kurban etinden kafire
ve zimmiye yedirmek de caizdir. Nitekim el-Hasan, Ebu Sevr ve Rey tarafdarları
buna cevaz vermiştir. İmam Malik'e göre, mekruhtur.
Çünkü bu bir sadakadır
ve gayr-i muslinle sadaka vermekte bir sakınca yoktur. [643]
d) Malikîler
de buna yakın görüş ve ictihadda bulunmuşlardık.
Böylece dört mezhep
imamları yukarıdaki sahih hadislerle istidlal ve ihticacda bulunmuşlar ve az
farklı görüş izhar etmişlerdir.
759 nolu Hz. Aişe
hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. Kurban etinden yararlanma konusunda nesh
olayı meydana geldiğine işaret vardır. Yani İslam'ın ilk yıllarında geçim sıkıntısı
çekenlerin çokluğu dikkate alınarak kurban etinden üç günden fazla
yararlanılmam ası emredilmiş ve sonra bu hüküm kaldırılmıştır.
Böylece kurban etinden
yemek, yedirmek ve bir miktarını kaldırmak caizdir.
760 nolu Cabir hadisi
de sahihtir ve yukarıdaki hadisi kuvvetlendirmekte, üç günden fazla
yararlanmanın yasak hükmünün kaldırıldığını açıklamaktadır.
761, 762, 763, 764
nolu hadisler de sahihtir ve birbirini kuvvet-indirmekte, kurban eti hakkında
en sağlam bilgi ve hükmü vermek-kdir.
1- Kurban
etinden yararlanmak sünnettir.
2- Kurban
etinden hem fakirlere tasadduk edilir, hem de zen-inlere ziyafet verilebilir.
3- Kurban
etini üçe ayırıp bir bölümünü ev halkının istifadesine ünmak, bir bölümünü
fakirlere tasadduk etmek, bir bölümü ile de asım ve dostlara ziyafet vermek
müstehabdır.
4- Bununla
beraber bir bölümünü tasadduk ettikten sonra ge-iye kalanını hem yakınlara
yedirmek, hem de depolayıp kaldırmak aizdir.
5- Kurban
etini çiğ olarak dağıtmak caiz olduğu gibi, pişirip sora kurarak yedirmek de
caizdir.
6- Kurban
etinden üç günden fazla süreyle yararlanmakta bir akınca yoktur.
7- Kurban
etinden fakir ve muhtaçlara yedirmek vaciptir. Bu, îafiîlerle Hanbelîlerin
içtihadıdır.
8- Kurban
etinden az bir miktar yeyip gerisini tasadduk etmek fdaldır.
9- Kurban
etinden gayr-i müslimlere vermekte bir sakınca yok-ur. Bu, birçok müctehidin
görüşüdür. Çünkü kurban eti bir sadakadır ve gayr-ı müslimlerden muhtaç
olanlara sadaka vermek caiz-
Kurbandan hatıra
olarak kalan, onun derişidir. O bakımdan dinimiz kurban derisini
demirbaş'olarak tabaklayıp kullanmaya cevaz verdiği gibi, onun tasadduk
edilmesini de müstehab saymıştır. Aynı zamanda deriyi satıp onun yerine demirbaş
bir ev eşyası almaya da cevaz verenler olmuştur. Sonra kurbanlık devenin
üzerine atılan çul ve benzeri eşyayı da tasadduk etmesi efdaldır.
Ali b. Ebu Talih
(r.a.) den yapılan rivayete göre, 'aâı geçen şöyle haber vermiştir:
"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, kendisine ait kurban edilen hayvanlarının
üzerinde durmamı ve onun etini, derisini ve üzerine atılan çul ve benzeri
şeyleri tasadduk etmemi emretti ve kasaba ondan bir şey vermememi de em-
retti»" [644]
Hz. Ali devamla diyor
ki: "Biz kasaba kendi yanımızdan bir şey verirdik,"
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Katade b. Nu'man a.v.) ona şöyle haber vermiştir:
"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz rağa kalkıp şöyle buyurdu: "Ben size,
kurban etlerinden üç inden fazla yememenizi emretmiştim. Bu da aranızda
auhtaçlara) bir genişlik sağlamak içindi. Şimdi artık onu ze helal kılıyorum,
istediğiniz kadarını (istediğiniz sürece) yebilirsiniz. Ancak hac için hedîy
olarak ayırdığınız hay-inin ve bir de kurban ettiğinizin etini satmayınız;
ondan ayiniz, tasaddukta bulununuz, derisinden yararlanınız ve iu da
satmayınız. Kurban etlerinden bir şey yedirecek olur-tnız, (geriye kalanını),
istediğiniz zaman yiyebilirsiniz," [645]
a)
Hanelilere göre: Kurban derisini, yağını, etini, sakatatını, ününü, kılını ve
sütünü satmak helal olmaz. Aynı zamanda kasap ere ti olarak o etten bir şey
verilmez. Ancak sünnete uymayıp kuran etinden yağından veya sütünden birşey
satacak olursa, bu satış nam Ebu Hanife ile îmanı Muhammed'e göre geçerlidir.
İmam Ebû Yusuf’a göre geçerli değildir. Buna rağmen aldığı parayı tasadduk
eder.
Aynı zamanda
Hanefi'lerin çoğuna göre, kurbanın derisini satıp tıunla demirbaş bir eşya
satın alıp hatıra olarak bulundurmakta bir akınca yoktur. [646]
b) Şafiîlere
göre: Kurban derisini hem tasadduk etmek, hem e gerekirse ondan yararlanmak,
yani tabaklayıp demirbaş eşya ola-ak kullanmak caizdir, [647]
c)
Hanbelîlere göre: Kurban derisinden, onun sahibi yararlanabilir. Ancak deriyi
veya o hayvandan herhangi bir şeyi satması caiz değildir. Kurban ister vacip,
ister tetavvu' olsun bu hususta farket-mez. Aynı zamanda kasabın ücreti de onun
etinden veya herhangi bir parçasından verilmez. [648]
d)
Malikîlere göre: Kurbanın derisi dahil, hiçbir şeyini satmak caiz değildir.
Deriyi veya başka bir kısmını satıp onun yerine bir şey almak da caiz
görülmemiştir. Derisini tasadduk etmek caiz olduğu gibi, ondan (demirbaş olarak
da) yararlanmak caizdir. İmam Malik diyor ki: "Eğer kurban derisini bir
şeyle değiştirmeye cevaz versey-dim, herhalde külah, sarık ve benzeri bir şeyle
değiştirilmesine cevaz verirdim." [649]
770 nolu Hz. Ali
hadisi sahihtir ve istidlal ile ihticaca salihtir.'O bakımdan müctehidlerin
hepsi bununla istidlal etmişlerdir.
771 nolu Katade
hadisinin mursel ve sahih olduğunu Mecmeu'z-Zevaid sahibi belirtmiştir. [650]
Resulüllah'm
kurban.ettiği develerin ve koyunların sayısı hakkında burada bir bilgi
verilmemiştir. Buharı ve diğer muhaddis-ler onların yüz tane olduğundan söz
etmektedirler. Bu sayıyı altmışa düşürenler de vardır. Ancak Hz. Ali'nin
Yemen'den getirdiği hayvanlarla birlikte yüz olduğu ihtimali kuvvetlidir.
Resulüllah'm (s.a.v.) kendi eliyle 63 tane kestiği, geri kalanını Hz. Ali'nin
kestiği de rivayetle*1 arasında bulunuyor. Daha önceki konu başlıklarında da
buna yer vermiş, kısa bir açıklamada bulunmuştuk. Allah daha iyisini bilir.
Böylece kurban
dei'isi, eti, yağı ve sakatatı hakkında en aydınlatıcı bilgi bu iki rivayette
toplanmakta ve araştırıcılara malzeme vermektedir.
1- Kesilen
kurbanın etini, derisini ve üzerine atılan çul, semer ı benzeri şeyleri
tasadduk etmek sünnettir,
2- Çul ve
benzeri şeyleri alıkoymakta ise, bir sakınca yoktur.
3- Kurban
derisini tabaklayıp evde kullanmak caizdir, Ha-sfîlere göre, onu satıp yerine
demirbaş eşya almakta da bir sakınca görülmemiştir.
4- Kurban
etini satmak caiz değildir. Ancak sünnete aykırı ola-ık satılan kısmın parasını
fakirlere tasadduk etmek gerekir.
5-
Hayvanı kesen kasabın ücreti
para olarak ödenir.
O, akımdan ücret olarak kasaba et, deri, sakatat ve benzeri şeyler
vererek caiz değildir.
6- Kurban
etini kaldırıp uzun süre yemeğe de cevaz verilmiştir, jıcak en az üçte birini
fakirlere dağıtmak müstehabdır.
7- Kurban
etinden pişirip komşu ve yakınlara ikram etmekte de ir sakınca görülmemiştir.
8- Şafıîlere
göre, çok az bir miktarım yeyip gerisini tasadduk et-lek efdaldır. Aynı zamanda
kurban etinden fakirlere ayırıp vermek aciptir.
9- imam
Malik'e göre, kurbanın derisi dahil hiçbir şeyi satılmaz. ve varsa tasadduk
edilir. Ancak kurban sahibi onun derisini tasad-iuk etmeyip kullanırsa buna
cevaz verilmiştir,
10-
Hanefîlere göre de, kurbanın etini, yününü, sütünü, yağını ve sakatatını satmak
caiz değildir.
Akika, "akk"
kökünden gelen bir isimdir. Akk: Yarmak, elbise ve benzeri şeyi ikiye ayırmak,
ana-babaya karşı gelmek anlamına gelir, Ondan türetilen "akika" ismi
ise, çocuk doğunca başında bulunan saça ve doğumundan yedi gün geçince ondan
yana kesilen hayvana ve o saçın traş edilip ağırlığınca altın veya gümüş
tasadduk edilmesine delalet eder.
Şüphesiz doğan
çocuktan yana bir hayvan kesip ev halkına, komşu ve yakınlara, fakirlere
yedirip dağıtmanın birçok faydaları vardır. Onları şöyle özetleyebiliriz:
a) Dünyaya
adım atıp gözlerini açan çocuğun ilahi korumaya mazhar olmasını sağlar.
b) Böylece
koruyucu meleklerin o çocuktan yana rahmet ve afiyet havası estirmelerine
vesile olur.
c) Çocuğu cin ve şeytanların sinsi
yaklaşmasından koruyup manen desteklenmesine ortam hazırlar.
d) Aile ve komşular, yakınlar ve çevredeki
fakirler arasında sıcak hava oluşturup yakınlık sağlar.
e) Aklı eren
çocukların kafasında silinmez iz bırakıp ileride ^onların da bu sünneti
yaşamalarına kapı açar.
Selman b. Amir
ed-Dabbî (r.a.) den yapılan, rivayete göre, Re-sulüllah (s.a.v.) Efendimizin
şöyle buyurduğu belirlenmiştir: "Oğlan çocuğuyla beraber akika vardır.
Artık siz ondan yana (Allah rızasını gözeterek) bir kan akıtın da ondan eza ve
cefayı giderin." [651]
Açıklama:
Hadiste "oğlan
çocuğu" anlamına gelen "guîam" ismi kul-anılmışsa da bunda
tağlib kaidesi cari olup kız çocuğunu kapsamına almaktadır.
Semure (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efen-iimiz şöyle buyurmuştur:
"Her çocuk alâkasına karşılık rehindir; yedinci gününde ondan yana
(hayvan) kesilir, adı konulur ve saçı tıraş edilir." [652]
Hz Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Erkek çocuktan yana (Allah rızası gözetilerek) birbirine denk iki koyun,
kız çocuktan yana bir koyun (kesilir)." [653]
Ummu Kürz el-Ka'biyye
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı-geçen, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den.
akikadan sormuştur. Efendimiz ona şu cevabı vermiştir: "Evet, erkek
çocuktan yana iki koyun, ki£ çocuktan yana bir koyun (kesin). Kesilecek
koyunların erkek veya dişi olmaları size bir zarar vermez (yani hiçbir
sakıncası yoktur.)" [654]
a)
Hanefîlere göre: İslam'dan önce Araplar doğan çocuk için bir hayvan keser ve
buna "akika" derlerdi. İslâmiyet gelince, Arapların kötü adetlerini
kaldırdı, iyi adetlerini belli bir düzene sokup bıraktı. Akika da o güzel
adetlerden biri idi. Ancak Kurban Bay-ramı'nda zenginlerin kurban kesmesi vacip
kılındığında diğer kurbanların hükmü kaldırıldı. Onlar arasında akika da
bulunuyor. Artık isteyen doğan çocuğu için akika keser, isteyen kesmez.
Bunun gibi Recep
ayında kesilen ve "recebiye" denilen adet de kaldırılmış bulunuyor.
Buna ilaveten kişinin devesi veya koyunu ilk doğumunu yapınca onu kesip yer ve
yedirirdi. Bu adet de kurban ve-cibesiyle kaldırılmış bulunuyor.
Hanefîler bu konuda
yukarıdaki hadislerle değil, Hz. Aişe (s.a.v.) dan rivayet edilen şu hadisle
istidlal etmişlerdir: "Ramazan orucu, kendisinden önceki bütün oruçların
hükmünü; kurban bayramında kesilen kurban ile de ondan önce kesilen her
kurbanın hükmü kaldırılmış bulunuyor. Aynı zamanda cenabetlikten dolayı yapılan
gusül de kendisinden önceki her guslün hükmünü kaldırmıştır." Şüphesiz Hz,
Aişe (r.a) bunu kendiliğinden değil, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'den duyduğu
için söylemiştir. [655]
b) Şafîîlere
göre:
Oğlan çocuğu için iki,
kız çocuğu için bir koyun akika olarak kesmek sünnettir. Kesilecek koyunun,
kurbanlık hayvanda olduğu gibi ayıp ve kusurlardan salim olması söz konusudur.
Akikanm etinden yeme ve onu tasadduk etme hususu, kurbanlık hayvandaki gibidir.
Aynı zamanda akikayı pişirip yakınlara, dostlara, fakirlere yedirmek, yani
sofra hazırlayıp ziyafet vermek de sünnettir. Akikanm kemikleri kırılmaz. Akika
kurbanı, çocuğun doğumunun yedinci günü kesilir ve o gün çocuğun adı-konur.
Hayvan kesildikten sonra çocuğun saçı tıraş edilir ve ağırlığınca altın veya
gümüş tasadduk edilir. Aynı zamanda çocuk doğunca kulağına ezan okunur ve
ezilmiş hurmadan bir parça çocuğun ağzına ve dudaklarına sürülür. Sol kulağına
ise, ikamet okunur. [656]
Çocuğun ağzına ezilmiş
hurma sürülmesi veya azıcık konul-tsı, çenesini hareket ettirmesini ve böylece
annesinin göğsünü ra-tlıkla emmesini kolaylaştırmasına yöneliktir.
c) Hanbelîlere
göre: Akika sünnettir. Nitekim İbn. Abbas, İbn aer, Aişe (Allah hepsinden razı
olsun) ve tabiînden, ilim adanırından birçok müctehide göre de sünnettir.
Ancak rey tarafdarları nu sünnet olarak kabul etmeyip cahiliye devri adetinden
olduğunu belirtmişlerdir.
Sünnet olan akika,
erkek çocuğu için iki, kız çocuğu için bir koy-i kesilmesidir. Bu da çocuğun
doğumunun yedinci gününde gerçekleştirilir. Aynı zamanda çocuğun adı konur ve
saçı tıraş edilir, için ağırlığınca altın veya gümüş tasadduk edilir.
Kesilen akikanm
kanından çocuğun alnına veya başka bir yeke sürülmesi mekruhtur. Akikanm kusur
ve ayıplardan salim olası sünnettir. [657]
Böylece bu iki mezhep
müctehidleri yukarıdaki hadislerle istid-ve ihticacda bulunmuşlardır.
Aynı zamanda bu
mezhebe göre, akikanm derisi ve sakatatı tılıp elde edilen para tasadduk
edilir.
d)
Malikîlere göre: İmam Malik bu konuda yedi kadar hadis aklederek sünnet
olduğunu belirtmiş ve bu arada Cafer b. Mu-ammed'den, o da babasından yaptığı
rivayeti naklederek Hz. atıma'nın Hasan ve Hüseyin'in saçlarını keserek
tarttığını; bunun :bi Zeyneb ve Ümmu Gülsüm'ün de saçını kesip ağırlığınca
gümüş tsadduk ettiğini belirtmiştir. [658]
Diğer yandan Hişam ve
Urve'nin de erkek çocuğu için iki, kız )cuğu için bir koyun akika olarak
kestiği rivayetine yer vermiş ve ununla mezhebinin de bu görüşte olduğuna
işarette bulunmuştur. [659]
Böylece Hanefîler
dışında diğer bütün müctehidler akikanm linnet olduğunu belirtmişlerdir;
776 .nolu Süleman
hadisi sahih olup istidlale salihtir. Böylece hadis, akikanm sünnet olduğuna ve
bununla çocuğun manevi desteğe mazhar olacağına; aynı zamanda çocuğun
saçlarının kesilmesiyle ondaki eza ve cefanın giderileceğine delalet vardır.
777 nolu Semura
hadisini aynı zamanda Beyhakî ve Hakim tah-ric etmişler; Tirmizî ile Abdülhak
onu sahihlemişlerdir. Ancak bu hadisi el-Hasan Semure'den rivayet etmiştir ki,
el-Hasan müdellis olduğu, yani muassırı olup görüştüğü fakat hadis almadığı
veya görüşmediği halde hadis duyduğunu söyleyen ravilerden biridir. Bununla
beraber Buhari kendi sahihinde onun el-Hasân tarikiyle yaptığı rivayette,
Hasan'm Akika hadisini Semure'den duyduğunu belirtmiştir.
778 nolu Hz. Aişe
hadisini aynı zamanda îbn Hibban ve Beyha-ki tahrie etmişlerdir. Hadisin sahih
oluduğu kabul edilmiştir, Nitekim Tirmizî de bu rivayeti sahihlemiştir.
779 nolu Ümmu Kerz hadisini Nesâî, îbn Hibban,
Hakim ve Darekutnî tahrie etmişlerdir, istidlalle salah olduğu belirtilmiştir.
Çocuğun akikasma
karşılık rehin olması hususunu ise, ilim adamları üç ayrı şekilde
yorumlamışlardır:
1- Akikası
kesilmeyip o vaziyette ölen çocuğun ana-babasma' şefaatçi olmayacağına
işarettir.
2- Bu
anlatımla akikanm lüzumlu olduğuna işaret edilmiştir.
3- Çocuğun
akikası kesilmedikçe adının konmayacağına, saçının kesilmeyeceğine iarettir.
Bu bapta Amr b.
Şuayb'den, o da babasından, dedesinden yaptığı bir rivayet bulunuyor. Şöyle ki:
"Resulüllah (s.a.v.) Efendi-miz'den akikadan soruldu. Efendimiz "ben
ukuku sevmem (yani ana-babaya karşı gelmeye delalet
eden bu tür tabirlerden
pek hoşlanmam)" buyurdu. Bunun üzerine ashab-ı kiram şöyle dedi:
"Ya Resulellah! Biz bununla bizden birinin çocuğu doğunca ne yapacağından
soruyoruz" deyince, Efendimiz şöyle buyurdu: "Sizden kim çocuğu için
bir nüsükde (ibadette) bulunmak istiyorsa, erkek çocuğu'için birbirine denk iki
koyun, kız çocuğu için bir koyun kessin." [660]
Diğer üç rivayet daha
bulunuyor:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz çocuğa yedinci günü ad konulmasını ve ondaki eza ve cefanın
giderilerek akik a kesilmesini emretti." [661]
Büreyde el-Eslemî
diyor ki:
"Sizler cahiliyye
günlerinde, birinizin erkek çocuğu doğunca bir koyun keser ve onun kanından
çocuğun başına sürerdi. Allah îslamiyeti gönderince, biz artık bir koyun keser,
çocuğun saçını tıraş edip başına zaferan sürerdik."[662]
îbnAbbas (r.a.) diyor
ki:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz Hasan ve Hüseyin için aki-ka olarak birer koç kesti.." [663]
Diğer bir rivayette
"her biri için ikişer koç kesti.." denilmektedir.
Bir de doğan çocuğun
ağzına tatlı bir şey koymakla ilgili dört rivayet bulunuyor:
Ebu Rafı (r.a.)
anlatıyor:
"Hz. Ali'nin oğlu
Hasan doğunca, annesi Hz. Fatıma onun için iki koç ak ika olarak kesmek istedi.
Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ona şöyle buyurdu: "Onun için
aki-ka kesme, ama başının saçını tıraş et ve o saçın ağırlığınca gümüş
tasaddukta bulun. Sonra Hüseyin doğdu. Hz. Fatıma onun için de aynı şeyi
yaptı." [664]
Yine Ebu Rafi' (r.a.)
diyor ki:
"Hz. Fatıma
(r.a.) Hüseyin'i doğurunca, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz onun kulağına ezan
okudu." [665]
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre:
Ümmu Süleym (r.a.) bir
erkek çocuğu doğurdu. Kocası Ebu Talha ona şöyle dedi: "Çocuğu koru da onu
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'e getir"? O da çocuğunu alıp Resulüllah'a
(s.a.v.) getirirken beraberinde birkaç tane de hurma bulunduruyordu.
Resulüllah (s.a.v.) o hurmayı alıp mübarek ağzında çiğnedikten sonra alıp
çocuğun ağzına koydu ve damağına sürdü. Sonra da çocuğa Abdullah diye ad
koydu." [666]
Sehl b. Sa'd (r.a.)
anlatıyor:
"Ebu Useyd, oğlu
Münzir doğduğunda onu alıp Resulüllah'a (s.a.v.) getirdi. Babası Useyd
otururken Resulüllah (s.a.vO Münzir'i alıp dizleri üzerine koydu ve o sırada
önünde bulunan bir şey ile meşgul olduğundan Useyd'e, çocuğu dizlerinin
üstünden almasını emretti. O da çocuğunu kucaklayıp aldı. Resulüllah (s.a.v.)
meşgul olduğu işi bitirince: "Çocuk nerede?" diye sordu. Ebu Useyd:
"Onu alıp (annesine) döndürdük!" diye cevap verdi. Resulüllah
(s.a.v.)'lsmi ne idi?" diye sordu. O da "falan isim" diye cevap
verince, Resulüllah (s.a.v.): "Hayır, onun ismi Münzir1 dir" buyurdu,
Artık babası da o günden itibaren onun ismini Münzir diye koydu." [667]
[1] Bu konuda geniş bilgi için bak :Ce!al Yıldırım/
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı: 2/281,282
[2] Müslim/ hac :412- Nesâî/menasik :1-Ahmed :2/508
[3] Dâremî/ menasik :4- Nesâî- Ahmed
[4] Nesâî/ hac :2,10- Ebû Davud/ menasik :25- ibn Mace/
menasik :10-Ahmed :4/10,11,12
[5] Buharı/iman :18, mevakiyt :5, tevhid :47, 48, 56-
cihad :1- Müslim/ iman : 133, 137,139- Tirmizî/birr :12, salat :13- Nesâî/
mevakiyt :51- Ahmed :1/410,418,421,439,444
[6] Ibn Mâce/ menasik :10- Ahmed :1/14, 34, 37, 53, 224,
266, 338, 339- 2/162, 163
[7] Buharî/iman :34, 37, şehadet :26, tefsir
:31-Müslim/iman :5, 6, salat :4-Ibn Mâce/mukaddeme :9,10-Ahmed :1/27
[8] Buhart/umre: 1- Müslim/hac: 437-Tirmizî/hac: 88-
Nesâî/menasik:3,5, 77.-lbrv Mace/menasik: 3- Taberânî/hac: 65-
Ahmed:2/246,461,462-6/447
[9] Mecmeu'l-enhür: 1/259, 260
[10] Hadisi belirtilen lafızla değil, şu lafızla tesbit
edebildim: "Haccihaddıt; umre tetavvu'dur." (İbn Mace/menasik: 44)
[11] Kâsânî/Bedayi1: 2/226, 227
[12] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac: 151
[13] Şemsüddin İbn Kudame/eş-Şerhülkebİr: 3/160,161
[14] Abdurrahman el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'i-Arbaa:
1/684
[15] Ibn Mace/menasik: 2
[16] Şevkanî/Neylülevtar: 4/313
[17] Bilgi için bak: Zehebî/Mizan'üI-i'tidal: 1/458-1726
nolu Haccac
[18] Şevkanî/Neylülevtar: 4/314
[19] Zehebî/MizanÜ'l-itidai: 1/248- 945 nolu İsmail
[20] Neylülevtar: 4/314
[21] Müsned-i Âhmed- Cami'us-sağir: 1/131 (Süyutîye göre,
hadis zayıftır.)
[22] Ebû Davud/menasik: 5- İbn Mace/menasik: 1- Ahmed:
1/214, 255, 323, 355
[23] Sünen-i Said - Neylülevtar: 4/317
[24] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/631- Kâsânî/Bedayi: 2/119
[25] Şevkanî/Neylülevtar: 4/317
[26] Zehebî/Mîzanü'l-i'tidal: 1/226- 868 nolu ismail
[27] Zehebî/Mîzanü'l-i'tidal: 3/420- 6997 nolu Leys
[28] Tirmizî/hac:3
[29] Buharî/hac: 1, isti'zan: 2- Müslim/hac: 407, 408- Ebû
Davud/menasik: 25-Tİrmizî/hac: 54, 85- Nesâî/menasik: 9, 11, 12-İbn
Mace/menasik: 10
[30] Tirimzî/hac:54, 85-Ahmed: 6/429
[31] Nesâî/menasik: 9,11,12- Ahmed: 1/76,157, 212, 213,
329, 346,359
[32] Mecmeu'l-enhür Şerhü Mülteka'l-ebhur: 1/307,308
[33] el-Ğamravî/es-Siracü!vehhac: 153, 154
[34] ibn Kudame/el-Muğnî: 3/177- Şemsüddin Ibn
Kudama/eş-Şerhülkebir: 3/177
[35] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/177- Şemsüddin İbn
Kudama/eş-Şerhülkebir: 3/177
[36] Sahnun/el-Müdevvenetülkübra: 1/491-493
[37] Şevkanî/Neyiülevtar: 4/320
[38] Buharî/sayd: 22, nisam: 12- Nesâî
[39] Buharî/sayd:22, eyman: 30- Ahmed: 1/239,253,311-4/143
[40] Beyhakî-Neylülevtar: 4/320
[41] Bilgi için bak: Nasburraye: 3/154-159
[42] Darekutnî- Neylülevtar: 4/321
[43] IbnMace
[44] Bilgi için bak: Kâsânî/Bedayi'; 2/120, 121
[45] Ebu Zekeriya Yahya/Minhacü'Malibin: 34
[46] Ibn Kudame/e!-Muğnî: 2/90, 91
[47] Îbn Kudame/el-Muğnî: 3/170, 171
[48] Abdurrahman el-Cezirî/e!-Fıkhu Ala'l-Mezahİbi'l-Arbaa:
1/634 (185} Şevkanî/Neylülevtar: 4/322
[49] Şevkani/Neyüllevtar: 4/332
[50] Bilgi için bak: Zehebî/Mizanü'U'tidal: 4/563, 664-1052
nolu Ebû Katade
[51] Şevkanî/Neylülevtar: 4/322
[52] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 1/75- 254 nolu İbrahim
[53] Buharî/nikah: 111, 112-Müslim/hac:
424-Tirmizî/reda1:16, fiten: 7-Ahmed: 1/222-3/389,446
[54] Ebû Davud/isti'zan:46- Müslim/hac: 413, 424-
BuharîAaksir: 4, mescid: 6, sayd:26, savm: 67-Tirmizî/reda1:15-lbn
Mace/menasik: 7- Taberanî/ isti'zarv.37-Ahmed: 1/346-2/13,19
[55] Buharî/sayd: 26- Müslim: hac: 424
[56] Ebu Davud/menasik: 2-Tirmizî/reda1:15-lbn
Mace/menasik: 7-Taberani/ isti'zan:37-Ahmed:3/34
[57] Buharî- Müslim- Neylülevtar: 4/324
[58] Müslim/ hac: 413, 424- Ahmed: 1/222,346- 2/13, 19
[59] Kâsânî/Bedayi': 2/123
[60] Kâsânî/Bedayi': 2/124
[61] Mecmeu'l-enhur Şerhu Mülteka'l-ebhur: 1/262 i (198)
İmam Şafiî/el-Ümm: 2/117- Babu Hacci'l-Mer'eti ve'l-Abdi'den.özetlenerek
[62] Ibn Kudame/et-Muğnî: 3/190- Şemsüddin Îbn
Kudama/eş-Şerhülkebir: 3/19
[63] Îbn Kudame/el-Muğni: 3/190,191
[64] Şevkanî/Neylülevtar: 4/324
[65] Bilgi için bak: !bn Dakıyk el-lyd/lhkamü'l-Ahkam:
3/18,19
[66] Ebu Davud/menasik: 25- Îbn Mace/menasik: 9
[67] Şevkanî/Neylülevtar: 4/327
[68] Mecmeu'l-enhür Şerhu Mülteka'l-ebhur 1/308
[69] Fetava-yı Hindiyye: 1/257
[70] Abdurrahman el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/709
[71] Abdurrahman el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/710
[72] Abdurrahman el-Cazirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/706
[73] Neylülevtar: 4/327
[74] Neylüievtar: 4/327
[75] Neylülevtar: 4/327
[76] Zeylâî/Nasburrâye: 3/155
[77] Zeylâî/Nasburrâye: 3/156., 157
[78] Buharı- Tirmizî- Ahmed
[79] Ahmed- İbn Mace/menasik: 68
[80] Müsned-i Ahmed
[81] Kâsânî/Bedayi: 120"den özetlenerek
[82] Bilgi için bak: el-Ümm: 2/111,112
[83] Ibn Küdame/el-Muğni: 3/161, 162
[84] el-Fıkhu Ala'l-MezahİbH-Arbaa: 1/632
[85] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 1/263- 996 nolu eş'as
[86] Tirmizî/hac:84
[87] Şevkanî/Neylplevtar: 4/328
[88] Sünen-i Said-elMuğni: 3/200
[89] Zeylâî/Nasburraye: 3/6
[90] Zeylâî/Nasburraye: 3/6- Hakim/el-Müstedrek
[91] Bakara Suresi: 189
[92] Bakara Suresi: 197
[93] Buharî/hac: 7, 9,11,12, sayd: 18-Müslim/hac: 11,12-Ebu
Davud/ menasik: 8- Nesâî/menasik: 19,20,23- Daremi/menasik: 5- Ahmed: 1/ 228,
249- 2/46, 50
[94] Buhari/ilim: 52, hac: 8- Tirmizi/hac: 17-
Nesâî/menasik 17,18, 21- Ibh Mace/menasik: 13- Taberanî/hac:22- Ahmed: 1/322-
2/48, 55, 65
[95] Buhari/hac:13
[96] Ebu Davud/menasik: 8
[97] Buhari/hac: 10- Müslim/hac: 14, 18-lbn Mace/menasik: 13-Ahmed: 2/3, 9, 11,47, 130-3/333,336
[98] Buhari/meğazi: 35- Müslim/hac: 217, 220- Ebu
Davud/mer.asik: 29- Tir mizi/hac: 6, 7- ibn Mace/menasik: 50- Daremi/menasik:
39 Ahmed: 1/ 246,321-2/139-3/134-4/217
[99] Buhari/hac: 33, umre: 9- Müslim/hac: 125
[100] Müsned-i Ahmed: 6/299- İbn Mace/menasik: 49
[101] Mecmeu'l-enhürŞerhu Müİteka'l-ebhur: 1/266
[102] Mecmeu'l-enhür: -1/266, 267'den özetlenerek
[103] Ebu Zekeriya en-Nevevî/Minhacüttalİbin: 34
[104] Ebu Zekeriya en-Nevevî/Mİnhacüttalibin: 35
[105] Ibn Kudame/el-Muğni: 3/206, 207'den özetlenerek
[106] lbn"Kudame/el-Muğni:hac
[107] Ibn Kudame/el-Muğni: 3/215- 217'den özetlenerek
[108] Bilgi için bak: el-Müdewetü'!-kübra: i/376, 377-
elFıkhu Ala'l-Mezahibi'l Arbaa: 1/640
[109] Müslim/hac: 451, 452- Ebu Davud/libas: 20-
Tirmizi/libas: 11 - Ibn Mace/ libas: 14- Ahmed: 3/363, 376
[110] Buharî/sayd: 18, cihad: 169, meğazi: 48- Müslim/hac:
550- Ebu Davud/ -cihad: 117-Tirmİzi/cihad: 18
[111] Buhari/ilim: 39, cenaiz: 76, sayd: 9,10, lukata:7,
buyu1:28, cizye: 22, mağazi: 53, diyet: 8
[112] Kâsânî/Bedayi: 2/164-167'den özetlenerek
[113] es-Siracü'l-vahhac: 154, 155
[114] Kâsânî/ Bedayi1: 2/164
[115] ibn Kudame/el-Muğni: 3/218, 219
[116] Sahnun/el-Müdevvenetülkübra: 1/377, 378
[117] Şevkanî/Neylülevtar: 14/336
[118] Zehebî/Mİzanül-i'tidal: 2/340- 4008 nolu Talha
[119] Sahîh-i Buharı- Neylüievtar: 4/336
[120] Buhari/hac: 33, 34, umre: 9- Müslim/hac: 123-
Nesâî/menasik: 77- Da remî/menasik: 38- Taberani/hac: 63, 67- Ahmed: 2/95
[121] Buhari/salaî: 2, 10, hac:67, cizye: 16, meğazi:66-
Müslim/hac: 435- Ebu Davud/menasik: 66- Tirmizi/hac: 44- Nesâî/menasik:
161-Daremi/salat: 140, menasik: 74- Ahmed: 1/3, 70, 3/206
[122] Buhari/hac: 132- Ebu Davud/menasik: 66- İbn
Mace/menasik: 76-Ahmed: 2/217
[123] Mecmeu'l-enhur Şerhu Mülteka'l-ebhur: 1/263
[124] el-Ğamravi/es-Siracülvehhac Şerhün Ala Metni'l-Minhac:
156
[125] Ibn Kudame/el-Myğni: 3/224, 225- Şemsüddin ibn
Kudame/eş-Şerhülkebir: 3/224
[126] el-Fıkhu Ala'l -Mezahibi'l-Arbaa: 1/637
[127] Buhari/umre: 4- Ebu Davud/menasik: 79
[128] Buhari/meğazi; 35- Müslim/hac: 217,220- Ebu
Davud/menasik: 79- Tirrriizi/ hac: 6, 7- ibn Mace/menasik: 60- Daremi/menasik:
39- Ahmed: 1/ 246, 321 -2/139-3/134-4/277
[129] İbn Mace/menasİk: 60. Daremi/ mehasik: 39.
Ahmet:1/246,321. 2/139.3/134.47277
[130] Şafiî/el-Ümm: 2/135
[131] Ebu Davud/menasik: 79- Taberani/hac: 56- Ahmed:
2/120,180- 6/228
[132] Hâşiyetü't-Tahtavi Ala Merakil-felah: 402
[133] Kâsânî/Bedayİ: 2/226
[134] Şafiî/el-Ümm: 134,135'den özetlenerek
[135] İbn Kudame/el-Muğni: 3/160
[136] İbn Kudame/el-Muğni: 3/176
[137] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/684
[138] Tirmizi/hac: 100- Ahmed: 1/364
[139] Buhari/gusül: 12,14, hac: 18,143, libas: 73, 74,79,
81-Müslim/hac: 31, 33, 34, 35, Ebu Davud/menasik: 41, 42- Ibn Mace/menasik: 18,
70- Ahmed: 6/39,98,107,130
[140] Buhari/gusül: 12,14, hac: 18,143, libas: 73, 74,79, 81
-Müslim/hac: 31, 33, 34, 35, Ebu Davud/menasik: 41, 42- Îbn Mace/menasik: 18,
70- Ahmed: 6/39,98, 107,130
[141] Haşiyetü't-Tahtavî Alâ Meraki'l-felah: 399
[142] Fethülvahhab Bi-Şerhi Menhecit-Tull^b: 1/139
[143] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/226
[144] Ibn Kudame/el-Muğnî: 3/227
[145] Zehebî/Mîzanü'l-itidal 1/653, 654'den özetlenerek
[146] Buhari/hac: 16, umre:5, 7- Müslim/hac: 14,115,117- Ebu
Davucl/ menasik: 23- Nesâî/menasik:86- Ahmed: 6/119
[147] Müslim/hac: 172
[148] Buharî/hac: 34
[149] Buharî/hayz: 16- Hac: 104,119, meğazi: 35- Müslim/hac:
9, 14,112-Ebu Davud/menasik; 24- Nesâî/menasik: 44,50- ibn Mace/menasik:
49-Daremî/menasik: 57- Ahmed: 1/240- 6/37, 84,
[150] Buhari/hac: 104- Müslim/hac: 171, 173- Ebû
Davud/menasik: 24-Tirmizî/ hac: 12- Nesâî/menasik: 50
[151] Buharî/hac: 34,107,, 126- libas: 69- Müslim/hac: 175,
177- Ebû Davud/ menasik: 24- Nesâî/hac: 40, 52, 67- Taberanî/hac: 180- Ahmed:
6/283,384, 385
[152] Buharî/hac: 104- Müslim/hac: 171,173- Ebû
Davud/measik:24- Nesâî/menasik: 50,77- Tirmizî/hac: 12- Ahmed: 1/292, 319-
2/139
[153] Buharî dışında beşler rivayet etmiştir
[154] Buharî/hac: 125, umre: 11- Müslim/hac: 138,141,142-
Nesâî/menasik:77- İbn Mace/menasik: 41
Daremî/menasik; 34-
Ahmed: 2/97- 3/171, 388
[155] Müslim/hac: 185- Ebû Davud/menasik: 24- Nesaî/hac: 49-
Ahmed: 3/99,.100, 111, 164, 182, 183
[156] Muslim/hac: 211, 212- Ahmed:3/5,71, 148
[157] Buharî/hac: 16, hars: 16- Ebû Davud/menasik: 24- ibn
Mace/menasik: 4,114
[158] Buharî/hac: 34- Nesâî/menasik: 49, 50- Daremî/menasik:
78
[159] ibn Mace/menasik:38- Ahmed: 1/25, 34, 37
[160] Ebu Davud/menasik: 23, 56- Müslim/hac: 147-
Tirmizî/hac:87- İbn Mâce/ menasik: 84- Daremî/menasik: 34, 38- Ahmed: 1/236,
253, 259, 341
[161] Mecmeu'l-enhür Şerhu Mülteka'l-ebhur: 1/277- 279
[162] Mecmeu'l-enhür Şerhu Mülteka'l-ebhur: 1/290, 291
[163] Abdurrahman el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahıbfl-Arbaa:
1/688
[164] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/688, 689
[165] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/689
[166] el-Fikhu Aia'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/692- Ibn
Kudame/el-Mugnı: 3/239, 240
[167] el-Fikhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa-
el-Müdeweneîü'l-kübra:1/360
[168] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/690
[169] Bilgi için bak: Neylülevtar:4/347
[170] İmam Malik/Muvatta1: 1/309,310
[171] Mîzanü'l-i'tidal: 2/21-2655 nolu Davud
[172] Buharî/hac: 23, 24,28- Müslim/hac: 20, 21, 28- Ebu
Davud/menasik: 14, 21- Nesâî/menasik; 54, 56- Daremî/menasik:82- Taberânî/hac:
29,33-Ahmed: 1/260- 2/18, 36- 3/320, 387
[173] Ebu Davud/menaaik:26
[174] Nesâî/menasik: 54- İbn Mace/menasik: 15- Ahmed: 2/341,
352, 476
[175] Ebu Davud/menasik: 26- Tirmizi/hac: 15- İbn Mace/menasik:
16-Dâremî/menasik: 14- Taberânî/hac: 34- Ahmed: 4/55, 56
[176] Müsned-i Ahmed: 4/56
[177] Şafiî/el-Ümm: 2/156- Darekutnî
[178] Darekutnî- Neylülevtar: 4/360
[179] Ebu Davud/husuf: 24, edeb: 77- Ahmed: 1/307, 356- 5/
209, 230, 234, 242
[180] Ebu Davud/menasik: 28- Daremi/menasik: 42
[181] Abdurrahman el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/641
[182] el-Ğamravî/es-Siracül vehhac; 156
[183] el-Fıkhu Aia'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/643
[184] îbn Kudarne/el-Muğnî: 3/230
[185] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibil-Arbaa: 1/642
[186] Zehebî/Mîzanü'i-i'tidal: 2/299- 3824 nolu Salih
[187] Buharı/ilim: 53, salat: 9- Ebu Davud/menasik: 31-
Nesâî/hac:28, 35-Ahmed: 2/4, 8, 41
[188] Buharî/sayd: 13- Ebû Davud/menasik: 31- Tirmizî/hac:
18- Nesâî/ menasik:33, 39- Taberânî/hac: 15- Ahmed: 6/119
[189] Ebu Davud/menasik: 31- Ahmed: 2/22,32
[190] Buharî/ilim:33,salat:9, hac:21,sayd: 15, 16, libas: 8,
13, 14-Müslim/ hac:1, 3- Ebû Davud/menasik:31-Tirmizî/hac: 19- Nesâî/menasik:
28, 30, 32,34-ibn Mace/menasik: 19, 20- Daremî/menasik: 9- Ahmed: 1/215, 221,
228
[191] Buharî/sayd: 15,16, libas: 14, 37-Müslim/hac: 4, 5-
Ebû Davud/menasik:31-Tirmizî/hac: 19- Nesâî/hac: 32, 36, zinet: 100,104- İbn
Mace/ menasik: 20-Dâremî/meriasik: 9- Ahmed: 1/215, 221, 228- 3/328,395
[192] Ahmed: 1/215,221, 228, 279, 285,337- 3/328, 395
[193] Ebû Davud/menasik:33
[194] Ebu Davud/menasik: 31- Ahmed: 2/29- 6/35
[195] Mecmeu'i-enhür Şerha Mülteka'l-ebhur: 1/268, 269
[196] Kâsânî/Bedayi': 2/183
[197] el-Fıkhu Aia'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/645
[198] Şafiî/el-ümm: 2/147
[199] el-Fikhu Ala'i Mezahibil-Arbaa: 1/645
[200] İbn
Kudame/el-Muğnî: 3/272, 273
[201] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/305'den özetlenerek
[202] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/6
[203] Müslim/hac: 312- Ebu Dav u d/m en as ik: 34-
Nesâî/ıydeyn:17-Ahmed: 5/ 417-6/402
[204] Müslim/hac: 312- Müsned-i Ahmed
[205] Buharî/cenaiz.20 22-Mu^/hac:Q98, 99,103- Ebu Davud/cenaiz: 80-Nesâî/menasık:89- Ahmed. 1/215, 266
[206] Haşiyetü't-Tahtâvî Afa Meraki'l-felah: 399
[207] Mecmeu'l-enhür Şerhu Mülteka'l-ebhur. 1/269
[208] Abdurrahman el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/651
[209] İbn Kudame/el-Muğnî; 3/282, 283'den özetlenerek
[210] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/651
[211] NeyJülevtar: 5/10
[212] Ney!ülevtar:5/10
[213] Buharî/hac: 18, libas: 70- Müslim/hac: 39, 40, 41, 42,
43, 45
[214] Müslim/hac: 45- Nesâî/menasik:41- Ahmed/6/38, 245
[215] Ebu Davud/menasik: 31
[216] Müsned-i Ahmed: 2/25, 29, 59,72-, 145, 126
[217] Neylülevtar:5/12
[218] Ney!üievtar:5/13
[219] Buharî/muhsar: 7, meğazî: 35, tefsir: 2,
22-Tirmizi/tefsir: 21- Müslim/rjac: 80, 85- İbn Mace/menasik: 86- Ahmed: 4/242
[220] Ahmed, Müslim, Ebû Davud
[221] Ebû Davud- Neylülevtar: 5/13
[222] Kâsânî/Bedayi': 2/192
[223] Ğamravi/es-Siracülvehhac: 168
[224] Bilgi için bak: İbn Kudame/el-Muğnî: 268, 269
[225] Kâsânî/Bedayi': 2/192
[226] Buharî/tıb: 12, 14, 15- Müslim/hac: 87-Nesâî/hac: 92,
93, 95- Ebû Davud/ menasik: 35- Tirmizî/hac: 22, savm: 60- Îbn Mace/menasik:
87- Daremî/ '
menasik:20"Taberânî/hac:74-Ahmed: 1/215-3/164
[227] BuharîAıb: 12, 14, 15-Müslim/hac: 87-Nesâî/hac; 92,
93, 95- Ebû Davud/ menasik: 35- Tirmizî/hac: 22, savm: 60- İbn Mace/menasik:
87- Daremî/ menasik:20- Taberânî/hac: 74- Ahmed: 1/215- 3/164
[228] Buharî/sayd: 14- Müslim/hac: 91- Ebu Davud/menasik:
37- Nesâî: 27-İbn Mace/menasik: 22- Taberani/hac: 4- Ahmed: 2/240
[229] el-Fıkhu Ala'l-Mezahİbil-Arbaa: 1/650
[230] İmam Malik/Muvatta': 1/322
[231] imam Malik/Muvatta': 1/322
[232] Buharİ/nikah: 27- Müslim/nikah: 37, 39- ebu Davud/
nikah: 12- Tirmizi/ nikah: 42, 48- Îbn Mace/nikah: 31- Daremî/nikah: 8- Ahmed:
1/372- 2/179- 3/338
[233] Müsned-i Ahmed/nikah
[234] Darekutnî- Malik/M uv atta': 1/321
[235] Buhari/sayd: 12, nikah: 30, meğazî: 43- Müslim/nikah:
46,47, 48- Ebû Davud/menasik: 21 - Tirmizî/hac; 24- Nesâî/menasik: 90- Darmeî/
menasik:21- Ahmed: 1/245, 266, 360,361
[236] Buhari hariç beşi rivayet etmiştir
[237] Müslim/nikah: 46, 48- Tirmizî/hac: 23- IbrvMace/nikah:
45
[238] Tirmizî/hac: 23- Ahmed: 6/333,335, 393-
Daremî/menasik: 21
[239] el-Fıkhu Ala'f Mezahibi'l-arbaa: 1/644'den özetlenerek
[240] el-Fıkhu Ala'l Mezahibi'l-arbaa: 1/644'den özetlenerek
[241] Kâsânî/Bedayi': 2/216
[242] Mecmeu'l-enhür: 1/295, 296
[243] Şevkanî/Neylülevtar: 5/17
[244] Zehebî/Mizanü'ütida!: 1/290-1090 nolu Eyyub
[245] Bilgi için bak: el-Muğnî: 3/311 - 314
[246] Maide Suresi: 95
[247] Ebu Davud- Ibn Mace/menasik: 90
[248] Tenvirü'l-havahk/Şerhün Ala Muvatta'-i Malik: 1/322-
328
[249] Tenvirü'l-hevalik: 1/322-328
[250] Taberânî/hac:230
[251] Darekutnî- Neylülevtar: 5/20
[252] Kâsânî/Bedayi': 2/196-198'den özellenerek
[253] Mecmeu'l-enhür: 1/298'den özetlenerek
[254] Şehzade/MecmeıTf-enhür: 1/298
[255] Ebu Zekeriya Yahya/Minhacü't-Talibin: 38
[256] el-Muçjnî/3/530-534'den Özetlenerek
[257] Şafiî/el-Ümm: 2/192
[258] Şafiî/el-Ümm: 2/193
[259] Şafiî/el-Ümm: 2/193
[260] Bilgi için bak: Mizanü'l-i'tidal: 1 /78-274 nolu Eclah
[261] Buharî/sayd: 6, hibe: 6, 17- Müslim/hac: 50,51 52 53
54- Ebu Davud/menasik: 40- Tirmizî/hac: 26- Nesâî/menasik: 79- İbn
Mace/menasik: 92-Daremî/menasik: 22- Ahmed: 1/216
[262] Ebu Davud /menasik: 40- Nesâî/menasik: 79- Müslim/hac:
55- Ahmed: 1/ 105-4/71,72
[263] Müsned-i Ahmed: 1 /100,104
[264] Müslim/hac: 65- Nesâî/menasik: 78
[265] Nesâî/menasik: 78- Taberanî/hac: 79- Ahmed: 3/418, 452
[266] Buharî/hibe; 3,4, erime: 19- Müslim/hac: 56
[267] İbn Mace/menasik: 93- Ahmed: 5/304
[268] Ebu Davud/menasik: 40- Tirmizî/hac: 25- Nesâî/menasik:
81- Ahmed:3/362
[269] Neylüleytar: 5/27
[270] Şehzade/Mecmeu'l-enhür: 1/300
[271] ibn Kudame/el-Muğnî: 3/286, 287
[272] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/286, 287
[273] ibn Kudame/el-Muğnî: 3/286, 287
[274] el-Ümtn: 2/206-208
[275] Bilgi için bak: Mizanüli'tidal: 3/127- 584 nolu Ali
[276] Zehebi/Mizanüli'tidal: 1/57-189 nolu İbrahim
[277] Zehebî/Mizanüli'tidal: 1/57-189
[278] Zehebî/Mizanüli'tidal: 1/537- 2012 nolu Hüseyin
[279] Şevkanî/Neylülevtar: 5/24
[280] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/27
[281] Zehabî/Mizan'ül-i'tidal: 4/463-9863 nolu Yusuf
[282] Neylülevtar: 5/28
[283] Buharî/meğazi: 33, ilim: 29, sayd: 8, 9- Müslim/hac:
446- Tirmizî/hac: 1, diyat: 13- Nesâî/menasik: 111 - Ahmed: 4/31, 32- 6/385
[284] Buharî;/cenaiz: 77, sayd: 9,10, hac: 43, likâte: 7,
büyü": 28, cizye: 22, meğazi: 53, Müslim/hac: 445, 447- Ebu Davud/menasik:
98, 99- Nesâî/ menasik: 110, 120- İbn Mace/menasik: 103
[285] Şafiî/el-Ümm: 2/198
[286] İbn Human/Şerhu Fethi i-kadir: 2/280, 281
[287] Abdurrahman el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/649, 650'den özet
[288] Fethülvahhab Bi-Şerhi Menheci't-Tullâb: 1/154'den özet
[289] el-Fıkhu Aia'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/649
[290] Bilgi için bak: İbn Kudame/el-Muğnî: 3/364, 365
[291] el-Rıkhu Ala'l-Mezahibİ'l-Arbaa: 1/650
[292] Buharî/hac: 7-Müslim/hac: 70- Daremî/menasik: 19
[293] Müslim/hac: 67, 73, 76,79- Nesâî/hac: 82, 84, 86, 88
114 116, 113-Taberânî/hac: 88, 90- Ahmed: 2/8, 32, 37, 48, 50, 52, 54, 56
[294] Müslim/hac: 67, 68, 69, 73, 76,79
[295] Müslim/hac: 69, 73, 76, 79
[296] Müsned-i Ahmed; 2/8, 32, 37, 50, 52, 54, 65
[297] el-İhtiyar Ta'lilü'i-Muhtar-: 1 /145'den özet
[298] Şafiî/el-Ümm: 208, 209'dan özetlenerek
[299] Şemsüddin İbn Kudame /eş-Şerhül-kebir: 3/284
[300] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-kübra: 1/442, 443
[301] Zehebî/Mîzanül'itidal: 3/420- 6997 nolu Leys
[302] Şevkanî/Neylülevtar: 5/31- Zehebî/Mîzanü'li'tidal:
17458-1726 nolu Haccac
[303] Bilgi için bak: Nasburraye: 1/136, 137
[304] Bilgi için bak: Şerhu Maâni'l-Asar: 2/163-168
[305] Tirmizî/menakıb: 68- Îbn Mace/menasİk: 103-
Daremî/siyer: 66
[306] Tirmizî/menakıb: 68
[307] Neylülevtar: 5/33
[308] Neylülevtar: 5/33
[309] Müsned-i Ahmed: 2/534
[310] Buharî/Medine: 12- Müslim/hac: 502- Tirmizî/menakıb: 67-
Ahmed: 2/236
[311] Müsned-i Ahmed: 2/401, 402, 412, 450- 3/389
[312] Neylülevtar: 5/33
[313] Buharî- Müsüm/Neylülevtar: 5/34
[314] Buharî/sayd: 9, 10- lukata: 7-Müslim/hac: 445, 447,
464
[315] Ebu Davud- Ahmed/Neylülevtar: 5/35
[316] Müslim/hac: 472- Ahmed: 1/119- 2/279- 3/393- 5/81
[317] Ebu Davud/menasik: 95
[318] Buharî/Medine: 12- Müslim/hac: 462, 465,473,480, 495-
Ahmed: 1/169- 2/142
[319] Buhari/sayd: 9,10- ilim: 39, lukata: 77- Müslim/hac:
445, 447, 464- Ebu Davud/menasik: 89, 95- Nesâî/hac: 110, 120
[320] Müslim/hac/475- Ebu Davud/menasik: 95- Ahmed: 2/256-
3/23
[321] Müslim/hac: 445, 446, 458, 459, 463,464
[322] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/369
[323] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/370
[324] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/36
[325] Zehebî/Mizanü'l-ilidal: 2/212- 3485 noiu Süleyman-
Neylülevtar: 5/39
[326] Bu konuda geniş bilgi için bak: el-Muğnî: 3/369-371
[327] Buharî/hac: 1.5,148- Ebû Davud/menasik: 44- Îbn
Mace/menasik: 26-Daremî/menasik: 81-Taberanî/hac: 6, 123
[328] Buharî-Müslim
[329] Ebu Davud- Nesâî- Tirmizî
[330] Müsned-i Şafiî- Neylülevtar: 5/42
[331] Müsned-i Şafiî- el-Ümm: 2/209
[332] Damad/Mecmeu'l-enhür: 1/262, 263
[333] Şafiî/el-Ümm: 2/209
[334] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/379-381'den özetlenerek
[335] ibn Kudame/el- Muğnî: 3/381
[336] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/42
[337] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 4/530-10242 nolu Said
[338] Bilgi için bak: Muhammed Hüseyin
ez-Zehebî/el-lsrailiyyat: 89, 90
[339] Buharî/hac; 56, 63, 80, 104- Müslim/hac: 173, 230,232-
Ebû Davud/ menasik: 24- Nesâî/hac: 114, 325- Daremî/menasik: 27- Ahmed: 2/30
[340] Buharî/hac: 56, 63, 80, 104- Müslim/hac: Î73,
230,^232- Ebû Davud/ menasik: 24- Nesâî/hac: 114, 325- Da re mî/m en as ik: 27-
Ahmed: 2/30
[341] Ebu Davud/menasik: 49- lbn Mace/menasik: 30-
Daremî/menasik: 27-Ahmed: 4/223, 224
[342] Ebu Davud/menasik; 49, 50- Ahmed: 1/306
[343] Buharî/hac: 55, meğazi: 43- Müslim/hac: 237- Ebu
Davud/msnasik: 50
[344] Müsned-i Ahmed
[345] lbn Mace/menasik/29- Ebu Davud/menasik: 50: Ahmed:
1/45
[346] Damad/Mecmeu'l-enhür: 1/261, 262
[347] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac Şerhün Alâ Metni'l-Minhac:
158
[348] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac Şerhün Alâ Metni'l-Minhac:
158
[349] Tirmizî/hac: 111- Îbn Mace/menasik: 27-
Daremî/menasik: 26- Ahmed: 2/ 247, 266
[350] Buhari/hac: 50, 57- Müslim/hac: 248, 251- Ebu
Davud/menasik: 46- Nesâî/ hac: 147, 148- Ibn Mace/menasik: 27- Daremî/menasik:
42- Taberânî/hac: 115-Ahmed: 1/21,26,34,35,39
[351] Buharî/hac: 60- Nesâî/menasik: 15- Ahmed: 2/151
[352] Müslim/hac: 246- Ahmed: 2/108
[353] Buharî/hac: 58- Müslim/hac: 253, 256, 257- Ebu
Davud/menasik: 48-Nesâî/ menasik: 140, 152, 156, 158, 159- Îbn Mace/menasik: 28
[354] Buharî/hac: 58- Ahmed b. Hanbel
[355] Müslim/hac: 257- İbn Mace/menasik: 27- Daremî/menasik:48
[356] Müsned-i Ahmed: 1/28, 50
[357] Fetavâ-yı Hindiyye: 1/225
[358] Şehzade/Mecmeu'l-enhür: 1/263'den özetlenerek
[359] Ebu Zekeriya en-Nevevî/Minhacü't-Talibin: 36
[360] Ibn Kudame/el-Muğnî: 3/393- 397
[361] Suyutî/Tenvirü'l-hevalik:. 1 /333
[362] Suyutî/Tenvirü'l-hevalik: 1/334
[363] Suyutî/Tenvirü'l-hevalik: 1/334
[364] Şevkanî/Neylülevtar: 5/47
[365] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 3/173- 6018 nolu Umare (Ebû
Harun)
[366] Bilgi için bak: Mizanü'l-i'tidal: 2/503- 5101 nolu
Abdülaziz- Neylülevtar: 5/49
[367] Zehebî/Mİzanü'l-i'tidal: 2/503- 4602 nolu Abdullah
[368] Buharî/salat: 2,10, cizye: 16, hac: 67- Müslim/hac:
433- Ebu Davud/ menasik: 66- Nesâî/menasik: 161, Dâremî/menasik: 74-
Tirmizî/tefsir: 9, hac: 44- Ahmed: 1/3, 79-2/299
[369] Buharî/hac: 63,78- Müslim/hac: 190
[370] Buharî/hayz: 7, hac: 81- Ebu Davud/menasik: 9-
Tirmizî/hac: 98, menasik: 72- Ibn Mace/menasik: 35
[371]Buharî/hayz: 7- Müslim/hayz: 120- Ebu Davud/taharet: 120- Taberânî/ taharet: 94- Ahmed: 6/273,380
[372] Bilgi için bak: el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibl'l-Arbaa:
1/653-656
[373] Nesâî, jbn Hibban, Hakim
[374] Neylüievtar: 5/54
[375] Ibn Mace/menasİk: 32- Ahmed: 1/278, 280, 342
[376] Ebu Davud/menasik: 50- Daremî/menasik: 36- Ahmed:
6/64, 75,139
[377] Damad/Mecmeu'l-enhür: 1/263
[378] e|-Ğamravî/es-Siracü'l-vehhac: 159, 160
[379] Îbn Kudame/el-Muğnî: 3/390-391
[380] ibn Kudame/el-Muğnî: 3/390-391
[381] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/54
[382] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/54
[383] Bilgi için bak: Neylülevalr: 5/54
[384] îbn Mace/menasik; 34- Buhari/hac: 64, 74, tefsir: 52-
Müslim/hac: 258-Ebu Davud/menasik: 48- Nesâî'hac: 138, 139- Taberânî/hac; 123-Ahmed:
6/290, 319
[385]Buharı/hac: 57, 61, 62, 74- Müslim/hac: 25- Gbû
Davud/menasik: 48, 50-Tirmizî/hac: 40- Nesâî/menasik: 173- İbn Mace/menasik:
28- Daremî/menasik: 30- Ahmed: 1/214-3/317
[386] Müsiim/hac: 253, 254, 256- Nosâî/menasik: 140, 159,
173-ibn Mace/ menasik: 28
[387] Ebu Davud/menasik: 48, 50- Ahmed: 1/237, 264, 297,
304, 312- 3/317, 334
[388] Müslim/hac: 237- Ahmed: 1/369- 5/84, 85
[389] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibİ'l-Arbaa: 1/655-658'den
özetlenerek
[390] Zehebî/pzanü"l-ttidal: 4/423,425/9695, 9696,
9697, 9698 nolu Yezidler
[391] Bakara Suresi: 125
[392] Buharî/Neylülevtar: 5/56
[393] Mecmeu'l enhün 1/265
[394] el-Ğamravî/es-Siracül ahhac Şerhü Ala Meini Minhac
[395] İbn Kudame/el-Muğnî;3/400
[396] 1bnKudame/el-Muğnî: 3/401
[397] Müsned-i Ahmed: 6/42, 422
[398] Müsned-i Ahmed: 6/42, 422
[399] Sahih-i Müslim- Ebu Davud/Neylülevtar: 5/59
[400] Müslim/hac: 147,150-Ebu Davud/menasik: 50,
56-Tirmizî/hac:33- Nesâî/ hac: 149, 150- İbn Mace/menasik: 48- Daremî/menasik:
34- Ahmed: 1/221, 225, 229, 233- 2/13, 14-3/320
[401] Mesâî/hac: 149, 150- Ahmed: 1/224, 225, 229, 233
[402] Kâsânî/Bedayi': 2/133
[403] Fetava-yı Hindiyye: 1/226
[404] Ebu Zekerİya Yahya en-Nevevî/Minhacüttalibİn: 36
[405] Ibn Kudame/el-Muğnî- eş-Şerhülkebir: 3/403- 406
[406] Abdurrahman el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/660
[407] el-Ümm: 2/211
[408] Şevkanî/Neylülevtar: 5/58
[409] Zehebî/Mizanü'i-i'tidal: 2/510- 4637 nolu Abdullah
[410] Zehebî/Mizanü'l-itidal: 4/213- 8895 nolu Musa-
Neylüievtar: 5/58
[411] Bilgi için bak: Şerhu Maani'l-Asar: 2/179-200
[412] Neylüievtar: 5/59
[413] Daremî/menasik: 48- Buharî- Müslim/Neylülevtar: 5/66
[414] Tirmizî/salat: 24, cuma: 42- Buharî/taksir: 13, 15,17,
hac: 89- Müslim/ müsafirin: 46, 48, 51, 53, 54, 57- Ebu Davud/menasik: 59-
Nesâî/ menaaik: 42, 45- İbn Mace/ikame: 74- Daremî/salat: 182- Taberanî/ sefer:
1,2, 5,6- Ahmed: 2/129
[415] Ahmed: 4/261, 262- Ebu Davud/menasik: 28- Tirmizî/hac:
57- Nesâî/ menasik: 211- Daremî/menasik: 54
[416] Tirmizî/tefsir: 2/22- Ebu Davud/menasik: 68- İbn
Mace/menasik: 57- Da rsmî/ menasik: 54
[417] Müslim/hac: 149- Ebu Davud/menasik: 56, 64- Ahmed:
3/321
[418] Müslim/ iman: 48,49- Buhari/cihad: 46- Ebu
Davud/menasik: 64, cihad: 48-Nesai/hac: 228, 229- İbn Mace / menasik: 9. -
Daremi/ menasik: 60.-Ahmsd: 1/128,303.
[419] Tirmizî- Müsned-i Ahmed/Neyiûievîar: 5/70
[420] Buharî/hac: 90, 132,'fezail: 5- Nesâî/vasaya:5
[421] Şafiî/el-Ümm: 2/212
[422] Fetava-yı Hindiyye: 1/228, 229.
[423] Ebu Yahya-Zekeriya/Fethülvahhab: 1/144, 145
[424] Ibn Kudame/el-Muğnî: 3/425-435
[425] el-Fıkhu Aia'l-Mezahibi'l-ArDaa: 1/664
[426] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 1/589-2244 no!u Hammad -
Neylülevtar: 5/70
[427] Buharî/hac: 92, cihad: 136- Nesâî/menasik; 5, 205- İbn
Mace/menasik: 58-Daremî/menasik: 51- Tabsrânî/hac; 176- Ahmed: 5/210
[428] Müslim/hac: 147, 268, 313- Ebu Davud/menasik: 56, 65-
Tirmizî/hac: 61-Nesâî/hac: 189, 204, 209, 215- İbn Mace/menasik: 21, 63, 84-
Daremî/ menasik: 34-Ahmed: 1/210, 212
[429] Sahih-i Müslim/Neylülevtar: 5/72
[430] Buharî//hac: 100- Tirmizi/hac: 60-Nesâi/menasik: 213-
İbn Mace/ menasik: 61- Daremî/menasik: 55- Ahmed: 1/39, 42, 50, 54
[431] Müslim/hac: 294
[432] Müsned-i Ahmed: 2/33
[433] Nesâî/menasik: 204, 215- Ahmed: 3/30, 332, 367, 391-
Ebu Davud/ menasik: 65- ibn Mace/menasik: 61- Daremî/menasik: 59
[434] Fetava-yı Hindiyye: 1/229-231
[435] Ebû Zekeriya Yahya/Minhacü't-Talibin: 37
[436] İbn Kudame/el-Muğnî- eş-Şerhülkebir: 3/436-451
[437] Sahnun/el-Müdevvenetülkübra: 1/417, 418
[438] Buhari/hac: 125- Müslim/hac: 314- Tİrmizi/hac: 58, 95-
Nesâî/hac; menasik: 221-Daremî/menasik: 58- Ahme'd; 3/213
[439] Nesaî/menasik: 220- Ahmed: 1/232- 3/400. 413- 6/379-
Müslim.
[440] Nesâî/menasik: 212, 226- İbn Mace/menasik: 64
[441] Buharî/hac: 4, 34, 62- Müslim/hac: 204, 337- Ahmed:
1/241, 427- 2/246-3/325- 4/204
[442]Ebu Davud/menasik: 65- Nesâî/menasik: 222- İbn
Mace/menasik:62'Ahmed:1/234,311,343
[443] Ebu Davud/menasik: 65.
[444] Buhari/hac: 98- Müslim/hac. 297- Ahmed: 6/347,351.
[445] Ahmed;1/320,352.458-5/109-6/287,439.
[446] Kâsânî/ Bedayi' :2/136,137.
[447] Kâsânî/Bedayi1: 2/137
[448] el-Ğamravî/es-SieracDlvehhac: 165,166.
[449] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac: 165,166.
[450] ibn Kudame/el-Muğnî: 3/473-480.
[451] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-kübra: 1/416.
[452] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-kübra: 1/417, 418.
[453] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-kübra; 1/421-425
[454] Müslim/hac: 323,324- Ahmed;3/132,137- Ebu Davud.
[455] Buhari/hac: 127- Müslim/hac: 316, 318, 321- Ebu
Davud/menasik: 78-Tirmizi/hac: 47- İbn Mace/menasik: 71- Daremî/menasİk: 64-
Ahmed: M 216, 353- 2/16- 3/20- 4/70- 5/38.
[456] Ahmed: 2/124.
[457] Ebu Davud/menasik: 78- Nesâî/zinet: 4- D are mî/men
asik: 63.
[458] Ebu Davud/menasik: 7- Nesaî/hac: 231.
[459] Buharî/hac: 18, 143- Müslim/hac: 31, 32, 33- Ebu
Davud/menasik: 10-Tîrmizî/hac: 77- Nesâî/menasik: 10- Ahmed: 6/39, 98,107,130 162
[460] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/231.
[461] Kâşânl/Bedayi1: 2/141, 142.
[462] el-Ğamravi/Siracülvehhac: 163, 164.
[463] Ibn Kudame/el-Muğnî-Şemsüddin İbn
Kudame/eş-Şerhülkebir: 3/458-464.
[464] el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/668-
Sahnun/el-Müdevvenetülkübra: 1/422, 423.
[465] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 1/458-1726 noiu
Haccac-Neylülevtar: 5/81.
[466] Müslim/hac: 335- Ebu Davud/menasik: 82- Ahmed: 2/34;'
[467] Müslim- Ebu Davud/menasik: 56- İbn Mace/menasik: 84-
Daremî/ menasik: 34.
[468] Fetavâ-yı Hindiyye: 1/232.
[469] Mecemu'l-enhür: 1/273.(590) Mecemu'kenirJr: 1/273. -
[470] e[-Ğamravî/Siracülvehhac: 164
[471] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/464/469.
[472] el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/653. '
[473] Buharî/ilim: 24, hac: 125, eyman: 15- Müslim/hac: 333-
Tirmizî/hac: 54.
[474] Ahmed/1 /157- Tirmizi: 54
[475] Tirmizî/hac: 54, 55- Müsned-i Ahmed: 157
[476] Buhari/ilim: 23, hac: 131- Müslim/hac: 327- Ebu
Davud/menasik: 78, 87
[477] Buhari/hac: 125,130- Nesâî/menasik: 224- İbn
Mace/menasik: 74.
[478] Buhari/ilim: 24- hac: 125, eyman: 15- Müslim/hac: 333-
Tirmizî/hac: 54
[479] Mecmeu'l-enhür. 1/287, 288
[480] Ebu Zekeriya Yahya/Minhacü't-talibin: 37-
Siracülvehhac: 164
[481] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/471
[482] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-kübra: 1 /418
[483] EbuDavud/libas:18.
[484] Ebu Davud/menasik: 71
[485] Nesâî/menasik: 189
[486] Buhari/ilim: 9, hac: 132, edahi/73- Müslim/kasam et:
29, 30- Daremi/ menasik: 72- Ahmed: 5/37, 39,40, 49.
[487] Fetava-yı Hindiyye: 1/232
[488] Ebu Zekeriya Yahya/Minhacü't-talibin: 36..
[489] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/471
[490] MüsnGd-i Ahmed: 76
[491] Tirmizi/hac: 102- Îbn Mace/menasik: 39
[492] Buhari/hayz:16, hac: 31, 34, 145, umre: 7-Müslim/hac;
106, 111, 113, 115, 136
[493] Müslim/hac: 132, 133-Ahmed: 3/366-6/39.
[494] Müslim/hayz: 67, taharet: 106,109, 130.
[495] Mecmeu'l-enhür: 1/279.
[496] Fetava-yı Hindiyye: 1/232
[497] el-Ğamravi/es-Siraü'lvehhac: 161
[498] Bilgi için bak: el-Muğnî: 3/469
[499] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/660
[500] Şevkanî/Neylülevtar: 5/89.
[501] Şevkanî/Neylülevtar: 5/90
[502] Ebu Davud/menasik: 77- Ahmed: 6/90
[503] Buhari/hac: 133- Müslim/hac: 346- Ebu Davud/menasik:
74- Ibn Mace/ menasik:80-Daremî/menasik: 91-Ahmed: 2/19, 22, 28, 88,
[504] Buhari/hac: 22, 93, 98,101,125,130,134- -Müslim/hac:
330, 333
[505] Müsned-i Ahmed- Neylülevtar: 5/91
[506] Buharî- Ahmed- Neylülevtar: 5/92
[507] Ebu Davud/menasik: 77- Tirmizî/hac: 106-Nesâî/hac:
225- Ibn Mace/ menasik: 67- Taberanî/haç: 210, 218- Ahmed: 5/45
[508] Müsned-i Ahmeo- Nesâî/Neylülevtar: 5/93
[509] Mecmeu'l-enhür/Damad: 1/274
[510] El-Ğamravi/es-Siracü’l-vehhac: 165.
[511] Ibn Kudame/el-Mugnı. 3/474-477
[512] Neyiülevtar:.5/91
[513] Buhari/enbiya: 53, mevakiyl: 24- Müslim/hac: 65.
[514] Ebu Davud/menasik: 86-Ahmed: 2/100, 110, 124
[515] Müslim/hac: 339, 340- Ahmed: 6/41, 190, 207, 22, 230
[516] Müslim/hac: 339, 340-Müsned-i Ahmed: 6/41, 190,207.
[517] Ebu Davud/menasİk: 77- Tirmizi/hac: 106- Nesâî/hac:
225.
[518] Fetava-yı Hindiyye: 1/234
[519] Bilgi için bak: el-Muğni: 3/483- eş-Şerhülkebir: 3/484
[520] Tenvirü'l-havalik Şerhtin Ala Muvatta'i Malik: 1/358
[521] Tirmizi/hac: 45- ibn Mace/menasik: 79- Ahmed: 6/137
[522] Müslim/hac; 395-Nesâî/menasik: 127, 131, 132,
133-Ahmed: 5/201, 208,209,210
[523] Ebu Davud/menasik: 54.
[524] Buhari-Müslim-Neylü'i-Evtar: 5/97
[525] Şevkanî/Neylü'l-Evtar: 5/97
[526] Mîzanü'l-i'tidal: 4/423.424
[527] Mîzamö'l-Kidal: 2/510-4637 no'lu Abdullah
[528] İbn Mace/menasik: 78
[529] Tirmizî/Neylülevtar: 99
[530] Buhari/hac: 75- Ahmed: 1/249, 284, 285
[531] Îbn Mace/menasik: 78
[532] Darekutnî/Neylülevtar: 5/99
[533] Bilgi için bak: Mizan'üİ'itidal: 2/510
[534] Neylülevtar: 5/99
[535] Ahmed-Müslim-Ebu Davud-lbn Mace
[536] Ahmed.
[537] Fetava-yı Hincliyye: 1/234'den özetlenerek
[538] Fetava-yı Hindiyye: 1/235
[539] el-Ğamravi/es-Siracülvehhac: 166
[540] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/485-488
[541] Neylülevtar: 5/101
[542] Buhari/hayz: 27, hac: 129, 145,151- Müslim/hac: 382,
384, 389- Ebu Davud/menasik: 84- Tirmizi/hac: 225, 226, 227- Ahmed: 6/37, 39,
85
[543] Buhari/hayz: 27- Ebu Davud/menasik: 84-Tirmizî/hac: 97
[544] Şevkanî/Neylülevtar: 5/101
[545] Şerhü Maani'l-Asar: 2/233
[546] Müsned-i Ahmed: 1/311, 312
[547] Müslim/hac: 138,350, 351, 353- Ebu Davud/edahi: 6- Ibn
Mace/edahi: 5-Ahmed: 3/293
[548] Neylülevtar: 5/115
[549] Müslim/hac: 138, 350; 351, 353
[550] Müsned-i Ahmed: 5/406
[551] Müslim/hac: 350, 352, 355- Tirmizî/edahi: 5-
Nesâî/dahaya: 16- Daremî/ edahi: 5
[552] Mecmeulenhür: 2/497, 498
[553] Mecmeul-enhür: 2/498
[554] el-Ğamravi/es-Siracülevehhac: 561, 562
[555] îbn Kudame/el-Muğnî: 3/578, 579
[556] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/722
[557] Müslim/hac: 147- EbuDavud/menasik: 57- Nesâî/menasik:
227- lbn Mace/menasik: 84- Daremî/menasik: 34
[558] lbn Mace/menasik: 84
[559] Buhari/hac: 115- Müsiim/hac:357-Taberani/hac: 179
[560] Mecmeu'l-enhur: 1/300
[561] el-Ğamravi/es-Siracüulvehhac: 563- Mecmeu'l-enhür:
1/300
[562] Ibn Kudame/el-Muğnî: 3/565
[563] Ibn Kudame/el-Muğnî: 3/565
[564] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/121
[565] Tirmizî/adahi: 1- ibn Mace/adahi: 3
[566] ibn Mace/aclahi: 3- Tirmizî/adahi: 1- Ahmed: 4/368
[567] İbn Mace/adahi: 2- Ahmed: 2/321
[568] Darekutnî/Neylülevtar: 5/124
[569] Neylülevtar: 5/124
[570] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/124 ve
Mizanü'l-i'tidal: 3/79
[571] Neylülevtar: 5/124
[572] Bilgi için bak: Zehebî/Mizanü'l-itidal: 4/517-
Neylülevtar: 5/124
[573] Neylülevtar: 5/124
[574] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 2/216- Ebu Davud Süleyman b.
Amr maddesi
[575] Müslim/edahi: 13- Ebu Davud/edahi: 4- Nesâî/dahaya:
13- İbn Mace/edahi: 7
[576] Mecmeu'l-enhür: 1/500
[577] Buhari/edahi: 8- Ebu Davud/edahi: 5- Daremi/edahi: 7
[578] Tirmizî/edahi: 7- Ahmed: 2/445
[579] İbn Mace/edahi: 7- Ahmed: 6/368
[580] Ebu Davud/edahi: 5- Nesâî/dahaya: 13- İbn Mace/edahi:
7- Ahmed: 5/ 368
[581] Buhari/edahi; 8- Ebu Davud/edahi: 5- Nesâî/dahaya: 22-
Taberânî/dahaya: 4
[582] Müslim/edahi: 16- Daremî/edahi:4
[583] Ebu Davud/edahi: 5- Ahmed: 5/194- 3/364
[584] Mecmeu'l-enhür: 2/500
[585] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac: 562
[586] İbn Kudame/el-Muğnî: 11/94- 100
[587] İbn Kudame/el-Muğnî: 11/94
[588] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/130
[589] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 3/83- 5679 nolu Ufeyr
[590] Tirmizî/edahi: 9- Ebu Davud/edahi: 6- Nesaî/dahaya:
12- İbn Mace/ edahi:8-Ahm8d:1/83,109. 127
[591] Ebu Davud/edahi: 5- Nesâî/dahaya: 5, 7- İbn
Mace/edahi: 8- Daremî/ edahi: 3- Taberanî/dahaya: 1- Ahmed: 4/284,289,300,301
[592] Ebu Davud/edahi:6-Ahmed:4/185
[593] Müsned-i Ahmed: 3/32
[594] Ebu Davud/edahi:6-Tirmizî/edahi:6, 9-Nesâî/dahaya: 8,
9,11-lbn Mace/edahi: 8- Daremî/edahi: 3- Ahmed: 1/95, 105, 108, 125
[595] Buharî/edahî: 7
[596] Ebu Davud/edahi: 3- Tirmizî/edahi: 4- Nesâî/dahaya:
14- İbn Mace/ edahi: 4
[597] Mecmeu'l-enhür: 2/500, 501
[598] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac: 562
[599] İbn Kudame/el-Muğnî: 11 /100-103 den özetlenerek
[600] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibil-Erbaa: 1/718'den özetlenerek
[601] Neyİülevtar: 5/134
[602] Neylülevtar: 5/134
[603] Geniş bilgi için bak: Mizanü'l-itldal: 1/458-1726 nolu
Haccac
[604] Zehebî/Mîzanü'l-i'tidal: 1/606- 2299 nolu Hamza
[605] Ibn Mace-Tjrrnizî/Neylülevtar: 5/136
[606] Ibn Mace/Neylülevtar: 5/136
[607] Mecmeu'i-enhür: 2/498
[608] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac: 562
[609] Ibn Kudame/el-Muğnî: 11/96
[610] Neylül-Evtar: 5/137.
[611] Ebu Davud/edahİ: 9- Ahmed: 2/109
[612] Müslim/edahi: 19- Ebu Davud/edahi; 4- Ahmed: 6/78
[613] Ebu Davud/edahi: 3,4- Buhari/edahi: 9,14-
Müslim/edahi:17- Tirmizî/edahi: 2,3
[614] ibn Mace- Neylüİevtar: 5/138
[615] Kasânî/Bedayi1: 5/78
[616] İbn Kudame/el-Muğnî: 11/117'yebak
[617] Neylülevtar 5/138
[618] Buhari/hac: 118, tefsir: 24- Müslim/hac: 279, 281
[619] Ebu Davud/menasik: 20
[620] Mecmeu'l-enhür: 2/491 "den özetlenerek
[621] es-Siracütvehhac: 558
[622] İbn Kudame/el-Muğnî: 11/45-47'den özetlenerek
[623] Buhari, Müslim, Neylülevtar: 5/140
[624] Müslim, Müsrted-i Ahmed, Neylülevtar: 5/140
[625] Buharî, Müslim, Neylülevtar: 5/140
[626] Müsned-i Ahmed- Darekutnî
[627] Fetava-yı Hindiyye: 5/296' dan özetlenerek
[628] Ebu Yahya Zekeriya al-Ansari/Fethülvahhab: 2/187, 188
[629] Ibn Kudame/el-Muğnî: 11/112-115'den özetlenerek
[630] İbn Kudame/el-Muğnî: 11/114
[631] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/141
[632] Neylülevtar. 5/142
[633] Buhari/hudud: 31- Nesaî/dahaya: 37- Müslim/cihad: 49,
dahaya: 28, 29-Ebu Davud/edahi: 1 Taberanî/dahaya: 7- Ahmed; 1/56- 6/51
[634] Müsned-i Ahmed: 3/317
[635] Müslim/34 (1974)
[636] Müslim/edahi: 1, 6, 7, 10- Ahmed: 1/210,
250/271-2/109- 3/51- 4/33- 5/ 18-6/3,5
[637] Müslim/edahi: 33/1973
[638] Ebu Davud/edahi:14-lbn Mace/edahi: 16- Daremi/edahi:
6-Taberanî/ dahaya: 6, 8- Ahmed: 3/23, 57- 5/76- 6/187
[639] Kâsânî/Bedayi1: 5/81
[640] Kâsânî/Bedayi': 5/81
[641] Ebu Yahya Zekeriya/Fethulvahhab: 2/189
[642] İbn Kudame/el-Muğnî: 11/108, 109'dan özetlenerek
[643] İbn Kudame/el-Muğnî: 11/110
[644] Müsned-i Ahmed: 1/132,154
[645] Müsned-i Ahmed- Neylülevtar: 5/146
[646] Kâsânî/Bedayi'; 5/81'den özetlenerek
[647] Ebu Zekeriya Yahya en-Nevevî/Minhacü't-Talibin: 131
[648] Ibn Kudame/el-Muğnî: 11/110, 111
[649] Sahnun/el-Müdevvenetülkübra: 2/70, 71'den özetlenerek
[650] Neylülevtar: 5/146
[651] Buharî/akika: 2- Ebu Davud/edahi: 20- Tirmizî/edahi:16-
Nesâî/akika: 2-İbn Mace/zebayih: 1- Ahmed: 4/17, 18, 214, 21.5- 5/12
[652] Tirmizî/edahi: 21- Ebu Davud/edahi: 20- Nesâî/akika:
5- İbn Mace/ zebayih: 1- Daremî/edahi: 9-Ahmed: 5/8, 12, 17,22
[653] Daremî/edahi: 9- Ahmed: 6/381, 422, 456
[654] Daremî/edahi: 9, 10- Ahmed: 6/38, 422, 456
[655] Kâsânî/el-Bedayi1: 5/69
[656] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac: 564
[657] ibn Kudame/el-Muğnî: 11/119-123
[658] Tenvirü'l-hâvalİk Şerhün Ala Muvatta'i Malik: 2/45-46
[659] Tenvirü'l-havalik Şerhün Ala Muvatta'i Malik: 2/45-46
[660] Ebû Davud/edâhi: 20- Nesâî/akika: 1- Taberânî/akika:
1- Ahmad: 2/182, -194-5/369,430
[661] Tirmizi/edeb: 63
[662] Ebû Davud/edâhî:20
[663] Ebû Davud/edahi:20- Tirmizi/edâhî: 16,19- Nesâî/edâhî:
44- Taberânî/ akika: 6- Ahmed: 5/355, 361
[664] Ahmed: 6/392
[665] Ebu Davud/edeb: 107-Tirmizî/edâhî: 16- Ahmed: 6/9,391,
392
[666] Neylülevtar: 5/153, 154
[667] Müsned-i Ahmed: 4/399- 6/93,347