B) AYAKTA YEYİP İÇMEKTEN MEN EDEN HADİSLER:
KAPLARIN AĞZINDAN İÇMENİN HÜKMÜ
B) SU KABININ AĞZINDAN İÇMEYİ YASAKLAYAN HADİSLER:
KAPLARIN AĞIZLARININ ÖRTÜLMESİ
ALKOLLÜ İÇKİLERİN TAHRİMİ, İÇENLERİN ZEMMİ
HAMRIN TAHRİMİ VE YAPILDIĞI MADDELER
İslâm'ın Hamr'a (İçki Ve Uyuşturuculara) Bakışı Ve Onlarla Mücadele
Metodu
İçki Dışındaki Uyuşturucular Meselesi:
1) Yasak Tedricî Olarak Gelmiştir:
Kur'ân-ı Kerîm'de Görülen İlâhî Emirler:
2) Yasağın Dînî, Îmanî Bir Mesele Olarak Ele Alınması:
3) Müessir Mücadeleye Giden Yol; Yasağın Maddî Müeyyide İle Korunması:
Rusya'da İdeolojinin Birinci Aleti
(Bu bölümde iki bâb vardır)
*
BİRİNCİ BÂB
İÇME ÂDÂBI
(Bu bâb altı fasıldır)
*
BİRİNCİ FASIL
AYAKTA İÇMENİN HÜKMÜ VE BUNUN CEVAZI
*
İKİNCİ FASIL
KAPLARIN AGZINDAN İÇMENİN HÜKMÜ
*
ÜÇÜNCÜ FASIL
İÇERKEN NEFES ALIP VERMEK
*
DÖRDÜNCÜ FASIL
İÇENLERİN ÖNCELİK SIRASI
*
BEŞİNCİ FASIL
KAPLARIN AGIZLARININ ÖRTÜLMESİ
*
ALTINCI FASIL
MÜTEFERRİK HADİSLER
*
İKİNCİ BÂB
ALKOLLÜ İÇKİLER VE ŞIRALAR
(Bu bâb altı fasıldır)
*
BİRİNCİ FASIL
HER SARHOŞ EDİCİ HARAMDIR
*
İKİNCİ FASIL
ALKOLLÜ İÇKİNİN TAHRİMİ, İÇENİN ZEMMİ
*
ÜÇÜNCÜ FASIL
İÇKİNİN TAHRİMİ VE YAPILDIGI MADDELER
*
DÖRDÜNCÜ FASIL
HARAM VE HELÂL OLAN ŞIRALAR
*
BEŞİNCİ FASIL
HARAM VE HELÂL OLAN KAPLAR
*
ALTINCI FASIL
BAZI İLAVELER
İnsan olarak, hayatımızı yakından ilgilendiren şeylerden biri
içeceklerimizdir. İçecek deyince sadece meşrubât kelimesiyle ifade edilen gayr-i
zarurî şeyleri kasdetmiyoruz. Buna su gibi zarurî içeceğimiz dahil olduğu gibi
serinletici, ferahlatıcı, iştah açıcı, hazmettirici, şifa verici vs. nev'inden
çeşitli meyve suları, şıralar, şerbetler, maden suları, ayran, çay, kahve,
şurup... hepsi dahildir. Hatta dînen haram edilmiş olan sarhoş edici alkollü
içkiler de buraya dahildir.
Cennet nimetleriyle ilgili birçok Kur'ânî tasvirlerin, cennetteki
içeceklerimize yer vererek onların isimleri, vasıfları, kapları ve onlardan
istifade şekilleri üzerinde mükerrer teferruatlara inmiş olması da içecek
meselesinin insan hayatındaki ehemmiyetini görteren bir delil teşkil
etmektedir.[1]
Hayatımızın en tâlî meselelerine bile yer verip açıklık getiren, o
husustaki en doğruyu, en sağlıklı tarzı ve rüşdü beyan eden dînimizin içecek
gibi son derece ehemmiyetli, her günümüzü ilgilendiren bir meselede daha çok
rehberlik edeceği açıktır. Gerçekten de İslâm dîni içeceklerimiz hususunda pek
çok teferruâta şâmil hükümler getirmiş, âdâblar beyan etmiştir. Sözgelimi,
neler içilir, neler içilmez? İçilenler nasıl ve ne miktarda içilmelidir?
İçeceklerimizin vasıfları neler olmalıdır? Ayakta mı, oturarak mı içmeliyiz,
kaç yudumda içmeliyiz? Bir solukta içmenin faydası mı var, zararı mı? Aç karna
mı, tok karna mı içmeli?... Soruları daha da artırabiliriz. Bunların cevabı
"İslâm'a has içme" ve "müslüman içecekler"in mahiyetini
ortaya koyar.
İçeceklerimizle ilgili meselelere hem iki cihanımızın da rehberi
olan Kur'ân-ı Kerîm'de, hem de sevgili Peygamberimiz (aleyhissalâtu
vesselâm)'in hadislerin de yer verilmiştir. Kütüb-i Sitte mecmuâlarının her
birinde istisnasız Kitâbu'l-Eşribe bölümleri vardır. Diğer tanınmış hadis
kitaplarımızda da aynı şekilde içeceklerle ilgili bölümler yer alır, zîra bu
mevzuda pek çok hadis vârid olmuştur.
Şu halde İslâm'ımızın kemâli, içeceklerle ilgili ahkâm ve âdâbı
bilip onlara riâyet etmemize bağlıdır.
(Bu bâb altı
fasıldır)
*
BİRİNCİ FASIL
AYAKTA İÇMENİN
HÜKMÜ VE BUNUN CEVAZI
*
İKİNCİ FASIL
KAPLARIN AGZINDAN
İÇMENİN HÜKMÜ
*
ÜÇÜNCÜ FASIL
İÇERKEN NEFES
ALIP VERMEK
*
DÖRDÜNCÜ FASIL
İÇENLERİN ÖNCELİK
SIRASI
*
BEŞİNCİ FASIL
KAPLARIN
AGIZLARININ ÖRTÜLMESİ
*
ALTINCI FASIL
MÜTEFERRİK
HADİSLER
ـ1ـ عن ابن
عباس رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]سَقَيْتُ
النَّبىَّ #
مِنْ مَاءِ
زَمْزَمَ
فَشَرِبَ
وَهُوَ
قَائمٌ[.
أخرجه الخمسة
إ أبا داود.وفي
رواية:
»اسْتَسْقَى
وَهُوَ
عِنْدَ
الْبَيْتِ
فَأتَيْتُهُ
بِدَلْوٍ«.وَزاد
في رواية: »فَحَلَفَ
عِكْرِمَةُ
مَا كَانَ
يَوْمَئِذٍ إَّ
عَلى بَعِيرٍ«
.
1. (2241)- İbnu Abbâs
(radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
zemzemden sundum, ayakta olduğu halde içti."[2]
Bir rivâyette: "Resûlullah Beytullah'ın yanında iken su
istedi, ben ona bir kova getirdim" denmiştir.
Bir diğer rivâyette şu ziyade gelmiştir: "İkrime o gün
(Resûlullah'ın) deve üzerinde olduğu hususunda yemin etti."[3]
ـ2ـ وفي
رواية
الترمذي
والنسائى
]شَرِبَ رسولُ
اللّهِ # مِنْ
زَمْزَمَ
وَهُوَ
قَائِمٌ[ .
2. (2242)- Tirmizî ve
Nesâî'nin bir rivâyetinde şöyle denmiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) zemzemi ayakta içti."[4]
ـ3ـ وعن
ابن عمر
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]كُنَّا
نَأكُلُ عَلى
عَهْدِ
رَسولِ
اللّهِ #. وَنَحْنُ
نَمْشِى
وَنَشْرَبُ
وَنَحْنُ قِيَامٌ[.
أخرجه
الترمذي
وصححه .
3. (2243)- İbnu Ömer
(radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Biz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
devrinde yürürken yer,ayakta iken içerdik."[5]
AÇIKLAMA:
Müteâkiben (2245-2246. nci hadisler) görüleceği üzere, bir kısım
hadisler yürürken yemeyi ve ayakta su içmeyi yasaklarken, bazı hadisler
bunların cevazını ifade etmektedir. Âlimler rivâyetlerde ortaya çıkan bu farklı
durum üzerine değişik fikirler ileri sürmüşler, münakaşalar etmişlerdir.
Sadedinde olduğumuz İbnu Abbâs hadisini Buhârî'nin Kitâbu'l-Eşribe'de
"Ayakta içmek" şeklinde isimlendirdiği bir bâbta kaydetmiş olmasını
İbnu Battal şöyle yorumlar: "Buhârî, bu başlıkta işaret eder ki, ayakta
içmenin mekruh olduğunu ifade eden rivâyetler, nezdinde sahih değildir."
"Buhârî'ye göre ihtilaf halinde hüküm sabit olmaz" diyerek İbnu
Battal'a katılmayanlar olsa da ayakta su içmeye veya yürürken yemeye âlimler
haram dememişler, bu bâbta gelen nehyi kerahet-i tenzihiyeye hamletmişlerdir.
Ayakta su içmenin cevâzıyla ilgili olarak Hz. Ali'den, İbnu Ömer'den, Sa'd İbnu
Ebî Vakkas ve diğer bir kısım başka sahabilerden (radıyallâhu anhüm ecmaîn)
rivâyetler gelmiştir. Hz. Enes' in bir rivâyetine dayanan Hasan Basrî, İbrahim
Nehaî ve Katâde gibi bazı selef büyüklerinden de ayakta su içmenin mekruh
olduğu hükmü rivâyet edilmiştir.
Şu halde esas olan cevaz maal kerâhedir.[6]
ـ4ـ وعن
مالك: ]أنَّهُ
بَلَغَهُ
أنَّ عُمََرَ وَعُثْمَانَ
وَعَلِيّاً
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهم
كَانُوا
يَشْرَبُونَ
قِيَاماً[ .
4. (2244)- İmam Mâlik'e
ulaştığına göre Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (radıyallâhu anhüm) ayakta
oldukları halde (su) içiyorlardı."[7]
AÇIKLAMA:
Burada büyük Sahabinin ayakta içtiği görülmektedir. Bu rivâyet,
her ne kadar İmam Mâlik'in belâgâtından (yani muallak olarak zikrettiği)
hadislerinden biri ise de hadis sahihtir, çünkü onun belağlarının sahih olduğunda
ulema tahkike dayanarak ittifak etmiştir. Üstelik, başka sahabelerin de ayakta
içtiklerine dair rivâyet gelmiştir. Sözgelimi, Muvatta'nın aynı bâbta
kaydettiği örnekler arasında Abdullah İbnu Ömer, Abdullah İbnu Zübeyr'in de
ismi geçer, bunlar da ayakta içmişlerdir. Ayrıca Hz. Âişe ve Sa'd İbnu Ebî
Vakkas (radıyallâhu anhümâ)'ın da bunda bir beis görmediklerine dair rivayet
mevcuttur.
Zürkânî, Hz. Ebû Bekr'in de ayakta su içtiğine dair Cübeyr İbnu
Mut'im rivâyetini zikrettikten sonra şöyle der: "Bu rivâyette ayakta su
içmenin kerâhetsiz cevazına dair delil vardır. Nitekim şu da sahih
rivâyetlerden biridir:
"Benden sonra
Hulefâ-i Râşidîn'in sünnetine uymanız gerekir. Onların sünnetine dört elle
sarılın. Benden sonra bilhassa ikisine uyun: Ebû Bekir ve Ömer."
Ayakta içmeyi men eden hadisler de var, onlar ve gerekli
açıklamalar müteâkiben zikredilecek.[8]
ـ1ـ عن أنس
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]نَهى رسُولُ
اللّهِ # عَنِ
الشّرَابِ
قَائِماً،
قِيلَ ‘نَسٍ:
فَا‘كْلُ؟
قالَ ذلِكَ
أشَدُّ، أوْ
قالَ: أشَرُّ
وَأخْبَثُ[. أخرجه
مسلم
والترمذي،
وأخرجه أبو
داود بدون ذكر
ا‘كل .
1. (2245)- Hz. Enes
(radıyallâhu anh): "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ayakta içmeyi
yasakladı" demişti. Kendisine:
"Ya yemek? (Bu husustaki hüküm nedir)" diye soruldu.
"Bu daha şiddetle yasaktır!" dedi veya şöyle dedi.
"Bu daha şerli, daha kötü!"[9]
ـ2ـ وعن
أبى هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: َ
يَشْرَبَنَّ
أحَدُكُمْ
قَائِماً،
فَمَنْ
نَسِىَ
فَلْيَسْتَقِئ[.
أخرجه مسلم .
2. (2246)- Ebû Hüreyre
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdular:
"Sizden kimse sakın ayakta içmesin. Kim unutarak içerse hemen
kussun."[10]
AÇIKLAMA:
Son iki hadis, öncekilerin zıddına, ayakta yeyip içmeyi
yasaklamaktadır. Bu mevzuda başka rivâyetler de mevcuttur. Şu halde yasak
tenzihî bir kerâhet ifade etmektedir. [11]
ـ1ـ عن
كبشة ا‘نصارى
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]دَخَلَ عَلى
النَّبىُّ #
فَشَرِبَ
مِنْ في
قِرْبَةٍ
مُعَلّقَةٍ
قاَئماً،
فَقُمْتُ إلى
فَمِهَا
فَقَطَعْتُهُ[.
أخرجه
الترمذي.وزاد
رزين:
]فَاتَّخَذْتُهُ
رَكْوَةً
أشْرَبُ
فِيهَا[.
»الرَّكْوَةُ«:
دلو صغير يشرب
منه .
1. (2247)- Kebşetu'l-Ensârî
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanıma
girmişti. (Duvarda) asılı olan bir kırbanın ağzından ayakta su içti. Ben hemen
kırbaya gidip ağzını kestim."[12]
Rezîn şu ziyadeyi ilave etmiştir: "... (Kestiğim bu kısmı) su
içerken kullanmak üzere hususî bir maşraba yaptım."[13]
ـ2ـ وعن عيسى
بن عبداللّه
رجلٍ من
ا‘نصارى عن
أبيه: ]أنَّ رَسُولَ
اللّهِ #
دَعَا يَوْمَ
أُحُدٍ بِإدَاوَةٍ،
فقَالَ.
اُخْنُثْ
فَمَ
ا“دَاوَةِ، فَفَعَلْتُ،
فَشَرِبَ
مِنْ
فَمِهَا[.
أخرجه أبو
داود.»ا“دَاوَةُ«،
كالرّكوة.
وقيل: هى
السطحية .
2. (2248)- Ensardan bir zât olan Îsa İbnu Abdillah, babasından naklen
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Uhud günü bir su kabı
istedi. (Kap gelince):
"Kabın ağzını dışa kıvır!" dedi, ben de kıvırdım. Sonra
kabın ağzından su içti."[14]
AÇIKLAMA:
1- Vak'a Uhud savaşının yapıldığı gün cereyan etmiştir.
Resûlullah'a getirilen su kabının deriden mamul (kırba) nev'inden bir şey olduğu
anlaşılıyor. Zira toprak veya madeni kabın ağzını kavırmak mevzubahis olamaz.
Zaten o devirde kullanılıştaki pratiklik sebebiyle su kabı olarak deriden mamul
kırbalar kullanılmaktadır. Bunlar hayvan derisinden yapılan günümüzdeki küçük
boy tulukları andırmalıdır. İçerisinde akıcı olmayan şeyleryani kurular-
korunduğu takdirde dağarcık deriz. Şu halde bu kırbalar bir nevi dağarcıktır.
İbnu Hacer'in açıklamasına göre deriden mamul su kapları (eskıya) tuluk gibi
büyük veya - Toroslarda söylendiği üzere- yannık gibi küçük de olsa aynı isimle
anılmaktadır.
2- Şârihlerden bazıları zikri geçen su kabının ağız kısmının
dışırıya doğru kıvrılmasını, bu kısmın kokmuş olabileceği ihtimaline
dayandırır. Bazısı da "suyun, içen üzerine sıçramasını önlemek için"
kıvırmaya yer verildiğini, kırbanın ağız kısmı bükülerek, bir nevi su bardağı
şekli verilerek, suyun hasıl edilen çukurdan içildiği de belirtilmiştir. Zira
ihtinas bükmek, kıvırmak, kırmak gibi muhtelif mânalara gelmektedir.[15]
ـ1ـ عن أبى
سعيد رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]نَهى
رَسُولُ
اللّهِ # عَنِ
اخْتِنَاثِ
ا‘سْقِيَةِ
أنْ يُشْرَبَ
مِنْ
أفْوَاهِهَا[.»وَاخْتِنَاثُهَا«:
أن يقلب رأسها
فيشرب منه.
أخرجه الخمسة
إ النسائى .
1. (2249)- Ebû Saîd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) su kaplarının ağzından içmek için ağızlarının dışa
kıvrılmalarını yasakladı."[16]
AÇIKLAMA:
Hadiste geçen ihtinas bazı farklı tefsirlere mazhar olmuştur.
Eğmek, bükmek, kıvırmak, kırmak mânaları verilirken "kabın baş kısmının
ters çevrilmesi" diye de yorum yapılmıştır.
Bu hadis, suyu, kabın ağzından doğrudan içmeyi yasaklamaktadır.
Dolayısıyla avuç, maşraba, bardak gibi büyük kapla araya girecek bir vasıta ile
içilmesi tavsiye edilmiş olmaktadır. Bu yasağın konmasına sebep olan bir durum
Ebû Bekir İbnu Ebî Şeybe'nin Müsned'inde rivâyet edilmiştir. Rivâyete göre, bir
adam su kabının ağzından su içer. Bu esnada ince bir yılan midesine kayar.
Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) suyun, kabın ağzından
içilmesini yasaklar. [17]
ـ1ـ عن ابن
عباس رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]قالَ رسولُ
اللّهِ #: َ
تَشْرَبُوا
وَاحِداً كَشُرْبِ
الْبَعِيرِ،
وَلكِنِ
اشْرَبُوا
مَثْنى
وَثَُثَ،
وَسَمُّوا
اللّهَ
تَعالى إذَا
أنْتُمْ شَرِبْتُمْ،
وَاحْمَدُوا
اللّهَ إذَا
أنْتُمْ
رَفَعْتُمْ[.
أخرجه
الترمذي .
1. (2250)- İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Suyu deve gibi bir solukta
içmeyin. İki-üç solukta (dinlene dinlene) için. Su içerken besmele çekin.
Bitirince de Allah'a hamdedin."[18]
ـ2ـ وروى
الخمسة إ
النسائى عن
أنس رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]كانَ
النَّبىُّ #
يَتَنَفَّسُ ثََثاً[.وزاد
مسلم
والترمذي ويقول:
»إنَّهُ
أرْوَى
وَأبْرَأُ
وَأمْرَأْ« .
2. (2251)- Hz. Enes'ten Nesâî dışındaki imamların rivâyetine göre:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), suyu üç solukta içerdi."
Müslim ve Tirmizî'nin rivâyetlerinde şu ziyade var:
"Resûlullah (üç solukta içer, böyle içmenin) daha doyurucu, (hastalıklara
karşı) daha koruyucu ve daha afiyetli olduğunu söylerdi."[19]
AÇIKLAMA:
Bu hadislerde su içmenin mühim bir âdabı beyan edilmektedir. Suyu
bir solukta içmemek. Yani, su kabını ağzımıza dayayıp doyuncaya kadar lıkır lıkır
içmemek. En az iki seferde içmelidir. Resûlullah (aleyhissalâtu vessalâm)'ın üç
solukta içtiği belirtilmektedir. Soluktan burada maksad şudur: Suyu içerken
bir-iki yudum içtikten sonra kabı ağzımızdan uzaklaştırıp bir nefes almak,
sonra tekrar kabı ağzımıza götürüp bir-iki yudum daha içip tekrar fasıla verip
nefes almak, sonra üçüncü sefer kabı ağzımıza götürüp doyuncaya kadar içmektir.
Resûlullah, bu tarz içişin daha sağlıklı ve daha doyurucu olduğunu
ifade buyuruyor. Bu şekilde içildiği takdirde ciğerlerimiz temiz havaya
daralmadan normal şekilde teneffüsüne devam eder. Ayrıca ağır içilen su
ağızdaki tükrükle daha iyi karışma fırsatı bulur ve mide için daha sağlıklı bir
mahiyet kazanarak boğazı geçer. Hadis, şüphesiz daha pek çok faideleri haber vermektedir.[20]
ـ3ـ وعن
أبى قتادة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: إذَا
شَرِبَ
أحَدُكُمْ فََ
يَتَنَفَّسْ
في ا“نَاءِ[.
أخرجه الخمسة
إ أبا داود .
3. (2252)- Ebû Katâde
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Biriniz su içerken su kabına nefes etmesin."[21]
AÇIKLAMA:
Bu bâbın hadislerinde geçen teneffüs kelimesi iki mânada
kullanılmıştır: Bir mâna, az önceki hadiste geçtiği üzere nefes alıp vermektir.
Bir ikinci mâna bu hadiste olduğu üzere suyun içtiğimiz kabın içerisine
ciğerlerimizden çıkan havayı göndermek, soluğumuzun kaba girmesine meydan
vermektir. İşte, hadiste bu yasaklanmaktadır. Bu yasaklamanın nasıl bir edeb
kaidesi olduğu açıktır. Zîra su kabı müşterektir, başkaları da ondan istifade
edecektir. Soluğumuzla birlikte ağız veya burnumuzdan kabın içerisine
yanımızdakileri iğrendirecek bazı şeyler sıçrayabilir. Resûlullah'ın diğer
tavsiyelerinde mü'min kişinin üç ayrı solukta dinlenerek içmesi tavsiye
edildiğine göre, hem su içip hem solunması, bu nebevî edebe uymamaktadır. Öyle
ise, suyu içerken tek başımıza bile olsak, su kabı tamamen kendimize ait bile
olsa, su kabına soluğumuzu salarak içmemiz edep dışı davranıştır. Kimse görmese
bile melekler görmekte, kayda geçirmektedir.
Bazı şârihler, suya nefes vererek, ağzın sudan hiç ayrılmadan
suyun içilmesini," insan içişi değil, hayvan içişidir, çünkü develer o
şekilde içer" diye illete bağlamışlardır, nitekim hadiste de benzer teşbih
geçti.[22]
ـ4ـ وعن
أبى المثنى
الجهنى قال:
]دَخَلَ أبُو
سَعِيدٍ عَلى
مَرْوَانَ،
فقَالَ لَهُ:
أسَمِعْتَ
النَّبىَّ #
يَنْهى عَنِ
النَّفْخِ في
ا“نَاءِ؟
قالَ: نَعَمْ،
وَسَألَ
رَجُلٌ
رَسولَ اللّه
# فقَالَ:
إنِّى َ
أرْوَى مِنْ
نَفَسٍ
وَاحِدٍ،
فقَالَ #، فَأبِنِ
الْقَدَحَ
عَنْ فِيكَ
ثُمَّ
تَنَفَّسْ
قالَ: فإنِّى
أرَى
الْقَذَاةَ
فِيهِ. قالَ:
فَأهْرِقْهَا[.
أخرجه ا‘ربعة
إ
النسائى.الفصل
الرابع: في
ترتيب
الشاربين
4. (2253)- Ebû'l-Müsennâ
el-Cühenî anlatıyor: "Ebû Saîd (radıyallâhu anh) Mervan'ın yanına
girmiştir. Mervan ona:"
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kaplara solumayı
yasakladığını işittin mi?" diye sordu. Ebû Saîd (radıyallâhu anh):
"Evet!" dedi ve anlattı: "Adamın birisi: "ben
bir nefeste su içince bir türlü suya kanamıyorum (ne tavsiye edersiniz)?"
diye sormuştu. Aleyhissalâtu vesselâm efendimiz:
"Kabı ağzından ayır, nefes al (sonra içmeye devam et)!"
buyurdu. Adam:
"Kapta çerçöp görürsem?" diye sordu. Efendimiz:
"O takdirde suyu dök!" diye emretti."[23]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin Tirmizî'deki vechi daha sarih. Buna göre Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) içilen şeye solumayı, (yani su içme sırasında nefes
alıp vermeyi) yasaklayınca, cemaatte bulunan bir zat tek solukta, yani içerken
nefes alıp vermeden, içtiği su miktarıyla suya kanmadığını, daha içme ihtiyacı
duyduğunu söyleyerek bir nevî itiraz eder. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Nefes alma ihtiyacını duyunca, su kabını ağzından çek, nefesini al ver,
sonra içmene devam et!" der. İkinci içişte, yine nefes alıp verme ihtiyacı
duyulunca aynı şekilde kap ağızdan uzaklaştırılıp, nefes alıp verdikten sonra
içmeye devam edilecektir. Şunu da belirtelim ki, bu hadisten, suyu tek solukta
içmenin mübah olduğu hükmü de çıkarılmıştır. Çünkü, Efendimiz, adamı tek
solukta içmekten nehyetmiyor, bilakis, "bir solukta suya doyamıyorsan
bardağı ağzından uzaklaştır, (solu, sonra devam et) mânasında tavsiyede
bulunuyor. Diğer hadiste sarih nehiy geldiğine göre, buradan çıkarılan cevaz
tek solukta içmedeki kerâheti izale etmez.
2- Zürkânî, suyu nefes alarak içme emrinin hikmetlerini şöyle
açıklar: "(Bardağı ağızdan ayırıp, nefes almak) kişiye olan hürmeti korur,
töhmeti defeder, suyun bozulmasını (tegayyüre uğramasını) önler, suya tükrük
sıçramasına mani olur, sömürerek içmedeki hayvana benzemeyi bertaraf eder.
Hayvana benzemek, tabiatımızca da, şeriatimizce de mekruhtur."
3- Zürkânî bu hadisi şerhederken İmam Mâlik'in yukarıda
kaydettiğimiz üzere, hadisten tek solukta içmenin mübah olduğu hükmünü
kaydettikten sonra, şahsen katılmasa da ‘Kîle’ ile sunduğu bazı farklı
görüşlere de yer verir:
"Tek solukta içmek, mutlak olarak mekruhtur. Çünkü bu, şeytan
işidir, çünkü bu hayvanların tarzıdır." Tirmizî, İbnu Abbâs (radıyallâhu
anhümâ)'dan merfu olarak şunu rivâyet etmiştir: "Develer gibi tek nefeste
su içmeyin, fakat iki-üç solukta için. İçerken besmele çekin, bitirince de
Allah'a hamdedin" (2250. hadis).
4- Hadiste aynı zatın bir başka sorusu mevzubahis: "Suyun
üzerine çerçöp (veya batal dahi) denen yabancı bir madde görülecek olursa ne
yapmalı?" Resûlullah'ın bu durumdaki tavsiyesi, "suyun içilmeyip
dökülmesidir." [24]
ـ1ـ عن أنس
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]أُتِىَ النَّبىُّ
# بِقَدَحِ
لَبَنٍ قَدْ
شِيبَ بِمَاءٍ
فَشَرِبَ،
وَعَنْ
يَسَارِهِ
أبُو بَكْرٍ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْه،
وَعَنْ
يَمِينِهِ أعْرَابِىُّ،
فَأعْطى
ا‘عْرَابىَّ
فَضْلَهُ،
وَقَالَ
ا‘يْمَنُ
فَا‘يْمَنُ[.
أخرجه الستة إ
النسائى .
1. (2254)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a bir bardak süt getirilmişti. İçerisine su katıldı.
Önce kendisi içti. Solunda Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) vardı, sağında da
bir bedevi. Sütten artan kısmı bedeviye verdi ve:"
(Öncelik hakkı) sağındır, sonra da onun sağı(ndan devam
etsin)!" buyurdu."[25]
ـ2ـ وعن
سهل بن سعد
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]أُتِىَ
النَّبىُّ #
بِشَرابٍ
فَشَرِبَ،
وَعَنْ
يَمِينِهِ
غَُمٌ،
وَعَنْ
يَسَارِهِ
ا‘شْيَاخُ،
فقَالَ
لِلْغَُمِ: أتَأذَنُ
لِى أنْ
أُعْطِِىَ
هؤَُءِ،
فقَالَ
الْغَُمُ:
وَاللّهِ يَا
رسُولَ
اللّهِ َ أُوثِرُ
بِنَصِىبى
مِنْكَ
أحَداً،
فَتَلّهُ رَسولُ
اللّهِ # في
يَدِهِ[.
أخرجه
الشيخان.وزاد
رزين: »قالَ
وكانَ
الْغَُمُ
الْفَضْلُ
بْنَ
الْعَبَّاسِ«
.
2. (2255)- Sehl İbnu Sa'd
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir
içecek getirilmişti. Ondan, önce kendisi içti. Sağında bir oğlan, solunda da
yaşlılar vardı. Oğlana:
"Bardağı şu yaşlılara vermem için bana izin verir
misin?" dedi. Oğlan da:
"Ey Allah'ın Resûlü, Allah'a yemin olsun bana sizden gelecek
nasibime başkasını asla tercih edemem!" diye cevap verdi. Bunun üzerine
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bardağı onun eline koydu."[26]
Rezîn şunu ilave etti: "Zikri geçen oğlan el-Fadl İbnu Abbâs
idi."[27]
ـ3ـ وعن
ابن أبى أوفى
وأبى قتادة
رَضِيَ اللّهُ
عَنْهم قاَ:
]قالَ رَسُولُ
اللّه #
سَاقِى الْقَوْمِ
آخِرُهُمْ
شُرْباً[.
أخرجه أبو
داود عن ا‘ول،
والترمذي عن
الثاني .
3. (2256)- İbnu Ebî Evfâ ve
Ebû Katâde (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Bir cemaate içecek dağıtan, en son içer."[28]
Hadisi Ebû Dâvud İbnu Ebî Evfâ'dan Tirmizî de Ebû Katâde 'den
rivâyet etmiştir.[29]
AÇIKLAMA:
Bu bâbın son üç hadisi, cemaat halinde iken suyu veya meşrubat
gibi herhangi bir içecek maddesi geldiği zaman, dağıtımın nasıl bir sıra takib
edeceği hususunda prensip vaz etmektedir:
1- Öncelikle cemaatin büyüğünden başlanacaktır.
2- Büyüğün sağındaki ve onun sağındaki şeklinde devam
edecektir, el-eymen fe'l-eymen bu demektir.
3- İçecek maddesini dağıtan da en sonunda içecektir. Nevevî,
bu sonuncu madde için: "Bu edeb sadece içecekle ilgili maddelere has
değildir. Buna kıyasen, aynı mânayı taşıyan başka taksimlerde de buna riâyet
edilmelidir: Et, meyve, koku, vs. her ne olursa olsun, taksimi yapan, kendisi
en sonda almalıdır" der.
Müslim'in bir rivâyetinde, cemaatte bulunan Hz. Ömer, Hz. Ebû
Bekr'i ismen zikrederek, bardağın ona verilmesini taleb ederse de Hz. Peygamber
sağdaki bedeviye verir ve üç kere tekrar eder:
"Sağdakiler, sağdakiler, sağdakiler!"
Bu vak'ayı rivâyet eden Hz. Enes de üç kere tekrar eder:
"Sünnet budur, sünnet budur, sünnet budur!"[30]
Ebû Ya'lâ'nın bir rivâyetinde İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)
Resûlullah'ın su dağıtımında; "Büyükten başlayın!" dediğini belirtir.
Ayrıca büyükle başlamayı emreden başka rivâyetler de var.
Arada bir teâruz gözükmektedir.
Âlimler bunu, cemaatteki ferdlerin sağsol diye ayırmaya imkan
vermeyecek şekilde eşit oturma haline hamlederler. Bu hal, büyüğün önünde veya
arkasında veya sol tarafında oturmuş olmaları durumunda veya bir başka
vaziyette ortaya çıkabilir. Öyle ise böyle bir durumda büyükten başlanmalıdır.
İbnu Hacer soldakini takdimi emreden hadisle ilgili olarak şu
yorumu kaydeder: "Hadisten çıkarılan bir hüküm şu olmalıdır: Şayet fâilin
fazileti ile vazifenin fazileti teâruz ederse "vazifenin fazileti"
esas alınır, tıpkı erkek ve kadına âit iki cenaze gelmesi halinde, kadının
velisi erkeğin velisinden efdal bile olsa erkeğin velisi -mefdul olmasına rağmen-
takdim edilir. Çünkü cenaze vazifedir, onun efdaliyetine itibar olunur, ona
namaz kılacak olanın efdaliyetine değil. Buradaki sır şudur: Erkeklik ve sağlık
herkesin kesinlikle hükmedebileceği unsurlardandır. Fâilin efdaliyeti öyle
değil. Zîra bunda asıl olan zandır, hatta efdaliyeti nefsü'l-emirde kesin olsa
bile aslolan yine zandır." [31]
ـ1ـ عن
جابر رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قال رَسُولُ
اللّهِ #:
غَطُّوا
ا“نَاءَ
وَأوْكُوا
السَّقَاءِ[.
أخرجه
الشيخان وأبو
داود.وزاد
مسلم: »فَإنَّ
في السَّنَةِ
لَيْلَةً
يَنْزِلُ فِيهَا
وَبَاءٌ َ
يَمُرُّ
بِإنَاءٍ
لَيْسَ عَليْهِ
غِطَاءٌ، أوْ
سِقَاءٍ
لَيْسَ
عَلَيْهِ
وِكَاءٌ إَّ
نَزَلَ فيهِ
مِنْ ذلِكَ
الْوَبَاءِ«.قالَ
اللَّيْثُ:
»فَا‘عَاجِمُ
عِنْدَنَا
يَتَّقُونَ
ذلِكَ في
كَانُونَ
ا‘وَّلَ« .
1. (2257)- Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kapların ağızlarını örtün,
dağarcık (ve tulukların) ağzını bağlayın."[32]
Müslim'in bir rivâyetinde şu ziyade var: "Zîra yılda bir gece
vardır ki onda veba yağar. Şayet ağzı açık kaba veya bağsız dağarcığa rastlarsa
bu vebadan ona mutlaka iner."
el-Leys dedi ki: "Bizim yanımızdaki acemler bundan kânun-u
evvel ayında sakınırlar."[33]
AÇIKLAMA:
1- Rivayet muhtelif vecihlerde bir kısım ziyadelerle gelmiştir.
Mesela Müslim'in bir rivâyeti şöyledir: "Kapların ağızlarını örtün,
dağarcıkkların ağzını bağlayın, kapıyı kapayın, lambayı söndürün. Zîra şeytan
dağarcığı çözemez, kapıyı açamaz, kabın kapağını kaldıramaz. Eğer kabın üzerine
örtecek bir şey bulamazsanız bir çöp olsun gerin ve üzerine Allah'ın ismini
zikredin. Çünkü küçük fasık (fare) ev sahiplerinin üzerine evlerini
yakar."
2- Rivayetin Buhârî'deki bir vechinde, rivâyet,
"Geceleyin yatınca lambaları söndürün..." diye başlar.
İbnu Dakîku'lÎd der ki: "Kapıların kapatılma emrinde hem
dînî, hem dünyevî maslahatlar var. Nefisler ve mallar böylece aylakların,
fesadcıların, bilhassa şeytanların şerrinden korunmuş olur.
"Şeytan, kapalı kapıyı açamaz" sözü, bu emrin
şeytanların insanlara karışmasını önlemek maslahatına râci olduğuna işaret
eder. Şeytanın durumunu belirterek emrin sebebini de açıklaması ancak
peygamberlerin bilebileceği mahfi bir meseleye dikkat çekmek, uyarmak
içindir."
3- Senenin bir gecesinde veba indiğinin beyan edilmesi ve bu
gecenin hangi gün olduğunun belirtilmemesi kapların her gece örtülmesi
hususunda dikkate, uyanıklığa ve teyakkuza sevkeden bir durumdur.
4- İbnu Hacer icabı halinde, örtme yerine çöp germekle iktifa
etmedeki sırrı şöyle açıklar: "Zannımca bu sır, çöpü gererken çekilen
besmeleyle ilgilidir. Böylece çöpün gerilmiş olması, o esnada besmele
çekildiğine bir alamet olur. Gerilmiş çöp sebebiyle bunu anlayan şeytanlar kaba
yalaşmaktan imtina ederler." Meselenin örtme emrini te'kîde râci yönü de
vardır.[34]
ـ2ـ وفي
رواية لهما:
]اسْتَسْقَى
#، فقَالَ
رَجُلٌ يَا
رسُولَ
اللّهِ: أَ
نُسْقِيكَ
نَبِيذاً؟
قالَ: بَلى.
قالَ
فَخَرَجَ الرَّجُلُ
يَشْتَدُّ،
فَجَاءَ
بِقَدَحٍ
فِيهِ
نَبِيذٌ،
فقَالَ #: أَ
خَمَّرْتَهُ،
وَلَوْ أنْ
تَعْرُضَ
عَلَيْهِ
عُوداً،
وَشَرِبَ[.ولمسلم
عن أبى حميد:
إنَّمَا
أُمِرْنَا
بإبْكاءِ السِّقَاءِ
لَيًْ،
وَبِا‘بْوَابِ
أنْ تُغْلَقَ
لَيًْ[ .
2. (2258)-Yine Buhârî ve Müslim'de gelen bir rivâyette şöyle
denmiştir: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) su istedi. Bir adam:
"Ya Resûlullah sana nebiz (şıra) sunmayalım mı?" diye
sordu. Efendimiz.
"Evet, sun!" buyurdu."
Râvi der ki: "Adam hızla çıktı ve içinde nebiz (şıra) olan
bir bardakla geri döndü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Ağzını kapamadın mı, hatta üzerine gereceğin bir çöple bile
olsa?" dedi ve nebizi içti."
Müslim'de Ebû Humeyd'den gelen bir rivâyette şöyle buyurulmuştur:
"Biz, geceleyin dağarcıkları bağlamakla emrolunduk. Kapıların da geceleyin
örtülmesiyle emrolunduk."[35]
AÇIKLAMA için de önceki hadisin açıklamasına bakılsın.
ـ1ـ عن
عائشة رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]كانَ
النَّبىُّ #
يُسْتَعْذَبُ
لَهُ المَاءُ
مِنْ بُيُوتِ
السُّقْيَا[.قال
قتيبة: »هِىَ
عَيْنٌ
بَينَها وَبَيْنَ
المَدِينَةِ
يَوْمَانِ[.
أخرجه أبو داود
.
1. (2259)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a es-Sükyâ kuyularından tatlı su getirilirdi."
Kuteybe der ki: "O (es-Sükyâ) Medîne ile Mekke arasında iki
günlük mesafe bulunan bir göze idi."[36]
AÇIKLAMA:
1- İsti'zâb tatlı su temin etmek demektir. Hadis Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) için es-Sükyâ denen ve Medîne'ye iki günlük uzaklıkta
bulunan bir yerden su getirildiğini ifade etmektedir. Suyutî, es-Sükyâ'nın
Mekke-Medîne arasında yer alan bir köy olduğunu belirtir. Suyun es-Sükyâ'dan
getirilmesi, oradaki suların tatlı ve daha kaliteli olmasındandır. Zîra
Medîne'nin suları tuzludur.
Ancak şunu da belirtelim ki, bu hadis, Resûllullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'in içtiği bütün suların oradan getirildiğini ifade etmez. Çünkü
Medîne'nin suları da içilemeyecek kadar tuzlu olmadığı gibi, Resûlullah'ın
Medîne kuyularından su içtiğine dair pek çok rivâyet gelmiştir. Hatta bazı
siyer kitaplarında Efendimizin (aleyhissalâtu vesselâm) suyundan içtiği
kuyuların isimleri zikredilir. İbnu Sa'd Tabakât'ında Resûlullah'ın su içtiği
kuyular üzerine açtığı bâba tam dört sayfa tahsis eder ve rivâyetler kaydeder.
Sözgelimi Ebû Talha'nın Allah yolunda tasadduk ettiği Beyruha adlı bahçede
gölgenin daha serin, suyun daha tatlı olduğu, bu sebeple Hz. Peygamber'in sıkça
oraya teşrif buyurdukları belirtilir. Bir diğer kuyu Medîne'ye dörtbeş
kilometre mesafedeki Kuba köyündeki Gars kuyusudur, devesini orada ıhdırmış,
sudan içmiş ve: "Bu, cennet gözelerinden bir gözedir" buyurmuştur.
Ebû Eyyûb el-Ensârî (radıyallâhu anh)'nin evinde misafir iken Hz.
Enes (radıyallâhu anh)'in peder-i muhteremleri Mâlik İbnu'n-Nadr'ın kuyusundan tatlı su
getirilmiştir. Kendi evine yerleşince hizmetçisi Enes, Sükyâ'dan getirir olmuş
diğer bir hizmetçisi Rabâh, bazan Gars, bazan da Sükyâ'dan su taşımıştır.
Resûlullah'ın suyundan içtiği bir diğer kuyu, suyu pek tatlı olan
Câsim kuyusudur ve Ebû'l-Heysem İbnu't-Teyyehân'a aittir.
Bir diğer kuyu Büdâ'a kuyusudur. Sehl İbnu Sa'd (radıyallâhu anh):
"Resûlullah'a Büdâ'a kuyusundan elimle su verdim" der. Efendimiz, bir
çok kereler buradan hem içmiş, hem abdest almıştır.
Medîne'nin meşhur bir diğer gözesi Rûme kuyusudur. Sahibi suyunu
parayla satmaktadır. Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm)'in: "Bunu (Müzenî)
sahibinden satın alıp tasadduk edecek olan müslümanın sadakası ne makbul
sadakadır!" irşadı üzerine Hz. Osman (radıyallâhu anh) sahibinin istediği
parayı -ki dörtyüz dinar'dır- vererek satın alır ve Allah yolunda tasadduk eder
ve bundan böyle herkes o sudan parasız istifade eder. Resûlullah durumu
öğrenince: "Allah'ım! Osman'a cenneti vacib kıl!" duasında bulunur.
"Sebil" adıyla Allah yolunda çeşme tesîs etmenin ilk
örneğini, habîb-i rabbülâlemîn, Fahr-i kâinat Resûl-i Ekrem'in duasına mazhar
Osman-ı Zinnûreyn efendimiz bu te'sisi teşkil etmiş olmalıdır.
Şüphesiz Resûlullah'ın suyundan içmiş bulunduğu kuyular bunlardan
ibaret değildir.
2- İbnu Hacer, Resûllullah'ın tatlı sudan içmesiyle alakalı
Buhârî rivâyetini açıklarken şu notu düşer: "İbnu Battâl demiştir ki:
"Tatlı su te'min etmek "zühd"e mâni değildir; bu mezmûm olan
tereffüh sayılmaz. Ancak suya misk ve benzeri bir şey atarak kokulamak
tereffühdür. İmam Mâlik, bunda israf olduğu için mekruh addetti. Fakat tatlı su
içmek, bunu aramak mübahtır. Sâlih kişiler bunu yapmıştır. Acı suyu içmede bir
fazilet (ve sevap) yoktur." İbnu Battâl devamla der ki: "Bunda
(hadiste), yemeğin iyisini aramanın câiz olduğuna delâlet vardır, bu da hayır
ehlinin amelindendir. Nitekim âyet-i kerîmede "Ey iman edenler, Allah'ın size helâl
kıldığı temiz şeyleri haram kılmayın" (Mâide 87) buyurulmuştur. Bu âyet,
leziz yemeklerden imtina etmek isteyenler hakkında inmiştir. Eğer leziz
yemekler, alınması istenmeyen şeyler arasında olsaydı bunları kullarına
vermezdi. Üstelik, kulların kendi kendilerine bunları haram kılmalarını
yasaklamış olması da gösterir ki, Cenâb-ı Hak, onların alınmasını, yenilmesini
murad etmekte, bunları vermesine mukabil kulların şükretmesini dilemektedir,
her ne kadar insanların şükrü, nimetin hakkını ödemeye yetmese de."
İbnu'l-Münir, İbnu Battâl'ın bu mütalaasına biraz karşı çıkmış:
"Evet, tatlı su içmek zühde, verâya aykırı değildir, bu açık
bir husus, ama bu hadisten leziz yemeklerin de mübah olduğunu istidlâl etmek
pek uzak bir ihtimaldir (o mesele ile bunun arasında ciddi bir ilgi yok)"
demiştir.[37]
ـ2ـ وعن
جابر رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]دَخَلَ
النَّبىُّ #
حَائِطَ
رَجُلٍ مِنَ
ا‘نْصَارِ
وَهُوَ يُحَوِّلُ
المَاءَ في
حَائِطِهِ،
فقَالَ #: إنْ كَانَ
عِنْدَكَ
مَاءٌ بَاتَ
هذِهِ
اللّيْلَةَ
في شَنَّةٍ،
وَإَّ
كَرَعْنَا،
فقَالَ: عِنْدِى
مَاءٌ
بَارِدٌ،
فَانْطَلَقَ
إلى الْعَرِيشِ
فَسَكَبَ في
قَدَحٍ،
ثُمَّ حَلَبَ
عَلَيْهِ
مِنْ دَاجِنٍ
لَهُ
فَشَرِبَ[.
أخرجه البخارى
وأبو
داود.»الْكَرْعُ«:
الشرب بالفم
من النهر أو
الساقية.»وَالْعَرِيشُ«:
معروف .
2. (2260)- Hz. Câbir
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Ensâr'dan bir zâtın bahçesine girdi. Bu sırada adam, bahçeye su çevirmekte idi.
Resûllulah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Yanınızda şenne (eskimiş tuluk) içerisinde akşamdan kalma
suyunuz varsa (ver de içelim), yoksa, akan sudan "ağzımızla içeriz"
buyurdu. Adam:
"Evet yanımda soğuk su var!" deyip, kulübeye giderek bir
bardağa su koydu, sonra da üzerine bir keçiden süt sağdı. Efendimiz ondan
içti."[38]
AÇIKLAMA:
1- Buhârî'nin rivâyetinde Resûlullah'la birlikte bir arkadaşı
daha vardır. İbnu Hacer bunun Hz. Ebû Bekir olduğunu açıklar.
2- Hadiste geçen şenne eski (kadîm) tuluk demektir, tüyü
dökülmüş mânasına geldiği de belirtilir. Resûlullah'ın gecelemiş suyu sorması,
soğuk olmasını taleptir. Çünkü geceleyen su soğuk olur.
3- Hadiste geçen ‘kera’na’ tabirini
"ağzımızla içeriz" diye tercüme ettik. Bu tabir aslında bardak veya
avuç kullanılmaksızın suyu gözeden veya dereden (yüzü koyun uzanarak) içmektir,
dilimizde bu tarz içiş için ayrı bir kelime kullanılmamıştır.
Âlimler hadisten, bu tarzda su içmenin câiz olduğu hükmünü
çıkarmışlardır. Ancak İbnu Mâce'de gelen bir rivâyette İbnu Ömer şu vak'ayı
anlatır.
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la beraber yürüyorduk,
bir göle rastladık. Biz yüzükoyun uzanarak ağzımızla su içmeye başladık.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) müdahale ederek: "Ağzınızla içmeyin,
önce ellerinizi yıkayın, sonra avuçlayarak için!" dedi."
Bu rivâyet, doğrudan ağızla içmeyi yasaklar. İbnu Hacer der ki:
"Bu ikinci rivâyet senedçe zayıftır. Şayet bu rivâyet (nefsülemirde)
sabitse kerahet tenzihî olur; fiil, buna cevazı beyan içindir. Yahut da, Hz.
Câbir (radıyallâhu anh)'in kıssası, mezkur yasaklamadan önceye aittir. Yahut da
yasaklama, zaruretin bulunmadığı durumlarla ilgilidir. Bu fiil ise, soğuk
olmayan suyu içme zaruretiyle ilgilidir. Böyle bir durumda susuzluk zarureti
sebebiyle, ağızla içilir. Ta ki nefs, yudumlamaların tekerrürü ile, nefret
hissetmesin, zîra kişinin avulayarak içmesi halinde suya kanma husul
bulmaz." Bu açıklamayı yeterince muknî bulmadığı anlaşılan İbnu Hacer,
yine İbnu Mâce'de İbnu Ömer'den bir başka vecihle gelen diğer bir rivâyete
dayanarak bir başka yorum sunar. Hadis şöyle: "Resûlullah bize,
karınlarımızın üzerinde su içmeyi yasakladı ki bu tarz bu rivâyet
(nefsülemirde) sabitse, bu durumda nehiy, bu tarza, yani kişinin yüzükoyun
uzanarak içmesine mahsustur, sadedinde olduğumuz Hz. Câbir rivâyeti de
yüzükoyun uzanmayı gerektirmeyen yüksek bir yerden ağızla içmeye
hamledilir."
4- Hadis, sıcak günde soğuk su içilebileceğini ifade eder.
5- Suyun üzerine süt sağması Resûlullah'a saf su içirmeme,
ikramda bulunma arzusunun ifadesidir. Suya süt ilavesi Arap örfünün icabı
olduğu belirtilmiştir.[39]
ـ3ـ وعن
أنس رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]كانَ ‘مِّ
سُلَيْمٍ
قَدَحٌ،
فقَالَتْ
سَقَيْتُ فِيهِ
رَسُولَ
اللّهِ #
كُلَّ
الشَّرَابِ
المَاءِ
وَالْعَسَلِ
وَاللّبَنِ
والنَّبِيذِ[.
أخرجه النسائى
.
3. (2261)- Hz. Enes
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ümmü Süleym'in bir bardağı vardı. (Bu
bardakla ilgili olarak) derdi ki: "Ben bu bardakla Resûlullah'a her çeşit
meşrubatı sunmuşum: "Su, bal (şerbeti), süt, şıra."[40]
(Bu bâb altı fasıldır)
*
BİRİNCİ FASIL
HER SARHOŞ EDİCİ HARAMDIR
*
İKİNCİ FASIL
ALKOLLÜ İÇKİNİN TAHRİMİ, İÇENİN ZEMMİ
*
ÜÇÜNCÜ FASIL
İÇKİNİN TAHRİMİ VE YAPILDIGI MADDELER
*
DÖRDÜNCÜ FASIL
HARAM VE HELÂL OLAN ŞIRALAR
*
BEŞİNCİ FASIL
HARAM VE HELÂL OLAN KAPLAR
*
Hamr kelimesiyle ifade edilen alkollü içkiler, azıyla çoğuyla
kesinlikle haram edildiği için, İslâm âlimleri, bunu diğer içecekler meyanında
mevzubahis etmezler, bunlarla ilgili bahisleri müstakillen ele alırlar. Burada
da aynı şekilde hareket edildiğini görmekteyiz. Müteakiben yer verilecek altı
faslın her birisi alkollü içkilerle ilgili olarak hadislerde gelmiş olan
meselelerle ilgilidir.
Hemen şunu da belirtelim, şıra diye tercüme ettiğimiz
"nebiz"lere terettüp edecek "helâl" veya "haram"
hükmü bazı şartlarla kayıtlı olduğu için bu bâbta incelenmiştir. Dördüncü
fasılda gerekli açıklamalar yapılacaktır.[41]
ـ1ـ عن
عائشة رَضِيَ
اللّهُ عَنْها
قالت: ]قالَ
رسُولُ
اللّهِ #:
كُلُّ شَرابٍ أسْكَرَ
فَهُوَ
حَرَامٌ[.
أخرجه الستة .
1. (2262)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Sarhoşluk veren her içki haramdır."[42]
ـ2ـ وفي
رواية ]سُئِلَ
عَنِ الْبِتْعِ،
فقَالَ: كُلُّ
شَرَابٍ
أسْكَرَ، فَهُوَ
حَرَامٌ[.»الْبِتْعُ«:
نبيذ العسل .
2. (2263)- Bir diğer rivâyette şöyle gelmiştir: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a bal şerbetinden sunulmuştu:
"Sarhoşluk veren her içki haramdır!" diye cevap
verdi."[43]
ـ3ـ وفي
أخرى ‘بى داود:
]كُلُّ
مُسْكرٍ
حَرَامٌ،
وَمَا
أسْكَرَ
مِنْهُ
الْفَرْقُ
فَمِلْءُ
الْكَفِّ
مِنْهُ
حَرَامٌ[.وفي
أخرى للترمذي:
]فَالْحَسْوَةُ
مِنْهُ
حَرَامٌ[.»الْفَرَقُ«
بفتح الراء
وسكونها: إناء
يسع ستة عشر
رط.»وَالحَسْوَةُ«
الجرعة من
الماء .
3. (2264)- Ebû Dâvud'da
gelen diğer bir rivâyette (Resûlullah'a açıklaması şöyledir): "Her sarhoş
edici şey haramdır. Bir farak (küp) içildiği takdirde sarhoşluk veren bir şeyin
tek avucu da haramdır."
Tirmizî'de gelen bir diğer rivâyette "tek yudumu
haramdır" diye gelmiştir.[44]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buradaki hadislerinde,
haram olan içecek maddesinin ismi üzerinde durmaktan ziyade "sarhoş edici"
vasfı üzerinde durmuştur. Birinci hadise göre hangi madde olursa olsun, sarhoş
edici bir tabiata sahipse haramdır. Ancak bu açıklama meseleyi tam olarak
beyanda nâkıstır... Sözgelimi, bu tabiatta bir içkinin az miktarı sarhoş
etmiyorsa, bu da haram mıdır? diye bir soru hatıra gelebilir.
Bunun cevabı üçüncü rivâyette verilmiştir: Bir küpü içilince ancak
sarhoşluk veren, yani alkol miktarı son derece az olan bir maddenin bir avuş
miktarı dahi haramdır. Yani "haramlık" içecek maddesinin insanda
fiilen hasıl edeceği tesirden gelmiyor, maddenin tabiatından geliyor. Tıpkı pis
bir maddenin azı da çoğu da pis olması gibi.
Şu halde bu meselede, illetle maslahatı karıştırmamak gerekir.
Cenâb-ı Hakk, sarhoşluk verici maddeleri haram kılmıştır. O maddelerin haram
edilişinin illeti yani asıl sebebi, Resûlullah'ın hadisleriyle tebliğ edilmiş
olan ilâhî yasaklama'dır. Elbette Rabbülâlemîn bu yasağı insanların aklını,
sıhhatini koruma maslahatına binaen koymuştur. Fakat biz, bize tanınmayan bir
ruhsatı kendimize tanıyarak illetin yerine maslahatı koyup: "İçki sarhoş
ettiği için haramdır, sarhoş etmeyen miktarı haram olmaz" diyecek olursak
büyük hata ederiz. Hiçbir din âlimi bunu söylememiştir. Esasen âyet-i kerîme,
Allah veya Resûlünün konuştuğu yerde mü'minlere fikir beyan etme yetkisi
tanımamıştır, böyle bir davranış isyan olarak tavsif edilmiştir: "Allah ve
Peygamberi bir işe hükmettiği zaman, gerek mü'min olan bir erkek, gerek mü'min
olan bir kadın için (ona aykırı olacak) işlerde kendilerine muhayyerlik yoktur.
Kim Allah ve Resûlüne isyan ederse, muhakkak ki o apacık bir sapıklıkla yolunu
saptırmıştır" (Ahzab 36).
Öyle ise, Resûlullah "Çoğu sarhoş eden bir şeyin azı da
haramdır" demiş iken bunun aksine söz söylemek bir isyandır, kesinlikle
mü'minin edebine yakışmaz, imanına uymaz.
2- Fakat: Resûlullah'ın çokluğu ifade için kullandığı bu
kelimeyi, anlamada kolaylık olsun diye küp olarak tercüme ettik. Aslında bu, 16
rıtl hacminde bir ölçektir.[45]
3- Bal şerbeti veya meyve şırasının durumu da biraz mübhemlik
arzetmektedir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hususta sorulunca, ikinci
hadiste görüldüğü üzere, çok kesin bir ifade ile "helâldir" veya
"haramdır" diye kesip atmıyor, bilakis bir prensip vaz'ediyor:
"Sarhoşluk veren her içki haramdır." Demek oluyor ki, şerbet ve şıra
gibi içeceklerin değişmez sabit bir tabiatları yoktur, zaman içerisinde
tahammür edip sarhoşluk verici mahiyet kazanabilir. Ayrıca,
"haramlık" içkinin şu veya bu maddeden yapılmasına bağlı değildir,
sarhoş edicilik tabiatına bağlıdır.
4- Burada hamr'dan ne kastedildiğini açıklayalım. Hamr, örtme
mânasına gelen bir kökten gelir, aklı örten yani sarhoşluk veren şey demektir.
Şer'î olarak açıklanmasında, İmam Âzam'ın hamr'dan anladığı ile,
diğer imamların anladığı şey arasında bir fark var. Konumuzun bütünlüğü için
belirtmede gerek duyuyoruz:
Ulema hamr denince bütün sarhoşluk veren içkileri anlarken, İmâm-ı
Âzam bu kelimeyle üzüm suyunun kaynayan ve kaynaması şiddetlenerek üzerindeki
köpüğünü atan şeklini anlamıştır. Hamr'ı böyle tarif edince şu netice çıkar:
Üzümden başka meyve ve hububattan yapılan içkilere hakiki olarak hamr denemez,
onlara hamr denmesi mecâzîdir, bir teşbihtir. İmâm-ı Âzam bu kanaattedir.
Diğer imamlar, sarhoşluk veren herşeye hamr derler. Mesela bir
Buhârî hadisinde Ebû Hüreyre: "Hamr hurma ve üzüm ağaçlarının
meyvelerinden elde edilir" diyerek sadece "üzüm"den değil
"hurma"dan da elde edildiğini belirtmiştir. Yine Buhârî'nin bir
rivâyetinde Hz. Ömer, bir hutbe sırasında hamr'ın haram kılındığını
belirttikten sonra bu nesnenin (kendi devrinde) beş şeyden yapıldığını
söylemiştir: Üzüm, hurma, buğday, arpa, bal.
Öyle ise Hanefîlerin bu hadisleri te'vil etmeleri gerekmektedir.
İki sûrette te'vil ederler:
a) Hadiste zikri geçen üzüm ve hurmadan biri matlubdur, o da
üzümdür. Nitekim, âyet-i kerîmede: "Ey cin ve ins cemaati, size içinizden
Peygamber gelmedi mi?" (En'âm 130) buyurulmaktadır. Burada asıl muhatap
insandır, çünkü peygamberler insan nev'inden gönderilmiştir.
b) Veya hamr, üzümle hurmadan yapılan içkidir. Bunlardan
üzümden yapılana hamr denmesi hakikat, öbürüne mecaz olur. Şu halde üzümden
yapılan şarabın azına da çoğuna da, sarhoş edene de etmeyene de hamr denir.
Öbürleri ise, sekir verme halinde hamr sayılır.
Yine bir Buhârî rivâyetinde, İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ)
"Hamr haram edildiği zaman Medîne'de ondan pek az bir şey vardı"
demiştir. Bu ifade, hamr ile üzümden elde edilen içkinin kastedildiğine
delildir. Çünkü Medîne'de, o zaman üzüm dışındaki maddelerden elde edilen
içkiler çoktu. Nitekim Hz. Enes'ten gelen bir rivâyette, içki haram edilince
herkes içkisini dökmüş ve Medîne sokaklarında şarap "sel gibi" akmıştır.
Öyle ise, İbnu Ömer'in, "Medîne'de hamr yoktu" sözü, "üzümden
elde olunan şarap yoktu" demektir. Durum böyle olunca hamr, -içkiyi
yasaklayan âyet-i kerîmede olduğu gibi (Mâide 90)- mutlak gelince kemaline
sarfolunur ve üzümden yapılan anlaşılır. Diğerlerini ifade için kayıtlamak
gerekir: "Hurmadan yapılan hamr", "arpadan yapılan hamr"
gibi.
Burada hemen kaydedelim ki, günümüzde İmâm-ı Âzam'ın bu görüşünü
istismar ederek: "Arpa suyu haram değildir, rakı haram değildir, şarabın
haramlığı daha ileridir..." gibi çok bilmiş edasıyla cahilleri iğfal için
söylenen sözün hiçbir muteber tarafı yoktur. Zîra İmâm-ı Âzam'ın görüşü sarhoş
edici içkilerin hepsini içine almaktadır. Ve bugün pazarlanan bütün alkollü
içkilerin sarhoş edicilik vasfı herkesçe bilinen bir husustur. Kur'ân'ın açık
ayetine karşı gelenlerin ümmeti teşvişe atıp, iğfal edecek meselelerde dindar
kesilip böylesi münferid ve istismar edilebilecek fetvalardan delil getirmeye
çalışmaları, ibret alınması gereken bir tezad olmakta; bu halleri, işine
gelince kuş, işine gelince deve olduğunu söyleyen deve kuşlarını andırmaktadır.[46]
ـ4ـ وعن
أبى موسى
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قُلْتُ
يَا رسُولَ
اللّهِ:
أفْتِنَا في
شَرابَيْنِ
كُنَّا
نَصْنَعُهُمَا
بِالْيَمَنِ:
الْبِتْعُ:
وَهُوَ مِنَ
الْعَسَلِ
يُنْبَذُ حَتَّى
يَشْتَدَّ،
وَالمِزْرِ:
وَهُوَ مِنَ
الذُّرةِ
وَالشَّعِيرِ
يُنْبَذَ
حَتَّى
يَشْتَدَّ،
فقَالَ #
أنْهَى عَنْ
كُلِّ
مُسْكِرٍ
أسْكَرَ عَنْ الصََّةِ[.
أخرجه الخمسة
إ الترمذي .
4. (2265)- Ebû Mûsa (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah'a
"Ey Allah'ın Resûlü, dedim, Yemen'de yapmakta olduğumuz şu iki şarap
hakkında bize fetva ver: Bit'; bu baldandır, şiddetleninceye kadar nebiz
yapılır. İkincisi mizr'dir, bu mısırdan ve arpadan yapılır, bu da
şiddetleninceye kadar nebiz yapılır." Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Ben her sarhoşluk veren şeyi yasaklıyorum" buyurdular."[47]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadislerinde, bal ve
mısırdan yapılan şarapların haram olduğunu beyan etmektedir. Anlaşıldığı üzere,
bunlardan önce şıra mahiyetinde olmak üzere nebiz yapılmaktadır. Nebiz, bir
müddet sonra tahammür ederek sarhoşluk verici bir hususiyet kazanmakta ve
şaraplaşmaktadır. Hadiste bu durum şiddet kazanmak diye ifade edilmiştir.
Bu "şiddet"ten murad nedir, müddeti nedir? gibi hatıra
gelecek suallerin cevabını âlimler bazı ihtilaflara düşerek vermişlerdir:
* Önce şunu belirtelim: Nebîz veya nakî hurma veya üzümü suya
ıslatmak suretiyle elde edilen şıranın adıdır. Bu suretle elde edilen meşrubat,
tahammür etmedikçe içilmesi helâldir. Bu helâl olan şıra, hadislerde bazan nebîz bazan da nakî kelimesiyle
isimlendirilmiştir. Şârihler bu iki kelimenin müteradif olup aynı mânada
kullanıldığını belirtirler.
* Eğer nebîz kürkreyip şiddetlenmişse, yani kaynayıp kabarmışsa
artık içilmez, çünkü tahammür etmiştir, alkolleşmiştir, içildiği takdirde
sarhoş eder.
İmâm-ı Âzam, nebîz'in kükreyip şiddet kazanma halini tarif
ederken, bir de "köpüğünü atma" şartını ilave eder. Yani ona göre
kaynayıp, şiddetlenen ve köpüğünü de üzerinden atan nebiz, artık tahammür
etmiş, içilmesi haram hale gelmiştir.
Her ne kadar, bu söylenen husus, nebiz'in kıvam ve kimyevi
yapısında müşahade edilecek bir vak'a ise de hadislerde müddeti hususunda bazı
farklı ölçüler gelmiştir:
1) Müslim'in Hz. Âişe'den yaptığı bir rivâyete göre: "Hz.
Âişe "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)a ağzını bağladığı tuluk içinde
nebîz (şıra) yapar, Resûlullah da onu akşamleyin içerdi; akşamleyin şıra yapar
(akşamdan suya ıslatır), Resûlullah da sabahleyin içerdi" der. Ebû
Dâvud'un rivâyetinde, "Sabahtan ıslatırdım akşam olunca Resûlullah
yemeğini yer, üzerine de bu şıradan içerdi, artan olursa onu dökerdim. Sonra
geceleyin yeniden Resûlullah'a hurma (veya kuru üzüm) ıslatırdık, sabahleyin
yemeğini yeyince üzerine bu şıradan içerdi" der. Hz. Âişe sabahtan yapılan
şıranın akşama, akşamdan yapılan şıranın da ertesi sabaha istihlak edilip, daha
fazla geciktirilmediğini belirtme sadedinde şunu ilave eder: "Şıra kabını
sabahleyin ve akşamleyin (günde iki kere) yıkardık."
Hz. Âişe'nin bu açıklamasına göre nebîz'in sabah yapılmışsa akşama,
akşam yapılmışsa sabaha istihlaki gerekmektedir. Daha fazla beklemesi onun
nebizlikten çıkarak şaraplaşmasına müncer olacaktır.
2) Nebîz'in bekletilmesi meselesinde -yine Müslim'de- İbnu
Abbâs' tan gelen rivâyet, daha uzun bir müddet tanımaktadır. Der ki:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) için, kuru üzüm geceden suya
ıslatılmak suretiyle nebîz yapılırdı. Efendimiz onu ertesi gün sabah-akşam ve
müteakip sabah da içerdi, akşam olunca da, ya kendisi içer ya da hizmetçisine
verirdi. Bundan sonra yine de bir şey artarsa dökerdi."
Bu rivâyete göre, nebîz iki gün içilebilmektedir. Öyle ise bu
müddet içerisinde nebîzin tahammür etmemesi, bir başka ifade ile alkolleşmemesi
gerekmektedir. İbnu'l-Münzir der ki: "Şıra, Hz. Âişe (radıyallâhu
anhâ)'nin zikrettiği müddet içerisinde tatlı olarak içilir. Bundan sonra da
dönmeye başlar ve İbnu Abbâs'ın zikrettiği sıfata ulaşınca şiddet kazanır ve
kaynar. Hizmetçiye verilmesini emretme hususu, şıranın henüz kaynama noktasına
gelmemiş ve fakat yaklaşmış
olduğuna hamledilir. Zîra kaynama noktasına gelse sarhoş eder ve
içilmesi mutlak şekilde haram olur."
Bu rivâyete dayanarak münferiden "çoğu sarhoş eden bir şeyden
azıcık içmek haram değildir" diyen olmuşsa da ulemâ bu görüşe hadiste
delil göremez ve reddeder. "Çünkü der, hizmetçinin içmesini emrettiği
zaman, ekşimeye başladığı ve fakat diğer hadislerde belirtilen
"kaynama" veya "şiddet kazanma" noktasına henüz gelmediği
andır, (şıranın tadındaki bu hafif dönme, sarhoş edici vasfı kazanması demek
değildir)." Ebû Dâvud bu hususa, "... hizmetçisine verirdi"
dedikten sonra, "şıranın artık hızla bozulacağını kasteder"
açıklamasını ilave eder.
İbnu Hacer, İbnu Abbas'ın rivâyetinin son kısmını şöyle yorumlar:
"Eğer şıranın tadında bir değişiklik ortaya çıkmış, ancak henüz kabarmamışsa
hizmetçiye içirirdi, kabarmışsa dökülmesini emrederdi." Nevevî de bu
mânada olmak üzere: "Bu ihtilaf şırada görülecek iki farklı hale bağlıdır.
Şiddet (kabarma, kaynama) başlamış ise dökerdi, şiddet görülmezse, malın zayi
olmaması için hizmetçiye içirilmesini emrederdi, onu kendisinin terketmesi
tenzihen kerâheti ifade eder" der. Müttakîler için bunda ihtiyat
gözükmektedir.
Hz. Âişe ve İbnu Abbâs (radıyallâhu anhüm)'ın hadislerini te'lif
sadedinde İbnu Hacer şunu kaydeder: "Şıranın aynı gün içerisinde istihlaki,
bir günden sonra da içilmesine mâni değildir. Hal veya zamandaki ihtilafın,
içilenin miktarına hamledilmesi ile îzahı mümkündür. Yani aynı gün içerisinde
içilen azdır, öbürü ise çoktur. Çok olandan artan, müteakip gün içilmiştir.
Keza rivâyetlerdeki ihtilaf, havanın sıcaklığından da ileri gelmiş
olabilir. Çok sıcak şıra daha çabuk bozulur. Buna göre, ikinci rivâyet soğuğun
fazla olduğu zamanla ilgilidir, zîra o durumda bozulması gecikir."
Burada, Ebû Hanîfe (rahimehullah)'nin tavsifini esas alırsak
ihtilaf daha kolay te'lif edilir. Yüce imamımız, (rahimehullah) şıranın
şaraplaşmasını tesbitte, aradan geçen müddetten ziyade, değişmenin
şiddetlenmesini (yani kaynayıp, kabarmasını) ve "üzerinden köpüğünü
atmasını" esas almıştır. Öyle ise bu hal, bazan (mesela sıcak günlerde)
bir günde vukua gelebilmektedir, bazan da (mesela soğuk günlerde) iki günde
vukua gelmektedir. Bu hal (kabarıp köpüğünü üzerinden atma hali) tahakkuk
etmeden şıranın tadı biraz ekşimiş olsa bile, atılıp zayi edilmemesi uygundur,
zîra sarhoşluk verecek tahammür hali henüz meydana gelmemiştir.[48]
ـ5ـ وعن
ابن عمر
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]سَألَ رَجُلٌ
رَسولَ
اللّهِ # عَنِ
ا‘شْرِبَةِ،
فقَالَ:
اجْتَنِبْ
كُلَّ
مُسْكِرٍ
ينِشُّ: قَلِيلَهُ
وَكَثِيرَهُ[.
أخرجه
النسائى.»يَنِشُّ«:
أى يغلى .
5. (2266)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Bir adam
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a içeceklerden sormuştu. Efendimiz:
"Kaynayan sarhoş edicilerin hepsinden az da olsa çok da olsa
kaçın" cevabını verdi."[49]
AÇIKLAMA:
Sindî şu açıklamayı sunar: "Çok"tan murad sarhoş edecek
miktardır, "az"dan murad da sarhoş etmeyecek miktardır. Şu halde,
sarhoş etmeyecek az miktardaki müskir dahi haramdır. Cumhur bu görüşü esas
almıştır.
Bu muhakkiklerden biri, hadisi tahric eden İmam Nesâî
hazretleridir. Çünkü merhum "Çoğu sarhoş eden bütün içkilerin
tahrimi" adıyla açtığı bâbta, meseleyi çeşitli hadislerle takviye edip
tahkikli olarak sunar ve ehl-i ilim arasında hususta ihtilaf olmadığını
belirterek noktalar.[50]
ـ6ـ وعن
ابن عمرو بن
العاص رَضِيَ
اللّهُ عَنْهما
قال: ]نَهى
رَسولُ
اللّهِ # عَنِ
الخَمْرِ وَالمَيْسِرِ
وَالْكُوبَةِ
وَالْغُبَيْرَاءِ،
وقَالَ: كُلُّ
مُسْكِرٍ
حَرَامٌ[.قيل
»الغُبَيْرَاءُ«:
السكركة تعمل
من الذرة:
شراب تعمله
الحبشة. أخرجه
أبو
داود.»الْكُوبَةُ«:
طبل صغير مخصر
ذو رأسين .
6. (2267)- Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hamr'dan, kumardan, davuldan, mısır
şarabından yasakladı ve dedi ki: "Her sarhoş edici haramdır."[51]
AÇIKLAMA:
Hadiste geçen kelimelerden hamr, sarhoşluk veren içkilerin hepsinin
müşterek adıdır... İmâm-ı Âzam bununla hassaten üzümden yapılanı anlamıştır,
(önceki hadiste genişçe açıklandı).
Meysir, kumar demektir.
Gubeyrâ: Habeşlilerin mısırdan yaptıkları bir şarap çeşididir.
Hadis, bu mısır şarabının da herkesçe bilinen hamr (üzüm şarabı) gibi haram
olduğunu, bu hususta aralarında bir fark olmadığını belirtmektedir.
Sükürke: Bu da Habeşlilerin hamr'ıdır ve mısırdan yapılmaktadır.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hicaz Araplarınca fazla
tanınmayan içki çeşitleriyle de ilgili bilgi sunmuştur. Bu bilgi verme işi,
bazı kereler sual üzerine yapılmıştır. Yani Resûlullah'a diğer diyarlarda
rastlanan ismi, hammaddesi farklı içkiler hakkında zaman zaman sorulmuş,
Resûlullah her seferinde onlara cevap verip; "sarhoş edici olan" her
içkinin haram olduğunu belirtmiştir.
Durumu beyan edilen içkiler meyanında seker, ci'a gibi başkaları
da geçer.
Davul diye tercüme ettiğimiz kûbe'nin iki başlı, küçük, ortası
ince davul olduğu belirtilir. Şimdilerde buna darbuka denmektedir. Ancak bazı
şârihler, kûbe ile tavla oyununun ve hatta ud denen çalgının kastedildiğini
söylemişlerdir. Şu halde yasaklama bunların hepsine şâmil olur. [52]
ـ1ـ عن ابن
عمر رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]قال رَسُولُ
اللّهِ #:
كُلُّ
مُسْكِرٍ
خَمْرٌ،
وَكُلُّ مُسْكِرٍ
حَرَامٌ،
وَمَنْ
شَرِبَ
الخَمْرَ في
الدُّنْيَا
وَمَاتَ
وَهُوَ
يُدْمِنُهَا،
لَمْ يَتُبْ
مِنْهَا لَمْ
يَشْرَبْهَا
في اŒخِرَةِ[.
أخرجه
الستة.قال
الخطابى: معنى
»لَمْ
يَشْرَبْهَا
في اŒخِرَةِ«:
لم يدخل الجنة
.
1. (2268)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Her sarhoş edici hamrdır. Ve her
sarhoş edici haramdır. Kim dünyada hamr içer ve tevbe etmeden, onun tiryakisi
olduğu halde, ölürse, ahirette şarab içemez."[53]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadislerinde âyet-i
kerîme'de (Mâide 90) gelen hamr'ı açıklamakta ve hükmünü beyan etmektedir. Daha
önce de belirttiğimiz üzere hamr, lügat olarak "örtmek" mânasına
gelen bir kökten gelir, aklı örten ve karıştıran şey demektir. Sadedinde
olduğumuz hadis, sarhoş eden herşeyin Kur'ân'da haram edilmiş olan hamr
olduğunu belirtmektedir. Bu çeşit nebevî açıklamalar olmasaydı, değişik isim
taşıyan sarhoş ediciler -sözgelimi bira, rakı, kanyak, likör vs.- haram mı
değil mi diye tereddüt hasıl olabilirdi. Nitekim söylediğimiz çeşitten
mugâlataları yaparak cahilleri aldatmaya çalışan şartlatan yobazlar her devirde
görülegelmiştir.
Bu nevi tavzihler ikinci bir tereddüdü daha bertaraf etmektedir.
Şöyle ki: Kur'ân'da geçen hamr kelimesi ile üzümden yapılan şarabın
kastedildiği, dolayısıyla, hammaddesi üzüm olmayıp, arpa, buğday, bal gibi
başka hububat veya meyve olan içkilerin kastedilmediği kanaatine zâhip olacak
-mânadan ziyade lügata bağlı- bir kısım espiriler cevaplandırılmış olmaktadır.
Nitekim müteakip hadis hammadde meselesini de ayrıca ele alacak. O da: Bir
içkide haramlık vasfının varlığı veya yokluğu aranırken ona takılmış olan ismi
veya yapılmış olduğu hammaddeyi gözönüne almayıp insan üzerinde bırakacağı
sarhoş edicilik hassasına sahip olup olmadığına dikkat etmek gerektiğini ifade
edecektir.
2- Ebû Bekr er-Râzi, Ahkâmu'l-Kur'ân'da hamr'ı haram ilan eden
âyeti tefsir sadedinde şu açıklamayı yapar: "Hamrın haram olduğu bu
âyetten birkaç vecihten anlaşılmaktadır:
* Hamr'ın rics (Ricsun min ameli’ş-şeytan) olarak
isimlendirilmiş olmasından. Zîra, haram olduğunda ulemânın icma ettiği başka
yasak da rics olarak isimlendirilmiştir: Domuz eti gibi.
* Şeytan işi tabirinden. Zîra her ne şey şeytan işi ise onun
alınması, yapılması haramdır.
* Kaçınmak emrinden. Buradaki emir vücub ifade eder. Her ne
şeyden kaçınmak vacib ise o şeyin alınması, yapılması haramdır.
* Kaçınmaya terettüp eden kurtuluş (felah)dan.
* İçmenin, mü'minler arasında düşmanlık ve kine sebep
olmasından. Zîra bunu vaki kılacak şeyin yapılması haramdır.
* Allah'ı zikir ve namaza mâni olmasından.
* Âyet-i kerîmenin, "Sizler artık vazgeçtiniz değil
mi?" diye bitmesinden. Zîra buradaki istifham (soru): "Gerçek mânada
soru değil, ondan zecr ve yasaklamadır."
Ebû Bekr er-Râzi'den önce Taberî de âyetten bu mânayı istinbat
etmiştir. Nitekim, İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)'ın rivâyet ettiğine göre,
hamr'ı yasaklayan âyet nâzil olduğu zaman Ashab birbirine giderek: "Hamr
yasak edildi ve şirke eş tutuldu" demişlerdir. Zîra âyette zikri geçen
tapılmaya mahsus dikilmiş putlar, fal okları, şeytanın güzel gösterdiği
müşriklerin amellerindendi.
3- Hadiste gelen: "Kim dünyada hamr içer ve tevbe
etmeden... ölürse âhirette şarap içemez" fıkrası, Bagavî'ye göre o kimsenin
cennete gidemeyeceğini ifade eder. Çünkü, hamr ehl-i cennetin içeceğidir
(Muhammed 15). Âhirette onu içmemek, cennete gidememeyi ifade eder. Bazı
müteahhir ulema bunu, "Hamr'ın haram olduğunu inkar edip helâldir"
diyerek içenlere hamletmiştir. Böyleleri küfre düştükleri için ebediyyen
cennete giremezler. Dolayısıyle cennete girememeleri oranın içeceği olan
hamr'dan mahrum kalmalarını ifade eder.
Haram olduğunu kabul ederek içenlerin durumu ihtilaflıdır. Bazı
âlimler, bunların âhirette ebediyyen değil, azabları varsa cezalarını
çektikleri müddetçe hamr içemeyeceğini söylerken, bazıları hadisin ıtlakından
hareketle, ceza olarak ebediyyen hamr içmek lezzetinden mahrum kalacaklarına
hükmetmiştir.
4- Hadis, tevbenin büyük günahlara keffaret olduğunu ifade
etmektedir. Esasen bu, en büyük günah olan küfr'de kesindir. Yani, küfürden
imâna gelen kesinlikle
mü'min addedilir. Küfür dışındaki günahlar hakkında tevbenin hükmü
hususunda ehl-i sünnet uleması ihtilaf eder: Günahın affı kesin mi, zannî mi?
diye.
Nevevî: "Kuvvetli görüşe göre zannî" der.
Kurtubî: "Kim şeriatı tedkik ederse görür ki, sıdk ile tevbe
edenlerin tevbesini Allah kesinlikle kabul etmektedir. Ancak bir tevbenin sıdk
ile olmasının bazı şartları vardır. Sadedinde olduğumuz hadis, en az bir kısım
günahlardan yapılan tevbenin sıhhatine delil olmaktadır..." der.
5- İbnu Hacer şunu da keydeder: "Bu hadiste şu hüküm de
gözükmektedir: "Vaîd, -sarhoşluk olmasa bile- hamr içmeye şâmildir. Zîra
hadiste vaîd herhangi bir kayda yer vermeden sadece "içme" hakkında
gelmiştir. Bu hüküm, üzüm suyundan elde edilen hamr hakkında icma ile sabittir,
keza hammaddesi üzüm olmayan içkilerin sarhoş eden miktarı hakkında da bu
hükümde icma edilmiştir. Üzüm menşeli
olmayan içkilerin sarhoş etmeyen miktarda içilmesinin bu hükme girip
girmeyeceği ihtilaf edilmişse de cumhurun görüşü, bu hükme girdiğidir."[54]
ـ2ـ وعنه
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
]أنَّ عُمَرَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قالَ عَلى
مِنْبَرِ النَّبىِّ
#: أمَّا
بَعْدُ
أيُّهَا
النَّاسُ إنَّهُ
نَزَلَ
تَحْرِيمُ
الخَمْرِ
وَهِىَ مِنْ
خَمْسَةٍ:
مِنْ
الْعِنَبِ،
وَالتَّمْرِ،
وَالْعَسَلِ،
وَالْحِنْطَةِ،
وَالشَّعِيرِ،
وَالخَمْرُ
مَا خَامَرَ
الْعَقْلَ[.
أخرجه الخمسة
.
2. (2269)- Yine İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Ömer
(radıyallâhu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın minberinde şu
açıklamayı yaptı: "Emmâ ba'd, Ey insanlar! Hamr'ın haram olduğu hükmü
inmiştir. Bilesiniz ki hamr (günümüzde ve çevremizde) beş şeyden yapılmaktadır:
Üzümden, hurmadan, baldan, buğdaydan, arpadan. Hamr, aklı örten (her)
şeydir."[55]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, hamr'ın hammedelerini belirleyen kısmı ile
Tirmizî'de merfu olarak Numan İbnu Beşir tarikinden gelmiştir.
2- Bu rivâyet de gösteriyor ki, içkinin hamr sayılması için
hammadesine bakılmıyor. Bu sayılanlar, o devirdeki hamr'ın belli başlı hammaddesidir.
Başka rivâyetlerde bunlara ilaveten mısır ve pirinç de sayılır. Öyle ise
değişen zemin, zaman ve tekniğe paralel olarak başka hammaddelerden "aklı
örtücü" içkiler (yiyecekler, haplar, şırıngalar...) yapılacak olsa hepsi
haramdır. [56]
ـ3ـ
وَعَنْ جابر
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]إنَّ
عَلى اللّهِ
عَهْداً
لِمَنْ
شَرِبَ
السَّكَرَ
أنْ يَسْقِيَهُ
مِنَ طِينَةِ
الخَيَالِ.
قِيلَ: وَمَا
طِينَةُ
الخَبَالِ؟
قَالَ: عَرَقُ
أهْلِ النَّارِ[.
أخرجه مسلم
والترمذي .
3. (2270)- Hz. Câbir
(radıyallâhu anh) buyurdular ki: "Allah, sarhoş ediciyi içen kimseye
tînetu'lhabâl içirmeye ahdetmiştir."
"Tînetu'l-Habâl nedir?" diye sorulunca:
"Cehennemliklerin (vücudlarından, çıkan) terleridir!"
diye cevap verdi.[57]
AÇIKLAMA:
1- Hadis burada mevkuf (yani Hz. Câbir'in sözü) gibi gözükmektedir.
Aslında ise öyle değil. Teysîr müellifi özetleyerek hadisi aktardığı için
mevkuf hadis şeklini almıştır. Aslı şöyledir: "Yemen'in Ceyşân
kabilesinden gelen bir adam, kendi beldelerinde içmekte oldukları mısırdan
mamul ve adı mizr olan bir şarap hakkında sorar. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) da bu içkinin sarhoş edip etmediğini sorar. Adam: "Evet!"
deyince:
"Her sarhoş edici haramdır. Allah, sarhoş ediciyi içen
kimseye tînetu'lhabâl içirmeye ahdetmiştir..." açıklamasında bulunur.
Hadisin aslında, ayrıca tînetu'lhabâl'in
tarifinde ".... cehennemliklerin vücutlarından çıkan irindir" ilavesi
de yer alır.[58]
ـ4ـ وعن
أنس رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]لَعَنَ النَّبىُّ
# في الخَمْر
عَشَرَةً،
عَاصِرَهَا
وَمُعْتَصِرَهَا،
وَشَارِبَهَا
وَسَاقِيَهَا،
وَحَامِلَهَا
وَالمَحْمُولَةَ
إلَيْهِ،
وَبَائِعَهَا
وَمُبْتَاعَهَا،
وَوَاهِبَهَا،
وَآكِلَ
ثَمَنِهَا[.
أخرجه
الترمذي .
4. (2271)- Hz. Enes
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hamrla
ilgili olarak on kişiye lanet etti: "(Hammaddesinden şarap yapmak
maksadıyla) sıkana ve sıktırana, içene ve sâkilik yapana, (imalathâneden veya
depodan, toptancıdan perakendeciye veya müstehlike kadar) taşıyana ve taşıtana,
satana ve satın alana, bağışlayana, bunun parasını yiyene."[59]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadisleriyle, şarabın
îmâlinden istihlakine kadar araya giren her safhadaki "amel"i, bu
amellerden herhangi biriylemeşguliyeti de yasaklamaktadır. Hamr sanayii'ne
girmekle beraber, hadiste lanete hedef kılınmayan tek halka hammadde
imâlatçısıdır. Bu, lanet dışı tutulmuştur. Zîra hammadde, başka maksadlarla da
kullanılabilir. Sözgelimi üzümün yetiştirilmesi lanetlenemez, zîra taze olarak
yendiği gibi, kurusu, pekmezi, yaprağı değişik şekillerde insanlığın hizmetine
sunulmuş, Cenâb-ı Hakk'ın mühim nimetlerinden biridir. Ancak, sırf hamr
sanayiini beslemek, hamr imâlatında kullanılmak üzere hammadde istihsal etmek,
bunları bile bile hamr imalatlarına satmak meselesinde Aliyyu'l-Kârî Mirkat'de
bunun da haram olduğunu belirtir. Tîbî'den şunu kaydeder: "...Kim, üzümü
(hammaddeyi), sıkan kimseye satar ve ücret alırsa o da lanete hak kazanır. Zîra
bunlar kendilerine haram edilmiş olan hamr'ın imalinde asıl teşkil eden
hammaddeyi, hamr imal edeceklerini bildikleri kimselere satmıştır. Bunlar,
haklarında: "Allah yahudilerin canını alsın. Kendilerine içyağı haram
edildiği halde onu taşıdılar ve sattılar" denmiş olanlardan uzak, farklı
değillerdir.[60]
ـ5ـ وعن
أبى موسى
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
أنه كان يقول:
]مَا أُبَالِى
شَرِبْتُ
الخَمْر، أوْ
عَبَدْتُ هذِهِ
السَّارِيَةَ
دُونَ
اللّهِ[.
أخرجه النسائى
.
5. (2272)- Ebû Mûsa
(radıyallâhu anh) demiştir ki: "Bana göre, ha hamr içmişim, ha Allah'ı
bırakarak şu sütuna tapmışım, ikisi de birdir."[61]
AÇIKLAMA:
Bu rivâyet, hamr aleyhinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
takındığı tavrın Ashab üzerinde hasıl ettiği te'siri gösterir: Şarap onların
nazarında puta tapmak gibidir. Şarabın, polisiye, ciddi tedbirlere
başvurulmadan bu ilk İslam cemiyetinde birden bire bırakılıvermesinde bu
telakkinin rolü büyük olmuş olmalıdır. [62]
ـ1ـ عن ابن
عباس رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]حُرِّمَتِ
الخَمْرُ
بِعَيْنِهَا،
قَلِيلُهَا
وَكَثِيرُهَا
وَمَا
أسْكَرَ مِنْ
كُلِّ
شَرابٍ[.
أخرجه
النسائى .
1. (2273)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Hamr aynı
ile haram edilmiştir, (bu sebeple) azı da haramdır, çoğu da; keza her içkiden
hâsıl olan sarhoşluk da (haramdır)."[63]
AÇIKLAMA:
Cumhur'a muhalefetle şazz görüşe zâhib olan âlimler
"sarhoşluk verecek miktarda içilen şarap haramdır" diyen bu hadisle
istidlâl etmiştir.[64]
ـ2ـ وعن
النعمان بن
بشير رَضِيَ
اللّهُ عَنْهما
قال: ]قال
رَسُولُ
اللّهِ #: إنَّ
مِنَ الْعِنَبِ
خَمْراً،
وَإنَّ مِنَ
التَّمْرِ
خَمْراً،
وَإنَّ مِنَ
الْعَسَلَ
خَمْراً،
وَإنَّ مِنَ
الْبُرِّ
خَمْراً،
وَإنَّ مِنَ
الشَّعِيرِ
خَمْراً،
وَأنْهَاكُمْ
عَنْ كُلّ
مُسْكرٍ[.
أخرجه أبو
داود
والترمذي .
2. (2274)- en-Nûman İbnu
Beşîr (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Üzümden hamr yapılır, hurmadan hamr yapılır, baldan hamr
yapılır, uğdaydan hamr yapılır, arpadan hamr yapılır. Ben sizi bütün sarhoş
edicilerden yasaklıyorum."[65]
ـ3ـ وعن
أبى هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قالَ
رسولُ اللّه #:
الخَمْرُ
مِنْ
هَاتَيْنِ الشَّجَرَتَيْنِ:
النَّخْلَةِ،
وَالْعِنَبَةِ[.
أخرجه الخمسة
إ البخارى .
3. (2275)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hamr şu iki
ağaçtandır: Hurma ve asma."[66]
ـ4ـ وعن
ابن عمر
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]نَزَلَ
تَحْرِيمُ
الخَمْرِ،
وَإنَّ
بِالْمَدِينَةِ
يَوْمَئذٍ
لَخَمْسَةَ
أشْرِبَةٍ
مَا فِيهَا
شَرَابُ
الْعِنَبِ[.
أخرجه
البخارى.
4. (2276)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) demiştir ki: "Hamr haram
edildiği zaman Medîne'de mevcut beş çeşit içki arasında üzümden yapılan şarap
yoktu."[67]
Açıklama için 2264 numaralı hadise bakılmalıdır. Orada,
Hanefîlerin Kur'ân'da geçen "hamr" kelimesiyle, öncelikle üzümden ve
(ikinci olarak da) hurmadan elde edilen şarabın kastedildiğini söylediklerini
belirttik. Ama cumhur hamr deyince bütün sarhoş edicileri anlamıştır.[68]
ـ5ـ وعن
أبى سعيد
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قالَ رَسولُ
اللّه #: إنَّ
اللّهَ
تَعالى
يُعَرِّضُ بِالْخَمْرِ
فَمَنْ كَانَ
عِنْدَهُ
شَىْءٌ مِنْهَا
فَلْيَبِعُهَا
وَيَنْتَفِعُ
بِهَا، فَمَا
لَبِثْنَا إّ
يَسيراً
حَتَّى قالَ #:
إنَّ اللّهَ
تَعالى
حَرَّمَ
الخَمْرَ
فَمَنْ أدْرَكَتْهُ
هذِهِ اŒيةُ
وَعِنْدَهُ
مِنْهَا شَىْءٌ
فََ
يَشْتَرِهَا
وََ
يَبِعْهَا
وََ يَنْتَفِعْ
بِهَا،
فَاسْتَقْبَلَ
النَّاسُ
بِمَا
عِنْدَهُمْ
مِنْهَا
طُرُقَ المَدِينَةِ
فَسفَكُوهَا[.
أخرجه مسلم .
5. (2277)- Ebû Saîd
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Allah Teâlâ Hazretleri, hamrı mevzubahis etmektedir.
Muhtemelen onun hakkında bir emir indirecektir. Şu halde, kimin yanında hamr
varsa, onu satsın ve ondan istifade etsin."
Aradan çok geçmedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şunu
söyledi:
"Allah Teâlâ Hazretleri hamr'ı haram kılmıştır. Öyle ise, bu
âyet kendisine ulaşan herkes, yanında hamr olduğu takdirde, onu ne satın alsın,
ne satsın, ne de ondan istifade etsin."
Bu emirden sonra halk, hamr olarak evinde ne varsa Medîne
sokaklarına götürüp döktüler."[69]
ـ6ـ وعن
الحسن بن عليّ
عن أبيه
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهما
قال: ]كانَ لِى
شَارِفٌ مِنْ
نَصِيبِى
يَوْمَ
بَدْرٍ،
وَأعْطَانِى
رَسُولُ اللّهِ
# شَارِفاً
مِنَ
الخُمُسِ
فَبَيْنَا
شَارفاىَ
مُنَاخَتَانِ
إلي حُجْرَةِ
رَجُلٍ مِنَ
ا‘نْصَارِ
فَجِئْتُ،
فإذَا
شَارِفَىَّ
قَدْ جُبَّتْ
أُسْنِمَتُهُمَا،
وَبُقِرَتْ خَوَاصِرُهُمَا،
وَأُخِذَ
مِنْ
أكْبَادِهِمَا،
فَلَمْ
أمْلِكْ
عَيْنِى
حِينَ رَأيْتَ
ذلِكَ
المَنْظَرَ،
فَقُلْتُ:
مَنْ فَعَلَ
هذَا؟ قالُوا
فَعَلَهُ
حَمْزَةُ
وَهُوَ في هذا
الْبَيْتِ في
شَرْبٍ مِنَ
ا‘نْصَارِ
غَنَّتْهُ
قَيْنَةٌ،
فقَالَتْ في
غِنَائِهَا:أَ
يَا حَمْزُ لِلشُّرُفِ
النِّوَاءِ هُنَّ
مُعَقََّتٌ
بِالْفَنَاءِضَعِ
السِّكِّينَ
في اللّبَّاتِ
مِنْهَا
وَعَجِّلْ
مِنْ قَدِيدٍ أوْ
سِوَاءِفَوَثَبَ
حَمْزَةُ إلى
السَّيْفِ
فَأجَبَّ
أسْنِمَتَهُمَا،
وَبَقَرَ
بُطُونَهُمَا،
وَأخَذَ مِنْ
أكْبَدِهِمَا
قالَ:
فَانْطَلَقْتُ
فَدَخَلْتُ
عَلى رسولِ
اللّهِ #،
وَعِنْدَهُ زَيْدُ
بْنُ
حَارِثَةَ،
فَعَرفَ في
وَجْهِى
الَّذِى
لَقِيتُ،
فقَالَ:
مَالكَ؟
فَقُلْتُ يَا
رسولَ اللّه:
مَا رَأيْتُ:
كَالْيَوْمِ:
عَدَا حَمْزَةُ
عَلى
نَاقَتَىَّ
فَاجْتَبَّ
أسْنِمَتَهُمَا،
وَبَقَرَ
خَوَاصِرَهُمَا،
وَهَا هُوَ
ذَا في
الْبَيْتِ
مَعَهُ
شَرْبُ، فَدَعَا
# بِرِدَائِهِ
فَارْتَدَاهُ،
ثُمَّ انْطَلَقَ
يَمْشِى
وَاتَّبَعْنَاهُ
حَتَّى جَاءَ
الْبَيْتَ
الَّذِى
فِيهِ
حَمْزَةُ،
فَاسْتَأذَنَ
فَأذِنَ
لَهُ، فإذَا
هُمْ شَرْبٌ،
فَطفِقَ # يَلومُ
حَمْزَةُ في
فِعْلِهِ،
فَإذَا
حَمْزَةُ
ثَمِلٌ
مُحْمَرَّةٌ
عَيْنَاهُ،
فَنََظَرَ
إلى رسولِ
اللّهِ #،
ثُمَّ صَعّدَ
النَّظَرَ
إلى
رُكْبَتَيْهِ،
ثُمَّ
صَعَّدَ النَّظَرَ
فَنَظَرَ إلى
سُرَّتِهِ،
ثُمَّ صَعَّدَ
النَّظَرَ
فَنَظَرَ إلى
وَجْهِهِ،
ثُمَّ قَالَ:
وَهَلْ
أنْتُمْ إَّ
عَبِيدٌ ‘بِى،
فَعَرفَ #
أنّهُ قَدْ
ثَمِلَ
فَنَكَصَ
عَلى
عَقِِبَيْهِ
الْقَهْقَرِى
حَتَّى
خَرَجَ
وَخَرَجْنَا
مَعَهُ،
وذَلِكَ
قَبْلَ
نَحْرِيمِ
الخَمْرِ[.
أخرجه
الشيخان وأبو
داود. وليس
عندهم من الشعر
إ نصف البيت
ا‘ول، واللّه
أعلم.»الشّارِفُ«
الناقة
المسنة
الكبيرة.
»وَالنَّوَاءُ«
السمان.
»وَالجَبُّ«
القطع.
»وَالْبَقْرُ«
شق البطن.
x»وَالشَّرْبُ«
بفتح الشين
وسكون الراء:
الجماعة
الذين يشربون
الخمر.»وَثَمِلَ
الشّارِبُ« إذا
أخذت منه
الخمر فتغير.
»وَنَكَصَ
عَلى
عَقِبَيْهِ«
رجع إلى ورائه
ماشيا .
6. (2278)- Hasan İbnu Ali (radıyallâhu anhümâ) babasından naklen
anlatıyor: "Bedir savaşı ganimetinden hisseme düşen yaşlı bir devem vardı.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da humus'dan (o gün) bana yaşlı bir deve
daha verdi. Develerim, Ensar'dan bir zatın hücresinde ıhmış dururken
(yanlarına) geldim. Bir de ne göreyim, develerimin hörgüçleri kesilmiş,
böğürleri oyulmuş, ciğerleri de sökülmüştü. Bu manzarayı görünce kendimi
tutamayıp, ağladım.
"Bunu kim yaptı?" diye sordum.
"Hamza yaptı. Şu anda, falanca evde, Ensardan birinin içki
meclisindedir. Şarkıcı câriye ona şarkı okumuş, şarkısında şunları
söylemişti" dediler:
"Ey Hamza! şişman yaşlı develere dikkat et,
Onlar avluda bağlıdırlar,
Bıçağı onların sinesine vur,
Pirzola veya benzerini çabuk yap!"[70]
Bu şarkı üzerinde Hamza (radıyallâhu anh) fırlayıp, kılıcı kapıp
develerin hörgüçlerini kesmiş, karınlarını yarmış, ciğerlerini sökmüş."
Hz. Ali (radıyallâhu anh) devamla şunları söyledi: "Ben hemen
gidip Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna çıktım. Yanında Zeyd İbnu
Hârise vardı. Beni görünce, başımdan geçenleri yüzümden okudu.
"Neyin var?" diye sordu. Ben:
"Ey Allah'ın Resûlü! Bugünkü gibi (dehşetli bir manzara)
görmedim. Hamza iki deveme saldırıp hörgüçlerini kesmiş, böğürlerini yarmış.
Hemencecik şurada, bir içki meclisinde!" dedim. Bunun üzerine Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ridâsını istedi, getirdiler, giyip yayan gitti. Biz de
arkasına düştük. Hamza'nın bulunduğu eve kadar geldi.
İzin istedi, buyur ettiler. Girince bir içki meclisiyle
karşılaştı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) fiilinden dolayı Hamza'yı
ayıplamaya başladı.
Hamza sarhoştu, gözleri kızarmıştı. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a baktı, sonra nazar edip aşağıdan dizlerine kadar süzdü, tekrar
ayağından başlayıp beline kadar süzdü, sonra tekrar bakışlarıyla süzerek yüzüne
kadar geldi ve:
"Siz benim babamın kölelerinden başka bir şey misiniz?"
dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun sarhoş olduğunu anladı. Hemen
izinin üstüne geri döndü, çıkıp gitti. Peşinden biz de çıktık.
Bu vak'a hamr'ın haram edilmesinden önce idi."[71]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet, içki yasağıyla alakalı olarak burada
kaydedilmiş olmakla beraber başka meselelere de temas etmektedir. Mesela en başta
Bedir savaşında Hz. Ali'ye humustan pay ayrılması meselesi var. Humus nedir, ne
değildir, humus nasıl taksim edilir, kimlere bundan pay ayrılır, Bedir savaşı
sırasında İslam'ın ganimeti taksim ahkamı teşri edilmiş mi idi? gibi birçok
mesele var ve bunların bir kısmı da ihtilaflıdır. Bu meselelere daha önce temas
ettiğimiz için burada girmeyeceğiz. (1101-1148. hadislere bakılabilir.)
2- Sadedinde olduğumuz hadiste cereyan eden boğazından
kesilmeyen develerin karınlarının deşilmesi hadisesi, içkiyi kesinlikle haram
kılan âyetin (Mâide 90) nüzûlünden öncedir. Bu sebeple Hz. Hamza'yı bu hali
sebebiyle itham etmediğini belirtirler. Bazıları bundan hareketle
"Sarhoşun talakı muteber değildir" demiş ise de, görüş
benimsenmemiştir, çünkü sarhoş olmak haram olduğu niçin mazeret olamaz. Hz.
Hamza'nın muahezeden kurtulması, henüz hamr haram edilmemiş olmasındandır,
sarhoşluğun mazeret olacağından değil. Ayrıca Hz. Hamza bu sözü ile iftihar
etmeyi kastetmiştir. Çünkü Abdulmuttalib babası idi ve Hz. Peygamber'le Hz. Ali'nin
de dedeleri. Yani Abdulmuttalib kendisine daha yakındı. Araplar dedeye Seyyid
(efendi) dedikleri için torunların köle diye tesmiyetleri de olabilirdi.
3- Hadisin başka rivayetlerde gelen teferruatına göre vak'a
Hz. Ali'nin, Hz. Fâtıma (radıyallâhu anhümâ) ile evleneceği sıralarda cereyan
eder. Hz. Ali develerle izhir getirip satarak düğün ziyafeti sırasında harcamak
düşüncesindedir. Develerini Ensar'dan birinin avlusuna ıhdırarak ayrılır. İşte
Hz. Hamza bu evde bir grup arkadaşlarıyla içki içmektedir...
4- Hz. Hamza'nın sarhoş halini görünce Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın onun bu halde sarfettiği sözleri ciddiye almayıp
gerisin geri geldiği gibi dönmesi,
onun tutarsızlıklarını artırmamak içindi. Bu sünnet, sarhoşla
karşılaşanlara takınılacak tavır hususunda örnektir.
5- Hadisten çıkarılan bazı hükümler: İbnu Hacer, bu rivayetten
çıkarılan -ve bazılarına tamamen katılmadığına dikkat çektiği- bazı hükümler
kaydeder:
* Deve sahibi, devesine yük vurmak suretiyle de ondan istifade
edebilir.
* Deve başkasının kapısına da ıhdırılabilir, yeter ki bunda ev
sahibine zarar bulunmasın ve razı olacağını deve sahibi bilsin.
* Üzüntü sebebiyle ağlamak mezmum değildir. Kişi bazan öfkenin
galebe çalmasıyla ağlayabilir.
* Kişinin istifade etmekte olduğu ve muhtaç olduğu şeyin elden
çıkmasıyla üzülmesi normaldir.
* Mazlumun, zâlimi şikayet etmesi gıybet değildir.
* Haber-i vâhid makbûldür.
* Mübah olan meşrubat meclisleri akdedilebilir, meşrudur.
* İnsanların önüne konulan müşterek şeyden alınabilir,
yenilebilir.
* Mübah sözlerle şarkı söylenebilir, şiir inşad edilebilir, bunlar
cariyeden dinlenebilir.
* Hadis, "Sarhoşluk İslam'da hiç mübah olmadı"
diyenlerin aleyhine, bidayette mübah olduğuna delildir.
* Bazıları bu rivayetten hareketle "yakınların cinayeti
cezasız kalabilir, affedilir" demiş ise de İbnu Ebî Şeybe'de gelen bir
rivayet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Hz. Hamza'ya, telef ettiği
develerin bedelini Hz. Ali'ye ödemesini emrettiğini belirtir. Zarara uğrayan
kendisi affederse o başka.
* Bu hadis, hamr'ın haram kılınışının bir sebebini
göstermektedir.
* İmam, başkasına zarar verildiğine dair kendisine haber ulaşan
kimsenin evine gidebilir.
* Bir malı gasbeden kimse, muteber bir tezkiye ile hayvanı
kesmişse, kestiği helaldir.
* Bir eve girerken izin istemek sünnettir.
* Hey'et halinde gelenlerden reise verilen izin diğerleri için
de mûteberdir, onlar için ayrı ayrı izin istemek gerekmez.
* Sarhoş, kınamayı anlayacak durumda ise kınanır.
* Büyük, evinde hafiflemek için ridâsını atabilir, ancak
etba'ı ile karşılaşacağı zaman normal kıyafetine bürünmelidir. Nitekim
Resûlullah, giderken ridâsını istemiş ve giyinmiştir.
* Ayık kimsenin, sarhoşla muhatab olmaması gerekir.
* Aklını kaybeden kimsenin yanından geçen kimse ona arkasını
dönmemelidir. Nitekim Efendimiz geri geri Hamza'nın yanından uzaklaşmıştır.
* Abdülmuttalib'in kadrinin yüceliğine ve onu medihte mübalağa
etmenin câiz olduğuna işaret vardır. Zîra Hz. Hamza; "Sizler babamın
kölelerinden başka bir şey misiniz?" demiştir. Yani "Köleleri
gibisiniz" demek istemiş ve bununla onların Abdulmuttalib karşısındaki
aşırı saygılarını ve Abdulmuttalib'in onların mallarındaki, köle malındaki gibi
tasarruf yetkisini kastetmiş olmalıdır.
* Kelama terettüp edecek hüküm, onu söyleyene göre değişir. [72]
ـ1ـ عن ابن
عباس رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]مَنْ سَرَّهُ
أنْ
يُحَرِّمَ،
إنْ كانَ
مُحَرِّماً
مَا حَرَّمَ
اللّهُ
فَلْيُحَرَّمِ
النَّبِيذَ[.وفي
رواية قال له
قيس بن وهب:
]إنَّ لِى
جُرَيْرَةً
أنْتَبِذُ
فِيهَا
حَتَّى إذا
غَلَى وَسَكَنَ
شَرِبْتُهُ
قَالَ:
مُذْكَمْ
هذَا شَرَابُكَ؟
قالَ مُذْ
عِشْرِينَ
سَنَةً قالَ:
طَالمَا
تَرَوَّتْ
عُرُوقُكَ
مِنَ
الخَبَثِ[. أخرجه
النسائى .
1. (2279)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ): "Kim Allah'ın haram
kıldığını haram kılmaktan hoşlanırsa nebîz'i haram kılsın" dedi."
Bir rivayette, Kays İbnu Vehb ona: "Benim bir küpcüğüm var,
içerisine şıra koyuyor, şıra kaynayıp durulunca içiyorum" dedi. (İbnu
Abbâs) cevaben: "Bu söylediğin şey ne zamandan beri içeceğini teşkil
etmekte?" diye sordu. Kays: "Yirmi yıldan beri" deyince, İbnu
Abbas: "Öyleyse uzun zamandır, damarların su ihtiyacını pislikten
gördü" dedi."[73]
AÇIKLAMA:
1- Nebiz'i dilimizde umumiyetle şıra kelimesi karşılar.
en-Nihâye'de şu açıklamalar yapılır: "Nebiz, hurma, kuru üzüm, bal,
buğday, arpa vs'den yapılan içecektir. Bunlardan nebiz elde etmek için suya
ıslatılırlar. Elde edilen içecek, sarhoş etse de etmese de nebiz denir. Nebiz'e
hamr dendiği gibi, üzümden sıkılan hamr'a da nebiz denir." Şu halde bu
açıklamaya göre, nebiz kelimesini her seferinde şıra ile karşılamamız mümkün
değildir.
2- Hadiste, İbnu Abbâs (radıyallâhu anh) kaynayıp kabararak
sükunete eren şıranın artık alkolleşerek sarhoş edici mahiyet kazandığını,
dolayısıyle içilmesinin haram olduğunu belirtmektedir.
Nebiz'in kaç gün içinde hangi hallerde alkolleşeceği vs. hakkında
2265 numaralı hadiste gereken açıklama yapılmıştır, oraya bakılsın. [74]
ـ2ـ وعن
أبى هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]كانَ
رسولُ اللّهِ
# يَصُومُ
فَتَحَيَّنتُ
فِطْرَهُ
بِنَبِيذٍ
صَنَعْتُهُ
في دُبَّاءِ،
ثُمَّ
أتَيْتُهُ
بِهِ، فإذَا
هُوَ يَنِشُّ
وَيَغْلِى،
فقَالَ:
اضْرِبْ
بِهَذَا الحَائِطَ،
فإنَّ هذَا
شَرَابُ مَنْ
َ يُؤْمِنُ بِاللّهِ
وََ
بِالْيَوْمِ
اŒخِرِ[. أخرجه
أبو داود والنسائى
.
2. (2280)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) oruç tutuyordu. Orucunu açacağı vakti
kolladım. Kabaktan mamul bir kap içerisinde yaptığım nebizi getirdim. Nebiz
kaynayıp kabarıyordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Bunu şu duvara çal. Zîra artık bu, Allah'a ve ahirete
inanmayanların içkisidir" buyurdu."[75]
AÇIKLAMA:
Şırada kaynama halinin onu alkolleşmeye geçtiğinin alameti
olduğunu ve bundan böyle içilmesinin haram olduğunu 2265 numaralı hadiste
yeterince açıkladık.[76]
ـ3ـ وعن
ابن عمر
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]جَاءَ رَجُلٌ
إلى
النَّبىِّ #
بِقَدَحٍ
فِيهِ نَبِيذٌ،
وَهُوَ
عِنْدَ
الرُّكْنِ،
وَدَفَعَ
إلَيْهِ
الْقَدَحَ
فَرَفَعَهُ
إلى فِيهِ
فَوَجَدَهُ
شَدِيداً
فَرَدَّهُ
عَلى
صَاحِبِهِ،
فقَالَ لَهُ الرجُلُ:
أحَرَامٌ
هُوَ يَا
رسُولَ
اللّهِ؟ فقَالَ:
عَلىَّ
بِالرَّجُلِ
فَأُتِىَ
بِهِ،
فَأخَذَ
مِنْهُ
الْقَدَحَ،
ثُمَّ دَعَا بِمَاءٍ
فَصَبَّهُ
فِيهِ، ثُمَّ
رَفَعَهُ إلى
فِيهِ
فَقَطّبَ،
ثُمَّ دَعَا
بِمَاءٍ أيْضاً
فَصَبَّهُ
فِيهِ، ثُمَّ
قالَ: إذَا
اغْتَلَمَتْ
عَلَيْكُمْ
هذِهِ
ا‘وْعِيَةُ
فَاكْسِرُوا
مُتُونَهَا
بِالْمَاءِ[.
أخرجه
النسائى،
وقال هذا
الحديث ليس
بالمشهور، و
نحتجّ
به.»قَطّبَ وَجْهَهُ«
إذا عبس وجمع
جلدته من شئ
كرهه.»وَاغْتَلَمَتْ«
اشتدت
واضطربت عند
الغليان .
3. (2281)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Bir adam,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a içerisinde nebiz bulunan bir kadeh
getirdi. Efendimiz bu sırada (Haceru'l-Esved) rüknünün yanında idi. Bardağı ona
sundu.
Efendimiz, ağzına kadar götürdü. Ancak nebizin (keskinleşip
ekşiliğinin) şiddetlendiğini gördü ve bardağı sahibine geri çevirdi.
(Cemaatten) bir adam:
"Bu haram mıdır ey Allah'ın Resûlü?" diye sordu. Hz.
Peygamber:
"Bana adamı çağırın!" dedi. Ondan bardağı tekrar aldı.
Sonra su istedi sudan bardağa döküp, tekrar ağzına götürdü (yine keskin bularak
alnını buruşturup) kaşların çattı. Tekrar yine su istedi ve nebize döktü. Sonra
da:
"Bu kaplar, size keskinleşir ve kaynamaya başlayacak olursa,
içindekinin sertliğini su ile kırın!" buyurdu."[77]
AÇIKLAMA:
Bu rivayetin zaafına hadisi kaydeden Nesâî de dikkat çekmektedir.
Önceki rivayetlerde keskinleşip, kaynamaya başlayan nebizin haram olduğu beyan
edilmiş iken bu rivayette keskinliğin su dökülerek hafifletilmesini, sonra da
içilmesini tavsiye etmektedir. Aradaki fark ve pekçok sahih rivayetlerden gelen
hükme muhalefet açık şekilde gözükmektedir.[78]
ـ4ـ وعن
عائشة رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]كُنَّا
نَنْبِذُ
لِرَسُولِ
اللّهِ #
غُدْوَةً في
سِقَاةٍ
فَيَشْرَبُهُ
عَشِيَّةً،
وَعَشِيَّةً
فَيشرَبُهُ
غُدٌوَةً قالَتْ:
وَكُنَّا
نَغْسِلُ
السِّقَاءَ
غُدْوَةً
وَعَشِيَّةً
مَرَّتَيْنِ
في يوْمٍ[. أخرجه
أصحاب السنن .
4. (2282)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Biz Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) için sabahleyin tuluk içerisine nebiz kurardık,
efendimiz onu akşamleyin içerdi, akşamdan kurardık sabahleyin içerdi."
Hz. Âişe devamla der ki: "Biz su kabını, biri sabah, biri
akşam olmak üzere günde iki kere yıkardık."[79]
AÇIKLAMA için 2265 numaralı hadisin açıklamasına bakılmalıdır.
ـ5ـ وعن
ابن عباس
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهما
قال: ]كانَ
يُنْبَذُ
بِرَسُولِ
اللّهِ #
الزَّبِيبُ
فَيَشْرَبُهُ
الْيَوْمَ
وَالْغَدَ
وَبَعْدَ
الْغَدِ إلى
مَسَاءِ الثَّالِثَةِ،
ثُمَّ
يَأمُرُ بِهِ
فَيُسْقَى الخَدَمُ
أوْ
يُهْرَاقُ[.
أخرجه مسلم
وأبو داود
والنسائى.
5. (2283)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) için kuru üzümden şıra kurulunca, o gün, ertesi gün ve
daha sonraki gün yani üçüncü günün akşamına kadar onu içerdi. Sonra, kalanının
hizmetçilere içirilmesini veya dökülmesini emrederdi."[80]
AÇIKLAMA 2265'de geçti.
ـ6ـ وعن
جابر رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]نَهَى رَسُولُ
اللّهِ # أنْ
يُخْلَطَ
الزَّبِيبُ وَالتَّمْرُ
جَمِيعاً،
وَالْبُسْرُ
وَالتَّمْرُ
جَمِيعاً،
وَقالَ َ:
تَنْبِدُوا
الزَّبِيبَ
وَالتَّمْرَ
جَمِيعاً،
وََ الرُّطَبَ
والْبُسْرَ
جََمِيعاً[.
أخرجه الخمسة
.
6. (2284)- Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) kuru üzümle hurmanın, taze hurma ile hurmanın
karıştırılmalarını yasakladı ve dedi ki:
"Kuru üzümle hurmayı, koruk hurma ile olgun hurmayı
karıştırarak birlikte nebiz kurmayın."[81]
AÇIKLAMA:
Görüldüğü üzere bu rivayet farklı maddelerin karışımından nebiz
kurmayı yasaklamaktadır. Bu, kuru üzüm nebizi ile hurma nebizinin karıştırılıp
hafifçe pişirilmesiyle elde edilir. Bu pişmeden sonra bırakılınca kabarır ve
keskinliği artar.
Hattâbî der ki: "Âlimlerden birçoğu bu iki karışımın, -elde
edilen şarap sarhoş edici olmasa bile- haram olduğuna hükmettiler. Çünkü
hadisin zâhiri mutlaktır, sarhoş edici olursa diye bir kayıt yoktur. Atâ,
Tâvus, Mâlik, Ahmed, İshâk, ehl-i hadisin büyük çoğunluğu bu görüştedirler.
Derler ki: "Bu, iki karışımı, henüz sarhoş edici vasfı zuhur etmezden önce
içen kimse bir cihetten günahkar olur, yani "karışımı içmiş olma
günahı" işler. Ama, keskinleştikten sonra içerse iki cihetten günah
işlemiş olur. Biri, iki karışımı içmiş olmanın günahı, diğeri de sarhoş ediciyi
içmiş olmanın günahı."
Ancak, Süfyan-ı Sevrî ve ehl-i rey bunu câiz görür. Leys İbnu
Sa'd: "Kerâhet, bunların birlikte nebiz olmaya bırakılmaları hususunda
gelmiştir, zîra bunlar birbirlerinin şiddetini artırırlar" demiştir.
Yasağı Kadı İyâz da şöyle açıklar: "Karıştırılması nehyedilip
her birinin ayrı ayrı nebiz yapılması tecviz edildi. Bu muhtemelen, iki cinsten
birine tegayyür daha çabuk gelerek diğerini bozacağı ve bozulma da gözükmeyeceğinden
haram
olduğu
halde istihlak edileceği içindir." Nevevî de aynı mealde ve fakat daha
açık bir îzah sunar: "Bu karıştırmadaki kerâhetin sebebi şudur: Sarhoş
edici vasıf, karıştırma sebebiyle, tadı değişmezden önce çabucak gelir. Kişi,
henüz şaraplaşmadığı zannıyla içer, halbuki o şaraplaşmıştır, sarhoş edici
olmuştur."
Son olarak şunu da belirtelim ki, bazı âlimler, karıştırmadaki
yasağın sebebini israfla îzah etmişler, hiçbir gerek yokken iki ayrı şeyin
karıştırılmasını tereffüh alameti ve israf olarak değerlendirmişlerdir.
Hadisteki yasak da bu sebeple gelmiş olmalıdır.[82]
ـ7ـ وعن
أبى قتادة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قال
رَسُولُ
اللّهِ #: َ
تَنْبِذُوا
الزَّهْوَ وَالرُّطَبَ
جَمِيعاً،
وََ
تَنْبِذُوا
الرُّطَبَ
وَالزَّبِيبَ
جَمِيعاً،
وَلكِنِ انْبِذُوا
كُلَّ
وَاحِدِ عَلى
حِدَتِهِ[.
أخرجه مسلم
ومالك،
وأبو داود
والنسائى .
7. (2285)- Ebû Katâde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Çağala hurma ile olgun hurmadan
beraber nebiz yapmayın. Olgun hurma ile kuru üzümden de beraber nebiz yapmayın.
Herbirinden ayrı ayrı nebiz yapın."[83]
ـ8ـ وعن
أنس رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]نَهَى رَسُولُ
اللّهِ # أنْ
يُخْلَطَ
الزَّهْوَ
والتَّمْرُ
ثُمَّ
يُشْرَبَ،
وَكانَ
عَامَّةَ خُمُورِهِمْ
حِينَ
حُرِّمَتِ
الخَمْرُ[. أخرجه
مسلم
والنسائى .
8. (2286)- Hz. Enes İbnu Mâlik (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çağala hurma ile olmuş hurmanın
karıştırılıp (nebiz yapılmasını) sonra da bunun içilmesini yasakladı. Şarap
haram edildiği zaman (Arapların) içeceklerinin tamamını nerdeyse bu teşkil
ediyordu."[84]
ـ9ـ وعن
جابر بن زيد
وعكرمة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
]أنَّهُمَا
كانَا
يَكْرَهَانِ
الْبُسْرُ
وَحْدَهُ
وَيَأخُذَانِ
ذلِكَ عَنِ
ابْن عَبَّاسٍ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما[.
أخرجه أبو داود
.
9. (2287)- Câbir İbnu Zeyd ve İkrime (radıyallâhu anhümâ)'den rivayete
göre, her ikisi de olgun hurmadan tek başına (da olsa yapılan nebizi) mekruh
addediyorlardı ve bu hükmü İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)'tan alıyorlardı.
[İbnu Abbâs: "Nebizin, Abdülkays'a yasaklanan müzza
olmasından korkuyorum" derdi. Ben, Katâde'ye: "Müzza nedir?"
diye sordum da bana "Hantem (sırlı seramik) ve müzeffet (ziftlenmiş) denen
kaplarda kurulmuş nebiz" diye cevap verdi."][85]
AÇIKLAMA:
1- Teysîr, hadisi Ebû Dâvud'dan özetleyerek almış. Biz sondaki
köşeli parantez içerisindeki kısmı Ebû Dâvud'daki aslından aynen aktardık.
Ayrıca kavisli parantez arasına mutad üzere bazı açıklayıcı kelimeler koyduk,
bunlar ilk nazarda bellidir.
2- Ziftle kaplanmış veya sırlanmış kaplarda kurulan nebizin
içilmesi hususundaki yasaklama ve tahdid, en-Nihâye'de belirtildiği üzere, bu
kaplarda şaraplaşma hadisesinin sür'at kazanmasından ileri gelmektedir.[86]
ـ10ـ وعن
عائشة رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]كُنَّا
نَنْبِذُ
لِرَسُولِ
اللّهِ #
زَبِيباً فَنُلْقِى
فِىهِ
تَمْراً[ .
10. (2288)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Biz,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) için kuru üzümden nebiz kurardık, içerisine
de hurma atardık."[87]
ـ11ـ وفي
أخرى: ]كُنْتُ
آخُذ
قَبْضَةً
مِنْ زَبِيبٍ،
وَقَبْضَةً
مِنْ تَمْرٍ
فَأُلْقِيهِ
في إنَاءٍ
فَأمْرُسُهُ
ثُمَّ أسْقِيهِ
رَسُولَ
اللّهِ #[.
أخرجه أبو
داود .
11. (2289)- Bir diğer rivayette şöyle demiştir: "Ben bir avuç kuru
üzüm, bir avuç da hurma alıyor, bunları bir kaba koyuyor, parmaklarımla ovup
sonra da (elde edilen şırayı) Resûlullah'a içiriyordum."[88]
AÇIKLAMA:
Son iki rivayet, nebiz yaparken hurma ile üzümün
karıştırılabileceğini ifade etmektedir. Bu, farklı şeylerin karıştırılarak
nebiz yapılabileceğini söyleyenlere delil olmaktadır.
Hadis, nebizin yapılış tarzı hususunda da bilgi vermektedir:
"Suyun içine ıslatılan hurma, kuru üzüm gibi meyveler sudan çıkarılmadan
parmaklarla ovularak yumuşatılmakta, tadı ve rayihasının daha çabuk suya
geçmesine gayret gösterilmektedir."[89]
ـ12ـ وعن
سويد بن غلفة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال:
]قَرَأْتُ
كِتَابَ
عُمَرَ إلى
أبى مُوسى أمَّا
بَعْدُ
فَإنَّهَا
قَدِمَتْ
عَلىَّ عِيرُ
مِنَ
الشَّامِ
تَحْمِلُ
شَرَاباً
غَلِيظاً أسْوَدَ
كَطَِء
ا“بِلِ،
وَإنِّى
سَألْتُهُمْ
عَلى كَمْ
يَطْبُخُونَهُ،
فَأخْبَرُونِى
أنَّهُمْ
يَطْبُخُونَهُ
عَلى
الثُّلُثَيْنِ،
ذَهَبَ
ثُلُثَاهُ
ا‘خْبَثانِ،
ثُلُثٌ
بِرِيحةِ،
وَثُلُثٌ
بِبَغْيهِ،
فَمُرْ مَنْ
قِبَلْكَ يَشْرَبُونَهُ[.
أخرجه
النسائى .
12. (2290)- Süveyd İbnu Gafle (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz.
Ömer'in Ebû Mûsa (radıyallâhu anhümâ)'ya yazdığı mektubu okudum, diyordu ki:
"Emmâ ba'd! Bilesin bana deve katranı gibi siyah, sert bir şarap taşıyan
bir kervan Şam'dan geldi. Ben onlara bunun kaynatılarak ne kadarının
buharlaştırılacağını sordum. Bana üçte ikisi uçuncaya kadar kaynatacaklarını
söylediler, yani pis olan üçte ikisi gidiyor. Şöyle ki üçte biri pis kokulu
kısım, üçte biri bozuk kısım (geriye kalan üçte bir temiz kısım kalıyor). Sen
yanındakilere, emret, bu kalan üçte biri içsinler."[90]
AÇIKLAMA:
Anlaşıldığı üzere, tüccarların ham halde Suriye cihetinden Hicaz'a
taşıdıkları, şıra, develeri -uyuz gibi bir kısım hastalıklara karşı korumada
kullandıkları- yağlama maddesi (katran) kadar renkçe siyah ve tadca son derece
keskin, pis kokulu yarı bozulmuş halde bir mayidir.
Hz. Ömer tüccarlardan bunun işlenmesi hakkında bilgi ediniyor.
Buna göre, tıla da denen katrana benzeyen bu ham mayi, kaynatılarak
işlenmelidir. Kaynama müddeti, hacmi üçte bire düşünceye kadar devam etmelidir.
buharlaştırılan üçte bir, pis kokulu kısımdır, üçte bir de bozulmuş olan
kısımdır. Bu ameliyeden sonra geriye kalan üçte bir de o mayinin içmeye elverişli
kısmıdır.
İbnu Hacer'in açıklamasından çıkan mânaya göre, kaynama sonunda
elde edilen, renk itibariyle katrana benzetilen madde pekmezdir.
Hz. Ömer (radıyallâhu anh), müslüman tebaanın gıda meselesiyle de
ilgilenerek, edindiği malumatı valilerine tamim etmiştir. Sadedinde olduğumuz
rivayet Ebû Mûsa el-Eş'arî'ye yazılan mektuptan bahsetmektedir. Nesâî, Ömer
İbnu Abdilaziz'in de bu mesele üzerine bazı valierine gönderdiği mektuptan
bahseder.
Yine Nesâî'nin Hz. Enes'ten kaydettiği bir rivayette şöyle
denmektedir: "Şeytan, asma çubuğu üzerine Hz. Nuh'la nizaya düştü ve:
"Bu benimdir" dedi. Hz. Nuh (aleyhisselâm) da: "Bu bana
aittir!" dedi. Bunlar sonunda antlaşma yaptılar: Üçte biri Nuh'un, üçte
ikisi de Şeytan'ın olacaktı."
Şunu da belirtelim ki, üzüm şırasının helâl olması için
kaynatılarak buharlaştırılması gereken miktarı hususunda seleften farklı
rakamlar gelmiştir. Yarısı buharlaştırılsa helâl olur diyen de olmuştur. İbnu
Hacer ihtilafı şöyle te'lif eder: "Anlaşılan o ki, bu durum, çeşitli
beldelerin üzümlerine göre değişmektedir." İbnu Hazm'dan kaydettiği yoruma
göre, bazı asmaların suyu üçte bire kadar, bazıları yarıya kadar, bazıları da
dörtte bire kadar kaynatılınca sarhoş edici vasfını kaybetmektedir. Müteakiben
kaydedileceği üzere (2292. hadis), İbnu Abbâs'tan bunun aksine bir fetva
mevcuttur: "Ateş hiçbir şeyi ne helâl ne de haram kılar."[91]
ـ13ـ وفي
رواية له:
]قالَ عَبْدُ
اللّهِ بنُ
يزِيدَ
الخَطىُّ:
كَتَبَ
إلَيْنَا
عُمَرُ رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
أمَّا بَعْدُ:
فَاطْبُخُوا شَرَابَكُمْ
حَتَّى يَذْهَبَ
مِنْهُ
نَصِيبُ
الشَّيْطَانِ،
فَإنَّ لَهُ
اثْنَيْنِ
وَلَكُمْ
وَاحِداً[.والمراد
»بِبَغْيِهِ«:
أذاه وشدّته .
13. (2291)- Yine Nesâî'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir:
"Abdullah İbnu Yezîd el-Hutamî demiştir ki: "Hz. Ömer (radıyallâhu
anh) bize şunu yazdı: "Emmâ ba'd: Şarabınızı ondaki şeytanın hissesi
gidinceye kadar kaynatın. Zîra onda şeytanın iki, sizin de bir hisseniz
vardır."[92]
AÇIKLAMA için önceki hadisin (2290) açıklamasına bakılmalıdır.
ـ14ـ وعن
ابن عباس
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما: ]أنَّهُ
سَألَهُ رَجُلٌ
عَنِ
الْعَصِيرِ،
فقَالَ:
اشْرَبْهُ
مَا كَانَ
طَرِباً.
قَالَ: إنِّى
أطْبُخهُ، وفي
نَفْسِى
مَنْهُ
شَىْءٌ،
فقَالَ:
أكُنْتَ
شَارِبَهُ
قَبْلَ أنْ
تَطْبُخَهُ؟
قال ، قالَ:
فَإنَّ
النَّارَ َ
تُحِلُّ
شَيْئاً قَدْ
حُرِّمَ[.
أخرجه
النسائى .
14. (2292)- Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)'ın anlattığına göre,
bir adam kendisine şıradan sual etti. İbnu Abbâs: "Taze oldukça iç"
dedi. Adam: "Ben onu kaynatıyorum, ancak yine de içimde bir şüphe
var" deyince, İbnu Abbâs: "Yani sen onu kaynatmadan önce içiyor
muydun?" diye sordu. Adam: "Hayır!" dedi. İbnu Abbâs:
"Ateş, haram olan hiçbirşeyi helâl kılmaz!" dedi."[93]
AÇIKLAMA:
Atâ'dan gelen bir rivayet, İbnu Abbâs (radıyallâhu anh)'ın
"Ateş, haram olan hiçbir şeyi helâl kılmaz" demekle, 2290 numaralı
hadiste geçen şıra'nın kaynatılarak üçte ikisinin buharlaştırılmasıyla
içilebilecek hale geleceğine dair fetvayı reddetmek istediğini belirtir.
İbnu Hacer der ki: "Bu rivayet, daha önceki âsâr'da ifade
edilmiş olan, mutlak hükmü kayda bağlamaktadır. Yani önceki rivayetler, henüz
sarhoş edici hale gelmeyen taze şıraların kaynatılmasına râcidir. (İbnu
Abbâs'ın görüşüne göre), eğer şıra tahammür ederek şaraplaşmış, sarhoş edici
bir mahiyet kesbetmiş ise, bu şıra kaynatılsa da artık helâl olmaz, zîra
kaynatma artık onu temizlemez, helâl de kılmaz. Bu durumda, şarabın
sirkeleşmesiyle helâl olacağı görüşünde olan âlimlere göre bir fetva vardır.
Cumhur ise bu görüşe muhaliftir. Cumhurun delili Müslim'de (ve başka
kaynaklarda da) rivayet edilmiş olan Hz. Enes ve Ebû Talha hadisidir: "Şırayı
kaynayıp kabarmazdan önce iç." Bazı rivayetlerde "değişmezden
önce" şeklinde gelmiştir. Bu, seleften pek çoğunun müşterek görüşüdür:
Şırada değişme başladımı artık içilmez, bunun da alameti kaynamaya
başlamasıdır. Bu aynı zamanda Ebû Yûsuf'un görüşüdür. Ebû Hanîfe: "Çiğ
üzüm şırası kaynayıp köpüğünü atmadıkça haram olmaz, kaynar, köpüğünü atarsa o
zaman haram olur" demiştir, üçte ikisi buharlaşarak üçte biri kalacak
şekilde pişirilen mutlak şekilde men edilemez, piştikten sonra kaynayıp köpük
atsa bile. İmam Mâlik, Şâfiî ve Cumhur: "Eğer sarhoş edici ise, azı da
çoğu da içilmez, kabarmış olmasıyla, kabarmamış olması da farketmez, zîra
kaynayıp kabarması sonra da kaynamasının durması ile sarhoş edici hududa
girmesi mümkündür" demiştir."[94]
ـ1ـ عن ابن
عمر
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]نَهى رسولُ
اللّهِ # عَنْ
نَبِيذِ
الحَرِّ،
وَالدُّبَّاءِ
وَالمَزَفَّتِ[.
أخرجه الستة إ
البخارى .
1. (2293)- İbnu Ömer
(radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
çömlekte, kabak ve ziftli kaplarda yapılan nebizi(n içilmesini)
yasakladı."[95]
AÇIKLAMA:
1- Burada bazı kaplarda kurulan şıranın içilmesi
yasaklanmaktadır. Şârihler bu yasağı, zikri geçen kaplarda şıranın çok çabuk
şaraplaşacağı sebebiyle îzah ederler. Hattâbî: "Bu kaplar (şıra
kurulmasında) yasaklanmıştır, çünkü bunlarda (tahammür) alışkanlığı vardır,
içlerinde şıra çabuk keskinleşir, öyleki sahibi bunun farkına bile varamaz,
aldanarak (sarhoş edici olduğu halde) içer."
2- Müteakip rivayette görüleceği üzere, Resûlullah başka
kapları da nebiz yapmada kullanmayı yasaklamıştır. Sebep hepsinde aynıdır.[96]
ـ2ـ وفي
رواية لمسلم:
]نَهى عَنِ
الحَنْتَمِ وَهِىَ:
الجَرَّةُ،
وَعَنِ
الدُّبَّاءِ
وَهِىَ:
القَرْعَةُ،
وَعَنِ
المزَفَّتِ
وَهُوَ:
المُقَيَّرُ،
وَعَنِ النَّقِيرِ،
وَهِىَ:
النَّخْلَةُ
تُنْسَحُ نَسْحاً،
وَتُنْقَرُ
نَقْراً،
وَأمَرَ أنْ يُنْبذَ
في
ا‘سْقِيَةِ[ .
2. (2294)- Müslim'in bir rivayetinde şöyle denmiştir:
"(Resûlullah) hantemi yasakladı, bu (topraktan mamul her çeşit) küptür.
Dübbâ'yı yasakladı. Bu su kabağıdır. müzeffet'i yasakladı, bu ziftlenmiş
kaptır. Nakir'i yasakladı, bu kabuğu soyulup, içi oyulmuş hurma ağacıdır.
Efendimiz, şırayı tuluklarda kurmamızı emretti."[97]
AÇIKLAMA:
Bu yasak hususunda ulema ihtilaf etmiştir. Bazıları: "Bu
İslâm'ın bidayetinde yani, içkinin ilk yasaklandığı zamanlarda idi. Sonradan
Büreyde el-Eslemî hadisiyle (ki müteakiben kaydedilen hadistir)
neshedilmiştir" der. Bazıları da: "Bu kaplar hakkında gelen yasak
devam etmektedir" deyip, onların kullanılmalarını mekruh addetmeye devam
etmişlerdir. İmam Mâlik, Ahmed İbnu Hanbel, İshak, İbnu Ömer ve İbnu Abbâs bu
görüştedir. Ancak önceki görüşe esahh denmiştir.
İçki yasağı benimsendikten, herkes bu yasağa riayet etmeye
başladıktan sonra yasak kaldırılmıştır. Tuluğun serbest bırakılmasındaki sebep
bunun içinde tahammürün yavaş seyretmesindendir. Ve ayrıca tahammür başlayınca
tuluk şişer ve patlar... Böylece, şıranın artık tahammür ettiği kolayca
anlaşılır ve sahibi tarafından içilmez.[98]
ـ3ـ وعن
بريدة رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قال رسولُ
اللّهِ #:
كُنْتُ
نَهَيْتُكُمْ
عَن ا‘شْرِبَةِ
أنْ
تَشْرَبُوا
إَ في ظُرُوفِ
ا‘دَمِ، أَ
فَاشْرَبُوا
في كُلِّ
وِعَاءٍ
غَيْرَ أنْ َ
تَشْرَبُوا
مُسْكِراً[.
أخرجه الخمسة
إ البخارى .
3. (2295)- Hz. Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ben size kapları yasaklamış,
sadece deri kaplardan (nebiz) içmenizi söylemiştim. Artık her kaptan
içebilirsiniz, yeter ki, sarhoş edici içmeyin."[99]
AÇIKLAMA:
Rivayet, kaplarla ilgili yasağın sonradan kaldırıldığını sarih
olarak göstermektedir. Hatta bazı rivayetlerde şu ziyade vardır:
"...Şurası muhakkak ki, kap herhangi bir şeyi ne helâl ne de haram
kılar." Nevevî, bu yasakla ilgili olarak şu açıklamayı sunar:
"Sayılan kaplarda şıra kurmak İslam'ın bidayetinde yasaklanmıştır. O
sıralarda, içlerinde sarhoş edici bulunabileceğinden ve bunların kesafetleri
sebebiyle içlerindeki mâyiin ne olduğunun bilinemeyeceği için bazan kişinin
sarhoş edici değil zannederek sarhoş ediciyi içebileceği korkusunun galib
olması, zîra içkinin serbest olduğu devrenin henüz yakın bulunması sebebiyle bu
çeşit karışılıklıkların sıkça vukua gelmesi sebebiyle bu yasak konmuştur. Fakat
aradan epey bir zaman geçip, içkinin haramlığı şöhret bulup herkesin içinde yer
edince bu yasak neshedilip, sarhoş ediciyi içmemek şartıyla- her kapta nebiz
kurmak serbest kılındı." [100]
ـ1ـ عن أنس
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]نَهى رسولُ
اللّهِ # عَنْ
الخَمْر أنْ
يُتَّخَذَ
خًَّ[. أخرجه
مسلم
والترمذي .
1. (2296)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) hamr'dan sirke yapmayı yasakladı."[101]
AÇIKLAMA:
Şaraptan sirke yapmak câiz midir, bu yolla elde edilen sirke temiz
midir? Ulema ihtilaf eder. Nevevî'nin açıklamasına göre Şafiî ve cumhur bu
hadise dayanarak şaraptan sirke yapmaya cevaz vermemiştir. Derler ki:
"Şarap, içerisine hamur, ekmek, soğan vs. herhangi birşey atılarak
sirkeleştirilecek olsa yine de necaset ve pisliği devam eder. İçerisine giren
her şey pis olur ve bu sirke ebedî olarak pis kalır." Ancak Evzaî, Leys ve
Ebû Hanîfe câiz görürler ve bu sirkenin temiz olduğuna hükmederler. İmam
Mâlik'ten üç farklı görüş gelmiştir:
1- Şarabı sirke yapmak haramdır, sirke yapacak olursa isyan
etmiş, olur, fakat sirke temizdir.
2- Bu iş haramdır, sirke de temiz değildir.
3- Bu iş helâldir, sirke temizdir. Birinci görüş en sahih
olanıdır.Ulema şu hususta icma eder: "Şarap kendi kendine sirkeleşirse
temizdir."[102]
ـ2ـ وعن
أبى هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قالَ
النّبىُّ #:
أُتِيْتُ
لَيْلََةَ
أُسِرىَ بِى
بقَدَحَيْنِ
مِنْ خَمْرٍ
وَلبَنٍ،
فَأخَذْتُ
اللَّبْنَ،
فقَالَ المَلكُ:
الحَمْدُللّهِ
الّذِى
هَدَاكَ لِلْفِطْرَةِ،
وَلَوْ
أخَذْتَ
الخَمْرَ
غَوَتْ
أُمَّتُكَ[.
أخرجه
النسائى .
2. (2297)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Miraca
çıkarıldığım gece bana iki kadeh getirildi, birinde şarap diğerinde de süt
vardı. Ben sütü aldım. Melek: "Seni fıtrata irşad eden Allah'a hamd olsun.
Eğer şarabı alsaydın ümmetin azmıştı" dedi."[103]
AÇIKLAMA:
Bu vak'a hamr'ın yani şarabın henüz haram edilmemiş olduğu zamâna
rastlar, çünkü Mirac Mekke devrinde cereyan etmiştir. İçkinin tahrimi ise
hicretten sonraya ait bir hadisedir.
Resûlullah'ın şarabı almayışı, onu içmeye alışmamış olmasından
ileri gelir. Böylece Efendimiz, Allah'ın kendisini bir koruması ve
yönlendirmesi olarak bilahare vaki olacak tahrim, tabiatına muvafık düşüyor.
Efendimiz, me'lufu olduğu, önceden alışmış bulunduğu sütü tercih etmiştir. Süt
kolay, hoş, temiz içimli, sıhhate uygun bir içecektir. Hamr ise, zikredilen bu
hususların hepsinde tam aksine bir mahiyet taşır.
Bu hadiste geçen fıtrat'tan maksad hak dine uygun doğru yoldur,
istikamettir.
Hadiste, hoş olan bir şey hasıl olunca hamdetmenin meşruluğu,
yasaklanan şeyin de terki gözükmektedir.[104]
ـ3ـ وعن
عائشة رَضِيَ
اللّهُ عَنْها
قالت: ]سُئِلَ
رسولُ اللّهِ
# عَنْ أطْيَبِ
الشَّرَابِ،
فقَالَ:
الحُلْوُ
الْبَارِدُ[.
أخرجه
الترمذي .
3. (2298)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah'a
içeceklerin en iyisi hangisi?" diye sorulmuştur.
"Soğuk olan tatlı!" diye cevap verdi."[105]
AÇIKLAMA:
1- Burada "Etyebu: en iyi" olarak gelen ifade
Tirmizî'de "Ehabbe: en sevgili" diye gelmiştir. Aliyyü'l-Kârî'ye göre
her hâl u kârda mâna efdal demek değildir, belki "en leziz" demektir.
Faziletçe zemzemin akdem ve üstün olduğu daha esahh rivayetlerle sabittir. Öyle
ise hadis şöyle olmalıdır: "Resûlullah'ın nazarında en leziz içecek
hangisidir" diye bir adam sordu." Nitekim bazı hadisler, Resûlullah
nezdinde en sevgili içeceğin süt olduğunu tesbit eder. Öyle ise, hadiste bu vasıfla
daha umumî bir mâna kastedilmiş olmakta ve tabii su, süt, sütle veya bal gibi
bir başka şeyle karıştırılarak şerbet yapılmış su veya içerisine hurma, kuru
üzüm gibi bir şeyler ıslatılmış su da bunun şumülüne girmektedir. Hadisi bu
genişlikte anlayınca bu bâbta gelen ve zahiri zıdlık arzeden diğer bazı
rivayetlerle arasını te'lif etmek kolaylaşmaktadır. Sözgelimi Ebû Nuaym'ın,
et-Tıb'da İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)'tan kaydettiği bir hadise göre:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın en çok sevdiği içecek maddesi süttür."
İbnu's-Sünnî'nin ve yine et-Tıb'da Ebû Nuaym'ın Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ)'
den kaydettiği rivayete göre Efendimizin en ziyade sevdiği içecek baldır.
2- Şunu da kaydedelim ki, bu hadislerde geçen "en sevgili
içecek" tabiriyle kastedilen mânanın "Resûlullah'ın en çok sevdiği
içeceklerden" demek olduğunu söyleyen âlim de olmuştur. Yani bu yoruma
göre, yukarıda kaydettiğimiz Hz. Âişe hadisini şöyle tercüme etmeliyiz:
"Efendimiz'in en ziyade sevdiği içeceklerden biri de baldır." İbnu Abbâs'ın
rivayeti de şöyle tercüme edilmelidir: "Resûlullah'ın en çok sevdiği
içeceklerden biri de süttür." Bu te'ville, içecekler muhtelif açılardan
"en çok sevilen" olabilecektir.[106]
İslam'ın içkiye bakış açısını tesbit etmek ve Hz. Peygamber'in
içki ile mücadelede nasıl bir yol takip ettiğini bilmek, bilhassa zamanımızda,
hem faydalı ve hem de gereklidir. Zamanımızda diyoruz çünkü başta Rusya, bütün
dünyada içki ve uyuşturuculara karşı son yıllarda ciddi şekilde yasaklamalar,
kısıtlamalar getirilmiştir. Bu maksadla, saded dışına çıkarak, mevzu üzerine
iki ayrı yazı koyacağız. Bu iki yazıdan biri hamr'ın nasıl ideolojik bir araç
olduğunu belirtecek, diğeri de -ki bir tercümedir- Rusya'da nasıl bu maksadla
kullanıldığını gösterecektir.[107]
"Ey iman edenler! İçki, kumar, (tapınmaya mahsus) dikili
taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için
bunlardan kaçının ki muradınıza eresiniz. Şeytan içkide ve kumarda ancak aranıza
düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister.
Artık siz (hepiniz) vazgeçtiniz değil mi? Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin,
(isyandan) sakının. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki Peygamberinizin üstüne
düşen, yalnız apacık tebliğden ibarettir" (Mâide 90-93).
İlâhî menşei belli olan bütün semavî dinlerde[109] olduğu gibi, İslam
dininde de sarhoşluk ve buna sebep olan maddelerin hepsi kesinlikle
yasaklanmıştır.
İçkiden afyon ve eroine varıncaya kadar her çeşidiyle bütün
uyuşturuculara karşı İslam'ın tavrı, diğer dinlerin tavrına göre daha açıktır.
Öbürlerinde -ki teferruata inmek bizi mevzumuzun dışına çıkarır- yasaklık esas
olmakla beraber belli bir mübhemiyet bulunmasına rağmen, İslam dini, meseleyi
herkesin anlayacağı ve hiçbir devirde hiçbir kimsenin hiçbir surette inkar veya
başkaca te'vil edemeyceği bir kesinlik ve açıklık içerisinde ortaya koymuştur.
İslam dininde uyuşturucu yasağı bizzat Kur'an tarafından tesbit ve
vaz'edilen bir yasaktır. Kur'ân-ı Kerîm, İslâm dininin temel kaynağıdır. Bu
kaynak vahyedildiği ilk günden zamanımıza kadar tek harfinde bile bir
değişikliğe uğramadığı gibi, Kıyamete kadar da değiştirilmesi, hükümden
kaldırılması mümkün değildir. Kur'an'da içkiyi yasaklayan ayetler muhkemât
denilen kısımdandır. Yani bu ayetlerin Îzahı insanlara bırakılmamıştır.
Bilindiği gibi, müteşâbihât denen bir kısım ayetler, gelişip, tekamül eden
içtimâî şartlara, kevnî ilimlerde ulaşılan seviyeye tâbi olarak âlimler
tarafından yeni açıklamalara müsaittir. Şu halde "uyuşturucu ve alkollü
içkiler" yani hamr yasağı bunlardan değildir. Bu yasak Kıyamete kadar
bâkidir. Günümüz Batı dünyasında ve 12 Eylül 1980'den bu yana Türkiye'de olduğu
gibi, kemik bıçağa dayandığı, alevler çatıyı sardığı zaman benimsenip
ciddiyetle ele alınan bir mesele, ta bidayetten beri İslâm'ın temel meselesi
yapılmıştır.[110]
İçki yasağını İslâm açısından değerlendirirken, içki içene takdir
edilen cezanın kategorisini bilmemiz faydalıdır. İçkinin cezası hudud denen
ağır suçlar arasında yer alır. Bu kategoriye giren suçların cezası ehemmiyetine
binaen bizzat Kur'ân-ı Kerîm tarafından tesbit edilmiştir. Hakkullah da denen
bu cezalar artırılamaz, eksiltilemez. Başta devlet başkanı olmak üzere hiç
kimsenin bu uçlardan birini işleyeni affetme selahiyeti de yoktur. Bunlar,
İslâm'ın kendisine gaye olarak tesbit ettiği temel hak ve hürriyetleri korumaya
matuftur. Uyuşturucu ve içki meselesinde İslâm'ın tavrını kavramamız açısından
hudud denen grubu teşkil eden bu temel suçları sayalım. Onlar şunlardır:
* Adam öldürmek,
* Zina etmek,
* Hırsızlık etmek,
* Namuslu kimselere zinâ iftirasında bulunmak,
* Hamr yani içki, uyuşturucu kullanmak.
Bunlara bazı âlimlere uyarak irtidadı da ilave edebiliriz. Bu
fiillerin herbirinin cezası ayrı ise de hepsi Kur'ân tarafından tesbit edilir
ve insanların değiştirmesine imkan verilmez. Malumdur ki, yankesicilikten trafik
kazalarına sebebiyet vermeye, rüşvete, ihtikara varıncaya kadar pek çok suçlar
vardır. Bunlara karşı tatbik edilecek cezalara ta'zîr denir. Ta'zîr grubuna
girenlerin miktar ve nev'ini takdir işi, belli bir ölçüde şartlara ve zamâna
bağlı olarak devlete bırakılmıştır.
Burada karşımıza "Acaba İslam dini, hamr kullanma suçunu,
zinâ, katl, hırsızlık gibi gerçekten büyük cürümler arasında, yani hudud
meyanında mutalaa etmekle mübalağaya kaçmış, meseleyi fazla büyütmüş olmuyor
mu?" diye bir sual çıkabilir. Biz bu sualin yersizliğini, hududa giren
suçların mahiyetini, dinin kendisine tesbit ettiği gayeler açısından
değerlendirerek cevaplamak isteriz.
İslâm âlimleri, dinin gayesini anlatırken, bizzat ayet ve
hadislerden bilistifade şu ana maddeleri tesbit ederler:
1- Dini muhafaza,
2- Nefsi muhafaza,
3- Aklı muhafaza,
4- Nesli muhafaza,
5- Malı muhfaza.
Hudud dediğimiz cezalara tekabül eden suçlar, dinin bu beş temel
gayesi açısından değerlendirilirse görülür ki, hamr yasağı, onlar meyanında
zikredilmeye fazlasıyla layıktır, ayrı mutalaa edilseydi belki noksan bir
davranış olurdu. Zîra hududa giren her bir suç hemen hemen dinin beş ana
gayesinden birini ihlal etmekte, konulan cezalar da bunları korumayı gaye
edinmektedir. Kabaca şöyle bir şema sunabiliriz:
Dini Muhfaza.......................İrtidad
Nefsi Muhafaza....................Katl ve kazf
Aklı Muhafaza.....................Hamr kullanımı
Nesli Muhafaza ...................Zina
Malı Muhafaza.....................Hırsızlık[111]
Şimdi dininin gayeleri nokta-i nazarından hamr'a bakacak olursak
bunun gerçekten diğer cürümlerin hepsini içine alan bir mahiyette olduğunu
görürüz:
1) Uyuşturucu ve alkollü içkilerle öncelikle akıl gider.
2) Akılla beraber din de gider. Zîra Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm):
"İnsanı insan yapan aklıdır, aklı olmayanın dini de
yoktur" buyurmaktadır.
Bunun îzahı da kolaydır: İçki veya uyuşturucu alarak aklını devre
dışı bırakan bir kimsede, dinin akıl ve muhakeme esasına dayanan disiplin ve
otoritesini artık arayamayız. Onda sevapgünah mefhumu, cezamükafaat müeyyidesi
kalmamıştır.
3) Uyuşturucu kullanmaktan, arkadan gelecek yeni nesillere
veraset ve kalıtım yoluyla geçecek tereddî ve fenalıklar günümüzde ilmen tesbit
ve tahkik edilmiştir. Bu noktanın anlaşılması için tıp kitapları görülebilir.
4-5) Uyuşturucuların sevkiyle işlenen cinayetler, bu maddeler
uğruna heder edilen mallar herçeşit îzahtan vareste şekilde açıktır, hergün
örneklerini görmekte, duymakta ve okumaktayız. Şu kadarını söyleyebiliriz ki,
resmî makamlarca yapılan bir kısım açıklamalardan anlaşıldığına göre,
memleketimizi iç harp eşiğine getirmiş ve binlerce masumun kanını dökmüş olan
son geçirdiğimiz anarşik hadiselerde gençlerimizi cinayetlere itmede en ziyade
kullanılan silah uyuşturucular olmuştur. Ayrıca içki mübtelalarının zevkinden
başka bir şey düşünmediği, ailevî sorumluluklarını yerine getirmediği, neticede
ailelerin dağıldığı, herkesçe bilinen husustur.
İşte Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hamr'ın bu çok yönlü
zararlarına dikkat çekmek için onu fevkalade veciz iki kelime ile tavsif
etmiştir: Ümmü'l-Habâis. Yani bütün kötülüklerin anası, veya "Miftâhu
Külli Şer" yani bütün şerlerin anahtarı.Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) hamr'ın bu vasfını yani bütün fenalıkların annesi olma durumunu
zihinlerde canlı tutmak için bir de temsil anlatır. İslam ediblerine mühim bir
ilham kaynağı olan ve hadislerde değişik şekillerde gelmiş bulunan temsilî
hikayenin bir şekli şöyle: "Hz. Peygamber buyurur ki: "Kötülüklerin
anasından sakının. Zîra sizden önce yaşayanlar arasında çok dindar bir zat
vardı, hep ibadet eder, bu maksadla insanları da terkederdi. Bir kadın ona
musallat oldu. Bir hizmetçisini yollayarak: "Bir hususta şahitlik yapmak
üzere bana bir uğrayıver" diye kendisine haber yolladı. Adam kabul ederek
kadının evine girdi. O eve girince kadın bütün kapıları kapattırarak odasına
aldı. Adam bir de ne görsün, karşısında kendisini beklemekte olan çok güzel bir
kadın var. Kadının yanında bir çocuk ve içerisinde içki bulunan bir de kap
vardı. Adama: "Seni buraya şahitlik falan için çağırmadım, (Allah'ı inkar
etmen veya) bu çocuğu öldürmen veya bu şaraptan içmen veya benimle yatman için
çağırdım. İtiraz edecek olursan imdat diye çığlık atıp seni rezil
edeceğim" der. Adamcağız meselenin ciddiyetini anlayarak bunlardan birini
yapmaktan başka çıkar yol olmadığı kanaatine varır. Belayı en ucuz atlatma yolu
olarak şaraptan içmeyi tercih ederek: "Bir kadeh şarap ver" der.
Kadın verir. Adam "Bir kadeh daha" der. Derken sarhoş olarak kadınla
temasta bulunur (kendisini küfre atan sözler sarfeder) ve çocuğu da öldürür.
(Sonra kadın ona: "Kasem olsun sarhoş olunca önceden yapmam diye
reddettiğin bütün tekliflerimi eksiksiz yaptın" der.)
Şu halde hamr'dan kaçının. Allah'a yemin olsun, imanla hamr
ibtilası, bir adamın göğsünde ebediyen bir araya gelmez. Bunlardan biri
diğerini göğsünden mutlaka çıkaracaktır."
Bir başka hadiste de: "Hamr bütün ahlaksızlıkların (fevâhiş)
anasıdır ve büyük günahların en büyüğüdür. Onu içen, annesine, teyzesine ve
halasına saldırabilir" der.[112]
Kur'an ve hadiste içki ve uyuşturucularla alakalı yasak dile
getirilirken, münhasıran belli bir maddeye has olan bir kelime değil, daha
ziyade belli bir duruma sebebiyet veren bir madde kullanılmıştır. Yani yasak
münhasıran muayyen bir madde için gelmiş olmamakta, muayyen bir durumu hasıl
eden bütün maddeler için gelmiş olmaktadır. Böylece nazar-ı dikkate arzedilen
bu durum "Aklın örtülmesi"dir. Yasak da "Aklın örtülmesi"ne
sebep olan her bir madde içindir. Bu, alkollü maddeler olmuş, afyon veya eroin
gibi maddeler olmuş, bugün ilaç şeklinde alınan, yarın bir başka şekilde alınacak
olan maddeler olmuş farketmez.
İşte bu maksadla Kur'ân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerin kullandığı
kelime hamr kelimesidir. Kelime lügat açısından "Birşeyi örtmek"
mânasına gelen bir kökten gelir. Öyle ki, Arapçada, şâhitlikten kaçarak
gördüğünü gizlemek, utanmak, örtmek, örtünmek, örtü, kapak gibi pekçok kelime
bu kökten türetilir.
Bizzat Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Kur'an'da gelen hamr
kelimesinin, zamanla yanlış istikametlere çekilmemesi için şahsen açıklamada
bulunma ihtiyacını duymuş ve "Külli müskirun hamrun" yani her
sarhoşluk veren şey "hamr"dır demiştir.
Bu noktayı bilhassa şunun için vurgulamak isteriz: Cemiyetimizde
zaman zaman dini açıdan hiçbir tutar tarafı olmayan bazı laflara rastlarız.
Sıkca duyduğumuz bu laflardan birine göre: "Kur'an şarabı haram etmiştir;
rakıyı, birayı haram etmemiştir." Bir diğer lafa göre, "şarap içmek
rakı içmekten daha büyük bir suç, bir günahtır. Çünkü Kur'an'da şarap ismen
gelmiştir, rakı zikredilmemiştir" vs.
Bektâşivâri söylenen bu sözlerin ne kadar saçma olduğu îzah gerektirmeyecek
kadar açıktır. Kur'an'da kullanılmış olan hamr kelimesi ve bu kelime ile
alakalı olarak bizzat Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından ifade
edilen mükerrer açıklamalar bu hususta ufak bir tereddüd bırakmamaktadır.
Âlimler de meseleyi böyle tesbit etmişlerdir. [113]
Yukarıda temas edildiği üzere, Kur'an içkiyi yasaklarken sadece
"hamr" kelimesini kullanır. Bu, aklı örten her şeyi içine almakla
beraber, öncelikle alkolü ve hususan Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
devri Araplarında isti'mâli çok yaygın olan şarabı kasteder. Bu durumdan
hareketle diğer içki ve uyuşturucuların bu yasağa girmediğini söylemek mümkün
değildir. Zîra hamr kelimesinin "aklı örten" yani "sarhoşluk
veren" herşey mânasına gelme gerçeği bir yana, şöyle bir mukayese de bu
düşüncenin tutarsızlığını ifadeye kâfidir. İslâm'ın, aklî ve ilmî açıdan
bakıldığı zaman afyon, eroin gibi pek çok uyuşturcu maddeler arasında zararlı
olma yönünden daha az zararlı olduğu kabul edilebilecek alkollü içkileri
böylesine ciddiyetle ve şiddetle yasaklarken, bundan çok daha zararlı
olanlarına müsamaha etmesi beklenemez. Kur'an ve hadiste uyuşturculara
sarahaten yer verilmemesi, Hz. Peygamber devrinde Araplar arasında uyuşturcu
madde isti'mâlinin yaygın olmayışındandır. Esasen metod olarak da bir sınıfa
giren zararlılardan en hafifinin medarı bahs edilmesi, daha beterlerinin
zikrini gerektirmez. Kur'ân'da şayet sadece uyuşturucular yasaklanmış olsaydı
alkollüler de buraya dahil mi diye düşünülebilir, tereddüd edilebilir ve bu
husus normal karşılanırdı.
Nitekim, bu metoda uygun olarak Kur'ân-ı Kerîm zinâyı yasaklayan
âyetinde "velâ takrabu'z -zinâ" yani "zinâya yaklaşmayın"
der. Buradaki yaklaşma yasağını, âlimler esas çirkin fiile müncer olacak, ona götürecek
sebeplere yer vermeme, onları da yasaklama mânasında anlarlar. Şu halde zinâya
düşmemek için öncelikle zinâya götüren, ona gidişi kolaylaştırıp teşvik eden
sebeplerden kaçınmak gerekmektedir. İffetin korunması, gözün, elin ve dilin
zinâya götürecek kullanışlardan korunması gibi.
Uyuşturucular mevzuunda da durum böyledir. Dinimiz aklen en hafifi
görülen ve aslında hepsine gidişin ilk basamağı olan alkollü içkiler konusunda
büyük bir tahşidatta bulunarak zararı daha beter olan diğerlerini de toptan yasaklamış,
haram kılmıştır.
Nitekim Kitâbu'l-Fıkh alâ Mezâhibu'l-Erba'a'da kaydedildiği üzere
İslâm âlimleri, afyon, eroin gibi uyuşturucuların bedene, akla, dine, ahlaka ve
mizaca verdiği zararları açısından "içkiden çok daha beter" olduğunu
ittifakla belirtmiş, bazıları bunlardan hasıl olan zararların 120'yi bulduğunu
göstermiştir. Mısır müftülüğü, bütün bunlara dayanarak yakın zamanda verdiği
bir fetvada meseleyi açık şekilde ortaya koyarak afyon gibi uyuşturucuların
aynen hamr gibi haram olduğunu belirtmiştir.[114]
Azı da Çoğu da Bir: Uyuşturucular mevzuunda İslâm'ın orijinal bir
yönü, yasak emrinde, müessiriyeti temin için koyduğu "çoğu haram olan
şeyin azı da haramdır" prensibidir. Başta Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) olmak üzere, Ashab, Tâbiîn ve bütün diğer İslâm âlimleri ittifakla,
çok miktarda alınınca sarhoş edici bir şeyin, sarhoş etmesi asla söz konusu
olmayacak çok az miktarının da kesinlikle haram olduğunu belirtmişlerdir.
Sözgelimi bir hadiste: "Bir fark'ı (ki 7,5 kiloya yakın bir ölçektir)
içildiği takdirde sarhoş eden bir içkinin bir avucu dahi haramdır"
denmektedir.
Dinimize göre, haramdır diye alkollü içkilerden kaçacaksak bunun
tek bir damlasından dahi kaçacağız. Bir damlalık bir miktar bile yiyecek ve
içeceklerimize karıştığı takdirde onu pisletmektedir, yiyilip içilmesine mani
olmaktadır. Hz. Peygamber'e "Sarhoş eden şeyin haram olduğunda şüphemiz
yok, ancak yemeklerin üzerine bir iki yudum olsun alabilelim" diyerek
müsaade isteyenler olmuştur. Fakat Hz. Peygamber'in tavrı kesindir: "Sarhoş
eden bir şeyin azı da çoğu da haramdır."
Şu halde, "İslam akıl mantık dinidir, sarhoş etmeyecek
miktarda içtiğimiz az bir miktar haram değildir, dinimiz yasağı, başkasına
zarar verildiği için koymuştur, azında ise ne sarhoşluk ne de başkasına zarar
var" gibi kulağımıza gelen sözler tamamen batıldır. Hatta alkol yüzdesi
azdır diye içkiden sayılmaması gerektiğine dair bira hakkında yapılan
propaganda da tamamen boştur. İslam açısından da haramdır. Kaldı ki o da, aynen
diğerleri gibi sarhoş edicidir. Nitekim bir gazetede okduğumuz son bir haberin
başlığı "iki şişe bira içti, en yakın arkadaşını delik deşik etti"
şeklinde idi.
Dinimiz, çoğu sarhoş eden şeyin damlasını dahi kullanmama yasağını
koyarken, bütün kötülüklerin küçükten, azdan, mühimsenmeyen miktarlardan
başlamasındaki beşerî zaafı gözönüne almış olmalıdır.[115]
İçkinin Hammaddesi Meselesi: Cemiyetimizde kulağımıza gelen
bektâşivâri laflardan biri de sadece üzümden yapılan içkinin haram olduğuna
dairdir. Buna göre, Kur'an üzümden yapılan şarabı haram ediyormuş, sözgelimi,
bira arpa suyu imiş, binaenaleyh onun haram olmaması lazımmış. Hem dindarlığı
hem de çok bilmişliği elden bırakmak istemeyen bir laf ebeliği ve bir demagoji.
Hamr kelimesiyle alakalı olarak yukarda kaydettiğimiz açıklama bu
sözün hiçbir gerçeği ifade etmediğini göstermeye yeterli olmakla birlikte,
bizzat Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den kaydedeceğimiz bir hadis bu
iddianın batıllığını daha da açık hale getirecektir: "Bilesiniz, üzümden
hamr yapılır, hurmadan hamr yapılır, baldan hamr yapılır, buğdaydan hamr
yapılır, arpadan hamr yapılır; ben sizi sarhoş eden herşeyden
yasaklıyorum." Başka rivayetlerde mısır ve pirinçten de hamr yapıldığı ve
hepsinin haram olduğu belirtilir.
Burada Hz. Peygamber, kendi devrinde Arapların ve komşu kavimlerin
şarap yapmada kullandıkları hammaddeleri saymaktadır. Bunlar dışındaki
maddelerden yapılacak hamr'ın haram olmayacağını söylememektedir. Öyle ise
günün birinde petrolden sarhoş edici içki yapılacak olsa bunun da haram
sayılacağı açıktır.
Bizzat Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bir sözü,
zamanımızda sıkça kulağımıza gelen bir başka mugalatayı cevaplandırmaktadır:
"Ümmetim, hamr'a başka bir ad takarak onu içecektir." Bu hadis:
"Kur' an'da şarap haram edilmiştir, bira değil" diyenlere cevaptır.[116]
Dinimizin uyuşturucularla mücadele mevzuundaki orijinalitesinden
biri de bu konuda gösterdiği şiddet ve ciddiyettir. Yani uyuşturucular ve içki
yasaklanmakla kalmamış, bunları kullanmaya götüren ve kolaylaştıran sebepleri
de yasaklanmıştır. Hadislerde gelen hamr ile alakalı on yasak, söylediğimiz bu
noktanın ifadesidir. Enes (radıyallâhu anh) der ki: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) hamr konusunda on kişiyi lanetledi:
1- Şarap yapmak üzere üzümün suyunu sıkan,
2- Şarap yapmak üzere üzümün suyunu sıktıran,
3- Kendisine sıkılan,
4- Şarabı taşıyan,
5- Kendisine şarap taşınan,
6- Şarabı satan (bizzat veya vekaleten),
7- Kendisi için satın alınan,
8- Şarap ikram eden (sâki),
9- Kendisine ikram olunan,
10- Şarabın bedelini yiyen."
Bu hadis dikkatlice tahlil edilecek olursa, sadece hamr
kullananların değil, bunun üretim ve dağıtımı ile alakalı bütün bir sanayi kolu
ve pazarlama teşkilatının toptan tel'in edilip yasaklandığı, bu maddelerin
dağıtımı ve istihlakini kolaylaştıran her şeyin en küçük teferruâtına kadar
dile getirilerek kanun dışı yapıldığı görülür.[117]
İslam'ın uyuşturucularla mücadeledeki başarısı, bugünün
insanlarınca "mûcize" kelimesiyle ifade edilecek kadar fevkalâde
olmuştur. Hele Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika Birleşik Devletleri'nde
konan içki yasağının 4-5 yıllık tatbikattan sonra fiyasko ile neticelenmesi İslam'ın bu
meseledeki başarısını daha da büyütür. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
devrinde devlet bu işte fazla müşkilat çekmeden kısa zamanda tam hedefe
ulaştığı halde, zamanımız Amerikası her çeşit modern vasıtalara rağmen muvaffak
olamıyor ve neticede yasak kanununu kaldırmak zorunda kalıyor.
İslam'ın başarısı için "mûcize" tabirini kullanmış isek
de, bununla sedece peygamberlere has bir başarı olduğunu kastetmiyoruz. Yani
İslam'ın içki kullanımına karşı verdiği mücadeledeki başarı onun bu yolda
tatbik ettiği metoda bağlıdır. Aynı medotla hareket edildiği takdirde aynı
kesin neticenin her devirde alınacağı muhakkaktır.[118]
İslam'ı bu meselede başarıya götüren metodun mahiyeti nedir? Bizce
bu konuda üç mühim prensip vardır:
1- Yasağın tedrici bir şekilde ifade edilmesi,
2- Yasağın dînî, îmânî bir mesele olarak ele alınması,
3- Yasağın maddî müeyyide ile de korunması.
Şimdi bunları kasaca açıklayalım:
İslam'ın ilk zuhur ettiği çevre içkinin çokça istihlâk edildiği
bir yerdi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) risalet emrini yerine
getirmeye başladığı ilk yıllarda içkiyi yasaklamadı. Hatta önüç yıllık Mekke
devrinde açık bir ifade ile içki yasağı medar-ı bahs bile edilmedi. Medîne
devrinde de Kur'ân-ı Kerîm'in peyder pey gelen vahiyleri ile tahdid edilmeye
başlanmış, ancak kesin yasak Hicret'in altıncı yılında gelmiştir. Mevzumuzun
can damarını teşkil eden bu noktanın iyice anlaşılması için, sözü biraz uzatma
pahasına da olsa, bu tarihî gelişmeyi belirtmeye çalışacak ve bu maksadla Prof.
Muhammed Hamidullah'tan bu tarihî safahatı özetleyen bir pasajı aynen kaydedeceğiz:
İslâm'ın bidayetinde şarap içmenin müslümanların ferdî tercih ve
takdirlerine bırakıldığını belirten müellif, tahliline şöyle devam eder:
"...Fakat hicret öncesi Mekke devrinde inen ayetlerde bile, daha sonraki
yıllarda alkollü içkiler konusunda ortaya çıkacak olan nihâî İslâm siyaset ve
tutumunun Kur'ân ayetlerinde tebellür etmeye başladığını görüyoruz. Şöyle ki:
Bunlardan ilki, vahyediliş itibariyle 70. sırada bulunan Kur'ân'ın
Nahl suresinin 67. âyetinde görülür; bu âyette bize şöyle hitab ediliyor:
"Hurma ağacı ve asma meyvelerinden sizler sekr veren (sarhoş
edici) bir içki ve pek güzel yiyecekler îmal edersiniz. Gerçekten de bunda
düşünen ve anlayışlı bir millet için muhakkak bir işaret vardır."
Alkollü içkilerin iyi gıdalar olmadığını anlatabilmek için bu
ayette ne kadar ince ve ne kadar zarif bir yol takip edilmiştir. Böylece
ayette, sırf insanın kendi menfaati için bu çeşit içeceklerden kaçınmasının
daha iyi olacağı belirtilmiş olmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'in bu ayetinde ayrıca:
"Ve sizler bunlardan pek güzel yiyecekler îmal
edersiniz" denmekte ve daha ileri gidilmemektedir. Bundan anlaşılan,
meyvalar ve bunlardan îmal edilen meyve özleri ile şıra halindeki (henüz
alkolleşmemiş nebiz haldeki) meyve sularıdır. Ayetin ikinci kısmını birinciden
ayıran "ve" edatı, "sekr (sarhoşluk) veren mamulat" ile
"güzel yiyecekleri" birbirinden ayırmak ve ikinci grubu birincinin
dışında tutmak için kullanılmıştır. Böylece düşünce ve muhakemesi yerinde
müslümanlar, işaret edilen tenbih ve talimata önem verip onu dinlemişler ve
daha açık ve kesin bir yasağın gelmesini beklemişlerdir.
Hicreti müteakip Resûlullah Medine'ye geldiğinde refah içindeki bu
vaha, başlıca mahsülü olan hurmadan îmal edilen alkollü içkilere kendini vermiş
durumdaydı. Tâif'ten farklı olarak burada üzüm bağları yok denecek derecede
azdı. Bu durum karşısında Kur'ân-ı Kerîm Hicret'ten hemen sonra inen
ayetlerinde bu konuda sahip olduğu tutum ve siyasetin ne olduğunu insanlara
hatırlatıp belirtmek istemiştir. Vahyediliş zamanı itibariyle 87. sırada bulunan
Bakara suresinin 219. ayetinde:
"Ey Resûl! Onlar sana hamr (alkollü içkiler) ve talih
oyunları (kumar) hakkında sual sorarlar. (Onlara şunu) şöyle: "Her
ikisinde de insanlar için büyük bir günah ve az bir miktarda fayda vardır. Her
ikisindeki günah, faydasından daha büyüktür."
(Mukaddes kitaplardaki eski) kanun değiştirilmemiş ve fakat bu
ayetle pek önemli ve uzak görüşlü bir prensip zihinlere yerleştirilmiş
bulunuyordu. Yani artık bundan böyle bir şeyi yapmak veya yapmayıp terketmek
konusunda Allah'ın arzu ve isteği bir kriter, bir ölçü olacaktır. Yoksa o fiil
ve hareketlerimizin, şahıstan şahsa değişebilecek olan akıl ve muhakememizin
bulup çıkardığı, faydalılığı yahut zararlılığı değil. Günaha gelince, bu
Allah'ın emir ve nizamlarına tecavüz demektir ve insanın bundan sakınıp
kaçınması gerekir. İşte bu ölçüler dahilinde şarap içmek bir günahtır."[119]
Yukarıya aldığımız ayet yeterli bir açıklık taşımaktadır; bununla
beraber Resûlullah, bu konuda zorlama getiren herhangi bir ilâhî tebliğde
bulunmamış ve durumun değerlendirilmesi ferdin akıl ve muhakemesine
bırakılmıştır. Ancak, cemiyet hayatında karşılaşılan olaylar göstermiştir ki,
bu yumuşak tutum, zararlı sonuçları önlememiştir. Gerçekten de zaman zaman
ortaya çıkan sarhoşluk olayları, mesela cemaat halinde kılınan namazda Kur'ân
okunurken okuyanın dilinin dolaşıp ayeti yanlış telaffuz etmesi gibi birtakım
skandallara sebep olmuştur. Bunun bir sonucu olarak daha açık seçik ve
zorlayıcı bir kâide, vahyediliş zamanı itibariyle 92. sırada bulunan 4. sûrenin 43. ayeti ile
kendini göstermiştir:
"Ey îman edenler! Sarhoş bir vaziyetteyseniz, ne
söylediğinizi bilebilecek hale gelinceye kadar namaza yaklaşmayınız"
(Nisa, 43).
Bir anda alkollü içki tüketimi büyük çapta azaldı; çünkü günde bir
değil, beş vakit namaz vardı ve bunlardan herhangi biri ile bir sonraki
arasında, sarhoş hale gelen bir insanın yeniden aklını başına alabilmesine
yetecek pek kısa bir zaman bulunuyordu. Bununla beraber, bilhassa düğünler ve
bayramlar münasebetiyle ortaya çıkan öyle sarhoşluk durumları vardı ki, bu
konuda şer'î ahkâmı tamamlamak için bunların da Allah tarafından hükmü tayin
olunmalıydı.
Vahyediliş zamanı itibariyle 112. sırayı işgal eden Mâide
Sûresinin 90-91. ayetleri Resûlullah'ın hayatının son günlerinde nazil olmuştur
ve bunlar konuyu teferruâtlı bir biçimde gözler önüne sermektedir.
"Ey iman edenler! Hamr (yani alkollü içkiler), talih oyunları
(yani kumar), (tapınmak üzere) dikili taşlar ve fala bakıp kehânette bulunmak
üzere kullanılan oklar, muhakkak ki şeytan işi birer pislik ve murdardır; o
halde bunları terkedin! (Umulur ki) felah ve başarıya erersiniz."[120]
Yasağın gelmesindeki tedricîlik sadece âyet-i kerîmelerde görülen
safahatta ifadesini bulmaz. Kur'ân'da kesin yasak emri geldikten sonra
tatbikatta da bir tedric görülür. Ancak bu sahada tedric zıt yönden ele
alınarak hamr'a ve hamr'la alakalı bazı eşyaya karşı şiddetli ve kesafetli bir
tavır alınır. Bu safhada, hamr'la birlikte onun hatırasını devam ettirecek
şeyler de yasaklanır.
Nitekim Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) hamr îmalinde
kullanılan tahtadan, topraktan ve su kabağından yapılmakta olan muhtelif cins
kapların kallanılmasını da yasaklamış ve onların kırılıp atılmasını
emretmiştir.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in, üzerinde içki içilen
sandalyeye oturmayı bile yasaklaması, yasak geldiği zaman elde mevcut
şarapların sirke yapılmak üzere bekletilmeden dökülmesini emretmiş olması gibi
durumlar, bu safhadaki sert tavrı ifade eden rivayetlerdendir. Esas itibariyle
içilmesine müsaade edilmiş olan nebizin (şıra) yasaklandığına dair kitaplarda
gelen birkısım rivayetleri de yine safhada tevessül edilen tedbirlerden biri
olarak değerlendirebiliriz.
Ancak, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in içki
benimsendikten sonra bu mevzudaki sert yasaklardan bazılarını kaldırdığı
anlaşılmaktadır. Bir rivayette şöyle buyurur: "Ben size içki kaplarını
yasaklamıştım, fakat bizatihi kaplar herhangi bir şeyi ne haram ne de helâl
yapabilirler, yasaklanan şey, sarhoşluk veren içkilerdir."
Şu halde, başta nebiz olmak üzere, "sarhoşluk hasıl etmeyen,
sâlim düşünceyi ifsad etmeyen ve malı alıp götürmeyen her çeşit içeceğe"
müsaade eden rivayetlerin bu safhaya ait olduğu söylenebilir.
Bu safhayı aydınlatan bir vesika da ne Hz. Peygamber devrinde ne
de daha sonraki devirlere tatbik edilmeyen bir hadistir. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm): "Bir kimse içki içme suçundan dolayı üç kere
cezalandırıldığı halde dördüncü sefer yine içer de aynı suçtan gelirse, dördüncüde
ölüm cezası verilir" demiştir. Bu emir, tatbik edilmediği gibi, hukukî bir
hükme esas da olmamıştır. Şu halde bu hadis de "içkiyi terketmeyenin
boynunu vurun" hadisinde olduğu gibi içki yasağının konduğu ilk devrede
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in hissiyatta şok tesiri yapmaya matuf
mücadele metodunu aksettiren bir rivayet olmaktadır.[121]
İslâm dîni, mü'min nazarında ehemmiyetini benimseterek, müessir
kılmak istediği her meseleyi onun imanına hitap ederek, o meselenin îmanıyla
olan alaka ve bağını beyan ederek tebliğ etmiştir. Zîra gerçek bir mü'min için,
en kıymetli metaı onun îmanıdır. Çünkü, îman onun ebedi hayatının garantisi,
teminatıdır. Varlığı onun sayesinde bir mâna taşımakta, gerçek şahsiyetini
îmanında bulmaktadır. Mü'minin uğrunda varını yoğunu ve hatta hayatını feda
edeceği tek şey îmanıdır. Mukaddes bildiği diğer şeylerin herbirisi îmanla olan
irtibat ve alakası sebebiyle mü'min nazarında kıymet, değer ve kudsiyet
kazanmaktadır. Bu sebeple îman, dînî emirlerin müessir olabilmesi için
varlığından vazgeçilmesi mümkün olmayan, ilk ve zarurî şarttır.
Az önce İslâm'ın ilk yıllarında içki yasağının konmadığını
belirtmiştik. Aslında sadece içki değil, namaz, oruç, zekât, cihad gibi diğer
mühim emirlerin hiçbirine bidayetlerde yer verilmemiştir. Hepsi tedricen
peyderpey sonradan gelmiştir. Bütün bu tedricde sebep aynıdır: Atılacak emir ve
yasak tohumlarının çimlenip filizlenebilmesi için önce onun atılacağı zemin
hazırlanmalı, müsait hale getirilmeli idi. Aksi takdirde tohumlar kurur, çürür,
zayi olup giderdi. Öyle ise, emir ve yasakların çimlenip kök atacağı vicdan
zemininin îmanla münbit hale getirilmesi şarttı.
İslâm, amele giren emir ve yasakları sona bırakmakla ve bunları da
tedricen kademe kademe, safha safha yapmakla zeminin hazırlık durumunu nazara
almıştır.
Îmanın kuvvetlice yerleştiği, bir bakıma îmanın ehemmiyetini
kavramış olmanın ifadesi olan zekât, namaz, oruç, hacc, cihad gibi amellerin
sıkı sıkıya tatbik edildiği ve böylesine disiplinli bir hayatla îmanın muhafaza
altına alındığı bir safhada îmanla bağlantısı ifade edilen hangi mesele kolayca
benimsetilmezdi ki?
İşte içki yasağı da bu şartlar gözönüne alınarak, zemin tamamen
müsait hale getirilerek konmuştur.
Şarap ve kumarı yasaklayan âyet-i kerîme, bu iki nesneyi, küfrün
en iğrenç şekli olan putperestlikle alakasını kurmak, -yani îmanın zıddı olan
müşrikliğe sembollük eden tapınmaya mahsus "dikili putlar"la beraber
zikretmek- suretiyle, bu yasaklar mevzuunda bir mü'mini ikna için onu en hassas
noktasından yakalamış olmaktadır. Âyet şöyle başlar: "Ey îman edenler!
Hamr, talih oyunları (kumar), (tapınmak üzere) dikili taşlar... şeytan işi
birer pislik ve murdardırlar..."
Bu noktayı, yani hamr'ı bir îman meselesi olarak sunmak işini Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) mükerrer seferler ele alarak yasağın
ehemmiyetini zihinlerde daima canlı tutmuştur:
"Allah'a ve ahirete inanan, hamr içmesin. Allah'a ve ahirete
inanan, içki içilen sofraya oturmasın."
"Hamr içen, puta tapan gibidir."
"Hamr içen, Lât ve Uzzâ'ya tapan gibidir."
"Hamr mübtelası, puta tapan olarak Allah'a kavuşur."
"Hamr içenin kalbinden îman nuru çıkar."
"Hamr içen (tam bir) îmana sahip olarak içmez."
"Şarap içenin kırk gün namazı kabul olmaz, tevbe etmeden
ölürse kâfir olarak ölür."
"Hamr içip tevbe etmeden ölen, ebediyyen cennete
giremez."
"Üç kişi ebediyen cennete giremez: Deyyûs, erkekleşen kadın
ve içki mübtelası."
"Sarhoşluk sebebiyle bir kere namazını kaçıran, sanki dünya
ve dünyada mevcut olan şeyler kadar malını kaybetmiş gibi zarara uğrar."
"Eline içki kadehini koyan kimsenin ebediyyen duası kabul
olmaz."
İçkinin gerek Allah nazarında ne kadar kötü olduğunu ve gerekse
cemiyette hasıl edeceği şerlerin, fenalıkların büyüklüğünün zihinlerde iyice
tesbit etmek için içki hakkında belirtilen bir diğer vasıf da onun "Kıyamet
alametleri" arasında zikredilmiş olmasıdır. Kıyamet alametleri muhtelif
hadislerde sayılırken, zina, katl, kumar gibi her biri içtimâî bir afet olan
fenalıkların yanında içki istihlâkinin artması da zikredilir.
İçkinin gerek ferdî ve gerekse içtimâî bir yıkıma sebep olacağını
bildiren bu çeşit hadislerden bir tanesinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle buyurur: "Ümmetim beş şeyi helâl addederek benimserse
tarumar olur: "Birbirlerine lânet oku(yarak karşılıklı sevgi ve saygıyı
kaldırı)rlarsa, içkilere dalarlarsa, ipek giyerlerse, çalgıcı dansözler ittihaz
ederlerse, erkekler erkeklerle, kadınlar da kadınlarla iktifa ederlerse."[122]
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e Göre Mübtela Kim? İçki
mübtelası diye tercüme ettiğimiz ve hadislerde pek çok gelmiş bulunan tabirin
aslı "müdminü'lhamr"dır. Bir defasında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in: "Müdminü'lhamr cennete gitmez" sözü üzerine, cemaatten
birisi "Müdmin kimdir?" diye sorar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) şu dikkat çekici açıklamayı yapar: "Senede bir defa (bile olsa)
üç yıl içki alan kimsedir."
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde kısa zamanda
içkinin kökünün kurutulması gibi, elde edilen fevkalade başarıda bu îmanî
iknanın rolünü bilhassa görmek gerek. Îman kuvvetinde zirveyi tutan Ashâb-ı
Kirâm hazerâtının hamr konusunda gerçekten nasıl bir kanaat ve halet-i rûhiye
sahibi olduğunu Ebû Mûsa el-Eş'arî (radıyallâhu anh) tarafından söylenen şu
sözden anlayabiliriz." Başka rivayetler, Ashab'ın içki yasağını birbirine
haber verirken: "İçki yasaklandı ve şirke eşit tutuldu" dediklerini
haber verir. Şu halde, içkinin kaldırılmasındaki muvaffakiyette içki ve şirki
bir tutmak telakkisinin rolü çok kere büyük olmuştur.[123]
İçkinin mü'min nazarında hissen de istikrah edilmesini yani iğrenç
kılınmasını sağlamak için Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) gayret
göstermiş ve bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Allah ahdetmiştir ki, sarhoş
edici içki içmede ısrar eden kimseye mutlaka tîynetu'lhabâl içirecektir."
Kendisine tiynetü'lhabâl nedir? diye sorulunca "Cehennem ehlinin
vücudlarından çıkan ter ve irindir" cevabını verir. Tiynetü'l-Habal'ın
cehennemde akan irinden bir nehir, bir çeşme vs. olduğunu belirten çok sayıda
hadis gelmiştir.
İçki meselesi üzerinde dinimizin bu kadar ısrarlı ve kararlı
olması belki birçoklarımıza fazla mübalağalı gelebilir. Şahsen diyeceğim ki,
insanlığın 20. asırda idrak edip elbirliği ile kabul edebildikleri bir afettir.
Büyüklüğünü dinimiz 14 asır önce bize haber vermiş olmaktadır. Bu durum gerek
Kur'ân ve gerekse Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in mucizelerinden
biridir.
Pekçok Avrupalı mütefekkir insanlığı tehdidi eden bu afete karşı
çoktan vaziyet almış durumdadır. Bu felaketle mücadele hususunda beynelmilel
işbirliği teklif eden Toynbee, İslâm hakkında konuşurken lehinde birşey
söylememe hususundaki bütün dikkatine rağmen, bu meselede gerçeği itiraftan
kendisini alamayarak, yarının cihanşümul beşer cemiyetinin İslâm'dan bazı temel
esaslar almak zorunda olduğunu söyler. Ona göre bu temel esaslardan biri
İslâm'ın ırklar arası eşitlik fikri, biri de içki aleyhtarlığı'dır.[124]
Görüldüğü üzere, İslam alkollü içkileri yasaklarken, bunu tamamen
vicdanî bir yasak, kuru bir "içmeyin, içerseniz zarar görürsünüz"
tavsiyesi olarak ele almamıştır. Dînin, îmanla alakalı mühim bir yasağı olarak
bildirmiş, kullanılması kadar îmâlini, taşınmasını, alınmasını, satılmasını,
vs. hep yasaklamış, yasağa uymayana da dünyevî ceza takdir etmiştir. Devlet
polisiyle, jandarmasıyla, kanunuyla, mahkemesiyle, bütün mücadele vasıta ve
imkanlarıyla bu yasağı uygulamakla mükellef tutulmuştur.
Bu durumda mü'min ferdler alkol kullanmanın bir yandan vicdanî
ızdırabını yaşarken, vicdanında: "Bu îmanını tehlikeye atan pis bir iştir,
şirktir, küfürdür. Ondan sakın"
sesini duyarken, öbür taraftan da ensesinde polisin şamarını
hissetmektedir.
Böylece hem maddî, hem manevî müeyyidelerle te'yid edilen yasak
müessir olmakta, İslâm cemiyetinde içki istihlâki -son derece gizli olmak
kaydıyla- asgari seviyede kalmaktadır.
Halbuki, günümüz Türkiyesinde, hâl-i hazırda olduğu gibi, Batı
tipi cemiyetlerde içki yasağı tamamen gayr-i ciddi şekilde ele alınmakta ve
neticede müessir olmamaktadır. Devlet bir taraftan içki îmâl edip, kendi eliyle
pazarlamasını ve ticaretini ve televizyon, radyo başta her çeşit yayın
vasıtalarıyla reklamını yaparken, diğer taraftan da "aman gençlik elden
gidiyor, içki zararlıdır, felakettir" diye feryat koparıyor. Şüphesiz bu
iki farklı davranış tam bir tezad ifade eder. İçki ve diğer uyuşturucuların
zararlılığı hususunda gerçekten samimî inanç sahibi isek bunu, bazı ilim
adamlarının senenin belli günlerinde belli fırsatlarda yapacağı konuşmalarla
değil, ciddiyetle devletçe ele almak zorundayız.
İmâm-ı Âzam'a nisbet edilen meşhur bir hikaye var: "Bir kadın
yanında çocuğu olduğu halde imama başvurarak "bu çocuğum bal yiyor,
halbuki bal ona yaramıyor, çocuğu bu işten önlemek için bana bir yol
gösterin" der. İmam, kadına üç gün sonra gelmesini söyler.
Üç gün sonra, huzuruna çıkan kadının çocuğunu okşayarak:
"Yavrum bal sana zararlıdır, bundan böyle yemeyeceksin" der. Kadın bu
davranışa şaşırarak:
"Bu tek cümleyi söyleyecektin de üç gün niye beklettin, ilk
geldiğimde söyleseydin ya!" deyince, imam şu hikmetli ve tatminkâr
açıklamayı yapar: "Doğru söyledin, ancak aynı cümleyi üç gün önce
söyleseydim çocuğa tesir etmezdi, çünkü o gün ben de bal yemiştim, ağzımda
tadı, nefesimde kokusu varken "bal yeme" diyemezdim. Şimdi ise o
balın bende eseri kalmadı, bu sebeple sözüm tesir edecektir."
Bu temsil gerçekten hakîmanedir ve fazla söze hâcet
bırakmamaktadır.[125]
Yukarıda anlattıklarımızın ışığı altında şu neticeye varabiliriz:
İslâm açısından içki, uyuşturucu, zina, kumar, gibi atbaşı giden içtimâî
âfetlerden cemiyetimizi koruyabilmek için öncelikle gençliğin kalbini îmanla,
Allah ve âhiret inancıyla doldurmak gerekecektir.
Bu içtimâî afetlerle mücadelede başarılı olmanın ikinci şartı da tedrici
bir şekilde içki yasağının konmasıdır. Bu yasak sadece içki tüketimini değil,
imalinden taşınmasına, satılmasına, reklamına, dağıtımına, ithal ve ihracatına
varıncaya kadar tüketime teşvik edici, tahrik edici, kolaylaştırıcı her bir
hususu içine almalıdır. İçki yasağı olmadığı için uyuşturucularla ilgili yasak
müessir olmaktadır. Bunların beraber ele alınması şarttır.[126]
Aşağıda sunacağımız tercüme, 1969'larda Rusya'dan kaçıp Fransa'ya
iltica eden Michel Heller'in, Rusya'da insan yetiştirme düzeni üzerine yazdığı
bir kitaptan alınmıştır. Bu yazı, Rusya'nın içkiyi toptan yasaklama vetiresine
girdiğine dair haberlerin gazetelerde görülmeye başladığı şu günlerde ibretle,
dikkatle okunmalıdır. İçkinin, hem insanları dejenere edip robotlaştırmak, hem
de, rejimin sıkıntılarını hafifletmek gibi son derece stratejik maksadlarla
kullanıldığı bir cemiyette yasaklanması, yani mühim bir silahın kınına konması,
ne derece samimî bir jest olacaktır, şüphe ile karşılansa yeridir. Acaba bunu
Slav asıllı halklara uyguladığı gibi müslüman ve Türk asıllı halkara da
uygulayacak mıdır? Yasak kısmî de olsa umumî de olsa, bizce Rus rejimi için
fevkalade mühim bir hadisedir. Bu, büyük kitlelerin uyanmasına, olup bitenleri
anlayacak, kendi kendini, vicdanının sesini dinleyebilecek fırsatı bulmasına
vesile olacaktır. Yalana, zulme ve insanların beşerî şahsiyetlerinden
uzaklaştırılmalarına dayanan bir rejime bu tatbikat çok şeyler getirecektir,
hatta mukadder sonunu bile:
Sovyet Sosyologları, "zamanımızda ailenin en korkunç düşmanı
olarak alkolü" görürler. Sovyet Rusya'da bu mesele üzerinde kimsenin
şüphesi yoktur. Komünist terbiyenin problemlerini dile getirmek maksadıyla
toplanan bir kofneransta, "komünist terbiye"nin şu mühim vak'asının
tebarüz ettirilmesi zarurî görülmüştür:
S.S.C Birliği'nde, bir aile, on rublede birini alkollü içkilere
harcamaktadır. Köylerde ise ailevi gelirin yüzde otuz kadarını alkol
yutmaktadır. Her yıl, nüfusun ergin kesiminin % 12-15 kadarı herhangi bir
vakitte alkolden zehirlenerek bir sağlık merkezine uğramaktadır. Bu rakamların
resmi rakamlar olduğunu belirtmek gereksiz. Devlet İstatistik Enstitüsü dışında
yapılan araştırmalar, durumun daha da feci olduğunu göstermektedir.[128]
Sovyet sosyologları "Alkolizmin sebebinin henüz tam olarak
aydınlanmadığını" söylerler. Her hâl u kârda sebepler birçoktur. Fakat
merakengiz bir hadise dikkat çekmektedir: S.S.C Birliği'nde köy ve şehirlerde
rastlanan mevcut aşırı yokluk ve kıtlık şartlarında, hatta mağazalarda hiçbir
madenin bulunmadığı hallerde bile, daima alkollü içkiler bulunur. Planı
tamamlama zarureti, diğer gıda maddelerinin bulunmadığı zamanlarda, daima
mevcut olan alkolden imkan nisbetinde çok satmayı gerektirmektedir. Bir
samizdat (gizlice çıkarılıp dağıtılan broşürler) yazarının ifadesiyle, alkol bu
memleketin bir numaralı ticaret malıdır. 1979'da alkol ticareti 19 milyar ruble
gelir sağlamıştır. Bir başka ifadeyle, sağlık ve sosyal sigorta için ayrılandan
daha fazla.
Rusya'da kadın dergisinin yazı heyetinden olan Sovyet feministi
Tatiana Manonova'nın -ki iki meslektaşı ile birlikte Sovyetler Birliği'nden
hudud dışı edilmiştir- açıklamasına göre, Sovyet erkekleri, sistem içinde maruz
kaldıkları hayat tarzına tahammül edebilmek için içmektedirler. Tatiana
ilaveten kadınların çok daha feci hayat şartlarına maruz kalmalarına rağmen
daha az içtiklerini söyler.[129]
Votka olmadığı takdirde, memlekette hasıl olacak gerginlikle
kıyaslanınca, Sovyet idarecilerinin alkolizmi ehven-i şer telakki ettiklerini
söylemek mecburiyeti ortaya çıkar. Sovyetler Birliği'nde alkolizm, en mühim
prestişlerden biri, gruba mensubiyetin bir alameti haline gelmiştir. 1980'de
bir gazeteci ile yaptığı bir mülakat sırasında sağlık bakanı şu beyanatta
bulunur: "Alkoliklerin sayısında artma olduğunu istatistiklerin göstermesi
bizi sevindirir." Bakan "sevinç"ini, "hastaların daha da
artmış olmasının anlaşılması" ile te'yid eder.
Şurası da açık ki, sağlık bakanı, devlet sırrı olduğu için, hiçbir
istatistikî rakam vermez. Fakat bir Amerikalı ilim adamının yaptığı
hesaplamalar, 1976 yılında Sovyetler Birliği'nde alkolizmden ölenlerin sayısı
sayıca Amerika'da ölenlerden bin misli fazla olduğunu ortaya koymuştur.
Bunların çoğu da nüfusun çalışan kısmındandır. 1982'de Literaturnaya Gazete,
Perm şehrindeki okullarda, ilk üç sınıf öğrencileri üzerinde (7-9 yaş arası)
yapılan bir araştırma sonuçlarını neşretti. Bunların % 31.2'si yani her üç
öğrencinin biri alkollü içki kullanmaktadır. Anket, ayrıca belirtir ki,
çocukları alkole ebeveynleri teşvik etmektedir. Sovyet kollektif hayatına
intibak ettirici diğer vasıtalardan bir vasıta olarak."[130]
[1] Şu ayetlere bakılabilir: Saffat 46, Vakı'a
18; Tûr 19-23; İnsân 5, 6, 17; Nebe 34; Mutaffifîn 28, Hâkka 24; Mürselât 41,
43; Muhammed 15; Hicr 45; Duhân 52; Zâriyât 15 vs.
[2] Buhârî, Eşribe: 16, Hacc: 76; Müslim, Eşribe: 120, (2027); Tirmizî, Eşribe: 12, (1883); Nesâî, Hacc: 165, (5, 237).
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/105.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/104.
[5] Tirmizî, Eşribe: 11, (1881); İbnu Mâce,
Et'ime: 25, (3301); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/104.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/105.
[7] Muvatta, Sıfâtu'n-Nebî: 13, (2, 925); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/105.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/105-106.
[9] Müslim, Eşribe: 113. (2024); Tirmizî,
Eşribe: 11, (1880); Ebû Dâvud, Eşribe: 13, )3717; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/106.
[10] Müslim, Eşribe: 116, (2026); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/106.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/106.
[12] Tirmizî, Eşribe: 18, (1893);
İbnu Mâce, Eşribe: 21, (3423).
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları :8/107.
[14] Ebû Dâvud, Eşribe: 15, (3721); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/107.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/107-108.
[16] Buhârî, Eşribe 23, Müslim, Eşribe 111,
(2023); Ebû Dâvud, Eşribe 15, (3720); Tirmizî, Eşribe 17, (1891); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/108.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/108.
[18] Tirmizî, Eşribe: 13, (1886); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları :8/109.
[19] Buhârî, Eşribe: 26; Müslim, Eşribe: 121,
(2028); Tirmizî, Eşribe: 13, (1885); Ebû Dâvud, Eşribe: 19, (3727); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/109.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/109-110.
[21] Buhârî, Eşribe 25, Vudû 18, 19; Müslim,
Tahâret 64, (267); Eşribe 121, (267); Tirmizî, Eşribe 16, (1890); Nesâî,
Tahâret 42, (1, 43, 44); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/110.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/110.
[23] Muvatta, Sıfatu'n-Nebî: 12, (2, 925);
Tirmizî, Eşribe: 15, (1888); Ebû Dâvud, Eşribe: 16, (3722); İbnu Mâce, Eşribe:
23, (3427); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/111.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/111-112.
[25] Buhârî, Hibe: 4, Eşribe: 14, 18; Müslim, Eşribe:
124, (2029); Muvatta, Sıfatu'n-Nebi: 17, (2, 926); Tirmizî, Eşribe: 19, (1894);
Ebû Dâvud, Eşribe: 19, (3726); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/113.
[26] Buhârî, Eşribe: 19; Müslim,
Eşribe: 127, (2030).
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/113-114.
[28] Ebû Dâvud, Eşribe: 19, (3725); Tirmizî,
Eşribe: 20, (1859).
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/114.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/114.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/114-115.
[32] Buhârî, Eşribe: 22, Bed'ü'l-Halk: 11, 14,
İsti'zân: 49, 50; Müslim, Eşribe: 96-99, (2012-2014); Ebû Dâvud, Eşribe: 22,
(3731-3734).
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/116.
[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/116-117.
[35] Hadisin kaynağı önceki hadisin bâblarıdır.
Rivayet Ebû Dâvud'da da gelmiştir (Eşribe 22, (3734); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/117.
[36] Ebû Dâvud, Eşribe: 22, (3735); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/118.
[37] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/118-119.
[38] Buhârî, Eşribe: 14, 20; Ebû Dâvud, Eşribe:
18, (3724); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/120.
[39] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/120-121.
[40] Nesâî, Eşribe: 58, (8, 335); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/121.
[41] Hamr'ın mahiyeti, Resûlullah'ın bunu
yasaklamakla takib ettiği vetire ve vaz'ettiği müessir mücadele metodu üzerine
uzunca bir tahlile bahsin sonunda ayrıca yer vereceğimiz için, hadisleri
açıklarken bazı meselelerin îzahını kısa tutacağız, binaenaleyh sondaki tahlil
görülmelidir. İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/123.
[42] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/124.
[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/124.
[44] Bu üç rivâyetin de kaynağı: Buhârî, Eşribe:
4, Vudû: 71; Müslim, Eşribe: 67-68, (2001); Muvatta, Eşribe: 9, (2, 845); Ebû
Dâvud, Eşribe: 5, (3682, 3687); Tirmizî, Eşribe: 2, 3, (1864, 1867); Nesâî,
Eşribe: 23, (8, (298); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/124.
[45] Müncid'de bir rıtl'ın 2564 grama tekabül ettiği yani yuvarlak hesap 2,5 litreye denk olduğu belirtilir.
[46] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/124-127.
[47] Buhârî, Megazî: 60, Cihâd: 164, Edeb: 80, Ahkâm: 22, Müslim, Cihâd: 7, (1733), Eşribe: 70; Ebû Dâvud, Eşribe: 5, (3684); Nesâî, Eşribe: 23, 24, (8, 298, 299); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/127.
[48] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/127-129.
[49] Nesâî, Eşribe: 24, (8, 300), 48, (8, 324); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/130.
[50] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/130.
[51] Ebû Dâvud, Eşribe: 5, (3685); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/130.
[52] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/130-131.
[53] Buhârî, Eşribe: 1; Müslim, Eşribe: 73, (2003); Muvatta, Eşribe: 11, (2, 846); Ebû Dâvud, Eşribe: 5, (3679); Tirmizî, Eşribe: 1, (1862); Nesâî, Eşribe: 22, 46, (8, 296, 297, 318); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/132.
[54] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/132-134.
[55] Buhârî, Eşribe: 2, 5; Tefsîr, Mâide: 10;
Müslim, Tefsir: 32, (3032); Nesâî, Eşribe: 20, (8, 295); Ebû Dâvud, Eşribe: 1,
(3669); Tirmizî, Eşribe: 8, (1873); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları: 8/134.
[56] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/134.
[57] Müslim, Eşribe: 72, (2002); Nesâî, Eşribe:
49, (8, 327); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/135.
[58] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/135.
[59] Tirmizî, Büyû 59, (1295); İbnu Mâce, Eşribe
6, (3381); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/135.
[60] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/135-136.
[61] Nesâî, Eşribe 42, (8, 314); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları 8/136.
[62] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/136.
[63] Nesâî, Eşribe: 48, (8, 320, 321); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/137.
[64] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/137.
[65] Ebû Dâvud, Eşribe 4, (3676); Tirmizî,
Eşribe 8, (1873); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/137.
[66] Müslim, Eşribe: 13, (1985); Tirmizî,
Eşribe: 8, (1876); Ebû Dâvud, Eşribe: 4, (3678); Nesâî, Eşribe: 19, (8, 294); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/137.
[67] Buhârî, Eşribe: 2, Teysîr, Mâide: 10; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/138.
[68] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/138.
[69] Müslim, Musâkât: 67, (1578); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/138.
[70] İbnu Hacerin belirttiği
üzere, bu şiir Abdullah İbnu's Sâib İbni Ebî's-Sâib'e aittir. Şiirdeki bazı
kelimelerin imla ve harekelerinin
rivayetlerdeki farklılıklarına dikkat çekilmiştir. Şiire Teysîr'in kaydettiği
bütünlük ve şekle de bunlarda rastlanmaz. Teferruat mevzumuzu ilgilendirmez,
orta bir mânâ verdik.
[71] Buhârî, Hums: 1, Büyû: 28, Şirb: 13,
Meğâzî: 11, Libâs: 7; Müslim, Eşribe: 2, (1979); Ebû Dâvud, Harac: 20, (2986).
(Bu kaynakların hiçbirinde şiir tam olarak mevcut değildir, birinci beytin
sadece yarısı mevcuttur.); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:
8/140-141.
[72] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/141-143.
[73] Nesâî, Eşribe: 48, (8, 322-323); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/144.
[74] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/144.
[75] Ebû Dâvud, Eşribe 12, (3716); Nesâî, Eşribe
25, (8, 301); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/145.
[76] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/145.
[77] Nesâî, Eşribe: 82, (8, 323, 324). İmam
Nesâî, hadisi tahric ettikten sonra: "Bu hadis meşhur değildir (fukahaca
pek bilinmiyor), biz bununla ihticâc (edip amel) etmeyiz" demiştir. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/145-146.
[78] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/146.
[79] Ebû Dâvud, Eşribe: 10, (3711, 3712);
Tirmizî, Eşribe: 7, (1872); Nesâî, Eşribe: 48, (8, 320); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/146.
[80] Müslim, Eşribe: 79, (2004); Ebû Dâvud,
Eşribe: 10, (3713); Nesâî, Eşribe: 56, (8, 333); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları: 8/147.
[81] Buhârî, Eşribe 11, Müslim, Eşribe 16,
(1286); Ebû Dâvud, Eşribe 8, (3703); Tirmizî, Eşribe 9, (1877); Nesâî, Eşribe
8, (8, 290); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/147.
[82] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/147-148.
[83] Müslim, Eşribe: 25, (1988); Muvatta,
Eşribe: 7, (2, 844); Ebû Dâvud, Eşribe: 8, (3704); Nesâî, Eşribe: 6, (8, 289);
Buhârî, Eşribe: 11; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/148.
[84] Müslim, Eşribe 8, (1981); Nesâî, Eşribe 13,
(8, 291, 292); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/148.
[85] Ebû Dâvud, Eşribe: 9, (3709); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/148-149.
[86] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/149.
[87] Ebû Dâvud, Eşribe: 8, (3707); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/149.
[88] Ebû Dâvud, Eşribe 8, (3708); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/149.
[89] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/149.
[90] Nesâî, Eşribe: 53, (8, 328-330); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/150.
[91] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/150-151.
[92] Nesâî, Eşribe: 53, (8, 329); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/151.
[93] Nesâî, Eşribe: 54, (8, 331); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/151.
[94] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/152.
[95]Müslim, Eşribe: 48, (1997); Muvatta,
Eşribe: 5, (2, 843); Ebû Dâvud, Eşribe: 7, (3690, 3691); Tirmizî, Eşribe: 4,
(1868, 1869); Nesâî, Eşribe: 28, 33, 36, (8, 303, 306, 308); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/153.
[96] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/153.
[97] Müslim, Eşribe: 57, (1997); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/153.
[98] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/153-154.
[99] Müslim, Eşribe: 64, 65, 66; Ebû Dâvud,
Eşribe: 7, (3698); Tirmizî, Eşribe: 6, (1870); Nesâî, Eşribe: 40, 48; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:8/154.
[100] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:8/154.
[101] Müslim, Eşribe:11, (1983); Tirmizî,
Büyû: 59, (1294); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:8/155.
[102] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:8/155.
[103] Nesâî, Eşribe: 41, (8, 312); Buhârî,
Eşribe: 1; Müslim, İman: 272, (168); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları:8/155-156.
[104] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/156.
[105] Tirmizî, Eşribe 21, (1897); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/156.
[106] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/156-157.
[107] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/157.
[108] 1983 yılında Erzurum'da
(Üniversite'de) hazırlanmış bir konferanstır.
[109] Hrıstiyan ve yahudilerin müşterek din
kitaplarını teşkil eden Kitab-ı Mukaddes'in bir âyetinde şöyle denir:
"(Ezelî ve ebedî olan) Rab, Harun ile konuştu ve o'na: "... sen ve
seninle beraber oğulların ne şarap ve nede sarhoş edici içki
içmeyeceksiniz...." (Levililer, X (8-9). [Keza Tevrat'ın Hakimler
kitabında (XIII/4-14) daha teferruatlı bir âyet mevcuttur.]
[110] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/157-158.
[111] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/158-159.
[112] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/159-161.
[113] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/161.
[114] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/162.
[115] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/162-163.
[116] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/163-164.
[117] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/164.
[118] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/164-165.
[119] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/165-166.
[120] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/166-167.
[121] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/167-168.
[122] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/168-170.
[123] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/170.
[124] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/170-171.
[125] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/171-172.
[126] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/172.
[127] Bu yazı da Sur'da önceki ile birlikte
neşredildi.
[128] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/172-173.
[129] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/173.
[130] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/173.