ـ4306 ـ1ـ
عَنْ أبى
هُرَيْرَة
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه قَالَ:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: إنَّ اللّهَ
تَعالى
يَغَارُ
وَإنَّ
الْمُؤْمِنَ
يَغَارُ
وَإنَّ
غَيْرَةَ
اللّهِ أنْ
يَأتِى
الْمُؤْمِنُ
مَا حَرَّمَ
اللّهُ
تَعالى عَلَيْهِ[.
أخرجه
الشيخان
والترمذي .
1. (4306)- Hz. Ebû Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Allah kıskançtır, mü'min de kıskançtır. Allah'ın
kıskanması, mü'minin Allah'ın haram ettiği şeyi yapmasıdır." [Buhârî,
Nikâh107, Müslim, Tevbe 36, (2761); Tirmizî, Radâ 14, (1168).][1]
AÇIKLAMA:
Kıskançlık
diye çevirdiğimiz kelime gayret'tir. dilimizde gayret kelimesi kıskançlık
manasına kullanılmaz. Çaba veya cehd manasındadır. Kadı İyaz, kıskançlık
manasına olan gayret'in, kelime olarak tegayyürü'lkalb'ten inşikak ettiğini
söyler. Şöyle der: "Bu kendine mahsus olan şeyde müşâreke (ortaklık)
sebebiyle öfkenin kabarması, kalbin tegayyürüdür." Bu hal, en ziyade
karıkoca arasında olur. Söylediğimiz bu husus insanlar hakkındaki kıskançlığı
açıklar.
Allah'a
nisbet edilen kıskançlığa gelince: Bu hususta Hattâbî derki: "Allah
hakkında kıskançlığın ne olduğunu en iyi açıklayan şey Ebû Hureyre
hadisidir." Hattabî burada, sadedinde olduğumuz hadisi kasteder. Çünkü
orada; "Allah'ın kıskanması, mü'minin Allah'ın haram ettiği şeyi
yapmasıdır"denir. İyaz der ki: "Allah hakkında gayret'in, onu yapanın
hâlini değiştirdiğine işaret olması da muhtemeldir. Dendi ki, asıl itibariyle
gayret, hamiyet ve izzeti nefisdir. Bu tarif, "gayret"i tegayyürün
gerektirdiği şeyle tefsir etmektir, böylece gadaba râci olur. Cenâb-ı Hak, Kitabında
gadab ve rıza'yı kendi nefsine nisbet etmiştir." İbnu Arabî der ki:
"Tegayyürün Allah hakkında muhal olduğu kat'î delille sabittir. Öyleyse
lâzımı ile tevili gerekir. Onun lâzıımı ise vâid'dir ve faile ceza
verilmesidir." Aynî, "Allah'ın gayretini (kıskanmasını), fevâhişten (çirkin
fiillerden) yasaklaması ve onları haram kılması ve onlardan menetmesi"
diye tarif eder ve şöyle açıklar: "Çünkü gayyur (kıskanç), kıskandığı
şeyden başkasını zecr eden (yasaklayan kimsedir). Bu hususu, Resululah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın Allah kıskanç olduğu için fevâhişi haram etti "hadisi
açıklamıştır. Yani haram etti demek, işlenmesini yasak etti demektir. Yine
Aleyhissalâtu vesselâm buyurmuştur ki:
"Allah'ın kıskanması, mü'minin Allah'ın haram kıldığı şeyi yapmamasıdır."[2]
ـ4307 ـ2ـ
وَعَنِ ابْنِ
مَسْعُودٍ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه قَالَ:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّه #
يَقُولُ: َ
أحَدَ
أغْيَرُ مِنَ
اللّهِ، مِنْ
أجْلِ ذلِكَ
حَرَّمَ
الْفَوَاحِشَ
مَا ظَهَرَ
مِنْهَا وَما
بَطَنَ، وََ
أحَدَ أحَبُّ
إلَيْهِ
الْمَدْحُ
مِنَ اللّهِ،
مِنْ أجْلِ
ذلِكَ مَدَحَ
نَفْسَهُ[.
أخرجه
الشيخان والترمذي
.
2. (4307)- İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
işittim, şöyle diyordu: "Allah'dan daha kıskanç kimse yoktur. Bu
sebeptendir ki fevâhişin açığını da kapalısını da haram kıldı. Medihten Allah
kadar hoşlanan bir kimse de yoktur. Bu
sebeptendir ki nefsini medhetmiştir." [Buhârî, Nikâh 107, Tefsir, En'âm 7,
Tefsir A'raf 1, Tevhid 15; Müslim, Tevbe 33, (2760); Tirmizî, Daâvât 97,
(3520).][3]
AÇIKLAMA:
1- Fevâhiş kelimesi
fahişenin cem'idir. Fâhişe, gerek söz ve gerekse fiille icra edilen herçeşit
çirkin fiildir. Allah'ın bütün haramları fevâhiş'e girer. İbnu'l-Esir,
en-Nihaye'de şöyle açıklar: "Hadiste fuhş, fâhşe, meâsi ve günahlardan
çirkinliği fazla olanlara denmiştir. Çoğu kere de zina manasında gelmiştir."
2- Allah'ın medh'i
sevmesi hakkında Aynî der ki: "Bu, kulların maslahatına bir durumdur.
Çünkü kullar, Allah'a (güzel isimlerle tesmiye, nâkıs sıfatlardan tenzih ve
kemal sıfatlarıyla tavsif etmek suretiyle) senâ etmekle sevap kazanırlar ve
bundan istifade ederler. Değilse Allah Teâla Hazretleri bütün âlemlerden
müstağnidir, hiç bir şeye ihtiyacı yoktur. İnsanların medh'i Ona bir fayda
vermediği gibi, medhi terketmeleri de zarar vermez.
Hadiste,
Allah'a senâda bulunmanın tesbih, tehlil, tahmid ve diğer zikirlerle Allah'ı
anmanın fazileti gözükmektedir."[4]
ـ4308 ـ3ـ
وَعَنْ اَبِى
هريرة رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَالَ: ]قَالَ
سَعْدُ بْنُ
عُبَادَةَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
يَا رَسُولَ
اللّهِ لَوْ
وَجَدْتُ
مَعَ أهْلِى
رَجًُ أُمْهِلَهُ
حَتّى آتِىَ
بِأرْبَعَةِ
شُهَدَاءِ.
فقَالَ #:
نَعَمْ.
فقَالَ: كََّ.
والَّذِى بَعَثَكَ
بِالْحَقِّ
إنْ كُنْتُ
‘عَجِّلُهُ بِالسَّيْفِ
قَبْلَ ذلِكَ.
فقَالَ #:
اسْمَعُوا
إلى مَا
يَقُولُ
سَيِّدُكُمْ.
إنَّهُ لَغَيُورٌ،
وَأنَا
أغْيَرُ
مِنْهُ،
واللّهُ تَعالى
أغَيْرُ
مِنِّى[.
أخرجه مسلم
ومالك وأبو
داود.»أُعَجِّلُهُ
بِالسَّيْفِ«
أىْ
أضْرُبُهُ .
3. (4308)- Hz. Ebû Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Sa'd İbnu Ubâde (radıyallahu anh) dedi ki:
"Ey Allah'ın Resulü, ben zevcemle birlikte bir adam yakalasam, dört şahit
getirinceye kadar ona mühlet mi tanıyacağım?"
"Evet!"
buyurdu Aleyhissalâtu vesselâm. Sa'd:
"Asla
dedi, seni hakla gönderen Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, şahid aramazdan önce
kılıncımı indiririm."
Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm):
"Şu
efendinizin söylediğine bakın! Evet (biliyoruz ki) o kıskanç bir adamdır. Ama
ben ondan da kıskancım, Allah da benden
kıskanç." [Müslim, Li'ân 16, (1498); Muvatta, Akdiye 17, (2, 737); Ebû
Dâvud, Diyât 12, (4532).][5]
AÇIKLAMA:
Bu
hadis, muhtelif vecihlerle rivayet edilmiştir. Hadisin vürûdu, kazıfla ilgili
ayetin nüzûlüdür. Şöyle ki:
"İbnu
Abbâs'tan gelen rivayete göre: "Namuslu
ve hür kadınlara (zina) isnâdıyla) iftira eden, sonra (bu babta) dört
şâhit getirmeyen kimselerin herbirine de
seksen değnek vurun. Onların ebedi şâhitliklerini kabul etmeyin. Onlar
fâsıkların tâ kendileridir"
meâlindeki âyet geldiği zaman, Ashabtan kıskançlığı ile meşhur Sa'd İbnu
Ubâde, "âyet böyle mi? Yani, ben hâin kadının dizlerine yabancı bir
erkeği çökmüş olarak yakalayacağım da, dört
şahid getirinceye kadar onu hiç rahatsız etmiyeceğim, hiç kımıldatmayacağım öyle mi? Hayır,
Allah'a kasem olsun, ben dört şâhit getirinceye kadar o hâcetini görür (gider).
Şâyet karımın yanında bir erkek görecek olsam hiç aman vermeden, önce kılıcımın
keskin ağzıyla vurur tepelerim" der. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) cemaatte bulunanlara: "Sa'd'ın bu kıskançlığına
şaşıyor musunuz? Emin olunuz ki, ben ondan daha kıskancım. Allah da muhakkak ki
benden ziyâde kıskançtır. Bu sebepledir ki, kullarına (gizli ve açık her
çeşidiyle) fevâhişi (yâni çirkin söz ve
uygunsuz filleri) yasakladı. (Tevbe ve pişmanlıktan Allah kadar hoşlanan bir
başkası da yoktur. Bu sebeple ateşle korkutan, cennetle müjdeleyen (elçiler,
peygamber)ler gönderdi)" der.
Hz.
Sa'd bunun üzerine, "Ey Allah'ın Resûlü, bu (söylediğiniz) haktır ve
Rabb-ı Teâla'nın indinden gelmiştir,
fakat ben (ilk defa duyunca işte böyle bir) tuhaf oldum" der.
Bu
hadiste Hz. Peygamer (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Sa'd İbnu Ubâde'ye sanki şöyle
demek istediği ifade edilmiştir:
"Allah senden daha kıskanç oduğu halde özür beyanını (tevbe ve pişmanlık)
seviyor ve ancak hüccet ortaya çıktıktan sonra müâheze ediyor. O halde sana ne
oluyor da bu halde öldürmeye tevessül ediyorsun?"
İmam
Şafiî, bu rivayete dayanarak, karısıyla zina ederken yakaladığı kimseyi öldüren kocayı, delille
isbatlayamadığı takdirde ölüme mahkum eder.
Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), suç, objektif delillerle sübût bulmadıkça vicdânî
kanaatiyle ceza vermediğini şu rivayetten daha vâzıh olarak anlarız: İbnu
Mâce'de kaydedilen -ki kısmen Buhârî de almıştır- bir rivayette Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle der: "Eğer ben bir kimseyi delilsiz olarak
recmetseydim falanca kadını recmederdim. Zira hakkındaki şüpheyi, sözleri, dış
görünüşü ve yanına giren kimse(ler) te'yid etmektedir."
Nevevî'ye
göre "burada, üzerine delil
gösterilemeyen, kadın tarafından da itiraf edilmeyen, buna rağmen pek çok
kimsenin işitmiş bulunduğu bir kötülük
kadından zuhur ettiği şuyû bulan bir kötülük kastedilmektedir. Bu
rivayet de ifade ediyor ki, bir fenâlık haberinin yaygınlaşmasına dayanarak
hadd tatbik edilmez, mutlaka delil aranır."[6]
ـ4309 ـ4ـ
وَعَنْ
عَائِشَةَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْها:
]أنَّ رسولَ
اللّهِ #:
خَرََجَ مِنْ
عِنْدِنَا
لَيًْ.
قَالَتْ:
فَغِرْتُ
عَلَيْهِ أنْ
يَكُونَ أتَى
بَعْضَ
نِسَائِهِ،
فَجَاءَ
فَرَأى مَا
أصْنَعُ.
فَقَالَ:
أغِرْتِ.
فَقُلْتُ:
وَمَا
لِمِثْلِى َ
يَغَارُ عَلى
مِثْلِكَ؟
فقَالَ #:
لَقَدْ
جَاءَكِ شَيْطانُكِ.
قُلْتُ:
أوْمَعِى
شَيْطَانٌ؟
قَالَ: لَيْسَ
أحَدٌ إَّ
وَمَعَهُ
شَيْطانٌ.
قُلْتُ:
وَمَعَكَ؟
قَالَ:
نَعَمْ.
وَلكِنْ
أعَانِى
اللّهُ
عَلَيْهِ
فَأسْلَمَ[.
أخرجه مسلم والنسائي.قوله:
»فَأسْلَمَ«
أى إنقاد
وأذْعَنَ
وَصَارَ
طَوْعاً فَ
َيَكَادُ
يَعْرِضُ لى بِمَا
َ أُرِيدُهُ،
وَلَيسَ مِنَ
ا“سَْمِ الَّذِى
هُوَ
بِمَعْنى
ا“يمان .
4. (4309)- Hz. Âişe
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir
gece yanımdan çıkıp gitmişti. (Benim nöbetimde) hanımlarından birinin yanına
gitmiş olabilir diye içime kıskançlık
düştü. Geri gelince halimi anladı ve:
"Kıskandım
mı yoksa?" dedi. Ben de:
"Evet!
Benim gibi biri senin gibi birini kıskanmaz da ne yapar?" dedim.
Aleyhissalâtu vesselâm:
"Sana
yine şeytanın gelmiş olmalı" dedi. Ben:
"Benimle
şeytan mı var?" dedim.
"Şeytanı
olmayan kimse yoktur" dedi.
"Seninle
de var mı?"dedim.
"Evet,
ancak ona karşı Allah bana yardımcı oldu da müslüman oldu!" buyurdu."
[Müslim, Münafikun 70, (2815); Nesâî, İşretü'n-Nisâ 4, (7, 72).][7]
AÇIKLAMA:
1-
Nevevî'nin
açıklamasına göre سلم iki şekilde okunmuştur:
1) اَسْلَمُ
bu
durumda "selamet"ten gelir ve "Allah bana ona karşı yardım etti,
onun şerrinden ve fitnesinden selamette kaldım" demek olur.
2)
اَسْلَمَ
bu
durumda "müslüman olmak"tan gelir ve şeytanın müslüman olduğunu ifade
eder. Bu takdirde mü'min olan şeytan hayırdan başka bir şey telkin
etmeyeceğinden herhangi bir zararı olmaz.
Bu
iki şıktan hangisi ercah? Bu meselede ihtilaf edilmiştir. Hattâbî: "Sahih
ve racih olanı birinci şıktır" der. Ancak Kâdı İyâz ikinci şıkkı tercih
eder.
Nevevî
der ki: "Kâdı İyâz dedi ki:
"Ümmet Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ismetinde
(korunmasında) icma etmiştir: "Cisminde, hatırında dilinde şetanın
şerrinden korunmaya mazhardır."
2- Bu hadiste
şeytanın fitne, vesvese ve iğva
(şaşırtma)sından sakındırma var. Yani, imkân nisbetinde ondan sakınmamızı
sağlamak için onun her an bizimle
beraber olduğunu haber vermektedir.[8]
ـ4310 ـ5ـ
وَعَنْهَا
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قَالَتْ:
]مَا رَأيْتُ
صَانِعَةَ
طَعَامٍ
مِثْلَ
صَفَيَّةَ، صَنَعَتْ
لِرَسُولِ
اللّهِ #
طَعَاماً
وَهُوَ فِى
بَيْتِى
فَأخَذَنِى
أفْكَلٌ
فَارْتَعَدْتُ
مِنْ شِدَّةِ
الْغَيْرَةِ
فَكَسَرْتُ
ا“نَاءَ ثُمَّ
نَدِمْتُ.
فَقُلْتُ: يَا
رَسُولَ
اللّهِ، مَا
كَفَّارَةُ
مَا صَنَعْتُ؟
قَالَ: إنَاءٌ
مِثْلُ
إنَاءٍ
وَطَعامٌ
مِثْلُ طََعاَمٍ[.
أخرجه أبو
داود
والنسائي.»ا‘فكلُ«
بفتح الهمزة:
الرعدة من برد
أو خوف .
5. (4310)- Yine Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Safiyye (radıyallahu anhâ) gibi güzel yemek
yapanı görmedim. (Bir defasında) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) benim
odamda iken, Safiyye ona yemek yapıp [göndermişti]. Çok şiddetli bir kıskançlık
hissettim. Öyle ki beni bir titreme sardı. (Gidip) kabını kırdım, sonra da
pişman oldum ve:
"Ey
Allah'ın Resûlü dedim, yaptığım bu hareketin keffâreti nedir?"
"Tabağa
aynıyla tabak, yemeğe misliyle yemek!" buyurdular." [Ebû Dâvud, Büyû
91 (3568); Nesâî, İşretu'n-Nisa 4, (7, 71).][9]
AÇIKLAMA:
1- Alimler, hadisi
fıkhî açıdan değerlendirerek: "Bu hadis, kıymet üzere satılan şeylerin
tazmini, kıymetine göre değil misliyle yapılır. Yeter ki misli bulunsun. Misli
bulunmadığı hallerde kıymeti üzere yapılır" demişlerdir. Şâfiî ve Hanefiler bu görüştedir.
Kastalânî
der ki: "Bir şeyin tazmininde, -dirhem ve diğer misliyatta olduğu üzere- cüzleri birbirine
benzeyen şeyler hakkında misline hükmedilmesi esas iken, bu hadis, kıymet
biçilen eşyalara dahil olan tabağın tazmininde de misle hükmetmiş olmakla bir
çapraşıklık arzetmektedir." Bunun cevabı Beyhakî'nin şu kaydında
mevcuttur: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın iki zevcesinin odalarında iki
tabağı vardı. Kıran, zevcesinin odasına
kırılanı koymak suretiyle kıranı cezalandırmış oldu. Oradaki sağlam
tabağı da öbürünün odasına gönderdi. Böylece hadiste, davalı hakkında verilmiş
bir hüküm mevzubahis değildir.
Ancak Beyhakî'nin bu yorumu tenkid edilmiş ve İbnu Ebî Hatim'in kaydettiği bir rivayetten aleyhine delil getirilmiştir: "Kim bir şey kırarsa, kırdığı kendisininin olur, bir mislini öbürüne öder."[10]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/287.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/287-288.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/288.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/288.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/289.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/289-290.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/291.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/291-292.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/292.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/292-293.