HAC.. 7

Hac Ve Umrenin Vücubu. 7

Farz Olan Haccın Hemen Yeerine Getirilmesi Vacip midir?. 9

Haccetmek İmkanına Eriştği Halde Yaşlılık ve Zayıflıktan Dolayı Haccedemeyen Kimsenin Yerine Haccetmek. 11

Hac Yolculuğu İçin Azık ve Binek Gerekir. 13

Yanında Mahremi Bulunmayan Kadının Sefere Çıkması Caiz midir?. 15

Başkasının Yerine Vekaleten Haccetmek İsteyen Kimsenin Daha Önce Kendisinin Farz Haccı Eda Etmiş Olması Gerekir mi?. 18

Çocuk ve Kölenin Yaptığı Hac Sahih Sayılırsa Da Hac Onlara Vacip Değildir. 19

İhramla İlgili Mikatlar. 21

Özürsüz Olarak Mekke’ye İhramsız Girmek. 24

Hac Ayları ve O Aylardan Önce İhrama Girme Durumu. 27

Yılın Tamamında Umre Yapmanın Cevazı. 29

İhrama Girmek İsteyenin Gusletmesi, Güzel Koku Sürünmesi ve Dikişli Elbiseyi Üzerinde Çıkarması. 31

Temettü', Kıran ve Îfrad Arasında Tahyir ve Bunlardan Efdal Olanı. 32

Telbiye, Telbiyenin Sıfat ve Keyfiyeti ve Hükmü. 37

İhramıyla Mubah Olan ve Kaçınması Gereken Şeyler. 39

İhramın Sıcak ve Başka Şeyden Korunmak İçin Başının Üstünde Gölgelik Tutunması ve Başını Örtmekten Kaçınması. 42

İhrama Girmeden Önce Sürülen Güzel Kokunun İhramlı İken Devamında Bir Sakınca Var mıdır?  43

İhramlının Bir Özürden Dolayı Saçını Traş Etmesi ve Bunun Fidyesi. 45

İhramın Hacamat Yaptırnası ve Başını Yıkaması. 46

İhramlı Kişi Ne Nikah Yapar, Ne De Nikahlanır. 48

İhramlının Av Hayvanı Öldürmesi Haramdır. 50

İhramlının Avlanan Hayvanın Etinden Yemesi Caiz Değildir. 52

Haremin Av Kapsamına Giren Hayvanları Ürkütülmez; Ağaçları ve  Otları Kesilmez  56

Harem Dahilinde Hangi Hayvanlar Öldürülebilir?. 58

Mekke’nin Diğer Beldelerden Üstünlüğü. 60

Îlim Adamlarının Görüş ve Beyanları. 60

Medine Haremi ve Orada Avlanmanın Tahrimi (Haramlığı). 61

Hac veya Umre İçin Mekke’ye Girerken. 63

Kudum Tavafı, Remel ve İztıba. 64

Hacerü’l-Esved’i İstimal, Öpmek ve Bu Esnada Yapılacak Dua. 66

Tavafı Taharet Üzere (Abdestli) Yapmak ve Avret Yerlerini Örtülü Bulundurmak  69

Tavaf Esnasında Allah’ı Anmak. 71

Binek Üzerinde Tavaf Yapmak. 73

İki Re’kat Tavaf Namazı ve Tavaftan Sonra İstilam... 74

Safa İle Merve Arasında Sa’yetmek. 75

Mina’dan Arafat’a Gitmek ve Arafat’ta Vakfı. 78

Arafat’tan Müzdelife’ye ve Oradan Da Mina’ya Gitmek. 81

Bayramın Birinci Günü Cemre-i Akabe’ye Taş Atmak ve Bunun Hükümleri. 84

Mina’da Kurban Kesmek, Tıraş Olmak ve Sonra da Mubah Olan Şeyler. 88

Bayramın Birinci Günü Ziyaret Tavafı İçin Mekke’ye Gitmek. 91

Kurban Kesmeyi, Tıraş Olmayı ve Cemreye Taş Atmayı Belirlenen Sıraya Göre Değil de Takdim ve Tehir Suretiyle Yerine Getirmekte Bir Sakınca Var Mıdır?. 93

Kurban Bayramı Günü Hutbe Okumanın Îstihabı. 95

Hacc-ı  Kırana Niyet Edenin Hac İbadeti Olarak Bir Tavaf ve Bir De Sa’y Yapması Yeterlidir  96

Cemerelere Taş Atma Süresince Mina’da Kalmak. 98

Mina’dan Ayrılıp Mekke’ye Hareket Edilince Bir Süre Muhassab’de Konaklamak  100

Kabe’ye Girmek ve Onunla Teberrükte Bulunmak. 101

Zemzem Suyu ve Özelliği. 102

Veda Tavafı. 103

Kurban Konusu ve Yedi Kişinin Bir Deve veya Sığır Kesmesi. 105

Kesilen Kurbanlık Hayvanın Etinden Yemek. 107

Kurban Kesmeyi Teşvik. 108

Kurbanlık Hayvanın Yaş Konusu. 109

Taşıdığı Ayıptan Dolayı Kurban Edilmeyen Hayvan. 111

Ev Halkı İçin Bir Koyunun Kurban Edilmesi Yeterlidir. 114

Kurban Kesmeye Başlarken Besmele Çekip Tekbir Getirmek. 115

Devenin Ön Sol Bacağı Bağlı Olduğu Halde Ayakta Kesilmesi. 117

Kurban Kesmenin Vakti ve Süresi. 118

Kurban Etinden Yedirmek ve Bir Kısmını Yaralanmak Üzere Kaldırmak. 120

Kurban Derisi ve Hayvanın Üzerine Atılan Çul-Semer Gibi Şeylerin Tasadduk Etmek  122

Akika Kurbanı ve Bunun Anlamı. 123

 


HAC

 

Hac Ve Umrenin Vücubu

 

" Hac ibadeti, islam'ın beş şartından1 biridir. Farziyeti kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuştur. Şartlar elverdiği takdirde terki büyük günah, inkarı küfürdür.

Hac ibadetinin fert, aile, toplum ve ümmet üzerindeki olumlu tesirleri sayılamayacak kadar çoktur. îslam birliğini Tevhid inancı doğrultusunda sağlayıp kuvvetlendiren amillerin başında gelir. O bakımdan Allah ve Peygamber'i bu ibadetin lüzumu ve Önemi üzerinde durmuş; gereken bütün bilgileri vermişlerdir. [1]

Haccın farz kılındığı tarih:

Bu konuda az farklı görüş ve tesbitler varsa da, en sahih rivay­ete göre, hac, hicretin dokuzuncu yılında farz kılınmıştır. Nitekim Al-i îmran Suresi 97. ayetle haccm farz kılındığı ve bu ayetin belirtilen yılda indiği bilinmektedir.

Yine yapılan rivayetlere göre, bu ayet indikten sonra Resulül-lah (s.a.v.) Efendimiz ashabını toplayarak şunları söylemiştir :

11 Ey insanlar ! Cenab-ı Hakk size haccı farz kıldı. Artık bundan böyle haccedin."

Müslim'in rivayet ettiği bu hadisin ricali sahihtir ve o bakımdan istidlal ve ihticace salih görülmüştür.

Hac farz kılınınca o yıl Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz kendisi git­medi ve Ebû Bekir es-Sıddîk'i emîrü'1-hac (hac işlerini organize edip hacce gidecek olan mü'minlerin başında bulunma görevine) tayin etti. ikinci yıl, yani hicretin onuncu yılında ise, Resulüllah (s.a.v) Efendi­miz son haccım yerine getirdi ki, buna VEDA HACCI denilmiştir.

 

Îlgili Hadisler

 

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle ha­ber vermiştir:

" Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bize hitap ederek buyurdu ki: "Allah gerçekten size haccı farz kıldı. Artık siz de haccedin !" Bunun üzerine bir adam sordu: "Her sene mi Ya Resulüllah T* Efendimiz susup cevap vermedi ve adam bu soruyu üç defa tekrarladı. Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Eğer evet diye­cek olsaydım, o vacip olurdu ve siz de onu (her yıl yapmaya) takat getiremezdiniz." [2]

ibn Abbbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle ha­ber vermiştir :

" Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bize hitap ederek şöyle buyurdu: "Ey insanlar ! Hac size farz kılındı." Bunun üzerine Akra1 b. Habis (r.a.) kalkıp şöyle sordu :" Her yıl mı ya Resulel-lah ?" Resulüllah (s.a.v.) cevap verdi: "Eğer öyle söyliyecek olursam (size) vacip olurdu. Vacip olunca da onunla amel ede­mezdiniz ve amel etmeğe de gücünüz yetmezdi. Hac bir defa (ya mahsus bir ibadet) dir. Artık kim birden fazla yapacak olursa o tetavvu (nafile) olur." [3]

Ebû Rüzeyn el-Ukaylî (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen ravi, Resulüllah (s.a.v) Efendimiz'e gelerek şöyle demiştir: "Doğrusu benim anam babam yaşlı bir kimsedir, hac ve umre (ibadetini yerine) getirmeğe gücü yetmemektedir. Aynı za­manda bir yerden bir yere göç de edememektedir." Bunun üzerine ona: " Babanızın yerine hac ve umre yap" diye buyurdu. [4]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:   " Resulüllah (s.a.v) Efendimiz'e soruldu:

- Amellerin hangisi daha üstündür ? Efendimiz cevap verdi:

- Allah'a ve Resulü'ne iman..

- Ondan sonra hangisi ?

- Sonra da Allah yolunda cihad.. x - Ondan sonra hangisi ?

- Şartlarına uygun helal kazanç ile yerine getirilen hac. [5]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, ad, geçen diyor ki:

" Resulüllah'a (s.a.v.) sordum dedim ki : Kadınlar üzerine cihaddan (farz olan) bir şey (hüküm) var mıdır?" Cevap verdi: h Evet, içinde savaş olmayan cihad onlara farz dır : Hac ve umre.." [6]

Ömer b. Hattab (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir                

"Resulüllah (s.a.v) Efendimizin yanında oturduğumuz bir sırada bir adam gelip dedi ki: " Ya Muhammed ! İslâm ne­dir?" Efendimiz şu cevabı verdi: " İslam Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın resulü buluduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekatı vermen, Beytüllah'a haccetmen, umre yapman, cenabetten dolayı gusletmen, ab-desti tastamam alman, Ramazan orucunu tutmandır.." Ravi hadisin geri kalan kısmını da zikretti.. Sonra Resulüllah (s.a.v) (ashabına dönerek) şöyle haber verdi : " Bu Cibril'dir; gelip size dininizi öğretmektedir." [7]

Ebu Hureyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulül ah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Umreden umreye (aradaki günahlara) keffarettir. Şartlarına uygun helal kazanç ile yapılan haccın ise - mükafatı ancak cennettir." [8]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacleri                     

 

a) Hanefîlere göre: Hac, şartlar elverdiği takdirde acele yerine getirilmek üzere ömürde bir defa farzdır. Kişiye hac farz olduğu tak­dirde, bu imkana eriştiği ilk yıl hacceder. Geciktirdği takdirde günahkar olur. Bu ictihad, İmam Ebu Yusuf a göredir, imam Mu­hammed'in içtihadı ise, bunun hilafında bir hüküm taşımaktadır; yani ona göre: Ömürde, geciktirilerek yerine getirilmek üzere bir defa farzdır. O bakımdan kişi bu imkana eriştiği yıllarda haccetmeyip ge-ciktirirse, günahkar sayılmaz. Ama acele etmesi efdaldır. Böylece kişiye farz olduğu halde onun bu ibadeti geciktirmesi, eda edilme vaktinin çıkmasını gerektirmez ve ne kadar sonra yerine getirse bile, yine de kaza değil eda sayılır. [9]

Umre ise, Hanelilerden bir kısmına göre, o da fitre, kurban ve vitr gibi vaciptir. Bir kısmına göre ise, sünnettir. Tetavvu1 (Nafile) olduğunu söyleyenler olmuştur. Bunların delili, şu hadistir: "Hac fa­rzdır; umre tetavvu'dur." [10]

Umre senenin her vaktinde yapılabilir. Ancak şu beş günde yapılması mekruhtur: Arefe, kurban bayramı ve teşrik günleri.. İmam Ebu Yusuf a göre, Arafe günü zevalden önce yapılması mekruh değildir. [11]

b) Şafiîlere göre: En zahir kavle ve tesbite göre, hem hacc, hem de umre farzdır. Ömürde bir defa yerine getirilmesi kafidir. Faz­lası nafile olarak kalır. [12]

c) Hanbelîlere göre: Şafiîlerde olduğu gibi, hac kime vacipse umre de ona vaciptir. Bu iki rivayetten birine göredir. Diğer rivayete göre, umre sünnettir.

Umre'nin vacip olduğuna kail olanların başında, Ömer, İbn Ab-bas, Zeyd b. Sabit, Ibn Ömer, Said b. Müseyyeb, Said b. Cübeyr, Ata', Tavus, Mücahid, el-Hasan, İbn Şîrîn, Şa'bi, es-Sevrî ve İmam Şafiî bulunmaktadır. îbn Mes'ud'a (r.a.) göre vacip değildir, imam Malik, Ebu Sevr ve rey tarafdarları da bu görüştedirler.

Umre Mekke halkına vacip değildir. Onların tavaf yapması yet­erli görülmüştür. İmam Ahmed bu hususta kesin görüş ortaya koy­muş ve sık sık tavaf yapan Mekkeli'lerden bu vücubun kaldırıldığını belirtmiştir. [13]

d) Malikilere göre: Hac, şartlar elverdiği takdirde ömürde bir defa farzdır. Umre ise, o da ömürde bir defa yerine getirilmek üzere müekked sünnettir. Ayette: "Hac ve umreyi tamamlayın" emri, başlanılan  hac ve  umreyi tamamlamaya  yönelik bir  emirdir; doğrudan umreyi yerine getirmeye yönelik bir emir değildir. [14]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

138 ve 149 nolu Ebu Hüreyre ve Ibn Abbas hadisleri sahih ka­bul edilmiştir. İbn Abbas hadisini Ebû Davud, .îbn Mace, Beyhaki tahric etmişler ve Hakim de tahric edip "Şeyhayn'in şartına göre sa­hihtir" demiştir.

Birinci hadiste "Artık siz de haccedin" enirinin tekrarı gerek­tirmediği anlaşılıyor. Zira adamın "Her sene mi Ya Reşulellah!?" so­rusu ve ona verilen cevap bu manayı ortaya çıkarıyor.

Böylece gerek 138, gerekse 139 nolu hadisler haccm Ömürde bir defa farz olduğuna delalet etmekte ve her türlü tereddüdü ortadan kaldırmaktadır. Nitekim müctehid imamların hepsi bu rivayetlerle ihticac ve istidlal etmişlerdir.

Ayrıca bu bapta İbn Mace'nin Enes (r.a.) den rivayet ettiği şu hadis de bulunuyor: "Size hac farz kılındı." Bunun üzerine: "Ya Resulüllah! Her sene mi?" diye sorulunca, "Eğer evet demiş ol­sam size vacip olurdu. Vacip olunca da onu yerine getiremez­diniz ve getiremeyince de azaba uğrardınız" diye cevap verdi. [15]

Hafız İbn Hacer bu rivayetin ricalinin sikat olduğunu belirt­miştir.

Bu mealde bir diğer hadisi Tirmizî ve Hakim Hz. Ali (r.a.) den rivayet etmişlerse de senedi münkati'dir.

140 nolu Ebu Rüzeyn hadisi sahihtir. Evladın kendi babasının yerine hac ve umre yapmasının cevazına delalet etmektedir. Bu had­ise dayanıp istidlal edenler, ayrıca umre'nin de vacip olduğuna kail olmuşlardır ki, İmam Şafiî onlardan biridir. Nitekim imam Ahmed de bu hadisle ilgili şöyle demiştir: "Umrenin vacip olduğuna dair bu had­isten daha güzel ve daha sahih başka bir rivayet bilmiyorum." [16]. Nitekim îshak, Sevrî, Müzeni ve en-Nâsır da aynı görüştedirler.

Umre'nin vacip, olmadığım, sadece sünnet olarak belirlendiğini söyleyenler ise, daha çok Tirmizî'nin tahric ettiği, Ahmed, Beyhaki ve Ibn Ebi Şeybe'nin sahihlediği şu hadisle istidlal etmişlerdir: "Bedevilerden biri Hz. Peygamber'e (s,a.v.) gelerek dedi ki: 'Ya Reşulellah! Umre konusunda bana bilgi ver, o vacip midir?" Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ona şu cevabı verdi: "Hayır, vacip değildir; ama umre yaparsan senin için hayırlı olur." Diğer bir rivayette ise son cümle şu lafızla belirlenmiştir: "Senin için daha uygun olur."                                                                           

Ancak "Umre vaciptir" diyenler, bu hadisin isnadında Haccac1 b. Ertat'm bulunduğunu ve bu zatın zayıf olduğunu ileri sürerek onuijila istidlalin salih olmadığına dikkat çekmişlerdir,                            

Zehebi,  Haccac  hakkındaki  ilim  adamlarının  tesbit ve! görüşlerini sıralamış ve lehte, aleyhte olanları zikrederek geniş bilgi! vermiştir. İbn Main onun için "Kaviy değildir. Saduktur, ama tedlis yapar" demiştir. [17]

Bu bapta, daha önce de naklettiğimiz bir diğer hadisi Dare-kutnî, îbn Hazm ve Beyhakî, Ebu Hüreyre'den (r.a.) şu lafızla rivayet] etmişlerdir: "Hac cihaddır; umre ise tetavvu (nafile) dir."           

Ne var ki Hafız İbn Hacer bu hadisin zayıf olduğunu belirt­miştir. [18]

Umre'nin vacip olduğuna kail olanların bir diğer delili, Dare-kutnî'nin Zeyd b. Sabit (r.a.) den naklettiği şu hadistir: "Hac ve umre ikisi de farzdır. Hangisine başlarsan sana bir zarar ver­mez (bir sakıncası yoktur)."

 Sünettir diyenlerin bu hadise karşı itirazları, isnadında İsmail 3. Müslim el-Mekkî'nin bulunmasıdır. Zira bu zat zayıflar arasında anılmıştır.. Nitekim Ebû Zür'a onun zayıf olduğunu; Ahmed b. Han-oel münkerü'l-hadis sayıldığını belirtmiş; Nesâî onun metruk olduğuna dikkat çekmiştir. [19]

Aynı hadisi Beyhakî Zeyd'den mevkufen rivayet etmiş ve Hafız îbn Hacer onun isnadının sahih olduğunu, Hakim'in de sahihlediğini belirtmiştir.

Bu konuda birkaç rivayet daha bulunuyorsa da en sahih tesbit ve rivayete göre, umre sünettir, vacip değildir. Zira Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz 'İslam beş (temel esas) üzerine kurulmuştur.." buyu­rurken onlardan birinin hac olduğunu beyan etmiş, umreden söz etmemiştir.

141 nolu Hz. Ebû Hüreyre hadisi sahihtir. Bu, haccın islâm'daki yerini ve önemini belirten belgelerden biridir. İlim adamlarından bir kısmı bu hadise dayanarak umrenin vacip olmadığını ve aynı zamanda  nafile   haccın  nafile   sadakadan  üstün  olduğunu  istidlal tmişlerdir.

142 nolu Hz. Aişe hadisinin isnadı sahihtir. [20] Aynı zamanda cihadın kadınlara farz olmadığına delalet etmekte ve umre'nin vacip olduğu anlaşılmaktadır.

143  nolu  Ömer hadisinin isnadı  sahihtir.  Aynı  zamanda mre'nin vücubuna delalet etmektedir. Ancak umre'nin hacden sonra anılmasının onun vücubuna delalet etmiyeceğini belirtenler de ı olmuştur.

144 nolu Ebû Hüreyre hadisi sahihtir. Umreden umreye, ikisi

arasında işlenen küçük günahlara keffarettir. İlim adamlarının çoğu büyük günahlara teşmil edilmeyeceğini belirtmişlerdir.

 

Çıkarılan Hükümler     

 

1- Hac farzdır. Farziyeti kitap, sünnet ve icma ile sabittir;

2- Hac ömürde bir defaya mahsus olmak üzere şartlar elverdiği takdirde zengin kimselere farzdır.

3- Din hep kolaylık getirmiş ve onu tavsiye etmiştir. Haccın ömürde bir defaya mahsus olmak üzere zenginlere farz kılınması bu­nun delillerinden biridir.

4- Hac ve umre yapmaktan aciz olan baba ve ananın yerine ev­ladının hac ve umre yapması caizdir.

5- Umre, müctehidlerin bazısına göre vacip, bazısına göre sünnettir. Vaciptir diyenlere göre, o da ömürde bir defaya mahsus ol­mak üzere vacip kılınmıştır. Fazlası nafile olarak kalır.

6- Hac kadınlara da farzdır, Cihad ise, kadınlara farz değildir.

7-  îman ve cihad hacden üstündür. Aynı zamanda helal ka­zançla yapılan haccın İslâm'daki yeri çok Önemlidir.

8- Umre daha çok küçük günahların bağışlanmasına, hac ise küçük-büyük günahların bağışlanmasına vesiledir. Ancak kul ve mil­let hakkı bu günahların dışında kalır. Onlar ödenmedikçe, hak sahibi razı edilmedikçe hiçbir amel onların affına vesile kılınmamıştır.

9- Şartların uygun, halis niyetle, helal kazançla yapılan haccm mükâfatı münhasiren cennettir. Bu durumda kişinin üzerinde kul hakkı varsa, ölmeden önce onları sahiplerine iade etmelidir.

 

Farz Olan Haccın Hemen Yeerine Getirilmesi Vacip midir?    

 

Konunun baş kısmında buna değinmiş ve müctehidlerin bir kısmının ictihad ve görüşüne yer vermiştik. Şüphesiz en uygun olanı, ibadeti -şartlar elverdiği takdirde- vaktinde yerine getirmek ve zaruri bir sebep olmadıkça geciktirmemektir. Zira ecelin ne zaman bizi ya­kalayacağını bilemiyoruz. Farz olan haccı geciktirmemiz, fırsatları kaçırmamıza sebep olabilir ve o zaman bu farzı -gerektiği halde- ye­rine getirmeden dünyadan ayrılmış oluruz ki, onu telafi etmemiz de artık mümkün olmaz ve günahlarımızın bağışlanmasına vesile olan, ilahi emre uymamızdan dolayı Cennet'in kapılarım bize açan bir iba­deti kaçırmanın üzüntüsü içinde hayıflanıp kalırız.     

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.j Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Hac için (yani farz olanı için) acele ediniz. Çünkü sizden biriniz, kendisine nelerin arız ola­cağını bilemez."[21]

Said b. Cübeyr'in îbn Abbas'dan ve Fazıldan veya onlardan bi­rinin diğerinden yaptığı rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Haccetmeyi dileyen kimse acele etsin. Çünkü insan has­talanabilir, eşyasını taşıyan yük hayvanı veya kafile kaybo­labilir ve birtakım hacetler ortaya çıkabilir." [22]

el-Hasan'ın yaptığı rivayete göre, Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle demiştir:

İçimden geçirip istedim ki, şu belde ve yörelere bazı adamlar göndereyim de, mevcut imkanı olduğu halde haccet-meyenlere bir baksınlar ve üzerlerine cizye koysunlar. (Çünkü gerçekte) öyleleri müslüman değildirler, müslümaıı değildirler!" [23]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri

 

Hac konusunun giriş kısmında belirttiğimiz gibi, hac ömürde bir defaya mahsus olmak üzere farzdır ve üç mezhebe göre şartlar el­verdiği takdirde geciktirilmesi doğru değildir. O bakımdan geciktiren günahkar olur. 'Şafiî'ye ve bir de İmam Muhammed'e göre geciktiril­mesinde bir sakınca yoktur. Ama acele yerine getirilmesi efdaldır. [24]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetle

 

157 nolu İbn Abbas hadisinin isnadında İsmail b. Halife el-Abesî bulunuyor ki, bu zat Şevkanfye göre saduktur, fakat zayıftır. [25] İbn Adiy bu zat hakkında şu sözleri söylemiştir: "Onun rivayet ettiği hadislerin hemen hepsi sikatm rivayetine muhaliftir." Zehebî onun hakkında "vahi" tabirini kullanmıştır. [26]

O bakımdan müctehidlerin çoğu bu hadisle istidlal etmemiştir, 

Bu bapta Said b. Mensur'un süneninde, Ahmed b. Hanbel'in müsnedinde Ebû Umâme (r.a.) den yaptıkları bir rivayet bulunu-yor ki, onu aynı zamanda Ebû Ya'la ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir; 'Kendisini bir hastalık veya açık bir ihtiyaç veya ortada olan bir meşakkat veya zalim bir sultanın engelleyip alıkoymadığı kimse buna rağmen haccetmezse, artık ister yahudî, isterse nasranî olarak ölsün (fark etmez)."

İmam Ahmed'in münferiden yaptığı tesbitte hadise şu lafızla başlanılmaktadır: "Kim zengin olur da haccetmeden ölürse, i artık ister yahudi, isterse nasranî olarak Ölsün, (farketmez)."  

Ancak bu hadisin isnadında Leys b. Ebî Süleym bulunuyor ki,| bu zat zayıftır. İmam Ahmed onun muzdaribü'l-hadis olduğunu, buna; rağmen bazı kimselerin ondan hadis naklettiklerim belirtmiştir. Yah-i ya b. Maîn ve Nesâî, onun zayıf olduğunu söylerken, îbn Hibbari "Onun ömrünün sonuna doğru hafızası zayıfladığından hadis ve rivayetleri birbirine karıştırır duruma gelmişti" diyerek tesbitini or­taya koymuştur. Bunların aksine Abdülvaris onun ilim kapıları olduğunu belirtmiştir. [27]                

Böylece müctehidlerin önemli bir kısmı bu hadisi istidlal ve i cace salih görmemiştir.

Bu bapta Tirmizî'nin Hz. Ali'den (r.a.) merfuan rivayet ettiği bir hadis bulunuyor. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kim kendisini Beytullah'a ulaştıracak kadar azık ve bineğe sahip olur da haccetmezse, artık onun için pek fark etmez ya­hudi olarak ölmek veya nasrani olarak ölmek.." [28].

Tirmizî bu hadisi naklettikten sonra diyor ki: "Hadis gariptir ve isnadında söylenen birtakım sözler vardır. Ravilerden el-Haris zayıf olarak belirlenmiştir. Ayrıca ravi Hilal b. Abdillah'ın Ebû İshak'tan rivayet ettiği söz konusudur ki, Ebû îshak meçhuldür."

Bu anlamda üçüncü bir tarikten olmak üzere Ebû Hüreyre (r.a.) den rivayet edilen şu hadis söz konusudur: "Bir engelleyici, bağlayıcı, açık bir hacet veya zalim bir sultan olmaksızın İslâm haccını yapmadan ölen kimse şu iki ölümden biriyle ölsün: İster yahudi, ister nasranî.."

Şüphesiz bu tarikler birbirini kuvvetlendirmekte ve zayıf hadise az da olsa kuvvet kazandırmaktadır, O bakımdan İbn el-Cevzî'nin bunları mevzuattan sayması mücazefe kabul edilmiştir. Yani isnad ve ravilerini iyice tahlil etmeden tahmini bir hükümde bulunmuştur.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Farz olan haccı, şartlar elverdiği, engelleyici bir sebep ol­madığı takdirde geciktirmek doğru olmaz. İmam Şafiî ile îmam Mu-hanımed'e göre, geciktiren günahkar olur.

2- Kişiye hac farz olduğu ve şartlar elverdiği halde, onu yerine getirmeyip geciktirmesinden dolayı, haccı vaktinin dışına çıkartmış sayılmaz ve ne zaman yerine getirirse yine de edâ sayılır.

3- Bağlayıcı bir engel ortaya çıktığı takdirde hac farizasını ge­ciktirmekten dolayı kişi günahkar olmaz. Hastalık, zarurî hacet, za­lim hükümdar bu sebeplerden birkaçıdır.

4- Hz. Ömer'in (r.a.) "Onlar müslüman değildirler.." sözü ise, gerçek manada değil konunun önemini belirtmeğe yönelik bir an­latım tarzıdır. Çünkü farz ibadet inkar edilmedikçe kişiyi dinden çıkarmaz, sadece geciktirilmesinden veya terkinden dolayı büyük günah işlemiş sayılır.

 

Haccetmek İmkanına Eriştği Halde Yaşlılık ve Zayıflıktan Dolayı Haccedemeyen Kimsenin Yerine Haccetmek

 

Şüphesiz hac, hem bedenî, hem de malî bir ibadettir. Müslüman, âkil, baliğ olup zengin sayılan her kişiye, şartlar elverdiği takdirde farzdır. O bakımdan her kişinin bizzat kendisinin bu ibâdeti yapmakla mükellef olduğu söz konusudur. Ancak mali imkana erişmekle beraber fazla yaşlılık ve zayıflıktan dolayı hacce gidemiyen kimsenin bu kutsal hava ve topraktan uzak kalmaması ve kalben yatışması, ruhen rahatlayabilmesi için onun yerinp evladı hacceder. Aşağıda nakledeceğimiz hadislerde buna cevaz ve ruhsat verildiğini görüyoruz. Ancak müctehidlerin görüş, tesbit ve ictihadları az da olsa farklılık arzetmektedir.                                                            ;

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Abbas (r.a,) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Has'âm Kabilesi'nden bir kadın Hz. Peygamber'e (s.a.v.) gelerek şöyle dedi: 'Ya Resulellah! Doğrusu babam, hac konu­sunda Allah'ın farzını yerine getirecek (mali imkana kavuşmuş) duruma gelmiştir. Ancak kendisi çok yaşlıdır, ken­di devesinin üzerinde doğrulacak güce sahip değildir.." Efen­dimiz ona: "Öyleyse sen onun yerine haccet" diye buyurdu."[29]

Hz. Mî (r.al) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber ver­miştir:            ..   :

"Has'âm Kabilesi'nden genç bir kadın Peygamber'e (s.a.v.) geldi ve şöyle dedi: "Doğrusu babam çok yaşlıdır ve bunamıştır. Hac konusunda Allah'ın farzı ona erişmiş (farzı yerine getirecek kadar mali imkana kavuşmuş)tur. Ama onu eda etmeğe gücü yetmemektedir. Ben onun yerine haccı eda ede­cek olursam, ona bedel kâfi gelir mi?" ResuİüUah (s.a.v.) ona: "Evet kâfi gelir" buyurdu." [30]

Abdullah \b. Zübeyr (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şö^fe demiştir:

"Ha'sâm Kabilesi'nden bir adam Resulüllah'a (s.a.v.) geldi ve şöyle dedi: "Şüphesiz benim babam çok yaşlı bir kimsedir, hayvana binmeğe gücü yetmemektedir; oysa hac kendisine farz olmuştur. Ben onun yerine haccedeyim mi?" Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) ona: "Sen onun en büyük çocuğu musun?" diye sordu. O da: "Evet.." diye cevap verince Efendi­miz şöyle buyurdu: "Ne dersin, babanızın üzerinde bir borç bulunsaydı, sen de onun yerine o borcunu ödemiş olsaydın, bu ondan yana kâfi gelir miydi?" Adam: "Evet, kâfi gelirdi" diye cevap verdi. Peygamber (s.a.v.) : "O halde babanızın ye­rine haccet" diye buyurdu." [31]

 

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Zekat ve sadaka gibi mali ibadetlerde niy­abet, yani birini vekil etme mutlaka caizdir. Niyabet veren kişinin is­ter bedenî kudreti olsun, ister aciz bulunsun fark etmez. Çünkü mak­sat, müvekkilin niyetiyle gerçekleşiyor,Vekilin niyetiyle değil.

Yalnız bedeni ibadet olan namaz, oruç, itikaf, tilavet-i Kur'an ve zikirde niyabet hiçbir halde caiz değildir.

Hem mali, hem de bedeni olan ibadette ise, acz halinde niyabet caizdir ki, bu hac ibâdetine yönelik bulunuyor. Çünkü bu durumda mali harcamayla meşakkat gerçekleşmiş oluyor. Ama müvekkilin gücü yettiği, yani bedenen haccetme imkanı olduğu takdirde niyabet ve vekalet caiz olmaz. Kişinin mutlaka bu ibadeti yerine getirebilme­si için diğer şartların yanında sağlığının ve kudretinin de yerinde ol­ması gerekiyor. Aciz durumda bulunduğu takdirde niyabet caiz ve sa­hih olur.

Acz ise, şu iki şekilden biriyle gerçekleşir: Ölünceye kadar de­vam edecek kudretsizlik, müzmin hastalık ve bir de Ölüm..

O halde kişiye arız olan acz, tedavisi mümkün bir hastalık veya hapis ve benzeri bir arızaysa, o takdirde niyabet caiz olmaz. Şüphesiz bu niyabet konusu farz olan hac ile ilgilidir..

Bu durumda mali imkanı olduğu halde haccetmekten aciz olan ve bu aczi ölünceye kadar devam eden kimsenin kendi yerine birini vekil tayin edip hacce göndermesi caiz ve sahihtir. Böylece naib, yani vekil ihrama girerken müvekkili adına niyet eder ve telbiye getirir. [32]

b) Şafiîlere göre: Üzerine hac farz olduğu halde ölen kimsenin terikesinden belli miktar ayrılarak yerine birinin hacce gönderilmesi vaciptir. Bunun gibi mali imkanı yerinde olduğu halde çok yaşlılık veya tedavisi söz konusu olmayan bir hastalık sebebiyle acz içinde bulunduğundan hacce gidemeyen kimsenin kendi adına birini vekil tutup ücret-i mislini vermek suretiyle hacce göndermesi gerekir..

Ayrıca sözü edilen aciz kişinin evladı veya yabancı bir kimse di imkanını kullanarak onun yerine haccederse, en sahih kavle onu kabul etmesi vacip olur. [33]

Böylece bu konuda Hanefîlerle Şafıîler mevcut rivayetlerle istid-sdip aciz kimsenin kendi yerine vekil göndermesinde bir sakınca adığmı, yani bunun caiz olduğunu belirtmişlerdir.

c) Hanbelîlere göre: Kendisinde haccm vücubunun şartları unduğu halde müzmin bir hastalıktan veya zayıflıktan veya fazla hlıktan dolayı hacce gidemeyen kimsenin kendi yerine bir vekil üp göndermesi veya isteyerek onun yerine gitmek isteyen biri or-a çıkınca ona izin vermesi gerekir. Nitekim İmam Ebû Hanife ile artı Şafiî de aynı görüş ve içtihadı izhar etmişlerdir.

Böylece sözü edilen üç mezhep de yukarıda nakledilen hadis­le istidlal etmişlerdir. Ayrıca bu konuda Ebû Rüzeyn hadisi de de-3İarak alınmıştır. [34]

d) Malikilere göre: Kendisinde haccm vücubunun şartları mevcut olan kimsenin bizzat haccetmesi gerekir. Hastalık veya fhlıktan dolayı buna gücü yetmiyorsa, o takdirde yerine vekil ıdermesi doğru olmaz. Böylece hac onun üzerine gerekli sayılmaz, nkü Kur'an'da: "Oraya yol bulabilen kimseye, Allah için Kabe'yi :cetmesi gereklidir" buyurulmaktadır ki, bu kişinin bizzat kendisi-ı gitmesiyle gerçekleşir. [35]

Ancak ölen kimse bu konuda vasiyet etmişse, terikesinden ge-ten meblağ çıkarılarak yerine biri vekil olarak gönderilir veya ölen nsenin evladı onun yerine hac ve umre yapmak isterse, buna cevaz rilir. [36]

 

Tahliller Diğer Rivayetler

 

165 nolu İbn Abbas hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. Böylece cem vücubunun şartlarını kendinde taşıyıp acizliğinden dolayı hac-demiyen kimsenin yerine evladı haccedebilir.

166 nolu Hz. Ali hadisini Tirimizi sahihlenıiş ve Beyhakî tahric etmiştir.

Böylece bu rivayet de birinci rivayeti kuvvetlendirmektedir.

167 nolu Abdullah hadisinin isnadı salihtir, yani istidlale uy­gundur. Aynı zamanda babasının yerine haccetmek isteyen evladın en büyüğünün bunu üstlenmesi daha uygundur hükmü çıkmaktadır.

İmam Mâlik'e göre, bu hadislerin taşıdığı hüküm Kurlan'ın za­hirine muhaliftir. O bakımdan bunlarla değil, Kur'an'm zahiriyle amel edilir. [37]

Bu bapta diğer bir hadis İbn Abbas (r.a.) dan şöyle rivayet edil­miştir:

"Cüheyne Kabilesi'nden bir kadın Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e gelerek dedi ki: "Doğrusu annem haccetmeyi adadı, fakat adağını yerine getirmeden vefat etti. Onun yerine haccedeyim mi?" Peygamber (s.a.v.) ona: "Evet, annen yerine haccet" buyurdu ve ilave etti: "Ne dersin, annen üzerinde borç. bulunsaydı sen onu ödemez miydin? O halde onun yerine Al­lah'a (adağını) yerine getir. Çünkü Cenab-ı Hakk'a karşı vefa göstermek daha haklılık arzeder." [38]

Buharı ve İmam Ahmed'in yaptıkları bir diğer rivayette şu lafza yer verilmiştir:

"Bir adam geldi ve şöyle dedi:' "Kızkardeşim haccetmeyi adadı... [39]

Bir diğer rivayet yine İbn Abbas (r.a.) dan şöyle nakledilmiştir:

"Bir adam Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e geldi ve şöyle dedi: "Babam, üzerinde İslâm (m farz kıldığı) hac olduğu halde (onu yerine getirmeden) öldü; onun yerine haccedeyim mi?" Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ona: "Ne der­sin, baban üzerindeki borcu ödemeden ölseydi, sen o borcu ödemez miydin?" diye sordu. O da: "Evet, öderdim" diye cevap verince, Efendimiz ona: "O halde baban yerine haccet" buyur­du." [40]

Ancak 174 nolu hadisin muztarip olduğu söylenir. Çünkü bir ri­vayette "Annem öldü.." denilirken, bu rivayette "Annem adadı.." de­nilmektedir. Hadisi aynı zamanda Şafiî ve îbn Mâce de tahric etmişlerdir.

Böylece hadislerin açık delaletinden, nasıl varisler ölen muris­lerinin borcunu terikesinden çıkartıp ödemek zorunda iseler, onun gibi, adama hac farz olduğu halde onu yerine getirmeden ölürse, va­rislerinin onun yerine haccetmesi gerekir hükmü çıkmaktadır. Ancak müctehidlerin bu konu hakkındaki görüş ve tesbitleri az farklıdır. Çoğuna göre, bu borç gibi gerekli değildir. Ancak varis arzu ettiği takdirde onu yerine getirmesi caiz ve sahihtir. Ölen kimse bunu va­siyet etmişse, o takdirde vasiyyeti terikesinden karşılanarak yerine getirilir ve bu vaciptir.

Zeylaî de başkasına bedel haccetme konusunda 165 nolu İbn Abbas hadisini delil olarak getirmiş ve sonra da buna cevaz veren ve vermeyenlerin dayanaklarını sıralamış, sonunda niyabet yoluyla haccın cevazının ağırlık kazandığına işarette bulunmuştur. [41]

Bu konuda değişik tariklerden beş rivayet daha bulunuyor ki, biri diğerini kuvvetlendirmekte ve meseleye ağırlık ka­zandırmaktadır. Zeylaî o rivayetleri de naklederek araştırıcılara ko­laylık sağlamıştır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kendisinde haccın vücubunun şartları mevcut olan kimse, yaşlılıktan veya müzmin geçici olmayan bir hastalıktan dolayı hac­cetmeğe gücü yetmiyen kimsenin yerine evladının haccetmesi caiz ve sahihtir. Bunda üç mezhep imamının ittifakı vardır.

2- Borçlu ölen kimsenin borcunu varisleri terikesinden çıkartıp ödemekle yükümlüdürler. Terikesi borcuna yetmediği takdirde, kalan kısmını ödemek onların arzusuna bırakılır.

3- Hac konusu da buna kıyas edilmiştir. Ancak müctehidlerin çoğu, bu konuda ölenin vasiyetini dikkate alarak bunun gerekli olduğunu belirtmiştir. Vasiyyeti olmadığı takdirde, farklı hüküm or­taya çıkmaktadır.

4-  Kendisine farz olduğu halde onu yerine getiremeyen yaşlı veya hasta kimsenin en büyük evladının onu yerine getirmesi daha uygundur. Bununla beraber en büyüğünün bunu üstlenmesi şart ve vacip değildir. Diğer evladından herhangi biri de onun yerine hacce­debilir.

5- Ölen kimseye hac farz olduğu halde onu yerine getirmeden ölmüşse, varislerinin onun yerine birini hacce göndermeleri ve mas­rafını ölenin terikesinden vermeleri vaciptir. Ölenin bu konuda va­siyyeti olsun, olmasın fark etmez. Bu İmam Şafiî'nin içtihadıdır.

6- Aciz kimsenin kendi yerine birini hacce göndermesi veya biri­nin çıkıp kendi arzusuyla onun yerine haccetmek istemesine izin ver­mesi vacip olur. Bu, imam Ahmed'in görüş ve içtihadıdır.

7- Ne aciz kendi yerine birini hacce gönderebilir, ne de ölen kim­senin vasiyet etmemişse yerine vekil gönderebilir. Çünkü hac ibadeti, bizzat  kendisine  farz  olan  kişinin  yapmasıyla  gerçekleşir  ve üzerinden farz kalkmış olur. (Bu, imam Mâlik'in içtihadıdır.)

8- Ölen kimsenin yerine henüz farz haccı yapmamış bir fakiri vekil olarak göndermek de caizdir. Müctehidlerin çoğu buna cevaz vermiştir. İmam Ebû Hanife ve arkadaşları da cevaz verenlerin arasında bulunuyorlar. Bununla beraber, hac farizasını eda etmiş bir kimseyi göndermek daha uygun olur.                                        

 

Hac Yolculuğu İçin Azık ve Binek Gerekir

 

Hac yolculuğu için beden sağlığı nasıl şartsa, gidiş ve dönüşte itecek kadar azık ve binek de vücubunun şartlarmdandır. Bunların la ailenin asıl ihtiyacından fazla olması gerekir. Aynı zamanda gidip İönünceye kadar ailesinin de nafakasını karşılayacak kadar bir me­blağın bulunması söz konusudur.

Böylece İslâm Dini, her konuda olduğu gibi, hac konusunda da birtakım sınırlar ve şartlar ortaya koymuş, haccetmek isteyen kişinin meşakkat, sıkıntı, açlık Ve perişanlığa*düşmemesi için gerekli bütün ölçü ve tedbirleri koymuştur. Zira ibadet normal şartlar altında ye­rine getirildiği nisbette huzur ve itmi'nan verir. Aileyi açlık ve sıkıntıya sokarak hacca gitmenin bir anlamı yoktur. Her hak sahibi­nin hakkını vermek; aileden yana sorumluluğun sınır ve hikmetini idrak etmek dindarlığın ta kendisidir.

O halde yeterli azık bulamayan, binek, vasıta te'min ec emiyen; aynı zamanda gidip 'dönünceye kadar ev halkının nafakasını karşılayamayan kimseye hac vacip değildir. Çünkü şartlar gerçekleşmemiştir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre: Resulüllah (s.a.v.) Efen-dimiz'in "Oraya yol bulabilen kimseye, Allah için Kabe'yi hac­cetmesi gereklidir" ayetini zikretmesi üzerine denildi ki: 'Ya Resulellah! Yol bulabilmek nedir?" Resulüllah (s.a.v.) şu cev­abı verdi: "Azık ve binektir.." [42].

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Oraya yol bulabilen kimseye., ayetinden maksat, azık ye binektir." [43].

 

Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Haccm vücubu konusunda beden sağlığı, azık ve binek "istitaâ" kapsamına girer ve şarttır. Bunlardan biri ol­madığı takdirde hac o kişiye vacip değildir. Zira hac ibadeti hem mali, hem bedeni bir ibadettir ve ancak beden sağlığıyla birlikte bu iki unsurla gerçekleşebilir.. Buna selamet-i esbab ve alât da diyebili­riz.

Bununla beraber Mekke'ye yakın yerlerde ve yörelerde oturan­lar için, yaya gitme imkanı bulunduğundan binek şart değildir. [44]

b) Şafiîlere göre: Haccm vücubunun şartı: İslâm olmak, teklif çağma girmiş bulunmak, hür olmak ve bir de istitaâ düzeyinde bu­lunmaktır, îstitaâ iki çeşittir: Biri ibadete başlayabilme güç ve im­kanıdır ki, bunun da birtakım şartları vardır: Gidip gelinceye kadar azık, lüzumlu alet ve edavatm mevcut olması bu cümledendir. Ailesi yoksa, dönünceye kadar onların nafakasını te'min etme söz konusu değildir. Ayrıca Mekke ile bulunduğu belde veya yöre arasında iki merhalelik bir mesafe bulunuyorsa, o takdirde binek te'min etmesi şarttır. Merhaleden maksat, bir konaklık mesafedir ki, iki merhale iki konak, yani iki günlük bir uzaklıktır. Bu mesafeden daha yakın bir yerde oturan kimsenin yaşı ve fiziksel yapısı yürümeğe müsaitse, bineği olmadığı takdirde yaya olarak haccetmesi gerekir. [45]

c) Hanbelîlere göre: Bu mezhebe göre de azık ve bineğin şart olduğu belirtilirken az farkla da olsa değişik bir görüş ortaya kon­maktadır. Şöyle ki: Binek ancak, kişinin bulunduğu belde ile Mekke arasında "kasr mesafesi" kadar uzaklıkta olması halinde şarttır. Bu mezhebe göre kasr mesafesi, 16 fersah veya 48 mildir. Ibn Abbas bunu Usfan ile Mekke veya Taif ile Mekke arasındaki mesafe olarak belirlemiş ve iki günlük bir uzaklık olarak vasıilamıştır. [46]

Azık ise, gidip gelinceye kadar kendisine ve evdeki çocuklarına tecek kadar yiyecek ve içecek maddelerinin bulunmasıdır. Buna

adreti yeten kimseye hac farz olur, yetmediği takdirde farz olmaz.

unun yamsıra yolculuk için gerekli alet ve edavatın da bulunması z konusudur. [47]

d) Malikîlere göre: Hac için istitaâdan maksat, maddi imkan-ira sahip olup Mekke'ye ve inenasik mahalline gidebilmektir. Bu bi-ekle olabileceği gibi, meşakkatsiz yaya gidebilen kimse için bçerlidir; yani ikisi de maddi imkana sahip bulunuyor demektir. Bi-eceği hayvanın kendisine ait olmasıyla, kiralanması, yani icar tut-ıası arasında fark yoktur.

Böylece azık ve binek hac için şart değildir. Yaya yürüyebilen imse yaya olarak gider. Azığı olmayıp elinde sanatı olup onunla yol ioyunca azığını te'min edeceğine inanan kimse Öylece yola çıkar.

Ev halkının helak olma endişesi yoksa, dönünceye kadar onlar fin gerekli azığı sağlaması da şart değildir. îdare edeceklerine ka-[aat getirdiği takdirde onları o vaziyette bırakmasında bir sakınca foktur. Bunun aksine bir durum söz konusu ise, yani dönünceye ka-İar aile fertlerinin açlıktan ve imkansızlıktan hastalanıp perişan ola-cakları söz konusu ise, o takdirde hac ona vacip değildir. [48]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

178 nolu hadisi aynı zamanda Hâkim tahric edip, Şeyhayn'm şartına göre sahihlemiştir. Beyhakî de bu rivayeti almış ve isnadının sahih olduğuna işarette bulunmuştur. Her ikisi de bunu Saîd b. Ebî Arûbe tarikiyle Katade'den, o da Enes (r.a,) den merfuan rivayet etmiştir.

Beyhakî, rivayet zinciri üzerinde durarak, bu konuda daha isa­betli olanı, Katade'nin el-Hasan'dan murselen rivayetidir demiştir. Hafız îbn Hacer de: "Bu hadisin el-Hasan'dan olan rivayetin senedi sahihtir" diyerek Beyhakî'nin tesbitini uygun görmüştür. [49]

Hâkim ise, bunu Hammad b. Seleme tarikiyle Katade'den, o da Enes (r.a.) den rivayet etmişse de, Hammad'ın Ebu Katade1 Abdullah b. Vakıd el-HarYanî olduğu ve bu zatın münkerü'l-hadis bulunduğu tesbit edilmiştir. Nitekim Ebû Hatim de aynı görüştedir. [50] Yahya b. Maîn de, ondan hadis alıp yazdığını, sonra da bıraktığını kaydet­miştir.

Ancak Ahmed b. Hanbel, bu zatın sıka (güvenilir) olduğunu be­lirtmiştir.

179 nolu Îbn Abbas hadisini Darekutnî tahric etmiş; Îbn Hacer ise onun senedinin zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. [51]

Bu bapta İmam Şafiî ve İmam Tirmizî'nin îbn Ömer (r.a.) dan rivayet ettikleri bir hadis bulunuyor ki, Tirmizî onu hasenlemiş ve Darekutnî tahric etmiştir. Aynı zamanda Îbn Mâce de o rivayeti alıp nakletmiştir. Ancak isnadında İbrahim b. Yezid el-Huzî bulunuyor ki, bu zat metrukü'l-hadistir.. İmam Ahmed ile Nesâî onun sika ol­madığına- değinmişlerdir. [52] İbn Maîn de onun sika olmadığını söylemiş; Buharî: "Bu zat hakkında hadis alimleri susup bir görüş be­lirtmemişlerdir" diyerek şüpheli olduğuna işarette bulunmuştur.

Bu konuda Cabir'den, Ali b. Ebî Talib'den, İbn Mes'ud'dan ve Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayetler bulunuyor ki, hepsi de zayıftır. Ancak bütün bu zayıf rivayetler birbirini kuvvetlendirmekte ve istid­lale salih bir güç taşımaktadır.

İmam Mâlik bu rivayetlerin hiçbirini dikkate almamış ve ayette geçen "istitaâ" um sadece sağlık olduğunu belirtmiştir. Zira ayette: "İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollar­dan sana gelsinler" yaya olarak da hacca gelinmesi belirtiliyor.

Diğer müctehidler ise, ayeti mezkur hadislerle birleştirerek azık ve bineğin haccm vücubunun şartlarından olduğunu ortaya koy­muşlardır. Nitekim delillerin önemli bir kısmı bu sonucu vermekte ve içtihadın isabetim göstermektedir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Farz haccm vücubunun şartlarından biri, gidip gelinceye ka­dar hem kendisinin, hem de evdeki aile fertlerinin yetecek kadar azıklarının bulunmasıdır.

2- Kendisine yetecek kadar azık bulunur da, ev halkına bulun­maz ve onların aç ve perişan olması söz konusu olursa, o takdirde kişiye hac farz değildir.                                           

3- Aynı zamanda iki konak veya daha fazla uzak yerde bulunan msenin binek te'min etmesi gerekir. Bu kendi bineği olabileceği di, icarla tutulan bir binek ve araç da olabilir. Nitekim günümüzde îi arabasıyla gidenler olduğu gibi, ücretini vermek suretiyle otobüs >ya uçakla gidenler de vardır. Böylece binek de haccın vücubunun Lrtlarmdan biri sayılmıştır. O imkan olmayınca kişinin üzerinden o icub kalkmış olur.

Buraya kadar olan hükümler daha çok üç mezheple ilgilidir.

4- Azık ve binek şart değildir. Kişi gücü yettiği takdirde yaya ol-fak gider ye yol boyunca para kazanıp azığını te'min etme imkanı ırsa, öyle yapar.

5- Haccın vücubu için sadece beden sağlığı şarttır. Bu iki hüküm îmam Mâlik'e göredir.

 

Yanında Mahremi Bulunmayan Kadının Sefere Çıkması Caiz midir?

 

İslâm Dini, kadına layık olduğu yeri vermiş ve onu her türlü te­cavüzden korumak, saygınlığına halel getirmemek, annelik vekarmı bütün özelliğiyle ayakta tutmak için birtakım maddi ve manevi müeyyideler koymuş; emir ve tavsiyelerde bulunmuştur.

Bunlardan biri de, yanında mahremi bulunmayan kadının se­fere çıkmasının yasaklanmasıdır. Zira yanında kocası veya mahremi bulunmayan kadına kötü gözle bakanlar çıkabileceği gibi, ona saldıranlar da olabilir. Böylece aile yuvasını sarsacak, kadının iffetini lekeliyecek birtakım olaylar doğabilir. O bakımdan yüce dinimiz kadını böyle bir sonuçtan muhafaza etmek için, sefere çıkması söz ko­nusu olduğu zaman yanında mahreminin bulunmasını şart koşmuş, aksi halde çıkmasının haram olduğunu belirtmiştir.

Ancak bu seferin kısa veya uzun olması, hac veya başka bir maksada yönelik bulunması üzerinde müctehidlerin farklı tesbit, icti-had ve görüşleri ortaya çıkmıştır.

 

Konuyla Îlgili Hadisler

 

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in hutbe irad ederken şöyle buyurduğunu duy­muştur: "Hiçbir (yabancı) erkek, yanında mahremi bulunmay­an bir kadınla tenha yerde başbaşa kalmasın ve kadın ancak beraberinde mahremi olduğu halde sefere çıksın!" Bunun üzerine bir adam şöyle dedi: 'Ya Resulallah! Doğrusu eşim hacca niyet edip çıkmış bulunuyor. Ben ise şu ve şu gazaya gitmek üzere kayıt olunup yazıldım!" Peygamber (s.a.v.) Efeıı-dimiz ona: "Hadi git, eşinle birlikte haccet" buyurdu." [53].

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kadın üç (konak mesafeye) yolcu­luk yapmasın, ancak yanında mahremi bulunduğu halde yapsın. [54]

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, kadının iki günlük veya iki gecelik bir mesafeye sefer etmesini (yolculuk yapmasını) ya­sakladı; ancak beraberinde kocası veya mahremi bulunduğu takdirde sefer yapabileceğini bildirdi." [55]

Diğer bir lafızla hadis şöyle rivayet edilmiştir: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadına üç gün veya fazla sürecek uzaklıkta bir yere sefere çıkması helal olmaz; ancak beraberinde babası veya kocası veya oğlu veya kardeşi veya mahremi bulunduğu halde çıkması helal olur." [56]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Hiç bir kadına bir gün, bir gece uzaklıktaki bir mesafeye yolculuk yapmak helal olmaz, ancak beraberinde mahremi bulunduğu takdirde helal olur." [57]

Diğer bir rivayette ise hadis şu lafızla nakledilmiştir: "Bir gece uzaklıktaki yere.." Başka bir rivayette ise, "Kadın  yanında mahremi  olmadığı takdirde  üç  günlük uzaklıktaki bir yere yolculuk yapmasın.." [58].

Açıklama:

Altı hadisin birincisinde, kadının yalnız başına veya yanında mahremi olmaksızın başka kimselerle, ister hac, ister başka bir seyahat amacıyla olsun sefere çıkması yasak­lanmıştır. Diğer beş hadiste ise, hacdan söz edilmeyip sadece mahremsiz olarak belirlenen uzaklıktaki yere seyahat etmesi yasaklanmıştır. O bakımdan müctehidlerin bu konu hakkında farklı ictihad ve istidlalleri, görüş ve tesbitleri söz konusudur.

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Haneliler yukarıdaki hadislerle istical ederek, kadının beraberinde kocası veya mahremi bulunmadığı tak­dirde hacce gitmesi vacip değildir. Zira bunlarsız yola çıkması yasak­lanmıştır. Aynı zamanda zengin kadının kocası veya mahremi onunla beraber yola çıkmak istemedikleri, seyahat etmekten kaçındıkları takdirde, zorlanamazlar ve bu durumda kadın hacca gitmekten vaz­geçer. [59]

Aynı zamanda haccetmek isteyen kadının boşanma veya ko­casının vefatından dolayı iddet (şer'î bekleme süresi) içinde olmaması gerekir. Aksi halde yanında mahremi de olsa hacca gidemez. [60]

Böylece Hanefîler, kocasız ve mahremsiz seyahati hac ve diğer hususlara teşmil edip mutlak anlamda ele almışlardır.

Mahremden maksat, kendisine nikahı ebediyen haram olan yakınlarıdır ki, bu yakınlık sıhriyet, ana-baba tarafından yakın hısımlık ve reda (süt emmek) ile gerçekleşir.

Kendisine hac farz olan kadının yanında mahremi bulunduğu takdirde, kocası hacca gitmesine izin vermese bile, kadın bu farzı ye­tirine getirmeğe gider ve kocasının müsaade edip etmemesine bakmaz. Çünkü koca, farz ibadete engel olma hakkına sahip değildir.

Aynı zamanda mahremin fasık ve mecusi olmaması, dinsiz bu-[Unmaması şarttır. Kitap ehli olmasında bir sakınca yoktur. [61]

b) Şafiîlere göre: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'den rivayet edilen hadislere göre, hac yolculuğu için azık ve binek söz konusudur, tüvayetler buna delalet etmektedir; Kadın bu iki şeyi te'min edebi İirse ve yanında da güvenilir kadınlar bulunur, yol da emni-yette olursa, hac kendisine farz olur, gitmesi gerekir. İsterse beraberinde kocası veya mahremi bulunmasın.. Çünkü Resulüllah (s.a.v.) hac içir azık ve bineğin şart olduğunu belirtirken kadınları bunun dişindi tutmamış, yani bunu erkeklere has kılıp kadınları istisna etmemiştir Hür kadının beraberinde güvenilir kadınlar bulunmazsa, o takdirdi yabancı erkeklerle birlikte yola çıkamaz.

Bize kadar gelen rivayete göre: Hz. Aişe, îbn Ömer ve îbı Zübeyr, kadının yanında kocası ve mahremi olmadığı takdirde yin de hac için yola çıkabileceğini belirtmişlerdir. (198)

c) Hanbelîlere göre: Hac konusunda kadınla ilgili hükün mahremi olduğu takdirde erkekle ilgili hüküm gibidir. O bakımda: mahremi olmayan kadına hac vacip değildir. Çünkü o mahreir olduğu takdirde erkekle ilgili hükmün kapsamına girer, olmadığı tat dirde girmez ve o sebeple de hac kendisine vacip sayılmaz. Nitekii Ebû Davud diyor ki: İmam Ahmed1 e sordum: "Zengin bir kadın va: ama mahremi yoktur, hac ona vacip olur mu?" Cevap verdi: "Hayı: vacip olmaz."

Bu, aynı zamanda el-Hasan, Nahaî, İshak, îbn Münzir ve re tarafdariarmın kavli ve içtihadıdır.. [62]

d) Malikîlere göre:

Kadının hac konusunda yola çıkması içm mahrem şart değildi Bir grup kadınla birlikte çıkabilir, bunda bir sakınca yoktur. Çünl bu vacip bir seferdir, o bakımdan mahremin bulunması şart değildi Nitekim Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Adiy b. Hâtem'e şöyle buyu muştur: "Çok geçmez, kadın mahfe içinde, Beytullah'ı kasded rek ryanında ve beraberinde kimse olmadığı halde- Hiyeı (Küfe yakınında bir şehir) den çıkar ve Allah'tan başka h kimseden korkmaz." [63]

Böylece Şafîîlerle Malikîler bu konuda birleşmiş bulunuyor. Diğer iki mezhep imamları ise, belirttiğimiz gibi, kadının mahremsiz veya kocasız sefere ve hacca çıkamıyacağma kail olup bu doğrultuda ictihadda bulunmuşlardır.

Şafiüerle Malikîler hac dışındaki seyahatler için kadının yanında mutlaka kocasının veya mahreminin bulunmasını belirterek, hac ile diğer seferler arasında fark bulunduğunu söylemişlerdir.

Şüphesiz kadının hacca gitme konusunda sözü edilen iki mezhe­bin icithadı kolaylık getirmiştir.

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

189 nolu İbn Abbas hadisi sahihtir. Beş Önemli hükme delalet etmektedir:

1- Yabancı bir erkeğin, yanında mahremi bulunmayan kadınla tenha kalması haram ve büyük günahtır.

2- Yanında mahremi bulunan kadınla aynı yerde bulunması -kötü niyet taşımıyorsa- bir sakınca görülmemiştir.

3- Yanında mahremi olmayıp da güvenilir birkaç kadın bulunan bir kadının bulunduğu yerde yabancı bir erkeğin bulunması ise, ihti­laf konusudur Ancak yukarıdaki hadisin zahiri anlatımından, bunun caiz olmadığı anlaşılıyor. [64]

4- Yanında kocası veya mahremi bulunmayan bir kadının (iki veya üç konak uzaklıkta bulunan bir yere) sefere çıkması caiz değildir. Yanında güvenilir kadınlar bulunduğu halde, iki mezhebe göre farz olan hac için yolculuğa çıkabilir.

5- Kadını mahremsiz hacce göndermek caiz değildir. Bu da diğer iki mezhebin içtihadıdır. Savaşa katılmaktansa, mahremsiz hac yoluna çıkmak isteyen eşinin yanında bulunmak daha uygundur.

Böylece hadiste "lâtüsafir" yasağı umum ifade etmektedir.

190, 191, 192, 193, 194 nolu hadislerde kadın hakkında men'edilen sefer mesafesi farklı anlatımlarla belirtilmiştir. İlk anda hadisler arasında bir tearuz bulunduğu intibaını veriyorsa da, aslında bir tearuz yok, Önce bu mesafenin üç gün, yani üç konak olduğu, sonra bundan daha az, mesela iki konak, hatta bir konaklık mesafe hakkında da aynı hükmün, yani yasak hükmünün cari ve geçerli olduğu bildiriliyor. Böylece çoğun azı da içerdiği ortaya çıkmış oluyor.

Hanefîler burada üç konağı esas olarak alimş, bunun nütehakkik anlamda, diğerlerinin meşkûk manada bulunduğunu be-irtmişler ve. böyle durumlarda mütehakkik olanla amel edileceğim, Uğerlerinin terkedileceğini vurgulamışlardır.

Şafîîler ise, 189 nolu hadisteki "Hadi git eşinle birlikte haccet" bmrinin bir tavsiye anlamı taşıdığını, eşi hakkında endişe eden adamın şüphe ve endişesini gidermeğe yönelik bulunduğuna kail olmuşlardır. Hanefîlerle Hanbelîler, bu rivayete dayanarak diğer ha­dislerde geçen "lâ tüsafîri'l-mer'etü.." cümlesindeki nehyi, bütün se­ferlere teşmil etmişler ve bunu mutlak anlam düzeyinde yorum­lamışlardır.

193 nolu Ebû Hüreyre hadisinde geçen "bir gün, bir gece" denil­irken, diğer rivayette sadece "bir gün" veya sadece "bir gece" denil­miştir. Burada bir gün1 den maksat gecesiyle beraber bir gündür ve "bir gece" den maksat, gündüzüyle beraber bir gecedir denilebilir. İlim adamlarının önemli bir kısmı da hadisler arasındaki tearuzu kaldırıp  te'lif etme yolunu  seçeıken böyle bir yorumu tercih etmişlerdir.

194 nolu Ebû Hüreyre hadisi üzerinde hayli durulmuş ve diğer !hadislerdeki farklı anlatım ve değişik hüküm göz önüne alınarak bir­takım yorumlara gidilmiştir. Bu rivayeti dikkate alanlar, yanında ko­cası veya mahremi bulunmayan kadının bir gündüz veya bir gece sürecek yolculuğa, yani bir konaklık mesafeye sefere çıkmasına cevaz verilemez demişlerdir. Üç konak rivayeti, ondan daha az olan mesa­feyi de içine almaktadır; yanı az çoğun içindedir yorumu ise ağırlık-kazanmıştır.

Bu bapta Darekutnî'nin rivayet ettiği: "Kadın ancak yanında kocası bulunduğu halde sefere çıksın" mealindeki hadisi Ebû Avane sahihlemişse de müctehidlerin çoğu bu rivayete itibar etme­miştir. Yine Darekutnî'nin Ebû Ümame (r.a.) den rivayet ettiği, "Kadın, yanında zevcesi olmadığı takdirde üç günlük mesaf­eye (üç konak) çıkmasın veya haccetmesin.." rivayetinin is­nadında bir takım zayıf ravi bulunduğundan istidlal ve ihticace salih görülmemiştir.

Sonuç olarak, ayette haccm, ona yol bulabilen erkek ve kadın her müslümana farz olduğu genel bir anlatımla belirtilmiştir. Hadis­lerin bir kısmında ise, yanında kocası veya mahremi olmayan kadın bu umumdan istisna edilmiştir. Çoğu hadislerde ise, mutlak anlamda sefer kavramına yer verilmiş ve böylece yanında mahremi olmayan \kadının hac için olsun, başka bir seyahat için olsun sefere çıkamayacağı belirtilmiştir. îlim adamlarından bir kısmına göre, hadisler ayetin umumilik ifade eden anlatımını hususlandırmakta Ve böylece bu konuda yanında mahremi olmayan kadının istisna teşkil ettiğini belirtmektedirler. Diğer bir kısmı ise, (imam Şafiî ve îmam Mâlik başta olmak üzere) ayetteki anlatım, hem erkekleri, hem de kadınları kapsamakta ve yol bulabilen, yani şartlar elverdiği kimse­nin haccetmesinin farz olduğu -bir hüküm olarak- istinbat edilebilir, diyerek farklı bir yorum ortayakoymaktadırlar. [65]                     

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kadının kocası eya mahremi yanında olmadığı halde üç ko­naklık bir mesafeye yolculuk yapması caiz değildir. Hac farizasını ye­rine getirmek isteyen kadın da bu hükmün kapsamına girmektedir,

2- Kadının mahreminden maksat, kendisine nikahı ebediyen haram olan yakınlarıdır ki bu yakınlık sıhriyet, ana-baba tarafından hısımlık ve bir de redâ (süt emme ve emzirme) yoluyla gerçekleşir.

Yukarıdaki fıkhî hüküm Hanefi'lerin içtihadıdır.

3- Yanında mahremi bulunup kendisine hac farz olan kadının gitmesine kocası engel olma hakkına sahip değildir. Çünkü mükellef olan kişi kimseden müsaade almadan kendisine farz olan ibadetleri yerine getirmekle yükümlüdür.

4-  Mahremin fasık, mecusî ve dinsiz olmaması şarttır. Kitap Ehli (Yahudi veya Hristiyan) olmasında bir sakınca yoktur.

5- Hac yolculuğu için şart olan azık binektir; koca veya mahrem şart değildir. O bakımdan yanında birkaç güvenilir kadın bulunan zengin kadının haccetmesi gerekir.

Bu fıkhî hüküm, Şafiîlerin içtihadıdır. Mâlikîler de ajjnı görüştedirler.                                                                    

6-  Yanında kocası veya mahremi bulunmayan zengin kadına hac farz değildir. Ama hac dışındaki seyahatler için kadının yanında kocası  yeya  mahreminin  bulunması  şarttır.   Şafiiler   de  aynı görüştedirler.

7- Farz ve vacip olan bir sefer için (hac seferi) mahrem şart değildir. Bu, îmam Mâlik'in görüş ve içtihadıdır.

8-Yanında mahremi bulunmayan kadının kasr mesafesinden kısa bir mesafeye yolculuk yapmasında müctehidlerin çoğu sakınca görmemiştir. Ancak hadislerin zahirî delaletinden bir konaklık mesaf­eye bile mahremsiz gitmesinin caiz olmadığı anlaşılıyor ki, sahih olan da budur.

 

Başkasının Yerine Vekaleten Haccetmek İsteyen Kimsenin Daha Önce Kendisinin Farz Haccı Eda Etmiş Olması Gerekir mi?

 

Kendisine farz olduğu halde müzmin hastalıktan veya çok yaşlılıktan dolayı gidemiyen veya kendisine farz olduğu halde onu eda etmeden ölen kimsenin yerine birini vekil olarak göndermesinin caiz ve sahih olduğunu yıkandaki konuda açıklamış bulunuyoruz. Ancak vekil olarak gönderilmek istenen kimsenin daha Önce kendi adına farz haccı eda etmiş olması şart mıdır? Şüphesiz bu konuda fazla rivayet nakledilmemiş tir. O bakımdan müctehidlerin farklı yor­um, görüş ve ictihadları ortaya çıkmış bulunuyor. Kimine göre, veki­lin daha önce kendi adına farz haccı yapmış olması şarttır, kimine göre şart değildir.

Bütün bu görüş ve ictihadların bir Özetini verecek olursak, şöyle bir sonuç ortaya koymamız mümkündür: Vekil olarak gönderilmek is­tenen kimse, kendisine hac farz olacak kadar zengin bulunuyorsa, o !takdirde başkası yerine vekaleten gitmesi caiz değildir. Önce kendi imkanını kullanıp farz olan haccı eda etmesi gereklidir. Bu imkana sahip değilse, yani gidemiyecek kadar fakirse, o takdirde başkasının imkanıyla vekaleten hacce gitmesinde -müctehidlerin bir kısmına göre- bir sakınca yoktur.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, bir adamın: "Şübrüme'ye bedel Lebbeyke.." dediğini duydu ve ona sordu: "Şübrüme kimdir?" Adam: "Benim kardeşim veya bir yakınımdır" diye ce­vap verdi. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) ona sordu: "Kendin için haccettin mi?" Adam: "Hayır" diye cevap verince,

Efendimiz ona: "önce kendin için haccet, sonra da Şübrüme'ye bedel haccet" buyurdu." [66]

Darekutni'nin tesbit ve rivayetinde ise hadisin son kısmı şu lafızla nakledilmiştir: "Bu senin için haçtır ve bir de Şübrüme için haccet!" ().

el-Bahr Kitabı'nda ise şu hadisle istidlal edilmiştir:

Adam: "Nebişe (veya Nübeyşe)ye bedel Lebbeyke" deyince, Efendimiz ona: "Bu Nübeyş'e için ve bir de kendin için haccet" buyurdu, [67]                             

 

 

Müctehidlerin Görüş ve Îctihadları

 

a)  Hanefîlere göre: Kendi nefsi için haccetmeyen kimseye fıkıhta "sarûrî" denir. Böylesini başkasının yerine vekil olarak hacce göndermek caizdir.  Bunun  gibi köle ve kadının  da vekaleten gönderilmesi caizdir. Ancak farz olan haccı eda etmiş olan bir kimseyi" vekil göndermek evladır.                                                          

Bazılarına göre, sözü edilenleri vekil olarak göndermek mek­ruhtur. [68]                                                                         

Fetava-yı Hindiyye'de bu konu şöyle belirtilmiştir: "Kendi adına birini hacce göndermek isteyen kimsenin, göndereceği kimsenin daha önce kendi nefsi için haccetmiş bulunması durumunu dikkate alarak Öyle birini bulup göndermesi efdaldır. Bununla beraber kendi nefsi için farz haccı eda edememiş bir kimseyi göndermesi de caizdir. Böylece vekil olarak gönderdiği kimsenin yapacağı hac müvekkilin üzerinden farz olan haccı düşürür," [69]

b) Şafiîlere göre: Nâib ve vekil olarak hacca gönderilecek kişinin önce kendi adına farz olan haccı eda etmiş olması şarttır. Farz olan haccı yerine getirmemiş bir kimseyi naib (vekil) olarak göndermek caiz değildir. Aynı zamanda naibin güvenilir ve adil ol­ması gereklidir. [70]

c) Hanbelîlere göre: Bu mezhep imamları da Şafiîlerle aynı görüş ve ictihaddadırlar. Yani bunlara göre de, hacca naib olarak gönderilecek kimsenin daha önce kendi adına farz olan haecı eda etmiş bulunnası vaciptir. Aynı zamanda üzerinde kaza haccımn da bulunmaması söz konusudur. Adak hac da böyle; yani kişinin üzerinde vacip olan adak hac bulunuyorsa, onu yerine getirmeden başkası adına vekaleten haccedemez. [71]

d) Mâlikîlere göre: Gerek hastanın, gerekse yaşlı kimsenin yerine vekil göndermek caiz ve sahih değildir. Ölü için de bu hüküm aynen geçerlidir. Yani ölen bir kimsenin yerine hac için vekil tutup göndermek sahih değildir. Çünkü hac ibadeti daha çok bedeni bir ameldir ve bedeni ibadetlerde naib tutmak caiz değildir. [72]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

203 nolu İbn Abbas hadisini aynı zamanda îbn Hibban tahric etmiş ve Beyhakî sahihlemiştir. Sonra da. Beyhakî bu hadis hakkında şunu söylemiştir: "Hadisin isnadı sahihtir ve bu bapta bundan daha sahih hadis yoktur." [73]

Gerçi Beyhakî bunu merfuan rivayet etmiştir. Ancak refî' sika (güvenilir) ravi tarikiyle gelirse kabule şayan görülür. Bu hadisin de refi sika tarikiyledir. Çünkü bunu refi1 eden ravi Abede b. Süleyman'dır ki, Hafız İbn Hacer onun için şöyle demiştir: "O sikadır ve rivayetiyle ihticac edilebilir. Nitekim Sahihayn'de onunla ihticac edilmiştir.

Tahâvi bu hadisin mevkuf olduğunu belirtmiş, ve İmam Ahmed de: "Bunun merfu' sayılması hatadır" demiştir. [74]

Hadisin zahiri, kendisi için farz haccı yerine getirmeyen kimse­nin başkası adına naib olarak haccetmesinin caiz olmadığına delalet etmektedir. Naib olacak kişinin zengin veya fakir olması arasında bir fark söz konusu olmamıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) ondan kendi nefsi için haccedecek imkana sahip olup olmadığını sor­mamıştır.

Yukarıda da belirttiğimiz üzere, bu konuda bir diğer rivayeti el-Bahr sahibi şu lafızla yapmıştır: "Bu yaptığın hac Nübeyşe'den yanadır ve sen bir de kendin için haccet.."

Şevkanî bu rivayet üzerinde durarak, "mutemed olan hiçbir ha­dis kitabında buna rastlayamadım. O bakımdan buna değil, yukarıda nakledilen İbn Abbas hadisine itimad etmenin uygun olacağını söyleyebilirin" demiştir. [75]

İbn Hibban hadisin bir diğer tarikle rivayetini ele alarak Re-sulüllah'm (s.a.v.) o telbiyle getiren adama: "Bunu kendin için, nef­sinden yana yap ve sonra da Şübrüme adına haccet!" buyur­ması, başkası adına naib olarak haccedecek kimsenin ilk önce kendi adına haccetmesinin vacip olduğunu belirtmiş ,ve buradaki emir vücubu gerektirmektedir diye ilave etmiştir. [76]

Zeylaî bu bapta, baba ve anası yerine haccetmek isteyen kadına ve adama Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in: "Annen yerine» Baban yerine haccet" dîye buyurmasını ele alarak üzerinde durmuş ve başkası adına haccedecek kimsenin önceden farz olan haccı kendi adına yapmasının şart olmadığına delil gösterenlerin görüşlerini nak-letmiştir. [77] Böylece Hanefî imamlarının bu konudaki ictihad ve istidlalleri ağırlık kazanmakta ve konuya bir rahatlık getirmektedir.

 

Çocuk ve Kölenin Yaptığı Hac Sahih Sayılırsa Da Hac Onlara Vacip Değildir

 

Hac ibadeti de diğer farz ibadetler gibi, ergen-olup teklif çağma giren müslümanlara -şartlar elverdiği takdirde- farzdır. Çocuk henüz teklif çağına girmediği, köle de başkasının mülkünde bulunduğu için hac onlara farz değildir. Ancak sahipleri onları- hacce götürürse, o takdirde yaptıkları hac sahih sayılır, ileride çocuk ergen olup imkan­lar ve şartlar elverdiği takdirde farz olan haccı yerine getirmesi vacip olur. Köle de hürriyetine kavurur da haccedecek kadar zengin olursa, ona da farz haccı yerine getirmesi gerekir. Böylece ilk önce sahipleri tarafından kendilerine yaptırılan hac farz yerine geçmemiş olur.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Revha'da develere binmiş bir grup insanla karşılaştı. Onlara sordu: "Bu kavm kimlerdendir?" "Müslümanlardır" diye cevap verildi. Sonra onlar: "Siz kimsi­niz?" diye Peygamber'e (s.a.v.) sordular. Efendimiz onlara: "Resulüllah (s.a.v)" diye cevap verdi. Bunun üzerine bir kadın çocuğunu tutup kaldırdı ve "bunun için hacc olabilir mi?" diye sordu. Efendimiz (s.a.v.) şu cevabı verdi: "Evet, senin için de ecir (sevap ve mükafat) vardır." (215).

es-Sâib b. Yezıd (r.a.) anlatıyor: (215} Müslim- Ebû Davud- Nesâî- Ahmed

"Babam, Resulüllah (s.a.v.) Efendimizleberaber, Veda Haccı'nda haccetti ki, ben (o gün için) yedi yaşında bulunuyordum" [78]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Yanımızda kadınlar ve çocuklar olduğu halde Re­sulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber haccettik ve böylece çocuklar adına telbiye getirip, onlar adına (cemrelere) taş attık." [79]

Muhammed b. Kâb el-Kurezî'den yapılan rivayete göre, Peygam­ber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Hangi çocuk adına onun ai­lesi hacceder ve sonra o çocuk ölürse, bu hac ona kafi gelir. Ama yaşayıp ergen olur ve haccedecek imkana kavuşursa, ona farz haccı eda etmek gerekir. Hangi köleyi de sahibi alıp hacce götürür ve onunla birlikte haccederse, bu da o köle için kafi gelir. Ama azad edilir (ve şartlar da elverir) se ona da farz haccı yerine getirmek gerekir." [80].                          

 

Hadislerin Işığnda Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Haccın farziyetinin şartlarından hiri de buluğ ve akıldır. Ergen olmayan çocuğa hac farz değildir1. Aynı za­manda çocuk ve deliye bu konuda hitapta bulunulmaz; yani onlar farz ibadetle yükümlü tutulmazlar. O bakımdan çocuk hacceder ve sonra ergen olur da mali imkana kavuşur ve şartlar elverirse, hac­cetmesi, yani farz olan haccı yerine getirmesi gerekir. Buluğ olmadan önce yaptığı hac onun için tetavvu (nafile) olur.

Haccın farziyetinin şartlarından biri de hürriyettir. O bakımdan kölelere hac farz değildir. Ama efendisi tarafından hac menasikini yapması sağlanırsa, bu onun için nafile sayılır. Hürriyetine kavuşup şartlar elverdiği takdirde haccetmesi farz olur. [81]

b) Şafiîlere göre: Çocuk ergen, kız da ayhali olmadıkça veya önbeş yaşma girmedikçe hac ibadeti onlara farz değildir. Çocuk ergen olmadan, köle azad edilmeden hacce götürülür de bu ibadeti yapma­ları sağlanırsa, ileride çocuk ergen olunca, köle de hürriyetine kavuşunca, şartlar elverdiği takdirde farz olan haccı yerine getirme­leri vacip olur. Daha Önce yaptıkları hac tetavvu' sayılır.

imam Şafiî bu konuyla ilgili rivayetleri biraraya getirip ilim adamlarının görüşlerine yer verdikten sonra belirtiğimiz neticeyi or­taya koyarak görüş ve içtihadını izhar etmiştir. [82]

c) Hanbelîlere göre: Buluğ ve hürriyet, haccm vücubunun şartlarındandır. Sıhhatinin şartlarından değildir. O bakımdan ergen olmayan çocuk ve azad edilmeyen köle haccedecek olurlarsa, onların bu ibadeti sahih sayılır, ancak islâm'ın farz kıldığı hac yerine geçmez.[83]

Bunların ileride ergen olup diğeri de hürriyetine kavuşunca, şartlar elverdiği takdirde farz olan haccı yerine getirmeleri vacip olur.

d) Malikîlere göre: Bu mezhep imamlarının içtihadı da Han-belî Mezhebine uygun bir anlam ve hüküm ortaya koymuştur. Böylece dört mezhebin bu konudaki görüş ve ictihadları çok az farkla aynı noktada birleşmektedir. Nitekim Abdurrahman el-Cezirî Haccm Vücubunun Şartları bölümünde dört mezhebin görüşünü özetleyerek aynı noktada birleştiğine işarette bulunmuştur. [84]

 

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

215 nolu îbn Abbas hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. Çocuğun hac ibadetine ahştırılması bakımından ana-babasmdan birinin ona hac yaptırmasında bir sakınca olmadığı ve yaptıranın ecir kazanacağı söz konusudur.

216 nolu Saib hadisi de sahihtir ve istidlale, ihticace elverişlidir. Aynı zamanda yukarıdaki hadisi kuvvetlendirmektedir.

217  nolu Cabir hadisini aynı zamanda İbn Ebî Şeybe tahric etmiştir. Ancak isnadında Eş'as b. Sevvar bulunuyor ki bu zat zayıftır. Zehebî bu zat hakkında geniş bilgi vermiş ve ilim adamlarının farklı görüş ve tesbitlerini nakletmiştir. Nesâî ve Ibn Maîn onun zayıf olduğunu belirtirken, Darekutnî onun sika (güvenilir) olduğuna dikkat çekip itimade şayan olduğunu bildirmiştir. Ibn Hib-ban ise, onun fahiş hata yaptığım söylemiştir. [85]

Böylece Cabir hadisi üzerinde durularak istidlale salih olup ol­madığı ihtilaf konusu olmuştur. Ancak yukarıdaki hadisleri kuvvet­lendirmekte ve mana bakımından sahih olduğu ağırlık kazanmak­tadır.

Tirmizî aynı hadisi değişik lafızla şöyle rivayet etmiştir: "Bizler Hesulüllah (s.a.v.) Efendimiz ile beraber haccettiğimiz zaman, kadınların yerine telbiye getirir ve çocukların yerine (cemrelere) taş atardık." [86].

İbn Kattan bu konuda şöyle diyor: "Ibn Ebî Şeybe'nin rivayetin-deki lafız, isabetliliğe daha çok benzerlik arzetmektedir. Çünkü hacc için çıkan kadının yerine başkası telbiye getiremez, ancak kendisi getirir. İlim adamlarının bu konuda icma'ı vardır."

218 nolu Kab hadisini aynı zamanda Ebû Davud el-Merasil'de tahric etmiştir. Ancak ravileri arasında mübhem (belirsiz* tanınmayan) biri bulunuyor. Böylece Ebû Davud'un o rivayetiyle pek istidlal edilmemiştir. [87]

İbn Battal bu konuda şöyle demiştir: "Fetva imamları, ergen oluncaya kadar hac farizasını çocuktan sakıt olduğunda icma1 etmiştir. Bununla beraber haccedecek olursa, cumhura göre, onun için tetavvu1 hac sayılır."

îmam Ebû Hanife ise, konuyu b'h-az daha açıklığa kavuşturarak şu bilgiyi vermiştir: "Çocuğun ihrama bürünmesi sahih olmaz ve ih­ramın mahzurlarından hiçbiri onun için söz konusu olmaz. Çocuğa hac ibadetinin yaptırılması, ona alışkanlık sağlamaya yöneliktir."

İlim adamlarından bir kısmı yukarıdaki hadislere dayanarak, çocuğa yaptırılan haccm, farz hac yerine geçeceğini belirtmişler s e de müctehid imamların kahir ekseriyeti bu görüşü reddetmiştir.

Zira sözü edilen haccm, farz hac yerine geçmiyeceğine dair bir­takım rivayetler de nakledilmiştir. Nitekim İbn Abbas'm (r.a.) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hangi çocuğe ailesi hac yaptırır ve o çocuk da (ömrü olup yaşar da) ergen olursa, ona ayrı bir hac arz hac) gerekir." Bunun isnadının sahih olduğu da tesbit edil­iştir.

Diğer yandan Muhammed b. Kab el-Kurezi, Resulüllah'ın .a.v:) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Doğrusu ben., lü'minlerin göğsünde muhafaza edecekleri bir konuyu yenil­mek istiyorum: Hangi çocuğa hac yaptırılır, ve sonra o çocuk lürse, yapılan hac onun için yeterli olur. Ama ergen olursa, na hac gerekir. Hangi köleye, onun efendisi ailesi tarafından ıac yaptırılır ve o köle (hürriyetine kavuşmadan) ölürse, aptırılan hac onun için yeterli olur. Ama (ölmeden) azad edi-tr de hürriyetine kavuşursa, kendisine (farz) hac gerekir." [88]

Zeylaî bu konu üzerinde durarak şu hadisleri nakletmiştir:

"Hangi köle hacceder, isterse on defa haccetsin, sonra lürriyetine kavuşturulursa, ona haccetü'l-İslam (İslam'da arz kılınan hac) gerekir. Hangi çocuk, isterse on defa haccet-in, haccettikten sonra ergen olursa, ona da haccetü'l-İslam İslam'da farz kılman hac) gerekir." [89]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Ifendimiz şöyle buyurmuştur: "Hangi çocuk haccettikten sonra eklif çağma erişir (ergen olur) sa, başka bir (defa daha) hac-:etmesi vacip olur. Hangi bedevi haccettikten sonra hicret sderse, ona da bir (defa daha) haccetmek vacip olur. Hangi çöle haccettikten sonra azad edilirse, ona da bir (defa daha) laccetmek vacip olur.." [90]

Hakim bu rivayeti, şeyhayn'in şartına göre sahih saymıştır, îeyhayn (Buharı, Müslim) bu hadisi tahric etmemişlerdir. Beyhakî se, kendi Sünen'inde rivayet etmiş ve bunun mevkuf olduğunu be-îrtmiştir. Merfu' olduğu hususunda ise Muhammed b. Minhal yalnız almıştır. Başkası ise Şu'be'den mevkufen rivayet etmiştir.

Bu rivayetler mevkuf veya merfu' bile olsalar, konuya ağırlık azandırmakta ve çocukluk, kölelik döneminde yapılan haccm farz ac yerine geçmeyeceğine delalet etmektedir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Haccm  farziyetinin   şartlarından  biri  buluğ,   biri   de hürriyettir.  O bakımdan hac ibadeti ergen olmayan çocuğa ve hürriyetine kavuşmayan köleye farz değildir.

2- Ana-babası veya bir yakını tarafından götürülüp hac ibadeti­ni yapan çocuk, ergen olduktan sonra, şartlar elverir, mali imkanı olursa farz olan haccı yapmakla mükellef sayılır ve çocuk iken yaptığı hac, sadece tetavvu' (nafile) olarak kalır.

3- Efendisi tarafından hacce götürülüp hac menasikini yapan köle de hürriyetine kavuşturulduktan sonra mali imkanı olur ve şartlar da elverirse, farz olan haccı yapması vacip olur. Köle iken yaptığı hac nafile ibadet sayılır.

Dört mezhebin bunda ittifakı vardır.

4- Bazı ilim adamlarına göre, çocuğun örgen olmadan, kölenin hürriyetine kavuşturulmadan önce yaptığı hac, farz hac yerine geçer ve bilahare çocuk ergen olduktan, köle de hürriyetine kavuşturulduktan sonra artık –mali imkanları olsa bile- haccetmeleri gerekmez.

Ancak bu görüşe itibar edilmemiştir.

5- Ergen olmayan çocuğu hacce götürüp menasikin (hac ibadet­lerinin) önemli kısmını ona yaptırmanın birtakım faydaları vardır. Şöyle ki: Çocuk önce bu konuda az veya çok bilgi ve görgü sahibi olur. Sonra da hafızasında silinmez bîr iz meydana gelir. Böylece kutsal to­praklara gitme duygu ve düşüncesi gelişir. Aynı zamanda şahsiyet kazanma şansına erişir.

 

İhramla İlgili Mikatlar

 

Hac ibadeti için biri zaman, diğeri mekan olmak üzere iki ayrı mikat, yani belirlenmiş zaman ve belirlenmiş mekan vardır. Cenab-ı Hakk Kur'an'da haccm vaktini şöyle belirlemiş bulunuyor: "Sana hi­lallerden soruyorlar, de ki: O, insanların yararına ve bir de hac için vakit ölçüleridir.." [91]. "Hac bilinen aylardır (Şevval, Zilkade, Zilhicce); kim o aylarda haccı (ihrama girerek sesini lebbeyk nidasıyle yükseltip) kendine farz ederse, artık ne cin­si yaklaşma ve benzeri davranışlar, ne şer'i sınırı aşma, ne sövüşme, tartışma, ne de sürtüşme ve kavga vardır.." [92].

Burada ise mekanla ilgili inikatlardan söz edeceğiz. Hac için ih­rama girip niyet ederken ve telbiye getirirken mutlaka belirlenen mi-katta mı buna başlamak gerekiyor, yoksa mikat yerine gelmeden önce de ihrama girmek caiz midir?

Bu konuda farklı yorum ve ictihadlar söz konusudr. O bakımdan önce ilgili hadisleri, sonra da müctehidlerin istidlal ve ih-ticaclarmı nakledeceğiz.

 

İlgili Hadisler

 

îbn Abbas (r,a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, Medineli'ler için Zülhuleyfe'yi, Şamlı'lar için Cuhfe'yi» Necdli'ler için Karne'l-menazil'i ve Yemenliler için Yelemlem'i tevkît etti, (mikat ola­rak belirledi) ve şöyle buyurdu: "Bunlar onlar için ve bir de onlardan başka hac ve umre yapmak üzere gelenler için (mikat'dır). Artık sözü edilen yerlerin (dışında değil) içinde (mikatla Mekke arasında) bulunanların ise, mikatları kendi ehlinin bulunduğu yerdir. Böylece Mekke halkı da (hac için) Mekke'de telbiye için seslerim yükseltip (mikat olarak Mekke'de ihrama girerler)." [93]

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Medine halkı Zülhuleyfe'den iti­baren telbiye ile seslerini yükseltirler; Şam ehli Cuhfe'den iti­baren telbiye ile seslerini yükseltirler; Necd ehli Karn'den i -baren telbiye ile seslerini yükseltirler."

îbn Ömer (r.a.) devamla diyor ki: "Bana anıldı ama ben Re-sulüllah'ın (s.a.v.) "Yemen halkının telbiye ile sesini yükselteceği yer (mikat) Yelemİem'dir" dediğini duymadım." [94]

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle habervermiştir:

"Şu iki şehir (Basra ile Küfe) fetholunduğu zaman, ora halkı Ömer b. Hattab'a (r.a.) gelip dediler ki: "Ya Emirel-mü'minin! Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Necd halkı için (mikat olarak) Karn'ı belirlemiş ve orası bizim yolumuzdan meyi et­mekte (biraz sapa kalmakta) dır. (Hac veya umre için) Karn'e gelecek olursak, bu bize meşakkatli olur.." Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) onlara: "Siz artık kendi yolunuzdan (gelin ve) Karn'ın hizasını gözetin" diye buyurdu. Ravi îbn Ömer devamla diyor ki: "Hz. Ömer (r.a.) böylece onlara mikat olarak Zat-i Irk'ı belirlemiş oldu." [95].

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Şüphesiz Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Irak halkı için Zat-i Irk'ı (mikat olarak) belirledi." [96].

Ebu Zübeyr 'den yapılan rivayete göre, Cabir (r.a.) den mikat ye­rinden sorulduğunu ve Cabir'in (r.a.) şöyle cevap verdiğini duy­muştur: "Medine halkının mikatı Zülhuleyfe'dendir ve diğer bir yol olarak da Cuhfe'dendir. Irak halkının mikatı, Zat-i Irk'dandır; Necd halkının mikatı Karn?dendir; Yemen halkının mikatı, Yelemlem'dendir," [97]

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber ver­miştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz dört umreyi Zilkade ayında yaptı, ancak haccıyla birlikte yaptığı umreyi değil (onu Zil­hicce ayında yapmış oldu). Dört umresine gelince: Biri Hudey-biye'de, biri ondan sonraki yılda, biri Ci'rane'de ki -o sırada Hunayn ganimetlerini taksim ediyordu-, biri de haccıyla bir­likte yaptığı umre.." [98]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Resulüllah (s.a.v.) Bendimiz el-Muhassaba inip konak­ladı ve Ebu Bekr oğlu Abdurrahman'ı çağırarak ona şöyle buyurdu: "Kızkardeşini al da Harem'in dışına çık; o umre için telbiye getirip niyet etsin. Sonra gelip Beytullah'ı tavaf etsin ve ben sizi burada bekliyeceğim."

Hz. Aişe (r.a.) devamla diyor ki: tfKardeşimle birlikte çıktık ve (belirlenen yerde, yani mikatta) niyet edip telbiye getirdim ve sonra gelip Beytullah'ı tavaf edip Safa ile Merve arasında sa'yettim ve dönüp Resulüllah'a (s.a.v.) gittiğimizde, O bulun­duğu yerde bizi bekliyordu ki, vakit gece idi. Bana: "Tamamlayıp geldin mi?" diye sordu. Ben de: "Evet.." dedim ve Resulüllah (s,a.v.) ashabına yola çıkmak için duyuruda bulun­du. Kendisi de çıkıp Beytullah'ı tavaf etti, sonra sabah na­mazını kıldı ve Medine'ye hareket etti." [99]

Ümmu Seleme (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen .şöyle haber vermiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den duydum, buyurdu ki: "Kim Mescid-i Aksa'dan umre veya hac için niyet edip telbiye ile sesini yükseltirse, geçmiş günahları bağışlanır." [100]

İbn Mace bu hadisi sadece "umre için niyet.." lafzıyla naklet­miş, "hac için" lafzına değinmemiştir.

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

    

a) Hanefîlere göre: Mevakıyt, "mikat" m çoğuludur. Buj tabir veya isim, belirli vakit ile belirli yer arasında müşterek bir anlam taşımaktadır. Burada ise, sadece belirli yer kasdedilmiştir. Çünkü konu, hac veya umre için Mekke dışından gelenlerin nerede ihrama girip telbiye getirmeleriyle ilgili bulunuyor. Öyle ki belirlenen bu yer­lerden ancak ihramlı bir vaziyette geçmek caizdir.

Mekke dışından gelenler için beş mikat belirlenmiştir. Mekke ve Haram ehli için ise, inikat onların bulunduğu yerin kendisidir.

1- Medineli'ler için Zülhuleyfe

2- Şamlılar için Cuhfe,

3- Iraklılar için Zat-i Irk,

4- Necdli'ler için Kam,                

5- Yemenliler için Yelemlem..                                       

Zülhuleyfe, Medine'yle Mekke arasında olup Medine'ye döjrt mil, Mekke'ye 300 mil uzaklıkta bulunan bir yerin ismidir.          

Cuhfe, İmam Nevevî'nin tesbitine göre, Mekke'ye üç merhale (konak) Medine'ye sekiz merhale mesafede bulunan bir yerin ismidir.

Zat-i Irk, Mekke'ye 46 mil Uzaklıkta "Irk Dağı" mn bulunduğu yerin adıdır.

Karn, Arafat'a yakın uzunca bir dağın adıdır ki Mekke'ye iki merhale mesafededir.

Yelemlem, Tihame dağlarından birinin adıdır ki, Mekke'nin güneyinde olup arada iki merhale bir mesafe bulunmaktadır.

Mekke dışından gelenin hangi yoldan gelirse gelsin, bu inikat­lardan birine varınca veya onun hizasına ulaşınca ihrama girmesi kracip olur. Buraları ihramsız geçmek haram sayılır. [101]

Bununla beraber hac veya umre için Mekke'ye gelenlerin, mika-!ta varmadan ihrama girmelerinde bir sakınca yoktur. Bundan dolayı bir mahzur söz konusu değilse, daha önce ihrama girmenin efdal olduğunu söyleyenler var..

Mikatla-Mekke arasında eyleşen kimselerin ihramsız bir vaziy­ette Mekke'ye girmeleri helaldir. Bunların ise, gerek hac, gerekse umre için belirlenen mikatı, hil sınırlarının dahilidir, yani inikatlarla Mekke arasındaki yerdir. Yoksa Harem dışındaki "hil" değildir.

Mekke halkının hac için mikatı, Harem'dir; umre için ise, hildir. Aynı zamanda hil sınırlarındaki Ten'im'i seçmeleri efdaldır. [102]

b) Şafiîlere göre: Hac için ihrama girmenin vakti, Şevval, Zil­kade ve Zilhicce'nin ilk on günüdür. Belirtilen bu ayların dışında başka bir zaman hac için niyet edip ihrama giren kimsenin bu ihramı umre için geçerli olur. Sahih olan görüş ve tesbit de budur. Zira yılın her vakti umre için ihrama girmeye müsaittir.

Mikat-ı Mekani, yani yerle ilgili mikat ise, Mekke'de ikamet edenler için Mekke'nin kendisidir. Bazısına göre, Harem'in her yanıdır. Mekke dışından gelenler için, mikat, Mekke'nin veya Ha­rem'in kendisi değil, onlar için geldikleri bölgeye göre bir takım yerl­er belirlenmiştir:

Medineli'ler için Zülhuleyfe; Şam ve Mısırlılar ve bir de batı ci­hetinden gelenler için Cuhfe; Yemenliler için Yelemlem; Necdli'ler için Karn ve doğu cihetinden gelenler için Zat-i.Irk mikat olarak be­lirlenmiştir.

Efdal olan şudur ki, hac veya umre için gelenlerin mikatm evve­linden ihrama girmeleridir. Bununla beraber mikatm son sınırında da ihrama girmek caizdir.

Bir yol tutup gelen ve yolu sözü edilen inikatlardan birine uğramayan kimse, geldiği cihete yakın olan. mikatm hizasına gelince ihrama girer. Bu hizayı kesin bilmeyenler ise, Mekke'ye iki merhale (konak) kala ihrama girerler.

Evi mikatla Mekke arasında olan kimsenin mikatı, kendi evidir.

Mikatı ihramsız geçen kimsenin geri dönüp orada ihrama girmesi gerekir. Ancak vakit dar olur da buna imkan bulamazsa, veya yolda düşman ve benzeri engeller bulunursa, o takdirde dönmez, fa­kat vacibi terkettiğinden dolayı bir koyun keserek kan akıtır.

Harem'de oturanlar, umre için ihrama girmek istediklerinde, hil sınırına geçerler, bununla beraber o sınıra geçmeden ihrama girip umre yaparsa, bu da kafi gelir. Ancak bir koyun kesmesi vacip olur. [103]

Harem dahilinde oturan kimse, hil sınırına girmeden ihrama girer ve sonra gelip o sınırı aşarsa, o takdirde kendisine kan akıtmak vacip olmaz.

Hil sınırına girince en üstün mikat, Ci'rane'dir, sonra Ten'im, sonra da Hudeybiyye'dir. [104]

c) Hanbelîlere göre: Diğer iki mezhepte olduğu gibi, Mekke dışından hac veya umre için gelenlere, geliş yollarına ve cihetlerine göre beş mikat belirlenmiştir. Böylece Hanbelîler de diğer mezhep imamları gibi, ilgili hadislerle istidlal ve ihticac etmişlerdir.

Mekke halkı ise, Mekke'de niyet edip ihrama girerler; yani on­lar için mikat Mekke'nin kendisidir. Ayrıca doğu cihetinden gelenler için Zat-i Irk mikat olduğu gibi el-Akiyk de olabilir. Bununla ilgili ha­disi imam Tirmizî hasenlemiştir. îhn Abdilber de el-Akiyk'in evla olduğuna dikkat çekmiştir. [105]

Mekke halkı umre yapmak istedikleri zaman, onlar için mikat, hil bölgesidir. Hac yapmak istedikleri zaman, inikatları Mekke'nin kendisidir. Mekke halkı ister yerlisi olsun, ister bir süre orada ikam­et eder olsun farketmez. Her ikisi için de durum aynıdır.

Nitekim umre yapmak isteyen Hz. Aişe'nin (r.a.) Ten'im'e gidip niyet etmesi, bunun açık delil ve misallerinden biridir. Çünkü o sırada Hz. Aişe Mekke'de hac menasiki için bulunuyordu. Ten'im ise, Mekke'ye en yakın olan mikattır.

Evi mikatla Mekke arasında olanların mikatı, yani ihrama gire­cekleri yer, kendi bulundukları yerdir.

Yolu mikata uğramayanlar kendilerine en yakın olan mikatm hizasına gelince niyet edip ihrama girerler.

Muhtar olan kavle göre, mikata gelinmeden ihrama girmemek laha uygundur. Bununla beraber mikata gelmeden niyet edip ihrama Tiren kimse için de bu kafi gelir.

Hac ve umre ibadetini kasdetmeyip mikatı ihramsız geçene bir şey gerekmez. î^itekim Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle ashabı iki defa Bedir mevkiine geldikleri halde Zülhuleyfe'yi geçince ihrama girme­diler. Çünkü amaçları nüsük değil, cihad idi. [106]

Ama Mekke'yi kasdedip gelenlerin, niyetleri, nüsük olmasa bile, ihrama girmeleri uygun olur. Bu, İmam Mâlik, İmam Sevrî, İmam Şafiî ve İmam Ebû Yusuf ile Muhammed'in görüş ve içtihadıdır. [107]

d) Malikîlere göre: Malikî'ler de yukarıdaki hadislerle istidlal ve ihticac etmişlerdir. Diğer mezheplerle çoğu meselede birleşmektedirler. Hac ve umre için yola çıkan kimsenin mikatı ih­ramsız geçmesi haramdır. Ancak önünde başka bir mikat bulunuyor­sa, kendisine kan akıtmak gerekmez, ikinci mikatta niyet edip ihra­ma girer. İmam Ebû Hanife de aynı görüştedir. Diğer -iki mezhep imamlarına göre, ilk mikat'a dönmesi gerekir. Buna imkan bula­madığı takdirde bir kan akıtması vacip olur. [108]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Hac için belirlenmiş zaman olduğu gibi, belirlenmiş mekan da vardır. Buna mikat denilir.

2- Hac ayları, Şevval, Zilkade ve ilk on günü olmak üzere Zil-hicce'dir.                                                              -

3- Mikat olarak belirlenen yerler, beştir: Zülhuleyfe, Zat-i Irk, Kam, Cuhfe ve Yelemlem.

4- Umre için mikat-ı zamanî, yani belirlenmiş bir zaman yoktur, sadece Arafe, Kurban Bayramı ve bir de üç gün Teşrik günleri müstesna..

5- Hac veya umre yapmak üzere Mekke'ye dışarıdan gelen kişilerin, geliş cihetlerine ve yollarına göre, belirlenmiş mikatta niyet edip ihrama girmeleri vaciptir.

6- Mikati ihramsız geçenlerin, vakit dar değilse, yol da emniyet-teyse dönüp mikatta ihrama girmeleri gerekir. Aksi halde vacibi terk­ten dolayı kendilerinin kan akıtması vacip olur.

7- İmam Ebû Hanife ile İmam Mâlik'e göre, mikatı ihramsız geçen kimsenin yolu üzerinde bir diğer mikat bulunuyorsa, ilk mika­ta dönmesi gerekmez, ikinci mikat'a niyet edip ihrama girer ve bu yeterli olur, kan akıtması da gerekmez.

8- Mikatla Mekke arasında bulunan halk için, mikat, bulunduk­ları yerdir.                                                               

9- Mekke ehlinin hac için mikatı, Mekke'dir. Umre için mikatı, hildir.                                                   

10- Menasik için değil de bir ihtiyaçtan veya benzeri zaruri.bir sebepten dolayı Mekke'ye girmek isteyen kimse, ihrama girmediği takdirde haram işlemiş olmaz. Ama nüsük için veye Mekke'yi görmek için giren kimsenin ihramlı olması gerekir. Özellikle hac veya umre için girenlerin behemahal mikatta ihrama girerek öylece Mekke'ye girmeleri vaciptir. Mekke'de yerli veya misafir olarak oturanlar, bir ihtiyaçtan dolayı Harem dışına çıktıkları takdirde, dönerken ihrama girmelerine gerek görülmemiştir.

 

Özürsüz Olarak Mekke’ye İhramsız Girmek

 

Mekke, bilindiği gibi "emin belde" dü\ Oraya giren her türlü te­cavüzden güven içinde kalır. Kutsallığı nedeniyle de oraya hürmeten ihramlı bir vaziyette girilir. Şüphesiz hac veya umre için dıştan ge­lenlerin zaten belirlenmiş inikatta ihrama girmeleri vaciptir. Bu maksadın dışında gelenlerin, mesela ticaret, hısımları ziyaret için Mekke'ye seyahat edenlerin de ihramlı bir halde girmeleri vacip mid­ir, sünnet midir? Bu hususta az farklı tesbit ve ictihadlar söz konusu­dur, îlgili hadisler ve müctehidlerin tesbit ve istidlalleri nakledilince, konu etraflıca açıklanmış olacaktır.

 

Îlgili Hadisler

 

Cabir (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber ver­miştir:

'Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Mekke'yi fethettiği gün, üzerinde ihram olmaksızın sadece başında siyah bir sarık bu­lunuyordu." [109]

Mâlik' ten, o da îbn Şihab'dan, o da Enes (r.a.) den şöyle rivayet etmiştir:

"Şüphesiz Peygamber (s.a.v.) Efendimiz fetih yılında Mekke'ye girerken başında miğfer bulunuyordu. Miğferi başından çıkarınca bir adam geldi ve şöyle dedi: "İbn Hatal Kabe'nin örtüsüne asılmış, bırakmıyor!" Bunun üzerine Re-sulüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Onu öldürünüz!." diye emretti."

Mâlik diyor ki: "O gün Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ihramh değildi." [110]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve Tesbitleri

 

a) Hanefîlere göre: Hac ve umre niyetiyle Mekke'ye girmek is­teyenlerin, kendilerine belirlenen inikatta ihrama girmeleri, yani mi-katı ihramlı bir vaziyette geçmeleri vaciptir. Mikatı ihramsız geçen kimselerin, vakit müsaitse, dönmesini engelleyici zarurî bir durum yoksa, dönüp mikatı ihramlı geçmesi gerekir. Aksi halde bir kan akıtması vacip olur.

Bunun gibi, Mekke dışında oturup oraya ticaret veya başka bir konu için girmek isteyen kimsenin mikatı ihramlı bir vaziyette geçmesi ve ihramlı bir halde Mekke'ye girmesi vaciptir.

Hanefîler, fetih maksadıyla Mekke'ye giren ve savaş halinde olan Resulüllah'm (s.a.v.) ihramlı bir vaziyette girmesi o gün için düşünülemezdi; zira her an bir olay ve vuruşma meydana gelebilirdi, diyerek bunu bir istisna olarak saymışlar ve sonra da delil olarak îbn Abbas (r.a.) dan rivayet edilen şu hadisi göstermişlerdir; "Mekke'ye ihramsız bir vaziyette girmek haramdır." Ayrıca şu hadisle de istidlal ettikleri söz konusudur: "Haberiniz olsun ki, Mekke, Cenâb-ı Hakk'ın onu yarattığı günden beri haramdır. Ne ben­den önce bir kimseye, ne de benden sonra bir kimseye helal kılınmıştır. Ancak benim için gündüzün bir saatinde helal kılınmış bulunuyor ve o saatten sonra tekrar helal harama dönüyor ve bu kıyamete kadar böyle kalacaktır.." [111]

Mekke'de oturup Mekke dışında olan Benî Amir bahçelerine giden kimsenin, Mekke'ye dönerken ihrama girmesi gerekmez.. Bahçelerin gerisinde hil bölgesinde olup önce bahçelere gelen ve bir süre sonra Mekke'ye girmek üzere yola çıkan kimseye de ihram ge-rekmez. Zira bu durumda bahçe halkından biri gibi sayılır. İmam

Ebû Yusuf a göre, onlar gibi sayılmaz ve bu bakımdan ihramsız girmesi caiz olmaz. Ancak bahçeler bölgesinde onbeş gün ikamete niyet iderse, o takdirde onlar gibi sayılabilir.

Mikat ile Mekke arasındaki kesimde eyleşenler için, ihrama girme yeri, bulundukları yerdir; yani evleridir.

Mekke halkı ve bir de orada konaklayanlar, Mekke dışına yıktıkları takdirde, dönüşlerinde ihrama girmeleri gerekir. Dışına yıkmadıkları takdirde bulundukları ev, otel ve benzeri yerde ihrama girerler; şöyle ki, Mekkeli'ler hac için niyet ettikleri takdirde bu böyledir. Umre yapmak isterlerse, müctehidlerin çoğuna göre, Harem dışında olan Ten'im'e göre veya Hudeybiyye'ye gidip ihrama girerler. [112]

b) Şafîîlere göre: Mekke'de oturanlar için mikat, Mekke'nin veya Harem'in kendisidir. Mekke dışından gelenler için belirlenmiş mikatlar vardır, oradan ihramlı geçmeleri  gerekir. Hac veya umra için gelen kimse mikatı ihramsız geçecek olursa, vakit dar değilse, bir tehlike de söz konusu olmuyorsa, mikata dönmesi vacip oî ar. Aksi halde kan akıtması gerekir.

Mikat mahalline gelinmeden önce de ihrama girmek caizse de, inikatta girmek daha uygun ve efdaldır.

Mekke'de oturan kimsenin umre yapmak istediği takdirde ha­rem dışı sayılan hil kesimine gidip ihrama girmesi gerekir. Onlar için en yakın hil, Ten'im'dir. Bununla beraber hil kesimine çıkmayıp um­reyi yapacak olursa, bu da kafi gelir. Ancak bundan dolayı kan akıtması vacip olur. İhrama girdikten sonra hil kesimine çıkarsa, üzerinden kan sakıt olur. [113]

Kasani ise bu konuda Şafıîlerin görüşüne değinirken diyor ki: "Şafıîlere göre. nüsük (ibadet) için Mekke'ye girmek isteyen kimseye ihrama girmek vacip olur. Bir hacetten dolayı girmek istiyorsa, ih­ramsız girmesi caizdir." [114]

c) Hanbelîlere göre: Hanbelîler bu konuda daha çok Şafiîlerle birleşmektedirler. Ancak iki ictihad arasında az da olsa bazı farklar bulunyor. Hanbelîler Harem'e girmek isteyenleri üç grupta toplamış ve ona göre hükümler vaz'etmişlerdir:

1- Mubah bir savaş maksadıyla veya korktuğundan kurtulup güvene kavuşmak niyetiyle veya ot, odun ve benzeri ihtiyaçları temin amacıyla ya da ticari amaçla girenlerin ihramlı bir vaziyette girmesi

gerekmez. Nitekim Resulüllah (s.a.v.) fetih günü, üzerinde ihram ol­madığı halde Mekke'ye girmiştir.

2-Hac ibadetiyle mükellef olmayan çocuk, köle ve kafir, mikatı geçtikten sonra çocuk ergen olur, köle hürriyetine kavuşturulur ve kafir de İslâm'a girerse, artık bu durumda sözü edilenler mikata dönmeksizin bulundukları yerde ihrama girerler ve bundan dolayı kan akıtmaları da gerekmez.

3- İbadetle ve hacla yükümlü olup savaş ve hacet dışında Mekke'ye girmek isteyen mükelleflerin mikatı ihramsız geçmeleri caiz değildir.

İlim adamlarının bir kısmına göre, bunlara da ihram gerekli değildir. [115]

d) Malikîlere göre: Bu konuda Malikîler, diğer mezheplerle çoğu bölüm ve meselelerde birleşmektedirler. Ayrıca Malikîlerin şu görüş ve ictihadları söz konusudur:

Bir hacet dolayısıyla Mekke'ye girmek isteyen kimsenin ih­ramsız girmesi uygun değildir. İmam Mâlik: "Ben, kendi beldesinden gelip Mekke'ye girmek isteyen hiç kimsenin ihramsız bir vaziyette oraya girmesini hoş karşılamam. Ancak Taif, Usfan ve Cidde halkının meyva, odun ve benzeri şeyleri nekletmek amacıyla girip

çıkmalarında, yani ihrama girmeden Mekke'ye, Harem dahiline gir­melerinde bir sakınca yoktur." [116]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

247 nolu Cabir hadisi sahihtir. Mubah sayılan savaş maksadiyle Mekke'ye ihramsız girmenin cevazına delalet etmektedir. Ayrıca bey­az sarık kullanmak efdalsa da siyah kullanmakta da bir sakınca ol­madığı anlaşılıyor.

Rivayetin birinde "siyah sarık" denilirken diğerinde "miğfer" de­nilmiştir. Bundan şunu anlıyoruz ki, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz savaş olabilir düşüncesiyle önce başına madeni miğfer koymuş, sonra savaş olmadığını görünce onu çıkartıp siyah sarık bağlamıştır.

Kabe'nin örtüsüne yapışıp bırakmayan İbn Hatal'in neden, öldürülmesi emredilmiştir?

Siyercilerin yaptığı tesbite ve verdikleri bilgiye göre: Bu adam önce İslâm'a girmiş ve bir süre sonra irtidad edip dinden çıkmış ve arkasından müslüman bir hizmetçiyi öldürmüş; bu da yetmiyormuş gibi, bir de kalkıp Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'i hicvederek İslâm aleyhinde bulunmaya başlamış ve iki dansöz tutup çalgı çaldırarak I müslümanları küçük düşürmek suretiyle tam ihanet içinde faaliyeti­ni sürdürmüş ve buna devam etmekte bir sakınca görmemiştir. O bakımdan bunca cinayet ve ihanetleri sürdüren bir sapık ve azgının öldürülmesi kaçınılmaz olmuştu.

Mekke'ye ihramsız girilmez diyenler, yukarıda da kısmen değindiğimiz gibi, Beyhakî'nin îbn Abbas (r.a.) dan yaptığı şu rivay­ete dayanmışlardır: "Sizden biriniz ancak ihramh olarak Mekke'ye girsin!". Nitekim Hafız îbn Hacer bu hadisin isnadının ceyyid olduğunu belirtmiştir. Ayrıca îbn Adiy bunu merfu1 olarak ri-valet etmiş ve iki yönden zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. Ancak îbn Hacer'in tesbiti isabetlidir.

İbn Ebî Şeybe ise, benzeri hadisi şu lafızla rivayet etmiştir: "Sizden biri ihramsız olarak Mekke'ye girmesin, ancak odun­cular, işçiler ve bunlardan menfaat sağlayanlar girebilir." Bu rivayetin isnadında Talha b. Amr bulunuyor ki, bu zatta zaaf vardır. [117] îbn Main ve başka muhaddisler onun zayıf olduğunu; Ahmed ve Nesâî onun metrukü'l-hadis bulunduğunu belirtirlerken, îmam Bu-harî ve İbn Medenî onun hakkında şu sözü kullanmışlardır; "O kayde değer bir şey değildir." [118].

Böylece îbn Abbas (r.a.) hadisi istidlale salih olarak kalıyorsa da, haber-i ahad olduğundan müctehidlerin çoğu onu delil olarak seçmemiştir.

Ancak tarihi bir gerçek vardır, o da: Asr-ı Saadette Müslümanlar Mekke ve Harem dışından muhtelif hacetleri için Mekke'ye gittiklerinde hiç birine ihram giymesinin emredildiği nak­ledilmemiş tir. Hacca b. Alât ve Ebû Katade olayları bunun açık delil ve misallerinden sadece ikisidir: Ebû Katade yabanî eşeği yakalayıp kestikten sonra ihramsız bir vaziyette mikatı geçmiştir.

Böylece Şafîîlerin içtihadı ağırlık kazanmakta ve Hanbelîlerin içtihadının isabeti ortaya çıkmaktadır. O halde rivayetlerde belirtilen hacetler birer misal ve ölçü olarak bulunuyor. Günümüzde gelişen ve ihtiyaçları geniş çapta arttıran bir çok olaylar vardır. Dışarıdan nüsük (ibadet) kasdı olmaksızın önemli bir hacet için Mekke'ye giden kimsenin ihrama girmesi vacip değildir. Ancak ihramh bir vaziyette girmesi daha isabetli ve ta'zime daha uygundur.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Hac veya umre niyetiyle Mekke dışından Mekke'ye girmek isteyenler için geliş cihetlerine göre mikat belirlenmiştir. Mikata veya onun hizasına gelindiğinde niyet edip ihrama girmek vaciptir.       

2- Mikatı ihramsız olarak geçmek haramdır. O bakımdan mi­katı geçtikten sonra ihrama giren kimse, vakit dar değilse ve ortada bir tehlike ve korku söz konusu değilse, geri dönüp mikatta niyet ede­rek ihrama girmesi gerekir. Aksi halde kan akıtması, yani vacibi terkten dolayı bir koyun kesmesi vacip olur.

3- Korkudan veya zaman darlığından dolayı mikata dönemiyen kimsenin de kan akıtması vaciptir.

4- Nüsük (ibadet) için değil de başka bir hacet için Mekke'ye gi­ren kimsenin de mikatta ihrama girmesi vaciptir. Bu, îmam Ebû Ha-nife'nin içtihadıdır. îmam Mâlik de buna yakın bir görüş izhar etmiştir.

5- Mekke'de oturup Harem dışında olan Benî Amir bahçelerine giden kimsenin geri dönerken ihrama girmesi vacip değildir.

6- Bahçelerin dışında hil bölgesinde olup bahçelere gelen ve bir süre kaldıktan sonra Mekke'ye girmek isteyen kimsenin de durumu aynıdır; ihram gerekmez.

Bu da îmam Ebû Hanife'nin içtihadıdır.

7- Mekke'de oturanlar hac için niyet etmek istedikleri zaman bulundukları yerde niyet edip ihrama girerler. '

8- Mekke'de oturanlar umre yapmak istedikleri takdirde, Ha­rem dışında olan Ten'im veya Ci'rane, ya da Hudeybiyye veya he­rhangi hil bölgesine  dahil bir yere giderek ihrama girerler, Müctehidlerin bir kısmına göre, belirtilen yerlerden birine gitmeyip bulundukları yerde ihrama girerlerse, umreleri sahih olur, ancak va­cibi terkten dolayı kan akıtmaları gerekir.

9- Mikat yerine gelinmeden önce ihrama  girmek caizdir. Bu­nunla beraber mikatta ihrama girmek efdaldır.

10- Bir hacetten dolayı Mekke'ye girmek isteyen kimsenin ihra­ma girmesi vacip değildi*. Bu, îmanı Şafiî ile îmam Ahmed'in içti­hadıdır.

11- Hac ile mükellef olmayan çocuk, köle ve kafir, mikatı geçtikten sonra mükellefiyet kazanır, yani çocuk ergen olur, köle hürriyetine kavuşturulur ve kafir de İslâm'a girerse, o takdirde bu­lundukları yerde ihrama girmeleri yeterli olur; mikata dönmeleri ge­rekmez. Aynı zamanda bu yüzden kan akıtmalarına da lüzum yoktur. Bu, Hanbelîlerin içtihadıdır.

12- Taif, Usfan ve Cidde halkı, bazı ihtiyaçlarından dolayı . Mekke'ye girerken ihrama girmeleri gerekmez. Bu, îmam Mâlik'in iç­tihadıdır.

 

Hac Ayları ve O Aylardan Önce İhrama Girme Durumu

 

îslâm dini, ibadeti belli kurallara bağlayıp, belli sınırlar içine almış ye ona bir bakıma resmiyet kazandırmıştır. Bunun gibi hac iba­detinin İslâm'daki yeri oldukça önem taşımaktadır. O bakımdan bu ibadet de birtakım kurallara bağlanmış ve nüsük (ibadet) için belli sınırlar çizilmiştir.

Hac ayları, daha önce değindiğimiz gibi, Şevval, Zilkade ve bir de ilk on günü olmak üzere Zilhicce aylarıdır. Bu durumda ilk hatıra gelen, haccetmek isteyen bir müslümanm ancak bu aylar içinde ihra­ma girmesinin caiz olmasıdır. Bununla beraber müctehidlerin ve diğer ilim adamlarının az farklı görüş, tesbit ve istidlalleri söz konu­sudur.

 

Konuyla ilgili hadisler

 

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan riuayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"ihrama ancak hac aylarında girmek sünnettir." [119]

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayette ise, adı geçen şöyle demiştir:

"Hac ayları: Şevval, Zilkade ve ilk on günü olmak üzere Zilhiccedir." [120]

Bu manada olmak üzere Darekutnî'nin İbn Mes'ud'dan, İbn Ab-bas'dan ve îbn Zübeyr'den naklettiği bir rivayet bulunuyor.

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle ha­ber vermiştir:

"Ebû Bekr (r.a.), Mina'da halka "Bu seneden sonra hiçbir müşrikin haccedemeyeceği" hususunu ilan etmek üzere görevlendirdiği kimseler arasında ben de bulunuyordum. Aynı zamanda şu iki husus da duyurulmak üzere ilan ediliy­ordu: Hiçbir çıplak kimse Kabe'yi tavaf edemeyecektir. Hacc-ı Ekber günü ise, nahr (Kurban Bayramı) günüdür." [121]    

ibn Ömer (r.a.)dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz nahr (Kurban Bayramı) günü, yaptığı hacda cemreler arasında durarak şöyle buyur­du: "Bugün ne gündür?" Oradakiler: "Bugün nahr (bayram) günüdür" dediler. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz onlara: "Bugün, hacc-ı ekber günüdür" buyurdu." [122]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Haccm şartlarından biri de ihramdır. İhram, kalb ile niyet, dil ile telbiye edilerek gerçekleşir. Namaz vakti girmeden nasıl onun şartlarından olan abdest almak caizse, hac ay­ları girmeden niyet edip ihrama girmek de öylece caizdir. [123]

Hac ayları: Şevval, Zilkade ve ilk on günü olmak üzere Zil-hicce'dir. Hac ayları girince, haccetmek isteyen kimse niyet edip ihra­ma girebilir. Hacc-ı ifrad veya hacc-ı kıran'a niyet ederse, Mina'da bi­rinci taşlamadan ve tıraş olduktan sonra ancak ihramdan çıkabilir. Hacc-ı Temettu'a niyet etmişse, umreyi yaptıktan sonra ihramdan çıkar ve son-ra hac için ihrama girer ve birinci taşlamadan sonra kur­ban kesip tıraş olduktan sonra ihramdan çıkabilir.

Böylece Hanefî imamlarına göre, haccetmek isteyen kimse hac ayları girmeden önce de niyet edip ihrama girebilir.

b) Şafiîlere göre: Hac için ancak hac ayları girince niyet edilip ylırama girilir. Hac ayları girmeden ihrama giren kimsenin bu niyeti ıcak umre için geçerli olur; hac için değil.

Hac aylan girdikten sonra hangi haca yapacağını belirlemeden mutlak bir ifade kullanarak ihrama girerse, menasike (hac ibadetle­rine) başlayınca isterse hacc-ı ifraöa, isterse hacc-ı kırana yönelir.

Niyet getirmeden ihrama girip telbiye getirmeye başlarsa, ihra­ma girmiş sayılmaz. Ama niyet edip ihrama girer ve fakat telbiye ge­tirmezse, yine de ihrama girmiş sayılır. Sahih olan kavi de budur. İhram için gusletmek ise sünnettir. [124]

c) Hanbelîlere göre: Hac ayları olan Şevval, Zilkade ve ilk on günü olmak üzere Zilhicce girmeden niyet edip ihrama girmek mek­ruhtur. Ancak ihramden çıkmayıp hac ayları girinceye kadar duru­munu muhafaza ederse, niyet ve ihramı kerahetle sahih olur. Nite­kim en-Nahaî, İmam Mâlik, İmam Sevrî, îmam Ebu Hanife ve ishak da aynı görüştedirler. Şafiî, Tavus ve Ata'a göre, bu durumda olanın niyet ve ihramı ancak umre için geçerli olur.

Mikat yerine gelinmeden ihrama girip niyet etmek caizdir. Buna muhalefet eden pek olmamıştır. [125]

d) Majikîlere göre: İhrama girmenin vakti, Şevval ayının girmesiyle başlar, bayram günü fecir doğmasına kadar devam eder. Ancak Şevval ayı girmeden ihrama girip durumunu muhafaza eden kimsenin niyet ve ihramı sahih sayılsa da kerahet işlemiş olur. [126]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

257 nolu Ibn Abbas rivayetini Buharî talikan nakletmiş; Ibn Huzayme, Hakim ve Darekutnî el-Hakem tarikiyle nakletmişlerdir. Ancak rivayetin birkaç tarikle gelmesi, az değişik lafızlarla olmuştur: "İbn Huzayme ve Darekutnî'nin tesbiti şu lafızladır: "Hac için niyet edip ihrama girmek ancak hac aylarında olur. Çünkü hac ay­larında ihrama girmek sünettendir."

Diğer bir rivayette ise şöyle belirtilmiştir: "Hiç kimsenin hac ayları girmeden ihrama girmesi uygun olmaz."

Gerek 257, gerekse 258 nolu hadisler sahih kabul edilmiştir.

Hacc-ı Ekber'den maksat, farz olan hacdır. Çünkü amellerin tamamı bu hacda yerine getirilmektedir. Umre ise, Hacc-ı Asğar'dır.

Böylece îbn Ömer, îbn Abbas, ashabdan bir kısmı ve tabiinden birkaç zat, hac aylan girmeden ihrama girmenin sahih olmadığını be­lirtmişlerdir, imam Şafiî de bu görüşü benimsemiştir.

Zilhiccenin onuncu günü olan bayram günü, hac aylarına da" ± midir? imâm Ahmed ve İmam Ebû'Hanife'ye göre dahildir, imam Şafiî'ye göre, dahil değildir. Böylece Zilhicce'nin ilk on gününden maksat, dokuz gecesiyle ilgilidir.

Ibn Abbas'm "Ihram'a ancak hac aylarında girmek sünnettir" sözü, bunun vacip olmadığına delalet etmektedir. O bakımdan müctehidlerin çoğu, hac ayları girmeden hac için niyet edip ihrama girmek kerahetle sahihtir, demişlerdir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Hac ayları: Şevval, Zilkade ve ilk on günü olmak üzere Zil-hicce'dir.

2- Hac için ihrama, hac aylarında niyet edilip girilir.

3- Hac ayları girmeden niyet edip ihrama giren kimsenin bu niyeti ancak umre için geçerli olur, hac için geçerli olmaz. Bu, imam Şafiî'nin içtihadıdır.

4- Hac ayları girmeden hac için niyet edip ihrama girmek mek-ruhsa da, kişi hac ayları girinceye kadar durumunu muhafaza ederse, kerahetle sahih olur. Yani o ihram ve niyetiyle haccedebilir. Bu imam Ahmed ve îmam Mâlik'in içtihadıdır.

5- Hac aylan girmeden hac için niyet edip ihrama girmek caiz-flir. Bu, İmam Ebû Hanife'nin içtihadıdır. Çünkü ona göre, şart Ineşruttan önce gerçekleşir; nasıl ki namaz için alman abdestin vakit rirmeden yerine getirilmesi sahih ise, bu da öyle..

6- Müşriklerin (Allah'a ortak koşan inkarcıların) Beytullah'ı ta-tvî etmelerine izin verilemez. Bu haram ve yasak kılınmıştır.

7- Çıplak bir vaziyette de Beytullah'ı tavafa izin verilemez. Bu da haram ve yasak kılınmıştır.

8- Hac menasikini yerine getirmekle "Hacc-ı Ekber" sağlanmış blur. Yani hac bütün rükün, farz, şart ve menasikiyle "Büyük Hac"; umre ise farz ve sünnetiyle "Küçük Hac" olarak vasıflandırılmışlartır.

 

Yılın Tamamında Umre Yapmanın Cevazı

 

Umre, "i'timar" dan alınma bir isimdir. Sözlük olarak ziyaret anlamına gelir. Terim olarak, Kabe'yi tavaf etmek, Safa ile Meijve arasında sa'yetmek ve tıraş olmak manasına delalet eder.

Hac için belirlenmiş zaman söz konusu olmakla beraber urcre için söz konusu değildir. Yılın herhangi bir gününde ve zaman parçasında yapılabilir. Ancak müctehidlerin çoğuna göre, Arafe, Bay­ram ve Teşrik günlerinde yapılması mekruhtur.                          

Umre için en faziletli vakit, ramazan ayıdır. Umre sünnetini fe­rine getirirken Arafat'ta vakfe yapılmaz, cemrelere taş atılmaz ve ku­düm ile veda tavan yapılmaz.               

Böylece umre, ihrama girmekten, Safa ile Merve arasmjda sa'yetmöftten ve sonra traş olmaktan ibaret bir ibadettir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

tbn Abbas'ın (r.a.) Peygamber (s.a.v.) Efendimizden yaptığı ri­vayete göre, Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Ram az an'da bir umre yapmak, bir hacca muadildir." [127]

Yine îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre. adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, biri Recep ayında olmak üzere dört umre yapmıştır."[128]

Hz. Aişe (r.d.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi ermiştir:           

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz iki umre yapmıştır. Birini Zilkade, diğerini Şevval ayında»" [129]

Uz. Ali (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: '•Her ay bir umre (yapılabilir)." Veya "Her ayda bir umre vardır. [130]

Bu arada Ebû Davud ve Ahmed b. HanbeVin rivayet ettiği ha­diste ise "Kesulüllah (s.a.v.) Efendimiz üç umre yaptı" denilmek­tedir. [131]

Ayrıca bu konuda birkaç farklı rivayet daha bulunuyor; yeri ge­lince onları da nakletmekte yarar görüyoruz.

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Îstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Umre müekked sünnettir. Hanefîlerin bazısına göre vaciptir. Nitekim el-Cevhere'de umrenin vacip olduğu sahihlenmiştir.

Umre, şu beş gün dışında yılın tamamında yapılması sahih ve caizdir: Arafe, Kurban Bayramı ve Teşrik günleri.. Bu günlerde yapılması mekruh sayılmıştır. [132]

Bu mezhep imamlarının çoğuna göre, umre de sadaka-i fıtr, kurban ve vitir gibi vaciptir. [133]

b)  Şafiîlere göre: Umre farzdır. Ancak bu farziyet bir defaya ' mahsustur. Arafe, Kurban ve. Teşrik günleri de dahil olmak üzere yılın her vaktinde ve gününde yapılabilir. Ancak hac menasikini (ibadetlerini) yerine getirmekte olanların sözü edilen beş günde umre yapmamaları daha uygun olur. Bir yıl içinde birkaç defa umre yap­makta bir sakınca yoktur. Hicaz alimlerine göre ise, yılda ancak bir defa umre yapılır. Birden fazla yapmak mekruhtur. Hz. Aişe'nin bir ay içinde iki defa umre yaptığını dikkate alanlar, bu ibadet için yılın her vakti ve günü müsaittir demişlerdir. Hz. Ali (r.a.) ise, "Her ayda bir umre yapılır" diyerek ayrı bir görüş ortaya koymuştur. [134]

c) Hanbelîlere göre: îmam Ahmed'den yapılan iki rivayetten birine göre, umre vaciptir. Nitekim Ömer^îbn Abbas, Zeyd b. Sabit, İbn Ömer, Said b. Müseyyeb, Said b. Cübeyr, Ata ve Tavus'a göre de umre vaciptir. Mucahid, el-Hasan, ibn Şirin, Şa'bi, Sevri ve Şafiî de aynı görüştedirler.

Mekke halkına umre sünnet veya vacip kılınmamıştır. Nitekim İbn Abbas (r.a.) Mekkeli'lere şöyle demiştir: "Ey Mekke ehli! Size umre gerekli değildir. Sizin umreniz Beytullah'ı tavaf etmektir." [135]

Diğer yandan İbn Kudame diyor ki: "Peygamber (s.a.v.) Efendi­miz Mekke'ye olan dört seferinde, her seferinde bir defa olmak üzere dört umre yapmıştır. Onunla beraber olanlardan hiç kimsenin He Mekke'ye gelişinde birden fazlaumre yaptığını bize rivayet eden ol­mamış ve böyle bir rivayet bize kadar ulaşmamıştır. Yalnız Hz. Aişe hac ettiği yıl ayhali olmuş ve bu sebeple bir ay içinde iki defa umre yapmıştır. Çünkü onun itikadına göre, hacc-ı kıran olarak yaptığı umrenin -ayhali sebebiyle- hükümsüz kalmıştır. O bakımdan yeniden umre yapmayı arzulamış ve Resulüllah (s.a.v.) da ona' müsaade etmiştir.," [136]

d)  Malikîlere göre: Umre ömürde bir defaya mahsus olmak üzere müekked sünnettir, farz değildir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) : "Hac farzdır, umre tetavvu'dur" buyurmuştur. [137]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

265 nolu îbn Abbas hadisi sahihtir. Ramazanca yapılan bir um-nin sevap bakımından bir hacca muadil olduğu belirtilmekte ve

feylece durumu müsait olan mu minlerin ramazanda Beytullah'ta bi-iaraya gelmek suretiyle meselelerini tek mesele, .dertlerini de tek İert fiüzeyine getirmeleri istenmektedir. Çünkü orucun ve o aya nahsûs ibadetin ruhları ne kadar incelttiğini, kalpleri ne kadar çok doldurduğunu biliyoruz, incelen ve dolan ruh ve kalpleri birleştirip islâm'ın yücelmesine yöneltmek elbetteki çok feyizli ve kalıcı Sonuçlar doğurur.

Bu hadisi kuvvetlendiren bir rivayeti Nesâfnin tahric ettiği LJmmu Ma'kal hadisidir. Adı geçen kadm diyor ki: "Haccetmek iste­dim, ne var ki devem hastalandı ve bunun üzerine durumu Re-sulüllah'a (s.a.v.) arzederek ne yapmamın (isabetli) olacağını sordum. Efendimiz bana şöyle buyurdu: "Ramazan ayında umre yap; ?ünkü ramazanda yapılan bir umre bir hacce muadildir."

Ancak bu hadisin isnadında farklı tesbitler bulunuyor. îmam Mâlik, Abdurrahman b. Ebî Bekir (r.a.) dan yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir: "Bir kadın Peygamber (s.a.v.) Efendi-miz'e geldi..." Böylece hadis mürsel olarak, yani senedinden bir saha-bi düşürülerek rivayet edilmiştir. Ayrıca Nesâî bu konuda ikinci bir rivayeti Ammare b. Umeyr tankıyla; Ebû Davud ise ibrahim b. Mu-hasir tarikiyle^Abdirrahman'dan yapmışlardır. Olabilir ki, olay bir­kaç defa cereyan etmiş ve ona göre rivayetler arasında ihtilaf meyda­na gelmiştir.              

266 nolu îbn Abbas hadisi, mikatlar bahsinde naklettiğimiz 236 nolu  Enes hadisine muhalif bulunuyor.  Enes  rivayetinde Re-^ sulüllah'm yapmış olduğu dört umresinden üçünü Zilkade ayında, bi­rini de hac ile birlikte Zilhicce ayında gerçeleştirdiği haber veril­mekte; Îbn Abbas rivayetinde ise, Rasulüllah'm dört umre yaptığı, birini Recep ayında gerçekleştirdiği belirtilmektedir. İki rivayet de sahih olmakla beraber her sahabinin kendine göre tesbiti söz konusu­dur.

Ramazanda yapılan bir umrenin bir hacca muadil sayılması, sa­dece sevap ve fazilet açısındandır; yoksa farz haccm yerine geçer an­lamında değildir. Gerçi Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in ramazanda umre yaptığına dair sahih bir rivayet mevcut değildir. Zaten buna fırsat da bulamamıştır. Ancak O, ümmetinin bu fazilete ermesini ar­zulayarak kavli sünnetini beyan buyurmuş ve böylece onlardan yana

geniş bir feyiz ve rahmet kapısının bu ibadetle de açılacağını müjdelemiştir.

267 nolu Hz. Aişe hadisi hakkında Ebû Davud susup bir şey söylememişse de yapılan ciddi tesbitlere göre, isnadmdaki ricalin hepsinin sahih olduğu görülmüş ve o bakımdan istidlale salih görülmüştür. Ancak diğer "dört umre.." rivayetine uymamakta ve konunun ağırlığını o rivayetler oluşturduğundan bu rivayete pek iti­bar edilmemektedir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Umre müekked sünnet veya vaciptir.

2- Onun müekked sünnet veya vacip olması bir defaya mahsus­tur. Birden fazla yapılması nafile olarak kalır.

3- Umre yılm her vakit ve gününde yapılabilir. Ancak Arafe, bayram ve tişrik günleri değil. Bu, Hanefîlerin tesbit ve içtihadıdır.

4- Umre yılın her vakit ve gününde yapılabilir, bunun istisnası yoktur.   Ancak hac menasikini yerine getirmekte olanların Arafe, bayram ve teşrik günleri umra yapacak kadar zaman bulamayacak­ları söz konusudur. Bu, Şafîilerin tesbit ve içtihadıdır.

5- Hz. Ali'ye göre, bir ayda ancak iki umre yapılır.

6- Umre bir defaya mahsus olmak üzere müekked sünnettir. Bundan fazlasını yine yılda bir defa yapmak üzere arzu edenler için nafile sayılır. Bu, Malikîlerin tesbit ve içtihadıdır.

7- Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz dört umre yapmıştır. Mekke'ye bu maksatla geldiğinde birden fazla umre yapmamıştır. Ashab-ı Kir-am'm da uygulaması böyle cereyan etmiş; hiç birinden bir gidişte birden fazla umre yapılabileceğine dair bir rivayet ve fiilî bir uygula­ma rivayet edilmemiştir. Sadece Hz. Aişe Hacc-ı Kıran'a niyet edip geldiğinde ayhali olmuş ve sonra bir umre yapmak için müsaade iste­miş ve kendisine müsaade edilmiştir. Bü nedenle Hz. Aişe bir ay içinde iki umre yapmıştır.

8- Mekke halkı için umre gerekli veya müekked sünnet değildir. Onların umresi, Kabe'yi çokça tavaf etmeleridir. Bununla beraber, Harem dışma çıkıp ihrama girerek umre yapmalarında bir sakınca yoktur.

 

İhrama Girmek İsteyenin Gusletmesi, Güzel Koku Sürünmesi ve Dikişli Elbiseyi Üzerinde Çıkarması

 

Hac yeya umre için ihrama girmek, bir bakıma dünyalıktan ber­aberimizde götüreceğimiz tek şeyin beş-on metre kefenden ibaret olduğunu göstermek ve mahşerden bir tablo oluşturulan Mekke'de renk, dil, makam ve sınıf farkının kalktığı, iman, salih amel ve tak­vadan başka makam ve rütbelerin arızî ve geçici olduğunu yansıtan yüzbinler-ce mü'minin arasına bu duygu ve düşünceyle katılmayı is-bat etmektir.

O halde mahşerde toplanan insanlar nasıl amelleriyle başbaşa kalıp hesap vermek zorunda kalacaklarsa> ondan temsili bir tablo meydana getirilen Kabe'de de aynı inanç ve duyguyu taşıyarak dünyevî şeylerden ilgiyi kesmek ve bir takım nefsani arzuların Önüne bir sed çekmek ve böylece bir nefis muhasebesi yapmak zorundayız.

Ancak ihrama girmeden önce yıkanmak nasıl müstehapsa, güzel koku sürünmek de müstehab mıdır, değil midir? Sürüldüğü takdirde bir sakınca söz konusu olabilir mi? Genel kural olarak, ih­ram ancak kendisinden önceki mubah şeylerden bir kısmının . işlenmesini haram kılar. O bakımdan ihrama girilmeden önce cinsel temasta bulunmanın, güzel koku sürünmenin mubah olduğu ortaya çıkar. Bununla beraber güzel koku sürünme konusunda bir takım fa­rklı görüşler ortaya çıkmıştır. Ama ağırlık, ihramdan önce sürünmesinde bir sakınca olmadığı görüşündedir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşt ur: "Şüphesiz loğusa, ay hali olan kadınlar önce guslederler de öylece ihrama girip, Beytullah'ı tavaf müstesna olmak üzere diğer bütün menasiki yerine geti­rirler." [138]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:'

“Resulüllah (s.a.v) Efndimiz ihrama gireceği sırada bulabildiğim en güzel kokuları sürerdim” [139]

Diğer bir rivayette ise, şöyle dediği tesbıt eaumışıu. xwas**~**M~^ (s.a.v.) Efendimiz ihrama girmek istediği zaman bulabildiği güzel kokuların en güzelini sürünürdü. Sonra da sürdüğü ko­kulu yağın parıltısını O'nun başında ve sakalında görürdüm."[140]

 

Hadislerin Işığnda Müctehidlerin Tesbit ve İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Hac ibadetini yapmak isteyen kimse, mik-ata gelince ihrama girer. Ancak ihrama girmeden önce abdest alır veya gusleder. Şüphesiz gusletmek daha faziletlidir. Çünkü daha iyi bir temizlik söz konusudur. Loğusa ve ayhali olan kadınlar da, ken­dilerine bir zararı dokunmayacaksa guslederler. Temizliği kemal mertebesinde sürdürebilmek için tırnaklar ve bıyıklar kesilir; koltuk altı ve etek kılları giderilir; ihtiyaç duyulduğu takdirde eşiyle cinsel temas sağlanır; ğülyağı ve benzeri güzel kokulu bir madde sürülür ve öylece ihrama girilir. [141]

b) Şafîîlere göre: ihramdan önce bedeni -cirmi dahi olsa- güzel kokuyla kokulandırmak sünnettir. Giyilen ihrama dokunan koku de­vam etse bile, koku sürünmek helaldir. [142]

Hanefîlerle Şafiîler bu konuda yukarıdaki hadisle istidlal ve ih-ticacda bulunmuşlardır.

c) Hanbelîlere göre: İhramdan önce gusletmek sünnettir. Aynı amanda vücuttaki kokuyu gidermek için koltuk altındaki kılları gi-ermek, bıyıkların uzanan kısımlarını almak, tırnakları kesmek, [tekteki kılları, gidermek müstehabdır. Bunun gibi güzel koku da lirünmek sünnet veya müstehabtır. Çünkü ihrama girdikten sonra Özü edilen temizliği yapmak artık doğru ve caiz olmaz. O bakımdan irmeden önce gereken temizliği yapmak müstehab sayılmıştır. [143]

Güzel koku sürünürken, cirmi olan bir kokuyla cirmi olmayan ir koku arasında fark yoktur.

d) Malikîlere göre: İhramdan önce güzel koku sürünmek mek-Tihtur. îmam Mâlik bu konuda yukarıdaki hadislerle değil, Ya'la b. Jmeyye'nin yaptığı şu rivayetle istidlal etmiştir: "Bir adam, Hz. Pey-jamber'e (s.a.v.) dedi ki: Ya Resulellah! Vücudunu güzel kokuyla bu-adığı halde umreye niyet edip ihrama giren kişi hakkında ne buyu­rursunuz?" Resulüllah biraz durduktan sonra şu cevabı verdi: Üzerindeki güzel kokuyu üç defa yıka, üzerindeki cübbeyi :ıkar ve hac için ne yaptıysan aynı şeyi umre için de yap." Buharî-Müslim) [144]

Diğer üç mezhebin imamları ise, bu rivayetle değil, daha çok oıkarıda geçen Hz. Aişe (r.a.) rivayetiyle istidlal etmişlerdir.

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

269 nolu Ibn Abbas hadisinin isnadında Husayf b. Abdirrahman el-Harrani bulunuyor ki, bu zat hakkında farklı görüş ve tesbitler.br-taya çıkmıştır. el-Münzirî, onun zayıf olduğunu ve birçok kimselerin de onu böyle vasıflandırdıklarını kaydetmiştir. et-Takrîb sahibi, onun saduk olduğunu, ancak hafızasının iyice zayıfladığını belirtmiştir, imam Ahmed'e göre Husayf zayıftır. Ibn Main ise, onun salih bir kişi olduğundan söz etmiştir. Bazan da "O, sikadır" diyerek tezkiyede bu­lunmuştur. [145]

Bu bapta. Ebu Davud'un yaptığı rivayete göre, Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir:

"Biz ihrama girmeden önce yüzümüze misk serper (sürer, öylece ihrama girerdik,(yani hac veya umre için niyet edip telbiye getirirdik). Sonra da bu sürdüğümüz misk, terimizle birlikte akar dururdu, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz yanımızda olduğu halde bizi bundan men'etmezdi."

İhramdan önce sürülen güzel kokunun yıkanıp giderilmesiyle il­gili bir-iki rivayet daha varsa da, itimade şayan değildir. O bakımdan ihramdan önce güzel koku sürünmenin caiz ve müstehab olduğu görüş ve içtihadı ağırlık kazanmıştır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İhrama girmek isteyen kimsenin önce gusletmesi, değilse ab-dest alması sünnet veya müstehabdır.

2- İhramdan önce tırnakları kesmek, bıyığın fazla uzamş kıllarını kesmek, koltuk altı ve etek traşı yapmak da müstehabdır.

3- İhramdan önce güzel koku sürünmek müstehabdır. İsterse bu kokunun cirmi olsun ve sürüldüğü yerden kokusu uzun süre hissedil­sin, fark etmez.

4- Ayhali ve loğusa olan kadınlar, hac veya umreye niyet edip ihrama girmek yani niyetle birlikte telbiye getirmek istedikleri za­man, bunu yapmadan önce guslederler. Çünkü temiz bir halde hac menasikini (ibadetlerini) yapmak sünnettir.

5- İhramdan önce güzel koku sürünmek mekruhtur. Bu, İmam Mâlik'e göredir.

 

Temettü', Kıran ve Îfrad Arasında Tahyir ve Bunlardan Efdal Olanı

 

Bilindiği gibi, hac ibadetine şu üçünden birine niyet ederek aşlanır: Haçc-ı Temettü1, Hacc-ı îfrad ve Hacc-ı Kıran.

Birincisi, önce umreye niyet edilip ihrama girilir ve umre yerine etirildikten sonra ihramdan çıkılır. Sonra Zilhicce'nin sekizinci veya ökuzuncu günü farz olan hacca niyet edilerek tekrar ihrama girilir e böylece hem sünnet, hem de farz olan hac ayrı ayrı yapılarak ye-ine getirildiğinden dolayı bir kurban kesilir.

İkincisi, yalnız farz olan hacca niyet edilerek ihrama girilir ve tec menasiki tamamlanıncaya kadar ihramlı kalınır. Sadece farz hac fa edildiği için kurban kesmek gerekmez.

Üçüncüsü, hem umreye, hem de hacca birden niyet edilip ihra-na girilir ve bu iki hac tamamlanıncaya kadar ihramdan çıkılmaz, kişini bir arada yapma imkan ve kudretini bahşeden Cenab-ı Hakk'a ükür olsun diye bir kurban kesilir.

Ancak bu üç çeşit hacdan hangisi efdaldır? Bu hususta nüctehidlerin farklı tesbitleri, görüş ve ictihadları söz konusudur. 3iz önce ilgili hadisleri nakletmeyi, sonra da onların görüşlerini be-irtmeyi uygun gördük ve böylece hangi haccm kime göre efdal olduğu >rtaya çıkmış olacak.

 

İlgili Hadisler

 

Hz. Aişe(r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçenin şöyle haber verdiği tesbit edilmiştir: “Resulüllah (s.a.v) Efendimizle beraber (hac için Medine'den) çıkmış olduk. Derken Efendimiz şöyle buyurdu: "Sizden kim hem hac, hem de umre için niyet ederek telbiye ile sesini yükseltmek istiyorsa öyle yapsın. Kim de yalnız hac için niyet edip telbiye getirmek istiyorsa, öyle yapsın. Kim de yalnız umre için niyet edip telbiye getirmek is­tiyorsa, o da öyle yapsın."

Hz. Aişe devamla diyor ki: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz yalnız hacca niyet edip telbiye getirdi. Onunla beraber olan­lardan bir kısmı da yalnız hacca niyet edip telbiye getirdiler. Beraberinde olanlardan bir kısmı da hem hac, hem de umreye niyet edip telbiye getirdiler. Bir kısmı da sadece umreye niyet edip telbiye getirdi. Ben ise, umreye niyet getirenler arasında bulunuyordum.”[146]

İmran b. Husayn (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor hk

"Mut'a (hacc-ı temettü') ayeti Allah'ın kitabında indi ve bizler de Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber (bu hacca niyet edip menasiki) yaptık. Artık bunu, Resulüllah (s.a.v.) ve­fat edinceye kadar haram kılan veya yasaklayan bir Kur'an ayeti inmedi." [147]

Müslim ve Âhmed'in tesbit ettikleri rivayette ise, hadis şu lafızlarla rivayet edilmiştir: "Mut'a ayeti Allah'ın kitabında indi, yani hacc-ı temettü' ve Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bize onunla emretti. Sonra da, Resulüllah (s.a.v.) vefat edinceye kadar müt'atü'1-hac ayetini nesheden (hükmünü kaldıran) bir ayet inmediği gibi, onu yasaklayan bir ayet de inmedi."

Abdullah b. Şakik'den yapılan rivayete göre: Uz. Ali (r.a.) üt'a ile emrederdi; Hz. Osman (r.a.) ise, bundan men'ederdi. iunun üzerine Hz. Osman bir söz söyledi. Hz. Ali de ona: "And Isun, bilirsin ki biz Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber acc-ı temettü' yaptık.." Onun bu sözüne karşılık Hz. Osman tiyle cevap verdi: "Ama biz (o günlerde) korku içinde bulu-uyorduk.." [148]

îbn Abbas (ı\a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle emiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz umreye niyet edip telbiye getirdi; O'nun ashabı ise hacca niyet edip telbiye getirdi. O »akımdan Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ve O'nun ashabından iady (kurbanlık hayvan)ı sevkedenler ihramdan çıkmadılar, [eriye kalanlar ihramdan çıktılar." [149]

Diğer bir rivayette hadis şu lafızla nakledilmiştir: "Resulüllah s.a.v.) Efendimiz, Ebu Bekir, Ömer ve Osman (r.a.) temettü' saptılar. Hacc-ı Temettü'ü ilk men'eden Muaviye oldu." [150]

Hz. Hafsa (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle lemistir;

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'e, insanların durumu ne ki hramdan çıkmış bulunuyorlar, sen ise umreni (yaptıktan ionra) ihramından çıkmadın?" diye sorduğumda şu cevabı verdi: "Ben hedyimi belirleyip boynuna (alamet) taktım, başımı da (saçlarımı biraraya getirip) toplayıp sıkıca tuttum; o bakımdan hac (menasikini tamamlayıp) ihramdan çıkmayacağım (ihramh olarak bulunacağım)." [151]

Zuhri'den, o da Salim'den, o da babasından rivayet etmiştir. Sa-' lim'in babası şöyle haber vermiştir: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Veda Haccı'nda umre ile temettü' edip hacca yönelmiştir ve hazırladığı hady (kurbanlık hayvan)ı beraberinde Zülhuleyfe'den sevketmiştir. Böylece Resulüllah (s.a.v.) önce umreye niyet edip telbiye getirdi; sonra da hac için niyet edip telbiye getirdi ve insanlar da Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'le beraber temettü' niyetiyle umreye ve (arkasından) hacca tel* biye getirdiler. Böylece insanlardan bir kısmı kurbanlık hay­van alıp onu (Mina'ya) şevketti; bir kısmı ise hedy (kurbanlık hayvan) alıp sevketmedi. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Mekke'ye gelince insanlara şöyle buyurdu: "Sizden kim hedy alıp sevkettiyse, artık haccını yerine getirinceye kadar kendi­sine haram olan hiçbir şey helal olmaz.. Kim de hedy alıp sevk etmediyse, artık o Beytullah'ı (umre için) tavaf etsin; Safa ile Merve arasında sa'yetsin ve saçlarını kırksın (kırpsın) ve ih­ramdan çıksın. Sonra da hac için niyet edip ihrama girsin ve hedyini (kesip) yerine getirsin.. Bu durumda kurbanlık hay­van bulamayan kimse üç gün hacda, yedi günde evine döndüğünde oruç tutsun."

Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Mekke'ye geldiğinde ilk şey olarak rüknü (Hacerü'l-esved'in bulunduğu rüknü) selamladı; sonra yedi şavttan üçünü seğirterek yaptı ve arkasından dört şavt daha yapıp (yediyi tamamladı). Tavafını tamamlayıp ye­rine getirince Makam-ı İbrahim'in yanında iki rekat namaz kıldı ve selam verdikten sonra ayrılıp Safa tepesine geldi, Safa ile Merve arasında yedi tavaf (sa'y) yaptı ve haccını ta­mamlayıp yerine getirinceye kadar ihramdan çıkmadı ve kendisine haram olan bir şeyi (ihramdan çıkarak) helal kılmadı. Bayram günü kurbanını kesti ve arkasından Beytul-lah'a yönelip gelerek (ziyaret) tavafını yaptı; artık kendine haram olan her şeyi ihramdan çıkarak helal kıldı. Hac ibadeti için gelenlerden kurbanlık alıp sevkeden herkes de Re-sulüllah'ın (s.a.v.) yaptıklarını aynen yaptılar." [152]

el-Kasım'ın Hz. Aişe (r.a.) dan yaptığı rivayete göre: Peygam->er (s.a.v.) Efendimiz hacc-ı ifrad yaptı denilmektedir, [153]

Nafi'in İbn Ömer (r.a.) dan yaptığı rivayette, adı geçen şöyle lemistir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber hacc-ı ifrad için üyet edip telbiye getirdik." [154].

Ebu Bekir el-Müzenı'den, onun da Enes (r.a.) den yaptığı rivay­ete göre, Enes (r.a.) şöyle demiştir: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimizin hac ve umre için birden telbiye getirdiğini, (Lebbeyke haccen ve umreten) dediğini işittim."[155]

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"(Evimizden) çıktık ve hac ile sesimizi (lebbeyke diyerek) yükselttik. Ne vakit ki Mekke'ye geldik, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bunu umreye çevirmemizi emretti ve buyurdu ki: "Eğer yöneldiğim husustan geri dönebilseydim, ben de bu niy­et ve yönelmemi umreye çevirirdim; ama ne var ki ben ku-banlık hayvanımı alıp sevkederek hacla umreyi birarada yap­maya, niyetlendim, (hacc-ı kırana niyet ettim)." [156]

Ömer b. Hattab (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den işittim ki, kendisi Vadi'l-Akik'te bulunuyordu, buyurdu ki: "Bu gece Rabbım ta-rafından biri bana geldi ve şöyle dedi: "Bu mübarek vadide ih­ramından çık ve 'Hacca dahil umre!" söyle.." [157]

Bu da Rasulüllah'm hacc-ı kıran yaptığının bir diğer delili ola­rak bulunuyor.

Mervan b. el-Hakem'den yapılan rivayete göre; adı geçen şöyle diyor ki:  

"Hz. Osman ile Hz. Ali'nin yanında bulunuyordum ki, Hz. Osman müt'a (hacc-ı temettü') yi men'etti ve böylece umre ile haccı birleştirmeyi, (ikisini peşpeşe yapmayı) da yasakladı.

Hz. AH (r.a.) onun bu tutumunu görünce, hem umre, hem de hac için niyet ederek telbiye getirdi ve şöyle dedi: "Ben he­rhangi bir kişinin sözüne bakarak Resulüllah'm (s.a.v.) sünnetini terkedecek değilim." [158]

Subeyy b. Ma'bed'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Ben nasranı (hrıstiyan) bir adam idim, İslâmiyet'i seçip onu din olarak kabul ettim ve hem hacca, hem de umreye niy­et edip tehlil ve telbiye getirdim. Benim telbiye sesimi bu şekilde işiten Zeyd b. Sunan ve Selman b. Rebi'a şöyle dediler: "Bu adam, kendi ehlinin devesinden daha şaşkındır!" Onların bu sözü sebebiyle üzerime bir dağ yükletilmiş gibi oldum ve dönüp geldiğimde durumu Hz. Ömer b. Hattab'a bildirdim. Bunun üzerine Hz. Ömer o iki kişiye dönüp onları hayli kınadı ve sonra yüzünü bana çevirerek şöyle buyurdu: "Sen, Peygamberini Hz. Muhammed'in (s.a.v.) sünnetiyle doğruyu seçip bulmuş oldun." [159]

Süraka b. Malik (r.a.) anlatıyor: Resulüllah (s.a.v.) Efendi-miz'iıı şöyle buyurduğunu işittim: "Umre kıyamete kadar hac­ca dahil olmuştur."

Ravi devamla diyor ki: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Veda Haccı'nda hacc-ı kıran yaptı." [160]

 

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Üç çeşit hac vardır; Hacc-ı Kıran, Hacc-ı Temettü', Hacc-ı İfrad.

Bunlardan efdal (en üstün) olanı, Hacc-ı Kıran'dır. Arkasından Hacc-ı Temettü' ve sonra da Hacc-ı İfrad gelir.

Hacc-ı Kıran, umreyle hacca birden niyet edip ikisini, ihramdan çıkmaksızın yerine getirmekle gerçekleşir. Şöyle ki, bu haccı yapmak isteyen kişi, mikata geldiğinde veya mikata gelmeden umre ve hacca niyet edip ihrama girerek telbiye ile sesini yükseltir. Aynı zamanda mikata geldiğinde önce umreye niyet edip telbiye getirir ve Mekke'ye gelip henüz umrenin ilk dört şavtım yapmadan önce hacca da niyet ederse, yine de Hacc-ı Kıran'a niyetlenmiş sayılır.

İhrama girince iki rek'at namaz kıldıktan sonra şöyle niyet edip İuada bulunması sünnettir: "Allah'ım! Şüphesiz ki ben hac ve umre [ibadetini) yapmak istiyorum; onları bana kolaylaştır ve benden ka­bul buyur." Sonra bu ikisine niyet ederek telbiye getir-meye başlar.

Mekke'ye gelince, Önce umre için tavaf yapar, sonra iki rek'at tavaf namazı kılar. Arkasından Safa ile Merve arasında sa'yeder ve traş olmaksızın ihramlı olarak "Tavaf-ı Kudüm", yani Mekke'ye ayak basıp gelme tavafını yapar ve vacip olan sayı yerine getirir.

Hacc-ı Kıran'a niyet eden kimse Mekke'ye gelince, biri umre, diğeri kudüm tavafı olmak üzere iki tavafı peşpeşe yapar ve sonra Safa ile Merve arasında biri umre, diğeri hac için olmak üzere iki say yaparsa, bu caiz olmakla beraber sünnete uygun olmayan bir iş işlemiş olur. Ancak bu fiilden dolayı kan akıtmak veya herhangi bir ceza gerekmez.

Karın (Hacc-ı Kıran'a niyet eden kimse), diğer menasiki (ibadetleri) yapıp bayramın birinci günü cemreye taş attıktan sonra, şükür olsun diye bir kurban keser. Buna gücü yetmediği takdirde, bayramdan Önce son günü arafeye rastlamak üzere üç gün oruç tut­ması ve ehline (ev halkına) döndüğünde de yedi gün oruç tutarak on günü tamamlaması gerekir. Bununla beraber hac vazifesini tamam­layıp Mekke'de bir süre daha kalacak olursa, o yedi günlük orucu Mekke'de de tutabilir.

Bayramdan önce üç g\Xn oruç tutmayacak olursa, kan akıtması artık kesinleşip vacip olur. Bu durumda ne evine döndüğünde, ne de Mekke'de kaldığı takdirde yedi gün oruç tutması gerekir, [161]

İleride mali imkan bulduğunda, üzerinde vacip olarak kalan kurbanın parasını güvenilir bir adama vermek suretiyle hayvanın Mina'da kesilmesini sağlar.

Hacc-ı Temettü', Hacc-ı îfrad'dan efdaldır. Bu çeşit haccı yerine getirmek için hac aylarında veya daha önce umre niyetiyle ihrama girilir ve hac aylarında Mekke'ye gelinip umre için tavaf yapılır, ar­kasından Safa ile Merve arasında sa'yedilir ve tabii tavaftan sonra iki rek'at namaz kılınır. Sa'y görevi bitince traş olup ihramdan çıkılır. Ama daha önce kurbanlık alıp Mina'ya sevketmişse, o takdirde hac menasikini tamamlayıncaya, yani kurban k^sip traş oluncaya kadar ihramdan çıkmaz.

Tavafa başlarken artık telbiyeyi keser.

Sonra ya Terviye (Zilhicce'nin sekizinci) günü veya ondan önce hacca niyet edip ihrama girer ve sesini telbiyeyi yükseltir. Tabii ihra­ma Mekke'de girer; bunun için Harem sınırlarının dışına, yani hil kesimine çıkması gerekmez. Artık bu durumda Hacc-ı îfrad'ı yapan kimsenin yerine getirdiği her şeyi o da yerine getirir ve Hacc-ı Kıran yapan kimse gibi o da birinci gün şeytanı taşladıktan sonra kurban keser. Buna mali imkanı olmazsa, üç gün orada, yedi gün de evine döndükten veya kaldığı takdirde Mekke'de oruç tutar. Tabii üç günlük orucu bayramdan önce tutup son gününü Arefe gününe tes­adüf ettirir. Bununla beraber bu üç günlük orucu, umre tavafım yap­madan önce de tutması caizdir. Ama ihrama girmeden önce bunu tut­ması caiz değildir.

Mekke ehli (Mekke yerlileri, orada eyleşenler) için kıran ve te­mettü1 haccı söz konusu değildir. Onlar yalnız Hacc-ı İfrad yaparlar. Mikat dahilinde olanların da durumu böyle, yani onlar da Hacc-ı Kıran veya Hacc-ı Temettü' yapmazlar, sadece Hacc-ı İfrad yaparlar. [162]

Böylece Hanefîler bu konuda 286 nolu Ebu Bekir el-Müzeni, 287 nolu Enes, 288 nolu Ömer b. Hattab, 289 nolu Mervan ve 291 nolu Süraka hadisleriyle istidlal ve ihticac etmişlerdir.

b) Şafiîlere göre: Hac ile umre üç vecih üzere eda edilir:

1- İfrad: Hacc-ı İfrad, kişinin hac aylarında kendi beldesiyle il­gili mikattan niyet edip ihrama girmesiyle başlanılmış olur. Bu du­rumda olan kimse, farz olan haccın bütün amellerini (menasikin hep­sini) yerine getirdikten sonra umre için niyet edip yeniden ihrama girer. [163]

2- Temettü': Bu hac, hac aylarında kişinin yolunun üzerindeki inikatta niyet edip ihrama girmekle, kişi bu defa ya Mekke'de veya umre için niyet edip ihrama girdiği mikatta veya kendisine en yakın olan bir mikattan hac için niyet edip ihrama girer.

Böylece bu hacca, "Hacc-ı Temettü'" denilir. Çünkü kişi bu du­rumda iki nüsük arasında ihramdan çıkarak ihramlı iken mahzurlu olan şeylerden temettü' etmiş (yararlanmış) bulunuyor..

3- Kıran: Bu, hem hac, hem de umre için hac mikatmdan niyet edip ihrama girmekle gerçekleşir. Bu da ister kendi memleketiyle il­gili mikat olsun, isterse geçtiği yol üzerinde bulunan mikat olsun fark etmez.

Kendisi Mekke'de ise, hem hac, hem de umre için birden niyet üip ihrama girerse yine de karın (Hacc-ı Kırana niyet etmiş) Eyüır.Umre için ayrıca hü kesimine çıkması gerekmez. Çünkü bu kınımda olanın umresi hacca dahil olmuş bulunuyor.

Bunun gibi, ister hac aylarında, isterse o aylar girmeden kişi [mre için niyet edip ihrama girer, sonra hac ayları girince haccet­meye de niyet eder ve ondan sonra umre tavafını yaparsa, Hacc-ı Çıran'a başlamış olur.

Sözünü ettiğimiz bu üç hacdan efdal (en üstün olanı), Hacc-ı frad'dır. Ondan sonra Hacc-ı Temettü1, sonra da Hacc-ı Kıran'dır. kncak umreyi de o yıl içinde yerine getirirse, bu böyledir. Umreyi yapmayıp ikinci yıla geciktirirse, o takdirde hacc-ı ifrad efdal olmaz ve umreyi geciktirmesiyle kerahet işlemiş olur.

Hacc-ı Kıran'a niyet eden kimsenin, hem hac, hem de umre için 3ir tavaf ve bir sa'y yapması kafi gelir. Yani Hacc-ı Kıran'a niyet eden dmse, her iki nüsük (ibadet) için bir tavaf ve bir sayı yetinir; her biri .çin ayrı tavaf ve ayrı sa'y yapmaz. [164]

Şafiüer bu son meselede Tirmizî'nin rivayet ettiği şu hadisle is­tidlal etmişlerdir: "Hac ve umre için niyet edip ihrama giren kimseye ihramdan çıkıncaya kadar bir tavaf ve bir sa'y kafi­dir".

Tirmizî bunun isnadının sahih olduğunu belirtmiş ve Şafiüer de onu delil olarak seçmişlerdir.

Hacc-ı Temettü' ve Hacc-ı Kıran yapan kimse için hedy (kurban kesmek) gerekir. Kurban kesecek mali imkanı olmayan kimse on gün oruç tutar. Üç gününü, hac için ihrama girince tutup tamamlar, yedi günü ise, vatanına dönünce tutar. Hacdan sonra Mekke'de kalacak olursa, yedi gün orucunu orada tutar. [165]

Şafiîler bu konuda 277 nolu Aişe, 284 nolu Kasım ve 285 nolü Naiî1 hadisiyle istidlal ve ihticac etmişlerdir.

c) Hanbelîlere göre: İhrama girmek isteyen kimse, temettü', kıran ve ifrad haclarından birine niyet etmekte muhayyerdir. Ancak bu üç çeşit hacdan efdal olam, hacc-ı temettü'dür; sonra ifrad, sonra da kırandır. [166]

Hanbelîler, Hacc-ı temettü' ve Hacc-ı ifrad hususunda Şafnlerle birleşirler.                                                                                

d) Malikilere göre: Şahmın diyor ki: "İbn Kasım'a sorduriı: İmam Malik'e göre, Hac-ı kıran mı efdaldır, yoksa Hacc-ı îfrad mi? Cevap verdi: İmam Malik'e göre Hacc-ı İfrad efdaldır." [167]          

Hacc-ı İfrad'a niyet eden kimse, bu husustaki menasiki (ibadetleri) tamamladıktan sonra yeniden ihrama girip umre için niy­et eder.                                                                                    

Bu mezhebe göre de hacc-ı temettü' ve hacc-ı kıran yapan kim­seye kurban kesmek gerekir. Mali imkanı olmadığı takdirde üç gününü hacda, yedi gününü evine dödüğünde olmak üzere on gün oruç tutar. [168]                                                                        

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

277 nolu Hz. Aişe hadisi sahihtir. Resulüllah (s.a.v.) Efendi-miz'in hacc-ı kıran, hacc-ı temettü' ve hacc-ı ifrada izin verdiğine de­lalet etmekte, bu üç hacdan birini seçmekte kişinin serbest olduğu anlaşılmaktadır. Aynı zamanda hacc-ı ifradı yerine getiren kimsenin, bunu müteakiben umre için niyet edip yeniden ihrama girmesinin de caiz olduğu anlaşılıyor. Nitekim müctehidlerin çoğu bu cevaz üzerinde birleşmiştir.

Ashaptan bazı kimselerin hacc-ı temettü'ü m en'ettiklerin e dair yapılan rivayetleri ise, müctehid imamlar tevil ederek sözü edilen üç türlü haccın caiz olduğuna kail olmuşlardır. Nitekim îmran b. Hu-sayn hadisi bunun cevazına delalet eden sahih rivayetlerden biridir. Bu konuda müt'ayi nesheden bir ayet inmediği gibi, sarih bir hadis de mevcut değildir.

Hz. Ali'nin bu konuda Hz. Osman'a karşı çıkması da bu deliller­inin ikincisini oluşturuyor.

Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in yaptığı haccm hangi çeşit olduğu ihtilaf konusudur: İbn Ömer, Aişe, Cabir, İbn Abbas, Ömer b. Hattab, Bera' b. Azib, Hz. Ali, îmran b. Husayn, Ebu Katade'ye göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz hacc-ı kıran yapmıştır. Nitekim bu sa­habelerden yapılan rivayetler, Buharı, Müslim, Ebu Davud, Muvat-ta', Tirmizi, Nesâî ve Darekutnî'de yer almıştır. Bunların isnadındaki ricalin hepsi sahih ricaldir. Resulüllah'm (s.a.v.) hacc-ı temettü' yaptığına dair, Buharı ve Müslim'in Hz. Aişe ile ibn Ömer'den;

Müslim ve Ahmed ise Ali ve Osman'dan, Tirmizî ve Ahmed İbn Ab-i'dan rivayet etmişlerdir. Hac-ı İfrad yaptığına dair, 277 nolu Hz. ie hadisinde belirtildiği üzere beyan yer almaktadır. Aynı zamanda Lslim ve Ahmed'in îbn Ömer'den naklettikleri bir rivayet bulunuy-

Hattabî bütün bu farklı gibi görünen rivayetleri bir araya geti-ı, dinde kolaylık olsun diye Resulüllah'm (s.a.v.) herbirine bu hu-gta -kişinin durumuna göre- bir emir verdiği ve kendisinin de hacc-rad yaptığı anlaşılıyor diyerek görüşünü ortaya koymuştur. [169]

Ancak Resulüllab'm (s.a.v.) hacc-ı kıran yaptığı te'vil türmeyecek kadar açıktır; ama hacc-ı ifrad ve hacc-ı temettü' ptığı te'vil edilebilir. Aynı zamanda O'nun hacc-ı kıran yaptığıyla ;ili rivayetler daha çoktur.

Rivayetlerin muhtelif olmasından dolayı müctehid imamların t farklı yorum ve ictihadlan olmuştur. Ebu Hanife, îshak, Nevevî, üzenî, İbn Münzir, Ebu İshak el-Mervezî ve Takiyüddin es-Sübkî ıcc-ı kıran'm efdal olduğunu belirtmişlerdir. İmam Malik, İmam tımed, İmam Bakır, Ahmed b. İsa, İsmail b. Cafer es-Sadıka göre, acc-ı temettü' efdaldır. Şafıîlerden bîr grup, Ehl-i Beyt'ten el-Hadî, -Kasım, İmam Yahya ise hacc-ı ifradm efdal olduğuna kail olmuşlardır.

İmam Ebû Yusuf a göre, hacc-ı kıran ile hacc-ı temettü' efdaliytte eşittirler.

282 nolu Ümmu'l-mü'minin Hz. Hafsa hadisi sahihtir. Bu, önce mreye niyet edip ihrama giren kimse, eğer bu arada kurbanlık hay­an alıp Mina'ya sevketmişse, artık farz haccı yapıncaya kadar ih­amdan çıkamayacağına delalet etmektedir. Nitekim Resulüllah s.a.v.) öyle yapmıştır.

283 nolu Zuhrî hadisi sahihtir. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in ince umre için niyet edilmesini ve onun hacdan önce yerine getirilme­lini emrettiği anlaşılıyor.

284 nolu Aişe hadisi de sahihtir. Resulüllah'm (s.a.v.) hacc-ı if-•ad yaptığı belirtiliyorsa da, bundan önce hacca niyet edip onu yerine getirdiği, sonra da tekrar ihrama girip umre yaptığı da anlaşılabilir. \ncak 285 nolu İbn Ömer hadisi, Resulüllah'm (s.a.v.) hacc-ı ifrad yaptığına açık delil gösterilebilir.

286 nolu Ebu Bekir el-Müzeni hadisi, Resulüllah'm hacc-ı kıran yaptığına delalet etmektedir.

287  nolu Enes hadisi, ihrama girince telbiye getirmede sesi yükseltmenin cevazına delalet etmektedir. Nitekim İmam Malik'in Muvatta'da rivayet ettiği, Tirmizî'nin, ibn Huzayme ve el-Hakim'm sahihlediği hadiste bunu kuvvetlendirir anlamda varid olmuştuk: "Cebrail bana geldi ve ashabıma, telbiye getirirken seslerim yükseltmelerini emretmemi söyledi." [170]                            

Ayrıca Enes hadisi, hacc-ı temettü'ün efdal olduğuna delalet et­mektedir,                                                                                  

288 nolu Ömer b. Hattab hadisi sahihtir. Bu Resulüllah (s.a.vl.) Efendimiz'in hacc-ı kıran yaptığına delalet etmektedir. Ancak bak ilim adamları, Resulüllah'm (s.a.v.) o yıl önce hac yaptığını, sonrja umreye niyet ettiğini göstermektedir diyerek ayrı bir yorum ortaya koymuşlardır.                                                                           

289  nolu Mervan hadisini Ebu Davud tahric etmiş ve gerek |d, gerekse el-Münzerî bu rivayet üzerinde bir görüş ortaya koymamıştır. Ancak yapılan ciddi tesbitlere göre, hadisin isnadı sahihtir;;o bakımdan ihticaca elverişlidir.                                                    

290 nolu Subeyy hadisi sahihtir ve hacc-ı kıranın efdaliyetine delalet etmektedir.                                                                    

291 nolu Süraka hadisinin isnadında Davud b. Yezid el-Evdi bu-. lunuyor ki, bu zat zayıftır. Zehebî bu zat hakkında şu bilgiyi top­lamıştır: "îmam Ahmed onun zayıf olduğunu belirtmiş, İbn Main de ona katılmıştır. Ebu Hatim onun kaviy olmadığına dikkat çekmiş; Nesâî ise, onun sika olmadığını söylemiştir. [171]

Buna benzer bir rivayete işe, İmam Ahmed, Müslim, Ebu Davud îbn Abbas'dan (r.a.) rivayet etmişlerdir.                                       

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Üç çeşit hac vardır: Hacc-ı Kıran, Hacc-ı Temettü', Hacc-ı İfrad

2- Bunlardan efdal olanı, hacc-ı kıran'dır. Bu Hanefîlere göredir.

3- Hacc-ı Kıran, umreyle hacca birden niyet edilir; mikatta veya oraya gelmeden buna niyet edip ihrama girilir. Mekke'ye gelince, önce umreyi yerine getirir. Sonra Tavaf-ı Kudüm yapar ve ihramdan çıkmayıp o vaziyette haccı yerine getirinceye kadar bekler.

4- Hacc-ı Kıran'a niyet eden kimsenin Mekke'ye gelince, bir umre, diğeri kudüm olmak üzere iki tavafı ardarda yapması mekruh­tur. Bunun gibi ikisine ait sa'yi de peşpeşe yapması da mekruh sayılmıştır.

5- Hacc-ı Kıran yapan kimse, bayram günü cemreye taş attıktan sonra bir kurban keser, bu onun için vaciptir.

6- Kurban kesecek mali imkanı yoksa, son günü Arefeye rast­layacak şekilde üç gün hacda, yedi günü de evine döndüğünde oruç tutar.

7- Hacdan sonra Mekke'de bir süre kalmaya niyet eden kimse, o yedi günü Mekke'de tutar.

8- Hacc-ı Temettü' Hacc-ı İfrad'dan efdaldır. Bu, Hanefîlere göredir.

9- Tavafa başlanırken telbiye kesilir

10- Hacc-ı Temettü'e niyet eden kimse, önce umre menasikini (ibadetlerini) yerine getirir ve ihramdan çıkar. Sonra Zilhicce'nin sek­izinci veya daha önce hacca niyet edip ihrama girer.

11-  Bu durumda hac için Mekke'de veya Harem dışında niyet edilip ihrama girilir

12- Mekke halkı ve orada eyleşenler için sadece hacc-ı ifrad söz konusudur.

13- Mikat dahilinde oturanların da sadece hacc-ı ifrad yapma­ları yeterlidir.

14- Umre veya hac için, ya da her ikisi için niyet ve ihram mi­latta yerine getirilebileceği gibi, mikata varılmadan da yapılabilir.

15- Hacc-ı ifrad'a niyet eden kimse, bunu yerine getirdikten sonra umre için yeniden niyet edip ihrama girer ve umre menasikini verine getirir. Bu, daha çok Şafıîlerle Malikîlere göredir.

16- Hacc-ı Temettü' efdaldır. Bu, Hanbelîlere göredir.

17- Mekke'de oturan kimse bulunduğu yerde hem hac, hem de umre için niyet ederse, bu durumda karın (yani hacc-ı kırana niyet eden kimse) gibi sayılır. Bu, Şafiîlere göredir.

18-  Hacc-ı Kıran ve Hacc-ı Temettü1 yapan kimselere kurban kesmek vacip olur.

19- Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in sözünü ettiğimiz üç hacdan hangisini yaptığı ihtilaf konusudur. Ashab-ı Kiram her üç çeşit haca da yapmışlardır.

20- Hacc-ı Temettü'ün neshedildiği, yani yasaklandığı üzerinde durulmuş ve ashab-ı kiramdan bir kısmı buna kail olmuşsa da çoğu neshe dilmediğine kaildir. Sahih olan da budur.

 

Telbiye, Telbiyenin Sıfat ve Keyfiyeti ve Hükmü

 

Hac ve umreye, ya da ikisine niyet edip ihrama giren kimsenin aynı zamanda her hal-ü karda Cenab-ı Hakk'm emrine hazır olduğunu dile getirmek, O'nun eşi ve ortağı olmadığını ifade etmek; hamd ve nimetin O'na mahsus olduğunu belirtmek için telbiye getir­mesi sünnettir. Bu, her bakımdan hacca niyet eden mü'min kulun tam bir teslimiyet ve mahviyet içinde bulunduğunu gösteren açık de­lillerden biridir. Çünkü bütün kuvvet ve kudret, mülk ve nimet Cen­ab-ı Hakk'mdır. Haccetme fırsat ve imkanı lütfeden o yüksek kudrete karşı teslimiyetimizi ve kalp yatışkanlığımızı izhar etmemiz kadar tabii ne olabilir?

Şüphesiz telbiye, kelime olarak ilahi emir ve iradeye hazır olmaklığımızı ve O'nun mutlak tasarrufu altında bulunmaklığımızı içeren bir kavramdır. Ancak bunu, Resulüllah ve ashabının belirttik­leri lafızlarla söylemekte birçok yarar vardır.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen bu konuda şöyle haber vermiştir: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Zülhuleyfe mescidinin yanında bmeğiyle istiva ettiği (yani bineğinin üzerine binip dofrulduğu) zaman şöyle dedi: Allahümme leb-beyk lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk. İnne'l-hamde ve'n-ni'mete leke ve'1-mülke leke. Lâ şerike leke."

Abdullah b. Ömer ise bu sözlerin üzerinde şu fazlalığı da yapardı:

"Lebbeyke, lebbeyke ve sa'deyke vel-hayru bi-yedeyk< re'r-rağbatü üeyke ve'1-amelü.." [172]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre,

"Resulüllah (s.a.v») Efendimiz telbiyle getirdi... Böylec Cabir (r.a.), İbn Ömer'den rivayet edilen hadisin benzerin nakletti ve şöyle dedi: 'İnsanlar şu lafzı ve benzerini de fazl; olarak söylüyor: "Ze'1-meâric.." Resulüllah (s.a.v.) efendimi onların dediklerini işitiyor, fakat onlara bir şey demiyordu. [173]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v. Efendimiz telbiyesinde şöyle dedi: "Lebbeyke ilâhe'l-hakkı leb beyke.." [174]

Sâib b. Hallad (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulülla) (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Cibril bana geldi ve ash abının ihlal ve telbiye ile seslerini yükseltmelerini emretme mi söyledi." [175]

Diğer bir rivayette şöyle buyurulmuştur:                              

"Doğrusu Cibril, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e gelerek şöyle dedi: "Accac ve seccac olunuz!". Acc: telbiye ile sesi yükseltmektir. Secc ise, deve ve sığır kesmektir. [176]

Huzayme b. Sabit (r.a.) den yapılan rivayete göre, "Peygamber Efendimiz telbiyede bulunmayı tamam­layınca, Aziz ve Celil olan Allah'tan O'nun rızasını ve Cenneti ister ve O'nun rahmetiyle Cehennem ateşinden yine O'na sığınırdı”[177]

Kasım b. Uuhammed'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Kişiye müstehabdır ki, telbiyesini tamamlayınca Pey­gamber (s.a.v.) Efendimiz'e salât-ü selam getire." [178]

Fazl b. Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in terkisinde bulunuyor­dum; Müzdelife'den Mina'ya varıncaya kadar devamlı telbiye getirdi ve bu Cemre-i Akabe'ye taş atıncaya kadar sürdü.." [179].

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Umre yapan kimse, Hacerü'l -Esved'i istilama başlayıncaya kadar telbiyede bulunur.." [180].

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Tesbit ve İctihadları

 

a) Hanefîlere göre: Hacca veya umreye niyet edilip ihrama gi­rildikten sonra telbiye getirmek sünnettir. Telbiye şu lafızlarla yerine getirilir: "Allahümme! Lebbeyke, lâ şerike leke lebbeyke. İnne'l-hamde ve'n-nimete leke ve'1-nıülk.. Lâ şerike leke." Telbiyeden sonra alçak sesle Resulüllalı'a (s.a.v.) salat-ü selam getirilir ve böylece her namazdan sonra, her süvariyle karşılaşıldığında ve her iniş ve yokuşlarda;  aynı  zamanda seher vaktinde  telbiye  getirmek  de müstehabdır. Bunun gibi uykusundan uyandığı ve bineğine binip indiği zaman da telbiye getirmek müstehab sayılmıştır. Telbiyede kendisi ve yakınındaki kimseler duyacak bir ses yüksekliği izhar et­mek de müstehabdır.[181]

b) Şafîîlere göre: îhramlı kimsenin niyet edip telbiye getirme­si sünnettir. Niyet etmeden telbiye getirirse, ihrama girmiş sayılmaz. Ama niyet edip telbiye getirmezse, sahih kavle göre ihrama girmesi münâkid olur, yani gerçekleşir.[182]

Hanelilerde olduğu gibi, bu mezhebe göre de telbiye belirtilen lafızlarla yerine getirilir. Ancak telbiye sekînet ve vakar ölçüleri içinde yapılır. Aynı zamanda kişi ihramlı oldukça telbiyeye devam eder, bu da sünnet sayılmıştır. Telbiye getirirken sesi (çevreyi ra­hatsız etmeyecek şekilde) yükseltmek de sünnettir. îhramsız kimse­nin telbiyede sesini çok alçak tutması sünnettir. Kadınlar ise her hal-ü karda telbiye getirirken seslerim gizli tutarlar. Telbiyeyi müteakip Resulüllalı'a (s.a.v.) salat-ü selam getirmek sünnettir. [183]

c) Hanbelîlere göre: İhram ancak niyet ile gerçekleşir. Niyet etmeden girip telbiye getirmek yeterli değildir Nitekim Şafiîîerle Ma-likîler de aynı görüştedirler. Ebû Hanife'ye göre ihram mücerred niy­etle gerçekleşmez, ancak buna telbiye de izafe edildiği takdirde gerçekleşir veya kurbanlık hayvanı sevkettiği takdirde niyet yeterli olur.

Telbiye getirirken sesi yükseltmek müstehabdır. [184]

d) Malikîlere göre: İhrama telbiye ile birlikte girmek sünnettir. Ancak telbiye bizatihi vaciptir. Ahvalin değişmesiyle tel­biyeyi tekrarlamak menduptur. Meselâ, iniş ve yokuşlarda, vadiye in­ildiğinde, yol arkadaşlarıyla karşılaşıldığında ve namazı müteakip telbiye getirilir. Bu, Mekke'ye girinceye kadar devam eder. [185]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

306 nolu Sâib hadisini İmam Mâlik Muvatta' da rivayet etniş; İmam Şafiî, İbn Hibban, Hâkim ve Beyhakî de tahric etmişlerdir. Hepsi de bu hadisi sahihlemiş bulunuyor.                                 

Bu konuda İbn Ebî Şeybe'nin, Abdullah b. Hantab'dan yaptığı rivayette, deniliyor ki: "Resulüllah'm (s.a.v.) ashabı telbiyeyi get­irirken, seslerini yükseltirlerdi de o yüzden sesleri kısılırdı."

Ancak müctehid imamlar bu rivayetle istidlal etmemişlerdir.

Tirmizî, İbn Mace ve Hâkim'in, Ebu Bekir (r.a.) den yaptıkları rivayette deniliyor ki: Hac, sesi yükseltmek ve hayvan kesmek­tir.". Ancak Tirmizî bu rivayeti garip olarak vasıflandırmıştır. Bu-, nunla beraber bu konuda zayıf da olsa birkaç rivayet daha bulunuy­or. Hepsi birarayâ gelince kuvvet kazanmakta ve istidlale salih bir bilgi vermektedir.

308 nolu Huzayme hadisinin isnadında Salih b. Muhammed b. Ebî Zaide bulunuyor ki bu zatm zayıf olduğu söylenir. Nitekim İbn Mâin onun zayıf olduğunu belirtirken, Buharî onun münkerü'l-hadis olduğunu  söylemiştir.  Nesâî ise  onun  kavî  olmadığına dikkat çekmiştir. Ahmed b. Hanbel: "Ben onun rivayetinde bir sakınca görmüyorum" derken Darekunî: "O zayıftır" diyerek tesbitini ortaya koymuştur. [186]

309 nolu hadisi kuvvetlendiren birkaç rivayet daha bulunu-yor. O bakımdan müctehidlerin çoğu, telbiyeden sonra Resulüllah'a (s.a.v.) salavat getirmenin müstehab olduğunu söylemişlerdir.

310 nolu İbn Abbas hadisinin isnadında Muhammed b. Abdir-rahman b. Ebî Leyla bulunuyor ki, bu zat üzerinde birtakım tesbit ve görüşler ortaya çıkmıştır. Her ne kadar Tirmizî onu sahihlemişse de müctehidlerin çoğu onunla istidlal etmemiştir.

311 nolu tbn Abbas hadisinin isnadında keza Muhammed b. Ab-dirrahman b. E^î Leyla bulunuyor. İmam Ebû Hanife ile îmam Şafiî ise, umre yapan kimsenin Hacerü'l-Esved'i istilam (selamlama) et­meye başlayınca telbiyeyi keser diyerek, ilgili hadislerle istidlal etmişlerdir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İhrama girerken niyet edilir ve telbiye getirilir. Telbiye geti­rilmediği takdirde, ihram hükmü gerçekleşmez. Bu, İmam Ebû Ha-nife'nin içtihadıdır.

2- İhrama girerken niyet getirip telbiye getirmeyenin ihram hükmü gerçekleşir. Bu, diğer müctehicÜerin görüş ve içtihadıdır.

3- Telbiye getirmek sünnettir. Bu, Mâlikîler dışında kalan imamların görüşüdür.

4- Telbiye getirmek vaciptir. Bu, îmam Mâlik'in içtihadıdır.

5- Telbiye getirirken sesi yükseltmek müstehabdır.

6- Her telbiyeden sonra Resulüllah'a (s.a.v.) salat-ü selam getir­mek müstehabdır.

7- Yol buyonca bineğe binip inerken, bir kafileyle karşılaşırken, vadiye inerken, yokuş çıkarken telbiye getirmek sünnettir.

8- Telbiyeyi sükunet ve vakar içinde yerine getirmek sünnettir,

9- Telbiyeye, Mekke'ye girilince veya Hacerü'l-Esved istilama başlanılınca terkedilir,

10-  Etrafı rahatsız edecek şekilde sesi yükseltmek doğru değildir.

11- Kadınlar telbiye getirirken seslerini gizli tutarlar. Sesli tel­biye getirmeleri mekruhtur.

12- Telbiye daha çok şu lafızlarla yapılması tavsiye edilmiştir: "Allahümme lebbeyke (veya Lebbeykellahümme lebbeyke), lâ şerike leke lebbeyke. İnne'l-hamde ve'ni'mete leke ve'1-mülk.. Lâ şerike leke."

Bununla beraber hamd ve tazime delalet eden başka lafızlarla da yerine getirilebilir.

13- Telbiye'nin delalet ettiği yüksek manayı düşünerek ona der vam etmekte sayısız faydalar söz konusudur.

14- Telbiyenin Türkçesi:

"Buyur Allah'ım, buyur! Senin ortağın yoktur. Buyur Al­lah'ım, buyur. Hamd (her türlü güzel övgü) ve nimet Sana mahsustur; mülk Senindir. Hiçbir ortağın yoktur."

 

İhramıyla Mubah Olan ve Kaçınması Gereken Şeyler

 

Bilindiği gibi, namazda iftitah tekbiri ne ise, hac ve umre ibade­tinde de ihram odur. Yani ihramsız bu iki ibadete başlanılmaz. Hacca veya umreye niyet eden kimse için "İhrama girdi" denilir.. Öyleki daha önce kendisine mubah olan birtakım şeyler, ihrama girip niyet getirmekle haram oluyor. Mesela başı örtmek, dikişli elbise giymek, kadınlara cinsel yaklaşmada bulunmak, güzel koku sürünmek ve saç-sakal kesmek haram oluyor; ihram hali devam ettikçe bunların ha-ramlığı da sürüyor.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"ResulüUah (s.a.v.) Efendimiz'den, ihramlı olan kimsenin neler giyinebileceği soruldu. Efendimiz şu cevabı verdi; 'İhramlı kimse gömlek, sarık, külah, takke, don giyemi-yeceği gibi, vers (sarı boya elde edilen ot) ve zaferan bulamadığı tak­dirde o gibi aykakkabınm konçlarını topuklardan aşağısına varıncaya kadar keserse giyebilir." [187]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber {s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "İhramlı olan kadın yüzüne nikap tutunmasın (peçe ve benzeri bir şey örtmesin) ve eldiven gıymesin”[188]

Diğer bir rivayette ise, îbn Ömer (r.a.) şöyle demiştir: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den işittim, o ihramda bu­lunan kadınları eldiven takmaktan  ve  yüzlerine  nikap örtmekten men'etti; aynı zamanda vers (sarı boya elde edilen ot) ve zaferanla boyanmış elbise de giymelerini yasakladı."[189]

Ebû Davud bu rivayetin sonunda şu fazlalığı da nakletmiştir: "Artık ihramlı kadınlar bunun dışında hoşlarına giden bitkilerle boyanmış elbiselerden, yünlü kumaştan, zinetten ve iç çamaşırdan giyinebilir ve takınabilirler."

Cabir (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a. v.) Efendi­miz şöyle buyurmuştur: "Kim naleyn (konçları topuklardan aşağı ayakkabı) bulamazsa, huffeyn (konçları topuklardan yukarı olan ayakkabı) giyinsin. Kim de uzunca (dikişsiz) elbise bula­mazsa, don giyinsin." [190]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçe, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in Arafat'ta hutbe irad ederken şöyle buyurduğunu duymuştur:

"Kim (dikişsiz) büyükçe bez (ihram) bulamazsa, don giyinsin. Kim de na'leyn (konçları topuklardan aşağıda olan ayakkabı) bulamazsa, huffayn (konçları topuklardan yukarı ayakkabı) giyinsin." [191]

Diğer bir rivayette, Ebû Şa'sa', îbn Abbas'm (r.a.) şöyle haber verdiğini belirtiyor: "Resulüllah (s.a.v.) hutbe irad ederken buy­urdu ki: "Kim izar (kendisini örtecek büyüklükte kumaş, bez) bulamazsa, don bulabilirse onu giyinsin. Kim de naleyn (konçları topuklardan aşağı ayakkabı ve konçsuz ayakkabı) bulamazsa, huffayn (konçlu veya konçları topuklardan yukarı ayakkabı) giyinsin."

Bunun üzerine ravi diyor ki: "İbn Abbas'a sordum: "Resulüllah (s.a.v.) huffaynin konçlarını kessin" diye buyur­madı mı?' Cevap verdi: "Hayır, Öyle buyurmadı.." [192]

Bu iki rivayet zahiri itibariyle, ibn Ömer'in "konçlarını kee ; sin..." rivayetini neshetmektedir. Çünkü Resulüllah o cümleyi M -i dine'de iken sorulan bir soru üzerine buyurmuş bulunuyordu. ibn| Abbas hadisi ise, Arafat'ta hacet vaktinde söylenmiştir.

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adi geçeri şöyle demiştir:

"Biz Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber ihramlı bu­lunduğumuz sırada, binekleri üzerinde olanlar gelip yanımızdan geçerlerken, tam hizamıza geldiklerinde biz (kadınlar) cilbabımızı başımızın üzerinden sarkıtıp yüzümüzü örtüyorduk, onlar geçince tekrar yüzümüzü açıyorduk." [193]

Salim'den yapılan rivayete göre, Abdullah b. Ömer (r.a.), ih-ramlı bulunan kadınlar için giyilmekte olan huffayn'in konçlarını kesiyordu. Sonra ben onaSafiyye bint Ebî Ubeyd'in (r.a.), Hz. Aişe'nin Resulüllah'tan (s.a.v.) rivayet ettiği şu bil­giyi hatırlatınca artık o, kadınlara ait huffaynin konçlarını kesmeyi bıraktı. Hz. Aişe (r.a.) diyor ki: "Resulüllah (s.a.v.) kadınlara (ihramlı iken) huffayn giymeleri için ruhsat verdi." [194]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: îhramlı kimsenin dikişli gömlek, entari, iç çamaşırı, kaftan, sarık, külah, takke, konçlu ayakkabı giyinmesi caiz değildir. Üstü açık konçsuz ayakkabı bulamadığı takdirde, konçlu ay­akkabının konçlarını kesip ayak kısmının yarısının üstü açık kalacak şekilde düzenleyerek giyer. Bunun gibi, ihramlı olan kimsenin zafe-ran ve vers ile boyanmış elbise kullanması caiz değildir. 'Ancak bun­larla boyanan elbise iyice yıkanır da boyanın kokusu kesilir ve oluşturduğu ince tabaka kaybolursa, o takdirde ihram olarak kul­lanılabilir. İlim adamlarından bir kısmına göre, belirtilen şekilde yıkansa bile yine de kullanılması caiz değildir. [195]

Kadınlara ihramlı iken, onların ihrama girerken, yani hac veya umreye niyet getirirken dikişli elbise giyinmelerinde bir sakınca yok­tur. Normal elbiseleriyle menasiki yerine getirirler, ancak yüzlerini örtmezler ve ellerine eldiven takmazlar. [196]

Kadın ihramlı iken, yabancılara karşı örtünmeyi kasteddiği tak­dirde, ellerini tenine dokunmayacak şekilde yüzünü örtebilir. Şafîüer de aynı görüştedirler.[197]

b)  Şafîîlere göre: Hanefîlerde olduğu gibi, erkekler hac veya umreye niyet edip ihrama girince, dikişli elbise giyinmeleri, sarık, külah, takke ve benzeri bir şeyi başlarına sarmadan veya geçirmeleri caiz değildir. Ancak göbekten aşağı dikişsiz bez bulamadığı takdirde don giyebilir; na'leyn bulamadığı takdirde huf giyinebilir. Dikişsiz el­bise bulunca don, na'leyn bulunca huffayni çıkarır.

Kadına gelince: O, güzel koku sürülen elbise giyinmez, boy­anmış renkli elbise giyinmesinde bir sakınca yoktur. Aynı zamanda ayaklarına giyindikleri konçlu ayakkabının konçlarını kesmezler. Nitekim Hz. Aişe'nin (r.a.) bu hususta kadınlara fetva verdiği bilin­mektedir. Aynı zamanda kadınlar iç çamaşırlarını, ayakkabı ve baş Örtülerini giyinirler, bunun için zaruri bir durum söz konusu değildir. [198]

Kadın ihramlı bulunduğu günlerde yabancılara karşı yüzünü ve ellerini örtebilir. [199]

c) Hanbelîlere göre: İhramlı bulunan erkekler, dikişli gömlek, iç çamaşır, külah, takke ve benzeri şeyler giyemezler; bunların hiç biri onlar için caiz değildir. Aynı zamanda üstü kapalı konçlu ayak­kabı giyinemezler. Ancak bir erkek dikişsiz bez bulamazsa, don giyi­nebilir. Konçsuz üstü açık ayakkabı bulamazsa, konçlu ayakkabı giyi­nebilir ve bundan dolayı fidye de gerekmez. Meşhur kavle göre ise, bu durumda olan ihramlı, konçlu ayakkabının konçlarım topukların alt kısmına varıncaya kadar keser. Malikiler de aynı görüştedirler. İmam Sevrî, îmam Şafiî, İshak, İbn Münzir ve rey taraf darlarının da kavli bu anlamdadır. [200]

Kadına gelince: Onun ihramlı halde yüzünü örtmesi haramdır, nasıl ki erkeğin ihramlı iken başını örtmesi haramsa.. Bu hususta pek hilaf yoktur. Ancak Hz. Esmanın (r.a.) ihramlı iken yüzünü örttüğü rivayet edilmiştir. Bu belki de yabancılara karşı örtünme ih­tiyacını duyduğu vakitlerde olmuştur. Nitekim Hz. Aişe hadisi bu görüşü kuvvetlendirmektedir. [201]

Genel anlamda kadının ihramlı iken yüzünü örtmemesi ve elle­rine eldiven takmaması emredilmiştir.

 

Tahliler ve  Rivayetler

 

318 nolu İbn Ömer hadisi sahihtir ve ihticaca elverişlidir. O bakımdan müctehidlerin hemen hepsi onunla istidlal ve ihticacda bu­lunmuşlardır.

Za'feran (safran) ve vers çiçekleriyle boyanan bez ve kumaşın ihramda kullanılmasının yasaklanmasının birtakım sebepleri vardır:

bu bitkilerden elde edilen -ilkel anlamdaki- boyanın hem aşırı toku neşretmesi, hem bez ile tam emişmeyip yer yer zerrecikler nde dökülmesi, hem de göze pek iyibir görüntü vermeyen birrengi :onusudur.

îhramlı iken konçları topukların altına gelecek ve ayağın üst mndan bir bölümünü örtmeyecek şekilde bir ayakkabı giymek ^kir. îmam Ahmed'e göre bu gerekli değildir, topuklara kadar uza-[ konçlu bir ayakkabı da giyilebilir. Diğer müctehidlere göre, içları herhalde kesilmesi söz konusudur.

319 nolu Ibn Ömer hadisi de sahihtir, aynı zamanda ihticaca sa-!ir. O bakımdan müctehidlerin çoğu bu hadisle ihticac etmişlerdir, flece ihramh kadının yüzünü örtmesi, ellerine eldiven ve benzeri j geçirmesi haramdır. Ancak yabancıların yakın nazarından bir e korunmak için kadının ihramh iken yüzünü örtmesine cevaz ve-liştir. Bu da Hanefîlerin içtihadıdır. Cumhur ise, kadının böyle imasını yasaklamıştır.

Ayrıca ihramh durumda olan kadının dikişli iç çamaşır ve dış afet giymesinde bir sakınca olmadığı anlaşılıyor ve süs eşyasından teşhir etmemek kaydiyle takınmasına da cevaz verilmiş bulunuy-

321 nolu Cabir hadisi sahihtir. Ancak İbn Ömer hadisiyle trüz etmektedir. İlim adamlarından bir kısmı burada mutlakı mu-yyed üzerine hamletmiş ve benzeri benzere ilhak etmiştir. Bumın-beraber îmam Şafiî ve birçok müctehid bununla amel edilebi-eğini belirterek giyilen dikişli donu sökmenin gerekli olmadığını ^emişlerdir. îmam Ebû Hanife ise bunun mutlaka sakıncalı Luğunu belirtmiş, îmam Malik de aynı anlamda ictihadda bulun-muştur.

Cumhur da aynı görüşü izhar edip hadisler arasında nesh bu-aduğuna, îbn Abbas ve Cabir hadislerinin Arafat'ta, îbn Ömer ha-iinin ise, Medine'de söylendiğine bakılarak îbn abbas hadisiyle İbn ner hadisinin neshedildiğini bir görüş olarak ortaya koymuşlardır.

Neshedilmediğini savunanlar ise, îbn Ömer hadisinin daha sa­lı olduğunu delil olarak göstermişlerdir. [202] Ayrıca Resulüllah'm a.v.) Arafat'ta belirtilen hususa ruhsat vermesi, hacetten kaynak-nmakta ve o ortamda zorluk ve sıkıntıyı kaldırmaya yönelik bulun-aktadır.

324 nolu Hz. Aişe hadisini Hakim sahihlemiştir. Ayrıca Ibn Huzayme tahric etmiş bulunuyor. Aynı zamanda bu manada bir diğer hadisi Fatma bint Münzer, Esma bint Ebî Bekir (r.a.) den rivayet etmiştir. el-Münzerî, ilim adamlarından birtopluluğun bu hadisin za­hiriyle amel etmeyi ihtiyar ettiklerini belirtmiştir. Hadisin ravilerin-den Yezid b. Ebî Ziyad hakkında îmam Şafiî durmuş ve sıhhati üzerinde birtakım şüpheler izhar etmişse de Zehebî onun saduk (doğru) olduğunu belirtmiştir.

325 nolu Salim hadisinin isnadında Muhammed b. İshak bulu­nuyor. Bilindiği gibi bu zat hakkında bîr çok şeyler söylenmiştir. O bakımdan müctehidlerin önemli bir kısmı bu rivayetle istidlal etme­mişlerdir.                                         

 

Çıkarılan Hükümler                                                 

 

1- İhramh olan erkeklerin dikişli elbise giyinmeleri, başlarını sarık, külah,takke ve benzeri bir şeyle örtmeleri haramdır.            

2- İhramh kimsenin safran ve vers bitkisiyle boyanan elbise giy­mesi sakıncalıdır. Bu iki boyaya benzer boyalarla boyanmış elbise, peştemal ve benzeri giyim eşyası kulanmak da caiz değildir.          

3- îhramlı erkeklerin iç çamaşır giyinmeleri ge caiz değildir.

4- îhramlı erkeklerim konçları topukların altında, üst kısmen açık bir ayakkabı giyinmeleri vaciptir.

5- Hac menasiki (ibadetleri) yerine getirilirken, sıkışık hallerde, belirtilen şekilde ayakkabı te'mini zor veya mümkün olmadığı hal­lerde konçları topuklara ulaşan ayakkabı giyilebilir. Bunun için bir ceza gerekmez. İmam Ebû Hanife ile îmam Malik'e göre ceza gerekir.

6- Hac menasiki yerine getirilirken izar edilen telden aşağı Örtecek kadar bez ve kumaş bulamayan kimsenin don giymesine ruh­sat verilmiştir. İmam Ebû Hanife ile îmam Malik'e göre, bu durumda yine ceza gerekir.

7- Topuktan aşağı olup üst kısmından bir bölümü açık olan ay­akkabı yerine konçlu ayakkabı bulunuyorsa, o takdirde, konçlarının kesilmesi gerekir. Kesilmediği takdirde, îmam Ahmed'e göre bir şey gerekmez.

8-İhrama giren kimsenin mümkün olduğu takdirde beyaz renk­li kumaş tercih etmesi müstehabdır. Bununla beraber za'feran ve vers olmamak kaydiyle renkli kumaş da olabilir.

9- İhrama giren kadınlar için dikişsiz elbise söz konusu değildir.

10- Ihramlı kadının yüzünü örtmesi ve ellerine eldiven veya nzeri bir şey geçirerek örtmesi caiz değildir.

11- İhramlı kadın, yanından yabancı erkek geçerken başındaki tünün bir ucuyla yüzünü bir süre örtebilir. Müctehidlerin çoğuna re, bundan dolayı ceza gerekmez.

12- îhramh kadınlar süs eşyası takınabilirler. Ancak zinet yer-Kni açmamaları söz konusudur.

13- İhramlı kadınlar iç çamaşırlarım giyinirler, dikişli olarak ş kıyafetlerine bürünürler.

14- îhramlı erkekler için haram kılman şeyler ihramlı kadınlar in de haramdır. Ancak dikişli elbise, ayakları örtecek kadar konçlu rakkabı ve başlarını örtme hususunda erkeklerden ayrılırlar, bun-x kadınlar için caiz, erkekler için caiz değildir.

 

İhramın Sıcak ve Başka Şeyden Korunmak İçin Başının Üstünde Gölgelik Tutunması ve Başını Örtmekten Kaçınması

 

Din kolaylık ve rahmettir. İlahi nassa aykırı olmadığı takdirde hep kolaylığı emreder. İbadet de gönül huzuru, sıkıntı ve meşakkatten uzak yapıldığı sürece kişiyi amaca yaklaştırır ve kalp yatışkanlığı sağlar.

Hac ibadetinin, özellikle afakî, yani Mekke dışından gelenler için birtakım zorlukları vardır. Bu daha çok iklim değişikliklerinden kaynaklanır ve fazla izdiham ve kalabalık sebebiyle insana sıkıntı ve­rebilir. O bakımdan İslam bilhassa sıcak mevsimde hac ve umre yapılırken güneşin tesirinden korunmak için şemsiye tutunmaya ve benzeri gölgelikler edinmeye cevaz vermiş; çok yağmurlu ve soğuk bir mevsimde omuzlar üzerinde battaniye, pardesü ve benzeri şeylerin alınmasında bir sakınca olmadığını belirtmiştir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ummu'l-Husayn (r.a.) diyor ki:

"Resulüllâh (s.a.v.) Efendimizle beraber Veda Haccı'm yaparken, Üsame ile Bilal1 i gördüm: Birisi, Resulüllah'm (s.a.v.) bindiği devenin yularından tutarken, diğeri Re-sulüllah'ı (s.a.v.) güneşten korumak için elbisesini O'nun başının üstünde tutuyordu. Bu hal, Resulüllah (s.a.v.) Cemre-i Akabe'ye taş atmcaya kadar sürdü." [203]

Diğer bir rivayette ise şöyle denilmiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber Veda Haccı'nı yerine getiriyorduk. Derken, Resulüllah (s.a.v.) Cemre-i Akabe'ye taş atarken ve oradan ayrılırken, devesi üzerinde bulunuyor bir halde gördüm: Bilal ile Üsame de oradaydılar; onlardan biri Resulüllah'ın (s.a.v.) bindiği devenin yularından tutup götürüyordu, diğeri ise, elbisesini şemsiye yapıp Re-sulüllah'm başının üstünde tutarak O'nu güneşten koruyup gölge yapıyordu." [204]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor kî: "Bir adamın bineği hırçmıaşıp Sırtmdan attı ve-adamın boynu kırılarak öldü ki, o adam ihramlı bulunuyordu. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyuruyordu: "Onu su ve sidr ile yıkayınız ye üzerindeki elbiseyi ona kefen yapınız; başım ve yuzunu örtmeyiniz. Çünkü gerçekten o, kıyamet gününde telbıye getirir bir haıde kabrinden kaldırılıp haşredılecektır. [205]

 

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: îhramlı iken yıkanmakta, çadır, mahfe ve benzeri şeylerin altında gölgelenmekte, (şemsiye ve benzeri şeyleri -başa dokundurmaksızm- tutunup gölgelenmekte), bel kemeri kullan­makta bir sakınca yoktur, bunlara cevaz verilmiştir. [206]

Aynı zamanda ihramlı kimselerin kılıç ve benzeri silah taşıması, kemer bağlaması, yüzük takınması ve gözlerine sürme çekmesi caizdir. Ancak kokulu sürme kullanması sakıncalıdır. Bir-iki defa kokulu sürme kullanmasından dolayı kan akıtması gerekir. [207]

b) Şafîîlere göre: Sıcaktan korunmak için ağaç, çadır, mahfe ve benzeri şeyler altında gölgelenmekte ve şemsiye tutmakta bir sakınca yoktur. Başının üstünde gölge yapsın diye tutunduğu şeye ih-ramlınm başı dokunup temas kursa bile bir şey gerekmez. Ama örtünmek için başının üzerine bîr örtü veya benzeri bir şey koyması caiz değildir. [208]

c) Hanbelîlere göre: Bina, ağaç, çadır ve benzeri şeyler altına girip sıcaktan korunmakta bir sakınca yoktur. Ama deve üzerine kon­ulan mahfe ve benzeri şeylerle gölgelenmek caiz değildir. Bunun gibi, başın üstünde bir örtü veya bir ağaç dalı tutup gölgelenmek de sakıncalıdır.

Ahmed b. Hanbel bu konuda, yukarıda adı geçen hadisle değil, İbn Ömer'den rivayet edilen şu olayla istidlal etmiştir: ibn Ömer (r.a.) binek üzerinde bulunan Ömer b. Abdillah'm bir ağaçdalı tutup onun­la güneşten korunduğunu görünce, onu böyle yapmaktan men'etmiştir." [209].

d) Bu konuda Malikîler de Hanefîlerin görüşündedirler. [210] Şevkanî'nin tesbitine göre, Hanbeliler'in görüşündedirler.. [211]

 

Tahliller  ve  Diğer Rivayetler

 

334 nolu Ümmu'l-Husayn hadisi sahihtir. Cumhur bu rivayetle  ederek güneşten korunmak için çadır, mahfe ve benzeri şeyler ma girmenin, şemsiye ve benzeri şeyler tutunmanın caiz olduğunu demiştir. İmam Malik ile İmam Ahmed bunun caz olmadığını be-tmişlerdir. Bu iki imam, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Bey-kî'nin isnad-ı sahih ile İbn Ömer'den yaptığı rivayetle istidlal nişlerdir.

336 nolu îbn Abbas hadisi de sahihtir. îhramlı bir halde ölen nse kefenlenirken başının ve yüzünün açık tutulmasının müstehab kuğuna delalet etmektedir. Bu ve diğer rivayetlere dayanan İmam lû Hanife ile imam Malik, ihramhnm yüzü hakkındaki hükmün [şıyla ilgili hükmün aynı olduğunu, yani ihramlı bulunan erkeğin zünü örtmesi caiz değildir, imam Şafiî ile cumhur-i ulemaya göre .zün ihramla ilgisi yoktur, adam isterse ihramlıbir vaziyette zünü Örtebilir, yüzün açık tutulmasının vücubu kadınlarla ilgilidir. [212]

Aynı zamanda ihramlı bir halde ölen kimsenin dikişli bir elbi-yle kefenlenmesi de İmam Şafiî'ye göre caiz değildir, imam Ahmed i ishak da bu hususta Şafiî'ye muvafakat etmişlerdir. İmam Malik, lam Evzâî ve İmam Ebû Hanife'ye göre, onun yüzünü örtmek ve ışını dikişli kefenle kefenlemek caizdir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İhramlı kimsenin güneşten korunmak için çadır, mahfe ve nzeri bir şeyin altına girip gölgelenmesi caizdir.

2- İhramlımn yine güneşten ve yağmurdan korunmak için amsiye ve benzeri bir şeyi başının üstünde tutması caizdir. İmam talik ve İmam Ahmed'e göre caiz değildir. Ancak bu iki imama göre, 7 çadır, ve ağaç altına girip gölgelenmek caizdir.

3- Kadınlar için belirtilenler söz konusu değildir; yani onlar p'lgelenmek ve güneşten korunmak için hem şemsiye ve benzeri bir ly tutabilirler; hem de başları üzerine başka bir örtü örtebilirler.

4- İhramlı bir vaziyette ölen kimsenin yüzü ve başı örtülmez, ynı zamanda dikişli elbiseyle kefenlenmez. Bu İmam Şafiî ve imam Lhmed'e göredir. İmam Malik ve İmam Ebû Hanife'ye göre, ih-amlının yüzü ve başı örtülür, gerekirse dikişli elbiseyle kefenlenebiir.

 

İhrama Girmeden Önce Sürülen Güzel Kokunun İhramlı İken Devamında Bir Sakınca Var mıdır?

 

İslâm toplum hayatım en güzel tanzim eden ve fertleri en uy gun davranışlarla birbirine ısındıran; nefret, tiksinti doğuran şeylerden kaçınmalarını telkin eden dindir. O bakımdan Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz günde birkaç defa saç ve sakalını tarar, güzel koku sürünür ve dişlerini misvaklardı. Hacc menasiki (ibadetleri) yerine getirilirken, hac dışı günlük hayata nisbetle birtakım şeyleri kullan­mak yasaklanarak onun bir istisna teşkil ettiği belirlenmiştir.

İhramdan önce, daha önceki baplarda belirttiğimiz üzere güzel koku sürünmek müstehab, olduğu gibi, ihrama tam hazırlanırken de güzel koku sürünmekte bir sakınca olmadığını, hatta istihbap kap­samına girdiğini söyleyebiliriz.

İhrama girdikten, yani hacca niyet edip iki bez parçasına büründükten sonra artık güzel koku sürünmemiz yasak­lanmıştır.Ama daha önce süründüğümüz güzel kokunun rayihası de­vam ediyorsa, onu gidermeğe gerek yoktur.

Konuyla ilgili hadisler

îbn Ömer (r.a.) (318 nolu) hadisinde, Hz. Peygambere'e (s.a.v.); "İhramlı olan kimse neler giyebilir?" sorulduğunda, Efendi-miz'in şu cevabı verdiği açıklanmış bulunuyor: 'İhramlı kimse dikişli gömlek, sarık, külah, takke ve dikişli don giyemez. Aynı zamanda vers ve za'feran ile boyanmış elbise de giye­mez..."

Sonra da ihramlı bir vaziyette ölen adam için "Onu tahnit et­meyin (güzel kokulu nesne sürmeyin)" buyurmuştur.

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ihramlı olduğu halde

üzerinden birkaç gün geçmesine rağmen ben Onun saçının aynm çizgisindeki güzel kokunun parlaklığına (şu anda) bak­ar gibiyim." [213]

Müslim, Nesâî ve Ebû Davud'un rivayetinde ise, şöyle denilmek­tedir:

"Resulüllah'ın (s.a.v.) ihramlı iken saçının ayrım çizgisindeki miskin parlaklığına (şu anda) bakar gibiyim." [214]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Bizler KesulüUah (s.a.v.) Efendimiz'le beraber Mekke'ye hareket edip çıktığımızda, ihrama gireceğimiz sırada alınlarımıza "Sük1* denilen güzel kokuyu sürerdik. Öyleki biz­den birimiz terlediğimizde o koku (terle birlikte) yüzümüze doğru akardı da o hali gören Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bizi ondan men'etmez di." [215]

Said b. Cübeyr'in îbn Ömer (r.a.) dan yaptığı rivayette, adı geçen şöyle demiştir:'

'Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ihramlı bulunduğu halde içine güzelkoku katılmadık zeytin yağıyla (bazı yerlerini) yağladı." [216]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

"İhrama girmek isteyenin gusletmesi, güzel koku sürmesi.." başlığı altındaki bölümde bu konuyla ilgili müctehidlerin görüş ve ic-tihadlarmı belirtmiş bulunuyoruz. Burada onların bir özetini verme­kle yetiniyoruz:

Hanefî, Şafiî ve Hanbelîlere göre, ihrama girmeğe hazırlanan kimsenin^ girmeden önce güzel koku sürünmesinde bir sakınca yok­tur. Hatta bazısına göre müstehabdır.

İmam Mâlik'e göre ise, mekruhtur. Şüphesiz Mâiîkiler bu konu­da Buharı ve Müslim!de geçen şu rivayetle istidlal etmişlerdir: "Bir adam, Hz, Peygamber'e (s.a.v.) dedi ki: Ya Resulellah! Vücudunu güzel kokuyla buladığı halde umreye niyet edip ih­rama giren kişi hakkında ne buyurursunuz?!1 Resulüllah (s.a.v.) biraz durduktan sonra şu cevabı verdi: "Üzerindeki güzel kokuyu üç defa yıka, üstündeki cübbeyî çıkar ve hac için ne yaptınsa aynı şeyi umre için de yap."

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler       

 

344 nolu Hz. Aişe hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. Hadis, ih­ramdan az önce güzel koku sürmenin müstehab olduğuna ve aynı za­manda ihrama girdikten sonra, o kokunun rayiha ve parlaklığının vücudun bir yerinde kalmasında bir sakınca olmadığına delalet et­mektedir.

345 nolu Aişe hadisini nakleden Ebû Davud ve el-Münzerî hadi­sin sıhhat derecesi üzerinde bir beyanda bulunmamışlardır. Ancak yapılan tesbitlere göre, isnadında yer alan raviler sikat (güvenilirler)dir. Ancak ravilerden Hüseyn b. Cüneyd -ki bu zat Ebû Davud'un şeyhidir- üzerinde durulmuş: Nesâî, "onun rivayetinde bir salanca yoktur" derken İbn Hibban onu sekat arasında zikretmiştir. [217] Zehebî ise, bu zat hakkında bir tesbite yer vermemiştir. Böylece hadisin sahih olduğu ağırlık kazanıyor.

347 nolu Said hadisinin garip olduğunu Tirmizî belirtirken, bu rivayeti Fekad es-Sincî tarikiyle bildiğim ilave ediyor. Hadis, ihramlı kimsenin, içine güzel koku karıştırılmamış zeytin yağını bedenin bir yerine sürmesinde bir sakınca olmadığına delalet etmektedir. Nite­kim İbn Münzir diyor ki: "İhramlı olan kimsenin zeytin yağı, içyağı, tereyağı yemesinde ve bunları (bedeninin herhangi bir yerine sürmek suretiyle) kullanmasında bir sakınca olmadığında ilim adamlarının icma'ı vardır." [218].

Böylece ihramlı kimse için güzel koku ile, sözü edilen yağlar hakkında ayrıntılı bilgi verilmiş oluyor. Birini diğerine kıyas mümkün değildir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İhramdan hemen önce güzel koku sürünmek mekruhtur. Süründüğü takdirde onu bedeninden gidermesi gerekir. Bu, İmam Malik'e göredir.

2- İhram'a girilmeden önce güzel koku sürünmekte bir sakınca yoktur.

3- İhramdan Önce sürülen güzel kokunun rayihası ve parlaklığı vücutta kalsa ve bir süre devam etse bile bir sakınca yoktur. Bu, diğer üç imama göredir.

4- Baş ve alın kısmına sürülen güzel koku, ihrama girdikten sonra  terle  birlikte  akıp  yüze  bulaşırsa,  bunda  da  bir  beis görülmemiştir.

5- İhramlı kimsenin içyağ, zeytin yağı, tereyağı yemesinde ve gerektiğinde bunları bedeninin bîr yerine sürmesinde bir sakınca yoktur.

6- Sözü edilen yağlara güzel koku karıştırıldığı takdirde kul­lanılması caiz değildir.

7- Bununla beraber ihramdan önce aşırı derecede güzel koku sürmekten kaçınıp ifrat ve tefritten uzak kalınarak normal şekilde sürünmek daha uygun olur.

 

İhramlının Bir Özürden Dolayı Saçını Traş Etmesi ve Bunun Fidyesi

 

Bilindiği gibi, hac veya umre, ya da her ikisi için niyet edip ih­rama giren kimsenin saçını, sakalını traş etmesi caiz değildir. Ancak bir hastalık ya da bitlenme ve benzeri bir arızadan dolayı temizlik ve sağlığa kavuşmak için traş olmaya cevaz, yani ruhsat verilmiştir. Aynı zamanda bu fiilden dolayı ihramlınm fidye vermesinin vacip olduğu hükme bağlanmıştır.

 

İlgili Hadisler

 

Kâb b. Ucre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Başımda (oluşan parazitten dolayı) eziyet bulunuyordu. Beni ahp Resulüllah (s.a.v.) Efendrimiz'e götürdüklerinde bit­ler yüzüme doğru dökülüp geliyordu. Beni bu vaziyette gören Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Görebildiğim kadariyle meşakkat ve eziyet sende (had safhaya) ulaşmış bulunuyor. Bir koyun bulabilir misin?" Ben cevaben: "Hayır, bulamam" dedim. Bunun üzerine ilgili ayet indi: "Sizden hasta olan veya başında bir eziyet ve rahatsızlığı bulunan kimseye (kurban yerine varmadan traş olursa, bunun için) oruç ya da sadaka, ya da kurbanlardan bir fidye vacip olur.." Resulüllah (s.a.v.) fidye üç gün oruçtur veya her birine yarım sa' olmak üzere altı miskini yedirmektir" buyurdu. [219]                      

Diğer bir rivayette şöyle denilmektedir:

"Hudeybiyye zamanında Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz canıma geldi ve (benim halimi görünce) şöyle buyurdu: Sarıyorum ki, başındaki parazitler şana eziyet veriyor?" Ben İe: "Evet, öyledir" dedim. O bana: "Öyle ise başını traş et ve bundan dolayı bir koyun kes veya üç gün oruç tut, ya da üç ka1 hurmayı altı miskine yarımşar sa1 olarak tasaddukta bu­lun" buyurdu. [220]

Ebu Davud ise bu hadisi şöyle rivayet etmiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz beni çağırdı ve bana: "Başını traş et, üç gün oruç tut veya kuru üzümden bir ferak (üç «a') ı altı miskine yedir veya bir koyun nüsk eyle (kes)." Bunun üzerine başımı traş edip nüsk olarak bir koyun kes­tim." [221]

 

Müctehidlerin İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Nahr (bayram) gününden önce ihramlmuı saçlarını kesmesi caiz değildir. Bu ister ustura, makina, makas gibi bir aletle gereçekleştirilsin, isterse arsenik ve benzeri kimyevi bir maddeyle giderilsin fark etmez. îhramlı bütün bunları işlemekten men'edilmiştir. Bunun gibi başındaki kıllardan birini olsun gidermez ve gidermek için arsenik sürmez. Hiçbir özür yokken ihramlı başını traş ederse, kan akıtması gerekir. Ama özürden dolayı traş ederse, Aziz ve Celil olan Allah'ın buyurduğu üzere şu üç şeyden birini yerine getirmesi vacip olur: Ya üç gün oruç tutar, ya altı fakiri doyuracak nisbette (üç sa') yiyecek tasadduk eder, ya da bir kan akıtır.

Hanefîler bu konuda Kâb b. Ucre hadisiyle istidlal etmişlerdir.

Başındaki saçının dörtte birini traş ederse yine kan akıtması gerekir. Dörtte birinden aşağı nisbette keserse, sadece bir miktar ta­saddukta bulunur. Bu, imam Ebû Hanife'ye göredir. îmam Ebû Yu­suf a göre, başının çoğunu traşederse, İmam Ebû Muhammed'e göre tamamım traş ederse kan akıtması gerekir. Aksi halde tasaddukta bulunur. [222]

b) Şafiîlere göre: İhramlı kişinin üç kıl veya üç tırnak kesme­siyle fidye gerekir. Bu hususta unutanla, kasden kesen veya bilmed­en veya bilerek kesen arasında fark yoktur.

Bir kıl koparmaktan dolayı bir müd taam tasadduk etmesi; iki kıl kopardığı takdirde iki müd taam tasadduk etmesi gerekir. Özürlü olan kimsenin saclarını traş etmesinde bir sakınca yoktur, ancak bundan dolayı fidye vermesi gerekir. [223]

Fidye bilindiği gibi, şu üç şeyden biriyle gerçekleşir: Üç gün oruç, veya altı fakiri doyurmak veya bir kan akıtmak..

c) Hanbelîler de bu konuda Kâb b. Ucre ile Bakara Sûresi 196. ayetle istidlal etmişlerdir. [224]

d) Malikîlere göre: İmam Mâlik'e göre, başın tamamı traş edildiği takdirde kan akıtmak gerekir. Daha az nisbette traş edenin tasaddukta bulunması söz konusudur. [225]

Böylece dört mezhep imamları bu konuda yukarıda sözü edilen ayet ve hadisle istidlal etmişlerdir. Aralarındaki fark, daha çok baştaki saçların nisbetiyle ilgili bulunuyor. İmam Mâlik'in içti­hadında daha çok kolaylık vardır. Sonra da Hanefîlerin içtihadı onu izlemektedir.                                                                          

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bayram gününden Önce ihramlının saçlarını kesmesi veya vücudundan kıl koparması caiz değildir.

2- îhramlının saç,sakal veya bedeninin herhangi bir yerindeki Kılları gidermesi, -ne ile gederirse gidersin- caiz değildir ve bundan dolayı ceza gerekir.

3- Başında, bitlenme veya başka bir sebepten dolayı özrü olan kimsenin saçlarını traş etmesi caizdir, yani buna ruhsat verilmiştir. Ancak bu durumda fidye ödenmesi vacip olur.

4- Fidye, şu üç şeyden birini yerine getirmekle gerçekleşir: Üç gün oruç tutmak veya altı fakiri yedirip doyurmak veya bir koyun kesmek suretiyle kan akıtmak..

5- Başında bir özür bulunmaksızın saçlarını traş eden kimsenin ise, herhalde ceza olarak bir koyun kesmesi vacip olur,

6- Başındaki saçın dörtte birini traş edenin de bir koyun kesme­si gerekir. Bu, İmam Ebû Hanife'ye göredir.

7- Özürsüz olarak başının çoğunu traş edene kan akıtmak gere­kir. Bu, İmam Ebû Yusuf un içtihadıdır.

8- Ancak başının tamamını traş edene kan akıtmak gerekir. Bu, îmam Mâlik ile İmam Muhammed'in içtihadıdır.

9- Başından veya sakalından üç kıl koparana kan akıtmak gere­kir. İki kıl koparana iki nıüd, bir kıl koparana bir müd tasaddukta bulunmak gerekir. Bu, İmam Şafiî'nin içtihadıdır. Bu ictihadda ko­laylık pek yoktur.

İmam Malik ile îmam Muhammed'in içtihadında kolaylık vardır. O bakımdan sıkışık durumlarda bu iki imamın içtihadıyla amel edilebilir.

 

İhramın Hacamat Yaptırnası ve Başını Yıkaması

 

Hacamet, eskiden ilkel aletlerle vücudun herhangi bir yerinden kan alma anlamına gelen bir isimdir. Günümüzde ise daha fenni alet­lerle kan alma da bu ismin kapsamına girer.

Böylece hac veya umre, ya da her ikisi için niyet edip ihrama gi­ren kimsenin ihtiyaç duyduğu hallerde vücudunun her hangi bir ye­rinden kan aldırmasında bir sakınca görülmediği gibi, kirlenen başı yıkamaya da cevaz verilmiştir. Ancak başı yıkarken kokulu sabun veya benzeri bir madde kullanmak caiz değildir. Güzel kokusu olmay­an sabun ve benzeri bir şeyi kullanmaya cevaz verenler olmuştur.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Abdullah b. Buhayne (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Mekke yolu üzerinde Lıha-Cemel mevkiinde başının orta kısmında hacamet yaptırarak kan aldırdı ki kendisi ihramlı bulunuyordu." [226]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ihramlı bulunduğu halde hacamet yaptırdı (vücudundan kan aldırdı)."

Buharı ise bu olayı şöyle nakletmiştir: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, ihramlı bulunduğu sırada başındaki bir ağrıdan dolayı "Liha-Cemer denilen ve suyu bulunan yerde hacamet

yaptırdı." [227]

Abdullah b. Hunayn (r.a.) den yapılan rivayete göre: İbn Abbas ile Misver b. Mahreme, el-Evbâ adlı yerde ihtilafa düştüler: İbn Âbbas (r.a.) "İhramlı kimse başını yıkayabilir" derken, Misver (r.a.) "İhramlı kimse başını yıkayamaz" diye iddia etti.

Raui diyor ki, İbn Abbas beni Ebû Eyyub el-Ensârî'ye (r.a;) gönderdi. Ben ona gittiğimde kendisini kuyunun iki karni arasında yıkanır buldum ki, bir bezle sütrelenmiş bulunuyor­du. Kendisine selam verdim. Sordu: "Kimsiniz?" ben de: "Ben Abdullah b. Hunayn'im, İbn Abbas beni size gönderdi de, Re-sulüllah (s.a.v.) Efendimizi'in ihramlı iken nasıl yıkandığını soruyor.." Bunun üzerine Ebû Eyyub (r.a.) elini elbisesinin üzerine koydu da onu yavaş yavaş aşağı doğru indirdi, tâki başını görmeye başladım. Sonra oradaki adamlardan birine su getirtip başına dökmesini emretti. Adam su getirdi, o da "üzerime dök" diye söyledi. Adam suyu onun başı üzerine döktü.

Sonra Ebû Eyyub (r.a.) eliyle başını ovmaya başladı, ile-ri-geri götürüp getirdi ve şöyle buyurdu: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in böyle yaptığını gördüm." [228]

 

Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Hanefî, Şafiî ve Hanbelî imamlarına göre, ihramlı bulunan kimsenin hacamet yaptırması, yani vücudunun bir yerini yarıp boynuzla veya herhangi bir aletle kanaldırması mu­bahtır. Ancak bu durumda, hacamet yapılan yerdeki kılları traş et­memesi gerekir. Aksi halde hacametten dolayı değil de, kılları traş ettiğinden dolayı fidye veya tasadduk gerekir. Bunun gibi ihramlınm vücudunu kaşıması, kılların düşmesine sebep olmadığı takdirde mu­bah sayılmıştır. İmam Şafiî'ye göre, kıl dökülmediği takdirde vücudu kaşımak mekruhtur, kıl dökülmesi halinde ise haramdır.

İmam Mâlik'e göre; İhtiyaç hissedilmedikçe ihramlınm kan aldırması mekruhtur. İhtiyaç halinde ise, hacamet yapılan yere ftlr bez ve benzeri şey bağlamadığı takdirde caizdir. [229]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

348 nolu Abdullah hadisi sahihtir. Buharı "muhrim" kelimesin­den sonra "saim" lafzını da rivayet etmiştir. Böylece Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz hacamet yaptırdığı zaman hem ihramlı, hem de oruçlu  bulunuyordu.   O  bakımdan  gerek  ihramlınm,   gerekse oruçlunun kan aldırmasında bir sakınca olmadığı anlaşılıyor.

İmam Nevevî bu konuda şöyle demiştir; "îhramlı bulunan kimse hacet olmaksızın hacamet yatırmak isterse, eğer bu durumda saçın bir kısmını veya bedendeki kıllarının o nahiyedekini kesmesi gere­kirse, bu haram sayılır. Kılları traş etmeden kan aldırması mümkünse, bu cumhura göre caizdir." Ancak İmam Malik bunu mek­ruh kabul etmiştir.

Ama zarurî durumdan dolayı saçını veya vücudunun o nahiye­sindeki kılları traş etmesi gerekirse, o takdirde traş olması caizdir ve bundan dolayı fidye vacip olur.                                                    

Böylece ihramlı kimsenin hacamet (kan aldırması), başka bir aletle damara nüfuz edip kan vermesi, diş çektirmesi caizdir. Yeter ki bunları yaparken ve yaptırırken güzel kokulu bir madde kullanmasın ye kılların dökülmesine sebep olmasın.

349 nolu îbn Abbas hadisi de sahihtir. Birinci hadisi kuvvetlen­dirmekte ve ihramlı kimsenin hacamet yaptırmasında bir sakmcajol-madığma delalet etmektedir.                                                    

350 nolu Abdullah hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir. îbn Ab-bas'la (r.a.) ihramlı iken kişinin başını yıkamasında bir sakınca olup olmadığı konusunda tartışan Misver b. Mahreme, Ebu Eyyub el-Enseri Hazretlerinin, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in ihramlı iken nasıl yıkandığım bilfiil göstermesi üzerine, gerçeği anlayınca, gelip İbn Abbas'a şöyle demiştir: "Bundan böyle bir daha (dînî konularda) seninle tartışmayacağım."

Böylece hadisten, ihramlı kimsenin başım yıkamasında ve eliyle başmı oğmasmda bir sakınca olmadığı anlaşılıyor.

İmam Malik ise, Muvatta'da Nâfî'den yaptığı rivayette, adı geçenin şöyle dediğini nakletmiş tir: "îbn Ömer ihramlı iken ancak ih­am olunca yıkanırdı." O bakımdan îmanı Mâlik, ihramlı iken başa dökmek suretiyle onu örtmenin mekruh olduğunu belirtmiştir. [230]

Aynı zamanda îmanı Mâlik, Yahya b. Mâlik tankıyla Süleyman Yesar'dan şunu rivayet etmiştir: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ih-mlı iken Lıha-Cemel mevkiinde başının üs nahiyesine hacamet ptırdı. Bu mevki, Mekke yolu üzerinde bulunu-yor." [231]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- ihramlı iken kan aldırmakta bir sakınca yoktur.

2- İhramlı iken başından veya başka bir yerinden kan aldıran msenin, kan aldırılan yerin kıllarını traş etmesi caiz olmaz. Ancak mu bir zaruretten veya hacetten dolayı yaparsa, tasadduk vermesi rekir.

3- Traş edilen miktara göre ceza takdir edilir. Baş nahiyesinde dörtte bir, başın çoğu veya tamamı traş edilirse, daha Önceki bahiste belirttiğimiz üzere müctehidlerin içtihadı doğrultusunda amel lilir.

4- îhramlı iken, kokulu sabun ve benzeri bir madde kullan-aksızm başı yıkamak ve oğmakta bir sakınca yoktur. îmam Şafiî'ye ire, oğmak mekruhtur.

5- Başı oğarken kıl döküldüğü takdirde, ihramlı bundan dolayı ısaddukta bulunur.

6- Oruçlu olan kimsenin de hacamet yaptırmasında bir sakınca yoktur. Ancak bundan dolayı takatten düşmesi söz konusu ise, ha-ımet yaptırması mekruh olur.

 

İhramlı Kişi Ne Nikah Yapar, Ne De Nikahlanır

 

Hac ve umre, ya da her ikisi için niyet edip ihrama giren kimse, ihramlı bulunduğu sürece evlenemez, ister erkek isterse kadıii olsun aynı hükme dahil sayılırlar.

Zira ihram, bir bakıma dünya işlerinden ve bir kısım lezzetlerd­en uzak kalıp mahşerdeki muhteşem manzaradan bir tablo oluşturmaya ve kutsal bir hava içinde Allah sevgi ve korkusuyla kal­bi doldurmaya, ruhu tazeleyip vicdanen gelişmeye yönelik bir hikme­ti içirmektedir. O bakımdan böyle bir hava içinde evlenmek yasak­lanmış bulunuyor.

Böylece hacca niyet edip ihrama giren kimsenin nasıl bu vaziy­ette cinsel yaklaşmada bulunması yasaklanmışsa, ihramlubulunduğu sürece nikah yapması, yani evlenmesi yasaklanmış bulunuyor.

 

İlgili Hadisler

 

Osman b. Affan (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşun "İhramlı olan ne nikah yapab­ilir, ne de nikahlanabilir. Aynı zamanda nikah için kız istiye-

mez." [232]

Tirmizî'nin rivayetinde hadisin sonundaki cümle yer al­mamıştır.

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, kendisinden, umre  hac yapmak isteyen bir adamın Mekke dışından bir imla evlenmek arzusunda olduğu soruluyor. O da şu cev-

veriyor: "İhramlı bulunduğun sürece onunla evlenme. nkü Resulüllah (s.a.v.) ihramlı kişinin evlenmesini yasak-&ıştır." [233]

Ebû Ğatafan'dan, önün da babasından, onun da Ömer'den \tıgı rivayete göre, Uz. Ömer (r.a.) ihramlı iken bir kadınla ev-!en adamla o kadının arasını ayırmıştır." [234]

îbn Abbas (r.a,) dan yapılan rivayete göre: Resulüllah (s.a.v.) indimiz ihramlı iken Meymune ile evlendi." [235]

Buharı ise bu rivayeti şu lafızla rivayet etmiştir: "Resulüllah ı.v.) ihramlı bulunduğu sırada Meymune ile evlendi ve ih-ndan çıkınca onunla zifafa girdi." [236]

Yezid b. Asamm'ın Meymune (r.a.) danyaptığı rivayete göre: ygamber (s.a.v.) Efendimiz onunla ihrama girmeden önce endi ve yine ihramlı olmadığı zaman onunla zifafa girdi. . Meymune (r.a.) Şeref mevkiinde vefat etti ve Resulüllah'ın unla zifafa girdiği gölgelikte onu defnettik." [237]

Ebu Rafi (r.a.) dan yapılan rivayete göre: Resulüllah (s.a.v.) mdimiz ihramlı olmadığı sırada evlendi ve onunla yine ih-nlı olmadığı sırada zifafa girdi ve ben de ikisi arasında elçi iunuyordum." [238]

Ebu Davud'un yaptığı rivayete göre, Tabiîn'den Said b. Müseyyeb şöyle demiştir: 'Îbn Abbas ise, "Resulüllah (s.a.v.) Efen­dimiz ihramlı iken Meymune ile evlendi" şeklinde vehmetmiş bulunuyor.                                                                                

 

Müctehidlerin İstidlal ve Îhticaclar

 

a) Hanefîlere göre: İhramlı bulunan kimsenin nikah akdinde bulunması   caizdir.Çünkü   ihram,   kadının   nikah   edilmesini men'etmez, kadından bu salahiyeti almaz; ancak onunla cinsel temasi yasaklar, yani buna cevaz vermez. Bu konuda ihram da ayhali ve loğusalık gibidir. Nasıl ki ayhali ve loğusa olan kadını nikahlamak caizse, ihramlı iken onu nikahlamak da caizdir. Ayhali ve loğusa olan kadınla cinsel temas nasıl haram kılınmışsa, ihramlı iken kadınla cinsel temasta bulunmak da haram kılınmıştır. [239]

b) Diğer üç imama göre, ihramlı iken nikah akdinde bulun­mak haramdır ve yapılan akit geçersizdir. [240]

İhramlı olan karı-koca cinsel temasta bulundukları takdirde, ih-ramlılar gibi davranırlar ve ihramlı kalırlar ve her birinin bir hayvan kesip kan akıtması gerekir. Gelecek yıl o haccı kaza etmeleri vacip olur. Kaza haccı yaparken iftirakta bulunurlar yani bir birinden ayrılırlar, birarada bulunmamaya dikkat ederler. [241]

Şeyhzade ise Mecmeu'l-enhür'de bu konuda Hanefîlern görüşü olarak şu bilgiyi vermektedir: "İhramlı kimse Arafat'da vakfeden önce eşiyle cinsel temasta bulunursa haccı fasit olur, fakat hac me-nasikini yapmaya devam eder ve gelecek sene onu kaza etmesi gere­kir ve bu fiilinden dolayı bir hayvan kesip kan akıtması vacip olur. Haccı kaza ederken eşinden iftirak etmesine gerek yoktur." [242]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

354 nolu Osman hadisi sahihtir. Hadiste birinci cümle olarak "lâ yenkihu"dan maksat, kendisi için tezevvücde bulunamaz, yani ni­kah  akdi ypıp  evlenemez demektir.  İkinci  cümle  olarak  "velâ yünkihu" dan maksat, herhangi bir kadını velayet veya vekalet yo­luyla evlendiremez demektir. Üçüncü cümle olarak "velâ yahtubu' dan maksat, bir kadını, evlenmek maksadıyla isteyemez demektir. Diğer bir yoruma göre, "akid esnasında nikahta hatib olarak buluna­maz" demektir. Ancak birinci yorum daha sahihtir.

Böylece Osman (r.a.) hadisi, ihramlı kimsenin bu hali devam et­tikçe, bir kadınla nikah yapıp evlenemiyeceğine bir kadını vela-yet veya vekaleten evlendiremiyeceğine ve evlenmek için bir kadın veya kızı istemiyeceğine delalet etmektedir.

355 nolu İbn Ömer hadisinin isnadında Eyyub b. Utbe bulunuy­or ki, bu zat zayıftır. Ancak ilim adamlarından bazısı onun sika olduğunu söylemiştir. [243]

Ahmed b. Hanbel de onun zayıf olduğunu belirtmiş, îbn Main onun kaviy olmadığına dikkat çekmiştir. Buharî'ye göre, Eyyub, ha­dis erbabı yanında vasat sayılır. Ebû Hatim, onun kitaplarının sahih olduğuna kaildir. Ama hafızasından nakledince yanlış yaptığı söylenebilir. îbn Adiy ise şöyle demiştir: "Zayıf olmasına rağmen ha­disleri yazılabilir." Nesâî, onun muztaribü'l-hadis olduğunu kaydet­miştir. Ebû Davud da, onun kitaplarının sahih olduğunu belirtmiştir. [244]

356  nolu Ebû Ğatafan hadisine gelince, müctehidlerin çoğu onunla istidlal etmemiştir.

357  nolu îbn Abbas hadisi ise, bu konuda ashabın çoğunun görüş ve içtihadına muhalif düşmektedir. Resulüllah'm (s.a.v.) ih­ramlı iken onunla evlenmesini hiç kimse rivayet etmemiş, bilakis ih­ramlı olmadığı esnada nikah ettiği belirtilmiştir. O bakımdan bu ri­vayetinde îbn Abbas (r.a.) yalnız kalmıştır.

îlim adamlarının çoğununun yaptığı tesbite göre, Resulüüah (s.a.v.) Efendimiz Harem sınırları dahilinde ihramsız bulunduğu bir zamanda onunla nikahlanmış tır. Nitekim gerek 359 nolu Yezîd hadi­si, gerekse 360 nolu Ebû Rafı' hadisi, Resulüllah'm (s.a.v.) ihramlı bulunmadığı sırada Hz, Meymune'yle evlendiğine açık biçimde dela­let etmektedir.

Usûlculardan bazı ilim adamları şu kuralı dikkate almışlardır: "Sonraki âmm1 önceki hass'la hususi andırmak caizdir. Veya sonraki âmmı nasih olarak kabul etmek mümkündür. Böylece hass olan îbn Abbas hadisinin âmm olan Yezîd ve Ebû Rafı' hadislerini husus-landırdığı söylenebilir veya İbn Ömer hadisinin diğerlerini neshettiği düşünülebilir.

Bu kuralı dikkate aİan Küfe ehli ve Ata ile îkrime, ihramlı kim­senin nikah akdi yapması, yani evlenmesi veya birini evlendirmesi caizdir. Ancak ihramlı bulunduğu sürece zifaf yapamaz (gerdeğe gire­mez). Nitekim îmam Ebû Hanife de aynı görüş ve ictihaddadır; diğer imamlar ise buna muhaliftir.                                          

 

Çıkarılan Hükümler      

 

1- îhramh bulunan kimsenin bu vaziyette nikah yapıp evlenme­si, başkasını vekaleten evlendirmesi, kız istemesi ve nikah akdinde hatip veya şahit olarak bulunması caizdir. Bujmam Ebû Hanife ve Küfe alimlerinin görüş ve içtihadıdır.

2- Diğer üç mezhep imamlarına, îmam Zuhrî ve îmam Evzâî'ye göre, ihramlı kimse belirtilen hususlardan hiçbirini yapamaz, bu ya­saklanmıştır. İhramlı iken yaptığı nikah akdi hükümsüzdür. Nitekim Ömer, îbn Ömer, Zeyd b. Sabit ve Said b. Müseyyeb ile Süleyman b. Yesar'm içtihadı bu doğrultudadır. [245]

3- İhramlı kimse ister Arafat'ta vakfeden Önce ister sonra eşiyle cinsel temasta bulunursa hem kendisinin, hem de eşinin haccı fasit olur. Kadın da isteyerek kocasının bu arzusuna olumlucevap verip kaçmmamışsa, her birinin bir sığır veya deve kesmesi vacip olur. Aynı zamanda gelecek sene bozdukları bu haccı kaza etmeleri gere­kir.

4- Cinsel temastan dolayı hacları ifsat olan karı- koca, gelecek yıl bu haccı kaza ederken ayrı bulunmaları gerekli değildir. İlim adamlarından bazısına göre ayrı durmaları daha uygun olur.

5- Ebû Hanife'ye göre, Arafat'ta vakfe yapmadan Önce eşiyle cin­sel temasta bulunanın haccı fasit olur; vakfeden sonra cinsel temasta bulunursa, haccı fasit olmaz, sadece bir kan akıtması gerekir. Çünkü "Hac Arafat'tır" hadisi söz konusudur.

 

İhramlının Av Hayvanı Öldürmesi Haramdır

 

Hac veya umre için ihrama girip niyet etmek, insanı bir bakıma ünya işlerinden ve nefsanî arzulardan çekip alır; uhrevî hayat ha-asına sokarak ruhen arındırıp geliştirir ve hac menasikini ibadetlerini) her türlü dünyevî dağdağadan uzak bir hava içinde apmâyı telkin eder.

O bakımdan ihramlınm nasıl cinsel temasta bulunması, açlarım kestirmesi, güzel koku sürünmesi haram kılınmışsa, o va~ iyette av hayvanı öldürmesi, Öldürene yardımcı olması da haram alınmıştır.

Konuyla ilgili hadisler

Önce bu konuda sarih bir ayet bulunmaktadır, Cenab-ı Hakk, hramlı kişinin av hayvanı öldürmesi halinde misliyle ceza ödemesini lükme bağlamış bulunuyor. Şöyle ki:

"Ey iman edenler! Siz ihramlı iken av hayvanı öldürmeyin; sizden kim bile bile onu öldürürse kendisine ceza vardır. O da öldürdüğüne benzer bir davardır ki, Öldürülen gibi olduğunu iki adil kimse takdir edip hüküm verir. Davar, hacı kurbanı olmak üzere Kabe'ye götürülür, orada kesilir; yahut yoksullara yemek vermek suretiyle veya onun dengince oruç tutarak keffaretini eda etsin.." [246]

Cabir (r.a.) dan yapılan rivayete göre: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz sırtlan (avlamak) hakkında ihramlıya bir koyun (ceza) isabet edeceğini belirtmiş ve onu avdan saymıştır." [247]

Muhammed b. Şirinden yapılan rivayete göre, adı geçen ş-de haber vermiştir:

"Bir adam Ömer b. Hattab'a gelerek dedi ki: "Doğrusu ben ve bir arkadaşım atlarımızla akabe gediğine doğru yarışıyorduk; derken bir geyiğe isabet ettirerek (öldürdük); aynı zamanda ihramlı bulunuyorduk. Bu hususta ne dersi­niz?" Bunun üzerine Hz. Ömer yanındaki adama: "Gel de benle sen (bu konuda) hükmedelim" dedi ve bir dişi keçi (ceza ola­rak ödemesine) hükmettiler.

Bu hüküm üzerine adam ayrılıp giderken şöyle diyordu: "İşte bu Emirelmü'minin olarak bulunuyor; benim geyiğim hakkında hüküm veremedi de bir adam çağırıp onunla bera­ber (konuyu değerlendirerek) hükmedebildi!" Onun bu sözünü işiten Hz. Ömer (r.a.) onu çağırıp sordu: "Maide Sure-si'ni okuyor musun?" O da: "Hayır.." diye cevstp verince, Hz. Ömer (r.a.) tekrar sordu: "Şu benimle beraber hüküm veren adamı tanıyor musun?' [248]. O yine:"Hayır, tar mıyorum" diye cevap verdi. Hz. Ömer (r.a.) ona: "Eğer sen bana Maide Sure-si'ni okuduğunu haber vermiş olsaydın, herhalde seni incitir anlamda sana bir dayak atardım" dedi ve devamla şöyle buy­urdu: "Şüphesiz ki Aziz ye Celîl olan Allah kendi kitabında şöyle buyurmuştur: "Öldürülen hayvanın bir benzeri olduğunu iki adil kimse takdir edip hüküm verir!" İşte benim­le beraber hükmeden zat, Abdurrahman b. Avf (r.a.) dır.." [249]

Cabir (r.a.) dan yapılan rivayete göre: Hz. Ömer (r.a.) ih-ramlının avlayıp öldürdüğü bir sırtlana bedel bir koyun; bir geyiğe bedel bir dişi keçi; bir tavşana bedel bir keçi yavrusu (dişi olmak üzere) ve bir yaban faresine bedel dört aylık bir oğlağın (ceza olarak verilmesini) hükme bağladı." [250].

Eclako. Abdillah'dan, o da Zübeyyir'den, o da Cabir (r.a.) den rivayet etmiştir: Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "İhramlı olan sırtlan avlarsa.ona bedel bir koç; geyik avlarsa bir koyun, tavşan avlarsa bir dişi keçi yavrusu; yaban faresi avlarsa bir oğlak (ceza olarak tasadduk eder)." [251]

Ravi diyor ki: Oğlaktan maksat, kendi kendine otlayacak duruma gelmiş olanıdır.

 

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Kara hayvanlarından hilkati itibariyle ev­cil olmayanları -ister eti yenilen türden olsun, isterse yenilmeyen türden olsun fark etmez- ihramlı bulunanın avlaması, öldürmesi, ya­ralaması ve avlayana yardımcı olması haramdır. Ancak bunlardan saldırgan'olup insana eziyette bulunanları müstesna; yani onları, eziyet ve kötülüğünden korunmak maksadıyla öldurmekte bir sakınca olmadığı gibi, karşılığında bir ceza da ödemek gerekmez.

O halde hilkati itibariyle ehlî (evcil) olmayan ve insanlardan ayak veya kanatlarını kullanarak uzak duran kara hayvanlarım av­lamak -ihramlıya, ihramda bulunduğu sürece- haram kılınmıştır. De­niz avı ise onun için mubah kılınmıştır. O halde deve, sığır, koyun ve keçi kara avı kapsamına girmediğinden ve hükatları itibariyle evcil olduklarından ihramlınm onları kesmesinde bir sakınca yoktur. Bun­lar gibi evcil olarak üretilip yetiştirilen kaz, ördek ve tavuk da kara avı kapsamı dışında kalmakta ve ihramlı tarafından kesilmelerinde bir sakınca olmadığı anlaşılmaktadır,                                              

Evcilleştirilen güvercin de kara avı kapsamına girer. Çünkü i hilkati itibariyle yabanî sayılır. Bunun gibi, evcilleştirilen geyik, deve- " kuşu, papağan ve benzeri yabani hayvanlar da ihramlı tarafından av-lanamaz, avlanıp öldürüldüğü takdirde veya normal şekilde kesil­diğinde haram bir fiil işlemiş olunur ve bundan dolayı ceza gerekir.

Bunun aksine hılkatan (yaratılıştan) evcil olan deve veya sığır yabanileşirse, yine de avlanmasında bir sakınca yoktur. Köpek de böyledir. Yabanileşse bile evcil köpekler kapsamına girer ve ona göre hüküm uygulanır.

Avlanan hayvanlar, kara ve deniz olmak üzere ikiye ayrılır. De­niz hayvanları, denizde doğanlarıdır. Bunlar ister denizde^ isterse hem denizde, hem de karada yaşamlarım sürdürsünler fark etmez. Çünkü itibar doğup neşvü nema bulduğu yeredir. Kara hayvanları ise, doğup neşvü nema bulduğu yer, karada olanlardır. İsterse bun­lar zaman zaman denizde, yani suda   da yaşasınlar fark etmez.

Denizde (suda) yaşayan hayvanların hem muhrim (ihramlı) hem de helal (ihramlı olmayan) lar tarafından avlanması he­laldir .Bunların ister eti yenilsin, ister yenilmeyen cinsden olsun av­lanmalarında bir sakınca söz konusu değildir.

Kara hayvanlarının avlanmasına gelince: Bunlar, eti yenilen ve yenilmeyen olmak üzere ikiye ayrılırlar. Eti yenilenlerin ihramlı ta­rafından avlanması helal değildir. Geyik, tavşan ve benzeri hayvan­lar bunlardan birkaçıdır. Yabanî eşek (zebra), tavşan, yabanî sığır ve eti yenen kuşlar da böyle.

Bunun gibi, ihramlınm hılkatan (yaratılıştan) evcil olmayan hayvanların avlanmasına işarette bulunması veya yol göstermesi de helal değildir.

Saldırgan olup tehlike arzeden, eziyet veren aslan, kaplan, kurt, çita, jaguar ve benzeri hayvanları ihramlınm öldürmesinde bi sakınca yoktur. Nitekim Resulüllah (s.a.v.) "Beş fasik, (zararlı) hay­van hill ve haremde ihramlı tarafından da öldürülür: yılan, akrep, fare, saldırgan (ve kuduz) köpek, garga.." buyurmuştur.

îhramlı kimsenin yabanî olan kara hayvanlarını avlaması söz konusu olunca, şu üç şıktan biriyle ilgilidir; Öldürmek, yaralamak veya öldürmeden, yaralamadan yakalamak.. [252]

îhramlı iken ister harem dahilinde, isterse hill kesiminde ya­banî hayvan avlamak veya avlayana yol göstermek, yani hayvanı gösterip yardımcı olmak yasaklanmıştır. Buna rağmen böyle yapacak olursa, iki adil kimsenin takdir ve tesbitine göre kendisine ceza gere­kir. Bu ceza, öldürülen hayvanın kıymeti dikkati alınarak belirlenir.

Takdir edilen kıymetle bir hayvan satın alınabiliyorsa, onu satın alıp Harem dahilinde keser; değilse takdir edilen parayla yiye­cek maddesi satın alır ve alman madde buğday ise her fakire yarım sa'; üzüm, arpa veya hurma ise her fakire bir sa1 verir. Dilerse her sa' yerine bir gün oruç tutarak cezayı ödemiş olur. [253]

İmam Muhammed'e göre, avlayıp öldürdüğü hayvanın cüssesinin misliyle ceza takdir edilir. Mesela geyiğe bedel bir koyun, sırtlana bedel bir koyun, tavşana bedel bir dişi keçi yavrusu, deve­kuşuna bedel bir sığır, yabanî eşeğe bedel bir inek takdir edilir. Ben­zeri, misli olmayan hayvanlara karşılık ceza olarak para takdir edi­lir.

îhramlmın yabani hayvan avlama, öldürme konusunda bunu kasden işleyenle, unutarak veya yanlışlık yaparak işleyen arasında fark yoktur. [254]

b) Şafiîlere göre: Kara hayvanlarından eti yenilenlerden veya eti yenilenle yenilmeyenin birleşmesinden doğup meydana gelenlerd­en avlamak haramdır. Bu, Harem dahilinde sadece ihramlı için değil, ihramlı olmayan kimseler için de yasaklanmıştır. O bakımdan harem dahilinde kara hayvanlarından yabanî bir hayvanı avlayan kimse onun bir mislini ceza olarak ödemesi vacip olur. Mesela devekuşuna bedel bir sığır, yabanîsığıra ve bir de yabanî eşeğe karşılık bir inek, gazala (geyik, ahu) bedel bir dişi keçi, tavşana bedel bir dişi keçi yav­rusu., ceza olarak ödenir. Ancak öldürülen yabanî hayvana karşılık ceza olarak takdir edilecek hayvanı iki adil kimse takdir eder. Misli olmayan hayvana bedel kıymet takdir edilir. [255]

c) Hanbelîlere göre: Kişi ihramlı iken kara hayvanlarının ya­banî olanlarından birini avlayıp öldürürse, bu ister kasden, isterse hatâen olsun onun bîr benzerini ceza olarak Öder. Ancak açlıktan muztar durumda kalırsa, o takdirde avlayıp yiyebilir. Ayrıca saldırır da başka çare bulamaz da onu öldürürse, bundan dolayı bir ceza ge­rekmez.                                                                            -

Şüphesiz bu ceza ancak ihramlıya gerekir. Aynı zamanda avla­nan hayvanın eti yenilen bir türden olması sözkonusudur. Eti ye­nilmeyen bir hayvanı avlamaktan dolayı keffaret gerekmez. Sonra da avlanan hayvanın yabani olması şarttır. Evcil olup eti yenilen bir hayvanı kesmekte bir sakınca yoktur.

Böylece deniz avı ihramlı için de, ihramsız için de helal

kılınmıştır.

Karada yaşayan yabani hayvanlardan birini avlayan kimsenin, onun birbenzerini ceza olarak Ödemesi gerekir. Bunu da adil iki bilir­kişinin takdir etmesi söz konusudur. [256]

d) Malikîlere göre: Harem dahilinde bir hayvan avlamak, ihramlıya haram kılınmıştır. Bundan dolayı şu üç cezadan biri gerekir:

1- Onun bir benzeri sayılacak davarlardan biri takdir edilir.

2- Bulamadığı takdirde kıymeti takdir edilerek yiyecek maddesi

alıp dağıtır.

3- Bunu da teminedemediği takdirde satın alınacak yiyecek maddesinin her müddüne karşılık bir gün oruç tutar.

 

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

369 nolu Cabir hadisini aynı zamanda îbn Hibban, Ahmed ri­vayet etmiş; Hakim ise el-Müstedrek'te onu tahricen nakletmiş ve Tirmizî de bu rivayete yer vermiştir.

Buharı ve Abdülhak bu hadisi sahihi emişi erdir. Başkası ise, onun mevkuf olduğunu belirterek ta'lîlde bulunmuştur. Beyhakî, onunla ihticac yapılabilir diyerek sahih olduğunu belirtmiştir.

Ayrıca İmam Şafiî de bu hadisi mevkufen rivayet ettikten sonra sahihlemiştir. [257]

370 nolu Muhammed b. Sîrin hadisini îmam Malik, Abdülnıelik Karib'd;en rivayet etmiştir ki bu zat sika'dır. O bakımdan hadis ile tidlal edilmiş ve hükme medar sayılmıştır.

37'1 nolu Cabir hadisini îmam Malik Muvatta'da Cabir'den değil bû Zljbeyr'den rivayet etmiştir. îmam Şafiî de sened-i sahihle mer'âjen rivayet etmiştir. [258]

eyhaki ise, İbn Abbas (r.a.) dan rivayetle, onun tavşan akkında, dişi keçi yavrusu ile hükmettiğini belirtmiştir, imam Şafiî ;e, Dahhak tarikiyle yaptığı rivayette Ibn Abbas'm (r.a.) tavşan akkında bir koyurt keffaret verilmesiyle hükmettiğini belirtmiştir. [259]

Cabir'in bu hadisini aynı zamanda Beyhakî ile Ebû Yala tahric tmişlerdir. Ancak Darekutnî bunu İbrahim es-Sâiğ, imam Şafiî ise lalik tarikiyle rivayet etmiştir.

372 nolu Eclah hadisi üzerinde hayli durulmuştur: İbn Maîn: el-Eclah sikadır" derken, îbn Adiyy onu saduk olduğunu belirtmiştir. Cbû Hatim ise, "el-Eclah hadisiyle ihticac edihnez" demiştir. [260]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ihramı bulunan kimseye karada yaşayan hayvanları avlan-nak haram kılınmıştır.

2-  Kara hayvanlarından maksat, evcil olanlar değil, yabani banlardır.

3- Deve, sığır, koyun ve keçi evcil hayvanlardır ve ihramlı kim­senin bunları kesip yemesinde bir sakınca yoktur.

4- Kara hayvanlarından yabani olanlarını -eti yenilen türden ol­sun, yenilmeyen türden olsun- ihramhnm avlaması veya avlayana yardımcı olması haramdır. Bu, İmam Ebu Hanife'ye göredir. îmam Şafiî'ye göre, eti yenilenlerin avlanması yasaktır.

5-  Deniz avı helaldir. îhramlı kimse arzu ettiği tadirde deniz hayvanlarını avlayıp yiyebilir.

6- Karada yaşayan yabanî hayvanlar saldırgan olup tehlike arzederse ihramlının kendini koruması için onu öldürmesinde bir-sakınca görülmemiştir. Müctehidlerin çoğuna göre bu durumda öldürdüğü hayvana karşılık bir ceza da gerekmez.

7- Hilkati itibariyle evcil olmayan kara hayvanları tahı&m kap­samına girer. Bunlar evcilleştirilseler bile, yine de yabani sayılırlar.

8- Hılkatan evcil olan deve, sığır, keçi ve koyun gibi hakanlar yabanileşse bile yine de evcil hayvanlar kapsamına girer ve kesilip yenilmesi helal kabul edilir.                                                  

9-  îhramlı kimsenin hem Harem dahilinde, hem de hanimde kara avı yapması yasaktır. Aksi halde ceza ödemesi gerekir.

10- îhramlmm kara avından öldürdüğünün bir benzeri keffaret olarak ödenir. Bunu da iki adil kimse takdir eder.

11- Öldürülen kara hayvanı ister kasden, isterse hatâen öldürülsün fark etmez; her ikisinden dolayı keffaret gerekir.

12- îhramh, karada avladığı hayvana karşı benzeri bir hayvan keffaret olarak öder. Bunu bulamazsa, kıymeti takdir edilerek yiye­cek maddesi alınır ve her fakire yarım veya bir sa1 verilir. Bunu da yapamazsa, her yarım veya bir sa'a karşılık bir gün oruç tutar.

 

İhramlının Avlanan Hayvanın Etinden Yemesi Caiz Değildir

 

Ihramiı kimsenin bizzat avlanması, avcıya yardımcı olması, işarette bulunması yasaklandığı gibi, başkası tarafından avlanan kara hayvanlarından yemesi de yasaklanmıştır, isterse avlanan hay­van onun için avlanmış olsun, isterse o hayvanın avlanması hususun­da avlayana yardım etmiş bulunsun fark etmez.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Sa'b b. Cessame (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v,) Efendimiz'e bir tane yabani eşek he­diye ettim ki, Resulüllah (s.a.v.) o sırada Evbâ veya Veddan mevkiinde bulunuyordu. Bunu kabul etmeyip reddetti ve be­nim yüzümde beliren üzüntüyü farkedince şöyle bu-yurdu: "Bunu sırf îhramh bulunduğumuz için sana geri çeviriyoruz."

İmam Ahmed ile îmanı Müslim, bu hadisin baş kısmını şu lafızla rivayet etmişlerdir: "Resulüllah'a (s.a.v.) yabani eşek eti hediye ettim.." [261]

Zeyd   b.   Erkanı   (r.a.)   den,   îbn Abbas   ona   şu   haberini hatırlatarak sordu:                           

"Resulüllah'a (s.a.v.) hediye edilen av hayvanının ^tinden S bana nasıl haber verdiğini ve Resulüllah'ın (s.a.v.) o sırada ih- j ramlı bulunduğunu hatırlıyor musun?" Bunun üzerine! Zeyd \ (r.a.) şöyle dedi: "Resulüllah'a (s.a.v.) avlanan hayvamıi etin- \ den bir uzuv hediye edildi; ancak Efendimiz onu hediye &dene j geri verdi şöyle buyurdu: "Biz şüphesiz ihramlı iken bunu yemeyiz." [262]                                                                               

AH (r.a.) den yapılan rivayete göre: Resulüllah'a (s.a.v.) deve-: kuşu yumurtası getirildi. Efendimiz (onu almayıp şöyle) buy­urdu: "Şüphesiz biz ihramlı bulunan kimseleriz. Siz onu hill ehline (ihramli olmayanlara) yediriniz." [263]

Abdurrahman b. Osman b. Abdillah et-Teymî'den yapılan rivay­ette, adı geçen şöyle demiştir: "Biz Talha ile beraber bulunuyor­duk ki hepimiz de ihramlı idik. O sırada bize (avlanmış) bir kuş hediye edildi. Talha (r.a.) ise uyuyordu. Bizden bir kısmımız o kuşun etinden yedi, bir kısmımız ise yemekten kaçındı. Hz. Talha uyanınca, o etten yiyenlere muvafakat etti ye şöyle buyurdu: "Biz (ihramlı iken avlanan kara hayvan­larının) etinden Resulüllah (s.a.v.) ile beraber yedik.." [264].

Umeyr b. Seleme ed-Damrî'den yapılan rivayete göre: Behz kab-si'ndenj bir adam Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber »kke'yi/kasdederek çıkmışlar; ta ki Revha Vadisi'nin bir simine gelmişler. Derken (Resulüllah ile birlikte olan) in-rîlar, kesilmiş bir yabani eşeğe rastlamışlar ve durumu Pey-mber (s.a.v.) Efendimiz'e anlatmışlar. Bunun üzerine Pey-mber (s.a.v.) Efendimiz onlara: "O hayvanı oluğu yerde rakın,, taki sahibi gelmiş ola.." Az sonra Behz Kabilesi1 nden in adam çıkageliri iş ki, o eşeğin sahibi olarak bulunuyordu, ssulüllah'a (s.a.v.): 'Ya Resulellah! Bu yabanî eşeği size rakıyorum" demiştir. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.), Ebu ıkir'e, onu yol arkadaşlarına taksim etmesini emretmiştir , o gün hepsi de ihramlı bulunuyorlardı.

Ravi devamla diyor ki: "Sonra Üsâye mevkiine r açlığımız d a, ok isabet etmiş bir geyiğin kumdan meydana tirilmîş ağılımsı bir yerde, gölge altında bulunduğunu rdük. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, o geyiğin sahibinden ber çıkıncaya kadar bir adamın orada beklemesini emretti[265]

Ebâ Katade (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Mekke yolu üzerinde bir konaklama yerinde Re-lüllah'ın (s.a.v.) ashabıyla beraber oturuyorduk. Resulüllah a.v.) Efendimiz de ön tarafımızda bulunuyordu. Oradakiler ramlı bir vaziyette idiler; ama ben ihramlı değildim. (Bu ly) Hudeybiye senesinde cereyan etti. Arkadaşlarım yabani r eşek gördüler ki ben o sırada ayakkabımı tamirle meşgul ılunuyordum, o yüzden bana haber de vermiyorlardı; fakat nim o eşeği görmemi çok arzu ediyorlardı. Derken dönüp ktığımda onu gördüm ve hemen kalkıp atımı eyerledim ve udim. Bu arada kamçı ile okumu unutup almadım, arkadaşlarıma: "Şu benim kamçı ile okumu bana uzatın erin)" dedimse de onlar: "Vallahi o hayvanı avlaman için na yardımcı olamayız" dediler. Öfkelendim ve inip kamçı ve umu aldım. Sonra atıma binerek yabanî eşeği bütün ıcümle izledim, derken onu avlayıp kestim ve alıp getir-ğimde ölmüş bulunuyordu. Ashab onun üzerine üşüşüp meğe başladılar. Sonra da kendileri ihramlı bulunduk-findan dolayı o hayvandan yemeleri hususunda şüpheye düştüler. Hep birlikte oradan ayrılıp yürüdük ve o Hayvanın; bir kolunu beraberimde taşıyordum. Resulüllah'a (s.ajv.) gelip; durumu O'ndan sorduk. Buyurdu ki: "O hayvanın etinden1 yanınızda bir şey bulunuyor mu?" Ben de: "Evet, bulunuyor" dedim ve o kolu Resulüllah'a (s.a.v.) takdim ettim ki köndileri de ihramlı bulunuyordu, o etten yedi" [266]                 

Müslim'in rivayetinde ise, şu lafza yer verilmiştir: "Aranızdan hiçbir kimse o hayvanın avlanması için işarette buluiuju mu veya bu hususta bir emir verdi mi?" diye sordu. Ashab-ı Kirj-am: "Hayır.." diye cevap verince, Efendimiz onlara: "O halde ondan yeyinizî" buyurdu.                                                        

Ebu Katade (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle ha­ber vermiştir:

"Hudeybiyye zamanında Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber (Mekke'ye müteveccihen) çıkmış bulunuyorduk. Arkadaşlarım ihramlı idi, ben ise değildim. Bu arada bir (yabani) eşek gördüm ve üzerine yürüyerek onu avladım. Son­ra durumu Resulüllah'a (s.a.v.) anlattım ve ihrama girme­diğimi ve onu sadece kendisi için avladığımı söyledim. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz o hayvanın etinden ye­meleri için ashabına emretti, onlar da ondan yediler, ama Re­sulüllah (s.a.v.) Efendimiz, ben kendisine "bunu sizin için av­ladım" dediğim için ondan yemedi." [267]                        

Cdbir (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendi­miz şöyle buyurmuştur: "İhramlı bulunduğunuz halde, siz kendi­niz avlamadığınız veya sizin için avlanmadığı takdirde kara avı site helaldir." [268]

imam Şafiî bu hadisle ilgili şöyle demiştir: "Bu bapta rivayet edilen en güzel ve en kıyaslı hadis budur." [269]

 

Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefîlere göre: İhramlı kimsenin başkası tarafından avla­nan hayvanın etinden yemesi helaldir. Şu şartla ki, avlanılan hay­vanı gösterip delalet etmemiş ve avcıya bu hususta yardımcı ol­mamışsa.. Aksi halde o hayvanın etinden yemesi haram sayılır. [270]

b) Şafîîlere göre: ihramlı kimsenin avcıya delalet edip yol göstermesinden dolayı kendisine bir ceza gerekmez; ancak ona yardımcı olduğu takdirde ceza gerekir. Böylece ihramlınm avcıya de­lalet etmesi veya işarette bulunması, avlanan hayvanın etini haram kılmamaktadır. [271]

c) Hanbelüere göre: Ihramlınm avcıya yardım etmesi, delalet etmesi, işarette bulunması haramdır. Bundan   dolayı avlanan hay­vanın etinden yemesi de haramdır. O sebeple de kendisine belirtilen ceza gerekir. [272]

d)  Malikiler de Şafiîlerin görüş ve içtihadına uygun bir istid­lalde bulunmuşlardır. [273]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

382 nolu Sa'd hadisinde bir ızdırap söz konusudur. Şöyle ki, bir rivayette "yabani eşek" denilirken, diğer bir rivayette "yabani eşekti" diye belirtilmektedir. Ayrıca bu bapta Müslim'in ibn Abbas (r.a.) dan şu lafızla yaptığı bir rivayet mevcuttur: "İbn Cüsame'nin Hz. Pey-gamber'e (s.a.v.) hediye etmek istediği şey et idi." Yine Müslim'in Habîb b. Ebî Sabit tankıyla Said'den yaptığı rivayette "yabani eşek" denilmekte ve diğer bir rivayetinde ise, "eşeğin bir parçası" şeklinde bir ifade kullanılmaktadır.

Böylece hadisteki bu cümlenin değişik lafızlarla rivayeti, onda ızdırap bulunduğunu göstermektedir. O balamdan müctehidlerin bir kısmı bu rivayetle istidlal etmemişlerdir. Ancak hadis, ihramlınm başkası tarafindan avlanan kara hayvanının etinden yemesinin har­am olduğuna delalet etmektedir.

Bu bapta ibn Vehb'in ve Beyhakî'nin isnad-ı hasen ile Amr b. Umeyye'den yaptığı şu rivayet vardır: "Sa'b (r.a.), Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e yabani eşeğin kalça kısmından bir parça hediye etti ki Resulü İlah (s.a.v.) o sırada Cuhfe'de bulunuyor­du. Hem Resulüllah (s.a.v.), hem de ashabı o etten yediler."

Beyhakî diyor ki: "Eğer bu rivayet mahfuz ise, yukarıdaki Zeyd hadisinde Resulüllah'm kabul etmeyip reddettiği, diri olarak getirilen yabani eşektir. Kabul edip geri çevirmediği ise, yabani eşek etidir.

Ancak Hafız ibn Hacer, Beyhaki'nin bu yorumunun pek isabetli olmadığına dikkat çekmiştir. Çünkü rivayetlerin hepsi de mahfuzdur. Ancak denilebilir ki, bir seferinde hediye edilmek istenen hayvan, ih­ramlı bulunan Resulüllah için avlanmıştı. O bakımdan Rasulüllah kabul buyurmadı. Bir diğer seferinde ise, O'nun için avlan­madığından Resulüllah hediye edilen eti alıp yemiştir. Nitekim imam Şafiî'de bu yorumu benimsemiştir. [274]

Zeyd b. Erkanı hadisi, Sa'd hadisini kuvvetlendirmekte ve bir bakıma istidlale salih düzeye getirmektedir.

384 nolu Ali hadisini aynı zamanda Hafız Bezzar tahric etmiştir. Ancak isnadında Ali b. Zeyd bulunuyor ki, bu zat hakkında farklı tesbitler ortaya çıkmıştır. Ancak ilim adamlarından bir kısmı onun sika olduğunu belirtmiştir. İsnadmdaki diğer rical ise sahihtirl­er. [275]

Bu ve benzerf rivayetleri dikkate alan müctehidlerin ihramlı için devekuşu yumurtasından dolayı ne gibi bir ceza Ödemesi gerek­tiği, üzerinde durduklarını görüyoruz: Ebu Hanife, arkadaşları ve imam Şafii, sözü edilen yumurtadan dolayı, kıymetinin takdir edilip verilmesi gerekir demişlerdir. İmam Malik'ten yapılan bir rivayete bre bir sığırın kıymetinin ondabiri takdir edilir.

Bu bapta Abdurrezzak, Beyhakî ve Darekutnî'nin- Kâb b. fcre'den yaptıkları bir rivayet bulunuyor ki, orada şöyle denilmekte-ir: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz devekuşunun yumurtasına ;arşılık, ihramlı olan ashabına onun kıymetiyle hükmetmiştir."

Ancak bu rivayetin isnadında İbrahim b. Ebî Yahya ve onun eyhi Hüseyin b. Abdillah bulunuyor ki, bu iki zat da zayıftır. Nite-dm Yahya b. Said diyor ki: "İmam Malik'e, İbrahim sika (güvenilir) dr hadisçi inidir? diye sorduğumda bana şu cevabı verdi: "Hayır ne tadiste, ne de dindarlığında güvenilir değildir." [276]. el-Kattan ise mun tam bir yalancı olduğunu belirtmiştir. Aslı olmayan birçok ha­lis rivayet etmiştir. Aynı zamanda bu zat hem Kaderi, hem de tfu'tezüî'dir. [277]

İbrahim'in şeyhi Hüseyin hakkında Zehebî geniş bilgi toplamış re ilim adamlarının tesbitine göre bu zatın hem zayıf, hem n etrukü'l-ıadis olduğunu belirtmiştir. [278]

Aynı mealde bir diğer hadisi İbn Mace ve Darekutnî Ebû Meh-îem tarikiyle rivayet etmişlerdir ki bu zat da zayıftır; hatta bazısına ^öre, yukarıda ismi geçen iki zattan daha zayıftır. [279]

Şafiî ile Ebu Davud'un Hz. Aişe (r.a.) dan tahric ettikleri şu vadisin: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz devekuşunun her yu­murtasına karşılık bir gün oruç tutulmasını hükmetti" is­nadında adı anılmayan bir adam bulunuyor.

386  nolu Umeyr hadisini İbn Huzayme sahihlemiştir. İhramlı bulunan kimselerin başkası tarafından yakalanan av hayvanını kes­meleri caiz değildir. O bakımdan sahibi bulununcaya kadar bekletil­miş ve onun tarafından kesilmesi sağlandıktan sonra etinden yenil­miştir.

Böylece müctehidlerin çoğu bu rivayetle istidlal etmişlerdir.

387  nolu Ebu Katade hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. İhramlınm karada yaşayan yabani hayvanları avlaması veya avla­mak isteyene yol göstermesi, yardımcı olması haramdır. Bu durumda hem o hayvanın etinden yiyemez, hem de benzeriyle ceza ödemesi gerekir. Böylece ihramlı olmayanın avlanması helaldir. Onun kestiği hayvanın etinden ihramlı yiyebilir. Ancak ihramlı olanlar için av-lamışsa, o takdirde hüküm değişir.

388 nolu Ebu Katade hadisi isnad-i ceyyid ile rivayet edilmiştir. Yukarıdaki hadisten farklı bir hüküm taşımaktadır. Ebu Katade'nin birinci hadisinde Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ondan şu iki şeyi sor­duktan sonra o hayvanın etinden yiyor: İhramlılardan bir kimse bunu avlaman için işarette bulundu mu veya bu hususta bir emir ve tavsiye serdetti mi? Konumuzu oluşturan hadiste ise, Ebu Katade (r.a.) ihramlı olmadığını ve avladığı hayvanı Resulüllah (s.a.v.) Efen­dimiz için avlayıp kestiğini söylüyor ve bu sebeple Resulüllah (s.a.v.) onun etinden yemiyor.

Bu iki rivayet arasını telif etmek gerekirse, şöyle bir yorumda bulunmak mümkündür: Ebu Katade gelip "senin için avladım" diye beyanda bulunmadan önce Resulüllah (s.a.v.) o hayvanın etinden bir miktar yemiş olabilir. Ebu Katade beyanda bulununca, Resulüllah'm (s.a.v.) artık o eti yemekten kaçındığı söz konusudur.

Böylece ihramlı kendisine takdim edilen avın ne maksatla av­landığını bilmediği takdirde ondan yemesinde bir sakınca yoktur. Ama avcı "senin için avladım" derse, o takdirde yemesi haram olur.

Bununla beraber Beyhakî, Ebu Katade'nin ikinci hadisinde "Bunu senin için avladım" sözü bir fazlalıktır ve gariptir. Zira Buharı ve Müslim'in rivayetinde Resulüllah'm (s.a.v.) o hayvanın etinden yediği açıklanmıştır.

Ebu Katade'nin mikatı ihramsız geçtiği anlaşılıyor. Bu, mikatı ihramsız geçmenin cevazına delalet etmez. Zira Resulüllah (s.a.v.) onu bir tarafa görevli olarak göndermiş bulunuyordu ki, ihramsız ol­ması gerekiyordu. Nitekim Iyaz'm Ebu Said'den yaptığı rivayette bu husus açık şekilde belirtilmiştir. [280]

389  nolu Cabir hadisini İbn Huzayme, İbn Hibban, Hakim, Darekutnî ve Beyhaki de tahric etmiş bulunuyorlar. İsnadında Amr b. Ebî Amr bulunuyor. Her ne kadar Sahihaynde bu zatın rivayetine yer verilmişse de hakkında farklı tesbit ve görüşler bulunuyor. Tir-mizî, onun Cabir'den hadis dinlediği bilinmemektedir demiştir. İmam Şafiî ise ondan.bazı rivayetler nakletmiştir.

Aynı hadisi Taberânî Amr'den, o da Muttalib'den, o da Ebû Musa'dan rivayet etmişse de isnadında Yusuf b. Hâlid es-Semtî bulu­nuyor ki, bu zat metrukü'l-hadistir. Yahya b. Main onun yalancı oIduğunu, îbn Sa'd ise onun zayıf kabul edildiğini, Nesâî onun sika İmadığını belirtmiştir. [281]

Ayrıca bunu el-Hatib, Malik'den, o da Nafî'den, o da Ibn Ömer'den rivayet etmiştir. Ancak isnadında Osman b. Halid el-tfahzûmî bulunuyor ki, bu zat cidden zayıftır. [282]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İhramlı kimsenin başkası tarafından avlanan, yani ihramh almayan bir avcı tarafından avlanan hayvanın etinden yemesinde bir sakınca yoktur.    

2- İhramlı kimse, ihramsız olan avcıya yardımcı olur veya av­lanma konusunda işarette bulunursa, o takdirde onun yakalayıp kes­tiği hayvandan ihramlmm yemesi haram olur. Bu, Hanefîlerle Han-belilere göredir.

3- îhramlı kimse, ihramsız kimsenin  avlanmasında ona yardımcı olursa, avlanan hayvanın etinden yemesi haram olur. Sa­dece işarette bulunursa, yiyebilir. Bu,îmam Şafiî'ye göredir. Malikîler de aynı görüştedirler.

4- Avlanan hayvan ihramlı kimse için avlanmışsa, artık o hay­vanın etinden ihramlmm yemesi haram olur. Bu, müctehidlerin bir kısmının görüş ve içtihadıdır ki, Ebu Katade hadisine dayanmak­tadır.

5- İhramsızın yakaladığı hayvanı ihramlmm kesmesi de ha­ramdır. Aksi halde ceza gerekir.

6- Sa'd, Zeyd ve Ali hadisleriyle istidlal ve ihticacda bulunanlar pek azdır. Avlanılan hayvanın ihramlüar için avlandığı söylenebilir. Ravi bunu ya duymamış, ya da fark edememiştir.

7- Harem sınırları içinde ihramlı olmayanların da avlanması haramdır.

8- İhramlının Harem sınırları dışında da avlanması yasak­lanmıştır.     

 

Haremin Av Kapsamına Giren Hayvanları Ürkütülmez; Ağaçları ve  Otları Kesilmez

 

Mekke ve dolayısıyla Harem sınırları içinde kalan kesim "Belde-i Emin", yani güven ve huzur beldesidir. Oraya giren her türlü tecavüzden emin olur. O bakımdan Harem sınırları içindeki kara hayvanları avlanmaz, ürkütülmez ve yine bu sınırlar içindeki ağaçlar ve otlar kesilmez. Şüphesiz bunların birtakım istisnaları vardır ki, mezheplerin görüş ve ictihadlarını naklettiğimizde belirteceğiz.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ibn Abbas (r.aj dan yapılan rivayete göre, Kesuluuan (s.a.vj Efendimiz Mekke'yi fethettiği gün şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki bu belde (Mekke) haramdır: Dikeni kesilmez, yaş otları biçilmez ve koparılmaz; av (kapsamına giren) hayvanları avlanmaz ve ürkütülmez; sokakta yere atılmış sahibi belli olmayan nesnesi alınmaz, ancak muarrif (tarif eden, sahibini arayıp bulan ve bilen kimse) alabilir."

Bunun üzerine Hz. Abbas (r.a.) şöyle dedi: trYaş otlardan an­cak İzhir koparılabilir diye istisnada bulunun. Çünkü bu bit­kiye gerek vardır, demircilerin ve evlerde kullanılma ihtiyacı söz konusudur." Resulüllah (s.a.v.): "Ancak izhir müstesna..." diye buyurdu " [283]

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) endimiz Mekke'yi fethettiğinde şöyle buyurdu: "Buranın av apsamına giren) hayvanları avlanmaz ve ürkütülmez; di-snleri koparılmaz; yitiği helal olmaz, ancak onun sahibini il m ak amacıyla ilan edip duyurmaya çalışan kimsenin o tiği alması helal olur."

Bunun üzerine Hz. Abbas (r.a.): "Ancak izhir otu müstesna., ünkü biz onu kabirlerimizde ve evlerimizde kullanıyoruz." esulüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Ancak izhir otu müstesna (onu ınarıo kullanabilirsiniz)..." buyurdu." [284]

Atâ' (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Kureyş'ten bir delikanlı, Mekke güvercinlerinden birini

öldürmüştü. İbn Abbas o gencin öldürdüğü güvercine karşılık bir koyun fidye vermesini emretti." [285]

 

Müctehidlerin İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Harem'de biten otlan ve ağaçları kesmek, içmek haramdır. Ancak memlûk olan ve insanların ekip yetiştirdiği nlamda bulunan ot ve ağaçları kesmekte bir sakınca yoktur. Bunun ibi kurumuş ot ve ağacı kesmekte de bir sakınca görülmemiştir.

İzhir otu müstesna edilmiştir. [286]

Harem dahilinde kırılmış ağaç ve otu, kurumuş ağaç ve otu kes­ip biçmekte bir sakınca yoktur. Yeter ki, başkasının mülkünde ol­masın. Bunun gibi güzel kokusu olan izhir ve ishal için kullanılan senameki de mubah kapsamına girmektedir. Çünkü bu iki bitkiden yararlanılmakta ve ihtiyaç hissedilmektedir.

Ağaçlardan da kendi kendine bitip yetişen ve insanların dikip yetiştirdiği türden olmayanı kesmek, budamak caiz değildir. Ancak bu ağaçlar kişinin mülkünde bulunursa onun da kesmesi haramdır, ne var ki bundan dolayı kendisine bir ceza gerekmez. Malik ve sahibi­nin gayri kesecek olursa, hem haram bir fiil işlemiş olur, hem de ceza gerekir. Bu da kesilen ot ve ağacın kıymeti takdir edilerek karşılığında fakirlere sadaka verilir.

Ot ve ağaçtan bazı istisnalar da söz konusudur: Çadır kurmak, ocak yapmak ve hayvanların çiftleşmesi için çukur açmak için o yer­deki ot veya ağacı kesmeğe cevaz verilmiştir. Çünkü bu hususlarda onları kesip koparmaktan kaçınmak mümkün değildir.

Aynı zamanda insanların ekip yetiştirdiği veya onların ekip yetiştirdiği türden kendi kendine yeşerip çıkan otları ve ağaçları kes­mek helaldir. Yeter ki başkasının mülkünde olmasın. Aksi halde kıymetini asıl mülk sahibine ödemek gerekir. [287]

Şüphesiz bu konuda ihramlı ve ihramsız arasında bir fark yok­tur.

b) Şafiîlere göre: îki harem (Mekke ve Medine) ot ve ağaçlarını, kesmek ve biçmek haramdır. Ancak bunlar kendi kendine çıkan bitki ve ağaçlar olarak belirlenir, insanlar tarafından ekilip yetiştirilen bitki ve ağaçlar bu hükmün kapsamı dışında kalır. Aynı zamanda kuruyan ağaç ve otu kesip biçmekte bir sakınca görülmemiştir. Diğer yandan hayvana yem maksadıyla ve ilaç olarak kesilen otlara da cevaz verilmiştir, izhir de bu cümledendir, insanlara eziyet veren dikenleri de kesmek helal kılınmıştır.

Yasaklanan ot ve ağacı kesen kimseden tazmin ettirilir. Mesela büyük bir ağacı kesmeye karşılık bir inek ceza olarak Ödetilir.. [288]

Harem dahilindeki ağaçları ıslah bakımından ele alıp dallarını kesmekte de bir sakınca görülmemiştir. Kurumuş ot ve ağaçları kes­mek de mubahtır. Ağaçlar ister kendi kendine bitip yetişsin, isterse insanlar tarafından yetiştirilsin fark etmez. Ama kendiliğinden çıkan ot ve bitkiyle, insanlar tarafından ekilip yetiştirilen ot ve bitki bir değildir. Kendiliğinden çıkanlara bazı istisnalar dışında dokunulmaz; insanlar tarafından ekilip yetiştirilenler kesilir ve biçilir. Bunda bir sakınca yoktur.

Ayrıca hurma ağacının budaklarını, ağaca zarar vermeyecek şekilde yapraklarını kesmek helaldir. Meyva ağacının meyvasını ko­parmak, sivak ağacının dal ve budaklarını dişleri temizlemek için ko­parmak da caizdir, mubahtır. Aynı zamanda ağaç ve ottan ilaç olan­larından bir şeyler koparmakta da bir sakınca görülmemiştir. Mesela Hanzel ve Senameki otları bu cümledendir. [289]

c) Hanbelîlere göre: Bu mezhep imamlarının görüş ve istidlal1' Hanefîlerin görüş ve istidlaliyle birleşmektedir. [290]

d)  Malikîlere göre: Kendi kendine çıkıp yetişen ot, bitki v ağaçları kesmek haramdır. İsterse bu tür bitkiler insan tarafında ekilsin fark etmez. Aynı zamanda bunların yaş ve kuru olmas arasında, fark yoktur. Ancak bu yasak ot ve ağaçtan şunlar istisn edilmiştir:

1- îzhir (güzel kokulu bitki),

2- Senameki, buna tedavide ihtiyaç vardır,

3- El bastonu olarak kullanmak için kesilen dallar,

4- Bağ ve bahçeleri İslah etmek için kesilen ot ve ağaç,

5- Ağaç yapraklarım dallarına zarar vermeden çırpmak,

İnsanlar tarafından adet edinilen bitkileri ve ağaçları kesmekte bir sakınca yoktur. İsterse bu tür ağaçlar kendiliğinden yeşermiş ol­sun.. [291]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

404 nolu İbn Abbas hadisi sahihtir ve istidlale, ihticace salihtir. Bunun gibi 405 nolu Ebu Hüreyre hadisi de sahihtir ve ihticaca salih­tir. Nitekim müctehidlerin hemen hepsi bu iki hadisle istidlal ve ihti-cacda bulunmuştur.

406 nolu Ata1 hadisini aynı zamanda İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî tahric etmişlerdir. Bu rivayete dayanarak bir güvercine karşılık bir koyun keffaret olarak kesilmesine kail olanlar arasında İmam Şafiî, İbn Ömer, Ömer ve Osman da bulunuyor. Allah hepsinden razı olsun.

İmam Malik ise, Harem güvercinine karşılık sözü edilen cezayı, Harem dışındaki güvercine bedel kıymeti takdir edilir demiştir  

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Harem dahilinde kendiliğinden yeşerip biten ot ve ağaçları kesmek haramdır. Bundan dolayı ceza gerekir.

2- Harem dahilindeki ot ve ağaçları kesmek hem ihramlıya, hem de ihramsıza yasaklanmıştır.

3- Ot ve ağaç kuruyup işe yaramaz hale gelince onları kesip biçmekte bir sakınca görülmemiştir.

4- Çadır kurmak, ocak açmak ve benzeri lüzumlu işleri görmek için Harem dahilindeki otları kesmek caizdir. Bazısına göre, kıymeti ödenir.

5- Harem dahilindeki kendiliğinden yeşerip biten ağaçları ıslah etmek için bazı dal ve budaklarını kesmeğe de cevaz verilmiştir; Aynı zamanda dallarını zedelemeden Çapraklarını hayvanlar için silk­mekte bir sakınca yoktur.             

6- Harem dahilindeki bitkilerden izhir, senameki ve benzer ko­kulu ve ilaç olarak kullanılanlarını kesip toplamakta da bir sakınca

görülmemiştir.

7- İnsanlar tarafından ekilen ağaçları ve bitkileri kesip biçmek mubahtır. İmam Şafiî'ye göre, ağaçları kesmek mubah.değildir.

8- İnsanlar tarafından dikilen ağaç ve diğer bitki türlerinin ken­di kendine yeşerip çıkanlarını kesmek mubahtır.

9- Bu türlerin dışında kalanlarını kesmek, kırmak caiz değildir. İ0- Böylece Şafİîlere göre, Medine'deki ağaç ve otlar da aynı hüküm kapsamına girer.

11- Kutsal Harem topraklarım yeşillendirmek, bol ağaç dikip çeşitli ürünler yetiştirmek bu yasağın hikmetini yansıtmakta ve islâm'ın yeşilliğe ne kadar Önem verdiğini göstermektedir. Özellikle Mekke gibi İslâm'ın merkezi olan ve her zaman için hac ve umre yap­mak isteyen Müslümanlar tarafından toplanmaya vesile olan bu kut­sal yerin bol yeşillikle süslenmesi ayrı bir anlam taşır.

 

Harem Dahilinde Hangi Hayvanlar Öldürülebilir?

 

Harem kutsal bir bölgedir. Aynı zamanda emin bir belde olarak her türlü tecavüzden korunmuştur. Karada yaşayan av hayvanlarını Öldürmek yasaklandığı gibi, orada kendiliğinden yetişen ağaç ve diğer bitkileri de kesmek haram kılınmıştır. Ancak bu her iki konuda da birtakım istisnalar söz konusudur. Bazı hayvanların öldürülmesi caiz sayılmış ve böylece insanlara zarar verecek bir olay dikkate alınarak genellik arzeden hükmün birtakım istisnaları bulunduğu belirtilmiştir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

"Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete, göre: Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şu beş fasıkın hil ve haremde öldürülmesini emret­miştir: Karga, çaylak, akrep, fare, ısırıcı köpek.." [292]

"îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre: Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Hayvanlardan beş tür var ki, ihramlının onları öldürmesinde bir günah yoktur: Karga, çaylak, akrep, fare ve ısırgan köpek." [293].

Diğer bir lafızla hadis şöyle rivayet edilmiştir:

"Beş (tür hayvan var ki), onları Harem'de ve ihramlı iken Öldürmekte bir günah yoktur: Fare, akrep, karga, çaylak ve ısırgan köpek.."

îbn Mes'ûd (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Mina'da ihramlı bir kim­seye yılanı öldürmesini emretti." [294]

îbn Ömer (r.a.) dan soruldu:

- Adam ihramlı bulunduğu zaman hayvanlardan hangisi­ni öldürebilir?

Cevap verdi:

-  Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in ısırgan köpeği, fareyi, akrebi, çaylağı, kargayı, yılanı öldürmeyi emrettiğini O'nun zevcelerinden biri bana haber verdi. [295]

" İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Beş (tür hayvan vardır ki) hepsi Le fasıktır; onları ihramh kimse öldürebilir ve öldürülürler: , akrep, yılan, ısırgan köpek ve karga.." [296]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: îhramlı kimsenin pire, sivrisinek, karasi-aek, yılan, akrep, fare, kurt, karga, çaylağı öldürmesi caizdir. Diğer canavarlar da saldırırlara a, onları da öldürmesinde bir sakınca yok­tur.

Pire, sivrisinek, karasinek ve benzeri haşerat av kapsamına gir­mez. O balamdan bunlar insana eziyet veren-cinstendirler. Yılan, ak­rep, fare, kurt, karga ve çaylak hakkında ise, Resulüllah (s.a.v.) Efen­dimiz bunların hilde de, haremde de öldürülmelerini emretmiştir. [297]

b) Şafîîlere göre: Av hayvanlarından eti yenilmeyenler iki gru­ba ayrılır: Bir grubu saldırgan mütecavizdir ki, onda zarar verme söz konusudur. Aynı zamanda eti de yenilmez, îhramlı kimse onları öldürebilir. Mesela arslan, kurt, kaplan, karga, çaylak, akrep, fare ve ısırgan köpek bu cümledendir. îhramlı bunların küçüğünü de, büyüğünü de öldürebilir. İsterse bunlar ona saldırmasın ve zarar ver­mesin.. Diğer bir grup ise, onların da eti yenilmez ve ihramh için za­rarlı da değildirler. Meselâ kartal, doğan gibi yırtıcı kuşlar; akbaba,, keler, kertenkele, sokak kedisi ve benzeri eti yenilmeyen hayvanları ihramknm öldürmesinden dolayı fidye gerekmez. O bakımdan ih-ramlı diğer haşeratı da öldürebilir. Ancak başında zuhur eden bitleri giderdiği takdirde fidye olarak bir sadaka vermesi hayırlıdır.

Hem bu mezhebe göre, sadece eti yenilen kara hayvanlarının av kapsamına girenleri öldürmekten dolayı fidye gerekir. Diğerlerinden dolayı gerekmez, [298]

c) Hanbelîlere göre: Kara hayvanlarından av kapsamına girip eti yenilmeyenleri öldürmekten dolayı ceza gerekmez. Meselâ yırtıcı, parçalayıcı canavarlar, haşerattan habis ve zararlı olanlar ve kuşlardan yırtıcı olanlar bu cümledendir. Bunları öldüren ihramlıya ceza gerekmez. [299] Böylece ısırgan köpek, karga, fare, akrep, yılan, çaylak ve benzeri hayvanlar hakkındaki cevaz, bu gibi zararlı hay­vanları da kapsamaktadır.

d)  Malikîlere göre: Vahşi, yırtıcı, parçalayıcı hayvanları ih-ramhnm kendisine saldırsın, saldırmasın öldürmesi caizdir. Bundan dolayı  ceza  gerekmez.  Yabanî  kediyi  ve  tilkiyi,  saldırsa bile öldürdüğü takdirde ceza gerekir. Ancak İbn Kasım ve Sahnun'a göre, bunlar saldırdığı takdirde ceza gerekmez. Aynı zamanda İmam Ma-lik'e göre, yırtıcı kuşları Öldürmekten dolayı ceza gerekir. Çünkü ona göre kuşların hepsinin eti yenilir. [300]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

413  nolu Hz. Aişe hadisi sahihtir ve istidlale elverişlidir. Böylece zararlı ve tehlike arzeden, aynı zamanda eti yenilmeyen hay­vanları öldürmekte bir sakınca olmadığı anlaşılıyor. Beş hayvanın is­minden söz edilmesi tahdit değil, takdir ve misaldir. Nitekim diğer sahih hadislerde yılandan da söz edilmiş bulunuyor.

414 nolu İbn Ömer hadisi de sahihtir; istidlal ve ihticace salih-tir. Böylece hem Hz. Aişe hadisiyle birbirini kuvvetlendirmekte, hem de ihramlmm ister hilde, isterse harem dahilinde olsun sözü edilen hayvanları öldürebileceği ve bundan -dolayı bir ceza terettüp etmiy-eceği hükmü ortaya çıkıyor.

415 nolu İbn Mes'ud hadisi de sahihtir ve istidlale elverişlidir. Beş fasik zararlı hayvana ilaveten yılan da söz konusudur. îhramlı kimseye böyle bir cevaz kapısının açık tutulmasının hikmeti açıktır: İnsan hayatı kıymetlidir ve insanın bizzat kendisi aziz ve şereflidir. Hakk-ı hayat ise her zaman muhteremdir. Eğer ihramh iken bu gibi hayvanları öldürmeğe cevaz verilmemiş olsaydı, bazı insanların hayati tehlikeye girebilir, karşısına çıkan bir yılan ve ısırgan, kuduz öpeği savma imkanı olmazdı.

416 nolu îbn Ömer hadisi de sahihtir. Diğer hadislerle birbirini etlendirin ekte ve konuya ağırlık kazandırmakta ve zararlı, teh-i hayvanların beş sayısıyla sınırlandırılınadığma delalet etmek--. Buna ve îbn Mes'ud hadisine dayanarak "mü ctehidler bunları ıisal ve ölçü sayıp kapsamım genişletmişlerdir.

417 nolu İbn Abbas hadisine gelince: Onu aynı zamanda Bezzar 'aberânî de tahric etmişlerdir. Ancak isnadında Leys b. Ebî ym bulunuyor kî, bu zat sika olmakla beraber modellistir, yani sırı bulunduğu bir raviyi görmediği hâlde onunla görüşmediği e ondan hadis rivayet eder bir tutumu söz konusudur. Veya .sırı olan hadis alimiyle görüştüğü halde ondan hadis almadığı sonusudur. imam Ahmed de bunun muzdaribu'l-hadis olduğuna :at çekmiştir. Nesâî onun zayıf olduğunu, İbn Mâm onun zuafa ,mda bulunuduğunu; İbn Hibban onun ömrünün sonuna doğru zasmm zayıfladığını, hadisleri birbirine karıştırdığını   belirt­ir. [301]

Bu konuda Ebû Davud'un Ebû Said'den naklettiği hadiste ise, sebüu'l-âdî" yani saldırgan canavar tabiri kullanılmış; îbn ızir'in Ebû Hüreyre'den yaptığı rivayette, sözü edilen yedi hayva-:urt ve kaplan ilave edilerek sayı dokuza çıkarılmıştır..

Diğer yandan îbn Ebî Şeybe'nin Said b. Mesud'dan ve Ebû Da-'un Said b. Müseyyeb tarikiyle yaptığı rivayette Resulüllah v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu belirlenmiştir: "İhramlı kimse a ve kurdu öldürebilir." Bu hadisin ricalinin hepsi sika (güvenilir) îmanı Ahmed'in Haccac b. Ertat tarikiyle İbn Ömer'den yaptığı yete göre, Resulüllah (s.a.v.) ihramlmm kurdu öldürmesini em-niştir. Ancak Haccac zayıftır; onun hakkında farklı şeyler enmiştir. îmam Ahmed onun hadis hafızı olduğunu, îbn Main n kavi olmadığını belirtmiştir. Bununla beraber ondan övgüyle sedenler de olmuştur. [302]

Zeylaî bu konudaki farklı rivayetleri naklettikten sonra fazla açıklamada bulunmamış, ancak birinci hadiste sözü edilen beş vanm hil ve haremde öldürülmesine cevaz verildiği, ihramlıdan edilmediği üzerinde durmuştur. [303]

- Ebû Cafer et-Tahavî ise, bu konuyla ilgili yirmiyedi kadar rivay­eti naklettikten sonra, sözü edilen beş veya altı, veya yedi veya dokuz hayvanın tahdidi olup olmadığı üzerinde durmuş ve karşılıklı görüş ve yorumları belirttikten sonra, zararlı canavar ve haşeratm ihramlı iken haremde katlinin mubah olduğunu sonuç olarak ortaya çıkarmak suretiyle hadiste isimleri geçen hayvanların birer misal ve ölçü teşkil ettiğine işarette bulunmuştur. [304]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İhramlı bulunan kimsenin pire, sivrisinek, karasinek, yılan, akrep, fare, karga, çaylak ve benzeri hayvanları hil ve harem sınırlarında öldürmesi caizdir. Bundan dolayı ceza da gerekmez.

2- Eti yenilmeyen zararlı hayvanları -hangi türden olursa olsun-öldürmekte  bir  beis  yoktur.   İhramlmm  bu  gibi  hayvanları öldürmesine cevaz verilmiştir.

3- îhramlı aynı zamanda diğer haşeratı da öldürebilir. Ondan dolayı fidye olarak tasaddukta bulunması gerekmez. Bu, îmam Şafiî'nin içtihadıdır. Yani ona göre eti yenilmeyen kara hayvanlarını öldürmekten dolayı ihramlıya ceza gerekmez,

4- Kara hayvanlarından eti yenilip av kapsamına girenleri ih­ramlmm öldürmesi haramdır. Aksi halde cezayı gerektirir. (Bu da İmam Şafiî'nin ve diğer müctehidlerin kavlidir.

5-Yırtıcı kuşları öldürmekten dolayı ceza gerekir. Çünkü İmam Malik'e göre, her kuşun eti yenilir. Diğer imamların içtihadı bunun hilafmadır.

6- Saçları bitlenen kimsenin onları gidermesi ve fidye olarak ta­saddukta bulunması vaciptir.

 

Mekke’nin Diğer Beldelerden Üstünlüğü

 

Bir yeri, bir olayı kutsal tanıma ve tanıtma hakkı bütünüyle ^enab-ı Hakk'a aittir. O neyi mukaddes kılmışsa, kıyamete kadar o şey mukaddes olarak kalır ve bu hükmü değiştirecek bir kuvvet söz conusu değildir.

Mekke ziraata elverişli olmayan bir vadide bulunuyor. Çevresi lağlarla kuşatılmış ve vadinin çölle içice olduğundan çöl havasıyla yalçın kayalardan oluşan dağların güneş altında iyice ısınan kavuru­cu havasının tesiri altına çok sıcak iklimin özelliklerini taşıyor. An-:ak bu kurak ve ağaçsız vadinin, aynı zamanda onu çevreleyen çölün altında "kara altın" denilen geniş petrol yatakları bulunuyor.

Mekke'nin bir diğer önemi Asya ile Afrika'nın önemli ticaret yol­larının birleştiği noktada yer almasıdır. Bu Özelliğinden dolayı oraya "Tacirler Cumhuriyeti" de denilmiştir.

Mekke'nin en önemli yanı ve özelliği, Allah'a ibadet için yeryüzünde kurulan ilk mabed (Kabe) burada inşa edilmiş ve o günden beri bu belde kutsal kılınmıştır. O bakımdan da Mekke'nin diğer beldelere üstünlüğü her zaman söz konusudur. Ayrıca Son Pey­gamber Hz. MUhammed'in (s.a.v.) Mekke'de doğup büyümesi, pey­gamberlik şerefinin bu beldede O'na verilmesi ve Allah'ın insanlara en son, en kalıcı mesajı olan Kur'an-ı Kerim'in bu beldede inmeye başlaması ona ayrı bir kutsallık ve efdaliyet atfetmektedir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Abdullah b. Adiy b. el-Haraî (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen, Resulülllath'ın (s.a.v.) Mekke pazarında yüksekçe bir yer üzerinde bulunduğu bir sırada şöyle buyurduğunu duymuştur: "Allah'a yemin, ederim ki, sen Allah'ın yeryüzünde en hayırlı ülkeşisin ve Allah'a en sevimli olan bir yersin. Eğer senden

çıkarılmamış olsaydım, elbette (seni terkedip) çıkmazdım." [305]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Mekke için şöyle buyurmuştur; "Sen ne güzel beldesin ve bana ne kadar da sevimli ve sevgilisin! Eğer kavmim beni sen­den çıkartmamış olsaydı, senden başka bir yerde mesken tut­mazdım." [306].

 

Îlim Adamlarının Görüş ve Beyanları

 

Bu rivayetlerin ve bir de Medine ile ilgili rivayetlerin ışığı altında ilim adamları az da olsa farklı yorumlarda bulunmuşlardır. Kimine göre, yeryüzünde belde ve ülkelerin en üstünü Mekke'dir, ki­mine göre ise Medine'dir. Ancak Mekke'nin üstün olduğu ağırlık ka­zanmış ve müctehid imamların çoğu bu görüşü izhar etmişlerdir.

426 ve 427 nohı hadisleri Tirmizî sahihlemiştir. O bakımdan her iki rivayet de istidlal ve ihticaca elverişli kabul edilmiştir.

Birinci hadiste "Allah'a yemin ederim ki, sen Allah'ın yeryüzünde en hayırlı ülkeşisin" cümlesi üzerinde duranlar, Mekke'nin en hayırlı ve en üstün belde olduğunu istidlal etmişlerdir. Aynı zamanda Medine'den de üstündür.

Kaadı lyaz ise, şöyle demiştir: "Şüphesiz Resulüllah'm (s.a.v.) kabrinin bulunduğu yer, yeryüzünün en üstün parçasıdır. Aynı za­manda Mekke ile Medine yeryüzünün en üstün ülkesidir." [307]

Resulüllah'm (s.a.v.) kabr-i şerifleri müstesna olmak üzere Mekke ile Medine'den hangisi daha üstündür? sorusu ortaya çıkmış ve ilim adamları bu soruyu az farklı şekilde cevaplandırmışlardır:

a) Mekke halkı Kûfeli'ler, aynı zamanda İmam Şafiî, îbn Vehb ve îbn Habib (ki bu iki zat Maliki mezhebine bağlıdır): "Mekke daha üstündür" demişlerdir. Cumhur da bu görüşe meyletmiştir.

b) Ömer (r.a.Jile ashabdan bazısı, aynı zamanda İmam Malik ve dineli'lerin çoğu, "Medine daha üstündür" demişlerdir.

Birinciler, Abdullah b. Adiy'in hadisiyle istidlal etmişlerdir, nı zamanda îbn Huzayme ve İbn Hibban da bu rivayeti tahric ûişlerdir. O bakımdan îbn Abdilber bu konuda şöyle demiştir: .tilaflı bir konuda bu kesin bir beyandır ki artık ondan dönmek caiz olmaz." [308]

c) Kadı Iyaz ise, "Resulüllah'm (s.a.v.) medfun bulunduğu yer ve >rak en üstün yer ve topraktır, ilim adamlarının çoğu bunda ittefiktir" diyerek görüşünü belirtmiştir.

İkinciler ise, "Kabrimle minberim arası Cennet Lhçelerinden bir bahçedir" mealindeki hadisle istidlal nişlerdir. [309] Ayrıca bu hadisi kuvvetlendiren şu rivayetler de z konusudur: "Şüphesiz ki, minberim havzumun üstündedir. " [310] "Şüphesiz ki minberim Cennet bağ ve bahçelerinden bir iğ ve bahçe üzerinde bulunuyor." [311]

İbn Hazm, bu hadislerde kullanılan "cennet bahçesi" m ?cazî an­sıdadır diyerek yorumda bulunmuştur. [312]

Bu iki kutsal ve mübarek beldeden hangisi daha faziletli ve ıtündür diye birtakım iddialarla ortaya çıkmanın, kişisel-yorumlar taya koymanın hiçbir ciddi yararı yoktur. İkisi de kutsal beldedir, rinde Kabe bulunuyor ki, yeryüzünde Cenab-ı Hakk'a ibadet için ırulan ilk mabeddir. Diğerinde ise, Cenab-ı Hakk'ın habibi Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz yatmaktadır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Mekke Allah'ın kutsal kılıp tanıttığı mübarek bir beldedir.

2- Kabe, Allah'a ibadetin ilk yeri ve İslâm birliğinin odak nok-ısıchr.

3- Mekke ve Kabe'nin kutsallığı kıyamete kadar devam edecek-r. Hiçbir kuvvet bu kutsallığı kaldırma yetkisine sahip değildir.

4- Resulüllah'ın (s.a.v.) çok sevdiği bu kutsal beldeyi sevmemiz innettir.

 

Medine Haremi ve Orada Avlanmanın Tahrimi (Haramlığı)

 

Arap Yarımadasında ikinci kutsal şehir Medine'dir ve ilk adı Yesrib'dir. Sevgili Peygamberimiz Mekke'den hicret edip buraya yerleşince, onun adını Medine diye değiştirdi. Medine, Aramca "şehir" anlamına gelir.

Arazisi müsait ve tarıma elverişli olduğundan Yahudiler bu şehre yerleşmiş bulunuyordu. Kendilerini düşmandan savunabilmek için birtakım kaleler de yaptırarak burada iyice hakimiyet kur­muşlardı. Yemen'de Ma'rib barajının patlaması üzerine güney Arabi­stan kabilelerinden Evs ve Hazrec, gelip Medine'ye yerleştiler ve önceleri Yahudiler'in hakimiyetini kabul edip onlara vergi Ödediler. Sonraları birleşip onların hakimiyetine son verip şehre hakim oldu­lar. Daha sonra bu iki kabilenin arasının açılması ve bir sürü yahudi entrikalarının onları bölüp birbirine hasım yapması üzerine Yahudil­er rahat nefes almaya başladılar. Derken son Peygamber Hz. Mu-hammed (s.a.v.) bu beldeye hicret etti ve çok geçmeden bu iki kabileyi barıştırıp kardeş yaptı, arkasından devletini kurdu.

Böylece İslâm'ın ikinci merkezi sayılan Medine kutsal havaya kavuştu, Mekke'nin fethinden sonra da Resulüllah (s.a.v.) çok sevdiği Mekke'ye dönmedi ve Medine'de kalmayı tercih etti. Özellikle kabri­nin bu beldede bulunması ayrı bir anlam taşımakta ve beldeye kut­sallık vermektedir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

"Hz. Ali (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efen­dimiz şöyle buyurmuştur: "Medine, Ayr ile Sevr (dağları) arasındaki (sahayla birlikte) haremdir." [313]

Yine Hz. Ali'nin (r.a.) rivayet ettiği hadiste Peygamber (s.a.u.) myurdu ki:

"Medine'nin yaş otları, ağaçları kesilip biçilmez; av hay­ranları ürkütülmez (ve avlanmaz); yere atılmış sahibi belirsiz nesnesi alınmaz, ancak onu ilan eden alabilir. Hiçbir adama, Medine'de savaş için silah taşımak uygun olmaz ve Me­dine'deki hiçbir ağacı kesmek uygun olmaz; meğer ki adam Üevesine yem olsun diye ondan koparmış ola..' [314]

Abbad b. Temimden o da amcasından, o da Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den rivayet etmiştir. Resulüllah şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki İbrahim (r.a.) Mekke'yi harem (hürmete layık) görmüş ve bu belde için dua etmiştir. Ben de, İbrahim'in Mekke'yi harem kıldığı gibi, Medine'yi harem kılıyorum." [315]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle ha­ber vermiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Medine'nin iki labet arasım haram kıldı ve böylece Medine'nin çevresinde oniki millik bir harem koruluğu belirledi." [316]

"Labetey" tabirinden maksat, Medine'nin doğu ve batısında bu­lunan kara taşlardan oluşan tepelerdir.

Yine Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Medine'nin ağaçlarının ya­prağını silkmeyi ve ağaçlarını kesmeyi de haram kıldı." [317]

Enes (r.aj den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendi­miz yüksekçe bir yerden Medine'ye bakıp şöyle buyurdu: "Allah'ım! İbrahim (Peygamber) nasıl Mekke'yi harem kıldıysa, ben de Medine'nin şu iki dağının arasındaki kesimini harem kılıyorum. Allah'ım, bu belde halkının müddünü ve sa'ını mübarek eyle (bereketlendir)." [318]

Müdd: Bir ölçek birimidir ve yaklaşık 880 gram eder. Bir sa1 ise, yaklaşık 3400 gramdır.

Buharî'de bu hadis şu lafızlarla rivayet edilmiştir:

"Medine şuradan şuraya kadar haremdir; ağacı kesilmez, sünnete aykırı (din adına) bir şey ortaya çıkarılamaz. Artık kim (din adına) sünnete aykırı bir şey ortaya çıkarırsa, Al­lah'ın ve meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun." [319]

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki ben, Medine'yi haram kıldım; şu iki dağ arası haramdır: Onda kan dökülmez, silah taşınmaz, hayvan yemi dışında ağacı (otu) kesilip ko-panlmaz." [320]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendi­miz şöyle buyurdu:        

"Doğrusu İbrahim, Mekke'yi haram kıldı ve ben de Me-ine'yi şu iki karataşh dağ arasını haram kıldım: Dikenli bit­lileri koparılmaz ve av hayvanları avlanmaz." [321]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İctihadları

 

a) Hanefîlere göre: Medine sınırları içinde bulunan av hay­ranlarını avlamak, yine aynı sınırlar içindeki ağaçları kesmek, yeşil >tları biçmek haram değildir. [322]

Böylece imam Ebu Hanife, yukarıda sıraladığımız "haber-i ıhad" kapsamına giren hadislerle istidlal etmemiştir.

b) İmam Safî, îmam Ahmed ve imam Malik'e göre, hem av ıayvanını avlamak, hem de ağacım ve yaş otunu kesmek haramdır. Bundan dolayı, Mekke'de haram dahilinde avlanan hayvandan, veya cesilen ağaçtan dolayı ceza gerekir mi, gerekmez mi? Bu konuda iki rivayet bulunuyor. Birincisine göre, gerekmez ki, imam Malik'in ve imam Şafiî'nin Kavl-i Cedidi bu doğrultudadır. Çünkü bunlara göre, Medine'ye ihramsız girilmekte ve o yüzden belirtilen sebeplerden do­layı bir ceza da gerekmemektedir. İkinci bir rivayete göre, ceza gere­kir. Bu, İmam Şafiî'nin Kavl-i Kadimidir ve İbn Münzir de aynı görüştedir. [323]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

434 nolu Hz. Ali hadisi sahihtir ve istidlale salihtir.

435 nolu yine Hz. Ali hadisinin ricali, rical-i sahihtir ve aslı Bu­harı ile Müslim'de geçer.

436 nolu Ubbad hadisi, 437 nolu Ebû Hüreyre hadisi de sahih­tir ve istidlale elverişlidir.

438 nolu Ebû Hüreyre hadisi hasendir. Diğer rivayetler bunu kuvvetlendirmektedir.

439 nolu Enes hadisi ve 44<Xnolu Asım hadisi de sahihtir.

441 nolu Ebû Said hadisi üzerinde durulmuş ve az farklı tesbit-ler yapılmıştır.

Ancak ilim adamlarının çoğuna göre, sahihtir.

442 nolu Cabir hadisi de sahih kabul edilmiş ve istidlale salih görülmüştür. Bu konuda Cabir (r.a.) den bir diğer rivayet söz konusu­dur ki, onu Ahmed b. Hanbel Müsned'inde nakletmiştir. Mealen şöyledir: "Resulüllah (s.a.v.) Medine hakkında şöyle buyurdu: "Kara taşlardan oluşan iki tepe (veya dağ) arasındaki bölgenin hepsi ha­ramdır:  Ağacı kesilmez, meğer ki hayvan yemi olarak kesilip biçilsin.."

Ancak bunun isnadında îbn Lehî bulunuyor ki, bu zat üzerinde çok şeyler söylenmiştir. Ancak ilim adamlarının çoğuna göre, hadisi hasendir. [324]

Bu konuda Amir b. Sa'd'in babasından yaptığı bir rivayet şöyledir: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ben Medine'nin iki kara taşlı dağı arasını haram kılıyorum: Ağaç ve yaş bitkisi koparılmaz ve av hayvanı öldürülmez."

Ayrıca yine Amir b. Sa'd'dan, Medine'nin ağacını ve yaş otunu kesenin üzerindeki elbisesi alınır şeklinde bir rivayet vardır. Bunu Müslim ile Ahmed b. Hanbel kendi eserlerinde nakletmişlerdir.

Ayrıca Süleyman b. Ebî Abdillah'tan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir: "Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.), Medine hare­mi dahilinde avcılık yapan bir adamı yakaladı ve üzerindeki elbisesi­ni soyup aldı. Onun efendileri gelerek elbisenin geri verilmesini talep ettiler. Hz. Sa'd onlara şöyle dedi: "Şüphesiz Resulüllah (s.a.v.) bu ha­remi haram kılmıştır. Kimin bu sınırlar içinde avlandığını görürseniz onun elbisesini soyup alabilirsiniz, buyurmuştur. O bakımdan aldığım elbiseyi geri veremiyeceğim; Resulüllah'm bana tattırdığı bir yiyeceği geri çevirecek değilim. Ama siz isterseniz, o elbisenin değeri olan parayı size verebilirim."

Bu rivayeti Ahmed ve Ebû Davud nakletmişlerdir. Aynı zaman­da Hakim tahric edip sahihi emiştir. Ancak isnadında Süleyman b. Ebî Abdillah bulunuyor ki, Ebû Hatim onun meşhur olmadığını, ama rivayetine itibar edilebileceğini belirtmiştir. Zehebî ise, "Süleyman Tabiîn'dendir ve sikadır" demiştir. [325]

Müctehidlerden ancak Şafiî, Kavl-i Kadim'inde bu rivayetlerle istidlal edip harem dahilinde avlanan kimsenin elbisesi soyulup mı* demiştir. Çoğu ise bu rivayetle istidlal etmemiştir. [326]

 

Çıkarılan Hükümler  

 

1- Medine'de Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz tarafından belirlenen sınırları gösterilen harem dahilinde avlanmak, kendiliğinden

tişen ağaç ve bitkileri kesip koparmak haramdır. Ancak hayvanla-yem için ağaç yaprakları, yaş otlar kopanlabilir. imam Ebû Hanife ,nun hilafına bir görüş ortaya koymuştur.

2- Harem dahilinde avlanan, kendiliğinden bitip yetişen bitkile-kesip koparan kimse günahkar olur. Bazı ilim adamlarına göre, av-aan veya ağaç ve bitkileri kesen kimsenin ceza olarak üzerindeki aisesi alınır.

Bu elbise, avlanan kimse kimin mülkünde avlanmışsa, elbisesi ıa ait olur. BeytülmaTe ait mülkte ise, alman elbise Beytülmal'e bırakılır.    

 

Hac veya Umre İçin Mekke’ye Girerken

 

Mekke, Cenab-ı Hakk'm kutsal kıldığı bir beldedir. Kabe, Tev-hid İnancı1 nın mihrakı ve islâm'ın ilk yıllarında sesinin yükseldiği ve yayılma isti'dadı gösterdiği yerdir. Mekke'de Allah ibadet için inşa edilen ilk mabed ve o mabedin yanında Makam-ı ibrahim bulunuyor. O bakımdan Mekke'ye edep ve ta'zimle girmek ve Resulüllah'm (s.a.v.) yaptığı dualarla Cenab-ı Hakk'a yönelmek sünnettir. Özellikle Hac ve Umre için oraya giriliyorsa, inikatta ihrama girmek ve tel-biye, tehlil, tekbir, tahmid ve salat getirmek suretiyle bu beldeye gir­meyi tazimin doruğuna yükseltmekte sayılmayacak kadar faydalar söz konusudur.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn Ömer (r.a.) diyor ki: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Mekke'ye gireceği zaman Batha'daki Seniyetü'l-ulya'dan girer ve oradan çıkarken de Seniyetü's-süfla'dan çıkardı." [327]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Mekke'ye gelince, üst tarafından giriş ya­par, çıkarken de alt tarafından çıkış yapardı.

Diğer bir rivayette ise, şöyle bildirilmiştir:

"Fetih yılında Efendimiz, Mekke'ye üst nahiyesindekiSe-niyetü'l-ulya'dan girdi ve çıkarken de alt nahiyesindeki Se-niyetü's-süfla'dan çıktı.." [328]

Cabir (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Beytıtllah'ı görünce elleri­ni kaldıran bir adamdan soruldu. Cabir (r.a.) şu cevabı verdi: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber haccettik, O böyle yapmadı." [329]

îbn Cureyc'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: rukassım'dân bana rivayet edildi, o da îbn Abbas'dan, o da Re-lüllah (s.a.v.) Efendimizden rivayet etmiştir ki, Resulüllah şöyle yurmuştur: ırEller, namazda, kişi Beytullah'ı görünce, Safa ile erve tepesinde, arefe günü akşamında, (Arafat'ta) biraraya lindiğinde, iki cemrenin yanında ve (cenaze namazı Iınırken) ölü üzerine kaldırılır." [330]

Yine Îbn Cureyc'den yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) fendimiz, Beytullah'ı görünce iki elini kaldırıp şöyle dua ilerdi: "Allah'ım! Şu Beytinin teşrif ve ta'zimini artır; ona tek­im ve heybet-ü ihtişam bahşeyle. Ona hacceden veya Umrede ulunan kimseye, onun şeref ve kereminden şeref ve kerem, ı'zim ve tekrim verip artır, onun iyiliğinden ona iyilik verip artır." [331]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İctihad ve İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Mekke'ye girince, önce Mescid-i Ha-ram'a irmekle ibadete başlar. Mescid'e doğu tarafından Benî Şeybe apışından tam bir tevazu, ürperti ile girilir. O yerin azamet ve üksek kıymetini düşünerek telbiye, tehlü ve tekbir getirilir.

Mekke'ye girilip Beytullah görülünce, önce şöyle dilekte bulu-mr: "Allah'ım! Şu yüce eşiği öpmemi bana kolaylaştır.." Sonra tekbir Allahu Ekber), tehlil (lâ ilahe illallah) diyerek şu duayı yapar; Allah'ım Sen Selâm'sın, selâm (selamet) Sendendir ve selam ana döner, O halde Rabbımız bizi selam (sıfatın) la selamla re kendi fazl-ü kereminle kendi evine, selamet yurduna sok. tabbımız sen çok mübarek ve yücesin, ey celâl ve ikram sahibi! Allah'ım! Şu evinin ta'zim, teşrif, tekrim ve heybet-ü ihtişamını artır ve bunun azamet ve şerefinden, hac veya umre yapanlara azamet, şeref ve kerem, iman ve teslimiyet verip artır."

Bunun dışında diğer önemli hacetini dile getirip dilekte bulu­nur. [332]

b) Şafiîlere göre: Bu mezhebe göre de Mekke'ye girmek istey­en kimse önce gusleder ve sonra gözü Beytullah'a dokununca yuk­arıda belirtilen duayı yapıp dilekte bulunur. [333]

Böylece her iki mezhep de yukarıdaki ilgili hadislerle istidlal etmiş bulunuyorlar.

c) Hanbelîlere göre: Mekke'ye girmek için gusletmek müstehabdır. Aynı zamanda Mekke'ye üst nahiyesinden (Seniyetü'l-ula) dan girmek ve Seniyetüs-süfla'dan çıkmak da müstehabdır.

Mescid'e girince, Benî Şeybe kapısından ve Kabe'yi görünce de elleri kaldırıp tekbir getirmek müstehabdır. Aynı zamanda yukarıda mealini verdiğimiz duayı yapıp birtakım dileklerde bulunmak da müstehap sayılmıştır. [334]

d) Malikîlere göre: îmam Malik bu konuda Cabir hadisiyle is­tidlal ederek, "Kişi Beytullah'ı görünce, dua yapar, ama ellerini kaldırmaz" demiştir. Aynı zamanda Ebû Bekir b, Münzir'in rivayet ettiği hadisle de istidlal edip kendi görüşünü kuvvetlendirmiştir. [335]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

448 ve 449 nolu îbn Ömer hadisiyle Hz. Aişe hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. Ancak Resulüllah'm (s.a.v.) belirtilen taraftan Bey­tullah'a girmesi vücup ve müekked sünnetlik ifade etmiyor. O bakımdan fukahanm çoğu, böyle yapmanın müstehab olduğunu söylemiştir.

450 nolu Cabir hadisi hakkında Tirmizî diyor ki: "Biz bu hadisi ancak Şu'be hadisinden biliyoruz. Hattabî, Süfyan-ı Sevrî, İbn Mübarek, Ahmed b. Hanbel ve îshak b. Rahuye (veya Rehaveyh) bu hadisin zayıf olduğunu belirtmişlerdir. Çünkü isnadında Muhacir b. Ikrime el-Mekkî bulunuyor ki, bu, onlara göre meçhuldür. Zehebî ise, Mizan'da bu zattan söz etmemiştir. [336]

İbn Cüreyc'in İbn Abbas (r.a.) dan rivayet ettiği 451 nolu hadisi zamanda Beyhakî tahric etmiştir. Ancak Beyhakî'nin bu rivayet-isnadında Ebû Said eş-Şami bulunuyor ki, bu zatın yalancı ağu tesbit edilmiştir. Zehebî, Ebu Said'in Mekhul'dan rivayet ği hadis üzerinde Darekutnî'nin durduğunu ve bu zatın meçhul uğunu söylediğini nakletmiştir. [337]

O bakımdan müctehidlerin bir kısmı, "Beytullah görününce dua lir ama elleri kaldırmak müstehab değildir" demişlerdir, imam tîî de "bunu ne mekruh, ne de müstehab sayıyorum" diyerek ibn reye rivayetiyle amel edilmiyeceğine işarette bulunmuştur.

Aynı zamanda ibn Cüreyc'in yazdığı;-e s eri erde israiliyyatm bu-Lduğu tesbit edilmiştir. [338] O bakımdan rivayetlerine pek itibar edilmemiştir.                                 

Sonuç olarak rivayetlerin tamamından, Mekke'ye girerken gus-menin ve birtakım dileklerde bulunmanın; giren hac veya umre ii giriyorsa, telbiye, tehlil ve tekbir getirmenin müstehab olduğu jaya çıkıyor. Aynı zamanda Kabe, yani Beytullah görülünce belirti-L duayı yapmanın da istihbabı ağırlık kazanıyor. Nitekim dört me-3p imamları ve onlara tabi1 olanların bu hususta ittifakı vardır.

cak dua edilirken el kaldırılıp kaldırılmayacağmda farklı görüşler aya çıkmıştır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Mekke'ye girilirken yukarı tarafından "Seniyetü'l-ulya"dan girmek ve çıkılırken "Seniyetüs-süfla" dan çıkmak müstehabdır.

2- Beytullah'a Beni Şeybe kapısından girmek de müstehabdır.

3- Mekke'ye girilirken, önce mümkün olduğu takdirde guslet-sk müstehabdır. Aynı zamanda giren hac veya umre için giriyorsa, Ibiyeye devam eder; tehlil ve tekbir getirip Hz. Peygamber'e (s.a.v.) lat-ü selamda bulunur.

4- Beytullah görülünce, hadiste müctehidlerin içtihadında belir­en dua yapılır. Bu da müstehabdır.

5- Duada eller kaldırılmaz. Bununla beraber kaldırılmasında r sakınca yoktur.

6- Namazda, Safa ile Merve tepesine çıkıldığında, Arefe günü :şamleyin, Cemrelerin yanında dua yapılırken eller kaldırılır.

7- Cenaze namazı kılınırken ve Beytullah'a yonelip dua ederken i eller kaldırılır.,Ama müctehidlerin bu husustaki tesbit ve istidlaleri faklıdır.

 

Kudum Tavafı, Remel ve İztıba

 

Hac veya umre için tavaf yapılırken birtakım uyulması sünnet olan kurallar vardır. Aynı zamanda hac için Mekke'ye gelen kimsenin önce kudüm tavafı yapması söz konusudur.

Tavaf: Ziyaret veya başka bir maksatla bir şeyin etrafında dolaşmak anlamına gelen masdar bir kelimedir. Terim olarak: Mekke'de kutsal Kabe'nin etrafında yedi defa dolaşmak manasına de­lalet eder.

Kudüm Tavafı: Mikat dışından Mekke'ye gelenlerin, o mübarek topraklara ayak bastıklarına şükür olsun diye Kabe'nin etrafında yedi defa dönmekten ibarettir. Bu tavaf müctehidlerin çoğuna göre sünnet, imam Malik'e göre vaciptir.

Remel: Ziyaret ve umre tavafı yapılırken erkeklerin adımlarını kısa tutup omuzlarını silkerek az süratli bir harekette bulunarak ta­vafın üç şavtını yapmaktan ibarettir ve böyle yapmak sünnettir.

İztıba: Ziyaret ve umre tavafına başlarken omuzlar üzerine atılan beyaz veya herhangi bir kumaşın bir ucunu sağ koltuğun altından geçirmek suretiyle sağ omuzu açık tutmaktır. Böyle yapmak da sünnettir.

Şüphesiz bu konularda müctehidlerin az farklı tesbit> istidlal ve ihticacları olmuştur. Yeri gelince onlara değinilecektir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, Beytullah'ı ilk tavafla ta­vaf ettiği zaman, üç defasını çalımlı ve az süratli bir yürüyüşle, dört defasını da normal yürüyüşle yaptı. Safa ile Merve arasını tavaf ederken de Batn-ı Mesîl'ae sa'yettı. [339]

Diğer bir rivayette şöyle demiştir: "Resulüllah'ı (s.a.v.) hac ve 3 için tavaf ederken gördüm, ilk tavafa başlarken, üç de-ıda biraz sür'at gösteriyordu, dört defasını normal Lyüşle yerine getiriyordu." [340]

; Ya'la b. Umeyye (r.a.) den yapılan rivayete göre: "Resulüİlah v.) iztıbâ yaparak ve üzerinde bürd (bir çeşit dikişsiz el-> bulunduğu halde tavaf yapmıştır." [341]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber iştir:

"Resulüİlah (s.a.v.) Efendimizle ashabı Ci'rane mevkiinde eye niyet ettiler ve Beytullah'ı tavaf ederken remel ;ılar; aynı zamanda üzerlerindeki dikişsiz elbisenin bir iu koltuklarının altından geçirerek boyunlarının sol yanı

ine atıverdiler." [342]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüİlah   (s.a.v.)   Efendimizle   ashabı   (umre   için Mekke'ye) geldiklerinde, müşrikler kendi kavimlerine şöyle dediler: "Size bir kavim geliyor ki, Yesrib'in sıtması (ve benze­ri hastalıkları) onları iyice zayıflatıp halsiz bırakmıştır." Bu­nun üzerine Resulüİlah (s.a.v.) Efendimiz ashabına tavafın ilk üç şavtını kısa adımlarla ve Çalımlı olarak biraz süratli yürümekle  yapmalarını  ve  iki  rükün  arasında  normal yürümelerini emretti. Resulüllahı (s.a.v.) bütün şavtlarda re­mel yapmaktan alıkoyan tek şey, ashabına karşı olan şefkat ve merhametiydi." [343]

Yine îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüİlah (s.a.v.) Efendimiz gerek yaptığı hacda, gerek­se umrelerinin hepsinde remel yaptı. Ebu Bekir, Ömer ve hali­feler de Öyle yaptılar." [344]

Ömer (r.a.) den yapılan rivayete göre şöyle dediği tesbit edil­miştir:

"Şu anda (hac ve umre tavafında) remel yapmanın ve omuzları açmanın (fazla bir) anlam taşımadığını (söyleyebiliriz); zira gerçekten Cenab-ı Hak İslâmiyet'i oturt­up sabit kılmış, küfrü ve ehlini nefyedip uzaklaştırmıştır. Bu­nunla beraber biz, Resulüİlah (s.a.v.) zamanında yaptığımız bir şeyi bugün terkedecek değiliz." [345]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Mikat dışından Mekke'ye hac için gelen kimsenin "'kudüm tavafı" yapması sünnettir. Buna "tavaf-tahiyye", "tavaf-ı lika" da denir. Bu tavaf Mekkeli'ler için sünnet değildir,. Çünkü tahiyyetü'l-mescid anlamında olup mescidde oturan için nasıl bu sünnet değilse, Mekke'de oturanlar için de kudüm tavafı sünnet değildir. İlim adamlarından bazısına göre, bu tavaf vaciptir.

Ziyaret ve umre tavafı yapılırken, önce izdıba, yani omuza atılan kumaşın bir ucu sağ koltuk altından geçirilerek sol omuz üzerine atılır ve böylece ilk üç şavtı remel yaparak, diğer dört şavtı termal yürüyerek yerine getirir. Gerek iztıba, gerekse remel ünnettir. Terkinden dolayı bir ceza gerekmez. [346]

b) Şafîîlere göre: Mekke'ye dışardan gelen kimsenin önce ku­lum tavafı yapması sünnettir. Bu tavaf, Mekke'ye vakfeden önce gi­ren kimseye hastır. Vakfeden sonra gelen veya umre için gelen kim­seye has değildir. Çünkü onların kendilerine farz olan tavafı yapmaları gerekir.

Ayrıca ihramsiz olarak Mekke'ye giren kimse için de bu tavafı yapmak sünnettir. Aynı zamanda Mekke'ye hac ve umre için değil de saşka bir sebeple giren kimsenin eğer hac aylarında bulunuyorsa, hac için ihrama girmesi müstehabdır. Umre için de ihrama girilebilir. [347]

Tavafın ilk üç şavtmda remel yapması, ve diğer dört şavtmda tıormal şekilde yürüyerek dönmesi sünnettir. Remel yapmak, tavaf­ın sonra sa'ym yapılması durumunda sünnettir. Tavaf sonrası sa'y yapmayana tavaflarda sünnet değildir.

Bir kavle göre, kudüm tavafına hastır; veda' tavafında remel yapılmaz.

Remel yapılan tavaflarda iztıba söz konusudur. Öyle ki, remel yapılan her tarafta omuzlar üzerine alman kumaşın bir ucu sağ kol­tuktan geçirilip sol omuz üzerine atılır. Sahih kavle göre, Safa ile Merve arasında sa'y yapılırken de iztıba gerçekleştirilir.

Kadınlara gelince, onlar tavafta ne remel, ne de iztıba yaparlar. [348]

c) Hanbelîlere göre: Hac için kudüm tavafı veya umre için ta­vaf yapılırken iztıba sünnettir. Aynı zamanda ilk üç şavtta remel yapmak, yani kısa adımlarla çalımlı ve az sür'atle yürümek de sünnettir. Mekke halkı için remel yapmak sünnet değildir. İlk üç şavtta remeli unutan kimse artık onu iade etmez.

d)  Malikiler de iztıba ve remelin' sünnet olduğunu belirt­mişlerdir.

 

Tahliller ve Rivayetler

 

460 nolu İbn Ömer hadisiyle 461 nolu hadis sahihtir. O bakımdan istidlale salih görülmüştür.

462 nolu Ya'la hadisini Tirmizî sahihlemiştir. Ancak Ebû Davud ile el-Münzirî bir görüş belirtmemişlerdir. Müctehidler bu hadisle de istidlal etmişlerdir.

463 nolu İbn Abbas hadisini Taberânî tahric etmiş ve yine Ebu Davud ile el-Münzirî bir görüş beyan etmemişlerdir. Hafız İbn Hacer bu rivayetin ricalinin sahih olduğunu belirtmiştir.

464 nolu İbn Abbas hadisi ^sahihtir.

465  nolu İbn Abbas hadisini Ahmed b. Hanbel Ebu Muaviye tankıyla tahric etmiştir. Aynı rivayeti İbn Cüreyc, Atâ'dan. o da İbn Abbas'tan nakletmiştir.

466 nolu Ömer rivayetini aynı zamanda Hafız Bezzar, Hakim ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Bunun aslı ise Buharî'de şöyle ifade edil­miştir: "Remel artık bizim neyimize? Biz onu ancak müşrikler bizi (güçlü) görsün diye yapıyorduk. Şimdi ise Allah müşrikleri helak etmiş bulunuyor,.. Ama Resulüllah'm (s.a.v.) yaptığı bir şeyi biz terketmek istemeyiz."

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Mikat dışından Mekke'ye hac için gelenlerin kudüm tavafı yapması sünnettir.

2- Mekke halkı için kudüm tavafı sünnet değildir. Çünkü onlar yerli olarak bulunuyorlar.

3- Ziyaret ve umre tavafı yapılırken iztıba yapmak sünnettir, îztıba, omuz üzerine atılan kumaşın bir ucunu sağ koltuk altından geçirip sol omuz üzerine atmak ve böylece sağ omuz ve pazuyu açık tutmaktır.

4- Hac ve umre, Şafİîye göre kudüm tavafı yapılırken ilk üç şavtmda remel yapmak sünnettir. Remel, adımları kısaltıp çalımlı şekilde az hızlı yürümektir.

5- Mekke'ye vakfeden önce giren kimsenin kudüm tavafı yap­ması sünnettir. Vakfeden sonra giren için sünnet değildir.

6- Şafîîlere göre, ihramsız olarak Mekke'ye giren kimsenin ku­düm tavafı yapması sünnettir.

7- Veda tavafında remel yapılmaz, iztıba da yapılmaz. Remel yapılan tavaflarda iztıba da söz konusudur.

8- Kadınlar tavaf yaparken ne iztıba, ne de remel yaparlar, bu . onlara sünnet kılınmamıştır.

 

Hacerü’l-Esved’i İstimal, Öpmek ve Bu Esnada Yapılacak Dua

 

Hacerü'l-esved, tavaf başlangıcını belirlemek üzere Kabe'nin Öşesine yerleştirilen siyah bir taştır. İbrahim (.a.s.) tarafından ko-ulduğu kesindir. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ;bu taşı tavaf aşlangıcımn belirtisi olarak göstermiş ve bazan onu istilamda bu-anmuş, bazan da öpmüştür.

Böylece Allah ve Peygamberi neyi kutsal olarak belirlemişse, o lyamete kadar kutsaldır; hiç kimsenin onu değiştirmesi söz konusu leğildir.

Şüphesiz Hacerü'l-esved1 e el sürmek veya öpmek veya önünde Lurup elle selamlamak, Müslüman olarak yaşamak ve ilahi emirlere Layıtsız şartsız uymak, Kur'an'a göre yaşamaya çalışmak, Re-ulüllah'm sünnetiyle amel etmek gibi yüce manalara delalet eden bir söz verme, ahidde bulunmakdır. Böylece o taşa olan tazim, gerçekte Allah'adır.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bu taş kıyamet gününde gören iki gözü, konuşan dili olduğu halde gelir de kendisini hakkıyle selamlayandan yana şehadette bulunur." [349]

Ömer (r.a.) den yapılan rivayete göre, o, Hacerü 'l-esved'i öperken şöyle demiştir: "Şüphesiz ben biliyorum ki, sen bir taşsın, ne zar­ar verebilir, ne de yarar sağlayabilirsin. Eğer Resulüllah'ın (s.a.v.) seni Öptüğünü görmeseydim, seni öpmezdim." [350]

Îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, kendisinden "Hacerü'l-esved'i istilam" dan soruluyor, o da şu cevabı veriyor: "Ben, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in onu istilam edip öptüğünü gördüm." [351]

Nafi'den yapılan rivayete göre, adı geçen şu bilgiyi vermiştir: 'Îbn Ömer'i, Hacerü'l-esved'i eliyle selamladıktan sonra elini öptüğünü gördüm ve sonra şöyle buyurduğunu duydum: "Resulüllah'm (s.a.v.) böyle yaptığını gördüğümden beri bunu terketmedim." [352]

Îbn Abbas (r.aj dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Veda Haccı'nda bir devenin üzerinde olduğu halde tavaf yaptı ve elindeki bastonla rüknü (Hacerü'l-esved'in bulunduğu köşeyi) selamladı." [353]

Diğer bir rivayette, Îbn Ömer'in şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz deve üzerinde tavaf yaptı ve ne kadar rükne geldiyse elindeki şeyle ona işarette bulun­du ve tekbir getirdi." [354]

Tufayl Amir b. Vaile (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen adı geçen şöyle demiştir:

“Resulüllah (s.a.v.) Efendimizi, Beytullah’ı tavaf ederken gördüm. Hacerü’l-esved’i elindeki bastonla selamlıyor ve o bastonu öpüyordu." [355]

Ömer (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendi­miz ona şöyle buyurmuştur: "Ya Ömer! Doğrusu sen güçlü, kuv­vetli bir adamsın, Hacerü'l-esved'i istilam edip öperken insan­ları sıkıştırıp izdiham meydana getirme, sonra zayıf olanlara eziyet etmiş olursun. Tenha bulursan onu istilam et; değilse karşısına geçip tehlil ve tekbir getir." [356]

 

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Hacerü'l-esved'i istilam müstehabdır. İstilamda bulunurken şöyle der: "Bismillahi'r-Rahmani'r-Rahim, Allah'ım! günahlarımı bağışla, kalbimi tertemiz eyle, göğsümü aç, işimi kolaylaştır, afiyet verdiklerin arasında bana afiyet bahşeyle," Bunları söylerken elinin içini Hacer'in üzerine kor ve öper. Kimseye eziyet vermeden bunu başarabilirse mesele yok; değilse sadece elini Hacer'e sürer ve elini öper. Buna da gücü yetmez­se, elindeki baston ve benzeri bir şeyle Hacer'e dokunur ve dokundur­duğu şeyi öper. Bu da mümkün olmadığında Hacer'in karşısında dur­up ellerinin iç kısmını ona tevcih ederek tehlil ve tahmidde bulunur, salat-ü selam getirir. Böyle yapmak da müstehabdır, vacip değildir. [357]

Hac için Mekke'ye gelen kimse, Hacc-ı Kıran veya Hacc-ı Te-mettü'a niyet etmişse Önce umre için farz olan tavafı yapar, umrenin vaciplerini yerine getirdikten sonra Kudüm Tavafı yapar. Bu sünnettir.

Tavafa başlarken de şöyle dua eder: "Allah'ım! Sana iman ede­rek, kitabını doğrulayarak, ahdine vefada bulunarak, Peygamber'in Muhammed'in (s.a.v.) sünnetine uyarak tavaf ediyorum. Allah'tan başka ilah yoktur, Allah çok büyüktür. Allah'ım! Elimi sana uzatıyorum, senin katmdakini tazimde bulunuyorum. Duamı kabul buyur, kayıp yanlış yola doğru meyletmemi azalt.." [358]

b) Şafillere göre: Yaya olarak tavaf etmek, tavafın başlangıcında Hacerü'l-esved'i istilam etmek ve onu öpmek, alnım onun üzerine koymak sünnettir. Eğer buna gücü yetmezse, istilam eder, yani elini dokundurmakla yetinir ve buna gücü yetmezse, eliyle işarette bulunur ve bu selamlamayı her dönüşünde tekrarlar. Diğer iki rüknü istilamda bulunmaz, sadece Rükn-i Yemanî'yi istilam eder, ama öpmez.

Tavafın başlangıcında şöyle dua eder:

"Bismillahi, Allahu Ekber, Allah'ım! Sana olan imanımla, kitabını tasdikle, ahdine vefa ile, Peygamberin Muhammed'in (s.a.v.) sünnettine uymak suretiyle başladım.." [359]

c)  Hanbelîlere göre: Tavaf yapılırken yalnız Rükn-i Yemânî ile Rükn-i Hacer (Hacerü'l-esved) istilam edilir. Tavafa, Hacerü'l-esved'in bulunduğu rükünden başlanır ve o istilam edilip öpülür. Rükn-i Yemam istilam edilir, ama öpülmez. Sahih olan da budur. Ebû Hanife'ye göre ise, bu rükün istilam da edilmez Ibn Abdilber, onu istilam etmek ilim adamlarınca caiz görülmüştür, der. Bu iki rüknün istilamı her tavafta tekrarlanır. Her iki rükün arasında "Rabbena atina fi'd-dünya haseneten ve fi'1-ahireti haseneten ve   kına   azabe'n-nar"  der.  Bu arada  şu duayı yapması  da müstehabdır: "Allah'ım! Bunu hacc-ı mebrûr, sa'y-i meşkûr, zenb-i mağfur eyle. Rabbım Sen bağışla, merhamet eyle.." [360]

d)  Malikîlere göre: Tavaf edilirken Hacerü'l-esved nasıl isti­lam ediliyorsa, tavaf bittikten sonra da Safa ile Merve arasında sa'ye gidilmeden yine istilam edilir. Gerçi diğer mezheplerde de her tavafta ..istilamın sünnet olduğu belirtilirken, yedinci tavafın sonunda.da istilam edilerek şavtlar tamamlanmış olur denilmektedir. Ancak İmam Malik bu hususu şu hadisle de belgeleyerek ağırlık vermiştir. Şöyle ki, Urve'den yapılan rivayete göre: Resulüllah (s.a.v.), Abdurrahman b. Avf’a: "Rüknü istilamda ne yaptın, nasıl hareket ettin?" diye soruy-r, O da şu cevabı veriyor: "Rüknü istilam edip öylece ayrıldım." Re-ulüllah (s.a.v.) ona: "İsabetli hareket ettin" buyuruyor. [361]

Ayrıca imam Malik'e göre, Urve'nin babası Zübeyr b. Avvam r.a.) tavaf yaparken btünü rükünleri istilam ederdi. Ama Rükn-i temânî'yi bir izdihama mağlup olmadıkça hiç terketmezdi. Böylece inam Malik bütün rükünleri istilamda bir sakınca olmadığına şarette bulunmuş oluyor. [362]

Yine bu mezhebe göre, ellerini Hacer'ül-esved'e süren kimsenin İlerini ağzının üstüne koyması (yani ellerini öpmesi) müstehabdır. mam Malik bu meselede, Urve'nin kendi babasından yaptığı rivaye-le istidlal etmektedir. Şöyle ki, Hz. Ömer'in (r.a.) Beytullah'ı tavaf •derken Rükn-i Esved'e gelince: "Sen ancak bir taşsın. Eğer Re-lulüllah'ın seni öptüğünü görmeseydim, seni öpmezdim" dediği söz konusudur. [363]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

470 nolu tbn Abbas hadisini aynı zamanda İbn Huzayme, Ibn libban ve Hakim tahric etmişlerdir. Bu hadisin bir şahidi de Enes r.a.) den rivayet edilmiştir.

Hakim'in Ebu Said'den yaptığı rivayete göre: Hz. Ömer'in (r.a.): 'Sen bir siyah taşsın, ne zarar verirsin, ne de fayda.." dediğine sarşılık Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: "Doğrusu o hem zarar verir, hem ie fayda.." Sonra da Hz. Ali (r.a.) yukarıda geçen 470 nolu hadisin bir aenzerini haber vermiştir.

Ancak Hakim'in bu rivayetinin isnadında Ebu Harun el-Abdi bulunuyor ki, bu zatın cidden zayıf olduğu söz konusudur. [364] Bu zatın asıl ismi Umare b. Cüveyni'dir. Aynı zamanda Tabiîn'dendir. Ancak Hamnıad b. Zeyd onun yalancı olduğunu; Şu'be ise "Ebu Ha­run'dan bir hadis rivayet etmektense boynumun vurulması benim için daha iyidir" diyerek görüşünü belirtmiştir. Ibn Main de onun zayıf olduğunu; Ahmed b. Hanbel, onun bir şey olmadığını söylemiştir. [365]

Ancak cumhur, Hacerü'l-esved'i öpmenin müstehab olduğuna kaildir. Müctehidlerin çoğu da aynı görüşü izhar etmiştir, imam Ma-lik'ten yapılan bir rivayete göre, onu öpmenin bid'at olduğu şeklindeyse de, Muvatta'da nakil ve rivayet ettiği hadisler bu rivaye­tin hilafinadır.

472 nolu Ibn Ömer hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. Aynı za­manda 473 nolu Nafi' hadisi de hem sahihtir, hem de îbn Ömer hadi­sini kuvvetlendirmektedir.

474 nolu Ibn Abbas hadisi ve 476 nolu Ebu Tufayl Amir hadisi sahih kabul edilmiştir. O bakımdan müctehidlerin çoğu bu iki rivaye­tle istidlal etmişlerdir.

477 nolu Ömer hadisinin isnadında ismi anılmayan bir ravi söz konusudur. O bakımdan ilim adamları bu rivayet üzerinde hayli dur­muşlardır. Bununla beraber cumhur bu konudaki diğer rivayetleri de dikkate alarak şöyle bir sonuç ortaya koymuştur: "Rükn-i Hacer'i isti­lam edip öpmek sünnettir. Eliyle istilam edemiyen kimse elindeki bir cisimle istilam edip o şeyi öper. Buna da gücü yetmediği takdirde, karşısında durulup elle işaret edilerek istilam sağlanır."

Böylece Ömer hadisinden gerek tavafta, gerekse Hacerü'l-esved'i istilamda başkasını itip kakmanın, sıkıştırmanın ve incitme­nin doğru olmayacağı istidlal edilmiştir. Nitekim Resulüllah'm (s.a.v.) ve ashabının da uygulaması bu anlamda cereyan etmiştir.

Tavafta Rükn-i Yemânî de istilam edilir. Çünkü bu konuda Ahmed ve Nesâî'nin îbn Ömer'den yaptıkları şu rivayet yardır: Re-sulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Şüphesiz Rükn-i Yemanî'ye ve Rükn-i Esved'e el dokun­durmak hataları düşürüp temizler."

Yine Ahmed ve Ebu Davud'un îbn,Ömer (r.a.) dan yaptıkları ri­vayette, adı geçenin şöyle dediği belirlenmiştir: 'Peygamber (s.a.v.) Efendimiz her tavafında hem Hacerü'l-esved'i, hem de Rükn-i Yemânî'yi istilamı terketmezdi."

Burada îbn Ömer'in birinci hadisinin isnadında Atâ b. Saib bu­lunuyor. Bu zat sika olarak tanınırsa da bazan ihtilat yaptığı, rivay­etleri karıştırdğı söylenir. O bakımdan onun hadisi üzerinde durul­muştur.

İbn Ömer'den rivayet edilen ikinci hadisin isnadında Abdülaziz b. Ebî Revvad bulunuyor ki, bu zat hakkında çok şeyler söylenmiştir. Ancak Ibn Main ile Ebu Hatim onun sika olduğunu belirtmişlerdir. [366]

Bu konuda îbnAbbas (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen öyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Rükn-i Yemâni'yi öper ve anağını üzerine kordu." Bunu Darekutnî ve Ebû Ya'la rivayet tmişse de isnadında Abdullah b. Müslim b. Hürmez bulunuyor ki bu at zayıftır. îbn Main onu zayıf olarak tesbit etmiş; Ebû Hatim onun tavi olmadığını belirtmiştir. İbn Medenî de ayrı görüştedir. îmam Lhmed ise "O, sâlihü'l-hadistir" derken onu tezkiye etmiştir. Nesâî Se, onun zayıf olduğuna dikkat çekmiştir, [367]

Böyle müctehidler bu rivayetle istidlal etmemişlerdir.

Sonuç olarak rivayetlerin hepsinden şu hükmü çıkarmışlardır: Rükn-i Yemânî'yi istilam etmek müstehabdır, ama öpmek değil."

Sonra tavafa Rükn-i Yemânî'den değil, Hacerü'l-esved'in hüknünden başlanır. Sünnet olan tesbit budur. Buharı, Müslim başta ihnak üzere sahih hadis kaynakları tavafta Hacerü'l-esved'in yer Jdığı rüknü sola alınıp öyle tavafa başlanacağı çok açık ve net dçimde belirtilmiştir. Bunun aksini iddia eden olmamıştır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Tavafın  her  şavtında Hacerü'l-esved'i  istilam  etmek sünnettir.

2- Tavafta Hacerü'l-esved'e ellerin ayasını sürüp istilam etmek müstehabdır.

3- Hacerü'l-Esved'e sürülen elleri öpmek müstehabdır.

4- Elleri sürmek mümkün olmadığında, yani kişinin gücü buna yetmediğinde, elindeki baston veya benzeri bir cismi ona dokundurup o cismi dudaklarının üzerine koyması müstehab sayılmıştır.

5- Buna da gücü yetmediği takdirde, kişi Hacerü'l-esved'in tam karşısında durup ellerinin ayasını ona tevcih ederek selamlar ve is­terse ellerinin içini ağzının üzerine götürmek suretiyle Öper.

6- Tavafa, Hacer'ül- esved'den başlanılır ve böylece bu rükün sol tarafına alınarak hareket edilir.

7-  Tavafta ayrıca Rükn-i Yemânî de istilam edilir. Bunun müstehab olduğunu söyleyenler çoğunluktadır.

8- Rükn-i Yemânî'ye el sürme konusu ihtilaflıdır. Müctehldlerin çoğuna göre, karşısında durulup ellerin içiyle işaret edilmek suretiyle istilamda bulunulur.

9- Rükn-i Yemânî öpülmez. Müctehidlerin çoğunun tesbit ve iç­tihadı bu doğrultudadır.

10- Bir şeyi kutsal kılma, bir cismi kutsallığından dolayı öpme yetkisi bütünüyle Allah'a ve Peygamberine aittir. Onlar neyi kutsal kalmışlarsa, o kıyamete kadar kutsaldır. İnsanların bir şeye kutsiyet atfetmesi veya bir şeyi kutsal kılma, sayma yetkileri yoktur ve bu ke­sinlikle yasaklanıp haram kılınmıştır.

11-Gerek tavaf esnasında,  gerekse  Rükünleri  istilamda başkasını itip kakmak, sıkıştırmak, incitmek mekruhtur. Hacerü'l-esved'i öpeyim diye, kendi fiziksel gücüne güvenerek insanları itmek ve onlara fırsat vermeksizin rükne ilerlemek de mekruhtur. Böyle du­rumlarda sadece uzaktan karşısında durulup elle işaret edilerek işit-lam yapılması yeterlidir.

 

Tavafı Taharet Üzere (Abdestli) Yapmak ve Avret Yerlerini Örtülü Bulundurmak

 

Tavaf, bir bakıma namaz gibidir. Nasıl ki namazı abdestsiz eda ;tmek caiz değilse, onun gibi tavaf da abdestsiz yapılmaz ve bu caiz değildir. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in bu konuda hem fiilî, hem de kavlî sünneti söz konusudur.

Aynı zamanda namazda avret yerlerini nasıl örtmek farzsa, ta­vafta da öyle. Cahiliye devrinde Arapların çoğu avret yerleri de açık olduğu halde gelip Kabe'yi tavaf eder ve birtakım yakışıksız hareket­lerde bulunurlardı. İslâm gelince, bu ibadetin Ölçü ve sınırını, kural-larmı'belirledi ve birtakım şeyleri haram kılıp yasakladı.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Çıplak bir vaziyette hiç kimse Beyt'i tavaf etmesin." [368]

"Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.y.) Efendimiz Mekke'ye ayak bastığında ilk yaptığı şey şu oldu: Abdest aldı ve sonra Beytullah'ı tavaf etti." [369]

Yine Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Ayhali olan kadın, tavaf dışında diğer bütün menasiki (ibadetleri) yerine getirir." [370]        

Yine Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle bilgi vermiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber sadece haccı düşünerek ve onu anarak çıktık; taki Şerife geldik ve ben ay­hali oldum. Az sonra Resulüllah (s.a.v.) yanıma geldi ve ben de ağlıyordum. Bana: "Neyin var, yoksa ayhali mi oldun?" diye sordu. Ben de: "Evet.." diye cevap verdim. O bana şöyle bir te­sellide bulundu: "Bu, Allah'ın Adem kızları üzerine yazdığı bir şeydir. Artık sen hacıların yaptığı her şeyi yap, ancak temizle­ninceye kadar Beytullah'ı tavaf etme." [371]

Diğer bir rivayette: "Hacının yaptığını sen de yerine getirip yap, ancak temizlenip yıkanıncaya kadar Beyt'i tavaf etmek"

 

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Tavafın iki şartı, yani sıhhatinin şartı söz konusudur:

1- Tavafın Mescid-i Haram dahilinde yapılması.

2- Ziyaret tavafı ise, Nahf Günü, yani bayramın birinci günü fe­cir doğunca başlaması..

b)  Şafıîlere göre: Tavafın birtakım şartları vardır ki, onların irçekleşmesi söz konusudur:

1- Örtünmesi vacip olan avret yerinin örtülü bulunması,

2- Küçük ve büyük abdestsizlikten taharet üzere olması, cünüp s abdestsiz olmaması,

3- Yüzünü göğsüyle birlikte Hacerü'l-esved'e çevirip tavafa plece başlaması,

4- Tavaf esnasında Kabe'yi sol tarafına alması,

5- Tavafın yedi şavtı olması,

6- Tavafın Mescid-i Haram dahilinde yerine getirilmesi,   .

7- Tavaf esnasında başka bir işle meşgul olmaması,

8-  Tavaf-ı Rükün ve Tavaf-ı Kudüm dışındaki tavaflara niyet dilmesi..

c)  Hanbelîlere göre: Bu mezhebe göre de tavafın sıhhati için iirtakım şartlar gereklidir:

1- Niyet etmek,

2- Ziyaret tavafı ise, vaktin girmiş olması,

3- Namazda olduğu gibi avret yerlerinin Örtülü tutulması,

4- Necasetten temizlenmiş olması,.

5- Küçük ve büyük hadesten taharet üzere olması; abdestsiz ve :ünüp bulunmaması,

6- Yedi şavt olarak yapılıp tamamlanması,

7- Gücü yettiği takdirde tavafın yaya olarak yapılması,

8- Şavtları ardarda yapması,

9- Tavafın Mescid-i Haram dahilinde gerçekleştirilmesi,

10- Tavafta Kabe'yi sol tarafına alması..

d)  Malikîlere göre: Bu. mezhebe göre. de tavafın birtakım şartları, yani sıhhatinin şartları vardır:

1- Tavafın yedi şavt olarak gerçekleşmesi

2- Necasetten temizlenmiş olması,

3- Küçük be büyük hadesten taharet üzere olması,

4- Tavafta Kabe'yi sol tarafına alması,

5- Tavafı Hicr'in dışından yapması,

6- Tavafın yedi şavtını ardarda yapmaası...[372]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

489 nolu Ebu Bekir hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir. Bundan, j tavafın çıplak vaziyette, avret yerleri açık bir halde yapılmasının sa-' hih ve caiz olmadığı istidlal edilmiştir. Nitekim cumhura göre, tavaf- j ta   avret   yerlerini   Örtülü   bulundurmak,   tavafın   sıhhatinin! şartlarmdandır. Hanefîler ise, bunun şart olmadığını belirtmişler ve; avret yeri açık bir vaziyette tavaf yapan kimsenin Mekke'de bulun-i duğu süre içinde onu iade etmesinin gerektiğini istidlal etmişlerdir.; Bu durumda tavafı iade etmeden Mekke'den çıkacak olursa, o tak-i dirde kan akıtması gerekir.                                                                 '

490 nolu Hz. Aişe hadisi de sahih olup istidlal ve ihticace salih1 görülmüştür. Bu rivayetten, tavafın abdestli bir halde yapılmasının! vacip veya şart olduğu istidlal edilmiştir. Ancak müctehidlerden bir kısmı bunun da şart, bir kısmı ise vacip olduğuna kail olmuşlardır.

Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Hac menasikini (ibadetlerini) benden alınız" yani ben nasıl yapıyorsam siz de öyle yapın buyur­muştur. Abdest alıp öylece tavafa başlaması, bunun lüzumuna dela­let etmektedir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Avret yerleri açık bir halde tavaf yapmak caiz ve sahih değildir.                                                                                

2- Abdestsiz bir halde de tavaf caiz olmaz.

3- Ayhali olan kadın, tavaf dışında diğer menasiki yerine geti­rir.

4- Tavafta avret yerlerini Örtmek ve abdestli bir halde yapmak, Hanefîlere göre şart değil, yani sıhhatinin şartı değildir. Diğer mezheplere göre, sıhhatinin şartıdır.

 

Tavaf Esnasında Allah’ı Anmak

 

Cenab-ı Hak, bazı istisnalarla her yerde anılmaya layıktır. İlikle ibadetlerde bu son derece lüzumlu bir anlam taşır. Çünkü ietlerin Önemli bir bölümü zikir, teşbih, tahmid, tehlil ve tekbird-aynı zamanda ta'zim ve tekrimden ibarettir.

O bakımdan tavaf yaparken Allah'ı gönülden gelen bir aşk ve kle anmak sünnettir, aynı zamanda ruhlara gıda, kalplere ışkanlık veren bir fazilettir.

 

İlgili Hadisler

 

Abdullah b. Saib (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle diştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den, Rükn-i Yemânî ile îkn-i Hacer arasında şöyle buyurduğunu duydum: Rabbena atine fi’d-dünya haseneten ve fi’l ahireti haseneten ve kına azabe’n-nar..' [373]

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Rükn-i Yemanî ye yetmiş melek üvekkel kılınmıştır. Artık kim orada Allahümme inni es’elüke’l-afve ve’l-afiyete fi’d-dünya ve’l ahireti, rabbena atina fi’d-dünya haseneten ve fi’l-ahireti haseneten ve kına azabe’n-nari derse, o melekler"amin" derler." [374]

Yine Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah'in \ (s a.v.) şöyle dediğini duymuştur; "Kim. Beytullah'ı tavaf eder vei hiç konuşmayı» sadece Sühane’llahi ve’l-hamdu lillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber, velahavle vela kuvvete illa billahi derse onun on günahı silinir, kendisine on sevap yazılır ve on derecesi yükseltilir." [375]

Uz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Beytullah'ı tavaf, Safa ile Merve arasında, sa'yetmek ve Cemrelere taş atmak ancak Allah'ı anmak için ikame edilmiştir." [376]

Tirmizî ise, bunu şu lafızla rivayet etmiştir: "Cemrelere taş at­mak ve Safa ile Merve arasında sa'yetmek ancak Allah'ı zik­retmek için (farz ve vacip, sünnet ve nafile) kılınmıştır." [377]

 

Müctehidlerin Tesbit ve İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Tavafa başlanırken vitir kunutu okunur, bayramlarda getirilen tekbirler getirilir ve bu arada tehlil, tekbir, tahmidde bulunur; Peygamber'e (s.a.v.) salat-ü selam getirir.. Sonra da şu dua yapılır: "Allah'ım! Sana inanarak, kitabını tasdik ede­rek, ahdine vefa göstererek, Peygamberin Muhammed'in (s.a.v.) sünnetine uyarak tavaf ediyorum. Allah'tan başka ilah yoktur. Allah çok büyüktür. Allah'ım! Elimi Sana uzattım; Se­nin yanında (mukaddes tanınan) şeylere ta'zim edip rağbetimi büyüttüm. Duamı kabul buyur; kaymamı (günah işleyip hata yapmamı) azalt; tazarru1 (ve niyazımı, yalvarış ve yakarışı)   ma  karşı  merhamet  eyle;  mağfiretinle  bana cömertlikte bulun ve fitnelerin saptırmalarından beni koruy­up himayene al." [378]

b) Şafiîlere göre: Tavafın başlangıcında şöyle der: "Bismillahi Allahu Ekber.. Allah'ım! Sana inanarak, kitabım tasdik ede­rek, ahdine vefa göstererek, Peygamberin Muhammed (s.a.v.) m sünnetine uyarak tavafa başladım." Kabe'nin kapısına karşı şöyle dua edilir: "Allah'ım! Şüphesiz bu Beyt Senin beytindir, Harem Senin haremindir, güvenlik Senin güvenliğindir. İşte burası, Sana sığınıp ateşten kurtulmak isteyenin makamıdır."

Rükn-i Yemânî ile Rükn-i Hacer arasında ise şöyle dua edilir: "Allah'ım! Dünyada da bize iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi Cehennem ateşinden koru."

Ve bundan sonra dilediği dualarda bulunur; ancak me'sür olan, yani rivayet yoluyla gelen duaları yapmak efdaldır. [379]

c)  Hanbelîlere göre: Tavafta Hacerü'l-esved'e geldiğinde her defasında, RABBENA ATİNA... duası edilir. Aynı zamanda iki rükün arasında da bu dua okunur. Aynı zamanda Allah'ım! Senden hem dünyada, hem de ahirette avf ve afiyet diliyorum," denir.

Böylece Hanbelîler yukarıdaki hadislerle istidlal etmişlerdir.  '

Sonra diğer tavaflarda, yani birinci şavttan sonraki şavtlarda şu duayı da tekrarlar: "Allah'ım! Bunu hacc-ı mebrur, sa'yi meşkur ve zenb-i mağfur eyle. Rabbım, merhamet et, bağışla ve bildiğin (kusur ve günahlarımızı) temizle ve Sen çok aziz, çok kerimsin." [380]

Tavaf esnasında Kur'an okumakta bir sakınca yoktur. Ancak İmam Ahmed bunun mekruh olduğuna kaildir. İmam Malik ile Urve'nin de aynı görüşte olduğu rivayet edilmiştir. [381]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

494  nolu Abdullah b. Saib hadisini Nesâî tahric etmiş ve îbn* Hibban ile Hakim sahihi emiştir. O bakımdan istidlale salih görülmüş ve müctehidlerin çoğu bununla amel edilmesini tavsiye etmişlerdir

495 nolu Ebu Hüreyre hadisinin isnadında İsmail b. Iyaş bulu­nuyor ki bu zat hakkında birtakım şeyler söylenmiştir. Aynı zamanda isnadında Hişam b. Anım ar bulunuyor ki, bu zat sika (güvenilir) dir. Ancak ömrünün sonuna doğru hafızası değişmiştir.

Bu hadisi İbn Hacer et-Telhis'te zikretmiştir. Taşıdığı manayı kuvvetlendiren birkaç rivayet daha bulunuyor. O bakımdan müctehidlerin az kısmı onunla istidlal etmiştir.

496 nolu Ebu Hüreyre hadisini İbn Maceyukarıdaki hadisinin isnadıyla sevketmiştir. İsnadında yine İsmail b. Iyaş ve Hişam b. Ammar bulunuyor. O bakımdan İbn Hacer et-Telhis'te bunun zayıf olduğunu belirtmiştir.

497  nolu Hz. Aişe hadisi hakkında Ebû Davud susup bir şey söylememiş,  Tirmizî ise onun hasen olduğunu belirtmiştir.   O bakımdan istidlale salih görülmüştür. Nitekim mücte-hidlerin hemen hepsi bu hadisi dikkate alıp ona göre, tavaf esnasındaki zikir ve dua­lar hakkında açıklamada bulunmuşlardır.

Bu bapta İbn Mace ile Hakim'in îbn Abbas (r.a.) dan rivayet et­tikleri şu hadis bulunuyor: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz iki rükün arasında şöyle dua etti: "Allah'ım! Bana verdiğin rızıkla beni kanaatkar eyle ve onu benim için mübarek kıl ve bana görünmeyen her şeyi benden yana hayr ile halef eyle."

Hafız Bezzar'm Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayet ettiği bir hadiste, Peygamber (s.a.v.) m şöyle dua ettiği belirtilmektedir: "Allah'ım! Şek ve şirkten sana sığınırım; kötü ahlaktan da Sana sığınırım."

Ayrıca îbn Saib'in bir diğer hadisini İbn Asakir, İbn Naciye tari­kiyle rivayet etmiştir ki, senedi zayftır. Hadis şöyledir: "Peygamber (s.a.v.) tavafa başlarken şöyle dua ediyordu: "Bismillahi vallahu ek­ber.. Allah'ım! Sana inanarak, kitabını tasdik ederek, ahdine vefa göstererek, Peygamber'in Muhammed'in (s.a.v.) sünnetine uyarak tavaf ediyorum."

Hafız, "bunu ben bu lafızla bulamadım" demiştir. [382]

İmam Şafiî'nin İbn Nucayh'ten yaptığı rivayete göre: Ashaptan bazısı: "Ya Resulellah! İstilamda bulunurken ne söyleyelim?" diye sorduklarında, Efendimiz (s.a.v.): "Şöyle deyin: "Bismillahi vallahu ekber.. Allah'a iman ederek, Mu­hammed'in getirdiğini tasdik ederek başladım.."

Hafız, bu hadisin el-Ümm'de Said b. Salim'den, onun da İbn Cüreyc'den rivayetle yazılı bulunduğunu belirtmiştir.

Bu bapta ayrıca îbn Ömer'den şu rivayet yapılmıştır: "tbn Ömer ıcer'i istilam ederken şöyle dedi: Bismillahi vallahu ekber.." Bu ri-[yetin senedi sahihtir.

el-Akiylî de şu rivayeti îbn Ömer'den nakletmiştir: 'İbn Ömer, acer'i istilam ederken şöyle demiştir: Bismillahi, Allah'ım, kna inanarak, kitabını tasdik ederek ve Peygamberinin in netine uyarak başladım.. Sonra da Peygamber (s.a.v.) fendimiz'e salat-ü selam getirdi, sonra istilamda bulundu.

Aynı zamanda Vakıdî bu rivayeti merfuan el-Meğazî'de nakletmiştir.

Beyhakî ve Taberânî'nin yaptıkları rivayete göre: Hz. Ali (r.aO îacer'in yanma (önüne) gelince orada izdiham olduğunu gördü ve Uzunu Hacer'e tevcih ederek tekbir getirdi ve sonra şöyle dua etti: Ulah'ım, Sana iman ederek, Kitabını tasdik ederek, Peygam-er'inin sünnetine uyarak başladım.." [383]

Böylece bu baptaki hadislerin tamamı, tavaf esnasında duanın Leşruiyetine delalet etmekte ve terkinden dolayı kan (bir koyun kes-Lek) gerekmiyeceği anlaşılmaktadır. Nitekim müctehidlerin içtihadı a bu anlamda bulunuyor.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Tavafa Hacerü'l-esved'den başlanır.

2- Tavafa tekbir, tehlil, tahmid ve salavat ile başlanır.

3- Hacerü'l-esved istilam edilirken, yine tehlil ve tekbir getirilir ^e Rabbena âtina duası okunur.

4- Aynı dua iki rükün arasında da yapılır.

5- Her tavafta, 496 nolu hadiste belirtilen duaları yapmak nüstehabdır

6- Tavaf, zikir, tehlil, teşbih, tekbir, tahmid, salavat ve dua nakamı (yeri)dir. O bakımdan tavaf esnasında me'sür dualar yapılabileceği gibi, kişinin arzusu doğrultusunda birtakım dilekler ve iualarda yapılabilir. Bunda bir sakınca görülmemiştir.

7- Ayrıca mezhep imamlarının tesbit ettiği dua ve zikirlere ağırlık vermekte fayda vardır.

 

Binek Üzerinde Tavaf Yapmak

 

Tavafın yaya olarak yapılması, müctehidlerin çoğuna göre sünnet, Hanbelî fakihlerine göre, kişinin gücü yettiği takdirde yaya olarak yapması şarttır. Böylece, ister sünnet ister şart olsun bir özürden dolayı tavafı binek veya bir binit üzerinde yapmak caizdir. Çünkü dinimiz her sıkıntıda bir kolaylık getirmiş ve böylece ibadetin birtakım özürlerden dolayı terkedilmemesini sağlamıştır.

 

İlgili Hadisler

 

Ümmu Seleme (r.a.) dan yapılan rivayete göre: Adı geçen hasta olduğu halde (Beytullah'a) geldi ve durumunu Peygamber (s.a.v.) Efendimize anlattı. Efendimiz (s.a.v.) ona: "Binek üzerinde bulunduğun halde insanların gerisinden tavafını yap" buyurdu. [384]

Cabir (r.a.)den yapılan rivayete göre: "Veda Haccı'nda Re-sulüllah (s.a.v.) Efendimiz insanlar görsün diye Beytullah'ı ve bir de Safa ile Merve arasını bineği üzerinde olduğu halde ta­vaf etti ve Hacerü'l-esved'i elindeki eğri bastonla istilam ede­rek selamladı. Böylece insanlar görme imkanını bulsun ve bu olayı sorsun. Çünkü o sırada insanlar Peygamber (s.a.v.) Efen-dimiz'i çepeçevre kuşatmış (ve her hareketini görmeğe çalışır) bir halde idi. [385]

Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Veda haccı'nda bineğin jzerinde, insanlar (tavaf ve istilam) dan yüz çevirmesin diye ivaf yaptı ve rüknü istilam etti." [386]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi vermiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Mekke'ye geldiğinde biraz ahatsız idi. O sebeple bineği üzerinde olduğu halde tavaf aptı ve ne kadar rükne (Hacerü'l-esved rüknüne) geldiyse, autlaka elindeki eğri bastonla onu istilam etti. Tavafını ta-lamlaymca da devesini çökertti ve iki rek'at namaz kıldı." [387]

Ebu Tufayl'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle anlatmıştır:

"İbn Abbas'a dedim ki: Safa ile Merve arasında süvari ol-rak tavaf yapmanın sünnet olduğundan bana haber ver. pünkü senin kavmin onun sünnet olduğunu iddia ediyor!" Bu-um üzerine İbn Abbas ona: "Kavmim hem doğru, hem de yalan söylemiştir." [388]

Ben ona: "Hem doğru söylemiş, hem de yalan demenin ınlamı nedir?" diye sorduğumda şu cevabı verdi: "Şüphesiz (o gün) insanlar Peygamber (s.a.v.) Efendimizin çevresinde to-Jİanmış ve "Bu Mûhammed'dir, bu Muhammed'dir.." diye konuşuyorlar ve bu sesten dolayı insanlar evlerinden boyutl­arını (başlarını) çıkarıp bakıyorlardı. Resulüllah'm (s.a.v.) iminde ise insanlar dövülmez (itilip kakılmaz) di. O sebeple insanlar onun çevresinde çoğalıp (rahat yürüme ve işlediklerinin herkes tarafından görülebilme imkanı kal­mayınca) bineğe bindi (ve öylece tavaf yaptı). Ania yürümek re sa'yetmek efdaldır."

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların Tesbit ve Istidlalleri

 

a) Hanefî ve Şafiî mezhebine göre: Yaya olarak tavaf ve sa'yetme imkanı olan kimsenin bu vaziyette tavaf yapması sünnettir. Buna bir özüründen dolayı gücü yetmeyen kimsenin binek üzerinde tavaf etmesi ve sa'y görevini yerine getirmesi caizdir.

Şimdi artık mevcut imar ve düzenlemeye göre, Kabe'yi binek üzerinde ve yine Safa ile Merve arasını binek üzerinde sa'yetme im­kanı pek olmadığından herhangi bir binit üzerinde bunu gerçekleştirme imkanları mevcuttur.

b) Hanbelîlere göre: Bu mezhep imamlarına göre, Kabe'yi yaya olarak tavaf etmek şarttır. Ancak kişinin buna gücü yetmediği takdirde binit üzerinde yapmasında bir sakınca yoktur.

c) Malikîlere göre: Bu mezhep imamlarına göre, tavafı yaya olarak yerine getirmek vaciptir. Ancak bir özüründen dolayı kişi yaya olarak yapmaya gücü yetmezse, herhangi bir binit (tahterevan ve benzeri bir araç) üzerinde yapması caizdir. [389]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

505 nolu Ümmu Seleme, 506 nolu Cabir, 507 nolu Aişe hadisleri sahihtir ve istidlale elverişlidir. O bakımdan müctehidlerin hemen: hepsi bir özürden dolayı kişinin yaya olarak tavaf yapamadığı tak-; dirde binek veya binit üzerinde tavaf yapmasında bir sakınca yoktur! demişlerdir.

508 nolu îbn Abbas hadisine gelince: Onun isnadında Yezid b. Ebî Ziyad bulunuyor ki, bu zatın rivayetiyle ihticacda bulunmak doğru olmaz.

Zehebî zayıf, münker ve iRticaca salih olmayan hadisleri rivayet eden dört Yezid b. Ebî Ziyad'dan söz etmiştir. Birincisi Kûfeli'dir ve hafızasının çok kötü ve bulanık olduğundan söz edilmiştir. Nitekim hadis alimlerinin çoğu onun zayıf, münkerü'l-badis olduğuna dikkat çekmişlerdir. İkincisi, Yezid b. Ebî Ziyad eş-Şamî'dir. Buharı bunun münkerü'l-hadis olduğuna dikkat çekmiştir. Üçüncü Yezid b. Ebi Ziy­ad es-Seken'dir ki, Ebû Hatim: "Onun rivayetiyle hüccet ikame edil­mez" demiştir. Dördüncüsü, Yezid b. Ebi Ziyad'dır ki, Ebû Hatim onun da zayıf olduğunu belirtmiştir. [390]

Yezid bu rivayetinde "ve huve yeşteki" yani "Resulüllah (s.a.v.) iraz rahatsız idi" cümlesini kullanmıştır. îmam Şafiî bunu reddede- Resulüllah'm (s.a.v.) bu hac esnasında hastalıktan şikayetçi ıduğumı (başka sıhhatli bir yoldan) bilmiyorum, demiştir.

509 nolu Ebu Tufayl'in Ibn Abbas'tan yaptığı rivayet sahih ka-ul edilmiştir. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Safa ile Merve arasında bi-ek üzerinde sa'yettiğine açık şekilde delalet etmektedir ki bu oğrudur, "sünnettir" demeleri ise yalandır. Ancak burada Re-ulüllah (s.a.v.) bir hastalıktan dolayı değil de, etrafında fazla kala-ıalık bulunmasından dolayı, binek üzerinde sa'yetmeyi uygun bul-auş ve hac menasikini, aynı zamanda onun mübarek yüzünü herkes [örsün diye böyle bir tercihte bulunmuştur.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Tavafı yaya olarak yapmak sünnet veya vacip veya şarttır.

2- Bir Özüründen dolayı yaya olarak tavaf edemiyen kimsenin inek veya binit üzerinde tavaf yapmasında bir sakınca yoktur.

3- Binek veya binit üzerinde tavaf eden kimsenin elindeki bas-|on veya benzeri bir cismi Hacerü'l-esved'e dokundurup istilamda bu-tınması caizdir.

4- Elinde böyle bir cisim yoksa, veya o cismi kalabalıktan dolayı hacerü'l-esved'e dokundurmakta zorluk varsa, rüknün önünde durup il işaretiyle istilamda bulunması yeterlidir.

5- Safa ile Merve arasında yaya sa'yedemiyen kimsenin binek ?eya binit üzerinde sa'yetmesi caizdir. Ancak bugün için binek izerinde bu yerlere girmek mümkün olmadığından herhangi bir binit izerinde bu menasiki yerine getirmek mümkündür.

6- Kadınlar binek veya binit üzerinde tavaf ederken, en geride iurup öylece tavaflarını yerine getirirler.

7- Tavaftan sonra iki rek'at namaz kılmak vaciptir. Hanbelîlere şjöre, bu namaz sünnettir.

8- Yine Hanbelîlere göre, tavafı ardarda yapmak vaciptir.

9- Tavafta her defasında Rükn-i Yemanî'yi istilam etmek tnüstehabdır; Rükn-i Hacer'i istilam etmek sünnettir. Rükn-i Yemânî öpülmez, Rükn-i Hacer Öpülür.

10- Yedinci tavaf Hacer!in yanında tamamlanır ve Hacer istilam edilerek ayrılıp iki rekat namaz kılınır.

11- Bütün bunlar abdestli bir vaziyette ancak yerine getirilebi­lir. Böylece abdestsiz tavaf sahih olmaz.

 

İki Re’kat Tavaf Namazı ve Tavaftan Sonra İstilam

 

Tavaf bir bakıma namaz gibi bir ibadettir. O bakımdan ancak abdestli bir vaziyette ve avret yerleri örtülü olduğu halde yerine ge­tirilebilir. Ne var ki, namazla tavaf arasında bazı farklar vardır. On­lardan biri, tavaf esnasında konuşmakla tavaf bozulmaz, ama na­mazda konuşulduğu takdirde namaz bozulur. Namazda Fatiha ve zamm-ı sure okunur, tavafta okunmaz. Bununla beraber tavafta Kur'an ayetlerini okumakta bir sakınca görülmemiştir. Buna benzer birtakım farklar söz konusudur.

Tavaftan sonra, Cenab-ı Hak bu imkanı verip kutsal Kabe'nin etrafında yedi defa dönmeyi müyesser kıldığından Ona şükür olsun diye iki rek'at namaz kılınır. Ancak yedinci tavafın, yani şavtm so­nunda tekrar Hacerü'l-esved istilam edilerek öylece ayrılıp namaz kılınır. Ve böylece tavaf da tamamlanmış olur.

Konuyla ilgili hadisler

Cabir (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendi­miz Makam-ı İbrahim'e gelince şu ayeti okudu: "Siz de İbrahim'in makamından bir namazgah edinin" [391]. Sonra da iki rek'at namaz kıldı. Fatiha'yı, Kul Ya Eyyühe'l-kafîrun suresini ve Kul huvallahu ahad suresini okudu. Sonra Rükne döndü, isti­lam etti. Sonra da Safa tepesine çıktı.." [392]

 

Müctehidlerin İctihad ve İstidlalleri

 

a)  Haneklere göre: Her tavaftan sonra iki rek'at namaz mak vaciptir. Birinci rek'atinde Kafîrun, ikinci rek'atinde Ihlas resini okumak müstehabdır. [393]

b)  Şafiîlere göre: Tavaftan sonra Makam-ı İbrahim'in ar­sında, olmadığı takdirde boş bulunan bir yerde iki rek'at tavaf na­kzı kılmak sünnettir. Bazı imamlara göre, vaciptir. Ancak birincile-iı göı*üş ve tesbiti daha mutemeddir. Birinci rek'atinde Kafîrun, inci rek'atinde İhlas suresi okunur. [394]

c) Hanbelîlere göre: Tavaftan sonra iki rek'at namaz kılmak ınnettir. Bu namazı İbrahim Makamı'mn arkasında kılmak ise ustehabdır.. Aynı  zamanda birinci  rek'atinde Kafinin,  ikinci k'atinde İhlas suresini okumak da müstehab sayılmıştır.

Bu mezhep imamlarının çoğuna göre, tavaftan sonra kılman iki k'at namaz, müekked sünnettir. Sahih olan da budur. [395]

d) Malikîlere göre: Bu iki rek'at, tavafa tabi' olduğundan do-yı vaciptir.

Oysa Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Allah kulu üzerine beş amaz farz kılmıştır. Artık kim o namazları muhafaza ederse, enab-ı Hakk'ın onu Cennet'e sokması verilen bir sözdür" buy-rmuş ve aynı zamanda bedevinin farzlardan sorması üzerine, Re-ılüllah (s.a.v.) yine beş vakit namazdan söz etmiştir. O bakımdan ıvaf namazının sünnet olması daha uygundur. [396]

 

Tahliller

 

Bu konuda İbn Ömer ve İbn Abbas hadisleri istilam bahsinde, eçtiği için tekrar buraya almaya lüzum görmedik. Şüphesiz bu da iğer namaz gibi Fatiha ve zamm-ı sure okunarak kılınır.

513 nolu Cabir hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. O balamdan avaftan hemen sonra farz namaza durulursa, bu, tavaf namazı yerine geçmez ve. farzdan sonra bu namazı kılmak yine sünnet olarak belirlenir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Tavaftan sonra, iki rek'at tavaf namazı kılmak, îmam Ebû Hanife ile îmam Malik'e göre vacibdir. İmam Şafiî ile İmam Ahmed'e göre sünnettir.

2- Bu namazın, yer müsait olduğu takdirde Makam-ı İbrahim'in arkasında kılınması müstehabdır. Müsait olmadığı takdirde Mes-cidü'l-Haram'm herhangi bir yerinde kılmabilir.

3- Birinci rek'atinde Kafırun, ikinci rek'atinde İhlas suresini ok­umak da müstehabdır. Bununla beraber herhangi bir sure okumakta da bir sakınca yoktur.

 

Safa İle Merve Arasında Sa’yetmek

 

Bu iki tepe arasında dört gidiş, üç dönüş olmak üzere yedi gidiş-*eliş gerçekleştirilir ve buna "sa'y" denir. Tevhid İnancı'nm odağı sayılan Kabe'ye yakın bir yerde Cenab-ı Hakk'm emrine hazır olup gerektiğinde hemen hareket edilerek yerine getirileceğinin bir dav­ranış şeklidir. Aynı zamanda dünyalığı geride bırakıp Hakk'a [yönelmenin ve nefis ikliminden göç edip kutsal iklime girmenin yedi basamağını sembolize etmekte ve böylece nefsin yedi mertebesini aşmaya delalet etmektedir.

Aynı zamanda susuz bir vadiye konulan Hacer ile oğlu İsmail'in durumunu tasvir etmektedir. Şöyle ki: Küçük yavrusuna su bulabil­mek için bu iki tepe arasında mekik dokurcasma koşup etrafı taray­an Hacer'in bu hareketini Tevhid İnancı doğrultusunda sembolize etmeğe yönelik bir hareket tarzıdır.

Safa ile Merve arasında sa'yetmenin rükün mü, farz mı, vacip mi olduğu hakkında farklı tesbit ve ictihadlar ortaya çıkmıştır. Müctehidlerin ; istidlal ve ihticacları bölümünde bu husus açıklanacaktır.

Konuyla ilgili hadisler

Habibe bint Tecrate veya Ticrate (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüliah'ı (s.a.v.) Safa ile Merve arasında sa'yederken gördüm, insanlar da O'nun etrafında ve O da onların Önünde bulunuyordu. Resulüllah sa'yederken Öylesine bir hareket gösteriyordu ki entarisi O'nun dizlerine dolanıyordu ve O şöyle buyuruyordu: "Sa'yediniz; çünkü Cenab-ı Hak sa'yi size yazmış (farz kılmış) tır." [397]

Safiye bint Şeybe'den yapılan rivayete göre, bir kadının ona, Re­sulüllah (s.a.v.) E fendimiz'den Safa ile Merve arasında sa'yederken şöyle duyduğunu haber vermiştir: "Sa'yetmek size farz kılınmıştır. Artık sa'yediniz!" [398]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle ha­ber vermiştir:

'Peygamber (s.a.v.) Efendimiz tavafı yapıp tamamlayınca Safa tepesine geldi ve çıkıp yükselerek Beytullah'a baktı, iki elini kaldırıp Allah'a hamd etti ve dilediği şekilde dua etti." [399]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre:

Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz tavaf ve sa'y yaptı. Tavafın üç defasında remel etti (kısa adımlarla az hızlı ve çalımlı yürüdü) dört defasında da normal şekilde yürüdü. Sonra: 'İbrahim'in makamından namazgah edinin" mealindeki ayeti okudu ve Makam-ı İbrahim'i kendisiyle Kabe arasına alıp iki rek'at namaz kıldıktan sonra gelip Hacerü'l-esved'i istilamda bulundu. Sonra da (Safa Tepesine doğru) çıkarken "Şüphesiz ki Safa ile Merve Allah'ın nişanelerindendir" mealindeki ayeti okudu ve Allah'ın başladığı (ilk önce Safa'dan söz ettiği) gibi, (sa'ye) Safa'dan başladı." [400]

Cablr'den yapılan bir diğer hadis rivayetinde, adı geçenin olayı şu lafızlarla haber verdiği bildirilmektedir: "Peygamber (s.a.v.)Efendimiz Safa Tepesi'ne yaklaşınca: "Şüphesiz ki Safa ile Merve Allah'ın nişanelerindendir" mealindeki ayeti okudu ve böyle buyurdu: "Allah'ın başladığı (Safa) ile başlayın" ve böylece kendisi de Safa'dan başladı, tepenin üstüne çıktı, ta ki Beytullah'ı gördü ve kıbleye yönelerek Allah'ın birliğini ifade ile tekbir getirdi ve şöyle eledi: "Allah'tan başka ilah yoktur; birdir, ortağı yoktur. Mülk O'nundur, hamd O'na mahsustur. O'nun kudreti her şeye yeter. Vaadini yerine getirdi, kuluna yardım edip zafere eriştirdi ve O yalnız başına (küfür) hiziplerini hezimete uğrattı." Sonra bu arada belirtilen cümlelerin benzeriyle üç defa dua etti ve sonra Merve'ye doğru inip ilerledi ta ki ayaklarıyla insıbabta bulunup batn-ı vadide remel yaptı ve biz de tepeye çıkmış olduk. O da yürüyerek Merve Tepesi'ne geldi; Safa Tepesi'nde yaptıklarını bu tepede de yaptı." [401]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Safa ile Merve arasında sa'yetmek vacip­tir. Yedi şavt olarak tamamlanır. Safa'dan Merve'ye dört şavt, Merve'den Safa'ya üç şavt... Tavaftan sonra yapılması şarttır, yani tavaf yapılmadan say yapılmaz. Çünkü sa'y tavafa tabi bir vaciptir.

Safa'dan değil de Merve'den başlanarak sa'y edilir ve böylece tertip bozulacak olursa, İmam Ebû Hanife'ye göre kerahetle caiz olur. [402]

Safa ile Merve arasında sa'yetmeye yönelince, önce dönüp Hac-erü'l-Esved'i istilam etmesi uygun olur. Tavaftan sonra sa'y yapılmayacaksa, o takdirde tavaf namazından sonra dönüp Hacerü'l-EsvedÜ istilam etmez. Ama tavaftan sonra sa'yedecek oiursa istilam eder.

Safa ile Merve tepesine çıkmak sünnettir; şöyle" ki: bu iki tepe arasında sa'yetmek vaciptir, ama tepeye çıkmak sünnettir. Çıkmayan kimse kerahet işlemiş olur; Bu da Beytullah'ı rahat görebilecek şekilde olursa yeterli sayılır..

Her şavtta batn-i vadide biraz hızlanır. [403]

b)  Şafiîlere göre: Tavaf ve namazından sonra Safa ile Merve arasında sa'yetmek farzdır.

Sa'ye Safa tepesinden başlamak şarttır. Aksi halde sahih olmaz. Dördü Safa'dan Merve'ye, üçü Merve'den Safa'ya olmak üzere yedi şavt ile tamamlanır. Kudüm tavafından hemen sonra Sayeden kimse artık onu iade etmez, yani ziyaret tavafından sonra sa'yetmesi gerekmez.

Safa ile Merve tepelerine yükselmek müstehabdır. [404]

c) Hanbelîlere göre: İmam Ahmed'den yapılan rivayete göre, Safa ile Merve arasında sa'yetmek, haccın rükünlerinden biridir. Nitekim İmam Malik ile İmam Şafiî de aynı görüş ve ictihaddadırlar.

Hem sa'y, tavafa tabi' bulunuyor. O bakımdan tavaftan önce yapılması sahih olmaz. Aynı zamanda Safa'dan başlayıp Merve'ye gitmek şarttır, yani bu tertibin uygulanması gerekir; aksi halde sa'y yapılmamış sayılır.

İki yeşil mil arasında biraz hızlanmak sünnettir. Tabii bu, kadınlar için değil erkeklere mahsus bir sünnettir. Böylece Safa'dan Merve'ye dört şavt, Merve'den Safa'ya üç şavt olmak üzere yedi şavt ile tamamlanır. [405]

d) Malikîlere göre: Şafiî ve Hanbelî mezheplerinde olduğu gibi, bu mezhebe göre  de Safa ile Merve  arasında sa'yetmek rükünlerden biridir. Yapılmadığı takdirde hac hükümsüz olur.

Yedi şavt olması, Safa'dan başlanılması, şavtlarm ar darda yapılması, tavaftan sonra yerine getirilmesi şarttır. Aksi halde sahih olmaz.

Hacerü'l-esved'i istilamdan sonra yapılması, tavafla arasına bir şey girmemiş olması, Safa ile Merve tepelerine çıkılması bu iki tepe üzerinde dua edilmesi, iki yeşil mil arasında biraz hızlı yürünmesi sünnettir. Abdestli bir halde yapılması menduptur. Kudreti olan kim­senin yaya olarak sa'yetmesi ise vaciptir. [406]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

518  nolu Habibe hadisini aynı zamanda İmam Şafiî tahric iştir. [407] Ancak Safîye'nin bu hadisi Habibe'den rivayet ettiği ılmaktadır. Çünkü Şafiî bunu Atâ b. Ebî Rebah'm Safıye'den, m da Habibe bint Ebî Ticrat'tan rivayet ettiğini belirtmiştir. ;ak isnadında Abdullah b. Müemmil bulunuyor ki bu zat sayıftır. [408] Yahya b. Main onun zuafa arasında bulunduğu, İmam Ahmed, in rivayetlerinin tamamı münkerdir demiştir. Nesâî ve Darekutnî bu görüştedirler. [409]

Bu zatm bir diğer tarikle İbn Huzayme'nin Sahihinde ve Tabe-LÎ'nin tesbitinde İbn Abbas (r.a.) dan bu anlamda rivayeti bulunuy-İki rivayeti bir araya gelince az bir kuvvet kazanmaktadır, ancak dlal ve ihticaca salih olup olmadığı tartışmalıdır.

519 nolu Safiye hadisinin isnadında Musa b. Ubeyde bulunuyor i bu zat da zayıftır, İmam Ahmed, "Onun hadisi yazılmaz" derken, isâî  ve  diğer  hadis  bilginleri   onun  zayıf olduğuna  dikkat emişlerdir, ibn Main de onun kayde değer bir ravi olmadığını beIirtilmiştir. [410]

Şüphesiz bu konuda umde olarak "Hac menasikinizi benden n!" mealindeki Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in sahih kabul edilen dişidir.

Müctehidler bu ifadeler üzerinde durup kimi sa'yın rükün luğunu, kimi vacip, kimi de sünnet olduğunu belirtmiştir.

Tahavî bu konuda Hanefîlerin içtihadının isabetli olduğunu vunurken, ilim adamlarının, sa'yı terkeden bir kimseye dem (kan ıtmak) gerektiğinde icma'ları vardır demiş ve böylece bir vacibin rkinin bir koyun veya sığır kesmekle telafi edileceğine kail nuştur. [411]

el-Peth sahibinin cumhurdan yaptığı rivayette ise, sa'yın rükün luğu ve terkinin bir şey ile telafi edilemeyeceğini belirtmiştir.

Şevkanî bu rivayetlere yer verdikten sonra konuyu şöyle nok-lıyor: "Bu delillerin en açık ve zahir olanı, Müslim'in rivayet ettiği l hadistir; "Safa ile Merve arasında sa'yetmiyen kimsenin tlah haccını da, umresini de tamamlamaz.." [412]. Veya "Allah besinin haccını tamamlamasın!"

520 nolu Ebû Hüreyre, 521 nolu Cabir, 522 nolu Cabir hadisleri sahihtir ve istidlale salihtir.                                                         

520 nolu Ebu Hüreyre hadisinde Resulüllah'm Safa tepesine çıkıp yükseldiğini delil göstererek, bunun vacip olduğunu söyleyenler varsa da ilim adamlarının çoğuna göre sünnet olduğu tesbit edil­miştir.

"Allah'ın başladığıyla başlayın!" emrine dayanarak, sa'ye Safa Tepesi'nden başlamanın şart olduğunu söyleyenler olmuştur. Oysa bu cümle bazı rivayetlerde emir şeklinde değü, şimdiki ve gelecek zama­na delalet eden muzari' siğasiyle gelmiştir. O bakımdan buradaki em­rin vücup ifade ettiği söylenemez. Ancak cumhur bunun şart olduğunu belirtmiştir. Zira hadisteki cümleyi emir siğasiyle rivayet edenlerin daha güçlü hafız oldukları söz konusudur,            

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Beytullah'ı tavaf edip iki rek'at tavaf namazı kıldıktan sonra tekrar dönüp Hacerü'l-esved'i istilam etmek müstehabdır.

2- İstilamdan sonra vakit müsaitse Zemzem'den içmek de müstehabdır.

3- Tavaf namazından ve istilamdan sonra fazla ara vermeden sa'yetmek için Safa Tepesi'ne doğru ilerlemek sünnettir.

4- Safa Tepesi'ne çıkıp yükselmek sünnettir. O bakımdan Kabe'yi görecek kadar yükselmek de yeterlidir.

5- Safa1 da Kabe'ye yönelmiş halde tehlil, tekbir, tahmidde bu­lunmak ve dua etmek sünnettir.

6- Safa ile Merve arasında batn-i vadide, yani iki yeşil mil arasında biraz hızlanmak sünnettir. Bu, erkeklere has bir sünnettir.

7- Sayın tamamı yedi şavttır: Dördü Safa'dan Merve'ye, üçü de Merve'den Safa'ya yapılarak gerçekleştirilir.

8- Safa Tepesi'ne de çıkmak sünnettir. Ancak Kabe'yi görecek kadar yükselmek de yeterlidir. Bu tepede de tehlil, tekbir getirilir ve dua edilir.

9- Safa ile Merve arasında sa'yederken Safa'dan başlamak şart veya vaciptir. Müctehidlerin bir kısmına göre, sünnettir.

10- Safa ile Merve arasında sa'yetmek rükündür, müctehidlerin çoğuna göre, vaciptir.

11- Safa ile Merve arasında abdestli bir halde sa'yetmek müstehabdır.  O bakımdan  abdestsiz bir halde  de  sa'yetmek müstehabdır. O bakımdan abdestsiz bir halde sa'yetmek sahihtir.

12- Yedi şavtın ardarda yapılması da kimine göre vacip, kimine göre. sünettir. Birincilerin delili daha kuvvetlidir.

 

Mina’dan Arafat’a Gitmek ve Arafat’ta Vakfı

 

Zilhicce'nin sekizinci günü Mekke'den Mina'ya gitmek sünnettir. Dokuzuncu günü ise vakfede bulunmak üzere Arafat'a gid­ilir. Arafat'ta bir süre durmaya "vakfe" denir ki, bu haccın rükünlerinden biridir. Kaçırıldığı takdirde, bir yıl sonra o haccın ka­zası gerekir. Zira Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Hac, Arafat'tır" buy­urmuştur. Vakfenin belirlenmiş bir süresi vardır. O da, Arefe günü zeval vaktinden başlar ve bayramın birinci günü fecir doğuncaya ka­dar devam eder. Bu süre içinde hacceden kimse az bir süre olsun Ara­fat'ta bulunursa, rükün yerine gelmiş olur.

Şüphesiz Arafat kutsal yerlerden biridir. Melek Cebrail'in indiği, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in Veda Hutbesi'ni irad ettiği bir alan olarak dinimizdeki yeri ve önemi çok büyüktür. Duaların en çok kabul olunduğu bir mahaldır.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Muhammed b. Ebl Bekir b. Avften yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: "Bizler Mina'dan sabahleyin Arafat'a doğru hareket edeceğimiz sırada Enes'e (r.a.), Arafat'a giderken Re­sulüllah (s.a.v.) Efendimiz'le beraber ne yapıyordunuz? Tel-biye getirmemizde bir sakınca var mıdır?" diye sordum. O da bana şöyle dedi: 'Telbiye getiren getiriyordu, onun bu dav­ranışı inkar edilmiyordu. Tekbir getiren de getiriyordu, onun da bu hali inkar edilmiyordu." [413]

îbn Ömer (r.a,) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle,

demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Arafe günü sabah namazını kıldıktan sonra hareket etti ve taki Arafat'a gelip Nemire de­nilen yere indi -ki bu yer, imamın Arafat'ta inip konakladığı yerdir- Öğle namazına kadar orada kaldı, ısı iyice artmış bir halde gön ortası hareket edip öğle namazı ile ikindi namazını cem'ederek kıldırdı. Sonra insanlara hitab etti. Sonra da ha­reket ederek Arafat'taki vakfede durdu." [414]

Urve b. Mudarris b. Evs b. Harise b. Lam et-Tatden yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: "Müzdelife'de namaza çıktığı bir sırada Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'e geldim ve dedim ki:

“Ya Resulallah! Doğrusu ben Tayy'ın iki dağından geliyorum; hem bineğimi yordum, hem de kendim yoruldum. Ama Allah'a and olsun ki, hiç bir kum yığın uzantısını terketmeyip mûtlaka üzerinde vakfe yapıp durdum. Benim için (gerçekleşen) bir hac söz konusu olabilir mi?" Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kim bizim bu namazımıza hazır olur ve biz buradan ayrılıncaya kadar bizimle birlikte durur ve bundan önce de Arafat'ta gece veya gündüz (bir süre) vakfe etmiş olursa, gerçekten haccı tamamlanmış ve üzerine gereken menasiki (ibadetleri) yerine getirmiş olur." [415]

Abdurrahman b. Ya'mur (r.a.) den yalıpan rivayete göre: Necd lalkmdan bir grup Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'e geldi ki o sırada Efendimiz Arafat'ta vakfe halinde idi. O'ndan sordular. Sunun üzerine Efendimiz bir çağırıcıya emretti» şöj .e duyu­ruda bulundu: Hac Arefe (gününe yetişmek) dir. Kin toplan­ma gecesi (Müzdelife'de gecelemede) fecirden önce gelirse, gerçekten o, (Arafat'ta vakfeye) yetişmiş olur. Mina günleri üç gündür. Artık kim acele eder de iki gün kalırsa onun'üzerine bir günah yoktur, kim de (üçten fazla) gecıktirirse, onun üzerine de bir günah yoktur.." [416]

"Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efen­dimiz şöyle buyurmuştur: "Ben burada nahr yaptım (kurbanlık hayvanı kestim); Mina'nın her yanı bu kesime müsaittir. Artık siz yük ve eşyanızın bulunduğu yerde kurbanınızı kesin.

Ben şurada vakfe yaptım. Arafat'ın her yanı vakfeye uy- ( gundur. Burada da vakfe yaptım; toplanma yeri olan' (Müzdelife'nin) hepsi vakfeye uygundur.." [417]

Üsame b. Zeyd (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermişir:

 "Arafat'ta Resulüllah'm terkisinde (veya yedeğindeki bi­nek üzerinde) bulunuyordum. Ellerini kaldırıp dua edi-yordu; derken devesi bir yana meyletti ve bu sebeple devenin yuları

düştü, Resulüllah (s.a.v.) bir eliyle düşen yuları eğilip alırken bir elini de yukarıya kaldırmış halde (duasına devam ediyordu)." [418]                                                                         

Amr b. Şuayb'den, o da babasından, a da dedesinden rivayet etmiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in Arafat'ta yaptığı en çok duası şu idi: Allah'tan başka ilah yoktur. O birdir, ortağı yok­tur. Mülk O'nundur, hamd O'na mahsustur. Hayır O'nun elin­dedir; O'nun gücü herşeye yeter." [419]

Tirmizî ise bunu şu lafızla rivayet etmiştir:

"Duanın hayırlısı, Arefe günündeki duadır. Ben ve ben­den Önceki peygamberlerin söylediği en hayırlı dua şudur: Al­lah'tan başka ilah yoktur. O birdir, ortağı yoktur. Mülk O'nundur. hamd O'na mahsustur. O'nun kudreti her şeye yet­er."

Salim b. Abdillah'dan yapılan rivayete göre: Abdullah b. Ömer (r.a.) Arafe günü Haccac b. Yusuf un (Haccac-ı Zalim) yanına geldi ki güneş gök kubbesinin ortasından batıya meyletmiş bulunuyordu. Ben de onun yanında idim. Abdullah b. Ömer, Haccac'a seslenerek: "Eğer Sünnet'e uymayı arzu ediyorsan, hakreket vakti geldi" dedi. Haccac ona: "Bu saatte mi?" diye so-[ıncaj o da: "Evet.." diye cevap verdi.

Bunun üzerine ben de Haccac'a dedim ki: "Sünnet'e uy-layı arzuluyorsan, hutbeni kısa kes ve namazı acele et." Bunun üzerine Abdullah b. Ömer: "Salim doğru söyledi" dedi." [420]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Arafat'taki vakfe yerine fitti ve insanlara birinci hutbeyi irad etti. Sonra Bilal ezan »kudu. Sonra Resulüllah (s.a.v.) ikinci hutbeye başladı; O kinci hutbeyi tamamlarken Bilal da ezanı tamamlamış bulu­luyordu. Sonra Bilal ikamette bulundu, Resulüllah (s.a.v.) »ğle namazım kıldırdı; arkasından ikindi namazı için (Bilal) kamette bulundu ve Efendimiz ikindi namazını kıldırdı." [421]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Terviye günü (Zilhiccenin sekizinci günü) sabah namazından sonra Mina'ya gidilir. Daha çok güneş doğduktan sonra gitmekte yarar vardır. Sahih olan da budur. Bütün bu gitme ve bulunma hallerinde telbiye terkedilmez.Mekke'den çıkarken de hem telbiye, hem de tehlil ve tekbir getirilir. O gece Mina'da kalınır. Bütün bunlar sünnettir, Arefe günü, yani Zilhicce1 nin dokuzuncu giiniı Mina'da sabah namazı kılınır ve Arafat'a hareket edilir. Bunun­la beraber Terviye günü Mekke'de öğle namazını kıldıktan sonra Mina'ya giden kimse için de bir sakınca söz konusu değildir. Aynı za­manda Terviye günü Mekke'de kalıp sabah namazını kıldıktan sonra dokuzuncu günü Mina'ya uğrayarak Arafat'a gitmek de yeterli sayılırsa da sünnete aykırı olduğundan isâet (kötü bir iş) işlemiş olur.

Terviye günü cumaya rastlarsa, zevaldan önce Mina'ya ha­rekette bir sakınca yoktur. Ama zevalden sonra çıkması doğru olmaz. Çünkü kendisine vacip olan cumayı kılması gerekir.

Arafat'a gidilince, herhangi bir yerinde konaklayabilir. Ancak Cebel-i Rahmet'e yakın olması efdaldır. Güneş batıya doğru meyle­dince, mümkünse gusledilir ve îmam minbere çıkar, bu esnada-müezzin ezan okur. Sonra İmam ayağa kalkıp iki hutbe okur ve bu iki hutbe arasında oturur. Oturarak hutbe okuması da yeterli sayılır. Hutbeyi okumayıp terkeder veya- onu zevalden önce okursa bir sakınca yoktur. Sadece sünnete uymamış olur ve o yüzden isâet (kötü bir iş) işlemiş sayılır. Îmam bu hutbede Arafat'ta, Müzdelife'de ve Mina'da neler yapılacağım anlatır. Aynı zamanda kurban, tıraş, ziya­ret tavafı ve veda tavafı hakkında yeterli bilgi verir.

Hutbeden sonra imam bir ezan, iki ikametle öğle ve ikindi farz­larım kıldırır. Kıraati aşikar okumaz ve bu iki farz arasında sünnet, nafile namaz kılınmaz. Aynı zamanda bu iki farz arasında dünya işlerinden bir işle de meşgul olunmaz.

İmam Ebu Hanife'ye göre, öğle ile ikindi farzlarını bir arada kılabilmek için cemaat ile kılınması şarttır. Aksi halde her namaz kendi vaktinde kılınır. İmameyne göre, münferiden de kılınca yine cem-i takdim yapılır, yani ikindi farzı öğle vaktine alınıp, ikisi birara-da kılınır. Aynı zamanda İmam Ebu Hanife'ye göre, sözü edilen iki namazı bir arada kıldıracak olan imamın, büyük imam olması söz ko­nusudur. Diğer mezheplere göre, bu konuda herhangi bir bağlayıcı şart yoktur.

Arafat'ta farz olan vakfenin sıhhati için iki şey şarttır: Biri, Ar­afat denilen arazide, ikincisi belirlenen vakit içinde gerçekleşmesidir.

Vakfede mutlaka ayakta durup dua etmek şart değildir. Oturu­larak da vakfe yerine getirilir, [422]

b) Şafiîlere göre: Zilhiccenin yedinci günü İmamın Mekke'de öğle namazından sonra, kısa bir hutbe irad etmesi ve sabahleyin Mina'ya  gidileceğini  bildirmesi  sünnettir.   Sabahleyin  namaz kıldırdıktan sonra hacılarla birlikte Mina'ya gider ve o geceyi orada geçirirler Bu da sünnettir. Güneş doğduktan sonra (Zilhicce'nin doku­zuncu günü) Arafat'a hareket edilir. Nemire'de zeval vaktine kadar durulur, sonra Mescid-i İbrahim'e gidilir ve İmam orada iki hutbe irad eder ve arkasından öğle ile ikindi namazını bir arada,- yani öğle vaktinde kıldırır. Sonra da Arafat'ta güneş batmcaya kadar vakfe yapılıp dua, zikirle meşgul olunur ve gurubu müteakip Müzdelife'ye hareket edilir.. [423]

c)  Hanbelîlere göre: Zilhiccenin sekizinci günü olan "yevm-i tevriye" de temettü' hacca niyet edenler yeniden niyet edip ihrama gi-rler; kıran ve ifrad hacca niyet edenler zaten ihramlı bulunuyorlar i Mina'ya hareket ederler. Mekke'nin yerlilerinden de haccetmek is-jyenler yine bugün niyet edip ihrama girerler. Mina'ya gidilir ve ne namazı orada kılınır. Hatta Resulüllah'm (s.a.v.) orada beş vakit amaz kıldığı bilinmektedir.

Zilhiccenin dokuzuncu günü güneş doğunca Mina'dan Arafat'a âreket edilir. Arafat'ta öğle ile ikindi namazı öğle vaktinde bir arada ılınır. Cemaate katılma imkanı olmayan kimse kendi eşyasının anında bu iki namazı bir arada kılar. Her namaz için bir ikamet edi-r. Ezan da okunursa, bunda bir sakınca yoktur.

Arafat'taki hutbeler namazdan önce irad edilir ve kısa tutulur.

Arafat'ın her yanı vakfe yeridir. Cebel-i Rahmet yanında dur-aanın fazileti daha çoktur. Ancak Batn-ı Urune denilen kısım bunun [ışında tutulmuştur, orada vakfe yapılmaz, yapılsa da sahih olmaz.

Arafat'ta vakfe yapmak rükündür, onsuz hac tamam olmaz. Sunda icma' vardır.

Böylece Arafat'ta güneş batmcaya kadar dua, tehlîl, tekbir ve lenzeri zikirlere devam edilir. Çünkü bugünde yapılan dua ve niyaz-arın kabul edileceği umulur.

Bu mezhebe göre, Arafat'ta vakfenin zamanı, Arafe günü fecir loğunca başlar ve bayramın birinci günü fecir doğuncaya kadar de-ram eder; bu süre içinde orada az bir zaman dahi bulunulsa, vakfe rüknü yerine gelmiş olur. îmam Şafiî ile İmam Malik'e göre, vakfenin ilk vakti Arafe günü zevalden sonra başlar ve fecir doğuncaya kadar devam eder. Hanefîlerin de içtihadı bu doğrultudadır; yani üç mezhe­bin içtihadına göre, vakfenin vakti, dokuzuncu günü zevaldan sonra başlar. İmam Ahmed'e göre, fecirden sonra başlar..

Vakfe için taharet, kıbleye yönelme ve niyete gerek yoktur. Bu husuta farklı bir ictihad göstereni bilmiyoruz. [424]

d) Malikilere göre: Bu mezhebe göre de, belirlenen zaman içinde Arafat'ta vakfe yapmak rükündür. Bu, oradan geçmekle de gerçekleşebilir. Uyku halinde bulunmak bile yeterli sayılır. Ancak Arafat'ta durmayıp belirlenen sınırın bir ucundan bir ucuna geçmek isteyen kimsenin, o yerin Arafat olduğunu bilmesi ve niyet etmesi gerekir. Ama geçmeyîp belli bir yerde bulunan kimsenin niyet etme­sine gerek yoktur.

Arafat'ta dokuzuncu günü güneş battıktan ta onuncu günü fecir doğuncaya kadar olan süre içinde bir süre eyleşmekte rükün yerine gelmiş olur. Ama hiç eyleşmeden gelip geçecek olursa, vacibi terket-tiğinden bir kan akıtması gerekir. Bunun gibi, Zilhicce'nin dokuzuncu günü zevaldan sonra Arafat'ta bulunmak da vaciptir. Bu vakitten sonra gelen kimeseye de bir kan akıtmak gerekir.

Arafat'ta öğle ile ikindi namazını öğle vaktinde bir arada kılmak sünnettir. Aynı zamanda imamın orada iki hutbe okuması da sünnettir. Hutbeler namazdan önce güneş zevale yönelince o-kunur. Öğle namazı için bin ezan, ikindi namazı için de bir ezan okunur.

Güneş batmcaya kadar vakfe devam eder. Sonra Müzdelife'ye hareket edilir. [425]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

534 nolu Muhammed hadisi sahihtir. O bakımdan tavaf dışında her yerde telbiye ve tekbir getirilebilir; bunda bir sakınca yoktur. Müctehidlerin çoğunun da görüş ve içtihadı bu anlamdadır.

535  nolu İbn Ömer hadisinin isnadında Muhammed b. İshak bulunuyor ki, bu zat hakkında çok şeyler söylenmiştir. Onun dışındaki ricali sahihtir, aynı zamanda hepsi de güvenilirdir. O bakımdan bununla istidlal edenler olmuştur.

536  nolu Urve hadisini aynı zamanda İbn Hibban, Hakim ve Darekutnî   tahric   etmişlerdir.   Hakim   de   onu   sahihlemiştir. Müctehidlerin çoğu bu hadisle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.

Hadiste "gece ve gündüz.." sözü kullanılmıştır ki, îmam Ahmed bu cümleden vakfe süresinin dokuzuncu günü fecirden sonra başlayıp bayramın birinci günü fecir doğuncaya kadar devam ettiğini istidlal etmiştir. Cumhur ise, gündüzden maksat, zevalden sonraki süredir diyerek farklı bir yorum getirmiştir.

537 nolu Abdurrahman hadisini aynı zamanda îbn Hibban, Ha­kim, Darekutnî ve Beyhaki tahric etmişlerdir.

Böylece hadis, onuncu giıniı fecirden önce Arafat'ta bulunup Müzdelife'ye gelen kimsenin haccmın tamam olduğuna delalet et­mektedir. O bakımdan fecirden sonra gelen kimsenin vakfesi sahih değildir ve hac tamamlanmamış olur, önündeki yıl kazası gerekir.

"Mina günleri üçtür" cümlesinden, bayramın birinci günü dışında kalan teşrik günleri kasdediliyor. O bakımdan kim bayramın birinci gününden sonra iki gün kalıp ayrılmak isterse ayrılabilir; çünkü üç gün içinde cemreleri taşlama vücubunu yerine getirmiş ılur.. Kim de acele etmeyip üç gün kalırsa, o takdirde kalabilir ve nüctehidlerin çoğuna göre üçüncü gün de cemrelere taş atması gerekir.

538 nolu Cabir hadisi de sahih kabul edilmiştir. Bu, Mina'nm ıer yanının kurban kesmeye müsait olduğuna delalet ettiği gibi, Ara-iat'm da Batn-ı Urune dışında her yanının vakfeye uygun olduğuna re Müzdelife'nin de her yanının vakfeye elverişli bulunduğuna dela-et etmektedir.

539  nolu Üsame hadisinin Nesâî'de belirtilen ricalinin hepsi sika ve sahihtir. O bakımdan müctehidlerin hemen hepsi bu riva­yetle istidlal etmişlerdir.

540 nolu Amr hadisinin ise, isnadında Hammad b. Ebî Hamîd bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Nitekim Buharı onun hakkında: "Münkerü'l-hadistir" demiş; tbn Main "Onun hadisi bir şey değildir" diyerek dikkat çekmiştir. Nesâî de onun sika olmadığım belirtmiştir. [426] 

541 nolu Salim hadisi de sahihtir ve Arafat'ta hutbenin namaz­dan önce kılınacağına delalet etmektedir. Her ne kadar 535 nolu İbn Ömer hadisinin son kısmında bunun hilafına bir anlatım varsa da sa­hih olan bu ikinci tesbit ve rivayettir. Nitekim 542 nolu Cabir hadisi de bunu kuvvetlendirmektedir

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Teryiye günü sabah namazından sonra Mina'ya gitmek ve o geceyi orada geçirmek sünnettir.

2- Bu sırada telbiyeye yer yer devam edilmesi müstahabdır. Ayrıca tehlil ve tekbir getirmek, zikirde bulunmak da müstehab sayılmıştır.

3-  Dokuzuncu günü sabah namazı kılındıktan sonra Arafat'a hareket edilir.

4- Hiç Mina'ya uğramadan dokuzuncu günü doğrudan da Ara­fat'a  gidilebilir;  bunda  bir  sakınca  olmamakla bebaber  isâet (usulsüzlük) vardır; sünnet terkedildiğ için. Ancak zorlayıcı hallerde bu isâet kalkar.

5- Terviye günü cumaya rastlarsa, zevaldan önce Mina'ya hareket edilmemişse, artık cuma kılınıp öylece hareket edilir.

6- Arafat'ın her yanı vakfe için elverişlidir. Ancak Batn-ı Urune denilen kesim müstesna, yani orada vakfe yapmak sahih olmaz.

7- Cebel-i Rahmet'e yakın bir yerde vakfe yapmanın fazileti büyüktür.

8- Öğle vakti olunca Arafat'ta imam minbere çıkar ve iki hutbe irad eder. Müezzin Öğle namazı için ezan okumaya başlayınca imam hutbesini keser.

9- Böylece Arafat'ta önce hutbeler okunur, sonra öğle namazı kılınır.

10- Arafat'ta imam öğle ile ikindi namazım bir arada kildırır; önce öğlenin farzını, arkasından ikindinin farzını kıldırır.

11- Imameyne ve diğer müctehidlere göre, münferiden de na­maz kılan kimse bu iki namazı birleştirir. îmam Ebû Hanife'ye göre, o her namazı vaktinde kılar.

12- Her farz için bir ikamet getirilir. îkisi için bir ezan yeterli sayılır.

13- Vakfenin süresi, Hanefîlere göre, dokuzuncu günü zevaldan sonra başlar, onuncu günü fecir doğuncaya kadar devam eder. Ma-likîlere göre, dokuzuncu günü güneş battıktan sonra başlar, fecir doğuncaya kadar devam eder.

14- Arafat'ta bol bol dua, tehlil, tekbir ve zikir yapılarak bütün gün ibadet havasında tutulur.

15- Arafat'ta daha çok Peygamberimiz'in ve diğer peygamberle­rin yaptığı duayı yapmakta büyük fayda vardır,

16- Arafat'ta vakfe, haccın rükünlerinden biridir; onsuz hac ol­maz. Bunda ittifak vardır.

 

Arafat’tan Müzdelife’ye ve Oradan Da Mina’ya Gitmek

 

Haccm en önemli rüknü olan Arafat'ta vakfe tamamlandıktan onra' akşamleyin güneş batınca, akşam namazı yatsı vaktine gecikti­rilerek Müzdelife'ye hareket edilir. Fecir doğuncaya kadar orada, Stfeş'arü'l-Haram'da dua, zikir yapılır. Ancak ilk Önce yatsı vaktine geciktirilen akşam namazı ve hemen arkasından yatsı namazı kılınır. Böylece ikinci defa cemi' yapılır, yani iki namaz bir arada kılınır.

Şüphesiz Müzdelife'de gece süresince kalmanın sayısız faydaları cardır. Önce Resulüllah'm (s.a.v.) bu yerde namaz kılıp sık sık ümmeti için dua ettiği; tehlil ve tekbir getirmek suretiyle Allah'ın varlığını, birliğini büyüklüğünü ifadeye çalıştığı ve Meş'arü'l-Haram'da nemli gözleriyle ellerini kaldırıp Hakk'm yüce dergahına yöneldiği kutsal bir makamdır. Sonra fecir doğduktan sonra az bir süre olsun orada vakfe yapmak vaciptir.

Menasikin (ibadetlerin) bu bölümü tamamlanınca, şeytanı taşlamak ve kurban kesmek üzere Mina'ya hareket edilir. Bu ma­kamda küfrün bir tek millet olduğu düşüncesiyle küfrü temsil eden şeytan taşlanır ve bir Müslümamn ancak İslâm'ın karşısında olan ıküfür ehlini taşlayacağı, fakat din kardeşine asla el kaldırmayacağı, ona silah çekmeyeceği ve bu doğrultuda İslâm'ın birliği ve dirliği kor­unacağı, taşlama hareketiyle de ortaya konur ve Cenab-ı Rabbi'l-Alemine söz verilmiş olur.

Kesilen kurban ise hem kulun bu sadakatini isbata, hem de hac ibadetlerini yapma kudretini bahşeden Allah'a şükre yönelik ayrı bir hikmeti yansıtır.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Üsame b. Zeyd (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Arafat'tan ayrılıp (Müzdelife'ye) yöneldi. Ne hızlı, ne de yavaş, ikisi arasında bir sürat göstererek yol aldı. Genişçe bir yere gelince de sür'atlandı." [427]

Fazıl b. Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre: Adı geçen, Re-sulüllah'ın terkisinde bulunuyordu. Rasulüllah (s.a.v.) arefe giimi akşamı ve cemi' (Müzdelife) gün sabahı (menasiki ye­rine getirmekte olanlara şöyle) buyurdu: "Sükunet ve rahatlık içinde olun (acele etmeyin, itişir şekilde ilerlemeyin)" ve ken­disi de Mina sınırına dahil olan Muhassir'e girinceye kadar binek devesini (sür'atli yürümekten) alıkoydu ve sonra da şöyle buyurdu: "Cemrelere atılmak üzere bakla küçüklüğünde taşlar edinin!" [428]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi ver­miştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Müzdelife'ye geldi ve orada akşam ile yatsı namazını kıldırdı. Bu iki namazı bir ezan ve iki ikametle gerçekleştirdi ve bu iki farz arasında nafile na­maz kılmadı. Sonra fecir doğuncaya kadar uzandı ve sabah vaktinin girdiği iyice belli olunca bir ezan ve bir ikametle sa­bah namazım kıldırdı. Sonra Kasva adındaki devesine bindi ve Meş'arü'l-Haram'a geldi. Kıbleye yöneldi, Allah'a (el açıp) dua etti; tekbir, tehHİ getirdi; Allah'ın birliğini ifade etti ve ortalık iyice ayduılanıncaya kadar orada vakfe yaptı ve güneş doğmadan önce hareket edip Batn-ı Munassır'a geldi (ki bu yer ne Mina'ya, ne de Müzçlelife'ye dahildir). (Devesini) az harekete geçirdi ve sonra Büyük Cemre'ye uzanan orta yolu izledi ve ağacın yanındaki cemreye geldi, yedi taş attı ve her taşla birlikte tekbir getirdi ki bunları vadinin ortasında (durup) attı. Sonra da mehhar'a (hayvan kesim yerine) gitti." [429]

Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: "Cahiliye ehli (İslâm'dan önceki putperest Araplar) güneş Loğmadıkça Cemi' (Müzdelife) den ayrılmazlardı ve şöyle der­lerdi: "Artık aydınlan ey Sebir (dağı)! (Güneş senin üzerine Lrtık doğuversin)." Peygamber (s.a.v.) Efendimiz onlara bu lususta da muhalefet ederek güneş doğmadan oradan ayrıldı." [430]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Hz. Şevde, oldukça şişman bir kadındı, ağır hareket ederdi. Bu sebeple cemi'den (hacıların toplandığı yerden) gec­eleyin ayrılıp hareket etmek için Resulüllah (s.a.v.) Efendi­miz'den izin istedi. Efendimiz ona izin verdi." [431]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, kadın, çocuk, hizmetçi gibi zayıf unsurların Müzdelife'den geceleyin ayrılmalarına izin verdi." [432]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Muhassir Vadisinde deve­sini hızlandırdı ve insanlar, bakla büyüklüğünde taş toplayıp (cemrelere) atmalarını emretti." [433]

 

Müctehid İmamların İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Arafat'ta vakfeden sonra güneş batar-ken oradan hareket edilerek tam ahenk içinde Müzdelife'ye gidilir. Ancak yol boyunca yürüyenlere sıkıntı vermemek için sür'at gösterilmez. Geniş sahaya gelindiğinde sür'at gösterilir. Cemaat yol boyunca, yan­larında imamları bulunuyorsa, onun önüne geçmemeye özen gösterirler. Ancak güneş battıktan hemen sonra hareket etmeyip geç kalırsa, o takdirde cemaat onu beklemeyip yola çıkar. Ara yol boyun­ca tekbir, tehlil, tahmid ve telbiye getirirler. İstiğfarı çoğaltıp Cenab-ı Hakk'tan af ve mağfiret dilerler.

Akşam namazım güneş battıktan sonra kılan kimse, Müzdelife'ye gelince onu iade eder. Çünkü uygulama, akşam ile yatsı namazım yatsı vakti içinde Müzdelife'de kılmaktır. Sünnet bu şekilde cereyan etmiştir.

Ama yolda fazlasıyla izdiham olur da fecirden önce Müzdelife'ye ulaşma durumu olmazsa, o takdirde yolda akşam ile ikindi namazı kılınır ve bunda bir sakınca söz konusu olmaz.

Müzdelife'ye yaya olarak girmek müstehabdır. Müzdelife'de yolu işgal etmemek kaydiyle herhangi bir yerde konaklamakta bir sakınca yoktur. Ancak Kuz ah adlı dağın eteğine konaklamak ef-daldır.

Akşam ve yatsı namazlarım birer ezan ve birer ikametle, kılmak müstehabdır. Aynı zamanda bu iki farz arasında nafile kılınmaz. Bu iki namazın cemaatle kılınması şart değildir. Fecir doğunca sabah namazı kılınır ve az bir vakfe yapılır ve arkasından tehlil, tekbir, tah­mid ve dua edilir; Peygamber'e (s.a.v.) salat-ü selam getirilir. Aynı zamanda telbiyeye devam edilir.

Müzdelife'nin her yanı vakfeye uygundur, ancak Batn-ı Mu­hassir müstesna,., Bu kesime gelince sür'at gösterilir.

Müzdelife'de vakfe vakti, fecir doğduktan ortalık aydınlanmcaya kadar geçen zamandır. Bu süre içinde orada vakfe yapmak vaciptir. Güneş doğunca vakfe zamanı geçmiş, yani çıkmış olur.

O bakımdan fecir doğmadan önce Müzdelife'den hareket edilip sının aşılırsa, bir kan akıtmak gerekir.

Sonra Mina'ya varılır ve zevaldan önce Batn-ı Vadi'ye gelinerek Cemre-i Akabe'ye yedi taş atılır. Her taş ile birlikte tekbir getirilir. Ve o gün başka cemreye taş atılmaz, bu yedi taş ile yetinilir. Tekbir yerine tehlil ve teşbih getirmek de caizdir. İlk taşı atmaya başlayınca artık telbiye kesilir. Bu konuda hacc-ı temettü', hacc-ı kıran ve hacc-ı ifrad yapan arasında fark yoktur. [434]

b) Şafiîlere göre: Arafat'tan Müzdelife'ye gelindiğinde, o gece orada geçirilir. Kim de gece yarısı veya ondan biraz önce oradan ayrılır, fakat fecirden önce geri dönerse, kendisine bir şey gerekmez. Gecenin ikinci yarısında oraya gelmeyen kimsenin bir kan akıtması gerekir. Ancak kadın, çocuk ve hizmetçi gibi zayıf kimseleri gece ondan sonra Mina'ya göndermek sünnettir. Diğerleri ise sabah .zmı henüz ortalık ağarmadan kılıp sonra Mina'ya hareket ederler. Müzdelife'de, cemreleri taşlamak için gereken sayıda taş edi-Meş'arü'l-Haram'a geldiklerinde vakfe yaparlar ve ortalık Llanıncaya kadar dua ederler. Sonra Mina'ya hareket ederek ş doğduktan sonra oraya ulaşmış olurlar. O gün için her kişi :e-i Akabe'ye sadece yedi taş atar. İlk taşı atmaya başlarken tel-i keser. Her taş ile birlikte tekbir getirir. Sonra da beraberinde-dyi (kurbanlık hayvanı) keser. [435]

Böylece bu konuda iki mezhep arasında az fark vardır. Ancak hadislerle istidlal ettikleri belirgin bir şekilde anlaşılmaktadır.

c) Hanbelîlere göre: Güneş batmadan Arafat'tan ayrılmak değildir. Ayrılan kimseye, ceza olarak kan akıtmak gerekir, ece güneş batmcaya kadar orada bulunmak vaciptir. İmam, »ş battıktan sonra Müzdelife'ye hareket edince, oradaki hacılar areket ederler. Yoldakilere sıkıntı vermemek için sekinet ve va-a yürünür, acele edilmez. Yol boyunca tekbir ve tehlil getirilir, Al-uıüır ve dua edilir.

Müzdelife'ye gelinince akşam ile yatsı namazı ardarda birer ika-te kılınır. Bununla beraber ikisini bir ikametle de kılmak caizdir, bıa yetişemeyen kimse kendi başına kılar. Aynı zamanda iki na-arasmda sünnet ve nafile kılınmaz. Müzdelife'ye gelindiğinde ilk ; bu iki namazı kılmak efdaldır ve daha uygundur, yani geciktiril-i efdal değildir.-

Müzdelife'ye gelmeden akşam namazını kılacak olursa, bu sahih Ur; ancak sünnete aykırı olduğundan kerahet vardır.

O gece Müzdelife'de kalınır ve sabah namazı kılındıktan sonra Meş’arü’l-Haram'a gelinir, orada bol bol dua edilir.

Böylece geceyi Müzdelife'de geçirmek vaciptir. Bunu terkedene bir kan akıtmak gerekir.

Sonra güneş doğmadan Mina'ya hareket edilir. Bu hususta farklı görüş ve ictihad ortaya koyan olmamıştır. Muhassir mevkiine gelince sür'at gösterilir ve durulmadan Mina sınırına girilir. Yol boyun-ekbir ve tehlille birlikte telbiyeye devam edilir.

Yolda veya Müzdelife'de küçük taşlar toplanır. Bu taşları amak müstehabdır. Cemre-i Akabe'ye gelinir ve buraya yedi taş ir; her taş ile birlikte tekbir getirilir. Taş atmaya başlayınca artık »iyeyi keser.. [436]

d) Malikilere göre: Bu mezhebe göre, geceyi Müzdelife'de geçirmek ve fecir doğduktan ortalık ağarmcaya kadar orada vakfe yapmak vacip değildir. Sadece gecenin herhangi bir bölümünde orada bir süre vakfe yapmak yeterlidir.

Hiç vakfe yapmadan oradan doğrudan geçilirse, o takdirde kan akıtmak gerekir.

Müzdelife'ye gidilirken de, oradan hareket edilirken de, acele et­memek, yani yolda sürat göstermemek müstehabdır.

imamla birlikte Meş'arul-Haram'da durmak da müstehabdır. Kadınlar ve çocuklar isterlerse imamdan Önce, isterlerse sonra hare­ket edebilirler. Bunda bir sakınca yoktur.

Ancak güneş doğduktan sonra Müzdelife'ye gelinirse, artık vak­fe vakti geçmiş olur. Ortalık ağardıktan sonra İmam Meş'arü'l-Haram'da halâ vakfeye devam ederse, cemaat onu beklemeyip Mina'ya hareket eder.

Müzdelife'de vakfe ancak sabah namazından sonra yapılır. Na­mazdan önce yapılan vakfe sayılmaz. [437]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

548 nolu Üsame hadisi, 549 nolu Fazl hadisi, 550 nolu Cabir ha­disi sahihtir ve istidlale salihtir. Birinci hadis, Arafat'tan Müzdelife'ye gidilirken, sıkıntı vermemek için sekinet üzere gitmenin ve geniş araziye gelindiğinde biraz sür'atlennıenin sünnet olduğuna delalet etmektedir.

İkinci hadis, Muhassir'e gelinince Cemrelere taş atmak için bakla büyüklüğünde belirli sayıda taş edinmenin müstehab olduğuna delalet etmektedir.

Üçüncü hadis, akşam ile yatsı namazlarının birarada Müzdelife'de yatsı vaktinde kılınmasının vücubuna delalet etmekte ve ikisi için bir ezan ve her biri için bir ikamet getirmenin müstehab olduğunu göstermektedir. Meş'arü'l-Haram'a gelinip orada bol bol dua ve istiğfar edilmesinin sünnet olduğu; tehlil, tekbir ve tahmidde bulunmanın faziletli bulunduğu anlaşılıyor. Sonra da güneş doğmadan oradan hareket etmenin gereği üzerinde duruluyor. Sonra da Mina'ya gelindiğinde zevalden önce Cemre-i Akabe'ye yedi taş at­manın vücubu ortaya çıkıyor.

522 nolu Âişe hadisi, kadın, çocuk ve hizmetçi gibi zayıf [silerin, Müzdelife'de fecrin doğmasını beklemeden Mina'ya hareket anelerine cevaz verildiğine delalet etmekte ve 553 nolu Ibn Ömer idisi bunu kuvvetlendirmektedir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Arafat'ta vakfeden sonra akşam güneş battıktan sonra [üzdelife'ye hareket etmek kimine göre sünnet, kimine göre vaciptir.

2-  Yolda izdiham vermemek için acele edilmemesi, sekinet inde gidilmesi sünnettir.

3- Yolda geniş alanlara gelindiğinde, izdiham söz konusu olmay-^ağından biraz sür'at yapmak müstehabdır.

4- Yolculuk esnasında yanlarında imamları bulunuyorsa, onun aüne geçmemeğe dikkat edilir ki, bu müstehabdır.

5- Yolda akşam namazı kılınmaz. Kılan olursa, Hanbelîlere göre amazı kerahetle sahihtir, diğerlerine göre, iadesi gerekir,

6-  Akşam ile yatsı namazının yatsı vaktinde Müzdelife'de ılınması vaciptir,

7- Bu iki namaz arasında nafile kılınmaz.

8- Her namaz için bir ikamet ve ikisi için bir veya iki ezan oku-ıak müstehabdır.

9- Fazla izdiham olur da fecirden Önce Müzdelife'ye ulaşılmazsa, takdirde akşam namazı ve gerekirse yatsı namazı yolda kılınır.

10- Batn-ı Muhassir'den başka Müzdelife'nin her yanı vakfeye Iverişlidir.

11- Müzdelife'de vakfe vakti, fecir doğduktan sonra başlar, or-ahk biraz aydmlanmcaya kadar devam eder. Fecirden önce oradan .areket eden kimsenin bir kan akıtması gerekir. Ancak Maliki aezhebine göre, bundan dolayı kan akıtmak gerekmez.

12- Gece yarısı veya ondan biraz önce veya sonra Müzdelife'den .yrılıp fecirden Önce tekrar oraya dönen kimseye kan akıtmak gerek­mez. Bu, daha çok Şafiîlerin içtihadıdır:

13-  Güneş batmadan önce Arafat'tan ayrılan kimseye kan ıkıtmak gerekir. Bu, Hanbelilerin görüşüdür.

14- Müzdelife'de akşam ve yatsı namazını cemaatle kılmak şart leğildir. İmama yetişemeyen kimse kendi başına eda eder.

15- Mina'ya gelindiğinde önce zeval girmeden Cemre-i Akabe'ye rarıhr ve oraya yedi taş atılır, bu esnada telbiye kesilir. Her taş ile »irlikte tehlil ve tekbir getirmek sünnettir.

16- Bayramın birinci günü sadece sözü edilen yedi taş atmakla ^etinilir ve arkasından hacc-ı kıran veya hacc-ı temettü'a niyet eden-erin kurban kesmesi gerekir.

 

Bayramın Birinci Günü Cemre-i Akabe’ye Taş Atmak ve Bunun Hükümleri

 

Bilindiği gibi, bayramın birinci günü Müzdelife'den Mina'ya ge­lindiğinde, ilk iş olarak zevalden önce Cemre-i Akabe'ye yedi taş atılır. O gün için diğer iki cemreye taş atılmaz. Böylece İslâm'ın karşısında yalnız küfrün bulunduğu ve küfrün de bir tek millet olduğu sembolize edilir. O sebeple şeytan taşlanır ve Müslüman bir kişi bu davranışıyla asla din kardeşini hedef seçip onu üzmez.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, bayramın birinci günü Cemre-i Akabe'ye kuşluk vakti taş attı. Ondan sonraki günlerde ise, güneş batıya meylettikten sonra attı." [438]

"Resulüllah'ı (s.a.v.) bayram günü bineği üzerinde iken Cemre'yi taşladığını gördüm ve şöyle diyordu: "Artık hac iba­detlerini benden alıp öğrenin (ve uygulayın). Bilemiyorum, belki de bu haccımdan sonra artık haccedemi-yeceğim!" [439]

îbn Mes'ud (r.aj den yapılan rivayete göre, adı geçen (taş atma lenasikini) şöyle yapmıştır: Büyük Cemre'ye geldiğinde, Bey-ullah'ı soluna, Mina'yı sağına alarak yedi taş attı. Sonra da îöyle dedi: trÜzerine Bakara Sûresi inen zat böyle yaptı." [440]

îmam Ahmed'in rivayetinde ise şu lafızla anlatılmıştır:

'İbn Mes'ud Cemre-i Akabe'ye geldiğinde, batn-i vadide iurup bineği üzerinde olduğu halde yedi taş atti ve her taşla birlikte tekbir getirdi ve sonra şöyle dedi: "Allah'ım! Bunu me-brur hac yap ve günahların bağışlanmasına vesile kıl. Sonra da şöyle bilgi verdi: "Üzerine Bakara suresi inen zat şurada duruyor (ve taş atıyordu)." [441]

Abbas: (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, cemi', (Müzdelife) de merkeplere binmiş olan Abdülmuttalip çocuklarının, mübarek eliyle hafifçe bacaklarına dokunarak: "Çocukcağızlarım! Güneş doğmadan cemreye taş atmayın!.." buyurdu. [442]

Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bayram gecesi Ümmu Se-leme'yi gönderdi, o da fecirden önce cemreye taş attı, sonra da Mekke'ye gidip ziyaret tavafını yaptı ve geri dönüp geldi. Bu da, Resulüllah'ın (s.a.v.) onun yanında olduğu günde gerçekleşti." [443]

Esma'nın azatlı kölesi Abdullah, Esma (r.a.) dan rivayet etmiştir. Şöyle ki, Hz. Esma cemi1 (Müzdelife) gönü Müzdelife'de inip konakladı. Kalkıp bir saat kadar namaz kıldıktan sonra şöyle dedi: "Oğulcağızım! Ay kayboldu (battı) mi?" Ben de: "Hayır.." diye cevap verdim ve bana iki defa sordu. Üçüncü de "evet" dedim. Bunun üzerine o,: "Haydi artık hareket edelim" dedi ve hareket ettik. O da gelip Cemreye taş attıktan sonra dönüp konakladığı yerde sabah namazını kıldı. Bunun üzerine ben ona: "A Efendim! Biz henüz karanlıkta bulun­duğumuzu sanıyoruz" dedim. O bana şu cevabı verdi: "Oğulcağızım! Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz zayıf unsurlar (kadın, çocuk ve hizmetçiler) için (fecir ve güneş doğmadan önce) cemreye taş atmalarına izin vermiştir." [444]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi vermiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz onu ehliyle birlikte bay­ram ^anü Mina'ya gönderdi ve onlar da fecrin doğmasıyla bir­likte cemreye taş attılar." [445]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanelilere göre: Cemrelere taş atmak, bi'1-icma' vaciptir. Cemrelere atılan taşlara "cimar" denilir ki, bu, "cemre"nin çoğuludur. Bakla büyüklüğündeki küçük taşa bu isim verilir. Cemrelere bu taşlardan belirlenen sayıda ve zaman içinde atmak vacip olduğu gibi, bir özüründen dolayı atacak durumda olmayan kimsenin kendisine bir vekil tutup attırması da vaciptir.

Cemrelere taş atma süresi, bayramın birinci günü başlar ve teşrik günlerinin sonuna kadar devam eder. Böylece dört günlük bir süre söz konusudur.

Birinci günü sadece Cemre-i Akabe'ye yedi taş atılır. Bunun sünnet olan vakti ise, güneş doğduktan sonra zevaldan önce olan süredir.

Fecir doğmadan taş atmak caiz değildir. Şafiilere göre ise, bay­ram akşamı gece yarısından sonra bunun vakti başlar. Süfyan Sevrî'ye göre de, güneş doğmadan önce taş atmak caiz değildir.

Ebu Hanife'ye göre, bayramın birinci günü taş atma süresi ;üneş batmcaya kadar devam eder. Ebu Yusuf a göre, zeval vaktine tadar devam eder. [446]

Diğer iki veya üç gün ise zevaldan sonra taş atılması sünnettir, tüneş batmcaya kadar devam eder. Bununla beraber fecir loğduktan sonra da atmakla vücup yerine gelir. Güneş batmcaya ka-lar atmaz veya atamazsa, fecir doğmadan önce atmak suretiyle onu kaza etmiş olur. Şafiî'ye göre, fidye gerekir.

Teşrik günlerinin birinci ve ikinci günü taş attıktan sonra güneş batmadan önce Mina'dan ayrılmak caiz olduğu gibi, üçüncü güne kalıp yirmibir taş daha atmak da caizdir.

İmameyne göre, teşrik günlerinde cemrelere taş atmanın vakti, zevalden sonra başlar, zevaldan önce atmak caiz değildir. Burada fet­va, Ebu Hanife'nin içtihadına göredir.

Bayramın birinci günü -yukarıda da belirttiğimiz gibi- sadece Cemre-i Akabe'ye yedi taş atmakla yetinilir. ikinci, üçüncü ve dördüncü günleri ise, her cemreye yedişer taş atılarak her gün için lyirmibir taş tamamlanır.

Cemrelere atılan taşlar, en azından yakınma düşmesi gerekir. 'Aksi halde atılan taş sayılmaz, yeniden atmak gerekir.

Sözü edilen üç veya dört günde atılan taşlardan birkaç tane noksan kalır ve atma süresi de geçmiş olursa, o takdirde her taşa karşılık yarım sa' buğday veya onun bedeli tasadduk edilir. Yarım sar buğday, yaklaşık 1667 gr. eder.

Taşlamanın tamamını terkedene kan akıtmak gerekir. Bir kısmını terkedene tasadduk gerekir. Bu, İmam Ebu Hanife'nin kavli­dir.. Aynı zamanda taşlamanın çoğunu terkedene de kan akıtmak vacip olur. [447]

b) Şafiîlere göre: Güneş doğduktan sonra Mina'ya gelinir ve her şahıs Cemre-i Akabe'ye yedi taş atar ve bu esnada telbiyeyi kes­er. Her taş ile birlikte tekbir getirir.

Birinci gün yedi taş atılırken Mekke'yi soluna, Minayı sağma alıp öylece hareket etmesi müstehabdır. Diğer iki veya üç günde ise, kıbleye yönelerek taş atmak müstehabdır.

Cemrelere taş atmanın vakti, bayramın birinci günü, yani zil­hiccenin dokuzunu onuna bağlayan  gece yarısından başlar ve dördüncü günü güneş batmcaya kadar devam eder. [448]

Mina'da gecelemek de vaciptir. Teşrik günlerinin ikinci gününde üç cemreye taş attıktan sonra güneş batmadan önce Mina'dan ayrılmak isteyen kimse, artık ayrılabilir. Ama güneş battıktan sonra artık ayrılamaz, üçüncü güne kalıp tekrar yirmibir taş atması gerekir.

Teşrik günleri taş atmanın süresi şöyle belirlenmiştir: Zevaldan sonra başlar, güneş batınca sona erer. Bazı alimlere göre, fecir doğuncaya kadar devam eder.   .

Cemreleri tertib üzere taşlamak da şarttır. Aynı zamanda atılacak maddenin taş olması gerekir. Sonra da bu taşları ancak at­mak suretiyle cemre taşlanma vücubu gerçekleşir, götürüp cemrenin yanma koymakla gerçekleşmez.

Bir özüründen dolayı taş atamayan kimse kendisine bir vekil bulup öylece bu farzı yerine getirir. Bir günün taşlamasını terke-den kimse, onu ikinci günü kaza eder. Aksi halde kan akıtması vacip olur. Hatta mezhebin açık kavline göre, üç taşı terkeden kimseye de kan akıtmak gerekir. [449]

c) Hanbelîlere göre: Bayramın birinci günü Mina'ya gidil­diğinde o gün için sadece Cemre-i Akabe'ye yedi taş atmakla yetinilir. Buna muhalif bir görüş veya ictihad ortaya koyan olmamıştır; yani icma' vaki olmuştur.

Taş atmanın cevaz vakti ise, zilhiccenin dokuzunu onuna bağlayan gece yarısı başlar. İmam Ahmed ise, fecir doğduktan sonra başlar demiştir. Böylece Hanbelî imamları bu konuda İmam Ah-med'den ayrılmışlardır. îmam Malik de bu konuda îmam Ahmed'le aynı görüştedir. Rey tarafdarlaruım da görüşü budur.

Atılan taşların cemreye düşmesi gerekir. Aksi halde sayılmaz. Atılan taş cemreye yakın yere düşer, fakat yuvarlanıp cemreye ulaşırsa kafi gelir.

Taş atmaya başlanırken telbiye kesilir, sadece tekbir ve tehlil getirilir.

Gece Mina'da yatmayıp başka yerde gecelerse, îmam Ahmed'e göre ona bir şey gerekmez, sadece sünneti terketmiş olur. İkinci ve üçüncü günleri zevaldan sonra taş atılır. Zevalden Önce atarsa, iade "etmesi gerekir.

Aynı zamanda Cemrelere taş atarken tertibe riayet etmek de şarttır. Önce birinci cemreye, sonra yusta denilen ikinci cemreye, sonra da âkabe denilen üçüncü cemreye atılır.

Teşrikin ikinci günü güneş batmadan önce, Mina'dan ayrılmak isteyen ayrılabilir. Günş battıktan sonra ayrılmak caiz değildir; üçüncü güne kalıp tekrar üç cemreye yedişer taş atması vacip olur. [450]

d) Malikîlere göre: Hasta olmayan bineğinde de bir aksaklık meydana gelmeyen kimsenin akşam ile yatsı namazını bir arada kılması vaciptir, Müzdelife'ye gelmeden yolda kılacak olursa, yeterli olmayacağından, Müzdelife'ye gelince iade etmesi gerekir.

Vakfe yapmadan Müzdelife'den gelip geçen kimseye bir kan akıtmak vacip olur. Ama ister gece yarısından önce, ister sonra orada az vakfe yaptıktan sonra ayrılan kimseye kan akıtmak gerekmez. [451]

Böylece îmam Malik, Müzdelife'de fecirden sonra vakfe yap­manın gerekli olmadığını ve bunun gecenin herhangi bir bölümünde yapılmasının yeterli bulunduğunu belirterek diğer müctehidlerden farklı bir ictihad ortaya koymuştur.

Ancak imamla birlikte Müzdelife'de bulunmak, yani sabah na­mazını onunla birlikte kıldıktan sonra ayrılmak müstehabdır.

Kadın, çocuk ve hizmetçi gibi zayıf unsurlar da bu konuda serb­est bırakılmışlardır: İsterlerse geceleyin oradan ayrılırlar, isterlerse imamla birlikte bekleyip öyle ayrılırlar.

Arafat'tan ayrılıp ancak güneş doğduktan sonra Meş'arü'l-Haram'a ulaşan kimse, Müzdelife'de vacip olan vakfeyi kaçırmış olur. Ama güneş henüz doğmadan gelir ve az bir süre vakfe yaptıktan son­ra aynlırsa, vakfeye yetişmiş olur.

îmam, Meş'arü'l-Haram'da vakfe yapar ve fakat ortalık aydınlandığı halde Mina'ya hareket etmezse, cemaat artık onu bekle­mez ve güneş doğmadan Mina'ya hareket eder.

Mina'ya hareketi geciktirip güneş doğduktan sonra hareket ederse, kendisine bir şey gerekmez, sadece isaet (kötü bir iş) etmiş olur.

Baygın bir halde Müzdelife'ye getirilen kimsenin orada bir süre bulunmasıyla vakfesi gerçekleşmiş olur ve bu halinden dolayı bir ceza gerekmez. [452]

Cemre'ye taş atmayı gündüzleyin yapmaz da geceye bırakır veya birkaç taşı noksan bırakırsa, geceleyin bunları atar. ibn Kasım'a göre, bundan dolayı bir kan akıtması gerekir.

Her üç gün içinde cemrelere taş atmayı terkeder de teşrik günleri geçmiş olursa, bir bedene kesmesi gerekir; yani ya bir sığır, ya da bir deve kesmesi vacip olur.

Cemre-i Akabe'ye yukarıda durup taş atan kimse sadece isaet etmiş olur.

Her taş atılırken tekbir getirmek sünnettir. Taşları ardarda at­mak da öyle...

Yedi taşın hepsini birlikte atıp tek tek atmaktan vaz geçen kim­senin bu tarz atışı kafi gelmeyeceğinden yeniden atması gerekir.

Taşları atmayıp sadece cemrelerin yanında koyması kafi gelir mi? îbn Kasım'a göre kafi gelmez.

Taşları, binek üzerinde bulunduğu halde atabileceği gibi, yaya olduğu halde de atar. Ancak Cemre-i Akabe'ye ilk gün bineğinden in­meden atması, diğer cemrelere ise yaya olarak atması daha uygun­dur. [453]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

559 nolü Cabir, yine 560 nolu Cabir, 561 nolu İbn Mes'ud hadis­leri sahihtir. O bakımdan müctehidlerin hemen hepsi bu hadislerle istidlal etmiştir.

559 nolu Cabir hadisi,.bayramm birinci günü güneş doğduktan sonra kuşluk vaktinde Cemre-i Akabe'ye taş atmanın sünnet veya vacip olduğuna delalet etmektedir. Diğer iki veya üç günde ise, zeval-dan sonra güneş henüz batmadan önce atılmasının sünnet veya vacip olduğu anlaşılıyor. Nitekim müctehidlerin içtihadı da sünnet veya vacip olma doğrultusunda cereyan etmiştir.

Aynı zamanda ilk gün Cemre-i Akabe'ye yedi taş atarken binek üzerinde bunu yerine getirmekte bir beis olmadığı, Cabir'in (r.a.) ikinci hadisinden anlaşılmaktadır. Sonra da bu cemreye taş atarken Kabe'yi sola, Mina'yı sağa alıp öylece atmanın müstehab olduğu hükmü ortaya çıkıyor. Nitekim müctehidlerin çoğu bu rivayetle istid­lal etmiştir.

Her taş ile birlikte tekbir getirmenin sünnet olduğu ortaya çıkarken, yedi taşın birden değil de ayrı ayrı atılmasının vacip olduğuna delalet söz konusudur.

563 nolu îbn Abbas hadisini aynı zamanda Tahavi ve îbn Hib-an tahric etmiştir. îbn Hibban'a göre, sahihtir. îbn Mace ise, bu ri­ayeti hasenlemiştir. O bakımdan hemen müctehidlerin hepsi bunun-a istidlal etmiştir. O bakımdan kadınların, çocukların ve onlara lizmet edenlerin Müzdelife'de fecirden sonra vakfe yapmalarının ge­rekli olmadığı, .bunu geceleyin de yapabilecekleri ve erkenden Sina'ya hareket edebilecekleri söz konusudur.

564 nolu Aişe hadisi ise, kadınların, güneş doğmadan Önce Ceme-i Akabe'ye taş atmalarının caiz olduğuna delalet etmektedir. Nite­nin müctehidlerin çoğu bununla ve diğer rivayetle istidlal ederek bu ruhsatın kadınlara mahsus olduğunu belirtmişlerdir. Erkeklerin ise, herhalde güneş doğduktan sonra atmaları söz konusudur. Aynı za­manda birinci gün cemre-i akabeye taş attıktan sonra, kurban kese­cek olanlar kurbanlarını kesip tıraş olduktan, kesemiyecekler de tıraş olduktan sonra Mekke'ye gidip ziyaret tavafım yaparlar ve tek-rar'Mina'ya dönerler,

Nitekim 565 nolu Abdullah hadisi de bunu kuvvetlendirmekte ve fecirden önce Cemre-i Akabe'ye taş atma cevazının kadınlara mah-isus olduğuna delalet etmektedir.

566 nolu îbn Abbas hadisini aynı zamanda Nesâî ve Tahavî tah­ric etmişlerdir.

Bu hadis de kadın ve çocukların güneş doğmadan önce Cemre-i Akabe'ye taş atabileceklerine delalet etmekte ve yukarıdaki hadisleri kuvvetlendirmektedir.

Bu bapta Buharî'nin yaptığı rivayete göre, îbn Ömer (r.a.) da, kadın ve çocuklarını geceleyin Meş'arü'l-Haram'da vakfe yaptırdıktan sonra Mina'ya gönderir ve orada fecirle birlikte veya namazı kıldıktan sonra Cemre'ye taş atmalarını sağlardı.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Cemrelere taş atmak bi'1-icma' vaciptir.

2- Atılacak bu taşların bakla veya en çok fındık büyüklüğünde olması sünnettir.

3- Taşların belirlenen sayıda atılması da vaciptir.

4- Cemrelere atılacak taşlan teker teker değil de toptan atmak caiz değildir. Toptan atan kimsenin taş atmayı iade etmesi vaciptir.

5- Belli sayıdaki taşları atmayıp hepsini birden doğrudan Cem­re'ye veya yakınma götürüp koymak yeterli değildir. Böyle yapan

kimsenin yeniden belirtilen şekilde taş atması vaciptir. Aksi halde bir kan akıtması gerekir.

6- Cemrelere taş atma vakti, bayramın birinci günü güneş doğduktan sonra başlar ve güneş batıncaya kadar devam eder. Bu, müctehidlerin çoğuna göredir.

7- Şafiîlere göre, fecir doğmadan önce de Cemre-i Akabe'ye taş atmak caizdir ve yeterlidir.

8-  İkinci, üçüncü ve gerekirse dördüncü günü, zevaldan sonra taş atmak sünnettir. Bununla beraber fecir doğduktan sonra da at­makla vücup yerine gelmiş olur.

9- Güneş batıncaya kadar taş atma işini yerine getirmezse, Ha­nefi'lere göre, geçir doğmadan önceye kadar olan süre içinde kaza edi­lir, başka bir şey gerekmez. Şafiîlere göre, fidye vermesi gerekir.

10- Bayramın birinci günü sadece Cemre-i Akabe'ye yedi taş at­makla yetinilir; diğer cemrelere taş atılmaz.

11-  İkinci, üçüncü ve gerekirse dördüncü günleri her cemreye yedişer taş atmak vaciptir.

12-  Cemrelere atılan taşlar ya cemreye isabet etmeli, ya da en azından onun çok yakınma düşmelidir. Aksi halde yeniden atmak gerekir.

13-  Cemreye taş atmaya başlanırken telbiye kesilir. Her taşla birlikte tekbir getirmek sünnettir.

14- Taş atmanın devam ettiği üç günün gecesinde Mina'da kal­mak sünnettir. Şafiîlere göre, vaciptir.

15- Cemreleri tertip üzere taşlamak sünnettir. Şafiîlere ve Hanbelîlere göre, vaciptir.

16- Bir özüründen dolayı taş atamayan kimsenin kendine vekil tutması yeterlidir.

17- Teşrikin ikinci günü cemrelere taş attıktan sonra güneş bat­madan önce Mina'dan ayrılmakta bir sakınca yoktur ve böylece taşlama ibadeti yerine gelmiş olur.

Sözü edilen ikinci günde güneş batıncaya kadar Mina'dan ayrılmayan kimsenin teşrikin üçüncü gününe kalması ve o gün de cemrelere yedişer taş atması vacip olur.

18- Cemreye birkaç taş atmayı noksan bırakırsa, geceleyin bunu tamamlar ve bir kan akıtması gerekir. Bu, imam Malik'e göredir.

 

Mina’da Kurban Kesmek, Tıraş Olmak ve Sonra da Mubah Olan Şeyler

 

Bilindiği gibi bayramın birinci günü Cemre-i Akabe'ye yedi taş .ıktan sonra, kişi hacc-ı kıran veya hacc-ı temettü'a niyet etmişse, iıa muvaffak olduğu ve iki haccı (küçük hac ve büyük hac) yerine tirdiği için şükür olsun diye bir kurban kesmesi vaciptir. Böylece di taşı attıktan sonra ilk iş olarak kurban kesilir. Bununla beraber ırban kesme süresi üçüncü veya dördüncü günün akşamına güneş Ltmadan öncesine kadar devam eder. Birinci günde kesmek nnette daha uygundur. Sonra tıraş söz konusudur. Bu, ya başın marnını tıraş etmekle ya da saçları kırkmak (kırpmak) suretiyle ırçekleşir. Bunlar yerine getirildikten sonra, cinsel temas dışında ğer haram kılınan şeyler helal olur.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah Efendimiz Mina'ya geldi ve Cemre'ye taş ttıktan sonra, Mina'da konakladığı yere döndü ve kurban esti. Sonra berbere: "Saçlarımı kesip al" diye buyurdu, Önce aşının sağ tarafını, sonra da sol tarafını döndürdü. Sonra da esilen saçlarını oradaki kimselere verdi." [454]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle dua etmiştir: "Allah'ım! Başını tıraş edenleri bağışla.." diye dua etti. Bunun ü/erine ashab-ı ki-ram: "Ya Re-sulallah! Başındaki saçları kırptıranlar için de..tf deyince, Efendimiz yine: "Allah'ım! Başını tıraş edenleri bağışla!" diye dua etti. Ashab yine: "Ya Resulallah! Başındaki saçları kırptıranlar için de.." deyince, o yine: "Allah'ım! başını tıraş edenleri bağışla" diye dua etti. Ashab yine: "Ya Rasulallah! Başlarındaki saçları kırptıranlar için de..." deyince, bu kere Efendimiz: "Allah'ım! Saçlarım kırptıranları da bağışla.." diye

dua etti." [455]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre: 'Peygamber Efendi­miz başındaki saçları birbiri üstüne getirerek düzenledi ve hedyini (kurbanlık hayvanını) hazırlayıp şevketti. Mekke'ye gelince, eşlerine ihramdan çıkmalarını (yani daha Önce ken­dilerine haram kılınan şeylerin artık mubah sayılmalarını) emretti. Onlar da: "Ya Resulallah! Siz neden ihramdan çıkmıyorsunuz?" diye sorduklarında, O şöyle buyurdu; "Şüphesiz ki ben hedyimin (kurbanlık hayvanın) boynuna ip bağladım ve başımın saçlarını birbiri üstüne getirip (başı açık vaziyette) düzenledim. Artık ben iki haccımı (tamamlayıp) ih­ramdan çıkmadan ve başımı tıraş etmeden ihlal yapmaya­cağım (ihramlı kalmaya devam edeceğim)." [456]

îbn Abbas (r.a.)dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) 'fendimiz şöyle buyurmuştur: "Kadınların saçlarını tıraş etmeleri nlara gerekli kılınmamıştır; onların sadece saçlarının çlarından kırpmaları gereklidir." [457]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Cemre'ye (Cemre-i Akabe) taş ittiğiniz zaman, kadınlardan başka (diğer yasaklanan) şeyler îize helal olur."

Bunun üzerine bir adam İbn Abbas'a (r.a.): "Güzel koku la mı?." diye sorunca, İbn Abbas ona: "Resulüllah'ı (s.a.v.) )aşma iyice misk sürüp bulaştırdığını gördüm. Artık bu güzel toku mudur, değil midir (sen düşün)?" diye cevap verdi. [458]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi vermiştir:

"Ben, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e ihrama girmeden önce güzel koku sürerdim ki o kokunun içinde misk de bulunurdu.." [459]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Beraberinde hediy (kurbanlık hayvan) ge­tiren kimse, cemreye taş attıktan sonra on-u keser. Beraberinde hediy getirmeyen ve aynı zamanda hacc-ı ifrada niyet eden kimsenin kur­ban kesmesi vacip değildir

Hacc-ı kıran veya Hacc-ı temettü'a niyet eden kimsenin ise, Mina'da mutlaka kurban kesmesi vaciptir. Buna mali gücü veya im­kanı yetmiyen kimsenin, son günü arefeye rastlamak üzere üç gün Mekke'de, yedi gün de evine döndüğünde oruç tutması gerekir.

Cemre-i Akabe'yi taşlayan kimsenin kurban kestikten sonra tıraş (saçlarının tamamını kestirmesi) veya taksir (saçlarının uçlarından kırpması) vaciptir. Şüphesiz saçlarının tamamım tıraş et­mek efdaldır.

Kadınlar da saçlarının uçlarından kırpmak suretiyle bu ibadeti yerine getirirler. [460]

Böylece cemreye taş attıktan sonra saçları belirtilen iki şekilden biriyle kesmek vaciptir ve hacı ancak traş olduktan sonra ihramdan çıkabilir. Şafîîlere göre bu vacip değildir. O bakımdan hacı Cemre-i Akabe'ye taş attıktan sonra ihramdan çıkabilir. Umre yapan da sa'yi tamamlayınca henüz tıraş olmadan ihramdan çıkabilir.

Başında saç bulunmayan kimsenin başı üstünde usturayı dolaşırması yeterli olur, ya bununla o vecibeyi yerine getirmiş sayılır.

Traş yerine saçları sabun ve benzeri bir maddeyle yıkamak yet­erli olmaz. Böyle yapan kimseye bir koyun kesmek vacip olur. İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed'e göre, kan akıtmak vacip olmaz. Cessas ise, bu konuda muhalif bir görüş bilmiyorum, saçını kesmeyip sadece onu sabun ve benzeri temizleyiciyle yıkayanın bir koyun kes­mesi vacip olur demiştir.

Kurban kesmenin zamanına ve yerine gelince:

Bu konuda Hanefî imamlarının farklı görüş ve ictihadları or­taya çıkmıştır. Şöyle ki: Ebu Hanife'ye göre, kurbanın yeri Harem sınırları içindeki bölgedir. Zamanı ise, kurban günleridir. Bunun gibi tıraşın özel zaman ve mekanı söz konusudur, Ebu Yusuf a göre, bu­nun Özel zaman ve mekanı yoktur. İmam Muhammed'e göre, özel yeri vardır ama, Özel zamanı yoktur. Züfer'e göre, Özel zamanı vardır, ama yeri yoktur. Bu imama göre, tıraş konusunu nahr günlerinden :aya geciktiren veya Harem dışında traş olan kimseye ceza olarak koyun kesmek gerekmez. Bu konuda her imamın bir dayanağı

Traş olmanın hükmü, tehallülün gerçekleşmesidir, yani tıraştan i-a ihramdan çıkma gerçekleşir. Bu durumda kadınla cinsel ilişki Stesna diğer yasaklanan şeyler mubah olur. İmam Malik'e göre, tın ve güzel koku dışındaki yasaklar mubah olur. el-Leys'e göre, lın ve av dışındaki yasaklar mubah olur. İmam Şafiî'ye göre, cinsel ıas dışında kadınla oynaşmak ve benzeri şeyler de mubah olur.

İmam Malik bu hususta şu hadisle istidlal etmiştir: "Traş uğunuzda, kadın ve bir de güzel koku sürünme dışında her şey b helal olur."

Hanefi'ler ve diğer imamlar ise, bu konuda Hz. Aişe hadisiyle is-lal etmişlerdir. Şöyle ki: "Pegamber (s.a.v.): Kim taş atar ve sonra tban keser, arkasından tıraş olursa, kadın dışında her şey ona mu-ı olur" buyurmuştur.

İmam Ebu Hanife'ye göre tıraş belirlenen zaman ve mekanda kılmazsa, ceza olarak kan akıtmak gerekir. [461]

b) Şafiîlere göre: Cemre-i Akabe'ye yedi taş attıktan sonra cı, beraberinde hediy (kurbanlık hayvan) bulunuyorsa, onu ke-ser sonra ya saçının tamamını tıraş eder ya da uçlarından kırpar, na başın tamamını tıraş etmek efdaldır. Kadın ise, sadece saçının larından keser. Meşhur olan kavle göre, tıraş olmak da ibâdettir, ni vaciptir. Traşm en azı, üç kıl kesmektir. Başında saç bulunmay-. kimse, başının üstüne usturayı gezdirmekle yetinir.

Traş olduktan sonra hacı, Mekke'ye gider, rükün tavafım yerine tirir, daha önce sa'yetmemişse sa'yeder ve sonra Mina'ya döner.

Sözünü ettiğimiz Cemreyi taşlamak, kurban kesmek, tıraş ol-ak ve tavaf yapmak arasındaki tertip sünnettir, yani önce taş atılır, ikasından tıraş yapılır ve arkasından ziyaret tavafı gerçekleştirilir.

Traşm vakti, bayramın birinci gününün gece yarısından sonra ani zilhiccenin dokuzunu onuna bağlayan gece yarısından sonra) ıslar nahir gününün sonuna kadar devam eder. Kurban için ise, :el bir zaman yoktur. Ama Nevevi'ye göre, kurban kesme vakti onun :el vaktidir..

Tıraş, tavaf ve sa'y için son bir vakit söz konusu değildir. [462]

c) Hanbelîlere göre: Cemre'ye taş attıktan sonra başın tam­amını traş etmek veya saçların uçlarından kırpmak hem hacda, hem de umrede ibadet, yani vaciptir, İmam Ahmed'in mezhebinin zahiri budur. İmam Harakî diyor ki: "Bu aynı zamanda îmam Malik, İmam Ebu Hanife ve İmam Şafiî'nin de kavlidir." îmam Ahmed'den yapılan bir rivayete göre, bu ibadet değildir. Bu riva-yete göre, tıraş olmayan hacıya bir şey gerekmez ve Cemre'ye taş attıktan sonra ihramdan çıkabilir.

Traşı nahr gününün sonuna geciktirmek de caizdir. Bundan do­layı bir kan da gerekmez. Nitekim Ata', Ebu Yusuf, Ebu Sevr'in de kavli budur. İmam Şafiî'nin mezhebine de benzer bir durum arzet-mektedir.

Başında saç bulunmayan dazlak kimse, sadece usturayı başının üzerinde dolaştırmakla yetinir.

Bununla beraber Cemre-i Akabe'ye taş atmadan tıraş olur veya kurban kesmeden tıraş olursa, bundan dolayı bir ceza gerekmez. İster kasden, ister bilmeyerek, ister unutarak böyle yapmış olsun... Ancak bir rivayete veya kavle göre, bilerek böyle bir takdim yaparsa bu hususta birbirine zıt iki görüş vardır.

Ebu Hanife'ye göre, kan akıtması gerekir. Çünkü tertip vaciptir. Züfer de aynı görüştedir. O bakımdan hacc-ı kıran ise, iki kan akıtması vacip olur. Hatta Züfer'e göre üç kan akıtması gerekir.

Kurban kesip tıraş olduktan sonra hacıya, kadın dışında her şey helal olur. Kadınlar ise, saçlarının uçlarından parmak uçları boğumu nisbetinde keserler.

Traştan sonra ziyaret tavafını yapmak üzere Mekke'ye gider. Önce Kabe'yi, sonra da Safa ile Merve'yi yedişer defa tavaf eder. Son­ra da iki rek'at namaz kılar. [463]

d)  Malikilere  göre: Zilhiccenin onucu  gününde  Cemre-i Akabe'ye taş atmayı tıraş ve ziyaret tavafından Önce yerine getirmek vaciptir. O bakımdan taş atmadan önce tıraş olur veya tavaf yaparsa, kendisine kan akıtmak vacip olur. Ama taş atmayı kurbana, kurbanı traşa takdim etmek; aynı zamanda traşı ziyaret tavafına takdim et­mek menduptur.

O bakımdan nahr (Bayramın birinci) günü dört şey matluptur:

1- Cemre-i Akabe'ye taş atmak,

2- Hedy (kurbanlık hayvan) kesmek,

3- Tusaş olmak,

4- Ziyaret tavafı yapmak..

Bunlar bu tertip üzere yapılır. Yukarıda belirtilen bazı takdim re tehirlerden dolayı bir şey gerekmez. [464]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

575 noîu Enes hadisi sahihtir. Tıraş olurken önce sağ taraftan başlamanın müstehab olduğuna delalet etmekte ve Resulüllah'm (s.a.v.)  mübarek  saçının yere  atılmadığı,  teberrüken  ashaba dağıtıldığı söz konusudur.

Aynı zamanda Mina'ya gelindiğinde, Önce Cemre-i Akabe'ye taş atılacağının, sonra kurban kesileceğinin ve arkasından tıraş o-jhmacağmın sünnet veya vücubuna .delalet vardır.

576  nolu Ebu Hüreyre hadisi de sahihtir ve istidlale salih görülmüştür. Böylece hadis Mina'da veya Harem dahilinde başı ta-toamen traş ettirmenin efdal olduğuna delalet etmekte ve bu i-oadetten dolayı kişinin ilahi mağfirete erişeceğine işaret söz konusu­dur.

İmam Malik ile İmanı Ahmed bu rivayete dayanarak başın tam­amının traş edilmesinin veya tamamının uçlarından kırpılmasının vacip olduğunu söylemişlerdir. Rey tarafdarları ile İmam Şafiî böyle olmasının müstehab olduğuna kail olmuşlardır. Bunlara göre başın dörtte birini, Ebu Yusuf a göre yansını. Şafiî'ye göre üç veya daha fazla kılın kesilmesiyle vücubun yerine geleceği belirtilmiştir.

577 nolu îbn Ömer hadisiyle de istidlal edilmiştir. Hacca niyet ederken beraberinde kurbanlık hayvan götüren kimsenin artık hac bitinceye kadar ihramdan çıkamayacağı istidlal olunmuştur.

Resulüllah (s.a.v.) ile beraber hacca gelen kadınlar ise, hacc-ı te-mettü'a niyet ettikleri için umreyi yapınca tahallül etmeleri emredil­miştir. Aynı zamanda hadis, traş olmadan ihramdan çıkılamayacağına delalet etmektedir.

578  nolu îbn Abbas hadisini aynı zamanda Taberanî tahric etmiştir. Buhari kendi Tarihin'de bunun isnadını kuvvetlendirmiş; Ebu> Hatimde Ilel'de takviyede bulunmuştur. İbn Hacer bu rivayeti hasenlemiş, ama İbn Kattan "mualleldir" diyerek dikkat çekmiştir.

Hadis, kadınların saçlarını traş etmeyeceğine, sadece uçlarından kırpacaklarına ve traşm onlar hakkında caiz olmadığına delalet etmektedir. Nitekim Tirimizî'nin Hz. Ali'den (r.a.) yaptığı ri­vayette, adı geçenin şöyle bilgi verdiği belirtilmişir: "Peygamber (s.a.v.), kadının başını traş etmesini men'etmiştir."

579 nolu İbn Abbas hadisini Ebu Davud, Nesâî, îbn Mace tahric etmişlerdir. el-Bedrü'1-münir müellifi ise bunu hasenlemiştir. Ancak İbn Main, "ravi Hasan el-Areni'nin bu hadisi İbn Abbas'dan duy-mamışdır" diyerek hadisin zayıf olduğuna dikkat çekmiştir.

Ancak bu bapta Ahmed, Ebu Davud, Darekutnî ve Beyhakî'nin Hz. Aişe (r.a.) dan rivayet ettikleri bir hadis bulunuyor ki, İbn Abbas hadisini kuvvetlendirmektedir. Şöyle ki: "Cemreye taş attğımzda artık size güzel koku, dikişli elbise ve kadın dışında diğer her şey he­lal olur."                                                                                   :

Ne var ki bu rivayetin isnadında Haccac b. Ertat bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Hakkında lehte, aleyhte çok şeyler söylenmiş ve yazılmıştır. Ahmed b. Hanbel onun hadis hafızlarından olduğunu söylerken, îbn Main onun kavi olmadığını belirtmiştir. Saduk olup tedlis yaptığı, görüştüğü alimden hadis almadığı halde aldığım veya görüşmediği halde görüşüp hadis aldığını zannettirecek şekilde bir anlatım yaptığı söz konusudur. [465]

Bu konuda bir diğer hadisi Ebu Davud, Hakim ve Beyakî, Ümmu Seleme'den rivayet etmişlerdir ki, bunun isnadında Mu-hammed b. îshak bulunuyor ve bu zatın zayıf olduğu ekser ta­rafından kabul edilmiştir.

Böylece taş atıp tıraş olduktan veya taş atıp kurban kestikten ve tıraş olduktan sonra güzel koku, av ve kadın dışında her şey mu­bah olur, diyenlerin içtihadının sağlam dayanağı yoktur. Kadından başka her şey mubah olur diyenlerin sahih dayanağı vardır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-  Hacc-ı ifrad'a niyet etse bile, beraberinde hediy (kurbanlık hayvan) sevkeden kimsenin, Mina'da Cemre'ye yedi taş attıktan son-, ra o hayvanı kesmesi gerekir.

2- Hacc-ı kıran veya hacc-ı temettü'a niyet eden kimse ise, cem­reye taş attıktan sonra, beraberinde kurbanlık hayvan getirsin, getir­mesin mutlaka bir hayvan alıp kesmesi vaciptir.

3-  Mina'da kurban kesemiyecek olan kimse, onun yerine, son mü Arefe'ye rastlamak üzere üç gün Mekke'de, yedi gün de evine öndüğünde oruç tutar.

4- İfrad hac yapan kimsenin Cemre-i Akabe'ye taş attıktan son-ı tıraş olması veya saçlarının uçlarından kırpması vaciptir. Kıran eya temettü' hacceden kimsenin ise, kurbanını kestikten sonra tıraş Lması vaciptir.

5- Kadınlar ise, sadece saçlarının uçlarından kırpmak suretiyle u vecibeyi yerine getirirler. Onların başlarım tıraş etmeleri caiz eğildir.

6- Hacı tıraş olduktan sonra ihramdan çıkabilir ve daha önce asaklanan şeylerden kadın müstesna diğerleri helal olur. İmam Şafiî'ye göre, ihramdan çıkmak için tıraş olmak şart değildir. Cemre-i Akabe'ye taş attıktan ve kurban kestikten sonra ihramdan çıkabilir.

7- Başında saç bulunmayan dazlak kimsenin başının üstünde ısturayı dolaştırması yeterli olur.

8- Saçını kesmeyip sadece onu sabun veya benzeri bir temizleyi­ci maddeyle yıkamak yeterli sayılmaz ve böylece tıraşı terke-den kim­senin ceza olarak bir koyun kesmesi gerekir. İmam Ebu Yusuf ile Enıam Muhammed'e göre, ceza gerekmez.

9- Kurbanın Özel yeri ve özel zamanı vardır. Yeri, Harem dahili­dir, zamanı ise, kurban günleridir Bu, Ebu Hanife'nin içtihadıdır. Diğer Hanefî imamları farklı ictihadda bulunmuşlardır.

10- Tıraştan sonra İmam Malik'e göre, kadın ve güzel koku dışındaki yasaklar helal olur.

11- Şafiîlere göre, hacı başından üç kıl kestiği takdirde vacibi yerine getirmiş olur; ancak,başm tamamını tıraş etmek efdaldır.

12- Tıraştan sonra ziyaret tavafında bulunmak üzere Mekke'ye gitmek sünnettir. Ziyaret tavafını bayramın dört günü içinde yapmak ise vaciptir.

13- Şafiîlere göre, tıraş vakti, zilhiccenin dokuzunu onuna bağlayan gece yarısından sonra başlar, nahr günlerinin sonuna kadar devam eder.

14-Hanbelîlere göre, taş atmak, tıraş olmak ve kurban kesmek arasında takdim ve te'hirden, yani sırayı değiştirmekten dolayı ceza gerekmez.

15- İmam Malik'e göre, taş atmadan tıraş olan kimseye ceza ola­rak kan akıtmak gerekir.

 

Bayramın Birinci Günü Ziyaret Tavafı İçin Mekke’ye Gitmek

 

Hacının Mina'da Cemre-i Akabe'ye taş attıktan, kurban ke-sip traş olduktan sonra haccm rüknü olan ziyaret tavafını yerine getir­mek üzere Mekke'ye gitmesi ve tavaf yapması sünnettir. Nitekim Re-sulüllah (s.a.v.) Efendimiz, bu tavafı geciktirmeyip Mina'da tıraş ol­duktan sonra gidip yerine getirmiş ve sonra yine Mina'ya dönmüştür.

Aslında ziyaret tavafını müctehidlerin çoğuna göre, ilk dört gün (kurban bayramının birinci günü ile teşrik günlerinin üç günü) içinde yapılması vaciptir. Bu dört günden sonraya bırakılırsa, rükün olarak edası caizdir.. Ancak geciktirilmesinden dolayı ceza olarak kan akıtmak gerekir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şu bilgiyi vermiştir:

""Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, bayramın birinci günü Mekke'ye gidip ziyaret tavafını yaptıktan sonra tekrar Mina'ya döndü ve öğle namazını Mina'da kıldı." [466]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber ver­miştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz (Mina'da) kurban kesme yerine gitti ve kurbanım kestikten sonra bineğine binip Bey-tullah'a gitti, ziyaret tavafını yaptı ve öğle namazını Mekke'de

kıldı.." [467]

 

Hadislerin Işığında Müctehid İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Mina'da kurban kesip tıraş olduktan sonra y'iıı gün ziyaret tavafı yapılır. Bu tavafın vücup süresi üç gündür. abe'nin etrafında yedi şavt yapılır ve tavaftan sonra iki rek'at na-ıaz kılınır. Sora geriye kalan cemreleri taşlamayı yerine getirmek zere Mina'ya dönülür. Ancak daha önce sa'yetmemişse, tavaftan 3nra yedi şavt olarak sa'yeder. Mekke'de gecelemez, Mina'ya gelip rada geceler. [468]

Ziyaret tavafında remel yapılmaz. Ancak kudüm tavafını yap-lamışsa, o takdirde ziyaret tavafında remel yapması müstehab olur. tu tavafı yapan hacıya artık kadın da helal olur; böylece mahzurlar alkar, yani ihramlı iken yasaklanan şeylerin hepsi kalkmış olur.

Ziyaret tavafının vakti, bayramın birinci günü fecir başlar ve inıür sonuna kadar devam eder. Ancak bu tavafı bayramın birinci, kinci ve üçüncü günlerinden birinde yapmak vaciptir. Geciktirilmesi ahrimen mekruhtur. Bununla beraber Ömrün sonuna kadar süresi ^ardır. Ancak tehirinden dolayı bir kurban kesmek vacip olur. [469]

b) Şafîîlere göre: Tıraş, ziyaret tavafı ve sa'yetmenin başlangıç rakti belirlidir, bitiş vakti için bir sınırlama yoktur. Ancak bunların )ayram günleri içinde yapılması efdaldır. Bayramın birinci gününde ^e billhassa teşrik günlerinde yapmayıp gecektirmekte kerahet /ardır.

Cemre'ye taş atıldıkta» ve tıraş olunduktan sonra, kadın iışmda yasaklanan şeyler helal olur. Ziyaret tavafı yapılınca da kadın dahil her şey mubah olur. Ziyaret tavafı yapılmadan nikah ah­dinde bulunmak, mezhebin zahirine göre helal olmaz. [470]

c) Hanbelîlere göre; Tıraştan sonra Tîeytullah ziyaret edilerek tavaf yapılır ki, bu haccın tamamlanması için vacip olan tavaftır. Ta­vafı müteakip iki rek'at namaz kılınır.  Hacc-ı temettü'a niyet etmişse, o takdirde tavaftan sonra Safa ile Merve arasında sa'yeder. Ve artık her yasak kalkmış olur.

Tavaf ve sa'y bittikten sonra o gece Mekke'de kalınmaz, Mina'ya gidilir ve gece Mina'da geçirilir.

Bu tavafın iki vakti vardır: Biri fazilet, diğeri cevaz vakti.. Fazi­let vakti: Hayranım birinci günü Cemre'ye taş attıktan sonra, kurban kesip tıraş olduktan sonra başlar. Cevaz vakti: Zilhiccenin dokuzunu onuna bağlayan gecenin yarısından sonra başlar ve devam eder.

Nahr günleri (dört gün) geçtiği halde tavaf yapmayacak olursa, kerahet işlemiş olur ama ceza gerekmez. Ebu Hanife'ye göre, ceza ol­arak bir koyun kesmesi gerekir.

Ziyaret tavafında remel olmadığı gibi iztıba da yoktur.

Böylece hacda meşru olan üç tavaf vardır: Ziyaret tavafı ki bu rükündür, hac ancak bununla tamamlanır. Bunda hilaf yoktur. Ku­düm tavafı ki, bu sünnettir. Terkedene bir şey gerekmez. Üçüncüsü veda' tavafıdır ki, bu vaciptir. Terkedenin kan akıtması gerekir. İmam Malik'e göre kan akıtması gerekmez. [471]

d) Malikîlere göre: Ziyaret tavafının vakti, bayramın birinci günü başlar, zilhiccenin sonuna kadar devam eder. Bu süre içinde yapmayıp geciktiren kimsenin ceza olarak kan akıtması gerekir. An-' cak haccı sahih kabul edilir. Bayram gününden Önce ziyaret tavafını yapmak caiz değildir. [472]

 

Tahliller

 

587 nolu İbn Ömer hadisi sahihtir ve istidlale, ihticace salihtir. Hadis, bayramın birinci günü tıraştan sonra Mekke'ye gitmenin sünnet olduğuna ve o gün içinde ziyaret tavafını yerine getirmenin efdal sayıldığına delalet etmektedir. Aynı zamanda ziyaret ta­vafından sonra tekrar Mina'ya dönüleceğine ve gecenin Mina'da geçireleceğine delalet vardır.

Öğle namazına gelince, İbn Ömer, Resulüllah'm (s.a.v.) o gün Mina'ya dönüp öğle namazını Mina'da kıldığını haber verir-ken, 588 nolu hadiste Cabir (r.a.), Resulüllah'm (s.a.v.) bu namazı Mekke'de kıldığını bildirmektedir. İki hadis de sahih olduğuna göre, iki rivayet arasını te'lif babında şöyle denilebilir: Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Mekke'de öğle namazını kılıp Mina'ya geldiğinde, orada daha yeni öğle namazına durulduğunu görmüş ve kendisi de onlardan ayrılmayıp aynı namazı nafile anlamında bir defa daha kılmıştır. Al- . lah daha iyisini bilir.

Cabir hadisi, Resulüllah'm tıraş olmasından söz etmeyip kur­ban kestiğinden ve sonra Mekke'ye hareket ettiğinden söz etmekte­dir. Hz. Cabir burada O'nun tıraşından bahsetmeğe gerek görmemiş, dece bayramın birinci gününde ziyaret tavafım yaptığına ağırlık kerek bunu ifadeye çalışmıştır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Mina'da taş atma, kurban ve tıraş ibadetleri tamamlandıktan mra o gün içinde Mekke'ye gidip ziyaret tavafını yerine getirmek ınnettir.

2- Ziyaret tavafı, haccın rükünlerinden biridir. Hac ancak onun-

tamamlanır.

3- Ziyaret tavafının vücup süresi, üç gündür. Bu süre içinde kpılmayıp geciktirilirse, Ebu Hanife'ye göre ceza olarak bir ko-yun esmek gerekir.

4-  Kudüm tavafı yapmamış ve sa'yetmemişse,  ziyaret ta-afmdan sonra sa'yetmek vaciptir.

5- Kudüm tavafı yapmayan kimsenin ziyaret tavafında remel ve :tıba' yapması m üs teli ab dır. Kudüm tavafım yaparken bunları ye-[ne getiren kimsenin tekrar yapması sünnet değildir.

6- Ziyaret tavafından sonra daha önce yasaklanan kadınla cin-el temas helal olur ve engeller kalkar.

7-  Ziyaret tavafından sonra Mekke'de kalınmayıp Mina'ya önülür ve gece Mina'da geçirilir. Bu, kimine göre sünnet, kimine öre vaciptir.

8-  Ziyaret tavafının vakti, Hanefîlere göre: Bayramın birinci Ijnü fecir doğduktan sonra başlar ve ömür sonuna kadar sürer. An-ak bayramın ilk üç gününde yerine getirilmesi vaciptir. Geciktiril­mesinden dolayı bir koyun kesmek gerekir.

8- Tıraş, ziyaret tavafı ve sa'yetmenin başlanma vakti bellidir. iitiş vakti için bir sınır konulmamıştır. Ancak bayram günleri içinde rapılması efdaldır. Bu, Şafıîlerin içtihadıdır.

9-  Tavafın biri fazilet, diğeri cevaz vakti vardır: Fazilet vakti, »ayranım birinci günü tıraş olduktan sonra başlar. Cevaz vakti, zil-ıiccenin dokuzunu onuna bağlayan gece yarısından sonra başlar. Bu, ianbelîlerin içtihadıdır.

10- Dört gün olan nahr günlerinde tavaf yapmayan kimse kera-ıet işlemiş olur. Bu geciktirmeden dolayı ceza gerekmez. Bu da Han­elilerin içtihadıdır.

11- Malikîlere göre: Ziyaret tavafının vakti, bayramın birinci jünü başlar ve zilhiccenin sonuna kadar devam eder. Bu süre içinde sapmayan kimseye ceza olarak kan akıtmak gerekir.

 

Kurban Kesmeyi, Tıraş Olmayı ve Cemreye Taş Atmayı Belirlenen Sıraya Göre Değil de Takdim ve Tehir Suretiyle Yerine Getirmekte Bir Sakınca Var Mıdır?

 

Mina'da Cemre-i Akabe'ye taş atmak, kurban kesmek ve tıraş olmak gibi üç vecibe vardır. Bunları hadislerde yer aldığı gibi, belli sıraya koyup önce taş atmayı, sonra kurban kesmeyi, sonra da tıraş olmayı yerine getirmek en uygun olanıdır. Bununla beraber ashabın bazısının üç vecibeyi yerine getirirken takdim ve te'hir yaptığı ve du­rumu Resulüllah'a arzettiklerinden "Bir sakınca yoktur, bir sakınca yoktur" buyurduğu bilinmektedir. O bakımdan müctehidlerin bu ve diğer hadisler üzerinde durup sözü edilen konu hakkında az farklı tesbit ve istidlalleri, ihticacları olmuştur. Bunlara az yukarıda kısmen dokunmuş bulunuyoruz. Ama önemine binaen onu müstakil bir başlık altında izah etmeyi uygun gördük.

 

İlgili Hadisler

 

Abdulllah b. Amr (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.vj den şunu duyduğunu haber veriyor: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bayram günü Cemre'nin yanında ayakta durup beklerken bir adam geldi ve şöyle dedi: 'Ya Resulallah! Henüz Cemre'ye taş atmadan Önce tıraş oldum.." Efendimiz ona: 'Taşı at, bir sakınca yoktur" buyurdu. Bir diğer adam geldi ve şöyle dedi: "Doğrusu ben taş atmadan önce kurbanımı kestim.." Efendimiz ona da: "Taşını at, bir sakınca yoktur" buyurdu. Sonra bir diğer adam daha geldi ve şöyle dedi: "Ben, taş atma­dan kalkıp Beytullah'a gittim ve ziyaret tavafını yaptım.."

fendimiz ona da: 'Taşım at, bir sakınca yoktur.." buyurdu.

Yine Abdullah'tan yapılan bir diğer rivayette, adı geçen, bayram ününde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz hutbe irad ederken orada hazır ulunmuştur. Bir adam ayağa kalkıp şöyle dedi: "Ben şunun undan önce yapılacağını sandım.." Bir başkası da: "Ben de »unun şundan önce yapılacağını sandım" dedi. Bir başkası calkıp şöyle dedi: "Ben de şunun şundan önce yapılacağını landım; kurban kesmeden tıraş oldum; taş atmadan önce kur-)anımı kestim" diyerek benzeri şeyleri sıraladı. Bunun izerine Efendimiz şöyle buyurdu: 'Yap, bir sakınca yoktur.."

O gün neden sorulduysa, mutlaka Efendimiz: "Yap, bir (akınca yoktur" diye cevap verdi. [473]

Hz. Ali (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen  şöyle haber vermistir:

"Bir adam geldi ve: 'Ya Resulellahî Kurban kesmeden önce tıraş oldum" dedi. Efendimiz ona: "Kurbanını kes, bir sakınca yoktur" buyurdu, Sonra bir başka adam geldi ve: 'Ya Resulellah! Tıraş olmadan ziyaret tavafını yaptım" dedi. Peygamber (s..a.v.) ona da: ‘Tıraş ol veya saçlarının uçlarından kırp, bir sakınca yoktur’ buyurdu.[474]

Tirmizî'nin tesbit ettiği rivayette ise şöyle denilmektedir: "Ber tıraş olmadan ziyaret tavafını yaptım" dedi. Pey­gamber (s.a.v.) ona: "Tıraş ol veya saçlarının uçlarından kırp, bir sakınca yoktur" buyurdu. Bir diğer adam geldi ve: 'Ya Re­sulellah! Taş atmadan önce kurbanımı kestim" dedi. Efendi­miz ona da: "Taş at, bir sakınca yoktur." buyurdu. [475]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

Peygamber (s.a.v.) Efendimize kurban kesme, tıraş ve taş atmada takdim ve te'hirden soruldu. Efendimiz: "Bir sakınca yoktur" buyurdu. [476]                                              

Bir başka rivayette, Peygamberimiz'den (s.a.v.) bir adam sordu: "Kurban kesmeden önce tıraş oldum?" Peygamberimiz (s.a.v.) ona: "Kurbanı kes, bir sakınca yoktur" buyurdu. Adam: "Akşama doğru taş attım?" diye sordu. Peygamber (s.a.v.) ona: "Öyle yap, bir sakınca yoktur" buyurdu. [477]

Bir diğer rivayette  konu şöyle nakledilmiştir:

"Bir adam, Peygamber'e (s.a.v.) şöyle sordu: " Taş atma-in önce gidip ziyaret tavafını yaptım?" Efendimiz ona:

"Bir sakınca yoktur" buyurdu. Adam yine: "Kurban kes­eden önce tıraş oldum?" diye sordu. Efendimiz ona: "Bir ıkınca yoktur" buyurdu. Adam: "Taş atmadan önce kurban îstim?" diye sordu. Efendimiz ona da: "Bir sakınca yoktur" buyurdu. [478]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Tıraş olmayı veya ziyaret tavafını özürsüz arak nahr (kurban kesme) günlerinde yapmayıp geciktirirse, kendi­ne bir kan gerekir, yani bir koyun kesmesi' vacip olur. Bu İmam bu Hanife'ye göredir. İmam Ebu Yusuf ile îmam Muhammed'e göre an akıtmak gerekmez, sadece isaet işlemiş olur. İmam Şafiî'ye göre 3 hüküm böyledir.

Bunun gibi, taş atmayı geciktirir veya bir ibadeti diğer bir iba-et üzerine takdim eder, mesela taş atmadan önce tıraş olursa, taş tmadan önce kurban keserse, kurban kesmeden Önce tıraş olursa, ine İmam Ebu Hanife'ye göre. kan akıtması gerekir. îmameyne göre srekmez, isaet (usulsüzlük) işlemiş olur.

Harem dışında tıraş olursa, ister hacca, isterse umreye niyet tmiş olsun, ceza olarak bir kan akıtması gerekir. İmam Ebu Yusuf a öre, kan akıtması gerekmez.

Umre yapmakta olan, Harem dışına çıktıktan sonra dönüp açlarının uçlarından kırparsa, kendisine kan akıtmak gerekmez.

Hacc-ı kıran yapan kimse kurban kesmeden önce tıraş olursa, na ceza olarak iki kan akıtmak gerekir. Bu, İmam Ebu Hanife'ye Öredir, Îmameyne göre, bir kan gerekir.

Kan akıtmaktan maksat, bir koyun kesmektir. [479]

b) Şafîîlere göre: Cemreye taş atmak, tıraş olmak ve ziyaret tavafını yapmak arasındaki tertibe riayet etmek sünnettir. [480]

O bakımdan bu tertibi bozup önce kurban kesen sonra tıraş olan veya Önce tavaf yapıp sonra gelip kurbanını kesen kimseye ceza ola­rak bir şey gerekmez, sadece sünnete uymadığı için isaet (kötü bir iş) etmiş olur.

c) Haneblîlere göre: Bu mezhep imamları da Şafiî'lerin ictihad ve istidlallerine uygun istidlalde bulunarak şöyle demişlerdir: "Bayram günü yapılacak dört şey (nüsük) vardır: Taş atmak, sonra kurban kesmek, sonra tıraş olmak, sonra da ziyaret tavafı yapmak. Bu tertip sünnettir. Bunu unutarak veya bilmeyerek bozan, yani ter­tibe riayet etmiyen kimseye bir şey gerekmez. İlim ehlinden bir çoğunun görüş ve içtihadı da bu doğrultudadır. Meselâ, el-Hasan, Ta­vus, Mücahid, Said b. Cübeyr, Ata, Şafiî, İshak, Ebu Sevr, Davud ve İbn Cerir et-Taberîbu cümledendir. [481]

Bu. konuda Şafıîler'le Hanbelîler, yukarıda naklettiğimiz sahih hadislerle istidlal ve ihticac etmişlerdir.

d) Malikîlere göre: Kurban kesmeden tıraş olmakta, taş atma­dan önce kurban kesmekte bir sakınca yoktur. Bunlar arasında tertip gerekli değildir. Ancak fecir doğmadan kurbanını kesen kimsenin fe­cir doğduktan sonra onu iade etmesi, yeni bir kurban kesmesi vacip olur. Bunun gibi, fecir doğmadan cemreye taş atan kimsenin de onu fecrden sonra iade etmesi, yani yeniden atması gerekir. [482].

Böylece Malikiler de ilgili hadislerle istidlal etmiş bulunu­yorlar.

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

594 nolu Abdullah b. Amr hadisi sahihtir. Bu rivayet, bayramın birinci gününde yapılacak nüsüklerin (ibadetlerin) neler olduğuna ve ' bir de o nüsükler arasında tertibin şart olmadığına delalet etmekte­dir. Nitekim müctehidlerin çoğu bu rivayetle istidlal etmişlerdir.

595 nolu Hz. Ali hadisi, 496 nolu yine Ali hadisi ve 597 nolu tbn Abbas hadisi sahihtir. Birinci rivayeti kuvvetlendirmekte ve hadisle­rin hemen hepsiyle ihticacm salih olduğunu göstermektedir.

Ancak  hiçbir  hadiste,   soru  soranın  kim   olduğu   ismen Iklanmamış ve buna lüzum da görülmemiştir. Çünkü önemli olan, (-ulan sorular ve ona verilen cevaplardır ve buna birçok şahabının it olmasıdır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- "Bayram günlerinde tıraş olmayı ve ziyaret tavafını yapmayı iktiren kimseye ceza olarak bir kan akıtması gerekir. Bu Hanefilere göredir.

2- Bayram gününde Cemre-i Akabe'ye taş atmak, kurban kes-ve tıraş olmak arasındaki tertibe riayet vaciptir.  Bunlar arasında takdim ve te'hir yapan kimsenin ceza olarak bir koyun kes­esi gerekir. Bu da, îmam Ebu Hanife'nin içtihadıdır.

3- Sözü edilen menasik arasında tertip şart değildir; bir ıcekini geriye, geride olanını ileriye almaktan dolayı bir şey gerek-ez. Sadece sünneti terkten dolayı isaet (kötü bir iş) işlenmiş olur. u, Hanfefi'ler dışında diğer mezheplerin içtihadıdır.

4- Harem dışında tıraş olanın da ceza olarak bir koyun kesmesi . Bu, İmam Ebu Hanife'ye göredir.

5- Fecir doğmadan kurban kesen kimsenin onu iade etmesi erekir. Bu, Malikilere göredir.

6- Fecir doğmadan cemreye taş atan kimsenin de, fecirden sonra jnu iade etmesi gerekir. Bu da Malikilere göredir.

 

Kurban Bayramı Günü Hutbe Okumanın Îstihabı

 

Hacılar bayramın birinci günü güneş doğunca Mina'da olurlar. Arafat'ta günün önemini ve nasıl vakfe yapılacağını, öğle ile ikindi namazının cemaatle öğle vaktinde kılınacağını ve akşam güneş batınca akşam namazını kılmadan Müzdelife'ye gidileceğini belirtir anlamda imamın bir hutbe irad edeceğinden başka bir de Mina'ya ge­lindiğinde kurban, cemrelere taş atma, tıraş olma ve ziyaret tavafına gitme gibi önemli konuları kapsayan bir hutbe de irad edilir. Böylece hacılar ibadetler konusunda hacdan maksadın ne olduğu hakkında yeterince aydınlatılmış olurlar.

Hacca gitmemiş olan müslümanlar da bulundukları yerin cami veya namazgahında toplanıp hem bayram namazını kılarlar, hem de namazdan sonra günün önemini belirtir anlamda yapılan hutbeyi dinlerler.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hirmas b. Ziyad (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'i Mina'da kurban bayramı günü Adba' adb devesinin üzerinde bulunduğu halde hutbe irad ettiğini gördüm," [483]

"Ebu Umame (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Mina'da nahr (kurban kesme) gününde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in hutbesini duydum.." [484]

Abdurrahman b. Muaz   et-Teymî (r.a.)   den yapılan   rivayete , adı geçen şöyle demiştir;

"Biz Mina'da idik, Resuiüllah (s.a.v.) Efendimiz bize hut-ırad etti, kulaklarımız açıldı da O'nun ne dediklerini duyduk. Bizler (herbirimiz) konakladığı yerde bulunuyordu, ^lece Resuiüllah (s.a.v.) oradakilere hac ibadetlerini itiyordu. Ta ki cimar (cemreye taş atma) konusuna geldi taş atılacak cemreye geldi ve iki şehadet parmağını kulak-kna koydu (sesinin daha iyi duyulmasını sağladı) sonra fük taşları atmaya niyet etti. Sonra Muhacirlere emretti, onlar Mescid (-i Hayf) in önüne doğru indiler, Ansara da em-ti, onlar da Mescid'in arkasına doğru indiler ve sonra da ıdaki insanlar (taş atmak üzere cemreye doğru) inmeye şladılar." [485]

Ebu Bekir (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen "şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz nahr (kurban kesme) nünde bize hutbe irad etti ve şöyle buyurdu: "Bugünün ngi gün olduğunu biliyor musunuz?" Biz de : "Allah ve Rasulü daha iyi bilir" dedik. Resuiüllah biraz durup sustu ve biz bu günü başka bir isimle anacak sandık ve sonra şöyle buyur-l: "Bugün nahr (kurban kesme) günü değil midir?" Biz de: vet, öyledir" dedik. O yine bize: "Bu ay hangi aydır?" diye rdu. Biz yine: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedik. Bir süre stu ve biz de bu ayı başka bir isimle anacağını sandık; derken şöyle buyurdu: "Zilhicce değil midir?" Biz de: "Evet öyledir" sdik. Sonra O, "Bu belde hangi beldedir?" diye sordu. Biz ne: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedik. Yine susup biraz bekledi ve devamla: "Bu bildiğimiz belde değil midir?" buyur* du. Biz de: "Evet Öyle" dedik. Efendimiz devamla şöyle buyurjj du: "Şüphesiz ki sizin kanlarınız ve mallarınız, bugünün hürmeti gibi, bu ayın hürmeti gibi ve bu beldedin hürmeti gibi, Rabbınıza kavuşacağınız güne kadar birbirinize ha^ ramdır. Dikkat edin, tebliğ ettim mi?" diye sordu. Biz de: "Evet.." diye cevap verdik. Bunun üzerine O şöyle dedi: "Allah'ım! Sen şahid ol.. Artık hazır olan hazır olmayana tebliğ edip ulaştırsın. Zira kendisine tebliğ edilen nice kimseler var ki, duyandan daha anlayışlı ve daha çok hafızasında tutucu­dur? Bendeki sonra birbirinizin boynunu vurmak suretiyle küfre dönmeyin.. [486]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Nahr (bayram) günü Mina'da hutbe okun­maz. [487]

b) Şafiîlere göre: İmamın Mina'da yapılacak menasiki (hac ib­adetlerini) talim eder anlamda bir hutbe irad etmesi sünnettir. [488]

c) Hanbelîlere göre: Bu mezhebe göre de, imamın Mina'da menasiki öğretir anlamda bir hutbe irad etmesi sünnettir. İbn Münzir de aynı görüştedir.

d)  İmam Malik'e göre: Mina'da hutbe okunmaz. Çünkü bir gün önce Arafat'ta gereken bilgi verilmiştir. [489]

 

Tahliller

 

604 nolu Hirmas hadisiyle istidlalin uygun olduğu kabul edil­miştir. Mina'da hem hutbe irad etmenin istihbabma, hem de hutbe­nin deve ve benzeri bir binek üzerinde yapılmasında bir sakınca ol­madığına delalet etmektedir.

605 nolu Ebu Umame hadisi de yukarıdaki rivayeti kuvvetlen­dirmekte ve Resulüllah'm (s.a.v.) Mina'da cereyan eden bir sünnetini yansıtmaktadır.

606 nolu Abdurrahman hadisi de istidlale elverişli görülmüştür. Vtina'da, imam hitabede bulunurken hacıların bulundukları yerde oturmuş bir halde dinlemelerinin cevazına ve imamın sesini duyura­bilmek için gerekirse şehadet harmaklarmı kulaklarına tıkamasına flelalet etmekte ve aynı zamanda cemreye atılacak taşların Mina'dan toplanmasının sakıncası olmadığına; sonra da taş  atacak olan hacıları, rahat taş atabilmeleri için grup-lara ayırıp düzenlemenin faydalı olacağına delalet vardır

607  nolu   Ebu Bekir hadisi de sahihtir ve istidlale saîihtir. Müslümanların kanlarına ve mallarına, haklı sebepler dışında el uzatılmasının haram olduğu, bildiriliyor ve böylece hiç kimsenin canına kasdetmeyeceği, hiç kimsenin malı açık ve gizli yollardan alınamayacağı belirtilerek Müslümanlar arasında can ve mal emniy­etinin gereği üzerinde duruluyor.

Sonra da dini konu ve meseleleri yetkili şahıslardan duyan, öğrenen kişilerin onları duymayan, orada hazır bulunmayan din kardeşlerine ulaştırmalarının sünnet ve vacip olduğu bildiriliyor. Ar­kasından Müslümanların ayrı zümrelere bölünüp birbirleriyle savaşmalarının kesinlikle haram olduğu açıklanarak, İslam aleminin ancak birlik ve dirlik atmosferi içinde varlığını ve şerefini a-yakta tutup sürdürebileceğine işarette bulunmaktadır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Mina'da yetkili imamın, oradaki menasiki talim ve tarif eder anlam ve ölçüde bir hutbe irad etmesi bu konularda hacıları aydınlatması sünnettir. Bu, Şafiî ile Hanbeli mezhebine göredir.

2- Mina'da imamın hitabede bulunmasına gerek yoktur. Çünkü Arafat'ta bu sünnet ifade edilmekte ve gereken bilgi verilmektedir. Bu, Hanefî ve Malikîler'in görüşüdür.

3- Mina'da, islam'ın yücelmesi, Müslümanların güven, huzur,, birlik ve dirlik içinde yaşamaları için onlara seslenmek müstehabdır,

4- Mina'da hacıların rahat taş atabilmeleri için onları düzene sokmak müstehabdır.

5- Cemrelere atılacak taşları Mina'da toplayıp hazırlamakta bir sakınca yoktur.

6- Hutbenin ya binek üzerinde bulunurken, ya da yüksekçe bir yere çıkarak irad edilmesi de müstehabdır.

 

Hacc-ı  Kırana Niyet Edenin Hac İbadeti Olarak Bir Tavaf ve Bir De Sa’y Yapması Yeterlidir

 

Bilindiği gibi, Hacc-ı Kıran: Mikatta ihrama girerken hem Umre'ye hem de farz olan hacca birden niyet etmektir. Bu durumda olan kimse, yalnız farz hacca niyet eden kimse gibi, Mina'da Cemre-ı Akabe'ye taş atıp kurban kestikten ve tıraş olduktan sonra ihramdan çıkabilir.

Mekke'ye gelindiğinde, kudüm tavafından sonra sa'yedecek olursa, bu vacip olan sa'y demektir ve artık ziyaret tavafını yaptıktan sonra sa'yetmesi gerekmez.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn Ömer (r.a) dan yapılan rivayete göre, adı geçen, Re-sulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Hac ve um­resinin arasını birleştiren, ikisini ardarda yapan kimse için bir tavaf yeterlidir.." [490]

Diğer bir lafızla şöyle nakledilmiştir:

"Hac ve umre için niyet edip ihrama giren kimseye ih­ramdan çıkıncaya kadar bir tavaf ve bir sa'y kafi gelir." [491]

Tabii bu arada nafile olarak istediği kadar tavaf yapabilir. Zira "bir tavaf' tan maksat, farz olanıdır.

Urue'den, o daAişe (r.a.) dan rivayet etmiştir, Hz. Aişe şoyte uu-U vermiştir: "Veda Haccı'nda Resulüllah (s.a.v.) ile beraber Mekke'ye müteveccihen yola) çıktık ve umreye niyet ederek hramlandık. Sonra Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyur-iu; "Kiminle birlikte hedy (kurbanlık hayvan) bulunuyorsa omreyle birlikte hacca da niyet etsin ve sonra da bu ikisinden ie ihramdan çıkmadıkça (yalnız umreyi yapmakla) ihramdan ?ıkmasın."

Ben Mekke'ye geldiğimde ayhali olmuş bulunuyordum. O bakımdan ne Beytullah'ı tavaf ettim, ne de Safa ile Merve arasında sa'yedebildim. Bu sebeple durumu Hz.Peygamber'e (s.a.v.) anlattım. Bana şöyle buyurdu: "Saçını çöz ye tara. Hac için niyet edip ihramlan ve umreyi terket.." Ben de Öyle yaptım. Hac farizasını yapıp tamamladığımızda, Resulüllah (s.a.v.) beni kardeşim -Abdurrahman ile beraber Ten'im'e gönderdi. Ben orada Umre için niyet ederek ihramlandım. Re­sulüllah (s.a.v.): 'İşte bu senin umren yerinedir" buyurdu.

Hz. Aişe (r.a.) devamla diyor ki:

"Daha önce (bizimle beraber) Umreye niyet edip ihrama girenler hem Beytullah'ı tavaf ettiler, hem de Safa ile Merve arasını. Sonra da ihramdan çıktılar. Sonra (Hac menasikini yapıp) Mina'dan döndüklerinde hac için bir tavaf daha yaptılar. Ama hac ile umreyi beraber niyet edip yapanlar bir tek tavaf yaptılar." [492]

Tavus'tan, o da Aişe (r.a.) den rivayet etmiştir: "Hz. Aişe (r.a.) umre için niyet edip ihramlandıktan sonra Mekke'ye geldi, ama ayhali olduğundan Beytullah'ı tavaf etmedi, diğer bütün menasiki yerine getirdi ki o hac için niyet edip ihramlanmış bulunuyordu. Resulüllah (s.a.v.) Mina'dan dönüşlerinde ona: "Yaptığın tavaf hac ve umren için sana elverir." Hz. Aişe ise, herhalde umre yapmak istedi ve Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz onu kardeşi Abdurrahman ile beraber Ten'im'e gönderdi. Böylece Hz. Aişe farz haccı yaptıktan sonra umre için niyet edip ihramlandı." [493]

Mücahid'den yapılan rivayete göre, Hz. Aişe (r.a.) (Mekke' ye yakın) Şerifte ayhali oldu ve Arafat'ta temizlendi. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ona şöyle buyurdu: "Safa ile Merve arası (daha önce) sa'yetmen senin hem haccm, hem de umren için kafi gelir.." [494]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Hacc-ı Kıran'a niyet eden kimse Mekke'ye gelince, önce umreye başlar, bunun için Beytullah'ı tavaf eder, iki rek'at namaz kıldıktan sonra Safa ile Merve arasında sa'yeder ve ih­ramdan çıkmaz. Bunun arkasından Kudüm Tavafı'nı yerine getirir ve hac işin vacip olan sa'yi yapar.

Böle yapmayıp da, hac ve umre için ardarda iki tavaf ve ar­kasından iki sa'y yaparsa, bu caiz olmakla beraber sünnete aykırı olduğundan faili isaet (kötü bir iş) etmiş olur. [495]

Kudüm Tavafı'ndan sonra Safa ile Merve arasında sa1 yetmeyen kimse, ziyaret tavafından sonra sa'yeder ki bu vaciptir. [496]

b) Şafîîlere göre: Bu mezhebe göre, Kudüm Tavafından sonra Safa ile Merve arasında sa'yeden kimse, vacip olan sa'yi yapmış sayılacağından, artık ziyaret tavafından sonra sa'yi iade etmez.. [497]

c) Hanbelîler de aynı görüş ve içtihadı ortaya koymuşlardır. [498]

d) Malikîler   de   diğer  mezheplerin  görüş  ve  istidlali doğrultusunda görüş beyan etmişlerdir, yani onlara göre de, kudüm tavafından sonra sa'yeden kimse rükün olan sa'yi yerine getirmiş olduğundan, ziyaret tavafından sonra artık sa'yetmez. [499]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

611 nolu İbn Ömer hadisini aynı zamanda Said b. Mensur mer-fu' olarak şu lafızla tahric etmiştir: "Kim hac ile umre arasını birleştirirse, ikisi için bir tavaf ve bir sa'y kafi gelir." [500]

Bu bapta Müslim'in ve Ebu Davud'un Cabir (r.a.) den (r.a.)şu • lafızla yaptığı bir rivayet bulunuyor. O da şöyledir: "Ne Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, ne de ashabı, Safa ile Merve arasında birden fazla sa'y yapmadı.."

Ayrıca Abdurrezzak'm isnad-ı sahih ile Tavus'tan yaptığı rivay­ette, deniliyor ki: "Tavus yeminle belirtti ki, Resulüllah'm as­habından hiçbiri hac ve umresi için bir tavaftan başka yapmadılar."

Buhari'nin de îbn Ömer (r.a.) dan yaptığı rivayete göre: "Adı geçen hac ve umresi için sadece bir tavaf yapmıştır.."

Buhari diğer bir vecihle îbn Ömer'den şunu tahricen rivayet. etmiştir: "O, Resulüllah'm (s.a.v.) hac ve umre için ilk tavanyla yetin­diğini görmüştür." Bu tavaftan maksat, nahr (kurban) gününde Ta-vaf-ı İfazedir, yani ziyaret tavandır."

Bu rivayetlere dayananlar diyorlar ki: "Hacc-ı Kırana niyet eden kimseye bir tavaf ve bir de sa'yetmek kafi gelir."

Nitekim İmam Malik'e, İmam Şafiî'ye, îshak'a ve Davud'a göre de hüküm böyledir. îbn Ömer ve Cabir'den de böyle rivayet olun­muştur. Hz. Aişe de (r.a.) aynı görüşü açıklamıştır. Nevevî de bu an­lamda beyanda bulunmuştur. Ebu Hanife ve arkadaşları, aynı za­manda Zeyd b. Ali de bu görüşte değillerdir. Zira bunlara göre, umre için tavaf yapılacağı gibi, kudüm için de tavaf yanılmaktadır. Aynı zamanda biri umre, diğeri hac için olmak üzere iki sa'yetmek de ge­reklidir. Nitekim Hz. Ali, îbn Mes'ud, Şa'bi ve Nehaî'den böyle rivay­et edilmiştir. Yani Hacc-ı Kırana niyet edene iki tavaf ve iki sa'y gerekir.

Birincilerin delili ise, hem yukarıdaki rivayetlerdir, hem de Re­sulüllah'm (s.a.v.): "Umre kıyamete kadar hacca dahil olmuştur" mealindeki hadistir. Zira umre hacca dahil olunca, herbiri için ayrı tavafa ve ayrı sa'ye gerek kalmıyor. [501]

 

Cemerelere Taş Atma Süresince Mina’da Kalmak

 

Cemrelere taş atma süresi üç gündür. Birinci gün Cemre-i abe'ye yedi taş atılır. İkinci ve üçüncü günler üç cemreden her bi-jıe yedişer taş atılarak toplam üç günde 49 taş atılmış olur. Ancak [üncü günü güneş batmadan önce Mina'dan ayrılmayanların irdüncü güne kalmaları ve yine her üç cemreye yedişer taş atmaları [cip olur ve böylece taşların sayısı yetmişe yükselir.

Belirtilen üç veya dört günü Mina'da geçirip orada gecelemek üctehidlerin çoğuna göre sünnettir. Taş attıktan sonra Mekke'ye den ve yine taş için Mina'ya dönen kimse kerahet işlemiş olur. An­ık bayramın birinci günü Cemre-i Akabe'ye yedi taş atıldıktan, kur-ın kesip tıraş olduktan sonra Mekke'ye gidip ziyaret tavafı yapılır i tavafı müteakip tekrar Mina'ya dönülür. Birinci gün gidemiyenler, inci veya üçüncü gün giderler.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir;

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz (bayramın birinci günü ziy­aret tavafını yerine getirdi ve) öğle namazını kıldığında îünün sonuna doğru yamndakilerle birlikte Mina'ya döndü.

Teşrik günlerinin gecelerini Mina'da kalıp geçirdi ve her gün güneş gök kubbesinden batıya meyledince her cemreye yedi taş attı; her taşı atarken de onunla birlikte tekbir getirdi. Birinci ve ikinci cemrenin yanında (taş attıktan sonra) epeyce durdu, dua, tazarru' ve niyazda bulundu. Üçüncü cemreye taş atıp orada durmadı." [502]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Abbas (r.a.), Mina gecelerinde Mekke'de kalıp gelen hacılara su dağıtma işini düzenlemek için Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den izin istedi. Efendimiz de ona izin verdi." [503]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz (ikinci ve üçüncü günler) güneş batıya keylettikten sonra taş atmaya başladı." [504]

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Biz uygun zamanı bekliyorduk; güneş batıya meyledince taşları atıyorduk." [505]

Salim'den, o da îbn Ömer (r.a.) dan rivayet etmiştir. Adı geçen şöyle haber veriyor: 'îbn Ömer (r.a.) birinci cemreye yedi taş attı ve her taş ile beraber tekbir getirdi. Sonra düzce rahat bir yere doğru ilerledi ve kıbleye yönelerek uzun bir süre öylece ayakta durdu, dua etti, ellerini kaldırdı ve sonra ikinci cem­reye taş attıktan sonra kuzey tarafına tloğru düzce rahat bir yere ilerledi; kıbleye yönelip dua etti ve ellerini kaldırdı da uzun bir süre öylece ayakta durdu. Sonra batn~i vadideki Cemre-i Akabe'ye taş attı, ama orada durmadı ve ayrılarak şöyle dedi: "Ben, Resulüllah'ın (s.a.v.) işte böyle yaptığını gördüm." [506]

Asım b. Adiy'den yapılan rivayete göre: Adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, deve çobanlarına, Mina'da gecelemelerine ruhsat verdi ve nahr (bayramın birinci) günü taş atmalarını, sonra ertesi ve ertesi günde (iki günde) yine taş atmalarını ve ayrılacakları(dördüncü günde de) taş atmalarını emretti." [507]

Diğer bir rivayette: "Resulüllah (s.a.v.) onlara bir gün taş atmalarına, bir gün taş atmayı terketmelerine dair ruhsat verdi’

Said b. Malik'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber yaptığımız hacdan dönerken bir kısmımız bir kısmımıza şöyle diyordu: 'Yedi aş attım", "Altı taş attım". Ama kimse kimseyi bundan dolayı ayıplamıyordu." [508]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Bayramın birinci günü Cemre-i Akabe'ye pedi taş atılır, diğer iki cemreye atılmaz. Mekke'ye gidilip dönüldükten sonra, bayramın ikinci günü ve üçüncü günü her üç cemreye yedişer taş atılır. Birinci ve ikinci cemrelere taş attıktan sonra bir süre ayakta durularak dua edilir; aynı zamanda her taş atılırken tekbir getirilir ve böylece birinci ve ikinci cemrelerin yanında durularak dua, istiğfar edilir; kendisi, ana-babası ve hısımları, sonra da bütün mü'minler için dua edilerek Resulüllah'a salat-ü selam getirilir. Cemre-i Akabe'ye taş atıldıktan sonra artık orada durulmaz ve hemen sonra ayrılmak sünnettir. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz de Öyle yapmıştır.

Üçüncü gün taş atma nüsükü (ibadeti) tamamlandıktan sonra fecir doğmadan önce ayrılmak caizdir. Fecir doğuncaya kadar ayrılmayan kimse, dördüncü güne kalıp her üç cemreye yedişer taş atması vacip olur.

Mina'da taş atma süresince geceleri de Mina'da kalmak sünnettir. Geceyi başka yerde geçirmek ise mekruhtur. Ancak bun­dan dolayı bir ceza gerekmez. İmam Şafiî'ye göre ise, vaciptir. [509]

b) Şafiîlere göre: Bayramın birinci günü Mina'ya gidip ziyaret tavafını yaptıktan sonra Mina'ya dönülür ve ikinci ile üçüncü günleri üç cemreye yedişer taş atılır. Böylece taşlama vücubu yerine gelmiş olur. O gün, yani üçüncü gün güneş batmadan önce Mina'dan ayrılmakta bir sakınca yoktur. Ama güneş batmcaya kadar orada kalır ve ayrıhnazsa, o takdirde ertesi güne kalması ve yine her cem­reye yedi taş atması vacip olur. Mina'da bulunulduğu sürece geceleri orada kalmak vaciptir. Aksi halde kan akıtması gerekir. Ama deve çobanlarının güneş guruba gitmeden önce Mina dışına çıkıp başka yerde gecelemeleri caizdir. Bunun gibi özür sahiplerinin de geceyi başka yerde geçirmelerine ruhsat verilmiştir. Güneş battıktan sonra çıkacak olursa, yine kendilerine kan akıtmak vacip olmaz.

İkinci ve üçüncü günleri cemrelere taş atma vakti zevaldan son­ra başlar, güneşin batmasıyla sona erer. Bazısına göre, fecir doğuncaya kadar süresi vardır. [510]

c) Hanbelîlere göre: Mina'da taş atma süresince geceleri Mina'da kalmak bir rivayete göre, sünnet, bir rivayete göre vaciptir. Nitekim sahih rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz taş atma süresince geceleri Mina'da kalmıştır. Bununla beraber Mina'da kal­mayıp onun dışına çıkılır da başka bir yerde gece geçirilirse, isaet (uygunsuzluk, hata) edilmiş olur, başka bir şey gerekmez. İmam Ah-med'den rivayet edilen de budur.

Birinci ve ikinci cemrelere yedişer taş atarken her taşla beraber tekbir getirilir ve taş atıldıktan sonra bir süre cemrenin yanında ay­akta durularak dua edilir. Üçüncü cemreye taş atıldıktan sonra artık

orada durulmaz.

Teşrik günlerinde ancak zevalden sonra taş atılır. Zevaldan Önce atılırsa, iadesi gerekir. Aynı zamanda birinci ve ikinci cemrele­rin önünde durulup dua etmeyi terketmekten dolayı da bir şey gerek­mez.. [511]

d) Malikilere göre: Taş atma günlerinin gecesinde Mina’da kalmak sünnetttir. Diğer bir rivayete göre vaciptir. Terkinden dolayı kan akıtmak gerekir. [512]

 

Tahliller ve Yorumlar

 

623 nolu Hz. Aişe hadisini aynı zamanda îbn Hibban ve Hakim tahric etmişlerdir. Hadis sahihtir ve ihticaca salihtir.

624 nolu Îbn Abbas hadisini Tirmizi hasenlemiş ve bir benzerini Müslim, Cabir'den rivayet ederek sahihlemiştir.

625  nolu îbn Abbas hadisi de Hz. Aişe hadisini kuvvetlendir­mekte ve konuya ağırlık kazandırmaktadır.

Aişe hadisinde, Resulüllah'ın (s.a.v.) teşrik gecelerinde Mina'da kaldığı belirtilmiş ve cumhur buna dayanarak teşrik gecelerinde Mina'da kalmanın vücubuna kail olmuştur.

Oysa Hz. Abbas'a ve bir de deve çobanlarına Mina dışında kal­malarına ruhsat verilmesi, iki manaya delalet etmektedir: Birincisi, kalmak vacip olduğu için onlara ruhsat verilmiştir. Vacip olmasaydı ruhsat da söz konusu olmazdı, ikincisi, sünnettir, onların bu sünneti belirtilen sebeplerden dolayı terketmelerine ruhsat verilmiştir.

Bu bapta Ashab-ı Sünen'in ve îbn Hibban ile Ahmed'in yaptıkları rivayette, Asım b. Adiyy'in şöyle dediği tesbit olunmuştur: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, deve çobanlarına Mina dışında gecele­melerine, yani Mina'da gece kalmayı terketmelerine ruhsat ver­miştir."

Cumhura göre, ruhsat azimet mukabilindedir. O bakımdan cumhur "teşrik gecelerinde Mina'da kalmak vaciptir" diyerek yorum­da bulunmuştur.

Teşrik günlerinin birinci, ikinci ve Mina'da kalanlar için üçüncü günü cemrelere zevaldan sonra taş atılmasının vacip olduğu da yuk­arıdaki hadislerden istidlal edilmiştir. Cumhurun da görüş ve yoru­mu bu anlamdadır. Ata ile Tavus'a göre, zevaldan önce taş atmanın caiz olduğunu belirtmişlerdir.

627 noiu Salim hadisi sahihtir. Her cemreye yedi taş atılacağına ve her taş ile tekbir getirileceğine ve birinci cemre ile ikinci cemrenin yanında durulup dua edileceğine delalet etmektedir.

628 nolu Asım hadisini Tirmizî sahihlemiştir.

629  nolu Sa'd hadisine gelince: Cemrelere yediden az taş at­manın cevazına delalet ediyorsa da, onların bu beyanlarının Re­sulüllah (s.a.v.) tarafından takrir ve tasvip gördüğü hakkında bir açıklama   yapılmamıştır.   O   bakımdan da istidlale salih görülmemiştir. Her cemreye yedişer taş atılmasının vücubuna ise, delalet eden sahih rivayetler mevcuttur ve cumhurun da tesbit ve görüşü bu doğrultudadır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Teşrik günlerinin birinci ve ikinci günleri her üç cemreye yedişer taş atmak vaciptir.

2- Teşrik günlerinin üçüncü gününe kalan kimsenin de üç cem­reye yedişer taş atması keza vaciptir.

3- Birinci ve ikinci cemrelere taş atılırken her taş ile birlikte tekbir getirmek sünnettir.

4- Birinci ve ikinci cemrelere taş attıktan sonra her cemrenin yanında bir süre ayakta durup dua etmek müstehabdır. Üçüncü cem­renin yanında durmayıp ayrılmak, yani üçüncü cemreye taş attıktan sonra durmayıp ayrılmak sünnettir.

5- Teşrik günlerinin birinci ve ikinci günleri taş atma işi tam­amlandıktan sonra ikinci günü kimine göre güneş batmadan, kimine göre, fecir doğmadan önce Mina'dan ayrılmakta bir sakınca yoktur ve o takdirde taşlama nüsükü (ibadeti) tamamlanmış olur. Ancak belir­tilen süre geçtiği halde ayrılmayan kimsenin üçüncü güne kalıp yine üç cemreye yedişer taş atması vaciptir.

6-  Özür sahiplerinin geceyi Mina dışında geçirmelerine ruhsat verilmiştir.

7-  Birinci ve ikinci gün taş atma süresi, kimine göre güneş batmcaya, kimine göre fecir doğuncaya kadar devam eder.

8- Her cemreye yedi taş atılması vaciptir.

 

Mina’dan Ayrılıp Mekke’ye Hareket Edilince Bir Süre Muhassab’de Konaklamak

 

Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Mina'da cemrelere taş atmayı ta-mlayınca Mekke'ye doğru hareket etmiş ve az bir süre Muhassab tıilen yerde konaklamıştır. Ashab-ı Kiram1 m bir kısmı Re-[üllah'm (s.a.v.) bu hareketini sünnet veya istihbap kapsamına alıp na'dan hareket edildiğinde az bir süre Muhassab'da konaklamayı /siye etmişlerdir. Bir kısmı ise, Resulüllah'ın burada konaklaması, sdine'ye hareket etmek için bir kolaylık söz konusu olduğunu belir-rek, adı geçen yerde konaklamanın sünnet veya müstehab ol-adığını belirtmişlerdir. Nitekim Hz. Aişe (r.a.) de aynı görüştedir.

 

İlgili Hadisler

 

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efen-imiz öğle, ikindi akşam ve yatsı namazlarını kıldıktan sonra [uhassab'da bir süre uyudu; sonra bineğine binip Beytullah'a itti ve tavaf yaptı." [513]

îbn Ömer'den yapılan rivayete göre, Pegamber (s.a.v.) Efendi­niz Öğle, ikindi akşam ve yatsı namazlarım Batha'da kıldı ve ıafif bir uyku uyuduktan sonra Mekke'ye girdi. İbn Ömer r.a.) da (Resulüllah'ın bu fiiline uyarak) böyle yaptı.." [514]

Zühri'den, o da Salim'den rivayet etmiştir. Şöyle ki: Ebu Bekir, Ömer ve îbn Ömer (Allah hepsinden razı olsun) de Batha'ya inip ko­naklarlardı.

Zühri diyor ki: "Urve bana haber verdi ki, Hz. Aişe (r.a.) bu hu­susta belirtilen şekilde hareket etmemiş ve şöyle demiştir: "Resulüllah1 m (s.a.v.) Batha'ya inip orada biraz uyku uyuması, sadece Medine'ye çıkış için elverişli bir yer olduğu içindi.." [515]

Aişe {r.a.) aan yapılan rivayete göre, aaı geçen şöyle demiştir:

"Ebtah'a inip konaklamak sünnet değildir. Resulüllah'm (s.a.v.) oraya inip az bir süre konaklaması, çıkmak istediği za­man çıkışa çok elverişli olduğu içindi." [516]

îbn Abbas (r.a.) dan ycCpılan rivayete göre adı geçen şöyle demiştir:

"Muhassab'a inmek, sünnet falan değildir. Orası sadece bir konaklama yeridir ki Resulüllah (s.a.v.) bir süre konak­lamıştır." [517]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüşleri

 

a) Hanefîlere göre: Mina'da taş atma işi bitince Mekke'ye ru hareket edilir ve Muhassab adlı yere gelinerek bir süre orada Laklamr. Böyle yapmak sünnettir. Terkinden dolayı kişi isaet ülsüz bir iş) işlemiş olur. [518]

Muhassab, Mina ile Mekke arasında, Mina'ya daha yakın olan yerin ismidir. İki dağ arasındaki konumu konaklamaya müsaittir, tide çokça küçük taş bulunduğu için bu isim verilmiştir. O yere tu zamanda Ebtah ve Hayf-Beni Kinane de denir.

b) Şafiîlerle Hanbelîler de Mina'dan ayrılınca Muhassab'da naklayıp öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarının orada ınmasmmm müstehab olduğunu belirtmişlerdir. Nitekim Sünnet-i sulüllah'a çok bağlı olan İbn Ömer de öyle yapmıştır. [519]

c) Malikilere göre: İmam Malik bu konuda Nafi'den ve bir de a Ömer'den iki rivayette bulunarak Muhassab'da bir süre konakla-anın ve namaz vakti değilse, namaz vakti girinceye kadar bekleyip imaz kıldıktan sonra ayrılmanın müstehab olduğunu belirtmiştir. [520]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

Bu konudaki hadisler sahihtir. Ayrıca İmam Ahmed'in yaptığı /ayete göre, Hz. Aişe bu konuda şöyle demiştir: "Vallahi Resulüllah ,a.v.) Muhassab'a ancak benim için konakladı.." Diğer yandan üslim, Ebu Davud ve diğer muhaddislerin Ebu Rafı'den yaptıkları vayete göre, adı geçen sahabinin şöyle dediği belirtilmiştir: tesulüllah (s.a.v.) Efendimiz, Mina'dan çıktığında bize Ebtah'da ko-ıklamamızı emretmedi.. Ama ben o yere geldiğimde Resulüllah'ın ıdırını kurdum ve o da gelip konakladı."

Şüphesiz Resulüllah'm (s.a.v.), kurulan çadıra itiraz etmeyip in-esi ve Ebtah'ta konaklaması, o yerde konaklamanın istihbabma de-.let eder. Nitekim Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den sonra dört halife 3 böyle yapmışlardır.

Bu bapta bir de Üsame b. Zeyd'deıı yapılan sahih bir rivayet söz Miusudur.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Taş atma menasiki (ibadeti) tamamlanınca Mina'dan ayrılıp lekke'ye hareket edildiğinde yol üzerinde Muhassab ve Ebtah deni-în mevkide bir süre konaklamak müstehabdır.  

 

Kabe’ye Girmek ve Onunla Teberrükte Bulunmak

 

Hac menasiki (ibadetleri) tamamlandıktan sonra son olarak Kabe'ye gidip yanağı ve göğsü o kutsal mabede dayayarak dua, niyaz ve tazarru'da bulunmak müstehabdır. Nitekim Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Öyle yapmış ve ashabı da O'nun bu sünnetine uyarak bu kutsal mabedle teberrüklenmeyi ihmal etmemişlerdir. Ancak Re­sulüllah (s.a.v.) Kabe'nin içine girip dua ve niyazda bulunmuş da son­ra bu hareketin ümmetine bir sıkıntı getireceğinden endişe etmiştir.

 

İlgili Hadisler

 

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz gözü aydınlık, neşesi ye­rinde olduğu halde yanımdan ayrılıp dışarı çıktı ve sonra üzüntülü bir halde döndü. Kendisinden bunun sebebini sor­duğumda şöyle buyurdu: "Doğrusu Kabe'ye girdim. Keşke öyle yapmasaydım. Korkarım ki (böyle yapmakla) kendimden son­ra ümmetime yorgunluk vermiş olacağım." [521]

Üsame 6. Zeyd (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle diyor ki:

"ResulüUah (r.a.) Efendimizle beraber Beytullah'a girdik, Efendimiz oturdu ve Allah'a ha m d etti, medh-u senada bulun-u; tekbir ve tehlil getirdi. Sonra kalktı ve Beytullah'm kendi-ine taraf olan kısmına yaklaştı yanağını, göğsünü ve iki elini [zerine koyup dayadıktan sonra tehlil, tekbir getirdi; dua etti e sonra bütün rükünlerde aynı şeyi yaptı. Sonra çıkıp :apıda kıbleye yönelmiş bir halde durdu ve şöyle buyurdu: İşte bu kıbledir.." ve bu cümleyi iki veya üç defa ardarda öyledi." [522]

Abdurrahman b. Safvan (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı ?eçen şöyle haber vermiştir: "ResulüUah (s.a.v.) Efendimiz Mekke'yi fethedince O'na doğru gittiğimde Kabe'den çıkarken karşılaştık ki ashabı da Beytullah'ı ta Hatîm'e kadar istilam edip ResulüUah (s.a.v.) onların arasında bulunduğu bir halde onlar yanaklarını Beytullah'm üstüne koyup dayamışlardı." [523]

İsmail b. Ebi Halid'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle diyor:

"Ben Abdullah b. Ebi Evfa'ya sordum, dedim ki: "ResulüUah (s.a.v.) Efendimiz umre yaparken Beytullah'a gir­di mi? O bana: "Hayır.." diye cevap verdi." [524]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

642 nolu Hz. Aişe hadisini aynı zamanda İbn Huzayme ve Ha­kim tahric edip sahihlemişlerdir. Böylece Resulüllah'ın (s.a.v.) Kabe'nin içine girip dua ettiği anlaşılıyor,

643 nolu Üsame hadisinin ricali, rical-i sahihtir ve rivayetin aslı Müslim'de nakledilmiştir. Şöyle ki: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Beytullah'm içinde namaz kılmadı; ama onun etrafında tekbir getir­di." Burada "onun etrafında" sözünden maksat, Kabe'nin iç tarafları olabilir.

644 nolu Abdurrahman hadisinin isnadında Yezid b. Ebi Zi-yad bulunuyor ki, onun rivayetiyle ihticac olunmaz. [525] Ancak Zehebî onun saduk ve hıfz ehlinden olduğuna dikkat çekmiştir. [526] Bunun­la beraber bu zat hakkında çok şeyler söylenmiştir. O bakımdan onun rivayetiyle ihticac etmemek daha doğru olur.

Hz. Aişe hadisinden anlaşılıyor ki, ResulüUah (s.a.v.) Efendi­miz, Mekke'nin fethinde Kabe'nin içine girdiği gibi, Hz. Aişe ile bir­likte yaptığı hacda da Kabe'nin içine girmiştir. Çünkü fetih yılında Hz. Aişe, ResulüUah (s.a.v.) ile beraber bulunmuyordu.

Bununla beraber ilim adamlarının çoğu, Resulüllah'ın (s.a.v.) sadece fetih yılında Kabe'nin içine girdiğini belirtmişlerdir. Ancak bu sahih hadis o görüşü reddetmektedir. Ama umre yaptığında Kabe'nin içine girmediği de çeşitli kaynaklardan öğrenilmektedir. Nitekim Ab­dullah b. Ebi Evfa hadisi buna açık biçimde delalet ediyor.

Rivayetten çıkarılan hüküm ise şöyledir: Kabe'nin içine girmek, haccm menasikinden değildir. Cumhurun de mezhebi budur. Bunun müstehab1 olduğunu söyleyenler de olmuştur. Delilleri ise, tbn Huzayme ve Beyhaki'nin tahric ettikleri şu rivayettir: "Kim Beytullah'm ine girerse, cennete girmiş olur ve oradan bağışlanmış olarak çıkar." İbn Abbas'dan rivayet edilen bu hadisin isnadında Abdullah b. Lüemmil bulunuyor ki bu zat zayıftır. Nitekim îbn Main ve Ahmed Hanbel onun zayıf ve münkerü'l-hadis olduğunu belirtmişlerdir, Zehebi bu zatla ilgili rivayetleri toplayıp geniş bilgi vermiştir. [527]

Sahih rivayetlerden, Kabe'nin üstüne (duvarına, kapısına) ya-ak ve göğsü koyup dua, niyaz ve tazarru'da bulunmanın müstehab tduğu anlaşılıyor. Ashab-ı Kiram'in da daha çok rükünle kapı rasına yaklaşıp yanak ve göğüslerini dayadıkları söz konusudur.

 

Zemzem Suyu ve Özelliği

 

Zemzem kuyusu, ilahi bereketi yansıtan kaynaklardan biridir. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bu suyu kutsal saydığı için kıyamete kadar o kutsaldır, mübarektir. Şüphesiz Mekke vadisini seçip ilk iba­det yerinin orada yapılmasını emreden Cenab-ı Hak, milyonlarca mü'minin o beldeye gelip haccedeceğini ezeli ve ebedî ilmiyle tesbit edip ona göre Zemzem suyunun kaynağını hazırlamıştır. Bugün mil­yonlarca hacı o kaynaktan kanasıya içmekte ve fakat kaynakta bir eksilme meydana gelmemektedir.

Aynı zamanda Zemzem suyunun birtakım manevi Özellikleri yanında kimyevi özellikleri de söz konusudur. Açlığı giderici, sindi­rim sistemini düzenleyici hassaları bunlardan biridir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendi­miz şöyle buyurmuştur: "Zemzem suyu ne niyetle içilirse ona göre (fayda sağlar)." [528]

Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, 'adı geçen (Mekke'den ayrılınca) beraberinde Zemzem suyu taşır ve Resulüllah (s.a.v.) Efen-dimizm de taşıdığım söylerdi. [529]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre: Resulüllah (s.a.v.) fendimiz su dağıtanların yanına geldi ve su istedi. Hz. bbas: "Ya Fazl! Annene git de Resulüllah için onun anındaki içecekten getir" dedi. Resulüllah yine: "Bana su ver" îye emretti. Bunun üzerine Abbas (r.a.) şöyle dedi: Ya Resu-ıllah! Şu gördüğüm insanlar ellerini bu suya sokuyor, ulaştırıyorlar.." Efendimiz: "Su dağıtımı hususunda işinize evam edin; çünkü siz salih amel üzere bulunuyorsunuz" buy-rduktan sonra şöyle ilave etti: "Eğer siz su dağıtıcılara ga-îbe edilip (müşkil durumda bırakılmanız) endişesi olma-aydı, ipi boynumun üzerinden kaldırıp bırakmcaya taşıyamaz duruma gelinceye) kadar (kuyuya) inerdim." [530]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah  (s.a.v.) öyle buyurmuştur:

"Bizimle münafıklar arasındaki belirti, alamet, onlar hemzem suyuyla kanmazlar." [531]

Yine îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Zemzem suyu ne için içilirse ona göre yarar sağlar: Şifa arzusuyla içersen Allah sana şifa verir; açlığını gidermek niyetiyle içersen Allah seni doyurur; susuzluğu kesip gidermek için içersen, Allah senin susuzluğunu onunla kesip giderir. Zemzem, Melek Cebrail'in açtığı çukurdur, İsmail'in su içtiği yerdir." [532]

 

İlim Adamlarının Bu Konudaki Görüş ve İstidlalleri

 

Mezhep imamlarının hepsi, özellikle tavaftan sonra Zemzem suyu içmenin müstehab olduğunu belirtmiş ve buna muhalefet edeni

olmamıştır.

Kuyunun başına gelip kanasıya içmek ve içerken de şöyle dua. etmek sünnet anlamına tavsiye edilmiştir: "Allah'ım! Senden geniş rızık, faydalı ilim ve her derde şifa diliyorum."

Sair zamanlar da bu sudan yeteri kadar yararlanmak ve Mekke'den ayrılırken, imkan nisbetinde ondan bir miktar taşımak müstehabdır.

 

Tahliller

 

653 nolu Cabir hadisini aynı zamanda îbn Ebi Şeybe, Beyhakî, Darekutnî ve Hakim tahric etmişlerdir. el-Münzirî ile Dimyatı ise bunu sahih]amişlerdir. îbn Hacer de hasenlemiştir. Ancak isnadında Abdullah b. Müemmil bulunuyor ki bu zat zayıftır. [533]

Ayrıca bu hadisi Beyhâki başka bir tarikle Cabir'den rivayet :tmiş bulunuyor ki, onun da isnadında Süveyd b. Said bulunuyor ve u zatın cidden zayıf olduğu belirlenmiştir. [534] Bununla beraber bu tat gözlerini kaybetmeden önce rivayetine itibar edilir diyenler de vardır.

654 nolu Aişe hadisini Beyhakî tahric edip Hakim sahihlemiştir. İstidlale salih bulunuyor.

655 nolu İbn Abbas hadisini aynı zamanda Darekutnî ve Ha­kim, İbn Ebî Müîeyke tarikiyle tahric etmiştir. Şöyle ki: "Bir adam İbn Abbasm yanına geldi ve sordu: "Nereden geliyorsunuz?" O da: "Zemzem suyundan içtim, oradan geliyorum" dedi. O da: "Nasıl içtiniz?" diye sorunca, İbn Abbas: "Layık olduğu şekilde içtim" diye cevap verdi. Adam: "Peki layık olduğu şekil nasıl oluyor?" deyince, ibn Abbas şu cevabı verdi: "Zemzem suyundan içerken kıbleye yönel, Allah'ın ismini an ve üç nefesle iç, kanasıya kadar içmeye devam et. [İçtikten sonra Allah'a ham d et. Çünkü Resulüllah (s;a.v.) Efendimiz: Ttizimle münafıklar arasındaki alamet, onlar Zemzem suyun­dan içerler ama bir türlü kanmazlar." buyurmuştur.

656 nolu İbn Abbas hadisini aynı zamanda Hakim tahric etmiş ve Darekutnî şu fazlalıkla rivayet etmiştir: "Allah'a sığınarak içersen, Allah seni korur."

Bu bapta Ebu Davud'un Ebu Zer (r.a.) den yaptığı bir rivayet bulunuyor. Resulüllah fs.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Zemzem mübarektir. Şüphesiz bu su, aç olanın gıdası, hasta olanın şifasıdır."

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Zemzem suyu mübarektir ve kutsaldır.

2-  Özellikle tavaftan sonra iki rek'at namaz kılınınca ondan içmek müstehabdır.

3- Mekke'den ayrılırken beraberinde zemzem suyu taşımasında bir sakınca olmadığı gibi, böyle yapmanın müstehab olduğunu söyleyenler çoğunluktadır.

4- Zemzemi kıbleye yönelerek üç nefeste içmek de sünnet veya müstehabdır.

5- Zemzemden kanasıya kadar içmek müstehabdır.

6- Zemzemi oturarak içmekte bir sakınca olmadığı gibi, ayakta durup içmekte de bir sakınca yoktur.

7- Zemzem içerken besmele çekmek ve içtikten sonra Allah'a hamd etmek sünnettir.

8- Zemzem suyu dağıtmak saiih amellerden biridir.

9- Zemzem suyunu içerken belirtilen duayı yapmak sünnettir.

10- Zemzem içerken şifa,  rızık,  ilim ve rahmet dilemek müstehabdır.

11- Zemzem suyunun fışkırdığı çukur Melek Cebrail tarafından açılmıştır. O bakımdan da kutsal sayılmıştır.                               

 

Veda Tavafı

 

Hac menasikini (ibadetlerini) tamamlayan ve Mekke'den Ümaya azmeden hacı, son olarak veda tavafı yapar ve öylece Kut-jKabe'ye ve kutsal topraklara veda ederek ayrılır. Şüphesiz bu ta-[ hac ibadeti süresince Cenab-ı Hakk'a verilen sözde, yapılan tevbe İstiğfarda sebat edilmeye âzmedildiğinin bir belirtisi ve Kabe'ye olan bağlılığının, saygı ve ta'zimin bir başka misalidir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Abbas (r.a.J dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi mistir:

"İnsanlar (hac menasikini tamamladıktan sonra) her eh (yön ve durum) ile ayrılmaya yöneldiler. Bunun üzerine îsulüllah (s.a.v.) Efendimiz onlara şöyle buyurdu: "Sizden ç kimse, Beytullah ile son ahdini (sözünü, bağlılık ve sadak-ini) yerine getirmeden ayrılmasın." [535].

Diğer bir rivayette şöyle denilmektedir: "İnsanlara, Beytul-h'a son ahîdlerinî (söz ve bağlılıklarını) yerine getirmeleri nredüdi." Ancak ayhali kadından (bu vecibe kaldırılıp) hafifletirdi.

Yine îbn Abbas (r.a.) dan yapılan bir rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

" Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, daha önce ziyaret ta­vafım yerine getiren, ayhali kadına tavaf-ı sadr (veda tavafı) yapmadan ayrılmasına ruhsat verdi." [536]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Mina'da taş atma ibadetim tamamlayan kimse Mekke'ye gelir ve veda tavafı anlamına gelen tavaf-ı sadri ye­rine getirir ki bu onun Kabe'ye olan son ahdi kabul edilir. Bu tavaf vaciptir. Bunun biri cevaz, diğeri istihbab olmak üzere iki vakti vardır. Birincisi, ziyaret tavafından sonra, ayrılmaya azmettiği vakit­tir. Ne kadar kalacağım belirlemeden Mekke'de ikametini uzatsa bile yine de yaptığı tavaf,ile vacibi yerine getirmiş olur. Böylece ikamete niyet etmeksizin Mekke'de bir yıl bile kalsa, ayrılacağı zaman bu ta­vafı yaparsa, onu eda etmiş kabul edilir. Çünkü bu tavafın sonu için . bir sınır konulmamıştır. İkincisi, bu tavafı yola çıkmaya azmettiği za­man yapması müstehabdır. Hatta Ebu Hanife'ye göre, Tavaf ettikten sonra hemen ayrılmaz yatsı vaktine kadar kalırsa, yine bir tavaf yapıp öylece ayrılması müstehabdır. [537]

Veda tavafını nahr (kurban kesme) günleri çıktıktan sonra yap­makta bir sakınca yoktur.

Umre yapanlar için veda tavafı vacip değildir. Bunun gibi Mekke yerlileri ve mikatlar dahilinde oturanlar için de vacip değildir. Aynı zamanda ayrılırken loğusa veya ayhali olan kadınlara da vacip alınmamış, onlara bu konuda ruhsat verilmiştir.

Ayrıca Arafat'ta belirlenen vakit içinde vakfe yapamayıp hac fa-izasmı kaçıran kimseye de bu tavaf vacip değildir.

Ayhali olan kadın Mekke'den ayrılmadan temizlenirse, o tak-lirde sözü edilen tavafı yapıp öylece ayrılması vacip olur. Mekke'den )ir konak kadar ayrıldıktan sonra temizlenen kadının dönmesine ta*tık gerek yoktur.

Veda tavafını yapmadan Mekke'den ayrılan kimse, mikatı jjeçmemişse, dönüp yapması gerekir. Aksi halde bir kan akıtması vac­ip olur.                                    ,

Veda tavafını yaptıktan sonra Makam-ı İbrahim'e gelip iki rek'at namaz kılmak ve arkasından kıbleye yönelip üç nefesle zem-gem suyundan içmek de müstehabdır. [538]

b) Şafiîlere göre: Hac menasikini' (ibadetlerini) tamamlayıp Mekke'den çıkmak isteyen kimsenin veda tavafı yapması vaciptir ve bu tavafı yaptıktan sonra Mekke'de evlenmez. Bu tavafı terkeden kimsenin bir kan akıtması vacip olur. Bir kavle göre, veda tavafı sünnettir, terkinden dolayı kan akıtmak gerekmez. Vacip olduğunu söylersek, onu yapmadan Mekke'den çıkan kimsenin kasr mesafesini aşmadan geri dönmesi gerekir.

Ayhali olan kadının veda tavafı yapmaksızın Mekke'den çıkıp hareket etmesinde bir sakınca yoktur.

Aynı zamanda hac vazifesi tamamlandıktan sonra Zemzem suyundan içmek ve Medine'ye gidip Resulüllah'm (s.a.v.) kabrini ziyaret etmek sünnettir. [539]

c) Hanbelîlere göre: Mina'dan Mekke'ye gelen kimsenin ayrılmadan önce Kabe'yi yedi defa tavaf etmesi, yani yedi şavt olarak tavafta bulunması ve arkasından iki rekat namaz kılması vaciptir. Terkeden kimsenin bir kan akıtması gerekir. Ancak ayhali kadın hakkında bu hüküm  hafifletilmiş ve veda tavafı yapmadan ayrılmasında bir sakınca olmadığı belirtilmiştir.

Evi Mekke'de olan kimse için veda tavafı yoktur.

Veda tavafı yaptıktan sonra ayrılmayıp ticaretle meşgul olursa, dönüp yeniden veda tavafı yapması söz konusudur. İmam Malik de aynı görüştedir. Aksi halde vacibi terketmiş sayılır.

Veda tavafı yapmadan Mekke'den ayrılan kimsenin, bir kasr mesafesi aşmamışsa, geri dönüp bu vacibi yerine getirmesi gerekir. Bu mesafeyi aşmışsa, artık bir kan akıtması vacip olur. [540] imam Malik'e göre, veda tavafı sünnettir. [541]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

660 nolu İbn Abbas hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir. Veda haccı yapmadan ayrılmamalarını emreden Resulüllah'ın (s.a.v.) bu beyanı vücuba delalet etmektedir.

Şüphesiz bu konuda sözü edilen tavafın yapılması için Re­sulüllah'm (s.a.v.) emri ve yapmadan ayrılanları men'etmesi ve bizzat kendisinin bu tavafı yerine getirmesi, onun vücubuna delalet etmekte ve diğer ihtimalleri bertaraf edecek bir kuvvet arz etmektedir. İbn Hacer de aynı görüştedir. Ancak ayhali olan kadın istisna edilmiştir.

Bu bapta Buharî ve Müslim'in Hz. Aişe (r.a.) dan yaptığı bir ri­vayet daha bulunuyor ki, ayhali olan kadınla ilgilidir. Şöyle ki: "Safıyye bint Huyey (r.a.) ziyaret tavafım yaptıktan sonra ayhali oldu. Ben durumu Resulüllah'a arzettiğimde Efendimiz sordu: "Yoksa o bizi hareketten alıkoyacak mı?" Ben de: "Ya Resulallah! Şüphesiz Safıyye ziyaret tavafım yaptıktan sonra ayhali oldu" diye cevap ver­dim. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdu: "O takdirde Mekke'den ayrılabilir." [542]

Yine Buhari, Ebu Davud'un ve Tirmizi'nin yaptıkları rivayette, Resulüllah'm (s.a.v.) ayhali olan kadının veda tavafını yapmadan Mekke'den hareket etmesine ruhsat verdiği belirtiliyor. [543]

Bunun hilafına Ömer b. Hattab, îbn Ömer ve Zeyd b. Sabit'in (r.a.) ziyaret tavafım yaptıktan sonra ayhali olan kadının veda tavafı yapmadan ayrılmasının caiz olmadığını ve o bakımdan temizleninc-^ kadar Mekke'de kalmasının gerektiğini söylemişlerdir.

Yapılan ciddi araştırmalara göre, İbn Ömer (r.a.) ile Zeyd b. bit bu görüşlerinden riicu1 etmişlerdir. [544] Nitekim Ebu Cafer et-Tahavî, 667 nolu Hz. Aişe hadisiyle Hz. Ömer'in (r.a.) rivayeti neshedilmiştir diyerek ayhalinde olan kadının ayrılmasına ruhsat verdiğini belirtmiştir. Aynı zamanda Zeyd b. Sabit, İbn Abbas'a böyle bir fetva vermesinden dolayı serzenişte bulunmuş ve İbn Abbas (r.a.) a, Efendimizin ruhsat verdiği kadından durumu sormasını tavsiye mistir. O da sorunca, ruhsat verildiğini öğrenmiş ve gelip îbn ıbas'a verdiği fetvada haklı olduğunu söyleyerek kendi görüşünden cu' ettiğini belirtmiştir. [545]

Bu bapta bir diğer hadisi ise, Nesâî ve Tirmizî tahric etmiş, Ha-m ise sahihlemiştir. İbn Ömer (r.a.) şöyle demiştir: "Hacceden msenin son ahdi Beytullah'ı tavaf olsun. Ancak ayhali olan idin müstesna; çünkü Resulüllah (s.a.v.) onun için ruhsat srmiştir."

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Hac menasikini (ibadetlerini)  tamamlayan kimsenin, [ekke'den ayrılacağı vakit veda tavafı yapması, üç mezhebe göre ıcip, Maliki mezhebine göre, sünnettir.

2- Mekke'den ne zaman hareket edeceğini belirlemeyen kimse, ada tavafını yaptıktan sonra bir yıl bile kalsa, bu tavafı geçerlidir, ncak ayrılacağı vakit bir daha gelip tavaf etmesi müstehabdır. Bu, tanefîlere göredir.

3- Veda tavafını yapmadan Mekke'den hareket eden kimse, mi-atı geçmemişse, diğer görüş ve içtihada göre, kasr mesafesini şmamışsa, geri dönmesi gerekir ve o takdirde kan akıtmasına lüzum almaz. Kasr mesafesini veya mikatı aşmışsa, artık dönse bile bir ıayvan kesmesi vacip olur.

4- Ayhali olan kadın, ziyaret tavafını yaptıktan sonra adet kanı gelmeye başlamışsa, o takdirde veda tavafı yapmak için temizlen-, meyi beklemeden ayrılabilir. Bundan dolayı da kendisine fidye gerek­mez.

5- Veda tavafını yapan kimsenin artık Mekke'de kalması söz ko­nusu değildir. Kaldığı takdirde yeniden tavaf yapması gerekir. Bu, Şafülerin görüşüdür.

6- Veda tavafından sonra Makam-ı İbrahim'e gelip iki rek'at na­maz kılmak ve arkasından Zemzem suyundan içmek müstehabdır.

7- Evi Mekke'de olan veya Mikat dahilinde bulunan kimselere veda tavafı vacip değildir.

8- Veda tavafından sonra, rükün ile kapı arasındaki kısma yanağı ve göğsü dayayıp dua ve niyazda bulunmanın da müstehab olduğunu söyleyenler vardır.

9-  Sırf umre için Mekke'ye gelen kimseye veda tavafı vacip değildir.

 

Kurban Konusu ve Yedi Kişinin Bir Deve veya Sığır Kesmesi

 

Kurban kesmek, Allah'a yakın olma arzusunu göstermenin be­jinden biridir. Bir yandan mali ibadet kapsamına girerken, diğer yandan toplum bünyesindeki açıklıkları kapamaya, mü'minleri bine daha çok yaklaştırmaya ve fakir aileleri sevindirmeye ik bir vecibedir. Böylece kurban da zekat ve sadaka, yardım ve bağış gibi sosyal adaleti takviye etmekte ve paranın, servetin amaç iığını, bunların birer araç olduğunu vurgulamakta; insanlardan faydalı ve hayırhah olmanın ölçülerinden birini ortaya koymaktadır.

Tarih boyunca hak ve batıl dinlerde kurban kesmeye yer veril-i ye yaygın bulunduğu bilinmektedir. Ancak kurban konusu sadece kan akıtmak suretiyle değil, tahıl ve meyvaları da kurban etme bin bazı ilkel kavimlerde cari olduğunu tarihçiler nakletmektedir. Yapılan araştırmalara göre Paleolitik (taş devrinin eski za-!an) devrinden itibaren tanrılara hayvan, insan ve adak hediyeleri kurban olarak sunulurdu. Hatta hayvanların rengi bile, kurban edilecek tanrılara göre değişirdi.

İslam dini her kötü adeti yıkıp kaldırdığı gibi, hem tanrı diye an eşyayı yasaklayıp kaldırdı, hem de onlara kesilen kurbanların haram olduğunu, küfrü gerektirdiğini belirterek kurbanın iz Allah'ın rızasına ermek doğrultusunda fakir ve muhtaçları, ev mı sevindirmeye ve güçlendirmeye yönelik bir anlam taşıdığını ^a koydu.

Bazı tesbitlere göre, kurban kesme sünneti Adem Peygamber'e, tesbitlere göre ibrahim Peygambere dayanır. Ancak Kur'an-ı Ke-Maide-Suresi 27. ayette Adem'in iki oğlunun birer kurban kestik-Lden ve Saffat Suresi 102. ayette de İbrahim Peygamber'in üğü rüya üzerine oğlunu kurban etmek istediğinden söz edilmektedir. Böylece kurban sünnetinin Adem Peganıber'e kadar uzandığı nlik arzetmekte ve hak dinden uzaklaşan kavimlerde bu sünnetin yozlâştığı anlaşılmaktadır

islam Dini, onu asıl hüviyetine kavuşturarak birtakım kuralla-ağlamış ve böylece toplum yapısında yardımlaşmanın bir başka lini sergilemiştir.

Bir yandan bayramın birinci günü Harem topraklarında Hacc-ı Kıran veya Hacc-ı Temettü a niyet edip hac ibadetlerini yerine geti­renlerin birer kurban kesmeleri vacip kılınırken, hacca gitmeyen müslümanlarm yine bayramın ilk üç veya gört gününde mali imkan­ları elverdiği takdirde kurban kesmeleri kimine göre vacip, kimine göre sünnet kılınmıştır.

 

Konuyla İlgil Hadisler

 

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Bir adam, Hz. Peygambere (s.a.v.) geldi ve şöyle dedi: "Benim üzerime bedene (deve veya sığır kesmem) gerekmek­tedir ve bunu alacak mali imkana sahip bulunuyorum; ancak satın alacağım bir bedene bulamıyorum.." Bunu üzerine Re-sulüllah (s.a.v.) Efendimiz ona, yedi koyun satın alıp kesmesi­ni emretti." [546]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle Silgi ver­miştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, deve ve sığırı kurban ola-r'ak kesme hususunda bizden her yedi kişinin biraraya gelip bir deve veya sığır kesmemizi emretti." [547]

Diğer bir rivayette şöyle belirtilmiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) bize şöyle buyurdu: Her yedi kişi bir bedenede müşterek olsun."

el-Burkanî bunu Şeyhayn'in şartı üzere rivayet etmiştir. [548] Bir başka rivayette ise şöyle buyurulmuştur:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimizle beraber yaptığımız hac e umrede her yedi kişi bir bedeneyi müştereken kestik."

Bunun üzerine bir adam, Hz. Oabir'e (r.a.) sordu: "Develerde yedi kişi ortak olduğu gibi, sığırda da olunabilir mi?" Cabir (r.a.) ona şu cevabı verdi: "Sığırda ancak bede-neden sayılmaktadır." [549]

Huzayfe (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah   (s.a.v.)   Efendimiz   yaptığı   haccında müslümanlardan yedi kişiyi bir sığırda ortak kıldı." [550]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen ş diyor ki:

"Bir seferde Resulüllah (s.a.v.) ile beraber bulunuyorduk; kurbanlık hayvanlar hazır oldu ve biz sığırı yedi kişiden yana, deveyi ise on kişiden yana kestik." [551]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Hür, müslim, mukîm ve mali imkanı olan herkesin Kurban Bayramı'nda bir hayvan kesmesi vaciptir. Ebu Yu­suf a göre sünnettir. Ebu Cafer Tahavî'nin tesbitine göre, İmam Ebu Hanife'ye göre vacip, imameyne göre sünnettir. [552]

Udhiye (kurbanlık hayvan) ya koyun-keçi, ya da bedene (deve ve sığır) olarak belirlenmiştir. Bir deve veya sığırı bir kişi kendi adına kesebileceği gibi, yedi kişi de ortak olarak kesebilirler. Aynı za­manda bir deve veya sığırda yedi kişiden az kimseler de ortak olup kesebilirler. Eti ise tartıyla taksim edilir. [553]

b) Şafîîlere göre: Kurban kesmek sünnettir; ancak onu ada­mak suretiyle vacip olur. Kurban ancak deve, sığır, koyun ve keçiden sahih olur. Deve ve sığır yedi kişinin ortaklığına bedel kurban olur; koyun ve keçi ise, sadece bir kişi için kurban olur. Ama her kişinin bir koyun kesmesi efdaldır, yani bir sığır veya devede ortak olmak­tansa yalnız başına bir koyun kesmesi daha üstün sayılmıştır. [554]

c) Hanbelîlere göre: Bu mezhebin imamlarına göre de, koyun ve keçi bir kişi için, deve ve sığır yedi kişi için kurban olur. [555]

d) Malikîlere göre de koyun ve keçi bir kişi için; sığır ve deve yedi kişi için kurban olur. [556]

Böylece bu konuda dört mezhebin ittifakı vardır ve 676 nolu İbn Abbas hadisiyle ihticac eden olmamıştır.

 

Tahliller ve Rivayetler                                        

 

671 nolu îbn Abbas hadisinin ricali rical-i sahihtir. Bunun sıhhatma şehadet eden bir diğer hadisi ise, Müslim Cabir1 den şöyle rivayet etmiştir: "Hudeybiye yılında Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber bir deveyi yedi kişi için nahr ettik (ayakta kestik), sığırı da öyle.." Ayrıca 675 nolu Huzeyfe hadisi de buna şehadet etmektedir.

Bu konudaki hadislerin tamamı, yedi kişinin bir deve ve sığırda ortak olmasının cevazına delalet ettiği gibi, bu yedi kişinin ister kur­ban kendisine gerekli olan, ister tetavvu' niyeti taşıyan, ister sırf eti için ortak olan kimselerden oluşması fark etmez. Ancak Ebu Hanife iştirakçilerin hepsinin tekarrup niyetiylekatılmasının şart olduğunu belirtmiştir. İmam Züfer ise, yedi kişinin de bu husustaki belirledik­leri sebeplerin bir olmasını şart olarak göstermiştir.                    

İmameyn görüşünde ise kolaylık vardır.

 

Kesilen Kurbanlık Hayvanın Etinden Yemek

 

Kesilen hayvan ister hacc-ı kıran, ister hacc-ı temettü', isterst tavvu' niyetiyle kesilsin, etinden yemekte, yani o hayvanı kurbar arak kesen kimsenin onun etinden yemesinde bir sakınca yoktur tıcak adak ve ceza kurbanları böyle değildir. Onların etinin tamam kir ve muhtaçlara dağıtılır.

Konuyla ilgili hadisler

Cabir (r.a.) den rivayet edilen hadiste, adı geçen şöyle haber ver­iştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz haccetti.. Sonra kurbanlık ayvanların kesildiği yere döndü ve altmış bedeneyi kendi liyle kestikten sonra geri kalanlarını Ali'ye (r.a.) verdi ve edyinde (kurbanlık hayvanında) ona ortak eyledi.. Sonra da er bedeneden bir parça alınmasını emretti. Kesilen parça et-îr bir çömleğe kondu ve pişirildi. Resulüllah (s.a.v.) Efendi-aiz ile Hz. Ali (r.a.) pişirilen etten yediler ve çorbasından içtiler." [557]

Cabir (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir;

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ikisi hicret etmeden önce, biri de hicretten sonra üç hac yapmıştır. Hicretten sonraki hac ile beraber umre de yapmıştır. (Bu haccında) otuzüç tane bedene sevketmişti. Bu sırada Hz. Ali (r.a.) de geri kalanını Yemen'den beraberinde getirmişti ki, içlerinde Ebu Leheb'e ait burnunda gümüş halka bulunan bir erkek deve bulunuy­ordu ki Hz. Ali de onları nahr etti, (kesti). Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz her bedeneden bir parça et alınmasını emretti. Böylece o parça etler pişirildi ve Resulüllah onun çorbasından içti." [558]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre,  adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber zilkadenin bit­mesine beş gün kafla (Medine'den) çıktık ve ancak haccetmeyi düşünüyorduk. Mekke'ye yaklaştığımızda, Resulüllah (s.a.v.) beraberinde hediy (kurbanlık hayvan) bulunmayan kimse­lere, tavaf yapıp Safa ile Merve arasında sa'yettikten sonra ih­ramdan çıkmalarını emretti.

Bayramın birinci günü ise, beraberinde sığır eti olduğu halde yanımıza geldi. Ben O'na: "Bu nedir?" diye sordum. "Bu, Resulüllah'm   (s.a.v.)   kendi   zevcelerinden   yana   kestiği kayvanların eti) dir" denildi. [559]

Hz. Aişe (r.a.) bu seferinde hacc-ı kırana niyet etmiş bu­lmuyordu ki, karın'ın yani hacc-ı kırana niyet edenin kendisi ^in kesilen kurbanlık hayvanın etinden yemesinde bir akınca olmadığı anlaşılıyor.

 

Rivayetlerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a)  Hanefîlere göre: Hacda tetavvu' olarak kestiği hayvanın itinden yemesi müstehab olduğu gibi, hacc-ı temettü' ve hacc-ı arandan dolayı da kestiği hayvanın etinden yemesi müstehabdır. îunların dışında kalan adak ve ceza kurbanlarından yiyemez. Çünkü ınlar keffaret kanlarıdır (ve herhalde tamamının muhtaç ve fakirlere lağıtılması gerekir). [560]

b) Şafîîlere göre: Tetavvu' kurbanından kişinin yemesi caizdir. Diğer vacip olan kurbanlardan yiyemez, O bakımdan hacc-ı kıran jeya hacc-ı temettü'den dolayı kesilen kurbandan da yemesi caiz değildir.[561]

c) Hanbelîlere göre: Adanılan kurbanlık hayvanın etinden ye­nilmeyeceği gibi, ihramlı iken avladığı hayvandan dolayı ceza olarak kestiği hayvanın etinden de yiyemez. Hacc-ı kıran ve hacc-ı te­mettü'den dolayı kestiği hayvanın etinden yemesinde bir sakınca yok­tur. Keffaret kurbanlarından da yemesinde bir sakınca yoktur. [562]

d) Malikîlere göre: Adak, ceza-i sayd ve keffaret kurban­larının dışında kalan kurbanlık hayvanların etinden yemekte bir sakınca yoktur. [563]

Böylece adadığı veya keffaret olarak gerektiği veya avladığı hayvandan dolayı ceza olarak vacib olan kurbanın etinden yemez, onu olduğu gibi harem dahilindeki fakirlere dağıtır.

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

682 nolu Cabir hadisi sahihtir. Şaiiîler dışında kalan diğer üç mezheb imamı bu hadisle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.

683 nolu ikinci Cabir hadisi üzerinde hayli duranlar olmuştur. Çoğuna göre bu şekliyle mahfuz değildir. Aynızamanda Tirmizî bu hadisi Abdullah b. Ebî Ziyad el-Kufî tarikiyle rivayet etmiş ve garip olduğunu belirtmiştir. O bakımdan istidlale elverişli görülmemiştir.

Hem Resulüllah'm (s.a.v.) üç hac yaptığı tesbit edilmiş değildir. Katade diyor ki: Enes (r.a.) den sordum, dedim ki: "Peygamber (s.a.v.) kaç defa haccetti?" O da şu cevabı verdi: "Bir defa haccetti, dört defa da umre yaptı." Sonra da Katade şöyle diyor: "Bu hadis hasen ve sa-hihtir-Kattan söylemiştir.

Müsned-i Ahmed ve Sünen-i Ebu Davud'da Resulüllah'm (s.a.v.) otuzaltı bedeneyi kendi eliyle kestiği rivayet edilmiştir. Geri kalanını-ise Hz. Ali'ye havale edip onun tarafından kesildiği söz konusudur.

Resulüllah'm (s.a.v.) zevceleri için bir bedene kestiği rivayetine gelince, yapılan araştırmalara göre, o gün Efendimiz'in yedi zevcesi değil, dokua zevcesi bulunuyordu ki hepsi de O'nunla beraber hacca gelmişlerdi. Böylece bir bedenenin yedi kişiden fazlası içinde kesilebi­leceği hükmü ortaya çıkıyor. Ne var ki, bir bedenede ancak yedi kişinin ortak olabileceklerine dair sarih hadisler karşısında bununla amel edilmez. [564]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Gerek hacda, gerekse Harem toprakları dışında kişinin kendi kurbanlık hayvanını bizzat kesmesi müstehabdır. Ancak becereme­diği takdirde, başkasına vekalet verip kestirmesinde bir sakınca yok­tur.

2- Kesilen kurbanlık hayvan, adak ve ceza kurbanı değilse, etin­den yemek sünnet veya müstehabdır.

3- Şafîîlere göre, kıran ve temettü' kurbanlarının etinden yemek sünnet veya müstehabdır. Yemesi caiz değildir. Diğer üç    mezhebe göre yemesi sünnettir.

4- Beraberinde hediy sevketmeyen kimsenin Mekke'ye gelince önce umre yapıp ihramdan çıkması caizdir. Beraberinde hediy (kurbanlık hayvan) sevkeden kimsenin ise ihramdan çıkması caiz değildir.

5-  Başkası için kurban kesmek caizdir. Ancak müctehidlerin çoğuna göre, vekalet veya izin alması gerekir.

 

Kurban Kesmeyi Teşvik

 

Kurban kesmek, bir bakıma kulun Allah'a olan bağlılık ve sada-bını açık tezahürüdür. Zaten kelime olarak da "yapılan bu ibadetle İah'a yakınlık sağlama'ya delalet söz konusudur.

Bununla beraber kurban kesmenin birçok faydalan vardır:

1-  Hac  ibadetini ve  bayramı    hafızalarda  iz bırakarak tırlatır.

2- Aile bünyesinde mübarek günlere karşı derin ilgi uyandırır.

3- Komşular arasında sıcak ve samimi bir hava oluşturur. Top-tnun zayıflarına karşı daha faydalı olmayı telkin eder.

4- Hz. Peygamberin (s.a.v.) sünnetlerinden birini yerine getir-ek suretiyle mali fedakarlıkta bulunmanın iç huzurunu doğurur.

5- Akıtılan bu kanla Allah'ın hoşnutluğu kazanılır.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle uyurmuştur: "Adem oğlu nahr (bayram) gününde Allah anında, kan akıtmaktan daha sevimli bir amel işlemiş olmaz, tem kesilen hayvan kıyamet gününde boynuzuyla, çatal Lrnağıyla ve kıllarıyla gelir. Akıtılan kan henüz yere üşmeden Aziz ve Celil olan Allah'ın yanındaki yerini alır. O aide kurban kesmekle kendinizi hoş ve huzurlu bulun." [565]

Zeyd b. Erkam (r.a.) den yapılan rivayete göre, ya o, ya da ashabdan bir kısmı şöyle sormuştur: " Ya Resulellah! Şu kesilen kurbanlar neyi ifade ediyor?" Efendimiz şu cevabı vermiştir: "Babanız İbrahim'in sünnetidir." Bunun üzerine onlar: 'Peki o sünnetten bize ne (gibi faydalar) vardır?" diye sorunca da, Efendimiz şu cevabı vermiştir: "Her kılma bedel bir hasene (iyilik, sevap) vardır.." Ashab bu cevab üzerine tekrar soruy­or: 'Ya onun taşıdığı yün de öyle mi?" Efendimiz cevap veriy­or: "Yünden her kıl için bir hasene (iyilik, sevap) vardır." [566]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v. Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kim mali kudret ve genişlik bulur da kurban kesmezse, bizim namazgahımıza yaklaşmasın!" [567]

İbn Abbas (r.a) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.vi) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Harcanan hiçbir şeydeki dirheni, bayram gününde kurbanlık hayvan için harcanandan daha üstün, daha faziletli olmaz." [568]

 

Hadislerin Işığında İlim Adamlarının İstidlalleri

 

Başta dört mezhep imamları olmak üzere ilim adamlarının he-[en hepi kurban kesmenin fazileti üzerinde durmuştur. Ancak ki­line göre bu mali ibadet vacip kimine göre sünnettir. Vaciptir diyen-Ir daha çok 693 nolu İbn Abbas hadisine ve bir de Kevser Suresin'de fenhar" emrine dayanıp istidlal etmişlerdir. Aynı zamanda ücubuna delalet eden diğer hadisler de vardır; yeri geldiğinde çıklanacaktır.

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

690 nolu Hz. Aişe Hadisini Tirmizî, Ebu Amr Müslim b. Amr el-medenî tarikiyle Hişam b. Urve'den, onun da babasından rivayet, et-ikten sonra hadisin hasen ve garip olduğunu belirtmiştir.

691  nolu Zeyd hadisini aynı zamanda Tirmizî rivayet etmiştir. Şevkanî bu hadisin tahlilinde fazla bir bilgi vermemiş, sadece Tir-nizî'nin tahric ettiğine değinmekle yetinmiştir.

692 nolu Ebu Hüreyre hadisini Hakim sahihlemiştir. Hafız İbn lacer de Büluğu'l-Meram'da hadisin mevkuf olduğuna dikkat çekmiş re el-Fetih'de bunun ricalinin sikat olduklarını belirtmiştir. [569]

Ancak hadisin merfu' ve mevkuf olduğu hakkında farklı tesbit-.er ortaya çıkmışsa de mevkuf olduğu biraz daha isabetli görülmüştür.

Bu bapta Hakim'in Ebu Said'den yaptığı bir rivayet bulunuyor. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, kızı Fatıma'ya (r.a.) şöyle bu-yunnuştur: "Kalk da kurbanlık hayvanının yanında hazır bulun; çünkü ondan akacak ilk damla kan sebebiyle geçmiş günahların bağışlanır." Ancak bu hadisin isnadında Atıyye bulunuyor. [570] İbn Ebî Hatim el-îlel de babasından naklen, bu zatın hadisinin münker olduğunu belirtmiştir. [571]

Hakim, naklettiği bu hadisin bir mislini İmran b. Husayn1 den rivayet etmiştir. Bunun isnadında Ebu Hamza es-Sumalî bulunuyor ki bu zat cidden zayıftır. [572]

Yine Hakim bu mealde bir diğer hadisi Hz. Ali (r.a.) den rivayet etmiştir ki, o da zayıftır. Buna benzer bir diğer hadisi Beyhakî rivay­et etmiştir ki, onun da isnadında Amr b. Halid el-Vasıtî bulunuyor ki, bu zat metruktür, yani hadisi metruk olarak belirlenmiştir. [573]

Bu bapta bir de Ebû Davud en-Nahaî'nin Hz. Ali'den (r.a.) rivaye­ti bulunuyor; şöyle ki: "Kim gönül hoşluğuyla kurban keser ve bunun sevabını yalnız Allah'tan beklerse, onun kestiği kurban onunla Cehennem ateşi arasında bir perde (engel) oluşturur." Fakat ne var ki, Ebû Davud en-Nahaî çok yalancı bir kişidir. İmam Ahmed: "O hadis uydurur" demiştir. [574]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bayram gününde en güzel ve yararlı amellerden biri kurban kesmektir.

2-  Kesilen kurban kıyamet gününde olduğu gibi diriltilip kaldırılır ve sahibi lehine belge olur,

3- Akan ilk damla kan henüz yere düşmeden Allah yanındaki kutsal yerini alır ve kesinin bağışlanmasına vesile olur.

4- Kurbanı gönü hoşluğuyla ve Allah rızasını dileyerek kesmek gerekir.

5- Kurban kesmek, mali gücü yerinde olanlar için sünnet veya vaciptir.

6- Kesilen kurbanın her kılına karşılık sahibine bir sevap yazılır.

7- Kurbanın birçok faydaları vardır. Her şeyden Önce, mal ve paranın amaç olmadığını isbatlar ve toplum yapısında sıcak bir hava oluşturur. Sonra da çocukların ve gençlerin kalp ve kafasında derin bir iz bırakır. Böylece babadan evladına ve torunlarına intikal eden bir sünnet olarak yaşatılır.

 

Kurbanlık Hayvanın Yaş Konusu

 

İslam, kurban edilmeye elverişli olan davarlarda et kaybını tılemek ve nesillerinin devamını sağlamak için birtakım kurallar loymuştur. Koyun ve keçinin bir yaşını sığırın iki yaşını, devenin beş aşını doldurması şartı bundandır. Böylece Kurban Bayramı'nda zen-in müslümanların kurban keserken sözü edilen hayvanlardan rast-;ele alıp kesemiyeceklerini, birkaç aylık olanlarına doku-Lamıyacaklarmı hükme bağlamıştır. Aynı zamanda bir sığır ve levede yedi kişinin ortak olabileceğine cevaz verilmesi, koyun ve keçi :adar fazla üremeyen bu hayvanların da üreme dengesi dikkate alınmıştır.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Cabir (r.a) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendi­niz şöyle buyurmuştur: "Ancak müsinne kesin. Meğer ki bu size sorluk getirirse, o takdirde koyundan ceze'akesin." [575]

Müsinne: Deveden beş yaşını, sığırdan iki yaşını; koyun ve keçiden bir yaşını doldurmuş olan.

Ceze'a: Koyundan altı ayını doldurmuş olan. [576]

Bera' b. Azib (r.a) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Dayım Ebu Bürdet namazdan önce kurbanını kesti. Bu­nun üzerine Resulüllah (s.a.v.) ona şöyle buyurdu: "Senin koy­unun et koyunudur (kurban koyunu değildir, vakit girmeden kestiğin için eti için kesmiş oluyorsun, kurban yerine geçmez)." Adam şöyle dedi: 'Ta Resülellah! Evimde beslediğim altı ayını doldurmuş bir keçim vardır.." Resulüllah (s.a.v.) ona: "O keçiyi (kurban olarak) kes ve senden başkası için elverişli olmaz (başkasına bu cevaz verilmez)" buyurduktan sonra şunu ilave etti: "Artık kim namazdan Önce keserse, onu ancak kendi nefsi için kesmiş olur; kimde namazdan sonra keserse nüsükü (kurban ibadeti) tamamlanmış olur ve Müslümanların sünnetine uygun işlemiş bulunur." [577]

Ebu Hüreyre (r.a) den yapılan rivayete göre adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu duydum: "Koyundan altı ayını doldurmuş olanı îie güzel kurbandır!"[578]

Ümmu Bilal'dan, o da babası Hilal'dan, o da Resulüllah (s.a.v.) Efendimizden rivayet ediyor. Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kurban olarak koyundan cezea (altı ayım doldurmuş olanı) caizdir," [579]

Mucaşi' b. Süleym (r.a) den yapılan rivayete göre, Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Seniyyenin yeterli olduğu şeyde cezea da yeterli olur. iani bir yaşını doldurmuş koyun (kurban olarak) yeterli olduğu gibi, altı ayını doldurmuş olanı da yeterlidir)." [580]

Ukbe'b. Amir (r.a) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber koyundan altı  doldurmuş olanı kurban olarak kestik." [581]

Yine Ukbe b. Amir (r.a) den yapılan rivayete göre, adı geçen <yle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz kurbanlık hayvanları ash-bı arasında taksim etti; Ukbe'ye ise bir ceza (altı ayını dol-urmuş bir koyun) isabet etti. Bunun üzerine ben dedim ki: fa Resulallah! Bana bir cezea isabet etti.." Cevap verdi: "Onu urban olarak kes." [582]

Diğer bir rivayette şöyle tesbit edilmiştir: "Peygamber (s.a.v.) Ifendimiz Ukbe'ye, ashabına taksim edip dağıtmak üzere (bir iirü) koyun keçi verdi. O da dağıttı ve yanına sadece bir atud bir yaşını doldurmuş bir oğlak) kaldı. Durumu Resulüllah'a s.a.v.) arzedince Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Onu da en kurban olarak kes!." [583]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Kurban olarak koyundan altı ayını doldur-ip gösterişli olanı kafi gelir. Lugatçılara göre, "cezaa: Bir yılı dolan soyundur. ez-Za'feranî'ye göre, yedi aylık koyundur. Diğer ilim adam-arına göre, kurban olarak koyundan altı aylık, keçiden bir yılını dol-lurmus. olanı yeterlidir.

Devden beş yaşını, sığırdan da iki yaşım doldurmuş olan yeter­lidir. Yabani ile evcilin çiftleşmesinden meydana gelen yavru anasına tabi'dir. [584]

b)  Şafiîlere göre: Kurban ancak deve, sığır ve koyun ile keçiden olur. Diğer eti yenen hayvanlar evcilleştirilseler bile kurban edilmeleri caiz değildir.

Devenin beşi bitirip altıncı yaşa ayak basması, sığır ve keçinin iki yaşını bitirip üçe ayak basması, koyunun bir yaşını bitirip iki yaşma ayak basması şarttır.

Sözü edilen hayvanların dişi ve erkeğini kurban etmek caizdir. Aynı zamanda iğdişleştirileni de kurban etmek' caizdir. Deve ve sığırda yedi kişi ortak olabilir. Koyun ile keçi sadece bir kişi için kur­ban olur, birden fazla kişinin ortak olması caiz değildir.

Kurbanlık hayvanın en üstünü, devedir, sonra sığır, sonra koy­un, sonra da keçidir. [585]

c) Hanbelîlere göre: Kurban kesmek, onu kesmeye kudreti ye­ten kimseye sünnettir, ilim adamlarının çoğunun da görüş ve içtihadı böyledir. Nitekim Ebû Bekir, Ömer, Bilal ve Ebû Mes'ud el-Bedrî'nin (Allah hepsinden  razı  olsun) bu konudaki ictihadları  sünnet olduğunu yansıtmaktadır,  Tabiînden  Süveyd b.  Afle,  Saîd b. Müseyyeb, Alkame, Ata'da aynı görüştedirler.

Şüphesiz belirli günlerde kurban kesmek^ sadaka vermekten efdaldır..

Deve ve sığırda yedi kişi ortak olabilir. Aynı zamanda adamın kendi ev halkı için bir koyun veya bir sığır ya da deve kesmesinde bir sakınca yoktur.

Koyundan altı aylık olanı kafi gelir. Keçinin bir yılını doldur­ması gerekir. Sığırdan ise iki yaşını doldurup üçüne ayak basması, deveden de beş yaşım bitirip altıncı yaşa ayak basması gerekir. Aksi halde kurban edilmesi yeterli olmaz. [586]

d) Malikîlere göre: İmam Malik'e göre, kurban kesmek vacip­tir, imam Sevrî, İmam Evzaî ve imam Leys de aynı görüş ve ictibad-dadırlar. Nitekim imam Ebu Hanife'nin içtihadı bu anlamdadır.

Vaciptir diyenler 692 nolu Ebu Hüreyre hadisiyle, sünnettir diy­enler ise, Darekutnî'nin Ibn Abbas (r.a) dan yaptığı şu rivayetle istid­lal ve ihticac etmişlerdir:

Üç şey bana vacip kılındı ki onlar sizin için tetavvu'dur ;ehab ve mendup, nafile namazlar): Vitir, nahr ve sa-İM rek'at sünneti.." [587]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

700 nolu Cabir hadisiyle 702 nolu Bera' hadisi sahihtir ve istid-ihticaca salihtir.

pabir hadisindeki "müsinne" nin kesilmesi emredilmesi ve "bu t getirdiği takdirde cezeanm kafi geleceğinin bildirilmesi istih-hamledilmiş, yani koyundan bir yaşını, sığırdan iki yaşını, dev-beş yaşını doldurmuş olanı kurban olur; ancak koyundan bir ı doldurmuş olanı tercih etmek müstehabdır; bununla beraber ymı doldurmuş olanı kesmek de yeterlidir. Nitekim ilim adam-n bu konuda icma'ı vardır.

Böylece keçinin altı ayını doldurmuş olanı kurban kesmek yet-ayılmamış ve Bera1 hadisiyle bu açıklanmıştır. Ancak Resulüllah .) Efendimiz Ebu Bürde'ye mahsus olmak üzere bir defa buna at vermiş bulunuyor ki bu ruhsat ümmet için geçerli namıştır.

703 nolu Ebu Hüreyre hadisini Tirmizî, Yusuf b. îsa tarikiyle ri-; ettikten sonra garip olduğunu belirtmiştir. Aynı zamanda bu ; bir de mevkuf olarak rivayet edilmiştir. Nitekim Hafız İbn Hacer et-Telhis'te buna işaret etmiştir.

Bu bapta Ebu Davud, İbn Mace, Hakim ve Beyhakfnin Ubade ınıit (r.a) den rivayet ettikleri şu hadis bulunuyor: "Kurbanın rlısı, boynuzlu olan koçtur." Tirmizî de bunu tahric etmiş ve ızlalığa yer vermiştir: "Kefenin de hayırlısı hülle (izar ve rida) dır." [588]

Yukarıdaki lafız düzeyinde îbn Mace ile Beyhakî Ebu Ümame den rivayet etmişlerdir ki onun isnadında Ufeyr b. Madan bulu-ır ve bu zat zayıftır. Nitekim Ebu Davud onun hakkında şöyle .ştir: "Ufeyr salih bir şeyhtir, ancak hadisi zayıftır. Ebu Hatim, onun Selim'den aslı olmayan rivayetler yaptığını belirtmiş ve Yahya b. Main onun kayde değer bir şey olmadığına dikkat çekmiştir. İmam Ahmed ise, "O, münkerul-Hadistir" demiştir. [589]

704 nolu Ümmu Bilal hadisi aynı zamanda İbn Cerir Taberî ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Ricalinin hemen hepsi sika ve saduk ola­rak bilinmektedir. O bakımdan istidlale salih görülmüştür.

705 nolu Mücaşi1 hadisinin isnadında Asım b. Küleyb bulunuyor ki, İbn Medenî, "Bu zat rivayette infırad ettiği takdirde hadisiyle ihti-cac olunmaz" demiştir. İmam Ahmed ise "Onun rivayetinde bir sakınca görmüyorum" diyerek tezkiyede bulunmuştur. Ebu Hatim er-Razi ise: "O sarihtir" demiştir. Nitekim Müslim de bu zattan bir ri­vayet yapmıştır.

706 nolu Ukbe hadisini aynı zamanda İbn Vehbin tahric ettiğini Hafız, et-Telhis'de belirtmiştir. İsnadmdaki ricalin hepsi sikadır.

Böylece kurban için koyunu seçmenin efdal olduğu anlaşılıyor. Cumhura göre ise, deve, sonra sığır, sonra koyun kesmek efdaldır.

707 ve 708 nolu hadislerde sahihtir. Böylece bir yaşım doldur­muş keçinin kurban olacağına delalet vardır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kurban ancak deve, sığır, koyun ve keçiden kesilebilir. Bun­lardan biriyle bir yabani hayvanın çiftleşmesinden meydana gelen yavru anasına tabi kılınır ve kurban olur. Bu, müctehidlerin bir kısmına göredir.

2- Devenin beş yaşını, sığırın iki yaşını, keçinin bir yaşını dol­durması gerekir. Koyunun da bir yaşını doldurması söz konusu ol­makla beraber gösterişli olan altı ayını doldurmuş bulunanı da kur­ban olur.

3- Kurban ancak bayram namazından sonra kesilir.

4- Kurbanlık olarak koyunun ve daha çok boynuzlu koçun efdal olduğu söz konusu ise de, cumhura göre, efdal olanı önce deve, sonra sığır, sonra koyun kesmektir.

5- Keçinin altı aylığı kurban olmaz.

 

Taşıdığı Ayıptan Dolayı Kurban Edilmeyen Hayvan

 

Bilindiği gibi, belirli günlerde kurban kesmek kitap, sünnet ve cma' ile sabit olmuştur. Fukahadan bir kısmına göre, sünnet, bir aşınma göre vaciptir. Ancak dinimizce hangi hayvanlar kurban olab-lir hususu belirlendiği gibi, hasta, sakat, arızalı, sıska, dişleri dökük re benzeri kusur taşıyan hayvanlar kurban olamaz. Bunun gibi, sözü îdilen kurbanlık hayvanlardan hangi arızaları taşıyanları kesmek nekruhtur hususu da söz konusudur. O bakımdan ilgili hadisler nak-edildikten sonra belirtilen hususlar açıklanmış olur.

 

İlgili Hadisler

 

Hz. Ali (r.a) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz boynuzu kırık, kulağı kesik hayvanı kurban olarak kesmeyi men'etti." [590]

Katade diyor ki: "Kırık ve kesikten maksadın ne olduğunu Said b. Müseyyeb'e sordum, şöyle dedi: 'Yarısı veya daha faz­lası kırık ve kesik olan" demektir."

Tirmizi bu hadisi sahihlemiştir. İbn Mace ise, Katade'nin rivay­etini almamıştır.

Bera' b. Azib (r.a) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Dört (kusurlu olan) in kurban ola­rak kesilmesi caiz değildir: Açık şekilde kör olan, belirgin hastalığı bulunan, ayak sakatlığı belli olan, kemiğinde iliği kalmayacak kadar sıska ve zayıf olan.." [591]

Tirmizi bu hadisi tahric edip sahihlemiştir.

Yezid Zumısr'dan yapılan rivayete göre, adı 'geçen şöyle demiştir:

'Utbe b. Abd es-Selenıî'ye uğradım ve ona: "Ya Ebalvelid! Kurbanlık hayvan talep ederek çıktım, fakat şu ön dişleri dökük olandan başka bir şey bulamadım. Bu hususta ne der­sin?" O şöyle cavap verdi: "Onu bana getirsen de ben onu kur­ban olarak keseyim.." Bunun üzerine ona: "Sübhanellah sana caiz oluyor da, bana caiz olmuyor mu?" diye hayretimi belirt­imde dedi ki: "Çünkü sen şüphe ediyorsun, ben ise etmiyor-ı. Resulüllah (s.a.v.) ancak kulak deliği ortaya çıkacak iilde kulağı kesik olanı, boynuzu kökünde kopuk olanı, zü yerinden çıkmış ve iyice körelmiş olanı, zayıflığından ve lızlığından dolayı sürüyü takip edemiyeni, kemiğinde ilik ılmayacak kadar sıska ve kırık olanı yasaklamıştır." [592]

Ebu Said (r.a) den yapılan rivayete, göre, adı geçen şöyle mistir:

"Kurbanlık olarak bir koç almış idim; derken kurt ldırdı ve kuyruğundan (önemli bir kısmını koparıp) aldı. ınun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e sordum. O, ma: "Onu kurban olarak kes" diye buyurdu." [593]

Bu rivayete göre, kurbanlık olarak satm alınan hayvanda son­dan meydana gelen ayıp, zarar vermez.

Uz. Ali (r.a) den yapılan rivayete göre, o şu bilgiyi vermiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bize, (satın alacağımız ve kıracağımız) kurbanlık hayvanın göz ve kulağına dikkat et-emizi ve ona göre seçip ayırmamızı ve ön tarafından kulağı ssilip sarkık hale geleni, arka tarafından kulağı kesilip Lrkık hale geleni, kulağı yarık ve delik olanı kurban etmeme-izi emretti." [594]

Ebu Umame b. Selh (r.a) dan yapılan rivayete göre, adı geçen yle demiştir:

"Biz Medine'de kurbanlık hayvanı besleyip semiz duruma îtirirdik; Müslümanlar da öyle yaparlardı." [595]

Ebu Hüreyre (r.a) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) fendimiz şöyle buyurmuştur: "Rengi beyaz olan hayvanı kurban Larak kesip kanını akıtmak, siyah olanından Allah yanında aha sevimlidir.."

Beyaz koyun için "afra" sıfatı kullanılmış ki, bu, beyazlığı tam halis olmayan hayvan demektir.

Ebu Said (r.a) den yapılan rivayete göre, adı geçen şu bilgiyi ver­miştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, boynuzlu, iğdiş olmayıp fa-hil olan, ağzının çevresi, ayakları ve gözlerinin etrafı siyah olan bir koçu kurban etti." [596]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Doğuştan boynuzsuz olan, iğdiş edilen, otlağa gidemiyecek kadar dengesiz olan, zayıflıkla birlikte uyuz olan, iki gözü arızalı olup göremiyen, bir gözünü kaybetmiş olan, sıska olup etini ve gücünü kaybeden, yaşlılıktan iliği kalmamış olan, ağıla ve otlağa gidemiyecek kadar topal ve sakat olan, Ön veya arka ayak­larından biri kesik olan, kulağının çoğu kesik bulunan, kuyruğunun çoğu kesik veya kopuk olan hayvanı kurban olarak kesmek caiz .değildir.

Kulak ve kuyruğunun yarısı kesik olan hayvanın kurban edilip edilemeyeceği ihtilaf konusudur. Ama yarısından az kısmı kesik ve kopuk olanları kurban etmekte bir sakınca yoktur. Bazısına göre, üçte biri kesik olanı kurban etmek caiz değildir. Ancak icma1 bu görüşün hilafmadır; yani ilim adamlarına göre, caizdir.

İki kulağından birer parça kesik olan hayvanın, kesik kısımları biraraya getirilerek ona göre sonuç çıkarılmaz. Her kulaktaki kesik ve kopukluk yarısından az ise, onu kurban etmeğe cevaz verenler ek­seriyettedir.

Dişleri dökülmüş olanı ve kazurat yiyeni de kurban etmek caiz değildir.

Bunun gibi memesi kopuk olan, yavrusunu emziremiyecek ka­dar memesi arızalı bulunanın da kurban edilmesi caiz görülmemiştir.

Bütün bu ayıp ve arızalar satın alma vaktinde mevcut olursa, lüküm böyledir. Satın alındıktan sonra meydana gelmişse, sahibi fenginse, başka bir hayvan satın alması gerekir. Fakir ise, başka bir jıayvan almasına gerek yok, ayıplanan hayvanı kurban eder ve hay­randa meydana gelen bu noksanlığı telafi etmek için para dağıtmaz.

Kesim anında meydana gelen bir arıza ve sakatlık zarar ver-nez, yani bu durumdaki hayvanın kurban olarak kesilmesi caiz olur. [597]

b) Şafiîlere göre: Belirlenen hayvanın kurban edilmesi için, gtine noksanlık veren ayıp ve arızadan selim olması şarttır. O bakımdan iyice zayıflayıp iliği kalmayan, dengesiz olup otlakta otla­masını bilmeyip dönüp dolaşan, topal olan, kör olan, hasta bulunan, belirgin şekilde uyuz olan hayvanı kurban olarak kesmek de caiz değildir.

Doğuştan boynuzu olmayan veya sonradan etine zarar vermeye­cek şekilde boynuzu kırılmış olan; kulağı yarık ve delik bulunan hay­vanı kurban etmekte bir sakınca yoktur. En sahih kavi de budur, imam Nevevî'ye göre, az uyuz olanın kurban kesilmesinin caiz ol­madığı söz konusudur. [598]

Böylece kesilen, kırılan boynuz ve kulak konusunda Şafıîler Ha-nefîlerden ayrılmış bulunuyor.

c) Hanbelîlere göre: İki gözünden arızalı olanı, iliği kalmamış sıskayı, topal olanı, iyileşmesi umulmayacak kadar hastalıklı bulu­nanı, kulak ve boynuzunun yarısından fazla kesik olanı kurban et­mek caiz değildir.

Buna karşm doğuştan hiç boynuzu olmayan veya kulağı doğuştan çok küçük olan, kuyruğu doğuştan olmayan veya sonradan koparılan hayvanı kurban etmek yeterli ve caiz olur. Kulağı yarık veya delik olanı kurban etmek tenzihen mekruhtur.

Satın alınırken ayıp ve kusurdan selim olup sonradan ayıp ve arıza meydana gelen hayvanı kurban olarak kesmek yeterlidir. Şu şartla ki, satın alırken onu kendine vacip etmiş olsun. [599]

d) Malikîlere göre: iki veya bir gözü kör olan, fazla hasta bu­lunan, uyuz olan, mutad olmayan şeyleri yiyen, devamlı dengesiz olup kendim besleyemiyen, çok zayıf, sıska olan, sürüyü takip ede-miyecek kadar topal olan, ayaklarından biri kesik olan hayvanı kur­ban etmek caiz değildir. İğdiş olanı kurban etmekte bir sakınca yok­tur Kulağı küçücük olan veya kuyruğu kesik bulunan bir hayvanı da kurban olarak kesmek caizdir. Memesi iyice kurumuş olan, kulağı yarık bulunan hayvanı kurban etmek caiz değildir. Ancak yarık üçte bir nisbetinde az ise zarar vermez. îki veya daha fazla dişi kırık olanı da kurban etmek caiz olmaz. Bir dişi kırık olanı kesmekte bir sakınca görülmemiştir. Doğuştan boynuzsuz olanı da kurban etmek caiz ve sahihtir. [600]

 

Tahliller veDiğer Rivayetler

 

715 nolu Hz. Ali hadisim Tirmizî sahihlemiştir. Ebu Davud ise, bir görüş beyan etmemiştir. O bakımdan ilim adamlarının çoğu bu hadisle istidlal ve ihticacda bulunmuştur.

716 nolu Bera1 hadisini aynı zamanda İbn Hibban, Hakim ve Beyhaki tahric etmişlerdir. İmam Nevevî ise bunu sahihlemiştir. Ha­dis istidlal ve ihticaca salih görülmüştür.

717 nolu Utbe hadisini aynı zamanda Hakim tahric etmiştir. Ebu Davud bu hadis hakkında bir tesbit ve görüş beyan etmemiştir.

718  nolu Ebu Said hadisini îbn Mace -ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Ancak isnadında Cabir el-Cu'fı bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Ayrıca isnadında Muhammed b. Kureze bulunuyor ki, bu zat da pek maruf değildir. Hatta bazısına göre, bu zat meçhuldür. [601]

İbn Hibban'ın ise bu zatın sika olduğunu söylediği rivayet edil­miştir.

Bu hadisi Beyhakî, Hammad b. Seleme tarikiyle Ebu Said'den şöyle rivayet etmiştir: "Bir adam, Pegamber (s.a.v,) Efendimizden kuyruğu kesik koyunun kurban olup olmayacağını sordu. Efendimiz ona: "Onu kurban olarak kes" diye buyurdu." [602]

Ancak bu rivayetin isnadında Haccac b. Ertat bulunuyor ki, bu t zayıftır, Zehebî onunla ilgili görüşleri toplayıp biraraya getir­iştir. Lehinde ve aleyhinde çok şeyler söylenmiş, kimi tezkiye |miş, kimi hafızasının zayıfladığından ve şöhretin tesiri altında aldığından söz etmiştir, îbn Main, onun kaviy olmadığını, tedlis aptığîm; Yahya b. Ya'la diyor ki: "Zaide bize: "Haccac b, Ertat'm adisini terkedin" şeklinde bir görüş belirttiğini kaydetmiştir. [603]

719 nolu Hz. Ali hadisini aynı zamanda Hafız Bezzar, îbn Hib-an, Hakim ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Darekutni ise, bu hadisin Luallel olduğuna dikkat çekmiştir. Yani dış görünüşü itibariyle ku-jrsuz gibi görünse bile, sıhhatim zedeleyen bir kusurunun bulun-uğu söz konusudur. Ancak îmam Tirmizî bu hadisi sahihlemiştir. O akımdan istidlal ve ihticaca saîih görülmüş ve müctehidlerin önemli ir kısmı bununla istidlal etmiştir.

721 nolu Ebu Hüreyre hadisini aynı zamanda Hakim ve Beyha-i tahric etmişlerdir. Taberani ise, onu el-Kebir'de îbn Abbas'dan aklen şu lafızla rivayet etmiştir:

"Beyaz koyunun kanı Allah yanında siyah koyunun anından daha güzel ve paktır."

Ancak bunun isnadında Hamza en-Nasîbî bulunuyor ki, bu atın hadis uydurduğu iddia edilir. O bakımdan İbn Main: "Hamza ir pula bile denk değildir", Buhari: "O, münkerü'l-Hadistir", Dare-:utnî: "O metruktür" demiştir. îbn Adiyy: "Onun rivayet ettiklerinin temen hepsi uydurmadır" diyerek dikkat çekmiştir. [604]

Bu nedenle müctehidler sözü edilen rivayetle ihticacda bulunamışlardır.

722 nolu Ebu Said hadisim îbn Hibban sahihlemiştir. Bu bapta tfüslim Hz. Aişe'den (r«a) şu hadisi rivayet etmiştir: "Resulüllah s.a.v.) Efendimiz, ayakları siyah, gözünün etrafı siyah ve göğsü iiyah olup boynuzlu koçun (kurban edilmesini) emretti.." Yani kendi­sine böyle bir koç getirildi ve kendi eliyle onu kesti.

Ayrıca Tirmizî de Ebu Said hadisini sahihlediğinden ilim adam-arji bununla istidlal ve ihticacı salih görmüşlerdir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kurbanlık hayvanın ayıplardan salim olması gerekir.

2- Doğuştan boynuzsuz olan hayvanın kurban edilmesi caiz değildir. Bu, Hanefîlere göredir. Şafîîlere göre, boynuzsuz hayvanı kurban olarak kesmekte bir sakınca yoktur. Hanbelîler de aynı görüştedirler.

3- İğdiş edilen hayvani kurban etmek sakıncalıdır. Ebu Hanife i ile Malikîlere göre bir sakınca yoktur.                                             

4- Otlağa gidemeyecek kadar dengesiz  olan,  uyuz  olup | zayıflayan, iki gözü görmeyen, bir gözünü kaybetmiş olan, iyice; sıskalaşmış olan, yaşlılıktan iliği kalmamış bulunan hayvanı kurban; olarak kesmek caiz değildir.                                                          

5- Ön ve arka ayaklarından biri sakat veya kesik olup otlağa gi- i demeyen, hayvan da kurban olmaz.                                                 

6- Doğuştan boynuzsuz olan veya etine zarar vermiyecek şekilde, boynuzu kırık olan hayvanı kurban etmekte bir sakınca yoktur. Bu| Şafıîlerle Malikîlere göredir.                                                         

7- Kulağı yarık veya delik olan hayvanı kurban etmekte biij sakınca yoktur. Bu, Şafîîlere göredir. Hanefîlere göre, tenzihen mekj ruhtur.                                                                                      

8- Kulak ve boynuzunun yarısından fazlası kesik olan hayvani kurban etmekde caiz değildir. Bu Hanefüerle Hanbelîlere göredir.    

9- Doğuştan kulağı çok küçük olan, kuyruğu doğuştan olmayan1 - veya kuyruğu sonradan koparılmış bulunan hayvanı kurban etmekte bir sakınca yoktur. Bu daha çok Hanbelîlere göredir. Malikîlerin çoğık da aynı görüştedir.                                                                     

10- Satın alındığında kusurdan salim,olup sonradan arız olaıjı kusurlar, .kurban olarak kesmeye engel sayılmaz. Bu da Hanbelîlere göredir. Şu şartla ki, onu satın alırken kendine vacip olarak belirle­miş bulunsun.                  

11- îki veya daha fazla dişi kırık olan hayvanı kurban etmek caiz değildir. Bu, Malikîlere göredir. Diğerlerine göre, dişlerinin çoğu dökük olup karnını doyuramıyacak durumda olanı kurban etmek sakıncalıdır.

 

Ev Halkı İçin Bir Koyunun Kurban Edilmesi Yeterlidir

 

Gerek Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz döneminde, gerekse Ashab-ı iram'dan birçoğunun uygulamasında bir koyunun ev halkının tam-mı için kurban edilmesinin yeterli görüldüğü riva-yet yoluyla bilin-tektedir. Şüphesiz, bu konuda birkaç rivayet bulunuyor ki, LÜctehidier bu rivayetler üzerinde durup farklı ictihadlarda bulun-muşlardır.

 

İlgili Hadisler

 

Ata' b. Yesar (r.a) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: ?öu Eyyub el-Ansari'ye, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz zamanında si-in aranızda kurbanlık hayvanları kesme durumu nasıldı? diye sor-lugumda, bana şu cevabı verdi: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz za-nan in da adam bir koyunu hem kendisi, hem de ev halkı için turban olarak keserdi ve ondan hem kendileri yerdi, hem de »aşk alarm a yedirirlerdi. Sonra insanlar övünüp tefahur et-neye başladı ve gördüğün durum ortaya çıktı." [605]

Şa'bi'den, o da Ebu Süreyha'dan rivayet etmiştir. Ebu Süreyha diyor ki:

"Bu konuda Resulüllah'ın (s.a.v.) sünnetini bildiğim halde ev halkım beni cefaya doğru itti (başkalarının tesiri altında kalarak onlar gibi çok kurban kesmemi önerdiler). Oysa (daha önce) ev halkı bir veya iki koyun kurban ederdi. Şimdi ise komşularımız bu davranışımızdan dolayı bizi cimri­likle suçluyorlar." [606]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Bir koyun ancak bir kişi için kesilir; birkaç kişi onda ortak durumuna getirilemez. [607]

Hanefîler, bu konuda yukarıdaki hadislerle istidlal etmeyip, hacc-ı kıran veya haccı- temettü' yapan kimsenin bir koyun kesmesi­nin vücubunu dikkate alarak kıyas yapmışlardır.

b) Şafiîlere göre: Her ne kadar bir koyun veya keçi bir kişi için kurban olarak kesilirse de ev halkını da onun sevabına ortak etmesi caizdir. [608]

Böylece Şafıüer yukarıdaki hadisle istidlal etmiş bulunuyorlar.

c) Hanbelîlere göre: Adamın kendi ev halkı için bir koyun veya bir sığır ya da bir deve kurban olarak kesmesinde bir sakınca yoktur. Nitekim İmam Malik, Leys, Evzaî ve İsbak'ın da içtihadı bi doğrultudadır. İmi Ömer ve Ebu Hüreyre'den de bunun cevazına dair rivayet vardır. Nitekim Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz iki koç kesti ve onlardan birini keserken şöyle dedi: "Bismillahi, Allah'ım! Bu Mu-hammed'den ve onun Ehl-i Beytin'den yana (bir kurban) dır." [609]                                                      

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

nolu Ata1 hadisini aynı zamanda İmam Malik el-Muvatta'da ihric etmiştir. Tirmizî ise Yahya b. Musa tarikiyle Ammare b. Abdil-Ih'tan tahricen rivayet etmiş ve sahihleyip hasen olduğunu belirt-ılştir. İmam Malik de Ammare b. Abdillah'dan rivayet ederek Mu-atta'a almıştır.                                  :

İmam Ahmed ve İshak bir koyunun bir ev halkı için kesilme-inde bir sakınca görmemiştir. İlim ehlinden bazısı ise, bir koyunun ncak bir kişi için kesilebileceğinin caiz olduğunu belirtmiştir. Abdul-ıh b. Mübarek ve birkaç ilim adamının görüşü de bu anlamdadır..

732 nolu Şa'bî hadisim îbn Mace isnad-ı sahih ile tahric itmiştir.

Böylece her iki hadis de istidlal ve ihticace salih görülmüş ve ına göre hüküm belirlenmiştir.

Bu bapta: ırHer ev halkı için her yıl bir kurban kesmek ge-ekli (yeterli) dir." hadisi de söz konusudur. [610]

Kimine göre, bir koyun üç kişi için yeterlidir, kimine göre ev alkı isterse yüz kişi olsun hepsi için yeterlidir.

Bir sığır ve deve ise yedi ve hatta on kişi için kafi gelir. îshak b. Rahuye ve İbn Huzayme de aynı görüştedirler. Peygamber (s.a.v.) soyundan gelen ilim adamları da bu görüş ve içtihadı benimse­mişlerdir. Zira bu konudaki rivayet ve hadislerde sayısal olarak bir sınırlama konmamış, Resulüllah (s.a.v.); "Benim ve ev halkım için" buyurarak bir genişlik getirmiştir. O bakımdan Hanefîler dışında ka­lan müctehidlerin önemli bir kısmı bir koyunun ev halkının tamamı için yeterli olacağını belirterek hepsinin hasıl olan sevapta ortak ola­bileceklerini beyan etmişlerdir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kurban kesme konusunda genellikle bir koyun bir kişi için, bir sığır veya deve yedi kişi için kesilir.

2- Hanefîlere göre, bir koyun bütün ev halkı için kesilmez.

3- Diğer üç mezhebe göre, ev halkını bir koyunu kesme sev­abında ortak etmekte bir sakınca yoktur.

4-Resulüllah'm (s.a.v.) beyan buyurduğu gibi, adam koyunu ke­serken: "Bu benim ve ev halkım içindir" derse caiz olur.

5- îshak b. Rahuye ve İbn Huzayme'ye göre, bir sığır veya deve on kişi veya daha fazla kişi için kesilebilir. Ancak müctehidlerin çoğu bu rivayete itibar etmemişlerdir. O bakımdan bir sığır ve deve ancak yedi kişi için kesilebilir; yani yedi veya yediden az kişi bir sığır veya deveye ortak olup müştereken kesebilir ve etini tartı ile aralarında bölerler.

 

Kurban Kesmeye Başlarken Besmele Çekip Tekbir Getirmek

 

Şüphesiz her şey, Cenab-ı Hakk'm yüksek kudretinin eseridir e her şey O'nun "kün" emriyle vücut bulmuştur, insanlar için lazırlayıp istifade düzeyine getirdiği nimetler sayılamayacak kadar oktur. Böylece yeraltı ve yerüstü kaynaklarını diğer nimetlerle bera-1er henüz Hz. Adem'i yani ilk insanı yaratmadan çok önce hazırlayıp kaşanılır bir ortam oluşturmuştur.

O bakımdan bir nimetten yararlanmaya başlarken Allah'ın is-nini anmamız ve O'nun sınırsız büyüklüğünü dile getirmemiz, önce nsan, sonra da müslüman olmamızın gereğidir. Özellikle bir hayvanı 3oğazlarken o güzel nimeti bize musahhar kılıp baş eğdiren Cenab-ı Hakk'm ismini anmamız kadar asil bir davranış ve düşünce olabilir mi?

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Nafi'den, o da îbn Ömer (r.a) dan yaptığı rivayete göre: Ke-sulüllah (s.a.v.) Efendimiz kurbanı zebh ve nahr şeklinde (daha çok) kendisi namazgahta keserdi. [611]

Hz Aişe (r.a) dan yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) ; Efendimiz ayakları siyah, gözlerinin etrafı siyah ve göğsü i siyah bir koç getirilmesini emretti. Getirilince Aişe'ye şöyle j dedi: "Ya Aişe! Şu ağzı geniş büyük bıçağı hazırla. Sonra da j onu taşa sürerek iyice bile.." Hz. Aişe (r.a) diyor ki: "Ben de ! Onun buyurduğunu yaptım ve sonra Resulüllah (s.a.v.) bıçağı I aldı ve koçu tutup yere yatırdıktan sonra kesti ve keserken | de şöyle dedi: "Bismillah, Allah'ım! Muhammed'den, Mu- j hammed'in alinden ve Muhammed'in ümmetinden kabul buy­ur" ve Öylece kurbanı kesti.." [612]

Enes (r.a) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, boynuzlu semiz iki koçu j kurban olarak kesti. Bu sırada Resulüllah (s.a.v.) İki ayağını o j iki koçun boyunlarının yanına dayadı, Bismillah dedi ve tek-i bir getirdi ve kendi eliyle onları kesti." [613]

Cabir (r.a) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:   

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bayram günü iki koç kurban olarak kesti. Onları (kıbleye) yöneltirken şöyle dua etti: ‘Şüphesiz benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm ilerin Rabbı Allah içindir. O'nun hiçbir ortağı yoktur; ben be bununla emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim.." [614]

Diğer bir rivayette ise şöyle dua etmiştir: "Yüzümü (bütün iğimi) hanif olarak, gökleri ve yeri yoktul karanlığını p vücuda getiren Allah'a çevirdim. Allah'ım! (bu nimet) Sendendir ve yine Senin için (rızan) içindir. (Bunu) Mu-med'den ve Ümmetinden kabul buyur."

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Kişinin kendi kurbanını kendi eliyle kes-L efdaldır ve müstehabdır. Aynı zamanda keserken hayvanı yere cip kıbleye yönelik tutmak ve şu duayı okumak da müstehabdır: zümü hanif olarak, gökleri ve yeri yokluk karanlığını ip vücuda getiren Allah'a çevirdim. Şüphesiz benim na-sım, ibadetim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbı Allah Ldir. O'nun hiçbir ortağı yoktur. Ben sadece bununla emro-dum ve ben Müslümanların ilkiyim." [615]

b) Diğer üç mezhep de bu anlamda istidlalde bulunmuşlardır, ak Şafiî ve Hanbelî mezhebine göre, Müslüman kişi kurbanı ke­ten unutur da Besmele çekmezse, bir zarar vermez. Aynı zaman-bu mezheplere göre, kurbanı kesen kişinin şöyle demesi de stehabdır: "Allah'ım! Bu sendendir ve Senin (rızan) içindir, ih'ım Bunu benden ve falan kişiden kabul bu-yur." [616]

 

Tahliller

 

737 nolu Nafî' hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. Bu hadis, inin kendi kurbanını kendi eliyle kesmesinin ve aynı zamanda kurbanın bayram namazı kılman açık havadaki namazgah civarında kesilmesinin müstehab olduğuna delalet etmektedir. Namazgahta kesilmesinin sebeplerinden biri, orada namaz kılmak üzere toplanan fakir ve muhtaçların .daha çok ve erken yararlanmasını sağlamaktır.

738 ve 739 nolu hadisler de sahihtir; istidlale ve ihticaca elve­rişlidir. Boynuzlu semiz koç kesmenin efdal olduğuna ve bıçağı iyice bileyip hayvana eziyet vermeyecek bir keskinliğe kavuşturmaya, koy­un ve keçiyi sol yanı üzere yatırmanın istihbabma delalet etmektedir. Aynı zamanda bir koyunun sevabına ev halkının da katılmasına niy­et etmenin cevazına işaret vardır.

Sonra da hayvanı kesmeğe başlarken Besmele çekmenin ve tek­bir getirmenin sünnet olduğu istidlal edilmiştir.

740 nolu Cabir hadisini aynı zamanda Ebu Davud ve Beyhakî tahric etmişlerdir. Ancak isnadında Muhammed b. îshak ve Ebu İyaş bulunuyor ki, bu iki zat hakkında hayli şeyler söylenmiştir. îbn Hac-er, Ebu Iyaş'ın tanınan bir ravi olmadığına dikkat çekmiştir. [617]

Aynı zamanda yukarıdaki iki hadis, Besmele gibi, tekbir getir­menin de istihbabma ve rıfk ile davranmaya delalet eder.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kişinin kendi kurbanını kendi eliyle kesmesi müstehab veya sünnettir.

2- Bununla beraber kendisi beceremiyorsa, başkasına vekalet. verip kestirebilir.

3- Kurbanı daha çok namazgah civarında kesmek müstehabdır.

4- Koyundan boynuzlu ve semiz koç kesip kurban etmek ef­daldır.

5- Bıçağı çok iyi bilemek ve hayvana eziyet vermeden kesme işini ustaca yerine getirmek sünnet veya müstehabdır.

6-  Hayvan boğazlarken  Besmele  çekip  Tekbir  getirmek sünnettir. Kimine göre, Besmele çekmek vaciptir.

7-  Koyun ve keçiyi daha çok sol yanı üzere yatırıp yüzünü [leye getirerek kesmek müstehabdır.

8- Bir koyunun sevabına aile fertlerini de katmakta bir sakınca . Ancak Hanefîlere göre, bir koyunu ancak bir kişi kendisi için keser ve başkasını onun sevabına ortak etmez.

9- Kurbanı keserken Resulüllah'm (s;a.v.) yaptığı duayı yapmak [met veya müstehabdır.

10- Yahudi veya Hıristiyan bir kişiye vekalet verip kestirmek ^kruhtûr. Müşrik ve kafire vekalet vermek ise caiz ve sahih bildir.

11- Çocuğa (temyiz çağına girmiş olmalı), ayhali sona erme-den dma vekalet vermek caizdir.'

12- İmam Malik'e göre> vekalet verilecek kimsenin Müslüman tası şartttır. Ancak diğer üç mezhebe göre, kitap ehlinin kestiğini yememizin helal olduğu dikkate alınarak, onlara vekalet verildiği takdirde bu kerahetle caizdir.

 

Devenin Ön Sol Bacağı Bağlı Olduğu Halde Ayakta Kesilmesi

 

Koyun, keçi ve sığırın yere yatırılarak kesilmesi müstehab iken, devenin sol bacağını bağlayıp ayakta iken kesilmesi müstehabdır. Re-sulüllah (s.a.v.) ile ashabının uygulaması böyle cereyan edip süregelmiştir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Şanı Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur: "Kurbanlık develeri de sizin için Allah'a ibadet nişanelerinden kıldık. Sizin için onda hayır vardır. O halde bir dizi halinde ayakta boğazlanırken üzerlerine Allah'ın is­mini anın..."

Ayette "Bir dizi halinde ayakta" ile çevirisini yaptığımız "Savaff kelimesini ilim adamlarının çoğu "ayakta" diye yorum­lamışlardır.

îbn Ömer (r.a) dan yapılan rivayete göre, adı geçen, devesini yere yatırıp kesmekte olan bir adama rastladı ve ona şöyle dedi: "Onu ayağa kaldır da (Ön sol ayağı) bağlı olduğu halde kes de Mu-hammed (s.a.v.) in sünnetine uy..” [618]

Abdurrahman b. Sabit'ten yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ile ashabı bedeneyi (kurbanlık deveyi) ayakta sol ön bacağı bağlı olarak keserlerdi." [619]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri

 

a) Hanelilere göre: Deveyi ayakta tutup boynuyla göğsünün leştiği yerden kesmek sünnettir. Sığır ve koyunu yere yatırıp boy­da başının birleştiği kısımdan kesmek sünnettir. Bunun aksini ımak ise mekruhtur, sünnete aykırıdır. [620]

b) Şafiîler de aynı görüş ve ictihaddadırlar. [621]

c) Hanbelî ve Malikîlere göre de sünnet olan, deveyi ayakta boynuyla göğsünün bitiştiği yerden; sığır, koyun ve keçiyi ise yere nrıp boynuyla başının bitiştiği yerden kesmektir. Bunun aksini pmakta tenzihi bir kerahet olmakla beraber bir sakınca yoktur, tıi caizdir. [622]

 

 

Tahliller

 

744 nolu İbn Ömer rivayeti sahihtir ve istidlale elverişlidir. O kımdan müctehidlerin hemen hepsi bu rivayetle istidlal ve ihticac [nişlerdir.

Böylece deveyi ayakta tutup Ön ayağından birini, daha çok sol 'ağını diz kısmından büküp bağladıktan sonra o vaziyette kesmek ınnettir. Aksini yapmak ise mekruhtur.         

745 nolu Abdurrahman hadisini Ebu Davud da tahric etmiş, an­ık isnadı hakkında bir tesbit ve görüş beyan etmemiştir. Bununla îraber yapılan ciddi araştırmaya göre, ricali, rical-i sahihtir. Ancak Bnedinden bir sahabi düşürüldüğünden hadis mursel olarak nakle-ilmiştir. Senedi muttasıl olmadığı için zayıf sayılmıştır. Bununla be-aber onu kuvvetlendiren şahitler bulunuyor. O bakımdan istidlale alih görenler çoğunluktadır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kurban edilecek devenin ayakta kesilmesi müstehab veya sünnettir. Ancak sol ön ayağının bükülüp bağlanması gerekir.

2- Deve kesilirken boynuyla göğsünün bitiştiği yerden kesilmesi müstehab veya sünnettir.

3- Sığır, koyun ve keçinin yere yatırılarak kesilmesi sünnettir. Aksini yapmak mekruhtur.

4- Sığır, koyun ve keçiyi boynunun başla bitiştiği yerden kes­mek müstehabdır,

5- Sözü edilen hayvanları ve diğer eti yenilen hayvanları ke­serken Besmele çekmek kimine göre sünnet, kimine göre vaciptir.

 

Kurban Kesmenin Vakti ve Süresi

 

İslam Dini, ibadeti de belirleyip belli vakit ve sınırlar içine iş ve ona bir bakıma resmiyet kazandırmıştır. Bu, hem disiplinli, planlı ve programlı hareketi ilham etmekte, hem de ibadeti kişilerin insiyatif ve kişisel görüş ve tesbitlerinden ayırmaktadır. Böylece bütün Müslümanların belli vakitlerde ibadet etmesi sağlanmakta ve allah'a kullukta birlik atmosferi oluşturularak ibadet asıl hedefine ulaştırılmaktadır.

Kurban kesmemiz için de dinimiz belli süre koymuş ve vakit in etmiştir. Tabii olarak da adak keffaret ve nafile ibadetler bu-dışmda tutularak kişinin imkanları elverdiği zaman ve yerde yerine getirilmesi bir kolaylık olarak belirlenmiştir.

Kurban, genellikle Kurban Bayramı günlerinde kesilir. Ancak bayram teşrik günleriyle birlikte dört gündür. Müctehidlerden bazısına göre, kurban bayramı günü ile teşrik günlerinin birinci ve ikinci günlerinde kurban kesilir. Bazısına göre ise, bayram günü ve onu izleyen üç gün içinde kesilir.

 

Konuyla İlgili

 

Cündeb b. Süfyan el-Becelî'den (r.a) yapılan rivayete göre, adı $en, Kurban Bayramı günü Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber Imaz kıldı ve şu bilgiyi verdi: "Namazı bitirip ayrılınca et ile ırşılaştı. Kesilen kurban etleri biliniyordu. Nitekim Re-ılüllah (s.a.v.) Efendimiz de bildi ve bunların henüz •ayranı) namazı kılınmadan önce kesildiğini anladı. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Kim namaz kılmadan önce kurban kestiyse, onun yerine bir başka kurban kessin. Kim de biz na­maz kıhncaya kadar kurban kesmediyse, Allah'ın ismiyle kes­sin." [623]

Cabir (r.a), den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Resulüllah (s.a.v.) Efndimiz Medine'de kurban bayramı günü bize namaz kıldırdı ve bu sırada birkaç adam öne geçip Peygamber'in (s.a.v.) kurban kestiğini sanarak onlar da kur­banlarını kestiler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), "kim kendisinden önce kurban 'kesmişse, onun yerine başka bir kurban kessin" dedi ve Peygamber (s.a.v.) kurban kesmeden başkalarının kurban kesmemesini emretti." [624]

Enes (r.a) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendi­miz kurban bayramı günü şöyle buyurdu: "Kim (bayram) na­mazından Önce kurban kestiyse, onun yerine bir başkasını

kessin." [625]

Buhari ise bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:

"Namazdan önce kurban kesen kimse, onu ancak kendisi kesmiş  olur. Kim  de namazdan sonra keserse  onu çekten nüsükü (kurbanla ilgili ibadet) tamamlamış olur ve îslümanlann sünnetiyle uyum sağlamış bulunur."

Süleyman b. Musa'dan, o da Cübeyr b. Mut'im'den, o da Pegamber (s.a.v.) Efendimiz'den rivayet etmiştir: Efendimiz şöyle buyur-ıştur: "Teşrik günlerinin hepsi kurban kesme günüdür."[626]

 

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Çölde ve köyde oturan kimse bayram na-azı için kalkıp şehre gelir ve ev halkına kendisi için kurban kesmel-ini emrederse, onlar da onun için fecir doğduktan sonra kurban ke-rlerse caiz olur. Hasan b. Ziyad bunun hilafına bir görüş ilirtmiştir. Ancak birinci görüş daha sahihtir. Adam köyde, mezrada sya çölde, ailesi ise şehirde oturursa, ailesinin onun için ancak ıam bayram namazını kıldırdıktan sonra kurban kesmesi caiz olur. nam Ebu Yusuf da aynı görüştedir.

Adam ayrı bir beldede, ailesi de başka bir beldede olur ve ailesi-in kendisi için kurban kesmesini emrederse, o takdirde ailesi ancak alundukları şehirdeki imamın kurban namazını kıldırdıktan sonra urban kesmeleri caiz olur.

Kurbanı alıp şehir dışına çıkarırsa, o takdirde götürdüğü yer asr-i salat yapılacak bir mesafede ise, onu bayram namazından önce e kesebilir. Yani fecir doğduktan hemen sonra kesmesi caiz olur.

Aldığı kurbanlık hayvanı belirlenen süre içinde kesmezse, vak­tini kaçırmış olur ve artık o hayvanı diri olarak tasadduk etmesi gerekir. [627]

b) Şafiîlere göre: Hanefîlere  göre, kurban kesmek vacip olduğu halde Şafiîlere göre, müekked sünnettir. Ancak bu kifayet üzere bir sünnettir. Yani ev halkı birden fazla ise, birinin kesmesiyle bu sünnet yerine gelmiş olur. Ama kişi yalnız başına ise, onun hakkında sünnet-i ayndır, başkasının kesmesiyle onun üzerinden bu sünnet kalkmış olmaz.

Kurban kesme günleri, bayramın birinci günü dahil olmak' üzere dört gündür. [628]

c) Hanbelîlere göre: Kurban Bayramının birinci günü bayram, namazını kılacak ve hutbesini irad edecek kadar bir zaman geçince artık kurban kesme zamanı girmiş olur ve teşrikin' ikinci günü akşamına kadar süresi devam eder.  Geceleyin kesmek ise caiz değildir.

Belirtilen vakitten önce kesilirse kafi gelmez ve onun yerine bir başkasını kesmek gerekir. [629]

d) İmam Malik'e göre de, kurban kesmenin süresi üç gmulür. Geceleyin kesmek bu mezhebe göre de caiz değildir. [630]

Birinci hadisle istidlal eden İmam Malik'e göre: İmam namaz kılmadan, hutbe okumadan ve kendi kurbanını kesmeden önce başkasının kurban kesmesi caiz olmaz. İmam Ahmed ise "imam na­maz kılmadan, hutbe okumadan önce kurban kesmek caiz değildir" demiştir. Böylece bu iki imam, imamın kurban kesmesi hususunda farklı ictihadlarda bulunmuşlardır.

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

749 nolu Cündeb hadisi sahih olup istidlal ve ihticaca salihtir. Hadis, kurban bayramı namazım kılmadan kurban kesmenin caiz olmadığma delalet etmektedir. Nitekim bu bapta kütüb-i sittenin iera'dan yaptığı bir rivayet bulunuyor ki, lafzı şöyledir: "Kim na­mazdan Önce keserse, o ancak çoluk çocuğu için takdim ettiği ir ettir, nüsük (kurban ibadeti) olarak onda bir (hüküm) oktur."

Sonra da hadiste, namazdan maksat, imamın kıldığı namazdır. Böylece imam namaz kıldırmadan kurban kesmenin caiz olmaya­cağına işaret bulunuyor.

750 nolu Cabir hadisi de sahihtir. Bu, imam kendi kurbanını Lesmeden önce başkasının kurban kesmesinin caiz olmadığına dela-et etmektedir. Bu bakımdan kurban kesme vaktinin ancak imamın turban kesmesinden sonra başlayacağı hükmü ortaya çıkıyor.

Böylece yukarıdaki iki hadis arasım birleştirip telif edecek olur­sak, şöyle diyebiliriz: Kurban kesme vakti, imamın namaz kıldırıp kurban kesmesiyle başlar. Nitekim îmam Malik'in içtihadı böyledir. İmam Âhmed ise, bu hadisle yukarıdaki hadislerle istidlalde buluna­rak, kurban kesme vaktinin, imamın namaz kıldırmasından sonra başlayacağını belirtmiştir. Nitekim el-Hasan, Evzaî ve İshak da aynı görüştedirler. [631]

İmam Sevrî'ye göre, kurban kesme işi, imam namaz kıldırdıktan hemen sonra başlar. Hutbe'nin okunmasını beklemek şart değildir.

îmam Şafiî ise rivayetleri bir araya toplayarak şu hükmü çıkartmıştır: "Kurban kesme vakti, güneş doğup namaz kılacak ve hutbe okuyacak kadar bir zaman geçtikten sonra başlar. îster imam namaz kıldırmış olsun, ister olmasın fark etmez. Önemli olan, güneşin doğmasından sonra namaz kılıp hutbe okuyacak kadar bir sürenin geçmesidir. Aynı zamanda kurban kesecek olan kişi de ister namaz kılmış olsun ister olmasın, belirtilen sürenin geçmesiyle kur­banını kesebilir.

İmam Ebu Hanife ise, köy, mezra ve çölde oturanlar için kurban kesme vakti fecrin doğmasıyla başlar. Şehir ve kasabalarda ise, imamın namaz kıldırıp hutbe okumasından sonra başlar. Bundan önce kesmek caiz olmaz.

751 nolu Enes hadisi sahihtir ve istidlal ile ihticaca salihtir. O bakımdan müctehidlerin önemli bir kısmı bu hadise dayanarak kur­ban ancak imam namaz kıldırdıktan veya kişi kurban bayramı na­mazını kıldıktan sonra kesilir demişlerdir.

752 nolu Cübeyr hadisini İbn Hibban kendi sahihinde ve Beyha-ki tahric etmişlerdir. Ancak isnadında farklı tesbit ve görüşler ortaya çıkmıştır: İbn Adiy, Ebu Hüreyre hadisinden rivayetle bu anlamda bir hadis nakletmiş tir. Ancak isnadında Muaviye b. Yahya es-Sadefî bulunuyor ki, bu zat zayıftır, İbn Ebî Hatim ise, Ebu Said hadisinden rivayetle bu anlamda bir hadise yer vermiş ve babasının bu rivayetin mevzu1 (uydurma) olduğunu söylediğine dikkat çekmiştir.

İbn Kayyım el-Cevzî ise, Cübeyr b. Mut'im hadisinin munkati' olup sübut bulmadığını belirtmiştir. Oysa İbn Hibban gibi bir hafız bu hadisin mevsul olduğunu belirtmiştir. Yukarıda belirtiğimiz gibi, bunu kendi sahihinde nakletmiştir.

İmam Şafiî ve diğer bazı ictihad seviyesinden olan ilim adam­ları bu hadisle istidlal ederek teşrik günlerinin hepsinin kurban ke? me günü olduğunu belirtmişlerdir.

Şüphesiz bu anlamda birkaç rivayet daha bulunuyor ki, hadisi kuvvetlendirmekte ve istidlale salih olduğuna imkan verdirmektedir. Şevkanî'nin İbn Kayyım ve Evzaî'den naklettiği şu hadis de konuyu pekiştirmektedir: "Mina'nın heryanı kurban kesmeye elve­rişlidir ve teşrik günlerinin hepsi kurban kesmek içindir." [632]

İmam Ebu Hanife, îmam Malik ve İmam Ahmed bu rivayetlerle istidlal etmişlerdir. Onlara göre, kurban kesmenin vakti üç gündür: Bayramın birinci günü ve teşrik günlerinin ilk iki günüdür. Nitekim Hz. Ömer b. Hattab, Hz. Ali, îbn Ömer ve Enes'den (Allah hepsinden razı olsun) bu anlamda rivayet yapılmıştır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kurban   kesme   vakti,   güneş   doğup   bayram   namazı kılındıktan, hutbe okunduktan sonra başlar veya namaz kılacak, hutbe okuyacak kadar bir zaman geçtikten sonra başlar ve dört gün de-ım eder. Bu, İmam Şafiî'ye göredir.

2- Kurban kesme vakti, imam namaz kıldırıp hutbe okuduktan [ kurbanını kestikten sonra başlar. Bu, İmam Malik'e göredir.

3- Kurban kesme vakti, imam namaz kıldırıp hutbe okuduktan ıra başlar. Bu imam Ahmed'e göredir.

4- Kurban kesme vakti, imam bayram namazını kıldırdıktan anra başlar ve üç gün devam eder. Bu, İmam Ebû Hanife'nin kavlidir.

5- Köy, mezra ve çölde oturanlar için kurban kesme vakti, fecir oğunca başlar. Bu, İmam Ebu Hanife'nin içtihadıdır.

6- Kurban kesmek, Hanefîlere göre vacip, diğer üç mezhebe ;öre, müekked sünnettir. Ancak bu müekkedlik kifaye üzeredir. Yani v halkından biri keserse diğerlerinin üzerinden kalkmış olur.

7- Geceleyin kurban kesmek, İmam Ebu Hanife ve İmam Şafiî'ye göre mekruhtur; İmam Malik ve İmam Ahmed'e göre caiz değildir.

Burada Hanefî ve Şafiî mezhebinde kolaylık vardır. Kurban »üresinin dört gün olduğunu belirleyen İmam Şafiî'nin içtihadında da solaylık söz konusudur.

 

Kurban Etinden Yedirmek ve Bir Kısmını Yaralanmak Üzere Kaldırmak

 

Kurban kesmek, İslâm'ın hedeflediği aile ve toplum arasında sıcak, sevgi ve saygı dolu bir havayı oluşturan amillerden biridir. Aile bünyesinde tatlı bir kaynaşma sağlarken çocukların hafızasında si­linmez izler bırakır.

O bakımdan kurban etinden hem yemek, hem yedirmek, hem de bir kısmını yararlanmak üzere alıkoymak müstehab sayılmıştır. Zira bu ibadet sırf fakir ve muhtaçları sevindirmeye yönelik olmayıp komşular, hısımlar ve dostlar arasındaki sevgi ve kardeşlik, dostluk ve kadirbilirlik bağlarını da pekiştirmeyi hedeflemektedir»

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hz. Aişe (r.a) dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle bilgi ver­miştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz zamanında badiye halkından birçok evler, aileler kurban bayramına yakın (Medine'ye) yavaş yavaş yürüyerek geldiler ki bunlar mali yönden çok zayıf kimselerdi. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ashabına: "Kurbanlarınızın etlerini üç gün (kilere koyup) tutabilirsiniz. Ondan sonra kalan bir şey olur­sa tasadduk ediniz" diye emretti.

Bir sonraki yıl olunca ashab-ı kiram: "Ya Resulellah! İnsanların bir kısmı kurbanlarından kaplar dolusu yiyecek ediniyorlar  ve o etlerden yağ eritip biriktiriyorlar" diyerek durumu arzettiler. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "İyi ama bunu bana neden haber veriyorsunuz?" diye sorunca, ashab şöyle cevab verdi: "Geçen yıl kurban etinden üç günden sonra yenilmemesini emretmiştiniz." Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu; "Ben o zaman çöl halkından birçok ev halkının gruplar halinde aheste aheste (bitkin bir vaziyette)  gelmelerinden dolayı sizi bundan men'etmiştim. Şimdi ise (o durum söz konusu olmadığından) kurbanlarınızın etinden hem yeyiniz, hem (kilere koyup) kaldırınız, hem de tasadduk ediniz.." [633]

Cabir (r.a) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi ver­iliştir:

"Bizler Mina'da kestiğimiz kurbanların etinden üç günden fazla yemezdik. Sonra Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bize ruhsat vererek şöyle buyurdu: "Yeyiniz ve (kilere koyup) azık olarak bekletiniz." [634]

Diğer bir lafızla şöyle buyurulmuştur: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, kurban etlerinden üç günden fazla yememizi ya­sakladı. Sonra (ruhsat vererek) şöyle buyurdu: "Yeyiniz, azık edininiz ve (kilere koyup) kaldırınız."

Seleme b. Ekva (r.a) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v,) Efendimiz şöyle buyurmuştur: " Sizden kim kurban ke­serse, artık üç günden sonra evinde ondan bir şey bırakmasın. Bir yıl sonra ise, ashab-ı kiram O'na sordu: 'Ta Resulellah! Geçen senede olduğu gibi mi yapalım?" Bunu üzerine Efendimiz şöyle buyurdu: "Yeyiniz, yediriniz ve azık olarak kaldırıp (ucun ucun kullanınız). Çünkü geçen yıl in­sanlar (gıda hususunda) sıkıntı içindeydiler, o yıl içinde onla­ra yardım etmenizi diledim." [635]

Sevban (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

'Ttesulüllah (s.a.v.) Efendimiz kurbanlık hayvanını kes­tikten sonra şöyle buyurdu: 'Ta Sevban! Bunun etini benim için yenilebilecek duruma getir." Bunun üzerine ben de ta Me­dine'ye gelinceye kadar devamlı şekilde (yemek vakitleri) o etten hazırlayıp Efendimiz'e yedirdim." [636]

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Ey Medine halkı! Kurban etler Mi­den üç günden fazla yemeyin." Bunun üzerine Medineli'ler lte-sulüllah'a baş vurarak çoluk çocukları, kendilerine sığınmış bulunanları ve hizmetçileri bulunduğunu belirterek durum­larını arzettilejr. O sebeple Resulüllah (s.a.v.) onlara: 'Teyiniz, yediriniz, (yararlanmak üzere) saklayınız ve azık edininiz" buyurdu. [637]

Büreyde (r.a.) deh yapılan rivayete göre, Resuliillah (s.a.v.) Efen-z şöyle buyurmuştur: "Ben sizi, kurban etinden üç günden l yemekten men'ettiydim, ta ki mali imkan sahibi olan, bu km olmayana genişlik (geçim imkanı) sağlasın. Artık bundan böyle arzu ettiğiniz kadarını yeyiniz, yediriniz ve arlanmak üzere) depolayınız." [638]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Kurban eti konusunda efdal olan şudur: birini tasadduk etmek, üçte birini yemek yapıp hısımlarına, yakınlarına ziyafet vermek ve geriye kalan üçte birini de (kilere lırıp) ucun ucun yararlanmak...

Zira kurban etinden hem zengine, hem de fakire yedirmek ^tehabdır. Bununla beraber hepsini olduğu gibi.tasadduk etmek aizdir. [639]

İslam'ın ilk yıllarında kurban etinden üç günden fazla yemek aklanmış bulunuyordu. Sonra bu yasak hükmü kaldırıldı. Kur­an derisinden ise aynen yararlanmak caiz olduğu gibi, onu satıp ine demirbaş olacak bir ev eşyası almak da caizdir. [640]

b) Şafiîlere göre: Adak olmayan, bayramda tetavvu1 olarak kestiği kurbanın etinden kişinin yemesi zenginlere yedirmesi caizdir, dan bir kısmını da fakirlere tasadduk etmesi vaciptir. Bununla be-ıer yiyecek kadar bir lokma ayırıp gerisini olduğu gibi tasadduk et* k efdaldır. Yeme, tasadduk ve bağışı biraraya getirecek olursak inin, üç günden fazla ondan yememesi sünnettir ve üçte birinden az miktarı tasadduk etmemesi, yani en az üçte birini tasadduk etme­si de sünnettir. [641]

c) Hanbelîlere göre: Kurban etinden üçte birini yemek, üçte1 birini hediye etmek, üçte birini de tasadduk etmek müstehabdır. Bu­nunla beraber üçte birinden çoğunu yemesinde bir sakınca yoktur. Hatta üçte birini fakirlere tasadduk etmek, yedirmek vaciptir. Çünkü ayette bu husus emredilmiştir. [642]

Aynı zamanda kurban etini depolayıp üç günden fazla yemek de caizdir.

Kurban etinden kafire ve zimmiye yedirmek de caizdir. Nitekim el-Hasan, Ebu Sevr ve Rey tarafdarları buna cevaz vermiştir. İmam Malik'e göre, mekruhtur.

Çünkü bu bir sadakadır ve gayr-i muslinle sadaka vermekte bir sakınca yoktur. [643]                                                                  

d) Malikîler de buna yakın görüş ve ictihadda bulunmuşlardık.

Böylece dört mezhep imamları yukarıdaki sahih hadislerle istid­lal ve ihticacda bulunmuşlar ve az farklı görüş izhar etmişlerdir.

 

Tahliller ve Rivayetler

 

759 nolu Hz. Aişe hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. Kurban etinden yararlanma konusunda nesh olayı meydana geldiğine işaret vardır. Yani İslam'ın ilk yıllarında geçim sıkıntısı çekenlerin çokluğu dikkate alınarak kurban etinden üç günden fazla yararlanılmam ası emredilmiş ve sonra bu hüküm kaldırılmıştır.

Böylece kurban etinden yemek, yedirmek ve bir miktarını kaldırmak caizdir.

760 nolu Cabir hadisi de sahihtir ve yukarıdaki hadisi kuvvet­lendirmekte, üç günden fazla yararlanmanın yasak hükmünün kaldırıldığını açıklamaktadır.

761, 762, 763, 764 nolu hadisler de sahihtir ve birbirini kuvvet-indirmekte, kurban eti hakkında en sağlam bilgi ve hükmü vermek-kdir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kurban etinden yararlanmak sünnettir.

2- Kurban etinden hem fakirlere tasadduk edilir, hem de zen-inlere ziyafet verilebilir.

3- Kurban etini üçe ayırıp bir bölümünü ev halkının istifadesine ünmak, bir bölümünü fakirlere tasadduk etmek, bir bölümü ile de asım ve dostlara ziyafet vermek müstehabdır.

4- Bununla beraber bir bölümünü tasadduk ettikten sonra ge-iye kalanını hem yakınlara yedirmek, hem de depolayıp kaldırmak aizdir.

5- Kurban etini çiğ olarak dağıtmak caiz olduğu gibi, pişirip so­ra kurarak yedirmek de caizdir.

6- Kurban etinden üç günden fazla süreyle yararlanmakta bir akınca yoktur.

7- Kurban etinden fakir ve muhtaçlara yedirmek vaciptir. Bu, îafiîlerle Hanbelîlerin içtihadıdır.

8- Kurban etinden az bir miktar yeyip gerisini tasadduk etmek fdaldır.

9- Kurban etinden gayr-i müslimlere vermekte bir sakınca yok-ur. Bu, birçok müctehidin görüşüdür. Çünkü kurban eti bir sada­kadır ve gayr-ı müslimlerden muhtaç olanlara sadaka vermek caiz-

 

Kurban Derisi ve Hayvanın Üzerine Atılan Çul-Semer Gibi Şeylerin Tasadduk Etmek

 

Kurbandan hatıra olarak kalan, onun derişidir. O bakımdan dinimiz kurban derisini demirbaş'olarak tabaklayıp kullanmaya ce­vaz verdiği gibi, onun tasadduk edilmesini de müstehab saymıştır. Aynı zamanda deriyi satıp onun yerine demirbaş bir ev eşyası almaya da cevaz verenler olmuştur. Sonra kurbanlık devenin üzerine atılan çul ve benzeri eşyayı da tasadduk etmesi efdaldır.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ali b. Ebu Talih (r.a.) den yapılan rivayete göre, 'aâı geçen şöyle haber vermiştir: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, kendisine ait kurban edilen hayvanlarının üzerinde durmamı ve onun eti­ni, derisini ve üzerine atılan çul ve benzeri şeyleri tasadduk etmemi emretti ve kasaba ondan bir şey vermememi de em-

retti»" [644]

Hz. Ali devamla diyor ki: "Biz kasaba kendi yanımızdan bir şey verirdik,"

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre, Katade b. Nu'man a.v.) ona şöyle haber vermiştir: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz rağa kalkıp şöyle buyurdu: "Ben size, kurban etlerinden üç inden fazla yememenizi emretmiştim. Bu da aranızda auhtaçlara) bir genişlik sağlamak içindi. Şimdi artık onu ze helal kılıyorum, istediğiniz kadarını (istediğiniz sürece) yebilirsiniz. Ancak hac için hedîy olarak ayırdığınız hay-inin ve bir de kurban ettiğinizin etini satmayınız; ondan ayiniz, tasaddukta bulununuz, derisinden yararlanınız ve iu da satmayınız. Kurban etlerinden bir şey yedirecek olur-tnız, (geriye kalanını), istediğiniz zaman yiyebilirsiniz," [645]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri

 

a) Hanelilere göre: Kurban derisini, yağını, etini, sakatatını, ününü, kılını ve sütünü satmak helal olmaz. Aynı zamanda kasap ere ti olarak o etten bir şey verilmez. Ancak sünnete uymayıp kur­an etinden yağından veya sütünden birşey satacak olursa, bu satış nam Ebu Hanife ile îmanı Muhammed'e göre geçerlidir. İmam Ebû Yusuf’a göre geçerli değildir. Buna rağmen aldığı parayı tasadduk eder.

Aynı zamanda Hanefi'lerin çoğuna göre, kurbanın derisini satıp tıunla demirbaş bir eşya satın alıp hatıra olarak bulundurmakta bir akınca yoktur. [646]

b) Şafiîlere göre: Kurban derisini hem tasadduk etmek, hem e gerekirse ondan yararlanmak, yani tabaklayıp demirbaş eşya ola-ak kullanmak caizdir, [647]

c) Hanbelîlere göre: Kurban derisinden, onun sahibi yararla­nabilir. Ancak deriyi veya o hayvandan herhangi bir şeyi satması caiz değildir. Kurban ister vacip, ister tetavvu' olsun bu hususta farket-mez. Aynı zamanda kasabın ücreti de onun etinden veya herhangi bir parçasından verilmez. [648]

d) Malikîlere göre: Kurbanın derisi dahil, hiçbir şeyini satmak caiz değildir. Deriyi veya başka bir kısmını satıp onun yerine bir şey almak da caiz görülmemiştir. Derisini tasadduk etmek caiz olduğu gibi, ondan (demirbaş olarak da) yararlanmak caizdir. İmam Malik diyor ki: "Eğer kurban derisini bir şeyle değiştirmeye cevaz versey-dim, herhalde külah, sarık ve benzeri bir şeyle değiştirilmesine cevaz verirdim." [649]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

770 nolu Hz. Ali hadisi sahihtir ve istidlal ile ihticaca salihtir.'O bakımdan müctehidlerin hepsi bununla istidlal etmişlerdir.

771 nolu Katade hadisinin mursel ve sahih olduğunu Mecmeu'z-Zevaid sahibi belirtmiştir. [650]

Resulüllah'm kurban.ettiği develerin ve koyunların sayısı hakkında burada bir bilgi verilmemiştir. Buharı ve diğer muhaddis-ler onların yüz tane olduğundan söz etmektedirler. Bu sayıyı altmışa düşürenler de vardır. Ancak Hz. Ali'nin Yemen'den getirdiği hayvan­larla birlikte yüz olduğu ihtimali kuvvetlidir. Resulüllah'm (s.a.v.) kendi eliyle 63 tane kestiği, geri kalanını Hz. Ali'nin kestiği de rivay­etle*1 arasında bulunuyor. Daha önceki konu başlıklarında da buna yer vermiş, kısa bir açıklamada bulunmuştuk. Allah daha iyisini bi­lir.

Böylece kurban dei'isi, eti, yağı ve sakatatı hakkında en aydınlatıcı bilgi bu iki rivayette toplanmakta ve araştırıcılara mal­zeme vermektedir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kesilen kurbanın etini, derisini ve üzerine atılan çul, semer ı benzeri şeyleri tasadduk etmek sünnettir,

2- Çul ve benzeri şeyleri alıkoymakta ise, bir sakınca yoktur.

3- Kurban derisini tabaklayıp evde kullanmak caizdir, Ha-sfîlere göre, onu satıp yerine demirbaş eşya almakta da bir sakınca görülmemiştir.

4- Kurban etini satmak caiz değildir. Ancak sünnete aykırı ola-ık satılan kısmın parasını fakirlere tasadduk etmek gerekir.

5- Hayvanı  kesen kasabın  ücreti  para  olarak  ödenir.   O, akımdan ücret olarak kasaba et, deri, sakatat ve benzeri şeyler vererek caiz değildir.

6- Kurban etini kaldırıp uzun süre yemeğe de cevaz verilmiştir, jıcak en az üçte birini fakirlere dağıtmak müstehabdır.

7- Kurban etinden pişirip komşu ve yakınlara ikram etmekte de ir sakınca görülmemiştir.

8- Şafıîlere göre, çok az bir miktarım yeyip gerisini tasadduk et-lek efdaldır. Aynı zamanda kurban etinden fakirlere ayırıp vermek aciptir.

9- imam Malik'e göre, kurbanın derisi dahil hiçbir şeyi satılmaz. ve varsa tasadduk edilir. Ancak kurban sahibi onun derisini tasad-iuk etmeyip kullanırsa buna cevaz verilmiştir,

10- Hanefîlere göre de, kurbanın etini, yününü, sütünü, yağını ve sakatatını satmak caiz değildir.

 

Akika Kurbanı ve Bunun Anlamı

 

Akika, "akk" kökünden gelen bir isimdir. Akk: Yarmak, elbise ve benzeri şeyi ikiye ayırmak, ana-babaya karşı gelmek anlamına ge­lir, Ondan türetilen "akika" ismi ise, çocuk doğunca başında bulunan saça ve doğumundan yedi gün geçince ondan yana kesilen hayvana ve o saçın traş edilip ağırlığınca altın veya gümüş tasadduk edilme­sine delalet eder.

Şüphesiz doğan çocuktan yana bir hayvan kesip ev halkına, komşu ve yakınlara, fakirlere yedirip dağıtmanın birçok faydaları vardır. Onları şöyle özetleyebiliriz:

a) Dünyaya adım atıp gözlerini açan çocuğun ilahi korumaya mazhar olmasını sağlar.

b) Böylece koruyucu meleklerin o çocuktan yana rahmet ve afiy­et havası estirmelerine vesile olur.

c)  Çocuğu cin ve şeytanların sinsi yaklaşmasından koruyup manen desteklenmesine ortam hazırlar.

d)  Aile ve komşular, yakınlar ve çevredeki fakirler arasında sıcak hava oluşturup yakınlık sağlar.

e) Aklı eren çocukların kafasında silinmez iz bırakıp ileride ^on­ların da bu sünneti yaşamalarına kapı açar.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Selman b. Amir ed-Dabbî (r.a.) den yapılan, rivayete göre, Re-sulüllah (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğu belirlenmiştir: "Oğlan çocuğuyla beraber akika vardır. Artık siz ondan yana (Allah rızasını gözeterek) bir kan akıtın da ondan eza ve cefayı giderin." [651]

Açıklama:

Hadiste "oğlan çocuğu" anlamına gelen "guîam" ismi kul-anılmışsa da bunda tağlib kaidesi cari olup kız çocuğunu kapsamına almaktadır.

Semure (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efen-iimiz şöyle buyurmuştur: "Her çocuk alâkasına karşılık rehindir; yedinci gününde ondan yana (hayvan) kesilir, adı konulur ve saçı tıraş edilir." [652]

Hz Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efen­dimiz şöyle buyurmuştur: "Erkek çocuktan yana (Allah rızası gözetilerek) birbirine denk iki koyun, kız çocuktan yana bir koyun (kesilir)." [653]

Ummu Kürz el-Ka'biyye (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı-geçen, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den. akikadan sormuştur. Efendi­miz ona şu cevabı vermiştir: "Evet, erkek çocuktan yana iki koy­un, ki£ çocuktan yana bir koyun (kesin). Kesilecek koyunların erkek veya dişi olmaları size bir zarar vermez (yani hiçbir sakıncası yoktur.)" [654]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: İslam'dan önce Araplar doğan çocuk için bir hayvan keser ve buna "akika" derlerdi. İslâmiyet gelince, Ara­pların kötü adetlerini kaldırdı, iyi adetlerini belli bir düzene sokup bıraktı. Akika da o güzel adetlerden biri idi. Ancak Kurban Bay-ramı'nda zenginlerin kurban kesmesi vacip kılındığında diğer kur­banların hükmü kaldırıldı. Onlar arasında akika da bulunuyor. Artık isteyen doğan çocuğu için akika keser, isteyen kesmez.

Bunun gibi Recep ayında kesilen ve "recebiye" denilen adet de kaldırılmış bulunuyor. Buna ilaveten kişinin devesi veya koyunu ilk doğumunu yapınca onu kesip yer ve yedirirdi. Bu adet de kurban ve-cibesiyle kaldırılmış bulunuyor.

Hanefîler bu konuda yukarıdaki hadislerle değil, Hz. Aişe (s.a.v.) dan rivayet edilen şu hadisle istidlal etmişlerdir: "Ramazan orucu, kendisinden önceki bütün oruçların hükmünü; kurban bay­ramında kesilen kurban ile de ondan önce kesilen her kurbanın hükmü kaldırılmış bulunuyor. Aynı zamanda cenabetlikten dolayı yapılan gusül de kendisinden önceki her guslün hükmünü kaldırmıştır." Şüphesiz Hz, Aişe (r.a) bunu kendiliğinden değil, Pey­gamber (s.a.v.) Efendimiz'den duyduğu için söylemiştir. [655]

b) Şafîîlere göre:

Oğlan çocuğu için iki, kız çocuğu için bir koyun akika olarak kesmek sünnettir. Kesilecek koyunun, kurbanlık hayvanda olduğu gibi ayıp ve kusurlardan salim olması söz konusudur. Akikanm etin­den yeme ve onu tasadduk etme hususu, kurbanlık hayvandaki gibi­dir. Aynı zamanda akikayı pişirip yakınlara, dostlara, fakirlere yedir­mek, yani sofra hazırlayıp ziyafet vermek de sünnettir. Akikanm kemikleri kırılmaz. Akika kurbanı, çocuğun doğumunun yedinci günü kesilir ve o gün çocuğun adı-konur. Hayvan kesildikten sonra çocuğun saçı tıraş edilir ve ağırlığınca altın veya gümüş tasadduk ed­ilir. Aynı zamanda çocuk doğunca kulağına ezan okunur ve ezilmiş hurmadan bir parça çocuğun ağzına ve dudaklarına sürülür. Sol kulağına ise, ikamet okunur. [656]

Çocuğun ağzına ezilmiş hurma sürülmesi veya azıcık konul-tsı, çenesini hareket ettirmesini ve böylece annesinin göğsünü ra-tlıkla emmesini kolaylaştırmasına yöneliktir.

c) Hanbelîlere göre: Akika sünnettir. Nitekim İbn. Abbas, İbn aer, Aişe (Allah hepsinden razı olsun) ve tabiînden, ilim adanı­rından birçok müctehide göre de sünnettir. Ancak rey tarafdarları nu sünnet olarak kabul etmeyip cahiliye devri adetinden olduğunu belirtmişlerdir.

Sünnet olan akika, erkek çocuğu için iki, kız çocuğu için bir koy-i kesilmesidir. Bu da çocuğun doğumunun yedinci gününde gerçekleştirilir. Aynı zamanda çocuğun adı konur ve saçı tıraş edilir, için ağırlığınca altın veya gümüş tasadduk edilir.

Kesilen akikanm kanından çocuğun alnına veya başka bir ye­ke sürülmesi mekruhtur. Akikanm kusur ve ayıplardan salim ol­ası sünnettir. [657]

Böylece bu iki mezhep müctehidleri yukarıdaki hadislerle istid-ve ihticacda bulunmuşlardır.

Aynı zamanda bu mezhebe göre, akikanm derisi ve sakatatı tılıp elde edilen para tasadduk edilir.

d) Malikîlere göre: İmam Malik bu konuda yedi kadar hadis aklederek sünnet olduğunu belirtmiş ve bu arada Cafer b. Mu-ammed'den, o da babasından yaptığı rivayeti naklederek Hz. atıma'nın Hasan ve Hüseyin'in saçlarını keserek tarttığını; bunun :bi Zeyneb ve Ümmu Gülsüm'ün de saçını kesip ağırlığınca gümüş tsadduk ettiğini belirtmiştir. [658]

Diğer yandan Hişam ve Urve'nin de erkek çocuğu için iki, kız )cuğu için bir koyun akika olarak kestiği rivayetine yer vermiş ve ununla mezhebinin de bu görüşte olduğuna işarette bulunmuştur. [659]

Böylece Hanefîler dışında diğer bütün müctehidler akikanm linnet olduğunu belirtmişlerdir;

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

776 .nolu Süleman hadisi sahih olup istidlale salihtir. Böylece hadis, akikanm sünnet olduğuna ve bununla çocuğun manevi desteğe mazhar olacağına; aynı zamanda çocuğun saçlarının kesilmesiyle on­daki eza ve cefanın giderileceğine delalet vardır.

777 nolu Semura hadisini aynı zamanda Beyhakî ve Hakim tah-ric etmişler; Tirmizî ile Abdülhak onu sahihlemişlerdir. Ancak bu ha­disi el-Hasan Semure'den rivayet etmiştir ki, el-Hasan müdellis olduğu, yani muassırı olup görüştüğü fakat hadis almadığı veya görüşmediği halde hadis duyduğunu söyleyen ravilerden biridir. Bu­nunla beraber Buhari kendi sahihinde onun el-Hasân tarikiyle yaptığı rivayette, Hasan'm Akika hadisini Semure'den duyduğunu belirtmiştir.

778 nolu Hz. Aişe hadisini aynı zamanda îbn Hibban ve Beyha-ki tahrie etmişlerdir. Hadisin sahih oluduğu kabul edilmiştir, Nite­kim Tirmizî de bu rivayeti sahihlemiştir.  

779  nolu Ümmu Kerz hadisini Nesâî, îbn Hibban, Hakim ve Darekutnî tahrie etmişlerdir, istidlalle salah olduğu belirtilmiştir.

Çocuğun akikasma karşılık rehin olması hususunu ise, ilim adamları üç ayrı şekilde yorumlamışlardır:

1- Akikası kesilmeyip o vaziyette ölen çocuğun ana-babasma' şefaatçi olmayacağına işarettir.

2- Bu anlatımla akikanm lüzumlu olduğuna işaret edilmiştir.

3- Çocuğun akikası kesilmedikçe adının konmayacağına, saçının kesilmeyeceğine iarettir.

Bu bapta Amr b. Şuayb'den, o da babasından, dedesinden yaptığı bir rivayet bulunuyor. Şöyle ki: "Resulüllah (s.a.v.) Efendi-miz'den akikadan soruldu. Efendimiz "ben ukuku sevmem (yani ana-babaya karşı  gelmeye  delalet  eden bu  tür  tabirlerden  pek hoşlanmam)" buyurdu. Bunun üzerine ashab-ı kiram şöyle dedi: "Ya Resulellah! Biz bununla bizden birinin çocuğu doğunca ne yapa­cağından soruyoruz" deyince, Efendimiz şöyle buyurdu: "Sizden kim çocuğu için bir nüsükde (ibadette) bulunmak istiyorsa, erkek çocuğu'için birbirine denk iki koyun, kız çocuğu için bir koyun kessin." [660]

Diğer üç rivayet daha bulunuyor:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz çocuğa yedinci günü ad ko­nulmasını ve ondaki eza ve cefanın giderilerek akik a kesilme­sini emretti." [661]

Büreyde el-Eslemî diyor ki:

"Sizler cahiliyye günlerinde, birinizin erkek çocuğu doğunca bir koyun keser ve onun kanından çocuğun başına sürerdi. Allah îslamiyeti gönderince, biz artık bir koyun kes­er, çocuğun saçını tıraş edip başına zaferan sürerdik."[662]

îbnAbbas (r.a.) diyor ki:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Hasan ve Hüseyin için aki-ka olarak birer koç kesti.." [663]

Diğer bir rivayette "her biri için ikişer koç kesti.." denilmek­tedir.

Bir de doğan çocuğun ağzına tatlı bir şey koymakla ilgili dört ri­vayet bulunuyor:

Ebu Rafı (r.a.) anlatıyor:

"Hz. Ali'nin oğlu Hasan doğunca, annesi Hz. Fatıma onun için iki koç ak ika olarak kesmek istedi. Bunun üzerine Re­sulüllah (s.a.v.) Efendimiz ona şöyle buyurdu: "Onun için aki-ka kesme, ama başının saçını tıraş et ve o saçın ağırlığınca gümüş tasaddukta bulun. Sonra Hüseyin doğdu. Hz. Fatıma onun için de aynı şeyi yaptı." [664]

Yine Ebu Rafi' (r.a.) diyor ki:

"Hz. Fatıma (r.a.) Hüseyin'i doğurunca, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz onun kulağına ezan okudu." [665]

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre:

Ümmu Süleym (r.a.) bir erkek çocuğu doğurdu. Kocası Ebu Talha ona şöyle dedi: "Çocuğu koru da onu Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'e getir"? O da çocuğunu alıp Resulüllah'a (s.a.v.) getirirken beraberinde birkaç tane de hurma bulundu­ruyordu. Resulüllah (s.a.v.) o hurmayı alıp mübarek ağzında çiğnedikten sonra alıp çocuğun ağzına koydu ve damağına sürdü. Sonra da çocuğa Abdullah diye ad koydu." [666]

Sehl b. Sa'd (r.a.) anlatıyor:

"Ebu Useyd, oğlu Münzir doğduğunda onu alıp Re­sulüllah'a (s.a.v.) getirdi. Babası Useyd otururken Resulüllah (s.a.vO Münzir'i alıp dizleri üzerine koydu ve o sırada önünde bulunan bir şey ile meşgul olduğundan Useyd'e, çocuğu diz­lerinin üstünden almasını emretti. O da çocuğunu kucaklayıp aldı. Resulüllah (s.a.v.) meşgul olduğu işi bitirince: "Çocuk ne­rede?" diye sordu. Ebu Useyd: "Onu alıp (annesine) döndürdük!" diye cevap verdi. Resulüllah (s.a.v.)'lsmi ne idi?" diye sordu. O da "falan isim" diye cevap verince, Resulüllah (s.a.v.): "Hayır, onun ismi Münzir1 dir" buyurdu, Artık babası da o günden itibaren onun ismini Münzir diye koydu." [667]

 

 

 



[1] Bu konuda geniş bilgi için bak :Ce!al Yıldırım/ Kaynaklarıyla İslam Fıkhı: 2/281,282

[2] Müslim/ hac :412- Nesâî/menasik :1-Ahmed :2/508

[3] Dâremî/ menasik :4- Nesâî- Ahmed

[4] Nesâî/ hac :2,10- Ebû Davud/ menasik :25- ibn Mace/ menasik :10-Ahmed :4/10,11,12

[5] Buharı/iman :18, mevakiyt :5, tevhid :47, 48, 56- cihad :1- Müslim/ iman : 133, 137,139- Tirmizî/birr :12, salat :13- Nesâî/ mevakiyt :51- Ahmed :1/410,418,421,439,444

[6] Ibn Mâce/ menasik :10- Ahmed :1/14, 34, 37, 53, 224, 266, 338, 339- 2/162, 163

[7] Buharî/iman :34, 37, şehadet :26, tefsir :31-Müslim/iman :5, 6, salat :4-Ibn Mâce/mukaddeme :9,10-Ahmed :1/27

[8] Buhart/umre: 1- Müslim/hac: 437-Tirmizî/hac: 88- Nesâî/menasik:3,5, 77.-lbrv Mace/menasik: 3- Taberânî/hac: 65- Ahmed:2/246,461,462-6/447

[9] Mecmeu'l-enhür: 1/259, 260

[10] Hadisi belirtilen lafızla değil, şu lafızla tesbit edebildim: "Haccihaddıt; umre tetavvu'dur." (İbn Mace/menasik: 44)

[11] Kâsânî/Bedayi1: 2/226, 227

[12] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac: 151

[13] Şemsüddin İbn Kudame/eş-Şerhülkebİr: 3/160,161

[14] Abdurrahman el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'i-Arbaa: 1/684

[15] Ibn Mace/menasik: 2

[16] Şevkanî/Neylülevtar: 4/313

[17] Bilgi için bak: Zehebî/Mizan'üI-i'tidal: 1/458-1726 nolu Haccac

[18] Şevkanî/Neylülevtar: 4/314

[19] Zehebî/MizanÜ'l-itidai: 1/248- 945 nolu İsmail

[20] Neylülevtar: 4/314

[21] Müsned-i Âhmed- Cami'us-sağir: 1/131 (Süyutîye göre, hadis zayıftır.)

[22] Ebû Davud/menasik: 5- İbn Mace/menasik: 1- Ahmed: 1/214, 255, 323, 355

[23] Sünen-i Said - Neylülevtar: 4/317

[24] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/631- Kâsânî/Bedayi: 2/119

[25] Şevkanî/Neylülevtar: 4/317

[26] Zehebî/Mîzanü'l-i'tidal: 1/226- 868 nolu ismail

[27] Zehebî/Mîzanü'l-i'tidal: 3/420- 6997 nolu Leys

[28] Tirmizî/hac:3

[29] Buharî/hac: 1, isti'zan: 2- Müslim/hac: 407, 408- Ebû Davud/menasik: 25-Tİrmizî/hac: 54, 85- Nesâî/menasik: 9, 11, 12-İbn Mace/menasik: 10

[30] Tirimzî/hac:54, 85-Ahmed: 6/429

[31] Nesâî/menasik: 9,11,12- Ahmed: 1/76,157, 212, 213, 329, 346,359

[32] Mecmeu'l-enhür Şerhü Mülteka'l-ebhur: 1/307,308

[33] el-Ğamravî/es-Siracü!vehhac: 153, 154

[34] ibn Kudame/el-Muğnî: 3/177- Şemsüddin Ibn Kudama/eş-Şerhülkebir: 3/177

[35] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/177- Şemsüddin İbn Kudama/eş-Şerhülkebir: 3/177

[36] Sahnun/el-Müdevvenetülkübra: 1/491-493

[37] Şevkanî/Neyiülevtar: 4/320

[38] Buharî/sayd: 22, nisam: 12- Nesâî

[39] Buharî/sayd:22, eyman: 30- Ahmed: 1/239,253,311-4/143

[40] Beyhakî-Neylülevtar: 4/320 

[41] Bilgi için bak: Nasburraye: 3/154-159

[42] Darekutnî- Neylülevtar: 4/321

[43] IbnMace

[44] Bilgi için bak: Kâsânî/Bedayi'; 2/120, 121

[45] Ebu Zekeriya Yahya/Minhacü'Malibin: 34

[46] Ibn Kudame/e!-Muğnî: 2/90, 91

[47] Îbn Kudame/el-Muğnî: 3/170, 171

[48] Abdurrahman el-Cezirî/e!-Fıkhu Ala'l-Mezahİbi'l-Arbaa: 1/634 (185} Şevkanî/Neylülevtar: 4/322

[49] Şevkani/Neyüllevtar: 4/332

[50] Bilgi için bak: Zehebî/Mizanü'U'tidal: 4/563, 664-1052 nolu Ebû Katade

[51] Şevkanî/Neylülevtar: 4/322

[52] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 1/75- 254 nolu İbrahim

[53] Buharî/nikah: 111, 112-Müslim/hac: 424-Tirmizî/reda1:16, fiten: 7-Ahmed: 1/222-3/389,446

[54] Ebû Davud/isti'zan:46- Müslim/hac: 413, 424- BuharîAaksir: 4, mescid: 6, sayd:26, savm: 67-Tirmizî/reda1:15-lbn Mace/menasik: 7- Taberanî/ isti'zarv.37-Ahmed: 1/346-2/13,19

[55] Buharî/sayd: 26- Müslim: hac: 424

[56] Ebu Davud/menasik: 2-Tirmizî/reda1:15-lbn Mace/menasik: 7-Taberani/ isti'zan:37-Ahmed:3/34  

[57] Buharî- Müslim- Neylülevtar: 4/324

[58] Müslim/ hac: 413, 424- Ahmed: 1/222,346- 2/13, 19

[59] Kâsânî/Bedayi': 2/123

[60] Kâsânî/Bedayi': 2/124

[61] Mecmeu'l-enhur Şerhu Mülteka'l-ebhur: 1/262 i (198) İmam Şafiî/el-Ümm: 2/117- Babu Hacci'l-Mer'eti ve'l-Abdi'den.özetlenerek

[62] Ibn Kudame/et-Muğnî: 3/190- Şemsüddin Îbn Kudama/eş-Şerhülkebir: 3/19

[63] Îbn Kudame/el-Muğni: 3/190,191

[64] Şevkanî/Neylülevtar: 4/324

[65] Bilgi için bak: !bn Dakıyk el-lyd/lhkamü'l-Ahkam: 3/18,19

[66] Ebu Davud/menasik: 25- Îbn Mace/menasik: 9

[67] Şevkanî/Neylülevtar: 4/327

[68] Mecmeu'l-enhür Şerhu Mülteka'l-ebhur 1/308

[69] Fetava-yı Hindiyye: 1/257

[70] Abdurrahman el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/709

[71] Abdurrahman el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/710

[72] Abdurrahman el-Cazirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/706

[73] Neylülevtar: 4/327

[74] Neylüievtar: 4/327

[75] Neylülevtar: 4/327

[76] Zeylâî/Nasburrâye: 3/155

[77] Zeylâî/Nasburrâye: 3/156., 157

[78] Buharı- Tirmizî- Ahmed

[79] Ahmed- İbn Mace/menasik: 68       

[80] Müsned-i Ahmed

[81] Kâsânî/Bedayi: 120"den özetlenerek

[82] Bilgi için bak: el-Ümm: 2/111,112

[83] Ibn Küdame/el-Muğni: 3/161, 162

[84] el-Fıkhu Ala'l-MezahİbH-Arbaa: 1/632

[85] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 1/263- 996 nolu eş'as

[86] Tirmizî/hac:84

[87] Şevkanî/Neylplevtar: 4/328

[88] Sünen-i Said-elMuğni: 3/200

[89] Zeylâî/Nasburraye: 3/6

[90] Zeylâî/Nasburraye: 3/6- Hakim/el-Müstedrek

[91] Bakara Suresi: 189

[92] Bakara Suresi: 197

[93] Buharî/hac: 7, 9,11,12, sayd: 18-Müslim/hac: 11,12-Ebu Davud/ menasik: 8- Nesâî/menasik: 19,20,23- Daremi/menasik: 5- Ahmed: 1/ 228, 249- 2/46, 50

[94] Buhari/ilim: 52, hac: 8- Tirmizi/hac: 17- Nesâî/menasik 17,18, 21- Ibh Mace/menasik: 13- Taberanî/hac:22- Ahmed: 1/322- 2/48, 55, 65  

[95] Buhari/hac:13                                      

[96] Ebu Davud/menasik: 8   

[97] Buhari/hac: 10- Müslim/hac: 14, 18-lbn Mace/menasik: 13-Ahmed: 2/3, 9, 11,47, 130-3/333,336

[98] Buhari/meğazi: 35- Müslim/hac: 217, 220- Ebu Davud/mer.asik: 29- Tir mizi/hac: 6, 7- ibn Mace/menasik: 50- Daremi/menasik: 39 Ahmed: 1/ 246,321-2/139-3/134-4/217

[99] Buhari/hac: 33, umre: 9- Müslim/hac: 125

[100] Müsned-i Ahmed: 6/299- İbn Mace/menasik: 49

[101] Mecmeu'l-enhürŞerhu Müİteka'l-ebhur: 1/266

[102] Mecmeu'l-enhür: -1/266, 267'den özetlenerek

[103] Ebu Zekeriya en-Nevevî/Minhacüttalİbin: 34

[104] Ebu Zekeriya en-Nevevî/Mİnhacüttalibin: 35

[105] Ibn Kudame/el-Muğni: 3/206, 207'den özetlenerek

[106] lbn"Kudame/el-Muğni:hac

[107] Ibn Kudame/el-Muğni: 3/215- 217'den özetlenerek

[108] Bilgi için bak: el-Müdewetü'!-kübra: i/376, 377- elFıkhu Ala'l-Mezahibi'l Arbaa: 1/640

[109] Müslim/hac: 451, 452- Ebu Davud/libas: 20- Tirmizi/libas: 11 - Ibn Mace/ libas: 14- Ahmed: 3/363, 376

[110] Buharî/sayd: 18, cihad: 169, meğazi: 48- Müslim/hac: 550- Ebu Davud/ -cihad: 117-Tirmİzi/cihad: 18

[111] Buhari/ilim: 39, cenaiz: 76, sayd: 9,10, lukata:7, buyu1:28, cizye: 22, mağazi: 53, diyet: 8

[112] Kâsânî/Bedayi: 2/164-167'den özetlenerek

[113] es-Siracü'l-vahhac: 154, 155

[114] Kâsânî/ Bedayi1: 2/164

[115] ibn Kudame/el-Muğni: 3/218, 219

[116] Sahnun/el-Müdevvenetülkübra: 1/377, 378       

[117] Şevkanî/Neylülevtar: 14/336

[118] Zehebî/Mİzanül-i'tidal: 2/340- 4008 nolu Talha

[119] Sahîh-i Buharı- Neylüievtar: 4/336

[120] Buhari/hac: 33, 34, umre: 9- Müslim/hac: 123- Nesâî/menasik: 77- Da remî/menasik: 38- Taberani/hac: 63, 67- Ahmed: 2/95

[121] Buhari/salaî: 2, 10, hac:67, cizye: 16, meğazi:66- Müslim/hac: 435- Ebu Davud/menasik: 66- Tirmizi/hac: 44- Nesâî/menasik: 161-Daremi/salat: 140, menasik: 74- Ahmed: 1/3, 70, 3/206

[122] Buhari/hac: 132- Ebu Davud/menasik: 66- İbn Mace/menasik: 76-Ahmed: 2/217                                                                                         

[123] Mecmeu'l-enhur Şerhu Mülteka'l-ebhur: 1/263

[124] el-Ğamravi/es-Siracülvehhac Şerhün Ala Metni'l-Minhac: 156

[125] Ibn Kudame/el-Myğni: 3/224, 225- Şemsüddin ibn Kudame/eş-Şerhülkebir: 3/224

[126] el-Fıkhu Ala'l -Mezahibi'l-Arbaa: 1/637

[127] Buhari/umre: 4- Ebu Davud/menasik: 79

[128] Buhari/meğazi; 35- Müslim/hac: 217,220- Ebu Davud/menasik: 79- Tirrriizi/ hac: 6, 7- ibn Mace/menasik: 60- Daremi/menasik: 39- Ahmed: 1/ 246, 321 -2/139-3/134-4/277

[129] İbn Mace/menasİk: 60. Daremi/ mehasik: 39. Ahmet:1/246,321. 2/139.3/134.47277

[130] Şafiî/el-Ümm: 2/135

[131] Ebu Davud/menasik: 79- Taberani/hac: 56- Ahmed: 2/120,180- 6/228

[132] Hâşiyetü't-Tahtavi Ala Merakil-felah: 402

[133] Kâsânî/Bedayİ: 2/226

[134] Şafiî/el-Ümm: 134,135'den özetlenerek

[135] İbn Kudame/el-Muğni: 3/160

[136] İbn Kudame/el-Muğni: 3/176

[137] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/684

[138] Tirmizi/hac: 100- Ahmed: 1/364

[139] Buhari/gusül: 12,14, hac: 18,143, libas: 73, 74,79, 81-Müslim/hac: 31, 33, 34, 35, Ebu Davud/menasik: 41, 42- Ibn Mace/menasik: 18, 70- Ahmed: 6/39,98,107,130

[140] Buhari/gusül: 12,14, hac: 18,143, libas: 73, 74,79, 81 -Müslim/hac: 31, 33, 34, 35, Ebu Davud/menasik: 41, 42- Îbn Mace/menasik: 18, 70-  Ahmed: 6/39,98, 107,130

[141] Haşiyetü't-Tahtavî Alâ Meraki'l-felah: 399

[142] Fethülvahhab Bi-Şerhi Menhecit-Tull^b: 1/139

[143] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/226

[144] Ibn Kudame/el-Muğnî: 3/227

[145] Zehebî/Mîzanü'l-itidal 1/653, 654'den özetlenerek

[146] Buhari/hac: 16, umre:5, 7- Müslim/hac: 14,115,117- Ebu Davucl/ menasik: 23- Nesâî/menasik:86- Ahmed: 6/119

[147] Müslim/hac: 172

[148] Buharî/hac: 34

[149] Buharî/hayz: 16- Hac: 104,119, meğazi: 35- Müslim/hac: 9, 14,112-Ebu Davud/menasik; 24- Nesâî/menasik: 44,50- ibn Mace/menasik: 49-Daremî/menasik: 57- Ahmed: 1/240- 6/37, 84,

[150] Buhari/hac: 104- Müslim/hac: 171, 173- Ebû Davud/menasik: 24-Tirmizî/ hac: 12- Nesâî/menasik: 50

[151] Buharî/hac: 34,107,, 126- libas: 69- Müslim/hac: 175, 177- Ebû Davud/ menasik: 24- Nesâî/hac: 40, 52, 67- Taberanî/hac: 180- Ahmed: 6/283,384, 385

[152] Buharî/hac: 104- Müslim/hac: 171,173- Ebû Davud/measik:24- Nesâî/menasik: 50,77- Tirmizî/hac: 12- Ahmed: 1/292, 319- 2/139

[153] Buharî dışında beşler rivayet etmiştir

[154] Buharî/hac: 125, umre: 11- Müslim/hac: 138,141,142- Nesâî/menasik:77- İbn Mace/menasik: 41

Daremî/menasik; 34- Ahmed: 2/97- 3/171, 388

[155] Müslim/hac: 185- Ebû Davud/menasik: 24- Nesaî/hac: 49- Ahmed: 3/99,.100, 111, 164, 182, 183

[156] Muslim/hac: 211, 212- Ahmed:3/5,71, 148

[157] Buharî/hac: 16, hars: 16- Ebû Davud/menasik: 24- ibn Mace/menasik: 4,114

[158] Buharî/hac: 34- Nesâî/menasik: 49, 50- Daremî/menasik: 78

[159] ibn Mace/menasik:38- Ahmed: 1/25, 34, 37

[160] Ebu Davud/menasik: 23, 56- Müslim/hac: 147- Tirmizî/hac:87- İbn Mâce/ menasik: 84- Daremî/menasik: 34, 38- Ahmed: 1/236, 253, 259, 341

[161] Mecmeu'l-enhür Şerhu Mülteka'l-ebhur: 1/277- 279

[162] Mecmeu'l-enhür Şerhu Mülteka'l-ebhur: 1/290, 291

[163] Abdurrahman el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahıbfl-Arbaa: 1/688

[164] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/688, 689

[165] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/689

[166] el-Fikhu Aia'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/692- Ibn Kudame/el-Mugnı: 3/239, 240

[167] el-Fikhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa- el-Müdeweneîü'l-kübra:1/360

[168] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/690

[169] Bilgi için bak: Neylülevtar:4/347

[170] İmam Malik/Muvatta1: 1/309,310

[171] Mîzanü'l-i'tidal: 2/21-2655 nolu Davud

[172] Buharî/hac: 23, 24,28- Müslim/hac: 20, 21, 28- Ebu Davud/menasik: 14, 21- Nesâî/menasik; 54, 56- Daremî/menasik:82- Taberânî/hac: 29,33-Ahmed: 1/260- 2/18, 36- 3/320, 387

[173] Ebu Davud/menaaik:26

[174] Nesâî/menasik: 54- İbn Mace/menasik: 15- Ahmed: 2/341, 352, 476

[175] Ebu Davud/menasik: 26- Tirmizi/hac: 15- İbn Mace/menasik: 16-Dâremî/menasik: 14- Taberânî/hac: 34- Ahmed: 4/55, 56

[176] Müsned-i Ahmed: 4/56

[177] Şafiî/el-Ümm: 2/156- Darekutnî

[178] Darekutnî- Neylülevtar: 4/360

[179] Ebu Davud/husuf: 24, edeb: 77- Ahmed: 1/307, 356- 5/ 209, 230, 234, 242

[180] Ebu Davud/menasik: 28- Daremi/menasik: 42

[181] Abdurrahman el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/641

[182] el-Ğamravî/es-Siracül vehhac; 156

[183] el-Fıkhu Aia'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/643

[184] îbn Kudarne/el-Muğnî: 3/230

[185] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibil-Arbaa: 1/642

[186] Zehebî/Mîzanü'i-i'tidal: 2/299- 3824 nolu Salih

[187] Buharı/ilim: 53, salat: 9- Ebu Davud/menasik: 31- Nesâî/hac:28, 35-Ahmed: 2/4, 8, 41

[188] Buharî/sayd: 13- Ebû Davud/menasik: 31- Tirmizî/hac: 18- Nesâî/ menasik:33, 39- Taberânî/hac: 15- Ahmed: 6/119

[189] Ebu Davud/menasik: 31- Ahmed: 2/22,32

[190] Buharî/ilim:33,salat:9, hac:21,sayd: 15, 16, libas: 8, 13, 14-Müslim/ hac:1, 3- Ebû Davud/menasik:31-Tirmizî/hac: 19- Nesâî/menasik: 28, 30, 32,34-ibn Mace/menasik: 19, 20- Daremî/menasik: 9- Ahmed: 1/215, 221, 228

[191] Buharî/sayd: 15,16, libas: 14, 37-Müslim/hac: 4, 5- Ebû Davud/menasik:31-Tirmizî/hac: 19- Nesâî/hac: 32, 36, zinet: 100,104- İbn Mace/ menasik: 20-Dâremî/meriasik: 9- Ahmed: 1/215, 221, 228- 3/328,395

[192] Ahmed: 1/215,221, 228, 279, 285,337- 3/328, 395

[193] Ebû Davud/menasik:33

[194] Ebu Davud/menasik: 31- Ahmed: 2/29- 6/35

[195] Mecmeu'i-enhür Şerha Mülteka'l-ebhur: 1/268, 269

[196] Kâsânî/Bedayi': 2/183

[197] el-Fıkhu Aia'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/645

[198] Şafiî/el-ümm: 2/147

[199] el-Fikhu Ala'i Mezahibil-Arbaa: 1/645

[200] İbn  Kudame/el-Muğnî: 3/272, 273

[201] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/305'den özetlenerek

[202] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/6

[203] Müslim/hac: 312- Ebu Dav u d/m en as ik: 34- Nesâî/ıydeyn:17-Ahmed: 5/ 417-6/402

[204] Müslim/hac: 312- Müsned-i Ahmed

[205] Buharî/cenaiz.20 22-Mu^/hac:Q98, 99,103- Ebu Davud/cenaiz: 80-Nesâî/menasık:89- Ahmed. 1/215, 266

[206] Haşiyetü't-Tahtâvî Afa Meraki'l-felah: 399

[207] Mecmeu'l-enhür Şerhu Mülteka'l-ebhur. 1/269

[208] Abdurrahman el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/651

[209] İbn Kudame/el-Muğnî; 3/282, 283'den özetlenerek

[210] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/651

[211] NeyJülevtar: 5/10

[212] Ney!ülevtar:5/10

[213] Buharî/hac: 18, libas: 70- Müslim/hac: 39, 40, 41, 42, 43, 45

[214] Müslim/hac: 45- Nesâî/menasik:41- Ahmed/6/38, 245

[215] Ebu Davud/menasik: 31

[216] Müsned-i Ahmed: 2/25, 29, 59,72-, 145, 126

[217] Neylülevtar:5/12

[218] Ney!üievtar:5/13

[219] Buharî/muhsar: 7, meğazî: 35, tefsir: 2, 22-Tirmizi/tefsir: 21- Müslim/rjac: 80, 85- İbn Mace/menasik: 86- Ahmed: 4/242

[220] Ahmed, Müslim, Ebû Davud

[221] Ebû Davud- Neylülevtar: 5/13

[222] Kâsânî/Bedayi': 2/192

[223] Ğamravi/es-Siracülvehhac: 168

[224] Bilgi için bak: İbn Kudame/el-Muğnî: 268, 269

[225] Kâsânî/Bedayi': 2/192

[226] Buharî/tıb: 12, 14, 15- Müslim/hac: 87-Nesâî/hac: 92, 93, 95- Ebû Davud/ menasik: 35- Tirmizî/hac: 22, savm: 60- Îbn Mace/menasik: 87- Daremî/   ' menasik:20"Taberânî/hac:74-Ahmed: 1/215-3/164    

[227] BuharîAıb: 12, 14, 15-Müslim/hac: 87-Nesâî/hac; 92, 93, 95- Ebû Davud/ menasik: 35- Tirmizî/hac: 22, savm: 60- İbn Mace/menasik: 87- Daremî/ menasik:20- Taberânî/hac: 74- Ahmed: 1/215- 3/164

[228] Buharî/sayd: 14- Müslim/hac: 91- Ebu Davud/menasik: 37- Nesâî: 27-İbn Mace/menasik: 22- Taberani/hac: 4- Ahmed: 2/240

[229] el-Fıkhu Ala'l-Mezahİbil-Arbaa: 1/650

[230] İmam Malik/Muvatta': 1/322

[231] imam Malik/Muvatta': 1/322

[232] Buharİ/nikah: 27- Müslim/nikah: 37, 39- ebu Davud/ nikah: 12- Tirmizi/ nikah: 42, 48- Îbn Mace/nikah: 31- Daremî/nikah: 8- Ahmed: 1/372- 2/179- 3/338

[233] Müsned-i Ahmed/nikah

[234] Darekutnî- Malik/M uv atta': 1/321

[235] Buhari/sayd: 12, nikah: 30, meğazî: 43- Müslim/nikah: 46,47, 48- Ebû Davud/menasik: 21 - Tirmizî/hac; 24- Nesâî/menasik: 90- Darmeî/ menasik:21- Ahmed: 1/245, 266, 360,361

[236] Buhari hariç beşi rivayet etmiştir

[237] Müslim/nikah: 46, 48- Tirmizî/hac: 23- IbrvMace/nikah: 45

[238] Tirmizî/hac: 23- Ahmed: 6/333,335, 393- Daremî/menasik: 21

[239] el-Fıkhu Ala'f Mezahibi'l-arbaa: 1/644'den özetlenerek

[240] el-Fıkhu Ala'l Mezahibi'l-arbaa: 1/644'den özetlenerek

[241] Kâsânî/Bedayi': 2/216

[242] Mecmeu'l-enhür: 1/295, 296

[243] Şevkanî/Neylülevtar: 5/17

[244] Zehebî/Mizanü'ütida!: 1/290-1090 nolu Eyyub

[245] Bilgi için bak: el-Muğnî: 3/311 - 314

[246] Maide Suresi: 95

[247] Ebu Davud- Ibn Mace/menasik: 90

[248] Tenvirü'l-havahk/Şerhün Ala Muvatta'-i Malik: 1/322- 328

[249] Tenvirü'l-hevalik: 1/322-328

[250] Taberânî/hac:230

[251] Darekutnî- Neylülevtar: 5/20

[252] Kâsânî/Bedayi': 2/196-198'den özellenerek

[253] Mecmeu'l-enhür: 1/298'den özetlenerek

[254] Şehzade/MecmeıTf-enhür: 1/298

[255] Ebu Zekeriya Yahya/Minhacü't-Talibin: 38

[256] el-Muçjnî/3/530-534'den Özetlenerek

[257] Şafiî/el-Ümm: 2/192

[258] Şafiî/el-Ümm: 2/193

[259] Şafiî/el-Ümm: 2/193                           

[260] Bilgi için bak: Mizanü'l-i'tidal: 1 /78-274 nolu Eclah

[261] Buharî/sayd: 6, hibe: 6, 17- Müslim/hac: 50,51 52 53 54- Ebu Davud/menasik: 40- Tirmizî/hac: 26- Nesâî/menasik: 79- İbn Mace/menasik: 92-Daremî/menasik: 22- Ahmed: 1/216

[262] Ebu Davud /menasik: 40- Nesâî/menasik: 79- Müslim/hac: 55- Ahmed: 1/ 105-4/71,72

[263] Müsned-i Ahmed: 1 /100,104

[264] Müslim/hac: 65- Nesâî/menasik: 78

[265] Nesâî/menasik: 78- Taberanî/hac: 79- Ahmed: 3/418, 452

[266] Buharî/hibe; 3,4, erime: 19- Müslim/hac: 56

[267] İbn Mace/menasik: 93- Ahmed: 5/304

[268] Ebu Davud/menasik: 40- Tirmizî/hac: 25- Nesâî/menasik: 81- Ahmed:3/362

[269] Neylüleytar: 5/27

[270] Şehzade/Mecmeu'l-enhür: 1/300

[271] ibn Kudame/el-Muğnî: 3/286, 287

[272] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/286, 287

[273] ibn Kudame/el-Muğnî: 3/286, 287

[274] el-Ümtn: 2/206-208

[275] Bilgi için bak: Mizanüli'tidal: 3/127- 584 nolu Ali

 

[276] Zehebi/Mizanüli'tidal: 1/57-189 nolu İbrahim

[277] Zehebî/Mizanüli'tidal: 1/57-189

[278] Zehebî/Mizanüli'tidal: 1/537- 2012 nolu Hüseyin

[279] Şevkanî/Neylülevtar: 5/24

[280] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/27

[281] Zehabî/Mizan'ül-i'tidal: 4/463-9863 nolu Yusuf

[282] Neylülevtar: 5/28

[283] Buharî/meğazi: 33, ilim: 29, sayd: 8, 9- Müslim/hac: 446- Tirmizî/hac: 1, diyat: 13- Nesâî/menasik: 111 - Ahmed: 4/31, 32- 6/385

[284] Buharî;/cenaiz: 77, sayd: 9,10, hac: 43, likâte: 7, büyü": 28, cizye: 22, meğazi: 53, Müslim/hac: 445, 447- Ebu Davud/menasik: 98, 99- Nesâî/ menasik: 110, 120- İbn Mace/menasik: 103

[285] Şafiî/el-Ümm: 2/198

[286] İbn Human/Şerhu Fethi i-kadir: 2/280, 281

[287] Abdurrahman el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/649, 650'den özet

[288] Fethülvahhab Bi-Şerhi Menheci't-Tullâb: 1/154'den özet

[289] el-Fıkhu Aia'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/649

[290] Bilgi için bak: İbn Kudame/el-Muğnî: 3/364, 365

[291] el-Rıkhu Ala'l-Mezahibİ'l-Arbaa: 1/650

[292] Buharî/hac: 7-Müslim/hac: 70- Daremî/menasik: 19

[293] Müslim/hac: 67, 73, 76,79- Nesâî/hac: 82, 84, 86, 88 114 116, 113-Taberânî/hac: 88, 90- Ahmed: 2/8, 32, 37, 48, 50, 52, 54, 56

[294] Müslim/hac: 67, 68, 69, 73, 76,79

[295] Müslim/hac: 69, 73, 76, 79

[296] Müsned-i Ahmed; 2/8, 32, 37, 50, 52, 54, 65

[297] el-İhtiyar Ta'lilü'i-Muhtar-: 1 /145'den özet

[298] Şafiî/el-Ümm: 208, 209'dan özetlenerek

[299] Şemsüddin İbn Kudame /eş-Şerhül-kebir: 3/284

[300] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-kübra: 1/442, 443

[301] Zehebî/Mîzanül'itidal: 3/420- 6997 nolu Leys

[302] Şevkanî/Neylülevtar: 5/31- Zehebî/Mîzanü'li'tidal: 17458-1726 nolu Haccac

[303] Bilgi için bak: Nasburraye: 1/136, 137

[304] Bilgi için bak: Şerhu Maâni'l-Asar: 2/163-168

[305] Tirmizî/menakıb: 68- Îbn Mace/menasİk: 103- Daremî/siyer: 66

[306] Tirmizî/menakıb: 68

[307] Neylülevtar: 5/33

[308] Neylülevtar: 5/33

[309] Müsned-i Ahmed: 2/534

[310] Buharî/Medine: 12- Müslim/hac: 502- Tirmizî/menakıb: 67- Ahmed: 2/236

[311] Müsned-i Ahmed: 2/401, 402, 412, 450- 3/389

[312] Neylülevtar: 5/33

[313] Buharî- Müsüm/Neylülevtar: 5/34

[314] Buharî/sayd: 9, 10- lukata: 7-Müslim/hac: 445, 447, 464

[315] Ebu Davud- Ahmed/Neylülevtar: 5/35

[316] Müslim/hac: 472- Ahmed: 1/119- 2/279- 3/393- 5/81

[317] Ebu Davud/menasik: 95     

[318] Buharî/Medine: 12- Müslim/hac: 462, 465,473,480, 495- Ahmed: 1/169- 2/142

[319] Buhari/sayd: 9,10- ilim: 39, lukata: 77- Müslim/hac: 445, 447, 464- Ebu Davud/menasik: 89, 95- Nesâî/hac: 110, 120

[320] Müslim/hac/475- Ebu Davud/menasik: 95- Ahmed: 2/256- 3/23

[321] Müslim/hac: 445, 446, 458, 459, 463,464

[322] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/369

[323] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/370

[324] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/36

[325] Zehebî/Mizanü'l-ilidal: 2/212- 3485 noiu Süleyman- Neylülevtar: 5/39

[326] Bu konuda geniş bilgi için bak: el-Muğnî: 3/369-371

[327] Buharî/hac: 1.5,148- Ebû Davud/menasik: 44- Îbn Mace/menasik: 26-Daremî/menasik: 81-Taberanî/hac: 6, 123

[328] Buharî-Müslim

[329] Ebu Davud- Nesâî- Tirmizî

[330] Müsned-i Şafiî- Neylülevtar: 5/42

[331] Müsned-i Şafiî- el-Ümm: 2/209

[332] Damad/Mecmeu'l-enhür: 1/262, 263

[333] Şafiî/el-Ümm: 2/209

[334] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/379-381'den özetlenerek

[335] ibn Kudame/el- Muğnî: 3/381

[336] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/42

[337] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 4/530-10242 nolu Said

[338] Bilgi için bak: Muhammed Hüseyin ez-Zehebî/el-lsrailiyyat: 89, 90

[339] Buharî/hac; 56, 63, 80, 104- Müslim/hac: 173, 230,232- Ebû Davud/ menasik: 24- Nesâî/hac: 114, 325- Daremî/menasik: 27- Ahmed: 2/30

[340] Buharî/hac: 56, 63, 80, 104- Müslim/hac: Î73, 230,^232- Ebû Davud/ menasik: 24- Nesâî/hac: 114, 325- Da re mî/m en as ik: 27- Ahmed: 2/30

[341] Ebu Davud/menasik: 49- lbn Mace/menasik: 30- Daremî/menasik: 27-Ahmed: 4/223, 224

[342] Ebu Davud/menasik; 49, 50- Ahmed: 1/306

[343] Buharî/hac: 55, meğazi: 43- Müslim/hac: 237- Ebu Davud/msnasik: 50

[344] Müsned-i Ahmed

[345] lbn Mace/menasik/29- Ebu Davud/menasik: 50: Ahmed: 1/45

[346] Damad/Mecmeu'l-enhür: 1/261, 262

[347] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac Şerhün Alâ Metni'l-Minhac: 158

[348] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac Şerhün Alâ Metni'l-Minhac: 158

[349] Tirmizî/hac: 111- Îbn Mace/menasik: 27- Daremî/menasik: 26- Ahmed: 2/ 247, 266

[350] Buhari/hac: 50, 57- Müslim/hac: 248, 251- Ebu Davud/menasik: 46- Nesâî/ hac: 147, 148- Ibn Mace/menasik: 27- Daremî/menasik: 42- Taberânî/hac: 115-Ahmed: 1/21,26,34,35,39

[351] Buharî/hac: 60- Nesâî/menasik: 15- Ahmed: 2/151

[352] Müslim/hac: 246- Ahmed: 2/108

[353] Buharî/hac: 58- Müslim/hac: 253, 256, 257- Ebu Davud/menasik: 48-Nesâî/ menasik: 140, 152, 156, 158, 159- Îbn Mace/menasik: 28

[354] Buharî/hac: 58- Ahmed b. Hanbel

[355] Müslim/hac: 257- İbn Mace/menasik: 27- Daremî/menasik:48

[356] Müsned-i Ahmed: 1/28, 50

[357] Fetavâ-yı Hindiyye: 1/225

[358] Şehzade/Mecmeu'l-enhür: 1/263'den özetlenerek

[359] Ebu Zekeriya en-Nevevî/Minhacü't-Talibin: 36

[360] Ibn Kudame/el-Muğnî: 3/393- 397

[361] Suyutî/Tenvirü'l-hevalik:. 1 /333

[362] Suyutî/Tenvirü'l-hevalik: 1/334

[363] Suyutî/Tenvirü'l-hevalik: 1/334

[364] Şevkanî/Neylülevtar: 5/47

[365] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 3/173- 6018 nolu Umare (Ebû Harun)

[366] Bilgi için bak: Mizanü'l-i'tidal: 2/503- 5101 nolu Abdülaziz- Neylülevtar: 5/49

[367] Zehebî/Mİzanü'l-i'tidal: 2/503- 4602 nolu Abdullah

[368] Buharî/salat: 2,10, cizye: 16, hac: 67- Müslim/hac: 433- Ebu Davud/ menasik: 66- Nesâî/menasik: 161, Dâremî/menasik: 74- Tirmizî/tefsir: 9, hac: 44- Ahmed: 1/3, 79-2/299

[369] Buharî/hac: 63,78- Müslim/hac: 190

[370] Buharî/hayz: 7, hac: 81- Ebu Davud/menasik: 9- Tirmizî/hac: 98, menasik: 72- Ibn Mace/menasik: 35

[371]Buharî/hayz: 7- Müslim/hayz: 120- Ebu Davud/taharet: 120- Taberânî/ taharet: 94- Ahmed: 6/273,380

[372] Bilgi için bak: el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibl'l-Arbaa: 1/653-656

[373] Nesâî, jbn Hibban, Hakim

[374] Neylüievtar: 5/54

[375] Ibn Mace/menasİk: 32- Ahmed: 1/278, 280, 342

[376] Ebu Davud/menasik: 50- Daremî/menasik: 36- Ahmed: 6/64, 75,139

[377] Damad/Mecmeu'l-enhür: 1/263

[378] e|-Ğamravî/es-Siracü'l-vehhac: 159, 160

[379] Îbn Kudame/el-Muğnî: 3/390-391

[380] ibn Kudame/el-Muğnî: 3/390-391

[381] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/54

[382] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/54

[383] Bilgi için bak: Neylülevalr: 5/54

[384] îbn Mace/menasik; 34- Buhari/hac: 64, 74, tefsir: 52- Müslim/hac: 258-Ebu Davud/menasik: 48- Nesâî'hac: 138, 139- Taberânî/hac; 123-Ahmed: 6/290, 319

[385]Buharı/hac: 57, 61, 62, 74- Müslim/hac: 25- Gbû Davud/menasik: 48, 50-Tirmizî/hac: 40- Nesâî/menasik: 173- İbn Mace/menasik: 28- Daremî/menasik: 30- Ahmed: 1/214-3/317

[386] Müsiim/hac: 253, 254, 256- Nosâî/menasik: 140, 159, 173-ibn Mace/ menasik: 28

[387] Ebu Davud/menasik: 48, 50- Ahmed: 1/237, 264, 297, 304, 312- 3/317,  334

[388] Müslim/hac: 237- Ahmed: 1/369- 5/84, 85

[389] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibİ'l-Arbaa: 1/655-658'den özetlenerek

[390] Zehebî/pzanü"l-ttidal: 4/423,425/9695, 9696, 9697, 9698 nolu Yezidler

[391] Bakara Suresi: 125

[392] Buharî/Neylülevtar: 5/56

[393] Mecmeu'l enhün 1/265         

[394] el-Ğamravî/es-Siracül ahhac Şerhü Ala Meini Minhac

[395] İbn Kudame/el-Muğnî;3/400

[396] 1bnKudame/el-Muğnî: 3/401

[397] Müsned-i Ahmed: 6/42, 422

[398] Müsned-i Ahmed: 6/42, 422

[399] Sahih-i Müslim- Ebu Davud/Neylülevtar: 5/59

[400] Müslim/hac: 147,150-Ebu Davud/menasik: 50, 56-Tirmizî/hac:33- Nesâî/ hac: 149, 150- İbn Mace/menasik: 48- Daremî/menasik: 34- Ahmed: 1/221, 225, 229, 233- 2/13, 14-3/320

[401] Mesâî/hac: 149, 150- Ahmed: 1/224, 225, 229, 233

[402] Kâsânî/Bedayi': 2/133

[403] Fetava-yı Hindiyye: 1/226

[404] Ebu Zekerİya Yahya en-Nevevî/Minhacüttalibİn: 36

[405] Ibn Kudame/el-Muğnî- eş-Şerhülkebir: 3/403- 406

[406] Abdurrahman el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/660

[407] el-Ümm: 2/211

[408] Şevkanî/Neylülevtar: 5/58

[409] Zehebî/Mizanü'i-i'tidal: 2/510- 4637 nolu Abdullah

[410] Zehebî/Mizanü'l-itidal: 4/213- 8895 nolu Musa- Neylüievtar: 5/58

[411] Bilgi için bak: Şerhu Maani'l-Asar: 2/179-200

[412] Neylüievtar: 5/59

[413] Daremî/menasik: 48- Buharî- Müslim/Neylülevtar: 5/66

[414] Tirmizî/salat: 24, cuma: 42- Buharî/taksir: 13, 15,17, hac: 89- Müslim/ müsafirin: 46, 48, 51, 53, 54, 57- Ebu Davud/menasik: 59- Nesâî/ menaaik: 42, 45- İbn Mace/ikame: 74- Daremî/salat: 182- Taberanî/ sefer: 1,2, 5,6- Ahmed: 2/129

[415] Ahmed: 4/261, 262- Ebu Davud/menasik: 28- Tirmizî/hac: 57- Nesâî/ menasik: 211- Daremî/menasik: 54

[416] Tirmizî/tefsir: 2/22- Ebu Davud/menasik: 68- İbn Mace/menasik: 57- Da rsmî/ menasik: 54

[417] Müslim/hac: 149- Ebu Davud/menasik: 56, 64- Ahmed: 3/321

[418] Müslim/ iman: 48,49- Buhari/cihad: 46- Ebu Davud/menasik: 64, cihad: 48-Nesai/hac: 228, 229- İbn Mace / menasik: 9. - Daremi/ menasik: 60.-Ahmsd: 1/128,303.

[419] Tirmizî- Müsned-i Ahmed/Neyiûievîar: 5/70

[420] Buharî/hac: 90, 132,'fezail: 5- Nesâî/vasaya:5

[421] Şafiî/el-Ümm: 2/212

[422] Fetava-yı Hindiyye: 1/228, 229.

[423] Ebu Yahya-Zekeriya/Fethülvahhab: 1/144, 145

 

[424] Ibn Kudame/el-Muğnî: 3/425-435

[425] el-Fıkhu Aia'l-Mezahibi'l-ArDaa: 1/664    

[426] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 1/589-2244 no!u Hammad - Neylülevtar: 5/70

[427] Buharî/hac: 92, cihad: 136- Nesâî/menasik; 5, 205- İbn Mace/menasik: 58-Daremî/menasik: 51- Tabsrânî/hac; 176- Ahmed: 5/210

[428] Müslim/hac: 147, 268, 313- Ebu Davud/menasik: 56, 65- Tirmizî/hac: 61-Nesâî/hac: 189, 204, 209, 215- İbn Mace/menasik: 21, 63, 84- Daremî/ menasik: 34-Ahmed: 1/210, 212    

[429] Sahih-i Müslim/Neylülevtar: 5/72                 

[430] Buharî//hac: 100- Tirmizi/hac: 60-Nesâi/menasik: 213- İbn Mace/ menasik: 61- Daremî/menasik: 55- Ahmed: 1/39, 42, 50, 54

[431] Müslim/hac: 294

[432] Müsned-i Ahmed: 2/33

[433] Nesâî/menasik: 204, 215- Ahmed: 3/30, 332, 367, 391- Ebu Davud/ menasik: 65- ibn Mace/menasik: 61- Daremî/menasik: 59

[434] Fetava-yı Hindiyye: 1/229-231

[435] Ebû Zekeriya Yahya/Minhacü't-Talibin: 37

[436] İbn Kudame/el-Muğnî- eş-Şerhülkebir: 3/436-451

[437] Sahnun/el-Müdevvenetülkübra: 1/417, 418

[438] Buhari/hac: 125- Müslim/hac: 314- Tİrmizi/hac: 58, 95- Nesâî/hac; menasik: 221-Daremî/menasik: 58- Ahme'd; 3/213

[439] Nesaî/menasik: 220- Ahmed: 1/232- 3/400. 413- 6/379- Müslim.

[440] Nesâî/menasik: 212, 226- İbn Mace/menasik: 64

[441] Buharî/hac: 4, 34, 62- Müslim/hac: 204, 337- Ahmed: 1/241, 427- 2/246-3/325- 4/204

[442]Ebu Davud/menasik: 65- Nesâî/menasik: 222- İbn Mace/menasik:62'Ahmed:1/234,311,343

[443] Ebu Davud/menasik: 65.

[444] Buhari/hac: 98- Müslim/hac. 297- Ahmed: 6/347,351.

[445] Ahmed;1/320,352.458-5/109-6/287,439.

[446] Kâsânî/ Bedayi' :2/136,137.

[447] Kâsânî/Bedayi1: 2/137

[448] el-Ğamravî/es-SieracDlvehhac: 165,166.

[449] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac: 165,166.

[450] ibn Kudame/el-Muğnî: 3/473-480.

[451] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-kübra: 1/416.

[452] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-kübra: 1/417, 418.

[453] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-kübra; 1/421-425

[454] Müslim/hac: 323,324- Ahmed;3/132,137- Ebu Davud.

[455] Buhari/hac: 127- Müslim/hac: 316, 318, 321- Ebu Davud/menasik: 78-Tirmizi/hac: 47- İbn Mace/menasik: 71- Daremî/menasİk: 64- Ahmed: M 216, 353- 2/16- 3/20- 4/70- 5/38.

[456] Ahmed: 2/124.

[457] Ebu Davud/menasik: 78- Nesâî/zinet: 4- D are mî/men asik: 63.

[458] Ebu Davud/menasik: 7- Nesaî/hac: 231.

[459] Buharî/hac: 18, 143- Müslim/hac: 31, 32, 33- Ebu Davud/menasik: 10-Tîrmizî/hac: 77- Nesâî/menasik: 10- Ahmed: 6/39, 98,107,130 162

[460] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/231.

[461] Kâşânl/Bedayi1: 2/141, 142.

[462] el-Ğamravi/Siracülvehhac: 163, 164.

[463] Ibn Kudame/el-Muğnî-Şemsüddin İbn Kudame/eş-Şerhülkebir: 3/458-464.

[464] el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/668- Sahnun/el-Müdevvenetülkübra: 1/422, 423.

[465] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 1/458-1726 noiu Haccac-Neylülevtar: 5/81.

[466] Müslim/hac: 335- Ebu Davud/menasik: 82- Ahmed: 2/34;'

[467] Müslim- Ebu Davud/menasik: 56- İbn Mace/menasik: 84- Daremî/ menasik: 34.

[468] Fetavâ-yı Hindiyye: 1/232.

[469] Mecemu'l-enhür: 1/273.(590) Mecemu'kenirJr: 1/273. -

[470] e[-Ğamravî/Siracülvehhac: 164

[471] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/464/469.

[472] el-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/653. '

[473] Buharî/ilim: 24, hac: 125, eyman: 15- Müslim/hac: 333- Tirmizî/hac: 54.

[474] Ahmed/1 /157- Tirmizi: 54

[475] Tirmizî/hac: 54, 55- Müsned-i Ahmed: 157

[476] Buhari/ilim: 23, hac: 131- Müslim/hac: 327- Ebu Davud/menasik: 78, 87

[477] Buhari/hac: 125,130- Nesâî/menasik: 224- İbn Mace/menasik: 74.

[478] Buhari/ilim: 24- hac: 125, eyman: 15- Müslim/hac: 333- Tirmizî/hac: 54

[479] Mecmeu'l-enhür. 1/287, 288

[480] Ebu Zekeriya Yahya/Minhacü't-talibin: 37- Siracülvehhac: 164

[481] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/471

[482] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-kübra: 1 /418

[483] EbuDavud/libas:18.

[484] Ebu Davud/menasik: 71

[485] Nesâî/menasik: 189

[486] Buhari/ilim: 9, hac: 132, edahi/73- Müslim/kasam et: 29, 30- Daremi/ menasik: 72- Ahmed: 5/37, 39,40, 49.

[487] Fetava-yı Hindiyye: 1/232

[488] Ebu Zekeriya Yahya/Minhacü't-talibin: 36..

[489] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/471

[490] MüsnGd-i Ahmed: 76

[491] Tirmizi/hac: 102- Îbn Mace/menasik: 39

[492] Buhari/hayz:16, hac: 31, 34, 145, umre: 7-Müslim/hac; 106, 111, 113, 115, 136

[493] Müslim/hac: 132, 133-Ahmed: 3/366-6/39.

[494] Müslim/hayz: 67, taharet: 106,109, 130.

[495] Mecmeu'l-enhür: 1/279.

[496] Fetava-yı Hindiyye: 1/232

[497] el-Ğamravi/es-Siraü'lvehhac: 161

[498] Bilgi için bak: el-Muğnî: 3/469

[499] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/660

[500] Şevkanî/Neylülevtar: 5/89.

[501] Şevkanî/Neylülevtar: 5/90

[502] Ebu Davud/menasik: 77- Ahmed: 6/90

[503] Buhari/hac: 133- Müslim/hac: 346- Ebu Davud/menasik: 74- Ibn Mace/ menasik:80-Daremî/menasik: 91-Ahmed: 2/19, 22, 28, 88,

[504] Buhari/hac: 22, 93, 98,101,125,130,134- -Müslim/hac: 330, 333

[505] Müsned-i Ahmed- Neylülevtar: 5/91

[506] Buharî- Ahmed- Neylülevtar: 5/92

[507] Ebu Davud/menasik: 77- Tirmizî/hac: 106-Nesâî/hac: 225- Ibn Mace/ menasik: 67- Taberanî/haç: 210, 218- Ahmed: 5/45

[508] Müsned-i Ahmeo- Nesâî/Neylülevtar: 5/93

[509] Mecmeu'l-enhür/Damad: 1/274

[510] El-Ğamravi/es-Siracü’l-vehhac: 165.

[511] Ibn Kudame/el-Mugnı. 3/474-477

[512] Neyiülevtar:.5/91

[513] Buhari/enbiya: 53, mevakiyl: 24- Müslim/hac: 65.

[514] Ebu Davud/menasik: 86-Ahmed: 2/100, 110, 124

[515] Müslim/hac: 339, 340- Ahmed: 6/41, 190, 207, 22, 230

[516] Müslim/hac: 339, 340-Müsned-i Ahmed: 6/41, 190,207.

[517] Ebu Davud/menasİk: 77- Tirmizi/hac: 106- Nesâî/hac: 225.

[518] Fetava-yı Hindiyye: 1/234

[519] Bilgi için bak: el-Muğni: 3/483- eş-Şerhülkebir: 3/484

[520] Tenvirü'l-havalik Şerhtin Ala Muvatta'i Malik: 1/358

[521] Tirmizi/hac: 45- ibn Mace/menasik: 79- Ahmed: 6/137

[522] Müslim/hac; 395-Nesâî/menasik: 127, 131, 132, 133-Ahmed: 5/201, 208,209,210

[523] Ebu Davud/menasik: 54.

[524] Buhari-Müslim-Neylü'i-Evtar: 5/97

[525] Şevkanî/Neylü'l-Evtar: 5/97

[526] Mîzanü'l-i'tidal: 4/423.424

[527] Mîzamö'l-Kidal: 2/510-4637 no'lu Abdullah

[528] İbn Mace/menasik: 78

[529] Tirmizî/Neylülevtar: 99

[530] Buhari/hac: 75- Ahmed: 1/249, 284, 285

[531] Îbn Mace/menasik: 78

[532] Darekutnî/Neylülevtar: 5/99

[533] Bilgi için bak: Mizan'üİ'itidal: 2/510

[534] Neylülevtar: 5/99

[535] Ahmed-Müslim-Ebu Davud-lbn Mace

[536] Ahmed.

[537] Fetava-yı Hincliyye: 1/234'den özetlenerek

[538] Fetava-yı Hindiyye: 1/235

[539] el-Ğamravi/es-Siracülvehhac: 166

[540] İbn Kudame/el-Muğnî: 3/485-488

[541] Neylülevtar: 5/101

[542] Buhari/hayz: 27, hac: 129, 145,151- Müslim/hac: 382, 384, 389- Ebu Davud/menasik: 84- Tirmizi/hac: 225, 226, 227- Ahmed: 6/37, 39, 85

[543] Buhari/hayz: 27- Ebu Davud/menasik: 84-Tirmizî/hac: 97

[544] Şevkanî/Neylülevtar: 5/101

[545] Şerhü Maani'l-Asar: 2/233

[546] Müsned-i Ahmed: 1/311, 312

[547] Müslim/hac: 138,350, 351, 353- Ebu Davud/edahi: 6- Ibn Mace/edahi: 5-Ahmed: 3/293

[548] Neylülevtar: 5/115

[549] Müslim/hac: 138, 350; 351, 353

[550] Müsned-i Ahmed: 5/406

[551] Müslim/hac: 350, 352, 355- Tirmizî/edahi: 5- Nesâî/dahaya: 16- Daremî/ edahi: 5

[552] Mecmeulenhür: 2/497, 498

[553] Mecmeul-enhür: 2/498

[554] el-Ğamravi/es-Siracülevehhac: 561, 562

[555] îbn Kudame/el-Muğnî: 3/578, 579

[556] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/722

[557] Müslim/hac: 147- EbuDavud/menasik: 57- Nesâî/menasik: 227- lbn Mace/menasik: 84- Daremî/menasik: 34

[558] lbn Mace/menasik: 84

[559] Buhari/hac: 115- Müsiim/hac:357-Taberani/hac: 179

[560] Mecmeu'l-enhur: 1/300

[561] el-Ğamravi/es-Siracüulvehhac: 563- Mecmeu'l-enhür: 1/300

[562] Ibn Kudame/el-Muğnî: 3/565

[563] Ibn Kudame/el-Muğnî: 3/565

[564] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/121

[565] Tirmizî/adahi: 1- ibn Mace/adahi: 3

[566] ibn Mace/aclahi: 3- Tirmizî/adahi: 1- Ahmed: 4/368

[567] İbn Mace/adahi: 2- Ahmed: 2/321

[568] Darekutnî/Neylülevtar: 5/124

[569] Neylülevtar: 5/124

[570] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/124 ve Mizanü'l-i'tidal: 3/79

[571] Neylülevtar: 5/124

[572] Bilgi için bak: Zehebî/Mizanü'l-itidal: 4/517- Neylülevtar: 5/124

[573] Neylülevtar: 5/124

[574] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 2/216- Ebu Davud Süleyman b. Amr maddesi

[575] Müslim/edahi: 13- Ebu Davud/edahi: 4- Nesâî/dahaya: 13- İbn Mace/edahi: 7

[576] Mecmeu'l-enhür: 1/500

[577] Buhari/edahi: 8- Ebu Davud/edahi: 5- Daremi/edahi: 7

[578] Tirmizî/edahi: 7- Ahmed: 2/445

[579] İbn Mace/edahi: 7- Ahmed: 6/368

[580] Ebu Davud/edahi: 5- Nesâî/dahaya: 13- İbn Mace/edahi: 7- Ahmed: 5/ 368

[581] Buhari/edahi; 8- Ebu Davud/edahi: 5- Nesâî/dahaya: 22- Taberânî/dahaya: 4

[582] Müslim/edahi: 16- Daremî/edahi:4

[583] Ebu Davud/edahi: 5- Ahmed: 5/194- 3/364

[584] Mecmeu'l-enhür: 2/500

[585] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac: 562

[586] İbn Kudame/el-Muğnî: 11/94- 100

[587] İbn Kudame/el-Muğnî: 11/94

[588] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/130

[589] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 3/83- 5679 nolu Ufeyr

[590] Tirmizî/edahi: 9- Ebu Davud/edahi: 6- Nesaî/dahaya: 12- İbn Mace/ edahi:8-Ahm8d:1/83,109. 127

[591] Ebu Davud/edahi: 5- Nesâî/dahaya: 5, 7- İbn Mace/edahi: 8- Daremî/ edahi: 3- Taberanî/dahaya: 1- Ahmed: 4/284,289,300,301

[592] Ebu Davud/edahi:6-Ahmed:4/185

[593] Müsned-i Ahmed: 3/32

[594] Ebu Davud/edahi:6-Tirmizî/edahi:6, 9-Nesâî/dahaya: 8, 9,11-lbn Mace/edahi: 8- Daremî/edahi: 3- Ahmed: 1/95, 105, 108, 125

[595] Buharî/edahî: 7

[596] Ebu Davud/edahi: 3- Tirmizî/edahi: 4- Nesâî/dahaya: 14- İbn Mace/ edahi: 4

[597] Mecmeu'l-enhür: 2/500, 501

[598] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac: 562

[599] İbn Kudame/el-Muğnî: 11 /100-103 den özetlenerek

[600] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibil-Erbaa: 1/718'den özetlenerek

[601] Neyİülevtar: 5/134

[602] Neylülevtar: 5/134

[603] Geniş bilgi için bak: Mizanü'l-itldal: 1/458-1726 nolu Haccac

[604] Zehebî/Mîzanü'l-i'tidal: 1/606- 2299 nolu Hamza

[605] Ibn Mace-Tjrrnizî/Neylülevtar: 5/136

[606] Ibn Mace/Neylülevtar: 5/136

[607] Mecmeu'i-enhür: 2/498

[608] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac: 562

[609] Ibn Kudame/el-Muğnî: 11/96

[610] Neylül-Evtar: 5/137.

[611] Ebu Davud/edahİ: 9- Ahmed: 2/109

[612] Müslim/edahi: 19- Ebu Davud/edahi; 4- Ahmed: 6/78

[613] Ebu Davud/edahi: 3,4- Buhari/edahi: 9,14- Müslim/edahi:17- Tirmizî/edahi: 2,3

[614] ibn Mace- Neylüİevtar: 5/138

[615] Kasânî/Bedayi1: 5/78

[616] İbn Kudame/el-Muğnî: 11/117'yebak

[617] Neylülevtar 5/138

[618] Buhari/hac: 118, tefsir: 24- Müslim/hac: 279, 281

[619] Ebu Davud/menasik: 20

[620] Mecmeu'l-enhür: 2/491 "den özetlenerek

[621] es-Siracütvehhac: 558

[622] İbn Kudame/el-Muğnî: 11/45-47'den özetlenerek

[623] Buhari, Müslim, Neylülevtar: 5/140

[624] Müslim, Müsrted-i Ahmed, Neylülevtar: 5/140

[625] Buharî, Müslim, Neylülevtar: 5/140

[626] Müsned-i Ahmed- Darekutnî

[627] Fetava-yı Hindiyye: 5/296' dan özetlenerek

[628] Ebu Yahya Zekeriya al-Ansari/Fethülvahhab: 2/187, 188

[629] Ibn Kudame/el-Muğnî: 11/112-115'den özetlenerek

[630] İbn Kudame/el-Muğnî: 11/114

[631] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/141

[632] Neylülevtar. 5/142

[633] Buhari/hudud: 31- Nesaî/dahaya: 37- Müslim/cihad: 49, dahaya: 28, 29-Ebu Davud/edahi: 1 Taberanî/dahaya: 7- Ahmed; 1/56- 6/51

[634] Müsned-i Ahmed: 3/317

[635] Müslim/34 (1974)

[636] Müslim/edahi: 1, 6, 7, 10- Ahmed: 1/210, 250/271-2/109- 3/51- 4/33- 5/ 18-6/3,5

[637] Müslim/edahi: 33/1973

[638] Ebu Davud/edahi:14-lbn Mace/edahi: 16- Daremi/edahi: 6-Taberanî/ dahaya: 6, 8- Ahmed: 3/23, 57- 5/76- 6/187

[639] Kâsânî/Bedayi1: 5/81

[640] Kâsânî/Bedayi': 5/81

[641] Ebu Yahya Zekeriya/Fethulvahhab: 2/189

[642] İbn Kudame/el-Muğnî: 11/108, 109'dan özetlenerek

[643] İbn Kudame/el-Muğnî: 11/110

[644] Müsned-i Ahmed: 1/132,154

[645] Müsned-i Ahmed- Neylülevtar: 5/146

[646] Kâsânî/Bedayi'; 5/81'den özetlenerek

[647] Ebu Zekeriya Yahya en-Nevevî/Minhacü't-Talibin: 131

[648] Ibn Kudame/el-Muğnî: 11/110, 111

[649] Sahnun/el-Müdevvenetülkübra: 2/70, 71'den özetlenerek

[650] Neylülevtar: 5/146

[651] Buharî/akika: 2- Ebu Davud/edahi: 20- Tirmizî/edahi:16- Nesâî/akika: 2-İbn Mace/zebayih: 1- Ahmed: 4/17, 18, 214, 21.5- 5/12

[652] Tirmizî/edahi: 21- Ebu Davud/edahi: 20- Nesâî/akika: 5- İbn Mace/ zebayih: 1- Daremî/edahi: 9-Ahmed: 5/8, 12, 17,22

[653] Daremî/edahi: 9- Ahmed: 6/381, 422, 456

[654] Daremî/edahi: 9, 10- Ahmed: 6/38, 422, 456

[655] Kâsânî/el-Bedayi1: 5/69

[656] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac: 564

[657] ibn Kudame/el-Muğnî: 11/119-123

[658] Tenvirü'l-hâvalİk Şerhün Ala Muvatta'i Malik: 2/45-46

[659] Tenvirü'l-havalik Şerhün Ala Muvatta'i Malik: 2/45-46

[660] Ebû Davud/edâhi: 20- Nesâî/akika: 1- Taberânî/akika: 1- Ahmad: 2/182, -194-5/369,430

[661] Tirmizi/edeb: 63

[662] Ebû Davud/edâhî:20

[663] Ebû Davud/edahi:20- Tirmizi/edâhî: 16,19- Nesâî/edâhî: 44- Taberânî/ akika: 6- Ahmed: 5/355, 361

[664] Ahmed: 6/392

[665] Ebu Davud/edeb: 107-Tirmizî/edâhî: 16- Ahmed: 6/9,391, 392

[666] Neylülevtar: 5/153, 154

[667] Müsned-i Ahmed: 4/399- 6/93,347