58- Tavaf-ı İfazayı Bayram Günü Yapmanın Müstehab Oluşu Babı. 3

59- Nefr Günü El-Muhassab'e İnerek Orada Namaz Kılmanın Müstehab  Oluşu Babı  3

60- Teşrik Günlerinde Birkaç Gece Mina'da Kalmanın Vücübu, Sikaye Vazifesi Görenler İçin Bunun Terkine Ruhsat Verilmesi Babı. 6

61- Hedy Kurbanlarının Etlerini, Derilerini ve Çullartını Tasadduk Hakkında Bir Bab  7

62-  Kurbanda Ortaklık  ve Sığırla Deveden Herbirinin Yedi Kişiye Kafi Gelmesi Babı  8

63- Develerin Bağlı Olarak Ayakta Boğazlanması Babı. 9

64- Bizzat Gitmek  İstemeyen Kimsenin Harem-i Şerife Hedy Kurbanı Göndermesinin ve Kurbana Nişan Takarak Nişan İplerini Örmenin Müstehab Oluşu; Gönderen Kimsenin Muhrim Sayılmayacağı ve Bununla Kendisine Bir Şey Haram Olmayacağı Babı. 9

65- İhtiyacı Olan Kimsenin Hedy Olarak Gönderilen Deveye  Binmesinin Cevazı Babı  12

5- Her Belde Halkı İçin Ay'ı Kendileri Görmelerinin Muteber Olduğunu; Bir Beldede Hilal'i Görürlerse, Onlardan Uzak Olan Yerler İçin Bu Hükmün Sabit Olmadığını Beyan Babı  13

7- Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in «Bayram Ayları Noksan Olmazlar» Hahisinin Manasını Beyan Babı :. 14

67- Veda Tavafının Vücübu ve Hayızlılardan Sukutu Babı. 15

8- Oruca Girişin Fecrin Doğması İle Hasıl Olduğunu, Fecir Doğuncaya Kadar Yemek ve Sairenin Cevazını, Kendisine Oruca, Namaz Vaktine ve Saireye Girmek Gibi Hükümler Taalluk Eden Fecrin Sıfatını Beyan Babı. 15

68- Hacı Olanla Olmayanın Kabe'ye Girip İçinde Namaz Kılmasının ve Kabe'nin Her Tarafında Dua  Etmasinin  Müstehab Oluşu Babı. 17

69- Ka'be'nin Yıkılıp, Yapılması Babı. 20

70- Kabe'nin Hicr'i ve Kapısı Babı. 23

71- Kötürümlük, İhtiyarlık ve Benzerleri Yahut Ölüm Sebebiyle Âciz Kalan Bir Kimse Namına Hacc Etme Babı. 24

72- Sabinin Haccının Sahih Olması ve Onu Hacc Ettirenin Ecri Babı. 27

73- Haccın Ömürde Bir Defa Farz  Oluşu Babı. 28

74- Kadının Hacca ve Diğer Seferlere Mahremle Gitmesi Babı. 29

İbni  Abbas Hadisinden Çıkarılan Hükümler:. 33

75- Bir Kimsenin Hac Seferine veya Başka Yola Çıkacağı Zaman Okuyacağı  Şeyler Babı  34

76- Hacc Seferiyle Başka Seferlerden Dönen Kimsenin Okuyacağı Dua Babı. 35

77- Hacc veya Ömreden Döndükten Sonra Zülhuleyfe'de Mola Vererek Orada Namaz Kılma Babı  36

78- «Beyt-i Şerifi Müşrik Haccetmesin, Çıplak Olan da Tavafda Bulunmasın» Hadisi ile Hacc-ı Ekber Gününü Beyan Babı. 37

79- Hacc, Ömre ve Arafe Gününün Fazileti Babı. 38

80- Hacının  Mekke'ye İnmesi ve Mekke Evlerinin Miras Olarak Alınması Babı  40

81- Mekke'den Hicret Eden Bir Kimsenin Hacc İle Ömreyi Bitirdikten Sonra Ziyadesiz Üç Gün Mekke'de Oturmasının Cevazı Babı. 41

82- Mekke İle Mekke'nin Avı, Yaş Otu, Ağacı ve Devam Üzere İlan İçin Alan Müstesna Olmak Üzere Bulunan Eşyasının Haram Kılınması Babı. 42

83- Hacet Yokken Mekke'de Silah Taşımaktan Nehiy Babı. 49

84- Mekke'ye İhramsız Girmenin Cevazı Babı. 49

85- Medine'nin Fazileti, Onun Hakkında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in Bereket Duası, Medine ile Oranın Avının, Ağacının Haram Kılındığını ve Hareminin Hududunu Beyan Babı. 51

86-Medine'de Yaşamağa ve Çilesine Katlanmağa Teşvik Babı. 59

87- Taün ile  Deccal'in  Girmelerinden Medine'nin Korunması Babı. 62

88- Medine'nin Kötü İnsanları Atması Babı. 62

89- Allah'ın Medinelilere Kötülük Etmek İsteyenleri Eritmesi Babı. 64

90- Şehirler Fethedildiği Zaman Medine’de Yaşamaya Teşvik Babı. 65

91- Medine Halkının Onu Terkedecekleri Zaman Medine Hakkında Bir Bab. 66

92- Kabirle Minber Arasının Cennet Bahçelerinden Bir Bahçe Olması Babı. 67

93- Uhud Bizi Seven Bir Dağdır Biz de Onu Severiz.» Hadisi Babı. 68

94- Mekke ve Medine'nin İki .Mescidinde Namaz Kılmanın Fazileti Babı. 68

95- Üç Mescdiden Maada Hiç Bir Mescidi Ziyaret İçin Yola Çıkılmayacağı Babı  71

96- Takva Üzere Kurulan Mescid Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Medine'deki Mescidi Olduğunu Beyan Babı. 72

97- Kuba Mescidinin ve Bu Mescidde Kılınan Namazla Onu Ziyaretin Fazileti Babı  72


58- Tavaf-ı İfazayı Bayram Günü Yapmanın Müstehab Oluşu Babı

 

335- (1308) Bana Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bi?e Abdürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah b. Ömer, Nâfi'den, o da îbni Ömer'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Sallaîtahü Aleyhi ve Sellem) Kurban Bayramı günü tavâf-ı ifâzayı yapmış, sonra dönerek öğ­leyi Mina'da kılmış.

Nâfi' demiş ki : «İbni Ömer Kurban Bayramı günü tavafı ifâzayı ya­par, sonra dönerek öğleyi Mina'da kılar; Peygamber (Sallalkûıü Aleyhi ve Sellem)'m de bunu böyle yaptığını söylerdi.

 

336- (1309) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İs-hâk b. Yûsuf El-Ezrak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Abdülâziz b. Rüfey'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Enes b. Mâlik'e sordum :

— Bana Resûlüllah (Sallallahii Aieyhî ve Sellem) 'den anladığım bir şe­yi haber ver, Tervİye günü öğle namazını nerede kıldı? dedim. Enes (RadiyaUahü anJı):

— Mina'da!  cevâbını verdi.

  Yâ Nefr günü ikindiyi nerede kıldı? dedim.

  Ebtah'daî   cevâbını  verdi.  Sonra :

  Amirlerin ne yapıyorsa sen de onu yap! dedi.

Enes   hadîsini   Buhâri    hacc bahsinin bir-iki yerinde, Tirmizî ile Nesâi dahî hacc bahsinde tahrîc etmişlerdir.

Nefr günü: Hacıların Mina'dan döndükleri gündür.

Ebtah : Mekke ile Mina arasındaki geniş yerdir. Burada ondan murâd El-Muhassab'dır.

«Âmirlerin ne yaparsa sen de onu yap» sözü Hz. Enes'indir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Zülhicce 'nin sekizine tesadüf eden terviye günü öğle ve ikindi namazlarını Mina'da kılmak müstehabdır. Çünkü Regûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)o gün öğleden evvel yola çıkarak Mina'ya varmış ve öğle ile ikindi namazlarını Mina'da kılmıştır. Ebû Saîd-i Nisabûrî 'nin beyânına göre ResûlüIIah (SallaUahü Aleyhi ve Selleın)terviyt günü kuşluk zamanı yola çıkmıştır. Burada daha başka kaviller de vardır. Nevevî diyor ki: «Hacılar sabah namazını Mekke'de kıldıktan sonra yola çıkmış olurlar. Bu suretle öğleyi vak­tinin evvelinde kılabilecekleri yere yetişirler. Şâfiî'nin kavillerinde sahîh ve meşhur olanı da budur.»

Zayıf bir kavle göre o gün hacılar öğle namazını Mekke'de kıl­dıktan sonra yola çıkarlar. Rivayetler bu kavlin aksinedir. Kitabımızda geçen uzun Câbir hadîsinde «Terviye günü gelince Mina 'ya müteveccihen hareket ettiler ve hacc için telbiye getirdiler. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) de hayvanına bindi ve öğle, ikindi, akşam, yat­sı, sabah namazlarını Mina'da kıldı.» denildiği gibi Ebû Dâvûd , Tirmizî, îmam Ahmed ve Hâkim'in rivayet ettikleri  îbni Abbâs (Radiyallahü anh) hadîsinde dahi:

«Terviye günü Peygamber (SallaUahü A leyhi ve Sellem) öğle namazını, arefe günü de sabah namazını Mina'da kıldı.» denilmektedir. Bu husus-da başka rivayetler de vardır.

El.Mühelleb'e göre o gün hacılar ne zaman isterse yola çı­kabilir ve nerede ^mümkünse orada namaz kılarlar. Bundan dolayıdır ki, Hz. Enes : «Âmirlerin ne yaparsa sen de onu yap» demiştir. Mâmâ-fih müstehab oîan hareket ResûîüIIah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'in yap­tığı gibi öğle ile ikindiyi Mina'da kılmaktır. Sevrî, Ebû Hanî-fe,^Şâfiî, Mâlik, Ahmed b. Hanbel, İshâk ve Ebû Sevr'in kaviller de budur. Mâ1îkî1er'den îbni Habîb: «Güneş zevale vardı mı Kâbe'yi yedi defa tavaf ederek iki rekât namaz kıldıktan sonra yola çıkılır. Bundan evvel çıkmakta da bir beis yoktur.» demişdir.

Mekke lilerin âdeti yatsı namazını kıldıktan sonra   Mina'ya çıkmakmış. Hz. Âişe (Radiyallahü anha) Mina'ya gecenin üçte biri geçtikten sonra çıkarmış. Bu da ne zaman istenirse çıkılabileceğine de­lildir. Arafe gecesini Mina'da geçirip oradan hareket meselesi dahî böyledir. Yeter ki, Arafât'a vaktinde yetişebilsin. Burada şeytan taşlama günlerinde Mina'da gecelemeyi terkedenlere lâzım gelen ceza icab etmez. Ebû Hânîfe ile Mâlik, Şafiî ve Ebû Sevr'in de kavilleri budur.

2- İbni Ömer rivayeti tavâi-ı ifâzayı ve bu tavafın Kur­ban Bayramı günü sabahtan yapılmasının müstehab olduğunu isbat et­mektedir. Tavâf-ı ifâzanm rükn olduğuna bütün ulemâ ittifak etmişler­dir. Bu tavafı bayram günü şeytan taşlayarak kurban kesdikten ve traş olduktan sonra yapmak müstehabdır. Biraz geciktirerek teşrik günlerinde yapmak dahî bilittifâk caizse de teşrik günlerinden sonraya bırakmak ihtilaflıdır. Şâfiî1er'le diğer birçok ulemâya göre caizdir, îmam-ı Âzam'la İmam Mâlik'e göre kurban kesmek icâb eder

 

59- Nefr Günü El-Muhassab'e İnerek Orada Namaz Kılmanın Müstehab  Oluşu Babı

 

337- (1310) Bize Muhammed b. Mihrân Er-Râzî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk, Ma'mer'den, o da Eyyûb'dan, o da Nâfi'den, o da tbni Ömer'den naklen rivayet etti ki: Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)  ile Ebû Bekir ve Ömer Ebtah'a inerlermiş.

 

338- (...) Bana Muhammed b. Hatim b. Meymûn rivayet etti. (De­di ki) : Bize Ravh b. Ubâde rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sahr b. Cüvey-riye, Nâfi'den naklen rivayet etti ki İbni Ömer (Radiyallahü anh) El-Mu-hassab'a  inmeyi  sünnet  sayar; Nefr  günü Öğleyi EI-Muhassab'da  kılarmış. Nâfi': «Resûlüllah (Sallalhhü Aleyhi ve Selîem)ve ondan sonra Hulefâ-i Râşidîn Muhassab'e inmişlerdir.» demiş.

 

339- (1311) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdullab b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm, babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş:

«Ebtah'a inmek sünnet değildir. Re$ûlü\lah.(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) in oraya inmesi (Medine'ye dönerken) yola çıkmak için daba kolayına geldiğindendir.»

 

(...) Bize fcu hadîsi (yine) Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (De­di ki) : Bize Hafs b. Gıyâs rivayet etti. H.

Bana bu hadîsi Ebu'r-Rabî' Ez-Zehrânî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd yâni İbni Zeyd rivayet etti. H.

Bize bu hadîsi Ebû Kâmil dahî rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Yezîd b. Zürey' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habîb El-lVluallim rivayet etti. Bu râvilerin hepsi Hişâm'dan bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etmiş­lerdir.

 

340- (...) Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdür-rezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den, o da Sâlim'den naklen haber verdi kî Ebû Bekir, Ömer ve İbni Ömer Ebtaha inerlermiş.

Zührî demiş ki: «Bana Âişe'den naklen Urve de haber verdi ki Âişe (Radiyallahü anha) bunu yapmaz. (Resûiüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in oraya inmesi ancak yola çıkması için kolayına gelen bir yer olduğun­dandır.) dermiş.»

 

341- (1312) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim, İbni Ebî Ömer ve Ahmed b. Abde rivayet ettiler. Lâfız Ebû Bekr'indir. (Dedi ki) : Bİze Süfyân b. Uyeyne, Anır'dan, o da Atâ'dan, o da İbni Abbas'-dan naklen rivayet etti. İbni Abbâs (Radiyallahü anha):

«El-Muhassab'da kalmak bir şey değildir. O ancak Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in indiği bir menzildir.» demiş.

 

342- (1313) Bize Kuteybetİrbnü Saîd ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ve Züheyr b. Harb toptan İbni Uyeyne'den rivayet ettiler. Züheyr (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne, Salih b. Keysân'dan, o da Süleyman b. Ye-sâr'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû Râfî' şunu söyledi: «Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) Mma'düM çıktığı vakit Ebtah'a inmemi bana emir buyurmadı. Ama ben (kendiliğimden) giderek oraya onun çadırını kurdum. Müteakiben o da oraya gelerek konakladı.» Ebû Bekir Salih'in rivayetinde şunları söyledi : «Dedi ki : Süleyman b. Yesâr'dan dinledim.»

Kuteybe'nin rivayetinde: «Ebû Râfi'den naklen o, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in eşyasına bakmaya me'mûrdu, dedi.» iba­resi vardır.

Hz. Âişe ile İbni Abbâs (Radiyaliahü anh) hadîslerini Buhâri, îbni Abbâs hadîsini Nesâî ile Tirmizî hacc bahsinde tahrîc etmişlerdir. Tirmizî, İbni Abbâs hadîsi hakkında :  «Bu hadîs hasen sahîhdir.»  demiştir.

İbni Ömer (Radiyaliahü anh) hadîsini Tirmizî dahî riva­yet etmiş ve bu bâbda Hz. Âişe ile Ebû Râfi' ve îbni Abbâs   (Radiyaliahü anh) 'dan da rivayetler bulunduğunu söylemiştir.

Âişe (Radiyaliahü anha) hadîsini bütün kütüb-ü sitte imamları tah­rîc etmişlerdir. Bu bâbda EbûHüreyre, Ebû Üsâme ve Enes (Radiyaliahü anh) hazerâtmdan da rivayetler vardır, Ebû Hüreyre rivayeti kitabımızda az sonra görülecektir. Diğerlerini Bu­hâri   tahrîc etmiştir.

Görülüyor ki, Mina'dan Mekke'ye dönerken El-Muhassabsa inmek îbni Ömer hadîsine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Hulafâ-i Râşidin'in âdetleri imiş. Bunu İbni Ömer (Radiyaliahü anh) da yaparmış. Fakat Hz. Âige ile İbni Abbâs (Radiyaliahü anh) rivayetlerinden bunun sünnet olmadığı, Ke&ûiüllah, (Sallalhhü Aleyhi ve Sellem)'in oraya tesadüfen indiği anlaşılmaktadır. Bu suretle oraya inmenin müstehab olup olma­dığında Ashâb-ı kiram ihtilâf etmiş oluyorlar. Filhakika Hulefâ'-i Râşidin hazeratı Mina'dan dönüşte Eİ-Muhas-sab'e inmiş, îbni Abbâs, Âişe ve kızkardeşi Esma (Radiyaliahü anha) orada inmemişlerdir. Bu husûsda ulemâ dahî ihtilâf etmişlerdir. Hattâbî'ye göre Mina'dan dönerken El-Muhassab denilen yerde bir müddet kalmak hacc ibâdetlerinden ma'-dûd değildir. Abdûlazîm El-Mûnzirî ise bilâkis oraya inmenin bütün ulemâya göre müstehab olduğunu söylemiştir. Fakat Münzir'in iddiası söz götürür. Çünkü Tirmizî oraya inmemiş bütün ulemâya göre değil, ulemâdan, bâzılarına göre müstehab olduğunu söylemiş. Nevevî dahî bu yere inmenin İmam Şafiî ile İmam Mâlik ve cumhura göre müstehab olduğunu bildir­miştir ki, doğrusu da budur. Ulemâdan Urvetü'bnü-Zübeyr ile Saîd b. Cübeyr'in mezheblerine göre El-Muhassab denilen yere inmek müstehab değildir. İbrahim Nehaî 'ye, Saîd b. Cübeyr'in buraya inmediği söylenmiş de şu cevâbı ver­miş : «Evvelce Saîd bunu yapardı, sonra oraya inmemeyi daha mu­vafık buldu.» Ulemâdan bâzılarına göre ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in E1 - Muhassab'da hayvanından inerek bir müddet kal­ması ilk zamanlarda ibâdetlerini gizli gizli yaparken şimdi aşikâr ibâ­det edebildiğine ve müşriklerin  İslâmiyeti  söndürmek  azminde  bulunmalarına rağmen Allah'ın bu dîni muzaffer kılmasına şükür içindir. Aynî diyor ki: «Eî-Muhassab'a inmenin hacc ibâdetleri ile alâkası olmadığı kararlaşmca acaba oradan geçen herkesin bu yere in­mesi müstehab mıdır? Değil midir? Mutlak surette müstehab olduğunu söylemek caiz olduğu gibi, kalabalık cemaat hâlinde oradan geçenlere müstehabdır, demek de caizdir.»

 

343- (1314) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vefab haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İleni Şihâb'dan, o da Ebû Selemete'bnü-Abdirrahman b. Avf'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)1 den naklen haber verdi ki, şöy­le buyurmuşlar :

«Yarın inşaallah Benî Kinâne'nin Hayf ına, küfr üzere ahd ü peymân verdikleri yere ineceğiz.»

 

344- (...) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Velîd b. Müslim rivayet et$i. (Dedi ki) : Bana Evzâî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Zührî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Seleme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hüreyre rivayet etti. (Dedi ki) : Mina'da bulunduğumuz sırada Resûlüllah(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) fcize hitaben: «Yarın biz Benî Kinâne'nin Hayfma, küfr üzere ahd ü peymân ettikleri yere ineceğiz.» buyurdular;              

Bunun sebebi Kureyş'Ie Benî Kinâne'nin, Benî Hâşim'le Benî Muttalih aleyhine  onlarla  kız alıp-vermenıek  Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) i kendilerine teslim edinceye kadar alış-verişte bulunmamak üzere ahd ü peymân etmiş olmalarıdır. Resûlüllah(Sallalîahü Aleyhi ve Seliem) bu yerden  El-Muhassab'ı kasdetmiştir.

 

345- (...) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. {Dedi ki) : Bize Şe-bâbe rivayet etti. (Dedi ki) ; Bana Verkaas, Ebu'z-Zinâd'dan, o da A'rac'-dan. o da Ebû Hüreyre'den, o da Feygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) den naklen rivayet etti ki, Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :

«Hedefimiz Allah fütuhat verirse inşaallah Hayf (yâni) müşriklerin küfr ahdü peymân ettikleri yerdir» buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhâri hacc, hicret ve megâzî bahislerinde tahrîc etmiştir.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in «İnşaallah» demesi bu bâb-daki âyet-î kerîmeye imtisâ endir.

Hayf: Dağ eteği mânâsına gelir. Benî Kinâne hayf m dan murâd El-Muhassab denilen yerdir. Vaktiyle müşrikler bura­da müslümanlara karşı boykota karar vermişlerdi. Tabakât ve Siyer ki­taplarının beyânına gb're Kureyş kâfirleri müslümanlara reva gördük­leri bütün zulüm ve eziyetlere rağmen müslümanlığın her gün biraz daha ilerlediğini görüyor, kin ve hiddetlerinden ne yapacaklarını bilemiyor­lardı. Habeş imparatoru Necâşî müslümanları himaye etmiş müşriklerin murahhaslarını haybet ve hüsranla geri çevirmişti. Müşrikler buna pek ziyâde hiddetlendiler ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'} öldürmeye ittifak ederek aralarında bir misaknâme yazdılar. Bu misâka gö­re Resûlüllah (SallallahüAleyhiveSetlem)Efendimizin kabilesi olan Benî Hâşim1e alış-veriş yapmıyacaklar, onlardan kız alıp vermeyecekler, Hz. Peygamber'i teslim etmedikçe kendilerine hiç bir nevi gıda maddesi ver-miyecekîerdi. Mîsâknâmeyi Mansûr b. İkrime yazmış, fakat derhal eli kurumuştu. Mîsâknâmeyi Kabe duvarına astılar. Ve Benî Hâşim'i kendilerine babalarından miras kalan Şı'b-ı Ebü Tâlip denilen vadide muhasara altına aldılar. Bu hâdise nübüvvetin derhal eli kurumuştu. Mîsâknâmeyi Kabe duvarına astılar. Ve Benî Abdü'l.Muttalib bu vadide üç sene mahsur kalmışlardır. Bu müddet zarfında müslümanların pek ziyâde müşkilât çektikleri hattâ bâ­za n ağaç yaprakları yedikleri rivayet olunur. İbni Sa'd mez­kûr vak'ayı anlatırken.'çocukların açlıktan feryâd ü figân ettiklerini ve seslerinin uzaklardan duyulduğunu kaydeder. Kureyş kâfirleri ise bu elemnâk manzaradan memnun kalıyorlardı. Ebû Leh e b, el­den gelen her türlü zulüm ve şenaati icra için Kureyş'e yardım ediyordu. Nihayet zulm-ü istisâf dayanılmaz bir dereceye varınca Teâ-lâ hazretleri Peygamber-i zîşânma müşriklerin yazdığı ahidnâmeyi kurt­lar, yediğini yalnız Allah (Azze ve Celle)'nin zikredildiği yerlerin sağ­lam kaldığını vahy suretiyle bildirdi. Bir rivayette müşrikler ahidnâme-nin. üzerine üç mühür vurmuşlardı. Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz bu hâdiseyi amcası Ebû Tâlib'e haber verdi. ÖdaKureyş kâfirlerine giderek şunları söyledi: «Kardeşim oğ­lunun bana haber verdiğine göre Allah Teâlâ sizin ahidnâmenize kitap kurtları musallat etmiş, bu kurtlar ahidnâmedeki zulm ve cefâyr. ait yer­leri yemiş, Allah Teâlâ'nm zikredildiği yerler sağlam kalmıştır. Kardeşim oğlu bana hiç bir zaman yalan söylememiştir. Eğer bunda da doğru söy­lüyorsa bu kötü fikrinizden vazgeçin. Yalan söylediği meydana çıkarsa onu size teslirh ederim. Siz de kendisini ya öldürür yahut sağ bırakır­sınız...»   .

Müşrikler: «Bize karşı hakikaten insaf gösterdin!» dediler. Bir de baktılar ki hâdise tamamen Resû\ü\\ah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in haber verdiği gibi imiş. Hayretler içerisinde kalarak Ebû Tâlib'e ver­dikleri söze pişman oldular. Bunun üzerine Ebû Tâ1ib : «Mes'e-le anlaşılmışken biz hâlâ neden haps ediliyor; muhasarada kalıyoruz.» dedi r Kureyş'ten bâzı kimseler de Benî Hâşim'e yaptıklarından pişmanlık duydular. Mut'ım b. Adi yy, Adiyy b. Kays, Zem'atü'bnü Esved, Ebu'l-Buhterî b. Hâşim ve Zuheyr b. Ebî Ümeyye bunlar meyânmda idi. Derhal silâhlanarak Benî Hâşim 'le Benî Muttalib'in bulun­dukları yere gittiler ve onları mahsur bulundukları yerden çıkardılar. Kureyş küf farı bunu görünce Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin kendilerine asîâ teslim edilmeyeceğini anlayarak bir daha sukût-u hayâle uğradılar. Benî Hâşim ile Benî Mutta1ib mahsur bulundukları şı'b'dan ancak nübüvvetin onuncu yılında kurtulabilmişlerdi. Bir rivayette ahidnâmeyi Mut'ım b. Adiyy yırtınıştır. İşte bu vak'aya istinaden ulemâdan bâzıları Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in El-Muhassab'e inmesini Allah'ın lütf u ihsanlarına karşı bir şükrân-ı nimet diye tefsîr etmişlerdir. Bu ha-dısdeki yarından murâd Zülhicce'nin onüçüncü günüdür. Resûlüllah (SallallahU Aleyhi ve Sellem) bu sözü bayram sabahı söylediğine göre o gün için yarın demek mecazdır.

 

60- Teşrik Günlerinde Birkaç Gece Mina'da Kalmanın Vücübu, Sikaye Vazifesi Görenler İçin Bunun Terkine Ruhsat Verilmesi Babı

 

346- (1315) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Nümeyr ile Ebû Üsâme rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize UbeyduIIah, Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. H.

Bize. İbni Nümeyr de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize UbeyduIIah rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Nâfi', İbni Ömer'den naklen rivayet etti ki, Abbâs b. Abdilmutta-lib şakiliği dolayisıyle Mina gecelerinde Mekke'de kalmak üzere Kesûlül-lah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'den itin istemiş. O da kendisine izin ver­miş.

 

(...) Bize bu hadîsi İshâk b. İfcrâhîm de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ b. Yûnus haber verdi. H.

Bana bu hadîsi Muhammed b. Hatim ile Abd b. Humeyd dahî hep birden Muhammed b. Bekir'den rivayet ettiler. (Dediler ki). : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (îsâ ile îbni Cüreyc'in) ikisi birden UbeyduIIah b. Ömer'den hu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.

Bu hadîsi    Buhâri    hacc bahsinin bir-iki yerinde tahrîc etmiştir.

Sikâye : Su için yapılan havuz, v.s.'dir. Bu kelime başka yerlerde su­lamak mânâsına mastar olarak, bâzan da maşraba mânâsında kullanıl­mıştır. İbn-i Esîr'in beyânına göre sakîlik, Kureyş kabi­lesinin hacılara kuru üzüm şerbeti sunmasından ibaretti. Gerek câhiliyet gerekse İslâmiyet devirlerinde bu vazife Hz. Abbâs b. Abdi1-muttalib'e aitti. Atâ'dan bir rivayete göre sikâye hacılara zem­zem suyu dağıtmaktır. Rivayete nazaran vaktiyle bu vazifeyi    Abd-i Menâf görürmüş. Bu maksatla tulumlarla Mekke'ye su taşır, Kabe avlusundaki deriden kaplara doldurur; sonra o suyu hacılara dağıtırmış. Ondan sonra bu vazife, oğlu Hâşim'e, ondan da Ab-dülmüttalib'e intikâl etmiş. Zemzem kuyusu kazılınca Ab-düîmuttalib kuru üzüm satın alır, onu zemzem suyuna atarak şerbet yapar ve hacılara dağıtırmış. Abdülmuttalib 'ten sonra sikâye vazife oğlu Abbâs'a geçmiş, İslâmiyet onu bu halde bulmuş. Re$û\ü\lah(Sa.naUahü Aleyhi ve Setlem) bu vazifeyi onda bırakmış. Bir daha şikâyet vazifesi asırlar boyunca  Abbâs oğullarında kalmış.

Mina gecelerinden murâd Zilhicce 'nin onbir, .oniki ve on-üçüncü geceleridir. Nevevî diyor ki: «Bu hadîs iki meseleye de­lâlet etmektedir:                                            

Bunlardan biri teşrik günlerinde geceleri Mina'da geçirme me­selesidir. Bunun vacip veya sünnet olması ihtilaflıdır. Ebû Hanîfe'ye göre sünnettir. Diğer ulemâ vâcib olduğunu söylemişlerdir. İkinci mesele sikâye vazifesini görenlerin Mina'da yatmayarak geceleyin zemzem suyu çekmek için Mekke'ye gitmeleridir. îmam Şâfiî’ye göre bu mesele yalnız Abbâs'a mahsus değil aynı vazifeyi gören herkese şâmildir. Ulemâmızdan bâzıları bu ruhsatın yalnız Abbâs'a, djğer bâzıları da Hz. Abbâs sülâlesine mahsûs olduğunu söylemişlerdir.»

Hanefîler'e göre Mina gecelerinde orayı terketmek mek­ruhtur. Çünkü Peygamber (Sallaîtahü Aleyhi ve Seüem) ve keza Hz. Ömer mezkûr gecelerde oralarda kalmışlardır. Hattâ Hz. Ömer orada yat-mayanları cezâlandjrırmış. Mamafih o gecelerde kasden başka yerde ya­tanlara bir şey lâzım değildir. Bâzıları mezkûr gecelerde Mina'da yatmanın Hanefî1er'e göre sünnet olduğunu söylemişlerdir. Zahirî1er'in de kavli budur. Kurtubî böyle bir kavlin İbni Abbâs ile Hasan-ı Basrî 'den de rivayet olunduğunu, söy­lemiştir. İbni Battal: «Mezkûr kavli İbni Uyeyne Hz. Ömer'le İbni Abbâs (Radiyallahü arih) 'dan rivayet etmiş­tir.» diyor. Yine Kurtubî'nin beyânına göre teşrik gecelerinde Mina 'da kalmak bilittifâk haccm sünnetlerinden dir. Bundan yalnız sikâye vazifesi görenlerle çobanlar müstesnadır. Bir gece yahut bütün teşrik gecelerinde Mina'da kalmayıp acele Mekke'ye dönenlere İmam Mâ1ik'e göre kurban lâzım gelir. Sefâkusî: «Mi­sia'da gecelemek emrolunmuştur. Aksi takdirde Hz. Abbâs ile başkalarına ruhsata hacet kalmaksızın Mekke'ye dönmek caiz olur­du." diyor. Bu hususta birçok kaviller daha vardır.

 

347- (1316) Bana Muhammedu'bnu-Münhâl Ed-Darîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Zürey* rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Kumeyd-i Tavîl, Bekr b. AbdiHâh El-Müzenî'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Ka­be'nin yanında İbni Abbâs'Ia birlikte oturuyordum. Derken ona bir be-devî gelerek şunları söyledi:

«Acep neden amcanız oğullarını hacılara bal ve süt sunarken görü­yorum, siz ise üzüm şerbeti sunuyorsunuz. Bunu ihtiyâcınızdan dolayı mı yoksa bahîljikten mi yapıyorsunuz?» İbni Abbâs şu mukabelede bu­lundu :

«Allah'a hamdolsun hiç bir ihtiyâcımız yok. Bahîl de değiliz, (Ama) Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Selîem) arkagında Üsâme olduğu halde de­vesi üzerinde geldi de su istedi. Biz de kendisine bir kap üzüm şerbeti getirdik. O bunu içti. Ve artanını Üsâme'ye sundu. (Bize de) : «İyi yap­tınız! Hoş ettiğiniz! Hep böyle yapın! buyurdular. Binâenaleyh biz Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin emir buyurduğu bir şeyi değiştir­mek istemeyiz.

Bu hadis sikâye vazifesinin faziletine ve sikâye şerbeti içmenin rnüs-tehab olduğuna delildir. Nevevî diyor ki: «Ulemâmız hacı olsun-olmasm herkesin Hz. Abbâs sikâyesinin şerbetinden içmeyi bilittifak müstehab görmüşlerdir. Delilleri bu hadisdir. Sikâye şerbeti kuru üzüm v.s. ile tad-landırılan, tadı hoş olup, sarhoşluk vermeyen sudur. Ama üzerinden uzun zaman geçer de müskir olursa içilmesi haramdır.»

Hadîs-i şerif sikâyecilere olsun, şâir iyilik edenlere oîsun teşekkür ve senada bulunmanın müstehab olduğuna delildir.

 

61- Hedy Kurbanlarının Etlerini, Derilerini ve Çullartını Tasadduk Hakkında Bir Bab

 

348- (1317) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ehû Hayseme, Abdülkerim'den, o da Mücâhid'deıij o da Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan, o da Alî'den naklen haber verdi. Ali (Radiyallahü anJı) şöyle demiş :

«Resûiüllah (SaîlaHahü Aleyhi'veSeîlem) develerine bakmamı, etleriyle, derilerini ve çullarını tasadduk etmemi, kasaba bunlardan bir şey ver­mememi bana emir buyurdu ve :

— Ona biz kendimizden   (bir şeyler)  veririz.» dedi.

 

(...) Bize bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkid ve Züheyr b. Harb da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize tbni Uyeyne Ab-dülkerîm-i Cezerî'den bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etti.

 

(...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân ha­ber verdi. Yine İshâk b. İbrahim (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hişâm haber verdi. (Dedi ki) : Bana babam haber verdi. Her iki râvî İbni Ebî Ne-cîh'dan, o da Mücahid'den, o da İbni Ebî Leylâ'dan, o da Alî'den, o da Feygamher(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayette bulunmuşlar­dır. İkisinin hadisinde de kasap ücreti yoktur.

 

349- (...) Bana Muhammed b. Hatim b. Meymûn üe Muhammed b. Merzûk ve Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Abd (bize haber verdi) lâbîrinİ kullandı. Ötekiler : Bize Muhammed b. Bekr rivayet etti dediler. (Muhammed demiş ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Hasen b. Müslim haber verdi, ona da Mücâhid, Miİcâhid'e de Abdurrah-,man b. Ebî Leylâ, ona da Aliyyu'bnü-Ebî Tâlib haber vermiş ki : Nebiy-yullah (SallalUıiıü A leyhi ve Seîlem) develerine bakmasını ve bütün devele­rinin etlerini, derilerini, çullarını fakirlere taksim etmesini, bunlardan kasaplık hakkı olarak bir şey  vermemesini  kendisine  emir  buyurmuş.»

 

(...) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu­hammed b. Bekr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Abdülkerim b. Mâlik El-Cezerî haber verdi. Ona da Mücâhid haber vermiş. Ona da Abdurrahman b. Ebî Leylâ, ona da Aliy-yÜ'bnü Ebî Tâlib haber vermiş ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine yukarki hadîsdekinin  mislini emir buyurmuş.

Bu hadîsi Buhârî hacc bahsinin bir-iki yerinde ve Kitâbu'l-VekâSe de; Ebû Dâvûd ile İbni Mâce hacc bahsinde, ayrıca îbni Mâce *Kitabu'l-Edâhî»de muhtelif râvilerden tah-rîc etmişlerdir. Bu rivayetlerde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve-Sellem) 'in kurbân ettiği develerin sayısı bildirilmemişse de başka rivayetlerden yüz deve kurban ettiği anlaşılmaktadır. Kitabımızda geçen bir rivayete göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SSlletn) develerin altmış üçünü bizzat ken­disi boğazlamış, geri kalanını boğazlamak İçin Hz. A1i'yi vazîfeîen-dirmiştir.

Cizâra : Kasaplık  etmek,

Cüzâra ise : Kasabın ücret olarak aldığı baş ve bacak gibi şeylerdir. İbni Cevzî'nin beyânına göre cizâra kasaplık sanatıdır diyenler olmuştur.

 

Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Bir kimsenin kurban işlerine bakmak, onu keserek etini dağıt­mak gibi şeyler hususunda  birini tevkil etmesi  caizdir.

2- Kurbanın eti, derisi ve çuiu fakirlere dağıtılır.

3- Kasaba ücret olarak kurban eti verilemez. İbni Huzeyme'ye göre hadîsden murâd ücret olarak kasaba kurban eti vermemek­tir. Begavî dahî «şerhu's-sünnc» adlı eserinde aynı şeyi söylemiş ve :  «Kasabın ücretini bir tamam verdikten sonra, fakir ise sair fakir­lere olduğu gibi, ona tasaddukta bulunmakta bir beis yoktur.> demiştir.

4- Kurban derisinin satılamıyacağma kaail olanlar bu hadîsle is­tidlal etmişlerdir. Kurtubî :  «Kurban etinin satılamıyacağma ule­mâ nasıl ittifak ettilerse, derisiyle çulunun hükmü de böyledir.» demiştir. Evzâî,   İmam   Ahmed,   İshâk   ve   Ebû  Sevr'e göre kurbanın derisini satmak caizdir.  Şâfii1er'in bir kavli de budur. Bu zevata göre kurbanın  derisi satılarak kurbanın  sarfedildiği yerlere verilir- Hz. İbni Ömer 'den bir rivayete göre kurbanın derisini satarak parasını tasadduk etmekte beis yoktur. Hz. Ebû Hüreyre'ye göre ise kurbanının derisini satan kimse kurbansız kalır. İbni Abbâs   (Radiyallahü anh) : «Kurban sahibi deriyi ya tasadduk eder yahut ondan kendisi faydalanır, başkasına satamaz» demiştir. İbra­him  Nehaî ile Hâkim'e göre deriyi satarak parasıyle kalbur, elek, balta ve terazi gibi şeyler almakda beis yoktur.

Hanefiler 'den Kudûrî kurban derisinin tasadduk edile­ceğini söylemiş, «Hidâye» sahibi dahî. aynı şeyi söyledikten sonra: «Çün­kü deri, kurbanlığın bir cüz'üdür.» demiş. Mamafih elek ve tulum gibi evde kullanılan bir âlet de yapılabileceğini, hattâ kurban derisiyle, tulum gibi devamlı suretle işe yarayan bir şey satın almanın istihsânen caiz ol­duğunu bildirmiştir. Bu bâbdaki tafsilât fıkıh kitaplarmdadır. İbni Ömer (Radiyallahü anh) kurbanın çulunu Kâbe'ye örtermiş. Sonra­ları Kabe için ayrıca Örtü yapılınca tasadduk etmeye başlamış. Kaadî îyâz'm beyânına göre hayvanı çullamak sünnettir. Ulemâ bunun deveye mahsûs olduğunu söylerler. Çulun kıymeti ve nefaseti kurban kesenin hâline göre değişir.

62-  Kurbanda Ortaklık  ve Sığırla Deveden Herbirinin Yedi Kişiye Kafi Gelmesi Babı

 

350- (1318) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Mâlik rivayet etti. H.

Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. Bu lâfız onundur, (Dedi ki) : Mâlik'e, Ebû'z-Zübeyr'den dinlediğim, onun da Câbir b. Abdillâh'tan rivayet ettiği şu hadîsi okudum. Câbir:                                            :

«Hudeybiye senesinde Resûlüüah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlik­le yedi kişi için bir deve, yine yedi kişi için bir sığır kurban ettik.» demiş.

 

351- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Efcû Hayseme, Ebû'z-Zübeyr'den. o da  Câbir'den  naklen  haber verdi. H.

Bize Ahmed b. Yûnus da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zübeyr riva­yet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'z-ZÜbeyr, Câbir'den naklen rivayet elti. Câ­bir şöyle demiş: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} iîe birlikte hacca telbiye getirerek yola çıktık. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi: ve Sellem) bize deve ile sığırda ortak olmamızı, içimizden her yedi kişinin bir deveye i§tirâk etmemizi emir buyurdu.»

 

352- (...) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize VekT rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Azratifbnu Sabit [1], Ebü'z-Zübeyr'den, o da Câbir b. Abdullah'tan naklen rivayet etti. Câbir (Radiyallahü anh) şöyle demiş: «Biz ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) ile birlikte hacc ettik de deveyi yedi kişi, sığın dahî yedi kişi nâmına kurban kestik.»

 

353- (...) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd, İbni Cüreyc'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû'z-Zübeyr haber verdi ki Câbir b, AbdiIIâh'ı şunu söylerken işitmiş : «Pc>-gamfaer (Sallalkıhü Aleyhi ve Seliem) ile birlikte yaptığımız hacc ve ömrede her yedi kişi, bir devede ortak olduk.» Bunun üzerine bir adam Câlir'e :

  Bedene'de  dahî cezûr'da olduğu  gibi  ortaklık sahih midir?  diye sordu. Câbir.   {Radıyuilahü anh) :

  O ancak bedenelerden ma'dûdtur cevâbını verdi. Câbir Hudeybiye'de bulunmuştu :

— Biz o gün yetmiş bedene boğazladık; her yedi kişi, bir ledenedc ortak olduk, dedi.

 

354- (...) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Deri: ki) : Bize Muhammed b. Bekr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ebû'z-Zübeyr haber verdi. Kendisi Câbir b. AbdÜİâh'ı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in haccını anlatırken dinlemiş. Câbîr (Radiyallahü anh) şöyle demiş:

«ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) bize ihramdan çıktığımız va­kit hedy kurbanı kesmemizi ve bir kurbanda birkaç kişinin ortak olma­sını emir buyurdu.» Bu hadîsde beyân edildiğine göre bu hâdise Resûlül-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ashâhına hacclarından hılle çıkmalarını emir buyurduğu zaman olmuş.

 

355- (...) Bize Tabya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hü-şeym, Abdülmelik'ten, o da Atâ'dan, o da Câbsr b. AbdiIIâh'dan naklen haber verdi, Câbîr (Radiyallahü arJt) :

«Biz Resulü Hah (SaUallahü Aleyhi ve Seilem) Ih bfrÜkte ömreye temettü' yapar ve bir sığın  yedi kişi nâmına keser onda ortak oturduk.» demiş.

 

356- (1319) Bize Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. /rkeriyyâ b. Ebî 2âide, İbni Cüreyc'den, o da Ebm's-Zübeyr'-den, o da Câbîr'den .naklen rivayet etti. Câbîr (RadiyaHahü arîh):

«Kurban bayram t günü Resûİüüah (Sallallahü Aleyhi ve Settem) Âîşe nâmına bir sığsr kesti.» demiş.

 

357- (...) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bekr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îbnî Cüreyc haber verdi. H.

Bana Saîd b. Yahya EI-Emevî de rivayet etti. (Dedi ki) ; Bana ba­bam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îbnî Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû'z-Zübeyr haber verdi. Kendisi Câbir b. AbrîiHâh'ı: «Eesûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) kadınlar is nâmına kurban boğazladı.» derken işitmiş.

Tbni Bekr'in Âişe'den rivayet ettiği hadîsde : «Haccmda bir sığır (kurban etti)» kaydı vardır.

Bedene: Sığır ve deve demektir. Cezûr dahî deve mânâsına gelir. Kaadî Iyâz'm beyânına göre burada sığırla cezûr arasında fark vardır. Çünkü bedene ve hedy, ihrama girerken Kâbe'ye gönderilen kurbanlıktır. Cezûr ise onun yerine kesilmek üzere sonradan satın alı­nan devedir. Hz. Câbir'e suâl soran zât cezûrda ortaklığı daha mü-nâsîp zannederek bedenenin hükmü de böyle midir? diye sormuş,  Câbir (Radiyaüahu anh)da onun kurbanlık için satın alındığına bakarak aynı hükümde dâhil olduğunu bildirmiştir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan  Hükümler:

 

1- Hedy kurbanında  ortaklık caizdir.  Ancak mes'ele ulemâ ara­sında ihtilaflıdır. İmam Şafiî İmam    Ahmed ve cumhûru ulemâya   göre hedy kurbanı vâcib olsun nafile olsun ve keza kesenlerin ister hepsi ibâdet niyetiyle yahut bâzıları et. için iş­tirak etsin müştereken  kesilebilir.  Delilleri bu hadîslerdir.

Dâvûd-u Zahirî ile Mâlik iler 'den bâzılarına göre ortaklık ancak nafile olarak kesilen kurbanda caizdir. Vâcib kurbanda bu caiz değildir. İmam Mâlik hedy kurbanında mutlak surette ortaklık caiz olmadığına kaaîldir.

îmam-ı Âzam'a göre ortaklık kurban kesenlerin hepsi ibâ­dete niyet etmek şartıyla caizdir. İçlerinden bâzıları et İçin keserse or­taklık caiz değildir.

Koyunu ortak olarak kesmek bütün ulemâya göre caiz değildir.

2- Deve ile sığır yedi kişiye kâfidir. Bunlardan her biri yedi ko­yun yerini tutar.

3- Hacc-ı temettu'a niyet eden kimseye hedy kurbanı vâcibtir.

4- Hadîs-i şerîî usûlü fıkıh ulemâsının : «Kâne lâfzı tekrar ikti­zâ etmez.» diyenlerine delildir. Sahih olan mezhep de budur. Çünkü as-hâbm haccı, ömreye tebdil etmeleri bir defaya mahsûs olmak üzere ve­da haccmda olmuştur.

 

63- Develerin Bağlı Olarak Ayakta Boğazlanması Babı

 

358- (1320) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize lid b, Abdillâh, Yûnus'dan, o da Ziyâd b. Cübeyr'den naklen haber verdi ki, İbni Ömer devesini yatırarak boğazlıyan bir adamın yanına varmış da:

«Onu  bağlı olarak ayağa kaldır.  Peygamberimiz (Saiîaîlahü Aleyhi ve SeUem)'in sünnetine tâbi ol.» demiş.

Bu hadîsi    Buhâri,   Ebû    Dâvûd   ve    Nesâî    «Hacc» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

«Peygamberimiz (Salla!kthü Aleyhi ve Seüem) 'in sünnetine tâbi ol.» cümlelinde «sünnet» kelimesini nasbeden «tâbi ol» fiili mahzuftur. Bu kelimeyi mahzûf bir mübtedâya haber olmak üzere merfu okumak da caizdir. Bu takdirde cümleye: «Bu feygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem/in sünnetidir» şeklinde mânâ verilir. Nitekim hadîsin bu şekilde rivayeti de vardır. Harbî 'nin «El-ÎVfenâsik»indeki rivayetinde bu hadîs «

«İbni Ömer :   Onu ayakta boğazla. Zira Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sünneti budur, dedi.» şeklindedir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Deveyi ayakta boğazlamak müstehabdır.

2- Câhilin sünnete muhalif bir hareketini görünce susmayıp onu öğretmek müstehabdır.

3- Sahâbînin «sünnettendir» sözü Buharı ile Müs1im'e göre merfû' hadîs hükmündedir. Bu hadisle ihticâc etmeleri onu gösterir.

4- Devenin ayakta bağlı olarak boğazlanmasından murâd sol ön ayağının ipîe bağlanmasıdır. Sığırla koyunu yatırarak kesmek ve üç aya­ğını bağlayarak sağ ön ayağını serbest bırakmak müstehabdır. Kaadî Iyâz, Tâvûs 'dan, devenin yatırılarak boğazlanması efdal oldu­ğunu nakletmişse de Nevevî bunun sünnete muhalif olduğunu söylemiştir.

 

64- Bizzat Gitmek  İstemeyen Kimsenin Harem-i Şerife Hedy Kurbanı Göndermesinin ve Kurbana Nişan Takarak Nişan İplerini Örmenin Müstehab Oluşu; Gönderen Kimsenin Muhrim Sayılmayacağı ve Bununla Kendisine Bir Şey Haram Olmayacağı Babı

 

359- (1321) Bize Yahya b. Yahya ile Muhammed b. Rumh rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Leys haber verdi. H.

Bize Kuteybe de rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Leys, İbni Şihâb'dan, o da Urvetü'bnü Zübeyr ile Amra binti Abdurrahmân'dan naklen rivayet etti ki, Âişe (Radiyalîahü anha) şöyle demiş: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) hedy kurbanını Medine'den gönderirdi. Ben kurbanının nişan iplerini örerdim. Sonra ihrâmh bir kimsenin sakındığı hiç bir şeyden sa­kınmazdı.»

 

(...) Bana bu hadîsi Harmeletü'bnü Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan bu isnâdla bu hadîsin mislini haber verdi.

 

360- (...) Bize bu hadîsi Saîd b. Mansur ile Züheyr b. Harb dahî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Süfyân, Zührî'den, o da Urve'den, o da Aişe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den naklen riva­yet eyledi. H.

Bİze Saîd b. Mansûr ile Halef b. Hişâm ve Kuteybetü'bnü Saîd de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hammâd b. Zeyd, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da Aişe'den naklen haber verdi. Âişe :

«Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in hedy kurbanının nişan iplerini örerken hâlâ kendimi görür gibiyim.» demiş. Râvî hadîsi yukaıki hadîs gibi rivayet etmiştir.

 

361- (...) Bize Saîd b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süf­yân. Abdurrahmân b. Kaasim'den, o da babasından naklen rivayet etti. Babası şöyle demiş : Ben Âişe'yi şunu söylerken işittim :

«Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'in hedy kurbanının nişan iplerini şu iki elimle örerdim. Sonra  (hacıların  uzaklaştığı) hiç bir şey­den uzaklaşmaz ve bir şeyi terketmesdî.

 

362- (...) Bize Abdullah b. Meslemeie'bni Ka'neb rivayet etti. (De­di ki) : Bize Eflâh, Kaasim'den, o da Âîşe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş :                                                                                            ,

«Ben Resûİüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in develerini:! nişan iplerini ellerimle Ördüm. Sonra onlar* nişanladı ve boyunlarına alâmet taktı. Bilâhare banları Beyt-i şerife gönderdi. Kendisi Medine'de kaldı ama  (bununla)  ona helâl olan hiç bir şey haram oîmadi.»

 

363- (...) Bize Aliyyü'bnü Hucr Es-Sa'dî İle Ya'kûb b. İbrâhîm Ed-Devrakî rivayet etliler. İbni Hucr dedi ki ; Bize İsmail b. İbrâhîm, Eyyûb'dan, o da Kaasînı ile Ebû Kilâbe'den, onlar da Âîşe'den naklen ri­vayet etti. Âişe (Radiyallahüanhü) şöyle demiş:

«Resûlüflah (SalUtllahü Aleyhi ve Sellem) hedy gönderdi. Ben onların nişan ipîerini ellerimle örerdim. Sonra ihrâmsız bîr kimsenin çekinmediği hiç bir şeyden (o da) çekinmezdi.»

 

364- (...) Bize Muhammedü'bnü'I-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki)_: Bize Hüseyn b. Hasen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Avn. Kaasİm'-den, o da Ümmü'l-Mü'minîn (Âişe)'den naklen rivayet eyledi. Şöyle de­miş :

«Ben bu nişan iplerini evimizde bulunan yapağıdan Ördüm de Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   aramızda ihrâmsu    olarak sabahladı. Hıram sız bit kimse gibi ehline yakjnlık ediyordu. Yahut bir adamın ehline yakınlık ettiği gibi yakınlık ediyordu.»

 

365- (...) Bize £üheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, Mansur'dan, o da İbrahim'den, o da Esved'den, o da Âişe'den naklen ri­vayet etti. Âişe (Radiyaîlahü anha) şöyle demiş:

«Gerçekten ResûEüllah (Saüallakü Aleyhi ve Selîem) 'in koyundan gön­derdiği hedyinin nisan iplerini ördüğümü görmuşümdut1. O bunu gönderir; sonra aramızda îhmmsız olarak kalırdı.»

 

366- (...) Bize Yahya b. Yahya ile EbÛ Bekr b. Ebî Şeybe ve Ebû Küreyb rivayet ettiler. Yahya (bize haber verdi), ötekiler (bize rivayet etti) tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da İbrahim'den, o da Esved'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âîşe şöyle demiş :

«Ben çok defa Resûlüllah (Sallallah'û Aleyhi ve Sellem)'\n hedy kurban­larına nişan ipi örmüşümdür. Hedyine nişan takar onu gönderirdi. Bilâhare ihramlı bir kimsenin sakındığı hiç bir şeyden sakınmayarak (aramızda) kalırdı.»

 

367- (...) Bize Yahya b. Yahya üe Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ve Ebû Küreyb rivayet ettiler. Yahya dedi ki : Bize Ebû Muâvİye, A'meş'den, o da İbrahim'den, o da Esved'den, o da Âişe'den naklen haber verdi. Âişe (Radiyalîahü anha) şöyle  demiş :

«Bİr defo Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   hedy kurbanı   olarak Beyt-i Şerife koyun gönderdi de boyunlarına nişan faktı.»

 

368- (...) Bize İshâk b. Man sur rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dussamcd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mııhammed b. Cuhâde, Hakem'den, o da İbrahim'den, o da Esved'-den( o da Âişe'den naklen rivayet eyiedi. Âişe (Radiyalîahüanha):

«Biz koyunlara nişan takar ve onları gönderirdik. Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , kendisine bundan dolayı hiç bir şey haram olmayarak îhrâmsrz halde bulunurdu.» demiş.

 

369- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etli. (Dedi ki): Mâlik'e, Abdullah b. Ebî Bekr'dcn dinlediğim, onun da Amra binti Abdurrahman-dan rivayet ettiği şu hadîsi okudum. Amra haber vermiş ki İbni Ziyâd Abdullah b. Abbâs'in (hedy gönderen bîr kimseye o kurban kesilinceye kadar hacılara haram olan her şey haramdır) dediğini Âişe'ye yazmış ve: «Ben de hedyimi gönderdim. Binâenaleyh (Bu bâbdaki) emrini bana yaz» demiş.

Amra demiş ki: Âişe (bu meselenin) İbııi Abbâs'ın dediği gibi ol­madığını söyledi ve: «Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hed-yinin nişan iplerini kendi ellerimle ördüm. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hu nişanları eliyle taktı bilâhara onlan babamla gönderdi ve ResûlüUahıSallallahü Aleyhi veSellem) ?e Allah'ın helâl kıldığı bir şey tâ kurban kesilinceye kadar haram olmadı.» dedi.

 

370- (...) Bize Saîd b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hü-şeym rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsmâîl b. Ebî Hâlid, Şa'bî'dcn, o da Mesrûk'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) :Ben Âişe'yi perde arkasın­dan el çarparak şöyle derken işittim:

«Ben Resûlüüah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'\n hedy kurbanının nişan iplerini ellerimle Örerdim. Sonra kurbanı gönderir; kurbanı kesilinceye kadar ihrâmlı bir kimsenin çekindiği biç bir şeyden çekinmezdi.»

 

(...) Bize Muhammedu'bnu'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvahhâb rivayet etti.   (Dedi ki) : Bize Dâvûd rivayet etti. H.

Bize İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Zekeriyyâ rivayet eyledi. (Dâvûd'la Zekeriyyâ'nm) ikisi birden Şa'bî'den, o da Rlesrûk'dan, o da Âişe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etmiş­lerdir.

Bu hadîsi Buharı hacc bahsinin, birkaç yerinde ve «Kitâbü'l-Vekâle»de, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbni Mâce hacc bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Yahya b. Yahya 'nın son rivâyetindeki İbni Ziyâd , Müslim 'in bütün nüshalarında bu şekilde rivayet olunmuşsa da Ebû Alî Gassânî, Mâzirî, Kaadî îyâzve Müslim'in sahihi üzerinde söz eden bütün hadîs ulemâsı bunun yanlış ol­duğunu söylemişlerdir. Doğrusu Ziyâd b. Ebî Süfyân 'dır. Nitekim Buhâri , El.Muvatta1 ve Sünen -i Ebi Dâvûd gibi mutemet kitaplarda bu şekilde rivayet olunmuştur. Bu zât Ziyâdu'bnü Ebîh diye maruftur. Gerçi İbni Zi­yâd isminde de bir râvi varsa da Hz. Âişe ye yetişmemiştir. Resû\ünah(S-alIaHcıhü Aleyhi ve Sellem)'in   Hz.    Ebû Bekr'le Mekke'ye hedy göndermesi Hicretin dokuzuncu yılındadır. Kurbanı Ebû Bekr (Radiyallahü anh) kesmiştir.

Tahâvî bu hadîsi onsekiz tanktan rivayet etmiştir. Hadîsin bü­tün rivayetleri hedy göndermekle bir kimsenin ihrama girmiş sayılamı-yacağını ve ihrâmhya haram olan şeylerin ona haram olmadığını göster­mektedir.

îş'âr: Lügatte bildirmek mânâsına gelir, Şerîatte ise devenin sağ hörgücünü kan akıtacak şekilde demirle çizmektir. Bunda hayvana ezi­yet olup olmadığı nazar-ı itibâra alınmaz. Zira bir şeyi menetmek yal-mz sâri' hasretlerinin hakkıdır. Bunu menetmek şöyle dursun bizzat Re-sûlüllafc (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz yapmıştır,

Kazzâz iş'ân : «Devenin hörgücünü bıçakla delmektir» diye tarif et­miş; «El-Muhkem» nâm eserde : «İş'âr devenin derisini yarmak yahut kan çıkıncaya kadar yaralamaktır» denilmişdir. îbni Karakol'a göre İş'âr, devenin hörgücünü sağ tarafından genişliğine yarmak sure­tiyle onu nişanlamaktır. Hanefîler 'den İmam Ebû Yû­suf 'la İmam Muhammed iş'ânn kan akmcaya kadar hÖr-gücün sol tarafından ve dibinden delmek suretiyle yapılacağını söylemiş­lerdir. Bir-rivayette    İmam   Ahmed'in kavli de budur.

Sefâkusî'ye göre deve hırçın değilse horgücün sol tarafı yara­lanır. Hırçın ise iki deve yan yana getirilerek aralarına girilir ve birinin hörgücü sağ tarafından, diğerinin sol tarafından çizilir. İmam Mâ1ik dahî horgücün sol tarafı çizileceğine kail olmuştur. İşbîli «El-Muvatta'» şerhinde iş'ârın hem sağdan, hem soldan yapılabileceğini söy­lemiştir. Hz. Abdullah b. Ömer İş'ân bâzan sağ, bâzan da sol taraftan yapmıştır. Ekser-i ulemâya göre sağ taraftan yapmak müs-tehabdır. îmam Şafiî ile îshâk'ın kavilleri de budur. Delilleri İbni Abbâs hadîsidir. Mezkûr hadîste ResûlüIJah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in öğle namazını Zülhuleyfe'de kıldığı sonra bir deve isteyerek onu sağ hörgücünün yüzünden yaralayarak kan akıttığı, boynuna da iki nalın taktığı bildirilmektedir. İbni Habîbe göre işar horgücün uzunluğuna yapılır. Uzunluğundan murâd horgücün sivri­sinden yere doğru; genişliğinden murâd da boynundan kuyruğuna doğru yarmaktır.

Cumhûr-u ulemâya göre iş'âr sünnettir. Fakat İbni Ebî Şeybe'nin «Musannef»inde güze] isnâdlarla rivayet ettiği ha­berlere göre Hz. Âişe ile İbni Abbâs (Radiyallahü anlı) : «İs­tersen iş'âr yap, istersen yapma» demişlerdir.

Zahirîler 'den îbni Hazm, İmamı Âzam'in ; «Ben iş'ân kerih görürüm. Bu bir ta'zîbdir»  dediğini söyledikten sonra Hz. İmam hakkında atıp tutarak ezcümle şunları söylemiştir : «Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yaptığı bir işe ta'zîb demek oîsa olsa bir âlimin en büyük kabahatlarından biridir... İmam-ı Azam'-m bu kavline seleften kaail olan bilmediğimiz gibi, asrında yetişen îu-kahâdan dahî Allah'ın onu taklîdle müptelâ kıldığı bâzı kimselerden başka muvafakat eden bulunduğunu bilmiyoruz.» İbni Hazme hak ettiği cevâbı Aynî vermiş ve şunları söylemiştir; «Bu bir sefâ-het ve hayâsızlıktır. Çünkü fukahânın mezheblerini bahusus Ebû Hanîfe'nin mezhebini herkesten daha iyi bilen Tahâvi , Ebû Hanîfe'nin asıl ig'ârı kerih görmediğini, onun sünnet olduğunu da inkâr etmediğini yalnız iş'ârın sirayeti mûcib olup hayvanı helake sü­rükleyecek şekilde yapılmasını kerîh gördüğünü söylemiştir... Hz. İmam bununla avam tabakasına bu kapıyı kapamak istemiştir. Çün­kü câhiller bu husûsda had ve hududa riâyet etmezler. Ama bu cihete vâkıf olup da hayvanın etini kesmeden yalnız derisini çizmeyi Ebû Hanîfe kerîh görmemiştir. Hattâ Kirmanı Hz. İmâm'm bunu müstahsen addettiğini söylemiş ve esah olan da budur demiştir.». İbni Hazm'in «îmam-ı Âzam 'in bu kavline seleften kaail olan bilmiyoruz» sözü hakkında Aynî: «Bu söz fasittir. ' Çünkü İbni Battal, İbrahim Nehaî 'nin dahî iş'âra kâii olma­dığını söylemiştir» diyor. Hz. 'Âişe ile İbnıAb^bâs (Radiyallahü anh) nin hedy sahibini iş'âr yapmakla yapmamak arasında muhayyer bı­rakmaları da onlara göre iş'ârm sünnet veya müstehab olmadığına de­lildir.

İş'ârın hikmeti: Hayvan başka sürüye karıştığı zaman kolayca seçil­mek, kaybolursa tanınmak, çalınırsa hırsızın onu bırakması, hayvanın kurbanlık olduğunu gören fakirlerin onun kesildiği yere gelmesi, başka­larını bu işe teşvik ve şeâir-i islâmiyyeyi ta'zîm gibi şeylerdir.

îş'ârın deveye mahsus olup olmadığı ihtilaflıdır. İbni Ömer (Radiyallahü anh) sığırlara da iş'âr yaparmış. İbni Hazm bunu Übeyy b. Ka'b (Radiyallahü anJı) 'dan da rivayet etmiştir. îbni Battal ile Şa'bî'ye göre sığıra da deve gibi iş'âr yapılır ve ni­şan takılır. Ebû Sevr'in kavli de budur. İmam Mâlik iş'âria nişan takmanın yalnız hörgüçlü hayvanlara yapılacağını, hörgüç-süzlere ise işjâr yapılnv.yacağım söylemiştir. Said b. Cübeyr : «Hörgüçsüz hayvanlara yalnız nişan takılır, iş'âr yapılmaz» demiştir. Koyuna iş'âr yapmak sünnet değildir. Çünkü koyun hem zayıf bir hayvan­dır hem de yapağı iş'âr yerini örter. İbni Tin: «Hörgüçlü sığır hakkında   Ebû    İshâk 'tan başka hiç bir kimsenin hilaf zikrettiğini bilmiyorum ama bu hayvanın   mevcûd   olduğunu da sanmıyorum»  demişdir.

Taklîd : Hayvanın boynuna alâmet olmak üzere nalın veya.deri gibi bir şey asmaktır. Bu bilittifâk sünnettir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Taklîd ve iş'ârı kurban sahibinin kendisi yapması efdaldır. Kur­banı kesmek dahî böyledir. İmam Mâlik 'le   îbni  Şihâb kadının taklîd ve iş'ân hususunda ihtilâf etmişlerdir. İbni Şihâb'a göre kadın bunları kendi yapar. îmam Mâlik bunu kabul etme­miş : «Kadın bunları yapamaz, meğer ki, yaptıracak kimse bulamamış olsun. Çünkü taklidi e iş'ân ancak kurbanı kesen kimse yapar» demişdir.

2- Bir kimse Mekke'ye hedy göndermekle ihrama girmiş sayıla­maz. İhrâmlıya haram olan hiç bir şey ona haram değildir. Ulemâ bu hususta  ittifak etmişlerdir. Yalnız İbni Abbâs ve İbni Ömer (Radiyallahü anh) hazerâtı ile   Atâ ve Saîd b. Cübeyr hedy gönderen kimsenin ihrâmh gibi hareket etmesi lüzumuna kaail ol­muşlardır. Mamafih böylesi onlara göre de ihrâmh sayılmaz.

3- Hayvana nişan takmak hususunda başkasını tevkil caizdir.

4- Ulemâ birbirlerine  reddiyyede  bulunabilirler.

5- Nâss mukabilinde içtihada itibar yoktur.

6- Hususiyet sabit olmadıkça Peygamber (SallaUahü A ley-hi ve Seliem) in fiillerine tâbi olmak gerekir.

 

65- İhtiyacı Olan Kimsenin Hedy Olarak Gönderilen Deveye  Binmesinin Cevazı Babı

 

371- (1322) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Ebû'z-Zinâd'dan dinlediğim, onun da A'rac'dan, onun da Ebû Hüreyre'-den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: ResûJüMah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) bir adamın dişi bitr deve sürdüğünü görerek :

«On bin!»  demiş. O zât:

— Yâ Resûlâllah! Bu bedenedir, mukabelesinde bulunmuş. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) ya ikincide yahut üçüncü defada:

«Ona bin! Yazık sana!»   buyurmuşlar.

 

(...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muğîratu'bnü Abdirrahmân El-Hızâmî, EbûVZinâd'dan, o da A'rac'dan bu isnâdla ha­ber verdi. (Ebû Hüreyre) : «Bir defa bir adam nişanlı bir deve sürer­ken...» demiş.

 

372- (...) Bize Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Müneb-bih'ten rivayet etti. Hemmâm: Bize Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah Muharn-meâ (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den rivayet ettikleri şunlardır diyerek bir takım hadîsler söylemiş, ezcümle şöyle demiştir :

«Bir defa bir adam nişanlı bir dişi deveyi sürerken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) kendisine :

  Yazık sana! Bin ona! buyurmuş. O zât:

  Bu bedenedir yâ Resûlâllah! demiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem);

  Yazık sana! Bİn ona; yazık sana! Bin ona! buyurmuşlar.*

Bu hadîsi Buhâri «Hacc», «Vasâyâ» ve «Edeb» bahislerinde; Ebû Dâvûd ile Nesâî «Hacc» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Deve süren zâtın kim olduğu malûm değildir. Bu zât: «Yâ Resûlâl­lah! Bu bedenedir.» demekle, devenin kurban edilmek üzere Mekke'ye gönderilmekte olduğunu anlatmak istemiştir. Rivayetlerin bâzıla­rından anlaşıldığına göre devenin boynunda kurbanlık alâmeti bulunu­yormuş.  Binâenaleyh  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in  onu  görül dört ay kadına yaklaşmıyacağma yemîn etmek şer'an ilâ sayılmaz. Mut­laka dört aydan fazla bir müddet söylemek îcâb eder.

İmam Mâlik-, dört ay üzerine bir gün ziyâde edilmesini şart koşmuştur. Fakat îlâ âyeti bu zevatın aleyhlerine delildir.

îlâ'nıjtr hükmü : Müddet içinde kadına yaklaşıldığı taktirde keffâret îcâb etmektir.

Hasan-ı   Basrî'ye göre keffâret lâzım değildir; îlâ sakıt olur.

îlâ yapan kimse dört ay içinde karısına yaklaşmazsa, bir talâk boş olur. Ashâb-ı kiram 'dan İbni Mes'ûd, İbni Ömer, İbni Abbâs, Osman ve Alî (RadiyaüahCt anhûm) hazerâ tının1 kavilleri bu olduğu gibi cumhûr-u Tabiîn'in mez­hepleri de budur.

îlâ hakkında filan kitaplarında tafsilât vardır.

Hadîsin bütün rivayetlerinde bir ay'in yirmidokuz günden ibaret ol­duğu bildirilmektedir.

Kaadı Iy=âz diyor ki: «Bütün bu rivayetlerin mânâsı: Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) yirmidokuz günü tamam ettikten sonra döndü, demektir. Buna delîl : Hadîsin bir rivayetinde :

(yirmidokuz gün geçtikten sonra); diğer rivayette :

(yîrmidokuzun sabahında) yâni {yirnûdokuzdan sonra gelen gecenin sabahında) buyurulmuş olmasıdır. O sabah ise otuzuncu günün sabahı­dır. (Ay yirmi dokuzdur.) sözünün mânâsı: bazen yirmidokuz çeker, de­mektir. Nitekim bâzı rivayetlerde bu şekilde tasrîh Duyurulmuştur.»

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yemîni zevcelerine güvendi­ği içindi. Müfessirler Sûre-i Tahrîm'in tefsirinde bu yeminin sebebini beyân etmişlerdir. Görmek isteyenler oraya bakabilirler.

 

5- Her Belde Halkı İçin Ay'ı Kendileri Görmelerinin Muteber Olduğunu; Bir Beldede Hilal'i Görürlerse, Onlardan Uzak Olan Yerler İçin Bu Hükmün Sabit Olmadığını Beyan Babı

 

28- (1087) Bize Yahya b. Yahya ile Yahya b. Eyyûb, Kuteybe ve İb-ni Hucr rivayet ettiler. Yahya b. Yahya (Aııberanâ) dedi; diğerleri (Had-desenâ) tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize İsmâîl yâni İbni Ca'-.fer, Muhammed yâni İbni Ebî Harmele'den, o da Küreyb'den naklen riva­yet etti, kî Ümmü'1-Fadl binti Haris kendisini Muâviye nezdine Şam'a göndermiş. Küreyb şöyle demiş: Şam'a varıp Ümmü Fadl'in hacetini gör­düm. Ben, Şam'da iken Ramazan hilâli göründü, Hilâl'i cuma gecesi gör­düm. Sonra Medine'ye ayın nihâyetinde geldim. Abdullah İbni Abbâs (Radiyallahû anhûma)   bana bâzı şeyler sordu, sonra hilâlden söz açarak:

  «Hilâli ne zaman gördünüz» dedi. Ben :

— «Biz, onu cuma gecesi gördük.» cevâbını verdim;

  «Onu sen mi gördün?» diye sordu;

  «Evet. Halk da gördüler ve oruç tuttular. Muâviye de oruç tuttu.» dedim. Bunun üzerine İbni Abbâs:

  «Ama biz onu cumartesi akşamı gördük. Onun için de ya otuzu ta­mamlayıncaya yahut hilâli görünceye kadar oruca devam ediyoruz.» dedi. Ben :

  «Muâviye'nin görmesi ve oruç tutmasıyla iktifa etmiyor musun?» dedim; İbni Abbâs:

  «Hayır; bize Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle emir bu­yurdu.» cevâbını verdi.

Kâvî Yahya b. Yahya, Küreyb'in «İktifa etmiyelim mi?» yoksa «İk­tifa etmiyor musun?» dediğinde şekketmiştir.

Bü hadîsi Ebû Dâvûd, Nesâî ve Tirmizî rivayet etmişlerdir.

Hadîs-i şerif, hilâlin bir yerde sübût bulmasıyla hükmün oraya mün­hasır kalacağına delâlet etmektedirye göre binmek ve sütünü içmek hayvana bir noksanlık getirirse noksan­lığın kıymetini ödemek lâzım geldiğini kaydetmiştir. İmam Mâ1ik'e göre dahî sütü içilmezse de içildiği takdirde ödemek îcâb etmez.

Binmeyi tecviz edenler kurbanlık deve üzerinde yük taşınıp taşı-namıyacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik bunun caiz olmadığını söylemiş cumhur ise tecviz etmişlerdir.

Devenin dişisinden de erkeğinden de hedy kurbanı olur. Hanefiî1er'le İmam Mâ1ik'in mezhepleri budur. Mezkûr kavi bir­çok ashâb-ı kiram 'dan nakledilmiştir. İbni Tin, hed-yin yalnız dişi deveden olacağını söylemiş ve bu kavli İmam Şâfii'den nakletmiştir.

2- Hadîs-i şerif âlimin fetvayı tekrar edebileceğine, onu kabul etmeyeni tekdir ve tevbih'da bulunabileceğine delildir.

 

373- (1323) Bana Amru'n-Nâkıd ile Süreye b. Yûnus rivayet etti­ler. (Dediler ki) : Bize Hüseyni rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Humeyd, Sâbit'ten, o da Enes'den naklen haber verdi. Humeyd zannederim bunu Enes'den ben de işittim demiş. H.

Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Hüseyni, Humeyd'deıı, o da Sâbit-i Bünânî'den, o da Enes'den nak­len haber verdi. Enes (Radiyallahü aııh)   şöyle demiş :

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)hir bedeneyi sürmekte olan bi­rine tesadüf ederek :

  Bin ona! buyurdu.  O zât:

  Bu bedenedir mukâabelesinde bulundu. Resûlüllah  (Salla! lahü Aleyhi ve Selletn) iki yahut üç defa (bin ona!)  buyurdular.»

 

374- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybc rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekr, Mis'ar'dan, o da Bükeyr b. Ahmes'den, o da Enes'den naklen riva­yet etti, Bükeyr, ben Enes'i şöyle derken işittim demiş :

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellerri) 'in yanından bir bedene yahut hediyye geçirdiler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  (sahibine):

«Bin ona!  dedi. O zât:

— Bu bedenedir yahut hediyyedir mukaabelesinde bulundu. Resûlül­lah  (Sallallahü A leyhi ve Sellem):

— «İsterse bedene olsun»   buyurdular.

 

(...) Bize bu hadîsi Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Bişr, Mis'ar'dan rivayet etti. (Demiş ki):-Bana Bükeyr b. Ahnes rivayet etti.  (Dedi ki) : Enes'i:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanından bir bedene geçi­rildi...» derken işittim. Ravî (hadîsin geri kalan kısmını) yukarki hadîs gibi rivayet etmiştir.

 

375- (1324) Bana Muhammed b. Hâlim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd, İbni Cüreyc'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû'z-Zübeyr haber verdi. (Dedi ki) : Câbir b. Abdillâh'tan dinledim. Kendi­sine hedy kurbanlığına binilip tinilemiyeceği  soruldu da şÖyJe dedi :

«Ben Peygamber (Saliatlahü Aleyhi ve Sellem)' (Muztar kaldığın vakit başka hayvan buluncaya kadar ona ma'rûf vecihle bin!) buyururken İşittim.»

 

376- (...) Bana Seİemetu'bnü Şebîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen b. A'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kıl, Ebû'z-Zübeyr'den, naklen rivayet etti. Ebû'z-Zübeyr şöyle demiş:

 

30- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gunder, Şu'be'den naklen rivayet etti. H.

Bize İbnü'l-Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Amr b. Mürra'dan naklen lıaber verdi. Amr söyle demiş: Ben, Ebû'l-Buhterî'yi şunu söylerken işittim: Biz (Zât-ı ırk) denilen yerde iken Ramazan hi­lâlini gördük de îhni Abtâ^ (Radiyalİahı'ı anhûmaj'ya sormak için bir adam gönderdik. İbni Abbâs (RadiyallahCt anh) şunları söylemiş: Resûlül-lah   (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Şüphesiz ki Allah ay'ı görülmek için imdâd etmiştir. Eğer hava bu­lutlu olursa sayıyı tamamlayt verin.»  buyurdular.

Hadîs-i şerîf bütün nüshalarda bu şekilde yâni birinci rivayette «med­de»; ikinci rivayette «Emedde» sigalarıyla rivayet edilmiştir.

Kaadı İyâz'm beyânına göre ulemâdan bâzıları medde fiilini imtidât yâni uzatmak; «Emedde» fiilini de imdat vermek mânâsına tef-sîr etmişlerdir.

Kaadı îyâz: «Bence doğrusu rivayetin zahiri manâsıyla kal­masıdır. Zahirî mânâsı: Allah onun müddetini görülsün diye uzatmıştır; demektir. Zaten her iki fiilin de bu. mânâya geldikleri söylenir...« diyor.

Cemaattan bazılarının «ay üç günlük» bazılarının da "iki günlüktür» demeleri, onun büyük gördükleri içindir. İbni Abbâs (RadiyaJîahû anh) ise ayın büyüklüğü küçüklüğü nazar-ı itibâra alınamayacağını, ayın bir gecelik olduğunu bildirmiştir. Zîra büyük veya küçük göstermek Allah Teâlâ'ya kalmış bir fiildir. Dilerse hiç de göstermez; bu takdirde oruç günleri otuz üzerinden tamamlanır,

Mâzirî diyor ki: «Hilâl güneşin zevalinden sonra görülürse gele­cek akşama; zevalden Önce görülürse evvelki akşama âiddir. Bazıları bu­nun da gelecek akşama âid olduğunu söylemişlerdir.

Zâhirî1er'e göre oruçda gecen akşama, bayramda ise ihtiyâtan gelecek akşama âiddir. «Ayı görürseniz oruç tutun!» hadisinin zahirine bakılırsa ay görüldümü oruç tutmak îcâb eder... O halde görülen ay ge­lecek geceye hami olunur...»

Fakat Übbî, Mâziri'nin bu son sözüne itiraz etmiş ve: «Bu bâbda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den sahîh bir hadîs vârid olmamıştır. Yalnız Ömer   (Radlyaliahû anh) 'in :

(Ayı zevalden önce görürseniz iftar edin; zevalden sonra görürseniz iftar etmeyin!» dediği rivayet olunur. Böyle bir kavi Hz. Alî 'den de nakledilmiştir. Görülen ayın gelecek geceye âid olduğunu bildiren kavi meşhurdur...» demiştir.

Ayın zevalden önce görülmesi meselesi Hanefiyye imamları arasında da ihtilaflıdır. Hilâl, ayın otuzuncu günü zevalden önce görülür­se imam Ebû Yusuf a göre evvelki geceye âiddir. Binaenaleyh Ramazan başı ise o gün oruç tutmak; Ramazan sonu ise iftar etmek lâzımdır.

İmam A'zam'la imam Muhammed'e göre ise görülen hilâl mutlak surette gelecek akşama âiddir. Bazıları bu meseledeki hila­fın yalnız imam Ebû Yûsuf JIa imâm Muhammed arasında olduğunu söylemişlerdir.

İmâm A'zam 'dan bir rivayete göre hilâli güneşin yolu üzerinde görünür yâni güneş hilâli ta'kîb ederse, o hilâl evvelki geceye, hilâl güne­şin peşinden gidiyorsa gelecek geceye âiddir. Fetva İmam A'zam'la imam   Muhammed'in kavline göredir.

 

7- Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in «Bayram Ayları Noksan Olmazlar» Hahisinin Manasını Beyan Babı :

 

31- (1089) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid b. Zürey Halid'den, o da Abdurrahman b. Ebî Bekrâ'dan, o da babası (Radiyallahû anh) 'dan, o da $eygamher(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den nak­len haber verdi:

«İkİ bayram ayı noksan olmazlar, bunlar Ramazan ile Ztlhİcce'dir» buyurmuşlar. vâyet etmişlerdir. Fakat Hattâbî bunu pek doğru bulmamış şeklinde okunmasını tavsiye etmişdir. Cevheri ile sair lügat ulemâsı bu hususta biri «Zehafe» diğeri «Ezhafe» olmak üze­re iki lügat kullanıldığım söylemişlerdir. Bu kelimeler sürünmek, yol almak ve bîtâb düşerek yolda kalmak mânâlarında kullanılırlar. Binâ­enaleyh Hattâbî'nin iddiası kabul edilmemiştir. Kelime her iki şe­kilde de kullanılabilir. Burada nıurâd hayvanın yürüyemeyip yolda kal­masıdır.

Hadîsteki «Ayiye» fiili «Ayye» ve «Uniye» şeklinde de rivayet olun­muştur. Birinci ve ikinci rivayetlerin mânâsı âciz kaldı yani hayvan yolda kalırsa ne yapmak lâzım geldiğini bilemedi demektir. Üçüncü ri­vayete göre mânâ ehemmiyet verdi demektir.

Hadîsin birinci rivayetinde ResûlüIIah (SallaHahü Aleyhi ve Sellem)in gönderdiği develerin on altı, ikinci rivayetinde onsekiz olduğu görülmek­tedir. Nevevî buna bakarak hâdisenin ayrı ayrı iki yerde geçmiş olabi­leceğine ihtimâl verdiği gibi, aynı hadisenin ayrı ayrı rakamlarla ifade edilmiş olmasını da caiz görmüş : «Onaltı adedinde fazlasını nefy yok­tur. Çünkü bu bir mefhum-u adettir, onunla amel edilmez» demiştir. Hâdise bir olduğuna göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in devele­rine vekil tayin ettiği zâtın Ebû Kabîsa Züeyb (Radîyallahü anh) olduğu anlaşılır.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan  Hükümler:

 

1- Hîn-i hacette  bir  kimse  kendisinin  medhini  tezammun   eden sözler söyleyebilir. İbni Abbâs (Radiyalîahü anh)hn : «Tam bilene rastladın» sözü buna delildir. Hz. İbni Abbâs   bu sözü verdiği haberin dikkatle dinlenilmesine teşvik ve söylediklerinin muhakkak ol­duğunu beyân için söylemiştir.

2- Mekke'ye götürülen kurbanlık yürüyemeyip yolda kalırsa onu keserek etini fakirlere dağıtmak icâb eder. Sahibiyle yol arkadaşları o hayvanın etinden yiyemezler.Nevevî: «Bu, bâzı kimseler yolda hayvanı kesmeye veya sakatlamaya imkân bulamasmlar diye sedd-i zerîa kabilinden yasak edilmiştir.» diyor. Bu meselede ulemâ ihtilâf etmişler­dir. İmam Ahmet 'ten bir rivayete göre sahibi ve arkadaşları an­cak nafile hedy ile müt'a ve kıran kurbanlarının etlerinden yiyebilirler. Hanefîye ulemâsının kavilleri de budur. Çünkü bu kurbanlar ceza için değil hacc ibâdetlerinden  ma'dûd  olmak üzere kesilirler.  «Et-Tevdîh» nam eserde beyân edildiğine göre yolda kalan nafile hedy kurbanı hakkında ulemâdan bir taife ruhsat vermişlerdir. Bu kavil Hz. Âişe ile İbni Ömer (Radiyaüahü anh/dan rivayet olunmuşdur. Bir ta­kımları sahibinin o kurbanın etinden yiyemiyeceğine kaail olmuşlardır. Bu kavil İbni Abbâs (Radiyallahü anhydan naklolunmuştur. îmam Azam'la İmam Mâlik ve İmam Şafiî 'nin mezhepleri budur.

 

67- Veda Tavafının Vücübu ve Hayızlılardan Sukutu Babı

 

379- (1327) Bize Saîd b. Mansûr ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Süfyân, Süleymân-ı Ahvel'den, o da Tâvûs'dan, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti. ibni Abbâs şöyle demiş : «Halk her tarafa dağılıyorlar di. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallollahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Sakın son varacağı yer Bey t-i Şerîf olmadıkça hiçbir kimse bir yere gitmesin»   buyurdular.

Züheyr, kelimesini söyleme­miştir.

 

380- (1328) Bize Saîd b. Mansûr ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe riva­yet ettiler. Lâfız Saîd'indir. (Dediler ki) : Bize Süfyân, İbni Tâvûs'dan, o da babasından, o da İbni Abbâs'tan naklen  rivayet etti. İbni  Abbâs :

«Halka son varacakları yerin Beyt-i Şerîf olması emir buyruldu. Yal­nız hayzh kadına ruhsat  verildi.»  demiş.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'm hassaten bu iki ayı zikir bu­yurması oruçla hacc bu aylarda yapıldığı içindir.

Nevevî   kat'iyyetle buna kaail olmuştur.

Tıybî ( ?-743) : «Hadîsin zahirine bakılırsa bu iki ayın hassaten zikredilmesi, başka aylarda bulunmayan bir meziyete sahip oldukları içindir. Yoksa hadîs, başka ayda yapılan taatın sevabı bunlarda yapılanın sevabından daha azdır, mânâsına gelmez. Maksad bu iki ay bayramlara mahsus olduğu için onlarda vuku'u melhuz olan hatânın hükmünü kal-dırmakdır.» demiştir.

Hadîs-i şerif, sevapların amellere göre değil, sırf Allah'ın bir fadl-ı ihsanı olduğunu söyliyenlerin delilidir.

Yine bu hadîs tam ve noksan ayların sevabda müsavi olduklarına de­lildir.

 

8- Oruca Girişin Fecrin Doğması İle Hasıl Olduğunu, Fecir Doğuncaya Kadar Yemek ve Sairenin Cevazını, Kendisine Oruca, Namaz Vaktine ve Saireye Girmek Gibi Hükümler Taalluk Eden Fecrin Sıfatını Beyan Babı

 

33- (1090) Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. İdrîs, Husayn'dan, o da Şa'bi'den, o da [2] Adiyy b. Hatim (Radiyallahû anh) 'dan naklen rivayet etti. Adiyy şöyle demiş: (Sizin için fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden seçilinceye kadar yiyip için [3] âyet-i kerimesi nâzl olunca Adiyy b. Hâtm peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e:

«Ya Resûlallah Ben, yastığımın altına bir beyaz, biri siyah iki ip koy­dum. (Bununla) geceyi gündüzden seçiyorum.» dedi. Resûlüllah (Salîallchü Aleyhi ve Sellem):

«Senin yastığın pek genişmiş, Bu beyaz iplikle siyah iplik gecenin karanlığı  ile gündüzün aydınlığından ibarettir.»  buyurdular.

Bu hadîsi Buh âri «Kitâbu's-Savm» ile «Kitabu't-Tefsir» de Ebû Dâvud «Kitâbu's-Savm'da, Tirmizi «Kitâbu't-Tefsir» de muhtelif ravilerden tahric etmişlerdir.

Tirmizi onun hakkında «Hasen Sahih bir hadistir.» demiştir.

İkaal : Arapların deve bağladıkları iptir.

Mücâhid'in rivayetinde bunun yerine «Kıldan iki iplik aldım.» denilmiştir.

Hadîsin bir rivayetinde şöyle buyurulmuştur: «Dedim ki Yâ Resûl­allah, bu beyaz iplikle siyah iplikden murâd nedir? Bunlar hakikaten iki iplik midir? Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Şayet ipliklere baktınsa sen hakikaten pek kaim kafalıymışsın.» buyurdu.

Sonra ilâve etti:

«Hayır, bundan murâd, gecenin karanlığı  ile  gündüzün  aydınlığıdır.»

Ebû Davud'un rivayetinde: «Ben biri beyaz, biri siyah iki ip alarak yastığımın altına koydum da, onlara baktım, fakat ipleri biribirinden se­çemedim. Sonra bunu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e anlattım da, güldü ve

«Öyle ise senin yastığın pek geniş ve uzunmuş. Bundan murad : Ge­ce ile gündüzden  ibarettir,   buyurdu» denilmektedir.

Ebû Avâne 'nin rivayet ettiği Mutarrif hadîsinde : «ResûlüIIaH (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) güldü ve :

— «Hayır öyle değil, ey kalın kafalı, buyurdular.» denilmiştir.

«Senİn yastığın pek genişmiş.» ifâdesindeki yastık uykudan kinaye­dir. Maksat «Senin uykun pek çok ve derinmiş.» demektir.

Bâzıları yastığın başdan kinaye olduğunu söylerler. Nitekim : «Sen hakîkaten pek kalın kafalıymışsm.» hadîsi de bunu te'yid etmektedir.

Bir takımları kaim kafalı tâbirinin ahmaklıktan kinaye olduğunu söy­lerler. Zira kafanın haddinden fazla büyük ve geniş olması, gabâvet ve «Safiyye fcinti Huyey tavâf-ı ifâzayı yaptıktan sonra hayz gördü. Ben onun hayz hâlini HesûlüUah (Sallaliahü Aleyhi ve Selletn)'e anlattım da Resûlüllah   (Sallal'.ahü Aleyhi ve Seilem):

  O bizi yolumuzdan alıkoyacak mı?  buyurdu. Ben :

  Yâ Kesûlullah! O ifâsını yapmış ve beyti tavaf elmişdi. İfâzadan sonra hayız gördü dedim. Bunun üzerine Resûlüllah  (Sailaîlahü Aleyhi ve Seilem) :

«Öyle ise yola revân olsun!»  buyurdular.

 

383- (...) Bana Ebu't-Tahir ile Harmeletu'bnü Yahya ve Ahmed b. îsâ rivayet ettiler. Ahmed (bize rivayet etti). Ötekiler (bize haber verdi) tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Vehb haber verdi. (De­di ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan bu isnâdla haber verdi. Âişe Leys hadîsinde olduğu gibi :

«Peygamber (Sailaîlahü Aleyhi ve Seilem) 'in zevcesi Safiyye binti Hu-yeyy veda haccııida temiz iken ifâzasmı yaptıktan sonra hayzim gör­dü...» demiş.

 

(...) Bize Kuteybe yani İbni Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.

Bize Züheyr b. Harb da rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Süfyân riva­yet etti. H.

Bana Muhamnıedu'bnü'l-Mûsennâ dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'l-Vehhâb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb rivayet etti, Bu râ-vilerin hepsi Abdurrahmân b. Kaasim'dan, o da babasından, o da Aişe'-den naklen onun Resûlüllah (Sailaîlahü Aleyhi ve Seilem) 'e Safiyye'nin ha­yız gördüğünü söylediğini Zührî'nin hadîsi mânâsında rivayet etmiş­lerdir.

 

384- (...) Bize Abdullah b. Meslemete'bni Ka'neb rivayet etti. (De­di ki) : Bize Eflâh, Kaasim b. Muhammed'den, o da Âişe'den naklen ri­vayet etti. Âişe şöyle demiş :

«Safiyye'nin tavafı ifâzayi yapmadan hayız göreceğinden korkuyor­duk. Derken yanımıza Resûlüllah (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) gelerek:

  Safiye bizi yolumuzdan alıkoyacak mı diye sordu.  Biz:

— O ifâzasım yaptı, dedik.

  Öyleyse alıkoymayacak buyurdular.

 

385- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) ; Mâük'e, Abdullah b. Ebî Bekr'den dinlediğim, onun da babasından, onun da Amra binti Abdirrahmân'dan, onun da Âişe'den naklen rivayet ettiği şu ha­dîsi okudum. Âişe Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e :

  Yâ Resûlallah! Safiyye binti Huyeyy hayz gördü, demiş. Resûlül­lah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

  Galiba o bizi yolumuzdan alıkoyacak. Sizinle birlikte beyti tlvâf etmiş miydi?   demiş. Oradakiler :

  Hay hay etmişti!  cevâbını vermişler.

  Öyle ise yola çıksın!   buyurmuşlar.(Dedi ki) : Bize Fudayl b. Süleyman [4] rivayet etti : (Dedi ki) : Bize Ebû Hazım rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sehl b. Sa'd rivayet eyledi. (Dedi ki) : Şu (size ak iplilc kam iplikten seçilinceye kadar yiyin için) âyeti na­zil olunca bâzı kimseler bir beyaz bir de siyah iplik alarak bunları birbi­rinden seçinceye kadar yemeye devam ederdi. Nihayet Allah rAzze ve Celle)    (Fecirden) kavl-i kerîmini indirerek bundan muradı beyân eyledi.

 

35- (...) Bana Muhammed b. Sehl Et-Temîmi [5] ile Ebû Bekir b. İshâk rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Ebî Meryem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Gassân haber verdi. (Dedi ki) : Bana Ebû Hâzim, Sehl b. Sa'd (Radiyallahü an/r/dan naklen rivayet etti. Sehl şöyle demiş: Şu âyet (yani) :

(Size ak iplik kara iplikten seçilinceye kadar yiyin, için) kavl-i ilâhisi nazil olunca bazı kimseler oruç tutmak îstedimi her biri ayaklarına bir siyah bir de beyaz iplik bağlarlar da, bu iplikleri birbirinden seçinceye kadar yiyip içmeye devam ederlerdi. Bundan sonra Allah (Fecirden) kav­lini indirdi. Bu suretle Allah'ın bu âyetten gece ile gündüzü murâd etti­ğini anladılar.

Bu hadisi Buhâri «Kitâbu's-Savm» ile «Kitâbu't-Tefsir» de. Nesâî   «Kitabu's-Savm» da muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.

Bundan evvelki hadîsde Hz. Adiyy'in biri beyaz diğeri siyah İki ipi yastığının altına koyduğu bildirilmişti. Bu hadîsde   Ashâb-ı Kiram 'dan bâzılarının iki ipliği ayaklarına bağladıkları görülüyor. Fa­kat iki rivayet arasında münâfaat yoktur. Zira bâzılarının iplikleri yas­tıklarının altına koyması, diğerlerinin ayaklarına bağlaması mümkündür. Ulemâdn bir takımları iki rivayetin arasını bulmak için Ashâb'in sahur zamanına kadar iplikleri yastıklarının altında tuttukları, sahur zamanında onları ayaklarına bağladıkları ihtimâlinden bahsetmişlerse de, bu ihtimâl uzak görülmüştür. Çünkü o zaman kendileri uyanık buluna­cakları için ayaklarına iplik bağlamaya hacet yoktur. Ellerinde onları daha iyi görürler.

Ri'y : Manzara dimektir.

Bâzıları bu kelimeyi «ra'y» ve «ri'iyy» şeklinde rivayet etmişlerdir.

Fakat Kaadî İy âz buna itiraz etmiş, hatâ olduğunu söylemiş­tir.

Bu şekilde rivayet sahih olsa biîe mer'i yani görünen mânâsına ge­leceğini bildirmiştir.

Kurtubî ( ?-656), Hz. Adiyy rivayeti ile bu rivayetin arasını bulmuş ve: Adiyy rivayetinin Seh1 rivayetinden sonra vârid olabileceğinden bahisle Hz. Adiyy'in, Seh1 rivâyetin-deki maceraydı işitmemiş olması ihtimalini ileri sürmüştür.

- Maamafih yine Kurtubî 'nin beyânına göre her iki hadîsin aynı kazıyye hakkında vârid olması muhtemeldir. Yalnız râvilerden bazısı âyetteki «Fecir» kelimesini muttasıl olarak zikretmiş, bâzıları onu âyet­ten ayırmışlardır. Çünkü bu kelime âyet-i kerîme'nin baş tarafından hayli zaman sonra nazil olmuştur.

Bâzıları bir sene sonra indirildiğini söylerler.

Tahavî'nin rivayetine göre âyet-i kerîme nazil olduktan sonra Ashâb-ı Kiram bir müddet fecir doğuncaya kadar yiyip içmeye devam etmişler, sonra Allah Teâlâ Hazretleri fecir kaydını indirmekle bu hükmü neshetmiştir.

Fakat Kaadî İyâz, Tahavî 'nin bu sözüne itirazda bulun­muş ve hükmün onun dediği gibi evvelâ sabit olup, sonradan neshedilme-diğini hadisden muradın bu işi bazı Bedeviler'in te'vil suretiyle yaptıklarını beyândan ibaret olduğunu söylemiştir.

 

36- (1092) Bize Yahya b. Yahya ile Muhammed b. Rumh rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Leys haber verdi. H.

Bize Kuteyhetü'bnu Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, İbni Şihâb'dan o da Salim b. Abdillah'dan, o da Abdullah (Radiyallahü anh) dan o da Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Selle m) 'den naklen rivayet eyledi, şöyle buyurmuşlar :

 

68- Hacı Olanla Olmayanın Kabe'ye Girip İçinde Namaz Kılmasının ve Kabe'nin Her Tarafında Dua  Etmasinin  Müstehab Oluşu Babı

 

388- (1329) Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Nâfi'den dinlediğim, onun da İbni Ömer'den naklen riva­yet ettiği şu hadîsi okudum: «Re$û\ülla.h (Sallallahü Aleyhi've Seüem) bera­berinde Üsâme, Bilâl ve Kabe hizmetçisi Osman b. Talha olduğu halde Kabe'ye girmiş ve kapısını kapamış. Sonra (bir müddet) orada durmuş. İbni Ömer demiş ki:

  Bilâl çıktığı vakit Resûlüllah (Salialiahü Aleyhi ve Sellem) ne yaptı? diye sordum. Bilâl:

  İki direk soluna, bir direk sağma, üç direk de arkasına aldı, son­ra namaz kıldı; cevâbını verdi. O gün Beyt-i Şerif altı direk üzerine idi.»

 

389- (...) Bize Ebu'r-Rebî' Ez-Zehrânî ile Kuteybetü'bnü Saîd ve Ebû Kâmil-i Cahderî hep birden Hammâd b. Zeyd'den rivayet ettiler. Ebû Kâmil (Dedi ki) : Bize Hammâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ey-yûb. Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. İbni Ömer şöyle demiş: Fetih günü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Mekke'ye) ge­lerek Kabe'nin harîmine girdi. Ve Osman b. Talha'ya haber gönderdi. O da anahtarı getirerek kapıyı açtı. Sonra Peygamter (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) ile Bilâl, Üsâmctu'fcnu Zeyd ve Osman b. Talha içeri girdiler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'İn emriyle kapı kapandı. İçerde uzun zaman kaldılar. Sonra kapıyı açdı. Abdullah demiş ki:

— Ben herkesten   acele   davranarak   oradan   çıkarken   Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i karşıladım. Bilâl de peşinde idi. Bilâl'e :

  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)    içerde namaz kıldı mı? di­ye sordum.

  Evet! cevâbını verdi.

  Nerede kıldı? dedim.

  Yüzüne karşı gelen iki direğin arasında! dedi.  (Yalmz) kaç rekât namaz kıldığını sormayı unuttum,»

 

390- (...) Bize İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süf-yân, Eyyûb'ü Sahtiyânî'den, o da Nâfi/den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş :

«Fetih yılında Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Üsâmetübnü Zeyd'e âit dişi bir deve üzerinde gelerek onu Kabe'nin harîmine çöktür-dü. Sonra Osman b. Talha'yı çağırdı. Ve :

  Bana  anahtarı getir.,  dedi.  Osman  hemen  annesine gitti.  Fakat annesi anahtarı ona vermek istemedi. Osman :

  Vallahi yâ onu bana verirsin, yahut şu kılıç belimden çıkar, dedi. Bunun üzerine annesi anahtarı ona  verdi. O da   Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek onu kendisine teslim etti- Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kapıyı açtı...» Bundan sonra râvi, Hammad b. Zeyd ha­dîsi gibi rivayette bulunmuştur.

 

391- (...) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya yâni El-Kattân rivayet etti. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Ebıi Üsâme rivayet etti. H.

Bize İbni Nümeyr dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Abde, UbeyduIIah'tan, o da Nazi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet eyledi. îbni Ömer şöyle elemiş:

«Resuiüllah (Sallalkıhü Aleyhi ve Sellem), beraberinde Üsâme. Bilâl ve Osman b. Talha olduğu halde Beyt-î Şerife girdi. Müteakiben üzerlerin­den kapıyı uzun zaman kapadılar. Bilâhare kapı açıldı, içeriye ilk giren ben idim. Ve Bilâl'e rastlayarak :

  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nerede   namaz    kıldı?    diye sordum. Bilâl:

  İki ön direk arasında; cevâbını verdi. Ama Resûlüilah (Sallallahü Aleyhi ve SellemYin kaç rekât namaz kıldığını ona sormaya  unuttum.»

 

392- (...) Bana Humeyd b. Mes'ade rivayet etli. (Dedi ki) : Bize Hâlid yâni İbnü'l-Hâris rivayet etti, (Dedi ki) : Abdullah b. Avn, Nâfi'­den, o da Abdullah b. Ömer'den naklen rivayet etti. Abdullah Kabe'ye (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) varmış, Peygamber ile Bilâl ve Üsâme Kabe'­ye girmiş bulunuyorlarrmş. Osman b. Talha üzerlerinden kapıyı kapamış. Abdullah şöyle demiş :

«Orada   uzun   müddet   kaldılar.   Sonra   kapı   açıldı  ve  Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) çıktı. Ben merdivenden adımlayarak Beyt-i Şe-rîf'e girdim. Ve: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) nerede namaz kıl­dı? diye sordum.

— Şurada!  dediler. Fakat onlara kaç rekât namaz kıldığını sorma­ğa unuttum.»

 

393-  (...)   Bize Kuteyhetu'bnü Saîd rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Leye. rivayet etti. H.

Bize Ibni Runıh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, İbn-i Şihâb'-dan, o da Sâlim'den, o da babasından naklen haber verdi. Babası (Ab­dullah) şöyle demiş: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) beraberinde Üsâmetu'bnü Zeyel, Bilâl ve Osman b. Talha olduğu halde Beyt-i Şe­rife girdi ve üzerlerinden kapıyı kapadılar. Açtıkları zaman ilk giren (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ben oldum ve Bilâl'e rastlayarak orta Resûlüllah Beyt'in içinde namaz kıldı mı? diye sordum. Bilâl:

— Evet, iki  yemânî direğin  arasında namaz kıldı!  cevabını verdi.

 

394- (...) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedâ ki) : Bize İbiîi Vehb habeır verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Salim b. Abdillâb, babasından naklen haber verdi. Babası şöyle demiş: « Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi, ve Seîlem) in, Üsâmetu'bnü Zeyil, Bilâl ve Osman b. Talha ile birlikte Kâıbe'ye gir­diğini gördüm. Onlarla beraber başka bir kimse girmedi. Sonıra üzerle­rinden kapı kapandı.

(Yine) Abdullah b. Ömer şunu söylemiş : «Bana Bilâl yahut Osman b. Talha haber verdi ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selİem) Kabe'nin içinde iki yemânî direğin arasında namaz kılmış.»

Bu hadîsi Buhâri  hacc bahsinde tahrîc etmiştir.

Görülüyor ki birinci rivayette Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in iki direk solunda, bir direk sağında ve üç direk arkasında olduğu hal­de altı direk arasında; diğer rivayetlerde iki yemânî direk arasında na­maz kıldığı bildiriliyor. Buhâri'nin rivayetinde sağında ve solun­da birer, arkasında da üç direk olduğu halde namaz kıldığı ve o gün Beyt-i Şerifin altı direği bulunduğu bildiriliyor. Bu sebeple rivayetler ûrasmda bir nevî işkâl zuhur etmekte ise de Kirmanı buna. ce­vap vermiş ve: «Direk lâfzı cinstir. Bire de. ikiye de ihtimâli vardır.-Bi­nâenaleyh mücmeldir. Bu mücmeli Mâlik, İsmail b. Ebi Üveys rivayetinde beyân etmiş, sağındaki direklerin de iki olduğunu söylemiştir. Bu suretle direkler altı olur» demiştir. Nitekim babımızın birinci rivayetinde : «Soluna iki. sağma bir, arkasına da üç direk aldı» denilmek suretiyle direklerin  altı olduğu  beyân  edilmiştir.

Bâzıları rivâyetlerdeki ihtilâfa bakarak vak'anm ayrı ayrı zaman­larda iki defa cereyan ettiğine kaail olmuşlardır. Bir rivayette ResûlüJ-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in iki direk sağına, iki soluna, üç de ar­kasına alarak namaz kıldığı bildirilmiştir. Bu takdirde direklerin yedi olması îcab ederse de nefs-i hadisde : «O gün Beyt-i Şerîf altı direk üze­rindeydi.» denilmesi bu rivayeti reddeder. İki yemânî direk arasında namaz kıldığını  bildiren rivayette  diğer direkler zikredilmemiştir.

 

395- (1330) Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd hep birden İbni Bekr'clen rivayet ettiler. Abd (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Beki haber verc'li.  (Dedi  ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi.   (Dedi  ki) : Atâ'ya : Sen İbni Abbâs'ı  (siz ancak tavaf etmeye memur oldunuz, Kabe'ye girmeğe  memur  değilsiniz)   derken  işittin  mi?  diye  sordum.  Atâ':

  İbni  Abbâs  Kabe'ye   girmekten  nehy   etmezdi.     Lâkin   ben   onu şöyle derken işittim, dedi. «Bana Üsâmetu'bnu Zeyd baber verdi ki, Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  Beyt-i   Şerife   girdiği  vakit   onun   her tarafından  duâ etmiş ama  çıkıncaya kadar orada namaz kılmamış.  Çık­tığı zaman Beyt'in önünde iki rek'ât namaz kılmış ve :

  İşte kıble budur! buyurmuş. Atâ'  (Demiş ki) : Ben İbnİ Abbâs'a :

  Kabe'nin  taraflarından  murâd nedir? Onun  köşelerinde  mi   (na­maz kılmış) : diye sordum.

  Beyt-i  Şerifin karşısına  gelen her yerinde!   cevâbını  verdi.»

 

396- (1331) Bize Şeybân b. îferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hemmâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Atâ', İbni Abbâs'dan naklen riva­yet etti ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kabe'ye girmiş. Kabe'­nin içinde altı direk varmış. Bir direğin yanında durarak duâ etmiş,, fakat namaz kılmamış.

Bu hadîsi Buhâri ve Nesâ: hacc bahsinde tahric etmiş­lerdir.

Hadîs-i şerif Buhâri'de mürsel olarak rivayet edilmiştir. Hz. Bilâl rivayetinde Veygamher (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in Kâbe'de namaz kıldığı; Üsâme (Radiyallahü anlı) rivayetinde ise namaz kıi-mayıp sadece her tarafında duâ ettiği görülmektedir. Bu bâbda Nevevî şunları söylüyor : «Hadîs ulemâsı Bilâl rivâyetiyle amel hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü bu rivayet bir hüküm ispat etmek­tedir. Aynı zamanda bunda ilim ziyâdeliği vardır. Binâenaleyh onu ter­cih etmek gerekir. Namazdan murâd ma'İûm ve mâhûd olan rükû'îu sü-cûdîu namazdır. Bundan dolayıdır ki Hz. İbni Ömer: (Ona Re-snlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'in kaç rekât namaz kıldığını sormayı unutmuşum, demiştir. Hz. Üsâme'nin (namaz kılmadı) demesine gelince bunun sebebi şudur : Kabe 'ye girip kapıyı kapadıkları vakit her biri duâ ile meşgul olmuş. Üsâme (Radiyallahü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selle m)'i Beyt-i Şerifin bir tarafında duâ ederken gör­müş; sonra kendisi de Beyt'in başka bir tarafında duâ etmiştir. Hz. Bi1âI Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)de yakın bulunduğu için onun namaz kıldığını görmüş, Üsâme (Radiyallahü anh) uzakta bulunduğu ve meşguliyeti sebebiyle bunu görememiştir. Zâten Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin bu namazı hafif idi. Binâenaleyh Hz. Üsâme'nin zannıyla amel ederek namaz kılmadı demesi caizdir. Fakat Bilâl (Radiyallahü anh)  hakîkaten namaz kıldığını görmüş ve haber vermiştir.»

Yine Nevevî'nin beyânına göre Kabe 'nin içinde bir duva­rına yahut kapalı olan kapısına karşı dönerek namaz kumanın caiz olup olmayacağında ulemâ ihtilâf etmişlerdir. îmam-ı Âzam. Sev-rî, İmam Şafiî, İmam Ahmed ve cumhûr-u ulemâya göre Kâ'be 'nin içinde farz ve nafile namaz kılmak caizdir. İmam Mâlik nafile namazın mutlak surette caiz olacağına, fakat namaz­larla vitr, sabah namazının iki rekât sünneti ve İki rekât tavaf namazı küınamıyacağma kaail olmuştur.

Muhammed b. Cerîr, Mâlik îler'den Esbağ ve Zâhiriler 'den bâzıları Kâ'be 'nin içinde farz veya nafile hiç bir namazın kılmamıyacağını söylemişlerdir. Kaadî Iyâz bu kavli Hz. İbni Abbâs'tan da rivayet etmiştir.

Cumhurun delili Hz. Bilâl hadîsidir. Nafile namaz sahih olun­ca farz da sahihtir.

Osman b. Talha (RadiyallahüanJı) Kâbe.i Muazzana'nin mütevellisi idi. Onu açıp kapamak ve hizmetinde bulunmak kendisine aitti. Hudeybiyye musâlâhasmda Ha1id b. Ve1îd ve Amr b. Âs (Radiyallahü anh) ile birlikte müslüman olmuş; Mekke'nin fethinde hazır bulunmuş, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kabe 'nin anahtarını onunla birlikte Şeybetü'bnu Osman b. Ebî Ta1ha'ya teslim ederek:

«Ey Talha oğulları! Bunu sizde kalmak üzere alın. Onu sizden hiç kimse alamaz meğer ki zâlim ola» buyurmuştu. Hz. Osman bilâhara Medîne'ye gitmiş, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vefa­tına kadar orada kaldıktan sonra tekrar   Mekke'ye dönmüş ve kendi vefatına kadar orada kalmıştır. Vefatı kırkiki târihine rastlar.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Kâ'be'ye girdikten sonra ka­pısını kapaması halk başına üşüşüp de huzû' ve huşûuna mâni olmasın­lar diyedir. Bu hâdise Mekke'nin fethedildiği gün olmuştur.

Nevevî diyor ki; «İbni Ömer rivayetinin zahirine ba­kılırsa kendisi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in nerede namaz kıl­dığını Bilâl, Üsâme ve Osman (Radiyallahü anlı) hazerâtı-nm hepsine sormuştur. Fakat Kaadî Iyâz hadîs ulemâsının bu rivayeti çürüttüklerini, Dârekutnî 'nin : "İbni Avn bura­da vehm etmiştir. Başkaları ona muhalefetle bu hadîsi yalnız Bilâl'e is-nad etmişlerdir" dediğini söylemektedir.» Gerçi İbni Avn'in rivâyetini te'yîd eden nakiller de varsa da meşhur olan rivayet Hz. Bi1âl'in bu hadîsi münferiden nakletmiş olmasıdır:

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)'in : «İşte kıble budur» sözü üze­rine Hattâbî şunları söylemiştir : Bunun mânâsı kıble meselesi bu beyte karşı dönmek hususunda istikrar kesbetmiştir. Binâenaleyh bu­günden sonra neshedilemez. Artık ebediyyen siz ona doğru namaz kılın demektir. Mamafih ashabına imamın nereye durmasının sünnet oldu­ğunu anlatmak istemiş olsa da bir ihtimâldir. îmanı Kabe 'riin köşelerine ve etrafına değil, doğrudan doğruya cephesine karşı duracak­tır. Namaz her tarafında caiz olmakla beraber sünnet olan vecih budur.»

Nevevî burada üçüncü bir mânâ ihtimâlinden bahsetmiştir. Ona göre hadîsin mânâsı «Kıble' bütün harem yahut Mekke veya Kabe ;nin etrafındaki mescid değil, bizzat Kâ'be'dir demektir.» Ha-dîs-i şerîf gündüz nafileleri ikişer rekât kılınır diyenlerin delilidir. İmam Şafiî ile Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'e göre gece ve gündüz nafilelerini ikişer rek'ât kılmak efdaldır. Hanefîler-den İmam Ebû Yûsuf'la Muhammed'e göre gece na­filelerini ikişer rekât kılmak, îmam-î Âzam'a göre ise gece ,ye: gündüz nafilelerini dörder rekât kılmak efdaldır. Hz. İmamı Pîfe bâbdaki delili îbni Abbâs (Radiyallahü atth) hadîsidir. Mezkûrv^aj, dîsde :                                                                                                      

«Resûlültah (Sallallahii Aleyhi ve Selleın) dört rekât nafile namaz kı­lardı ki bu rekâtların güzelliğini ve uzunluğunu sorma» denilmektedir.

Hadîs-i Şerîf Kabe 'nin içinde farz veya nafile hiç bir namaz kı­lınmaz diyenlerin  aleyhine delildir.

 

397- (1332) Bana Süreye b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Hüşeym rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. Ebî Hâlid haber verdi. (Dedi ki) :ResûlülIah (SaîlaîlahüAîeyhiveSelkm)"m sahabîsi Abdullah b. Ebî Evfâ'ya : Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) ömresi esnasında Beyt-i Şerîfe girdi mi? diye sordum.

— Hayır!  cevâbını verdi,

Bu hadîsi Buhâri «Hacc» ve «Megâzî» bahislerinde, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbni Mâce hacc bahsinde muhtelif râ-vilerden tahrîc etmişlerdir.                                         

Buhâri'nin rivayetinde: «KesûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ömre yaptı da Beyt-i tavaf etti ve Makâm-ı   İbrâhîm'in arkasında iki rekât namaz kıldı. Beraberinde kendisini halktan örten kim­seler vardı. Bir adam İlmi Ebî Evfâ'ya :

— Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Selletn) Kâ'be'ye girdi rni? diye sor­du. İbni Ebî Evfâ: Hayır! cevâbını verdi.» denilmektedir.

Resûlüllah (SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem)'in bu umresinden murâd Hicre­tin yudinci senesi henüz Mekke fethedilmezden Önce îfâ buyurduğu ömre-i kazadır. Nevevî diyor ki : «Ulemâ Resûlüllah (SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem) in Beyt-i Şerife girmemesine sebep içinde bulunan put­larla suretler olduğunu söylemişlerdir. Zâten müşrikler bunları değiştir­mek için onun Kabe'ye girmesine müsaade etmezlerdi. Mekke fet­hedilince Resûlüllah (SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem) hu suretlerin def edilme­sini emir buyurdu. Ondan sonra    Kabe 'ye girdi.»

Kurtubî'nin beyânına göre Kâ'be'nin içinde üçyüzaltmış put bulunuyormuş. Müşrikler her gün, ayrı bir puta taparlarmış. İmam Ahmed'in «Müsned»inde Hz. Câbir'den rivayet ettiği bir hadîs-de : «Kâ'be'de birçok suretler vardı. Peygamber (SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem) Ömeru'bnü'l-Hattâb'a bunları mahvetmesini emir buyurdu. Ömer de bir elbise ıslatarak bunları onunla sildi. Müteakiben Peygamber (SaîlaUahü Aleyhi ve Sel1em) Kâ'be'ye suretlerden eser kalmamış olarak girdi.» de­nilmektedir.

 

69- Ka'be'nin Yıkılıp, Yapılması Babı

 

398- (1333) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da Âîşe'den naklen ha­ber verdi. Âişe (Radİyallahü ariha) şöyle demiş : Bana Resûlüllah (SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem) :

«Eğer kavmin küfürden yeni kurtulmuş olmasaydı ben Kâ'be'yi yıkar da İbrahim (Aleyhisselâm)'\n temelleri üzerine kurardım. Çünkü Kureyş Beyt-i şerifi bîna ederken işi kısadan tutmuştur. Ben Kâ'be'ye bir Arka kapı yapardım»   buyurdular. 

 

(...) Bize bu hadîsi Ebû Bckr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb de ri-vâyct ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Nümeyr, Hişâm'dan bu isnâdla rivayet etti.

 

399- (...) Bize Yahya b. Yabyâ rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e İbni Şihâb'dan dinlediğim, onun da Salim b. Abdülâh'lan naklettiği, ona da Abdullah b. Muhammed b. Ebû Bekr-i Sıddîk'ın, Abdullah b. Ömer'­den, o da Peygamber (SalîalJahii Aleyhi ve Sillem) 'in zevcesi Aişe'den nak­len haber verdiği şu hadîsi okudum : «Resûlüllah (Saîîallahü A leyhi ve Sellem)   Âişe'ye:

  Görmedin  mİ kavmin  Kâ'be'y  bina etmişler İbrahim (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) 'İnternetlerinden    noksan    yapmışlar? buyurmuş.    Âişe (Radiyallahü anha) demiş ki, ben :

  Yâ Eesûlallah  sen  onu İhrahîm (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in   te­melleri üzerine  çevirsene!   dedim.  Bunun  üzerine  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

  «Eğer kavmin küfürden yeni kurtulmuş olmasaydı bunu yapardım.» buyurdular.

Abdullah b. Ömer: «Eğer Âişe bu sözü Kesû\ü\iah(SaUaliahü Aleyhi ve Sellem)'den işittiyse ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hacer-i Esved'den sonra gelen iki rüknü istilâm etmemesini ancak Beyt-i Şerifin Ibrâhîm (Aleyhisselâm) 'in temelleri üzerine tamamlanmamasına hanıle-derim.» demiş.

 

400- (...) Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki)-: Bize Abdullah b, Vehb, Mahrem e'den naklen haber verdi. H,

Bana Harun b. Saîd' El-Eylî do rivayet etli. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mahrametırbnu ıBükeyr. babasından naklen haber verdi. (Demiş ki) : İhnİ Ömer'in azadlısı Nâfi'î şöyle dev­ken işittim : Ben Abdullah b. Ebî Bekr b. Kuhâfe'yi, Abdullah b. Ömer'­den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) 'in zevcesi Âişe'den nak­len rîvâyef ederken dinledim. Aişe şöyle demiş: Ben Resûlüîlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:

— Eğer kavmin câhüiyet devrinden yahut küfürden yeni kurtulmuş olmasaydı Kâ'be'nîn birikmiş malini Allah yolunda sarfeder de kapısını yerden yapar hterden de bazı yerleri ona katardım;  buyururken   işittim.

 

401- (...) Bana Muhammed b.Hatim rivayet etti. (Dedi ki) > Bana İbni Mehdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Selim b. Hayyân, Saîd yani İbni Mînârdan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Abdullah b. Zübeyr'i şunu söylerken işittim : Bana teyzem yani Âişe dedi ki : Resûlüllaîı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

— Yâ Âişe! Eğer kavmin şirkten yeni kurtulmuş olmasaydı ben kâ'be'-yi yıkar da yere yapışrk (aiçakj yapardım. Ona biri şarkî, biri garbî olmak üzere iki kapı açardım. Hicr tarafından da ona altı arşın yer katardım. Çünkü  Kureyş Kâ'be'yi  bina  ederken  onu  küçültmüştür buyurdular.

 

402- (...) Bize Hennâd b. Seriyy rivayet etti, (Dedi ki) : Bize İb-ni Ebî Zaide rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbni Ebî Süleyman Atâ'dan naklen haber verdi. Atâ1 şöyle demiş:

«Yezîd  b.  Muâviye  zamanında   Şamlılar   Mekke'ye  hücum ederek Beyt-i Şerif yandığı ve olan olduğu vakit İbni Zübeyr, taa hacc mevsi­minde halk gelinceye kadar onu hâli üzere bıraktı. (Bununla) halkı Şam­lılar üzerine teşcî' yahut harbe sevketmek istiyordu. Halk haccdan da­ğılınca İbni Zübeyr:

  Ey cemaat! Kabe hakkında bana re'yinîzi söyleyin. Onu yıkıp da yeniden mi bina edeyim? Yoksa harâb olan yerlerini tamir mi eyliye-yim? İbni Abbâs:

  Bana  bu  bâbda  bir  fikir zahir  oldu.  Harâbolan   yerlerini  tamir etmeni ve halkın müslüman oldukları vakit buldukları bir beyti, müslü-maıı oldukları   vakit buldukları taşları, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in de Peygamber gönderildiği vakit bulduğu bu şeyleri hâli üze­re bırakmanı muvafık görüyorum, dedi. Bunun üzerine İbni Zübeyr şun­ları söyledi:

  Sizden birinizin  evi  yansa onu  yenilemedikçe  gönlü razı olmaz. Şü halde  Rabbinizin  Beytine  nasıl  razı  olabiliyorsunuz?  Ben  Rabbinıe üç defa  istiharede bulunacağım.  Sonra  yapacağım  işe niyet  edeceğim.»

Üç gece geçtikten sonra Kabe'yi yıkmaya karar verdi. Halk Kabe'­nin üzerine çıkan ilk insanın başına gökten bir belâ iner korkusuyla onu bu işten vazgeçirmeye çalıştılar. Nihayet Beyt-i Şerifin üzerine bir adam çıkarak ondan bir taş attı. Halk onun başına bir şey gelmediğini görün­ce hep birden İbni Zübeyr'e tabî' oldular ve Beyt-i Şerifi yıkarak yere kadar indirdiler. İbni Zübeyr Kâ'be'nin binası yükselinceye kadar (kıb­le vazifesi görmek üzere) bir takım direkler diktirdi. Ve üzerlerine per­deler çektirdi.

İbni Zübeyr demiş ki :  «Ben  Âişe'yi şöyle  derken  işittim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Halk küfürden yeni kurtulmuş olmasaydı ben mutlaka Kâ'be'ye Hicr'den beş arşın yer katar ve ona İnsanların gireceği bir kapı ile çıka­cakları bir kapı açardım. Ama bende Kâ'be'nîn binasına yetecek nafaka yoktur.»   buyurdu.

İşte bugün ben sarfedecek nafaka buluyorum. İnsanlardan da kor­kacak değilim.» Ata' (sözüne devamla) şöyle demiş: «İbni Zübeyr Ka­be'ye Hicr'den beş arşın yer kattı. Hattâ bir temel açarak halka göster­di. Halk ona baktılar da binayı onun üzerine kurdu. Kâ'be'nin uzunlu­ğu onsekiz arşındı. îbni Zübeyr ilâveyi yapınca bunu kısa görerek uzun­luğuna on arşın kattı. Beyt-i Şerife iki kam yaptı. Bunların birinden gi­rilir, diğerinden çıkılırdı. İbni Zübeyr katledilince Haccâc, Mervân'a mektup yazarak bunu ve îbni Zübeyr'in Kabe'yi Mekkelilerden âdil bir takım kimselerin gördükleri bir temel üzerine bina ettiğini haber verdi. Abdül Melik de ona :

— Biz İbni Züheyr'in berbâd ettiği bir şeyde yokuz. Uzunluğuna yaptığı ilâveyi olduğu gibi bırak, fakat Hicr'den yaptığı ilâveyi eskiden bina edildiği şekle çevir. Açtığı kapıyı da kapa! diye cevap yazdı. Bunun üzerine Haccâc binayı yıkarak eski şekline iade etti.

 

403- (...) Bana Muhammedu'bnu Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bekr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbııİ Cüreyc ha­ber verdi. (Dedi ki) : Ben Abdullah b. Ubeyd b. Unıeyr iie VeJid b. Atâ'yı Haris b. Abdillâh b. Ebî RebîVdaıı naklen ribâyet ederlerken din­ledim. Abdullah b. Ubeyd dedi ki : Haris b. Abdillâh, Abdülmelik b. Mer-vâ'nın hilâfeti zamanında onun yanına geldi. Abdülmelik İbni Zübeyr'i kasdederek ;

  Ben  Ebû  Hubeybin  Âişe'den   işittiğini    söylediği   şeyleri   ondan işittiğini  zannetmiyorum,  dedi.  Haris:

  Bilâkis (Bunları ondan ben işittim mukaabelesinde bulundu.)  Abdül-Melik :

  Aişe'yi   ne  derken   işittin?  diye  sordu.  Haris :

  Dedi      Kesûlüllah  [Sallallahü Aıeyhı ve Sellem) :

Senin  kavmin  Beyt-i  şerifin binasını noksanlaştırdılar. Eğer  şirkten yeni kurtulmuş olmasalardı onların bıraktığını yerine iade ederdim. Şeyet benden sonra kavmin Kö'be'yi yeniden bina etmeyi düşünürlerse gel on­ların bıraktığı yeri sana göstereyim,  buyurdu.

Müteakiben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

Âişe'ye yedi arşına yakın bir yer göstermiş. Bu hadîs Abdullah b. Ubeyd'indir. Velîd b. Ata' ona şunları da ziyâde etti : «Peygamber tSüHailahü Aleyhi ve Sellem) :

  Kâ'be'ye şark ve garb tarafından yerden yapma  iki kapı koyar­dım. Kavminin Kâ'be kapısını niçin,    yükseğe    kaldırdığını    bilir misin? buyurdu.  Ben :

  Hayır! dedim.

  Oraya dilediklerinden başka kimse girmesin diye şerefini muha­faza . İçîn (yükselttiler). Bir adam Kâ'be'ye girmek İstedi mi onun kapıya çıkmasına  müsaade ederler. Tam  girmek  üzere bulunduğu sırada  adamı iterler de düşerdi;   buyurdu.

Abdülmelîk Hâris'e : «Âişe'nin bunu söylediğini sen işiHİn ha?» de­di. Haris :

  Evet!   cevâbım  verdi.     Bunun  üzerine  Abdülmelik  sopasiyla  bir müddet eşeledikten sonra :

  Keşke  Ebû'z-Zübeyr'i  üzerine   aldığı   şeyîe  başhaşa   bıraksaydmı dedi.

 

(...) Bize bu hadîsi Muhammedi b. Amr b. Cebele dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Âsim rivayet etli. H.

Bize Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Abdürrazzâk haber verdi. Her iki râvi, İbni Cüreyc'den bu isnâdla İbni Bekr hadisi gibi ri­vayette bulunmuşlardır.

 

404- (...) lîana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Bekr £s-Sehmî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlim b. Ebi Sağıra, Ebû Kazea'dan naklen rivayet etti ki, Ahdülmelik b. Mervân Beyt-i  Şerifi  tavaf  ederken  anîden   şunları söylemiş :

  Allah  İhni  Zübeyrin  belâsını  versin.  Ümmü'I-inü'minin   üzerin­den yalan söylüyor: Ben ona  ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

  «Yâ Âişe! Kavmin küfürden yeni kurtulmuş olmasaydı ben Beyt-i Şerifi yıkar, ona Hicr'den ilâve yapardım. Çünkü kavmin binada noksanlık yapmışlardır buyurdu» derken işittim, diyor. Bunun üzerine Haıis h. Ab-diUâh'b. Rebîa:

  Öyle deme yâ emire'l-mü'minîn! Ümmü'l-mü'mintnin bunları söy­lediğini ben de işittim,, demiş. Abdû'l-Melik:

  Bunu Kâ'be'yi yıkmadan işîtseydinı, onu İbni Zübeyr'in  h'ınk et­tiği  şekilde bırakırdım, demiş.

Bu hadîsi Buhâri «Hacc» bahsinin birkaç yerinde dört tarikten rivayet ettiği gibi «Ehâdîsû/1-Enbiyâ» ve «Tefsir» bahislerinde; .Nesâî dahi «Hacc», «İlim» ve «Tefsir» bahislerinde muhtelif râvilerden tahric  etmişlerdir.

Kureyş'in Kâ'be !yi bina ederken işi kısadan tutmasında:! murâd mâlî kudretleri yetmediği için binayı eski temelleri üzerine kırmayıp bir kısmını binânm hâricinde bırakmalarıdır. İbni Zübey-in halka gösterdiği eski temel Hz. İbrahim (Aley üsse lam) zama­nından kalmadır.

Ulemânın beyânına göre Kâbei Muazzama beş def;-; yapılmıştır. İlk defa melekler tarafından, ikincide Hz. İbranim , üçüncüde câhüiyet devrinde Kureyş tarafından, dördüncüdv: İbni Zübeyr, beşincide Haccâc b. Yûsuf tarafların­dan bina edilmiştir. Bugünkü şekli Haccâc zamanından kalrna-dii1. Bazıları Haccâc 'dan sonra iki yahut üç defa yenilendiğini söy­lemişlerdir. Sonraları ulemâ Beyt-i Şerîf'in yıkılıp yapılma-' sına cevaz vermemişlerdir. Hattâ Hârûner "Reşîd 'in Kâbe:yi yıkarak yeniden İbni Zübeyr 'in bina ettiği şekilde kur­mak istediği ve bunu İmam Mâ1ik'e sorduğu vakiî Hz. İmam’m :

«Allah aşkına yâ Emiral-Mü'minîn, bu Beyti hükümdarlara oyuncak yapma. Herbiri onu bozarak yeniden yapmak ister. Bu suretle Bcyt-i Şerifin  heybeti insanların  kalperinden  gider.» dediği rivayet olunur.

Hz. Abdullah b. Ömer'in : «Eğer Âişe bu sözü Ke-sûlüliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittiyse...» demesi Kaadî Iyâz'in beyânına göre Hz. Âişe 'nin rivayetini zayıf göstermek veyâ doğruluğunda şüpheye düşürmek için değildir. Zira Hz. Âişe (Radiyaüahüanha) hellsyiş, zabt ve nakil hususunda hadîsinde asla şüphe edilmeyen bir sahabîyedir. Lâkin Araplar ekseriya bir sözü böy­le şüpheye düşürecek tarzda rivayet ederler. Bu gibi sözlerden murâd yakînen inançtır.

Hicr : Kâbe.i Muazzama 'nın garb tarafındaki yarım du­varla çevrilen yarım dâire şeklindeki yerdir. Rivayetlerin bâzılarında ttesûlüllah (Saüailahii Aleyhi ve Sellem) !in bu yerden. Kabe 'ye altı ar-Şin, diğer bazılarında beş arşın, bir rivayette yedi arşına yakın bir mik­tar katmak istediği bildirilmektedir. İbni Sa1â1 bu bâbdaki ri­vayetlerinde muzdarip olduğunu söylemiş ve : «Farz yakînen sâkit ol­mak için 'bunların ziyâde bildireni ile amel etmek gerekir.» demiştir. Nevevî diyor ki: «Ulemâmıza göre Hacer-i Esved 'den sonra gelen kısımdan altı arşın mikdânndaki yer bilittifâk Kabe'-den sayılır. Fazlası hakkında hilaf vardır. Bir kimse Beyt-i Şerîf'i altı arşından fazla uzaktan tavaf etse ulemâmızdan bu hususta iki kavil vardır. Birinci kavle göre bu tavaf caizdir. Delili sadedinde bulunduğumuz hadîslerin zahirleridir. Horasan'lı ulemâmızdan bir­çokları bu kavli tercih etmişlerdir. İkinci kavle göre Hicrin içinden ve­ya duvarından tavaf caiz değildir. Tavaf, Hicr'in dışından yapılır. Sahih olan kavil de budur. İmam Şafiî 'den nassan rivayet edilen kavil bu olduğu gibi Irak'lı ulemâmızın cumhuru kat'iyyetle buna kâail olmuş; Ashâb-ı Kiram'm cumhuru dahî bunu tercih etmişler­dir. Ebû Hanîfe 'den maada bütün müslüman ulemâsı buna kaail-dirler. Ebû Hanîfe ise (Hicrin içinden tavaf eden bir kimse Mekke'de kalırsa tavafını iade eder. Yeniden tavaf etmeden Mek-k e 'den dönerse kurban keser ve yaptığı tavafı kendisine kâfi gelir.) demiştir.

Cumhurun delili Peygamber (Sallallohü Aleyhi ve Seîîeın) 'in hicrin ar­kasından tavaf etmesinden ve (Hacc ibâdetlerinizi almalısınız) Duyur­masıdır. Müslümanlar Peygamber (SaUallahii Aleyhi ve Seîlem) zamanından bugüne kadar bu şekilde amel etmişlerdir. Hicr'in hepsi yahut bir kıs­mı Beyt-i şerîfden ma'dûd olsun tavaf mutlaka onun arkasından yapılır, Nitekim Peygamber (Salhllahü Aleyhi ve Sellem) öyle yaprmşdır.» Kâ'be'yi yıktıktan sonra İbn i Zübeyr'in bir takım direkler dik­tirmek, üzerlerini perdelerle örtmesi o günlerde namaz kılanlar, onlara karşı dursun ve Kabe 'nin yerini bilsinler diyedir. Bu direkler bina duvarları bir hayli yükselip herkes tarafından görülmeye başlanıncaya kadar durmuş, sonra kaldırılmışlardır.

Abdülmelik'in : «Biz İbni Zübeyr'in berbâd ettiği bir şeyde yokuz» sözünden muradı İbni Zübeyr'i ayıplamaktır.»

Kabe 'nin İbni Zübeyr tarafından yapılmasına altmışdört târihinde başlanılmış, altmjşbeş senesinde bitirilmiştir. İbni Zü­beyr üzerine gönderilen ordu Şamlılar dan müteşekkildi. Bu­nu Yezîd b. Muâviye gondermişdi. Ordu Harem-i Şerîf-i ifsâd etmiş, pek çok kanlar dökmüş, mancınıklarla taş ata­rak Kâbe'yi hasara uğratmış nihayet Mekke 'den çekilmezden önce Yezîd'in ölüm haberi gelmiştir. Bu harbin sebebi İbni Zübeyr 'in hilâfet hususunda    Yezîd'e bey'at etmemesidir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Maslahatla mefsedet tearuz eder de aralarını bulmak mümkün olmazsa daha mühim olanı tercih edilir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kâbe'yi yıkarak îbr ahi m(Radiyallahü anh) m kur­duğu temeller üzerine bina etmenin bir maslahat olduğunu haber vermiş, lâkin bu maslahata ondan daha büyük bir mefsedet tearuz etmiştir. O da yeni müslüman olan bazı kimselerin fitneye düşmesi korkusudur. Çünkü Arap1ar câhiliyet devrinde Kabe 'nin faziletine itikad eder, onu değiştirmeyi en büyük kabahatlardan sayarlardı. Bu sebeple Resûlüllah (SallallaJıü Aleyhi ve Sellem) Kâbe'yi yıkmaktan vazgeç­miştir.

2- Hükümdar, raiyesinin masâlihini düşünmeli, onların din ve dünyâlarına zarar getirecek şeylerden kaçınmalıdır. Bundan yalnız ze­kât almak, hudûd-u şer'ıyyeyi tatbik etmek gibi şeyler müstesnadır. Zira bunlar kulun zararına değil, menfaati için meşru' olmuşlardır.

3- Halkı memnun etmek ve nefretlerini  mûcib olacak şeylerden sakınmak gerekir.

4- Kabe'nin masraflarından artan malını Allah yolunda sarfet-mek caizdir. Ancak hadîsin bir  rivayetinde  Allah  yolundan  muradın Kabe 'nin bina edilmesi olduğu bildirilmiştir. Şu halde Kâbe'ye nezir veya hibe  edilen  mallar  onun  ihtiyaçlarına  sarfedildikten  sonra kalan kısmı   Kabe 'yi yenilemek hususunda sarfedilir demektir.

5- Mühim işlerde İslâm hükümdarının o işlerden anlayanlarla mü-şâverede bulunması müstehabdır.

6- Kaadî Iyâz, İbni   Zübeyr'in  Kabe yapılır­ken direkler diktirerek üzerlerine perde çektirmesiyle  îmam Ma1ik'in mezhebine istidlal etmiş ve namazda Kabe'nin yerine değil binasına kar§ı durmanın maksâd Gİduğunu söylemiştir. Sair ulemâya göre üzerinde bina olsun olmasın Kabe'nin bulunduğu yere doğru na­maz kılmak caizdir.

7- Mazluma yardım, zemmü gıybeti red ve doğr söyleyen  bir kimseyi yalancı çıkarana karşı onun doğruluğunu tasdik gerekir. Çünkü İbni    Ebî    Rebîa: «Öyle deme yâ emîra'I-mü'minîn! Bunu ben de işittim» diyerek   Abdülmelik    b.   Mervân'ı intibaha davet etmiştir.

8- Yalnız Hicr'e karşı durarak namaz kılmak caiz değildir. Hicr  İle beraber Kabe 'nin bir cûz-ü olsun namaz kılanın karşı­sında bulunmalıdır. Zîrâ bu bâbdaki hadîsler haber-i vâhid kabîlindendirler. Haber-i Vâhid ancak zan ifâde eder. Halbuki  müslümanlann Mescid-i  Haram 'a karşı namaz kılmaları yakînen emir buy-rulmuştur. Bu bâbda ona yakm olanlarla uzaktakiler arasında fark var­dır. Yakındakiler bizzat   Kâbe'ye karşı, uzaktakiîer   Kabe 'nin bulunduğu semte doğru namaz kılarlar. Hanefî1er'le Mâ1ikî1er'in mezhebi bu olduğu gibi  Şâfiî1er'den Nevevi dahî buna kaail olmuştur.

 

70- Kabe'nin Hicr'i ve Kapısı Babı

 

405- (...) Bize Saîd b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'I-Ahvâs rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eşhas b. Ebî's-Şa'sâ', Esved b. Ye-zîd'den, o da Âişe'den naklen rivayet eyledi. Âişe (RadiyaUahü anha) şöyle demiş :

«ResûlüİIah (Sollallahü Aleyhi ve Seller») 'c : Cedr, Beyt-i Şeriften mi-dir? diye sordum.

— Evet! cevâbını verdi.

— O halde onu niçin Beyt-i Şerife katmamışlar? dedim. Resûlüllah

  Çünkü senin kavminin nafakası yetmemiş; buyurdu.

  Beyt'in kapısı neden yüksek? diye sordum. Eesûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

  Bunu kavmin istediklerini içeriye almak, istediklerini men ermek İçin yapmışlar.   Eğer kavmin   câhiiiyetten yeni kurtulmuş olmasa ben de kalplerinin inkârından korkmasaydım Cedr'i Beyt-i şerîfe katmaya ve ka­pısını yerle bir seviyeye getirmeye bakardım,   buyurdular.

 

406- (...) Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah yani İbni Mûsâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şeybân Eş'as b. Ebî'ş-Şa'sâ'dan, o da Esved b. Yezîd'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: «Resûîüîlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e Hicr'i sordum...» Râvî hadisi Ebû'l-Ahvas hadîsi mânâsında ri­vayet etmiştir. O, bu hadîsde şunu da söylemiştir : «Ben: Beyt-i Şerifin kapısı neden yüksek yapılmış ona merdivensiz çıkılmıyor? diye sordum. Resul üliah

  Kalpleri nefret eder korkusuyla (yüksek yapılmış) buyurdu.»

Bu hadîsi Buhâri ile İbni Mâce hacc bahsinde tahrîc etmişlerdir.

Cedr'den murâd, Hicr'dir. Hz. Âişe'nin bunun Beyt-i şerîf'den sayılıp sayılamıyacağını sorması üzerine Resûlüllah (Sallaİiahü Aleyhi ve Sellem)m evet cevâbını vermesi bütün Hicr'in Kabe 'den ma'dûd olduğuna delildir. Abdullah b. Abbâs (Radiyattahü aniı) onun Beyt-i Şerîf 'ten ma'dûd olduğuna fetva verir: «Ben de İbni Zübeyr gibi Beyt-i Şerîf 'e hükmetsem bütün Hicr'i ona katardım. Beyt'ten olmasa hiç onun etrafından tavaf edilir miydi?» dermiş. Tirmizî 'nin Hz. Âişe 'den rivayet ettiği bir ha­dîsde Âişe (Radiyallahü anha) şöyle demiştir : «Ben Beyt-i Şerîf’e girerek içinde namaz kılmak istedim de UesûlüllahfSallallahü Aleyhi ve Sellem) elimden tuttu ve beni    Hicr'e götürerek :

  Beyt-i Şerife girmek istersen Hicr'de namaz kıl. Çünkü Hicr Beyt'in bir parçasıdır. Lâkın kavmin Kabe'yi bina ederken işi kısadan tuttular da onu Beyt'ten çıkardılar, buyurdu.» Tirmizî:   «Bu hadîs hasen sahihtir.»

demiştir. Aynı hadîsi Ebû Dâvûd ile Ne sâî dahî tahrîc et­mişlerdir. Mamafih ulemâ bütün Hicrin Kabe 'den ma'dûd olup ol­madığında ihtilâf etmişlerdir. Aynî diyor ki: «Üstadımız Zeynü'd - Dîn (Rahimehullah) bu hadîs bütün Hicr'in Kabe 'den ma'dûd olduğuna delildir derdi. Şafiî 'nin «El-Muhtasar»daki sözü­nün zahiri ve Şâfiiyye ulemâsından bir cemaatın kavillerinin muktezâsı da budur. Nevevî : (sahih olan budur. Şafii 'nin nas-san kavli bu olduğu gibi ulemâmızın cumhuru da kat'iyyetle buna kaail olmuşlardır, diyor. Nevevî'den önce İbni Salâh da bu kavli tercih etmiştir.

Râfiî ise : «Sahih olan kavle göre Hicr'in her yeri Beyt'ten ma'dûd değildir. Onun Beyt-i Şeriften sayılan yeri Beyt'te bitişik olan altı arşın miktarıdır) demiştir. Şâfiî1er'den Ebû Muhammed Cüveynî ile oğlu İmâmû'l-Haremeyn, İmam Gazâlî   ve   Bağa vî   dahî buna kaail olmuşlardır.»

Az yukarda işaret ettiğimiz veçhile İbni Salâh bu bâbdaki rivayetlerin muzdarip olduğunu, bir rivayetle Hicr'den altı arşın, diğer rivayette beş, başka bir rivayette yedi arşına yakın yerin Ka­fa e 'den ma'dûd olduğu bildirildiğini söylemiş, bu hal karşısında farzın yakînen sakıt olabilmesi için en yüksek adetle amel etmek lâzımgeldiğini söylemiştir.

Ulemâdan bâzılarına göre Resûlüllah (SallaHahü Aleyhi ve Sellem)-in be­yân buyurduğu kalp korkusundan murâd, müşriklerin iftiharı yalnız Kabe 'ye giren hak eder diye endişeye düşmeleridir. Hadîs-i şerifin hükmü yukarki rivayetlerde görülmüştür.

 

71- Kötürümlük, İhtiyarlık ve Benzerleri Yahut Ölüm Sebebiyle Âciz Kalan Bir Kimse Namına Hacc Etme Babı

 

407- (1334) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, ttbni Şihâb'dan dinlediğim, onun da Süleyman .b. Yesâr'dan, onun da Ab­dullah b. Abbâs'dan naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: İbni Abbâs şöyle demiş: «Fadl b. Abbâs Kesû\ül\ah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ter­kisinde bulunuyordu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'e Has'am ka­bilesinden bir kadın fetva istemeğe geldi. Derken Fadl kadına, kadın da Fadî'a bakışmaya başladılar. Bunun üzerine Resûlüllah (SallallahüAleyhi ve Sellem) Fadl'm yüzünü Öbür tarafa çevirmeye başladı. Kadın:

  Yâ Resûlallah! Allah'ın kullarına hacc hakkındaki farizası baba­ma şeyh-î fânî iken  yetişti. Babam  deve üstünde  duramıyor. Binâena­leyh onun nâmına  ben haccedebilir miyim?  dedi. Resûlüllah (SallaV.ahü A leyhi ve Sellem) :

  Evet, cevâbını verdi. Bu hâdise veda hacctnda oldu.»

Bu hadîsi Buhâri «Hacc, Meğâzî ve îsti'zân» bahislerinde muh­telif râvilerden tahrîc ettiği gibi Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbni Mâce dahî «Hacc» bahsinde yine muhtelif râvilerden rivayet etmişlerdir.

Hadîsin isnadında ihtilâf edilmiştir. Sahih olan kavle göre hadîs-İ şerif mürseldir. Çünkü Veda haccında Resûlüllah (SallallahüAleyhi ve Sellem) Hz. İbni Abbâs 'ı ailesinin zayıf olanlanyle birlikte ge­celeyin Müzdelife 'den Mina'ya göndermiş; kendisi de bay­ram sabahı Fadî b. Abbâs 'ı terkisine alarak yola çıkmıştır. Bi­nâenaleyh İbni Abbâs (Radiyallahü anh) hâdiseyi gözüyle görme­miş Fadl 'dan işitmiştir. Nitekim bundan sonraki rivayette bu cihet tasrîh edilmiştir. Hz. İbni Abbâs'm vak'ayı birkaç kişiden işit­miş olması da mümkündür. Yalnız kimden işittiğini bu rivayette tasrîh etmemiştir.

Fadl. (Radiyallahü anh) Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeHemyin amca­sı Abbâs  b. Abdi1 mutta1ib'in oğludur.

Redîf: Hayvan üzerinde bulunan bir kimsenin arkasına oturandır. Buna lisânımızda terkisine almak denir. îbni Mendeh'in beyâ­nına göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in terkisine aldığı zevatın sayısı otuz küsuru bulur.

Has'am : Yemen'de bir kabilenin adıdır. Bir rivayette suâl soran ka-dmm Cüheyne kabilesine mensûb olduğu bildirilmiştir. «Et-Tev-dîh» nam eserde mezkûr kadının Gâsiye yahut Gâyise ol­ması ihtimâlinden bahsedilmiştir.

Soranın erkek mi kadın mı ve keza suâlinin, babaya mı anneye mf yahut kardeşe mi ait olduğu, hadîsin muhtelif rivayetlerinde muhtelif şekillerde beyân edilmiştir. Sahîh olan rivayetlerin ekserisine göre suâli soran kadındır ve babası nâmına hacetmenin hükmünü sormuştur. îbni Hibbân'm rivayet ettiği İbni Abbâs hadîsine göre suâl so­ran erkektir ve babası nâmına haccetmeyi sormuştur.

Tirmizî'nin tahrîc ettiği Büreyde hadîsinde bir kadının annesi nâmına hacc edip edemiyeceğini sorduğu bildirilmektedir. Bu ri­vayetlerin arasını bulmak için Şeyh Zeynü'd-Dîn suâlin müteaddid defalar sorulduğuna kaail olmuştur. Bu takdirde bir defa Be-sûiüllah (SaUatlahüAleyhiveSeliem)'e bir kadın babası nâmına hacc edip edemiyeceğini, başka defa diğer bir kadın annesi nâmına kezâlik ayrı ayrı zamanlarda bir adam annesi nâmına, diğer biri babası nâmına, üçün­cü bir zât kardeşi nâmına hacc edip edemiyeceklerini sormuşlar demek­tir. Sünen sahiplerinin rivayetlerine göre erkeklerden bu hususta suâl soranlar Husayn b. Avf ile Lakît b. Âmir 'dir. Ka­dınlardan suâl soranların isimleri belli değildir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :

 

1- Hayvan  kuvvetli  olmak  şartıyle  bir kimseyi  terkisine  almak caizdir. Bu iş büyükler arasında bilhassa hacc mevsiminde âdettir. Çün­kü yollar kalabalık, yürümek meşakkatlidir. Bir de haccda hayvan üze­rinde gitmek yürümekten efdaldir.

2- İhram hâlinde kadm yüzünü açabilir. Bu hususta ulemânın it­tifakı vardır. Mamafih suâl soran kadının yüzünde peçe bulunması ihti­mâli de vardır.

3- Hz. Fadl'in  kadına bakması,  insan  tabiatının Benî Âdem'e galebe çaldığını ve insanın şehvetlerine karşı olan za'fım gös­terir.

4- Âlim olan bir zât'ın başkasında gördüğü kusurları mümkün mer­tebe değiştirmeğe çalışması gerekir. ResûliiUah (SaHallahü Aleyhi ve Sellem)in Hz. Fad1'm rnenettiği halde kadına bir şey dememesi ihtimâl hü­kümde ikisi de bir olduğu için kadının bunu anlayacağına itimad etti-ğindendir. Yahut Fad1'ı men etmekle her ikisini kasdetmiştir. Mâ1iki1er'den bâzıları bu hadîsle istidlal ederek kadının yüzünü ört­mesi lâzım gelmediğine kaaiî olmuş: «Erkeğe düşen vazife kadına bak­mamaktır»  demişlerdir.

5- Bizzat haccetmekten âciz olan bir kimse narama başkasının hacc etmesi caizdir. Hanefîler'le  Sevrî, Şafiî,   Ahmed b.  Hanbe1  ve îshâkm kavilleri budur.

İmam   Mâlik   ile eys ve Hasan b. Sâ1ih'a göre hayâtta olan bir kimse nâmına başkasının hacc etmesi caiz değildir. Yalnız hacc etmeden ölen kimse nâmına başkası hacc edebilir. Bu hu-sûsda îmam Mâlik 'ten üç kavil rivayet edilmiştir. Meşhur olan birinci kavle göre Ölen nâmına dahî bir kimse hacc edemez. İkinci kav­line göre çocukları hacc edebilir. Üçüncü kavline göre ölenin vasıyyeti varsa onun nâmına başkasının hacc etmesi caizdir. Hz. Mâ1ik'in bi­rinci kavli İbrahim Nehaî ile bazı selef ulemâsından da riva­yet olunmuştur. İbni Ebî Şeybe 'nin «Musannef»inde Hz. İbni Ömer 'den rivayet ettiği bir hadisde İbni Ömer (Radiyallahü anh) 'nın : «Hiç bir kimse başkası nâmına. hacc etmesin ve hiç bir kimse başkası nâmına oruç tutmasın» dediği bildirilmiştir. İmam Şafiî ile cumhur-u ulemâ 'ya göre vasiyyet ol­sun olmasın ölen bir kimsenin farz veya nezir haccı başkası tarafından edâ edilebilir. Hacc masraflarını ölenin terekesinden çıkarmak îcab eder. Şâfiîîerden «Et-Tevdîh» sahibi: «Bize göre nafile haccda dahî vekil gön­dermek caizdir. İki kavilden sahih olanı budur.» demiştir. Hadîs-i şerif erkek nâmına kadının hacc edemiyeceğini söyleyen Hasen b. Hayy'm aleyhine, bunu caiz görenlerin lehine delildir. Bu bâbda Hanefîler 'den «EI-Hidâye» sahibi şunları söylemiştir : «Kaide şu­dur ki ehli sünnete göre bir insan namaz, sadaka, oruç ve daha başka amellerinin sevabını başkasına hediyye edebilir. Çünkü Peygamber (Sallallahil Aleyhi ve Sellem) 'in biri kendi diğeri ümmeti nâmına olmak üzere iki tane koç kurban ettiği rivayet olunmuştur. İbâdetler muhte­liftir. Bâzısı zekât gibi sırf mâlî, bâzısı namaz gibi bedenî, bir takımı da haccda olduğu gibi her ikisinden mürekkebdir. Birinci nevîde başkası namına amel caiz; ikinci nevîde hiç bir suretle caiz değildir. Üçüncü ne­vîde ise acz hâlinde caiz, kudret halinde caiz değildir. Aczin şartı ölün­ceye kadar devam etmektir. Zâhir-î mezhebe göre hacc kimin nâmına yapıldıysa onun olur. Delili Has'amiyye hadîsidir, îmam Muhammed'e göre başkası namına giden kimse kendisi hacı olur. Gönderen kimseye de yaptığı masraflar karşılığında sevap ve­rilir.

İbni Battal'm beyânına göre hasta iken hacc için bedel gön­derip sonra iyileşen kimse hakkında ihtilâf edilmiştir. Küfe ulemâ­sı ile İmam Şafiî ve Ebû Sevr bu haccm kâfî gelmiye-ceğine kaail olmuş, iyileştikten sonra tekrar hacc etmenin farz olduğu­nu söylemişlerdir. İmam Ahmet'le îshâk'a göre böyle bir kimse nâmına yapılan hacc caiz ve kâfidir. Hasta iken hacca vekil gön­derip de sonra ölen kimsenin hükmü dahî ihtilaflıdır. Küfe ulemâ-sıyla    Ebû Sevr'e göre yapılan bu hacc kâfidir. İmam Şâfiî'den iki kavil rivayet olunmuştur. Bunların birine göre yapılan hacc kâfi; diğerine göre kâfi değildir. Esah olan kavil de budur.

İbni Abdi'l-Berr'in beyânına göre ulemâ bu hadîsin mâ­nâsı hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bir cemaat hükmün soran kadının ba­basına mahsus olduğunu, başkasının ona kıyas edüemiyeceğini söylemiş­lerdir. Çünkü Allah Teâlâ hazretleri haccı gücü yetenlere farz kılmış­tır. Kadının babası gücü yetmeyenlerdendir. Binâenaleyh ona hacc farz değildir. İmam Mâlik ile diğer Mâ1ikiyye ulemâsının kavilleri budur. Onlara göre hacc bedenî ibâdetlerdendir. Şu halde na­maza kiyâsen onda da bir kimsenin başkasına vekâlet etmesi caiz değil­dir. İbni Hazm'in rivayet ettiği bir hadîsde : «Bir kadıü : Babam bir pîr-i fânidir, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallalkûıü Aleyhi ve Seîletn) :

— Onun nâmına sen hacc et. Ama ondan sonra bu hiç bir kimseye câîz değildir, buyurdu.» denilmektedir. Aynı hadîsi Muhanımed b. Hıbbân El-Ensârî de rivayet etmişse de onun rivayetinde «ondan sonra bu hiç bir kimseye caiz değildir» cümlesi yoktur. Her bu iki rivayet mürsel olmakla ve daha başka illetlerle zayıf görülmüştür. îbni Tîn hacca güç yetme meselesini Beyt-i şerife varmaya muk­tedir olmaktır diye tarif etmiştir. Yalnız âdetten hârice çıkmaması şart­tır. Binâenaleyh bir kimsenin âdeti yürüyerek sefer etmekse hayvan bu-lamasa bile yürüyerek gitmesi lâzımdır. Başkalarından dilenmeyi âdet edinen kimse dilenmekle Mekke Ve varabilecekse yiyeceği olmasa bile hacca gitmesi lâzımdır. Dilenmeyen ve sefere hayvanla giden kim­seye binecek hayvan buluncaya kadar hacc farz değildir. îbni Bat­tal bu kavlin İbni Ziibeyr, îkrime ve Dahhâk'in mezhepleri olduğunu söylemiştir.

îmam A'zam ile İmam Şafiî 'ye göre zâd ve rahle buîamavan kimseye hacc farz değildir.

Zâd'dan murâd: Hacca gidip dönünceye kadar kendine ve çoluk ço­cuğuna lâzım gelen nafakadır. Râhıle binecek vâsıtadır. Hasan-ı Basrî, Mücâhid, Saîd b. El-Müseyyeb, Saîd b. Cübeyr, îmamAhmed, İshâk, Abdülazîz b.   Seleme   ve   Sûhnûn 'un kavilleri dahî budur.

Kurtubî, îmam Mâlik 'le diğer Mâ1ikiyye ule­mâsının Has'amiyye hadîsinin zahirini :

«Allah için yoluna gücü yetenlere Beyt-i haccetmek insanların boynu­na borçtur.» [6] âyet-î kerîmesine muhalif gördüklerini güç yetme meselesinde esâs beden kuvveti olduğunu, bu sebeple İmam Mâlik 'in zâhir-î Kur'ân  tercih ettiğini söylemiştir. Fakat cumhur tarafın­dan buna cevap verilmiş ve zâd ü râhıle hadîsinin âyetteki güç yetme­sinden muradın ne olduğunu beyân ettiği bildirilmiştir. Mezkûr hadîs Kesûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'den sahih ve hasen yollarla riva­yet olunmuştur.

6- Bir kimse kendisi hacc etmemiş bile olsa başkası nâmına hacca gidebilir.   Çünkü hadîs mutlaktır.   Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) kadına kendisinin hacc edip etmediğini sormamıştır.    İmam  Âzam1-la    İmam   Mâlik ve bir rivayette  İmam Ahmed'in mez­hepleri budur. Mezkûr kavil   Hasan-ı   Basrî,  İbrahim Nehaî,   Eyyûb ve Ca'fer   b.  Muhammed 'den de ri­vayet olunmuştur.

Evzâî, İmam Şâfiîve İshâk'a göre kendisi hacc etmeyen bir kimse başkası nâmına hacca gidemez. Giderse kendisi için hacc etmiş olur. Abdü1azîz böyle bir haccm bâtıl olduğunu gi­den nâmına dahî sahîh olmadığını söylemiştir. Bu kavil İbni Abbâs (Radiyallahü anh)'dan da rivayet olunmuştur. Ebû Dâvûd 'un Hz. îbni Abbâs 'dan rivayet ettiği bir hadîste: Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) Şubrume nâmına lebbeyk diyen bîr adamı işit­ti de :

  Kim bu Şubrume?  diye sordu. O zât:

  Kardeşimdir yahut akrabamdır!  cevâbım  verdi.    Bunun üzerine Resûlüllah  (SallaUahü Aleyhi ve Selîcm) :

  Sen içendi nâmına haccettin  mî? diye sordu. Adam:

  Hayır! dedi.

  (Evvelâ) kendi nâmına haccet, (sonra) Şubrume için hacca git, bu­yurdular.» denilmektedir. Fakat Tahâvî    Şubrume hadîsinin ma'lûl olduğunu söylemiştir. Sahîh kavle göre hadîs   îbni   Abbâs 'a mev­kuftur.    Bu mânâda   İbni Abbâs'  hazretlerinin    Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'den   rivayet  ettiği  sahîh   hadîs  şudur:   «Re­sûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e hacca gitmemiş bîr kimsenin başka­sı nâmına hacc edip edemiyeceği soruldu da :

  Allah    (Azze ve Celle) 'ye olan borç ödenmeye daha lâyıktır bu­yurdular.» Mezkûr hadîsde böylesi başkası nâmına ihrama girerse ken­disi için haccetmiş olur kaydı yoktur. Bâzıları bu hadîsi nedb mânâsına hamletmeye çalışmışlardır.

7- Erkeğe vekâleten kadının haccetmesi caizdir.

8- Anne ve babanın borçlarını ödemek ve diğer hizmetlerinde bu­lunmak evlâdın vazifesidir.

9- Haccatü'k Vedâ   demekte kerâhat yoktur.

 

408- (1335) Bana Aliyyü'bnü Aşrem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ, İbııi CÜreyc'den, o da İbııi Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bize Süleyman b. Yesâr, İbııi Abbâs'dan, o da Fadl'dan naklen ri­vayet etti ki Has'am kabilesinden bir kadın :

  Yâ Resûlalîah!  Babam  bir pîr-i fânidir. Üzerinde Allah'ın  hacc hakkındaki farzı var. Ama kendisi devesinin sırtında doğru dürüst otu-rannyor, demiş. Bunun üzerine Peygamber (SaHallahü Aleyhi ve Sellem) :

  Öyle ise onun nâmına sen haccet! buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhâri ile Tirmizî hacc bahsinde tahrîc et­mişlerdir, Tirmizî 'nin : «Ben bu hadîsi Muhammed'e ya'nî Buhâri'ye sordum da :

  Bu bâbda en sahîh hadîs   îbni    Abbâs 'in  Fadî'dan ri­vayetidir. Cevâbını verdi.» dediği rivayet olunur. Yine Tirmizî: «îhtimâl  İbni   Abbâs   bu hadîsi hem Fad1'dan hem de baş­kalarından işitmiş,    sonra vasıtasız rivayet etmiştir.» demektedir. Hz. İbni Abbâs 'm vasıtasız rivayeti bundan önceki rivayettir. Mâmâ-fih sual soran kadının Cemre-i Akabe 'de şeytan taşladıktan sonra sormuş olması ve    İbni   Abbâs   (Radiyallahü anh) 'in orada bulunmuş olması da ihtimâlden uzak değildir. Bu takdirde    İbni   Ab­bâs (Radiyalttıhü anh) hadîsi bazan kardeşi    Fad1dan naklen, bâzan da bizzat müşahedesine istinaden rivayet etmiş olur. Nitekim   Tirmi­zî,   îmanı   Ahmed,   oğlu   Abdullah ve  Taberî 'nin rivayet ettikleri Hz. A1i hadîsi kadının suâli, şeytan taşladıktan son­ra kurban kesilen yerde sorduğunu ve Abbâs'm orada bulunduğunu bildirmektedir ki, bu da aynı ihtimâli te'yîd eder.   Abdullah    b. Ahmed'in rivayetinde şöyle deniliyor : «Sonra ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma Has'am kabilesinden genç bir kadın gelerek:

  Babam  bir pîr-i  fânîdi»-.  Kendisine  Allah'ın   hacc  farizası  yetiş­miştir. Onun nâmına ben haccetsem kâfi gelir mi? diye sordu. RcsûIüJ-lah (SaHallahü Aleyhi ve Sellem):

  Baban nâmına haccet! buyurdu ve Fadl'ı»  boynunu büktü. Bu­nun üzerine Abbâs :

     Resûlallah!  Amcanoğlunun boynunu  (neye)  büktün? dedi. Peygamber (Sallaîlahü A leyhi ve Seîlem):

  Genç bir erkekîe genç bir kadını (n karşı kanşya geldiklerini) gör-clüm de onlar nâmına şeytandan emîn olamadım, buyurdular.»

Bu gösteriyor ki Hz. Abbâs suâî esnasında orada imiş. Binâen­aleyh oğlu Abdu11ah'in da orada bulunmasına bir mâni yoktur.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Âciz bir kimsenin hacca vekü göndermesi caizdir. Hanefî1er'e göre bedenen hacc etmeye kudreti olan bir kimsenin vekil göndermesi caiz değildir. Fakat kötürüm ve a'mâ gibi aczi daimî olan kimseler hacca vekil gönderebilirler. Acizlik, hastalık ve hapis gibi ge­çici şeylerden olup ölümüne kadar devam ederse vekîl göndererek îfâ ettiği haccı kâfidir.

2- Anneye, babaya bakmak, hizmetlerinde bulunmak, borçlarını ödemek ve haccîarım îfâ etmek evlâdın vazifesidir.

3- Erkeğe vekâleten kadın hacc edebilir.

4- Hîn-i hacette kadın ulemâya fetva sorabilir.

5- Hadîs-i şerif ilim yolunda sefere teşvik etmektedir.

 

72- Sabinin Haccının Sahih Olması ve Onu Hacc Ettirenin Ecri Babı

 

409- (1336) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyhti ile Zühe'yr b. Harb ve İbni Ebî Ömer hep birden İbni Uyeyne'den rivayet ettiler. Ebû Bekr dedi ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, İbrahim b. Ukberden, o da İbni Ab-bâs'm    azadlısı    Küreyb'den,    o   da   İbni    Abbâs'tan,  o   da   Peygamber

(Saiîaîlahü Aleyhi ve Selle m) 'den naklen rivayet etti. ResıılüÜah  (Sallallakii Aleyhi ve Sellem) Ravha'tfa bir deve kervanına rastlayarak:

  Siz kimsiniz?  diye sormuş.

  Müslümanlar iz!  cevâbını  vermişler.  Onlar  da :

  Sen kimsin? diye sormuşlar. Fahr-i Kâinat Efendimiz :

  Resûlüllah'ım! buyurmuşlar. Onun üzerine bir kadın ona bir çocuk arzederek:

— Bunun için hacc var mıdır? demiş. Resûlüllah (SallallahU A leyh't ve Sellem):

  Evel! Sana da ecir (vardır)» buyurmuşlar.

 

410- (...) Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme, Süfyân'dan, o da Muhammed b. Ukbe'den, o da Küreyb'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti. İbni Abbâs şöyle demiş:

«Bir kadın çocuğunu arzederek :

  Yâ Resûlallah! Bunun için hacc var mıdır? diye sordu. Resûlül­lah   (SaUalküıü A leyhi ve Sellem) :

  Evet! Sana da ecir (vardır)»  buyurdular.»

 

411- (...) Bana Muhammedü'bnü'I-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahmân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân İbrahim b. Uk­be'den, o da Küreyb'den naklen rivayet eyledi ki, bir kadın bir sabi erz-ederek:

  Yâ Resûlallah! Bunun için hacc var mıdır? diye sordu. Resûlüllah (Sallatlafoü Aleyhi ve Sellem) :

  Evet! Sana da ecir (vardır)»  buyurmuşlar.

 

(...) Bize İbni'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahmân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Muhammed b. Ukbe'den, o da Kü­reyb'den, o da İbni Abbâs'dan naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.

Bakb : Hassaten deve sahipleri mânâsına gelir. Esâs itibariyle on ve daha aşağı adette kullanılır.

Ravha : Medîne-i Münevvere'ye otuz altı mil mesafede bulunan bir yerdir. Kaadî Iyâz: «İhtimâl bu karşılaşma gece­leyin olmuş da Hesûlüllah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ı tanıyamamışlar. Ya­hut gündüz olmuş, fakat onu daha evvel görmedikleri için bilememişler­dir...» diyor.

Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'in : «Sana da ecir vardır» sö­zünden murâd, çocuğu taşıdığı ve ihrâmlıya kaçınılması lâzım gelen şey­lerden koruyarak ona ihrâmlı muamelesi yaptırdığı için kadının sevap kazandığını anlatmaktır. Nevevî diyor ki: «Ulemâmızca sahîh olan kavle göre çocuk nâmına ihrama girecek olan velî, malı hususunda ve-Hlik yapacak olan babası veya dedesi yahut vasi veya hâkim tarafından tayin edilen kayyım yahut bizzat hâkim veya imamdır. Annesinin çocuk nâmına ihramı sahîh değildir. Meğer ki, vasisi veya hâkim tarafından tâyin edilmiş .kayyımı olsun. Bâzıları anne ve asabe olan akrabanın mal hususunda velî olmaları caiz olmasa bile çocuk nâmına ihrama girebi­leceklerini söylemişlerdir. Bütün bunlar mümeyiz olmayan küçük çocuk hakkındadır. Mümeyyiz olan çocuğa velîsi izin verir ve çocuk kendisi ihrama girer. Velisinin izni olmadan çocuk ihrama girer yahut onun nâmına velî niyet ederse esah olan kavle göre hacc sahîh değildir. Mü­meyyiz olmayan çocuk için velînin ihrama girmesi, kalbiyle bu çocuğu ihrâmlandırdım diye niyet etmek suretiyle olur.»

Hadîs-i şerîf küçük çocuğun haccının sahîh olduğunu delildir. İmam Mâlik, İmam Şafiî, İmam Ahmed ve cumh»ûr-u ulemâ 'ya göre çocuğun haccı mün'akıd ve sahihtir. Yalnız nafile yerine geçtiği için âkil baliğ olduktan sonra imkân buldu­ğu takdirde hac etmesi lâzım gelir. İmam-ı A'zam'm: «Çocu­ğun haccı sahîh değildir» dediği rivayet olunmuştur. Kaadî İyâz diyor ki : «Çocuklara hacc ettirmenin cevazı hususunda ulemâ arasında ihtilâf yoktur. Bunu yalnız bid'at taifelerinden biri caiz görmemişse de onların kavillerine itibar olunmaz. Hattâ bu kavil Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile ashabının fiilleri ve keza icmâ-ı ümmetle reddedil­miştir. Ebû Hanîfe 'nin hilafı çocuğun haccı mün'akıd olup da üzerine hacc ahkâmı ve fidye, ceza kurbanı gibi mükelleflere mahsus şâir ahkâmın terettûb edip etmemesi husûsundadır. Ebû Hanîfe bunların hiçbirini kabul etmiyor ve çocuğun fidye vesâireyi icâb ede­cek hâllerden sakındırılmasının ta'îîme alıştırmak için yapıldığını söy­lüyor. Cumhur ise : Bu hususta çocuğa hacc ahkâmı carîdir. Onun haccı nafile  olarak  mün'akıddır,  diyorlar.  Çünkü  Peygamber   (SallaUahü Aleyhi ve Selle m) çocuğun haccını takrir buyurmuştur. Ulemâ bu haccın çocuk baliğ olduktan, sonra farz olacak hacc yerini tutmayacağında müt­tefiktirler. Yalnız bir fırka şuzûz göstererek çocuğun hacci farz olan hacc yerini tutar demişlerse de ulemâ bunların kavilerine iltifat etme­mişlerdir.»

 

73- Haccın Ömürde Bir Defa Farz  Oluşu Babı

 

412- (1337) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd fo. Hârûn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Rabr b. Müslim El-Kuraşî3 Mu-hammed b. Ziyâd'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle demiş: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize hutbe okuyarak:

  Ey cemaat! Allah size haca farz kılmıştır. Binâenaleyh hacc edin! buyurdular. Bunun üzerine bir adam ayağa kalkarak:

  Her sene  mi     Resûlallah? diye  sordu. Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sükût buyurdu. Hattâ o zât sözünü üç defa tekrarladı. Nihayet:

  Evet desem (her sene) vâcib olur. Siz de buna güç yetiremezsiniz buyurdu   ve şunu ilâve etti:

  Ben sîzi bıraktığım müddetçe siz de beni bırakın. Sizden önce ge­çenler ancak çok sual sormaları ve Peygamberleri hakkında ihtilâfa düş­meleri sebebiyle helak olmuşlardır.  Ben  size bir şey emrettim  mi  ondan gücünüzün yettiği kadarını yapın! Bİr şeyden sîzi men ettim mi onu derhal bırakın!»                                 ,

Bu hadîsi  Buhâri «Kitâbü'l-i'tisâmBda tahrîc etmiştir. Yalnız onun rivayetinde hadîsin baş tarafı zikredilmemiş :

«Ben sizi bıraktığım müddetçe siz de beni bırakın» cümlesinden iti­baren geri kalan kısmı biraz lâfız değişikliği ile nakledilmiştir.

ResûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e suâl soran zât Akra' b. Habis 'tir. Nitekim hadîsin bir rivayetinde ismi tasrîh edilmiştir.

Usûl-ü Fıkıh ulemâsı, mutlak emrin tekrar iktizâ edip etmiyeceği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bu hususta dört mezhep vardır.

1) Mutlak emir umûm ve tekrar iktizâ eder.

2) Umûm ve tekrar iktizâ etmez.  Lâkin bunlara ihtimâli  vardır. İmam   Şafiî 'nin mezhebi budur. Nevevî    diyor ki: «Ulemâ-mızca sahîh olan kavle göre emir tekrarı iktizâ etmez. İkinci kavle göre tekrarı iktiza eder. Üçüncü bir kavle göre bir defadan fazlası hakkında beyâna ihtiyâç vardır. Binâenaleyh tekrarı iktizâ ettiğine ve etmediğine hükmolunamaz. Tevakkuf olunur.  Bu kavlin sahipleri babımız hadîsiy-le istidlal etmişlerdir. Çünkü mutlak emir tekrarı yahut adem-i tekrarı iktizâ etseydi Hz. Akra' Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SellemYe sor­mazdı.  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dahî  kendisine:   Suâle  ha­cet yok. Mutlak emir su mânâya hamledilir, cevâbını verirdi. Emrin tek­rar iktizâ ettiğini söyleyenler Hz. Akra'm meseleyi ihtiyâtan ve îzâ-hat almak için sorduğunu iddia ederler.»

3) Hanefîye ulemâsından bâzılarına göre mutlak emir tekrar icâb etmez. Lâkin bir şarta muallâk olur veya bir vasfın sübütuyla mu-kayyed bulunursa tekrar ifâde eder.

4) Hanefî1er'in ekserisi tarafından ihtiyar edilen sahih mez­hebe göre mutlak emir umûm ve tekrar iktizâ etmez. Onlara ihtimâli de yoktur. Namaz, oruç ve zekât gibi ibâdetlerin tekerrür etmesi sebeple­rinin tekerrüründen dolayıdır. Haccm sebebi olan  Beyt-i Şerif tekerrür etmediği için ömürde bir defa îfâ etmekle bu babdaki emir ye­rini bulur.

Marûdî , Hz. Akra'in suâli üzerinde şu müteâlâda bulun­muştur : «Hacc lûgatta kasıt mânâsına gelir. Lügat itibariyle bunda te­kerrür vardır. Binâenaleyh Hz. Akra' bu cihete bakarak haccm her sene tekerrür etmesine ihtimâl vermiş olabilir. Lügat ulemâsından naklettiğimiz bu mânâya bakarak bâzıları ömre'nin vâcib olduğunu söy­lemişlerdir. Onlara göre hacc emri lügat ve iştikak itibariyle tekrar ik­tizâ eder. Halbuki ulemâ haccm ömürde bir defa farz olduğuna icmâ ak­detmişlerdir. Binâenaleyh lügat itibariyle tekrar ifâde eden bu emir öm-renin vâcib olmasını iktizâ eyler.»

Yine Usûl-ü Fıkıh ulemâsına göre bir şeyden nehy o şeyi devam üze­re bırakmayı iktizâ eder. Binâenaleyh Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selleni)'in :

«Sizİ bîr şeyden nehyettim mi onu derhal bırakın» sözü ıtlâkı üzere bırakılır. Bundan yalnız zaruret hâli müstesnadır.

Resûiüllah   (Sailallaİıü Aleyhi ve Seliem)

«Ben sizi bıraktığım müddetçe siz de benî bırakın...» buyurmakla «size bir şey emir veya nehiy etmediğim müddetçe siz de beni bırakın. Bir şey sormayın» yahut «Bir mesele hakkında inceden inceye tafsilât istemeyin. Çünkü bu işin sonu Benî İsrâi1'in helaki gibi kötü bir neticeye varabilir» demek istemiştir. Filvaki Allah Teâlâ hazretleri bir sığır kesmelerini Benî İsrail 'e emir buyurmuştu. Emre ita-atla herhangi bir sığırı kesseler emir yerini bulurdu. Fakat onlar Öyle yapmadılar. Kesilecek hayvanın rengi nasıl, yaşı kaç olacak gibi birçok sualler sordular. Onların bu isyankâr suallerine karşı Allah Teâlâ Haz­retleri de kendilerine şiddet gösterdi ve bu yaptıklarından dolayı onları zemmeyledi.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler :

 

1- Hüküm  babında  Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Seliem) ictihâd-da bulunabilir. İçtihadının vahye istinâd etmesi şart değildir. Mamafih şart olduğunu söyleyenler de vardır.

2- Şerîatin emri  olmaksızın hüküm yoktur. Zâten bu bâbda asıl. şeriat gelmeden bir şeyin vâcib olmamasıdır. Usûl-ü Fıkıh ulemâsının muhakkıklarma göre sah ıh olan mezheb budur.

3- Nevevî'nin beyânına göre : «Size bir şey emrettim mi on­dan gücünüzün yettiği kadarını yapın» cümlesi, İslâm'ın mühim kaide­lerinden birini anlatmaktadır. Mezkûr cümle Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve Seliem)  Efendimize mahsûs  olan  cevâmiu'l-kelim yani  az sözle çok mânâ ifâde eden beyanat cümlesindendir. Namaz ve envâı gibi sa­yısız hükümler bunda dâhildir. Meselâ namazın bâzı rükün veya şartla­rını ifâdan âciz olanlar yapabildikleri kadarını yaparlar. Abdest, gusul, setr-i avret, oruç vesâir ahkâm dahî âcizler hakkında kudretlerine göre farz olurlar.

4- Haccın ömürde bir defa farz olduğunda ümmetin ulemâsı müt­tefiktirler.

 

74- Kadının Hacca ve Diğer Seferlere Mahremle Gitmesi Babı

 

413- (1338) Bize Züheyr b. Harb ile Muhammedü'bnu'l-Müsenriâ rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Yahya yani El-Kattân, Ubeydullah'tan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Nâfi', İbni Ömer'den naklen haber verdi ki Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) :

«Kadın yanında mahremi olmadıkça üç gecelik yola gitmesin» bu­yurmuşlar.

 

(...) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdul­lah b. Niimeyr ile Ebû Üsâme rivayet ettiler. H.

Bize İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) :Bize babam rivayet etti. Bu râviler hep birden Ubeydullah'tan bu isnadla rivayette bulun­muşlardır.

Ebû Bekr'in rivayetinde : «Üç geceden fazla», ibni Nümeyr'iü baba­sından rivayetinde : «Yanında mahremi olmaksızın üç günlük yola» ifâ* deleri vardır.

 

414- (...) Bize Muhammedu'bnü Râfi' rivayet etti, (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Füdeyk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dahhâk, Nâfi'den o da Abdullah b. Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den naklen haber verdi:

«Allah'a ve Âhiret gününe îman eden hiç bir kadına, yanında mah­remi olmaksızın üç gecelik yere sefer etmek helâl değildi:.» buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhâri «Kitâbü Taksîr'is-Salât»ta rivayet etmiştir. Hadîsin muhtelif rivayetleri vardır. Bunların bazılarında, kadının yalnız başına üç gecelik yola diğer bâzılarında üç günlük, bir rivayette üç ge­ceden fazla, başka bir rivayette iki günlük, diğer rivayette bir gecelik, bir rivayette de bir gün bir gecelik yola gidemiyeceği bildirilmektedir. Ebû Davud'un rivayetinde kadının yalnız başına bir berîd yani yarım günlük yola gidemiyeceği ifâde buyurulmuştur. Üç gün rivaye­tinden murâd geceleriyle birlikte üç gün üç gece rivayetinden murâd da gündüzleriyle beraber üç gecedir.

Ulemânın beyânına göre rivâyetlerdeki bu ihtilâflar soranlardan ve sorulan yerlerden neş'et etmiştir. Beyhakî «Sanki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e kadının mahremsiz olarak üç gecelik yolu gidip gide­miyeceği sorulmuş da hayır cevâbını vermiş; başka bir defa iki günlük yola, daha başka bir defa bir günlük yolu gidip gidemiyeceği sorulmuş, bunların hepsine hayır cevâbını vermişdir. Berîd meselesi de öyledir. Şu halde herkes işittiğini rivayet etmiş demektir. Bir râvîden muhtelif şe­killerde nakledilen rivayetleri de o râvi birkaç yerde işitmiş ve kimi öyle, kmi böyle rivayet etmiştir. Bunların hepsi sahihtir...» diyor.

Mahrem nikâhı ebediyyen haram olan demektir. Bâzı rivayetlerde bu kelimenin yanında zû-rahim de zikredilmiştir. Zûrahim, akraba de­mektir. Zûrahim-i mahrem nikâhı haram olan akraba ve taallûkaattır.

Ulemâ kudreti olan kadına haccın farz olduğu hususunda ittifak et­mişlerdir. Kadının bu husustaki kudreti erkeğin kudreti gibidir. Yalnız mahrem meselesinde ihtilâf vardır. İmam-ı Â'zam'a göre ka­dına hacc farz olmak için mahremi bulunması şarttır. Meğer ki Mekke'ye üç konak mesafeden yakın olsun. Bu husûsda hadis ulemâsından bir cemaat ile Eshâb.ı Re'y denilen Hanefîye ulemâsı, Hasan-ı Basrî ve İbrahim Nehaî, Sevrî ve A'meş dahî ona muvafakat etmişlerdir. Atâ', Saîd b. Cübeyr, İbni Şîrîn, İmam Mâlik, Evzâî ve meş­hur kavline göre Şafiî kadının, sefer için mahremi bulunmasını de­ğil, emniyeti şart koşmuşlardır. Şâfiîyye ulemâsına göre emni­yet koca, mahrem veya güvenilir kadınlarla sağlanır. Kadın ancak bu üç neviden biri ile haccedebilir. Güvenilir bir tek kadın bulmuş olsa onunla haccetmesi farz değildir. Lâkin caizdir. Şâfii1er'ce sahih olan kavil budur. Yine Şâfiî1er'den bâzılarına göre güvenilir bir­kaç veya bir kadın bulursa hac etmesi lâzımgelir. Bazan emniyet vâ­sıtaları çok  olur  da  kimseye  muhtaç  olmadan  yalnız  başına  kafileyle birlikte gider ve emniyeti de sağlanır. Fakat Şâfiî1erce meşhur olan kavil birincisidir. Şâfiîye ulemâsı kadının nafile hacc, ziya­ret ve ticâret gibi farz olmayan seferleri hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları bu gibi seferlere de itimatlı kadınlarla çıkabileceğini söylemiş ekserisi kocasız veya mahremsiz çıkamıyacağma kaail olmuşlardır. Nevevî : «Sahih olan kavil de budur» diyor.

Kaadî Iyâz'm beyânına göre ulemâ, kadının haccla ömreden başka seferlere mahremsiz çıkamıyacağma ittifak etmişlerdir. Bundan yalnız dâr-ı harpten hicret edenler müstesnadır. Dâr-x harp küffâr mem­leketi demektir. Müslüman kadını böyle bir yerden İslâm diyarına mah­remsiz dahî hicret edebilir. Bununla öteki seferler arasındaki fark, ka­dimin dîni ve nefsi hususunda emin olamadığı zaman küfür diyarında yaşamasının bilittifak haram olmasıdır. Haccı geciktirmek bu mânâda değildir. Zira haccm imkân bulur bulmaz îfâ edilmesi meselesi ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bâcî : «Bence bu söylenenler genç kadın hak­kındadır. Şehvete mahal olmayan ihtiyar kadın bütün seferlere dilediği şekilde kocasız ve mahremsiz olarak gidebilir.» demişse de Nevevî bu sözü beğenmemiş, kadının yaşlı da olsa şehvete mahal olduğunu, bu bâbda ulemânın (her düşene bir kapan bulunur.) dediklerini hatırlat­mıştır.

Nevevi 631-676 Hanefîler'in seferde namazların ikişer rekât kılınması için üç günlük yolu şart koşmalara hususunda bu hadîsle istidlal ettiklerin söyledikten sonra: «Bu istidlal fâsiddir. Zira hadîsler muhtelif şekillerde rivayet edilmişlerdir...» diyor. Gerçi rivayetler muh­teliftir, fakat Hanefî 'îerin istidlalleri fâsid değildir. Bunu anla­mak için onların Fıkıh kitaplarına müracaat kâfidir.

Ata', Saîd b. Keysân ve Zahirî 'lerden bir taifeye göre kadının yalnız başına bir konaktan az mesafeye gitmesi caizdir. Bir konak veya daha fazla mesafeye mahremsiz gidemez. Delilleri «Kadın yanında kocası veya mahrem akrabası olmadıkça bir konaklık yere sefer edemez» hadîsidir. Bu hadîsi Beyhakî ile Tahâvî Hz. Ebû Hüreyre'den, Ebû Bekre  tarikiyle rivayet etmişlerdir.

Şâ'bî, Tâvûs ve Zahirî 'lerden bâzılan kadının yalnız başına uzak yakın hiç bir sefere çıkamıyacağma kaail olmuşlardır. Bun­ların delilleri de Tahâvî 'nin rivayet ettiği Ebû Hüre y re hadîsidir. Mezkûr hadîste Peygamber (Sallollahü Aleyhi ve Selleın):

«Kadın yanında mahremi olmadıkça sefere çıkamaz» buyurmuşlardır.

«Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'den üç gün müddet kaydıyle rivayet olunan bütün eserler kadının mahremsiz olarak üç günlük yola gitmesinin  haram kılındığında ittifak  etmişlerdir. Üç günden  az  süren yolculuk hakkında ihtilâf vardır. Biz bu hususu ele aidik. Gördük ki mahrerasiz üç günlük veya daha fazla sefere çıkmak bu eserlerin hepsiy­le.nehiy buyurulmüştur. Binâenaleyh bu bâbda seferi üç günî.£ Jahdid daha azını kadına, mahremsiz olarak nıübah. kılmak demektir. EJer böy­le olmasaydı Resûlüliah (SallaUaJıü Aleyhi ve Seltem)'m üç adedini zikret­mesinde bir mânâ kalmaz, mutlak surette mahremsiz seferi nehiy bu­yururdu.

Vakıa "Hz. Âişe'nin mahremsiz sefere çıkaidığı rivayet olunmuş. Bâzıları bununla istidlal ederek kadına mahremsiz seferi tecviz etmiş­lerse de bu zevatın Hz. Âişe hadisi ile istidlalleri doğru değildir. Ayni bunlara şu cevâbı vermiştir: «Hz. Âişe ümmü'l-mü'minîn olduğu için ona bütün müslümanlar mahremdir. KimJnle sefer etse mah-remiyle gitmiş demektir. Başka kadınlara nisbetle müslüman erkekleri bu hükümde değildir. Bu cevap Ebû Hanîfe tarafından verilmiştir.»

Tahâvînin rivayet ettiği İbni Abbâs (Radiyallahü anh) hadîsinde  bir zâtın  Peygamber (SallaHafm Aleyhi ve.Sel!em):e :

Zevcemle birlikte hacc etmek isledim. Fakat filân gaza için yazıl­dım.» dediği; Resûlüliah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) de: «Sen zevcenle

beraber hacc et» buyurduğu görülmektedir. Bu hadis kadının yalnız ba­şına hac cedemiyeceğine açık delildir. Zira kadının yalnız başına hacca gitmesi caiz olsa Resûîüllah (Sallaliahu Aleyhi ve Sellem) 'o zâta:

«Zevcenin sana ne ihtiyâcı var. O müilümanlarla birlikte hacca gider. Sen işine bak. Yazıldığın gazaya git»   derdi.

Mahremden murâd nikâhı  ebediyyen  haram olan  kimselerdir.

Tembih : Zamanımızda Hanefi mezhebinden birçok kadınların hacca ve uzak yakın birçok yerlere kocasız ve mahremsiz gidip geldik­leri görülmektedir. Hanefî mezhebine göre bunun caiz olmadığım kendilerine ayrıca hatırlatırız.

 

415- (827) Bize Kuteybetu'bnü Saîd ile Osman b. EM Şeybe hep birden Cerîr'den rivayet ettiler. Kuteybe (Dedi ki) : Bize Cerîr, Abdü'l-Melik yani İbni Umeyr'den, o da Kazea'dan, o da Ebû Saîd'den naklen rivayet etti. Kazea şöyle demiş: Ebû Saîd'den bir hadîs dinledim de ho­şuma gitti. Kendisine :

  Bunu Resû\üUah(Sa!laUahü Aleyhi ve Sellem)'den sen mi işittin? di-

  Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'den    işitmediğim    bir    şeyi ye sordum. Ebû Saîd :

onun üzerinden mi söyliyeceğim? dedi. Kazea demiş ki: Ebû Saîd'î şöy­le derken işittim: «Resûlüllah   (Salialkıhü Aleyhi ve Sellem) :

  Semerleri ancak üç mescide gitmek için bağlayın! Benim şu mes­cidime, Mescİd-i Harâm'a ve Mescid-i Aksâ'ya! buyurdular.   Ve yine Re­sûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'ı:

«Kadın yanında mahremi veya kocası olmaksızın hiç bîr zaman iki günlük yola çıkmasın!»   buyururken işittim.

 

416- (...) Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Abdülme-lik b. Umeyr'den rivayet etti. (Demiş ki) : Kazea'dan dinledim. (Dedi ki) : Ben Ebû Saîd-i Hudrî'den dinledim. Ebû Saîd : «Ben Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sel!em)den dört şey işittim; bunlar benim hoşuma git­ti, beğendim. (Evvelâ) yanında kocası veya yakın akrabası olmaksızın kadının iki günlük yola gitmesini yasak etti...» dedi ve hadîsin geri ka­lan kısmını hikâye eyledi.

 

417- (...) Bize Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, Muğîre'den, o da İbrahim'den, o da Sehm b. Mincâb'dan, o da Kazea'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah  (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) .

— Mahremi yanında olmaksızın kadın üç gecelik yere sefer etmesin! buyurdular.

 

418- (...) Bana Ebû Gassân El-Mismaî ile Muhammed b. Beşşâr toptan Muâz b. Hişâm'dan rivayet ettiler. Ebû Gassân (Dedi ki) : Bize Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam, Katâde'den, o da Kazea'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti ki, Nebiyullah (Sallalküıü Aleyhi ve Sellem) :

— «Kadın beraberinde mahrem olmadıkça üç gecelik mesafenin üs­tünde uzağa şefe;- efmeşin!»  buyurmuşlar.

 

(...)  Bu hadîsi bize İbni'l Müsennâ da rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Adiyy, Saîd'den, o da Katâde'den bu isnâdla rivayet etti ve: «Mahremsİz olduğu halde üç geceden fazla...» dedi.

Bu hadisi Buhâri «Kitâbu's-Salât»ın bir-iki yerinde ve «Ce-zâu's-Sayd»da, Ebû Dâvûd hacc bahsinde, Tirmizî «Ki-tâbu's-Salât»ta,   Nesâî ile İbni   Mâce  «Kitâbu's-Savm»da

muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Buhâri'nin rivayetinde Hz. Ebû Saîd'in hoşuna giden dört şeyin neler olduğu hbeyân edilmiştir. Bunlar kadının kocasız veya mahremsiz olarak yalnız başına iki günlük yola sefer edememesi, Ramazan ve Kurban Bayramı günlerinde oruç tutulmaması, iki namazdan yani ikindi ile sabah nama­zından sonra namaz kıhnmaması ve üç mescidden maada dünyâ mes-cidlerini ziyaret için sefer edilmemesi mes'eleleridir. Bu bâbda İbni Hibbân, İmâm Ahmed, Bezzâr, Taberânî ve. diğer hadîs imamları rivayetler nakletmişlerdir.

Semer bağlamak : Seferden kinayedir. Bu hususta deve, at, katır, eşek ve sair vâsıtalarla yürüyerek gitmek arasında fark yoktur.

Hadîs-i şerif mezkûr üç mescidin pek büyük meziyet ve fazileti hâiz olduklarını beyân etmektedir. Çünkü bu mescidler Enbiyâ-yl Kiram (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hazerâtmın namazgahlarıdır. Bunlarda kılman  namazlar şâir mescidlere nisbetle yüzlerce kat faziletli olduğu sahîh ha­dîslerle haber verilmiştir.

Şâir Dünyâ mescidlerini ve faziletli yerleri ziyaret için sefere çıkıp çıkılamıyacağı, ulemâ arasında ihtilaflıdır. Nevevî'nin nakline göre cumhûr-u ulemâ sair mescidleri ziyarette bir fazilet olma­dığını söylemişlerdir. İbni Battal: «Ulemâya göre bu hadîs mezkûr üç mescidden maada herhangi bir mescidde de namaz kılmayı adayanlar hakkındadır.» demiştir. İmam Mâlik’e göre bir kimse vasıtasız gidemiyeceği bir mescidde namaz kılmayı nezretse bulunduğu beldenin mescidinde kılar. Fakat Mekke ve Medine mescidleriyle Beyt-i Makdîs'te namaz kılmayı nezreden mutlaka oraya git­melidir. Yine İbni Battâ1'm beyânına göre sulehâmn mescid-lerinden birinde namaz kılmak ve teberrükte bulunmak mubahtır.

Rivayete nazaran İmam Ley s herhangi bir mescidde namaz kılmayı nezreden bir kimsenin nezrini o mescidde ifâsı icâb ettiğine kaail olmuştur. Hanbeiîler 'den bir rivayete göre böyle bir nezir mün'-akıd olmazsa da yemin keffâreti vermek îcab eder. Mâ1ikî1er'den bir rivayete göre ise yapılan nezre husûsî bir ibâdet taallûk ederse nezri îfâ lâzımdır. Aksi takdirde bir şey lâzım gelmez. Mâlikîler 'den Muhammed b. Mesleme hadîste zikri geçen üç mescidden maada yalnız Kubâ mescidine yapılan nezrin îfâsı lâzım geldiğine (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ls&ail olmuştur. Çünkü Resul, ü Ekrem her cumartesi günü bu mescidi ziyaret ederdi.

Ulemâdan bir cemaat babımız hadîsiyle istidlal ederek hadisde zik­ri geçen üç mescidden birine gitmeyi nezredenlerîn adaklarını yerine getirmeleri lâzım geldiğini söylemişlerdir. İmam Mâlik, İmam Ahmed ve İmam Şafiî 'nin kavilleri de budur. Ebû İshâk-ı  Mervezî dahî aynı kavli ihtiyar etmiştir.

îmam-ı A'zam'a göre mescide gitmek için yapılan nezri mutlak surette îfâ vâcib değildir. İmam Şafiî «El-Ümrn» nâm eserinde Kâbe'ye yapılan nezrin îfâsı gerektiğini Medine ve Kudüs mescidlerine yapılan nezirlerin îfâsı vâcib olmadığını söy­lemiştir. İbni'l-Münzir'e göre ise Harameyne yani yani Mekke ve Medine mescidlerine yapılan nezrin îfâsı vâ­cib, Mescid.i Aksa 'ya yapılan nezrin îfâsı lâzım değildir. Bu bâbda daha birçok sözler söylenmiştir. Kaadî Iyâz ile Şâfiî'lerden Ebû Muhammed El-Cuveynî: «Hadîsde zikredilen üç mescidden maada herhangi bir mescidi ziyaret için sefere çıkmak haramdır; nehyin muktezâsı budur.» demişlerse de Nevevî bunun yanlış olduğunu söylemiş, Şâfiî1er'ce bunun haram değil mekruh bile olmadığını bildirmiştir.

Bâzıları babımız hadîsinin mânâsını te'vîl ederek ; «İtikâf için bu üç mescidden başka yerlere gidilmez» demişlerdir.

Şeyh Zeyniddîn'e göre bu hadîsin en güzel te'vîli ondan yalnız üç mescidin hükmü olup sair mescidlere ziyaret için sefer yapıl­mamasıdır. Ama başka mescidlerde ilim tahsil etmek, ticâret, gezi, su-lehâ ve ihvanı ziyaret vesâir maksatlarla sefere çıkmak bu hadîsdeki nehye dâhil değildir. Nitekim bu cihet hadîsin bazı tarîklerinde tasrih de edilmiştir.

Hz. Ebû Saîd'in Resûlüllah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işit­tiği dört şeyi pek beğendiğini cümlesiyle ifâde etmesi te'-

kîd içindir. Çünkü «A'cebe» ve «Âneka» fiillerinin ikisi de hoşa gitmek mânâsına gelirler. Araplar böyle müteradif kelimeleri beyân ve te'kîd için kullanırlar.

Hadîs-i şerif kadının yalnız başına sefer edemiyeceğine de delildir.. Ulemânın bu husustaki kavillerini bundan önceki İbni Ömer ri­vayetinde görmüştük. Aşağıdaki rivayetler dahî aynı hükmün delillerin-dendir.

 

419- (1339) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Saîd b. Ebî Saîd'den, o da babasından naklen rivayet etti ki, Ebû Hüreyre şöyle demiş: Kesûlüllah  (Salîaliahü Aleyhi ve Seüem):

«Hiç bir müslüman kadına yanında kendisine nikâh haram olan bir adam bulunmaksızın bir gecelik yere sefer etmesi helâl değildir» buyur­dular.

 

420- (...) Bana Zülıeyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd, îbni Ebî Zi'b'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Saîd b. Ebî Saîd, babasından, o da Ebû HüreyreMen o da Peygamber (.SaUaUahü A leyhı: ve Sellenû )den naklen rivayet etti.

«Allah'a ve Âhiret gününe iman eden bir kadının beraberinde mahrem olmaksızın bir günlük yola gitmesi helâl değildir.» buyurmuşlar.

 

421- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Saîd b. Ebî Saîd-i Makburî'den dinlediğim, onun da babasından, onun da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum : Resûlüllah

«Allah'a ve Âhiret gününe iman eden bir kadının yanında kendisine nikâhı haram olan biri bulunmadıkça bir gün ve bir gecelik yola gitmesi helâl değildir.»  buyurmuşlar.

 

422- (...) Bize Ebû Kâmil-i Cahderî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bişr yani İbni Mufaddal rivayet etit. (Dedi ki) : Bize Süheyl b. Ebl Sa­lih, babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Yanında kendisine nikâhı haram olan biri bulunmadıkça bir kadının üç gecelik yola gitmesi helâl değildir.»  buyurdular.

Bu hadîsi Buharı «Taksîru's-Salât» bahsinde, Ebû Dâvûd «Kitâbu'I-Hacc»da, Tirmizî «Kitâbu'n-Nikâh»da tahrîc etmişlerdir. Kavilerden Saîd b. Ebî Saîd-i Makburî!-nin babasından rivayeti üzerinde bâzı hadîs imamları söz etmiş, birçok rivayetlerde babasından kaydının bulunmadığını, Ebû Saîd'in doğrudan doğruya Ebû Hüreyre 'den rivayet ettiğini söylemiş­lerdir. Fakat Saîd'in babasından rivayet ettiği hadîsler de çoktur. Bu sebeple Nevevî : «İhtimâl ki Saîd evvelâ Ebû Hü­reyre hadîsini babasından dinlemiş, sonra bizzat Ebû Hüreyre'den işitmiş ve bâzan babasından, bâzan da Ebû Hüreyre'den rivayette bulunmuştur. Onun Ebû Hüreyre 'den hadîs din­lediği sabit olmuştur.» demiştir.

Bu hadîs de kadının Allah'a ve Âhiret gününe îmân etmekle kayıtlanmasına bakarak bâzıları  müslüman   olmayan kadınların yalnız başına sefere çıkabileceklerine kaail olmuşlarsa da bu istidlal doğru de­ğildir. Çünkü kadının bu sıfatla anılması yalnız basma sefere çıkmasının haram olduğunu te'kîd suretiyle beyân içindir. Yani kadına ta'rîc sure­tiyle mahremsiz sefere çıkmaması, çünkü bunun Allah'ın imanın şartına muhalif olduğu bildirilmiştir. Allah'a ve Âhiret gününe iman eden kimsenin Allah tarafından yasak edilen husûsâta riâyet etmesi gerekir. Evzâî ile Leys kadının mahremsiz bir gün ve bir gecelik yola gidemiyeceğine, bundan az bir yola yalnız gitmesinde beis olmadığına bu hadîsle istidlal etmişlerdir.

 

423- (1340) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb hep bir­den Ebû Muâviye'den rivayet ettiler. Ebû Küreyb (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti. Ebû Saîd şöyle demiş: Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):

«Allah'a ve Âhiret gününe iman eden bir kadmtn beraberinde babası veya oğlu yahut kocası, veya kardeşi, yahut nikâhı haram olan biri ol­maksızın üç gün ve daha fazla süren bir sefere çıkması helâl değildir.» buyurdular.                                                             

 

(...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe İle Ebû Saîd-i Eşecc rivayet etti­ler. (Dediler ki) : Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş bu is-nadla bu hadîsin mislini rivayet eyledi.

 

424- (1341) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ikisi birden Süfyân'dan rivayet ettiler. Ebû Bekr (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amr b. Dinar, Ebû Ma'bed'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben İbni Abbâs'ı şunu söylerken işittim: «Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'\ hutbe okurken dinledim:

  Sakın bîr adam yanında nikâhı haram akrabası bulunmayan bîr kadınla  başbaşa kalmasın. Hem kadın  yanında mahremi bulunmadıkça sefere çıkmasın! buyuruyordu. Bunun üzerine bir adam ayağa kalkarak:

  Yâ Eesûlallahî   Benim  zevcem hacc için  yola  çıktı.  Kendim  de filân gazaya yazıldım!  dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

  Git de zevcenle beraber hacc et!,   buyurdular.»

 

(...) Bize bu hadîsi Ebû'r-Rebî' Ez-Zehrânî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd Amr'dan bu isnadla bu hadîsin benzerini rivayet etti,

 

(...) Bize tbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm yani İbni Süleyman EI-Mahzûmî, İbni Cüreycrden bu isnadla bu hadîsin ben­zerini rivayet etti. Ama :

«Sakın bir adam, yanında nikâhı haram olan biri bulunmayan kadın­la başbaşa kalmasın.» cümlesini zikretmedi.

İbni Abbâs hadîsini Buhâri «Hacc», «Cihâd» ve «Ni­kâh» bahislerinde tahrîc etmiştir. Hadîsdeki istisna, istisnâ-i münkatı'dır. Zîrâ kadının yanında mahremi bulununca ortada halvet kalmaz. Hadîs-i şerif:

«Sakın bir adam yanında mahremi bulunmayan bir kadınla bîr arada oturmasın» takdirindedir. Başbaşa kalmak diye terceme ettiğimiz halvet erkekle kadının kimseningörenıiyeceği bir yerde iki ikiye kalmalarıdır. Mahremden murâd kadına, nikâhı haram olan erkektir. Mamafih kadı­nın da erkeğin de yakm akrabasının kastedilmiş olması muhtemeldir. Nevevî : «Fukahâ'nın kaideleri bu ikinci ihtimâl üzere cereyan eder. Zîrâ bu bâbda kadının mahremiyle erkeğin kızkardeşi, kızı, halası ve teyzesi gibi nikâhları kendisine haram olan kadınlar arasında fark yok­tur. Bu gibi hâllerde o kadınla oturmak caizdir.» diyor.

Kadının mahremleri oğlu, kızkardeşi, annesi ve teyzesi gibi kimse­lerdir. Hadîs-i şerîf koca ile dahî tahsis edilmiştir. Çünkü kocasının bulunması da mahrem gibidir. Hattâ cevaz hususunda kocanın bulunması evlâdır.

Bu hadîsin son rivayeti Ebû İshâk İbrahim b. Süfyân 'in îmam Müslim 'den işitmediği rivayetlerin de sonun­cusudur. Bu hususta Uesûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'m traş olanlar­la, saç kısaltanlara duâ ettiğini bildiren hadîslerde söz geçmişti.

 

İbni  Abbas Hadisinden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Kadın mahremsiz sefere çıkamaz. Lâfzın umûmu bütün sefer­lere şâmildir. Binâenaleyh kadının yalnız başına kısa veya uzun mesa­felere Hacc veya başka maksatlarla olsun sefer etmesi haram olmak ik­tizâ eder. Nitekim İbrahim Nehaî; Şa'bî, Tâvûs ve Zâhiriyy e   ulemâsının mezhepleri budur.

2- Mahrem sözü nikâhı haram olan herkese şâmildir. Yalnız îmam Mâlik bundan kadının üvey oğlunu yani kocasının başka karısından doğan oğlunu istisna etmiştir. Ona göre kadın üvey oğluyla sefere çıkamaz. Gerçi onun nikâhı da haramdır. Fakat Hz. imam in­sanların ahlâkan bozulduklarını nazar-ı itibâre alarak bu bâbdaki mah­remiyetle neseben mahremiyet arasında fark görmüştür.

3- Ecnebi bîr kadınla bir tenhâda haşhaşa kalmak bütün ulemânın ittifakıyla haramdır. [7]

4- Bir kimsenin haccetmek istiyen karısını hacca  götürmesi  ga­zaya   gitmesinden evlâdır. Çünkü ResûlüTlah (SaUalîahü Aleyhi ve Sellem) soran zâta gazaya yazıldığını bildirdiği halde karısıyle birlikte haccetme­sini emir buyurmuştur.

5- Kadına hacc farz olabilmek için mahremi bulunması şarttır.

6- Yalnız başına sefere çıkamamak hususunda bütün kadınlar mü-sâvîdir. Yalnız Ebû'l-Velîdi Bâcî'ye göre şehvete mahall olmaktan çıkmış   pek yaşlı   kadınlar yalnız   baslarına sefer   edebilirler. îbni   Dakîkı'l    îd   Bâcî'ye itiraz ile kendisine her düşeni bir kapan bulunduğunu hatırlatmıştır. Bu sözden murâd ne kadar yaşlı olur­sa olsun ahlâksızlık yolunu tutan bir kadının kendisi gibi ahlâksız müş­teri bulmasıdır.

îbni Dakîk diyor ki : Bu mes'ele birbirine tearuz eden iki umûmî delile taallûk etmektedir. Çünkü Teâlâ hazretlerinden :

Yoluna gucu yetenlere Beyt-i haccetmek Allah İçin insanların boynuna borçtur... âyet-i kerîmesi bütün erkek ve kadınlara şâmildir. Bunun muktezâsı sefer için kudret hâsıl oldu mu hepsine hacc îâzımgelmesidir. Halbuki Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellemyin (kadın mahremsiz se­fere çıkmasının) hadîs-i şerifi her sefere ânım ve şâmildir. Bundan hacc dahî dâhildir. Binâenaleyh hacc seferini hadîsin umûmundan çıkaranlar âyetin umumiyetle bu hadîsi tahsis etmiş; çıkarmayanlar ise hadîsin umumiyetle âyeti tahsis etmişlerdir. Bu takdirde tercih için haricî bir delil lâzımdır. İkinci kavli tercih edenler :

(Allah'ın cariyelerini, Allah'ın  mescidlerine gitmekten  men etmesin...)

hadîsiyle istidlal etmişlerdir. Mamafih bu istidlal söz götürür. Çünkü bu hadisde de nehiy umûmîdir. O da Kâbetullah, Mescid-i Nebe­vi   ve   Mescid-i Aksa   ile tahsis edilmiştir.

7- Bâzıları bu hadîsle istidlal ederek haccın müterâhî olarak edâ edilebileceğini söylemişlerdir. Bundan murâd hemen imkân bulduğu se--ne gitmeyip bir veya birkaç sene sonra hacc etmektir. Fakat bu kavil reddedilmiştir. Çünkü gazaya yazılan o zâtın daha evvel hacc etmiş ol­ması mümkündür.

8- Bâzıları bu hadîsin zahiriyle amel ederek kadını sefere götü­recek kimsesi bulunmadığı vakit kocasının onunla beraber gitmesi farz olur, demişlerdir. İmam Ahmed'in kavli budur. Mezkûr kavil Şâf iıler'den de rivayet olunmuşsa da Şâfiîİer'in meşhur kavline göre karısını sefere götürmek kocasına farz değildir. Hattâ ücretsiz gitmem diye ısrar etse sefer ücretini karısının vermesi îcab eder.

9- Birbiriyle tearuz hâlinde bulunan şeylerin evvelâ en mühimi eîe alınır.          .                                .                   

10- Ulemâdan bâzıları bu hadîsle istidlal ederek : «Bir adam ka­rısını farz olan haccı edadan men edemez.» demişlerdir. İmam Ahmed'in mezhebi budur. Bu kavil Şâfiî1er'den de rivayet olun­muştur. Fakat esah kavillerine göre kocası karısını hacca gitmekten men edebilir. Çünkü imkân bulur bulmaz hemen hacca gitmek farz değildir. İleride gidebilir.

İbni Münzir bir adamın karısını bütün seferlere çıkmaktan men edebileceği hususunda bütün ulemânın ittifak ettiklerini, ihtilâfın sadece vâcib olan  seferlere münhasır kaldığım nakletmiştir.

 

75- Bir Kimsenin Hac Seferine veya Başka Yola Çıkacağı Zaman Okuyacağı  Şeyler Babı

 

425- (1342) Bana Hârûn b. Abdillâh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Haccâc b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû'z-Zübeyr haber verdi. Ona da Aliyyi Ezdi ha­ber vermiş ki, İbni Ömer kendilerine Resû\üUah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in sefere çıkarken devesinin üzerine dosdoğru oturduğu vakit üç defa tekbir getirerek arkasından :

«Bize bu hayvanı, müsahhar kılan Allah'ı tenzih ederim. Biz buna ta­kat getiremezdik. Şüphesiz ki biz Rabbimize dönücüleriz. Yâ Rabbi! Sen­den bu seferimizde hayır ve takva, amellerden de senin razı olacaklarını dileriz. Yâ Rabbî! Bu seferimizi bize âsân eyle. Bize onun uzaklığını dür. Allahımİ Seferde arkadaş, ailede vekîl sensin. Allahım! Seferin meşak­katinden, manzaranın kötüye değişmesinden, mal ve âite hususunda kötü dÖnüşden sana sığınırım!» buyururduğunu, döndüğü vakit dahî aynı duayı okurduğunu:

«Dönenleriz, tövbekarlarız, âbidleriz, ancak Rabbimize hamd eden­leriz»   duasını ziyâde eylerdiğini öğretmiş.

 

426- (1343) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İs­mail b, Uleyye, Âsım-i Akvel'den, o da Abdullah ibni Sercis'den naklen rivayet eyledi. Abdullah şöyle demiş :

«Resûlüilah (SallaJlahü Aleyhi ve Selle m) sefere çıkarken seferin meşak­katinden, varılan yerin hüzn âver olmasından, iyi hâlden kötüye dön­mekten, mazlumun bed duasından, aile ve malda kötü hâlden Allah'a sığınırdı.

 

427- (...) Bize Yahya b. Yahya ile Züheyr b. Harb hep birden, Ebû Muâviye'den rivayet ettiler. H.

Bana Hâmid b. Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvâhid rivayet etti. Her iki râvi Âsım'dan bu isnâdla bu hadîsin mislini riva­yet etmişlerdir. Şu kadar var ki, Abdülvâhid hadîsinde : «mal ve ailede»; (Ebû Muâviye) Muhammed b. Hâzim rivayetinde ise : «döndüğünde aile­den işe başlardı.» cümleleri; her ikisinin rivayetlerinde : «yâ Rabbî! Seferin meşakkatinden sana sığınırım.» ifâdesi vardır.

Mukrinîıı : Takat getirenler demektir. Cümleden murâd : «Bu hay­vanı Allah Teâlâ bize râmetmese biz onu sevk ve idareye takat getire­mezdik»  manasınadır.

Va'sâ: Meşakkat ve şiddet, keâbeti üzüntüden nefsin değişmesi; münkaleb : Merci1 yani dönülecek yer mânâlarmadır.

cümlesi Sahîh-i   Müslim'in  ekseri nüshalarında bu şekilde rivayet olunmuştur. Mamafih şeklinde ri­vayeti de vardır. İbrahim Harbî, Müslim'in râvilerinden Âsim'in burada vehmederek kelimeyi «kevn» şeklinde okuduğunu doğrusunun «kevr» olacağını söylemişse de Nevevî buna itiraz etmiş ve her iki rivayetin doğru olduğunu Tirmizî ile birçok hadîs imam­larının hadîsi iki vecihîe rivayet ettiklerini bildirmiştir. Tirmizî bu hadîsi rivayet ettikten sonra «kevn» kelimesinin râ ile «kevr» şeklin­de dahî rivayet olunduğunu söylemiş ve : «Bunların ikisinin de izah vec-hi vardır; kevr'in imandan küfre yahut tâattan ma'siyete dönüş mânâ­sına geldiği söylenir. Kelimenin  mânâsı bir şeyden kötüye dönmektir.»

demiştir. Diğer ulemâ bu kelimenin her iki rivayetine göre mânâ: Doğ­ruluktan dönmek yahut noksanlığı fazlalaştırmakdır demişlerdir. Ulemâ­nın beyânına göre» «Kevr» rivayeti «Tekvîru'l-İmâme» yani sarığı sar­mak terkibinden; «Kevn» rivayeti ise yardımcı fiil «Kâne»nin masdarm-

dan alınmıştır ve mevcûd oîmak, karar kılmak mânâsına gelir. Mazırî «Kevr» rivayetine göre dahî hadîsin : «Cemaatin içersinde bulu­nurken ondan dönmekten sana sığınırım» mânâsına geldiğini söylemiş­tir. Bâzılarına göre hadîs-i şerif, «Başta dümdüz duran sarığın bozul­ması gibi dürüst işlerimizin fesada uğramasından sana sığınırız» mânâ­sına geldiğini söylemişlerdir.

Ebû Ubeyd    diyor ki: «Râvi Âsım'a (kevn) rivayetine

göre mânânın ne olduğu soruldu da : (Sen Arapların (Yâni hâli iyi iken ondan döndü dediklerini işitmedin mi?) cevâbım verdi.

Mazlumun bedduasından murâd zulümdür. Çünkü beddua zulme karşı yapılır. Hadîs-i şerif zulümden ve zulme sebeb olacak şeylerden kaçınmak lâzım geldiğine işaret etmektedir. Mazlumun bedduası ile Al­lah Teâlâ arasında perde olmadığı yani o duanın saatmda kabul edile­ceği sahih hadîslerle sabit olmuştur.

Bu rivayetler bütün seferlere çıkarken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m okuduğu bu duayı okumanın müstehab olduğuna delildirler. Nevevî : *Bu bâbda vârid olmuş pek çok zikirler vardır. Ben on­ları «Kitâbu'l-Eskâr adlı eserimde topladım»  diyor.

 

76- Hacc Seferiyle Başka Seferlerden Dönen Kimsenin Okuyacağı Dua Babı

 

428- (1344) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. H.

Bize Ubeydullah b. Saîd de rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Yahya yani El-Kattân, Ubeydullah'tan, o da Nâfi'den, o da Abdullah b. Ömer'den naklen rivayet eyledi. Abdullah (Radiyallahü anh) şöyle de­miş :

«Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) ordulardan [8] yahut seriyye-lerden yahut hacc veya ömre'den döndüğü vakit bir dağ eteğine veya bir bayıra çıktığında üç defa tekbîr alır sonra şöyle derdi:

— Bir Allah'tan başka ilâh yoktur. Onun şeriki yoktur. Mülk onun­dur. Hamd de ona mahsustur. Hem o her şeye kaadîrdir. Dönenleriz, tev-bekârlarız, âbidleriz, sâcidleriz ancak Rabbimize hamd edenleriz. Allah vaadinde sâdıktır. Kuluna yardım etmiş yek başına bütün hizipleri târmâr etmiştir.»

 

(...) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail yani İbni Uleyye, Eyyûb'dan rivayet etti. H.

Bize İbni Ebî Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'n, Mâlik'ten rivayet etti. H.

Bize İbni Râfi' dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Füdeyk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dahhâk haber verdi. Bu râvilerin hepsi Nâ-fi'den, o da İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallalfahü Aleyhi ve Sellem) den (yukarıki) hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. Yalnız Eyyûb hadîsi müstesna! Çünkü onda tekbîr iki defadır.

 

429- (1345) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İs­mail b. Uleyye, Yahya b. Ebî İshâk'dan rivayet etti.  (Demiş ki) : Enes b. Mâlik şunları söyledi : «Ben ve Ebû Talha Peygamber (SaHallahü Aleyhi ve Sellemyie birlikte dönüyorduk, Safiyye de Resûlüllah (SallaKahü Aleyhi ve Sellem)'in devesinin üzerinde, terkisinde idi. Medine'nin dışına geldiği­miz vakit Resûlüllah   (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) :

— Dönenleriz, tevbekârlarız, âbidleriz, ancak Rabb'tmize hamd eden­leriz» dedi. Artık Medine'ye varıncaya kadar bunu söylemeye devam etti.

 

(...) Bize Humeyd b. Mes'ade rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bişr b. Mufaddal rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Ebî İshâk Enes b. Mâlik'ten, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen bu hadîsin mislini rivayet eyledi.

İbni Ömer hadîsini Buhâri «Kitâbu'd-Deavât» ile «Ki-tâbu'l-Cihâd»da, Enes (Rodiyaîlahü anh) hadisini «Kitâbü'l-Cihâd», «Kitâbü'1-Edeb» ve «Kitâbü'l-Lİbâs»da; aynı hadîsi Nesâî «Kitâbü'I-Hacc» ile «Kitâbü'I-Yevm ve'l-Leyle»de muhtelif râvilerden tahrîc etmiş­lerdir. Enes (Radiyallahü anh) hadîsinin Buhâri rivayetinde Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte Usfân'dan döndükleri, Re-sû\ül\ah( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in terkisinde Safiyye Bînti Huyeyy bulunduğu; deve sürerek ikisi birden yere düştükleri ve Hz. Ebû Talha 'nın kendilerine yardım ettiği dahi bildirilmek­tedir.

Seniyye : Dağ eteği, yamaç; fedfed : Sert vey üksek yer mânâsma-dırlar Bâzıları fedfedin boş sahra mânâsına geldiğini; bir takımları sert ve çakıllı yer demek olduğunu söylemişlerdir.

«Allah va'dinde sâdıktır» cümlesinden murâd dînini muzaffer kılması akıbetin ehl-i takvanın zaferiyle neticeleneceği vesaire gibi şeyler hak­kındaki va'd-i ilâhîdir. Şüphesiz ki Allah Teâlâ Hazretleri va'dinden dön­mez.

«Kuluna yardım etti» ifâdesinden maksat ResûlÜHah (Sallal'ahü Aleyhi ve Seîlemj'dir. Nevevî diyor ki: *Teâlâ Hazretleri insanlar tarafın­dan harp yapılmaksızın bütün hizipleri bizzat hezimete uğratmıştır. Bu hiziplerden murâd Hendek harbinde toplanarak Resûlüllah (SaHallahü Aleyhi ve Sellem)'e karşı elbirliği yapan müşriklerdir. Allah Teâ­lâ bunların üzerine bir rüzgâr ile görmedikleri melek orduları gönder­miştir. ResûlüHah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in münafıklarla, kalplerinde maraz bulunan ve (Allah ile Resûlü'nün va'dleri ancak bizi aldatmak ol­muştur) diyenlerin sözlerini tekzib için (Allah va'dinde sâdıktır) buyurması bu şekilde rabt ve îzâh olımur. Meşhur olan kavle göre hiziplerden murâd Hendek harbinin hizipleridir. Kaadî Iyâz bununla muhtemelen her zaman ve her yerde İslâm'a karşı toplanan küfür hi­ziplerinin  kasdedilmiş olmasını söyleyenler vardır, demektedir.

Bâzıları Resûlüllah (Sallclkihiı Aleyhi ve Seîlem)'m konuşurken seci' yapmaktan men ettiği halde burada bizzat kendisinin seci' yapmasını müşkü saymışlarsa da kendilerine cevap verilmiş : «Resûlüllah (Sa!!a':ahü Aleyhi ve Seliem'f'm men ettiği seci' kâhinlerin yaptığı tekellüflü ve bâtıl şeyleri tazammun eden seci'lerdir. Hiç tekellüfsüz dile geliveren seci'ieri men etmemiş hattâ bunları bazen kendisi de yapmıştır» denilmiştir.

Bu hadisler kadının kocasının terkisine binebileceğine, büyüklerin ve ulemânın hizmetlerinde bulunmanın müstehab olduğuna ve sağ salim yoldan dönen bir kimsenin Allah'a hamdü senada bulunarak tevbe et­mesi gerektiğine delildirler.

 

77- Hacc veya Ömreden Döndükten Sonra Zülhuleyfe'de Mola Vererek Orada Namaz Kılma Babı

 

430- (1257) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : MâHk'e, Nâfi'den dinlediğim, onun da Abdullah b. Ömer'den naklen rivayet etti­ği şu hadisi okudum :

Ke5Ûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) Zü'lhuleyfe'deki Bathâ'da deve­sini çöktürerek orada namaz kıldı. Abdullah b. Ömer de bunu yapardı.

 

431-  (...) Bana Mısırlı Muhammed b. Runıh b. El-Muhâcir rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Leys haber verdi. H.

Bize Kuteybe dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bİze Leys, Nâfİ'den rivayet etti.   (Demiş kî) :

«İbni Ömer, vaktiyle Resûlüllah (SallaHahü Aleyhi ve Selle7?;)'in  devesi-(Urni çökerterek namaz kıldığı   Zülhuleyfe'deki   Bathâ'rîa   devesini  çöktü-rürdü.»

 

432- (...) Bize Muhamrâed b. İshâk El-Müseyyebî rivayet etti. (De­di ki) : Bana Enes yani Ebû Damra, Mûsâ b. Ukbe'den, o da Nâfi'den naklen rivayet etti ki : Abdullah b. Ömer hacc veya ömreden döndüğü vakit, vaktiyle Resûlüllah (Sallallahü'\ Aleyhi ve Sellem)"m devesini çöktürdü-ğü Zülhuleyfe'deki Bathâ'da devesini çöktürurmüş.

Bu hadîsi Buhâri, Ebû Dâvûd ve Nesâî hacc bahsinde tahrîc etmişlerdir. Bu hadîsde «Zülhuleyfe'deki Bathâ» denilme­si, bu isimde başka yerler de bulunduğu içindir. Filhakika Mekke'-de; Zûkaar'da ve Ezher denilen yerde üç Bathâ daha vardır. Resûlüllah(Sallallahü Aleyhi ve Seliem) bazı gazalarında Bathâ-i Ezher'e inmiştir. Bu yerde bir de mescid vardır. Hadîs-i şerifteki Bathâ 'dan murâd budur. Medine1iler bu yere El-Muarras derler. Resûl-ü Ekrem (Sailallahü Aleyhi ve Seliem) Mekke'-den Medîne'ye gelirken burada devesini çöktürmüştür. Bâzıları Medine 'den Mekke'ye giderken çöktürmüş olmasını muhtemel görmüşlerdir. Mamafih hem giderken, hem gelirken oraya inmiş olması mümkündür.

Abdullah b. Ömer (Radiyallahü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in eserlerini en ziyâde araştırmakla şöhret bulan bir sa-hâbî-i celîldir. Devesini vaktiyle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) in hayvanından inerek namaz kıldığı bu yerde çöktürmesi de bunu gös­terir.

 

433- (1346) Bize Muhammed b. Abbâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hatim yani îbni İsmail, Mûsâ yâni İbni Ukbe'den, o da Sâlim'den, o da babasından   naklen  rivayet   ettî ki .Resûlüllah {Sallallahü'Aleyhi ve Seliem)

Zülhuleyfe'deki istiratgâhında iken ona gelen olmuş ve «Sen gerçekten mübarek Bathâ'dasin» demiş.

 

434- (...) Bize Muhammed b. Bekkâr b. Reyyân ile Süreye b. Yû­nus rivayet ettiler. Lâfız Süreyc'indir. (Dediler ki) : Bize fsmâil b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mûsâ b. Ukbe, Salim b. Abdillâh b. Ömer'den, o da babasından naklen haber verdi ki, Peygamber (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) Zülhuleyfe'deki vadinin içindeki istiratgâhında iken ona gelen olmuş ve : «Sen gerçekten mübarek Bathâdasm demiş.»

Musa demiş ki: «Bize Salim de vaktiyle Abdullah'ın devesini çök-tür düğü mescidin igreğinde develerimizi çöktürdü. O da Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem)''in istiratgâhını araştırıyordu. Bu yer vadideki mescidin  aşağısın dadır. Mescitle kıble  arasında,  ortadadır.»

Bu hadîsi Buhâri «Hacc», «İ'tisâm» ve «Müzârea» bahislerin­de; Nesâî  «Hacc» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Vâdîden murâd; «Vâdî-i Akîk»dir. Bu yer hakkında Peygamber (Sallallahü A Jeyhi ve Sellem)  Efendimiz :

«Bana bu akşam Rabb'imden biri geldi de : Bu mübarek vadide na­maz kıl, dedi.» buyurmuşlardır.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelen ve «Gerçekten sen mü­barek Bathâ'dasın» diyen Cibril   (Aleyhisselâm) 'dır. Nitekim Beyhakî'nin

rivayetinde Hz. Cibril 'in geldiği tasrîh olunmuştur. Bazı rivayet­lerden anlaşıldığına göre Hz. Cibril Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeLtem)e uyku halinde iken gelmiş ve kendisinin mübarek Bathâ'da bulunduğunu söylemiştir. Bundan dolayıdır ki Fahr-i Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz o yerde teberrüken namaz kılar, Mekke'den dönerken dahî geceyi orada geçirerek sabahleyin yola çıkar. Medine'ye gündüzün girilirmiş.

El-Muarras;  Medine'den Mekke'ye giden yolun üzerir.dedir. Medîne'ye altı mil mesafededir. Akik vadisi    Medine'-ye dört günlük mesafededir.

Burada kılınan namaz, ihrama girerken kılman namazdan başkadır. Çünkü ihram namazı sünnettir. Bu namaz ise sünnet değil, müstehabdır. İbni Abdi'l.Berr: «İmam Mâlik ile diğer ulemâya göre burada namaz kılmak müstehab ve güzel bir şeydir. Ama haccın sünnetlerinden veya terkinden dolayı fidye lâzımgelen vâcib fiillerinden değildir. İbni Ömer müstesna olmak üzere bütün ulemâya göre orada namaz kılmak güzel bir iştir. İbni Ömer'se bunu sünnetten saymıştır.» demiştir. Nevevî'nin beyânına göre Şâfiîyye ulemâsı orada namaz kılmayan bir kimsenin faziletten mahrum kaldığını fakat günaha girmiş sayılmayacağını söylemişlerdir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan  Hükümler:

 

1- Akîk   vadisi faziletli bir yerdir.

2- Orada namaz kılmak,  ihram'zamanında  oraya  inmek, bütün ulemâya göre müstehabdır. Yalnız Hasan-ı    Basrî  orada farz namazdan sonra nafile kılmayı müstehab görmüştür.

Taberi : «Bu hadîsden murâd. o yerin faziletini bildirmektir. Hadîs orada namaz kılmayı îcâb etmemektedir. Çünkü mezkûr vadide namaz kılmanın farz olmadığı hususunda icmâ-ı ümmet vardır...» de­miştir.

3- Hacca gidenlerin beldelerine yakın bir yerde gecelemeleri müs­tehabdır. Bu suretle geriden gelenler yetişir, evlerinde bir şey unutan­lar yol yakın iken dönüp alırlar.

4- Bâzıları: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in  Haccdan dö­nerken Zülhuleyfe'deki vâdî-i Akîk'ta gecelemesi, ha­cılar ailelerinin yanma geceleyin habersizce  varmasınlar diyedir. Nite­kim birçok meşhur hadîslerde  bu  hareket  sarahaten  yasak  edilmiştir» demişlerdir.

 

78- «Beyt-i Şerifi Müşrik Haccetmesin, Çıplak Olan da Tavafda Bulunmasın» Hadisi ile Hacc-ı Ekber Gününü Beyan Babı

 

435- (1347) Bana Hârûn b. Saîd El-Eylî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr İbra ŞihâVdan, o da Humeyd b. Abdirrahmân'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber ver­di. H.

Bana Harmeletü'bnü Yahya Et-Tûcîbî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. Ona da tbni Şihâb Humeyd b. Abdirrahmân b. Avftan. o da Ebû Hüreyre'den naklen haber vermiş. Ebû Hüreyre (Radiyallahü anh) şöyle demiş : «Ebû Bekr-i Sıddîk Hesû\ül\sih,(Sailallahü Aleyhi ve SeHemyia veda haccından ön­ce kendisini emîr tayin ettiği Haccda beni birkaç kişilik cemaat içinde Kurban Bayramı günü halka (Bu seneden sonra hiç bir müşrik haccede-mez, çıplak olan bir kimse de Beyt-i Şerifi tavaf edemez) diye Hân et­mek için gönderdi.»

îbni Şihâb demiş ki : «Humeyd b. Abdirrahmân Ebû Hüreyre hadîsi için Kurban Bayramı günü Hacc-ı Ekber günüdür derdi.»

Bu hadîsi Buhâri  «Hacc» bahsinde tahrîc etmiştir.

Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Seîlem)'in Hz. Ebû Bekri Emîrü'1- Hacc yani Hacc kafilesine kumandan tayin buyurması Hicret'in dokuzuncu yılında olmuştur. Bu hâdiseyi Sühey1î şöyle anlatır :

«~Re$vli\\lah(SaUaHahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz Tebük seferinden geldiği vakit haccetmek istemişti. Fakat müşriklerin hacclannda ve şirkle yaptıkları telbiyelerinde müslümanlara karışacaklarını, Beyt-i Şe-rîfi çırılçıplak tavaf edeceklerini hatırladı. Müşrikler bununla içlerinde günah işledikleri ve zulüm yaptıkları elbiselerden sıyrılarak analarından doğdukları gibi olmayı ve bu suretle tavaf yapmayı kasdediyorlardı. Bu sebepten dolayı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o sene haccetmek­ten vazgeçti de Hz. Ebû Bekr'i Berâe suretiyle hacca gönderdi. Ebû Bekr (Radiyallahil anh) kendileriyle ahidnâme imzalanmış olan müşriklere bunları iade etmek vazifesiyle me'mûrdu. Bundan yalnız muayyen bir müddet için ahid veren Benî Bekr kabilesi müstes­na idi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sonra Hz. Ebû Bekr'in peşinden A1i (Radiyalîahü anh) da gönderdi. Bunun üzerine Ebû Bekr (Radiyalîahü anh) Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e dönerek: (Benim hakkımda Kur'ân mı nazil oldu?) diye sordu. Resûlüllah (Saltallahii Aleyhi ve Sellem):

— Hayır! Kuran nazil olmadı lâkın benim tarafımdan ehl-i beytim­den bîri tebliğde bulunmasını istedim   cevâbını   verdi.   Hâdiseyi   anlatan Ebû Hüreyre diyor ki:

  AH (Radiyalîahü anh) bana Mina'daki evleri dolaşarak Be­râe sûresini okumamı emretti. Bağırıyordum. Hattâ sesim kısıldı. Ken­disine neyi ilân ediyordun diye soranlar oldu.

  Dört şeyi, yani Cennet'e mü'minlerden başka kimsenin giremiye-ceğinİ, bu seneden sonra hiç bir müşrikin hacc edemiyeceğinî, Beyt-i Şe-rîfi  çıplak  bir kimsenin tavafta  bulun amiya cağını ve ahidnâme si  olan­lara dört ay müsaade verildiğini, ondan sonra ahid tanmmıyacağını ilân ediyordum. Müşrikler Berâe  sûresini  ilân  ettiğimi işitince  Hz.  Alî'ye (dört ay sonra göreceksiniz ki amcan  oğlu ile aramızda vurup  yarala­madan başka  hiç bir ahid  olmayacaktır.)   dediler.  Bu  müddet  zarfında birçok insanlar İslâm'a rağbet göstererek kimi istekli kimi isteksiz onu kabul ettiler.»

İbni Abdi'î-Berr'in beyânına göre Hz. Ebû Bekr hacc yoluna çıkınca Berâe sûresinin baş tarafı nazil olmuş, bunun üzerine ashâbdan bâzıları:

  Yâ Resûlallah! Onu Ebû Bekr'e gondersen iyi ederdin! demişler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

  Onu benîm nâmıma ancak ehl-İ beytimden biri îfâ eder, buyur­muş. Sonra Hz. Alî'yi çağırarak arkadan onu göndermiş. Ali (Radiyalîahü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin Adbâ' nâmmdaki devesine binerek Arc denilen yerde Hz. Ebû Bekr'e yetişmiş. Ebû Bekr kendisine :

  Hesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle/n) seni hacca enrîr mi tayin et­ti? diye sormuş. Ali (Radiyalîahü anh) :

  Hayır! Beni yalnız halka Berâe sûresini okumaya gönderdi!  ce­vâbını vermiş.

Ulemâ-i kirama göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in Berâe

sûresini Hz. A1î'ye vermesinin hikmeti bu sûrede ahdi bozmaktan bahsedildiği içindir. Arap1ar'in âdetine göre bir ahdi yapandan başkası bozamazdı. Bunu bozmak için en azından yapanın ehl-i beytinden biri bulunmak lâzımdı. İşte Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Arap­ların bu âdetini hüccetle yıkmak istemiştir. Bâzıları Berâe sûresinde Hz. Ebû Bekr'in faziletinden bahsedildiği içn Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) 'in mezkûr süreyi başkasına okutmak istediğini söylerler.

Raht: Ondan aşağı olan erkekler cemaatıdır. Bâzılarına göre rant, içlerinde kadın bulunmamak şartıyla kırk kişiye kadar olan erkekler ce­maatıdır,

«Hadîsin buradaki rivayetinde bu seneden sonra hiç bir müşrik hacc edemez» denilmiştir. Bu cümle bâzı rivayetlerde «hacc etmesin», bir ri­vayette» sakın hac etmesin» şeklinde te'kîdle ifâde edilmiştir.

ArapIar'in çırılçıplak hacc ederdiklerinİ Kureyş'ten erkek­lerin çıplak erkeklere, kadınların da kadınlara elbise verirdiklerini hacc bahsinde geçen bir hadîsde görmüştük. Câhiliyyet devrinde Beyt-i Şerîf'i kadınlar da çıplak olarak tavaf ederlermiş.

Hacc-ı Ekber gününden murâd ne olduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır, îmam Mâlik, İmam Şafiî ve cumhûr-u ule­mâ ya göre Kurban Bayramı günüdür. Bâzıları, arefe günü olduğunu söylemişlerdir. Bu kavil İmam Şafiî 'den dahî rivayet olunmuş-sa da   Şafiî   mezhebinde ma'rûf değildir.

Yine ulemânın beyânına göre Hacc-ı Ekber tâbiri Haccı Asğardan ihtiraz içindir.

Hacc-ı Ekber: Büyük hac; Haccı asğar : Küçük hac mânâsına gelir. Küçük Hac'dan murâd ömredir. Şu halde kıran ve müt'aya niyet eden­lerin haccına mukabele suretiyle büyük hac denilmiş oluyor.

Resûlüllah (Sallallahü A leyhî ve Sellem) 'in :

«Bu seneden sonra hiç bir müşrik bacc edemez» sözü Teâlâ hazretle­rinin ;

«Müşrikler ancak ve ancak nccistirler. Binâenaleyh bu seneden sonra Mescid-i Harâm'a yaklaşmasınlar.» [9]

âyet-i kerîmesine muvafıktır. Mescidi Haram 'dan murâd bütün Harem-i Şerif'tir. Binâenaleyh hiç bir müşriğin, hiç bir hâlde Harem-i Se­rîf'e girmesi mümkün olmadığı gibi, bu âyetin nüzûlundan sonra zım-mîlerin orada ikâmet etmesi dahî memnu'dur. Çünkü Peygamber (Salîaliahü Aleyhi ve Sellem) :

«Yahudilerle hıristiyaniarı Arap yarımadasından çıkarın» buyurmuş­tur. [10]

Mamafih Hanefîler'e göre zimmîlerin Mescid-i Ha­ram'a yahut başka bir mescide girmelerinde beis yoktur. Çünkü Pey­gamber (SallalIahü A leyhi ve Sellem) sakîf hey'etini mescidde misafir etmiş ve :

«Yer üzerinde onların pisliğinden bir şey yoktur.» buyurmuştur. Sa­kîf hey'eti kâfirlerden müteşekkildi. Hanefî1er âyet-i kerimeyi: «Müşrikler Mescid-i Harâm'a istilâ maksadıyle yahut âdetleri veçhile çıp­lak tavaf etmek için giremezler.» şeklinde te'vîl etmişlerdir. Ancak Aynî Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Se!lem)ıin :

«Yahudilerle hıristiyaniarı Arap yarımadasından çıkarın» hadîs-i şeri­fini ölüm döşeğinde söylediğini bildirmiş bu hususta başka bir şey söy­lememiştir. Bundan onun da gayrimüslimlerin Harem-i Şerife giremeyeceklerine kaail olduğu sezilmektedir.

İmam Mâlik. Şafiî ve bir rivayette Ahmed b. Hanbe1 : «Beyt-i Şerîf-i çıplak kimse tavaf edemez» cümlesiyle is­tidlal ederek tavaf esnasında avret yerini Örtmenin şart olduğunu söy­lemişlerdir. Ebû Hanîfe ile ikinci rivayete göre İmam Ah­met çıplak tavaf eden kimsenin kurban kesmek suretiyle haccmı ta­mam edebileceğine kaail olmuşlardır.

 

79- Hacc, Ömre ve Arafe Gününün Fazileti Babı

 

436- (1348) Bize Hârûn b. Saîd El-Eylî ile Ahmed b. îsâ rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mah-rametü'bnü Bükeyr, babasından naklen haber verdi. (Demiş ki) : Yûnus b. Yûsuf'u İbni'l-Müseyyeb'den naklen onun şöyle dediğini söylerken işittim: Âişe dedi ki: Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Arafe gününden maada Allah'ın bir kulu cehennemden en fazla âzâd ettiği hiç bir gün yoktur. Filhakika Teâlâ Hazretleri Kurbİyet göste­rir; sonra böyielerİ ile meleklere mubohât ederek : Bunlar ne düedİ? dîye sorar.» buyurdular.

Mâzirî'nin beyânına göre kurbiyet göstermekten murâd Allah'ın rahmet ve ikramının yakınlığıdır. Kaadî Iyâz bu hadîsin «Teâlâ hazretlerinin birinci semâya nûzülü» hadîsinde olduğu gibi te'vîl edile­ceğini söylemiş ve ; «Bundan meleklerin yeryüzüne yahut semâya rah­met indirmeleri ve Allah Teâlâ'nm emriyle iftihar etmeleri de kasdedil-miş olabilir.» demiştir.

Hadîs-i şerîf burada muhtasaran rivayet olunmuştur. Abd1ürrezzâk «Müsned»inde onu Hz. îbni Ömer 'den mufassal ola­rak tahrîc etmiştir. Onun rivayetinde bas tarafı şöyledir :

«Şüphesiz ki Allah (m rahmeti) alt semâya iner de Allah hacılarla meleklere mubâhât ederek : Bunlar benim kullanmdır. Bana pejmürde kı­yafetle toz toprak İçinde gelmişler, rahmetimi umuyor; azabımdan kor­kuyorlar. Haİbukİ beni görmüş değillerdir. Acaba görmüş olsan ne ya­parlar!..»

Hadîs-i şerif Arefe gününün faziletine delildir. Nevevî diyor ki: «Bir adam (Günlerin en faziletlisinde karısının boş olduğunu söylese ulemâmızdan bir kavle göre kadın cuma günü boş olur. Çünkü : Müs1im'in *Sahîh»inde görüldüğü veçhile Resûlülîah (SaUaüahü Aleyhi ve Sellem):

(İçinde güneş doğan en hayırlı gün Cuma günüdür) buyurmuştur. Esah olan ikinci kavle göre kadın Arefe günü boş olur. Bu kavlin delili babımız hadîsidir. Cuma hadîsi (hafta günlerinin en faziletlisi cu-ma'dır) şeklinde te'vîl olunur.

 

437-  (1349) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti.  (Dedi ki) : Mâlik'e, Ebû  Bekr b.  Abdirrahmân'm  âzadhsi   Sümeyy'den  dinlediğim,  onun   da Ebû Sâlih-i Semmûm'dan, onun da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet et­tiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«ömre, ikinci bir örn reye kadar yapılan günahların keffârefidir  Hacc-i mebrârun İse Cenneften başka karşılığı yoktur.»

 

(...) Bu hadîsi bize Saîd b. Mansûr ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe, Amru'n-Nâkıd ve Züheyr b. Harb da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Abdilmelik El-Emevî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülâziz b. Muhtar, Süheyl'den rivayet etti. H,

Bize îbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Ubeydullah rivayet etti. H

Bir rivayette selâm vermek yerine «Güzel söz söylemekdir* denil­miştir.

«Cennetten başka karşılığı yoktur» cümlesinden murâd : Bu suretle hacc edene mükâfatının asla noksan verilmiyeceğini, günahları affedi­lerek mutlaka Cennet'e gireceğini beyândır.

Haccla ömrenin sevabı hakkında birçok hadîsler vârid olmuştur. Tirmizî'nin rivayet ettiği Abdullah b. Mesûd hadîsi ile İbni Mâce'nin rivayet ettiği Ömer hadîsi İmam Ahmed 'îe Nesâî'nin rivayet ettikleri Abdullah b. Nubeyş hadîsi ve Haris b. Ebî Üsâme 'nin rivayet ettiği Ümmü Seleme hadîsi babımızda bundan sonra görülecek Ebû Hüreyre ha­dîsi bunlar meyâmndadır.

Cumhûr.u ulemâ 'ya göre Ömreyi bir sene içinde tekrar tekrar yapmak müstehabdir. İmam Mâlik ile ekseri Malikiyye ulemâsına göre bir senede birden fazla ömre yapmak mekruh­tur. Kaadî Iyâz ile diğer bazı ulemâ bir ayda bir ömreden faz­la yapılamıyacağın a kaail olmuşlardır.

Ebû Hanîfe'ye göre ömre senenin yalnız beş gününde, yani arefe. bayram ve teşrik günlerinde mekruhtur.    İmam Ebû Yusuf dört günde yani arefe ile teşrik günlerinde mekruh olduğunu söy­lemiştir. Şâir günlerde ömre yapılabilir.

Nevevî'nin beyânına göre Şâfiîlerle, Mâlikîler, Hanbelîler ve cumhûr-u ulemâ arefe, bayram ve teşrik günlerinde dahî ömre yapmanın mekruh olmadığını söylemişler­dir. Onlara göre ömre yalnız hacc esnasında yapılamaz. Hacc bittikten sonra senenin her gününde Ömre yapmak caizdir.

Ömrenin vâcib olup olmadığında dahî ihtilâf vardır. Şâfiîler'-le cumhûr_u ulemâ 'ya göre vâcibdir. Bu kavil Ömer, İbni Ömer ve İbni Abbâs (Radiyallahü anh) hazerâtı ile tabiînden Tâvûs, Atâ1 Saîd b. El-Müseyyeb, Saîd b. Cübeyr; Bize Ebû Küreyb dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' rivayet eyledi. H.

Bana Muhammedü'bnü'l-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize durrahman rivayet eti. Bunlar toptan SÜfyân'dan ve bütün râviler Sümeyy'den, o da Ebû Salih'ten, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)den naklen Mâlik hadîsi gibi rivayette bulun­muşlardır.

Bu hadîsi Buhâri, Tirmizî ve Nesâî «Kitâbü'l-Ömre»de tahrîc etmişlerdir.

Ömrenin ikinci bir ömreye kadar yapılan günahlara keffâret olması küçük günahlar hakkındadır. Nitekim Cum'a'nın ikinci Cum'a'ya kadar işlenen günahlara keffâret olması da bu kabildendir. Hadîsin zahirine bakılırsa günahlara keffâret olan ömre birinci ömredir. Çünkü kendisinden haber verilen ömre odur. Fakat mânâya nazaran günahlara keffâret olan. ömre ikincisidir. Zira günahlar iki ömre arasında işlene­cektir. Birinci ömrenin keffâret olması günahların işlenmeden affını ik­tizâ edeceği için zahirin hilâfına görülmektedir.

Hacc-ı Mebrûr'dan murâd ne olduğu ihtilaflıdır. Ulemâdan bâzıla­rına göre içersine günah karışmayan haccdır. Bazıları makbul hacc, bir takımları da içersine riya, fisk u fücur karışmayan hacc demek oldu­ğunu söylemişlerdir. Ardından günah işlenmeyen haccdır diyenler de vardır. Muhammed b. Münkedir'in Hz. Câbir'den rivayet ettiği bir hadisde Hacc-ı Mebrûr bu kavillerin hiçbirine uyma­yan bambaşka bir şekilde tefsir olunmuştur. Mezkûr hadîsde şöyle de­nilmektedir : «ResiilÜIIah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem): Hacc-ı Mebrûr'un Cennet'ten  başka karşılığı yoktur,  buyurdu.  Kendisine :

    Resûlallah!   Haccın  Mcbrûr'u  nasıl  olur?  diyenler  oldu.  Re-sûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) :

  Herkese selâm vermek ve yemek yedirmektir, buyurdular.»

Hasan-ı Basrî, Mesrûk, İbni Şîrîn, Şa'bî, Ebû Bürdeîe'bni Ebî Mûsâ, Abdullah b. Şeddâd , Sevr1 , îmam Ahmed îshâk, Ebû Ubeyd ve Dâvûdu    Zahiri 'den de rivayet olunmuştur.

Ebû Hanîfe , İmam Mâlik ,Ebû -Sevr ve İbrahim Nehai  ömrenin sünnet o;duğur:;ı kaaiidirler.

 

 

438- (1350) Bize Yahya b. Yahya île Züheyr b. Harb rivayet etti­ler. Yahya (Bize haber verdi), Züheyr ise (Bize rivayet etti.) tâbirlerini kullandılar. (Züheyr dedi ki) : Bize Cerîr, Mansûr'dart, o da Ebû Hâ-zim'den, o da Ebû Hüreyre'den  naklen  rivayet  etıi.  Ebû  Küreyre şöyle

«Bir kimse şu Beyî'e geür de- kötü sözler söylemez ve günah İşlemezse demiş : Kesûlüllah   (Su'.laliahU Aleyhi ve ScHena ; (memleketine) annesinin doğurduğu gibi döner.»  buyurdular.

 

(...) Bize bu hadisi Saîd b. Mensur da Ebû Avane, Ebu'I-Ahvas'tan rivayet etti. H.

Bize Ebû Bckr b. Ebî Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ve-Uî', Mis'ar île Süfyâıvdan rivayet etti. H.

Bize Îbni'l-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhanımed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu"be rivayet eyledi. Bu râvilerin hepsi Mansûr'dan bu isnâdîu rivayette buîumnuşiardır. Hepsinin hadis­lerinde :

«Bir kimse bacc eder de kötü sözler söylemez ve günah işlemezse.» cümlesi   vardır.

 

(...) Bize Said b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hü«jeym, Scyyâr'dan, o da Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SaüaUahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.

Bu hadisi Buharı, Tirmizî, Nesâî ve İbni Mâce hacc bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'in : «Şu Beyt» buyurması bu hadîsi Mekke'de söylediğine delâlet eder.

«Yerfüs» fili «YerÜs», «Yerfes» ve «Yürfis» şekillerinde de okuna­bilir se de meşhur olan kıraati kitabımızda olduğu gibi «Yerfüs»dür. Mas-darı «Rafs» gelir. Bundan alman isim ise «Rafes»dir. Cumhûru u1emâ'ya göre «Rafes»den murâd, cimâ'dır. Bâzan bundan kötü söz, bâzan da cima' lâfı kasdedilir. Bir takımları: «Rafes» «Kadınların ya­nında cima' îâfı etmektir» demişlerdir. Ezheri bu kelime hakkında şun­ları söyler: «Mezkûr kelime, erkeğin kadından dilediği her şeyi ifâde eden cem'iyyetli bir sözdür»

Fiisûk: Evvelce de işaret ettiğimiz veçhile şeriatın hududu dışına çıkmaktır. Böyle bir kimseye fâsık derler. Bâzıları buradaki «Fısk»tan Allah'tan başkası nâmına kurban kesmek kastedildiğini söylemişlerdir. Bu kelimeye haram işlemek, yalan söylemek ve söğmek mânâlarını ve­renler de olmuştur.

Beyt-i şerife vararak rafes ve füsûk yapmadan hacc eden kimsenin anasından doğduğu gibi dönmesi günahları affedildiği içindir. Zahirine bakılırsa böyle bir kimsenin büyük küçük bütün günahları affedilecek­tir. Fakat ulemâ bunun yalnız Allah hakkına âid günahlara mahsûs ol­duğunu söylemişlerdir. Çünkü kul hakları ancak helâllaşmak suretiyle affolunur.

 

80- Hacının  Mekke'ye İnmesi ve Mekke Evlerinin Miras Olarak Alınması Babı

 

439- (1351) Bana Ebû't-Tâhir ile Harmeletü'bnü Yahya rivayet et­tiler, (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bize Yûnus b. Yezîd, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. Ona da Aliyyu'bnü Hüseyn, ona da Amr b. Osman b. Affân, Üsâmetü'bnü'Zeyd ibni Hârise'den nak­len haber vermiş ki Üsâme :

«Yâ Resûlallah! Mekke'deki evine inecek misin? diye sormuş. Re-sûlallah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

— Alcîl bize ev, yer bıraktı mı kî!? cevâbını vermiş.

Akıl iîe Tâlib, Ebû Tâlib'e mirasçı olmuş; Ca'ler ile Ali miras diye bir şey almamışlardı. Çünkü onlar müslüman idiler. Akil ile Tâlib ise kâfir bulunuyorlardı.

 

440- (...) Bize JVÎuhammedü'bnü Mihrân Er-Râzî ile îbni Ebî Ömer ve Abd b. Humeyd toptan Abdürrezzâk'tan rivayet ettiler. İbni Mihrân (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk Ma'mer'den, o da Zührî'den, o da Aliy­yu'bnü Hüseyn'den, o da Amr b. Osman'dan, o da Üsâmetübnü Zeyd'den naklen rivayet etti. (Üsâme şöyle demiş) :

«Yâ Resûlallah! Yarm nereye ineceksin? dedim. Bunu haccı esnasın­da Mekke'ye yaklaştığımız zaman söyledim. ResûlüIIah

«Akıl bize ev bıraktı mı ki!?» cevâbını verdi.

 

(...) Bana bu hadîsi Muhammed b. Hatim dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ubâde rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ebî Hafsa ile Zem'atü'bnü Sâlİh rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Şi-hâb, Aliyyu'bnü Hüseyin'den, o da Amr b Osman'dan, o da Üsametü'bnü Zeyd'den naklen rivayet etti ki, Üsâme şöyle demiş :

«Yâ Resûlallah! Yarın Allah dilerse nereye ineceksin? Bu konuşma fetih zamanında olmuş. Resûtüllalı (SaUaUahıı Aleyhi ve Sellem) :

— Akîi bize ev nâmına bir şey bıraktı mı ki!?., buyurmuştur.»

Bu hadîsi Buhâri hacc, cihâd ve meğâzî bahislerinde, Ebû Dâvûd ve Nesâî, «Hacc» bahsinde, İbni Mâce, «Hacc ve Ferâiz» bahislerinde muhtelif râvüerden tahrîc etmişlerdir.

Ribâ': Rab'm cem'idir. Rab' : Bir kavmin mahallesi ve menzili de­mektir, Dâr'ın cem'i olan Dûr kelimesi dahî aynı mânâya gelir. Bu tak­dirde iki kelimenin birbiri üzerine atfedilmesi ya te'kîd içindir yahut râv öyle mi veya böyle mi dediğinde fekk etmiştir.

Akî1 ile Tâ1ibin mirasçı olduklarını bildiren ifâde sonuna kadar râvüerden birinin idrâcıdır. Kirmanı bunun Hz. Üsâme tarafından yapılmış olması ihtimâli üzerinde durmuştur.

Tâ1ib , Ebû Tâ1ib'in en büyük oğludur. Akıl 'den on yaş büyüktü. Akıl, Ca'fer 'den, Ca'fer de Alî (Radiyailahü anh) 'dan onar yaş büyüktüler. Bu gibi hallere nadiren tesadüf olunur. Hz. Ca'fer, Ca'fer-i Tayyar ve Zü'1-Cenâ-hayn diye meşhurdur. Metn-i hadîsden de anlaşıldığı veçhile Ebû Tâ1ib'in vefatında Akıl ile Tâ1ib kâfir bulunuyorlardı. Hz. Akîl Hudeybiye'de müslüman olmuştur. Ta1ib ise müslümanlığı kabul etmeden vefat etmiştir.

Rivayete nazaran Ebû Tâlib. Abdülmuttalib'inen büyük oğlu olduğu için câhiliyet âdeti veçhile babasının bütün emlâkini o almıştı. UesûIüHah (Sallctllahü Aleyhi ve Selle m) hicret edince Ebû Tâ­li b 'in malına da Akıl el koydu. Dâvûdî'nin beyânına göre Akıl, Ve garabet (Sallatlahü A leyhi ve Sellem) ile diğer Abdülmut-ta1ib oğullarına düşen bütün mirası satmıştı. Nitekim Mekke müşrikleri hicret eden müslümanlarm evlerini satıyorlardı. Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem)'İn Akî1'e bir şey demeyip icraatını tasdik buyurması ya cûd-u keremindendir. yahut Akî1i İslâm'a meyi ettir­mek veya câhiliyet devrinin icraatını sahîh bulduğu içindir. Nitekim küffârın nikâhlarını sahîh kabul etmiştir. Bazıları Ebû Tâlib mi­rasının Akîl sülâlesinde kaldığını, nihayet Haccâc-ı Zâ­lim 'in kardeşi Muhammed b. Yûsuf 'a yüz bin altın mu­kabilinde sattıklarını söylemişlerdir. Hz. Alî 'nin torunlarından Aliyyü'bnü Hüseyin: «Biz Şi'b'deki hissemizi bundan do­layı terkettik» dermiş. Şi'b'm Ebû Tâ1ib'e âit bir vâdî olduğunu; müslümanlarm üç sene burada mahsur kaldıklarını geçen rivayetlerde görmüştük.

 

Bu  Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hattâbî, İmam Şafiî 'nin Mekke 'nin evlerini satmaya cevaz vermesine bu hadîsle istidlal etmiştir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Akî1’in miras tarîkiie aldığı evleri satma­sını tecviz buyurmuştur. Hattâbî diyor ki : «Bence bu evlerin mülkiyeti Akî1'de kalmış olsa bile Ue$û]nl\ah(Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) onlara inmemiştir. Çünkü bunlar Allah içm terkedilen evlerdir.»

Gerçi Tahâvî ile Beyhakî 'nin Hz. Abdullah b. Amr'dan rivayet ettikleri bir hadîste ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m :

«Mekke'nin evlerini saîmak veya îcâra vermek helâl olamaz.» bu­yurduğu bildiriliyorsa da bu hadîs Hz. Üsâme hadîsine muâraza edemez. Çünkü senedinde İsmail b. İbrahim b. Muhâcir isminde zayıf bir râvi vardır. Abdullah b. Amr hadî­sinin Hz. Üsâme hadîsine müsavi olduğu kabul edilse bile kıyâs tarikiyle Hz. Üsâme hadîsinin tercihe daha ziyâde şâyân olduğu anlaşılır. Zîrâ Mescid-i Haram ve diğer Dünyâ mescidleri gibi bir şahsın mülkü olmayan yerlere bina yapmak caiz değildir. Nitekim Arafat ve Mina gibi yerlere bundan dolayı bina yap­mak tecviz edilmemiştir. Bu bâbda Tirmizî, İbni Mâce, İmam Ahmed ve Tahâvî Hz. Âişe'den hadîs nakletmiş-lerdir. Halbuki Mekke'ye bina yapmak tecviz buyurulmuştur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'ye girdiği vakit:

«Her   kim Ebû   Süfyân'ın   evine   girerse   ona   dokunulmayacaktır.»

buyurmuştur. Bu da Mekke'de ev yapılabileceğini ve kapıları ki­litlenebileceğim gösterir. Bu sıfatta olan bir yerde ise miras hükümleri cereyan ettiği gibi, alınması, satılması ve kiraya verilmesi caizdir.

İbni    Kudâme diyor ki : «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

evi Ebû Süfyân'a mülk olarak izafe etmiş ve (Ebû Süfyân'ın evine giren emniyettedir) buyurmuştur. Ashâb-ı Kiram 'dan Ebû Bekr, Zübeyr, Hakim b. Hızâm ve diğer birçoklarının Mekke'de evleri vardır. Onların bâzısı satılmış, bâzısı bugüne kadar sülâlelerinin eHnde kalmıştır. Ömer (RadiyaUahü anh) Safvân b. Ümeyye 'den dört bin dirheme bir ev; Muâviye. Hakim b. Hızâm 'dan biri altmış bin, diğeri kırk bin dir­heme olmak üzere iki ev satın almışlardır. Bunlar meşhur kıssalardır. İnkâr eden de bulunmamıştır. Binâenaleyh bu bâbda icmâ' olmuştur, Bir de Mekke 'nin yerine haram olan sadaka karışmamıştır. Binâenaleyh şâir yerler gibi satılması caizdir.»

îmam-ı A'zam'a göre Mekke 'nin evlerini satmakta beis yoksa da yerini satmak ve kiraya vermek mekruhtur. İmam Ebû Yûsuf'la İmam Muhammed'e göre Mekke 'nin yerini satmakta da beis yoktur. Zîrâ sahiplidir.

2- Hadîs-i  şerif Mekke evlerinin  sahiplerinin  malı olarak kaldığına delildir.

3- Bir müslüman kâfire mirasçı olamaz. Cumhûr-u Fukahâ'nin mezhebi budur. Yalnız Hz. Muâviye ve Muâz (RadiyaUahüjanh) ile Hasan-ı Basrî, İbrahim Nehaî ve İshâk'm  «müslüman kâfire mirasçı olabilir»   dedikleri rivayet olunmuştur. Kâfir ise müslümandan bilittîfak miras alamaz.

 

81- Mekke'den Hicret Eden Bir Kimsenin Hacc İle Ömreyi Bitirdikten Sonra Ziyadesiz Üç Gün Mekke'de Oturmasının Cevazı Babı

 

441- (1352) Bize Abdullah b. Meslemete'bni Ka'neJb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman yani İbni Bilâl Abdurrahmân b. Humeyd'den naklen rivayet etti. Abdurrahmân, Ömer b. Abdi'I-A'zîzi, Sâib b. Yezid'e şunu söylerken işitmiş :

«Mekke'de  ikâmet  hususunda  bir  şey  işittin  mi?»   Sâib :

  Alâ' b. Hadramî'yi:

  Ben Besûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Selkm)'i'.

(Muhacir için tavaf-ı saclerden sonra Mekke'de üç gün kalma hakkı vardır) buyururken işittim. Galiba bundan fazla kalamaz demek istiyor­du, cevâbını verdi.»

 

442- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süf-yân fa. Uyeyne, Abdurrahmân b. Humeyd'den naklen haber verdi. (De­miş ki) : Ben Ömer b. Abdüazîz'i beraberinde oturanlara şunu söylerken işittim:

«Mekke'de ikâmet hususunda ne işittiniz? Bunun üzerine Sâib b. Yezîd şunu söyledi:

— Ben Alâ'dan yahut Ala' b. Hadramî'den dinledim. (Dedi ki) : Re-sûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Muhacir olan bir kimse hacc ibâdetlerini edâ ettikten sonra Mek­ke'de üç gün ikâmet edebilir.» buyurdular.

 

443- (...) Bize Hasanü'l-Hulvânî ile Abd b. Humeyd hep birden Yâkub b. İbrahim b. Sa'd'dan rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize babam, Salih'ten, o da Abdurrahmân b. Humeyd'den naklen rivayet etti. Abdur­rahmân, Ömer b. Ahdilazîz'i, Sâib b. Yezîd'e sorarken işitmiş. Sâib şöyle demiş: «Ben Alâ' b. Hadramî'yi şöyle derken işittim : Resûlüllah (SaUallahii A leyfıi ve Sellem) *i:

(Uç gece vardır ki muhacir olan bir kimse tavâf-ı saderden sonra bu gecelerde Mekke'de kalabilir.)  buyururken işittim.»

 

444- (...) Bize îshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrezzak haber verdi. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi; ve ter­temiz yazdırdı. (Dedi ki) : Bana İsmail b. Muhammed b. Sa'd haber ver­di. Ona da Humeyd b. Abdirrahmân b. Avf haber vermiş; ona da Sâib b. Yezîd haber vermiş; ona da Alâ' b. Hadramî, Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'âen naklen haber vermiş. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Selle m) :

«Muhacirin hacc ibâdetlerini edâ ettikten sonra Mekke'de kalacağı müddet üç gecedir.» buyurmuşlar.

 

(...) Bana Haecâc b. Şâir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dahhâk h. Mahled, rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc bu isnâdla bu hadîsin mislini lıaber verdi.

Bu hadîsi Buhârî. Ebû Dâvûd ve Tirmizî «Hacc» bahsinde; Nesâî «Hacc ve Namaz» bahislerinde; İbni Mâce de namaz bahislerinde tahrîc etmişlerdir.

Mekke feth edilmezden önce Mekke muhacirlerinin Mekke'de ikâmet etmeleri haram kılınmıştı. Sonraları hacc ve ömre sebe­biyle Mekke'ye girenlere hacc ibâdetlerini bitirdikleri vakit Mek­ke'de yalnız üç gün kalmaları mubah kılındı. Nevevî‘ye göre bu hadîsin mânâsı hicret edenlere Mekke'ye yerleşmenin haram kı­lınmasıdır. Kaadî Iyâz bu kavli cumhûr-u ulemâ'-dan rivayet etmiştir.

Ulemâ'dan bir cemaat Mekke 'nin fethinden sonra muhacirlerin Mekke'ye yerleşmelerini tecviz etmiş, bu hadîsin hicretin vâcib ol­duğu zamanlara mahsus olduğunu söylemişlerdir. Mekke'nin fet­hinden evvel Hicret'in vâcib olduğunda bütün ulemâ müttefiktir. Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e bizzat yardımda bulunmak için ashâb-ı kiram'in Medîne-i Münevvere'de yaşa­maları îcab ediyordu. Muhacir olmayanların istedikleri yerde yaşama­ları bilittifâk caizdir.

Muhacirlere Mekke'de kalmak için verilen üç günlük ruhsa* ikâmet hükmüne girmez. Onlar yine misafir hükmündedirler.

 

82- Mekke İle Mekke'nin Avı, Yaş Otu, Ağacı ve Devam Üzere İlan İçin Alan Müstesna Olmak Üzere Bulunan Eşyasının Haram Kılınması Babı

 

445- (1353) Bize İshâk b. İbrahim El Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, Mansûr'dan, o da Mücâhid'den, o da Tâvûs'dan, o da İbnî Abbâs'tan naklen haber verdi. İbni Abbâs şöyle demiş : Resûlüllah Mekke'nin felih edildiği gün :

«Arîtk hicret yoktur. Lâkin cİhâd ve niyet vardır. Gazaya çağrıldığı­nız zaman  hemen gidin.» buyurdu. Yine fetih yani Mekke'nin fethi günü:

«Şüphesiz ki bu beldeyi Allah göklerle yeri yarartfğı gün haram kıl­mıştır. Binâenaleyh o, Allah'ın haram ktımasıyla kıyamete kadar haram­dır. Benden Önce bu beldede hîç bir kimseye harp helâl olmamıştır1. Buna da ancak gündüzün bir saattnda kıta! helâl olmuştur. O, Allah'ın haram kılmasiyla kıyamet gününe kadar haramdır. Dikeni kesilmez; avı ürkütül­mez, İlân edenden başkası, onda bulduğu eşyayı alamaz. Yaş otu da ke­silemez.»   buyurdular.  Bunun  üzerine Abbâs :

  Yâ Resûlallah! Yalnız izhir müstesna. Çünkü o Mekke'nin demir-cilerîyle evlerine lâzımdır, dedi. Resûlüllah (Saîlatlahü Aleyhi ve Sellem) de:

  (Evet) Yalnız izhir müstesna i buyurdular.

 

(...) Bana Muhammed b. Râfî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Aden rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mufaddal, Mansûr'dan bu isnâdda bu hadîsin mislini rivayet etti ama «Göklerle yeri yarattığı gün ifâde­sini söylemedi. Hem kıtal yerine katıl dedi ve : «Bu beldede bulunan şeyi ilân edenden başkası alamaz»  şeklinde rivayette bulundu.

Bu hadisi Müslim «Cihâd» bahsinde, Buhâri , «Hacc, Cizye ve Cihâd» bahislerinde, Ebû Dâvûd «Hacc ve Cihâd» ba­hislerinde; Tirra izî «Siyer» bahsinde, Nesâi «Siyer, Bey'at ve Hacc» bahislerinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.

«Artık hicret yoktur» cümlesinden murâd Mekke 'nin fethinden sonra Mekke 'den hicret yoktur demektir. Çünkü Mekke İslâm .diyarı olmuştur. Resûlüllab (Sallallaiıü Aleyhi ve Sellern)'in bu sözü bir mu­cize tazammun etmektedir. Nitekim asırlar boyunca Mekke-i Mükerreme bir Dâr-ı İslâm olarak kalmış; bu suretle mûci-ze-i Resul (Saüaîlahü Aleyhi ve Sellent) zahir olmuştur.

Ulemâ Dâr-ı Harb denilen küfür diyarından Dâr-ı İslâm'a kıyamete kadar hicretin devam edeceğine, kaail olmuşlardır.

«Lâkin cihâd ve niyet vardır» cümlesinden murâd : «Sizin için hic­retten hâsıl olacak sevsbm yolu cihâd ve her şeyde hayır niyettir.» de­mektir.

Tıyfai'ye göre mezkûr cümlenin mânâsı : «Hicret ya kâfirlerden kaçmak yahut cihâd veya ilim tahsili gibi başka bir sebeple olur. Birinci hicret sona ermiş, diğerleri kalmıştır. Binâenaleyh bunları ganimet bile­rek onlardan geri kalmayın; çağrıldığınız zaman hemen gidin.

Halâ : Yaş ot demektir. Bunun tahsis edilmesi kuru otunun koparı-labileceğine işarettir. Şâfiî1er'den rivayet olunan iki kavlin esah olanı da budur. Çünkü kuru ot ölü av mesabesindedir. Hanbe1îler'den İbni Kudâme diyor ki : «Lâkin hadisde izhır'in istisna edilmesi kuru ot koparmanın da haram kılındığına işarettir. Ebû Hüreyre rivayetlerinden birinde (Mekke'nin kuru otu da koparılnmoz.) buyuruiması bunu gösterir.»

îzhır: Güzel kokulu bir nebattır. Yaylalarda, sıcak ve kuru yerlerde ve keza vadilerde yetişir. Buna «Tıybu'l-Arab» ve «Halfâ-i Mekke» dahî derler.

Kayn : Demirci demektir. Taber î :«Kayn Araplarca sanatım biz­zat işleyen sanatçı mânâsına gelir.

Hz. Abbâs b. Abdü1 mutta1ib'in : «Yâ Resûlallah! Yalnız izhır müstesna» sözü bir istisnâ-i telkinidir. Çünkü Hz. Abbâs (Radiyallahü anh) bu sözle kendisi istisna yapmak istememiş; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn)'e istisna yapmasını telkin etmiştir.

Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm buradaki istisnasının vahiy suretiyle mi, yoksa kendi içtihadı ile mi yapıldığı ihtilaflıdır. Bâzılarına göre vahiy suretiyledir. Yani Allah Teâlâ Hazretleri daha önceden bir istisna talebinde bulunan olursa isteğini yerine getir diye vahiyde bu­lunmuştur. Bir takımları bu meselede hüküm mutlak surette Peygamber (Sallallahü Aleyhive Selle m) Efendimize havale buyrulmuştur, demişlerdir. İbni Battal 'in rivayetine göre El-Mühelleb buradaki istisnanın zarurete mebnî olduğunu ve zarurette ölü hayvan eti yemek kabilinden helâl kılındığını söylemiştir. Zira Hz. Abbâs İzhırden Mekke 'lilerin müstağni kalamıyacaklarını söylemekle bu zarureti be­yân etmiştir. Ancak El-Mühelleb 'in bu müteâlâsı kabule şâyân görülmemiştir. Çünkü zarurete binâen mubah kılman şeyde mutlaka za­ruret bulunmak îcab eder. Eğer izhır kullanmak lâşe yemek kabilinden olsaydı zarureti olmayanların onu kullanamaması îcâb ederdi. Halbuki onu kullanmak zaruret kaydı olmaksızın mutlak surette mubahtır.

Bu bâbda icmâ' vardır.

İzhirin evlere lâzım olması, evlerin çatılarını örtmek ve yakmak için­dir.    Mekkeliler   bu otu kabirlerinde de kullanırlardı.

Lükata yerde bulunan sahipsiz maldır. Esâs itibariyle kendi malı ol­mayan bir şeyi hiç bir kimsenin alması caiz değilse de iîân ederek sahi­bini aramak için alınmasına müsâade edilmiştir. Fıkıh kitaplarında lüka-ta'nm ahkâmı ayrı bahisler hâlinde beyân edilmiştir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler :

 

1- Şer'î mes'elelerde bir âlime müracaat etmek bilhassa harp gibi, insanların kalabalık bulunduğu yerlerde bu hususta acele göstermek ca­izdir.

2- Hadîs-i şerîf Hz. Abbâs'm Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nezdinde pek büyük itibar sahibi olduğuna delildir.

3- Yine  bu hadîs menşei  olması  itibariyle  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Mekke'ye pek büyük bir ehemmiyet atfettiğine delildir.

4- Mekke'den Medîne'ye hicretin vücûbu kaldırılmış, fa­kat küfür diyarından îsîâm memleketlerine hicret kıyamete kadar meşru kılınmıştır.

5- Cihâdda ve her hayırlı işte ihlâs şarttır.

 

446- (1354) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Saîd b. Ebî Saîd'den; o da Ebû Şureyk-i Adevî'den naklen rivayet etti ki, Ebû Şureyh Amr b. Saîd'e : —Mekke'ye ordu gönderirken—

«Bana, müsaade buyur yâ Emîr! Sana Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in Mekke'nin fethinin ertesi günü söylediği bir sözü anlatayım. Bunu benim kulaklarım işitmiş; kalbim bellemiş ve konuşurken gözlerim görmüştür. ResûlüHah (SallaUahü' Aleyhi ve Seüem) Allah'a hamd-û senada bulunduktan sonra :

  Şüphesiz Ici, Mekke'yi insanlar değil, Allah  haram  kılmıştır. Binâ­enaleyh Allah'a ve Âhiret gününe iman eden hiç bir kimsenin orada kan dökmesi ve oradan bir ağaç kesmesi helâl değildir. Şayet bir kimse orada ResûlüHah    (SallaUahü Aleyhi ve Sellemj'm  harbi  ile  istidlal  ederek  kendisi için harbe ruhsat görürse ona : Allah, Resulüne (bu bâbta) izin vermiş, fa-icat size izin vermemiştir deyin! Bana da ancak gündüzün bir saatında Mekke'de kıtale izin verdi. Mekke'nin bugünkü hürmeti dünkü hürmeti gibi olmuştur.  Burada  bulunan,  bulunmayana tebüğ  etsin.» buyurdular.

Ebû Şureyh'e (bunu söyleyince) Amr sana ne dedi? diye soranlar oldu. Ebû Şureyh :

  Ben bunu senden daha iyi bilirim yâ Ebâ Şureyhî Muhakkak ki, Harem-i Şerif bir âsîyi, bir idam kaçağını ve bir bozguncuyu barındırmaz cevâbını verdi, dedi.

Bu hadîsi Buhâri «Hacc ve Megâzî» bahislerinde; Tirmizî «Hacc ve Diyât» bahislerinde, Nesâî «Hacc ve İlim» bahisle­rinde muhtelif râvîîerden tahrîc etmişlerdir.

Buûs:" «Ba's»'in cem'idir. Ba's göndermek mânâsına masdar olarak kullanıldığı gibi gönderilen şey mânâsına da gelir. Burada ondan murâd bir yere gönderilen ordudur. Amr b. Saîd bu orduyu Mekke'ye hicretin altmışıncı yılında Abdullah b. Zübeyr üze­rine gönderiyordu. Bunun sebebi evvelce de işaret ettiğimiz veçhile Ab­dullah b. Zübeyr'in Yezîd'e bey'at etmemesiydi. Hz. Muâviye vefat edince oğlu Yezîd Abdullah b. Zübeyr1-den bey'at istemiş, o bunu kabul etmeyerek Mekke'ye gitmişti. Yezîd buna kızdı ve Mekke valisi Yahya b. Hakim 'e mektup yazarak Abdullah b. Zübeyr 'den bey'at alınmasını emretti. Hz. Abdullah çâr-nâçâr bey'at ettiyse de Yezîd mek­tupla bildirilen bu bey'ati kabul etmedi. Hz. Abdu11ah'm bağlı ola­rak getirilmesini istedi. Yahya tekrar Abdullah b. Zü­beyr 'e müracaat ettiği vakit Hz. Abdullah Beyt-i Şerife sığın­dığını bildirdi. Yezîd bunu da kabul etmedi ve o gün Medine valisi bulunan Amr b. Saîde mektup yazarak Abdullah b. Zübeyr üzerine ordu göndermesini emretti, o da gönderdi. İşte hadîs-i şerifte beyân edilen muhavere bu sırada geçmiştir. Amr b. Saîd şahabı değildir.

İbni Battâî Ehl-i Sünnet ulemâsına göre Hz. Abdullah b. Zübeyr'in hilâfete Yezîd 'den de Abdülmelik 'ten de evlâ olduğunu söyler. Çünkü Hz. Abdullah sahâbî'dir. Kendisine Ötekilerden önce bey'at edilmiştir. îmam Mâlik dahî: «İbni Zübeyr Abdülmelik 'ten evlâdır» demiştir. Ebû Şureyh Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittiği hadîsi: «Onu kulaklarım işitmiş; kalbim bellemiş ve konuşurken gözlerim görmüştür» diyerek her vecihle bellediğini mübalâğa suretiyle anlatmak istemiştir.

Ruhsat:  Hürmet  delili  mevcûd  olmakla   beraber  kulların   özürüne mebnî ikinci defa meşru' olan şeydir.

Harbe : Esâs itibariyle hırsızlık demektir. Ekseriyetle deve hırsızlı­ğında kullanılır. Bâzılarına göre harbe dinde fesat çıkarmaktır. Bu keli­meye daha başka mânâlar verenler de vardır.

Görülüyor ki, Ebû Şureyh Amr b. Saîd'in Mekke'ye ordu göndermesini doğru bulmamış, bütün varlığı ile onu bun­dan vazgeçirmeye çalışmıştır. Ebû Şureyh bu bâbda rivayet et­tiği hadîsin umûmiyle istidlal etmiş, Resû\ül\ah (SallallaJıü Aleyhi ve SeUem) Mekke'de harbi haram kıldıktan sonra orada harb edilemiyeceğine ve İbni    Zübeyr 'in katli caiz olmadığına kaail olmuştur.

Tıybî diyor ki : «Amr bunu işitince (Bunu ben senden daha iyi bilirim) diyerek Ebû Şureyh'in sözünü reddetmiş ve (Sen bu hadîsi ResûlüUah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işitmiş ve bellemişsin ama mukaateden ne demek istediğini anlamamışsın. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem) 'in bu sözü bir yerin kahran feth edilmesi sebebiyledir. Yoksa Harem hâricinde öldürülmeyi hak eden bir kimse sebebiyle söylememiş­tir. Benim sadedinde bulunduğum hâdise bu ikinci kabildendir. Şu halde bana nasıl inkârda bulunuyorsun?)  demek istemişti.»

Zahirîler 'den îbni Hazm bu bâbda Amr b. Said'e şiddetle hücum etmiş ve şunları söylemiştir : «ResûlüHah (SaUaiia'ıii Aleyhi ve Seüem) 'in sahâbîsinden daha âlim görünmek isteyen fâsık, dal­kavuk, şeytan, alçak bir herifin kıymeti olamaz. Allah ve Resulüne âsî olan ancak bu fâsık ile onu iktidara getirenlerdir. Dünya ve Âhi­ret kepazeliğini üzerine alan da ancak kendisi ve onu tasvîb edenler­dir.»

«Kendisi için harbe ruhsat» görmekten murâd ; «ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)nasıl harb etti ise ben de harb ederim»  demektir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler :

 

1- Muhâtablara, bahusus hükümdarlara red cevâbı verirken nezâ­kete riâyet gerekir. Bu şekilde hareket onların kalplerini daha ziyâde celbeder. Muamele inatçılığa ve fitneye sebep olabilir.

2- Hadîs-i şerif Hz. Ebû Şureyh'in dîni tebliğ hususun­daki vefakârlık ve feragatine delildir. İbni İshâk    rivayetinde ha­dîsin sonunda şu cümleler vardır :  « Amr b. Saîd :  Biz onun hür­metini senden daha iyi biliriz, dedi. Bunun üzerine Ebû  Şureyh ona şu sözleri söyledi:

— Ben (bu işlerde) hem şâhid hem gâib olarak bulunmuşumdur. Re-sûlüllah (Sallallalıü Aleyhi ye Sellem) bize (bir vak'aya) şâhid olanlarımızın, gâib olanlarımıza duyurmasını emir buyurmuştur. Ben de sana tebliğ et­tim; artık (bundan ötesini) sen bilirsin!»

İbni Battal ( - 444) diyor ki : «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanına yetişen ve ilmi tebliğ hususunda onun tarafın­dan kendisine hitâb edilen herkese tebliğ farz-ı ayındır. Onlardan sonra­kilere ise farz-ı kifâyedir.» demişse de bu iddia söz götürür. Zîra Ebû Bekr Îbnü'l-Arabî (468-543) : -ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfden tebliğde bulunmak farz-ı kifâyedir. Bunu bir kimse îfâ ederse başkalarından sakıt olur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e vahy ve hüküm indiği vakit onu halk arasında ilân etmez; yanında hazır bulu­nanlara haber verir; onların dilinden daha sonraki nesillere tebliğde bulunurdu. Binâenaleyh tebliğ farz-ı kifâye, dinlemek farz-ı ayndır. Belle­yip muhâfa meselesi ise dinlenen şeyin mânâsına terettüb eder. Eğer dinlenen şey şahsa mahsus ise o kimseye farz-ı ayn, herkesi ayrı ayn alâkadar ediyorsa amel farz-ı ayn, tebliğ farz-ı kifâyedir. O da ihtiyâç messettiği zamandır. Baştan veya sonra tebliğ lâzım değildir. Sahabeden bir cemaat çok hadîs rivayet eder. Resulüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu» derlerdi. Ömer (Radiyallahu anh) bunları hapsetti. Hat­tâ kendisi onlar hapisde iken vefat etti.»

3- Ulemâdan bâzıları «Allah'a ve Âhiret gününe îmân eden bir kimseye...» ifâdesi ile istidlal ederek kâfirlerin amellerle mükellef olma­dıklarım söylemişlerdir. Fakat usu-î fıkıh ulemasına göre sahih olan kavi bunun hilafıdır. Zîrâ mefhum-j muhalif mu'teber bir delil değildir. Ha-rem-i Şerîfde harb etmenin mü!mine haram kılındığı mantık i'tibârı ile dahî sabit olmuştur.

4- Mekke'de harbin haram olduğunu söyleyenler bu hadîsle İs­tidlal etmişlerdir. Muhtelif rivayetlerin zahiri de bunu te'yîd etmektedir. Mezkûr kavi Katâde ile diğer bâzı ulemânın mezhebleridir. Arap­ların âdeti, Mekke'ye ta'zîm ve ihtiramda bulunmaktı.

Mârûdî (382-450)'nin beyânına göre Harem-i Şerifin hususiyet­lerinden biri de orada yaşayanlarla harb edilmemektir. Hattâ haremde yaşayanlar âdil kimselere isyan etseler fukahâdan bâzılarına göre onlar­la harbetmek haram olur; yalnız tâate dönmek için tazyik olunurlar. Cumhuru fukahâ'ya göre ise harbsize itaate dönmezlerse ken-diîerile harb edilir. Zîra âsîlerle harbetmek, terki caiz olmayan Allah haklarındandır. Bu hakları Harem-i Şerîfde müdâfaa etmek, terkinden evlâdır. Nevevî (631-676) : «Doğrusu da budur.» diyor.

5- îmam A'zam (RahimehuUah) bu hadîsle istidlal ederek, Harem-î şerife iltica eden bir kimsenin orada öldürülemiyeceğine kaail olmuştur. Çünkü hadîs, âmm olup bu surete de şâmildir.

îbni Battal, hırsızlık, zina ve katil gibi bir suçtan dolayı hadd-i şerî'yi hak eden bir kimse hakkında ulemânın ihtilâf ettiklerini bildirmiştir. îbni Abbâs (Radiyallahu anh) ile Ata' ve Şa'bi'ye göre böyle bir suçu Harem-i Şerîfde işleyene hadd vurulur; fakat Harem dışında işleyip de oraya sığınırsa çıkıncaya kadar yanma varılmaz, onunla oturulmaz. Harem'den çıktığı zaman kendisine hadd vurulur. Çün­kü Teâlâ Hazretleri: «Oraya giren emniyette olur» buyurarak Harem'ine girene emân vermiş; başkalarını böyle bir emniyet tanımamıştır.

Bir takımları: «Harem dışında cinayet işleyip de oraya sığman cânî, çıkarılarak kendisine hadd vurulur.»  demişlerdir.  Abdullah   b. Zübeyr (Radiyallahu anh) ile Hasan-ı Basrî ve Mücâhid'in mezhepleri budur.

Bâzılarına göre Harem-i Şerîf'de hadd vurulmaktan men' edilemez. Harem dışında cinayet işleyerek oraya sığman kimseye, iltica etmezden evvel hadd vurulur. Hadîsde zikri geçen Amr b. Saîd'in mezhebi budur.

İbnü'l-Cevzî (503-597) Harem dışında cinayet işleyen bir kimseye kısas tatbik edileceği hususunda icmâ' bulunduğunu; dışarıda cinayet işleyip de oraya sığmana Ebû Hanîfe ile Ahmed b. Hanbe1'e göre kısas tatbik edilemiyeceğini nakletmiştir.

İmam Mâlik ile Şâfiî'ye göre bu gibilere hadisi şer'î tat­bik olunur. Zahirîler 'den İbni Hazm (384-456) A s -hab-ı kiram 'dan bir cemâatin «hadd vurulamaz» dediklerini nak-lettikden sonra, sahabeden bunlara muhalefet eden bulunmadığını söyle­miş : Tabiînden bir cemâatin de bunlara muvafakat ettiklerini bildirerek İmam Mâlik ile Şafiî hakkında ağır sözler söyleyerek, onla­rın bunca sahâbe-i kirama, kitâb ve sünnete muhalefette bulunduklarını bildirmiştir.

Bâzıları İmam Mâlik ve Şafiî namına İbni Ha­ta1'in Harem-i Şerîfde Öldürülmesi kjssası ile istidlalde bulunmuşlarsa da bunlara birkaç vecihle cevap verilmiştir. Şöyle ki:

a) İbni Hatal irtidât etmiş : Bir de müslüman öldürmüştü. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); hicvediyordu.

b)  Bu adam emâna dâhil değildi. Hesû\üUah(SallallaJıü Aleyhi ve Sellem) onu emândan istisna etmiş;  Kâ1 be 'nin örtüsüne asılmış bile bulunsa Öldürülmesini emir buyurmuştu.

c) İbni    Hatal    harb edenlerdendi.

6- Hadîs-i Şerîf Mekke 'nin cebren alındığına delildir. Ekser-i ulemânın kavilleri budur. Kaadî Iyâz (476-544) : «Ebû Ha­nîfe ile, Mâlik ve Evzâî'nin mezhepleri de budur.» diyor. Lâkin cebren alındığına kaail olanlar dahî Resûlüllafa (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Mekke1i1er'e ihsanda bulunarak evlerini, .mallarını kendilerine bıraktığını, bunları ganimet sayarak gazilere taksim etmedi­ğini söylemişlerdir.

İmam Şafiî ile diğer bâzı ulemaya göre Mekke sulh yolu ile alınmıştır. Onlar bu hadîsi te'vîl ederek : »Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e muhtaç olduğu takdirde Mekke'de harb caizdi.» demişlerdir.

Mârûdi : «Bence Mekke'ye alt taraftan Hâ1id b. Ve1îd (Radiyallahu anh) cebren; üst taraftan    Zübeyr  b.  el-Avvâm sulh yolu ile girmişler; Resûlüllah (SallaHahü Aleyhi ve Sellem) de Hz. Zübeyr'in girdiği yerden girdiği için o tarafın hükmü gâlib gel­miştir.» diyor.

7- Harem-i Şerifin ağaçlarını kesmek haramdır. Nevevî di­yor ki: «Ulema Harem-i Şerifin âdeten insanlar tarafından dikilmeyen ağaçları ile yaş otlarını kesmenin haram olduğuna ittifak etmişlerdir. İn­sanlar tarafından dikilen ağaçlarla kökünden sökülen ağaçların ödenmesi hususunda ihtilâf vardır. İmam Mâlik 'e göre ağacı söken günah­kâr olur, fakat fidye lâzım gelmez. İmam Şâflî , büyük ağaç için bir sığır; küçük için koyun kesmek lâzım geldiğine kaail olmuştur. İbni Abbâs ile   İbni   Zübeyr (Radiyaliahu anh) 'dan bu şekilde riva­yet edildiği gibi    İmam   Ahmed   de buna kaail olmuştur.

Ebû Hanîfe'ye göre her nevi' ağacın kıymetini ödemek îcâ-beder.

Keza İmam Şafiî ile ona muvafakat edenlerce Harem-i Şe­rîf de hayvan otlatmak caizdir. İmam A'zam'la İmam Muhammed'e göre caiz değildir. Bu hususta yaş ve kuru ot arasında fark yoktur.

Hadîs~i şerîf eziyet versin vermesin Harem-i Şerifin dikeni dahî ke-silemiyeceğine delildir. Bâzıları hadîsin umûmu ile istidlal ederek buna kail olmuş; bir takımları dikeni öldürülen fâsik hayvanlara benzeterek eziyyetinden dolayı kesilebileceğini söylemişlerdir.

Hattâbî (319-388) ekseri ulemânın diken kesmeyi mübâh gör­düğünü söylemiş ve : «Galiba kesilmesi memnu olan diken develerin ot-ladığı olacaktır. Bu diken yumuşaktır, Katı olanını deve otlamaz. O ağaç hükmünde olabilir.» demiştir. Şafiî 'lerden El-Mütevellî diken kesmenin mutlak surette haram olduğunu söylemiştir. Hattâbî'nin bu husustaki kıyâsı da zayıf görülmüştür. Çünkü öldürülen hay­vanlarla diken arasında fark vardır. Hayvanlar kasten insana eziyet ve­rirler. Dikende böyle şey yoktur.

8- «Burada bulunan bulunmayana tebliğ etsin» cümlesinde ilmin nakl, sünnet ve ahkâmın yayüması lüzumuna sarahat vardır. Bu husus icmâ-ı ümmetle de sabittir.

9- Hadîs-i şerîf Mekke'yi Allah Teâlâ'nm haram kıldığına açık dejîldir. «Mekke'yi ilk defa İbrani m(Aleyhisselam)   feth etmiştir.» diyenlerin sözü kabule şâyân değildir. Doğrusu   Mekke  Al­lah Teâlâ'nm yerle gökleri yarattığı günden beri haram bir beldedir.

10- Devlet idaresinde bulunanlara nasihatta bulunmak, onlara doğ­ruyu anlatmak ve sert konuşmamak gerekir.

11- Konuşurken sözü te'kid etmek caizdir.

12- Söze hamd ü sena ile başlamak müstehabchr.

13- Hadîs-i Şerîf kıyameti ispat etmektedir.

14- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemıEfendimizin kendine mah­sus hasâisi vardır.

15- Resûlüllah (SailaUafoü Aleyhi \c SeHem )'in kıyâsla hükmetmesi ca­izdir.

16- Nesh caizdir. Çünkü   Mekke-i   Mükerreme   günün bir  saatında  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e   mubah    kılındıktan sonra bu hüküm neshediierek tekrar haram olmuştur.

17- Mücâdele caizdir.

18- Tabiî içtihadında sahâbîye muhalefet edebilir.

19- Hadîs-i şerîf   Ebû   Şureyh'in faziletine delildir. Zira Ebû    Şureyh    Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem /'in  sünnetini tebliğ hususundaki emrine tabî olmuştur.

20- Âlim bir zât hükümdarın dine âit bir şeyi değiştirdiğini görün­ce, kendisine bir şey sormasa bile itiraz etmesi gerekir.

21- Bir şeyi helâl veya haram kılmak Allah Teâlâ Hazretlerine mahsustur. Bu bâbda kulun hiç bir dahl-i tesiri yoktur.

Bu hadîs üzerine bir takım suâller vârid olmuştur. Şöyle ki :

a) Hadîs-i şerifte Mekke‘yi insanların değil Allah'ın haram kıldığı bildiriliyor. Halbuki bir hadîsde    Mekke'yi    İbrahim   ha­ram kılmıştır buyruluyor. Bu iki hadîs birbirine muarız değil midir?

Cevap : Hükmün Hz. İbrâhim'e nisbet edilmesi tebliğ mana­sınadır. Yani Mekke 'nin haram olduğunu İbrahim (Aleyhisselam) tebliğ etmiştir. Mamafih Allah'ın emriyle Hz. İbrahim de haram kılmış olabilir. Bu takdirde onu yine Allah haram kılmıştır. Yahut İbrahim (Aleyhisselam) insanları Mekke'ye davet etmiş. Allah Teâlâ Hazretleri de duasını kabul buyurarak Mekke'yi haram kıl­mıştır.

Bâzıları Mekke 'nin İbrahim (Aleyhisselam) zamanına kadar helâl bir yer olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre hadîsin mânâsı şu­dur : «Allah Teâlâ levh-i mahfuzda İbrahim (Aleyhisselam)'m Mekke'yi Allah'ın izniyle haram bir belde yapacağını tesbît etmiştir.» de­mektir  Fakat bu kavil hadîsin mânâsına pek muvafık görülmemiştir.

b) Acaba îman edilecek şeyler arasından niçin yalnız Allah'a îman­la yevm-i Âhire yani  kıyamet gününe inanmak tahsis edilmiş Öteküer söylenmemiştir?

Cevap: Çünkü Allah'a îman mebde'e yani kâinatın yaratılmasına, Âhiret'e îman da kâinatın sonuna işarettir. Sair inanılacak şeyler bun­larda dâhildir.

c)  Kıyâmet'e niçin son gün denilmiştir?

Cevap: Çünkü o günden sonra gece yoktur. Gün ismi ancak evve­linde gecesi bulunan zamana ıtlak olunur.

d) Acaba Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'e Mekke 'nin helâl kılındığı saatta harpten başka şeyler de helâl olmuş mudur?

Cevap: Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Selleın) Efendimize o saatte yalnız kan dökmek helâl kılınmış; avcılık, ağaç kesmek vesaire gibi Al­lah'ın insanlara haram kıldığı şeylere niçin verilmemiştir.

Tenbih : Aynî ,Amr b. Saîd'in bu hadîsdeki sözlerini hadîs zannederek onlarla ihtîcâca kalkışanın pek çirkin bir hatâ ettiğini söylemiştir.                            :      .

 

447- (1355) Bana Züheyr b. Harb ile Ubeydullah b. Saîd hep bir­den Velîd'den rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Velîd b. Müslim ri­vayet etti. (Dedi ki) : Bize Evzâî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yahya b. Ebî Kesîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Seleme yani İbni Abdir-rahmân rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Hüreyre rivayet etti. (Dedi ki):

«Allah (Arze ve Celle), Nebiyyullah (Saliallahü Aleyhi ve Seilem) Resûlül-lah (SallaHahü Aleyhi ve Seîlem) Mekke'yi feth edince cemaatin içinde ayağa kalkarak Allah'a hamd ü senada bulundu. Sonra şunları söyledi:

  Hiç şüphe yoktur ki, Allah Mekke' (ye girmek) den fil ordusunu men etmiş, fakat Resulü ile mü'minleri buna muzaffer kılmıştır. Mekke benden önce hiç bir kimseye katiyyen hela! olmuş değildir. Bana da gün­düzün bir saatinde helâl olmuştur. Benden sonra hiç bir kimseye helâl ola­cak değildir. Binâenaleyh Mekke'nin avı ürkütülmez, dikeni kesilmez, kay­bolan eşyası helâl olmaz meğer ki, bulan ilân maksadıyla almış ola. Bir kimsenin  bir yakını  öldürülürse  o  kimse iki  mülâhaza  arasında  muhay­yerdir. Ya kendisine fidye verilecek yahut katil Öldürülecektir.

Bunun üzerine Abbâs:

  Yalnız izhır müstesna  yâ Resûlüllah!  Çünkü  biz  onu kabirleri­mizle evlerimizde kullanıyoruz, dedi.

Müteakiben Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

  Yalnız îzhır müstesna! buyurdu.

Derken Yemenli bir zât olan Ebû Şalı ayağa kalkarak:

   (Bunu)   bana  yazın  yâ Resûlüllah!   dedi. Resûlüllah de:

  Ebû Şâh'a yazın!  buyurdular.»

Velîd demiş ki: «Evzâî'ye, (Bana yazm yâ Resûlallah!) sözünün mâ­nâsı nedir? diye sordum:

  Resûlüllah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'d^n dinlediği bu hutbeyi (ya­zın demek istemiştir) cevâbını verdi.»

 

448- (...) Bana İslı âk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubey-dullah b. Mûsâ, Şeybân'dan, o da Yahya'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Ebü Seleme haber verdi. Kendisi Ebû Hüreyre'yî şöyle der­ken dinlemiş :

«Mekke'nin fethi yılında Huzâa kabilesi, kendilerinden öldürdükleri bir adama mukabil Benî I^eys'den bir adam Öldürdüler. Bu hâdise Re-sûlüllah (Sallailchü Aleyhi ve Seilemj'e haber verildi. O da devesine binerek hutbe okudu. Ve şunları söyledi :

  Hiç şüphe yoktur kî, Aliah \Azzt  ve Cclle)    Mekke1 (ye girmekten) fil ordusunu men etmiş, fakat Resulü İle mü'minleri buna muzaffer kılmış­tır. Dikkat edin  ki, Mekke benden Önce hiç  bir kimseye helâl olmamış; benden sonra da hiç bir kimseye helâl olmıyacaktır. İyi dinleyin! Mekke bana gündüzün  bir saatinde helâl olmuştur.  Dikkat edin o da  benîm şu saatimdİr  (Mekke)  haramdır.     Onun  dikeni   kopanlmaz;  ağacı  kesilmez, kaybolan eşyası  kaldırılmaz  meğer ki,  bulan  ilân  maksadıyla  almış ola. Bir kimsenin yakını öldürÜlürse o kimse ikİ mülâhaza arasında muhayyer­dir. Ya kendisine bir şey yani diyet verilecek yahu! öldürülenin yakınlarına kısas imkânı bahşedilecektir.

Az sonra Yemenlilerden Ebû Şah denilen bir adam geldi ve:

  Bana yaz yâ Resûlallah! dedi. O da :

  EbO Şâh'a yazın! buyurdu. Bunun üzerine Kureyş'ten bir zât:

  Yalnız izhir  müstesna!  Çünkü biz onu evlerimizle kahirlerimize koyuyoruz; dedi. Resûlüllah (SaUaliahü Aleyhi ve Sellem) de :

  Yalnız izhîr müstesna! buyurdular.»

Bu hadîsi Buharı «Lûkata» bahsinde, Ebû Dâvûd «Hacc», «İlim» ve «Diyât» bahislerinde; Tirmizî «Diyât» ve «İlim» de; Nesâî «İlim» bahsinde, İbni Mâce «Diyât»da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Birinci hadisin zahirine bakılırsa Resûlüliah (SaUaliahü A leyhi ve Sellem) hutbesini fethin akîbinde okumuştur. Fakat ha-1 kikatte fethin akîbinde değil Huzâe kabilesinden biri Benî Leys'den birini öldürdükten sonra okumuştur. Nitekim ikinci rivayetten de bu mânâ anlaşılmaktadır.

Fil ordusundan murâd Kur'ân-ı Kerîm'in Fî1 sûresin­de beyân buyrulan Ebrehe ordusudur. Ebrehe aslen Habeşli olup Yemeni istilâ etmiş ve Habeşliler'le Ye­menliler 'den mürekkep bir ordu ile Kabe 'yi yıkmağa gelmişti. Ordusunda filler vardı. Fakat Kâbe'yi yıkmağa muvaffak olamadan perişan olup gitmişti. Bu orduya Araplar arasında «Ashâb-ı fil» denildiği gibi o seneye de «fil senesi» nâmı verilmiş ve bir tarih mebde'i kabul edilmişti. En sahih rivayete görellesûlüNahfSallaliahİi Aleyhi ve Sellem) bu vak'adan elli gün sonra dünya'ya gelmiştir.

Anlaşılıyor ki Huzâa ile Benî Leys kabileleri arasında câhüiyyet devrinden kalma kan dâvası varmış. Huzâa 'mn öldürdüğü adamın ismi bazı rivayetlerde belli değilse de Benî Leys'in câhiliyyet devrinde Huzâa 'dan öldürdükleri adamın ismi Ahmar'dır. İbni İshâk'm rivayetine göre Huzâa kabilesinden Hıraş b. Ümeyye câhüiyyet devrinde kendi kabilesinden öldürü­len Ahmar isminde bir adamın yerine müşriklerden İbni Es­ra' El-Huzelî nâmında birini öldürmüş. Bunun üzerine Peygam­ber

«Ey Huzâa cemaatı! Adam öldürmekten el çekin. Şu andan itibaren kîm adam öldürürse ölenin yakınları iki mülâhaza arasında muhayyerdir. iSh...»   buyurmuştur.

Mekke benden sonra da hiç bir kimseye helâl olmayacaktır» cümlesinden murâd : Mekke'de harbin helâl olmamasıdır.

Tahâvî diyor ki : «Mekke 'ye ihrâmsız girmek ve kıtalin he-ıâl olması Y?eygamher(Sallctllahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsûstur. Ondan son­ra Mekke'ye ihrâmsız olarak hiç bir kimsenin girmesi caiz değildir. İbni Abbâs (Radiyaiîahu anh) ile Kaasim, Hasan-ı Basrî , Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'in kavilleri budur. İmam Mâlik'le Şafiî 'den hacda ömreye niyet etmeyenler hakkında iki kavil rivayet olunmuştur. Bir kav­le göre ihrâmsız girmek caizdir. İkinci kavle göre yalnız oduncularla em­sali esnaf hakkında caiz, başkalarına caiz değildir.

Lükâta'nın sahibi tarafından gaflet neticesi düşürülen mal olduğuna az yukarda işaret etmiştik. Lukatanın ilânından murâd çarşı ve pazarlar­da bulunan şeyi bir sene halka bildirmektir. Abdurrahman b. Mehdi 'nin beyânına göre başka yerlerde bulunan mal bir sene ilân edilir. Sahibi çıkmadığı takdirde bulanın olur. Fakat Mekke'de bu­lunan malın hükmü böyle değildir. Orada bulunan mal sahibi çıkmasa da ebediyyen bulanın mülküne geçmez. Bu hüküm Mekke'ye mahsustur.

Mâzirî (453-536) diyor ki : «Bu cümlenin mânâsı ilân hususunda mübalağadır. Çünkü bir hacı yıllarca sonra tekrar Mekke'ye gelir. Bu sebeple iîân müddetini uzatmaya zaruret vardır. Başka yerler böyle de­ğildir.»

Bâzılarına göre bu hadîs Mekke'de düşürülen bir mal için ilâna ihtiyâç yoktur. Zîrâ hacılar Şark ve Garb'a dağılıp giderler, bu suretle kaybolan malın sahibi çıkmaz, diyenlerin vehmini kesmek için vârid olmuştur.

Resulü Ekrem (SaV.allahü Aleyhi ve Sellem) başka yerlerde olduğu gibi, burada da ilân hükmünün sâhib olduğunu anlatmıştır. Bir takımları ha­dîsin bu cümlesini:

«Ancak ilân eden birini duyarsa o başka şeklinde te'vü etmişlerdir. Bu takdirde düşürülen bir malı ilân ederek sahibine vermek için yerden almak caiz görülmüş olur. Mezkûr kavil İshâk b. Râhuye ile Nadr b.  Şumey1'den rivayet olunmuştur.

Ebû Şâh Yemen 'den gelen zâtın künyesidir. İsmi malûm değildir.

Hadisin ikinci rivayetinde «Kureyş'len bir zât» diye işaret edilen kim­se Re&ülüliah(}iailüilahü Aleyhi ve Sellemj'in amcası Abbâs b. Abdü1 mutta1ib (RddıyallaJıu ıinh)'dıı.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler :

 

1- İbnı Battal 'in beyânına göre bu ha^îs ilinin yazılmasını mubah kılmaktadır. Bâzıları ezbercilik ortadan kalkar, endişesiyle ilmin yazılmasını kerih görmüşlerdir. Bu hadis ve keza ilmin adı olan mus-haf'ın bilittifak yazılması, onların aleyhine delildir. Kesûlülluh (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vahy kâtipleri vardı. Bu zevâtm gelen vahyi yazma­ları ilmin yazılabileceğine açık delildir. Şa'bi : «Bir şey işittin mi onu duvara olsun yaz!» demiştir. Yalnız Aynî bu mütalâaya itiraz, etmekte ve hilafın yeri mushaftan başka şeyleri yazmaktır. Ulemânın it­tifak ettikleri şeyler yazmayı kerih görenler aleyhine delil olamaz.» de­mektedir. Kaadi Iyâzm beyânına göre Sahabe ve Ta­biîn 'den mushafm ve hadislerin yazılmasını kerih görenler bu bâbda rivayet edilen bir takım hadîslere istinâd etmişlerdir. Ezcümle :

Hz. Ebû Sâîd-i Hudrî 'nin rivayet ettiği bir hadîsde : «Re-sûlüllah(SallaliaJıü Aleyhi ve Sellem)'den yazı hususundu izin istedik, fakat bize izin vermedi» denilmişi Zeydü'bnü Sabit (Radiyallahu anlı) «Resûlüiîah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) hiç bir şey yazmamamızı ve yazı­ya güvenin kalınır endişesiyle Kur'ân 'dan başka hiç bir şeyin yazıl-mamasını emir buyurdu.» demiştir. Sonraları bu bâbda izin verildiğini bildiren hadisler rivayet olunmuştur. Hz. Abdullah b. Amr b. Âs : «Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)den işittiklerimi yazmak için izin istedim de bana izin verdi. Bu suretle ben onları yazdım.» demiştir. Hz. Abdullah yazdığı sahîfeye «Sâdıka» nâmını vermiştir. Sa­habe ve Tabiîn 'den birçokları ilmi yazmayı caiz görmüş, son­raları bu hususta ittifak hâsıl olmuştur. İlmin yayılması için buna zaru­ret vardır.

Nevevî , ulemânın yazıyı nehyeden hadîsler için bu hadîsler ya mensûh yahut kerâhet-i tenzîhiyye  ifâde ederler, dediklerini söyler.

2- Hutbenin minber vesaire gibi yüksek bir şey-üzerinde okun­ması müstehabdır. Bu hususta cum'a ile bayram vesaire hutbeleri ara­sında fark yoktur.

3- «Mekke kahran fethedilmiştir» diyenler bu hadîsle istidlal etmişlerdir. Mekke'de harbin Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'e mubah kılınması fil ordusuna men edilmesine mukabildir. Cumhûr-u ulemâ 'nın kavli budur.  İmam  Şafiî ile Mâ1ik'in bu hu­sustaki kavillerini bundan önceki rivayetlerde görmüştük.

4- Harem-i Şerifte  kendiliğinden yetişen  ağaçları kesmek bilitti-fâk haramdır. Bu hususta dahî az yukarıda söz geçmişti.

5- Usûl-ü Fıkıh ulemâsı bu ve ernsâîr rivayetlerde istidlal ederek nass olmayan   yerlerde   Peygamber tS-.ıttculahü A leyhi ve Sellem)'e içtihatta bulunmak  caiz olduğunu söylemişlerdir. Bâzıları  Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sel'arı)e  içtihadı caiz  görmemişlerdir. İmam Şafiî, İmam Ahmed ve  Hanefî1er'den   İmam Ebû Yû­suf- ictihâd:  tecviz eder. meyânmdadır. Âmidî dahî bu kavli ih­tiyar etmiştir. İmam Gazali cevazına kaaü olmuş, fakat vukuun­da tevakkuf etmiştir. İbni Hatîb-i Râzi  muhakkik ulemâ­nın ekserisinin hem cevaz hem de vuku' hususunda tevakkuf ettiklerini söylemiştir.                 

Bâzıları Resulü Ekrem (Sülkülakü Aleyhi ve Seiîem) 'in yalnız harb hu­susunda ictihâd edebileceğini söylemişlerdir.

İçtihadın vuk'uunu iddia edenler bu bâbda vârid olan hadîs ve âyet­lerle istidlal etmişlerdir.

6- Öldürülen  bir  kimsenin  velîsi   katilden diyet  almakla  idamını istemek  arasında  muhayyerdir.  Fakat  caniye  dilediği  şıkkı   zorla  kabul ettiremez.  İmam Şafiî   ile İmam Ahmed'in kavilleri budur.

Meşhur kavline göre İmam Mâlik: «Öldürülenin velisi af­fetmekle İdam talebi arasında muhayyerdir. Diyeti ancak cânî razı olur­sa isteyebilir.» demiştir. îmam-i Â'zam , İmam Ebû Yû­suf, İmam Muhammed. İbrahim Nehai. Süf-yân-ı Sevrî , Abdullah b. Zekvân,1 Abdullah b. Şubrume  ve Hasan b. Hayy'in kavilleri de budur.

7- Kasden insan öldüren bir katile İki şeyden birini tatbik etmek vâcibtir. Yâ kısas olunur, yâ diyet verir.   Şafiî 'nin iki kavlinden biri budur. Esah kavline göre ise vâcib olan kısastır. Diyet onun bedelidir. Ve kısas sakıt olduğu vakit verilir. İmam  Mâ1ik'in meşhur kavli de budur. Her iki kavle göre de velînin diyeti affetmeye hakkı vardır. Bu bâbda katilin rızâsı şart değildir.

Imam-ı Âzam'la İmam Mâlik 'ten bir rivayete göre diyete ancak katilin, rızâsı ile gidilir. Katil ölürse diyet sakıt olur. îmam Şafiî 'nin eski kavli de budur. Yeni kavline göre katil ölürse diyet vâcib olur.    İmam   Ahmed'in dahî mezhebi budur.

83- Hacet Yokken Mekke'de Silah Taşımaktan Nehiy Babı

 

449- (1356) Bana Selemetü'bnü Şebîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îbni A'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kıl, Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen rivayet eyledi. Câbir (Radiyallahu anh) şöyle demiş: «Peygamber (SaUalhıhü Aleyhi ve Sellemj'i:

— Hiç birinize Mekke'de silâh taşımak helâl değildir) buyururken işittim.

Nevevî diyor ki : «Bu nehiy ihtiyâç olmadığına göredir. İhtiyâç bulunduğu takdirde Mekke'de silâh taşımak caizdir. Bizim mezhe­bimiz ve cumhûr-u ulemâ 'nın mezhepleri budur. Kaadî Iyâz (ulemâ indinde bu hadîs zaruret ve hacet olmaksızın silâh taşı­maya hamledilmiştir. İhtiyâç olursa silâh taşımak caizdir. İmam Mâ­lik, Şafiî ve Atâ 'nın mezhebleri de budur, diyor. Hasanı Basrî hadîsin zahiri ile istidlal ederek Mekke'de silâh taşımayı mutlak surette kerîh görmüştür. Cumhurun delili Ömretü'1-Kadâ yılında Yeygamber (SallaHahü Aleyhi ve Seîîem)'in kılıçların kınlarına sokulmasını şart kılarak Mekke'ye girmesi, fetih yılında dahî harbe hazır bir şekilde gelmesidir. İkrime bu bâbda cemaatten ayrılarak: (silâha ihtiyâcı olan onu Mekke'de taşıyabilir. Yalnız fidye vermesi icâb eder) demiştir. Mamafih bundan muhrim olarak miğfer ve zırh gibi şey­leri giymeyi kasdetmiş olabilir. Bu takdirde o da cemaata muhalefet et­miş sayılmaz.»

 

84- Mekke'ye İhramsız Girmenin Cevazı Babı

 

450- (1357) Bize Abdullah b. Meslemete'l Ka'nebî ile Yahya b. Yah­ya ve Kuteybetü'bnü Saîd rivayet ettiler. Ka'nebî: (Mâlik b. Enes'e oku­dum); Kuteybe ise: (Bize Mâlik rivayet etti) dediler. Yahya —ki bu lâ­fız onundur— Mâlik'e: Sana İhni Şihâb, Enes b. Mâlik'ten naklen: «Pey­gamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fetih yılında Mekke'ye başında bir miğ­fer olduğu halde girdi. Onu çıkardığı vakit yanma bir adam gelerek:

— îbni Hatal Kabe'nin  örtüsüne   yapışmıştır,  dedi.  Bunun  üzerine Eesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

   Onu öldürün! buyurdular, dediğini rivayet etti mi? diye sordum. Mâlik:

  Evet! cevâbını verdi.»

Bu hadîsi Buharî «Hacc», «Libâs», «Cihâd»' ve «Meğâzî» bahis­lerinde; Ebû Dâvûd «Cihâd»da; Tirmizî «Cihâd» ve «Şe-traâil*de; Nesâî «Hacc» ile «Siyer»de; îbni Mâce «Cihâd» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîs-i şerîf İmam Mâlik 'in yalnız basma rivayet ettiği ha­dîslerden sayılır. Zîra başkalarının rivayetlerinde «başında miğfer» yeri­ne «siyah bir sarık» denilmiştir. Dârekutnî (306-385) : «Ben bu hadîsi İmam Mâîik'den rivayet edenleri bir cüz hâlinde topla­dım; yüz yirmiden fazla oldular. İki Süfyân ile İbni Cüreyc ve Ezâî de bunlar arasındadır.» diyor.

Ebû Ömer îbni Abdilberr (368-463) dahî: «Bu ha­dîsi yalnız İmam Mâlik rivayet etmiştir; başkasından rivayet edildiği bilinmiyor; onu İbni Şihâb 'dan sahih senedle Mâlik'-den başka rivayet eden olmamıştır.» demiştir. Gerçi İbni Şihâb'm kardeşi oğlu da amcası vasıtasîle Hz. Enes 'den aynı hadîsi rivayet et­mişse de onun rivayeti hemen hemen sahîh değildir; deniliyor.

Miğfer hadîsini rivayet edenler arasında Bişr b. Imrân ile Mansûr b. Selemete'1.Huzâîde vardır. Bunlar miğferin demirden olduğunu söylemişlerdir; ve ikisi de mu'temed zevattır. Aynı şekilde rivayette bulunan birçok râvîler daha varsa da onlar derecesinde şâyan-ı i'timâd değillerdir.

Ravh b. Ubâde 'nin aynı isnâdla rivayet ettiği hadîsde : «Üze­rinde miğfer olduğu halde tavaf etti» ziyâdesi vardır. Bu ziyâde başka­larının rivayetlerinde yoktur. Abdullah b. Ca'fer e1- Medînî 'nin İmam Mâlik 'den, onun da Zührî 'den, onun da Enes (RadiyaUahu anhyû.m naklen rivayet ettiği hadîsde: «Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'nin fethi günü, başında miğfer olduğu hâlde Hareme girdi de Hacer-i Esved'i bastonla istilâm buyurdu.» de­nilmektedir ki, bunu da Abdullah 'dan başka İmam Mâ1ik'den rivayet eden olmamıştjr. Bir rivayette ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in fetih yılının ramazânında Harem'e girdiği ve oruçlu olmadığı bildirilmiştir. Fakat hadîsi bu isnâd ve bu lâfızla İmam Mâ­lik'in rivayet ettiğini bilen yoktur. Yalnız Süveyd b. Saîd’in İmam Mâlik 'den onun da İbni Şihâb 'dan, onun da Enes (Radİyallahuanh) 'dan naklen rivayet ettiği hadîsde:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fetih yılında Mekke'ye ihrâm-sız olarak girdi»  denilmiştir.

İbnü'l-Arabîye: «Bu hadîsi İmam Mâlik 'den baş­ka rivayet eden oîmamıştır> denildiği vakit: «Ben onu Mâli k-, ta-rîkmdan başka on üç tarîkdan rivayet etmişimdir.» mukaabelesinde bu­lunmuştur. Ulemâ onu bu husûsda itham etmiş; ve ölçüsüz konuştuğunu söylemişlerse de Aynî kendilerine şu cevabı vermiştir : «Bu mesele­de ulemâ hatâ etmişlerdir; zira bu bâbda bilgileri az; ve İbni '1 -Arabî'nin bildiklerine vâkıf değillerdir. Üstadımız Zeynüddîn (Rahintehullah)'e : Bu hadîsi Zührî 'den yalnız İmam Mâlik ri­vayet etmiştir; deniîdikde; onun Zührî 'nin kardeşi oğlu ile Ebû Üveys, Ma'mer ve Ezâî tarîklerinden de rivayet olundu­ğunu; Zührî 'nin kardeş oğlu rivayetini Bezzâr, Ebû Üveys rivayetini İbni Sa'd ile îbni Adiy, Ma'mer riva­yetini îbni Adiy, Evzâî rivayetini Mizzî tahrîc ettik­lerini söylemişti. Mamafih (bunu yalnız Mâlik rivayet etmiştir) sö­zünün (sahih olmak şartîle) mânâsına hamledilebileceğini söyleyenler de olmuştur. Çünkü başka tarîklerde sahih şartlan yoktur.»

Miğfer: Bâzılarına göre başa giyilen çelik telden örme zırhtır. Bir takımları başa giyilen tas şeklindeki mahfazanın saçakları mânâsına gel­diğini söylemişlerdir.  îbni  Abdilberr:  «Miğfer, başı silâhtan koruyan tas ve benzeri şeylerdir; demirden de başka şeylerden de yapı­labilir» diyor.

Eesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelen zât Ebû Berze-te'l-Eslemî (Radiyallahu anh) idi.

İbni Hata!'in ismi ihtilaflıdır. Bâzıları Abdullah, di­ğer bâzıları Hilâl olduğunu söylemişlerdir. Fakat Ke1bî'nin be­yânına göre Hilâl olması doğru değildir. Hilâl onun kardeşinin ismidir. Esah kavle göre cahiliyet devrinde ismi Abdü'1-Uzzâ imiş; müs-lümanlığı kabul edince kendisine Abdullah denilmiş. Bunun Abdullah b. Hilâl olduğunu söyleyenler olduğu gibi, Gâlib b. Abdillâh b. Hatal adını taşıdığını iddia edenler de vardır.

İbni Hatal'i kimin öldürdüğü dahî ihtilaflıdır. Bu meyanda Ebû Berze, Saîd b. Hureys el.Mahzûmî, Zübeyr b, Avvâm ve Ammâr b. Yâsir (Radiyallahu anh) hazerâtmm isimleri geçmektedir. Bir rivayete göre onu öldürmek için Saîd b. Hureys ile Ammâr b. Yâsir koşmuşlar; Saîd daha genç olduğu için Ammar'ı geçmiş ve öldürmüştür. Fakat esah olan rivayete göre İbni Hatal’i Hz. Ebû Lerzete'l-Eslemî öldürmüştür. Diğer zevat da öldürmek için koş­muş; ancak bu işi fi'len    Ebû   Berae  icra etmiştir.

Vâkıdî (130-207)'nin beyanına göre ResûlülJah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) o gün on kişiye emâ'n vermemiş; onların öldürülmesini emir bu­yurmuştur. Bunların altısı erkek, dördü kadındır.

Az yukarıda işaret ettiğimiz vecihle İbni Hata1'in öldürül­mesine sebep, irtidâd etmesidir. Bu adam evvelce müslümandı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini zekât toplamağa me'mûr etmiş; yanı­na da Ensâr'dan birini vermişti. İbni Hata1i'n bir de müslüman hizmetçisi vardı. Bir yerde konakladılar. İbni Hata! hizmet­çiye, bir teke keserek kendisine yemek hazırlamasını emretti; ve uykuya yattı. Uyandığı zaman emrinin yerine getirilmediğini görünce üzerine hücum ederek hizmetçiyi öldürdü. Sonra kendisi de irtidâd etti; ve müş­rik oldu. İbnİ Hata1'in iki cariyesi vardı. Bunlar Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüemj'i hicvederek şarkılar söylerlerdi.

Tbni Abdilberr'in beyanına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSeVem) Ensâriyi bu kaafileye emir ta'yîn etmişti. Yolda giderken İb­ni Hatal onun üzerine hücum ederek öldürdü; ve malını alarak kaçtı..Rivayete nazaran    İbni   Hatal    vahi kâtiblerindenmiş. Fakat âyeti nazil oldu mu onu şeklinde takdim ve te'hîrli yazar; diğer âyetlerde de aynı şekilde hareket edermiş. Kendisine «iki kalpli» derlermiş.

«Âİİah hiç bir kimsenin içinde iki ka!b yaratmamıştır. .» [11] âyet-i ke­rîmesi onun hakkında nazil olmuş.

Bir hadîsi —burada olduğu gibi— talebe hocasına okur da hocası dinler ve anlar da ses çıkarmazsa bâzı Şâfiîler'le Zahirîler'e göre «evet» demedikçe bu semâ' sahîh değildir. Cumhuru ule­mâ ve muhaddisîne göre ise «evet» demek şart değil sâdece müstehab-dır. Zâhir-i hâl ile iktifa ederek üstadın sükûtu kâfi görülür. Çünkü bir mükellefin böyle bir hâlde hatayı ikrar etmesi caiz değildir. Kaadî Iyâz : «Bütün ulemânın mezhepleri budur. Selefden (evet) diyenler bunu şart olduğu için değil, te'kîd ve ihtiyat olmak üzere söylemişlerdir.» diyor

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadîs-i  şerîf Mekke'nin kahran' fethe dil diğine delildir, îmam  A'zam 'la ekser-i ulemânın kavilleri budur.   İmam  Şa­fiî  ile diğer bâzı ulemâya göre    Mekke    sulh yolu ile fethedil­miştir.

2- Harem-i şerîfde hudûd ve kısas yapılabileceğini söyleyenler bu hadîsle istidlal etmişlerdir.

3- Mâlikîler'den bir cemaat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e şovenlerin mutlak surette öldürüleceklerine kaail olmuşlardır. Onlara göre böyle bir kimseye tevbe teklif edilmez. Peygamberlerden bi­rine söven kimse müslüman ise hüküm bütün ulemâya göre böyledir. Hattâbî bu bâbda ihtilâf olmadığını söylemiştir.

4- Düşmandan korunmak için miğfer ve sair harb âletleri giymek meşru'dur. Bunda tevekküle mâni' bir cihet yoktur.

5- Fesad çıkaranları ülü'1-emre haber vermek caizdir. Bu iş ha­ram olan gıybet ve koğuculuktan ma'dûd değildir.

 

451- (1358) Bize Yahya b. Yahya Et-Temimî ile Kuteybetü'bnü Saîd es-Sekafî rivayet ettiler. Yahya (bize haber verdi)  ta'bîrini kuUandi.

Kuteybe : Bize Muâviyetü'bnü Ammâr Ed-Dühnî? Ebu'z-Zübeyr'den, o da Câbir b. Abdillâh eî-Ensâri'den naklen rivayet etti,  ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Mekke'ye girmiş; dedi. Kuteyfee : (Mekke'nin fethi günü girmiş) dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Mekke'ye ihram sız olarak başında siyah bir sartk bulunduğu halde girmiş.

Kuteybe'nin rivayetinde :  «Dedi ki: Bize Ebu'z-Zübeyr, Câbir'den naklen rivayet etti.» ifâdesi vardır.

 

(...) Bize Aliyyü'bnü Hakîm El-Evdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şerik, Ammâr-î Dühnî'den, o da Ebu'z-Zübeyr'den, o da Câbir b. Abdil-İâh'dan naklen İıaber verdi ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Mek­ke'nin fethi günü (oraya) başında siyah bir sarık olduğu hâlde girmiş.

 

452- (1359) Bize Yahya b. Yahya ile İshâk b. İbrâhîm rivayet etti­ler. (Dediler ki) : Bize Vekî' Müşavir El-Verrâk'dan, o da Ca'fer b. Amr b. Hureys'den, o da babasından naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)başında siyah bir sarık olduğu halde cemaate hutbe îrâd buyurmuş.

 

453- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Haseıı el-Hulvânî rivayet etti. (Derniş ki) : Bana (Ca'fer b. Amr b. Hureys rivayet etti.) Hulvânî'nin rivayetinde: Babasından naklen Ca'fer b. Amr b. Hureys'den dinle­dim; demiş. Babası  (Amr) şunları söylemiş :

«Ben hâlâ Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'i minber üzerinde, başında siyah bir sarık, sarığın iki tarafını omuzları arasına sarkıtmış ol­duğu halde görüyor gibiyim.»

Ebû Bekr: «Minber üzerinde» demedi.

Bundan önceki rivayette Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve .Seîlem) 'in Mekke'ye başında miğfer olduğu halde girdiğini görmüştük. Bu riva­yette siyah bir sarıkla girdiği bildiriliyor. Hâkim (321-405) «El-İkku nâmmdaki eserinde bu bâbda şunları söylemiştir: «ResûlüIlabCSatfaMü Aleyhi ve Sellemj'ın fetih gününde sarık mı yoksa miğfer mi giydiği huşu--sunda rivayetler muhteliftir. Fakat ihrâmsız girdiğinde ihtilâf yoktur. Ulemâdan bâzıları baştaki sarığın miğfer gibi olduğunu söylemişlerdir. Cahit (Radiyathhuanhi hadîsi de bu kavli te'yîd eder. Mezkûr hadîsi her ne kadar Müslim —yalnız başına— sahih addetmişse de Enes hadîsi bilittifâk sahihtir. Miğferin sarık olmadığına delil «demirden» de-nilmesidîr. Bundan anlaşılıyor ki, »demirden bir miğfer» rivayeti, o si­yah sarık» rivayetinden daha sabittir. Çünkü sarığın râvisi Ebu'z -Zübeyr 'dir. Amr b. Dînâ.r, Ebu'z-Zübeyr'în tak­viyeye muhtaç bir zât olduğunu söylemiştir...»

Kaaclî ly âz (476-544) iki rivayetin arasını şöyle bulmuştur: Resûlüllah (Sallalîaiıii Aleyhi ve Seîlem) Mekke'ye miğferle girmiş; son­ra onu çıkararak başına siyah sarık sarmıştır. Buna delil, başında siyah sarık olduğu halde halka hutbe îrâd buyurmasıdır. Zîra hutbe, fetih işi tamamlandıktan sonra   Kâ'b e"'nin kapısında okunmuştu.     '

Hadîs-i şerîf, Mekke'ye ihrâmsız girilebileceğine delildir, Kacc nevilerinden birine niyet etmeyen bir kimse ister odunculuk, suculuk ve avcılık gibi tekerrüs eden bir hacet sebebiîe; ister ticâret ve ziyaret gibî tekerrür etmeyen ihtiyaçlar dolayısiyle olsun ve keza emniyet bulunsun bulunmasın   Mekke'ye ihrâmsız girebilir.

Nevevî bu hususta İmam Şafiî 'den iki kavil rivayet olunduğunu, esah ve müftâbih kavlin bu olduğunu; ikinci kavle göre te­kerrür etmeyen hacet için Mekke'ye ihrâmsız girilemeyeceğini, yal­nız harb ve korku gibi sebeplerle girmenin yine de caiz olduğunu söy­lüyor; ve: «Kaadî Iyâz bunun gibi bir kavli ekser-i ulemâdan nakîetmiştir.» diyor.

Hanefîler'e göre Mekke 'ye ihrâmsız girmek mutlak su­rette caiz değildir. Çünkü Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) :

«Ihrâmsfz olarak hiç bir kimse mskaatf geçemez» buyurmuştur.  Bir de ihramın vâcib olması o mübarek yeri ta;zîm içindir. Bu hususda hacı olanlarla  olmayanlar müsavidir.   Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle/n'* 'in fetih günü   Mekke 'ye ihrâmsız girmesi o saate mahsus idî.

Bu rivayet, hutbe esnasında si3'ah elbise giyilebiîeceğini gösteriyor. Mamafih beyaz giymek efdaldir. Zira PeygamberiSüUallahü Aleyhi re Sellenü sahih bir hadîsde :

«En hayırh elbiseniz beyaz olandsr.» buyurmuşlardır. Burada siyah sarık sarması, bunun da caiz olduğunu beyân içindir.

 

85- Medine'nin Fazileti, Onun Hakkında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in Bereket Duası, Medine ile Oranın Avının, Ağacının Haram Kılındığını ve Hareminin Hududunu Beyan Babı

 

454- (1360) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ahdüiazîz yâni İtni Muhammed ed-Derâverdi, Amr î>. Yahya el-Mâzînî'den, o da Abbâd h. Tt-mim'den, o da amcası Abdullah b. Zeyd b. Âsım'dan naklen rivayet etti ki: Resûlüllah iSaliaüalıü Aleyhi ve Sellem) :

«Şüphesiz ki, İbrahim Mekke'yi haram kılmış ve orada yaşayanlara dua efrmîştir. ibrâhîm Mekke'yi nasıl haram kıldı İse ben de Medine'yi harâm kııciım; ve onun sâî ile müddü hakkında İbrahim'in Mekke'liler için yapisği duanın iki misli dua eftîm,» buyurmuşlar.

 

455- (...) Bana bu hadîsi Ebû Kâmil el-Cahderî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülazîz yânî İbni'l-Muhtâr rivayet etti. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Mahled rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Süleyman b. Bilâl rivayet etti. H.

Bize bu hadîsi İshâk b. İ'crâhîm de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mah-zûmî haber verdi.  (Dedi ki) : Bize Vüheyb rivayet eyledi.

Bunların hepsi Arar b. Yahya yâni Mâzinî'den bu isnâdla rivayette bulun muşlar dur. Vüheyb'in hadîsi, Derâverdî'nin rivayetinde olduğu gibi: «İbrahim'in yaptığı duanın iki misli...» şeklindedir. Süleyman b. Bilâl ile Abdülazîz b. Muhtar'a gelince : Onların rivayetinde : «İbrahim'in yap­tığı duanın bir misli...» cümlesi vardır.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü'l-Büyû»da tahrîc etmiştir. Bu ve emsali rivayetler Peygamber (Salkûlahu Aleyhi ve Seliem)'in nübüvvetine delâlet eden mucizelerdendir. Filhakika Mekke ve Medine 'nin bereketleri pek çoktur. Oralarda yenilen, biriktirilen ve başka memleket­lere gönderilen gıda maddelerinin haddi hesabı yoktur.

Müdd ile sam bereketinden murâd, onlarla ölçülen şeylerdir. Bâzı­ları bu ifâdenin «bir şeyi ona yakın olan şeyin ismiyle anmak» kabilin­den mecâz-ı mürseldir. Zira hakikatte duâ ölçeğe değil, onunla Ölçülen şeylerdir,

Sâ': Şer'î dirheme göre 2.917 kg., örfî dirheme göre 3.333 kg. mik-darı zahire alan bir ölçektir.

Müdd: Sâ'dan daha küçük yâni 832 gramlık bir ölçektir.

Hz. İbrahim (Alcyh!srelam)\n Mekke !yi haram kılmasın­dan murâd ne olduğu tair-Iki bâb yukarıda görülmüştü. Resûlüliah (Sallallahü Aleyhi ve Scliem Efendimiz de Medine'yi haram kılması meselesi inşâallah babımızın sonunda görülecektir.

 

456- (1361) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bekr yâni İbni Mudar, Îbni'l-Hâdd'dan, o da Ebû Bekr b. Muhammed'-den, o da Abdullah b. Amr b. Osman'dan, o da Râfi' b. Hadîc'den naklen rivayet etti. Râfi' şöyle demiş: Resûlüllah (SallalUchü Aleyhi ve Sellem) Me­dine'yi kasdederek:

«Şüphesiz ki İbrâhîm Mekke'yi haram kılmıştır. Ben de bunun iki taş­lığı arasını haram kılıyorum»  buyurdular.

 

457- (...) Bize Abdullah b. Meslemete'bni Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Bilâl, Utbetü'bnü Müslim'den, o da Nâfi' b. Cü-beyr'den naklen rivayet etti kî: Mervân b. Hakem halka hutbe okuyarak Mekke'yi, halkını ve hürmetini anlatmış; fakat Medine'yi, onun halkını ve hürmetini anmamış. Bunun üzerine Râfi' b. Hadîc kendisine sesle­nerek :

«Aceb neden senin Mekke'yi) halkını ve hürmetini anlattığını işiti­yorum da Medine'yi, onun halkını ve hürmetini söylemiyorsun? Halbu­ki KesûlüHah (Sailallahü Aleyhi've Seilem) onun iki taşlığının arasını haram kılmıştır. Bu bizde bir Havlan derisi üzerinde yazılıdır. İstersen onu sa­na okutabilirim.» demiş.

Nâfi' demiş ki: «Bunun üzerine Mervân sustu. Sonra :  (Evet) bunun bir kısmını  (ben de) işitmiştim; dedi.»

Lâhe : Harra yâni siyah taşlık demektir. Medîne’i Münev­vere, biri şarkında diğeri garbında olmak üzere iki taşlık arasında­dır. Diğer iki tarafından da bu nevi' taşlıklarla çevrilmişse de onlar ötekilere bitiştiği için ayrıca zikredilmemişlerdir. Medine 'nin bütün evleri bu taşlıkların içindedir.

Hadîsden murâd : Medine !nin taşlıkları ile beraber haram kı­lındığını beyandır,

«Bu bizde bir Havlan derisi üzerinde yazılıdır. İstersen onu sana okutabilirim» ifâdesi Hz. Râfi ' b. Hadîc'indir. Râfi' (Radiyallahu anh) Uhud ve ondan sonraki gazalara iştirak etmiş bir sahâbî-i celîldir. Kendisi Ensârdandır. Bu sözü ile Medine 'nin ha­ram kılındığını yazı ile tesbît edilmiş bir hadîs olarak evinde sakladığını anlatmak istemiştir.

Havlan : Dimaşk yakınlarında bir köydür. Bugün harabe halindedir. Havlan derisinden maksad, orada işlenen deridir. Anlaşılan o zaman Hav­lan, dericiliği ile meşhurdur.

Bu hadîsin bâzı rivayetlerinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in :

«Yâ Rabbî! Ben bu şehrin iki dağının arasını haram kılıyorum.» bu­yurduğu, İmam Ahmed'in tahric ettiği bir rivayette dağ yerine «iki harra», başka bir rivayette «iki me'zimi arası» buyurulduğu görül­mektedir :

Me'zim : Dağ demektir.

Hanef iler'den bâzıları rivayetler arasındaki bu lâfız ihtilâfına bakarak bu hadîsin muztarib olduğunu söylemişlerdir.

 

458- (1362) Bİze Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Aınru'n-Nâkid hep bir­den Ebû Ahmed'den rivayet ettiler. Ebû Bekr (Dedi ki) : Bize Muham-med b. Abdillâh el-Esdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Ebu'z-Zü-beyr'den, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir (Radiyallahu anh) şöyle demiş : «Peygamber  (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)  

— Şüphesiz kî, İbrahim Mekke'yi haram kılmıştır. Ben de Medine'nin İki taşlığı arasını haram kildim. Onun ağacı kesilmez; avı da avlanmaz; buyurdular.»

 

459- (1363) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Nümeyr rivayet etti. H.

Bize İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Osman b. Hakîm rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Âmir b. Sa'd, babasından naklen rivayet etti. (Babası Sa'd) şöyle demiş : «Resûlül-lah (Sailaîlahu Aleyhi ve Sellem):

  Ben Medine'nin iki taşlığı arasının ağacı kesilmesini ve avı Öldü­rülmesini haram  kslsyorum;   dedi; de (sözüne devamla) :

  (Medîneliler) bitmiş olsalar, Medine onlar için daha haysdider; bir kimse ondan yüz çevirerek terk ederse Allah onun yerine oraya daha ha-vErİEsınE getirir. Eğer bir kimse onun çile ve meşakkatine katlanırsa kıyû-meî gününde ben ona şefaatçi ve şâhid olurum; buyurdular.»

 

460- (...) Bize İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mervân b. Muâviye rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Osman b. Hakîm el-Ensârî riva­yet etti. (Dedi ki) : Bana Âmir b. Sa'd b. Ebî Vakkas, babasından naklen haber verdi ki: «Resûlüiîah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu» demiş; sonra İfcni Nümeyr hadîsi gibi rivayette bulunmuş. O bu hadîsde şunu da ziyâde etmiş:

«Eğer MedîneliScre bîri bîr kötülük etmek isterse AStah onu cedeEînem-de kurşun et'İrsr gibi yahud suda tuz eritir gibi eritil*.»

Tdâh: Büyük ve- dikenli ağaç demektir. Müfredi idâhe, idahe, ıdah gelir.

Le'vâ': Şiddet ve açlık dsmektir.

Celıd: Meşakkattir.

Kaadî Iyâz diyor ki: «Vaktiyle bana bu hadîsin mânâsını sor­dular ve : Peygamber Efendimizin şefaati umûmî iken burada niçin Medîne1i'lere tahsis edilmiştir? dediler. Ben bu suâle birkaç kâğıt dol­duran kanaatbahş ve kâfî bir cevap verdim. Doğruluğunu her okuyan iti­raf etti. Burada ondan makama lâyık olan bazı kısımlarını söyliyeceğim. Üstadlarıinızdan biri bu hadîsdeki (ev) kelimesinin şekk mânâsına gel­diğini söylemiştir. Bize göre şekk mânâsına olmaması daha zahirdir. Çün­kü bu hadîsi Câbir b. Abdillâh, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Abdullah b. Ömer, Ebû Saîd-i Hudrî, Ebû Hüreyre, Esma binti Umeys ve Safiyye binti Ebî Ubeyde Peygamber (Saİlallahü Aleyhi ve SeVem) 'den bu lâfızla rivayet etmişlerdir. Bunların yahut onlardan rivayet eden râ-vîîerirt hepsinin hadîste şekketmesi ve hadîsi aynı sîga ile rivayette itti­fak etmeleri ihtimâlden uzaktır. En doğrusu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu böyle söylemiştir demektir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)b\ı cümleyi ya böylece bildirmiş yahut cümledeki (ev) kelimesi taksim için kullanılmıştır. Bu takdirde kendisi kıyamet gününde Medîne 'lilerin bâzısına şahit, diğerlerine şefaatçi olacak demektir. Yahut âsîlere şefaatçi, mutîlere şahit veya Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında vefat edenlere şahit, ondan sonra ölenlere şefaatçi ola­caktır.

Bu şefaat, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) y\n kıyamette bütün âlemlere ve'günahkârlara yapacağı şefaat ve şahadetten başka bir husu­siyet arzetmektedir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Uhud şe­hitleri hakkında da;

(Ben bunlara şahit olacağtm) buyurmuştur. Binâenaleyh bu gibi tah­sisler o zevat için derece ve mertebe ziyâdeliği ifâde eder.

Cümledeki (ev) (vav) mânâsına da olabilir. Bu takdirde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medîneliler için hem şefaatçi, hem şahit olacaktır demektir.

Bâzı hocalarımızın dediği gibi (ev) kelimesini şekk mânâsına alırsak Şehît rivayeti sahîh farzedildiği takdirde itiraz kalmaz. Çünkü şehâdet bütün ümmete saklanan şefâattan fazladır. Şefî' lâfzı sahîh kabul edilirse Medine 'lilerin bu şefaatla imtiyazı, ya derecelerini yükseltmek yahut hesaplarını hafifletmek veyahut kıyamet gününde arş-ı âlâsının gölge­sinde sığındırmak, minberler üzerinde neşretmek, Cennet'e acele kavuş­turmak vesaire gibi çeşitli kerametlerle onlara ikramda bulunmaktır.»

Yine Kaadî Iyâz'm beyânına göre Resûlüllah (SalîaUahü Aleyhi ve Seltemi 'in :

«Bİr kimse Medine'den yüz çevirerek onu terkecisrse, Allah onun ye­rine oraya daha hayirhsani getirir.» sözü üzerinde ihtilâf edilmiştir. Ba­zıları bunun Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hayâtına mahsûs olduğunu; umûmî ve ebedî olduğunu iddia etmişlerdir. Kaadî Iyâz bu ikinci mânânın daha sahîh olduğunu söylemiştir.

Medîne1i1er'e bir kötülük yapmak isteyen kimseyi Allah'ın kurşun eritir gibi Cehennem'de eriteceğini beyân eden cümle hakkında Kaadî Iyâz şunları söylüyor: «(Cehennem'de) kaydı, bu kayıt ol­maksızın rivayet edilen hadîslerdeki işkâli kaldırmakta ve hükmün Âhiret'e mahsûs olduğunu beyân etmektedir. Mamafih bu cümleden murâd Medîneliler'e Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hayatında kötülük etmek isteyenlere müslümanların kâfi geleceği ve onları kurşu*-nun ateşte dağıldığı gibi mahv u muzmahil edecekleri mânâsı da kasde-dümiş olabilir. Hattâ cümlede takdim te'hîr yapılmış olmak ihtimâli bile vardır. Bu takdirde : «Allah böylelerini ateşte kurşun eritir gibi eritir» mânâsına gelir. Bu ceza da Dünyâ'da verilir. Nitekim Benî Ümeyye zamanında Medînelüer'le muharebe eden Müslim b. Ukbe gibilerin akıbetleri bu olmuştur. Müslim, Medîne 'den döner­ken helak olmuş, onun arkasından kendisini gönderen Yezîd b, Muâviye   v.s. gitmişlerdir.

 

461- (1364) Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd hep birden Akaâî'den rivayet ettiler. Abd dedi ki: Bize Abdülmelik b. Amr haber verdi. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Ca'fer, İsmail b. Muhammed'den, o da Âmir b. Sa'd'dan naklen rivayet etti ki, Sa'd (hayvanına) binerek Akîk'daki köşküne gitmiş. (Orada) Ağaç kesen yahut yapraklarını silken bir köle bulmuş ve köleyi soymuş. Sa'd döndüğü vakit kölenin sahipleri gelerek kölelerinden aldığı şeyleri ona yahut kendilerine iade etmesi hu­susunda kendisiyle konuşmuşlar. Sa*d:   .

«Ben HesûlüU.ah( Salİallahü Aleyhi' ve Seüem) 'in bana ganimetten ziyâde olarak ihsan buyurduğu bir şeyi geri çevirmekten Allah'a sığınırım» di­yerek aldığı şeyleri onlara iade etmekten çekinmiş.

Hz. Sa'd'in köleyi soyması bir daha böyle iş yapmasın diyedir. Kölenin üzerindeki elbiseyi almış, yalnız avret mahallini örtecek mikdâ-rını bırakmıştır. Nevevî'nin beyânına göre bu hadîs İmam Şâfiî'nin eski kavline delildir. Bu kavle göre Medine 'nin hareminde avlanan veya ağaç kesen kimsenin üzerindeki eşyası alınır. Hz. Sa'd b. Ebî Vakkas (Radiyallahu anh) ile Ashâb-ı Kiram 'dan bir cemaatın kavilleri de budur. Fakat Kaadî Iyâz sahabeden sonra buna yalnız İmam Şafiî 'nin eski mezhebinde iken kaail ol­duğunu ve bütün şehirler ulemâsına muhalefet ettiğini söylemiştir. Nevevî, İmam Şafiî 'yi müdâfaa sadedinde şunları söylemiştir: «Sünnet İmam Şafiî ile beraber olunca onun bütün ulemâya muhalefeti zarar etmez. Muhtar olan. kavil Şafiî 'nin bu eski kavli­dir. Çünkü bu bâbda hadîs sabit olmuş, sahabe de bu hadîs mucibince amel etmişlerdir. Hadîsi def edecek bir delil sabit olmamıştır. Ulemâmız diyor ki: İmam Şafiî 'nin eski kavli ile amel edersek ödetmenin keyfiyeti hususunda iki suret vardır. Birinci surete göre av, kesilen ağaç ve ot Mekke 'nin hareminde olduğu gibi ödettirilir. Esah olan kavle göre avcının, ağaç ve öt kimsenin eşyası soyulur. Bu takdirde soyulacak eşyadan murâd ne olduğu hususunda iki kavil vardır. Birinci kavle göre yalnız elbisesi alınır. Esah olan ve cumhurun kat'iyyetle ele aldıkları ikinci kavle göre burada ahnacakh şeyler küffârdan öldürülen bir kim­senin üzerinden alman şeyler gibidir. Binâenaleyh atı, silâhı ve nafakası hep alınır.

Alınan şeylerin nereye sarfedileceği hususunda ulemâmızdan üç ka­vil rivayet olunur. Bunların esah olanına göre alınan şeyler alanın mülkü olur. Hz. Sa'd hadîsine muvafık olan da budur, İkinci kavle göre alı­na şeyler Medîne'nin fıkarâsma; üçüncü kavle göre beyt'ül-mâl'e verilir. Haremde cinayet işleyen kimse soyulurken avret mahallini ör­tecek mikdârı müstesna olmak üzere üzerinde bulunan bütün eşyası alı­nır. Hattâ bâzıları avret mahallini örten elbisesinin dahî alınacağını söy­lemişlerdir. Ulemâmız avı öldürsün öldürmesin mücerred avlanmakla bir kimsenin soyulacağına kaail olmuşlardır.»

 

462- (1365) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybetu'bnu Saîd ve İbni Hucr hep birden İsmail'den rivayet ettiler. İbni Eyyüb (Dedi ki) : Bize İsmail b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Muttalib b. Abdillah b. Hattab'ın azadlısı Amr b. Ebî Amr haber verdi. Kendisi Enes b. Mâlik'i şunu söylerken işitmiş :

«Resûlüllah (Sailallahii Aleyhi ve Sellem) Ebû Talha'ya :

  Bana sizin gençlerinizden hizmetçi bir genç bul! buyurdu. Bunun üzerine Ebû Talha beni terkisine alarak yola çıktı. Resûlüllah (Sailallahii Aleyhi ve Sellem)'e her konakladığı yerde hizmet ediyordum.» Bu hadîsde Enes (Radiyallahu anlı) şunu da söylemiştir. «Sonra dönüp geldi. (Gözüne) Uh"d dağı görününce:

  Bu bizi seven bir dağ d s r. Biz de onu severiz.»    dedi.    Medine'ye yaklaşınca:

  Ya Rabbî! Ben Medine'nin İM dağı arasını İbrahim'in Mekke'yi ha­ram kılması gibi haram kılıyorum. Yâ Rabbî! Medînelilere müd ve sala­rında bereket ihsan eyle! buyurdular.

 

(...) Bize bu hadîsi Saîd b. Mansur ile Kuteybetu'bnu Saîd de riva­yet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ya'kûb yâni İbni Abdirrahmân EI-Kaari, Amr b- Ebî Amr'dan, o da Enes b. Mâlik'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen yukarki hadîsin mislini rivayet etti. Şu kadar var ki o: «Ben Medine'nin iki taşlığı arasını haram kılıyorum» şek­linde söyledi.

Bu hadîsi    Buhârî   «Büyü'», «Etime», «Cihâd», «Megâzî» ve «Deavât» bahislerinde tahrîc etmiştir. Onun rivayetinde hadîs biraz daha uzundur. Ebû Talha, Hz. Enes'in validesinin kocası yâni üvey babasıdır.

Buhârî 'nin rivayetinden anlaşıldığına göre hadîs-i şerîf Hayber vak'asından dönerken vârid olmuştur, Kesûlüllah'ın terkisinde Hayber'den aldığı Safiyye binti Huyeyy de bulunu­yormuş. Fahr-i Kâinat (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz onu bir aba ile veya bir çarşafla örterek arkasına almış Sahbâ ' denilen yere gel­dikleri vakit hays [12] yemeği yaptırarak bir takım zevatı davet etmiş ve kendilerine ziyafet vermiş. Orada zifafa girmiş. Hz. Safiyye (Radiyallahü anha) Ümmühât-ı mü'rninindendir. Resûlüllah(Sallallabü Aleyhi ve Sellem) onu Hicret'in yedinci yılında Hayber'den esir alarak almış, son­ra âzâd ederek kendisiyle evlenmiştir.

Sahbâ:   Hayber'le   Medine  arasında bulunan bîr yerdir.

Nevevî'nin beyânına göre Uhud dağının Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'i sevmesi hakikattir. Allah Teâlâ onda bir temyiz halketmîş bu suretle Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'i sevmiştir. Bunun emsali çoktur. Nitekim Teâîâ hazretleri Allah korkusundan bâzı taşların yükseklerden yuvarlandığını beyân buyurmuştur. Kuru hurma kütüğü inim inim inlemiş; ufak taşlar teşbihte bulunmuş; taş Hz. Mûsa 'nra elbisesini kaçırmıştır. Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) bir ha­dîsinde :

«Ben Mekke'de öyle bîr taş bilirim ki, bana selâm verird:» buyurmuş, ayrı yerlerde bulunan iki ağacı çağırdığı vakit ağaçlar derhal bir yere gelmiş; Hira dağı sarsıldığı vakit ona:   «Dur»  emrini vermiş.  Sarsıntı

derhal kesilmişti. Teâlâ hazretleri:

«Hiç bir şey yoktur ki, Allah'ın hamdine bürünerek teşbihte bulunma­sın. Lâkin siz onların teşbihini anlamazssmz.» [13] buyurmuştur. Bu âye­tin mânâsı hakkındaki sahîh kavle göre her şey hâline göre hakîkaten tesbîh eder. Ancak biz eşyanın teşbihlerini anlamayız. Ehl-i Tahkik ule­mâ hadîsdeki sevgiyi de hakikat mânâsına almışlardır.

Bazıları cümleden muzaaf hazfedilerek onun yerine muzâfunileyhin bırakıldığını söylemişlerdir. Bu takdirde hadîsin mânâsı «Uhudlular bizi sever» demek olur.

 

463- (1366) Bize bu hadîsi Hâmid b. Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvâhit rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Âsim rivayet etti. (De­di ki) : «Enes b. Mâlik'e: Resûlüllah (Saîialİahü Aleyhi ve Seîlem) Medine'yi haram kıldı ma? diye sordum.

— Evet, filân yerde filân yer arasını (haram kıldı). Orada her kim bir günah işlerse... cevâbını verdi. Sonra bana şunu söyledi:

«Bu pek şiddetlidir. Orada her kim bir günah işlerse Allah'ın, melek­lerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olur. Kıyamet gününde Allah onun arz veya nafile hiç bir ibâdetini kabul etmez.»

İbni Enes: «Yahut günah işleyen bir kimseyi barındırırsa» demiştir.

 

464- (1367) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Hârûn rivayet .jetti. (Dedi ki) : Bize Âsim-ı Ahvel haber verdi. (De­di ki) : Enes'e :

Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'yi haram kıldı mı? diye sordum:

— Evet, o haramdır. Onun otu kopanlmaz, bunu kim yaparsa Al­lah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerinedir, cevâbını verdi.»

Bu hadîsi Buhârî «Hacc» ve «İ'tisâm» bahislerinde tahrîc et­miştir.

Bu hadîsde Medine 'nin nereden nereye kadar haram olduğu müphem bırakılmıştır. Bir-iki hadîs sonra gelecek Hz.   Alî   rivayetinde Medine 'nin Ayr ile Sevr dağları arasındaki arazisinin ha­ram olduğu görülecektir.

Hadesten murâd günah işlemektir.

İbni Enes'in rivayetinden anlaşılıyor ki Medine 'nin ha­reminde günah işleyen bir kimseyi barındırmak ve korumak da aynı la­neti mücibdir.

Muhdis: Günah işleyen demektir. İmam Mâzirî (453-536) bu kelimenin (Muhdes) şeklinde dahî okunduğunu söylemiştir. Bu tak­dirde ondan bizzat bid'at ve günahlar kastedilir. Kaadî Iyâz'ın beyânına göre ulemâ, bu hadîsdeki lanet meselesiyle Medine 'nin hareminde işlenen suçların büyük günahlardan sayılacağına istidlal et­mişlerdir. Çünkü lanet ancak büyük günah karşısında yapılır. Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanette bulunmaları o kimsenin rahmet-i ilâhiyyeden uzaklaştırıldığını mübalâğalı bir şekilde ifade etmek içindir. Çünkü lâ'n lûgatta kovmak ve uzaklaştırmak mânâlarına gelir. Ulemâ buradaki lâ'ndan azâb ve Cennet'e ilk girenler arasından koğulmak mânâsı kastedildiğini söylemişlerdir. Bu lanet küffârın rahmet-i ilâhiy­yeden ebediyyen uzaklaştırıldıklarını bildiren lanet gibi değildir. İmam Mâzirî sarf ve adi kelimelerinin tefsirinde ulemânın ihtilâf ettikle­rini söylemiştir. Cumhûr'a göre sarftan murâd farz; adl'den mak­sat da nafile ibâdettir. Hasan-ı Basrî bunun aksine olarak sarfın nafile, adlin de farz ibâdet olduğunu söylemiştir. Esmaî'ye göre sarf tevbe demektir. Adl'den murâd da fidyedir. Bu mânâ Peygam­ber (Salhllahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizden rivayet olunmuştur. Yû­nus   sarfm kazanç, adlin de fidye mânâsına geldiğini söylemiştir.

Bir takımları Adl'e çâre, bâzıları da misil mânâsını vermişlerdir. «Sarf diyet, adi de ziyâdedir.», diyenler de olmuştur. Kaadî Iyâz ulemâdan bâzılarının bu hadîse:

«Allah o kimsenin farz ve nafiie İbâdetlerini ceza suretiyle kabul etse de rızâ suretiyle kabul etmez» mânâsını verdiklerini söylemiştir.

Bir takımları buradaki kabulün günahlara keffâret mânâsına geldi­ğini söylemişlerdir.

Bu hadîsin ekserî nüshalarında: İbni Enes : Yahut günah işliyen birini barmdırırsa dedi.» ibaresi vardır. Bâzı nüshalarda İbni Enes yerine Enes denilmiştir. Fakat doğrusu îbni Enes'dir. Çünkü hadîs, baştan sona Hz. Enes'in sözüdür. Binâenaleyh so­nunda Hz. Enes'in bizzat istidrâk yaparak Enes şöyle söyledi de­mesinin bir mânâsı yoktur. İbni Enes , babam şunu da söyledi» demek istemiştir.

 

465- (1368) Bize Kuteybetü'bnü Saîd, Mâlik h. Enes'e İshâk b. Ab-dillâh b. Ebî Talha tarafınıtaTîjxona da Enes b. Mâlik'ten naklen okunan hadîsler meyâmnda rivayet etti ki: ResûlüHalı    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

«Yâ Rabbî! MedîrtelÜere ölçeklerinde bereket1 ihsan et. Onlara sa'la-rında ve rnüd'lerinde bereket ver.»  diye duâ buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buharı «Büyü'», «İ'tisâm» ve «Keffârâtu'l-Eymân» bahislerinde; Nesâî «Hacc» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc et­mişlerdir.

Bereket: Artış ve Ziyâde demektir. Sebat ve devam mânâsüia da gelir. Bâzıları buradaki bereketten dînî bereket kasdedilmiş olmasını muh­temel görmüşlerdir. Dînî bereket bu ölçülere taalluk eden zekât ve kef-fâret gibi Allah haklarıdır. Bu takdirde hadîsin mânâsı «Şeriat bakî kal­dıkça mezkûr ölçülerle verilen' Allah haklarım devam ettir» demek olur. Mamafih hadîsden dünyevî bereket kastedilmiş olması da ihtimâl dahi­lindedir. Dünyevî bereketten murâd bu ölçeklerle ölçülen şeylerin çoğal­tılması, Medîne'den başka yerlerde bir insana yetmeyecek olan mikdârın Medîne'de yetmesidir. Yahut bereket bu ölçeklerle yapı­lan ticaret ve kazanca veya onlarla Ölçülen zahire ve yemişlerin çoklu­ğuna ait olabilir. Bereketi daha başka şekilde tefsir edenler de olmuştur. Kaadî Iyâz'ın beyânına göre : Bütün bunlar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) Efendimizin duası kabul olunmak suretiyle zuhur etmiş­tir. Bu Ölçeklerden birini alırken Resûlüüah (SailaHahü Aleyhi ve Sellem) in duası bereketini niyaz etmek ve bu bâbda onun duasına mazhar olan Medînelilerin yolundan gitmek müstehabdır.

 

466- (1369) Bana Züheyr b. Harb ile İbrâhîm b. Muhammed Es-Sâmi rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Vehb b. Cerîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam rivayet etti. (Dedi ki) : Yûnus'u, Zührî'den, o da Enes b. Mâlik'ten naklen rivayet ederken dinledim. Enes (Radiyaîiahu anlı) şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;

«Yâ Rabbî! Medine'ye-, Mekke'ye verdiğin bereketin ikî (iıisl'mi İhsanı eyle!»   buyurdular.

Bu hadîsi Bu har î «Medine'nin Fazileti» bahsinde tahrîc et­miştir.

Cevheri: «Dı'f bir şeyin mislidir.» demiştir. Fukahâya göre ise dı'f bir şeyin iki misli demektir. Burada: «Hadîs-i Şerîf dünyevî ve uh-revî bütün hayırların çokluğuna şâmil olmakla Medîne-i Mü­nevver e 'de kılman namazın da Mekke'de kılınan namazdan iki misli fazla sevabı olması gerekir.» şeklinde bir sual hatıra gelebilir. Bu suâlin cevâbı şudur : Lâfzın umumunu kabul etsek bile mücmeldir. Resûlülîah (Sallailc.hu Aleyhi ve Sel'em) bu icmali:

«Yâ Rabbî! Bize sâ'imizde ve müddümüzde bereket ihsan eyle!» diye dua buyurarak muradının Dünyâ bereketi olduğunu beyân buyurmuştur. Namaz vesaire gibi ibâdetler başka delille bundan tahsis edilmişlerdir. Gerçi hadîsin zahirinde Medîne-i Münevvere 'nin Mekke'den daha faziletli olduğu anlaşılıyorsa da Medine 'nin bir ci­hetle Mekke 'den üazîletli olması her hususta faziletli olmasını ik­tizâ etmez. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) bir hadîsde :

«Yâ Rabbî! Bize Şam'ımız hakkında bereket ihsan eyle» diye duâ et­miş, bunu üç defa tekrarlamıştır. Fakat Şam'm yine de Mekke-i Mükerreme 'den efdal olması îcâb etmez. Zîrâ sözünü üç defa tek­rarlaması te'kîd içindir. Te'kîd ise hadîs-i şerifte tasrîh buyurulan çoğalt­mayı iktizâ etmez.

Nevevî, bereketin ölçekte fiilen hâsıl olduğunu, Medine'-de ölçülen bir müdd zahirenin başka yerlerde yetmeyen kimselere kâfi geldiğini, bunun Mekke'de oturanlarca bilmüşâhede malûm bulun­duğunu söylemiştir.

Mekke 'nin Medine 'den daha faziletli olduğu başka delillerle sabittir.

 

467- (1370) Bize Ebû Bekr b. EM Şeyhe ile Züheyr b. Harb ve Ebû Küreyb hep birden Efoû Muâviye'den rivayet ettiîer. Ebû Küreyh (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş, İbrâhîm-i Teymî'den, o da babasından naklen rivayet etti. Babası (Yezîd) şöyle demiş: «Biz* Alıyyü'bnü Ebî Tâlib hutîie okudu da şunları söyledi:

— Kim Mzde Allah'ın kitabıyla şu sahîfeden başka bir şey bulundu­ğunu, onu okuduğumuzu söylerse muhakkak yalan söylemiştir. —Sahîfe kılıcının kılıfında asılı bulunuyordu.— Bu sahîfede develerin yaşları ile yaralamalara âit şeyler vardır. Yine bu sahîfede Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem):              

(Medine, Ayr ile Sevr arası (olmak üzere) haremdir. Binâenaleyh ora­da kim bir günah İşler veya günah işleyeni barındırırsa Allah'ın, melekle­rin ve bütün insanların laneti onun üzerinedir. Kıyamet onun farz veya nafile hiç bîr ibâdetini kabul etmez. Müslümanlamn zim­meti birdir. Bu zimmet uğrunda onlarm en aşağı olanı sa'y ü gayret gös­terir. Bir kimse babasından başkasının oğlu olduğunu iddia eder yahut (âzâd edilen bir köle) sahiplerinden başkasına inHisâb eylerse ona da Al­lah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti vardsr. Kıyamet gününde Al­lah onun farz veya nafile hiç bir ibâdetini kabul etmez, buyurdu.) hadîsi vardır.

Ebû Bekr He Züheyr hadîsleri: «Bu zimmet uğrunda onların en aşa­ğı olanı sa'y ü gayret gösterir» cümlesinde sona erer. Bundan sonrasını zikretmem işlerdir. Onların hadîslerinde : «Kılıcının kınında asılı» ifâde­si de yoktur.

 

468- (...) Bana Aliyyu'bnü Hucr Es-Sa'dî rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Aliyyu'bnü Müshir haber verdi. H.

Bana Ebû Saîd-i Eşecc dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki' riva­yet etti. Buşıîar hep birden A'meş'den tu isnâdla Ebû Küreyb'in Ebû Muâviye'den sonuna kadar rivayet ettiği hadîs gibi rivayette bulunmuş­lardır. Bu hadîsde şu ziyâde de vardır:

«He/ kim bîr müsEümansn verdiği emânı bozarsa AlIah'Bn, meleklerin ve bütün insanların lâ'netİ onun üzerinedir. Kıyamet gününde onun farz veya nafile hiç bir ibâdeti kabul olunmaz.» İbni Müshir ile Vekî'in rivayet­lerinde : «Bİr kimse babasendan başkasının oğlu olduğunu iddia ederse» ifâdesi yoktur. Vekî'în rivayetinde kıyamet günü dahî zikredilmemiştir.

 

(...) Bana Abdullah b. Ömer El-Kavârîrî ile Muhammed b. Ebî Bekr EI-Mukaddemî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdurrahman b. Mehdi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, A'meş'den btı isnadla İbni Müshir ve Vekî'in hadîsi gibi rivayette bulundu. Yalnız: «Herhangi âzadh bir köle sahiplerinden fcaşkasını kendine velî yaparsa» İfadesiyle, ona lanet müstesna.

Bu hadîsi Buhârî ile Nesâî «Hacc» bahsinde tahrîc etmiş­lerdir.

Hadîsin muhtelif rivayetleri vardır. Bunların mecmuundan anlaşılı­yor ki, Hz. A1î'ye :

«Peygamber (Saîlallahü Aleyh't ve Sellem) umum müslümanİara bildirme­ği bir şeyi sana vasiyyet etti mi?» diye soranlar olmuş. Alî (Radİyailahu anh):

  Hayır!  Müslümanlardan  ayrı  olarak hassaten  bana  hiç bir şey bildirmedi. Yalnız ondan işittiğim bâzı şeyler vardır ki, onlar da kılıcı­mın kılıfındaki sahîfededir;  cevâbını vermiş.     Göstermesi ısrar edilince sahîfeyi çıkarmış.

Bir rivayete göre Hz. Â1î'ye bir adam gelerek : «Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Selîem) sana ne gibi sırlar  bildirdi?» diye sormuş. Alî  (Radİyailahu anh)  buna kızmış; ve:

  Bana başkalarsın dan gizlediği hiç bir sır söylemezdi; yalnız bana dört şey söyledi ki, onlar da kılıcımın kılıfındaki sahîfededir; diyerek sa­hîfeyi çıkarmış. Sahîfede neler bulunduğu dahî muhtelif şekillerde rivâyet olunmuştur- İmam Ahmed'in rivayetinde bu sahîfede şu söz­ler varmış:

«Mü'minlerim kanları birbirlerine müsavidir. Zimmetleri için en aşa­ğı mertebede olanları bile kefildir. Onlar başkalarına karşı bir el gibi­dirler. Dikkat edin! Bir kâfire bedel hiç bir mü'min Öldürülmez. Ahdu emân  sahibi  dahî   (kendisine  verilen)   emân  devresinde  katledilemez.»

Mezkûr sahîfede Eesûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve SeHem)'in şu sözleri de varmış : «İbrâhîm (Mekke'yi) harem kılmıştır. Ben de Medînenin iki taşlığı arasını harem kılıyorum. Onun her yeri yasaktır. Otu koparılmaz, avı ürkütülmez, kayıbı yerden alınmaz, ondan ağaç ke­silmez. Ancak bir kimse devesini otlatabilir. Orada harb için silâh taşın­maz...» Hadîsin geri kalan kısmı kitabımızdaki gibidir. Bir rivayette sa-hifede şu cümleler de bulunmaktadır :

«A'lah'dcn başköşenin ad: ile hayvan kesene Allah Eânet etsin! Yolun alâmetini çalana AHah lanet etsin! Babasına fâneî okuyana Allah lanet etsin! Günah işleyeni barındırana AHah lanet etsin!»

Aynî bu muhtelif rivayetlerin hepsinin o sahîfede yazılı bulun­duğunu, yalnız râvîlerden her biri bir kısmını rivayet etmiş olduğunu söylemiştir.

Ayr ile Sevr, Medine civarında bulunan iki dağdır. Ayr , Medine 'nin cenubunda ve takriben iki saatlik mesafededir. Buna Âir de denilir; ulu bir dağdır. Sevr ise Uhud 'un şimalinde kızıl renk­te küçük bir dağdır.   Şimal   ve   Cenûb   taraflarından haremi Medine 'nin sınırları bunlardır.

Kaadî Iyâz'm beyânına göre Buharı 'nin ekseri râvîleri Ayr 1 zikretmiş; Sevr'e gelince: bâzıları ona kinaye lâfzîle işaret etmiş; bir takımları da yerini açık bırakmışlardır.

Mus'ab-ı Zübeyrî ile Ebû Ubeyd, Medine1de Ayr ve Sevr nâmında iki dağ bulunduğunu kabul etmeye­rek müttefekun aleyh bir hadîse muhalefet gafletinde bulunmuşlardır. Bunlardan Mus'ab, Ayr'm Mekke 'de olduğunu söylemiş; Ebû Ubeyd ise: «Ayr 'dan Sevr'e kadar, rivayeti Irak­lı1ar'a âiddir. Medîn eliler kendi beldelerinde Sevr de-niden bir dağ bilmezler; Sevr, Mekke 'dedir.» iddiasında bulun­muştur. Bu sebeple haklarında şiddetli sözler söylenmiştir.

Garîbtir ki, büyük müelliflerden İbni Esîr ( -606) ile Yakutu Hamevî ( - 626) de bu hususta tedkîkaata lüzum gör­meden onlara tâbi' olmuşlardır. Halbuki bu dağların Medîne'de bulunduğu sabit bir hakikattir. Mekke'de Sevr isminde bir da­ğın bulunması Medîne'de de aynı ismi taşıyan bir dağ bulunmasına mâni' değildir. Kaadî lyâz: «Medine 'de Ayr nâmında bir dağ bulunduğunu inkârın mânâsı yoktur; çünkü bu dağ ma'rûftur.» diyor. Bu bâbta Muhibb-i Taberî ( - 694) dahî şunları söy­lemiştir : «Bana mu'temcd bir âlim olan Ebû Muhammei Abdüsselâmı Basrî haber verdi ki Uhud'un hizasında ve so­lundan pir az arkaya kalan küçük bir dağ varmış; buna Sevr derler­miş Ebû Muhammed bunu o yerleri ve dağlarını bilen birçok Arap kabilelerine tekrar tekrar sormuş. Hepsi bu dağın Sevr adını taşıdığını söylemişler.   Ebû    Muhammed:

— Bu suretle anladık ki, hadîsde zikri geçen Sevr doğrudur. Bâzı büyük âlimlerin onu bilmemesi, meşhur olmadığı, onlar da araştırma yapmadıkları içindir; dedi.»

Bu husûsda daha başka sözler de söylenmiştir.

«Müslümanların zimmetinden murâd: Gayr-i müslimlere verdikleri emân ve emniyettir. Bir müslüman bir kâfiri koruyacağına dair söz verdi mi artık başkalarının da ona dokunması har olur. Çünkü müslümanlar-da zimmet birdir. Ona büyük-küçük, erkeli-kadm herkesin riâyet etmesi gerekir. Emân vermenin bâzı şartları vardır; bunlar fıkıh kitaplarında görülebilir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadîs-i şerif, Peygamber (SalialkUıü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin Hz. A1î'ye dîn ve ilmin birçok sırlarını vasiyyet ettiği iddiasında bu­lunan Şîa taifesine red cevâbı vermektedir.

2- İlim yazılabilir.

3- Kadınla kölenin emân vermesini caiz görenler bu hadîsle istid­lal etmişlerdir. İmam Mâlik ile Şafiî 'nin mezhepleri budur. İmam A'zam'a göre köleye sahibi harb için izin vermemişse, o kölenin emân vermeye hakkı yoktur.

4- Ahdinden dönmek haramdır.

5- Bir kimsenin babasından  başkasını  baba  iddia etmesi ve bir âzâdlı kölenin kendisini âzâd edenden başkasına intisabı çirkin bir iştir. Çünkü bunda ni'mete karşı küfrân, hukukun zaya'a uğraması ve akraba ile kat'ı alâka ve isyan gibi şeyler vardır.

 

469- (1371) Bize Ebû Bekr b. EM  Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) :

Bize Hüseyn b. Aliy El-Cu'fî, Zâide'den,  o da Süleyman'dan, o da Efoû Sâlih'de.î, o da  Ebû Hüreyre'den,  o  da  Peygamber ^(Sallaüahü Aleyhi ve Se/femJ'den naklen rivayet etti.

«Medine Haremdir; binâenaleyh orada kim bir günah işler veya gü­nâh işleyeni barındırırca, Allah'ın, meSeküerin ve bütün insanların laneti onun üzerinedir. Kıyamet gönünde onun farz veya nafile hiç bir ibâdeti kabul edilmeyecektir.» buyurmuşlar.

 

470- (...) Bize Ebû Bekr b. Nadr b. Ebi'n-Nadr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Efeu'n-Nadr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ubeydullah el Eş-ce'i, Süfyân'dan, o da A'meş'den bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etti. Ama «kıyamet günü» demedi. Şunu da ziyâde eyledi: «Müslüman­ların zimmeti birdir. Bu zimmet uğrunda onların en aşağı olanı (bile) sa'yü gayret gösterir. Her kim bir müslümanm verdiği emâm bozarsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerinedir. Kıyamet gününde onun farz veya nafile hiç bir ibâdeti kabul edilmeyecektir.»

 

471- (1372) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâîik'e, Ibni Şihâb'dan dinlediğim, onun da Saîd b. el-Müseyyeb'den, onun da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Ebû Hüreyre: «Ben Medine'de geyiklerin otladiğını görsem onları ürkütmem. (Çünkü) Besûlüllah (SalicVchü Aleyhi ve Sellem):

— Onun İki taşlığının arası has-csrcıdır, buyurdular; dermiş.»

 

472- (...) Bize İshâk b. İbrahim ile Muhaınmed b. Râfi' ve Abd b. Humeyd rivayet ettiler. İshâk (Dedi ki) : Size Afcdürrezzâk haber verdi. (Dendi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'deri; o da Saîd b. el-Müseyyeb'den, o da Ebü Hüreyve'den naklen rivayet etli. Ebû Hüreyre şöyle demiş:

«Resûîüifah (Salhllahli Aleyhi ve SeUem) Medine'nin iki taşhğı arasını harem kıldı.» (Yine Ebû Hüreyre) :

«Ben Medine'nin İki taşlığı arasında geyikleri bulsam ürl'üimem.» demiş; ve -Medine'nin on iki mil etrafını korunan yer ta'yin etmiş.

 

473- (1373) Bize Kuteybetü'bnü Saîd, Mâlik b. Enes'den, ona da Süheyl b. Ebî Sâlih'den naklen okunan hadîsler meyanında Süheyl'in, babasından, onun da Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği şu hadîsi tahdîs ey­ledi. Ebû Hüreyre şöyle demiş :

«Halk ilk mahsûlü gördüler mi onu Peygamber (SaÜallahü Aleyhi ve SellemYe getirirler; Resûlüllah (Sallallakii Aleyhi ve Sellem) onu alınca:

— Ya Rabbî! Bize mahsûlümüzde bereket, Medînemİzde bereket, sâi-mtzda bereket, müddümüsde bereket ihsan oyîe! AÜSahem! Şüphesiz \û fb-E'dbîm senin kulun, HaEîlin ve peygamberindir; ben de senin kullun ve pey­gamberinim. O sana McWie İçin duada bulunmuş; ben de onun Mekke için yaptığı duanın bir mislini, bir misli daha beraberinde olmak üzere sesna Medine için yapiyorum.» buyurur; sonra en küçük çocuğunu çağım­da bu mahsulü ona verirdi.»

 

474- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Abdül-âzîz b. Muhammed el-Medenî. Süheyl b. Sâlih'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ilk mahsul getirilir de :

«Aliahtm! Bize Medine'mizde, meyvelerimizde;, müddümüzde ve sâı-mızda bereket üsfüne bereket ihsan eyle!» der; sonra o mahsulü orada bu­lunan çocukların en küçüğüne verirmiş.

Hz. Ebû Hüreyre hadîsinin ikinci rivayetini Buhâri ile Nesâî «Haec» bahsinde; Tirmizî «Menâkıb»da tahric et­mişlerdir. Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) «Medîne'de geyik­lerin otladığım görsem ürkütmezdim» sözüyle Medîne'de av avîa-namıyacağmdan kinaye yapmıştır. Çünkü kendisi Medine 'nin hare­mi bulunduğuna kaaildir. Medîne1i1er'in ilk mahsûlü Peygam­ber (Salla'Iahü A leyhi ve Sellem)'e getirmeleri du.âsmı almak ve mahsûlün kemâle geldiğini bildirmek içindir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler;

 

1- Medine 'nin de haremi vardır. Binâenaleyh ağacı kesilmez, avı avlanmaz, yalnız bu suçlardan dolayı ce.zâ icab etmez. Zührî , İmam Şafii, İmam Mâlik, İmam Ahmed ve İshâk'm kavilleri budur. Muhammed b. Ebi Zi'b'e göre ise bu hususta ceza dahi lâzımdır. Mezkûr ulemâya göre Medine1-den ağaç kesen yahut av avlayan kimseyi soymak helâl değildir. İmam Şafiî eski mezhebinde bunun helâl olduğuna kaail olmuş, yeni mez­hebinde ondan dönmüştür. İmam Mâ1ik'e Medine 'nin Sidr denilen nebk ağacı kesilip kesilemiyeceği sorulmuş da : «Mesidr'inin ke­silmesi orası ıssız kalmasın, ağaçlı bulunsun da oraya hicret edenler göl­gelenerek Medine 'ye alışsınlar diye yasak edilmiştir." cevâbını ver­miş.

Zahirîler 'den İbni Hazm'a göre Medine 'nin ha­remi dâhilinde ağaç kesen bir kimseyi soymak ve avret mahallini örten elbisesinden  maada  üzerinde  bulunan  bütün   eşyasın:  almak helâldir.

2- Sevrî, Abdullah b. Mübarek, İmara-ı A'zam, İmam Ebü Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre Medîn e 'nin haremi yoktur. Onun ağacını kesmek ve avım av­lamak caizdir. Bu zevat Resûlüllah (SaV.dluhü Aleyhi ve Sellem) 'in bu bâb-daki hadîsleriyle :

«Medine'nin xîneti devam etsin de oraya gelen muhacirler beğenerek alışsınlar» mânâsım kasdettiğini söylemişlerdir. Nitekim sahih bir ha-dîsde beyân edildiğine göre ResûlîiHah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) Medine'­nin kal'a gibi yüksek evlerini yıkmaktan men etmiş :

«Bunlar Medine'nin ziynetidir» buyurmuştur. Hadîsi Bezzâr ile Tahâvî  rivayet etmişlerdir.

Tahâvî, Medine 'nin haremi olmadığına Hz. Enes'den rivayet edilen şu hadîsi delil göstermiştir : «Ebû Ta1ha'nin Üm-mü SüIeym den Ebû Umeyr isminde bir oğlu vardır. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selkm) çocuğa takılırdı. Bir kuşu vardı. Bir defa Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) eve girdiğinde Ebû Umeyr'i kederli gördü ve Ebû Umeyre ne oldu? diye sordu. Kuşu Öldü yâ ResûlaNah dediler. (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) çocuğa:

— Yâ Ebâ Umeyr! Kuş ne yaptı? dedi.» Bu hadîsi Tahâvî dört tarikten rivayet ettiği gibi Müslim, Nesâî ve Bezzâr dahî tahrîc etmişlerdir. Hâdise Medîne'de cereyan etmiştir. Medine'nin hükmü Mekke gibi olmuş olsa Resûliüîab. (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)çocuğun kuşu hapsetmesine ve onunla oynamasına müsaade bu­yurmazdı. Nitekim , Mekke'de bunlara müsaade yoktur.

Ebû Nuaym'in Hz. Âişe (Radiynllahü anha)'dan rivayet ettiği bir hadîsde âl-i Resûiilîâh'in vahşî bir hayvan besledikleri ResûlüJlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evden çıktığı zaman hayvanın ağdmda gezindi­ği, onun geldiğini hissettiği zaman bir köşeye çekilerek gizlendiği bildi­rilmektedir. Bu da Medine 'nin haremi dâhilinde vâkî olmuştur. Bi­nâenaleyh Medine 'nin hükmü Mekke gibi olmadığını gösterir. Hadîsin isnadı sahihtir. İmam Ahmed onu Müsned'inde tahrîc etmiştir.

Tahâvî 'nin rivayet ettiği Selemetü'bnü Ekva' ha­dîsinde Hz. Seleme 'nin av vurarak Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem)'e etinden hediye getirirdiği bildirilmektedir. Bir defa Resûlüllah (Sallcllahü Aleyhi ve Sellem)in yanma uğramakta gecikmiş, uğradığı zaman Resûl-i Ekrem(Salîaltahü Aleyhi ve Sellem) neden uğramaz olduğunu sormuş. Hz. Seleme yakınlarda av kalmadığını, bu maksatla uzaklara git­mek mecburiyetinde bulunduklarım söyleyince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Akîk'ta ovhnsnydın ava giderken seni teşyi' tîder; geldiğin do karşılardım. Çünkü ben Akîk'i severim.» buyurmuşlar. Bu hadîsi Ta. hâvî üç yoldan tahrîc ettiği gibi, Taberânî dahî rivayet etmiş­tir. Bundan sonra Tahâvî şunları söylemiştir : «Bu hadîsde Me­dine 'de avlanmanın mubah olduğuna delil vardır. Görmüyor musun Resûlülfoh (Saltallahü Aleyhi veSe/fe/nlkendisi Medine 'de olduğu hal­de Hz Seleme 'ye av yerini göstermiştir. Halbuki Mekke 'de bu caiz değildir. Binâenaleyh Medine'de avlanmanın hükmü Mekke'de avlanmak gibi olmadığı sübût bulur.»

Gerçi    Sa'du'bnü   Ebî    Vakkas (Radiyaüahııanh)Akxkt-

daki köşkünün civarından ağaç kesen bir köleyi soymuş ve aldığı şeyleri

iade etmemiştir. Fakat bu mesele o zamana mahsustur. O zamanlar mal

hususunda isyan eden kimselere ceza verilirdi. Nitekim Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhî ve Sellem) zekât hakkında

«Onu kendiliğinden veren sevap kazanır. Vermeyenden ise hem ze-kâîı düşer, hem de malının yansım ohr»z.» buyurmuşlardı. Sonra bu hü­küm ribâ ile birlikte nesh edilmiştir.

4- Ebû Hüreyre rivayeti Peygamber (SallaUahü A ley/ü ve Sellem)  Efendimizin kemâl sefekatma delildir.

 

Medine'de Yaşamağa ve Çilesine Katlanmağa Teşvik Babı

 

475- (1374) Bize Hammâd b. İsmâîi b. Uleyye rivayet etti. <Dedi ki) : Bize babam, Vüheyb'ten, o da Yabyâ b. Ebî îshâk'dan naklen riva­yet etti, O da Mehrî'nin azadlısı Ebû Saîd'den rivayet etmiş ki, Medine'de haşlan sıkılmış, meşakkat çekmişler. Ebû Saîd, Hz. Ebû Saîd-i HudriVe gelerek :

«Ben çoluk çocuğu kalaba bir adamım. Meşakkata düçâr olduk. Binâ­enaleyh çocuklarımı köylerden birine nakletmek istiyorum» demiş. Uz. Ebû Saîd şu mukabelede bulunmuş :

  «Bunu yapma!  Medine'de kal!  Çünkü   iz Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) ile yola çıktık

—zannederim şöyle dedi— Usfân'a  geldi­ğimiz vakit orada birkaç gece kaldı. Cemâat:

  Vallahi  burada bizim bir işimiz  yok. Çoluk-toeuğumuz kimsesiz­dir. Onlar namına emin  değiliz,  dediler.    Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selle m)   bunu duydu ve :

«Konuştuklarınızdan bu kulağıma gelenler nedir?

—nasıl dediğini bi­lemiyorum

— Kendisine yemin ettiğim Allah hakkı İçin yahut nefsim yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederim kİf gönlümden geçti yâhuf dilerse­niz

—bunların hangisini dediğini bilemiyorum

— devemin semerlenmesini emreder sonra Medine'ye varıncaya kadar onun bir düğümünü çözmem buyurdu ve şöyle devam etti :

  Allah'ım! Şüphesiz kî Ibrâhîm Mekke'yi haram  kılarak onu harem yapîı. Ben de Medine'yi, onun iki dağı arasını iyiden iyiye haram kıldım. Orada  kan dökülmemeli,  harb  için  silâh taştnmamolı, ağacından yaprak düşürülmemeli. Yalnız hayvanı alöflandırmak için düşürülen müstesna! Allah'ım! Bize Medine'miz hakkında bereket ihsan eyle! Allah'ım! Bize sâı-mız hakkında bereket ihsan eyle! Allah'ım! Bİze müddümüz hakkında be­reket İhsan eyle! Allah'ım bize sâırmz hakkında bereket ihsan eyle! Al­lah'ım! Bize müddümüz hakkında bereket ihsan eyle! Allah'ım! Bize Me­dine'miz hakkında bereket ihsan eyle! Allah'ım! Bir bereketin yanısıra iki bereket ihsan eylei Nefsim yed-İ kudretinde olan Aliaha' yemin ederim ki, Medine'nin her dağ yolu ve geçidinde iki melek vardır. Onu siz varınca­ya kadar korurlar.»   Sonra cemaata :

«Yollanın!» buyurdu. Biz de yola revân olduk ve Medine'ye geldik. Kendisine yemin ettiğimiz yahut kendisine yemin olunan —buradaki şekk râvî Hammâd'dandir— Allah hakkı için Medine'ye girdiğimiz vakit henüz semerlerimizi indirmemiştik ki, Benî Abdillâh b. Gatafân kabilesi üze­rimize baskın yaptılar. Halbuki bundan önce onları harekete geçirecek bir sebep yoktu.

 

476- (...) Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. Uleyye, AIiyyu'bnu'l-Mübârek'ten rivayet etti. (Demiş ki) : Yahya b. Ebî Kesîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mehrî'nin azadlısı Ebû Said. Hz. Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîetn);

«Allah'ım! Bize sâımızla müddümüz hakkında bereket ihsan eyle! Bir bereketin yantsıra iki bereket ihsan eyle!» diye duâ buyurmuş.

 

(...) Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah b. Mûsâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şeybân haber verdi. H.

Bana İshâk b. Mansûr dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Afcdüssamed haber verdi. (Dedi ki) : Bize Harb yâni İbni Şeddâd rivayet etti. Her iki râvî Yahya b. Ebî Kesîr'den bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etmiş­lerdir.

 

477- (...) Biie Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Leys, Saîd b. Ebî Saîd'deu, o da Mehrînin adhsı hû Saîa'öer. ttakiea rivayet etti ki, Ehû Saîd, Harra gecelerinde Hz. Ebû Saîü'î Hudrî'ye ge-lerek Medine'den çekişmek hasüsunüa oumüa istişarede buiuaiöuş. Ve keuâiisuie Medine'nin pahâhhğındaa, çoiuK çocuğiiniın kaiabahğmüaiî dert yanmış. Medine'nin meşaükat ve sıkmtısüia safci'î Kahaadığüii iıaüer ver­miş. Hz. Ebû Saüa oiia şunları süyîevniş:

— yazık sana! 'Ben saiıa toıuıu ekiireüeıtıem. Çüiikü ben Eesûiüiîah (Sallallchü A leyhi ve Sellem) 'i;

«Sğer  bir kiuîse Medine'nin   sıkinfıssua  kaVİünaruk   öiüsse müslüman oSuk şariıyie   ktyainet gühünde ben üna şevaaiçı   yânut buyururkea İ

 

478- (...) Biie £bû iiekr b. Ebî Şeybe Ûe Muhammed h. AbeiIİâİı b. NüHieyı' ve Eî>û iîiii'eyb «ojj'om Ebû Üsâtvıe'dcii rivayet e'ttiîer. Lâfsz Ebû Uekr iîe İbni Nümeyrindir. (Dediler ki) : Üize Ebû Üsâuie, Velîo b. Kesîr'den rivayet eîtı. (Demiş ıîi) : 'Bana Saîd b. Abdirra'kımân b. £bî Saîd-i Hudrî rivayet etti. Ona da Âbciurı/akmari babas» iibû üaîüjtie:i naklen rsvayeî eüniş ki, Ebû Saîd (Raâiyaltanuanh) kiesûıüîlan (Saiiaiıahü  leyhi ve Sellem) !i:                                                                           

«Ben Medîrsfö'rKn iki taşitğt artısını, töıâhim'in Mekke'yi iıartını kıidigi gibi harom  kıldım» buyus-urken  İşitmiş.  (Râvı Abdurranınân)   

«Sonra Ebö Suîd bizden bi^ı^izî etinde kuş olduğu hubtie yukaâar da onu elinden kurıanr ve saiusdı.»

Ebü Bekr (yakalar yerine) büiur3 üedi.

Kîf: Ziraatı ve bolluğu olan yer demektir. EesûiüHah (SallalUüıu Aleyhi ve Seîiem) 'in :

sürtünene nesini erm'eder, soiıia Medine'ye vcintıcöyu küdcsr onun bir düğümünü çözirtbtn» sözünden.muradı, hiç bir yerde durmadan yürür; çok acele ettiğim için hayvanın bağlarından hiç birini çözmem demektir.

«Halbuki bundan önce onları harekete geçirecek bir sebep yoktu.» Yâni; biz yokken Medine 'yi melekler korumuştu. Medineye döner dönmez üzerimize Benî Abdillâh b. Gatafân ka­bilesi baskın yaptılar. Halbuki daha önceden bu baskına manî olacak za­hirî bir kuvvet bulunmadığı gibi, bu kabileyi meşgul edecek bir düş­manları da yoktu. Bizim gelmemizden evvel baskından onları men eân şey, Peygamber (SaUaHahii Aleyhi ve Sel'em)'in haber verdiği şekilde me­leklerin korunmayı olmuştu.

«Benî Abdillâh» bazı nüshalarda «Benî Ubeydil1âh» şeklinde rivayet olunmuşsa da Nevevî bunun hatâ olduğu­nu söylüyor. Doğrusu «Benî Abdillâh» tır. Câhiliyyet devrinde bu kabileye «Benî  Abdi1uzzâ» denilirmiş. «Benî Ab­dillâh» ismini Peygamber (Saltellahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz ver­miştir.                                                                          

Harca gecelerinden murâd Medine 'nin yağma edildiği meşhur fitnedir. Bu fitne altmışüç târihinde vuku' bulmuştu.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler  :

 

1- Medine için harem isbât edenlere göre alaî için ağaçları­nın yapraklarını almak caiz, fakat dallan silkmek ve kesmek haramdır.

2-Hadîsi şerif   Medine 'nin tazîıeûne ve melekler tarafından korunduğuna  delildir, Medinenin  H&aûlüûah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında dağlarını taşlarını kaplayacak kauar çok melekler ta­rafından korunması bizzat (Salliahü Aleyhi ve Sellem) 'e fazla ik­ramda bulunmak içindir.

3-Bu hadîs dahî    Medine 'nin avı ile ağacının kesilmesini haram sayanların deîilîerindendir.

 

479- (1375) Bize Ebû Bekr b. Eli Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Aliyyü'bnü Müshir, Şeybânî'den, o da Yüseyr b. Amr'daıı, o da Sehl b. Huneyf'den naklen rivayet etti. Sehl şöyle demiş : «Resûlüllab (SaihUahii Aleyhi ve Sellem) eliyle Medine'ye işaret ederek:

— Burası emniyetli bir haremdir,  buyurdular.

 

480- (1376) Bize Elû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde, Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe (Radiyallahu anhi (Şöyle demiş: «Medine'ye geldik. Orası vebalı bir yerdi. Ebû Bekr ile Bilâl rahatsızlandılar. McmMıUahtSaHalluhîı Aleyhi ve Şeften;)  ashabının  rahatsızlığını  görünce :

— Allah'ım bize Medine'yi Mekke gi-bi yahut daha fazla sevdir. Ha­vasını iyileşrir. Onun sâıyle müddü hakkında bize bereke* ihsan eyle! Sit-masşnı Cuhfo'ye havale buyur, diye dua ertİ.»                             .       ..

 

(...) Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme ile İbni Nümeyr Hişâm b. Urvefden bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etti.

Bu hadisi Buhâri «Hacc» bahsinin sonlarında ve «Kitâbu'd-DeâvâUda tahrîc etmiştir. Onun Hacc bahsindeki rivayeti daha mufas­saldır. Mezkûr rivayette Medine 'ye gelince Hz. Ebû Bekr ile Bilâl (Radiyallahu anh) 'nm sıtmaya tutuldukları ve Mekke 'ye has­ret çekerek şiirler okudukları hattâ Hz. Bilâl 'in kendilerini yurtla­rından eden Şeybetü'bnü Rabia. Utbetü'bnü Rabîa ve Ümeyyetü'bnü Halef'e lanet okuduğu bildiril­mektedir. ResûUUlah (Sailaüahü Aleyhi ve Sel!em)'in duası bu münâsebette­dir. Hastalığın Medine'den Cuhfe'ye havalesini istemesi o gün Cuhfe şirk diyân olduğu içindir. Hattâbî o zaman Cuhfe'de yahudilerin yaşadığını söyler. Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in duası müstecâb olmuş. Cuhfe o günden bugüne sıtmalı bir yer ola­rak devam etmiştir.

Nevevî : «Bu hadîsde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve $e'tlenı?in mucizelerinden biri vardır. Zira Cuhfe o gündenberi herkesin kaçın­dığı bir yer olmuştur. Onun suyundan kim içerse sıtmaya tutulur.» diyor. Ayni Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sei'emı'in : «Medine'ye tâûn giremez» hadîr-i şerifinin bu sırra mebni vârid olması ihtimâlinden bahsetmiştir. Çünkü tâûn, vebadır. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)vebknm Medîne'den Cuhfe 'ye naklini nîyâz etmiş. Allah Teâlâ da duasını kı­yamete kadar kabul buyurmuştur. 

Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Sahih bir hadîsde vebalı bir yere girmek yasak edildiği halde acaba muhâcirîn-i kiram Medine1-ye nasıl girebilmişlerdir? Bu suâle Kaadî Iyâz iki vecihle cevap vermiştir : Birinci veçhe göre ashabın hicretleri vebalı yere girmek ya­sak edilmezden Öncedir. Vebâh yere girmek Medine 'ye yerleştik­ten sonra yasak edilmişti]'. İkinci veçhe göre yasak edilen şey, sür'atle bulaşan veba ve taunun bulunduğu yere girmektir. Medine 'deki hastalıksa bu kabilden değil iklim değişikliği dolayısiyle ekseriya yaban­cılara arız olan beden bozukluğundan ibaretti.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Resûlüllah(Sai!cillahii Aleyhi ve Sellem) 'in Medine ;yi kendi­lerine sevdirmesi için Allah'a dua etmesi kaderi  inkâr edenler aleyhine delildir.  Zîrâ insanların  nefislerine ancak Allah Teâlâ mâliktir. Dilediği yerleri onlara sevdirir. Dilediği yerlerden de nefret ettirir. Teâlâ Hazret­ler Peygamber-i Zîşânı (Sallollchü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin duasını ka-bûl buyurmuş ve ashâb-ı kirâmma ömürleri boyunca    Medine 'yi sev­dirmiştir.

2- Sûfiyye 'ye göre veli olan bir zât başına gelen bütün kaza ve belâlara razı olmadıkça tam velî sayılamaz. Velî basma gelen belâla­rın defi için duâ etmeyecektir. Ederse vilâyeti  kâmil sayılamaz. Fakat hadîs-i şerîf onların aleyhine delildir.

3- Bu hadîs «Duânm ezelî kadere bir te'sîr ve faydası yoktur» di­yen bâzı mütezilîler aleyhine delildir. Sahih mezhebe göre duâ müstakil bir ibâdettir. Takdîr-i ezelîye muvafık olanı kabul buyrulur.

4- Mü'minin Allah'tan sıhhat ve selâmet istemesi caizdir.

 

481- (1377) Bana Ziifrevr b. Harb rivayet elli. (Dem Ki) : Jöııe Osman u. Ömer rivayet elti. (Dedi ki) : Kıze îsâ b. Hafs b. Âsim lıaber verdi. (Dedi ki): Bize !NâiT, İbni Cmeı'den rivayet etti. ŞÖyîe demiş; Eeü £İzsaiİLii&h(Sa!!atIaJıii Aleyhi ve Sellem)'i:

«Her kim Medîdenin $;kmhİQt';na kattcinh'sa ksyameir gününde ben ona şefaaîçı yahut şâhıd olurum» buyui'urütn işittim.

 

482- (...) Biie Vahyâ b. Yahyâ rivayet etti, (Dedi ki) : Mâiik'e, liatan b. vehb h, Uveynoir b. Ecda'tiaii dinlediğim, onun da Zubeyr'in azadb.sk Yiükaîîîî^s'deîi naklen ı-ivayeı ettiği bu hadîsi ükoüum: Yufaan-j Ivatan'a şiiiîsls haber vermiş : Keiiüisi fitne zanıâamda AbtiuÜah h.  yanında o turu yormuş. Dersen Abdullah'la âzaalı bii' cariyesi ge­lerek ona selâm vermiş ve:

  Ben (buradan) çıkmak istiyorum yâ Ebâ Abdirramnan!  (Çünkü) fena samana çattık; demiş. Âbüuîîaiı ona su cevâbı vermiş :

  (Yerinde)   otur   aptal!   Zfaa   beii   liesuiuilaiî (Salîailahü Aleyhi ve Sellem)*i:

«Eğer bir kimse Medine'nin şidtieî  ve s&ihttsına  tccifionırsu ben cna şahit yahut şeiüötçf ûİucuoî»  buy ur arkta işittiaı.

 

483- (...) Bise Muhanımed b. K&îV rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize îbsıi Söi Füdeyk rivayet etti.  (Dedi ki) : Eke Bahliâk, Katan-ı Buzâî'-üen, o ila Mus'ab'ın &xadbsı Yulıannes'cîeiî, o da Abduîlali b. Ömer'den naklen haber verdi. Afoduîîah şöyle demiş :    Ben Resûlüİlab 'i Medme;yi kasdederek :

«Bir kimse onun şidder ve sıkıntısına katiamrsc hyânmi ğüoürtde o kimseye hen şâhid yahyî se^aaîei olurum» buyururken işittim.

 

484- (1378) Bize Yatıya b. Eyyüb ve Kuteybe ve Ibni Hucc hep bîrden ismail h. Ca'fercteîj;, ö da Ala' b. Abdirrahmân'dan, da rabasın­dan, o da Ehû Hüreyre'den naklen rivayet elüier ki, Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) :

«Eğer ümmeiîrrtden bin Medine'nin şiddet vs sıkısıfıicmna "kaibnsrsa kıyamet gününde o kîmsâye ben şefaatçi şrâhu? şahit oîurunı»  buyurmuştur

 

(...) Bize ibai Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi i;i) : Eke Siîfyân, Sbû Harun Müsâ b. Ebî îsâ'dan rivayet elti. O da Ebû Abdullah £i-Karrâz'i

şöyle sierken işitmiş : «Ben Ebû Hüreyre'yi: Resûlüifah (Saliatlahıi A leyhi ve Sellern) §öyie buyurdu diyerek ön hadîsin mislini rivayet ederken din-

 

(...) Bize Yûsuf b. İsa rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Fadî b. Mûsâ ri-

vsy«i etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm b. Urve. Salih h. E&î Sâlîh'desı, o da babasından, o «la Ebû lîüreyre'den nakien İıaber verdi. Ebû Hüreyre Re~ sûîüîîali   (Sailaîianü Aleyhi ve Settem) :

«Bir kimse Medine'nin sıkıntısına sabrederse...» buyurdu diyerek yu~ kar ki hadîsin mislini rivayet etmiş.

Ebû Abdirrahmân, Hz. Abdullah b. Ömer 'in künyesidir.

Rivayetlerin senedindeki Yuhannes, bir yerde Zübeyr'in âzadlısı, ikinci rivayette Mus'ab'm âzadlısı diye zikrolunmuştur. Mus'ab , Hz. Zübeyr'in oğlu olduğuna göre baba-oğul ikisine de nisbet edilmiş demektir. Birine nisbet olunması hakikat, diğerine nis-beti mecazdır.

Lekâi: Alçak, köle, başkasının sözünü anlamayan ahmak ve küçük mânâlarına gelir. Kelimenin müzekkeri (Lûkâ:) şeklinde kullanılır. Hz. İbni Ömer bu sözü cariyenin niyetini beğenmediği için söylemiş­tir. Yoksa cariyenin kendi azadlılarından olduğu mânâsını kasdetmemiş-tir. Onu Medine 'de oturmaya teşvik etmiştir. Çünkü Medine'-de oturmakta fazilet vardır.

Nevevî diyor ki : «Ulemâ bu babın hadisleriyle ondan önce ve sonra zikri geçen hadîslerde, Mekke 'de yaşamanın ve oranın sıkın­tısına, maişet darlığına katlanmanın faziletine açık delâletler bulundu­ğunu, bu faziletin kıyamet gününe kadar devam edeceğini söylemişlerdir. Ulemâ Mekke ile Medîne'de mücavir kalmanın caiz olup ol­madığında ihtilâf etmişlerdir. Ebû Hanîfe ve bir taife Mekke'de mücavir kalmanın mekruh olduğunu söylemiş; İmam Ahmed b. Hanbe1 ile bir taife ise : Mekruh değil hattâ müstehab-dır. Bunu mekruh görenler bıkma, alışkanlık dol ay isiyle hürmetsizlik gösterme ve günâha girme gibi birtakım sebepler dolayısiyle mekruh say­mışlardır. Çünkü orada işlenen günah başka yerlerde işlenen günahtan daha çirkindir. Nitekim orada işlenen hayrın sevabı da başka yerlerde işlenen hayırdan daha çoktur; demişlerdir.

Mekke'de mücâveretin müstehab olduğunu söyleyenler orada ya­pılan ibâdetlere, kılman namazlara ve işlenen hayırlara kat kat sevâb verilmesiyle istidlal ederler. Muhtar olan kavle göre Mekke ile Medine 'nin her ikisinde mücavir kalmak müstehabdır. Ancak orada günah işlemek ihtimâli fazla ise mücavir kalmak doğru değildir. Ümme­tin halef ve selefinden birçok imamları her ikisinde mücavir kalmışlar­dır. Mücavirin haram olan şeylerden ve bunların sebeplerinden sakın­ması îcab eder.»

 

87- Taün ile  Deccal'in  Girmelerinden Medine'nin Korunması Babı

 

485- (1379) Bize Yahya b. Yahya rivayet elti, (Dedi ki) : Mâlik'e. Nuaym b. Abdülâh'dan dinlediğim, onun da Eliû Hüreyre'den naklen ri­vayet   ettiği   şu   hadîsi   okudum.   Ebû   Hüreyre   demiş   ki :   Resûlüllah

«Medine'nin yol ağızlannda bir fakım melekler vardır. Ona tâûn ve Deccâ! giremez»  buyurdular.

 

486- (1380) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbni Hucr hep bir­den İsmail b. Ca'fer'den rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bana Ala' babasın­dan,  o  da  Ebû  Hüreyre'den  naklen  haber  verdi. Resûlüllah

«Mesih şark tarafından gelecektir. Maksadı Medine olup Uhud dağı­nın arkasına inecektir. Sonra melekler onun yüzünü Şam tarafına çevire­cek; ve orada  helak oîacakdır,»   buyurmuşlar.

Bu hadisi Buharı «Hacc» ve «Fiten» bahislerinde; Nesâî «Tıbb» ve  «Hacc»  bahislerinde muhtelif râvîlerden  tahrîc  etmişlerdir.

Enkaab : Nakb'in cem-i kılîetidir. Cem-i kesveli «Nikaab» gelir. Bun­dan murâd, Medine 'nin giriş yerleridir. Bâzıları yolları ve yol ağız­ları  olduğunu söylemişlerdir. Aslında nakb. da£  yolu demektir.

Mesih'ten murâd Deccâl'dır.

Hadîs-i şerifin her iki rivayeti Resûiülîuh (Sallalluhi: Alehi it Sellem)'1 in duâs: bereketiyle Medine’i Münevvere'nin Tâûn ve Deccâ1 şerlerinden rnasûn kalacağına ve Medine ile orada ntiirankırsn  faziletine  delimi

 

88- Medine'nin Kötü İnsanları Atması Babı

 

487- (1381) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdliiaatfz yeni Derâverdî, Aî&'dan, o da bsbssmdan, o da Ebû Hüreyre'-den naklen rivayet etti ki. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle bu­yurmuşlar :

«İnsanlar ürerine öyîe bir zamon oeîecek ki, bîr edam amcar! oolunu ve yakınm; refaha buyur! Refah o huy\>rl dlyra çnğîrocakîir. (Ama) foümfş olsalar Medine kendileri sçîn âahv haytrlidîr. Nefsim ys*d-i kudretinde olan Aüab'a yemin ederim kî, şâyeî or^brdan bîri MedsnsVİ beğenm yerel; oradan çıkarsa AJlah, yerine ondan desbo hayîrliSEn! çie«irİr. Dikkat edin. Medîne pisliği çı hora sı körük asb?dir. Körük, de^İrîn postnı nasıl atarsa Medine de köHHensıi  (öylece) atmadan  Kıyamet kopmayacafctır.»

 

488- (1332) Bize Kuteybetu'bnu Saîd, Mâlik b. Enes'den, ona da Yahya b. Saîd tarafından okunan hadîsler meyâniuda sunu rivayet etti. Yahya demiş ki : Ben Ebû:l-Hıibâb Saîd h. Yesâr'ı şöyle derken işittim. Ebû Hüreyriî'yi şurm söylerken düıledjm : (Sallalhhİi Aleyhi ve Sellem) :

«Bsn Yesri-b denifen ye bütün bsSdciers yiyen bir beldeye (hicrete) me1-mûr oldum. 8u be!de körüğün demirin pasını atması gibi, insanicm atan Mcriîne'dİr.»  buyurdular.

 

(...) Bize Araru'n-Nâkid ile İbm Ebî Ömer rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Süfyân rivayet etti. EL

Bize İbnü'l-Müsemaâ dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdu'l-Vab-hâb rîvâyet etti. BunJar hep bîrden Yahya b. SaM'den hu isnâdla. riva­yette bulunmuş ve : «Körümün pası atması gibi» demiş, demiri aikretme-mişlerdir.

Bu hadîsi Buhârî «Hace» bahsinde; Nesâî «H?or» ile «Tef­sir» bahislerinde tahrîc etmişlerdir.

Hadîs-i şerîf Mekke'de İken vârid olmuşsa «Medîne'ye hic­rete me'mûr oldum» mânâsına gelir. Medine 'de iken söyîenmişse «Medîne'de ikâmete me'mûr oldum» demektir.

Medine'nin şâir beldeleri yemesinden murâd, kinaye tankıyla Medîneliler'ino beldelere galebe çalmasıdır. Çünkü bir şeyi yiyen ona galebe çalar.

Nevevî'nin beyânına göre: Buradaki yemeden murâd Medîne'nin İslâm ordularına merkez olmasıdır. Şâir memleketler oradan fet­hedilmiş, malları da ganimet olarak alınmıştır. Yahut bu cümleden mu­râd, Medîneliler 'in fethettikleri yerlerin zahire ve ganimetlerini yemeleridir. İbni Vehb, İmam Mâlik 'e bu cümlenin mâ­nâsım sormuş, Hz. imam bunu bagka beldeleri fethetmek mânâsma geldiğini söylemiştir.

Medine !ye Yesrib diyenler bâzı münafıklardı. îtesûlüliah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) ona lâyık olan ismin Medine olduğunu bildirmiştir. Bu sebeple ulemâdan bâzıları Medîne'ye Yesrib demeyi kerîh görmüşlerdir. Gerçi Kur'ân-ı Kerîm'de de Medîne için Yesrib denilmişse de onlara göre bu gayr-i müslim-lerin sözünü nakilden ibarettir. İmam Ahmed'in tahrîo ettiği Berâ' b. Âzib hadîsinde :

«Her kim Medine'ye Yesrîb elerse hemen Aİlah'a isîiafor e-sin...» buyrulmuştur. Bundan dolayıdır ki Mâ1ikiler'den îsâb. Dinâr : «Medine 'ye Yesrib diyenin günahı yazılır» demiştir. Ulemâ bu kerahetin sebebini şöyle îzsh ederler :Yesrib , tesrîb'-'den alınmadır.

Tesrîfe :  Başa kakmak, azarlamak ve zemmetmek mân alarma gelir.

Bu kelimenin fesâd mânâsına gelen «serb»den alınmış olması da muhte­meldir. Bunların ikisi de mânâ itibarıyla çirkindir. Kesûliillah (Salkıllahü Aleyhi ve Sellem) güzel ismi sever; çirkininden hoşlanmazdı.

Körük, demirin küf ve pasını nasıl atarsa Medine'nin de kötü insanları öyle atması Ebû Ömer İbni Abdi1berr'e göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi iv Seiienı) Efendimizin zamanına mahsûstu, Onun vefatından sonra birçok âlim. fâzıl ve sâlih zevat Medine'-den çıkmışlardır. Kaadi Iyâz dahi buna kaaildir. Fakat Nevevi bu kavli zahir bulmamaktadır. Çünkü hadîsin birinci rivayetinde, Medine 'nin kıyamete kadar kötüleri atmaya devam edeceği bildiril­mektedir. Ona göre bu iş Deceâl  zamanında olacağa benzemektedir.

Hâsılı kalplerinde kötülük olanlar Medine'de oturamazlar. Böy-lelenni, Medine-i Münevvere dışarı atar.

E1-Mühe11eb ( - 83) diyor ki: «Bu hadîs Medine 'nin fazileti Mekke 'den çoktur diyenlere delildir. Zira Mekke ile şâir beldelerin müslümanlar tarafından fethine o sebep olmuştur." İmam  Ma1ik'le Medine1i1er'in mezhebleri de budur. Bu kavil İmam Ahmed'den de rivayet olunmuştur.

îmam-ı Âzam la İmam Şafii. Mekke 'nin Medîne 'den daha faziletli olduğuna kaaildirler. Zahirîler 'den İbni Hazm'in beyânına göre ashâb-ı kiramdan Câbir , Ebû Hüreyre İbni Ömer , Abdullah b. Zübeyr ve Ubey dullab b. Adiyy (Radiyailahu ur,h) hazerâtı Mekke'-nin Medine 'den daha faziletli olduğunu ResûJüüah (Sallallahü Aleyhi veSellem) Efendimizden son derece sahîh senetlerle kafi suretle rivayet etmişlerdir. Bütün sahâbe~i kiram ile cumhûr-u ulemâ 'nin kavilleri de budur. İmam Mâlik ile onun mezhebinde olanlar Medine 'nin daha faziletli olduğuna Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve S ellem)'in Medine hakkındaki duâsmı bildiren sahîh hadîslerle is­tidlal etmişlerse de İbni Hazm bu hadislerde onlara delil olacak cihet olmadığını söylemekte ve :«Peygamber (Saîlallchü Aleyhi ve Sellem)'in vefatından sonra Muâz , Ebû Ubeyde , İbni Mes'ûdi ve daha birçok ashâb-ı kiram ile daha sonra Ali, Ta1ha, Zübeyr , Ammâr (Raa'iyaüuhu cnh) Knzeratı ve başkalar i; Medine 'den çıkmışlardır. Halbuki bu zevat en iyi insanlardandır. Bu. da gösterir ki, bu hadîsten murâd. zaman zaman bâzı insanların Medîne'den atılmasıdır.» demektedir.

 

489- (1383) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Muhammed h. Münkedirden dinlediğim, onun da Câbir b. Abdillâh'tan naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum : Bîr bedevi Resûlüllah (Salhîlahü Aleyhi ve Sellem) e beyât etti, müteakiben bedeviye Medine'de şiddetli bir sıtma arız oldu. Bu sebeple Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek:

  Yâ Muhammed! Benim bey'atımı kaldır! dedi. Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu kabul etmedi. Sonra tekrar gelerek:

  Benim bey'atımı kaldır! dedi. Peygamber (Sallallaİ^ü A leyhi ve Sellem} yine kabul etmedi. Bilâhare bedevi yine gelerek :

  Benim bey'atımı kaldır! dedi. Resûlü\lah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yine kaldırmadı. Bunun üzerine bedevi çıkıp gitti. Arkasından Kesûlüllah

«Medine ancak bir körük gibidir. Kötüsünü atar, iyisinin hâlisi kalır.» buyurdular.

Bu hadîsi Buharı «Hacc», «Ahkâm» ve «İ'tisâm» bahislerinde; Tirmizî «Menâkib»da, Nesâî «Hacc», «Bey'at» ve «Siyer»de muhtelif râvüerden tahrîc etmişlerdir. Bedevi üç defa beyatmın. kaldırılmasını istediği halde Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in kal­dırmaması beyat bütün müslümanlara farz olduğu içindir. Onun bu iste­ğini yerine getirmek masiyet işlemesine yardım sayılır.

Zemahşerî 'nin beyânına göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e gelen bedevî Gayb b. Ebî Hâzini 'dir, Bazıları bu Gays'm tabiinden meşhur bir zat olduğunu ve Medîne'ye hicret ettiğinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i dünyadan gitmiş buldu­ğunu soyliyerek bu meseleyi müşkil addetmişlerse de Ebû Mûsa' mn beyânına göre Ashâb-ı kiram içinde Gays b. Ebî Hâzim isminde bir zat vardır.

Bey'attan murâd müslüman olduğuna dair verilen ahdü pey man ve muahededir. Bedevî bu muahedeyi kaldırarak vatanına dönmek is­temiştir.

Kaadi   Iyâz; «Bedevi'nin bey'atı muhtemelen fetihten ve Medîneye hicretin farziyyeti kaldırıldıktan sonradır. O yalnız İslâ­miyet için bey'at etmiş, .sonra. bu bey'atın -kaldırılmasını-istemiş, fakat Resûlüllah(Sallallahü Aleyhi ve.Sellem) buna razı olmamıştır.» diyor. İbni Battâl'a göre bedevi1 bu sözüyle" İslâmiyetten irtidâd kasd1 etmemiş­tir.. Buna delil yaptığı ahdi ancak Peygamber (SaUaliahu Aleyhi ve SeHem)'m muvafakatiyle' bozmak istemesidir. Eğer Medine 'den mürted ola­rak çıkmak isteseydi UesîdiillahiSaHallçhü Aleyhi ve S.ellem) o anda kendi­sini Öldürürdü. Halbuki bedevi sıtmaya yakalandığı için kendini mazur görerek Medine 'den ayrılmak istemişti. Bu ise irtidâd değil masi-yettir. İhtimal bedevi hicretin kendine farz olduğunu da bilmezdi.

'Burada şöyle bir sual'hatıra gelebilir : Medine'de münafıklar da vardı. Bunlar orada yaşamış ve orada Ölmüş; Medine kendilerini dışarı atmamıştır?

Bu suâlin cevâbı şudur : Medine münafıkların asli yurtları idi. Münafıklar oraya İslâmiyet sebebi ile veya İslâm'ı sevdikleri'için başka yerlerden gelmiş değillerdi: Orada doğmuş, orada büyümüşlerdi. Hadîs-i şeriften mûrad' ise yerli Halk değil, İslâmiyet namına- oraya hicret edip sonradan kalblerine fesat girenlerdir.

Hâsılı hadîs-i şeriften murad imanı halis olmayanların Medine'de duramayıp oradan çıkmaları, nalis imanlıların orada kalmalarıdır.

 

490- (1384) Bize Ubeydullah b. Muâz yâni Anberî rivayet etti. (De­di ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şû'be, Adiyy'e yâri i İbni Sâbit'ten rivayet etti. O da Abdullah b. Yezîd:den, o da Zeyd b. Sâlıif-den, o da Peygamber (Aleyhi ve Seilem) 'den işitmiş. Şöyle buyur­muşlar:

«O, yâni Medine Teybedir. Ateş gümüşün pasını nasıl atarsa Medine de hayırsızları Öyie atar.»

Buhar: 'nin «Hacjc» bahsinde Zeyd b. Sabit' {Radiyallahu anhj'd&n rivayet ettiği bir hadîsde :

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeVem) Uhud gazasına çıktığı vakit ashabından bazı kimseler geri döndüler. Bunun üzerine ashabtan bir fır­ka : Bunları öldürelim; diğer bir fırka Hayır! öldürmeyelim, dediler. Mü­teakiben: «Size ne oluyor ki, münafıklar hakkında İki fırkaya ayrılıyor­sunuz.» âyet-i kerîmesi): nazil oldu. Peygamber (Sallallahii Aleyim ve Sellem) de:

«Medine  kötü  adamları  ateşin  demir  pasını  attığı  gibi  atar,  buyur­dular.»   denilmektedir.

 

Bu Hadislerden Şu Hükümler Çıkarılmıştır :

 

1- Bir kimse kendisi veya başkası için Allah'a ahdû peyman verir­se bundan dönmemesi icab eder.

2- Hicretten  geri  dönmek büyük günahlardandır.

3- Söz arasında misal vermek caizdir.

 

491- (1385) Bize Kuteybetû'bnü Saîd ile Hennâd b. Seriyy ve Ebu Bekr b. Ebî Şeybe rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû'l-Ahvâs, Simak'-den, o da Câbİr b. Semure'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş :

Ben Resûîüllah (Sailalldıü Aleyhi ve Sellem) 'i:

«Şübhesiz ki, Allah Teâlâ Medine'ye Tâbe ismini vermiştir.» buyurur­ken işittim.

Müs1im'in bâzı nüshalarında bu hadîsin senedinde Hennâd b. Seriyy 'den sonra Ebû Küreyb dahi zikreclilmişse de ekseri nüshalarda bu isim hazf olunmuştur.

Hadîs-i şerif Medîne-i Münevvere'ye Tabe ismi verilmesinin müstehab olduğuna delildir. Ancak başka isim verüemiye-ceğine delâlet etmez. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de muhtelif isimleriyle zikrolunmuştur. Medine 'nin Tâbe 'den mâada Taybe, Dâr ve Yesrib  gibi isimleri vardır.

 

89- Allah'ın Medinelilere Kötülük Etmek İsteyenleri Eritmesi Babı

 

492- (1386) Bana Muhammed b. Hatim ile İbrahim b. Dînâr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Haccâc b. Muhammed rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Kâfi dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdür-rezzâk rivayet etti. Bu râvüerin İkisi de İbni Cüreyc'den rivayet etmiş­lerdir. (İbni Cüreyc demiş kî) : Bana Abdullah b. Abdurrahman bin Yu-hannes, Ebû Abdillah El Karrâz'dan naklen haber verdi ki, şöyle demiş: Ebû Hiireyre aleyhine şehâdet ederim ki, şunu söylemiştir : Ebûl-Kaasım Medine'yi kasdederek :

«Her Icİm şu belde halksna bir kötülük etmek İsterce Aiiah onu tuzun suda eridiği gibi eritir.»  buyurdular.

 

493- (...) Bana Muhammed b. Hâkim ile İbrahim b. Dinar riva­yet ettiler. (Dediler ki) : Bize Haccac rivayet etti. H.

Bana bu hadîsi Muhammed b. Râfi de rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Abdürrezzat rivayet etti. Bu râviler hep birden İbnû Cüreyc'den rivayet etmişlerdir. İbni Cüreyc demiş ki, bana Amr b. Yahya b. Umara haber verdi. Kendisi Ebû Hüreyre'nin ashabından biri olan Garraz'dan dinle­miş. Karraz Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işittiğini söylüyormuş : Resûlüllah(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) Medine'yi kasd ederek:

«Her kim bunun halkına bir kötülük eîmek isterse Allah onu tuzun suda eridiği gibi eritir.»  buyurdular.

İbnû Hatim, İbni Yuhannes hadîsinde kötülük kelimesinin yerine şer kelimesini kullanmıştır.

 

(...)  Bize İbni Ebî Ömer rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Süfyan, Ebû Harun Musa bin Ebî İsa'dan rivayet etti. H.

Bize yine îbnî Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Derâverdi, Muhanımed b. Amr'dan naklen rivayet etti. İki râvi hep birden Kbû Ab-diîlah El-Karraz'dan dinlemişler. O da Ebû Hüreyre'yi Peygamber (Saüalkhü A leyhi ve Seileın) den bu hadîsin mislini rivayet ederken dinlemiş.

 

494- (1387) Bize Kutaybetirbnü Sâid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hatim yani İbni İsmail, Ömer b. Nübeyh'den rivayet etti. (Demiş İd) : Bana Dinar El-Karraz haber verdi. (Dedi ki) : Sa'd b. Ebî Vakkâs'ı şöyle derken işittim: Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;

«Her kim Medine halkına bîr kötülük etmek isterse, Alîah onu tuzun suda eridiği gibi eritir.»   buyurdular.

 

(...) Bize Kutaybetû'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsmâîî yâni îbnî Câ'fer, Ömer b. Nübeyh El-Kâ'bi'den, o da Ebû Abdillah EI-Karrâz'dan naklen rivayet etti. Karrâz, Sa'd b. Mâliki şöyle derken işit­miş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeHem) yukarki hadîsin mislini buyur­dular.

Yalnız Sa'd : «Her kim Medine halkına bir gaile çıkarmak yahud kö­tülük etmek isterse...» demiştir.

 

495- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : BUe Ubeydûllah bin Musa rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Usâmetû'bnü Zeyd, Ebû Abdillah El-Karraz'dan naklen rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Karrâz'i şöyle derken işittim : Ben Ebû Hüreyre ile Sa'd'ı şunu söylerlerken din­ledim :  ResûlüHah   (SaUallahü Aleyhi ve Selîenı) :

«Yâ Rabbi! Medînelilere Ölçeklerinde berekeî ihsan ey!e...;> buyurdu­lar. Râvi hadîsin tamamını rivayet eyledi. Bu hadîsde :

«Her kim Medine halkına bir kötülük yapmak isterse, Allah onu tuzun suda eridiği gibi erirtr»  cümlesi de vardır.

Bu hadîsin Sa'd b, Ebî Vakkas (Radiyaiiahu anh) rivaye­tini Buhâri «Fedâilû'l-Medîne» bahsinde biraz lâfız farkı ile tahric etmiştir.

Hadisin bütün rivayetleri Medine halkına kötülük etmek istiyenlerin tuzun suda eridiği gibi, muzmahil ve perişan olacaklarını bildirmektedir. Mütecasirlerin böyle bir azaba duçar olmaları pek büyük bir günah ir-tikab ettikleri içindir.

Nesâî'nin Sâib b. Kallâd 'dan merfû olarak rivayet et­tiği bir hadîste :

«Her kim Medine halkını zulmederek korkutursa, Allah da onu kor­kutur ve Allah'ın laneti üzerine olur...:> buyrulmuştur. Buna benzer baş­ka bir hadîsi İbni Hıbbân, Hz. Câbir (Radiyaiiahu anh)'dan rivayet etmiştir.

Nevevî'nin beyanına göre Medine halkına kötülük etmek isteyenlere Allah Teâlâ hiç bir zaman imkân vermemiştir. Nitekim Be­nî Ümeyye zamanında Müslim bin Ukbe böyle bir ma­ceraya atılmış, fakat Medine 'den dönerken helak olmuştur. Arka­sından onu gönderen Yezîd b. Muâviye dahi aynı akıbete uğramıştır.

Ulemâdan bazılarına göre bu hadîsten murad : Medîne halkının gafil bulunduğu bir sırada onlara hile ve kötülük yapmak isteyenlere Allah Teâlâ bunu yaptırmaz demektir. Hadîs-i şerîf'den Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin hayatında Medineliler'e kötülük etmek isteyenler kasdedilmekte muhtemeldir.

Teşbihin vechine gelince : İlimleri çok ve kalbîeri temiz olan Medine halkı suya; onlara kötülük yapmak isteyenler de tuza benzetilmişlerdir. Zira tuz suyu ifsat edeyim derken nasıl kendisi eriyip biterse, kötülük yapmak isteyenlerin hileleri de kendilerine racidir.

 

90- Şehirler Fethedildiği Zaman Medine’de Yaşamaya Teşvik Babı

 

496- (1388) Bize. Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet .etti. (Dedi ki).. : Bize Vekî', Hişam b. Urve'den, o da babasından, o da AbduIIab ta Zü-beyr'den,  o  da   Süfyan   b.   Ebî  Zûheyr'dea  naklen   rivayet, etti.  Sübyan

şöyle demiş: Resûlüîîah   (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellepi) :

, «Şam fetb edilecek ve Medine'den bir kavim çıkarpk o,ileieriyk (oraya) sökün edeceklerdir. Halbuki bİİmİş olsalar Medine kendileri için dghq ha­yırlıdır. Sonra Yemen feth. edilecek, yine Medine'den bir ,kavim çıkarak aileleriyle (orayGİ sökün edeceklerdir. Halbuki bilmiş olsalar Medine ken­dileri için daha hayırlıdır. Sonra Irak feth edilecek Medine'den yine -bir kaym çıkarak aileleriyle (.oraya) sökün edeceklerdir. Holbuki bilmiş olsa­lar Medîne kendileri için daha hayırlıdır.»   buyurdular.

 

497- (...) Bize Muhammed" b. Râfi' rivayet etti." (Dedi ki) : Bize Abdürrazzafc rivayet etti. (Dedi'ki) : Bize İbrîî Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Hişam b. Urve, babasından, o da Abdullah b. Zübeyr'den. o da Süfyan b. Ebî Züheyr'den naklen haber verdi. Süfyan şöyle demiş : Re-sû\ü\lah(SalialiahüAleyhiveSeilem)'i şöyle buyururken işittim:

«Yemen feth edilecek ve bir kavim sökün ederek gelecekler; aileleri ve kendilerini dinleyenlerle (oraya) taşınacaklardır. Halbuki bilmiş olsalar Medine onlar İçin daha hayırlıdır. Sonra Şam feth edilecek, yine bir kavm sökün ederek gelecekler, aileleri ve kendilerini dinleyenlerle (oraya) taşı­nacaklardır. Halbuki bilmiş olsalar Medine onlar için daha hayırlıdır. Son­ra Irak feth edilecek ve yine bir kavim sökün ederek gelecekler; aileleri ve kendilerini dinleyenlerle (oraya) taşınacaklardır. Halbuki bilmiş olsalar Medine onfar için daha hayırlıdır.»

Bu hadisi Buharı iîe Nesâî dahi «Hacc» bahsinde muh­telif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîsdeki kelimesi şekillerinde

de okunmuştur. Mânâsı dahi ihtilaflıdır. Bâzılarına göre aileleriyle taşı­nırlar demektir. İbrahim Harbi 'ye göre bu kelime başkalarını bolluk memleketlere çağırırlar mânâsına gelir. Ebû Ubeyd sevk ederler mânâsına geldiğini söylemiştir.

Başka memleketleri zinetli gösterip sevdirmek ve oraya göç etmeğe davet etmek mânâsına geldiğini söyleyenler de vardır. Nitekim bu mânâ­yı teyid eden hadîsler de vardır.

Nevevî : «Doğrusu bu kelimenin mânâsı Medine'den aile­siyle çıkarak süratle bolluk yerlere ve yeni feth edilen şehirlere gitmek­tir» diyor. İmamı Ahmed'in Müsned'inde Hz. Câbir (Radiyallahû anh) 'dan tâhric ettiği bir hadîs de bu mânâyı teyid etmektedir. Mezkûr hadîste :

«Medine halkına öyle bir zaman gelecek ki, o zaman insanlar bolluk aramak için etraf köylere dağılarak bolluk bulacaklar, sonra gelerek aile­leriyle oralara taşınacaklardır. Halbuki bilmiş olsalar Medîne kendileri İçin daha hayırlıdır» buyrulmuştur. Mezkûr hadîsin isnadında Abdullah b. Lehîa vardır. Bu zat hakkında söz edenler olmuşsa da İmara-ı Ahmed   onun hadîsini kabul etmiştir. Bu gibi hadîsler mutebeatta

zararsız sayılır.

Babımız hadîsi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin bir mûcizesidir. Çünkü Şam, Yemen ve Irak 'm feth edilecek­lerini ve halkın Medîne'yi bırakıp oralara gideceklerini haber ver­miş. Mezkûr memleketler hadîsdeki tertip üzere feth edilmişler, halk da oralara göçmüşlerdir. Halbuki Medîne'de yaşamanın faziletini bil­seler bunu yapmazlardı. Çünkü Medîne Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)nin haremi, vahyin mahalli ve bereketlerin bol olduğu bir yerdir. Dünyanın üç mescidinden biri olan Mescid-i Nebevî ora­dadır. Medine'de yaşayanlar bu sevabı başka yerde bulamazlar.

Şu kadar var ki, ticaret ve cihad gibi bir sebeple Medine 'den çıkanlar bu hadîsin mânâsında dahil değildirler. Hadîs-i şerif Medîne'yi beğenmeyerek terk edenler hakkındadır.

Bu hadîs Medîne'de yaşamanın ve orada maişet sıkıntılarına katlanmanın faziletine delildir.

 

91- Medine Halkının Onu Terkedecekleri Zaman Medine Hakkında Bir Bab

 

498- (1389) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Safvân, Yûnus b. Yezid'den rivayet etti. H.

Bana Harmeletû'bnû Yahya dahi rivayet etti. Bu lâfız onundur. (De­di ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'-dan, o da Saîd b. El-Müseyyeb'den naklen haber verdi. Saîd, Ebû Hü-reyre'yi şöyle derken işitmiş: ResûlüIIah (SallaHchü Aleyhi ve Sellem) Me­dine için:

«Onu halkı olanca hayriyle rızk arayanlara yâni kurtlara, kuşlara güzergâh olarak mutlaka terk edeceklerdir.»  buyurdular.

Müslim der ki : Buradaki Ebû Safvân, Abdullah b. Abdil Melik'dir. Bu zât İbnû Cûreyc'in on sene terbiyesi altında bulundurduğu yetimidir.

 

499- (.. ) Bana Ab dul Melik b. Şuayb b. Leys rivayet etti. (Dedi ki} rBaıta hakanı, dedemden rivayet etti, {Demiş ki) : Bana UkayI b. Hâ-lid, İîını Siliab'dan rivayet eti. İbni Şihab şöyle demiş: Bana Saîd El-MÜseyyVb SuıIkt verdi ki, Ebû Hüreyre şunu söylemiş: Ben Kesûlüllah {SuUcA'uüiit Aleyhi ve SeUem)'i:

«Medîne'y: olanca haynyîa terk edecekler. Onu rızk arayanlardan yâni kurtlcric kuşlardan başka dolaşan olmiyacak, sonra Müzeyne'den iki çoban çıkarak Medine'ye gitmek isteyecekler; Koyunlarına seslenecekler. Fakat Medine'yi bomboş bulacaklar. Nihayet Senİyyetûi veda denilen ye­re vardıklarında (onlar do) yüzleri üstü düşe (rek öle) cekier» buyururken işittim.

Bu hadîsi Buharı Medine 'nin faziletleri bahsinde tahric etmiştir. İkinci rivayetteki kelimesi şeklinde de

okunmuştur. Hatta rivayetlerin ekserisi bu şekildedir. Ancak «sîz bırakırsınız» mânâsına gelen bu sığadan murâd muhatablar değildir. Me­dine'yi terk edecek olanlar hemşehrileri ve kendi nesillerinden gelecek­leri   için   bu. suretle   hitab   buyrulmuştur.   Kurtubî   gaib   sığasını   yani öyle şeklini tercih etmiştir.

Avâfi: Afinin cemidir. Âfî, bir iyilik istemeğe gelen  demektir. Hadîs-i şerifte Avâfi kurtlar ve kuşlarla tefsir edilmiştir. İbni Cevzî'ye avâfî kelimesinde iki mânâ vardır. Birinci mânâ yiyecek istemek, ikincisi ıssız yerdir. Zira kurtlar kuşlar ıssız yeri-tercih-. ederler*

Kaadî Iyâz'in beyanına göre bir mucize" olan bu hadîs-i şe­rifin haber verdiği şeyler daha o zaman vuku bulmuştur. Medine-i Münevvere hilâfet merkezi olmuş, bu suretle herkes oraya can atmış ve dünyanın en mamur yerlerinden biri haline gelmiştir Sonra hilâfet .Şam'a daha sonra Irak 'a intikal edince Medîne‘yi bedeviler istilâ etmiş, fitnelerle şehir harab olmuştur. ,. Neticede oratia vahşî hayvanlarla yırtıcı kuşlar gezmişlerdir. Bazı tarihçiler dahi fitne­ler dolayısiyle Medine 'nin boşaltıldığını ve mahsulâtının kurtlara kuşlara kaldığını kaydederler.'Sonraları halk yine Medine 'ye, dön­müştür. Medine 'nin halı kaldığı sıralarda Mes'cid-i Nebevî'de köpeklerin dolaştığı rivayet olunur. Kaadî 1yâz: «Bü­tün bunlar birinci asırda olup bitmiştir; bu Yeygâmb^r^fSaJlallahü Aleyhi ve Seîlem)'m mucizelerin dendir» diyor. Fakat Nevevî'ye göre- Me­dine'nin terk edilmesi âhır zamnda kıyamete yakın vuku bulacaktır. Nitekim M-üz.eyne kabilesinden iki çobanın Medine'yi vahşî hayvanlar istilâ .ettiğini görmeleri vak'ası da bunu teyid eder.

El-Mühp11eh : «Bu haüîsdt- 'Medine'nin kıyamete kadar mesken olarak kalacağına delil var diyor.

M'üzeyne kabilesinden çıkan rkı çoban -Medinede ölecek son insanlardır. Bunu Hz. Ebû Hüreyre'nin rivayet ettipi şu hadîs izah etmektedir: <>En son hasredilecek iki adam vardır. Bunların biri Müzeyne'den. diğeri Cüheyne kabîlesindendîr. -Bu iki şahıs acaba İnsanlar nereye, gi"  diye arayarak Medine'ye gelecek­ler. Fakat orada tilkilerden h; ka bir şey göremiyecekler. Sonra .iki me­lek inerek onları yüzleri üstü yere yatırmak sureliyle canlarını alacak, böylece onları da sair insanlara katacaklardır.» Anlaşılıyor ki çobanlar ruhları kabzedildİkten  sonra  haşrolunacaklardır. ..

 kelimesi şeklinde de rivayet olunmuştur. Ve-hûş insandan hâli bomboş yer demektir. Binâenaleyh çobanlar Medine'yi bomboş insandan hali ıpıssız bulacaklar demektir. Bâzıları bu cümleyi : «Çobanlar koyunlarını vahşî bulacaklar. Bu da ya hayvanlar vahşi hayvana inkılâb etmek yahut çobanların sesinden ürkerek kaçmak suretiyle olacaktır.» deraişlerse de Kaadi Iyâz bu 'mânâyı beğenmemiş cümledeki zamirin Medine'ye ait olduğunu söylemiştir. Bu takdirde mânâ: "Çobanlar Medîne'yi bomboş bulacaklar» de­mek olur.

Seniyetüî veda: Medine 'nin haremi yanında bulunan bir te­pedir. Buna Veda1 tepesi denilmesi Medine 'den çıkanlar ora­ya kadar teşyi' edildikleri içindir.

 

92- Kabirle Minber Arasının Cennet Bahçelerinden Bir Bahçe Olması Babı              

 

500- (1390) Bize Kuteybetû'bnû Saîd Mâlik b. Encs'den, ona Ab­dullah b. Ebî Bekii" tarafından okunan, onun da Abbâd b. Temîm'den, onun da Abdullah b. Zeyd EI-Mâzinî'den rivayet ettiği hadîsler meyanın-da rivayet etti ki, Resûlüllah {Sailallahü Aleyhi ve kellem):

«Evimle minberimin arası cennet bahçelerinden bit' bahçedir.» buyur­muşlar.

 

501- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdül-Aziz b. Muhammed El-Medenî, Yezîd b. Haad'dan, o da Ebû Bekir'den, o da Abbaad b. Tenıim'den, o da Abdullah b. Zeyd El-Ensarî'den naklen haber verdi ki. Abdullah Resûîüilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i :

«Minberimle evimin acası cennet bahçelerinden bir bahçedir.» buyu­rurken işitmiş.

Bu hadîsi Buharı «Namaz» bahsinde; Nesâî «namaz» ve «Hacc» bahislerinde tahric etmişlerdir.

Bazı nüshalarda «Evim» yerine «Katrinı» denilmışse de Aynî sahih rivayetin «Evim» olduğunu söylemiştir. Zeyd b. Eşlem kabir kelimesinin evin tefsiri olduğuna kaildir. Bu hadîs :

«Hücremle minberimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir» şek­linde de rivayet olunmuştur.

Utem'â hadîs-i şerife iki türlü mânâ vermişlerdir. Birinci kavle göre tayin buyrulan bu yer olduğu gibi cennete nakledilecektir. İkinci kavle göre, o yerde yapılan ibâdet sahibini cennete götürecektir. Resûîüîlah (Saîlallafıü Aleyhi veSeüem) in kabri şerifi hücresinde olduğu için bu bab-daki rivayetler mânâ itibariyle birdirler.

Resûîüîlah (Sallallahi Aleyhi ve Sellem) Efendimizin tahdîd buyurduğu mübarek yere bahçe denilmesi kabri şerifini ziyarete gelen ins, cin ve meleklerin orada ibâdet ve zikirde bulunmalanndandır. Bu yerden maada aynen cennetten olduğu bildirilen hiç bir yer yoktur. Bundan dolayıdır ki, Hattâbî : «Bu hadîsin mânâsı Medine 'nin en faziletli yer olduğunu bildirmektir» demiştir.

 

502- (1391) Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. El-Müsennâ rivâyet ettiler. (Dediler ki) : Bize Yahya b. Saîd, Ubeydüliah'dan rivayet etti.  H.

Bize İbnû Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeyduîlah, Hubeyb b, Abdırrahman'dan, o da Hafs b. Âsım'dan, o da Ebû Hüreyre'den nakîen rivayet eyledi ki, Kesûlüîlah

«Evimle minberimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minbe­rimle havzsmın  üzerindedir.» buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhâri «Namaz», «Hacc», «Havz» ve «İ'tisam» ba­hislerinde tahric etmiştir.

Ebû Ömer İbni Abdilberr 'in beyânına göre bu bafada münker bir hadîs de vardır. Mezkûr hadîsi Abdu1 Melik b. Zeyd Et-Tâî, Saîd b. El-Müseyy eb'in azatlısı Atâb. Zeyd 'den, o da Saîd b. El- Müseyyeb 'den. o da Hz. Ömer    b. Hattâb 'dan naklen rivayet etmiştir. Hadîs'şudur:

Resûlüllah (SaUallaJıü Aleyhi ve Sellem) :

«Kabrimle minberimin arası ve kabrin direği, cennet bahçelerinden bir bahçedir» buyurdular.    İbni    Abdilberr:

«Bu hadîs uydurmadır; onu Abdül Melik uydurmuştur»  diyor.

Yine bu babda Nesai, Süheyl b. Sâ'd'dan, Taberânî, Sa'd b. Ebî Vakkas 'dan, Ziyâ-i Makdisî, Ebû Bekrisıddık (Radiyallahu anh) 'dan Heysem-i Şâşî, Câbir ile İbni Ömer hazerâtından hadîsler rivayet et­mişlerdir.

«Minberimde havzırmn üzerindedir» cümlesi Hz. Ebû Zerr'in rivayetinde yoktur.

Havzdan murâd Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin Havzı Kevser 'dir. Ekser Ulemâya göre Allah Teâlâ Hz.leri Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel!cm}'m dünyadaki minberini Havzı Kevser 'inin üzerine kuracaktır. Kaadî lyâz: «Bu hadîsten anlaşılan en açık mânâ budur» demiştir. Mamafih «Havzı kevserin üze­rinde başka bir minber bulunacaktır.» diyenler de vardır. Havz babında İbni Abdilberr'in mütalâası şudur : Havzı Kevser'e îman etmek ulemâya göre farzdır. Bid'at ve dalâlet fırkalarından hari­cîlerle Mutezile havz, şefaat ve Deccâ1'a inanmazlar. Biz onların bid'atlarmdan Allah'a sığınırız.

RçşvliUlah(Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'in kabriyle minberinin arası ba­zılarına göre elliüç arşın, bazılarına göre elüdört arşından biraz ziyade­dir. Elli  arşından biraz noksandır diyenler de vardır.

Hadîs-i şerîf Medine'de yaşamayı teşvik etmektedir.

 

93- Uhud Bizi Seven Bir Dağdır Biz de Onu Severiz.» Hadisi Babı

 

503- (1392) Bize Abdullah b. Me&lemete'l-Ka'nebî rivayet etti. (De­di ki) : Bize Süleyman b, Bilâl, Amr b. Yahya'dan, o da Abhas b. Sehl es-Sâidî'den, Ebû Humeyd'den naklen rivayet etti. Ebû Humeyd : «Te-bûk gazasında ResûlüİIah iSalkıUdüi Aleyh: w SelLerr,i ile birlikte yola çık­tık» diyerek hadisi rivayet etmiştir. Bu hadısde şu cümleler de vardır : -Sonra yola revan olduk. Vâdil-Kura'ya geldiğimiz vakit ResûlüİIah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

«Ben acele ediyorum. İmdi sizden kim isterse benimle birlikte acele gelsin; dileyen kalsın» buyurdular. Bunun üzerine yola çıktık. Medine'ye yaklaşınca ResûlüİIah (Sallülicüıü Aleyhi ve Sellem) :

«İşte Medîne! ve işte Uhud!.. Uhud bizi seven bir dağdır. Biz de onu severiz.»  buyurdular.

 

504- (1393)' Bize Ubeydullah b. Muaz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Kuıretû'bnu Hâlid, Katade'den, ri­vayet etti. (Demiş ki) : Bize Enes b. Mâlik rivayet etti. (Dedi ki) : Re-sûlüllab  (Sallollahii Aleyhi ve Seilem) :

«Gerçekten Uhud bizi seven bir dağdır; biz de onu severiz» buyur­dular.

 

(...) Bu hadîsi bana Ubeydullah b. Ömer El-Kavârîrî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Haremi, b. Umara rivayet etti. (Dedi ki),; Bize Kuru-. Katade'den, o da Enes'den naklen rivayet eyledi. Enes şöyle demiş :. K- -sûlvllahfSallaUahü Aleyhi ve,Seile.m) Uhud!a bakarak :        

«Şüphesiz ki Uhud bizi seven bir dağdır; biz de onu severiz», buyur­dular.        

Bu hadîsi Buhâri, «Meğazi», «Cihad», «Hac», «Ehadîsül .Enfiye.» ve «iti'sam» bahislerinde, Tirmizî «Menâkibi»de muhtelif râvı-lerden tahric etmişlerdir.

Buharı 'nin rivayetine göre Resûlüllah (Saîlaîlahii Aleyhi ve Sel'ayi bunu 'Hayber gazasından dönerken Uhud dağını gördükte söy­lemiştir. Kirmâni'ye göre Uhud dağının sevmesinden murâd orada yaşayanların yâni Medîne1iler'in sevmeğidir.1 Maamâfih sevgiyi hakikaten Uhud dağına isnad etmek de caizdir. ÇüîlKü Allah Teâlâ her şeye kadirdir. Dağda Resulü Zîşân'ına.- sevgi halk edebilir.

Hattâbî ise sevgi ve nefret gibi şeylerin dağa hakikat olarak değil, ancak orada yaşayanlardan kinaye olmak üzere isnâd. edilebilece­ğine kail olmuş ve hadîsten murâd Ensârı kirâm'ı medhû se,nâ olduğunu-bildirmiştir. Bu takdirde hadîs mahalli zikir hâili murâd kabilinden me­caz-! mürsel olmuş olur.

Nevevî'ye göre sahih olan mânâ Uhud dağının Peygamber. (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizi sevmesidır. Çünkü Allah Teâlâ ona idrak ve temyiz halk etmiştir.

«Vâdil Kura' Medine ile Şam arasında bulunan bir vadi­dir. Medine 'nin mülhakatmdandır. Buna Vâdil Kura "yâni köyler vadisi denilmesi vaktiyle baştan başa köylerle dolu bulunduğu içindir. Fakat bugün bunların hepsi harab olmuştur. Vadiden akan bü­tün sular boş yere zayi olup gitmektedir. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sel'rm)  bu vâdîyi  Hayber'den dönüşte feth etmişti.» [14]

 

94- Mekke ve Medine'nin İki .Mescidinde Namaz Kılmanın Fazileti Babı  

 

505- (1394) Bana" Amrû'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb rivayet etti­ler. Lâfız Amr'mdir. (Dediler ki) : Bize Süfyan bin Uyeyne, Zührî'den, o da Saîd b. El-Mû'seyyeb'den. o da Ebû Hüreyrerden, o da Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Se!!em)'den naklen rivayet etti. Peygamber (Sallnllahü Aleyhi ve SeHem) :

«Benim şu mescidimde kılınan bir namaz, sair mescidlerde kılınan bin namazdan efdaldır. Yalnız Mescid-i Haram müstesna.»  buyurmuşlar.

 

506- (...) Bana Muhammed b. Rafi' ile Abd b. Hameyn rivayet et­tiler. Abd (Ehberanâ) ibnû Rafi' ise (Haddesenâ Abdürrezzâk) tâbirle­rini kullandılar. (Abdürrezzâk demiş ki) : Bize JVIa'mer, Zühri'den, o da Saîd b. El-MüseyyeVden, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah  (SallallaJıü Aleyhi ve Sellem) :

«Benim şu mescidimde kılınan bir namaz, başka mescidlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır; yalnız Mescid-İ Haram müstesna.» buyur­dular.

 

507- (...) Bana İshak b. Mensur rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsâ b. Münzir Eî-Hımsî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Harb ri­vayet etti. (Dedi ki) : Bize Zübeydî, Zühri'den, o da Ebû Selemete'bnü Abdirrahman ile Cüheynilerîn azatlısı Ebû Abdillah El-Eğarr'dan naklen rivayet eyledi, Ebû Abdillah Hz. Ebû Hüreyre'nin ashabındanmiş. Bu iki zat Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmişler :

«Resulüllah (Saliallahii Aleyhi ve Sellem) 'in mescidinde kılınan bir na­maz başka mescidlerde kılınan bin namazdan daha faziletlidir; yalnız Mescid-i Haram müstesna! Çünkü Resûiüllah (Sallallahü•Aleyhi've Seller.) peygamberlerin sonuncusudur. Onun mescidi de mescidlerin sonuncu­sudur.»

Ebû Seleme ile Ebû Abdillah (Demişler ki) : «Biz Ebû Hüreyre'nin ResûiüllahfSöi/a//û/îw Aleyhi ve Seüem)'in hadîsini söylediğinde şüphe etme­dik. Bu da hadîs hakkında Ebû Hüteyre'den isbat istememize mâni oldu. Ebû Hüreyre dünyadan gidince bunu aramızda müzakere ettik. Şayet hadîsi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den işittiyse bu hususta Ebû Hüreyre'ye söz edip niçin hadîsi ona isnad ettirmedik diye birbirimizi müâhaze eyledik. Biz bu halde iken yanımıza Abdullah b. İbrahim b. Kaarız oturdu. Kendisine bu hadîsi ve hadîs hakkında Ebû Hüreyre'nin nassan Peygamber (Sailalhhü A İeyhi ve Sellem) 'den rivayeti hususunda yaptı­ğımız kusuru anlattık. Bunun üzerine Abdullah b. İbrahim bize şunu söy­ledi : Şehadet ederim ki, ben Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işittim :

«ResûlÜUah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Çünkü ben Peygamberlerin sonuncusuyum; Mescidim de mescidlerin sonuncusudur.»   buyurdular.

 

508- (...) Bize Muhammed b. El-Müsenna ile îbni em Ömer hep birden Sekafî'den rivayet ettiler. İbnü't-Müsennâ (Dedi ki) : Bize Ahdûl-Vehhâb rivayet etti.  (Dedi ki) : Yahya b. Saîd'i şunu söylerken işittim :

Ebû Sâlih/a sordum. Sen Ebû Hüreyre'yi Resûiüllah (Saliallahii Aleyhi ve Sellem)in Mescidinde kılınan namazın faziletinden bahsederken duy­dun mu? dedim. Ebû Salih şu cevabı verdi:

Hayır! Lâkin bana Abdullah b. İbrahim b. Kaarız haber verdi ki, kendisi Ebû Hüreyre'yi : ResûlüIIah (SalluUahü Aleyhi ve Sellem) :

«Benim şu mescidimde kılınan bir namaz başka mescidi erde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır, Yahut başka mescidlerde kılınan bin namaz gibidir. Meğer ki o başka mescid, Mescid-İ Haram oIci:> fcuyurdular, diye rivayet ederken işitmiş.

 

(...) Bana bu hadîsi Züheyr b. Harb ile Ubeydûllah b. Saîd ve Mu-hammed b. Hatim dahi rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Yahya El-Kat-tân, Yalıya b. Saîd'den bu isnadla rivayette bulundu.

 

509- (1395) Bana Züheyr b. Harb ile Muhammed b. EI-Müsennâ ri­vayet ettiler, (Dediler ki) : Bize Yahya yâni El-Kattan, UbeydûUah'dan rivayet etti.   (Demiş ki) :  Bana Nafi', İlmi  Ömer'den, o da  Peygamber

(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen haber verdi ki:

«Benim şu mescidimde kılınan bir namaz başka mescidde kılınan bin namazdan daha faziletlidir. Yalnız Mescidi Haram müstesna.» buyur­muşlar.

 

(...) Bize bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İîhnû Nüm ey r ile Ebû Usâme rivayet ettiler. H.

Bize btı hadîsi İhnû Nümeyr dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. H.

Bize bıu hadîsi Muhammed b. El-Müsennâ dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Afcdûl Nehhab rivayet etti. Bıu râvilerin hepsi bu ignadla Ubeydûllah'dan   rivayette bulunmuşlardır.

 

(...) Bana İbrahim b. Musa rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni E'-î Zaide, Musa El-Cüheni'den, Nafi'den, o da İbni Ömer'den naklen haber verdi.

İbni Ömer: «Ben Resûlüllah (Sallalkhü Aleyhi ve Sellem)'i bu hadîsin mislini söylerken işittim.» demiş.

 

(...) Bize bu hadîsi İbni Ebî Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdûrrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'meır, Eyyûb'dan, o da Na­fi'den, o da İbni Ömer'den, o da Peygamber (Salîallahü A leyhi ve Sellem) den naklen bu hadîsin mislini haber verdi.

Hz. Ebû Hüreyre rivayetini Buhar.i, Tirmizi ve İbni Mâce «Namaz» bahsinde; Nesâî de «Kitabû'1-Hacc» da tahric etmişlerdir.    İbni    Abdilberr:

«Bu hadîs Ebû Hüreyre 'den hepsi sahîh ve sabit olan mü-tevâtır tarîklerle rivayet olunmuştur.» diyor. Tirmizî onu tahric ettikten sonra :

«Bu babda Ali, Meymûne, Ebû Saîd, Cübeyr b. Mut'ım, Abdullah b. Zübeyr, İbni Ömer ve Ebû Zer   hazerâtmdan da rivayetler vardır.

Buhârî şârihi    Aynî    bunları şöyle sıralamıştır :

1- Hz. A1î hadîsini Bezzâr Müsned'inde rivayet etmişfir.

2- Meymûne (Radiyallahu cnh) hadîsini    Müslim   ile Nesâî ,  Hz. İbni Abbas 'dan rivayet etmişlerdir. Hadîs-i şerif az sonra babımızda görülecektir.

3- Ebû  Saîd (Radiyaltahu anh) hadisini, Ebû  Ya'1â  El -Mevsı1î   «Müsned»inde rivayet etmiştir. Bu hadîsde :

«Resûlüllah (Saîlaliûhü A leyhi ve Sellem) fcir zatı uğurladı da nereye git­mek İstiyorsun diye sordu. O zât:

  Beyt-i Makdis'e gitmek istiyorum, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Scı'lallahii Aleyhi ve SeUcm);

  Benim şu mescidimde kılınan bir namaz başka mesciellerde kılınan yüz namazdan daha faziletlidir. Yalnız Mescid-i Haram müstesna.» buyur­dular, denilmektedir. Hadîsin isnadı sahîhdİr.

4- Cübeyr b. Mut'ım (Radiyallahu anh) hadîsini îmamı   Ahmed,   Bezzâr    ve   Ebü Ya'lâ  «Müsned»lerinde; Taberâni   «El-Kebîr» nâm eserinde rivayet etmişlerdir.

5- Abdullah b. Zübeyr (RadiyaUahü anh) hadîsini  İma­mı Ahmed, Taberânî ve İbni Hibbân    rivayet et­mişlerdir.

6- İbni Ömer (Radiyallahu anh) hadîsini  Müslim ile İbni   Ma'ce tahric etmişlerdir. Nitekim babımızda bu hadîsi gör­mekteyiz.

7- Ebû Zer (Radiyallahu anh) hadîsini  Taberânî «EI-Evsât» nam eserinde rivayet etmiştir. Bunlardan mâada yine bu babda Erkâm b. Ebi'l-Erkâm, Enes, Câbir, Sâd b. Ebî  Vakkas,  Ebû'd-Derdâ ve  Âişe (RadiyaUahü anha) hazerâtmdan da rivayetler vardır :

8- Erkam (Radiyallahu anh} hadisini    İmam    Ahmed    ile Taberânî    rivayet etmişlerdir.

9- Enes (Radiyallahu anh) hadîsini    Bezzâr ile  Taberânî tahric etmişlerdir. Hz. Enes'ten İbni  Mâce de rivayette bu­lunmuşsa da iki hadîs arasında sevab bildirme hususunda fark vardır.

10- Câbir (Radiyallahu anh) hadisini    İbni Mâce  rivayet etmiştir.

11- Sâd b. Ebî  Vakkâ sfRadiyatlahu anh) hadîsini İma­mı Ahmed, Bezzâr ve   Ebû Ya'lâ   rivayet etmişlerdir.

12- Ebû'd.Derdâ (RadiyaUahü anh) hadîsini    Taberâni tahric etmiştir.

13- Hz. Âişe (Rüdiydlahû anha) hadîsini  Tirmizî    «El-İielû'l-Kebîr» adlı eserinde rivayet etmiştir.

Bu hadîslerin ekserisi mânâ itibariyle babımız hadîsleri gibidir. Yal­nız bazılarında sevâb derecesi farklı gösterilmiştir.

Resûlüliah (Sallallahü Aleyhi re Sellem) 'in : «Benim şu mescidim» diye­rek işaret buyurması katlama sevabın onun zamanındaki mescide mah­sus olduğunu gösterir. Sonraları Hulefâ-i Râşidin zama-nındd yapılan ilâvelerde kılman namaz için bu derece sevab yoktur. Nevevî'rıin kavli budur. Fakat Mescid-i Haram böyle değildir. Ona sonradan yapılan ilâvelerde kılman namazın hükmü içinde kılman namaz gibidir.

Hadîs-i şerif'de «Yalnız Mescid-i Haram müstesna» buyrulmak su­retiyle yapılan istisnanın hükmü ulemâ aracında İhtilaflıdır. Mâ1ikiler 'den Ebû Bekir Abdû11ah b. Nafi'a göre bu istisnanın mânâsı : Mescid-i Nebevî 'de kılman namaz sair mescidlerde  kılman  namazdan bin  kat,  Kâbe'de kılman namazdan ise bin kattan biraz aşağı olmak üzere faziletlidir, demektir. Mâliki'ye ulemasından bir cemaatın mezhebleri budur. Hattâ bazıları bu kavli İman-ı   Mâlik 'den rivayet etmişlerdir.

Umumiyetle fukahaya göre Kâbe'de kılman namaz Mescid-i Nebevi'de kılman namazdan daha faziletlidir. Hadîslerin zahiri de bunu göstermektedir. Hattâ Hz. Ömer 'in minber üzerinde : «Mescid-i Haram'da kılman bîr namaz, başka mescidlerde kılman na­mazdan yüzbin derece daha faziletlidir.» dediği ve orada bulunanlardan buna kimsenin itiraz etmediği rivayet olunur.

Ulemânın bu babdaki ihtilâfı Mekke ile Medine 'nin fazi­letleri hakkındaki ihtilâfa racidîr. Cumhur ulemaya göre Mekke Medine 'den faziletli olduğu gibi, Kabe de Mescid-i Ne­bevi'den daha faziletlidir. İmam-ı Mâlik ile bir takım ule­maya göre bilakis Medine Mekke 'den, Mescid-i Ne­bevi  de Kabe 'den faziletlidir.

Kaadî Iyâz: «Ulemâ Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)'m kabrinin bulunduğu yerin dünyanın en faziletli yeri olduğuna, Mek­ke ile Medine 'nin dahi yeryüzünün en faziletli mahalleri bulun­duğuna İttifak etmiş, yalnız kabr-i şerifin yerinden sonra bu iki beldenin hangisi faziletli  olduğunda ihtilâf eylemişlerdir»   demektedir.

Bu yerlerde kılınacak namazdan murad ne olduğu dahi ihtilaflıdır. Hanefilerden Tahâvi'ye göre namazdan murâd farz namazlardır. Şâfiîler'le Mâlikiler ;den bazılarına göre ise farz veya na­file bütün namazlardır.

 

510- (1396) Bize Kutaybetü'bnû Saîd ile Muhammed b. Rumh hep birden Leys b. Sad'dan rivayet ettiler. Kutaybe (Dedi ki) : Bize Leys, Nafi'den, o da İbrahim b. AbdiIIah b. Ma'bed'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet eyledi. İbni Abbâs şöyle demiş : Bir kadın bir hastalığa tutulmuş da : Eğer Allah bana şifa verirse mutlaka gidip Beyt-i Makdis'de namaz kılacağım, demiş. Müteakiben kadın iyileşti, sonra gitmeğe niyet ederek hazırlandı. Derken Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in zev­cesi Meymüne gelerek ona selâm verdi. Kadın da o meseleyi ona haber verdi. Meymûne (ona) : Otur da yaptığın yemeği ye! ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeilemYın mescidinde namaz kıl. Çünkü ben Resûlüllah (Sallcllalü A leyhi ve Sellem) î :

«Bu mc-sctdde kılınan bir namaz, başka mescidlerde kılınan bin na­mazdan daha faziletlidir; yalnız Kabe'nin mescidi müstesna!»buyururken işittim, dedi.

Hadîs uleması bu hadîsin isnadı sebebiyle İmamı Müslim'e itirazda bulunmuşlardır. Çünkü onlara göre hadîsin isnadında İbni Abbâs Hazretleri yoktur. Onu burada zikretmek bir vehimden iba­rettir. Buhârî dahi onun senedinde İbni Abbâs'ı zikretme-miş, bilâkis senedde onun zikredilmesinin doğru olmadığını söylemiştir. Mamafih Nevevî bu rivayetinde doğru olmasını da muhtemel gör­müş :  «Hadîsin metni ise bil-ittifak sahîhdir»  demiştir.

Hadîs-i  şerîf hüküm itibariyle ondan evvelki rivayetler gibidir.

 

95- Üç Mescdiden Maada Hiç Bir Mescidi Ziyaret İçin Yola Çıkılmayacağı Babı

 

511- (1397) Bana Amru'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb hep birden İbni Uyeyne'den rivayet ettiler. Amr (Dedi ki) : Bize Süfyân, Zührî'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sû/ta//afr w Aleyhi ve Sellem) 'e ulaştırmak suretiyle rivayet etti.

«Uç mescİdden maada hiç bir mescidi ziyaret için yola çıkılmaz, bun­lar : Benim şu mescidim, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksâ'dır.» buyur­muşlar.

 

512- (...) Bu hadîsi bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdüla'lâ, Ma'mer'den, o da Zührî'den bu isnâd ile ri­vayette bulundu. Şu kadar var ki o: «Sefer üç mescide yapılır.» dedi.

 

513- (...) Bize Hârûn b. Saîd el-Eylî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Abdülhamîd b. Ca'fer rivayet etti. Ona da Imrân b. Ebî Enes, ona da Selmân-ı Egarr rivayet etmiş, Selmân da Ebû Hüreyre'yi haber verirken dinlemiş ki, Resûlüllah (Saîlaîlahü A leyhi ve Seilem) :

«Sefer ancak üç mescide yapılır : Mescicf-i Kâ'be'ye, benim mescidime ve Mescİd-i lliyâ'ya.» buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhârî ile Nesâî «Namaz» bahsinde; Ebû Dâvûd «Hacc» bahsinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.

Bu babda Hz. Ebû Hüreyre 'den mâada Busrâ, Ebû-busra ve Abdullah b. Amr (Radiyallahu cmh) Hazerâtmdan da hadîsler rivayet olunmuştur.

Taberânî'nin Hz. Ebû Hüreyre 'den rivayet ettiği bir hadîste : «Sefer ancak üç mescide yapılır. Bunlar Mescid-i Hayf, Mescid-i Haram ve benim şu mescidimdir.» buyrulmuştur. Taberânî, Mescid-i Hayf'm yalnız bu hadîste zikredildi-ğini söyler.

Mescid-i Haram 'dan murâd; Kâbe-i Şerif 'edir. Mescid.i Aksa Kudüs 'deki mesciddir. Bu mescid Kabe'-den ya mesafe yâhud zaman itibariyle uzak olduğu için ona en uzak mâ­nâsına gelen Aksa ismi verilmiştir. Bir hadîste Kâbe'yi de Mescid-i Aksa 'nın kuruluşları arasında kırk yıllık zaman bu­lunduğu bildirilmiştir. Hz. Âdem ile Dâvûd (Aleyhlsselarn) ara­sında bundan kat kat fazla zaman geçmiş olmasına bakarak bazıları bu hadîsi müşkil görmüşlerse de kendilerine şöyle cevap verilmiştir: Her iki mescidin temellerini melekler atmıştır. İki temel atma arasında kırk yıl­lık zaman vardır. Sonra Hz. Dâvûd ile Süleyman (Alevhisselam) Mescid-i Aksa 'nın binasını yapmışlardır. Nitekim İbra­him (Aleyhisselam) da Kâbe'yi bina etmiştir. Bazıları bu mescide, Mescid-i Aksa denilmesi Medîne mescidine uzak olduğu içindir demişlerdir. Zira    Medîne-Mekke'ye uzaktır.   Kudüs ise daha da uzakta bulunmaktadır. İşte Aksa isminin verilmesinin vech: budur. Yerinin yüksekliğine bakarak bu ismin verildiğini de söyli-yenlcr vardır.

Mescid-i    Hayf ,    Mina 'dadır. Cümlesinin asıl mânâsı; semerler bağlanmaz, demektir. Bu söz yola çıkmaktan ki­nayedir. Çünkü sefere çıkmak için binilecek hayvana semer vurmak lâ­zım gelir. Maksad herhalde sefer olduğu için muhtelif vâsıtalara binmek­le yürüyerek gitmek arasında mânâca fark yoktur.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :

 

1- Hadîs-i şerif zikri geçen üç mescidin fazilet ve meziyetlerine delildir. Çünkü bunlar Peygamberânı ızâm (Sallallahil Aleyhi ve SelIem) ha-zerâtmın mescidleridir. Mescid-i   Haram   müsîümanlarm kıb­lesi ve hacc ettikleri yerdir.   Mescid-i    Nebevi    takva üzerine kurulan mesciddir.  Mescid-i    Aksa   da geçen ümmetlerin kıb-lesidiı

 

2- Bu üç mescidden mâada herhangi bir mescide gitmek için yola çıkılmaz. Ancak ulemâ bunun sebebi hususunda ihtilâf etmişlerdir. Nevevî'ye göre bu hadîsin mânâsı : «Mezkûr üç mescidden başka bir mes­cide gitmekte fazilet yoktur.» demektir. Nevevî  bu kavli cumhu­ru ulemâdan nakletmiştir.

İbni Battâ1 ( - 444) bu hadîsin ulemâya göre mezkûr üç mescidden başka bir yere gitmeyi nezreden kimseler hakkında varid ol­duğunu söylemiştir. İmamı Mâlik 'e göre bir kimse ancak vası­tayla gidebileceği bir mescidde namaz kılmayı nezretse o namazı bulun­duğu yerde kılar. Yalnız nezrettiği mescid Kâbetüllah yâhud Mescid-i Nebevi veya Mescid-i Aksa ise beheme­hal craya gitmesi icab eder.

Nevevî'nin beyânına göre bu üç mescidden başka bir mescidde namaz kılmak veya başka bir ibâdette bulunmak için nezreden kimseye o mescide gitmek lâzım değildir. Bu hususta ulemâ arasında ittifak var­dır, Çünkü sair mescidlerin birbiri üzerine rüchanı yoktur. Binâenaleyh nezrini hangi mescidde îfa etse caizdir. Yalnız İmamı Leys nez­rin tayin edilen mescidde ifasına kail olmuştur. Hanbelîler 'den bir rivayete göre böyle bir nezir rnünakıd olmaz, keffareti yemin vermek îcab eder. Ma1ikîler 'den bir rivayete göre yapılan nezir o mescide mahsus bir ibâdetse oraya gitmek lâzım gelir. Aksi takdirde nezir herhangi bir mescidde ifâ edilebilir. Mâli kîler 'den Muhammed b. Mes1eme'ye göre Kubâ mescidine yapılan nezir ancak ora­da ifâ edilir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her cumartesi günü bu mescide gelirdi.

Ulemâdan bir cemaat babımız hadîsiyle istidlal ederek mezkûr üç mescidden birine yâni Mescid-i Haram'a, Mescid-i Nebevî'ye ve Mescid-i Aksâ'ya gitmeyi nezreden kimse­nin mutlaka oraya gitmesi lâzım geldiğine kaail olmuşlardır. İmam Mâlik, İmamı Ahmed ve İmamı Şafiî 'nin mezheb-lerî budur. Ebû İshâk Mervezî dahi bu kavli ihtiyar etmiş­tir, îmanı Âzam'a göre mutlak surette gitmek vâcib değildir. İmamı Şafiî «Ei-Üm» nâm eserinde Mescid-i Haram'a yapılan nezrin orada ifâsı vâcib olduğuna diğer iki mescide gitmek icab etmediğine kaail olmuştur. İbni El-.Münzir'e göre Hare­meyn denilen Mekke ve Medine mescidlerine gitmek vâ­cib,    Mescid-i   Aksâ'ya gitmek vâcib değildir.

îmam-ı Gazâlî, Mescid-i Hayf'in da Mescid-i Haram   hükmünde olduğunu söylemiştir.

Hanefîler'den bâzılarına göre bu babda Mekke ile Ha­rem-i Şerîf'in şâir cüzleri arasında fark yoktur. Bir kimse Harem-i Şerîî'e yahud Mekke 'ye gideceğine nezretse yahut Harem 'den mâdud Safa, Merve, Mescid-i Hayf , Minâ, Müzdelife, Makâm-ı İbrahim, Zemzem ve saire gibi bir yere gideceğini nezretse Beytûllâh'ı nezretmiş gibi olur. İmam Âzam 'dan bir rivayete göre bunların hepsiyle değil, yalnız Beytullâh'a, Mekke 'ye, Kabe'ye veya Makam-ı İbrahim'e nezretmekle oraya gitmek lâzım gelir.

Ulemâdan bazıları Peygamber (Sallallahü Alheyi ve Sellem) 'in kabrini ziyaret nezreden kimsenin bu nezri  ifası lâzım geldiğini söylemişlerdir.

Kaadî Iyaz ile Şâfiîler 'den Ebû Muhammed Eî-Cûheynî bahsi geçen üç mescidden mâada herhangi bir mes­cide gitmeyi nezreden kimsenin oraya gitmesinin haram olduğunu söyle­mişlerdir. Fakat Nevevî bu sözün yanlış olduğunu bildirmiş ve Şâfiî1er'ce sahîh olan kavle göre nezredilen yere gitmenin haram olmadığını söylemiştir.

Bâzıları babımız hadîsinin mânâsını te'vil ederek : «İtikaf için yal­nız mezkûr üç mescide gidilir» demişlerdir. Selefden bazılarına göre da­hî itikâf yalnız üç mescidde sahih olur.

Aynî 'nin şeyhi   Zeyneddîn'e göre bu hadîse verilecek en güzel mânâ mezkûr üç mescidin hükmüdür. Namaz maksadıyla sair mes-cidlere sefer edilemez. Ama ilim tahsili, ticaret, gezi, sûlahâyı, ihvanı ve meşhur yerleri ziyaret gibi şeyler buradaki nehide dahil değildir. Nite­kim hadîsin bazı tariklerinde bu cihet tasrih buyrulmuştur.

Babımız hadîsimi* dbn rivayetinde zikri geçen   Mescid-i    İlî- Va'dan murâd   Mescid-i    Aksa 'dır.

 

96- Takva Üzere Kurulan Mescid Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Medine'deki Mescidi Olduğunu Beyan Babı

 

514- (1398) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd, Humeyd-i Kaarrât'dan rivayet etti, (Demiş ki) : Ben Ebû Selemete'bnü Abdirrahmân'dan dinledim. (Şöyle dedi) : Yanıma Abdûr-rahman b. Ebî Saîd-i Hudrî uğradı. Kendisine babandan takva üzere ku­rulan mescid hakkında neler dinledin? dîye sordum. Şu cevabı verdi : Babam (Dedi ki) : — Zevcelerinden birinin evinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeVemyin yanına girdim de; Ya ResûlâHah! Takva üzere kuru-lan mescid, iki mescidden hangisidir? diye sordum. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem):

Bir avuç çakıl taşı alarak onları yere vurdu. Sonra Medine mescidini kasdederek :

«O sizin şu mescidin izdir.» buyurdu.

Ben (Abdûrrahman'a) : Şehadet ederim ki, bunu baban anlatırken ben  de işittim, dedim.

 

(...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Sâîd b. Amr El-Eş'arî rivayet ettiler. Saîd (Bize haber verdi) tâbirini kullandı. Ebû Bekir ise: Bize Hatim b. İsmail, Humeyd'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Saîd'den,

o da Feygamher(Salhllahü Aleyhi ve Sellem) 'den bu hadîsin mislini rivayet etti, dedi. Abdûrrahman b. Ebî Saîd'i isnadda zikretmedi.

Bu hadîs-i şerif Kur'ân-ı Kerîm'de takva üzere kurul­duğu bildirilen mescidin Mescid-i Nebevi olduğuna nassan delildir. Müfessirlerden bazıları bunun Kubâ Mescidi olduğunu söy-lemişlerse de hadîs-i şerîf onların kavlini red etmektedir. Resûlüllah (Sallailûhü Aleyhi ve Sellem)'in bir avuç çakıl alarak yere vurması maksadı îzah hususunda mübalağa göstermek içindir.

Ubbî diyor ki : Resûlüllah (Sallallalıü Aleyhi ve Sellem) 'nin avucu ile taş alıp yere vurmasında beyânı geciktirme vardır, denilemez. Çünkü so­rana nisbetle bunda hiç bir gecikme yoktur. Bir de takva üzere tesisatta bulunmak yalnız Medine mescidine mahsus değildir. Bu suâl âyet­teki mescidden hangi mescid kasdediîdiğini anlamak maksadı ile sorul­muştur.

 

97- Kuba Mescidinin ve Bu Mescidde Kılınan Namazla Onu Ziyaretin Fazileti Babı

 

515- (1399) Bize EbÛ Ca'fer Ahmed b. Meni1 rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb, Nâfi'-den, o da İfcni Ömer'den naklen rivayet etti ki, Resû\iil\ah(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)   Küba'yı  kimi  binek,  kimi   yaya  ziyaret  edermiş,

 

516- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Nûmeyr ile Ebû Usâme, Uheydûllah'dan rivayet ettiler. H.

Bize Muhammed b. Abdillah b. Nûmeyr dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Rize babam rivayet etti. (Dedİ ki) : Bize UbeydûIIah, Nafi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. İbni Ömer şöyle demiş : «Resûlüllah (SaliaUahü Aleyhi ve Sellem) Kubâ mescidine kimi binek, kimi yaya olarak gelir, orada iki rekât namaz kılardı.»

Ebû Bekir kendi rivayetinde şöyle dedi : «İbni Nûmeyr : Resûlüllah

(SaliaUahü Aleyhi ve Sel1em) ovada iki rekât namaz kılardı, dedi.»

 

517- (...) Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize L'beydulialı rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Nâfi' İbni Ömer'den naklen haber verdi ki, KesûluHah (SaliaUahü Aleyhi ve Sellem)   Küba'ya kimi binek, kimi yaya gelirmiş.

 

(,..) Bana Ebû Ma'n Er-Rakâşî Zeyd b. Yezîd Es-Sekafî —ki Basrah Mevsuk bir râvidir.— rivayet etti. (Dedi ki) Bize Halid yâni İbnil Ha­ris, İbni Aclâan'dan, o da Nafi'den, o da İbni Ömer'den, o da Peygamber (SaliaUahü Aleyhi ve Seliem) den naklen Yahya El-Kattan hadîsi gibi riva­yette bulundu.

 

518- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlİk'e, Abdullah b. Dinar'dan dinlediğim, onun da Abdullah b. Ömer'den rivayet ettiği şu hadîsi okudum: «Kesûlüllah (Saliallahu Aleyhi ve SeVem) Küba'ya kimi binek, kimi  yaya olarak gelirmiş.»

 

519- (...) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İlmi Hucr rivayet ettiler. İbni Eyyûb (Dedi ki) : Bize İsmail b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Abdûliah b. Dînâr haber verdi. Kendisi Abdullah b, Ömer'i şöyle derken işittim :

«Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) Kubâ;'ya kimi binek, kimi ya­ya olarak gelirdi.»

 

520- (...) Bana Züheyr h. Harb ribâyet etti. (Dedi ki) ; Bize Süf-yân bin Uyeyne, Abdullah b. Dinar'dan naklen rivayet etti ki, İbni Ömer her Cumartesi Küba'ya geîir ve: «Ben Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) i her Cumartesi huraya gelirken gördüm» dermiş.

 

521- (...) Bize bu hadîsi İbni Ebî Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Abdullah b. Dinar'dan, o da Abdullah b. Ömer'den, naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (SallaüaJıü Aleyhi ve Sellem) Küba'ya gelirmiş. Y'âni her Cumartesi kimi binek, kimi yaya olarak gelirmiş.

ibni Dînâr : «Buru İvni Ömer de yapardı» demiş.

 

522- (...) Bu hadîsi bana Abdullah b. Hâşim dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki', Süfyan'dan, o da İbni Dinar'dan bu isnâdla riva­yette bulundu. Ama «Her Cumartesi» sözünü zikretmedi.

Bu hadîsi bütün Kütübû Sitte sahibleri muhtelif şekil­lerle tahric etmişlerdir. Tahâvî «iki rekât namaz kılardı» cümlesi­nin müdrec olduğunu Resûlüllah (Saüailahü Aleyhi ve Sellem) 'nin bir yerde oturmazdan Önce mutlaka namaz kılardı. Malûm olduğu için bunu râvi-Jerden birinin söylediğini bildirmiştir.

Nesâî  ile İbni  Mâce 'nin rivayet ettikleri bir hadîsde :

Bir kimse evinden çıkarak şu  mescide yâni Mescid-i  Küba'ya  gelir de orada namaz kılarsa ona bir ömre kadar sevap verilir.}-     buyrulmuş-vur.

üad b. Ebî Vakkât. (Radiyallahü anh) \n dahi : «Kubâ mes­cidinde iki rekât namaz kılmam benim indimde Beyt-i Mak­dis'e iki defa gitmemden daha iyidir.» dediği rivayet olunur. Mamafih geçen babda görülen üç mescid hakkındaki sevap katlaması Kubâ mes­cidi hakkında sabit olmamıştır. Kubâ mescidinin fazileti hakkında birçok hadîsler vardır. Taberâni'nin bin ti Nûman 'dan rivayet ettiği bir hadîsde şöyle denilmektedir: <ResûlülIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kubâ 'ya gelerek şu mescidi yâni Mescidi Kubâ'yi bina ettiği zaman kendisini gördüm. Taşı yahut kayayı alıyor; taş ken­disini çökertiyordu. Karnının veya göbeğinin üzerinde beyaz toprak izi görüyordum. Ashabından biri gelerek, annem, babam hakkı için Yâ Rasûlallah! Onu bana ver. Senin için ben taşıyayım, derdi. Fakat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

— Hayır! Sen de bunun gibi başka bir taş al mukabelesinde bulu­nurdu. Mescidi  böyle bina eîti...» Bu hadîsin râvileri mevsukdur.

Kubâ, Medine 'nin Cenubunda ona iki mil mesafede bulu­nan bir yerdir. Bâzıları üç mil mesafede olduğunu söylerler. Kelime müzekker olarak münsarif, müennes olarak gayri münsarif okunmuştur.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadîs-i şerîf bütün rivâyetleriyle Kubâ 'nin ve oradaki mes­cidin faziletine delildir.

2- Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ç. uyarak Cumartesi günü Kubâ mescidini ziyaret etmek ve orada namaz kılmak müs-tehabdır. Ziyaretin Cumartesi gününe tahsis edilmesinin hik­meti hususunda birçok ihtimaller ileri sürülmüştür. Ezcümle : Medine'ye hicretten sonra ilk bina ettiği mescid bu olmuş, sonra Medî11e'deki mescidi te'sis etmiş ve Cuma namazı için bütün etraf hal­kı Medine 'ye indiği için Cuma günü Kubâ mescidi boş kalmıştır. İşte Cumartesi günü Resûlüllah (Saüaliahü Aleyhi ve Selîem) bu boşluğu telâfi için Kubâ'ya gitmiştir diyenler olduğu gibi, «Resûlüllah [ScSaUahü Aleyhi ve SeHem)'nm Kubâ mescidine gitmesi Cuma namazında Mescid-i Nebevi'ye gelen Kubâ1ı1ar'a mükâfat içindir.» diyenler de olmuştur. Bir ihtimale göre Fahr-i Kâinat (Sailallahü Aleyhi ve Seilem) Efendimiz o gün başka işlerle meş­gul olmayıp serbest kaldığı için ashabını ve mübarek yerleri ziyarete getmiştir.

3- Bazı günleri ibâdet için tahsis etmek caizdir. Yalnız nehyedi-len vakitler bundan müstesnadır. Meselâ : Gece namazı için Cuma gecesini, oruç İçin    Cuma   gününü tahsis etmek yasak edilmiştir.

4- Bu hadîs Kubâ'yi ziyaret için   Cumartesi   gününün tahsis edilmesini kerih görenler aleyhine delildir.   Kaadî    Iy âz Mâ1ikî1er'den    Muhammed  b. Mesleme 'nin o günde Kubâ'yi ziyaret sünnet sanılır endişesiyle bunu kerih gördüğünü ri­vayet etmiş ve : «İhtimal Muhammed b. Mesleme   bu ha­dîsi duymamıştır» demiştir. Yine    Mâ1ikî1er'den îbni Habîb babımız rivâyetleriyle istidlal ederek :  «M edîneliler 'den biri Kubâ Mescidinde namaz kılmayı nezrederse nezrini ifâ etmesi gere­kir» demiş, bu hükmü    İbni  Abbâs (Radiyallahıı aııhj'dan da riva­yet eylemiştir.

5- Gerek Kubâ'yi gerekse sair mübarek yerleri hayvana bi­nerek veya yürüyerek gitmek suretiyle ziyaret caizdir.

 



[1] Azratü'bnü Sabit e!-Ensârî; Basraiıdır, Sahîhayn râvîlerindendîr

[2] Sûre-i Bakara âyet  187.

[3] Ebû  Tarif Adiyy  b.   Hatim   b.   Abdillah   Et-Taifi   (R.A.)   :   <?-68)   Kûfeli   ashabı ki ramdandır

[4] Ebû Süleyman Fudayl b. Süieyman : Basralıdır, Sahîheyn râvî] erin dendir.

[5] Ebû Bekir Muhammed b. Sehl Et-Temîmi   : Müslimin râvîlerindendir. Bağdad'ta yaşamış ve (151) tarihinde orada vefat etmiştir

[6] Süre.

[7] Zamanımız   miislümanlannm   nazar-ı   dikkatlerini   celbederiz.

[8] Maksat   gazadır

[9] Süre

[10] Müslümanlar asırlar boyunca bu hadîd-i şerifle amel etselerdi fütuhat neticesi İslâm memleketlerine katılan topraklarda bugün bir tek gayr-ı raüslün bulunmama]: ge­rekirdi.

[11] Ayet-i kerîme

[12] Hurmayı yağ ve keşle karıştırarak yapılan bir yemekdir.

[13] Âyet-i Kerîme

[14] Mu'cemii'1-fiüldâiı