1- «Miras Hisselerini Ehillerine Verin! Kalanı En Yakın Erkeğindir»
Hadisi Babı
3- Son Olarak Îndirilen Âyetin Kelale Âyeti Olduğu Babı
4- Her Kim Bir Mal Bırakırsa O Mal Mirasçılarınındır.» Hadisi Babı
Ferâiz:
Ferizamn cem'idir. Ferîza lügatte: Takdir, katı' ve beyân mânâlarına gelir.
«««Jt^iuJ^y» derler ki, hâkim nafakayı takdir etti
mânâsına gelir. Teâlâ
Hazretleri buyurmuştur. Mânâsı :
«Bu bizim indirdiğimiz
ve beyân ettiğimiz bir sûredir.» demektir.
Şerîatte farz:
Kitab, mütevâtir sünnet ve icmâ' gibi kat'î bir delille sabit olan hükümdür.
Fıkıh ilminin mîrâsa ait olan kısmına ferâiz denilmesi, miras hisseleri kat'î
delille sabit oldukları içindir.
1- (1614)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve Is-hâk b. İbrâhîra rivayet
ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kullandı.
Ötekiler : Bize tbni Uyeyne, Zührî'den, o da AHy b. Hüseyn'den, o da Amr b.
Osman'dan, o da Üsâme b. Zeyd'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (SaUatlahü
Aleyhi ve Sellem):
«Müslüman kâfire;
kâfir de müslümana mirasçı olamaz.» buyurmuş, dediler.
El-Müberred'in
beyânına göre irs ve mîrâs : Asıl itibariyle akıbet demektir. Bunun mânâsı bir
kimseden diğerine intikaldir.
Kâfirin müslümana
mirasçı olamayacağı hususunda bütün İslâm uleması itt,ifâk halindedir. Nevevi
diyor ki: «Sahabe, tabiîn ve on-Jardan sonra gelen ulemanın cumhuruna göre
müslüman da kâfire mî-rasç: olamaz. Bir taife müslümanı kâfire mirasçı yapmaya
kail olmuşlardır. Bu kavil Muâz b. Cebel, Muâviye (Radiyallahu anh) ile Saîd
b. El-Müseyyeb, Mesrûk ve başkalarının mezhebidir. Aynı kavil Ebu'd-Derdâ',
Şa'bî, Zührî ve İbrahim Nehaî 'den de —aralarında bu hususta hilaf olmak üzere—
rivayet olunmuşsa da doğrusu bu zevatın kavilleri de cumhurun kavli gibidir.
Muhalifler «İslâm yücedir; onun üstüne
geçilmez.» hadîsiyle istidlal etmişlerdir. Cumhurun delili ise sadedinde
bulunduğumuz sahîh ve sarih hadîstir. İslâm hadîsinde onlara hüccet yoktur. Zîra
ondan murâd İslâm'ın başka dînlere olan üstünlüğüdür. Onda mirastan söz yoktur.
Şu halde onunla amel ederek «Müslüman kâfire mirasçı olamaz...» hadîsinin nassi
nasıl terk edilebilir? Her halde o taife bu hadîsi duymamış olacak!..
Mürted (yâni müslümanlığı
bırakıp başka bir dîne dönen kimse) bilicmâ' müslümana mirasçı olamaz. İmam
Şafiî, Mâlik, Rabîa, îbni Ebî Leylâ ve başkalarına göre müslüman da mürtedde
mirasçı olamaz; mürtedin malı müslümanlar arasında ganimet olur.
Ebû Hanif e ile Küfe
ulemâsı ve îshak müslüman olan veresesinin mürtedde mirasçı olacaklarına
kaildirler. Bu kavil Hz. Ali ile Îbni Mes'ud (Radiyallahu anh) 'dan ve seleften
bir cemaattan rivayet olunmuştur. Lâkin Sevrî ile Ebû Hanîfe: Mürtedin riddet
hâlinde kazandığı şeyler müslümanîann malıdır, demişlerdir, ötekilerine göre
bütün malı müslüman olan veresesinin olur.
Kâfirlerin
birbirlerinden mirasçı olmalarına gelince : 1mam Âzam'la İmam Şafiî ve diğer
bir takım ulema yahudînin hı-ristiyana, hıristiyanın yahudîye, bunların
mecûsîye ve mecûsînin bu iki millete mirasçı olabileceğine kaildirler. İmam
Mâlik bunu caiz görmemiştir. İmam Şafiî: «Lâkin harbî zimmîye; zimmî harbîye
mirasçı olamaz» demiştir. Ayrı ayrı memleketlerde bulunan iki harbî dahî
birbirlerine mîrasçı olamazlar. Hanefîler'in
kavli de budur.
2- (1615)
Bize Abdülâ'lâ b. Hammâd —ki Nevsî'dir— rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vüheyb,
İbni Tâvûs'dan, o da babasından, o da İbni Ab-bâs'dan naklen rivayet etti.
Şöyle demiş :
Resûlüllah (Salhllahü
Aleyhi ve Sellem):
«Mîrâs hisselerini
ehillerine verin! Kalanı en yaktn erkeğindir.»buyurdular.
3- (...)
Bize Ümeyye b. Bistâm el-Ayşî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Zürey'
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Kaasim, Abdullah b. Tâvûs'dan, o da
babasından, o da İbni Abbâs'dan, o da Resûlüllah (Sallalialıü Aleyhi ve
Selleri) 'den naklen rivayette bulundu:
«Mîrâs hisselerini
ehillerine verin, bu hisselerden artan erkek kişinindir.» buyurmuşlar.
4- (...)
Bize tshâk b. İbrahim ile Muhamnıed b. Râfi' ve Abd b. Humeyd rivayet ettiler.
Lâfız İbni Râfi'uıdir. İshâk: Bize rivayet etti tâbirini kullandı. Ötekiler:
Bize Abdürrezzâk haber verdi, dediler. (Demiş ki) : Bize Ma'mer, İbni
Tâvûs'dan, o da babasından, o da tbni Abbâs'dan naklen haber verdi. Şöyle
demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Malı ferâız ehli
arasında Allah'ın kitabına göre taksim edin; miras hisselerinden artanı en
yalcın erkek kişinindir.» buyurdular.
(...) Bana
bu hadîsi Muhammed b. Ala' Ebû Küreyb El-Hemdâni de rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Zeyd b. Hubâb, Yahya b. Eyyûb'dan, o da tbni Tâvûs'dan bu isnâdla Vüheyb
ve Ravh b. Kaasim'in hadîsleri gibi rivayette bulundu.
Bu hadîsi Buhâri, Ebû
Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî «Ferâiz»
bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Ferâiz adı ile anılan
mîras hisseleri Kur'ân'ı Kerîm'de: Yarı, çeyrek, sekizde bir, üçte iki, üçte
bir ve altıda bir olmak üzere altı nevi'dir. Bu hisselerin kimlere verileceği
dahî nass-ı Kur'ânüa beyân edilmiştir. Tafsilâtı fıkıh kitapîarındadır.
Hadîs-i şerifte geçen
«evlâ» tâbiri daha lâyık mânâsına değil, daha yakın manasınadır. Bu kelime
yakınlık mânâsına gelen «veyl»den alınmıştır. Nevevî şunları söylüyor: «Çünkü
bu kelime burada (daha lâyık) mânâsına alınsa hiç bir faydası kalmaz; zira
kimin daha lâyık olduğunu biz bilemeyiz.»
Kaadî Iyâz'ın beyânına
göre bu hadîsin İbni Hâmân rivayetinde «evlâ» yerine «ednâ» denilmiştir ki, bu
da evlâ tâbirinin en yakın mânâsına kullanıldığını gösterir; çünkü ednâ: en
yakın demektir.
Ulemâ bir de bu
hadîsteki «zeker» kelimesi üzerinde durmuşlardır. Zeker: erkek demektir. Bu
kelimeden önce zikredilen «racûl» dahî erkek kişi mânâsına gelir. Şu halde
mânâ: «Mîras hisselerinden artanı erkek olan erkeğindir.» demek olur. Onun
için İbnü'l-Cevzî ile Münzirî bu kelimenin mahfuz olmadığını söylemişler; Ibni
Salâh: «Rivayet şöyle dursun bu kelime sahîh bile değildir.» demiştir.
Ulemâdan bâzılarına göre burada erkeğin erkeklikle tavsif buyurulması mîras
istihkakının sebebine tenbîh içindir. Bu sebep onun erkek oluşudur. Bir
takımları te'kîd için getirildiğini iddia etmiş; daha başkaları, ra-cül
kelimesinden şahıs mânâsı anlaşılmasın diye zikredildiğini söylemişlerdir.
Hünsâdan ihtiraz için getirildiğini iddia edenler bile olmuştur. Fakat bu
sözler i'tirazdan hali değildir.
5- (1616) Bize
Amr b. Muhammed b. Bükeyr En-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân b.
Uyeyne, Muhammed b. Münkedir'den naklen rivayette bulundu. O da Câbir b.
Abdillâh'ı şunları söylerken işitmiş: Hastalandım da Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Setîem) Ebû Bekir'le birlik-te yaya olarak beni dolaşmaya geldiler.
Derken bayıldım. Bunun üzerine abdest aldı; sonra abdest suyundan üzerime
döktü; ben de ayılarak: Yâ Resûlâllah, malım hususunda nasıl hüküm vereyim?
dedim» fakat lana bir cevap vermedi. Nihayet mîrâs âyeti (olan) :
(Senden fetva
istiyorlar. .De ki: Kftşk» hakkında size Allah feîvâ veriyor.) [1]
nazm-ı celîli indi.
6- (...)
Bana Muhammed b. Hatim b. Meymun rivayet etti. (Dedi ki) * Bize Haccâc b. Muhammed
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cü-reyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbni
Münkedir, Câbir b. Abdillâh'dan naklen haber verdi. Câbir söyle demiş:
Ben! Seleme
(kabilesin) de (rahatsız bulunduğumda) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Ebû Bekir'le birlikte yaya olarak beni dolaşmaya geldiler. Beni aklımı
kaybetmiş halde buldu. Bunun Üzerine
sn isteyerek abdest aldı. Sonra o sudan üzerime serpti. Ben de ayi İdim ve:
Malım hususunda ne yapayım yâ Resûlâllah? dedim. Bunun üzerine:
«Allah size çocuklarınız hakkında
erkeğe iki kadın
hissesi tavsiye ediyor.» âyet-i kerîmesi indi.
7- (...)
Bize Ubeydullah b, Ömer El-Kavârîri rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahman
yâni İbni Mehdi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân rivayet etti. (Dedi ki) :
Muhammed b. Münkedir'i şunları söylerken işittim : Ben Câbir b. Abdillâh'ı
şöyle derken işittim :
Ben basta iken
Resûlüllah (Sallollahü A leyhi ve Selle m) beni dolaşmaya geldi. Beraberinde
Ebû Bekir vardı; ikisi de yürüyerek geldiler. Beni baygın halde tuldü. Bunun
üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest aldı. Sonra abdest
suyundan benim üzerime döktü; ben de ayıl-dım. Bir de baktım karşımda
Resûlüllah (Satkllahu Aleyhi ve Sellem) Hemen : Yâ Resûlâllah! Malım hususunda
ne yapayım? dedim. Bana hiç bir cevap vermedi. Nihayet miras âyeti indi.
8- (...)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Behz rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Muhammed b. Münkedir haber
verdi. (Dedi ki) : Câbir b. Abdillâh'ı şunları söylerken işittim :
Ben aklım başımdan
gitmiş hasta bir halde iken yanıma Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
girdi; ve abdest aldı. Müteakiben üzerime onun abdest suyundan döktüler de,
aklım başıma geldi ve: Yâ Resûiâllah bana ancak kelâle mirasçı oluyor, dedim.
Bunun üzerine mîrâs âyeti indi.
(Râvi diyor ki:)
Muhammed b. Münkedir'e:
«Senden fetva
istiyorlar. De ki, size Kelâle hakkında Allah fetva veriyor.» âyeti değil mi?
dedim. (Evet), böyle indirildi, cevabını verdi.
(...) Bize İshâk
b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki :) Bize Nadr b. Şü-meyl ile Ebû Âmir El-Akadî
hale er verdiler. H.
Bize Muhammed b.
El-Müsenna dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vehb b. Cerîr rivayet etti.
Bu râvilerin hepsi
Şu'be'den bu isnâdla rivayette bulunmuşlardır. Vehb b. Cerîr hadîsinde : «Bunun
merine feraiz âyeti indi.» ibaresi; Nadr ile Akadî hadîsinde; «Bunun üzerine
farz âyeti indi.» cümlesi vardır. Ama bunlardan hiç birinin rivayetinde
Şu'be'nin İbni Münkedir'e söylediği söz yoktur.
Bu hadîsi Buhâri «Taharet»,
«Tefsir», «Ferâiz» ve «Merdâ» bahislerinde; Nesâî «Taharet», «Tefsir». «Ferâiz»
ve «Tıbb»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Vadû': Abdest suyu
demektir. Burada ondan murâd, ya Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
abdest aldığı su, yahut bu suyun artığıdır.
Hz. Câbir (Radİyallahu
anh): «Malım hususunda ne yapayım?> sualiyle mirasının kime kalacağını
anlamak istemiştir. Nitekim Buhâri'nin rivayetinde bunu tasrîh etmiştir.
Rivayetlerin birinde Câbir (Radiyatlahu anh) : «Bana ancak yedi kız kardeşim
mirasçı oluyor.» demiştir.
Ulemânın beyanlarına
göre kelâle : Hem mirasçıya, hem de mîras bırakılan şeye verilen bir isimdir.
Mirasçı mânâsında kullanılırsa bu kelimeden murâd: Baba ile evlâddan başka
kimselerdir. Miras bırakılan mânâsına alınırsa, öldüğünde kendisine anne ve
babasından ve evlâdından hiç biri mirasçı olamayan kimsedir. Nevevi diyor ki:
«Ulemâ kelâle sözünün hangi kelimeden müştak olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Ekseriyet (tekellül) den iştikak ettiğine kaildir. Tekellül: Kenara kalmak, yan
düşmek demektir. Meselâ; amca oğluna kelâle denilir; çünkü nesebin doğru inen
amudu üzerinde değil, yanda kalır. Bazıları ihata mânâsına gelen (kelle) den
alındığını söylerler; iklîl tâbiri bundan alınmıştır, îklîl: Cevherle
süslenmiş sargıya benzeyen (baş tacı gibi) bir şeydir... Kelâlenin uzaklık ve
inkıta1 mânâsına gelen (kelle) fiilinden müştak olduğunu söyleyenler de
vardır.» Bazıları kelâlenin anne bir kardeşler demek olduğunu iddia etmiş; bir
takımları amca oğullarıdır, demiş, hattâ bütün asabelere kelâle denildiğini
söyleyenler olmuştur.
Zemahşeri'ye Süre
kelâle üç mânâda yâni: Geride evlâd ve baba bırakmayan, kalanlardan evlâd ve
baba olmayanları ve baba yahut evîâd tarafından olmayan akraba mânâlarında
kullanılır.
Kelâleye verilen
muhtelif mânâlar arasında Aynî 'nin beyânına göre en sahihi baba ile evlâttan
başka akraba mânâsıdır.
1- Hadîs-i
şerif sülehânın eserleriyle teberrük olunabileceğine, onların yediği ve içtiği
şeylerin ve keza onlarla birlikte yiyip içmenin faziletine delildir.
2- Yine bu
hadîs Peygamber (Salîalîahü Aleyhi ye Sellem) Efendimizin bereketi eserinin
görüldüğüne delildir. Şâfiî1er'le diğer
bîr vakım ulemâ kullanılmış suyun temizliğine bu hadisle istidlal etmişlerse
c!e yine Şâfiîye ulemasından Nevevî bu istidlali doğru bulmamaktadır
Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel'em)in
abdest aldıktan sonra ibrikte kalan sudan dökmüş olması ihtimâli
vardır.
3- Hastanın
bâzı hallerde aklı başından gitse bile, aklı başında ilken yaptığı vasıyyeti
muteberdir.
4- Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1 e ahkâm hususunda ictifeâ-âı caiz görmeyenler bu
hadîsle istidlal etmişlerdir. Cumhura göre böyle bîr ictihâd caizdir. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Üelîemyin Hz. Câbir'e cevap vermemesi ictihâd
etmediğinden değil, ictihâdla bir hükme varamadığındandır.
5- Hadîs-i
şerif hasta ve zayıflan dolaşmanın, keza büyüklerin küçükleri ziyaretinin
faziletine delildir.
9- (1617)
Bize Muhammed b. Ebî Bekr El-Mukaddemî ile Muham-med b. El-Müsennâ rivayet
ettiler. Lâfız İbni Müsennâ'nındır. (Dediler ki) : Bize Yahya b. Saîd rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde, Salim b. Ebî'l-Ca'd'dan,
o da Ma'dân b. Ebî Tal-ha'dan naklen rivayette bulundu ki, Ömer b. El-Hattâb
bir cuma günü hutbe okuyarak Peygamber (Sallaîîahü Aleyhi ve Sellem)i ve Ebû
Bekri anmış; sonra şunları söylemiş:
«Ben arkamda kendimce
kelâleden daha mühim bir şey.bırakmıyorum. Resûlüllah (Sallalfahü Aleyhi ve
Settem)'e kelâle hakkında müracaat ettiğim kadar hiç bir şey hakkında müracaat
etmemişimdir. O da bana kelâle hakkında yaptığı kadar hiç bir şey hakkında ağır
söz söylememiştir. Hattâ parmağı ile göğsüme dokunmuş ve:
«Yâ Ömer! Sana Nisa
sûresinin sonundaki yaz âyeti yetmiyor mu?» demiştir.
Ben sağ olursam bu
mesele hakkında öyle bir hüküm vereceğim ki (artık) Kur'ân'ı okuyan da,
okumayan da onunla hükmetsin!
(...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize İsmail b. Uleyye, Saîd b. Ebî Arûbe'den rivayet etti.
H.
Bize Züheyr b. Harb
ile İshâk b. İbrahim ve İbni Râfi' dahî Şebâbe b. Sevvâr'dan, o da Şu'be'den,
her iki râvi Katâde'den bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivayet etti.
Yaz âyetinden murâd
Sûre.i -Nisa 'nın son âyetidir. Bundan önceki rivayetlerde zikri geçen mîrâs
veya kelâle âyeti budur. Yazın indirildiği için ona yaz âyeti de denilmiştir.
«Ben sağ olursam
ilâh...» cümlesi Hz. Ömer'in sözüdür. Bu mesele hakkında o anda hüküm vermeyip
sonraya bırakması içtihadı tamam olup iyice kalbi yatışmadığındandır.
Peygamber (Saltallahü
Aleyhi ve Sellem)'in kelâle hakkında Ömer (Radiyalhhu anh/'a. ağır lâf
söylemesi hadîsin ibaresine bel bağlayıp da delillerden hüküm çıkarmayı terk
etmek âdet olur endîşesindendir. Halbuki Teâlâ Hazretleri:
«Eğer o meseleyi
Peygambere ve kendilerinden olan ülülemre arzet-selerdi, içlerinden onu
delilinden çıkaranlar pek âlâ bilirlerdi.» [2] buyurmuştur.
Demek oluyor ki, bir hükmü delilinden anlayıp çıkarmaya dikkat etmek en mühim
vâcibâttan biridir. Zîra nass olan deliller pek az meselelere yetecek
mahiyettedirler. Delilden hüküm çıkarma meselesi ihmâl edilirse başa gelen
hâdiselerin ekserisi veya bir kısmı hakkında istinbât (yâni hüküm çıkarma) işi
suya düşecektir.
Ulemâ yaz âyetindeki
kelâleden ne murâd edildiği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bir kavle göre
bundan murâd : Ölen kimsenin evlâdı ve babası bulunmamak şartiyle mirasıdır. Şu
hâlde âyetteki (kelâle) sözü takdirinde mansûb olmuştur. İkinci bir
kavle göre
kelâle : Geride evlâd
ve baba bırakmadan Ölen kimsedir. Bunun erkek veya kadın olması hükmen hep
birdir. Bu kavle göre âyet-i kerîme : takdirindedir.
Mezkûr kavil Ebû Bekir, Ömer, Alî, İbni Mesûd, İbni Abbâs ve Zeyd b. Sabi
(Radiyallahû anhâm) hazerâtından rivayet olunmuştur.
Bâzıları kelâlenin,
içlerinde evlâd ve baba olmayan mirasçılar mânâsına geldiğini söylemişlerdir.
Bunların delili Hz. Cabir'in : «Bana ancak kelâle mirasçı oluyor...» sözüdür;
çünkü Câbir 'Radiyallahu anh)'m evlâdı ve babası yoktu. Bir takım ulemâ :
«Kelâle miras kalan maldır.» demişlerdir.
ŞafiîIer'e göre kelâle
: Geride evlâd bırakmadan ölen kimsedir. Babası veya dedesi olması onu kelâle
olmaktan çıkarmaz. Şu halde kız kardeşler baba ile birlikte mirasçı olurlar.
Kaadî Iyâz bu kavlin İbni Abbâs (Radiyallahu anh) hazretlerinden rivayet
edildiğini, fakat aslı olmayan bâtıl bir uydurma olduğunu, İbni Abbâs Hazretlerinin
bu meselede cumhurla beraber bulunduğunu söylemektedir. Yine Kaadî 'nin
beyânına göre ulemâdan bâzıları kelâlenin çocuğu ve babası olmayan mânâsına
geldiğine dair icmâ' bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.
Mirasçılar arasında
dede bulunursa bu mirasçılar kelâle sayılırlar mı, sayılmazlar mı? meselesi
ihtilaflıdır. Dedeyi baba hükmünde saymayanlara göre kelâledirler. Dedeyi baba
hükmünde tutanlara göre kelâle sayılmazlar.
Mirasçılar arasında
kız varsa cumhûr-u ulemâya göre bu mirasçılar kelâle sayılırlar. Çünkü
kardeşler, kız kardeşler ve diğer asabeler kızla birlikte mirasçı olurlar. İbni
Abbâs (Radiyallahu anh) : «Kız kardeş, kızla birlikte mirasçı olamaz; zira
Teâlâ Hazretleri:
(Çocuğu yok da kız
kardeşi varsa)buyuruyor.» demiştir. Dâvûd-u Zahirî 'nin mezhebi de budur.
ŞiîIere göre
mirasçılar arasında kız bulunması onların kelâle olmasına mânidir; zîra onlar
kızla birlikte kardeşe ve kız kardeşe miras vermezler; bütün malı kıza tahsis
ederler. Delilleri :
«Bir kimse ölür de
çocuğu bulunmaz, kız kardeşi bulunursa, bıraktığı mirasın yarısı kız kardeşinin
olur.» [3] âyet-i
kerîmesidir.
Cumhurun mezhebine
göre bu âyetin mânâsı şudur: Kız kardeşe mukadder olan yarı hisseyi vermek
ancak ölenin çicuğu olmaması şartına bağlıdır. Şu halde çocuk bulunmaması onun
mirasçı olması için değil, mukadder olan yarı hiseyi vermek ancak ölenin çocuğu
olmaması şartına bulunmaması zikredildiği halde baba bulunmamasının
zikredilmemesi temel ferâiz kaidesinden malûm olduğu içindir. Yoksa baba ile
birlikte kardeş ve kız kardeş mirasçı olamazlar.
Bu kaideye göre bir
kimse bir şahıs vâsıtasiyle mirasçı olursa o şahıs mevcutken mîras alamaz.
Bundan yalnız anne bir kardeşler müstesnadır. Onlar anneleriyle birlikte
mirasçı olurlar.
Ulemâ Sûre-i Nisa 'mn son âyetindeki kardeşlerle
kız kardeşlerden murâd: Anne, baba bir yahut böyleler! yoksa baba bir kardeşler
olduğuna ittifak etmişlerdir. Aynı sûrenin baş taraflarındaki:
«Bir adama veya kadına
Kelâle suretiyle mirasçı olunur da kardeşi veya kız kardeşi bulunursa...» [4]
âyetindeki kardeşlerle kız kardeşlerse bilittifak anne bir kardeşlerdir.
Bunlara hususî tabiriyle evlâd-ı ümm derler.
10- (1618)
Bize Aliy b. Haşrem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekt, İbni Ebî Hâlid'den, o
da Ebû İshâk'dan, o da Berâ'dan naklen haber verdi. Berâ':
«Kur'ân'dan indirilen
son âyet: Senden fetva istiyorlar. De ki : Kelâle hakkında sîze Allah fetva
verecektir.» kavli
kerîmidir, demiş.
11- (...)
Bize Muhammed b. EI-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Şuthe, Ebû İshâk'dan rivayet
etti. Şöyle demiş: Ben Berâ' b. Âzib'i;
•İndirilen son âyet
Kelâle ayeti, son sûre de Berâe süresidir.» derken işittim.
12- (...)
Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ —ki İbni
Yûnus'tur— haber verdi. (Dedi ki) : Bize Zekeriyyâ, Ebû İshak'tan, o da
Berâ'dan naklen rivayette bulundu ki, tam olarak indirilen son sûre Tevbe
sûresi, son olarak indirilen âyet de Kelâle âyeti imi;.
(...) Bize
Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya yânı İbni Adem rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Aırnnâr —ki İbni Züreyk'tir—, Ebû İshak'tan, o da Berâ'dan bu
hadîsin mislini rivayet etti. Şu kadar var ki o: «Kâmil olarak indirilen son
sûre...» dedi.
13- (...)
Bize Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Ah-med Ez-Zübeyrî rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Mâlik b. Miğvel* EbuV Sefer'den, o da Berâ'dan naklen
rivayet etti. Berâ':
«İndirilen son âyet:
Senden fetva istiyorlar... âyetidir.» demiş.
Bu hadîsi Buhâri
«Tefsir» bahsinde; Ebû Dâvûd «Fe-râk»âe; Nesâî «Tefsir» ve «Ferâiz»de muhtelif
râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i şerif Kur'ân.ı
Kerîm'in son âyetini ve tam olarak indirilen son sûresini bildirmektedir. Bu
hadîse göre son âyet Nisa sûresinin sonundaki Kelâle âyetidir. Gerçi bir
rivayette son âyetin Bakara süresindeki (Ribâ) âyeti olduğu bildirilmişse de
buna cevap verilmiş ve: «Burada râvi Berâ' b. Âzib 'dir; oradaki hadîs ise
îbni Abbâs'm kendi sözüdür.» denilmiştir. Fakat Aynî bu cevâbı mukni' bulmamıştır.
Ona göre cevapta: O rivayette bahis mevzuu olan son âyet ribânın hükümleri hakkındadır.»
denilirse güzel bir tevcih yapılmış olur.
14- (1619)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Saivân EI-Emevî, Yûnus
El-Eyli'den rivayet etti. H.
Bana Harmele b. Yahya
da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'-dan, o da. Ebû Seleme b. Abdİrrahmân'dan, o
da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah fSallallahü Aleyhi
veSetlem)ye, üzerinde borcu olan bir cenaze getirildi mi:
«Borcunu Ödeyecek bir
şey bıraktı mı?» diye sorarmış. Şayet borcuna yetecek bir şey bıraktığı
söylenirse namazını kılar, aksi takdirde :
«Cenazenizin namazını
kılın!»dermiş. Vaktâ ki, Allah kendisine fütuhat nasîb etmiş; (o zaman artık) :
«Ben mü'm inlere kendi
nefislerinden ileriyim. Binâenaleyh kim borçlu olarak ölürse, o borcun ödenmesi
bana aittir; fakat kim mal bırakırsa o mal mîrasçılarınındır.» demeğe başlamış.
(...) Bize
Abdülmelik b. Şuayb b. Leys rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam, dedemden
rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ukayl
rivayet etti. H.
Bana Züheyr b. Harb da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kûb b. ,ibrahim rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize İbni Şihâb'ın kardeşi oğlu rivayet etti. H.
Bize İbni Nümeyr dahî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Zi'b rivayet etti.
Bu râvilerin hepsi bu
hadîsi Zührî'den bu isnâdla irvâyet etmişlerdir.
15- (...)
Bana Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şebâbe rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Verkaa', Ebu'z-Zinâd'dan, o da A'rec'den, o da Ebû
Hüreyre'den, o da Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayette
bulundu:
«Muhammed'in nefsi
kabza-i kudretinde olan Allah'a yemîn ederim ki, yeryüzünde ne kadar mü'min
varsa, ben onlara bütün insanlardan ileriyim. İmdi hanginiz bir borç veya
yoksulluk bırakırsa onun velîsi benim. Hanginiz mal bırakırsa kim olursa olsun
asabesinindir.» buyurmuşlar.
16- Bize
Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdür-razzak rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den naklen haber verdi. Hemmâm:
Bize Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seller»)'den rivayet
ettiği budur, diyerek bir takım hadîsler zikretmiş; ezcümle : Resûlüllah
(Sallaliahü A leyhi ve Sellem):
«Ben Allah (Azze ve
Celi)'m kitabında mü'minlere insanların en ileri geleniyim. Binâenaleyh
hanginiz bir borç veya yoksulluk bırakırsa beni çağırın! Onun velîsi benim.
Hanginiz bir mal bırakırsa malına kim olursa olsun asabesini tercih
etsin!» buyurdular, demiş.
17- (...)
Bize Ubeydullah b. Muâz El-Anberî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rjvâyet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Adiy'den naklen rivayette bulundu. O da £bû
Hâzim'i, Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem)1 den
naklen rivayet ederken işitmiş. Efendimiz:
«Her kim mal bırakırsa
mirasçılarının olur. Kim yük bırakırsa bizedir.» buyurmuşlar.
(...) Bana
bu hadisi Ebû Bekr b. Nâfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gunder rivayet
etti, H.
Bana Züheyr b. Harb
dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahmân yâni tbni Mehdi rivayet etti.
Her iki râvi: Bize
Şu'be bu isnadla rivayette bulundu, demişlerdir. Ancak Gunder'in hadîsinde:
«Her kim yük bırakırsa ona ben veli olurum.» ibaresi vardır.
Bu hadîsi Buhârî «Kefalet»
ve «Nafakaat» bahislerinde; Tirmizî «Cenâiz»de muhtelif râvilerden tahrîc
etmişlerdir.
Hadîs-i şerifte geçen
(daya') ve (day'a) tâbirleri: Yoksulluk mânâsına gelen masdarlardır. Burada
ölen kimsenin mirasçıları masdarla sı-fatlanmıjlardır. Maksad: Fakru zaruret
sahibi, muhtaç ve mahvolmuş çoluk çocuk bırakırsa demektir.
KeH: Asıl İtibariyle
ağırlık demekse de burada ondan da murâd: Çoluk-çocuktur. Fütuhattan murâd:
Alman ganimetlerdir.
tik zamanlarda
Peygamber (SalalIahü Aleyhi ve Sellem) 'in borçlu kimselerin cenaze
namazlarını kılmaması, sağlıklarında borçlarını ödemeye teşvik içindi.
Fütuhattan sonra böylelerin namazlarını kılmağa başladı.
Ulemânın beyanına göre
hadîs-i şerifin:
«Kim borçlu olarak
Ölürse, o borcun ödemesi bana aittir...» cümlesi, borçlu Ölenlerin namazlarım
kılmadığını bildiren hadîsleri neshetmiş-tir. Bu bâbta îbni Abbâs (Radiyalîahu
arttı) 'dan rivayet olunan bir hadîste şöyle deniliyor: «Peygamber (SallallahüA
îeyhi ve Sellem) borçlu olarak ölen kimsenin namazını kılmıyordu. Derken
Ensârdan bir zât vefat etti. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bunun borcu var
mı?» diye sordu. Evet, dediler.
«Dyfe ise cenazenizin
namazını kılın! buyurdu.
Bunun üzerine Cebrail
(Aleyhisselâm) inerek şunları söyledi:
«Allah (Azze ve Celi)
buyuruyor ki : Benim indimde zâlim ancak zulüm, israf ve isyan hususunda
borçlanandır; çoluk çocuk sahibi namuslu kimseye gelince : Onun namına ben
ödeyeceğime kefilim.»
Bunu işitince
Peygamber (Salîaüahii Aleyhi ve Sellem) hemen o zâtın cenaze namazını kıldı ve
bundan sonra :
«Her kim yoksulluk
veya borç bırakırsa bana yahut benim üzerime kalır; kim mîras bırakırsa ailesi
efradına kalır.» buyurdu. Bir daha böy-lelerinin namazlarım kıldı.»
Kurtubî diyor ki :
«Peygamber (Salİallahü A leyhi ve Sellem) 'in Ölen bir kimsenin borcunu üzerine
alması ihtimâl yüksek ahlâkı iktizası bir teberru' olup vâcib değildi.»
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sel!em)'in bu borcu nereden ödediği ihtilaflıdır. Kendi malından
ödediğini söyleyenler olduğu gibi, müslüman-lar yararına gelen mallardan
ödediğini ileri sürenler de vardır. Keza bu ödemenin ona vâcib olduğunu
söyleyenler bulunduğu gibi teberru' suretiyle verdiğine kail olanlar da
vardır.
1- Hadîs-i
şerif bir kimsenin sağlığında borçlarını ödemesi gerektiğine delildir. Dîn
emri şiddetli olmasa Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) borçlunun cenaze namazını terk etmezdi.
Borçlunun namazını kılmak ona haramdı diyenler olduğu gibi, caiz olduğunu
söyleyenler de vardır.
2- Ulemâdan
bâzılarına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin bu fiiline
uyarak fakirlerin borçlarını beytülmâlden ödemesi İslâm
hükümdarına vâcibtir; zîrâ
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ödemesi bana aittir.»
buyurarak bunun vâcib olduğunu tasrîh etmiştir Bir de ölen kimsenin dünyevî
maslahatına bu derece riâyet edilirse uhrevî maslahatı evlevjyette kahr.
Hükümdar ölen fakirin borcunu beytülmâlden ödemezse dünyada günahkâr olur;
âhirette ise ölenin bey-tülmaldeki hakkı nisbetinde kısas olunur.
3- ölen
kimseye keıll olmak caizdir. İbni Ebî
Leylâ, tmam Şafiî ve
Hanefî ler 'den İmam Ebû
Yusuf ile İmam Muhammed
buna kaildirler. Bu zevata göre kefîl mutetavvidir; yâni verdiğini
teberru' etmiş sayılır. Binâenaleyh hiç bir suretle ölenin terikesinden hak
isteyemez. Fakat; «Ben bu borcu sonra meyyitin malından olmak şartiyle Ödüyorum»
demişse İmam Mâ1ik'e göre isteyebilir,
ölenin malı olmadığını bilerek ödemişse
Mâ1ik'e göre de bir şey isteyemez; zîra yaptığı iş hediyye mânâsına
gelir.
İmam Âzam: «Şayet ölen
kimse hiç bir mal bırakmamışsa kefalet caiz değildir; mal bırakmışsa o mal
miktarı kefalet caiz olur.» demiştir.
4- Hadîs-i
şerifte cenaze namazı emrolunmuştur. Bu namaz müs-]umanlara farz-ı kifâyedir.