58- Tavaf-ı İfazayı Bayram Günü Yapmanın Müstehab
Oluşu Babı
59- Nefr Günü El-Muhassab'e İnerek Orada Namaz Kılmanın Müstehab Oluşu Babı
61- Hedy Kurbanlarının Etlerini, Derilerini ve Çullartını Tasadduk
Hakkında Bir Bab
62- Kurbanda Ortaklık ve Sığırla Deveden Herbirinin Yedi Kişiye
Kafi Gelmesi Babı
63- Develerin Bağlı Olarak Ayakta Boğazlanması Babı
65- İhtiyacı Olan Kimsenin Hedy Olarak Gönderilen Deveye Binmesinin Cevazı Babı
67- Veda Tavafının Vücübu ve Hayızlılardan Sukutu Babı
69- Ka'be'nin Yıkılıp, Yapılması Babı
70- Kabe'nin Hicr'i ve Kapısı Babı
72- Sabinin Haccının Sahih Olması ve Onu Hacc Ettirenin Ecri Babı
73- Haccın Ömürde Bir Defa Farz
Oluşu Babı
74- Kadının Hacca ve Diğer Seferlere Mahremle Gitmesi Babı
İbni Abbas Hadisinden Çıkarılan
Hükümler:
75- Bir Kimsenin Hac Seferine veya Başka Yola Çıkacağı Zaman
Okuyacağı Şeyler Babı
76- Hacc Seferiyle Başka Seferlerden Dönen Kimsenin Okuyacağı Dua Babı
77- Hacc veya Ömreden Döndükten Sonra Zülhuleyfe'de Mola Vererek Orada
Namaz Kılma Babı
79- Hacc, Ömre ve Arafe Gününün Fazileti Babı
80- Hacının Mekke'ye İnmesi ve
Mekke Evlerinin Miras Olarak Alınması Babı
83- Hacet Yokken Mekke'de Silah Taşımaktan Nehiy Babı
84- Mekke'ye İhramsız Girmenin Cevazı Babı
86-Medine'de Yaşamağa ve Çilesine Katlanmağa Teşvik Babı
87- Taün ile Deccal'in Girmelerinden Medine'nin Korunması Babı
88- Medine'nin Kötü İnsanları Atması Babı
89- Allah'ın Medinelilere Kötülük Etmek İsteyenleri Eritmesi Babı
90- Şehirler Fethedildiği Zaman Medine’de Yaşamaya Teşvik Babı
91- Medine Halkının Onu Terkedecekleri Zaman Medine Hakkında Bir Bab
92- Kabirle Minber Arasının Cennet Bahçelerinden Bir Bahçe Olması Babı
93- Uhud Bizi Seven Bir Dağdır Biz de Onu Severiz.» Hadisi Babı
94- Mekke ve Medine'nin İki .Mescidinde Namaz Kılmanın Fazileti Babı
95- Üç Mescdiden Maada Hiç Bir Mescidi Ziyaret İçin Yola Çıkılmayacağı
Babı
97- Kuba Mescidinin ve Bu Mescidde Kılınan Namazla Onu Ziyaretin Fazileti
Babı
335- (1308)
Bana Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bi?e Abdürrezzâk rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ubeydullah b. Ömer, Nâfi'den, o da îbni Ömer'den naklen haber
verdi ki, Resûlüllah (Sallaîtahü Aleyhi ve Sellem) Kurban Bayramı günü tavâf-ı
ifâzayı yapmış, sonra dönerek öğleyi Mina'da kılmış.
Nâfi' demiş ki : «İbni
Ömer Kurban Bayramı günü tavafı ifâzayı yapar, sonra dönerek öğleyi Mina'da
kılar; Peygamber (Sallalkûıü Aleyhi ve Sellem)'m de bunu böyle yaptığını söylerdi.
336- (1309)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İs-hâk b. Yûsuf El-Ezrak
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Abdülâziz b. Rüfey'den naklen haber
verdi. (Demiş ki) : Enes b. Mâlik'e sordum :
— Bana Resûlüllah
(Sallallahii Aieyhî ve Sellem) 'den anladığım bir şeyi haber ver, Tervİye günü
öğle namazını nerede kıldı? dedim. Enes (RadiyaUahü anJı):
— Mina'da! cevâbını verdi.
— Yâ Nefr günü ikindiyi nerede kıldı? dedim.
— Ebtah'daî
cevâbını verdi. Sonra :
— Amirlerin ne yapıyorsa sen de onu yap! dedi.
Enes hadîsini
Buhâri hacc bahsinin bir-iki
yerinde, Tirmizî ile Nesâi dahî hacc bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Nefr günü:
Hacıların Mina'dan döndükleri gündür.
Ebtah :
Mekke ile Mina arasındaki geniş yerdir. Burada ondan murâd El-Muhassab'dır.
«Âmirlerin ne yaparsa
sen de onu yap» sözü Hz. Enes'indir.
1- Zülhicce
'nin sekizine tesadüf eden terviye günü öğle ve ikindi namazlarını Mina'da
kılmak müstehabdır. Çünkü Regûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)o gün öğleden
evvel yola çıkarak Mina'ya varmış ve öğle ile ikindi namazlarını Mina'da
kılmıştır. Ebû Saîd-i Nisabûrî 'nin beyânına göre ResûlüIIah (SallaUahü Aleyhi
ve Selleın)terviyt günü kuşluk zamanı yola çıkmıştır. Burada daha başka kaviller
de vardır. Nevevî diyor ki: «Hacılar sabah namazını Mekke'de kıldıktan sonra
yola çıkmış olurlar. Bu suretle öğleyi vaktinin evvelinde kılabilecekleri yere
yetişirler. Şâfiî'nin kavillerinde sahîh ve meşhur olanı da budur.»
Zayıf bir kavle göre o
gün hacılar öğle namazını Mekke'de kıldıktan sonra yola çıkarlar. Rivayetler
bu kavlin aksinedir. Kitabımızda geçen uzun Câbir hadîsinde «Terviye günü
gelince Mina 'ya müteveccihen hareket ettiler ve hacc için telbiye getirdiler.
Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) de hayvanına bindi ve öğle, ikindi,
akşam, yatsı, sabah namazlarını Mina'da kıldı.» denildiği gibi Ebû Dâvûd ,
Tirmizî, îmam Ahmed ve Hâkim'in rivayet ettikleri îbni Abbâs (Radiyallahü anh) hadîsinde dahi:
«Terviye günü
Peygamber (SallaUahü A leyhi ve Sellem) öğle namazını, arefe günü de sabah
namazını Mina'da kıldı.» denilmektedir. Bu husus-da başka rivayetler de vardır.
El.Mühelleb'e göre o
gün hacılar ne zaman isterse yola çıkabilir ve nerede ^mümkünse orada namaz
kılarlar. Bundan dolayıdır ki, Hz. Enes : «Âmirlerin ne yaparsa sen de onu yap»
demiştir. Mâmâ-fih müstehab oîan hareket ResûîüIIah (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem)'in yaptığı gibi öğle ile ikindiyi Mina'da kılmaktır. Sevrî, Ebû
Hanî-fe,^Şâfiî, Mâlik, Ahmed b. Hanbel, İshâk ve Ebû Sevr'in kaviller de budur.
Mâ1îkî1er'den îbni Habîb: «Güneş zevale vardı mı Kâbe'yi yedi defa tavaf ederek
iki rekât namaz kıldıktan sonra yola çıkılır. Bundan evvel çıkmakta da bir beis
yoktur.» demişdir.
Mekke lilerin âdeti
yatsı namazını kıldıktan sonra Mina'ya çıkmakmış. Hz. Âişe (Radiyallahü anha)
Mina'ya gecenin üçte biri geçtikten sonra çıkarmış. Bu da ne zaman istenirse
çıkılabileceğine delildir. Arafe gecesini Mina'da geçirip oradan hareket
meselesi dahî böyledir. Yeter ki, Arafât'a vaktinde yetişebilsin. Burada şeytan
taşlama günlerinde Mina'da gecelemeyi terkedenlere lâzım gelen ceza icab etmez.
Ebû Hânîfe ile Mâlik, Şafiî ve Ebû Sevr'in de kavilleri budur.
2- İbni Ömer
rivayeti tavâi-ı ifâzayı ve bu tavafın Kurban Bayramı günü sabahtan yapılmasının
müstehab olduğunu isbat etmektedir. Tavâf-ı ifâzanm rükn olduğuna bütün ulemâ
ittifak etmişlerdir. Bu tavafı bayram günü şeytan taşlayarak kurban kesdikten
ve traş olduktan sonra yapmak müstehabdır. Biraz geciktirerek teşrik günlerinde
yapmak dahî bilittifâk caizse de teşrik günlerinden sonraya bırakmak
ihtilaflıdır. Şâfiî1er'le diğer birçok ulemâya göre caizdir, îmam-ı Âzam'la
İmam Mâlik'e göre kurban kesmek icâb eder
337- (1310)
Bize Muhammed b. Mihrân Er-Râzî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk,
Ma'mer'den, o da Eyyûb'dan, o da Nâfi'den, o da tbni Ömer'den naklen rivayet
etti ki: Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)
ile Ebû Bekir ve Ömer Ebtah'a inerlermiş.
338- (...)
Bana Muhammed b. Hatim b. Meymûn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ubâde
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sahr b. Cüvey-riye, Nâfi'den naklen rivayet etti
ki İbni Ömer (Radiyallahü anh) El-Mu-hassab'a
inmeyi sünnet sayar; Nefr
günü Öğleyi EI-Muhassab'da
kılarmış. Nâfi': «Resûlüllah (Sallalhhü Aleyhi ve Selîem)ve ondan sonra
Hulefâ-i Râşidîn Muhassab'e inmişlerdir.» demiş.
339- (1311)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Abdullab b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm, babasından, o da
Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş:
«Ebtah'a inmek sünnet
değildir. Re$ûlü\lah.(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) in oraya inmesi (Medine'ye
dönerken) yola çıkmak için daba kolayına geldiğindendir.»
(...) Bize
fcu hadîsi (yine) Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs
b. Gıyâs rivayet etti. H.
Bana bu hadîsi
Ebu'r-Rabî' Ez-Zehrânî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd yâni İbni Zeyd
rivayet etti. H.
Bize bu hadîsi Ebû
Kâmil dahî rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Yezîd b. Zürey' rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Habîb El-lVluallim rivayet etti. Bu râvilerin hepsi Hişâm'dan bu
isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
340- (...)
Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdür-rezzâk haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den, o da Sâlim'den naklen haber verdi kî Ebû
Bekir, Ömer ve İbni Ömer Ebtaha inerlermiş.
Zührî demiş ki: «Bana
Âişe'den naklen Urve de haber verdi ki Âişe (Radiyallahü anha) bunu yapmaz.
(Resûiüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in oraya inmesi ancak yola çıkması
için kolayına gelen bir yer olduğundandır.) dermiş.»
341- (1312)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim, İbni Ebî Ömer ve Ahmed b. Abde
rivayet ettiler. Lâfız Ebû Bekr'indir. (Dedi ki) : Bİze Süfyân b. Uyeyne,
Anır'dan, o da Atâ'dan, o da İbni Abbas'-dan naklen rivayet etti. İbni Abbâs
(Radiyallahü anha):
«El-Muhassab'da kalmak
bir şey değildir. O ancak Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in indiği
bir menzildir.» demiş.
342- (1313)
Bize Kuteybetİrbnü Saîd ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ve Züheyr b. Harb toptan İbni
Uyeyne'den rivayet ettiler. Züheyr (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne, Salih b.
Keysân'dan, o da Süleyman b. Ye-sâr'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû
Râfî' şunu söyledi: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) Mma'düM çıktığı
vakit Ebtah'a inmemi bana emir buyurmadı. Ama ben (kendiliğimden) giderek oraya
onun çadırını kurdum. Müteakiben o da oraya gelerek konakladı.» Ebû Bekir
Salih'in rivayetinde şunları söyledi : «Dedi ki : Süleyman b. Yesâr'dan
dinledim.»
Kuteybe'nin
rivayetinde: «Ebû Râfi'den naklen o, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)
'in eşyasına bakmaya me'mûrdu, dedi.» ibaresi vardır.
Hz. Âişe ile İbni
Abbâs (Radiyaliahü anh) hadîslerini Buhâri, îbni Abbâs hadîsini Nesâî ile
Tirmizî hacc bahsinde tahrîc etmişlerdir. Tirmizî, İbni Abbâs hadîsi hakkında
: «Bu hadîs hasen sahîhdir.» demiştir.
İbni Ömer (Radiyaliahü
anh) hadîsini Tirmizî dahî rivayet etmiş ve bu bâbda Hz. Âişe ile Ebû Râfi' ve
îbni Abbâs (Radiyaliahü anh) 'dan da
rivayetler bulunduğunu söylemiştir.
Âişe (Radiyaliahü
anha) hadîsini bütün kütüb-ü sitte imamları tahrîc etmişlerdir. Bu bâbda
EbûHüreyre, Ebû Üsâme ve Enes (Radiyaliahü anh) hazerâtmdan da rivayetler
vardır, Ebû Hüreyre rivayeti kitabımızda az sonra görülecektir. Diğerlerini Buhâri tahrîc etmiştir.
Görülüyor ki, Mina'dan
Mekke'ye dönerken El-Muhassabsa inmek îbni Ömer hadîsine göre Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Hulafâ-i Râşidin'in âdetleri imiş. Bunu İbni Ömer
(Radiyaliahü anh) da yaparmış. Fakat Hz. Âige ile İbni Abbâs (Radiyaliahü anh)
rivayetlerinden bunun sünnet olmadığı, Ke&ûiüllah, (Sallalhhü Aleyhi ve
Sellem)'in oraya tesadüfen indiği anlaşılmaktadır. Bu suretle oraya inmenin
müstehab olup olmadığında Ashâb-ı kiram ihtilâf etmiş oluyorlar. Filhakika Hulefâ'-i
Râşidin hazeratı Mina'dan dönüşte Eİ-Muhas-sab'e inmiş, îbni Abbâs, Âişe ve
kızkardeşi Esma (Radiyaliahü anha) orada inmemişlerdir. Bu husûsda ulemâ dahî
ihtilâf etmişlerdir. Hattâbî'ye göre Mina'dan dönerken El-Muhassab denilen
yerde bir müddet kalmak hacc ibâdetlerinden ma'-dûd değildir. Abdûlazîm
El-Mûnzirî ise bilâkis oraya inmenin bütün ulemâya göre müstehab olduğunu
söylemiştir. Fakat Münzir'in iddiası söz götürür. Çünkü Tirmizî oraya inmemiş
bütün ulemâya göre değil, ulemâdan, bâzılarına göre müstehab olduğunu söylemiş.
Nevevî dahî bu yere inmenin İmam Şafiî ile İmam Mâlik ve cumhura göre müstehab
olduğunu bildirmiştir ki, doğrusu da budur. Ulemâdan Urvetü'bnü-Zübeyr ile
Saîd b. Cübeyr'in mezheblerine göre El-Muhassab denilen yere inmek müstehab
değildir. İbrahim Nehaî 'ye, Saîd b. Cübeyr'in buraya inmediği söylenmiş de şu
cevâbı vermiş : «Evvelce Saîd bunu yapardı, sonra oraya inmemeyi daha muvafık
buldu.» Ulemâdan bâzılarına göre ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in E1
- Muhassab'da hayvanından inerek bir müddet kalması ilk zamanlarda
ibâdetlerini gizli gizli yaparken şimdi aşikâr ibâdet edebildiğine ve
müşriklerin İslâmiyeti söndürmek
azminde bulunmalarına rağmen
Allah'ın bu dîni muzaffer kılmasına şükür içindir. Aynî diyor ki:
«Eî-Muhassab'a inmenin hacc ibâdetleri ile alâkası olmadığı kararlaşmca acaba
oradan geçen herkesin bu yere inmesi müstehab mıdır? Değil midir? Mutlak
surette müstehab olduğunu söylemek caiz olduğu gibi, kalabalık cemaat hâlinde
oradan geçenlere müstehabdır, demek de caizdir.»
343- (1314)
Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vefab haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus, İleni Şihâb'dan, o da Ebû Selemete'bnü-Abdirrahman b.
Avf'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)1
den naklen haber verdi ki, şöyle buyurmuşlar :
«Yarın inşaallah Benî
Kinâne'nin Hayf ına, küfr üzere ahd ü peymân verdikleri yere ineceğiz.»
344- (...)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Velîd b. Müslim rivayet
et$i. (Dedi ki) : Bana Evzâî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Zührî rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Ebû Seleme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hüreyre rivayet
etti. (Dedi ki) : Mina'da bulunduğumuz sırada Resûlüllah(Salîallahü Aleyhi ve
Sellem) fcize hitaben: «Yarın biz Benî Kinâne'nin Hayfma, küfr üzere ahd ü
peymân ettikleri yere ineceğiz.» buyurdular;
Bunun sebebi Kureyş'Ie
Benî Kinâne'nin, Benî Hâşim'le Benî Muttalih aleyhine onlarla
kız alıp-vermenıek Resûlüllah
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) i kendilerine teslim edinceye kadar alış-verişte
bulunmamak üzere ahd ü peymân etmiş olmalarıdır. Resûlüllah(Sallalîahü Aleyhi
ve Seliem) bu yerden El-Muhassab'ı
kasdetmiştir.
345- (...)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. {Dedi ki) : Bize Şe-bâbe rivayet etti. (Dedi
ki) ; Bana Verkaas, Ebu'z-Zinâd'dan, o da A'rac'-dan. o da Ebû Hüreyre'den, o
da Feygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) den naklen rivayet etti ki,
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :
«Hedefimiz Allah
fütuhat verirse inşaallah Hayf (yâni) müşriklerin küfr ahdü peymân ettikleri
yerdir» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhâri hacc,
hicret ve megâzî bahislerinde tahrîc etmiştir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem) 'in «İnşaallah» demesi bu bâb-daki âyet-î kerîmeye imtisâ
endir.
Hayf: Dağ
eteği mânâsına gelir. Benî Kinâne hayf m dan murâd El-Muhassab denilen yerdir.
Vaktiyle müşrikler burada müslümanlara karşı boykota karar vermişlerdi.
Tabakât ve Siyer kitaplarının beyânına gb're Kureyş kâfirleri müslümanlara
reva gördükleri bütün zulüm ve eziyetlere rağmen müslümanlığın her gün biraz
daha ilerlediğini görüyor, kin ve hiddetlerinden ne yapacaklarını bilemiyorlardı.
Habeş imparatoru Necâşî müslümanları himaye etmiş müşriklerin murahhaslarını haybet
ve hüsranla geri çevirmişti. Müşrikler buna pek ziyâde hiddetlendiler ve
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'} öldürmeye ittifak ederek aralarında
bir misaknâme yazdılar. Bu misâka göre Resûlüllah
(SallallahüAleyhiveSetlem)Efendimizin kabilesi olan Benî Hâşim1e alış-veriş
yapmıyacaklar, onlardan kız alıp vermeyecekler, Hz. Peygamber'i teslim
etmedikçe kendilerine hiç bir nevi gıda maddesi ver-miyecekîerdi. Mîsâknâmeyi
Mansûr b. İkrime yazmış, fakat derhal eli kurumuştu. Mîsâknâmeyi Kabe duvarına astılar.
Ve Benî Hâşim'i kendilerine babalarından miras kalan Şı'b-ı Ebü Tâlip denilen
vadide muhasara altına aldılar. Bu hâdise nübüvvetin derhal eli kurumuştu.
Mîsâknâmeyi Kabe duvarına astılar. Ve Benî Abdü'l.Muttalib bu vadide üç sene
mahsur kalmışlardır. Bu müddet zarfında müslümanların pek ziyâde müşkilât
çektikleri hattâ bâza n ağaç yaprakları yedikleri rivayet olunur. İbni Sa'd
mezkûr vak'ayı anlatırken.'çocukların açlıktan feryâd ü figân ettiklerini ve seslerinin
uzaklardan duyulduğunu kaydeder. Kureyş kâfirleri ise bu elemnâk manzaradan
memnun kalıyorlardı. Ebû Leh e b, elden gelen her türlü zulüm ve şenaati icra
için Kureyş'e yardım ediyordu. Nihayet zulm-ü istisâf dayanılmaz bir dereceye
varınca Teâ-lâ hazretleri Peygamber-i zîşânma müşriklerin yazdığı ahidnâmeyi
kurtlar, yediğini yalnız Allah (Azze ve Celle)'nin zikredildiği yerlerin sağlam
kaldığını vahy suretiyle bildirdi. Bir rivayette müşrikler ahidnâme-nin.
üzerine üç mühür vurmuşlardı. Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Efendimiz bu hâdiseyi amcası Ebû Tâlib'e haber verdi. ÖdaKureyş kâfirlerine
giderek şunları söyledi: «Kardeşim oğlunun bana haber verdiğine göre Allah
Teâlâ sizin ahidnâmenize kitap kurtları musallat etmiş, bu kurtlar ahidnâmedeki
zulm ve cefâyr. ait yerleri yemiş, Allah Teâlâ'nm zikredildiği yerler sağlam
kalmıştır. Kardeşim oğlu bana hiç bir zaman yalan söylememiştir. Eğer bunda da
doğru söylüyorsa bu kötü fikrinizden vazgeçin. Yalan söylediği meydana çıkarsa
onu size teslirh ederim. Siz de kendisini ya öldürür yahut sağ bırakırsınız...» .
Müşrikler: «Bize karşı
hakikaten insaf gösterdin!» dediler. Bir de baktılar ki hâdise tamamen
Resû\ü\\ah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in haber verdiği gibi imiş. Hayretler
içerisinde kalarak Ebû Tâlib'e verdikleri söze pişman oldular. Bunun üzerine
Ebû Tâ1ib : «Mes'e-le anlaşılmışken biz hâlâ neden haps ediliyor; muhasarada
kalıyoruz.» dedi r Kureyş'ten bâzı kimseler de Benî Hâşim'e yaptıklarından
pişmanlık duydular. Mut'ım b. Adi yy, Adiyy b. Kays, Zem'atü'bnü Esved, Ebu'l-Buhterî
b. Hâşim ve Zuheyr b. Ebî Ümeyye bunlar meyânmda idi. Derhal silâhlanarak Benî
Hâşim 'le Benî Muttalib'in bulundukları yere gittiler ve onları mahsur
bulundukları yerden çıkardılar. Kureyş küf farı bunu görünce Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin kendilerine asîâ teslim
edilmeyeceğini anlayarak bir daha sukût-u hayâle uğradılar. Benî Hâşim ile Benî
Mutta1ib mahsur bulundukları şı'b'dan ancak nübüvvetin onuncu yılında
kurtulabilmişlerdi. Bir rivayette ahidnâmeyi Mut'ım b. Adiyy yırtınıştır. İşte
bu vak'aya istinaden ulemâdan bâzıları Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in El-Muhassab'e inmesini Allah'ın lütf u ihsanlarına karşı bir şükrân-ı nimet
diye tefsîr etmişlerdir. Bu ha-dısdeki yarından murâd Zülhicce'nin onüçüncü günüdür.
Resûlüllah (SallallahU Aleyhi ve Sellem) bu sözü bayram sabahı söylediğine göre
o gün için yarın demek mecazdır.
346- (1315)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Nümeyr ile Ebû
Üsâme rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize UbeyduIIah, Nâfi'den, o da İbni
Ömer'den naklen rivayet etti. H.
Bize. İbni Nümeyr de
rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize UbeyduIIah rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Nâfi', İbni Ömer'den naklen
rivayet etti ki, Abbâs b. Abdilmutta-lib şakiliği dolayisıyle Mina gecelerinde
Mekke'de kalmak üzere Kesûlül-lah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'den itin
istemiş. O da kendisine izin vermiş.
(...) Bize
bu hadîsi İshâk b. İfcrâhîm de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ b. Yûnus
haber verdi. H.
Bana bu hadîsi
Muhammed b. Hatim ile Abd b. Humeyd dahî hep birden Muhammed b. Bekir'den
rivayet ettiler. (Dediler ki). : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (îsâ ile îbni
Cüreyc'in) ikisi birden UbeyduIIah b. Ömer'den hu isnadla bu hadîsin mislini
rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsi Buhâri
hacc bahsinin bir-iki yerinde tahrîc etmiştir.
Sikâye : Su
için yapılan havuz, v.s.'dir. Bu kelime başka yerlerde sulamak mânâsına mastar
olarak, bâzan da maşraba mânâsında kullanılmıştır. İbn-i Esîr'in beyânına göre
sakîlik, Kureyş kabilesinin hacılara kuru üzüm şerbeti sunmasından ibaretti.
Gerek câhiliyet gerekse İslâmiyet devirlerinde bu vazife Hz. Abbâs b.
Abdi1-muttalib'e aitti. Atâ'dan bir rivayete göre sikâye hacılara zemzem suyu
dağıtmaktır. Rivayete nazaran vaktiyle bu vazifeyi Abd-i Menâf görürmüş. Bu maksatla
tulumlarla Mekke'ye su taşır, Kabe avlusundaki deriden kaplara doldurur; sonra
o suyu hacılara dağıtırmış. Ondan sonra bu vazife, oğlu Hâşim'e, ondan da
Ab-dülmüttalib'e intikâl etmiş. Zemzem kuyusu kazılınca Ab-düîmuttalib kuru
üzüm satın alır, onu zemzem suyuna atarak şerbet yapar ve hacılara dağıtırmış.
Abdülmuttalib 'ten sonra sikâye vazife oğlu Abbâs'a geçmiş, İslâmiyet onu bu
halde bulmuş. Re$û\ü\lah(Sa.naUahü Aleyhi ve Setlem) bu vazifeyi onda bırakmış.
Bir daha şikâyet vazifesi asırlar boyunca
Abbâs oğullarında kalmış.
Mina gecelerinden
murâd Zilhicce 'nin onbir, .oniki ve on-üçüncü geceleridir. Nevevî diyor ki:
«Bu hadîs iki meseleye delâlet etmektedir:
Bunlardan biri teşrik
günlerinde geceleri Mina'da geçirme meselesidir. Bunun vacip veya sünnet olması
ihtilaflıdır. Ebû Hanîfe'ye göre sünnettir. Diğer ulemâ vâcib olduğunu
söylemişlerdir. İkinci mesele sikâye vazifesini görenlerin Mina'da yatmayarak
geceleyin zemzem suyu çekmek için Mekke'ye gitmeleridir. îmam Şâfiî’ye göre bu
mesele yalnız Abbâs'a mahsus değil aynı vazifeyi gören herkese şâmildir.
Ulemâmızdan bâzıları bu ruhsatın yalnız Abbâs'a, djğer bâzıları da Hz. Abbâs
sülâlesine mahsûs olduğunu söylemişlerdir.»
Hanefîler'e göre Mina
gecelerinde orayı terketmek mekruhtur. Çünkü Peygamber (Sallaîtahü Aleyhi ve
Seüem) ve keza Hz. Ömer mezkûr gecelerde oralarda kalmışlardır. Hattâ Hz. Ömer
orada yat-mayanları cezâlandjrırmış. Mamafih o gecelerde kasden başka yerde yatanlara
bir şey lâzım değildir. Bâzıları mezkûr gecelerde Mina'da yatmanın Hanefî1er'e
göre sünnet olduğunu söylemişlerdir. Zahirî1er'in de kavli budur. Kurtubî böyle
bir kavlin İbni Abbâs ile Hasan-ı Basrî 'den de rivayet olunduğunu, söylemiştir.
İbni Battal: «Mezkûr kavli İbni Uyeyne Hz. Ömer'le İbni Abbâs (Radiyallahü
arih) 'dan rivayet etmiştir.» diyor. Yine Kurtubî'nin beyânına göre teşrik
gecelerinde Mina 'da kalmak bilittifâk haccm sünnetlerinden dir. Bundan yalnız
sikâye vazifesi görenlerle çobanlar müstesnadır. Bir gece yahut bütün teşrik
gecelerinde Mina'da kalmayıp acele Mekke'ye dönenlere İmam Mâ1ik'e göre kurban
lâzım gelir. Sefâkusî: «Misia'da gecelemek emrolunmuştur. Aksi takdirde Hz.
Abbâs ile başkalarına ruhsata hacet kalmaksızın Mekke'ye dönmek caiz olurdu."
diyor. Bu hususta birçok kaviller daha vardır.
347- (1316)
Bana Muhammedu'bnu-Münhâl Ed-Darîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b.
Zürey* rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Kumeyd-i Tavîl, Bekr b. AbdiHâh
El-Müzenî'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Kabe'nin yanında İbni Abbâs'Ia
birlikte oturuyordum. Derken ona bir be-devî gelerek şunları söyledi:
«Acep neden amcanız
oğullarını hacılara bal ve süt sunarken görüyorum, siz ise üzüm şerbeti
sunuyorsunuz. Bunu ihtiyâcınızdan dolayı mı yoksa bahîljikten mi yapıyorsunuz?»
İbni Abbâs şu mukabelede bulundu :
«Allah'a hamdolsun hiç
bir ihtiyâcımız yok. Bahîl de değiliz, (Ama) Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve
Selîem) arkagında Üsâme olduğu halde devesi üzerinde geldi de su istedi. Biz
de kendisine bir kap üzüm şerbeti getirdik. O bunu içti. Ve artanını Üsâme'ye
sundu. (Bize de) : «İyi yaptınız! Hoş ettiğiniz! Hep böyle yapın! buyurdular.
Binâenaleyh biz Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin emir buyurduğu bir
şeyi değiştirmek istemeyiz.
Bu hadis sikâye
vazifesinin faziletine ve sikâye şerbeti içmenin rnüs-tehab olduğuna delildir.
Nevevî diyor ki: «Ulemâmız hacı olsun-olmasm herkesin Hz. Abbâs sikâyesinin
şerbetinden içmeyi bilittifak müstehab görmüşlerdir. Delilleri bu hadisdir.
Sikâye şerbeti kuru üzüm v.s. ile tad-landırılan, tadı hoş olup, sarhoşluk
vermeyen sudur. Ama üzerinden uzun zaman geçer de müskir olursa içilmesi
haramdır.»
Hadîs-i şerif
sikâyecilere olsun, şâir iyilik edenlere oîsun teşekkür ve senada bulunmanın
müstehab olduğuna delildir.
348- (1317)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ehû Hayseme, Abdülkerim'den,
o da Mücâhid'deıij o da Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan, o da Alî'den naklen haber
verdi. Ali (Radiyallahü anJı) şöyle demiş :
«Resûiüllah (SaîlaHahü
Aleyhi'veSeîlem) develerine bakmamı, etleriyle, derilerini ve çullarını
tasadduk etmemi, kasaba bunlardan bir şey vermememi bana emir buyurdu ve :
— Ona biz
kendimizden (bir şeyler) veririz.» dedi.
(...) Bize
bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkid ve Züheyr b. Harb da rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize tbni Uyeyne Ab-dülkerîm-i Cezerî'den bu isnâdla bu
hadîsin mislini rivayet etti.
(...) Bize
İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân haber verdi. Yine İshâk
b. İbrahim (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hişâm haber verdi. (Dedi ki) : Bana babam
haber verdi. Her iki râvî İbni Ebî Ne-cîh'dan, o da Mücahid'den, o da İbni Ebî
Leylâ'dan, o da Alî'den, o da Feygamher(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den
naklen rivayette bulunmuşlardır. İkisinin hadisinde de kasap ücreti yoktur.
349- (...)
Bana Muhammed b. Hatim b. Meymûn üe Muhammed b. Merzûk ve Abd b. Humeyd rivayet
ettiler. Abd (bize haber verdi) lâbîrinİ kullandı. Ötekiler : Bize Muhammed b.
Bekr rivayet etti dediler. (Muhammed demiş ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Hasen b. Müslim haber verdi, ona da Mücâhid, Miİcâhid'e de
Abdurrah-,man b. Ebî Leylâ, ona da Aliyyu'bnü-Ebî Tâlib haber vermiş ki :
Nebiy-yullah (SallalUıiıü A leyhi ve Seîlem) develerine bakmasını ve bütün
develerinin etlerini, derilerini, çullarını fakirlere taksim etmesini,
bunlardan kasaplık hakkı olarak bir şey
vermemesini kendisine emir
buyurmuş.»
(...) Bana
Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bekr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Abdülkerim b.
Mâlik El-Cezerî haber verdi. Ona da Mücâhid haber vermiş. Ona da Abdurrahman b.
Ebî Leylâ, ona da Aliy-yÜ'bnü Ebî Tâlib haber vermiş ki: Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) kendisine yukarki hadîsdekinin mislini emir buyurmuş.
Bu hadîsi Buhârî hacc
bahsinin bir-iki yerinde ve Kitâbu'l-VekâSe de; Ebû Dâvûd ile İbni Mâce hacc
bahsinde, ayrıca îbni Mâce *Kitabu'l-Edâhî»de muhtelif râvilerden tah-rîc
etmişlerdir. Bu rivayetlerde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve-Sellem) 'in
kurbân ettiği develerin sayısı bildirilmemişse de başka rivayetlerden yüz deve
kurban ettiği anlaşılmaktadır. Kitabımızda geçen bir rivayete göre Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve SSlletn) develerin altmış üçünü bizzat kendisi boğazlamış,
geri kalanını boğazlamak İçin Hz. A1i'yi vazîfeîen-dirmiştir.
Cizâra :
Kasaplık etmek,
Cüzâra ise :
Kasabın ücret olarak aldığı baş ve bacak gibi şeylerdir. İbni Cevzî'nin
beyânına göre cizâra kasaplık sanatıdır diyenler olmuştur.
1- Bir
kimsenin kurban işlerine bakmak, onu keserek etini dağıtmak gibi şeyler
hususunda birini tevkil etmesi caizdir.
2- Kurbanın
eti, derisi ve çuiu fakirlere dağıtılır.
3- Kasaba
ücret olarak kurban eti verilemez. İbni Huzeyme'ye göre hadîsden murâd ücret
olarak kasaba kurban eti vermemektir. Begavî dahî «şerhu's-sünnc» adlı
eserinde aynı şeyi söylemiş ve :
«Kasabın ücretini bir tamam verdikten sonra, fakir ise sair fakirlere
olduğu gibi, ona tasaddukta bulunmakta bir beis yoktur.> demiştir.
4- Kurban
derisinin satılamıyacağma kaail olanlar bu hadîsle istidlal etmişlerdir.
Kurtubî : «Kurban etinin satılamıyacağma
ulemâ nasıl ittifak ettilerse, derisiyle çulunun hükmü de böyledir.» demiştir.
Evzâî, İmam Ahmed,
İshâk ve Ebû Sevr'e göre kurbanın derisini satmak
caizdir. Şâfii1er'in bir kavli de budur.
Bu zevata göre kurbanın derisi satılarak
kurbanın sarfedildiği yerlere verilir-
Hz. İbni Ömer 'den bir rivayete göre kurbanın derisini satarak parasını
tasadduk etmekte beis yoktur. Hz. Ebû Hüreyre'ye göre ise kurbanının derisini
satan kimse kurbansız kalır. İbni Abbâs
(Radiyallahü anh) : «Kurban sahibi deriyi ya tasadduk eder yahut ondan
kendisi faydalanır, başkasına satamaz» demiştir. İbrahim Nehaî ile Hâkim'e göre deriyi satarak
parasıyle kalbur, elek, balta ve terazi gibi şeyler almakda beis yoktur.
Hanefiler 'den Kudûrî
kurban derisinin tasadduk edileceğini söylemiş, «Hidâye» sahibi dahî. aynı
şeyi söyledikten sonra: «Çünkü deri, kurbanlığın bir cüz'üdür.» demiş. Mamafih
elek ve tulum gibi evde kullanılan bir âlet de yapılabileceğini, hattâ kurban
derisiyle, tulum gibi devamlı suretle işe yarayan bir şey satın almanın
istihsânen caiz olduğunu bildirmiştir. Bu bâbdaki tafsilât fıkıh
kitaplarmdadır. İbni Ömer (Radiyallahü anh) kurbanın çulunu Kâbe'ye örtermiş.
Sonraları Kabe için ayrıca Örtü yapılınca tasadduk etmeye başlamış. Kaadî îyâz'm
beyânına göre hayvanı çullamak sünnettir. Ulemâ bunun deveye mahsûs olduğunu
söylerler. Çulun kıymeti ve nefaseti kurban kesenin hâline göre değişir.
350- (1318)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Mâlik rivayet etti. H.
Bize Yahya b. Yahya da
rivayet etti. Bu lâfız onundur, (Dedi ki) : Mâlik'e, Ebû'z-Zübeyr'den
dinlediğim, onun da Câbir b. Abdillâh'tan rivayet ettiği şu hadîsi okudum.
Câbir: :
«Hudeybiye senesinde
Resûlüüah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikle yedi kişi için bir deve,
yine yedi kişi için bir sığır kurban ettik.» demiş.
351- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Efcû Hayseme,
Ebû'z-Zübeyr'den. o da Câbir'den naklen
haber verdi. H.
Bize Ahmed b. Yûnus da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zübeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ebû'z-ZÜbeyr, Câbir'den naklen rivayet elti. Câbir şöyle demiş: «Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem} iîe birlikte hacca telbiye getirerek yola çıktık.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi: ve Sellem) bize deve ile sığırda ortak olmamızı,
içimizden her yedi kişinin bir deveye i§tirâk etmemizi emir buyurdu.»
352- (...)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize VekT rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Azratifbnu Sabit [1],
Ebü'z-Zübeyr'den, o da Câbir b. Abdullah'tan naklen rivayet etti. Câbir
(Radiyallahü anh) şöyle demiş: «Biz ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) ile
birlikte hacc ettik de deveyi yedi kişi, sığın dahî yedi kişi nâmına kurban
kestik.»
353- (...)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd, İbni
Cüreyc'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû'z-Zübeyr haber verdi ki Câbir b,
AbdiIIâh'ı şunu söylerken işitmiş : «Pc>-gamfaer (Sallalkıhü Aleyhi ve
Seliem) ile birlikte yaptığımız hacc ve ömrede her yedi kişi, bir devede ortak
olduk.» Bunun üzerine bir adam Câlir'e :
— Bedene'de
dahî cezûr'da olduğu gibi ortaklık sahih midir? diye sordu. Câbir. {Radıyuilahü anh) :
— O ancak bedenelerden ma'dûdtur cevâbını
verdi. Câbir Hudeybiye'de bulunmuştu :
— Biz o gün yetmiş
bedene boğazladık; her yedi kişi, bir ledenedc ortak olduk, dedi.
354- (...)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Deri: ki) : Bize Muhammed b. Bekr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ebû'z-Zübeyr
haber verdi. Kendisi Câbir b. AbdÜİâh'ı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
haccını anlatırken dinlemiş. Câbîr (Radiyallahü anh) şöyle demiş:
«ResûlüHah (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem) bize ihramdan çıktığımız vakit hedy kurbanı kesmemizi ve bir
kurbanda birkaç kişinin ortak olmasını emir buyurdu.» Bu hadîsde beyân
edildiğine göre bu hâdise Resûlül-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ashâhına
hacclarından hılle çıkmalarını emir buyurduğu zaman olmuş.
355- (...)
Bize Tabya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hü-şeym, Abdülmelik'ten, o
da Atâ'dan, o da Câbsr b. AbdiIIâh'dan naklen haber verdi, Câbîr (Radiyallahü
arJt) :
«Biz Resulü Hah
(SaUallahü Aleyhi ve Seilem) Ih bfrÜkte ömreye temettü' yapar ve bir sığın yedi kişi nâmına keser onda ortak oturduk.»
demiş.
356- (1319)
Bize Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. /rkeriyyâ b.
Ebî 2âide, İbni Cüreyc'den, o da Ebm's-Zübeyr'-den, o da Câbîr'den .naklen
rivayet etti. Câbîr (RadiyaHahü arîh):
«Kurban bayram t günü
Resûİüüah (Sallallahü Aleyhi ve Settem) Âîşe nâmına bir sığsr kesti.» demiş.
357- (...)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bekr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize îbnî Cüreyc haber verdi. H.
Bana Saîd b. Yahya
EI-Emevî de rivayet etti. (Dedi ki) ; Bana babam rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize îbnî Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû'z-Zübeyr haber verdi.
Kendisi Câbir b. AbrîiHâh'ı: «Eesûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) kadınlar
is nâmına kurban boğazladı.» derken işitmiş.
Tbni Bekr'in Âişe'den
rivayet ettiği hadîsde : «Haccmda bir sığır (kurban etti)» kaydı vardır.
Bedene: Sığır ve deve
demektir. Cezûr dahî deve mânâsına gelir. Kaadî Iyâz'm beyânına göre burada
sığırla cezûr arasında fark vardır. Çünkü bedene ve hedy, ihrama girerken Kâbe'ye
gönderilen kurbanlıktır. Cezûr ise onun yerine kesilmek üzere sonradan satın
alınan devedir. Hz. Câbir'e suâl soran zât cezûrda ortaklığı daha mü-nâsîp
zannederek bedenenin hükmü de böyle midir? diye sormuş, Câbir (Radiyaüahu anh)da onun kurbanlık için
satın alındığına bakarak aynı hükümde dâhil olduğunu bildirmiştir.
1- Hedy
kurbanında ortaklık caizdir. Ancak mes'ele ulemâ arasında ihtilaflıdır.
İmam Şafiî İmam Ahmed ve cumhûru
ulemâya göre hedy kurbanı vâcib olsun
nafile olsun ve keza kesenlerin ister hepsi ibâdet niyetiyle yahut bâzıları et.
için iştirak etsin müştereken
kesilebilir. Delilleri bu
hadîslerdir.
Dâvûd-u Zahirî ile
Mâlik iler 'den bâzılarına göre ortaklık ancak nafile olarak kesilen kurbanda
caizdir. Vâcib kurbanda bu caiz değildir. İmam Mâlik hedy kurbanında mutlak
surette ortaklık caiz olmadığına kaaîldir.
îmam-ı Âzam'a göre
ortaklık kurban kesenlerin hepsi ibâdete niyet etmek şartıyla caizdir.
İçlerinden bâzıları et İçin keserse ortaklık caiz değildir.
Koyunu ortak olarak
kesmek bütün ulemâya göre caiz değildir.
2- Deve ile
sığır yedi kişiye kâfidir. Bunlardan her biri yedi koyun yerini tutar.
3- Hacc-ı
temettu'a niyet eden kimseye hedy kurbanı vâcibtir.
4- Hadîs-i
şerîî usûlü fıkıh ulemâsının : «Kâne lâfzı tekrar iktizâ etmez.» diyenlerine
delildir. Sahih olan mezhep de budur. Çünkü as-hâbm haccı, ömreye tebdil
etmeleri bir defaya mahsûs olmak üzere veda haccmda olmuştur.
358- (1320)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize lid b, Abdillâh, Yûnus'dan,
o da Ziyâd b. Cübeyr'den naklen haber verdi ki, İbni Ömer devesini yatırarak
boğazlıyan bir adamın yanına varmış da:
«Onu bağlı olarak ayağa kaldır. Peygamberimiz (Saiîaîlahü Aleyhi ve SeUem)'in
sünnetine tâbi ol.» demiş.
Bu hadîsi Buhâri,
Ebû Dâvûd ve
Nesâî «Hacc» bahsinde muhtelif
râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
«Peygamberimiz
(Salla!kthü Aleyhi ve Seüem) 'in sünnetine tâbi ol.» cümlelinde «sünnet»
kelimesini nasbeden «tâbi ol» fiili mahzuftur. Bu kelimeyi mahzûf bir mübtedâya
haber olmak üzere merfu okumak da caizdir. Bu takdirde cümleye: «Bu
feygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem/in sünnetidir» şeklinde mânâ
verilir. Nitekim hadîsin bu şekilde rivayeti de vardır. Harbî 'nin
«El-ÎVfenâsik»indeki rivayetinde bu hadîs «
«İbni Ömer : Onu ayakta boğazla. Zira Muhammed
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sünneti budur, dedi.» şeklindedir.
1- Deveyi
ayakta boğazlamak müstehabdır.
2- Câhilin
sünnete muhalif bir hareketini görünce susmayıp onu öğretmek müstehabdır.
3- Sahâbînin
«sünnettendir» sözü Buharı ile Müs1im'e göre merfû' hadîs hükmündedir. Bu
hadisle ihticâc etmeleri onu gösterir.
4- Devenin
ayakta bağlı olarak boğazlanmasından murâd sol ön ayağının ipîe bağlanmasıdır.
Sığırla koyunu yatırarak kesmek ve üç ayağını bağlayarak sağ ön ayağını
serbest bırakmak müstehabdır. Kaadî Iyâz, Tâvûs 'dan, devenin yatırılarak
boğazlanması efdal olduğunu nakletmişse de Nevevî bunun sünnete muhalif
olduğunu söylemiştir.
359- (1321)
Bize Yahya b. Yahya ile Muhammed b. Rumh rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Leys haber verdi. H.
Bize Kuteybe de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys,
İbni Şihâb'dan, o da Urvetü'bnü Zübeyr ile Amra binti Abdurrahmân'dan naklen
rivayet etti ki, Âişe (Radiyalîahü anha) şöyle demiş: «Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem) hedy kurbanını Medine'den gönderirdi. Ben kurbanının nişan
iplerini örerdim. Sonra ihrâmh bir kimsenin sakındığı hiç bir şeyden sakınmazdı.»
(...) Bana
bu hadîsi Harmeletü'bnü Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber
verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan bu isnâdla bu hadîsin mislini
haber verdi.
360- (...)
Bize bu hadîsi Saîd b. Mansur ile Züheyr b. Harb dahî rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize Süfyân, Zührî'den, o da Urve'den, o da Aişe'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den naklen rivayet eyledi. H.
Bİze Saîd b. Mansûr
ile Halef b. Hişâm ve Kuteybetü'bnü Saîd de rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Hammâd b. Zeyd, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da Aişe'den naklen
haber verdi. Âişe :
«Ben Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in hedy kurbanının nişan iplerini örerken hâlâ
kendimi görür gibiyim.» demiş. Râvî hadîsi yukaıki hadîs gibi rivayet etmiştir.
361- (...)
Bize Saîd b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân. Abdurrahmân b.
Kaasim'den, o da babasından naklen rivayet etti. Babası şöyle demiş : Ben
Âişe'yi şunu söylerken işittim :
«Ben Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'in hedy kurbanının nişan iplerini şu iki elimle
örerdim. Sonra (hacıların uzaklaştığı) hiç bir şeyden uzaklaşmaz ve
bir şeyi terketmesdî.
362- (...)
Bize Abdullah b. Meslemeie'bni Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eflâh,
Kaasim'den, o da Âîşe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş : ,
«Ben Resûİüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in develerini:! nişan iplerini ellerimle Ördüm.
Sonra onlar* nişanladı ve boyunlarına alâmet taktı. Bilâhare banları Beyt-i
şerife gönderdi. Kendisi Medine'de kaldı ama
(bununla) ona helâl olan hiç bir
şey haram oîmadi.»
363- (...)
Bize Aliyyü'bnü Hucr Es-Sa'dî İle Ya'kûb b. İbrâhîm Ed-Devrakî rivayet etliler.
İbni Hucr dedi ki ; Bize İsmail b. İbrâhîm, Eyyûb'dan, o da Kaasînı ile Ebû
Kilâbe'den, onlar da Âîşe'den naklen rivayet etti. Âişe (Radiyallahüanhü)
şöyle demiş:
«Resûlüflah
(SalUtllahü Aleyhi ve Sellem) hedy gönderdi. Ben onların nişan ipîerini
ellerimle örerdim. Sonra ihrâmsız bîr kimsenin çekinmediği hiç bir şeyden (o
da) çekinmezdi.»
364- (...)
Bize Muhammedü'bnü'I-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki)_: Bize Hüseyn b. Hasen
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Avn. Kaasİm'-den, o da Ümmü'l-Mü'minîn
(Âişe)'den naklen rivayet eyledi. Şöyle demiş :
«Ben bu nişan iplerini
evimizde bulunan yapağıdan Ördüm de Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) aramızda ihrâmsu olarak sabahladı. Hıram sız bit kimse gibi
ehline yakjnlık ediyordu. Yahut bir adamın ehline yakınlık ettiği gibi yakınlık
ediyordu.»
365- (...)
Bize £üheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, Mansur'dan, o da
İbrahim'den, o da Esved'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe
(Radiyaîlahü anha) şöyle demiş:
«Gerçekten ResûEüllah
(Saüallakü Aleyhi ve Selîem) 'in koyundan gönderdiği hedyinin nisan iplerini
ördüğümü görmuşümdut1. O bunu gönderir; sonra aramızda îhmmsız olarak kalırdı.»
366- (...)
Bize Yahya b. Yahya ile EbÛ Bekr b. Ebî Şeybe ve Ebû Küreyb rivayet ettiler.
Yahya (bize haber verdi), ötekiler (bize rivayet etti) tâbirlerini kullandılar.
(Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da İbrahim'den, o da Esved'den, o
da Âişe'den naklen rivayet etti. Âîşe şöyle demiş :
«Ben çok defa
Resûlüllah (Sallallah'û Aleyhi ve Sellem)'\n hedy kurbanlarına nişan ipi
örmüşümdür. Hedyine nişan takar onu gönderirdi. Bilâhare ihramlı bir kimsenin
sakındığı hiç bir şeyden sakınmayarak (aramızda) kalırdı.»
367- (...)
Bize Yahya b. Yahya üe Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ve Ebû Küreyb rivayet ettiler.
Yahya dedi ki : Bize Ebû Muâvİye, A'meş'den, o da İbrahim'den, o da Esved'den,
o da Âişe'den naklen haber verdi. Âişe (Radiyalîahü anha) şöyle demiş :
«Bİr defo Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hedy
kurbanı olarak Beyt-i Şerife koyun
gönderdi de boyunlarına nişan faktı.»
368- (...)
Bize İshâk b. Man sur rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dussamcd rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mııhammed b. Cuhâde,
Hakem'den, o da İbrahim'den, o da Esved'-den( o da Âişe'den naklen rivayet
eyiedi. Âişe (Radiyalîahüanha):
«Biz koyunlara nişan
takar ve onları gönderirdik. Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ,
kendisine bundan dolayı hiç bir şey haram olmayarak îhrâmsrz halde bulunurdu.»
demiş.
369- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etli. (Dedi ki): Mâlik'e, Abdullah b. Ebî Bekr'dcn
dinlediğim, onun da Amra binti Abdurrahman-dan rivayet ettiği şu hadîsi okudum.
Amra haber vermiş ki İbni Ziyâd Abdullah b. Abbâs'in (hedy gönderen bîr kimseye
o kurban kesilinceye kadar hacılara haram olan her şey haramdır) dediğini
Âişe'ye yazmış ve: «Ben de hedyimi gönderdim. Binâenaleyh (Bu bâbdaki) emrini
bana yaz» demiş.
Amra demiş ki: Âişe
(bu meselenin) İbııi Abbâs'ın dediği gibi olmadığını söyledi ve: «Ben
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hed-yinin nişan iplerini kendi
ellerimle ördüm. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hu nişanları
eliyle taktı bilâhara onlan babamla gönderdi ve ResûlüUahıSallallahü Aleyhi
veSellem) ?e Allah'ın helâl kıldığı bir şey tâ kurban kesilinceye kadar haram
olmadı.» dedi.
370- (...)
Bize Saîd b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hü-şeym rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize îsmâîl b. Ebî Hâlid, Şa'bî'dcn, o da Mesrûk'dan naklen haber verdi.
(Demiş ki) :Ben Âişe'yi perde arkasından el çarparak şöyle derken işittim:
«Ben Resûlüüah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'\n hedy kurbanının nişan iplerini ellerimle
Örerdim. Sonra kurbanı gönderir; kurbanı kesilinceye kadar ihrâmlı bir kimsenin
çekindiği biç bir şeyden çekinmezdi.»
(...) Bize
Muhammedu'bnu'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvahhâb rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Dâvûd rivayet
etti. H.
Bize İbni Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Zekeriyyâ
rivayet eyledi. (Dâvûd'la Zekeriyyâ'nm) ikisi birden Şa'bî'den, o da
Rlesrûk'dan, o da Âişe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den
naklen bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsi Buharı hacc
bahsinin, birkaç yerinde ve «Kitâbü'l-Vekâle»de, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbni Mâce
hacc bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Yahya b. Yahya 'nın
son rivâyetindeki İbni Ziyâd , Müslim 'in bütün nüshalarında bu şekilde rivayet
olunmuşsa da Ebû Alî Gassânî, Mâzirî, Kaadî îyâzve Müslim'in sahihi üzerinde
söz eden bütün hadîs ulemâsı bunun yanlış olduğunu söylemişlerdir. Doğrusu
Ziyâd b. Ebî Süfyân 'dır. Nitekim Buhâri , El.Muvatta1 ve Sünen -i Ebi Dâvûd
gibi mutemet kitaplarda bu şekilde rivayet olunmuştur. Bu zât Ziyâdu'bnü Ebîh
diye maruftur. Gerçi İbni Ziyâd isminde de bir râvi varsa da Hz. Âişe ye
yetişmemiştir. Resû\ünah(S-alIaHcıhü Aleyhi ve Sellem)'in Hz.
Ebû Bekr'le Mekke'ye hedy göndermesi Hicretin dokuzuncu yılındadır. Kurbanı
Ebû Bekr (Radiyallahü anh) kesmiştir.
Tahâvî bu hadîsi
onsekiz tanktan rivayet etmiştir. Hadîsin bütün rivayetleri hedy göndermekle
bir kimsenin ihrama girmiş sayılamı-yacağını ve ihrâmhya haram olan şeylerin
ona haram olmadığını göstermektedir.
îş'âr: Lügatte
bildirmek mânâsına gelir, Şerîatte ise devenin sağ hörgücünü kan akıtacak
şekilde demirle çizmektir. Bunda hayvana eziyet olup olmadığı nazar-ı itibâra
alınmaz. Zira bir şeyi menetmek yal-mz sâri' hasretlerinin hakkıdır. Bunu
menetmek şöyle dursun bizzat Re-sûlüllafc (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem)
Efendimiz yapmıştır,
Kazzâz iş'ân :
«Devenin hörgücünü bıçakla delmektir» diye tarif etmiş; «El-Muhkem» nâm eserde
: «İş'âr devenin derisini yarmak yahut kan çıkıncaya kadar yaralamaktır»
denilmişdir. îbni Karakol'a göre İş'âr, devenin hörgücünü sağ tarafından
genişliğine yarmak suretiyle onu nişanlamaktır. Hanefîler 'den İmam Ebû Yûsuf
'la İmam Muhammed iş'ânn kan akmcaya kadar hÖr-gücün sol tarafından ve dibinden
delmek suretiyle yapılacağını söylemişlerdir. Bir-rivayette İmam
Ahmed'in kavli de budur.
Sefâkusî'ye göre deve
hırçın değilse horgücün sol tarafı yaralanır. Hırçın ise iki deve yan yana
getirilerek aralarına girilir ve birinin hörgücü sağ tarafından, diğerinin sol tarafından
çizilir. İmam Mâ1ik dahî horgücün sol tarafı çizileceğine kail olmuştur. İşbîli
«El-Muvatta'» şerhinde iş'ârın hem sağdan, hem soldan yapılabileceğini söylemiştir.
Hz. Abdullah b. Ömer İş'ân bâzan sağ, bâzan da sol taraftan yapmıştır. Ekser-i
ulemâya göre sağ taraftan yapmak müs-tehabdır. îmam Şafiî ile îshâk'ın
kavilleri de budur. Delilleri İbni Abbâs hadîsidir. Mezkûr hadîste ResûlüIJah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in öğle namazını Zülhuleyfe'de kıldığı sonra bir
deve isteyerek onu sağ hörgücünün yüzünden yaralayarak kan akıttığı, boynuna da
iki nalın taktığı bildirilmektedir. İbni Habîbe göre işar horgücün uzunluğuna
yapılır. Uzunluğundan murâd horgücün sivrisinden yere doğru; genişliğinden murâd
da boynundan kuyruğuna doğru yarmaktır.
Cumhûr-u ulemâya göre
iş'âr sünnettir. Fakat İbni Ebî Şeybe'nin «Musannef»inde güze] isnâdlarla
rivayet ettiği haberlere göre Hz. Âişe ile İbni Abbâs (Radiyallahü anlı) : «İstersen
iş'âr yap, istersen yapma» demişlerdir.
Zahirîler 'den îbni
Hazm, İmamı Âzam'in ; «Ben iş'ân kerih görürüm. Bu bir ta'zîbdir» dediğini söyledikten sonra Hz. İmam hakkında
atıp tutarak ezcümle şunları söylemiştir : «Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in yaptığı bir işe ta'zîb demek oîsa olsa bir âlimin en büyük kabahatlarından
biridir... İmam-ı Azam'-m bu kavline seleften kaail olan bilmediğimiz gibi,
asrında yetişen îu-kahâdan dahî Allah'ın onu taklîdle müptelâ kıldığı bâzı
kimselerden başka muvafakat eden bulunduğunu bilmiyoruz.» İbni Hazme hak ettiği
cevâbı Aynî vermiş ve şunları söylemiştir; «Bu bir sefâ-het ve hayâsızlıktır.
Çünkü fukahânın mezheblerini bahusus Ebû Hanîfe'nin mezhebini herkesten daha
iyi bilen Tahâvi , Ebû Hanîfe'nin asıl ig'ârı kerih görmediğini, onun sünnet
olduğunu da inkâr etmediğini yalnız iş'ârın sirayeti mûcib olup hayvanı helake
sürükleyecek şekilde yapılmasını kerîh gördüğünü söylemiştir... Hz. İmam
bununla avam tabakasına bu kapıyı kapamak istemiştir. Çünkü câhiller bu
husûsda had ve hududa riâyet etmezler. Ama bu cihete vâkıf olup da hayvanın
etini kesmeden yalnız derisini çizmeyi Ebû Hanîfe kerîh görmemiştir. Hattâ
Kirmanı Hz. İmâm'm bunu müstahsen addettiğini söylemiş ve esah olan da budur
demiştir.». İbni Hazm'in «îmam-ı Âzam 'in bu kavline seleften kaail olan
bilmiyoruz» sözü hakkında Aynî: «Bu söz fasittir. ' Çünkü İbni Battal, İbrahim
Nehaî 'nin dahî iş'âra kâii olmadığını söylemiştir» diyor. Hz. 'Âişe ile
İbnıAb^bâs (Radiyallahü anh) nin hedy sahibini iş'âr yapmakla yapmamak arasında
muhayyer bırakmaları da onlara göre iş'ârm sünnet veya müstehab olmadığına delildir.
İş'ârın hikmeti:
Hayvan başka sürüye karıştığı zaman kolayca seçilmek, kaybolursa tanınmak,
çalınırsa hırsızın onu bırakması, hayvanın kurbanlık olduğunu gören fakirlerin
onun kesildiği yere gelmesi, başkalarını bu işe teşvik ve şeâir-i islâmiyyeyi
ta'zîm gibi şeylerdir.
îş'ârın deveye mahsus
olup olmadığı ihtilaflıdır. İbni Ömer (Radiyallahü anh) sığırlara da iş'âr
yaparmış. İbni Hazm bunu Übeyy b. Ka'b (Radiyallahü anJı) 'dan da rivayet
etmiştir. îbni Battal ile Şa'bî'ye göre sığıra da deve gibi iş'âr yapılır ve nişan
takılır. Ebû Sevr'in kavli de budur. İmam Mâlik iş'âria nişan takmanın yalnız
hörgüçlü hayvanlara yapılacağını, hörgüç-süzlere ise işjâr yapılnv.yacağım söylemiştir.
Said b. Cübeyr : «Hörgüçsüz hayvanlara yalnız nişan takılır, iş'âr yapılmaz»
demiştir. Koyuna iş'âr yapmak sünnet değildir. Çünkü koyun hem zayıf bir hayvandır
hem de yapağı iş'âr yerini örter. İbni Tin: «Hörgüçlü sığır hakkında Ebû
İshâk 'tan başka hiç bir kimsenin hilaf zikrettiğini bilmiyorum ama bu
hayvanın mevcûd olduğunu da sanmıyorum» demişdir.
Taklîd :
Hayvanın boynuna alâmet olmak üzere nalın veya.deri gibi bir şey asmaktır. Bu
bilittifâk sünnettir.
1- Taklîd ve
iş'ârı kurban sahibinin kendisi yapması efdaldır. Kurbanı kesmek dahî
böyledir. İmam Mâlik 'le îbni Şihâb kadının taklîd ve iş'ân hususunda
ihtilâf etmişlerdir. İbni Şihâb'a göre kadın bunları kendi yapar. îmam Mâlik
bunu kabul etmemiş : «Kadın bunları yapamaz, meğer ki, yaptıracak kimse
bulamamış olsun. Çünkü taklidi e iş'ân ancak kurbanı kesen kimse yapar»
demişdir.
2- Bir kimse
Mekke'ye hedy göndermekle ihrama girmiş sayılamaz. İhrâmlıya haram olan hiç
bir şey ona haram değildir. Ulemâ bu hususta
ittifak etmişlerdir. Yalnız İbni Abbâs ve İbni Ömer (Radiyallahü anh)
hazerâtı ile Atâ ve Saîd b. Cübeyr hedy
gönderen kimsenin ihrâmh gibi hareket etmesi lüzumuna kaail olmuşlardır.
Mamafih böylesi onlara göre de ihrâmh sayılmaz.
3- Hayvana
nişan takmak hususunda başkasını tevkil caizdir.
4- Ulemâ
birbirlerine reddiyyede bulunabilirler.
5- Nâss
mukabilinde içtihada itibar yoktur.
6- Hususiyet
sabit olmadıkça Peygamber (SallaUahü A ley-hi ve Seliem) in fiillerine tâbi
olmak gerekir.
371- (1322)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Ebû'z-Zinâd'dan
dinlediğim, onun da A'rac'dan, onun da Ebû Hüreyre'-den naklen rivayet ettiği
şu hadîsi okudum: ResûJüMah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) bir adamın dişi bitr
deve sürdüğünü görerek :
«On bin!» demiş. O zât:
— Yâ Resûlâllah! Bu
bedenedir, mukabelesinde bulunmuş. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Selîem) ya ikincide yahut üçüncü defada:
«Ona bin! Yazık
sana!» buyurmuşlar.
(...) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muğîratu'bnü Abdirrahmân
El-Hızâmî, EbûVZinâd'dan, o da A'rac'dan bu isnâdla haber verdi. (Ebû Hüreyre)
: «Bir defa bir adam nişanlı bir deve sürerken...» demiş.
372- (...)
Bize Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Müneb-bih'ten rivayet etti. Hemmâm: Bize Ebû
Hüreyre'nin Resûlüllah Muharn-meâ (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den rivayet
ettikleri şunlardır diyerek bir takım hadîsler söylemiş, ezcümle şöyle demiştir
:
«Bir defa bir adam
nişanlı bir dişi deveyi sürerken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)
kendisine :
— Yazık sana! Bin ona! buyurmuş. O zât:
— Bu bedenedir yâ Resûlâllah! demiş. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem);
— Yazık sana! Bİn ona; yazık sana! Bin ona!
buyurmuşlar.*
Bu hadîsi Buhâri
«Hacc», «Vasâyâ» ve «Edeb» bahislerinde; Ebû Dâvûd ile Nesâî «Hacc» bahsinde
muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Deve süren zâtın kim
olduğu malûm değildir. Bu zât: «Yâ Resûlâllah! Bu bedenedir.» demekle, devenin
kurban edilmek üzere Mekke'ye gönderilmekte olduğunu anlatmak istemiştir.
Rivayetlerin bâzılarından anlaşıldığına göre devenin boynunda kurbanlık
alâmeti bulunuyormuş. Binâenaleyh Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in onu
görül dört ay kadına yaklaşmıyacağma yemîn etmek şer'an ilâ sayılmaz.
Mutlaka dört aydan fazla bir müddet söylemek îcâb eder.
İmam Mâlik-, dört ay
üzerine bir gün ziyâde edilmesini şart koşmuştur. Fakat îlâ âyeti bu zevatın
aleyhlerine delildir.
îlâ'nıjtr hükmü :
Müddet içinde kadına yaklaşıldığı taktirde keffâret îcâb etmektir.
Hasan-ı Basrî'ye göre keffâret lâzım değildir; îlâ
sakıt olur.
îlâ yapan kimse dört
ay içinde karısına yaklaşmazsa, bir talâk boş olur. Ashâb-ı kiram 'dan İbni Mes'ûd,
İbni Ömer, İbni Abbâs, Osman ve Alî (RadiyaüahCt anhûm) hazerâ tının1 kavilleri
bu olduğu gibi cumhûr-u Tabiîn'in mezhepleri de budur.
îlâ hakkında filan
kitaplarında tafsilât vardır.
Hadîsin bütün
rivayetlerinde bir ay'in yirmidokuz günden ibaret olduğu bildirilmektedir.
Kaadı Iy=âz diyor ki:
«Bütün bu rivayetlerin mânâsı: Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem)
yirmidokuz günü tamam ettikten sonra döndü, demektir. Buna delîl : Hadîsin bir
rivayetinde :
(yirmidokuz gün
geçtikten sonra); diğer rivayette :
(yîrmidokuzun
sabahında) yâni {yirnûdokuzdan sonra gelen gecenin sabahında) buyurulmuş
olmasıdır. O sabah ise otuzuncu günün sabahıdır. (Ay yirmi dokuzdur.) sözünün
mânâsı: bazen yirmidokuz çeker, demektir. Nitekim bâzı rivayetlerde bu şekilde
tasrîh Duyurulmuştur.»
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in yemîni zevcelerine güvendiği içindi. Müfessirler Sûre-i
Tahrîm'in tefsirinde bu yeminin sebebini beyân etmişlerdir. Görmek isteyenler
oraya bakabilirler.
28- (1087)
Bize Yahya b. Yahya ile Yahya b. Eyyûb, Kuteybe ve İb-ni Hucr rivayet ettiler.
Yahya b. Yahya (Aııberanâ) dedi; diğerleri (Had-desenâ) tâbirlerini
kullandılar. (Dediler ki) : Bize İsmâîl yâni İbni Ca'-.fer, Muhammed yâni İbni
Ebî Harmele'den, o da Küreyb'den naklen rivayet etti, kî Ümmü'1-Fadl binti
Haris kendisini Muâviye nezdine Şam'a göndermiş. Küreyb şöyle demiş: Şam'a
varıp Ümmü Fadl'in hacetini gördüm. Ben, Şam'da iken Ramazan hilâli göründü,
Hilâl'i cuma gecesi gördüm. Sonra Medine'ye ayın nihâyetinde geldim. Abdullah
İbni Abbâs (Radiyallahû anhûma) bana
bâzı şeyler sordu, sonra hilâlden söz açarak:
— «Hilâli ne zaman gördünüz» dedi. Ben :
— «Biz, onu cuma
gecesi gördük.» cevâbını verdim;
— «Onu sen mi gördün?» diye sordu;
— «Evet. Halk da gördüler ve oruç tuttular.
Muâviye de oruç tuttu.» dedim. Bunun üzerine İbni Abbâs:
— «Ama biz onu cumartesi akşamı gördük. Onun
için de ya otuzu tamamlayıncaya yahut hilâli görünceye kadar oruca devam
ediyoruz.» dedi. Ben :
— «Muâviye'nin görmesi ve oruç tutmasıyla
iktifa etmiyor musun?» dedim; İbni Abbâs:
— «Hayır; bize Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) böyle emir buyurdu.» cevâbını verdi.
Kâvî Yahya b. Yahya,
Küreyb'in «İktifa etmiyelim mi?» yoksa «İktifa etmiyor musun?» dediğinde
şekketmiştir.
Bü hadîsi Ebû Dâvûd,
Nesâî ve Tirmizî rivayet etmişlerdir.
Hadîs-i şerif, hilâlin
bir yerde sübût bulmasıyla hükmün oraya münhasır kalacağına delâlet
etmektedirye göre binmek ve sütünü içmek hayvana bir noksanlık getirirse noksanlığın
kıymetini ödemek lâzım geldiğini kaydetmiştir. İmam Mâ1ik'e göre dahî sütü
içilmezse de içildiği takdirde ödemek îcâb etmez.
Binmeyi tecviz edenler
kurbanlık deve üzerinde yük taşınıp taşı-namıyacağı hususunda ihtilâf
etmişlerdir. İmam Mâlik bunun caiz olmadığını söylemiş cumhur ise tecviz
etmişlerdir.
Devenin dişisinden de
erkeğinden de hedy kurbanı olur. Hanefiî1er'le İmam Mâ1ik'in mezhepleri budur.
Mezkûr kavi birçok ashâb-ı kiram 'dan nakledilmiştir. İbni Tin, hed-yin yalnız
dişi deveden olacağını söylemiş ve bu kavli İmam Şâfii'den nakletmiştir.
2- Hadîs-i şerif
âlimin fetvayı tekrar edebileceğine, onu kabul etmeyeni tekdir ve tevbih'da
bulunabileceğine delildir.
373- (1323)
Bana Amru'n-Nâkıd ile Süreye b. Yûnus rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Hüseyni rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Humeyd, Sâbit'ten, o da Enes'den naklen
haber verdi. Humeyd zannederim bunu Enes'den ben de işittim demiş. H.
Bize Yahya b. Yahya da
rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Hüseyni, Humeyd'deıı, o da
Sâbit-i Bünânî'den, o da Enes'den naklen haber verdi. Enes (Radiyallahü
aııh) şöyle demiş :
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)hir bedeneyi sürmekte olan birine tesadüf ederek :
— Bin ona! buyurdu. O zât:
— Bu bedenedir mukâabelesinde bulundu. Resûlüllah (Salla! lahü Aleyhi ve Selletn) iki yahut üç
defa (bin ona!) buyurdular.»
374- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybc rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekr, Mis'ar'dan, o
da Bükeyr b. Ahmes'den, o da Enes'den naklen rivayet etti, Bükeyr, ben Enes'i
şöyle derken işittim demiş :
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellerri) 'in yanından bir bedene yahut hediyye geçirdiler.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
(sahibine):
«Bin ona! dedi. O zât:
— Bu bedenedir yahut
hediyyedir mukaabelesinde bulundu. Resûlüllah
(Sallallahü A leyhi ve Sellem):
— «İsterse bedene
olsun» buyurdular.
(...) Bize
bu hadîsi Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Bişr, Mis'ar'dan
rivayet etti. (Demiş ki):-Bana Bükeyr b. Ahnes rivayet etti. (Dedi ki) : Enes'i:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in yanından bir bedene geçirildi...» derken işittim. Ravî
(hadîsin geri kalan kısmını) yukarki hadîs gibi rivayet etmiştir.
375- (1324)
Bana Muhammed b. Hâlim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd, İbni
Cüreyc'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû'z-Zübeyr haber verdi. (Dedi ki)
: Câbir b. Abdillâh'tan dinledim. Kendisine hedy kurbanlığına binilip
tinilemiyeceği soruldu da şÖyJe dedi :
«Ben Peygamber
(Saliatlahü Aleyhi ve Sellem)' (Muztar kaldığın vakit başka hayvan buluncaya
kadar ona ma'rûf vecihle bin!) buyururken İşittim.»
376- (...)
Bana Seİemetu'bnü Şebîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen b. A'yen rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kıl, Ebû'z-Zübeyr'den, naklen rivayet etti.
Ebû'z-Zübeyr şöyle demiş:
30- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gunder, Şu'be'den
naklen rivayet etti. H.
Bize İbnü'l-Müsennâ
ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Amr b. Mürra'dan naklen lıaber verdi. Amr
söyle demiş: Ben, Ebû'l-Buhterî'yi şunu söylerken işittim: Biz (Zât-ı ırk)
denilen yerde iken Ramazan hilâlini gördük de îhni Abtâ^ (Radiyalİahı'ı
anhûmaj'ya sormak için bir adam gönderdik. İbni Abbâs (RadiyallahCt anh)
şunları söylemiş: Resûlül-lah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz ki Allah
ay'ı görülmek için imdâd etmiştir. Eğer hava bulutlu olursa sayıyı tamamlayt
verin.» buyurdular.
Hadîs-i şerîf bütün
nüshalarda bu şekilde yâni birinci rivayette «medde»; ikinci rivayette
«Emedde» sigalarıyla rivayet edilmiştir.
Kaadı İyâz'm beyânına
göre ulemâdan bâzıları medde fiilini imtidât yâni uzatmak; «Emedde» fiilini de
imdat vermek mânâsına tef-sîr etmişlerdir.
Kaadı îyâz: «Bence
doğrusu rivayetin zahiri manâsıyla kalmasıdır. Zahirî mânâsı: Allah onun
müddetini görülsün diye uzatmıştır; demektir. Zaten her iki fiilin de bu.
mânâya geldikleri söylenir...« diyor.
Cemaattan bazılarının
«ay üç günlük» bazılarının da "iki günlüktür» demeleri, onun büyük
gördükleri içindir. İbni Abbâs (RadiyaJîahû anh) ise ayın büyüklüğü küçüklüğü
nazar-ı itibâra alınamayacağını, ayın bir gecelik olduğunu bildirmiştir. Zîra
büyük veya küçük göstermek Allah Teâlâ'ya kalmış bir fiildir. Dilerse hiç de
göstermez; bu takdirde oruç günleri otuz üzerinden tamamlanır,
Mâzirî diyor ki:
«Hilâl güneşin zevalinden sonra görülürse gelecek akşama; zevalden Önce
görülürse evvelki akşama âiddir. Bazıları bunun da gelecek akşama âid olduğunu
söylemişlerdir.
Zâhirî1er'e göre
oruçda gecen akşama, bayramda ise ihtiyâtan gelecek akşama âiddir. «Ayı
görürseniz oruç tutun!» hadisinin zahirine bakılırsa ay görüldümü oruç tutmak
îcâb eder... O halde görülen ay gelecek geceye hami olunur...»
Fakat Übbî, Mâziri'nin
bu son sözüne itiraz etmiş ve: «Bu bâbda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den sahîh bir hadîs vârid olmamıştır. Yalnız Ömer (Radlyaliahû anh) 'in :
(Ayı zevalden önce
görürseniz iftar edin; zevalden sonra görürseniz iftar etmeyin!» dediği rivayet
olunur. Böyle bir kavi Hz. Alî 'den de nakledilmiştir. Görülen ayın gelecek
geceye âid olduğunu bildiren kavi meşhurdur...» demiştir.
Ayın zevalden önce
görülmesi meselesi Hanefiyye imamları arasında da ihtilaflıdır. Hilâl, ayın
otuzuncu günü zevalden önce görülürse imam Ebû Yusuf a göre evvelki geceye
âiddir. Binaenaleyh Ramazan başı ise o gün oruç tutmak; Ramazan sonu ise iftar
etmek lâzımdır.
İmam A'zam'la imam
Muhammed'e göre ise görülen hilâl mutlak surette gelecek akşama âiddir.
Bazıları bu meseledeki hilafın yalnız imam Ebû Yûsuf JIa imâm Muhammed
arasında olduğunu söylemişlerdir.
İmâm A'zam 'dan bir
rivayete göre hilâli güneşin yolu üzerinde görünür yâni güneş hilâli ta'kîb
ederse, o hilâl evvelki geceye, hilâl güneşin peşinden gidiyorsa gelecek geceye
âiddir. Fetva İmam A'zam'la imam
Muhammed'in kavline göredir.
31- (1089)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid b. Zürey Halid'den, o
da Abdurrahman b. Ebî Bekrâ'dan, o da babası (Radiyallahû anh) 'dan, o da
$eygamher(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen haber verdi:
«İkİ bayram ayı noksan
olmazlar, bunlar Ramazan ile Ztlhİcce'dir» buyurmuşlar. vâyet etmişlerdir.
Fakat Hattâbî bunu pek doğru bulmamış şeklinde okunmasını tavsiye etmişdir.
Cevheri ile sair lügat ulemâsı bu hususta biri «Zehafe» diğeri «Ezhafe» olmak
üzere iki lügat kullanıldığım söylemişlerdir. Bu kelimeler sürünmek, yol almak
ve bîtâb düşerek yolda kalmak mânâlarında kullanılırlar. Binâenaleyh Hattâbî'nin
iddiası kabul edilmemiştir. Kelime her iki şekilde de kullanılabilir. Burada
nıurâd hayvanın yürüyemeyip yolda kalmasıdır.
Hadîsteki «Ayiye»
fiili «Ayye» ve «Uniye» şeklinde de rivayet olunmuştur. Birinci ve ikinci
rivayetlerin mânâsı âciz kaldı yani hayvan yolda kalırsa ne yapmak lâzım
geldiğini bilemedi demektir. Üçüncü rivayete göre mânâ ehemmiyet verdi
demektir.
Hadîsin birinci
rivayetinde ResûlüIIah (SallaHahü Aleyhi ve Sellem)in gönderdiği develerin on
altı, ikinci rivayetinde onsekiz olduğu görülmektedir. Nevevî buna bakarak
hâdisenin ayrı ayrı iki yerde geçmiş olabileceğine ihtimâl verdiği gibi, aynı
hadisenin ayrı ayrı rakamlarla ifade edilmiş olmasını da caiz görmüş : «Onaltı
adedinde fazlasını nefy yoktur. Çünkü bu bir mefhum-u adettir, onunla amel
edilmez» demiştir. Hâdise bir olduğuna göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in develerine vekil tayin ettiği zâtın Ebû Kabîsa Züeyb (Radîyallahü
anh) olduğu anlaşılır.
1- Hîn-i
hacette bir kimse
kendisinin medhini tezammun
eden sözler söyleyebilir. İbni Abbâs (Radiyalîahü anh)hn : «Tam bilene
rastladın» sözü buna delildir. Hz. İbni Abbâs
bu sözü verdiği haberin dikkatle dinlenilmesine teşvik ve
söylediklerinin muhakkak olduğunu beyân için söylemiştir.
2- Mekke'ye
götürülen kurbanlık yürüyemeyip yolda kalırsa onu keserek etini fakirlere
dağıtmak icâb eder. Sahibiyle yol arkadaşları o hayvanın etinden
yiyemezler.Nevevî: «Bu, bâzı kimseler yolda hayvanı kesmeye veya sakatlamaya
imkân bulamasmlar diye sedd-i zerîa kabilinden yasak edilmiştir.» diyor. Bu
meselede ulemâ ihtilâf etmişlerdir. İmam Ahmet 'ten bir rivayete göre sahibi
ve arkadaşları ancak nafile hedy ile müt'a ve kıran kurbanlarının etlerinden
yiyebilirler. Hanefîye ulemâsının kavilleri de budur. Çünkü bu kurbanlar ceza
için değil hacc ibâdetlerinden ma'dûd olmak üzere kesilirler. «Et-Tevdîh» nam eserde beyân edildiğine göre
yolda kalan nafile hedy kurbanı hakkında ulemâdan bir taife ruhsat
vermişlerdir. Bu kavil Hz. Âişe ile İbni Ömer (Radiyaüahü anh/dan rivayet
olunmuşdur. Bir takımları sahibinin o kurbanın etinden yiyemiyeceğine kaail
olmuşlardır. Bu kavil İbni Abbâs (Radiyallahü anhydan naklolunmuştur. îmam
Azam'la İmam Mâlik ve İmam Şafiî 'nin mezhepleri budur.
379- (1327)
Bize Saîd b. Mansûr ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Süfyân, Süleymân-ı Ahvel'den, o da Tâvûs'dan, o da İbni Abbâs'dan naklen
rivayet etti. ibni Abbâs şöyle demiş : «Halk her tarafa dağılıyorlar di. Bunun
üzerine Resûlüllah (Sallollahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Sakın son varacağı
yer Bey t-i Şerîf olmadıkça hiçbir kimse bir yere gitmesin» buyurdular.
Züheyr, kelimesini
söylememiştir.
380- (1328)
Bize Saîd b. Mansûr ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet ettiler. Lâfız
Saîd'indir. (Dediler ki) : Bize Süfyân, İbni Tâvûs'dan, o da babasından, o da
İbni Abbâs'tan naklen rivayet etti.
İbni Abbâs :
«Halka son varacakları
yerin Beyt-i Şerîf olması emir buyruldu. Yalnız hayzh kadına ruhsat verildi.»
demiş.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemj'm hassaten bu iki ayı zikir buyurması oruçla hacc bu aylarda
yapıldığı içindir.
Nevevî kat'iyyetle buna kaail olmuştur.
Tıybî ( ?-743) :
«Hadîsin zahirine bakılırsa bu iki ayın hassaten zikredilmesi, başka aylarda
bulunmayan bir meziyete sahip oldukları içindir. Yoksa hadîs, başka ayda
yapılan taatın sevabı bunlarda yapılanın sevabından daha azdır, mânâsına
gelmez. Maksad bu iki ay bayramlara mahsus olduğu için onlarda vuku'u melhuz
olan hatânın hükmünü kal-dırmakdır.» demiştir.
Hadîs-i şerif,
sevapların amellere göre değil, sırf Allah'ın bir fadl-ı ihsanı olduğunu
söyliyenlerin delilidir.
Yine bu hadîs tam ve
noksan ayların sevabda müsavi olduklarına delildir.
33- (1090)
Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. İdrîs,
Husayn'dan, o da Şa'bi'den, o da [2] Adiyy
b. Hatim (Radiyallahû anh) 'dan naklen rivayet etti. Adiyy şöyle demiş: (Sizin
için fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden seçilinceye kadar yiyip için [3]
âyet-i kerimesi nâzl olunca Adiyy b. Hâtm peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'e:
«Ya Resûlallah Ben,
yastığımın altına bir beyaz, biri siyah iki ip koydum. (Bununla) geceyi
gündüzden seçiyorum.» dedi. Resûlüllah (Salîallchü Aleyhi ve Sellem):
«Senin yastığın pek
genişmiş, Bu beyaz iplikle siyah iplik gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığından ibarettir.» buyurdular.
Bu hadîsi Buh âri
«Kitâbu's-Savm» ile «Kitabu't-Tefsir» de Ebû Dâvud «Kitâbu's-Savm'da, Tirmizi
«Kitâbu't-Tefsir» de muhtelif ravilerden tahric etmişlerdir.
Tirmizi onun hakkında
«Hasen Sahih bir hadistir.» demiştir.
İkaal :
Arapların deve bağladıkları iptir.
Mücâhid'in rivayetinde
bunun yerine «Kıldan iki iplik aldım.» denilmiştir.
Hadîsin bir
rivayetinde şöyle buyurulmuştur: «Dedim ki Yâ Resûlallah, bu beyaz iplikle
siyah iplikden murâd nedir? Bunlar hakikaten iki iplik midir? Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şayet ipliklere
baktınsa sen hakikaten pek kaim kafalıymışsın.» buyurdu.
Sonra ilâve etti:
«Hayır, bundan murâd,
gecenin karanlığı ile gündüzün
aydınlığıdır.»
Ebû Davud'un
rivayetinde: «Ben biri beyaz, biri siyah iki ip alarak yastığımın altına koydum
da, onlara baktım, fakat ipleri biribirinden seçemedim. Sonra bunu Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e anlattım da, güldü ve
«Öyle ise senin
yastığın pek geniş ve uzunmuş. Bundan murad : Gece ile gündüzden ibarettir,
buyurdu» denilmektedir.
Ebû Avâne 'nin rivayet
ettiği Mutarrif hadîsinde : «ResûlüIIaH (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) güldü ve
:
— «Hayır öyle değil,
ey kalın kafalı, buyurdular.» denilmiştir.
«Senİn yastığın pek
genişmiş.» ifâdesindeki yastık uykudan kinayedir. Maksat «Senin uykun pek çok
ve derinmiş.» demektir.
Bâzıları yastığın
başdan kinaye olduğunu söylerler. Nitekim : «Sen hakîkaten pek kalın
kafalıymışsm.» hadîsi de bunu te'yid etmektedir.
Bir takımları kaim
kafalı tâbirinin ahmaklıktan kinaye olduğunu söylerler. Zira kafanın haddinden
fazla büyük ve geniş olması, gabâvet ve «Safiyye fcinti Huyey tavâf-ı ifâzayı
yaptıktan sonra hayz gördü. Ben onun hayz hâlini HesûlüUah (Sallaliahü Aleyhi
ve Selletn)'e anlattım da Resûlüllah
(Sallal'.ahü Aleyhi ve Seilem):
— O bizi yolumuzdan alıkoyacak mı? buyurdu. Ben :
— Yâ Kesûlullah! O ifâsını yapmış ve beyti
tavaf elmişdi. İfâzadan sonra hayız gördü dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (Sailaîlahü Aleyhi ve Seilem) :
«Öyle ise yola revân
olsun!» buyurdular.
383- (...)
Bana Ebu't-Tahir ile Harmeletu'bnü Yahya ve Ahmed b. îsâ rivayet ettiler. Ahmed
(bize rivayet etti). Ötekiler (bize haber verdi) tâbirlerini kullandılar.
(Dediler ki) : Bize Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan
bu isnâdla haber verdi. Âişe Leys hadîsinde olduğu gibi :
«Peygamber (Sailaîlahü
Aleyhi ve Seilem) 'in zevcesi Safiyye binti Hu-yeyy veda haccııida temiz iken
ifâzasmı yaptıktan sonra hayzim gördü...» demiş.
(...) Bize
Kuteybe yani İbni Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Züheyr b. Harb da
rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Süfyân rivayet etti. H.
Bana
Muhamnıedu'bnü'l-Mûsennâ dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'l-Vehhâb
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb rivayet etti, Bu râ-vilerin hepsi
Abdurrahmân b. Kaasim'dan, o da babasından, o da Aişe'-den naklen onun
Resûlüllah (Sailaîlahü Aleyhi ve Seilem) 'e Safiyye'nin hayız gördüğünü
söylediğini Zührî'nin hadîsi mânâsında rivayet etmişlerdir.
384- (...)
Bize Abdullah b. Meslemete'bni Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eflâh,
Kaasim b. Muhammed'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş :
«Safiyye'nin tavafı
ifâzayi yapmadan hayız göreceğinden korkuyorduk. Derken yanımıza Resûlüllah
(Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) gelerek:
— Safiye bizi yolumuzdan alıkoyacak mı diye
sordu. Biz:
— O ifâzasım yaptı,
dedik.
— Öyleyse alıkoymayacak buyurdular.
385- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) ; Mâük'e, Abdullah b. Ebî Bekr'den
dinlediğim, onun da babasından, onun da Amra binti Abdirrahmân'dan, onun da
Âişe'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum. Âişe Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e :
— Yâ Resûlallah! Safiyye binti Huyeyy hayz
gördü, demiş. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
— Galiba o bizi yolumuzdan alıkoyacak. Sizinle
birlikte beyti tlvâf etmiş miydi?
demiş. Oradakiler :
— Hay hay etmişti! cevâbını vermişler.
— Öyle ise yola çıksın! buyurmuşlar.(Dedi ki) : Bize Fudayl b.
Süleyman [4]
rivayet etti : (Dedi ki) : Bize Ebû Hazım rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sehl
b. Sa'd rivayet eyledi. (Dedi ki) : Şu (size ak iplilc kam iplikten seçilinceye
kadar yiyin için) âyeti nazil olunca bâzı kimseler bir beyaz bir de siyah
iplik alarak bunları birbirinden seçinceye kadar yemeye devam ederdi. Nihayet
Allah rAzze ve Celle) (Fecirden)
kavl-i kerîmini indirerek bundan muradı beyân eyledi.
35- (...)
Bana Muhammed b. Sehl Et-Temîmi [5] ile
Ebû Bekir b. İshâk rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Ebî Meryem rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Gassân haber verdi. (Dedi ki) : Bana Ebû Hâzim, Sehl
b. Sa'd (Radiyallahü an/r/dan naklen rivayet etti. Sehl şöyle demiş: Şu âyet
(yani) :
(Size ak iplik kara
iplikten seçilinceye kadar yiyin, için) kavl-i ilâhisi nazil olunca bazı
kimseler oruç tutmak îstedimi her biri ayaklarına bir siyah bir de beyaz iplik
bağlarlar da, bu iplikleri birbirinden seçinceye kadar yiyip içmeye devam
ederlerdi. Bundan sonra Allah (Fecirden) kavlini indirdi. Bu suretle Allah'ın
bu âyetten gece ile gündüzü murâd ettiğini anladılar.
Bu hadisi Buhâri
«Kitâbu's-Savm» ile «Kitâbu't-Tefsir» de. Nesâî «Kitabu's-Savm» da muhtelif râvilerden
tahric etmişlerdir.
Bundan evvelki hadîsde
Hz. Adiyy'in biri beyaz diğeri siyah İki ipi yastığının altına koyduğu
bildirilmişti. Bu hadîsde Ashâb-ı Kiram
'dan bâzılarının iki ipliği ayaklarına bağladıkları görülüyor. Fakat iki
rivayet arasında münâfaat yoktur. Zira bâzılarının iplikleri yastıklarının
altına koyması, diğerlerinin ayaklarına bağlaması mümkündür. Ulemâdn bir
takımları iki rivayetin arasını bulmak için Ashâb'in sahur zamanına kadar
iplikleri yastıklarının altında tuttukları, sahur zamanında onları ayaklarına
bağladıkları ihtimâlinden bahsetmişlerse de, bu ihtimâl uzak görülmüştür. Çünkü
o zaman kendileri uyanık bulunacakları için ayaklarına iplik bağlamaya hacet
yoktur. Ellerinde onları daha iyi görürler.
Ri'y : Manzara
dimektir.
Bâzıları bu kelimeyi
«ra'y» ve «ri'iyy» şeklinde rivayet etmişlerdir.
Fakat Kaadî İy âz buna
itiraz etmiş, hatâ olduğunu söylemiştir.
Bu şekilde rivayet
sahih olsa biîe mer'i yani görünen mânâsına geleceğini bildirmiştir.
Kurtubî ( ?-656), Hz.
Adiyy rivayeti ile bu rivayetin arasını bulmuş ve: Adiyy rivayetinin Seh1
rivayetinden sonra vârid olabileceğinden bahisle Hz. Adiyy'in, Seh1
rivâyetin-deki maceraydı işitmemiş olması ihtimalini ileri sürmüştür.
- Maamafih yine
Kurtubî 'nin beyânına göre her iki hadîsin aynı kazıyye hakkında vârid olması
muhtemeldir. Yalnız râvilerden bazısı âyetteki «Fecir» kelimesini muttasıl
olarak zikretmiş, bâzıları onu âyetten ayırmışlardır. Çünkü bu kelime âyet-i
kerîme'nin baş tarafından hayli zaman sonra nazil olmuştur.
Bâzıları bir sene
sonra indirildiğini söylerler.
Tahavî'nin rivayetine
göre âyet-i kerîme nazil olduktan sonra Ashâb-ı Kiram bir müddet fecir
doğuncaya kadar yiyip içmeye devam etmişler, sonra Allah Teâlâ Hazretleri fecir
kaydını indirmekle bu hükmü neshetmiştir.
Fakat Kaadî İyâz,
Tahavî 'nin bu sözüne itirazda bulunmuş ve hükmün onun dediği gibi evvelâ
sabit olup, sonradan neshedilme-diğini hadisden muradın bu işi bazı Bedeviler'in
te'vil suretiyle yaptıklarını beyândan ibaret olduğunu söylemiştir.
36- (1092)
Bize Yahya b. Yahya ile Muhammed b. Rumh rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Leys haber verdi. H.
Bize Kuteyhetü'bnu
Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, İbni Şihâb'dan o da Salim b.
Abdillah'dan, o da Abdullah (Radiyallahü anh) dan o da Resûlüllah (SaUaUahü
Aleyhi ve Selle m) 'den naklen rivayet eyledi, şöyle buyurmuşlar :
388- (1329)
Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Nâfi'den
dinlediğim, onun da İbni Ömer'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum:
«Re$û\ülla.h (Sallallahü Aleyhi've Seüem) beraberinde Üsâme, Bilâl ve Kabe
hizmetçisi Osman b. Talha olduğu halde Kabe'ye girmiş ve kapısını kapamış.
Sonra (bir müddet) orada durmuş. İbni Ömer demiş ki:
— Bilâl çıktığı vakit Resûlüllah (Salialiahü
Aleyhi ve Sellem) ne yaptı? diye sordum. Bilâl:
— İki direk soluna, bir direk sağma, üç direk
de arkasına aldı, sonra namaz kıldı; cevâbını verdi. O gün Beyt-i Şerif altı
direk üzerine idi.»
389- (...)
Bize Ebu'r-Rebî' Ez-Zehrânî ile Kuteybetü'bnü Saîd ve Ebû Kâmil-i Cahderî hep
birden Hammâd b. Zeyd'den rivayet ettiler. Ebû Kâmil (Dedi ki) : Bize Hammâd
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ey-yûb. Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen
rivayet etti. İbni Ömer şöyle demiş: Fetih günü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) (Mekke'ye) gelerek Kabe'nin harîmine girdi. Ve Osman b. Talha'ya
haber gönderdi. O da anahtarı getirerek kapıyı açtı. Sonra Peygamter
(Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) ile Bilâl, Üsâmctu'fcnu Zeyd ve Osman b. Talha
içeri girdiler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'İn emriyle kapı
kapandı. İçerde uzun zaman kaldılar. Sonra kapıyı açdı. Abdullah demiş ki:
— Ben herkesten acele
davranarak oradan çıkarken
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i karşıladım. Bilâl de peşinde
idi. Bilâl'e :
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) içerde namaz kıldı mı? diye sordum.
— Evet! cevâbını verdi.
— Nerede kıldı? dedim.
— Yüzüne karşı gelen iki direğin arasında!
dedi. (Yalmz) kaç rekât namaz kıldığını
sormayı unuttum,»
390- (...)
Bize İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süf-yân, Eyyûb'ü
Sahtiyânî'den, o da Nâfi/den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. Şöyle
demiş :
«Fetih yılında
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Üsâmetübnü Zeyd'e âit dişi bir deve
üzerinde gelerek onu Kabe'nin harîmine çöktür-dü. Sonra Osman b. Talha'yı çağırdı.
Ve :
— Bana
anahtarı getir., dedi. Osman
hemen annesine gitti. Fakat annesi anahtarı ona vermek istemedi.
Osman :
— Vallahi yâ onu bana verirsin, yahut şu kılıç
belimden çıkar, dedi. Bunun üzerine annesi anahtarı ona verdi. O da
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'e gelerek onu kendisine teslim etti- Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) kapıyı açtı...» Bundan sonra râvi, Hammad b. Zeyd hadîsi gibi
rivayette bulunmuştur.
391- (...)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya yâni El-Kattân rivayet
etti. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Ebıi Üsâme rivayet etti. H.
Bize İbni Nümeyr dahî
rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Abde, UbeyduIIah'tan, o da
Nazi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet eyledi. îbni Ömer şöyle elemiş:
«Resuiüllah
(Sallalkıhü Aleyhi ve Sellem), beraberinde Üsâme. Bilâl ve Osman b. Talha
olduğu halde Beyt-î Şerife girdi. Müteakiben üzerlerinden kapıyı uzun zaman
kapadılar. Bilâhare kapı açıldı, içeriye ilk giren ben idim. Ve Bilâl'e
rastlayarak :
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
nerede namaz kıldı?
diye sordum. Bilâl:
— İki ön direk arasında; cevâbını verdi. Ama
Resûlüilah (Sallallahü Aleyhi ve SellemYin kaç rekât namaz kıldığını ona
sormaya unuttum.»
392- (...)
Bana Humeyd b. Mes'ade rivayet etli. (Dedi ki) : Bize Hâlid yâni İbnü'l-Hâris
rivayet etti, (Dedi ki) : Abdullah b. Avn, Nâfi'den, o da Abdullah b. Ömer'den
naklen rivayet etti. Abdullah Kabe'ye (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) varmış, Peygamber
ile Bilâl ve Üsâme Kabe'ye girmiş bulunuyorlarrmş. Osman b. Talha üzerlerinden
kapıyı kapamış. Abdullah şöyle demiş :
«Orada uzun
müddet kaldılar. Sonra
kapı açıldı ve
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seîlem) çıktı. Ben merdivenden adımlayarak Beyt-i Şe-rîf'e girdim. Ve:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) nerede namaz kıldı? diye sordum.
— Şurada! dediler. Fakat onlara kaç rekât namaz
kıldığını sormağa unuttum.»
393- (...) Bize
Kuteyhetu'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Leye. rivayet etti. H.
Bize Ibni Runıh da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, İbn-i Şihâb'-dan, o da Sâlim'den, o da
babasından naklen haber verdi. Babası (Abdullah) şöyle demiş: «Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) beraberinde Üsâmetu'bnü Zeyel, Bilâl ve Osman b.
Talha olduğu halde Beyt-i Şerife girdi ve üzerlerinden kapıyı kapadılar.
Açtıkları zaman ilk giren (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ben oldum ve Bilâl'e
rastlayarak orta Resûlüllah Beyt'in içinde namaz kıldı mı? diye sordum. Bilâl:
— Evet, iki yemânî direğin arasında namaz kıldı! cevabını verdi.
394- (...)
Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedâ ki) : Bize İbiîi Vehb habeır
verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) :
Bana Salim b. Abdillâb, babasından naklen haber verdi. Babası şöyle demiş: «
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi, ve Seîlem) in, Üsâmetu'bnü Zeyil, Bilâl ve Osman
b. Talha ile birlikte Kâıbe'ye girdiğini gördüm. Onlarla beraber başka bir
kimse girmedi. Sonıra üzerlerinden kapı kapandı.
(Yine) Abdullah b.
Ömer şunu söylemiş : «Bana Bilâl yahut Osman b. Talha haber verdi ki:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selİem) Kabe'nin içinde iki yemânî direğin
arasında namaz kılmış.»
Bu hadîsi Buhâri hacc bahsinde tahrîc etmiştir.
Görülüyor ki birinci
rivayette Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in iki direk solunda, bir
direk sağında ve üç direk arkasında olduğu halde altı direk arasında; diğer
rivayetlerde iki yemânî direk arasında namaz kıldığı bildiriliyor. Buhâri'nin
rivayetinde sağında ve solunda birer, arkasında da üç direk olduğu halde namaz
kıldığı ve o gün Beyt-i Şerifin altı direği bulunduğu bildiriliyor. Bu sebeple
rivayetler ûrasmda bir nevî işkâl zuhur etmekte ise de Kirmanı buna. cevap
vermiş ve: «Direk lâfzı cinstir. Bire de. ikiye de ihtimâli vardır.-Binâenaleyh
mücmeldir. Bu mücmeli Mâlik, İsmail b. Ebi Üveys rivayetinde beyân etmiş,
sağındaki direklerin de iki olduğunu söylemiştir. Bu suretle direkler altı
olur» demiştir. Nitekim babımızın birinci rivayetinde : «Soluna iki. sağma bir,
arkasına da üç direk aldı» denilmek suretiyle direklerin altı olduğu
beyân edilmiştir.
Bâzıları
rivâyetlerdeki ihtilâfa bakarak vak'anm ayrı ayrı zamanlarda iki defa cereyan
ettiğine kaail olmuşlardır. Bir rivayette ResûlüJ-lah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in iki direk sağına, iki soluna, üç de arkasına alarak namaz kıldığı
bildirilmiştir. Bu takdirde direklerin yedi olması îcab ederse de nefs-i
hadisde : «O gün Beyt-i Şerîf altı direk üzerindeydi.» denilmesi bu rivayeti
reddeder. İki yemânî direk arasında namaz kıldığını bildiren rivayette diğer direkler zikredilmemiştir.
395- (1330)
Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd hep birden İbni Bekr'clen rivayet
ettiler. Abd (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Beki haber verc'li. (Dedi
ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi.
(Dedi ki) : Atâ'ya : Sen İbni
Abbâs'ı (siz ancak tavaf etmeye memur
oldunuz, Kabe'ye girmeğe memur değilsiniz)
derken işittin mi?
diye sordum. Atâ':
— İbni
Abbâs Kabe'ye girmekten
nehy etmezdi. Lâkin
ben onu şöyle derken işittim,
dedi. «Bana Üsâmetu'bnu Zeyd baber verdi ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Beyt-i Şerife
girdiği vakit onun
her tarafından duâ etmiş ama çıkıncaya kadar orada namaz kılmamış. Çıktığı zaman Beyt'in önünde iki rek'ât
namaz kılmış ve :
— İşte kıble budur! buyurmuş. Atâ' (Demiş ki) : Ben İbnİ Abbâs'a :
— Kabe'nin
taraflarından murâd nedir?
Onun köşelerinde mi
(namaz kılmış) : diye sordum.
— Beyt-i
Şerifin karşısına gelen her
yerinde! cevâbını verdi.»
396- (1331)
Bize Şeybân b. îferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hemmâm rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Atâ', İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kabe'ye girmiş. Kabe'nin içinde altı direk
varmış. Bir direğin yanında durarak duâ etmiş,, fakat namaz kılmamış.
Bu hadîsi Buhâri ve
Nesâ: hacc bahsinde tahric etmişlerdir.
Hadîs-i şerif Buhâri'de
mürsel olarak rivayet edilmiştir. Hz. Bilâl rivayetinde Veygamher (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)in Kâbe'de namaz kıldığı; Üsâme (Radiyallahü anlı) rivayetinde
ise namaz kıi-mayıp sadece her tarafında duâ ettiği görülmektedir. Bu bâbda
Nevevî şunları söylüyor : «Hadîs ulemâsı Bilâl rivâyetiyle amel hususunda
ittifak etmişlerdir. Çünkü bu rivayet bir hüküm ispat etmektedir. Aynı zamanda
bunda ilim ziyâdeliği vardır. Binâenaleyh onu tercih etmek gerekir. Namazdan
murâd ma'İûm ve mâhûd olan rükû'îu sü-cûdîu namazdır. Bundan dolayıdır ki Hz.
İbni Ömer: (Ona Re-snlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'in kaç rekât namaz kıldığını
sormayı unutmuşum, demiştir. Hz. Üsâme'nin (namaz kılmadı) demesine gelince
bunun sebebi şudur : Kabe 'ye girip kapıyı kapadıkları vakit her biri duâ ile
meşgul olmuş. Üsâme (Radiyallahü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selle
m)'i Beyt-i Şerifin bir tarafında duâ ederken görmüş; sonra kendisi de Beyt'in
başka bir tarafında duâ etmiştir. Hz. Bi1âI Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)de yakın bulunduğu için onun namaz kıldığını görmüş, Üsâme (Radiyallahü
anh) uzakta bulunduğu ve meşguliyeti sebebiyle bunu görememiştir. Zâten
Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin bu namazı hafif idi. Binâenaleyh Hz.
Üsâme'nin zannıyla amel ederek namaz kılmadı demesi caizdir. Fakat Bilâl
(Radiyallahü anh) hakîkaten namaz
kıldığını görmüş ve haber vermiştir.»
Yine Nevevî'nin
beyânına göre Kabe 'nin içinde bir duvarına yahut kapalı olan kapısına karşı
dönerek namaz kumanın caiz olup olmayacağında ulemâ ihtilâf etmişlerdir. îmam-ı
Âzam. Sev-rî, İmam Şafiî, İmam Ahmed ve cumhûr-u ulemâya göre Kâ'be 'nin içinde
farz ve nafile namaz kılmak caizdir. İmam Mâlik nafile namazın mutlak surette
caiz olacağına, fakat namazlarla vitr, sabah namazının iki rekât sünneti ve
İki rekât tavaf namazı küınamıyacağma kaail olmuştur.
Muhammed b. Cerîr,
Mâlik îler'den Esbağ ve Zâhiriler 'den bâzıları Kâ'be 'nin içinde farz veya
nafile hiç bir namazın kılmamıyacağını söylemişlerdir. Kaadî Iyâz bu kavli Hz.
İbni Abbâs'tan da rivayet etmiştir.
Cumhurun delili Hz.
Bilâl hadîsidir. Nafile namaz sahih olunca farz da sahihtir.
Osman b. Talha (RadiyallahüanJı)
Kâbe.i Muazzana'nin mütevellisi idi. Onu açıp kapamak ve hizmetinde bulunmak
kendisine aitti. Hudeybiyye musâlâhasmda Ha1id b. Ve1îd ve Amr b. Âs
(Radiyallahü anh) ile birlikte müslüman olmuş; Mekke'nin fethinde hazır
bulunmuş, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kabe 'nin anahtarını onunla
birlikte Şeybetü'bnu Osman b. Ebî Ta1ha'ya teslim ederek:
«Ey Talha oğulları!
Bunu sizde kalmak üzere alın. Onu sizden hiç kimse alamaz meğer ki zâlim ola»
buyurmuştu. Hz. Osman bilâhara Medîne'ye gitmiş, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in vefatına kadar orada kaldıktan sonra tekrar Mekke'ye dönmüş ve kendi vefatına kadar
orada kalmıştır. Vefatı kırkiki târihine rastlar.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in Kâ'be'ye girdikten sonra kapısını kapaması halk başına
üşüşüp de huzû' ve huşûuna mâni olmasınlar diyedir. Bu hâdise Mekke'nin
fethedildiği gün olmuştur.
Nevevî diyor ki; «İbni
Ömer rivayetinin zahirine bakılırsa kendisi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in nerede namaz kıldığını Bilâl, Üsâme ve Osman (Radiyallahü anlı)
hazerâtı-nm hepsine sormuştur. Fakat Kaadî Iyâz hadîs ulemâsının bu rivayeti
çürüttüklerini, Dârekutnî 'nin : "İbni Avn burada vehm etmiştir.
Başkaları ona muhalefetle bu hadîsi yalnız Bilâl'e is-nad etmişlerdir"
dediğini söylemektedir.» Gerçi İbni Avn'in rivâyetini te'yîd eden nakiller de
varsa da meşhur olan rivayet Hz. Bi1âl'in bu hadîsi münferiden nakletmiş
olmasıdır:
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seîlem)'in : «İşte kıble budur» sözü üzerine Hattâbî şunları
söylemiştir : Bunun mânâsı kıble meselesi bu beyte karşı dönmek hususunda
istikrar kesbetmiştir. Binâenaleyh bugünden sonra neshedilemez. Artık
ebediyyen siz ona doğru namaz kılın demektir. Mamafih ashabına imamın nereye
durmasının sünnet olduğunu anlatmak istemiş olsa da bir ihtimâldir. îmanı Kabe
'riin köşelerine ve etrafına değil, doğrudan doğruya cephesine karşı duracaktır.
Namaz her tarafında caiz olmakla beraber sünnet olan vecih budur.»
Nevevî burada üçüncü
bir mânâ ihtimâlinden bahsetmiştir. Ona göre hadîsin mânâsı «Kıble' bütün harem
yahut Mekke veya Kabe ;nin etrafındaki mescid değil, bizzat Kâ'be'dir
demektir.» Ha-dîs-i şerîf gündüz nafileleri ikişer rekât kılınır diyenlerin
delilidir. İmam Şafiî ile Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'e göre gece ve gündüz
nafilelerini ikişer rek'ât kılmak efdaldır. Hanefîler-den İmam Ebû Yûsuf'la
Muhammed'e göre gece nafilelerini ikişer rekât kılmak, îmam-î Âzam'a göre ise
gece ,ye: gündüz nafilelerini dörder rekât kılmak efdaldır. Hz. İmamı Pîfe bâbdaki
delili îbni Abbâs (Radiyallahü atth) hadîsidir. Mezkûrv^aj, dîsde :
«Resûlültah
(Sallallahii Aleyhi ve Selleın) dört rekât nafile namaz kılardı ki bu
rekâtların güzelliğini ve uzunluğunu sorma» denilmektedir.
Hadîs-i Şerîf Kabe
'nin içinde farz veya nafile hiç bir namaz kılınmaz diyenlerin aleyhine delildir.
397- (1332)
Bana Süreye b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Hüşeym rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize İsmail b. Ebî Hâlid haber verdi. (Dedi ki) :ResûlülIah
(SaîlaîlahüAîeyhiveSelkm)"m sahabîsi Abdullah b. Ebî Evfâ'ya : Peygamber
(Sallallahii Aleyhi ve Sellem) ömresi esnasında Beyt-i Şerîfe girdi mi? diye
sordum.
— Hayır! cevâbını verdi,
Bu hadîsi Buhâri
«Hacc» ve «Megâzî» bahislerinde, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbni Mâce hacc bahsinde
muhtelif râ-vilerden tahrîc etmişlerdir.
Buhâri'nin
rivayetinde: «KesûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ömre yaptı da Beyt-i
tavaf etti ve Makâm-ı İbrâhîm'in
arkasında iki rekât namaz kıldı. Beraberinde kendisini halktan örten kimseler
vardı. Bir adam İlmi Ebî Evfâ'ya :
— Resûlüllah (Saîlallahü
Aleyhi ve Selletn) Kâ'be'ye girdi rni? diye sordu. İbni Ebî Evfâ: Hayır! cevâbını
verdi.» denilmektedir.
Resûlüllah (SaîlaUahü
Aleyhi ve Sellem)'in bu umresinden murâd Hicretin yudinci senesi henüz Mekke
fethedilmezden Önce îfâ buyurduğu ömre-i kazadır. Nevevî diyor ki : «Ulemâ
Resûlüllah (SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem) in Beyt-i Şerife girmemesine sebep
içinde bulunan putlarla suretler olduğunu söylemişlerdir. Zâten müşrikler
bunları değiştirmek için onun Kabe'ye girmesine müsaade etmezlerdi. Mekke fethedilince
Resûlüllah (SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem) hu suretlerin def edilmesini emir
buyurdu. Ondan sonra Kabe 'ye girdi.»
Kurtubî'nin beyânına
göre Kâ'be'nin içinde üçyüzaltmış put bulunuyormuş. Müşrikler her gün, ayrı bir
puta taparlarmış. İmam Ahmed'in «Müsned»inde Hz. Câbir'den rivayet ettiği bir
hadîs-de : «Kâ'be'de birçok suretler vardı. Peygamber (SaîlaUahü Aleyhi ve
Sellem) Ömeru'bnü'l-Hattâb'a bunları mahvetmesini emir buyurdu. Ömer de bir
elbise ıslatarak bunları onunla sildi. Müteakiben Peygamber (SaîlaUahü Aleyhi
ve Sel1em) Kâ'be'ye suretlerden eser kalmamış olarak girdi.» denilmektedir.
398- (1333)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye, Hişâm b.
Urve'den, o da babasından, o da Âîşe'den naklen haber verdi. Âişe (Radİyallahü
ariha) şöyle demiş : Bana Resûlüllah (SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem) :
«Eğer kavmin küfürden
yeni kurtulmuş olmasaydı ben Kâ'be'yi yıkar da İbrahim (Aleyhisselâm)'\n
temelleri üzerine kurardım. Çünkü Kureyş Beyt-i şerifi bîna ederken işi kısadan
tutmuştur. Ben Kâ'be'ye bir Arka kapı yapardım» buyurdular.
(...) Bize bu hadîsi
Ebû Bckr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb de ri-vâyct ettiler. (Dediler ki) : Bize
İbni Nümeyr, Hişâm'dan bu isnâdla rivayet etti.
399- (...)
Bize Yahya b. Yabyâ rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e İbni Şihâb'dan dinlediğim,
onun da Salim b. Abdülâh'lan naklettiği, ona da Abdullah b. Muhammed b. Ebû
Bekr-i Sıddîk'ın, Abdullah b. Ömer'den, o da Peygamber (SalîalJahii Aleyhi ve
Sillem) 'in zevcesi Aişe'den naklen haber verdiği şu hadîsi okudum :
«Resûlüllah (Saîîallahü A leyhi ve Sellem)
Âişe'ye:
— Görmedin
mİ kavmin Kâ'be'y bina etmişler İbrahim (Sallatlahü Aleyhi ve
Sellem) 'İnternetlerinden noksan yapmışlar? buyurmuş. Âişe (Radiyallahü anha) demiş ki, ben :
— Yâ Eesûlallah
sen onu İhrahîm (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in temelleri üzerine çevirsene!
dedim. Bunun üzerine
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Eğer kavmin küfürden yeni kurtulmuş
olmasaydı bunu yapardım.» buyurdular.
Abdullah b. Ömer:
«Eğer Âişe bu sözü Kesû\ü\iah(SaUaliahü Aleyhi ve Sellem)'den işittiyse ben
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hacer-i Esved'den sonra gelen iki
rüknü istilâm etmemesini ancak Beyt-i Şerifin Ibrâhîm (Aleyhisselâm) 'in
temelleri üzerine tamamlanmamasına hanıle-derim.» demiş.
400- (...)
Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki)-: Bize Abdullah b, Vehb, Mahrem e'den
naklen haber verdi. H,
Bana Harun b. Saîd'
El-Eylî do rivayet etli. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) :
Bana Mahrametırbnu ıBükeyr. babasından naklen haber verdi. (Demiş ki) : İhnİ
Ömer'in azadlısı Nâfi'î şöyle devken işittim : Ben Abdullah b. Ebî Bekr b.
Kuhâfe'yi, Abdullah b. Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)
'in zevcesi Âişe'den naklen rîvâyef ederken dinledim. Aişe şöyle demiş: Ben Resûlüîlah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:
— Eğer kavmin câhüiyet
devrinden yahut küfürden yeni kurtulmuş olmasaydı Kâ'be'nîn birikmiş malini
Allah yolunda sarfeder de kapısını yerden yapar hterden de bazı yerleri ona
katardım; buyururken işittim.
401- (...) Bana
Muhammed b.Hatim rivayet etti. (Dedi ki) > Bana İbni Mehdî rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Selim b. Hayyân, Saîd yani İbni Mînârdan naklen rivayet etti.
(Demiş ki) : Abdullah b. Zübeyr'i şunu söylerken işittim : Bana teyzem yani
Âişe dedi ki : Resûlüllaîı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— Yâ Âişe! Eğer kavmin
şirkten yeni kurtulmuş olmasaydı ben kâ'be'-yi yıkar da yere yapışrk (aiçakj
yapardım. Ona biri şarkî, biri garbî olmak üzere iki kapı açardım. Hicr
tarafından da ona altı arşın yer katardım. Çünkü Kureyş Kâ'be'yi bina
ederken onu küçültmüştür buyurdular.
402- (...)
Bize Hennâd b. Seriyy rivayet etti, (Dedi ki) : Bize İb-ni Ebî Zaide rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana İbni Ebî Süleyman Atâ'dan naklen haber verdi. Atâ1 şöyle
demiş:
«Yezîd b.
Muâviye zamanında Şamlılar
Mekke'ye hücum ederek Beyt-i
Şerif yandığı ve olan olduğu vakit İbni Zübeyr, taa hacc mevsiminde halk
gelinceye kadar onu hâli üzere bıraktı. (Bununla) halkı Şamlılar üzerine
teşcî' yahut harbe sevketmek istiyordu. Halk haccdan dağılınca İbni Zübeyr:
— Ey cemaat! Kabe hakkında bana re'yinîzi
söyleyin. Onu yıkıp da yeniden mi bina edeyim? Yoksa harâb olan yerlerini tamir
mi eyliye-yim? İbni Abbâs:
— Bana
bu bâbda bir
fikir zahir oldu. Harâbolan
yerlerini tamir etmeni ve halkın
müslüman oldukları vakit buldukları bir beyti, müslü-maıı oldukları vakit
buldukları taşları, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in de Peygamber
gönderildiği vakit bulduğu bu şeyleri hâli üzere bırakmanı muvafık görüyorum,
dedi. Bunun üzerine İbni Zübeyr şunları söyledi:
— Sizden birinizin evi
yansa onu yenilemedikçe gönlü razı olmaz. Şü halde Rabbinizin
Beytine nasıl razı
olabiliyorsunuz? Ben Rabbinıe üç defa istiharede bulunacağım. Sonra
yapacağım işe niyet edeceğim.»
Üç gece geçtikten
sonra Kabe'yi yıkmaya karar verdi. Halk Kabe'nin üzerine çıkan ilk insanın
başına gökten bir belâ iner korkusuyla onu bu işten vazgeçirmeye çalıştılar.
Nihayet Beyt-i Şerifin üzerine bir adam çıkarak ondan bir taş attı. Halk onun başına
bir şey gelmediğini görünce hep birden İbni Zübeyr'e tabî' oldular ve Beyt-i
Şerifi yıkarak yere kadar indirdiler. İbni Zübeyr Kâ'be'nin binası yükselinceye
kadar (kıble vazifesi görmek üzere) bir takım direkler diktirdi. Ve üzerlerine
perdeler çektirdi.
İbni Zübeyr demiş ki
: «Ben
Âişe'yi şöyle derken işittim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Halk küfürden yeni
kurtulmuş olmasaydı ben mutlaka Kâ'be'ye Hicr'den beş arşın yer katar ve ona
İnsanların gireceği bir kapı ile çıkacakları bir kapı açardım. Ama bende
Kâ'be'nîn binasına yetecek nafaka yoktur.»
buyurdu.
İşte bugün ben
sarfedecek nafaka buluyorum. İnsanlardan da korkacak değilim.» Ata' (sözüne
devamla) şöyle demiş: «İbni Zübeyr Kabe'ye Hicr'den beş arşın yer kattı. Hattâ
bir temel açarak halka gösterdi. Halk ona baktılar da binayı onun üzerine
kurdu. Kâ'be'nin uzunluğu onsekiz arşındı. îbni Zübeyr ilâveyi yapınca bunu
kısa görerek uzunluğuna on arşın kattı. Beyt-i Şerife iki kam yaptı. Bunların
birinden girilir, diğerinden çıkılırdı. İbni Zübeyr katledilince Haccâc,
Mervân'a mektup yazarak bunu ve îbni Zübeyr'in Kabe'yi Mekkelilerden âdil bir
takım kimselerin gördükleri bir temel üzerine bina ettiğini haber verdi. Abdül
Melik de ona :
— Biz İbni Züheyr'in
berbâd ettiği bir şeyde yokuz. Uzunluğuna yaptığı ilâveyi olduğu gibi bırak,
fakat Hicr'den yaptığı ilâveyi eskiden bina edildiği şekle çevir. Açtığı kapıyı
da kapa! diye cevap yazdı. Bunun üzerine Haccâc binayı yıkarak eski şekline
iade etti.
403- (...)
Bana Muhammedu'bnu Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bekr
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbııİ Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Ben
Abdullah b. Ubeyd b. Unıeyr iie VeJid b. Atâ'yı Haris b. Abdillâh b. Ebî
RebîVdaıı naklen ribâyet ederlerken dinledim. Abdullah b. Ubeyd dedi ki :
Haris b. Abdillâh, Abdülmelik b. Mer-vâ'nın hilâfeti zamanında onun yanına
geldi. Abdülmelik İbni Zübeyr'i kasdederek ;
— Ben
Ebû Hubeybin Âişe'den
işittiğini söylediği şeyleri
ondan işittiğini
zannetmiyorum, dedi. Haris:
— Bilâkis (Bunları ondan ben işittim
mukaabelesinde bulundu.) Abdül-Melik :
— Aişe'yi
ne derken işittin?
diye sordu. Haris :
— Dedi
kî Kesûlüllah [Sallallahü Aıeyhı ve Sellem) :
Senin kavmin
Beyt-i şerifin binasını
noksanlaştırdılar. Eğer şirkten yeni
kurtulmuş olmasalardı onların bıraktığını yerine iade ederdim. Şeyet benden
sonra kavmin Kö'be'yi yeniden bina etmeyi düşünürlerse gel onların bıraktığı
yeri sana göstereyim, buyurdu.
Müteakiben Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
Âişe'ye yedi arşına
yakın bir yer göstermiş. Bu hadîs Abdullah b. Ubeyd'indir. Velîd b. Ata' ona
şunları da ziyâde etti : «Peygamber tSüHailahü Aleyhi ve Sellem) :
— Kâ'be'ye şark ve garb tarafından yerden
yapma iki kapı koyardım. Kavminin Kâ'be
kapısını niçin, yükseğe kaldırdığını bilir misin? buyurdu. Ben :
— Hayır! dedim.
— Oraya dilediklerinden başka kimse girmesin
diye şerefini muhafaza . İçîn (yükselttiler). Bir adam Kâ'be'ye girmek İstedi
mi onun kapıya çıkmasına müsaade ederler.
Tam girmek üzere bulunduğu sırada adamı iterler de düşerdi; buyurdu.
Abdülmelîk Hâris'e :
«Âişe'nin bunu söylediğini sen işiHİn ha?» dedi. Haris :
— Evet!
cevâbım verdi. Bunun
üzerine Abdülmelik sopasiyla
bir müddet eşeledikten sonra :
— Keşke
Ebû'z-Zübeyr'i üzerine aldığı
şeyîe başhaşa bıraksaydmı dedi.
(...) Bize
bu hadîsi Muhammedi b. Amr b. Cebele dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû
Âsim rivayet etli. H.
Bize Abd b. Humeyd de
rivayet etti. (Dedi ki) : Abdürrazzâk haber verdi. Her iki râvi, İbni
Cüreyc'den bu isnâdla İbni Bekr hadisi gibi rivayette bulunmuşlardır.
404- (...)
lîana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Bekr
£s-Sehmî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlim b. Ebi Sağıra, Ebû Kazea'dan
naklen rivayet etti ki, Ahdülmelik b. Mervân Beyt-i Şerifi
tavaf ederken anîden
şunları söylemiş :
— Allah
İhni Zübeyrin belâsını
versin. Ümmü'I-inü'minin üzerinden yalan söylüyor: Ben ona ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Yâ Âişe! Kavmin küfürden yeni kurtulmuş
olmasaydı ben Beyt-i Şerifi yıkar, ona Hicr'den ilâve yapardım. Çünkü kavmin
binada noksanlık yapmışlardır buyurdu» derken işittim, diyor. Bunun üzerine
Haıis h. Ab-diUâh'b. Rebîa:
— Öyle deme yâ emire'l-mü'minîn! Ümmü'l-mü'mintnin
bunları söylediğini ben de işittim,, demiş. Abdû'l-Melik:
— Bunu Kâ'be'yi yıkmadan işîtseydinı, onu İbni
Zübeyr'in h'ınk ettiği şekilde bırakırdım, demiş.
Bu hadîsi Buhâri
«Hacc» bahsinin birkaç yerinde dört tarikten rivayet ettiği gibi «Ehâdîsû/1-Enbiyâ»
ve «Tefsir» bahislerinde; .Nesâî dahi «Hacc», «İlim» ve «Tefsir» bahislerinde
muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Kureyş'in Kâ'be !yi
bina ederken işi kısadan tutmasında:! murâd mâlî kudretleri yetmediği için binayı
eski temelleri üzerine kırmayıp bir kısmını binânm hâricinde bırakmalarıdır.
İbni Zübey-in halka gösterdiği eski temel Hz. İbrahim (Aley üsse lam) zamanından
kalmadır.
Ulemânın beyânına göre
Kâbei Muazzama beş def;-; yapılmıştır. İlk defa melekler tarafından, ikincide
Hz. İbranim , üçüncüde câhüiyet devrinde Kureyş tarafından, dördüncüdv: İbni
Zübeyr, beşincide Haccâc b. Yûsuf taraflarından bina edilmiştir. Bugünkü şekli
Haccâc zamanından kalrna-dii1. Bazıları Haccâc 'dan sonra iki yahut üç defa
yenilendiğini söylemişlerdir. Sonraları ulemâ Beyt-i Şerîf'in yıkılıp
yapılma-' sına cevaz vermemişlerdir. Hattâ Hârûner "Reşîd 'in Kâbe:yi
yıkarak yeniden İbni Zübeyr 'in bina ettiği şekilde kurmak istediği ve bunu
İmam Mâ1ik'e sorduğu vakiî Hz. İmam’m :
«Allah aşkına yâ
Emiral-Mü'minîn, bu Beyti hükümdarlara oyuncak yapma. Herbiri onu bozarak
yeniden yapmak ister. Bu suretle Bcyt-i Şerifin
heybeti insanların
kalperinden gider.» dediği
rivayet olunur.
Hz. Abdullah b. Ömer'in
: «Eğer Âişe bu sözü Ke-sûlüliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittiyse...»
demesi Kaadî Iyâz'in beyânına göre Hz. Âişe 'nin rivayetini zayıf göstermek veyâ
doğruluğunda şüpheye düşürmek için değildir. Zira Hz. Âişe (Radiyaüahüanha)
hellsyiş, zabt ve nakil hususunda hadîsinde asla şüphe edilmeyen bir sahabîyedir.
Lâkin Araplar ekseriya bir sözü böyle şüpheye düşürecek tarzda rivayet
ederler. Bu gibi sözlerden murâd yakînen inançtır.
Hicr :
Kâbe.i Muazzama 'nın garb tarafındaki yarım duvarla çevrilen yarım dâire
şeklindeki yerdir. Rivayetlerin bâzılarında ttesûlüllah (Saüailahii Aleyhi ve
Sellem) !in bu yerden. Kabe 'ye altı ar-Şin, diğer bazılarında beş arşın, bir
rivayette yedi arşına yakın bir miktar katmak istediği bildirilmektedir. İbni
Sa1â1 bu bâbdaki rivayetlerinde muzdarip olduğunu söylemiş ve : «Farz yakînen
sâkit olmak için 'bunların ziyâde bildireni ile amel etmek gerekir.» demiştir.
Nevevî diyor ki: «Ulemâmıza göre Hacer-i Esved 'den sonra gelen kısımdan altı
arşın mikdânndaki yer bilittifâk Kabe'-den sayılır. Fazlası hakkında hilaf
vardır. Bir kimse Beyt-i Şerîf'i altı arşından fazla uzaktan tavaf etse
ulemâmızdan bu hususta iki kavil vardır. Birinci kavle göre bu tavaf caizdir.
Delili sadedinde bulunduğumuz hadîslerin zahirleridir. Horasan'lı ulemâmızdan
birçokları bu kavli tercih etmişlerdir. İkinci kavle göre Hicrin içinden veya
duvarından tavaf caiz değildir. Tavaf, Hicr'in dışından yapılır. Sahih olan
kavil de budur. İmam Şafiî 'den nassan rivayet edilen kavil bu olduğu gibi Irak'lı
ulemâmızın cumhuru kat'iyyetle buna kâail olmuş; Ashâb-ı Kiram'm cumhuru dahî
bunu tercih etmişlerdir. Ebû Hanîfe 'den maada bütün müslüman ulemâsı buna
kaail-dirler. Ebû Hanîfe ise (Hicrin içinden tavaf eden bir kimse Mekke'de
kalırsa tavafını iade eder. Yeniden tavaf etmeden Mek-k e 'den dönerse kurban
keser ve yaptığı tavafı kendisine kâfi gelir.) demiştir.
Cumhurun delili
Peygamber (Sallallohü Aleyhi ve Seîîeın) 'in hicrin arkasından tavaf
etmesinden ve (Hacc ibâdetlerinizi almalısınız) Duyurmasıdır. Müslümanlar
Peygamber (SaUallahii Aleyhi ve Seîlem) zamanından bugüne kadar bu şekilde amel
etmişlerdir. Hicr'in hepsi yahut bir kısmı Beyt-i şerîfden ma'dûd olsun tavaf
mutlaka onun arkasından yapılır, Nitekim Peygamber (Salhllahü Aleyhi ve Sellem)
öyle yaprmşdır.» Kâ'be'yi yıktıktan sonra İbn i Zübeyr'in bir takım direkler
diktirmek, üzerlerini perdelerle örtmesi o günlerde namaz kılanlar, onlara
karşı dursun ve Kabe 'nin yerini bilsinler diyedir. Bu direkler bina duvarları
bir hayli yükselip herkes tarafından görülmeye başlanıncaya kadar durmuş, sonra
kaldırılmışlardır.
Abdülmelik'in : «Biz
İbni Zübeyr'in berbâd ettiği bir şeyde yokuz» sözünden muradı İbni Zübeyr'i
ayıplamaktır.»
Kabe 'nin İbni Zübeyr
tarafından yapılmasına altmışdört târihinde başlanılmış, altmjşbeş senesinde
bitirilmiştir. İbni Zübeyr üzerine gönderilen ordu Şamlılar dan müteşekkildi.
Bunu Yezîd b. Muâviye gondermişdi. Ordu Harem-i Şerîf-i ifsâd etmiş, pek çok
kanlar dökmüş, mancınıklarla taş atarak Kâbe'yi hasara uğratmış nihayet Mekke 'den
çekilmezden önce Yezîd'in ölüm haberi gelmiştir. Bu harbin sebebi İbni Zübeyr
'in hilâfet hususunda Yezîd'e bey'at
etmemesidir.
1-
Maslahatla mefsedet tearuz eder de aralarını bulmak mümkün olmazsa daha mühim
olanı tercih edilir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kâbe'yi
yıkarak îbr ahi m(Radiyallahü anh) m kurduğu temeller üzerine bina etmenin bir
maslahat olduğunu haber vermiş, lâkin bu maslahata ondan daha büyük bir
mefsedet tearuz etmiştir. O da yeni müslüman olan bazı kimselerin fitneye düşmesi
korkusudur. Çünkü Arap1ar câhiliyet devrinde Kabe 'nin faziletine itikad eder,
onu değiştirmeyi en büyük kabahatlardan sayarlardı. Bu sebeple Resûlüllah
(SallallaJıü Aleyhi ve Sellem) Kâbe'yi yıkmaktan vazgeçmiştir.
2- Hükümdar,
raiyesinin masâlihini düşünmeli, onların din ve dünyâlarına zarar getirecek
şeylerden kaçınmalıdır. Bundan yalnız zekât almak, hudûd-u şer'ıyyeyi tatbik
etmek gibi şeyler müstesnadır. Zira bunlar kulun zararına değil, menfaati için
meşru' olmuşlardır.
3- Halkı
memnun etmek ve nefretlerini mûcib
olacak şeylerden sakınmak gerekir.
4- Kabe'nin
masraflarından artan malını Allah yolunda sarfet-mek caizdir. Ancak hadîsin
bir rivayetinde Allah
yolundan muradın Kabe 'nin bina
edilmesi olduğu bildirilmiştir. Şu halde Kâbe'ye nezir veya hibe edilen
mallar onun ihtiyaçlarına
sarfedildikten sonra kalan
kısmı Kabe 'yi yenilemek hususunda
sarfedilir demektir.
5- Mühim
işlerde İslâm hükümdarının o işlerden anlayanlarla mü-şâverede bulunması
müstehabdır.
6- Kaadî
Iyâz, İbni Zübeyr'in Kabe yapılırken direkler diktirerek
üzerlerine perde çektirmesiyle îmam
Ma1ik'in mezhebine istidlal etmiş ve namazda Kabe'nin yerine değil binasına
kar§ı durmanın maksâd Gİduğunu söylemiştir. Sair ulemâya göre üzerinde bina
olsun olmasın Kabe'nin bulunduğu yere doğru namaz kılmak caizdir.
7- Mazluma
yardım, zemmü gıybeti red ve doğr söyleyen
bir kimseyi yalancı çıkarana karşı onun doğruluğunu tasdik gerekir.
Çünkü İbni Ebî Rebîa: «Öyle deme yâ emîra'I-mü'minîn! Bunu
ben de işittim» diyerek Abdülmelik b.
Mervân'ı intibaha davet etmiştir.
8- Yalnız
Hicr'e karşı durarak namaz kılmak caiz değildir. Hicr İle beraber Kabe 'nin bir cûz-ü olsun namaz
kılanın karşısında bulunmalıdır. Zîrâ bu bâbdaki hadîsler haber-i vâhid
kabîlindendirler. Haber-i Vâhid ancak zan ifâde eder. Halbuki müslümanlann Mescid-i Haram 'a karşı namaz kılmaları yakînen emir
buy-rulmuştur. Bu bâbda ona yakm olanlarla uzaktakiler arasında fark vardır.
Yakındakiler bizzat Kâbe'ye karşı,
uzaktakiîer Kabe 'nin bulunduğu semte
doğru namaz kılarlar. Hanefî1er'le Mâ1ikî1er'in mezhebi bu olduğu gibi Şâfiî1er'den Nevevi dahî buna kaail olmuştur.
405- (...)
Bize Saîd b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'I-Ahvâs rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Eşhas b. Ebî's-Şa'sâ', Esved b. Ye-zîd'den, o da Âişe'den
naklen rivayet eyledi. Âişe (RadiyaUahü anha) şöyle demiş :
«ResûlüİIah
(Sollallahü Aleyhi ve Seller») 'c : Cedr, Beyt-i Şeriften mi-dir? diye sordum.
— Evet! cevâbını
verdi.
— O halde onu niçin
Beyt-i Şerife katmamışlar? dedim. Resûlüllah
— Çünkü senin kavminin nafakası yetmemiş;
buyurdu.
— Beyt'in kapısı neden yüksek? diye sordum.
Eesûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
— Bunu kavmin istediklerini içeriye almak,
istediklerini men ermek İçin yapmışlar.
Eğer kavmin câhiiiyetten yeni
kurtulmuş olmasa ben de kalplerinin inkârından korkmasaydım Cedr'i Beyt-i
şerîfe katmaya ve kapısını yerle bir seviyeye getirmeye bakardım, buyurdular.
406- (...)
Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ubeydullah yani İbni Mûsâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şeybân Eş'as b.
Ebî'ş-Şa'sâ'dan, o da Esved b. Yezîd'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti.
Âişe şöyle demiş: «Resûîüîlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e Hicr'i sordum...»
Râvî hadisi Ebû'l-Ahvas hadîsi mânâsında rivayet etmiştir. O, bu hadîsde şunu
da söylemiştir : «Ben: Beyt-i Şerifin kapısı neden yüksek yapılmış ona
merdivensiz çıkılmıyor? diye sordum. Resul üliah
— Kalpleri nefret eder korkusuyla (yüksek
yapılmış) buyurdu.»
Bu hadîsi Buhâri ile
İbni Mâce hacc bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Cedr'den murâd,
Hicr'dir. Hz. Âişe'nin bunun Beyt-i şerîf'den sayılıp sayılamıyacağını sorması
üzerine Resûlüllah (Sallaİiahü Aleyhi ve Sellem)m evet cevâbını vermesi bütün
Hicr'in Kabe 'den ma'dûd olduğuna delildir. Abdullah b. Abbâs (Radiyattahü
aniı) onun Beyt-i Şerîf 'ten ma'dûd olduğuna fetva verir: «Ben de İbni Zübeyr
gibi Beyt-i Şerîf 'e hükmetsem bütün Hicr'i ona katardım. Beyt'ten olmasa hiç
onun etrafından tavaf edilir miydi?» dermiş. Tirmizî 'nin Hz. Âişe 'den rivayet
ettiği bir hadîsde Âişe (Radiyallahü anha) şöyle demiştir : «Ben Beyt-i Şerîf’e
girerek içinde namaz kılmak istedim de UesûlüllahfSallallahü Aleyhi ve Sellem)
elimden tuttu ve beni Hicr'e götürerek
:
— Beyt-i Şerife girmek istersen Hicr'de namaz
kıl. Çünkü Hicr Beyt'in bir parçasıdır. Lâkın kavmin Kabe'yi bina ederken işi
kısadan tuttular da onu Beyt'ten çıkardılar, buyurdu.» Tirmizî: «Bu hadîs hasen sahihtir.»
demiştir. Aynı hadîsi
Ebû Dâvûd ile Ne sâî dahî tahrîc etmişlerdir. Mamafih ulemâ bütün Hicrin Kabe
'den ma'dûd olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Aynî diyor ki: «Üstadımız
Zeynü'd - Dîn (Rahimehullah) bu hadîs bütün Hicr'in Kabe 'den ma'dûd olduğuna
delildir derdi. Şafiî 'nin «El-Muhtasar»daki sözünün zahiri ve Şâfiiyye
ulemâsından bir cemaatın kavillerinin muktezâsı da budur. Nevevî : (sahih olan
budur. Şafii 'nin nas-san kavli bu olduğu gibi ulemâmızın cumhuru da
kat'iyyetle buna kaail olmuşlardır, diyor. Nevevî'den önce İbni Salâh da bu
kavli tercih etmiştir.
Râfiî ise : «Sahih
olan kavle göre Hicr'in her yeri Beyt'ten ma'dûd değildir. Onun Beyt-i Şeriften
sayılan yeri Beyt'te bitişik olan altı arşın miktarıdır) demiştir. Şâfiî1er'den
Ebû Muhammed Cüveynî ile oğlu İmâmû'l-Haremeyn, İmam Gazâlî ve
Bağa vî dahî buna kaail
olmuşlardır.»
Az yukarda işaret
ettiğimiz veçhile İbni Salâh bu bâbdaki rivayetlerin muzdarip olduğunu, bir
rivayetle Hicr'den altı arşın, diğer rivayette beş, başka bir rivayette yedi
arşına yakın yerin Kafa e 'den ma'dûd olduğu bildirildiğini söylemiş, bu hal
karşısında farzın yakînen sakıt olabilmesi için en yüksek adetle amel etmek
lâzımgeldiğini söylemiştir.
Ulemâdan bâzılarına
göre Resûlüllah (SallaHahü Aleyhi ve Sellem)-in beyân buyurduğu kalp korkusundan
murâd, müşriklerin iftiharı yalnız Kabe 'ye giren hak eder diye endişeye
düşmeleridir. Hadîs-i şerifin hükmü yukarki rivayetlerde görülmüştür.
407- (1334)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, ttbni Şihâb'dan
dinlediğim, onun da Süleyman .b. Yesâr'dan, onun da Abdullah b. Abbâs'dan
naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: İbni Abbâs şöyle demiş: «Fadl b. Abbâs
Kesû\ül\ah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in terkisinde bulunuyordu. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'e Has'am kabilesinden bir kadın fetva istemeğe
geldi. Derken Fadl kadına, kadın da Fadî'a bakışmaya başladılar. Bunun üzerine
Resûlüllah (SallallahüAleyhi ve Sellem) Fadl'm yüzünü Öbür tarafa çevirmeye
başladı. Kadın:
— Yâ Resûlallah! Allah'ın kullarına hacc
hakkındaki farizası babama şeyh-î fânî iken
yetişti. Babam deve üstünde duramıyor. Binâenaleyh onun nâmına ben haccedebilir miyim? dedi. Resûlüllah (SallaV.ahü A leyhi ve
Sellem) :
— Evet, cevâbını verdi. Bu hâdise veda hacctnda
oldu.»
Bu hadîsi Buhâri
«Hacc, Meğâzî ve îsti'zân» bahislerinde muhtelif râvilerden tahrîc ettiği gibi
Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbni Mâce dahî «Hacc» bahsinde yine muhtelif râvilerden
rivayet etmişlerdir.
Hadîsin isnadında
ihtilâf edilmiştir. Sahih olan kavle göre hadîs-İ şerif mürseldir. Çünkü Veda
haccında Resûlüllah (SallallahüAleyhi ve Sellem) Hz. İbni Abbâs 'ı ailesinin
zayıf olanlanyle birlikte geceleyin Müzdelife 'den Mina'ya göndermiş; kendisi
de bayram sabahı Fadî b. Abbâs 'ı terkisine alarak yola çıkmıştır. Binâenaleyh
İbni Abbâs (Radiyallahü anh) hâdiseyi gözüyle görmemiş Fadl 'dan işitmiştir.
Nitekim bundan sonraki rivayette bu cihet tasrîh edilmiştir. Hz. İbni Abbâs'm
vak'ayı birkaç kişiden işitmiş olması da mümkündür. Yalnız kimden işittiğini
bu rivayette tasrîh etmemiştir.
Fadl. (Radiyallahü
anh) Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeHemyin amcası Abbâs b. Abdi1 mutta1ib'in oğludur.
Redîf: Hayvan üzerinde
bulunan bir kimsenin arkasına oturandır. Buna lisânımızda terkisine almak
denir. îbni Mendeh'in beyânına göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in terkisine aldığı zevatın sayısı otuz küsuru bulur.
Has'am :
Yemen'de bir kabilenin adıdır. Bir rivayette suâl soran ka-dmm Cüheyne
kabilesine mensûb olduğu bildirilmiştir. «Et-Tev-dîh» nam eserde mezkûr kadının
Gâsiye yahut Gâyise olması ihtimâlinden bahsedilmiştir.
Soranın erkek mi kadın
mı ve keza suâlinin, babaya mı anneye mf yahut kardeşe mi ait olduğu, hadîsin
muhtelif rivayetlerinde muhtelif şekillerde beyân edilmiştir. Sahîh olan
rivayetlerin ekserisine göre suâli soran kadındır ve babası nâmına hacetmenin
hükmünü sormuştur. îbni Hibbân'm rivayet ettiği İbni Abbâs hadîsine göre suâl
soran erkektir ve babası nâmına haccetmeyi sormuştur.
Tirmizî'nin tahrîc
ettiği Büreyde hadîsinde bir kadının annesi nâmına hacc edip edemiyeceğini
sorduğu bildirilmektedir. Bu rivayetlerin arasını bulmak için Şeyh Zeynü'd-Dîn
suâlin müteaddid defalar sorulduğuna kaail olmuştur. Bu takdirde bir defa
Be-sûiüllah (SaUatlahüAleyhiveSeliem)'e bir kadın babası nâmına hacc edip
edemiyeceğini, başka defa diğer bir kadın annesi nâmına kezâlik ayrı ayrı
zamanlarda bir adam annesi nâmına, diğer biri babası nâmına, üçüncü bir zât
kardeşi nâmına hacc edip edemiyeceklerini sormuşlar demektir. Sünen
sahiplerinin rivayetlerine göre erkeklerden bu hususta suâl soranlar Husayn b.
Avf ile Lakît b. Âmir 'dir. Kadınlardan suâl soranların isimleri belli
değildir.
1-
Hayvan kuvvetli olmak
şartıyle bir kimseyi terkisine
almak caizdir. Bu iş büyükler arasında bilhassa hacc mevsiminde âdettir.
Çünkü yollar kalabalık, yürümek meşakkatlidir. Bir de haccda hayvan üzerinde
gitmek yürümekten efdaldir.
2- İhram hâlinde
kadm yüzünü açabilir. Bu hususta ulemânın ittifakı vardır. Mamafih suâl soran
kadının yüzünde peçe bulunması ihtimâli de vardır.
3- Hz. Fadl'in kadına bakması, insan
tabiatının Benî Âdem'e galebe çaldığını ve insanın şehvetlerine karşı
olan za'fım gösterir.
4- Âlim olan
bir zât'ın başkasında gördüğü kusurları mümkün mertebe değiştirmeğe çalışması
gerekir. ResûliiUah (SaHallahü Aleyhi ve Sellem)in Hz. Fad1'm rnenettiği halde
kadına bir şey dememesi ihtimâl hükümde ikisi de bir olduğu için kadının bunu
anlayacağına itimad etti-ğindendir. Yahut Fad1'ı men etmekle her ikisini kasdetmiştir.
Mâ1iki1er'den bâzıları bu hadîsle istidlal ederek kadının yüzünü örtmesi lâzım
gelmediğine kaaiî olmuş: «Erkeğe düşen vazife kadına bakmamaktır» demişlerdir.
5- Bizzat
haccetmekten âciz olan bir kimse narama başkasının hacc etmesi caizdir.
Hanefîler'le Sevrî, Şafiî, Ahmed b.
Hanbe1 ve îshâkm kavilleri budur.
İmam Mâlik
ile eys ve Hasan b. Sâ1ih'a göre hayâtta olan bir kimse nâmına
başkasının hacc etmesi caiz değildir. Yalnız hacc etmeden ölen kimse nâmına
başkası hacc edebilir. Bu hu-sûsda îmam Mâlik 'ten üç kavil rivayet edilmiştir.
Meşhur olan birinci kavle göre Ölen nâmına dahî bir kimse hacc edemez. İkinci
kavline göre çocukları hacc edebilir. Üçüncü kavline göre ölenin vasıyyeti
varsa onun nâmına başkasının hacc etmesi caizdir. Hz. Mâ1ik'in birinci kavli
İbrahim Nehaî ile bazı selef ulemâsından da rivayet olunmuştur. İbni Ebî Şeybe
'nin «Musannef»inde Hz. İbni Ömer 'den rivayet ettiği bir hadisde İbni Ömer
(Radiyallahü anh) 'nın : «Hiç bir kimse başkası nâmına. hacc etmesin ve hiç bir
kimse başkası nâmına oruç tutmasın» dediği bildirilmiştir. İmam Şafiî ile
cumhur-u ulemâ 'ya göre vasiyyet olsun olmasın ölen bir kimsenin farz veya
nezir haccı başkası tarafından edâ edilebilir. Hacc masraflarını ölenin
terekesinden çıkarmak îcab eder. Şâfiîîerden «Et-Tevdîh» sahibi: «Bize göre
nafile haccda dahî vekil göndermek caizdir. İki kavilden sahih olanı budur.»
demiştir. Hadîs-i şerif erkek nâmına kadının hacc edemiyeceğini söyleyen Hasen
b. Hayy'm aleyhine, bunu caiz görenlerin lehine delildir. Bu bâbda Hanefîler
'den «EI-Hidâye» sahibi şunları söylemiştir : «Kaide şudur ki ehli sünnete
göre bir insan namaz, sadaka, oruç ve daha başka amellerinin sevabını başkasına
hediyye edebilir. Çünkü Peygamber (Sallallahil Aleyhi ve Sellem) 'in biri kendi
diğeri ümmeti nâmına olmak üzere iki tane koç kurban ettiği rivayet olunmuştur.
İbâdetler muhteliftir. Bâzısı zekât gibi sırf mâlî, bâzısı namaz gibi bedenî,
bir takımı da haccda olduğu gibi her ikisinden mürekkebdir. Birinci nevîde
başkası namına amel caiz; ikinci nevîde hiç bir suretle caiz değildir. Üçüncü
nevîde ise acz hâlinde caiz, kudret halinde caiz değildir. Aczin şartı ölünceye
kadar devam etmektir. Zâhir-î mezhebe göre hacc kimin nâmına yapıldıysa onun
olur. Delili Has'amiyye hadîsidir, îmam Muhammed'e göre başkası namına giden
kimse kendisi hacı olur. Gönderen kimseye de yaptığı masraflar karşılığında
sevap verilir.
İbni Battal'm beyânına
göre hasta iken hacc için bedel gönderip sonra iyileşen kimse hakkında ihtilâf
edilmiştir. Küfe ulemâsı ile İmam Şafiî ve Ebû Sevr bu haccm kâfî
gelmiye-ceğine kaail olmuş, iyileştikten sonra tekrar hacc etmenin farz olduğunu
söylemişlerdir. İmam Ahmet'le îshâk'a göre böyle bir kimse nâmına yapılan hacc
caiz ve kâfidir. Hasta iken hacca vekil gönderip de sonra ölen kimsenin hükmü
dahî ihtilaflıdır. Küfe ulemâ-sıyla Ebû
Sevr'e göre yapılan bu hacc kâfidir. İmam Şâfiî'den iki kavil rivayet
olunmuştur. Bunların birine göre yapılan hacc kâfi; diğerine göre kâfi
değildir. Esah olan kavil de budur.
İbni Abdi'l-Berr'in
beyânına göre ulemâ bu hadîsin mânâsı hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bir cemaat
hükmün soran kadının babasına mahsus olduğunu, başkasının ona kıyas edüemiyeceğini
söylemişlerdir. Çünkü Allah Teâlâ hazretleri haccı gücü yetenlere farz kılmıştır.
Kadının babası gücü yetmeyenlerdendir. Binâenaleyh ona hacc farz değildir. İmam
Mâlik ile diğer Mâ1ikiyye ulemâsının kavilleri budur. Onlara göre hacc bedenî
ibâdetlerdendir. Şu halde namaza kiyâsen onda da bir kimsenin başkasına
vekâlet etmesi caiz değildir. İbni Hazm'in rivayet ettiği bir hadîsde : «Bir
kadıü : Babam bir pîr-i fânidir, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallalkûıü
Aleyhi ve Seîletn) :
— Onun nâmına sen hacc
et. Ama ondan sonra bu hiç bir kimseye câîz değildir, buyurdu.» denilmektedir.
Aynı hadîsi Muhanımed b. Hıbbân El-Ensârî de rivayet etmişse de onun
rivayetinde «ondan sonra bu hiç bir kimseye caiz değildir» cümlesi yoktur. Her
bu iki rivayet mürsel olmakla ve daha başka illetlerle zayıf görülmüştür. îbni
Tîn hacca güç yetme meselesini Beyt-i şerife varmaya muktedir olmaktır diye
tarif etmiştir. Yalnız âdetten hârice çıkmaması şarttır. Binâenaleyh bir
kimsenin âdeti yürüyerek sefer etmekse hayvan bu-lamasa bile yürüyerek gitmesi
lâzımdır. Başkalarından dilenmeyi âdet edinen kimse dilenmekle Mekke Ve
varabilecekse yiyeceği olmasa bile hacca gitmesi lâzımdır. Dilenmeyen ve sefere
hayvanla giden kimseye binecek hayvan buluncaya kadar hacc farz değildir. îbni
Battal bu kavlin İbni Ziibeyr, îkrime ve Dahhâk'in mezhepleri olduğunu
söylemiştir.
îmam A'zam ile İmam
Şafiî 'ye göre zâd ve rahle buîamavan kimseye hacc farz değildir.
Zâd'dan murâd: Hacca
gidip dönünceye kadar kendine ve çoluk çocuğuna lâzım gelen nafakadır. Râhıle
binecek vâsıtadır. Hasan-ı Basrî, Mücâhid, Saîd b. El-Müseyyeb, Saîd b. Cübeyr,
îmamAhmed, İshâk, Abdülazîz b.
Seleme ve Sûhnûn 'un kavilleri dahî budur.
Kurtubî, îmam Mâlik
'le diğer Mâ1ikiyye ulemâsının Has'amiyye hadîsinin zahirini :
«Allah için yoluna
gücü yetenlere Beyt-i haccetmek insanların boynuna borçtur.» [6]
âyet-î kerîmesine muhalif gördüklerini güç yetme meselesinde esâs beden kuvveti
olduğunu, bu sebeple İmam Mâlik 'in zâhir-î Kur'ân tercih ettiğini söylemiştir. Fakat cumhur
tarafından buna cevap verilmiş ve zâd ü râhıle hadîsinin âyetteki güç yetmesinden
muradın ne olduğunu beyân ettiği bildirilmiştir. Mezkûr hadîs Kesûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'den sahih ve hasen yollarla rivayet olunmuştur.
6- Bir kimse
kendisi hacc etmemiş bile olsa başkası nâmına hacca gidebilir. Çünkü hadîs mutlaktır. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)
kadına kendisinin hacc edip etmediğini sormamıştır. İmam
Âzam1-la İmam Mâlik ve bir rivayette İmam Ahmed'in mezhepleri budur. Mezkûr
kavil Hasan-ı Basrî,
İbrahim Nehaî, Eyyûb ve
Ca'fer b. Muhammed 'den de rivayet olunmuştur.
Evzâî, İmam Şâfiîve
İshâk'a göre kendisi hacc etmeyen bir kimse başkası nâmına hacca gidemez.
Giderse kendisi için hacc etmiş olur. Abdü1azîz böyle bir haccm bâtıl olduğunu
giden nâmına dahî sahîh olmadığını söylemiştir. Bu kavil İbni Abbâs
(Radiyallahü anh)'dan da rivayet olunmuştur. Ebû Dâvûd 'un Hz. îbni Abbâs 'dan
rivayet ettiği bir hadîste: Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) Şubrume
nâmına lebbeyk diyen bîr adamı işitti de :
— Kim bu Şubrume? diye sordu. O zât:
— Kardeşimdir yahut akrabamdır! cevâbım
verdi. Bunun üzerine Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Selîcm) :
— Sen içendi nâmına haccettin mî? diye sordu. Adam:
— Hayır! dedi.
— (Evvelâ) kendi nâmına haccet, (sonra) Şubrume
için hacca git, buyurdular.» denilmektedir. Fakat Tahâvî Şubrume hadîsinin ma'lûl olduğunu
söylemiştir. Sahîh kavle göre hadîs
îbni Abbâs 'a mevkuftur. Bu mânâda
İbni Abbâs' hazretlerinin Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem)'den rivayet ettiği
sahîh hadîs şudur:
«Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e hacca gitmemiş bîr
kimsenin başkası nâmına hacc edip edemiyeceği soruldu da :
— Allah
(Azze ve Celle) 'ye olan borç ödenmeye daha lâyıktır buyurdular.»
Mezkûr hadîsde böylesi başkası nâmına ihrama girerse kendisi için haccetmiş
olur kaydı yoktur. Bâzıları bu hadîsi nedb mânâsına hamletmeye çalışmışlardır.
7- Erkeğe
vekâleten kadının haccetmesi caizdir.
8- Anne ve
babanın borçlarını ödemek ve diğer hizmetlerinde bulunmak evlâdın vazifesidir.
9- Haccatü'k
Vedâ demekte kerâhat yoktur.
408- (1335)
Bana Aliyyü'bnü Aşrem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ, İbııi CÜreyc'den, o
da İbııi Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bize Süleyman b. Yesâr,
İbııi Abbâs'dan, o da Fadl'dan naklen rivayet etti ki Has'am kabilesinden bir
kadın :
— Yâ Resûlalîah! Babam
bir pîr-i fânidir. Üzerinde Allah'ın
hacc hakkındaki farzı var. Ama kendisi devesinin sırtında doğru dürüst
otu-rannyor, demiş. Bunun üzerine Peygamber (SaHallahü Aleyhi ve Sellem) :
— Öyle ise onun nâmına sen haccet! buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhâri ile
Tirmizî hacc bahsinde tahrîc etmişlerdir, Tirmizî 'nin : «Ben bu hadîsi
Muhammed'e ya'nî Buhâri'ye sordum da :
— Bu bâbda en sahîh hadîs îbni
Abbâs 'in Fadî'dan rivayetidir.
Cevâbını verdi.» dediği rivayet olunur. Yine Tirmizî: «îhtimâl İbni Abbâs bu hadîsi hem Fad1'dan hem de başkalarından
işitmiş, sonra vasıtasız rivayet
etmiştir.» demektedir. Hz. İbni Abbâs 'm vasıtasız rivayeti bundan önceki
rivayettir. Mâmâ-fih sual soran kadının Cemre-i Akabe 'de şeytan taşladıktan
sonra sormuş olması ve İbni Abbâs
(Radiyallahü anh) 'in orada bulunmuş olması da ihtimâlden uzak değildir.
Bu takdirde İbni Abbâs (Radiyalttıhü anh) hadîsi bazan
kardeşi Fad1dan naklen, bâzan da
bizzat müşahedesine istinaden rivayet etmiş olur. Nitekim Tirmizî,
îmanı Ahmed, oğlu
Abdullah ve Taberî 'nin rivayet
ettikleri Hz. A1i hadîsi kadının suâli, şeytan taşladıktan sonra kurban kesilen
yerde sorduğunu ve Abbâs'm orada bulunduğunu bildirmektedir ki, bu da aynı
ihtimâli te'yîd eder. Abdullah b. Ahmed'in rivayetinde şöyle deniliyor :
«Sonra ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma Has'am kabilesinden
genç bir kadın gelerek:
— Babam
bir pîr-i fânîdi»-. Kendisine
Allah'ın hacc farizası
yetişmiştir. Onun nâmına ben haccetsem kâfi gelir mi? diye sordu.
RcsûIüJ-lah (SaHallahü Aleyhi ve Sellem):
— Baban nâmına haccet! buyurdu ve Fadl'ı» boynunu büktü. Bunun üzerine Abbâs :
— Yâ
Resûlallah! Amcanoğlunun
boynunu (neye) büktün? dedi. Peygamber (Sallaîlahü A leyhi
ve Seîlem):
— Genç bir erkekîe genç bir kadını (n karşı
kanşya geldiklerini) gör-clüm de onlar nâmına şeytandan emîn olamadım,
buyurdular.»
Bu gösteriyor ki Hz.
Abbâs suâî esnasında orada imiş. Binâenaleyh oğlu Abdu11ah'in da orada
bulunmasına bir mâni yoktur.
1- Âciz bir
kimsenin hacca vekü göndermesi caizdir. Hanefî1er'e göre bedenen hacc etmeye
kudreti olan bir kimsenin vekil göndermesi caiz değildir. Fakat kötürüm ve a'mâ
gibi aczi daimî olan kimseler hacca vekil gönderebilirler. Acizlik, hastalık ve
hapis gibi geçici şeylerden olup ölümüne kadar devam ederse vekîl göndererek
îfâ ettiği haccı kâfidir.
2- Anneye,
babaya bakmak, hizmetlerinde bulunmak, borçlarını ödemek ve haccîarım îfâ etmek
evlâdın vazifesidir.
3- Erkeğe
vekâleten kadın hacc edebilir.
4- Hîn-i
hacette kadın ulemâya fetva sorabilir.
5- Hadîs-i
şerif ilim yolunda sefere teşvik etmektedir.
409- (1336)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyhti ile Zühe'yr b. Harb ve İbni Ebî Ömer hep birden
İbni Uyeyne'den rivayet ettiler. Ebû Bekr dedi ki: Bize Süfyân b. Uyeyne,
İbrahim b. Ukberden, o da İbni Ab-bâs'm
azadlısı Küreyb'den, o
da İbni Abbâs'tan, o
da Peygamber
(Saiîaîlahü Aleyhi ve
Selle m) 'den naklen rivayet etti. ResıılüÜah
(Sallallakii Aleyhi ve Sellem) Ravha'tfa bir deve kervanına rastlayarak:
— Siz kimsiniz?
diye sormuş.
— Müslümanlar iz! cevâbını
vermişler. Onlar da :
— Sen kimsin? diye sormuşlar. Fahr-i Kâinat
Efendimiz :
— Resûlüllah'ım! buyurmuşlar. Onun üzerine bir
kadın ona bir çocuk arzederek:
— Bunun için hacc var
mıdır? demiş. Resûlüllah (SallallahU A leyh't ve Sellem):
— Evel! Sana da ecir (vardır)» buyurmuşlar.
410- (...)
Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme,
Süfyân'dan, o da Muhammed b. Ukbe'den, o da Küreyb'den, o da İbni Abbâs'dan
naklen rivayet etti. İbni Abbâs şöyle demiş:
«Bir kadın çocuğunu
arzederek :
— Yâ Resûlallah! Bunun için hacc var mıdır?
diye sordu. Resûlüllah (SaUalküıü A
leyhi ve Sellem) :
— Evet! Sana da ecir (vardır)» buyurdular.»
411- (...)
Bana Muhammedü'bnü'I-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahmân rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân İbrahim b. Ukbe'den, o da Küreyb'den naklen
rivayet eyledi ki, bir kadın bir sabi erz-ederek:
— Yâ Resûlallah! Bunun için hacc var mıdır?
diye sordu. Resûlüllah (Sallatlafoü Aleyhi ve Sellem) :
— Evet! Sana da ecir (vardır)» buyurmuşlar.
(...) Bize
İbni'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahmân rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Süfyân, Muhammed b. Ukbe'den, o da Küreyb'den, o da İbni Abbâs'dan
naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.
Bakb :
Hassaten deve sahipleri mânâsına gelir. Esâs itibariyle on ve daha aşağı adette
kullanılır.
Ravha :
Medîne-i Münevvere'ye otuz altı mil mesafede bulunan bir yerdir. Kaadî Iyâz:
«İhtimâl bu karşılaşma geceleyin olmuş da Hesûlüllah(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)ı tanıyamamışlar. Yahut gündüz olmuş, fakat onu daha evvel görmedikleri
için bilememişlerdir...» diyor.
Besûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemj'in : «Sana da ecir vardır» sözünden murâd, çocuğu taşıdığı
ve ihrâmlıya kaçınılması lâzım gelen şeylerden koruyarak ona ihrâmlı muamelesi
yaptırdığı için kadının sevap kazandığını anlatmaktır. Nevevî diyor ki:
«Ulemâmızca sahîh olan kavle göre çocuk nâmına ihrama girecek olan velî, malı
hususunda ve-Hlik yapacak olan babası veya dedesi yahut vasi veya hâkim
tarafından tayin edilen kayyım yahut bizzat hâkim veya imamdır. Annesinin çocuk
nâmına ihramı sahîh değildir. Meğer ki, vasisi veya hâkim tarafından tâyin
edilmiş .kayyımı olsun. Bâzıları anne ve asabe olan akrabanın mal hususunda
velî olmaları caiz olmasa bile çocuk nâmına ihrama girebileceklerini
söylemişlerdir. Bütün bunlar mümeyiz olmayan küçük çocuk hakkındadır. Mümeyyiz
olan çocuğa velîsi izin verir ve çocuk kendisi ihrama girer. Velisinin izni
olmadan çocuk ihrama girer yahut onun nâmına velî niyet ederse esah olan kavle
göre hacc sahîh değildir. Mümeyyiz olmayan çocuk için velînin ihrama girmesi,
kalbiyle bu çocuğu ihrâmlandırdım diye niyet etmek suretiyle olur.»
Hadîs-i şerîf küçük
çocuğun haccının sahîh olduğunu delildir. İmam Mâlik, İmam Şafiî, İmam Ahmed ve
cumh»ûr-u ulemâ 'ya göre çocuğun haccı mün'akıd ve sahihtir. Yalnız nafile
yerine geçtiği için âkil baliğ olduktan sonra imkân bulduğu takdirde hac
etmesi lâzım gelir. İmam-ı A'zam'm: «Çocuğun haccı sahîh değildir» dediği
rivayet olunmuştur. Kaadî İyâz diyor ki : «Çocuklara hacc ettirmenin cevazı
hususunda ulemâ arasında ihtilâf yoktur. Bunu yalnız bid'at taifelerinden biri
caiz görmemişse de onların kavillerine itibar olunmaz. Hattâ bu kavil Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile ashabının fiilleri ve keza icmâ-ı ümmetle
reddedilmiştir. Ebû Hanîfe 'nin hilafı çocuğun haccı mün'akıd olup da üzerine
hacc ahkâmı ve fidye, ceza kurbanı gibi mükelleflere mahsus şâir ahkâmın
terettûb edip etmemesi husûsundadır. Ebû Hanîfe bunların hiçbirini kabul
etmiyor ve çocuğun fidye vesâireyi icâb edecek hâllerden sakındırılmasının
ta'îîme alıştırmak için yapıldığını söylüyor. Cumhur ise : Bu hususta çocuğa
hacc ahkâmı carîdir. Onun haccı nafile
olarak mün'akıddır, diyorlar.
Çünkü Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Selle m) çocuğun
haccını takrir buyurmuştur. Ulemâ bu haccın çocuk baliğ olduktan, sonra farz
olacak hacc yerini tutmayacağında müttefiktirler. Yalnız bir fırka şuzûz
göstererek çocuğun hacci farz olan hacc yerini tutar demişlerse de ulemâ
bunların kavilerine iltifat etmemişlerdir.»
412- (1337)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd fo. Hârûn rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Rabr b. Müslim El-Kuraşî3 Mu-hammed b. Ziyâd'dan, o da
Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle demiş: «Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize hutbe okuyarak:
— Ey cemaat! Allah size haca farz kılmıştır.
Binâenaleyh hacc edin! buyurdular. Bunun üzerine bir adam ayağa kalkarak:
— Her sene
mi yâ Resûlallah? diye sordu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sükût buyurdu.
Hattâ o zât sözünü üç defa tekrarladı. Nihayet:
— Evet desem (her sene) vâcib olur. Siz de buna
güç yetiremezsiniz buyurdu ve şunu
ilâve etti:
— Ben sîzi bıraktığım müddetçe siz de beni
bırakın. Sizden önce geçenler ancak çok sual sormaları ve Peygamberleri
hakkında ihtilâfa düşmeleri sebebiyle helak olmuşlardır. Ben
size bir şey emrettim mi ondan gücünüzün yettiği kadarını yapın! Bİr
şeyden sîzi men ettim mi onu derhal bırakın!» ,
Bu hadîsi Buhâri «Kitâbü'l-i'tisâmBda tahrîc etmiştir.
Yalnız onun rivayetinde hadîsin baş tarafı zikredilmemiş :
«Ben sizi bıraktığım
müddetçe siz de beni bırakın» cümlesinden itibaren geri kalan kısmı biraz
lâfız değişikliği ile nakledilmiştir.
ResûlÜllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'e suâl soran zât Akra' b. Habis 'tir. Nitekim hadîsin bir
rivayetinde ismi tasrîh edilmiştir.
Usûl-ü Fıkıh ulemâsı,
mutlak emrin tekrar iktizâ edip etmiyeceği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bu
hususta dört mezhep vardır.
1) Mutlak
emir umûm ve tekrar iktizâ eder.
2) Umûm ve
tekrar iktizâ etmez. Lâkin bunlara
ihtimâli vardır. İmam Şafiî 'nin mezhebi budur. Nevevî diyor ki: «Ulemâ-mızca sahîh olan kavle
göre emir tekrarı iktizâ etmez. İkinci kavle göre tekrarı iktiza eder. Üçüncü
bir kavle göre bir defadan fazlası hakkında beyâna ihtiyâç vardır. Binâenaleyh
tekrarı iktizâ ettiğine ve etmediğine hükmolunamaz. Tevakkuf olunur. Bu kavlin sahipleri babımız hadîsiy-le
istidlal etmişlerdir. Çünkü mutlak emir tekrarı yahut adem-i tekrarı iktizâ
etseydi Hz. Akra' Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SellemYe sormazdı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
dahî kendisine: Suâle
hacet yok. Mutlak emir su mânâya hamledilir, cevâbını verirdi. Emrin
tekrar iktizâ ettiğini söyleyenler Hz. Akra'm meseleyi ihtiyâtan ve îzâ-hat
almak için sorduğunu iddia ederler.»
3) Hanefîye
ulemâsından bâzılarına göre mutlak emir tekrar icâb etmez. Lâkin bir şarta
muallâk olur veya bir vasfın sübütuyla mu-kayyed bulunursa tekrar ifâde eder.
4) Hanefî1er'in
ekserisi tarafından ihtiyar edilen sahih mezhebe göre mutlak emir umûm ve
tekrar iktizâ etmez. Onlara ihtimâli de yoktur. Namaz, oruç ve zekât gibi
ibâdetlerin tekerrür etmesi sebeplerinin tekerrüründen dolayıdır. Haccm sebebi
olan Beyt-i Şerif tekerrür etmediği için
ömürde bir defa îfâ etmekle bu babdaki emir yerini bulur.
Marûdî , Hz. Akra'in
suâli üzerinde şu müteâlâda bulunmuştur : «Hacc lûgatta kasıt mânâsına gelir.
Lügat itibariyle bunda tekerrür vardır. Binâenaleyh Hz. Akra' bu cihete
bakarak haccm her sene tekerrür etmesine ihtimâl vermiş olabilir. Lügat
ulemâsından naklettiğimiz bu mânâya bakarak bâzıları ömre'nin vâcib olduğunu
söylemişlerdir. Onlara göre hacc emri lügat ve iştikak itibariyle tekrar iktizâ
eder. Halbuki ulemâ haccm ömürde bir defa farz olduğuna icmâ akdetmişlerdir.
Binâenaleyh lügat itibariyle tekrar ifâde eden bu emir öm-renin vâcib olmasını
iktizâ eyler.»
Yine Usûl-ü Fıkıh
ulemâsına göre bir şeyden nehy o şeyi devam üzere bırakmayı iktizâ eder.
Binâenaleyh Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selleni)'in :
«Sizİ bîr şeyden
nehyettim mi onu derhal bırakın» sözü ıtlâkı üzere bırakılır. Bundan yalnız
zaruret hâli müstesnadır.
Resûiüllah (Sailallaİıü Aleyhi ve Seliem)
«Ben sizi bıraktığım
müddetçe siz de benî bırakın...» buyurmakla «size bir şey emir veya nehiy
etmediğim müddetçe siz de beni bırakın. Bir şey sormayın» yahut «Bir mesele
hakkında inceden inceye tafsilât istemeyin. Çünkü bu işin sonu Benî İsrâi1'in
helaki gibi kötü bir neticeye varabilir» demek istemiştir. Filvaki Allah Teâlâ
hazretleri bir sığır kesmelerini Benî İsrail 'e emir buyurmuştu. Emre ita-atla
herhangi bir sığırı kesseler emir yerini bulurdu. Fakat onlar Öyle yapmadılar.
Kesilecek hayvanın rengi nasıl, yaşı kaç olacak gibi birçok sualler sordular.
Onların bu isyankâr suallerine karşı Allah Teâlâ Hazretleri de kendilerine
şiddet gösterdi ve bu yaptıklarından dolayı onları zemmeyledi.
1-
Hüküm babında Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Seliem)
ictihâd-da bulunabilir. İçtihadının vahye istinâd etmesi şart değildir. Mamafih
şart olduğunu söyleyenler de vardır.
2- Şerîatin
emri olmaksızın hüküm yoktur. Zâten bu
bâbda asıl. şeriat gelmeden bir şeyin vâcib olmamasıdır. Usûl-ü Fıkıh
ulemâsının muhakkıklarma göre sah ıh olan mezheb budur.
3- Nevevî'nin
beyânına göre : «Size bir şey emrettim mi ondan gücünüzün yettiği kadarını
yapın» cümlesi, İslâm'ın mühim kaidelerinden birini anlatmaktadır. Mezkûr
cümle Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve Seliem)
Efendimize mahsûs olan cevâmiu'l-kelim yani az sözle çok mânâ ifâde eden beyanat
cümlesindendir. Namaz ve envâı gibi sayısız hükümler bunda dâhildir. Meselâ
namazın bâzı rükün veya şartlarını ifâdan âciz olanlar yapabildikleri kadarını
yaparlar. Abdest, gusul, setr-i avret, oruç vesâir ahkâm dahî âcizler hakkında
kudretlerine göre farz olurlar.
4- Haccın
ömürde bir defa farz olduğunda ümmetin ulemâsı müttefiktirler.
413- (1338)
Bize Züheyr b. Harb ile Muhammedü'bnu'l-Müsenriâ rivayet ettiler. (Dediler ki)
: Bize Yahya yani El-Kattân, Ubeydullah'tan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana
Nâfi', İbni Ömer'den naklen haber verdi ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) :
«Kadın yanında mahremi
olmadıkça üç gecelik yola gitmesin» buyurmuşlar.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Niimeyr ile
Ebû Üsâme rivayet ettiler. H.
Bize İbni Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) :Bize babam rivayet etti. Bu râviler hep birden
Ubeydullah'tan bu isnadla rivayette bulunmuşlardır.
Ebû Bekr'in
rivayetinde : «Üç geceden fazla», ibni Nümeyr'iü babasından rivayetinde :
«Yanında mahremi olmaksızın üç günlük yola» ifâ* deleri vardır.
414- (...)
Bize Muhammedu'bnü Râfi' rivayet etti, (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Füdeyk rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Dahhâk, Nâfi'den o da Abdullah b. Ömer'den, o da
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den naklen haber verdi:
«Allah'a ve Âhiret
gününe îman eden hiç bir kadına, yanında mahremi olmaksızın üç gecelik yere
sefer etmek helâl değildi:.» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbü Taksîr'is-Salât»ta rivayet etmiştir. Hadîsin muhtelif rivayetleri
vardır. Bunların bazılarında, kadının yalnız başına üç gecelik yola diğer
bâzılarında üç günlük, bir rivayette üç geceden fazla, başka bir rivayette iki
günlük, diğer rivayette bir gecelik, bir rivayette de bir gün bir gecelik yola
gidemiyeceği bildirilmektedir. Ebû Davud'un rivayetinde kadının yalnız başına
bir berîd yani yarım günlük yola gidemiyeceği ifâde buyurulmuştur. Üç gün
rivayetinden murâd geceleriyle birlikte üç gün üç gece rivayetinden murâd da
gündüzleriyle beraber üç gecedir.
Ulemânın beyânına göre
rivâyetlerdeki bu ihtilâflar soranlardan ve sorulan yerlerden neş'et etmiştir.
Beyhakî «Sanki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e kadının mahremsiz
olarak üç gecelik yolu gidip gidemiyeceği sorulmuş da hayır cevâbını vermiş;
başka bir defa iki günlük yola, daha başka bir defa bir günlük yolu gidip
gidemiyeceği sorulmuş, bunların hepsine hayır cevâbını vermişdir. Berîd
meselesi de öyledir. Şu halde herkes işittiğini rivayet etmiş demektir. Bir
râvîden muhtelif şekillerde nakledilen rivayetleri de o râvi birkaç yerde işitmiş
ve kimi öyle, kmi böyle rivayet etmiştir. Bunların hepsi sahihtir...» diyor.
Mahrem nikâhı
ebediyyen haram olan demektir. Bâzı rivayetlerde bu kelimenin yanında zû-rahim
de zikredilmiştir. Zûrahim, akraba demektir. Zûrahim-i mahrem nikâhı haram
olan akraba ve taallûkaattır.
Ulemâ kudreti olan
kadına haccın farz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Kadının bu husustaki
kudreti erkeğin kudreti gibidir. Yalnız mahrem meselesinde ihtilâf vardır.
İmam-ı Â'zam'a göre kadına hacc farz olmak için mahremi bulunması şarttır.
Meğer ki Mekke'ye üç konak mesafeden yakın olsun. Bu husûsda hadis ulemâsından
bir cemaat ile Eshâb.ı Re'y denilen Hanefîye ulemâsı, Hasan-ı Basrî ve İbrahim
Nehaî, Sevrî ve A'meş dahî ona muvafakat etmişlerdir. Atâ', Saîd b. Cübeyr, İbni
Şîrîn, İmam Mâlik, Evzâî ve meşhur kavline göre Şafiî kadının, sefer için
mahremi bulunmasını değil, emniyeti şart koşmuşlardır. Şâfiîyye ulemâsına göre
emniyet koca, mahrem veya güvenilir kadınlarla sağlanır. Kadın ancak bu üç
neviden biri ile haccedebilir. Güvenilir bir tek kadın bulmuş olsa onunla
haccetmesi farz değildir. Lâkin caizdir. Şâfii1er'ce sahih olan kavil budur.
Yine Şâfiî1er'den bâzılarına göre güvenilir birkaç veya bir kadın bulursa hac
etmesi lâzımgelir. Bazan emniyet vâsıtaları çok olur
da kimseye muhtaç
olmadan yalnız başına
kafileyle birlikte gider ve emniyeti de sağlanır. Fakat Şâfiî1erce
meşhur olan kavil birincisidir. Şâfiîye ulemâsı kadının nafile hacc, ziyaret
ve ticâret gibi farz olmayan seferleri hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları
bu gibi seferlere de itimatlı kadınlarla çıkabileceğini söylemiş ekserisi
kocasız veya mahremsiz çıkamıyacağma kaail olmuşlardır. Nevevî : «Sahih olan
kavil de budur» diyor.
Kaadî Iyâz'm beyânına
göre ulemâ, kadının haccla ömreden başka seferlere mahremsiz çıkamıyacağma
ittifak etmişlerdir. Bundan yalnız dâr-ı harpten hicret edenler müstesnadır.
Dâr-x harp küffâr memleketi demektir. Müslüman kadını böyle bir yerden İslâm
diyarına mahremsiz dahî hicret edebilir. Bununla öteki seferler arasındaki
fark, kadimin dîni ve nefsi hususunda emin olamadığı zaman küfür diyarında
yaşamasının bilittifak haram olmasıdır. Haccı geciktirmek bu mânâda değildir.
Zira haccm imkân bulur bulmaz îfâ edilmesi meselesi ulemâ arasında
ihtilaflıdır. Bâcî : «Bence bu söylenenler genç kadın hakkındadır. Şehvete
mahal olmayan ihtiyar kadın bütün seferlere dilediği şekilde kocasız ve
mahremsiz olarak gidebilir.» demişse de Nevevî bu sözü beğenmemiş, kadının
yaşlı da olsa şehvete mahal olduğunu, bu bâbda ulemânın (her düşene bir kapan
bulunur.) dediklerini hatırlatmıştır.
Nevevi 631-676
Hanefîler'in seferde namazların ikişer rekât kılınması için üç günlük yolu şart
koşmalara hususunda bu hadîsle istidlal ettiklerin söyledikten sonra: «Bu
istidlal fâsiddir. Zira hadîsler muhtelif şekillerde rivayet edilmişlerdir...»
diyor. Gerçi rivayetler muhteliftir, fakat Hanefî 'îerin istidlalleri fâsid
değildir. Bunu anlamak için onların Fıkıh kitaplarına müracaat kâfidir.
Ata', Saîd b. Keysân
ve Zahirî 'lerden bir taifeye göre kadının yalnız başına bir konaktan az
mesafeye gitmesi caizdir. Bir konak veya daha fazla mesafeye mahremsiz gidemez.
Delilleri «Kadın yanında kocası veya mahrem akrabası olmadıkça bir konaklık
yere sefer edemez» hadîsidir. Bu hadîsi Beyhakî ile Tahâvî Hz. Ebû Hüreyre'den,
Ebû Bekre tarikiyle rivayet etmişlerdir.
Şâ'bî, Tâvûs ve Zahirî
'lerden bâzılan kadının yalnız başına uzak yakın hiç bir sefere çıkamıyacağma
kaail olmuşlardır. Bunların delilleri de Tahâvî 'nin rivayet ettiği Ebû Hüre y
re hadîsidir. Mezkûr hadîste Peygamber (Sallollahü Aleyhi ve Selleın):
«Kadın yanında mahremi
olmadıkça sefere çıkamaz» buyurmuşlardır.
«Peygamber (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem)'den üç gün müddet kaydıyle rivayet olunan bütün eserler
kadının mahremsiz olarak üç günlük yola gitmesinin haram kılındığında ittifak etmişlerdir. Üç günden az
süren yolculuk hakkında ihtilâf vardır. Biz bu hususu ele aidik. Gördük
ki mahrerasiz üç günlük veya daha fazla sefere çıkmak bu eserlerin hepsiyle.nehiy
buyurulmüştur. Binâenaleyh bu bâbda seferi üç günî.£ Jahdid daha azını kadına,
mahremsiz olarak nıübah. kılmak demektir. EJer böyle olmasaydı Resûlüliah
(SallaUaJıü Aleyhi ve Seltem)'m üç adedini zikretmesinde bir mânâ kalmaz,
mutlak surette mahremsiz seferi nehiy buyururdu.
Vakıa "Hz.
Âişe'nin mahremsiz sefere çıkaidığı rivayet olunmuş. Bâzıları bununla istidlal
ederek kadına mahremsiz seferi tecviz etmişlerse de bu zevatın Hz. Âişe hadisi
ile istidlalleri doğru değildir. Ayni bunlara şu cevâbı vermiştir: «Hz. Âişe
ümmü'l-mü'minîn olduğu için ona bütün müslümanlar mahremdir. KimJnle sefer etse
mah-remiyle gitmiş demektir. Başka kadınlara nisbetle müslüman erkekleri bu
hükümde değildir. Bu cevap Ebû Hanîfe tarafından verilmiştir.»
Tahâvînin rivayet
ettiği İbni Abbâs (Radiyallahü anh) hadîsinde
bir zâtın Peygamber (SallaHafm
Aleyhi ve.Sel!em):e :
Zevcemle birlikte hacc
etmek isledim. Fakat filân gaza için yazıldım.» dediği; Resûlüliah (Sallallahü
A leyhi ve Sellem) de: «Sen zevcenle
beraber hacc et»
buyurduğu görülmektedir. Bu hadis kadının yalnız başına hac cedemiyeceğine
açık delildir. Zira kadının yalnız başına hacca gitmesi caiz olsa Resûîüllah
(Sallaliahu Aleyhi ve Sellem) 'o zâta:
«Zevcenin sana ne
ihtiyâcı var. O müilümanlarla birlikte hacca gider. Sen işine bak. Yazıldığın gazaya
git» derdi.
Mahremden murâd
nikâhı ebediyyen haram olan
kimselerdir.
Tembih : Zamanımızda
Hanefi mezhebinden birçok kadınların hacca ve uzak yakın birçok yerlere kocasız
ve mahremsiz gidip geldikleri görülmektedir. Hanefî mezhebine göre bunun caiz
olmadığım kendilerine ayrıca hatırlatırız.
415- (827)
Bize Kuteybetu'bnü Saîd ile Osman b. EM Şeybe hep birden Cerîr'den rivayet
ettiler. Kuteybe (Dedi ki) : Bize Cerîr, Abdü'l-Melik yani İbni Umeyr'den, o da
Kazea'dan, o da Ebû Saîd'den naklen rivayet etti. Kazea şöyle demiş: Ebû
Saîd'den bir hadîs dinledim de hoşuma gitti. Kendisine :
— Bunu Resû\üUah(Sa!laUahü Aleyhi ve
Sellem)'den sen mi işittin? di-
— Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)
'den işitmediğim bir
şeyi ye sordum. Ebû Saîd :
onun üzerinden mi
söyliyeceğim? dedi. Kazea demiş ki: Ebû Saîd'î şöyle derken işittim:
«Resûlüllah (Salialkıhü Aleyhi ve
Sellem) :
— Semerleri ancak üç mescide gitmek için
bağlayın! Benim şu mescidime, Mescİd-i Harâm'a ve Mescid-i Aksâ'ya! buyurdular. Ve yine Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem) 'ı:
«Kadın yanında mahremi
veya kocası olmaksızın hiç bîr zaman iki günlük yola çıkmasın!» buyururken işittim.
416- (...) Bize
Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Abdülme-lik b. Umeyr'den rivayet etti.
(Demiş ki) : Kazea'dan dinledim. (Dedi ki) : Ben Ebû Saîd-i Hudrî'den dinledim.
Ebû Saîd : «Ben Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sel!em)den dört şey işittim;
bunlar benim hoşuma gitti, beğendim. (Evvelâ) yanında kocası veya yakın
akrabası olmaksızın kadının iki günlük yola gitmesini yasak etti...» dedi ve
hadîsin geri kalan kısmını hikâye eyledi.
417- (...)
Bize Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, Muğîre'den, o da
İbrahim'den, o da Sehm b. Mincâb'dan, o da Kazea'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den
naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) .
— Mahremi yanında
olmaksızın kadın üç gecelik yere sefer etmesin! buyurdular.
418- (...) Bana
Ebû Gassân El-Mismaî ile Muhammed b. Beşşâr toptan Muâz b. Hişâm'dan rivayet
ettiler. Ebû Gassân (Dedi ki) : Bize Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam,
Katâde'den, o da Kazea'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti ki,
Nebiyullah (Sallalküıü Aleyhi ve Sellem) :
— «Kadın beraberinde
mahrem olmadıkça üç gecelik mesafenin üstünde uzağa şefe;- efmeşin!» buyurmuşlar.
(...) Bu hadîsi bize İbni'l Müsennâ da rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Adiyy,
Saîd'den, o da Katâde'den bu isnâdla rivayet etti ve: «Mahremsİz olduğu halde
üç geceden fazla...» dedi.
Bu hadisi Buhâri
«Kitâbu's-Salât»ın bir-iki yerinde ve «Ce-zâu's-Sayd»da, Ebû Dâvûd hacc
bahsinde, Tirmizî «Ki-tâbu's-Salât»ta,
Nesâî ile İbni Mâce «Kitâbu's-Savm»da
muhtelif râvilerden
tahrîc etmişlerdir. Buhâri'nin rivayetinde Hz. Ebû Saîd'in hoşuna giden dört
şeyin neler olduğu hbeyân edilmiştir. Bunlar kadının kocasız veya mahremsiz
olarak yalnız başına iki günlük yola sefer edememesi, Ramazan ve Kurban Bayramı
günlerinde oruç tutulmaması, iki namazdan yani ikindi ile sabah namazından
sonra namaz kıhnmaması ve üç mescidden maada dünyâ mes-cidlerini ziyaret için
sefer edilmemesi mes'eleleridir. Bu bâbda İbni Hibbân, İmâm Ahmed, Bezzâr,
Taberânî ve. diğer hadîs imamları rivayetler nakletmişlerdir.
Semer bağlamak :
Seferden kinayedir. Bu hususta deve, at, katır, eşek ve sair vâsıtalarla
yürüyerek gitmek arasında fark yoktur.
Hadîs-i şerif mezkûr
üç mescidin pek büyük meziyet ve fazileti hâiz olduklarını beyân etmektedir.
Çünkü bu mescidler Enbiyâ-yl Kiram (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hazerâtmın
namazgahlarıdır. Bunlarda kılman namazlar
şâir mescidlere nisbetle yüzlerce kat faziletli olduğu sahîh hadîslerle haber
verilmiştir.
Şâir Dünyâ
mescidlerini ve faziletli yerleri ziyaret için sefere çıkıp çıkılamıyacağı,
ulemâ arasında ihtilaflıdır. Nevevî'nin nakline göre cumhûr-u ulemâ sair
mescidleri ziyarette bir fazilet olmadığını söylemişlerdir. İbni Battal:
«Ulemâya göre bu hadîs mezkûr üç mescidden maada herhangi bir mescidde de namaz
kılmayı adayanlar hakkındadır.» demiştir. İmam Mâlik’e göre bir kimse vasıtasız
gidemiyeceği bir mescidde namaz kılmayı nezretse bulunduğu beldenin mescidinde
kılar. Fakat Mekke ve Medine mescidleriyle Beyt-i Makdîs'te namaz kılmayı
nezreden mutlaka oraya gitmelidir. Yine İbni Battâ1'm beyânına göre sulehâmn
mescid-lerinden birinde namaz kılmak ve teberrükte bulunmak mubahtır.
Rivayete nazaran İmam
Ley s herhangi bir mescidde namaz kılmayı nezreden bir kimsenin nezrini o
mescidde ifâsı icâb ettiğine kaail olmuştur. Hanbeiîler 'den bir rivayete göre
böyle bir nezir mün'-akıd olmazsa da yemin keffâreti vermek îcab eder.
Mâ1ikî1er'den bir rivayete göre ise yapılan nezre husûsî bir ibâdet taallûk
ederse nezri îfâ lâzımdır. Aksi takdirde bir şey lâzım gelmez. Mâlikîler 'den
Muhammed b. Mesleme hadîste zikri geçen üç mescidden maada yalnız Kubâ
mescidine yapılan nezrin îfâsı lâzım geldiğine (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)ls&ail olmuştur. Çünkü Resul, ü Ekrem her cumartesi günü bu mescidi
ziyaret ederdi.
Ulemâdan bir cemaat
babımız hadîsiyle istidlal ederek hadisde zikri geçen üç mescidden birine
gitmeyi nezredenlerîn adaklarını yerine getirmeleri lâzım geldiğini
söylemişlerdir. İmam Mâlik, İmam Ahmed ve İmam Şafiî 'nin kavilleri de budur.
Ebû İshâk-ı Mervezî dahî aynı kavli
ihtiyar etmiştir.
îmam-ı A'zam'a göre
mescide gitmek için yapılan nezri mutlak surette îfâ vâcib değildir. İmam Şafiî
«El-Ümrn» nâm eserinde Kâbe'ye yapılan nezrin îfâsı gerektiğini Medine ve Kudüs
mescidlerine yapılan nezirlerin îfâsı vâcib olmadığını söylemiştir. İbni'l-Münzir'e
göre ise Harameyne yani yani Mekke ve Medine mescidlerine yapılan nezrin îfâsı
vâcib, Mescid.i Aksa 'ya yapılan nezrin îfâsı lâzım değildir. Bu bâbda daha
birçok sözler söylenmiştir. Kaadî Iyâz ile Şâfiî'lerden Ebû Muhammed
El-Cuveynî: «Hadîsde zikredilen üç mescidden maada herhangi bir mescidi ziyaret
için sefere çıkmak haramdır; nehyin muktezâsı budur.» demişlerse de Nevevî
bunun yanlış olduğunu söylemiş, Şâfiî1er'ce bunun haram değil mekruh bile
olmadığını bildirmiştir.
Bâzıları babımız
hadîsinin mânâsını te'vîl ederek ; «İtikâf için bu üç mescidden başka yerlere
gidilmez» demişlerdir.
Şeyh Zeyniddîn'e göre
bu hadîsin en güzel te'vîli ondan yalnız üç mescidin hükmü olup sair mescidlere
ziyaret için sefer yapılmamasıdır. Ama başka mescidlerde ilim tahsil etmek,
ticâret, gezi, su-lehâ ve ihvanı ziyaret vesâir maksatlarla sefere çıkmak bu
hadîsdeki nehye dâhil değildir. Nitekim bu cihet hadîsin bazı tarîklerinde
tasrih de edilmiştir.
Hz. Ebû Saîd'in
Resûlüllah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittiği dört şeyi pek beğendiğini
cümlesiyle ifâde etmesi te'-
kîd içindir. Çünkü
«A'cebe» ve «Âneka» fiillerinin ikisi de hoşa gitmek mânâsına gelirler. Araplar
böyle müteradif kelimeleri beyân ve te'kîd için kullanırlar.
Hadîs-i şerif kadının
yalnız başına sefer edemiyeceğine de delildir.. Ulemânın bu husustaki
kavillerini bundan önceki İbni Ömer rivayetinde görmüştük. Aşağıdaki
rivayetler dahî aynı hükmün delillerin-dendir.
419- (1339)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Saîd b. Ebî
Saîd'den, o da babasından naklen rivayet etti ki, Ebû Hüreyre şöyle demiş:
Kesûlüllah (Salîaliahü Aleyhi ve Seüem):
«Hiç bir müslüman
kadına yanında kendisine nikâh haram olan bir adam bulunmaksızın bir gecelik
yere sefer etmesi helâl değildir» buyurdular.
420- (...)
Bana Zülıeyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd, îbni Ebî
Zi'b'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Saîd b. Ebî Saîd, babasından, o da Ebû
HüreyreMen o da Peygamber (.SaUaUahü A leyhı: ve Sellenû )den naklen rivayet
etti.
«Allah'a ve Âhiret
gününe iman eden bir kadının beraberinde mahrem olmaksızın bir günlük yola
gitmesi helâl değildir.» buyurmuşlar.
421- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Saîd b. Ebî Saîd-i
Makburî'den dinlediğim, onun da babasından, onun da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet ettiği şu hadîsi okudum : Resûlüllah
«Allah'a ve Âhiret
gününe iman eden bir kadının yanında kendisine nikâhı haram olan biri
bulunmadıkça bir gün ve bir gecelik yola gitmesi helâl değildir.» buyurmuşlar.
422- (...)
Bize Ebû Kâmil-i Cahderî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bişr yani İbni Mufaddal
rivayet etit. (Dedi ki) : Bize Süheyl b. Ebl Salih, babasından, o da Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Yanında kendisine
nikâhı haram olan biri bulunmadıkça bir kadının üç gecelik yola gitmesi helâl
değildir.» buyurdular.
Bu hadîsi Buharı
«Taksîru's-Salât» bahsinde, Ebû Dâvûd «Kitâbu'I-Hacc»da, Tirmizî
«Kitâbu'n-Nikâh»da tahrîc etmişlerdir. Kavilerden Saîd b. Ebî Saîd-i
Makburî!-nin babasından rivayeti üzerinde bâzı hadîs imamları söz etmiş, birçok
rivayetlerde babasından kaydının bulunmadığını, Ebû Saîd'in doğrudan doğruya
Ebû Hüreyre 'den rivayet ettiğini söylemişlerdir. Fakat Saîd'in babasından
rivayet ettiği hadîsler de çoktur. Bu sebeple Nevevî : «İhtimâl ki Saîd evvelâ
Ebû Hüreyre hadîsini babasından dinlemiş, sonra bizzat Ebû Hüreyre'den işitmiş
ve bâzan babasından, bâzan da Ebû Hüreyre'den rivayette bulunmuştur. Onun Ebû
Hüreyre 'den hadîs dinlediği sabit olmuştur.» demiştir.
Bu hadîs de kadının
Allah'a ve Âhiret gününe îmân etmekle kayıtlanmasına bakarak bâzıları müslüman
olmayan kadınların yalnız başına sefere çıkabileceklerine kaail
olmuşlarsa da bu istidlal doğru değildir. Çünkü kadının bu sıfatla anılması
yalnız basma sefere çıkmasının haram olduğunu te'kîd suretiyle beyân içindir.
Yani kadına ta'rîc suretiyle mahremsiz sefere çıkmaması, çünkü bunun Allah'ın
imanın şartına muhalif olduğu bildirilmiştir. Allah'a ve Âhiret gününe iman
eden kimsenin Allah tarafından yasak edilen husûsâta riâyet etmesi gerekir.
Evzâî ile Leys kadının mahremsiz bir gün ve bir gecelik yola gidemiyeceğine,
bundan az bir yola yalnız gitmesinde beis olmadığına bu hadîsle istidlal
etmişlerdir.
423- (1340)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb hep birden Ebû Muâviye'den rivayet
ettiler. Ebû Küreyb (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Ebû
Sâlih'den, Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti. Ebû Saîd şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah'a ve Âhiret
gününe iman eden bir kadmtn beraberinde babası veya oğlu yahut kocası, veya
kardeşi, yahut nikâhı haram olan biri olmaksızın üç gün ve daha fazla süren
bir sefere çıkması helâl değildir.» buyurdular.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe İle Ebû Saîd-i Eşecc rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş bu is-nadla bu hadîsin mislini
rivayet eyledi.
424- (1341)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ikisi birden Süfyân'dan rivayet
ettiler. Ebû Bekr (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Amr b. Dinar, Ebû Ma'bed'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben İbni Abbâs'ı
şunu söylerken işittim: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'\ hutbe
okurken dinledim:
— Sakın bîr adam yanında nikâhı haram akrabası
bulunmayan bîr kadınla başbaşa kalmasın.
Hem kadın yanında mahremi bulunmadıkça
sefere çıkmasın! buyuruyordu. Bunun üzerine bir adam ayağa kalkarak:
— Yâ Eesûlallahî Benim
zevcem hacc için yola çıktı.
Kendim de filân gazaya
yazıldım! dedi. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
— Git de zevcenle beraber hacc et!, buyurdular.»
(...) Bize
bu hadîsi Ebû'r-Rebî' Ez-Zehrânî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd
Amr'dan bu isnadla bu hadîsin benzerini rivayet etti,
(...) Bize
tbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm yani İbni Süleyman
EI-Mahzûmî, İbni Cüreycrden bu isnadla bu hadîsin benzerini rivayet etti. Ama :
«Sakın bir adam,
yanında nikâhı haram olan biri bulunmayan kadınla başbaşa kalmasın.» cümlesini
zikretmedi.
İbni Abbâs hadîsini
Buhâri «Hacc», «Cihâd» ve «Nikâh» bahislerinde tahrîc etmiştir. Hadîsdeki
istisna, istisnâ-i münkatı'dır. Zîrâ kadının yanında mahremi bulununca ortada
halvet kalmaz. Hadîs-i şerif:
«Sakın bir adam
yanında mahremi bulunmayan bir kadınla bîr arada oturmasın» takdirindedir.
Başbaşa kalmak diye terceme ettiğimiz halvet erkekle kadının
kimseningörenıiyeceği bir yerde iki ikiye kalmalarıdır. Mahremden murâd kadına,
nikâhı haram olan erkektir. Mamafih kadının da erkeğin de yakm akrabasının
kastedilmiş olması muhtemeldir. Nevevî : «Fukahâ'nın kaideleri bu ikinci
ihtimâl üzere cereyan eder. Zîrâ bu bâbda kadının mahremiyle erkeğin kızkardeşi,
kızı, halası ve teyzesi gibi nikâhları kendisine haram olan kadınlar arasında
fark yoktur. Bu gibi hâllerde o kadınla oturmak caizdir.» diyor.
Kadının mahremleri
oğlu, kızkardeşi, annesi ve teyzesi gibi kimselerdir. Hadîs-i şerîf koca ile
dahî tahsis edilmiştir. Çünkü kocasının bulunması da mahrem gibidir. Hattâ
cevaz hususunda kocanın bulunması evlâdır.
Bu hadîsin son rivayeti
Ebû İshâk İbrahim b. Süfyân 'in îmam Müslim 'den işitmediği rivayetlerin de
sonuncusudur. Bu hususta Uesûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'m traş
olanlarla, saç kısaltanlara duâ ettiğini bildiren hadîslerde söz geçmişti.
1- Kadın
mahremsiz sefere çıkamaz. Lâfzın umûmu bütün seferlere şâmildir. Binâenaleyh
kadının yalnız başına kısa veya uzun mesafelere Hacc veya başka maksatlarla
olsun sefer etmesi haram olmak iktizâ eder. Nitekim İbrahim Nehaî; Şa'bî,
Tâvûs ve Zâhiriyy e ulemâsının
mezhepleri budur.
2- Mahrem
sözü nikâhı haram olan herkese şâmildir. Yalnız îmam Mâlik bundan kadının üvey
oğlunu yani kocasının başka karısından doğan oğlunu istisna etmiştir. Ona göre
kadın üvey oğluyla sefere çıkamaz. Gerçi onun nikâhı da haramdır. Fakat Hz. imam
insanların ahlâkan bozulduklarını nazar-ı itibâre alarak bu bâbdaki mahremiyetle
neseben mahremiyet arasında fark görmüştür.
3- Ecnebi
bîr kadınla bir tenhâda haşhaşa kalmak bütün ulemânın ittifakıyla haramdır. [7]
4- Bir
kimsenin haccetmek istiyen karısını hacca
götürmesi gazaya gitmesinden evlâdır. Çünkü ResûlüTlah
(SaUalîahü Aleyhi ve Sellem) soran zâta gazaya yazıldığını bildirdiği halde
karısıyle birlikte haccetmesini emir buyurmuştur.
5- Kadına
hacc farz olabilmek için mahremi bulunması şarttır.
6- Yalnız
başına sefere çıkamamak hususunda bütün kadınlar mü-sâvîdir. Yalnız Ebû'l-Velîdi
Bâcî'ye göre şehvete mahall olmaktan çıkmış
pek yaşlı kadınlar yalnız baslarına sefer edebilirler. îbni Dakîkı'l
îd Bâcî'ye itiraz ile kendisine
her düşeni bir kapan bulunduğunu hatırlatmıştır. Bu sözden murâd ne kadar yaşlı
olursa olsun ahlâksızlık yolunu tutan bir kadının kendisi gibi ahlâksız müşteri
bulmasıdır.
îbni Dakîk diyor ki :
Bu mes'ele birbirine tearuz eden iki umûmî delile taallûk etmektedir. Çünkü
Teâlâ hazretlerinden :
Yoluna gucu yetenlere
Beyt-i haccetmek Allah İçin insanların boynuna borçtur... âyet-i kerîmesi bütün
erkek ve kadınlara şâmildir. Bunun muktezâsı sefer için kudret hâsıl oldu mu
hepsine hacc îâzımgelmesidir. Halbuki Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve
Sellemyin (kadın mahremsiz sefere çıkmasının) hadîs-i şerifi her sefere ânım
ve şâmildir. Bundan hacc dahî dâhildir. Binâenaleyh hacc seferini hadîsin
umûmundan çıkaranlar âyetin umumiyetle bu hadîsi tahsis etmiş; çıkarmayanlar
ise hadîsin umumiyetle âyeti tahsis etmişlerdir. Bu takdirde tercih için haricî
bir delil lâzımdır. İkinci kavli tercih edenler :
(Allah'ın
cariyelerini, Allah'ın mescidlerine
gitmekten men etmesin...)
hadîsiyle istidlal
etmişlerdir. Mamafih bu istidlal söz götürür. Çünkü bu hadisde de nehiy
umûmîdir. O da Kâbetullah, Mescid-i Nebevi
ve Mescid-i Aksa ile tahsis edilmiştir.
7- Bâzıları
bu hadîsle istidlal ederek haccın müterâhî olarak edâ edilebileceğini
söylemişlerdir. Bundan murâd hemen imkân bulduğu se--ne gitmeyip bir veya
birkaç sene sonra hacc etmektir. Fakat bu kavil reddedilmiştir. Çünkü gazaya
yazılan o zâtın daha evvel hacc etmiş olması mümkündür.
8- Bâzıları
bu hadîsin zahiriyle amel ederek kadını sefere götürecek kimsesi bulunmadığı
vakit kocasının onunla beraber gitmesi farz olur, demişlerdir. İmam Ahmed'in
kavli budur. Mezkûr kavil Şâf iıler'den de rivayet olunmuşsa da Şâfiîİer'in
meşhur kavline göre karısını sefere götürmek kocasına farz değildir. Hattâ
ücretsiz gitmem diye ısrar etse sefer ücretini karısının vermesi îcab eder.
9-
Birbiriyle tearuz hâlinde bulunan şeylerin evvelâ en mühimi eîe alınır. . .
10- Ulemâdan
bâzıları bu hadîsle istidlal ederek : «Bir adam karısını farz olan haccı
edadan men edemez.» demişlerdir. İmam Ahmed'in mezhebi budur. Bu kavil Şâfiî1er'den
de rivayet olunmuştur. Fakat esah kavillerine göre kocası karısını hacca
gitmekten men edebilir. Çünkü imkân bulur bulmaz hemen hacca gitmek farz
değildir. İleride gidebilir.
İbni Münzir bir adamın
karısını bütün seferlere çıkmaktan men edebileceği hususunda bütün ulemânın
ittifak ettiklerini, ihtilâfın sadece vâcib olan seferlere münhasır kaldığım nakletmiştir.
425- (1342)
Bana Hârûn b. Abdillâh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Haccâc b. Muhammed
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana
Ebû'z-Zübeyr haber verdi. Ona da Aliyyi Ezdi haber vermiş ki, İbni Ömer
kendilerine Resû\üUah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in sefere çıkarken devesinin
üzerine dosdoğru oturduğu vakit üç defa tekbir getirerek arkasından :
«Bize bu hayvanı,
müsahhar kılan Allah'ı tenzih ederim. Biz buna takat getiremezdik. Şüphesiz ki
biz Rabbimize dönücüleriz. Yâ Rabbi! Senden bu seferimizde hayır ve takva,
amellerden de senin razı olacaklarını dileriz. Yâ Rabbî! Bu seferimizi bize
âsân eyle. Bize onun uzaklığını dür. Allahımİ Seferde arkadaş, ailede vekîl
sensin. Allahım! Seferin meşakkatinden, manzaranın kötüye değişmesinden, mal
ve âite hususunda kötü dÖnüşden sana sığınırım!» buyururduğunu, döndüğü vakit
dahî aynı duayı okurduğunu:
«Dönenleriz,
tövbekarlarız, âbidleriz, ancak Rabbimize hamd edenleriz» duasını ziyâde eylerdiğini öğretmiş.
426- (1343)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b, Uleyye, Âsım-i
Akvel'den, o da Abdullah ibni Sercis'den naklen rivayet eyledi. Abdullah şöyle
demiş :
«Resûlüilah
(SallaJlahü Aleyhi ve Selle m) sefere çıkarken seferin meşakkatinden, varılan
yerin hüzn âver olmasından, iyi hâlden kötüye dönmekten, mazlumun bed
duasından, aile ve malda kötü hâlden Allah'a sığınırdı.
427- (...) Bize
Yahya b. Yahya ile Züheyr b. Harb hep birden, Ebû Muâviye'den rivayet ettiler.
H.
Bana Hâmid b. Ömer de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvâhid rivayet etti. Her iki râvi Âsım'dan
bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. Şu kadar var ki, Abdülvâhid
hadîsinde : «mal ve ailede»; (Ebû Muâviye) Muhammed b. Hâzim rivayetinde ise :
«döndüğünde aileden işe başlardı.» cümleleri; her ikisinin rivayetlerinde :
«yâ Rabbî! Seferin meşakkatinden sana sığınırım.» ifâdesi vardır.
Mukrinîıı : Takat
getirenler demektir. Cümleden murâd : «Bu hayvanı Allah Teâlâ bize râmetmese
biz onu sevk ve idareye takat getiremezdik»
manasınadır.
Va'sâ:
Meşakkat ve şiddet, keâbeti üzüntüden nefsin değişmesi; münkaleb : Merci1 yani
dönülecek yer mânâlarmadır.
cümlesi Sahîh-i Müslim'in
ekseri nüshalarında bu şekilde rivayet olunmuştur. Mamafih şeklinde rivayeti
de vardır. İbrahim Harbî, Müslim'in râvilerinden Âsim'in burada vehmederek
kelimeyi «kevn» şeklinde okuduğunu doğrusunun «kevr» olacağını söylemişse de
Nevevî buna itiraz etmiş ve her iki rivayetin doğru olduğunu Tirmizî ile birçok
hadîs imamlarının hadîsi iki vecihîe rivayet ettiklerini bildirmiştir. Tirmizî
bu hadîsi rivayet ettikten sonra «kevn» kelimesinin râ ile «kevr» şeklinde
dahî rivayet olunduğunu söylemiş ve : «Bunların ikisinin de izah vec-hi vardır;
kevr'in imandan küfre yahut tâattan ma'siyete dönüş mânâsına geldiği söylenir.
Kelimenin mânâsı bir şeyden kötüye
dönmektir.»
demiştir. Diğer ulemâ
bu kelimenin her iki rivayetine göre mânâ: Doğruluktan dönmek yahut noksanlığı
fazlalaştırmakdır demişlerdir. Ulemânın beyânına göre» «Kevr» rivayeti
«Tekvîru'l-İmâme» yani sarığı sarmak terkibinden; «Kevn» rivayeti ise yardımcı
fiil «Kâne»nin masdarm-
dan alınmıştır ve
mevcûd oîmak, karar kılmak mânâsına gelir. Mazırî «Kevr» rivayetine göre dahî
hadîsin : «Cemaatin içersinde bulunurken ondan dönmekten sana sığınırım»
mânâsına geldiğini söylemiştir. Bâzılarına göre hadîs-i şerif, «Başta dümdüz
duran sarığın bozulması gibi dürüst işlerimizin fesada uğramasından sana
sığınırız» mânâsına geldiğini söylemişlerdir.
Ebû Ubeyd diyor ki: «Râvi Âsım'a (kevn) rivayetine
göre mânânın ne olduğu
soruldu da : (Sen Arapların (Yâni hâli iyi iken ondan döndü dediklerini
işitmedin mi?) cevâbım verdi.
Mazlumun bedduasından
murâd zulümdür. Çünkü beddua zulme karşı yapılır. Hadîs-i şerif zulümden ve
zulme sebeb olacak şeylerden kaçınmak lâzım geldiğine işaret etmektedir.
Mazlumun bedduası ile Allah Teâlâ arasında perde olmadığı yani o duanın
saatmda kabul edileceği sahih hadîslerle sabit olmuştur.
Bu rivayetler bütün
seferlere çıkarken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m okuduğu bu duayı
okumanın müstehab olduğuna delildirler. Nevevî : *Bu bâbda vârid olmuş pek çok
zikirler vardır. Ben onları «Kitâbu'l-Eskâr adlı eserimde topladım» diyor.
428- (1344)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet
etti. H.
Bize Ubeydullah b.
Saîd de rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Yahya yani El-Kattân,
Ubeydullah'tan, o da Nâfi'den, o da Abdullah b. Ömer'den naklen rivayet eyledi.
Abdullah (Radiyallahü anh) şöyle demiş :
«Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) ordulardan [8] yahut
seriyye-lerden yahut hacc veya ömre'den döndüğü vakit bir dağ eteğine veya bir
bayıra çıktığında üç defa tekbîr alır sonra şöyle derdi:
— Bir Allah'tan başka
ilâh yoktur. Onun şeriki yoktur. Mülk onundur. Hamd de ona mahsustur. Hem o
her şeye kaadîrdir. Dönenleriz, tev-bekârlarız, âbidleriz, sâcidleriz ancak
Rabbimize hamd edenleriz. Allah vaadinde sâdıktır. Kuluna yardım etmiş yek
başına bütün hizipleri târmâr etmiştir.»
(...) Bana
Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail yani İbni Uleyye,
Eyyûb'dan rivayet etti. H.
Bize İbni Ebî Ömer de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'n, Mâlik'ten rivayet etti. H.
Bize İbni Râfi' dahî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Füdeyk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Dahhâk haber verdi. Bu râvilerin hepsi Nâ-fi'den, o da İbni Ömer'den, o da
Peygamber (Sallalfahü Aleyhi ve Sellem) den (yukarıki) hadîsin mislini rivayet
etmişlerdir. Yalnız Eyyûb hadîsi müstesna! Çünkü onda tekbîr iki defadır.
429- (1345)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. Uleyye, Yahya b.
Ebî İshâk'dan rivayet etti. (Demiş ki) :
Enes b. Mâlik şunları söyledi : «Ben ve Ebû Talha Peygamber (SaHallahü Aleyhi
ve Sellemyie birlikte dönüyorduk, Safiyye de Resûlüllah (SallaKahü Aleyhi ve
Sellem)'in devesinin üzerinde, terkisinde idi. Medine'nin dışına geldiğimiz
vakit Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve
Sellem) :
— Dönenleriz,
tevbekârlarız, âbidleriz, ancak Rabb'tmize hamd edenleriz» dedi. Artık
Medine'ye varıncaya kadar bunu söylemeye devam etti.
(...) Bize
Humeyd b. Mes'ade rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bişr b. Mufaddal rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Yahya b. Ebî İshâk Enes b. Mâlik'ten, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen bu hadîsin mislini rivayet eyledi.
İbni Ömer hadîsini
Buhâri «Kitâbu'd-Deavât» ile «Ki-tâbu'l-Cihâd»da, Enes (Rodiyaîlahü anh)
hadisini «Kitâbü'l-Cihâd», «Kitâbü'1-Edeb» ve «Kitâbü'l-Lİbâs»da; aynı hadîsi
Nesâî «Kitâbü'I-Hacc» ile «Kitâbü'I-Yevm ve'l-Leyle»de muhtelif râvilerden
tahrîc etmişlerdir. Enes (Radiyallahü anh) hadîsinin Buhâri rivayetinde Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte Usfân'dan döndükleri, Re-sû\ül\ah(
Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in terkisinde Safiyye Bînti Huyeyy bulunduğu;
deve sürerek ikisi birden yere düştükleri ve Hz. Ebû Talha 'nın kendilerine
yardım ettiği dahi bildirilmektedir.
Seniyye :
Dağ eteği, yamaç; fedfed : Sert vey üksek yer mânâsma-dırlar Bâzıları fedfedin
boş sahra mânâsına geldiğini; bir takımları sert ve çakıllı yer demek olduğunu
söylemişlerdir.
«Allah va'dinde
sâdıktır» cümlesinden murâd dînini muzaffer kılması akıbetin ehl-i takvanın
zaferiyle neticeleneceği vesaire gibi şeyler hakkındaki va'd-i ilâhîdir.
Şüphesiz ki Allah Teâlâ Hazretleri va'dinden dönmez.
«Kuluna yardım etti»
ifâdesinden maksat ResûlÜHah (Sallal'ahü Aleyhi ve Seîlemj'dir. Nevevî diyor
ki: *Teâlâ Hazretleri insanlar tarafından harp yapılmaksızın bütün hizipleri
bizzat hezimete uğratmıştır. Bu hiziplerden murâd Hendek harbinde toplanarak
Resûlüllah (SaHallahü Aleyhi ve Sellem)'e karşı elbirliği yapan müşriklerdir.
Allah Teâlâ bunların üzerine bir rüzgâr ile görmedikleri melek orduları göndermiştir.
ResûlüHah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in münafıklarla, kalplerinde maraz
bulunan ve (Allah ile Resûlü'nün va'dleri ancak bizi aldatmak olmuştur)
diyenlerin sözlerini tekzib için (Allah va'dinde sâdıktır) buyurması bu şekilde
rabt ve îzâh olımur. Meşhur olan kavle göre hiziplerden murâd Hendek harbinin
hizipleridir. Kaadî Iyâz bununla muhtemelen her zaman ve her yerde İslâm'a
karşı toplanan küfür hiziplerinin
kasdedilmiş olmasını söyleyenler vardır, demektedir.
Bâzıları Resûlüllah
(Sallclkihiı Aleyhi ve Seîlem)'m konuşurken seci' yapmaktan men ettiği halde
burada bizzat kendisinin seci' yapmasını müşkü saymışlarsa da kendilerine cevap
verilmiş : «Resûlüllah (Sa!!a':ahü Aleyhi ve Seliem'f'm men ettiği seci'
kâhinlerin yaptığı tekellüflü ve bâtıl şeyleri tazammun eden seci'lerdir. Hiç
tekellüfsüz dile geliveren seci'ieri men etmemiş hattâ bunları bazen kendisi de
yapmıştır» denilmiştir.
Bu hadisler kadının
kocasının terkisine binebileceğine, büyüklerin ve ulemânın hizmetlerinde
bulunmanın müstehab olduğuna ve sağ salim yoldan dönen bir kimsenin Allah'a
hamdü senada bulunarak tevbe etmesi gerektiğine delildirler.
430- (1257)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : MâHk'e, Nâfi'den dinlediğim, onun
da Abdullah b. Ömer'den naklen rivayet ettiği şu hadisi okudum :
Ke5Ûlüllah
(Sallallahii Aleyhi ve Sellem) Zü'lhuleyfe'deki Bathâ'da devesini çöktürerek
orada namaz kıldı. Abdullah b. Ömer de bunu yapardı.
431- (...) Bana Mısırlı Muhammed b. Runıh b. El-Muhâcir rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Leys haber verdi.
H.
Bize Kuteybe dahî
rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bİze Leys, Nâfİ'den rivayet etti. (Demiş kî) :
«İbni Ömer, vaktiyle
Resûlüllah (SallaHahü Aleyhi ve Selle7?;)'in
devesi-(Urni çökerterek namaz kıldığı
Zülhuleyfe'deki Bathâ'rîa devesini
çöktü-rürdü.»
432- (...)
Bize Muhamrâed b. İshâk El-Müseyyebî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Enes yani
Ebû Damra, Mûsâ b. Ukbe'den, o da Nâfi'den naklen rivayet etti ki : Abdullah b.
Ömer hacc veya ömreden döndüğü vakit, vaktiyle Resûlüllah (Sallallahü'\ Aleyhi
ve Sellem)"m devesini çöktürdü-ğü Zülhuleyfe'deki Bathâ'da devesini
çöktürurmüş.
Bu hadîsi Buhâri, Ebû
Dâvûd ve Nesâî hacc bahsinde tahrîc etmişlerdir. Bu hadîsde «Zülhuleyfe'deki
Bathâ» denilmesi, bu isimde başka yerler de bulunduğu içindir. Filhakika
Mekke'-de; Zûkaar'da ve Ezher denilen yerde üç Bathâ daha vardır.
Resûlüllah(Sallallahü Aleyhi ve Seliem) bazı gazalarında Bathâ-i Ezher'e
inmiştir. Bu yerde bir de mescid vardır. Hadîs-i şerifteki Bathâ 'dan murâd
budur. Medine1iler bu yere El-Muarras derler. Resûl-ü Ekrem (Sailallahü Aleyhi
ve Seliem) Mekke'-den Medîne'ye gelirken burada devesini çöktürmüştür. Bâzıları
Medine 'den Mekke'ye giderken çöktürmüş olmasını muhtemel görmüşlerdir. Mamafih
hem giderken, hem gelirken oraya inmiş olması mümkündür.
Abdullah b. Ömer
(Radiyallahü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in eserlerini en
ziyâde araştırmakla şöhret bulan bir sa-hâbî-i celîldir. Devesini vaktiyle
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) in hayvanından inerek namaz kıldığı bu
yerde çöktürmesi de bunu gösterir.
433- (1346)
Bize Muhammed b. Abbâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hatim yani îbni İsmail,
Mûsâ yâni İbni Ukbe'den, o da Sâlim'den, o da babasından naklen
rivayet ettî ki .Resûlüllah
{Sallallahü'Aleyhi ve Seliem)
Zülhuleyfe'deki
istiratgâhında iken ona gelen olmuş ve «Sen gerçekten mübarek Bathâ'dasin»
demiş.
434- (...)
Bize Muhammed b. Bekkâr b. Reyyân ile Süreye b. Yûnus rivayet ettiler. Lâfız
Süreyc'indir. (Dediler ki) : Bize fsmâil b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) :
Bana Mûsâ b. Ukbe, Salim b. Abdillâh b. Ömer'den, o da babasından naklen haber
verdi ki, Peygamber (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) Zülhuleyfe'deki vadinin
içindeki istiratgâhında iken ona gelen olmuş ve : «Sen gerçekten mübarek
Bathâdasm demiş.»
Musa demiş ki: «Bize
Salim de vaktiyle Abdullah'ın devesini çök-tür düğü mescidin igreğinde
develerimizi çöktürdü. O da Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem)''in
istiratgâhını araştırıyordu. Bu yer vadideki mescidin aşağısın dadır. Mescitle kıble arasında,
ortadadır.»
Bu hadîsi Buhâri
«Hacc», «İ'tisâm» ve «Müzârea» bahislerinde; Nesâî «Hacc» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc
etmişlerdir.
Vâdîden murâd; «Vâdî-i
Akîk»dir. Bu yer hakkında Peygamber (Sallallahü A Jeyhi ve Sellem) Efendimiz :
«Bana bu akşam
Rabb'imden biri geldi de : Bu mübarek vadide namaz kıl, dedi.» buyurmuşlardır.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'e gelen ve «Gerçekten sen mübarek Bathâ'dasın» diyen
Cibril (Aleyhisselâm) 'dır. Nitekim
Beyhakî'nin
rivayetinde Hz. Cibril
'in geldiği tasrîh olunmuştur. Bazı rivayetlerden anlaşıldığına göre Hz.
Cibril Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeLtem)e uyku halinde iken gelmiş ve
kendisinin mübarek Bathâ'da bulunduğunu söylemiştir. Bundan dolayıdır ki Fahr-i
Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz o yerde teberrüken namaz kılar,
Mekke'den dönerken dahî geceyi orada geçirerek sabahleyin yola çıkar. Medine'ye
gündüzün girilirmiş.
El-Muarras; Medine'den Mekke'ye giden yolun üzerir.dedir.
Medîne'ye altı mil mesafededir. Akik vadisi
Medine'-ye dört günlük mesafededir.
Burada kılınan namaz,
ihrama girerken kılman namazdan başkadır. Çünkü ihram namazı sünnettir. Bu
namaz ise sünnet değil, müstehabdır. İbni Abdi'l.Berr: «İmam Mâlik ile diğer
ulemâya göre burada namaz kılmak müstehab ve güzel bir şeydir. Ama haccın
sünnetlerinden veya terkinden dolayı fidye lâzımgelen vâcib fiillerinden
değildir. İbni Ömer müstesna olmak üzere bütün ulemâya göre orada namaz kılmak
güzel bir iştir. İbni Ömer'se bunu sünnetten saymıştır.» demiştir. Nevevî'nin
beyânına göre Şâfiîyye ulemâsı orada namaz kılmayan bir kimsenin faziletten
mahrum kaldığını fakat günaha girmiş sayılmayacağını söylemişlerdir.
1- Akîk vadisi faziletli bir yerdir.
2- Orada
namaz kılmak, ihram'zamanında oraya
inmek, bütün ulemâya göre müstehabdır. Yalnız Hasan-ı Basrî
orada farz namazdan sonra nafile kılmayı müstehab görmüştür.
Taberi : «Bu hadîsden
murâd. o yerin faziletini bildirmektir. Hadîs orada namaz kılmayı îcâb
etmemektedir. Çünkü mezkûr vadide namaz kılmanın farz olmadığı hususunda icmâ-ı
ümmet vardır...» demiştir.
3- Hacca
gidenlerin beldelerine yakın bir yerde gecelemeleri müstehabdır. Bu suretle
geriden gelenler yetişir, evlerinde bir şey unutanlar yol yakın iken dönüp
alırlar.
4- Bâzıları:
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in
Haccdan dönerken Zülhuleyfe'deki vâdî-i Akîk'ta gecelemesi, hacılar
ailelerinin yanma geceleyin habersizce
varmasınlar diyedir. Nitekim birçok meşhur hadîslerde bu
hareket sarahaten yasak
edilmiştir» demişlerdir.
435- (1347)
Bana Hârûn b. Saîd El-Eylî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana Amr İbra ŞihâVdan, o da Humeyd b. Abdirrahmân'dan, o da
Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. H.
Bana Harmeletü'bnü
Yahya Et-Tûcîbî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi
ki) : Bana Yûnus haber verdi. Ona da tbni Şihâb Humeyd b. Abdirrahmân b.
Avftan. o da Ebû Hüreyre'den naklen haber vermiş. Ebû Hüreyre (Radiyallahü anh)
şöyle demiş : «Ebû Bekr-i Sıddîk Hesû\ül\sih,(Sailallahü Aleyhi ve SeHemyia
veda haccından önce kendisini emîr tayin ettiği Haccda beni birkaç kişilik
cemaat içinde Kurban Bayramı günü halka (Bu seneden sonra hiç bir müşrik
haccede-mez, çıplak olan bir kimse de Beyt-i Şerifi tavaf edemez) diye Hân etmek
için gönderdi.»
îbni Şihâb demiş ki :
«Humeyd b. Abdirrahmân Ebû Hüreyre hadîsi için Kurban Bayramı günü Hacc-ı Ekber
günüdür derdi.»
Bu hadîsi Buhâri «Hacc» bahsinde tahrîc etmiştir.
Resûlüllah (Sallailahü
Aleyhi ve Seîlem)'in Hz. Ebû Bekri Emîrü'1- Hacc yani Hacc kafilesine kumandan
tayin buyurması Hicret'in dokuzuncu yılında olmuştur. Bu hâdiseyi Sühey1î şöyle
anlatır :
«~Re$vli\\lah(SaUaHahü
Aleyhi ve Sellem) Efendimiz Tebük seferinden geldiği vakit haccetmek istemişti.
Fakat müşriklerin hacclannda ve şirkle yaptıkları telbiyelerinde müslümanlara
karışacaklarını, Beyt-i Şe-rîfi çırılçıplak tavaf edeceklerini hatırladı.
Müşrikler bununla içlerinde günah işledikleri ve zulüm yaptıkları elbiselerden
sıyrılarak analarından doğdukları gibi olmayı ve bu suretle tavaf yapmayı
kasdediyorlardı. Bu sebepten dolayı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o
sene haccetmekten vazgeçti de Hz. Ebû Bekr'i Berâe suretiyle hacca gönderdi.
Ebû Bekr (Radiyallahil anh) kendileriyle ahidnâme imzalanmış olan müşriklere
bunları iade etmek vazifesiyle me'mûrdu. Bundan yalnız muayyen bir müddet için
ahid veren Benî Bekr kabilesi müstesna idi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) sonra Hz. Ebû Bekr'in peşinden A1i (Radiyalîahü anh) da gönderdi. Bunun
üzerine Ebû Bekr (Radiyalîahü anh) Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e
dönerek: (Benim hakkımda Kur'ân mı nazil oldu?) diye sordu. Resûlüllah
(Saltallahii Aleyhi ve Sellem):
— Hayır! Kuran nazil
olmadı lâkın benim tarafımdan ehl-i beytimden bîri tebliğde bulunmasını
istedim cevâbını verdi.
Hâdiseyi anlatan Ebû Hüreyre
diyor ki:
— AH (Radiyalîahü anh) bana Mina'daki evleri
dolaşarak Berâe sûresini okumamı emretti. Bağırıyordum. Hattâ sesim kısıldı.
Kendisine neyi ilân ediyordun diye soranlar oldu.
— Dört şeyi, yani Cennet'e mü'minlerden başka
kimsenin giremiye-ceğinİ, bu seneden sonra hiç bir müşrikin hacc edemiyeceğinî,
Beyt-i Şe-rîfi çıplak bir kimsenin tavafta bulun amiya cağını ve ahidnâme si olanlara dört ay müsaade verildiğini, ondan
sonra ahid tanmmıyacağını ilân ediyordum. Müşrikler Berâe sûresini ilân
ettiğimi işitince Hz. Alî'ye (dört ay sonra göreceksiniz ki amcan oğlu ile aramızda vurup yaralamadan başka hiç bir ahid
olmayacaktır.) dediler. Bu
müddet zarfında birçok insanlar
İslâm'a rağbet göstererek kimi istekli kimi isteksiz onu kabul ettiler.»
İbni Abdi'î-Berr'in
beyânına göre Hz. Ebû Bekr hacc yoluna çıkınca Berâe sûresinin baş tarafı nazil
olmuş, bunun üzerine ashâbdan bâzıları:
— Yâ Resûlallah! Onu Ebû Bekr'e gondersen iyi
ederdin! demişler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— Onu benîm nâmıma ancak ehl-İ beytimden biri
îfâ eder, buyurmuş. Sonra Hz. Alî'yi çağırarak arkadan onu göndermiş. Ali
(Radiyalîahü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin Adbâ'
nâmmdaki devesine binerek Arc denilen yerde Hz. Ebû Bekr'e yetişmiş. Ebû Bekr
kendisine :
— Hesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle/n)
seni hacca enrîr mi tayin etti? diye sormuş. Ali (Radiyalîahü anh) :
— Hayır! Beni yalnız halka Berâe sûresini
okumaya gönderdi! cevâbını vermiş.
Ulemâ-i kirama göre
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in Berâe
sûresini Hz. A1î'ye
vermesinin hikmeti bu sûrede ahdi bozmaktan bahsedildiği içindir. Arap1ar'in
âdetine göre bir ahdi yapandan başkası bozamazdı. Bunu bozmak için en azından
yapanın ehl-i beytinden biri bulunmak lâzımdı. İşte Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Arapların bu âdetini hüccetle yıkmak istemiştir. Bâzıları Berâe
sûresinde Hz. Ebû Bekr'in faziletinden bahsedildiği içn Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selle m) 'in mezkûr süreyi başkasına okutmak istediğini söylerler.
Raht: Ondan aşağı olan
erkekler cemaatıdır. Bâzılarına göre rant, içlerinde kadın bulunmamak şartıyla
kırk kişiye kadar olan erkekler cemaatıdır,
«Hadîsin buradaki
rivayetinde bu seneden sonra hiç bir müşrik hacc edemez» denilmiştir. Bu cümle
bâzı rivayetlerde «hacc etmesin», bir rivayette» sakın hac etmesin» şeklinde
te'kîdle ifâde edilmiştir.
ArapIar'in çırılçıplak
hacc ederdiklerinİ Kureyş'ten erkeklerin çıplak erkeklere, kadınların da
kadınlara elbise verirdiklerini hacc bahsinde geçen bir hadîsde görmüştük.
Câhiliyyet devrinde Beyt-i Şerîf'i kadınlar da çıplak olarak tavaf ederlermiş.
Hacc-ı Ekber gününden
murâd ne olduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır, îmam Mâlik, İmam Şafiî ve cumhûr-u
ulemâ ya göre Kurban Bayramı günüdür. Bâzıları, arefe günü olduğunu
söylemişlerdir. Bu kavil İmam Şafiî 'den dahî rivayet olunmuş-sa da Şafiî
mezhebinde ma'rûf değildir.
Yine ulemânın beyânına
göre Hacc-ı Ekber tâbiri Haccı Asğardan ihtiraz içindir.
Hacc-ı Ekber: Büyük
hac; Haccı asğar : Küçük hac mânâsına gelir. Küçük Hac'dan murâd ömredir. Şu
halde kıran ve müt'aya niyet edenlerin haccına mukabele suretiyle büyük hac
denilmiş oluyor.
Resûlüllah (Sallallahü
A leyhî ve Sellem) 'in :
«Bu seneden sonra hiç
bir müşrik bacc edemez» sözü Teâlâ hazretlerinin ;
«Müşrikler ancak ve
ancak nccistirler. Binâenaleyh bu seneden sonra Mescid-i Harâm'a
yaklaşmasınlar.» [9]
âyet-i kerîmesine
muvafıktır. Mescidi Haram 'dan murâd bütün Harem-i Şerif'tir. Binâenaleyh hiç
bir müşriğin, hiç bir hâlde Harem-i Serîf'e girmesi mümkün olmadığı gibi, bu
âyetin nüzûlundan sonra zım-mîlerin orada ikâmet etmesi dahî memnu'dur. Çünkü
Peygamber (Salîaliahü Aleyhi ve Sellem) :
«Yahudilerle
hıristiyaniarı Arap yarımadasından çıkarın» buyurmuştur. [10]
Mamafih Hanefîler'e göre
zimmîlerin Mescid-i Haram'a yahut başka bir mescide girmelerinde beis yoktur.
Çünkü Peygamber (SallalIahü A leyhi ve Sellem) sakîf hey'etini mescidde
misafir etmiş ve :
«Yer üzerinde onların
pisliğinden bir şey yoktur.» buyurmuştur. Sakîf hey'eti kâfirlerden
müteşekkildi. Hanefî1er âyet-i kerimeyi: «Müşrikler Mescid-i Harâm'a istilâ
maksadıyle yahut âdetleri veçhile çıplak tavaf etmek için giremezler.»
şeklinde te'vîl etmişlerdir. Ancak Aynî Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Se!lem)ıin
:
«Yahudilerle
hıristiyaniarı Arap yarımadasından çıkarın» hadîs-i şerifini ölüm döşeğinde
söylediğini bildirmiş bu hususta başka bir şey söylememiştir. Bundan onun da
gayrimüslimlerin Harem-i Şerife giremeyeceklerine kaail olduğu sezilmektedir.
İmam Mâlik. Şafiî ve
bir rivayette Ahmed b. Hanbe1 : «Beyt-i Şerîf-i çıplak kimse tavaf edemez»
cümlesiyle istidlal ederek tavaf esnasında avret yerini Örtmenin şart olduğunu
söylemişlerdir. Ebû Hanîfe ile ikinci rivayete göre İmam Ahmet çıplak tavaf eden
kimsenin kurban kesmek suretiyle haccmı tamam edebileceğine kaail olmuşlardır.
436- (1348)
Bize Hârûn b. Saîd El-Eylî ile Ahmed b. îsâ rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mah-rametü'bnü Bükeyr, babasından
naklen haber verdi. (Demiş ki) : Yûnus b. Yûsuf'u İbni'l-Müseyyeb'den naklen
onun şöyle dediğini söylerken işittim: Âişe dedi ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Arafe gününden maada
Allah'ın bir kulu cehennemden en fazla âzâd ettiği hiç bir gün yoktur.
Filhakika Teâlâ Hazretleri Kurbİyet gösterir; sonra böyielerİ ile meleklere
mubohât ederek : Bunlar ne düedİ? dîye sorar.» buyurdular.
Mâzirî'nin beyânına
göre kurbiyet göstermekten murâd Allah'ın rahmet ve ikramının yakınlığıdır.
Kaadî Iyâz bu hadîsin «Teâlâ hazretlerinin birinci semâya nûzülü» hadîsinde
olduğu gibi te'vîl edileceğini söylemiş ve ; «Bundan meleklerin yeryüzüne
yahut semâya rahmet indirmeleri ve Allah Teâlâ'nm emriyle iftihar etmeleri de
kasdedil-miş olabilir.» demiştir.
Hadîs-i şerîf burada
muhtasaran rivayet olunmuştur. Abd1ürrezzâk «Müsned»inde onu Hz. îbni Ömer 'den
mufassal olarak tahrîc etmiştir. Onun rivayetinde bas tarafı şöyledir :
«Şüphesiz ki Allah (m
rahmeti) alt semâya iner de Allah hacılarla meleklere mubâhât ederek : Bunlar
benim kullanmdır. Bana pejmürde kıyafetle toz toprak İçinde gelmişler,
rahmetimi umuyor; azabımdan korkuyorlar. Haİbukİ beni görmüş değillerdir.
Acaba görmüş olsan ne yaparlar!..»
Hadîs-i şerif Arefe
gününün faziletine delildir. Nevevî diyor ki: «Bir adam (Günlerin en
faziletlisinde karısının boş olduğunu söylese ulemâmızdan bir kavle göre kadın
cuma günü boş olur. Çünkü : Müs1im'in *Sahîh»inde görüldüğü veçhile Resûlülîah
(SaUaüahü Aleyhi ve Sellem):
(İçinde güneş doğan en
hayırlı gün Cuma günüdür) buyurmuştur. Esah olan ikinci kavle göre kadın Arefe
günü boş olur. Bu kavlin delili babımız hadîsidir. Cuma hadîsi (hafta
günlerinin en faziletlisi cu-ma'dır) şeklinde te'vîl olunur.
437- (1349) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Ebû Bekr b.
Abdirrahmân'm âzadhsi Sümeyy'den
dinlediğim, onun da Ebû Sâlih-i Semmûm'dan, onun da Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«ömre, ikinci bir örn
reye kadar yapılan günahların keffârefidir
Hacc-i mebrârun İse Cenneften başka karşılığı yoktur.»
(...) Bu
hadîsi bize Saîd b. Mansûr ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe, Amru'n-Nâkıd ve Züheyr b.
Harb da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. H.
Bana Muhammed b.
Abdilmelik El-Emevî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülâziz b. Muhtar,
Süheyl'den rivayet etti. H,
Bize îbni Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Ubeydullah
rivayet etti. H
Bir rivayette selâm
vermek yerine «Güzel söz söylemekdir* denilmiştir.
«Cennetten başka
karşılığı yoktur» cümlesinden murâd : Bu suretle hacc edene mükâfatının asla
noksan verilmiyeceğini, günahları affedilerek mutlaka Cennet'e gireceğini
beyândır.
Haccla ömrenin sevabı
hakkında birçok hadîsler vârid olmuştur. Tirmizî'nin rivayet ettiği Abdullah b.
Mesûd hadîsi ile İbni Mâce'nin rivayet ettiği Ömer hadîsi İmam Ahmed 'îe Nesâî'nin
rivayet ettikleri Abdullah b. Nubeyş hadîsi ve Haris b. Ebî Üsâme 'nin rivayet
ettiği Ümmü Seleme hadîsi babımızda bundan sonra görülecek Ebû Hüreyre hadîsi
bunlar meyâmndadır.
Cumhûr.u ulemâ 'ya
göre Ömreyi bir sene içinde tekrar tekrar yapmak müstehabdir. İmam Mâlik ile
ekseri Malikiyye ulemâsına göre bir senede birden fazla ömre yapmak mekruhtur.
Kaadî Iyâz ile diğer bazı ulemâ bir ayda bir ömreden fazla yapılamıyacağın a
kaail olmuşlardır.
Ebû Hanîfe'ye göre
ömre senenin yalnız beş gününde, yani arefe. bayram ve teşrik günlerinde
mekruhtur. İmam Ebû Yusuf dört günde
yani arefe ile teşrik günlerinde mekruh olduğunu söylemiştir. Şâir günlerde
ömre yapılabilir.
Nevevî'nin beyânına
göre Şâfiîlerle, Mâlikîler, Hanbelîler ve cumhûr-u ulemâ arefe, bayram ve
teşrik günlerinde dahî ömre yapmanın mekruh olmadığını söylemişlerdir. Onlara
göre ömre yalnız hacc esnasında yapılamaz. Hacc bittikten sonra senenin her
gününde Ömre yapmak caizdir.
Ömrenin vâcib olup
olmadığında dahî ihtilâf vardır. Şâfiîler'-le cumhûr_u ulemâ 'ya göre vâcibdir.
Bu kavil Ömer, İbni Ömer ve İbni Abbâs (Radiyallahü anh) hazerâtı ile tabiînden
Tâvûs, Atâ1 Saîd b. El-Müseyyeb, Saîd b. Cübeyr; Bize Ebû Küreyb dahî rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' rivayet eyledi. H.
Bana
Muhammedü'bnü'l-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize durrahman rivayet
eti. Bunlar toptan SÜfyân'dan ve bütün râviler Sümeyy'den, o da Ebû Salih'ten,
o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)den naklen
Mâlik hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır.
Bu hadîsi Buhâri,
Tirmizî ve Nesâî «Kitâbü'l-Ömre»de tahrîc etmişlerdir.
Ömrenin ikinci bir
ömreye kadar yapılan günahlara keffâret olması küçük günahlar hakkındadır.
Nitekim Cum'a'nın ikinci Cum'a'ya kadar işlenen günahlara keffâret olması da bu
kabildendir. Hadîsin zahirine bakılırsa günahlara keffâret olan ömre birinci
ömredir. Çünkü kendisinden haber verilen ömre odur. Fakat mânâya nazaran
günahlara keffâret olan. ömre ikincisidir. Zira günahlar iki ömre arasında
işlenecektir. Birinci ömrenin keffâret olması günahların işlenmeden affını iktizâ
edeceği için zahirin hilâfına görülmektedir.
Hacc-ı Mebrûr'dan
murâd ne olduğu ihtilaflıdır. Ulemâdan bâzılarına göre içersine günah
karışmayan haccdır. Bazıları makbul hacc, bir takımları da içersine riya, fisk
u fücur karışmayan hacc demek olduğunu söylemişlerdir. Ardından günah
işlenmeyen haccdır diyenler de vardır. Muhammed b. Münkedir'in Hz. Câbir'den
rivayet ettiği bir hadisde Hacc-ı Mebrûr bu kavillerin hiçbirine uymayan
bambaşka bir şekilde tefsir olunmuştur. Mezkûr hadîsde şöyle denilmektedir :
«ResiilÜIIah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem): Hacc-ı Mebrûr'un Cennet'ten başka karşılığı yoktur, buyurdu.
Kendisine :
— Yâ
Resûlallah! Haccın Mcbrûr'u
nasıl olur? diyenler
oldu. Re-sûlüllah (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem) :
— Herkese selâm vermek ve yemek yedirmektir,
buyurdular.»
Hasan-ı Basrî, Mesrûk,
İbni Şîrîn, Şa'bî, Ebû Bürdeîe'bni Ebî Mûsâ, Abdullah b. Şeddâd , Sevr1 , îmam
Ahmed îshâk, Ebû Ubeyd ve Dâvûdu
Zahiri 'den de rivayet olunmuştur.
Ebû Hanîfe , İmam
Mâlik ,Ebû -Sevr ve İbrahim Nehai ömrenin
sünnet o;duğur:;ı kaaiidirler.
438- (1350)
Bize Yahya b. Yahya île Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Yahya (Bize haber
verdi), Züheyr ise (Bize rivayet etti.) tâbirlerini kullandılar. (Züheyr dedi
ki) : Bize Cerîr, Mansûr'dart, o da Ebû Hâ-zim'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet etıi. Ebû
Küreyre şöyle
«Bir kimse şu Beyî'e
geür de- kötü sözler söylemez ve günah İşlemezse demiş : Kesûlüllah (Su'.laliahU Aleyhi ve ScHena ;
(memleketine) annesinin doğurduğu gibi döner.»
buyurdular.
(...) Bize
bu hadisi Saîd b. Mensur da Ebû Avane, Ebu'I-Ahvas'tan rivayet etti. H.
Bize Ebû Bckr b. Ebî
Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ve-Uî', Mis'ar île Süfyâıvdan rivayet
etti. H.
Bize Îbni'l-Müsennâ da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhanımed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Şu"be rivayet eyledi. Bu râvilerin hepsi Mansûr'dan bu isnâdîu
rivayette buîumnuşiardır. Hepsinin hadislerinde :
«Bir kimse bacc eder
de kötü sözler söylemez ve günah işlemezse.» cümlesi vardır.
(...) Bize
Said b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hü«jeym, Scyyâr'dan, o da Ebû
Hâzim'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SaüaUahü Aleyhi ve Sellem)
'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.
Bu hadisi Buharı,
Tirmizî, Nesâî ve İbni Mâce hacc bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc
etmişlerdir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem)'in : «Şu Beyt» buyurması bu hadîsi Mekke'de söylediğine
delâlet eder.
«Yerfüs» fili «YerÜs»,
«Yerfes» ve «Yürfis» şekillerinde de okunabilir se de meşhur olan kıraati
kitabımızda olduğu gibi «Yerfüs»dür. Mas-darı «Rafs» gelir. Bundan alman isim
ise «Rafes»dir. Cumhûru u1emâ'ya göre «Rafes»den murâd, cimâ'dır. Bâzan bundan
kötü söz, bâzan da cima' lâfı kasdedilir. Bir takımları: «Rafes» «Kadınların yanında
cima' îâfı etmektir» demişlerdir. Ezheri bu kelime hakkında şunları söyler:
«Mezkûr kelime, erkeğin kadından dilediği her şeyi ifâde eden cem'iyyetli bir
sözdür»
Fiisûk: Evvelce de
işaret ettiğimiz veçhile şeriatın hududu dışına çıkmaktır. Böyle bir kimseye
fâsık derler. Bâzıları buradaki «Fısk»tan Allah'tan başkası nâmına kurban
kesmek kastedildiğini söylemişlerdir. Bu kelimeye haram işlemek, yalan söylemek
ve söğmek mânâlarını verenler de olmuştur.
Beyt-i şerife vararak
rafes ve füsûk yapmadan hacc eden kimsenin anasından doğduğu gibi dönmesi
günahları affedildiği içindir. Zahirine bakılırsa böyle bir kimsenin büyük
küçük bütün günahları affedilecektir. Fakat ulemâ bunun yalnız Allah hakkına
âid günahlara mahsûs olduğunu söylemişlerdir. Çünkü kul hakları ancak
helâllaşmak suretiyle affolunur.
439- (1351)
Bana Ebû't-Tâhir ile Harmeletü'bnü Yahya rivayet ettiler, (Dediler ki) : Bize
İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bize Yûnus b. Yezîd, İbni Şihâb'dan naklen
haber verdi. Ona da Aliyyu'bnü Hüseyn, ona da Amr b. Osman b. Affân,
Üsâmetü'bnü'Zeyd ibni Hârise'den naklen haber vermiş ki Üsâme :
«Yâ Resûlallah!
Mekke'deki evine inecek misin? diye sormuş. Re-sûlallah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
— Alcîl bize ev, yer
bıraktı mı kî!? cevâbını vermiş.
Akıl iîe Tâlib, Ebû
Tâlib'e mirasçı olmuş; Ca'ler ile Ali miras diye bir şey almamışlardı. Çünkü
onlar müslüman idiler. Akil ile Tâlib ise kâfir bulunuyorlardı.
440- (...)
Bize JVÎuhammedü'bnü Mihrân Er-Râzî ile îbni Ebî Ömer ve Abd b. Humeyd toptan
Abdürrezzâk'tan rivayet ettiler. İbni Mihrân (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk
Ma'mer'den, o da Zührî'den, o da Aliyyu'bnü Hüseyn'den, o da Amr b. Osman'dan,
o da Üsâmetübnü Zeyd'den naklen rivayet etti. (Üsâme şöyle demiş) :
«Yâ Resûlallah! Yarm
nereye ineceksin? dedim. Bunu haccı esnasında Mekke'ye yaklaştığımız zaman
söyledim. ResûlüIIah
«Akıl bize ev bıraktı
mı ki!?» cevâbını verdi.
(...) Bana
bu hadîsi Muhammed b. Hatim dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ubâde rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ebî Hafsa ile Zem'atü'bnü Sâlİh rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Şi-hâb, Aliyyu'bnü Hüseyin'den, o da Amr b
Osman'dan, o da Üsametü'bnü Zeyd'den naklen rivayet etti ki, Üsâme şöyle demiş
:
«Yâ Resûlallah! Yarın
Allah dilerse nereye ineceksin? Bu konuşma fetih zamanında olmuş. Resûtüllalı
(SaUaUahıı Aleyhi ve Sellem) :
— Akîi bize ev nâmına
bir şey bıraktı mı ki!?., buyurmuştur.»
Bu hadîsi Buhâri hacc,
cihâd ve meğâzî bahislerinde, Ebû Dâvûd ve Nesâî, «Hacc» bahsinde, İbni Mâce,
«Hacc ve Ferâiz» bahislerinde muhtelif râvüerden tahrîc etmişlerdir.
Ribâ': Rab'm
cem'idir. Rab' : Bir kavmin mahallesi ve menzili demektir, Dâr'ın cem'i olan
Dûr kelimesi dahî aynı mânâya gelir. Bu takdirde iki kelimenin birbiri üzerine
atfedilmesi ya te'kîd içindir yahut râv öyle mi veya böyle mi dediğinde fekk
etmiştir.
Akî1 ile Tâ1ibin
mirasçı olduklarını bildiren ifâde sonuna kadar râvüerden birinin idrâcıdır.
Kirmanı bunun Hz. Üsâme tarafından yapılmış olması ihtimâli üzerinde durmuştur.
Tâ1ib , Ebû Tâ1ib'in
en büyük oğludur. Akıl 'den on yaş büyüktü. Akıl, Ca'fer 'den, Ca'fer de Alî
(Radiyailahü anh) 'dan onar yaş büyüktüler. Bu gibi hallere nadiren tesadüf
olunur. Hz. Ca'fer, Ca'fer-i Tayyar ve Zü'1-Cenâ-hayn diye meşhurdur. Metn-i
hadîsden de anlaşıldığı veçhile Ebû Tâ1ib'in vefatında Akıl ile Tâ1ib kâfir
bulunuyorlardı. Hz. Akîl Hudeybiye'de müslüman olmuştur. Ta1ib ise müslümanlığı
kabul etmeden vefat etmiştir.
Rivayete nazaran Ebû
Tâlib. Abdülmuttalib'inen büyük oğlu olduğu için câhiliyet âdeti veçhile
babasının bütün emlâkini o almıştı. UesûIüHah (Sallctllahü Aleyhi ve Selle m)
hicret edince Ebû Tâli b 'in malına da Akıl el koydu. Dâvûdî'nin beyânına göre
Akıl, Ve garabet (Sallatlahü A leyhi ve Sellem) ile diğer Abdülmut-ta1ib
oğullarına düşen bütün mirası satmıştı. Nitekim Mekke müşrikleri hicret eden
müslümanlarm evlerini satıyorlardı. Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem)'İn
Akî1'e bir şey demeyip icraatını tasdik buyurması ya cûd-u keremindendir. yahut
Akî1i İslâm'a meyi ettirmek veya câhiliyet devrinin icraatını sahîh bulduğu
içindir. Nitekim küffârın nikâhlarını sahîh kabul etmiştir. Bazıları Ebû Tâlib
mirasının Akîl sülâlesinde kaldığını, nihayet Haccâc-ı Zâlim 'in kardeşi
Muhammed b. Yûsuf 'a yüz bin altın mukabilinde sattıklarını söylemişlerdir.
Hz. Alî 'nin torunlarından Aliyyü'bnü Hüseyin: «Biz Şi'b'deki hissemizi bundan
dolayı terkettik» dermiş. Şi'b'm Ebû Tâ1ib'e âit bir vâdî olduğunu;
müslümanlarm üç sene burada mahsur kaldıklarını geçen rivayetlerde görmüştük.
1- Hattâbî,
İmam Şafiî 'nin Mekke 'nin evlerini satmaya cevaz vermesine bu hadîsle istidlal
etmiştir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Akî1’in miras tarîkiie
aldığı evleri satmasını tecviz buyurmuştur. Hattâbî diyor ki : «Bence bu
evlerin mülkiyeti Akî1'de kalmış olsa bile Ue$û]nl\ah(Sallatlahü Aleyhi ve
Sellem) onlara inmemiştir. Çünkü bunlar Allah içm terkedilen evlerdir.»
Gerçi Tahâvî ile Beyhakî
'nin Hz. Abdullah b. Amr'dan rivayet ettikleri bir hadîste ResûlüIIah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m :
«Mekke'nin evlerini
saîmak veya îcâra vermek helâl olamaz.» buyurduğu bildiriliyorsa da bu hadîs Hz.
Üsâme hadîsine muâraza edemez. Çünkü senedinde İsmail b. İbrahim b. Muhâcir
isminde zayıf bir râvi vardır. Abdullah b. Amr hadîsinin Hz. Üsâme hadîsine
müsavi olduğu kabul edilse bile kıyâs tarikiyle Hz. Üsâme hadîsinin tercihe
daha ziyâde şâyân olduğu anlaşılır. Zîrâ Mescid-i Haram ve diğer Dünyâ mescidleri
gibi bir şahsın mülkü olmayan yerlere bina yapmak caiz değildir. Nitekim Arafat
ve Mina gibi yerlere bundan dolayı bina yapmak tecviz edilmemiştir. Bu bâbda
Tirmizî, İbni Mâce, İmam Ahmed ve Tahâvî Hz. Âişe'den hadîs nakletmiş-lerdir.
Halbuki Mekke'ye bina yapmak tecviz buyurulmuştur. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Mekke'ye girdiği vakit:
«Her kim Ebû
Süfyân'ın evine girerse
ona dokunulmayacaktır.»
buyurmuştur. Bu da
Mekke'de ev yapılabileceğini ve kapıları kilitlenebileceğim gösterir. Bu
sıfatta olan bir yerde ise miras hükümleri cereyan ettiği gibi, alınması,
satılması ve kiraya verilmesi caizdir.
İbni Kudâme diyor ki : «Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)
evi Ebû Süfyân'a mülk
olarak izafe etmiş ve (Ebû Süfyân'ın evine giren emniyettedir) buyurmuştur.
Ashâb-ı Kiram 'dan Ebû Bekr, Zübeyr, Hakim b. Hızâm ve diğer birçoklarının
Mekke'de evleri vardır. Onların bâzısı satılmış, bâzısı bugüne kadar
sülâlelerinin eHnde kalmıştır. Ömer (RadiyaUahü anh) Safvân b. Ümeyye 'den dört
bin dirheme bir ev; Muâviye. Hakim b. Hızâm 'dan biri altmış bin, diğeri kırk
bin dirheme olmak üzere iki ev satın almışlardır. Bunlar meşhur kıssalardır.
İnkâr eden de bulunmamıştır. Binâenaleyh bu bâbda icmâ' olmuştur, Bir de Mekke
'nin yerine haram olan sadaka karışmamıştır. Binâenaleyh şâir yerler gibi
satılması caizdir.»
îmam-ı A'zam'a göre
Mekke 'nin evlerini satmakta beis yoksa da yerini satmak ve kiraya vermek
mekruhtur. İmam Ebû Yûsuf'la İmam Muhammed'e göre Mekke 'nin yerini satmakta da
beis yoktur. Zîrâ sahiplidir.
2-
Hadîs-i şerif Mekke evlerinin sahiplerinin
malı olarak kaldığına delildir.
3- Bir müslüman
kâfire mirasçı olamaz. Cumhûr-u Fukahâ'nin mezhebi budur. Yalnız Hz. Muâviye ve
Muâz (RadiyaUahüjanh) ile Hasan-ı Basrî, İbrahim Nehaî ve İshâk'm «müslüman kâfire mirasçı olabilir» dedikleri rivayet olunmuştur. Kâfir ise
müslümandan bilittîfak miras alamaz.
441- (1352)
Bize Abdullah b. Meslemete'bni Ka'neJb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman
yani İbni Bilâl Abdurrahmân b. Humeyd'den naklen rivayet etti. Abdurrahmân,
Ömer b. Abdi'I-A'zîzi, Sâib b. Yezid'e şunu söylerken işitmiş :
«Mekke'de ikâmet
hususunda bir şey işittin mi?»
Sâib :
— Alâ' b. Hadramî'yi:
— Ben Besûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve
Selkm)'i'.
(Muhacir için tavaf-ı
saclerden sonra Mekke'de üç gün kalma hakkı vardır) buyururken işittim. Galiba
bundan fazla kalamaz demek istiyordu, cevâbını verdi.»
442- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süf-yân fa. Uyeyne,
Abdurrahmân b. Humeyd'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Ben Ömer b.
Abdüazîz'i beraberinde oturanlara şunu söylerken işittim:
«Mekke'de ikâmet
hususunda ne işittiniz? Bunun üzerine Sâib b. Yezîd şunu söyledi:
— Ben Alâ'dan yahut
Ala' b. Hadramî'den dinledim. (Dedi ki) : Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Muhacir olan bir
kimse hacc ibâdetlerini edâ ettikten sonra Mekke'de üç gün ikâmet edebilir.»
buyurdular.
443- (...)
Bize Hasanü'l-Hulvânî ile Abd b. Humeyd hep birden Yâkub b. İbrahim b. Sa'd'dan
rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize babam, Salih'ten, o da Abdurrahmân b.
Humeyd'den naklen rivayet etti. Abdurrahmân, Ömer b. Ahdilazîz'i, Sâib b.
Yezîd'e sorarken işitmiş. Sâib şöyle demiş: «Ben Alâ' b. Hadramî'yi şöyle
derken işittim : Resûlüllah (SaUallahii A leyfıi ve Sellem) *i:
(Uç gece vardır ki
muhacir olan bir kimse tavâf-ı saderden sonra bu gecelerde Mekke'de
kalabilir.) buyururken işittim.»
444- (...)
Bize îshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrezzak haber verdi.
(Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi; ve tertemiz yazdırdı. (Dedi ki) :
Bana İsmail b. Muhammed b. Sa'd haber verdi. Ona da Humeyd b. Abdirrahmân b.
Avf haber vermiş; ona da Sâib b. Yezîd haber vermiş; ona da Alâ' b. Hadramî,
Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'âen naklen haber vermiş. Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Selle m) :
«Muhacirin hacc
ibâdetlerini edâ ettikten sonra Mekke'de kalacağı müddet üç gecedir.»
buyurmuşlar.
(...) Bana
Haecâc b. Şâir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dahhâk h. Mahled, rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc bu isnâdla bu hadîsin mislini lıaber verdi.
Bu hadîsi Buhârî. Ebû
Dâvûd ve Tirmizî «Hacc» bahsinde; Nesâî «Hacc ve Namaz» bahislerinde; İbni Mâce
de namaz bahislerinde tahrîc etmişlerdir.
Mekke feth edilmezden
önce Mekke muhacirlerinin Mekke'de ikâmet etmeleri haram kılınmıştı. Sonraları hacc
ve ömre sebebiyle Mekke'ye girenlere hacc ibâdetlerini bitirdikleri vakit Mekke'de
yalnız üç gün kalmaları mubah kılındı. Nevevî‘ye göre bu hadîsin mânâsı hicret
edenlere Mekke'ye yerleşmenin haram kılınmasıdır. Kaadî Iyâz bu kavli cumhûr-u
ulemâ'-dan rivayet etmiştir.
Ulemâ'dan bir cemaat
Mekke 'nin fethinden sonra muhacirlerin Mekke'ye yerleşmelerini tecviz etmiş,
bu hadîsin hicretin vâcib olduğu zamanlara mahsus olduğunu söylemişlerdir.
Mekke'nin fethinden evvel Hicret'in vâcib olduğunda bütün ulemâ müttefiktir.
Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e bizzat yardımda bulunmak için ashâb-ı
kiram'in Medîne-i Münevvere'de yaşamaları îcab ediyordu. Muhacir olmayanların
istedikleri yerde yaşamaları bilittifâk caizdir.
Muhacirlere Mekke'de
kalmak için verilen üç günlük ruhsa* ikâmet hükmüne girmez. Onlar yine misafir
hükmündedirler.
445- (1353)
Bize İshâk b. İbrahim El Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr,
Mansûr'dan, o da Mücâhid'den, o da Tâvûs'dan, o da İbnî Abbâs'tan naklen haber
verdi. İbni Abbâs şöyle demiş : Resûlüllah Mekke'nin felih edildiği gün :
«Arîtk hicret yoktur.
Lâkin cİhâd ve niyet vardır. Gazaya çağrıldığınız zaman hemen gidin.» buyurdu. Yine fetih yani
Mekke'nin fethi günü:
«Şüphesiz ki bu
beldeyi Allah göklerle yeri yarartfğı gün haram kılmıştır. Binâenaleyh o,
Allah'ın haram ktımasıyla kıyamete kadar haramdır. Benden Önce bu beldede hîç
bir kimseye harp helâl olmamıştır1. Buna da ancak gündüzün bir saattnda kıta!
helâl olmuştur. O, Allah'ın haram kılmasiyla kıyamet gününe kadar haramdır.
Dikeni kesilmez; avı ürkütülmez, İlân edenden başkası, onda bulduğu eşyayı
alamaz. Yaş otu da kesilemez.»
buyurdular. Bunun üzerine Abbâs :
— Yâ Resûlallah! Yalnız izhir müstesna. Çünkü o
Mekke'nin demir-cilerîyle evlerine lâzımdır, dedi. Resûlüllah (Saîlatlahü
Aleyhi ve Sellem) de:
— (Evet) Yalnız izhir müstesna i buyurdular.
(...) Bana
Muhammed b. Râfî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Aden rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Mufaddal, Mansûr'dan bu isnâdda bu hadîsin mislini rivayet
etti ama «Göklerle yeri yarattığı gün ifâdesini söylemedi. Hem kıtal yerine
katıl dedi ve : «Bu beldede bulunan şeyi ilân edenden başkası alamaz» şeklinde rivayette bulundu.
Bu hadisi Müslim
«Cihâd» bahsinde, Buhâri , «Hacc, Cizye ve Cihâd» bahislerinde, Ebû Dâvûd «Hacc
ve Cihâd» bahislerinde; Tirra izî «Siyer» bahsinde, Nesâi «Siyer, Bey'at ve
Hacc» bahislerinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
«Artık hicret yoktur»
cümlesinden murâd Mekke 'nin fethinden sonra Mekke 'den hicret yoktur demektir.
Çünkü Mekke İslâm .diyarı olmuştur. Resûlüllab (Sallallaiıü Aleyhi ve
Sellern)'in bu sözü bir mucize tazammun etmektedir. Nitekim asırlar boyunca
Mekke-i Mükerreme bir Dâr-ı İslâm olarak kalmış; bu suretle mûci-ze-i Resul
(Saüaîlahü Aleyhi ve Sellent) zahir olmuştur.
Ulemâ Dâr-ı Harb
denilen küfür diyarından Dâr-ı İslâm'a kıyamete kadar hicretin devam edeceğine,
kaail olmuşlardır.
«Lâkin cihâd ve niyet
vardır» cümlesinden murâd : «Sizin için hicretten hâsıl olacak sevsbm yolu
cihâd ve her şeyde hayır niyettir.» demektir.
Tıyfai'ye göre mezkûr
cümlenin mânâsı : «Hicret ya kâfirlerden kaçmak yahut cihâd veya ilim tahsili
gibi başka bir sebeple olur. Birinci hicret sona ermiş, diğerleri kalmıştır.
Binâenaleyh bunları ganimet bilerek onlardan geri kalmayın; çağrıldığınız
zaman hemen gidin.
Halâ : Yaş
ot demektir. Bunun tahsis edilmesi kuru otunun koparı-labileceğine işarettir.
Şâfiî1er'den rivayet olunan iki kavlin esah olanı da budur. Çünkü kuru ot ölü av
mesabesindedir. Hanbe1îler'den İbni Kudâme diyor ki : «Lâkin hadisde izhır'in
istisna edilmesi kuru ot koparmanın da haram kılındığına işarettir. Ebû Hüreyre
rivayetlerinden birinde (Mekke'nin kuru otu da koparılnmoz.) buyuruiması bunu
gösterir.»
îzhır: Güzel
kokulu bir nebattır. Yaylalarda, sıcak ve kuru yerlerde ve keza vadilerde
yetişir. Buna «Tıybu'l-Arab» ve «Halfâ-i Mekke» dahî derler.
Kayn :
Demirci demektir. Taber î :«Kayn Araplarca sanatım bizzat işleyen sanatçı
mânâsına gelir.
Hz. Abbâs b. Abdü1
mutta1ib'in : «Yâ Resûlallah! Yalnız izhır müstesna» sözü bir istisnâ-i
telkinidir. Çünkü Hz. Abbâs (Radiyallahü anh) bu sözle kendisi istisna yapmak
istememiş; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn)'e istisna yapmasını telkin
etmiştir.
Resülüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemy'm buradaki istisnasının vahiy suretiyle mi, yoksa kendi
içtihadı ile mi yapıldığı ihtilaflıdır. Bâzılarına göre vahiy suretiyledir.
Yani Allah Teâlâ Hazretleri daha önceden bir istisna talebinde bulunan olursa
isteğini yerine getir diye vahiyde bulunmuştur. Bir takımları bu meselede
hüküm mutlak surette Peygamber (Sallallahü Aleyhive Selle m) Efendimize havale
buyrulmuştur, demişlerdir. İbni Battal 'in rivayetine göre El-Mühelleb buradaki
istisnanın zarurete mebnî olduğunu ve zarurette ölü hayvan eti yemek kabilinden
helâl kılındığını söylemiştir. Zira Hz. Abbâs İzhırden Mekke 'lilerin müstağni
kalamıyacaklarını söylemekle bu zarureti beyân etmiştir. Ancak El-Mühelleb 'in
bu müteâlâsı kabule şâyân görülmemiştir. Çünkü zarurete binâen mubah kılman
şeyde mutlaka zaruret bulunmak îcab eder. Eğer izhır kullanmak lâşe yemek
kabilinden olsaydı zarureti olmayanların onu kullanamaması îcâb ederdi. Halbuki
onu kullanmak zaruret kaydı olmaksızın mutlak surette mubahtır.
Bu bâbda icmâ' vardır.
İzhirin evlere lâzım
olması, evlerin çatılarını örtmek ve yakmak içindir. Mekkeliler
bu otu kabirlerinde de kullanırlardı.
Lükata yerde bulunan
sahipsiz maldır. Esâs itibariyle kendi malı olmayan bir şeyi hiç bir kimsenin
alması caiz değilse de iîân ederek sahibini aramak için alınmasına müsâade edilmiştir.
Fıkıh kitaplarında lüka-ta'nm ahkâmı ayrı bahisler hâlinde beyân edilmiştir.
1- Şer'î
mes'elelerde bir âlime müracaat etmek bilhassa harp gibi, insanların kalabalık
bulunduğu yerlerde bu hususta acele göstermek caizdir.
2- Hadîs-i
şerîf Hz. Abbâs'm Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nezdinde pek büyük
itibar sahibi olduğuna delildir.
3- Yine bu hadîs menşei olması
itibariyle Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in Mekke'ye pek büyük bir ehemmiyet atfettiğine delildir.
4- Mekke'den
Medîne'ye hicretin vücûbu kaldırılmış, fakat küfür diyarından îsîâm
memleketlerine hicret kıyamete kadar meşru kılınmıştır.
5- Cihâdda
ve her hayırlı işte ihlâs şarttır.
446- (1354)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Saîd b. Ebî
Saîd'den; o da Ebû Şureyk-i Adevî'den naklen rivayet etti ki, Ebû Şureyh Amr b.
Saîd'e : —Mekke'ye ordu gönderirken—
«Bana, müsaade buyur
yâ Emîr! Sana Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in Mekke'nin fethinin
ertesi günü söylediği bir sözü anlatayım. Bunu benim kulaklarım işitmiş; kalbim
bellemiş ve konuşurken gözlerim görmüştür. ResûlüHah (SallaUahü' Aleyhi ve
Seüem) Allah'a hamd-û senada bulunduktan sonra :
— Şüphesiz Ici, Mekke'yi insanlar değil,
Allah haram kılmıştır. Binâenaleyh Allah'a ve Âhiret
gününe iman eden hiç bir kimsenin orada kan dökmesi ve oradan bir ağaç kesmesi
helâl değildir. Şayet bir kimse orada ResûlüHah (SallaUahü Aleyhi ve Sellemj'm harbi
ile istidlal ederek
kendisi için harbe ruhsat görürse ona : Allah, Resulüne (bu bâbta) izin
vermiş, fa-icat size izin vermemiştir deyin! Bana da ancak gündüzün bir
saatında Mekke'de kıtale izin verdi. Mekke'nin bugünkü hürmeti dünkü hürmeti
gibi olmuştur. Burada bulunan,
bulunmayana tebüğ etsin.»
buyurdular.
Ebû Şureyh'e (bunu
söyleyince) Amr sana ne dedi? diye soranlar oldu. Ebû Şureyh :
— Ben bunu senden daha iyi bilirim yâ Ebâ
Şureyhî Muhakkak ki, Harem-i Şerif bir âsîyi, bir idam kaçağını ve bir
bozguncuyu barındırmaz cevâbını verdi, dedi.
Bu hadîsi Buhâri «Hacc
ve Megâzî» bahislerinde; Tirmizî «Hacc ve Diyât» bahislerinde, Nesâî «Hacc ve
İlim» bahislerinde muhtelif râvîîerden tahrîc etmişlerdir.
Buûs:"
«Ba's»'in cem'idir. Ba's göndermek mânâsına masdar olarak kullanıldığı gibi
gönderilen şey mânâsına da gelir. Burada ondan murâd bir yere gönderilen
ordudur. Amr b. Saîd bu orduyu Mekke'ye hicretin altmışıncı yılında Abdullah b.
Zübeyr üzerine gönderiyordu. Bunun sebebi evvelce de işaret ettiğimiz veçhile
Abdullah b. Zübeyr'in Yezîd'e bey'at etmemesiydi. Hz. Muâviye vefat edince
oğlu Yezîd Abdullah b. Zübeyr1-den bey'at istemiş, o bunu kabul etmeyerek
Mekke'ye gitmişti. Yezîd buna kızdı ve Mekke valisi Yahya b. Hakim 'e mektup
yazarak Abdullah b. Zübeyr 'den bey'at alınmasını emretti. Hz. Abdullah
çâr-nâçâr bey'at ettiyse de Yezîd mektupla bildirilen bu bey'ati kabul etmedi.
Hz. Abdu11ah'm bağlı olarak getirilmesini istedi. Yahya tekrar Abdullah b. Zübeyr
'e müracaat ettiği vakit Hz. Abdullah Beyt-i Şerife sığındığını bildirdi.
Yezîd bunu da kabul etmedi ve o gün Medine valisi bulunan Amr b. Saîde mektup
yazarak Abdullah b. Zübeyr üzerine ordu göndermesini emretti, o da gönderdi.
İşte hadîs-i şerifte beyân edilen muhavere bu sırada geçmiştir. Amr b. Saîd
şahabı değildir.
İbni Battâî Ehl-i Sünnet
ulemâsına göre Hz. Abdullah b. Zübeyr'in hilâfete Yezîd 'den de Abdülmelik 'ten
de evlâ olduğunu söyler. Çünkü Hz. Abdullah sahâbî'dir. Kendisine Ötekilerden
önce bey'at edilmiştir. îmam Mâlik dahî: «İbni Zübeyr Abdülmelik 'ten evlâdır»
demiştir. Ebû Şureyh Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittiği
hadîsi: «Onu kulaklarım işitmiş; kalbim bellemiş ve konuşurken gözlerim
görmüştür» diyerek her vecihle bellediğini mübalâğa suretiyle anlatmak
istemiştir.
Ruhsat: Hürmet
delili mevcûd olmakla
beraber kulların özürüne mebnî ikinci defa meşru' olan
şeydir.
Harbe : Esâs
itibariyle hırsızlık demektir. Ekseriyetle deve hırsızlığında kullanılır.
Bâzılarına göre harbe dinde fesat çıkarmaktır. Bu kelimeye daha başka mânâlar
verenler de vardır.
Görülüyor ki, Ebû Şureyh
Amr b. Saîd'in Mekke'ye ordu göndermesini doğru bulmamış, bütün varlığı ile onu
bundan vazgeçirmeye çalışmıştır. Ebû Şureyh bu bâbda rivayet ettiği hadîsin
umûmiyle istidlal etmiş, Resû\ül\ah (SallallaJıü Aleyhi ve SeUem) Mekke'de
harbi haram kıldıktan sonra orada harb edilemiyeceğine ve İbni Zübeyr 'in katli caiz olmadığına kaail
olmuştur.
Tıybî diyor ki : «Amr
bunu işitince (Bunu ben senden daha iyi bilirim) diyerek Ebû Şureyh'in sözünü
reddetmiş ve (Sen bu hadîsi ResûlüUah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işitmiş
ve bellemişsin ama mukaateden ne demek istediğini anlamamışsın. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi veSellem) 'in bu sözü bir yerin kahran feth edilmesi
sebebiyledir. Yoksa Harem hâricinde öldürülmeyi hak eden bir kimse sebebiyle
söylememiştir. Benim sadedinde bulunduğum hâdise bu ikinci kabildendir. Şu
halde bana nasıl inkârda bulunuyorsun?)
demek istemişti.»
Zahirîler 'den îbni Hazm
bu bâbda Amr b. Said'e şiddetle hücum etmiş ve şunları söylemiştir : «ResûlüHah
(SaUaiia'ıii Aleyhi ve Seüem) 'in sahâbîsinden daha âlim görünmek isteyen
fâsık, dalkavuk, şeytan, alçak bir herifin kıymeti olamaz. Allah ve Resulüne
âsî olan ancak bu fâsık ile onu iktidara getirenlerdir. Dünya ve Âhiret
kepazeliğini üzerine alan da ancak kendisi ve onu tasvîb edenlerdir.»
«Kendisi için harbe
ruhsat» görmekten murâd ; «ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)nasıl harb
etti ise ben de harb ederim» demektir.
1-
Muhâtablara, bahusus hükümdarlara red cevâbı verirken nezâkete riâyet gerekir.
Bu şekilde hareket onların kalplerini daha ziyâde celbeder. Muamele inatçılığa
ve fitneye sebep olabilir.
2- Hadîs-i şerif
Hz. Ebû Şureyh'in dîni tebliğ hususundaki vefakârlık ve feragatine delildir.
İbni İshâk rivayetinde hadîsin
sonunda şu cümleler vardır : « Amr b.
Saîd : Biz onun hürmetini senden daha
iyi biliriz, dedi. Bunun üzerine Ebû Şureyh ona şu sözleri söyledi:
— Ben (bu işlerde) hem
şâhid hem gâib olarak bulunmuşumdur. Re-sûlüllah (Sallallalıü Aleyhi ye Sellem)
bize (bir vak'aya) şâhid olanlarımızın, gâib olanlarımıza duyurmasını emir
buyurmuştur. Ben de sana tebliğ ettim; artık (bundan ötesini) sen bilirsin!»
İbni Battal ( - 444)
diyor ki : «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanına yetişen ve ilmi
tebliğ hususunda onun tarafından kendisine hitâb edilen herkese tebliğ farz-ı
ayındır. Onlardan sonrakilere ise farz-ı kifâyedir.» demişse de bu iddia söz
götürür. Zîra Ebû Bekr Îbnü'l-Arabî (468-543) : -ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellemfden tebliğde bulunmak farz-ı kifâyedir. Bunu bir kimse îfâ ederse
başkalarından sakıt olur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e vahy ve
hüküm indiği vakit onu halk arasında ilân etmez; yanında hazır bulunanlara
haber verir; onların dilinden daha sonraki nesillere tebliğde bulunurdu.
Binâenaleyh tebliğ farz-ı kifâye, dinlemek farz-ı ayndır. Belleyip muhâfa
meselesi ise dinlenen şeyin mânâsına terettüb eder. Eğer dinlenen şey şahsa
mahsus ise o kimseye farz-ı ayn, herkesi ayrı ayn alâkadar ediyorsa amel farz-ı
ayn, tebliğ farz-ı kifâyedir. O da ihtiyâç messettiği zamandır. Baştan veya
sonra tebliğ lâzım değildir. Sahabeden bir cemaat çok hadîs rivayet eder.
Resulüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu» derlerdi. Ömer
(Radiyallahu anh) bunları hapsetti. Hattâ kendisi onlar hapisde iken vefat
etti.»
3- Ulemâdan
bâzıları «Allah'a ve Âhiret gününe îmân eden bir kimseye...» ifâdesi ile
istidlal ederek kâfirlerin amellerle mükellef olmadıklarım söylemişlerdir.
Fakat usu-î fıkıh ulemasına göre sahih olan kavi bunun hilafıdır. Zîrâ mefhum-j
muhalif mu'teber bir delil değildir. Ha-rem-i Şerîfde harb etmenin mü!mine
haram kılındığı mantık i'tibârı ile dahî sabit olmuştur.
4- Mekke'de
harbin haram olduğunu söyleyenler bu hadîsle İstidlal etmişlerdir. Muhtelif rivayetlerin
zahiri de bunu te'yîd etmektedir. Mezkûr kavi Katâde ile diğer bâzı ulemânın
mezhebleridir. Arapların âdeti, Mekke'ye ta'zîm ve ihtiramda bulunmaktı.
Mârûdî (382-450)'nin
beyânına göre Harem-i Şerifin hususiyetlerinden biri de orada yaşayanlarla
harb edilmemektir. Hattâ haremde yaşayanlar âdil kimselere isyan etseler
fukahâdan bâzılarına göre onlarla harbetmek haram olur; yalnız tâate dönmek
için tazyik olunurlar. Cumhuru fukahâ'ya göre ise harbsize itaate dönmezlerse
ken-diîerile harb edilir. Zîra âsîlerle harbetmek, terki caiz olmayan Allah
haklarındandır. Bu hakları Harem-i Şerîfde müdâfaa etmek, terkinden evlâdır.
Nevevî (631-676) : «Doğrusu da budur.» diyor.
5- îmam
A'zam (RahimehuUah) bu hadîsle istidlal ederek, Harem-î şerife iltica eden bir
kimsenin orada öldürülemiyeceğine kaail olmuştur. Çünkü hadîs, âmm olup bu
surete de şâmildir.
îbni Battal,
hırsızlık, zina ve katil gibi bir suçtan dolayı hadd-i şerî'yi hak eden bir
kimse hakkında ulemânın ihtilâf ettiklerini bildirmiştir. îbni Abbâs (Radiyallahu
anh) ile Ata' ve Şa'bi'ye göre böyle bir suçu Harem-i Şerîfde işleyene hadd
vurulur; fakat Harem dışında işleyip de oraya sığınırsa çıkıncaya kadar yanma
varılmaz, onunla oturulmaz. Harem'den çıktığı zaman kendisine hadd vurulur. Çünkü
Teâlâ Hazretleri: «Oraya giren emniyette olur» buyurarak Harem'ine girene emân
vermiş; başkalarını böyle bir emniyet tanımamıştır.
Bir takımları: «Harem
dışında cinayet işleyip de oraya sığman cânî, çıkarılarak kendisine hadd
vurulur.» demişlerdir. Abdullah
b. Zübeyr (Radiyallahu anh) ile Hasan-ı Basrî ve Mücâhid'in mezhepleri
budur.
Bâzılarına göre
Harem-i Şerîf'de hadd vurulmaktan men' edilemez. Harem dışında cinayet
işleyerek oraya sığman kimseye, iltica etmezden evvel hadd vurulur. Hadîsde
zikri geçen Amr b. Saîd'in mezhebi budur.
İbnü'l-Cevzî (503-597)
Harem dışında cinayet işleyen bir kimseye kısas tatbik edileceği hususunda
icmâ' bulunduğunu; dışarıda cinayet işleyip de oraya sığmana Ebû Hanîfe ile
Ahmed b. Hanbe1'e göre kısas tatbik edilemiyeceğini nakletmiştir.
İmam Mâlik ile
Şâfiî'ye göre bu gibilere hadisi şer'î tatbik olunur. Zahirîler 'den İbni Hazm
(384-456) A s -hab-ı kiram 'dan bir cemâatin «hadd vurulamaz» dediklerini
nak-lettikden sonra, sahabeden bunlara muhalefet eden bulunmadığını söylemiş :
Tabiînden bir cemâatin de bunlara muvafakat ettiklerini bildirerek İmam Mâlik
ile Şafiî hakkında ağır sözler söyleyerek, onların bunca sahâbe-i kirama,
kitâb ve sünnete muhalefette bulunduklarını bildirmiştir.
Bâzıları İmam Mâlik ve
Şafiî namına İbni Hata1'in Harem-i Şerîfde Öldürülmesi kjssası ile istidlalde
bulunmuşlarsa da bunlara birkaç vecihle cevap verilmiştir. Şöyle ki:
a) İbni
Hatal irtidât etmiş : Bir de müslüman öldürmüştü. Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem); hicvediyordu.
b) Bu adam emâna dâhil değildi.
Hesû\üUah(SallallaJıü Aleyhi ve Sellem) onu emândan istisna etmiş; Kâ1 be 'nin örtüsüne asılmış bile bulunsa
Öldürülmesini emir buyurmuştu.
c) İbni Hatal
harb edenlerdendi.
6- Hadîs-i
Şerîf Mekke 'nin cebren alındığına delildir. Ekser-i ulemânın kavilleri budur.
Kaadî Iyâz (476-544) : «Ebû Hanîfe ile, Mâlik ve Evzâî'nin mezhepleri de
budur.» diyor. Lâkin cebren alındığına kaail olanlar dahî Resûlüllafa
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Mekke1i1er'e ihsanda bulunarak evlerini, .mallarını
kendilerine bıraktığını, bunları ganimet sayarak gazilere taksim etmediğini
söylemişlerdir.
İmam Şafiî ile diğer
bâzı ulemaya göre Mekke sulh yolu ile alınmıştır. Onlar bu hadîsi te'vîl ederek
: »Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e muhtaç olduğu takdirde Mekke'de
harb caizdi.» demişlerdir.
Mârûdi : «Bence
Mekke'ye alt taraftan Hâ1id b. Ve1îd (Radiyallahu anh) cebren; üst
taraftan Zübeyr b.
el-Avvâm sulh yolu ile girmişler; Resûlüllah (SallaHahü Aleyhi ve
Sellem) de Hz. Zübeyr'in girdiği yerden girdiği için o tarafın hükmü gâlib gelmiştir.»
diyor.
7- Harem-i
Şerifin ağaçlarını kesmek haramdır. Nevevî diyor ki: «Ulema Harem-i Şerifin
âdeten insanlar tarafından dikilmeyen ağaçları ile yaş otlarını kesmenin haram
olduğuna ittifak etmişlerdir. İnsanlar tarafından dikilen ağaçlarla kökünden
sökülen ağaçların ödenmesi hususunda ihtilâf vardır. İmam Mâlik 'e göre ağacı
söken günahkâr olur, fakat fidye lâzım gelmez. İmam Şâflî , büyük ağaç için
bir sığır; küçük için koyun kesmek lâzım geldiğine kaail olmuştur. İbni Abbâs
ile İbni Zübeyr (Radiyaliahu anh) 'dan bu şekilde
rivayet edildiği gibi İmam Ahmed de buna kaail olmuştur.
Ebû Hanîfe'ye göre her
nevi' ağacın kıymetini ödemek îcâ-beder.
Keza İmam Şafiî ile
ona muvafakat edenlerce Harem-i Şerîf de hayvan otlatmak caizdir. İmam
A'zam'la İmam Muhammed'e göre caiz değildir. Bu hususta yaş ve kuru ot arasında
fark yoktur.
Hadîs~i şerîf eziyet
versin vermesin Harem-i Şerifin dikeni dahî ke-silemiyeceğine delildir.
Bâzıları hadîsin umûmu ile istidlal ederek buna kail olmuş; bir takımları
dikeni öldürülen fâsik hayvanlara benzeterek eziyyetinden dolayı
kesilebileceğini söylemişlerdir.
Hattâbî (319-388)
ekseri ulemânın diken kesmeyi mübâh gördüğünü söylemiş ve : «Galiba kesilmesi
memnu olan diken develerin ot-ladığı olacaktır. Bu diken yumuşaktır, Katı
olanını deve otlamaz. O ağaç hükmünde olabilir.» demiştir. Şafiî 'lerden
El-Mütevellî diken kesmenin mutlak surette haram olduğunu söylemiştir. Hattâbî'nin
bu husustaki kıyâsı da zayıf görülmüştür. Çünkü öldürülen hayvanlarla diken
arasında fark vardır. Hayvanlar kasten insana eziyet verirler. Dikende böyle
şey yoktur.
8- «Burada
bulunan bulunmayana tebliğ etsin» cümlesinde ilmin nakl, sünnet ve ahkâmın
yayüması lüzumuna sarahat vardır. Bu husus icmâ-ı ümmetle de sabittir.
9- Hadîs-i
şerîf Mekke'yi Allah Teâlâ'nm haram kıldığına açık dejîldir. «Mekke'yi ilk defa
İbrani m(Aleyhisselam) feth etmiştir.»
diyenlerin sözü kabule şâyân değildir. Doğrusu
Mekke Allah Teâlâ'nm yerle
gökleri yarattığı günden beri haram bir beldedir.
10- Devlet
idaresinde bulunanlara nasihatta bulunmak, onlara doğruyu anlatmak ve sert
konuşmamak gerekir.
11-
Konuşurken sözü te'kid etmek caizdir.
12- Söze
hamd ü sena ile başlamak müstehabchr.
13- Hadîs-i
Şerîf kıyameti ispat etmektedir.
14-
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemıEfendimizin kendine mahsus hasâisi
vardır.
15- Resûlüllah
(SailaUafoü Aleyhi \c SeHem )'in kıyâsla hükmetmesi caizdir.
16- Nesh
caizdir. Çünkü Mekke-i Mükerreme
günün bir saatında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e mubah
kılındıktan sonra bu hüküm neshediierek tekrar haram olmuştur.
17- Mücâdele
caizdir.
18- Tabiî
içtihadında sahâbîye muhalefet edebilir.
19- Hadîs-i
şerîf Ebû Şureyh'in faziletine delildir. Zira Ebû Şureyh
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem /'in sünnetini tebliğ hususundaki emrine tabî
olmuştur.
20- Âlim bir
zât hükümdarın dine âit bir şeyi değiştirdiğini görünce, kendisine bir şey
sormasa bile itiraz etmesi gerekir.
21- Bir şeyi
helâl veya haram kılmak Allah Teâlâ Hazretlerine mahsustur. Bu bâbda kulun hiç
bir dahl-i tesiri yoktur.
Bu hadîs üzerine bir
takım suâller vârid olmuştur. Şöyle ki :
a) Hadîs-i
şerifte Mekke‘yi insanların değil Allah'ın haram kıldığı bildiriliyor. Halbuki
bir hadîsde Mekke'yi İbrahim
haram kılmıştır buyruluyor. Bu iki hadîs birbirine muarız değil midir?
Cevap : Hükmün Hz.
İbrâhim'e nisbet edilmesi tebliğ manasınadır. Yani Mekke 'nin haram olduğunu
İbrahim (Aleyhisselam) tebliğ etmiştir. Mamafih Allah'ın emriyle Hz. İbrahim de
haram kılmış olabilir. Bu takdirde onu yine Allah haram kılmıştır. Yahut İbrahim
(Aleyhisselam) insanları Mekke'ye davet etmiş. Allah Teâlâ Hazretleri de duasını
kabul buyurarak Mekke'yi haram kılmıştır.
Bâzıları Mekke 'nin
İbrahim (Aleyhisselam) zamanına kadar helâl bir yer olduğunu söylemişlerdir.
Onlara göre hadîsin mânâsı şudur : «Allah Teâlâ levh-i mahfuzda İbrahim
(Aleyhisselam)'m Mekke'yi Allah'ın izniyle haram bir belde yapacağını tesbît
etmiştir.» demektir Fakat bu kavil hadîsin
mânâsına pek muvafık görülmemiştir.
b) Acaba
îman edilecek şeyler arasından niçin yalnız Allah'a îmanla yevm-i Âhire
yani kıyamet gününe inanmak tahsis
edilmiş Öteküer söylenmemiştir?
Cevap: Çünkü Allah'a
îman mebde'e yani kâinatın yaratılmasına, Âhiret'e îman da kâinatın sonuna
işarettir. Sair inanılacak şeyler bunlarda dâhildir.
c) Kıyâmet'e niçin son gün denilmiştir?
Cevap: Çünkü o günden
sonra gece yoktur. Gün ismi ancak evvelinde gecesi bulunan zamana ıtlak
olunur.
d) Acaba
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'e Mekke 'nin helâl kılındığı saatta
harpten başka şeyler de helâl olmuş mudur?
Cevap: Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Selleın) Efendimize o saatte yalnız kan dökmek helâl
kılınmış; avcılık, ağaç kesmek vesaire gibi Allah'ın insanlara haram kıldığı
şeylere niçin verilmemiştir.
Tenbih :
Aynî ,Amr b. Saîd'in bu hadîsdeki sözlerini hadîs zannederek onlarla ihtîcâca
kalkışanın pek çirkin bir hatâ ettiğini söylemiştir. : .
447- (1355)
Bana Züheyr b. Harb ile Ubeydullah b. Saîd hep birden Velîd'den rivayet
ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Velîd b. Müslim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Evzâî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yahya b. Ebî Kesîr rivayet etti. (Dedi ki)
: Bana Ebû Seleme yani İbni Abdir-rahmân rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû
Hüreyre rivayet etti. (Dedi ki):
«Allah (Arze ve
Celle), Nebiyyullah (Saliallahü Aleyhi ve Seilem) Resûlül-lah (SallaHahü Aleyhi
ve Seîlem) Mekke'yi feth edince cemaatin içinde ayağa kalkarak Allah'a hamd ü
senada bulundu. Sonra şunları söyledi:
— Hiç şüphe yoktur ki, Allah Mekke' (ye girmek)
den fil ordusunu men etmiş, fakat Resulü ile mü'minleri buna muzaffer
kılmıştır. Mekke benden önce hiç bir kimseye katiyyen hela! olmuş değildir.
Bana da gündüzün bir saatinde helâl olmuştur. Benden sonra hiç bir kimseye
helâl olacak değildir. Binâenaleyh Mekke'nin avı ürkütülmez, dikeni kesilmez,
kaybolan eşyası helâl olmaz meğer ki, bulan ilân maksadıyla almış ola. Bir
kimsenin bir yakını öldürülürse
o kimse iki mülâhaza
arasında muhayyerdir. Ya
kendisine fidye verilecek yahut katil Öldürülecektir.
Bunun üzerine Abbâs:
— Yalnız izhır müstesna yâ Resûlüllah! Çünkü
biz onu kabirlerimizle
evlerimizde kullanıyoruz, dedi.
Müteakiben
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
— Yalnız îzhır müstesna! buyurdu.
Derken Yemenli bir zât
olan Ebû Şalı ayağa kalkarak:
— (Bunu)
bana yazın yâ Resûlüllah! dedi. Resûlüllah de:
— Ebû Şâh'a yazın! buyurdular.»
Velîd demiş ki:
«Evzâî'ye, (Bana yazm yâ Resûlallah!) sözünün mânâsı nedir? diye sordum:
— Resûlüllah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'d^n
dinlediği bu hutbeyi (yazın demek istemiştir) cevâbını verdi.»
448- (...)
Bana İslı âk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubey-dullah b. Mûsâ,
Şeybân'dan, o da Yahya'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Ebü Seleme
haber verdi. Kendisi Ebû Hüreyre'yî şöyle derken dinlemiş :
«Mekke'nin fethi
yılında Huzâa kabilesi, kendilerinden öldürdükleri bir adama mukabil Benî
I^eys'den bir adam Öldürdüler. Bu hâdise Re-sûlüllah (Sallailchü Aleyhi ve
Seilemj'e haber verildi. O da devesine binerek hutbe okudu. Ve şunları söyledi
:
— Hiç şüphe yoktur kî, Aliah \Azzt ve Cclle)
Mekke1 (ye girmekten) fil ordusunu men etmiş, fakat Resulü İle
mü'minleri buna muzaffer kılmıştır. Dikkat edin ki, Mekke benden Önce hiç bir kimseye helâl olmamış; benden sonra da
hiç bir kimseye helâl olmıyacaktır. İyi dinleyin! Mekke bana gündüzün bir saatinde helâl olmuştur. Dikkat edin o da benîm şu saatimdİr (Mekke)
haramdır. Onun dikeni
kopanlmaz; ağacı kesilmez, kaybolan eşyası kaldırılmaz
meğer ki, bulan ilân
maksadıyla almış ola. Bir
kimsenin yakını öldürÜlürse o kimse ikİ mülâhaza arasında muhayyerdir. Ya
kendisine bir şey yani diyet verilecek yahu! öldürülenin yakınlarına kısas
imkânı bahşedilecektir.
Az sonra Yemenlilerden
Ebû Şah denilen bir adam geldi ve:
— Bana yaz yâ Resûlallah! dedi. O da :
— EbO Şâh'a yazın! buyurdu. Bunun üzerine
Kureyş'ten bir zât:
— Yalnız izhir
müstesna! Çünkü biz onu
evlerimizle kahirlerimize koyuyoruz; dedi. Resûlüllah (SaUaliahü Aleyhi ve
Sellem) de :
— Yalnız izhîr müstesna! buyurdular.»
Bu hadîsi Buharı
«Lûkata» bahsinde, Ebû Dâvûd «Hacc», «İlim» ve «Diyât» bahislerinde; Tirmizî
«Diyât» ve «İlim» de; Nesâî «İlim» bahsinde, İbni Mâce «Diyât»da muhtelif
râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Birinci hadisin zahirine bakılırsa Resûlüliah
(SaUaliahü A leyhi ve Sellem) hutbesini fethin akîbinde okumuştur. Fakat ha-1
kikatte fethin akîbinde değil Huzâe kabilesinden biri Benî Leys'den birini
öldürdükten sonra okumuştur. Nitekim ikinci rivayetten de bu mânâ
anlaşılmaktadır.
Fil ordusundan murâd
Kur'ân-ı Kerîm'in Fî1 sûresinde beyân buyrulan Ebrehe ordusudur. Ebrehe aslen
Habeşli olup Yemeni istilâ etmiş ve Habeşliler'le Yemenliler 'den mürekkep bir
ordu ile Kabe 'yi yıkmağa gelmişti. Ordusunda filler vardı. Fakat Kâbe'yi
yıkmağa muvaffak olamadan perişan olup gitmişti. Bu orduya Araplar arasında
«Ashâb-ı fil» denildiği gibi o seneye de «fil senesi» nâmı verilmiş ve bir
tarih mebde'i kabul edilmişti. En sahih rivayete görellesûlüNahfSallaliahİi
Aleyhi ve Sellem) bu vak'adan elli gün sonra dünya'ya gelmiştir.
Anlaşılıyor ki Huzâa
ile Benî Leys kabileleri arasında câhüiyyet devrinden kalma kan dâvası varmış.
Huzâa 'mn öldürdüğü adamın ismi bazı rivayetlerde belli değilse de Benî Leys'in
câhiliyyet devrinde Huzâa 'dan öldürdükleri adamın ismi Ahmar'dır. İbni İshâk'm
rivayetine göre Huzâa kabilesinden Hıraş b. Ümeyye câhüiyyet devrinde kendi kabilesinden
öldürülen Ahmar isminde bir adamın yerine müşriklerden İbni Esra' El-Huzelî
nâmında birini öldürmüş. Bunun üzerine Peygamber
«Ey Huzâa cemaatı!
Adam öldürmekten el çekin. Şu andan itibaren kîm adam öldürürse ölenin
yakınları iki mülâhaza arasında muhayyerdir. iSh...» buyurmuştur.
Mekke benden sonra da
hiç bir kimseye helâl olmayacaktır» cümlesinden murâd : Mekke'de harbin helâl
olmamasıdır.
Tahâvî diyor ki :
«Mekke 'ye ihrâmsız girmek ve kıtalin he-ıâl olması Y?eygamher(Sallctllahü
Aleyhi ve Sellem)'e mahsûstur. Ondan sonra Mekke'ye ihrâmsız olarak hiç bir
kimsenin girmesi caiz değildir. İbni Abbâs (Radiyaiîahu anh) ile Kaasim,
Hasan-ı Basrî , Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'in kavilleri budur. İmam
Mâlik'le Şafiî 'den hacda ömreye niyet etmeyenler hakkında iki kavil rivayet
olunmuştur. Bir kavle göre ihrâmsız girmek caizdir. İkinci kavle göre yalnız
oduncularla emsali esnaf hakkında caiz, başkalarına caiz değildir.
Lükâta'nın sahibi
tarafından gaflet neticesi düşürülen mal olduğuna az yukarda işaret etmiştik.
Lukatanın ilânından murâd çarşı ve pazarlarda bulunan şeyi bir sene halka
bildirmektir. Abdurrahman b. Mehdi 'nin beyânına göre başka yerlerde bulunan
mal bir sene ilân edilir. Sahibi çıkmadığı takdirde bulanın olur. Fakat Mekke'de
bulunan malın hükmü böyle değildir. Orada bulunan mal sahibi çıkmasa da ebediyyen
bulanın mülküne geçmez. Bu hüküm Mekke'ye mahsustur.
Mâzirî (453-536) diyor
ki : «Bu cümlenin mânâsı ilân hususunda mübalağadır. Çünkü bir hacı yıllarca
sonra tekrar Mekke'ye gelir. Bu sebeple iîân müddetini uzatmaya zaruret vardır.
Başka yerler böyle değildir.»
Bâzılarına göre bu
hadîs Mekke'de düşürülen bir mal için ilâna ihtiyâç yoktur. Zîrâ hacılar Şark
ve Garb'a dağılıp giderler, bu suretle kaybolan malın sahibi çıkmaz, diyenlerin
vehmini kesmek için vârid olmuştur.
Resulü Ekrem
(SaV.allahü Aleyhi ve Sellem) başka yerlerde olduğu gibi, burada da ilân
hükmünün sâhib olduğunu anlatmıştır. Bir takımları hadîsin bu cümlesini:
«Ancak ilân eden
birini duyarsa o başka şeklinde te'vü etmişlerdir. Bu takdirde düşürülen bir
malı ilân ederek sahibine vermek için yerden almak caiz görülmüş olur. Mezkûr
kavil İshâk b. Râhuye ile Nadr b. Şumey1'den
rivayet olunmuştur.
Ebû Şâh Yemen 'den
gelen zâtın künyesidir. İsmi malûm değildir.
Hadisin ikinci
rivayetinde «Kureyş'len bir zât» diye işaret edilen kimse Re&ülüliah(}iailüilahü
Aleyhi ve Sellemj'in amcası Abbâs b. Abdü1 mutta1ib (RddıyallaJıu ıinh)'dıı.
1- İbnı
Battal 'in beyânına göre bu ha^îs ilinin yazılmasını mubah kılmaktadır.
Bâzıları ezbercilik ortadan kalkar, endişesiyle ilmin yazılmasını kerih
görmüşlerdir. Bu hadis ve keza ilmin adı olan mus-haf'ın bilittifak yazılması,
onların aleyhine delildir. Kesûlülluh (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vahy
kâtipleri vardı. Bu zevâtm gelen vahyi yazmaları ilmin yazılabileceğine açık
delildir. Şa'bi : «Bir şey işittin mi onu duvara olsun yaz!» demiştir. Yalnız
Aynî bu mütalâaya itiraz, etmekte ve hilafın yeri mushaftan başka şeyleri
yazmaktır. Ulemânın ittifak ettikleri şeyler yazmayı kerih görenler aleyhine
delil olamaz.» demektedir. Kaadi Iyâzm beyânına göre Sahabe ve Tabiîn 'den
mushafm ve hadislerin yazılmasını kerih görenler bu bâbda rivayet edilen bir
takım hadîslere istinâd etmişlerdir. Ezcümle :
Hz. Ebû Sâîd-i Hudrî
'nin rivayet ettiği bir hadîsde : «Re-sûlüllah(SallaliaJıü Aleyhi ve
Sellem)'den yazı hususundu izin istedik, fakat bize izin vermedi» denilmişi
Zeydü'bnü Sabit (Radiyallahu anlı) «Resûlüiîah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)
hiç bir şey yazmamamızı ve yazıya güvenin kalınır endişesiyle Kur'ân 'dan
başka hiç bir şeyin yazıl-mamasını emir buyurdu.» demiştir. Sonraları bu bâbda
izin verildiğini bildiren hadisler rivayet olunmuştur. Hz. Abdullah b. Amr b. Âs
: «Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)den işittiklerimi yazmak için izin
istedim de bana izin verdi. Bu suretle ben onları yazdım.» demiştir. Hz.
Abdullah yazdığı sahîfeye «Sâdıka» nâmını vermiştir. Sahabe ve Tabiîn 'den
birçokları ilmi yazmayı caiz görmüş, sonraları bu hususta ittifak hâsıl
olmuştur. İlmin yayılması için buna zaruret vardır.
Nevevî , ulemânın
yazıyı nehyeden hadîsler için bu hadîsler ya mensûh yahut kerâhet-i
tenzîhiyye ifâde ederler, dediklerini
söyler.
2- Hutbenin
minber vesaire gibi yüksek bir şey-üzerinde okunması müstehabdır. Bu hususta
cum'a ile bayram vesaire hutbeleri arasında fark yoktur.
3- «Mekke
kahran fethedilmiştir» diyenler bu hadîsle istidlal etmişlerdir. Mekke'de
harbin Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'e mubah kılınması fil ordusuna
men edilmesine mukabildir. Cumhûr-u ulemâ 'nın kavli budur. İmam
Şafiî ile Mâ1ik'in bu husustaki kavillerini bundan önceki rivayetlerde
görmüştük.
4- Harem-i
Şerifte kendiliğinden yetişen ağaçları kesmek bilitti-fâk haramdır. Bu
hususta dahî az yukarıda söz geçmişti.
5- Usûl-ü
Fıkıh ulemâsı bu ve ernsâîr rivayetlerde istidlal ederek nass olmayan yerlerde
Peygamber tS-.ıttculahü A leyhi ve Sellem)'e içtihatta bulunmak caiz olduğunu söylemişlerdir. Bâzıları Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve
Sel'arı)e içtihadı caiz görmemişlerdir. İmam Şafiî, İmam Ahmed
ve Hanefî1er'den İmam Ebû Yûsuf- ictihâd: tecviz eder. meyânmdadır. Âmidî dahî bu kavli
ihtiyar etmiştir. İmam Gazali cevazına kaaü olmuş, fakat vukuunda tevakkuf
etmiştir. İbni Hatîb-i Râzi muhakkik
ulemânın ekserisinin hem cevaz hem de vuku' hususunda tevakkuf ettiklerini
söylemiştir.
Bâzıları Resulü Ekrem
(Sülkülakü Aleyhi ve Seiîem) 'in yalnız harb hususunda ictihâd edebileceğini
söylemişlerdir.
İçtihadın vuk'uunu
iddia edenler bu bâbda vârid olan hadîs ve âyetlerle istidlal etmişlerdir.
6- Öldürülen bir
kimsenin velîsi katilden diyet almakla
idamını istemek arasında muhayyerdir.
Fakat caniye dilediği
şıkkı zorla kabul ettiremez. İmam Şafiî
ile İmam Ahmed'in kavilleri budur.
Meşhur kavline göre
İmam Mâlik: «Öldürülenin velisi affetmekle İdam talebi arasında muhayyerdir.
Diyeti ancak cânî razı olursa isteyebilir.» demiştir. îmam-i Â'zam , İmam Ebû
Yûsuf, İmam Muhammed. İbrahim Nehai. Süf-yân-ı Sevrî , Abdullah b. Zekvân,1
Abdullah b. Şubrume ve Hasan b. Hayy'in
kavilleri de budur.
7- Kasden
insan öldüren bir katile İki şeyden birini tatbik etmek vâcibtir. Yâ kısas
olunur, yâ diyet verir. Şafiî 'nin iki
kavlinden biri budur. Esah kavline göre ise vâcib olan kısastır. Diyet onun
bedelidir. Ve kısas sakıt olduğu vakit verilir. İmam Mâ1ik'in meşhur kavli de budur. Her iki kavle
göre de velînin diyeti affetmeye hakkı vardır. Bu bâbda katilin rızâsı şart
değildir.
Imam-ı Âzam'la İmam
Mâlik 'ten bir rivayete göre diyete ancak katilin, rızâsı ile gidilir. Katil
ölürse diyet sakıt olur. îmam Şafiî 'nin eski kavli de budur. Yeni kavline göre
katil ölürse diyet vâcib olur.
İmam Ahmed'in dahî mezhebi
budur.
449- (1356) Bana
Selemetü'bnü Şebîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îbni A'yen rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ma'kıl, Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen rivayet
eyledi. Câbir (Radiyallahu anh) şöyle demiş: «Peygamber (SaUalhıhü Aleyhi ve
Sellemj'i:
— Hiç birinize
Mekke'de silâh taşımak helâl değildir) buyururken işittim.
Nevevî diyor ki : «Bu
nehiy ihtiyâç olmadığına göredir. İhtiyâç bulunduğu takdirde Mekke'de silâh
taşımak caizdir. Bizim mezhebimiz ve cumhûr-u ulemâ 'nın mezhepleri budur.
Kaadî Iyâz (ulemâ indinde bu hadîs zaruret ve hacet olmaksızın silâh taşımaya
hamledilmiştir. İhtiyâç olursa silâh taşımak caizdir. İmam Mâlik, Şafiî ve Atâ
'nın mezhebleri de budur, diyor. Hasanı Basrî hadîsin zahiri ile istidlal
ederek Mekke'de silâh taşımayı mutlak surette kerîh görmüştür. Cumhurun delili
Ömretü'1-Kadâ yılında Yeygamber (SallaHahü Aleyhi ve Seîîem)'in kılıçların
kınlarına sokulmasını şart kılarak Mekke'ye girmesi, fetih yılında dahî harbe
hazır bir şekilde gelmesidir. İkrime bu bâbda cemaatten ayrılarak: (silâha
ihtiyâcı olan onu Mekke'de taşıyabilir. Yalnız fidye vermesi icâb eder)
demiştir. Mamafih bundan muhrim olarak miğfer ve zırh gibi şeyleri giymeyi
kasdetmiş olabilir. Bu takdirde o da cemaata muhalefet etmiş sayılmaz.»
450- (1357)
Bize Abdullah b. Meslemete'l Ka'nebî ile Yahya b. Yahya ve Kuteybetü'bnü Saîd
rivayet ettiler. Ka'nebî: (Mâlik b. Enes'e okudum); Kuteybe ise: (Bize Mâlik
rivayet etti) dediler. Yahya —ki bu lâfız onundur— Mâlik'e: Sana İhni Şihâb,
Enes b. Mâlik'ten naklen: «Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fetih
yılında Mekke'ye başında bir miğfer olduğu halde girdi. Onu çıkardığı vakit
yanma bir adam gelerek:
— îbni Hatal
Kabe'nin örtüsüne yapışmıştır,
dedi. Bunun üzerine Eesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
— Onu öldürün! buyurdular, dediğini rivayet
etti mi? diye sordum. Mâlik:
— Evet! cevâbını verdi.»
Bu hadîsi Buharî
«Hacc», «Libâs», «Cihâd»' ve «Meğâzî» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Cihâd»da;
Tirmizî «Cihâd» ve «Şe-traâil*de; Nesâî «Hacc» ile «Siyer»de; îbni Mâce «Cihâd»
bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i şerîf İmam
Mâlik 'in yalnız basma rivayet ettiği hadîslerden sayılır. Zîra başkalarının
rivayetlerinde «başında miğfer» yerine «siyah bir sarık» denilmiştir.
Dârekutnî (306-385) : «Ben bu hadîsi İmam Mâîik'den rivayet edenleri bir cüz
hâlinde topladım; yüz yirmiden fazla oldular. İki Süfyân ile İbni Cüreyc ve
Ezâî de bunlar arasındadır.» diyor.
Ebû Ömer îbni
Abdilberr (368-463) dahî: «Bu hadîsi yalnız İmam Mâlik rivayet etmiştir;
başkasından rivayet edildiği bilinmiyor; onu İbni Şihâb 'dan sahih senedle
Mâlik'-den başka rivayet eden olmamıştır.» demiştir. Gerçi İbni Şihâb'm kardeşi
oğlu da amcası vasıtasîle Hz. Enes 'den aynı hadîsi rivayet etmişse de onun
rivayeti hemen hemen sahîh değildir; deniliyor.
Miğfer hadîsini
rivayet edenler arasında Bişr b. Imrân ile Mansûr b. Selemete'1.Huzâîde vardır.
Bunlar miğferin demirden olduğunu söylemişlerdir; ve ikisi de mu'temed
zevattır. Aynı şekilde rivayette bulunan birçok râvîler daha varsa da onlar
derecesinde şâyan-ı i'timâd değillerdir.
Ravh b. Ubâde 'nin
aynı isnâdla rivayet ettiği hadîsde : «Üzerinde miğfer olduğu halde tavaf
etti» ziyâdesi vardır. Bu ziyâde başkalarının rivayetlerinde yoktur. Abdullah
b. Ca'fer e1- Medînî 'nin İmam Mâlik 'den, onun da Zührî 'den, onun da Enes
(RadiyaUahu anhyû.m naklen rivayet ettiği hadîsde: «Kesûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Mekke'nin fethi günü, başında miğfer olduğu hâlde Hareme
girdi de Hacer-i Esved'i bastonla istilâm buyurdu.» denilmektedir ki, bunu da
Abdullah 'dan başka İmam Mâ1ik'den rivayet eden olmamıştjr. Bir rivayette ResûlüUah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in fetih yılının ramazânında Harem'e girdiği ve
oruçlu olmadığı bildirilmiştir. Fakat hadîsi bu isnâd ve bu lâfızla İmam Mâlik'in
rivayet ettiğini bilen yoktur. Yalnız Süveyd b. Saîd’in İmam Mâlik 'den onun da
İbni Şihâb 'dan, onun da Enes (Radİyallahuanh) 'dan naklen rivayet ettiği
hadîsde:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) fetih yılında Mekke'ye ihrâm-sız olarak girdi» denilmiştir.
İbnü'l-Arabîye: «Bu
hadîsi İmam Mâlik 'den başka rivayet eden oîmamıştır> denildiği vakit: «Ben
onu Mâli k-, ta-rîkmdan başka on üç tarîkdan rivayet etmişimdir.»
mukaabelesinde bulunmuştur. Ulemâ onu bu husûsda itham etmiş; ve ölçüsüz
konuştuğunu söylemişlerse de Aynî kendilerine şu cevabı vermiştir : «Bu meselede
ulemâ hatâ etmişlerdir; zira bu bâbda bilgileri az; ve İbni '1 -Arabî'nin
bildiklerine vâkıf değillerdir. Üstadımız Zeynüddîn (Rahintehullah)'e : Bu
hadîsi Zührî 'den yalnız İmam Mâlik rivayet etmiştir; deniîdikde; onun Zührî
'nin kardeşi oğlu ile Ebû Üveys, Ma'mer ve Ezâî tarîklerinden de rivayet olunduğunu;
Zührî 'nin kardeş oğlu rivayetini Bezzâr, Ebû Üveys rivayetini İbni Sa'd ile
îbni Adiy, Ma'mer rivayetini îbni Adiy, Evzâî rivayetini Mizzî tahrîc ettiklerini
söylemişti. Mamafih (bunu yalnız Mâlik rivayet etmiştir) sözünün (sahih olmak
şartîle) mânâsına hamledilebileceğini söyleyenler de olmuştur. Çünkü başka
tarîklerde sahih şartlan yoktur.»
Miğfer: Bâzılarına
göre başa giyilen çelik telden örme zırhtır. Bir takımları başa giyilen tas
şeklindeki mahfazanın saçakları mânâsına geldiğini söylemişlerdir. îbni
Abdilberr: «Miğfer, başı silâhtan
koruyan tas ve benzeri şeylerdir; demirden de başka şeylerden de yapılabilir»
diyor.
Eesûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'e gelen zât Ebû Berze-te'l-Eslemî (Radiyallahu anh) idi.
İbni Hata!'in ismi
ihtilaflıdır. Bâzıları Abdullah, diğer bâzıları Hilâl olduğunu söylemişlerdir.
Fakat Ke1bî'nin beyânına göre Hilâl olması doğru değildir. Hilâl onun kardeşinin
ismidir. Esah kavle göre cahiliyet devrinde ismi Abdü'1-Uzzâ imiş;
müs-lümanlığı kabul edince kendisine Abdullah denilmiş. Bunun Abdullah b. Hilâl
olduğunu söyleyenler olduğu gibi, Gâlib b. Abdillâh b. Hatal adını taşıdığını
iddia edenler de vardır.
İbni Hatal'i kimin
öldürdüğü dahî ihtilaflıdır. Bu meyanda Ebû Berze, Saîd b. Hureys el.Mahzûmî,
Zübeyr b, Avvâm ve Ammâr b. Yâsir (Radiyallahu anh) hazerâtmm isimleri
geçmektedir. Bir rivayete göre onu öldürmek için Saîd b. Hureys ile Ammâr b.
Yâsir koşmuşlar; Saîd daha genç olduğu için Ammar'ı geçmiş ve öldürmüştür.
Fakat esah olan rivayete göre İbni Hatal’i Hz. Ebû Lerzete'l-Eslemî
öldürmüştür. Diğer zevat da öldürmek için koşmuş; ancak bu işi fi'len Ebû
Berae icra etmiştir.
Vâkıdî (130-207)'nin beyanına
göre ResûlülJah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) o gün on kişiye emâ'n vermemiş;
onların öldürülmesini emir buyurmuştur. Bunların altısı erkek, dördü kadındır.
Az yukarıda işaret ettiğimiz
vecihle İbni Hata1'in öldürülmesine sebep, irtidâd etmesidir. Bu adam evvelce
müslümandı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini zekât toplamağa
me'mûr etmiş; yanına da Ensâr'dan birini vermişti. İbni Hata1i'n bir de müslüman
hizmetçisi vardı. Bir yerde konakladılar. İbni Hata! hizmetçiye, bir teke keserek
kendisine yemek hazırlamasını emretti; ve uykuya yattı. Uyandığı zaman emrinin
yerine getirilmediğini görünce üzerine hücum ederek hizmetçiyi öldürdü. Sonra
kendisi de irtidâd etti; ve müşrik oldu. İbnİ Hata1'in iki cariyesi vardı.
Bunlar Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüemj'i hicvederek şarkılar
söylerlerdi.
Tbni Abdilberr'in
beyanına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSeVem) Ensâriyi bu kaafileye emir
ta'yîn etmişti. Yolda giderken İbni Hatal onun üzerine hücum ederek öldürdü;
ve malını alarak kaçtı..Rivayete nazaran
İbni Hatal vahi kâtiblerindenmiş. Fakat âyeti nazil
oldu mu onu şeklinde takdim ve te'hîrli yazar; diğer âyetlerde de aynı şekilde
hareket edermiş. Kendisine «iki kalpli» derlermiş.
«Âİİah hiç bir
kimsenin içinde iki ka!b yaratmamıştır. .» [11]
âyet-i kerîmesi onun hakkında nazil olmuş.
Bir hadîsi —burada
olduğu gibi— talebe hocasına okur da hocası dinler ve anlar da ses çıkarmazsa
bâzı Şâfiîler'le Zahirîler'e göre «evet» demedikçe bu semâ' sahîh değildir.
Cumhuru ulemâ ve muhaddisîne göre ise «evet» demek şart değil sâdece
müstehab-dır. Zâhir-i hâl ile iktifa ederek üstadın sükûtu kâfi görülür. Çünkü
bir mükellefin böyle bir hâlde hatayı ikrar etmesi caiz değildir. Kaadî Iyâz :
«Bütün ulemânın mezhepleri budur. Selefden (evet) diyenler bunu şart olduğu
için değil, te'kîd ve ihtiyat olmak üzere söylemişlerdir.» diyor
1-
Hadîs-i şerîf Mekke'nin kahran' fethe
dil diğine delildir, îmam A'zam 'la
ekser-i ulemânın kavilleri budur.
İmam Şafiî ile diğer bâzı ulemâya göre Mekke
sulh yolu ile fethedilmiştir.
2- Harem-i
şerîfde hudûd ve kısas yapılabileceğini söyleyenler bu hadîsle istidlal
etmişlerdir.
3- Mâlikîler'den
bir cemaat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e şovenlerin mutlak surette
öldürüleceklerine kaail olmuşlardır. Onlara göre böyle bir kimseye tevbe teklif
edilmez. Peygamberlerden birine söven kimse müslüman ise hüküm bütün ulemâya
göre böyledir. Hattâbî bu bâbda ihtilâf olmadığını söylemiştir.
4- Düşmandan
korunmak için miğfer ve sair harb âletleri giymek meşru'dur. Bunda tevekküle
mâni' bir cihet yoktur.
5- Fesad
çıkaranları ülü'1-emre haber vermek caizdir. Bu iş haram olan gıybet ve
koğuculuktan ma'dûd değildir.
451- (1358)
Bize Yahya b. Yahya Et-Temimî ile Kuteybetü'bnü Saîd es-Sekafî rivayet ettiler.
Yahya (bize haber verdi) ta'bîrini
kuUandi.
Kuteybe : Bize
Muâviyetü'bnü Ammâr Ed-Dühnî? Ebu'z-Zübeyr'den, o da Câbir b. Abdillâh eî-Ensâri'den
naklen rivayet etti, ki Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem) Mekke'ye girmiş; dedi. Kuteyfee : (Mekke'nin fethi günü
girmiş) dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Mekke'ye ihram sız
olarak başında siyah bir sartk bulunduğu halde girmiş.
Kuteybe'nin
rivayetinde : «Dedi ki: Bize
Ebu'z-Zübeyr, Câbir'den naklen rivayet etti.» ifâdesi vardır.
(...) Bize
Aliyyü'bnü Hakîm El-Evdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şerik, Ammâr-î
Dühnî'den, o da Ebu'z-Zübeyr'den, o da Câbir b. Abdil-İâh'dan naklen İıaber
verdi ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Mekke'nin fethi günü (oraya)
başında siyah bir sarık olduğu hâlde girmiş.
452- (1359)
Bize Yahya b. Yahya ile İshâk b. İbrâhîm rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Vekî' Müşavir El-Verrâk'dan, o da Ca'fer b. Amr b. Hureys'den, o da babasından
naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)başında siyah
bir sarık olduğu halde cemaate hutbe îrâd buyurmuş.
453- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Haseıı el-Hulvânî rivayet etti. (Derniş ki) :
Bana (Ca'fer b. Amr b. Hureys rivayet etti.) Hulvânî'nin rivayetinde: Babasından
naklen Ca'fer b. Amr b. Hureys'den dinledim; demiş. Babası (Amr) şunları söylemiş :
«Ben hâlâ Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'i minber üzerinde, başında siyah bir sarık,
sarığın iki tarafını omuzları arasına sarkıtmış olduğu halde görüyor gibiyim.»
Ebû Bekr: «Minber
üzerinde» demedi.
Bundan önceki
rivayette Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve .Seîlem) 'in Mekke'ye başında miğfer
olduğu halde girdiğini görmüştük. Bu rivayette siyah bir sarıkla girdiği
bildiriliyor. Hâkim (321-405) «El-İkku nâmmdaki eserinde bu bâbda şunları
söylemiştir: «ResûlüIlabCSatfaMü Aleyhi ve Sellemj'ın fetih gününde sarık mı
yoksa miğfer mi giydiği huşu--sunda rivayetler muhteliftir. Fakat ihrâmsız
girdiğinde ihtilâf yoktur. Ulemâdan bâzıları baştaki sarığın miğfer gibi
olduğunu söylemişlerdir. Cahit (Radiyathhuanhi hadîsi de bu kavli te'yîd eder.
Mezkûr hadîsi her ne kadar Müslim —yalnız başına— sahih addetmişse de Enes
hadîsi bilittifâk sahihtir. Miğferin sarık olmadığına delil «demirden»
de-nilmesidîr. Bundan anlaşılıyor ki, »demirden bir miğfer» rivayeti, o siyah
sarık» rivayetinden daha sabittir. Çünkü sarığın râvisi Ebu'z -Zübeyr 'dir. Amr
b. Dînâ.r, Ebu'z-Zübeyr'în takviyeye muhtaç bir zât olduğunu söylemiştir...»
Kaaclî ly âz (476-544)
iki rivayetin arasını şöyle bulmuştur: Resûlüllah (Sallalîaiıii Aleyhi ve
Seîlem) Mekke'ye miğferle girmiş; sonra onu çıkararak başına siyah sarık
sarmıştır. Buna delil, başında siyah sarık olduğu halde halka hutbe îrâd
buyurmasıdır. Zîra hutbe, fetih işi tamamlandıktan sonra Kâ'b e"'nin kapısında okunmuştu. '
Hadîs-i şerîf, Mekke'ye
ihrâmsız girilebileceğine delildir, Kacc nevilerinden birine niyet etmeyen bir
kimse ister odunculuk, suculuk ve avcılık gibi tekerrüs eden bir hacet
sebebiîe; ister ticâret ve ziyaret gibî tekerrür etmeyen ihtiyaçlar dolayısiyle
olsun ve keza emniyet bulunsun bulunmasın
Mekke'ye ihrâmsız girebilir.
Nevevî bu hususta İmam
Şafiî 'den iki kavil rivayet olunduğunu, esah ve müftâbih kavlin bu olduğunu;
ikinci kavle göre tekerrür etmeyen hacet için Mekke'ye ihrâmsız
girilemeyeceğini, yalnız harb ve korku gibi sebeplerle girmenin yine de caiz
olduğunu söylüyor; ve: «Kaadî Iyâz bunun gibi bir kavli ekser-i ulemâdan
nakîetmiştir.» diyor.
Hanefîler'e göre Mekke
'ye ihrâmsız girmek mutlak surette caiz değildir. Çünkü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) :
«Ihrâmsfz olarak hiç
bir kimse mskaatf geçemez» buyurmuştur.
Bir de ihramın vâcib olması o mübarek yeri ta;zîm içindir. Bu hususda
hacı olanlarla olmayanlar müsavidir. Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle/n'*
'in fetih günü Mekke 'ye ihrâmsız
girmesi o saate mahsus idî.
Bu rivayet, hutbe
esnasında si3'ah elbise giyilebiîeceğini gösteriyor. Mamafih beyaz giymek
efdaldir. Zira PeygamberiSüUallahü Aleyhi re Sellenü sahih bir hadîsde :
«En hayırh elbiseniz
beyaz olandsr.» buyurmuşlardır. Burada siyah sarık sarması, bunun da caiz
olduğunu beyân içindir.
454- (1360)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ahdüiazîz yâni İtni
Muhammed ed-Derâverdi, Amr î>. Yahya el-Mâzînî'den, o da Abbâd h.
Tt-mim'den, o da amcası Abdullah b. Zeyd b. Âsım'dan naklen rivayet etti ki:
Resûlüllah iSaliaüalıü Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz ki, İbrahim
Mekke'yi haram kılmış ve orada yaşayanlara dua efrmîştir. ibrâhîm Mekke'yi
nasıl haram kıldı İse ben de Medine'yi harâm kııciım; ve onun sâî ile müddü
hakkında İbrahim'in Mekke'liler için yapisği duanın iki misli dua eftîm,»
buyurmuşlar.
455- (...)
Bana bu hadîsi Ebû Kâmil el-Cahderî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Abdülazîz yânî İbni'l-Muhtâr rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeyhe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Mahled rivayet etti. (Dedi ki)
: Bana Süleyman b. Bilâl rivayet etti. H.
Bize bu hadîsi İshâk
b. İ'crâhîm de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mah-zûmî haber verdi. (Dedi ki) : Bize Vüheyb rivayet eyledi.
Bunların hepsi Arar b.
Yahya yâni Mâzinî'den bu isnâdla rivayette bulun muşlar dur. Vüheyb'in hadîsi,
Derâverdî'nin rivayetinde olduğu gibi: «İbrahim'in yaptığı duanın iki misli...»
şeklindedir. Süleyman b. Bilâl ile Abdülazîz b. Muhtar'a gelince : Onların
rivayetinde : «İbrahim'in yaptığı duanın bir misli...» cümlesi vardır.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü'l-Büyû»da tahrîc etmiştir. Bu ve emsali rivayetler Peygamber (Salkûlahu
Aleyhi ve Seliem)'in nübüvvetine delâlet eden mucizelerdendir. Filhakika Mekke
ve Medine 'nin bereketleri pek çoktur. Oralarda yenilen, biriktirilen ve başka
memleketlere gönderilen gıda maddelerinin haddi hesabı yoktur.
Müdd ile sam
bereketinden murâd, onlarla ölçülen şeylerdir. Bâzıları bu ifâdenin «bir şeyi
ona yakın olan şeyin ismiyle anmak» kabilinden mecâz-ı mürseldir. Zira
hakikatte duâ ölçeğe değil, onunla Ölçülen şeylerdir,
Sâ': Şer'î
dirheme göre 2.917 kg., örfî dirheme göre 3.333 kg. mik-darı zahire alan bir
ölçektir.
Müdd: Sâ'dan
daha küçük yâni 832 gramlık bir ölçektir.
Hz. İbrahim (Alcyh!srelam)\n
Mekke !yi haram kılmasından murâd ne olduğu tair-Iki bâb yukarıda görülmüştü.
Resûlüliah (Sallallahü Aleyhi ve Scliem Efendimiz de Medine'yi haram kılması
meselesi inşâallah babımızın sonunda görülecektir.
456- (1361)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bekr yâni İbni Mudar,
Îbni'l-Hâdd'dan, o da Ebû Bekr b. Muhammed'-den, o da Abdullah b. Amr b.
Osman'dan, o da Râfi' b. Hadîc'den naklen rivayet etti. Râfi' şöyle demiş:
Resûlüllah (SallalUchü Aleyhi ve Sellem) Medine'yi kasdederek:
«Şüphesiz ki İbrâhîm
Mekke'yi haram kılmıştır. Ben de bunun iki taşlığı arasını haram
kılıyorum» buyurdular.
457- (...)
Bize Abdullah b. Meslemete'bni Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman
b. Bilâl, Utbetü'bnü Müslim'den, o da Nâfi' b. Cü-beyr'den naklen rivayet etti
kî: Mervân b. Hakem halka hutbe okuyarak Mekke'yi, halkını ve hürmetini
anlatmış; fakat Medine'yi, onun halkını ve hürmetini anmamış. Bunun üzerine
Râfi' b. Hadîc kendisine seslenerek :
«Aceb neden senin
Mekke'yi) halkını ve hürmetini anlattığını işitiyorum da Medine'yi, onun
halkını ve hürmetini söylemiyorsun? Halbuki KesûlüHah (Sailallahü Aleyhi've
Seilem) onun iki taşlığının arasını haram kılmıştır. Bu bizde bir Havlan derisi
üzerinde yazılıdır. İstersen onu sana okutabilirim.» demiş.
Nâfi' demiş ki: «Bunun
üzerine Mervân sustu. Sonra : (Evet)
bunun bir kısmını (ben de) işitmiştim;
dedi.»
Lâhe : Harra
yâni siyah taşlık demektir. Medîne’i Münevvere, biri şarkında diğeri garbında
olmak üzere iki taşlık arasındadır. Diğer iki tarafından da bu nevi'
taşlıklarla çevrilmişse de onlar ötekilere bitiştiği için ayrıca
zikredilmemişlerdir. Medine 'nin bütün evleri bu taşlıkların içindedir.
Hadîsden murâd :
Medine !nin taşlıkları ile beraber haram kılındığını beyandır,
«Bu bizde bir Havlan
derisi üzerinde yazılıdır. İstersen onu sana okutabilirim» ifâdesi Hz. Râfi '
b. Hadîc'indir. Râfi' (Radiyallahu anh) Uhud ve ondan sonraki gazalara iştirak
etmiş bir sahâbî-i celîldir. Kendisi Ensârdandır. Bu sözü ile Medine 'nin haram
kılındığını yazı ile tesbît edilmiş bir hadîs olarak evinde sakladığını
anlatmak istemiştir.
Havlan : Dimaşk
yakınlarında bir köydür. Bugün harabe halindedir. Havlan derisinden maksad,
orada işlenen deridir. Anlaşılan o zaman Havlan, dericiliği ile meşhurdur.
Bu hadîsin bâzı
rivayetlerinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in :
«Yâ Rabbî! Ben bu
şehrin iki dağının arasını haram kılıyorum.» buyurduğu, İmam Ahmed'in tahric
ettiği bir rivayette dağ yerine «iki harra», başka bir rivayette «iki me'zimi
arası» buyurulduğu görülmektedir :
Me'zim : Dağ demektir.
Hanef iler'den
bâzıları rivayetler arasındaki bu lâfız ihtilâfına bakarak bu hadîsin muztarib
olduğunu söylemişlerdir.
458- (1362)
Bİze Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Aınru'n-Nâkid hep birden Ebû Ahmed'den rivayet
ettiler. Ebû Bekr (Dedi ki) : Bize Muham-med b. Abdillâh el-Esdî rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Süfyân, Ebu'z-Zü-beyr'den, o da Câbir'den naklen rivayet etti.
Câbir (Radiyallahu anh) şöyle demiş : «Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)
— Şüphesiz kî, İbrahim
Mekke'yi haram kılmıştır. Ben de Medine'nin İki taşlığı arasını haram kildim.
Onun ağacı kesilmez; avı da avlanmaz; buyurdular.»
459- (1363)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Nümeyr
rivayet etti. H.
Bize İbni Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Osman b.
Hakîm rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Âmir b. Sa'd, babasından naklen rivayet
etti. (Babası Sa'd) şöyle demiş : «Resûlül-lah (Sailaîlahu Aleyhi ve Sellem):
— Ben Medine'nin iki taşlığı arasının ağacı
kesilmesini ve avı Öldürülmesini haram
kslsyorum; dedi; de (sözüne
devamla) :
— (Medîneliler) bitmiş olsalar, Medine onlar
için daha haysdider; bir kimse ondan yüz çevirerek terk ederse Allah onun
yerine oraya daha ha-vErİEsınE getirir. Eğer bir kimse onun çile ve meşakkatine
katlanırsa kıyû-meî gününde ben ona şefaatçi ve şâhid olurum; buyurdular.»
460- (...)
Bize İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mervân b. Muâviye rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Osman b. Hakîm el-Ensârî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana
Âmir b. Sa'd b. Ebî Vakkas, babasından naklen haber verdi ki: «Resûlüiîah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu» demiş; sonra İfcni Nümeyr hadîsi gibi
rivayette bulunmuş. O bu hadîsde şunu da ziyâde etmiş:
«Eğer MedîneliScre
bîri bîr kötülük etmek isterse AStah onu cedeEînem-de kurşun et'İrsr gibi yahud
suda tuz eritir gibi eritil*.»
Tdâh: Büyük ve-
dikenli ağaç demektir. Müfredi idâhe, idahe, ıdah gelir.
Le'vâ':
Şiddet ve açlık dsmektir.
Celıd: Meşakkattir.
Kaadî Iyâz diyor ki:
«Vaktiyle bana bu hadîsin mânâsını sordular ve : Peygamber Efendimizin şefaati
umûmî iken burada niçin Medîne1i'lere tahsis edilmiştir? dediler. Ben bu suâle
birkaç kâğıt dolduran kanaatbahş ve kâfî bir cevap verdim. Doğruluğunu her
okuyan itiraf etti. Burada ondan makama lâyık olan bazı kısımlarını
söyliyeceğim. Üstadlarıinızdan biri bu hadîsdeki (ev) kelimesinin şekk mânâsına
geldiğini söylemiştir. Bize göre şekk mânâsına olmaması daha zahirdir. Çünkü
bu hadîsi Câbir b. Abdillâh, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Abdullah b. Ömer, Ebû Saîd-i
Hudrî, Ebû Hüreyre, Esma binti Umeys ve Safiyye binti Ebî Ubeyde Peygamber
(Saİlallahü Aleyhi ve SeVem) 'den bu lâfızla rivayet etmişlerdir. Bunların
yahut onlardan rivayet eden râ-vîîerirt hepsinin hadîste şekketmesi ve hadîsi aynı
sîga ile rivayette ittifak etmeleri ihtimâlden uzaktır. En doğrusu Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu böyle söylemiştir demektir. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)b\ı cümleyi ya böylece bildirmiş yahut cümledeki
(ev) kelimesi taksim için kullanılmıştır. Bu takdirde kendisi kıyamet gününde
Medîne 'lilerin bâzısına şahit, diğerlerine şefaatçi olacak demektir. Yahut
âsîlere şefaatçi, mutîlere şahit veya Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) zamanında vefat edenlere şahit, ondan sonra ölenlere şefaatçi olacaktır.
Bu şefaat, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) y\n kıyamette bütün âlemlere ve'günahkârlara
yapacağı şefaat ve şahadetten başka bir hususiyet arzetmektedir. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Uhud şehitleri hakkında da;
(Ben bunlara şahit
olacağtm) buyurmuştur. Binâenaleyh bu gibi tahsisler o zevat için derece ve
mertebe ziyâdeliği ifâde eder.
Cümledeki (ev) (vav)
mânâsına da olabilir. Bu takdirde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Medîneliler için hem şefaatçi, hem şahit olacaktır demektir.
Bâzı hocalarımızın
dediği gibi (ev) kelimesini şekk mânâsına alırsak Şehît rivayeti sahîh
farzedildiği takdirde itiraz kalmaz. Çünkü şehâdet bütün ümmete saklanan
şefâattan fazladır. Şefî' lâfzı sahîh kabul edilirse Medine 'lilerin bu
şefaatla imtiyazı, ya derecelerini yükseltmek yahut hesaplarını hafifletmek
veyahut kıyamet gününde arş-ı âlâsının gölgesinde sığındırmak, minberler
üzerinde neşretmek, Cennet'e acele kavuşturmak vesaire gibi çeşitli
kerametlerle onlara ikramda bulunmaktır.»
Yine Kaadî Iyâz'm
beyânına göre Resûlüllah (SalîaUahü Aleyhi ve Seltemi 'in :
«Bİr kimse Medine'den
yüz çevirerek onu terkecisrse, Allah onun yerine oraya daha hayirhsani
getirir.» sözü üzerinde ihtilâf edilmiştir. Bazıları bunun Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hayâtına mahsûs olduğunu; umûmî ve ebedî
olduğunu iddia etmişlerdir. Kaadî Iyâz bu ikinci mânânın daha sahîh olduğunu
söylemiştir.
Medîne1i1er'e bir
kötülük yapmak isteyen kimseyi Allah'ın kurşun eritir gibi Cehennem'de
eriteceğini beyân eden cümle hakkında Kaadî Iyâz şunları söylüyor:
«(Cehennem'de) kaydı, bu kayıt olmaksızın rivayet edilen hadîslerdeki işkâli
kaldırmakta ve hükmün Âhiret'e mahsûs olduğunu beyân etmektedir. Mamafih bu
cümleden murâd Medîneliler'e Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
hayatında kötülük etmek isteyenlere müslümanların kâfi geleceği ve onları
kurşu*-nun ateşte dağıldığı gibi mahv u muzmahil edecekleri mânâsı da
kasde-dümiş olabilir. Hattâ cümlede takdim te'hîr yapılmış olmak ihtimâli bile
vardır. Bu takdirde : «Allah böylelerini ateşte kurşun eritir gibi eritir»
mânâsına gelir. Bu ceza da Dünyâ'da verilir. Nitekim Benî Ümeyye zamanında
Medînelüer'le muharebe eden Müslim b. Ukbe gibilerin akıbetleri bu olmuştur.
Müslim, Medîne 'den dönerken helak olmuş, onun arkasından kendisini gönderen
Yezîd b, Muâviye v.s. gitmişlerdir.
461- (1364)
Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd hep birden Akaâî'den rivayet ettiler.
Abd dedi ki: Bize Abdülmelik b. Amr haber verdi. (Dedi ki) : Bize Abdullah b.
Ca'fer, İsmail b. Muhammed'den, o da Âmir b. Sa'd'dan naklen rivayet etti ki,
Sa'd (hayvanına) binerek Akîk'daki köşküne gitmiş. (Orada) Ağaç kesen yahut
yapraklarını silken bir köle bulmuş ve köleyi soymuş. Sa'd döndüğü vakit
kölenin sahipleri gelerek kölelerinden aldığı şeyleri ona yahut kendilerine
iade etmesi hususunda kendisiyle konuşmuşlar. Sa*d: .
«Ben HesûlüU.ah(
Salİallahü Aleyhi' ve Seüem) 'in bana ganimetten ziyâde olarak ihsan buyurduğu
bir şeyi geri çevirmekten Allah'a sığınırım» diyerek aldığı şeyleri onlara
iade etmekten çekinmiş.
Hz. Sa'd'in köleyi
soyması bir daha böyle iş yapmasın diyedir. Kölenin üzerindeki elbiseyi almış,
yalnız avret mahallini örtecek mikdâ-rını bırakmıştır. Nevevî'nin beyânına göre
bu hadîs İmam Şâfiî'nin eski kavline delildir. Bu kavle göre Medine 'nin
hareminde avlanan veya ağaç kesen kimsenin üzerindeki eşyası alınır. Hz. Sa'd
b. Ebî Vakkas (Radiyallahu anh) ile Ashâb-ı Kiram 'dan bir cemaatın kavilleri
de budur. Fakat Kaadî Iyâz sahabeden sonra buna yalnız İmam Şafiî 'nin eski
mezhebinde iken kaail olduğunu ve bütün şehirler ulemâsına muhalefet ettiğini
söylemiştir. Nevevî, İmam Şafiî 'yi müdâfaa sadedinde şunları söylemiştir:
«Sünnet İmam Şafiî ile beraber olunca onun bütün ulemâya muhalefeti zarar
etmez. Muhtar olan. kavil Şafiî 'nin bu eski kavlidir. Çünkü bu bâbda hadîs
sabit olmuş, sahabe de bu hadîs mucibince amel etmişlerdir. Hadîsi def edecek
bir delil sabit olmamıştır. Ulemâmız diyor ki: İmam Şafiî 'nin eski kavli ile
amel edersek ödetmenin keyfiyeti hususunda iki suret vardır. Birinci surete
göre av, kesilen ağaç ve ot Mekke 'nin hareminde olduğu gibi ödettirilir. Esah
olan kavle göre avcının, ağaç ve öt kimsenin eşyası soyulur. Bu takdirde
soyulacak eşyadan murâd ne olduğu hususunda iki kavil vardır. Birinci kavle
göre yalnız elbisesi alınır. Esah olan ve cumhurun kat'iyyetle ele aldıkları
ikinci kavle göre burada ahnacakh şeyler küffârdan öldürülen bir kimsenin
üzerinden alman şeyler gibidir. Binâenaleyh atı, silâhı ve nafakası hep alınır.
Alınan şeylerin nereye
sarfedileceği hususunda ulemâmızdan üç kavil rivayet olunur. Bunların esah
olanına göre alınan şeyler alanın mülkü olur. Hz. Sa'd hadîsine muvafık olan da
budur, İkinci kavle göre alına şeyler Medîne'nin fıkarâsma; üçüncü kavle göre
beyt'ül-mâl'e verilir. Haremde cinayet işleyen kimse soyulurken avret mahallini
örtecek mikdârı müstesna olmak üzere üzerinde bulunan bütün eşyası alınır.
Hattâ bâzıları avret mahallini örten elbisesinin dahî alınacağını söylemişlerdir.
Ulemâmız avı öldürsün öldürmesin mücerred avlanmakla bir kimsenin soyulacağına
kaail olmuşlardır.»
462- (1365)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybetu'bnu Saîd ve İbni Hucr hep birden İsmail'den
rivayet ettiler. İbni Eyyüb (Dedi ki) : Bize İsmail b. Ca'fer rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Muttalib b. Abdillah b. Hattab'ın azadlısı Amr b. Ebî Amr
haber verdi. Kendisi Enes b. Mâlik'i şunu söylerken işitmiş :
«Resûlüllah
(Sailallahii Aleyhi ve Sellem) Ebû Talha'ya :
— Bana sizin gençlerinizden hizmetçi bir genç
bul! buyurdu. Bunun üzerine Ebû Talha beni terkisine alarak yola çıktı.
Resûlüllah (Sailallahii Aleyhi ve Sellem)'e her konakladığı yerde hizmet
ediyordum.» Bu hadîsde Enes (Radiyallahu anlı) şunu da söylemiştir. «Sonra
dönüp geldi. (Gözüne) Uh"d dağı görününce:
— Bu bizi seven bir dağ d s r. Biz de onu
severiz.» dedi. Medine'ye yaklaşınca:
— Ya Rabbî! Ben Medine'nin İM dağı arasını
İbrahim'in Mekke'yi haram kılması gibi haram kılıyorum. Yâ Rabbî! Medînelilere
müd ve salarında bereket ihsan eyle! buyurdular.
(...) Bize
bu hadîsi Saîd b. Mansur ile Kuteybetu'bnu Saîd de rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize Ya'kûb yâni İbni Abdirrahmân EI-Kaari, Amr b- Ebî Amr'dan, o da Enes
b. Mâlik'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen yukarki
hadîsin mislini rivayet etti. Şu kadar var ki o: «Ben Medine'nin iki taşlığı
arasını haram kılıyorum» şeklinde söyledi.
Bu hadîsi Buhârî
«Büyü'», «Etime», «Cihâd», «Megâzî» ve «Deavât» bahislerinde tahrîc
etmiştir. Onun rivayetinde hadîs biraz daha uzundur. Ebû Talha, Hz. Enes'in
validesinin kocası yâni üvey babasıdır.
Buhârî 'nin
rivayetinden anlaşıldığına göre hadîs-i şerîf Hayber vak'asından dönerken vârid
olmuştur, Kesûlüllah'ın terkisinde Hayber'den aldığı Safiyye binti Huyeyy de
bulunuyormuş. Fahr-i Kâinat (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz onu bir
aba ile veya bir çarşafla örterek arkasına almış Sahbâ ' denilen yere geldikleri
vakit hays [12] yemeği yaptırarak bir
takım zevatı davet etmiş ve kendilerine ziyafet vermiş. Orada zifafa girmiş.
Hz. Safiyye (Radiyallahü anha) Ümmühât-ı mü'rninindendir. Resûlüllah(Sallallabü
Aleyhi ve Sellem) onu Hicret'in yedinci yılında Hayber'den esir alarak almış,
sonra âzâd ederek kendisiyle evlenmiştir.
Sahbâ: Hayber'le
Medine arasında bulunan bîr
yerdir.
Nevevî'nin beyânına
göre Uhud dağının Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'i sevmesi hakikattir.
Allah Teâlâ onda bir temyiz halketmîş bu suretle Peygamber (Sallalîahü Aleyhi
ve Sellem)'i sevmiştir. Bunun emsali çoktur. Nitekim Teâîâ hazretleri Allah
korkusundan bâzı taşların yükseklerden yuvarlandığını beyân buyurmuştur. Kuru
hurma kütüğü inim inim inlemiş; ufak taşlar teşbihte bulunmuş; taş Hz. Mûsa
'nra elbisesini kaçırmıştır. Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) bir hadîsinde
:
«Ben Mekke'de öyle bîr
taş bilirim ki, bana selâm verird:» buyurmuş, ayrı yerlerde bulunan iki ağacı
çağırdığı vakit ağaçlar derhal bir yere gelmiş; Hira dağı sarsıldığı vakit
ona: «Dur» emrini vermiş. Sarsıntı
derhal kesilmişti.
Teâlâ hazretleri:
«Hiç bir şey yoktur
ki, Allah'ın hamdine bürünerek teşbihte bulunmasın. Lâkin siz onların
teşbihini anlamazssmz.» [13]
buyurmuştur. Bu âyetin mânâsı hakkındaki sahîh kavle göre her şey hâline göre
hakîkaten tesbîh eder. Ancak biz eşyanın teşbihlerini anlamayız. Ehl-i Tahkik
ulemâ hadîsdeki sevgiyi de hakikat mânâsına almışlardır.
Bazıları cümleden
muzaaf hazfedilerek onun yerine muzâfunileyhin bırakıldığını söylemişlerdir. Bu
takdirde hadîsin mânâsı «Uhudlular bizi sever» demek olur.
463- (1366)
Bize bu hadîsi Hâmid b. Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvâhit
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Âsim rivayet etti. (Dedi ki) : «Enes b.
Mâlik'e: Resûlüllah (Saîialİahü Aleyhi ve Seîlem) Medine'yi haram kıldı ma?
diye sordum.
— Evet, filân yerde
filân yer arasını (haram kıldı). Orada her kim bir günah işlerse... cevâbını
verdi. Sonra bana şunu söyledi:
«Bu pek şiddetlidir.
Orada her kim bir günah işlerse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların
laneti onun üzerine olur. Kıyamet gününde Allah onun arz veya nafile hiç bir
ibâdetini kabul etmez.»
İbni Enes: «Yahut
günah işleyen bir kimseyi barındırırsa» demiştir.
464- (1367)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Hârûn rivayet
.jetti. (Dedi ki) : Bize Âsim-ı Ahvel haber verdi. (Dedi ki) : Enes'e :
Besûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Medine'yi haram kıldı mı? diye sordum:
— Evet, o haramdır.
Onun otu kopanlmaz, bunu kim yaparsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların
laneti onun üzerinedir, cevâbını verdi.»
Bu hadîsi Buhârî
«Hacc» ve «İ'tisâm» bahislerinde tahrîc etmiştir.
Bu hadîsde Medine 'nin
nereden nereye kadar haram olduğu müphem bırakılmıştır. Bir-iki hadîs sonra
gelecek Hz. Alî rivayetinde Medine 'nin Ayr ile Sevr dağları
arasındaki arazisinin haram olduğu görülecektir.
Hadesten murâd günah
işlemektir.
İbni Enes'in
rivayetinden anlaşılıyor ki Medine 'nin hareminde günah işleyen bir kimseyi
barındırmak ve korumak da aynı laneti mücibdir.
Muhdis: Günah işleyen
demektir. İmam Mâzirî (453-536) bu kelimenin (Muhdes) şeklinde dahî okunduğunu
söylemiştir. Bu takdirde ondan bizzat bid'at ve günahlar kastedilir. Kaadî
Iyâz'ın beyânına göre ulemâ, bu hadîsdeki lanet meselesiyle Medine 'nin
hareminde işlenen suçların büyük günahlardan sayılacağına istidlal etmişlerdir.
Çünkü lanet ancak büyük günah karşısında yapılır. Allah'ın, meleklerin ve bütün
insanların lanette bulunmaları o kimsenin rahmet-i ilâhiyyeden
uzaklaştırıldığını mübalâğalı bir şekilde ifade etmek içindir. Çünkü lâ'n
lûgatta kovmak ve uzaklaştırmak mânâlarına gelir. Ulemâ buradaki lâ'ndan azâb
ve Cennet'e ilk girenler arasından koğulmak mânâsı kastedildiğini
söylemişlerdir. Bu lanet küffârın rahmet-i ilâhiyyeden ebediyyen
uzaklaştırıldıklarını bildiren lanet gibi değildir. İmam Mâzirî sarf ve adi
kelimelerinin tefsirinde ulemânın ihtilâf ettiklerini söylemiştir. Cumhûr'a
göre sarftan murâd farz; adl'den maksat da nafile ibâdettir. Hasan-ı Basrî
bunun aksine olarak sarfın nafile, adlin de farz ibâdet olduğunu söylemiştir.
Esmaî'ye göre sarf tevbe demektir. Adl'den murâd da fidyedir. Bu mânâ Peygamber
(Salhllahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizden rivayet olunmuştur. Yûnus sarfm kazanç, adlin de fidye mânâsına
geldiğini söylemiştir.
Bir takımları Adl'e
çâre, bâzıları da misil mânâsını vermişlerdir. «Sarf diyet, adi de ziyâdedir.»,
diyenler de olmuştur. Kaadî Iyâz ulemâdan bâzılarının bu hadîse:
«Allah o kimsenin farz
ve nafiie İbâdetlerini ceza suretiyle kabul etse de rızâ suretiyle kabul etmez»
mânâsını verdiklerini söylemiştir.
Bir takımları buradaki
kabulün günahlara keffâret mânâsına geldiğini söylemişlerdir.
Bu hadîsin ekserî
nüshalarında: İbni Enes : Yahut günah işliyen birini barmdırırsa dedi.» ibaresi
vardır. Bâzı nüshalarda İbni Enes yerine Enes denilmiştir. Fakat doğrusu îbni
Enes'dir. Çünkü hadîs, baştan sona Hz. Enes'in sözüdür. Binâenaleyh sonunda
Hz. Enes'in bizzat istidrâk yaparak Enes şöyle söyledi demesinin bir mânâsı
yoktur. İbni Enes , babam şunu da söyledi» demek istemiştir.
465- (1368)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd, Mâlik h. Enes'e İshâk b. Ab-dillâh b. Ebî Talha
tarafınıtaTîjxona da Enes b. Mâlik'ten naklen okunan hadîsler meyâmnda rivayet
etti ki: ResûlüHalı (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)
«Yâ Rabbî!
MedîrtelÜere ölçeklerinde bereket1 ihsan et. Onlara sa'la-rında ve rnüd'lerinde
bereket ver.» diye duâ buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buharı «Büyü'»,
«İ'tisâm» ve «Keffârâtu'l-Eymân» bahislerinde; Nesâî «Hacc» bahsinde muhtelif
râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Bereket: Artış ve
Ziyâde demektir. Sebat ve devam mânâsüia da gelir. Bâzıları buradaki bereketten
dînî bereket kasdedilmiş olmasını muhtemel görmüşlerdir. Dînî bereket bu
ölçülere taalluk eden zekât ve kef-fâret gibi Allah haklarıdır. Bu takdirde
hadîsin mânâsı «Şeriat bakî kaldıkça mezkûr ölçülerle verilen' Allah haklarım
devam ettir» demek olur. Mamafih hadîsden dünyevî bereket kastedilmiş olması da
ihtimâl dahilindedir. Dünyevî bereketten murâd bu ölçeklerle ölçülen şeylerin
çoğaltılması, Medîne'den başka yerlerde bir insana yetmeyecek olan mikdârın
Medîne'de yetmesidir. Yahut bereket bu ölçeklerle yapılan ticaret ve kazanca
veya onlarla Ölçülen zahire ve yemişlerin çokluğuna ait olabilir. Bereketi
daha başka şekilde tefsir edenler de olmuştur. Kaadî Iyâz'ın beyânına göre :
Bütün bunlar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) Efendimizin duası kabul
olunmak suretiyle zuhur etmiştir. Bu Ölçeklerden birini alırken Resûlüüah
(SailaHahü Aleyhi ve Sellem) in duası bereketini niyaz etmek ve bu bâbda onun
duasına mazhar olan Medînelilerin yolundan gitmek müstehabdır.
466- (1369)
Bana Züheyr b. Harb ile İbrâhîm b. Muhammed Es-Sâmi rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize Vehb b. Cerîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam rivayet etti.
(Dedi ki) : Yûnus'u, Zührî'den, o da Enes b. Mâlik'ten naklen rivayet ederken
dinledim. Enes (Radiyaîiahu anlı) şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ;
«Yâ Rabbî! Medine'ye-,
Mekke'ye verdiğin bereketin ikî (iıisl'mi İhsanı eyle!» buyurdular.
Bu hadîsi Bu har î
«Medine'nin Fazileti» bahsinde tahrîc etmiştir.
Cevheri:
«Dı'f bir şeyin mislidir.» demiştir. Fukahâya göre ise dı'f bir şeyin iki misli
demektir. Burada: «Hadîs-i Şerîf dünyevî ve uh-revî bütün hayırların çokluğuna
şâmil olmakla Medîne-i Münevver e 'de kılman namazın da Mekke'de kılınan
namazdan iki misli fazla sevabı olması gerekir.» şeklinde bir sual hatıra
gelebilir. Bu suâlin cevâbı şudur : Lâfzın umumunu kabul etsek bile mücmeldir.
Resûlülîah (Sallailc.hu Aleyhi ve Sel'em) bu icmali:
«Yâ Rabbî! Bize
sâ'imizde ve müddümüzde bereket ihsan eyle!» diye dua buyurarak muradının Dünyâ
bereketi olduğunu beyân buyurmuştur. Namaz vesaire gibi ibâdetler başka delille
bundan tahsis edilmişlerdir. Gerçi hadîsin zahirinde Medîne-i Münevvere 'nin
Mekke'den daha faziletli olduğu anlaşılıyorsa da Medine 'nin bir cihetle Mekke
'den üazîletli olması her hususta faziletli olmasını iktizâ etmez. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) bir hadîsde :
«Yâ Rabbî! Bize
Şam'ımız hakkında bereket ihsan eyle» diye duâ etmiş, bunu üç defa
tekrarlamıştır. Fakat Şam'm yine de Mekke-i Mükerreme 'den efdal olması îcâb
etmez. Zîrâ sözünü üç defa tekrarlaması te'kîd içindir. Te'kîd ise hadîs-i
şerifte tasrîh buyurulan çoğaltmayı iktizâ etmez.
Nevevî, bereketin
ölçekte fiilen hâsıl olduğunu, Medine'-de ölçülen bir müdd zahirenin başka
yerlerde yetmeyen kimselere kâfi geldiğini, bunun Mekke'de oturanlarca
bilmüşâhede malûm bulunduğunu söylemiştir.
Mekke 'nin Medine 'den
daha faziletli olduğu başka delillerle sabittir.
467- (1370)
Bize Ebû Bekr b. EM Şeyhe ile Züheyr b. Harb ve Ebû Küreyb hep birden Efoû
Muâviye'den rivayet ettiîer. Ebû Küreyh (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize A'meş, İbrâhîm-i Teymî'den, o da babasından naklen
rivayet etti. Babası (Yezîd) şöyle demiş: «Biz* Alıyyü'bnü Ebî Tâlib hutîie
okudu da şunları söyledi:
— Kim Mzde Allah'ın
kitabıyla şu sahîfeden başka bir şey bulunduğunu, onu okuduğumuzu söylerse
muhakkak yalan söylemiştir. —Sahîfe kılıcının kılıfında asılı bulunuyordu.— Bu
sahîfede develerin yaşları ile yaralamalara âit şeyler vardır. Yine bu sahîfede
Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem):
(Medine, Ayr ile Sevr
arası (olmak üzere) haremdir. Binâenaleyh orada kim bir günah İşler veya günah
işleyeni barındırırsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun
üzerinedir. Kıyamet onun farz veya nafile hiç bîr ibâdetini kabul etmez.
Müslümanlamn zimmeti birdir. Bu zimmet uğrunda onlarm en aşağı olanı sa'y ü
gayret gösterir. Bir kimse babasından başkasının oğlu olduğunu iddia eder
yahut (âzâd edilen bir köle) sahiplerinden başkasına inHisâb eylerse ona da Allah'ın,
meleklerin ve bütün insanların laneti vardsr. Kıyamet gününde Allah onun farz
veya nafile hiç bir ibâdetini kabul etmez, buyurdu.) hadîsi vardır.
Ebû Bekr He Züheyr
hadîsleri: «Bu zimmet uğrunda onların en aşağı olanı sa'y ü gayret gösterir»
cümlesinde sona erer. Bundan sonrasını zikretmem işlerdir. Onların hadîslerinde
: «Kılıcının kınında asılı» ifâdesi de yoktur.
468- (...)
Bana Aliyyu'bnü Hucr Es-Sa'dî rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Aliyyu'bnü Müshir
haber verdi. H.
Bana Ebû Saîd-i Eşecc
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki' rivayet etti. Buşıîar hep birden
A'meş'den tu isnâdla Ebû Küreyb'in Ebû Muâviye'den sonuna kadar rivayet ettiği
hadîs gibi rivayette bulunmuşlardır. Bu hadîsde şu ziyâde de vardır:
«He/ kim bîr
müsEümansn verdiği emânı bozarsa AlIah'Bn, meleklerin ve bütün insanların
lâ'netİ onun üzerinedir. Kıyamet gününde onun farz veya nafile hiç bir ibâdeti
kabul olunmaz.» İbni Müshir ile Vekî'in rivayetlerinde : «Bİr kimse babasendan
başkasının oğlu olduğunu iddia ederse» ifâdesi yoktur. Vekî'în rivayetinde
kıyamet günü dahî zikredilmemiştir.
(...) Bana
Abdullah b. Ömer El-Kavârîrî ile Muhammed b. Ebî Bekr EI-Mukaddemî rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdurrahman b. Mehdi rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Süfyân, A'meş'den btı isnadla İbni Müshir ve Vekî'in hadîsi gibi rivayette
bulundu. Yalnız: «Herhangi âzadh bir köle sahiplerinden fcaşkasını kendine velî
yaparsa» İfadesiyle, ona lanet müstesna.
Bu hadîsi Buhârî ile
Nesâî «Hacc» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin muhtelif
rivayetleri vardır. Bunların mecmuundan anlaşılıyor ki, Hz. A1î'ye :
«Peygamber (Saîlallahü
Aleyh't ve Sellem) umum müslümanİara bildirmeği bir şeyi sana vasiyyet etti
mi?» diye soranlar olmuş. Alî (Radİyailahu anh):
— Hayır!
Müslümanlardan ayrı olarak hassaten bana
hiç bir şey bildirmedi. Yalnız ondan işittiğim bâzı şeyler vardır ki,
onlar da kılıcımın kılıfındaki sahîfededir;
cevâbını vermiş. Göstermesi
ısrar edilince sahîfeyi çıkarmış.
Bir rivayete göre Hz.
Â1î'ye bir adam gelerek : «Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Selîem) sana ne gibi
sırlar bildirdi?» diye sormuş. Alî (Radİyailahu anh) buna kızmış; ve:
— Bana başkalarsın dan gizlediği hiç bir sır
söylemezdi; yalnız bana dört şey söyledi ki, onlar da kılıcımın kılıfındaki
sahîfededir; diyerek sahîfeyi çıkarmış. Sahîfede neler bulunduğu dahî muhtelif
şekillerde rivâyet olunmuştur- İmam Ahmed'in rivayetinde bu sahîfede şu sözler
varmış:
«Mü'minlerim kanları
birbirlerine müsavidir. Zimmetleri için en aşağı mertebede olanları bile
kefildir. Onlar başkalarına karşı bir el gibidirler. Dikkat edin! Bir kâfire
bedel hiç bir mü'min Öldürülmez. Ahdu emân
sahibi dahî (kendisine
verilen) emân devresinde
katledilemez.»
Mezkûr sahîfede
Eesûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve SeHem)'in şu sözleri de varmış : «İbrâhîm
(Mekke'yi) harem kılmıştır. Ben de Medînenin iki taşlığı arasını harem
kılıyorum. Onun her yeri yasaktır. Otu koparılmaz, avı ürkütülmez, kayıbı
yerden alınmaz, ondan ağaç kesilmez. Ancak bir kimse devesini otlatabilir.
Orada harb için silâh taşınmaz...» Hadîsin geri kalan kısmı kitabımızdaki
gibidir. Bir rivayette sa-hifede şu cümleler de bulunmaktadır :
«A'lah'dcn başköşenin
ad: ile hayvan kesene Allah Eânet etsin! Yolun alâmetini çalana AHah lanet
etsin! Babasına fâneî okuyana Allah lanet etsin! Günah işleyeni barındırana
AHah lanet etsin!»
Aynî bu muhtelif
rivayetlerin hepsinin o sahîfede yazılı bulunduğunu, yalnız râvîlerden her
biri bir kısmını rivayet etmiş olduğunu söylemiştir.
Ayr ile Sevr, Medine
civarında bulunan iki dağdır. Ayr , Medine 'nin cenubunda ve takriben iki saatlik
mesafededir. Buna Âir de denilir; ulu bir dağdır. Sevr ise Uhud 'un şimalinde
kızıl renkte küçük bir dağdır.
Şimal ve Cenûb
taraflarından haremi Medine 'nin sınırları bunlardır.
Kaadî Iyâz'm beyânına
göre Buharı 'nin ekseri râvîleri Ayr 1 zikretmiş; Sevr'e gelince: bâzıları ona
kinaye lâfzîle işaret etmiş; bir takımları da yerini açık bırakmışlardır.
Mus'ab-ı Zübeyrî ile
Ebû Ubeyd, Medine1de Ayr ve Sevr nâmında iki dağ bulunduğunu kabul etmeyerek
müttefekun aleyh bir hadîse muhalefet gafletinde bulunmuşlardır. Bunlardan
Mus'ab, Ayr'm Mekke 'de olduğunu söylemiş; Ebû Ubeyd ise: «Ayr 'dan Sevr'e
kadar, rivayeti Iraklı1ar'a âiddir. Medîn eliler kendi beldelerinde Sevr
de-niden bir dağ bilmezler; Sevr, Mekke 'dedir.» iddiasında bulunmuştur. Bu
sebeple haklarında şiddetli sözler söylenmiştir.
Garîbtir ki, büyük
müelliflerden İbni Esîr ( -606) ile Yakutu Hamevî ( - 626) de bu hususta
tedkîkaata lüzum görmeden onlara tâbi' olmuşlardır. Halbuki bu dağların Medîne'de
bulunduğu sabit bir hakikattir. Mekke'de Sevr isminde bir dağın bulunması
Medîne'de de aynı ismi taşıyan bir dağ bulunmasına mâni' değildir. Kaadî lyâz:
«Medine 'de Ayr nâmında bir dağ bulunduğunu inkârın mânâsı yoktur; çünkü bu dağ
ma'rûftur.» diyor. Bu bâbta Muhibb-i Taberî ( - 694) dahî şunları söylemiştir
: «Bana mu'temcd bir âlim olan Ebû Muhammei Abdüsselâmı Basrî haber verdi ki
Uhud'un hizasında ve solundan pir az arkaya kalan küçük bir dağ varmış; buna
Sevr derlermiş Ebû Muhammed bunu o yerleri ve dağlarını bilen birçok Arap kabilelerine
tekrar tekrar sormuş. Hepsi bu dağın Sevr adını taşıdığını söylemişler. Ebû
Muhammed:
— Bu suretle anladık
ki, hadîsde zikri geçen Sevr doğrudur. Bâzı büyük âlimlerin onu bilmemesi,
meşhur olmadığı, onlar da araştırma yapmadıkları içindir; dedi.»
Bu husûsda daha başka
sözler de söylenmiştir.
«Müslümanların
zimmetinden murâd: Gayr-i müslimlere verdikleri emân ve emniyettir. Bir
müslüman bir kâfiri koruyacağına dair söz verdi mi artık başkalarının da ona
dokunması har olur. Çünkü müslümanlar-da zimmet birdir. Ona büyük-küçük,
erkeli-kadm herkesin riâyet etmesi gerekir. Emân vermenin bâzı şartları vardır;
bunlar fıkıh kitaplarında görülebilir.
1- Hadîs-i
şerif, Peygamber (SalialkUıü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin Hz. A1î'ye dîn ve
ilmin birçok sırlarını vasiyyet ettiği iddiasında bulunan Şîa taifesine red
cevâbı vermektedir.
2- İlim
yazılabilir.
3- Kadınla
kölenin emân vermesini caiz görenler bu hadîsle istidlal etmişlerdir. İmam
Mâlik ile Şafiî 'nin mezhepleri budur. İmam A'zam'a göre köleye sahibi harb
için izin vermemişse, o kölenin emân vermeye hakkı yoktur.
4- Ahdinden
dönmek haramdır.
5- Bir
kimsenin babasından başkasını baba
iddia etmesi ve bir âzâdlı kölenin kendisini âzâd edenden başkasına
intisabı çirkin bir iştir. Çünkü bunda ni'mete karşı küfrân, hukukun zaya'a
uğraması ve akraba ile kat'ı alâka ve isyan gibi şeyler vardır.
469- (1371)
Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe rivayet etti.
(Dedi ki) :
Bize Hüseyn b. Aliy
El-Cu'fî, Zâide'den, o da Süleyman'dan,
o da Efoû Sâlih'de.î, o da Ebû
Hüreyre'den, o da
Peygamber ^(Sallaüahü Aleyhi ve Se/femJ'den naklen rivayet etti.
«Medine Haremdir;
binâenaleyh orada kim bir günah işler veya günâh işleyeni barındırırca,
Allah'ın, meSeküerin ve bütün insanların laneti onun üzerinedir. Kıyamet
gönünde onun farz veya nafile hiç bir ibâdeti kabul edilmeyecektir.»
buyurmuşlar.
470- (...)
Bize Ebû Bekr b. Nadr b. Ebi'n-Nadr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Efeu'n-Nadr
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ubeydullah el Eş-ce'i, Süfyân'dan, o da
A'meş'den bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etti. Ama «kıyamet günü»
demedi. Şunu da ziyâde eyledi: «Müslümanların zimmeti birdir. Bu zimmet
uğrunda onların en aşağı olanı (bile) sa'yü gayret gösterir. Her kim bir
müslümanm verdiği emâm bozarsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti
onun üzerinedir. Kıyamet gününde onun farz veya nafile hiç bir ibâdeti kabul
edilmeyecektir.»
471- (1372)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâîik'e, Ibni Şihâb'dan
dinlediğim, onun da Saîd b. el-Müseyyeb'den, onun da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Ebû Hüreyre: «Ben Medine'de geyiklerin
otladiğını görsem onları ürkütmem. (Çünkü) Besûlüllah (SalicVchü Aleyhi ve
Sellem):
— Onun İki taşlığının
arası has-csrcıdır, buyurdular; dermiş.»
472- (...) Bize
İshâk b. İbrahim ile Muhaınmed b. Râfi' ve Abd b. Humeyd rivayet ettiler. İshâk
(Dedi ki) : Size Afcdürrezzâk haber verdi. (Dendi ki) : Bize Ma'mer,
Zührî'deri; o da Saîd b. el-Müseyyeb'den, o da Ebü Hüreyve'den naklen rivayet
etli. Ebû Hüreyre şöyle demiş:
«Resûîüifah
(Salhllahli Aleyhi ve SeUem) Medine'nin iki taşhğı arasını harem kıldı.» (Yine
Ebû Hüreyre) :
«Ben Medine'nin İki
taşlığı arasında geyikleri bulsam ürl'üimem.» demiş; ve -Medine'nin on iki mil
etrafını korunan yer ta'yin etmiş.
473- (1373)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd, Mâlik b. Enes'den, ona da Süheyl b. Ebî Sâlih'den
naklen okunan hadîsler meyanında Süheyl'in, babasından, onun da Ebû Hüreyre'den
rivayet ettiği şu hadîsi tahdîs eyledi. Ebû Hüreyre şöyle demiş :
«Halk ilk mahsûlü
gördüler mi onu Peygamber (SaÜallahü Aleyhi ve SellemYe getirirler; Resûlüllah
(Sallallakii Aleyhi ve Sellem) onu alınca:
— Ya Rabbî! Bize
mahsûlümüzde bereket, Medînemİzde bereket, sâi-mtzda bereket, müddümüsde
bereket ihsan oyîe! AÜSahem! Şüphesiz \û fb-E'dbîm senin kulun, HaEîlin ve
peygamberindir; ben de senin kullun ve peygamberinim. O sana McWie İçin duada
bulunmuş; ben de onun Mekke için yaptığı duanın bir mislini, bir misli daha
beraberinde olmak üzere sesna Medine için yapiyorum.» buyurur; sonra en küçük
çocuğunu çağımda bu mahsulü ona verirdi.»
474- (...) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Abdül-âzîz b. Muhammed el-Medenî.
Süheyl b. Sâlih'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi
ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ilk mahsul getirilir de :
«Aliahtm! Bize
Medine'mizde, meyvelerimizde;, müddümüzde ve sâı-mızda bereket üsfüne bereket
ihsan eyle!» der; sonra o mahsulü orada bulunan çocukların en küçüğüne
verirmiş.
Hz. Ebû Hüreyre hadîsinin
ikinci rivayetini Buhâri ile Nesâî «Haec» bahsinde; Tirmizî «Menâkıb»da tahric
etmişlerdir. Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) «Medîne'de geyiklerin otladığım
görsem ürkütmezdim» sözüyle Medîne'de av avîa-namıyacağmdan kinaye yapmıştır.
Çünkü kendisi Medine 'nin haremi bulunduğuna kaaildir. Medîne1i1er'in ilk
mahsûlü Peygamber (Salla'Iahü A leyhi ve Sellem)'e getirmeleri du.âsmı almak
ve mahsûlün kemâle geldiğini bildirmek içindir.
1- Medine
'nin de haremi vardır. Binâenaleyh ağacı kesilmez, avı avlanmaz, yalnız bu
suçlardan dolayı ce.zâ icab etmez. Zührî , İmam Şafii, İmam Mâlik, İmam Ahmed
ve İshâk'm kavilleri budur. Muhammed b. Ebi Zi'b'e göre ise bu hususta ceza
dahi lâzımdır. Mezkûr ulemâya göre Medine1-den ağaç kesen yahut av avlayan kimseyi
soymak helâl değildir. İmam Şafiî eski mezhebinde bunun helâl olduğuna kaail
olmuş, yeni mezhebinde ondan dönmüştür. İmam Mâ1ik'e Medine 'nin Sidr denilen
nebk ağacı kesilip kesilemiyeceği sorulmuş da : «Mesidr'inin kesilmesi orası
ıssız kalmasın, ağaçlı bulunsun da oraya hicret edenler gölgelenerek Medine
'ye alışsınlar diye yasak edilmiştir." cevâbını vermiş.
Zahirîler 'den İbni
Hazm'a göre Medine 'nin haremi dâhilinde ağaç kesen bir kimseyi soymak ve
avret mahallini örten elbisesinden
maada üzerinde bulunan
bütün eşyasın: almak helâldir.
2- Sevrî,
Abdullah b. Mübarek, İmara-ı A'zam, İmam Ebü Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre
Medîn e 'nin haremi yoktur. Onun ağacını kesmek ve avım avlamak caizdir. Bu
zevat Resûlüllah (SaV.dluhü Aleyhi ve Sellem) 'in bu bâb-daki hadîsleriyle :
«Medine'nin xîneti
devam etsin de oraya gelen muhacirler beğenerek alışsınlar» mânâsım
kasdettiğini söylemişlerdir. Nitekim sahih bir ha-dîsde beyân edildiğine göre
ResûlîiHah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) Medine'nin kal'a gibi yüksek evlerini
yıkmaktan men etmiş :
«Bunlar Medine'nin
ziynetidir» buyurmuştur. Hadîsi Bezzâr ile Tahâvî rivayet etmişlerdir.
Tahâvî, Medine 'nin
haremi olmadığına Hz. Enes'den rivayet edilen şu hadîsi delil göstermiştir :
«Ebû Ta1ha'nin Üm-mü SüIeym den Ebû Umeyr isminde bir oğlu vardır. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selkm) çocuğa takılırdı. Bir kuşu vardı. Bir defa
Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) eve girdiğinde Ebû Umeyr'i kederli
gördü ve Ebû Umeyre ne oldu? diye sordu. Kuşu Öldü yâ ResûlaNah dediler.
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem) çocuğa:
— Yâ Ebâ Umeyr! Kuş ne
yaptı? dedi.» Bu hadîsi Tahâvî dört tarikten rivayet ettiği gibi Müslim, Nesâî
ve Bezzâr dahî tahrîc etmişlerdir. Hâdise Medîne'de cereyan etmiştir. Medine'nin
hükmü Mekke gibi olmuş olsa Resûliüîab. (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)çocuğun
kuşu hapsetmesine ve onunla oynamasına müsaade buyurmazdı. Nitekim , Mekke'de
bunlara müsaade yoktur.
Ebû Nuaym'in Hz. Âişe
(Radiynllahü anha)'dan rivayet ettiği bir hadîsde âl-i Resûiilîâh'in vahşî bir
hayvan besledikleri ResûlüJlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evden çıktığı
zaman hayvanın ağdmda gezindiği, onun geldiğini hissettiği zaman bir köşeye
çekilerek gizlendiği bildirilmektedir. Bu da Medine 'nin haremi dâhilinde vâkî
olmuştur. Binâenaleyh Medine 'nin hükmü Mekke gibi olmadığını gösterir.
Hadîsin isnadı sahihtir. İmam Ahmed onu Müsned'inde tahrîc etmiştir.
Tahâvî 'nin rivayet
ettiği Selemetü'bnü Ekva' hadîsinde Hz. Seleme 'nin av vurarak Peygamber
(Sallallahü A leyhi ve Sellem)'e etinden hediye getirirdiği bildirilmektedir.
Bir defa Resûlüllah (Sallcllahü Aleyhi ve Sellem)in yanma uğramakta gecikmiş,
uğradığı zaman Resûl-i Ekrem(Salîaltahü Aleyhi ve Sellem) neden uğramaz
olduğunu sormuş. Hz. Seleme yakınlarda av kalmadığını, bu maksatla uzaklara gitmek
mecburiyetinde bulunduklarım söyleyince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Akîk'ta ovhnsnydın
ava giderken seni teşyi' tîder; geldiğin do karşılardım. Çünkü ben Akîk'i
severim.» buyurmuşlar. Bu hadîsi Ta. hâvî üç yoldan tahrîc ettiği gibi,
Taberânî dahî rivayet etmiştir. Bundan sonra Tahâvî şunları söylemiştir : «Bu
hadîsde Medine 'de avlanmanın mubah olduğuna delil vardır. Görmüyor musun
Resûlülfoh (Saltallahü Aleyhi veSe/fe/nlkendisi Medine 'de olduğu halde Hz
Seleme 'ye av yerini göstermiştir. Halbuki Mekke 'de bu caiz değildir. Binâenaleyh
Medine'de avlanmanın hükmü Mekke'de avlanmak gibi olmadığı sübût bulur.»
Gerçi Sa'du'bnü
Ebî Vakkas
(Radiyaüahııanh)Akxkt-
daki köşkünün
civarından ağaç kesen bir köleyi soymuş ve aldığı şeyleri
iade etmemiştir. Fakat
bu mesele o zamana mahsustur. O zamanlar mal
hususunda isyan eden
kimselere ceza verilirdi. Nitekim Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhî ve Sellem)
zekât hakkında
«Onu kendiliğinden
veren sevap kazanır. Vermeyenden ise hem ze-kâîı düşer, hem de malının yansım
ohr»z.» buyurmuşlardı. Sonra bu hüküm ribâ ile birlikte nesh edilmiştir.
4- Ebû
Hüreyre rivayeti Peygamber (SallaUahü A ley/ü ve Sellem) Efendimizin kemâl sefekatma delildir.
475- (1374)
Bize Hammâd b. İsmâîi b. Uleyye rivayet etti. <Dedi ki) : Bize babam,
Vüheyb'ten, o da Yabyâ b. Ebî îshâk'dan naklen rivayet etti, O da Mehrî'nin
azadlısı Ebû Saîd'den rivayet etmiş ki, Medine'de haşlan sıkılmış, meşakkat
çekmişler. Ebû Saîd, Hz. Ebû Saîd-i HudriVe gelerek :
«Ben çoluk çocuğu
kalaba bir adamım. Meşakkata düçâr olduk. Binâenaleyh çocuklarımı köylerden
birine nakletmek istiyorum» demiş. Uz. Ebû Saîd şu mukabelede bulunmuş :
— «Bunu yapma! Medine'de kal!
Çünkü iz Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)
ile yola çıktık
—zannederim şöyle
dedi— Usfân'a geldiğimiz vakit orada
birkaç gece kaldı. Cemâat:
— Vallahi
burada bizim bir işimiz yok.
Çoluk-toeuğumuz kimsesizdir. Onlar namına emin
değiliz, dediler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selle
m) bunu duydu ve :
«Konuştuklarınızdan bu
kulağıma gelenler nedir?
—nasıl dediğini bilemiyorum
— Kendisine yemin
ettiğim Allah hakkı İçin yahut nefsim yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederim
kİf gönlümden geçti yâhuf dilerseniz
—bunların hangisini
dediğini bilemiyorum
— devemin
semerlenmesini emreder sonra Medine'ye varıncaya kadar onun bir düğümünü çözmem
buyurdu ve şöyle devam etti :
— Allah'ım! Şüphesiz kî Ibrâhîm Mekke'yi
haram kılarak onu harem yapîı. Ben de
Medine'yi, onun iki dağı arasını iyiden iyiye haram kıldım. Orada kan dökülmemeli, harb
için silâh taştnmamolı, ağacından
yaprak düşürülmemeli. Yalnız hayvanı alöflandırmak için düşürülen müstesna!
Allah'ım! Bize Medine'miz hakkında bereket ihsan eyle! Allah'ım! Bize sâı-mız
hakkında bereket ihsan eyle! Allah'ım! Bİze müddümüz hakkında bereket İhsan
eyle! Allah'ım bize sâırmz hakkında bereket ihsan eyle! Allah'ım! Bize
müddümüz hakkında bereket ihsan eyle! Allah'ım! Bize Medine'miz hakkında
bereket ihsan eyle! Allah'ım! Bir bereketin yanısıra iki bereket ihsan eylei
Nefsim yed-İ kudretinde olan Aliaha' yemin ederim ki, Medine'nin her dağ yolu
ve geçidinde iki melek vardır. Onu siz varıncaya kadar korurlar.» Sonra cemaata :
«Yollanın!» buyurdu.
Biz de yola revân olduk ve Medine'ye geldik. Kendisine yemin ettiğimiz yahut
kendisine yemin olunan —buradaki şekk râvî Hammâd'dandir— Allah hakkı için
Medine'ye girdiğimiz vakit henüz semerlerimizi indirmemiştik ki, Benî Abdillâh
b. Gatafân kabilesi üzerimize baskın yaptılar. Halbuki bundan önce onları
harekete geçirecek bir sebep yoktu.
476- (...)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. Uleyye,
AIiyyu'bnu'l-Mübârek'ten rivayet etti. (Demiş ki) : Yahya b. Ebî Kesîr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Mehrî'nin azadlısı Ebû Said. Hz. Ebû Saîd-i Hudrî'den
naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîetn);
«Allah'ım! Bize
sâımızla müddümüz hakkında bereket ihsan eyle! Bir bereketin yantsıra iki bereket
ihsan eyle!» diye duâ buyurmuş.
(...) Bize
bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah b.
Mûsâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şeybân haber verdi. H.
Bana İshâk b. Mansûr
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Afcdüssamed haber verdi. (Dedi ki) : Bize
Harb yâni İbni Şeddâd rivayet etti. Her iki râvî Yahya b. Ebî Kesîr'den bu
isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
477- (...)
Biie Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Leys, Saîd b. Ebî
Saîd'deu, o da Mehrînin adhsı hû Saîa'öer. ttakiea rivayet etti ki, Ehû Saîd,
Harra gecelerinde Hz. Ebû Saîü'î Hudrî'ye ge-lerek Medine'den çekişmek
hasüsunüa oumüa istişarede buiuaiöuş. Ve keuâiisuie Medine'nin pahâhhğındaa,
çoiuK çocuğiiniın kaiabahğmüaiî dert yanmış. Medine'nin meşaükat ve sıkmtısüia
safci'î Kahaadığüii iıaüer vermiş. Hz. Ebû Saüa oiia şunları süyîevniş:
— yazık sana! 'Ben
saiıa toıuıu ekiireüeıtıem. Çüiikü ben Eesûiüiîah (Sallallchü A leyhi ve
Sellem) 'i;
«Sğer bir kiuîse Medine'nin sıkinfıssua
kaVİünaruk öiüsse müslüman oSuk
şariıyie ktyainet gühünde ben üna
şevaaiçı yânut buyururkea İ
478- (...)
Biie £bû iiekr b. Ebî Şeybe Ûe Muhammed h. AbeiIİâİı b. NüHieyı' ve Eî>û
iîiii'eyb «ojj'om Ebû Üsâtvıe'dcii rivayet e'ttiîer. Lâfsz Ebû Uekr iîe İbni
Nümeyrindir. (Dediler ki) : Üize Ebû Üsâuie, Velîo b. Kesîr'den rivayet eîtı.
(Demiş ıîi) : 'Bana Saîd b. Abdirra'kımân b. £bî Saîd-i Hudrî rivayet etti. Ona
da Âbciurı/akmari babas» iibû üaîüjtie:i naklen rsvayeî eüniş ki, Ebû Saîd
(Raâiyaltanuanh) kiesûıüîlan (Saiiaiıahü Â leyhi ve Sellem) !i:
«Ben Medîrsfö'rKn iki
taşitğt artısını, töıâhim'in Mekke'yi iıartını kıidigi gibi harom kıldım» buyus-urken İşitmiş.
(Râvı Abdurranınân)
«Sonra Ebö Suîd bizden
bi^ı^izî etinde kuş olduğu hubtie yukaâar da onu elinden kurıanr ve saiusdı.»
Ebü Bekr (yakalar
yerine) büiur3 üedi.
Kîf: Ziraatı ve
bolluğu olan yer demektir. EesûiüHah (SallalUüıu Aleyhi ve Seîiem) 'in :
sürtünene nesini erm'eder,
soiıia Medine'ye vcintıcöyu küdcsr onun bir düğümünü çözirtbtn»
sözünden.muradı, hiç bir yerde durmadan yürür; çok acele ettiğim için hayvanın
bağlarından hiç birini çözmem demektir.
«Halbuki bundan önce
onları harekete geçirecek bir sebep yoktu.» Yâni; biz yokken Medine 'yi melekler
korumuştu. Medineye döner dönmez üzerimize Benî Abdillâh b. Gatafân kabilesi
baskın yaptılar. Halbuki daha önceden bu baskına manî olacak zahirî bir kuvvet
bulunmadığı gibi, bu kabileyi meşgul edecek bir düşmanları da yoktu. Bizim
gelmemizden evvel baskından onları men eân şey, Peygamber (SaUaHahii Aleyhi ve
Sel'em)'in haber verdiği şekilde meleklerin korunmayı olmuştu.
«Benî Abdillâh» bazı
nüshalarda «Benî Ubeydil1âh» şeklinde rivayet olunmuşsa da Nevevî bunun hatâ olduğunu
söylüyor. Doğrusu «Benî Abdillâh» tır. Câhiliyyet devrinde bu kabileye
«Benî Abdi1uzzâ» denilirmiş. «Benî Abdillâh»
ismini Peygamber (Saltellahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz vermiştir.
Harca gecelerinden
murâd Medine 'nin yağma edildiği meşhur fitnedir. Bu fitne altmışüç târihinde
vuku' bulmuştu.
1- Medine
için harem isbât edenlere göre alaî için ağaçlarının yapraklarını almak caiz,
fakat dallan silkmek ve kesmek haramdır.
2-Hadîsi
şerif Medine 'nin tazîıeûne ve melekler
tarafından korunduğuna delildir, Medinenin H&aûlüûah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
zamanında dağlarını taşlarını kaplayacak kauar çok melekler tarafından
korunması bizzat (Salliahü Aleyhi ve Sellem) 'e fazla ikramda bulunmak
içindir.
3-Bu hadîs
dahî Medine 'nin avı ile ağacının
kesilmesini haram sayanların deîilîerindendir.
479- (1375)
Bize Ebû Bekr b. Eli Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Aliyyü'bnü Müshir, Şeybânî'den,
o da Yüseyr b. Amr'daıı, o da Sehl b. Huneyf'den naklen rivayet etti. Sehl
şöyle demiş : «Resûlüllab (SaihUahii Aleyhi ve Sellem) eliyle Medine'ye işaret
ederek:
— Burası emniyetli bir
haremdir, buyurdular.
480- (1376)
Bize Elû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde, Hişâm'dan, o da
babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe (Radiyallahu anhi (Şöyle
demiş: «Medine'ye geldik. Orası vebalı bir yerdi. Ebû Bekr ile Bilâl
rahatsızlandılar. McmMıUahtSaHalluhîı Aleyhi ve Şeften;) ashabının
rahatsızlığını görünce :
— Allah'ım bize
Medine'yi Mekke gi-bi yahut daha fazla sevdir. Havasını iyileşrir. Onun sâıyle
müddü hakkında bize bereke* ihsan eyle! Sit-masşnı Cuhfo'ye havale buyur, diye
dua ertİ.» . ..
(...) Bize
Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme ile İbni Nümeyr Hişâm b.
Urvefden bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etti.
Bu hadisi Buhâri
«Hacc» bahsinin sonlarında ve «Kitâbu'd-DeâvâUda tahrîc etmiştir. Onun Hacc
bahsindeki rivayeti daha mufassaldır. Mezkûr rivayette Medine 'ye gelince Hz.
Ebû Bekr ile Bilâl (Radiyallahu anh) 'nm sıtmaya tutuldukları ve Mekke 'ye hasret
çekerek şiirler okudukları hattâ Hz. Bilâl 'in kendilerini yurtlarından eden
Şeybetü'bnü Rabia. Utbetü'bnü Rabîa ve Ümeyyetü'bnü Halef'e lanet okuduğu
bildirilmektedir. ResûUUlah (Sailaüahü Aleyhi ve Sel!em)'in duası bu
münâsebettedir. Hastalığın Medine'den Cuhfe'ye havalesini istemesi o gün Cuhfe
şirk diyân olduğu içindir. Hattâbî o zaman Cuhfe'de yahudilerin yaşadığını
söyler. Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in duası müstecâb olmuş.
Cuhfe o günden bugüne sıtmalı bir yer olarak devam etmiştir.
Nevevî : «Bu hadîsde
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve $e'tlenı?in mucizelerinden biri vardır. Zira
Cuhfe o gündenberi herkesin kaçındığı bir yer olmuştur. Onun suyundan kim
içerse sıtmaya tutulur.» diyor. Ayni Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sei'emı'in : «Medine'ye tâûn giremez» hadîr-i şerifinin bu sırra mebni vârid
olması ihtimâlinden bahsetmiştir. Çünkü tâûn, vebadır. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)vebknm Medîne'den Cuhfe 'ye naklini nîyâz etmiş. Allah Teâlâ
da duasını kıyamete kadar kabul buyurmuştur.
Burada şöyle bir suâl
hatıra gelebilir: Sahih bir hadîsde vebalı bir yere girmek yasak edildiği halde
acaba muhâcirîn-i kiram Medine1-ye nasıl girebilmişlerdir? Bu suâle Kaadî Iyâz
iki vecihle cevap vermiştir : Birinci veçhe göre ashabın hicretleri vebalı yere
girmek yasak edilmezden Öncedir. Vebâh yere girmek Medine 'ye yerleştikten
sonra yasak edilmişti]'. İkinci veçhe göre yasak edilen şey, sür'atle bulaşan
veba ve taunun bulunduğu yere girmektir. Medine 'deki hastalıksa bu kabilden
değil iklim değişikliği dolayısiyle ekseriya yabancılara arız olan beden
bozukluğundan ibaretti.
1- Resûlüllah(Sai!cillahii
Aleyhi ve Sellem) 'in Medine ;yi kendilerine sevdirmesi için Allah'a dua
etmesi kaderi inkâr edenler aleyhine
delildir. Zîrâ insanların nefislerine ancak Allah Teâlâ mâliktir.
Dilediği yerleri onlara sevdirir. Dilediği yerlerden de nefret ettirir. Teâlâ
Hazretler Peygamber-i Zîşânı (Sallollchü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin duasını
ka-bûl buyurmuş ve ashâb-ı kirâmma ömürleri boyunca Medine 'yi sevdirmiştir.
2- Sûfiyye
'ye göre veli olan bir zât başına gelen bütün kaza ve belâlara razı olmadıkça
tam velî sayılamaz. Velî basma gelen belâların defi için duâ etmeyecektir.
Ederse vilâyeti kâmil sayılamaz. Fakat
hadîs-i şerîf onların aleyhine delildir.
3- Bu hadîs
«Duânm ezelî kadere bir te'sîr ve faydası yoktur» diyen bâzı mütezilîler
aleyhine delildir. Sahih mezhebe göre duâ müstakil bir ibâdettir. Takdîr-i
ezelîye muvafık olanı kabul buyrulur.
4- Mü'minin
Allah'tan sıhhat ve selâmet istemesi caizdir.
481- (1377)
Bana Ziifrevr b. Harb rivayet elli. (Dem Ki) : Jöııe Osman u. Ömer rivayet
elti. (Dedi ki) : Kıze îsâ b. Hafs b. Âsim lıaber verdi. (Dedi ki): Bize !NâiT,
İbni Cmeı'den rivayet etti. ŞÖyîe demiş; Eeü £İzsaiİLii&h(Sa!!atIaJıii
Aleyhi ve Sellem)'i:
«Her kim Medîdenin
$;kmhİQt';na kattcinh'sa ksyameir gününde ben ona şefaaîçı yahut şâhıd olurum»
buyui'urütn işittim.
482- (...)
Biie Vahyâ b. Yahyâ rivayet etti, (Dedi ki) : Mâiik'e, liatan b. vehb h,
Uveynoir b. Ecda'tiaii dinlediğim, onun da Zubeyr'in azadb.sk Yiükaîîîî^s'deîi
naklen ı-ivayeı ettiği bu hadîsi ükoüum: Yufaan-j Ivatan'a şiiiîsls haber
vermiş : Keiiüisi fitne zanıâamda AbtiuÜah h.
yanında o turu yormuş. Dersen Abdullah'la âzaalı bii' cariyesi gelerek
ona selâm vermiş ve:
— Ben (buradan) çıkmak istiyorum yâ Ebâ
Abdirramnan! (Çünkü) fena samana çattık;
demiş. Âbüuîîaiı ona su cevâbı vermiş :
— (Yerinde)
otur aptal! Zfaa
beii liesuiuilaiî (Salîailahü
Aleyhi ve Sellem)*i:
«Eğer bir kimse
Medine'nin şidtieî ve
s&ihttsına tccifionırsu ben cna
şahit yahut şeiüötçf ûİucuoî» buy ur
arkta işittiaı.
483- (...)
Bise Muhanımed b. K&îV rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize îbsıi Söi Füdeyk rivayet etti. (Dedi ki) : Eke Bahliâk, Katan-ı Buzâî'-üen,
o ila Mus'ab'ın &xadbsı Yulıannes'cîeiî, o da Abduîlali b. Ömer'den naklen
haber verdi. Afoduîîah şöyle demiş :
Ben Resûlüİlab 'i Medme;yi kasdederek :
«Bir kimse onun şidder
ve sıkıntısına katiamrsc hyânmi ğüoürtde o kimseye hen şâhid yahyî se^aaîei
olurum» buyururken işittim.
484- (1378)
Bize Yatıya b. Eyyüb ve Kuteybe ve Ibni Hucc hep bîrden ismail h. Ca'fercteîj;,
ö da Ala' b. Abdirrahmân'dan, da rabasından, o da Ehû Hüreyre'den naklen
rivayet elüier ki, Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) :
«Eğer ümmeiîrrtden bin
Medine'nin şiddet vs sıkısıfıicmna "kaibnsrsa kıyamet gününde o kîmsâye
ben şefaatçi şrâhu? şahit oîurunı» buyurmuştur
(...) Bize
ibai Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi i;i) : Eke Siîfyân, Sbû Harun Müsâ b. Ebî
îsâ'dan rivayet elti. O da Ebû Abdullah £i-Karrâz'i
şöyle sierken işitmiş
: «Ben Ebû Hüreyre'yi: Resûlüifah (Saliatlahıi A leyhi ve Sellern) §öyie
buyurdu diyerek ön hadîsin mislini rivayet ederken din-
(...) Bize
Yûsuf b. İsa rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Fadî b. Mûsâ ri-
vsy«i etti. (Dedi ki)
: Bize Hişâm b. Urve. Salih h. E&î Sâlîh'desı, o da babasından, o «la Ebû lîüreyre'den
nakien İıaber verdi. Ebû Hüreyre Re~ sûîüîîali
(Sailaîianü Aleyhi ve Settem) :
«Bir kimse Medine'nin
sıkıntısına sabrederse...» buyurdu diyerek yu~ kar ki hadîsin mislini rivayet
etmiş.
Ebû Abdirrahmân, Hz.
Abdullah b. Ömer 'in künyesidir.
Rivayetlerin
senedindeki Yuhannes, bir yerde Zübeyr'in âzadlısı, ikinci rivayette Mus'ab'm
âzadlısı diye zikrolunmuştur. Mus'ab , Hz. Zübeyr'in oğlu olduğuna göre
baba-oğul ikisine de nisbet edilmiş demektir. Birine nisbet olunması hakikat,
diğerine nis-beti mecazdır.
Lekâi:
Alçak, köle, başkasının sözünü anlamayan ahmak ve küçük mânâlarına gelir.
Kelimenin müzekkeri (Lûkâ:) şeklinde kullanılır. Hz. İbni Ömer bu sözü
cariyenin niyetini beğenmediği için söylemiştir. Yoksa cariyenin kendi
azadlılarından olduğu mânâsını kasdetmemiş-tir. Onu Medine 'de oturmaya teşvik
etmiştir. Çünkü Medine'-de oturmakta fazilet vardır.
Nevevî diyor ki :
«Ulemâ bu babın hadisleriyle ondan önce ve sonra zikri geçen hadîslerde, Mekke
'de yaşamanın ve oranın sıkıntısına, maişet darlığına katlanmanın faziletine
açık delâletler bulunduğunu, bu faziletin kıyamet gününe kadar devam edeceğini
söylemişlerdir. Ulemâ Mekke ile Medîne'de mücavir kalmanın caiz olup olmadığında
ihtilâf etmişlerdir. Ebû Hanîfe ve bir taife Mekke'de mücavir kalmanın mekruh
olduğunu söylemiş; İmam Ahmed b. Hanbe1 ile bir taife ise : Mekruh değil hattâ
müstehab-dır. Bunu mekruh görenler bıkma, alışkanlık dol ay isiyle hürmetsizlik
gösterme ve günâha girme gibi birtakım sebepler dolayısiyle mekruh saymışlardır.
Çünkü orada işlenen günah başka yerlerde işlenen günahtan daha çirkindir.
Nitekim orada işlenen hayrın sevabı da başka yerlerde işlenen hayırdan daha
çoktur; demişlerdir.
Mekke'de mücâveretin
müstehab olduğunu söyleyenler orada yapılan ibâdetlere, kılman namazlara ve
işlenen hayırlara kat kat sevâb verilmesiyle istidlal ederler. Muhtar olan
kavle göre Mekke ile Medine 'nin her ikisinde mücavir kalmak müstehabdır. Ancak
orada günah işlemek ihtimâli fazla ise mücavir kalmak doğru değildir. Ümmetin
halef ve selefinden birçok imamları her ikisinde mücavir kalmışlardır.
Mücavirin haram olan şeylerden ve bunların sebeplerinden sakınması îcab eder.»
485- (1379)
Bize Yahya b. Yahya rivayet elti, (Dedi ki) : Mâlik'e. Nuaym b. Abdülâh'dan
dinlediğim, onun da Eliû Hüreyre'den naklen rivayet ettiği
şu hadîsi okudum.
Ebû Hüreyre demiş
ki : Resûlüllah
«Medine'nin yol
ağızlannda bir fakım melekler vardır. Ona tâûn ve Deccâ! giremez» buyurdular.
486- (1380)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbni Hucr hep birden İsmail b. Ca'fer'den
rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bana Ala' babasından, o
da Ebû Hüreyre'den
naklen haber verdi. Resûlüllah
«Mesih şark tarafından
gelecektir. Maksadı Medine olup Uhud dağının arkasına inecektir. Sonra
melekler onun yüzünü Şam tarafına çevirecek; ve orada helak oîacakdır,» buyurmuşlar.
Bu hadisi Buharı
«Hacc» ve «Fiten» bahislerinde; Nesâî «Tıbb» ve
«Hacc» bahislerinde muhtelif
râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Enkaab :
Nakb'in cem-i kılîetidir. Cem-i kesveli «Nikaab» gelir. Bundan murâd, Medine
'nin giriş yerleridir. Bâzıları yolları ve yol ağızları olduğunu söylemişlerdir. Aslında nakb.
da£ yolu demektir.
Mesih'ten murâd
Deccâl'dır.
Hadîs-i şerifin her
iki rivayeti Resûiülîuh (Sallalluhi: Alehi it Sellem)'1 in duâs: bereketiyle
Medine’i Münevvere'nin Tâûn ve Deccâ1 şerlerinden rnasûn kalacağına ve Medine
ile orada ntiirankırsn faziletine delimi
487- (1381)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdliiaatfz yeni
Derâverdî, Aî&'dan, o da bsbssmdan, o da Ebû Hüreyre'-den naklen rivayet
etti ki. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar :
«İnsanlar ürerine öyîe
bir zamon oeîecek ki, bîr edam amcar! oolunu ve yakınm; refaha buyur! Refah o
huy\>rl dlyra çnğîrocakîir. (Ama) foümfş olsalar Medine kendileri sçîn âahv
haytrlidîr. Nefsim ys*d-i kudretinde olan Aüab'a yemin ederim kî, şâyeî
or^brdan bîri MedsnsVİ beğenm yerel; oradan çıkarsa AJlah, yerine ondan desbo
hayîrliSEn! çie«irİr. Dikkat edin. Medîne pisliği çı hora sı körük asb?dir.
Körük, de^İrîn postnı nasıl atarsa Medine de köHHensıi (öylece) atmadan Kıyamet kopmayacafctır.»
488- (1332)
Bize Kuteybetu'bnu Saîd, Mâlik b. Enes'den, ona da Yahya b. Saîd tarafından
okunan hadîsler meyâniuda sunu rivayet etti. Yahya demiş ki : Ben Ebû:l-Hıibâb
Saîd h. Yesâr'ı şöyle derken işittim. Ebû Hüreyriî'yi şurm söylerken düıledjm :
(Sallalhhİi Aleyhi ve Sellem) :
«Bsn Yesri-b denifen
ye bütün bsSdciers yiyen bir beldeye (hicrete) me1-mûr oldum. 8u be!de körüğün
demirin pasını atması gibi, insanicm atan Mcriîne'dİr.» buyurdular.
(...) Bize
Araru'n-Nâkid ile İbm Ebî Ömer rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Süfyân
rivayet etti. EL
Bize İbnü'l-Müsemaâ dahî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdu'l-Vab-hâb rîvâyet etti. BunJar hep bîrden
Yahya b. SaM'den hu isnâdla. rivayette bulunmuş ve : «Körümün pası atması
gibi» demiş, demiri aikretme-mişlerdir.
Bu hadîsi Buhârî «Hace»
bahsinde; Nesâî «H?or» ile «Tefsir» bahislerinde tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i şerîf Mekke'de
İken vârid olmuşsa «Medîne'ye hicrete me'mûr oldum» mânâsına gelir. Medine 'de
iken söyîenmişse «Medîne'de ikâmete me'mûr oldum» demektir.
Medine'nin şâir
beldeleri yemesinden murâd, kinaye tankıyla Medîneliler'ino beldelere galebe
çalmasıdır. Çünkü bir şeyi yiyen ona galebe çalar.
Nevevî'nin beyânına
göre: Buradaki yemeden murâd Medîne'nin İslâm ordularına merkez olmasıdır. Şâir
memleketler oradan fethedilmiş, malları da ganimet olarak alınmıştır. Yahut bu
cümleden murâd, Medîneliler 'in fethettikleri yerlerin zahire ve ganimetlerini
yemeleridir. İbni Vehb, İmam Mâlik 'e bu cümlenin mânâsım sormuş, Hz. imam
bunu bagka beldeleri fethetmek mânâsma geldiğini söylemiştir.
Medine !ye Yesrib
diyenler bâzı münafıklardı. îtesûlüliah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) ona lâyık
olan ismin Medine olduğunu bildirmiştir. Bu sebeple ulemâdan bâzıları Medîne'ye
Yesrib demeyi kerîh görmüşlerdir. Gerçi Kur'ân-ı Kerîm'de de Medîne için Yesrib
denilmişse de onlara göre bu gayr-i müslim-lerin sözünü nakilden ibarettir.
İmam Ahmed'in tahrîo ettiği Berâ' b. Âzib hadîsinde :
«Her kim Medine'ye
Yesrîb elerse hemen Aİlah'a isîiafor e-sin...» buyrulmuştur. Bundan dolayıdır
ki Mâ1ikiler'den îsâb. Dinâr : «Medine 'ye Yesrib diyenin günahı yazılır»
demiştir. Ulemâ bu kerahetin sebebini şöyle îzsh ederler :Yesrib , tesrîb'-'den
alınmadır.
Tesrîfe : Başa kakmak, azarlamak ve zemmetmek mân
alarma gelir.
Bu kelimenin fesâd
mânâsına gelen «serb»den alınmış olması da muhtemeldir. Bunların ikisi de mânâ
itibarıyla çirkindir. Kesûliillah (Salkıllahü Aleyhi ve Sellem) güzel ismi
sever; çirkininden hoşlanmazdı.
Körük, demirin küf ve
pasını nasıl atarsa Medine'nin de kötü insanları öyle atması Ebû Ömer İbni
Abdi1berr'e göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi iv Seiienı) Efendimizin zamanına
mahsûstu, Onun vefatından sonra birçok âlim. fâzıl ve sâlih zevat Medine'-den
çıkmışlardır. Kaadi Iyâz dahi buna kaaildir. Fakat Nevevi bu kavli zahir
bulmamaktadır. Çünkü hadîsin birinci rivayetinde, Medine 'nin kıyamete kadar
kötüleri atmaya devam edeceği bildirilmektedir. Ona göre bu iş Deceâl zamanında olacağa benzemektedir.
Hâsılı kalplerinde
kötülük olanlar Medine'de oturamazlar. Böy-lelenni, Medine-i Münevvere dışarı
atar.
E1-Mühe11eb ( - 83)
diyor ki: «Bu hadîs Medine 'nin fazileti Mekke 'den çoktur diyenlere delildir.
Zira Mekke ile şâir beldelerin müslümanlar tarafından fethine o sebep
olmuştur." İmam Ma1ik'le
Medine1i1er'in mezhebleri de budur. Bu kavil İmam Ahmed'den de rivayet olunmuştur.
îmam-ı Âzam la İmam
Şafii. Mekke 'nin Medîne 'den daha faziletli olduğuna kaaildirler. Zahirîler
'den İbni Hazm'in beyânına göre ashâb-ı kiramdan Câbir , Ebû Hüreyre İbni Ömer
, Abdullah b. Zübeyr ve Ubey dullab b. Adiyy (Radiyailahu ur,h) hazerâtı
Mekke'-nin Medine 'den daha faziletli olduğunu ResûJüüah (Sallallahü Aleyhi
veSellem) Efendimizden son derece sahîh senetlerle kafi suretle rivayet
etmişlerdir. Bütün sahâbe~i kiram ile cumhûr-u ulemâ 'nin kavilleri de budur.
İmam Mâlik ile onun mezhebinde olanlar Medine 'nin daha faziletli olduğuna
Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve S ellem)'in Medine hakkındaki duâsmı bildiren
sahîh hadîslerle istidlal etmişlerse de İbni Hazm bu hadislerde onlara delil
olacak cihet olmadığını söylemekte ve :«Peygamber (Saîlallchü Aleyhi ve Sellem)'in
vefatından sonra Muâz , Ebû Ubeyde , İbni Mes'ûdi ve daha birçok ashâb-ı kiram
ile daha sonra Ali, Ta1ha, Zübeyr , Ammâr (Raa'iyaüuhu cnh) Knzeratı ve
başkalar i; Medine 'den çıkmışlardır. Halbuki bu zevat en iyi insanlardandır.
Bu. da gösterir ki, bu hadîsten murâd. zaman zaman bâzı insanların Medîne'den
atılmasıdır.» demektedir.
489- (1383)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Muhammed h. Münkedirden
dinlediğim, onun da Câbir b. Abdillâh'tan naklen rivayet ettiği şu hadîsi
okudum : Bîr bedevi Resûlüllah (Salhîlahü Aleyhi ve Sellem) e beyât etti,
müteakiben bedeviye Medine'de şiddetli bir sıtma arız oldu. Bu sebeple
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek:
— Yâ Muhammed! Benim bey'atımı kaldır! dedi.
Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu kabul etmedi. Sonra tekrar
gelerek:
— Benim bey'atımı kaldır! dedi. Peygamber
(Sallallaİ^ü A leyhi ve Sellem} yine kabul etmedi. Bilâhare bedevi yine gelerek
:
— Benim bey'atımı kaldır! dedi. Resûlü\lah(Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) yine kaldırmadı. Bunun üzerine bedevi çıkıp gitti. Arkasından
Kesûlüllah
«Medine ancak bir
körük gibidir. Kötüsünü atar, iyisinin hâlisi kalır.» buyurdular.
Bu hadîsi Buharı
«Hacc», «Ahkâm» ve «İ'tisâm» bahislerinde; Tirmizî «Menâkib»da, Nesâî «Hacc»,
«Bey'at» ve «Siyer»de muhtelif râvüerden tahrîc etmişlerdir. Bedevi üç defa
beyatmın. kaldırılmasını istediği halde Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve
Sellem) 'in kaldırmaması beyat bütün müslümanlara farz olduğu içindir. Onun bu
isteğini yerine getirmek masiyet işlemesine yardım sayılır.
Zemahşerî 'nin
beyânına göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e gelen bedevî Gayb b.
Ebî Hâzini 'dir, Bazıları bu Gays'm tabiinden meşhur bir zat olduğunu ve Medîne'ye
hicret ettiğinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i dünyadan gitmiş
bulduğunu soyliyerek bu meseleyi müşkil addetmişlerse de Ebû Mûsa' mn beyânına
göre Ashâb-ı kiram içinde Gays b. Ebî Hâzim isminde bir zat vardır.
Bey'attan murâd
müslüman olduğuna dair verilen ahdü pey man ve muahededir. Bedevî bu muahedeyi
kaldırarak vatanına dönmek istemiştir.
Kaadi Iyâz; «Bedevi'nin bey'atı muhtemelen
fetihten ve Medîneye hicretin farziyyeti kaldırıldıktan sonradır. O yalnız İslâmiyet
için bey'at etmiş, .sonra. bu bey'atın -kaldırılmasını-istemiş, fakat
Resûlüllah(Sallallahü Aleyhi ve.Sellem) buna razı olmamıştır.» diyor. İbni
Battâl'a göre bedevi1 bu sözüyle" İslâmiyetten irtidâd kasd1 etmemiştir..
Buna delil yaptığı ahdi ancak Peygamber (SaUaliahu Aleyhi ve SeHem)'m muvafakatiyle'
bozmak istemesidir. Eğer Medine 'den mürted olarak çıkmak isteseydi
UesîdiillahiSaHallçhü Aleyhi ve S.ellem) o anda kendisini Öldürürdü. Halbuki
bedevi sıtmaya yakalandığı için kendini mazur görerek Medine 'den ayrılmak
istemişti. Bu ise irtidâd değil masi-yettir. İhtimal bedevi hicretin kendine
farz olduğunu da bilmezdi.
'Burada şöyle bir
sual'hatıra gelebilir : Medine'de münafıklar da vardı. Bunlar orada yaşamış ve
orada Ölmüş; Medine kendilerini dışarı atmamıştır?
Bu suâlin cevâbı şudur
: Medine münafıkların asli yurtları idi. Münafıklar oraya İslâmiyet sebebi ile
veya İslâm'ı sevdikleri'için başka yerlerden gelmiş değillerdi: Orada doğmuş,
orada büyümüşlerdi. Hadîs-i şeriften mûrad' ise yerli Halk değil, İslâmiyet
namına- oraya hicret edip sonradan kalblerine fesat girenlerdir.
Hâsılı hadîs-i
şeriften murad imanı halis olmayanların Medine'de duramayıp oradan çıkmaları,
nalis imanlıların orada kalmalarıdır.
490- (1384)
Bize Ubeydullah b. Muâz yâni Anberî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şû'be, Adiyy'e yâri i İbni Sâbit'ten rivayet etti. O da
Abdullah b. Yezîd:den, o da Zeyd b. Sâlıif-den, o da Peygamber (Aleyhi ve
Seilem) 'den işitmiş. Şöyle buyurmuşlar:
«O, yâni Medine
Teybedir. Ateş gümüşün pasını nasıl atarsa Medine de hayırsızları Öyie atar.»
Buhar: 'nin «Hacjc»
bahsinde Zeyd b. Sabit' {Radiyallahu anhj'd&n rivayet ettiği bir hadîsde :
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve SeVem) Uhud gazasına çıktığı vakit ashabından bazı kimseler geri
döndüler. Bunun üzerine ashabtan bir fırka : Bunları öldürelim; diğer bir
fırka Hayır! öldürmeyelim, dediler. Müteakiben: «Size ne oluyor ki, münafıklar
hakkında İki fırkaya ayrılıyorsunuz.» âyet-i kerîmesi): nazil oldu. Peygamber
(Sallallahii Aleyim ve Sellem) de:
«Medine kötü adamları
ateşin demir pasını
attığı gibi atar,
buyurdular.» denilmektedir.
1- Bir kimse
kendisi veya başkası için Allah'a ahdû peyman verirse bundan dönmemesi icab
eder.
2-
Hicretten geri dönmek büyük günahlardandır.
3- Söz
arasında misal vermek caizdir.
491- (1385)
Bize Kuteybetû'bnü Saîd ile Hennâd b. Seriyy ve Ebu Bekr b. Ebî Şeybe rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû'l-Ahvâs, Simak'-den, o da Câbİr b. Semure'den
naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş :
Ben Resûîüllah
(Sailalldıü Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Şübhesiz ki, Allah
Teâlâ Medine'ye Tâbe ismini vermiştir.» buyururken işittim.
Müs1im'in bâzı
nüshalarında bu hadîsin senedinde Hennâd b. Seriyy 'den sonra Ebû Küreyb dahi
zikreclilmişse de ekseri nüshalarda bu isim hazf olunmuştur.
Hadîs-i şerif Medîne-i
Münevvere'ye Tabe ismi verilmesinin müstehab olduğuna delildir. Ancak başka
isim verüemiye-ceğine delâlet etmez. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de muhtelif
isimleriyle zikrolunmuştur. Medine 'nin Tâbe 'den mâada Taybe, Dâr ve Yesrib gibi isimleri vardır.
492- (1386)
Bana Muhammed b. Hatim ile İbrahim b. Dînâr rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Haccâc b. Muhammed rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Kâfi
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdür-rezzâk rivayet etti. Bu râvüerin
İkisi de İbni Cüreyc'den rivayet etmişlerdir. (İbni Cüreyc demiş kî) : Bana
Abdullah b. Abdurrahman bin Yu-hannes, Ebû Abdillah El Karrâz'dan naklen haber
verdi ki, şöyle demiş: Ebû Hiireyre aleyhine şehâdet ederim ki, şunu
söylemiştir : Ebûl-Kaasım Medine'yi kasdederek :
«Her Icİm şu belde
halksna bir kötülük etmek İsterce Aiiah onu tuzun suda eridiği gibi
eritir.» buyurdular.
493- (...)
Bana Muhammed b. Hâkim ile İbrahim b. Dinar rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Haccac rivayet etti. H.
Bana bu hadîsi
Muhammed b. Râfi de rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Abdürrezzat rivayet etti. Bu
râviler hep birden İbnû Cüreyc'den rivayet etmişlerdir. İbni Cüreyc demiş ki, bana
Amr b. Yahya b. Umara haber verdi. Kendisi Ebû Hüreyre'nin ashabından biri olan
Garraz'dan dinlemiş. Karraz Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işittiğini söylüyormuş
: Resûlüllah(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) Medine'yi kasd ederek:
«Her kim bunun halkına
bir kötülük eîmek isterse Allah onu tuzun suda eridiği gibi eritir.» buyurdular.
İbnû Hatim, İbni
Yuhannes hadîsinde kötülük kelimesinin yerine şer kelimesini kullanmıştır.
(...) Bize İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyan, Ebû Harun Musa bin
Ebî İsa'dan rivayet etti. H.
Bize yine îbnî Ebî
Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Derâverdi, Muhanımed b. Amr'dan naklen
rivayet etti. İki râvi hep birden Kbû Ab-diîlah El-Karraz'dan dinlemişler. O da
Ebû Hüreyre'yi Peygamber (Saüalkhü A leyhi ve Seileın) den bu hadîsin mislini
rivayet ederken dinlemiş.
494- (1387)
Bize Kutaybetirbnü Sâid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hatim yani İbni İsmail,
Ömer b. Nübeyh'den rivayet etti. (Demiş İd) : Bana Dinar El-Karraz haber verdi.
(Dedi ki) : Sa'd b. Ebî Vakkâs'ı şöyle derken işittim: Resûlülîah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ;
«Her kim Medine
halkına bîr kötülük etmek isterse, Alîah onu tuzun suda eridiği gibi
eritir.» buyurdular.
(...) Bize
Kutaybetû'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsmâîî yâni îbnî Câ'fer, Ömer
b. Nübeyh El-Kâ'bi'den, o da Ebû Abdillah EI-Karrâz'dan naklen rivayet etti.
Karrâz, Sa'd b. Mâliki şöyle derken işitmiş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
SeHem) yukarki hadîsin mislini buyurdular.
Yalnız Sa'd : «Her kim
Medine halkına bir gaile çıkarmak yahud kötülük etmek isterse...» demiştir.
495- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : BUe Ubeydûllah bin Musa
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Usâmetû'bnü Zeyd, Ebû Abdillah El-Karraz'dan
naklen rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Karrâz'i şöyle derken işittim : Ben Ebû
Hüreyre ile Sa'd'ı şunu söylerlerken dinledim : ResûlüHah
(SaUallahü Aleyhi ve Selîenı) :
«Yâ Rabbi!
Medînelilere Ölçeklerinde berekeî ihsan ey!e...;> buyurdular. Râvi hadîsin
tamamını rivayet eyledi. Bu hadîsde :
«Her kim Medine
halkına bir kötülük yapmak isterse, Allah onu tuzun suda eridiği gibi
erirtr» cümlesi de vardır.
Bu hadîsin Sa'd b, Ebî
Vakkas (Radiyaiiahu anh) rivayetini Buhâri «Fedâilû'l-Medîne» bahsinde biraz
lâfız farkı ile tahric etmiştir.
Hadisin bütün
rivayetleri Medine halkına kötülük etmek istiyenlerin tuzun suda eridiği gibi,
muzmahil ve perişan olacaklarını bildirmektedir. Mütecasirlerin böyle bir azaba
duçar olmaları pek büyük bir günah ir-tikab ettikleri içindir.
Nesâî'nin Sâib b. Kallâd
'dan merfû olarak rivayet ettiği bir hadîste :
«Her kim Medine
halkını zulmederek korkutursa, Allah da onu korkutur ve Allah'ın laneti
üzerine olur...:> buyrulmuştur. Buna benzer başka bir hadîsi İbni Hıbbân,
Hz. Câbir (Radiyaiiahu anh)'dan rivayet etmiştir.
Nevevî'nin beyanına
göre Medine halkına kötülük etmek isteyenlere Allah Teâlâ hiç bir zaman imkân
vermemiştir. Nitekim Benî Ümeyye zamanında Müslim bin Ukbe böyle bir maceraya
atılmış, fakat Medine 'den dönerken helak olmuştur. Arkasından onu gönderen
Yezîd b. Muâviye dahi aynı akıbete uğramıştır.
Ulemâdan bazılarına
göre bu hadîsten murad : Medîne halkının gafil bulunduğu bir sırada onlara hile
ve kötülük yapmak isteyenlere Allah Teâlâ bunu yaptırmaz demektir. Hadîs-i
şerîf'den Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin hayatında
Medineliler'e kötülük etmek isteyenler kasdedilmekte muhtemeldir.
Teşbihin vechine
gelince : İlimleri çok ve kalbîeri temiz olan Medine halkı suya; onlara kötülük
yapmak isteyenler de tuza benzetilmişlerdir. Zira tuz suyu ifsat edeyim derken
nasıl kendisi eriyip biterse, kötülük yapmak isteyenlerin hileleri de
kendilerine racidir.
496- (1388)
Bize. Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet .etti. (Dedi ki).. : Bize Vekî', Hişam b.
Urve'den, o da babasından, o da AbduIIab ta Zü-beyr'den, o
da Süfyan b.
Ebî Zûheyr'dea naklen
rivayet, etti. Sübyan
şöyle demiş:
Resûlüîîah (Sallaİlahü Aleyhi ve
Sellepi) :
, «Şam fetb edilecek
ve Medine'den bir kavim çıkarpk o,ileieriyk (oraya) sökün edeceklerdir. Halbuki
bİİmİş olsalar Medine kendileri için dghq hayırlıdır. Sonra Yemen feth.
edilecek, yine Medine'den bir ,kavim çıkarak aileleriyle (orayGİ sökün
edeceklerdir. Halbuki bilmiş olsalar Medine kendileri için daha hayırlıdır.
Sonra Irak feth edilecek Medine'den yine -bir kaym çıkarak aileleriyle (.oraya)
sökün edeceklerdir. Holbuki bilmiş olsalar Medîne kendileri için daha
hayırlıdır.» buyurdular.
497- (...) Bize
Muhammed" b. Râfi' rivayet etti." (Dedi ki) : Bize Abdürrazzafc
rivayet etti. (Dedi'ki) : Bize İbrîî Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Hişam
b. Urve, babasından, o da Abdullah b. Zübeyr'den. o da Süfyan b. Ebî Züheyr'den
naklen haber verdi. Süfyan şöyle demiş : Re-sû\ü\lah(SalialiahüAleyhiveSeilem)'i
şöyle buyururken işittim:
«Yemen feth edilecek
ve bir kavim sökün ederek gelecekler; aileleri ve kendilerini dinleyenlerle
(oraya) taşınacaklardır. Halbuki bilmiş olsalar Medine onlar İçin daha
hayırlıdır. Sonra Şam feth edilecek, yine bir kavm sökün ederek gelecekler,
aileleri ve kendilerini dinleyenlerle (oraya) taşınacaklardır. Halbuki bilmiş
olsalar Medine onlar için daha hayırlıdır. Sonra Irak feth edilecek ve yine
bir kavim sökün ederek gelecekler; aileleri ve kendilerini dinleyenlerle (oraya)
taşınacaklardır. Halbuki bilmiş olsalar Medine onfar için daha hayırlıdır.»
Bu hadisi Buharı iîe
Nesâî dahi «Hacc» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîsdeki kelimesi şekillerinde
de okunmuştur. Mânâsı
dahi ihtilaflıdır. Bâzılarına göre aileleriyle taşınırlar demektir. İbrahim
Harbi 'ye göre bu kelime başkalarını bolluk memleketlere çağırırlar mânâsına
gelir. Ebû Ubeyd sevk ederler mânâsına geldiğini söylemiştir.
Başka memleketleri
zinetli gösterip sevdirmek ve oraya göç etmeğe davet etmek mânâsına geldiğini
söyleyenler de vardır. Nitekim bu mânâyı teyid eden hadîsler de vardır.
Nevevî : «Doğrusu bu
kelimenin mânâsı Medine'den ailesiyle çıkarak süratle bolluk yerlere ve yeni
feth edilen şehirlere gitmektir» diyor. İmamı Ahmed'in Müsned'inde Hz. Câbir
(Radiyallahû anh) 'dan tâhric ettiği bir hadîs de bu mânâyı teyid etmektedir.
Mezkûr hadîste :
«Medine halkına öyle
bir zaman gelecek ki, o zaman insanlar bolluk aramak için etraf köylere
dağılarak bolluk bulacaklar, sonra gelerek aileleriyle oralara
taşınacaklardır. Halbuki bilmiş olsalar Medîne kendileri İçin daha hayırlıdır»
buyrulmuştur. Mezkûr hadîsin isnadında Abdullah b. Lehîa vardır. Bu zat
hakkında söz edenler olmuşsa da İmara-ı Ahmed
onun hadîsini kabul etmiştir. Bu gibi hadîsler mutebeatta
zararsız sayılır.
Babımız hadîsi
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin bir mûcizesidir. Çünkü Şam,
Yemen ve Irak 'm feth edileceklerini ve halkın Medîne'yi bırakıp oralara
gideceklerini haber vermiş. Mezkûr memleketler hadîsdeki tertip üzere feth
edilmişler, halk da oralara göçmüşlerdir. Halbuki Medîne'de yaşamanın
faziletini bilseler bunu yapmazlardı. Çünkü Medîne Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)nin haremi, vahyin mahalli ve bereketlerin bol olduğu bir
yerdir. Dünyanın üç mescidinden biri olan Mescid-i Nebevî oradadır. Medine'de
yaşayanlar bu sevabı başka yerde bulamazlar.
Şu kadar var ki,
ticaret ve cihad gibi bir sebeple Medine 'den çıkanlar bu hadîsin mânâsında
dahil değildirler. Hadîs-i şerif Medîne'yi beğenmeyerek terk edenler
hakkındadır.
Bu hadîs Medîne'de
yaşamanın ve orada maişet sıkıntılarına katlanmanın faziletine delildir.
498- (1389)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Safvân, Yûnus b.
Yezid'den rivayet etti. H.
Bana Harmeletû'bnû
Yahya dahi rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber
verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'-dan, o da Saîd b. El-Müseyyeb'den
naklen haber verdi. Saîd, Ebû Hü-reyre'yi şöyle derken işitmiş: ResûlüIIah
(SallaHchü Aleyhi ve Sellem) Medine için:
«Onu halkı olanca
hayriyle rızk arayanlara yâni kurtlara, kuşlara güzergâh olarak mutlaka terk
edeceklerdir.» buyurdular.
Müslim der ki :
Buradaki Ebû Safvân, Abdullah b. Abdil Melik'dir. Bu zât İbnû Cûreyc'in on sene
terbiyesi altında bulundurduğu yetimidir.
499- (.. )
Bana Ab dul Melik b. Şuayb b. Leys rivayet etti. (Dedi ki} rBaıta hakanı,
dedemden rivayet etti, {Demiş ki) : Bana UkayI b. Hâ-lid, İîını Siliab'dan
rivayet eti. İbni Şihab şöyle demiş: Bana Saîd El-MÜseyyVb SuıIkt verdi ki, Ebû
Hüreyre şunu söylemiş: Ben Kesûlüllah {SuUcA'uüiit Aleyhi ve SeUem)'i:
«Medîne'y: olanca
haynyîa terk edecekler. Onu rızk arayanlardan yâni kurtlcric kuşlardan başka
dolaşan olmiyacak, sonra Müzeyne'den iki çoban çıkarak Medine'ye gitmek
isteyecekler; Koyunlarına seslenecekler. Fakat Medine'yi bomboş bulacaklar.
Nihayet Senİyyetûi veda denilen yere vardıklarında (onlar do) yüzleri üstü
düşe (rek öle) cekier» buyururken işittim.
Bu hadîsi Buharı
Medine 'nin faziletleri bahsinde tahric etmiştir. İkinci rivayetteki kelimesi
şeklinde de
okunmuştur. Hatta
rivayetlerin ekserisi bu şekildedir. Ancak «sîz bırakırsınız» mânâsına gelen bu
sığadan murâd muhatablar değildir. Medine'yi terk edecek olanlar hemşehrileri
ve kendi nesillerinden gelecekleri
için bu. suretle hitab
buyrulmuştur. Kurtubî gaib
sığasını yani öyle şeklini
tercih etmiştir.
Avâfi: Afinin cemidir.
Âfî, bir iyilik istemeğe gelen demektir.
Hadîs-i şerifte Avâfi kurtlar ve kuşlarla tefsir edilmiştir. İbni Cevzî'ye
avâfî kelimesinde iki mânâ vardır. Birinci mânâ yiyecek istemek, ikincisi ıssız
yerdir. Zira kurtlar kuşlar ıssız yeri-tercih-. ederler*
Kaadî Iyâz'in beyanına
göre bir mucize" olan bu hadîs-i şerifin haber verdiği şeyler daha o zaman
vuku bulmuştur. Medine-i Münevvere hilâfet merkezi olmuş, bu suretle herkes
oraya can atmış ve dünyanın en mamur yerlerinden biri haline gelmiştir Sonra
hilâfet .Şam'a daha sonra Irak 'a intikal edince Medîne‘yi bedeviler istilâ
etmiş, fitnelerle şehir harab olmuştur. ,. Neticede oratia vahşî hayvanlarla
yırtıcı kuşlar gezmişlerdir. Bazı tarihçiler dahi fitneler dolayısiyle Medine
'nin boşaltıldığını ve mahsulâtının kurtlara kuşlara kaldığını
kaydederler.'Sonraları halk yine Medine 'ye, dönmüştür. Medine 'nin halı
kaldığı sıralarda Mes'cid-i Nebevî'de köpeklerin dolaştığı rivayet olunur.
Kaadî 1yâz: «Bütün bunlar birinci asırda olup bitmiştir; bu
Yeygâmb^r^fSaJlallahü Aleyhi ve Seîlem)'m mucizelerin dendir» diyor. Fakat
Nevevî'ye göre- Medine'nin terk edilmesi âhır zamnda kıyamete yakın vuku
bulacaktır. Nitekim M-üz.eyne kabilesinden iki çobanın Medine'yi vahşî
hayvanlar istilâ .ettiğini görmeleri vak'ası da bunu teyid eder.
El-Mühp11eh : «Bu
haüîsdt- 'Medine'nin kıyamete kadar mesken olarak kalacağına delil var diyor.
M'üzeyne kabilesinden
çıkan rkı çoban -Medinede ölecek son insanlardır. Bunu Hz. Ebû Hüreyre'nin
rivayet ettipi şu hadîs izah etmektedir: <>En son hasredilecek iki adam
vardır. Bunların biri Müzeyne'den. diğeri Cüheyne kabîlesindendîr. -Bu iki şahıs
acaba İnsanlar nereye, gi" diye
arayarak Medine'ye gelecekler. Fakat orada tilkilerden h; ka bir şey
göremiyecekler. Sonra .iki melek inerek onları yüzleri üstü yere yatırmak
sureliyle canlarını alacak, böylece onları da sair insanlara katacaklardır.»
Anlaşılıyor ki çobanlar ruhları kabzedildİkten
sonra haşrolunacaklardır. ..
kelimesi şeklinde de rivayet olunmuştur.
Ve-hûş insandan hâli bomboş yer demektir. Binâenaleyh çobanlar Medine'yi bomboş
insandan hali ıpıssız bulacaklar demektir. Bâzıları bu cümleyi : «Çobanlar
koyunlarını vahşî bulacaklar. Bu da ya hayvanlar vahşi hayvana inkılâb etmek
yahut çobanların sesinden ürkerek kaçmak suretiyle olacaktır.» deraişlerse de
Kaadi Iyâz bu 'mânâyı beğenmemiş cümledeki zamirin Medine'ye ait olduğunu
söylemiştir. Bu takdirde mânâ: "Çobanlar Medîne'yi bomboş bulacaklar» demek
olur.
Seniyetüî veda: Medine
'nin haremi yanında bulunan bir tepedir. Buna Veda1 tepesi denilmesi Medine
'den çıkanlar oraya kadar teşyi' edildikleri içindir.
500- (1390)
Bize Kuteybetû'bnû Saîd Mâlik b. Encs'den, ona Abdullah b. Ebî Bekii"
tarafından okunan, onun da Abbâd b. Temîm'den, onun da Abdullah b. Zeyd EI-Mâzinî'den
rivayet ettiği hadîsler meyanın-da rivayet etti ki, Resûlüllah {Sailallahü
Aleyhi ve kellem):
«Evimle minberimin
arası cennet bahçelerinden bit' bahçedir.» buyurmuşlar.
501- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdül-Aziz b. Muhammed
El-Medenî, Yezîd b. Haad'dan, o da Ebû Bekir'den, o da Abbaad b. Tenıim'den, o
da Abdullah b. Zeyd El-Ensarî'den naklen haber verdi ki. Abdullah Resûîüilah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i :
«Minberimle evimin
acası cennet bahçelerinden bir bahçedir.» buyururken işitmiş.
Bu hadîsi Buharı
«Namaz» bahsinde; Nesâî «namaz» ve «Hacc» bahislerinde tahric etmişlerdir.
Bazı nüshalarda «Evim»
yerine «Katrinı» denilmışse de Aynî sahih rivayetin «Evim» olduğunu
söylemiştir. Zeyd b. Eşlem kabir kelimesinin evin tefsiri olduğuna kaildir. Bu
hadîs :
«Hücremle minberimin
arası cennet bahçelerinden bir bahçedir» şeklinde de rivayet olunmuştur.
Utem'â hadîs-i şerife
iki türlü mânâ vermişlerdir. Birinci kavle göre tayin buyrulan bu yer olduğu
gibi cennete nakledilecektir. İkinci kavle göre, o yerde yapılan ibâdet
sahibini cennete götürecektir. Resûîüîlah (Saîlallafıü Aleyhi veSeüem) in kabri
şerifi hücresinde olduğu için bu bab-daki rivayetler mânâ itibariyle birdirler.
Resûîüîlah
(Sallallahi Aleyhi ve Sellem) Efendimizin tahdîd buyurduğu mübarek yere bahçe
denilmesi kabri şerifini ziyarete gelen ins, cin ve meleklerin orada ibâdet ve
zikirde bulunmalanndandır. Bu yerden maada aynen cennetten olduğu bildirilen
hiç bir yer yoktur. Bundan dolayıdır ki, Hattâbî : «Bu hadîsin mânâsı Medine
'nin en faziletli yer olduğunu bildirmektir» demiştir.
502- (1391)
Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. El-Müsennâ rivâyet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Yahya b. Saîd, Ubeydüliah'dan rivayet etti. H.
Bize İbnû Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeyduîlah,
Hubeyb b, Abdırrahman'dan, o da Hafs b. Âsım'dan, o da Ebû Hüreyre'den nakîen
rivayet eyledi ki, Kesûlüîlah
«Evimle minberimin
arası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberimle havzsmın üzerindedir.» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhâri
«Namaz», «Hacc», «Havz» ve «İ'tisam» bahislerinde tahric etmiştir.
Ebû Ömer İbni
Abdilberr 'in beyânına göre bu bafada münker bir hadîs de vardır. Mezkûr hadîsi
Abdu1 Melik b. Zeyd Et-Tâî, Saîd b. El-Müseyy eb'in azatlısı Atâb. Zeyd 'den, o
da Saîd b. El- Müseyyeb 'den. o da Hz. Ömer
b. Hattâb 'dan naklen rivayet etmiştir. Hadîs'şudur:
Resûlüllah (SaUallaJıü
Aleyhi ve Sellem) :
«Kabrimle minberimin
arası ve kabrin direği, cennet bahçelerinden bir bahçedir» buyurdular. İbni
Abdilberr:
«Bu hadîs uydurmadır;
onu Abdül Melik uydurmuştur» diyor.
Yine bu babda Nesai,
Süheyl b. Sâ'd'dan, Taberânî, Sa'd b. Ebî Vakkas 'dan, Ziyâ-i Makdisî, Ebû
Bekrisıddık (Radiyallahu anh) 'dan Heysem-i Şâşî, Câbir ile İbni Ömer
hazerâtından hadîsler rivayet etmişlerdir.
«Minberimde havzırmn
üzerindedir» cümlesi Hz. Ebû Zerr'in rivayetinde yoktur.
Havzdan murâd
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin Havzı Kevser 'dir. Ekser
Ulemâya göre Allah Teâlâ Hz.leri Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel!cm}'m
dünyadaki minberini Havzı Kevser 'inin üzerine kuracaktır. Kaadî lyâz: «Bu
hadîsten anlaşılan en açık mânâ budur» demiştir. Mamafih «Havzı kevserin üzerinde
başka bir minber bulunacaktır.» diyenler de vardır. Havz babında İbni
Abdilberr'in mütalâası şudur : Havzı Kevser'e îman etmek ulemâya göre farzdır.
Bid'at ve dalâlet fırkalarından haricîlerle Mutezile havz, şefaat ve Deccâ1'a
inanmazlar. Biz onların bid'atlarmdan Allah'a sığınırız.
RçşvliUlah(Sallallahii
Aleyhi ve Sellem) 'in kabriyle minberinin arası bazılarına göre elliüç arşın,
bazılarına göre elüdört arşından biraz ziyadedir. Elli arşından biraz noksandır diyenler de vardır.
Hadîs-i şerîf Medine'de
yaşamayı teşvik etmektedir.
503- (1392)
Bize Abdullah b. Me&lemete'l-Ka'nebî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Süleyman b, Bilâl, Amr b. Yahya'dan, o da Abhas b. Sehl es-Sâidî'den, Ebû
Humeyd'den naklen rivayet etti. Ebû Humeyd : «Te-bûk gazasında ResûlüİIah
iSalkıUdüi Aleyh: w SelLerr,i ile birlikte yola çıktık» diyerek hadisi rivayet
etmiştir. Bu hadısde şu cümleler de vardır : -Sonra yola revan olduk.
Vâdil-Kura'ya geldiğimiz vakit ResûlüİIah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
«Ben acele ediyorum.
İmdi sizden kim isterse benimle birlikte acele gelsin; dileyen kalsın»
buyurdular. Bunun üzerine yola çıktık. Medine'ye yaklaşınca ResûlüİIah
(Sallülicüıü Aleyhi ve Sellem) :
«İşte Medîne! ve işte
Uhud!.. Uhud bizi seven bir dağdır. Biz de onu severiz.» buyurdular.
504- (1393)'
Bize Ubeydullah b. Muaz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Kuıretû'bnu Hâlid, Katade'den, rivayet etti. (Demiş ki) :
Bize Enes b. Mâlik rivayet etti. (Dedi ki) : Re-sûlüllab (Sallollahii Aleyhi ve Seilem) :
«Gerçekten Uhud bizi
seven bir dağdır; biz de onu severiz» buyurdular.
(...) Bu
hadîsi bana Ubeydullah b. Ömer El-Kavârîrî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bana
Haremi, b. Umara rivayet etti. (Dedi ki),; Bize Kuru-. Katade'den, o da
Enes'den naklen rivayet eyledi. Enes şöyle demiş :. K- -sûlvllahfSallaUahü
Aleyhi ve,Seile.m) Uhud!a bakarak :
«Şüphesiz ki Uhud bizi
seven bir dağdır; biz de onu severiz», buyurdular.
Bu hadîsi Buhâri,
«Meğazi», «Cihad», «Hac», «Ehadîsül .Enfiye.» ve «iti'sam» bahislerinde,
Tirmizî «Menâkibi»de muhtelif râvı-lerden tahric etmişlerdir.
Buharı 'nin rivayetine
göre Resûlüllah (Saîlaîlahii Aleyhi ve Sel'ayi bunu 'Hayber gazasından dönerken
Uhud dağını gördükte söylemiştir. Kirmâni'ye göre Uhud dağının sevmesinden
murâd orada yaşayanların yâni Medîne1iler'in sevmeğidir.1 Maamâfih sevgiyi
hakikaten Uhud dağına isnad etmek de caizdir. ÇüîlKü Allah Teâlâ her şeye
kadirdir. Dağda Resulü Zîşân'ına.- sevgi halk edebilir.
Hattâbî ise sevgi ve
nefret gibi şeylerin dağa hakikat olarak değil, ancak orada yaşayanlardan
kinaye olmak üzere isnâd. edilebileceğine kail olmuş ve hadîsten murâd Ensârı
kirâm'ı medhû se,nâ olduğunu-bildirmiştir. Bu takdirde hadîs mahalli zikir
hâili murâd kabilinden mecaz-! mürsel olmuş olur.
Nevevî'ye göre sahih
olan mânâ Uhud dağının Peygamber. (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizi
sevmesidır. Çünkü Allah Teâlâ ona idrak ve temyiz halk etmiştir.
«Vâdil Kura' Medine
ile Şam arasında bulunan bir vadidir. Medine 'nin mülhakatmdandır. Buna Vâdil
Kura "yâni köyler vadisi denilmesi vaktiyle baştan başa köylerle dolu
bulunduğu içindir. Fakat bugün bunların hepsi harab olmuştur. Vadiden akan bütün
sular boş yere zayi olup gitmektedir. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sel'rm) bu vâdîyi
Hayber'den dönüşte feth etmişti.» [14]
505- (1394)
Bana" Amrû'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Lâfız Amr'mdir.
(Dediler ki) : Bize Süfyan bin Uyeyne, Zührî'den, o da Saîd b. El-Mû'seyyeb'den.
o da Ebû Hüreyrerden, o da Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Se!!em)'den naklen
rivayet etti. Peygamber (Sallnllahü Aleyhi ve SeHem) :
«Benim şu mescidimde
kılınan bir namaz, sair mescidlerde kılınan bin namazdan efdaldır. Yalnız
Mescid-i Haram müstesna.» buyurmuşlar.
506- (...)
Bana Muhammed b. Rafi' ile Abd b. Hameyn rivayet ettiler. Abd (Ehberanâ) ibnû
Rafi' ise (Haddesenâ Abdürrezzâk) tâbirlerini kullandılar. (Abdürrezzâk demiş
ki) : Bize JVIa'mer, Zühri'den, o da Saîd b. El-MüseyyeVden, o da Ebû Hüreyre'den
naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (SallallaJıü Aleyhi ve Sellem) :
«Benim şu mescidimde
kılınan bir namaz, başka mescidlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır;
yalnız Mescid-İ Haram müstesna.» buyurdular.
507- (...) Bana
İshak b. Mensur rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsâ b. Münzir Eî-Hımsî rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Zübeydî, Zühri'den, o da Ebû Selemete'bnü Abdirrahman ile Cüheynilerîn azatlısı
Ebû Abdillah El-Eğarr'dan naklen rivayet eyledi, Ebû Abdillah Hz. Ebû
Hüreyre'nin ashabındanmiş. Bu iki zat Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmişler :
«Resulüllah
(Saliallahii Aleyhi ve Sellem) 'in mescidinde kılınan bir namaz başka
mescidlerde kılınan bin namazdan daha faziletlidir; yalnız Mescid-i Haram
müstesna! Çünkü Resûiüllah (Sallallahü•Aleyhi've Seller.) peygamberlerin
sonuncusudur. Onun mescidi de mescidlerin sonuncusudur.»
Ebû Seleme ile Ebû
Abdillah (Demişler ki) : «Biz Ebû Hüreyre'nin ResûiüllahfSöi/a//û/îw Aleyhi ve
Seüem)'in hadîsini söylediğinde şüphe etmedik. Bu da hadîs hakkında Ebû
Hüteyre'den isbat istememize mâni oldu. Ebû Hüreyre dünyadan gidince bunu
aramızda müzakere ettik. Şayet hadîsi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
den işittiyse bu hususta Ebû Hüreyre'ye söz edip niçin hadîsi ona isnad
ettirmedik diye birbirimizi müâhaze eyledik. Biz bu halde iken yanımıza
Abdullah b. İbrahim b. Kaarız oturdu. Kendisine bu hadîsi ve hadîs hakkında Ebû
Hüreyre'nin nassan Peygamber (Sailalhhü A İeyhi ve Sellem) 'den rivayeti
hususunda yaptığımız kusuru anlattık. Bunun üzerine Abdullah b. İbrahim bize
şunu söyledi : Şehadet ederim ki, ben Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işittim :
«ResûlÜUah (Saliallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Çünkü ben
Peygamberlerin sonuncusuyum; Mescidim de mescidlerin sonuncusudur.» buyurdular.
508- (...)
Bize Muhammed b. El-Müsenna ile îbni em Ömer hep birden Sekafî'den rivayet
ettiler. İbnü't-Müsennâ (Dedi ki) : Bize Ahdûl-Vehhâb rivayet etti. (Dedi ki) : Yahya b. Saîd'i şunu söylerken
işittim :
Ebû Sâlih/a sordum.
Sen Ebû Hüreyre'yi Resûiüllah (Saliallahii Aleyhi ve Sellem)in Mescidinde
kılınan namazın faziletinden bahsederken duydun mu? dedim. Ebû Salih şu cevabı
verdi:
Hayır! Lâkin bana
Abdullah b. İbrahim b. Kaarız haber verdi ki, kendisi Ebû Hüreyre'yi : ResûlüIIah
(SalluUahü Aleyhi ve Sellem) :
«Benim şu mescidimde
kılınan bir namaz başka mescidi erde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır,
Yahut başka mescidlerde kılınan bin namaz gibidir. Meğer ki o başka mescid,
Mescid-İ Haram oIci:> fcuyurdular, diye rivayet ederken işitmiş.
(...) Bana
bu hadîsi Züheyr b. Harb ile Ubeydûllah b. Saîd ve Mu-hammed b. Hatim dahi
rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Yahya El-Kat-tân, Yalıya b. Saîd'den bu
isnadla rivayette bulundu.
509- (1395)
Bana Züheyr b. Harb ile Muhammed b. EI-Müsennâ rivayet ettiler, (Dediler ki) :
Bize Yahya yâni El-Kattan, UbeydûUah'dan rivayet etti. (Demiş ki) :
Bana Nafi', İlmi Ömer'den, o da Peygamber
(Saîlallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen haber verdi ki:
«Benim şu mescidimde
kılınan bir namaz başka mescidde kılınan bin namazdan daha faziletlidir. Yalnız
Mescidi Haram müstesna.» buyurmuşlar.
(...) Bize
bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İîhnû Nüm ey
r ile Ebû Usâme rivayet ettiler. H.
Bize btı hadîsi İhnû
Nümeyr dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. H.
Bize bıu hadîsi
Muhammed b. El-Müsennâ dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Afcdûl Nehhab
rivayet etti. Bıu râvilerin hepsi bu ignadla Ubeydûllah'dan rivayette bulunmuşlardır.
(...) Bana
İbrahim b. Musa rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni E'-î Zaide, Musa
El-Cüheni'den, Nafi'den, o da İbni Ömer'den naklen haber verdi.
İbni Ömer: «Ben Resûlüllah
(Sallalkhü Aleyhi ve Sellem)'i bu hadîsin mislini söylerken işittim.» demiş.
(...) Bize
bu hadîsi İbni Ebî Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdûrrezzâk rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ma'meır, Eyyûb'dan, o da Nafi'den, o da İbni Ömer'den,
o da Peygamber (Salîallahü A leyhi ve Sellem) den naklen bu hadîsin mislini
haber verdi.
Hz. Ebû Hüreyre
rivayetini Buhar.i, Tirmizi ve İbni Mâce «Namaz» bahsinde; Nesâî de
«Kitabû'1-Hacc» da tahric etmişlerdir.
İbni Abdilberr:
«Bu hadîs Ebû Hüreyre
'den hepsi sahîh ve sabit olan mü-tevâtır tarîklerle rivayet olunmuştur.»
diyor. Tirmizî onu tahric ettikten sonra :
«Bu babda Ali,
Meymûne, Ebû Saîd, Cübeyr b. Mut'ım, Abdullah b. Zübeyr, İbni Ömer ve Ebû
Zer hazerâtmdan da rivayetler vardır.
Buhârî şârihi Aynî
bunları şöyle sıralamıştır :
1- Hz. A1î
hadîsini Bezzâr Müsned'inde rivayet etmişfir.
2- Meymûne
(Radiyallahu cnh) hadîsini Müslim ile Nesâî ,
Hz. İbni Abbas 'dan rivayet etmişlerdir. Hadîs-i şerif az sonra
babımızda görülecektir.
3- Ebû Saîd (Radiyaltahu anh) hadisini, Ebû Ya'1â
El -Mevsı1î «Müsned»inde rivayet
etmiştir. Bu hadîsde :
«Resûlüllah
(Saîlaliûhü A leyhi ve Sellem) fcir zatı uğurladı da nereye gitmek İstiyorsun
diye sordu. O zât:
— Beyt-i Makdis'e gitmek istiyorum, dedi. Bunun
üzerine Resûlüllah (Scı'lallahii Aleyhi ve SeUcm);
— Benim şu mescidimde kılınan bir namaz başka
mesciellerde kılınan yüz namazdan daha faziletlidir. Yalnız Mescid-i Haram
müstesna.» buyurdular, denilmektedir. Hadîsin isnadı sahîhdİr.
4- Cübeyr b.
Mut'ım (Radiyallahu anh) hadîsini îmamı
Ahmed, Bezzâr ve
Ebü Ya'lâ «Müsned»lerinde;
Taberâni «El-Kebîr» nâm eserinde rivayet etmişlerdir.
5- Abdullah
b. Zübeyr (RadiyaUahü anh) hadîsini İmamı
Ahmed, Taberânî ve İbni Hibbân rivayet
etmişlerdir.
6- İbni Ömer
(Radiyallahu anh) hadîsini Müslim ile
İbni Ma'ce tahric etmişlerdir. Nitekim
babımızda bu hadîsi görmekteyiz.
7- Ebû Zer
(Radiyallahu anh) hadîsini Taberânî
«EI-Evsât» nam eserinde rivayet etmiştir. Bunlardan mâada yine bu babda Erkâm
b. Ebi'l-Erkâm, Enes, Câbir, Sâd b. Ebî
Vakkas, Ebû'd-Derdâ ve Âişe (RadiyaUahü anha) hazerâtmdan da
rivayetler vardır :
8- Erkam
(Radiyallahu anh} hadisini İmam Ahmed
ile Taberânî rivayet
etmişlerdir.
9- Enes
(Radiyallahu anh) hadîsini Bezzâr ile Taberânî tahric etmişlerdir. Hz. Enes'ten
İbni Mâce de rivayette bulunmuşsa da
iki hadîs arasında sevab bildirme hususunda fark vardır.
10- Câbir
(Radiyallahu anh) hadisini İbni Mâce rivayet etmiştir.
11- Sâd b.
Ebî Vakkâ sfRadiyatlahu anh) hadîsini
İmamı Ahmed, Bezzâr ve Ebû Ya'lâ rivayet etmişlerdir.
12-
Ebû'd.Derdâ (RadiyaUahü anh) hadîsini
Taberâni tahric etmiştir.
13- Hz. Âişe
(Rüdiydlahû anha) hadîsini Tirmizî «El-İielû'l-Kebîr» adlı eserinde rivayet
etmiştir.
Bu hadîslerin ekserisi
mânâ itibariyle babımız hadîsleri gibidir. Yalnız bazılarında sevâb derecesi
farklı gösterilmiştir.
Resûlüliah (Sallallahü
Aleyhi re Sellem) 'in : «Benim şu mescidim» diyerek işaret buyurması katlama
sevabın onun zamanındaki mescide mahsus olduğunu gösterir. Sonraları Hulefâ-i
Râşidin zama-nındd yapılan ilâvelerde kılman namaz için bu derece sevab yoktur.
Nevevî'rıin kavli budur. Fakat Mescid-i Haram böyle değildir. Ona sonradan
yapılan ilâvelerde kılman namazın hükmü içinde kılman namaz gibidir.
Hadîs-i şerif'de
«Yalnız Mescid-i Haram müstesna» buyrulmak suretiyle yapılan istisnanın hükmü
ulemâ aracında İhtilaflıdır. Mâ1ikiler 'den Ebû Bekir Abdû11ah b. Nafi'a göre
bu istisnanın mânâsı : Mescid-i Nebevî 'de kılman namaz sair mescidlerde kılman namazdan bin
kat, Kâbe'de kılman namazdan ise
bin kattan biraz aşağı olmak üzere faziletlidir, demektir. Mâliki'ye
ulemasından bir cemaatın mezhebleri budur. Hattâ bazıları bu kavli İman-ı Mâlik 'den rivayet etmişlerdir.
Umumiyetle fukahaya
göre Kâbe'de kılman namaz Mescid-i Nebevi'de kılman namazdan daha faziletlidir.
Hadîslerin zahiri de bunu göstermektedir. Hattâ Hz. Ömer 'in minber üzerinde :
«Mescid-i Haram'da kılman bîr namaz, başka mescidlerde kılman namazdan yüzbin
derece daha faziletlidir.» dediği ve orada bulunanlardan buna kimsenin itiraz
etmediği rivayet olunur.
Ulemânın bu babdaki
ihtilâfı Mekke ile Medine 'nin faziletleri hakkındaki ihtilâfa racidîr. Cumhur
ulemaya göre Mekke Medine 'den faziletli olduğu gibi, Kabe de Mescid-i Nebevi'den
daha faziletlidir. İmam-ı Mâlik ile bir takım ulemaya göre bilakis Medine Mekke
'den, Mescid-i Nebevi de Kabe 'den
faziletlidir.
Kaadî Iyâz: «Ulemâ
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)'m kabrinin bulunduğu yerin dünyanın en
faziletli yeri olduğuna, Mekke ile Medine 'nin dahi yeryüzünün en faziletli
mahalleri bulunduğuna İttifak etmiş, yalnız kabr-i şerifin yerinden sonra bu
iki beldenin hangisi faziletli olduğunda
ihtilâf eylemişlerdir» demektedir.
Bu yerlerde kılınacak
namazdan murad ne olduğu dahi ihtilaflıdır. Hanefilerden Tahâvi'ye göre
namazdan murâd farz namazlardır. Şâfiîler'le Mâlikiler ;den bazılarına göre ise
farz veya nafile bütün namazlardır.
510- (1396)
Bize Kutaybetü'bnû Saîd ile Muhammed b. Rumh hep birden Leys b. Sad'dan rivayet
ettiler. Kutaybe (Dedi ki) : Bize Leys, Nafi'den, o da İbrahim b. AbdiIIah b. Ma'bed'den,
o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet eyledi. İbni Abbâs şöyle demiş : Bir kadın
bir hastalığa tutulmuş da : Eğer Allah bana şifa verirse mutlaka gidip Beyt-i
Makdis'de namaz kılacağım, demiş. Müteakiben kadın iyileşti, sonra gitmeğe
niyet ederek hazırlandı. Derken Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in
zevcesi Meymüne gelerek ona selâm verdi. Kadın da o meseleyi ona haber verdi.
Meymûne (ona) : Otur da yaptığın yemeği ye! ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
SeilemYın mescidinde namaz kıl. Çünkü ben Resûlüllah (Sallcllalü A leyhi ve
Sellem) î :
«Bu mc-sctdde kılınan
bir namaz, başka mescidlerde kılınan bin namazdan daha faziletlidir; yalnız
Kabe'nin mescidi müstesna!»buyururken işittim, dedi.
Hadîs uleması bu
hadîsin isnadı sebebiyle İmamı Müslim'e itirazda bulunmuşlardır. Çünkü onlara
göre hadîsin isnadında İbni Abbâs Hazretleri yoktur. Onu burada zikretmek bir
vehimden ibarettir. Buhârî dahi onun senedinde İbni Abbâs'ı zikretme-miş,
bilâkis senedde onun zikredilmesinin doğru olmadığını söylemiştir. Mamafih
Nevevî bu rivayetinde doğru olmasını da muhtemel görmüş : «Hadîsin metni ise bil-ittifak sahîhdir» demiştir.
Hadîs-i şerîf hüküm itibariyle ondan evvelki
rivayetler gibidir.
511- (1397)
Bana Amru'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb hep birden İbni Uyeyne'den rivayet
ettiler. Amr (Dedi ki) : Bize Süfyân, Zührî'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber (Sû/ta//afr w Aleyhi ve Sellem) 'e ulaştırmak suretiyle rivayet etti.
«Uç mescİdden maada
hiç bir mescidi ziyaret için yola çıkılmaz, bunlar : Benim şu mescidim,
Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksâ'dır.» buyurmuşlar.
512- (...)
Bu hadîsi bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Abdüla'lâ, Ma'mer'den, o da Zührî'den bu isnâd ile rivayette bulundu. Şu kadar
var ki o: «Sefer üç mescide yapılır.» dedi.
513- (...)
Bize Hârûn b. Saîd el-Eylî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana Abdülhamîd b. Ca'fer rivayet etti. Ona da Imrân b. Ebî
Enes, ona da Selmân-ı Egarr rivayet etmiş, Selmân da Ebû Hüreyre'yi haber
verirken dinlemiş ki, Resûlüllah (Saîlaîlahü A leyhi ve Seilem) :
«Sefer ancak üç
mescide yapılır : Mescicf-i Kâ'be'ye, benim mescidime ve Mescİd-i lliyâ'ya.»
buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhârî ile
Nesâî «Namaz» bahsinde; Ebû Dâvûd «Hacc» bahsinde muhtelif râvilerden tahric
etmişlerdir.
Bu babda Hz. Ebû
Hüreyre 'den mâada Busrâ, Ebû-busra ve Abdullah b. Amr (Radiyallahu cmh)
Hazerâtmdan da hadîsler rivayet olunmuştur.
Taberânî'nin Hz. Ebû
Hüreyre 'den rivayet ettiği bir hadîste : «Sefer ancak üç mescide yapılır.
Bunlar Mescid-i Hayf, Mescid-i Haram ve benim şu mescidimdir.» buyrulmuştur.
Taberânî, Mescid-i Hayf'm yalnız bu hadîste zikredildi-ğini söyler.
Mescid-i Haram 'dan
murâd; Kâbe-i Şerif 'edir. Mescid.i Aksa Kudüs 'deki mesciddir. Bu mescid
Kabe'-den ya mesafe yâhud zaman itibariyle uzak olduğu için ona en uzak mânâsına
gelen Aksa ismi verilmiştir. Bir hadîste Kâbe'yi de Mescid-i Aksa 'nın
kuruluşları arasında kırk yıllık zaman bulunduğu bildirilmiştir. Hz. Âdem ile
Dâvûd (Aleyhlsselarn) arasında bundan kat kat fazla zaman geçmiş olmasına
bakarak bazıları bu hadîsi müşkil görmüşlerse de kendilerine şöyle cevap
verilmiştir: Her iki mescidin temellerini melekler atmıştır. İki temel atma
arasında kırk yıllık zaman vardır. Sonra Hz. Dâvûd ile Süleyman (Alevhisselam)
Mescid-i Aksa 'nın binasını yapmışlardır. Nitekim İbrahim (Aleyhisselam) da
Kâbe'yi bina etmiştir. Bazıları bu mescide, Mescid-i Aksa denilmesi Medîne
mescidine uzak olduğu içindir demişlerdir. Zira Medîne-Mekke'ye uzaktır. Kudüs ise daha da uzakta bulunmaktadır. İşte
Aksa isminin verilmesinin vech: budur. Yerinin yüksekliğine bakarak bu ismin
verildiğini de söyli-yenlcr vardır.
Mescid-i Hayf ,
Mina 'dadır. Cümlesinin asıl mânâsı; semerler bağlanmaz, demektir. Bu
söz yola çıkmaktan kinayedir. Çünkü sefere çıkmak için binilecek hayvana semer
vurmak lâzım gelir. Maksad herhalde sefer olduğu için muhtelif vâsıtalara
binmekle yürüyerek gitmek arasında mânâca fark yoktur.
1- Hadîs-i
şerif zikri geçen üç mescidin fazilet ve meziyetlerine delildir. Çünkü bunlar
Peygamberânı ızâm (Sallallahil Aleyhi ve SelIem) ha-zerâtmın mescidleridir.
Mescid-i Haram müsîümanlarm kıblesi ve hacc ettikleri
yerdir. Mescid-i Nebevi
takva üzerine kurulan mesciddir. Mescid-i
Aksa da geçen ümmetlerin
kıb-lesidiı
2- Bu üç
mescidden mâada herhangi bir mescide gitmek için yola çıkılmaz. Ancak ulemâ
bunun sebebi hususunda ihtilâf etmişlerdir. Nevevî'ye göre bu hadîsin mânâsı :
«Mezkûr üç mescidden başka bir mescide gitmekte fazilet yoktur.» demektir.
Nevevî bu kavli cumhuru ulemâdan
nakletmiştir.
İbni Battâ1 ( - 444)
bu hadîsin ulemâya göre mezkûr üç mescidden başka bir yere gitmeyi nezreden
kimseler hakkında varid olduğunu söylemiştir. İmamı Mâlik 'e göre bir kimse
ancak vasıtayla gidebileceği bir mescidde namaz kılmayı nezretse o namazı
bulunduğu yerde kılar. Yalnız nezrettiği mescid Kâbetüllah yâhud Mescid-i
Nebevi veya Mescid-i Aksa ise behemehal craya gitmesi icab eder.
Nevevî'nin beyânına
göre bu üç mescidden başka bir mescidde namaz kılmak veya başka bir ibâdette
bulunmak için nezreden kimseye o mescide gitmek lâzım değildir. Bu hususta
ulemâ arasında ittifak vardır, Çünkü sair mescidlerin birbiri üzerine rüchanı
yoktur. Binâenaleyh nezrini hangi mescidde îfa etse caizdir. Yalnız İmamı Leys
nezrin tayin edilen mescidde ifasına kail olmuştur. Hanbelîler 'den bir
rivayete göre böyle bir nezir rnünakıd olmaz, keffareti yemin vermek îcab eder.
Ma1ikîler 'den bir rivayete göre yapılan nezir o mescide mahsus bir ibâdetse
oraya gitmek lâzım gelir. Aksi takdirde nezir herhangi bir mescidde ifâ
edilebilir. Mâli kîler 'den Muhammed b. Mes1eme'ye göre Kubâ mescidine yapılan
nezir ancak orada ifâ edilir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
her cumartesi günü bu mescide gelirdi.
Ulemâdan bir cemaat
babımız hadîsiyle istidlal ederek mezkûr üç mescidden birine yâni Mescid-i
Haram'a, Mescid-i Nebevî'ye ve Mescid-i Aksâ'ya gitmeyi nezreden kimsenin
mutlaka oraya gitmesi lâzım geldiğine kaail olmuşlardır. İmam Mâlik, İmamı Ahmed
ve İmamı Şafiî 'nin mezheb-lerî budur. Ebû İshâk Mervezî dahi bu kavli ihtiyar
etmiştir, îmanı Âzam'a göre mutlak surette gitmek vâcib değildir. İmamı Şafiî
«Ei-Üm» nâm eserinde Mescid-i Haram'a yapılan nezrin orada ifâsı vâcib olduğuna
diğer iki mescide gitmek icab etmediğine kaail olmuştur. İbni El-.Münzir'e göre
Haremeyn denilen Mekke ve Medine mescidlerine gitmek vâcib, Mescid-i
Aksâ'ya gitmek vâcib değildir.
îmam-ı Gazâlî,
Mescid-i Hayf'in da Mescid-i Haram
hükmünde olduğunu söylemiştir.
Hanefîler'den
bâzılarına göre bu babda Mekke ile Harem-i Şerîf'in şâir cüzleri arasında fark
yoktur. Bir kimse Harem-i Şerîî'e yahud Mekke 'ye gideceğine nezretse yahut
Harem 'den mâdud Safa, Merve, Mescid-i Hayf , Minâ, Müzdelife, Makâm-ı İbrahim,
Zemzem ve saire gibi bir yere gideceğini nezretse Beytûllâh'ı nezretmiş gibi
olur. İmam Âzam 'dan bir rivayete göre bunların hepsiyle değil, yalnız Beytullâh'a,
Mekke 'ye, Kabe'ye veya Makam-ı İbrahim'e nezretmekle oraya gitmek lâzım gelir.
Ulemâdan bazıları
Peygamber (Sallallahü Alheyi ve Sellem) 'in kabrini ziyaret nezreden kimsenin
bu nezri ifası lâzım geldiğini
söylemişlerdir.
Kaadî Iyaz ile
Şâfiîler 'den Ebû Muhammed Eî-Cûheynî bahsi geçen üç mescidden mâada herhangi
bir mescide gitmeyi nezreden kimsenin oraya gitmesinin haram olduğunu söylemişlerdir.
Fakat Nevevî bu sözün yanlış olduğunu bildirmiş ve Şâfiî1er'ce sahîh olan kavle
göre nezredilen yere gitmenin haram olmadığını söylemiştir.
Bâzıları babımız
hadîsinin mânâsını te'vil ederek : «İtikaf için yalnız mezkûr üç mescide
gidilir» demişlerdir. Selefden bazılarına göre dahî itikâf yalnız üç mescidde
sahih olur.
Aynî 'nin şeyhi Zeyneddîn'e göre bu hadîse verilecek en güzel
mânâ mezkûr üç mescidin hükmüdür. Namaz maksadıyla sair mes-cidlere sefer
edilemez. Ama ilim tahsili, ticaret, gezi, sûlahâyı, ihvanı ve meşhur yerleri
ziyaret gibi şeyler buradaki nehide dahil değildir. Nitekim hadîsin bazı
tariklerinde bu cihet tasrih buyrulmuştur.
Babımız hadîsimi* dbn
rivayetinde zikri geçen Mescid-i İlî- Va'dan murâd Mescid-i
Aksa 'dır.
514- (1398)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd, Humeyd-i
Kaarrât'dan rivayet etti, (Demiş ki) : Ben Ebû Selemete'bnü Abdirrahmân'dan
dinledim. (Şöyle dedi) : Yanıma Abdûr-rahman b. Ebî Saîd-i Hudrî uğradı.
Kendisine babandan takva üzere kurulan mescid hakkında neler dinledin? dîye
sordum. Şu cevabı verdi : Babam (Dedi ki) : — Zevcelerinden birinin evinde
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeVemyin yanına girdim de; Ya ResûlâHah! Takva
üzere kuru-lan mescid, iki mescidden hangisidir? diye sordum. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi veSellem):
Bir avuç çakıl taşı
alarak onları yere vurdu. Sonra Medine mescidini kasdederek :
«O sizin şu mescidin
izdir.» buyurdu.
Ben (Abdûrrahman'a) :
Şehadet ederim ki, bunu baban anlatırken ben
de işittim, dedim.
(...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Sâîd b. Amr El-Eş'arî rivayet ettiler. Saîd (Bize
haber verdi) tâbirini kullandı. Ebû Bekir ise: Bize Hatim b. İsmail,
Humeyd'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Saîd'den,
o da
Feygamher(Salhllahü Aleyhi ve Sellem) 'den bu hadîsin mislini rivayet etti,
dedi. Abdûrrahman b. Ebî Saîd'i isnadda zikretmedi.
Bu hadîs-i şerif
Kur'ân-ı Kerîm'de takva üzere kurulduğu bildirilen mescidin Mescid-i Nebevi
olduğuna nassan delildir. Müfessirlerden bazıları bunun Kubâ Mescidi olduğunu
söy-lemişlerse de hadîs-i şerîf onların kavlini red etmektedir. Resûlüllah
(Sallailûhü Aleyhi ve Sellem)'in bir avuç çakıl alarak yere vurması maksadı
îzah hususunda mübalağa göstermek içindir.
Ubbî diyor ki :
Resûlüllah (Sallallalıü Aleyhi ve Sellem) 'nin avucu ile taş alıp yere
vurmasında beyânı geciktirme vardır, denilemez. Çünkü sorana nisbetle bunda
hiç bir gecikme yoktur. Bir de takva üzere tesisatta bulunmak yalnız Medine
mescidine mahsus değildir. Bu suâl âyetteki mescidden hangi mescid kasdediîdiğini
anlamak maksadı ile sorulmuştur.
515- (1399)
Bize EbÛ Ca'fer Ahmed b. Meni1 rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. İbrahim
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb, Nâfi'-den, o da İfcni Ömer'den naklen
rivayet etti ki, Resû\iil\ah(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) Küba'yı
kimi binek, kimi
yaya ziyaret edermiş,
516- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Nûmeyr
ile Ebû Usâme, Uheydûllah'dan rivayet ettiler. H.
Bize Muhammed b.
Abdillah b. Nûmeyr dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Rize babam rivayet etti.
(Dedİ ki) : Bize UbeydûIIah, Nafi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti.
İbni Ömer şöyle demiş : «Resûlüllah (SaliaUahü Aleyhi ve Sellem) Kubâ mescidine
kimi binek, kimi yaya olarak gelir, orada iki rekât namaz kılardı.»
Ebû Bekir kendi
rivayetinde şöyle dedi : «İbni Nûmeyr : Resûlüllah
(SaliaUahü Aleyhi ve
Sel1em) ovada iki rekât namaz kılardı, dedi.»
517- (...)
Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize L'beydulialı rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Nâfi' İbni
Ömer'den naklen haber verdi ki, KesûluHah (SaliaUahü Aleyhi ve Sellem) Küba'ya kimi binek, kimi yaya gelirmiş.
(,..) Bana
Ebû Ma'n Er-Rakâşî Zeyd b. Yezîd Es-Sekafî —ki Basrah Mevsuk bir râvidir.—
rivayet etti. (Dedi ki) Bize Halid yâni İbnil Haris, İbni Aclâan'dan, o da
Nafi'den, o da İbni Ömer'den, o da Peygamber (SaliaUahü Aleyhi ve Seliem) den
naklen Yahya El-Kattan hadîsi gibi rivayette bulundu.
518- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlİk'e, Abdullah b. Dinar'dan
dinlediğim, onun da Abdullah b. Ömer'den rivayet ettiği şu hadîsi okudum:
«Kesûlüllah (Saliallahu Aleyhi ve SeVem) Küba'ya kimi binek, kimi yaya olarak gelirmiş.»
519- (...)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İlmi Hucr rivayet ettiler. İbni Eyyûb (Dedi
ki) : Bize İsmail b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Abdûliah b. Dînâr
haber verdi. Kendisi Abdullah b, Ömer'i şöyle derken işittim :
«Resûlüllah
(Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) Kubâ;'ya kimi binek, kimi yaya olarak gelirdi.»
520- (...)
Bana Züheyr h. Harb ribâyet etti. (Dedi ki) ; Bize Süf-yân bin Uyeyne, Abdullah
b. Dinar'dan naklen rivayet etti ki, İbni Ömer her Cumartesi Küba'ya geîir ve:
«Ben Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) i her Cumartesi huraya gelirken
gördüm» dermiş.
521- (...)
Bize bu hadîsi İbni Ebî Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Abdullah
b. Dinar'dan, o da Abdullah b. Ömer'den, naklen rivayet etti ki: Resûlüllah
(SallaüaJıü Aleyhi ve Sellem) Küba'ya gelirmiş. Y'âni her Cumartesi kimi binek,
kimi yaya olarak gelirmiş.
ibni Dînâr : «Buru
İvni Ömer de yapardı» demiş.
522- (...)
Bu hadîsi bana Abdullah b. Hâşim dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki',
Süfyan'dan, o da İbni Dinar'dan bu isnâdla rivayette bulundu. Ama «Her
Cumartesi» sözünü zikretmedi.
Bu hadîsi bütün Kütübû
Sitte sahibleri muhtelif şekillerle tahric etmişlerdir. Tahâvî «iki rekât
namaz kılardı» cümlesinin müdrec olduğunu Resûlüllah (Saüailahü Aleyhi ve
Sellem) 'nin bir yerde oturmazdan Önce mutlaka namaz kılardı. Malûm olduğu için
bunu râvi-Jerden birinin söylediğini bildirmiştir.
Nesâî ile İbni
Mâce 'nin rivayet ettikleri bir hadîsde :
Bir kimse evinden
çıkarak şu mescide yâni Mescid-i Küba'ya
gelir de orada namaz kılarsa ona bir ömre kadar sevap verilir.}- buyrulmuş-vur.
üad b. Ebî Vakkât.
(Radiyallahü anh) \n dahi : «Kubâ mescidinde iki rekât namaz kılmam benim
indimde Beyt-i Makdis'e iki defa gitmemden daha iyidir.» dediği rivayet
olunur. Mamafih geçen babda görülen üç mescid hakkındaki sevap katlaması Kubâ
mescidi hakkında sabit olmamıştır. Kubâ mescidinin fazileti hakkında birçok hadîsler
vardır. Taberâni'nin bin ti Nûman 'dan rivayet ettiği bir hadîsde şöyle
denilmektedir: <ResûlülIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kubâ 'ya gelerek şu
mescidi yâni Mescidi Kubâ'yi bina ettiği zaman kendisini gördüm. Taşı yahut
kayayı alıyor; taş kendisini çökertiyordu. Karnının veya göbeğinin üzerinde
beyaz toprak izi görüyordum. Ashabından biri gelerek, annem, babam hakkı için
Yâ Rasûlallah! Onu bana ver. Senin için ben taşıyayım, derdi. Fakat Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— Hayır! Sen de bunun
gibi başka bir taş al mukabelesinde bulunurdu. Mescidi böyle bina eîti...» Bu hadîsin râvileri
mevsukdur.
Kubâ, Medine 'nin
Cenubunda ona iki mil mesafede bulunan bir yerdir. Bâzıları üç mil mesafede
olduğunu söylerler. Kelime müzekker olarak münsarif, müennes olarak gayri
münsarif okunmuştur.
1- Hadîs-i
şerîf bütün rivâyetleriyle Kubâ 'nin ve oradaki mescidin faziletine delildir.
2- Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ç. uyarak Cumartesi günü Kubâ mescidini ziyaret
etmek ve orada namaz kılmak müs-tehabdır. Ziyaretin Cumartesi gününe tahsis
edilmesinin hikmeti hususunda birçok ihtimaller ileri sürülmüştür. Ezcümle :
Medine'ye hicretten sonra ilk bina ettiği mescid bu olmuş, sonra Medî11e'deki
mescidi te'sis etmiş ve Cuma namazı için bütün etraf halkı Medine 'ye indiği
için Cuma günü Kubâ mescidi boş kalmıştır. İşte Cumartesi günü Resûlüllah
(Saüaliahü Aleyhi ve Selîem) bu boşluğu telâfi için Kubâ'ya gitmiştir diyenler
olduğu gibi, «Resûlüllah [ScSaUahü Aleyhi ve SeHem)'nm Kubâ mescidine gitmesi
Cuma namazında Mescid-i Nebevi'ye gelen Kubâ1ı1ar'a mükâfat içindir.» diyenler
de olmuştur. Bir ihtimale göre Fahr-i Kâinat (Sailallahü Aleyhi ve Seilem)
Efendimiz o gün başka işlerle meşgul olmayıp serbest kaldığı için ashabını ve
mübarek yerleri ziyarete getmiştir.
3- Bazı
günleri ibâdet için tahsis etmek caizdir. Yalnız nehyedi-len vakitler bundan
müstesnadır. Meselâ : Gece namazı için Cuma gecesini, oruç İçin Cuma
gününü tahsis etmek yasak edilmiştir.
4- Bu hadîs
Kubâ'yi ziyaret için Cumartesi gününün tahsis edilmesini kerih görenler
aleyhine delildir. Kaadî Iy âz Mâ1ikî1er'den Muhammed
b. Mesleme 'nin o günde Kubâ'yi ziyaret sünnet sanılır endişesiyle bunu
kerih gördüğünü rivayet etmiş ve : «İhtimal Muhammed b. Mesleme bu hadîsi duymamıştır» demiştir. Yine Mâ1ikî1er'den îbni Habîb babımız
rivâyetleriyle istidlal ederek : «M
edîneliler 'den biri Kubâ Mescidinde namaz kılmayı nezrederse nezrini ifâ
etmesi gerekir» demiş, bu hükmü İbni Abbâs (Radiyallahıı aııhj'dan da rivayet
eylemiştir.
5- Gerek
Kubâ'yi gerekse sair mübarek yerleri hayvana binerek veya yürüyerek gitmek
suretiyle ziyaret caizdir.
[1] Azratü'bnü Sabit e!-Ensârî; Basraiıdır, Sahîhayn
râvîlerindendîr
[2] Sûre-i Bakara âyet
187.
[3] Ebû Tarif
Adiyy b. Hatim
b. Abdillah Et-Taifi
(R.A.) : <?-68)
Kûfeli ashabı ki ramdandır
[4] Ebû Süleyman Fudayl b. Süieyman : Basralıdır, Sahîheyn
râvî] erin dendir.
[5] Ebû Bekir Muhammed b. Sehl Et-Temîmi : Müslimin râvîlerindendir. Bağdad'ta
yaşamış ve (151) tarihinde orada vefat etmiştir
[6] Süre.
[7] Zamanımız
miislümanlannm nazar-ı dikkatlerini celbederiz.
[8] Maksat gazadır
[9] Süre
[10] Müslümanlar asırlar boyunca bu hadîd-i şerifle amel
etselerdi fütuhat neticesi İslâm memleketlerine katılan topraklarda bugün bir
tek gayr-ı raüslün bulunmama]: gerekirdi.
[11] Ayet-i kerîme
[12] Hurmayı yağ ve keşle karıştırarak yapılan bir
yemekdir.
[13] Âyet-i Kerîme
[14] Mu'cemii'1-fiüldâiı