Medih, övmek
demektir. Birini övmek, ona kemal sıfatlarından birini veya birkaçını izafe
etmekle olur. İslam telakkisinde her
çeşit kemalin sahibi, kaynağı Allah'tır. Bu sebeple insanlara kemal nisbet
etmek, kişiyi nankörlüğe, şirke atabilecek ciddi bir tehlikedir. Bu sebeple
övmek veya övünmek pek hoş karşılanmamıştır. Kişi mazhar olduğu her çeşit
nimet, fazilet ve kemali Allah'tan bilmeli, O'na nisbet etmelidir. Bu manada nimetin zikir ve beyanı
caizdir, bir nevi şükürdür. "Rabbinin
nimetini yadet!" (Duha 11) ayeti bir bakıma nimeti
yadetmeyi, söylemeyi emreder. Bu övünme olmuyor, nimet, sahibine nisbet
ediliyor. Aksi takdirde nefis "nimet benden" yanılgısına bile
düşebilir, Allah'a nisbet ederek zikri, bu vartayı önler.
Resulullah,
başkasını övmeyi de hoş karşılamamış, zaruret olmadan kişileri
yüzlerine karşı övmeyi yasaklamıştır. "Meddahların yüzüne
toprak saçın" buyurmuştur.
Son olarak
şunu da belirtelim: Alimler, medih yasağını kişide olmayan şeylerle yapılan
mübalağalı medhe hamletmişler, hatta bazan övgünün kişiyi hayırda ilerlemeye
başkalarını bu hayırda ona uymaya teşvik
olacağından, müstahsen olacağını söylemişlerdir. Bu husus bahsin sonunda
açıklanacaktır.[1]
ـ5391 ـ1ـ عن
مُطرِفِ بن
عبداللّه عن
أبيه رَضِيَ اللّهُ
عَنْه قال:
]اِنْطَلَقْتُ
في وَفْدِ بَنِي
عَامِرٍ الى
رَسُولِ
اللّهِ #، فَقُلْنَا:
أنْتَ
سَيِّدُنَا.
فَقَالَ:
الْسَّيِّدُ
اللّهُ.
قُلْنَا:
وَأفْضَلُنَا
فَضًْ،
وَأعْظَمُنَا
طَوًْ.
فَقَالَ:
قُولُوا بِقَوْلِكُمْ،
أوْ بَعْضِ
قَوْلِكُمْ،
وََ يَسْتَجْرِيَنَّكُمُ
الشَّيْطَانُ[.
أخرجه أبو
داود.ومعنى
الحديث
تكلموا بما
يحضركم من القول
و
تسجعوا
كأنما تنطقون
على لسان
شيطان.وفي قوله:
»أو بَعْضِ
قَوْلِكُمْ«
حذف واختصر،
ومعناه دعوا
بعض قولكم
واتركوه
وأراد بذلك
اقتصاد في
المقال .
1. (5391)- Mutarrif İbnu
Abdillah, babası (radıyallahu anh)'tan naklediyor: "Benî Amir heyetiyle
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına gitmiştik.
"Sen bizim efendimizsin!" diye hitap ettik.
"Efendi, Allah'tır!" buyurdular. Biz:
"Fazilette en ileride olanımız, mertlikte en başta
gelenimizsin!" dedik. Bize:
"Söylediğinizin hepsi bu veya buna yakın bir söz olsun. Şeytan sizi
(mübalağalı medihlerde) koşturmasın!" buyurdular." [Ebu Davud, Edeb
10, (4806).][2]
AÇIKLAMA:
1- Hadis, seyyid yani efendi kelimesini hakiki manada insanlara izafe etmeyi yasaklamaktadır. İnsanların
alnından tutup, onları gerçek manada idare eden Allah'tır.
Ancak alimler, bunun insanlara, daha hususi manada ferdlere izafe
edilerek kullanılmasını caiz görürler. Nitekim
Resulullah "Ben ademoğlunun efendisiyim. Bunu söylemem fahr
değildir" buyurmuştur. Yani:
"Ben bunu övünmek için değil, Allah'ın bana verdiği nimeti tahdisen
(zikretmiş olmak için) söylüyorum" demek istemiştir. Nitekim Buhârî'de
gelen bir rivayette Hz. Ömer "Ebu Bekr bizim efendimizdir" demiş ve
Bilal'i kastederek: "E-fendimizi azad etti" diyerek sözlerini
noktalamıştır.
2- Tavl, "dostlara ihsan, düşmanlara yücelik"
manasına gelir, mertlik diye çevirdik.
3- "Söylediğinizin hepsi bu.. olsun" diye
çevirdiğimiz ibarenin aslı muhtelif manaları ifade edecek mahiyettedir. Bu
sebeple şarihler "İki kelimeyle yetinin, mübalağaya yer vermeyin",
"Tevazuda mübalağa için, söylediğinizin birini söyleyin",
"Buraya ne maksadla geldi iseniz onu söyleyin, sizi ilgilendirmeyen,
gayeniz olmayan şeyleri terkedin" gibi manalar anlamışlardır.
4- Hadis, medhi, mübalağalı övgüyü, şeytanın kendi yolunda koşturması olarak tavsif etmektedir. َ
يَسْتَجْرِيَنَّكُمْ
kelimesinin
cür'et kökünden gelme ihtimaline binaen mananın: "Şeytan caiz olmayan
şeyleri söylemekte sizi cür'etkâr kılmasın" şeklinde olabileceğine dikkat
çekilmiştir.
en-Nihaye'de hadisin, "Şeytan size galebe çalıp, sizi elçi
ve vekil kılmasın!" manasına
geldiği belirtilir. "Çünkü denir, onlar Resulullah'ı övmüşlerdi.
Aleyhissalâtu vesselâm bu davranışlarını beğenmeyerek onları bundan bu suretle men etti." Mirkat'ta hadisin: "Hatırınıza gelen
kelimelerle konuşun, şeytanın vekilleri ve elçileri gibi tekellüfe,
yapmacıklığa gitmeyin, onun diliyle konuşmayın " demek istediğine dikkat
çekilir.[3]
ـ5392 ـ2ـ
وعن ابن
عبّاسٍ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]سَمِعْتُ
عُمَرَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
يقُولُ: سَمِعْتُ
النّبِىَّ #
يَقُولُ: َ
تُطْرُونِى
كَمَا
أطْرَتِ
النَّصَارَى
ابْنَ
مَرْيَمَ، فَإنَّمَا
أنَا عَبْدٌ.
فَقُولُوا:
عَبْدُاللّهِ
وَرَسُولُهُ[.
أخرجه
الشيخان.»ا“طْرَاءُ«
مجاوزة الحد
في المدح
والكذب فيه .
2. (5392)- Hz. İbnu Abbas
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in şöyle
söylediğini işittim:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim diyordu ki:
"Hakkımda, Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'ya yaptıkları aşırı övgülerde bulunmayın. Şurası muhakkak ki ben bir kulum. Benim için
"Allah'ın kulu ve elçisi" deyin." [Buhârî, Enbiya 44, Teysir bu
hadisi Müslim'de rivayet ettiğine işaret eder. Ancak rivayet Müslim'de mevcut
değildir.)][4]
AÇIKLAMA:
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), kendisini medh u sena ederken
ümmetinin aşırılığa gitmemesini talep etmektedir. Hıristiyanlar, Hz. İsa'ya
uluhiyet nisbet etmişler, Allah'ın oğlu demişler, üç unsurlu tek kabul ettikleri Allah'ın bir unsurunun Hz.
İsa olduğunu söylemişlerdir. Şu halde, Müslümanların bu çeşit ifratlara
düşmemesi talep edilmiş olmaktadır. Hz. Peygamber abdiyet (kulluk) vasfını,
risalet vasfından önce zikretmektedir. Hatta, İslam'ı yeni öğrenenlerin
kelime-i şehadeti zikrederken yanlışlıkla bu sırayı ters çevirip "şehadet
ederim ki sen Allah'ın elçisi ve kulusun" diyenlere: "Ben önce kul,
sonra elçiyim" manasında müdahale edip tashihte bulunmuştur. [5]
ـ5393 ـ3ـ
وعن أبي بكرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]أثْنَى
رَجُلٌ عَلى
رَجُلٍ
عِنْدَ
النّبِىِّ #
فقَالَ:
وَيْحَكَ
قَطَعْتَ
عُنُقَ
صَاحِبِكَ،
قَالَ لَهُ
ثََثاً. ثُمَّ
قَالَ: مَنْ
كَانَ
مَادِحاً
أخَاهُ َ
مَحَالَةَ،
فَلْيَقُلْ
أحْسِبُ
فَُناً،
وَاللّهُ
حَسِيبُهُ، وََ
اُزَكِّي
عَلى اللّهِ
أحَداً،
أحْسِبُ فُناً
كذَا وكَذَا،
إنْ كَانَ
يَعْلَمُ
ذلِكَ
مِنْهُ[.
أخرجه
الشيخان وأبو
داود.قوله:
»قطعت عنق
صاحبك« أي
أهلكته
با“طراءِ
والمدح والتعظيم
عند نفسه فإنه
يعجب بذلك
فيهلك كأنك قد
قطعت عنقه .
3. (5393)- Hz. Ebu Bekre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir
adam, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın yanında bir başkasını medh u sena etmişti.
"Yazık sana! Arkadaşının boynunu kestin" buyurdular ve
bunu üç kere tekrar ettiler. Sonra da şu
açıklamayı yaptılar:
"Bir kimse kardeşini illa da övecekse bari: "Falancayı
zannederim, ona Allah kafidir.[6] Ben Allah'a karşı kimseyi
tezkiye etmem (çünkü Allah herkesi benden iyi bilir). -Ondan (böyle bir
fazilet) biliyorsa- falanca şöyle şöyledir" desin." [Buhârî, Şehadat
16 , Edeb 54, 95; Müslim, Zühd 65, (3000); Ebu Davud, Edeb 10, (4805).][7]
ـ5394 ـ4ـ
وعن أبي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]أمَرَنَا
رَسُولُ
اللّهِ # أنْ
نَحْثُوَ في أفْوَاهِ
الْمَدَّاحِىنَ
التُّرَابَ[.
أخرجه
الترمذي.»المدّاحون«
هم الذين اتخذوا
مدح الناس
عادة
يستأكلون به
الممدوح. فأما
من مدح على
ا‘مر الحسن
والفعل
المحمود
ترغيباً له في
أمثاله
وتحريضاً
للناس على
اقتداء به في
أشباهه فليس
بمدّاح.والمراد
»بالتُّرابِ«
عينه، أو يكون
مؤوّ بمعنى
الخيبة
والحرمان.
4. (5394)- Hz. Ebu Hureyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm),
meddahların ağzına toprak saçmamızı emretti." [Tirmizî, Zühd 55, (2396).][8]
AÇIKLAMA:
1- Son iki hadis, yüzlerine karşı insanların övülmesini
yasaklamaktadır. Birincide, Resulullah, övmeyi "kardeşinin boynunu
kesmek"le tavsif buyuruyor. Şarihler bunu: "Övülen kişi, bundan
hoşlanır ve ucbe, gurura düşer. Bu ise helake götüren bir durumdur. Resulullah
kişinin manevî yıkımını "boynunu
kesmek" -diğer bir hadiste geldiği
üzere "sırtını kesmek"- şeklinde ifade etmiştir" diye açıklar.
İbnu Battal, ucba (yaptığı amelin yeteceği kanaatine) düşen bir kimsenin
meddahın ifade ettiği mübalağalı olan makamda olduğu zannına düşüp kendinde
bulunmayan bu mevsuf (ve de mevhum) makama güvenerek ameli ve hayrını artırma
gayretini terkedeceğini, böyle bir halin
o kimse hakkında helak olduğunu söyler. Hz. Ömer "övme kesmedir"
demiştir.
2- Bu sadedde gelen bir Buhârî
hadisinde "Resulullah bir kimsenin
bir başkasını övdüğünü ve "övgüde aşırı gittiğini" işitti. Bunun üzerine: "Adamı helak
etiniz -veya sırtını kestiniz-" buyurdu" dendiğini görmekteyiz. 5392
numaralı hadiste de olduğu üzere, bu hadiste de Itrâ kelimesi kullanılmaktadır.
Itrâ, "kişiyi, kişide olmayan vasıfları da kullanarak mübalağalı şekilde
övmek" manasında bir kelimedir. Şarihler, kelimenin bu manasını hesaba
katarak, hadislerde gelen övme yasağını
mübalağalı övmeye, övmeyi uzatıp gitmeye hamletmişlerdir. Bu sebeple,
ihtiyaç halinde kişiyi, yanında, yüzüne karşı övmenin de caiz olacağına
hükmeder. Yeter ki ifrata, mübalağaya yer verilmesin. Bu kanaatte olan
Buhârî hazretleri ilgili hadise şöyle
bir bab başlığı koymuştur. "Övmede uzatmanın mekruh olduğuna ve (kişinin
tezkiyede, bildiğini söylemesi
gerektiğine dair bab." Şarihler, Resulullah'ın kişi hakkında, yüzüne karşı kısaca övgü beyan ederek tezkiyede bulunan kimseye
müdahale edip ayıplamadığını örneklerle gösterir. Hattâbi bir kimsenin güzel davranışları sebebiyle onu
benzeri güzel fiillere özendirmek ve
başkalarını, böylesi güzel hareketlerinde ona uymaya teşvik etmek için övmede
hiçbir mahzur bulunmadığını, bunun hadiste yasaklanan "medih"
olmadığını belirtir.
3- Yeri gelmişken tezkiye hususunda İbnu Hacer'in zikrettiği
bir açıklamayı kaydedeceğiz. Der ki: "Selef bir kimsenin tezkiye edilmesinde (yani iyi hal sahibi
olduğunu tesbitte) "iki şahid
gerekir mi, tek şahid yeterli olmaz mı" meselesinde ihtilaf etmiştir.
Şafiîler, Malikîler ve Hanefîler'den İmam Muhammed'e göre şahitlikte olduğu gibi iki kişi müreccahtır. Tahavi de bu görüşü
tercih etmiştir. Çünkü, o hakem makamındadır. Hakemde sayı aranmaz. Ebu Ubeyd,
"tezkiyede üçten aşağının sözü kabul edilmez. Rivayette, sahih olan, tek
kişinin sözünün makbul olmasıdır. Zira başkasından nakil ise bu bir haberdir,
haberde şahid aranmaz, kendisinden ise,
hakim durumundadır, bunda da sayı aranmaz" demiştir.
4- Son hadiste geçen "meddahın ağzına toprak
saçmak"tan murada gelince: Burada
kötülenen meddah, az yukarıda da belirtildiği gibi, insanları, batıl
şeylerle yüzüne karşı övendir. Kişide bulunmayan vasıflarla onu tavsif edendir,
övmede mübalağaya kaçandır. Alimler kişide bulunan bir sıfatla onu övmenin bu
yasağa girmediğini de belirtirler.
Toprak saçmak, çeşitli te'villere menşe olmuştur. "Bu, onu davranışından dolayı tahkir
etmektir, tezlil etmektir",
"Ona meddahlığı sebebiyle yüz vermeyin, ihsanda, ikramda bulunmayın;
bunlardan mahrum kalsın" demektir, "ağzından çıkan sözlerin, bu
davranışının kötü olduğunu, iyi karşılanmadığını ihsasdır, duyurmadır".
Övülmüş olan kimseye de bunda bir hatırlatma vardır: Övgü sebebiyle ucba
düşme, duyduğun methiyeler seni tuğyana
atmasın, sonun şu toprak olmaktır" manasında bir hatırlatma. Bazıları da toprak saçmayı "meddaha dilediğini
vermek" diye anlamıştır. Tibi:
"Toprak saçmakla, adamı kendinden
uzaklaştırmayı, verilecek bahşişlerle dilinden gelecek zararlara karşı
ırzını, şerefini korumayı kasdetmiş olması da muhtemeldir" der.[9]
5- Yasak Olan Ve Olmayan Övgünün Farkı:
İbnu Hacer açıklamalarına
şöyle devam eder: "Alimler, caiz olan mübalağa ile caiz olmayan mübalağa
arasında şöyle bir fark zikrederler: "Caiz olan mübalağayı bir şart veya bir benzetme takip eder. Yasak olanda
böyle bir kayıtlama yoktur. Bu husus, ma'sum kişiden sadır olan övmelerde
aranmaz. Zira onlar hakkında kayda
ihtiyaç duyulmaz. Sahabelerden bazıları hakkında Aleyhissalâtu vesselâm'dan
varid olan tavsifler gibi. Bunlarda herhangi bir kayda ihtiyaç duyulmaz.
Aleyhissalâtu vesselâm'ın İbnu Ömer hakkında sarfettiği "Abdullah ne iyi kuldur" cümlesinde
olduğu gibi.
Gazâli, İhya'da der ki: "Meddah hakkında medhin getireceği
zarar şudur: Meddah bazan yalan söyler, bazan övdüğü kimseye övgüsüyle
riyakarlık yapar. Hususan, övülen, fasık ve zalim ise. Hz. Enes'in
Resulullah'tan naklettiği bir hadiste "Fasık övülürse Rabb Teala gadab eder..." buyurulur. Meddah bazan ,
muttali olması mümkün olmadığı için
tahkik edemediği şeyi söyler. Bu sebeple Aleyhissalâtu vesselâm:
"Zannederim desin" buyurmuştur. Bu, şu misalde olduğu gibi: Kişinin
"falan zat ehl-i veradır, müttakidir, zahiddir" demesi gibi. Halbuki
buna bedel: "Ben onu namaz kılarken veya haccederken veya kurban
keserken gördüm" derse daha uygundur. Çünkü buna muttali olması mümkündür.
Fakat övülmüş olan kişi hakkında mahzur devam eder. Çünkü, medhin onun içinde
kibir veya ucb hasıl etmeyeceğinden, meddahın övgüsüyle şöhret bulan faziletine
güvenerek çalışmaya karşı fütura düşmeyeceğinden emin olunamaz. Çünkü, amelde
devamlı olanlar umumiyetle, kendilerini yetersiz gören kimselerdir. Eğer övgü, bu muzır
unsurlardan azade ise, onda bir mahzur yoktur, hatta bazı hallerde makbuldür bile. İbnu
Uyeyne der ki: "Nefsini hakkıyla bilen kimseye medih zarar vermez."
Seleften şöyle diyen de olmuştur: "Kişi yüzüne karşı övülürse şöyle dua
etsin: "Allahım Beni insanların
bildiği şeylerden dolayı mağfiret
buyur, söyledikleri sebebiyle beni
muaheze etme! Beni zannettiklerinden de hayırlı kıl." [10]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/202.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/203.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/203-204.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/204.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/204.
[6] "Allah kâfidir" diye çevirdiğimiz
ibâre, hesâb kelimesinden gelme ihtimalini de taşır. Bu takdirde "onun
hesabını Allah tutucudur" demek olur. (İbnu Hacer).
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/205.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/206.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/206-207.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/207-208.