2- İslamın Rükünlerinden biri Olan Namazların Bey Akı Babı
3- Îslamın Rükünlerini Sual Babı
4 – Kendisile Cennete Girilen İmanı Beyan Babı
5 - İslamın Erkanı İle Yüce Temellerini Beyan Babı
7- İki Kelime-i Şehadete ve
İslamın Şeriatlarına Da'vet Babı
9- Ölmek Üzere Bulunan Bir Kimsenin Müslümanlığı Kabul Etmesinin Sahih
Olduğuna.....Delil Babı
10- Tevhid Üzere Ölen Kimsenin Kati Olarak Cennete Gireceğine Delil Babı
13- İslamın Vasıflarını Toplayan Hadis Babı
14- İslamın Fazilet Yarışmasını ve Hangi Umurunun Daha Faziletli Olduğunu
Beyan Babı
15 - Kendileriyle Vasıflanan Kimsenin İmanın Tadını Bulduğu Hasletlerin
Beyanı Babı
18 - Komşuya Eziyyetin Haram Kılındığını Beyan Babı
21- İman Ehlinin İmanda Birbirlerinden Farklı Oluşları ve Yemenlilerin Bu
Husustaki Üstünlüğü Babı
23- Dinin Nasihat Olduğunu Beyan Babı
25 - Münafık Hasletlerini Beyan Babı
26 - Müslüman Kardeşine «Ey Kafir»
Diyen Kimsenin İman Halini Beyan Babı
27 - Bile Bile Babasını İnkar Eden Kimsenin İman Halini Beyan Babı
30 - Nesebe Dil Uzatmaya ve Ölüye Ağlamaya Küfür Adı Verilmesi Babı
31 - Kaçak Köleye Kafir Denilmesi Babı
32 - Yıldızın Doğup Batmasile Yağmura Kavuştuk Diyenin Küfrünü Beyan Babı
35 – Namazı Terk Edene Kafir Adı Verilebileceğini Beyan Babı
36 - Allah Tealaya İmanın, Amellesin En Faziletlisi Olduğunu Beyan Babı
37 - Şirkin Günahların En Çirkini Olduğunu ve Ondan Sonraki Günahların En
Büyüğünü Beyan Babı
38 - Büyük Günahları ve onların En Büyüğünü Beyan Babı
39 - Kibrin Tahrimi ve Beyanı Babı
İman:
Lugatda, bir şeye inanmak, bir kimseyi veya bir haberi tasdik etmek iz'an ve
kabul ile ona sâdık kalmak ma'nasınadır; teslim ve inkıyad ma'nasım da tazammun
eder,
Şeriatde: Hususî
muhbir olan Peygamber'in dinden olduğu kat'iyetle bilinen haberini kesin olarak
tasdik etmek ve tamamen o habere inkiyâd ve teslim olmaktır.
İmamın bu ta'rifi,
ehl-i tahkik ulemâya göredir. Onlarca imân sâdece kalbin tasdikinden
ibarettir. Kalben tasdik eden bir kimse imanını diliyle ikrar etmese bile Allah
indinde mü'min sayılır. Ancak îman kalbde gizli bir ma'nâ olduğu için bir
kimsenin mümin oulp olmadığını bilmeye imkân bulunamayacağından T e â 1 â
Hazretleri îmana delâlet eden bir takım alâmet ve şartlar ortaya koymuştur ki;
islâmın şartı dediğimiz;
1- Kelime-i
şahadet,
2- Beş vakit
namaz,
3- Zekât,
4- Oruç,
5- Hacc gibi
ibadetler bu alâmetler cümle sindendir. Mezkûr alâmetler kimde görülürse o
kimsenin mü'min olduğuna hükmedilir; ve namazda imam olmak, müslüman bir
kadınla evlenmek, cenazesi kılınmak gibi dünyevî hükümler kendisine icra
edilir.
Bu tarife göre; ikrar
imanın rüknü değil, şartıdır. Binaenaleyh ikrarı terk eden kâfir olmaz; elverir
ki; kalbi inanmış ve tasdik etmiş olsun, böyle bir kimse Allah indinde
mü'mindir; ve imanın uhrevî hükümleri kendisine icra olunur. Cehennemde ebedî
kalmaz. Yalnız dilsizlik veya zorlama gibi bir özrü yokken ikrarı terkederse
dînî bir farizayı eda etmediği için günahkâr olur.
«Kavl-i tahkik»
denilen bu tarif kelâm imamlarından E b û M a n -sur-u Mâtûrîdî ile diğer bir
çok Matûrîdîyye ve Eş'ariyye imamlarının hatta İmam A'zam Ebu Hanîfe 'nin
kavli olduğu nakledilmiştir. Bu kavlin delili:
İşte bunların
kalplerine Allah imanı oturttu.» [1]
Kalbi imanla mutmain o!arak.- [2]
Ama kalbleri iman etmedi.» [3] gibi
ayetlerle
Onun kalbini yarsaydın ya» hadîsi ve emsali hadislerdir,
Bu hadis Hz. Üsâme b.
Zeyd (R.A.) kelime-i tevhidi söyleyen bir adamı öldürdükten sonra:
»O bu kelimeyi
kalbteıı söylemedi» diyerek Resûlüllah (S.A.V.) den Özür dilediği zaman şeref
sâdır olmuştur.
Kalbiyle tasdik ederek
dilsizlik ve zorlama gibi bir mani'den dolayı imanını dili ile ikrar
edemeyenlerin mü'min sayılacağına icma'ı ümmet de vardır.
İmânın meşhur bir
ta'rifi daha vardır. Bu tarife göre; İmân: Kalbin tasdiki ile dilin ikrarıdır.
Yâni ikrar da imanın bir cüz'üdür. Şu halde dilsizlik gibi bir özür yokken
ikrarı terkeden kimse kâfir ve ebedi cehennemlik olur. Bu kavil Hanefüerden
Şemsü'l-Eimme Serahsi, Fahru'l-İslâm Pezdev ile diğer bir çok fukahâdan ve
İmam-ı A'zam Ebu Hanife'den de nakil ve
rivayet olunmuştur. Pek meşhur olduğu için buna «Kavl-i meşhur» derler. Mezkûr
ta'rifi tercih edenler de dilsizlik ve zorlama gibi özürlerden dolayı ikrardan
âciz kalanların imanından ikrarın sukutunu caiz gördükleri için imanı iki
rükne ayırmışlar; ve asla sükûtu kabul etmeyen tasdike aslî rükün, özürden
dolayı sukutu kabul eden ikrara zâid rükün demişlerdir. Bu kavlin delili:
«Kalbi imanla mutmain
olduğu halde küfür etmeğe mecbur kalan müstesna, [4] âyeti
kerîmesiyle.
«Allah'dan başka ilâh yoktur deyinceye kadar insanlarla
çarpışmaya me'mur oldum.» [5]
Hadis-i şerifidir.
Bu hadis müttefekun
aleyh ise de ikrarın îmandan cüz'olduğunu sarahaten ifâde etmiyor. Bilâkis
hadîsin son kısmında
«Bunu söylerlerse
muhakkak nefislerini ve mallarını benden korumuş olurlar.» [6]
buyurulması, ikrann
îmanın şartı olduğunu gösterir. Dînen farz olan bir şeyi terk edenlerle
harbediîeceği ise Hz. Ebu Bekir (R.A.) zamanında zekâtlarını vermeyenlerle
fi'len harb edilmek suretiyle te'yid edilmiştir.
«Kavl-i meşhur»un
delillerinde müddeâyı isbat için lâzım gelen sarahat görülmediği anlaşılıyor.
Bununla beraber mezkûr kavil Şeriatın zahirine daha uygun görülmüş, «Kavl-i
tahkik» ise hakikatin bâtınına daha lâyık sayılmıştır
İslâm:
lûgatda ihlâs, inkiyâd ve teslimiyet ma'nalarına gelir.
Şeriatde :
Peygamber (S.A.V.)'in tebliğ buyurduğu şeyleri zahiren ve bâtınen kabul ile
A11ah'a itaat ve teslimiyet d e bulunmaktır, îman ve islâm kelimelerinin
ma'nalarmı tayin hususunda ulemâ Öteden beri ihtilaf edege İmişlerdir.
Bazılarına göre; bu iki kelime lügat manaları itibariyle bir birinden
ayrıîsalar da hüküm itibariyle birdirler; ve her mü'min müslimdir; her inüslim
de mü'mindir. Bunların delili:
«Bunun üzerine Biz o
yerdeki mü'minlerî çıkardık. Ama orada bir evden başka müslüman
bulamadık.» [7] âyeti kerimesidir.
Ancak islâm bazen din,
bazan amel yâni imanın semeresi olan namaz ye oruç gibi ibadetler ma'nasında
kullanıldığı gibi tasdiksiz kabule de it-lak olunursa da bunlar kelimenin lügat
ma'nasına göredirler. Meselâ:
«Bedeviler iman ettik
dediler. Sen (onlara) de ki: — Siz îmân etmediniz (ya!) Bârı islâm olduk
deyin...» [8] âyeti
kelimesindeki İslâm bu ma'-nâyadır.
Diğer bazılarına göre;
îmanla islâm arasında umum ve hususu mutlak vardır. Her mü'min müslim'dir;
fakat her müslim mü'min değildir. Çünki îmanın aslı tasdik, islâmın aslı
teslimiyet ve inkıyad olduğuna göre bir kimsenin dıştan Allah'a teslimiyet
gösterdiği halde içinden ona inanmaması mümkündür. Şafiîlerden Hattâbî'nin
kavli budur. Yine Şafiîlerden İmam Begavî mevzû-u bahsim'iz iman ve islâm
hadîsi hakkında sunlan söylemiştir:
«Peygamber (S.A.V.)
islâm kelimesini zahirî amellere îmanı da batini i'tikada isim olarak
kullanmıştır. Böyle yapması, ameller iman sayıîma-dığı, kalble tasdik dahi
islâm addedilmediği için değil, mecmuunun ayni şeyi yâni dîni ifade eden bir
bütün olduğunu beyan içindir. Bundan dolayıdır ki Peygamber (S.A.V.)
-O Cibril'di; size
dininizi öğretmeğe gelmiş» [9] buyurmuştur.
Tasdik ile amelin her
ikisine iman ve islâm denilebilir. Buna delil Teâla hazretlerinin:
«Hiç şüphe yok ki
Allah indinde (en makbul) Sn islâmiyettir.» [10]ve
«Sİzin için din namına
islâmiyete razı oldum.- [11]
ayetleridir,
Allah Zül Celâl, razı
olduğu ve kullarından kabul edeceği dinin ancak islâmiyet olduğunu haber
vermiştir. Dİn ise; tasdik ile amel bir arada bulunmadıkça kabul ve rizaya
mahal olamaz.
Buhâri sarihi Ayni'ye
göre; îmanla islâm arasında umum Ve husus min vech vardır. Çünkü imansız islâm
bulunduğu gibi islâmsız iman da "bulunabilir. Dağ başında hiç insan
görmeden yetişen bir kimsenin îrha-nı bu kabildendir.
Hâsılı imanla islâm
arasındaki nisbetin beyanı, îmanın tefsirine bağlıdır. Muhakkikin ulemaya
göre; îman tasdikden ibarettir ki: İmam Ebul'l-Hasen el-Eş 'arî'nin mezhebi de
budur. Hanelilerle bir çok fukahaya ve bazı kelâm ulemâsına göre tasdik ve
ikrardır. Selefe göre ise tasdik, ikrar ve ameldir. Hadis ulemâsiyle, Şafiî,
Mâlik ve Ahmed b. Hanbel, Mu'tezile, Havariç ve Zeydiye ulemasının mezhebi budur.
îmanın ziyade ve
noksan kabul edip etmemesine gelince: Bu mesele imanın hakikati hususundaki
ihtilâfın fer'idir.
îman tasdikten
ibarettir» diyenlere göre ziyade ve noksan kabul etmez.
Bazıları:
«Ziyade kabul eder
fakat eksiklik kabul etmez; çünkü eksikliği kabul ederse iman olmaktan çıkar.»
demişlerdir. İmam Ma1ik'in kavli dejbu-dur. Bu mesele kendisine sorulunca Hz.
İmam:
«İmanın ziyadelik
kabul edeceğini Allah Teâla Kur'anMa zikretmiştir.*
demiş; noksanlığı
kabulü hususunda tevakkuf ederek noksanlığı kabul ederse bütün îmanın gideceğini
söylemiştir.
Bu babta Şafiîlerden
İmam Ebu Abdillah Muhammed b. îsmai1 Temimi «et-Tahrir» adlı Müslim şerhinde
şunları söylemiştir:
«İman; lügatde tasdik
demektir. Eğer ondan bu mana kasdedilirse iman ne eksilir ne de artar. Çünkü
tasdik parçalanmayı kabul eden bir şey değildir ki, bazen kemâli bazen de
noksanı tasavvur edilebilsin. Ama şeriat dilinde îman kalple tasdik, â'za ile
ameldir. Böyle tefsir edildiği takdirde ona ziyade ve noksan ânz olabilir.
Ehl-i Sünnetin mezhebi de budur, tahkike göre bu husustaki hilâl şudur: Kalbîle
tasdik eden bir kimse, îmanın icabı olan amelleri tasdikiyle bir araya
getirmezse acaba kendisine mutlak suretde mü'min denilir mi denilmez mi?
Bizce muhtar olan
kavle göre ona mü'min denilmez. Peygamber (S.A.V.)
Zâni olan bir kimse
zina ederken mü'min olarak zina etmez.» [12]
buyurmuştur.
Çünkü bu adam imanının
mucebîle amel etmemiştitr ki: mü'min denilmeye hak kazansın.»
Mâlikîlerden İbni
Battal'de Buharı şerhinde şöyle
diyor:
«Ümmetin Ehl-i Sünnet
Cemâatinden gelmiş ve geçmiş bütün ulema'-mn mezhebi şudur ki: îman kavil ile
amelden meydana gelir ve hem artar
hem eksilir. Arttığına
ve eksHdiğine delil,
Buhârî'nin zikrettiği:
«imanları kat kat
artsın dîye.» [13]
«İman &dert ere
gelince, sûre onlarm imanlarını arttırdı.» [14] ve
emsali ayetlerdir. [15]
Binaenaleyh bir
kimsenin artmayan îmanı noksan demektir.
İman lügatde tasdikden
ibarettir denilirse; bunun cevabı şudur: Tasdik bütün amellerle kemâl bulur.
Bir mü'minin hayırlı amelleri ne kadar çok olursa îmanı da o nisbetde
mÜkemmelleşir. İşte îman bu amellerle artar; onların noksanlığı ile azalır. Ne
zaman iyi ameller azalırsa îmanın kemali noksanlaşır;ameller artarsa îmanın
kemâli de ziyadeleşir.»
îman hakkında söylenen
sözlerin ortası budur. Allah ve Resulü 'nü tasdike gelince; onun noksanı
olamaz. Bundan dloayıdır ki bazı rivayetlere göre imam Malik (R.) îmanın
noksan kabul etmesine kail olamamıştır. Zira tasdikin noksanı olamaz. Tasdik
noksan kalırsa, şek ve şüphe olur kî; artık ona iman denilmez.
Ulemâdan bazıları:
«İmam Mâlik'in iman
noksan kabul eder diyememesi, günah işleyen mivminleri kâfir sayan haricîlere
uyduğu zannedilmesin diyedir. Yoksa imam Mâlik bu meselede Ehl-i Sünnetle,
beraberdir; o da onlar gibi îmanın noksanlık kabul ettiğine kaildir.» diyorlar!
Ashab-ı kiramdan; Ömer
b. el-Hattâb, Ali b. Ebi Tâlib, İbni Mesud , Muaz, İbni Abbâs, İbni Ömer, Ammâr
b. Yâsir, Ebû'd Derdâ, Ebu Hüreyre, Huzeyfe, Selmân, Abdullah b. Revana, Ebu
Ümâme, C ündü b b. Abdiîlâh ve Âişe (Radıyallahu Anhüm) hazerâtıyla tabiînden;
Kâ'bü'l-Ahbâr, Urve, Ata', Tâvûs, Mücâhid, Sâid b. Cübeyr, Hasan-ı Basrî, Yahya
b. Ebî Kesir, Zühri, Katâde, İbrahim Nahaî, İbni Ebi Leylâ, İbni Mübarek, Ebu
Zür'a, Ebu Hatim, Ebu Davud ve daha nice ulemâ-İ kiram, îmanın ziyade ve noksan
kabul edeceğine kail olmuşlardır. Ebu Sevr ile imam Şafiî ve Ahmed b. Hanbe1'in mezhebi de budur.
Vakıa Mâtürîdîîer t
«İman ziyâde ve noksan kabul etmez» demişler-se de bu söz asl-ı imana râcîdir.
Kuvvet ve zâ'f nokta-i nazarından ziyade ve noksan onlara göre de caizdir.
Binaenaleyh bu meselede bütün ehl-i sünnet ulemâsı müttefiktir. Aradaki niza
sözden ibarettir.
Dalâlet fırkalarından
Ker ramiye ile Mürcie 'den bazılarına göre îman sâdece dil île ikrardan
ibarettir. Onlara göre münafıklar mü'mindir. Bu kavli reddeden en kuvvetli
delil icmâ'dır. Zira münafıkların kâfir sayılacağına icma-ı ümmet mün'akid
olmuştur.
İmam Nevevî îmânda
bizzat tasdikin de ziyâde ve noksan kabul edeceğine kaildir. Ona göre fazla
tefekkür ve bir çok delillerin bir birini te'yîd ve takviye etmesi tasdikin
artmasına sebeb olur. Bundan dolayıdır ki sıddikların imam başkalarının
imanından daha kuvvetlidir. On-iarm imanlarına şüphe ânz olmaz; hiç bir hâlde
imanları sarsılmaz. Fakat başkalarının durumu böyle değildir. Bu cihet inkâr
götürmez bir hakikattir. Nevevî, Müslim şerhinde şöyle diyor:
«Aklî başında olan hiç
bir kimse şüphe etmez ki bütün avam tabakasının tasdiki sırf Ebu Bek*
(R.A.)'ın tasdikine denk olamaz...»
Nevevî bu husustaki
beyanatına şöyle devam ediyor: «Bir mü'minin, ehî-i kıble olduğuna hükmetÜlmesi
ve Cehennem'de ebedi kalmayacak şekilde mii'min olabilmesi için mutlaka
kalbiyle İslâm Dhıine, her türlü şüphelerden lıâli kesin bir i'tİkadla
inanması, Allah ve Resulüne inandığını şahadet getirerek söylemesi icâbettiğine
ehl-i sünnetin bütün hadis, fıkıh ve kelâm uleması ımitteiikan kaildirler.
Aliah ile Peygamberden yalnız birine şehadet getiren asla ehl-i kıble olamaz.
Ancak dilindeki bir kusur -veya eceli gelmek gibi bir mâni'den dolayı şaha1
detin birini söyleyemezse o müstesnadır; ve mü'mmdir. Allah ve Resulüne
şehâdet getirdikten sonra:
— Ben islâma muhalif
olan her dinden beriyim, demesi şart değildir. Lâkin yeni iman eden kimse
Peygamberimiz (S,A.V.)'in Peygamberliğini yalnız araplara mahsus i'tikad eden
kâfirlerden ise; müslümanlığına hük-medilebilmek için behemehal islâmiyet©
muhalif olan bütün dinlerden te-berrî etmesi lâzımdır. Bizim ulemamızdan yani Ş
af illerden bazısı mutlak surette, yeni müsîüman olan herkese teberriyi şart
koşmuşlarsa da bu şart ehemmiyeti hâiz bir şey değildir. Fakat yalnız «lâ İlahe
illallah» der de «Muhammedü'r- Resûlüllah» demezse gerek mezhebimizin meşhur
kavline, gerekse ulemanın mezheplerine göre müslüman olamaz. Ulemamızdan
bazıları:
— Müslüman olur, fakat kendisinden diğer bir şehâdet
getirmesi istenir; getirmezse mürted sayılır, demişlerdir.
Acaba müslüman olmayan
bir kimse namaz ve oruç gibi Islâmın erkânından olan bir ibâdetin farz
olduğunu i'tirâf ve ikrar etmekle müslüman sayılır mı? Bu mes'ele de
ihtilaflıdır. Sayılır diyenler:
«Bir şeyin inkârı
müslümam dinden çıkarırsa o şeyin ikrarı kâfiri de müslüman eder.» düsturu ile
istidlal ederler.
Kelime-i şehâdetin
arapçasını söyleyebilen bir kimse onu türkçe veya başka bir lisan ile de
söylese müslüman olur. Bu hususda Şafiîlerden iki rivayet varsa da esah olan
onlara göre de müslüman olur.
Ulemâ : «Ben mü'minim»
sözü üzerinde de ihtilâf etmişlerdir. Şafiîlerden bazılarına göre yalnız bu
sözle iktifa edilemez «Ben mü'minim in-şaaîlah» demek lâzımdır. Diğer
bazılarına göre inşaallahı katmak caiz değildir. Muhtar olan kavil/bu ise de
Evzâî ve diğer bazı ulema yerine göre her iki vechin de caiz olduğunu
söylemişlerdir. Hanelilere göre: «Ben mü'minim inşaallah» demekle müslüman
olunmaz; bu iman sahih değildir.
Zira Hz. Enes (R. A.)'dan
rivayet edilen bir
hadisde buyurulmuştur.
imanın mahlûk olup
olmadığı dahi ihtilaflıdır. Bu bâbda en güzel sözü fakîh Ebu'1-Leys-i Semerkandî
söylemiş ve:
«îman ikrar ve
hidâyetdir. İkrar kulun fi'lidir ve mahlûktur; Hidâyet Allah'ın fi'lidir.
Allah'ın fi'li ise mahlûk değildir.» demiştir.
Ehl-i hakka göre; bir
günah sebebiyle hiç bir müslüman küfre nisbet edilemediği gibi bid'at ve heva
ehli olanlara da kâfir hükmü verilemez. Fakat islâmın zarurât-ı diniyye denilen
emir veya nehiylerinden birini inkâr eden kâfir olur,
Mu'tezi1e'ye göre;
büyük günâh işleyen bîr kimse dinden çıkar. Çünkü onlara göre ameller imanın
cüz'üdür. Fakat kâfir değil; fâsik olur. Onlarca fisk mertebesi imânla küfrün
arasında vâsıtadır. Bu babda hâricilerin itikadı da Mu'tezile gibi ise de
onlara göre büyük günah işleyerek dinden çıkan kâfir olur. Zira onlara göre
imanla küfür arasında vâsıta yoktur; birinden çıkan mutlaka Ötekine girer.
Şunu da ilâve edelim
ki, iman icmâlî ve tafsili olmak üzere iki kısımdır.
İmân-ı icmali:
Peygamber (S.A.V.)'in Allah tarafından getirip haber verdiği şeylere toptan
inanmak yani o ne tebliğ etti ise hepsi haktır; diyerek tasdik etmektir.
«İmân-ı Tafsili:
Peygamber (S.A.V.) tarafından tebliğ olunan şeyleri birer birer bilerek
tasdikde bulunmaktır. Küfürden kurtulmak için iman-ı icmâlî kâfi ise de namaz,
oruç ve sair ibâdetleri öğrenip tasdik ve eda etmek suretiyle imanını kemale
erdirmek her müslümamn borcudur. İmanın sahih ve makbul olması için üç şart
vardır ;
1- İman be's
halinde olmamalı, yani A11ah'in azabını gözü ile gördükten sonra iman sahih
olmaz. Bundan dolayıdır ki, ölürken son ne-fesde iman eden kâfirin imam makbul
değildir.
«Azabımızı gördükleri
vakit edecekleri imanları kendilerine bir faide verecek değildir.» ayet-i
kerimesi bu hakikati nâtıktır:
2- Mü'min,
zaruriyat-ı dîniyyeden bir şeyi inkâr veya tekzib etmemelidir. Bu şarta göre
bir kimse bütün Peygamberleri tasdik ettiği halde bizim peygamberimizin
risâletini inkâr etse mü'min sayılamayacağı gibi kat'î bir farzı inkâr etmek
veya kendi ihtiyarı ile puta tapmak gibi bir tekzib emaresiyle de dinden
çıkar. Çünkü iman parçalanamaz. Dinden bir şeyi inkâr etmek bütün dini inkâr
demek olur.
3- Dînin
bütün ahkâmını beğenerek kabul ve hiç bir hükmü küçüm-şemeyerek ifa etmelidir.
Binaenaleyh namaz veya oruç gibi bir ibâdeti beğenmeyen vey? A11ah'a inad için
kasden ifa etmeyen daire-i islam-dan çıkar. İmanın faydalı olabilmesi için
ömrün sonuna kadar devam etmesi de şarttır. Zira i'tibar sonadır. Son demine kadar
imanını muhafaza edemeyen bir kimseye geçmişdeki imânı asla fayda vermez. Onun
içindir ki:
«İmanın muhafazası,
kazanılmasından güçtür.» derler.
îman Sahih olabilmek
için onu mutlaka delilleriyle Öğrenmek şart değildir. Taklîd [16]
suretiyle edilen iman da sahih ve makbuldür. Ancak mümkün olduğu kadar nazar ve
istidlalde [17] bulunmak farz olduğundan
onu terk eden günahkâr olur.
Ebu'l-Hüseyn Müslim b.
el-Haccâc el-Kuşeyri (Rahimehullah) der ki:
«Sırf Allâhın
yardımiyle (işe) başlar; ve bize ancak Onun kifayet buyurmasını niyaz eyleriz.
Muvaffakiyetimiz yalnız Allah (Celle Ceîâîuh) iledir.»
1- (8) Bana Ebu
Hayseme Züheyr b. Harb rivayet etti (Dedi ki): Bbe Vekî' Kehmes'den [18] o da
Abdullah b. Büreyde'den [19] o da
Yahya b. Ya'mer'den [20]
naklen rivayet etti. H.
Yine bize Ubeyduliah
b. Muâz el-Anberî rivayet etti. Bu hadis onun-Idur. (Dedi ki): Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Kehmes, İbni Bü-reyde'den o da Yahya b. Yâmer'den naklen
rivayet eyledi. Yahya şöyle delmiş:
«Basrada kader
hakkında ilk söz eden, Ma'bed el-Cühenı [21]
olmuştu. I Bir ara ben ve Humeyd b. Abdirrahman el-Himyeri hacc —yahud Umre __
yapmak üzere yola çıktık. Ve (kendi aramızda):
— Resulüîlah (Sailallahii Aleyhi ve Seliem) in ashabından bir kimseye rastlasak da şu
heriflerin kader hakkında söylediklerini ona sorsak, dedik. Az sonra mescide
girmekte olan Abdullah b. Ömer b. el-Hattab'a tesadüf ettik. Ben ve arkadaşım,
birimiz sağından birimiz solundan olmak üzere hemen etrafını çevirdik. Ben
arkadaşımın sözü bana havele edeceğini anlayarak:
«Yâ Ebâ Abdirrahman!
Bizim taraflarda bir takım insanlar türedi. Bunlar Kur'anı okuyor ve ilmi
araştırıyorlar.» dedim. (Kavi diyor ki):
— Yahya bu adamların hâllerini, kader diye bir
şey tanımadıklarını hâdisât Allah'ın hiç bir takdir ve malûmatı
olmaksızın yeni yeni husule gelir, iddiasında bulunduklarım anlattı.
Abdullah (R A.) şunları söyledi. O
halde sen onlarla görüştüğün
zaman kendilerine hemen haber ver ki, ben onlardan beriyim.
Onlarda benden beridirler. Abdullah b. Ömer'in kendisine yemin ettiği Allaha
and olsun ki, onlardan birinin Uhuıî dağı kadar altım olsa da onu infak etse
kadere inanmadıkça Allah onun infakını kabul eylemez. Abdullah (R.A.) sonra şöyle devam etti:
«Bana babam
Ömerü'bnü'l-hattâb rivayet etti. Dedi ki:
— Bir gün Resûlüllah (Sailallahii Aleyhi ve
Seliem) 'in yanında bulunduğumuz bir sırada anîden yanımıza, elbisesi
bembeyaz, saçı simsiyah bizât çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor;
bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru Peygamber (Sailallahii Aleyhi ve
Sellemfın yanına oturdu; ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de
uylukları üzerine koydu. Ve:
«Yâ Muhammedi Bana
Islâmın ne olduğunu haber ver!» dedi. Resu-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)
«İslâm: Allah'dan
başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Resulü olduğuna şehâdet etmen;
namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve yol
(külfetleri) cihetine gücün yeterse Beyt'i hacc etmendir.» buyurdu. O zât:
«Doğru söyledin.»
dedi. Babam dedi ki:
«Biz buna hayret
ettik. (Zira) hem soruyor hem de tasdik ediyordu.
«Bana imandan haber
ver!» dedi. Resûlüllah (S.A.V.):
«Allah'a, Allah'ın
Meleklerine, k'rtablanna, Peygamberlerine ve âhiret ' gününe inanman, bir de
kadere; hayrına şerrine inanman dır.» buyurdu.
O zât (yine):
«Doğru söyledin.»
dedi. (Bu sefer):
«Bana ihsandan haber
ver!» dedi. Resûlüllah (S.A.V.):
«Allah'a: Onu
aörüyormuşsun gibi ibâdet etmendir. Çünkü her ne kadar sen Onu görmüyorsan da
O seni muhakkak görür.» buyurdu.
O zât:
«Bana kıyametten haber
ver!» dedi. Resulûiİah (S.A.V.):
, «Bu mes'elede
sorulan sorandan daha âlim değildir.*» buyurdular.
«O halde bana onun
alâmetlerinden bari haber ver!» dedi. Peygamber (S.A.V.):
«Cariyenin kendi
sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul
koyun çobanlarının
bina yapmakta birbirleriyle yanş ettiklerini görmendîr.» buyurdu. Babam dedi
ki:
— Bundan sonra o zât
gitti. Ben hayli bir müddet (bekledim) durdum. Nihayet Resûlüllah (S.A.V.)
bana:
«Yâ "Ömer! O sual
soran zâtın kim olduğunu biliyor musun?» dedi. .
«Allah ve Resulü
bilir." dedim.
«Gerçekten o
Cibril'di. Sîze dininizi öğretmeğe gelmiş.» buyurdular.
Hadis-i şerifdeki
kader hakkında konuşmadan maksad, kaderin aley-Ihinde konuşmak, onu- kabul
etmeyerek ehli Hakk'ın doğru yolundan ayrılmaktır. Bu işi ilk yapan Ma'bed-i
Cuh'eni, olmuştur. Maa-mafih daha evvel Mekke'de Kaderîlerin bulunduğunu
söyleyenler ' vardır. Derler ki Abdullahi'bnü'z-Zübeyr'in ordusu Mekke'de Yezid
tarafından muhasara edildiği zaman Kabe -i ıMuazzame yanmıştı. O zaman bazıları
bunun bir takdir-i İlâhi -olduğuna kail olmuş; bir takımları takdirle
yanmamıştır diyerek kaderi inkâr etmişlerdir.
«Kader»
kelimesi, dâhn fethile okunduğu gibi sükûnîyle yani (kadr) şeklinde de
okunabilir.
Lügatde:
mikdar, meblâğ, tazim, kuvvet, kudret ve bir şeyi kısmak ma'nalanna gelir.
Şeriatde:
Vücuda gelecek şeyleri ve o şeylerin ne zaman nerede, ne gibi evsaf ve
hususiyetlerle meydana geleceğini Allahü Teâ1â'nın tahdid ve takdir etmesidir.
Takdir buyurduğu şeyleri, zamanı gelince birer birer icâd etmesine de kaza
denir. Binaenaleyh kader ilim ve irâde sıfatına, kaza da tekvine râcî'
olduğundan kaza ve kadere İnanmak haddi zatında Allahü Teâla'ya imanda dâhil ve
bütün sıfatlariyle A11ah'a iman eden bunlara da inanmış olursa da ehemmiyetine
binâen kaza kader meselesi kelâm ilminde ayrıca ele alınmıştır.
Bâzı kelâm uelrnası
bizim kader dediğimize kaza, kaza diye ta'rif ettiğimize kader demişlerse de
bu ta'rif netice i'tibariyle davayı değiştirmez. Kaza kelimesinin lügat
ma'nalarından biri de hükmetmek olduğundan bir hükme benzeyen takdire onlar
kaza demişler; icraya benzeyen icada da kader itlak etmişlerdir.
Mühim olan şudur ki,
bu mesele etrafında gerek feylesoflar, gerekse din erbabı arasında ötedenberi
pek çok münâkaşalar cereyan etmiştir. Ha-kikatde kaza ve kaderin mahiyetini
hakkıyla anlamak insan kudretinin haricindedir. Bundan dolayı müslümanlara kaza
ve kadere inanmaları emrolunmuş; bu meseleyi derinden derine inceleyerek
kaderin sırrını bulmağa çalışmaları yasak edilmiştir. Hz. Ebu Hüreyre
(R.A.)'ın rivayet ettiği bir hadis bu bâbda nassdır. Fakat ne yazıkdır ki
müslüman-lar yinede bu nâzik meseleyi kurcalamakdan geri kalmamış; neticede aralarında
ihtilâflar zuhur etmiş; bir takım fırkalar meydana gelmiştir. Bunların içinde
hak olan mezheb Ehl-i Sünnet vesl-Cemaattir ki o da S e 1 e -fiyye, Mâtürîdiyye
ve Eş'arîyye olmak üzere üçe ayrılır. Geri kalan fırkalar çeşidli bid'at ve
dalâletlere saptıkları için onlara: «Ehl-i bid'at ve dalâlet» derler. Bunların
içinde biri ifrat, diğeri tefritde olmak üzere bilhassa kader meselesinde
dikkati çeken iki fırka vardır; biri
Kaderiyye diğeri Cebriyye [22]
Kaderiyye, kaza ve
kaderi tamamiyle inkâr ederler. Ancak bunu sırf şer-i şerifi ta'zim maksadıyla
yaptıkları için küfre nisbet edilmezler, Bunlar:
«Kul kendi fiilini
kendisi yaratır.» diyecek kadar ileri gitmiş; ve bu sebeble Ehl-i Sünnet
uleması tarafından pek şiddetli hücumlara ma'ruz kalmışlardır. Bahusus Mâ
vera-ün'Nehir uleması bu bâbda pek şiddet göstermiş ve:
«Mecûsilerin halleri
Kaderiyyenin halinden daha iyidir.» demişlerdir. Hadis-i şerif de de beyan
olunduğu vecihle Basra'da ilk defa kadere dil uzatan Ma'bed-i
Cüheni 'dir. Ma'bed :
«Vücuda gelecek şeyler
evvelce mukadder olmaz, Allah olacak şeyleri bilmez. O yalnız olanları bilir,
insan doğduktan sonra said veya şaki olur.» derdi. Onun bu görüşü eski
feylesofların mezhebidir ki sonraları Basralı-ların da mezhebi haline gelmişti.
Kula yaratıcılık isnad etmekle onu âdeta Allah olmak derecesine yükselten bu
bâtıl görüş son derece ifrat halindedir. Bu sebeble çabuk inkıraz bulmuş;
ehl-i kıble müslümanlar arasında ona sâlik kimse kalmamıştır. Kaderiyye
mezhebinde olanlar sonraları A11ah 'in kaderine inanmağa başlamışlarsa da
hayırm Allah'dan, şerrin başkasından geldiğine inandıklarından Mecusilere
benzemek-den yine kurtulamamışlardır. Filhakika Resulüllah
(S.A.V.)'de:
«Kaderîler bu ümmetin
Mecoısi! eridir. Hastalanırlarsa onları dolaşmayın! Ölürlerse cenazelerinde
bulunmayın!» buyurarak onları Mecusîlere benzetmiştir. [23] Bu
hadîsi Ebû Hazım Hz. îbni Ömer (RA.)'dan rivayet etmiştir.
Hadîsi Ebu Davud
«Sünen» inde, Hâkim de « e 1 -Müstedrek» inde tahriç etmişlerdir. Hâkim:
«Eğer Ebû Hâzimin İbni
Ömer'den işittiği doğru ise; bu hadîs Şey-hey'nin şartı üzere sahilidir.»
demektedir. Hattâbı diyor ki:
«Peygamber (S.A.V.)'in
Kaderiyyeyi Mecusilere benzetmesi mezhepleri, nur ve karanlık aslına kail olan
Mecûsilerin mezhebine benzediği içindir. Zira Mecusüer hayrı yaradanın nur,
şerri yaradamn da karanlık olduğuna kaildirler. Böylelikle onlar iki ilâha
taparlar. Kaderiyyenin hali de Öyledir. Onlar da hayrı Allah'a, şerri
başkasına izafe ederler. Halbu ki hayır ve şerrin her ikisini yaratan Allahü
Teâiâ'dır. .
Cebriyye'ye gelince: Bunlar tamamiyle kaderiyyenin zıddına olarak: «Her şey kaza kadere
bağlıdır. Kulun elinde hiç bir şey yoktur. Fiili, ihtiyar ve kudreti yaratan
Allah'dır.» derler. Kula irâde-i cüz'iyye tanımadıkları için onlarca kul
kendiliğinden iman etmeğe bile kâadir değildir. Allah kime iman ettirirse o
mü'min, kime iman ettirmezse o da kâfir olur. Görülüyor ki bunlar da Allah'ı
tenzih edelim derken müthiş bir tefrite saplanıyor ve farkına varmadan ona
(hâşâ) zalimlik isnâd ediyorlar. Öyle ya! Kulun hiç bir ihtiyarı yoksa Ebu
Cehil:
«Benim ne kabahatim
var yâ Rabbi? Beni sen kâfir yarattın, küfrüm de bana değil sana aittir. Çünkü
benim elimde hiç bir şey yoktu. Sen nasıl diledinse öyle halkettin. O halde
beni niçin azâb ediyorsun? Bu bir zülüm değil midir?» diye A11ah'a i'tiraz etmez mi?
Hattabi Cebriyyeyi
kasdederek şunları söylemiştir: «Bİr çok insanlar kaza ve kaderin ma'nası:
Allahü Teâlâ'nın, takdir ve kaza buyurduğu hususlara kulunu kahr-u icbar
etmesidir sanırlar. Halbuki mesele onların zannettiği gibi değildir. Kaza ve
kader, kulun ne amelde bulunacağını AHahu Teâlâ'mn evvelden bildiğini bu
amellerin onun takdiriyle meydana geldiğini, onların hayır ve şerrini Allah'ın
halk ettiğini haber vermekten ibarettir.»
Bu gün Cebriyye
fırkası mevcud değildir. Zâten az bir taifeden ibaret olan cebrîler ehl-i
Hakk'm karşısında fazla dayanamayarak daha dördüncü hicri asrm başında inkıraz
bulmuşlardır. Hâsılı Ehl-i sünnetin -mezhebine göre kaza ve kader haktır.
Bunun ma'nası yukarıda da ar-zettiğimiz gibi, Allahu Teâlâ 'nın mevcudatı
ezelde takdir ve tahdid buyurması, ma'lum zamanlarda vücûda geleceklerini
bilmesi; mevcudatın da hakikaten onun takdir buyurduğu şekil ve zamanda vücûd
bulmasıdır.
Kaza ve kadere dair
bir çok eserler yazılmıştır. Bunların içerisinde en
güzeli Beyhakî 'nin eseridir. cümlesinin ma'nası,
«Ben ve arkadaşım onun etrafını çevirdik; dolayladık» demektir. Araplar kuşun
kanatlarına (Kenefatü't-tayr) derler. Bu cümle, büyük bir zâtla birlikde
yürürken cemaatin terbiyeli davranarak onun Önünde değil, sağ ve soluna geçerek
kendisini dolaylamaları gerektiğine bir tenbihtir.
«Arkadaşımın sözü bana
havale edeceğim anladım» cümlesinden mu-rad: i'tizardır. Yani sözii benim almam
arkadaşımı saymadığım için değil, ben daha yaşlı, cesur ve konuşkan olduğum
için arkadaşımın konuşmayacağını ve sözü bana bırakacağını anladığımdandır.
demektir. Filhakika hadîsin bir rivayetinde:
i«Çünkü ifâde
itibariyle ben ondan daha kuvvetli idim.» denilmiştir.
kelimesi şeklinde de
rivayet olunmuştur. Birinci şekli daha meşhurdur, ve araştırıp soruşturmak
ma'nasma gelir. İkinci rivayete göre ma'nası: Mübhem ve muğlâk bir şeyi inceden
inceye araştırmak, onu meydana çıkarmaktır. Bu kelimeyi Müslim 'den başka
hadîs imamları şeklinde
rivayet etmişlerdir. Bu da araştırmak ma'nasma gelir. Ebu Yâlâ el-Mavsılî 'nin
rivayetinde dır; ve anlamak ma'nasını ifâde eder. Kaadî İyâz ayni kelimenin
rivayetini de gördüğünü ve bunu (Dibini araştırmak yani muğlak tarafını derinden derine araştırmak)
diye tefsir ettiklerini söyler.
«Onların hallerini
anlattı» cümlesi Yahya b. Ma'mer'in sözü değildir. Bu söz râvîlerden birinin ve
galiba Yahya 'dan rivayet eden İbni Büreyde 'nin olacaktır. İbni Büreyde bununla
Ya'mer'in sözlerini nakletmiştir.
«Allahm ilmi ve kaderi
olmaksızın yeni yeni meydana gelen» demektir ki Kaderiyyenin bâtıl inançlarına
göre Allah onun mevcudiyetini — hâşâ— vukuundan sonra öğrenir. Bu kavil yukarıda
da görüldüğü ve-cihle, Kaderiyyenin pek ziyade ileri giden bir kısmının saçma
ve iftirâîa-rmdandır.
İbni Ömer (R.A.)'m
yeminini kinaye yolu ile etmesi ismulîahı ta'zîm içindir. Çünkü (Vallahi)
diyerek yemin eüe ihtimal bu şekil yemin âdet olur kalır; buna kendisi
sebebiyet vermiş olurdu:
«Ben onlardan beriyim;
onlar da benden beridirler ilâh...» diye konuşması, Kaderilerin küfrüne kail
olduğuna delildir. Kâadi Iyâz bu sözün kaderi inkâr eden eski kaderiyye
hakkında söylendiğine kaildir. O böyleleri için: «Hilâfsız kâfirdirler.» diyor.
"Ulemâdan bazıları:
«İbni Ömer (R.A.) bu
sözü ile dinden çıkaran tekfiri kasdetmeroiş olabilir.» diyorlar. Bu takdirde
onların küfran- ni'met ettiklerini ifâde etmiş olursa da UhudDağı kadar altın
infâk etseler, yine kabul olunamayacağını söylemesi, bazı ulemaya göre yine
küfürlerine hükmettiğine delâlet eder. Çünkü amellerin hükümsüz kalması, ancak
küfür sebebiyle olur. Şu var ki, amelin haddizatında sahîh olmakla beraber
günah sebebiyle kabul edilmemesi müsîümanlar hakkında da vâriddir. Nitekim
gasbedilen bir yerde kılınan namaz her ne kadar sahih ise de mekruh olduğu için
makbul değildir; hiç bir sevabı yoktur.
Hz. İbni Ömer 'in
sözündeki infakdan murâd Hak yolunda ibâdet için edilen tasadduktur. Hadîsin
bir rivayetinde bu cihet tasrih de edilmiştir.
cümlesini hadîs
hafızlarından Ebu Hâzini ile Ebu Yâ'lâ el-Mavsıli: şeklinde rivayet
etmişlerdir. Bu cümlenin ma'nası:
«Üzerinde yolculuk
eseri görmüyorduk.» demek olduğundan her iki rivayet de sahihtir.
«Ellerini uylukları
üzerine koydu» cümlesindeki zamir Neveviye göre gelen zata aiddir. Yani o zat
bir talebe gibi diz çökerek oturmuş; ve ellerini kendi uylukları üzerine
koymuştur. Fakat Buhâri sarihlerinden Bedrüddîn Ayni bunu doğru bulmuyor; ve
Zamirin Peygamber (S.A.V.)'e aid olduğunu söylüyor. Delil olarakda hadîsin
Süleyman-ı Temimi rivayetinde
Sonra ellerini
Peygamberin dizleri üzerine koydu» denilmiş olmasını gösteriyor. Filhakika
hadîs ulemasmdanB egavî ile İsmail et-Teymî kesinlikle buna kail olmuşlar; Tıybî
dahi bunu tercih etmiştir. Aynî diyor ki;
«Nevevî'nin Süleymaa
rivayetini görmediği anlaşılıyor. Bundan dolayı araştırma neticesinde o kavli
tercih etmiş olacak, Nevevî: «et-Tenbih» nâm eserde Resulüllah (S.A.V.)'in
huzuruna gelen zât için:
—«Talebenin hocası
karşısında oturduğu gibi oturdu, denilmesine bakarak zamiri gelen zâta
vermiştir: Zira edep terbiye bunu iktizâ eder. Lâkin Süleyman'ın rivayetine
göre Cibril, kim olduğunu mübalâğalı bir şekilde gizlemek ve oradakilere
kendisinin yüzde yüz kaba saba bir çöl ara-bı olduğu zannını vermek için bunu
bililtizam yapmıştır. Zâten cemaatin üzerlerinden adımlayarak Peygamber
(S.A.V.)'in yanına varması da bundandır...»
Cibri1'in «Ya
Muhammedi» diye hitab etmesi de kendisini kaba göstererek büdirmemek içindir.
Bu hadîsi az çok lâfız
değişiklikleriyle muhtelif râvüerden bütün
«Kütübü Sitte»
sahipleri yani, Buhârî Müslim, Ebû Davûd' Tirmizî, Nesaî ve İbni Mâce tahriç
ettikleri gibi, Ebû Avâne imam Ahmed b. Hanbel, Bezzâr Taberânî ve İbni Huzeyme
gibi nice hadîs imamları da rivayet ve tahriç eylemişlerdir.
Rivayetlerin
mecmu'nundan da anlaşılıyor ki Cibril (A.S.) o gün kendisini tanıtmak
istememiştir. Hatta Süleyman-ı Teymî 'nin rivayetinde Peygamber (S.A.V.) Hz.
Cibrî1'i oradan ayrılmadan tanıyamadığım ve o âna kadar onu hiç bir zaman bu
kadar yadırgamadığım yeminle beyan etmiştir.
Hadis-i şerifteki
namaz, zekât, oruç ve hacdan murad mezkûr ibadetlerin farz olanlarıdır.
Nitekim Müslim'in bir rivayetinde farz namaz diye tasrih edilmiştir. Nafile
ibâdetler de islâmî birer vazife iseler de islâ-mın şartlarından değildirler.
«İman: Allah'a,
meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine ve âhiret gününe inanmandır.»
Bahsimizin başında
uzun uzadıya izaha çalıştığımız iman, bir tanesini bile istisna etmeden bir
çok şeylerin mecmuuna inanmakla tahakkuk ettiğinden kolaylık olmak üzere
hadîsin bu cümlesinde inanılması gereken şeyler nevi itibariyle hulâsa
edilmiştir. Lisanımızda (Sıfat-ı îman) nâmıy-la şöhret bulan bu altı nev'İ
şunlardır:
1- Allah Teâlâ'yat
iman farzdır. Bu iman A11âh'm varlığını ve hakkında gerek vâcib, gerek
mümteni', yani; imkânsız, gerekse caiz olan bütün sıfatları bilerek tasdik
etmekle hâsıl olur. Allahü Teâ1â nın sıfatlan on dörttür. Kelâm ulemasından
bazıları bu sıfatları;
1 - Selbiyye
ve
2- Sübûtiyye
olmak üzere ikiye ayırırlar. Sıfat-ı selbiyye; altıdır:
1- Vücud,
2- Kıdem,
3- Baka,
4 - Muhalefettin li'l-Havadis,
5- Kıyam
Bizâtih,
6-
Vahdaniyet.
Vücud: A11ah'm
varlığı,
Kıdem: Ezelî
olması yani varlığının evveli olmaması;
Baka: Ebedi
olması yani varlığının sonu bulunmaması;
Muhalefettin li'1-Havâdis:A11ah’ın mevcûdatdan hiçbir şeye benzememesi;
Kıyam Bizâtih:
Varlığının kendisinden olması;
Vahdaniyet: A11ah'in
bir olmasıd-. Sîîât-ı Sübûtiyye sekizdir :
1-.Hayat;
2- İlim, '
3- İrâde,;
4- Kudret,
5- Semi'
6- Basar
7- Kelâm,
8- Tekvin.
Hayat: Alîahü
Teâlâ 'mn diri olması;
İlim:
Bilmesi;
İrâde: Her
mümkünü caiz olan bir şekle ve vakte tahsis etmesi;
Kudret:
Muktedir olması; Semi': İşitmesi; Basar: Görmesi,
Kelâm: Ses
ve harfe muhtâc olmadan konuşması;
Tekvin: Var
etme, yok etme, yaşatma, ve öldürme gibi fiillerin başlangıcı olan bir
sıfattır.
2- Meleklere
îman farzdır. Bu, A11ah'm melek denilen nurdan yaratılmış ve istediği şekle
girebilen bir takım mâsûm kulları olduğuna inanmaktır. Melekler pek çoktur;
sayılarını ancak Allah bilir. Bunlar ikametgâhları itibariyle Yer melekleri,
Gök melekleri ve Arş melekleri gibi kısımlara ayrıldıkları gibi gördükleri
vazifeler 'itibariyle de Müdebbirât ve Hafaza gibi muhtelif kısımlara
ayrılırlar. Cibril (Cebrail) Mikâil, Azrail ve İsrafil gibi isimleri ma'lûm
olanlara adıyla şanıyla; isimleri bilinmeyenlere icmâlen iman etmek lâzımdır.
Melekler yemez; içmez, evlenmez ve ölmezler. Onlarda rekeklik dişilik yoktur.
En büyük işleri yapmaya ve en kısa bir zamanda en uzak mesafelere gitmeye
muktedirlerdir.
Bazı cihetlerden az
çok meleklere benzeyen diğer bir takım görünmez mahlûklar vardır ki bunlara
(cin) ler derler. Cinler saf ateş alevinden yaratılmışlardır. Melekler gibi
onlar da ağır işleri yapabilir ve istedikleri şekillere girebilirler. Yalnız
bunlar melekler gibi ma'sum değil, insanlar gibi mükellef olup bir kısmı mü'min
bir takımı kâfirdirler. Daima yerde yaşar ve insanlar gibi yer içer ürer ve
ölürler.
3- Kitaplara
iman farzdır: Allah Teâlâ Hazretleri Peygamberlerinden bazılarına bir çok
hakayık ve ahkâmı bildiren bir takım ibare ve lâfızlar indirmiştir ki; bunlara
kitab denir. Büyük kitablar dörttür. Bunlardan Tevrat Hz. Mûsâ (A.S.)'a, Zebur Hz. Dâvud (A.S.) 'a, İncil Hz. İsâ
(A.S.)'a Kur'an-ı Kerim'de Peygamberimiz
Muhammed Mustafa (S.A.V.)'e indirilmiştir. Mezkûr dört
kitapdan başka muhtelif peygamberlere 100 aded suhuf indirilmiştir. İşte bu
k-sapların Allah tarafından indirilmiş birer hak kitap olduğuna inanmak her
mü'mine farzdır. Ancak Kur'an-ı Kerim
inmekle her birinin hükmü kalkmıştır. Zâten Kur'an-ı
Kerîm 'den evvelki kitapların bu gün asılları bile kalmamıştır. Bu gün
gerek Musevilerin gerekse Hiris-tiyanların ellerindeki Tevrat
ve İncil 'ler birer tarih
mecmuası durumundadırlar.
4-
peygamberlere iman farzdır.Yani Alla
fr.ih-.Teâ1â Hazretleri kullarına doğru yolu göstermek için bir takım mümtaz
zevata peygamberlik vermiş; onları kullarına dîni, ahkâmı götürmek için elçi
olarak göndermiş; ve peygamber olduklarını kavimlerine isbât için de kendilerine
mu'cizeler ihsan etmiştir. Peygamberlerin bir kısmına ayrıca kitap ve şeriat
verilmiştir. Bunlara «Rusüliı - Kiram» yahud «Mürselin» derler. Bir kısmı da
başka bir peygamberin şeriatıyla amel ve onun hükümlerini insanlara bildirmeye
me'mur olmuşlardır. Peygamberlerin sayışım ancak Allah bilir. Hepsinin evveli Hz. Âdem:
sonu da Peygamberimiz
Muhammed Mustâfa (S.A.V.)'dir. İkisinin arasında bir çok peygamberler geçmiştir.
Bir kısmının ismi Ku r'an1 Kerim'de beyan buyurulmuştur. Cümlesini tasdik ederek
haklarında hörmet ve mahabbet göstermek müslümanlara farzdır.
5- Âhiret
gününe îman farzdır. Âhiret günü
haşirden, bütün ölenlerin diriltilmesinden başlayan sonsuz bir gündür. Kıyametin kopması, sûrun üfürülmesi,
ölülerin diriltilmesi, kitapların verilmesi, mizanın kurulması, kulların
sorguya çekilmesi, havz-ı kevser, şefaat, sırat, Cennet ve Cehennem, âhiret
gününün müştemilâtından olduğundan bunlara inanmak farzolduğu gibi âhiret
gününden önceki kabir ahvali, berzah âlemi ve kıyamet alâmetleri dahi sahih
naslarla sabit olduğundan cümlesine inanmak farzdır. Hâsılı Kur'an-ı
Kerim'in haber verdiği her
şeyi Peygamber (A.S.V.)'in Sahîh hadisleriyle sabit olan her
beyanı tasdik etmek lâzımdır. Bu bâbta fazla malûmat için kelâm kitaplarına
müracaat edilmelidir.
6- Kadere
iman farzdır. Bu hususta yukarıda izahat verildi. Resû1ü11ah (S.A.V.)in:
«Birde Kadere
inanmandir.» diyerek, kadere imanı
hassaten zikretmesi, bu bâbta ümmetinin ihtiâlfa düşeceğini bildiğine delâlet
eder. , Ashab-ı Kiramın gelen zâta
şaşmaları, Peygamber S.A.V.)'e
hem sorup hem tasdik
ettiği içindi. Çünkü câhil bir kimsenin sorması böyle olamazdı. Bu zâtın
konuşması âdeta soruyu bilenlerin konuşmasına benziyordu. Halbuki o zaman bu
suâli Peygamber (S.A.V.)'den başka
bilecek yoktu.
«ihsan, Allah'a, sanki
onu görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir.»
İhsan: îfâl babından
ahsene fiilinin masdarıdır. Aslı hüsündür. Hüsün, Kubhun zıddıdır. Yani Kubuh
çirkinlik, hüsün de güzellik ma'nasına-dır. îhsân harfi cerli ve harfi cersiz
olmak üzere iki türlü müteaddi' olur. Burada harfi cersiz kullanılmıştır; ve
güzel ibâdet etmek, A11ah'm hakkına riayet, onu murakabe ma'nasma gelmiştir.
îmam Nevevî bu cümlenin Hz. Peygamber (S.A.V.)'e mahsus olan «Cevâmiu'l-Kelim»
yani içinde pek çok kelimelerin ma'nasını toplayan az sözlü, çok ma'nalı
hadîslerden biri olduğunu söylüyor; ve sözüne şöyle devam ediyor:
«Çünkü bilfarz bizden
birimiz Rabbi Teâlâ Hazretlerini, göre göre ibâdet etmeğe kalksa gücünün
yettiği kadar huzû', huşu göstermek, kendini çekip çevirmek ve o ibâdeti en iyi
şekilde tamamlamak için hâlinin içini dışına uydurmak gibi şeylerden biç
birini terk etmemeğe çalışır. İşte Resulüllah (S.A.V.):
«Butun İbâdet
hallerinde Allah'a onu görerek yaptığın ibâdet gibi ibâdet eyle!- diyor.
Zira A İlahı görerek o
şekilde ibadeti tamamlamak ancak Allah'ın gördüğünü bildiği içindi. Bu sebeble
kul, o halde kusur etmeğe cesaret gösteremiyordu. Ayni ma'nâ Allahı görememe
hâlinde de mevcuddur. Binaenaleyh muktezasraca amel etmek lâzım gelir. Hâsılı
bu sözden mak-sad, İbâdetde samîmi olmaya ve kulu huşu', huzû' ve saireyi
testekmU îfa hususunda Rabbi Teâlâ hazretlerini murakabe etmeye teşviktir.
Filvaki ehl-i hakikat olanlar sulebâ ile düşüp kalkmayı meudup görmüşlerdir;
tâ-ki bu hâl onlardan utandığı ve hürmet ettiği için kendisine bir hangi noksanlık
gelmesine mâni olsun. Sulehâ ile düşüp kalkanın hâli böyle olursa gizlisinde
aşikârında Allah kendisiyle beraber olup yaptıklarım gören kim. senin hâli ne
olur!»
Hadis-i Şerif murakabe
ve müşahede makamlarına şamildir. Ve:
«Sen Onu görmüyorsan
da O seni muhakkak görür.» cümlesi müşahede makamından murakabeye iniştir.
Ulema ibâdetlerde üç makam olduğunu söylerler.
Birinci makam: Teklif
sakıt olacak surette erkân ve şeraite riayetle ibâdeti îfâ makamıdır.
İkincisi; Bu şartlarla
birlikte A11ah'm gördüğünü murakabe.
Üçüncüsü: Ayni
şartlarla birlikte Allah'ı görüyormuş gibi îfâ makamıdır. Bu makam Peygamber
(S.A.V.)'in makamıdır. Bunların üçü de ihsan ise de ibâdetlerin sıhhati için
şart olan ihsan birincisidir. Diğer ikisi havassın sıfatıdırlar.
Kaadi Iyâz
dahî şunları söylemiştir:
Bu hadîs, zahirî ve
bâtını bütün ibâdet vazifelerini, iman akidelerini, âzânın amellerini
kalplerin ihlâsmı ve amellerden doğacak âfetlerden korunma yollarını şerh ve
izaha şâmildir. Hatta şer'î ilimlerin hepsi bu hadîse râci' ve ondan mülhemdir.
Biz de «el-Mekaasidü'1-Hisân fimâ Yel-zemu'l-tnsân» adlı kitabımızı bu hadîse
ve onun üç kısmına istinaden te'-lif ettik. Çünkü gerek vâcibler, sünnetler,
müstehablar; gerekse haram ve mekruhlardan hiç biri bu hadisin üç kısmından
hâriç değildir. Allahu a'lem.»
«O halde bana saatten haber ver.»
Saat: Muayyen olmayan
bir mikdar zamanıdır. Şeriat ulemasına göre kıyamet günüdür. Riyaziyecilere
göre de gece ile gündüzün yirmi dört-de biridir.
«Sorulan sorandan daha
âlim değildir...» cümlesi, âlim ve müftü gibi zevatın, bilmedikleri suâle
«Biliniyorum» diye cevap vermeleri gerektiğine; bu türlü cevab onları
küçültmeyeceğine, bilakis böyle bir cevapla kendilerinin çok âlim ve ehl-i
takva olduklarına istidlal edileceğine delildir.
«Cariyenin kendi sahibesini doğurmastdır.»
cümlesi :« ve şekillerinde de rivayet olunmuştur. îkinci rivayete göre mana;
«Cariyenin, erkek öten
sahibini doğurması» üçüncü rivayete göre ise: -Cariyenin kendi kocasını
doğurması- demek olur.
Çünkü rabb: Sâhib ve
efendi; rabbe sahibe ve hanımefendi, bal dahi sâhib, mâlik ve koca ma'nalarma
gelir. Maamafih bu cümleden muradın ne olduğu hususunda ulemadan bir kaç vecih
na'kl'olunur. Şöyle ki:
1- Hattâbî'ye
göre bundan murâd: islâmiyetin yayılması ve müslümanîann küfür diyarını istilâ
ederek ahâlisini esir almalarıdır. Bir adam bir cariyeye mâlik olur da ondan
bir çocuğu doğarsa, çocuk hür doğacağı için annesinin sahibi mesabesinde olur.
Çünkü çocuk cariyenin sahibinin oğludur. Nevevî ile diğer bazı ulema bunun
ekseri ulemanın kavli olduğunu söylemişlerdir.
2- İbrahim- Harbî'ye göre nıurâd: Cariyelerin hükümdarları
doğurmasıdır. Bu suretle hükümdarın annesi olan câriye de sair ahâli gibi o
hükümdarın tebaasından biri olur.
3-
Bazılarına göre manâ Âhir zamanda mal çoğalarak ümmü veled [24]
cariyelerin çok satılmasıdır. Böylelikle câriye satıla satıla günün birinde
bilmeden oğlunun eline geçer; ve oğlu annesinin sahibi olur. Fakat bu kavil
yalniz ümmü velede mahsus değil her nevi' cariyelere şâmildir. Zira caizdir ki
bir câriye nikâh şüphesiyle sahibinden başka birisiyle cima" eder de o
adamdan hür bir çocuk dünyaya getirir. Sonra câriye elden ele satıla satıla
doğurduğu çocuğun eline düşebilir. Bu takdirde meselenin kıyamet alameti
sayılan tarafı Ümmü veîed cariyelerin satılanı adı ğı m bilen kimse kalmamış
olmasıdır.
4- Bir kavle
göre bu cümleden maksad: Ümmü veled cariyenin çocuğu doğurmakla âzâd
olmasıdır. Doğurmak sebebiyle âzad olduğu için onu âdeta doğurduğu çocuk âzad
etmiş gibi olur. Ancak bu te'vil mecaz yolu iledir; mecazın alâkası da
sebebiyyet müsebbeb'yyettir.
5- Diğer bir
kavle göre murad: Anneye babaya itaatsizliğin çoğal-masıdır. Bu sebeple evlâd
annesine, bir kimsenin cariyesine reva gördüğü muameleyi ^yapacaktır. Bu
teVilde dahi cariyenin oğluna mecazen sâhib denilmiştir. Bazıları hadîsdeki
(Rabb) kelimesini mürebbi ma'nasma alarak hakikat ma'nada kullanmak
istemişlerse de bu vecih pek zaif görülmüştür.
Ulemadan bazılarına
göre hadîsin bir rivâyetindeki «ba'l» ta'bîri koca ma'n asma dır. Bu takdirde
cümleden murâd:
«Cariyenin kendi
kocasını doğurması» olur ki, üçüncü şıkta zikredilen, cariyelerin çok
satılması manasına dahil olur. Yani anne satıla satıla bir gün oğlu annesiyle
evlenir de haberi bile" olmaz.
-Bir de yalın ayak,
çıplak, yoksul koyun çobanlarının binaları yükselt* mekte birbirleriyle yarış
ettiklerini görmendir.»
İşte hadis-i şerifde
beyan buyrulan kıyamet alametlerinin ikincisi budur. Yani bedeviler ve fakirler
zengin olarak, apartmanlar yaptırmakta birbirleriyle yarış edeceklerdir.
Bazıları bu iki cümleden islâmiyetin yayılacağına işaret görmektedirler. Kirmanı
şöyle diyor:
«Hasılı kıyametin
alametlerinden biri de müslümanîann sasr memleketleri ve milletleri idareleri
altına almalarıdır.»
cümlesi bazı rivayetlerde
şeklinde tesbit edilmiştir. Bunların ikisi de sahihtir. Yalnız birinci
rivayete göre mana:
«Ben uzun zaman
durdum.» İkinciye göre:
«Gelen zât uzun zaman
durdu.» demek olur. Ebu Davud ile Tirmiz i'nin rivayetine göre Peygamber
(S.A.V.)in Hz. Ömer'e : «Yâ Ömer bu soranm kim olduğunu biliyor musun'Ndiye
sorması hâdisenin üzerinden üç gün geçtikten sonradır. Zahirine bakılırsa bu
rivayetle Ebu Hüreyre rivayeti arasında muhalefet olduğu göze çarpıyor. Çünkü
Ebu Hüreyre rivayetinde bu hadîsin
nihâyetinde;
«Sonra o zat dönüp
gitti. Arkasından Resulü İlah (S.A.V.);
— Şu adamı bana getirin; dedi.
Ashâb ona getirmeğe
gittiler; fakat hiç bir şey göremediler. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.):
— O Cibril'di! buyurdu.» deniliyor.
«O Cibril'di size
dininizi öğretmeğe gelmiş.» cümlesi
iman ile islâm ve ihsanın hepsine din denilebileceğine delildir.
Bu hadîs islâmm
aslıdır. Ulema ondan bir çok hükümler çıkarmışlardır, kî bazıları şunlardır:
1- İslâm:
Allah 'dan. başka ilâh olmadığına, Muhammed (S.A.V.)'in onun Resulü olduğuna
şehâdet getirmek, beş vakit namazı k 1-rnak, farz olan zekâtı vermek, Ramazan
orucunu tutmak, malî kudreti olursa hacc etmektir.
2- îmân:
A11ah'a, meleklerine,
kitaplarına, Peygamberlerine, âhiret gününe ve kadere inanmaktır.
3- İmanla
isîâmın başka başka şeyler olduğunu söyleyenler bu hadîsle istidlal
etmişlerdir.
4- İhsan:
Allah'a, onu görür gibi ibâdet
etmektir.
5- Yukarıda
zikredilen şeylere iman etmek farzdır.
6- İslamın
ta'rifinde zikri geçen erkânın mertebeleri pek büyüktür,
7- Ramazan
ayma sadece Ramazan denilebilir.
8- İhlâs ve
murakabenin mevki'leri pek büyüktür.
9- İnsanın
bilmediği bir şey için bilmiyorum demesi ilimdir. Bı onun kıymetini düşürmez;
bilakis ilim ve takvasına delildir.
10- Melekler
diledikleri şekillere girebilirler. Cibrî1 (AS.] ekseriya Dihy et ü'l-Kelbi
(R.A.) suretinde görünürdü. Kendi suretinde
Peygamber (S.A.V)Je yalnız iki
defa görünmüştür.
11- Bu
hadîse «ÜmmüVsünne» yanî sünnetin esası
denilebilir.
12-
All'ahü Teâ1a'yi dünya
gözü ile gören
olmamıştır. Sahih rivayete göre Hz. İmrân b. Husayn (R.A.) meleklerin
seslerini işitirmiş.
Resul-ü Ekrem
(S.A.V.)'in görmesi dünyada değil Melekût âleminde vaki* olmuştur.
13- Hz. Cibri1'in
kıyameti sorması, dinleyenleri sormaktan
men'etmek içindir.
14- Güzel
bir şeyi sormaya ilim ve ta'lim denilebilir.
15- Bir
âlimin yanında bulunanlar, kendilerine lâzım olan bir meseleyi ona sormazlarsa
başka birisinin sorması gerekir. Böylelikle sevapta müşterek olurlar.
16- Sual
soranın nezaketli, âlimin de sorana karşı lûtufkâr davranması gerekir.
Faide : İmam
Buhar i'nin kitabı, Müs1im'in sahihinden daha mu'teber ve faydası daha çok ise
de Müs1im'in de kendine mahsus öyle bir letâifi ve isnad san'atları vardır ki
bunları başka hiç bir kitap-da bulmak mümkün değildir. Meselâ imam: Müslim:
«Bana tahdîs etti» ile
«Bize tahdis etti» ta'birleri arasında ve keza: «Bana haber verdi» ile «Bize
haber verdi» ifâdeleri arasında fark gözetir. Ve:
«Bana tahdis etti» tâ'birini,
şeyhinden yalnız kendisi dinlediği zaman kullanır. Şayet hadîsi şeyhinden başka
bir râvî ile birlikte dinlemişse Bize tahdis etti» tâ'birini kullanır, şeyhine
yalnız kendinin dinlettiği bir hadîs hakkında: «Bana haber verdi» der. Şeyhine
bir hadîsi Müs1im'in yanında başkası okumuşsa: «Bize haber verdi» tâ'birini
kullanır. Hatta «Bana tahdis etti» ve «Bize tahdis etti» ta'birlerini yalnız
şeyh hadîsi dinletmek için söylediği zaman kullanır. Dinletmek için
söylememişse:
«Şeyh dedi» Tahdis
etti» veya «Şeyh söylerken işittim» gibi ta'birler kullanır. Bir evleviyet
kaidesi olmakla beraber imam Müs1in'in buna pek ziyâde riâyet etmesi onun son
derece vera' ve takva sahibi, müdak-kik bir âlim olduğuna delil
gösterilmektedir. Diğer hadîs uleması bu ta'birleri çok defa birbirinin
yer'inde kullanmışlardır.
İmam Müslim yukarıdaki
hadîsin isnadında da büyük bir incelik göstermiştir. Şöyle ki:
Hadîsin birinci
tarîkinde:
«Bize Vekî' Kehmes'den
o da Abdullah b. Büreyde'den o da Yahya b. Ya'mer'den naklen rivayet etti»
demiş; ikinci tarikde Kehmesin Abdullah b. Büreyde 'den onun da Yahya 'dan rivayetini
tekrarlamıştır. Çünkü
Ve k i ' rivayetinde: «Kehmes'den»
tâ'birini kullanmış; Muâz ise:
«Bize Kehmes rivayet
etti» demiştir. Yanî Vekî' rivayeti mu-an'an, m u â z'ınki muttasıldır. Halbuki
muan'an hadisle ihticac meselesi ulemâ arasında ihtilaflı fakat muttasıl
hadîsle ihticac büittifak caizdir. îşte bu cihet anlaşılsın, ht.n rivayet,
işitildiği lâfızla edilmiş oisutî diye İmam Müslim, her iki rivayeti, işittiği
lâfızlarla nakletmişdir. S a -hîh-i Müslim'de bunun emsali çoktur. Sonra burada
ikinci bir mak-sad yardır ki şudur:
Müslim, Veki 'in
rivayetinde: «Abdullah b. Büreyde'den» demiş; Muâz'in rivayetinde ise: «İbni
Büreyde'den» ta'birini kullanmıştır. Zira her iki tarik'de bu ta'birlerin
yalnız birini zikretmiş olsa ma'-na bozulurdu. Meselâ Abdullah b. Büreyde
yerine îbni Büreyde dese "bu zâtın Abdullah b. Büreyde' mi? Yoksa kardeşi
Süleyman mı, olduğu anlaşılamazdı. İbn-i Büreyde yerine Abdullah b. Büreyde'yi
koysa bu sefer Muaz'a iftira etmiş olurdu. Çünkü Muâz'ın rivayetinde Abdullah
zik-redilnıemiştir.
Hadîsin iki tarîki
İbni Büreyde 'de birleştiği için birinci rivayette Yahya b. Ya'mer'in
zikredilmesi yek nazarda faydasız gibi görünür. Çünkü her iki rivayetin ondan
geldiği, ikinci rivayetten anlaşılıyor. Böyle yerlerde imam Müs1im'in âdeti
râvîyi yalnız ikinci % rivayette zikretmektir. Ancak Nevevi bazı nüshalarda
birinci rivayette yalnız «Yahya'dan» ikincide «Yahya t>. Ya'mer'den»
denilmiş olduğunu bu takdirde İbni Büreyde meselesindeki gibi burada da bir
fayda bulunduğunu söylüyor.
«Bize Ubeydullah b.
Muâz rivayet etti» dedikten sonra: «Bu hadis onundur» kaydını ilâve etmesi,
iki rivayetin ma'nada bir, bazı lâfızlarda ayrı olduklarım göstermek içindir.
Yani buradaki lâfız filânındır; ötekinin rivayeti de bu ma'nadadır; demek
istemiştir.
Birinci rivayette:
Yahya b. Ya'mer' den sonra görülen (H) bir isnaddan başka bir isnada geçiş
alâmetidir. Buna tahvil (H) sı derler. Hadîsi okuyan buna geldi mi (H) diyerek
ikinci rivayete geçer.
2 (...)-
Bana Muhammed b. TJbeyd el-Guberi ile Ebu Kâmîî el-Cahde-rî ve Ahmed b. Abde [25]
rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Hammad b. Zeyd, Matar b. el-Verrak [26] dan
o da Abdullah b. Büreyde'den o da Yahya b. Ya'mer'den naklen rivayet etti.
Yahya şöyle demiş:
__ Ma'bed kader
hakkında söylediklerini söyleyince biz bunları reddettik. Sonra «Ben ve Humeyd
b. Abdirrahman el-Himeyrî birer bacc yaptık.» Râvîler hadîsi, Kehmes hadîsinin
ma'na ve isnadiyîe rivayet ettiler. (Yalnız) bu hadîsde biraz fazlalık ve bir
kaç harf noksanlığı vardır.
Haccetmek ma'nasma
gelen «hicce» kelimesi hakkında imam Nevevî
şunları söylüyor:
«Bu kelime (hâ)mn
fetih ve kesrîle (Hacce) ve (hicce) okunabilir. Araplardan işitilen şekli
hicce'dir. Fakat kaidenin icâbı (darbe) kelimesiyle emsalinde olduğu gibi
(hacce) okumaktır. Bunu lügat ulemâsı da böyle söylemişlerdir.»
3 (...)-
Bana Muhammed b. Hâtım [27]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Saîd &l-Kattân rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Osman b. Gıyâs [28]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Büreyde, Yahya b. Ya'mer ile Humeyd
b. Abdirrahman'dan rivayet etti. Şöyle demişler:
«Abdullah b. Ömer'le
karşılaştık; ona kaderi ve kader hakkında söylenenleri anlattık. Bunun üzerine
Abdullah bu hadîsi râvîlerin anlattıkları şekilde- Ömer (RA.)*dan, o da
Peygamber (S.A.V.)'den naklen hikâye etti. Hadîsde bîr parça fazlalık vardır.
Ama Abdullah onun bir kısmını da eksik bıraktı.»
4 (...)-
Bana Haccâc b. eş-Şair rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yûnus b. Muhammed [29]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize el-Mu'temir, [30]
babasından o da Yahya b. Ya'mer'den, o da İbni Ömer'den, o da Ömer'den, o da
Peygamber (S.A.V.)'den naklen bu râvilerin hadîsi gibi bir hadis rivayet etti.
5 (9)- Bize
Ebu Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb beraberce, İbni Uleyye'den rivayet
ettiler. Züheyr d&di ki: Bize tsmâil b, İbrahim [31] Ebû
Hayyan [32]'dan,
o da Ebû Zür'ate'bni Arar b. Cerir [33] 'den
o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebu Hüreyre şöyle demiş:
— Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün halk arasına çıkmıştı. O sırada ona bir
adam gelerek:
— Ya llesûlâllah! İmân
nedir? diye sordu. Resûlüllah (S.A.V.):
-Allah'a, Allah'ın
Meleklerine, Kitabına, Allah'a kavuşmaya ve Peygamberlerine, bîr de son
dirilmeye inanmalıdır.» buyurdu. Adam: «Ya Resûlallâh! İslâm nedir?» dedi.
Resûlüllah (S.A.V.):
«İslâm: Allah'a ibâdet
etmen, Ona hiç bir şeyi şerik koşmaman, farz namazı ikaame etmen, farz olan
zekâtı vermen ve Ramazanı tutmandır» buyurdu. Adam:
«Ya Resulâllah! İhsan
nedir?» dedi. Resûlüllah (S.A.V.):
«Allah'a, Onu
görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir. Çünkü sen Onu görmüyorsan da O senî
muhakkak görür.» buyurdu.
«Yâ Resulâllah!.
Kıyamet ne zaman kopacak?» diye sordu. Resûlüllah (S.A.V.):
«Bu meselede sorulan
sorandan daha âlim değildir. Ama ben sana onun alâmetlerini söyleyeyim : Ne
zaman câriye, kendi sahibini doğurursa İşte bu kıyamet alâmetle tindendir. Ne
zaman çıplak, yalın ayak takımı, insanlara baş olurlarsa bu da onun alâmeti
erindendir. Ne zaman kuzu, oğlak çobanları yüksek bina yapmakta birbirleriyle
yarış ederlerse işte bu da onun alâmet-lerindendir. Kıyametin ne zaman kopacağı
Allah'dan başka kimsenin bilmediği beş gâib şeyde dahildir.» buyurdu.
Bundan sonra
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şu âyeti [34] okudu:
«Kıyametin ne zaman
kopacağını bilmek şüphesiz ki Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir, rahimlerde
olanları O bilir. Hiç bir kimse yarın ne kazanacağını bilemez; hiç bir kimse
de nerede öleceğini bilemez. Muhakkak Allah hakkıyla bilen ve haberdar
olandır.»
Ebu Hüreyre
demiş ki:
«Sonra o adam dönüp
gitti. Arkasından Resûlttllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) — O adamı bana geri
çevirin! dedi.
Bunun üzerine ashab
geri çevirmeye kalktılar; fakat hiç bir şey gö-. remediler. (O zaman)
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
— O Cibril'dir.
İnsanlara dinlerini öğretmek içîn geldi,» buyurdular.
Hadis-i şerifde Allah'a
kavuşmaya imanla, dirilmeye iman, bir arada zikredilmiştir.
Bundan muradın ne
olduğu ulema arasında ihtilaflıdır. Bazılarına'göre Alîaha'a kavuşmak âhirete
göçmekle olur. Dirilmek ondan sonradır. O kıyamette olacaktır. Diğer
bazılarına göre Allah'a kavuşmak dirildikten sonra hesap verirken clacaktır.
Ancak Nevevi'nin beyanına göre bu kavuşmadan rnurad Allahü
Zül Celâl' 'görmek değildir. Çünkü
hiç bir kimse Allah'ı göreceğini yüzde yüz kestiremez. Onu görmek mü'minlere
mahsustur. İnsan son nefesde imanını kurtarıp kurtaramayacağını bilemez.
Dirilmenin «son» diye
vasıflanması, bazılarına göre beyan ve izâhda mübalağa ve bu meselenin son
derece mühim olduğunu göstermek içindir. Bir takım ulemaya göre ise dünyaya
gelmek birinci defa dirilmek, mahşere gitmek için dirilmek de ikinci defa
dirilmektir. Son dirilme diye kayıtlanması bundandır.
«İslâm : Allah'a
ibâdet etmen, ona hiç bir şeyi şerik koşmaman... ilâh* cümlesi, hadîsin birinci
tarikindeki, ta'rifin ma'na i'tibariyle naklidir.
İbâdet: tevazu' ile
yapılan tâattir. Bir ihtimâle göre burada ondan murad: Allah'ı bilmek ve
birliğini ikrardır. Bu takdirde namaz, zekât ve orucu onun üzerine atfetmek,
bunları da islâmın ta'rifine almak içindir. Çünkü namaz, zekât, oruç ve emsali
henüz ibâdetde dâhil değildiler. İbâdet namına yalnız bu üçünün zikredilmesi
islâmm erkânı ve en büyük şeâiri oldukları içindir. Sair ibâdetler bunlara
mülhaktır.
Diğer bir ihtimâle
göre ibâdetten murâd: mutlak surette tâattir. Bu takdirde bütün islâmî
vazifeler ibâdette dahildir. Namaz, zekât ve orucun ibâdet üzerine atfı, şeref
ve meziyyetlerine tenbih için hâssı âmin üzerine atıf kabilindendir. KurJan-ı
Kerim'de ve ehâdis-i Nebeviyyede
bunun emsali çoktur.
Fahr-ı kâinat (S.A.V.)
efendimizin, Allah'a ibâdetten sonra: *Ona hiç bîr şeyi şerik koşmaman...»
buyurması, kâfirlerin ibâdetini redd içindir. Zira kâfirler sûret-i zahirede
Allah'a ibâdet ederler; fakat putları da ona ortak sayarlardı.
Namazın ikamesi:
bazılarına göre, onu devam üzere kılmaktır. Diğer bazılarına göre ise ikaameden
murâd: onu gerektiği gibi kılmaktır. Zâten ikaame: doğrultmak, dikmek ma'nasma
gelir. Namazı doğrultmak veya dikmek ise ta'dil ve erkânına riâyet ederek
kılmakla olur. Namaz hakkında kullanılan «Mektûbe» ile zekât hakkında
kullanılan «Mefrûza» kelimeleri müteradiftirler. İkisi de «Farz olan» manasına
gelir. Ayni lâfzın tekrarı hoş karşılanmadığı için müteradifi kullanılmıştır.
Bir de şeriat örfü âdetinde namaz hakkında daima «Kitab» ve «Mektûbe» zekât
hakkında ise ««Mefrûza» kelimeleri kullanıla gelmiştir.
Zekât hakkında
«Mefruza» veya «Farz» kelimelerinin kullanılması, onda bir çok takdirler
bulunduğundandır.
Hadis-i şerifte namazla
zekât farz kaydıyla zikredildiğine göre, nafileler imanın müsemmasma dahil
olmazlar. Maamafih bu meselenin ihtilaflı olduğu söylenir.
Ramazandan murad: Bu
ayda oruç tutmaktır. Hadîsin bu cümlesi cura-hur-u ulemaya delildir. Çünkü
onlara göre Ramazan ayı için yalnız «Ramazan» demekte hiç bir kerahet yoktur.
Bazıları bunu mekruh görmüş ve «Ramazan ayı» denilmesini lüzumlu
addetmişlerdir. Mesele inşallah, delilleriyle birlikte Oruç bahsinde
görülecektir. Resûlüllah (S.A.V.)'-in burada haccı niçin zikretmediği dahi
ileride görülecektir.
Bir hadis, burada
olduğu gibi iki tarikden rivayet edilir de rivayetlerin arasında bir birine
münâfât ve zıddiyet görülürse, yapılacak iş müna-sib bir şekilde onların
arasını bulmaktır. Burada da zahiren bir münâfât göze çarpmaktadır. Şöyle ki:
Birinci rivayette
kıyamet alâmetlerini soran Cibril (A.S.)'dir. İkincide ise bunları Peygamber
(S.A.V.) hiç sorulmadan söylemiştir- İki rivayetin arasını bulmak için
deriz ki: Cibril (A.S.) sormuş; Resûlüllah
(S.A.V.)'de: -Sana onun
alâmetlerini söyleyeyim» demiştir.
Ama birici rivayette
suâl zikredilmiş; ikincide suâl tekrarlamaya lüzum görülmeden yalnız cevap
rivayet olunmuştur.
Hadisde geçen «Eşrât»
kelimesi «Şarat»ın cem'i olup alâmetler manasınadır. Bazıları:
«Eşrât: Kıyamet
alâmetlerinin mukaddimeleridir.» demiş; bir takımları kıyametin küçük
alemetleri olduğunu söylemişlerdir. Bu ma'naların hepsi bir birine yakındır.
«Behm» koyun ve keçi
yavruları demektir. Bazılarına göre yalnız koyun yavrusu; diğer bazılarına göre
yalnız keçi yavrusudur. Hatta her hayvanın iki aylık doğan yavrusuna «Behm»
denildiği rivayet olunur. Müfre-di «Behme» gelir. Buhârî'nin rivayetinde bu
kelime «Bühm» diye zabt edilmiştir. Bu takdirde müfredi «Behim» gelir ki, kara
manasınadır. Hal1âbi'ye göre ise «Biihm» meçhul demektir. Sonra ayni kelimenin
mîmi hem kesre hem de zamme hareke ile rivayet olunmuştur. Kesre ile
harekeîendiğine göre kelime, üst tarafındaki «lbil»in sıfatı olur ve kara
develer manasına gelir. Zamme ile okunursa «Riâ»m sıfatı olur, ki kara çobanlar
demektir.
Bazılarına göre bu
kelimeyi çobanlara sıfat yapmak onların yoksulluğundan kinayedir. Hatta
bununla bütün araplarm kasdedilmiş olması ihtimalinden bahsedenler bile
vardır. Çünkü araplarm renkleri ekseriyetle
esmerdir.
Resûlüllah (S.A.V.)'in
okuduğu âyet sure-i Lokman'm sonun-dadır. Bu ayetde zikredilen beş şeyi Allah
'dan başka bilecek yoktur. Bunlara «Mugayyebat-ı Hams» derler mezkûr beş şey:
1- Kıyametin ne zaman kopacağı,
2- Yağmurun ne zaman yağacağı,
3- Hamilelerin,ne doğuracağı,
4- Yarın kimin ne kazanacağı,
5- Kimin nerede öleceği meseleleridir. Bu bâbta
Ebu Bekir îbn'İ- Arabi şunları
söylemiştir.
«Hiç bîr kimse bu
mugayyebâtm birini bildiğini iddia edemez. Bir kimse:
— Yarın yağmur
yağacak, yahud,
__Yarın şu olacak,
derse kâfir olur. Ve lev ki yağmur meselesinde bir
emareye istinâd etsin.
Çünkü Allahü Teâlâ bunlardan kıyametten maada hiç birine emare halk etmemiştir.
Rahimde ne olduğunu bilirim iddiasında bulunmak da böyledir. Meğer bu hususta
tecrübeye istin a d eyleye. Meselâ doktor: "Eğer ağırlık sağ tarafta ise
yahud memelerin uçları siyah ise, çocuk erkketir; aksi halde kız doğar"
demiş ola: Ama.
Yann güneş tutulacak,
demek bu kabilden değildir. Zira güneşin tutulması hesapla bilinir. Bununla
beraber avam tabakasına şüphe getireceği içîn ulemamız:
Böyleleri te'dib
olunur, demişlerdir.»
Hasılı ilim ve
tecrübeye dayanan tahminlere mugayyebâtı bilme hükmü verilemez. "!
6 (...) Bize
Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Bişr [35]
rivayet etti. (Dedi ki);
— Bize Ebû Hayyân
et-Teymî bu isnadla bu hadisin benzerini rivayet etti. Ancak onun rivayetinde:
« Eme kocasını doğurduğu zaman,» cümlesi vardır ki, cariyeleri kasdeder.
Serâriy yahud serarî:
Seriyyenin cem'idir. Serîyye: Cima' için tahsis edilen câriyedir.
7 (10)- Bana
Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, Umâ-ra'dan — ki
İbni'l-Ka'kaa'dır [36] — o
da Ebu Zür'a'dan, o da Ebu Hüreyre'-den naklen rivayet etti. Ebu Hüreyre şöyle
demiş:
KesulüHah (SalîaîîahU
Aleyhi ve Seîİem): «Sorun banal» dedi.
Ashab ona bir şey sormaktan çekindiler. Derken bir adam geldi; ve Resûlüllah
(S.A.V.)'in iki dizinin dibine oturarak:
«Ya Resulâllah! İslâm
nedir?» dedi, Resûlüllah (S.A.V.):
«Allah'a hiç bir şeyi
şerik koşmazsın; namazı dosdoğru kılarsın; Zekâtı verirsin ve Ramazanı
tutarsın.» buyurdu. Adam:
«Doğru söyledin» dedi
(tekrar;)
«Yâ Resulâllah! İmân
nedir? diye sordu. Resûlüllah (S.A.V.):
«Allah'a, Meleklerine,
Kitabına, Allah'a kavuşmaya ve Peygamberlerine, bir de öldükten sonra dirilmeye
inanman, bir de bütün kadere inanmandır.» buyurdu. Adam:
«Doğru söyledin.»
dedi. (ve):
«Ya Resulâllah! thsan
nedir?» diye sordu.,Resûlüllah (S.A.V.):
-AHah'dan, Onu
gorüyormuşsun gibi korkmandır. Çünkü her ne kadar en Onu görmüyorsan â& O
muhakkak seni görür.» buyurdu, O zât (yine):
«Doğru söyledin» dedi.
(Bu sefer):
«Ya Resulâllah!
Kıyamet ne zaman kopacak?» dedi. Resûlüllah (S.A.V.):
«Bu meselede sorulan
sorandan daha âlim değildir. Ama ben sana onun alâmetlerini söyleyeyim :
Kadının efendisini doğurduğunu görürsen işte bu kıyametin alâmetlerinden
biridir. Yalın ayak, çıplak, sağır, dilsiz takımını yer yüzünün hükümdarları
olmuş görürsen bu da onun alâmetlerinden d ir. Kuzu oğîak, çobanlarını binalar yapmakta yarış ederken
görürsen bu da onun alâmetlerindendir. Kıyametin ne zaman kopacağı AHah'dan
başka hiç bir kimsenin bilmediği beş gâib şeyde dahildir.» buyurdu. Bundan sonra Hesûlüllah (S.A.V.) şu
âyeti okudu: «Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek şüphesiz ki Allah'a mahsustur.
Yağmuru O indirir; rahimlerde olanları O bilir. Hiç bir kimse yarın ne kazanacağını
bilemez. Hiç bir kimse de nerede öleceğini bilemez. Muhakkak Allah en iyi bilen
ve haberdar olandır.» [37] Ebu
Hüreyre demiş ki:
Sonra o zât kalkıp
gitti. Arkasından Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîiem): «O adamı bana geri getirin.- dedi.
Derhal adam
araştırıldı. Fakat onu bulamadılar. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seltem):
«O Cibril'dir. Sizin
öğrenmenizi diledi. Çünkü siz sormadınız.»buyutdu. Resûlüllah (S.A.V.)'in: «Bana sorun!» buyurması ashaba canı
sıkıldığı içindi.
Çünkü ashab bir çok
sualler sormuşlardı. Hatta Peygamber (S.A.V.) bazılarının kendisini müşkül
mevki'de bırakmak için sual sorduklarını hissederek gadaba gelmiş; yüzü
kıpkırmızı olmuştu. İşte bu teessür ve iğbirar haleti içerisinde onlara:
«Sorun bana, sorun!
Vallahi şu yerimde bulunduğum müddetçe bana ne sorarsanız size ondan haber
veririm...» buyurmuşlardı. Hadisin tamamı ileride gelecektir.
Ashab bundan
korktular. Sual hususuna dair bir de âyet nazil oldu. Artık kimse sual sormaz
oldu. Teâlâ Hazretleri, Cibril (A.S.)'ı insanlara dinlerini öğretmek için o
zaman göndermiştir.
1- Âlim bir
zât, halkın muhtaç olduğu bilgileri kendisine sormalarını emredebilir.
2-
Sormadıkları takdirde kendisi onlara talimde bulunabilir. Çünkü Cibril
(A.S.) öyle yapmıştır.
Hadisde zikri geçen
sağır ve dilsizlerden murâd: El ayak takımı, câhil ve ahlâksızlardır. Zira
böyleleri A11ah'm kendilerine ihsan ettiği
kulak ve dil gibi âzâdan faydalanmasını bilmedikleri için âdeta sağır ve dilsiz
gibidirler. Ma'nâ şudur:
«El ayak takımının
hükümdar olması kıyamet alâmetlerinden biridir.» Bazıları bunu:
«Hükümdarın dünya
zevklerine dalarak el ayak takımı seviyesine düşmesi kıyamet
alâmetlerindendir.» şeklinde tefsir etmişlerse de birinci ma'-na daha doğrudur.
Çünkü hadisde hükümdarın sonradan bu sıfatı takındığına delil yoktur.
Müs1im'in üç tarikten
rivayet ettiği bu hadis «Cibril hadisi» nâ-mıyle meşhurdur.
8 (11)- Bize
Kuteybeti'bnü Said b. Cemil b. Tarif b. Abdillâh es-Se-kafî, Mâlik b. Enes'den,
ona da Ebû Süheyl [38]
tarafından babasından naklen okunan bir hadisi rivayet etti. Ebû Süheyl'in
babası, Talhatü'bnü Ubey-dillâh-ı [39]
şöyle derken işitmiş:
«Necd ahâlisinden saçı
darmadağın bir adam Resûlüllah (Salîaîlahii Aleyhi ve Sellem)'e geldi. Biz
sesinin mırıltısını duyuyor; fakat ne söylediğini anlayamıyorduk* Nihayet
Resulüllah (Sallaîîahü Aleyhi ve Seîîem) e yaklaştı. Meğer islâraın ne olduğunu
soruyormuş. Kesûlüllah (Sallaîîahü Aleyhi ve Sellem): «Gece ile gündüzde beş
(vakit) namazdır» cevabını ver. di. Adam:
«Bana bunlardan başka
namaz var mı?» dedi. Resulüllah (S.A.V.):
«Hayır! Ancak
kendiliğinden kılarsan o başka. Bir de Ramazan ayının orucu.» buyurdu. Adam:
«Bana bundan başka
oruç var mı?» diye sordu. Resulüllah (S.A.V.):
«Hayirl Ancak
kendiliğinden tutarsan o başka.»
buyurdu.
Kesûlüllah (Sallaîîahü
Aleyhi ve Sellem) ona zekâtı da söyledi. Adam:
«Bana bundan başka
zekât var mı?» diye sordu. Peygamber (S.A.V.):
«Hayır! Ancak
kendiliğinden verirsen o başka.» buyurdular.
Talha demiş ki:
— Az sonra o zât:
Vallahi bundan ne
ziyâde yaparım ne de noksan!» diyerek dönüp gitti. Bunun üzerine Resulüllah (Sallaîîahü
Aleyhi ve Sellem):
«Eğer doğru söyledi
ise felaha erdi.» buyurdular.
Bu hadisi Buharı,
Müslim, Ebû Davud ve Nesaî tahric etmişlerdir.
İmam Buhâri gelen
zatın Dımâm b. Sa'lebe olduğunu rivayet etmiştir. Ancak bazıları Buhâri 'nin
Hz. E n e s (R.A.)' dan rivayet ettiği o hadisle bu hadisin ayni ma'nada.
olmadıklarını, Buhâri hadisinde hacem da zikredildiğini söylerler. O zât
islâmın hakikatim değil, ibâdetlerini Öğrenmek istemişti. Bundan dolayı Peygamber (S.A.V.) ona Cibril
(A.S.)'a verdiği cevâbı vermemiştir.
Hadis-i şerif :
«Sesinin mırıltısı
duyuluyor; fakat ne söylediği anlaşılmıyordu.» şeklinde de rivayet edilmişse
de birinci rivayet daha meşhurdur. Keza «Deviy» kelimesinin «Düviy» şeklinde
de okunabileceği rivayet olunmuştur. Bununda birinci şekli daha meşhurdur.
Deviy: uğultu, gürültü
manalarmadır. Araplar gök gürültüsüne «De-viyyü'r-Ra'd» derler. Ba'zılanna göre
deviy: anlaşılmayan sestir; nitekim arı vızıltısına da «Deviyyü'n-Nahl» derler.
Gelen zâtın sesi
uzaktan konuştuğu için evvela anlaşılamamış; yaklaşarak konuşunca
anlaşılmıştır. Resulüllah (S.A.V.) kendisine bir ibâdetin farz olanını
bildirdikçe:
«Bana daha başkası var
mı?» diye sormuş o da kendisine:
«Hayirl Ancak
kendiliğinden yaparsan o başka.»
cevâbını vermiştir.
Buradaki istisna
Şiüilerîe diğer bazı ulemaya göre istîsna'-î münka-lı'dır. Ma'nâsı:
«Lâkin kendiliğinden
kılıp tutman senin için m üst eh ab olur.» demektir.
Binaenaleyh onlara
göre niyet edilen nâüle bir ibâdeti tamamlamak farz değil, sadece müstehabtır.
Hanelilerle Mâliküere
göre ise buradaki istisna muttasıldır. Ve ma'nâ şudur: «Sana başkası farz değildir. Ancak
niyetlenmiş olursan o başka.»
Şu halde niyet edilen
nafile bir ibâdeti tamamlamak onlara göre farzdır. Çünkü kaideye göre nefiden
istinâ yapmak o istisna edilen kısmı isbât olur. Burada nefi edilen şey, başka
nafilelerin farz olmasıdır. Niyet edilen nafileler ise istisna edilmişlerdir.
Binaenaleyh onlar zimmetde sabit ve onları tamamlamak farzdır. Soran o zâtın
«Vallahi bundan ne
ziyade yaparım ne de noksan» şeklindeki yeminine gelince; burada şöyle bir
sual hatıra gelebilir: Hayır yapmamaya yemin etmek şer'an yasak olduğu halde bu
zât bundan fazla ibâdet etmemeye nasıl yemin edebilmiştir? Hadis-i şerifde
bütün farzlarla şer'an yasak olan şeyler ve keza sünnetler müstehablar beyân
edilmemiştir. Şu halde zikredilenlerden başkasını yapmamaya yemin etmek,
onları kabul etmemek değil midir? Bu suâlin cevâbı şudur:
Ayni hadîsin Buhârî
'deki rivayetinin sonunda maksad güzelce izah edilmiş: ve:
«Resulüllah
(Sallaîîahü Aleyhi ve Sellem) o zâta islâmın şeriatlarını haber verdi.
Müteakiben adam:
— Vallahi ben Allahü
Teâlâ'nin bana farz kıldığı şeylerden hiç birini ziyâde ve noksan yapmam,
diyerek döndü gitti.» denilmiştir. Bu suretle farzları yapmayacağına değil.
Bilâkis onları noksansız yapacağına yemin etmiş olduğundan farzlar hakkındaki
işkâl ortadan kalkar.
Nafilelere gelince:
Bazılarına göre bu konuşma ihtimal nafile ibâdetler meşru' olmazdan önce vuku'
bulmuştur. Bir takımları:
«O zât bu sözü ile
ihtimâl farzların sıfatını değiştirmeyeceğine] meselâ öğlenin farzını beş rekât
kılmayacağına yemin etmiştir.» derlerj Fakat bu te'vil zaif görülmüştür.
Hatta:
«İhtimal hiç nafile
ibâdet etmemeye yemin etmiştir. Çünkü tarzları noksansız edâ eden "kimse
felâba erer.» diyenler bile olmuştur. Maamafih sünnetleri terk etmek şer'an
mezmumdur. Hatta sünnetleri terk;edenin şâhidliği bile kabul edilmez. Magrib
ulemasından bazıları buradaki yemini:
«Vallahi söyleneni
Öyle kabul ve tasdik ettim ki artık bu tasdiki ne artırır ne de eksiltirim.»
manasına mübalağaya hamletmişlerdirJıBu ha-disde olsun Kz. Ebu Hüreyre (R.A.) 'dan rivayet edilen Cibril hadisinde olsun hacdan
bahsedilmemiştir- Hatta bu babta vârid olan hadislerin bazısında oruç,
bazısında zekât da zikredilmemiş; buna mukabil bazı rivayetlerde sıla-i
rahimden bazılarında beş vakit namazdan bahsedilmiştir. Demek ki bu hadisler
imân edilecek şeylerin sayısı ile, o şeyleri isbât edip etmeme hususunda bir
birlerinden farklıdırlar. Bu cihete Kaadi I yaz ve başkaları cevap
vermişlerdir. Ayni cevab'ın İbn- i Salâh tarafından yapılan hulâsası şudur:
«Zikri geçen ihtilâf
hadîsin ResülüUâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den sâdır olup olmadığından
değil, râvîîerin belleyiş ve zabt farklarından ileri gelmektedir. Çünkü bazı
ravîler işi kısadan keserek yalnız kendi bellediği mikdarla iktifa etmiş;
başkasının rivayetine isbât veya nefi cihetinden hiç temas etmemiştir. Vakıa
onun bu hareketi hadîsin tamamı o kadardan ibâretmiş zannım verirse de diğer
mevsuk râvîîerin rivayetinden, onun rivayetinin tamam olmadığı; rivayeti o
kadarla bırakması, bütününü belleyemediğinden ileri geldiği anlaşılmıştır...»
9 (...) Bana
Yahya b. Eyyub [40] ile Kuteybetü'bnü Saîd'in
ikisi birden İsmaü b. Ca'fer [41] den,
o da Ebû Süheyl'den, o da babasından, o da Tal-hatü'bnü Ubeydillâh'dan, o da
Kehi(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadîsi Mâîik'în hadîsi gibi
rivayet etdiler. Şu kadar var ki, (burada) Talha şöyle demiş: Bunun üzerine
Resûlüllâh(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— Babasma and olsun, eğer doğru söyledi ise
felaha erdi,» yahud:
— Babasına and olsun, eğer doğru söyledi ise
Cennete girdi,» buyurdu.
Resûlüîlah (S.A.V.) bir hadîsinde :
«Kim yemin edecekse
Allah'a yemin elsin» diğer bir
hadislerinde: «Şüphesiz ki Allah size babalarınıza yemin vermeyi yasak eder.»
buyurmuşken burada kendisi niçin ayni şeyi yapmıştır diye bir suâl hatıra
gelebilir. Bu suâlin cevabı şudur: Babaya yemin, hakikatte yemin değildir.
Araplar söz arasında bunu söylemeyi âdet edinmişlerse de onunla yeminin
hakikatini kasd etmezler. Neni hadîsi, yemininin hakikatini kas-dedenler
hakkındadır. Çünkü hakiki yeminde kendisine yemin edilen şeyi büyütme ve onu
Allah'a benzetme ma'nası vardır.
Bazıları Resu1u11ah
(S.A.V.)'in bu y.mini, Allah 'dan başkasına yemin yasak edilmezden önce etmiş
olmasını muhtemel görürler. Bir takımları da:
«Babaya yemin,
Allah'dan başkasını ta'zim olacağı için yasak edilmiştir. Peygamber (S.A.V.)
hakkında böyle bir şey düşünülemez; binaenaleyh ona bu türlü yemin caizdir.»
demişlerdir. Yahud:
«Babasına and olsun,
eğer doğru söyledi ise cennete girdi»
cümlesi, ondan
önceki: «Felaha erdi» cümlesinin
tefsiridir. Bu cümle:
«İman-ı Kâmil için
şehâdet getirmek kâfidir. Günah işlemenin bir zararı yoktur. Zira şirkten
başka bütün günahlar affolunur.» diyen mürcie taifesine red cevâbı teşkil
etmektedir. Çünkü cennete girmek suretiyle felaha kavuşmanın, farz
ibâdetlerden hiç bir şey noksan etmemeye mütevakkıf olduğu bu cümle ile beyan
edilmiştir.
Bu hadîs, islâmın
erkânından bir rükn-i rekin olan namazın beş vakit olduğuna ve bu namazların
mükellef olanlar tarafından her gün, her gece kılınması icabettiğine delildir.
Başka hadîslerde namaz mutlak zikredilmiştir.
Vitir ve bayram namazlarının
vâcib olmadığına kail olan cumhuru ulemâ bu hadîsle istidlal ederler. İmam
A'zam Ebû Hanife ile bir takım ulema' vitir ve bayram namazlarının vâcib
olduğuna kaildirler.
Ramazan orucundan
maada hiç bir orucun farz olmadığı da bu hadîsin hükümleri cümlesindendir. Bu
cihet ittifâki ise de ramazan orucu farz kılınmazdan önce Âşûra orucunun farz
olup olmadığı ihtilaflıdır. İmam A'zama göre farzdı. İmam Ş â f i î'nin de bir
kavli budur. İkinci kavline göre Âşûra orucu mendub idi. Hadis-i şerif malda zekâttan
başka alınacak hak olmadığına da delildir.
10 (12)- Bana
Amru'bnü Muhammed b. Bükeyr en-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâşim b.
el-Kaasim Ebü'n-Nadr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. el-Mugira [42], SâbHMen,
o da Enes b. Malik'den naklen rivayet eyledi- Enes şöyle demiş:
ResulüllahfSallallahü
Aleyhi ve Seltem)'e bir şey sormaktan nehiy olunmuştuk. Bundan dolayı çöl
halkından aklı başında bir adam gelerek biz de dinlemek şartiyle Peygamber
(S.A.V.)'e sual sorması çok hoşumuza giderdi. Derken çoî halkından bir adam
geldi ve:
«Ya Muhammed! Bize
senin elçin geldi de şöyle bir lakırdı etti. Güya sen, Allah'ın seni Peygamber
gönderdiği iddiasında bulunuyormuşsun öyle mi?» dedi. Resûlüllah (S.A.V.):
«(Evet) doğru
söylemiş.» buyurdu. O zât:
Şu halde gök yüzünü
yaratan kimdir?» diye sordu. Resûlüllah (S.A.V.:
«Allah'dır.» buyurdu.
Adam:
«Ya yeri kim
yaratmıştır?.» dedi. Peygamber (S.A.V.):
«Allah» cevabını
verdi. Adam:
« (Peki) şu dağlan kim
dikti; ve onlarda her ne yarattı ise kim yarattı?» diye sordu. Peygamber
(S.A.V.) (yine):
«Allah» buyurdu. Adam:
«Öyle ise Gök yüzünü
ye yeri yaratan, şu dağlan diken Allah aşkına seni Allah mı gönderdi?» dedi.
Resûlüllah (S.A.V.):
«Evet» buyurdu. Adam:
«Hem senin elçin bize
günümüzle gecemizde beş namaz farz olduğunu söyledi?" dedi. Peygamber
(S.A.V.) :
«Doğru söylemiş»
buyurdu. (Yine) o zat:
«Öyle ise seni
gönderen Allah aşkına: Bunu sana Allah mı emretti?» dedi. Resûlüllah (S.A.V.):
«Evet» cevabını verdi.
Adam:
«Elçin bize,
mallarımızdan zekât vermenin farz olduğunu söyledi.» dedi. Peygamber (S.A.V.):
«Doğru söylemiş»
buyurdu. Adam:
«Seni gönderen Allah
aşkına: bunu sana Allah mı emretti?» dedi. Resûlüllah (SA.V.) (yine):
«-Evet» buyurdu. Adam:
«Elçin bize, yılda bir
Ramazan ayı orucunun farz olduğunu söyledi.» dedi. Peygamber (S.A.V.):
«Doğru söylemiş»
buyurdu. Adam:
«Seni gönderen Allah
aşkına: bunu sana Allah mı emretti?» dedi. Resûlüllah (S.A.V.):
«Evet» buyurdu. Adam:
«Elçin bize, yoluna
gücü yetenlerimize Beyti hacc etmenin farz olduğunu söyledi.» dedi. Peygamber
(S.A.V.):
«Doğru söylemiş»
buyurdular.
Enes demiş ki: Sonra o adam:
__Seni hak (din) ile
gönderen Allah'a yemin olsun ki, bu farzlardan
ne fazla yaparım ne de
eksik, diyerek dönüp gitti. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Yemin olsun, eğer bu
adam doğru söyledi ise mutlaka cennete girer.» buyurdular.
Hz. Enes
(R.A.) :
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e
bir şey sormaktan
nehiy olunmuştuk-* demekle »
«Çok şeyler sormayın...» [43]
ayet-i kerimesine
işaret etmiştir.
Bundan niçin
nehyedildiklerini az yukarıda görmüştük. Yine orada Peygamber (S.A.V.):
«Bana sorun.»
buyurmuştu. Hadîadeki «Sorun» emri ile ayetteki «Sormayın» nehyi bir birine
muarız gibi görünüyorsada hakikâtte ara- larmda hiçbir münâfât yoktur. Çünkü
sorulmaması istenilen şeyler ihtiyaç görülmeyen lüzumsuz suallerdir. Yoksa
lüzumlu suâli ayet-i kerime de yasak etmemiştir.
Sormak yasak
edildikten sonra ashab-ı kiramın çöl halkından birinin sormasına arzu etmeleri,
onlara henüz bu nehi ulaşmadığından ma'zur sa- yılacaklan içindir. Bir de çölde
yaşayanlar zaten kaba saba olurlar. Onların bu hâli sual sormak için bir
ma'zeret olabilir.
Ayrıca aklı başında
biri olmasını istemeleri, lüzumlu şeyler sorsun ve sormasını da becerebilsin de
herkes istifade etsin diyedir. Nitekim imam Mâiik hazretleri pek heybetli bir
zât olduğu için talebesi kendisine çok çok sual soramaz; yabancı biri gelsin
de sorsun diye beklerler-miş,
Hadîsde çölden geldiği
bildirilen zât D.mâm b, Sa'lebe 'dir. Bu zâtın vefat tarihi ihtilaflıdır.
Bazıları hicretten beş sene sonra olduğunu söylerlerse de yanlıştır. Çünkü o
zaman henüz hacc farz olmamıştı. Doğrusu dokuzuncu yılda vefat etmiştir. Zaten
insanların din-i İslama takım takım girmeye başlaması, Mekke'nin fethinden ve
Hevâ2in'in hezimetinden sonradır. Bu da dokuzuncu yılda olmuş hatta o yıla
«Sene-tü'I-Vüfûd», «Hey'etler Yılı» adı verilmiştir.
Hz. Dimam (R.A.)'in
Peygamber (S.A,V.)'e «Ya Mu-hammed» diye hitâb etmesi ihtimâl, ona adıyla
hitâbda bulunmanın yasak edilmesinden öncedir. Yahud da yasak edildiğini henüz
duymamıştır.
Dimâm (R,A.)'m huzur-ı
Nebeviye girerken müsîüman olup olmadığı da ihtilaflıdır. Hadîsin zahiri müsîüman
olduğunu gösteriyor. Resulü11ah (S.A.V.)'in huzuruna gelişi, onu görmek ve
evvelce öğrendiklerini sağlamlaştırmak içindir. Fakat İbni Abbâs (R.A.)'dan
gelen rivayette Dimam'm suallerini bitirdikten sonra şahadet getirdiği, sonra
kavminin yanma dönerek onlara islâmiyyeti arzettiği ve hepsinin müsîüman
oldukları kaydediliyor. İmam Buhâri Hz. Dimâm (R.A.)'in müsîüman olarak
geldiğine kaildir. Bu takdirde Resulülîah (S.A.V.)'e:
«Gökyüzünü kim
yarattı?» diye sorması ve diğer sualleri hakikatte suâl değil, takrirdir.
Şöyle ki:
1- Evvela:
«Gök yüzünü kim
yarattı?» diye mahlukatın yaratanını sorması güzel ve tertibli suâl sormayı
bildiğini gösterir.
2- Sonra gök
yüzünün ve yerin yaradanına yemin vererek Resulülîah (S.A.V.)'in onun Peygamberi olduğunu tasdike
zemin hazırlamak için: «Seni Allah mı gönderdi?» diye sormuştur.
3- Peygamber
(S.A.V.)'in risâletine iyice vâkıf
olduktan sonra onu Resul gönderene yemin etmiştir ki, bu iş akl-ı selime
vabeste güzel bir tertiptir.
4- Hadîsdeki
yeminler, ihtiyaç üzerine değil, meseleyi te'kid ve takrir kabilindendir.
Nitekim Teâ1a Hazretleri, de hiç bir ihtiyacı olmadiği halde Kur'an-ı Kerim'de
bir çok şeylere yemin etmiştir.
5- Hadîs-i
şerif, beş vakit namazın her gün ve gece tekrarlanacağına ve her sene ramazan
ayında oruç tutmanın farz olduğuna delildir.
6- İbni Salah:
«Mukallidin imâm sahihtir.* diyen ulemaya bu
hadîsin delil olduğunu söylemiştir.
Çünkü Peygamber (S.A.V.) Hz. Dimâm'in bir kişiden işiterek hiç delil aramadan
inandığı risâlet meselelerinde kendisini takrir ve tasdik buyurmuş:
«Benim peygamber
olduğumu anlaman için rou'cizelerîmi görmen ve kafi delillerle istidlal etmen
lâzımdı...» dememiştir.
7- Hadîs, haber-i vâhidle amel caiz olduğuna da
delildir.
8- Mühim işlerde ve müthiş haberlerde yemin
caizdir.
Bu hadîsin Buhâri'deki
rivayetinde Hz. E n e s (R.A.)*in şöyle dediği zikrediliyor:.
«Bir defa biz mescidde
otururken deve üzerinde gelen bir adam yanımıza girdi. Ve hemen deveyi
mescidin içine çökHirerek bağladı. Sonra:
— Muhammed hanginizdir?
diye sordu. Biz kendisine:
— Şu oturan beyaz zâttır, diye cevap verdik.
Adam:
— Abdülmuttalib'in oğlu mu? dedi. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem): Lebbeyk
«Sana icabet ettim»
buyurdu. Adam:
«Ben sana bir şeyler
soracağım ve biraz başını ağrıtacağım. Ama sakın bana darılma!» dedi.
Resulülîah (S.A.V.)
«Aklına geleni sor.»
buyurdular. Adam:
«Seni yaratan aşkına
sana soruyorum. Seni Allah mı gönderdi?» dedi. Resulülîah (S.A.V.):
«Evet» buyurdular...
Hadîsin bundan sonrası
M ü s 1 i m 'de olduğu gibidir. Buhâri rivayetinin delâlet ettiği ahkâm
şunlardır:
1- Hin-i
hacette sözü biraz uzatmak caizdir.
2- Câhilin
sualine sabru tehammül göstermek ve dini hususunda muhtâc olduğu bilgileri ona.
öğretmek lâzımdır.
3-
Büyüklerin huzurunda özür beyan etmek caizdir.
11 (.,.)-
Bana Abdullah h. Hâşim [44]
el-Abdi rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Behzi [45]
rivayet etti. (Dedi ki); Bize Süleyman b. el-Mugira, Sabit, [46] den
naklen rivayet eyledi. Sabit demiş ki:
«Enes: Biz Kur'anda
ResûHillah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'e (lüzumsuz) bir şey sormaktan
nehyolunmuştuk...» dedi; ve hadîsi bundan evvelki gibi rivayet etti.
Bu babta Ebu Eyyûb,
Ebû Hüreyre ve Câbir (R. Anhüm) hazeratmdan rivayet olunan hadîsler
görülecektir. Câbir hadîsini yalnız Müslim rivayet etmiştir. Diğerleri Buhari'de
de vardır.
12 (13)- Bize
Muhâmmed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Amru'bnü Osman [47]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mûsâ b. Talha [48]
rivayet etti. Dedi ki: Bana Ebu Ey-yub [49] rivayet
etti ki:
Resulüllah (Salîalîahü
Aleyhi ve Sellem) bir seferde iken önüne bir a'râ-bî çıkarak devesinin yedeğini
yahud yularım tutmuş. Sonra:
«Ya Re&ulallab:
Yahud Ya Muhammedi Beni cennete yaklaştıracak ve Cehennemden uzaklaştıracak
şeyi bana haber ver!» demiş. Ebû Eyyub diyor ki:
Bunun üzerine
Peygamber (S.A.V.) sükût buyurdu. Sonra ashabı i ra-sında göz gezdirdi ve:
— Yemin olsun tevftka m az har oldu; yahud:
— Yemin olsun hidâyete erdirildi, buyurdu. Ebu
Eyyûb diyor ki: Resulüllah (S.A.V.) o zata: «Nasıl demiştin?» diye sordu.
O da sorduğu şeyi
tekrar etti. Müteakiben Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah'a ibâdet eder;
ona hiç bir şey şerik koşmazsın. Namazı dosdoğru kılar; zekâtı verirsin. Sıla-İ
rahîmi de yaparsın. Deveyi bırak.» buyurdu."
A'râbî: Kırda, çölde
yaşayan demektir ki hazari yani şehirlinin zıd-dıdır. Nitekim arabî de aceminin
zıddıdır.
Kelâm ulemasının
ta'riüne göre tevfik: tâat için kudret halketmektir. Ma'siyet için kudret
halketmeye de hizlân derler. Şu halde :
-Tevfike mazhar oldu.»
cümlesinin ma'nası:
«Tâat işlemeye
muvaffak kılındı» demek olur.
«•Allah'a ibâdet
edersin...» cümlesindeki ibâdetten murad tevhidi ise namazı onun üzerine
atfetmek te'sis yani temel bir sözdür. Fakat ibâdetten murâd tâat ise bu atıf,
hâssı âmm üzerine atıf olur ki, hâssi iki defa zikretmekle onun şerefini
göstermeyi ifâde eder. Namaza niçin mektûbe, zekâta neden mefruza denildiğini
yukarıda görmüştük. Araplar hem Allah'a ibâdet eder hem de putlara taparlar;
onları Allah'a şerik sayarlardı. Bundan dolayı Peygamber (S.A.V.) a'râbiye
ibadeti tavsiye ettikten sonra ayrıca Allah'a şerik koşmamasını da tenbih
buyurmuştur.
Sıla-i rahim: akrabaya
iyilik ve yardım etmektir ki; icabına göre selâm göndermek, nafaka vermek
suretiyle geçimini kolaylaştırmak, ziyarette bulunmak ve hürmet göstermek gibi
şeylerdir.
Suâli soran zât,
Peygamber (S.A.V.)'den alacağı cevabı zorluk çekmeden anlayabilmek için
devesinin yularını veya yedeğini sımsıkı tutmuştu. Bu sebebîe Resulüllah
(S.A.V.) kendisine lâzım gelen cevabı verdikten sonra:
«Artık deveyi bırak»
buyurdular.
13 (...)-
Bana Muhâmmed b. Hatim ile Abdurrahman b. Bişr rivayet ettiler. Dediler ki:
Bize Behz rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Muhammed b. Osman b. Abdillâh b. Mevîıeb ile babası Osman, Mûsâ b. Talha'yi Ebu
EyyuVdan o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den dinlemiş olmak üzere
bu hadîsin bir benzerini rivayet ederken işittiklerini anlattılar.
Bu hadîsin bütün asıl
nüshalarında birinci tarikinde senedinde Amr b. Osman; ikinci tarikinde
Muhammed b. Osman zikredilmiştir. Halbuki râvi ikisinde de ayni zst olup ismi
Amr b. Osman'' dır. Ona Ş u ' b e yanlışlıkla bir defa Muhammed demiş ve bu
ismi bir daha böyle bellemiştir. Ş u ' b e 'nin bu vehmini bir çok hadis
uleması beyan etmişlerdir. Hadîsi Buharı imam Ahmed b. Hanbe1 ve Nesai dahi
rivayet etmişlerdir.
14 (...)-
Bize Yahya b. Yahya et-temîmî rivayet etti. {Dedi ki): Bize Ebu'l-Ahvas haber
verdi (H).
Bize Ebu Bekir b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû'l-Ah-vas [50] Ebu
İshâk'dan [51] o da Musa b. Talha'dan o
da Ebû Eyyub'dan naklen rivayet etti. Ebu Eyyub demiş ki:
Bir adam Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)'e gelerek:
«Bana bir iş göster ki
onu yaptığım takdirde beni cennete yaklaştırsın ve cehennemden uzaklaştırsm.»
dedi. Peygamber (S.A.V.):
«Allah'a ibâdet eder;
ona hiç bir şey şerik koşmazsın. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirsin.
Akrabana da iyilik edersin.» buyurdu.
O zât dönüp gidince
Resulüllah (SaliaUahü Aleyhi ve Selletn) :
«Eğer emrolunduğu
şeylere sımsıkı sarılırsa cennete girmiştir.»* buyurdu.
îbni Ebî
Şeybe 'nin rivayetinde:
«Eğer bunlara sımsıkı
sar ılırsa» buyrutmuştur.
Kulun cennete
girebilmesi, emrolunduğu şeyleri yapmasına ve yasak edilenlerden kaçmasına
bağlıdır. Binaenaleyh burada:
«Nehyolunan şeylerden
de kaçınırsa» cümlesi mukadderdir.
Maamafih ibâdetten
murâd tâat olduğuna göre böyle bir takdire lüzum da görülmeyebilir. Bu hadîs,
asıl nüshaların ekserisinde burada olduğu gibi
«Eğer emrolunduğu
şeylere sımsıkı aarılırsa..» şeklinde zabtolunmuştur. Hafız Ebû
Âmir el-Abderi
-Eğer kendisine
emrettiğim şeylere sımsıkı sarılırsa...» şeklinde rivayet etmiştir. Her iki
rivayet de sahihtir.
Resulüllah (S.A.V.)'in
bu hadîsde sıla-i rahimi, başka hadîslerde daha başka şeyleri zikretmesi,
soranların hâlini nazar-ı i'tibara aî-dığmdandır.
15 (14)-
Bana Ebu Bekir b. İshâk [52]
rivayet etti. {Dedi ki): Bize Af-iân [53]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vüheyb [54]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Saîd, Ebû Zür'a'dan, o da Ebu
Hüreyre'den naklen rivayet etti ki:
Bedevinin biri
ResuHillah(Saüallahü Aleyhi ve Sellem) fe gelerek:
__Yâ Resulâlîah! Bana
bir amel göster ki, onu yaptığım zaman cennete gireyim, demiş. Resulüllah
(S.A.V.):
-Allah'a ibâdet eder;
ona hiç bir şeyi şerik koşmazsın. Fara olan namazı dosdoğru kılarsın; farz
kılınan zekâtı verirsin. Ramazanı da tutarsın.»
buyurmuş. Bedevî:
__Nefsim kabza-i
kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, ebediy-
yen bundan ne fazla
bir şey yaparım; ne de eksik bırakırım, demiş, O dönüp giderken Peygamber (Sallailahii Aleyhi ve Sellem):
-Cennetlik bir adam
görmek isteyen şu zâta bakıversin!-buyurmuşlar.
Buhari şârihi Aynî
'nin beyanına göre gelen bedevinin adı ISa'd b. el-Ahram 'dır. Anlaşılan Peygamber (S.A.V.) >bu zatın sözünde durarak ibâdetine devam edeceğini ve cennete
gireceğini bilmiştir. Burada şöyle
bir sual hatıra gelebilir: Cennetle
müj-delenenler on zâttır. Bununla on bir olmuyorlar mı? Bu suâlin cevabı şudur:
Evet on bir oluyorlar;
fakat bir şeyi nassan bir sayı ile bildirmek o sayıdan fazla olamayacağına
delâlet etmez. Binaenaleyh .Resulüllah (S.A.V.)'in bir defa cennetliklerin on
kişi olduğunu beyan etmesi başka defa daha başkalarının da cennetlik olduğunu
müjdelemesine mâni' değildir. Nitekim Peygamber (S.A.V.) Hz. Hasan ve Hüseyn
(R.A.) ile ümmehat-i mü'minin olan zevcelerinin de cennetlik olduklarını
tebşir buyurmuştur.
1- Ulemadan
bazılarına göre Ramazan A11ah'in isimlerinden biri olduğu için Ramazan ayma
sadece Ramazan demek caiz değilsede bu hadîs onların aleyhine delildir. Yani
«Ramazan geldi; ramazan gitti» demekte bir beis yoktur.
2- Kelime-i
şehâdeü getirerek namaz, oruç ve hacc gibi ibâdetleri ifâ eden cennete
girecektir.
3- Bilmeyen
bir kimsenin bilene: «Cennete hangi amel sebebile girilebilir?» diye sorması
caizdir.
4- Dini
hususâtı bilenlere sormak lâzımdır.
5- Bütün
dinî vazifelerini hakkıyla îfa eden bir mü'min cennetle müjdelenebilir.
16 (15)-
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb [55]
rivayet etti. ler. Lalız Ebu Kureyb'indir. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye [56],
A'meş'den o da Ebû Süfyan'dan [57], o
da Cabir'den [58] naklen rivayet etti,
Câbir şöyle demiş:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e Nu'mân b. Kavkal geldi ve:
— Yâ Resulâllah! Ne
buyurursun? Farz namazı kıldığım, haramı haram ve helâli helâl bildiğim zaman
ben cennete girer miyim? dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
«Evet» buyurdular.
A'meş [59] lakabıyla
anılan Süleyman b. Mihrân müdellislerdendir. Müdellis bir râvînin «an
fülânm» diyerek rivayet ettiği hadîsle ihticâc olunamaz. Ancak o hadîsi başka
bir tarikten işittiğini tasrih ederse o zaman kabul edilir. Buhâri ile Müs1im'de
bu nevi'den görülen hadîsler râvînin başka tarikten işittiğine
hamlolunmuşlardır. Ebu Amr îbni Salâh'a
göre:
«Harami ds haram
tanırsam...» cümlesinden murâd iki şeydir.
Haramı haram i'tikad
etmek ve bir de onu yapmamak. Helâli helâl tanımakta ise sadece o şeyin helâl
olduğuna i'tikad etmek kâfidir.
Bu hadîs bütün imân
vazifelerine ve sünnetlere şamildir. Zira haramı haram, helâli helâl tanımak
şeriatın bütün emir ve nehiylerine uymaktan kinayedir.
17 (...)-
Bana Haccâc b. eş-Şâir ile el-Kaasim b. Zekeriyya [60] rivayet
ettiler. Dediler ki: Bize Ubeydullah b. Mûsâ [61],
Şeyban'dan [62], o da A'meş'den, o da Ebû
Salih ile Ebû Süfyân'dan onlar da Câbir'den naklen rivayet ettiler. Câbir:
Numan b. Kavkal:
— Ya Besulâllah!...
dedi, diyerek bundan evvelki hadîsin benzerini rivayet etmiştir. [63] Ebû
Salih ile Ebû Süfyân bu hadîse:
«Ve bunun üzerine hiç
bir şey katmazsam» cümlesini ziyade etmişlerdir.
Hz. Nu'man'ınbuve
bundan sonraki hadîslerde farz namazı kılmayı ve haramı haram, helâli helâl
tanımayı kabul ettikten sonra:
«Bunun Üzerine hiç bir
şey katmazsam...» diyerek bunlarla iktifa etmesi ihtimal müslümanhğı yeni
kabul ettiği içindir. Bu takdirde ona alışmak ve hayıra karşı kendinde bir
hırs ve gayret hasıl obuası için âdeta mühlet istemiş oluyor. Maamafih cihâd
gibi pek mühim hayır işleriyle meşgul olduğundan nafile ibâdetlere vakit
bulamayacağım anlatmak istemiş olması ihtimali de vardır.
18 (...)-
Bana Selemetü'bnü Şebîb [64]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize el-Hasen b. A'yen [65]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize M a'kil [66] —ki
İbni Ubey-dillahtir— Ebu'z-Zübeyr' [67]den,
o da Câbir'den naklen rivayet etti ki:
Bir adam Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sormuş. Ve:
— Ne buyurursun? Farz
namazları kıldığım, Ramazanı tuttuğum, helâli helâl, haramı haram tanıdığım ve
bunların üzerine hiç bir şey ziyâde etmediğim zaman ben cennete girer miyim?
demiş. Peygamber (S.A.V.):
«Evet- buyurmuş. Adam:
— Vallahi bunun
üzerine hiç bir şey ziyade etmem., demiş.
Hadîsin senedinde imam
Müslim (R.)'in Mâ'kıl b. Ubey-dil1ah yerine:
«Ma'kıl ki tbni
Ubeydülah'dır» demesi, rivayette «tbn» kelimesi bulun-madığmdandir. Kitabımızın
baş tarafında da görüldüğü vecihle böyle yerlerde Müs1im'in âdeti burada
olduğu gibi rivayete bir şey katmamak şartıyla izâhda bulunmakdır.
19 (16)-
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr el-Hemdânı rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Ebû Hâlid yâni Süleyman b. Hayyân el-Ahmer, [68] Ebû
Mâük el-Eşca'i'den [69] , o
da Sa'd b. Ubeyde'den [70] o da
İbni Ömer'den, [71] o da Peygamber
(Sallatlahü Aleyhi ve Sellemt'den naklen rivayet etti. Resûlüilah (S.A.V.):
«İslâm beş şey üzerine
kurulmuştur :1 - Allah'ın tevhid
olunması, 2 - Namazın kılınması, 3 - Zekâtın verilmesi, 4 - Ramazanın tutulması, 5 - Hacc üzerine.»
buyurmuşlar. Derken bir adam: [72]
«Rivayetin tertibi:
hacc edilmesi ve Ramazanın tutulması şeklinde değil midir?» demiş. İbni Ömer:
«Hayır; (Ramazanın
tutulması ve hacc edilmesi şeklindedir.) Ben bunu Resûlüilah (Saîhllahü Aleyhi
ve Sellem) 'den böylece işittim.» demiştir.
Temel başka onun
üzerine bina edilen şey başka olduğuna göre eğer bu hadîsdeki «İslâm» dan murad
Cibril hadîsinde zikri geçen şeyler ise ma'na:
«İslâm beş şeyden
kurulmuştur.» takdirindedir.
Çünkü İslâm bu beş
şeyin kendisidir. Yok islâm kelimesiyle daha umumi bir mâna yani din
kasdedilmişse o zaman bu kelime istiare olur. Yani din, beş rüknüyle birlikde,
beş direk üzerine kurulan çadırla temsil edilmiş demektir. Zira bu beş şey
dinin temelidir.
Asıl nüshalarda bu
hadîsin birinci ve dördüncü tariklerinde ki «Hamse» kelimesi müennes tası ile
yani şeklinde; ikinci ve üçüncü tariklerde ise (tâ) sız yani şeklinde
yazılmıştır. Hatta bazı mu'temed nüshalarda dördüncü tarikde bile (tâ) sız
zikredilmiştir. Bu rivayetlerin iki şeklide sahihtir, (tâ) ile rivayet:
«Beş rükün üzerine»
diye yahud buna benzer bir şekilde; (tâ) sız rivayet ise:
«Beş haslet» diye yahud benzeri bir şekilde tavsif olunur.
Keza birinci ve
dördüncü rivayetlerde oruç hacdan evvel; ikinci ve üçüncü rivayetlerde ise hacc
oruçtan önce zikredilmiştir. Hz. İbni Ömer (R.A.) bu hadîsi iki şekilde de rivayet
etmişken neden haccı oruçtan evvel zikreden o zâta karşı inkârda bulunduğu
ulemâ arasında ihtilaflıdır. İmanı Nevevi 'nin tahminine göre ihtimal İbni
Ömer (R.A.) bu hadîsi
Resûlüilah (S.A.V.)'den iki defa
işitmiş; ve bir defasında evvela haccı sonra orucu; diğerinde evvelâ orucu
sonra haccı zikretmiş; o da muhtelif zamanlarda hadîsi iki şekilde rivayet
etmiştir. Ancak o zât kendisine itiraz ederek haccın oruçtan önce söyleneceği
iddiasında bulununca Hz. îbni Ömer
(R.A.):
«Bilmediğin bir şey
hususunda bana i'tiraz ederek karşı gelme ve ; tahkik etmediğin şeye dil
uzatma! Bu hadisde oruç evvel zikredilmiştir. Ben bunu Eesûlüllah (S.A.V.)'den
böyle işittim...» demiştir; ki bu söz
kendisinin ayni hadîsi iki şekilde işitmiş olduğunu inkâr demek değildir.
İkinci bir ihtimal de İbni Ömer (R.A.)'m hadîsi Peygamber (S.A.V.)'den iki
vecihle işitmişken haccın evvel zikredildiği şeklini unutmuş olmasıdır. O zata
inkârda bulunması bundandır. Bu babdâ ü/erinde durulan en kuvvetli ihtimaller
bunlardır. Ayrıca muhaddisler-den
Ebu Amr İbni' s-Salâh şunları söylemiştir:
«İbni Ömer
(Radıyallahu Anhüma)'nm Resûlüilah (SaMlahü Aleyhi ve Seliem) 'den işittiği
şekli muhafaza ederek aksini kabul etmemesi (vav) in tertib iktiza ettiğine
delil olabilir. Nitekim Şâfüyye fukahasından bir çokîanyla bazı nahv
imamlarının mezhebi budur.»
(Vav) m tertib iktizâ
etmediğini söyleyenler —ki cumhura gorî muhtar olan kavil budur — :
İbni Ömer (R.A.)'mn bu
şekilde hareket etmesi (vav) tertib , iktizâ ettiği için değil, Ramazan orucu
hicretin ikinci yılında farz kılındığı, hacc farizası ise altıncı veya
dokuzuncu yılda nazil olduğu içindir. Tabiî ki ilk farz olanın hakkı evvel
zikredilmektir. İbni Ömer (Radıyallahu Anhüma) 'nm işittiği şekli muhafaza
etmesi bundandır, diye bilirler.
Haccın evvel
zikredildiği rivayete gelince: galiba bunu manâ itibariyle rivayeti caiz gören
biri yapmış olacak. Evvel zikredilmek icâbeden yahud daba mübim olan bir şeyi
sonra zikretmek arapçada çok vâki olduğundan takdim te'hir yapmak suretiyle
tasarrufta bulunmuştur. Bunu rivayet eden râvi İbni Ömer (R.A.)'nm ayni şeyi
yasak ettiğini de duymamıştır. Bunu iyi anla! Zira bu mesele ulema tarafından
beyan edildiğini görmediğim müşküllerden biridir.»
İbni's-Salâh'm sözü
burada bitti. Ancak onun bu mütalâasını imanı Nevevi iki verinle zaif buluyor.
Şöyle ki:
(1) Her iki
rivayet (yanî bir rivayette haccın diğer rivayette orucun tvvel zikredilmesi)
sahih olarak sübût bulmuşlardır. Ma'nâ itibariyle ikisi de sahihtir;
aralarında hiç bir münâfât yoktur. Binaenaleyh bu iki rivayetin birini iptal
etmek caiz olamaz.
(2) Böyle
bir yerde takdim te'hir ihtimaline kapı açmak hem râvi-lere hem de rivayetlere
dokunmak demek olur. Çünkü eğer böyle bir kapı açılırsa bize rivayet nâmına
i'timada şayan pek az şey kalır. Bunun butlanı ile üzerine terettüp eden mef
sedetlef ise meydandadır.
Ebû Avâne 'nin rivayetinde Hz. îbni Ömer (ît.
A.) o zâta: «Ramazan orucunu
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve 5e//emj'in ağzın-dai işittiğin vecihle
o beş şeyin sonuna bırak:» demiştir.
tbni's-Salâh bu
rivayetin Müslim rivayetine mukavemet edemeyeceğini söylemiş ise de Nevevi
bunun da sahih olması ihtimalinden bahsederek hadisenin ayrı ayrı, şahıslarla
iki defa vuku' bulmuş olabileceğini ileri sürmüştür.
20 (...)-
Bize Sehl b. Osman [73]
el-Askerî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Zekeriyyâ [74]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sa'd b. Târik rivayet etti. Dedi ki: Bana Sa'd b.
Ubeydete's-Sülemi, tbni Ömer'den o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'den naklen rivayet eyledi. Resulüllah (S.A.V.) şöyle buyurmuşlar:
«islâm beş temel
üzerine kurulmuştur: 1- Allah'a
İbâdet edilmek, Ondan başka (tapılan) şeylere de küfürde bulunulmak, 2- Namazın dosdoğruoru- kılınması, 3 - Zekâtın verilmesi, 4 - Beytin haccedi.rnesi, 5 - Ramazan cunun tutulması üzerine..*
Salât: lûgatta duâ
etmek, çantı sallamak, bir şeyi yumuşatıp doğrultmak ve ateşe sokmak veya
yaslamak ma'nalarma gelir.
Şeriatte: Erkân-ı
ma'lume ve ef'al-i mahsusa'dır ki, bu erkân ve fiillerin içinde salâtın büf n
lügat ma'nâlan mevcuddur.
Zekât: lûgatta
temizlik, büyüyüp gelişme, lâyık olma ve bolluk içinde yaşama ma'nalarma
gelir.
Şeriatte: Üzerinden
sene geçen nisâb mikdarı malın bir cüzünü iâşimî olmayan bir fakire vermektir.
Zekâtta da kelimenin lügat n a'na-lan mevcuddur.
Hacc: lûgatta,
kasdetmek ma'nasınadır. Şer'an: İbâdet için Mîkke'yi kasdetmek olup: Vakt-i
mahsusda mekân-ı mahsusu kasd-i mahsustur diye tâ'fif edilir.
Savın: lûgatta
yemekten kesilmek, yememek, susmak, rüzgârı ı sakinleşmesi gibi bir çok
ma'nalara gelir.
g Şeriatte: Niyetli
olmak şartıyla gündüzün yiyip içmekden ve cima*
etmekden kendini
tutmaktır.
Salâtın ikâmesi:
namazı bütün erkân ve şartlarına riâyet ederek kılmaktan kinayedir.
ttâ-i zekât ve savm-ı
ramazan terkipieriyle haceda hazifler vardır.
Bunların asılları:
«Zekâtı miistehik olanlara vermek,-
«Ramazan ayının
orucunu tutmak»
«Beyti hacc etmek»
takdirindedirler.
Terkiblerdeki
izafetler de hükmün sebebine izafeti kabilindendir. Çünkü hacem sebebi Beyt
yani Kâbedir. Bundan dolayıdır ki sebebi tekerrür etmediği için hacc da
tekerrür etmeyip bir kişiye ömründe bir defa farz olur. Orucun sebebi aydır.
Ayı görmek her yıl tekerrür ettiği için oruçda her sene tekrarlanır.
21 (...)-
BizeUbeydüllah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Âsim —ki İbni Muhammed b. Zeyd b. Abdil-lâh b. Ömer'dir — babasından
naklen rivayet etti. Dedi ki: Abdullah şunları söyledi:
Resulü 11 ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): buyurdular.
İslâm beş teme!
üzerine kurulmuştur: 1 - Allah'dan
başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve Resulü olduğuna şehadet
etmek, 2 - Namazı kılmak, 3 - Zekâtı vermek, 4 - Beyti haccetmek, 5
- Ramazan
orucu üzerine.»
Bu hadislerin
zahirlerine bakılırsa beş şeyden birini terk eden kimsenin müslüman olamayacağı
anlaşılırsa da hakikatde bunlardan birini terk edenin dinden çıkmadığına icmâ-ı
ümmet vardır. Vâkıâ imam Şafiî ile imam Ahmed b. Hanbel'e göre namazım kılmayan
kimse öldürülürse de bu ceza küfür ettiği için değil bir hadd-i şer'i olmak
üzere verilir. İmam Ahmed'le bazı Mâlikilerden bir rivayete göre namazını
kılmayan kimse küfrettiği için öldürülür; fakat bu rivayet
icmaı bozacak
mahiyette değildir.
-«Bir kimse kasden bir
namaz terkederse muhakkak kâfir olur.» hadis-i şerifi zecir ve tehdide
hamlolunmuştur.
Yahud: namazı
terketmeyi helâl i'tikad ederse, diye te'vü olunmuştur. Buradaki küfürden,
küfran-ı ni'met ma'nası kasdedilmiş de olabilir.
Mezkûr beş şeyin
farz-ı ayın olduklarıdır. Binaenaleyh bunlardan hiç biri, bazı kimselerin eda
etmesiyle diğerlerinden sakıt olmaz.
22 (...)- Bana
İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti, (Dedi ki): Bize
Hanzale [75] rivayet etti. Dedi ki:
İkrimetü'bnü Hâlid'i [76]
Tâvûs'a şunu rivayet ederken. işittim:
— Bir adam Abdullah b.
Ömer'e:
«Sen gaza etmiyor
musun?» demiş. İbni Ömer (R.A.): «Ben Besulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'i:
«Şüphesiz ki islâm beş
teineİ üzerine kurulmuştur: 1-
Allah'dan başka hiç bir ilâh olmadığına şehâdet, 2 - Namazı kılmak, 3 -
Zekâtı vermek, 4 - Ramazanı tutmak, 5 - Beyti hacc etmek (temelleri
özerine) » derken işittim,
cevabım vermiş.
Beyhaki îbni Ömer
(Radıyallahu Anhüma) 'ya suâl soran zâtın
Hakîm namında bir adam olduğunu
söyler.
İbni Ömer hazretlerinin
kendisine bu şekilde cevap vermesi onun cihâdı farz-ı ayın i'tikad ettiğim
anladığı içindir. Halbuki cihâd farz-ı kifâyedir. Bunu kendisine hadîsle
anlatmak istemiştir. Zaten nefs-i hadisde cihâdın zikredilmemesi ya farz-ı
kifaye olduğundan yahud o gün henüz cihâd farz kılınmadığındandır. Hadîsde
zikredilen beş şey ise farz-ı ayındırlar. Ulemâdan Davûdî'nin beyanına göre
cihad evvelâ farz-ı ayn olarak meşru' kılınmış; Mekke 'nin fethinden sonra
kâfirlerden uzakta yaşayan müslümanlardan bu farz sakıt olmuş; kâfirlere yakın
bulunanlara cihâd farz olarak kalmıştır. Hz. îbni Ömer (R.A.) ile Süfyari-ı
Sevri ve İbni Şübfüme'ye göre cihâdın farz olmadığı rivayet edilir. Ancak
düşman hücum eder de islâm hükümdarı müslümanlara cihadı emreylerse onlara
göre de cihad herkese farz olur. Mamafih bu onlardan gelen bir rivayettir.
İhtimal diğer bir kavle gere onlar da cihâdın farz olduğuna kaildirler. Bu
suretle cihâdın farziy-yetine icma-ı ümmet de vaki' olmuş ve bu mühim vazife
kitab, sünnet ve icma'ı ümmet ile muhkem bir farize halinde meşru kılınmıştır.
Şayet bu zevatın cihadın farz değil mendûb olduğuna kail bulundukları rivayeti
doğru ise te'vîli gerekir ve: «Onların muradı cihadın farz-ı ayın olmadığını
beyandır.» denilir. Tafsilât fıkıh kitaplanndadır.
Burada bazı sualler
hatıra gelebilir şöyle kir
1- İslâmın
şartlarını bildiren bu hadîslerin bazılarında:
"Allah'dan başka
ilâh olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve Resulü olduğuna şehâdet
etmek-denildiği halde neden diğer bazılarında bunun yerine: «Allah'ın tevhİd
olunması» veya: «Allah'a ibâdet edilmek» denilmiştir.
Bu suâle cevaben
bazıları, birinci hadîsin lâfzan, diğerlerinin ise manan nakledildiğini ve
farkın bundan ileri geldiğini söylemişlerdir. Alim bir zâtın hadîsi ma'nen
nakli meselesi ulema arasında ihtilaflıdır. İmam Mâ1ik'e göre caiz değildir.
Ekser-i ulema bunu caiz görürler. Fakat hadîsdeki lâfızların yerlerini ve
terkiplerini bilmeyenlerin, ma'nâ itibariyle hadîs rivayet etmeleri bilittifak
haramdır.
2- Bu
hadislerde beş şeyin dinin temeli olarak gösterilmesinin vec-hi nedir?
Cevap: Çünkü ibâdet yâ
sözlü yahud sözsüz olur. Sözle edilen ibâdet Kelime-i şehadettir, sözsüz ibâdet
de ya terk ya fiille olur. Terk suretiyle edilen ibâdet oruçtur. Zira oruç
yeyip içmeyi ve cimâı terk etmekle tahakkuk eder. Fi'li ibâdetler de ya bedenle
yapılır; yahud mal ile veya her ikisiyle eda edilir. Bedenle yapılan ibâdet
namazdır. Mal vermek suretiyle yapılan zekât, her ikisiyle eda edilen de
hacc'dır.
3- Bu
hadîslerde peygamberlerle melekler ve diğer inanılması icâb-eden şeyler neden
zikredilmemiştir? Halbuki bunlar Cibril hadîsinde zikredilmişlerdir.
Cevap: Çünkü
şehadetten murâd: Peygamber (S.A.V.) ı ve onun getirdiği her şeyi tasdik ve
kabuldür. Bittabi bu, i'tikad edilmesi gereken her şeye şamildir. Hadîs-i
şerif dinin erkânını bildiren pek büyük bir esastır.
'Bubâbta İbni Abbâs
(R.A.) ile Ebu Saîd-i Hudrî (R.A.)'dan rivayet edilen hadîsler vardır. İbni
Abbâs hadîsini Buhâri'de rivayet etmiş; Ebû Saîd hadîsini ise yalnız Müs1im
tahrîc eylemiştir.
23 (17)-
Bize Halef b. Hişâm [77]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Haramâd b. Zeyd, Ebû Cemre'den [78]
naklen rivayet etti. Sbû Cemre: İbni Ab-bûs'tan işittim, demiş. H.
Bize Yahya b. Yahya
dahi rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Abbâd b. Abbâd, [79], Ebû
Cemre'den ,o da İbni Abbâs'tan naklen haber verdi. İbni Abbas şöyle demiş :
Abdiilkays hey'eti
Resûlüllâh (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellent) *in huzuruna gelerek:
— Yâ Resulâllah! Şu
mahalle sakinleri bizler, Rabîa'mn bir koluyuz. Seninle aramıza Mudar kâfirleri
girmiştir. Bu yüzden sana ancak haram, aylarda gelebiliyoruz. İmdi bize öyle
bir şey emret ki onunla hem kendimiz amel edelim hem de bizden sonrakileri ona
da'vet ey ley elim; dediler. Besulüllah (S.A.V.) şöyle buyurdular:
«Size dört şey
emrediyor; dört şeyden de sizi nehyediyorum : 1 - Allah'a İmanı, (sonra bunu
kendilerine tefsir ederek) Atlah'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in
Resulüllah olduğuna şehâdeti; 2 - Namazı kılmayı; 3 - Zekâtı vermeyi; 4 - Bir
de aldığınız ganimetlerin beşte birini vermenizi (emrediyorum). 1 - Dubbâ'dan,
2 - Han tem'den, 3 - Nakir, 4 - Mu-kayyer'den de sîzi nehyediyorum.»
Halef kendi rivayetinde:
«Allah'dan başka ilâh
olmadığına şehâdeti...» ifadesini ziyâde etmiş ve bir parmağını yummuştur.
Nevevi'nin beyanına
göre hadîs ilmini bilmeyenler:
«Bu hadîsin isnadını
Müslim lüzumsuz uzatmış; halbuki böyle yerlerde gerek' kendisinin gerekse sair
muhaddislerin âdeti silsileyi kısaltarak:
— Hammad ile
Abbâd'dan, onlarda Ebû Cemre'den, o da İbni Abbas'-dan naklen rivayet
olunmuştur, demektir, şeklinde bir iddia da ortaya atabilirler* Fakat bu iddia
bir vehimden ibarettir. Çünkü muhaddisîerin iki rivayeti birleştirmesi ancak
râvilerin sözü birbirlerinin ayni olduğu zamandır. Burada öyle değildir. Hanım
âdın Ebû Cemre'den rivayetinde:
— İbni Abbâs'tan işittim, denilmiş; Abbâd'ın
Ebû Cemre'den rivayetinde ise;
— İbni Abbâs'tan
rivayet olunmuştur, ifâdesi kullanılmıştır. Binaenaleyh her iki râvinin
rivayetini olduğu gibi zikretmek gerekir. İmam Müslim bu gibi inceliklere son
derece dikkat eder.» Nevevi , talebenin İde dikkatli olmasını tenbih
etmektedir.
Bu hadîsi Buhâri,
Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesaî muhtelif yerlerde tahric etmişlerdir.
Vefd: Mühim şeyler
görüşmek üzere büyüklerin huzuruna gönderilmek için seçilen cemâattir. Müfredi
(Vâfid) tir. Bazılarına göre vefd de-mlebi:_nek için uzaklardan gelmiş olmaları
şarttır. Yakından gelenlere vefd denilmez.
Abdülkays kabileleri
içinde Peygamber (S.A.V.'e ilk gelen hey'et budur ve Mekke 'nin fethedildiği
sene gelmiştir. Hey'e-tin başında el-Eşeccü'l -Aşarî lâkabını taşıyan el-Mün-i
r b. Âiz bulunuyordu. Bunların kaç kişi oldukları ihtilaflıdır. Bir rivayette
on dört, diğer bir rivayete göre on üç süvari imişler. Kırk kişi oldukları dahi
rivayet olunmaktadır. Hatta hadîsin muhtelif rivayetleri bir araya getirilince
ayni hey'ete dahil olanların sayısı kırk beşe yükselmektedir. Binaenaleyh
muayyen bir aded üzerinde durmak sahih görülmemektedir. Zâten Buhârî ile Müs1im
bu sebebten hadîsi muayyen bir adedle tahriç etmemişlerdir.
Bu hey'etin Peygamber
(S.A.V.)'e gelmesinin sebebi şudur: Münkız b. Hayyan namında bir zât câhiliyyet
devrinde Medine'ye ticaret mallan getirirdi. Bu işe hicreti Nebiy (S.A.V.)'den
sonra da devam etti. Bir gün Münkız bir yerde otururken yanından Resulüllah
(S.A.V.) geçti. Münkız onu görünce hemen ayağa kalktı. Peygamber (S.A.V.)
kendisine iltifatta bulundu; ve kavminin hal'ü şanını sordu. Sonra eşraf
takımının birer birer isimlerini söyleyerek ne vaziyette olduklarını sordu.
Bunun üzerine Münkız (K.A.) derhal müslüman oldu; ve Fatiha ile Alâk sûrelerini
öğrendi. Bilâhare Hecer tarafına gitti. Resulüllah (S.A.V.) onunla Abdülkays
kabilelerine bir mektup gönderdi. Münkız (R,A.) mektubu götürdü. Ve bir kaç
zaman yanında gizledi ise de sonra karısı onu buldu. Münkız'm karısı el-Münzir
b. Âiz'in yani Peygamber (S.A.V.) 'e gelen hey'etin reisi el-Eşecc'in kızı
idi. Hz. Münkız (R.A.) namaz kılar; Kur'an okurdu. Karısı bundan
kuşkulan-nııştı. Keyfiyeti babasına açarak;
«Kocam Medine'den
geleli esrarengiz bir hâl aldı. Ellerini ayaklarını yıkıyor — Kıbleyi göstererek
— şu tarafa dönüyor; ve kimi belini eğilti-yor; kimi yere kapanıyor. Oradan
geleli âdeti budur.» dedi. Bunun üzerine babası, Hz. Münkız (R.A.) ile
buluştu; ve bu meseleyi görüştüler. Neticede E ş e c c 'in kalbine islâmiyyet
yerleşti. Sonra Resulüllah (S.A.V.)'in mektubunu kavmine götürdü. Mektubu
kendilerine okuyunca hepsi müslüman oldular; ve Resulüllah (S.A.V.)'in yanma
gitmeye ittifak ettiler. Evvela mevzu'u bahsimiz heyet yola çıktı.
Bunlar Medine'ye yaklaşınca Peygamber
(S.A.V.) yanındakilere:
-Size çarklıların en
hayırlısı olan Abdülkays hey1eti içlerinde el-Eşec-cü'i-Asari olduğu halde
ahîdlerini bozmadan, değiştirmeden ve şüpheye düşmeden gelmiştir...» buyurarak
onların geldiklerini haber verdi.
Gelen hey'etin
kendilerini Rabia kabilesinden diye takdim etmeleri Abdülkays, Rabia
kabilesinin bir dalı olduğundandır. Bunlar Bahreyn taraflarında yaşarlardı.
Kendileriyle Medine arasında Mudar kabilesi bulunuyordu. Mudar kabilesi aslında
Rabia'nm kardeşi olmakla beraber henüz müşrik idiler. Bu sebebten Rabia'lılar
kolay kolay Medine'ye gidemiyor; oraya gitmek için haram ayların gelmesini
bekliyorlardı. Çünkü kâfirler o aylara hürmeten onlarda harb etmezlerdi. Müslümanlar
da bundan bilistifade Medine-i
Münevvere'ye
Resulüllah (S.A.V.)'in
yanma giderlerdi. Hadîsdeki:
cümlesinde nahiv
ilmine göre ihtisas vardır. Mansub oluşu bundandır, Cümle:
«Bizler, şu kabile, Rabîamn bir kolu-
yuz.» takdirindedir.
Hayy:
aslında kabilenin oturduğu yerin ismi yani mahalledir. Sonra bu isim kabileye
verilmiştir.
terkibindeki
izafet Küfe ulemasına göre mevsufu
sıfatına izafet
kabîlindendir. Bu onlara göre caizdir. Fakat Basra 'lılara göre caiz değildir.
Onlara göre burada cümlede mahzuf vardır. Terkib:
«Haram olan vaktin
ayı» takdirindedir. Buradaki terkibde şehr kelimesi müfred kullanılmışsa da
maksad cins itibariyle bütün haram aylardır. Nitekim bazı rivayetler:
«Haram aylan» diye
cem'i suretinde' zikredilmiştir.
Haram ayları:
Zülka'de, Züîhicce, Muharrem ve Receb'tir. Bu hususta ulemanın ittifakı
vardır. Yalnız mezkûr ayların nasıl sayılacağında ihtilâf etmişlerdir.
Bazılarına göre Muharrem'den başlayarak Receb, Zülka'de ve Züîhicce denilir.
Medinellier Zülka'de'den başlayarak Züîhicce, Muharrem ve Receb diye sayarlar.
Ekseri ulemanın bu kavli tercih ettikleri söylenir.
Haram aylarda
harbetmek tâ Hz. İbrahim (S.A.V.) zamanında haram kılınmıştır. Bu tahrîm
îslâmiyetin ilk zamanalrına kadar devam etmiş; nihayet Receb ayında harp helâl
kılınmış; diğerlerinde yine haram
olarak kalmıştır.
Hatta bazılarına göre Eeceb ayında bile haramdır. Bunun sırrı, emniyeti
sağlamaktır.
FAİDE: Arabî
aylardan yalnız Muharrem'in başına harf-i ta'rîf getirilerek el-Muharrem
denilmiştir. Diğerleri harf-i ta'rifsiz kullanılırlar. Keza aylardan üçü yani
Ramazan, Rebîülevvel ve Rebiülâhir şehr kelimesinin izâfetiyle Şehr-u Ramazan
ilâh... şeklinde kullanılır.
Şehr : ay demektir.
Aya bu ismin verilmesi ma'lûm ve meşhur olmasındandır. Bu hadîsi gerek Müslim
gerekse Buharı muhtelif lâfızlarla rivayet etmişlerdir. Hatta
bazı rivayetlerde hacc, bazılarında oruç zikredilmemiştir. Bunları müşkil
sayanlar olmuşsa da ehl-i tahkik ulemaya göre burada işkâl yoktur. Asıl
işkâl Resulüliah (S.A.V.) : «Size dört
şey emrediyorum» buyurmuş olduğu halde ekseri rivayetlerde beş şey
zikredilmesindedir. Ulema bu müşküle muhtelif cevaplar vermişlerdir. Mezkûr
cevaplar içinde en ziyade kabule şayan olanı îbnİ Battal'in
Sahih-i Buharı şerhinde verdiği şu cevaptır :
* «Resulüliah (S.A.V.)
onlara va'dettiği dört şeyi emir buyurmuş; sonra ayrıca bir beşinciyi yani
beşte bir meselesini ziyade etmiştir. Çünkü gelen hey'et Mudar kâfirlerine
komşu yaşıyorlardı. Bu sebebten hepsi cengâver ve ehl-i ganimet kimselerdi.»
Ebu Amr
İbni Salâh dahi buna yakın izahatta bulunmuş
ve şöyle demiştir :
Peygamber (S.A.V.)'in
o hey'ete tekrar imânı emretmesi, söyleyeceği dört şeyi anlatmak ve onları
imân diye tavsif etmek içindir. Ondan sonra dört şeyi: iki şehâdet, namaz,
zekât ve oruçla tefsir buyurmuştur.»
Görülüyor ki bu hadîs,
islâmın beş temel üzerine kurulduğunu ifade eden hadîse ve Cibril hadîsinde
islâmın beş şeyle tefsir edilmesine muvafıktır. İslama iman da denilebüdiği;
imanla islâmın. bazen ayni ma'naya hazan da ayrı manalara geldikleri yukarıda
görülmüştü.
İbni Salâh
bundan sonra hulasaten şunları söyler : «Bu hadîsde haccın
zikredilmemesi o zaman henüz hacc farz kılınma-dığındandır denilmiştir. Fakat
ayni rivayette orucun zikredilmemesi ra-vinin ihmalindendir. Yâni
Peygamber (S.A.V.)'den sâdır olma
ihtilaftan değil, râvîlerin belleyiş ve zabıt hususundaki farklardan doğan
ihtilaftandır. «Ganimetin beşte birini
vermeniz...» ta'biri üzerine ma'tuf
değildir. Zira bu takdirde va'dedilen dört şey beş olmuş olur. O ancak: üzerine
atfedilir. Ve bu suretle dört şeye izafe ve ilâve edilmiş olur. Yani size dört
şeyi ve bir de beşte bir meselesini emrediyorum, demek olur. Hadîsin bu cümlesi
ganimet mallarınm beştebirini vermenin farzolduğunu ifade etmektedir. Bu
bâbtaki tafsilât inşallah yeri gelince verilecektir.
Dübbâ', hantem, nakir
ve mukayyerden nehiy buyurulmasma gelince: Dübhâ': Kuru kabaktan yapılan
kaptır.
Hantem:
Yeşil küpler demektir. Müfredi hanteme gelir. Ekseriyetle lügat, hadîs ve fıkıh
ulemasının kavli budur. Diğer bir kavle göre her nevi' küplere hantem derler.
Abdullah b, Ömer'le Said b. Cübeyr
ve Ebu Seleme
hazerâtı bu manaya kaildirler.
Üçüncü bir kavle göre
hantem, Mısır 'dan getirilen içleri ziftli küplerdir. Bu ta'rif Hz. Enes b.
Mâlik (R.A.) ile İbni Ebî Leylâ 'dan rivayet olunmuştur. Hatta İbni Ebî Leylâ
bu küplerin kırmızı olduklarını söylemiştir. Dördüncü kavil Hz. Âişe (R.A.)'dan
rivayet olunmuştur. Buna göre hantem, boğazlan yan taraflarında olan kırmızı
küplerdir, ki bunlarla Mısır 'dan şarap getirilir. Beşinci kavil yine İbni Ebî
Leylâ 'dan mervîdir. Bu kavle göre hantem, ağızları yan taraflarında bulunan küplerdir,
ki bunlarla Tâif 'ten şarap getirilir. Halk bu küplere şıra koyar: onu şarabrt
koku-turlardı. Altıncı kavle göre hantem kılla karışık kan ve çamurdan yapılan
küplerdir. Bu kavil Ata 'dan rivayet olunmuştur. Hantem hususunda daha başka
kaviller de vardır.
Nakîr :
Hadîsin son rivayetinde İzah olunduğu vecihle içi oyulmuş hurma kütüğünden
yapılan kaptır.
Mukayyer :
Ziftli kap demektir. Buna müzeffet de derler. Bu dört nevî' kabın yasak
edilmesinden murâd, onlara şıra koymamaktır. Çünkü kap eskiden içtiği şarabı
şıraya kusacağı için böyle kaplara konulan şıralar da necis olur. Ve şer'an
mal olmaktan çıkar. İşte mevzu'u bahis kaplar bu suretle mal itlafına ve şıra
zanmyle şarap içmeye sebeb olacakları için kullanılmaları yasak edilmiştir.
Deriden yapılan kaplara ise şıra koymak yasak değildir. Zira deriden yapılan
tulumlar ince oldukları için içindeki şıranın şarap olduğu kolay anlaşılır.
Hatta içindeki şıra şarap olunca ekseriya bu gibi kaplar patlarlarmış.
Ancak bu yasak sadrı
islâmda bir müddet hüküm ferma olduktan sonra Büreyde hadîsi ile neshedilmiştir.
Ebu Hanife ile Şafii'nin ve cumhuru ulemanın kavli budur. Hattâbi:
«Nesha kail olmak en
doğru sözdür.» demiş; ve bazı ulemanın hâla tahri-min bakî olduğuna kail
bulunduklarını söyledikten sonra imam Mâlik ile imam Ahmed b. Hanbel ve
İshak'ında bunlar arasında olduğunu beyan etmiştir. Tahrim, İbni'Abbas ile
ibni Ömer (R.A.)'dan da rivayet
olunur.
1- Mühim
işler karşısında hükümdarlara hey'et gönderilebilir.
2- Hadîsde kelime-i şehâdet, namaz, zekât ve
ganimetlerin beşte birini verme hususunda emir vardır.
3- Hadîsde
imanla islâmın ayni ma'naya geldiklerine delil vardır.
4- Sorulacak
suallere en mühim olanından başlanır.
5- Haber-i
vahide i'timad caizdir.
24 (...)-
Bize hem Ebû Bekir b. Ebî Şeybe hem de Muhammed b. el-Müsennâ ile Muhammed b.
Beşşâr rivayet ettiler. Hepsinin lâfızları bir birine yakındır, Ebu Bekir dedi
ki: Bize Gunder, Şu'be'den naklen rivayet etti. Diğer ikisi dediler ki: Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Ebu Cemre'den rivayet
etti. Ebu Cemre şöyle demiş :
«Ben İbni Abbâs'm
huzurunda Onunla halk arasında tercümanlık ediyordum. Derken Ona bir kadın
gelerek desti şırasını (n hükmünü) sordu. Bunun üzerine İbni Abbâs şunu
söyledi:
— Abdülkays hey'eti Resulüllah (SaUaUahü Aleyhi
ve SeUem)'e geldiler de Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) kendilerine :
«Siz kimin
hey'etisiniz?» yahud :
«Siz hangi
kavimsiniz?» diye sordu. Onlar :
— Rabiâ'yız dediler.
«Hoş geldiniz ey
kavm!» yahut «hey'et» Allah sizi utandırmasın pişman etmesin» buyurdu. Bunun üzerine Hey'et:
— Yâ Resûlâllah! Gerçekten bizler çok uzak bir
yerden sana geliyoruz. Seninle aramızda Mudar kâfirlerinden (müteşekkil) şu kabile var, da haranı
aylardan başka bir zamanda sana gelemiyoruz. Şimdi bize kestirme bir şey emret
de onu bizden sonrakilere haber verelim; onunla cennete girelim...» dediler,
Resulüllah (S.A.V.) onlara dört şey emretti. Ve kendilerini dört şeyden nehiy
buyurdu. Onlara (evvelâ) yalnız Allaha imam emretti. Ve: «Allaha imân nedir bilir misiniz?» dedi.
«Allah ve Resulü
bilir,» cevabını verdiler. Resulüllah (S.A.V.) :
«AHah'dan başka îlâh
olmadığına ve Muhammed'in ResûlüHah olduğuna şehâdet etmek, namazı dos doğru
kılmak, zekâtı vermek, Ramazanı tutmak ve bîr de ganimetin beşte birini
vermenizdtr.» buyurdu.
Ve kendilerini
dübbâdan, hantemden ve müzeffetten nehyettî. Şu'be:
«Galiba nakirden de dedi»
«Galiba mukayyerden de
dedi» demiştir. Resulüllah (S.A.V.:
«Bunu belleyin de
sizden sonra haber verin!» buyurmuştur.
Ebu Bekir kendi
rivayetinde: «Sizden sonrakilere» demiştir. Onun rivayetinde mukayyer lâfzı
yoktur.
Hadîsin senedine
dikkat edilirse görülür ki, imam Müslim (R) âdeti vecihle yine büyük bir dikkat
ve ihtiyat göstermiştir. Şöyle ki: Se-nedde zikri geçen Gunder ile Muhammed b.
Ga'fer ayni şahıstır. Binaenaleyh sözü kısadan keserek :
«Bu üç zât bize
Gunder'den O da Şu'be'den ilâh... rivayet ettiler.» diye bilirdi. Fakat Müslim
(R.) bunu yapmadı. Çünkü râvî Ebû Bekir: Bize Gunder Şu'beden... diyerek
rivayet etmiş;; diğer iki zât ise:
«Bize Muhammed b.
Ca'fer rivayet etti» ta'birini kullanmışlardır. Yani Ebu Bekir, ayni şahsın
lakabını, diğerleri ise ismini zikretmişlerdir. Bir de Ebu Bekir «Şube'den»
demiş; ötekileri : «Bize Şu'be rivayet etti» ifadesini kullanmışlardır. Bu
suretle iki rivayet arasında iki cihetten muhalefet hasıl olduğu için Müslim
(R.) buna tenbihte bulunmuştur,
«Siz kimin
hey'etisiniz?» yahud «Siz hangi kavimsiniz?» ifade-sindeki «yahud» râvinin
şüphesini bildiren bir sözdür. Buhâri şâ-rihi Aynî'nin beyânına göre bu söz
Şu'be 'nin olacaktır. Maamâfih Ebu Cemre'ni nolması ihtimali de vardır. Kirmâni
onu İbni Abbas (R.A.)'a nisbet etmek istemişse de doğru
değildir.
Terceme :
Bir lisânı başka lisânla ifâde etmektir. Rivayete nazaran Hz. Ebû Cemre (R.A.)
aslen acem olduğundan bu dille konuşulanları İbni Ab bas (R.A.)'a terceme
edermiş. E bu Amr îb-n i Salâh diyor ki:
«Bence bu zât tbni
Abbâs'm sözünü, işitmeyenlere duyuruyordu. Bu da ya işitmeye mâni' olacak
derecede kalabalıktan yahud sözün anlaşila-mayacak kadar kısa omlasmdan ileri
gelirdi. Ebu Cemre (R.A.) onu anlatırdı...»
İbni Salah, tercemenin
bir lisânı başka bîr lisânla ifadeye mahsus olmadığını, ulemanın «bâb» yerine
»terceme» sözünü de kullandıklarını söylüyor.
Nevevî tercemenin,
berikinden duyduğunu Ötekilerine, ötekilerden işittiğini berikine anlatmak
ma'nasına geldiğini kabul ediyor. «Merhaba» kelimesi masdardır. Mef'ulü mutlak
olmak üzere nasbediîmiştir. Araplar bu kelimeyi hoş beşte ve birbirleriyle
karşılaştıkları zaman ikram ve iyilik ma'nasında çok kullanırlar. Hattâ
onlardan lisanımıza da geçmiştir. Bizde ekseriyetle selâm ma'nasında
kullanılır. Aslında mar-hab: geniş yer ma'nasınadır. Gelen ziyaretçiye marhaba
demek :
«Geniş yere geldin;
rahat ol, sıkılma» ma'nasını ifade eder. Askeri’nin beyanına göre araplardan
ilk defa merhaba diyen Zü Yezen olmuştur.
Hazâya:
Hazyân'm cem'İdir.
Hazyân,:
Utanan demektir. Zelîl ve hakir manasjna gelir diyenler de vardır. Hatta :
«Bir belâya duçar oldu
da Allah kendisini rezîl rüsvay etti» ma'nasına geldiğini söyleyenler vardır
ki burada da bu ma'nada kullanılmıştır. Yani : Hiç bir belâya duçar olup da rezîl ve hakir
olmuş değilsiniz.
terkibi hâldir. Mamafih «Kavime sıfat olarak mecrur rivayeti
de vardır.
Ncdmâ: Bazılarına göre
nedmân'ın cem'İdir; pişman olanlar ma'na-sınadır. Bir takımları bunun «nadimdin
cem'i olduğunu söylerler. Bu takdirde cem'i «Nadimin» gelmek icâbederse de
sözü güzelleştirmek için «Hazâya» kelimesine tâbi' kılınmıştır. Bunun emsali
arapçada çoktur. Meselâ araplar : Ben
ona sabahları akşamları gelirim»
derler. Bu cümlede «Gadâyâ»
kelimesi «Aşâyâ»'yâ
tâbi' kılınmıştır. Müfredi «Gadât» olduğu için «Aşâyâ»'-
dan ayrılarak cemi'
yapılsa «Gadevât» demek icâbeder, Herevi bu
hadîsin ; şeklinde de
rivayet edildiğini söylemiştir. Hasılı Resu1ü11ah (S.A.V.)'ın hoş beş ederken
bu kelimeleri kullanmasından maksadı, kendilerine iltifatta bulunmaktır. Yani:
«Sizler müslümanlıği
kabul etmekte gecikmediniz İnatlık göstermediniz. Sîzi utandıracak veya rezil-ü
rüsvay edecek yahud geldiğinize pişman bırakacak esirlik ve benzeri bir halde
başınıza gelmedi.» demek istemiştir.
cümlesindeki emrin iş
ma'nasına da nehyin zıddı olan
emir ma'nasına da
kullanılmış olması ihtimali vardır. Birinci ihtimâle göre cümledeki «Fasıl»
kelimesi «beyan edilmiş, açık» ma'nasına gelir. O halde cümlenin ma'nası şöyle
olur : «Bize ayan beyan bir iş emret.»
İkinci ihtimale göre
«Fasıl» hakla bâtılın arasını ayıran demektir. Bu takdirde cümlenin ma'nası :
«Bize hakla bâtılın
arasım ayıran bir emir ver» şekline girer.
Hadîsdeki kelimeleri
asıl nüshalarda böyle bulunmuşlardır. İkisinin rna'nası da netice i'tibariyle
birdir.
1- Terceme
caizdir.
2- Terceme
için bir kişi kâfidir. Çünkü terceme, haber kabîlinden-dir. Haber-i vahide
i'timad edilir.
3- Kadının, yabancı erkeklere fetva sorması ve hîn-i
hacette onlara sesini işittirmesi caizdir.
4- Bir kimsenin misafirlerine merhaba diyerek
tatyib-i hatırda bulunması müstehabtır.
5- Bir cemaata ders takrir eden âlim, gerek
onlara maksadını anlatmak gerekse onların maksadını anlamak için başkasının
yardımına müracaat edebilir. Nitekim
İbni Abbas (R.A.) öyle yapmıştır.
6- Hadîs-i
Şerifde, ibâdetlerini edâ eden bir müslümanı, cennetle tebşir vardır.
25 (...)- Bana Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi
ki): Bize babam rivayet etti. H.
Bize Nasr b. Alîy
el-Cahdamî dahi rivayet etti.
Dedi ki: Bana babam haber
verdi. İkisi (nin babaları) hep birden demişler ki: Bize Kurratü'bnû Hâlid [80] , Ebû Cemre'den, o
da'îbni Abbas'dan, o
da Peygamber (Sallalîahü Aleyhi
ve Sellernyden naklen bu hadîsi Şu'be'nin hadîsi gibi rivayet etti. (Bu
rivayette) Kesulüllah (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem) «Sizi dübbâ, nakir,
hantem ve müzeffet'de ekşitilen hoşafdan
nehyediyorum.» buyurmuş:
İbni Mu âz babasından
naklen rivayet ettiği hadisinde şu cümleyi de ziyade etmiştir :
«Babam dedi ki:
ResulüIIah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) Eşecc'e, Ab-dülkays'm Eşecc'ine:
«Hakikaten sende
Allah'ın sevdiği iki haslet var. Vakar ve teenni.» buyurdu.
Hilm: Akıl, vekar ve
sabır ma'nalarma gelir.
Enâet: Acele etmeyip
teenni ile hareket etmektir.
Eşecc : Başı yarık
ma'nasmadır. Eşecc'in ismi el-Münzir b.
Âiz'dir.
Sahih ve meşhur olan
bu ise de ismi yine de ihtilaflıdır. İbni'1-Kelbî'ye göre el-Münzir b. el-Hâris
'dir. Bazıları e. 1- Münzir b. Âmir
olduğunu söylemiş; bir takımları el-Münzir b.Ubeyd, daha başkaları Abdullah b.
Avf olduğunu rivayet etmişlerdir. Hatta Âiz b. el-Münzir olduğunu iddia edenler
bile vardır. Bu zât Peygamber (S.A.V.)'in mektubunu Abdü1kays kabilelerine
götüren Münkız b. Hayyan (R.A.)'m kayın pederidir. Yüzünde kılıç veya bıçak
yarasından kalma iz bulunduğu için ResulüIIah (S.A.V.) kendisine «Eşecc» yani
başı yarık lakabını vermişti. Sonraları
Eşeccü Abdilkays diye şöhret buldu.
Bu lakab hâdisesi şöyle
olmuştur: Abdulkays hey'eti Medine'ye vâsıl olunca derhal Peygamber (S.A.V.)'in
yanma koştular. Yalnız Eşecc hayvanların yanında kalarak eşyayı topladı;
devesini bağladı; ve en güzel elbisesini giydikten sonra Peygamber (S.A.V.)
'-in huzuruna gitti. Hz. Fahr-i Kâinat (S.A.V.) onu yanma oturtmak suretiyle
kendisine ikram ve iltifatta bulundu. Sonra hey'ete şunu sordu : «Gerek
kendiniz gerekse kavminiz içîn bey'at ediyor musunuz?»
Hey'et: «Evet» diye
cevap verdiler. O zaman Eşecc şunları söyledi :
«Ya Resulâllab!
şüphesiz ki sen bir kişiden, dininden daha aziz bir şey istemedin. Biz kendi
nâmımıza sana beyat ederiz. Sen de bizimle birlikte onları dine da'vet edecek
birini gönderirsin. Artık bize tâbi' olan bizden olur. Tâbi' olmayanı da
öldürürüz...»'
Eşecc'in bu sözleri
üzerine Peygamber
(S.A.V.) :
«Doğru söyledin.
Hakikaten sende Allah'ın sevdiği iki haslet var: Vakar ve teenni.» buyurdu.
Ebû Ya'1â'nın Müsned'i
ile diğer bazı eserlerde kaydedildiğine göre Peygamber (S.A.V.) bunu
söyleyince Eşecc
«Bu hasletler bende
eskiden mi vardı yoksa yeni mi peyda oldular?» diye sormuş. Peygamber
(S.A.V.) : «Hayır eskidir.»
buyurmuş.
Eşecc: «Beni sevdiği
iki hasletle yaratan Allah'a hamdolsun..» demiştir.
Hadis-i Şerif, fitneye
düşürmeyeceğinden emin olmak şartıyle bir kimseyi yüzüne karşı medhetmenin
caiz olduğuna delâlet ediyor. Peygamber (S.A.V.) bunu bir çok ashabına karşı
yapmıştır. Bâ husus Hz. Ebu Bekir
(R.A.) hakkında :
«Eğer bir kimseyi
kendime yakın dost ittihâz etseydim Ebu Bekir'i dosx edinirdim.» demiş; Hz.
Ömer (R.A.)'a:
«Şeytan bir yolda sana
rasîlasa mutlaka başka yoSa sapar.» buyurmuş; Hz. Ali
(R;A.)'a: dahî:
«Bana nisbetle sen,
Musa'ya nisbetîe Harun yerîndesin.» hadîsiy-le medh-u senada bulunmuştur.
Bununla beraber :
«Medhden sakının;
çünkü o insanı boğazlamaktır.» hadis-i şerifiyle ResulüIIah (S.A.V.)'in
medheden birine :«Din kardeşinin boynunu vurdun.» buyurması gösteriyor ki, bir
kimseyi yüzüne karşı medhde bulunmak tehlikeli bir iştir. Binaenaleyh bu bâbta
kaide; fitneden yüzde yüz emin olmadıkça rnedhe yanaşmamaktır...
26 (18)-
Bize Yahya b. Ilyyub rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Uley-ye [81]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Saîdü'bnü Ebi Arûbe [82]
Katâde'den naklen rivayet etti. Katâde demiş ki:
«Bize Abdülkays
kabilesinden Resulüllalî (Safta//a/ıü Aleyhi ve Selîem) e gelen hey'etle
görüşen biri rivayet etti. Said demiş ki:
— Katâde Ebû Nadra [83] dan,
onun da Ebû Said-i Hudrî'den naklen rivayet ettiği bu hadîsinde (şöyle
demektedir) :
Abdülkays kabilesinden
bîr takım insanlar Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek :
«Ya Nebiyyallâh!
Bizler Kabîa'dan bir cemaatız. Seninle aramızda Mudar kâfirleri vardır. (Bu
sebeble) haram aylardan başka zamanlarda sana gelemiyomz. Şimdi bize öyle bir
şey emret ki onu bizden sonra gelenlere emredelim ve onu yaptığımız takdirde
biz de onunla cennete girelim.» dediler.
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Size dört şey
emrediyorum; dört şeyden de sizi nehyediyorum: A İlaha ibâdet edin; ve ona hiç
bir şeyi şerik koşmayın. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Ramazanı tutun,
ganimetlerin beşte bîrini de verin, buyurdu. Hey'et:
«Yâ Nebiyyallâh! Nakir
hakkında malumatın var mı?» dediler. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Hay hay, bir hurma kütüğüdür. Onu oyar, İçine ufak hurmalardan atarsınız buyurdu.
Said demiş ki: Yahut
«Kuru hurma atarsın, dedi. (Ve sözüne devamla) sonra içine su dökersiniz. Tâ ki
galeyanı yatıştı mı onu içersiniz. Hatta sizden biriniz (yahut onlardan biri)
amcasının oğlunu kılıçla pekâlâ vurur!» buyurmuşlar.
— O cemaatin içinde
kendisine bu gûnâ bir yara isabet etmiş bir adam varmiş.O zat şunları söylemiş
«Ben Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den utandığıma bu yarayı gizliyordum. Peygamber
(S.A.V.)'in mezkur izahatı üzerine:
«O halde biz ne içinden su içeceğiz Ya
Resuîallah? dedim.»
«Ağızları bağlanan
deri su kaplarından» buyurdular. Gelen hey'et:
«Yâ Resuîallah! Bizim
arazîmiz çok sıçanhktir. Orada deriden ma'-mul su kaplan duramaz.» dediler.
Pyegamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise (üç defa):
«Onları fareler de
yese, onları fareler de yese; onları fareler de yese» buyurdular. Sa'd demiş
ki:
Nebİyyullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Abdülkays'in Eşeec'ine:
«Hakikaten sende
Allahın sevdiği iki haslet var: Vakar ve teenni.» buyurmuşlar.
Hadîsin râvilerinden Said
b. Ebî Arûbe ömrünün sonuna doğru bunamış ve bildiği hadisleri karıştırmağa
başlamıştır. Kaide icâbı böylelerin sağlamken rivayet ettikleri makbul,
bunadıktan sonra rivayet ettikleri ile hangi devirde rivayet ettikleri şüpheli
olanlar merdûddur. S a lıî h a y n 'da bu gibi zevattan rivayet edilen hadîsler
sıhhat devirlerine, yani bunamazdan önceki zamanlara aid kabul edilir.
Gelen hey'etin : Nakîr
hakkında ma'lûmatın var mıdır?» diye sormaları, onu bilmediğini zannettikleri
içindir. Çünkü Resulüllah
(S.A.V.)'in yaşadığı
yerlerde bu kap kullanılmazdı. « jy-ü:» » Kelimesi 8 şekillerinde de rivayet
edilmiştir.
Hatta bazı
rivayetlerde bu fiillerin if âl babından kullanıldığı görülmüştür. Bununla
beraber bütün şekillerinde bu kelime karıştırmak ma'nasına gelmektedir.
Kutay'â: Bir nevî'
ufak hurmadır. Hurmanın koruğudur, diyenler de vardır.
«Sizden biriniz» yahut
«Onlardan biri amcası o&lunu kılıçla vurur.» cümlesinin ma'nası şudur: Bir
kimse bu şırayı içtimi sarhoş olur; aklı gider; ve sarhoşluk kendisini cûş-u
huruşa getirir. Nihayet o derece coşar ki en ziyade sevdiği dostu ve akrabası
olan amcası oğlunu bile vurur. Bu da şüphesiz pek büyük bir fesaddır. Demek
oluyor ki hadis-i şerifde içkinin en büyük mazarratı zikredilmek suretiyle sair
zararlarına tenbih ve işaret buyurulmuştur.
«Sizden biriniz» yahut
«Onlardan biri» ifadesi râvinin şekkini göstermektedir.
Hey'etin içindeki
yaralı zâtın ismi Cehmü'bnü Kuşem 'dir. Bu zât tıpkı Resulüllah (S.A.V.)'in
buyurduğu şekilde sarhoş olan amcası oğlu tarafından bacağından yaralanmıştı.
Onun için de Peygamber (S. A. V.)'den utanıyor ve yaralı olduğunu ondan gizliyordu.
Lâkin Fahr-ı kâinat
(S.A.V.) efendimiz nübüvvetine bu da bir nîşâne olmak üzere gaibten
haber vererek mezkûr yarayı olduğu gibi anlattı.
cümlesi ekseri asıl
nüshalarda bu şekilde rivayet edilmişse de bazı rivayetlerde denildiği
görülmüştür. Bunların ikisinin ma'na-
sı da sahihtir. Zira
birinci rivayete göre ma'nâ: «Deri kapların ağızlarına ip dolanarak onunla
bağlanırlar.» İkinciye göre «Su kaplan ağızlarından bağlanırlar» demek
olur. cümlesi: şeklinde de rivayet olunmuştur.
Cirzân: Cürazın
cem'idir. Manası bazılarına göre bir nevi* faredir. Diğer bazılarına göre erkek
farelerdir. Mutlak surette faredir diyenler de vardır,
Abdülkays hey'eti
şeriatı Muhammediy yenin, kolaylık üzerine kurulmuş bir din-î ilâhî olduğunu
bildikleri için, yerlerinin çok fâreük olduğunu söylemekle Peygamber
(S.A.V.)'den bu bâbta bir ruhsat ümid etmişlerse de Kesulüllah (S.A.V.)
kendilerine ruhsat vermemiştir. Çünkü farelerden korunmanın, ruhsat
icâbettirecek derecede güç bir iş olduğunu kabul etmemiş; ve fareler yese dâhi
suyu deri kaplardan içmeleri gerektiğini üç defa tekrarlayarak beyan
buyurmuştur.
27 — (...)
Bana Muhammed b. el-Müsennâ ile tbni Beşşâr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
îbni Ebî Adiy [84] , Said'den, o da
Katâ'deden naklen rivayet etti. Katâ'de:
«Bana o hey'etle
görüşen bir çok kimseler rivayet etti.» demiş ve Ebu Nadra'nın Ebu Said-i
Hudrî'den rivâyeten Abdülkays hey'eti Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)ye geldikleri zaman ilah... hadîsini İbni Uîey-ye'nin ki gibi rivayet
ettiğini söylemiş. Şu kadar var ki bu rivayette: «İçinde ufak hurma veya kuru
hurma ile suyu karıştırırsınız.» ibaresi vardır. Ama:
«Saidin yahud (Kuru hurmadan) dedi» sözünü zikretmemiştir.
28 — (...)
Bana Muhammed b. Bekkâr [85]
el-Basri rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Ebu Âstm [86],
İbni Cüreyc'den [87]rivayet
etti. H.
Bana Muhammed b. Bâfi'
dahi rivayet eyledi. Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Abdürrezzâk rivayet
etti. (Dedi ki): Bize İbni Cüreyc haber verdi. Dedi ki: Bana Ebû Kazea [88]
kendisiyle Hasan'a [89] Ebu
Nadra'-um haber verdiğini söyledi ikisine de Ebu Said-i Hudri'nin kendisine
şunu haber verdiğini söylemiş:
«Abdülkays hey'eti
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)^ geldikleri vakit:
— Ya Nebiyyallah!
Allah bizleri sana feda kılsın! Bize içki kaplarından hangisi elverişlidir?»
dediler. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ; «Nakilden içmeyin.» buyurdu. Hey'et:
«Ya Nebiyyallah! Allah
bizleri sana feda kılsın. Nakirin ne olduğunu sen biliyor musun?» dediler.
«Evet. Ortası oyulan
hurma kütüğüdür. Dübbâdan da hantemden de içmeyin. Siz ağzı bağlı kaplardan
ayrılmayın» buyurdular.
Bu hadîsin isnadı
müşkilâttan sayılmıştır. Bu sebebîe hadîs imamlarının onun hakkındaki sözleri
birbirini tutmamaktadır. Hatta bir çok hadîs hafızları bu bâbta hataya
düşmüşlepdir. Meseleyi imam Ebu Musa el-Isbahânî bir cüz kitab yazarak güzelce
tahkik ve izah etmiş; sonra onu İbni Salâh
kisaîtmıştır.
Mezkur tahkikden anlaşıldığına
göre bu hususta hatâya düşenlerden sahih-i Müslim Ibiri Ebû
Nuaym-ı îsbâhân'î 'dir. Bu zât Sahih-i
Müslim üzerine te'lif ettiğinde
«Bana Ebu Kazea haber
verdi ki, Ebu Nadra ile Hasan'a, Ebû Said-i Hudrî'nin kendisine şu hadîsi haber
verdiğini bildirmiş.» demektedir.. Şu halde hadisi Ebu Said"den, Ebu Kazea
işitmiş ve onu Ebu Nadra ile Hasan !a
rivayet etmiş oluyor ki, bunun hatâ olduğu
şüphesizdir.
İkinci hatayı
yapanların başında Ebu Alî el-Gassânî gelir. Gaesânî imam Müs1im'in buradaki
rivayetini reddederek :
«Bana Ebu Kazea haber
verdi M Ebu Nadra ile Hasen, Ebu Said'in ona (Ebu Nadra'ya) haber verdiği
hadisi kendisine ikisi haber vermişler demiş.»
Demek oluyor ki Hz.
Ebu Said-i Hudrî (R.A.)'dan hadîsi yalnız Ebu Nadra işitmiş; fakat Ebû Kazea'ya
Hasan'la birîikde rivayet etmişler. Filhakika Gassâni'nin iddiası budur. Bu
babta bir çok hafızlar Gassâni'nin izinden gitmişlerdir. Hatta onlara göre
buradaki Hasan 'dan murad: Hasan-ı Basri 'dir. Halbuki mesele onların dediği
gibi değil, Müs1im'in rivayet ettiği gibidir. Yani hadîsi Hz. Ebu Said
(R.A.)'dan Ebu Nadra işitmiş ve onu Ebû Kazea ile Hsan'a rivayet etmiştir.
Hafız Ebû Musa el-îsbahâni 'nin beyanına göre burada zikri geçen Hasan, Hasan
b. Müslim 'dir. îbni Cüreyc mezkûr Hasan 'dan buradaki hadîsden başka hadîsler
de rivayet etmiştir,
Ebu Mes'ud ed-Dımeşki
ile diğer bazı ulema hadisin senedinden Hasanı çıkarmışlardır. Zira zikri,
işkâle yol açmasına rağmen rivayete bir dahlü tesiri yoktur, cümlesinden
murâd: «Allah seni belâlardan korusun» demektir.
Bu hadise aid hükümler
yeri geldikçe yukarıda geçen rivayetlerde görüldü. Son rivayet ayrıca bir
müslümana: «Allah beni sana feda kılsın»
denilebileceğine
delâlet ediyor.
Bu bâbta Hz. Muaz
(R.A.)'in Yemen'e gönderilmesi meselesi görülecektir. Muaz (R.A.) hadîsi
müttefekun aleyhtir.
29 — (19)
Bize Ebu Bekir İbni Ebî Şeybe ile Ebu Kürcyb ve İshak b. İbrahim [90]
toptan Vekî'den rivayet ettiler. Ebu Bekir dedi ki: Bize Vokî', Zekerîyya b.
İshâk'tan [91] rivayet etti. Dedi ki:
Bana Yahya b. Abdil-lah k Sayfi, [92], Ebu
Ma'bed'den [93], o da İbni Abbas'tan, o
da Muâz b. Cebel'den [94]
işitmiş olmak üzere rivayet eyledi. Ebu Bekir dedi ki: Galiba Veki', îbni
Abbas'dan diyerek rivayet etti. Muâz şöyle demiş:
«Resulüllah (SaUaUahü
Aleyhi ve Sellem) beni (Yemen'e) gönderdi. Buyurdu ki:
«Gerçekten sen ehM
kitaptan mâdut bîr kavme gidiyorsun. İmdi onları; Aüahdan başka ilâh olmadığına
benîm de Allah'ın Resulü olduğuma şehâdet getirmeye davet eyle. Eğer buna itâât
ederlerse kendilerine bildir ki, Allah cidara her gün ve gecede beş vakit namaz
farz kılmıştır. Buna da itaat ederlerse onlara bildir ki, Allah kendilerine,
zengin'ednden alınıp fakirlerine verilecek bir zekât farz kılmıştır. Şayed buna
da iîâaî ederlerse sakın mallarının en kıymetlilerini alma! Mazlumun {bed)
duasından da korun! Çünkü bu dua île Allah'ın arasında perde yoktur.»
İmam Müslim (R.) bu
hadîsin isnadında dahî son derece ihtiyatlı ve dikkatli davranmış; ve birinci
rivayette «an Muâz» demiş; ikinci rivayette ise «enne Muâzen» ta'birini
kullanmıştır, «an» ile «enne» edatlarının ma'naları arasında ise fark vardır.
Vakiâ cumhur-u ulemaya göre ikisinin ma'nalaıjı birdir. Ve ikisi de hadîsin
muttasıl olduğunu ifade ederlerse de bir çok ulema iki edat arasında fark
görmüş ve «enne» ile rivayet edilen hadîsin mürsel hükmünde olduğunu
söylemişlerdir. Şu var ki buradaki irsali sahâbî yaptığı için hadîs yine
muttasıl hükümündedir, Ek-ser-i ulemanın kavli budur. Bu hususta muhalefet eden
yalnız ,E b u îshâk-ı Esferâînî 'dir. Ona göre sahâbin±n mürseli ile ihticac
olunamıyacağı için imam Müslim ihtiyatlı davranmış ve her iki rivayet şeklini
göstermiştir.
Bu hadîs kütübü
sittenin hepsinde rivayet edilmiştir. Buhâri onu, Tevhîd, Ccnâiz, Megâzî, Zekât
ve Mezâlim bahislerinde muhtelif ravîlerden tahric etmiş; Ebû Davud, Tirmizi,
Nesâi ve İbni Mâce'de yine muhtelif râviîerden zekât bahsinde rivayet eylemişlerdir.
Tirmizi 'nin
rivayetine göre Resulüllah (S.A.V.) Hz. Muâz'ı Yemen'e vali olarak gönderirken
kendisine şu suâlleri tevcih buyurmuştur:
«Yemen'de ne ile hüküm
vereceksin ya Muâz?»
Muâz buna :
«Allâhm kitâbîle...»
cevabını vermiş.
«— Kitabda faulamazsan
ne yaparsın?» sualine;
«— Resulüllahm sünneti
ile hükmederim...» diye mukabele etmiş;
«— Ya sünnetde de
bulamazsan?» sualine de:
«—Kendi re'ymüe İcühad
ederim...» cevabını vermiştir. Bunun üzerine
Resulüllah (S.A.V.) :
«Resulünün elçisini
Resulünün hoşnud olduğu şeye muvaffak eyleyen Allah'a hamdolsun» buyurmuşlardır.
Muâz (R.A.)'ın Yemen'e
vali gönderilmesi Tebük gazasından sonra yani dokuzuncu hicrî yılda vuku' bulmuştur.
Bir rivayette Hz. Muâz son derece cömerd bir zât olduğundan borçlanmış; ve
nihayet alacaklıların müracaatı üzerine bütün malı alacaklılarına dağıtılarak
elinde avucunda bir şey kalmamış. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.)
kendisini Yemen'e vali ve kaadî olarak göndermiş ve:
«Ola ki Allah mâlî
vaziyetini İslah eyleye!» buyurarak, zekât memurlarının topladığı zekât
mallarını tesellüme de onu tevkil eylemiştir. Resulüllah (S.A.V.) Yemen'i beş
vilâyete ayırmış; bunlardan San 'a vilâyetine Hâ1id b, Said - ,i Kinde'ye Muhacir
_ b i n Ebî Ümeyye 'yi, Hadra Mevt'e Ziyâd bin Lebîd'i, Cened'e Muâz'ı, Zebid
ve Aden'e Ebû Mûse'l-Eş'arî'yi vali
göndermiştir.
Yemen 'liler ehl-i
Kitâb idiler. [95] «et-Telvih» nam eserde
bunların yahudi oldukları kaydedilmektedir. İslama da'vet, her sınıf halkın
i'tikadına göre yapılmak icabeder. Bundan dolayıdır ki ehl-i kitâb yani Allah
ve Peygamber tanıyan bir kavme gönderilen Muâz (R.A-)'a Resulüllah (S.A.V.)
kelime-i şehâdetten işe başlamasını emir buyurmuştur.
Burada şöyle bir sual
hatıra gelebilir: Ehl-i kitâb nâmı verilen yahu-dilerle hıristiyanlar Allah ve
Peygamber tanıdıklarına göre bunları ayni şeyleri kabul ve tasdikâ da'vet etmek
hâsılı tahsil olmaz mı?
Cevab: Hayır olmaz. Çünkü
ehl-i kitâb her ne kadar A11ah'in varlığını i'tiraf etseler de ona şerik
koşmaktan hâli kalmazlar. Meselâ hıristiyanlar: «İsâ Allahın oğludur» derler.
Yahudiler dahi «Üzeyr (A.S.) Allah'ın oğludur» iddiasında bulunurlar. Hz.
Muhammed (S.A.V.)'-in peygamberliğini ise ya hiç kabul etmezler yahud
kendilerine gönderildiğine inanmazlar. Bittabi böyle sakat inançlara seran
îman denilemez. Onun için ehl-i kitâb her şeyden evvel Allah 'dan başka ilâh
olmadığına ve Muhammed (S.A.V.)'in onun Resulü olduğuna şehâdet getirmeye
da'vet edilmişlerdir. Bu hususta Kaadi lyâz şunları söyler:
Peygamber (S.A.V.) in
Hz. Muaz'a, evvela yemenlileri Allah'ı tevhîd ve Muhammed (S.A.V.)'in
peygamberliğini tasdike da'vet etmesini emir buyurması, onların Allah Teâlâ'yı
bilmediklerine delildir.»
Yahudilerle
hıristiyanlar hakkında hâzik kelâm ulemasının mezhebi de budur. Yahudilerle
hıristiyanlar her ne kadar ibadet ederek ellerindeki sem'i deliller icâbı
A11ah'ı bildiklerini göstermek isterlerse de onlar hakikatta A11ah'ı
bilmezler.
Gerçi akıl, bir
peygamberi tanımayan kimsenin Allah Teâlâ'-yı bilmesini mümteni' saymaz ama
böylesi hakkında Kaadi Iyaz şöyle der :
«Allah'ı mahlûkatma
benzeten ve onu cisimleştiren yahudilerle ona çocuk veya zevce izafe eyleyen
yahud ona hululü, intikali ve imtizacı caiz gören hıristiyanlar; Keza Allah'ı,
lâyık olmadığı sıfatlarla vasıflandıran veya ona şerik izafe eden ve mahlûkaatı
hakkında muarız davranan me-cûsilerle seneviyye fırkaları Allah'ı
bilmemişlerdir. Binaenaleyh onlar kendisine ibâdet ettikleri mabutları için
«Allah» da deseler Allah o değildir. Çünkü o vacibu i-vücûd olan Allah'ın
sîfatlariyîe mevsuf değildir.
Şu halde yahudilerle
Hıristiyanlar Allah u Azîmüşşânı bilmiyorlar demektir...»
Ulemadan bazılarına
göre Resulüllah (S.A.V.)'in Yemenlilerden iki şehadeti getirmelerini istemesi,
bunlar dinin temeli olduğu içindir. Zira temel olmazsa dinin fürûuna aid hiç
bir şey sahih olamaz.
«Dinde ilk vâcibolaıı
şey ikrardır» diyenlerin delili buradaki şehâdet emridir. Fakat bu istidlale
i'tiraz edenler vardır. Derler ki:
«Burada iki şehadeti
getirmeye da'vetten murad: harp başlarken düşmana yapılan da'vetür. Bunun
vâcib olup olmadığı ihtilaflı ise de hadis-i şerif vâcib olduğuna delâlet
etmektedir. Dinde ilk vâcib olan şeyin ikrar olup olmaması ihtilâfı ise bulûğ
zamanına mahsustur.»
Hadis-i şerifde günle
gecede beş vakit namaz emredildikten sonra: «Buna da itaat ederlerse...» Duyurulmuştur ki bu itaatin iki veçhe
ihtimali vardır :
1- Namazın
kendilerine farz kılındığını ikrar etmeleri;
2- Bilfiil
namaz kümak suretiyle itaatte bulunmaları.
Hadisde namazın farz
kılındığı haber verildiğine göre buradaki işaret ona aid olmakla birinci
vechin tercihini gerektirdiği gibi, namazın kendilerine farz kılındığını
duydukları vakit hemen kılmış olsalar bunun da kâfi geleceği, vücubunu ikrar
etmelerinin şart olmayışı da ikinci vec-h;n tercihini iktiza etmektedir.
Zekâtın namazdan sonra zikredilmesi ter-tib-i vücubî değil tertib-i bcyanîdir. Yani
evvela namaz, sonra zekât farz-olur, manasına değildir.
Burada şöyle bir
tahmin yürütenler de vardır: Yemenliler kendilerinden istenilen iki şehadeti
getirmek suretiyle İslama girerler de namazın farz kılındığını kabul etmezlerse
bu yaptıkları, küfür ve irtidâd olur. Artık onların mallarıda ganimet olacağı
için zekât vermekle me'mur olmayıp katledilirler. Namazın evvel, zekâtın sonra
zikredilmesi bundan olabilir.
Oruçla hacc ise
hadîsde hiç zikredilmemişlerdir. Halbuki o zamana kadar her ikisi de farz
kılınmışlardı. Oruç hicretin ikinci yılında, hacc ise hicretin dokuzuncu
yılında Hz. Muâz, Yemen'e gönderilmezden bir kaç ay Önce farz kılınmıştı. Zaten
Muâz (R,A.)'ı Yemen'e göndermek Resulüllah (S.A.V.)'in son icrââtı olmuştu.
Çünkü bir rivayete göre o Yemen'de iken Hz. Fahr-i Kâinat (S.A.V.) irtihal
eylemiştir. Ekser-i ulemanın kavli bu olmakla beraber ikinci bir rivayete göre
Muâz (R.A.), Peygamber (S.A.V.) hayatta iken Yemen' den dönmüştür. Hatta bu
rivayete göre Resulüllah (S.A.V.)'e secde etmiş. Peygamber
(S.A.V.) gadaba gelerek:
«Bu ne?» diye
sormuş. Muâz:
«Ben yahudilerle
hiristiyanlardan böyle gördüm; hahamlarına ve pa-paslarına secde ediyorlar.»
cevabını vermiş. Bunun üzerine Resulül1a
h (S.A.V.) : «Haİt etmişler. Secde ancak Allah Teâla'ya
olur.»
buyurmuş.
İbni Salâh'a göre
oruçla hacem bu hadîsde zikredilmemesi ravîlere aid bir hatâdır. Yoksa
Peygamber (S.A.V.) onlara da zikretmiştir. Fakat Kurtubî, İbni Salâh'in
fikrinde değildir. O na göre bu hadis meşhurdur. Resulüllah (S.A.V.) onları da
zik-retse mutlaka bize nakledenler bulunurdu. Nakledilmediğine göre onla. ı
söylemediği anlaşılıyor. Buna sebep o zaman Yemenlilere nisbetle daha mühim ve
müekked olan şeyleri bildirmek istemiş olmasıdır. Nitekim Peygamber (S.A.V.)'in daima âdeti bu idi.
Zekât olarak alınması
yasak edilen en kıymetli mallardan murad: en sütlü, en yapağıh, en semiz ve en
gösterişli olanlarıdır. Bunların alınmaması mal sahiplerine bir lütuftur.
«Çünkü bed duâ ile
Allah arasında perde yoktur.» ifadesinden murad: bu duanın reddedilmeyerek
derhal kabul oîunmasıdır. Hatta Dâre Kutnî 'nin rivayetinde, bed duâ eden kâfir
bile olsa duasının kabul edileceği bildirilmiştir.
1- Haber-i
vâhid makbul ve onunla amel vaciptir. Vakıa
«ette1vih » nam eserin sahibi Hz. Muâz
(R.A.) ile birlikte Ebû
Mûse'l-Eş'arî 'nin de gönderildiğine bakarak bu hadîsin haber-i vâhid olduğuna
itiraz etmişse de bu i'tiraz tuhaf görülmüştür. Çünkü râ-vinin iki olması
hadîsi haber-i vâhid olmaktan çıkarmaz.
2- Harpde
çarpışma başlamazdan önce kâfirler islâm dinini kabule da'vet olunurlar.
3-
Kâfir Allah 'dan başka ilâh olmadığına
ve Muhamnıed (S.A.V.)'in O'nun Resulü olduğuna şehâdet-getirmedikçe, müslüman
olduğuna hükmedilemez. Ehl-i sünnetin mezhebi İJudur.
4- Her gün
ve gecede beş vakit namaz farzdır.
5- Zenginlerin fukaraya zekât vermeleri farzdır.
6- Bazıları: bu hadîsdeki:
«Zenginlerinden alınıp
fakirlerine verilecek bir zekât farz kılmıştır.» ifadesine bakarak zekâtın
başka bedleye nakledilemeyeceğine kail ol-muşlarsa da bu doğru değildir. Çünkü
fakirlerden murad yalnız o yer-dekiler değil nerede olursa olsun bütün müslüman
fakirleridir. Tıybî bir yerden başka yere nakledilerek verilen zekâtın, farzı
sahibinden iskat ettiğine ulemanın ittifakı bulunduğunu, buna-yalnız Ömer b.
Ab-dilaziz'in muhalefet ettiğini ve Horasan 'dan Ş.a m 'a getirilen zekâtı
tekrar Horasan'a iade ettiğini söyler.
7- «Küffar yalnız imanla me'murdur; dinin Sair
ahkâmıyla me'mur değildirler» diyenler bu hadîsle istidlal ederler. Çünkü
Peygamber (S'A.V.) vâcibâtı tertib üzere beyan etmiş; evvelâ şehâdeti, sonra
namazı, daha sonra zekâtı emir buyurmuştur.
Fakat Nevevî bu istidlali zaif bulmuş; ve :
«Maksad Küffar'ın
dünyada namaz ve emsaliyle muhatab ve mes'ul olduklarını kendilerine
bildirmektir. İbâdetlerin dünyada ifâsı ise ancak müslümanlığı kabul ettikten
sonra istenir. Bundan kâfirlerin namaz ve saire île muhatap olmamaları lâzım
gelmez. Bu gibi ibâdetler sebebiyle âhiretde onların azabları arttırılır.» dedikten
sonra sözüne şöyle devam etmiştir:
«Bilmiş ol ki, muhtar
olan kavle göre kâfirler şeriatın gerek me'mu-run bih g&rekse menhiyyun anh
bütün furû'u ile muhataptırlar. Muhakkiklerle ekser-i ulemanın kavli budur.
Bazıları Küffann furû' ile muhatap olmadığına, diğer bazıları yalnız yasak
edilen şeylerle muhatap olduklarına kaildirler...»
Şemsü'l Eimme
dahi bu bâbta hulasaten şunları söylemiştir:
«Hilaf yoktur ki
Küffâr îmanla muhataptırlar. Çünkü Peygamber (S.A.V.) bütün insanları imana
da'vet için gönderilmiştir. Yine hilaf yoktur ki Küffâr meşru kılınan ukûbât
(cezalar) la muhataptırlar. Bittabi muamelât bâbındaki hitâb da kendilerine
şâmildir. Küffârm uhrevı muâ-haze hususunda dînin şerîatlarıyla muhatap
bulundukları da ittifâkîdir. Dünyada vücûb-i edâ meselesi ihtilaflıdır.
Hanefîlerin Irak ulemasına göre bununla da me'murdurlar. Mâverâ-i Nehir
ulemasına göre ise sükûta ihtimali olan ibâdetlerin edasiyle muhatap
değildirler.»
8- Vitir
namazının vâcib olmadığına kail olanlar bu hadîsle istidlal ederler,
9-
«Zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek...» ifadesiyle Şafiiler sabî ve mecnunun malından
zekât vermek lâzım geleceğine istidlal etmişlerdir. Hanefilere göre ise
zekâtın îarzoîması için akıl ve bulûğ şart olduğundan sabî ile mecnunun malından
zekât verilmez.
Yetim malından zekât
verilip verilmeyeceği ihtilaflıdır. Ashâb-ı Kiramdan: Öme-r, Ali, Âişeveîbni
Ömer. (Radıyaîlahu Anhüm) ile diğer bazı sahabeye göre yetim malından zekât
vermek icâbeder ki imam Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel'in mezhepleri de
budur. Diğer bir takım ulemaya göre yetim malından zekât verilmez.
Hanefilerle, Süfyan-ı Sevrî, Abdullah b. Mübarek, Said b. Cübeyr, İbrahim
Nahai, Şa'bî ve Hasan- Basri 'nin kavilleri de budur. Said b. el-Müseyyeb:
«Zekât ancak
kendilerine namaz ve oruç farz olanlara lâzımdır.» demiştir.
Hasan-ı Basri bu bâbta
ashab-ı kiramın ittifak halinde olduklarım rivayet etmektedir.
10- Malda zekâttan başka farz oîan bir hak yoktur.
«Zenginlerinden
alınıp...» cümlesi hükümet reisinin mal sahiplerine memur göndererek
zekâtlarını toplattırabileceğine delildir. İbnü'1-Münzir diyor ki:
«Vaktiyle zekâtın hem
Resulüllah (S.A.V.)'e hem de Onun elçHeriyle memurlarına ve kendisine
verilmesini emir buyurduğu zâta verildiğine ehl-i ilim ittifak etmişlerdir. Ümerâya
zekât verilip verilemeyeceği hususunda ise ihtilâf vardır...»
12- Zekât
me'muru malın en iyisini zekât olarak alamaz. İyisi ile kötüsünün ortasını
seçer.
13- Bazıları
bu hadîsin imam Mâ1ik'e delil olduğunu söylerler. İmam Mâlik zekâtın ayet-i
kerîmede zikredilen sekiz sınıf muhtaç arasında taksim edilmesinin vâcib
olmadığına kaildir. Ona göre hükümet reisi dînî bir maslahat görürse zekâtı
mezkûr sekiz sınıftan yalnız birine verebilir.
14- Mazlumun
bed duası mutlak surette reddedilmez.
15- Devlet reisinin
valilerine nasihatta bulunarak onlara
Allah'-dan kurkmalannı emretmesi, zulümden kendilerini son derece
sakındırması icâbeder.
16- Kâfire
ve zengine zekât verilemez.
30 — (...)
Bize İbni EM Ömer [96]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Biş-rü'-bnü'-Seriy [97]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Zekeriyya b. İshak rivayet etti. H.
Bize Abd b. Humeyd [98] de
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû
Âsim [99] ,
Zekeriyya b. İshak'dan, o da Yahya b. AbdiIIah b. Sayfi'den, o da Ebu
Ma'bed'den, o da İbni Abbas'dan naklen rivayet etti ki:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Selîem) Muâz'ı Yemne'e göndermiş; (Veki' hadîsinde olduğu gibi):
«Gerçekten sen bir kavme gideceksin ilah.» buyurmuştur.
Bundan evvelki hadîsi
Resulüllah (S.A.V.)'e müsned olarak Muâz (R.A.) rivayet etmişti. Bu hadîsle
bundan sonra gelen hadîsi ise yine müsned olarak îbni Abbas (R.A.) rivayet
etmiştir. İki rivayetin arası şöyle bulunur : İbni Abbas (R.A.) hadîsi Muâz
(R.A.)'dan işitmiştir. Ancak bazen muttasıl bazan da jnürsel olarak rivayet
ettiğinden Muâz (R,A.)'ı anmamıştır. Her iki şekildeki rivayet sahihtir. Çünkü
sahâbinin mürseli, senedde zikredilmeyen ravînin kim olduğu bilinmese bile
hüccettir. Burada zikredilmeyen ravînin Hz. Muâz (R.A.) olduğu bilinip dururken
hadîsin sıhhatinde elbette şüphe edilemez.
İbni Abbas (R.A.)
hazretlerinin bu hadîsi hem Muâz (R.A.)'-dan işitmiş hem de onu Yemen'e
giderirken Resulüllah (S.A.V.)'in yanında bulunmuş olması da 3|jtlwial
dahilindedir. Bu takdirde hadîsi vasıtasız rivayet etmesi, bizzat o meclisde
bulunduğu içindir. Muâz (R.A.)'dan rivayeti ise: Ya kendinin orada bulunduğunu
unuttuğundan yahud başka bir sebeptendir.
31 — (...)
Bize Ümeyyetü'bnü Bistâm [100]
el-Ayşî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezid b. Zürey' [101]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ravh [102] —ki
lb-ni'I-Kaasım'dir — İsmail b, Ümeyye'den, [103] o
da Yahya b. AbdilIâh b. Sayfi'den, o da Ebu Ma'bed'den, o da İbui Abbas'dan
naklen rivayet etti ki: Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Muâz'ı Yemen'e gönderirken
«Şüphesiz sen ehl-i
kitâb bir kavme gidiyorsun. Şu halde onları ilk da'vet edeceğin şey Allah azze
ve celeye ibâdet olsun. Allah'ı tanıdıkları vakit onlara haber ver ki, Allah
kendilene günleriyle gecelerinde beş vakit npmaz farz kılmıştır. Bunu
yaparlarsa onlara haber ver ki, Allah kendilerine zenginlerinden alınıp
fakirlerine verilecek bir zekât farz kılmıştır. Buna da itaat ederlerse onu
kendilerinden alıver. Ama mallarının en iyilerini almaktan sakın.» buyurmuş:
«Zenginlerinden
alınıp...» ifadesiyle zekâtın icâbında zorla alınacağına istidlal olunur. Bu
cihet ittifakı ise de sahibinin rızası olmadığr halde zorla malından alınan
zekâtın hakikaten zekât yerine geçerek sahibinin zimmetinden sakıt olup
olmayacağı ihtilaflıdır.
32 — (20)
Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti, (Dedi ki): Bize Leys b. Sa'd, Ukayl'den, [104] o
da Zühri'den [105]naklen
rivayet etti. Zühri de-miş ki: Bana Ubeydullah b. Abdillâh b.Utbete'bni Mer-'ud
[106] Ebu
Hürey. re'den naklen haber verdi. Ebu Hüreyre şöyle demiş :
Resulüllah (Saîlaîtahü
Aleyhi ve Selletn) dünyadan gidin de ondan sonra Ebû Bekir halife seçildiği ve
araplardan küfredenler küfrettiği zaman Ömerü'bnü'l-Hattâb, Ebû Bekre: şunları
söyledi:
— Resulüllah (SaİlaUahü
Aleyhi ve Sellem) : İnsanlar: Allahdan başka ilâh yoktur deyinceye kadar
(onlarla) çarpışmaya me'mur oidum; imdi her kim Allahdan başka ilâh yoktur
derse malını ve canını benden korumuş olur. Ancak hakkiyle olursa müstesna!
Onun da hesabı £J>aha kalmıştır, buyurduğu halde sen nasıl oluyor da
insanlarla harb ediyorsun?
Ebû Bekir :
«Vallahi namazla
zekâtın arasını ayıranlarla mutlaka harb edeceğim. Çünkü zekât, malın hakkıdır.
Vallahi Resulüllah(SaUallahü Aleyhi ve Sellem) e vere geldikleri yularları bana
vermezlerse, vermediklerinden dolayı onlarla behemehal harb ederim.»
dedi. Bunun üzerine Ömerü'bnü'1-Hattâb:
«Vallahi iyi anladım
ki Allah Azze ve Ceîle Ebû Bekr'in kalbine kıtal için fütuhat vermiş. Ve
anladım ki bu kıtal bakmış» dedi.
Bu hadîsi Müslim (R.)
Ebû Hüreyre, Câbir, Abdullah b. Ömer ve Târik (RadıyaUahu Anhiim) hazeratm-dan
tahric ettiği gibi Buhâri (R.) dahi Ebu Hüreyre, Abdullah b. Ömer ve Enes
(RadıyaUahu Anhum)'den namaz ve zekât bahislerinde rivayet eylemiştir. Hadîs
diğer sahih kitaplarda da
mevcuddur.
«Resulüllah (S.A.V.)
dünyadan gidip de ondan sonra Ebû Bekir halife seçildiği
ve araplardan küfredenler
küfrettiği zaman...» ifadesini
Hattâbi uzun uzadıya ve güzel bir şekilde şerh
etmiş; Nevevi'de bunu beğenerek Müslim
şerhine almıştır. Hulâsası şudur: ~Resulüllah (S.A.V.)'in irtihalinden son: a dinden
dönenler iki sınıftır: Bunların biri tamamiyle dinden irtidâd edefek küfre
dönmüştür. Hz. Ebu Hüreyre
(R.A.)'m anlatmak istediği işte bunlardır ki,
iki taifeye
ayrılırlar:
Birinci taife
Müseylemetü'l-Kezzab'ın Peygamberlik iddiasını tasdik eden Benî Hanîfe ile
onlara tâbi' olanlar; Ve el-Esvedü'1-Ans î'nin peşinden giden Yeme h'lilerle
onlara tâbi olanlardır. Bu fırkaya mensub olanların cümlesi Hz. Muhammec
Mustafa (S.A.V.)'in peygamberliğini inkâr ediyorlardı. Hz. Ebî Bekir bunlarla
harbetti. Binnetice Müscyleme'yi Yemame'de, e1- Ansî'yi de Sanâ 'da tepeletti
ve onlara tâbi' olanla rın ekserisini helak etti. Kurtulabilenler de dağılıp
kaçtılar.
İkinci taife dinden
dönerek şeriatın bütün ahkâmını inkâr ve namaz, 2ekât gibi bütün ibâdetleri
terkedenlerdir. Bunlar tamamiyle cshiliyyet devrindeki hallerine dönmüşlerdi.
Bu sebeple Mekke, Medine mes-cidleriyle el-Bahreyn 'deki Abdülkays mescidinden
başka ibâdete açık mescid hemen hemen kalmamış gibi idi. Müslümanlar, A11ah'm
yardımı yetişinceye kadar bir hayli sıkıntı çektiler.
İkinci sınıf mürtedler
namazla zekâtı birbirinden ayıranlardır. Bunlar namazın farz olduğunu kabul
ediyor, fakat zekâtı tanımıyorlardı. Ha-kikatta mürted değil bâgi idiler. Ancak
mürtedler arasına karıştıkları için onlara da mürted denilmiştir. Zekât
vermeyenlerin içinde onu vermek isteyenler bile vardı. Yalnız reisleri buna
mani' olduğundan veremiyorlar-dı. Benî Yerbû' kabilesi bunlardandır. Mezkûr
kabile kendi aralarında zekâtlarım toplamış; tam Hz. E b û Bekir (R.A.)'a
göndermek üzere iken Mâlik b. Nüveyre buna mani' olmuş; ve toplanan zekât
mallarım kabileye dağıtmıştır. Hz. Ömer (R.A.)'ın Ebû Bekir (R.A.)'a ı'tıraz
eüeıch münakaşaya girişmesi bunlar hakkındadır. Hz. Ömer (R.A.)'ın i'tirazı
hadîsin zahirine baktığı ve üzerinde fazla durmadığı içindir. Ebû Bekir (R.A.)
ise şartları ifa edildiği takdirde meselenin mal ve can dokunulmazlığını
tazammun ettiğini kasd-ederek:
«Zekât malın
hakkıdır.» demişti. Hasılı Hz. Ebû Bekir, namaz kılmaktan imtina' edenlerle
harb edileceğine ashab-ı kiramın icmaı bulunduğunu bildiği için zekât
meselesini namaza kıyas etmiş; Hz. Ömer ise hadîsin umumu ile ihticacta
bulunmuştu. Bu hâdise âmmın kıyasla tahsis edilebileceğine ve bir hüküm
hakkında vârid olan emrin tazammun ettiği bütün şart ve istisnaların o hükmün
sahih olabilmesi için muteber sayılacağına delildir. Hz. Ömer, Ebû Bekir
(R.A.)'in haklı olduğunu, gösterdiği delilden anlayarak kabul edince, harbin
lüzumu hususunda ona tâbi' olmuştur.
Dalâlet fırkalarından
Râfiziler Hz. Ebû Bekir 'in, müslüman-ları esir eden ilk hükümdar olduğunu
söyleyerek ona ta'n ederler. Akıllarınca Ebû Bekir (R.A.)m esir aldığı âsiler
mürted değil, müteev-vil müslümanlarmış. Çünkü
Teâ1â hazretlerinin:
«Onların mallarından,
kendilerini temiz pak edeceğin bir zekât al...»
mealindeki ayet-i
kerîmesi ve emsali hitablar Peygamber (S.A.V.)'e hâsmış. Zira zekât sahibini
hiç bir kimse Resulüllah (S.A.V.) kadar temiz pak edemezmiş. Böyle bir şüphe
karşısında ise zekâtlarını vermeyen mürtedler ma'zur görülerek öldürülmemek
icâbeder-miş,.. Bu sözlerle Râfiziler Hz. Ebû Bekir (R.A.)'a zulüm isnad etmeye
çalışırlar. Hattâbî:
«Bunlar dinden
nasipleri olmayan bir kavimdir. Sermayeleri yalnız yalan ve iftira, bir de
selef-i salihîne atıp tutmaktır...» diyerek Râfizilerin kimler olduğunu güzel
bir şekilde beyân etmiştir.
Mürtecilerin bir değil
bir kaç sınıf olduğunu az yukarıda gördük. Bunların içinden namazı, zekâtı ve
bütün dinî ahkâmı inkâr edenlerine ashab-ı kiram kâfir hükmünü vermişlerdi.
Onun için Ebû Bekir (R.A.) onları esir etmiş; sahabenin ekserisi de ona yardım
etmişti. Hatta Hz. Ali (R.A.), Benî Hanîfe kabilesinden esir edilen bir câriye
almış. Muhammedü'bnü'l.Hanefiyye ismindeki oğlu bu cariyeden doğmuştur. Ancak
sonraları ashab, mürteddin esir alınamayacağına ittifak etmişlerdir.
Râfizilerin zekât
almayı emreden âyeti Resulüllah (S.A.V.)'e mahsusmuş gibi göstermeye
çalışmaları bir mugaletadır. Âyet-i kerîme bütün müslümanlara âmm ve şamildir.
Filvaki' Kur'an-ı Kerîm'-de Peygamber (S.A.V.)'e hâss emirler vardır. Fakat
bunların ona mahsus olduğu hiç bir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde beyan
edilmiştir. «Gecenin bir
kısmında o Kur'anla, sana
mahsus bir ziyade farz
olmak üzere namaz kıl.» — İsrâ:
79 mealindeki âyet-i kerime
bunlardandır. C>( Hulâsa : Kur'an-ı
Kerîm'in. hitabları üç kısımdır :
1- Umumî
hitaplar :
«Ey îman edenler
namaza kalkmak İstediğiniz zaman yüzlerinizi yıkayın...»
— Mâide : 7 — gibi.
2-
Peygamber (S.A.V.)'e hâss olan
hitablar:
«Yalnız sana mahsus
olmak üzere... mü'minlere caiz değil.» Azhâb: 50 — gibi.
3- Peygamber
,<S.A.V.)'e tevcih buyurulan fakat onunla bir-likde ümmeti de murad edilen
hitaplar:
«Namazı zeval
vaktinden sonra kıl...» — îsrâ:78 —
gibi.
Zekât âyeti de
bunlardandır. Binaenaleyh Resulüllah (S.A.V.)'-den sonra müslümanların başına
geçen zatın zekât toplama hususunda da onun izinden gitmesi icâb eder. Bu gibi
âyetlerde hitabın Peygamber (S.A.V.)'e
tevcih buyurulması, A11ah'a imana da'vet eden ve Allah 'dan gelen ayetlerin
ma'nasım beyan buyuran O olduğu içindir. Tâ ki gelen emre imtisal, Onun beyan
ettiği vecihle olsun. Hattâbî diyor ki:
«Bâgîler hakkında
şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Bu adamlar zekâtın farz olduğunu inkâr
ettikleri halde nasıl müslüman sayıldılar? Zamanımızda da bir kısım
müslümanlar zekâtı inkâr etseler tunlara müslÜ-man hükmü verilebilir mi?
Cevap : Hayır, bu zamanda zekâtı inkâr eden kimse
bütün müslü-maıılarm icmaile kâfir olur. Çünkü bu günün müslümanîarıyla o günün
müslümanlan arasında fark vardır. Onların zamanında İslâmiyet henüz teessüs
ediyordu. Nesih vaki' olarak bazı ahkâmın değişmesi ihtimali vardı.
Müslümanlar, hu dini yeni kabul ettîkelri için onu henüz lâyıkiyîe bilmiyorlardı.
Bu sebeble şüpheye düşmüşlerdi. Bu gün ise böyle bir şey yoktur. Müslümanlık
alabildiğine yayılmış; şüyu' bulmuş âlim, câhil, hass, âmm bütün müslümanlar
zekâtın farz olduğunu Öğrenmişlerdir. Binaena-
, leyh te'vil yolu arayarak onu inkâr eden hiç bir kimse ma'zur
sayılamaz. Din babında farziyetine icmâ-ı ümmet vâkV olan namaz, zekât, oruç,
cü-nüplükten temizlenme ve emsaliyle zina, içki ve mahrem olan akraba ile
evlenmek gibi haram olduğu herkesçe bilinen hükümlerden birini inkâr eden dahî
asla ma'zur olamaz. Şu kadar var kî yeni müslüman olan birisi dinin bütün ahkâmını bilemeyeceği cihetle bilmeyerek bazılarını inkâr etse
kâfir olmaz. Bunun hâli sadr-ı îslâmdaki hâgîlerin hâli gibidir.
Dinin herkesçe ma'lum
olmayan ahkâmına gelince: Bunlar, bir kadının teyzesi veya halasıyla bir nikâh
altına alınmasının haram olması, ninelere mirasın altıda birinin verilmesi
gibi şeylerdir ki, bunlardan birini inkâr eden kâfir olmaz. Çünkü bu gibi
şeyleri herkes bilmez.»
Yine Hattâbî 'ye göre bâgîler hakkındaki te'vile
sebeb olan şüphe Ebû. Hüreyre 'nin rivayetinde hadîsin bir çok
yerlerinin hazfe-dilmesinden doğmuştur. Buna sebeb de Ebû
Hüreyre "(R.A.)'ın hadîsi olduğu gibi nakletmek değil, Ebu
Bekir ile Ömer (Radıyalîahu Anhüma) arasında geçen
münakaşayı anlatmak, istemiş olmasıdır. Galiba Hz. Ebû
Hüreyre muhataplarının hâdiseyi
bildiklerine i'timad ederek bütün kıssayı hikâye etmemiştir. Ebû Hüreyre
(R.A.) hadîsinin muhtasar bırakıldığı, ayni hadîsin îbni Ömer ve
Enes (Radıyalîahu Anhüma) rivayetinden anlaşılmaktadır. Maama-fih
hadîsin üçüncü tarikinde görüleceği vecihle Ebû Hüreyre (R.A.)'m dahî mufassal
rivayeti vardır. İbni Ömer (R.A.) rivayeti
az ileride gelecektir. Enes (R.A.) rivayeti şudur:.
«Allahdan başka ilâh
yoktur; Muhammed onun kulu ve resulüdür diye şehâ-det edinceye ve bizim
kıblemize dönünceye, kestiklerimizi yeyinceye, bizim namazımızı kılıncaya kadar
insanlarla cenk etmeye rıe'mur oldum. Bunları yaptılar mı artık bize onların
canlar) ve malları haram olur. Ancak hakkiyle olursa (Söylenenlerden birini
bırakırlarsa) o başka. Müslümanların lehine olan onların da lehine, aleyhine olan onların da
aleyhine olur.»
Ebû Bekir ile Ömer
(Radıyallahu Anhüma) 'nin buradaki muhaverelerinden anlaşılıyor ki onlar, İbni
Ömer, Enes ve Ebû Hüreyre (R.A.) hazerâtınm rivayet ettikleri ziyadeleri
Resu1ü11ah (S.A.V.)'den işitmemişler. Çünkü Hz. Ömer (R.A.) bu ziyadeleri
işitmiş olsa Ebu Bekir (R.A.)'a muhalefet etmez ve hadîsi hüccet göstermezdi.
Zira hadisdeki ziyadeler kendi aleyhine delildir. Ebû Bekir (R.A.)'da
ziyadeleri işitmiş olsa onları delil gösterir; Kıyasla ihticâc eylemezdi. Her
halde İbni Ömer, Enes ve Ebû Hüreyre hazerâti, rivayet ettikleri bu ziyadeleri
başka meclislerde işitmiş olacaklardır.
«Aİlahdan başka ilâh
yoktur deyinceye kadar insanlarla cenk etmeye me'mur oldum...» cümlesi hakkında Hattabî
şunları söylemiştir:
«Ma'lûmdur ki, bununla
ehl-i kitab değil put perestler kasdedilmiştir. Çünkü ehl-i kitab: Allah'dan
başka ilâh yoktur derler ama yine de kendileriyle harb olunur, tepelerinden
kılıç kalkmaz.
«Hesabı da Allaha
kalmıştır» cümlesinin ma'nası: sakladıkları ve gizlice yaptıkları şeyler
hususundaki hesapları demektir. Yoksa açıkça ihlâl ettikleri vâcib ahkâm
değildir. Bu hadîsde, içinde küfrü gizlediği halde dışından müslüman görünen
kimsenin müslümanlığı kabul edileceğine delil vardır. Ekser-i ulemanın kavli
budur. İmam Mâlik, zındığın tevbesinin kabul edilmeyeceğine kaildir. Bu kavil
İmam Ahmed b. Han-bel'den de rivayet olunmaktadır.»
Kaadî Iyaz'da Hattâbi
'nin sözünü ele alarak onu biraz daha izah etmiş ve şöyle demiştir :
«Mal ve can
doknulmazlığmm yalnız, Allah'dan başka ilâh yoktur diyenlere mahsus oluşu imana
icabetin ifadesidir. Bu sözle kasdedilenler
Arap müşrikleriyle putperestler
ve bir Allah tanımayanlardır. İlk defa İslâm'a da'vet olunanlar ve bu uğurda
kendileriyle harbe dilenler bunlardır. Tevhidi ikrar edenlere gelince: Onların
dokunulmazlığı için yalnız «Allah*dan başka ilâh yoktur» demeleri kâfi değildir. Çünkü bunu onlar
küfür halinde iken de söylüyorlardı. Zaten Allah'ı birlemek onların i'tikadlan
cümlesindendir. Bundan dolayıdır ki bnşka bir hadîsde: «Benim de Allah'ın
Resulü olduğumu söyleyinceye ve namazı kılıp zekâtı verinceye kadar...»
Duyurulmuştur.»
Kaadi Iyaz'in bu
izahatına Nevevi'de şunları ilâve
ediyor: «Ben derim ki; Bütün bunlarla beraber Kesulüllah (S.A.V.)'in getirdiği şeylerin hepsine
inanmak da lâbüddür. Nitekim Hz. Ebû Hüreyre'-nin diğer rivayetinde
vardır.» cümlesi (Ra)nın tahfifiyîe şeklinde de rivayet olunmuştur.
Bu cümleden murad :
«Vallahi namaz
hakkında itaat edip zekâtı inkâr etmek veya vermemek suretiyle bu iki ibadeti
birbirinden ayıranlarla mutlaka harb edeceğim» demektir. Ayni cümle hâkim
meclisinde olmasa bile hin-i hacette yemin etmenin caiz olduğuna delildir.
Hadîsde geçen «Ikaal»
kelimesi Buhar i'nin bazı rivayetlerinde «Anâk» diye zikredilmiştir.
Anâk : dişi
oğlak ma'nasınadır. Bu rivayetlerin ikisi de sahihtir; ve Hz. Ebû Bekir'in
sözünü iki defa tekrarlayarak birinde (Ikaal) diğerinde (Anâk) dediğine
hamledilir.
Ikaal kelimesinin
ma'nası üzerinde öteden beri ihtilâf olunagelmiştir. Bazılarına göre Ikaal: bir
senenin zekâtı demektir. Lügatta dahi bu manaya meşhurdur. Lügat ve fıkıh
ulemasından bir cemaatin kavli budur. Bunlara göre devenin ayağını bağladıkları
ipe de Ikaal denirse de burada murad o değildir. Çünkü zekâtda ipi vermek
icabetmez. ipten dolayı harb-etmek de caiz değildir. Binaenaleyh hadîsdeki
ikaali bu ma'naya almak doğru değildir. Muhakkik ulemadan bir çoklarına göre
buradaki ikaalden r.iurad iptir. Bu kavil imam Mâli k'ten de rivayet olunur. «
E t-Tahrir» nâmındaki Müslim Şerhinin sahibi de onu ihtiyar etmiş ve şunları
söylemiştir:
«ikaalden murad: bir
yılın zekâtıdır, diyenlerin sözü hatadır; ve arap-ların usulünü terk etmek
demektir. Zira bu söz darlık, sıkıntı ve mübalağa yerinde söylenmiştir.
Binaenaleyh harbe sebeb gösterilen şeyin pek az ve kıymetsiz olmasını iktiza
eder. Bir yılın zekâtı manâsına alınırsa bu mâna hasıl olmaz. Ben bunu ancak
Peygamber (S.A.V.)'in: «Allah hırsfca ia'net eylesin. Yumurtayı çalar; ondan
dolayı eli kesilir, ipi çalar; eli
kesilir.»
hadis-i şerifindeki
yumurtayı, harpte başa giyilen miğfer; İpi de gemi halatı diye tefsir eden
zatın mantıksızlığına benzetiyorum. Halbuki mezkûr iki şeyin kıymetleri pek
çok altına baliğ olur.»
Bu bâbta muhakkik
ulemadan biri şöyle diyor :
«Bu söz Arap lisanını
ve arapların sözlerinin yerlerini bilen bir kimseye göre câİz değildir. Çünkü
burası hırsızın çaldığı şeyi çok gösterme yeri değil ki, bir çok altınlar
değerindeki bir yumurta ile hırsızın taşıyamayacağı bir ip diye tefsir
edilsin, «Allah filanın belasını versin; bir dizi cevahir için kendisini
hırsızlık cezasına çarptırdı.» demek arabm da âdeti değildir acemin de. Bu gibi
yerlerde âdet: «Allah belasını versin çürük bir ip için yahud bir yumak kıl
için elinin kesilmesine sebep oldu.» demektir. Böyle bir şey ne kadar kıymetsiz
ise o derece beliğ olur.»
Nevevî dahi « Et-Tahrir » sahibinin mutâleasına iştirak ile:
«Doğrusu Onun ihtiyar
ettiği şekildir... diyor.
«Anladım ki bu kıtal
hakmış.» cümlesinden murad: Hz. E b u Bekir'in gösterdiği delilden Onun haklı
olduğunu anladım demektir. Yoksa Ömer (R.A.) Hz. Ebû Bekir'i taklid
etmemiştir. Çünkü kendisi de müetehiddir. Müctehidin müetehidi taklid etmesi
caiz değildir.
Râfizüer Hz. Ömer'in
Ebû Bekir (R.A.)'ı taklid ettiğine kaildirler. Bittabi bu onların apaçık bir
cehaletidir.
1- Bu
hadis-i şerif Ebû Bekir
(R.A.)'ın ilim ve şecaatte başkalarından üstün olduğuna en büyük
delildir. Çünkü en müşkül bir anda tek başına mürtedlerle harbe karar vermiş;
ileri görüşü ve olgun fikriyle, hiç bir kimsenin yeknazarda vâkıf olamadığı bir
ilmî kendisi istinbât etmiştir. Bu ve emsali sebeblerden dolayıdır ki, ehl-i
hak Resulüllah (S.A.V.) ümmetinin en
hayırlısı Ebû Bekir es-Siddik (R.A.) olduğuna ittifak etmişlerdir.
2- Hak ve
hakikati meydana çıkarmak için büyüklere, müracaat etmek ve hak zahir olunca
reyinden dönmek caizdir.
3- Devlete
isyan eden bâgilerle harbetmek vaciptir.
4-
Nevevî diyor ki:
«Namazın farz olduğuna
i'tikâd ettiği halde onu kasden terk eden kimsenin öldürüleceğine bu hadîsle
istidlal olunur. Cumhurun kavli budur.» Fakat
Buhâri sârini Aynî
bu istidlale i'tiraz ediyor; ve: «Bu istidlal sahih değildir; çünkü
emrolunan şey kıtaldir. Kıtalin mubah olmasından katlin de mubah olması lâzınv
gelmez. Zira kıtal mufâale babındandır.
Mufâale babı müşareket için olup fiilin iki taraftan yapılmasını
icâbeder. Katil ise böyle değildir.» diyor. Yani mukaatele: birbirini öldürmek,
çarpışmak, muharebe etmektir. Katil ise yalnız Öldürmek manasınadır demek
istiyor.
Filhakika namazını
terkeden ganîlere göre öldürül!.r. Yalnız terk ettiği andamı yoksa üç gün
mühlet verdikten sonra mı öldürüleceği ihtilaflıdır. Esah olan, bir vakit
namazım bırakırsa o namazın zaruret vakti çıktığı zaman öldürülmektir. îdâm
kılıçla yapılır ve hudud-u şer'iyyeden bir haddir. İmam Ahmed b. Hanbel'den
gelen rivayetlerin ekserisine göre kasden namazını terk eden kimse kâfir olur.
Hatta şafiîlerden de bı ~ıa kail olanlar vardır. Bu takdirde o kimse yme
öldürülürse de küfründen dolayı öldürüldüğünden cenazesi yıkanmaz; namazı
kılınmaz. Karısı talâk-ı bâinle boş oîur.
Hanelilere göre
namazını terk eden kimse fasıktır. Binaenaleyh Öldürülmez. Fakat tevbe
edinceye kadar habsolunur. Hatta bir rivayette vücudundan kan fışkırıncaya
kadar döğülür. Kirman î'ye kasden zekâtım terkedenin hükmü soruldukta :
«Namazla ikisinin hükmü de birdir»
cevabını vermiş ve :
«Hz. Sıddik (R.A.)'m zekât vermeyenlerle harb etmesi
bundandır.» demiştir.
Ramazan orucunu terk
eden hapsolunur; ve kendisine gündüzleri yiyecek içecek verilmez. Çünkü orucun
farz olduğuna inandığı için, aç ve susuz bırakıldığı zaman zâhir-i hale göre
oruca niyet eder.
5- Nevevî ;
«Bu hadîsle, az olsun
çok olsun namaz, zekât ve sair İslâmî vâcibâtı terkedenlerle harbetmenin vâcib
olduğuna istidlal edilir.» diyor. Bundan dolayıdır ki, Hanefîlerden İmam Muhammed
b. Hasan:
«Bir belde veya köy
ahâlîsi eaanı okumamaya ittifak etseler devlet reisi onlarla faarb eder;
şeâîr-i isiâmiyyeden olan her şeyin hükmü böyledir.», demiştir'.
6- Müslüman
olduğunu beyanla ibadetlerini eda eden kimseye dokunmamak vaciptir.
7- Zındığın
tevbesi makbuldür :
Zındık: Şeriatı
büsbütün inkâr eden fakat zahirde müslüman görünen kafirdir. Böylesinin küfrü
ya şahidle yahud ikrarıyla bilinir. Zındık hakkında Şafiilerden beş kavil
rivayet olunur.
a) Zındığın tevbesi mutlak surette kabul olunur.
İmam Şafii fden nassan rivayet edilen en doğru kavil budur. Delili sahih
hadîslerdir,
b) Zındığın tevbesi kabul edilmez. Yalnız
tevbesinde samimi ise bu tevbe kendisine âhirette fayda verir: ve cennete
girer. İmam Mâ1ik'in kavli de budur.
İmam A'zam Ebu Hanife 'den Şafiilerin yukanki iki kavli gibi iki rivayet
vardır.
c) Dalâlet mezhepleri için propaganda
yapanlardan ise o kimsenin tevbesi kabul edilmez. Avam takımının tevbesi
makbuldür.
d) İdam için tevkif edildiği zaman tevbe ederse
tevbesi kabul edilmez. Fakat kendiliğinden tevbekâr olarak gelir ve üzerinde
sadâkat alâmetleri görünürse tevbesi makbuldür. Bu kavil İmam Mâlik 'ten de
rivayet olunur.
e) Zındık
bir defa tevbe ederse kabul edilir. Tekrar tekrar tevbe ederse tevbesi kabul
olunmaz. Hanefîîerden İmam Ebû Yusuf 'un Ebû Hanife 'den rivayetine göre
müslümanlık taslayan zındıktan mürted gibi tevbe etmesi istenir. Bir müddet Ebû
Yusuf'da buna kail olmuşsa da sonraları zındıkların müslüman görünerek
küfürlerinde daim olduklarını görünce :
«Bana bir zındık
getirseler kendisinden tevbe istemeden idamını ein-reder; şayed öldürmeden
kendiliğinden tevbekâr olursa onu serbest bırakırdım.» demiştir. Yine İmam Ebû
Vusuf'un «Nevâdir» !in|de Imam-ı A'zamdan bir rivayetine göre Hz. imam :
«Gizlenen zındığı
öldürün! Çünkü onun tevbe edip etmediği malum değildir.» demiştir.
8- Bir
kâfirin müslüman olduğuna hükmedebilmek için iki kelime-i şehadeti söylemesi
şarttır. Bunları söylemedikçe kâfirlerle harb etmekten vazgeçilemez.
9- Ehi-i
şehâdet olan bid'atçılar tekfir edilemez.
10- Zahirî
ameller makbuldür. Hüküm zahire göre verilir.
11- Hadîs-i
şerif gerek Peygamber (S.A.V.)'in gerekse ondan sonra gelen
halifelerin zahire göre hüküm verdiklerine, bâtında gizli olan şeylerin
hesabını istemek kula değil ancak Allah Teâlâ'ya aid olduğuna delâlet ediyor.
12- Sünnetin
bir kısmını sahâbe-i kiramın büyükleri bilmeyip sair efradı bilebilir; ve bir
kişinin muhalefetiyle icmâ mün'akid olmaz.
13- İki
şehadeti getirerek namazını kılan ve zekâtını veren bir kimse ma'sum sayıldığı
cihedle muâhaze edilmezse de İslâmiyetin haklarkn-da kısas veya hadd gibi bir
cezası sebebiyle muâhaze olunabilir.
14-
Müslümanların ellerinde kuvvet bulunursa kâfirlerle ya müs-lümanlığı kabul
yahud cizye vermeye razı oluncaya kadar harb etmeleri vâcib olur.
33 — (21)
Bİze Ebû't-Tâhir [107] ile
Harmeletü'bnü Yahya ve Ahmed b.
İsâ [108]
rivayet ettiler. Ahmed: Bize Tahdis etti dedi. Diğer ikisi: Bize İbni Vehb
haber verdi dediler. İbni Vehb demiş ki: Bana Yunus, [109]
İbni Şi-hab'dan [110]
naklen haber verdi. İbni Şihâb demiş ki; Bana Saidü'bnü'l-Müseyyeb rivayet etti
ki, Ebû Hüreyre kendisine şunları haber vermiş:
Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selletn) :
«Allah'dan başka ilâh
yoktur deyinceye kadar insanlarla cenk etmeye me'mur oidum. Binaenaleyh her kim
Ailahdan başka ilâh yoktur, derse malını ve canını benden korumuş olur. Ancak
hakkiyle (öldürülmüş) olursa o başka, hesabı ise Allâha kalmıştır.»
buyurmuşlar.
34 — (...)
Bize Ahmed b. Abdete'd-Dabbiy rivayet etti. (Dediki):Bize Abdülaziz yani
ed-Derâverdi, [111]
el-Alâ [112] dan rivayet eyledi. H.
Bize Ümeyyetü'bnü
Bistâm da rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Yezid b. Zürey'
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ravh [113],
el-Alâ' b. Abdirrahman b. Ya'kub'dan o da babasından, o da Ebû HÜreyre'den, o
da Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'âen naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar
:
«İnsanlarla: Allah'dan
başka ilâh yoktur deyerek bana ve getirdiklerime imân edinceye kadar cenk
etmeye me'mur oldum. Bunu yaptılar mı canla* rını ve mallarını benden korumuş
olurlar. Ancak (İslâm haklarından) bir hak karşılığı olursa o başka! (Bâtınî) hesapları da Allah'a kalmıştır.»
Bu rivayet yukarıki
rivayetlerde muhtasar bırakılan yerleri beyan etmektedir. Ve bir kimse îslâm
dinine tereddüdsüz, Kat'î bir i'tikadla iman ederse bu imanın kâfi geleceğine,
o kimseye mü'min denileceğine; mü'min olmak için mutlaka kelâm ulemasının
gösterdikleri delilleri öğrenmek vâ-cib olmadığına delildir ki, selef ve
halefin cumhuru ile muhakıkîn ulemanın mezhepleri de budur. Bazı kelâm
ulemasiyle mu'teziîenin ekserisine göre ise Allah 'a, varlığının delillerini
bilerek iman etmek şarttır. Bu şekilde iman etmeyenlere mü'min denilemez. Mu
mezhep için Nevevî: «Aşikâr bir hatâdır.» dedikten sonra şunları söylüyor
:
«Çünkü murad olan,
kat'î tasdiktir; o da hasıl olmuştur. Bir de Peygamber (S.A.V.) getirdiği
şeylere iman hususunda tasdik ile iktifa etmiş; onları delilleriyle bilmeyi
şart konmamıştır. Bu hususta sahîhaynda peyderpey bir çok hadîsler rivayet
olunmuştur ki, nıecmu'u ile tevatür ve i
kat'î husul bulur.»
35- Bize Ebû
Bekir b. Ebû Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs b. Gıyâs [114] ,
El-A'meş/den, o da Ebû SÜfyan'dan [115], o
da Câbir'den: ve (Yine El-A'meş), Ebû Sâlih'den [116] , o
da Ebû HÜreyre'den naklen rivayet etti. Câbir ile EbûHüreyre tıpkı
İbni'l-MüseyycVin Ebû HÜreyre'den rivayet ettiği gibi: Bcsulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«İnsanlarla cenk
etmeye me'mur oldum...» buyurdu; demişler. H.
Bana (Yine) Ebû Bekir
b. Ebî Şeybe rivayet etli. (Dedi ki): Bize Vekî' rivayet eyledi. H.
Bana Muhammed b.
el-Müsennâ dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-durrahman yani İbni Mehdi
rivayet etti. Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. el'Müsenna ikisi de
dediler ki: Bize Süfyân, EbuVZübeyr'-den, [117] o
da Câbir'den naklen rivayet etti. Câhir şöyle demiş:
Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem);
«İnsanlarla: Allah'dan
başka ilâh yoktur deyinceye kadar cenk etmeye memur oldum. Altah'dan başka ilâh
yoktur dediler mi mallarını, canlarını benden korumuş olurlar. Ancak (İslâmm
haklarından) bir hak karşılığı olursa o başka. (Batınî) hesapları da Allaha
kalmıştır.» buyurdular. Sonra:
«Sen ancak bir
nasihatçısın. Onların üzerine musallat değilsin.» [118]
âyetini okudu.
Müzekkiri; müfessirler
vaiz diye tefsir etmişlerdir. Müseytır: Musallat manasınadır. Sahip ve cebbar
mânalarına dahi gelir. O gün için Resulüllah (S.A.V.)'in vazifesi nasihattan
ibaretti. Sonra kendisine düşmanla harb etmek emrolundu.
36- (22)
Bize Ebû Gassân el-Mismaî Mâlik b. Abdilvâhid [119]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdühnelik b. Es-Sabbâh, Şu'be'den, odaVâkid b.
Mu-hammed [120] b. Zeyd b. Abdullah b.
Ömer'den, o da babasından, o da Abdullah b. Ömer'den naklen rivayet etti.
Abdullah b. Ömer şöyle demiş:
Resulüllah (SaUailahü
Aleyhi ve Seîlem) «Allah'dan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Resulüllah
olduğuna şehâdet, namazı ikaame ve zekâtı edâ edinceye kadar insanlarla cenk
etmeye me'mur oldum. Bunları yaptılar mı canlarını ve mallarını benden korumuş
olurlar. Ancak İslâmm haklarından bir hak karşılığı olursa o başka! (Batınî)
hesapları da Allah'a kalmıştır.
Taberânî'nin
cEl-Evsat» nâm eserinde Hz. Enes (R.A.)'dan rivayet ettiği bir hadîse göre bu
rivayetlerde istisna edilen İslâm haklarından muradın neler olduğu Resulüllah
(S.A.V.)'e sorulmuş. Cevaben : «Evlendikten sonra zina, müsiüman olduktan
sonra irtidâd, bir de insan öldürmektir. Bunlara mukabil öldürülebilir» diyerek
izah buyurmuşlardır.
37 - (23)
Bize Süveyd b. Said [121] ile
İbni Ebî Ömer rivayet ettiler. El-Fezârî'yi kasdederek dediler ki: Bize Mervân
(119), Ebû Mâlik'den, [122] o
da babasından naklen rivayet etti. Babası şöyle demiş:
Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'i:
«Her kim A Hah'dan
başka ilâh yoktur der de Allah'dan başka tapılan şeylere küfrederse onun maiı [123] ve
canıfna dokunmak) haramdır. (Batınî) hesabı ise Allah'a kalmıştır.» buyururken
işittim.
Peygamber (S.A.V.)
insanların kalblerinde neler gizlediklerini Öğrenmeğe me'mur değildir. Zaten bu
bir sır olduğu için onu Allah'dan başka bilecek yoktur. Bundan dolayı hadîsin
bütün rivayetlerinde Allah ve Resulün'e şehâdet, bazılarında namaz kılmak, zekât
vermek ve Allah tarafından getirdiği her şeyi dil ile ikrar etmek istenilmiştir.
Çünkü zahirde bir kimsenin müsiüman olduğuna delâlet eden şeyler bunlardır.
Bunları yapana rmrmin denilir. Gönülden geçen veya kalpte gizlenen sırlardan
dolayı hesaba çekmek ise yalnız A11ah'a
aiddir. Ulemnnıız bu
babta:
«Biz İnsanların dışına
göre hüküm veririz; içine göre hüküm vermek ise Allah'a mahsustur»
demişlerdir.
38 — (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Hâlid el-Ahmer [124]
rivayet eyledi. H.
Bu hadîsi bana Züheyr
b. Harb dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd b. Harun rivayet etti. Zübeyr
ile Yezid'in her ikisinin Ebû Mâlik'den, onunda babasından naklen rivayetine
göre Ebû Mâük'in bahası Peygamber (SallaHahü Aleyhi ve Seiİem)'\: «Her kim
AHah'ı tevhid ederse...» buyururken îşitmiştîr. Scnra Ebû Mâlik (yukariki)
hadîsin benzerini zikretmiş.
39 — (24)
Bana Harraeletü'bnü Yahya et-Tücîbî rivayet etti. {Dedi ki): Bize Abdullah b.
Vehb haber verdi. Dedi ki: Bana Yûnus, [125] ,
İbni Şi-hâb'dan [126]
natıen rivayet etti. Demiş ki: Bana Said b. el-Müseyyeb, babasından naklen
rivayet eyledi. Babası şöyle demiş:
Ebu Tâlib'in [127]
ölümü yaklaşınca (SallallahÜ Aleyhi ve SeUem) ona geldi. Ve yanında Ebû Cehil [128] ile
Abdullah b. Eltf Ümeyycte'bni'l-Mtıgirâ'y* [129]
buldu. Müteakiben Resulüllah (Sailallah'd Aleyhi ve Seilenı) : ctEy amca!
Allah'dan başka ilâh yoktur de. Bu kelimeyi söyîe kî, onun sebebiyle huzur-u
İlâhide senin lehine şehâdet eyleyeyim.» dedi. Bunun üzerine Ebû Cehil iîe
Abdullah b. Ebi Ümeyye : «Yâ Ebâ Tâlib,
Abdulmuttalih'in dîninden dönmek mi istiyorsun?» dediler. Eesulüllah
(Sailalîahü Aleyhi ve SeUem) o sözü amcasına arz etti, durdu. Nihayet Ebû Tâlib
onlara son söz olarak kendisinin AbdÜİmutta-lib'in dîni üzere bulunduğunu
söyledi, ve «Allah'dan başka ilâh
yoktur» demekten imtina' etti, Resulüllah (SallallahÜ Aleyhi ve SeUem): de: «İyi bil, vallahi senin hakkında niyaz
etmekden nehyolunmadığtm müddetçe senin için mutlaka istiğfara devam edeceğim;
dedi.
Hem&n arkasından
da Allah Azze ve Celi şu ayet-i kerîmeyi indirdi: «Müşriklerin cehennemlik
oldukları kendilerince anlaşıldıktan sonra akraba hile olsalar Peygambere de
mü'minlere de onlar için istiğfar etmek gerekmez,» [130]
Allahü Teâlâ Ehû Tâlib
hakkında dahi âyet indirerek Resulü (Süllallahü Aleyhi ve SeUem) 'e: «Şüphesiz
ki sen sevdiğine hidâyet veremezsin; ama Allah dilediğine hidâyet verir. Hem o
hidayete erecekleri daha iyi bilir.» [131]
buyurdu.
Bu hadîsi Buhâri
Müslim ittifakla Said b. el-Müseyyeb 'ten tahric etmişlerdir. Hadîsi Said babasından
rivayet etmiştir. cümlesinin asıl
mânası:
«Ebû Tâlib'e ölüm
geldiği zaman...» demek ise de burda: Ölümü yaklaştığı, ölüm alâmetleri
görülmeye başladığı zaman kastedilmiştir. Çünkü ölüm ânına hai-i intizâr derler
ki, o anda imân etmenin bir faydası yoktur. Bazıları bu ifâdeden hakikaten
ihtizarı yani koma halini anlamış; ve:
«O halde Peygamber
(S.A.V.) kendisinin orada bulunması bereketine amcasının rahmet-i İlahiyye'yc
nail olacağım ümid etmişti" demişlerse de bu mütâlea doğru
görülmemektedir. Zira Teâlâ Hazretleri:
Bütün kötülükleri
işleyip de (içlerinden) birine ölüm geldiği vakit: Şimdiben tevbe etdim diyen o
kimseler için tövbe yoktur.»
[132] buyurarak can çekiştirmekte olan bir kimsenin imâm
kabul edilmeyeceğini saraheten bildirmiştir. Binaenaleyh Resûlüllah
(S.A.V.)
0 halde bulunan bir kimseye iman teklif etmez.
Anlaşılıyor ki bu konuşma esnasında amcası henüz koma hâlinde değilmiş.
Zaten Ebû Tâ1ib'in Peygamber
(S.A.V.)'le konuşması da koma hâlinde olmadığım gösterir.
Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimiz, amcası Ebû Tâ1ib'in imân etmesini son derece arzu ediyordu. Çünkü
kendilerini bir baba şefkatiyle büyüten, her badirede imdadına koşan onu öz
evladından daha ziyâde bağrına basan o idi. Resûlüllah (S.A.V.) doğmadan
babası, altı yaşında iken de annesi vefat etmişti. Bunun üzerine O'na dedesi
Abdülmuttalib baktı. Onun vefatından sonra Peygamberimiz Muharamed Mustafa
(S.A.V.) amcası Ebû Tâlib'e kaldı. Ebû Tâlib, Resûlüllah (S.A.V.)'i kendi çocuklarından
ziyâde severdi. Bu hâl kendisine peygamberlik gelinceye kadar böyle gittiği
gibi Peygamber olduktan sonra da devam etti. Kureyş'in nice düşmanlıklarından
Onu amcası Ebû Tâlib korumuş; bu uğurda ölümle tehdid olunduğu halde
Resûlüllah (S.A.V.)'i onlara teslim etmemişti. Nihayet başta yine Ebû Tâlib
olmak üzere Peygamber (S.A.V.)'in mensûb bulunduğu Benî Hâşim Kabilesi
Kureyş'in müdhiş bir boykotuna ma'ruz kaldılar. Kureyş, Benî Hâşim'le olan
bütün alâkalarını kesmişti. Onlarla alış veriş yapmıyor, kız alıp vermiyor,
kendilerine en küçük bir insanlığı reva görmüyordu. Bu hal tâ Benî Hâşim,
Resûlüllah (S.A.V.) 'i kendilerine teslim edinceye kadar devam edecekti. Hatta
bu hususta bir de misâk yazılarak Kabe 'nin kapısına asılmıştı. Beni Hâşim çok
müşkül vaziyette kalmıştı, bilmecburiye kendilerine aid bir vadiden ibaret olan
« Şi'b» a sığındılar. Ve burada tam üç sene mahsur kaldılar. Bu üç sene
zarfında müslümanların ve dolayısiyîe Ebû Tâiib'in çekmediği zahmet ve
mihnetler kalmadı. Hatta ağaç yapraklan yemeye mecbur kaldılar. Fakat Ebû
Tâlib cam gibi sevdiği birader zadesi Resûlüllah (S.A.V.)'i düşmanlarına
teslimi bir an hatırına bile getirmedi. Nihayet Kureyş, ahidnameyi kendileri
yırtarak boykotu kaldırdılar. Ancak « Ş i' b > daki mahsur hayattan kurtulduktan
bir kaç gün sonra Ebû Tâlib vefat etti. Ondan üç gün sonra da ümmül mü'minin
Hz. Hadice (R.A.) dünyadan gitmişti. Onun için Resûlüllah (S.A.V.) o seneye
«Âmü'I-Hüzn» (keder yılı) namını vermişti. O zaman Peygamber (S.A.V.)'in yaşı
elliyi doldurmak üzere idi. İşte
Resujüllah (S.A.V.), üzerinde
bu derece emek ve hakkı bulunan amcasının ebedî seâdete ermesini istiyordu. Bunun
için ise müslüman olmak şarttı. Resûlüllah (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in
amcasını görür görmez şehadet tavsiyesinde bulunması bundandır.
Vahidi 'nin Musa b.
Ubeyde 'den tahric ettiği bir rivayete göre:
Ebû Tâlib Ölüm döşeğine düşünce Kureyş:
«Kardeşin oğluna haber
gönder de sana şu söylediği cennetten şifâbahş olacak bir şeyler yollasın!»
demişler. O da Resûlüllah (Saîlaîîahü Aleyhi ve Sellem) J& haber yollamış,
^Peygamber efendimiz:
..Şüphesiz ki Allah o
cennetin yiyecek ve içeceklerini kâfirlere haram kılmıştır.» buyurmuş.
Sonra Ebû Tâlib'in
yanma giderek ona islâmı arzetmiştir. Ebû
Tâlib şu cevabı vermiş:
«Eğer bu şehâdet
sebebiyle ta'yib edilerek: amcan ölümden korktu, denilmese bu şehâdeti
getirerek seni mutlaka memnun ederdim.»
Sa1ebi'nin rivayetine
göre Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Ebû Tâlib'e:
«Ey amca! Muhakkak
üzerimde en çok hakkı olan ve bana en büyük minnet ihsan eden insan, sensin.
Hiç şüphe yok ki üzerimde babamdan da ziyade hakkı olan sensin. İmdi bir kelime
söyle ki, kıyamet gününde onun sebebiyle şefaatim sana vâcib olsun!» demiştir.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin amcasından:.
«Allah'dan başka ilâh
yoktur» demesini istemesi kinaye yolu ile kendisinin de Resûlüllah olduğunu
istemektir. Çünkü bu iki şehâdeti yapmadıkça bir kimseye müslüman hükmü
verilemez. Yalnız tevhidi istemiş olmasıda ihtimal dahilindedir. Çünkü Ebû
Tâlib, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hak Peygamber olduğunu biliyordu. ifadesi bütün asıl nüshalarda bu şekilde
rivayet
edilmiştir; Ve:
«Ebû Tâlib Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e o sözii tekrarlıyordu» ma'nasina gelir. Ancak
Kaadi Iyaz bir nüshada » şeklinde gördüğünü ve bu rivayetin daha muvafık olduğunu
söylemiştir. Bu takdirde ma'na:
«Ebû Cehil ile îbni
Ebî Ümeyye söylediklerini tekrarlayıp durdular. demek olur.
«Nihayet Ebû Tâlib
onlara son söz olarak kendisinin Abdülmuttaîib'ir dîni üzre bulunduğunu
söyledi» ifâdesi en güzel âdâb ve konuşma! usullerinden sayılır. Yani
başkasının nahoş bir sözünü nakleden, burada olduğu gibi gaib zamiri
kullanmalıdır. Burada mezkûr adaba riâyet edilmese:«Ben Abülmuttalib'in dîni
üzereyim dedi.» ifadesini kullanmak gerekirdi. Çünkü Ebû Tâ1ib'in ağzından çıkan söz bu idi.
«Şüphesiz ki sen
sevdiğine hidayet veremezsin...» ayet-i kerimesinin Ebû Tâlib hakkında nazil
olduğunda bütün müfessirler müttefiktirler. Keza hidâyet ve dalâlet ancak
Allah'a mahsus olduğunda dahi bütün ulemâ ittifak halindedirler.
1-
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in şehâdeti, kendisine nasib olan kimse için bir fazilettir.
2-
İstenilmeden yemin etmek caizdir.
3- Bu
hadîs Ebû Tâîib'in müşrik olarak vefat ettiğine
nas-san delildir. Maamafih mesele ihtilaflıdır. Çünkü İbni
îshâk'm rivayetinde:
«Abbas;
Peygamber(Saliaîlahü Aleyhi ve Selkm)Je;
«Ey kardeşim oğluî
Senin amcana arzetîiğin kelimeyi onun gerçekten söylediğini işittim.» dediği;
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ise:
«Ben işitmedim» cevabım
verdiği zikredilmektedir. Sühey1i diyor ki:
«Abbasm sözünün kabul
edilmemesi onu müsîüman değil iken söyle-diğindendîr. Şayed o sözü müsîüman
olduktan sonra söylese kabul edilirdi. Nitekim Cübeyr b. Mut'im'in kâfirken
dinleyip müsîüman olduktan sonra eda ettiği hadîsi kabul edilmiştir.»
Tenbih : Kelâm
ulemasının da beyan ettikleri vecihle Ebü Tâ1ib'in iman etmediğine kail olmak
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in gücenmesine sebeb olabilir.
Binaenaleyh bu babta en ihtiyatlı hareket bu meseleye dil uzatmamaktır.
40 — (...) Bize
İslı âk b. İbrahim [133] ile
Abd h. Humeyd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdürrezzak [134]
haber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'-mer [135]
haber verdi. H.
Bize Hasan el-Hulvâni
ile Abd b. Humeyd dahî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Yâkub [136] —
ki îbni İbrahim b. Sâ'ddır — rivayet etti. Dedi ki: Bana babam, Salih'den, [137]
Salih ile Ma'mer'in her ikisi de Zühri'den naklen bu isnadla bu hadîsin mislim
rivayet etti. Şu kadar var ki, Salih'in hadîsi:
«Bunun üzerine Allah
Azze ve Celi onun hakkında (ayet) indirdi.» cümlesinde nihayete ermiş, her iki
âyeti zikretmemiştir, Salih hadîsinde:
«Ebû Cehil ile
Abdullah o sözü tekrarlıyorlardı» denilmiştir. Ma'mer hadîsinde ise bu cümlenin
yerinde:
«Onlar Ebû Tâlib'in
yakasını bırakmadılar.» cümlesi vardır.
41 — (25)
Bize Muhammed b. Abbâd ile İbni Ebî Ömer rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Mervan, [138] Yezid'den [139] —
ki îbni Keysân'dır— o da Ebû Hâzim'den [140] o
da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hü-reyre şöyle demiş:
— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) amcası Ölürken ona: «Ailah'dan başka ilâh yoktur
de bunun sebebiyle ben kıyamet gününde senin lehine şehâdet edeceğim« buyurdu.
Fakat o buna
yanaşmadı. Bunun üzerine Allah:
«Şüphesiz ki sen
sevdiğine hidâyet veremezsin...
—el-Kasab: 56 ayet-i kerimesini indirdi.
42 — (...)
Bize Muhammed b. Hatim b. Meymfin rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Said [141]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezid b. Keysân, Ebû Hâzini el-Eşcâi'den, o da
Ebû Hüreyre'den naklen rivayet eyledi. Ebû Hü-reyre şöyle demiş:
— Eesulüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) amcasına: «Ailah'dan başka ilâh yoktur; de. Bunun
sebebiyle kıyamet gününde ben senin lehine şehâdet edeceğim.» tuyurdu. Amcası:
«Kureyş beni
ayıplayarak: Ebû Tâlib'i buna ancak korku şevketti; demeseler seni mutlaka
memnun ederdim» dedi. Bunun üzerine Allah: «Şüphesiz ki sen sevdiğine hidâyet
veremezsin: ama Allah dilediğine hidâyet verir... el-Kasas: 56 âyetini indirdi.
Bu hadîs, bütün esas
nüshalarda ve bütün râvilerin nakillerinde şeklinde rivayet olunmuştur. Ancak
lügat âlimlerinden Zemahşeri 'nin de dâhil olduğu bir cemaat bu ibarenin:
olacağına kaildirler.
Hara': Za'f ve
gevgaklik demektir. Birinci rivayete göre mezkûr cümle:
Ebû Tâlib'i buna
sevkeden ancak korkudur.» İkinciye göre ise:
«Ebû Tâlib'i îiaua
sevkeden ancak za'fıdir» manasına gelir.Kaadı Iyaz:
«Bize üstadla.'anızdan
bir çokları doğrusunun bu —hara'— olduğuna
lenbihde bulundular»
demiştir.
»cümlesinin
ma'nası Saleb'e: göre: «Muradım yapardım.» ma'nasına gelir.
Çünkü araplar:
sözünü: Allah muradına
erdirsin; tâ ki nefsi razı oîsun ve gözü karar kılsın da başka bir şeye göz
dikmesin, mavnasında kullanırlar. Esmaî'ye göre ise bu sözün ma'nası: Allah
gözünün yaşım soğutsun, demektir. Zira sevinç sebebiyle akan göz yaşı soğuk
olur. Bazıları:
«Bu sözün ma'nası:
Allah ona, sevindirecek bir şey göstersin» demektir mutaleasmda
bulunmuşlardır.
Ehli Sünnet ve'I-Cemaat
mezhebine göre imanım kurtaran mutlaka cennete girecektir. Hiç günahı
olmayanlar doğrudan doğruya cennete girecek, kat'iyyen cehennem azabı görmeyeceklerdir.
Herkesin behemeha cehenneme varacağım bildiren bir âyet-i kerime varsa da sabih
olan kavle göre ondan murad: Sıratı geçmektir. Çünki sırat cehennemin üzerine
kurulmuş bir âhiret köprüsüdür. Cennete gidenler bu köprüden geçecekler;
cehennemlikler ise geçemeyip cehenneme düşeceklerdir.
Büyük günah işlemiş
olanlar tevbe etmeden ölürlerse akıbetleri A11ah'm meşietine kalmıştır.
Dilerse böylelerini affeder; ve günahsızlar gibi hiç azâb etmeden cennetine
koyar; dilerse dilediği müddet onları cehenneminde azâb ettikten sonra
cennetine götürür. Fakat tiev-hid üzere Ölen bir mü'mini, günahları ne kadar
çok olursa olsun cehennemde ebedî bırakmadığı gibi, kâfir olarak dünyadan
giden bir insani hayır ve hasenatı ne derece çok olursa olsun ebediyyen
cennetine sokmaz. İşte îmam Nevevi 'nin de beyan ettiği vecihle bu meselede
ehl-i hakkın mezhebi kısaca budur. Kitab, sünnet ve icma'ı ümmet, yani bütün
şer'î deliller bu hususda müttefiktirler. Bu kaide, görüldüğü şekilde sağlam temeller
üzerine kurulmuştur. Binaenaleyh iman ve i'tikada dair görülmüş ve görülecek
bütün hadîsler bu ölçüye göre mutaîea edilmelidir. Zahiren bu kaideye muhalif
görülen hadîslere rastlanırsa onlarıda yine bu kaideye göre teVil etmek:
aralarını bulmak icabeder. Çünkü hakikatte şeriatın delilleri arasında asla bir
birine muhalefet yoktur. Te'vil edilmiş hadîsler inşallah sırası geldikçe
görülecektir.
43 — (26)
Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe ile Züheyr b. Harb — ikiside — İsmail b.
İbrahim'den [142] rivayet ettiler. Ebû Bekir
dedi ki: Bize İbni , [143]
Halid'den [144] rivayet etti. Demiş ki:
Bana el-Velid b. Müslim, [145]
Humrân'dan [146], o da Osman'dan [147]
naklen rivayet etti. Os-man-şöyle demiş:
— Resulüllah (Salfollahü Aleyhi ve Sellem) :
«Her kim Allah'dan
başka ilâh olmadığını bilerek ölürse cennete girecektir.» buyurdular.
Bu hadîs muhtelif
râviler tarafından muhtelif lâfızlarla- rivayet olunmuştur. Bu sebeble selef
arasında bir çok hataya düşenler olmuşsa da ehl-i tahkik ulemaya göre bütün
rivayetlerin ma'naları birdir. Buradaki hadîsle emsalinin ma'naları hakkında
Kaadi Iyaz'm verdiği ma'lû-matı Nevevi pek beğenmiş; ve hulâsasını Müslim şerhinde
nakletmiştir, Kaadi Iyaz (Rahimehutlah)
şöyle demektedir:
Allah ve Resulüne
şehâdet getirerek imân edenlerden Allah'a âsî olanlar hakkında ulemâ ihtilâf
etmişlerdir. Binnetice Mürcie [148] i
taifesi.
«İmam bulunan âsiye
günah işlemek zarar etmez,» demiş; Haricî1er [149] :
«Bilakis günah işleyen
kâfir olur,» iddiasında bulunmuş-
Mu'tezile [150] :
«Asî büyük günah
işlerse dinden çıkar; fakat kâfir olmaz. Böylesine fâsik denilir.» mütalaasını
ileri sürmüş; Eş'ariler [151] de
:
«Âsî Allah'ın afvine
mazhar olmasa hile yine mü'mindir. Azâb olun fakat sonunda mutlaka cennete
girer» demişlerdir.
Bu hadîs Hâricilerle
Mu'tezile aleyhine delildir. Mü^cie'ye geline Eğer onlar da bu hadîsin zahiri
ile istidlal ederlerse kendilerine şöyle d riz:
Hadîs; ya o âsinin
günahı affedilecektir, yahud şefaat sayesinde c heımemden çıkarak cennete
girecektir diye te'vil olunmuştur. Binaen] leyh Resulüllah (SaMkhü Aleyhi ve
Sellem)'in:
«Cennete girer»
buyurması cehennemde azâb olunarak cezasını çekti ten sonra girer ma'nasına
gelir.» hadîsi böyle te'vil etmek behemehal lâzımdır. Aksi takdirde şeriatın
delilleri birbirlerini nakzetmiş olurlar. Çünkü bazı âsîlerin azâb olunacağına
dair bir çok deliller vardır.
Resulüllah (Sattallahü Aleyhi ve Sellem)'in: «Bilerek
ölürse...» buyurmuş olması Mürcie
taifesinin taşkınlarına bir cevab-ı reddir. Bunlar:
«Allah ve Resulüne
şehâdet getiren kimse kalbinden inanmasa bilb cennete girer.» derler. Halbuki
Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) diğer bir hadîsde:
«Allah ve Resulü
hakkında hiç bir şüpheye düşmeyerek...» buyurmuş; ve bununla kalben i'tikadm
lüzumunu beyan etmiştir. Bu da bizim söylediklerimizi te'kid eder. Mürcie'nin
:
«İmân etmiş olmak için mücerred kalbin Allah'ı
bilmesi kâfidir; iki kelime-i şehâdeti getirmeye lüzum yoktur» diyenleri de bu
hadîsle istidlal ederler. Çünkü hadîsde yalnız bilmek zikredilmiştir.
Ehl-i Sünnetin
mezhebine göre: İki şehâdet ile kalbin Allah *ı bilmesi birbirine bağlıdır.
Biri bulunur da diğeri olmazsa o imanın bir faydası yoktur, sahibini ebedî
cehennemden kurtaramaz. Bundan ancak dilinde sakatlık olduğu için
konuşamayanlarla şehâdetleri getirmeye vakit bulamadan ölenler müstesnadır.
Onların' imanı sırf kalblerinin tasdikiyle mu'teberdir. Ehl-i Sünnet
ve'1-cemaata muhalefet eden Mürcie 'nin bu bâbta delili yoktur. Çünkü burada
Resulüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah'dan başka ilâh
olmadığını bilerek ölen cennete girer.» buyurmuş; fakat başka hadîslerde:
«Her kim Allah'dan
başka ilâh yoktur, derse...» ve;
«Her kim Allah'dan
başka ilâh olmadığına, benim de Resulüllah olduğuma şehâdet ederse,'..»
buyurarak mezkûr hadisden neyi kaydettiğini tefsir eylemiştir.
Eu hadîsin emsali
çoktur. Bunların lâfızları muhtelif ise de ma'naları hususunda ehl-i tahkik
ulemanın ittifakı vardır. Meselâ: hadîs burada bu lâfızlarla gelmiş; ama Muaz
(Radiyallahu anh) 'm Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy&en
rivayetinde: «l'er kimin son sözü «iâ ilahe illallah» olursa o kimse cennete
girecektir,.» Duyurulmuş; yine onun bir rivayetimde:
Her kim Allaha hiç
birşeyi şerik koşmayarak kavuşursa Cennete girecektir, denilmiş başka bir
rivayette:
«Eğer bir kul
Allah'dan başka ilâh olmadığına; Muhammed'in de Resulüllah olduğuna şehâdet
ederse Allah onu cehenneme haram kılar» buyurulmuştur.
Bunun bir benzerini de
Ubâdetü'bnü's-Sâmit ile Itbân b Mâlik
rivayet etmişlerdir. Ebû Hüreyre hadîsinde:
«Bu iki şehâdetle bir
kul - [Bunlarda hiç şüphe etmeyerek) Allah'a kavuşursa zina da etse, hırsızlık
da yapsa mutlaka cennete girer.» buyurulmuş.
Enes hadîsinde:
«Allah*dan başka ilâh
yoktur diyerek bununla Allahü Teâlâ'nm rizasını dileyen kimseyi Allah
cehenneme haram kılar» ifâdesi kullanılmıştır.
Bu hadîslerin hepsini
Müslim (Rahimehuîlah) kitabında sıralamıştır İçlerinde Saîd b. el-Müseyyeb de
bulunmak üzere seleften bir cemaatin;
«Bu hadîsler farzlarla
emir ve nehiyler nazil olmazdan önce şerefsâdır olmuşlardır.» dedikleri hikâye
edilir. Bazıları:
«Bu hadîsler
mücmeldir; şerh ve izaha muhtaçtır.» demiş ve bunların ma'nası:
«Her Mm şehâdet
getirirde onun hakkım ve farzını edâ ederse» demektir şeklinde izahta
bulunmuşlardır. Hasan-ı Basri'nin kavli budur. Hatta:
«Bu hadîsler pişman
olarak levbe eden ve arkasından hu halde ölen hakkındadır.»'diyenler bile
vardır. Buhar i'nin kavli de budur.
Bütün bu te'viller
hadîsler zahir ma'nalarma hamledildiğine göredir. Vârid oldukları yerlere göre
ise muhakkıkin-i ulemanın beyanına göre te'-villeri nıüşkil değildir.
Evvela şunu söyleyelim
ki: Bütün ehl-i-sünnet mezhebine mensub se-lef-i sâlihin ile muhaddisîn, fukaha
ve mütekellimînden ehl-i sünnet mezhebinde bulunan Eş'arilere göre günah
sahipleri A11ah'in meşi'etine kalmışlardır. Kalbden gelen bir ihlâs ve
samimiyetle iki şehâdeti getirerek imanla ölen herkes cennete girecektir. Eğer
tevbe etmiş veya hiç günah işîememişse
Rabbi 'nin rahmetiyle cennete girer ve cehenneme ta-
mamen haram olur.
Vârid olan iki şehâdet lâfzını bu sıfattaki insanlara hamledersek ma'na zahirdir.
Hasan-ı Basri ile Buharı 'nin yaptıkları te'vilin ma'nası budur. Şayet ölen
kimse Al1ah'in vâcib kıldığı bir şeyi yapmamak veya haram kıldığı bir şeyi
yapmak suretiyle ibâdetle isyanın her ikisini yapanlardan ise böylesi Allah'ın
meşietine kalmıştır. Onun hakkında cehenneme haramdır. Veya Cenneti hak etmiştir
diye peşin bir hüküm verilemez. Yalnız eninde sonunda cennete gireceği
kat'iyetle söylenebilir. Bundan Önceki hâli A11ah'm rneşieti-ne bağlıdır.
Dilerse günahı mukabilinde onu azâb eder; dilerse fadlu ke-remiyle afv buyurur.
Bu hadîslerin her
birinin müstakil olması da mümkündür. O halde aralan bulunur; ve cenneti hak
etmeden murad: yukarıda beyan ettiğimiz vecihle her muvahhid mü'minin yâ affa
mazhar olarak derhal, yahud cezasını çektikten sonra cennete gireceğine, ehl-i
sünnetin icmâı bulunmasıdır.
Cehenneme haram olmak
ta'birinden murad; orada ebedî kalmamaktır. Bu iki meselede Hâricilerle
Mu'tezile muhaliftir.
«Her kimin son sözü lâ
İlahe illallah olursa cennete girer.» hadîsi son nefeste bunu söyleyenlere
mahsus da olabilir. Bu takdirde evvelden günah işlemiş bile olsa kelime-i
tevhid, Allahü Teâlâ 'nin rahmetine ve o kimsenin doğrudan doğruya cehennemden
kurtulmasına; cehennemin ona haram kılınmasına sebeb olur. Fakat son nefesinde
kelime-i tevhidi söyleyemeyen günahkâr mü'minlerin hali böyle değildir.
Bu hadîs gibi Ubâde
'den rivayet edilen hadîsin hükmü ve mu-vahhîdin, cennetin hangi kapısından
isterse gireceği, meselesi de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m
buyurduklarım söyleyerek, iki şehâdeti, hadîsde vârid olan imanın hakikatiyle
birlikte getiren kimseye mahsus olur. Böylesinin sevabı günahlarından çok olur
da, inşaallah afv-u mağfireti ve doğrudan cennete girmeyi hak eder. Allahü
a'lem,
Kaadi Iyaz'm sözü
burada sona eriyor. Nevevi bu Eözün son derece güzel olduğunu söyledikten sonra
kendi mütalaasını beyana geçerek şunları söylüyor:
«Kaadi'nin,
Îbm'l-Müseyyeb ile başkalarından hikâye ettiği şeylere gelince: bunlar zaif,
bâtıl sözlerdir. Çünkü mezkûr hadîslerin bazısını Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh)
rivayet etmiştir. Halbuki Ebû Hüreyre'nin müs-lüman oluşu geçtir. O bilittifak
Hayber vak'ası yılında müslüman olmuştur ki, o zamana kadar şeriatın hükümleri
yerini bulmuş, dinî vecîbelerin ekserisinin farziyyeti istikrar kesbetrniş
namaz, oruç, zekât ve sair ahkâmın farziyeti tekarrur etmişti. Haccın beşinci
veya altıncı sene farz kılındığına kail olanların kavline göre — ki bu kavil
dokuzuncu yılda farz oldu diyenlerin kavline tercih olunur — hacc da Öyledir.
Mücerred şehâdet
getirmekle cennete girileceğini ifâde eden hadîslerin bu zahirî ma'nalarını
te'vü hususunda Ebû Amr İbni Salâh daha başka bir mütalaa serd etmiş ve:
«Noksan rivayetin
Resulüllah (Sallaîîahü Aleyhi ve Seîlem) 'den değil, belleyiş ve zabıt
kifayetsizliği sebebiyle bazı râvilerden neş'et etme bir kusur olması caizdir.
Hadîsin başka rivayette tam olarak zikredilmesi de bunu gösterir...» dedikten
sonra sözüne şöyle devam etmiştir:
«Mamafih bunun,
putperest kâfirlere hitab ederken Kesûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Seliem) tarafından
yapılma bir kısaltma olması
da caizdir...»
Ancak Müslim
sarihlerinden Muhammed el-Übbî, râvilerin kısaltma yapma ihtimalini pek vârid
görmüyor. Çünkü bu hadîsleri ashab-ı kiramdan yedi, tabiîn hazerâtmdan da on
zâtın rivayet etmiş olması toptan böyle bir kısaltma yapma ihtimalini
zayıflatmaktadır. Ona göre Hz. Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) 'm bu hadîsi
müslüman olmazdan evvel işitmiş hıfzetmiş olması ihtimali daha kuvvetlidir.
(...) - Bize
Muhammed b. Ebû Bekir el-Mukaddemi [152] rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Bişrii'bnü'l Mufaddal [153]
rivayet eyledi. (Dedi ki): Bize Hâlid el-Hazzâ' el-Velid Ebû Bişr'den naklen
rivayet etti. Demiş ki: Humrân'i şunları söylerken işittim.
— Osman'ı:
Resulüllah(Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'i aynen tu hadîsin mislini söylerken
işittim: derken duydum.
44 (27) Bize
Ebû Bekir b. en-Nadr [154] b.
Ebû'n-Nadr rivayet etti. Dedi M: Bana Ebû'n-Nadr Haşini b. el-Kaasim [155]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah el-Eşcai [156] ,
Mâlik b. Miğvelden, [157] o
da Talha b. Musarrifden [158] o
da, Ebû Salih'den [159] o
da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet eyledi. Ebû Hüreyre şöyle demiş:
— Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Seliem) ile
bir yolculukta beraberdik. Derken cemaatin yiyecekleri tükendi. Hatta Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Seliem) onların yük
develerinden bazılarını boğazlamayı düşündü. Bunun üzerine Ömer:
— Yâ Besûlallah!
Cemaatin yiyeceklerinden ne kaldı ise bir yere top-lasan da
onların üzerine Allaha
duâ buyursana! dedi. Peygamber
(Sallallahu Aleyhi've Seliem) de Öyle yaptı. Artık buğdayı olan buğdayını,
hurması bulunan hurmasını getirdi.
Talha diyor ki:
— Mücâhid:
— Çekirdeği olan da çekirdeğini (getirdi.)
dedi. Ben:
— Bu çekirdekleri ne yapıyorlardı? dedim.
— Onlan emiyor,
üzerine de su içiyorlardı, dedi. Ebû Hüreyre demiş ki:
— Müteakiben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seliem) toplanan şeyler üzerine duâ etti. Neticede cemaat yemek kaplarım
doldurdular. O zaman Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seliem):
«Allah'dan başka ilâh
olmadığına ve kendimin Resulüllah olduğuma şehâdet eylerim. Eğer bir kul bu iki
şehâdet hususunda hiç bir şüpheye düşmeyerek bunlarla Allah'a kavuşursa mutlaka
cennete girer.» buyurdular.
Bu hadîsle bundan
sonraki hadîsin isnâdlarını Dâre Kutni illetlendirmiştir. Bu hadîsin illeti:
Ebû Üs'âme ile başkalarının, Ebeydulîah
el-Eşcai 'ye muhalefet ederek onu
Mâlik b.
Miğve1 'den o da Talha
'dan, o da Ebû Salih 'den mürsel olarak rivayet
etmeleridir.
Müteâkıb hadîsi ise A'meş'den
rivayetinin ihtilâfla olması ile il-letlendirmiştir. Çünkü ayni hadîsin isnadı
hakkında:
A'meş'den, o da Ebû
Salih'den, o da Câbir'den naklen rivayet etti.,.» dahî denilmiştir. Bir de
A'meş o hadîs hakkında şüphe edermiş.
Fakat Ebû Amr İbni
SalU Dâre Kutni 'nin bu İki istidrâkini — Buharı ile Müsli^n üzerine yaptığı
ekseri is-tidrakleri gibi— onların isnadlarma ta'n saymakda ve mezkûr ta'nm hadîslerin
metinlerini sahih olmaktan çıkaramayacağını söylemekte sözüne şöyle devam
etmektedir: «Çünkü hadîsin mürsel oluğu senedine dokunsa bile sıhhatına
dokunmaz. Bir hadîsi mu'temed râvilerden bazısı mevsûl olarak rivayet eder;
bazısı da mürsel bırakırsa, o hadîs ehî-i tahkik ulemaya göre mevsûl
hükmündedir. Zira buradaki ziyade sika râvinin ziya-desidir. Sikanın ziyadesi
ise makbuldür. Bundan dolayıdır ki Dâre Kutni 'nin istidrâkine cevap veren
Hafız Ebû Mes'ud İbrahim b. Muhammed:
Eşcaî sika ve
mücevvid'dir.»* demiştir. Zaten bu hadîsin Re-sulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Selîem) 'den sübut bulmuş bir aslı vardır. Onu A'meş müsned olarak rivayet
etmiş Yezid b. Ebû Ubeyd ile İyâs b. Sel^tnete'1-Ekv â'da Seleme 'den rivayette
bulunmuşlardır. Ayni hadîsi Buhâri, Seleme tarikiyle Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemyden rivayet eylemiştir. A'meş'in şekkine gelince: bu şüphe
hadîsin metnine dokunamaz. Çünkü sahâbi olan râvinin kim olduğunu ta'yin
hususundadır. Sahabe (Radıyallahu Anhüm)'ün hepsi âdildirler.
Dâre Kutni 'ye, İmam Nevevi iki vecihle cevap
veriyor:
1- Mu'temed
râvilerden bazısının mevsûl, bazısının mürsel olarak rivayet ettikleri hadîs,
sahih kavle göre mevsûl hükmündedir. Mevsûl rivayetin râvi sayısının mürsel
rivayetteki râvilere müsavi veya daha az olmasının da bir ehemmiyeti yoktur.
2- Hadîs
ulemasına göre bir râvi: «Bana ya filan yahud filan rivâyet etti.» dese,
zikrettiği râvilerin ikisi de mu'temed oldukları takdirde o hadîsle bilittifak
ihticâc olunur. Çünkü maksad, ismi verilmek suretiyle sika bir zattan rivayette
bulunmaktır. Burada da öyledir. Bunun bir kaide olduğunu Hatib-i
Bağdadi «el-Kif âye» nâm
eserinde zikretmiştir. Şâir ulema dahi mezkûr kaideye temas etmişlerdir.
Binaenaleyh sahâbi olmayan râviler hakkında hüküm bu olunca sahabiler hakkında
da ayni hükmün sabit olacağı evleviyette kalır. Zira ashab-ı kiramın hepsi
âdildirler. Onları ta'yin etmekte bir fayda mülahaza edilemez.
cümlesindeki «Hamail» kelimesi «Cemâil»
geklinde de rivayet olunmuştur. Kaadi Iyaz doğrusu «Hamail» olduğuna
kat'iyetle hükmetmiş; hatta • Cemâil» rivayeti bulunduğunu hiç anmamıştır. Buna
mukabil bazıları «Cemâil» rivayetini tercih etmişlerdir. İbni Salâh
iki rivayetin de doğru olduğunu söylemiştir.
Hamail: Hamulenin
cem'idir. Hamule: Yük taşıyan devedir. Cemâil: Cimâlenin cem'idir. Cimâle de
cemel'in cem'idir. Cemel: Erkek deve demektir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in bazı yük develerini kesmeyi hatırından geçirmesi,
maslahata riâyet gerektiğini, mühimmin karşısında daha ehemmin tercih
edileceğini, büyük zararı önlemek için
küçük zarara katlanmak
lâzım geldiğini anlatmak içindir.
ihâresi bütün esas
nüshalarda böyledir. İbni Salâh diyor
ki:
«Ezvide: zâdın
cem'idir. Zâd (yani yiyecek) ise doldurulmaz. Ancak onunla kaplar doldurulur.
Bence bunun hail çaresi: cemaat yiyecek kaplarını doldurdular» ma'nasma
almaktır. Bu takdirde ibareden muzâf atılmış; onun yerine muzâfun ileyh konulmuştur.
Mamafih kaplara, içlerindeki yiyeceklerin ismi de verilmiş olabilir.» buna
mecaz bil mucâvere derler.
1- «Zarar-ı
âmmı defi' için zarar-ı hâss ihtiyar olunur.
[160]
2 - «Zarar-ı
eşed zarar-ı ehaf ile izâle oulnur.» [161]
3 - «İki
fesad tearuz ettikde ehaffı irtikâb ile â'zamının çaresine bakılır.» [162]
4 - «Ehven-i
şerreyn ihtiyar olunur.» [163]
5 - «Bir
kimse maslahata muvafık gördüğü bir şeyi, mütalaasını almak için kendinden
daha faziletli olan bir zâta arzedebilir.
6- Yolcular
yiyeceklerini bir yere karıştırarak beraberce yiyebilirler. Bu hususta
birbirlerinden az veya çok yemelerinin hükmü yoktur.
7- Hadis-i şerif de Resulülla h (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in peygamberliğine delâlet eden bir. mucize vardır. Bu mucize onun duası
bereketiyle yiyeceklerin bütün yolcuların kaplarını dolduracak kadar artmasıdır.
45 (...) -
Bize Sehl b. Osman ile Ebû Küreyb Muhammed b. el-Alâ' ikisi birden Ebû
Muâviye'den [164] rivayet ettiler. Ebû
Küreyb dedi ki: Bize Ebû Muâviye A'meş'den [165] o
da EbÛ Sâlih'den, [166] o
da Ebû Hü-reyre'den yahud Ebû Said'den — burada A'meş şekketmiştir — naklen rivayet
etti. Ebû Hüreyre yahud Ebû Said şöyle demiş:
— Tebiik gazası vuku'
bulduğu zaman halka şiddetli açlık isabet etti.
— Yâ Resûlâllah! Bize izin versen de su
taşıdığımız develerimizi bo-ğazlasak ve onları hem yesek hem yağlarını
kullansaka! dediler. Resulüllah (Sallalîahii Aleyhi ve Sellem) : Öyle yapın!
buyurdu. Derken Ömer geldi. Ve:
— Yâ Resûlallâhî Bu
işi yaparsan binilecek hayvan azalır; öyle yapacağına bu zevatı yiyeceklerinin
fazlasını getirmeğe da'vet et. Sonra onlar için o yiyeceklere bereket ihsan
buyurmasını Allah'dan niyaz eyle ola ki Allah onlarda bereket halk eyleye,
dedi. Bunun üzerine Resulüllah (Sallalîahii Aleyhi ve Sellem):
«Evet (Haklısın)» buyurdu. Ve hemen-deriden bir yaygı getirerek
onu yaydı. Sonra herkesin yiyeceğinden fazlasını getirmesini istedi. Râvi diyor
ki:
— Artık kimisi bir avuç mısır, kimisi bir avuç
hurma, öteki bîr çacık bir şey getirmeye başladı. Nihayet bunlardan deri
yaygının üzerifl-de az bir şey toplandı Resulüllah (Sailallahü Aleyhi ve
Sellem)'de bu toplanan şey üzerine bereket duasında bulundu. Sonra:
— Kaplarınıza (bundan)
alın, buyurdu. Halk derhal
kaplarına (yiyecek) aldılar. O
derecede ki, asker arasında doldurmadık bir tek kap bırakmadılar. Müteakiben
doyuncaya kadar yediler. Bir hayli yiyecek ;]de arttı. Bunun üzerine Resulüllah
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem): buyurdular.
«AUah'dan başka ilâh
olmadığına ve kendimin Resulüllah olduğuma şehâdet ederim. Eğer bir kul, şüphe
etmemek şartı yi e Allah'a bu iki sehâ-detle kavuşursa cennet (e girmek) ten
men' olunmaz.» buyurdular.
Tebük, Şam ile Medine
arasında yarı yolda bulunanfbir şehirdir.
Medine 'den on dört konak uzaktadır.
Bir rivayete göre
Tebük gazasına yahudilerden bir cemaat\se-beb olmuştur. Bunlar Peygamber
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'e i gelerek :
:;
«Yâ Ebe'l-Kaasim, eğer
peygamberlik iddiasında doğruyu söylüyorsan, hemen Şam'a git, çünkü Şam
peygamberler ve mahşer diyarıdır.» demişler; Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve
Sellem) de buna inanarak ordusu ile yola çıkmıştı. Maksadı yalnız Şam'a
gitmekti. Fakat Tebük'e vardığı zaman
Teâ1a Hazretleri:
«Az daha seni bu
yerden çıkarmak için İ2'âc edeceklerdi...»
âyet-i kerimesini
indirdi ve yahudilerin su-i kasd yapmak istedikleri anlaşıldı. Bunun üzerine
Resulüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye döndü. O sene Hicâz'da
müdhiş bir sıcak ve açlık vardı. Diğer bir rivayete göre bu gazaya sebeb:
Bizanslıların büyük bir ordu ile müslümanlarm üzerine hareket halinde
oldukları şâyiasıdır. Bu haberin tahkikine imkân bulunamadığı için Resulüllah
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem) derhal
hazırlanarak yola çıkmıştı. cümlesinin asıl ma'nası:
«Yâ Resulüllah! Bize
izin versen de su taşıdığımız develerimizi bo-ğazlasak ve onları hem yesek hem
yağlansak a» demektir. Ancak buradaki yağlanma ta'birinden maksad araplarca ma'ruf
olan yağlanma değil, iç yağlarından istifade etmektir.
Nevâdıh:
Nâdıha'nın cem'idir.
Nâdıha :
Üzerine su yüklenen dişi devedir. Erkeğine nâdıh derler.
«Bize izin verirsen»,
«Müsaade buyurursan» gibi sözler büyüklere karşı gösterilecek en güzel terbiye
ve nezâket örnekleridir. Büyüklere emir sîgası kullanarak: «Şunu yap»
dememelidir.
Deriden yapılan yaygı
ma'nasma. gelen nita' kelimesi: nata', nat' ve nif şekillerinde de okunabilir.
1-
Kumandanın izni olmadıkça asker harbde kullandığı hayvan ve silâhını — kendi
mülkü bile olsa — itlaf edemez. Zira bunu yapmak islâm ordusunu zayıflatır.
Meğer ki pek büyük bir maslahat veya mefsedetten dolayı telef etmiş ola. O
zaman caizdir. Çünkü zaruretler haram olan şeyleri mübâh kılar.
2 -
cümlesinin asıl ma'nası şudur:
«Derken Ömer geldi.
Ve:
— Yâ Resûlallah, böyle
yaparsan sırt azalır; dedi...» Hayvanın binilen yeri sırtı olduğu için araplar
binek hayvanlarına mecazen «zahr» yani sırt derler. Bîr âmir veya kumandanın
emri altında bulunan kimse, âmirinin yanlış bir hareketini görürse ona doğru
bulduğu hatt-ı hareketi bildirerek verdiği emri geri aldırmağa çalışabilir. Hz.
Ömer'in Peygamber (Salîalîahü Aleyhi ve Selîem)'e fikir beyân etmesi buna
delildir.
3-
Resûlüllah (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem)'in Hz. Ömer'e: «Evet (haklısın)» buyurması ilk defa
vermiş olduğu izni
nesihtir.
Yani evvelâ develerin
kesilmesine izin vermiş; sonra o izni feshetmiştir.
4- Bu
rivayette dahi Peygamber (Salîalîahü
Aleyhi ve Sellem) in mu'cizesi göze çarpmaktadır.
46 — (28)
Bize Dâvûd b. Ruşeyd [167]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize el-Velim ya'nî İbni Müslim, İbni Câbir'den [168]naklen
rivayet etti.
İbni Câbir demiş ki:
Bana Umeyr b. Hânî' [169]
rivayet etti. Dedi ki: Bana Cünâdetii-bnü Ebî Ümeyye [170]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubâde-tü'bnü's-Sâmit [171]
rivayet eyledi. Dedi ki:
— Resûlüllah (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) :
Her kim şeriki olmayan
bir tek Ailah'dan başka ilâh olmadığına, Muhanv med'in onun kulu ve Peygamberi
olduğuna İsa'nın Allah'ın kulu, kadın kuiu-nun oğlu ve Meryem'e ilkâ ettiği
kelimesi ve Ailah'dan bir ruh olduğuna, Cennetin hak, cehennemin de hak
olduğuna şehâdet ederim derse Allah onu cennetin sekiz kapısından hangisini
dilerse ondan cennete koyar.»
buyurdular.
İmam Nevevi diyor ki:
«Bu hadîsin mevkî pek
büyüktür. Akaide şâmil olan hadîslerin en cem'iyetlisi yahud en
cemi'yetlilerinden biri budur. Çünkü Peygamber (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem)
birbirlerinden ayrı muhtelif inançlarda bulunan bütün küfür milletlerinden
sâdır olan küfür şekillerini bu hadîsde toplamış; ve başkalarına uymayan
taraflarını şu bir kaç harfle ihtisar edivermiştir.
Hz. İsâ (Aleyhisselâm) 'a kelime adını vermesi:
sair Âdem oğulları hilâfına babasız doğduğu içindir. Zira İsa (Aleyhisselâm) sırf bir kelimesiyle olmuştur. Herevi şöyle demiştir
Hz. İsâ (Aleyhisselâm)
'a Kelime adı verilmesi kelimesi sebebiyle dünyaya geldiğindendir. Nitekim
(rahmete sebeb olduğu için) yağmura da rahmet derler. Teâ1â
Hazretlerinin onun hakkında :
«Ailah'dan bir ruhtur»
buyurması «Allahdan bir rahmettir» ma'nası-nadır. İbni
Araf e :
«Bunun ma'nası şudur:
tsa babadan meydana gelmiş değildir. Allah annesine ruhu üfürmüştür» demiş;
başkaları:
«Bu sözün ma'nası:
Allah tarafından yaratılmıştır: demektir.» mütâ-leasında bulunmuşlardır. Bu
takdirde İsâ (Aleyhisselâm) *ın Allah'a izafeti Nâkatullah ve Beytullah
izafetlerinde olduğu gibi teşrif izafetidir. Yoksa bütün âlem A11ah Teâ1â'nındır.
O'nun tarafından yaratılmıştır.»
Bu hususta Kaadi
Iyâz da şunları söylemektedir:
« İsâ (Aleyhisselâm)'&
kelime denilmesi, Allah'ın kelimesi sebebiyle dünyaya geldiği içindir. Sonra
bu kelime hakkında ihtilâf olundu. Bazılarına göre «Ol» kelimesidir. Bir takımları; bu kelime Melek tara-
fmdan Hz. Meryem'e
müjde olarak söylenen kelimedir.» demişlerdir, tlka'ın ma'nası; vermektir. Hz.
îsâ (Aîeyhisseîâm) 'a Rûhullâh denilmesi, onun Cibril (Aîeyhtsselâm)
tarafından annesinin gömleğinin yenine üfürülen emr-i ilâhîden vücud
bulmasmdandır... Ruhdan murad; hayattır; diyenler olduğu gibi: kendisine tâbi'
olanlara burhan demektir; mütâleasmda bulunanlar da vardır.»
Ulemadan bazılarının
beyanına göre Peygamber (Sallaîîahü Aleyhi ve Sellem) hakkında: «Allah'ın kulu
ve Resulü» denilmesi hıristi-yanlarla yahudilere ta'riz içindir. Çünkü
Hıristiyanlar Hz. İsâ 'nın peygamberliğini iddia etmekle beraber teslise yani
üçlü ilâh'e kail olduklarından Hz. îsâ'yı Allah tanırlar. Yahudiler ise Hz.
îsâ'nın peygamberliğini inkâr ile annesine zina iftirasında bulunurlar.
Rivayete nazaran
hıristiyan büyüklerinden biri Kur'an okuyan bir zâtı:
Isâ Allah'ın Meryem'e
tevdî' ettiği bîr kelimesi ve Allah'dan bir ruhtur. [172]»
ayet-i kerimesini okurken işitmiş; ve:
«İsâ Allah'ın Meryem'e
tevdi' ettiği bir kelimesi ve Allah'dan bir cüz' olduğunu gösteriyor...» demiş.
Orada bulunanlar arasında Hasan
b. Ali b.
Vâfid de varmış. Hıristiyana
cevap vererek:
«Hak Teâlâ Hazretleri»
— «Allah göklerde ve
yerde kendi (halkettikleri)nden neler varsa hepsini sîzin emrinize âmâde kıldı.
[173] buyuruyor.
Eğer (ondan bir ruh)
ta'birinden İsa'nın Allah'dan bir cüz* olması lâzım geliyorsa göklerde ve
yerde bulunan her şeyin de ondan birer cüz olması icâbeder, halbuki buna kail
olan yoktur. Binaenaleyh (Ondan bir ruh) ta'birinden murad; olsa olsa onun halk
ve icâd ettiği şeylerdir;» demiş. Bunun üzerine hıristiyan derhal müslüman
olmuş.
Bu hadîs, müslüman
olmak için kelime-i şehadet getirmeyi şart gibi gösteriyorsa da Müslim
Sarihlerinden e 1-Ü b b î bunun şart olmadığını :
«Allah bîrdir Muhammed
Resülullah'dır.» demekle de İslama girileceğini söylüyor.
(...)
BanaAhmed b. İbrahim ed-Devraki rivayet etti. (Dedi ki): Bize Müheşşir b,
İsmail, [174] Evzâî'den, o da Umeyr b.
Hânî'den naklen bu isnadda bunun gibi bir hadîs rivayet etti. Ancak o:
«Allah o kimseyi
işlemiş olduğu amele göre Cennete koyar.» dedi. «Cennetin sekiz kapısından
hangisini dilerse ondan cennete koyar.» cümlesini zikretmedi.
«Allah o kimseyi
işlemiş olduğu amele göre cennete koyar.» cümlesinden murad, imâm Nevevi'ye
göre; netice i'tibariyle demektir. Yukarıda görüldüğü vecihle büyük günahları
varsa o kimse A11ah'm me-şietine bağlıdır. Azâb görse bile neticede yine
cennetlik olur.
47 — (29)
Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Leys, [175]
İbni Aclân'dan,. [176] o
da Muhammed b. Yahya b. Habbân'dan, o da [177]
İbni MuhayrizMen, [178] o
da Sunâbihi' [179] den, o da
Ubâdetü'b-nü's-Sâmit'den naklen rivayet etti. Sunâbihî şöyle demiş:
— Ubâdetü'bnü's-Sâmitîn yanına girdim. Kendisi Ölüra
hâlinde idi. (Bunu görünce)
ağladım.
— Dut bakalım, niçin ağlıyorsun? Vallahi benden
şahidlik istense senin için mutlaka
şahidlik ederim. Bana şefaat hakkı
verilse senin için mutlaka şefaatte bulunurum. Gücüm yetse sana mutlaka
faydalı olurum, dedi. Sonra şunları söyledi:
— Vallahi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den,
içinde sizin _ için hayır bulunan
hiç bir hadîs işitmemişimdir ki onu sizlere rivayet etmiş olmayayım. Yalnız bîr tek hadîs müstesna! Onu da sizlere bu gün, son demimi yaşarken
söyleyeceğim. Ben Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Her kim Allah'elan
başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Resûlüllah olduğuna şehâdet getirirse
Allah o kimseye cehennemi haram kılar.» buyururken işittim.
Hz. Suna b ihi 'nin
ağlaması ya gördüğü Ölüm ızdırabına yahud bundan sonra Ubâde (Radiyallahu anh)
'dan istifâde edemeyeceğine hamledilirse de en münasibi, huzur-ı ilâhiye
çıkılacağını hatırladığı için ağlamış olmasıdır.
«Mehlen» Bana mühlet
ver; müsaade buyur; manâsında kullanılan ve fiilinin yerini tutan bir
masdardır. Müfred, tesniye ve cem'i ile müzekker ve müennes halleri hep ayni
şekilde kullanılır.
«fçinde sizin için
hayır bulunan hiç bir hadîs işitmemişimdir ki onu sizlere rivayet etmiş
olmayayım.» ifâdesinin mefhumu muhalifinden anlaşılan mâna —ki içinde hayır
bulunmayan hadîslerdir— muhataplara nis-betledir. Yoksa her hadîsde hayır
vardır.
Hadîs-i şerifin bu
cümlesinden pek âlâ anlaşılıyor ki rivayeti gizlenen hadîslerin teklif yani
emir ve nehiy ifade eden, delillerden olmamaları icabeder. Bu bâbta Kaadi
îyaz şunları söylemektedir :
«Bu hadisde Ubâdet ü'b
nü'-s-Sâm it'in zarar ve fitneye sebeb olacağından korktuğu ve her aklın
kaldıramayacağı bir şeyi gizlediğine delil vardır. Bu gizleme amel icâbetmeyen
ve içinde hudud-i şeriy-yeden bir hadd bulunmayan hadisde olur. Bunun gibi bir
amel icâbetmeyen, zaruriyyattan da olmayan yahud avammın, akılları
kavrayamayan veya râvisine yahud dinleyene bir zararı dokunacağından korkulan
hadîsleri, bâ husus münafıklara veya amirliği ve iyi nâmları olmayan bir kavve
Ebu Saİd-i Hııdrî (R. AnhÜm) gibi birçok sahabe-i kirama yetişmiştir. Aslen
Mekkeli ise de Beyti Makdis'de yaşamış;
Ömer b. Abdilaziz'in hilâfeti
zamanında vefat etmiştirmin kim olduklarını tayine; diğerlerini zem ve
tel'ine mütaallik haberleri ashab-ı kiramın terkettikleri çoktur.
cümlesi esas
itibariyle :
«Nefsim kuşatıldı»
demek ise de onunla :
Ecelim yaklaştı;
hayattan ümidimi kestim; son demimi
yaşıyorum»
mânaları kasdedilir.
Esasen bu söz düşmanları tarafından her tarafı sımsıkı çevrilen ve kurtuluş
ümidi kalmayan kimsenin söyleyeceği sözdür.
48 _ (30)
Bize Heddâb b. Hâlid [180]
el-Ezdî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hemmâm [181]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Katâdo rivayet etti. (Dedi ki): Bize Enes b.
Mâlik, Muâz b. Cebel'den naklen rivayet eyledi. Muâz şunları söylemiş :
— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in terkisinde idim. Onunla aramızda semerin arka
kaşından başka bir şey yoktu. (Bana)
«Ya Muâze"bne
Cebel!» dedi. Ben:
«Lebb*»yk ya
Fes^lâllah ve sa'deyk» dedim. Sonra biraz yürüdü, ve (yine .
«Ya Muâze'bne Cebel!»
dedi.
«Lebbeyk ya Resûlâllah
ve sa'deyk» dedim. Sonra biraz yürüdü, ve (tekrar):
«Ya Muâze'fane Cebel!»
buyurdu. Ben:
«Lebbeyk ya Resûlâllah
ve sa'deyk» dedim.
«Allahın kulları
üzerindeki hakkı nedir bilir misin?» diye sordu. Ben:
«Allah ve Resulü
bilir» dedim.
«Gerçekten Allah'ın
kullan üzerindeki hakkı ona ibâdet etmeleri ve kendisine hiç bir şeyi ortak
koşmamalarıdir.» buyurdu. Sonra biraz daha yürüdü. Ve (yine): .
«Ya Muâze'bne Cebel!»
dedi.
«Lebbeyk ya Resûlâllah
ve sa'deyk.» dedim.
«Bunu yaptıkları
takdirde kulların Allah üzerinde hakkı nedir, bitir misin?» dedi. Ben:
«Allah ve Resulü
bilir.» dedim.
«Onlara azâb
etmemesidir.» buyurdular.
Ridf: Hayvan üzerinde
bulunan bir kimsenin terkisine yani arkasına oturandır. Kelimenin meşhur
rivayeti bu ise de Kaadi Iyaz'm beyânına göre (Radîf) şeklinde rivayeti dahi
varmış.
Rahl: Devenin
semeridir. Atın eğerine «Sere» eşeğin semerine «Ükâf» derler.
Mu'hiretü'r- rahl:
Semerin arkasındaki kaştır. Bu kelime muahhara dahi okunabilir. Ancak ayni
manada «Âhiratü'r-Rahl» ta'biri daha çok kullanılır.
Hz. Muâz (Radiyallahu anh):
«Aramızda semerin arka
kaşından başka bir şey yoktu.» demekle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)
'e son derece yakın bulunduğunu mubâleğalı bir şekilde anlatmak istemiştir.
Lebbeyk: Sana tekrar
tekrar icabet eylerim demektir. Hacc bahsinde görüleceği vecihle bu kelimenin
mânası hakkında bir kaç kavil daha vardır.
«Senin taatin
üzreyim», «Mahabbetim sanadır» ilâh... gibi. Sa'deyk : Senin taatine tekrar
tekrar yardım ederim, manasınadır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in
Hz. Muâz (Radiyallahu anh)*a tekrar tekrar nida buyurması, söyleyeceklerine
bittekid ehemmiyet versin Ve dinleyeceği şeylere karşı tamamiyle dikkatli
bulunsun di-yedir. Filhakika bu maksadla bir kelimeyi üç defa tekrar buyurduğu
Sa-hîhaynda sabit olmuştur.
«Allah'ın kulları
üzerindeki hakkı nedir bilir misin?» Buradaki soru için el-Übbî:
Bu hakikaten
istifhamdır.» dedikten sonra şunları söyler : «Allah'ın kulları üzerindeki
hakkı, onlara farz kıldığı şeylerdir.» «Hakka'ş-şey'ü'»den alınmıştır ki sabit
oldu demektir. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise, va'd-i sâdıkiyle şerân
onlara verilmesi lâzım gelen şeylerdir. Bazıları hakkı şöyle tarif etmişlerdir.
Hak: Mevcud ve'
mütehakkik olan yahud yüzde yüz vücud bulacak olan her şeydir. Meselâ Allahü
Teâlâ ezelen ve ebeden mevcud olan Haktır.
Ölüm, cennet ve
cehennem haktırlar. Çünkü yüzde yüz vâkidirler. Bîr söz için «Bu söz haktır.»
denirse bunun mânası; onunla haber verilen şey muhakkak olacaktır; tereddüd götürmez;
demektir.
Bazı ulemaya gör ^
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in : «Kulların Allah üzerindeki hakları...»
buyurması, A11ah'm kulları üzerindeki hakkına mukabele olmak içindir. Yoksa
kulların Allah Teâlâ üzerinde bir hakkı
olamaz. Bu söz bir kimsenin arkadaşına:
«Hakkın bende
mahfuzdur» demesi kabilinden de olabilir. Bundan maksad; sana vadettiğim şeyi
bende hakkınmış gibi muhakkak surette yapacağım demektir.
«Allah'ın kulları
üzerindeki hakkı, ona ibâdet etmeleri ve kendisine hiç bir şeyi ortak
taşmamalarıdır.» ifadesinde ibadetle şirk koşmamayı niçin bir yerde
zikrettiğini kitabımızın beşinci hadîsinin şerhinde gördüğümüz için tekrar
etmiyoruz.
49 — (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu'l- Ahvas Sellâm
b. Süleym, Ebû tshâk'dan, o da Amr b. Meymûn'-dan, o da Muâz b. Cebel'den
naklen rivayet eyledi. Muâz şöyle demiş:
— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in terkisinde Ufeyr denilen bir merkebin
üzerinde idim.
«Yâ Muâz! Allah'ın
kulları üzerinde, kulların da Allah'ın üzerinde hakkı nedir bilir misin?» buyurdu. Ben:
«Allah ve Resulü
bilir.» dedim.
aGerçekten Allah'ın
kulları üzerindeki hakkı: Allah'a ibâdet etmeleri ve ona hiç bir şeyi ortak
koşmamalarıdır. Kulların Allah Azze ve Celle üzerindeki hakkı İse ona hiç bir
şeyi ortak koşmayan kimseye azâb etmemesidir.» buyurdular. Ben:
«Yâ Resul âli ah!
(Bunu) insanlara müjdelemeyeyim mi?» dedim. — «Müjdeleme zira güvenirler.»
buyurdu.
Kendilerine her haramı
mubah i'tikad eden İbâhiyye serserilerinin kulakları Çınlasın! Maalesef
muhitimizde (ie sık sık tesadüf edilen bu şeytanların kahvehanelerde ve ötede
beride rastladıkları saf Müslümanlara karşı birer evliya kesilerek, bazı âyet
ve hadîslerden dem vurarak kendi dalâletleri yetmiyormuş gibi onları da idlâl etmeye
çalıştıklarını duyuyoruz. Bu münasebetle birkaç kelime söylemek zaruretini
hissettik.
Nefislerinin esiri
olan bu şaşkınlara ilm-i kelâmda «İbâhiyye taifesi» denilir ki,
dala-"" let fırkalarının en menfur ve en mel'unlanndan biridir.
Muhitimizdekİ sâliklerinin ne derece kıdemli olduklarım bilemem; fakat
fırkanın târihi eskidir. Şanına yaraşır ta'birle söy-
lemek lâzım gelirse, o
da şâir dalâlet fırkalariyle yaşıttır! Bunlar akıllarınca: «
âyet-i kerîmesini İşlerine elverişli bulmuş ve
o mübarek âyeti o gün bu gün bâtıl da'valanna delÜ gösteregelmişlerdir. Âyet-i
kerîmeye şöyle ma'na verirler: cAl-lah'ı ilm-i yakîn ile bilinceye kadar
kendisine ibâdet et.» (Sûre-i Nahl, âyet; 99).
Dİyorlarmış ki: «Arif
bîllâh olan veliden bütün. teklifler sakıt olur; yâni artık ona her haram
mubahtır. İbâdet de yoktur. Bizler de ermiş bulunuyoruz; binaenaleyh bize
ibâdet farz değildi. Bizim surda oturup sohbette bulunmamız câhillerin
namazından bin kat evlâdır...>
Kendilerine bilfarz
Peygamber (SA.V.)'in bir vakit namaz borcu kalmadan dünyadan gittiği
batırlatılsa hemen: «Sen ona bakma, o başkalarına öğretmek için
kılmıştır..,> diye cevap verirlermiş.
Halbuki âyet-i
kerîmenin ma'nası: Sahabe, tabiîn ve bütün müctehidlerin icmaile şöyledir :
«Sana Ölüm gelinceye kadar Rabbine ibâdet et.» Nitekim Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimiz de böyle yapmıştır. Hattâ birkaç defa bayılmasına rağmen Ölüm
döşeğinden kalkarak namazını kılmak istemiş. Nihayet kendinde oturacak kadar
derman bulunca son namazını oturduğu yerden kildınnıştır. Resûlullah (S.A.V.);
«Allah'ı en iyi bileniniz benim» buyururken elbet de hiç bir Müslüman Allah'ı
ondan daha İyi bildiğini iddia edemez. Şu halde Allah'ı herkesden daha iyi
bilen ve Allah'ın en sevgili kulu olduğunda zerre mikdarı şüphe bulunmayan ahîrzaman
peygamberi Muhammed Mustafa (S.A.V.) den ve diğer peygamberlerden hiç bir
teklif sakıt olmayacak da bütün menhiyatı rahatça İcra etsinler diye bir alay
serseriden bütün teklifler sakıt olacak öyle mi!?... Maskara heriflerin
kendilerine verdikleri payeye bakınız!.. Yedikleri herzeleri meşru'
gösterebilmek için tâ nerelere uzanıyorlar!...
Şu nâtık hayvanların
nasıl konuştuklarını görmek için biz de kendilerine bazı sualler soralım:
a) Hazreti'
Peygamber (S.A.V.) ümmetine öğretmek için İbâdet etti ise sizin gibi ibâdet
kaçkınlarına ibâdet öğretmeye çalışması abesle iştigal değil midir? Öyle ya ibâdet yapmayacak bir kimseye ibâdet
öğretmenin hikmeti ne olabilir?
b) Peygamber
(S.A.V.) ibâdetleri ashab-ı kirâmma öğretmiştir. Acaba onlardan kaç tanesi bir
vakit namazım bırakmıştır.
c)
içlerinden birçokları hayatlarında cennetle müjdelenen bu zevat sizin derecenize yükselemediler mi dersiniz?
d) öğreten hoca ömrü boyunca çalışsın, öğrenen
ise yapmamak için öğrensin!.. Ve yapmadığından mes'ul olmasın!.. İşte
Resûlullah (S.A.V.) e nisbeüe sizin haliniz!.. Böyle bir saltanat dünyanın
neresinde görülmüştür?..
e) Peygamber
(S.A.V.) Hz. Muâz'a: «Müjdeleme! Çünkü ona güvenirler» yâni ibâdet etmeyip
tembel tembel oturur kalırlar; buyuruyor.
Buna sizler ne buyurursunuz?..
Ufeyr:
Peygamber (Saliailahü Aleyhi ve Sellem)'in merkebinin ismidir.Ash a'fer olup
terbim suretiyle tasgir yapılmıştır; nitekim aynı usulle (esved) kelimesinin
tasgiri de (süveyd) gelir. Bu kelimeyi Kaadi Iyaz gufeyr şeklinde zaptetmişse
de, bunun hata olduğu beyan edilmiştir. Resûlullah (Sallatîahü Aleyhi ve
Selîem) 'in merkebinin meşhur ismi Ya'fur'dur. Bu hayvanın Haccetü'1-Vedâ' da
öldüğü söylenir.
Zahire bakılırsa bu
rivayet yukarikinden başka olmalıdır. Çünkü yu-karıki rivayette «Mu'hıratu'r-Rahl»
tabiri kullanılmıştır.
Deve semerinin arka
kaşı mânâsına gelen bu tâbir, binilen hayvanın deve olduğunu gösterir. Maamâfih
mezkûr tâbirden:
«Deve semerinin arka
kaşı kadar» mânası kasdedilmiş de olabilir. O takdirde iki rivayette bahsedilen
hadise bir olur.
50 — (...)
Bize Muhammed b. el Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. İbnü'I-Müsennâ
dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'£er rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Ebû Hasîn
[182] ile
Eş'as b. Süleym'den [183]
naklen her ikisinin Esved b. Hilâl'i [184]
Muâz b. Cebel'den hadîs rivayet ederken işittiklerini anlattı. Muâz
(Radiyallahu anh) şöyle demiş:
— Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Yâ Muâz, Allah'ın kulları üzerindeki hakkı
nedir bilir misin?» dedi. Muâz :
— Allah ve Resulü bilir, cevâbım verdi.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;
«Allah'a ibâdet
olunmak ve ona hiç bir şey ortak koşulmamaktır.» buyurdu. (Yire) Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem): bunu yaptıkları takdirde kulların Allah
üzerindeki hakkı nedir bilir misin?» buyurdu. Muâz
(tekrar) :
— Allah ve Resulü
bilir, cevabım verdi. Bunun üzerine Resûlüllah
(Sallalhhü Aleyhi ve
Selleın): «onları azâb etmemektir.» buyurdular.
ibaresi hakkında Ebû
Amr İbni Salâh şunları söylemiştir
«Esâs nüshalarda
kelimesi mansûb olarak da rivayet edil-Wştir. Cümle üç vecih arasında
tereddüd'de kalmak şartiyle bu doğrudur. Üç vecihden birincisi fiili: şeklinde
müzekker gaib olarak okumaktır.
Mânası: «Kulun Allah'a
ibâdet etmesi; ona hiç bir şeyi prtak koşmaması» demek olur; ki en güzel vecih
de budur.
İkincisi: okumaktır.
Bu vecih (senin ibâdet etmendir;
mânasına gelir ve
fiil) muhâtab okunur. Muhâtab; Muâz (Radiyallahu anh) olduğu için hitâb
hassaten onadır. Ondan başkalarına da tenbih suretiyle delâlet eder.
Üçüncüsü: şeklinde
fiili meçhul okumakla olur. Bu tak-dirde: kelimesi meful-i bih değil,
masdardan (yâni mefulü mutlak olan
«işrâken» den) kinaye olur. Nâib'i fail de cârr ve mecrurdur. Rivayet bu üç
vecihden birini tayin etmediğine göre bu hadisi rivayet eden bizlere düşen
vazife üç vechi de birer birer söylemektir. Tâ ki üç vecihden hangisiyle
söyledi ise onu yüzde yüz zikretmiş olalım.»
İmam Nevevi, İbni
Salâh 'm yukarıdaki sözünü naklettikten sonra:
«Bizim zikrettiğimiz
ilk şekil ham rivâyeten hem manen doğrudur.» demiştir.
51 — (...)
Bize el-Kaasim b. Zekeriyya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hü-seyn [185],
Zâide'den, [186] 0 da Ebu Hasîn'den, o da
Esved b. Hilâl'den naklen rivayet eyledi. Esved demiş ki: Muâz'ı,
— Beni Resulüllâh
(Sallailahü Aleyhi ve Seilem) çağırdı. Hemen kendilerine icabet eyledim.
«Allah'ın insanlar
üzerindeki hakkı nedir bilir misin...» buyurdular... derken işittim. Râvî,
hadîsi yukarıküerin rivayetleri gibi nakletti.
Yani İmam Müs1im'in bu
dördüncü rivayetteki şeyhi el-Kaasim b. Zekeriyya dahi bu hadîsi, daha önceki
rivâyetlerdeki şeyhleri Heddâb, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve Mu-hammed b. Müsennâ
ile İbni Beşşar'm rivayetleri gibi nakletmiştir.
Bu rivayette zikri
geçen Hüseyn kelimesi bütün esas nüshalarda (sin) ile yazılıdır. Ancak Kaadi
Iyaz bazı esas nüshalarda bu kelimenin (sâd) ile Husayn şeklinde yazıldığını
söylemişse de mezkûr şekil doğru değildir. Çünkü Husayn nâmında bir râvinin
Zâide'den rivayette bulunduğunu bilen yoktur. Ondan bir çok yerlerde hadîs
rivayet eden râvi Hüseyn b. Ali el-Cu'fi ıdir.
52 — (31)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ömer b. Yunus el Hanefi [187]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize İkrimetü'bnü Ara-mâr [188]
rivayet eyledi. Dedi ki: Bana Ebû Kesir [189]
rivayet etti. Dedi ki: Bana Ebû Hüreyre rivayet etti. Dedi ki:
— Bir cemaatin içinde
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selİeın) 'in etrafında oturuyorduk. Yanımızda
Ebû Bekir'le Ömer de bulunuyorlardı. Derken Resûlüllah (SallaUahii Aleyhi ve
Sellem) aramızdan kalktı gitti; ve yanımıza dönmesi biraz gecikti. Biz kendisine
bir kötülük yapılmasından korkarak endişeye düştük. Ve hemen kalktık. İlk
telâşa kapılan ben idim iiesulülîâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfı aramağa
çıktım. Nihayet Ensar-dan beni Neccâr'a aid bir bahçeye gelince acaba bir kapı
bulabilirmiyim diye onun etrafını dolaştım. Fakat bulamadım. Birde baktım ki
akar bir kuyudan (meydana gelen) bir râbî' bir bahçenin içine giriyor. —Rabi':
kanal dernektir—. Ben derhal tilkinin büzüldüğü gibi büzülerek Kesu-lüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanma giriverdim.
«Sen Ebu Hüreyre
misin?» diye sordu.
«Evet yâ Resulâllah»
dedim.
«Niye geldin?» dedi.
«Aramızda idin. Sonra
birden kalkdin, gittin; ve yanımıza dönmekte geciktin. Doğrusu sana bir kötülük
yapılmasından korkarak endişeye düştük. İlk endişe eden de ben oldum da şu
bahçeye kadar geldim ve hemen
tilkinin toparlandığı
gibi toparlan (arak içeri dal)dım. Öteki insanlar da ar-kamdadır.» dedim.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Yâ Ebâ Hüreyre!» dedi; ;ve bana ayakkaplarını vererek:
«Şu iki tek ayakkabımı
götür. Bu bahçenin arkasında kalbi yüzde yüz inanarak: «AHah'dan başka hiç bir
ilâh yoktur.» diye şehâdet getiren her kime rast gelirsen onu hemen cennetle
müjdele.» buyurdular.
İlk rastlndiğım Ömer
oldu. (Bana)
«Bu ayakkabılar nedir
ya Ebâ Hüreyre?» dedi.
«Bunlar Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'\n ayakkablarıdır. Beni bunlarla gönderdi ki,
kalbi yüzde yüz inanarak "Allahdan başka hiç bir ilâh yoktur." diye
şehâdet getiren kime rastlarsam onu cennetle müjdeleyeceğim» dedim. Bunun üzerine
Ömer eliyle iki mememin arasına vurdu. Ben de oturağımın üstüne düştüm. Ömer:
«Geri dön yâ Ebâ
Hüreyre!» dedi. Ben de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına
döndüm. Ama nerde ise ağlamak üzere idim. Ömer beni tâkib etmiş. Bir de baktım
izimden geliyor. Resûlüllah. (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ne oldu sana Yâ Ebâ
Hüreyre?» dedi.
-Ömere rastgeîdim.
Benimle gönderdiğin haberi kendisine söyledim. Bunun üzerine Ömer iki mememin
arasına Öyle bir vuruş vurdu ki, kalçamın üstüne düştüm.-Bana: geri dön!»
emrini verdi; dedim. Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ona) :
«Yâ Öme.i Bu yaptığına
seni sevkeden nedir?» dedi. Ömer:
«Yâ Rcsûlâllah! Annem
babam sana feda olsun! Sen, kalbi yüzde yüz inanmış olarak Alîah'dan başka hiç
bir ilâh yoktur dîye şehâdet getiren kime rastlarsa onu cennetle müjdelesin
diye Ebû Hüreyre'yi ayakkabla-nnla gönderdin mi?» dedi. Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Evet» buyurdular.
Ömer :
«Aman yapma! Zira,
korkarım insanlar buna güvenip kalırlar. Binaenaleyh bırak şunları amel
etsinler.» dedi. Resûlüllah (Sallallahü Albyhi ve Sellem) de:
«Öyle ise bırak
şunları!» buyurdular.
«Telâşa düştük ve hemen kalktık...» Kaadi
ym beyânına göre feza' kelimesi üç mânâda kullanılır :
a) Korkmak
b) Ehemmiyet vermek; şitab etmek;
c) Yardımda bulunmak.
Burada bu mânâların
üçü de şahindir. Birinci ihtimale göre mânâj: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in tevkif edilmiş olmasından korktuk.»
İkinciye göre:
«Telâşa düştük ve
hemen ayağa kalktık.» üçüncü ihtimâle göre : «Telâş ettik ve derhal yardıma
kalktık...» demek olur.
tâ'birİ üzerinde de üç
vecih rivayet olunmuştur.
1- Hârice
bi'rin sıfatıdır; sıfatla mevsuf tenvinlidirler; ve «Akan kuyu» mânasını ifâde
ederler.
2- şeklinde
olup bi'r tenvhılidir. Hâricenin sonundaki (ha) zamirdir. Yani: «Bahçenin
dışındaki bir kuyudan» mânasma gelir.-
3 -
şeklindedir. Yani. bi'r Hâriceye muzaftır. Hârice bir
adamın ismidir.
Terkib: «Harice kuyusu» mânasına gelir.
Bu üç vecihin meşhur
olanı birincisidir. Üçüncüsüdür diyen de olmuşsa da ulema buna muvafakat
etmemişlerdir.
Bi'r: kuyu mânasına
gelen müennes bir kelimedir. Hemzesini tahfif ederek «Bîr* de okunabilir.
Cenri kılleti: «Eb'âr» gelirse de çok defa kelimenin hemzesi kalb ve nakil
adiler ek «Âbâr» denilir. Cemi' kesreti «Biâr» gelir.
kelimesi şeklinde de rivayet edilmişse de
birinci rivayet daha
doğru ve mâna itibariyle daha muvafıktır. Çünkü «îhtefeztü» dar yere girebilmek
için büzüldüm toplandım manasınadır. Ekser-i ulemanın kavli de budur.
«Ihtefertü» ise yeri kazdım demektir ki, buraya pek yakışmaz.
Resûlüllah (SaUallahü
Aleyhi ve Sellem) rm ayakaplarım Hz. Ebû Hüreyre 'ye vermesi, onu gördüğüne bir
alâmet olsun ve onun tarafından kendilerine söyleyeceği şeyleri daha kolay
kabul etsinler di-yedir.
«... Kalbi yüzde yüz
inanarak «Allah'dan başka hiç bir ilâh yoktur» diye şehâdet getiren her kime
rast gelirsen onu hemen cennetle müjdele» ifadesinden murad:
«Bu sıfat khnde
bulunursa onun cennetlik olacağını haber ver» demektir. Yoksa Hz. Ebû Hüreyre'ye
bu şekilde imân eden kimseleri bilmesi emredilmemiştir. Çünkü imân kalb isi
olduğu için bunu bilmeye imkân yoktur.
Hadis-i şerifin bu
cümlesi: «İman etmiş olmak için kalple tasdik ve dille ikrar lâzımdır; sadece
bunlardan biri kâfi değildir» diyen ehl-i hakkın mezhebine delildir.
ifadesi bütün esas nüshalarda bu şekilde
tesbit edilmiştir. İbare doğrudur; ve şöyle halledilir: kelimesi muzmer ile nasbedümiştir. Cümlenin geri kalan tarafı
ise takdirinde mübtedâ ve haberdir.
Ömer (Radiyallahu anh)
'm Hz. Ebû Hüreyre 'nin göğsüne vurması onu yere sermek veya ona eziyet etmek
için değil, söylediği sözden vazgeçirmek içindi. Bu hususta Kaadi Iyaz ile
diğer ulemadan bazıları şunları söylemişlerdir.
«Ömer (Radiyallahu
anh) 'm fiili ve Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Seîlem)'e müracaatı, ona itiraz
ile emrini kabul etmemek değildir. Çünkü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in Hz. Ebû Hüreyre ile gönderdiği sözde ümmetinin gönlünü almak ve
onlara müjdede bulunmaktan başka bir şey yoktu. Binaenaleyh Ömer (Raâiyallahu
anh) ümmet bu müjdeye güvenerek amel ve ibâdeti terk ederler endişesiyle onun
gizlenme3İ ve bu gizlenmenin rnüslümanlar için o peşin müjdeden daha hayırlı
olacağı rnutâleasmda bulunmuştu. Nitekim fikrini Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'e arzedince onun bu fikrini tasvib buyurdular.»
İst: dübür, kıç
manasınadır. Böyle yerlerde kelimenin hakikatini söy-lemekde utanmayı
İcâbedecek bir şey yoksa da bütün bu gûnâ gizli yerlerde müstehab olan, onları
burada olduğu gibi kinaye sözlerle ifâde etmektir. Kur'an-i Kerîm ve sünnet-i
Nebeviyye hep bu âdâb üzere gelmişlerdir. Fakat icâbında kelimenin hakikati
sarahaten zikredilir.
1-Hükümdar
veya herhangi büyük bir zât bir hususta fikir beyan eder de tebaasından biri
onun fikrine muhalif mutâleada bulunursa, büyüğün gözden geçirmesi için
mutaleasmı ona arzetmesi gerekir.
Şayed mutaîeası doğru ise büyük onu kabul eder; değilse yanıldığı yeri
söyler.
2-Âlim;
öğretmek, fetva vermek gibi bir maksadla talebesi arkadaşları ve diğer
kimselerle oturur.
3-İsimleri
sayılamayacak kadar kalabalık bir cemaat zikredileceği zaman eşrafdan bir
kaçının adı söylenerek : «filân,
filân ve daha başkaları...» şeklinde
sözü kısaltmak caiz hatta güzel bir usuldür,
4-Ashab-ı
kiram Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in hukukuna son derece riâyet eder; ona şefkat gösterir, başına gelen
bir musibetten dolayı pek üzülürlerdi.
5-Hükümdarlar
tebaalarının yararına olan şeyleri istihsâle, zararına olanların İse önünü
almaya gayret ederler.
6-Aralarındaki
dostluk ve sâireden dolayı razı olacağını bildiği bir kimsenin milkine izinsiz
girmek caizdir. Çünkü Hz. Ebu Hüreyre o bahçeye izinsiz girmiş; Peygamber
(SaUallahü Aleyhi ve Sellem) de bir şey demeyerek onu takrir buyurmuştur. İzin
meselesi sâde milkine girmeye de mahsus değildir. Hayvanına binmek, âletinden
istifâde etmek, yemeğini veya meyvesini yemek yahud alıp evine götürmek ve
saire hep ayni hükümdedirler. Selef ve halef ulemanın cumhuru buna kaildirler.
Ancak İbni Abdilb er r bu meselenin yalnız yenilip içilen şeylerle onlara
benzeyenlere mahsus olduğuna, altın ve gümüş gibi şeylere şâmil olmadığına
icmâ-ı ümmet bulunduğunu söylemişse de bu icma' iddiası mutlak surette kabul
edilmemiştir. Çünkü sahibinin yüzde yüz arazı olacağı bilindiği takdirde bu
gibi mallarda da izinsiz tasarruf caizdir. Tasarruf, rıza göstereceği şüpheli
olduğu zaman caiz değildir.
7- Hükümdar
veya tebaadan biri, tabi'lerine .bir alâmet göndererek kendisini onlara
tanıtması ve bu suretle endişelerinin önünü alması
caizdir.
8- Ebedi
cehennemden kurtaracak iman, kalple tasdik, dille ikrar'ın mecmu'udur. Yalnız
biri kâfi değildir.
9- Bilinmesi
zaruri olmayan bazı bilgileri bir maslahattan veya mef-sedetten dolayı
öğretmemek caizdir.
10- Bir
kimsenin başkasına: Annem babam sana feda olsun demesi caizdir. Yalnız Kaadi
Iyâz selefden bazılarının bunu
mekruh saydığım ve «Müslümanla feda yapılamaz» dediğini söylerse de sahih hadisler
bunun mutlak surette — yani feda edilen müslüman olsun olmasın, diri olsun, ölü
olsun— cevazına delâlet etmektedirler.
11-
Peygamber (SallaUahÜ Aleyhi ve SeHemyin
huzurunda as-I habdan biri ictihadda bulunabilir.
53 (32) — Bize İshâk
b. Mansûr [190] rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Muâz b. Hişâm [191]
haber verdi. Dedi ki: Bana babam, Katâde'den [192]
rivayet eyledi. Demiş ki: Bize Enes b. Mâlik rivayet etti ki:
—Nebiyullah
(SaihıUahii Aleyhi ve Scîleın) , Muâz b. Cebel terkisiıkjje olduğu halde deve
semerinin üzerinde imiş.
«Yâ Muâz!» diye seslenmiş. Muâz:
«Lebbcyk yâ
Rcsufiillah ve sa'deyk» demiş. Resulüllah (Salîallami Aleyhi ve Selle m) yine:
«Yâ Muâz!» diye nida etmiş. Muâz:
«Lebbeyk yâ Rasulâllah
ve sa'deyk.» demiş. Peygamber (Sallal^ü Aleyhi ve Sellem) tekrar:
«Yâ Muâz!» demiş. Muâz:
«Leblieyk yâ
Rasulâllah ve sa'deyk» diye mukabele etmiş. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Allahdan başka ilâh
olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve Resulü olduğuna şehâdet getiren hiç bir
kul yoktur ki Allah onu cehenneme haram kılmasın.» buyurmuşlar. Muâz:
«Yâ Resulâllahî Bunu
insanlara haber vereyim de sevinsinler mî?» demiş. Fahr-i Kâinat (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem
«Amma o takdirde buna
i'timâd ederler (de ameli boşlarlar) buyurmuşlar. Bunun üzerine Muâz da onu
(tâ) ölürken günahı boynundan gitsin diye haber vermiş.
Hadis müttefekun
aleyhtir. Buharı onu ilim bahsinde zikretrhiştir. cümlesi
Hz. Enes tarafından rriüdrecdir.
Teessüm : günahdsn
çıkmak ma'nasınadir. Bu cümlenin ma"nası şudur: Hz. Muâz (Radiyallahu
anh) kendi ölümü ile zayi olup gidecek bir ilim biliyordu. Yani kendinden başka
kimsenin bilmediği bir şey biliyordu. Binaenaleyh kimseye söylemeden ölürse bir
ilmi gizlemiş ve onu tebliğ hususunda Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in emrine imtisal etmediği için günaha girmiş olmaktan korktu; da ihtiyatla
hareket etti: ve bu hadisi ölürken haber verdi.
Hz. Muâz 'm şu
hareketi gösteriyor ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadisi
başkalarına haber vermekten kendisini tahrimen men'etmemiş, zira tahrimen men'etse
idi onu ebediyyen kimseye söylemezdi.
Kaadi Iyaz şöyle diyor:
«İhtimal ki Muâz,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) den nehî mâ'nasını anlamamıştır. Lâkin
Ebu Hureyre 'nin rivayet ettiği
:
(Allah'dan başka ilah olmadığına kalbi kanarak
şehâdet getiren kime rastlarsan onu hemen cennetle müjdele...» hadisinin
delaletiyle ashaba yap-mDk istediği tebşirden burada azmi kırılmıştır. Yâhud hadisin
ma'na-sı şudur: İhtimal Peygamber
(SaUaüahü Aleyhi ve Setîemj'in Hz.
Ebû Hüreyre'ye emir
verdiğini Muâz (Radiyallahu anh) bu hâdiseden sonra duymur da bildiği bir ilmi
gizlemiş ve bu sebeple günaha girmiş olmaktan korkmuştur. Yâhud Muâz (Radiyallahu
anh) nehyi: (herkese, yaymamak) ma'nasına hamletmiştir.»
Ebû Amr İbni Salâh bu
son ihtimali ihtiyar etmiş ve şunu söylemiştir:
.«Resulüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Selletn) bu haberi bilgisi ve tecrübesi olmayan bazı toy
kimseler duyar da aldanarak, buna i'timâd eder ve ameli bırakırlar endişesiyle
Muâz (Radiyallahu anh) 'a umumi müjdeyi men'etnüş, fakat aîdanmayacaklanndan
ve i'timad edip ibâdetleri bırakmayacaklarından emin olduğu ehl-i marifetten
bazı zevata hususî olarak haber vermiştir. Onu Muâz'a da haber vermiş; o da
ayni yolu tutarak bu haberi ehil gördüğü hususî zevata haber vermiştir.
Resulüllah (Sallalhihü Aleyhi ve Sellem)'in Ebû Hüreyre hadisinde emrettiği
tebşir ictihâd değişmesindendir. Filvaki' Peygamber (SallallahU Aleyhi ve Selle
m) "'e ietihad hem caizdi; hem de muhakkikin ulemaya göre vâki'di. Onun
diğer müetehidler üzerine meziyyeti vardır. O içtihadında hatâ ederse, hatâsı
ürerine bırakılmaz Resulüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'e içtihadı caiz
görmeyen ve:
«Ona dinî hususâtta vahiyden
başka suretle konuşmak caiz değildir...» diyenlere göre ise Ömer (Radiyallahu
anh) iîe konuşurken ona cevap verdiği şekilde vahiy inerek sabık vahyi
neshetmiş olması mümkündür...»
Resulüllah (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem) 'in içtihadı meselesi etrafında tafsilât vardır. Dünyevî
hususlara dair ietihâdda bulunmasının caiz olduğunda bütün ulemâ
müttefiktirler. Resulüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) bilfiil bu gûnâ ictihadlarda bulunmuştur.
Dinî hususlarda dahi
ekseri-i ulemâya göre ictihâd edebilir. Zira ictihâd Peygamber (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem) 'den başkalarına caiz olunca Ona caiz olması evleviyyette
kalır.
Cübbâi ile oğluna ve
İmamiyye taifesine göre Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'e dinî ahkâm
hususunda ictihâd caiz dağildir. çünkü o yakînen bilmeye muktedirdir.
Bazıları Resulüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) hakkında yalnız harplerde içtihadı caiz görürler,
sair umurda İçtihadının caiz olmadığına kaildirler.
Bir takımları da hangi
hususa âid olursa olsun ictihâd etmesinin caiz olup olmadığına dair bir şey
söyleyemeyip tevakkuf etmişlerdir, tmâmül Haremeyn bunlardandır.
Resulüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) 'in ictihâd etmesini caiz gören cumhur da bilfiil ictihâd
edip etmediğinde ihtilâfa düşmüşlerdir. Ekseriyete göre Peygamber (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) ictihâd etmiştir.
Bazıları ictihâd
etmediğine kail olmuş; bir takımları da tevakkuf etmişlerdir.
Resulüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellemj'e içtihadın caiz olduğuna ve bilfiil ictihâd ettiğine kail
olan- ekser-i ulema dahî içtihadında hatâ etmek caiz midir değil midir
meselesinde ihtilâf etmişlerdir. Muhakkik ulemaya göre caiz değildir. Bir çok
ulemaya göre caiz ise de hatası üzerine ikrar edilmez; bilâkis hatası kendisine
tenbih olunur.
1- İlim hâsseten
iyi anhyan ve iyi belleyen kimselere emanet edilir. Ehli olmayan anîayışsızaira
verilemez,
2- İki kişi
bir hayvana binebilir.
3- Hz. Muâz'm
Resulüllah (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem) nezdinde pek büyük bir mevkii vardır.
4- Bir kimse
hükümdarın kendisine bildirdiği bir sırrı başkasına söyleme izni olup
olmadığını ona sorabilir.
5- Bir
nükteden dolayı bîr söz tekrar edilebilir.
6- Çağırana
lebbeyk ve sa'deyk diye icabet edilebilir,
7- Bu
hadisde ehl-i tevhide pek büyük müjde vardır.
54 (33) -
Bize Şeybân b. Fcrrûh [193]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize süleymân ya'ni Îbni'î-Muğira rivayet etti. Dedi
ki: Bize Sabit, [194]
Enes ). Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes demiş ki: Bana Mahmud b. Ra-îî' [195]
İtbân b. Mâlik'den [196]
rivayet etti. Mahmud şöyle demiş:
— Medine'ye geldim. Az
sonra İtbân'a rastladım; ve:
— Senden kulağıma bîr hadis geldi, dedim, İtbân
şunları söyledi:
— Gözüı.ie bir şey
arız oldu da Resuîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i haber yolladım; Bana
kadar gelerek evimde namaz kılmam, bunu mü-teakib evimi namazgah yapmayı arzu
ettiğimi söyledim. İtbân (sözüne
devamla) dedi ki:
— Bunun üzerine
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Allah'ın dilediği ashâbiyle birlikte geldi ve içeri girdi. O evimde
namaz kılıyor; ashabı da aralarında konuşuyorlardı. Sonra mevzu-i babs olan
şeylerin en çoğunu ve en büyüğünü
Mâlik b. Dühşum'a isnâd ettiler.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)fin ona beddua etmesini ve bu sebeble
onun helak olmasını dilediklerini, onun başına bir telâ gelmesini arzu ettiklerini
söylediler. Derken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazım bitirdi ve
«Bu adam Aliahtan başka ilâh olmadığına, benim Allahın peygamberi olduğuma
şehâdet etmiyor mu? dedi, Ashâb:
— Amma o tunu kalbinde
olmadığı halde söylüyor, dediler. Resuîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah'dan başka ilâh
olmadığına, benim de Resûiullah olduğuma şehâdet getiren hiç bir kimse yoktur
ki (cehennem) ateş(in) e girsin yahud onu tatsın.» buyurdular.
Enes demiş ki:
«Bu hadis benim hoşuma
gitti, de oğluma: bunu yaz! dedim. O da yazdı.»
Bu hadisde : «Gözüme
bir şey arız oldu...» denilmiş, diğer bir rivayette o şeyin körlük olduğu
beyan edilmiştir. Şu halde birinci rivayetteki «bir şey» ta'birinden
gözlerinin tamamen görmez olduğunu anlatmak istemiş olması ihtimâl dahilinde
olduğu gibi gözlerinin zayıfladığım kasdetmiş olması da muhtemeldir. Bu
takdirde ikinci rivayette gözlerinin zayıflamasına mecazen körlük itlâk etmiş
olur. Çünkü göz zayıflığı körlüğe yakındır; hatta körlüğün hafif şeklidir.
ifâdesindeki «Kubr» kelimesi «Kibr» şeklinde
de okunmuştur. Cümlenin ma'nâsı:
«Mevzu-u bahsolan şeylerin
en çoğunu ve en büyüğünü Mâ1ik b, Dühşum'a isnâd ettiler» demektir. Orada
haklarında söz edilenler münafıklardı. Onların çirkin halleriyle kötü
icrââtından ve müslümanlara reva gördükleri zahmetlerden bahsedilmiş;
binnetice kabahatin büyüğü Mâlik b. Duhşum'a yükletilmişti. Halbuki Hz. Mâlik
(Radiyallahu anh) ensardan olup Bedir gazasına da iştirak etmişti. Ondan asla
nifak beklenemezdi. Müslüman olduktan sonra yaptığı bütün icraat böyle bir
itham altında kalmasına manî' idi. Bundan dolayı Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) ashabın.bu husustaki fikrine iştirak etmemiş : Allah 'dan başka
ilâh yoktur; Muhammed O'rmn Resulüdür diye şehâdet eden bir zâtın cehenneme
girmeyeceğini bildirmişti. Buhâri'nin rivayetinde :
«Görmüyormusun Allah'
dan başka ilâh yoktur; dedi. Bununla o, A11ah'in rızasını dilemiştir...»
buyurulmuştur. Böylece Resuîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun bu
şehâdet i samimâne getirdiğine şehâdet eylemiştir, Binaenaleyh Hz. Mâ1ik'in
imânının sadâkat ve samimiyetinde asla şüphe etmemek gerekir.
Dühşum kelimesi,
ed-Dühayşûm, Dühşun, ed-Dühayşun ve ed-H)ihşin şekillerinde rivayet olunmuştur.
1- Namaz
kılan bir kimsenin yanında onu meşgul etmeyecek şekilde konuşmak caizdir.
2- Sulehânm
eserleriyle teberrük olunabilir.
3- Ev
sahibinin rızasiyle ziyaretçi imam olabilir.
4- Münafık ve şakilerin helaki ve başlarına belâ
gelmesi temenni edilebilir.
5- Bir
şüpheden dolayı töhmet altında bulunan kimseyi hükümet büyüklerine söylemek
caizdir; ta ki onlar da onun şerrinden korunsunlar.
6- Büyükler,
ulema ve fudaîâ kendilerine tâbi' olanları ziyaret ve tebrik edebilirler.
7- Bir
maslahat dolayısiyle kendinden büyük bir zâtı
çağırmak caizdir.
8- Nafile
namazı cemaatla kılmabilir.
9- Gündüz
nafilelerini de gece nafileleri gibi ikişer rek'at kılmak sünnettir.
10- Hadîs ve
diğer şer'i ilimleri yazmak caiz hattâ müstehâptır. Hadîslerin yazılması nehy
edildiği gibi yazılmasına müsaade dahi buyurulmuştur. Bundan dolayı bazı ulema
şöyle demişlerdir:
«Hadîs yazmak,
ezberlemeye imkânı varken sadece yazıya güvenip ezbere yanaşmıyacağından
korkulanlara yasak edilmiş;; ezberlemeye imkân bulamayanlara yazmalar için
izin verilmiştir.»
Bazılarına göre hadîs
yazmak ibtidâ'İ islâmda yasaktı. Çünkü, yazılırsa Kur'anla hadîsin bir birine
karıştırılmasından korkuluyordu. Sonraları böyle bir endişe kalmayınca hadîsin
yazılmasına izin verildi. Selef-i salibinden sahâbe-i kiram ile tabiin arasında
hadîsin yazılıp yassılamayacağı hususunda hilaf vardı. Sonraları
yazılabileceğine hatta yazılmasının müstehab olduğuna icma-i ümmet vâk'i
olmuştur. Hadîs tasnifi Hasan-i Basrî, Said b. el-Miüseyyeb ve diğer kibâr-ı
tabiinin vefatlarından sonra başlamıştır. İlk tel'lifi "İbni Cüreyc
yapmıştır.
11- Daha
mühim olan bir şey mühim olana tercih edilir. Zira Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Hz, Itbân 'in evine gelince evvelâ namaz kılmış; sonra yemek
yemiştir. Ümmü Sü-İeyra hadîsinde ise evvelâ yemek yediği, sonra namaz kıldığı
zikrediliyor. Çünkü o zaman yemeğe da'vet edilmişti. Itbân hadîsinde ise namaz
kılmak için davet olunmuştu.
Şu halde her iki hadîsde
evvelâ en mühim olandan yani ne için da'vet olundu ise ondan başlamıştır.
12- Buharı
rivayeti «imanda i'tikad şart değildir; ikrar yeter» di-yeri gulât-ı mürcie'ye
red cevabıdır.
13- Körlük
ve benzeri özürlerden dolayı cemaat terk edilebilir.
55 (...)-
Bana Ebû Bekir b. Nâfi' [197]
el-Abdı rivayet etti. (Dedi ki): Bize Behz [198]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd [199]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit [200],
Enes'den naklen rivayet eyledi. Enes demiş ki: Bana Itbân b. Mâlik rivayet
etti.
— Kendisi kör olmuş da
Resulü ilah (Sallallahü Aleyhi ve Seliemye haber göndererek:
— Gel de bana bir
mescid yeri göster, demiş. Bunun üzerine Rcsuiüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ashabiyle birlikte gelmiş. Onlardan Mâlik b. Dühşûm denilen zât (Kötü
sıfatlarla) tavsif olunmuş...
Sonra Enes, Süleyman
b. el-Mugira'nııı hndîsi tarzında rivayette bulunmuş.
56 - (34) -
Bize Muhammed b. Yalıya b. Ebi Ömer el-Mekki ile Bişr h. el-Hakcm rivayet
ettiler. Dediler ki: Bize Abdülaziz —ki İbni Muhammed ed-Derâverdi'dir— Yezid
b. el-Îİâd'dan, [201] o
da, Muhammed b. İbrahim'den, [202] o
da Âmir b. Sa'd'dan, [203] o
da e!-Abbâs b. Abdilmut-talîb'den [204]
naklen rivayet etti ki, Abbâs Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'i:
«İmanın tadını, Rabb
olarak Allah'a, din olarak İslama, Peygamber olarak da Muhammed'e râzi elan
tatmıştır.» buyururken işitmiştir.
Bu hadîsi yalnız
Müslim rivayet etmiştir. <-et-Tahrir» nâmın-daki Müslim şerhinde beyân
olunduğuna göre; bir şeye razı oldum, demek:
:
«Ona kanaat ettim;
onunla iktifa ederek başkasını istemedim» ma'Aa-sına gelir. O halde hadîsin
ma'nası:
«Allahdan başka ilâh
aramayan İslâm yohindan başka bir yola gir-meyip yalnız Muhammed (SallaHahü
Aleyhi ve Selicın) 'in şeriatına uygun olan yolu tutan kimsenin kalbinde imanın
hâlis lezzeti yer eder ve onun tadım duyar.» demek olur.
Kaadi Iyâz'a göre
hadîsin makası:
«Böyle bir kimsenin
imâm sahih, nefsi mutmain, içi rahat olur» demektir. Çünkü onun mezkûr şeylere
razı olması, onlar hakkındaki bilgisinin sabit, basiretinin nafiz ve kalbinin
mutmain olduğuna delildir. Zira bir kimse bir şeye razı olursa o iş ona kolay
ve lezzetli gelir. Kalbine iman" girmiş bulunan mü'min de öyledir. A1lah'a
ibadetlerini yapmak ona kolay ve lezzetli gelir.
57 (35)-Bize
Ubeydullah b. Said [205] ile
Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Amir eİ-akadi rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Süleyman b. BÜâl [206],
Abdullah b. îMnârdan, [207], o
da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den o da Peygamber (Salîallahii Aleyhi ve
SeUem)'den naklen rivayet eyledi. Fahr-ı Kâinat (SallaHahü Aleyhi ve Sellem) :
«İman, yetmiş küsur
şu'bedir. Utanmak da imandan bir şu'bedir.» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhâri ile
Müslim ittifakla tahriç ettikleri gibi Ebû Davûd, Tirmizi, Nesâi ve İbni Mâce
dahi muhtelif râvilerden muhtelif lâfızlarla rivayet etmişlerdir. Mezkûr rivayetlerin
bazılarında burada olduğu gibi: «
«yetmiş küsur»
denilmiş; bazılarında «Altmış küsüm diğer bazılarında râvi Süheyl tarafından
şek edilerek:
«yetmiş küsur yahud
altmış küsur» ifadesi kullanılmıştır.
İbni Salâh:
«Bizim memleketteki
Buhârİ nüshalarında altmıştan başka bir aded zikredilmemiştir.» demiştir.
Tirmizi 'nin bir rivayetinde «Altmış dört bab» kaydı vardır. Bu rivayetlerin
hangisi tercih edileceği ihtilaflıdır, Kaadi Iyâz yetmiş küsur rivayetini tercih etmiş ve:
«Doğrusu budur.»
demiştir. İmam Nevevi ile uleâmadan bir cemaat da bunu tercih etmişlerdir.
Çünkü sika râvinin yaptığı ziyâde makbuldür.
İbni Salâh'a göre ise
az aded bildiren rivayeti tercih etmek daha muvafıktır. Zira yüzde yüz malûm
olan odur; ihtiyat da onu tercih etmektir.
Bid'un kelimesi Kaadi
Iyâz'm beyanına göre sayılarda bad'un, bid'atün ve bad'atün şekillerinde
okunabilir. Et parçası ma'nasında kullanılırsa yalnız bad'atün okunur. Sayıda
bid'atün kelimesi üç ile on arasındaki adetlerde kullanılır. Üçten dokuza
kadar diyenler de vardır. îmam Halil b. Ahmed'e göre bu kelimenin ma'nası yedi
demektir. Bazıları; «İki İle on arası ve oniki ile yirmi arasıdır.»
demişlerdir. Onbİr ve oniki adetlerinde kullanılmaz en meşhur kavil budur.
Üçten yediye ve beşten yediye kadar ma'nalarına geldiğini iddia edenler de
vardır. 2 e c -câc, bu kelimenin aded parçası ma'nasına geldiğini söylemiştir.
Daha başka kaviller de vardır.
Neyyif: Birden üçe
kadar olan adeddir.
Şube: Bir şeyin
parçası, fırka ve dal ma'nalanna gelir. Şu halde hadîsin ma'nası:
«îman yetmiş küsur
haslettir;» yahud: «İman yetmiş küsur daldır» demek oulr. Dal ma'nası verildiği
takdirde iman dallı budaklı bir ağaca benzetilmiş olur.
.
Kaadi Iyâz şöyle
diyor: Yukarıda gördük ki lügatte irriankn aslı tasdik, şeriatte ise kalple
dilin tasdikidir. Şeriatın zahiri olan, amellere de iman adı verilir. Nitekim
burada da:
«Mezkûr şu'belerin en
makbulü: Allah'dan başka ilâh yoktur, demektir. Sonuncusu ise yoldan eziyet
veren şeyleri gidermektir.» buyurulmaktadır.
Yine yukarıda arzettik
ki, imanın kemâli amellerle, tamamı ise tâat-lerledir. Tâatleri benimseyerek bu
şu'belere katmak tasdik cümlesinden olup tasdike delil sayılır. Bunlar ehl-i
tasdikin ahlâkıdır. Binaenaleyh ne şer'i ne de lügâvî iman isminden hâriç
değillerdir. İşte Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) bu şu'belerin,
herkese aletta'yin lâzım olan en makbulünün tevhid olduğuna o sahih olmadıkça
hiç bir şu'benin sahih olmayacağına; en aşağısının da müslümanlara zararı
dokunması melhuz olan şeyleri onların yollarından gidermek olduğuna tenbih
buyurmuşlardır. Bu iki tarafın arasında bir takım adedler kalıyor ki, bir
müctehid bunları ga-lebe-i zan ve sıkı bir tetebbu' île tahsile çalışsa imkân
bulur. Geçmiş ulemâdan bazıları bunu yapmıştır. Yalnız Peygamber (Saîlailahü
Aleyhi ve Sellem) 'in muradı bu olduğuna hüküm vermek ve bu hükmü kabul etmek
güçtür. Sonra mezkûr şu'beleri adıyla şanıyla bilmek lâzım değildir. Bunları
bilmemek imana zarar vermez. Çünkü imanın usûl ve füru'u ma'lûm ve muhakkaktır.
İmanın bu kadar şu'besi olduğuna inanmak bilcümle vaciptir.
Hattâbi de buna benzer
şeyler söylemiştir. îmanın şu'belerini tayin hususunda bir çok ulema kitap
te'lif etmişlerdir. Şâfiilerden E b û Abdillâh el-Huleymi 'nin «el-Minhâc» Ebû
Bekir Beyhakî ile Abdülcelil'in «Şuabü'1-İman» ismindeki eserleri, İshâk
İbnil-Kurtubi 'nin «Kitâbu'n-Nasâih»i, Ebû Hâ tim'in «Vasfu'l-İmâni ve Şuabuh»
adlı kitabı bunlardandır. Buhâri sarihi Bedrüddin Aynî bunların içinde sadra
şifa veren göremediğini söyledikten sonra iman şu'belerini yeniden şöyîe
hulâsa etmiştir:
İmanın aslı kalple
tasdik, dille ikrardır. Lâkin iman-ı kâmil kalple tasdik, dille ikrar ve âza
ile amelin mecmuudur. Yani iman üç kısımdır:
Birinci kısım:
i'tikadiyata aid'dir: ve otuz şu'bedir:
1- Allah'a
iman, zatına, sıfatlarına ve birliğine inanmak bunda dahildir.
2- A11ah'dan
başka her şeyin hadis olduğuna inanmak. [208]
3- Allah 'in
meleklerine iman.
4-
Kitaplarına imân.
5- Peygamberlerine
iman.
6- Kadere,
hayrına şerrine iman.
7- Âhiret
gününe iman. Kabirde suâl, kabir azabı, dirilmek, mahşer yerine gitmek, hesab
vermek, amellerin tartılması ve sırat gibi şeylere inanmak bu şu'beye dahildir.
8- A11ah'in
cennet va'dine ve cennetteki ebedi hayata iman.
9- Cehennem
ateşiyle tehdide, cehennem azabına ve o azabın kâfirler I,hakkında sonu
olmadığına iman.
10- A11ah'ı
sevmek.
11- Allah
için bir birini sevmek ve Allah için bir birine buğzetmek. Allah
için sevmekde gerek muhacirin gerekse ensar bütün ashab-ı
kirâmiyle Peygamber (Saîlailahü Aleyhi ve Sellem) 'in akraba ve
süîâe-li tâhiresini sevmek de dahildir.
12-
Peygamber (Saîlailahü Aleyhi ve Sellem) 'i sevmek, O'na salevat getirmek ve
sünnetine tâbi' olmak bunda dahildir.
13- İhlâs ve
samimiyet. Riya ve nifakı terketmek bunda dâhildir.
14-
Günahlarına pişman olup tevbe etmek.
15- Allah
'dan korkmak.
16- Rahmetini
ümid etmek.
17-
Rahmetinden ümidi kesmemek.
18- A11ah'a
şükretmek.
19- Vefakâr
olmak.
20- Belâya
sabretmek.
21-
Mütevâzi' olmak. Büyüklere hürmet göstermek bunda dahildir.
22- Şefkatli
ve merhametli olmak. Küçüklere şefkat bunda dahildir,
23- A11ah'm
kazasına râzî olmak. '
24- A11ah'a tevekkül etmek.
25- Kendini
beğenmemek. Kendini medhetmemek de bunda dahildir.
26- Kin ve
garezi terketmek.
27- Hasedi
terketmek.
28 -
Gadablanmamak.
29- Hıyanet
etmemek, Hile ve sû-i zannı terketmek bunda dahilidir. 30"— Dünyaya
dalmamak. Mal ve ma'kam sevgisini terketmek bunda dahildir.
Hâsılı fazilet veya
rezalet nâmına burada zikredilmeyen bir kalp ameli bulunursa bilmeli ki bu
ziyade zahire göredir. Hakikatte ziyâde sanılan o şey, zikredilen fasıllardan
birine raci'dir. İyi düşünülünce anlaşılır.
İkinci kısım: Dilin
amellerine râci' olup yedi nevi'dir:
1- Kelime-i
tevhidi diliyle söylemek.
2 - Kur'an
okumak.
3 - İlim
öğrenmek.
4 - İlmi
öğretmek.
5 - Duâ etmek.
6 - Zikirde
bulunmak. İstiğfar bunda dahildir.
7- Lağv yani
bâtıl sözlerden sakınmak.
Üçüncü kısım: Bedenin
amellerine aiddir; ve kırk şu'beye ayrılır. Bu şu'beler üç nevi'dir:
Birinci nevi: Muayyen
şeylere mahsus olup onaltı şu'bedir;
1-
Temizlenmek, abdest almak, cünüplükten, hayız ve nifastan temizlenmek gibi
bedene aid temizliklerle elbise ve yer temizliği bunca dahildir.
2 - Namazı
dosdoğru kılmak. Farz ve nafile namazlarla kaza namazları bunda dahildir.
3 - Sadaka
vermek. Farz olan zekâtla, sadaka-i fıtır ve müsafirper-verlik, cömertlik gibi
şeyler bunda dahildir.
4- Farz ve
nafile oruç tutmak.
5-
Haccetmek. Ömre' denilen küçük hacc bunda dahildir. .
6- İ'tikâfa
girmek. Kadir gecesini aramak bunda dahildir.
7- Din
aşkına başka yere kaçmak. Müşrikler diyarından İslâm beldesine hicret etmek
bunda dahildir.
8- Nezri
yani adadığı şeyi i'fâ etmek.
9-
Yeminlerde teharrî.
10- Keffâret
vermek.
XX - Namazda
ve namaz dışında avret yerini örtmek. 12 — Kurban kesmeyi adarmşsa onu kesmek.
İ3 — Cenaze işlerine bakmak.
14- Borcunu
ödemek.
15-
Muamelâtta doğru hareket ederek ribâdan kaçınmak.
16 -Doğruya
şehâdeti gizlemeyerek eda etmek.
ikinci nevi; Kendisine
tâbi' olanlara mahsus olup altı şu'bedir.
1 -
Nikahlanmak suretiyle iffet ve namusu korumak.
2 - Çoluk
çocuğun haklarını ifâ etmek.
Hizmetçiye hoş muamele bunda dahildir.
3 - Anne
babaya iyi muamele etmek. Onlara âsî olmaktan kaçınmak bunda dahildir.
4 - Çocuklarına dinî terbiye vermek.
5 - Sıla-i
rahim.
6 -
Büyüklere itaat. !- Üçüncü nevi1: Âmmeye taallûk eden şeylerdir ki, onsekiz
şu'bedir:
1 - Hükümdarılğı adaletle icra etmek.
2 - Cemaata
devam etmek.
3 - Ülü'1-emre itât.
4 -
İnsanların aralarını islâh etmek. Âsi ve bâgilerle harbetmek bunda dahildir.
5 - İyilik
hususunda başkasına yardım etmek.
6 - Emr-i
bilma'ruf,- neni ani'l-münkeri yani iyiliği başkasına emir; kötülükten
nehyetmek.
7 - Hudud-i
şer'iyyeyi ikame etmek.
8 - Cihâd
etmek. Kışlalarda asker bulundurmak bunlarda dahildir.
9 - Emâneti
edâ etmek. Ganimetlerin beşte birini gizîemeyip vermek bunda dahildir.
10- Ödemek
şartiyle Ödünç vermek.
11- Komşuya ikram ve iyi muamelede bulunmak.
12 - Herkese
iyi muamele etmek. Helâlından mal toplamak bunda dahildir.
13 - Malı
yerinde harcamak. îsraf ve tebzirde bulunmaktan kaçınmak bunda dahildir.
14 - Selâm
almak.
15 -
Aksırana teşmit eylemek. (Yani: yerhamükâllah demek)
16 -
Başkalarına zarar vermemek.
17 - Boş şeylerden kaçınmak.
18 - Yoldan, eziyet veren şeyleri atmak.
Yukrnki şu'belerin
mecmuu yetmişyedi eder ki, (yetmiş küsur desinden murad da budur.
îmam Ebû
Hatim b. Hibbân diyor ki:
«Ben bir müddet bu
hadîsin ma'nasını tedkik ettim; ve bütün tââtı saydım. Baktım ki, tâât bu
adedden bir hayli ziyâde çıkıyor. Bu sefer sünnetlere döndüm; ve Resûlüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Setlemj'in iman nâmına serdettiği bütün tââtlan saydım.
Baktım ki bunlar da yetmiş küsürden azdır. Bir de kitâbullaha müracaat ederek
onu dikkatle okudum; ve Allah Teâlâ 'nın iman nâmına saydığı bütün tââtlan sıraladım.
Onlar da yetmiş küsürden noksan çıktı. Bunun üzerine kitabı sünnete kattım.
Âhireti bundan çıkardım. Bir de baktım: Allah ile Resulü 'nün imandan olmak
üzere saydıkları şeyler yetmişdokuz şu'be olup bundan ziyade ve noksanı yoktur.
Ve anladım ki Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)ym muradı kitab ve
sünnetteki bu adetmiş.»
Ebû Hatim
(Rahimehullah) bu ma'lûmatı «Vasfu'1-imâm ve Şuâbihi» adlı eserinde
vermektedir. O: «îman altmış küsur şu'bedir...» rivayetini de sahih bulmakta ve
arapların bir şey için bir adet göstermekle o adedden mâadasını nefi etmek
istemediklerini kaydetmektedir.
Faideler: 1
— Hadîsin (altmış küsur) şeklindeki rivayetinin hikmeti şudur: Bir sayı ya zaid
ya nakıs yahud tam olur.
Zaid:
Kesirsiz olan cüzleri toplandığı zaman kendinden fazla olan adeddir. Meselâ 12
adeti böyledir. Çünkü 12 nin yarısı, üçte biri, dörtte biri, altıda biri ve
altıda birinin yarısı vardır. Bunlar toplanırsa yarısı 6, üçte biri 4, dörtte
biri 3, altıda biri 2, onun yarısı da 1 eder ki, mecmu'u 16 olur.
Nakıs:
Cüzleri kendinden az olan sayıdır. Meselâ 4 ün yalnız yarısı ile dörtte biri
vardır. Yarısı 2, dörtte biri de 1 eder ki, mecmu'u 3 olur.
Tâm: Cüzleri
kendine müsavi olan sayıdır. 6 gibi; 6 nın yarısı, üçte biri ve altıda biri
vardır. Yarısı 3, üçte biri, 2 altıda biri de 1 olup bunların mecmu'u yine 6
eder.
Bu üç nevi sayının en
mu'teberi tam olanıdır. Tam olan 6 adedi üzerinde mübalağa göstermek istenilince
birlikleri onar defa büyütülmüş ve 6 adedi 60 olmuştur.
(Yetmiş küsur)
rivayetine gelince: Bunun ta'yinindeki hikmet de şudur: Yedi sayısı adedin bir
çok kısımlarına şamildir. Çünkü aded çift, tek basit mürekkeb gibi kısımlara
ayrılır. Binaenaleyh 7 üzerinde mübalağa göstermek istenince onun birlikleri de
onar defa büyütülerek 70 olmuştur.
Küsur manasını
verdiğimiz (Bid) kelimesinin 6 ve 7 ma'nalarına gelebileceğini zira bunun iki
ile on arasındaki sayılara ıtlak edildiğini az yukarıda mezkûr kelimeyi izah
ederken gördük. Hâsılı altmış küsur rivayetinde altmışın aslı altı, yetmiş
küsur rivayetinde de yetmişin aslı yedidir. Aded
ta'yininin vechi
budur.
2 - Bu.
rivâyetlerdeki altmış ve yetmiş adedlerinin -hakikat mı yoksa mübalâğa yolu
ile mi zikredildikleri ulema arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre bunlardan
murad, çokluk ifâde etmektir; adedlerin hakikat-ları maksud değildir. Tîybî de
bu ihtimal üzerinde durmuştur. Bu takdirde küsuru zikretmek çokluğu daha da
ileri götürmek içindir. Yani imanın şu'beleri öyle mübhenı bir takım adedlerdir
ki, çok oldukları için sayılarının sonu yoktur. Araplardan bazıları 70 adedinin
çok defa mübalağa için kullanıldığım söylemişlerdir. (Bid') lafzıyla ifade
edilen yedinin onun üzerine ziyade olunması, yedi adedinin sayılar içinde en
kâmil aded olmasındandır. Çünkü altı adedi ilk tam sayıdır. Onun üzerine bir
ilâve edilince yedi olur. Binaenaleyh
yedi adedi kâmil adeddir. Zira tam
olandan sonra ancak kâmil olan gelir. Arslana da kuvveti kemal derecesinde
olduğu için (sebû') derler. Yetmiş adedi
ise gayenin gayesidir. Çünkü birlerin gayesi onlardır.
3- Utanmak
niçin imandan sayılmıştır? denilirse şöyle cevap verilir: Haya' namı verilen
utanma iyi şeyleri yapmaya kötü olanları yapmamaya sevkeden bir sâiktir ki,
kimi sair iyi ameller gibi kesbi bir ahlâk kimi de bir tabiat ve haslet olur.
Ancak onu şeriat kanununa göre kullanmanın ik-tisab ve niyyete muhtaç olduğuna
bakarak haya da imandan sayılmıştır.
58 — (...)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, [209]
Süheyl'den [210], o da Abdullah b. Dinar'dan,
o da Ebû Sâlih'den [211] , o
da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet eyledi. Ebû Hüreyre şöyle demiş:
Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seîlem):
«imân yetmiş küsur
yahud: altmış küsur şubedir. Bunlar>n efdali (Al-lahdan başka ilâh yoktur)
demektir. En aşağısı ise yoldan eziyet verecek şeyieri gidermekdir. Hâyâ da
imanın bir şu'besidir.»
Bu hadîsi Buharî
«Altmış küsur» lafzıyla seksiz olarak rivayet etmiştir. Ebû Davûd,
Tirmizi ve diğer bazı zevat da onu Süheyl tarikinden «yetmiş küsur lâfzıyls
seksiz olarak rivayet etmişlerdir. Müslim'in buradaki rivayetinde râvi Süheyl,
yetmiş küsur mü yoksa altmış küsur mü buyurulduğu hususunda şek etmiştir.
Burada : «Hâyâ da
imanın bir şu'besidi buyurulmuş; diğer rivayette:
«Hâyâ imandandır.»
başka bir rivayette: *
«Haya ancak hayır
getirir.» daha başka bir rivayette:« «Hayanın hepsi hayırdır.» denilmiştir.
Haya: İstihyâ yani
utanmak manâsına gelir. Lügat ulemasına igöre istihyâ, hayattan alınmıştır.
Utanmak manasına gelen haya, hissin kıivvet ve letafetindedir.
Ebu'l-Kaasim Cüneyd-i
Bağdadi hazretleri hayayı; şöyle ta'rif etmiştir :
«Allah'ın ni'metlerîni
ve kulluk babında yapılan kusurları göirerek bunların arasında meydana gelen
hâle haya derler.»
İbni Salâh'a
göre:
«Haya, kötülüklerden
ve hukukda kusurdan men'eden bir
Zemahşeri ise :
«Haya, kendisiyle
zemmolunan şeyi yapan kimseye ânz olan bîsjl değişme ve kırgınlıktır.» diye
ta'rif eder.
Her hayanın mutlak
surette hayır olması ve hayâmn ancak hayır getirmesi meselesini bazı ulema
müşkil sayarlar. Çünkü, utanan kimse bazen pek hürmet ettiği bir kimse ile
karşılaşır da ona emri bil ma'rufu yapamaz. Bazen de haya kendisine bazı
hakları ihlâl ettirir. Bu ve emsali hâller âdeten ma'lum olan şeylerdir.
Yukarıdaki müşkile
ulemadan İbni Sa1âh'in da dahil olduğu bir cemaat şu cevabı vermişlerdir:
Zikredilen bu mâni' hakikatte haya değil, acizlik ve gevşekliktir. Gevşeklik
hayaya benzetilmek suretiyle ona bazı yerlerde mecazen haya demişlerdir.
Eziyet veren şeylerden
murad: yol üzerindeki diken, taş ve molefc gibi şeylerdir.
59 — (36)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe ile Amru'n-Nâkıd ve Züheyr b. Harb rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, Zührî'den, o da Sâlim'den [212] o
da babasından naklen rivayet etti. Babası şöyle demiş: — Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) bir adamı kardeşine haya hakkında nasihat
ederken işitti; de: «Haya imandandır.» buyurdular.
Bu hadîs müttefakun
aleydir. Buhâri 'nin rivayetinde: «
«o » «Bırak onu» ifâdesi de
vardır. Onu Ebû
Dâvu-d, Tirmizi ve Nesaî dahî
tahric etmişlerdir.
Haya hakkındaki
nasihatten murad: Niçin utanıyorsun diye onu tek-" dir ve çok utanmanın
iyi bir şey olmadığını kendisine anlatmasıdır [213]
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) bunu görünce hemen müdâhale etmiş;
ve:
«Bırak onu! Zira haya
imandandır.» buyurarak utanmanın fena bir şey olmadığını, kendisine tenbih
etmiştir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: Haya imandan bir cüz olunca,
hayasızın imanının bir kısmı yok demektir. îman bir bütün olup parçalanmayı
kabul etmediğine göre imanının bir kısmı noksan olan kimsenin dinden çıkması
lâzım gelmez mi? İmansızlık küfür değil midir? Bu suâlin cevabı şudur:
Haya imanın hakikatinden
değil, kemalindendir. Bir şeyin kemalinin bulunmaması ise o şeyin bulunmamasını
istilzam etmez. Evet, ameller imanın hakikatinde dahildir; diyenlerce işkâl
yine baki ise de muhakkik ulemadan buna kail olan yoktur.
Kötülüklerden ve
bilcümle utanç verecek şeyleri yapmaktan kaçınmaya teşvik; nasihatin ancak
yerinde olduğu zaman nazar-ı i'tibara alınacağı; yersiz nasihatten men'etmenin
lüzumu bu hadîsin delâlet ettiği fai-
deler cümlesindendir.
(...) Bize
Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrazzak rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Ma'mer* [214]
Zühri'den bu isnadla haber verdi; ve:
— -Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) Ensardan,
kardeşinej nasihat eden bir zâtin yanma uğradı» dedi:
60 (37) —
Bize Muhammed b. el-Müsennâ ile Muhammed b. el-Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız
îbni'I-Müsemıâ'mndır. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Şu'be, Kâtâde'den naklen rivayet etti. Katâde demiş ki: Ben
Ebu's-Sevvâr'ı [215]
anlatırken dinledim. Kendisi İmrân b, Husayni [216] Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in:
«Utanmak hayırdan
başka bîr şey getirmez.» buyurduğunu rivayet ederken işitmiş. Derken Büşeyr b.
Kâ'b:
«Hakikaten bazı
utancın vakar bazısının da sekinet olduğu hikmette yazılıdır,» demiş. Bunun
üzerine imrân:
«Ben sana Resulüllah
(Sallallahü A leyhi ve Seilem) 'den hadîs rivayet ediyorum. Sen bana
sahifelerinden bahsediyorsun.» mukabelesinde bulunmuş.
Az yukarıda da
arzolunduğu vecihle bu hadîs müşkül görülmüştür. Çünkü bazen utanmak, sahibini
ifrata götürerek onun A11ah'a karşı vazifelerini görmesine mâni' olur; böyle
bir hayada hayır olmadığı ma'-lumdur. İbni Salâh bu işkâle cevap vermiş; mezkûr
hayanın hakikatte haya değil aciz ve gevşeklik olduğunu beyân etmişse de
Müslim sarihlerinden Ebû Abdil1âh Muhammed eî-Übbî, gerek İbni Salâh'in gerekse
hükemânın hayayı tefsirlerinden bu-radakinin hakikaten haya olduğunu anlayarak
işkâle şöyle cevap veriyor:
«Eğer haya kelimesinin
başındaki edat (lâmi ta'rif) umum edatı olarak kabul edilirse bu hadîs âmm-ı
mahsustur. Edatın umum için geldiği kabul edilmezse, hadîs bir kazıyye-i
mühmeledir. Kazıyye-i mühmele, eüz'iyye kuvvetindedir. îki kazıyye-i cüz'İyye
arasında ise tenakuz yoktur. Çünkü ma'nalan şöyle olur: Bazı haya hayırdan
başka bir şey getirmez; bazı hayada hayır yoktur.
Bu mesele müteâkib
hadîsin şerhinde biraz daha izah edilecekt r.
61 — (...)
Bize Yahya b. Habib [217]
el-Hârisi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâmmâd b. Zeyd, İshâk'tan [218] ~ki
İbni Süveyd'dir— naklen Ebû Katâde'nin [219]
(şunu) tahdis ettiğini anlattı. Ebu katade demiş ki:
— Aramızda Büşeyr b. Kâ'b'da bulunduğu halde
bizden bir cemaatla birlikte tmrân b. Husayn'm yanında bulunuyorduk. İşte o gün
İnırân bize hadîs rivayet ederek dedi kî:
— Resulüllah (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem):
«Hayanın hepsi
hayırdır.» Yahud: «Hayanın bütünü hayırdır.» buyurdular. Derken Büşeyr b. Kâ'b
:
— Biz hakikaten tazı kitaplarda yahud hikmette:
bir kısım bayanın sekİnet ve Allah'a ta'zim olduğunu görüyoruz; ama onun zaif
olanı da var, dedi. Bunun üzerine İnırân kızdı. Hatta gözleri kıpkırmızı oldu.
Ve şunları söyledi:
— Bana bak! Ben sana
Resulâllah (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem)'den hadîs rivayet ediyorum; sen buna
i'tiraz ediyorsun ha?
İmrân hadîsi, Büşeyr
de kendi sözünü tekrarladılar durdular. İmrân (iyice) küplere bindi. Biz de
(İmrânı teskin için) Büşeyr hakkında boyuna :
— O gerçekten
bizdendir ya Ebâ Nüceyd! O zararsızdır., diyorduk. Raht: İçlerinde kadın
bulunmamak şartiyle sayıları ondan aşağı olan
erkekler cemaatidir.
Bu lâfızdan bir kişi için müfred bir kelime yoktur.
Cem'i: Erhut, erhât,
erâhit ve erâhît gelir. Bir kimsenin kavmu kabilesine de raht denilir.
îmrân (Radiyallahu
anh) 'm Hz. Büşeyr'e kızarak inkârda bulunması : Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem)'in :
«Hayanın hepsi hayırdır.»
buyurmuş olduğunu işittiği hâlde yine: «Ha-yânın bazısı zaiftir.» iddiasında
bulunduğundanü.ır. Sünnetin karşısında başka bir söze tahammül edememesi yahud
kalbinde şüphesi olanlar böyle felsefi yollara saparlar korkusu ile inkâr
etmiş olması da ihtimâl dahilindedir.
Übbi'ye göre hadîsle
hükemanm sözü arasında muâraza öncak Haya kelimesinin başındaki harf-ı ta'rif
umum edatı olarak kabul edildiği zaman tahakkuk eder. Zira bu takdirde hadîs :
«Her utanmada hayır
vardır.» ma'nasına gelir. Hükemanın sözü ise : «Bazı utanmada hayır yoktur.»
kuvvetindedir. Salibe-i cüziyye, mûcibe-i kulliyyeyi nakzeder. Az yukarıda bu
bâbta muhtelif sözler söylendiğin hatta hadîsin bir kaziyye-i mühmele olması
ihtimali üzerinde durulduğunu görmüştük. Binaenaleyh Hz. İmrân'm inkârına
sebeb olarak söylenecek en doğru söz Übbi'ye göre dahi Peygamber (Saîlaîlahü
Aleyhi ve SellemYm hadîsine karşı hükemanm sözünün zikredilmesidir. Nitekim
Hz. İmrân'in:
«Ben sana Resûlüllah
(Saîlaîlahü Aleyhi ve SeUeın)'âen hadîs rivayet ediyorum; sen bana kendi
sahifelerinden bahsediyorsun.» sözü de buna delildir.
Hz. Büşeyr'in işaret
ettiği hükema kavline gelince :
Hükemaya göre her
fazilet mutlaka mezmum iki tarafın yani ifratla tefritin ortasıdır. Nitekim
Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem) de:
«Umurun en hayırlıları
ortalarıdır.» buyurmuşlardır. Meselâ: İlim bir fazilettir. Bu fazilet ifratla
tefritin ortasmdadır. Onun ifrat tarafı dehâ, tefrit tarafı da belâdet yani
akılsızlıktır. Dehâ mezmumdur. Çünkü hileye götürür. Akılsızlığın kötü bir şey
olduğu ise beyandan müstağni dir. [220]
Şecaat da bir fazilettir. Bu faziletin ifrat tarafı, tehevvür; tefrit tarafı da
korkaklıktır. Tehevvür çirkindir. Çünkü tehevvür bir işin sonunu düşünmeden
hareket etmektir, ki zulme ve nefsi tehlikeye götürür. Korkaklık da çirkindir.
Zira malı ve cam korumaktan meneder. Tam yerinde ölmekten meselâ harpde şehid
olmaktan kaçmayı emreder.
Hâsılı hükema bütün
faziletleri böyle ifratla tefrit arasıdır diye takrir ederler. Haya denilen
utanma'da bir fazilet olduğuna göre onun da ifrat ve tefrit tarafları vardır.
Hayanın ifrat tarafı haver yani gevşekliktir. Tefrit tarafı ise halâat yani
başına buyrukluktur. Gevşeklik çirkindir. Çünkü vazifeyi terketmeye ve bir çok
hayırlı işleri yapmamaya sebeb oîur. Başına buyrukluğun çirkinliği ise
meydandadır.
ifâdesi asıl
nüshalarda böyledir. Buna Nahiv uleması: «Ekelûnî el-berâgîs» lügati derler.
Çünkü bir fiil yalnız bir faile isnad olunduğu için fail tesni-ye veya cemi'
olduğu zaman âmiline tesniye ve cemi' alâmeti takılmaz. Hadîsimizde ise fail
tesniye olduğu gibi fiilin sonuna da tesniye alâmeti takılmıştır. Beni Tayy ve
Benî Haris gibi bazı arap kabileleri bunu yaparlardı. Böyle cümleler iki
suretle halledilirler:
1- îsmi
zahir, muzmerin bedelidir. Yani ihmerrâ fiilinin faili, sonundaki (tâ) dır.
(Aynâhu) kelimesi ise (tâ) zamirinin bedelidir.
2- İsmi
zahir mübteda-i muahhar; zamir-i muttasılla birlikte fiilde haber-i
mukaddemdir. Yani ibaredeki
(Aynâhu) mübtedâ, (ihmerratâ) cümlesi de haber-i mukaddemdir.
Maamafih hadîs» Ebû
Davud 'un «Sünen»inde; şeklinde de rivayet olunmuştur.
«O gerçekten
bizdendir; o zararsızdır.» ifadesinden murâd: «O münafıklık veya zındıklıkla
yahud bid'at gibi bir şey ile itham olunan, ehl-i sünnete muhalif kimselerden
değildir.» demektir.
Bize İshâk b. tbrahim
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize en-Nadr [221]
haber verdi. (Dedi ki): Bize Ebû Neâmete'l-Adevi [222]
rivayet etti. Dedi ki: Huceyr b. er-Rebî'el-Adevi'yi, tmrân b. Husayn'dan, o da
Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve
Sc//emJ'den naklen Hammâd b. Zeyd
hadîsi tarzında söylerken işittim.
62 — (38)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe ile Ebû Küreyb [223]
rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İbni Nümeyr [224]
rivayet etti. H.
Bize Kuteybetü'bnü
Said [225] ile îshak b* İbrahim
dahi hep birden Cerir'den [226]
rivayet ettiler. H.
(Yine) Bize Ebû Küreyb
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme [227]
rivayet eyledi. Bunların hepsi Hişâm h. Urve'den [228] o
da babasından, o da Süfyan b. Abdillahi's-Sekafi'den [229]
naklen rivayet etti Süfyân şöyle demiş:
— Dedim ki Ya
Resulâllah! İslâm hakkında bana öyle bir söz söyle ki, onu senden sonra hiç bir
kimseye sormayayım. Ebû Üsâme hadîsinde: senden başkasına (sormayayım)
şeklindedir. Besulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah'a îman ettim
de, ve dosdoğru ol!» buyurdular.
Yukarıdaki hadîs
hakkında Kaadî Iyâz
şunları söylemiştir.
«Bu hadîs Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin CevamiVl-kelim (az sözle çok ma'na ifâde
eden) sözlerindendu*. Hadîs, Teâ1â Hazretlerinin
Rabbimiz Allah'dir;
dedikten sonra istikamet yolunu tutanlar...» yani A11ah'ı tevhid ile ona iman
ettikten sonra istikamet yolunu tutan, ve ölünceye kadar Teâ1â Hazretlerine
tââtı iltizam ederek tevhidden sapmayanlar... Fussüet: 30 âyet-i kerimesine
uygundur. Ashab-ı kiramın ekseri müfessirleri ile onlardan sonraki müfessirler
zikrettiğimiz bu kavli iltizâm etmişlerdir. Hadîsin ma'nası da İnşâllahu Teâlâ
budur.
Sultanu'l-Müfessirin
İbni Abbâs (Radiyallalıuanh)
«Sen hemen
emrolunduğun vecihle müstakim ol. Hûd: 112: ayet-i kerimesi hakkında şöyle
demiştir :
— Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve SeİIem) 'e bütün Kur'an'-, da, bu âyetten daha şiddetli ve
meşakkatli bir âyet daha nazil olmamıştır. Bundan dolayıdır ki, ashab-ı kiram:
(sana ihtiyarlık çabuk geldi.) dedikleri vakit. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem):
— Beni hûd süresiyle arkadaşları
ihtiyarlattı.» buyurmuşlardı.
Üstâd Ebu'l-Kaasim
el-Kuşeyri, risalesinde istikameti şöyle ta'rif etmiştir: İstikâmet bir derece
olup, her şeyin kemâli ve tamamı onunladır. Hayır ve hasenatın husul bulması
ve nizamı onun vücuduna bağlıdır. Hâl-ü tavrında müstakim olmayan kimsenin
çalışıp çabalaması boşunadır. Derler ki: istikâmet sahibi olmaya ancak
büyükler takat getirebilirler. Çünkü istikâmet ma'hud harc-ı âlem şeylerin
dışına çıkmak, rusûm ve âdetlerden ayrılarak doğruluğun hakikati ile Allah
Teâîâ'mn divânına durmaktır. Bundan dolayıdır ki Peygamber (Saîlallahü Aleyhi
ve Sellem); «İstikâmet sahibi olun ama onu layıkiyle beceremezsiniz.»
buyurmuştur. Bu hadîsi Tirmizi de rivayet etmiştir. Onda şu ziyade de vardır.
«Yâ Resul âllahî Benim
için en ziyade korktuğun şey nedir? dedim.» Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve
Sellem) dilini tutarak:
«Şudur.» buyurdular.
Evet hadîs-i şerif
Kaadı îyâz (Rahimehullah)'m dediği gibi cevâmi'u'l-kelimdendir. Çünkü
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 23 senede bütün tafsilatıyla
anlattıklarım bunda hulâsa etmiştir. İstikâmetin iman üzerine sümme ile
atfedilmesi onun derecesinin ikrar derecesinden uzak olduğuna işaret içindir.
Ancak buradaki uzaklık zaman itibariyle değil rütbe farkı itibariyledir; ve
istikâmetin rütbesi daha yüksektir. Zira istikâmet, taatlere ve sadâkata
devamdır.
Bazıları buradaki
uzaklığı zamana hamlederek kâfirlerin fürü-i imanla yâni amellerle muhatab
olmadıkları hükmünü çıkarırlar. Çünkü hadîs-de evvelâ iman sonra istikâmet
emredilmiştir.
63 (39)- Bize
Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys [230]
rivayet eyledi. H.
Bize Muhammed b. Rumh [231] b.
el-Muhâcir rivayet*(Dedi ki): Size Leys, Yezid b. Ebi Habib'den [232], o
da Ebuİ-Hayr'dan [233] o
da Abdullah b. Amr'dan naklen haber verdi ki:
— Bir adam Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):e:
— îslâmın hangi hasleti daha hayırlıdır? diye
sormuş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Yemeği yedirir ve
tanıdığın tanımadığın herkese selâm verirsin.» buyurmuşlardır.
Bu hadîsi Buhari iman
bahsinin müteaddid yerlerinde tahric ettiği gibi, Ebû Davûd Edeb bahsinde Nesai
imanda, İbni mâceet'inıe bahsinde rivayet etmişlerdir. Bütün râvilerinin
Mısırlı ve her birinin büyük birer imam olması ender rastlanan garâibdendir.
Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e sual soran zâtın kim olduğu kat'iyetle ma'lûm değilse
deHz. Ebû Zerr el-Gıfârî olduğunu söyleyenler vardır.
İnsanların bir
birlerini sevip saymaları islâmın bir nizamı ve şeriatın bir rüknü olduğu için
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mezkûr nizamın sebebini teşkil eden
yemek yedirme, selâmı ifşa ve birbirine hediyye gönderme gibi şeylere teşvik
etmiş; Bunların zıddı olan ku-şuşme, tecessüs, kovuculuk ve iki yüzlülük gibi
şeylerden nehi buyurmuştur. Burada yalnız iki şeyi zikretmesi, soran kimsenin
onları hakkıyla ifâ etmediğini bildiğindendir. Çünkü Fahr-i Kâinat (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) efendimiz anladığı şekilde cevap verirlerdi. Yoksa yemek
yedirmekle herkese selâm vermek mutlak suretde hayır sayılamazlar. Hadîsin
ikinci rivayetinde :
«Elinden ve dilinden
müslünıanların emin oldukları kimsedir.» şeklinde cevap vermesi de soranın
hâline nazarandır. Bu hadîsden çıkarılan faideler:
1- Hadîsde
yemek yedirmeye teşvik buyuruluyor ki, bu da cömertlikle güzel ahlâkın
emâresidir. Ayni zamanda muhtaçlara
yardım ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seilem)in A11ah'a sığındığı açlığı
bertaraf mânâlarını da tezammun eder.
2- Hadîs-i
şerif selâmı ifşaya teşvik ediyor. Bunda da müslüman-lara kargı mütevâzi'
davranmaya, onların kalplerini kazanmaya, müslü-manların birleşmelerine ve
birbirlerini sevmelerine teşvik vardır.
3- Hadîsde
selâmın tamim edilmesine işaret vardır. Büyüklenenle-rin yaptıkları gibi selâmı
gözünün beğendiklerine vererek beğenmediklerine vermemek asla doğru bir
hareket değildir. Çünkü bütün mü'min-ler bir birinin kardeşi olup kardeşliğe
riâyet hususunda müsavidirler. Ancak bu umum, müslümanlara mahsustur. Kâfire
ibtidâen selâm verilmez. Zira
Peygamber (Sallallahü- Aleyhi ve Seilem): «Yahudilerle hıristiyanlara
evvelâ siz selâm vermeyin. Yolda onlardan birine rastlarsanız onu yolun dar
tarafına sıkıştırın.» buyurmuştur.
Fâsık ise başka bir
delille bu umumdan tahsis edilmiştir. Hâli şüpheli olan kimse ise hakkında
tahsis sabit oluncaya, kadar hadîsin umumunda dâhildir. Acaba neden Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) bu hadîsde iki şeyi hassaten zikretmiştir? Bu
suâlin cevabı şudur:
İyi ameller, biri mâli
diğeri bedeni olmak üzere iki kısım olduğundan yemek yedirmeye teşvik ile mâli
olanlara, selâm vermekle de bedeni amellere işaret buyurmuştur. Daha başka
türlü cevap verenler de vardır.
64 — (40)
Bize Ehu't-Tâhir Ahmed b. Amr b. Abdillâh b. Amr b. Şerh el-Mısri rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Ibni Vehb [234],
Ami b. el-Hâris'-den [235], o
da, Yezid b. Ebi Habib'den, o da Ebu'l-Hayr'dan naklen haber verdiğine göre
Ebu'1-Hayr Abdullah b. Amr b. Âs'i şöyle derken işitmiş:
— Bir adam Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'e: .Müslümanların hangisi daha hayırlıdır? diye
sordu. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem);
«Elinden ve dilinden
müslümanların emin olduğu kimsedir.» buyurdular.
Bu hadîsi biraz ziyâde
ile Buhâri, Ebu
Dâvûd, Nesi îbni Hibban
ve Hâkim tahric etmişlerdir.
Hadîsdeki (el) den
murad hakiki el de ma'nevi el de olabilir. Bir kİrr -senin malım haksız yere
istilâ etmek onu ma'nen elinde bulundurmakdır. Hadîs-î şerif:
«Müslümanların en
hayırlısı, bir müslümana sözle ve fiille eziyet vermeyen kimsedir.»
ma'nasınadır. Elin zikredilmesi ekseri işler onunla görüldü-ğündendir.
Müslümandan murad da
kâmil müslümandır. Yoksa bu sıfatta olmayan kimse müslümanlıktan çıkar demek
değildir. Araplar:
«Âlim, Zeyddir; mal
devedir.» derler. Bundan maksadlan:
«Kâmil alim Zeyddir;
makbul mal devedir.» demektir. Yani cümlede hasır değil tafdil vardır.
Bu hadîs dahi cevami'u'l-Kelimdendir.
Ei ile dilin hassaten zikredilmeleri, çok kullanıldıkları içindir.
1- Hadîs-i
şerif ne ile olursa olsun müslümana eziyyet vermeyce yasak ediyor.
2- Hadîs
«Müslümanın noksanı olmaz» diyen mürcie taifesi vab-ı reddir.
3- Günahları
terk ile menhiyyattan kaçınmaya teşviktir.
Burada şöyle bir suâl
hatıra gelebilir: Ta'zir, te'dib ve hadd-i şelf'iyi ikamede eziyyet yokmudur;
bunlar niçin meşru' olmuşlar?
Cevab şudur: Bunlar
bil icmâ' bu hadîsin umumundan çıkarılmışlardır. Yahud bunlar eziyyet değil,
ileride kendileri için selâmeti aramaktır. Hadîsde müslümanlar tağlib yolu ile
zikredilmişlerdir. Yoksa müslüman kadınlara ve zımmilere eziyyet de yasaktır.
65 — (41)
Bize Hasen el-Hulvânî ile Abd b. Huroeyd hep birden, Ebû Âsım'dan [236]
rivayet ettiler. Abd dedi ki: Bize Ebû Âsim, tbni Cüreyc'den [237]
naklen haber verdi ki, İbnî Cüreyc Ebu'z-Zübeyr'i [238]
şöyle derken işitmiş:
— Câbir'i dinledim:
Peygamber (Sallaüahii Aleyhi ve SeHem)*i: «Müslüman, elinden ve dilinden müsiürnanların
emin olduğu kimsedir.» buyururken işittim diyordu.
66 — (42)
Bana Said b. Yahya b. Said eî-Emevi [239]
rivayet etti. De-ti ki: Bana babam rivayet ett.i (Dedi ki): Bize Ebu
Biirdete'bnü Abdiî-lâh [240] b.
Ebi Bürdete'bni Ebî Musa, Ebû Bürde'den [241] o
da Ebû Mûa' [242] dan naklen rivayet
eyledi. Ebu Mûsâ demiş ki:
— Yâ Resulâllab!
îslâm(a dahil olanlar)m bangssi daha hayıriıdır, dedim. Eesulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Elinden ve dilinden
Müslümanların emin olduğu kimsedir.» buyurdular.
Bana bu hadîsi İbrahim
b. Said el-Cevheri [243] dahi rivayet
etti.
(Dedi ki): Bize Ebû
Üsâme [244] rivayet etti. Dedi ki:
— Bana Büreydü'bnü
Abdülâh bu isnâdla rivayet etti. Hesulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e
müsiümanların hangisi daha efdaldır?diye soruldu diyerek bu hadîsin mislini
anlattı.
Bu hadîsi Buhâri ile
Nesâide iman bahsinde tahriç etmişlerdir. Buhâri onu aynen buradaki senediyle
tahric etmiştir. î ir-mizi ise Zühd
babında rivayet etmektedir.
Senedinin hep Kûfe'li
râvilerden müteşekkil olması ve bir sefeide ayni künyeyi taşıyan iki tane râvi
bulunması, isnadının letâiünde|ı sayılır.
Burada Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e suâl soran Hz. Ebû Musa' el-Eş'arî 'dir,
Müs1im'in bir rivayetinde ve Hasan b. Süfyân ile Ebû Ya'lâ'nın «Müsned»
lerin-de soranların bir kaç kişi oldukları anlaşılıyorsada bu rivayetlerin
arasında birbirine muhalefet yoktur. Çünkü «Sorduk» şeklindeki cem'i rivayetinde
de Ebu
Musa (Radiyallahu anlı) soranların içinde dâhildir.
Görülüyor ki hadîsin
bir rivayetinde:
«İslâmm hangi hasleti
daha hayırlıdır?» diye sorulmuş; Una: «Yemeği yedirirsin ve tanıdığın
tanımadığın herkese selâmı verirsin»| üiye
cevap verilmiş; diğer
rivayetinde:
«Müslümanların hangisi
daha hayırlıdır?» denilmiş;
buna da:
«Elinden ve dilinden
müslümanların emin olduğu kimsedir.»
şeklinde cevap verilmişt
Yukarıda da işaret
ettiğimiz gibi «Müslümanların en hayırlısı kimdir?» suâline muhtelif cevaplar
verilmesini ulemâ soranların hâline hamletmış-lerdir. Meselâ; bir yerde yemek
yedirmekle, selâm vermek ihmâl edildiğinden onları teşvike ihtiyâç hasıl
olmuş; başka yerde müslümanlara eza etmekten sakındırmaya lüzum hasıl olmuştur.
67 -(43)
Bize İshâk b. İbrahim [245] ile
Muhammed b. Yahya b. Ebi Ömer ve Muhammed b. Beşşâr toptan Sekafî [246] den
rivayet ettiler, tbni Ebî Ömer dedi ki: Bize Abdülvebhâb, Eyyûb'tan [247], o
da Ebû Kı-lâbeden [248], o
da Enes'dcn, o da Nebiy (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet
eyledi. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem):
«Üç şey vardır ki,
bunlar kimde bulunursa o kimse imânın tadını bulur,
1- Bir
kimseye Allah ve Resulü, başkalarından daha sevgili olmak.
2- Bir kimse
sevdiğini yalnız Allah için sevmek.
3 - Bir
kimseyi Allah küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dön-mekden, ateşe atı
İm ak dan tiksindiği gibi tiksinmek.» buyurmuşlar.
Hadîsin bir
rivayetinde (Küfre dönmekten) ibaresinin yerine:
Yanutl' veva
hırîstiyan olmağa dönmekten...» buyurulmuştur.
Bu hadîsi Buhâri ile
Müslim bilittif ak Muhammed b. el-Müsennâ 'dan ayni isnadla tahric etmişlerdir.
Buhâri onu müteaddid yerlerde az çok lâfız değişikliklerile rivayet ettiği gibi
ayni hadîsi Tirmizi ile Nesâi dahi tahric etmişlerdir.
İmam Muhy iddin
Nevevî:
«Bu hadis-i şerif
İslâmm esas kaidelerinden büyük bir kaidedir.» demiştir. Buharı sarihlerinden
Bedrüddin Ayni bu söze şunları ilâve etmektedir:
«Nasıl büyük bir kaide
olmasın ki; bu hadîsde imanın aslını hattâ aynini teşkil eden Allah ve
Resulüllah sevgisi vardır. Hakikatte Allah ve Resulüllah sevgisi, Allah 'dan
başkasını sevmemek ve küfre dönmekten tiksinmek: imam haddizatında kuvvetli,
kalbi imana yatkın ve imam etiyle kanına karışmış olan kimselere müyesserdir.
İşte imanın tadını bulacak dan ancak bunlardır.»
U\em&(Rahimehumüllah):
«İmanın tadından murâd, ibâdet ve tâatları lezzetli görmek, Allah ile Resulü
'nün rızalarını kazanmak ııçin meşakkatlara tahammül göstermek; ve bunları
dünya menfaatine tercih etmekdir.» diyorlar.
Kulun A11ah'ını
sevmesi, onun emirlerine uyarak ibâdet ve tâat-ta bulunması; muhalefet
göstermemesi dir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i sevmek de öyledir.
Onu sevmek şeriatını benimsemekle olur.
Bu bâbta Kaadî Iyâz
şunları söylemiştir:
«Allah'ı sevmenin
ma'nası, ona tâat hususunda istikaamet sahibi olmak ve her hususda emir ve
nehiylerini benimsemektir. Maksad bu sevginin semereleridir. Çünkü sevginin
aslı, sevgilinin arzusuna muvafık olan şeye meyletmektir. Halbuki Allah Teâlâ
hazretleri meyletmek-den ve kendisine meyledilmekden münezzehdir. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i sevmeye gelince: onda meyi caizdir. Zira insanın
muvafakat gösterdiği şeye meyletmesi, ya beğendiği için olur; güzel şekil ile
iştiha açıcı yemeklere meyli gibi, yahud aklıyla lezzet aldığı ahlâk ve
ma'nalar olduğundandır. Zamanlarına erişmese bile ulemâ ve su-lehâyı sevmek
gibi. Yahud da kendisince iyilikde bulunduğu ve zararını giderdiği içindir, ki
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında bütün bu ma'nalar mevcuddur.
Yani onun zahir ve bâtını kâmildir. O bütün faziletleri şahsında toplamış,
bütün müslümanları hidâyete kavuşturmak suretiyle kendilerine ihsanda
bulunmuştur.
«İmanın tadını bulur,»
ifadesinde kinaye suretiyle istiare vardır. Çünkü tad yalnız yenilen şeylerde
olur. İman yenilen şeylerden değildir. Binaenaleyh burada mecaz vardır. Ve
iman bala benzedilmiştir; aralarındaki vasf-ı müşterek ve vech-i şebeh lezzet
duyma ve kalbin meylidir. Buna istiâre-i mekniyye derler. Müşebbeh
zikredildikten sonra ona mü-şebbehün bihin levazımından olan tad, tehayyül
suretiyle izafe edilmiş; ve bir îstiâre-i tahyiliyye meydana gelmiştir.
Cüney^d-i Bağdadi
(Rahimehuüah) : Geceleyin ibâdet edenler için ibâdet, eğlence sahipleri için
eğlence yapmaktan daha lezzetlidir.» demiştir. İbrahim İbni Edhem
(Rahlmehullah) 'in dahi: «Vallahi biz öyle bir lezzet içerisindeyiz ki, bu
lezzeti hükümdarlar bilmiş olsalar onun için bize kılıçla harb açarlardı.»
dediği rivayet olunur.
Hadîs-i şerif Allah
için bir birini sevmeye teşvik etmektedir.
Çünkü Teâ1â Hazretleri
mü'minleri kardeş ilân etmiştir. Allah ve Resulünü sevmekten o Resulün
getirdiği dine sâlik olanları sevmek lâzım gelir. Binaenaleyh imanın tadı,
ancak hâlis Allah için yapıldığı, dünya menfaatleri ve beşeri huzuzâtîa
karıştınîmadığı zaman duyulur. Zira dünyevi menfaatler için Allah' ve Resulü
'nü sevenler umdukları menfaate nail olduktan sonra bu sevgiden mahrum
kalırlar.
Hadîsde üç şeyin
hâsseten zikredilmesi, kalbe aid ameller oldukları için bunlara riya
karışmadığın dan dır. Bu üç şey, îmanın müsebbebi olduklarından onun tadına
delil sayılmışlardır. Çünkü müsebbebin mevcudiyeti sebebin vücuduna delâlet
eder. Mezkûr üç şey birbirinin lâzım-ı gayri mufarikı olduklarından ayn ayrı
bulunamazlar. Binaenaleyh mefhumu adedi nazar-ı i'tibâra alınarak:
«Kendisinde bu üç
şeyden yalnız biri bulunan kimseye ne denilir?» şeklinde bir suâl var id
olamaz.
İmam Mâlik
(Rahimehutlah) ile diğer bir takım ulemâ: «Allah için sevmek ve Allah için
buğzetmek dini vâcibattandır.» demişlerdir.
Bu hadîs hakkında
şöyle bir suâl hâtıra gelebilir. Nasıl olmuş da Resulüllah (SallaUahü Aleyhi ve
Setlem) burada: «Bîr kimseye Allah İle ResGlü başkalarından daha sevgili
olmak...» demiş; yani «başkalarından» ifâdesindeki zamiri Allah ile Resulü
arasında müşterek kull'anmıştır. Halbuki, hutbe okurken bir yerde zamiri Allah
ile Resulü arasında müşterek kullanarak: «Her kim onlara (Allah ile Resulüne)
isyan ederse muhakkak sapmıştır.» diyen bir hatibi bizzat Pey-amber (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) paylamış; ona «Sen ne kötü hatipmişsİn...» demişti.
Bu suale aşağıdaki
muhtelif cevaplar verilmiştir:
1- Hutbe Hâli ile buradaki hâl arasında fark
vardır. Hutbe'den mak-sad sözü izahtır. Burada ise bilâkis bellemesi kolay
olsun diye sözü kısadan kesmek matluptur. Onun için hutbe halinde zamiri Allah
ile Resulü arasında müşterek
kullanan hatibe darılmış; burada ise ayni zamiri kendisi, kullanmıştır.
2-
Kaadi Iyâz'a göre
Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in burada zamiri tesniye
kullanması, Allah ile Resûlullah sevgilerinin-teker teker
değil de mecmu' itibariyle nazar-ı i'tibâra alınacağına işaret içindir.
Hatibe Allah ile Resu1ü'nü ayrı ayrı
zikretmesini emir buyurması ise her ikisine yapılan isyanın ayrı ayrı isyan
sayılacağına tenbih içindir.
3- Ulemâdan
bazılarına göre zamiri müşterek kullanmak
Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem)'e mahsus olmak üzere ona caiz fakat ümmetine caiz değildir. Zira
ümmetinden birinin müşterek zamir kullanması,. Allah ile
Resul ü'nü birbirine müsavi tuttu; zanam verir; Resul-i
Ekrem (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem) hakkında ise böyle bir iham ihtimali yoktur.
Daha başka şekilde
cevap verenler de vardır.
68 — (...)
Bize Muhammed b. el-Müsennâ ile İbni Beşşâr [249]
rivayet ettiler, Dediîer ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet eyledi. (Dedi
ki): Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki:
— Katâde'y* Enes'den
naklen rivayet ederken dinledim. Demiş ki: Re-sulüllah (SallaUahü'Aleyhi ve Sellem):
«Üç şey vardır; bunlar
kimde bulunurlarsa o kimse imânın tadını
bulur.
1- Bîr
kimsenin sevdiğini yalnız Allah için sevmesi.
2- Bir
kimseye AJlah ve Resulünün başkalarından daha sevgili olması.
3- Bîr
kimseyi Allah küfürden kurtardıktan sonra ateşe atılması kendisine küfre
dönmekten daha makbul olması.»
buyurdular.
Bu hadîsle imam
Buhâri, küfür etmesi için zorlanan bir kimsenin azimetle amel ederek ölünceye
kadar mü'min kalmasının faziletine istidlal etmiştir. Buhari ayni hadîsi
müteaddit yerlerde tahric etmişse de bu rivayetlerde gerek hadîsin metin ve
isnadîarı arasında fark bulunması, gerekse hadîsden çıkarılan hükümlerin
muhtelif olması, mezkûr rivayetlerin başka başka hadîslermiş gibi muamele
görmesine sebeb olmuştur.
Müslim (Rahimehullah)
ise ayni ma'nadaki hadisleri daima bir arada zikretmiştir.
(...) Bize
İshak b. Mansur rivayet etti. (dedi ki): Bize Nadr b. Şümeyl anlattı. (Dedi
ki): Bize Hammâd [250],.Sâbit*ten,
[251] o
da Enes'den naklen haber verdi:
.
— Resulüllah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Seîlem) buyurdu »diyerek ötekilerin hadîsinin benzerini
söylemiş. Şu kadar var ki o (küfre dönmekten, ifâdesinin yerine: «Yahudi veya htristiyan olmağa dönmekten»
demiştir.
69 — (44)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki: Bize İsmail b. Uleyye rivayet
eyledi. H.
Bize Şeybân b. Ebî
Şeybe [252] dahi rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Ab-dülvâris [253]
rivayet etti. Her ikisi Abdülâzizden, [254] o
da, Enes'den naklen rivayet ettiler. Encs şöyle demiş: Resulü 11 ah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Hiç bir kul —
Abdülvârisin hadîsinde; bir adam — ben kendisine ehlinden, malından ve bütün
insanlardan daha sevgili olmadıkça (Kâmil) iman etmiş sayılamaz.» buyurdular.
Bu hadîsi bir parça
lâfız değişikliği ile Buhâri ve Nesâi dâhi tahric etmişlerdir. Rivayetlerin
bazısında Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in sözüne yemin ile
başladığı görülüyor. Bundan mak-sad, sözü te'kid'dir. Mühim bir meselede yemin
caizdir.
«İman etmiş sayılmaz»
ifadesinden murad: imansız kalır, demek değil, iman-ı kâmille iman etmiş olmaz
demektir. Bu hadîsden muradın Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) uğurunda
can vermek olduğu söylenir. İbni Battal Ebu'z-Zinâd'ın şunları söylediğini
kaydeder:
«Bu hadîs Resulüllah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) *e verilen cevami'u'l-keli'mdendir. Çünkü
mahabbet üç kısımdır.
1- İclâl ve
ta'zim mahabbeti. Evladın babayı sevmesi gibi
2 - Merhamet ve şefkat mahabbeti. Babanın
evladını sevmesi gibi
3- Müşakele
ve beğenme mahabbeti. İnsanların
birbirini sevmesi gibi. Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) bunların
hepsini kendinde toplamıştı.»
Kaadi Iyâz diyor ki:
«Peygamber (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) 'in sünnetine yardım etmek, şeriatını müdâfaada bulunmak ve
onun zamanına yetiştirerek onun uğrunda malını, canını bezletmiş olmayı temenni
etmek onu sevinekden maduddur. Bundan anlaşılır ki, imanın hakikati ancak
bunlarla tamam olur; ve iman ne zaman Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)
'in kadru kıymetinin şeref ve mertebesinin her baba ve evladdan, her iyiden ve
iyilik yapandan üstün olduğu hakikatine ererse ancak o zaman sahih olur. Buna
inanmayıp başkasına i'tikad eden kimse mü'min değildir...»
Ancak
Mâîikilerden Ebul-Abbâs Ahmed
el-Kurtubi
Kaadi Iyâz'm bu sözlerine i'tiraz etmiş ve şunları
söylemiştir:
«Kaadi 'nin sözünün
zahiri, bu mahabbeti Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'i ta'zim ve
tebcil i'tikadında bulunmaya hamlettiğini gösterir. Bu i'tikad'da bulunmayan
bir kimsenin küfüründe şüphe yoksa da bu hadîsden murad, Peygamberimizin
büyüklüğünü i'tikad değildir. Çünkü büyüklüğü i'tikad etmek ne mahabbet
demektir; ne de mahabbeti istilzam eder. Çok defa insan bir şeyin büyüklüğünü
över de onu sevmez. Şu halde kendinde bu sevgiyi bulamayanın imam kemâle
ermemiş demektir.
Halbuki sahih bir
inançla iman eden herkes bu mahabbetten hâli değildir. Amr b. Âs (Raâiyallahu
anh)
«Benim için Resulüllah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'den daha sevgili, benim gözümde ondan daha büyük
bir kimse yoktu; ama ona Alan ta'zim i m d en gözüm doya doya ona
bakaımyordum.» demiştir, Ömer (Radiyallahu anh)
dahi bu hadîsi işitince:
«Ya ResûlâIlah;sSen'
bana canımdan gayri her şeyden sevgilisin de-dikde Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi
ve Sellem): «Canından da ya Ömer!» buyurmuş; Ömer derhal: «Canımdan da.» demiş;
Resu1- i Zişan (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem): «Şimdi oldu yâ örner^» buyurmuşlardır.
Bu mahabbet ise ta'zim
i'tikadı değil, kalbin meylidir. Lâkin insanlar bu meyi hususunda bir
birlerinden farklıdırlar...»
Müslim sarihlerinden
e1-Übbî de şu mütaleada bulunmaktadır: «Eğer Kaadi Iyâz, Peygamber (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) 'in kadrini yükseltmekden onun makam i'tibariyîe
yüksekliğini kasdetti ise, dediği gibi buna i'tikadı olmayan bir kimse mü'min
değildir. Yok sevgi hususunda yüksekliği murad etti ise «Mü'min değildir»
sözünden anlaşılan ma'na kemâli nefyetmektir. (Yani Kâmil mü'min değildir
demektir.)
bünkü baba ve oğul
sevgisi fıtridir. İnsandan ayrılmaz. Binaenaleyh bil-carz Peygamber
(Sailallahü Aleyhi ve Sellcm) 'i
Babasından veya
oğlundan çok sevmeyen biri bulunsa biz onun küfrüne kat'î hüküm veremeyiz.
70- (...) Bize
Muhatnmed b. el-Müsennâ ile Ibni Beşşar [255]
rivayet
eltiler. Dediler ki:
Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. Dedi
ki: Katâdeyi Enes b. Mâlik'den naklen rivayet ederken dinledim. Enes şöyle
demiş:
— Resulüllâh
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem):
«Sizden hiç biriniz,
ben kendisine çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha sevgili
olmadıkça (İmân-ı kâmille) imân etmiş olamaz.» buyurdular.
Ha1âbî diyor ki:
«Resulüllâh (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadîsi ile tabiî sevgiyi değil,
ihtiyarî sevgiyi kasdetmiştir. Çünkü inşa-nın kendini sevmesi bir tabiattır;
onu ters çevirmeye imkân yoktur. Hadîsin ma'nası şudur:
«Bana tâat uğrunda
nefsini telef etmedikçe ve benim rızamı helakin pahasına da olsa kendi lıevâ ve
hevesine tercih eylemedikçe beni sevme davasında doğruyu söylemiş olmazsın...»
Yani iman-ı kâmil sahibi bir mü'minin üzerinde Peygambe r (Sailallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in hak ki, babasının, oğlunun ve bütün insanların hakkından daha
büyüktür. Çünkü biz ebedi cehennemden ancak onun sayesinde kurtulmuş; hidâyete
onun sayesinde ermişizdir...»
Acaba bu
hadîsde insanın canı
niçin zikredilmemiştir? Halbuki
Teâ1â Hazretleri:
«Peygamber mü'minlere
kendi nefislerinden daha Heridir...» [256]
buyurmuştur. Binaenaleyh Resulüllâh (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'i canından
daha çok sevmek her mü'minin borcudur? Bu suâlin cevabı şudur: Bir kimsenin
nazarında A11ah'm yarattığı en kıymetli hatta çok defa canından bile kıymetli
varlık baba ile çocuk olduğundan hadîs-i şe-rifde temsil suretiyle onlar
zikredilmişlerdir. Ma'na şudur: «Ben kendisine en sevdiği şeylerden daha
sevgili olmadıkça bir kimsenin imânı kâmil olamaz.»
En sevdiği şeylerin
içinde bittabi' can da vardır. Sevdiği şeylerin hükmü bu olunca sevmediği
peylerin hükmü kendiliğinden anlaşılır.
Yahud müslümanm Peygamber (Sailallahü A leyhi ve Sellem) 'i
c nından daha çok sevmesi icâbettiği başka delillerden ma'lum olduğu için
burada can zikredilmemiştir.
Hadîs-i şerifde baba
ile çocuk zikredilmiş; anne ile kız zikredilmemiş1-se de çocuk kelimesi hem
oğlana hem kıza şâmildir. Annenin zikredilme1-mesi ya babanın zikrinden
anlaşılacağı yahud onun hükmü başka delilden ma'lum olduğu İçindir.
Babanın çocuktan evvel
zikredilmesi dahi ekseriyete nazarandır. Yâni babalar sayı itibariyle çokturlar.
Çünkü her çocuğun babası vardır; îk-kat her babanın çocuğu yoktur.
Babayı ta'zim cihetine
bakarak evvel zikretmiş de olabilir. Çocuğıir evvel zikredildiği yerlerde ise
şefkat ve merhamet ciheti nazar-ı itibar alınmıştır.
71- (45)
Bize Muhammed b. el-Müsennâ ile îbni Beşşar rivayet eltiler. Dediler ki: Bize
Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu' be rivayet etti. Dedi ki:
Katâde'y* Enes b. Mâlik'den, o da Nebiy (Sailallahü Aleyhi ve Se/temJ'den
işitmiş olarak rivayet ederken dinledim. Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Sizden hiç biriniz
kendi nefsi için dilediğini (dinî kardeşi için de — Yahud komşusu için de —
dilemedikçe (tam) îman etmiş olamaz.» buyurmuşlar.
Bu hadis Sahih-i
Müslim ile Abd b. Humeyd’in «Müsned»in-de ve Nesai'nin bir rivayetinde şek ile
tesbit edilmiş; ve «Din kardeşi için de yahud komşusu içinde dilemedikçe...»
denilmiştir. Başka muhad-disler onu seksiz olarak; (Din kardeşi içinde) şeklinde rivayet ederler.
Hadîsi Buhâri Tirmizi
Nesai Abd b. Humeyd, Ebu Bekir İsmâîli, İbni Mendeh ve İbrii Hibbân dahi tahric
etmişlerdir.
Ulema-i Kiramın
beyanına göre hadîsin manası: Kendisi için dilediğini din kardeşi için de
dilemedikçe tam îman etmiş olamaz, demektir. Yoksa asl-ı îmân' kendinde bu
sıfat bulunmayanda da vardır. Maksad; din kardeşi için tâat ve mubah olan
şeyleri dilemektir. Nitekim Nesai1 nin rivayetinde bu cihet tasrih edilmiştir.
Ebu Amr
İbni Salâh diyor ki:
«Kendisi için
dilediğini din kardeşi için de dilemek adetâ imkânsız derecede güç sayılan
şeylerdendir. Halbuki mesele öyle değildir. Çünkü hadîsin ma'nası; İslâmda
sizden biriniz kendisi için dilediği şeyin (aynini değil) mislini din kardeşi
için de dilemedikçe tanı îman etmiş olmaz demektir. Bunu yapmak, kendine
verilen ni'metten hiç bir şey noksan kalmamak ve kendine verilene dokunmamak
şartı ile din kardeşine de böyle bir nimetin verilmesini istemekle olur. Bu
kalb-i selim sahibi olan bir kimse için kolaydır. Yalnız bozuk kalbli olana güç
gelir. Allah bize ve bilcümle din kardeşlerimize afiyetler versin.»
İbni Sala h'm imkânsız
derecede güç saydığı şey; kendisi için dilediği bir şeyin aynısını din kardeşi
için de dilemektir. Bu ister hissî ister ma'nevi şeylerde olsun hemen'hemen
imkânsızdır. Çünkü bir insan kendine nasib olan bir ni'metin kendinden
alınarak başkasına verilmesini kolay kolay istemez. Ayni ni'metin hem kendinde
kalmasına hem başkasının olmasına ise imkân yoktur. Zira bir cevher veya
arazın ayni zamanda iki yerde bulunması imkânsızdır.
Hadîs-i şerifde
bahsedilen îmandan murâd, iman-ı kâmil olduğuna göre şöyle bir suâl vârid
olmaktadır; Şu halde kendisi için dilediği şeyleri din kardeşi için de dileyen
kimse dînin sair erkânım yapmasa bile mü' min-i kâmil olmak icâbeder. Cevap: Bu
söz bir mübâlegadir. Onun için burada dilek sanki imanın en büyük rüknü imiş
gibi gösterilmiştir. Ya-hud bu dilek imânın diğer rükünlerini de istilzam eder.
Kâmil îman sahibi
olmak için kendine dilediği şeylerin mislini din kardeşine dilemek lâzım
geldiği gibi bunun zıddı yani kendisi için kötü gördüğü şeyleri din kardeşi
için de kötü görmek imanın kemâlindendir. Ancak dilemekle kötü görmek
birbirinin zıddı oldukları ve biri zikredilince derhal öteki de hatıra
geleceği için hadisde iki zıddan birinin zikriy-le iktifa edilmiştir.
Ebu Abdillâh el-Übbî,
bu hadîsin dünya umuru hakkında vârid olduğunu, âhiret umuru hakkında ise Teâ1â hazretlerinin
«Bu hususta yarışçılar
müsabaka yapsın!
(Mutaffifin: 26)»
buyurduğunu söylerken âhiret hususunda din kardeşinden daha üstün mertebe
dilemenin caiz olduğuna işaret etmiştir.
72 —(...)
Bana Züİıeyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Said, Hüseyn
el-MualIim'den [257], 0
da Katâde'den, o da Enes'den, o da Peygamber (Sallalkhü Aleyhi ve Sellem) 'den
naklen rivayet eyledi. Efendimiz:
«Nefsim Kabza-i
Kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, hiç bir kul kendisi için dilediğini
komşusu için yahud din kardeşi için de dilemedikçe (tam) îmân etmiş olmaz.» buyurmuşlar.
73 — (46)
Bize Yahya b. Eyyub ile Kuteybetü'bnu Said ve Ali b. Hucr toptan İsmail b.
Ca'fer'den rivayet ettiler. İbni Eyyub dedi ki: Bize İsmail rivayet etti. Dedi
ki: Bana el-AIâ' [258]
babasından, o da Ebu Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Rcsulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Komşusu şerrinden
emin olmayan kimse cennete giremez» buyurmuşlar.
Zahirine bakılırsa bu
hadis cennete girmesin diye beddua değil, giremeyeceğini ihbardır. Müslim
sarihi e1-Übbi de buna kaildir.
Bevâik: Bâikanm
cem'idir. Bâika: Şer, belâ, gâiîe, mühlik olan şey ve ansızın başa gelen
sıkıntı ma'nalanna gelir. Bir kimsenin şerrinden korkulması o kimse için
ma'siyyettir. Hâl böyle olunca _ Allah'ın son derece makam-ı ihtirama
yükselttiği ve ikram olunmasını istediği, aksi takdirde cennete koymayacağını
beyanla tehdidde bulunduğu komşuya fenalık yapmanın ne demek olacağını bir
düşünmelidir.
îmam Nevevi'ye göre
«Cennete giremez.» ifâdesi iki şekilde izah olunur.
1- Bu sözün
ma'nası: Komşuya eziyet eden kimsenin cezası doğrudan doğruya cennete
girememektir. Yani cennetin kapılan açılarak ehl-i necat olanlar girmeğe
başladıkları zaman o geriye bırakılır. Artık onun işi Allah !a kalmıştır. Ya
cezasına kadar cehennemde azâb ettikden sonra yahud affederek ceza vermeden
cennetine koyar.
2 - Cennete
girememek, komşuya eziyyet etmenin haram olduğunu bildiği halde onu helâl
sayanlara hamledilir.
Böylesi kâfir
olduğundan cennete asla giremeyecektir. Ancak bu ikinci surete el-TJbbî şöyle
i'tiraz ediyor: «Bu takdirde komşuyu zikretmenin" bir faydası kalmaz.
Çünkü hüküm her âsî, münafık ve kâfire amm ve şamil olur. Evlâ olan bu hadîsi,
tevbe etmeden ölüp de hakkındaki tehdid infaz edilen ve cehennemden şefaatla
çıkan kimseye hamletmektir.»
Burada şöyle bir suâl
hatıra gelebilir: Bir kimse komşusuna eziyyet etmek ister de sonra bundan
vazgeçerse yine muâhaze olunur mu? bu hal: «Kulum kötülük yapmays gönülden
geçirir de yapmazsa o kötülüğü yazmayın...» hadis-i kudsisine muarız"
değil midir? Bu suâle el-Übbî şöyle cevap veriyor:
«Yazılmayan kasıd
hârîcde taallûk ettiği şey vücud bulmayandır; şarap içmek isteyip de içmemek
gibi. Buradaki kasdm dışarıda taallûk ettiği şey ise vücud bulmuştur; çünkü
komşusu, kasdmı icra edeceğini zannederek eziyyet görmüştür. Yolcuları
korkutup da kendilerine bir zarar getirmeyen yol kesici gibi. Yahud şöyle
denilir; o halde bu şahsdan sâdır olan sırf bir kasıd değil, azimdir. Azim ise
sahih kavle göre rnuâhazeyi icâb eder.
74 — (47)
Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb [259] anlattı.
Dedi ki: Bana Yunus, [260]
İbni Şihâb'dan [261], o
da Ebû Selemete'bni Abdirrahman'dan [262], o
da Ebu Hüreyre'den, o da Re-sulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem^den naklen
haber verdi. Resulü Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)
«Her kim Allah'a ve
son güne iman ediyorsa ya hayır söylesin yahud sussun! Her kim Allaha ve son
güne iman ediyorsa komşusuna ikram etsin, her kim Allah'a ve son güne îmân
ediyorsa müsafîrine ikram etsin!» buyurmuşlar.
Bu hadisi imam Buhari
Edeb ve Rikaak bahislerinde, Müs1im Muhtasaran Ahkâm bahsinde, Ebû Dâvud
Et'ime'de, Tirmizi Birr babında, Nesai Rikaak'da, İbni Mâce Edeb bahsinde
tahriç etmişlerdir...
Lâfızları arasında az çok değişiklik vardır.
Meselâ bir rivâyetde:
«Komşusuna ikram
etsin.» diğerinde:
«Komşusuna eziyyet
vermesin.» başka bir rivayette:
«Komşusuna iyilik etsin.»
Duyurulmuştur. Bunların hepsi komşu hakkının büyüklüğüne râci'dir.
Kaadi Iyâz
(Rahimehullah) bu hadis hakkında şunları söylemiştir: «Hadîsin ma'nası şudur:
Islâmın şeriatlerini benimseyen bir kiriı-seye komşusu ile misafirine ikram ve
ihsan gerekir. Bunların her biri komşunun hakkını tanıtmak ve o hakkı korumaya
teşviktir. A11ah Teâ1â hazretleri dahi kitabı kerîminde ona iyilikde bulunmayı
tavsiye buyurmuştur. [263] Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Cibri(Aleyhisseîâm)bana
komşuyu o kadar tavsiye etti durdu ki sonunda onu bana mirasçı yapacak sandım.»
buyurmuştur.
Ziyafet yani misafir
ağırlamak İslâm âdabından, peygamberlerle süle-hâmn ahlâkmdandır. eys, ziyafeti
bir geceliğine vâcib saymıştır. Delili: «Misafir gecesi her müsiüman üzerine
vâcib olan bir haktır.» mealindeki hadis-i şerif ile:
«Eğer bir kavme
misafir olur da sizin için misafirin hakkını emrederlerse hemen kabul edin;
bunu yapmazlarsa kendilerine lâyık olan misafir hakkım onlardan siz altn!»
mealindeki Ukbe hadîsidir.
Umumiyetle fukahaya
göre misafirperverlik güzel ahlâktan ma'dûd-dur. Delilleri Peygamber (SaîtalîahU Aleyhi ve Sellem)
'in: «Onun caizesi bir günle bir
gecedir...» hadîsidir. Caize: Bahşiş, ihsan, armağan demektir. Ve ancak ihtiyarî olur. Resüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
«İkram etsin; ihsan eylesin!» buyurması da bunu gösterir. Çünkü böyle bir ta'bir
vâcib ma'nasmda kullanılmaz. Üstelik burada komşuya yapılacak olan ikram ve
ihsan izafe edilmiştir. Komşuya ikram ve ihsan ise vâcib değildir. Fukaha, bu
babtaki hadisleri: «Sadr-ı İslâmda vâ-rid olmuşlardır» diye te'vil etmişlerdir.
Çünkü sadr-ı îslâmda yardım vâcib idi. Ziyafeti vâcib görenler onun hem
şehirli hem köylüye mi yoksa yalnız köylüye mi vâcib olduğunda ihtilâf
etmişlerdir.
İmam Safi ile Muhammed
b. el-Hakem, her ikisine de vâcib olduğuna kaildirler. İmam Mâlik ile Suhnûn,
yalnız kır ahalisine vâcib olduğunu söylemişlerdir. Zira misafir, şehirde
otellerde ve hanlarda yer, çarşılarda satın alacak yiyecek bulabilir. Filvaki'
bir hadisde : «Ziyafet hayme nişîniere (çadırda yaşayanlara) vâcibdir.
Şehirlilere vâcib değildir.» denilmiştir. Lâkin bu hadis ulemaya göre
mevzu'dur.
Muhtâc olarak yollara
düşen kimsenin telef olacağından kdrkulursa onu misafir etmek farz-ı ayın
olduğu gibi zimmilere [264]
misafir ağırlamak şart koşulursa onların da misafir kabul etmeleri icâbeder.
Kaadi Iyaz'm sözü burada sona erdi.
«Yâ hayır söylesin
yahud sussun...» ifâdesinden murad şudur:
Bir - kimse konuşmak isterse evvelâ düşünmeli, eğer konuşacağı şey muhakkak
hayır ve ister vâcib ister mendûb olsun sevabı mûcib bir iş ise onu söylemelidir.
Şayed hayırlı değilse haram da olsa, mekruh ve mübâh da olsa onu
söylenıemelidir. Şu halde, harama veya mekruha vardıracağından korkuîursa,
mubah sözü dahi konuşmamak mendub olur. Âdetde böyle sözler pek çoktur. Hattâ
ekseriyeti teşkil ederler. Halbuki Teâ1â Hazretleri: «İnsan her ne söylerse
(onu yazmak için) yanında r ut! aka hazır bir murakıb vardır» [265]
buyurmuştur.
Kulun konuştuğu her
şeyin ve bu arada mubah olan sözlerinin dahi yazılıp yazılmayacağı meselesi
selef ve halef ulemâ arasında ihtilaflıdır. İbn i Abbâs (Radiyallahu anh) ile
bir takım ulemaya göre yazılan sözler sevab veya ikaab icâbedenlerdir. Bu
takdirde âyet-i kerîme tahsis edilmiş olur; ve: «Sevâb yahud ikaab icâbedecek
her ne söylerse (onu yazmak için) yanında mutlaka hazır bir murakıb vardır.»
mânâsına gelir. Haram veya mekruha vardırmasın diye şeriat bir çok mubahlardan
vaz geçmeyi de emretmiştir. îkrime'ye göre kulun söylediği her söz mutlak
surette yazılır.
îmam Şafii bu hadisin
ma'nâsıyla amel etmiş; ve: «Konuşmak isteyen bir kimse evvelâ düşünmeli, eğer
söyleyeceklerinden kendisine bir zarar gelmeyecekse konuşmalı; zarar gelecekse
yahud zarar şüphesi varsa vaz geçmelidir.» demiştir.
Mağrib'de zamanının
imamı sayılan Mâliki ulemasından Ebû Muhammed Abdullah b. Ebî Zeyd şunları
söylemiştir: «Bütün hayır âdabı şu dört hadisden çıkar:
1 - «Her kim Allaha ve
son güne imân ediyorsa yâ hayır söylesin yahud sussun!»
2 - «İşine girmeyen
şeye karışmaması kişinin iyi müsiüman olduğundandır.
3 - Resulülla
h(SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kısaca tavsiyede
bulunduğu zâta: «Kızma!»
buyurması;
4 - «Sizden biriniz kendisi için dilediğini dîn
kardeşi için de dilemedikçe (tam) îmân
etmiş olmaz.»
Fuday1 b. Iyaz'in:
«Her kim sözünü amelinden sayarsa lüzumsuz şeyler hakkında az konuşur.» dediği
rivayet olunur. Zün Nûn (Rahimehullah) dahi: «İnsanların nefsini en koruyanı en
ziyade dilini tutanıdır.» demiştir.
Hâsılı insan yerinde
susmalı, icabında konuşmalıdır. Çünkü: «Hakkı söylemekten susan dilsiz
şeytandır.» buyurulmuştur. Binaenaleyh yerine göre susmakla söylemenin ikiside
şerefli hasletlerdir.
75 __ (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti.
(Dedi ki): Bize
Ebu'l-Ahvas, [266] Ebû
Hasîn'den, [267] o da Ebû Sâlih'den, [268] o
da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet eyledi. Ebû Hüreyre şöyle demiş; Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Her kim Allah'a ve
son güne îmân ediyorsa komşusuna eziyyet etmesin! Her kim Allah'a ve son güne
îmân ediyorsa misafirine İkramda bulunsun! Her kim Allah'a ve son güne imân
ediyorsa ya hayır söylesin ya sussun!»
buyurdular.
ibaresi Müslim'in asıl nüshalarında böyle ise de
Müslim 'den başkaları
onu : şeklinde rivayet etmişlerdir. Her iki rivayet de şahindir. Yâ'nm
hazfîyle kelime zâten «Eziyyet etmesin.» ma'nasma nehî olur. Ya'nm isbâtıyla
ise: «Eziyyet etmez» ma'nasma haber
olursa da maksad yine nehîdir; ve eziyet etmesin. » demekden daha beliğdir.
Nitekim:
«Anneler çocuklarını tam
iki sene emzirirler...» [269] âyet-i kerimesi ve
emsali de böyledirler.
Hadîsi Buharı Edeb
bahsinde Kuteybe 'den tahric etmiştir. Onun rivayeti «Eziyyet etmesin»
şeklindedir. Ayni Hadîsi, İbni Mâcede «Fitneler» bahsinde Ebu Bekir İbni Ebî
Şeybe' den rivayet etmiştir. Ebu Bekir İbni Kbî Şeybe: «Ebu'l-Ahvas, Ebû
Hasîn'den bu hadisden başka hadis rivayet etmemiştir.» der.
Eziyyet etmek günah
olmakla beraber, insanı dinden çıkarmaz. Yalnız îmanın kemâlini giderir.
Bu hadislerde îmânın
Allah ile son güne tahsis Duyurulması mebde' ile ma'âda işaret içindir. Yanı
kendisini yaratan A11ah'a ve kıyamet gününde mükâfat veya müeâzat vereceğine
inanan kimse komşusuna eziyyet etmesin demektir.
Misafire ikram
meselesinin, yerine göre değiştiğini hatta farz olduğunu bundan evvelki
hadîsin şerhinde görmüştük. Kirmanı şöyle diyor: «Acaba hadisde neden bu üç
şeyi zikretmiştir?» dersen, ben de derim ki: Bu söz cevâmiü'l-kelimdendir; bu
üç şey de esaslardandır. Bunların üçüncüsü kavlî, birincisi ve ikincisi fi'lî
olan esaslara işarettir. İkiden birincisi: kötülüklerden hâli kalmaya, İkincisi
faziletlerle nefsi zînetleme-ye işarettir. Yâni bir kimsede A11ah'in emrini
tâ'zîm sıfatı varsa o kimse mutlaka Allah Teâlâ 'nın yarattıklarına karşı ya
hayır söylemek veya şerre karşı susmak yahud fayda veren bîr şeyi yapmak,
zararlıyı terkederek şefkat sıfatiyle vasıflanacaktır.»
76 — (...)
Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bİze İsâ b. Yunus, A'meş'den, o
da Ebû Sâlih'den,'o da Ebû Hüreyre'den naklen ba-ber verdi. Ebû Hüreyre:
Resûlüllah (Saîîalîahii Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki diyerek Ebu Hasın hadisi
gibi rivayette bulunmuş; ancak (Komşusuna eziyyet etmesin yerine:) «Komşusuna
iyilik etsin.» demiş.
77 -- (48)
Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr ikisi birden İbni
Uyeyne'den rivayet ettiler, tbni Nümeyr dedi ki: Bize Süfyân, Amr'dan [270]
rivayet etti ki, Arar Nâfi' b. Cübeyr'i [271],
Ebû Şüreyh el-Huzâî'den [272]
naklen söyle haber verirken dinlemiş: Nebiy (Sallalhhü Aleyhi ve Sellem):
«Her kim Allah'a ve
son güne iman ederse komşusuna iyilik etsin! Her kim Allah'a ve son güne imân
ederse misafirin^ ikram etsin, her kim Allah'a ve son güne imân ederse ya hayır
söylesin ya sussun!» buyurdular.
78 — (49)
Bize Ebu Bekir b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ve-kî' Süfyân'dan [273]
rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
el-Müsennâ dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu-hammed b. Ca'fer [274]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. (Ebu Bekir b. Ebî Şeybe ile
Muhammed b. el-Müsennâ) ikisi birden Kays b. Müslim'den [275], o
da Târik b. Şihâb'dan [276]
rivayet ettiler. Bu hadis Ebû Bekir'indir.. Ebû Bekir şöyle dedi:
— Bayram günü ilk defa işe namazdan evvel hutbe
ile başlayan Mer-vân'dır. [277] Bir
adam ayağa kalkarak ona:
— Namaz hutbeden öncedir; demiş. Mervân:
— Oradaki terkedilmiştir; cevabını vermiş.
Bunun üzerine Ebû Saîd:
— Ama şu zât hakikaten kendisine düşeni
yaptı. Ben Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)i:
«Sizden her hangi
biriniz bir kötülük görürse onu hemen eliyle değiştirsin: Eğer buna gücü
yetmiyorsa diliyle değiştirsin; ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin.
İmanın en zaifi de budur.» buyururken işittim; demiş.
Bu hadisin müttefekun
aleyh bir rivayeti vardır ki Şeyhayn onu Bayram namazı bahsinde tahric
etmişlerdir. Meali şudur:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem) Ramazan ve Kurban bayramlarında namazgaha çıkardı; ve
(Yapmağa) başladığı ilk iş namaz olurdu. Sonra namazı bitirerek cemaata karşı
ayakta durur; cemaat, saflarında otururlardı. Böylece onlara va'zeder,
tavsiyede bulunur; ve emrederdi. Şayed bir ordu ayırmak isterse onu ayırır;
Yahud orduya müteâllik ,bir şey emretmek isterse emreder; sonra (Medine'ye
doğru) çekilir giderdi. Ebû Said diyor ki:
— Halk bu minval üzere
devam edegeldi. Nihayet ben Medine enjıîri Mervân ile bir Kurban veya Ramazan
bayramında namazgaha çıktım. Oraya varınca ne göreyim, karşımda Kesir b.
es-Salt'ın yaptığı bir minber!... Bir de baktım Mervân namazı kılmadan ona
çıkmak istiyor!... Hemen elbisesinden çektim. O da beni çekti ve (minbere)
çıktı; namaz lan Önce hutbeyi okudu. Ben kendisine:
«Vallahi sünneti
değiştirdiniz!» dedim. Mervân:
«Yâ Ebâ Said! Senin
bildiğin geçti.» dedi.
«Vallahi benîm
bildiğim (şekil) bilmediğimden daha hayırlıdır» dedim.
«Cemaat namazdan sonra
bizi dinlemeye oturmuyorlar da onun için hutbeyi namazdan önceye aldım.» dedi.
Bu hadisden açıkça
anlaşılıyor ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) zamanında minber yoktu.
Bayram namazları sahrada kılınır; namazdan sonra Resulüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Seilem) cemaata karşı ayağa kalkarak hutbesini okurdu. Kendileri son derece
mütevazı oldukları için minber yaptırmaya lüzum görmemişlerdi.
Kaadi Iyaz'ın beyanına
göre ilk defa hutbeyi namazdan evvel kimin okuduğu ihtilaflıdır. Bazıları bunun
Hz. Osman (Radİyallahu anh) olduğunu söylemiş; bir takımları, cemaat bayram
namazım kıldıktan sonra hutbeyi dinlemeden dağıldığı için bunu Hz. Ömer
(Radİyallahu anh) m yaptığını iddia etmişlerdir. Hattâ Ömer (Radİyallahu anh)'m
bunu cemaat dağılıyor diye değil, geç kalanlar namaza yetişsin diye yaptığını ileri
sürenler vardır,
«Hutbeyi ilk defa
namazdan önce okuyan Muâviye (Radİyallahu anh) dır» diyenlerle Abdullah b.
Zübeyr (Radİyallahu anh) olduğunu söyleyenler de vardır.
Fakat bütün bu
söylentilere rağmen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) ile Ebû Bekir,
Ömer, Osman ve A1î (Radıyallahu Anhüm) hazerâtından sabit olan: namazı hutbeden
Önce kıldıklarıdır. Umumiyetle fukahanm kavli de budur. Hatta bu hususta icmâ'
bulunduğunu iddia edenler de vardır. Bunlar icmâı ya hilaftan sonra iddia
etmiş; Yahud asr-ı Seâdetle Huîefa-i Râşidin zamanlarında meselenin ittifakı
olma&na bakarak Beni Ümeyye'nin hilafını nazar-i i'tibâra almamışlardır.
Ebu Said-i Hudri (Radiyallahu anlı) 'in bir çok zevat huzurunda: «Amma şu zât
hakikaten kendisine düşeni yaptı.» demesi onlarca sünnetin bu şekilde karar
kıldığına, Mervan’ın yaptığının doğru olmadığına delildir. Zâten Hz. Efcu Said
.in bu hadisle ihticâc etmesi de bunu gösterir. Çünkü Mervan'in yaptığının
doğru olduğuna i'tikad etse yahud eskiden böyle bir şey yapılmış veya bir
sünnet görülmüş olsa ona münker demezdi. Bu rivayet Mervan'dan önce hiç bir
halifenin bayram namazından evvel hutbe okumadığına delildir. Ömer, Osman ve
Muâviye (Radiyallahu Anhüm) hazerâtımn okuduklarım gösteren rivayetler doğru
değildir.
Acaba Mervan'mbu
hareketine karşı Ebu Said-i Hudri (Radiyallahu anh) gibi bir sahâbî-i celil
nasıl ses çıkarmadı da cemaatten bir zât i'tirazda bulundu?
Bu suâle bir kaç
vecihle cevap verilmiştir:
1- İhtimal
Ebu Said (Radiyallahu anh) sonradan
yetişmiş; o gelinceye kadar i'tiraz eden zât sözüne başlamış; Ebu Said onlar konuşurken gelmiştir.
2 - Ebu Said (Radiyallahu anh) orada imiştir. Lâkin ya kendisi yahud
başkası aleyhine bir fitne çıkacağından korktuğundan i'tiraz edememiştir.
İ'tiraz eden zâtın kavm ü kabilesi orada bulunduğu cihetle onun için korku
mevzu-u bahs olmadığından o inkârda bulunmuştur.
3 - İ'tiraz
eden zât korkmuş fakat ne pahasına olursa olsun inkârda bulunmuştur. Böyle
yerlerde bu caiz hatta müstehaptır.
4 - Caiz ki
Ebu Said (Radiyallahu anh) inkâra hazırlanmış; lâkin öteki zât ondan çabuk
davranarak söze başlamış; Hz. Ebu Said de onu te'yid etmiştir.
İmam Müslim 'in
buradaki rivayetine göre Mervan'la münakaşa eden zât cemaattan biridir. Buharı
ile tahriç ettikleri rivayette ise bunun bizzat Hz. Ebu Said olduğu, namazgaha
beraber geldikleri, Ebu Said'in Mervan'm elini tutarak onu men'etmeğe çalıştığı,
Mervan'in da ona red cevabı verdiği zikredilmektedir ki, bu hâl hâdisenin ayrı
ayrı iki defa tekerrür ettiği ihtimalini doğurmuştur. Fakat Müslim
sarihlerinden el-Übbî bu ihtimali vârid görmüyor. Ona göre vak'a birdir. Mervan'a
cemaatten biri i'tirazda bulunmuştur. Mervan onu dinlemeyince bu sefer
meseleye Ebu Said (Radiyallahu anh) müdâhale etmiştir.
Hz. Ebu Said 'in: «Şu
zât hakikaten kendisine düşeni yaptı.» demesi bu işi doğru bulmayıp
reddettiğinin sarih ifadesidir.
Resûlullah (Salîallahü
Aleyhi ve Selkmj'm: «Sizden her hangi biriniz bir kötülük görürse onu hemen
eliyle değiştirsin!» buyurması bilic-ma' vücub ifâde eden bir emirdir. İslâmda
iyiliği emre emr-i bil ma'ruf, kötülükten nehye de nehy-i anil münker derler.
Bu mesele müslümanlara kitâb, sünnet ve icma-i ümmetle yâni bütün naklî
delillerle farz kılınmıştır. İyiliği emir, kötülükten nehiy ayni zamanda din
demek olan nasihat-tan ma'duddur. Bu hususda bazı râfizilerden başka muhalefet
eden yoktur. Onlann muhalefetlerinin ise bir kıymeti yoktur.
Emri bil ma'rufun
vücubu mü'tezile taifesinin dedikleri gibi aklî de değil şer'idir. Vakıa
Kur'an-ı Kerîm'de:
«Siz kendinizi
kollayın; siz hidâyete erdikten sonra başkasının sapması size zarar etmez. [278]
buyurulmuştur. Amma bunun ma'nası siz başkalarına emri bil ma'rufla uğraşmayın
demek değil, muhakkikin ulamanın beyanına göre:
«Siz aldığınız
tâ'Hmaâta göre emri bü-mâ'ruf, nehy-i ani'I-münkeri yaptınız mı artık
başkalarının taksiri size zarar etmez» demektir. Çünkü kula yüklenen vazife
yalnız iyiliği emir, kötülükten nehiydir. Bunları kabul ettirmek onun vazifesi
değildir. Eserde vârid olduğuna göre Hz. Ebû Bekir bu âyeti minberde okumuş ve:
«Siz bunu doğru te'vil edemiyorsunuz. Ben Resulülîah (Salîallahü Aleyhi ve
Seîiem)'den işittim: «Bir kavim zâlimi görürler de men'etmezlerse Allah'ın
onlara kendi tarafından bir azâb göndermesi yakmcacıktir; buyuruyordu»
demiştir.
Emri bil ma'ruf nehy-i
ani'l-münker farz-ı kifâyedir. Binâenaleyh her farz-ı kifâye gibi o da bazı
kimselerin ifâsıyle diğer rnüsîümanlardan saakıt olur. Lâkin hiç ifâ eden
bulunmazsa özrü bulunmayan bütün mükellefler günahkâr olur. Emr bil rna'rufun
farz-ı ayn olduğu yerler de vardır. Meselâ: Bir yerde bu vazifeyi bir kişiden
başka bilen bulunmazsa o bir kişiye emri bilma'rufu ifâ etmek farz-ı ayın
olduğu gibi bir babanın evlâdı ile karısına iyiliği emir, kötülüklerden
kendilerini nehyetmesi de farz-ı ayndır.
Ulema-i kiram emri bil
ma'ruf nehy-i ani'l-münker vazifesinin- mükelleflerden sakıt olmayacağını
beyan etmişlerdir. Çünkü mükellefin vazifesi ettiği emir veya nehyin,
muhatabına te'sir edip etmediğini düşünmek değil, sadece o emir veya nehyi
etmektir. İhtarın mü'minlere fayds vereceği ise âyetle sabittir. Yine ulemanın
temsillerine göre emri bil ma1-rufa misal: avret yerinin bir kısmı açılan
kimseye örtünmesini tenbih et mektir.
Emri bil ma'ruf
vazifesini yapan kimsenin emrettiği şeye kendisiniı de imtisal etmesi, nehyettiğinden
kaçınması sözünün te'sirîi olması içıı pek mühim ve lâzım ise de şart değildir.
Eğer emir ve nehyetüği şeyle kendinde de varsa bu sefer vazifesi çift olur; ve
evvela kendine emir vey nehiyde bulunması sonra ayni şeyi başkasına yapması
icâbeder.
Mu'tezileye göre
kötülükten nehiy işini ancak kendisi kötülük etmeyen ifa edebilir.
Delilleri:
«Kendi nefislerinizi
unutub da âleme iyiliği mi emrediyorsunuz?» (Bake-re: 44) âyet-i kerîmesidir.
Mutezileden bazıları; bir kimse kendinin etmediği kötülükten başkalarım
nehyedebilir demişlerdir.
Emri bil ma'ruf nehiy
ani'l-münker vazifesi yalnız devletin bu iş için tâyin ettiği me'murlara mahsus
değildir; onu müslümanların efradı da yapabilirler. İmamü'l-Harameyn :«Buna
delil icma-i müslimîndir.» diyor. Filhakika gerek asr-ı seâdetde gerekse diğer
asırlarda bu işin memuru olmayanlar me'murlara iyiliği emir, kötülüklerden
onları nehyederler; sair müslümanlar onların bu yaptıklarını takrir ve kabul
eyler; başkalarının işine karışıyorlar diye kendilerini ayıplamazlardı. Sonra
bu vazifeyi ancak bilenler yapar. Şayed yapılacak emir namaz, oruç ve saire
gibi herkesin bildiği vâciblerden, nehiy dahi zina ve içki gibi meşhur
menhiyyattan olursa bunları emir ve nehiyde bütün müslümanlar müşterektir.
Fakat nâdir tesadüf edilen fiil, kavil ve içtihada dair ise avam takımının
gerek isbât gerekse nefi suretiyle bu işe karışmağa hakları yoktur; bu sefer mesele
yalnız ulemaya mahsus kalır. Ulema dahi ittifakı meselelere dair emir ve
nehiyde bulunurlar. İhtilaflı meseleler hakkında bir şey diyemezler. Çünkü iki
mezhebin birine göre her müctehid hakka isabet eder. Diğerine göre hakka isabet
eden yalnız bir kişidir; amma hangi müctehidin hatâ ettiğini bilmek kullara
müyesser değildir. Hatâ edene günah dahi yoktur.
Şu kadar var ki,
müctehidlerin hilafından çıkmak için nasihat yollu emri bil ma'rufda bulunmak
güzel ve makbul bir iştir. Zira bir sünneti ihlâl etmemek veya başka bir hilafa
sebeb olmamak şartiyîe ulema-i kiram müctehidlerin hilafından çıkmaya
bilittifak kaildirler. Meselâ dört mezhebin imamlarına göre ittifakla caiz
olacak bir abdest; evvelâ niyet edilerek, her azayı âyetteki tertib üzere
yıkamak, yıkarken hafifçe oğuş-turmak, bir uzuvdan ötekine geçerken fazla vakit
kaybetmemek, yâni azayı bir biri arkasından acele yıkamak, başın, bütününe
meshetmekle alınır.
İmam Nevevi emri bil
ma'ruf, nehiy ani'l-münker'in çok zamandır zayi' olduğundan, onun zamanında
bundan pek az bir takım izler kaldığından bahsettikten sonra sözüne şöyle
devam ediyor: «Emri bil ma'ruf, çok büyük bir bâbtır. Bu işin nizâm ve kıvamı
ancak onunla kaimdir. Fenalıklar çoğalınca azâb iyiye ve kötüye umumi olarak
gelir. Zâlime mâni' olmazlarsa Allah Teâ1â 'nın azabını onlara umumüeş-tirmesi
pek yakındır:
«Allah'ın emrine
muhalefet edenler ya başlarına bir beiâ gelmesinden yahud acıklı bir azaba
duçar olmalarından korunuversinler!» [279]
Şu halde âhiretinin ma'mur
olmasını dileyen ve A11ah'in rızasını korku ile tahsil etmeğe çalışan bir
kimseye gereken vazife, bu baba ehemmiyet vermektir. Çünkü faydası çok
büyüktür. Bâ husus, çoğunun elden gittiği bir zamanda!... Kendisine i'tirazda
bulunan kimsenin rütbesi yüksek diye ondan korkmamalıdır. Zira Allah Teâîâ
Hazretleri:
«Allah kendi dinine
yardım edene elbet yardım edecektir.» [280]
«Her kim Allah (m emirlerin)
e sarılırsa muhakkak doğru yola hidâyet olunur. [281]
[282] ve : «Bizim İçin mücâhede edenler yok mu, onları
mutlaka (doğru) yollarımıza hidâyet edeceğiz.» [283]
«Yoksa insanlar hiç
imtihan olunmadan iman ettik demekle bırakılacaklar mı sandılar? Yemin olsun
ki, biz onlardan öncekileri imtihan ettik. Doğru söyleyenleri Allah elbette
bilecek, yalancıları da elbet bilecektir.» buyurmuştur.
Bilmeli ki, ecir
külfete göredir. Emri bil ma'rufu bir kimseye olan sadakati, sevgisi,
müdâhenesi, bir kimseden itibar beklediği veya onun yanında i'tibannın devam
etmesini istediği için elden bırakmamalıdır. Çünkü; ona olan sadâkat ve
sevgisi kendisine bir hürmet ve hak icâbeder. Onun haklarından biri de
kendisine nasihat etmek ve ona âhireti için yararlı işleri göstermek,
zararlılarından korumaktır. İnsanın dostu ve ahbabı, âhiretini ma'mur etmeye
çalışan kimsedir. Velev ki bu hâl onun dünyası hakkında bir noksanlığa bâdı
olsun. Düşmanı ise âhiretinin zayi olmasına veya noksanlığına çalışandır;
isterse bu sebeble ona dünyası için bir nevi menfaat hâsıl olsun. İblisin bize
düşmanlığı böyledir. Peygamberler (Salevâtullahi ve Selâmuhu Aleyhim Ecmain)
mü'minlerin dostlarıdır. Çünkü onların âhiretlerine yararlı şeylere ve o
şeyler için kendilerine yol göstermeğe çalışırlar. Kerim olan Allah 'dan bizi,
dostlarımızı ve sair müslümanları rızâsına muvaffak kılmasını dileriz. Bizlere
cûd-u rahmetini teşmil buyursun.»
Emri bil ma'rufu yapan
kimsenin nezaket, rifk u mülâyemetle muamelede bulunması icâbeder. Zira maksada
bu daha elverişlidir, îmam Şafiî: «Bir kimse din kardeşine gizlice va'z ederse
ona gerçekten nasihat etmiş ve onu ziynetlemiş olur. Aşikâre va'zeden ise onu
muhakkak surette rezil etmiş ve batırmıştır.» demiştir.
Nevevi ekseriyetle
insanların emri bil ma'ruia karşı göz yumdukları şeylere misal olarak kusurlu
bir malı satılırken gorüh de i'tirazda bulunmamalarım, o malın kurusunu
müşteriye söylememelerini gösteriyor; bunun açık bir hatâ olduğunu söylüyor;
ve: «Halbuki bilenin satıcıya i'ti-raz ve inkârda bulunmasının, müşteriye malm
kusurlu olduğunu bildirmesinin vâcib olduğunu ulema nassan beyân etmişlerdir.»
diyor.
Münkerden nehyîn nasıl
yapılacağını Resulü Ekrem (Saltallahü Aleyhi ve SeUem) bu hadisde güzelce beyan
etmiştir. Mezkûr beyandan anlaşıldığına göre bir kötülük gören kimse imkân
bulursa onu eliyle men'edecektir. Buna gücü yetmiyorsa diliyle, bu da mümkün değilse
kalbiyle mâni' olacaktır. Kalble mâni' olmanın ma'nası o şeyi kerih görmek,
ondan tiksinmektir. Bu hakikatda bir kötülüğe mâ'ni olmak değilse de başkası
elinden gelmediği için bizzarure onunla iktifa eder, Allahu â'lem bundan dolayı
onun hakkında: «İmanın en zaifidir» buyurulmuştur. Yani kötülüğü değiştirme
hususunda semeresi en az olan budur. Yoksa imanın en zayıfı yoldan eziyet veren
şeylerin atılması olduğu yukarıda görülmüştü: Maamafih buradaki zaifliği mutlak
bırakarak iki hadisin arasım bulmakda mümkündür. Bu takdirde eziyet veren
şeyin atılmasiyle kötülüğü kalben değiştirmek birbirine müsavidir. Bundan daha
zaif mertebe yoktur. Hatta kalben değiştirme daha da zayıftır.
Babımızın hadisi
hakkında Kaadi Iyâz şunları söylemiştir: «Bu hadis, münkerin nasıl
değiştirileceğini beyân hususunda esastır. Mün-keri değiştiren kimseye düşen
vazife, kavlen olsun fi'len olsun onu gideren herşeyle değiştirmektir. Meselâ;
bâtıl bir şeyin âletlerini kıracak, içkiyi ya bizzat dökecek, yahut birine
döktürecek; gasbedilen mallan ya bizzat gasıbdan alarak sahiplerine iade edecek
yahud imkânı varsa başkasına emrederek bu işi yaptıracaktır.
Münkeri değiştirirken
câhil ile şerrinden korkulan kuvvet' sahibi zâlime karşı son derece yumuşak
davranmalıdır. Çünkü bu şekilde hareket etmesi sözünün kabulüne daha ziyade
yarar.
Nitekim bu işi vazife
olarak üzerine alan me'murun da ayni ma'na-dan dolayı salâh ve fazilet ehli
olması müstehabtır. Şaşkınlığında devam edenle tembelliğinde israfa varan
hakkında şiddet göstermelidir. Amma bunu yapmak için gösterdiği şiddetin,
değiştirdiğinden, daha kötü bir mün-kere sebeb olmayacağından emin bulunması
şarttır. Kendisi zâlimin tasallutundan mahfuz olmalıdır. Eğer zann-ı galibine
göre o münkeri eliyle değiştirmek kendisinin veya başkasının öldürülmesi gibi
daha şiddetli bir münkere sebeb olacaksa elle değiştirmekten vazgeçerek dil ile
söylemeli, nasihat ve korkutma ile iktifa etmelidir. Şayet söylemenin o münker
gibi bir münkere sebeb olacağından korkarsa kalbiyle değiştirmelidir. Hadis-den
murad inşallah budur. Eğer emri bil ma'ruf hususunda yardım edecek bir kimse
bulunursa, silâh çekmeye ve harbe müncer olmamak şartiyle yardım diler...»
Bazılarına göre
öleceğini dahi bilse münkere karşı behemahal sarih sözle i'tirazda bulunmak
lâzımdır. Fakat bu kavil doğru değildir.
Bu bâbda
İmamü'l-Haremeyn'de şöyle demektedir: «Mesele silah çekmeye ve harbe müncer
olmamak şartiyle, lâfdan almayan büyük günah sahibini devletin tebaası efradı
fi'len o günahdan men'edebilirler. İş harbe dayanırsa hükümdara havale edilir.
Zamanının hükümdarı zâlim olur da zulmü meydana çıkar; ve yaptığı bu kötü
hareketten sözle men'edüdiği zaman vazgeçemezse memleketin ileri gelenleri,
silah çekme ve harbetme bahasına bile olsa onu hal' (Yani azil) için ittifak
edebilirler...»
Ancak
îmamü'I-Harameyn'm bahsettiği bu hali' meselesi ulemâ arasında garib
karşılanmış ve: «Bundan maksad: hükümdarın hal'i ile daha büyük bir fesad
çıkacağından korkulmazsa o zaman hal'edilebilir; demektir.» şeklinde te'vil
edilmiştir. Yine İmamii'l-Haremeyn'in beyanına göre emri bil-ma'rufla vazifeli
olan kimse mücerred zann üzerine evlere girip araştırma yapamaz. O ancak
gördükleriyle meşgul olur.
Ebu'l-Hasen Mârûdî
araştırma meselesini ikiye ayırmaktadır:
1- İşlenen
bir harama dair olup sonradan tedariki mümkün değilse araştırma caizdir.
Meselâ: doğru söylediğine i'timâd ettiği bir zât: «Şu eve birisi bir adam
kapadı; öldürecek.» Yahud: «Bir kadın kapadı; zina edecek» dese o evi aramak
caizdir. Çünkü aranmadığı takdirde elden giden fırsatın tedarikine imkân
yoktur. Bu aramayı yalnız devlet me'muru değil ahâli dahi yapabilirler.
2- Yukarıda
söylenenlerden bir derece aşağı olan münkerattır. Bunlarda içeriye girerek
araştırma yapmak caiz değildir. Meselâ: bir evden kötü kötü eğlence sesleri
gelse içeride işlenen menhiyyatı men'etmek için eve girilemez; dışarıdan
men'edilir.
79 —(...)
Bize Ehu Küreyb Muhammed b. el-AIâ' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muaviye [284]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize el-A'meş, İsmail b. Recâ'dan, [285] o
da babasından, o da Ebû Said el-Hudri'den, bir de Kays b. Müslim'den, o da
Tarık b. Şihâb'dan, o da Ebû Said-i Hudri'-den Mervân kıssası ile Ebû Said'in Peygamber
(SaiMlahü Aleyhi ve Sellem) den rivayet ettiği hadisi hakkında (bundan önceki)
Şu'be ve Süfyan hadisinin mislini rivayet eyledi.
İbaredeki Kays b.
Müslim, İsmail b. Eecâ1 üzerine ma'tuftur. Ma'na şudur: Bu hadisi el-A'meş,
İsmail b. Recâ 'dan, o da tarikin birinde Kays b. Müslim 'den rivayet etmiştir.
Allahu a'lem.
80 — (50)
Bana Amru'n-Nâkıd ile Ebû Bekir b. en-Nadr ve Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Bu
lâfız Abd (b. Humeyd) indir. Dediler ki: Bize Yâkub b. İbrahim b. Sa'd rivayet
etti. Dedi ki: Bana babam, Salih b. Key-san'dan, o da el-Hâris'den, [286] o
da Ca'fer b. AbdiIIâh b. el-Hakem [287]
den, o da Abdurrahmân b. el-Misver'den [288], o
da Ebû Râfi'den [289] o
da Abdullah b. Mes'ûd'dan naklen rivayet eyledi ki, Resulüllah (Saîîalîahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:
«Benden önce Allah'ın
hiç bîr ümmete gönderdiği bir peygamber yoktur kî, o Peygamberin, ümmetinden
Havarileri ve sünnetine tâbi' olan, emrine uyan ashabı olmasın. Kıssa şu ki,
sonra onların ardından, yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıklari şeyleri
yapan bir takım kötü nesiller mey* dana çıkar. İşte kim bunlara karşı eliyle
mücâhede ederse o rr.ü'mindir. Kim onlara karşı diliyle mücâhede ederse o da
mü'm indir. Kim onlara karşı kalbiyle mücâhede ederse o da mü'mindir, Amma
bunun ötesinde imandan bir hardal danesi de yoktur.»
Ebû Kâfi' demiş ki:
— Ben bunu Abdullah b. Ömer'e anlattım da kabul
etmedi. Derken İbnî Mes'ud geldi ve Kanat
(vadisine) indi. Abdullah b. Ömer onu ziyarete giderken beni de
beraberine almak istedi. Ben de onunla beraber gittim. Oturduğumuzda İbni
Mes'ud'a bu hadisi sordum. Onu bana,
İbni Ömer'e anlattığım gibi anlattı.
Salih:
— Böyle bir hadis hakikaten Ebû Râfi'den
rivayet olundu; demiştir. (...) Bu hadisi bana Ebû Bekir b. İshâk b. Muhammed [290] de
rivayet
etti. (Dedi ki): Bize
İbni EM Meryem [291]
haber verdi. (Dedi ki): Bize Abdülâziz b. Muhammed rivayet etti. Dedi ki: Bana
el-Hâris b. el-Fudayl el-Hatmiy Ca'fer b. Abdillâh b. el-Hakem'den, o da
Abdurrahman b. el-Misver b. Mabrama'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seliem) 'in âzadlısı Ebû Râfi'den, o da Abdullah b. Mes'ûd'dan naklen Salih'in
hadisi gibi haber verdi. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)şöyle buyurmuşlar:
«Hiç bir peygamber
gelmemiştir ki, o peygamberin yolunda yürüyen ve sünnetini sünnet edinen bîr
takım havarileri olmasın.» Yalnız Ebû Râü', İbni Mes'ud'un gelişini ve İbni
Ömer'in onunla buluşmasını zikretmemitir.
Hadisin isnadında
birbirinden rivayette bulunan dört dane tabiî bir araya gelmiştir ki,
nâdirattan sayılır. Bunlar: Salih, Haris, Cafer ve
Abdurrahman 'dırlar.
Ümmet: Bir peygamberin
tabileri ve ashabı den. iktir. Bazen peygamberin dine da'vet ettiği kimseler
ma'nasmda umumi olarak kullanılır. Bu takdirde ümmetin ma'nasmda kâfirler de
dâhil olduğundan müslümanlara ümmet-i icabet, kâfirlere ümmet-i dâ'vet denilir.
Maamaiih ekseriyetle birinci ma'nada kullanılır.
Havârî: Yardımcı,
hâlis ve çamaşırcı ma'nalanna gelir. Burada havarilerden murâd; lügat
ulemasından Ezheri ile diğer bazılarına göre peygamberlerin en yakın ve her
türlü kusurdan azade dostlarıdır. Bir tamamları: «Havariler, peygamberlerin
yardımcılarıdır...» demiş; başkaları mücahidler ma'nasma geldiğini
söylemişlerdir. «Havariler, peygamberlerden sonra onların yerine halife
olabilecek kimselerdir.* diyenler de olmuştur.
Bu hadis zahiren; «Bir
peygamber gelir onunla l)ir veya iki kişi beraber olur; başka b*r peygamber
gelir; onunla beraber kimse yoktur.» hadisine muarız görünürse de hakikatta
aralarında muâraza yoktur; çünkü buradaki hadisden murad ekseriyettir. Yani
ekseriyet itibariyle her peygamberin ümmetinden havarileri vardır; demektir.
Yahud ibareden sıfat hazfedümiştir. Ma'na: Tâbi'leri bulunan hiç bir peygamber
yoktur ki, ümmetinden havarileri olmasın; demektir. Bazıları: «Bu hadis
Nebiler hakkındadır. Tabiî bulunmayanlardan bahseden hadis ise Resule
mahsustur.» diyerek iki hadisin başka başka ma'nalar taşıdığını iddia
etmişlerdir.
İbarede atıf
harflerinden (sümme)nin kullanılması, Peygamberlerin sünnetlerinin
değiştirilmesi; kendilerinden çok zaman sonra olduğuna ten-büı içindir. Rütbede
uzaklık bildirmek için kullanılmış olması da caizdir. (Sümme) den sonra gelen
zamîr, nahiv ulemâsının «zamir-i kıssa» namını verdikleri zamirdir. Bu zamirle
müzekkere işaret edilirse ona «zamir-i sân» derler. Mânâ şudur: Bilahare bu
selef-i salibinin ardından Öyle kötü bir nesil gelir ki, bunların diyanetten
hiç bir nasibi olmaz.
Hulûf: Halfin
cem'idir; ve arkadan gelen kötü nesil manasınadır, Halef ise hayırh nesil
demektir. Meşhur olan bu ise de lisân ulemâsrndan bir çokları bahusus Ebu Zeyd
: «Bu kelime ister halef ister half okunsun, hayırlı ve hayırsız nesil
manasında kullanılır» demişlerdir. Bazıları kötü nesil ma'nasma kelimenin
(Halef) okunabileceğini, fakat; hayırlı nesil manasına (Halh) şeklinde
okunamayacağını ileri sürmüşlerdir.
Kanaat: Medine-i
Münevvere'de bir vadidir. Kenarında Medinelilerin malları vardır. Bu kelime
bâzı esas nüshalarda buradaki gibidir; ve hem alem, hem müennes olduğu için
gayri munsariftir. Fakat ekseriyetle esas nüshalarda ve Müslim'in ekseri râvileri tarafından:
t
şeklinde zabtolunmuştur.
Finâ' avlu içi
ma'nasmadır. Kaadı lyâz Semerkandî'-nin rivayetinde kelimenin (kanâat) olduğunu
söylemi ştirki, doğrusu da odur; finâ' rivayeti hata ve tasniftir.
Sâ1ih'in : «Böyle b*r
hadis hakikaten Ebû Râfi'den rivayet olundu.» sözü üzerine Kaadi Iyaz
(Rahimehullah) şunları söylemiştir: Bunun ma'nası şudur: Salih b. Keysân
senedde İbni Mes'ud 'u hiç zikretmeden: bu hadis Ebu Râü 'den, o da Peygamber
(Sallallafıü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet olunmuştur; demiştir.
Filvaki' Buhâri bu hadisi tarihinde muhtasaran: Ebu Râfi'den, o da Peygamber
(Salîaliahü Aleyhi ve Sellem) 'den diyerek rivayet ekmiştir. Ebu Aliy
el'-Ceyyânî, Ahmed b. Hanbel'in:
«Bu hadis mahfuz
değildir. Hem bu söz İbni Mes'ud 'un sözüne benzemiyor. İbni Mes'ud: «Benimle
buluşuncaya kadar sabredin, diyor.» dediğini söylemiştir.
İbni Salâh da diyor
ki: «Bu hadisi Ahmed b. Hanbel (Rahimehullah) inkâr etmiştir. Amma onu el-Hâris
'den hep mevsuk râvilerden müteşekkil bir cemaat rivayet etmiştir. Zaif râviler
hakkında yazılan kitaplarda biz e1-Hâris'in zikredildiğini görmedik. İbni Ebi
Hatim !in kitabında Yahya b. Main 'den naklen onun sika olduğu söyleniyor.
Sonra el-Hâris bu hadisi yalnız başına rivayet etmemiştir. Salih b. Keysan'm
sözünün de işaret ettiği ve-cihle onun tabileri de vardır.İmâm Dâre Kutnî
merhum «Kitâ-bü'1-İIel» adlı eserinde bu hadisin başka yollardan da rivayet
edildiğini, bunlardan birinin Ebû Vâkıd el-Leysî yolu olup İbni Mes'ud'dan, o
da Peygamber (Salîaliahü Aleyhi ve Sellem)'den naklettiğini zikretmiştir.
İbni Mes'ud
(Radiyallahu anh) 'in: «Benimle buluşuncaya kadar sabredin!» demesi münkeri
inkârdan dolayı kan döküleceği yahud fitne baş göstereceği veya benzeri bir
hadise meydana geleceği içindir. Bu hadisde bozgunculara karşı elle ve dille
cihada teşvik buyurulması fitne çıkmasına sebeb olmayacak yerlere mahsustur. Şu
da var ki, bu hadis geçmiş ümmetler hakkındadır. Onun lâfzında bu ümmetin
zikri geçmemiştir. İmam Nevevi bütün bu kavilleri zikrettikden sonra: «İmam
Ahmed merhumun bu hadise dokunması
şaşılacak şeydir.» der.
Hadisin sonundaki:
ibaresini Hari rî «Dürretü'1-Gavvas» nâm eserinde inkâr etmiş
ve:
denilmeyip denileceği iddiasında bulunmuşsa da Cev heri
bunun denilebileceğini Sıhâh » ında beyân etmiştir.
81 — (51)
Bize Ebû Bekir b, Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki); Bize Ebû Üsâme [292]
rivayet etti. H.
Bize İbni Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet eyledi. H.
Bize Ebû Küreyb [293]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni tdris [294] rivayet
eyledi bunların hepsi İsmail b. Ebî Hâlid'den rivayet ettiler. H.
(Yine) Bize Yahya b.
Habib el-Hârisî rivayet etti. Bu söz onundur. (Dedi ki): Bize Mu'temir, [295]
İsmail'den rivayet etti. İsmail şöyle demiş: Kays'i [296] Ebû
Mes'ud'dan [297] rivayet ederken
dinledim. Dedi ki:
— Peygamber
(Sallaîlahü Aleyhi ve Seiiem) eliyle Yemen tarafına işaret ederek:
«Bana bakın! İmân su
taraftadır. Sertlik ve katı kalblilik de develerin kuyrukları dibindeki
yaygaracılarda, şeytanın iki boynuzunun doğduğu yerdeki Rabia ve Mudar
kabilelerindedir.» buyurdular.
82 — (52) Bize
Ebu'r-Rabî' ez-Zehrânî [298]
rivayet etti. (Dedi ki) t Bize Hammâd [299]
haber verdi. (Dedi ki): Bize Eyyub [300]
rivayet ettit (Dedi ki): Bize Muhammed, [301] Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet ettiL Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellenı):
«Yemenliler geldi.
Onlar kalben nazik insanlardır. İman Yemen'Ii, dîn anlayışı Yemen'li, hikmet de
Yemen'lidir.» buyurdular.
83 — (...)
Bize Muhammed b. el-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî Adiy [302]
rivayet etti. H.
Bana Amru'n-Nâkıd [303] da
rivayet etti. (Dedi ki): Bize İshâk b. Yusuf el-Ezrak [304]
rivayet etti. Bunların her ikisi, İbni Avn'dan [305] , o
da Muhammed'den, [306] o
da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ettiler. Ebû Hüreyre: «Resûlüllah (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) buyurdu» diyerek bu hadisin mislini rivayet etmiş.
84 - (...)
Bana Amru'n-Nâfcıd ile'Hasen el-Hulvânî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ya'kub —ki İbni İbrahim b. Sa'd'dır—
rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Ebû Salih, [307]
A'rac'dan [308] naklen rivayet etti.
Dedi
ki: Ebû Hüreyre
şunları söyledi: Resulüllah (SaUailahü Aleyhi ve Seîlem):
«Size Yemenliler
geldi. Onlar yumuşak kalbli ve nâzik gönüllü zevattır. Fıkıh Yemen'li, hikmet
de Yemen'ltdir.» buyurdular.
85 — (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e [309]
Ebu'z Zinâd'dan dinlediğim, onun da eî-A'rac'dan, onun da Ebû Hürey-re'den naklettiği
şu hadisi okudum:
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi
ve
Sellem) :
«Küfrün başı şark
tarafındadir. Kendini beğenme, büyüklerime at ve deve sahibi olan yaygaracı
bedevilerde, vakar ise koyun sahiblerindedir.» buyurmuşlar.
86 — (...)
Yahya b. Eyyub ile Kuteybe [310] ve
İbni Hucr, [311] İsmail b. Ca'fer'den
rivayet ettiler. İbni Eyyûb dedi ki: Bize İsmail rivayet etti. Dedi ki: Bana
el-Alâ' [312], babasından, o da Ebû
Hüreyre'den naklen haber verdi ki: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«İmân Yemenlidir;
küfür şark tarafında, vakar koyun sahihlerinde, kendini beğenme ve riya da
yaygaracılarda at ve deve sahiblerindedir. buyurmuşlar.
87 — (...)
Bana Harmelctü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb [313]
haber verdi. Dedi ki: Bana Yunus, [314]
İbni Şihâb'-dan [315]
rivayet.etti. Demiş kü Bana Ebû Seîemete'bnü Abdîrrâhmân haber verdi ki, Ebû
Hüröyre şöyle demiş: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Kendini beğenme ve
büyüklerime yaygaracı bedevilerde, vakar ise koyun sahiblerindedir.» buyururken işittim.
88 — (...)
Bize Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Ebu'I-Yemân [316] haber verdi. (Dedi ki):
Bize, Şuayb [317] Zühri' den bu isnadla bu
hadisin benzerini haber verdi: «İmân Yemenlidir. Hikmet de Yemenlidir.»
ifadesini de ziyâde etti.
89 — (...)
Bize Abdullah b. Abdirrahman rivayet etti: (Dedi ki): Bize Ebu'l-Yemân,
Şuayb'dan, o da Zühri'den naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana Saidü'bnü'l
Müseyyeb rivayet etti ki, Ebû Hüreyre şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Yemenliler geldi.
Onların gönülleri nâzik, kalbleri yumuşaktır. İmân Yemen'li, hikmet de
Yemen'lidir. Vakar koyun sahihlerinde, övünmek ve büyüklenmek yaygaracı
bedevilerde, güneşin doğduğu taraftadır.»
buyurken işittim.
90 — (...)
Bize Ebû Bekir İbni Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet etliler. Dediler ki: Bize
Ebû Muâviye, [318] A'meş'den, [319] o
da Ebû Salih'ten, o da [320] Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Size Yemenliler
geldi. Onlar, kalpleri pek yumuşak gönülleri pek nazik îevâttır. İmân
Yemen'lidir; hikmet de Yemen'lidir. Küfrün başı şark tarafin-ladir.»
buyurdular.
(...) Bize
Kuteybetü'bnü Said ile Z.ülıeyr b. Harb rivayet ettiler, Dedi-lleı ki: Bize
Cerir, A'meş'den (bu hadisi) bu isnadla rivayet etti. Amma: '«Küfrün başı şark
tarafindadır.» ifadesini zikretmedi.
91— (...)
Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî Adiy
rivayet eyledi. H.
Bana Bişm'bnü Hâlid' [321]
dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muham-med yani İbni Ca'fer rivayet etti. Her
ikisi de dediler ki: Bize Şu'be, [322]
A'meş'den [323] bu isnadla Cerir [324]
hadisinin benzerini rivayet etti. Ve:
«Öğünme, büyüklenme
deve sahiplerinde, vakar ve sekinet ise koyun sa-hiplerindedir.» ifadesini
ziyâde eyledi.
92 — (53)
Bize İshâk b. İbrahim [325]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. el-Hâris el-Mahzûmî [326],
İbni Cüreyc'den naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Ebu'z-Zübeyr [327]
haber verdi. Kendisi Câbir b. Abdillâh'i şöyle derken işitmiş: Resulüllah (Salîaîlahii Aleyhi ve Sellem) :
«Kalp katılıkları ile
kabalık doğudadır. İmân ise Hİcazlılardadır.» buyurdular.
Bu bâbda gördüğümüz on
üç hadis hakikatte bir hadisin muhtelif rivayetleridir. Hadis müttefekun
alevdir. Onu Buhâri dahi, «Bed'ül-Halk», «Talak», «Menakibu Kureys» ve «Meğazî»
bâblannda muhtelif râ-vilerden tahriç etmiştir.
Ulemâ bu hadisin bâzı
yerlerinde ihtilâfa düşmüşlerdir. Mezkûr ihtilâfları Kaadi Iyaz bir yere
toplamış; bilâhere İbni Salâh kısaltarak daha vazıh bir şekle sokmuştur. Şöyle
ki:
«Ulemâ imânın
Yemen'lilere nisbet edilmesini zahirî ma'nâsmdan çıkarak muhtelif te'villerde
bulunmuşlardır. Buna sebeb imanın mebdei Mekkc-i Mükerreme ve daha sonra
Medine-i Münevvere olmasıdır. Mağrib ulemasından Ebu Ubeyd île ondan sonra
gelenler bu hususta bir kaç kavil naklederler: Birinci kavle göre; Resulüllah
(SallallahU Aleyhi ve Selkm) «İmân Yemen'lidir.» buyurmakla Mekke'yi
kasdetmiş-tir. Çünkü Mekke, Tihâme'dendir. Tihame ise Yemen'den sayılır;
derler,
İkinci kavle göre
murad: Mekke ile Medine'dir. Zira Resûîüllai (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in,
bu hadisi Tebük'de söylediği rivayet olunuyor. Bu takdirde Mekke ile Medine,
Peygamber (SallallahL Aleyhi ve Sellem) ile Yemen arasında kalırlar; ve Yemen
tarafına işaret etmiş; fakat Mekke ile Medine'yi kasd ederek: «İmân Yemen'lidir.*!
buyurmuş olur. Yani Mekke ile Medine'yi Yemen'den sayması, o tarafdî
bulundukları içindir. Nitekim Kâ'be-i Muazzama Mekke'de olduğu haldi onun Yemen
tarafına bakan köşesine »Rüknü Yemânî» derler.
Üçüncü kavle göre:
maksad Ensârdır. Çünkü onlar aslen Yemen'lidir ler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e
yardım ettikleri için zaman onlara nisbet edilmiştir. Ulemadan birçokları bu
kavli tercih ettikıti gibi Ebû Ubeyd
de onu beğenmektedir.
Lâkin İbni Salâh mezkûr üç kavli de tenkid ederek
şunları
«Eğer Ebû Ubeyd ile'onun izinden gidenler Müsim
ile başkalarının yaptıkları gibi bu hadisin bütün rivayet yollarını
lâfizlariyle bir araya toplayarak üzerinde dursalar bu söylediklerinden ha
başka bir neticeye varırlar; zahiri rna'nayı bırakmazlar; ve mutlak
zikredüdiğine göre hadisden muradın Yemen ve Yemenliler olduğuna hükmederlerdi.
Zira hadisin bazı lâfızlarında: «Size Yemen'lîler geldi.» buyurulmuştur ki.
Ensar da bu söze muhatab olanların içindedir. Şu halde Yemenliler Ensardan
başkadırlar. Resulüllah (SaUaîîahü Aleyhi ve Sellemyin.: « Yemen'IÜer geldi »
buyurması da Öyledir. O zaman gelenler Ensardan başkaları idi. Sonra Peygamber
(Saltallahii Aleyhi ve Sellem) gelenleri kemâl-i imanla hüküm verecek şekilde
vasıflandırmış; ve : «İmân Yemenlidir» sözünü buna bina etmiştir. Binaenaleyh
mezkûr hadis Mekke ile Medine'ye değil, kendisine gelen Yemen'lilerin imânına
işarettir.
Sözü zahiri ma'nasında
bırakarak hakikaten Yemen'liler ma'nasma almaya bir mâni'de yoktur. Çünkü bir
kimse bir şeyle vasıflanır da o şeyin kendisinde bulunduğu kuvvetle bilinirse,
o kimsenin bu şeyle temayüz ettiğini ve bu hususda hâlinin kemâl üzere
olduğunu göstermek için
0 şey kendisine nisbet edilir. İşte iman
hususunda o gün gelen Yemen'li-lerle
Resulüllah (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in hayatından ve ir-tihalinden
az sonra gelen Üveysü'l-Karanî, Ebû Müslim el-Havlânî (Rahimehutîah) ve emsali gibi kalbi selim, imânı kavı
zevatın halleri de böyle idi. Bundan dolayı imanı onlara nisbet etmek, onu
başkalarından nefi ma'nasma gelmeksizin bu zevatın iman-ı kâmil sahibi
olduklarını bildirmek içindir. Binaenaleyh bu hadisle Resûlül1ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
: «İmân Hicaz'hlardadır.» hadisi arasında hiç bir münâfat yoktur.
Sonra bu hadisden
murad her devirde yaşayan Yemen'liîer değil, o zamankilerdir. Zira lâfız her
devirdekileri iktizâ etmez. Bu hususda hak budur. Bizi hakka hidâyetinden
dolayı Allah Teâ1â'ya şükrederiz. AHahu a'lem.
Ibni Salâh, bundan
sonra sözüne şöyle devam etmiştir: «Ha-disde zikri geçen fıkıh ve hikmete
gelince; Burada fıkıh, din hususundaki anlayışından ibarettir. Sonraları
fukahâ ve usûl-ü fıkıh, uleması fıkhı: «Amele dair olan şer'î hükümleri, aynen
delil getirmek suretiyle anlamaktır.» diye tahsise karar vermişlerdir.
Hikmeti ta'rif
hususunda ise bir çok sakat kaviller vardır. Her kavil onun sıfatlarından
bazısını söylemekle iktifa etmiştir. Bu ta'riflerden bize en dürüst geleni
şudur: «Hikmet, nufuz-u nazar, ahlâkı tehzib, hakkı hak bilerek onunla amel,
neva hevese ve bâtıla tâbi' olmayı önlemek gibi şeylerle birlikte Allah
Teâlâ'yı bilmeyi de içine olan hükümlerle vasıflanan ilimdir.» Hakim de bunlar
kendisinde olan zâttır. Ebû Bekir b. Düreyd: «Sana nasihat ile seni
kötülüklerden men'eden yahud iyilik yapmaya çağıran veya çirkin bir şeyden seni
nehyeden her kelime hikmettir; demiştir.>
Hadisde Yemen'liler
hakkında :
«Onların kaibleri daha
yumuşak, gönülleri daha nâziktir.» buyurulmuş; ve bir cümlede hem kalb hem fuâd
kelimesi zikredilmiştir. Halbuki (Kulûb) ve (Ef'ide) kelimeleri ayni
ma'nayadırlar. Çünkü Kuiub: Kalbin; Ef ide: fuâd'ın cem'idirler. Fuâd da kalb
demektir. Şu halde kalb sözü mütera-difiyle tekrarlanmıştır. Bittabi böyle
olması, ayni lâfzın tekrarlanmasından daha makbuldür. Ancak fuâd'ın kalb
ma'nasma gelmediğini iddia edenler de vardır. Bunlardan bazılarına göre fuâd
kalbin içi, diğerlerine göre kalbin zarı ma'nasmadır. Bu zar ince olursa bir
şeyin ondan geçmesi kolay ve sür'atli olur.
Kaiblerin yumuşaklık,
naziklik ve zayıflıkla tavsif Duyurulmasının ma'nası, onların huzû' ve haşyet
sahibi olmaları, çabuk icabet etmeleri, başkalarının kalpleri gibi şiddet ve
katılıkla tavsif edilemeyip nasihat ve ihtardan çabuk mütenebbih olmalarıdır.
Fahr:
Kendini beğenmek ve Övünmektir:
Huyelâ':
Büyüklenmek ve başkasını hor görmektir.
«Feddâdîn» kelimesi
Hattâbî'nin beyanına göre iki vecihle tefsir olunur. Ya (Fedde) filinden alma
feddâd'ın cem'idir; ve şiddetli sesli demektir ki. deve sahiplerinin âdeti
budur. Yahud fedan'ın cem'idir.
Fedan;
ziraat âleti, ziraatte kullanılan öküzler demektir. Bundan mak-sad
çiftçilerdir. Nevevi «Doğrusu şedde ile feddâdın cem'i fedda-dîn'dir; hadis
ulemâsiyle Esmaî'm'n ve cumhuru ehl-i lügatin kavli budur.» diyor.
Kurtubî: «Bu
hadisde şeddeliden başka rivayet yoktur.» demiştir.
Bazılarına göre
Feddâd: iki yüzden bine kadar hatta daha fazla devesi olan demektir. Maksad,
devesi çok olan kaba saba yaygaracılar; kendini beğenenlerdir. Ebu'l-Abbas'a
göre bunlar; deveciler, çobanlar, sığır sahipleri ve hamallardır. Esmaî:.
«Bunlar, tarlalarında ve malları ile hayvanlarının arasında sesleri
yükselenlerdir. Fedid, şiddetli ses ma'nasma gelir.» demiştir. Hattabi diyor
ki: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'in böylelerini zemmetmesi, dünya
işleriyle uğraşırken, din işlerine bakamadıklarmdandır. Bu onları âhiret
işinden alı-kor, kalbin katılığı ve saire de bundan meydana gelir.»
«Ehl-i veber :
Yüncüler demektir. Maksad çölde yaşayan bedevilerdir. Nitekim bunların zıddına
yâni şehirlilere de ehl-i meder denilir.
.
«Sertlik ve katı
kalblilik ve develerin kuyrukları dibindeki yaygaracılarda» buyurması,
hayvanları götürürken yaygara ve gürültü çıkardıklann-dandır. Bundan sonra;
«Şeytanın iki boynuzunun doğduğu yerdeki Rabiâ ve Mudar kabilelerindedir.»
buyurulmuştur. Rabia ve Mudar, yaygaracılardan bedeldir; yani yaygaracılar
onlardır.
Şeytanın iki
boynuzundan murad: başının iki yanıdır. Bazıları: «Şeytanın iki boynuzu, onun
iki gurup bendegâmdır. O bunları insanları sapıtmak için teşvik eder.» demiş;
bir takımları: «Bunlar şeytanın kâfirlerden olan yardımcılarıdır.»
mütaleasında bulunmuşlardır. Maksad, bilhassa şarkın son derece küfre ve
şeytanın tesallatuna ma'ruz bir yer olduğunu anlatmaktır. Nitekim rivayetin
birinde: «Küfrün başı şark tarafıdır.» buyurulmuştur. Resulüllah (Sallaliahü Aleyhi
ve Sellem) devrinde şarkda hâl böyle idi.
Burada mecûsîlerin
küfrü çok şiddetli olduğuna işaret vardır. Zira mecusi olan acemlerle onların
idaresinde bulunan arapların memleketi, Medine'ye nisbetle şarkta idi. Bunlar
gayet çok ve kuvvetli idiler. Hatta hükümdarları Resulüllah (Sallaliahü Aleyhi
ve Sellem) 'in mektubunu parçalamıştı. Taberi'nin beyanına göre deccal dahi
şarktan çıkacaktır. Ekseri şark milletleri son derece azgın ve kâfir oldukları
için ateşe taparlardı. Bin seneden beri ateşleri sönmemişti. Ateşe hizmet
edenlerin sayısının yirmi beş bin olduğu söylenir.
Hadisde şarka
«Şeytanın iki boynuzunun doğduğu yer» denilmiştir. Çünkü şeytan güneşe karşı
duran kimsenin karşısına dikilir. Güneş doğduğu zaman başının iki tarafının
arasında kalır. Böylelikle güneşe karşı iıamaz kılanların kendisine secde
ettiği zanmnı verir.
Kaadi Iyaz'a göre
şarkdan murad, Necd'dir. Çünkü Necd şarkda Medine'den başlar. Hadis Tebük'de
söylendi ise onun şarkı dahi Necd'-: dir. Kabîa ve Mudar kabileleri de orada yaşarlardı.
Bunlar iki kardeş ka-; bile olup hayvancılık ve çiftçilikle geçinirlerdi. Sert
tabiatlı ve katı kalbli lâftan anlamaz kimselerdi.
İmam Nevevi kasveti:
nasihat kabul etmemek; gilâzı da; anlamamak diye izah etmiş; ve bunların ayni
ma'naya geldiğini söyleyenler olduğunu dahi kaydetmişse de el-Übbî: «Kasvet;
yumuşaklığın zıddı; gılâz da re'fetin zıddıdır.» demiş; ve bu iki kelimenin
burada: şarklılar ibret almaktan uzak kendilerine nasihat kâr etmez
kimselerdir; ma'na-smdan kinaye olduklarını beyan etmiştir.
93- (54)
Bize Ebû Bekir İbni Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muaviye ile Vekî',
A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû
Hüreyre şöyle demiş: Resulüllab (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem):
«Siz imân etmedikçe
cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (tam) imân etmiş olmazsınız.
Ben size bir şey göstereyim mi; onu yaparsanız sevişirsiniz? Aranızda selâmı
ifşa edin» buyurdular.
«Birbirinizi
sevmedikçe de imân etmiş olmazsınız.» ifâdesinin nıa'na-sı: îmanınızın kemâl
bulması ve halinizin düzelmesi ancak birbirinizi sevmekle olur demektir. Nevevi'ye
göre «İmân etmedikçe cennete giremezsiniz.» cümlesinden maksad zahiri ma'nadır.
Binâenaleyh cennete girmek için mü'min olmak şarttır. Velevki iman-ı kâmil
olmasın. Yani cennete girmek mutlak imana bağlıdır. İman-ı kâmil sahibi olmak
ise mü'minlerin birbirini sevmesine bağlıdır.
İbni Salâh diyor ki:
«Bu hadisin ma'nası: sizin imanınız ancak birbirinizi sevmekle kemâl bulur.
Eğer böyle iman etmedi iseniz cennetlikler doğrudan doğruya cennete girerken
sizler giremezsiniz; demektir.» Yani, siz İman-ı Kâmil ile imân etmedikçe
doğrudan doğruya cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman-ı kâmil
sahibi olamazsınız.
Nevevi, îbni
Salâh'm sözünü ihtimal dahilinde görmektedir.
«Selâmı aranızda ifşa
edin!»» ifşa etmek: dağıtmak ve yaymaktır. Bu cümle, tanıdık olsun olmasın
bütün müslümânlara adetâ saçarcasma bol bol selâm vermeye teşviktir.
Selâm vermek birleşip
kaynaşmanın ve sevgi celbinin en başta gelen sebeblerindendir. Müslümanların
birbirleriyle tanışmaları ve kendilerini
Başka milletlerden
ayıran şiarlarını meydana çıkarmaları onun ifşası sadesinde mümkün olur. Ayni
zamanda selâm vermekde nefsi tevâzua alınırıma, müslümanların hürmetini
ta'zim, birbirleriyle küsüşüp alâkayı kesmeyi ve ara bozmayı ortadan kaldırma
gibi nice güzel ma'nalar vardır. İnsan verdiği selâmın Allah için olduğunu
bilmeli ve onu yalnız eşine dostuna değil her müslümana vermelidir.
« l^trV. » cümlesi
ekseri nüshalarda (nun)un ıskatiyle rivayet edilmiştir. Fiil, nefi veya nehî
olmadığı halde sonundan (nun)un düşmesi tahfif içindir. Bazı nüshalardan (nun)
hazf edilmemiştir.
94- (...)
Bana Zübeyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, [328]
A'meş'den bu îsnadla haber verdi. Ebû Hüreyre: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Nefsim kabza-i
kudretinde olan (Allah) a yemin ederim ki sizler imân etmedikçe cennete
giremezsiniz.» buyurdular: diyerek (bundan Ön çeki) Ebû Muâviye ve Veki'
hadisinin mislini rivayet etmiş.
95 - (55)
Bize Muhammed b. Abbâd el-Mekkî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân [329]
rivayet etti. Dedi ki: Süheyl'e [330],
Amr [331]
bize el-Ka'kaa'dası, [332] o
da babandan rivayet etti; dedim. Ve benim rivayet
sil&ilem)den hir
kişi düşürmesini recâ ettim. [333]
Bunun üzerine Süheyl : Ben bu hadisi babamın dinlediği zattan dinledim. O zât
Şam'da babamın dostu idi; dedi. Bundan sonra bize Süfyân, Süheyl'den o da Atâ'
b. Yezid'den, o da Temimü'd Dârî'den naklen
rivayet etti ki, Peygambeı
(Saîlaîlahü Aleyhi ve
Selîem) :
«Din nasihattir.»
buyurmuşlar. (Râvi diyor ki)
«Kime?» dedik.
«Allah'a, kitabına,
resulüne, müslümanlarm imamlarına ve bilumum müslümanlara.» buyurdular.
Bu hadisi Buhâri,
Müslim, Ebû Dâvud, Nesaî ve diğer bazı ulema tahric etmişlerdir.
Hadîsin sânı pek
büyüktür. İslâmm mihveri onun üzerindedir. mâdan birçokları onu bütün islâmi
umuru toplayan dört esas hadisden biri sayarlarsa da imâm Nevevi bunun doğru
olmadığını, islâmm asıl mihveri bunun üzerinde bulunduğunu söylüyor. Hadisi
Temim'-den Müslim yalnız basma rivayet etmiştir. Buhâri' de Ter mim-i Dâri 'den
rivayet edilmiş hadis yoktur. Müs1im'de deı yalmz bu hadis vardır. Nasihat
lügatta: öğüt vermek, ihlâs, hayırlı işleri davet, hayırsızlardan nehiy, balı
süzmek gibi birçok ma'nalara gelir. Bu kelime hakkında Hattâbi şunları
söylemektedir:
«Nasihat: cem'iyetli
bir kelimedir. Ma'nâsi nasihat edilen kimseye hayırlı nasib toplamaktır. Onun
veciz isimlerden ve kısa sözlerden olduğu söylenir. Arap dilinde bundan ve bir
de felah kelimesinden daha ziyâde dünya ve âhiret hayrım bir araya toplayan
kelime yoktur. Nasihatin:
«Adam elbisesini
dikti» sözünden alındığı söylenir. Şu halde nasihatçınm nasihat verdiği
kimsenin iyiliğini arama hususundaki fi'li elbisenin yırtıklarını yamamaya
benzetilmiş demektir. Nasihatin:
«Balı mumdan süzdüm»
sözünden alındığını soyleyenler de vardır. Bunlar sözün hile ve yalandan kurtarılmasını,
balın karışık kısmından süzülnıesine benzetmişlerdir.
Hadisin ma'nâsı: Dinin
direği ve kıvamı nasihattir; demektir. Nitekim; «Hacc arafedir* yani onun
direği ve büyük kısmı arafedir; sözü de böyledir.»
Nasihatin tefsirine
gelince: Ulemânın beyanına göre A11ah'a nasihatdan murad: ona iman etmek;
şeriki olmadığına kail olmak, sıfatlarında küfre sapmamak, Al1ah'ı bütün kemâl
ve celâl sıfatlariyle tavsif, cümle noksan sıfatlarından tenzih eylemek; ona
tâat etmek; âsi olmaktan kaçınmak, Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, ona
itaat edenlere muzaheret, isyan edenlere husumet, küfredenlerle ci-hâd etmek,
nimetlerini i'tiraf ile şükürde bulunmak, her işinde ihlâs ve samimiyet
göstermek, bütün bu sayılan vasıflara da'vet ve teşvik eylemek, bu hususta
bütün insanlara yahud mümkün olanlara lütuf göstermektir.
Hattâbî
(Rahitnehullah) : «Bu izafetin hakikati, kendi nefsine nasihat olması
itibariyle kula râcidir; Çünkü, Allah herhangi bir kimsenin nasihatinden
müstağnidir» demiştir.
A11ah'm kitabına
nasihat: Onun Allah kelâmı olduğuna, onu Allah indirdiğine, kul sözlerinin hiç
biri ona benzemediğine, kullardan hiç birinin onun mislini getiremiyeceğine
iman etmek, sonra ona ta'-zimde bulunmak, onu tecvid ve adabına riâyet,
harflerine dikkat ederek huşu' ile okumak, düşmanların tahrifine ve ona dil
uzatanlara karşı müdâfaada bulunmak, Kur'an-ı Kerîm'de beyan buyurulan her
şeye inanarak tasdik etmek, ahkâmına vâkıf olmak, ulûm ve mesellerini anlamağa
çalışmak, nasihatlerinden ibret almak acâib ve garaibi hususunda tefekküre
dalmak, muhkem âyetleriyle amel, müteşâbih olanlarım tasdik etmek, umumunu,
hususunu, nâsih ve mensûhunu araştırmak, Kur'an ilimlerini neşir ve o
ilimleri, o nasihatleri öğrenmeğe da'vetle olur.
Resu1ü11ah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e nasihat: Onun peygamberliğini tasdik ile getirdiği
şeylerin hepsine imân etmek, emir ve nehiy-lerinde ona itaat etmek, hayât ve
mematanda ona muzaherette bulunmak, ona yardım edenlere muzaheret, düşmanlarına
husumet göstermek, ona ta'zimde bulunmak, sünnetini ihya, da'vet ile şeriatını
neşretmek, şeriattan hürmeti nefi ile onun ilimllerini öğrenmek, ma'nalarını
anlamak ve bunlan^ öğrenmeye başkalarını da'vet eylemek, okur ve öğretirken
ilme hürmetkar davranmak, terbiye ve nezâket dâiresinde okumak, bilmediği bir
ilim hakkında söz söylememek, ulemaya hürmet ve ta'zimde bulunmak, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ahlâk ve âdabiyle ahlâklanmak, onun ehl-i
Beytini ve ashabını sevmek, sünnetinde bid'atçı-lık eden veya ashab-ı kiramdan
birine dil uzatanların semtinden kaçmak gibi şeylerdir.
Müslümanların
imamlarına nasihat: Onların hükümdar ve kumandanlarına ta'bir-i mahsusu ile
ülû'I-emre itaat, hak uğrunda kendilerine yardım, hakdan ayrılmamalarını
tenbih, unuttukları şeyleri veya henüz duymadıkları müslüman haklarını lûtf u
nezâketle ihtarda bulunmak, onlara isyan etmemek ve halkın onlara itât babında
gönül birliğine varmasıdır.
Hattâbî ülû'l-emrin
arkasında namaz kılmayı, onunla birlikte cihada gitmeyi ona zekât vermeyi,
zulmünden korkulduğu zaman silâhla ona isyan etmemeyi, yalancı medh u senalarla
onu aldatmamayı ve ona hayır dua da bulunmayı da nasihattan saymış; ve bütün
bunların, müslüman imamlarından ülû'1-emir devlet adamları kasdedildiğine göre
olduğunu kaydettikten sonra bazân (müslümanlann imamları) ta'birinded din
âlimleri kasdedildiğini söylemiştir. Onlara nasihat, rivayet ettiklerini kabul
etmek, ahkâm hususunda onlara tâbi' olmak ve kendilerine hüsnü zanda
bulunmaktır.
Âmme-i müslimin'den
murâd: müslüman ahâlidir. Bunlara nasihâ din ve dünyalarına faydalı olan
şeyleri kendilerine göstermek, onları öğjj retmek, kusurlarını görmezden
gelmek, onlara ezâ etmemek, yardımlanU na koşmak, zararlarım gidermek, iyiliği
emir; kötülüğü nehyetmek, bül] yüklerine hürmet, küçüklerine şefkatda bulunmak,
aldatmamak, hased em memek, kendisi için dilediğini onlar için de dilemek, kötü
gördüğünü on!) lar için de kötü görmek, onların mallarını, canlarını, ırzlarım
müdafaa etmek, kendilerini bu sayılan şeylerle ahlâklanmaya teşvik etmek ve
tâat-lara neşatlarını açmak gibi şeylerdir.
İbni Bâttâî diyor ki:
«Bu hadis nasihate din ve islâm denilef bileceğine, kavle olduğu gibi fi'le de
din denilebileceğine delildir. Naşir hat farz-ı kifayedir. Bazılarının
yapmasıyla diğerlerinden sakıt olur. Nasihat takat nisbetinde lâzım olur.
Nasihati eden zât, nasihatinin kabul edileceğini ve kendine bir fenalık
yapılmayacağını bilirse nasihat etmesi vacib olur. Kendisi için kötülük
edileceğinden korkarsa ona nasihati terk için ruhsat vardır.»
Görülüyor ki nasihat,
hakikaten pek çok rna'naları kendinde toplayan bir kelimedir. Lisanımızda daha
ziyâde (öğüt vermek) manasında kullanılan bu kelime burada yalnız o ma'na ile
kalmıyor. Bilhassa bu hadis-de bütün ma'nalanna âmm ve şamil olarak
kullanılmıştır.
96 — (...)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Mehdi [334]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân, Süheyl b. Ebi Sâlih'den, o da Atâ' b.
Yezid el-Leysî'den, o da Temim-i Dâri'den, o da Nebiy (SaUallahii Aleyhi ve
SeUem)'âen nakletmiş olmak üzere bu hadisin mislini rivayet etti.
(...) Bana
Ümeyyetü'bnü Eistân dahi rivayet etti.
(Dedi ki): Bize
Yezid yani İbni Zürey'
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ravh —ki îbni Kaa-sim'dir — rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Süheyl, Atâ' b. Yezid'den rivayet eyledi. Onu Ebû Salih'e Temim-i
Dâri'den, o da Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)den nakletmiş olmak
üzere bu hadisin mislini rivayet ederken dinlemiş.
97 - (56)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr
ile Ebû Üsâme, İsmail b. Ebi Hâlid'den o da Kays'-dan, [335] o
da Cerir'den [336] naklen rivayet ettiler.
Cerir:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e, namazı kılmak, zekâtı ver-mek ve her
müslümana nasihatta bulunmak şartı ile beyat ettim.» demiş.
98 — (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İbni Nümeyr rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize Süfyân [337],
Ziyâd b. îlâka' [338] dan
rivayet etti.. Ziyâd, Cerir b. Abdillâh'ı: «Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)e' her müslümana sadakatli olacağıma beyat ettim.» derken işitmiş.
99 — (...)
Bize Süreye b. Yûnus [339] ile
Ya'kub ed-Devrakî [340]
rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Hüseyni, [341]
Seyyar' [342] dan, o da Şa'bi'den, o
da Cerir'den naklen rivayet etti. Cerir: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'e söz dinleyip tâatte bulunmak şartiyle beyat ettim. Bana: «Gücünün
yettiği hususda » cümlesini telkin buyurdu. Bir de; her müslümana nasihatta
bulunmak üzere beyat eyledim.» demiş.
Ya'kub kendi
rivayetinde şöyle dedi: «Hüşeym: Bize Seyyar rivayet etti; dedi.»
Yukanki rivayetlerin
birinde Hz. Ctrir b. Abdillâh (Radiyctllahu anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'e îslâmın erkânından yalnız namazla zekât üzerine beyat ettiğini
bildirmektedir. Çünkü bunlar keîime-i şehâdetten sonra îslâmın en mühim
rükünleridir. Kur'an-ı Kerîm'in bir çok yerlerinde daima beraber
zikredilmişlerdir. Oruç ve diğer erkânın burada zikredilmemesi tâatın
mefhumunda dahil oldukları içindir. Zira hadisin bir rivayetinde Cerir
(Radiyallahu anh) «Söz dinleyip tâatte bulunmak şartiyle beyat ettim» demiştir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ıin Hz. Cerir'e :
«Gücünün yettiği
hususda buyurması Teâ1â Hazretlerinin: «Allah hiç bir kimseye gücünün
yetmeyeceği şeyi teklif etmez.» [343]
âyet-i kerîmesine muvafıktır. Bu cümleyi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
kemâl-i şefkatinden dolayı Hz. Cerir'e ta'lim buyurmuştur. Çünkü insan bazı
hâllerde aciz kalır; ve eğer sözünü: «Müyesser olursa yahud yapabilirsem» gibi
bir şart cümlesi ile kayıd-lamazsa çok defa verdiği sözün altında kalır.
Hafız Taberâni’ nin
rivayeti Hz. Cerir'in son derece âlice-nâb ve cömerd bir zât olduğunu gösterir.
Mezkûr rivayete göre Cerir (Radiyallahu anh) kendisine bir at satın almak için
kölesine emretmiş o da 300 dirheme bir at satın alarak parasını Ödemek için
atla birlikte sahibini de Cerir (Radiyallahu anh) 'a getirmiş. Cerir atı
beğenmiş; ve sahibine:
«Senin atın 300
dirhemden fazla eder. Onu 400 dirheme satar mısın?» demiş. At sahibi:
«Bu sana kalmış bir
şeydir yâ Ebâ Abdillâh!» demiş. Cerir:
«Senin atın bundan da
fazla eder. Onu 500 dirheme satar mısın?» demiş; ve «Senin atın bundan da
fazla eder» diyerek yüzer yüzer arttırmak suretiyle hayvanın fiyatını 800
dirheme yükseltmiş. Nihayet onu 800 dirheme satın almış. Kendisine neden böyle
yaptığı sorulunca:
«Çünkü, ben Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e, her müslümana sadakatli olacağıma beyat
ettim.» demiştir.
Bey'at: Örfen hiç bir
münazaa ve münakaşa götürmeyecek şekilde her işini hükümdara bırakma hususunda
ona söz vermektir. Bey'at ederken as-hâh-ı kiram. Peygamber (SaÜaiîahü Aleyhi
ve Sellem) 'in elinden tutarlar; verdikleri sözü bu suretle te'kid ederlerdi.
Bu hâl alışverişe benzediği için alış veriş manasına gelen beyi' kelimesinden
alınarak söz ver-meyo bey'at denilmiştir.
Son hadisin senedinde
İmam Müs1im'in : «Yakub kendi rivayetinde
şüyle dedi...» diyerek onun rivayet şeklini göstermesi ince bir manaya tenbih
içindir. Şöyle ki: Hâvilerden Hü§eym müdellistir. Mü-dellis râvi, hadisi «an»
edâtile rivayet ederse o hadisle ihticâc edilmez. Ancak o hadisi başka bir
yoldan dinlediği sabit olursa o zaman ihticac olunur. İmam Müslim
bu hadisi iki şevliden yani
Süreye ile Ya'kub 'dan rivayet
etmiştir. Süreyc'in rivayetinde «an»
edata vardır. Fakat Ya'kub 'unkinde yoktur. İşte Müslim onun rivayetinde «an»
olmadığını göstermek suretiyle hadisin muttasıl olduğunu beyân etmiştir. Bu
onun son derece dikkat ve ihtiyat sahibi bir zât olduğunu gösterir.
100 — (57)
Bana Harmeîetü'bnü Yahya b. AbdÜiah b. İmrân et-Tücibî rivayet etti. (Dedi ki):
Bize İbni Vebb [344]
haber verdi Dedi kî: Bana Yunus, [345] İbni
Şihâb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Ebû Usâmete'bni Abdirrahtnan ile
Saidü'bnü'l-Müseyyebi şunu söylerlerken işittim: Ebû Hüreyre dedi ki:
Gerçekten Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Zâni zina ederken
mü'nıin olarak zina etmez. Hırsız, çalarken mü'min olarak çalmaz.
Şarabı içerken dahi
sarhoş mü'min olarak içmez.» buyurdular.
İbni Şihâb şöyle
demiş: «Bana da Abdülmelik b. Ebi Bekir b. Abdir-rahman haber verdi ki, Ebu
Bekir onlara bu sözleri Ebu Hüreyre'den rivayet eder; sonra şöyle dermiş: Ebu
Hüreyre bu sözlere: «Halkın gözleri önünde kıymetli bir şeyi zorla yağma
ederken mü'min olarak yağma etmez.* cümlesini de katardı.
Bu hadisi Buharı
KHabü'I-Mezalim ile Kitâbu'l-Eşribe de Hz. Ebu Hüreyre 'den, Hudûd bahsinde Ebû
Bekir b. Ab-dirrahman 'dan tahriç ettiği gibi, Nesai Eşribe ve Recim bahislerinde
İbni Mâce'de «Fîten» bahsinde İsa b. Hammad'-dan rivayet etmişlerdir. Bu babta
Ebû Davud Hz. Cabir'den, Tirmizi Hz. Enes b. Mâlik 'den, Ahmed b. Hanbel Hz.
Zeyd b. Hâ1id 'den, îbni Hibbân Imrân b. Hu-sayn ile Sa'lebetü'bnü'l-Hakera
(Radtyalkihu Anhüma) dan, İbni Ebî Şeybe Asım b. Küleyb tarikiyle bir
sa-habiden; Abdurrezzâk, Ebû Bekir Bey hâki, Ta-berâtıi ve Ebû Dâvûdu Tay âlisî
Hz. Abdullah b. Ebî Evfâ 'dan, yine Taberânî, Hz. Abdullah b. Mugaf feî'den,
Ebû Davud Tayâlisî ile Said b. Mansur Hz. Ali (Radiyallahu anh) 'dan hadisler
rivayet etmişlerdir. Bu ma'nâda hadisler pek çoktur.
Hadis-i şerifin manası
hususunda ulema ihtilâf etmişlerdir. Hasan-ı Basri ile İbni Cerîr Taberi'ye
göre: «Mü'min olarak zina etmez, mü'min olarak çalmaz; mü'min olarak şarap
İçmez...» cümlelerinin ma'nâsı: imanından dolayı Öğülecek bir şeyi kalmaz;
demektir; yoksa imânı bakidir. Bir takımları;
«Bu münkerâtı işlemeye
devam eden kimse imândan çıkar» demiş; diğerleri bunları helâl i'tikad ederek
yapanın dinden çıkarak kâfir olacağını söylemişlerdir. İbni Tin'in nakline
göre Buhârî: «Böy-lelerinden imanın nuru alınır.» demiştir, ki bu kavil îbni
Abbas (Radiyallahu anh) dan da rivayet olunur. Bazılarına göre A11ah'a tâat
hususunda basireti kapanır. Zührî; «Bu ve emsali hadisler müteşâbi
hâttandırlar. Binaenaleyh onlara iman edilip geçilir; ma'nalanna dalmak olmaz;
Çünkü biz onların ma'nalanm anlamayız^» demiştir. Bütün bu te'viller ihtimâl
dahilinde olmakla beraber muhakkikîn-i ulemaya göre hadisin en doğru ma'nası, mezkûr
günahları işleyenlerde imanın kemâlinin kalmamasıdır. Burada ve benzeri
yerlerde nefiden murâd: Kemâldir. Meselâ: «Faydasız bilgi ilim değildir;
dünyada attan başka mal yoktur; âhiret hayâtından başka hayât olamaz.» sözleri
hep bu ma'nada söylenirler. Bundan maksad: faydasız bilgi tam ilim değildir;
attan- daha mükemmel mal yoktur; âhiret hayâtından başka ma'mur hayât olamaz;
demektir. Bu gibi te'viller her lisanda çoktur.
Hadisin bu şekilde
te'viline sebeb: onun Hz. Ebu Zerr ve
Ubâd e (Radiyallahu Anhüma)
hadislerine muarız bulunmasıdır.
Ebû Zerr (Radiyallahu anh)
hadisinde : «Bir kimse,
AİIah'dan başka ilâh yoktur, derse, zina da etse hırsızlık da yapsa cennete girecektir» buyu-" rulrnuş Ubâd et ü'bnü's-Sâm i (Radiyallahu anh) 'in sahih ve meşhur olan
hadisinde ise : «Ashab-ı kiramın
çalmamak, zina etmemek, âsi olmamak ilâh...»
şartiyle Peygamber (SallaUahü Aleyhi
ve SeUem) 'e bey'atta bulundukları, bundan sonra Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellemfin
onlara: «Sizden hanginiz sözünde
durursa onun eceri Allah'a aîrldir; kim
bunlardan birini yapar da dünyada ceza görürse bu onun keffâreti olur; kim
yaparda ceza görmezse onun işi Allah Teâîâ'ya kalmıştır. Dilerse affeder;
dilerse azâb eyler.» buyurduğu beyan
olunuyor. Üstelik Teâ1â Hazretleri:
«Şüphesiz ki Allah
kendisine şirk koşulmayı affetmez. Amma bundan aşağısını dilediğine affeder.» [346]
buyurmuş; ehli hak
olan müslümanlar da, zânî, kaatil ve diğer büyük günahkârların bu günâhlar
sebebiyle dinden çıkmadıklarına, bunların mü'min fakat imanları noksan
olduğuna ittifak etmişlerdir. Şayet tevbe ederlerse cezaları sakıt olur. Büyük
günahlara devam ederken ölürlerse işleri Allah'a kalır. Dilerse onları
affeder. Ve doğrudan doğruya cennetine koyar. Dilerse cezaları nisbetinde azâb
ettikten sonra cennetine nail kılar.
İşte bu delillerden
dolayı buradaki hadis ile emsalini te'vile zaruret hasıl olmuştur. Zâten bir
meselede zahiren birbirine muarız iki hadis görülürse yapılacak iş onların
aralarını bulmaktır.
İbni Battal diyor ki :
«Bu hadis, şarap hususunda varid olan en şiddetli delildir. Hâriciler bununla
istidlal ederek büyük günâh işleyenlerin küfrüne hükmetmişlerdir. Ehl-i sünnet
ise buradaki imâm, kâmil ma'nasma hamîetmiştir. Yani bir kimse şarap içerken
kâmil bir imâna mâlik değildir. Bazıları bunun büyük bir tehdit ve teşdid
kabilinden olduğunu söylerler.»
Ulemâ bu hadisde bütün
ma'siyet nevilerine ve onlardan sakınmaya tenbih olduğunu söylerler. Zinayı
zikretmekle bütün şehvetlere, şarapla sütün
Allah yolundan saptıran ve
gaflete sürükleyen şeylere, hırsızlıkla dünyaya dalmaya ve harama meyletmeye,
yağmacılıkla da kü! rı hiçe sayarak onlarla hiç utanmadan alay etmeye tenbih
olunmuştu:'. .
İbniCerir Taberî 'nin
rivayetine göre Muharnmed b. Zeyd b. Vâkıd bu hadisi inkâr etmiş; râvilerinin
hata ettiklerini beyanla Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve SeUem) 'in sadece
«mü'min zina etmez ve çalmaz.» buyurmuş olduğunu söylemiştir.
Hadisin zahirine
bakılırsa : «Ebu Hüreyre bu sözlere Çnal-kın gözleri önünde kıymetli bir şeyi
zorla yağma ederken mü'min rak yağma etmez) cümlesini de katardı.» ibaresi Peygamber
(SallaUahü Aleyhi ve Selîem)Jm hadisi değil, Ebu Hüreyit (Radiyallahu anh) 'in
sözüdür. Ancak başka bir rivayetten bu kısmın Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve
SeUem) 'in hadisinden olduğu atnla-şılmıştır. Çünkü Ebu Nuaym'in tahric ettiği
bu rivayette şöyle buyurumıuştur :
«Nefsim kabza-i
kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer sizden biriniz yağmacılık
ederse...» Hz. Hemmâm b. Münebbi a'in. rivayet ettiği bu hadis sarahaten
Resûlüllah (SallaUahü A ley hf ve SeUem) 'e ref edilmektedir.
Ebû Amr İbni Salâh bu
iki rivayetin arasını bulmuş^ ve ezcümle şunları söylemiştir : «Bu suretle
anlaşıldı ki, Ebû. Bekir b. Abdirrâhman'm (Ebu Hüreyre bu sözlere şu cümleyi de
katardı) demesinden murad: o sözleri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Senem)
den rivâyeten katardı; Kendi sözleri olmak üzere söylemezdi, demektir.»
101 — (...)
Bana Abdülmelik b. Şuayb b. Leyls b. Sa'd [347]
rivayet etti. Dedi ki: Bana babanı, dedemden rivayet etti. Dedem demiş ki: Bana
Ükayl b. Hâlid rivayet etti. Dedi ki: İbni Şihâb şunu söyledi. Bana Ebû Bekir
b. Abdirrâhman b. el-Hâris b. Hişâm [348],
Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Ebû Hüreyre: Gerçekten Resulüllalı (Sallaüahü Aleyhi ve Seliem):
«Zânî zina ederken
ilâh...» buyurdular, demiş. Ve bu hadisi yağmayı da zikrederek yukarıki gibi
hikâye etmiş; yalnız «Kıymetli bir şeyi»
kaydım zikretmemiş.
İbni'ş-Şihâb şöyle
demiştir: «Bana Saîdu'bnü'l-Müseyyeb ile Ebû Se-lemete İbni Abdirrahmân, Ebû
Hüreyre'den, o da Eesulüllah (Salîalîahü-Aleyhi ve Seliem)'den naklen
(yağma) kaydı müstesna olmak üzere Ebû Bekir'in bu hadisinin mislini rivayet
etti.»
ifâdesi esas
i'tibârile: şeklinde — yani (yezkûru) fi'li zamirle kullanılmak icâbederdi.
Burada ya ihtisar kasdedilerek zamir hazf edilmiştir; yahud fiil meçhul
okunacak ve cümle hâl mevkiinde olacaktır. Râyî Ebû Bekir'in hadisdeki yağma
cümlesini yalnız Ebu Hüreyre (Raâfyallalııı anh) 'a izafe etmesi, başkalarının
bu cümleyi Resûlülla h.{$allallahü Aleyhi ve Seliem) 'e merfu*. olarak rivayet
etmediklerini duyduğu içindir.
102 — (...)
Bana Muhammed b. Mihrân er-Râzi [349]
rivayet etti. Dedi ki: Bana İsâ b. Yûnus haber verdi. (Dedi ki): Bize Evzâî,
Zühri'den, o da İhni'l-Müseyyeb ile Ebû Seleme ve Ebû Bekir b. Abdirrahmân b.
el-Hâris b. Hişâm'dan, onlar da Ebû Hüreyre'den, o da Nebî (Sallallahü Aleyhi
ve Seliem)'den işitmiş olmak üzere Ukayl'in Zühri'den, onun da Ebû Bekir b.
Abdirrahman'dan, onun da Ebû Hüreyre'den naklettiği hadis gibi rivayet etti.
Ebû Hüreyre yağmayı zikretmiş fakat (kıymetli bir şey) kaydını söylememiş.
»terkibi meşhur
nüshalarda hep bu tarzda rivayet edilmiştir.
Kıymeti ve mikdarı çok ma'nâsına gelir. Ayni terkibi İbrahim e1-Harbî şekHnde rivayet etmiştir. O da ayni nıa'nayı
ifade eder.
103 — (...)
Bana Hasan b. Aliy el-Hulvânî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ya'kûb b. İbrahim
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülâziz b. el-Mutta-lib, [350]
Safvân b. Süleym' [351]
den, o da Meymune'nin [352]
kölesi Âjtâ' b. Yesâr [353] ile
Humeyd b. Abdirrahman'dan [354]
onlar da Ebû Hü-reyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den
naklen rivayet etti. H.
Yine bize Muhammed b.
Kâfi* rivayet eyledi. (Dedi ki): Bize Abdur-rezzâk [355]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer [356],
Hemmâm b. Mü-nebbih'den, [357] o
da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'den naklen
haber verdi.
(...) Bize
Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülâziz yani, Derâverdî,
el-Alâ b. Abdirrahman'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber (SaîhUahü Aleyhi ve Sellem) 'den işitmiş olmak üzere, bütün bu zevat
Zührî'nin hadisi gibi rivayet ettiler. Şu kadar var ki, el-Alâ' ile Safvân b.
Süîeym'in hadislerinde «İnsanların gözü önünde» ifadesi yoktur. Hemraâm'ın
hadisinde ise: «Hem mü'mînlerîn gözleri önünde yağma ederken müTmih sayılamaz»
ibaresi vardır. Hemmâm: «Sizden biriniz ganimete hıyanet ederken de mü'min
olarak hıyanet etmez. Binaenaleyh sakının!
Sakimn!» ifâdesini de ziyâde eylemiştir.
Gulûl: ganimet
mallarına hıyanet etmek; onlan aşırmak
demektir.
104 — (...)
Bana Muhammed b. el-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki):
Bize İbni Ebî Adiy,
Şu'be'den, o da Süleyman'dan, o da Zekvan'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve .Sellem)
«Zina eden kişi zina
ederken mü'min olarak zina edemez; (hırsız) çalarken mü'min olarak çalamaz,
(sarhoş) da şarap İçerken mü'min olarak içemez; amma tevbe henüz ma'ruzdur.»
buyurmuşlar.
«Tevbe henüz
maVuzdur.» yani Allah Teâlâ Hazretleri kullarının gerek kendi nefislerine
gerekse şeytanın iğvâlarma karşı za'fla-rını bildiği için âsilere bir rahmet
olmak üzere tevbeyi kendilerine ar-zetmiştir. Onları battıkları günah
deryasından kurtaracak çâre budur; ve hâlâ meşru'dur. Can boğaza gelmedikçe
yapılan tevbenin kabul olunacağına ulemâ ittifak etmişlerdir. Nitekim bu babta
hadis de vardır.
Tevbe, edilen günaha
pişman olmaktır. Tevbenin üç rüknü vardır :
1- Günâhı
işlemekten vazgeçmek;
2- Yaptığına
pişmak olmak;
3- Bir daha
o günâhı işlememeye azmetmek.
Bir kimse bir
günahından dolayı tevbe eder de sonra o günahı tekrar işlerse tevbesi bâtıl
olmaz. Bir günahı işleyip dururken başka bir günahı için tevbe etmek de caiz
ve sahihtir. Ehl-i sünnetin mezhebi budur. Bu iki meselede mu'tezile ehl-i
hakka muhaliftir. fiillerinin failleri hazf edilmiştir. Bunlar:
fiiller nehi ma'nasmda
yâni: « de rivayet "olunmuşlardır.
takdirindedirler. Mezkûr ve şeklinde
105 — (...)
Bana Muhammed b. Kâfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize durrezzâk rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Süfyan, A'meş'den, o da Zek dan, o da Ebû Hüreyre'den merfû'
olarak haber verdi. Ebû Kür* «Zina eden kişi...»diyerek Şu'be hadisinin
tenzerini zikretmiş.
106 — (58)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr [358]
rivayet eyledi. H.
Bize İbni Nümeyr dahî
rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize el-A'meş
rivayet etti. H.
Bana Züheyr b. Harb da
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân, [359]
A'meş'den, o da Abdullah b., Mürre'-den, [360] o
da Mesrûk'dan, [361] o
da Abdullah b, Amr'dan naklen rivayet eyledi. Abdullah şöyle demiş:
Resuliülah{'Sa//a/te/n'i Aleyhi ve Sellem) :
«Dört şey vardır ki,
bunlar kimde bulunursa o kimse hâlis münafık olur. Kimde bunlardan bir nesne
bulunursa onu bıraS<ıncaya kadar kendisinde nifaktan bir haslet var
dernektir.
1-Konuştu mu
yalan söyler:
2 -Söz
verirse sözünde durmaz,
3-Va'dederse
va'dînden döner;
4-Kavga
ederse baştan çıkar.» buyurdular.
Şu kadar var ki
Süfyân'm hadîsinde : «Eğer o kimsede bunlardan bîr haslet bulunursa kendisinde
nifaktan bir haslet var demektir.» buyu-rulmuştur.
Bu hadîsi Buharı îman
ve Cizye bahislerinde tahric ettiği gibi diğer K jtübü sitte sahipleri dahi
muhtelif yerlerde rivayet etmişlerdir.
Münafık lâfzı nifaktan
alınmıştır. İbni Sîde'nin beyanına göre nifak: bir vecihden İslâm'a girip bir
vecihden çıkmaktır. Bu kelime «Nâfikaaü'l-Yerbû'» «Ova Sıçanının deliği»
ta'birinden alınmıştır. Ova sıçanının yer altında iki deliği olurmuş. Bunların
biri yeryüzüne tama-miyle açık, diğeri kapalı fakat kafasıyle vurunca
açüıverecek kadar hafif bulunurmuş. Bu deliğe «Nâfikaâ» denilirmiş. Hayvan onu
daima gizler; ötekinden girip çıkarmış. Avcı «Kaasiâ» denilen açık deliğe
gelirse o Nâ-fikaa'ı açarak kaçarmış. İşte ova sıçanı nasıl Naafikaa'ı gizleyip
Kaasıâ'ı meydanda tutarsa münafık da küfrünü gizleyip îmanını gösterdiğinden
ya-hud şeriatın bir kapısından girip öteki kapısından çıktığından kendisine bu
isim verilmiştir. Şöyle de denilebilir: Nâfikaa' denilen deliğin dışı nasıl
dümdüz yeryüzü gibi görünür fakat içi delik ise münafık da onun gibi dışı
başka içi başkadır.
Bazıları münafık
kelimesinin «Nefak» dan alındığını söylerler. Nefak: yer altındaki kanal, (tünel)
demektir. Böyle bir kanalın sahibi onda nasıl gizlenirse münafık da İslâm
perdesi altında gizlendiği için ona bu isim verilmiştir.
Hasılı münafık
başkalarına içindekinin aksini gösteren kimsedir. Istılahda münafık: içinden
kâfir olup dışından müslüman görünen kimsedir. Eğer bu renkli görünüş îman
hususunda ise nifakı küfürdür; îmân hususunda değilse amel nifakıdır. Bunda
fiil ve terk dahildir. Bu gün zm-dıkı da ayni şekilde izah ediyorlar. İmam Mâli
k'den rivayet olunduğuna göre Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Seîletn)
devrindeki nifak bu günkü zındıklıktır.
Nifakın hakikatim
anlayabilmek için. onun taksimatını bilmek icâ-beder. Şöyle ki: Kalbin dört
hâli vardır :
1-Delile
dayanan mutlak i'tikad. Bu ilimdir
2-Delîîe
dayanmayan mutlak i'tikad. Mukallidin i'tikadı gibi.
3 -Gayri-i mutabık i'tikad. Bu cehildir.
4 -Kalbin
i'tikaddan hâli oluşu. Dilin ise üç hâli vardır :
1-İkrar,
2-İnkâr,
3-Sükût,
Bunların mecmuundan,
aşağıda sırahyacağımız on iki kısım meydja-na gelir :
1-Kalble
bilerek dille ikrar. Eğer bu ikrarı sahibi kendi ihtiyarimle yaparsa o kimse
hakikî mü'mindir. Cebren yaparsa z'âhire göre kâfirdir.
2- Kalble
bilerek dille inkâr. Bu inkâr cebrî ise sahibi müslüman, ihtiyarî olursa
kâfir-i muânniddir.
3- Kalble
bilgi hâsıl, fakat dille ikrar veya inkârdan hâlî olmak, Eğer bu sükût iztırân
ise o kimse hak mü'mindir, ihtiyarî olarak susarsa ihtilaflıdır. Meselâ; bir
kimse Allah'ı delili ile bildikten sonra diliyle ikrara vakit bulamadan ansızın
ölse o kimse kat'i olarak mü'mindir. Fakat A11ah'ı delili ile bildikten sonra
kendi ihtiyarı ile ikrar etmezse imam Gazali
onun da mü'min olduğunu söylemiştir.
4- Mukallidin
i'tikadı ya ikrar ya inkâr yahud da sükût ile olur. Şayet kendi ihtiyariyle
ikrarda bulunursa bu ikrar mukallidin imânıdır; ve bazı muhaliflere rağmen
sahihtir.
5- Eğer
mukallidin ikrarı iztirârı olursa mesele birinci surete tefer-ru' eder. Orada böylesi
için, zahire göre kâfirdir dediğimize göre bura-dakine de münafık hükmünü
vermek icâbeder.
6-
Mukallidin sükût etmesi, ihtiyari ve iztirârî hallerde aynen üçüncü kısım
hükmündedir.
7- Mukallid
kalben inkâr eder de diliyle ikrarda bulunur fakat bu ikran cebrî olursa
kendisine münafık hükmü verilir.
8- Kalben
inkâr ettiği halde kendi ihtiyariyle ikrarda bulunursa buna küfr-i inâdî
derler ki, nifakın bir kısmıdır.
9- Hem
kalben hem de diliyle A11ah 'ı inkâr eden kâfir olur.
10- Kalbi
hâlî olan bir kimse kendi ihtiyariyle ikrarda bulunursa küfürden kurtulur.
Mecburen ikrar ederse küfretmiş sayılmaz.
11- Kalbi
hâlî olup diliyle inkâr eden kimsenin hükmü onuncu kısmın aksinedir.
12- Hem
kalbi hem dili hâlî bir kimse tetkik ve te'emmül müddetini geçirmişse tekfiri
vâcib olur. Münafıklığına hükmedilmez.
Bu taksimden anlaşılır
ki, münafık, dışı içine uymayan kimsedir.
107 — (59)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybü'bnü Saîd rivayet ettiler; lâfız Yahya'nındır.
Dediler ki: Bize İsmail b. Ca'fer rivayet etti. Dedi ki: Bana Ebû Süheyl, NâfP
b. Mâlik b. Ebî Âmir'den o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber
verdi ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) :
«Münafığın alâmeti üç
şeydir:
1 - Konuştu
mu yalan söyler:
2 - Va'd
ederse (sözünden) döner.
3 - Kendisine (bir şey) emniyet olunursa hıyanet
eder.» buyurmuşlar.
Bu hadisi imam Buhârî (Rahimehullah) îman, Vcsayâ, Şehâdât ve Edeb bahislerinde
tahric ettiği gibi Tirmizi ile Nesâide rivayet etmişlerdir.
Âyet: alâmet
demektir. Kur'an âyetleri bir cümlenin diğer bir cümleden ayrıldığına alâmet
oldukları için onlara da bu isim verilmiştir.
Kezib ve Kizb
: Vâkı'm zıddmı haber vermek yani yalan söylemektir. Bazıları kibz: doğru
söylemenin zıddıdır; demişlerdir.
Va'detnıek:
Hayırlı bir işi yapmaya söz vermektir. Şer için vaîd kelimesi kullanılır ve
tehdid manasına gelir.
Hıyanet;
emanette şeriatın hilâfına tesarrufda bulunmaktır. Hadîsin üç cümlesinde,
tehakkuka delâlet eden (izâ)mn kullanılması, bu üç şeyin münafık alâmeti
olduklarına tenbih içindir. Keza mezkûr üç cümlenin mef'ulsüz zikredilmesi
ma'nânm umumuna tenbih içindir.
Hadîs-i şerifde
münafık alâmetlerinin üç gösterilmesi bundan önceki hadîse muarız gibi
görünüyor; çünkü o hadisde mezkûr alâmetler dört idi. Maamafih aralarında
muâraza yoktur. Zira o hadisdeki, «Va'dederse va'dinden döner.» cümlesiyle bu
hadisdeki, «Kendisine (bir şey) emniyet olunursa hıyanet eder.» cümlesi ma'na
i'tibariyle birdirler. Çünkü gadr de, kendisine emniyet olunan söz hususunda
hiyânet etmektir.
Şerefüddın Tîbi diyor
ki: «Bu iki rivayet arasında asla münâfât yoktur. Zira bir şeyin bir kaç tane
alâmeti olurda bazen bu alâmetlerden biri, bazen hepsi veya ekserisi
zikredilebilir.*
Kurtubî de: «İhtimal
Peygamber (SatlaUahü Aleyhi ve Seltem) onların bazı hasletlerini yeni
Öğrenmiştir.» demiştir. Bazıları nifak
alâmetleri beştir diyerek iki hadisin arasını bulmuşlardır. Fakat evlâ olan:
Adedin tahsisi maadasının ziyâde ve
noksan kabul etmeyeceğine delil olamaz; demektir. Hasılı bu hadisdeki
üç alâmetten münafığın sıfatı anlaşılıyor. Sıfatların üçe inhisar etmesi;
kavi, fiil ve niyetin fesadına tenbih içindir. Yanî: «Konuştu mu yalan
söyler.» ifadesiyle kavlin fesadına tenbih buyuruîduğu gibi «Kendisine
bîrşey emniyet olunursa hiyânet eder,»
cümlesiyle fi'lin fesadına; «Va'dederse sözünden döner» ibaresiyle de
niyetin fesadına tenbîh olunmuştur.
Ulemâdan bir çokları
bu hadisi müşkül saymışlardır. Çünkü hadisde münafık alâmeti olmak üzere
gösterilen hasletler bazen tam bir müs-lümanda da bulunur. Halbuki böyle bir
müslümanm küfrüne veya münafıklığma hükmedüemiyeceğine icma'ı ümmet
vardır. Bu hususda! bir Çok vecihler
ileri sürülmüştür :
1- İmam
Nevevî'ye göre hadisde işkâl yoktur. Çünkü ma'nası şudur: Bu hasletler
nifaktır. Bunların sahibi münafığa benzer ve münafık ahlâkım almış demektir.
Zira nifak; içinde gizlediğinin zıddını meydana çıkarmaktır. Şu hâl mezkûr
hasletlerin sahibinde mevcuddur, ama onun nifakı yalnız konuştuğu, va'dettiği ve ona emniyet eden kimseye
mahsustur. Binaenaleyh; İslâmiyet hakkında münafık değildir. Yani içinde küfrü
gizlemiş sayılmaz.
2-
Bazılarına göre hadis, ekseri ahlâkı böyle kötü olanlar hakkındadır. Nadiren
yapanlar hükümde dâhil değildirler.
3- Hattâbi şöyle diyor : «Peygamber
(SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem)'m bu sözü mezkûr hasletleri âdet edinenleri
- bu hasletler! nifaka vardırır endişesiyle sakındırmak içindir. Gayr-i
ihtiyari veya i'tiyad edinmeksizin nadiren yapanlara değildir. Bir hadisde:
Tacir fâcirdir. Ümmetimin ekseri münafıkları da hafızlardır.» buyurulmuştur.
Bunun ma'-nası yalandan sakmdırmaktrr.
Çünkü yalan söylemek fücur ma'nasma-dır. Binaenaleyh bu hadis bütün
tacirlerin fâcir olmasını icâbetmez. Hafızlardan bazılarında amele karşı bir
az samimiyetsizlik ve bir parça riya olabilir, ama bu onların hepsinin münafık
olmasını gerektirmez. Nifak iki kısımdır: Biri nifak sahibinin dindar görünüp
içinde küfrü gizlemesidir. Hz.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) zamanındaki münafıklar böyle
idiler. Diğeri: dînî vazifelerini kimsenin görmediği yerde yapmamak
başkalarının, gördüğü yerde yapmaktır. Buna da nifak denir. Nitekim bir
hadisde : «Mü'mine sövmek fısktır; onunla çarpışmak da küfürdür.»
buyurulmuştur. Lâkin bu küfür hakîkî küfürden aşağı; bu fisk hakikî fısktan, bu nifak da hakîkî
nifaktan aşağıdırlar.»
4 -
Bazıları: «Bu hadis muayyen bir münafık hakkında vârid olmuştur. Yalnız Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) kimseniri
yüzüne karşı sarahaten:
«Filân münafıktır.» demez; işaretle
anlatırdı. Meselâ : «Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle
yapıyorlar?» derdi! Burada da o adam bununla bilinsin diye ona «âyet» lafzîyle işaret etmiştir » derler.
5 - Birtakım
ulema hadisden muradın Peygamber (SalluUahü Aleyhi ve Seilem) zamanındaki
münafıklar olduğunu söylemişlerdir.j Bu
münafıklar : «îmân ettik» diyerek yalan söylemiş; dinlerine emniyet olunduğu
zaman hıyanet etmiş; Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemye din babında yardım va'dinde bulunmuş, fakat
sözlerinden dönmüşlerdir. Kaadî Iyâz, bir çok imamların bu kavle meylettiklerini
söyler. Bu hadîsin tefsiri babında Atâ1
b. Ebî Rebâh'ın kavli bu olduğu gibi Hasan-ı Basri, dahi bu kavle dönmüştür. Ashab-ı
kiramdan Abdullah b.
Amr, İbni Abbâs, Said b. Cübeyr (Radıyallahu Anhüm) hazerâtının mezhebi de budur.
Bu bâbda rivayet
olunan bir hadîse göre Basra'lı bir adam Atâ b. Ebi Rebâh.a şunları söylemiş:
«Hasan- Basri'yi: Her kimde üç haslet bulunursa ben ona münafık demekten
çekinmem :
a) Konuştuğu zaman yalan söyleyen,
b) Va'dettiği zaman sözünden dönen,
c) Kendisine emniyet olunduğu zaman hıyanet
eden... derken i-şittim. Bunun üzerine
Atâ o adama şu sözleri söylemiş : «Hasan'-ın yanma döndüğün vakit ona de ki:
Atâ ' sana selâm ediyor ve Yûsuf (Aîeyhisselâm)in kardeşlerine ne dersin? Onlar
da konuştular yalan söylediler; va'dettiler sözlerinden döndüler; kendilerine
emniyet olundu; hıyanet ettiler; münafık oldular mı? diyor.»Bundan sonra Ata1
yanındakilere bakmış ve: Ulemâdan size rivayet olunan şeylerin doğru olanlarını
kabul, doğru olmayanlarını reddedin!» demiş.
Müslim sarihlerinden
Ebu Abdilîâh el-Übbî Atâ 'in bu i'tirazını beğenmemiş; ve: «Bu inkâr Hasan'a
teveccüh etmez. Yusuf (Aleyhisselâmym kardeşlerinin yaptıkları, nadirâttandır.
Onlar bu yaptıklarında ısrar etmemişlerdir.» demiştir.
Nevevi hadisdeki
münafık hasletlerini kendinde bulunduran bir müslümanın münafık olmadığına
delil olarak mezkûr hasletlerin Hz. Yusuf (Aîeyhisselâm) fm kardeşlerinde de
bulunduğunu ileri sürmüş-se de el-Übbî ona da i'tirâz etmiş ve: «Gerek eskiden
gerekse şimdi olsun ulema bu temsili reddetmekte ve onu Nevevi 'nin takvasına
yakıştıramamaktadır...» demiştir. Rivayete nazaran Said b. Cübey r bu nifak
hadîsine merak etmiş ve onu Abdullah b. Ömer'le İbni Abbâs (Radıyallahu Anhüm)
hazera-tına sormuş. Onlar: «Buna biz de senin kadar merak ediyoruz.» demişler.
Bunun üzerine hep birlikte onu Resûlüliah (Sallallahü Aleyhi ve Selİem)'e
sormuşlar. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gülmüş ve : «O sözlerden
sîze ne? Ben onları münafıklara tahsis ettim.
Konuşursa yalan söyler
dediğim Allanın bana
indirdiği
«Sana münafıklar geldiği zaman) [362] ...
«âyeti
hususundadır. Sizler
de böyle misiniz?» demiş. Onlar; hayır! cevâbını vermişler. Resûlüliah
(Salîallohü Aleyhi ve Sellem): «O halde size bir şey yok; siz bundan
berisiniz!» buyurmuşlar. «Va'dederse sözünden döner; dediğim Teâlâ
Hazretlerinin:
«Onlardan bazıları:
eğer bize fadl u kereminden bir şeyler verirse diye Allah ile muahede
yapanlar... [363] »
âyet-i kerimesi hakkındadır.
Siz de böylemisiniz?
demiş. Hayır! cevabını vermişler. Resûlüliah (Sallalkıhü Aleyhi ve Sellem): :
«O halde size bir şey yok; siz bunlardan berisiniz» buyurmuş. «Emniyet olunursa
hıyanet eder dememe gelince: bu da Allah Teâlâ'nın bana indirdiği:
«Şüphesiz ki biz o
emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik... [364],
âyet-i hakkındadır. İmdi dini hususunda kendisine emniyet olunan her insan
görünür görünmez her yerde cünüplükden yıkanır; namaz kılar; oruç tutar.
Münafık ise bunu yalnız görünür yerde yapar. Sizler de böyle misiniz?» demiş.
Yine, hayır! cevabını vermişler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): «Öyle
ise size bir şey yok; siz bundan berisiniz.» buyurmuşlar.
6 -
Huzeyfe'ye göre nifak kalkmıştır. Nifak yalnız
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı) zamanında vardı. Ondan sonra
ya iman vardır ya küfür. Çünkü İslâmiyet her tarafa yayılmış; insanlar İslâm diyarında
doğmuşlardır. Binaenaleyh kim müslüman görünür de içinde küfrü gizlerse mürted
olur.
7 -
Kaadı Iyâz: «Bu hadisdert murâd:
İslâmdaki umumî nifak değil mezkûr hasletlerle içinde gizlediğinin aksini
gösterme hususunda münafıkların hâline benzetme yapmaktır. Böylesinin nifakî,
ko-. nuştuğu, va'dettiği ve kendisine emniyet eden kimseye karşı olur.» diyor.
8 -
Kurtubiy'e göre ise buradaki nifaktan murad, amele dair nifaktır.
Bu kavillerin içinde
en güzeli Nevevi 'nin zikrettiği ve e1-Übbi 'nin de taraftar olduğu birinci
kavildir. Ekser-i ulema ile muhakkikinin kavilleri de budur.
108 — (...)
Bize Ebû Bekir b. İshâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî Meryem [365]
haber verdi. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer haber verdi. Dedi ki: Bana
Huraka'nın mevlâsi el-Alâ' b. Abdirrahman b. Ya'kub, babasından, o da Ebû
Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hü-reyre şöyle demiş: Resûlüliah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Üç şey münafık
alâmetlerindendir: (Münafık)
1 -
Konuştuğu zaman yalan söyler.
2 -
Va'dettiği zaman sözünden döner.
3 -
Kendisine emniyet olunursa hiyânet eder.» buyurdular.
Mevlâ: hem köleye hem
onu âzad eden sahibine itlâk edilen bir sözdür. Burada ondan murad: âzad
edilmiş köledir. Önceki rivâyetlerdeki mefhum-ı adedin muteber olmadığına
burada işaret vardır. Çünkü münafık alâmetlerinden bazıları şunlardır
ma'nasma: «Üç şey münafık alâmeîlerindendir.» buyurulmuştur. Filhakika
münafıkların burada zikredilenlerden başka alâmetleri de vardır. Nitekim bu cümleden
olmak üzere Teâ1â Hazretleri:
«Namaza kalktıkları
vakit tenbel tenbel kalkarlar... [366] »
buyurmuştur.
109 — (...)
Bize Ukbetü'bnü MÜkrem el-Ammiy [367]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Zükeyr Yahya b. Muhammed b. Kays [368]
rivayet et-Dedi ki: Ben el-Alâ' b. Abdirrahmân'i tu isnâdla rivayet ederken
dinledim. Hem: «Münafığın alâmRti üçtür. İsterse oruç tutsun, namaz kılsın ve
kendini müslüman saysın.» dedi.
110 — (...)
Bana Ebû Nasr et-Temmâr [369] ile
Abdül'A'lâ b. Ham-mâd [370]
rivayet etti. Dediler ki: Bize Hammâd b. Seleme, Davud b. Ebî Hindden, [371] o
da Said b. el-Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti Ebû
Hüreyrc : Resûlüllah (Soilallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu; diyerek Yahya b.
Muhamnıed'in el-Alâ'dan rivayet ettiği hadisin mislini rivayet etmiş. Bu
hadisde: «İsterse oruç tutsun, namaz kılsın ve kendini müslüman saysın»
ibaresini zikretmiş.
111 (60)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Bişr ile
Abdullah b. Nümeyr rivayet attiler. Dediler ki: Bize Ubeydullah b. Ömer,
Nâfi'den, [372] o da İbni Ömer'den
naklen rivayet etti ki, Peygamber
(SaUallahü A leyhi ve Sellem) :
«Bir adam din
kardeşini tekfir ederse ikisinden biri o tekfir sebebiyle muhakkak (küfre)
döner.» buyurmuşlar.
(...) Bize
Yahya b. Yahya et-Temimî iîe Yahya b. Eyyûb, Kuteybetü'b-nti Said ve Alî b.
Hucr toptan İsmail b. Ca'ferden rivayet ettiler. Yahya b. Yahya dedi ki: Bize
İsmail b. Ca'fer, Abdullah b. Dinar'dan naklen haber verdi ki, kendisi İbni
Ömer'i şöyle derken işitmiş. Resûlüllah (SaUallahü A leyhi ve Sellem):
«Her hangi bîr kimse
din kardeşine; «ey kâfir,» derse bu tekfir sebebiyle ikisinden biri muhakkak
küfre döner. Eğer o kimse dediği gibi ise ne a'lâ! Aksi takdirde sözü kendi
aleyhine döner.» buyurdular.
Bu hadis müttefekun
aleyhtir. Buhâri onu «KHabü'I-Edeb» de rivayet etmiştir. Ebû Davud ile Taberâni
de ayni ma'nada hadisler rivayet etmişlerdir.
Tekfir:
Küfre nisbet etmek, kâfir olduğunu iddia eylemektir. Bazıları bu kelimenin
tekfir değil, ikfâr şeklinde kullanılacağını iddia etmişlerse de tekfir şekli
hadisde vârid olmuştur.
Ulemadan bâzıları bu
hadisi müşkül saymışlardır. Çünkü ehl-i Hakkın mezhebine göre bir müslüman
zina ve katil gibi günahlar sebebiyle dahi tekfir edilemez. İslâm dinini bâtıl
i'tikad etmemek şartiyle din kardeşine kâfir demek de böyledir. Bu sebeble
ortaya bir çok te'viller çıkmıştır.
1- Hadis,
din kardeşine kâfir demeyi helâl i'kad edene hamlolunur; böylesi kâfirdir. Bu
takdirde : «Tekfir sebebiyle ikisinden
biri muhakkak-küfre döner.» ifadesinin ma'nası tekfiri kendisine döner de
kendisi kâfir olur, demektir. Zira eğer kâfir diyen sözünde sâdıksa, muhatabı
kâfir olur, yalan söylemişse sözü kendisine döner.
2 - Din
kardeşine isnâd ettiği nakisa ve onu tekfirinin günahı kendisine döner. İbni
Battal'm kavli budur.
3 - Hadis,
mü'minleri tekfir eden haricîlere hamlolunur. Bu vechi Kaadi Iyâz (Rahimehullah),
imâm Mâlik b. Enes (Rahimehullah) dan rivayet etmişse de mezkûr vecih zaif
görülmüştür. Çünkü sahih ve muhtar olan mezheb, ekser-i ulemâ ile muhakkikinin,
kavlidir. Bu kavle göre ise emsali ehl-i bid'at gibi hâriciler de tekfir
edilmezler, Maamafih ulemadan bazıları haricîlerin tekfirinde ısrar etmektedir.
Çünkü hâriciler hakikaten din-i islâmm —hâşa— bâtıl olduğuna inanmakda ve son
derece çürük ve fasid bir takım delillerle islâmiyeti küfür saymaktadır.
4 - Din
kardeşine kâfir demek âkibet kendini küfre götürür; çünkü, günahlar küfrün
postasıdır derler. Bu sözü çok diline dolayanın âki-beti küfür olacağından
korkulur. Hadisin sonunda: «Eğer (o
kimse) dediği gibi ise ne a'lâ. Aksi takdirde sözü kendi aleyhine döner.» buyu-rulması, keza Ebu
Avâne 'nin rivayetinde : «Eğer
dediği gibi ise ne a'lâ! Aksi takdirde kendisi küfre döner.»
denilmesi bu vechi
te'yid" eder.
Bir rivâyctde: «Bir
kimse din kardeşine; «ey kâfir» derse ikisinden birine küfür vâcib- olur.» buyurulmuştur.
5 - Hadisin
ma'nası; tekfiri kendisine döner demektir.
Yanî dönen küfür değil, tekfirdir. Zira dîn kardeşini kâfir sayması
kendini tekfir etmek gibidir.
Ancak ulemanın bu
te'villeri, kâfir diyen şahıs sözünü tefsir etmediğine göredir. Şayed
tekfirinin sebebini izah ederse günahkâr değil, ma'zur olur. Nitekim asr-ı
seâdetde Hâtıb b. Beltea (Radiyallahu anh) Mekke müşriklerine mektup yazarak
İslâm ordusunun ahvâlini bildirmek istediği zaman Ömer (Radiyallahu anh)
kendisine münafık demiş; fakat bu sözü, müşriklere mektup yazmakla hakikaten
münafık oldu zannıyla söylediği için ma'zur sayılmıştır; Söylediği sözün
hükmünü veya kâfir dediği şahsın hâlini bilmeyen de Allahu a'lem ma'zur olur.
Buhâ ri 'de bu hususa dair bir bâb vardır.
112 — (61)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdüs-samed b. Abdîl vâris
rivayet etti. (Dedi ki): Bize baham rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyin el-Muallim,
îbni Eüreyde'den, [373] o
da Yahya b. Ya'mer'den, o da Ebu'l-Esved'den, [374] o
da Ebû Zerr'den, [375] o
da Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Selîem) 'den şöyle buyururken işitmiş olmak
üzere rivayet etti:
«Bile bile babasından
başkasının oğlu olduğunu iddia eden hiç bir adam yoktur ki, küfretmiş olmasın.
Her kim kendinin olmayan bir şeyi (Benim diye] iddia ederse o kimse bizden
değildir. O, cehennemde oturacağı yere hazır olsun! ve her kirn bir kimseyi
kâfir dîye çağırır veya düşman olmadığı halde Ona Allah'ın düşmanı derse, sözü
kendi sleyhine döner.»
Hadis nıuttefekun
aleyhtir. Buhâri onu «Kitâbü'l-Menâkibj» de rivayet etmiştir.
«Hiç bir adam» dan
murâd; erkek olsun kadın olsun her insandı Babadan başkasına intisâb, ancak
bilerek yapılırsa günah olur; bilmeyerek yapılırsa günahı yoktur. Onun için
hadis-i şerifde «Bile şile» diye kaydolunmuştur.
«Küfretmiş olmasın»
cümlesi iki suretle teVil edilmiştir :
1-Hadis,
bilerek başkasının çocuğu olduğunu iddia etmeyi helâl itikâd eden hakkındadır.
Böylesi meşru'un zıddmı helâl i'tikad ettiği için Al1ah'a küfretmiş olur.
2 -
Başkasına intisabı helâl i'tikad etmeyen hakkında bu söz küfran-ı ni'met
ma'nasmadır; ve söyleyen hakkında ağır şekilde men' ve zecir teşkil eder. Yani bilerek
babasından başkasını babamdır diye iddia eden kimse A11ah
‘a ve babasına karşı küfran-ı ni'met etmiş
olur.
Kendinin olmayan bir
şeyi benimdir diye iddiaya gelince: o şeye başkasının hakkı taallûk etsin
etmesin mutlak surette ona sahip çıkmak haramdır. Hattâ Nevevî'nin beyânına
göre hâkim senindir diye hük-metse bile helâl değildir. Yalnız imam Ebu Hanîfe
Jye göre helâl olur. Kendinin olmayan şeyden murad; şer'an hak etmediği şeydir.
Resu1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in: «Bizden değildir.» buyurması,
bizim güzel yolumuzda değildir ma'nasmadır. Nitekim bir babanın oğluna; «Benden
değilsin» demesi de bu ma'nayadır.
bu cümle:
«Cehennemdeki yerini boylasın» yahud: «Orada kendine bir yer hazırlasın»
ma'nasmadır. Yani cümle yâ duâ yahud emir lâfziyle haberdir ki, münasib olan da
budur. Ve «Onun cezası budur; fcelki ceza görür belki de affolunur. Yahud
tevbe-ye muvaffak olur da günahı sakıt olur.» demektir. Hadisin bu ikinci cümlesinde
dahi bilerek iddia şarttır. Çünkü günah ve tehdid bir şeyi bilerek yapan
kimseye terettüb eder. Sonra buradaki hüküm âhirete aiddir. Dünyevî hükmüne
gelince: Ulemadan bir cemaata göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Se//em)'in
üzerinden yalan uyduran kimsenin tevbesi kabul edilmez. Hz. Abdullah b. Zübeyr
el-Humeydî ile imam Ahmed b. Hanbel, Ebû Bekir es-Sayrafî ve Ebu'l-Muzaffer es-Sem'ânî
de ayni hükme kaildirler.
1- Nesebi
(soyu) belli olan bir kimsenin soyunu inkâr ederek başka bir! babanın çocuğu
olduğunu iddiaya kalkışması haramdır.
2- Kişinin
gerek isbât, gerekse nefi yönünden irtikâb ettiği suç hakkında bir şey
diyebilmek için o suçu bilerek işlemiş olması icâbeder.
3-
Günahlardan şiddetle men'etmek maksadiyle onlara küfür demek caizdir.
113 — (62) -Bana
Hârûn b. Said [376]
el-Eylî rivayet etti. (Dedi ki):
Bize İbni Vehb [377]
rivayet eyledi. Dedi ki: Bana Amr, [378]
Ca'fer h. Rabia'dan, o da Irak b. Mâlik'den [379]
naklen haher verdi ki, Irak Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş: Gerçekten
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Babalarınızı inkâr
etmeyin. Zira her kim babasını inkâr ederse bu (yaptığı) küfürdür.»
buyurdular.
114 — (63) -Bana
Anıru'n - Nâjtıd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hü-şeym b. Beşir rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Hâüd, [380] Ebû
Osman [381] dan naklen haber verdi.
Demiş ki: Ziyada neseb iddia olunduğu zaman Ebû Bekre'ye [382]
rastladım; ve kendisine dedim ki: Bu yaptığınız nedir? Ben Sa'dü'bnü Ebî
Vakkas'i şöyle derken işittim: Kulaklarım Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
SeUem): «Her kim isiâmda, babası olmadığını bildiği halde babasından başkasını
baba iddia ederse ona cennet haramdır» buyururken işitti. Bunun üzerine Ebû
Bekre : Evet onu ben de Resülûllah (Salhllahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittim,
dedi.
Bu iki rivayetten
birincinin şerhi ondan önceki hadisde geçti. İkinciye gelince : Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in burada; «Ona cennet haramdır.» buyurması
yukarıda geçtiği veçhile iki şekilde te'vil edilmiştir:
1 -Bu söz
babasından başkasına intisabı helâl i'tikad eden hakkındadır.
2 -Boylesinin
cezası, ehl-i necat olanlar cennete girerken doğrudan doğruya cennete
girememektir. O ya cezasını çektikten sonra yahud da Allah Teâlâ 'nm affına mazhar olarak ceza
görmeksizin bilâhare cennete girecektir.
«Cennet
haramdır.» ta'birinden murad: cennet
memnu'dur, demektir.
«Babasına intisabı
terk etti; onu inkâr etti» demektir. Rağbet fi'li «an» edatiyle kullanılırsa
terk etmek, yüz çevirmek manâsına gelir, «fi» edatiyle ise istek ve rağbet
göstermek demektir.
İkinci rivayette zikri
geçen Ziyâd, bazen Ziyadü'bnü Ebih bâzan da Ziyadü'bnü Ümmih diye anılan fakat
daha ziyâde Ziyâd b. Ebî Süf yan diye meşk ir olan zattır ki, Ebû Bekre 'nin
anne bir kardeşidir. Babası belli değildir. Ebû Süf yan 'in gayr-i meşru oğlu
olduğu söylenir. Evvelce Ziyâd b. Ubeyd
es-Sakafi diye anılırdı.
Bilâhere Muaviy
etü'bnü Ebî Süf yan, kardeşi olduğunu iddia ederek nesebini babası Ebû Süfyan'a
ilhak etti. Böylelikle Ziyad vaktiyle Hz. A1î (Radiyaiîahu anlı) tarafında iken
Muâviye (Rahimehullah)hn yakınlarından oldu.
Edib, hatib ve dâhi
bir zâttı. Ancak fazla şiddet gösteren bir devlet adamı idi. 35 hicrî tarihinde
vefat etmiştir. Halk Muâviye 'nin bu işine çok içerlemişti. Ebû Bekre
(Radiyaiîahu anh) kardeşinin hareketlerini beğenmediği için onunla alâkasını
kesmiş; onunla ebediy-yen konuşmamaya yemin etmişdi. İhtimal Ebû Osman onun kardeşiyle
konuşmadığını bilmediği için : «Bu yaptığınız nedir?» diye çıkış-mıştır. Yahud
bu sözle Ziyad'm babasından başkasına intisabım kasd-ederek : «Kardeşinin şu
yaptığı nedir? Ne çirkin ve cezası büyük bir iş yaptı: Çünkü Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun bu yaptığını yapana cenneti haram kıldı»
demek istemiştir. şekillerinde de rivayet edilmiştir. Nevevi bunların hepsinin
doğru olduğunu söyler.
115 — (...)
Bize Ebu Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Zckeriyyâ b.
Ebî Zaide ile Ebû Muâviye, [383]
Âsım'dan, [384] o da Ebû Osman'dan, g da
Sa'd [385] ile Ebû Bekre'den naklen
her ikisinin
de: «Bu hadisi Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den kulaklarını işitti; kalbim belledi: Her kim babası olmadığını
bildiği halde babasından başkasını (baba) iddia ederse ona cennet haramdır,
buyuruyordu,» dediğini rivayet ettiler.
116 — (64)
Bize Muhammed b. Bekkâr b. er-Reyyân ile Avn b. Sellâm rivayet ettiler. Dediler
ki i Bize Muhammed b. Talba [386]
rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
el-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki); Bize Abdur-rahman b. Mehdi rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Süfyân [387]
rivayet etti. H.
Bize yine Muhammed b.
el-Müsennâ rivayet etti. (Dedi kî): Bize Muhammed b. Ca'fer [388]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. Bunların hepsi Zübeyd'den, [389] o
da Ebû Vâild'den, o da Abdullah b. Mes'ud'dsn naklen rivayet ettiler. İbni
Mes'ud şöyle demiş: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Müslümana söğmek
fiskttr. Onunla çarpışmak ise küfürdür» buyurdular. Zübeyd demiş ki: «Bunun
üzerine ben Ebû Vâile; Bunu Abdullah Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem
/den naklen rivayet ederken ondan sen mi işittin?» dedim
«Evet» dedi. Amma
Şu'be'nin hadisinde Zübeyd'in Vâile söylediği söz yoktur.
Hadis müttefekun.
aleyhdir. Buhâri onu «Kitabü'1-İmân», «Ki-tabii'l-Edeb» ve «Kitabü'l-Fiten» de
tahric ettiği gibi diğer hadis imamlarından Tirmizi, Nesâî, İbni Mâce, Ahmed
b. Hanbe1 ve başkaları da rivayet
etmişlerdir.
Sebb: lügatte söğmek
ve bir kimsenin namusunu lekeleyecek şekilde konuşmaktır. Sibâb'da ayni
ma'naya gelir. Bazıları bunun mufa'ale babından masdar olduğunu ve söğüşmek
ma'nasına geldiğini, diğerleri sebb ma'nasma isim olduğunu söylerler.
Îbrâhimü'l-Harbî sibâbın ma'naca sebbden daha şiddetli olduğunu ileri
sürmüştür. Ona göre sibâb bir kimse hakkında o kimsede bulunan bulunmayan bütün
ayıbları söylemektir.
Fisk ve füsûk: lügatte
hak yoldan ve tâatten çıkmaktır. Hatta fare, deliğinden çıktığı için ona bile
araplar «Füveysika» derler.
Kıtâl'den murad,
mukaateîe yâni çarpışma ve harbetmedir. Maamâ-fih muhasama yâni düşmanlık
ma'nasma da kullanılmış olabilir; çünkü-arapiar muhasamaya da mukaateîe derler.
Hadistfen murad: Bir
müslümana haksız yere sÖğüp saymak bilicma' haramdır. Bu işi yapan fâsiktir.
Cezası te'dib olunmaktır. Haksız yere müslümanla kavga ve çarpışma yapan ise
ehl-i hakk müslümanlara göre dinden çıkmak ma'nasma küfretmiş olmaz. Ancak
müslümanla harbct-menin helâl olduğuna inanırsa o zaman dinden çıkar. Fakat
mesele yine de ihtilaflıdır.
1 - İbni Battal'a göre buradaki küfürden murâd;
müslüman-larin haklarına kargı küfrânda bulunmaktır. Çünkü, Allah
müslü-manları kardeş yapmış; dargınlarının aralarım bulmayı
emretti; Peygamber (SallaUahü Aleyhi
ve Sellem) dahi mü'minlerin
birbirleriyle kavga edip-küsüşmelerini yasak etmiş; bunu yapanların din
kardeşinin hakkına küfran ettiğini haber vermiştir.
Küfrân: bir ni'meti
örtmek, gizlemek ve inkâr etmektir.
2 - Bazılarıma
göre burada müsîümanla çarpışmaya mecazen küfür denilmiştir. Zira müslümanla
çarpışmak kâfirin şanmdandır. Binaenaleyh müslümanla çarpışan müsîüman bu
hususda kâfire benzetilmiştir.
3 - Bir
takımları: «Buradaki küfürden murâd, lügavî küfürdür» derler. Lügatte küfür: örtmek, gizlemek ma'nasma
gelir. Bir müslümanm müsîüman
üzerindeki hakkı, ona yardımda bulunmak, ezâ ve cefâ etmemektir. Onunla
çarpışan ise onun bu hakkını Örtbas ediyor gizliyor demektir.
4 - Kirmânî 'ye göre küfürden murâd ya küfre vardırır
ma'na-smadır; yahud kâfirlerin fi'li gibi demektir.
5 - Hâttâbi
'ye göre ise buradaki küfürden murâd : A11ah'a küfürdür. Çünkü hadis, hiç
sebebsiz ve te'vil de etmeden müslümanla çarpışmayı helâl i'tikad eden
hakkındadır. Te'vil ederse kâfir veya fâsık sayılmaz. Nitekim te'vil ederek
hükümdar aleyhine kıyam eden bâğiler de tekfir edilmezler.
Burada şöyle bir suâl
vârid olabilir; söğmekle çarpışmanın ikisinin de failleri fıska nisbet edilir
fakat tekfir olunmaz. O halde neden söğme-ye karşı füsûk denilmiş de çarpışma
hakkında küfür ta'birî kullanılmıştır? Bu suâlin cevâbı şudur ;
Çarpışma daha ağırdır;
yahud çarpışma kâfirlerin ahlâkına daha [çok benzediği için onun hakkında küfür
tâbiri kullanılmıştır.
117 — (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile İbni'l-Müsennâ, Muham-med b. Ca'fer'den [390] o da Şu'be'den, o da Mansur'dan [391],
naklen rivayet etti. H.
Yine bize İbni Nümeyr
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Affân [392] rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, A'nıeş'den rivayet etti, Mansur ile A'meş'in ikisi
de Ebû Vâil'den, o da Abdullah'tan, [393] o
da Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Selle/n) 'den (yukarıki) hadisin mislini
rivayet ettiler.
118 — (65)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Seybe ile Muhammed b. el-Müsennâ ve İbni Beşşar [394] hep
birden Muhammed b. Ca'fer'den [395], o
da' Şu-be*den naklen rivayet ettiler. H.
Bize Ubeydullah b.
Muâz da rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize babam rivayet eyledi.
(Dedi ki): Bize Şu'be Alî b. Müdrikeden [396],
0 da ceddi Cerir'den [397]
naklen rivayet eden Ebû Zür'adan [398]
dinlemiş olarak tahdis eyledi. Cerir şöj "e demiş: Bana Peygamber
(Salîallahü Aleyhi ve Selletn) Haccetü'I-Vedâ'da: «Şu insanları sustur!» dedi.
Bunun arkasından şöyle buyurdular: «Benden sonra dönüp bir birinizin
boyunlarını vuran kâfirler olmayın!»
Bu hadis-i şerif
Haccetü'l-Vedâ'daki hutbeden bir parçadır. Resu1ü11ah (SaMlahü Aleyhi ve
Sellenı)'in Hz. Cerir'e: «Şu insanları
sustur!» diye emretmesi, orada bulunanlara pek mühim beyanatta bulunacağı
içindir. Nitekim öyle de olmuştur. Bu hacca Haccetü'1-vedâ' denilmesi, Fahr-i
Kâinat (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz orada ashabı ile vedâ'laştığı
içindir. Veda' hutbesi meşhurdur. ResuIüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) bu
hutbede ashab-ı kiramma dinlerini ta'Hm buyurmuş; ve şeriatının orada
bulunmayanlara da tebliğini vasiyet etmiştir.
«Benden sonra dönüp
bir birinizin boyunlarını vuran kâfirler olmayın!» hadisinin ma'riası hususunda
sekiz kavil vardır :
1 -
Müslümanların birbirlerini öldürmelerini helâl i'tikad etmek küfürdür. Meğer
ki te'vil ile ola.
2- Hadisden
murad: Küfrün hakikati değil, küfran-ı ni'metdir. Yani bir birinizi vurarak
nankörlük etmeyin demektir.
3 -
Birbirinizi vurmanız sizi küfre götürür.
4 - Bu iş
kâfirlerin işi gibi çirkin bir iştir.
5 -
Hadisden murad küfrün
hakikatidir. Ya'ni : «Küfretmeyin, müsiüman kalmakta devam edin!
demektir.
6 - Hattâî
ile diğer bazı ulemânın rivayetlerine göre kâfirlerden murâd; silâh
kuşananlardır. Çünkü arapçada silâh kuşanana kâfir denir. Bunu Ezherî
«Tehzibivl-lüga» adlı eserinde beyân etmiştir.
7 - Hattâbî
'ye göre ma'na : «Birbirinizi tekfir etmeyin sonra birbirinizi öldürmeyi de
helâl addetmeye başlarsınız» demektir.
8- Küfürden
murâd örtmektir. Yani benden sonra dönüp hakkı ört bas etmeyin; gizlemeyin
demektir, imâm Nevevi bu kavillerin içinden en ziyâde dördüncüyü beğenmekte ve
Kaadi Iyaz'mda ayni kavli ihtiyar ettiğini söylemektedir.
Kaadi lyaz
(Rahimehullah). hadisdeki: «
ba'zı âlimlerin
şeklinde zaptettiklerini nakletmiş; fakat
bunun ma'nayı çıkmaza
sokmak olduğunu söylemiştir. Ebul-Beka el-Ukberî dahi mezkûr f i'lin ancak bir
şart takdiriyle meczum okunabileceğini, yânî cümleyi:
«Eğer dönerseniz bir
birinizin boyunlarını vurursunuz» şekline sokmakla bunun mümkün olabileceğini
söylemiştir. Fiil meczum okunursa mukadder emrin cevabı olur. Merfu' okunduğu
takdirde cümle isti'nâfiyye veya hâl olur. Ulemâdan bazılarına göre fi'li
meczum okuyan ma'nayı küfürle te'vil etmiş olur. Merfu okuyan ise onu yukarıya
ta'lik etmediği için cümle ya hâl yahud müste'nef olur.
Resulü İlah
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in : «Benden sonra dönüp kâfir olmayın» buyurması
bazı ulemâya göre : «Ben şuradan ayrıldıktan sonra» ma'nasmadır. O gün kurban
bayramı olduğu için Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Mina'da
bulunuyorlardı. Ya-' hud Efendimiz (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) bu irtidâd
işinin kendi hayâtında olmayacağını bilmiş de vefatından sonrası için ashabını
nehyetmiştir.
Hâriciler bu hadisle
istidlal ederek büyük günâh işleyen kimsenin dinden çıkıp kâfir olduğunu iddia
ederler. Derler ki: «Bu hadisin mâ'nâsı: «Benden sonra birbirinizi öldürme
sebebiyle küfretmeyin!» demektir. Haksız yere insan öldürmek büyük günahtır.
Şu halde nass-x hadisden anlaşılıyor ki büyük günah işleyen kâfir olurmuş.»
Buradaki küfürden
muradın ne olduğunu tayin babında ulemanın neler söylediğini az evvel sekiz
madde halinde sıraladığımız düşünülürse hâricilere verilecek cevap
kendiliğinden ortaya çıkar.
îcma-i ümmeti delil
olarak kabul etmeyen ehl-i bid'at da bu hadisle istidlal ederler. Ve : «Bu
ümmeti küfürden nehiy etmek, onun küfür edebileceğine delildir. Çünkü
küfretmesi imkânsız olaydı ondan nehyedilmez-di. Bu suretle ümmetin küfür
üzerine ittifak etmesi mümkün olunca icti-hadda hatâ üzerine ittifak etmesi
evleviyetle mümkün ve caiz olur.» derler.
Ehl-i bid'atm bu
istidlali doğru değildir. Çünkü teklifin şartı, fi'lin hadd-i zâtında mümkün
olmasıdır. Haricî bir sebeble o fi'lin imkân haricinde kalması onun teklif
olunmasına mâni' değildir.
İşte ümmetin hatâ
üzerine içtimâi haddi zâtında mümkün fakat Sâri' Hazretlerinin olmayacağını
haber vermesiyle imkânsızlığı anlaşılmıştır. Hadd-i zâtında mümkün olup da
başka bir sebeble imkân haricinde kalan bir-seyi teklif ise bilittifak caizdir.
Teklif-i mâla yutak yâni kulun gücü yetmeyeceği bir işi teklif caiz değildir
diyenlere göre mümten'i olan teklif :hadd-i zatında imkânsız olan bir şeyin
yapılmasını tekliftir.
119 - (66)
Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki): Bize ba-ibain [399]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Vâkıd b. Muhammed'den o da babasından [400] , o
da İbni Ömer'den, o da Nebiy (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'den duymuş olarak fcu hadisin mislini rivayet etti.
120 — (...)
Bana Ebu Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Bekir b. Hallâd-ı Bahilî [401]
rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhamiued b. Ca'fer [402] riviyet
etti. (Dedi ki):Bize Şu'be, Vâkıd b. Muhammed b. Zeyd'den rivayet eilti. Vâkıd
babasını Abdullah b. Ömer'den rivayet ederken işitmiş; o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Se'demj'den nakletmiş ki, Resulüllah (dallallahü Aleyhi
ve. Selîem) Haccetü'1-Vedâ' da:
«Vah size, yahud vay
sîzin hâlinize! Benden sonra dönüp birbirinizin boyunlarını vuran kâfirler
olmayın!» buyurmuşlar.
Hadis müttefekun.
aleyhdir. Buharı onu : «Kitâbü'I- Edeb», «Ki-tabü'l-Mcğazî»,
'«Kitâhü'l-Hudud»,
«Kitâbü'd-Diyât» ve «Kitabü'l-Fiten» de tahric etmiştir.
«Vah size yahud vay size» ifâdesindeki şekli.
Bedrüddin-i Aynî'nin beyanına göre râvi Muhammed b. Zey d'den yahud on-4an
önceki râvidendir. Bu iki kelime arapçada çok defa yan yana da kul-lEmıhrlar.
Telefuzîarı bir birine yakın olduğu için insanı kolayca şek ve şüpheye
düşürebilirler.
Kaadî Ivez srapîan bir
şeye şaştıkları veya acıdıkları zaman kullandığını söyler. İmam Sibeveyh:
«Veyl: helâka duçar olan kimse hakkında kullanılır; Veyh ise açmayı ifâde
eder...» demiştir. Yine Sibeveyh'in; «Veyh, helâka duçar olan bir kimseyi
men'etmek için kullanılır.» dediği rivayet olunur. Sair ulema bu iki kelimenin
helak için beddua makamında kullanılmayıp sâdece şaşma ve acıma
bildirdiklerini söylemişlerdir Hz. Ömer (Radiyallahu onh) : «Veyh merhamet kelimesidir.»
demiştir. Herevî ise : «Veyh hak etmediği bir belâya duçar olan kimseye acıma
ve ta'ziye için, veyl de: hak ettiği bir belâya çarpan için acımadan söylenen
sözlerdir.» diyor.
İbni Abbâs
(Radiyallahu anh)'dan veyl'in meşakkat ma'nasma geldiği rivayet olunmuştur
(...) Bana
Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi.
Dedi ki: Bana Ömer b. Muhammed [403]'in
rivayetine göre babası [404]
kendisine (Abdullah) İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)yden işitmiş olmak üzere Şu'be'nin Vâkıd'dan rivayet ettiği hadisin
mislini rivayet etmiş.
121 — (67)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâvîye rivayet
etti. H.
Bize İbnİ Nümeyr'de
rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize babam [405] ile
Muhammed b. Ubeyd rivayet ettiler. Bunlar hepbirden A'meş'den, o da Ebû
Salih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ettiler. Ebû Hüreyre şöyle
demiş: Resulüllah (SalîaUahü Aleyhi ve
Sellem):
«İnsanlarda iki haslet
vardır ki, bu iki haslet onlarda küfürdür. Nesebe dil uzatmak ve ölüye feryad
ederek ağlamak.» buyurdular.
Nesebe diî uzatmak,
bir kimsenin babasından başkasına intisâb etmesi veya meşru' surette doğduğunu
şüpheye düşürecek şekilde konuşmasıdır.
Niyâha : ölen bir
kimsenin iyiliklerini sayarak feryatla ağlamaktır. Bu iki şeyin küfür sayılması
dahi yukarıda görüldüğü gibi muhtelif şekillerde te'vil edilmiştir. Ezcümle:
1-
Bazılarına gb're buradaki küfürden murad, bu
iki şeyin küf-fann amellerinden
ve cahiliyyet devri adetlerinden olmalarıdır. Nitekim
Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve
Sellem) kadınlar kendisine beyat ederken ölüye feryad edip
ağlamayacaklarına dair onlardan söz almış : «Ölenin arkasından yanakiarma
vuran, ceplerini yırtan ve cahiliyet da'vasın-aa bulunan bizden değildir.»
buyurmuştur. Bu hususta onbeş
sahâbiden hadis rivayet edilmiştir. Aynî (Rahimehulloh) «Umdetü'l-Kaari» adlı Buhârî şerhinde bu zevatın isimlerini
ve rivayet ettikleri hadisleri sıralamıştır. Biz, «et-Tavzih» sahibinin yaptığı gibi yalnız isimlerini
saymakla iktifa edeceğiz.
Bu zevat: 1- İbni Mes'ud, 2- Ebû Mûsâ el-Eş'ari, 3- Ma'kıl
b. Mu-karrin, 4- Ebû Mâlik
el-Eş'ari, 5- Ebû Hüreyre, 6- İbni Abbâs, 7- Mua-viye, 8- Ebû
Said-i Hudrî, 9- Ebû Ümâme, 10- Alî b. Ebî Tâlib, 11- Câ-bir, 12- Kays b. Âsim, 13-
Cünâdetü'bnü Mâlik, 14- Üraraü,
Atiyye, 15- Ümmü Seleme (Radıyallahu Anhüm) hazeratıdır.
İslâmiyet istihza,
gıybet ve kazif yani, namuslu kadınlara zina iftirası gibi şeyleri de yasak
etti. Çünkü bunlar da cahiliyet devri amel-lerindendir. Resulüllah (Saîlaîlahü
Aleyhi ve Sellem) «Allah sizden cahiliyet kibrini, soy sop ile öğünmeyi
kaldırmıştır.» buyurmuştur.
2 - Burada
küfürden murad: Küfre müeddi olmaktır.
3 - Murad:
Küfran-ı ni'mettir.
4 - Küfür
kelimesi hakikî ma'nasında kullanılmıştır.
Ancak bu hüküm ta'n
ile niyâhayı helâl i'tikad edenlere mahsustur.
Hadis-i şerif nesebe
ta'n ile niyahanm haram olduğunu ağır bir lisanla ifâde ediyor.
122 — (68)
Bize AK b. Hucr es-Sa'dî rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail (yâ'ni İbnî Uieyye),
Mansûr b. Abdirrahman [406]
dan, o da Şa'bîden, o da Cerir' [407] den
naklen rivayet etti. Şa'bî Cerirî: «Her hangi bir köle sahiplerinden kaçarsa,
onlara donünceye kadar küfretmiştir.» derken işitmiş. Mansur: «Vallahi bu
hadis gerçekten Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'den de rivayet olundu.
Lâkin ben onun burada Basra'da benden rivayet edilmesini istemiyorum» demiş.
Hadisin diğer bir
rivayetinde «Küfretmiştir» yerine:
«Zimmet» ondan beri
olmuştur» denilmiştir. Bunun ma'nası: o kölenin zimmeti yoktur, demektir.
Zimmet: lügatte söz
vermektir; zemmden alınmıştır. Sözünden dönen kimse zemmi hak ettiği için söz
vermeye zimmet denilmiştir. Emân ve garanti ma'nalanna da geiır. İstılahda ise;
bâzı ulemaya göre: bir vasıf olup insan onunla lehine ve aleyhine bir şey
lâzım gelmesine ehil olur. Bir takımları onu vasıf değil zât olarak kabul etmiş
ve : «Zimmet, ahd-u peymanı olan bir nefistir.» diye ta'rifde bulunmuşlardır.
Çünkü insan bü-jtün fukahâya göre lehine ve aleyhine bir şey vâcib olmaya
elverişli bir zimmete sahip olarak dünyaya gelir. Sair hayvanlar böyle
değildir.
İbni Salâh: «Burada
zimmet zimâm yani hürmet diye tefsir edilen zimmet de olabilir; Allahm zimmeti,
Resulüllah (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in zimmeti yânı tekeffülü, emanet ve
riâyeti kabilinden de olabilir. Bundan dolayıdır ki bir kaçak köle, sahibinin
kendisini cezalandırmasından masundur. Zira kölenin kaçmasile zimmet
(masuniyet) ortadan kalkmıştır.» diyor". Bittabi zimmeti kalmayınca harbî
hükmüne girer ve kanı heder olur.
Hadîsin başka bir
rivayetinde :
«Köle kaçtığı zaman
sahiplerinin yanına dönünceye kadar hiç bir namazı kabul olunmaz.»
buyurulmuştur.
Bu hadisi imam Mâziri
ve ona tebean Kaadî Iyaz teVil etmişlerdir. Onlara göre namazın kabul
edilmemesi, kaçmayı helâl i'ti-kad eden köleye mahsustur. Bu köle kâfirdir.
Onun hiç bir namazı ve başka ibadeti kabul edilmez; zâten namazı zikretmekle
sair ibâdetlere tenbih olunmuştur. Fakat Ebû Amr İbnî Salâh buna i'tiraz etmiş
ve : «Bilâkis bu hüküm helâl i'tikad etmeyende de câridir. Hem namazın kabul
edilmemesinden onun sahih olması da lâzım gelmez; kaçak kölenin namazı sahih
lâkin makbul değildir. Kabul edilmediğini bu ha-disden anlıyoruz. Çünkü
ma'sıyetle birlikte kılınmıştır. Namazın sahih olması ise sıhhatim istilzam
eden şartları ve erkânı bulunduğundandır. Burada hiç bir tenakuz da yoktur.
Namazın kabul edilmemesinin eseri sevabsız kalmasında, sahih oluşunun eseri
ise; kaza lâzım gelmemesinde ve bir de namazı terk edenler gibi
cezalandırılmamasında kendini gösterir» demiştir. Ona göre te'vile hacet
yoktur.
Hadisde kaçak köle
hakkında «küfretmişîir.» denilmesi biraz yukarıda gördüğümüz sekiz şekilde te'vil
edilir.
Mansur'unbu hadisi
Şa'bî tarikile Cerir'e mevkuf olarak rivayet etmesi, sonra onun
Peygamber(Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'e merfu' olduğunu yeminle bildirerek :
«lâkin ben onun burada Basra'da benden rivayet edilmesini istemiyorum.» demesi
o zaman Basra, hâriciler ve mu'tezile taifeleriyle dolu olduğu içindir. Mezkûr
taifeler günah işleyenlerin ebediyyen cehennemde kalacaklarına kail hattâ
Hâriciler küfrüne hükmettikleri cihetle Mansur kaçak kölenin de küfrüne
hükmedeceklerinden korkmuştur.
Bu bid'at taifelerinin
bâtıl mezheplerine sırası geldikçe kitabımızın bir çok yerlerinde lâzım gelen
cevaplar verilecektir.
123 — (69)
Bize Ebû Bekir b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafe b. Gıyâs,
Dâvûd'dan, [408] o da Şa'bi'den, o da
Cerir'den naklen rivayet eyledi. Cerir şöyle demiş: ResulüUah (Saliallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Her hangi bir köle
kaçarsa zimmet ondan berî olmuştur.» buyurdular.
Zimmetin beri
olmasının ma'nası o kimsenin emniyeti babında îs-lâmiyetçe verilen ahd-u peyman
kalkmıştır. Artık, o şahıs bir harbîden farksızdır; mâsun değildir demek olduğu
yukariki hadisin şerhinde görüldü.
124 — (70)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, [409]
Muğira' [410] dan, o da Şabi'den
naklen haberverdi. Demiş ki: Cerir b. Abdillâh Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve
Sellem)'âen naklen onun: *cBir köle kaçtımı onun hiç bir namazı kabul edilmez.»
buyurduğunu rivayet ederdi.
Bundan muradın ne
olduğu yukariki rivayette görüldü. Şunu da ilâve edelim ki; ekseri Şafiî
âlimlerine göre; gasbedilen bir yerde kılman namaz sahihtir; yalmz sevabı
yoktur. Bazıları, bu namaz sahih değildir demişlerdir. Hanefi âlimlere göre
gasbedilen yerde namaz kılmak mekruhtur.
125 — (71)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Bana Salih b. Keysan'dan gelen, onun
da Ubeydulîah b. Abdillâh b. Utbe'den, onun da Zeyd b. Hâlid-i Cühenî'den [411]
naklen rivayet ettiği bir hadisi Bîâlik'e [412]
okudum. Zeyd şöyle demiş: Eesulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hudeybiyede
bize sabah namazını geceleyin yağan yağmurdan sonra kıldırdı. «Namazdan çıkınca
cemaata karşı döndü ve: Rabbınız ne buyurdu bilirmS-siniz?» diye sordu. Cemaat — Allah ve Resulü bilir;
dediler. (SaHallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Allah: kullarımdan
bazısı bana mü'min, bazısı da kâfir olarak sabahladı. Kim; Allanın fadlu
rahmetîle yağmura kavuştuk dedi ise, işte o bana imân, yıldıza küfretmiştir.
Kim, filân ve filân yıldızın doğması veya batmasile yağmura kavuştuk dedi ise;
o da bana küfür, yıldıza imân etmiştir,
buyurdu.» dedi.
Hadis müttefckun
aleyhdir. Onu Buhâri: «Kîtâbü's-Sâlat» ile
«Kitâbü'l- Meğâzi» de
ve : «İstiska» babında, Sünen sahiplerinden Ebû Davud «Tıb» da. Nesâî de
«Kitâbü's-Sâlat» da tahric etmişlerdir. Bu hadis-i şerif, kudsi hadislerden
biridir. Onun için zamirleri Allah'a râc'idir.
Resulülîah (Sallallahü
Aleyhi ve Se!lem)'in: «Bilirmisiniz?» diye istifhamla söze başlaması, tenbih
içindir. Hatta Nesâî'nin rivayetinde: «işitmediniz mi Rabbiniz bu akşam ne
buyurdu?» demiştir.
Mevzu-i bahis sabah
namazı Hudeybiye'de kılınmıştır. Nitekim Buhârî 'nin rivayetinde sarahaten
zikredilmiştir. Hudeybiye Mekkeye yakın bir köydür. Müşrikler Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i oradan geri çevirmiş; Beytullahı ziyaretine müsaade
etmemişlerdi.
Kur'an-ı Kerîmde zikri
geçen «Ağaç altındaki beyât-î ridvân»
orada olmuştur.
Hudeybiye kelimesi
meşhur ve muhtar olan kavle göre (ya) nin tahfifile Hudeybiye şeklinde okunur,
İmam Safi ile lügat ulemasının ve bazı eh-li hadisin kavilleri budur, imam
Kısai ile İbni Vehb ve ekser-i muhaddisîne göre
(yâ) nin şeddesile Hudeybiyye oku-Ci'râne 'nin (râ) sı üzerinde de ayni şekilde
ihtilâf olunmuştur.
Hadîsin ma'nası
hususunda ulemâ iki kavil üzerine ihtilâf etmişlernur. dir.
Birinci kavle göre :
filân yıldızın doğması veya batmasüe yağmura kavuştuk demek Allah'a küfürdür.
Bu söz, sahibini dinden çıkarır; yalnız bu hüküm yıldızın yağmur yağdıracağına
inanan kimselere mahsus-tuı. Nitekim câhiliyyet devrinde böyle i'tikad
edilirdi. Buna inanan bir kimsenin kâfir olduğunda şüphe yoktur, Cumhûr-u
ulemanın kavli bu olduğu gibi hadîsin zahirinden anlaşılan ma'nâ da budur. Şu
hâlde yağmuru Allah Teâlâ yağdırdığına, yıldızın doğması veya batması ona
ancak âdi bir alâmet olduğuna inanmak şartile bu sözü söylemek küfrü
icâbet-mez. Çünkü : Bize filân vakit yağmur verildi, ma'nasma gelir. Maamafih
esah olan kavle göre böyle demek yine de kerâhet-i tenzihiyye ile mekruhtur.
Kerahete sebeb, ayni sözün bâzan küfür için bazen da başka ma'-nada
kullanılması ve bu suretle söylenene su-i zann edilmesi; bir de avni sözün
câhiliyyet devrinin ve onların yolundan gidenlerin şiarı olmasıdır.
İkinci kavle göre:
Küfürden murâd: Allanın ni'metlerine karşı küf-randa bulunmaktır. Bu ma'na,
yıldızın yağmur yağdırdığına inanmayana göredir. Babımız hadislerinin en
sonuncusuda: «İnsanlardan bazısı şükrederek, bazısı da küfranda bulunarak
sabahladı.» buyurulması, keza ondan evvelki rivayette: «Allah gök yüzünden hiç
bir bereket indirmemiştir ki, insanlardan bâzısı o berekete küfrând»
bulunmasın.» denilmiş olması bu te'vili te'yid eder.
Nev':
aslında yıldız demek değildir. Bu kelime : yıldız battı ve kayboldu ma'nasına
masdardır. Bazıları, yıldız doğdu ma'nasma geldiğini söylemişlerdir. Çünkü ayın
menzilleri diye bilinen, bütün sene doğdukları yerler ma'lum yirmisekİz
yıldızdan biri her onüç gecede bir garbda fecir zamanında batar; onun
karşısında o saatte şarkda bir yıldız doğar-mış. Eğer yağmur yağarsa,
câhiliyyet devri araplan bu yağmuru, batan yıldıza —Esmaiye göre doğana— nisbet
eder; yağmuru o yıldızın yağdırdığına inamrlarmış. Bazen faile masdar ismini
vermek kabilinden mecazen yıldıza da nev' denilir.
Hattâbi 'ye göre yıldız demektir, E bû İshâk ez-Zeccâc . garpda
batan yıldızlara enva', şarkda doğanlara da bevârih denildiğini söylüyor.
Bu babta «Tecrid
tercemesinde de şu ma'lumat verilmektedir :
[413]
«Nev'in cem'i
enva'dır. Enva' ayın menzilleri ma'nasmadır. Aym men-zileri yirmi sekizdir. Ay
her gece bunlardan bir menzilde bulunur. Bu menzillerden her biri o semâ sahasında
bulunan yıldızlardan birinin ismile anılır.
1- Seretan, 2- Butayn, 3- Süreyya, 4- Deberân, 5- Hek'a, 6- Hen'a, 7-
Zirâu'1-Esed, 8- Nesre, 9- Tarf, 10- Cephe, 11-.Zebra, 12- Sarfe, 13 - Avvâ', 14- Simaku, 15- A'zel, 16- Gafer, 17- Zubana, 18- İklîl, 19-
Kalbu'l-akreb, 20- Şevle, 21- Nâim, 22- Belde, 23- Sa'd-u
za-bih, 24- Sa'd-u bûlâ', 25- Sa'dü-s' Suûd, 26- Sa'du'l-Ahbiye, 27-
Fer'u evvel, 28- Fer-u' sâni, 29- Batnu'1-Hût.
Bu isimleri alan.
yıldızların daima ondördü geceleyin ufkun üstünde, diğer ondördü ufkun
altındadır. Hangisi garp tarafından batarsa, rakib ismi verilen yıldız şark
tarafından doğar. İlk ondört menzil şimal menzilleri, sonrakiler cenup
menzilleridir.
Araplar bu
yıldızlardan birinin fecir zamanında batmasile birlikde, rakîb olan yıldızın o
saatte doğmasına nev'derler. Onun için lügat ulemâsının kimi yıldızın
batmasına, k*/ni doğmasına, kimi de her ikisine birden nev' denildiğini
söylerler. Bu nev'Ier bir biri arkasından onüçer gün fasıla ile battığında ve
rakipleri doğduğunda o müddet zarfında yağmur, rüzgâr, soğuk, sıcak, bereket
her ne olursa batan yıldıza izafe edilir; ve: filân şey filân yıldızın
nev'inde vâki' oldu, derlerdi.
Yalnız cephenin
batması ondört günde olur ki; bu hesaba1 göre yirmi sekiz nev'in batması 365
gün eder ve güneş senesi bununla sona erer. Envü* hesabına göre hangi yıldızdan
başlanmışsa yeni güneş senesi de o yıldızdan başlamış olur; ta'bir-i aharla
sene yirmisekiz kısma bölünüp . takriben her onüç gün zarfında vukua gelen
cevvî hâdiseler, o günlerde hâkim addedilen yıldıza isnad edilirdi!»
Ebû Bekir İbnü'l-Arabi
diyor ki: «Bu hadîsi İmam Mâlik
«istiska» babına iki sebeble almıştır.
Birinci sebeb:
Arapların yağmuru yıldızlardan beklemesidir. İşte Peygamber (Saîîallahü Aleyhi
ve Seliem) kalplerle yıldızlar arasındaki bu alâkayı kesmiştir.
İkinci sebeb: Hz. Ömer
(Radiyallahu anh) zamanında kıtlık olmuştu. Ömer (Radiyallahu anh) Hz.
Abbâs'a; «Ülker yıldızlarından kaçı kalmış?» diye sormuş. Abbas (Radiyallahu
anh) : «Söylendiği ne göre yâ
Emîre'l-mü'minîn! onlar ufuk il a yedi dane olarak goriinüyorlar-nıış.»
demişti. Mezkûr yıldızlar kaybolur olmaz yağmur indi. Ömerle Ab-basa bakın ki,
onlar bile Ülker yıldızlarını ve zamanı gelince onların batmasını
beklemişlerdir.» İbnİ'l-Arâbî sözüne
şöyle devam ediyor : «Şüphesiz ki
yağmuru Allah'dan değilde — yıldız yaratmış olmak üzere — yıldızlardan
bekleyen kimse kâfirdir. Allah'ın
yıldızlara verdiği bir hâssad-dan dolayı yıldızlar yağmuru yaratır diye i'tikad
eden de kâfirdir. Çünkü yaratmak ve emir vermek Allahdan başkasına caiz
değildir. Nitekim Allah Teâlâ Hazretleri:
«Dikkat edin yaratmak ve emir ancak ona mahsustur.
[414]
buyurmuştur. Ama yıldızların doğup batmasını bekleyerek, Allah'ın âdeti budur diye onlardan yağmur
bekleyene bir şey yoktur. Zira Allah Teâlâ bulutlara, rüzgâr ve yağmurlara bir
takım menfaatlar tevdi etmiştir...»
1- Hükümdar
veya kumandan bir meselenin bütün inceliklerini düşünsünler diye o meseleyi
arkadaşlarına arzedebilir.
2 - Allah
Teâlâ her şeye bir sebeb halk etmiştir. Hüküm o sebebe izafe olunur. Fakat
hakikatta fail Allahu Zü'1-Celâldir.
3- Peygamber
(Salİallahü Aleyhi ve Seliem) 'in vasıtasız olarak Allah'dan haber vermesi
onun kadr-u şanının pek büyük olduğuna delâlet eder.
4 - Yağmur yağdırmayı
Allah'dan başkasına nisbet etmek caiz değildir.
126 — (72)
Bana Harmeletü'bnü Yahya ile Amr b. Sevvâd-i Âmiri [415] ve
Muhammed b. Selemete'l-Muradı [416]rivayet
ettiler. Murâdî dedi ki: Bize Abdullah b. Vehb (Yunus) dan [417]
rivayet etti. Diğer ikisi dediler ki: Bize İbni Vehb haber verdi: Dedi ki: Bana
Yunus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bant^Jbeydullah b. Abdillâh
b. Utbe rivayet etti kî, Ebû Hureyre şöyle demiş: Resulüllah (SallallahU Aleyhi ve Seliem):
«Görmediniz mi
Rabbiniz ne buyurdu! Ben kullarıma hiç bir (yağmur) ni'met (i) ihsan
etmemişîmdir ki, onlardan bir gurup o ni'mete küfrân etmesin. (Onu) yıldız
(verdi); yıldız sayesinde (oldu) derler.
Bana Muhammedi b.
Selemete'1-Muı-âdî rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Abdullah b. Vehb,
Amru'bnü'l-Hâris'den rivayet etti. H.
Bana Amr b. Sevvâd da
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb
haber verdi. (Dedi
ki): Bize Anırubnü'I-Hâris haber verdi ki, Ehû Hü-reyrcnin âzadlısı Ebû Yûnus [418]
kendisine Ebû Hureyreden o da Re-su\ül\ah (Saüallahü Aleyhi ve Seller») 'den
naklen tahdis eylemiş. Buyurmuş-
lar ki:
«Allah gökten hiç bir
(yağmur) bereket (i) indirmemiştir ki insanlardan bir fırka ona küfranda
bulunmamış olsunlar. Allah yağmuru indirir; onlar yıldız şöyle yaptı; böyle
etti derler. Muradî'nin hadisinde ise: «şu ve şu yıldız sayesinde...» ifâdesi vardır.
127 — (73)
Bana Abbâs b. Abdilâzim [419]
el-Anberî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Nadr b. Muhammed [420]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ikrime — ki İbni Amnıârdır— rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Ebû Zümeyl [421] rivayet
etti. Dedi ki: Bana İbni Abbâs rivayet eyledi. Dedi ki : Peygamber (Saüallahü
Aleyhi ve Sellem) zamanında halk yağmura kavuştu. Bunun üzerine "Sehiy^Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdular.
İnsanlardan bâzısı
şükrederek, bir takımı da küfrederek sabahladı. Bazıları: Bu, Allanın
rahmetidir; dediler. Bazıları da gerçekten şu ve şu yıldızın nev'i doğru çıktı
dediler.
İbni Abbas dedi ki :
— Bunun üzerine şu
âyet indi: «Yıldızların düşüş
yerlerine yemin ederim...» ve tâ: «rızkınızı behemehal tekzib etmeğe mi
kalkıyorsunuz?» (Vakıa : 75 - 82) âyetine vardı.
Bundan Önceki iki
rivayetin birinde yağmura nimet denilmiş; diğerinde bereket tâbiri
kullanılmıştır. Mezkûr ta'birlerden bilumum nimetler kasdedilmemiştir.
Halkın bu tarzdaki
konuşmaları eski bir âdet olup ihtimal o güne kadar sürüp gelmiştir, llaamafih
hadisi duymazdan önceye aid olması da muhtemeldir.
E1-Ubbi İslâm feylesoflarından Fârabi ile İbni Sina'nm Aristo
ya tâbi' olarak : «Birden yalnız bîr çıkar» faraziyesine kail olmalarını ehl-i
cahiliyyetin yıldıza yağmur isnadı kabilinden hezeyanlar diye
vasıflandırmışlar. Bu feylesoflara göre: Allah Teâlâ vâ-cibü'l-vücud clunca,
bir olması icâbeder. Bir olunca, ancak bir şey yaratması gerekir. Çünkü iki
şey yaratmış olsa hadd-i zatında muhtelif iki şey rtibariîe yaratacaktır ki, bu
ona vacib olan birliğe munâfi kesrettir. Binaenaleyh bir olan Allahdan ancak
bir şey sadır olmuştur ki, o da akıldır. Sonra bu akıldan dört cevher, akl-i
sâniden de dört cevher sâdır olmuş; derken bu tertib üzere ar. akıl, dokuz
nefis ve dokuz felek meydana gelmiş. Sonra bu felekler harekete gelerek dört
temel unsur denilen hava, su ateş ve toprak meydana gelmiş, daha sonra bu
unsurlar hareket ederek gök kubbenin altındaki şu aîem-i kevn ve fesâd vûcud
bulmuş...
E1-Übbînin beyanına
göre feylesofların bu bâbtaki hezeyanları çoktur. Fakat müddeâîannı delil yolu
ile isbât edecek hiç bir mesnedîeri yoktur. Delil hususunda sıkıştırılacak
olurlarsa: «Böyle şeyler deil ile anlaşılmaz; bunlar ancak riyazatîa anlaşılır.
Riyâzatı kim eyi yaparsa söylediklerimizi de o anlar...» derler.
Hadis-i şerifde
bahsedilen âyetler Vakıa Sûresinin 75, 32 âyetleridir. Bunlar hakkında İbni
Salâh şöyle demektedir : Murad-ı İlâhi bütün bu âyetlerin yıldızlar hakkında söylenenler
için indiğini anlatmak değildir. Bu hususta inen yalnız «rızkınızı behemehal
tekzib etmeğe mi kalkıyorsunuz?» âyet-i kelimesidir. Diğer âyetler başka şeyler
hakkında nazil olmuştur. Ancak hepsi bir defada nâziî olduğu için hep birden
zikredilmişlerdir. İbni Abbâs (Radiyallahu anh)*dan gelen rivayetlerin
bâzılarında yalnız bu âyeti zikirle iktifa edilmiş olması da bunu gösterir. »
Âyetin tefsirine
gelince : Ekseri müfessirler «buradaki nzıkdan mu-râd şükürdür.» diyorlar ki,
Sultânü'l-Müfessirin İbni Abbas (Radiyaüahu anh) 'm kavli de budur. Bu takdirde
ma'na şöyle -lur : «Şükredeceğiniz yerde, yağmuru yıMiza nisbet etmek sûretile
tekzibe mi kalkışıyorsunuz?»
Ezher-î ile Ebû Alî
Farisiye göre âyetten muzaf hazfedilmiştir. Mâna: «Rızkınızın şükrünü tekzihden
ibaret mi yapıyorsunuz?» dernektir, Ha-san-ı Basrî'ye göre rızkın ma'nası
nasibtir...
Mevakıu'n-nucümdan
murad: ekser-i Müfesirine göre semâdaki
yıldızların batmasıdır. Bazıları mevakı': doğdukları yerlerdir; demiş bir takımları
da kıyamet gününde dağılıp saçılmaları ma'nasını vermişlerdir. Hatta nücumdan
murad: Kur'an-ı Kerîmin nücûmudur diyenler vardır. Bu kavil İbni Abbâs
(Radiyallahu anh)'dan mervidir. Kur'an'm nücûmu kısım kısım indirilmesi;
mevâkiî de indirildiği zamanlardır. Mücâhid: «Me-vâkıu'n-nücum» Kur'an'ın
muhkem âyetleridir.» demiştir.
128 — (74)
Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahman b.
Mehdi, Şu'beden, o da Abdullah b. Abdillâh b. Cebr'-den [422]
naklen rivayet etti. Abdullah demiş ki; Enes-i şöyle derken işittim :
Resulülla (SaHalîahü Aleyhi ve Selîem):
«Münafığın alâmeti
Ensara buğzetmek, mü'minîn alâmeti ise Ensâri sevmektir.» buyurdular.
(...) - Bize
Yahya b. Habîb el-Hârisi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâîid yâni İbnü'l-Hâris [423]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Abdullah b. Abdillâh'dan, o da Enes'den, o
da Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti ki,
Efendimiz (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):
«Ensari sevmek iman
alâmeti, onlara buğzetmek ise nifak alâmetidir.» buyurmuşlar.
129 — (75)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. Dedi ki: Bana Muâı b. Mu âz rivayet eyledi.
H.
Bana Ubeydullah b.
Muâz da rivayet etti: Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize babam [424]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Adiy b. Sabüt'den [425]
rivayet etti. Adiy demiş ki: Berâ'ı [426]
Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Selîem)''den naklen onun Ensâr hakkında:
«Onları ancak mii'min
olan sever; ve onlara ancak münafık oSan buğz-eder. Onları kim severse Allah da
onu sever; kim buğzederse Allah da ona buğzeder.» buyurduğunu rivayet ederken
işittim.
Şu'be demiş ki: «Adiy'ye:
— Bunu BerâMan mı
işittin? dedim. «Bana anlattı.» dedi.
130 — (76)
Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yâ-kub (yani İbni
Abdirrahmân el-Kaarî) [427],
Süheyl'den, [428] o da babasından, o
da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Kesulülîah
(SallaVahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Allaha ve âhiret gününe
iman eden hiç bir kimse Ensara buğz etmez.» buyurmuşlar.
__(77) Bize
Osman b. Muhammed b. Ehî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Cerir [429]
rivayet eyledi. H.
Bize Ebû Bekir İbni
Ebî Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme [430]
rivayet etti. Cerir ile Ebû Üsame her ikisi A'mcş'den, o da Ebû Sâlih'den, [431] o
da Ebû Said'den [432]
naklen rivayet ettiler. Ebû Said şöyle demiş: Resulüllah (Sallallahü A leyhi ve Seiiem) :
«Allaha ve âhiret
gününe imân eden bir kimse Ensâra buğzetmez.» buyurdular.
Bu hadisi az farkla
Buhârî ve Nesâi dahi tahric etmişlerdir. Bu hâ r i 'nin rivayetleri:
«Kitabü'Mmân» «Kitabü's-Sahâbe» «Kitabü's-Şehâdât» «Kitabü'1-Edeb» ve
«Kîtâbü'l-Vasâya» dadir.
Âyetin, alâmet
ma'nasına geldiğini ve münafık hakkındaki kavilleri yukarıda görmüştük. Şimdi
de bu hadislerin ma'nalannı görelim :
. Ensâr : nâsır'ın
cem'idır. Nasîr'in cem'i olduğunu söyleyenler de vardır. Nasır! yardım eden
demektir. Nasir'de öyledir; hattâ daha mubaleğa-lıdır. Medine'li Evs ve Hazrec
kabileleri Peygamber (Sattallahü Aleyhi ve Selle m)'e pek büyük yardımlarda
bulundukları için bu ismi onlara bizzat Resulü Zîşân (Sallallahü Aleyhi ve
Selle m) efendimiz vermiştir. Daha Önceleri her iki kabilenin büyük anneleri
olan Kaylc'nin ismine izafetle bunlara Beni kay1e denilirmiş. Resulüllah
(Sallallahii Aleyhi ve Sellemy'iYi tesmiyesinden sonra «Ensar» sözü kendilerine
alem oldukdan maada çocuklarına, dost ve yardımcılarına da ensâr denilmiştir.
Bazıları bu ismi onlara Allah Teâlâ'nın verdiğini söylerler.
Filhakika Ensar-ı kiram
islâmın neşri ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i müdâfaa uğrunda pek
büyük yardımlarda bulunmuşlardır. Hicret günlerinde ona ve Mekke'den gelen
muhacir müslümanlara en güzel misafirperverlik örneğini onlar göstermiş; onları
kendi aileleri efradından daha ileri tutmuş; bu uğurda mallarını ve canlarım
feda etmişlerdir.
İslâm dinini meydana
çıkarmak onu i'lâ etmek için her ta'rif ve tasvirin üstünde şehâmet ve
fedâkârlıklar gösteren bu muhterem zevatı sevmek, kendilerine hürmet göstermek
elbet de îmânın sıhhatma, İslâmiyet hususundaki sadâkata delâlet eder. Çur.kü
onları sevmek İslâmiyetin meydana çıkmasına ve kuvvet bulmasına sevinmek
demektir, Ensar-ı kiramı bu yararlıklarından dolayı sevmeyerek kendilerine
buğzetmek şüphesiz ki; nifak alâmetidir, Boyleleri zahiren müslüman görünseler
bile; kalben kâfirdirler. Bu ma'naca buğuzda bulunmak yalnız ensar hakkında
değil bütün ashab-ı kiram hakkında rr.ernnû'dur. Nitekim bundan sonra gelen
Hz. Ali (Radiyallahu onlu hadîsinden de anlaşılacaktır. Bununla beraber
ensâr-ı kiramın yinede bir hakk-ı tekaddümleri vardır.
Ensar ve diğer
ashabdan biri hakkında bu ma'naya değil de başka bir cihetten muvakkaten bir
adern-i muhabbet eseri göstermek nifaka alâmet değildir. Bu hususda Kurtubi
şöyle demiştir :
«Amma bir kimse bu
cihetten başka, arızi bir sebeble, meselâ bir maksada muhalefet ve bir zarar
veya benzeri bir şeyden dolayı ashâbtan birine buğzederse bundan dolayı
münafık ve kâfir olmaz. Ashâb arasında bir çok muhalefet ve muharebeler
olmuştur. Bununla beraber hiç biri diğerinin nifakına hükmetmemiştir. Onların
bu husustaki hâlleri ahkâm babında müctehidlerin hâlleri gibidir. Ya (bir
kavle göre) hepsi hakka isabet etmiştir; denilir yahut (diğer bir kavle göre)
isabet eden bir dâne-sidir. Fakat hatâ eden ma'zûr olur. Çünkü o re'yine ve
zanmna göre muhataptır. İşte bunlardan birine maazallah bir şeyden dolayı
buğzeden kimse âsî olur; tevbe etmesi gerekir...»
Burada bâzı sualler
hatıra gelebilir. Şöyle ki;
1- Hadisin
bütün rivayetlerinde göze çarpan «ensâr» kelimesi cem'i kıllettir. Cem'i kıllet 10 dan yukarıda kullanılmaz;
halbu ki; ashab-i kırâm on değil binlerce idiler. Acaba kelime niçin
kılk'te cemi'len-miştir...
Cevap :
kılletle kesret ancak nekire olan cemilerde nazar-ı i'tibara alınır. Ma'rife
cemi'lerde aralarında hiç bir fark yoktur.
2 - Hadîsin
zahirine bakarak Ashab-ı kiramı sevmeyenlere kâfir diyecek miyiz?
Cevap :
Hayır, demeyeceğiz. Çünkü böylesinde imanın yalnız alâmeti yoktur. Alâmetin
bulunmaması ise gösterdiği şeyin de bulunmamasını icabetmez. Şöylede cevap
verilebilir: Buradaki imandan murâd îmânın kemâlidir. Kemâli bulunmamakla
imanın kendisinin de bulunmaması icâ-betmez.
3 - Ashaba
buğzeden kimse kalbîle zarurât-ı diniyeyi tasdiketse bile yine münafık olur
mu?
Cevap:
Burada maksad: Ensar-ı kirama Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'m
yardımcıları olduğu için buğzedenlerdir. Hem Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemf'e buğzetmek hem de onun peygamberliğini tasdikde bulunmak mümkin
değildir.
131 - (78)
Bize Ebû Bekir İbni Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Veki' [433] ile
Ebû Muâviye, [434] A'mesden rivayet
ettiler. H.
Bize Yalıya b. Yahya
dahî rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o
da Adiy b. Sâbit'den, o da Zırr'den [435]
naklen haber verdi. Zirr demiş ki: Aliy şunları söyledi:
«Dâneyİ yaran ve
insanı yaratan Allâha yemin ederim ki, beni raü'-mimjen başkasının sevmemesi ve
munâfıkdan başkasının bana buğzetme-mesi ûmmî olan Peygamber (Sallallahü A
leyhi ve Seltem) Jin bana kat-i bir ahdu peymamdır.»
Dâneyi yaratmaktan
murad ondan nebat çıkararak büyütmektir.
Neşeme:
însan demektir. Nefis ma'nasına olduğunu söyleyenler de vardır. Ezheri,
nesemenin nefis ma'nasına geldiğini ve can taşıyan her hayvana neşeme
denildiğini hikâye eder.
Ümmî: okuma
yazma bilmeyen demektir. Resulüllah (SaÜatlahü Aleyhi ve Selîem) ümmî idiler.
Onun bu hâli Peygamberliğine delâlet eden en büyük mucizelerinden biridir.
Hz. Aliyü'bnü Ebî Tâ1ib
(Radiyalîahu anh)'m Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e ne derece yakın
akraba hatta onun damadı olduğunu, İslâmiyet uğurunda gösterdiği yararlıkları
ve Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kendisini son derece severek
takdir ettiğini bilen bir kimsenin onu bundan dolayı sevmesi imân ve İslâmının
sıdkı-na delâlet eder. Yine bu sebepten ona buğzeden şüphesiz münafık olur.
Diğer ashab-ı kiramı sevmenin veya onlara buğzetmenin hükmü de budur.
132 - (79)
Bize Muhammed b. Rumh b. el-Muhâdr-i Mısrî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, [436]
İbnü'l-Hâd'dan, [437] o
da Abdullah b. Dinardan, o da Abdullah b. Ömer'den, o da Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işitmiş olmak üzere haber verdi. Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ey kadınlar cemâli!
sadaka verin! istiğfarı da.,çok yapın! çünkü ben ekseriyetle cehennemliklerin
sizlerden olduğunu gördüm.» buyurmuşlar.
Bunun üzerine o
kadınlardan aklı başında biri:
— Yâ Resulâllah! Aceb
biz ne yapmışız ki cehennemliklerin ekserisi bizden olmuş? demiş. Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Çünkü siz çok lâ'net
eder; kocalarınıza karşı küfran-ı nimette bulunursunuz. Akıl ve dîni noksan
olanlardan hiç birinin akıllı bîr kimseye sizin kadar galebe çaldığını
görmedim.» demiş. Kadın:
— Yâ Resulâllah! Akıl ve dinin noksanlığı
nedir? diye sormuş. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Akıl noksanlığına
gelince: iki kadının şahidliği bir erkeğin şahidliğine muâdildir. İşte aklın
noksanlığı budur. Kadın günlerce namaz kılmaz; ramazanda (bii müddet) oruç
tutmaz. Dinîn noksanlığı da budur.» buyurmuşlar.
Bana bu hadisi
Ehu't-Tâhir [438] de rivayet etti. (Dedi
ki): Bize İbni rehb, [439]
Bekir b. Mutlardan, [440] o
da İbni'l-Had'dan naklen bu isnad-1a bu hadisin mislini haber verdi.
— (80) Bana
Hasen b. Aliy el-Hulvânî ile Ebû Bekir b. İslıâk rivayet et-ttler, dediler ki:
Bize İtmü Ebi Meryem rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muham-med b. Ca'fer haber
verdi. Dedi ki: Bana Zeyd b. Eşlem, [441]
Iyâd b. Ab-dİiiâlı'daiî, [442] o
da Ebû Said-i Hudrî'den, o da Nebiy
(Sallallahü Aleyhi e Sellem)''den naklen haber verdi. H.
Bize Yahya b. Eyyûb
ile Kuteybe ve İbni Hücr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail —kî İbni Ca'ferdir—
Amr b. Ebî Amr'dan, [443] ü
da el-Makburî'den [444] o
da Ebû Hüreyre'den, o da Nebiy (SallallahU Aleyhi ve Sellem) 'den naklen, İbni
Ömer'in Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) den naklen rivayet ettiği hadis
ma'nâsında bir hadis rivayet etti.
Bu hadisi Müslim bir
kaç yoldan rivayet ettiği gibi Buharı dahi : ilayız, Oruç, Bayram namazları
bahislerinde; Nesaî Namaz bahsinde taline etmiştir. Onu İbni Mâce ile
başkaları da rivayet etmişlerdir.
Buhâri'nin rivayetine
göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)
bir kurban veya
ramazan bayramı namazına giderken kadınlara rastlamış ve hadisde geçen sözleri
kendilerine o zaman söylemiştir.
Ma'şer: cemaat
demektir. Kav m. rant ve nefer kelimeleri de ayni ma'nâya gelirler. Buniarm
müfredleri yoktur. Sa'1ebi : «Ma7şer kelimesi erkekler cemaatine mahsustur.»
demişse de bu söz kabul edilmemiştir. Nevevî: «Ma'şer, bir şeyde ortak olan
cemaattir. Meselâ: insan bir ma'şer, cin ma'şer,'kadınlar ma'şer, şeytanlar
marşerdir; cem'i : meâşir gelir.» diyor.
Ekseriyetle
cehennemliklerin kadınlar olduğu Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellemj'e İsrâ
gecesinde gösterilmiştir. Hâdiseyi anlatırken Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seliemy'm kadınlara hitabe: «sizi gördüm» demekten muradı muhatabı olan
kadınlar değil, hemcinsleridir. Yâni ekseriyetle cehennemlikler sizin
sınıftandır; demek istemiştir. Cennetlikler hakkında vârid olan bir hadisde :
«Onların her birerlerinin ikişer karısı olacak...» buyurulmuştur.
Bu hadis, kadınların
erkeklerden çok olacağına delâlet ederse de el-Übbi'nin beyanına göre;
kadınların o gün erkeklerden çok olması her zaman onlardan fazla olmalarını
istilzam etmez. Yahud : kadınlar cehennemde erkeklerden çoktur; bir erkeğe iki
kadın verilmesi ise cehennemden çiktıkdan sonra olacaktır.» denilir. Maama'fih
bir erkeğe verilen iki kadının hurilerden olması ihtimâli de vardır. Nitekim
Teâlâ Hazretleri ehl-i cennet erkekleri hurilerle evlendireceğini
va'detmiştir,
« f
»ne sebeı^e ta'birindeki «bâ» sebep için «mâ» da istif hamiye
olarak
kullanılmışlardır. İstifham için gelen «mâ» kelimesi mecrur olursa teleffuzu
hafifletmek için sonundaki elifi hazfederek mimi meftuh okumak vâcib
olur. gibi.
Fakat ayni kelime
ism-i mevsul yahud mevsuf veya masdariyye olarak kullanılırsa elifi
hazfedilmez.
Cezle : akıllı, fikirli
demektir. İbni Düreyd'e göre cezâlet: akıl ve vakardır. Cezil: her şeyin büyüğü
ve çoğudur. Eî-Übbi: «Kadının, korunmak maksadile yalnız —cehennemlik olmanın—
sebebini sorması, onun cezâlletine delâlet eder.» demiştir.
Lâ'n: Lügatte hayırdan
uzaklaştırmak, koğmak ve söğmek ma'nâsı-nadir. Lâ'net bundan alınma bir
isimdir.
Her şeye lâ'net etmek
arap kadınlarının âdeti îdi. Sonra bu âdet erkeklerine de geçmiş ve o derece
şüyu' bulmuştu ki beğendikleri her şeyi lâ'netle anarlar; meselâ: «filân ne de
şâirmiş Allah
lanet etsin!..»
derlerdi. Hattâ İbni Düreyd'in kasidesini pek beğendikleri için onun hakkında
da bu sözü söylemişler ve bu sebeble mezkûr kasideye «el-MeVûne» denilmiştir.
ı. Son nefesinde
imanını kurtarıp kurtaramadığı bilinmeyen bir kimseye lâ'net etmek, ulemânın
ittifâkile haramdır. Fakat İblis, Ebû Cehil ve Ebû. Leheb gibi akıbetleri
nassan ma'lûm olan kâfirlere lâ'net caizdir. Çünkü kâfir olarak öldüğü veya
öleceği nasla bildirilen kimse kat'î olarak Allah'ın rahmetinden
uzaklaştırılmıştır; binâenaleyh ona lanet edene günah yoktur. Ta'yin etmemek
şartıyla bir sıfatın sahibine îâ'net etmek, meselâ: zâlimler, kâfirler...
demek caizdir.
Bu cümleden murâd:
kadınların kocalarına karşı küfran-ı ni'mette bulunduklarım, onlardan
gördükleri nimetleri azın-sadıklarını beyândır.
Aşîr: Koca demektir;
muaşeretten alındığı için zevceye ve eşe dosta da aşîr denilir. Burada ondan
murâd hassaten kocadır.
Hadisde kadınlara
hıtâb umumîdir; yalnız mevcud olanlar orada bulunmayanlara tağlib
edilmişlerdir.
Çok lâ'net etmekle
küfrân-ı ni'met edenlerin cehennem azâbile teh-did olunmalarından bunların
büyük günâh olduğu ma'nası çıkarılmıştır. Hatta Dâvudî: küfrân-i ni'met en
büyük günahlardandır.» demiş-: tir. Ancak E1-Übbî lâ'netle küfrân arasında
hüküm i'tibârile fark görmektedir. Ona göre küfran-i ni'met büyük günahtır;
çünkü cezası cehennemdir. Lâ'n ise küçük günahlardandır. Zira hadisde onun çok
yapıldığı beyân Duyurulmuştur; küçük günahlar ancak çok yapıldığı zaman büyük
günaha inkılâb ederler.
Akıl: lügatte humkun
zıddıdır. Asmaî 'ye göre masdar bir kelimedir. İbni Düreyd (ıkaal) den müştak
olduğunu söylemiştir. Ikal devenin bacağını bağladıkları iptir; bu ip deveyi
nasıl zabt ederse; akıl da insanı cehilden öylece koruduğu için ona bu isim
verilmiştir. Ezherî 'nin «Tehzib» inde: «Akıllı kimse, nefsini habseden ve onu
hevâ-sına tabî' olmaktan men' eyleyendir.» denilmiştir. Bazıları aklı: «Bir
ga-rizedir ki, manî' bulunmadığı takdirde zaruriyâtı bilmek buna tâbi'dir.»
diye ta'rif etmişlerdir. Akim; hilm, hicr, lüb, maht ve zihn gibi bir çok
müteradifleri vardır. Aklın yeri bâzılarına göre dimağdır. İmam-ı A'zam'm kavli
de budur. îmam Şafii ile diğer bir takım ulemaya göre aklın yeri kalbur.
Bazıları: «Akim yeri dimağdır. Ancak onu kalp tedbir eder.» demişlerdir. Bundan
dolayıdır ki: «Akıl bir cevherdir. Allah onu dimağda yaratmış; nurunu kalbe
vermiştir; onun sayesinde mugayyebât vasıta ile mahsusât ise müşahede suretile
anlaşılır.» denilmiştir.
Kelâm ulemâsına göre
akıl, ilim demektir. Aklın daha başka ta'rifle-ri de vardır.
Lübb: Hâlis akıl
demektir. Akılla lübb arasında umûm ve husus mutlak vardır. Her lübb akıldır;
fakat her akıl lübb değildir. Kadınlar nercihetten erkeklerden noksan oldukları
halde yine onlara galebe çalarlar. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)
buna teaccüb etmiştir. Hz. Muâviye (Radiyaîlahu anh) 'in kadınlar hakkında :
«Onlar iyi adamlara galebe çalarlar; kötü adamlar da onlara galebe çalarlar.»
dediği rivayet olunur. Lisanımızda da : «Kadının fendi erkeği yendi.» denilir.
İmam Gazâlî'nin rivayetine göre Said b. el-Müseyyeb 40 yaşına vardığı zaman bir
gözü görmez olmuş. Bundan sonra 40 yıl yaşadığı ve yalnız evinden mescide
giderken görüldüğü halde: «Nefsim için en ziyâde korkum kadınlardandır.»
dermiş.
Maamafih bu hadisden
murad; akıl ve dinleri noksan olduğu için kadınları zemmetmek değildir. Çünkü:
noksanlık onların yaradılışları ik-tizasıdır. Onun zikredilmesi, kadınların
fitnesine kapılmakdan bilhassa aklı başında, tedbirli erkekleri sakındırmak
içindir. Zira; böyleleri kadınların fitnesine kapıhrlarsa onlar gibi akıl ve
dinleri noksan; adaletleri sakıt olur. Artık başkalarîle birlikte dahî
şehâdetleri kabul edilmez.
Nevevi diyor ki:
«Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) in, namaz ve orucu terk ettikleri
için kadınları din noksanlığı ile vasıflandırmasının ma'nası rhüşkil
görülüyorsa da hakikat halde müşkil değildir. Çünkü dîn, iman ve İslâm
kelimeleri ayni ma'nâda müşterektir. Kimin ibâdeti çok olursa dîn ve imânı da
artar. İbâdeti noksan olanın dini de noksanlaşır.» Fakat Buhâri şârihi Ayn î Nevevi'nin
bu sözüne i'tiraz etmiş; ve: üç şeyin ma'nada müşterek olduğu iddiası müsellem
değildir. Çünkü aralarında lügaten ve şer'an fark vardır. îmânı arttı veya
azaldı demek, imanın zâtına değil, sıfatına râci'dır... demiştir.
Akıl ve dîn
noksanlıığı bu hadisde bütün kadınlara âmm ve şâmil görünüyor. Halbuki Tirmiz!
ile İmam Ahmed b. Hanbe1'in rivayet ettikleri Enes (Radiyaîlahu anh) hadîsinde
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem): «cihan kadınlarından dört dânesi sana
kâfidir: Meryem binti İmrân, Fir'avnin karısı Âsiye, Hadice binti Huveylid ve
Fâtime bin ti Muhammed.» buyurmuştur.
Bazıları bu iki
hadisin arasını bulmak için: «Umum ifâde eden kadınlar hadisinden bazı ferdler
hâriç kalmıştır; çünkü bunlar azdır.» demişlerdir. Aliâme Aynî bu cevabı
beğenmemiş; ve: «Bu hususta doğru cevap şudur: Bir şeyin bütününe hükmetmek
onun her ferdine hüküm sayılmayı istilzam etmez.» demiştir.
Nevevî dinde
noksanlığın yalnız günah icâb eden şekle münhasır kalmadığını beyanla şunları
söylemiştir : .
«Din noksanlığı bâzan
günah icâb edecek şekilde olur. Özürsüz namazı terk etmek gibi. Bâzan günah
icabetmeyecek şekilde olur. Bir özürden dolayı cuma namazını terk etmek gibi.
Bâzan da mükellef iken olur. Hayızlı kadının namaz ve orucu terk etmesi gibi.
Fakat bu kadın ma'zur olduğuna göre acaba hayız zamanında kazasız olarak terk
ettiği namazlardan dolayı kendisine sevap verilir mi? Nitekim hastaya sevap
verilir; ve sağlamken kıldığı nafile namazlar, hastalığında da kalmış gibi
yazılır* denilirse cevap şudur: Hadisin zahirine göre bu kadına sevap yoktur.
Aralarındaki farka gelince: Hasta o namazları devam niyeti ile kılardı ve kılmaya
da ehil idi. Hayızlınm hâli öyle değildir. Onun niyeti, hayız zamanında namazı
terk etmektir. Hem nasıl terketmesin ki, o halde namaz kılmak kendisin o zâten
haramdır.»
Aynî Nevevi 'nin bu son sözüne de i'tirâz etmiş-;
ve : «haramı terk ettiğinden dolayı sevap verilmesi icâbeder.» demiştir.
Hasılı, dinde
noksanlık, nisbi bir şeydir. Dîni bütün bir kimse kendimden daha mükemmel
olana nisbetle nakıs savılır.
1 - Bu
hadisde sadaka vermeye, hayırlı işlere, istiğfar ve sair tâatla-
ra teşvik vardır.
2 - Yapılan
iyilikler kötülükleri yok eder. Nitekim bu bâbta âyet de vardır.
3 - Küfran-ı
ni'met büyük günahlardandır.
4 - La'net dahi pek çirkin
günahlardandır. Ancak büyük günah
olduğuna hadisde delil yoktur.
5 - Allahı
inkârdan başkasına, meselâ: Kocaya iyiliğe, ni'mete ve hak* ka karşı
nankörlükte bulunmaya küfür denilebilir.
6 - İmam
ziyade ve noksan kabul eder. (Aslı itabarı ile değil.)
7 - Hükümdar
ve büyükler, ahâliye nasihat ederek onları kendilerine itaate teşvik edebilir.
Ayrıca kadınlara da nasihat verilebilir.
8 - Talebe
mualliminin ve tâbi1 metbu'unun ne söylediğini anlayamadığı zaman tekrar
izahını istemesi caizdir.
9 - Ramazan
a;ma sadece ramazan denilebilir.
10 - İki
kadının şahidliği bir erkeğin şehâdetine muadildir.
11 - Bu
hadis hayzın kadından namaz ve orucu iskat ettiğine nassan delildir.
133 — (81)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb [445]
rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâvîyc,
[446]A'meş'den, o la Ebû Salih'
[447]
den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş.
ResuîüIIah (SuUallahii Aleyhi ve
Sellem) :
«Ademoğlu secde
ayetini okuyup secde ederse, şeytan ağhyarak uzaklaşır; ve der ki: Vay haline —
Ebu Küreybin rivayetinde vay halime şeklindedir — Ademoğlu secde etmeye me'mur
oldu ve hemen secde etti. Binaenaleyh cennet onundur. Ben de secde iie
emrolundum; ama ben secdeden imtina' ettim. Bu sebeble cehennem de benimdir.»
— (...) Bana
Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Veki' rivayet eyledi. (Dedi ki):
Bize A'ıneş bu isnadla bu hadisin mislini rivayet etti. Ancak o (Ben secdeden
imtina1 ettim cümlesinin yerine); «Ben isyan ettim. Bu sebeble cehennem de
benimdir.» dedi.
Bu hadisi Müslimden
maada Ahmed b. Hanbel, İbni Mâce
ve İbni Hibbân
da rivayet etmişlerdir.
Nevevî'nin beyânına
göre; Müslim 'in bu hadisle bundan sonrakini burada zikretmesi bâzı fiillerin
terki hakikaten, bazılarının terki de ismen küfür olduğunu göstermek içindir.
Burada şeytandan muradın İblis olduğu anlaşılıyor. Zira: «ben isyan ettim...»
diyor. Secde emrine isyan ederek kâfir olan, İblistir. Nitekim Teâlâ Hazretleri
bu bâbda: [448]
«Hani Meleklere:
Âdem'e secde edin demiştik de melekler derhal secde
etmişler, yalnız İblis
imtina' etmiş; büyüklenmişti. O zâten kâfirlerdendi...» buyurmuştur.
Cumhur-u müfessirine
göre; buradaki küfürden murâd iblisin ilm-i ilahideki küfrüdür. Bâzıları:
«secde etmediği için kâfir oldu.» demişlerdir.
Şeytanın ağlaması
pişmanlığından değil hasedindendir. Çünkü, Adem oğlu onun cehennemlik olmasına
sebeb olan şeyle cennete girmektedir. E1-Übbî' ve göre; İblisin ağlamasından
murâd hakikat olabilir ve bu mümteni' değildir; zira İblis cisimdir. «Vay
haline» ma'nasina gelen «yâ veylehu» sözü konuşmanın âdâbmdandır. Başkasından,
kötü bir şey hikâye ederken mütekellim zamiri kullanmak icâb ederse kötülük
kendine izafe edilmesin diye zamiri değiştirmek âdet olmuştur,
Sücûd : meyletmek;
alnını yere koymak, huzü' ve boyan bükmek ma1-nâlanna gelir. Ancak meleklerin
Hz. Âdem'e secde etmesi namaz secdesi gibi alınlarını yere koymakla değil
tehiyye ve selâmlama secdesi idi. Bu secde eğilerek yapılmıştı.
Ulemâdan bâzılarına
göre; tehiyye secdesi mubahtır. Hanefiler secde-i tilâvetin vâcib olduğuna bu
hadisle istidlal etmişlerdir. Diğer mezheplere göre secde-i tilâvet sünnettir.
134 — (82)
Bize Yahya b. Yahya et-Temîmi ile Osman b. Ebî Şeybe ikisi de Cerir' [449] den
rivayet ettiler. Yahya dedi ki: Bize Cerîr, A'meş'-den o da Ebû Sûfyan' [450] dan
naklen haber verdi. Demiş ki: Câbîri [451]
şöyle derken işittim : Nebiy (SaUallahii Aleyhi ve Sellem)'i: «Gerçekden kişi
ile şirk ve küfrün arasında (yalnız) namazı terk etmek vardır, n buyururken işittim.
(...) Bize Ebû Gassan el-Mismaî [452] rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Dahhâk b. Mahled, İbni Cüreyc'den [453] naklen
rivayet etti. Demiş ki:
Bana Ebû-s'Zübeyr [454]
haber verdi ki, Cabir b. AbdİUahı, şöyle derken işitmiş. Resuiüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemy)
«Kişi ile şirk ve
küfrün arasında (yalnız) namazı terk etmek vardır.» buyururken işittim.
Müs1im'in bütün esas
nüshalarında küfür kelimesi şirkin üzerine (vav) ile atfediîmiştir; ve ikisi
de Allah'a küfretmek ma'nasmda kullanılmıştır. Fakat Ebû Avâne el-Esferâînî
ile Ebû Nuaym el-Isbâhânî 'nin rivayetlerinde ayni kelimeler birbiri üzerine,
yahud ma'nasma gelen (ev) ile atfolunmuşlardır. Bu takdirde ma'naları da
değişiktir. Ve şirk: Allahı i'tiraf etmekle beraber putlara ve sair mahlukaata
tapanlara itlak olunur; küfür ise, ondan daha umumi bir ma'nada kullanılmış
olur. Filhakika mezkûr kelimelerin bu tarzda kullanıldıkları da vardır. «Kişi
ile şirk arasında namazı terk etmek vardır» hadisinin manâsı : «Bir müslünıam
küfürden meneden şey, namaz kılmasıdır; namazı bıraktı mı artık o kimse ile
şirk arasında mâni' kalmaz; küfre girer.» demektir.
Gerçekten namazı terk
eden kimse onun farz olduğunu inkâr ediyorsa; bütün ulemanın icmaı ile dinden
çıkar. Yalnız yeni müslüman olup da henüz namazın farz olduğunu Öğrenecek kadar
bir zaman rnüslümanlar arasında bulunamayan ma'zur sayılır. Farz olduğunu
i'tikad etmekle beraber tenbelliğinden kılmıyorsa mesele ulemâ arasında
ihtilaflıdır. İmam Mâlik ile Şafiî ve diğer bir çok ulemâya göre kâfir değil
fâsık olur; ve tövbekar olması istenir. Şayet tevbe etmezse hadd-i şer'isi
tatbik edilir ki, bu da kılıçla öldürülmektir.
Selef den bir cemaata
göre; namazı terk eden alelıtlak kâfir olur. Bu kavil Hz. Alî (Radiyallahu «»/ıj'dan
rivayet edilmiştir İmam Ahmed h. Hanbel 'den gelen iki rivayetten biri bu
olduğu gibi Abdullah b. el-Mübarek ile İshâk b. Râhuye 'nin ve diğer bazı
zevatın mezhebi de budur.
İmam-ı A'zam ile Küfe'îi
âlimlere ve Şâfiiler-den Müzenî 'ye göre kâfir olmaz. Cezası da ölüm değil
ta'zir ve namaz kılıncaya kadar hapisdir.
Namaz kılmayanın
küfrüne hükmedenler bu hadisin zâhirile ve bu meseleyi kelime-i tevhide kıyasla
istidlal ederler. Öldürülmez diyenlerin delili: « ^J^ t^-^lVt
]„,. ^^\ ^ J^V » «Bir müslümanın kanı ancafc
üç şeyden birile helâl
oiur...» hadisidir. Mezkûr hadisde namaz.zikredil memiştir.
Cumhur-u ulema namaz
kılmayanın dindeki çıkmadığına : [455]
'Şüphesiz ki Allah
kendisine şirk koşulmasmi affetmez. Amma bundan aşağısını dilediğine
afveder...» âyet-i kerimesi ve «Allahdan başka ilâh voktur diyen
cennete girecektir...» hadis-i şerifile istidlal etmişlerdir.
Katli lâzım geldiğine
delilleri, Teâlâ Hazretlerinin :
«Eğer tevbe ederler de
namazı kılarlar; zekâtı da verirlerse onları serbest bırakın.» âyeti
kerimesile: «'insanlarla tâ AHahdan başka ilâh yoktur diyerek namazı
kılıncaya, zekâtı verinceye kadar mukaateleye me'mur oldum...» hadisidir.
Cumhur : «Kul ile
küfrün arasında (sadece) namazı terk etmek vardır.» diyen bu hadisi muhtelif
şekillerde te'yil etmiş, ezcümle :
1 - Bundan
murad : namazı terk eden kâfir gibi cezalandırılmayı
hak etmiştir ki, bu
ceza katildir;
2 - Hadis,
namazı terketmeyi helâl i'tikad eden hakkındadır;
3 - Namaz
kılmamak kendisini küfre götürür;
4 - Namaz
kılmayanın yaptığı bu iş kâfirlerin işidir; demişlerdir. Namazdan maada zekât,
oruç, hacc, abdest ve gusuî gibi farzlardan
birini terk eden hakkında
ihtilâf vardır. İmam Ma1ik'e göre; bir kimse «abdest almam; oruç tutmam...»
dese kendisinden tevbekâr olması is-.tenir; şayed tevbe etmezse öldürülür.
«Zekât vermem» derse elinden zorla alınır. Vermezse mukaatele edilir. Fakat:
«haccetmem.» derse buna mecbur edilmez; çünkü hacem samanı geniştir, İbni Habib
ise : Bir kimse: bert abdest almam; yıkanmam; oruç tutmam; dese yahud zekâtla
haccı terk etse kâfir olur.» demiştir ki, selefden bir cemâatin kavli de budur.
Sair ulemâya göre; ibâdetin farzıyetini inkâr etmedikçe küfretmiş olmaz. Zira
bu babda ashab-ı kiramın icmâı vardır.
135 — (83)
Bize Mansur,b. Ebî Müzâhim [456]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbrahim b. Sard [457]
rivayet etti. H.
Bana Muhammed b.
Ca'fer b. Ziyad [458] da
rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbrahim yâni İbni Sa'd, İbni Şihâb'dan, o da Said
b. el-Müseyyeb'den o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şunları
söylemiş : ResulUUaâh (Saliatlahii Aleyhi ve Sellem) 'e amellerin hangisinin
daha faziletli olduğu soruldu.
«Allaha imandır.»
buyurdular. Soran zat: Sonra nedir? dedi. Resulül-lah (Salhllahii Aleyhi ve Sellem):
«Allah yoİunda
cihaddır.» buyurdular. Soran : Ondan sonra nedir9 dedi. Resuliîllah
«Hacc-ı mebrurdur.»
buyurdular.
Muhammed b. Ca'fer'in
rivayetinde ise: Rcsulüllah (SallallahU Aleyhi ve Sellem) «Allaha ve Resulüne
İmandır.» buyurdu; denilmektedir ,
— (...) Bana
bu hadisi Muhammed b. Râfi' ile Ahd. b. Humeyd de Ab-durrâzzâk'dan rivayet
ettiler. (Demiş ki): Bize Manıcr, ZühriMcn bu is-nâdla bu hadisin mislini haber
verdi.
136 — (84)
Bana Ehu'r-Rahi'ez-Zehrâni rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd b. Zeyd
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hişâm b. Urve rivayet eyledi, H.
Bize Halef b. Hişâm
dahi rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize ammâd b. Zeyd Hişâm b.
Urve'den o da babasından, o da Ebû Murâvih 1-Leysî'den, [459] o
da Ebû Zerr'dcn naklen rivayet etti. Ebû Zerr şöyle emiş :
— Ya Resıılâllah,
amellerin hangisi daha faziletlidir? dedim. Peygam-er (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Aİlaha îmanla Onun
yolunda cihâddır.» buyurdu. Köle ve
câriyele-in hangisi (ni âzad etrnek) daha faziletlidir? dedim.
«Sahiplerince en nefis
sayılanlarile fiyatı en yüksek olanlarıdır.» >uyurdu. Ya (bunu) yapamazsam?
dedim.
«Yapan bir kimseye
yardım edersin, yahud yapamayan namına sen yaparsın.» buyurdu. Ben :
— Yâ Resulailah! Bu işin bir kısmını yapmakdan âciz kalırsam ne m yürürsün? dedim.
«Şerrini insanlardan
men' edersin; zira bu, senden sana bir sadakadır.» uyurdular.
— (...) Bize
Muhammed b. Kâfi' ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Abd «bize haber verdi»
sığasını kullandı. İbni Râü' ise: Bize Abdurrazzâk rivayet etti, dedi.
(Abdurrazzâk demiş ki): Bize Ma'mer Zühri'den, o da Utvetü'bnü'z-Zübeyr [460]'in
âzadlısı Habıb'dcn, o da Urvetü'bnü'z-Zü-beyr'den, o da Ebû Murâ\'ih'den, o da
Ebû Zerrden, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) 'den naklen bu hadisin
mislini haber verdi. Şu kadar var ki o : (burada sânı'lâfzını ma'rife yaparak)
«şu halde ya yapana yardım edersin yahud yapamayan namına sen yaparsın» dedi.
137 — (85)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Aliy b. Müshir,
Şeybâni'den, [461] o da el-Velİd b.
el-Ayzar'dau [462] o da Sa'd b. İyâs Ebû
Amr Şeybânî'den, [463] o
da Abdullah b. Mes addan naklen rivayet etti. tbni Mcs'ud şöyle demiş:
Resulüilah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem)'c, amelin hangisi daha faziletlidir
diye sordum.
«Vaktinde (kılınan)
namazdır.» buyurdu.
— Ondan sonra hangisidir? dedim. «Anneye babaya
itaattir.» dedi.
— Sonra hangisidir? dedim.
«Allah yolunda
cihâddır.» buyurdular. Daha fazlasını sormayı ancak ona acıdığım kin bıraktım.
138 — (...)
Bize Muhammed b. Ebî Ömer el-Mekki rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mervân
el-Fezân rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Ya'fur, [464]
cl-Velid b. el-Ayzâr'dan, o da Ebû Amr Şeybânî'den, o da Abdullah b. Mes'ud'dan
naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
— «Ya Nebiyyaîlah,
amellerin hangisi cennete daha yakındır? dedim» Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem):
«Namazları vaktinde
kılmakdır.» buyurdu.
— (Bundan sonra) nedir ya' Nebiyyallâh? dedim. «Anneye babaya
itaattir.» dedi.
— (Sonra) nedir yâ Nebiyyallâh? dedim. «Allah
yolunda cihaddır.» buyurdular.
139 - (...)
Bize Ubeydullah b. Muâz el-Anbcri rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, El-Velid b. el-Ayzâr'dan rivayet etti kî,
el-Velid, Ebû Amr Eş-Şeybânîden dinlemiş. Ebû Amr: Bana şu evin sahibi rivayet
etti; (diyerek Abdullahın hanesine işaret etmiş') Abdullah şöyle demiş:
— Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'e
amellerin hangisi Allaha daha makbuldür? diye sordum.
«Vaktinde (kılınan)
namazdır.» dedi.
— Ondan sonra hangisidir? dedim. «Anne babaya
itaattir.» buyurdu.
— Sonra hangisidir? dedim.
«Allah yolunda
cihaddır.» buyurdular. Abdullah demiş ki: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seliem) bunları bana anlattı. Daha fazlasını
sorsa idim mutlaka söylerdi.»
(...) - Bize
Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu-hammed b. Ca'fer rivayet
eyledi. (Dedi ki): Bize Şu'be bu isnadla bu hadisin mislini rivayet etti; ve
«Abdullahın evine işaret etti amma onun adını bize söylemedi.» cümlesini
ziyade eyledi.
140 (...) -
Bize Osman b. Ebû Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, el-Hascn b.
Ubeydillâh'dan, o da Ebû Amr eş-Şeybânî'den, o da Ab-dullah'dan, o da Peygamber
(Sallallahü A leyhi ve Seliem) 'den naklen onun :
«Amellerin -yahud
amelin- en faziletlisi, vaktinde kılınan namazla babaya itaattir.» buyurduğunu
rivayet eyledi.
Bu babın hadisleri Ebû
Hüre y re, Ebû Zerr-i Gıfarî ve İbni Mes'ud (Radıyallahu Anhunif hazerâtından
rivayet olunmuştur. Birinci hadisde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'e
suali soran zât Ebu Zerr (Radıyallahu anh)''6ir. Sormakdan maksadı da o ameli
yapmaktır. Nitekim bütün Ashab-ı kiramın âdetleri, hayırlı bir iş gördükleri
vakit hemen onu yapmak idi.
Buradaki hadislerde
hacc-i mebmr, birr-i vâlideyn gibi tabirler göze çarpmaktadır.
Hacc-ı mebrur :
Bazılarına göre içine günah karışmayan haccdır; Bazı ulemaya göre ise; haçc-ı
mebrur: makbul hacc demektir. Zira mebrur kelimesi me'cur ma'nasma gelir. Bu
kelimenin aslı birr olup iyilik ve güzel iş demektir.
Birr-i vâlideyn ta'biri
de bundan alınmıştır. Kaadi Iyaz'a göre mebrur. Sâdık ve sırf Allah için
mânasına gedebilir.
Nevevî diyor ki :
«Mebruru makbul ma'nasma almak müşkil sayılabilir. Çünkü bir amelin kabul
edilip edilmediği bilinmez. Bunun cevabı şudur: bir ibâdeti yaptıkdan sonra o
kimsenin hayrının artması o ibâdetin kabulüne alâmettir; denilmiştir.
Birr-i Vâlideyn: anr-^
ve babaya itaat ve iyilik etmekdir. Hatta onların dostlarına iyilik ve ikramda
bulunmak dahî bu hükme dâhildir.
İkinci hadisde peçen
«sâni'» tabiri bazı rivayetlerde «zayi'» şeklinde zaptedilmiştir. Ma'na
i'tibariyle bu da doğru ise de; burada kelimenin sahih rivayeti «sâni'» dir.
Sânı': san'at sahibi,
iş adamı demek olduğuna göre onun mukaabilin-de san'atçı olmayan ma'nasma gelen
«ahrâk*în zikredilmesi de bunu gösterir. Kelimeyi Hişam'm tashif ederek
«zayi1» okuduğu rivayet olunur.
Babımız hadislerinin
ma'nalarma gelince :
Görülüyor ki; Hz . Ebû
Hüreyre hadisinde âmellerin en faziletlisi Allaha imân ondan sonra cihad.
sonra haccdır. Ebû Zerr (Radıyallahu anh) hadisinde en faziletli amel imân
ondan sonra cihaddır. İbni Mes'ud (Radıyallahu anh) hadisinde ise amellerin en
faziletlisi namaz, ondan sonra anne ve babaya itaat, ondan sonra cihad gelmektedir.
«Tefadulü'l-fslâm» babında geçen Abdullah b. Amr hadisinde: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e İslâmın hangi ameli daha hayırlıdır? diye
sorulduğunu, Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) in buna cevaben : «Yemeği
yedirir; selâmı tanıdığın ve tanımadığın herkese verirsin...»buyurduğunu; ve
yine ayni bâbdaki Ebû Musa hadisinde :
Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)%\ müsîümanlarm hangisi daha hayırlıdır? diye soruldukda
Peygamber (SuJallahîi Aleyhi ve
Sellem)'in:
«Müsiümanîarın en
hayırlısı elinden ve dilinden müsi umanlar sn esen kaldığı kimsedir.» şeklinde
cevap verdiğini görmüştük, Bunların emsali çok-^un jj^l böyle olunca mezkûr
hadislerin aralarını bulmak da bir hayli müskil olmuş; bu bâbda ulema ihtilâf
etmişlerdir. Ezcümle Şâfiiyye ulemasından Ebû Ab dili âh e1-Hu1eymi, üstadı Ebû
Bekir el-Kaffâl eg-Şâşî 'nin bu hadislerin aralarım iki vecih-le bulduğunu
söylemiştir.
Birinci veçhe göre :
Bu muhtelif cevaplar muhtelif hâl ve şahıslara göre verilmiştir. Zira bazen:
eşyanın en hayırlısı denilir. Ama bundan o eşyanın bütün vecihlerden hayırlı
olduğu kasdedilmez. Maksad bazı hallerde en hayırlı olduğunu anlatmaktır.
Kaffâ1 bu hususda bir çok haberlerle ve bilhassa îbni Abbas (Radiyallahu anh)
'dan rivayet edilen bir hadisle istişhad etmiştir. Mezkûr hadisde Resulüllah
(Saîtallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Haccetmemin bir kimse
İçin bîr hacc kırk gazadan daha faziletlidir. Amma hacc etmiş oîan bir kimse
İçin bir gaza kırk haccdan daha faziletlidir.» buyurmuş.
İkinci veçhe göre:
Hadislerin ibarelerinden edatı hazf edilmiştir. Fakat niyette mevcuddur.
Binaenaleyh, amellerin en hayırlısı filân şeydir; sözünden murad: o şey
amellerin en hayırlılarından biridir demektir. Nitekim : «falan kimse
insanların en akilhsıdir.» derler.
Bundan maksad : akıllılarından
biridir; demektir. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in: «sizin en
hayırlınız ailesi için en hayırlı olamnız-dır.» hadis-i şerifi de bu
ma'nayadır. Çünkü bir insanın ailesine hayırlı olması, mutlak surette bütün
insanların en hayırlısı olmasını icabetmez.
Bu ikinci veehe göre
imân bütün amellerin efdalidir. Çünkü sıfatın şerefi müteallakımn şerefine
bağlıdır. İmanın rnüteallakı ise; Allah ve Resulüdür. Fakat diğer faziletli
ameller birbirlerine müsavidirler. Bunların birbirinden üstün olması
delillerile anlaşılır. Mezkûr ameller şahıslara ve hâllere göre değişirler.
Vâkıâ bu ameller bâzı
rivayetlerde birbirleri üzerine « f » edatile atfedilmişlerdir. «Ondan sonra»
ma'nasına gelen bu edat tertib ifade ederse de buradaki tertib yalnız zikirde
yâni sözdedir. Nitekim Teâlâ hazretlerinin :
«Bu sarp yokuşun ne
olduğunu bildin mi? (Esir olanîbir başı çözmekdir. Ya-hud ümûrnî bir açlık
gününde yakınlığı olan bîr yetime veya toprak döşenen bir fakire yemek yedirmektir. Sonra imân
edenlerden olmadı [465] »
âyet-i kerîmesi ve emsalindeki atıflar da bu kabildendir.
Hadislerin aralarını
bulmak için Kaadı Iyâz dahi iki vecih göstermiştir. Bunlardan biri Kaffâl'in
dediği gibi muhtelif cevapların muhtelif hallere göre olmasıdır.
İkincisine göre: Peygamber
(SaUallahU Aleyhi ve Sellem) 'in cihâdı hac-cın üzerine geçirmesi, sual
îslâmiyetin ilk zamanlarına tesadüf ettiğinden-dir. Zira o günler b;;rb darb
günleri idi.
Müslim sarihlerinden
Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail et-Temîmî bu ikinci vecihle birlikde ayrı bir
vecih olmak üzere (sümme) edatının tertib ifâde etmediğini söylemişse de; bu
kavil Usul-i Fıkıh ulemasile lisan âlimlerince şâzz sayılmıştır. Temimi şöyle
diyor; «Sahih oîan şudur ki, cihadın efdal olması umumî ve mecburî seferberlik
zamanına hamledilir. Çünkü o zaman cihâd herkese farz olur. Hal böyle olunca da
cihâd ön plâna alınmaya ve Leşvika daha lâyık olur. Zira cihadda müsiümanîarın
âmme maslahatı vardır. Hem böyle zamanlarda cihad aletta'yin farzıayn olur.
Hacc öyle değildir.»
Muhammed b. Ca'fer'in
rivayetinde amellerin en faziletlisi sorulunca Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in: «Allah ve Resulüne imandır.» buyurmasını Nevevi imana amel denileceğine
sarih delil saymaktadır. Nevevi diyor ki: «Bundan murad —Allahu a'lem — kendisile
İslâm dinine girilen imandır, ki o da kalbile tasdik ve iki şehâ-deti
getirmekle olur. Tasdi'.^kalbin, ikrar da diîin amelidir. Burada oruç, namaz,
hacc, cihad ve saire gibi azanın amelleri imanda dâhil değildirler. Zira bunlar
cihadla hacem kısımlarından sayılmışlardır. Bir de Peygamber (SaUallahU Aleyhi
ve Sellem) buradaki suâle: «Allah ve Resulüne imandır.» cevabını vermiştir ki,
ameller hakkında böyle denilemez. Amma bu mezkûr amellere imân denilmesine
mâni1 değildir. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)!in köle ve cariyeler
hakkında: «Sahiplerince en nefis sayılanlariie fiyatı en yüksek olanlarıdır.»
buyurmasını Nevevi şöyle izah ediyor : «Allahu a'-lem bundan murad: bir kişi
âzâd etmek istemesidir. Fakat azâd edecek kimsenin bin lira parası olur da
bununla ya iki kıymetsiz köle veya câriye yahud bir tane kıymetli ve pahalısını
almak isterse iki tane kıymetsizi alması efdaîdır. Bu mesele kurbana benzemez.
Çünkü Kurbanda semiz bir koyun kesmek iki tane zaiftan evlâdır. Bizim
ashabımızdan Bağavî rahimehullah «et-Tehzib» nam eserinde bu iki meseleyi benim
zikrettiğim gibi anlattıkdan sonra şöyle demiştir: Şafiî (Rahimehullah) kurban
hakkında : Kıymetin çok, adedin az olması bence adedin çok, kıymetin az
olmasından daha iyidir. Köle azadında ise adedin çok, kıymetin az olması bence
kıymetin çok, adedin az olmasından daha makbuldür. Çünkü kurbandan maksad
ettir. Semiz hayvanın eti ise hem daha çok, hem daha nefisdir. Köle azadından
maksad: o şahsın hâlini mükemmelleştirmek ve onu kölelik mezelletinden
kurtarmaktır. Bir cemaatı kurtarmak ise bir kişiyi kurtarmakdan evlâdır,
demiştir.
Bu Hadislerden Çıkarılan
Hükümler:
1 - Namazları vakitlerinin evvellerinde
kılmak müstehaptır. Zira hem ihtiyata riâyet hem de vazifeyi
vaktinde yapmaya şitâb olur,
2 - Suâlin güzel ve âdaba muvafık olması gerekir.
3 - Müfti ve
muallim, sual soranlara ve talebeye karşı sabırlı ve mütehammil oîr-ıalı;
suallerin çokluğundan bıkkınlık getirmemelidir.
4 - Talebe
muallimine acımalı onu yormamah, bilâkis yararına hareket etmelidir. Çünkü
İbni Mes'ud (Radiyalkıhu anh) :
«Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1 e daha fazlasını sormayı ancak ona
acıdığım için bırak-dmı.» demiştir.
5 - Olmayan
bir şey için: «şöyle yapılsa şöyle olurdu.» demek caiz-. dir. Zira Hz. İbni
Mes'tıd; «daha fazlasını sorsam bana fazlasını söylerdi.» demiştir.
141 - (86)
Bize Osman b. Ebi Şeybe ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. İshâk: Bize
Cerir [466] haber verdi dedi. Osman
ise: Bize Cerir, Man-sur'dan [467] , o
da Ebû Vâil'den, o da Amr b. Şurahbil' [468]
den, o da Abdulfah'dan [469]
naklen rivayet etti, dedi, Abdullah şunları söylemiş :
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e
— Allah indinde en büyük günah nedir? dedim.
«Seni yaratmış okluğu
hâlde Allaha şirk koşmandır.» buyurdu."
— Bu gerçekten pek büyük; bundan sonra nedir?
dedim.
«Seninle beraber yemek
yiyeceğinden korkarak evlâdını öldürmendîr.» dedi.
— Ondan sonra nedir?
dedim.
«Ondan sonra komşunun
heİâtile zina etmendir.» buyurdular.
142 — (...)
Bize Osman b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim Cerirden rivayet ettiler. Osman:
Bize Cerir, A'meş'den, o da Ebû VâiTflen, [470], o
cîa Amr b. Şurahbil'den naklen rivayet etti; dedi. Abdullah şöyle demiş: Bir adam
:
— Yâ Resulâllah! Allah indinde hangi günah en
büyüktür? dedi. Ee-suîüllph (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Seni yaratmış olduğu
halde Allah'ın bir na2iri bulunduğuna kail ol-mandır.» buyurdu. O zât:
— Sonra hangisidir?
dîye sordu. Peygamber
{Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Seninle beraber
yemesinden korkarak evlâdını öidürmendsr.» dedi.
— Ondan sonra hangisidir? deyince :
«Komşunun heİâliyle
zina etmendir.» Allah (Azze ve Celle) bunları tasdik için: «Allahın hâlis
kullan o kimselerdir ki, Allah'la beraber başka bir tanrıya duâ etmezler;
Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmezler meğer ki hakla ola! Zina da etmezler.
Her kim de bunları yaparsa ağır cezaya çarpar» [471]
ayet-i kerimesini indirdi.
Bu iki rivayetin bütün
râvilerinin Kûf e'Ü olması garib ve lâtif bir tesadüftür.
İbni Mes'ud hazretlerinin
buradaki suali hakkında e1-Übbi şunları söylemektedir: Amellerin en faziletlisi
hususundaki suâlin vechi yukarıda geçti. Günahların en büyüğüne gelince: Bütün
günahlardan sakınmayı te'min için bu suali sormamak daha muvafık olurdu...
denilemez; çünkü bu suâlin vechi dahi: o günahdan daha çok korunmak için sorulmuş
olmasıdır.»
Nidd : misil
demektir. Ahfeş 'den rivayet edildiğine göre; nidd; zıd ve benzer ma'nâlarına
gelir. E1-Übtai'ye göre nidd, misilden de ehass'dir. Çünkü; nidd, çağınîan
muhalif misildir. Bu takdirde AUaha — haşa— muhalif olmayan misil iddiası yasak
değilmiş gibi bir ma'nâ
hasıl olursa da E1-Übbi
buna cevaben: Bu söz :
«Senin Rabbın kullarına
zulmeden değildir.» [472]
âyeti kabilindendir, diyor. Yâni sığası mübalağalı ismi fail olsa da âyetten
mubeleğa murâd edilmemiştir demek istiyor.
«Seni yaratmış olduğu
halde...» cümlesinden murâd, Allah ile Ona nazİr sayılan şey arasındaki farkı
beyân ve bu inancı takbihtir. İmam Ebu'l-Hasen Eş'ari Allah Teâlâ 'nın ehass-ı
vasfı kudret olduğuna bununla istidlal etmiştir.
«Seninle beraber
yemesinden korkarak evlâdını öldürmendir.» cümlesindeki evlâd kaydı, katlin
pek çirkin bir şey olduğunu anlatmak içindir. Çünkü; bu fiil babaların tabiatına
tevdi' buyurulan şefkat ve merhamete zıddır. Binaenaleyh onu ancak canavar
tabiatlı beyinsizler yapar. Bu cümle
Teâlâ Hazretlerinin:
«Fakirlik korkusu ile
evlâdınızı öldürmeysrs!» âyet-i kerimesine işarettir.
Filhakika arapların en
çirkin âdetlerinden biri, fakirlik ve açlık korkusu ile çocuklarını
Öldürmeleri idi. Hatta büyürse, bir namussuzluk eder endişesiyle kız
çocuklarını doğar doğmaz diri diri mezara gömerlerdi. Böyle diri diriye mezara
gömülen kızlara mev'ûde denilir. Bu tüyler ürper-
tici çirkin âdet
Kur'an-ı Kerim 'de:
«Diri diriye mezara
gömülen kıza, hangi suçundan dolayı öldürüldüğü sorulduğu vakit...» âyet-i
kerimesiyle takbih olunmuştur.
«Esâm» : günaha girmek
rna'nasma ise de âyet-i kerimede ondan *nu-rad; günahın cezasıdır. Nitekim
lügat ulemasından Halil b. Ah-raed'le Sibeveyh 'in, Ebû Amr Şey bani, Ferrâ' ve
Ebû Aliy'il-Farisî 'nin kavilleri de budur. Yunus ile Ebû Ubeyde'ye göre ise
«esâm»ın mânası tecziyedir. Ibni Abbâs (Radiyallahu anlı) ile Süddî'ye göre
cezadır. Bir çok mü-fessirler onun cehennemde bir vâdî olduğunu söylemişlerdir.
«Komşunun he!âiı»ndan
murad: Karışıdır. Zina mutlak surette haram ye büyük günah olmakla beraber
burada komşunun karısı ile diye kayıd-îanması, onunla zina etmenin daha
da'çirkin ve büyük suç olduğunu göstermek içindir. Bir de komşunun karısını
hasseten zikretmesi, ekseriyetle zina komşular arasında yapıîdığmdandır. Zira
evlerinin bir birine yakın olması görüşüp buluşmayı kolaylaştırır.
Hadis-i şerifde
komşunun karısı ile yapılan zinanın büyük günah olarak gösterilmesi komşu kızı,
gelini ve nikâhlısı olmayan her hangi bir komşu kadını ile zina etmenin
hükümden hâriç kaldığına delâlet etmez. Çünkü buradaki «karisi» tâbiri bir
kayd-ı ihtirazı değil, kayd-ı vukûîdir. Yâni ekseriyetle komşu kadınları evli
oldukları için bu ta'bir kullanılmıştır. Yoksa evli olsun olmasın bütün komşAı
kadınları hükümde müsavidirler. Fakat «komşu ta'biri bir kayd-ı ihtirazıdır.
Binaenaleyh komşu kadınla yapılan zina komşu olmayanla yapılan zinadan daha
çirkin ve daha büyük bir suçtur. Evet, komşu komşusundan sadakat bekler. O
evde yokken komşusu onun malını ve ailesini koruyacak ona her nevi' zararın
gelmesine mâni' olacak onun gözlerini ardında bırakmayacaktır. Zira komşuya ikram
ve ihsanda bulunmak hem A11ahu Zü' - ce1â1'in hern de Resûl-i ziŞâı 'nın
emirleridir. Bu cihet nazar-ı i'tibara bara alınarak bir de komşunun karısı ile
zina meselesi düşünülürse; onun ne derece çirkin bir fiil ve büyük bir günah
olduğu kendiliğinden meydana çıkar.
Bundan dolayıdır
ki Hz: Mikdâd (Radiyallahu anh) 'm rivayet ettiği
bir hadisde :
«Bir kimsenin on tane
kadınla zina etmesi, komşusunun karısı ile zina etmesinden daha ehvendir.»
Duyurulmuştur. Araplar komşunun harim-i ismetini korumakla öğünürlerdi. Bu
babda Arap Şairi Antere'den ve deha başkalarından şiirle-^nakledilmiştir.
Bu hadisde A11ah'a
şirk koşmanın en büyük günah olduğu onun arkasından da haksız yere insan
öldürmek geldiği beyân ediliyor. Nevevi nin beyanına göre; anne babaya isyan etmek,
sihir yapmak, riba yemek ve harpden kaçmak gibi büyük günahların kendilerine
mahsus tafsilât ve ahkâmı vardır. Onların dereceleri de hallerine göre bu
tafsilâttan anlaşılır. Mezkûr günahlardan biri için bir yerde: «Bu, büyük
günahların en büyüğüdür» denilirse «En büyüklerinden biridir.» ma'nası
kasedilir.
143 — (87)Bana
Amr b. Muhammed b. Bükeyr b. Muhammet! en-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki): Bize
İsmail b. Uleyye, Saîd el-Cüreyri' [473] den
rivayet etti. (Demiş ki): Bize Abdurrahman b. Ebî Bekre [474]babasından
rivayet etti. Demiş kî: Resuîüllah (SaVallahii Aleyhi ve SeUemj'm yanında
idik. Üç defa :
«Size büyük günahların
en büyüğünü haber vereyim mi? Allaha şirk koşmak, anaya babaya İtaatsizlik
etmek ve yalancı şahitliği yapmaktır -yahud- yalan söylemektir-» dedi.
Resuîüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem) dayanmıştı. Hemen (doğrulup) oturdu. Artık bu sözü o derece
tekrarladı ki, biz:
«Keşke sükût
buyursalar dedik.»
Şirkin en büyük günah
olduğunu bundan önceki bâbda ve sırası geldikçe başka yerlerde gördük. Bu
bsbda ehl-i kıble olanlardan tek bir kimsenin şüphesi yoktur.
Anneye babaya
itaatsizliğe gelince: bu mesele hadis-i şerifde «Ukuk»
kelimesiyle ifade
olunmuştur.
Akk ve Ukûk lügatte:
alâkayı kesmek sıla-i rahimde bulunmamak ma1.
nâsmadır.
Şer'an haram olan
ukûkun hakiki tarifini zabt eden ise azdır. Ebû Muhammed İbni Abdisselâm bu
bâbda şunları söylemiştir:
«Anneye ve babaya
itaatsizliğe ve onlara mahsus olan haklara dair . i'timâd edebileceğim bir
kaide bulamadım. Filhakika onlara her emir ve nehy ettikleri şey hususunda
itaat etmek biîittifak vacib değildir. Ama onların izni olmaksızın oğullarının
cihada gitmesi haram kılınmıştır. Çünkü oğullarının öldürüleceğini veya
azasından bir uzvun kesileceğini düşünür ve buna son derece üzülürler.
Çocuklarının canı veya azasından bir uzvu için tehlikeli görülen her seferin
hükmü de budur.»
Ebû Amr İbni Salâh
«Fetâvâ» sında anneye babaya itaatsizliği şöyle ta'rif eder: «Haram olan
itaatsizlik; vâcib fiillerden olmamak şartiyle anne ve babaya azımsanmayacak
derecede eziyyet veren her fiildir. Çok defa: «Günah olmayan her hususda anneye
babaya itaat farzdır; bu babta onların emirlerine muhalefette bulunmak,
itaâtsizlikdir.» denilir. Ulemâdan bir çokları şüpheli şeyler hususunda bile
onlara itaati vâcib görmüşlerdir. Bizim âlimlerimizden bâzılarının «Anne ve
babanın izni olmadan çocuk okumağa ve ticarete gidebilir» demesi, benim söylediklerime
muhalif değildir. Çünkü bu söz mutlaktır. Benim söylediğimde ise bu mutlakı
takyid vardır.»
Yalan yere şahidlik
meselesinde zayi olan hakkın büyük veya küçük
Basra'lıdir. olması
arasında hükmen bir fark olmadığı hadis ve kavaidin umûmundan ve mutlak
olmasından anlaşılmaktadır.
Yalan söylemek
ma'nasına gelen «kai-i zürû Kurtubi, yalancı şahitlik diye tefsir etmişse de
E1-Übbi buna i'tiraz etmekde ve şunları söylemektedir: «Öyle değildir. Bunun
ma'nası, bilmediği bir şeye kasden şahidlik etmektir; isterse vakıa uygun
düşsün. Nitekim bir kimse bilmeden Zeyd , Amrı öldürdü diye şahidlik etse de
sonra bu sözün doğru olduğu anlaşılsa yalan yere şahidlik etmişdİr...»
Kurtubî'nin beyanına
göre yalanın en büyük günahlardan olması rnal ve can itlafına, haramı helâl,
helâli haram yapmaya sebeb olduğundandır. Binaenaleyh şirkten sonra ondan daha
büyük bir günah yoktur. Nitekim Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'in onu
söylerken doğrularak oturması, ona pek ziyade ehemmiyet verdiği içindir ki, bu
da onun haram ve çok çirkin bir şey olduğunu bi't-te'kid ifâde eder, Maamâfih Nevevi
insan Öldürmenin yelancı, şahidliği yapmakdan daha büyük günah olduğuna
kaildir.
Ashabın: «Keşke sükût
buyursalar!..." demeleri Resuîüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUeml'e
acıdıkları ve onu rahatsız etmiş olmaktan korktukları içindir.
144 — (88)
Bana Yahya b. Habib cl-Hârisi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid —ki İbnü'l
Haîris'dir— rivayet elti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Ubeydullah b..Ebî Bekir, Eııes'den, o da Peygamber (SallallahU Aleyhi ve
Seliem)'dan naklen büyük günahlar hakkında şöyle buyurduğunu haber verdi:
«Allaha şirk koşmak,
anne babaya âsî olmak, İnsan öldürmek ve yalan söylemektir.»
(...) Bize Mııhammed b. el-Velid b, Abdilhamid [475]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize JVluhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki);
Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki: Bana Ubeydullah b. Ebî Bekir [476]
rivayet etti. Dedi ki: Enes b. Mâlik'i dinledim. Şunları söyledi:
— Resutüllah
(SaÜallahü Aleyhi ve Sellem) büyük günahları anlattı.
— Yahud kendisine
büyük günahlar soruldu da;
«Büyük günahlar:
Allaha şirk koşmak, insan Öldürmek ve anaya babaya
âsî olmaktır.» dedi ve:
«Size büyük günahların
en büyüğünü haber vereyim mi? O da yalan söylemektir - Yahud yalancı
şahitliktir-» buyurdular.
Şu'be: «Zann-ı galibime göre (yalancı şahitlik)
dedi; demiş.
Hadis-i şerifin son
cümlesi hakkında Nevevi şöyle diyor : *Bu söz akla gelen zahiri ma'nasma
gelmez. Çünkü; Şirk hiç şüphesiz yalancı şahidlikden daha büyüktür. Katil de
öyledir. Şu halde onu te'vil etmek gerekir. TeVili hususunda da üç vecih vardır
:
1- Hadis
küfre hamledilir. Yani bunu kâfir yapar. Çünkü kâfir hem yalan yere şahidîik
eder; hem de böyle bir şehâdetle amel eder.
2- Bu söz
yalan yere şahidîik etmeyi helal i'tikad eden hakkındadır.
Zira bu i'tikadda
bulunan bir kimse kâfir olur.
3- Hadisden
murad yukarıda görüldüğü vecihle yalan yere şahidîik etmek en büyük günahlardan
biridir demektir.» Mamafih.
Nevevi, hadisi hakiki
küfürle te'vil etmeyi zaif btümakda ve : «Bu hadis hukuk babında yalancı
şahidlikten rnen'etmek için vârid olmuştur.» demektir.
Ulema-i Kiram büyük
günahların muayyen bir adedle mahsur olarak ifâde edilmeyeceğini
söylemişlerdir. İbni—Abbas (Radiyallahu anh) hazretlerine :
— Büyük günahlar yedimidir? diye soruldukda:
«Onlar yetmişe dabâ
yakındır.» bir rivayette :«Yedi yüze daha yakındır.» dediğ irivâyet olunur.
Resulüllah (SaUaîîahü Aleyhi ve Sellem) : «Büyük
günahlar yedidir.» buyurmuşsa da bundan
maksad : «Şu yedi şey büyük günahlardandır.»
demektir. Bu sıyga umum ifade etse de tahsis olunmuştur. Sonra bir
rivâyetde büyük günahların yedi; diğer rivayette üç, bazısında dört
gösterilmesi bunlar hem büyük günahların en çirkinlerinden oldukları hemde çûk
vuku' buldukları içindir. Bahusus câhiliyet devrinde büyük günahlar çok
irtikab olunurdu.
Bir hadisde büyük
günahların yalnız bir kısmı anlatılmak istenildiği için bunda zikredilenler
ötekinde zikredilmemiştir. Bundan dolayıdır ki; ana ve babaya söğmek, koğuculuk
etmek, bevüden temizlenmemek, yemin-i gârnus ve saire hep büyük ganah oldukları
halde ayrı ayrı hadislerde beyan olunmuşlardır.
Büyük günahın
ta'rifine ve küçük günahdan ayrılmasına gelince : İbni Abbâs (Radiyallahu anh)
: «Allanın yasak ettiği her şey büyük günahtır.» demiştir. Şafiilerin Fıkıh ve
Usul-i Fıkıh imamlarından Ebû İshâk el-Esferâinîn'in kavli de budur. Bunların
delili : A1lah'm azamet ve celâline nisbetle her muhalefetin büyük günah
sa-yılmasıdır.
Cumhur-u ulemaya göre
ise; günahlar büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bu kavil Hz. îbni
Abbas 'dan da rivayet olunur. Günahların büyük ve küçük kısımlarına ayrıldığına
kitab ve sünnetten bir çok deliller bulunduğu gibi ümmetin selef ve halefi
onları hep bu taksime tâbi tutmuşlardır. İmam Gazali «el-Basit fi'1-Mezheh»
adlı eserinde: «Küçük günah ile büyük günah arasındaki farkı inkâr etmek fıkha
yaraşmaz...» demiştir. Gazal i'nin kavli-başkalarından da nakledilmiştir
Evvet, A11ah’m celâline nisbetle ona muhalefette bulunmak cidder çirkin bir şey
ise de; muhalefetlerin bazısı bazısından büyük olur. Bu i'ti-barla onlar:
1 - Beş vakit namaz,
ramazan orucu, hacc, Ömre, abdest, arife güni veya âşura orucu ile sahih
hadislerin beyan ettiği sair hayırlı amelleriî keffaret olabileceği günalhar;
2- Mezkûr ibâdet ve
tâatın keffaret olamadığı günahlar nâmiyle ik kısma ayrılırlar, işte şeriat
namaz ve emsalinin keffaret olduğu günahla ra
küçük günahlar; bunların keffaret olamadıklarına büyük günahla adım vermiştir. Bu suretle günahların büyük ve küçük diye
taksim sabit oldukdan sonra; ulema bunların zabtı hususunda dahi
bir hay li ihtilâf etmişlerdir. İbni
Abbâs (Radiyallahu anh) 'm ; «AHahıı cehennem, gazab, lâ'net veya azab
gibi bir şeyle encama erdirdiği her gü nah büyüktür» dediği rivayet
olunur. Hasan-ı Basri 'den de bu na yakın bir söz
naklederler. Başkaları: Hangi günah için
Allah ce hennemle tehdit eder
veya dünyada haddi şer-i tatbik ettirirse; o güna büyüktür.» demişlerdir. İmam Gaza1i'ye göre ise: insan hangi güm hı bir
korku ve pişmanlık sakıncası hissetmeden, onu küçümseyerek iı tikab edenler
gibi hatta âdet hâline getirip de bu tahkir ve küçümseme yi de hissetmeyenler
gibi yaparsa o günah büyüktür. Ağızdan kaçtığın ve takva murakabesinin
gevşekliğine hamledilen ve pişmanlıktan hâli ka mayan günahlar ise küçük
günahdır. Bunlar kişinin adaletine ma'ni' deği lerdir.
Ebû Amr İbni's-Salâh
büyük günahı şöyle ta'rif edeı yük ismi verilebilecek şekilde büyük olan
ve mutlak surette büyük-kle vasıflanan her günah büyüktür.» Ona göre büyük
günahın bir takım iareleri vardır. Bunlar: hadd-i şer-i icâbetmek, cehennem
azabiyle teh-d olunmak, failine fasik denilmek, lâ'net olunmak gibi şevlerdir.
Bu hususda İzzü-d'Din
İbni Abdisselâm dahi 1-Kavaid» nam eserinde şunları
söylemiştir : «Büyük günah ile küçük inan arasındaki farkı öğrenmek istersen
küçük günahın mefsedetini nass sabit olan büyük günahların rnefsedetiyle bir
ölç! eğer büyük günah-rm mefsedetinin azından noksan gelirse o günah küçük
günahlardan-r. Müsavi veya daha fazla olursa büyüktür. Meselâ: Bir kimse Allah Teâ1â'ya veya Resulü
Zişanı (Saliallahü Aleyhi ve
Seltem) ibretlerine söğer yahud Peygamberleri tahkir eder; onlardan birine
ya-cı derse, yahud Kâ'be 'ye pislik
bulaştırır veya mushafı helaya atar-bütün bunlar — büyük günah oldukları şeriat
tarafından tasrih edil-ese bile yine— en büyük günahlardandırlar. Keza zina
etmek için bir mseye bir kadını tutmak yahud öldürsün diye bir müslümanı tutmak
ıphesiz ki; yetim malı yemekden daha büyük bir mefsedettir. Halbuki ;tim malını
yemek büyük günahlardandır.
Müslümanların gizlendiği ri kâfirlere söylerse onları kılıçdan
geçireceklerini kadınları ile çocuk-rını esir, mallarını yağma edeceklerini
bildiği halde yine onların gizlen-ği yeri küf fara haber vermek de Öyledir.
Zira; o kimseyi bu mefsedete nîsbet etmek onun Özürsüz harpten kaçmasından daha
büyüktür. Halkı harpden kaçmak büyük günahdır...-»
Müfessirlerden
Ebû'l-Hasen el-Vâ ki di ile diğer bazı ema: «Sahih olan kavle göre büyük
günahların ta'rif ve tahdidi belli ığildir. Yalnız şeriat günahların bir
kısmını büyük, bir kısmını da küçük makla vasıflandırmış; bir çok nevi'lerini
hiç tavsif etmemiştir. Bunîam içinde büyük ve küçük olanları vardır. Mezkûr
günahları beyan etme-nekdeki hikmet, kulun büyük günahtır korkusu ile bütün
günahlardan sa-ınmasını te'mindir.» demişlerdir ki; onlarca bu hâl, kadir
gecesi, cuma gününün icabet saati, geceleyin icabet saati, ism-i a'zam ve saire
gibi ilah 'm kullarından gizlediği şeylere benzer.
Ulemâ hazerâtı, küçük
günahı işlemeye ısrarla devam etmenin onu büyük günaha çevireceğini söylerler.
Hz. Ömer'le İbni Ab-â s ve diğer bazı ashab-ı kiram (Radıyalfahu Anhüm)
«İstiğfarla büyük günah, ısrarla da küçük günah kalmaz» demişlerdir. Bu sözün
ma'-naşı: istiğfarla büyük günah affedilir; fakat işlenirse küçük günah büyük
günah olur; demekdir.
Acaba ısrarın hududu
nedir? Bu hususda Ebû Muhammed Izzüddin İbni Abdisselâm şunları söylemiştir:
«Israr: dinine ehemmiyet vermediğini gösterecek şekilde küçük günahı tekrar
et-mekdir. Muhtelif nevi'lerden küçük günahlar bir araya gelir de mecmu'u, büyük
günahların en küçüğünün verdiği kanaati husule getirirse hüküm yine böyledir.*
ibni Sa1âh'a göre ise;
küçük günaha ısrar:'o günahı işlemeye devam etmek ve büyük denilecek şekilde
onu devam üzere işlemek azmin-do bulunmaktır. Bunun için zaman ve sayı tahdidi
yoktur.
145 — (89)
Bana Harun b. Said el-Eyli rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb rivayet
etti. Dedi ki: Bana Süleyman b. Bilâl, Sevr b. Zeyd [477]
den, o da Ebu'l-Gays'dan [478] o
da Ebû Hüreyre'den Resuîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle
buyurduğunu rivayet eyledi:
«Yedi mühlik şeyden
kaçının!»
— Bunlar nedir yâ
Resulâllah? diye sorulunca :
«Allah'a şirk koşmak,
^ihir yapmak, Allah'ın haram kiidiği bir kimseyi haksız yere öldürmek, yetim
malı yemek, faiz yemek, düşmana hücum anında harpden kaçmak, namuslu, kendi
halinde mü'min kadınlara zina iftirası atmaktır.» buyurdular.
Bu hadisi imam Buhâri
Ebû Dâvud ve Nesâî «Vasâyâ» bahsinde rivayet etmişlerdir. «Mûbikaat» muhlikât
yani helak edici şeyler demektir.
«Zûr»; Sâ'1ebi ile
başkalarına göre bir şeyi güzel göstermek ve dinleyenlere onu bulunduğu hâlin
zıddiyle tavsif etmektir ki: yalanı hak-mış gibi gösterdiği için bâtıl bir
tezvirdir.
«Muhsanât» burada
namuslu kadınlar ma'nasma cemi'dir. Müfredi «Mıihsancdir.
Şeriatte ise; hür,
âkil baliğ ve müslüman olup hâlen sahih nikâhla evli yahud başından sahih nikâh
geçmiş bulunan erkeğe «muhsan»; kadına da «Muhsane» denir.
«GâÜlât» zinadan ve
zina iftirasına uğradıklarından haberleri bile olmayan kendi halinde
kadınlardır.
Hadisin başında :
«Yedi mühlik şeyden kaçının!» buyurulmuştur ki; bu ifade «Bunları terk edin»
demekten daha beliğdir. Nitekim Kur'
İbn-ı Kerim'de de: «Zinaya yaklaşmayın!» buyurulmuşdur Budam etmeyin» demekden daha beliğdir. Kaçınılması icâbeden
yedi şeyin birincisi; Allah'a şirk koşmak
|ânî ondan başka bir
ilâh tanımaktır. Bundan daha büyük bir mühlîk İmadığı ma'lûmdur. Çünkü
müşrik ebedî olarak cehennemde
yanacak-
İkincisi, sihirdir.
Sihir lügatte: bir
şeyin yönünü değiştirmektir. Cevheri: «Sihir: fsûndur; Me'haz ve menşei lâtif
ve gizli olan her şey sihirdir.» demiştir; lldatmak ma'nasmada gelir.
Ebû Abdillah
Râzî sihri sekiz, kısma
ayırmıştır. Şöyle ki:
1)
Yalancıların ve yedi yıldıza tapanların sihri. Bunlar taptıkları yeli
seyyarenin bu âlemi idare ettiğine, hayır ve şerrin onlardan geldiğine İnanırlar. Hz.
İbrahim (Aieyhisselâm) bu kavme
gönderilmişdi.
2) Evham
sahibleriyîe kuvvetli ruh sahiblerinin sihri,
3) Cinlerin
yardımile yapılan sihir. Buna azâim ve teshir denir.
4) Tahayyül,
göz boyacılık ve el çabukluğu ile yapılan sihir. Bazı mfessirlerin beyanına göre fir'avna
yapılan sihir bu kabildendi.
5) Bir takım
mürekkeb aletlerle yapılan acaip fiiller.
6) Bir takım
devaların yâni yiyecek ve yağların hâssalarından bilistifade yapılan sihir.
7) Kalbin
taallûku ile yapılan sihir. Bunda sihirbaz îsm-i azamı bildiğini ve ekseri
işlerde cinlerin kendisine mut'i ve ram olduklarını iddia eder.
8) El altından koğuculuk yapmak suretiyle
meydana gelen sihirdir. Halk arasında şayi' olan sihir budur.
Acaba sihrin hakikati
var mıdır? Bu suâle Ebu'l-Muzaffer Yahya b. Muhammed şu cevabı vermiştir :
«Ulemia sihrin hakikati olduğuna ittifak etmişlerdir. Bundan yalnız Ebû Hanife
müstesna kalmış; ve sihrn hakikat olmadığına kail olmuştur.» Kurtubi dahi:
«Bizce sihir sabittir. Allah Teâlü 'nrn dilediğini yaratmasiyle onun hakikati
vardır. Bu babta mu'tezile ile şafiilerden Ebû İs hâk el-Esferaini muhalefet
etmiş; ve sihrin bir tahayyül ve gözü aldatma olduğunu söylemişlerdir.» demiş
ve sihrin: şa'baze (el-çabuk]uğu), Esma-i ilâhiyyeden bazılariyle ezber edilen
bir takım sözler, şeytani ta'iiraat, yiyecek ve saire ile yapılan kısımları
olduğunu bildirmiştir.
Fa h reddini Râzî
tefsirinde anu'tezile taifesi için : «Bunlar sihrin mevcudiyetini inkâr eder:
ve ona inananların küfrüne kail olurlar. Ama ehl-i sünnet, sihirbazın hevâda
uçmasını, insanı eşeğe, eşeği insana kalbetmesini caiz görürler. Ancak sihirbaz
muayyen efsun ve kelimeleri söylerken vücûda gelen şeyleri halk edfin Allah 'dır; derler. Onlar felsefecilerle
müneccimler ve yıldız perestîer gibi felek veya yıldızların müessir olduğuna
kail değillerdir.» diyor. R â z i sihrin vâki' olduğunu ve onunla meydana gelen
te'siri Allah halk ettiğine;
«Onlar Allanın izni
olmaksızın o Sihirle hiç bir kimseye zarar veremezler..
âyet-i kerimesile ve
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selkmj'e yapılan sihrin te'sir ettiğini
bildiren hadislerle istidlal eder. Sihri öğrenme meselesine gelince : Râzi bu
babda şunları söylemiştir; «Sihri öğrenmek ne çirkin ne de menınu'dur.
Muhakkikin ulemâ buna ittifak etmişlerdir. Çünkü ilim zâtı i'tibâriyle
şereflidir. Bir de şu var ki; eğer sihir bilinmezse onunla mucizenin farkını
yapmak da mümkün olmaz. Mu'cizin âciz bırakan ma'nasına geldiğini bilmek
vaciptir. Vacibin tevakkuf ettiği şeyde vaciptir. Bu ise sihri öğrenmenin vâcib
olmasını iktiza eyler. Va-cib olan bir şey nasıl haram ve çirkin olabilir?..»
Fakat Sahih-i Buhâri
sarihlerinden Bedrüddin Aynî
Râzî nin bu sözüne bir kaç vecihle i'tiraz ederek demiştir ki:
1- Eğer Râzi
«sihri öğrenmek çirkin değildir» demekle
onun aklen çirkin olmadığını anlatmak istiyorsa; muhalifleri olan mu'tezile
taifesi bunu menetmektedirler. Şer'an çirkin değildir demek istiyorsa Teâ1â hazretlerinin: «Şeytanların okuduğu sihre
tâbi' oldular..»
âyet-i kerimesi sihrin çirkinliğini beyan ediyor. Sahih hadisde :
«Her kim bir müneccim
veya kâhine müracaat ederse Muhammed
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellemfe indirilen küfretmiş olur.» Duyurulmuştur. Sünende dahî:
«Her kim bîr düğüm
yapar da ona üfürürse sihir yaptı demektir.» hadisi vardır.
2 -
Râzî: «Sihir memnu1 değildir;
muhakkikin ulemâ buna ittifak etmişlerdir...» diyor. Zikrettiğimiz âyet ve
hadislerin karşîsmda sihir nasıl memnu' olmayabilir? Muhakkikin dediği zevat
şeriat alimleridir. Hani bu babdaki sözleri nerededir?
3 - «Eğer
sihir bilinmezse onunla mu'cizenin farkım yapmakda mümkün olmaz ilâh...» sözleri fasiddir. Zira
Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm en büyük mu'cizesi Kur'an-ı
Ke-r i m'dir...
4 - Mu'cizin
âciz bırakan ma'nasına geldiğini öğrenmek asla sihir ilmine bağlı değildir.
Sonra bizzarure ma'lumdurki sahabe
tabiin ve müslümanlann büyükleri
ile âmme kısmı mu'cizeyi bilirler; ve mucize ile başka şeylerin arasım
ayırırlardı. Halbuki sihri bilmezlerdi. Onu ne okumuş ne de okutmuşlardı. Ulema
ve fukahanın nassan bildirdiklerine göre: sihri öğrenmek de Öğretmek de büyük
günahdır. «Et-Telvilt» nam eserde bâzı Şâfiîlerin : «Sihri öğrenmek haram
değildir; bilinip, on-" yapana karşı koymak ve sihri evliyanın
kerametinden ayırmak için Öğrenmek caizdir» dediği bildiriliyor. Aynî zahire
göre bundan muradın Fahrüd- ibn-i Râzi ile imam Gazali
olduğunu söylemiştir.
Sihri öcrenerek
yapmanın hükmü ûl^maâ arasında ihtilaflıdır. Ebû Hanife Mâlik ve Ahmed b.
Hanbe1'e göre küfürdür, vainız Hanefilerden bazısına göre şerrinden korunmak
için sihri Öğrenim ek küfür değildir. Ama sihir yapmanın caiz olduğuna yahud
fayda verdiğine inanmak küfürdür. Şeytanların insana istediğini
yapabileceklerine linanmak dahi küfürdür.
İmam Şafii şöyle
demiştir : «Bir kimse sihri Öğrenirse kendisine: bize sihrini ta'rif et!
deriz. Şayet Bâbilülerin i'tikad ettikleri yedi yıldıza ibadet ve bu
yıldızların kendilerinden istenen şeyi yapması gibi küfrü icâbedecek şekilde
beyanda bulunursa o kimse kâfirdir. Beyanı küfür Icabetmiyor da sihrin mubah
olduğuna inanıyorsa yine kâfirdir.*
Sihir yapan kimsenin
seri cezası ölümdür. Yalnız imam Mâli k ile Ahmed b. Hanbe1'e göre bir defa
yapmakla, Ebû Hanife ile Şafii hazeratına göre ise bir kaç defa yapmakla yahud
muayyen bir şahsa sihir yaptığım i'tiraf etmekle öldürülür. Şafii 'den gayri
imamlara göre sihribazm öldürülmesi bir hadd-i seridir. Şâfiiye göre ise fiilin
tekrarı veya i'tiraf halinde sihirbaz kısas olmak üzere öldürülür.
İmam A'zam Ebû
Hanife'ye göre ehl-i kitabın sihirbazı da öldürülür. Eimme-i selâse denilen
Mâlik, Şafii ve Ahmed b. Hanbe1'e göre Öldürülmez. Onlara göre sihir yapan
kadının hükmü de erkek gibidir. Ebû Hanife'ye göre Öldürülmezse de hapsolu-rmr.
Sihir yapan kimsenin
dünyaca tevbesinin kabul edilip edilmemesi ihtilaflıdır. İmam Mâ1ik 'e göre
kabul edilmez. Ebû Hânife ile Ahmed b. Hanbe1 'den
nakledilen meşhur kavle göre de hüküm budur. İmam Şâfii 'ye göre kabul edilir.
İmam A Sımed 'in ikinci kavli de budur. İmam Mâli k'den bir rivayete göre
sihirbaz yakalanırsa, zındık gibi onun da tevbesi kabul olunmaz. Fakat
yakalanmadan tevbo eder de tevbekâr olarak gelir teslim olursa öldürülmez.
Ancak yaptığı sihirle insan öldûrmüşse kendisi de öldürülür. İmam Şâfii 'ye göre
sihirbaz: «Ben öldürmeyi kesdetmedim.» derse hatâ etmiş sayılarak kendisinden
diyet almır.
İmam Br. hâri 'nin
naklettiğine göre Saidü'bnü'1-Müseyyeb, sihir yapan kimseden sihrini çözmesini
istemeyi caiz görmüştür. Bâzıları «Nüşra»ya cevaz vermişse de Hasan-ı Basrî
bunu mekruh saymıştır;;
Nüşra: cinlerin
çarptığı zannolunan bir kimseye tatbik edilen ilâç ve okumadır.
Üçüncüsü: katildir:
Haksız yere insan öldürmek imam Şafii (Rahimehi-iltahi'a. göre A11ah'a şirkden
sonran büyük günahtır. Bir hadisde : «Rahmanın arşı üç şeyden depremr ve Allah
üç şeyden gadaba gelir* buyurulmuş; katil bunlar arasında zikredilmiştir. [479]
Katilin tevbesi hususunda ihtilâf edilmiştir, İbni Abbâs (Radiyallahu
anh)'& göre kaatil ebedi olarak cehennemde kalacaktır. Hanefilerle diğer
ulemaya göre ebedî olmasa da cehennemde uzun zaman kalacaktır. Dünyevi cezası
ise kısâsen öldürülmektir. Ancak maktulün velileri affeder yahud uzlaşirlarsa
kısas edilmez: çünkü hak onlarındır. Kasden haksız yere insan öldürmede
Hanelilere göre keffaret verilmez. Zira keffaretde ibâdet ma'nası vardır;
binaenaleyh; onunla hâlis bir büyük günah olan katil Ödenemez. Şafiilere göre
ise keffaret lâzımdır. Onlar : «Hataen insan öldürmek bundan daha ehven olduğu
halde onda keffaret meşru' olunca bunda evleviyetle meşru' olur.» diyorlar.
Dördüncüsü: yetim malı
yemektir. Yetim : Babası ölen küçük çocuk-dur. Hatta Zemahşehrî fye göre büyük
çocuğa da yetim denilebilir. Zira kelimenin lügat ma'nası. yalnız kalmakdir.
Ancak bu kelime daha ziyade küçükler hakkında kullanılır. Vakıa Peygamber
(SallüUahü Aleyhi ve
Seılenı): Buluğdan sonra yetimlik
yoktur» buyurmuşlarsa
da ona göre bu hadisden murâd lügati değil, şeriatı öğretmektir.
Hadisin zahirine
bakılırsa yetim rnahm yemek mutlak surette haramdır. Şu halde vasinin yemesi
de memnu'dur. Nitekim buna kail olanlar vardır. Fakat cumhura göre vasi veya
velinin ma'ruf vecihîe ve israf etmemek şartiyle yetim malından yemeleri
meşru'dur.
Beşincisi: ribâ
yemektir. Kîba : Mal verip karşılığında rnal alırken alman veya verilen
karşılıksız ziyadedir. Buradaki «yemek» ta'birinden maksad ribâ muamelesi yani
faizcilik yapmaktır. Faizcilikle kazanılan malların çoğu yenildiği için mezkûr
kazanca mecazen «yemek» denilmiştir.
Ribâ meselesi bir çok
âyet ve hadislerde en şiddetli bir lisanla haram kılınmıştır.
Altıncısı: Düşmana
hücum edileceği zaman harpden kaçmaktır. Ancak bu kacıs bir müslümanm
karsısında bir veya iki kâfir bulunduğu zaman haramdır; daha fazla olurlarsa
kaçmak caizdir. Hadis-i şerif harpden laçmanm büyük günah olduğuna delâlet
etrnekdedir ki cumhuru ulema-|m mezhebi de budur. Yalnız Hasan-ı Basri
hazretlerine göre [arpden kaçmak- küçük günahtır. Ona göre bu babdaki âyet
hassaten Sedir gazileri hakkında nazil oîmuşdur. Bazıları da âyetin başka bir
âyet-nfshedildiğine kaaildirier. Fakat doğrusu :
ister kirn o gün
çarpışmak için dönmek yahud başka bir bölükde mevki' ıSmak halleri müstesna
olmak üzere kâfirlere arkasını dönerse muhakkak Jlahın bir gadabına uğrar;
varacağı yer de cehennemdir. O ise pek kötü
»ir yerdir» [480]
âyet-i kerimesi ne Bedir gazilerine mahsusdur; ne de men-suhdur. Onun hükmü,
cumhuru ulemanın dedikleri gibi her harbe âmm İve şamil olmak üzere kıyamete
kadar bakidir.
Yedincisi:'Muhsan
kadınlara zina iftirasında bulunmaktır. Bu hü-Ikümde erkeklere edilen zina
iftirası da dahildir. Binaenaleyh kadın olsun erkek olsun: âkil ,bâliğ ve
namuslu olan bir müslümana zina iftirasında bulunmanın cezası hür olan
müfteriye seksen, köleye kırk değnek vur-fmaktır.
Kâfir bir kadına
zimmiyye [481] bile olsa zina
iftirasında bulunmak büyük I günah değildir. Bu sebeble müfteriye hadd
vurulmaz. CairyeyR yapılan zina iftirasının cezası ta'zirdir.
146 — (90)
Bize Kuteybetü'bnÜ Said rivayet etti. (Dedî ki) Bize Leys [482]
tbnü'l-IIâd'dan, o da Sa'd b. İbrahim'den, o da Humeyd b. Ab-dirrahnıan'dan, o
da Abdullah b. Amr b. Âs'dan Resulüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Selîem) 'in şöyle
buyurduğunu rivayet eyledi:
«Bir kimsenin
ebeveynine söğmesi büyük günahlardandır.» Ashâb:
— Yâ Resûlâllah! Hiç
insan ebeveynine söğer mi? dediler. Resulüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem):
«Evet, bir adamın
babasına söğer; o da onun babasına söğer. (Adamın) anasına söğer; o da onun
anasına söğer.» huyurdular.
(...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhamnıed b.
el-Müsennâ ve İbni Beşşâr toptan Muhamnıed b. Ca'fer'den, o da Şu'bc'den naklen
rivayet eyledi. H.
Bana Muhammcd b. Hatim
de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yâhyâ b. Said [483]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân [484]
rivayet etti. (Şu'be ile Süfyan'ın) her ikisi Sa'd b. İbrahim'den bu isnâdla bu
hadisin mislini rivayet etmişler.
Bu hadisi Buhâri ile
Ebû Dâvud «Edeb» bahsinde, Tir rai zi 'de, «Kitabü'l*bi ^s» de tahriç
etmişlerdir..
Ashabın : «Hiç insan
ebeveynine söğer mi?» diye mukabelede bulunmaları, bu işin vukuunu uzak
gördüklerindendir. Çünkü tab-ı selim bundan nefret eder. Resulü Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de cevaben, bu işi bir kimsenin ekseriyetle
doğrudan doğruya değil de sebeb olmak sureti ile yaptığını beyan buyurmuştur.
Anaya babaya sövmeğe sebeb olmak büyük günahlardan sayılınca onlara sarahaten
söğmek şüphesiz ki en büyük günahlardan olur.
Bundan beş yüz otuz üç
yıl evvel yaşamış olan Buharı şârihi Ayni bu babda şunları söylemiştir : «Bu
zamanda Öyle insanlar var ki ebeveynine söğen kimseye ziyafet verir. Anasını
babasını döğenler bile vardır. Bir çok kimseler ebeveyn âsisi mücrimlerin bu
işi yaptıklarına şâhid olmuşlardır. Hattâ babasını kesenler olurmuş. Bu
musibetin Mısır'da çok vuku' bulduğunu bana bir cemaat haber verdi. Allah Man
afvü afiyet dileriz.»
Aynî (Rahiınehullah)
üstadı Zey nüddin'in merfu' ve mevkuf hadislerden alınan büyük günah sayısının
kırka baliğ olduğunu söylediğine işaret ettikden sonra onun söylemediği büyük
günahları sıralamıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: Bir kimsenin babasından
başkasını babamdır diye iddia etmesi, küçük günahı işlemeye İsrarla devam, müslümana
bühtanda bulunmak, kin tutmak, zina, livâta, hırsızlık, kabahatsiz bir kimseyi
koğuculukla öldürtmek, gıybet etmek, Kur'an'dan bir sure veya âyet unutmak,
nemmamlık etmek, ramazan gününde özürsüz orucu terk etme!.. Ölçü ve tartıda
hıyanet etmek, özürsüz namazı vaktinden evvel veya sonra kılmak, haksız yere
bir müslümsni döğmek, ashab-ı kirama söğmek, rüşvet almak, deyyusluk etmek,
emr-i’il ma'ruf, nehy-i ani'l münkeri muktedir olduğu halde terk etmek, hayvanı
yakmak, sebeb-siz olarak kadının kocasına itaat etmemesi, ulema ile ehl-i
Kur'an'ı gıybet etmek, özürsüz domuz eti veya iaşe yemek ve hayz hâlinde
cima", etmek Çalgı dinlemek ve ipek elbise giymek yahud ipek yaygı üzerine
oturma;-gibi şeylerin büyük günah olup olmadığı ihtilaflıdır. İmamü'l-Haremeyn
Cüvevni ;ye göre bunlarda büyük günahlardandır. Râfiî ise sahih kavle göre
küçük günah olduklarını beyan etmiştir.
İbni Battal bu hadisin
sedd-i zerâyi' [485]
babında bir temel kaide olduğunu söylemiştir. Harama götüren yolun da haram
olduğu bundan, alınır. Hadisin aslı:
«Aİîahdan başkasına;
dua edenlere söğmeyîn.» âyet-i kerîmesidir. Usul uleması, putperest kâfirler
A11ah'a söğer diye puta söğmek gibi şeylerde sedd-i zerayi'in vücubuna kail
olmuşlardır.
Mârt’ı di ipek
giyeceği maTum olan bir erkeğe ipek satmayı, keza şarap yapacak bir kimseye
şıra satmayı bu hadise istinaden men'etmiş-tir.
Hanelilere göre ise
şarap yapan kimseye şıra satmak caizdir. Çünkü ma'siy et işlenirken şıranın ayni
değişmiş yani şarap olmuştur. Düşmana silâh satmak ise yasaktır; zira ma'siyet,
satılan âletin ayniyle işlenecek, onunla müslümanlar öldürülecektir.
1 - Sebebe hüküm izafe edilebilir.
2 - Galibe göre amel edilir. Çünkü babasına soğülen adam
da soğe-nin babasına söğebüir; fakat söğmemesi de caizdir. Ancak böyle hallerde
ekseriyetle nasıl muamele görülürse öyle muamele edilir. .
3 - Anne baba hakkı pek büyük ve onlara itaat farzdır,
4 - Sedd-i zerîa meşru'dur.
147 — (91)
Bize Muhammed b, el-Müsennâ ile Muhammedi b. Beş-şâr ve İbrahim h. Dînâr [486] toptan
Yahya b. Hammâd'dan [487]
rivayet ettiler. İbnü'l-Müsennâ dedi ki: Bana Yahya b. Hamtnâd rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Şu'be, Ebân b. Tağlib'den [488] , o
da Fudayl-i Fukayrnf [489]
den, o da İbrahhn-i Nehai'den, o da Aİkame'den, [490] o
da Abdullah b. Mes'ud'dan, o da Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem)'Aen
nakletmiş ol. mak üzere haber verdi, ResülüHah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem):
«Kalbinde zerre mikdari
i'Uıir olan kimse Cennete giremez.kbuyurmuş. Bir zât:
— «İnsan elbisesinin
güzel, ayakkabının güzel olmasını istiyor?» demiş. Resulüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem):
«Şüphesiz ki Allah
güzeldir; güzelliği sever, Kibir; hakkı inkâr ve insanları tahkir
etmektir.» buyurmuşlar.
148 - (...)
Bize Mincâb b. el-Hâris et-Temîmi [491] ile
Süveyd b. Said ikisi de Aliy b. Müshir'den rivayet ettiler. Mincâb dedi ki:
Bize İbni Müs-hir, A'meş'den, o da İbrahim'den [492]: o
da Alkâme'den, o da Abdullah'dan nakletmiş olmak üzere haber verdi. Abdullah
demiş ki: Resulüllah (Salîaîhhü Aleyhi ve Seilem) :
«Kalbinde hardal
datıesi kadar iman olan hiç bir kimse cehenneme girmez; kalbinde hardal danesi
kadar tekebbür bulunan hiç bir kimse de cennete giremez.» buyurdular.
149 — (...)
Bize Muhammcd b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Davud rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Şu'be, Ebân b. Tağlib'den, o da Fu-dayl'den, o da İbrahim'den,
o da Alkame'den, o da Abdullah'dan, o da Peygamber (Sallalİahü Aleyhi ve
Sellem)'den nakletmiş olarak rivayet eyledi. Resuîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem):
«Kalbinde zerre
mikdarı kibir bulunan kimse cennete giremez.» buyurmuşlar.
Bu hadisi Ebû Davud,
Tirmizi, Ahmed b. Hanbel, İbni Asakîr ve Bey haki dahi tahriç etmişlerdir. İsnadında
üç dane tabiînin yâni A'meş, İbrahim ve Alkâme hazerâtının bir birlerinden
rivayette bulunmaları ve keza bu üç zatla Mincâb'm ve Abdullah b. Mes'ud
(Radiyallahu anh) 'in hep Kûfe'li olmaları nâdir tesadüf edilen letâiftendir.
«Kalbinde zerre
mikdarı kibir olan kimse cennete giremez» ibaresinin te'vili hususunda ulema
ihtilâf etmişlerdir.
Ebû Süleyman Hattâbi
bu ibareyi iki vecihle te'vil etmiştir :
1 - Kibirden rmirad :
imandan tekebbür etmek yânî iman etmemektir. Bu hâlde ölen bir kimse asla
cennete giremez,
2 - Maksad: cennete
giren bir kimsenin kalbinde oraya girerken kibir bulunamaz demektir. Nitekim
Teâ1â hazretleri :
«Biz onların
kalblerîndeki kin ve hasedi çıkaracağız.» [493]
buyurmuştur. Ancak
Ha11ab S 'nin bu te'villerini imam Nevevî beğenmemiş; hadisin ma'ruf olan
kibirden yâni kendini başkalarından yüksek görerek onları tahkir ve hakkı
bertaraf etmekden nehi için vârid olduğunu söylemiş; binaenaleyh bu te'villere hamledilerek matiub olan
ma'nadan çıkarılmama-sı gerektiğini bildirmiştir.
Kaadi Iyâz ile sair
muhakkikine göre hadisin ma'nâsı: cezasız cennete giremez demektir. Nevevi'de
bu kavli ihtiyar etmiştir. Bazıları: «Evet ceza verilirse ma'na budur; fakat
Cenab-ı Hakk'm lütfü keremiyle o kimseyi affetmesi de caizdir. Binaenaleyh
bütün mii'-minler ya doğrudan doğruya yahud da büyük günah işlemekde ısrar hâlinde
ölen günahkârlardan bazıları azâb gördükden sonra mutlaka cennete
gireceklerdir demişlerdir. Hadisden murad kibirlilerin cennete ilk giren takva
sahipleriyle birlikde giremeyeceklerini beyândır.» diyenler de vardır.
Hadisin ikinci
rivayetinde: «Kalbinde hardal dânesi kadar iman olan hiç bir kimse cehenneme
girmez.» ifadesinin ma'nası da kâfirler gibi cehenneme ebedî olarak girmez
demektir.
«İnsan elbisesinin
güzel, ayakkabının güzel olmasını istiyor?» diyen zâtın ismi Mâlik b. Murara'
dır. Kaadi îyâz ile İbni Abdilberr buna kail olmuşlar sa da hafız Halef İbni
Beş-küvâ1'in beyanına göre bu zatın kim olduğu ihtilaflıdır. İbn Ü1-A'râbî'ye
göre Ebû Reyhâne Şem'un 'dur. Ali'yyü'b-nü'l Medînî «Tabrkat» nâmındaki eserinde
bunun R.âbîatü'b -nü Âmir olduğunu söylemiştir. İbni A m r diyen bulunduğunu da
İbni's-Seken kaydettiği gibi, Muâz b. Cebel diyenler olduğunu da İbni
Ebi'd-Dünya «Kitâbu'l-Humûl ve t-Tevâzu;» adlı eserinde zikretmiştir. Hatta bazıları
Abdullah b. Amr İbni '1-Âs , bâzıları da Harım b. Fâtik olduğunu
söylemişlerdir. Güzel elbise giymek Allanın nimetini göstermek ve ona şükretmek
niyetiyle caizdir. Tirmizî'nin rivayet ettiği bir hadisde «Şüphesiz ki; Allah
Kulunun Üzerindeki nimetinin eserini görmek ister» buyurulmuştur. İmam Âzamin
dört yüz altın kıymetinde elbise giydiği rivayet olunur. İmam Muhammed pek
kıymetli elbise giyer ve: «Benim Hanımlarım cariyelerim var, benden başkasına
bakmasınlar diye ziynetleniyorum.» dermiş. Gerçi Hz. Ömer'in yamalı elbise
giydiği rivayet olunursa da o bunu fakii memurlarına Örnek olmak için
giymişdir, deniliyor.
«Şüphesiz k! Allah
güzeldir; güzelliği sever» cümlesinin ma'nası hu susunda dahi ihtilâf
edilmiştir. Bazılarına göre bunun ma'nası: Allahm heı emri güzeldir; esama-i
husnâ onun, cemâl ve kemâl sıfatları da ona mah sustur demektir.
Diğer bazıları:
«Kerim; mükrim, semî: müsmî' manasına geldiği gib cemil de mücmil yanî güzellik
veren manasına gelir.» demişlerdir Kuşeyrî (Rahimehullah) cemilin celil yânî
büyük ma'nasma geldi ğini söylemiş; Hattâbi ise nur ve güzelliğin sahibi
manasında kul lanıldığım hikâye etmiştir. Bazılarına göre cemil: size karşı
fiilleri lütûfke güzeldir; size az amel teklif eder: teklif ettiğini ifâ
hususunda size yor-Um eder; ifasından dolayı bol bol ec;r verir demektir.
Nevevi diyor ki: «Bu
isim bu sahih hadisde vârid olmuşsa da ha-[dis haber-i vahiddir. Esma - i husna
hadisinde dahi vârid olmuştur; fal:al onun da isnadı hakkında söz edilmiştir.
Muhtar olan kavle göre Allah Teâ1â'ya cernil denilebilir. Ulemâdan bâzıları
bunu tecviz etmemişleridir.»
İmamü'l-Haremeyn
,umutaleada bulunuyor : A11ah'm isimleriyle
sıfatlan namına seran neler varid olmuşsa onları bizde söyleyebiliriz.
Şeriatın men' ettiklerini biz de men' ederiz. İzin verilip veril-İmedi^ine dair
bir emare bulunmayanlar hakkında helâldir veya haramidir diye biz hüküm
veremeyiz. Çünkü şeria+m hükümleri ser'i yollardan ılınır. Sayed bir şeyin
helâl veya haram olduğuna biz hükmedecek olursak şeriat haricinde kendimiz bir
hüküm isbât etmiş oluruz. Sonra bir ismi Allah Teâlâ 'ya ıtlak edebilmek için
şer'an kati bir delil bulunması I şart değildir. İlim icâbetmese de amel iktiza
eden bir delilin bulunması kâfidir. Şu kadar var ki şer'i kıyaslar amelin
muktezasıdırlar. Onun için bir ismi ve bir sıfatı A11ah'a ıtlak hususunda
onlarla istidlal caiz değildir.»
İmamü'1-Karameyn 'in
«Helâldir veya haramdır diye hüküm veremeyiz...» şeklindeki İzahatı için Nevevi:
«Bu söz muhtar olan mezhep üzerine bina edilmiştir...» dedikden sonra sözlerine
söyle devam ediyor: «Çünkü bizim ulemamızın muhakkîklarma göre eşya hakkında helâldir;
haramdır; mubahtır yahud daha başka bir şeydir diye hüküm verile, mez. Zira
ehl-i sünnete göre hüküm ancak şeriatla verilir. Ulemamızdan bazıları: «Eşya
aslî ibâha üzredir.» demişlerdir. Bir takımları asli hürmete, bazıları da
tevakkufa kail olmuşlardır; yani bu hususda ne denileceği bilinmez; derler.
Bunlar içerisinde muhtar olan kavil birincisidir.
Filhakika Allah TeâS
â'y', şer'an vârid olmayan fakat yasak da edilmeyen kemâl, celâl ve medih
sıfatiyle tavrif etmenin veya ona böyle bir isim vermenin caiz olup
olmayacağında ehl-i sünnet uleması ihtilâf etmişler; bir taife bunu caiz
görmüş, diğerleri ise caiz olacağına dair Kitâb, sünnet-i mütevâtire veya
icmâ'dan birisinden kat'i bir nass-i şer'i vârid olmadıkça tecviz
etmemişlerdir.
Mezkûr sıfatlarla A11ah’m
tavsif edilebileceği hususunda haber-i vahid bir delil bulunursa mesele yine
ihtilaflıdır. Bazılarına göre caizdir. Derler ki: «Böyle bir isim veya sıfatla
Allaha duâ ve senada bulunmak, amel babındandır; haber-i vâridle amel ise
caizdir.»
Diğerlerine göre caiz
değildir. Çünkü bu iş Allah'a caiz veya müstehil olan şeyi i'tikad meselesine
râci'dir. î'tikadm yolu ise katiyettir. Yani onu isbât edecek delilin kâfi
olması icâbeder. Kaadî lyaz: «Doğrusu caiz olmaktır. Zira bu hem amele hemde
Allah Teâlâ 'nın: «Güzel isimler Allaha mahsustur. Binaenaleyh ona bu isimlerle
duâ edin!»
âyet-i kerimesine
şâmildir.» demiştir .Buna mukabil el-Übbî : «İsimle zikir ve onunla duâ etmek,
o ismin ma'nasım i'tikadın fer'idir. İ'tikadda matlub olan şey ise kat'iyettir.
Binaenaleyh sözün doğrusu, bu işin caiz olmamasıdır.» diyor.
Esma-i husnânın 99
isim olduğunu bildiren hadis muttefekun aleydir. Yalnız bu hadisde isimler
aîetta'yin beyan olunmamıştır. Ta'yin suretiyle beyan eden hadisi Tirmizi
rivayet etmiş; ve: «Bu îıadis hasen sa-hîhdir.» demişse de mezkûr hadisde
«cemil» ismi zikredilmemiştir. ffc/LJ I i^j» terkibi Tirmizi
ile Ebû Davud'dan şeklinde rivayet
olunmuştur. Fakat msnâca ikisi de birdir. Yanı her ikisinin ma'nasi: insanları
tahkir etmek demektir.
150 — (92)
Bize Muhammed b. Abdillah h. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babamla Vekî',
Ameş'den, o da Şakik'den [494] o
da Abdullah'-dan [495]
nakletmiş olarak üzere rivayet ettiler. Vekî : ResulüHah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) buyurdu; iladesini kullanmış; İbni Nümeyr ise: ResulüHah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemj'den dinledim; diyerek rivayet etti. Abdullah Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i:
«Her kim Aflaha bir
şeyi şerik koşarak ölürse cehenneme girer.» buyururken işittim. Ben de dedim
ki:
«Allah'a hiç bir şeyi
şerik koşmayarak ölen dahî cennete girer.» demiş.
151 — (93)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb de rivayet ettiler. Dediler ki :
Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Ebû Süfyan'dan, [496]
o da Cabir'den [497]
nakletmiş olmak üzere rivayet etti. Câbir şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'e bir zât gelerek:
__ Yâ Resulâilah!
Cennetle cehennemi İcâbettiren iki şey nedir? diye sordu. Resulü Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Her kim Allah'a hiç
bir şeyi şerik koşmayarak ölürse cennete girer; ve her kim ona bir şeyi şerik
koşarak ölürse cehenneme girer.» buyurdular.
152 — (...)
Bana Ebû Eyyub el-Gaylânî Süleyman b. Ubeydillâh ile Haccacü'bnü's Şa'ir
tivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Abdülmelik b, Amr rivayet eyledi. Dedi ki:
Bize Kurre [498]. Ebu'z-Zübeyr' [499] den
rivayet etti. (Demiş ki): Bize Câbir b. AbdiHâh rivayet etti. Dedi ki:
Re-Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)
«Her kim Allaha hiç
bir şeyi şerik koşmayarak kavuşursa cennete girer; ve her kim ona şerik koşarak
müiâkî olursa cehenneme girer.»buyururken işittim.
Ebû Eyyûb dedi ki:
«Ebû z-Zübeyr Cabir'den naklen dedi.»
(....) Bana
İshâk b. Mansıir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muâz —ki İbni Hişam'dîr— haber
verdi. Dedi ki: bana baham, Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen Peygamber
(SaUaîiahü Aleyhi ve Sellem)'in bu hadisin mislini söylediğini rivayet etti.
Bu hadisi Buharı
«Kitabü'l-Cenaiz», «Tefsir» «Eyman ve'n-Nüzür»
bahislerinde muhtelif
râvilerden tahric ettiği gibi Nesaî dahi «tefsir» bahsinde Muhammedb. Abdil'a'la tarikiyle tahric etmiştir.
Şirk : Allah elmakda
cenâb-ı Hakka ortak bulunduğuna inanmaktır. Cevheri'nin «Sıhâh» mda şirk:
küfürdür deniliyor.
A11ah'm şeriki
olmadığına inanmaya iman-ı şer'i derler. Binaenaleyh hadisin ma'nâsı: bir
kimse —hasa— Ali ah'ın ortağıdır
diyerek her hangi bir mevcuda velevki bir melek veya peygambere ibâdet etmek
suretiyle şirk koşar da bu hâi üzere ölürse cehenneme girer; demektir. Nitekim
hıristiyanlar, Hz. Cibril ile İsa (Aleyhisselâm) 'a bu ma'na-da ibâdet
ettikleri için müşrikdirler. Çünkü ibâdet: Kendisinde Allahlık sıfatları
görülen zâta karşı son derece tezellül ve huzû' göstermektir. Ancak şapla
şekeri birbirinden ayıramayan bazı cahiller muhabbet ve itâatla ibâdeti bir şey
zannederek peygamberlerden veya sulâhadan binne gösterilen mahabbet ve ta'zimi
şirk sayarlar. Halbuki Peygamberleri (Salavatullahi aleyhim ecmain) sevmek onlara ta'zimde bulunmak, bir çok
şer'i delillerle emir
buyurulmuşdur ki: «Her kim peygambere itaat ederse muhakkak Allah'a da itaat
etmiş olur.» «Şüphesiz ki sana bey'at edenler ancak Allaha bey'at ederler...» [500] ve
emsali âyetlerle:
«Kim bana itaat ederse
muhakkak Allah'a itaat etmiş; ve bana isyan eden de Allah'a isyan etmiş
olur.» hadisi bunlardandır.
Hasılı bir peygamberi
veya ümmetinden bir zâtı sevmek ve bu se-beble ona tazimde bulunmak başka, ona
— haşa — Allah 'dır diye tapmak başkadır. Bunlard\n birincisi makbul ve
matlub; ikincisi menfur ve şirkdir.
Hadisin Ebû Hamza
rivayetinde İbni Mes'ud (Radiyallahı anh) şöyle demiştir.
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bir söz söyledi; ber de başkasını söyledim. O: her kim A11ah'a
bir eş iddia ederek ölürst cehenneme girecektir, dedi. Ben de : herkim A11ah'a
nazîr iddia et meyerek ölürse cennete girecektir, dedim.» Müs1im'in bâzı
nüshal; nnda buradakinin aksi yani Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Her kim Allaha hiç bîr şeyi şerik koşmayarak ölürse cennete girecektir.
buyurdu. Ben de :
«Her kim A11ah'a bir
şeyi şerik koşarak ölürse cehenneme gi recektir, dedim.» şeklinde rivayet
olunmuştur. Humeydi ile Ebu Avâne'nin
rivayetleri dahî böyledir. Anlaşılıyor ki mezkûr Câbi hadisindeki her iki şekil
rivayet, Resulüllah (Sallallahü Aleyhi v Sellem)'in hadîsi olmak
üzere sübût bulmuştur.
İbni Mes'ud (Radiyallahu
an/ı/ın bunlardan birini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e refederek
ötekini kendi sözü gibi gÖ: termesine gelince: bu hususda Kaadî Iyâz ve
başkaları şunla: söylemişlerdir :
«Bunun sebebi: İbni
Mes'ud'un Peygamber (Sallallah Aleyhi ve Sellem) 'den bu sözlerin yalnız birini
işitmesidir. Öteki cümle yâ Kita'buliah 'dan bildiği için yahud Peygamber
(SallaUahii Aleyhi ve Sellem)'den işittiğinin muktezâsı olarak kendisi ilâve
etmiştir.»
Fakat Nevevî bu söylenenleri
noksan bulmakta ve Ibni Mes'ud hadisinde her iki cümlenin de Resulüllah (SallaUahii
Aleyhi ve Sellem)'e refedildiğini hatırlatarak şöyle demektedir: «En iyisi :
İbni Ivîe s' u d bu iki cümleyi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)den
işitmiştir. Ancak bir müddet yalnız birini icâbettiği şekilde bellemiş; ötekini
hatırında tutmamış; bu sebeble ezberindeki cümleyi mer-fu1 olarak rivayet
ederek ötekini ona kendinden katmış. Başka bir zaman da öteki cümleyi bellemiş;
birinciyi unutmuş; ve yine bellediğini merfu' ötekini kendi sözü olmak üzere
rivayet etmiştir; demelidir.»
Nevevî'nin bu
şekildeki izahatını lüzumsuz bir tekelîüf ve itnâb sayarak İbni Mes'ud
(Radiyallohu anh)'m, sözünü mefhumu muhalefetten aldığına hamletmek isteyenler
ve bu münasebetle lüzumsuz yere itnabda bulunanlar varsa da hadisin muhtelif
rivayetleri Kevevî1 nin ne derece haklı olduğunu göstermeye kâfi geldiği
cihetle, muhalifinin uzun sözlerini burada nakle hacet görülmemiştir.
Kirmanı 'nin : «Acaba
İbnî Mes'ud bu hükmü nereden bilmiştir?» şeklindeki suâline Buhârî sarihi Aynî:
«Sebebin mün-tefi olması müsebbebin de müntefî olmasını icâbettiğinden
bilmiştir. Şirk müntefi oldu mu cehenneme girmek de kalmaz. Cehenneme girmek
kalmadı mı cennete girmek lâzım gelir; zira bu iki şıkkın üçüncüsü yoktur.
Yahud Teâ1â Hazretlerinin :
«Şüphesiz ki Allah
kendine şirk koşulmasını affetmez...» [501]
âyet-i kerimesile emsalinden anlamıştır.» diye cevap vermiştir.
İmam Müslim
(Rahimehullah) bu hadisin senedinde Veki'in «Resulüllah buyurdu» ifadesini
kullandığını, İbni Nümeyr'in ise :
«Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden işittim» dediğini göstermek suretiyle mühim
bir inceliğe tenbih etmiş; ve bu babtaki dikkat ve kemalini bir daha isbât
etmiştir. İncelik şudur; «Semi'tü» yânî «işittim» sözü ulemanın ittifâkiyle
hadisin muttasıl olduğunu gösterir. Hal-bu ki «Kaale» yâni «dedi» tabiri ulemâ
arasında ihtilaflıdır. Cumhura göre bu da hadisin muttasıl olduğunu bildirir.
Fakat bazıları «onun ittisal bildirmesi için delil lâzımdır.» demişlerdir. Şu
halde onlara göre bu sözle rivâyei edilen bir hadis sahâbinin mürseli hükmündedir.
Sahâbînin mür-seli ise ihtilaflıdır. Cumhura göre onunla ihticac edilir; ama
sahabiden gayri kimsenin mürseli hüccet değildir, Şâfiîlerden Kbû İshâk
Esteraînî 'ye göre sahâbînin mürseli ile de ihticac edilemez. Demek oluyor ki,
hadis hem muttasıl hem mürsel olarak rivayet edilmiştir. Böyle hem muttasıl,
hem mürsel olarak rivayet olunan hadisden hüccet olup olmayacağı dahî
ihtilaflıdır. Bazıları hüküm mürsiledir, demiş; bazıları ek-
seriyete göre verilir;
Kanaatinde bulunmuş; bir takımları da «Rivayeti en iyi belleyenlere göre
verilir» demişlerdir. Sahih olan kavil mevsul olan rivayeti tercih etmektir.
İşte Müslim (Rahimehullah) 'm gösterdiği dikkât ve ihtiyat buradadır. Bir de
böyle, yapmasa hadisi mâna itibârı ile rivayet etmiş olur. Halbuki îâfzan
rivayet bilittifak evlâdır. Hadis-i şerif, A11ah 'a şirk koşarak ölenlerin
cehenneme, şirk koşmayarak ölenlerin cennete gireceklerine delâlet ediyor ki,
bu hususda ulema müttefiktirler. Müşrikler cehennemde ebedî kalacaklardır.
Müşrik tâ'bîri, ya'hudî, hırıs-tiyan, putperest ve sair bütün kafereye âmm ve
şâmildir.
Şirk koşmaksızm
ölenlerin cennete gireceği dahi kafi isede evvelce de arz ettiğimiz vecihle hiç
günah işlemeyenler cennete Önce gireceklerdir. Büyük günahları ısrarla
işlerken ölenlerin hali A11ah'm meşieti-ne kalmıştır. Dilerse onları günahları
nisbetinde azâb eder; de sonra cennetine koyar. Dilerse affederek hiç azâb
göstermeden cennetlik eyler.
153 — (94)
Bize Muhammed b. el-Müsennâ ile İbni Beşsâr da rivayet ettiler. İbnû'i-Müsennâ
dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Vâsıl
el-Ahdeb'den, [502] o da
el-Ma'rur b. Süveyd'-den [503]
naklen rivayet etti. Demiş ki: Ebû Zerr'i Peygamber (Saüallahü Aleyhi ve
Sellenıyûcn naklen rivayet ederken dinledim. Resulüllah (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem):
»Bana Cibril
(Aleyhisselâm) geldi; ve: ümmetinden her kim Aİİaha hiç bir şeyi şerik
koşmayarak ölürse cennete girecektir; diye müjdeledi. Ben: Zina etse de
hırsızlık yapsa da mı dedim.»
«(Evet) zina etse de
hırsızlık yapsa da!.» buyurdular«
154 — (....)
Bana Züheyr b. Harh ile Ahmed b. Hırâş (495) rivayet ettiler. Dediler hi: Bize
Abdüssamed b. Abdilvâris rivayet etti.
(Dedi ki): Büze babam rivayet etti. Dedi ki: Bana Hüseyn el-Muallim,
tbni Eiirey-de'den rivayet etti. Ona da Yahya b. Ya'mer rivayet eylemiş.
Yahya'ya da Ebû'1-Esved-i Dilî, ona da Ebû Zerr rivayet etmiş. Demiş ki:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e geldim. Üzerinde beyaz bir elbise
olduğu hal-de uyuyordu. (Döndüm) sonra (yine) geldim. Bir de baktım yine uyuyor,
(Döndüm) Sonra yine geldim. (Bu sefer) uyanmıştı. Hemen yanma oturdum.
Müteakiben:
«Allahdan başka îtâh
yoktur diyen ve bu ikrar üzerine ölen hiç bir kul
yoktur k\, cennete
girmesin» buyurdu. Ben:
— Zina
etse de hırsızlık
yapsa da Öyle
mı? dedim. Resuîüîlah
(SallaUahü Aleyhi ve
Sellem):
«Evet, zina etse de
hırsızlık yapsa da!» buyurdu. Ben (tekrar) :
— Zina etse de hırsızlık yapsa da mı? dedim.
«Evet, zina etse de
hırsızlık yapsa da!» buyurdular. (Bu
suâl cevap) üç defa tekrarlandı. Nihayet dördüncüde:
«Ebû Zerr patlasa da
(öyle]» buyurdular. Ravî
Ebû'l-Esved diyor ki: ij «Ebû
Zerr (Oradan) çıkarken: I «Ebû
Zerr patlasa da (öyle)» diyordu.
Bu hadisi imam Buhar i
Cenaiz, Tevhid, Bed'ül-Halk, İsti'zân ve Rukaak bahislerinde ve Nesâî «Sl-Yevm
ve'1-Lleyle» de tahriç ettiği gibi, Ebû Davûd ile Tirmizi dahî rivayet
etmişlerdir. Tirmizi: «bu hadis hasen
sahihtir» demiştir. Müslim onu zekât bahsinde de rivayet etmiştir.
Bu bâbda Hz. Ebû'd-Derdâ' (RadiyaUahu anh) 'dan da bir hadis vardır. Mezkûr hadisi Müsedded
b. Müserhed Müsned'in. de şu lâfızlarla rivayet eder:
Resuîüîlah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
Horasanh olup Bağdad'da yaşamiştır'
«Eğer bir kimse
Allahdan başka ilâh olmadığına şehâdet getirir de Ai-İaha hiç bir şeyi şerik
koşmayarak ölürse cennete girer yahud cehennema girmez.» buyurdu. Ben : Zina
etse de hırsızlık yapsa da (öyîel mi? dedim. Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Evet, zina etse de
hırsızlık yapsa da/Ebu*d-Derdâ pailssada (Öyle)» buyurdular.
Ayni hadisi iman Ahmed
b. Hanbe l'den Müsned'inde rivayet
etmiştir.
Hz. Cibril'in
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e buradaki gelişi rü'ya halinde
olmuştur. Nitekim Ebû'l-Esved rivayetinde Ebû Zerr (RadiyaUahu anh) 'in
Peygamber (SailaUahü Aleyhi ve Sellem) Üzerinde beyaz bir elbise olduğu halde
uyuyordu» demesi buna delildir.
Resulülîah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemj'm ümmeti: ümmet-i icabet ve ümmeti da'vet namlariyle iki
kısma ayrıldığına göre buradaki ümmetten murâd: ümmet-i icabet yâni ona iman
edenlerdir. Maamâfih ümmet-i davetin kasdediîmiş elması da muhtemeldir. Çünkü
imân ettikten sonra onlar da ümmet-i icabetten olurlar.
Müşrik olmayarak öle^,
ümmetin cennete gireceği haberi Hz. Ebû Zerr'in son derece merakını mucîb
olmuş; meğer imanını kurtarabilenlere A11ah 'in ne büyük rahmeti varmış diye
şaşarak :
«Zina etse de
hırsızlık yapsa da (Öyle mi?)» demiştir. Anlaşılan Hz. Ebû Zerr'in o anda hatırına:
«Zânî 2inâ ede?ken
mü'mîn olarak zina etmez...» hadisi gelmiş; onun için bu müjdeyi yadırgamiştır.
Ebû Zerr (RadiyaUahu anh) âdeta, söyle demiş gibidir: zina etmeyen ve hırsızlık
yapmayan için bir diyeceğim yok. Ama zina etse de hırsızlık yapsa da yine
cennete girecek mi? Resuîüîlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Ebû Zerr 'in
pek büyük gördüğü bu işi isbât sadedinde Evet, zina etse de, hırsızlık yapsada
(yine cennete girecek) buyurarak cevaplandırmıştır.
Büyük günahların
yalnız bu iki nev'ini zikretmesi: bir hak ya A11ah'a yahud kullarına aid olduğu
içindir. Bunlardan zina ile Allah Teâ1â'nın hakkına' hırsızlıkla da kulların
haklarına işaret buyurmuştur. Hatta zina evli bir kadınla yapılırsa onunla hem
Allah hakkı hem de kul hakkı temsil edilebilir. Çünkü böyle bir zina ile
kocanın da hakkı yenmiş olur.
Vakıa şeriat
kaidelerine göre sırf imanla ölmek kul haklarım ıskat etmez ama Resuîüîlah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu cevabı o kaideleri bozmaz. Zira kul
haklarının ölümle sakıt olmamasından Allanın onları tekeffül etmemesi lâzım
gelmez. Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in Hz. Ebû Zerr 'in bu işe
imkânsız nazar ile bakmasını reddetmesi işte bundandır.
Yahud «Zina etse de,
hırsızlık yapsa da cennete girer» sözünden mu-râd: netice itibariyle cennete
girer demektir. Bu da ya doğrudan doğruya yahud günahına göre hak ettiği azabı
çektikden sonra olur. Binaenaleyh bazılarının Ebû Zerr hadisi hakkında ileri
geri söz ederek : »Ebû Zerr hadisi bazı cahillerin kendisine i'timad ederek
günah irtikâbına cesaret göstermelerine sebeb olan ümid bahş hadislerdendir.»
şeklinde nıü-tâleada bulunmaları yersizdir. Çünkü görüldüğü veçhile hadisden
murâd, zahirî ma'nası değildir.
ta'birinin asıl
ma'nası : Ebû Zerr'in burnu topraklansın demektir. Çünkü (rağime) fi'ili,
toprak ma'nasma gelen (rağmen) dan alınmıştır. Bu ta'bir, zelîl ve hakir olsun
ma'nasında kullanılır. Bazılarına göre ise «hoşlanmasa da» ma'nasma gelir. Buhârî'nin
rivayetinde : «Ebû Zerr bu hadisi rivayet ettikçe daima : «Ebû Zerr patiasa
da, derdi» Kaydı vardır.
Res ulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Ebû Zerr'e bunu söylemesi, zânî ile
hırsızın affını ihtimalden uzak gördüğü içindir. Ebû Zerr' (Radiyallahu anh)
hakîkatde bu afva karşı değildi. Ancak günahdan ve onu işleyenlerden son derece
nefret ettiği için hürmeti ayaklar altına alan zânî ile hırsızın
affolunmalarını pek büyük bir hâdise te-lakkî etmiş ve şaşmıştı.
1 - Büyük
günahlar insanı dinden çıkarmaz; amelleri de hükümsüz bırakmazlar.
2 -
Resulülla h(Satlallahü Aleyhi ve Sellem): 'in :
«Zina etse de
hırsızlık yapsa da...» buyurması : «Büyük günah işleyenlerin behemahal
cehennemlik oldukları kestirilemez. Cehenneme girseler bile cezalarını
çektikden sonra oradan çıkarılarak ebedî kalmak üzere cennete girerler.» diyen
ehl-i sünnete delildir. Hadis büyük günah işleyenlerin cehennemde ebedî
kalacaklarına kaaiî olan mutezile ile hâricilerin kavlini reddetmektedir.
[1] Mücadele sûresi, âyet: 22
[2] Nahl sûresi, âyet:
106.
[3] Maide sûresi, âyet:
41.;
[4] Nahf sûresi, âyet:
106.
[5] Bu Hadîs-i Şerifi İmam Buharî de rivayet etmişdir
[6] Bu Hadîs-i Şerifi İmam Buharî de rivayet etmişdir
[7] Zâriyâl sûresi, âyet: 35-36.
[8] Hucurat sûresi, âyet:
14.
[9] Bu Hadîs-i Şerifi İmam Buharı de rivayet etmişdir
[10] Âl-i tmran sûresi, âyet: 19.
[11] Maide
sûresi, âyet: 3,
[12] Bu Hadîs-i Şerifi imam Buharî. de rivayet etmişdir,
[13] Fetih sûresi, âyet:
3.
[14] Tevbe
sûresi, âyet; 124.
[15] Bu âyetlerde imanın noksanlık kabul edeceğine delil
yoksa da ulemadan Kir-mânrnin beyanına göre ziyâdeyi kabul eden her şey
bizzarûre noksanı da kabul eder.
[16] Takiid:
Başkasının sözünü delilsiz olarak kabul etmektir.
[17] Nazar: Bir
şeyin delilini tedkik etmektir. İstidlal; Delil getirmektir
[18] Ebai-Hascn
Kehmes b. el-Hasen: Sulehâdan
bir zâttır. Basra'da yaşamış
ve 159 tarihinde vcfât etmiştir.
[19] Abdullah
b, Biireyde: Tâbiîndendir. Hz.
Ömer (R.A.)'in Hilâfetinin
üçüncü yılında diğer kardeşi Süleyman'la ikiz olarak doğmuşdu (bak.
Tab., tbnl Sa'd, C. 7, s. 221). Kendisinden Kütüb-ü Sitte'nin İmamları ehadis-i
şerife tahric eylemişlerdir. Babasından, Hz. Âîşe (R.A.) dan, Semure b. Cündeb,
tmran b. Hüsayn, Eî»u Musa e!-Eş*Biİ, Ebu'l-Esved DÛeK, Musire b. Şûlse,
Abdullah b. Mcsud (R. anhum ecmain) hazretlerinden rivayette bulunmuştur. Merv
şehrinde Kadılık eylemiştir. Oğlu
Sehl'de Huffazı Hadîsdendir. (R.H.) Bak. İbnt Sa'd, Tabakat, C. 7, s.
221. Zeheb. Tez. Huffaz, C. 1, s. Î02. Hazreci Hulâsa, s. 162.
[20] Yahya b. Ya'mer: Beni Avf b. Bekr kabiiesindendir.
Künyesi; Ebu SiJleyman'-dır. «Ebu Saîd» de denilir. Aslen Basralı olup,
sonraları Merv'e yerleşmiş; ve oranın kadılığını yapmıştır. Hâkim Ebu Abdîllâh
(321-405) «Tarihi Nisabor» adlı eserinde, bu zatın fakîh, edib ve nâmdar bir
nahiv üstadı olduğunu söyler. Nahiv ilmini Ebul-Esved'den okumuştur. Bu zât
Nahvin mucidi sayılır. Yahya lisan İtibariyle zamanının en fasihi idi.
Ancak Ehl-i Beyte fazla
meyyal göründüğü ve bu sebeble Haccâc-ı Zâlim tarafından Horasan'a sürgün
edildiği, orada vali tarafından hoş karşılanarak. Horasan'a kadı ta'yin edildiği
söylenir. Yahya tâbiindendir. 129
târihinde vefat etmiştir.
[21] Ma'bed el-Cühenî: Mervezî'nin «el-Ensâb» nâm
eserindeki beyanına göre, Hu-zâa'nın Cühc.yne kabilesine mensuptur. Huzâa
kabilesi Kûfe'ye yerleşmiştir. Orada nâmlarına mensub bir mahalle vardır. Bİr
kısmı Basra'ya yerleşmişlerdir ki, Cüheyne de bunlar arasındadır.
îşte Ma'bed h. Hâlîd
el-Cühenî bu kabiledendir. Ma'bed, Hasaa-i Basrî (21-110) nin meclisine devam
ediyordu. Basra'da kader aleyhinde İlk söz eden odur. Sonraları Basra'-lılar da
onun yolunu tutmuşlardır.
Mâ'bedi, Haccâc-ı Zâlim
öldürtmüştür. Bu Mâ'bed'in, Ma'bed b. Ahdillâtı b. Uvcymîr olduğunu söyleyenler
de vardır.
Basra: Ezherî'nin
naklettiğine göre bu kelime: Basra, Busra ve Bisra şekillerinde okunabilirse de
meşhur olan telâffuzu Basra'dır. Hatta İsm-i tasgir yaparak Busayra diyenler
dahi vardır. Ism-İ mensnbu Basrî veya Bisrî gelir.
Basra'nm, Tedmür ve
MÜ'tcfike gibi isimleri de vardır. Burası «İslâmın Kubbesi» ve «Arabın
Hazinesi» namlariyle yâd olunur. Basra, Hz. Ömer (R.A.) zamanında kurulmuş bir
şehirdir. Toprağı üzerinde hiç bir zaman puta tapılmadığı söylenir.
[22] Kelime esas i'tibârile ceberlyye okunursa da galat-i
meşhur kabilinden cebriyye diye şöhret bulmuştur.
[23] Bak. Sünen-i
Ebu Davud. KitabüVSÜnne Babu'l-Kader.
C. 2, s.
524.
[24] ümmü Veled:
Kendisinden döl almak:
için ayrılan câriyedir.
Bunlar satılamazlar
[25] Ebn
Abdiilâh Ahmed b.
Abde b. Musa: .Basrahdır. Müslim'in
râvîlerinden-dir. Ancak «Kttabül-Cem'i Beyne
Rkâii's-Sahihayn» sahibi bu
Ahmed'in Hammâd b. Zeyd'den, onun da Eyyub'dan onun da
Nâfi'den, onun da tbni Ömer (R.A.) dan rivayet ettiği «el-Ci^rânc» hadisini
kitabına aldığı İçin Müslim'e i'tiraz ediyor. Ve: «Bu hadîs sahih değildir;
Peygamber (S.A.V.) in el-Ci'râne'den ömre yaptığı başka delille sabit olmuştur»
diyor. Halbuki mezkûr hadîse göre oradan Ömre yapmamıştır.
[26] Ebu Recâ' Matar b. Tahman ( -119): Aslen Horasanlı olup, Basra'ya yerleşmiştir. Mushaf yazdığı için
kendisine «cl-Verrak» denilmiştir. Hadîsin
diğer râvîleri hakkında kitabın
baş taraflarında kısaca ma'lumat verilmişti.
[27] Ebu
Abdillâh Muharoraed b.
Hatim ( -235):
Bağdadlıdır. Müslim'in râvî-lerindendir.
[28] Osman b. Gıyas
er-Bâsibî veya (el-BâhiIî) Basrahdır
[29] Künyesi Ebo Muhamoıed olup, Bağdatlıdır. 208 târihinde
vefat etmiştir.
[30] Ebu Muhammed Mutemir b. Süleyman: Kütüb-ü Sitte
imamlarının kendisinden kitablanna hadîs tahric ettikleri, Sika ve
Hafızu'I-Hadîs olan bir zatdir. Benî Teym kabilesindendir. Melik b.
Umeyr, Manssır b. el-Mutemir,
Eyyub-u Sahtiyan!, Rekkin b. Er Rcbî, Leys b. Ebî Süleym, Arar b. Dinar
gibi efadıldan rivayette bulunmuştur. H. 186 senesi Safer ayında irtihal
eylemiştir. Bak: Jbn Sa'd, Tabakat, C. 7, s. 290. Zehebî, Tez. Huffaz, C. 1, s. 266. Hazrecî, Hulâsa, s. 341. *
[31] İsmail b. İbrahim b. Schm (110-194): Basrahdir.
Bağdad'da vefat etmiştir
[32] Ebu Hayvan
Yahya b. Saîd b. Hayyân et-Teymî: Kulelidir. Sahîhayn
râvî-lerindendir.
[33] Eba Zür'a. Adı Herem'dir. Babası Cerir b. Abdullah
hakkmda tmamü'l Megazî tbnl Sa'd Tabakat'ında «Cerir b. Abdullah el-Becclî.
Künyesi: Ebu Amr'dır, Resulullab
(sallallahü aleyhi ve sellem)'m dâr-i ahirete irtibal ettiği sene İslâm ile
müşerref olmuş-dur. Resulüllah (S.A.V.) onu Zül'Halâsa'yı zabt etmek üzere
vazifelendirmişti. O da orayı zabt ve mebanisinİ hedmeyledikten sonra Kûfe'ye
gelip yerleşmiş, orada «Dar-ı Büceyle»yi kurmuşdur. Kendi kurduğu mahallede
yaşamış, Dahhak b. Kays'ın Küfe valisi olduğu devirde irtihal eylemişdir.>
(C. 6, s. 22) demektedir.
Ebo ZorVnın künyesi;
Ebu Amr'dır. Babasından rivayeti vardır. İbrahim adında bir kardeşi olduğunu
Tabakat'imn C. 6, s. 297 de bildirmektedir. îkîsi hakkında Tabakat
kitablanndaki bilgi karışmış
gibi görünmektedir.
îmam Hazrerî Halasatü
Tehzibil-Kemal, s. 53 de «... Cerir b. Abdullah b. Cabîr. b. Es-Selîyl b. Mâlik
b. Nasril-Beccli El-Kısr! Eba Amr. Hicretin Onuncu senesinde Müslüman oldu.
Resulüllah (S.A.V.) onun için elbisesini yere yazdı. Onu Zül-Halasa'yı zabt ve
tahribe gönderdi, o da orayı zabt ve tahrib etti. Sonra Yemen'e zekât âmiUiğine
yolladı. Ondan yüz Hadîs-i Şerif rivayet edilmiştir. Bunların 80'inde îmam
Buharî ile Müslim ittifak etmişlerdir, l'inde Buharî, 6'smda İmam Müslim
infirat etmişdir. Kendisinden oğlu İbrahim ve Enes, Zeyd, Vehb, tmam Şâiri
rivayette bulunmuşlardtr.> dedikten sonra; «Kadisiye fethinde bereket ve
uğru ile halk tarafından çok sevildiğini, kendisine; «Bu ümmetin YbsuFu»
dendiğini nakletmekdedir. Oğlu Edu Ziir'a'mn adı hususunda Tabakat müelliflerinin
bazısı ihtilâf etmişlerse de İmam Ebu'l-Velîd el-Bâcî'nin «Kita-bul-CerU
vet-Tâ'dü fi EsmaTr-RIcaHT-Mezkure fi Sahihi'l-Baharî ve Müslim» adlı
Nuru-osmaniye Kt.'lığındakİ nüshasının C. 1, varak 168 de; «Ebu
Zür'atel-BeceByyüT-Kûfîden îmam Buharî Kitabu'l-tyman ve Kitabnl-Fitea ve diğer
bazı mevzilerde Hadîs-i Şerif tah-ric etmişdir.» denilmekte; aynı eserin 1/182
varak'ında «Eba Zûr'a, Herem b. Amr b. Cerir b. Abdullah» diye tesbit
etmektedir. Hulasa müellifi tmam Hazrecî de, Halasa s. 389 da «Ebu Zür'a b. Amr
b. Cerir Becelî'nİn adı Herem'dir. Ya da bildirilenlerden biridir. Kûfe'lidtr.
Dedesinden ve Ebu Hüreyre'den rivayeti vardır. Ayrıca Eba Zer* üzerinden
mür-sel rivayeti vardır. Tabiinin âlimlerindendir. Kendisinden torunları Yahya
ve Cerir, ayrıca Talk b. Maavtye'nin rivayeti vardır. İmam Yahya b. Main sîkâ
olduğunu kabul etmişdir.» denilmekte ve İki torunun adı verilmektedir. 9*uncu
hicret asrının büyük Hadîs hafızlan arasında mezhebinin salikleri tarafından
diğerlerinin ragmına büyük şöhrete ulaşan ve ulaştırılan; (32) cilt Sahabe,
Tabiin ve rical-i Hadîs hakkında eser yazmış olan İmam Hafız İbni
Hacerfl-Askalânî (R.H.) da pek ünlü eseri olan Bahar! Şerhi Fethâ'1-Barî, C.
14, s. 73 de Khabn*r-Rakaik — Babo Keyfe Kâne ayşiftı-Nebİy» babındaki Ebi
Ziir'a'mn rivayet ettiği Hadîs-i Şerifde kısaca «Eba Zür'a; O Amr'ın oğlu, o
da Cerir'in oğludur» demekle yetiniyor. Babasının adını bildirmiyor. Dedeleri
Ankaralı bir Türkmen ailesi olan ve sonradan babası Gaziantep'de doğub
büyüyerek şehrin kadısı olan Ahmcd'in oğlu Bedrüddİn Mahir, udu'l-Ayni, Bahari
Şerhi Umdetai-Kâri, C. 10, s. 613 de Ebu Zür'a'mn admm «Herem» olduğunu tesbit
etmektedir.
[34] Lokman sûresi, âyet:
34.
[35] Ebu Abdillâh Muhammed b. Bişr ( -203):
Abd'ül-Kays kabilesine mensup- tur.
Buharı ve Müslim râvilerindendir.
[36] UniâretüTmü'l-KiTkaa' b. Şiibrüme: Buhâri ve
Müslim râvilerindendir.
[37] Lokmas sûresi, âyet: 34.
[38] Ebo SüUeyl Nâfı' b. Mâlik b. Ebî Âmir: Tabiînden olup,
imam Mâlik (93-179}'in amcasıdır. Hz. Encs b. Mâlik (R.A.)'dan hadîs
dinlemiştir.
[39] Ebu
Mulıammcd Talha b.
Abdillâh b. Osman
(R.A.): Cennetle müjdelenen ashab-ı kiramdan biridir. Uhud
gazasına iştirak etmiş; Bedr'e ise,
Şam'da bulunması do-layısiyle iştirak edememiştir. 36
tarihinde Ceme! vak'asında şehid edilmiştir.
Kabri Basra'dadır. 38 hadîs rivayet etmiştir. Aynı isimde ashab-ı
kiramdan bir zat daha vardır. Birçokları bunları birbirinden ayıramamışlardır.
[40] Ebu Zekeriyya Yahya. h. Eyyûb (
-234): Bağdadlidır. Müslim'de birkaç hadîsi vardır.
[41] Ebû tbrâbim IsmaH b. Ca'fer b. Ebî Kesir: Medinelidir
[42] Ebû Saîd veya Ebu Sa'd Süleyman b. el-Mueîra ( -165):
Basrah olup âzadli kölelerdendir
[43] Maide
sûresi, âyet: 10i.
[44] Ebu Abdirrahman Abdullah b. Hâşim b. Hayyan ( -259):
Bağdadda yaşamıştır
[45] Ebu'UEsved Bela b. Esed: Basralıdır. 197 veya
198 târihinde vefat etmiştir.
[46] Ebu Muhammcd Sabit b. Eşlem: Basrahdtr. 123
veya 127 târihinde vefat etmiştir.
[47] Amin b. Osman b. Abdiltab b, Mevheb: Kureyş
kabilesinden Âl-i Talha'mn âzadlısıdir.
[48] Ebu İsâ Musa b. Taîha b. Ubeydiîlâh ( -104): Medineli olup, sonradan Kû-fe'ye
yerleşmiştir.
[49] Eba Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensari (R.A.): Ensar-İ
Kiramdan olup, hicret esnasında Peygamber (S.A.V.)'in mihmandarı olmuştur. Ashab-ı soffadan ve Bedir gazasına iştirak
edenlerdendir. 52 tarihinde İstanbul'da vefat etmiştir. Kabri meşhur ziyâretgâhtır.
[50] İsmi Sellâm
b. Süleym'dir
[51] Ebu îsbak, Sebî'î: Amr b. Abdullah b. Ali b. Ahmed b.
Zî Yahmüd b. Es'sebîi b. Sebiy' b. Sa'b b. Muaviye b. Kesir b. Mâlik b. Cûşem
b. Hâşid b. Cuşem b. Hayran b. Nevf b.
Hcmdan» şekliyle Tabakat-ı İbni Sa'd (C. 6, s. 313)'da nesebi tesbit edilmiş
olan Tabiinin büyüklerinden, salâh ve takvası ile meşhur sayılı Huffaz-ı
Hadîsten mübarek bir zattır. Kütiih-ii Sitte İmamlarının hepsi kendisimden
Ehadis-i Şerife tahric etmişlerdir.
Kendisi İmam AH (K.V.)
den, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Erkanı, Adıy
b. Hâtım, Bera b. Âzib, Mesruk,
Câbîr b. Scmure Ccrir b.
Abdullah Be celi'den rivayette bulunmuştur. Kendisinden de İmam A'meş, Şû'be, Sevrı, Oğlu İmam Hafız Yunus ve
torunları İsrail (Hayatı için Bak: Zehebi, Tezkiretü'l-Huffaz, C. 1, s. 214.)
ve Kâtâde, Zühcyr Ebu'l-Alıvas, Zaîde, Şerik, Ebu Bekir b. Ayyaş ve Süfyan b.
Uyeyne gibi Eimme rivayette bulunmuşlardır, tmam Ebu Ishak Sebiî, Kur'an-ı
Kerim'i kıra'at ilminin büyük imamlarından Ebu Abdurrahman Siilemî ve El-Esved
b. Yezîd'ten okumuş-dur. Cç yüze yakın
zevatdan Ehadis-i Şerife
ahz-u istima eylediği söylenmişdir.
Hayatı hudıiıl boylarındaki kalelerde düşmana karşı cthadla geçmiştir.
FudayI b. Gazvar; «Ebu tshak üç günde bîr Kur*an-i Kerim'i hatmederdi»
demişdİr. Ahmed b. tmran Et-Ahnesî; «Ben
Ebu Bekir t>. Ayyaşım. Ebu tsbak SebİTyi t
«— Kırk senedir
kirpiklerim birbirine değmedi (uyumadım) derken işittim» dediğini nakletmişdir.
îmam Süfyan b. Uyeyne; Avn b. Abdullah'ın tmam Ebu İshak'a :
<:— Senin (ömrün)den
geriye ne kaldı» deyince; Ebu
Ishak :
«— Bir rekatde Sûre-i
Bakara'yı okuyarak namaz kılıyorum,» dedi.
Avn b. Abdullah'ın da:
«— Şenin gitdi, hayrın
kaldı» dediğini nakletmişdir.»
Oğlu Yunus da timi
Hadis'in büyük İmam ve Huffazları arasındadır. (Tercümeı hali için bak. Zehebi,
Tezkiretüİ-Hııffaz, C. 1, s. 279)
tnıam Ebu tshak Sebiî
127 veya 128 H. irtihal eylemiştir. (R.H.)
Kaynaklar: İbni Sa'd,
Tabakat, C. 6, s. 313. Zehebî, TeAirctü'l-Huffaz, C. 1, s. 114-116. Hazrecİ,
Hulâsa, C. 1, s. 246.
[52] Ebu Bctr Muhammed b. ishâk es-Sağânî: Aslen Horasanlı
olup, Bağdadda yaşamıştır. Vefat tarihi
270'dir.
[53] AKân b. Müslim es-Saffâr el-Ensârî: Azadhlardandır,
Ebu Osman künyesini taşır, 220 târihinde Bağdad'da 86 yaşında olduğu halde
vefat etmiştir.
[54] Vüheyb b. Hâlid b. Aclân j Basrahdir, 165 tarihinde 85 yaşında vefat etmiştir
[55] Ebu Küreyb Mubammed b. Alâ Hemdânî ( -248): Kûfelidir
[56] Ebn MuâTİye Muhammed b. Hâzim (113-195): Kûfelidir.
Küçükken a'mâ olmuştur.
[57] Ebu Siifyaa Talha b. Nâfi' el-Kurcşî: Mekkeli olup
azadlil ardandır
[58] Câbir b. Abdillâb b. Amr cl-Ensarî (R.A.):
Medinelidir. Bedir gazasına iştiraki ihtilaflı İse de sonraları 18 gazada hazır bulunmuştur. Peygamber
(S.A.V.) den (1540) hadîs rivayet etmiştir. Hadîsde, Câbir muüâk zikredilirse
bu zât kasdolunur. 94 yaşına kadar yaşamış; âhir ömründe gözleri görmez
olmuştur. 78 veya 79 tarihinde Medine'de vefat etti.
[59] İmam Müslim'in Sahİh'İni şernedenlerden İmam
Nevevî'nin bu sözleri; kendisinin ve Hanbelî ulemasından, —mezhebinden
olmayanlara cerh ve ta'n etmekle ma'ruf— Kerâbîsi'-nin îmam Nesâî ve Dâre Kutnî
ile onlara uyanların sözlerine dayanarak yazdığı hükümdür.
İmam Müslim Sahih'inin
mukaddimesinde (Bak. s. 7) [.,. Görmüyor musun? Ata, Yezid ve Leys adını
verdiğimiz bu üç zatı hadîsdeki başarı ve istikamet hususunda Man-sur b.
Mu'temir, Süleyman El-Ameş ve İsmail b. Ebi Halid ile karşılaştığında bunların
Onlara benzemediğini, onlara yakhşmadıklannı anlıyorsun. Hadîs ulemasınca bu
hususda hiç şüphe yoktur. Çünkü onlarca Mansur'un, A'meş'in ve İsmail'in doğru
belleyişleri ve hadîslerindeki titizlikleri meşhurdur. Atâ, Yezid ve Leys
hakkında ise böyle birşeyden haberleri yoktur.] demektedir. Bu da gösteriyor
ki, A'meş Sahihayn imamları nezdinde mu teberdir. Bu Müslim Terceme ve Şerhinin
7. sahifesİnde terceme-i haline dair yazılanlara ilâveten geniş olarak aşağıya
dereolunmuştur.
A'MEŞ: Ebu Muhammed
Süleyman b. Mihran El-Esedî Ei-Kâhilî Mevlahum El-Kufî. Gözlerinin yaşı aktığı
ve rü'yeti zaîf olduğu için bu mânâya gelen A'meş vasfı ile tanınmıştır.
A'meş, Esed evlâdından Kâhil oğullarının mevlası, azadh kölesi idi. A'meş'in babası,
Rey kazasının nahiyelerinden Dünbâvend veya Demâvend'lidİr. Bazılarına göre;
Ta-beristan'hdır. A'meş, Hicretin 67. senesinde doğmuştur. Hicret m 148 (765
m.) senesinde vefat etmiştir. 147 veya
149 senesinde vefat ettiği de söyleniyor.
A'meş, sikadır,
hafızdır, âlimdir, fâdıldir. Sıdkmdan dolayı kendisine (Mushaf) den-mişdir.
Yahya b. Said EI-Kattan (198) A'meş hakkında «AlUmet-iil İslâm» demiştir. Seciyesinin
metaneti, nasibi f1} olan Hİşam b. Abdil-Melik ile vuku'bulan muhaberesinden
tavazzuh ediyor. Hişam, A'mes'e gönderdiği bir mektup ile Hz, Osman'ın menakîbi
ile Hz. Ali'nin mesavîsini beyan etmesini emretmişti. A'meş bu mektubu kuzunun
ağzına kor, kuzu da kâğıdı çiğnemeye başlar. Fakat Halifenin mektubunu getiren
adam, bu yüzden felâkete uğrayacağını anlatarak cevap yazması için yalvarmış,
A'meş de bu adamı ağır bir cezadan kurtarmk
için Hişam'a şu cevabı
yazmıştır:
«Ey Emir el-Mii'minln!
Bütün yeryüzündeki insanların menkıbeleri Hz. Osman'da toplansa, sana hiçbir
faide vermez. Yeryüzündeki insanların mesavîsi -de Hz. Ali'de top* lama, sana
hiçbir zarar vermez. Sen bendi haline bak vesselam.»
Huşeym onun hakkında
diyor ki:
«Bütün Kûfe'de
Kitabullahı onun kadar iyi okuyan, onun kadar güze! söz söyleyen, daba
anlayışlı olan ve sorulan her şeye daha süratle cevap veren bir kimse görmedim.»
ŞuTie de ona
dair şu sözleri söylüyor:
«Fakirliğiyle ve
ihtiyacıyla beraber A'mes'den fazla biç bir kimse nezdinde zenginler ve
sultanlar istihkar edilmemisdir.»
Yahya El-Kattan da onun
âbid ve zâhid olduğunu, cemâatle namaza devam ettiğini ve daima ilk safda
görüldüğünü anlatıyor.
A'meş, kıraat
imamlarından, yüksek muhaddislerdea ve Küfe fakihlerindendi.
Kıraatte: Medine
fakihlerinden Urve oğlu Hişam: «A'meş'den fazla Kitabulîah'ı okuyan biç bu-
kimse görmedim.» demiştir. Kurra-i Aşereden sonra Kurra-i Erbaa şöhret,
bulmuşlardı. Bu dört kurradan biri A'meş'di. Bu dört kıraat tevatür derecesine
varmadığından şaz kıraat sayılmıştır. On kurranın iki ravileri olduğu gibi,
dört kurranm da iki ravileri vardır. A'meş'in râvîleri Hasan b. Said b. Cafer,
El-Fadl b. Şadan, Ebü'l-Abbas El-Mitvaî, El-Basrî ile Ebül Ferec Muhammed b.
Ahmed b. îbrahîm Eş-Şenebûzî'dir. Ebül Abbas EI-Mitvaî, kıraatte sika ve arif
bir imamdı.
Hadtsde: A'meş, Kûfe'de
en son vefat eden Ashabdan Abdullah b. Ebî Evfa (vefatı 81 veya 91)'den bir
hadîs rivayet etmiş, Basra'da en sonra vefat eden Enes b. Malik'İ görmüş, ondan
işittiği hadîsi hıfzetmİştir. Kibari Ashab hazır olduğu halde onların gözleri
önünde fetva veren Kibari tabiînin sadat-ı kudemasından Ebu Vâil (vefatı 82)
ile Zer (82) den, Irak fukahasınm lisanı olan İbrahim Nehaî (95) den, Medine
fakihi ibn-üş-Şihab Ez-Zührî (122) den, Enes b. Malik'in ashabından hadîs
rivayet etmiştir. A'meş'in 1300 kadar hadîsi vardır. Yahya b. Main nezdinde
isnadlann en sahihi; Süleyman El* A'meş An İbrahim En-Nahaî An Alkame b. Kays
An Ibn Mes'ud tarikidir. Ebu Hanife ile A'meş, İbrahim NahaîMen itibaren Ibn
Mes'ud tarikinde birleşmiş oluyorlar. A'meş, İbrahim Na-haî'den naklen der ki:
«Hz. Ömer ile Hz. tbn
Mes'ud'un kavilleri büieşlrse biç bir ferdin kavli, bu kavle, muadil olamaz.
Şayet ikisi arasında ihtilâf bulunursa Ibn Mes'ud'un kavli daha lâtif olduğundan
bana daha hoş gelir.
.., .A'*meŞ' lbni
Sübrüme (144), Ca'fer-i Sadık (148), tmaro-ı A'zam (150) gibi sıgar-ı
ta-biî'nin son tabakasmdandır.
Sahih-i Buhari'de, Ibn
Urfan'ın, İbnü'l Fürat ve Gaylâniyat'm cüzlerinde A'meş'in Avalî'si (2) vardır.
Ebül Haccac Yusuf ed-Dımeşkî, A'meş'in Avalisi hakkında bir eser yazmıştır.
Fıkıhda: A'meş'in
zamanındaki fukahadan en ziyade takdir ettiği zat, İmam A'zam'-dır. A'meş ve
emsali olan Küfe fakihleri fetvalarını îmam-ı A'zam'm fetvasına muvafık
bulurlarsa, sevinç duyarlardı. Bu fakihlerin fetvalarında mi'yar, fıkıhda
kendisine erişİle-miyecek bîr derece ihraz eden İmam A'zam'm fetvası idi.
A'meş bir gün karısı
ile kavga etti. Kavgadan sonra karısıyla konuşmak istedi, fakat cevap
alamadı. Bu yüzden kızdı, karısına:
«— Bu gece bana söz
söylemezsin bos ol.» dedi.
Karısı yine sükût etti.
A'meş'in canı sıkılır, pişman olur, karısmm boş düşeceğinden endîşe eder ve
derhal İmam A'zam'a koşar, bir halâs çaresi bulmak üzere geldiğini bildirir.
İmam A'zam da, o anda bir balâs çaresi bularak karısını boş olmaktan kurtarır.
— A'meş
haccetmek isteyerek Haccm menâsîkini beyan
için İmam Ebu
Hanife'ye müracaat eder. İmam A'zam anlatır. A'meş hazır olan cemaate
dönerek der ki:
a— İmam Ebu Hanife'nin
tarif ettiği menâsiki yazın. Ben menâsikin farz ve nefl'i (') hususunda ondan daha âlim hiçbir kimse görmedim.»
Ebu Hanife bir gün
A'meş'in yanında iken aralarında söyle bir muhavere cereyan eder. A'meş:
— Bu mesele hakkında ne
dersin?
Ebu Hanife — Şöyle
hallolunur.
A'meş — Sen bunu nereden çıkardın?
Ebu Hanife — Senden
rivayet ettiğim hadîslerden.
Ebu Hanife böyle
dedikten sonra bir takım hadîsleri zikretti. A'meş de şu sözleri söyledi:
«— Benim sana yüz günde
rivayet ettiğim hadîsleri bana bir saatte zikrettin. Ben senin bu hadîslerle
amel ettiğini bilmedim. Ey fukaha cemaati! Siz etıbbasınız, biz ise eczacılarız.
Ebu Hanife bir meselede
Hz. Ibn Mes'ud'a muhalif idi. A'meş bu hususu Ebu Yusuf dan sordu. Ebu Yusuf
izah etti. A'meş :
«Sen bunu nereden
çıkardın?» dedi. Ebu Yusuf:
«Bize rivayet ettiğin
hadîsden çıkardım». dedi ve hadisi zikretti. A'meş:
«Ben hadîsi, sen
doğmadan evvel biliyordum. Fakat şimdi te'vilini (mânasını) öğrendim» dedi.
A'meş,
nükteperdazlığıyla, hazır cevaplığıyla da şöhret kazanmış bir şahsiyettir. Ibn
Tulün Eş-Şâmî onun nüktelerinden ve fıkralarından müteşekkil bir eser yazmış ve
bu esere «Ez-Zuhru'I En'as fi Nevadiri'l
A'meş» ismini vermiştir.
Birgün A'meş karısıyla
bozuşmuş, karısıyla arasını bulmak için birini çağırmıştı. Bu adam da söze
başlayarak:
— Sen, demiş, onun gözlerinin kör olmasına,
bacaklarının titremesine bakma! Çünkü o
hakikaten kadri büyük bir imamdır!
A'meş bu adama dönerek
cevap vermiş :
— Allah cezam versin. Sen karımla aramı bulmağa
değil, kusurların» anlatmağa çalıştın!
(1) Nâsibîier, Hz. Osman'ın hilâfetini kabul ve
Hz. Ali'nin hilâfetini red, Hz. Ali'ye fısk ve zulüm isnad ederler.
(2) Jsnad-ı
âliye ihtimamdan dolayı vühâdiyat, sünâiyat, sülâsiyat... uşâriyat hadîsleri tahaddüs etmişti. Bazı muhaddislerin evâİl kitapları vardır.
(3) Hac ve Umre efaline Menâsik denir.
Nefl, haccm sünnet ve müstehhabî demektır
[60] Ebn Mohammed
el-Kaasim b. Zekeriyya b. Dinar:
Kûfelidir,
[61] Ebu Muhammed Ubeydullah b. Musa ( -213):
Kûfeli olup, âzadhl ardandır
[62] Ebn
Moâviye Şeyban b. Abdlrrabman:
Aslen Basralt olup,' Kûfe'de yaşamış ve Bağdad'da 164 tarihinde vefat etmiştir.
Âzadlılardandır.
[63] Zekvan: Ebu Salih es-Semman: Tafaün-i Kiramdandır.
Hadîs îmamlarmca Sika ve Sebt olan ravüerden sayilmışdır. Kendisi Gatafan
kabilesinden Cüveyriye adlı bir Müslüman hanımın kölesi ikçn âlim olmuş bir
recüldür. Tabakat-ı Îbni Sa'd (C. 6, s. 226) da «Çok kerre Kûfe'ye gelir, KâhÜ
Oğullan'na iner, onlara İmamlık ederdi. İmam Ali (Kertem Allahü vechehu) Eba
Hureyre ve Hz. Âlşe (R. Anhum) den rivayeti vardır. Kendisinden oğullan Schl
ve Abdullah, Atâ b. EM Rebah, tmam A*ineş ve Kıraat İmamlarından Âsim Ebu'n-Nucüd,
Hakem b. Utcybe gibi ecille rivayetde bulunmuşdur. 101 H. de irtihal
eylemişdir. (R.H.) Kütüb-ü Sitte
tmamlarımn hepsi kendisinden rivayette bulunmuşlardır.
Kaynaklart tbni Sa'd,
Tabakatü'MCiibra, C. 6, s. 226-227. Zehebî, Tezkiretül-Hoffaz, C. 1, s. 89-90. Hazreci, Hulasaiü
Tchzİbİ'l-Kemâl, s. 96.
[64] Ebu
Abdiirahman SelemetüTran Ş«bîb i
Aslen Nİsnborla olup,
Mekke'de yaşamış ve 247
târihinde orada vefat etmiştir.
[65] Et-Hasen b. Muhammed b. A'yen: Ebu Alî künyesiyle
maruf olan bu zât ftzadlı kölelerdendir. Vefat tarihi 210 dur.
[66] Ebu Abdillâh Ma'kıl b. Ubeydillâh el-Cezerî:
Âzadlılardandır. 166 da Cezire'-de vefat
etmiştir.
[67] EbuV-Zübeyr Muhammed b. Müslim b. Tedrüs: Mekkeli
azadh kölelerdendir. Vefat tarihi 128
dir.
[68] Ebu Hâlid Süleyman b. Hayyan el-Ahmer: Kûfelidir.
Vefat târihi 189 dur.
[69] Ebu Mâlik el-Eçcaî Sa'd b. Tank: Kûfelidir. Babası
sahâbidir.
[70] Ebu Hamza Sa'd
b. Ubeydete's-Süleuıî.
[71] Ebu Abdirrahman Abdullah b. Ömer b. El-Hattâb (R.A.):
Küçükken baba-siyle beraber Mekke'de Müslüman olmuş, müfessir, muhaddis ve
fakih bir sahabî-i ceiil-dir.. Peygamber (S.A.V.) den 2630 hadis rivayet
etmiştir. Bi'setten bîr yıl önce doğmuş; 74 tarihinde Mekke'de vefat etmiştir.
[72] Bu zâtın ismi Yezîd b. Bişr'dir
[73] Ebu Mes'ud Sehl b, Osman el-Askerî: Rey şehrinde
yaşamıştır.
[74] Saîd Yahya h. Zekcriyyâ: Kûfelidir. Medâin'de
kadı iken 183
tarihinde
[75] Hanzale b. Ebî Süfyân ( -151): Mekkelidir. Sika ve hüccet bir
zâttır.
[76] İtrime b. Hâlid el-Âsî ( -115): Mekkeli büyük bir
imamdır. Mekke'de Ata'-dan sonra vefat etmiştir. Sahibaynda bundan başka üç
îkrime'nin isimleri geçer. Bunlar: İkrime b. AbdirTahmao, îbni Abbas'ın
mevtası tkrime ve tkrimetii'bnü
Ammar'dırlar.
[77] Ebu Muhammed Halef b. Hişâm: Bağdad'da yaşamıştır.
[78] Ebu Cemre Nasr b. tmrân b. Isâm ( -128): Basralidır. Sahihaynda bundan başka (Ebp Cemre) veya
(Cemre) yoktur. Hatta bütün muhaddisler içinde bundan başka (Ebu Cemre) yoktur.
[79] Ebu Muâviye Abbâd b. Abbâd ( -180): Basrahdır
[80] Ebu Hâîid Ktırra
b. Hâlid: Basrahdir.
[81] İsmi İsmail'dir.
[82] Ebu'n-Nadr Saîd b. Ebî Arûbc ( -156); Basra'da yaşamıştır. Hiç evlenmediği
için zürriyeti yoktur.
Yahya b. Maîn'in
beyanına göre 142 tarihlerinde bildiği
hadîsleri karıştırmağa başlamıştır. Bu hadîs de onlardandır. Ebo
Arûbe'nin adı Mihran'dir
[83] Ebu Nadra el-Müozir b. Mâlik: Basrabdır.
[84] İbni Ebî
Adiy Muhammed b. İbrahim (
-194): Basralı olup azadhiardandır.
[85] Ebu A imi i Nah Muhamtneâ b. Bekkâr (145-238J:
Bağdadhdır.
[86] Ebu Âsim Dahhâk b. Mahled (122-212): Azadlıiardandır
[87] Abdülmelik b. AbdİIazîz
[88] Ebu Kazea veya (Ebu Kaz'a) Siivcyd b. Huceyr
el-Bâbilî: Basralıdır
[89] Hasan b.
Müslim: Mekkelidir. Tavus'dan
evvel vefat etmiştir.
[90] İsbâk b. Rfihuye'dir.
[91] Zekrîyyâ b. İshâk: Mekkelîdir. Sahihayn râvilerindendir
[92] Yahya b, Abdillâh:
Amr b. Osman'ın
azâdhsidır. Mekkeİidir.
[93] Ebu Ma'bed Nâfid (veya Nafiz) ( -104): İbni Abbâs (R.A.)*ın en sâdık Szâd-hlarından biridir
[94] Ebu Abdirrahmân Muâz b. Cebel el-Ensârl el-Hazrecî
(R.A.): Ashab-ı kiramın büyüklerinden olup, Medinelidİr. Bedir gazasına İşEİrak
etmiştir. Kendisinden birçok hadîsler rivayet edilmiştir. 17 veya
18 tarihinde Ürdün'de taundan
vefat etmiştir.
[95] Ehl-i kitâb: Kendilerine ASİah tarafından peygamber
gönderilen ve kitab indirilen gayri müslimüerdir. Onların dinîne giren gayri
müslimlere de kitabî denilir. Fakat Hıristiyanlığı veya Yahudi dinini kabul
eden bir Müslüman kitabî sayılmaz. Böylesi el-iyazü billah-mürted'dir.
[96] Ebu
Abdillâb Ibiü Ebî
Öıner Muhammed b.
Yahya ( -243):
Aslen Adenlı olup Mekke'de
yaşamıştir
[97] Ebu Amr Bişr b. Seriy el-Asarî ( -195):
Mekke'de yaşamıştır
[98] Abd b. Humeyd b. Nasr: Künyesi (Ebu Muhammed)dir. Keş
şehrinde doğmuştur. İlmi Hadis'de İmam ve Hafız rütbesine yetişmiş
olanlardandı*. Bir rivayette adının «Ab-düthamîda olduğu nakledilmiştir. Sonradan tahfif edilerek bu
şekle gelmiştir. İmam Zehebı Tabakatül-HnEfaz (C. 2, s. 534) da «İkinci Hicret
asrının başında gençliğinde îlm-i Hadîs Öğrenmek üzere seyahate çıktı.
İmam Yezid b. Haruo, Muhammed b. Buşre’l-Abdi, Âli b. Asım, tbni Ebî Fiideyk,
Hüseyin b. Aliyyi'l-Cu'fî, Ebu Üsame, Abdurrezzak, Nadr b. Şümeyl gibi llm-i
Hadîs eciîlesinden ahz-ı hadîs eyledi. Kendisinden İmam Müslim, Tir-mizî, Ömer
b. Biiceyr, Bekir b. El-Merzuban, İbrahim b, Huzcymi'ş-Sası Hadîs-i Şerif
ah-zeylemişlerdir. Ilm-i Hadîs'de «Müsnedü'l-Kebîre» tefsiri vardır. 249 H. de
İrtihaî eylemiştir» diyor. Kaynaklar: Zehebî, Tezkiretü'l-Huffaz, C. 2, s.
534. Hazreeî, Hulâsa, s. 210.
[99] Dahbâk b. Mahled. Ebu Âsimı'n-Nebîl. MahlediiVŞeybanî, Kütüb-ü Sitte cami-î olan eimmenin
kendisinden ehadis-i şerife tahrıc ettikleri büyük bir İmamdır. İmam Zehebî,
Tczkiretü'l-Huffaz, (C. 1, s. 366) da «HafızıTİ-Hadîs, Şeyhü'I-îsiâm'dır. imam
Cafer b. Muhammed, Yezid b. Ebi Ubeyd, Süleyman ü't-Tey mî, îboi Ciireyc, Bebî
b. Ha-Idm gibi ecille-i Hadîs'ten ahz-ı Hadîs eylemiştir. Yaşı ilerleyerek
biraz geç dâr-i âhîreîe irtihal eyleseydi; İmam Vekî' b. Cerrah'la — hatta
ondan da ileri — İmam Abdullah b. Mübarek ile adı beraber anılırdı. Kendisinden
imam Alınıed b. Ifaobel, Bündar, Dârimî, îmam Buharî gibi, llm-İ Hadîs'in büyük
imamları hadîs ahzeylemi'jdir.s demektedir. Ima-mü'1-Megazî İbni Sa'd,
Tabakatiil-Kübra (C. 7, s. 294) da «Sika'dır. Fakîh'dir. Basra'da 15 Zilhicce
212 de irtihal eyledi» demiştir. Rahİmehümullah. Ayrıca Hazrccî, Halasatü
Teh-ribi'l-Keinal, s. 149-150
ye bakılabilir
[100] Ümeyye b. Bistâm (
-231): Basralıdır. Sahihayn
râvilerindendir.
[101] Yezîd b. Zürey' el-Ayşî ( -128):
Basralıdır. Sahihayn râvilerindendir
[102] Eba Gıyas Ravh b. el-Kaasim el-Anberî : Sahihayn
râvilerindendir.
[103] İsmail b. Ümeyye (
-139) Mekkelidir. Sahihayn râvüerindendir
[104] Uksyl b. Hâüd: Hz. Osman b. Affân (R.A.) in
azadhsıdır. 141 iârihindc Mısır'da vefat etmiştir.
[105] Zührî: (tbnii Şihab) Ebu Bekir Mahranı» ed b. Müslim
b. Ubeyduilah b. Abdullah b. Şihab b. Abdullah b. EI-Hârİs b.
Zührete'z-Ziihrî.
İslâm'ın temellerinden
biri olan Sünen-i Nebeviyeyİ — Müdevvert üim — haline ge-ti.-mek üzere ilk işi
yapan büyük İmamdır. Zamanındaki llm-i Hadîs hafızlan arasında en bilgili olan
odur. Kitabullah'dan sonra dinin ana kaynağı olan Sünen-İ Nebevîye'nin en
kıymetli metinleri hükmüne lâyık görülen Kütüb-ü Sitte înıamlannın hepsi
kendisinden hadîs tahric etmişlerdir. Kendisi de Abdullah b, Ömer, Schl b.
Sa'd, Enes b. Mâlik, Mahmud b. Rehiî, Saîd b. Müseyyeb, Ebî Ümstne b. Sehl
gibi— irtihal-i Nebevi sırasında — yaşları genç olan Sahabe-i Kiram (R.A.)
Hz.'lerinden ve Tabiînin büyüklerinden Hadîs-i Şerif ahz ve isîîma eylemişdir.
Kendisinden Âkîl, Yunus, Zebîdi, Salih b. Keysan, Mâmı-r, Şuayb, İbni Ebî Hamza
Evzaî, Leys b. Sa'd, İmam Mâlik, İbni Ebi Zi'b, Amr b. El-Haris, îb-rahim b.
Sa'd, Süfyan b. Uyeyne (Rahimehumullah) gibi eimme-i Tabiin, Hadîs-i Şerif ahz
ve İstima eylemişlerdir.
Adı Hûlefa-İ Raşİdin
defterine yazılan Ömer b. Abdîilaziz (R.H)'ın onun hakkında «Sünen-i
Nebevîycyi, Zühri'den iyi bilen bir kimse kalmadı,» dediğini. Zehebî,
Tezkiretü'l-Huffaz (C. 1, s. 109) da nakletmektedir, tmam Leys b. Sa'd onun
için «Zührî, insanlann en cömertlerinden biriydi» demişdir. Elinde kalem -
kâğıt Siinen-i Nebeviye ile meşgul zevatı dolaşır, dinler; sonra birbiriyle
Mukabele - Mukayese eder, tesbit ederdi. Şam'ın Fa-kihi unvanına
bihakkın lâyık olan
îmam Mekhul (R.H.)'a:
— Buluşup
görüştüğün âlimler içinde en
âlimi kim? denince.
İmam Mekhul:
— İbni Şiiıab'i-Zühri diye cevap vermİşdir.
— Ondan sonra kim? diye sorulunca; îmam Mekhul
yine :
— tbni Şihab'iz-Zühri diye cevap vermişdir.
İmam îbni
Şihab'iz7Zühri; 17 Ramazan 124 H. de dar-ı âhirete irtihal eylemiştir.
Kaynaklar: Zehebi, Tezkiretü'l-Huffaz, C. I, s. 110: Hılyetü'l-EvJiya, C. 3, s.
360 ve devamı; Vefeyatü'1-Ayan. C. 4, s.
177.
[106] Ubeydullah b. Abdillâh b. Utbe ( -98): Meşhur yedi fakîhin biridir.
[107] Ahmed b. Amr
b. Şerh: Mısırlıdır.
[108] Ebu Abdülâh Ahmed b. İsâ ( -243): Aslen Mısırlıdır.
[109] Yonns b. Yezîd.
[110] Zührî.
[111] Ebu Muhammed AbdüSajiz b. Muhammed ed-Derâverdî:
Medineli âzadlüar-dandır.
[112] El-Alâ' b. Abdirrahmân: Medineli âzadlı kölelerdendir
[113] Ravh b. eMCaasim.
[114] Ebu Ömer Hafs b. Gıy as b. Talk (117-196): Kûfeîidir. Orada kadı üdi.
[115] Talha b. Nâfi'.
[116] Zekvan es-Semmâa: (
-101).
[117] Muhammed b, Müslim.
[118] Gâşİye sûresi, âyet: 21-22.
[119] Ebo Gassân: Basrahdir. Yalnız Müslim'in râvîlerindendir.
[120] Vâkıd b. Muhammed
b. Zeyd: Hz.
İbni Ömer'in torunlarındandır
[121] Ebu Muhammed
Süveyd b. Saîd: Herathdır. Müslim'in
râvilericdendir
[122] Ebu Abdillâh
Mervân b. Moâvîye El-Fezâii ( -193):
Kûfeli olup Mekke'de yaşamıştır.
[123] Ebu Mâlik Sa'd
b. Tank el-Eşcaî: Kûfelidir. Müslim'in râvilerindendir
[124] Ebu HâÜd
Süleyman b. Hayyan c^Ahma^ (
-189): Kûfelidir. Sahihayn râvilerindendir.
[125] Yunus b. Yezid.
[126] Zühri
[127] İsmi
{Abdirl-Menafytir. İsmi
künyesinden ibarettir diyenler olduğu
gibi, İmran'dır diyenler de vardır.
[128] îsmi Arar b.
Hişam b. el-Mugîra'dır.
[129] Resûluliah
(S.A.V.) in halası
oğludur. Mekke'nin fethinden
evvel Müslüman oldu
[130] Tevbe sûresi, âyet:
113
[131] Kasas sûresi, âyet; 56.
[132] Nisa'
sûresi, âyet: 18.
[133] Abdürrezzak
b. Henımam b.
Nâfiiri-Himyerî: Tabiînin 7 nci
tabakasından Yemenli büyük btr Hadîs
Hafızı olan Abdürrezzak, İmam Hüîız Mamer b.
Râşid"in ra-vîsİdir. Hz. Ömer'in
oğlu LTîcydullah, tbni Cüreyc, Sevr b. Yezîd, îmam Evzaî, Sevri gibi eazımdan rivayette
buhtnmuşdur. Kendisinden t manı
Ahmed, tshak b.
Rahdveyh, tmam Yahya b. Main,
ZühlJ, Ahnıcd b, Salih, Renıadî ve diğer o tabakada bulunan Hadîs Ha-fizian
rivayetde buîunmuşlardır.
Kaynaklar: Zehebî,
Tezkiretü'I-Huffaz, İbni Sa'd, Tabakat, C. 5, s. 546. tbni Hacer, Tchzibü-t-Tchzib,
C. 6. s. 311-315. Hazrecî, Hulâsatü Tehzibiİ-Kemâl,
s. 201.
[134] Ma'nıer b. Uâ^İd, Ebu Urvetu'1-Ezdi; E?.d kabilesinden
Abdusselâm b. Abdiil-kuddus'un kölesi iken
tslâmm kendine sağladığı hürriyeti sayesinde tahsil ile yetişip İmam
derecesine yükselmiş bir zattır. Basra'da doğup büyüdüğü halde Yemen'de ikâmet
eylemişdir. tmam İbni Şibabi'z-Zührî Katâde. Amr b. Dinar, Ziyad b. Âİaka,
Yahya b. Ebî Kesir, Mu-bammed b. ZJyadi'l-Ccmhî gibi Eimme-i tabiinden Hadis-i
Şerif ahz ve istima eylemişdir. Kendisinden de İmam Süfyart b. Uycyne,
Süfyanü's-Sevrî, Abdullah b. Mübarek, Gunder, tbni Uleyye, Yezid b. Zürcy1»
Abdul'Alâ b. Abdul Ala, Bişam b. Yusuf,
Abdiirrazzak b. Hcmmam gibi Eimme-i
kiram Hadîs-j Şerif
Ahz ve istima
eylemişlerdir, imam Abdül-vahid b. Zİyad diyor ki, Ma'mere:
— îbni Şihabi'z-Zühri'den lim-i Hadîsi
nasıl tahsil eyîedin?
dedim.
O da:.
— Ben Tâhiye'de bîr kavmin kölesi idim. Beni
Medinc-i Münevvere'ye kumaş; almağa gönderdiler. Medine'ye vardım. Hemen bir eve
indim —bir de gördüm
ki— insanlar bir seyhden Hadîs-İ Şerif dinleyip sonra ona
arzediyorlardi. İşte tvn de onluda öğrendiğim Hadîs-İ Şerifleri arzeyledim»
dedi.
İmam İbni
Şihabü'z-Zübrî: 154 H. yılı Ramazan'mda irtihal-i dâr-ı baka eylemişdir.
(R.H.).
Kaynaklar: tbni Sa'd,
Tabakat, C. 5, s. 546. Zehebî, Tezkiretü'l-Huffaz, C. 1, s. 190. Hazreci,
Hulasatü-TezhibH-Kema], s. 328.
[135] İshak b. Rahuye (Raheveyh): Ebu Yakub thni
İbrâbime'l-Mervezî: 161 H. tarihinde doğmuştur. Muhaddİsİerden, fukâhâ'dan bir
zâttır. İmam Şafiî'ye mülâkî olmuş,
O'nun yüksek kadrini takdir etmiş, O'mınla münazarada bulunmuştur. İmam
Şafiî'nin nıu-sanncfatmı Mısır'da yazıp cem' etmiştir. İmam Şafiî'nin ashabından sayılmaktadır. İmam
Ahmed îbni Hanbel demiştir ki:
«— îbni Raheveyh, bizce
eimme-i mösîimîndendir. Yiiksdt bîr imamdır, O'ndan daha fakîh bir zat, Bağdat
köprüsünden geçmemiştir. Hafızasında yetmiş bin Hadîs-i Şerif var İdi. Hadîse
dâir olan «Kitâb-i Müsnedsi pek muteberdir. Kendisi Irak, Hicaz, Yemen, Şam,
taraflarında seyahat ederek Stifyan b. Uyeyne gibi zâtlardan hadîs alızetmiş,
kendisinden de Baharı, Müslim, Tirmizi, Eba Davuâ, Nesâî, Ahmed tbni Hanbel
gibi büyük mufaaddîsler rivayette bulunmuşlardır.» 238 H. yılında Şaban ayının
15'inde vefat etmiştir. Geniş bilgi için TezkSrctül-Hulfaz, C. 2, s. 433 e
bakınız. (Bulûğ'ül Meram, C. 3, s. 492).
[136] Ebu Yusuf, Yakub b. İbrahim b. Sad'iz-Zührî el-Medenî:
Kütüb-ii Sitte İmamlarının kendisinden Hadîs-i Şerif tahric ettikleri imam
Hâfızü'l-Hadîs Ehu Yusnf, Yakob b. İbrahim, Abdurrahman b. Avfüz-Zührî'nin
torunlanndandır. Babası Sa'd'tan, Âsim
b. Muhammedil-ömerî, Zührî'nİn kardeşi
oğlu Muhammed, Şû'be ve imam Leys
gibi ecİl-leden Hadîs-i Şerif ahz ve istima eylemişdir. Kendisinden" İmam
Ahmed b. Hanbel (R.H.) tsbak b. Raheveyh, Abd b. Knmeyd, İmam Müslimin Şeyhi
Zehlî, gibi Eimme-i Hadîs kendisinden
Ahz-ı Hadîs eylemişlerdir. Sonra Bağdad'dan çıkarak Memun'un Veziri Hasan b.
Şehrin oturduğu Vâsıt civarındaki dağ ile şehir arasından akan «Fem'İs-Sulh»
adlı nehrin kıyısındaki kâşanesine giderek orada yaşamış ve orada $ewaî 208 H.
sonesinde dâr-i âhirete irtihal etmiştir.
Kaynaklar: tbni Ca'd,
Tabakat, C. 7, s. 343. Zehebî, Tezkîretül-Hoffaz, C. 1, s. 345. Hazrecî,
Hulâsatü Tehtibil-Kemâl, s. 374. Ayrıca «cFemü's-SuIh için Yakut,
Mu'cemül-Büldan, C. 4, a. 276.
[137] Ebu Muhammed Salih b. Keysân ( -146): Azadli kölelerdendir
[138] Mervân b. Muâvİye el-Fezârî.
[139] Ebû İsmail Yezid h. Keysân: Kûîelidir. Yalnız
Müslim'in râvîlerindendir.
[140] Ebu Hazım Selman el-Eşcaî. Ömer b. Abdül-Aziz zamanında
İrtihal eylemiştir.
[141] Ebu Saidi'l-Ksttaa, Yahya b. Said b. Fernıhut-Temimî.
llm-i Hadîs
Hafızlarının seyyidi olan Yabya b. Said hakkında Îbni Sâ'd, Tababat (C. 7, s.
293)da «... Ebu Said künyesi Ue künyelenirdİ. O, sika, memun, derecesi âlı
—llm-i Ha-dîs'de sözü— hüccet idi...> demektedir. İmam Zehebî,
(Tezkiretü'l-Huffaz, C. 1, s. 298)de: «... Hadîs-i Şerîf hafızlarının
seyyİdînin alemidir. Hiçam b. Urve, Atâ b. Saib, Hüseyni'l-MuaHim, Huseym b.
A*rak, Hâmidii't-Tavıl Siileymanü't-Teymî, Yahya b. Saidü'i-Ensari, Â*meş ve
onların tabakasında bulunanlardan hadîs ahz ve İstima eyledi. O hususta cidden
çok çalıştı. Ondan da; İbni Mehdi, Affn, Müsedded, tmam Ahmed b. Hanbel, lshak
b. Rahaveyh, Yahya, Aliyyu'l-Fellas, Bündar, İshaku'l-Kösec, Muhammed b. Seddadül-Mismaî
gibi Rical Hadîs-i Şerîf ahzetmişlerdir. İmam Ahmed b. Hanbel —onun hakkında —
«... Gözlerim Yabya ibol Said'in benzerini görmedi..,» demişdîr. Yabya b. Main
de; Abdurrahman bana:
— Gözlerin Yabya
el-Kattan gibisini görmez» dedi, demiştir. Yine Yahya b. Main; «... Yahya b.
Said el-Kattan yirmi seneyi her gece Kur'an-i Kerîm'i hatmederek ihya etdi»
demişdir.
İmam İbni Mebdİ dedî ki:
«Bîr gün İmam ŞuT>e'nin yanında —bir mes'elede — onunla İhtilâf ettiler. Ve
ona : «— Seninle bizim aramızda bir
hâkim hükmetsin» dediler.
O da : «— Yahya b.
Said'e razı mısın? demişdi ki; — hemencecik — o da çikageldi ve imam Şu'be'nin
aleyhine hüküm vermişdi. —İşte o vakit— Şu'be :
— Senin hükmüne
(nakdine = tenkidine) kim dayanabilir ey Ahvel (yani Ey Yahya b. Saİd) dedi.»
îmam Nesaî: «...
Resuİullah (S.A.V.) hadisleri üzerine Allah'ın Eminleri; tmam-ı Mâlik, Şu'be
ve Yaftya'el-Kattan'dir» demişdîr.
İmam Ebu Said, Yahya
et-Kattan: Hicrî 120 yılında doğmuş, Î98 H. senesi Saferinde îrtibal-i dâr-ı
baka eylemişdir. R.H.
Kaynaklar: İbni Sâ'd,
Tabakat, C. 7, s. 293. İmam Zelıebi, Tezklretiil-Huffaz, C. 1, s. 29Ş-300.
HazrecS, Hulasatii Tezhibi'l-Kemal, s. 363-364. Cerh-ü Tadil'deki şiddetine ve
Hadis âlimlerinin onun hakkındaki hükümleri için Abdulh3y Leknevi; ErTlefu
ve't-Tekmil-fi'I-Cerhi vet-Tadil Abdulfettah Ebu Gudde neşri, s. 170 ve devamına bakılabilir.
[142] îsmâii bia İbrahim
[143] İbni Uleyyc, İsmail b. İbrahim b, Miksenı. Künyesi;
Ebu Bişr'dir. İbni IJley-ye'nin dedesi
Mîksem,
Horasan-Zabilistan bölgesindeki Kaykaniye bölgesi halkından iken
Müslüman mücahidlerince fetholunduğu zaman Kûfeli Huzeyınî-Esedî'lerden
Abdurrahman b. Kutbe'nin esiri olmuştur. Oğİu İbrahim ticaretle iştigal etmiş
ve Kûfe'ye yerleşmişdir. Ticaret için Basra'ya gidip gelirken oraya yerleşmeğe
karar verip Basra'nın akıllı, afif ve nezih hanım kızlarından Benî Şeybanm kölesi Hassan'm kızı Âliyyc ile evlenmişdi.
Aliy-ye'nin Kûfe'de bir konağı vardı,
oraya Salihü'l-Mürrî diğer âlimîer gelirler, onunla musahabe ve mübahese ederlerdi. İbnii Uleyye
İsmail bu evde 113 Hicrî senesinde doğdu, orada büyüdü. Bundan dolayı adı
(lbnü Uleyye), olarak meşhur oldu.s İsmail, İmam Eyyub Sahtiyaoî, Ali b.
Ced'an, Muhammed b. Münkedir, Abdullah b. Ebî Necîh, Cüreyrî, Âtâ b. Saîb gibi
zevatdan ilim tahsil eyledi, önce Basra zekâtını tahsil vazifesi kendisine
verildi. Sonra Halife Harunreşid zamanında Bağdad'ta «Divaaü!l-Mezalim»de
vazife verildiğinden kendisi ve oğlu Bağdad'a göçüp oraya yerleşdİ.
Kendisinden İmam îbni Cüreyc, Şûlje Abdurrahman b. Mehdî, AH İbnül-Medinî, İmam
A hmcd b. Hanbel, tshak b. Rahuveyh, Dündar, Musa b. Sebrül-Veşa gibi zevat
Hadîs-i Şerif ahz ve istima eylemişlerdi, tmam Ismaîî b. Uleyye 13 Zilkade 193
H.'de Bağdad'da irtihat-i dar-ı baka eylemişdir. Kendisinden Kütüb-ü Sitte İmamları
Hadîs-İ Şerif tahric etmişlerdir.
Kaynaklar : İbnü Sa'd,
Tabakat, C. 7, s. 325-326.
Zehebî,
Tezkirctü'l-Huffaz, C. 1, s. 322.
Hazrecî, Hulâsa, s. 37.
[144] Hâlid b. Mihrân el-Hazzâ': ( -142) Basrahdır. Azadlılardandır
[145] El-Veüd b. Müslim
b. Şihâb, (Ebu Bisr
el-Anberî): Basrah sayılır. Bazıları
bunu Velid b. Müslim el-Emevî ile karıştınrlarsa da, künyeleri, kabileleri ve
memleketleri ayrıdır. Hem Veüd-i Emevî ilmü İrfanca ötekinden daha meşhurdur.
[146] Humran b. Ebân: Hz. Osman (R.A.) m âzâdhsıdır.
[147] Osman b. Affan (R.A.): Resûli Ekrem (S.A.V.) in
damadı, Hulefa-i Râşidîn'in üçüncüsü ve hayâtta iken cennetle müjdelenen on
bahtiyar sahabenin biridir. 24 târihinde halife oldu, 35 de şehİd edildi.
Vefatında 80 veya 82 yaşında idi.
[148] Mürcie: Bid'at ve dalâlet fırkalarından biri olup
Kaderiyye ve Mutezile fırkalarından
sonra zuhur etmiştir. Bunlara göre
günahkâr, cehenneme girmez. «Hasenat mebrur, seyyiât mağfurdur»
derler. Amelleri de farz değil, fazilet sayarlar. Onlarca imân etmiş oimak için
Allah'ı bilmek kâfidir.
[149] Haricîler veya Mârika: İslâm âleminde ilk bid'atçılığı
çıkaran dalâlet fırka-sıdır. Bunlar pek câhil olduklarından Hz. Osman ile Ali
radıyallahu anhiima'ya kâfir der. ler. Hidâyet yolundan çıktıkları için
kendilerine Havâric veya Mârika unvanı verilmiştir.
[150] Ma'tezile: Ehl-ı dalâletin meşhur bir firkasıdır.
[151] Eş'ariyye: Ehl-i sünnet ve'1-Cemaatin iki fırkasından
biridir. Diğerine (Mâltö-fîdiyye) derler.
[152] Ebu Abdillâfa Muhammed b. F.bİ Bekr el-Mokaddemî:
( -234) Basralıdıf.
[153] Ebu İsmail Bişr b. Mnfaddal: ( -187) Basralı azadlılardandır.
[154] Ebu Befcr en-Nadr b. Ebi'n-Nadr: ( -245) İsmiyle künyesi birdir
[155] Ebu'n-Nadr Hâşhn b. el-Kaasim: ( -207) Horasanlı olup Bağdad'da yaşamıştır.
Lâkabı Kayser'dİr
[156] Ubeydullah b. Abdirrahman cl-Eşcaî: ( -182) Kûfelidir.
[157] Mâlik b. Miğvrf b. Âsim: ( -159) Kûfelidir.
[158] Talha b. Musarrif: (
-112) Künyesi Ebu Muhammed veya Ebu Abdillâh'dır.
[159] Ebu Salih Zekv&n es-Semman.
[160] Mecelle-i ahkâm-i adliyyenio 26. maddesi.
[161] Mecelle-i ahkâm-ı adliyyenİn 27. maddesi.
[162] Mecelle-i ahkâm-ı adliyyenİn 28. maddesi.
[163] Mecelle-İ ahkâm-ı adliyyenİn 29. maddesi.
[164] Muhammed b. Ilâzim.
[165] Süleyman b. Mihrân.
[166] Zekvân es-Semmân.
[167] Davud b. Ruşeyd el-Hlşimî: (
-239) Aslen Harzemli olup Eağdad'da yaşamıştır. Sahîh-i Müslim'de birkaç hadîsi varsa da
Buhâri ondan yalnız bir
hadîs rivayet etmiştir. -
[168] İbni Câbİr Abdurratımaa b. Yezîd: ( -153) Sahîhayn râvilerinden olup Şam-hdir.
[169] Umeyr b. Hâni': (Ebu'l Velid) künyesini taştr.
Şamlıdır
[170] Cünâdc b. Ebî Ümeyye (R.A.): ( -67) Sahîhayn râvîlerindendir. Ekser-i ulemanın
rivayetine göre hem kendisi, hem babası
sahabîdirler. Kibâr-ı tabiînden olduğunu söyleyenler de vardır.
[171] Ubâde b. Sâmit (R.A.): Medineli ensar-ı kirâmdandir.
Künyesi Ehul-Velid'dir. Bedir gazasına iştirak etmiştir. Şam'da yaşamış; ve 34
tarihinde orada vefat etmiştir.
[172] Sure-i Nisa,
âyet: 171.
[173] Sure-i Câsiye, âyet:
13.
[174] Ebu tsmaîl Mübeşşir b. İsmail: ( -200) Sahîhayn râvilerinden olup Haleblidir
[175] Ebu'l-Hâris Leys b. Sa'd b. Abdirrahman.
[176] Ebu AbdLllâh Muhammed b. Aclân: ( -148) tabiînden olup Medinelidir. Hz. Enes
ve Ebu't-Tufeyl (R, anhüma)ya erişmiştir. Âbid ve fakih bîr zâttı.
[177] Ebu Abdillâh Muhammed b. Yahya b. Habbân : ( -121) Tabiînden olup, Enes b. Mâlik ile
amcası Vâsi' b. Habbân (radıyallahu anhumaya) yetişmiştir. 74 yaşında iken
Medine'de vefat etmiştir
[178] Ebu Muhayrîz Abdullah b. Muhayrîz el-Kuraşî: Kibar-ı
tabiinden Olup Ubâde
[179] Sunâbihi Ebu Abdiilâh Abdıırrahman b. Useyle : Aslen
Yemenli olup, Şam'da yaşamıştır. Asr-ı seâdete yetişmiş ise de tam Medine'ye
hicret ederken el-Cuhfe'ye geldiğinde Resûlullab (S.A.V.) dünyadan gitmiş; Hz.
Sıınâbihî Medine'ye onun vefatından be« gün sonra erişebilmiştir. Bu sebeble
kendisi tabiînden sayılır
[180] Ebu Hâlid
Heddâb b. Hâlid: ( -235) Basrahıdr. İsminin Hüdbe olduğu da söylenir. Müslim'de
Hüdbe diye de zikri geçer. Heddâb ile Hüdbe'nin biri isim dîğri lâkab olduğu
ittifakı ise de hangisinin isim, hangisinin lâkab olduğu ihtilaflıdır. Bazıları
kendisine Hüdbe denilince kızardığını İleri
sürerek isminin Heddâb
olduğunu iddia etmişlerse de Buhâri, Hüdbe dîye
zikretmiştir. Bu zât Buharî ile Müslim'in şeyhlerindendir. Buhâri onu her
halde başkalarından daha iyi bilir.
[181] Hemp-.am b. Yahya b. Dinar: ( -163) Basralı azadlı kölelerdendir.
[182] Ebu Hasîn Osman b. Âsim: ( -128) Kûfelidir. Sahîhayn râvilerindendir.
[183] Ebu'ş-Sa'sâ' Eş'as b. Sülcym: ( -125) Kûfelidir
[184] Esved b. Hilâl el-Muhâribî: Tabiinden olup Kûfeliidr.
Sahîhayn râvîsidir
[185] Ebu Abdillâh Hüseyn b. AH b. Velid cl-Cu'fi: (
-203) Kûfeli, azadli kölelerdendir.
[186] Zaide b. Kudame:
Ebu Salt El-KCıfî. İmam, Zaide b.
Kudâme Hadîs ilminde sözü sene'd sayılanlar arasında adı geçen
imamlardandır. İmam Ziyad b. Alâka ve Abdü'l-Melik b. Umeyr, Mansur, Semmâk ve
Musa b. Ebî Aişe, Âsim b. Behdele'den eha-dis-i şerife ahz ve istima
eylemişdir. Kendisinden İmam Süfyan b. Uyeyne, Hüseyni'l-Cû'fî, Abdurrahman b.
Mehdi, Muavİye b. Amr, Ebu Nuaym, Talk b. Ganem, Ebu Hü-zeyfetü'n-Nehdİ, Ahmcd
b. Yunus gibi Eimme-i Hadîs'de ahz-ı hadîs eylemişdir.
Kütüb-ü Sitte
İmamlarının hepsi kendisinden ehadis-i şerife tahric eylemişlerdir. İmam Zaîde
b. Kudame hudud boylarındaki gazalara iştirak etmek üzere Anadolu huduHarındaki
kalelerden birinde irtihal-İ dâr-i baka eylemişdir.
Kaynaklar: Zehebî, Tez.
HuKaz, C. 1, s. 215. Hazreci Hulasatü-Tehzibi'I-Kemâl, s. 102.
[187] Ebu Hafs, Ömer b. Yûnus b. Kaasim el-Hanefî:
Sahihayn râvîlerindendir. 'i
[188] Ebu
Ammâr, tkrime b.
Ammâr: Yalnız Müslim'in
râvîlerindendir.
[189] Ebu
Kesir, Yezid b.
ARjdirrahtnan: Tabiînden olup,
Hz. Ebu Hüreyre'den haıîîi ıi in lemistir.
[190] Ebu Yatub tshâk b. Mansur b. Behrâm: ( -251) Nisaborludıır.
[191] Ebu Abdillah Muâz b. Hişâm : Basralidir. Sahihayn
râvîlerindendir.
[192] Katade b. Diame
b. Katâde b. Aziz: Künyesi;
Ebu'l-Hattab'dir. Basra'da
yaşayan Huffaz-ı Hadîs ve
Allâme-İ ilm-İ Tefsirden bir zattır.
Abdullah b. Sercis,
Enes b. Mâlik, Saîd b. Müseyyeb,
Ebu't-Tufeyl gibi ecilleden hadîs-İ
şerif ahzeylemiştir. Ken-.disînden de,
Mûs'îr b. Kidam
İbni Ebî Arube,
Şu'be, Mâ'mer, Eban
b. Yezîd, Ebu Avane Hammad b. Seleme gibi Eimme-i'
Hadîs rivayet etmişlerdir. Kendisinden Kütübü Sîtte imamlarının hepsi rivayette
bulunmuşlardır. H. 118 veya 117 senesinde irtihal-i idâr-i baka eylemiştir.
Kaynaklar: ibni Sâ'd,
Tabakaf, C. 7, s 229-30. Zehebî, Tezkirefü'l-Huffaz, öl 1, s. 122-124. Hazreci, s. 268.
[193] Ebu
Muhammed Şeybân b.
Ferrûh: ( -237)
Müslim'in râvîlerindendİr.
[194] Sâbît b. Eslera.
[195] Ebu
Muhammed Mafamud b.
Kabî el-Ensârî: (
-79) Tâbiîndendir.
[196] itbân b. Mâlik (R.A.):
Bedir gagasına iştirak eden ashâb-t kiramdandır. Gözleri görmez olduğu için Peygamber
(S.A.V.) namazlarını evinde
kılmaya kendisine müsaade buyurmuştu.
[197] Ebu Bekr b. Nâfi' el-Abdi: ( -173) Hz. Abdullah b. Ömer'in â2adlısı olup
Medinelidir. Buhâri'de hadîsi yoktur. Müslim'de yalnız bir hadîsi vardır ki, o
da bu hadîstir.
[198] Behz b. Esed.
[199] Hammad b. Seleme
b. Dlnâr: Basralı
azadhlardandtr.
[200] Sâbİt b. Eşlem.
[201] Yezid b. el-Hâd, Yezid b. Abdiflâh b. Üsâme : (
-139) Sahihayn râvîlerin-dendir
[202] Muhammed b. İbrahim b. el-Hâris: ( -120) Medinelidir. Sahihayn râvîsidir
[203] Âmir b. Sa'd
b. Ebî Vakkaas:
( -104) Sahihayn
râvîsidir. Medine'de vefat etmiştir.
[204] El-Abbas
b. Abdilmuttallb (R.A.):
Resûlullah (S.A.V.) in
amcasıdir. Ondan üç sene
evvel doğmuş ve Hz.
Osman'ın hilâfeti zamanında 32 târihinde
vefat etmiştir. Bedir harbinin
akabinde Müslüman olmuştur.
Daha Önce Müslüman olduğunu söyleyenler de vardır. Buhâri
ite Müslim'de birkaç hadîsi
vardır
[205] UbeydııÜah
b. Saîd: (
-241) Azadlı kölelerden
ve sahihayn râvîi e ündendir
[206] Ebu Eyyûb Süleyman
b. Bilâl: Azarlılardan ve
sahihayn râvilerindendİr. ( -172) veya ( -177) tarihinde vefat etmiştir. Aslen
Beıbcrî'dir.
[207] Ebu
Abdirrahroan Abdullah b.
Dinar: ( -127)
Hz. Abdullah b.
Ömer'in azadlı kölesi ve Amr
b. Dinar'ın kardeşidir.
MedineÜdir
[208] Kadîs: Sonradan var olan demektir.
[209] Cerir b. Hâzİm
[210] Süheyl t». Ebî
Salih: Aslen Medinelidir. Müslim'de
bir hadîsi vardır
[211] Es-Semmân, Zekvân.
[212] Salim b. AbdiHâh
b. Ömer: (
-106) Tabiînin büyüklerinden
ve bir kavle göre
Medine'deki yedi fakîhden
biridir. Said b.
el-Müseyyeb onun hakkında:
«Salim, Abdullah'ın, kendine en ziyade benzeyen oğludur. Abdullah ise Ömer
(R.A.) m kendine en ziyade benzeyen oğluydu» dermiş. îshâk b. Râhuye: «Bütün
isnadların en sahihi Züh-rî'nin
Sâlim'den, onun da babasından
rivayetidir» demiştir. Medine'de vefat etmiştir
[213] Nitekim utanmayı kötüleme şimdi de modadır. Hatta pedagoji fenninde yer almış bir nazariyedir!..
[214] Ma'mer b.
Raşid.
[215] Ebu's-Sevvâr
Hassan b. Hureys
el-Adevî: Sahihayn râvîlerindendir.
[216] Ebo
Niiceyd tmrân b.
Husayn (R.A.): Ashab-i
kiramdandır, Pe (S.A.V.)'İn
vefatından sonra Basra'da yaşamış ve 52
tarihinde vefat etmiştir.
[217] Ebu
Zeteriyyâ Yahya b.
Habib el-Hârisî: Basralıdir.
248 tarihinde orada vefat etmiştir.
[218] îsbak b. SÜveyd: Basrahdır. Sahihayn
râvîierindendir. 131 tarihinde taundan vefat etmiştir
[219] Ebu Katâdç Temim b. Nüzeyr'dİr. Temim b. Zübeyr
diyenler de vardır. Basrahdir
[220] Atalar
sözünde bile: «Akıllı
düşman akılsız dosttan
yeğdir» denilmişi
[221] En-Nadr b. Şiimcyl.
[222] Ebu Neâmete'I-Adevî, Amr b. İsa i Basralıdır.
Müslim'in râvüerindendir.
[223] Ebu Küreyb Muhamnıcd b. Alâ\
[224] İbni
Nümeyr: Muhammed b. Ahdillâh
[225] Ebu Recâ' Koteybe b. Said b. CemU: Sahihayn
râvîlerindendir.
[226] Cerir b. AbdUbamid b. Cerir: (110-187) Aslen Kûfdidir.
Reytfe veffit etmiştir.
[227] Ebu Osâme: Hammâd b. Üsâme
[228] Hişam b. Urvc b. Zübeyr: ( -147) Medinelidİr.
[229] Ebu Amr Süfyân b. Abdillâb is-Sekafî (R.A.):
Sahabedendir. Basrah
[230] Leys b. Sa'd-ı Mısrî.
[231] Ebu AbdİIIah
Muhammed b. Rumh b.
el-Muhâcir: ( -242)
Mısırlıdır
[232] Ebu Recâ' Yezid b. Ebl Habîb: Tabiînin büyüklerindendir. Mısırlıdır.
[233] Ebu'l-HayTj Mersed b. Abdülâh el-YezcnS: ( -190) Tabiinden olup, Mısırlıdır.
[234] Ebu Muhammed
Abdullah b. Vchb (125-197).
[235] Ebn Ümcyye Amr b. «1-Hâris b. Ya'kub el-Ensarî ( -149): Mısırlıdır. Meşhur bîr âlimdir.
Zamanında Mısır'ın müftüsü îdi.
[236] Ebu Âsim Dahbâk b. Mahled.
[237] Abdülmelik
b. Abdilaziz b.
Cüreyc.
Abdü'l-Mclik b. Aziz b.
Cüreyc. Künyesi Ebıı'i-Veiid'dir. Ayrıca Ebu Halid diye kün-lyeleyenler de
olmuşdur. Harem-i Şerifin fakihlerinden hafiz-ı Hadîs bir zatdır. Baba-Ismdan,
İmam Mücahİd'den, îmam Atâ b. Ebî Rebah'dan, Meymun b. Mihran, Amr b. jŞtıayb,
Nâfî, Ztihrî gibi eimmeden Hadîs-i Şerif istima' ve ahzeylcmiştir. Kendinden de
İtmam Süfyan b. Üyeyne ve İmam SUfyan-ı Sevrî, Müslim b. Haîid, İsmail b.
Aleyye, Hac-r Icac h. Muhammed, Ebu Âsim Veki', Abdiirrezzak gibi eimme ve
Huffaz-ı Hadîs rivayet-Ide bulunmuşlardır. Ayrıca Kütüb-ü Siîte'nin imamlarının
hepsi rivayette bulunmuşlardır, lîmam Ahmed b. Hanbel, «AbdülAziz İlim
hazinelerinden biri idi» demişlerdir. Hadîs-i Şe-Irîflenn tedvin ve tasnifine
dair ilk kitabı vazan îmam olarak bilinmektedir. İmam Atab İEbi Rebah'a :
— Sizden
sonra — müşküllerimizi — kime
sorup Öğrenelim? deniîdi
de; O da ce-|vaben ;
— Şu
genç (İbn Cüreyc) yaşarsa ona
sorun!., buyurdular, diyor, îbni Cüreyc
149-158 H. de Hac mevsiminde irtihal
eylemişti.
Daha geniş
bilgi için; Zehebî, Tezkireiü'I-Huffaz, C. I, s.
169-170'e bakılabilir.
[238] Ebu'z-Zübeyr
Muhammed b. Müslim.
[239] Ebu Osman Said
b. Yahya b.
Saîd el-Kuraşî (
-249): Bağdatlıdır. İbni İMâce'den maada
Sünen sahiplerinin şeyhidir.
[240] Ebu
Bürıîe Biireyd b.
Abdillâlı b. Ebî
Bürde: Sahİhayn râvîl erin dendir.
[241] Ebu Bürde Âmir yahud Haris b. Ebî Mûsâ (
-104): Küfe kadısı idi. Bü-| reyd'in dedesidir.
[242] FJbu Musa cî-Eş'ari
Abdullah b. Kays (R.A.)
( -44): Ashâb-ı
kiramdandir. Hicretten evvel Yemen'den
gelerek Müslüman olmuştur.
Resûiııllah (S.A.V.) tarafından
'müteaddid valiliklere
tâyin olunmuştur, islâm'da
ilk defa tarih
kullanılmasına sebeb bu I zattır.
Kendisinden 360 hadîs rivayet olunmuştur.
[243] Ebu tsbâk
İbrahim b. Said
el-Cevherî: Bağdadhdır. Müslim'in
râv erindendir.
[244] Ebu Üsâme Hammâd
b. Üsâme
[245] ishak b. Râhuye
[246] Sekafî:
Ebu Muhammed Abdülvehhâb
b. Abdilmecid (110-194).
[247] Eyyûb-I Sahtiyanı b. Ebî Temime: Basrahdır.
[248] E&u Kılâbe Abdullah b. Zcyd b. Amr ( -104): Basrahdır. Kadı ta'yin olunmaktan kaçarken
Şam'da vefat etmiştir.
[249] Muhammed b. Beşşar,
[250] Hammad b. Seleme
b. Dinar.
[251] Ebu
Muhammed Sabit b. Esfera el-Bunânî.
[252] Ebu
Mahammed Şeyban b.
Ferrûta el-Übullî (
-238): Müslim'in râvîlerin-dendir.
[253] Abdülvârts b. Saîd et-Temimî ( -180):
Basrah âzâdlılardandir.
[254] Abdiilaziz
b. Subeyb.
[255] Muhammed
b. Beşşar.
[256] Sure-i.iÎAhzab,
âyet: 6.
[257] Hüseyn b.
Zekvân el-Muallitn: Basrahdır.
Sahihayn râvîlerindendir
[258] El-Alâ» b. Abdİrrahman.
[259] Ebu Muhammed Abdullah b. Vehb: Basralı meşhur bir âlimdir. Adı Abdullah'tır.
Babasının adi da Müslim'dir. Kureyş
kabilesinin mevâlisindendİr.
Fâzıl, fakîh, sika
bir zâttır, tmam
Mâlik'îen, Leys, Sevri
gibi zevattan ilim
ahzetmiş, badis rivayette bulunmuştur. İmam
Mâlik, bu zâta
mektuplarında «Mısır'ın fakihi
Ebu Muhammedi'l-miift!3> diye
yazardı. Bundan başkasına
«fakihs- diye yazmazdı.
Kendisinden «Yiizbin» kadar
hadîs-i şerîf rivayet olunmuştur.
îbni Ebi Hatim diyor
ki: «Ben İbni Vehb'İn Mısır'da ve başka yerlerde rivayet ettiği (seksen bin)
kadar hadîse baktım. Asîı olmayan bir hadîs gördüğümü bilmiyorum.»
«Sahîh-i Buharı» ile
«Sahîh-i Müslimsde bu zâttan başka Abdullah ibni Vehb yoktur. Kendisine
«Divanü'1-llm» denilmiştir. 125 h. tarihinde doğmuş, 197 h. tarihinde Mı-.
sir'da vefat etmiştir.
[260] Yunus b. Yczid
b. Ebi'n-Nicâd.
[261] Zührî
[262] Ebu Seleme Abdullah b. Aböirrahman ( -104):
Medinelidir
[263] Bu hususda
Sure-i Nisa'nm 36.
âyetinde :
«Allah'a ibâdet edin!
hem ona hiç bir şeyi şerik koşmayın; ebeveyne, akrabaya, yetimlere, yoksullara,
yakın komşuya, uzak komşuya, arkadaşa, yolcuya ve elinizdeki memliiklere de
İhsan edin; çünkü Allah kurulan, öğünen kimseleri sevmez» buyurulmuştur
[264] Müslüman
memleketinin teb'asından olan
gayr-İ müslimler.
[265] Sure-i Kaf,
âyet: 18.
[266] Ebii'I-Ahvas
Sellâm b. Süleym
( -179): Kûfeli
olup Benî Hanife'nin âzâd-hsıdır.
[267] Ebu Haşin Osman
b. Âsim.
[268] Ebu Salih es-Semmân
[269] Sure-i
Bakara, âyet: 233
[270] Amr b. Dinar
[271] Ebu
Muhammed Nâfi' b.
Cübeyr b. Mut'im
( -99): Medmeli tâbiîndendir
[272] Ebu Şureyh Huveylid b. Amr el-Huzâî: Peygamber
(S.A.V.) den hadîs dinlemiştir.
Medine'de 68 tarihinde vefat etmiştir.
[273] Süfyan-ı Sevrî
[274] Muhammed
b. Ca'fer b. Ebî
Kesir: Medİneli âzâdlılardandır. Sahİhayn
râvîsîdir
[275] Ebu Amr Kays b. Müslim
( -120): Kûfeiiidr.
Salıihayn râvîlerindendir.
[276] Ebu
Abdiilâh Târik b.
Şihâb ( -83).:
Peygamber (S.A.V.) i
görmüş; Ebu Bekir ve Ömer
(R.A.) zamanlarında 33 veya 43
gâzâya İştirak etmiştir.
[277] Mervan b, el-Hakem
b. Ebİ'1-Âs (2-65):
Emevİye hükümdarlarının dördüncüsüdür.
[278] Sure-i
Mâide, âyet: 105.
[279] Sure-i
Nur, âyet: 73.
[280] Sure-i Hac,
âyet: 40.
[281] Sure-i Âl-i
Imrân, âyet: 101.
[282] Sure-i
Ankebût, âyet: 79.
[283] Sure-i Ankebût,
âyet: 2-3.
[284] Ebu Muaviye Muhammet) b. Hâzim.
[285] Ebu İshâk İsmail b, Recâ' b, Rebîa: Kûfelidir, Hadîsi
unutmamak için mektep çocuklarını toplar,
onlara okurmuş.
[286] Ebu
Abdillâh el-Hâris b.
Fudayl: Medinelidir. Müslim'in
râvîlerindendir
[287] Ca'fer b. Abdillâh
b. el'Hakem el-Eosârî:
Müslim'in râvîlerindendir
[288] Ebu
Misver Abdurrahnıan b.
el-Misrer ( -90):
MedineH olup Müslim'in râvîlerindendir
[289] Ebu Râfi' (R.A.):
Resulüllah (S.A.V.) in
âzadlı kulesidir. Aslen
kıptı olup Medinelidir. İsmi ihtilaflıdır. Eşlem, Hürmüz, ibrahim ve Sabit diyenler vardır.
Vâkıdî'-ye göre Hz. Osman (R.A.) dan
sonra vefat etmiştir.
[290] Ebu Bekir
Muhammed b. İshâk b. Mubammed ( -151).
[291] İbni Ebî Meryem
Said b. el-Hakem
b, Muhammed (144-224):
Mısırlıdır. Künyesi Ebu Muhammed'dir.
[292] Ebu Üsame Hammâd b. Üsâme
[293] Muhammed
b. el-Alâ*.
[294] Ebu Muhammed Abdullah b. tdris.
[295] Mutemir b. Süleyman.
[296] Kays b. Ebî
Hâzim el-Becelî (
-84): Tâbİîndendİr. Medine'ye
Peygamber I, (S.A.V.) in
vefatından sonra gelmiştir.
[297] Ebu Mes'ud Ukbe b. Amr el-Ensârî (R.A.).
[298] Ebu'r-Rabî' Süleyman b. Dâvud ez-Zehrânî
( -231): Basrahdır
[299] Ebu İsmail Hammâd b. Zeyd.
[300] Eyyubu
Sahtiyanı.
[301] Mohammed b. Sirîn.
[302] İbni Ebî Adiy, Muhammed b.
İbrahim.
[303] Amru'n Nâkıd:
Ebu Osman Amr b. Muhammed.
[304] Ebu Muhammed İshâk b. Yusuf el-Ezrak (117-195):
Vâsıtlıdır
[305] Abdullah b. A™.
[306] Muhammed b. Şîrîn.
[307] Ebu Salih Zekvân.
[308] El-A'rac: Abdurrahman b. Hürmüz
[309] İmam Mâlik b. Enes.
[310] Kuteybe b. Saİd b. Cemil b. Tarîf.
[311] İbni Hucr, Ali b. Hucr b. İyas ( -244): Mervezlidir.
[312] El-AIâ' b. Abdirrahman.
[313] Ebu Muhammed Abdullah b. Vehb.
[314] Yunus b. Zeyd b. Ebi'n-Nicâd.
[315] İhnî
ŞihâE): Zührî, Muhammed
b. Müslim.
[316] Ebu'l-Yemân,
el-Hakem b. Nâfi'
(138-221): Humusiu âzâdldardandır
[317] Şuayb b. EM Hamza (
-162): Bu da Humusiu âzâdlı kölelerdendir.
[318] Ebu Muâviye,
Muhammed b. Hâlim
[319] A'meş,
Süleyman b. Mihrân
[320] Ebu Salih, Zekvan.
[321] Ebû
Muhammed, Bişr b. Hâlid
el-Askeri: Sahihayn râvîlerîndendir
[322] Şube b. Haccâc.
[323] A'meş: Süleyman
b. Mihrân.
[324] Cerir b. Abdilhamid b. Cerir.
[325] İbni Râbuye.
[326] İbni
Ciireyc; Abdümelik b.
Abdîlâziz
[327] Ebu'z-Zübeyr:
Muhammed b. Müslim.
[328] Ebu'n-Nasr Cerir b. Hâzim.
[329] Süfyân b. Uyeyne,
[330] Sobeyi b. Ebî
Sâlib.
[331] Ebu
Muhammed Amr b.
Dinar.
[332] Ka'Kaa'
b. Hakîm el-Kinâoî:
Medinelidir. Müslim'in râvîlerindendir
[333] Bundan hadîs imamlarının isnaü-ı âliye ne kadar meraklı
oldukları anlaşılıyor. SUryan Süheyl'den bir kişi atlamasını istemi1;; o iki
kişi atlamıştır. Çünkü Siifyan, Süheyl'in, hadîsi babasından işittiğini
zannetmiş. Meğer babasının şeyhinden işitip dururmuş
[334] Ebu Said Abdurrahman b. Mclıdi
[335] Ebu Abdtllâh Kays b.
Ebi Hâzim el-Beceiî
[336] Ebu Abdülâh Cerir b. Abdillâh b. Cabîr (R.A.) ( -51): Peygamber (S.A.V.) İn vefatı yılında
Müslüman olmuş bir şahabıdır.
[337] Süfyâo b.
Uyeyne
[338] Ziyâd b. tlâka b. Mâlik: Kûfelidir.
Sahihayn râvîîerindendir
[339] Süreye b. Yunus el-Mervezî ( -235): Bağdad'da yaşamıştır.
[340] Ebu Yusuf Ya'kub
b. tbrahinı b. Kesir
(166-252): Sahihayn râvîlerindendir.
[341] Hüseyin b. Eesir İt.
cI-Kaasîm.
[342] Seyyar b. Ebî
Seyyar el-Vâsıtî (
-122) Sahihayn râvîlerindendir.
[343] Sure-i Bakara,
âyet: 286.
[344] Abdullah b.
Vehb.
[345] Yunus b. Yerid
b.
[346] Sure-i
Nisa, âyet; 117
[347] Abdülmelik b'
Şuayb b. Leys b. Sa'd: Mısırlıdır.
Müslim'in râvîlerindeildir
[348] Ebu Bekr
b. Abdirrahman b.
el-Hâris b. Hişâm el-Kureşî:
A'ma idi. Çok namaz kıldığı için
kendisine «Kureyş'in rahibi»
derler. Hz. Ömer'in
hilâfeti zamanında doğmuş; 94 târihinde vefat etmiştir
[349] Ebu Cafer Muhammed b. Mihrân er-Râaî ( -238): Sahihayn râvîlerindendir.
[350] Ebu'l-Mutfalib Abdülâziz b. el-Mutfalib b. Abdîllâh:
Mcdinelidir. Ebu Ca'fer zamanında orada kadılık yapmıştır.
[351] Ebü'İ-Hâris Safvân b.
Süleym: Âzâdlı kölelerdendir. Vefat tarihî 124
veya 132'dir.
[352] Ümmin-mii'minin
Meymûne bintil-Hâris (R.A.).
[353] Ebu Muhammed
Atâ' b. Ycsâr ( -103): Hz. Meymûne (R.A.) nin kölesidir
[354] Ebu İbrahim
Humeyd b. Abdirrahnıân b. Avf el-Kure$î.
[355] Ebu Bekr
Abdurrezzak b, Hemmâm.
[356] Ebu Urve Ma'mer
b. Râşid.
[357] Ebu Ukbe
Hemmâra b. Münebbih b. Kâmil ( -132):
Yemenlidir. Sahihayn râvîf erin dendir.
[358] Ebu Hişâın Abdullah b. Nümeyr Hemdâni ( -199): Sahibayn râvîleri ıdendir
[359] Süfyân b. Said b. Mcsrük (97-160): Tebe-i tâbiînuen
büyük bîr imanlıdır
[360] Abdullah b.
Miirre ( -100):
Ta'biinden Kûfeii sika bir
zâttır.
[361] Ebu Âişe Mesrufc b. el-Ecda' (
-63.)-. Ta'biinden Kûfeii büyük
bir imamdır
[362] Sure-i
Münâfikûn, âyet: 1.
[363] Sure-i Tevbe,
âyet: 75.
[364] Sure-i Ahzab, âyet:
72.
[365] Said b. el-Hakem b. Muhammed.
[366] Sııre-i
Nisa', âyet: 142.
[367] Ebu Abdilmelik
Ukbe b. Mükrcm (
-243): Basralıdır. Müslim'in
râvîierin-denöir.
[368] Ebu Zükeyr
Yahya b. Muhammed b. Kays: Asîen
Medineli olup Basra'da yaşamıştır. A'mâ imiş. Müslim'in râvîlerindendir.
[369] Ebu Nasr Abdülmelik
b. Abdİlâziz et-Temmâr
( -228): Aslen
Nesalı olup Bağdad'da yaşamıştır.
Müslim'in râv île finden dir.
[370] Ebu Yahya
Abdüla'lâ b. Hammâd b. Nasr ( -237):
Bağdad'da yaşamıştır.
Sahİhayn r&vîlerindendir.
[371] Dâvud b, Ebi
Hiod (Ziibyân) (
-139): Basralı âzadlı
kölelerdendir. Babası
Horasanlı imiş. Basra'nın
benâm âlimierindendir
[372] Nâfî Mevlâ
Abdillâh b. Ömer {
-117): Mağriblidir. Bir
rivayette Kâbil esirlerinden
olduğu söylenir.
[373] Abdullah b. Büreyde.
[374] Ebu'l-Esved^in ismi ihtilaflıdır. Zâlim b. Amr b.
Süfyan diyenler oldu:
Amr b. Zâlim ve Zâlim b.
Sârik diyenler de vardır. Tabiînden olup nahiv hakkı da ilk sözü o söylemiştir,
derler,
[375] Ebu Zerr'İI-Gifârİ (R.A.).
[376] Harun b. Said
et-Eylî: Müslim'in râvîlerindendir.
[377] Abdullah b. Vehb.
[378] Amr b.
eİ-HâHs b. Ya'kub.
[379] Irak b. Mâlik el-Gifâri: Tabiînden olup Medinelidir.
Sahihayn râvîlerindendir.
[380] Hâlid b. Mihrân
el-Hazzâ
[381] Ebu Osman en-Nchdî:
Abdurrahman b. Mell.
[382] Ebu Bekre Nüfey' b.
el-Hârîs (R.A.): Sahibidir.
Kûfeli sayılır. Basra'da 51
veya 52 tarihînde
vefat etmiştir.
[383] Ebu
Muâviye Muhammed b.
Hâzim.
[384] Âsim b.
Süleyman el-Ahvel.
[385] Sa'd b. Ebî
Vakkaas (R.A.).
[386] Ebu Abdlllâb Muhammet! b. Talha h. Musarrif ( -167): Sahihayn râvflerin-dendir.
[387] Süfjan-ı Sevrî
[388] Gunder.
[389] Zübeyd b. el-Hâris
b. Abdilkerim: Kûfelidir. Künyesi:
Ebu Abdirr veya Ebu Abdillâh'dır. Sahihayn
râvîlerindendir. Vefat tarihi
122 veya 124 dür.
[390] Guöder
[391] Mansur b. Mu'temir.
[392] Affân b. MüsHm
es-Saffâr.
[393] Abdullah
b. Mes'ud (R.A.).
[394] Muhammed b. Beşşâr.
[395] Gunder.
[396] Ebu
Müdrik Ali B>. Müdrik
( -120).: Kûfelitlir.
Sahihayn râvüerindendir
[397] Cerİr b.
Abdillfih b. Câbir (RA).
[398] Ebu Zür'a Herm
b. Amr b. Ccrir.
[399] Ebu'I-Miisennâ
Muâz b. Muâz
b. Nasr cl-Aibcrî.
[400] Muhammed b. Zeyd Ib. Abdlllâta b. Ömer. Kendisinden
oğulları Vâkıd, Âsim Ve Ömer hadîs
rivayet etmişlerdir.
[401] Ebu Bekr Muhammed b. Hallfid cl-Bâhilî.
[402] Gundcr.
[403] Ömer h.
Muhammed b. Zeyd:
Medineli olup Askalan'a
yerleşmiştir Ccfât tarihi 145
veya 150 dİr.
[404] Muhammcd b.
Zeyd b. Abdiilâh
b. Ömer.
[405] Ebu
Hişâra Abdullah b.
Niimeyr.
[406] Mansur b. Abdirrahman b. Abdillâh b. Mes'od.
Basralıdır. Sahihayn râvîie-rindendir. İmara Ahmed'le Yahya b.
Mâin'e göre sika, Ebu Hatim Razî'ye göre zaif bir râvidir.
[407] Cerir b.
AbdUIah b. Câbİr.
[408] Dâvud b. Ebî Hind,
[409] Cerîr h. Abdilhamîd.
[410] Mugîratü'bnii
Miksem.
[411] Zeyd b. Hâlid-i
Cülıenî (R.A.): Ashab-ı
kiramdandir. Künyesi: Ebu Talha veya
Ebu Abdirrahman'dır. 78
tarihinde vefat etmiştir.
[412] İmam Mâlik b. Eocs
(93-179).
[413] Tecrid
Tercemesi II, s. 741-743.
[414] Sure-i
Araf, âyet: 54.
[415] Efau Muhammed Amr b. Sevvâd-ı Âmiri t Mısırlıdır.
Müslim'in râvîlerindendir
[416] Âzadlı kölelerdendir
[417] Yunus b. Yezîd
[418] Ebu Yunus Siileym
b. Cübeyr.
[419] Ebu't-FaUİ Abbâs \>. Abdilâzim
b. Tevbete'l-Anberi : (
-246) Sahihayn1 râ-
vilerindendir. Bazıları
el-Anberî'yi el-Guberî şeklinde
zabt etmişse de Nevevî, bunun şüphesiz bir
lashif olduğunu söylüyor!
[420] Ebu
Muhammed Nadr b.
Muhammed b. Mûsft:
Yemâmelidir. Sahihayn râ-vilerİndendir
[421] Ebu Ziimcyl, Semm&k b. el-Velid ei-Yemânî:
Tabiînden olup Müslim'in
râ-vUerindemlir
[422] Abdullah b. AhdİHab b.
Câhir: Medinelidir. Iraklılar
ona İbni lerse de sahih olan Câbİr'dir.
[423] Ebu Osman Hâlid
b. el-Hâris: (
-186) Basrahdır. Sahihayn
râviierindendir.
[424] Muâz b, Muâz b. Hassan.
[425] Adiy b. Sabit
el-Ensârî: Kûfelidir. Sahihayn
râviierindendir.
[426] Ebu Umara Berâ' b. Âzîb b el-Hâris el-Ensârî (R.A.): Ashab-ı
kiramdandır. Yezid b. Muâviye'nin
hilâfeti ihtidalarında vefat
etmiştir.
[427] Ebu Yusuf Ya'kub
b. Abdirrahnıan el-Kaarî:
( -181) Medinelidir. İskenderiye'de yaşamış ve orada vefat
etmiştir.
[428] Süheyl b. EM Salih.
[429] Cerir b. Abdilhamid.
[430] Hammâd b. Ebî
Üsâme.
[431] Zekvân.
[432] Ebu Saîd-İ
Hudri (R.A.V
[433] Vekî1 b.
Cerrah.
[434] Ebu
Muâviye Mubammed b.
Hâzim
[435] Ebu Meryem Zirr b. Hubeyş: Kûfeiidir. Câhiliyyet
devrini gören uzun Ömürlülerden
biridir. 120 veya 122 yahut
127 yaşında iken 82 târihinde vefat etmiştir
[436] Leys ti. Sa'd b. Abdirrabmân.
[437] İböü'1-Hâd:
Yezİd b. Abdillâh
b. Üsâme.
[438] Ebu't-Tâhir
Ahnıcd b. Amr.
[439] Abdullah
b. Vehb.
[440] Bekr b. Mudar b. Muhammed: (130-174) Mısırlı
azadlılardamltr. Sahihayn-de
hadîsleri vardır.
[441] Ebu Üsânıe :eyd b
Eşlem: ( 136)
Hz. Ömer (R.A.)
m kölesidîr. Ondan ve oğlundan
hadîs rivâyel etmiştir.
[442] Iyâd b, Abdillâh b. Sa'd: Sahihayn râvüerinden olup,
Hz. Ebu Saîd-i Hudrî (R.A.! dan hadîs
rivayet etmiştir.
[443] Amr b. Ebî Amr: < -136) Âzadli kölelerdendir. Hz.
Enes {R.A.) ile Saîd-i Makburi'den
rivayetleri vardır.
[444] Ebu Saîd Keysan cl-Makburi: ( -100) Âzadh
kölelerdendir. Kabristan beklediği veya kabristana yakın bir yerde oturduğu
için kendisine ve oğlu Saîd'e, Mak-burî
dcTîİlmiştir.,, Buradaki
Makburi'den hangisinin murâd
olduğu ihtilaflıdır
[445] Ebu Küreyb Mulıamnıed b. Alâ
[446] Ebu Muâviye Muhaınmed b. Hâztm.
[447] Es-Scmmân.
[448] Sûre-i
Bakare, Âyet : 34
[449] Cerir b. Abdilhâmid
b. Cerir
[450] Ebu Süfyan
Talha b.
Nâfi'.
[451] Câbir b.
Abdillâh
[452] Ebu Gassân el-Mismaî
Mâlik b. Abdilvâhid.
[453] îbni
Cürejc, AbdülmeJik b.
Abdilaziz.
[454] EbıTz-Zübeyr, Muhammed b. Müslim b. Tedrüs.
[455] Sûre-i Nisa,
A^et: 116.
[456] Mamur K Ebî
Müzûhİm: ( -235)
Bağdadh azarlılardandır.
[457] ibratim b. Sa'd b. İbrahim: (110-183"! Medineli
olup Bağdad'da kadılık etmiştir.
Sahihîiyn râviierindendir.
[458] Muhammed b, Ca'fer b. Ziyad: ( -228) Bağda.İlidir.
Müslim'in râvilerin-denüii.
[459] Ebu
Mürâvih cl-Lcysî veya
Gjfâri: Nf edindi terden ma'duddur. Müslim'in
«et-Tabakaata adlı
eserinde ismi Sa'd diye zikredilir. Peygamber (S.A.V.) in hayatında dünyaya
gelenlerdendir. Bunların adlarını bizzat Rcsûlullah (S.A.V.^ koyardı, tbni
Abdil-berr bu zâtın bilitîifak sika olduğunu bildirmiş; isminin künyesinden
ibaret olduğunu; ayrıca ismi bulunamadığını
söylemiştir.
[460] Ebu Abdillâh Urve b. Xühcyr b. cl-Avvâm : (
-94) Kurcyş kabilesine men-sub olup Medinelidİr. Annesi Esma binti Hbî
Bckr'dir. Halası Hz. Âişe (Radyallahu anha) ile
Abdullah b. Ömer
ve Abdullah b.
Zübeyr'den hadîs dinlemiştir. Sahihayn
râvilcrin-dendir
[461] Şi'ybânî:
Ebu Ishâk Süleyman b.
Feyrûz: Kûfelidİr,
[462] Velid b. el-Ayzâr t Kûfelidİr. Sabihaya râviierinden
olup Abdülmclik b. Mer-vân'm
hilâfeti zamaninda vefat
etmiştir
[463] Sa'd b. İyâs
Ebu Amr es-Şcybânî,
el-Bekrt: Peygamber (S.A V.) zamanına
yetinmiş: İbni Mes'ud ve Zeyd b. Ekram hazerâtindan hadîs dinlemiştir. S;-ıhihayn
râvi-lerindendir. 100 seneden
fazla yaşamıştır.
[464] Ebu
Ya'fur Abdurrahmân b.
Ubeyd b. Nisfâs
el-Âmirî: Sahihayn râviierinden olup Küfelidir. Buna hadis uleması «Küçük
Ebu Ya'fur» derler. Yine
Küfeli bir de «Büyük Ebu
Ya'fıır» vardır. Onun ismi Vâkıd'dır. Abdülkerim nâmında üçüncü bir Eba Ya'fur daha
vardir. Bunların üçü de sikadır.
[465] Sûre-i
Beled, Âyet: 13-17.
[466] Cerir b.
AbdUiıamid b. (>ıir.
[467] Mansnr b. el-Mutemir
h. Abdlllâb.
[468] Ebû
Mcvsere Anır b.
Şurahbil el-Ilemdânî: tbni
Mes'ud (R.A.) dan
hadis
dinlemiştir. Ebû
Cnheyfe'den evvel vefat
cîtiği söylenir.
[469] Abdullah
b. Mes'ud.
[470] Ebu Vâil, Şakik b. Seleme.
[471] Sure-i Furkaan, âyet: 68
[472] Sure-i
Furkaan, âyet: 68.
[473] Saİd el-Cüreyri, Ebû Mes'ud Said b. lyas: ( -
) Basra'lıdir.
[474] Ebu Bahr yahud
Ebu Hatim Abdurrahman
b. Ebî Bekre:
( - )
Basra'lar. Basra
Müslümanlarından i!k dünyaya
gelen bu zâttır. Babası
Nüfey* b. Haris'den hadîs rivayet etmiştir.
[475] Ebu
AbdHEûh Muhammed b.
el-Velid b. Abdtlhâk:
Sahihayn râvilerİnden-dir. Lâkabı
Hamdan'dır.
[476] Ube 'ullah b. Ebî
Bekr b. Enes:
Hz. Enes b.
Mâlik'in torunudur. Dedesi
Enes (R.A.) dan
hadîs rivayet etmiştir.
[477] Sevr b. Zeyd:
( - )
Medine'lidir. Sahihayn lavüerimiendir.
[478] Ebu-Gays Sâüm
: Medino'U olup,
Abdvıüah b. Muti'nin
âzadh kölelerin-dendir. Hz.
Ebu Hüreyre'den hadîs
rivayet etmiştir
[479] Diğer bir hadisde:
«Dünyanın yok olması
Allah indînde Müslüman bir kişiyi öldürmekten çok daha ehvendir.»
buyurulmuştur.
[480] Şüre-Î Enfaî,
Âyet: 16.
[481] Müslüman
memleketinin gayri muslini
tcb'ası.
[482] Leys bi Sa'd
b. Abdirrahman
[483] Yahya b. Said
b. Ferruh.
[484] Süfyân-ı Sevrî.
[485] Haram
yollarım tıkamak demektir.
[486] Ebû İshâk İbrahim
b. Dinar: Bağdad'lıdır.
Yalnız Müslim'de rivayeti vardır
[487] Ebû Bekr Yahya b. Hanıraâd eş-Scybânî:
( - )
Basra'lı azadlı kölelerdendir
[488] Ebân b. Tağlib: (
- ) Kûfe'lidir.
[489] Fudayl b. Amr
«1-Fukaymî: Kûfe'lidir. Yalnız
Müslim'de rivayeti vardır
[490] Alltame
b. Kays b.
Abdillâh: ( -
) Tâbiİndendir. Kûfe'Udir.
[491] Miocâp b. el-Hâris
et-Temimî: ( -
) Kûfe'lidir. Yalnız
Müslim'de ri-vâyetİ vardır.
[492] İbrahim Nehaî.
[493] Sûre-i Hıcr,
Âyet: 47
[494] Şakİk b.
Selemele'-Esedî.
[495] îbni Mes'ud.
[496] Ebû Süfyân
Talhalü'bnü Nâfi'
[497] Câbir b. Abdİltâb
(R.A.).
[498] Kurrctü'bnü
Hâüd.
[499] Ebu's-Ziibeyr
Mtıbammed b. Muslini
b. Tedriis,
[500] Sûre-i
Fetih, Âyet: 10.
[501] Sûre-i~Nİsa, "TUT"
[502] Vâsıl b. Hayyan
el-Ahdeb: ( -
) Kûfc'lidir. Sahihayn
râvîlerindendir.
[503] El-Ma'rûr
b. Siiveyd: Kûfe'Hdir.
A'meş'den .rivayet olunduğuna göre
kendisiyle görüştüğünde (120)
yaşında olduğu hâlde
henüz saçının teli
ağarmamış bulunuyormuş.