Namazı Terkeden Küfre Girmiş Sayılır Mı?
Namazı Terketmenin Küfrü Gerektirmiyeceğini Söyleyenlerin Delilleri
Alışması İçin Çocuğa Namaz Kılmasını Emretmek
Kafir İslam’a Girince Geçmiş Namazları Kaza Etmez
Öğle Namazını Vakit Girince Hemen Kılmak Veya Bir Süre Geçiktirerek
Kılmak
İhtiyari ve İztirari Hallerde İkindi Vaktinin Evveli İle Sonunu
Belirlemek
İkindi Namazını Vakit Girince Hemen Kılmak
Akşam Vakti Yemek Hazır Olunca Önce Yemeğe Oturup Karnı Doyurmak Sonra
Namaz Kılmak
Akşam Farzından Önce İki Rek’at Namaz Kılmak
Yatsı Namazının Vakti ve Geciktirilmesinin Fazileti
Yatsı Namazını Kılmadan Uyumak ve Kıldıktan Sonra Konuşup Sohbet Etmek
Mekruhtur
Sabah Namazının Vakti ve Erken Kılınması
Vakit İçinde Namazın Bir Kısmına Yetişen Kimse Onu Vakit Çıksa Bile
Tamamlar Mı?
Vaktinde Eda Edilmeyen Namazları Kaza Etmek
Kazaya Kalmış Namazları Kılarken Tertibe Riyayet
Ezan Sesini İşitirken Ne Söylenir?
Ezan İle İkameti Aynı Kişinin Okuması Gerekli Midir?
Ezan İle İkamet Arasında Az Bir
Süke Oturmak
Ücret Karşılığında Ezan Okumak Caiz Midir?
Kazaya Kalan Namazlar Kılınırken Ezan ve İkamet Okumak Sünnet Midir?
Göbeğin ve Dizkapağının Kendisi Avret Midir?
İpek veya Gasbedilmiş Elbiseyle Namaz Kılmak
İpek Elbise Giyinmek ve Altın Eşya Takınmak Erkeklere Haramdır
İpek Yaygı Üzerinde Oturmak, Onu Giyinmek Gibidir
Altın ve Gümüş İle Diş Kaplatmak
Üzerinde Suret Bulunan Elbise, Örtü Ve Benzeri Eşya
Güzel Elbise Giyinmek ve Alçak Gönüllü Davranmak
Elbiseyi Sağdan Başlayarak Giyinmek
Namazda Giyilen Elbiseyi ve Namaz Kılınan Yeri Necasetten Arındırmak
Kundura, Çizme, Fotin, Lapçin ve Benzeri Ayakkabılarla Namaz Kılmak Caiz
mi?
Namaz Nerelerde Kılnabilir , Nerlerde Kılınamaz
Kabenin İçinde Nafile Namaz Kılmak
Camilerin Süpürülerek Temizlenmesi Güzel Kokularla Havasnıın Değiştirilmesi
Camiye Girilirken ve Çıkılırken Hangi Dualar Okunur
Camilerin Nelerden Korunması Gerekir ve Camilerde Neler Mubahtır?
Caminin Kıblesinde Namaz Kılanları, Oyalayacak, Dikkatlerini Dağıtacak
Şeyler Bulundurmak
Ezan Okunduktan Sonra Camiden Çıkılmaz
Namaz dinin direği,
ailenin düzeni, toplumun dengesi, hayatın hikmeti, kulluğun gereği ve imânın
açık belgesidir. Allah ile kulları arasında en işlek yoldur. Hiçbir peygamber
namazdan vareste tutulmamış, semavî hiçbir din bu ibâdete ilgisiz kalmamıştır.
Onun için Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz. «Namaz benim gözümün aydınlığı kılınmıştır!» Buyurarak,
namazın her iki hayatımıza nasıl bir aydınlık getireceğine işaret etmiştir.
Âhiret'te insandan ilk önce bu ibâdetten sorulacağı da onun önemini anlatmaya
yeterli bir delildir. Aynı zamanda NAMAZ küfürle imân arasında bir alâ-met-i
farika sayılır.
Kur'ân-ı Kerîm'in
elliden fazla yerinde bundan bahsedilerek Allah'ın kullarının günlük
hayatlarında maddeyle mâna, dünya ile âhiret, nefs ile ruh arasında denge
sağlayacak, köprü kuracak namazı görmek istediğine en belirgin şahittir.
İlgili hadîsler :
Abdullah b. Ömer
(r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir «İslâm beş (esas) üzerine kurulmuştur ı Allah'tan başka ilâh
olmadığına, Muhanımed'in
e Allah'ın Rasûlü
bulunduğuna şehadet etmek; namaz kılmak, bkât vermek Beytullah'a haccetmek ve
Ramazan orucunu tut-ıak..»[1]
Enes b. Mâlik
(r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki : İsrâ ge-asinde Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'e elli vakit namaz farz küm-iııştı. Sonra azaltılarak beş vakte
indirilmiştir. Sonra da ona şöyle eslenümiştir : «Ya Muhammedi Şüphesiz ki söz
benim yanımda leğişmez. O bakımdan şu beş vakit ile sana elli vaktin (sevabı)
vardır.»[2]
Hz. Aişe (r.a.)
Vâlidemiz'den yapılan rivayette, demiştir ki : ÎNamaz ikişer rek'at olarak farz
kılındı. Sonra hicret edince dört ek'at olarak farz kılındı ve seferi namaz
evvelki (sayı) üzerine nrakıldı.»[3]
Talha b. Ubeydullah
(r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki : 'Bir bedevi, saçları dağınık bir
halde Peygamber (a.s.) Efendimiz'e ;eldi ve aralarında şu konuşma geçti :
— Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'ın benim üzerime
namazdan ne-n farz kıldığını haber ver?
— Beş vakit namaz, meğer ki tetavvu' olarak bir
şey (fazla-lan) kılasın...
— Allah'ın benim üzerime oruçtan ne kadar farz
kıldığını ha-oer ver?
— Ramazan ayı... Meğerki tetavvu' olarak bir
şey toruç tuta-3in.)
Bana Allah'ın üzerime
zekâttan neyi farz kıldığını haber ver?
Böylece
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ona İslâm şeriatının hepsini haber verdi. Bunun
üzerine Bedevî şöyle dedi:
— Sana ikramda bulunan Allah'a yemin ederim ki, bundan ne fazlasını yaparım, ne de
Allah'ın üzerime farz kıldığından bir şey eksiltebilirim!..
Onun bu sözü üzerine
Peygamber (a.s.) Efendimiz şöyle buyurdu :
— Eğer doğru
söylediyse kurtuluşa erdi veya Cennet'e girdi...
[4]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- îslâm beş esas üzerine kurulmuştur. Onlardan
biri de namazdır.
2- Namaz Mi'rac gecesi, önce elli vakit olarak
farz kılınmış, sonra noksanlaştırılarak beşe indirilmiştir. Bu artık ne artar, ne de eksilir. Günde
belirli zamanlarda beş vakit namaz kılmak farzdır ve bu elli vakit namaz değer
ve sevâbmdadır.
3- Namaz önceleri ikişer rek'ât olarak farz
kılınmıştır, yani her vakitte iki rek'at farz namaz kılınırdı. Hicretten
sonra bu sabah ve akşam dışındaki
vakitlerde dörder rek'ata çıkarılmıştır.
4- Seferde ise, yine önceleri olduğu gibi, öğle,
ikindi ve yatsı farzları ikişer rek'ât olarak kalmıştır.
5-
Kurtuluşun en açık yolu, Allah'ın farz kıldığı ibâdetleri dosdoğru yerine
getirmektir. Ancak dileyen fazladan nafile ibâdet yapabilir.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların görüş, tesbit, ictihâd ve istidlalleri:
a) Hanefîlere göre:
Namaz beş vakittir.
Bu, kitap, sünnet ve ümmetin icma'ıyla sabit olmuştur. Namazın rek'at sayısına
gelince, bu, mükellef kişinin mukiym ve misafir (eyleşik ve yolcu) olmasına
göre değişir. Eyleşik ise, 17 rek'at ,yolcu ise 11 rek'attır.
Hz. Ömer (r.a.)'den
yapılan rivayette, şöyle demiştir : «Yolculuk halinde olan kimsenin namazı iki
rek'attır; Cuma namazı da iki rek'attır; bu tamdır, noksanlaştırılmış değildir.
Peygamberinizin diliyle bu şekil ifadesini bulmuştur.»
Hz. Aişe (r.a.)'dan
yapılan rivayette ise, şöyle demiştir : «Namaz aslında iki rek'at olarak farz
kılındı, ancak akşam namazı de-Iğü, çünkü o gündüzün tek namazıdır. Sonra hazar
(eyleşik hal) da artırıldı ve seferde
(yolculuk halinde) eski
haline terkedildi.»[5]
Böylece Hanefüer,
naklettiğimiz iki rivayete de itibar etmişler ve farklı görüşler ortaya
koymuşlardır. Esasta ise ihtilâf söz konusu olmamıştır.
b) Şafiüere göre :
Namaz beş vakittir.
Eyleşik halde öğle, ikindi ve yatsı farzı dörder, akşam üç, sabah iki rek'attır.
Yolculuk halinde ise, dört rek'atlı farzlar ikişer rek'at olarak kısaltılır.
Akşam ile sabah namazı aynen muhafaza edilir. Böylece Şafiîler, bu konuda Hz.
Ömer'den (r.a.) nakledilen rivayeti sened seçmişlerdir. Onlara göre, beş vakit
namaz önce ikişer rek'at olarak değil, şimdi kılındığı gibi, öğle, ikindi ve
yatsı farzları dörder rek'at olarak farz kılınmıştır. Seferde ise, bir ruhsat
olarak dört rek'atlı olanlar ikişer rek'at kı-lmabilir.[6]
c)
Hanbelî'lere göre :
Namaz, kitap, sünnet
ve icma, ile farziyeti sabit olan önemli bir farzdır. 5/98 sûrede bu açıkça
belirtimiştir. Sünnet'te ise, Abdullah b. Ömer'in (r.a.) hadîsiyle istidlal edilir.
Farz kılman namazlar,
bir gün ve bir gece (24 saat) içinde beştir. Bunun bu vakitlerde farziyeti
hakkında müslümanlar arasında en küçük bir ihtilâf olmamıştır. Başka namaz
ancak bir harici sebepten dolayı vâcib olur, adak ve benzeri şeyler gibi. İmam
Ebû Hanîfe ise, vitir namazı da bizatihi vâcibdir, demiş ve şu hadîsle istidlal
ve ihticacda bulunmuştur:
Şüphesiz ki Allah size
bir namaz daha artırdı, o da vitir'dir.»
Diğer bir hadîste ise,
«Vitir haktır» buyurmuştur ki, bu vücubu gerektirmektedir.[7]
Hanbelîler bu konuda
daha çok îbn Şihab'm Enes b. Mâlik'-den
(r.a.) yaptığı rivayeti
kendilerine sened seçmişler ve onunla
ihticac etmişlerdir
ki, konunun başında 1057 no'lu Enes hadisin biraz uzun şeklini ihtiva
etmektedir.[8]
d)
Mâlikîlere göre:
Onların görüş ve
içtihadı, Hanbelîlerle birleşir. O bakımdan açıklamaya gerek görmüyoruz.
Rivayetler ve
tahliller:
Şüphesiz ki, beş vakit
namazla ilgili rivayetlerin hepsim buraya nakletmemize hacmimiz müsait
değildir. Ancak rivayet ettiğimiz hadîsler üzerinde yapılan incelemeye yer
vermek istiyoruz.
Birinci hadis, yani
1056 no'lu Abdullah b. Ömer (r.a.) hadîsi, İslâm'ın beş sütun, beş esas üzerine
kurulduğunu ifâde ediyor. Oysa ilk nazarda İslâmiyet'in bu beş şeyden ibaret
olmadığı karşımıza çıkmaktadır. Ama mes'eleyi iyice inceleyip hikmet ve
gayesiyle ele aldığımızda, İslâm'ın tamamım içine alıp kapsadığını görürüz.
Şöyle ki:
Allah'tan başka ilâh
olmadığına, Muhammed'in de O'nun kulu ve Resulü bulunduğuna şehadet, çok geniş
ve kapsamlıdır: Dinin bütün esas ve füruâtım içine almakta, Allah ve Resûlüna
imânın, onlardan gelen bütün esas ve prensiplere uymayı gerektirir. O halde
yalnız iki şehadet kelimesi İslâm'ın tamamını gölgesi altında bulunduran bir
çadır veya çatı mahiyetinde tezahür eder. Namaz, zekât, hacc ve oruç ise, fert
ve toplumun ahlâkını tehzîbe, iç disiplini sağlamaya, sosyal adaletin
gerçekleşmesine yardımcı olmaya ve toplum yapısında huzur ve sükûnun
kurulmasına, düzenli bir hayat sisteminin oluşmasına yarayan ibâdetlerdir ki,
bunları imânın değişmez ürünleri olarak vasıflandırabiliriz.
O bakımdan İslâm, sözü
edilen beş sütun üzerinde kurulu bir çadıra veya binaya benzetilmiştir. Başta
birinci şart, imânm esaslarım ve İslâm'ın dünya ve âhireti birlikte kucaklayıp
düzene sokmaya yöneldiği bir din olduğuna; diğerleri ise, İslâm'ın ahlâkî, içtimai
ve ailevî bütün esaslarını beraberinde taşıdığına delâlet eder.
Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz böylece İslâm sistemini bir bütünlük içinde işlerken onu beş maddede
özetlemiştir.
Yukarıda sözünü
ettiğimiz hadîsin sahîh olduğunda ittifak var-
iır. O bakımdan fazla
bir yorumda bulunmaya gerek görmüyoruz.[9]
1057 nolu Enes hadisi, sahihayn'de ittifakla
rivayet edilmiş ve [hayli uzun olan İsra hadîsinin sadece bir tarafını
oluşturmaktadır. İlim adamlarımız, beş vakit namazdan başka farz bir namaz olmadığını
bununla istidlal etmişlerdir. Tabii Cuma farzı
öğle farzının yerine kaim
olduğundan beş sayısının kapsamına
girer. Vitir namazı ise, müctehidlerin
çoğuna göre sünnet kabul edilmiştir.
İleride buna yeri gelince değineceğiz...
İlim adamlarından bir
kısmı bu hadîse dayanarak, elli vakit namazın beş vakitle neshedildiğini ve
böylece tebliğ gerçekleşmeden neshin vaki olduğunu söylemişlerse de, olayın cerayan şekli
ive taşıdığı yüce
amaçlar dikkate alınınca, nâsih ve mensûhia ilgili olmadığı görülür. Amaç beş
vakit namazın, yirmidört saatlik birzamanı
tamamen içine alıp ilâhî rızâ doğrultusunda değerlendirmeyi kendinde
taşıdığını bildirmektir.
1058 nolu hadîse Ahmed b. Hanbel İbn Keysan
tarikiyle «Ancak akşam namazı değil...» fazlalığım nakletmiştir. Hadîsin açık delâleti, seferde iki rek'atm farz
kılınmasının azîmet olup ruhsata delâlet etmediğini göstermektedir. Nitekim İmam Ebû Hanîfe'nin de içtihadı bu
anlamdadır. Diğer müctehid imamlardan buna «ruhsattır» diyenlerin
delili ise, «Yeryüzünde yolculuğa çıktığınızda, inkâra
sapanların sizi fitneye düşürüp kötülük edeceklerinden endişe ederseniz,
namazı kısaltmanızda size bir vebal yoktur...» mealindeki Nisa sûresi 101.
âyettir. Burada «bir vebal yoktur» tabirinin ruhsata delâlet ettiği söylenir.
Birinciler ise kendi
ictihad ve görüşlerine ayrıca şu hadisi de delîl göstermişlerdir: «Ruhsat
Allah'ın size tasadduk ettiği bir sadakadır, O'nun sadakasını kabul edin!»
Aynı zamanda Hz. Aişe (r.a.), namaz farz kılındığı yıllarda henüz çocuk idi,
konuyu aklet-mesine imkân yoktur. îbn Hacer ise, böyle diyenlere karşı çıkmış
ve «Hz. Aişe (r.a.) olaya şahit olmamış, ona ulaşmamışsa da hadis mürsel
sayılır ve o bir sahabîdir, sözü hüccet kabul edilir» demiştir. Çünkü bu gibi
önemli mes'eleleri Resûlüllah'tan (a.s.) işittiği veya bir sahabeden duyduğu mümkündür.
îbn Abbas'dan
(r.a.) yapılan rivayette ise,
Hz. Aişe'nin hadîsine muhalif bir hüküm
görülmektedir: «Namaz hazar (eyleşik hal) de dört, seferde iki rek'ât
farz kılınmıştır.»[10]
İlim adamları bu iki
hadîsi bağdaştırmanın mümkün olacağı üzerinde durarak şöyle demişlerdir: Beş
vakit namaz İsrâ gecesi ikişer rek'ât olarak farz kılınmış, sadece akşam namazı
üç rek'ât olarak belirlenmişti. Hicretten sonra sabah ve akşam namazı dışındaki
diğer farzlara ikişer rek'ât ilâve edilmiştir. Nitekim îbn Huzeyme ile İbn
Hibbân ve Beyhakî'nin Hz. Aişe (r.a.)'dan yaptıkları rivayette, şöyle demiştir
: Hazar ve sefer namazı ikişer rek'ât olarak farz kılınmıştı. Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz Medine'ye hicret edip güven ve istikrara kavuşunca hazarı namazlara
ikişer rek'ât ilâve edildi ve sabah namazı —ondaki kıraatin uzunluğu sebebiyle—
iki rek'ât olarak kaldı. Birde akşam namazı, gündüzün vitri sayıldığından üç
rek'ât olarak kaldı.
Böylece dört rek'atli
farzlar yerleşip istikrar bulunca, seferde hafifletilerek, daha önce
belirttiğimiz âyetin inmesiyle iki rek'ât olarak belirlendi.
îbn Esîr'in
el-Müsned'in şerhinde söylediği şu sözler bu manayı kuvvetlendirmektedir:
«Şüphesiz ki namazın kısaltılması, hicrî dördüncü yılda olmuştur.» Çünkü korku
âyetinin o yılda indiğini tesbit edenler olmuş ve İbn Esîr'de onların bu
tesbitine dayanarak böyle söylemiştir. Bazısına göre, namazın kısaltılması,
hicrî ikinci yılın Rebiulâhır'inde' gerçekleşmiştir. Dolabî de aynı şeyi belirtmiştir. (1063).[11]
1058 no'lu Talha b. Ubeydullah
hadîsini aynı zamanda Ebû Da-vud, Nesâî ve İmam Mâlik de tahrîc etmişlerdir.
Ancak Ebû Dâ-vud'da soru sorulan bedevinin Necdli olduğu kaydedilmiştir.
Hadîs sahihtir. Vitir,
bayram, kuşluk gibi namazların vâcib olmadığını söyleyenler bu hadîsle istidlal
etmişlerdir. Ayrıca Aşu-râ orucunun da vâcib olmadığı yine bu rivayete
dayanılarak söylenmiştir. Aynı zamanda bir malda zekâttan başka çıkarılıp verilecek
başka bir hak olmadığı istidlal edilmiştir. Vergi konusu devletin irâdesine
bırakılarak ayrı bir statüye bağlanmıştır. [12]
1- Beş vakit
namaz îsrâ gecesinde farz kılınmıştır. Farziyeti Kitap, Sünnet ve icma' ile
sabittir.
2- Namaz ikişer rek'at olarak farz
kılınmıştır, sadece akşam kmazı gündüzün
vitri sayıldığından üç rek'at olarak farz kılınış ve Mekke'de hicretten önce
hep böyle kılınmıştır.
3- Öğle, ikindi ve yatsı farzları hicretten
birkaç yıl sonra dör-sr rek'âta çıkarılmış ve farz kılınmıştır.
4- Seferi
halde ise, öğle, ikindi ve yatsı farzları ikişer rek'at Larak kılınır. Bu ya
bir azimet ,ya da ruhsattır.
Beş vakit namazın
dışında kalan vitir, bayram ve kuşluk amazı, kimine göre sünnettir; kimine
göre, vitir ile bayram nama-l vâcibdir.
6- Ramazan
orucundan başka oruçlar farz değildir, ancak >rızî bir sebeple adama, keffaret
ve benzeri nedenlerle— vâcib İanları vardır.
7-
Muhtaçlara yardım hususunda farz olanı zekâttır, diğer rardımlar sadaka
kapsamına girer ve sünnettir. Ancak arızî bir ebeple vâcib olan keffaretler
vardır. [13]
Namaz, imânın en
verimli ve en yararlı ürünlerinin başında
İmânın tahkik derecesinde kalbde köksalmasma yardımcı olan amellerden
biri hiç şüphesiz ki namazdır. Kılınması farz ve farziyetini kabul imânın
gereğidir. Terki büyük günah, farziyetini red ve inkâr ise küfürdür.
înkâr etmediği halde
namazı terkeden kimsenin küfre girip girmeyeceği hakkında farklı görüş ve
tesbit ortaya çıkmıştır. Önce ilgili hadîsleri nakledelim :
Cabir (r.a.)'den yapılan rivayete göre,
Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz şöyle buyurmuştur
: «Adamla küfür arasında namazı terki
vardır.»[14]
Büreyde (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in şöyle buyurduğunu işitmiştir: «Bizimle sizin
arasındaki (ahid teman, söz güven ve zimmed) namazdır.
Artık kim onu terkederse küfre
girmiş olur.»[15]
«Şüphesiz M bizimle
onlar (münafıklar) arasındaki ahid (eman, söz, güven ve zimmet) namazdır. Kim
onu terkederse küfre girer.»[16]
Münâvî bu hadisi
açıklarken (onlar) dan maksat, münafıklardır)
demiştir.[17]
Abdullah b. Şakiyk
el-Ukayli diyor ki: Resûlüllah'm (a.s.) ashabı, amellerden hiçbirini değil,
yalnız namazın terkini küfür görürler
(sayarlar) di.»[18]
Abdullah b. Amir b. Âs
(r.a.)'dan yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz bir gün namazdan söz
ederek dedi ki: «Kim namaz kılıp onu muhafaza ederse, namaz onun için Kıyamet
gününde bir nur, bir burhan ve bir kurtuluş olur. Kim de onu muhafaza
etmezse, onun için ne bir nûr, ne bir burhan, ne de bir kurtuluş olur. O,
Kıyamet gününde Karun, Fir'avn, Haman ve Ubey b. Halefle beraber olur.»
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler
anlaşılmaktadır:
1- Adamla
küfür arasındaki alâmet-i farika namazdır. Böylece namazı terketmek küfrü
gerektiren sebeplerden biridir.
2- Namazı
terkeden küfre girer.
3- Namazı
kılıp muhafaza eden, kendi lehine bir nûr ve kesin delil kılmayan da kendi
aleyhine bir delil hazırlamış olur.
Hadislerin ışığında
ilim adamlarının görüş ve tesbitleri: Namazı, farziyetini inkârla terkeden
kimsenin küfre gireceğine hiçbir ilim adamı muhalif bir görüş ortaya
koymamıştır. Meğer :i, İslâm'a daha yeni girmiş bulunsun. O takdirde mazur
sayılabilir
reya müslümanlardan
uzak bulunup namazın farziyeti
hakkında
lendisine bir bilgi
ulaşmamış olsun...
Namazın farziyetini
kabul etmekle beraber gevşeklik veya bıkkınlık gösterip veya işlerinin
çokluğundan fırsat bulamadığım ba-tıane ederek kılmayan kimse hakkında nasıl
bir hüküm verilebilir? Bu hususta ilim adamları farklı görüşler izhar
etmişlerdir:
a) îmanı
Mâlik ve İmam Şafii'ye göre, kâfir olmaz, sadece fasık sayılır. Tövbe ederse
mesele yok. Etmediği takdirde ölüm cezasına çarptırılır ve infaz için kılıç
kullanılır.
b) Seleften
bir cemaate göre, kâfir olur. Bu, Hz. Ali (r.a.)'den ve İmam Ahmed'den rivayet
edilmiştir. İmam Ahmed'den bir diğer
rivayet ise, kâfir olmadığını ifade etmektedir. Abdullah b. Mübarek ve îshak
b. Rahuye de öylesinin kâfir olacağını söylemiştir. Şafii'nin arkadaşlarından
bir kısmı da aynı görüştedir.
c) İmam Ebû
Hanîfe, rey tarafdarları ve Şafiî'nin yakın arkadaşı el-Müzenî'ye göre, kâfir olmaz ve öldürülmez, sadece namaz kılmcaya kadar hapsedilir.
İmam Mâlik ve İmam
Şafiî bu konuda şu âyetle istidlal etmişlerdir : «Şüphesiz ki Allah, kendisine
ortak koşulmasını bağışlamaz? bundan başka (günahları) dilediği kimseler için
bağışlar...»[19]
Kılıçla öldürüleceği
hakkındaki görüşlerini ise şu hadîse dayayıp istidlal etmişlerdir : «İnsanlar,
La ilahe illallah deyinceye, namaz kılmcaya ve zekât verinceye kadar onlarla
savaşmakla emro-lundum. Bunları yaptıkları takdirde, —haklı bir sebep dışında—
kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar...»[20]
Ayrıca bu konuda şu
âyetle ihticacda bulunmuşlardır: «Haram ayları çılanca artık müşrikleri
bulunduğunuz yerde öldürün; yakalayıp tutuklaym; gelip geçecek bütün gözetleme
yollarını tutun. Tev-be eder, namaz kılar ve zekât verirlerse onları serbest
bırakın gitsinler...»[21]
Bunlar, «Kul ile küfür
arasında namazın terki vardır» mealin-
deki hadîsi ve diğer
ilgili hadîsleri şöyle yorumlamışlardır: Namazı terketmesi sebebiyle kâfire
uygulanacak cezaya müstehak olur, o da öldürmedir. Çünkü onun bu fiili, kâfirin
fiiline benzemektedir.
İkinciler ise, konunun
başında naklettiğimiz hadîsle ihticac etmişlerdir. Üçüncüler ise, birincilerin
ihticac ettiği âyet ve hadîsle ihticac etmişlerdir ve öldürülmeyeceği hakkında
görüşlerini ise şu hadise istinad edip delillendirmişlerdir: «Müslüman kişinin
kanı ancak şu üç şeyden biriyle helâl olur: Evlilikten sonra zina eder,
İslâm'dan sonra dinden döner veya haksız yere bir cana kıyarsa...»[22]
Sonuç olarak hangi
görüş tercihe lâyıktır?
Şüphesiz ki, İmam Ebû
Hanife ve İmam Müzeni ile rey taraf -darlarımn görüşü, İslâm'ın ana kaidesine
ve uygulamadaki neticelere daha uygundur. Allah daha iyisini bilir.
1065 no'lu Büreyde
hadîsim Nesâî ve Iraki sahîhlemiş, İbn Hib-ban ve Hâkim rivayet etmişlerdir. Bu
hadîs ise, namazın terkedil-mesi, mü'minin veya müslimin imânına delâlet eden
açık belgelerden birini kaldırmış sayılır. Namazı terkeden o belgeyi ve
alâmeti kendinden uzaklaştırmış olur.
Abdullah b. Şakiyk
hadîsini aynı zamanda Hakim rivayet edip Buharı ve Müslim'in şartına göre
sahîhlemiştir. Hafız onu et-Tel-his'te nakletmiş, ama üzerinde bir yorum
yapmamıştır.
Ashab-ı Kiram, namazın
terkedilmesini küfrün alâmetlerinden biri saymışlardır. Bu, namazı terkedenin
kâfir olduğuna delâlet etmez. Meğerki farziyetini inkâr etmiş olsun...
Abdullah b. Amr b. As
hadisine gelince : Taberânî de onu el-Kebîr'de ve el-Evsat'ta tahrîc etmiş ve
Mecmau'z-Zevâid'de, «Ah-med'in ricali sıkat
(güvenilir) kimselerdir, demiştir.
«Hadîs, müslüman namazını
muntazaman kılıp ona devam etmediği takdirde yeterince yararlanmayacağına;
terkettiği takdirde, kendini küfür ehline benzetmeye çalıştığına delâlet eder.
Bu yüz-/ den Kıyamet günü elim bir
azaba uğrar. [23]
Ebu Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) indimiz'den şöyle işittiğini söylemiştir :
«Kıyamet gününde ku-a ilk hesaba çekileceği şey, farz namazdır. Eğer onu tamam
kıl-ışsa (mesele yok}, değilse, nafile namazı var mıdır bir bakı-z? denilir.
Nafile namazı varsa, (noksan kalan) farzı onunla ta-amlamr. Sonra da diğer farz
olan amelleriyle bunun gibi işlem Lpüır.»[24]
Ubade b. Sâmit
(r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) ■endimiz'in şöyle
buyurduğunu söylemiştir: «Kim Allah'tan baş-ı ilâh olmadığına, O'nun bir
olduğuna, ortağı bulunmadığına; Mu-iımmed'in de O'nun kulu ve Resulü olduğuna;
İsâ (Peygamberin) 3 Allah'ın kulu ve Meryem'e ilka olunan kelimesi ve ruhu
buluncuna; Cennet ve Cehennemin hakk olduğuna şehadet ederse, İlah onu
bulunduğu amel üzerine fne olursa oİsun) Cennet'e so-ar.»[25]
Enes b. Mâlik
(r.a.)'den yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) fendimiz şöyle buyurmuştur : «Ya
Muaz!» Diye seslendi. O da •. Buyur Ya Resulellah! Emrine hazır bekliyorum» deyince
Resûlül-ıh (a.s.) şöyle buyurdu : «Herhangi bir kul, Allah'tan başka ilâh
Imadığına, Muhammed'in de O'nun kulu ve resulü bulunduğuna ehadet ederse,
mutlaka Allah onu Cehennem ateşine haram kılar.» Bunun üzerine Muâz (r.a.) :
«Ya Resûlüllah! Bunu insanlara ha-ıer verip onların müjdelenmesin! sağlayayım
mı? diye sordu. Peygamber (a.s.) Efendimiz, «O zaman hep buna güvenip
dayanırlar da amel etmez olurlar)!» buyurdu. Muâz da bu haberi ancak —günahtan
korktuğu için— öleceğine yakın bir zamanda anlattı.[26]
Ebu Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu haber
vermiştir : «Her peygamberin makbul bir duası vardır ki hemen hepsi bu hususta
aceîe edip (Dünya'da dile getirmiştir).
Ben ise duamı ümmetim için şefaatte
bulunmam arzusuyla
Kıyamet gününe bıraktım. Ümmetimden Allah'a bir şeyi ortak koşmadığı halde ölen
kimse inşaallah buna nail olacaktır.»[27]
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir
. «Benim şefaâtımla en
çok mes'ud olacak kimse, kalbinden hâlisen la ilahe illallah diyendir.»[28]
îbn Mes'ûd (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir : «Müslümana sövüp saymak fisktir, onunla savaşmak küfürdür.» (1077)
Yine İbn Mes'ud
(r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur :
«Herhangi bir adam, bildiği halde babasından başkasına kendini nîsbet edip
iddiada bulunursa, mutlaka küfre girer ve kim de kendisine ait olmayan bir
şeyi iddia edip (kendine mal etmek isterse), o, bizden değildir. Cehennemdeki
yerine hazırlansın!.»[29]
Ebu Hüreyre (r.a.)
'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu haber
vermiştir : «İnsanlarda iki şey vardır ki, onlar onunla küfre giriyorlar : Soya
sopa dil uzatıp sövmek ve ölü üzerine sesi yükselterek ağlamak...»[30]
İbn Ömer (r.a.)'dan
yapılan rivayete göre, şöyle demiştir : «Ömer (r.a.) «Babam hakkı için» diye
yemin ederdi. Peygamber (a.s.) onu bundan men'etti ve şöyle buyurdu : «Kim
Allah'tan başka bir şeyle yemin ederse, gerçekten ortak koşmuş olur.»[31]
İbn Abbas (r.a.)'dan
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur : «İçkiye
devam eden kimse (o hal üzere) ölürse, Allah'a, puta tapan gibi kavuşur.»[32]
Hadîslerim açık delâletinden
şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Farz namazın terki küfrü gerektirmez. Meğerki farziyeti .kâr edilmiş olsun.
2- Farz namazlardan
kılınmayan veya noksan kalanlar, nâ-le namazlarla tamamlanır. Bu,
Âhiret'le ilgilidir. Dünya'da ise, srkedilen farz namazları
kaza etmek farzdır.
3-
Kıyamet gününde kılınmayan farzlardan dolayı meydana
elen açıklık nafile
namazlarla kapatılacağı, farz namazı terketme-jıı küfrü gerektirmediğine
delâlet eder.
4- Allah'ın
varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed'in
(a.s.) Aî-ah'm kulu ve Resulü olduğuna, îsa Peygamberin Allah'ın bir
ke-Lmesi olup Meryem'e ilka olduğuna şehadet eden, Cennet ve Ce-Lennem'in hak olduğuna inanan kimsenin
Cennet'e sokulacağı, na-nazı terkinden dolayı kişinin kâfir olmayacağına delâlet
eder.
Aynı zamanda Allah'ın
varlığına ve birliğine, Muhammed'in de )'nun kulu ve Resulü olduğuna şehadet
eden kimseye Cehennem ıteşinin haram kılınması hakkındaki rivayet de, farzın
terki küfrü gerektirmediğini isbatlar.
Ümmetten Allah'a ortak
koşmadığı halde ölen kimsenin inşaal-.ah Peygamber (a.s.) Efendimiz'in
şefaâtına nail olacağının müjde ;enmesi de farzı terkeden kimsenin küfre
girmediğine delâlet eden belgelerden biridir.
Halisen lâ ilahe
illallah diyen kimsenin en çok şefaâta nail olup mutlu olacağı hakkındaki haber
de bu delillerden bir başkasıdır.
Müslümanla savaşmak
konusuna gelince: Müslümanın kanını, malını helal sayarak savaşan kimse küfre
girer. Bunları ve onunla savaşmayı helâl saymadığı halde yine de savaşırsa,
büyük günâh işler. Hadîsteki, «Gnunla savaşmak küfürdür» cümlesi bu manâ ile
yorumlanır.
Kendini bile bile
babasından başkasına nisbet eden kişinin küfre girmesi de yorum isteyen bir
konudur. Soy sop bağlarının lüzumsuzluğuna ve saçma olduğuna inanıp zina ve
benzeri ahlâksızlıkları mubah sayarsa küfre girer. Sadece bilerek de olsa, kendini
başkasına nisbet edip bunun mubah olduğuna inanmıyorsa, küfre girmez, büyük
günâh işlemiş olur.
Diğer rivayetler ve
hadîslerin tahlilleri:
1072 no'lu Ebû Hüreyre
(r.a.) hadîsini Ebû Davud üç tarikle tahrîc etmiştir: İkisi Ebü Hüreyre'ye,
biri Temîm ed-Dârî'ye dayanır. Her üç rivayeti de tenkid eden olmamıştır. Ne
Ebü Dâvud, ne de el-Münzirî bunlar üzerinde konuşmuştur. Nesâî isnad-ı ceyyid
ile tahrîc etmiş; ricali de sahih kişiler olarak kabul edilmiştir. İbn Kattan
da bunu sahîhlemiş, Hâkim kendi Müstedrek'inde rivayet ederken, «isnad-ı
sahihtir» diye kaydetmiştir. Buharı ile Müslim bu hadîsi tahrîc etmemiştir.
Sonuç olarak, yukarıda
belirttiğimiz gibi, hadisten farzlarda meydana gelen noksanlıklar nafilelerle
kapatılır, hükmü ortaya çıkıyor ve namazı terkedenin küfre girmediği
anlaşılıyor.
Diğer hadîslere
gelince: Önceki âlimlerle, sonra gelen âlimler şu hususta birleşmişlerdir: «Lâ
ilahe illallah diyen Cennet'e girer» mealinde varid olan bütün hadisler
birtakım kayıtlarla mukayyed bulunmaktadır; şöyle ki, farzları yerine getirmiş
olması, büyük günâhlardan kaçınıp, işlenilenlerinden tövbe edip dönüş yapması
gerekir. Mücerred şehadet ne yeterlidir, ne de Cennet'e girmemek için kâfi bir
hüccettir.» Nitekim İmam Nevevî diyorki: Bu kelimeyle ilgili rivayet
mücmeldir, açıklamaya muhtaçtır : Kim şehâdette bulunur, hakkını ve farzlarım
yerine getirirse, o Cennet'e girer.» Hasan el-Basrî de aynı görüştedir. Buharı
ise, «Bunu pişmanlık duyup tevbe ettiğinde söyler ve akabinde ölürse, Cennet'e
girer» demektir, diye ayrı bir yorum getirmiştir. Ayrıca Nevevî bütün görüşleri
toplayarak hepsinden ortaklaşa şu neticeyi çıkarmıştır: «Allah'ın varlığına ve
birliğine inanıp şehâdette bulunan her mü-vahhid, ya affedilerek hemen Cennet'e
konulur, ya da gereken cezayı çektikten sonra oraya alınır. Cehennem ateşinin
ona haram kılınmasından maksat ise, orada ebediyyen kalmayacağıdır... Nitekim
Kadı Iyaz da bu anlamda bir yorumda bulunmuştur.
Sonuç olarak' şöyle
diyebiliriz :
1-
Farziyetini red ve inkâr etmedikçe namaz ve benzeri ibâdetleri terketmek
kişiyi küfre sokmaz. Sadece büyük günâh işlemiş olur.
2- Sadece
şehâdette bulunup Allah'ın birliğine inanan kimse, hesaba çekilip gereken azabı
çektikten sonra Cennet'e girer, Cehen-nem'de ebedî kalmaz. Ancak şehadetten
maksat, Allah'ın varlığına-Hz.
Muhammed'in Peygamber olduğuna inanıp şehâdette bulunmaktır. [33]
Çocıik, ana babasının
bir kopyası, içinde yetiştiği muhitin ahlâk ve kültürünün küçük bir modelidir.
Ana baba bir yay, çocuk ise bir oktur. Onu ne yana, nereye atarlarsa oranın
rengini ve karakterini alır. Ailesi onu küçük yaşta ya iyiye, doğruya ve
güzele çevirip yönlendirir; ya da ona bir takım kötü itiyadlar kazandırır.
Ergen olduktan sonra Allah'ın hidâyetine lâyık görülürse kurtulur, değilse,
aldığı renk ve maya ile bir ömür tüketir.
O bakımdan büyük
terbiyeci Hz. Muhammed Ca.sJ Efendimiz, çocuk terbiyesine gereken önemi vermiş
ve bu hususta sağlıklı bütün yolları göstermiştir.
Namaz kılan ve helâl
lokma ile geçinen ana babanın çocuklarına verdikleri örnek, eğitimin
omurgasını teşkil eder. Bunun aksine bir tutum çocuğun elden çıkmasına neden
olur.
Çocuk henüz fazilet
kalıbında şekillenmeye müsait bir dönemde iken onu namaz ve benzeri ibâdetlere
alıştırmak bir bakıma farzdır. Küçük çocuğunu avutup yanına çağırırken avucunda
hurma bulunduğunu ve hemen geldiği takdirde onu kendisine vereceğini söyleyen
annenin bu hareketine şahit olan Peygamber (a.s.) Efendimiz, ona : «Elinizde
cidden hurma var mıdır? Sakın çocuğa yalan söyleyerek onu avutmaya çalışma,
sonra güvensizlik doğurur ve çocuğu da yalana alıştırırsın, o yüzden günah
işlemiş olursun! Buyurarak çocuk eğitiminin nasıl bir dikkat ve itina istediğini
belirtmiştir.
Bizim konumuz ahkâmla
ilgili olduğundan meselenin derinliğine inmek istemiyoruz. Sadece çocuğu küçük
yaşta namaza alıştırma ve hayatı bir baştan bir başa düzende tutmaya yeten bu
ibâdete onun kalbini, ruhunu ve dimağını açma konusunu işleyeceğiz. Önce
ilgili hadîsleri nakledelim:
Amir b. Şuayb
(r.a.)'den yapılan rivayette, o babasından, o da dedesinden rivayetle
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir :
«Çocuklarınız yedi yaşında iken onlara namaz ile emrediniz; on yaşma
girdiklerinde (kılmazlarsa ölçülü ve yönlendirici anlamda) dövünüz ve yataklarını ayırınız.»[34]
Hz. Aişe (r.a.)'dan
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in. şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Üç (kimse) hakkında kalem kaldırıldı: Uyanmcaya kadar uyuyandan,
ergen oluncaya kadar çocuktan, aklî dengesi yerine gelinceye kadar deliden...»[35]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Çocuk
yedi yaşma girince onu namaza alıştırmak sünnettir.
2- On yaşma
girince, bu alışkanlığını sürdürmesini sağlamaya çalışmak ve çocuk eğitiminin
son çarelerinden ve yeri geldiği zaman uygulanmasında fayda olan
dayağa başvurmak müste-habdır. Ancak bu yara-bere açacak, çocuğu rencide
edecek, kişiliğini zedeleyecek ölçüde değil de, hafiften kaba kısımlarına
dokunmak ve o korkuyu vermek şeklinde olmalıdır.
3-
Çocuklar on yaşma girince, yataklarını
ayırmak, özellikle kız çocuğuyla erkek çocuğunu birbirinden uzak tutup
yataklarını ona göre düzenlemek sünnettir.
4- Uykuda
meydana gelen ve günâh anlamında olan şeyler amel defterine yazılmaz. Çünkü
olup bitenlerin hemen hepsi kişinin irâdesi dışında cereyan eder,
5- Çocuk
ergen oluncaya kadar, günâh
mahiyetinde işlediği
hiçbir fiil amel
defterine yazılmaz, çünkü bu dönemde henüz mü-bllef değildir.
6- Aklî
dengesini kaybeden bir kişiden de sadır olan günâh 3 kötülükleri amel defterine
yazılmaz ve bunlardan dolayı sorum tutulmaz.
Mezhepler bu konuda
ittifak halindedir.
Birinci hadîsi Hâkim
de tahrîc etmiştir. Tirmizî ile Darekutnî ynı hadîsi Abdülmelik b. Rabi' b.
Sebre el-Cühenî babasından, de-esinden rivayet etmişler .ancak çocukların
yatağının ayrılmasını ikretmemişlerdir.
Bezzar'm Ebû Râfi.den
yaptığı rivayette bu konuda şöyle tes-dt yapılmıştır: «Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in vefatından sonra :endisine ait bir kıhç kınının içinde yazılı bir
salılfe bulduk, içinle şunlar yazılıydı: Bismi'llâni'r-Rahmânî'r-Rahîm. Erkek
ve kız ;ocuklar ile erkek ve kız kardeşler yedi yaşma girdiklerinde
(ya-aklarını) ayırınız, dokuz yaşma (buyurduğunu sanıyorum) gir-likleri zaman
namaz (kılmadıkları takdirde) dövünüz.»
[36]
Muâz b. Abdullah îbn
Habîb el-Cühenî'den yapılan rivayette, ) kendi eşine veya başka bir kadına
sormuştu: «Çocuk ne zaman lamaz kılar?» Kadın şu cevabı vermişti: «Bizden bir
adam, Resû-üllah (a.s.) Efendimiz'den rivayetle, şöyle buyurduğunu söyledi :
'Çocuk sağını solundan ayırd edip bilince ona namaz ile emredin!» 3unu aynı
zamanda Ebû Dâvud da tahrîc etmiştir. îbn Kattan, «biz le o kadını, ne de ona
bu hadisi söyleyen adamı tanımıyoruz» demiştir.
Taberânî'de bu anlamda
bir rivayet yapmıştır. İbn Sâid, bu rivayetin isnadı hasen ve gariptir.
Bu konuda ayrıca Ebû
Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette —ki aynı rivayet Enes'den (r.a.) de
yapılmıştır— şöyle buyurmuştur : «Çocuklara yedi yaşma girince namaz ile
emredin ve onüç yaşma girince (kılmadıkları takdirde, dövün!») Taberânî'nin
naklettiği bu hadisin râvileri arasında Davud b. Muhabber bulunuyor ki, bu zat
metruktür. Hadisi rivayette teferrüd etmiştir. Ahmed b. Hanbel'e göre, Dâvud,
hadîs nedir bilmez. îbn Medenî, «onun hadîsi alınmaz,» demiştir. Ebû Zür'â ise,
onun hadîsinin zayıf olduğunu, Ebû Hatim,
onun sıka
(güvenilir) olmadığını
belirtmiştir. Darekutnî de onun hadisinin metruk olduğuna dikkatleri çekmiştir.
Emir bu babda nedb ve
istihbabı ifade eder...
İkinci hadîsi yani
1077 nolu hadîsi aynı zamanda İbn Hibban ve Hâkim Hz. Aişe'den (r.a.) rivayet
etmişlerdir. Ayrıca bu iki mu-haddîsle birlikte Nesâi' Darekutnî ve İbn Huzayme
Hz. Ali'den (r.a.) rivayet etmişlerdir. Ancak Ebû Zer'â Hz. Ali'den (r.a.) rivayet
edilenin mursel olduğunu söylemiştir. Nitekim İbn Mâce, Kasım b. Yezîd'den onun
da Hz. Ali'den Cr.a.) bunu mursel olarak rivayet ettiği bilinmektedir. Tirmizî
ise, Hasan el-Basrî tankıyla Hz^ Ali'den (r.a.) rivayet etmişse de Ebû Zer'â,
Hasan el-Basrî'nin Hz. Ali'den (r.a.)
bunu işitmediğini kaydetmiştir. (1086).
-[37]
Ayrıca aynı hadîs
başka tariklerle de rivayet edilmiştir. Hepsi biraraya gelince kuvvet kazanmakta
ve ihticaca uygun görülmektedir. [38]
1- İlgili
hadîslerde geçen «emredin»
tabiri nedb ve istihbab ifade
eder.
2- Yedi
yaşma giren çocuk —kız olsun erkek olsun— namaza alıştırılır ve bu ana babanın
görevidir. Terkinde kerahet söz koşudur.
3- Çocuk on
veya dokuz yaşma girince namazı bırakmaması için gayret edilir. Eğitimle heveslendirilip itiyad
edinmesi sağlanır. Aksi halde yara bere açmayacak, kişiliğini
zedelemiyecek şekilde dövülür. Bu sünnettir.
4- On veya
dokuz yaşma girdikleri zaman yatakları
ayrılır. Bu da sünnettir.
5- Çocuk
ergen oluncaya kadar ilâhî tekliflerle mükellef değildir. O bakımdan o yaşa
kadar bilerek, bilmeyerek işlediği günâhlar
amel defterine yazılmaz. Uyku hah ile
cinnet dönemi de böyledir... [39]
İslâm, ruha yepyeni
bir hayat getirir; kalbi her türlü kirden .rındırıp vicdanı berraklaştırır. O
bakımdan yıllarca küfür ve şirk »ataklığında kirlenen bir gişi, İslâm'ı din
olarak seçip Kelime-i Şe-ıadeti getirince, anasından yeni doğmuş gibi olur ve o
güne kadar naibini karartan, ruhunu silik hale getiren bütün mânevi kirlerden
.emizlenir. Artık geçmişiyle muahaza edilmez, o güne kadar yap-ııklarıyla
kınanmaz. Onun için taze bir hayat başlar. İslâm'a gir-liği andan itibaren
iyilik ve kötülükleri yazılır...
İlgili hadîs:
Amir b. Âs (r.a.)'den
yapılan rivayette, Peygamber Ca.s.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «İslâm kendinden önceki şeyleri söküp ıatar...»[40]
Bu hadisi aynı zamanda
Taberânî ile Beyhakî de tahric etmiştir. İbn Sa'd ise Cübeyr b. Mut'im
hadîsinden naklen rivayet etmiştir. Müslim ise bu hadîsi değişik bir lâfızla
kendi Sahîh'inde şöyle rivayet etmiştir: «Bilmez misin ki, İslâm kendinden
önceki şeyleri (temelinden) yıkar da (atar) ve hicret de kendinden önceki şeyleri
yıkar. Hacc da kendinden önceki (kul hakkı dışındaki) şeyleri (günâhları)
yıkar...»
Yine Müslim'in
Sahîh'inde Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'den yapılan rviâyette, adı geçen şöyle
anlatmıştır: «Ya Resûlellah! Cahi-liyye devrinde işlediklerimizden dolayı
muahaza olunacak mıyız?» Diye sorduk. Buyurdu ki : «Kim İslâm'da ihsan üzere
bulunur (îs-lâmiyetini güzelleştirir) se, cahiliyyetteki yaptıklarından dolayı
mu-âhaza edilmez. Kim de İslâm'da kötülük işler (İslâmiyetini
güzelleştir-mezse), hem öncekilerle, hem sonrakilerle muahaza edilir.»
Bu hadîs mukayyed,
yukarıdaki ise mutlak anlamda idi. O halde mutlakı mukayyed üzerine hamletmek
vâcibdir. Bu nedenle İslâm'ın kendinden önceki günâhları kökünden yıkıp
temizlemesi için ona girenin İslâmiyetini güzelleştirmesi, ihsan doğrultusunda
bulunması şarttır.
Burada hadîsteki
«ahsene» fiilinin asıl delâlet ettiği manâyı, taşıdığı hükmü bilmeye ihtiyaç
vardır. Aksi halde sağlıklı bir sonuç veya hüküm çıkarmak mümkün değildir. İlim
adamlarına göre, konunun temasım teşkil eden «ihsan», küfrü bırakıp İslâm'ı
seçerken gönülden inanmış olması, İslâmî hükümleri tereddütsüz kabullenmesi ve
Allah'ın emrettiklerine inanıp imkânı nisbetin-de yerine getirmesi demektir. [41]
1- İslâm
kendinden önceki günâhları kökünden koparıp atar.
2- Bir kâfir
günâh ve kusuru ne olursa olsun, iyi niyetle halisane bir özentiyle İslâm'ı
seçip kabullendikten sonra onun bütün emirlerini tereddütsüz benimser ve amel
etmeye çalışırsa, geçmiş bütün günâhları
temizlenip anasından doğmuş gibi olur.
3- Hicret
de, kendisinden önceki
kusur, günâh ve ihmalleri yıkıp temizler.
4- Hacc da
kendinden önceki günâhları yıkıp
temizler. Ancak son iki durumda şu
istisnayı unutmamak gerekir: Kul hakkı bunun dışındadır, yani o temizlenmez,
hakk sahibi razı edilmedikçe...
Özetliyecek olursak,
İslâm'a giren kimse hakikaten girmiş olacak, yani hem zahiren, hem batmen onu
kabullenip benimseyecek. O takdirde geçmiş günâhları temizlenip atılır. Nevevî
de buna yakın bir yorumda bulunmuştur.[42].Nevevî
aynı zamanda bu hususta icma' vaki olduğunu belirtmiştir. [43]
Vakit, namazın
şartlarından biridir. Günün belli vakitlerinde insanın yüce yaratanının
huzuruna çıkıp, bir bakıma onunla konuşması kadar eğitici ve yönlendirici bir
başka eğitim yoktur. Her yönüyle iç ve dış disiplini sağlar; ahlâk ve fazilet
duygularını geliştirir, hayatıAllah'ın iradesi doğrultusunda— düzene sokar.
Ancak mahalli saatlere
göre vakitleri belirlememiz emredilir-ken, 45. dereceden itibaren gün ve
gecelerin anormal şekilde uzayıp kısaldığı ve daha yukarılarda kutuplara doğru
günlerin ve gecelerin aylarca sürdüğü bir gerçektir. Vakti namazın
şartlarından biri olarak belirleyen dinimizin, sözünü ettiğimiz bölgelerde
vakit kavramının kalktığını dikkate almış mıdır ? Deccal hadîsi her türlü şüpheyi
giderecek bir açıklıktadır. Bir günün bir yıl kadar süreceğini söylemesi
üzerine ashab-ı kirâm'm öyle bir günde namaz ve oruç ibâdetinin nasıl yerine
getirileceğini sorduğu ve Peygamberimizin de (A.S.), «ona göre takdir edin»
yani beş vaktin gerçekleştiği yerin saatlerine göre vakitleri belirleyip
ibâdetinizi yapınız, buyurduğu, bizi yeterince aydınlatmaktadır.
Böylece îslâm Dininin
bütün çağlara ve milletlere hitap etme kudretini kendinde taşıdığı ve bütünüyle
ilâhî olduğu bir defa daha isbatlanmış oluyor.
Vakitlerin
belirlenmesi, günlük hayatı dünya ile âhiret, bedenle ruh arasında denge ve
düzen kurmamızı ilham ederken Rasûlüllah (A.S.)
Efendimiz'in bu konuda neler buyurduğunu naklediyoruz:
Câbir b. Abdillâh
(R.A.)'den yapılan rivayette demiştir M: .Cibril (A.S.), Peygamber (A.S.)
Efendimiz'e geldi ve şöyle dedi: Kalk la namaz kıl! Peygamberimiz de güneş
gökkubbeden batıya doğru neyledince kalkıp öğle namazım kıldı. Sonra ikindi
vıakti Peygam->erimiz'e gelerek, kalk (bu vaktin) namazım kıl, dedi.
Peygamberiniz de her şeyin gölgesi bir mislini bulunca ikindi namazını kıldı.
Sonra akşam vakti ona geldi ve, kalk da (bu vaktin namazım kıl, îedi.
Peygamberimiz de güneş (ufukta) sakıt olup (kaybolunca) akşam namazını kıldı.
Sonra Cibril yatsı vakti geldi ve kalk (bu vaktin) namazım kıl, dedi.
Peygamberimiz de şafak (batı ufkunda görünen kızıllık veya sarılık) kaybolunca
kalkıp yatsı namazını kıldı. Sonra Cibril fecir vıakti ona geldi ve kalk (bu
vaktin) namazım kıl, dedi. Fecir ışıldayınca Peygamberimiz sabah namazını
kıldı. (Veya fecrin aydınlığı yükselince namaz kıldı)
Sonra Cibril (A.S.Î
ertesi gün Peygamber (A.S.) Efendimiz'e geldi ve öğle için şöyle dedii Kalk da
(bu vaktin namazım kıl. Peygamberimiz de her şeyin gölgesi bir mislini bulunca
öğle namazım kıl-jdı. Sonra ikindi vakti ona gelip, kalk da (bu vaktin)
namazını kıl,
dedi. Peygamberimiz de
her şeyin gölgesi iki mislini bulunca ikindi namazını kıldı. Sonra akşam vakti
gelip ve onu tek bir vakit olarak (belirledi) artık o değişmedi. Sonra yatsı
vakti ona geldi ki, gecenin yarısı geçmiş bulunuyordu ve üçte biri geçmiş idi,
yatsı namazını kıldı. Sonra (sabah vakti) ona geldi ki, ortalık cidden
aydınlanmıştı ve ona: kalk ela (bu vaktin) namazını kıl, dedi. Peygamberimiz de
fecir (sabah) namazını (emredilen vakitte) kıldı. Sonra da Cibril (A.S.) şöyle dedi: Bu iki vaktin arası (faziletli)
vakittir...»[44]
Buhari, bu hadis namaz
vakitleri hakkında en sahihidir, demiştir.
İbn Abbas (R.A.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «(Melek) Cibril, Beyt'in (yani Kabe'nin) yanında iki defa bana
imamlık etti...» Ve Cabir'in hadisinin benzerini anlattı, ancak burada şunu
zikretti: «İkinci bir defa, ertesi günün ikindi vakti için her şeyin gölgesi
bir mislini bulunca namaz kıldı...» Ve Peygamber (A.S.) bu haberinde şunu da
söyledi; «Sonra gecenin üçte biri geçince son işa (yatsı) yi kıldı ve sonra da
şöyle dedi: «Yâ Muhammedi Bu, senden önceki peygamberlerin vaktidir. (Senin
için) vakit ise, bu iki vaktin arasıdır.[45]
Tirmizî bu hadisin hasen olduğunu belirtmiştir.
Hadislerin açık
delâletinden anlaşılan hükümler:
1- Vakit
namazları mahallî saatlere göre Melek Cebrail'in talimatına göre
belirlenmiştir.
2- Öğle
namazı için, biri her şeyin gölgesi bir mislini bulunca, diğeri güneş
gökkubbeden batıya meylettiğinde kılınmak üzere iki vakit belirlenmiştir.
3- İkindi
namazı için biri her şeyin gölgesi bir mislini bulunca, diğeri her şeyin
gölgesi iki mislini bulunca kılınmak üzere iki vakit belirlenmiştir.
4- Akşam
namazı için, güneşin batı ufkunda batıp kaybolması vakti belirlenmiştir.
5- Sabah namazı için, biri fecir doğunca, diğeri
ortalık iyice
ağarınca kılınmak
üzere iki vakit belirlenmiş ve bu iki vaktin ortası tavsiye edilmiştir.
6- Yatsı
namazı için, batı ufkundaki kızıllığın veya sarılığın taybolması ve bir de
gecenin üçte biri veya yansı geçtikten sonra alınmak üzere iki vakit
belirlenmiştir. Bu iki vaktin ortası tavsiye idümiştir.
7- Melek
Cebrail nasıl imamlık yapılacağını fiilî olarak Peygamber (A.S.) Efendimiz'e imamlık ederek
göstermiştir.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların görüş, istidlal ve ilıticaclari:
a)
Hanefilere göre:
Sabah namazının ilk
vakti «fecr-i sadık»'m doğmasıyla başlar, güneş doğuncaya kadar devam eder. Bu ikisinin
ortasını ayarlayıp sabah namazını kılmak efdâldir.
«Fecr-i sadık»'dan
maksat, sabahleyin doğu ufkunda enine yayılan aydınlıktır. Bunun aksine bir de
«fecr-i kâzîb» vardır ki, sabahleyin doğu ufkunda önce dikey olarak bir
aydınlık belirir; bu, sabah namazının vaktinin henüz girmediğini ama çok yakın
olduğunu gösterir.
Buna işaretle
Rasûlüllah (A.S.) Efendimiz, «Bilâl'ın (ilk) eza-nıyla fecr-i müstatil (doğu
ufkunda beliren dikey aydınlık) sizi aldatmasın!» buyurmuştur.[46]
Çünkü Bilâl, biri fecirden önce, biri de fecir doğduktan sonra iki ezan okurdu.
Hadîsin de açık delâletinden, birinci fecir, ufukta dikey bir aydınlık olarak
belirir ki, henüz sabah namazının vakti girmiş sayılmaz. İkinci fecirde ise
aydınlık ufukta enine yayılır ve artık namaz vakti girmiş demektir.
Öğle namazının
başlangıç vakti hakkında görüş birliği vardır. Güneş gökkubbe'nin tam ortasına
gelip dikey cisimlerin gölgesi son bularak titreşip yerinde kaldığı andan sonra
batıya doğru meyletme-siyle öğle namazının vakti girmiş olur. Vaktin sonu
hakkında farklı görüş vardır: İmam Ebû Hanîfe'ye göre, her şeyin gölgesi
—fey'-i zeval hariç —- iki mislini buluncaya; İmam Ebû Yusuf ile İmam
Mu-hammed'e göre, yine fey'-i zeval hariç bir mislini buluncaya kadar devam
eder.
Bu her iki ictihâdla
da amel edinilebilir...
İkindi namazının vakti
hakkında da aynı farklı görüşler söz ko-
nusudur. Her şeyin
gölgesi bir mislini veya iki mislini bulunca ikindi vakti girmiş olur ve güneş
batmcaya kadar devam eder.
Akşam namazının vakti
hakkında da imamların farklı görüşleri olmuştur: İmam Ebû Hanîfe'ye göre, batı
ufkunda beliren kızıllıktan sonra ortaya çıkan beyazlık kaybolunca akşam vakti
sona ermiş, yatsı vakti girmiş olur. İmâmeyn'e göre, sadece kızıllığın kaybolmasıyla
akşam vakti sona ermiş ve yatsı vakti girmiş sayılır.[47]
b) Şâfiilere göre:
Öğle namazının vakti,
güneşin gökkubbenin ortasından batıya doğru meyletmesiyle başlar ve istivâ-i
şems gölgesinden başka her şeyin gölgesi bir mislini buluncaya kadar sürer ve
böylece ikindi namazının vakti girmiş olur da güneş batmcaya kadar devam eder.
Uygun olanı ise, ikindi vaktini, her şeyin gölgesi iki mislini bulduktan
sonraya bırakmamaktır. Akşamı da güneşin batması gerçekleşince hemen
kılmaktır. Ancak batı ufkundaki kızıllık kayboluncaya kadar akşam namazının
vakti sürer. Bu Şafiî'nin kavl-i kadîm'ine göredir. Kavl-i cedîd'inde ise,
güneş battıktan sonra bir abdest alacak, avret yerini örtecek, ezan ve ikamet
okuyacak ve beş rek'at kılınacak kadar bir sürenin geçmesiyle akşam namazının
vakti sona erer.
İmam Yahya
en-Nevevi'ye göre, kavl-i kadîm daha zahirdir.
Yatsı namazının ilk
vakti, batı ufkundaki kızıllığın kaybolmasıyla başlar ve fecir doğuncaya kadar
sürer. Ama en uygun- olanı, gecenin üçte birinden sonraya geciktirilmemesidir.
Sabah vakti, fecr-i
sadık'm doğmasıyla başlar güneş doğuncaya kadar sürer. Daha uygun olanı, bu
namazı ortalık ağarıncaya kadar geciktirmemektir.[48]
c) Hanbelîlere göre:
Bu mezhep imamlarına
göre de, öğle namazının vakti, zeval ile başlar ve her şeyin gölgesi — hey'-i
zeval hariç — bir mislini buluncaya kadar devam eder. Ve bundan biraz sonra
ikindi vakti girer. Her şeyin gölgesi iki mislini bulunca ihtiyar vakti çıkmış
olur. Gü-
neş batmadan ikindi
namazının bir rek'atine ulaşan kimse ona biz-ırure ulaşmış olur.
Akşam namazının vakti
ise güneşin batmasıyla girer ve batı uf-tunda kızıllık kayboluncaya kadar devam
eder. Yatsı namazının akti, kızıllığın kaybolmasıyla başlar ve fecir doğuncaya
kadar sü-|er. Ancak uygun olan vakti gecenin üçte biri henüz geçmeden kılm-lasıdır.[49]
d) Mâlikîlere göre:
Öğle namazının vakti,
zeval ile başlarsa da zeval vaktindeki gölle bir zira' (60 - 70 cm,) olunca
kılmak ve dikey cisimlerin gölgesi pir mislini buluncaya kadar vaktin devam
ettiğini bilip ona göre Ayarlamak efdâldir.
Sabah namazı ise,
yıldızlar henüz rahat görüldüğü zaman kılı-ırsa afdaldır. Fecr-i sadık'm
doğmasıyla vakit girmiştir ve ortalık |yice aydmlanmcaya kadar devam eder.
Nitekim Hz. Ömer (R.A.) de Musa
el-Eş'ârî'ye bu mealde bir mektup yazmıştır.[50]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, tesbitler ve tahliller:
Sabah namazının fecr-i
sadık'm doğmasıyla birlikte kılınmasını laha uygun gören İmam Şafiî ve
arkadaşları bu hususta bazı rivayetlerle istidlal etmişlerdir ki, Ebû Cafer
et-Tahavî bunları şöyle sıralamıştır:
Hz. Aişe (R.A.)'den.
yapılan rivayette demiştir ki: «Biz mü'mine kadmlar olarak Rasûlüllah (A.S.)
Efendimizle birlikte sabah namazını dış elbisemize bürünüp örtündüğümüz halde
kılar ve kendi ailemize döndüğümüzde (yolda, çevrede) bizden hiçbiri
tanınmazdı.»
Bu, ortalık henüz
iyice ağarmadan namaz kılıp evlerine döndüğünü ifade etmektedir.
Beşir b. Ebi Mes'ud'un
babasından yapılan rivayete göre, «Raûlüllah
(A.S.) Efendimiz sabah namazını
ortalık henüz karanlık iken kıldı, sonra ortalık iyice ağannca kıldı ve vefat
edinceye kadar bir daha iyice ajprıncaya kadar bırakmadı, karanlık iken kılmaya
devain etti.»
Nehik berim'in Muğis
ibn Semiy'den yaptığı rivayete gö-
re, Muğîs şöyle
demiştir: »İbn Zübeyr ile beraber sabah namazını ortalık henüz karanlık iken
kıldıktan sonra ben İbn Ömer'e dönüp, bu nedir? diye sordum. O bana şöyle dedi:
Bu, bizim Rasûlüllah (A. S.) Efendimiz'Ie beraber kıldığımız, Ebûbekir ve Ömer
ile birlikte devam ettiğimiz namazdır. Hz. Ömer öldürülünce Hz. Osman (R.A.)
sabah namazını artık ortalık biraz aydınlanınca kılmaya başladı.»
Râfi' b. Hudayc
(R.A.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (A. S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«Sabah namazım ortalık aydınlanınca kılınız! Siz ne kadar böyle aydınlık
olunca sabah namazını kılarsanız onun ecri
(o nisbette) büyük olur.»
Ebû Cafer birbiriyle
tearuz eden iki rivayeti birçok kanallardan tesbit ederek rivayet ettikten
sonra iki rivayet arasını te'life çalışarak şöyle demiştir: «Ortalık henüz
karanlık iken sabah namazına başlamak ve ortalık aydınlanınca namazı bitirip
(camiden) çıkmak en uygundur. Nitekim bu Ebû Hanîfe'nin, Ebû Yusuf'un ve
Muham-med b. Hasan'm kavlidir.»[51]
Tahliller:
Bir nolu Cabir
hadîsim, îbn Hibban ile Hâkim de tahrîc etmişlerdir. Tirmizî de kendi
Sünen'inde —az yukarıda da belirttiğimiz gibi— Buharı'den naklen onun şöyle
dediğini belirtmiştir: «Bu bab-da en sahîh rivayet de budur!..»
îbni Abbas (R.A.)
hadisine gelince, onu Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvud, İbn Huzeyme, Darekutnî ve
Hakim tahrîc etmiştir. Ancak isnadında üç ravi ihtilâf konusudur. Birincisi,
Abdurrahman b. Ebî Zennad'dır. İbn Mehdi gibi bir hadis âlimi ondan hadîs
rivayet etmemiştir. Ahmed b. Hanbel «o, muzdaribü'l-hadîstir» demiştir. Ne-sâî
onun zayıf olduğunu belirtmiş; Yahya b. Maîn ile Ebû Hatim, «onun hadisiyle
ihticac edilmez» demişlerdir. îmam Şafiî de onun zayıf olduğuna dikkatleri
çekmiştir. Ancak Medine'de tahdîs ettiklerinin Bağdat'ta tahdis ettiklerinden
daha sahîh olduğu söylenir, îmam Mâlik ise, onun sıka (güvenilir) olduğunu
söylemiştir. Buha-rî ise onun bir başka hadîsini şahit olarak gösterip delil
saymıştır.[52]
İkincisi, birinci
râvinin şeyhi Abdurrahman b. Hars b. Abdullah b. îyaş'dır. Ahmed b. Hanbel
onun «metruk» olduğunu, İbn M&-
in ise «salih,
elverişli ve uygun» olduğunu, Ebû Hatim onun «şeyh -hadîste çok bilgili»
olduğunu, İbn Sa'd onun «sıka» olduğunu, Ibn Hibban onun «ehl-i hadis»
bulunduğunu söylemiştir,[53]
Üçüncüsü, Hakim b.
Hakim'dir ki, îbn Ubad b. Hanîf olarak bilinir. Ebû Sa'd, «hadis rivayeti pek
azdır, rivâyetiyle ihticac olunmaz» derken, İbn Abdilberr ve Ebûbekir b. Arabi,
İbn Abbas'm yukarıdaki hadîsini sahihleyerek Hakîm'in rivayetini salih
görmüştür. Ze-hebî ise onu Hakim b. Ebi Hakim şeklinde tesbit edip meçhul olduğunu
belirtmiştir.[54]
Sözünü ettiğimiz
raviler hakkındaki görüş ve tesbitler tek noktada birleşmediğinden hadîsler
ihticaca elverişli kabul edilmiştir. Zeylâî ise bu konuda Cibril'in imametiyle
ilgili hadîse yer verip, şu mealde nakletmiştir: «Cibril, Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz'e birinci gün fecir doğunca; ikinci günü ortalık cidden aydınlanınca
neredeyse güneş doğmak üzere iken imamlık ettikten sonra şöyle demiştir: .
«Şu iki vaktin ortası seninle ümmetin
için vakittir.»
Bu hadisi ashabdan,
İbn Abbas, Cabir b. Abdillâh, îbn Mes'ûd, Ebû Hüreyre, Amir b. Hazim, Ebû Saîd
el-Hudrî, Enes b .Mâlik ve İbn Ömer gibi kadri yüce ilim adamları rivayet
etmişlerdir. Allah hepsinden razı olsun,..
Hz. Cabir b.
Abdillah'm (R.A.) rivayet ettiği hadîsi biraz değişik lâfızlarla İbn Abbas
şöyle rivayet etmiştir: «Cibril, Beyt'in (Kabe) yanında iki defa bana imamlık
etti: Birinci defa güneşin istiva gölgesi nalm kayışı gibi olunca öğle namazını
kıldırdıktan sonra her şeyin gölgesi bir mislini bulunca ikindi namazını
kıldırdı. Sonra güneş batıp kaybolunca akşam namazını kıldı ki, bu vakitte oruçlu
iftar eder. Sonra da şafak (ufuktaki kızıllık) kaybolunca yatsı namazını
kıldırdı. Sonra da fecir iyice doğup aydınlanınca ve oruçluya artık yeme içme
haram olunca sabah namazını kıldırdı. İkinci defa ise, her şeyin gölgesi bir
mislini bulunca, bir gün önceki ikindi vaktinde, öğle namazını kıldırdı, sonra
her şeyin gölgesi ^i mislini bulunca ikindi namazını kıldırdı. Sonra akşam
namazını ilk gündeki vaktinde kıldırdıktan sonra gecenin üçte biri geçince yatsı
namazını kıldırdı. Sonra da ortalık ağarmca sabah namazını kıldırdıktan sonra
Cibril bana dönüp şöyle dedi: Ya Muhammedi Bu,
senden önceki
peygamberlerin vaktidir; (senin için) vakit ise bu iki vaktin arasıdır.»
Tirmizî bu hadîs için
«sahîh-hasen» demiştir. Ayrıca îbn Hibban gibi değerli bir hadis hafızı
sahîhlemiş ve Hâkim kendi Müs-tedrek'inde bunu sahih bir tesbitle rivayet
etmiştir. Buharî ve Müslim bunu tahric etmemiştir.
Ancak yukarıda da
belirttiğimiz gibi ravîlerden Abdurrahman b. Haris hakkında söz söylenmiş,
«merukû'l-hadîs» olduğunu belirtenler bulunmuştur. Ahmed b. Hanbel onlardan
biridir. îbn Cevzî de onu Kitabu'd-Duâfa'da zikretmiş, Nesâî, îbn Maîn ve Ebû
Hatim er-Razî onu müliym bulmuşlardır. İbn Sa'd ve İbn Hibban onun sıka
olduğuna dikkat çekmiş, İbn Huzeyme kendi Sahîh'inde ona yer vermiştir.
Netice, Zeylâî diyor
ki: İbn Abbas'm bu hadisini rivayet edenlerin hemen hepsi ilimle şöhret bulan
zatlardır. Abdurrezzak da aynı hadisi Sevrî'den tahric etmiştir.
îbn Abbas'm rivayetine
yakın bir diğer rivayet Ebû Hüreyre'-den
(R.A.) yapılmıştır ki, meâlen şöyledir: «Cebrail (A.S.), Peygamber (A.S.) Efendimiz'e gelerek ona iki ayrı
vakitte namaz kıldırdı, ancak akşam namazını bir vakitte kıldırdı. Peygamberimiz (A.S.) buyurdu ki: «Cibril bana geldi,
güneşin istiva vaktinde gölgesi nalın kayışı kadar olunca öğle namazını bana
kıldırdı. Sonra gelip gölge bir mislini bulunca ikindi namazım kıldırdı. Sonra
akşam vakti gelip güneş kaybolunca bana namaz kıldırdı. Sonra yine gelip şafak
(ufuktaki kızıllık) kaybolunca yatsı namazım kıldırdı. Sonra da fecir vakti
bana gelip fecir aydınlanınca sabah namazını kıldırdı. Son ra ertesi gün. geldi
ve her şeyin gölgesi bir mislini bulunca öğleyi kıldırdı. Sonra ikindi vakti
geldi, her şeyin gölgesi iki mislini bulunca ikindi namazını kıldırdı, Sonra
akşam vakti geldi, güneş kaybolunca akşam namazını kıldırdı da birinci günkü vaktini değiştirmedi. Sonra
yatsı vakti geldi, gecenin evvelinin üçte biri geçince yatsı namazını
kıldırdı. Sonra ortalık iyice
aydınlanınca bana sabah namazını kıldırdı ki, gökte o sırada hiçbir yıldız
göremiyordum. Sonra da şöyle dedi: Bu iki vaktin ortası (senin için) vakittir.»[55]
Bezzâr bu rivayeti
kendi Müsned'ine aldıktan sonra şöyle
de-
iniştir: «Râvileri
arasında Muhammed b. Ammar b. Sa'd'i bilmiyoruz!»
Aynı hidîsi Nesâî
kendi Sünen'inde rivayet etmiştir. Hâkim de kendi Müst|drek'ine almış ve
«Müslim'in şartına göre sahihtir» demiştir.
Bu
konuda Ebû Saîd el-Hudrı'nin hadisini ise Ahmed b. Hanbel kendi Müsned'inde
rivayet etmiş ve akşam namazı dışında diğer namazları iki ayrı günde iki ayrı
vakitte kıldırdığım bildirmiştir. Aynı hadîsi Tahâvî, şerhu Meâni'l-Asâr'da
nakletmiştir. [56]
1- Farz
namazların belirlenmiş vakitleri vardır. Ancak o vakitlerde kılınmakla eda
edilmiş olurlar.
2 - Farz
namazların belirlenmiş beş vakti vardır.
3-
Müctehidlerin çoğuna göre, öğle, ikindi, akşam ve yatsının ikişer vakti vardır.
4- Öğle
vaktinin başlangıcı, zeval ile gerçekleşir. Bu, güneşin gökkubbesi ortasında
bulunup her şeyin gölgesinin titreşip kaldığı ve sonra da gölgenin doğuya doğru
meyletmesiyle oluşur. Bu hususta farklı görüş ve tesbitte bulunan olmamıştır.
5- Öğle
vaktinin sonu ise, bazı müctehidlere göre, her şeyin gölgesinin bir mislini,
bazısına göre ise, iki mislini buluncaya kadar devam eder.
6- İkindi
vaktinin evveli bazısına göre, her şeyin gölgesinin bir mislini, bazısına göre,
iki mislini bulunca başlar, güneş batm-caya kadar devam eder.
7 - Akşam
namazının evveli, güneş batınca başlar, batı ufkunda beliren kızıllığın veya
ondan sonra meydana gelen beyazlığın kaybolmasına kadar sürer.
8- Yatsı
namazının evveli, batı ufkunda beliren kızıllığın, bazısına göre, beyazlığın
kaybolmasıyla başlar, fecir doğuncaya kadar devam eder. [57]
Dinimiz ibâdette de
kolaylık sağlamıştır. Sıcak bölgelerde, sıcak mevsimlerde öğle namazını hava
biraz serinleyinceye kadar vakit içinde geciktirmemizi, soğuk mevsimlerde vakit
girince kılmamızı tavsiye etmiştir.
Konuyla ilgili hadîsler:
Cabir b. Semure
(R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Ra-sûlüllah (A.S.) Efendimiz, güneş
batıya meyledip (titreşen gölgenin doğuya doğru uzanmaya başlamasıyla) öğle
namazını kılardı.»[58]
Enes (R.A.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki: «Rasûlüllah (A.S.) Efendimiz, kış aylarında
öğle namazını kılardı ki, biz, günün çoğunun geçtiğini veya ondan ne kadar
kaldığım pek bilemezdik.»[59]
Enes b. Mâlik
(R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Peygamber (A.S.) Efendimiz, sıcak
olunca öğle namazını biraz havanın serinlemesine kadar geciktirirdi; hava soğuk
olunca da onu (vakit girince) hemen
kılardı.»[60]
Ebû Hüreyre (.RA.Vden yapılan rivayette, Peygamber
(A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Sıcak iyice basıp
şid-
letlenince i^nnazı
havanın serinlemesine kadar geciktirin. Çünkü gerçekten sıt&ğm
şiddeti, Cehennem'in sıcaklığının galeyâmndandır.»[61]
Ebû Zerr (R.A.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki: Resûlüllah [A.S.) Efendimiz'le beraber bir
seferde idik. Müezzin öğle namazı için ezan okumak isteyince, Peygamber (A.S.)
ona: «Havanın serinlemesini bekle!» buyurdu. Biraz sonra yine ezan okumak
istedi, Peygamberimiz (A.S.) ona: «Havanın biraz serinlemesini bekle!» buhurdu.
Bu hâl, tâki tepeciklerin doğuya doğru uzanan gölgesini görmemize kadar devam
etti. Bunun üzerine Peygamberimiz (A.S.) şöyle buyurdu. «Şüphesiz ki, sıcağın
şiddeti, Cehennem'in sıcaklığının galeyânındandır. Sıcak şiddetlenince, (öğle)
namazını (vakit içince) havanın biraz serinlemesine kadar geciktirin!»[62]
İhı Hadislerpı açık
delâletinden anlaşılan hükümler:
1- Çok!
sıcak günlerde veya mevsimlerde, öğle namazını vakit içinde havanın
serinlemesine kadar geciktirmek nıüstehabdır.
2- Soğuk
günlerde ise, öğle namazını vakit
girince geciktirmeden kılmak müstehabdır.
3- Ezan,
vaktin değil namazın sünnetidir.
4- Yaz
mevsiminde ekvatora yakın
bölgelerde güneş ışınlarının dik olarak
indiği bölgeler çok sıcak olur. Güneş'te helyum gazının bir devridaim halinde
yanması büyük bir enerji meydana getirmektedir. Cehennem
ateşi de buna benzer bir özelliktedir. Hadîsteki beyân buna işarettir.
Mezhep imamlarının
konuyla ilgili görüş, ictihad ve istidlâllari:,
a)
Hanefîlere göre:
Yaz aylarında öğle
namazını hava biraz serinleyinceye kadar geciktirmek ve kış olunca da vaktin
girmesiyle birlikte kılmak müste-habdır. Çünkü bu hususta Enes (R.A.) rivayeti
söz konusudur.[63]
b) Şâfîilere
göre:
Öğle namazını —vakit
içinde— havanın biraz serinlemesine kadar bekletip, sıcak ülkelerde şiddetli
sıcaklarda, sokaklarda duvar gölgelerinden yürüyüp mescidlere gitme imkânı
doğuncaya kadar geciktirmek sünnettir. Bu daha çok cemaatle namaz kılmak isteyenler
hakkında bir kolaylıktır.[64]
Şâfiîler Ebû Hüreyre
hadîsiyle istidlal etmişlerdir,
c)
Hanbelîlere göre:
Namazı ilk vaktinde
kılmak afdaldır; ancak son yatsı vaktine yatsı namazını, çok sıcak günlerde
serinlik çökünceye kadar öğle namazını
geciktirmek daha faziletlidir.
Genel olarak üç vakit
söz konusudur: Fazüet vakti, cevaz vakti ve zaruret vakti... Birincisi, yatsı
ve öğle namazı dışında kalan diğer namazları vaktin evvelinde kılmaya
işarettir. Nitekim îmanı Ahmed bu hususta şöyle demiştir; «Vaktin evvelinde
namaz kılmak bana göre daha uygundur, ancak yatsı ile öğle namazı bunun dışındadır.[65]
d) Mâliküere
göre:
îbn Kasım'ın yaptığı
rivayete göre, îmam Mâlik şöyle demiştir: «İnsanların kış ve yaz mevsimlerinde
öğle namazını, dikey eşyanın gölgesi bir zira' (yaklaşık 65 - 75 cm.) olunca
kılmalarını müstehâb görüyorum. Nitekim İbn Ömer (R.A.) sefere çıkınca, dikey
eşyanın titreşip kalan gölgesi doğuya doğru meyletmeye başladığı andan itibaren
iki, üç mil yol katettikten sonra öğle namazını kılardı.
Ayrıca bu konuda Hz.
Ömer (R.A.) görevli tahsildar ve memurlara şu emri yazıp göndermiştir: «Benim
yanımda sizin en önemli - işiniz önce namaz kılmanızdır. Artık kim namaza devam
edip onu muhafaza ederse, dinini muhafaza etmiş olur, kim de namazı bırakıp
zayi' ederse, o da başka şeyleri de (namazla birlikte) zayi' etmiş olur.»
Hz. Ömer (R.A.) sonra
da şunu yazıp ilâve etmiştir: «tstiva vakti her şeyin gölgesi titreşip
kaldıktan sonra doğuya doğru uzamaya başlayınca bu uzama bir zira'ı bulunca
öğle namazım kılın. îkindi namazını da güneş henüz yüksek ve parlak bir
derecede iken suva-
rinin iki veya üç
fersah bir yol kat'edeceği süre geçtikten sonra kılın.»[66]
Diğer rivayetler ve
tahliller:
Sıddîk Hasan Han, 16
no'lu Ebû Hüreyre hadîsinde geçen «ebri-tiû!» emrinin vücub ifade ettiğine
temas ederek öğle namazım sıcak mevsim ve günlerde hava serinleyinceye kadar
geciktirmenin vâcib plduğunu söylmiştir. Çünkü emir de asıl olan vücubdur.
Bazısına göre, emir burada işfcihbab içindir. Cumhur da aynı görüştedir. Emrin
zahiri ise, fert ve cemaatı, sıcak ve soğuk bölgeleri kapsamına almaktadır.[67]
Emrin böylesine
kapsamlı olduğunu söylemek, onun zahirinden uzaklaştırmak olur. Çünkü
Rasûlüllah (A.S.) Efendimiz, şiddetli sıcakta tabirini kullanmıştır ki, emir
bununla ilgilidir.
îmam Tirmizî 13 nolu
Cabir hadîsini sahihlemiştir. Buharî ve Müslim bunu Habbab'dan ve Ebû
Berze'den; îbn Mace, İbn Mes'ûd (R.AJ'den rivayet etmişlerdir. İbn Mace'nin
rivayetinde Zeyd b. Cebire bulunuyor ki, Ebû Hatim onun zayıf olduğunu, Buharî
münke-rü'1-hadis sayıldığını söylemiştir. Nesâî ise onun sıka (güvenilir) olmadığına
dikkat çekmiştir.[68]
14 nolu Enes hadîsini
aynı zamanda Abdurrezzak tahrîs etmiştir. Buna yakın bir hadîsi Buharî ve İbn
Mâce. tbn Ömer'den, Nesâî ise Ebû Musa'dan; İbn Huzeyme, Hz. Aişe'den rivayet
etmiştir. Ah-med b. Hanbel ve yine İbn Mace ve îbn Hibban, Muğîre'den rivayetle
hadisin sahih olduğuna kuvvet kazandırmışlardır. Nitekim el-Hi-lâl, «ibrad»
mes'elesini, Resûlüllah'm (A.S.) son iki emri olduğunu [belirtmiştir.
i Bu mealde bir
hadîsi,Hafız Bezzar, îbn Abbas (R.A.)'dan rivâ-iyet etmiştir ki, râvileri
arasında Amir b. Sahban bulunuyor. Bu za-|tm zayıf olduğunu söyleyenler varsa
da Zehebî bu isim üzerinde | herhangi bir tesbit yapıp durmamıştır.
Zeylâî eünme-i
sitte'nin ibrad-i zühürle ilgili tahrîc ettikleri hadîsi, Buharî'nin A'meş
hadisinden naklen el-Hudrî'den; ayrıca eim-me-i sitte'nin Ebû Hüreyre'den;
Taberânî Abdurrahman b. Harise'-
den ve Ebû Musa ile
Amir b. Anbese ve Safvan'dan; ayrıca Buharî ve Müslim Ebû Zerr'den rivayet
ettiklerini naklederek öğle namazının sıcak günlerde biraz geciktirilmesiyle
ilgili hadîsin sıhhatini belirterek başka bir açıklamada bulunmamıştır.[69]
et-Tahavî, «ibrad-i
zühür» konusuna geniş yer ayırarak otuz beş kadar rivayet nakletmiştir.
Onlardan konumuza ağırlık kazandırması bakımından birkaç tanesini nakletmeyi
uygun gördük:
Cabir b. Abdülâh
CR.AJ'den yapılan rivayette şöyle demiştir: «Rasûlüllah (A.S.) Efendimiz öğle
namazım, güneş zevale yüztutun-ca gün ortasında kılardı.»
Üsâme b. Zeyd
(R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Rasûlüllah (A.S.) Efendimiz, öğle
namazını gün ortasında sıcak bir zamanda kılardı.»
Yine Cabir b. Abdülâh
(R.A.)'den yapılan rivayette, şöyle demiştir: «Biz, Peygamber (A.S.Î
Efendimiz'le birlikte öğle namazını kılardık da yerdeki çakıl taşlarım
avuçlayıp bir elimden diğerine aktararak soğumasını sağlar, sonra onu alnımı
koyacağım yere bırakırdım da şiddetli sıcaktan
(korunmaya çalışırdım).»
Hz. Aişe (R.A.) diyor
ki: «Hiç kimseyi öğle namazım kılmakta, Resûlüllah (A.S.Î Efendimizden daha
acele eder görmedim.» Hz. Aişe (R.A.), bu hususta ne babasını, ne de Ömer'i
istisna etmiştir.
Enes b. Mâlik'den
yapılan rivayette, demiştir ki-. «Rasûlüllah (A.S.) Efendimiz bir konakta
konakladığı zaman öğle namazını kılmadan hareket etmezdi.»[70]
Ebû Cafer Tahavî bu
rivayetleri naklettikten sonra diyor ki: Bir grup ilim adamı bu hadîslerle
ihticac ederek öğle namazının hemen her mevsimde vakit girince hemen
kılınmasının müstehab olduğunu söylemiştir. Diğer bir grup ise, kış aylarında
belirtilen şekilde vakit girince öğle namazının kılınmasını müstehab sayarken
yaz aylarında havanın biraz serinlemesini bekleyip öylece kılmanın efdal
olduğunu belirtmiştir. Bu ikincilerin istidlal ettikleri hadîslerden bir kısmi:
Ebû Zerr
el-Gıffâri (R.A.) 'den yapılan rivayette
demiştir ki; «Bizler, Rasûlüllah (A.S.J Efendimizle birlikte bir konaklama
yerin-de bulunuyorduk. Bilâl ezan okumak isteyince, Resûltillah (A.S.) ona:
Vazgeç yâ Bilâl! buyurdu. Biraz sonra Bilâl tekrar kalkıp ezan okumak istedi.
Peygamber (A.S.) ona: Vazgeç yâ Bilâl! buyurdu. Sonra tekrar Bilâl ezan okumak
istedi. Peygamber (A.S.) ona: Vazgeç ya Bilâl! buyurdu.» Böylece sıcak bir
havada, havanın biraz serinlemesini beklemesini istedi. Ebû Zerr devamla diyor
ki, bu gecikme biz tepeciklerin gölgesini iyice görmeye başladığımız zamana
kadar isürdü. Sonra Peygamberimiz (A.S.) şöyle buyurdu: «Doğrusu sıcağın
şiddeti, Cehennem sıcağının galeyânmdandır. O halde sıcak iyice arttığında namazı havanın serinlemesine bırakın.»[71]
Tahâvî bu mealde altı
kadar daha hadîs rivayet ettikten sonra, Muğire'nin kendi hadîsinde şunu haber
verdiğini söylüyor: «Resû-lüllah (A.S.) Efendimiz önceleri sıcakta bile öğle
namazını vakit girince hemen kılar ve kılınmasını emrederdi. Yukarıda
naklettiğimiz rivayetlerden ise, şiddetli sıcakta öğle namazının hemen
kılınması hususu neshadilmiş ve onun yerine havanın biraz serinlemesine kadar
geciktirilmesi emredilmiştir.
Nitekim Enes b. Mâlik
ve İbn Mes'ud'dan (R.A.) yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin kış
mevsiminde öğle namazını vakit girince hemen kıldığı, yaz aylarında bunu
geciktirdiği anlaşılıyor.
Böylece, ikinci grubun
istidlal ettiği hadîslerin, birinci grubun istidlal ettiği hadîslerin hükmünü
kaldırdığı anlaşılıyor. Nitekim Ebû tlanîfe, Ebü Yusuf ve Muhammed de aynı
görüştedirler. [72]
1- İlk önce
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz öğle namazını sıcak ve soğuk hemen
her mevsimde vakit girince hemen kılardı. Sonra sıcak mevsimlerde biraz
geciktirilerek havanın serinlemesi beklenmiş ve böylece ilk uygulamanın hükmü
kaldırılmıştır.
2 - Ebû Zerr
(R.A.) hadîsinden, ezanın vakitten ziyâde namazın sünneti olduğu anlaşılıyor.
3- Öğle
namazını vakit girince kılmak caiz olduğu gibi, sıcak günlerde biraz
geciktirmek müstehabdır. [73]
ikindi namazının vakti
hakkında farklı ictihad ve ihticaclan daha Önce nakletmiş bulunuyoruz. Konunun
önemine binâen biri ihtiyarî, diğeri iztirari hallerde bu namazın ilk vakti
ile son vakti hakkında birtakım rivayetler, tesbitler ve görüşler söz
konusudur. Onları nakletmek suretiyle mes'eleye açıklık getireceğiz.
İlgili hadîsler:
Abdullah b. Amir
(R.A.)'dan yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«Öğle namazının vakti, ikindi vakti hazır olmadığı (girmediği) süre devam eder.
İkindi namazının vakti ,güneş sararmadığı süreye kadardır. Akşam namazının
vakti, ufuktaki kızıllığın yayılması sakıt olmadığı (kaybolmadığı) süreye kadardır.
Yatsı namazının vakti, gece yansına kadardır. Sabah namazının vakti, güneş
doğmadığı sürecedir.»[74]
Enes (R.A.) 'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'-den şunu işittiğini
söylemiştir: «İşte o münâfıkın namazıdır, oturur da güneşi gözler, tâki
şeytanın iki boynuzu anasında olunca (doğmak ve batmak üzere iken) kalkıp tkuş
gibi) gagasını yere vurup kaldırır da dört rek'at namaz kılar ve Allah'ı pek
az anar.»[75]
Ebû Musa (R.A.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efen-dimiz'e bir soru soran geldi de namaz
vakitlerinden sordu. Peygamberimiz hiçbir sözle ona cevap vermedi ve fecir
açıldığı zaman Bilâl'e
emretti, o da sabah
namazı için ikamet getirdi ki, neredeyse insanlardan bir kısmı bir kısmını
taruyamıyordu, fortalık henüz karanlık idi). Sonra güneş gökkubbesinin
ortasından batıya meyledince öğle namazı için ikamet getirmesini emretti. Sonra
emretti ikindi namazı için ikamet getirdi ki, güneş henüz yüksekte idi. Sonra
güneş batm-ba da akşam namazı için ikamet getirmesini emretti. Şafak
kaybo-İunca da yatsı namazı için ikamet getirmesini emretti. Sonra ertesi gün
sabah namazını geciktirdi, o kadar ki sözcü «güneş doğdu veya doğmak üzeredir»
dedi. Öğle namazını geciktirdi, öyle ki, bir gün önceki ikindi vaktine yakın
bir zamanda kıldı. Sonra ikindi namazını geciktirerek kıldı, o kadar ki,
namazı bitirince sözcü, güneş iyice kızarıverdi. Sonra akşam namazını ufuktaki
kızıllık kaybolmasına az kalıncaya kadar geciktirdi. Diğer bir rivayette:
Kızıllık kaybolmadan akşam namazını kıldı. Yatsı namazını geciktirdi, öyle ki
gecenin ilk üçte biri oldu. Sonra sabah olunca soru soranı çağırdı ve şöyle
bu-yurdu: «Vakit, şu ikisinin arasıdır.»[76]
Hadislerin açık
delâletinden anlaşılan hükümler:
1- Öğle
namazının vakti, ikindi vakti girinceye
kadar devam eder.
2- İkindi
namazının vakti, güneş sararmcaya kadar sürer. On-;dan sonra kerahet vakti
başlar, o günün ikindi namazını kılmamış olan kerahetle kılmış olur.
3- Akşam
namazının vakti, ufuktaki kızıllığın yayılıp henüz kaybolmadığı zamana kadar
devam eder. Ondan sonra ortaya çıkan beyazlığın kaybolmasına kadar devam edip
etmiyeceği ihtilâf konu-j sudur.
4- Yatsı
namazının vakti, gece yansına kadardır.
Bu, afdal 'olan süredir. Ondan sonra fecir doğuncaya kadar devam eder.
5- Sabah
namazının vakti, güneş doğuncaya kadar sürer.
6- İkindi
namazım zaruret olmadığı halde güneş sararıp -gözün fer'ini almayacak duruma
gelinceye kadar geciktirmek mekruhtur. Buna «münafık namazı» denir. Sabah
namazını da yine zarurî bir hal yokken güneş doğmasına az kala bir zamana
geciktirmek mekruhtur.
7- Öğle
namazı, güneş batıya meyledince (zeval vaktini aşmaya başlayınca) kılınır.
8- İkindi
namazı, güneş henüz yüksekte iken (her
şeyin gölgesi bir mislini bulunca) kılınır.
9- Akşam
namazı, güneş ufukta batınca kılınır.
10- Yatsı
namazı, ufukta beliren kızıllık kaybolunca kılınır.
11- Sabah
namazı, güneşin doğmasına az bir süre kalıncaya kadar kılınır.
12-
Öğle namazı, her şeyin gölgesi bir misline yaklaşmcaya kadar kıhnabilir.
13- İkindi
namazı, güneş kızarıp sararmcaya kadar kıhnabilir.
14- Akşam
namazı, ufuktaki kızıllık kaybolmaya yüztutarken kıhnabilir.
15- yatsı
namazı gecenin ilk üçte biri geçinceye kadar geciktirilip kılınır.
16- Her
namaz için iki vakıtta kılınması gösterildikten sonra,^ her namazı o iki vaktin
ortasında kılmak af daldır.
17- İhtiyari
hallerde ikindi namazını, her
şeyin gölgesi bir. misliyle iki misli ortasındaki zamanda kılmak af
daldır. Iztırarî hallerde ise güneş sararmaya yüztutmaya başlayınca
kılınabilir.
Tesbitler ve
tahliller:
Abdullah hadisi,
ikindi namazının güneş sararmcaya kadar vaktinin uzadığına delâlet ediyor.
Böylece güneş batmadan önce kılındığı takdirde eda edilmiş sayılır. Cumhur da
bu görüştedir. İmam Ebû Ha-nîfe ise, ikindi vaktinin sonu, güneşin sarardığı,
gözün fer'ini almayıp batmaya yaklaştığı zamandır, demiştir.
Cibril hadîsiyle
istidlal edenler ise, ikindi vaktinin sonunun dikey cisimlerin gölgesinin —
fey-i zeval hariç — iki mislini buluncaya kadar devam edeceğini, ondan sonraya
geciktirildiği takdirde ancak kaza edilebileceğini söylemişlerdir.
Hatırlanacağı üzere, Melek Cibril birinci gün, her şeyin gölgesi bir mislini
bulunca, ikinci gün iki mislini bulunca ikindi namazını kıldırdıktan sonra
«ikindi vakti bu iki vaktin ortasıdır» demiştir.
Cibril'in bu
açıklaması, ihtiyarî vakti belirlemeye yöneliktir, ikindi vaktinin tamamını
kapsayan bir ölçü değildir. Aym zamanda Cibril hadisi diğer hadisleri neshedir
mahiyette de değildir. Cumhur da aym görüştedir. Güneş sarardıktan sonra
kılınacak ikindi namazı — zorlayıcı bir sebep yoksa — münafık namazı sayılır.
Çünkü kişi bu hususta mazur kabul edilemez.
Yine cumhurun
mezhebine göre, ikindi namazının ilk vakti, her şeyin gölgesi bir mislini
bulunca başlar. Cibril hadisinde de bu net biçimde belirtilmiştir. İmam Ebû
Hanife'nin, iki mislini bulunca başlar, diye ictihadda bulunması pek rağbet
görmemiştir. îlim adamlarının çoğu, bir mislini bulunca başlar görüş ve
içtihadını benimsemiştir.
İmam Nevevî
sıraladığımız hadîslerin ışığı altında ikindi vaktinin beş vakti vardır,
demiştir: 1. Fazilet, 2. İhtiyar, 3. Kerahetsiz cevaz, 4. Kerahetle birlikte
cevaz, 5. Özür vakti...
Fazilet vakti: İlk
vakittir, yani her şeyin gölgesi bir mislini buldoğu zamandır.
İhtiyar vakti: Her
şeyin gölgesi iki mislini buluncaya kadar devam eder.
Cevaz vakti: Güneş
sararmaya yüz tuttuğu zamandır. Kerahetle birlikte cevaz vakti: Güneş
sarardıktan sonra batın-caya kadar geçen
zamandır.
Özür vakti: Yolculuk halinde
olup, öğle ile ikindi namazını birleştirip bir arada kılındığı zamandır.
İkindi namazı bu beş
vakitten birinde kılınınca eda sayılır. Güneş battıktan sonraya kalırsa,
kazaya kalmış olur.
Hadîslerin
delâletinden ayrıca, akşamın iki vakti olduğu ve batı ufkunda beliren şafakm
kızıllık olduğu ve öğle namazı vaktinin bitmesiyle ikindi vaktinin girdiği
anlaşılıyor. Sonra da yatsı namazım gece yarısına geciktirmenin caiz olduğuna
delâlet ediyor. ' Akşam namazının vaktinin kızıllığın kaybolmasıyla sona ereceğine
delâlet eden bir diğer hadisin meali şöyledir: «Şafak tufukta beliren) kızıllıktır. Şafak kaybolunca (ikindi)
namazı vâcib olur.»[77]
Beyhakî bu hadîsi
sahihlemiştir:
27 Nolu Enes hadisini
Ebû Davud, «İşte o münafık namazıdır» ve «şeytanın iki boynuzu arası...»
lâfızlanyla birlikte rivayet etmiştir. Şeytanın iki boynuzundan maksat nedir?
îlim adamları farklı yorumlarda bulunmuşlardır: Kimine göre, bu zahiri ve
hakikati üzeredir. Böylece güneş doğarken ve batarken şeytanın boynuzlan arasına
muvazi olarak doğar ve batar, denilmiştir. Çünkü kâfirlerden Güneş'e tapanlar,
ona doğarken ve bir de batarken secde ederler. Kimine göre ise, bu mecazî bir
tabirdir. Şeytan bir anda doğu ve batıda bulunabilir. Güneş doğarken ve
batarken mü'minleri namazdan alıkoymak için durmadan sinyal verir. O bakımdan
Resûlüllah (A. S.) sözü edilen tabiri kullanmıştır.
ikindi namazını güneş
saranncaya kadar geciktirmenin de mekruh olduğu bu hadîsten anlaşılıyor.
29 nolu Ebû Musa
hadîsi sahihtir. Aynı zamanda akşam namazı için iki vakit bulunduğunu isbatlar
ve ikindi namazının güneş saranncaya kadar geciktirilmesinin caiz olduğuna
delâlet eder. Bu hadis, Cibril hadîsinden, sonra söylenmiştir. Beyhâki ve
Darekutnî'ye göre, Cibril hadîsi Mekke'de, bu hadis ise Medine'de söylenmiştir. [78]
1- İkindi
namazı, dikey cisimlerin gölgesi bir mislini bulunca kılınır. Bu onun afdal
olan vaktidir. Ancak İmam Ebû Hanife'nin içtihadı buna muhaliftir, ona göre
iki mislini bulunca başlar ve afdal olan vakitte odur.
2- İkindi
vakti güneş iyice saranp batmasına az kala bir zamana kadar devam eder.
3- Güneş
iyice sarannca ikindi namazını kılmak kerahetle caizdir.
4- Akşam
namazının vakti, çoğu ilim adamlarına göre, batı ufkunda beliren kızıllığın
kaybolmasına kadar devam eder. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, kızıllıktan sonra
beliren beyazlığın kaybolmasına kadar devam eder.
5- Yatsı
namazının vakti, akşam namazının vakti sona erince başlar ve fecir doğuncaya
kadar devam eder. Afdal vakti, ilk vaktidir. Gecenin üçte biri geçinceye kadar
geciktirmek de uygundur. Gece yarısına geciktirmekte bir sakınca yoktur. [79]
Özellikle kapalı
havada ikindi namazını vakit girince geciktirmeden kılmak müstehabdır. Bu
hususta Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ve ashabının ta'cüi tavsiyeleri
vardır. .
İlgili hadîsler:
Enes (R.AJ'den yapılan
rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A. S.) Efendimiz, güneş henüz yüksekte ve
iyice ortalığı yaktığı sırada ikindi namazım kılar ve (Medine çevresindeki)
köylere gidecek olan gidip döndüğünde güneş hâlâ yüksekte bulunurdu.» [80]
Yine Enes (R.AJ'den
yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bize ikindi
namazını kıldırdıktan hemen sonra Benî Seleme kabilesinden bir adam geldi ve:
'Ya Kesûlâllah! dedi. Kendimize ait bir deveyi kesmek istiyoruz ve sizin de
orada hazır bulunmanızı arzu ediyoruz...' Bunun üzerine Peygamber (A.S.)
'Evet' dedi ve hemen yürüdü, biz de onunla beraber yürüdük, devenin henüz
kesilmediğini gördük. Kesildi, eti parçalandıktan sonra pişirildi ki, güneş
henüz batmadan önce ondan yedik.»[81]
Râfi' b. Hudayc (R.AJ'den yapılan rivayette, demiştir ki:
«Biz Resûlüllah (A.S.) Efendimizle birlikte ikindi namazını kıldıktan
sonra deve keser, onu on kısma ayırır ve sonra da güneş henüz batmadan etini
bişirip yerdik.»[82]
Büreyde el-Esîemî (R.AJ'den yapılan rivayette, demiştir ki:
«Biz, Resûlüllah (A.SJ Efendimizle
beraber bir savaşta bulunuyorduk. Efendimiz
ÎA.S.l bize: Hava kapalı bulunduğu günde namazı
erken kılın! Çünkü gerçekten kim ikindi namazım kaçınrsa
ameli boşa çıkar.[83]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Özellikle
hava kapalı olduğu günlerde, fey'-i zeval hariç dikey cisimlerin gölgesi bir
mislini bulduğu saatla tesbit edilip ikindi namazını geciktirmeden kılmak
müstehabdır.
2- İkindi
namazından sonra hayvan kesip pişirmekte bir sakınca yoktur.
3- İkindi
namazını bir özür yokken kaçıran kimsenin o günkü amelleri boşa çıkar.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş ve istidlalleri:
a) Hanefîlere göre:
Hanefi imamları, bu
hususta Râfi' b. Hudayc ile Ebû Halabe ri-vâyetiyle istidlal ederek, ikindi
namazını, her şeyin gölgesi iki mislini hatta güneşin rengi sararmaya
yüztutmadan öncesine kadar geciktirmeyi müstehab saymışlardır.[84]
Nitekim Fetâvâ-yı Hindiy-ye'de şöyle denilmiştir: «İkindi namazını hemen her
zaman (yaz, kış, açık kapalı her mevsimde) güneşin hacmindeki göz alıcı parlaklık
değişmedikçe geciktirmek müstehabdır. Parlaklıktan maksat, bakıldığı zaman
gözün ferini almasıdır.[85]
b) Şâfiüere
göre:
Bu mezhep imamlarına
göre, fey-i zeval hâriç her şeyin gölgesi iki mislini buluncaya kadar ikindi
namazını geciktirmek onun ihtiyarî vaktidir. Şâfiiler bu mes'elede Cibril
hadîsiyle istidlal etmişlerdir.[86]
c)
Hanbelüere göre:
İkindi namazını vakit
girince hemen kılmak müstehabdır. Nitekim bu husus Ömer, İbn Mes'ûd, Aişe,
Enes, îbn Mübarek, Medine halkı, Evzâi, Şafiî ve İshak b, Rahûye'den
rivayet edilmiştir.
İbn Kalabe ve İbn
Şübrüme'ye göre, geciktirilmesi afdaldır.
Hanbelüer bu konuda
Râfil b. Hudayc ve Enes b. Mâlik hadîsle-riyle istidlal etmişlerdir. Ayrıca şu
rivayeti de delil olarak göstermişlerdir: Ebû Ümame (R.A.) diyor ki: Ömer b.
Abdülâziz ile birlikte öğle namazını kılıp dışarı çıktık, Enes b. Mâlik'in
yanma girdiğimizde ikindi namazını kılar bir halde bulduk. Onun üzerine
kendisine: «Ey Ebû Ammâre! Bu kıldığın ne namazıdır?» diye sorduk. Bize şu
cevabı verdi: «İkindi namazıdır, aynı zamanda bizini Rasûlüllah CA.S.) Efendimizle bu namazı kıldığımız bir
vakittir.»[87]
d)
Mâlikîlere göre:
îbn Kasım diyor ki:
îmam Mâlik, ikindi vakti için iki misli gölge diye bir tahdid koymazdı, sadece
şöyle dediğini biliyorum: «Güneş henüz parlak ve gözalıcı iken namazı kılın!»
Mâlikîler bu mes'elede
Hz. Ömer'in (R.A.) kendi amillerine yazdığı şu mektupla istidlal etmişlerdir:
«Şüphesiz ki, benim yanımda sizin en önemli işiniz, namazdır. Kim ona devam
edip muhafaza ederse, dinini korumuş olur. Kim de namazı zayi' ederse, artık o
(namazla birlikte) diğerlerini daha çok
zayi' etmiş olur...»[88]
Zeylâî, beş vakit namazı,
özellikle ikindi namazını vakit girince hemen kılmanın afdaliyeti üzerinde
durarak şu hadîsleri naklet-iniştir: i-
— Abdullah b. Mes'ûd (R.A.) diyor ki: Resûlüllah CA.S.) Efen-dimiz'den,
«hangi namaz daha üstündür, daha faziletlidir?» diye sorduğumda şu cevabı
verdi: «İlk vaktinde kılman namaz!..»[89]
Aynı hadîsi İbn
Huzeyme de kendi Sahîh'inde rivayet etmiş ve Ebû Nuaym kendi Mustahrac'mda ona
yer vermiştir. Hâkim de Müs-tedrek'ine alıp «hadisün sahîhün» demiştir. Buharı
ve Müslim bunu tahric etmemiştir.
— Abdullah b. Ömer (R.A.)'dan yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Namazın ilk vakti Allah'ın
nzasıdır; son vakti ise Allah'ın affıdır.»[90]Yani
namazı ilk vaktinde kılan Allah'ın hoşnutluğuna erer, son vaktine bırakıp
kılan, farz namazı vakit içinde eda ettiği için ilâhi affa mazhar olur.
Ortasına gelince, o her yönüyle rahmettir.
Aynı hadîsi Hâkim
kendi Müstedrek'inde şu lâfızla rivayet etmiştir: «Amellerin hayırlısı, ilk
vaktinde kılınan namazdır.» Ancak Hâkim, hadîs zincirinde yer alan Yakup b.
Velîd üzerinde durmuş, onun şüpheyle karşılandığına işarette bulunmuştur.
Nitekim İbn Hibban, bu zatın hadîs uydurduğunu söylerken Ahmed b. Hanbel onun
bu vadide büyük yalancılardan biri olduğunu belirtmiştir. Ebû Hatim ile Yahya
b. Mâin de onun yalancı olduğunu tesbit etmişlerdir.[91]
Bu konuda
Darekutni'nin İbrahim b. Zekeriyyâ'dan yaptığı rivayette ise hadîs şu
fazlalıkla nakledilmiştir: «Vaktin evveli Allah'ın nzasıdır, ortası Allah'ın
rahmeti, sonu ise Allah'ın gufranıdır.»
İbn Cevzî bu rivayet
üzerinde durarak râvî İbrahim b. Zekeri-ya'nm münkerü'l-hadîs olduğunu
belirterek Ebû Hâtim'in onun için «meçhul» dediğini ve onun rivayetinin münker
olduğuna dikkat çektiğini söylemiştir. îbn Adiy onun zayıf ravîlerden biri
olduğunu kaydetmiş, Ahmed b. Hanbel ise, hadîsinin sabit olmadığını
belirtmiştir. Zehebî de bu zat üzerinde durmuş, hadîs,otoritelerinin onun
hakkındaki tesbitleri naklederek genellikle zayıf sayıldığım belirtmeye çalışmıştır.[92]
Yine aynı konuda biraz
daha kısa olarak İbn Adiy el-Kâmil de' Abdullah Meclâ, Osman b. Afvan'dan şunu
rivayet etmiştir: «Vaktin evveli Alah'ın rızası, sonu ise Allah'ın af fidir...»
Hadîsin Enes b Mâ-lik'ten rivayet edildiği bilinmektedir. Ancak ravilerinin
çoğu meçhuldür. Çünkü Abdullah Mevlâ Osman ile Abdülâziz tanınmayan
kişilerdir. Nitekim Nevevî eİ-Hulâsa adlı kitapta bu hadîsler hakkında şöyle
tesbitte bulunup görüşünü açıklamıştır: «Vaktin evveliyle ilgili hadislerin
hemen hepsi zayıftır.»[93]
Konuyla ilgili diğer
bir hadisi Darekutni, İbrahim b. Fazıl'den, o da el-Makberfden o da Ebû Hüreyre
(R.A.)'den rivayetle şöyle demiştir: «Sizden biri namazı vakti içinde kılar,
oysa onu vaktin evvelinde terkeder ki, o kendisine ehlinden ve malından daha
hayırlıdır.»
Zehebİ, hadîsin
ravîlerinden İbrahim b. Fazıl üzerinde. durup hadis otoritesi sayılan îbn
Main'in onun hakkındaki şu sözünü nak-
letmiştir: «Zayıftır,
hadîsi yazılmaz...» Marre ise, «o kayde değer bir ravî değildir» derken, Nesâi
onun metruk olduğunu belirtmiştir[94]
Zeylâî, namazı vaktin
evvelinde kılmanın faziletiyle ilgili rivayetleri sıraladıktan sonra Buharî ve
Müslim'in ittifakıyla rivayet ettikleri şu iM sahîh hadisi naklederek, diğer
hadîslerden çoğunun zayıflığına rağmen manâ itibariyle sahîh olduklarını
belirtiyor:
Ebû Hüreyre (R.A.)
diyor ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, ikin-
di namazını kıldıktan
hemen sonra, bizden biri dönüp konağına (Medine çevresindeki köye) giderdi de
güneş henüz parlaklığıyla dururdu.» [95]
Bir de yukarıda
naklettiğimiz Rafi' b. Hudayc hadîsidir ki, ikindi namazının vaktin evvelinde
kılınmasının afdaliyetini yansıtan en sahîh hadîslerden biridir.
Ebû Cafer Tahavî de,
ikindi namazının vaktin evvelinde kılınmasının fazileti üzerinde durarak
yirminin üstünde rivayete yer vermiştir. Biz onlardan birkaç tanesini
nakletmekle yetinmek istiyoruz:
— Enes b. Mâlik'ten
(R.A.) yapılan rivayette, demiştir ki: «Biz ikindi namazını kıldıktan sonra
(cemaatten bir) kimse Benî Amir b. Avf kabilesine gider ve onlan ikindi
namazını kılarken bulurdu.»
Bu, Medine'de ikindi
namazının ilk vaktinde kılındığına delildir.
Yine Enes b. Mâlik (R.A.) diyor ki:
«RasûUillah (A.S.) Efen-îdimiz ikindi namazını kıldırdıktan sonra, (bizden)
biri Küba'ya gi~ fderdi de onları ikindi namazını kılarken bulurdu. Bir diğer
rivayette, güneş henüz yüksekte bulunurdu...»
— Ebû Ervâ diyor ki:
«Ben, Peygamber (A.S.) Efendimizle bir-İliikte ikindi namazını kıldıktan sonra
Zülhûleyfe'ye gittim ve tekrar jonlara (Medîne'dekilere) döndüm, güneş henüz
batmamıştı.»
Bu da ikindi namazının,
dikey eşyanın gölgesinin bir mislini bu-jlunca kılındığının başlıca
delillerinden biridir.
Yukarıda nakledilen
rivayetlerin aksine, ikindi namazını geciktirmenin müstehab olduğuna delâlet
eden birçok rivayetler mevcut-jjtur. Tahâvî bunlardan önemli bir kısmını
naklederek iki rivayet ara-|sını telife çalışırken, ikindi namazının
geciktirilmesi hakkındaki ri-
vâyetlerin ağırlık
kazandığını dolaylı şekilde anlatmak isteyerek şöyle demiştir: «Bu
rivayetlerden sabit oldu ki, ikindi vaktinde namaz kılınması uygun olan zaman,
geciktirilmesine kail olanların belirttiği zamandır.» Bu, her şeyin gölgesi
iki mislini bulduğu vakittir ki, îmam Ebû Hanîfe'nin görüş ve içtihadıdır.
Tahâvi, Hanefî mezhebine bağlı bulunduğu için, bu görüşü tercih etmiştir.[96]
Konuyla ilgili diğer
tesbitler ve tahliller:
Fethû'l-allâm sahibi,
ikindi namazını ilk vaktinde kılmakla ilgili hadîsleri rivayet ettikten sonra,
her şeyin gölgesinin bir mislini bulunca ikindinin ilk vakti olduğuna işaretle
bu görüşte olanların içtihadının ağırlık kazandığını dolaylı şekilde ifade
ediyor.[97]
Konunun baş kısmında
ise naklettiğimiz dört hadîsten üçünün sıhhatmda ittifak vardır. O bakımdan
ikindi namazım ilk vaktinde kılmanın afdal olduğu ortaya çıkıyor. [98]
1- îkindi
namazını ilk vaktinde kılmak afdaldır.
2 - îkindi
namazının ilk vakti, fey'-i zevâi hariç dikey cismin gölgesi bir mislini
bulunca başlar.
3- Özellikle
hava kapalı olduğu günlerde ikindi namazını ilk vaktinde kılmak müstehabdır.
4- kindi
namazını vaktinde kümayıp, bir özürü olmadığı halde kaçıran kimsenin o günkü
ameli boşa çıkar. [99]
İkindi namazı «salat-i
vüsta» mıdır?
Bilindiği gibi,
Kur'ân-ı Kerîm'de özellikle «salat-i vüsta» üzerinde durulmuştur. Bakara
sûresi 238. âyette şöyle buyuruluyor:
«Namazlara, özellikle
orta namaza devam edin, onu gerektiği gibi koruyun ve Allah'a saygı ve korku
dolu bir gönül ile elbağlayıp durun!»
Hadîslerde de o
nisbette bu namazın fazileti üzerinde durulmuş ve ümmetin dikkati, namazı,
özellikle orta namazı muhafazaya çekilmiştir.
Bunun birtakım
sebep ve hikmetleri vardır.
a) İkindi
vakti duaların en çok kabul olunduğu bir zaman parçasıdır.
b) Şehir ve
kasabalarda alım-satımm en çok hareketlendiği bir dönemdir. Kendini dünyalığa
kaptıran her mü'minin o saatta işini bırakıp Hakk'a yönelmesi kadar eğitici,
yönlendirici, ahlâk ve fazilet verici bir şey yoktur.
c) Köylerde
tarla ve bahçede havanın serinlemesinden yararlanılarak daha verimli bir
çalışmaya girişilir, yorgunluk başlar. Böyle bir sırada abdest ahp ikindi
namazım kıldırmak kadar ruh ve bedeni dinlendiren başka bir şey düşünülemez.
d) Rahmet
meleklerinin sabahleyin ve bir de ikindi vakti en çok inip, rahmet saçtığı
vakitlerdir. Bundan yararlanmak için, bu namazları vaktinde gönül huzuru içinde
kılmak gerekir.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Hz. Ali'den (R.A.)
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendi-miz'in Ahzâb savaşında şöyle dediği
tesbit edilmiştir: «Onlar bizi güneş batmcaya kadar salât-i vüsta'dan meşgul
edip alıkoydukları gibi, Allah onların kabirlerini ve evlerini ateş
doldursun.»[100]
Müslim, Ebû Dâvud ve
Ahmed'in tesbitinde hadîsin son cümlesi şu lâfızla rivayet edilmiştir: «Bizi
salât-i vüsta —ikindi namazından — meşgul edip alıkoydular...»
Yine Hz. Ali Cr.a.)
diyor ki: «Biz, salât-i vüsta'yı sabah namazı olarak biliyorduk. Bunun üzerine
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, «O, ikindi namazıdır» buyurdu.»[101]
îbn Mes'ud (R.A.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efen-dimiz'i, Hendek savaşında müşrikler o
kadar meşgul ettiler ki, güneş kızarmaya veya sararmaya yüztuttuğu halde, O
hâlâ ikindi namazını kılamamıştı. Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.) şöyle
bedduada bulundu: «Bizi salât-i vüsta ikindi namazı'ndan alıkoyup meşgul ettiler;
Allah onların içlerini ve kabirlerini ateşle doldursun. Allah on ların içlerini
ve kabirlerini vakşetle doldursun!»[102]
İbn Mes'ûd (R.A.)
diyor ki, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, «Salât-i vüsta ikindi namazıdır»
buyurdu.[103]
Semure b. Cündüb
(R.A.) 'den yapılan rivayette, Peygamber (A. S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«Salât-i vüsta (orta namaz), ikindi namazıdır.»[104]
Ahmed b. Hanbel'in
yaptığı rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimiz buyurdu ki: «Namazlara,
özellikle salat-i vüsta (orta namaza) devam ediniz!» Böylece Peygamber (A.S.)
bize onun ikindi namazı olduğunu ismen bildirdi.[105]
Berâ' b. Azıb
(R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Namazlara, özellikle ikindi
namazına devam edin...» mealindeki âyet indi, biz de onu Allah'ın dilediği
kadar okuduk. Sonra o âyeti neshetti ve «Namazlara özellikle orta namaza devam
edin, onu gerektiği gibi koruyun...» mealindeki âyet indi. O zaman bir adam
şöyle dedi: O takdirde, saiat-i vüsta ikindi namazıdır.[106]
Ebû Yunus Mevlâ, Hz.
Aişe (R.A.) 'den yaplan rivayette, demiştir ki: «Hz. Aişe kendisine bir mushaf
yazmamı emretti ve şöyle ten-bihte bulundu: Namazlara, Özellikle orta namaza
devam edin, mealindeki âyete geldiğinde bana haber ver! Ben de o âyete gelince
ona haber verdim. Bana o âyeti şöyle yazdırdı: «Namazlara, özellikle orta
namaza ve ikindi namazına devam edin...»
Hz. Aişe (R.A.) devamla şöyle dedi: «Ben bunu Resûlüllah tA. S.)
Efendimiz'den işittim,..»[107]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Salât-i
vüsta, ikindi namazıdır. Biz buna «orta namaz» diyoruz.
2- Orta
namazın ayrı bir fazileti ve başka bir hususiyeti vardır.
3- İkindi
namazını —müşriklerin saldırısından dolayı— kaçıran Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz'in çok üzüldüğü ve bu yüzden müşriklere betduada bulunması,
namazın ve özellikle ikindi namazının önemini yansıtmaktadır.
Hadîsler üzerinde tahliller
ve görüşlerle rivayetler:
49 nolu Hz. Ali (R.A.)
hadîsi sahihtir. Muhalefet eden olmamıştır.
50 nolu yine Hz. Ali
(R.A.) hadîsini İbn Mehdi şu tarikle rivâ yet etmiştir: Ubeyde'ye dedim ki, Hz.
Ali'den salât-ı vûsta'yı sor. O da sorduğunda Hz. Ali (R.A.) şöyle demiştir:
«Bizler salât-i vüsta'yı sabah namazı olarak görüyorduk. Ama Hendek günü
Rasûlüllah'ın şöyle dediğini işittim:
«Bizi salât-i vüsta,
ikindi namazından alıkoyup meşgul ettiler!» Bu rivayet de, salât-i-vüsta'nın
ikindi namazı olduğuna açık ve net biçimde delâlet ediyor.
Bununla beraber bu
rivayetlerin hilâfına bazı rivayetler daha tesbit edilmiştir:
Zeyd b. Sabit (R.A.)
'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Öğle
namazını günortasmda sıcağın iyice arttığı bir zamanda kılardı. Hiçbir namaz
bundan daha çok ashaba ağır gelmezdi. Bunun üzerine 'Namazlara, özellikle orta
namaza devam edin...' mealindeki âyet indi ve Resûlüllah (A.S.) şöyle buyurdu:
'Şüphesiz ki, öğle namazından önce iki namaz, sonra da iki namaz vardır.'»
Böylece salât-i vüsta, öğle namazı oluyor.[108]
Üsâme b. Zeyd
(R.A.)'den yapılan rivayette salât-i vüsta hak-kinda şöyle demiştir: «O, öğle namazıdır. Resûlüllah (A.S.) Efendi-
miz öğle namazını
günortasmda iyice sıcakta kılardı da arkasında ancak bir veya iki saf cemaat
bulunurdu. İnsanların çoğu sıcaktan gölgeliğe çekilmiş ve ticaretiyle meşgul
bulunurlardı. Bunun üzerine Allah, Bakara sûresi 238. âyeti indirdi.»[109]
O bakımdan ilini
adamları «salât-ı vüsta» hakkında farklı yorum ve görüşler ortaya koymuşlardır.
Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1- Salât-i vüsta —orta namaz—, ikindi namazıdır.
Ashab-ı kirâm'dan Hz. Ali, Ebû Eyyub, Abdullah b. Amir b. As,
Hz. Aişe, Hz. Hafsa,
Hz. Ümmü Seleme; tabiînden Ubeyde es-Selma-nî, Hasan el-Basrî, İbrahim Nahaî,
Kelbî, Katâde, Dehhak, Mukatil, Ebû Hanife, Ahmed, Davud b. Münzir bu
görüştedirler.
2- Salât-i
vüsta, öğle namazıdır.
el-Vahidî bunu Zeyd b.
Sabit'ten, Ebû Said el-Hudfîden, Usâme b. Zeyd'den ,Hz. Aişe'den rivayet
etmiştir. İbn Müzir de Abdullah b. Şeddad'dan, el-Mehdı Bahır'da Hz. Ali'den
(R.A.) rivayet etmiştir.
3- Salât-i
vusta sabah namazıdır.
Bu,, imam Şafii'nin
görüş ve içtihadıdır. Nevevî aynı hususu Ömer b. Hattab'dan, Muaz b. Cebel, İbn
Abbas, İbn Ömer, Câbir, Atâ', İk-rime, Mucahid, Rebî' b. Enes, İmam Mâlik b.
Enes ve Şafii'nin hemen bütün arkadaşlarından rivayet etmiştir. Maverdî ise,
Şafiî'nin mezhebi onun ikindi namazı olduğu hakkındadır. Çünkü bu konuda sahih
hadîsler mevcuttur, demiştir.
îmam Şafiî'nin, «sabah
namazıdır» demesine gelince, ikindi namazı olduğu hakkındaki sahih hadisler
ona o zaman ulaşmamış bulunuyordu. Oysa o hadîslerden haberli olsaydı,
mutlaka, salât-ı vüsta, ikindi namazıdır, derdi. Çünkü onun mezhebi, daha çok
hadîslere dayanmaktadır.
4- Saiât-i
vüsta akşam namazıdır. Kubeyse b. Züayb bu görüştedir.[110]
5- Salât-i
vüsta yatsı namazıdır.
îbn Seyyidünnas bunu
bazı ilim adamlarına nisbet etmiştir, el-Mehdî ise el-Bahır adlı kitapta,
İmamiyye mezhebinin görüşünün de bu doğrultuda olduğunu belirtmiştir.
6- Cuma
günündeki cuma namazıdır. Diğer günlerde ise öğle namazıdır. Bunu Kadı İyaz,
bazı ilim adamlarından nakletmiştir.
7- Bu da beş
vakit namaz içinde kapalı kalıp bilinmeyen hususlardan biridir, yani hangi
vakit namazı olduğu kesinlikle bilin-
ıemektedir. Bunu, tbn
Seyyidünnas, Zeyd b. Sâbit'ten, Rebi' b. Hay-sem' Saîd b. Müseyyeb Nâfi',
Şürayh ve benzeri ilim adamlarından ıakletmiştir.
8- Beş vakit
namazın hepsidir.
Bunu Kadı ile Nevevî
nakletmişlerdir. Aynı zamanda îbn Seyyi-jdünnâs bazı ilim adamlanndan rivayet
etmiştir.
9- Yatsı ve
sabah namazlarıdır.
Bunu îbn Muksim kendi
tefsirinde nakledip Ebû Derda'ya (R.A.) |nisbet etmiştir.
10- Sabah ve
ikindi namazlarıdır.
Bu, Ebûbekir
el-Ebherî'nin görüşüdür.
11- Cemaatle
namaz kılmaktır.
Bu, İmam Ebû Hasan
el-Mâverdî'den nakledilmiştir.
12- Korku
namazıdır.
Bu, Dimyatî'nin
görüşüdür ki, şöyle demiştir: «îliıu ehlinden güvenilir kişiler bu yorumu bize
bildirdi...»
13- Vitir
namazıdır.
Bu, Ebû Hasan Ali b.
Muhammed es-Sahavî'nin görüşüdür.
14- Kurban
bayramı namazıdır.
îbn Seyyidinnas
Tirmizi şerhinde nakletmiştir.
15- Ramazan
bayramı namazıdır. Bunu Dimyatî nakletmiştir.
16- Sadece
Cuma namazıdır. Bunu îmam Nevevî zikretmiştir.
17- Kuşluk
namazıdır.
Bunu Dimyatî bazı
şeyhlerden nakletmiştir.
Birincilerin delili,
konunun başında Enes (R.A.) ile Büreyde ha-
dişidir. Sahih olan da
budur, tlim adamlarının çoğunun ittifakı vardır. Öğle ve diğer vakitler olduğu
hakkındaki rivayetler, sözü edilen sahih ve muttafakun aleyh hadîs karşısında
istidlale pek şalin görülmez.
İkinciler ise, öğle
namazının tam ortada bulunduğunu, aynı zamanda Müsned-i Ahmed'de «salât-i
vüsta» ile ilgili âyetin iniş sebebini dikkate almışlardır ki hem o hadîs, hem
iniş sebebi üzerinde ittifak yoktur.
Üçüncüler ise, sabah
namazının uykunun iyice tatlı olduğu zamana rastladığını ve mutlaka
kaçırılmaması hakkında sahîh rivayetlerin bulunduğunu delîl göstermişlerse de,
bu da sözü edilen sahîh hadîsler karşısında hüccet sayılmaz.[111]
Diğerlerinin de
seçtikleri delillerin çoğu yetersizdir. Böylece orta namazın ikindi namazı
olduğu hem ağırlık, hem sıhhat kazanmıştır.
52 nolu îbn Mes'ûd hadîsi sahihtir ki, Müslim
tahric etmiştir.
53 nolu Semure hadîsini Tirmizi hasenlemiştir.
Aynı zamanda tefsir bölümünde sahih olduğunu kaydetmiştir. Ancak hasan'm
Se-müre'den işittiği ihtilâf konusudur:
a) Şu'be'ye
göre, ondan işitmemiştir.
b) Buhari ve
Ali b. Medenî'ye göre, Hasan'm ondan işittiği sa-hîhtir. O bakımdan hadisin
hasen ve sahih olduğu ağırlık kazanmış oluyor.
54 nolu Ahmed b. Hanbel rivayetine gelince,
Hafız îbn Seyyidünnas Tirmizî şerhinde ondan
söz etmişse de üzerinde pek
ko-nuşmamıştır. Ancak Sahihayn'deki sahih rivayetler ona şehadet etmektedir.
55 noul Berâ' hadîsini Müslim, Şakıyk b. Akabe
tarikiyle tahrîc etmiştir .Ancak Müslim'de Şekıyk'den bundan başka hiçbir
rivayet nakletmemiştir.
56 nolu Amir b. Nâfi' hadîsi, «salât-i vüsta'nm
ikindi namazı olduğuna dair âyet bulunduğuna delâlet ediyor. Zira Hz. Aişe
CR.A.)'-nin yazdırdığı ilk hatıra gelen ancak Kur'ân âyetlerinden bir parça
Solabilir. Oysa Kur'ân
âyetleri tevatür yoluyla sabit olmuştur. Amir :b. Nafî' ise «haber-i vahid»
sınırında kalmıştır. O halde Hz. Aişe'nin ; «ve salâtü'1-asri» sözü âyet
olamaz. Sadece salât-i vüsta'nm ikindi i namazı olduğuna delâlet eden bir
rivayet derecesinde kalır.
57 ve 58 nolu Zeyd ve
Üsâme hadislerine gelince: Birincisi hakkında Ebû Dâvud ve Münzir'i susup
konuşmamışlar. Buharı Tarih'-de tahric etmiş, Nesâi ise sıkat (güvenilirler)
sayılan ricale isnad ederek rivayet etmiştir. Buna benzer bir rivayeti
Muvatta'da görmekteyiz. Tirmizî de Zeyd'den rivayet etmiştir.
İkincisini ise, Nesâî,
İbn Meni', îbn Cerir rivayet etmiş, ez-Ziya I ise. Muhtarat'te nakletmiştir.
Ricali ise, Nesâi'nin Sünen'inde
geçtiği üzere güvenilir kişilerdir.
Hadislerin sahih
olduğu kabul edilse bile, ikindi namazı olduğuna dair rivayetler derecesinde
iddia edilemez. Nitekim ilim adamlarının çoğunun da görüş ve tesbiti bu
doğrultuda görülmüştür. [112]
Namaz vakitleri
hakkında icmali bilgi verdikten sonra önemine binâen tafsili bigi vermeyi uygun
gördük. Akşam namazı özellikle 45. dereceden itibaren bazı ülkelerde yılın
bazımevsinılerinde çok kısa bir zaman parçasıyla bağlı kalır, hattâ yatsı
namazım kılmaya vakit bile kalmaz. Normal yerlerde de bir saatle, rivayetlerin
ihtilâfına göre birbuçuk, iki saat kadar bir süreyle sınırlanır. Anlaşıldığı
gibi, mesele hayli karamaşıktır, İlgili hadisleri ve ilim adamlarının görüş,
ictihad ve istidlallerini naklettikten sonra tam açıklığa kavuşabilir.
Seleme b. Ekva'
(R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Doğ^ rusu ResûlüUah (A.S.)
Efendimiz, akşam namazını güneş batıp hicap ile örtününce kılardı.»[113]
Ukbe b. Amir
(R.A.)'den yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Ümmetim akşam namazım yıldızlar ortaya çıkıncaya kadar
geciktirmediği sürece hep hayır ve fıtrat üzere olacak!"[114]
Mervan b. Hakem'den
yapılan rivayette, demiştir ki: Zeyd b. Sabit (R.A.) bana şöyle dedi: Sana ne
oluyor da akşam namazında kı-sar-ı mufassal'ı okuyorsun? Oysa ResûlüUah (A.3.)
Efendimiz'den tuveli't-tuleynî okuduğunu
işittim.»[115]
«Kısar-ı mufassal»
Muhammed sûresinden Kur'ân'm sonuna kadar devam eden sûrelerdir, «tuvel-i
tulayn» ise A'raf ve En'am sûreleridir.
Hadîslerin açık
delâletinden anlaşılan hükümler:
1- Akşam
namazı, güneş batıp iyice kaybolunca kılınır. Bu aynı zamanda akşam namazının
ilk vakti kabul edilir.
2- Akşam
namazını, yıldızlar henüz çıplak gözle görülemiye-cek bir vaktta kılmak
afdaldır. Bazı alimlere göre, yıldızlar gözükmeden önce kılmak nıüstehabdır,
gözüktükten sonra kılmak ise mekruhtur.
3-
Resûlüllah (A.S.) Efendimizin akşam namazında EN'AM ve A'RAF sûrelerini okuduğu,
böylece bu namazı uzun sûrelerle eda ettiği anlaşılıyor.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş ve istidlalleri:
a) Hanefilere
göre:
Hemen her mevsimde ve
her bölgede akşam namazını vakit girince kılmak müstehabdır.[116]
b) Şafiîlere göre:
Akşam namazının beş
vakti vardır. Fazilet, ihtiyar, cevaz, özür ve zaruret. Birinci ve ikinci
vakit, vaktin evvelidir, güneş iyice battıktan sonra akşam namazım kılmak
afdaldır. Üçüncüsü, ufukta belirenkızıllık henüz kaybolmadan akşamın sonuna
doğru olan vakittir. Namazı vaktin evvelinde kılamayıp belirtilen süreye
geciktirerek kılanın namazı caizdir. Dördüncüsü, akşam ile yatsı namazının
yatsı vaktinde cem'edilip birlikte kılınma vaktidir ki, Şâfiilere göre, seferde
bu kabil cem'-i te'hîr ve cem'-i takdim yapmak caizdir. Hanefîlere göre,
sadece hacc mevsiminde Arafat'tan Müzdeli-fe'ye gidilirken akşam namazı yatsı
vaktine geciktirilerek ikisi yatsı vaktinde kılınır. Beşincisi zaruret
vaktidir ki, vaktin en sonuna geciktirilip sadece farz eda edilecek kadar kalan
vakittir.[117]
Bu açıklamadan
anlaşılıyor ki: Akşam namazım vaktin evvelinde kılmak fazileti camî'dir.
c)
Hanefîlere göre:
Özür durumu dışında
akşam namazını vaktin evveline alıp, kılmak müstehabdır, bu hususta ayrı bir
görüş ortaya koyan olmamıştır. Nitekim Ashab-ı kiram ve onlardan sonra gelen
ilim adamlarının da görüş ve tavsiyeleri bu doğrultuda cereyan etmiştir.[118]
Hanbelîler de bu
mesele hakkında Cabir (R.A.), Rafi' b. Hudeyc
jıadîsleriyle istidlal
etmişlerdir.
d) Mâlikîlere göre-.
İmam Mâlik bu konuda
şöyle demiştir: «Akşam namazının vak-!ti, yolculuk halinde olmayıp evinde,
memleketinde eyleşik olanlar Şiçin güneşin batmasıyla başlar, vaktin evvelinde
kılmaları müste-jhabdır. Yolculuk halinde bulunanlara gelince, onların bir mil
kadar ;mesafe katettikteıı sonra konaklayıp kılarlar, Resûlüllah (A.S.)
Efen-dimiz'e Melek Cibril ikigünde namaz kıldırırken akşam namazım her iki günde
de aynı vakitte, güneş battıktan hemen sonra kıldır-mıştır. İbn Ömer (R.A.) da
yolculukta akşam namazını biraz geciktirirdi.[119]
Cibril'in, biri güneş battıktan hemen sonra, biri de kızıllık sakıt oluncaya
(yakın) vakitte kıldırdığı da rivayet edilmiştir.[120]
Nitekim Rafı' b. Hudayc (R.A.) diyor ki:
«Akşam namazını Re-
sûlüllah (A.S.)
Efendimiz'le beraber kıldıktan sonra bizden birimiz (Mescid'den) ayrılıp
çıktığında (atacağı) okun yerini görebiliyordu.»[121]
Bu hadîs, akşam
namazının vakit girince hemen kılınmasına, namaz kılınınca aydınlığın
henüz devam ettiğine delâlet etmektedir.[122]
Diğer rivayetler,
görüşler, yorumlar ve tahliller:
Mâlikîler daha çok îbn
Ebi Davud'un da rivayet ettiği Ebû Saîd el-Hudrî (R.AJ
ile Rafi' (R.A.) hadîsleriyle istidlal etmişlerdir.
Ebû Cafer et-Tahavî de
bu rivayeti almış ve delil olarak göstermiştir[123]
61 nolu Seleme
hadîsinin bir benzerini Ahmed b. Hanbel, Câ-bir'den, Taberâni, Zeyd b.
Halid'den, Ahmed ve Ebû Dâvud, Enes'-den ;Tirmizî Ümmu Habibe'den; îbn Mace,
Abbas b. Abdulmuttalib'-den rivayet etmiştir. Tirmizî, Abbas b.
Abdülmuttalib'in hadîsinin mevkuf olduğunu tesbit etmiştir ki, en sahih olan da
budur. Ihn Ebî Hatim el-îlel'de Ubey b. Ka'b'den rivayet ederek hadisin
sıhhatına ağırlık kazandırmışlardır.
62 noul Ukbe hadîsini
aynı zamanda Hâkim-Müstedrek'inde tah-rîc etmiştir. İbn Mâce, Hâkim ve bir de
îbn Huzeyme kendi Sahîh'-inde mezkûr hadisi şu lâfızla rivayet etmişlerdir:
«Ümmetim akşam namazını yıldızlar ortaya çıkıncaya kadar geciktirmediği sürece
fıtrat üzere olmaya devam edecek.»
Muhammed b. Yahya,
hadîsin muzdarip olduğunu, söylemiştir. Ancak başka tariklerden de bu mana da
birçok rivayet yapıldığı için, hadisle istidlalde bulunabilir.
63 nolu Mervan
hadîsine gelince: Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in akşam namazında devamlı uzun
sureleri okuduğu söylenemez. Çünkü gerek- ' Buharİ ve Müslim'in gerekse diğer
güvenilir muhâddisle-rin yaptıkları tesbitlere göre, Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bazan Tür sûresini, bazan Saffât sûresini, bazan Hâ-mîm Duhân
sûresini, bazan Sebbih İsmi sûresini, bazan Tin sûresini, bazan Muavvazateyn'i
ve bazan da Murselât'ı okumuştur.[124]
Zeylâi aynı anlamdaki
hadîsi birkaç tarîkten rivayet etmiştir. Ebû Davud'un, «Ümmetim akşam namazını
acele ettiği, yatsıyı geciktirdiği sürece hep hayır üzere olacaktır!»
mealindeki rivayetini garip olarak vasıflandırmış ve savaşçı olarak Mısır'a
giden Ebû Ey-yûb'un Akabe b. Amîr'e şöyle dediğini nakletmiştir. Akabe, akşam
namazını geciktirdikten sonra kıldı. Bunun üzerine Ebû Eyyûb ona: ;«Ya Akabe!
Bu ne namazıdır?» diyerek uyarıda bulundu, Akabe, '«Meşguliyetimiz vardı» diye
cevap verince, Ebû Eyyûb, «Resûlüllah .(A.S.) Efendimiz'in, «Ümmetim akşam
namazını geciktirmediği sürece hayır üzere olacak* buyurduğunu işitmedin mi?
diyerek bilgi yerdi.[125]
Aynı hadîsi Hâkim
el-Müstedrek'te rivayet ettikten sonra şöyle !demiştir: «Müslim'in şartına göre
sahihtir.» İbn Ebî Hâtım, Hayat'-!tan, o da îbn Lehîa'dan, o da Yezîd b. Ebi
Habîb'den, o da Eşlem Ebû îmran'dan o da Ebû Eyyub'dan şu lâfızla rivayet
etmiştir: «Yıldızlar doğmadan önce akşam namazım kılmakta acele ediniz!»
Ünlü hadis âlimi Ebu
Zer'â, bu kanaldan rivayet edilen hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.
Böylece rivayetlerin
tamamı, akşam namazım vakit girince geciktirmeden kılmanın müstehab olduğuna
delâlet etmektedir. Nitekim müctehid imamlar da aynı görüştedirler. [126]
Akşam namazını vakit
girince geciktirmeden kılmanın müstehab ye fazileti cami' olduğunu
belirtmiştik. Ancak akşam namazının vakti girdiğinde sofra kurulup yemek
hazırlanmışsa, o takdirde vakti kaçırmak söz konusu değilse, önce oturup yemeği
yemek, sonra kalkıp akşam namazım kılmak müstehabdır.
Bunun sebebi açıktır:
Hazır olan yemek acıkmış bulunan kim-
senin kafa ve kalbini
meşgul edebilir. Oysa namaz dikkat ve huzur isteyen bir ibâdettir.
İlgili hadîsler:
Hz. Aişe (R.AJ'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Namaz ikame edilmek üzere iken akşam yemeği hazır olursa, önce
yemeğe başlayın!»[127]
îbn Ömer (R.A.)'den
yapıla nrivâyette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Sizden
birinin akşam yemeği (sofraya) konulur da namaz ikame edilmek üzere olursa,
akşam yemeğine başlasın, yemeği bitirip kalkıncaya kadar acele etmesin.»[128]
Enes (R.A.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Akşam yemeği
takdim edilince, akşam namazından önce ona başlayın ve akşam yemeğini (yerken,
vakit müsaitse) acele etmeyin.»[129]
Nitekim İbn Ömer (R.AJ
için yemek konulur ve namaz da kılınmak üzere olunca, yemeği yiyip karnını
doyurmadan namaza kalkmazdı ki, o sırada imamın kıraat sesini duyardı.[130]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır.
1- Akşam
vaktinde namaza ikamet edilirken, sofra da konulmuş bulunursa, önce akşam
yemeğini yemek sonra kalkıp namaz kılmak müstehabdır.
2- Diğer
namazlarda da —cuma ve bayram müstesna olmak uzere— yemek hazır ise, önce
yemeği yemenin müstehab olduğu kabul edilmiştir.
Bu ikinci hükmü ilim
adamları Müslim'in rivayet ettiği şu hadisle istidlal ederek istihbabma kail
olmuşlardır: «Yemek hazır olunca, namaz kılınmaz.» Ancak bunun birtakım
istisnaları vardır:
a) Cuma ve
bayram namazlarında yemek hazır olsa bile önce namaz kılınır. Çünkü bu iki
namazın kazası olmadığı gibi, münferiden kılınması da caiz değildir.
b) Vakit
daraldığı, yemek yeniUnceye kadar vaktin çıkacağı ^öz konusu olduğu zamanlarda
önce namaz kılınır.
Müctehid imamların
görüş ve yorumu:
a)
Hanefîlere göre, yemek hazır olduğu zaman, namaza duru-jlursa, bu kalbi hem
meşgul eder, hem de namazdaki huşu'a engel i olabilir. O bakımdan zorlayıcı bir
sebep yoksa yemeğe öncelik tanınmak müstehabdır.
b) Şafiîlere
göre: Yemeğe ihtiyâç hissediliyorsa, o takdirde öne 'alınması müstehabdır.
c) Hanbelîlere
göre-. Açlık hissediliyor, yemeğe de iştiha varsa, ^o takdirde önce yemeğe
oturmak sünnettir. Diğer bir rivayette, vâcibdir.
d)
Mâlikîlere göre: Yemek hafif cinsten ise, fazla vakit almıya-cak ve mideyi de
tıka-basa doldurmayacaksa, o takdirde önce yemeğe oturmak müstehabdır.[131]
e) îbn Hazım
ve Zahiriler hadîsin zahiriyle istidlal ederek, vakti kaçırma söz konusu
değilse, akşam namazından öce hazır bulunan yemeği yemek sünnettir veya
vâcibdir.
f) Ebûbekir,
Ömer, tbn Ömer, Ahmed ve îshak da aynı görüşte-; cürler.
g) el-Irakî
ve es-Sevr'e göre, yemeği öne almak vâcibdir. O bakımdan yemek hazır beklerken
namaz kılmak hükümsüzdür.
h) Cumhara göre, yemek hazır olduğu halde namaza
durmak mekruhtur.
Cumhur bu hadîslerle,
cemaatle namaz kılmanın vâcib olmadığını istidlal etmiştir.[132]
1- Akşam
yemeği hazır bekliyorsa, önce oturup açlığı gidermek, sonra kalkıp akşam
namazım kılmak müstehabdır.
2- Cuma ve
bayram namazları dışında namazlarda da, yemek hazır olduğu takdirde önce yemek
yenilir, sonra namaz kılınır. Böyle yapmak da müstehabdır.
3- Vakit
daralmışsa, yemek yenilinceye kadar vaktin çıkması muhtemelse, önce namaz
kılmak gerekir.
4- Yemek
yeme ihtiyacını duymayan, karnı tok olan kimsenin akşamleyin yemek hazır olsa
bile, önce namaza durması müstehabdır. Çünkü sofraya oturmaktan maksat, açlığı
gidermek hissedilen iştihaya cevap vermektir.
[133]
Bilindiği gibi, akşam
namazı, üçü farz, ikisi sünnet olmak üzere beş rek'attır. İki rek'at sünnet,
müekkettir. Resûlüllah tA.S.) Efendimiz ona hep devam etmiştir.
Akşam farzından önce
iki rek'at namaza gelince, bu husustaki rivayetler ve ilim adamlarının tesbit,
görüş ve yorumlan farklıdır.
İlgili hadîsler:
Enes (R.A.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki: «Müezzin ezan okuyunca Peygamber (A.S.)
Efendimiz'in ashabından hayli kimseler acele ile (Mescid'deki) sütunlara doğru
durup namaz kılarlardı. Tâ ki, Peygamber tA.S.Î çıktığı vakit onları akşam
namazından Önce iki rek'at namaz kılmakla meşgul birhalde bulurdu. Ezan ile
ikamet arasında ise çok birşey yoktu.[134]
Bir başka rivayette
ise, «ezan Ue ikamet arasında pek az bir şey kalırdı.»
Diğer bir lâfızla
hadis şöyle rivayet edilmiştir: «Bizler, Resûlül-lah (A.S.) Efendimiz zamanında
akşamın farzından Önce, güneş battıktan sonra iki rek'at namaz kılardık.»
Bunun üzerine Enes'e denildi ki: «Resûlüllah (A.S.) da o iki rek'atı kılar
mıydı?» O da şu cevabı verdi: «Bizim kıldığımızı görürdü de ne kılmamızı
emreder, ne de bizi ondan men'ederdi.»[135]
Abdullah b. Muğaffel
(R.A.Vden yapılan rivayette, Resûlüllah i(A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«Akşamın farzından önce iki rek'at kılın!» Sonra yine: «Akşam farzından Önce
iki rek'at kılın!» Sonra üçüncü defa şöyle ilâve etti: «Arzu eden kimse
için...» Bununla insanların o iki rek'ati sünnet edinmelerinden hoşlanmadığını
bil-. Diriyordu.[136]
Diğer bir rivayette
ise, şöyle buyurmuştur: «Her iki ezan (ezan Jile ikamet) arasında bir namaz,
her iki ezan arasında bir namaz jvardır.» Sonra da üçüncü seferinde şöyle
buyurdu; «Dileyen kimse .»[137]
Ebû'l-Hayr'dan yapılan
rivayette, demiştir ki, «Ukbe b. Amir'e gelip dedim ki: Ebû Temîm'den hayretle
karşılayacağın bir halden söz edeyim mi? Akşam namazından önce iki rek'at namaz
kılıyor.» Bunun üzerine Ukbe şöyle dedi: «Şüphesiz ki biz, Resûlüllah (A.S.)
zamanında öyle yapardık...» Ben de, «peki sizi şimdi onu yapmaktan alıkoyan
nedir?» diye sorduğumda, «meşguluyet...» diye cevap verdi.[138]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır-.
1- Akşam ezanı okunduktan hemen sonra iki rek'at namaz
kılmak müstehabdır.
2- Hz.
Peygamberin (A.S.) Mescid'e geldiğinde ashabının sütunlara doğru iki rek'at
namaz kıldıklarını görüp sesini çıkarmaması, onun cevazına delâlet eder.
3- Hz.
Peygamber'in (A.S.) üç defa üstüste" «akşam farzından önce iki rek'at küm»
buyurması ve son defasında, «dileyen için...» diye ilâve etmesi, bu namazın
istihbabma delâlet eder.
4- îki ezan
arasından maksat, ezanla ikamet arasıdır. O halde her ezan ile ikamet arasında
ik rek'at namaz kılmak müstehabdır.
Müctehid imamların
görüş, istidlal ve yorumları:
a) Ashab ve
Tabiîn'den bir cemaat bu namazı müstehab saymış eve kılmışlardır. Delilleri
ise, yukarıda naklettiğimiz hadislerdir.
b) Ahmed b. Hanbel ve îshak b. Rahûye'ye göre de
müstehabdır.
c) îmam Ebû Hanîfe, îmam Mâlik ve bu iki mezhebe
bağlı olan diğer ilim adamlarına göre müstehab değildir. Nitekim dört halîfeden
de bu anlamda rivayet yapılmıştır, yani onlara göre de müste değildir.
d) İmam Nahâî'ye göre, bid'adır.
Müstehabdır diyenlerin
delili, yukarıdaki hadîsler ile îbn Hib-bân'm Abdullah b. Muğaffel (R.A.)'den
yapılan rivayettir. Böylece onlara göre, bu iki rek'atm cevazı Peygamber (A.S.)
Efendimiz'den kavlen, fîlen ve takriren sabit olmuştur.
Mekruhtur diyenler,
Akabe b. Amir (R.A.)'in hadîsiyle ihticac etmişlerdir. Çünkü o hadîse göre,
akşam namazını geciktirmeden hemen kılmak müstehabdır. O bakımdan Hanefîler,
akşam namazından önce iki rek'ât namaz kılmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir.[139]
Çünkü farzdan önce kılman bu namazla asıl nıüstehab olan akşam farzının hemen
kılınması geciktirilmiş olur.
e) Şâfiîlere göre:
Akşam farzından önce
iki rek'at hafif namaz kılmak, gayr-i mü-ökkeddir. Çünkü Ebû Davud ile başka
hadîs âlimlerinin rivayet ettikleri hadiste bu hususta emir vardır. Aynı
zamanda Buhan ve Müslim'in naklettikleri hadîste «Her iki ezan (ezan ile
ikamet) arasında bir namaz vardır» buyurulmuştur.[140]
Rivayetlerin
tamamından şu hüküm çıkmaktadır:
1- Arzu
edenler akşam ezanı okununca iki rek'at hafif namaz kılabilirler. Terkinde bir
sakınca yoktur. [141]
Yatsı namazı, günlük
hayatımızın muhasebesini yapıp onu duâ, niyaz ve Cenâb-ı Hakk'a yaklaşma arzu
ve isteğiyle noktalamanın en uygun ölçüsüdür. O bakımdan gece kalkmayı itiyâd
edinmeyen-lerin bu namazı kılmadan uyumaları mekruh sayılmıştır. Çünkü
uyanmayabilir de farz namazı kaçırmış olabilir.
Yatsı namazının vakti
girince,' cami ve cemaat söz konusu ise, onu geciktirmeden kılmak müstehabdır.
Çünkü cemaatın faziletine ermek isteyen mü'minleri bekletmek doğru değildir.
İçlerinde iş sahibi olanlar bulunmakla beraber, yaşlı ve rahatsızlar da
olabilir. O bakımdan imamın yatsı namazını geciktirmesi mekruhtur.
îş durumu müsait olup
da evinde kılmak isteyenlerin onu gecenin ilk üçte biri geçinceye kadar geciktirmesi
istihbab yollu tavsiye jedilmiştir.
İlgili hadisler:
Ibn Ömer (R.A.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Şafak
kızıllıktır. Şafak kaybolunca namaz vâcib olur.»[142]
Hz. Aişe (R.A.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bir gece, ilk üçte
bir geçinceye kadar (yatsı namazını) geciktirdi. Hz. Ömer (R.A.İ, 'Kadınlar ve
çocuklar uyudu' diye sesini yükseltti. Onun üzerine Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
çıktı ve şöyle buyurdu: 'Sizden başkası beklemiyor, bugün için ancak Medine'de
namaz kılındı.' Sonra da devamla buyurdu ki; 'Yatsı namazını şafak'm
kaybolması ile gecenin (ilk) üçte biri arasında kılınız....'[143]
Cabir b. Semure
(R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz yatsı
namazını yatsının son vaktine geciktirirdi.»[144]
Cabir (R.A.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A. S.) Efendimiz öğle namazını
günortasmda (sıcak zamanda), ikindi namazını güneş henüz pırıl pırıl iken,
akşam namazını güneş battığı zaman kılardı, yatsı namazını bazan geciktirir,
bazan acele edip
hemen kılardı, Öyleki,
(ashabın) toplandığını görünce hemen kıldı-rırdı, onların ağırdan alıp
geciktirdiğini görünce kendisi de geciktirirdi. Sabah namazını ise, Peygamber
(A.S.) veya ashabı gecenin son kananhğı henüz duruyorken kılardı.»[145]
Hz. Aişe CR.A.) 'den
yapılan rivayette, demiştir ki: «Bir gece Re-sûlüllah (A.S.) Efendimiz, (yatsı
namazım) geciktirdi, o kadar ki, gecenin önemli bir kısmı geçmiş bulunuyor,
Mescid ehli de uyumuş İdi. Sonra çıkıp namaz kıldı ve şöyle buyurdu: 'Şüphesiz
ki bu, yatsının vaktidir, ama ümmetime meşakkat vermemiş olsaydım (hep bu
vakta geciktirirdim)/»[146]
Enes (R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:
«Resûlüllah (A. S.) Efendimiz yatsı namazını gece yansına kadar geciktirdikten
sonra kıldı ve sonra da şöyle buyurdu: İnsanlar namaz kılıp uyudu, ama ; siz,
(cemaati bekleyip) intizar ettiğiniz sürece namazda idiniz.»[147]
Enes (R.A.) devamla
diyor ki: Sanki ben (şu anda) o geceki gibi . O'nun yüzünün parlaklığına bakıyormuşum
gibiyim.
Ebû Saîd (R.A.)'den
yapılan rivayette demiştir ki: «Bir gece yatsı namazı için Resûlüllah (A.S.)
Efendimizi bekledik, o kadar ki gecenin yansı geçmiş oldu. Sonra gelip bize
namaz kıldırdı ve şöyle bu-yurdu: 'Oturacak yerlerinizi alın, çünkü insanlar
yatacak yerlerini almış buluyor ve siz (yatsı) namazım beklediğiniz sürece hep
namazda oldunuz. Eğer zayıf kimsenin zayıflığından, hastanın hastalığından
olmasaydı, hacet sahibinin ihtiyacından olmasaydı ben bu namazı gecenin
yansına (veya bir parçasına) geciktirirdim/»[148]
Hz. Aişe (R.A.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ve ashabı yatsı
namazını ufukta kaybolan kızıllıkta gecenin ilk üçte biri arasında kılarlardı.»[149]
Ebû Hüreyre (R.A.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Ümmetime
meşakkat vermemiş olsaydım, yatsı namazını gecenin üçte birine veya yansına
geciktirmelerini emrederdim.» [150]
Hadislerin açık delâletinden şu hükümler
anlaşılmaktadır:
1- Yatsı
namazının ilk vakti batı ufkunda beliren şafakm, yani kızıllığın
kaybolmasıdır.
2- Yatsı
namazım, vakit girince kılmayıp biraz geciktirmek müstehabdır,
3 - Namazı
beklemek, namaza devam etmek kadar sevap getirir.
4- Yatsı
namazını yalnız başına kılan kimse gecenin üçte birine geciktirebilir, bazısı
bunun müstehab olduğunu söylemiştir.
5 - Öğle
namazı günortasmda, güneş batıya hafif meylettiğinde kılınır.
6- İkindi
namazı güneş henüz sararmadan kılınır.
7- Akşam
namazı, güneş batınca kılınır.
8-
Yatsı namazı, cemaatle kılmıyorsa, geciktirilmeden, yalnız kılmıyorsa, geciktirilerek kılınır.
9- Yatsı
namazını gece yansına geciktirmekte
bir sakınca yoktur.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamlann; görüş, tesbit ve ihticaclari: '
a) îmam Ebû Hanife'ye göre:
Batı ufkunda beliren
kızıllık kaybolduktan sonra ortaya çıkan beyazlık kaybolunca, yatsı namazının
vakti girmiş olur. Bu durumda özellikle yaz günlerinde gecenin üçte biri
geçmiş olur.[151]
O halde Hanefüerin
yatsı namazını gecenin ilk üçte biri geçince kılınmasını müstehab saydıkları anlaşılıyor.
b) Şâfiilere göre:
Bu konuda Cibril
hadîsiyle istidlal edip yatsı namazını gecenin ilk üçte birine geciktirmenin
«vakt-i ihtiyar» olduğuna kaildirler. Sözü edilen hadîste, yatsının iki vakti
belirtildikten sonra, (faziletli) vakit bu ikisi arasmdakidir, açıklanmıştır ki
bu vakt-i ihtiyara ham-ledilmiştir.
Şafiller böylece
yatsının altı vakti bulunduğunu belirterek şöyle sıralamışlardır: Fazilet,
ihtiyar, kerahetsiz cevaz, hürmet, zaruret, özür vakti...[152]
c) Hanbelîlere göre:
Yatsı namazını, bir
meşakkat arzetmiyorsa vaktin sonuna geciktirmek müstehabdır. Nitekim bu,
Peygamberin (A.S.) ashabından ve sonra da tabiinden ilim ehlinden birçoğunun
ihtiyarı da budur.[153]
Hanbelîler bu
mes'elede 94 nolu Ebû Hüreyre (R.A.) hadîsiyle .istidlal etmişler ve bunun
hilâfına nakledilen hadîslerin zayıf olduğunu bilhassa belirtmişlerdir.
Abdullah b. Ömer el-Ömerî'nin rivayet ettiği «Vaktin evveli Allah'ın
hoşnutluğudur...» mealindeki hadîsten söz ederek zayıf olduğu, Ümmü Ferve'
hadîsinin ravîlerinin meçhul bulunduklarını yine Hanbelî fukahası söylemiştir.
Ahmed b. Han-bel ise, vaktin evveli şöyle, ortası böyle, sonu öyle diye yapılan
rivayetleri bilmiyorum, yani bunların sıhhati tesbit edilememiştir, diyor.
Yatsı namazını yalnız
basma kılanın geciktirmesi, cemaat halinde kılmıyorsa, onların rızasıyla
geciktirilmesi müstehabdır. Meşakkat söz konusu ise, müstehab değildir.[154]
d)
Mâlikîlere göre:
İbn Kasım diyor ki:
Düşmanı gözetleme yerinde bulunan muhafızların yatsıyı gecenin üçte birine
geciktirdiklerini sorduğumda, bunu şiddetle inkâr etti ve sanki şöyle demek
istedi: İnsanların namaz kıldığı gibi kılıyorlar dır. Bununla şunu belirtmek
istiyordu: İnsanların şafak (kızıllık.) kaybolduktan sonra yatsıyı biraz
geciktirip kılmaları müstahabdır. Nitekim Rasûlüllah (A.S.), Ebûbekir ve Ömer
(R.A.) yatsı namazını kılarlar, fakat böylesine bir geciktirme yapmazlardı.[155]
Bu kayıtlardan, İmam
Mâlik, yatsının vakit girdikten az bir süre sonra kılınmasını müstehab saymış,
gecenin üçtebirine geciktirilmesini hoş karşüamamıştır.
İlgili diğer
rivayetler, tesbitler ve
yorumlar:
Fıkhü's-Sünne'de Hz.
Aişe, Ebû Hüreyre ve Ebû Said (Allah hepsinden razı olsun) hadîsleri delil
gösterilerek, yatsı namazının, meşakkat söz konusu olmadığı takdirde gecenin
üçtebirine geciktirilmesinin müstehab olduğu belirtiliyor ve Rasûlüllah (A.S.)
Efen-dimiz'in bu konuda cemaatın durumunu dikkate alıp bazan vaktin evvelinde,
bazan da geciktirerek kıldığına dikkatleri çekiyor.[156]
İmam Mâlik, ilgili
hadîslerle istidlal etmemiştir, Nitekim Muvat-ta'da konuyla ilgili hadîsleri
rivayet etmediğim görüyoruz. O daha çok Medine halkının amelini dikkate alarak
mezhebini kurmuştur.
Ebû Cafer Tahavî,
yatsı namazının geciktirilerek kılınmasıyla ilgili rivayetlerden yirmi kadarını
tesbit edip kendi kitabına almıştır. Biz onlardan birkaç tanesini kitabımıza
almak suretiyle bu değerli hadis âliminin görüş ve tesbitini yansıtmak
istiyoruz-.
Son yatsı vaktine
gelince, İbn Abbas, Ebû Saîd el-Hudn ve Ebû Musa'ya göre (Allah hepsinden razı
olsun) Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bu namazı gecenin üçte birine kadar
geciktirip öylece kılardı.
Cabir b. Abdillâh
(R.A.) diyor ki: Resûlüllah (A.S.) bu namazı bir vakitte kıldı: Bazısına göre
de vakit gecenin üçte biri idi, bazısına göre gece yarısı idi.
îhtimal ki, gecenin
üçte biri geçtikten sonra kılmıştır ki, bu yatsı namazının (fazilet bakımından)
son vaktidir. Nitekim Ebû Hüreyre'-den (R.A.) yapılan rivayette, Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Şüphesiz ki, namazın bir
evvel vakti, bir de son vakti vardır. Doğrusu yatsı namazının ilk vakti ufukta
(şafak-kızıllığın) kaybolmasıdır. (Fazilet bakımından) son vakti ise, gece
yarıyı bulduğu zamandır...»
Tahâvi, sonra da
k'onunuıı başında naklettiğimiz Hz. Aişe (R.A.) ile Enes (R.A.) hadislerini
naklederek mes'eleye ağırlık kazandırmıştır.[157]
Fethü'l-allâm sahibi,
yatsı namazının vaktiyle ilgili olarak 90 nolu Hz. Aişe (R.A,) hadîsini
naklederek, bir gece, gecenin önemli bir
kısmı geçtikten sonra
kıldığını naklederken, bu tabirden maksadın, gecenin yarısı olduğunu
belirtiyor, çünkü ilim adamlarının hiçbiri Peygamber (A.S.)'m yatsıyı gece
yarısından sonraya bıraktığını söylememiştir, diyerek bu vaktin «vakt-i
muhtar» yani efdaliyet anla-İmında muhtar vakit olduğuna dikkatleri çekiyor.
Sonra da îbn
Mes'ud'dan (ft.A.) rivayet edilen, «Amellerin en üstünü (fariletlisi) vaktin
evvelinde kılman namazdır» hadîsini naklederek Tirmizî ile Hâkim'in bunu
sahîhlediklerini belirtiyor ve «Ümmetime meşakkat olmasaydı yatsıyı gece
yansına veya ona yakın bir vakta geciktirirdim» mealindeki hadîsle tearuz edip
etmediği üzerinde duruyor: Bunun umumdan sonra husus olduğu, amm ile hass
arasında muâraza bulunmadığı kaidesine irca' ederek genellikle namazı ilk
vaktinde kılmanın af dal olduğuna, ancak yatsı ve sabah namazının, bir de çok
sıcak mevsimde öğle namazının geciktirilmesinin müstehab sayıldığına, böylece
has ile amm arasında hem muaraza, hem nesih söz konusu olamıyacağma dikkatleri
çekmiştir.[158]
Diğer bir husus ise,
namazın vaktin evvelinde kılınmasıyla ilgili \ hadisi rivayette Ali b. Hafs
yalnız başına kalmıştır. Oysa Şube'nin 1 arkadaşlarının hemen hepsi aynı hadîsi
«evvel» lâfzı olmaksızın «alâ ( vaktihâ" şeklinde rivayet etmişlerdir. O
takdirde, Ali b. Hafs'in rivâ-\ yetiyle istidlal etmektense, diğer râvilerin
rivayet lafzıyla istidlal da-i ha uygun olmaz mı?
Buna şöyle cevap
verilmiştir: Her ne kadar Ali b. Hafs «fî evveli |. vaktihâ» lâfzım rivayette
yalnız kalmışsa da kendisi ilimde üstâd \ sayılan saduk (çok doğru) bir zattır,
aynı zamanda Müslim'in rica-İ ündedir. Ayrıca îmam Tirmizî ile îbn Huzeyme
hadisi sahihlemiş-[ lerdir. Bu bakımdan Ali b. Hafs hadîsiyle istidlal edilir.[159]
Tahliller:
86 nolu İbn Ömer
hadîsini Darekutnî el-Garâib'de zikretmiş ve
böylece hadîsin garib olduğunu belirtmiş, ancak râvilerinin
hepsinin sıkat (güvenilir kişiler)
olduklarını tesbit etmiştir. İbn Asâkir ile Bey-- hakî de rivayet ederek sahîh
olduğunu belirtmişlerdir. îbn Huzeyme
ise kendisi Sahîh'inde Abdullah b. Ömer'den (R.A.) merfû'ân şunu rivayet etmiştir: «Akşam namazının vakti,
şafakm kızıllığının gitme-.sine kadardır.»
Ancak rivayet
zincirinde Muhammed b. Yezîd yalnız başına kalmıştır. Hafız îbn Hacer, onun
«saduk» olduğunu söylemiştir,
87 nolu Hz. Aişe
(R.A.) hadisinin ricali, Nesâî'nin Sünen'inde geçer ve hepsi de sahîh kabul
edilmiştir.
92 nolu Ebû Said
hadîsini îbn Mâce, Nesâî, îbn Huzeyme ve diğer hadis hafızları tahrîc
etmiştir. İsnadı sahihtir.[160]
Ayrıca ilgili hadisler
üzerinde Zeylâî'nin tesbit ve tahlilleri de çok önemlidir. Ancak kitabımızın hacmine
göre nıes'eleyi yeterince açıkladığımızdan onları nakletmeye gerek görmedim.[161]
İslâm dini her konuda
olduğu gibi, ibâdet, uyku, iş ve dinlenme konularında da birtakım kurallar
koymuş ve bunların hepsini düzene sokup en faydalı düzeyde tutmuştur.
Erken yatıp erken
kalkmak hem güniı, hem işi, hem hayatın her safhasını bereketlendirir. Vücuda
kuvvet, ruha neşat, kalbe inşirah verir. Uyuşukluğu giderir, tembelliğe pek
imkân vermez. O bakımdan Resûlüllah (A.S.) Efendimiz önemli bir iş dışında
yatsı namazından sonra uyumayı müstehab saymış ve fiiliyle de bunu ortaya
koymuştur. Hattâ bazı ilim adamları sünnet olduğunu bile söylemiştir.
Geç yatmanın, yani
yatağa girip uyumanın birtakım zararları söz konusudur: Düzenli bir uyku
uyunmaz, sabah namazına zor kalkılır veya o sırada uyku derinleşip hiç
kalkılmaz. Yataktan kalkılmadan güneş doğar ve böylece vücutta bir ağırlık,
isteksizlik başlar. İşe geç gidilir ve o günkü iş hayatı alt-üst olabilir.
İlgili hadisler:
Ebû Berzete el-Eslemî
(R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Şüphesiz ki, Resûlüîlah (A.S.)
Efendimiz ateme (gecenin ilk üçte biri geçtiği vakit) diye söyledikleri vakte
kadar yatsı namazını geciktirirdi ve yatsıdan önce uyumayı, ondan sonra
konuşmayı (oturup sohbet ;etmeyi hoş karşılamaz mekruh sayardı.»[162]
İbn Mesûd (R.A.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüîlah (A.S.) Efendimiz bizi yatsı
namazından sonra oturup sohbet etmekten men'etti.»[163]
Hz. Ömer (R.A.)'den
yapılan rivayette şöyle demiştir: «Resûlüîlah (A.SJ Efendimiz gece Ebûbekir'in
yanında oturup müslümanla-rın (önemli) işleri üzerinde görüşüp konuşurdu, ben
de beraberinde bulunurdum.»[164]
İbn Abbas (R.A.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki: «Bir gece Meymûne'nin evinde kaldım ki, o gece
Resûlüîlah (A.S.) Efendimiz de onun yanında bulunuyordu. Maksadım, Resûlüîlah
(A.S.)'ın geceleyin namazı nasıl idi, onu görmek istiyordum. Resûlüîlah (A.S.)
Efendimiz «v halkıyla bîr saat kadar sohbet ettikten sonra uyudu.» [165]
Hadîslörin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır;
1- Yatsı
namazını gecenin üçte birine geciktirmek müstshab dır.
2- Yatsı
namazını kılmadan uyumak mekruhtur.
3- Yatsı
namazı kılındıktan sonra —önemli bir mes'ele, ilmî bir konu yoksa— oturup
sohbet etmek de mekruhtur. Ülke ve millet yararına çözülecek, görüşülüp sonuca
bağlanacak veya yetkililerin fikirleri alınacak; çok önemli ilmî bir konu
üzerinde tartışıla-caksa, o takdirde bu bir istisna teşkil eder. Nitekim
Resûlüîlah (A. S.) Efendimiz, Müslümanların önemli işlerini Ebûbekir Sıddîk'la
(R. A.) görüşmek üzere yatsıdan sonra oturup görüştüğü tesbit edilmiştir.
4- Aile
reisinin eve geç geldiği, yani yatsıyı kılıp öylece geldiği veya gelip hemen
yatsıyı kılıp oturduğu zamanlarda, bir saat kadar oturup ev halkıyla sohbet
etmesine cevaz.verilmiştir. Nitekim Resûlüîlah (A.S.) Efendimiz yatsı namazını
kıldırdıktan sonra Hz. Meymûne'nin evine gelmiş ve bir saat kadar onlarla
sohbet ettikten sonra uyumuştur.
Müctehid imamların ve
diğer ilim adamlarının
görüş, tesbit ve
yorumları:
a) İmam Ebû
Hanife ve rey tarafdartarma göre, uyuyup bir süre sonra uyanmayı itiyâd edinen
veya uyuduktan sonra kendisini uyandıracak birinin bulunması halinde uyuması mekruh değildir. Nitekim Hz. Ali (R.A.) ile Ebû Musa (R.A.)'den de bu anlamda
rivayetler yapılmıştır.[166]
b) îmam
Mâlik'e göre, itiyadı olsun olmasın namaz kılmadan . uyuması mekruhtur. Nitekim Hz. Ömer (R.A.), oğlu Abdullah (R-A.) ve İbn
Abbas (R.A.) da aynı görüştedirler.
c) Diğer
müctehid imamlar da namaz kılmadan uyumayı mekruh saymışlardır. Nitekim imam
Tirmizi diyor ki: «İlim ehlinden birçoğu yatsı namazını kılmadan uyumayı
mekruh görmüşlerdir.»
d) İlim
adamlarından bir kısmı, ramazanda yatsıdan önce biraz uyumaya cevaz
vermişlerdir. İmam Tahavî de, Hanefîleriıı görüşü istikametinde istidlalde
bulunmuştur. îbn Arabî de aynı görüştedir.
Birinciler bu
mes'elede, Buhari ve diğer muhaddîslerin Hz. Aişe (R.A.) 'den tahric ettikleri
şu hadîsle istidlal etmişlerdir. «Resûlüîlah
(AS.) Efendimiz yatsıyı gecenin üçte birine
kadar geciktirdi, o kadar ki, Hz. Ömer (R.A.) kadınlar ve çocuklar uyudu, diye
seslendi. Peygamber (A.S.) Efendimiz de onların (yatsı namazını kılmadan)
uyuduklarını kınamadı.» Ayrıca îbn Ömer'in (R.A.) şu hadîsiyle de istidlal
etmişlerdir: «Doğrusu ResûlüÜah (A.S.) Efendimiz bir gece meşgul bulunuyordu
ki, yatsıyı geciktirdi, o kadar ki, biz Mescid'de uyuya kalmıştık. Sonra
uyandık, yine uyuduk, sonra tekrar uyandık, derken ResûlüUah (A.S.) Efendimiz
çıkageldi...» Ve onların namazdan önce uyumaları üzerinde durmadı, hiçbirini
kınamadı...
İkinciler ise, Ebû
Berze el-Eslemî'nin hadisiyle istidlal etmişlerdir. Çünkü bu anlamdaki hadîsi
aynı zamanda îbn Hibban, Hz. Ai-şe'den, Tirmizî, Enes (R.A.)'den, Kadı Ebû
Tahir, îbn Abbas'dan (R.A.) rivayet etmiştir.[167]
Tahliller ve yorumlar:
107 nolu îbn Mes'ud hadîsinin ricali, îbn
Mace'nin Sürien'inde rical-i sahih kabul edilmiştir. Tirmizi de buna işarette
bulunmuş ve zayıf olduğuna dair bir görüş ortaya çıkmamıştır.
Ayrıca Ahmed b. Hanbel
ve Tirmizî şu lâfızla rivayet etmişlerdir: «Namazdan sonra artık sohbet
yoktur.» Tabii namazdan maksat, yatsı namazıdır. «Ancak iki kimse müstesna:
Namaz kılmaya devam eden ve bir de müsafir...»[168]
Hafız Ziyâuddîn el-Makdisî Ahkâm'da Hz. Aişe'den merfûân şu lafızla rivayet
etmiştir: «(Yatsı namazından sonra) oturup sohbet etmek ancak üç kimse için (caizdir
veya) üç kimseye (ruhsat verilmiştir)-. Namaz kılmaya devam eden, müsafir ve
damat...»
108 nolu Ömer hadîsini Tirmizi «hasen» olarak
belirlemiş ve Ne-sâî kendi Sünen'inde tahrîc ederek ricalinin sahih olduğunu
söylemiştir.
Böylece yatsı
namazından sonra ilmî bir konu üzerinde veya aile ve toplumun selâmeti
bakımından veya önemli bir mes'ele üzerinde oturup konuşmanın mekruh olmadığı
anlaşılıyor. Nitekim cumhur da bu görüştedir. Nevevî de hayırlı bir iş, faydalı
bir konu dışında oturup konuşmanın mekruh olduğunu söyleyerek konuya açıklık
getirmiştir.[169]
109 nolu İbn Abbas
hadisi, yatsıdan sonra oturup sohbete cevaz verenlerin istidlal ettiği
rivayetlerden biridir. [170]
1- Yatsı
namazından sonra uyumayıp sohbet etmek, tenzîhen mekruhtur.
2- Ancak
dinî, ilmî, ahlâkî, siyâsî gibi önemli bir konu üzerinde görüşmek üzere yatsı namazından sonra
biraraya gelip görüşmek mekruh değildir.
3- Yatsı
namazından sonra önemli bir konu yoksa uyumak müstehabdır.
4- Akşam geç
vakit işinden dönüp ev halkıyla görüşme imkânı bulamayan kimsenin, yatsı
namazından sonra bir süre eşiyle, çocuklarıyla oturup sohbet etmesine ruhsat
verilmiştir.
5- Sabah namazına
uyanamıyacak kadar geç yatmak — önemli bir nıes'eleden dolayı değilse —
mekruhtur.
6- Erken
yatıp erken kalkmak ve erken iş başı yapmak müstehabdır. [171]
Sabah namazının
dindeki yeri, bedendeki başm yeri gibidir. Farz namazların hepsinin ayrı ayrı
önemi, yaran ve faydası vardır. Ama özellikle sabah namazının önemi daha
başkadır. O bakımdan Resû-lüllah (A.S.) Efendimizin talîm ve terbiyesinde
yetişen mü'nıinlerin hemen hepsi beş vakit namaza devam gösterdikleri, sabah
namazını ise cemaatle kılmaya özen gösterip kaçırmamak için bütün dikkat ve
duyarlılıklarını ortaya koydukları muhakkaktır.
Ancak «namaz
vakitleri» bölümünde sabah namazının ilk ve son vakti üzerinde durmuş, kısa bir
bilgi vermiştik. Önemine binâen bu konuya yeniden dönme ihtiyâcını duyduk.
Çünkü fazla İzahat isteyen bir mes'ele olarak herzaman karşımızda bulunuyordun
İlgili hadisler:
Hz. Aişe (R.A.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki: «Biz mü'mine kadınlar, sofeak kıyafetimize
bürünmüş bir halde Peygamber (A.S.) Efendimizle beraber sabah namazına hazır
olur, namazdan sonra evlerine dönerlerdi de, ortalık henüz karanlık bulunduğu
için hiç kimse onları tanımazdı.»[172]
Ebû Mes'ûd el-Ansarî
(R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bir
defa sabah namazını ortalık henüz karanlık iken kıldı, sonra bir defa da
ortalık ağarmış halde kıldı. Ondan sonra hep ortalık karanlık iken kılmaya
başladı ve vefat edinceye kadar bir daha ortalığın ağarmasına kadar
(geciktirip) bırakmadı.»[173]
Enes'den (R.A.), Zeyd
b Sabit (R.A.) demiştir ki: «ResûlüUah (A. S.) Efendimizle beraber sahura
kalkıp yemek yedik ve sonra da kalkıp (sabah) namazını kıldık.» Enes devamla
diyor ki: Zeyd b. Sâbit'e sordum, dedim ki: «Sahurla namaz arasında ne kadar
bir zaman takdir edildi?» Bana şu cevabı verdi: «Elli âyet okunacak kadar bir
zaman...»[174]
Ebû Rabî' (R.A.)'den
yapılan rivayette demiştir ki: «îbn Ömer ile beraber bulunuyordum. Ona şöyle
dedim: Doğrusu ben seninle
beraber namaz
kılıyorum sonra (sağ ve sol tarafıma) iltifat ettiğimde yanımda oturanın
yüzünü göremiyorum. Sonra bazan da sen ortalık aydınlanınca namaz kılıyorsun.
Bunun üzerine bana şöyle dedi: Ben Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in böyle
yaptığını, böyle namaz kıldığını gördüm de o bakımdan, onun.namaz kıldığı gibi
namaz kılmayı arzu ettim.»[175]
Muâz b. Cebel (R.A.)
demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.Î Efendimiz beni Yenıen'e gönderdi. Bu arada bana
şöyle buyurdu: Ya Muâz! Kış olunca sabah namazını ortalık henüz karanlık iken
kıl da cemaatin takat getireceği kadar kıraati uzat, onlara bıkkınlık verme.
Yaz olunca sabah namazını ortalık aydınlanırken kıl. Çünkü gece (o mevsimde)
kısadır, insanlar da uyurlar; o bakımdan onlara mühlet ver de tâ ki gelip (namaza) yetişsinler.»[176]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Sabah
namazını ortalık henüz aydınlanmadan kılmak müs-tehabdır.
2-
Kadınların sokak kıyafetine bürünüp örtünerek sabah namazına gitmeleri
caizdir.
3- Peygamber
(A.S.) Efendimiz sabah namazını daha çok ortalık henüz karanlıkken kılardı.
4- Bazan da
ortalık ağarınca kıldığı olurdu
5- Daha çok
kış mevsiminde sabah namazını erken, yani ortalık henüz karanlıkken kılmak,
yaz mevsiminde ise ortalık ağarınca kılmak müstehabdır.
Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve ilim adamlarının; tesbit, görüş,
istidlal ve ihticaclari:
a)
Hanefilere göre:
Sabah namazım
geciktirip ortalık aydınlanınca kılmak mendup-tur. Çünkü dört sünen sahibinin
rivayet ettiği ve Tirmizî'nin sahîh-ladığı hadiste: «Sabah namazını ortalık
ağarmca kılın, çünkü böyle yapmanın ecri daha büyüktür.» Ancak ortalığın
aydınlanmasını şöyle takdir etmek gerekir, kılman namazı iade etmek
gerektiğinde, iadeye yetecek kadar vaktin kalması dikkate alınır.[177]
Ebû Cafer et-Tahavî
ise, ortalık karanlık ile başlanır, ortalık ay-dınlanınca bitirilir. Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz'den rivayet edilene uymak bakımından uygun olan budur,
demiştir.
Tahavî bu konudaki
rivayetlerin çoğunu toplamış ve erken kılınması ile ortalık aydınlanınca
kılınması hakkında varid olan hadis ve rivayetleri naklettikten sonra yukarıda
belirttiğimiz görüşünü belirtmiştir.[178]
b) Şafülere
göre:
Sabah namazının «vakt-i ihtiyarî» si, ortalık ağarınca
kılmma-; sidir. Şâfiîler bu meselede Cibril hadîsiyle istidlal etmişlerdir,
Çün-! kü Cibril'in «vakit bu ikisi arasındaki vakittir» yanı sabah namazının
fazilet vakti, bu iki vaktin ortasıdır, demesi, ihtiyari vakte işarettir.
Bundan sonraki vakit kerahetsiz cevaz vaktidir; güneş doğmasına az kala bir
zaman parçasında kılmak ise kerahetle caizdir. :[179]
Ancak İmam Şafiî
el-Ümm'de, «tağlis» ile «isfar»'dan hangisi daha sabittir?, sorusuna şu cevabı
vermiştir: «Hz. Aişe, Zeyd b. Sabit ve beraberlerinde bir üçüncü sahabî'nin
Peygamber (A.S.) Efen-dimiz'den «tağlis» yani ortalık ağarmadan önce sabah
namazının kılınmasıyla ilgili rivayetleri; Rafi' b. Hudayc'in (R.A.) yalnız basma
Peygamber (A.S.)'dan «isfar» yani ortalık biraz aydınlandıktan sonra sabah
namazının kılınmasıyla ilgili rivayetinden daha sabittir,» yani onların
rivayeti daha kuvvetli ve ihticaca daha uygundur. Böylece îmam Şafii sabah
namazının ortalık ağarmadan kılınmasının müstehab olduğuna kaildir.[180]
Sonra da İmam Şafiî,
bu konuda hüccetlerin en sabit olanı, Allah'ın «Namazları kılmaya devam edip
onları muhafaza edin» emriyle, Rasûlüllah (A.S.)'m, «Vaktin evveli Allah'ın
rızasıdır...» Ve hangi amel daha faziletlidir? sorusuna, «Vaktin evvelinde
kılınan namaz» diye buyurmasıdır, diyerek bu görüş ve içtihadının isabetine
işarette bulunmuştur.[181]
Böylece
Fethülvahhab'da Şeyhülislâm Ebû Yahya Zekeriya el-Ansarînin Şafiî mezhebinin
sözü edilen mes'ele hakkındaki görüş ve tesbiti. îmam Şafiî'nin görüş ve
ihticacmdan farklı bir durum arzediyor. İhtimal ki, Şeyhülislâm, «isfar»dan
ortalığın pek az ağarmasını kasdetmiş ve böylece «tağlis»e çok yakın bir vakti
«vakt-i ihtiyarî» olarak belirlemiştir veya bu mes'elede kendi imamından ayrılmıştır.
Çünkü kendisi de ictüıad seviyesine kadar yükselmiş değerli bir din âlimidir.
c)
Hanbelüere göre:
Sabah namazında
«tağlîs» afdaldır. Yani ortalık henüz ağarmadan namazı vaktin evvelinde kılmak
daha üstündür. İmam Mâlik ve İmam Şafiî de aynı görüş ve içtihattadırlar,
îshak b. Ruhuye de bu kavli ihtiyar etmiştir. Ebûbekir Sıddîk (R.A.), Ömer
(R.A.), İbn Mes'ûd (R.A.), Ebû Musa (R.A.) ve İbn Zübeyir ile Ömer b. Ab-dülaziz'den
de bu anlamda rivayetler yapılmıştır. îbn Abdilberr diyor ki: «Resûlüllah
(A.S,) ile Ebûbekir, Ömer ve Osman'dan «tağlîs»in afdal olduğu sahîh rivayetle
sabit olmuştur. Bu durumda onların af-dal olanı terketmeleri mümkün değildir.
Çünkü hepsi de faziletin doruğuna çıkan ve hep ona doğru giden zatlardır.[182]
îmam Ahmed ise şöyle
demiştir: «Bu hususta itibar mü'minlerin durumuna göredir. Eğer ortalık
ağardıktan sonra kılmaya devam ediyorlarsa, o takdirde «israf» afdaldır.
Nitekim Resûlüllah'm (A.S.) Cabir'den yapılan rivayete göre, yatsı ve sabah
namazında mü'minlerin durumuna göre vakti ayarladığı anlaşılmaktadır. «Sabah
namazını ortalık ağarınca kılın, çünkü böyle yapmanın ecri daha büyüktür»
hadisi hakkında îmam Tirmizî «hadîsün hasenün sahî-hün» demiştir.[183]
Hanbelîler bu konuda
daha çok Hz. Câbir, Ebû Berzete ve Hz. Aişe
(R.A.) hadîsleriyle istidlal etmişlerdir.
Ancak îbn Kudame,
«isfar» tabirini, yani hadîste yer alan bu lafzı, sabah namazını fecr-i sadık'm
doğduğu iyice anlaşılıp kesinlikle fecrin aydınlığının ortaya çıkması şeklinde
yorumlamıştır ki, bu «tağlîs»e çok yakın bir vakte delâlet eder.
Netice olarak;
geciktirilmesi müstehab olan bir namazı vaktin evvelinde kılmakta veya hemen
vaktin evvelinde kılınması müste-
hab olan bir namazı
geciktirmekte bir sakınca yoktur. Yeterki vakit çıkmış olmasın. Veya İbâdeti
tastamam yerine getirmek için vakit daralmış bulunmasın. Çünkü Cibril namazı
Peygamber CA.S.) Efendimize hem vaktin evvelinde, hem sonuna doğru
kıldırmıştır.[184]
a)
Mâlikîlere göre:
Sabah namazının vakti
«iğlas» yani ortalık henüz ağarmadan kılmaktır, öyleki yıldızlar henüz açık
şekilde gözükür bir halde iken bu namazı yerine getirmek (daha faziletlidir).
Son (fazilet) vakti ise, «israf»dır, yani ortalık ağarıp yıldızlar pek görünmez
olduğu zamandır.[185]
Diğer tesbitler,
rivayetler, yorumlar ve tahliller:
Zeylâî İbn Mace'nin
Sünen'inde Muğîs'in şöyle dediğini tesbit etmiştir: «Abdullah b. Zübeyir ile
beraber sabah namazım ortalık henüz ağarmadan kıldım. Selâm verdikten sonra
kendisine dönüp sordum. Bu naşı] bir namazdır? Cevapla dedi ki: Bu, bizim
Resûlül-lah (A.S. Efendimizle beraber kıldığımız ve aynı zamanda Ebûbekir ve
Ömer'le birlikte eda ettiğimiz namazdır. Ömer (R.A.) suikasde uğrayıp
öldürülünce Hz. Osman (R.A.) bu namazı ortalık ağarmaya başlayınca kıldırmaya
başladı.»[186]
Bu rivayetten, sabah
namazının gerek Resûlüllah (A.S.) zamanında, gerekse ilk iki halifesi
döneminde fecir doğduktan sonra ortalık henüz ağarmadan kılındığı, sonra Hz.
Osman (R.A.) döneminde ortalık ağannca kılınmaya başlandığı anlaşılıyor.
114 nolu Hz. Aişe
(R.A.) hadîsinden, sabah namazının fecir doğduktan hemen sonra kılınmasının
müstehab olduğu ortaya çıkıyor.-Nitekim yukarıda da belirttiğimiz gibi, İmam
Mâlik, îmâm Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel, îshak b. Rahuye, Ebü Sevr, Evzâî,
Davud b. Ali ve Ebû Cafer et-Tahavî'nin de görüş ve mezhepleri bu anlamdadır.
Aynı görüş ve uygulamanın Hz. Ömer, İbn Zübeyr, Enes, Ebû Musa ve Ebû
Hüreyre'den (Allah hepsinden razı olsun) nakledildiği de tesbit edilmiştir.
Nitekim Hz. Râfl' hadîsi de bunu kuvvetlendirmektedir.
Ebû Hanife ve rey
tarafdarlan ile Hasan b. Hay ve Sevri'ye göre, isfar afdaldır, yani ortalık
ağardıktan sonra kılınması daha faziletlidir. Bunlar «Sabah namazını ortalık
aydınlanınca kılın!» mealindeki hadisle ihticac etmişlerdir.
115 nolu Ebû Mes'ud hadîsinin aslı Buharî ve
Müslim'dedir. Ebû Dâvud kendi Sünen'inde
naklederek ricalinin sahih olduğunu belirtmiştir.
Ayrıca Nesâî ile İbn Mâce de kendi Sünen'lerinde bunu rivayet etmişlerdir.
el-Münziri bunun râvilerinin hepsinin sıkat (güvenilir kişiler) olduğunu belirtmiştir. Böylece sabah
namazının ortalık henüz aydınlanmadan önce kılınması efdaldır, hususu ağırlık
kazanmış oluyor.
116 nolu Enes (R.A.) hadîsi de «tağlis»in afdal
olduğuna delâlet eden rivayetlerden biridir. İbn Hibban ile Nesâî de aynı
hadisi tah-rîc etmişler ve tamamını şöyle
belirtmişlerdir: Peygamber
(A.S.), «Ya Enes! Bana biraz yiyecek getir,* buyurdu. Enes diyor ki:
«Biraz hurma ile biraz su alıp getirdim ki, o sırada Bilâl ezan okumuş bulunuyordu.»
Peygamber (A.S.): «Ya Enes! Bir bak da benimle birlikte yiyecek bir adam bul!»
buyurdu. Ben de Zeyd b. Sâbit'i çağırdım. Geldi Peygamberle birlikte sahur
yemeğini yedi. Sonra Peygamber (A.S.) kalkıp iki rek'at namaz kıldı ve (sabah)
namazı için (Mesci-d'e) çıktı.»
Bu rivayette, Bilâl'ın
fecr-i sadık doğmadan ezan okuduğu anlaşılıyor. Çünkü Peygamber (A.S. )
Efendimiz, o ezan okuduktan sonra sahur yemiştir. Zaten bir hadislerinde de
buna işaretle: «Bilâl'ın ezanı ve ufukta beliren dikey aydınlık sizi
aldatmasın!» buyurarak Bilâl'ın henüz fecr-i sadık doğmadan ezan okuduğuna
dikkat çekmiştir. Ayrıca Resûlüllah'm ramazanda da sabah namazım vakit girince
hemen kıldığı anlaşılıyor. Böylece «tağlîs»in istihbabı ortaya çıkıyor.
Bu konuda Râff b.
Hudayc hadîsine gelince, beşlerin rivayet ettiği bu hadisi aynızamanda İbn
Hibban ve Taberânî de rivayet etmiştir. Hadisi birçok ilim adamları
sahîhlemiştir. Bu «tağlîs»i nes-heder mahiyette değildir. Sadece ortalık
aydınlanınca da sabah namazını kılmanın meşruiyetine delâlet etmektedir.
Hadîsin meali şöyledir:
«Sabah namazını
ortalık ağannca kılın, çünkü bunun ecri çok daha büyüktür.»
117 nolu Ebû Rebî'
hadisinin isnadında, adı geçen Ebû Rebî'bu-[unuyor ki, Darekutnî onun meçhul
olduğunu belirtmiştir. Zehebl de bnun zayıf kabul edildiğini kaydetmiştir.[187]
Bununla beraber, tbn Ömer gibi büyük bir fakıyh, Peygamber (A.S.) Efendimiz'in
vefatından sonra da sabah namazını ortalık ağardıktan sonra kılmaya devam
etmiştir. Eğer bu hadîs mensûh olsaydı İbn Ömer CR.A.) hiç devam eder miydi?
Nitekim Peygamber (A.S.) Efendimizin de ba-izan ortalık karanlıkken bazan da
aydınlıkken kılmıştır.
118 nolu Muâz
hadîsinde, tağlîse illet olarak kış mevsimi gösterilmiştir. Ancak bu illet ve
sebeplerden biridir. O bakımdan camilerin uzaklık ve yakınlığı, cemaatın erken
veya geç toplanma durumu dikkate alınarak bazan erken saatte, bazan da ortalık
aydınlanınca kılmakta bir sakınca yoktur; her iki durumda da afdaliyet söz
konusudur. [188]
1- Sabah
namazını bilhassa yaz mevsiminde ortalık aydınlandığı zaman, kış mevsiminde
ortalık henüz karanlık iken kılmak af-, daldır.
2- îmam Ebû
Hanife ve rey tarafdarlarına göre, ortalık aydınlandığında kılmak af daldır.
Diğer üç imama göre, ortalık henüz ağarmadan kılmak afdaldır.
3-
Kadınların sokak kıyafetiyle örtünüp sabah namazım kılmak üzere yakınlarındaki camilere gitmelerinde bir
sakınca yoktur. Ancak yollarda sarkıntılık yapanlar olduğu takdirde evlerinde
kılmaları afdaldır. Genç hanımlarm ise daha dikkatli olmaları, rahatsız
edenlerin bulunacağı ihtimal dahüindeyse, çıkmayıp evlerinde kılmaları tavsiye
edilmiştir. [189]
Vakit, namazını
şartlarından biridir. 45 dereceden yukarıda yaşayan insanların zaman zaman
yatsı vakti için bir namaz kılacak kadar zaman bulamadıkları için, ilim
adamlarından bir kısmına göre, yatsıyı kılmaz, bir kısmına göre, kılması
gerekir. Çünkü şartlardan birinin zorunlu olarak kalkmasıyla diğer şartlar
kalkmış olmaz ve o bakımdan namaz terkedilmeyip takdir yapılarak kılınır.
Ayrıca namazı herhangi
bir sebepten geciktirip vaktin sonuna bırakan kimse, kılacağı namazın bir
kısmını vakti içinde kılma imkânı varsa kılar, geriye kalanını — vakit çıksa
bile — tamamlar, diyenler vardır. Bunun aksini savunup namazı hükümsüz kalır,
diyenler de eksik değildir.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Ebû Hüreyre CR.A.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Güneş doğmadan önce sabah namazının bir rek'atine yetişen kimse,
sabah namazına gerçekten yetişmiştir. Güneş henüz batmadan ikindi namazının bir
rek'atma yetişen kimse, cidden ikindiye ulaşmıştır.»[190]
Aynı hadîsi Buharî şu
lafızla rivayet etmiştir: «Sizden biri güneş henüz batmadan ikindi namazının
bir secdesine yetişirse, namazını tamamlasın! Sabah namazından, güneş henüz
doğmadan önce deye ulaşırsa, namazını tamamlasın!..»[191]
Hz. Aişe (R.A.)'dan
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Kim, güneş batmadan ikindi
namazının bir
secdesine yetişirse, veya güneş doğmadan sabah namazının bir secdesine
yetişirse, o namaza gerçekten yetişmiştir.»[192]
Hadislerin ışığında
müctehid imamların tesbit ve istidlalleri: \
a) Hanefîlere göre:
Sabah namazını
kılarken güneş doğarsa, namaz bozulur. Bilâha-ra onu kaza etmesi gerekir. Ama
ikindi namazını kılarken güneş batarsa, namaz bozulmaz vaktin çıkmasına rağmen
namazı tamamlar ve bu namaz kaza değil edâ sayılır.[193]
Hanefüerin usûl yönünden vakt-ı kâmil ve vakt-ı nakısla ilgili görüş ve
ictihadlan söz konusudur. Bu hususta geniş bilgi edinmek isteyenlerin Usûl-ı
Fıkıh kitaplarına bakmaları tavsiye olunur.
b) Şâfiüere
göre:
Başlanılan namazın tam
bir rek'âti vakit içinde kılınır, gerisi vakit dışında kılmırsa, hepsi edâ
edilir, kaza sayılmaz. Çünkü Buharı ve Müslim'in sahih tesbitlerine göre,
«Namazdan bir rek'ate ulaşan, hepsine ulaşmış olur...» mealindeki hadîs
istidlal ve ihticaca mesned seçilmiştir.[194]
.
Bundan anlaşılan odur
ki: Başlanılan namazın bir rek'atmı tamamlamadan vakit çıkarsa, o namaz
bozulur, kaza edilmesi gerekir. Çünkü bir rek'at namazın a'zami ef âlini
kapsamaktadır. Diğer rek'-atlar aynı şeyin tekrarı mahiyetindedir. O bakımdan
vakit dışında kalan rek'atlar vakit içinde eda edilen rek'ata tabidirler.[195]
c)
Hanbelilere göre:
Bir rekâta ulaşan
kimse namazın tamamına ulaşmış olur, yani Vakit içinde bir rekât namaz
kıldıktan sonra vakit çıkarsa, nama- _ banı tamamlar ve bu edâ kabul edilir.
Ancak bir rek'attan az bir miktara erişen kimse namaza vakit içinde ulaşmış
sayılır mı? Bu hu-Şustâ iki rivayet vardır: Birinci rivayete göre, ulaşmış
olmaz. Har-[kî'nin zahir görüşü de budur. Mâliki mezhebi de aynı görüştedir.
Ni-;tekim daha önce yaptığımız rivayette bir rekâtın tahsisi, namazın [tamamına
yetişmenin bundan daha az bir cüz ile gerçekleşmiyece-
ğine delâlet eder.
Nitekim Cuma namazının bir rek'âtma yetişen, tamamına yetişmiş olur, daha az
bir cüz'üne yetişen, cumaya yetişmemiş sayılır. İkinci rivayete göre, namazın
bir cüz'üne yetişmekle tamamına yetişmiş sayılır. Kadı diyor ki, «Bu, İmam
Ahmed'in görüşünün zahiridir.» Ebulhattab diyor ki: «Namaza ihram tekbiri miktarı
yetişen kimse, vakit çıkmadan bu cüz'e erişmişse, namaza yetişmiş sayılır,
yani kılacağı namaz edâ kabul edilir.» Nitekim İmam Ebû Hanîfe'nin de mezhebi
budur.[196]
Hanbelîler bu
mes'elede daha çok Buharî ve Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri şu hadîsle
istidlal etmişlerdir: «Kim güneş batmadan önce ikindi namazının bir secdesine
yetişirse, namazını tamamlasın ve güneş doğmadan Önce sabah namazının bir
secdesine yetişen kimse de namazını tamamlasın.»[197]
d)
Mâlikîlere göre:
Bir tam rekata ulaşan,
namazın tamamına ulaşmış olur, böyle ce vaktin dışında kalan kısmı kılar ve bu
edâ sayılır.
Böylece Mâlikiler biri
ihtiyari, diğeri zaruri olmak üzere vakti iki kısma ayırırlar. Bir rek'atinde
ihtiyarî vakta ulaşır da gerisini zarurî sayılan vakitte tamamlarsa, hem namazı
edâ sayılır, hem de günahkâr olmamıştır.[198]
Nitekim Malikîler cuma
namazı hakkında şöyle demişlerdir: Kim cuma namazının bir rekâtına yetişirse,
imam selâm verdikten sonra kalkıp bir rekât daha kılıp namazını iki rekât
olarak tamamlar. Ama et-Tahiyyâtta gelip imama ulaşan kimse, imam selâm
verdikten sonra kalkıp dört rekât kılar. Bu artık cuma namazı değil, onun
yerine geçen öğle namazı sayılır.[199]
Malikîler bu mes'elede
Süfyan tarikiyle İbn Ömer'den (R.A.) ir-vâyet edilen şu hadîsle istidlal
etmişlerdir: «Cumadan bir rekâta yetişen kimse, ona bir rekât daha izafe eder
(ekler), cemaate et-Tahiyyâtta ulaşırsa, kalkıp dört rekât kılar.»[200]
Ayrıca bu mealde Ebû
Hüreyre'den (R.A.) rivayet edilen şu hadîs de onlar için ihticaca mesned
seçilmiştir: «Kim cuma namazından
bir rek'ata yetişirse,
ona bir rekât daha eklesin. Kim de her iki rekâtı kaçırırsa, dört rekât kılsın
t diğer bir rivayette, öğle farzını kılsın)...»[201]
Diğer rivayetler,
tesbitler, yorumlar ve tahliller:
130 noiu Ebû Hüreyre
hadisinde «bir rekâte yetişen...» tabirin-iden maksat nedir? İlim adamlarından
bir kısmına göre, bu yorum isteyen bir sözdür: «Namazın hükmüne ulaşmış olur»
demektir Veya «Namazın vücubuna ve faziletine kavuşmuştur» diye bir izmar
yapılabilir. Kimine göre ise, o namaza eda olarak yetişmiştir, demektir.
Nitekim Ebû Hüreyre'den yapılan bir diğer rivayette, Peygamber (A.S.)
Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Kim ikindi namazından — güneş
henüz batmadan önce — bir rekât kılar ve geri kalan kısmını güneş battıktan
sonra kılarsa, ikindiyi kaçırma-mış demektir.»[202] Ve
bunun bir benzeri rivayeti de sabah namazı hakkında vârid olmuştur. Buhari'nin
Ebû Hüreyre'den (R.A.) yaptığı bir rivayette, Hadisin son kısmında «namazını
tamamlasın.» denilmiştir. Nesâî'nin yaptığı rivayette ise, hadisin son kısmı
şöyle bağlanmıştır. «Gerçekten o namazın hepsine ulaşmıştır, ancak ne var ki,
kaçırdığını kaza eder.» Beyhâkî ise, şu cümleyi nâkletmiştir: «O rek'âta bir
diğer rek'ât kılıp ilâve etsin!»
Bütün bu rivayetlerden
çıkarılan hüküm şudur: «Sabah, ve ikindi namazlarına güneş doğmadan ve güneş
batmada,n birer rekâtına yetişen kimse, o namazın tamamına yetişmiş demektir.»
Tahavî CEbû Cafer)
ise, bu idrak yani yetişmeyi çocuğun ihti-lâm olması, yani ergenlik dönemine
girmesi, ayhali olan kadının temizlenmesi ve kâfirin İslâm'a girmesiyle
yorumlayarak bağlı bulunduğu Hanefî mezhebinin görüşünün isabetini iddia
etmiştir ki, böyle bir yoruma başka ilim adamları pek itibar etmemişlerdir.
Tahavî şunu demek istiyor: Hadiste belirtilen «bir rekâte yetişme», o sırada
ergen olan veya ayhaünden temizlenen veya İslâm'a giren kimse hakkında cari bir
hükümdür. Onlar abdest alıp vaktin bir rek'âtına yetişirlerse, namaza ulaşmış
sayılırlar veya vakitten bir rek'ât namaz kılacak kadar bir cüz' kaldığında bu
olaylar
İmam Ebû Hanife bu
mes'elede, vârid olan diğer hadîslerle istidlal ederek, sabah namazına güneş
doğmadan yetişen kimse o namaza cidden yetişmiştir, bir rekâtına veya bir
cüz'üne yetişen o namaza yetişmemiş demektir, hükmünü çıkarmıştır. Çünkü güneş
doğarken namaz kılmak men'edilmiş tir. O zaman hiçbir namaz kılınmaz, diyerek
sabah namazı hakkında belirtilen ictihadda bulunarak diğer imamlardan farklı
bir yorum ortaya koymuştur.
131, 132. nolu
hadîslere gelince, onlarda «bir rek'ât» tabiri yerine «bir secde» tabiri
geçmektedir. Bir secdeden maksat nedir? Müslim de kendi sahihinde belirttiği
gibi, bundan bir rekât kasdedilmiştir.
Buharı ise, a,ynı
hadîsi şu lâfızla rivayet etmiştir: «Kim bir rekâta yetişirse...» Müslim'in Hz.
Aişe'den yaptığı rivayette, hadisin sonunda râvi şöyle demiştir: «Secde rekât
demektir».
Fethülallâm sahibi
diyor ki: «Eğer bu söz Peygamber (A.S.) Efendimiz'in ise, yani O'na aitse,
artık hiç bir işkal söz konusu değildir. Eğer râviye aitse, o da kendi
rivayetini daha iyi bilir demektir. Hat-tabi ise, bu konuda şöyle demiştir:
«Secdeden maksat, secdeleriyle rükû'uyla birlikte olan bir rekât demektir. Zira
rekât ancak secdeleriyle tamamlanır. O bakımdan hadîste rek'ât, «secde» olarak
anılmıştır.[203]
Buhari ve Müslim'in
ittifakla rivayet ettikleri Ebû Hüreyre (R-A.) hadîsinde ise, sabah ve ikindi
namazları tasrih edilmeksizin sadece namaz tabiri kullanılarak şöyle
buyurulmuştur: «Kim namazdan bir rekâta ulaşırsa, gerçekten namaza ulaşmış
demektir.»[204]
Anlaşıldığı gibi, bu
hadîs «idrak-i rekât» hususunda umum ifâde etmekte ve sadece sabah ve ikindi
namazına has bir hüküm taşımamaktadır. İbn Hacer'e göre, «mine's-salât»m
başındaki (elif-lâm) ahd içindir ve böylece namazdan maksat, sabah ve ikindi
namazlarıdır. Konunun başında naklettiğimiz hadîsler ise, mutlak değil
mu-kayyeddir. O halde bu babda mutlak rnukayyed üzerine hamledilir.
Fıkhü's-Sünne sahibi
de her iki rivayeti naklettikten sonra şöyle demiştir: «Kim namazdan bir
rekâta ulaşırsa, gerçekten o nama-
za ulaşmış demektir»
hadîsi, bütün namazları kapsamaktadır. Bu-harî'nin ise, «Sizden kim güneş
batmadan ikindi namazının bir secdesine yetişirse, namazını tamamlasın ve
güneş doğmadan önce sabah namazının bir secdesine yetişirse, yine namazını
tamamlasın,»
mealinde rivayet
ettiği hadîste ise, secdeden maksat, rek'âttir.
Hadîsin zahiri, ikindi
ve sabah namazından bir rekâta yetişen kimse hakkında güneş doğduktan ve güneş
battıktan sonra namaz kılmak mekruh değildir hükmüne delâlet etmektedir,
isterse kalan rekâtleri kerahet vaktinde kılmış olsun, onun hakkında kerahet
söz konusu değildir. Böylece kılınan namaz eda sayılır, kaza değildir. Her ne
kadar kasden namazı böyle dar vakte geciktirmek caiz de gilse de, hüküm
böyledir...[205]
Zeylâî «idrak-j
rek'ât»le ilgili sahîh hadisleri naklettikten sonra, Hanefi mezhebinin, sabah
namazım kılarken
ünoş doğacak olursa,
namaz bozulur şeklindeki görüşlerini belirterek ortaya çıkan müş-kile
dikkatleri çekmiş, aynı zamanda Buhari ve Müslim'in bu bapta yaptıkları
rivayeti, kâfirin İslâm'a girmesiyle yorumlayanları^ reddeder mahiyette
bulunduğunu söylemiştir. Böylece o da, Tahavi'nin yorumunun uygun olmadığını
belirterek hadîsleri zahirî manâlarından saptırmamaya özen göstermiştir.[206]
1- Sabah
namazının bir rekâtına yetişen kimse, güneş doğunca ikinci rekâtını da kılmak
suretiyle namazını tamamlar ve bu edâ sayılır.
2- imam Ebû
Hanife'ye göre, namazı, bitirmeden güneş doğar sa, namazı bozulur, kerahat
vakti çıkınca kaza etmesi gerekir.
3- İkindi
namazının — güneş batmadan —bir rekâtına yetişen kimse, güneş batınca geriye
kalan üç rekâtını da kılmak suretiyle namazı tamamlar ve bu edâ kabul edilir.
4- Namazın
vakit içinde sadece ihram tekbirine ve bir rekâtın bir cüz'üne yetişen kimse de
o namaza yetişmiş sayılır. Bu İmam Ebû Hanîfe ile, bir rivayete göre, İmam
Ahmed.in kavlidir. Diğer iki mezhebe göre, namaza yetişmiş sayılır ve o namazı
bilâhere kaza etmesi gerekir. [207]
Vakit, namazın
şartlarından biridir. Zorunlu bir hal yokken namazı vaktinde kılmamak büyük
günâhlardan sayılır. Aynı zamanda vakit içinde tecellî eden feyiz ve rahmeti
hiçbir şeyle telâfi etmek mümkün değildir. Ancak gerek zarurî bir sebepten veya
ihmalden dolayı vaktinde kılınmayan namazlar birer borç olarak kalır. Onları
kaza etmek farzdır.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Enes b. Mâlik (R.A.)'den yapılan rivayette, Peygamber
CA.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir. «Kim bir (farz)
namazı unutursa, onu hatırladığı zaman kılsın. Bundan başka onun için bîr
keffaret yoktur.»[208]
Müslim'in kendi
Sahîh'inde yaptığı rivayette şu lâfızla yukarıdaki hadîs nakledilmiştir:
«Sizden biri uyur da namazı kaçmrsa veya namazdan gaflet edip (vaktini
geçirirse), onu hatırladığı zamankılsın.»[209]
EM Hüreyre (R.A.rdenanrge Efendimizin şöyle buyurduğunu
soylar. Kmı bir tur (da kılmazsa), onu hatırlayınca kılsın.»[210].
Ebû Katâde'den yapılan
rivayette demiştir ki: «Peygamber (A. S.) Efendimiz'den uyuyup namaza
kalkamadıklarını anlattılar. Bunun üzerine Peygamber (A.S.) şöyle buyurdu:
«Şüphesiz ki, uykuda tefrît (kasıtlı bir ihmal, tembellik ve gevşeklik)
yoktur; tefrit ancak uyanıldık halindedir. O halde sizden biri bir namazı
unutur veya uyur da kaçmrsa, hatırladığı zaman onu kılsın.»[211]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler
anlaşılmaktıdır:
1- Vaktinde
kılınmayan namazı ilk müsait zamanda kaza etmek farzdır.
2- Vaktinde
kılınmayan namazın keffareti, onu kaza etmektir.
3- Namazı
kasden bırakıp vaktinde kılmayana kazası gerekmez. (Bu, Zahirilerden Davud'a
ve İbn Hazım1 a göredir).
4- Uykuda
olan kimse —uyku halinde— mükellef değildir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının ı görüş, istidlal ve ihticaclari:
a)
Hanefîlere göre:
Farz namazlardan
birini kaçırıp vaktinde kılmayan veya kıla-foıayan kimse onu hatırlayınca,
vaktin farzına takdim ederek kılar. :Çünkü kaza namazlarıyla vaktin farzı
arasında tertip gözetilmesi ;gerekü bir haktır. Şâfülere göre müstehabdır,
tertibe riâyet edilmediği takdirde o mezhebe göre bir şey gerekmez. Çünkü İmam
Şafiî'ye göre, her farz namaz bizatihi asıldır, başkasına şart olamaz.[212]
Hanefîlerin bu mesele
hakkındaki delilleri, Peygamber (A.S.) Efendimiz'in şu hadîsidir: «Kim uyuduğu
için vakit namazım kaçırır veya unutup kılmaz ve ancak imamla beraber namaz
kılarken hatırlarsa, önce (başlayıp) içinde bulunduğu namazı kılsın, sonra
<ia hatırladığı namazı kılsın ve imamla beraber kıldığı namazı iade etmesin!»
[213]
b) Şâfülere
göre:
îmam Şafiî'den yapılan
rivayete göre, bu mesele hakkında şöyle demiştir: «Namazı vaktinde kılmayıp kaçıran kimse,
içinde bu-
lunduğu vaktin
namazını kılmaya başladıktan sonra hatırlarsa, başladığı namaza devam edip
bozmaz. Bu durumda ister imam, ister me-mum olsun farketmez. Namazı bitirince o
kaçırdığı namazı kılar. Bunun gibi kaçırdığı namaz, içinde bulunduğu vakit
namazına başlamadan hatırlarsa, bununla beraber vakit namazına — hatırladığı
halde— başlarsa, başladığı namaz kâfi gelir, yani onu kılmasmdabir sakınca
yoktur .Namazı kılıp bitirince, bu defa hatırladığı o kaza namazını kılar.
Ancak muhtar olan şudur ki, henüz içinde bulunduğu vakit namazına başlamadan
kazaya kalmış namazı hatırlarsa, vakit de müsaitse, yani onu kaza ederken
vaktin farzını kaçırma tehlikesi yoksa, önce kazaya kalmış namazı kılar, sonra
vakit namazını edâ eder.»
«Kazaya kalan namazlar
ister bir günün, ister bir yılın birikmiş namazı olsun farketmez.»[214]
c) Hanbelîlere göre:
Başladığı namaz
esnasında üzerinde kazaya kalmış namaz bulunduğunu hatırlayan kimse, başladığı
namazı tamamlar ve sonra diğer namazı kaza eder. Vakit kalmışsa, kazadan önce
kıldığı namazı iade eder.
Çünkü kazaya kalmış
namazlarda tertip vâcibdir. Bu hususta bir çok yerlerde kesin beyân vardır. Ebû
Davud'un rivayetinde deniliyor ki: «Bir yıllık namazı terkeden kimse, onları
kılar ve bu kaçırdığı namazları hatırladığı halde kıldığı bütün vakit
namazlarını iade eder. îbn Ömer'den de tertibin vücubuna delâlet eden
rivayetler yapılmıştır. Aynı zamanda Nahaî'den, Rebi'a, Yahya el-Ansari'den,
îmam Mâlik, İmam Leys, İmam Ebû Hanîfe ve îshak b. Rahuye'den de aynı görüş
doğrultusunda rivayetler mevcuttur. Şafii ise, «tertip vacib değildir»
demiştir.
HanbelÜer hem
konumuzun başındaki hadislerle ve bir de imam Ahmed'in tesbit ettiği şu hadîsle
istidlal etmişlerdir: «Peygamber (A.S.) Efendimiz'in Hendek günü dört vakit
namazını kaçırıp onları tertib üzere kaza ettiği ve sonra da şöyle buyurduğu
tesbit edilmiştir: Benim nasıl namaz kıldığımı gördüğünüz gibi namaz kılın!»
Yine îmam Ahmed.in Ebû
Cum'a Habib b. Siba'dan naklen onun şöyle dediğini tesbit etmiştir: «Peygamber
(A.S.) Efendimiz Ahzâb
yılı akşam namazını
kılıp bitirdikten sonra sordu: Sizden biri, benim ikindi namazını kıldığımı
bilen var mı? Bunun üzerine ashab: Ya ;Resûlellah! Onu kılmadınız, diye cevap
verdiklerinde, müezzine em-'retti namaz için ikamet getirdi ve kalkıp ikindi
namazım kaza et-', tikten sonra akşam namazını iade etti.»
Bu da tertibin
vücubuna delâlet eden rivayetlerden biridir.[215]
d)
Mâlikilere göre:
îmam Mâlik şöyle
demiştir: «Farz namaz kılarken unutup da
kılmadığı bir namazı
hatırlayan kimse, eğer yalnız başına kılıyorsa . ve namaza da yeni
başlamışsa, onu olduğu yerde bırakıp
kazaya
kalan namazı kılsın ve
sonra da başlayıp bıraktığı namazı edâ etsin, i Şayet başladığı farz namazdan
bir tam rek'ât kılmışsa, artık onu ) kesmeyip bir rekât daha ilâve ettikten
sonra kessin (olduğu yerde
bıraksın). Üç rekât
kıldıktan sonra hatırlarsa, ona bir rekât daha ilâve ederek tamamlasın ve sonra
kaza namazını kılsın.»
Mâlikilerden îbn Kasım
diyor ki: «Başlamış olduğu farz namazdan üç rekât bile kılmış olsa, kazaya
kalan namazı hatırlayınca, ben-t ce müstehab olan onu orada kesmesi ve
hatırladığı kaza namazını [ kıldıktan sonra o farzı yeniden kılmasıdır.»
imam Mâlik yine bu
mesele hakkında şöyle demiştir; «Unutup kılmadığı namazı, öğle ve ikindi
namazlarını kıldıktan sonra hatırlarsa, güneş henüz batmaimşsa ve o da kazaya
kalan namazı kıldıktan sonra öğle ve ikindi namazlarını kılmaya imkân
bulabiliyorsa o takdirde önce hatırladığı kaza namazını, sonra da öğle ve
ikindi namazlarını kılar. Şayet unutup kazaya bıraktığı namazla sadece iki
vakitten birini kılmaya imkân bulabiliyorsa, önce kaza namazım sonra da ikindi
namazını kılar.»[216]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, görüşler, yorumlar ve tahliller:
Ebû Cafer et-Tahavî bu
konuyla ilgili onaltı kadar rivayet tes-bit etmiştir. Biz onlardan bir kısmını
—konuya ağırlık kazandırmak ve diğer ilgili rivayetleri görmek için —
kitabımıza meâlen nakletmeyi uygun gördük:
Muhbir (veya Muhmir)
b. Ahi Necâşî (R.A.) diyor ki: «Bir seferde Resûlüllah (A.S.)
Efendimizle beraber bulunuyorduk. Uyuduk,
ancak güneşin sıcaklığıyla
uyanabildik ve o yerden uzaklaştık. Resûlüllah IA.S.) Efendimiz bize namaz
kıldırdı. Sabah olup güneş doğup yükselince, ezan okuması için Bilâl'a
emretti, sonra ikamet getirmesi için emretti ve kalkıp bize (o kazaya kalan)
namazı kıldırdı. Namazı kaza edince şöyle buyurdu: 'Bu bizim dünkü
namazmuzdır!'».[217]
Bu rivayetin açık
delâletinden anlaşılıyor ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, kazaya kalan sabah
namazım, öğle veya ikindiden önce kılmamış, ancak ertesi gün güneş doğup
yükseldikten sonra kaza etmiştir. Burada Peygamberimiz ve ashabının tertip
sahipleri olmadıkları da söz konusu değildir.
Ancak bu hadîs
râvilerinden Mesleme b. Alkame'nin zayıf olduğunu Ahmed b. Hanbel şu sözleriyle
şöyle ifade etmiştir; «Zayıf bir şeyhtir; Davud'dan birçok münker rivayetler
yapmıştır.» Yahya b. Maîn ise onun sıka (güvenilir) olduğunu söylemiş ve Ebû
Hatim de onun «salihü'l-hadîs» olduğunu belirtmiştir. O bakımdan müctehid
imamların çoğu onun rivâyetiyle ihticac etmemişlerdir.[218]
Yukarıdaki Necâşî
hadisini kuvvetlendiren bir diğer hadisin ashabdan Semure b. Cündeb'den (R.A.)
rivayet edildiğini görüyoruz: «Kim bir (farz) namazı unutur da kılmazsa,
hatırlayınca onu ertesi günü aynı vakitte kılsın!»[219]
Bu da, kaza namazında
sahib-i tertip olup olmamanın bir ölçü olmadığına, kazaya kalan bir namazın
hatırlanınca ertesi gün aynı vakıtta kılınmasının gerektiğine veya sünnet
olduğuna delâlet etmektedir.
Hadîsin râvilerinden
Hammad b. Seleme hakkında İmam Ahmed şöyle demiştir: «O dayısı Hamîd et-Tavİl
hadîslerini hıfzetmede, insanların en âlimi idi. İbn Maîn ise şöyle demiştir:
«Hadîs tesbitinde insanların en bilgim idi. Bir kişinin ona dil uzattığını
görürseniz, onu İslâm'a karşı zan ve töhmet altında tutun...» Amir b. Seleme
ise, Ham-mad'ın 10.000'den fazla hadîs bildiğini kaydetmiştir.[220]
O bakımdan yukarıdaki
hadîs istidlale uygundur, diyebiliriz. Bu iki rivayetin hilâfına şu rivayetler
de yapılmıştır:
îbn.Ebî Meryem'in
babasından, yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: «Peygamber (A.S.)
Efendimiz ile ashabı uyuyakal-dılar da sabah namazını kılamadılar. Güneş
doğunca uyandılar. Bunun "özerine Peygamber (A.S.) ezan okuması için
Bilâl'e emretti. Sonra iki rekât (sünnet) namaz kıldı ve arkasından ikamet
getirmesini emretti ve böylece (kazaya kalan sabahın) farz namazını kıldı.[221]
Hadîsin ravilerinden
Atâ' b. Sâib, tabiînin ileri gelenlerindendir. Ömrünün son yıllarında
hafızasının iyice zayıfladığı söylenir. O bakımdan Ahmed b. Hanbel şöyle
demiştir: «Atâ'dan önceleri işitilen-ler sahihtir; sonradan işitüenler ise kayde
değer bir şey sayılmaz.» Yahya b. Main diyor ki: «Onun rivayeti ile ihticac
edilmez.»[222]
O nedenle yukarıdaki
hadîsin gençlik çağında mı, yoksa yaşlandıktan sonra mı kendisinden
nakledildiğini tesbit pek mümkün olmamıştır. Müctehid imamların çoğu, sözünü
ettiğimiz sebepten dolayı onun rivayetine pek itibar etmemişlerdir.
Bu rivayetle birlikte,
"kazaya kalan namazın hatırlandığı za-cnan kılınması emredilmiştir. Enes
(R.A.)'den yapılan rivayette, Re-sûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur;
«Bir (farz) namazı unutup kılmayan kimse, onu hatırladığı zaman kılsın!»[223]
Bu anlamda bir rivayet
de Hz. Katâde'den yapılmıştır.
Bu son mânayı
kuvvetlendiren birkaç rivayet daha var ki, onlardan bir kısmını konunun
başlangıcında nakletmiş bulunuyoruz, «Kini bir (farz) namazı unutur da
kılmazsa, onu hatırladığı zaman kılsın. O namaz için bundan başka keffaret
yoktur» mealindeki Enes hadîsi bu cümledendir.
Böylece Tahavî'nin
naklettiği hadîsler bize iki ayrı hüküm getirmektedir: 1. Kazaya kalan namazı,
ikinci gün aynı vakitte kaza etmek gerekir veya böyle yapmak sünnettir. 2.
Kazaya kalan namaz hatırlandığı zaman kılınır.
Tahavî hadîslerin
sıhhat derecesi üzerinde durmadığı gibi, kesin bir sonuç da ortaya
koymamıştır. [224]
1- Kalan bir
namazı, vaktin farzından önce kılmak
atrdar«a, o takdirde önce vaktm far, k*-nır.
Bu Hanefî'lere
göredir.
2- Kaza
namazları hatırlanınca, vaktin farzına başlanmışsa, o takdirde onu edadan sonra
kılınmasında bir sakınca yoktur, Bu, Şâfiîlere göredir.
3-
Vaktm farzına başladıktan sonra üzerinde kaza namazı bulunduğunu hatırlarsa, başladığı namazı bozmayıp tamamlar ve sonra kaza namazını
kılar; onu müteakip vakit çıkmışsa, vaktin namazını iade eder. Bu, Hanbelîlere
göredir.
4- Vaktin
farzını kılmaya başladıktan hemen sonra
üzerinde kalan kaza namazını hatırlarsa, başladığı namazı kesip ona başlar.
Bir rekâti tamamlamışsa, bir rek'at daha ilâve edip öylece keser. Bu imam
Mâlik'e göredir.
5- Kazaya
kalan namazın, onu hatırlayınca kılmaktan başka bir keffareti yoktur.
6- Uyku
halinde meydana gelen bu gibi geciktirmeden dolayı kişi günahkâr olmaz. Çünkü
uyuyup da sabah namazına uyanmamak irade dışında olan bir haldir[225]
Bundan bir önceki
konuda da kasaca belirttiğimiz gibi, kazaya kalan namazlan kılarken vaktin
farzmdan önce kılınmasına işaret etmiştik. Konunun önemini dikkate alarak biraz
dahaaçıklamayı uygun gördük. Bir misâl ile değerlendirmek istediğimizde ikindi ile akşam namaz
arasmdaki tertibi gösterebümz: ikmdı mayrp vakit çütüktan sonra hatırlayan önce kılmas! gerekir. Ancak vakit dardır da
sadece akşam
kılacak kadar bir
zaman kalırsa, o takdirde kazaya kalan ikindi namazı ondan sonra kılınır.
İlgili hadisler:
Cabir b. Abdullah
(R.A.) 'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Hendek savaşı günü güneş
battıktan sonra Hz. Ömer (R.A.) gelip Ku-reyş kâfirlerini ağır bir ifadeyle
yerdi ve: «Ya Resûlellah! Güneş batmak üzere ve ben de neredeyse ikindi
namazım kılamadım» dedi. Bunun üzerine Peygamber (A.S.) şöyle buyurdu: «Vallahi
ikindi na^ mazını ben de kılamadım.» Sonra hemen abdest aldı ve güneş battıktan
sonra ikindi namazını kıldı (kaza etti), ondan sonra da akşam namazını kıldı,»[226]
î Ebû Saîd (R.A.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki: «Hendek günü namazdan alıkonduk; o kadar ki,
akşamdan sonra gecenin bir bolü-inü girmiş oldu. İşte Aziz ve Celü olan
Allah'ın «Allah savaşta (yardımcı olarak) müzminlere yetti. Allah çok
güçlüdür, çok üstündür.» sözü bu idi. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Bilâl'ı
çağırdı, öğle namazı için ikamet etti, Peygamber de öğle namazım vaktinde nasıl
kılıyorsa öylece güzel kıldı. Sonra ikindi için ikamet etmesini emretti. O da
ikamet getirdi ve Peygamberimiz (A.S.), ikindi namazını vaktinde nasıl güzel
İnliyorsa, öyle kıldı. Sonra akşam namazı için ikamet et-inesini emretti. O da
ikamet edince, Peygamber (A.S.) onu da öylece kıldı. Tabii bu, Allah'ın korku
namazı hakkında «Eğer (düşman ve ]>enzeri bir tehlikeden korkar da
belirlendiği şekilde huzurda dura-inazsaniz) yaya ya da süvari olarak (namazı
kılın)...» mealindeki ^yeti indirmeden önceydi...»[227].
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Herhangi
önemli bir sebepten dolayı vakit içinde o vaktin namazı kılınmaz da kazaya
kalırsa, ondan sonraki vakit içinde, vaktin farzından önce kaza edilmesi
gerekir.
2- Kazaya
kalan bir veya birkaç namaz olsun, hangi vakit içinde kaza edilecekse, yine
bilmen tertibe göre kaza edilmesi gerekir. Meselâ, öğle ve ikindi namazları
kazaya kalmışsa ve bunları akşam namazının vaktinde kaza edecekse, hem akşam namazından önce kaza eder, hem de önce
öğlenin farzını, sonra da ikindinin farzını kaza eder.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının görüş, tesbit ve ihticaclari:
a) Hanefîlere göre:
Altı vakitten az olan
kaza namazıyla vaktin farzı arasında ve az sayıda olan kaza namazları arasında
tertibe riâyet etmek vacibdir. Hanefîler bu meselede -yukarıda da temas
edildiği gibi- 153 nolu Ebû Davud'un rivayet ettiği nadisle ve bir de Hendek
savaşında Peygamber (A.S.) Efendimizin kazaya kalan öğle ve ikindi namazlarını
tertip üzere kılmasıyla istidlal etmişlerdir.[228]
O halde altı vakit
veya daha fazla üzerinde kaza namazı bulunan kimse tertip sahibi olmaktan
çıkıyor.
Vakit dar olduğu
takdirde, kaza namazı geciktirilir ve vaktin farzı kılınır, böylece tertib
hükmü kendiliğinden kalkmış olur. Ayrıca tertip, unutmakla da sakıt olur. Ömür
boyunca, —namaz kılınması mekruh olan üç vakit dışında — bütün vakitlerde kaza
namazı kılmabilir.
İmam Muhammed'e göre,
kaza namazlarım geciktirmekte bir sakınca yoktur, «terahi üzerine vacibdir».
İmam Ebû Yusuf'a göre geciktirilmesi mekruhtur, hatırlandığı vakit —kerahet
zamanı değilse — kılınması vacibdir. Bu hususta İmam Ebû Hanîfe'den iki rivayet
vardır.[229]
îmam Leys, Zührî,
Nahâî ve Rabî'a da aynı görüştedirler.
b) Şâfiîlere göre:
Kazaya kalan namazları
kılmak vacibdir. Ancak farz namazı bir özürden dolayı vaktinde kılmayıp
kaçırmışsa, onu herhangi müsait bir zamanda kaza etmesi vacibdir, hemen acele
etmesi gerekli değildir. Özürsüz kılmayıp kazaya bırakmışsa, hemen kaza etmesi
vacibdir. Ancak şu durumlar müstesna: Cuma hutbesi okunduğu bir sırada kaza
namazını hatırlamak, o anda hemen kılınmasını gerektirmez, cuma namazı
kılındıktan sonra kılınır. Vakit iyice dara-lıp sadece o vaktin farzını kılacak
kadar bir zaman kalmışsa, o takdirde kaza namazı geciktirilip, vaktin farzı
kılınır. Bir de vaktin farzına niyet edip namaza başladıktan sonra kazaya
kalmış namazı hatırlayan kimse, başladığı namazı bozmayıp tamamladıktan sonra
onu kılar.
Kazaya kalmış namazlar
arasında tertibe riâyet etmek sünnettir. Sayısının az veya çok oluşu buna
te'sîr etmez. O halde tertibe riâyet etmeyip (meselâ ikindi namazım öğle
namazından önce kaza ederse) sonra geleni önce gelen üzerine takdim ederse,
sadece sünnete muhalefet etmiş olur, ama kazası yerine gelmiş kabul edilir. Ne
var ki, bu durumda evlâ olanı, iade etmektir. Bunun gibi, kazaya kalmış
namazlarla vaktm farzı arasında da tertibe riâyet etmek sünnettir. Ancak vaktin
namazını kaçırma endişesi söz konusu ise veya vaktin farzına niyet edip
başladıktan sonra kazaya kalan namazı hatırlıyorsa, artık kaza namazıyla vaktm
farzı arasında tertip kalkar.[230]
c) Hanbelilere göre:
Kazaya kalmış namazlar
kılınırken tertibe riâyet etmek vacibdir. Nitekim Ebû Davud'un yaptığı
rivayette bu husus kesin bir şekilde şöyle ifade edilmiştir:
' «Kim, (kaza veya
vakit) namazı kılarken üzerinde bir namaz kaldığım hatırlarsa, başladığı namazı
tamamlar ve sonra kaza na~ riıazmı kılıp diğer namazı iade eder.»
: Nitekim yapılan
sahih rivayete göre, Hendek savaşı günü Peygamber (A.S.) Efendimiz dört vakit
namazım kılamayıp kazaya bırakmış ve bunları tertip üzere kaza etmiştir.
Kaza namazlarının
sayısı ne kadar çok olursa olsun, aralarındaki tertibe riâyet etmek vacibdir.
İmam Mâlik ile İmam Ebû Hanife'yö göre, kazaya kalan namaz birgün, bir gece
namazından fazla olursa tertibe riâyet vâcib değildir.[231]
d) Mâlikilere göre:
Kazaya kalmış
namazlarla vakit farzı arasında tertip vacibdir. Sayısı az birkaç namazı kazaya
bırakan kimse bunların hepsini vakti hazır olan namazdan önce kılmaya başlar.
Sayısı çok olursa, vakti hazır olan farzı kıldıktan sonra kaza etmeye başlar.[232]
Yine bu mezhep
imamlarına göre, kazaya kalmış namazlar arasında da tertip vacibdir. Bunların
az veya çok olması farketmez. Ancak bu tertip iki şartla vacib olur: Geçen
namazları hatırlaması ve tertip üzerine kılmaya kudretinin yetmesi... [233]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, yorumlar ve tahliller; 163 nolu Cabir hadisini Haccac b. Nusayr
dışında diğer bütün hadis hafızları rivayet etmiştir. Haccac ise, bunu Ali b.
Mübarek'-den, o da Yahya b. Ebi Kesîr'den rivayet etmiş ve rivayet zincirinde
Cabir'den, Ömer'den diyerek onu Ömer'e isnad edilen hadisler arasında
zikretmiştir. Ancak bu tarikte Haccac yalnız kalmıştır ve kendisi zayıf kabul
edilmiştir. İbn Maîn ise onu saduk olarak vasıf-landırmıştır. İbn Medenî
ise, «onun hadîsi (sıhhat ölçüsünü aşıp) gitti» demiştir, Ebû
Hatim ise, onu zayıf saymış ve hadîsini terkel-mistir. Nesâî de onu zayıf
saymış ve diğer bir yerde «o sıka değildir* demiştir. Ebû Davud ise, «onun
hadisini ilim adamları terket-mişlerdir»
derken Darekutnî onu zayıflar arasında saymıştır. îbn Hibbân ise onu sıkat (güvenilir muhaddîsler) arasında zikrederken şöyle demiştir; «Hata
yapar ve vehme kapılır.»[234].
164 nolu Ebû Saîd
hadîsinin ricali, rical- sahihtir. Tirmizî ile Nesâî aynı hadîsi şu lâfızla
rivayet etmişlerdir: «Doğrusu müşrikler, Resûlüîlah (A.S.Î Efendimiz'i Hendek
günü dört namazdan meşgul edip alıkoymuşlardı.» İmam Mâlik de aynı rivayeti
Muvatta'da tahric etmiştir.
Ancak rivayetlerin
delâleti farklı tesbitlerin yapıldığını göstermektedir. Bir kısmına göre,
sadece ikindi namazını kılmaya vakit bulamamışlardı, kimine göre ise, dört
vaktin namazını kaçırıp kjla-mamışlardı. Bir kısmı ise sadece öğle ile ikindi
namazını kaçırdıklarını söylemiştir.
Bunlardan daha çok şu
i,ki rivayet üzerinde durmak gerekir: Ca-bir'in hadîsinde sadece ikindi
namazını; Abdullah b. Mes'ûd'un hadisinde dört vaktin namazı...
îbn Seyyidinnas, bu sahih rivayetler arasım
birleştirmek daha racihtir. Çünkü Ebû Saîd'in hadîsinin isnadı sahihtir, buna
muhalefet eden pek olmamıştır. Aynı zamanda aynı hadîsi îbn Huzeyme ile İbn
Hibban da kendi sahihlerinde rivayet etmişlerdir. îbn Seken de bunun sahih
olduğunu belirtmiştir. O bakımdan Cabir hadîsinin sadece ikindi namazı üzerinde
durması, diğerlerinden söz etmemesi mes'eleyi bağlayıcı değildir.
Sadece ikindi
namazının kazaya kaldığını gösteren bir başka rivayeti Zeylâî tesbitle,
Peygamber (A.S.)'m ashabından Habîb b. Siba'ın şöyle dediğini nakletmiştik
«Peygamber (A.S.) akşam namazını kıldıktan sonra ashabına «benim ikindi
namazını kıldığımı gördünüz mü?» diye sordu. Onlar da «hayır ya Resûlâllah, onu
kılmadın» demeleri üzerine müezzine emretti. Müezzin ezan okudu, sonra ikamet
getirdi; Peygamber (A.S.) ikindi namazım kıldıktan sonra akşam namazını kıldı.»[235]
Ancak İbn Lehi'a'nm
rivâyetiyle ihticac edilemiyeceği üzerinde durulmuş, ve o yalnız bulunduğu
takdirde şüpheyle karşılanacağı söylenmiştir. Ayrıca râviler arasmda Muhammed
b. Yezîd'in de zayıf olduğunu Ebû Hatim belirtmiştir.
Böylece Habib b.
Siba'ın hadisiyle istidlalin pek isabetli olmayacağı ortaya çıkmaktadır.
îbn Mes'ud hadîsi için
Tirmizî «İsnadında hiçbir sakınca yoktur» derken, Ebû Ubeyde'nin bu hadisi
babasından işitmediğine dikkatleri çeker. Nesâî de aynı kanaati izhar
etmiştir. Ebû Davud ise, ibn Mes'ud vefat ettiğinde oğlu Ebû Ubeyde'nin yedi
yaşında olduğunu kaydetmiştir.
Zeylâî, Ebû Ubeyde
hakkındaki farklı görüşleri sıralarken hadîs ile ihticac edilip edilmiyeceği
üzerinde durmamıştır. Çünkü hadîsin isnadında bir beis olmadığı ilim
otoriteleri tarafından beyân edilmiş ve o nedenle istidlale uygun görülmüştür. [236].
îbn Mes'ud hadîsinin
zahiri üzerinde biraz durmakta fayda vardır. Çünkü Peygamberin dört vaktin
namazım kaza ettiği söylenir,
Oysa kazaya kalan
öğle, ikindi ve akşam namazlarıdır. Bunları yatsı vakti içinde kılmıştır.
Ancak yatsı namazım da mûtâd vaktinden biraz sonra kıldığı için kuvvetli bir
ihtimalle hepsi için «faite» tabiri kullanılmıştır ki, diğer üç namazın faite
olduğu belirtilirken yatsının mecazen faite olduğu söylenmiş olabilir.
«Benim nasü namaz
kıldığımı görüyorsanız öylece namaz kılın!» sahih hadis bize, kazaya kalan
namazlar arasında ve kaza namaz-larıyla vaktin farzı arasında tertibe riâyetin
vacib olduğunu anlatıyor, îbn Mes'ud (R.A.) hadîsine çok yakın bir rivayeti
Hafız Bezzar kendi Müsned'inde Abdülkerim b. Ebi Maharik tarikiyle Cabir b.
Abdullah (R.A.)'den rivayet etmiştir ki,
meâlen şöyledir: «Peygamber Efendimiz Hendek günü, Öğle, ikindi, akşam ve
yatsı namazından ahkonuldu, o kadar ki, geceden bir bölüm geçmiş oldu. Bunun
üzerine ezan okuması için Bilâl'a emretti. O da ezan okuyup ikamet getirince,
Peygamber (A.S.) öğle namazım kıldı. Sonra ezan okuması için
Bilâl'ıa emretti, o da ezan okuyup ikamet getirdi. Peygamber ikindi namazını
kıldı. Sonra yine ezan okumasını emretti, O da ezan okuyup ikamet getirdi;
Peygamber (A.S.) akşam namazım kıldı. Sonra ezan okuması için Bilâl'a emretti.
O da ezan okuyup ikamet getirdi; Peygamberimiz (A.S.) yatsı namazını kıldı ve
sonra da şöyle buyurdu: «Bugün
yeryüzünde şu saatte sisden başka Allah'ı anıp ibadet eden başka bir kavim
yoktur...»
Râvi Abdülkerim
üzerinde durulmuş ve zayıf olduğuna dikkat çekilmiştir. Daha önce de bu zatla
ilgili bazı görüşleri nakletmiştik. Zehebî ilim adamlarının sözlerini şöyle
naklediyor: Ma'mer'in Ey-yub'dan yaptığı rivayete göre, Abdülkerim'den herhangi
bir hadîs alınıp başkasına nakledilmez, demiştir. Yahya onun bir şey olmadığını,
yani hadîs ilminde kayde değer bir yerinin bulunmadığım belirtmiştir. Ahmed b.
Hanbel, onun hadîsinin metruke benzer bir ölçüde olduğunu söylerken, Nesâi ile
Darekutnî, onun doğrudan metruk olduğunu belirtmişlerdir.[237]
Bu konuda İbn
Cevzi'nin el-İlel'de İbrahim el-Harebî'ye isnad ettiği şu mealdeki hadîs:
«Üzerinde (kaza) namazı bulunan kimsenin namazı (makbul) değildir», Ahmed b.
Hanbel'den sorulduğunda, «Ne böyle bir hadis biliyorum, ne de Peygamber'den
(A.S.) böyle bir hadîs mesmuumuz olmuştur» diye cevap vermiştir.[238]
1- Vaktinde
kılınmayan namaz bir borç olarak kalır ve hatırlandığı ve vakit de müsait
olduğu zaman kılınması vâcib olur. Terkinden dolayı kişi büyük günâh işlemiş
sayılır.
2- Kazaya
kalan namazlar, bir günün namazından fazla ise, Hanefîlere göre,
artık tertip gerekli değildir,
onları vaktin farzından önce kılabileceği gibi, sonra da kılabilir.
Kazaya kalmış altı veya daha fazla namaz arasında tertibe riâyet sünnettir.
3- Diğer iki
mezhebe göre, az olsun, çok olsun kazaya kalmış namazlar arasında tertip nasıl
vacibse, onlarla vaktin farzı arasında da tertip farzdır.
4- Kazaya
kalan namazlar kılınırken ezan okuyup ikamet getirmek sünnettir.
5- îmam
Şafiî'ye göre, her iki durumda da tertip sünnettir.
6- Mâliki ve
Hanbelî mezheplerine göre, vaktin farzını kılarken üzerindeki kaza namazım
hatırlarsa, başladığı namazı tamamladıktan sonra onu kılar ve sonra da vaktin
farzını iade eder. [239]
EZAN; Hakk'ın sesi,
Tevhidin ölçü ve anlamı, İslâm'ın şîân ve Hakk'a davetin ezeli ve ebedî
nağmesidir... Belli sözlerle namaz vaktini duyurmaya şer'ân «ezan» denir.
Taşıdığı birkaç cümle, ciltlerle akaid
mes'elesini taşıyıp
özetlemektedir.
Ezan'm ne zaman meşru'
kılındığı hakkında farklı görüş ve tespitler vardır.
a. Namaz farz kılındığı zaman ezan da meşru'
kılınmıştır. Nitekim İbn Hibban buna delâlet eden bir rivayeti İbn Abbas İKA.)
'-dan nakletmiştir. Ancak o rivayetin isnadında Abdülaziz b. İmrân bulunuyor
ki, onun rivâyetiyle ihticac olunmaz.
Nitekim Buhari, «Onun hadîsi yazılmaz» derken, Nesâî, «O metruktür»
demiş, Yahya ise, «o sıka
(güvenilir) değildir» diye
kaydetmiştir.[240]
Bu mealde bir hadîsi
Darekutni, Eııes (R.A.) 'den rivayet etmişse de, Hafız İbn Hacer onun da zayıf
olduğunu tesbit etmiştir.
b. Taberâni'nin İbn Ömer
(R.A.)'den yaptığı rivayete
göre, ezan, İsra gecesi meşru'
kılınmıştır.
Yapılan araştırmalara
göre, bu rivayetin isnadında «mutrukul-hadis» olan Talha b. Zeyd bulunuyor.
Nitekim Buhari, «O münkerü'1-hadistir» derken, Nesâî, «O metruktür» demiştir,
İbn Hibban ise, «O, cidden münkerü'l-hadîstir» diye belirtmiştir.[241]
c. Müslümanlar
Medine'ye hicret ettikten hemen sonra meşru' kılınmıştır ki bu husus Buharî,
Müslim ve.Tirmizî'nin tesbitiyle sabit olmuştur. Ayrıca Tirmizî o rivayet için
«hasen-sahîh» demiştir. Nesâi de aynı hususu Abdullah b. Ömer'in hadîsinden
naklederek sıhhatma işarette bulunmuştur.
Abdullah b. Ömer (R.A.)'den rivayet edilen hadîs şöyledir:
«Müslümanlar Medine'ye
geldiklerinde, toplanıp namaz (vaktini) iştiyakla beklerlerdi. Hiç kimse namaz
için çağırmazdı. Bir gün bu hususta konuştular. Bir kısmı, Nasarâ'nm çam gibi
çan çalınmasını önerdi. Bir kısmı, Yahudilerinki gibi boynuz üflenmesini Önerdi.
Derken Ömer (R.A.), 'Namaz için seslenecek bir adam, göndermez misiniz?' dedi.
Bunun üzerine Hesûlüllah (A.S.) Efendimiz: 'Ya Bilâl! Kalk da namaza çağır'
diye emretti.»[242]
Şevkanî diyor ki:
«Ezan vaktinin başlangıcını belirleme hakkında varid oları rivayetlerin en
sahihi budur.»[243]
Ebu Derda (R A)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efen-, mutlaka şeytan onlara üstün gelir.[244]
Mâlik b. Huvayris
(RA.)'den yapılan rivayette, Peygamber (A. S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Namaz hazır olunca (namaz vakti girince), sizden biriniz ezan
okusun, en büyüğünüz de size imamlık etsin!»[245]
Muâviye (R.AJ'den
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) şöyle buyurmuştur: «Şüphesiz ki, Kıyamet
gününde müezzinler insanların en uzun boylusudurlar.»[246]
Ebû Hüreyre (R.A.)'den
yapılan rivayette, Rsûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«İmam zâmîn (cemaatın namazını korumadal sorumlu ve kefildir; müezzin (namaz
vakitlerini koruyup gözetmede) güvenilirdir. Allah'ım! İmamları doğruya
eriştirip irşâd eyle, müezzinleri de mağfiretine mazhar kıl!» [247].
Ukbe b. Amir
(R.A.)'dan yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
işittiğini söylemiştir: «Aziz ve Ce-lîl olan Rabbııı, dağın bir kesiminde ezan
okuyup namaz kılan davar çobanının (hayret uyandıran bu halini peki beğenir.
Onun için Aziz ve Celil olan Allah der ki: Benim bu kuluma bakın, ezan okuyor,
namaz kılıyor ve benden korkuyor. Gerçekten ben kulumu bağışladım ve onu
Cennet'e yerleştirdim (yerleştireceğim).»[248]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır.
1- Vakit
girince namaza davet için ezan okumak sünnettir.
2- Ezan
şeytanların uzaklaşmasına, meleklerin yaklaşmasına sebep olur.
3- Birkaç
kişi biraraya gelir de namaz vakti girmiş
olursa, onlar ister bir evde, ister şehir içinde, ister şehir dışında
olsunlar, yakınlarında okunan ve duyulan
ezan yoksa, ezan okumaları ve cemaat
olup namaz kılmaları sünnettir.
4- Yaş,ve
bilgi itibariyle kim daha büyükse, o imam olur.
5- Sesi
güzel olan da ezan okuyarak müezzinlik eder.
6-
İmam, arkasındaki cemaatin
namazını tastamam kıldırmakla sorumlu
ve yükümlüdür. O bakımdan namazın bütün şartlarına, farz ve vaciblerine,
sünnet ve adabına riâyet etmesi gerekir.
7- Müezzinin
de vakitleri iyi belirlemesi ve bu hususta güvenilir bir kimse olması gerekir.
8-
Kimselerin olmadığı tenhâ yerlerde namaz vakti girince ezan okuyup
namaz kılmak hem kulu bu borçtan kurtarır, hem de yaptığı bu amel Allah yanında
en güzel şekilde değerlendirilip mükâfatlandırılır. Çünkü dağda, bayırda ezan
okuyup namaz kılmak, ibâdet etmek, her türlü gösterişten uzak, her yönüyle
ihlâsa yönelik bir anlam taşır.
Ezan ve ikametle
ilgili müctehid imamların görüş, istidlal ve ihticaclari:
a) Hanefilere göre:
Ezan ve ikamet,
fakiyhlerin çoğuna göre, sünnettir. Ezanı kifayet üzere vacib sayanlar da
olmuştur. .
Ezan, beş vakit namaz
ve bir de cuma namazı için sünnettir, diğer namazlar için sünnet değildir.
Çünkü bu hususta tevatür derecesinde rivayet ve nakiller vardır.[249]
b) Şâfiîlere göre:
Farz namazlar için
ister eda, ister kaza olsun, ezan okumak, ikamet getirmek sünnet-i kifayedir,
bir mahalle, köy ve beldede bir veya birkaç kişinin ezan okumasıyla
diğerlerinin üzerinden o sünnet kalkmış olur. Nitekim önceki ilim adamlarıyla,
sonrakiler bu sünnete devam etmişlerdir. Hem Buharı ve hem Müslim'de rivayet
edilen, «Namaz hazır olduğu zaman, biriniz size ezan okusun!» mealindeki hadîs açık delillerden biridir.[250]
c) Hanbelîlere göre:
Ezan, beş vakit namaz
için müekked bir sünnettir; vâcib değildir. Bazısına göre, farz-ı kifâyelerden
biridir, bir kısmının ezan okumasıyla diğerlerinin üzerinden kalkar. Ezan ve
ikametsiz namaz kılan kimsenin bir kavle göre, namazı sahihtir. Diğer bir
görüşe göre, ezan vacibdir, ancak şehir ve kasaba halkına vacibdir, yolculara
vâcib değildir. Şehir halkı işitebiliyorsa, bir tek ezan kâfi gelir. Evinde
namaz kılan kimse için de oturduğu beldede okunan ezan yeter.
Kaza namazı kılarken
veya vakit dışında namaz kılınırken ezan aşikar okunmaz. Kaza namazım cemaat
halinde kılanlara, ilk vaktin kazası için bir ezan yeter, ondan sonra kaza
edilen her namaz için ikamet getirirler.[251]
d) Mâlikîlere göre:
Ezan, halkın cemaat
halinde namaz kıldığı mescid ve benzeri yerlerde, ihtiyarî vakitte farz-ı ayn
olan namazlar için okumak kifayet üzere sünnettir. İsterse birkaç cami
birbirine bitişik olsun, her-birinde ayrı ayrı ezan okunur. Nafile ve kazaya
kalmış namazlar için ezan okunmaz. Onun gibi farz-ı kifâye olan cenaze namazı
için de okunmaz. Aynı zamanda zaruri vakitte de ezan okunmaz. Bu saydıklarımız
için ezan okumak mekruhtur. Çölde, bayırda yalnız başına, olup namaz kılan
kimsenin ezan okuması ise, menduptur.[252]
Diğer rivayetler,
tesbitler ve tahliller:
Zeylâî, ;ezanrn sadece
beş vakit namaz ve bir de cuma namazı için sünnet olduğunu, yukarıda konunun
başında geçen hadîslerle istidlal ederek belirttikten sonra, iki bayram, güneş
tutulma namazları .için sünnet olmadığına temasla diyor ki: «Sahîh-i Müslim'de
i Cabir b. Semure'den yapılan rivayette, demiştir ki: Resûlüllah CA. S.)
Efendimizle beraber birkaç defa bayram namazını ezansız ve ikametsiz kıldık.
Yine Sahîh-i Müslim'de
Hz. Aişe'den yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
zamanında Güneş tutulma olayı meydana geldi. Bunun üzerine, O, bir çağırıcı
göndererek es-Salâtu camia diye nida ettirdi...»
Bu sahih rivayetten de
Güneş ve ona kıyasla Ay tutulma olayından dolayı kılınacak «husuf ve küsûf»
namazları için ezan meşru kılınmamıştır.
Cuma namazına gelince,
o hususta hem âyet, hem de Sâib b. Zeyd (H.A.) hadîsi vardır.
180 nolu Ebû Derdâ
hadîsini İbn Hibban ve Hâkim de tahrîc etmişlerdir. Hakim onun isnadının sahîh
olduğunu belirtmiştir. Ebû Dâvud ise, aynı hadisi şu lâfızla rivayet etmiştir:
«Bir kasaba veya çölde üç kişi bulunur da içlerinde namaz kıhnmazsa, mutlaka
şeytan onlara üstünlük sağlar. Sana gereken, cemaate gerekli olman-dır, çünkü
kurt ancak sürüsünden ayrılanı yer.»[253]
Şevkanî, Ebû Derdâ
hadîsini açıklarken îmam Mâlik ile İmam Ahmed b. Hanbel'in beş vakit namaz ve
bir de cuma namazı için ezanın vâcib olduğunu söylemişse de, iki mezheple
ilgili kaynak eserlerde Mâlikîlere göre, müekked sünnet, Haııbelîlere göre ise,
bir görüşe göre vacib, bir görüşe göre müekked sünnet olarak tesbit edilmiş ve
müekked sünnet diyenlerin görüş ve tesbiti ağırlık kazanmıştır.[254]
Yine Şevkanî ve diğer
bazı ilim adamları, ezan hakkında Şâfiî-lerin üç ayrı görüşünden söz ederler:
Bîr kısmına göre, farz-ı kifâ-yedir. Bir kısmına göre, sünnettir. Diğer bir
kısmına göre, cumadan başka farzlar için sünnet, cuma için farz-ı kifayedir.
îmam Şafiî ise el-Ümm adlı eserinde, Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz'in farz namazlar için ezanı sünnet kıldığını, bunun dışındaki
namazlar için ezan ile emrettiğini tesbit eden olmamıştır, diyerek her türlü
farklı görüşü bertaraf etmiştir.[255]
181 nolu Mâlik b.
Huvayris hadîsi, müezzin için yaş ve üstünlük aranmayacağına delâlet
etmektedir. İmamette ise durum bunun aksinedir. [256]
1- Beş vakit
ve bir de cuma namazı için ezan okumak sünnettir,
2- Ezanı
vaktin evvelinde okumak sünnet veya müstehabdır.
3- Ezandan
sonra ikamet getirmek de sözü edilen namazlar için sünnettir.
4- Ezan ve
ikamet namaz dahil sünnetlerden değildir, namaz dışında fakat onunla ilgili bir
sünnettir.
5- Müezzinin
daha bilgili ve daha yaşlı olması söz konusu değildir. Vakitleri iyice bilip
tayin etmesi ve sesinin müsait bulunması yeterlidir.
6- Mahalle camiinde veya
mescidinde okunan ezan evlerde
duyuluyorsa o takdirde evinde namaz
kılanların ezan okumasına gerek yoktur. Sadece ikametle yetinirler.
7- Çölde,
dağda ve bayırda ezan sesi işitilmiyorsa, orada bulunan müslüman hem ezan
okur, hem ikamet getirerek namazını kılar.
8- İmam
güvenilir, bilgili, olgun ve salih amşl sahibi olmalıdır. Çünkü Peygamber (A.S.)
Efendimiz'in makamını işgal etmektedir. [257]
İslâm, ibadeti âdetten
ayırmıştır. Ezan, abdest, gusül dahil, bütün ibâdetler belli bir plân ve
programa bağlanmıştır. Ezan ve ikamet de bizzat Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
tarafından, Melek Cibril'in öğretisi doğrultusunda hem lâfızları, hem sıfatı
belirlenmiştir. Artık onu "ne değiştirmemiz, ne de ilâvede bulunmamız veya
noksanlaştırmamız caiz değildir.
İlgili hadisler:
Muhammed b. îshak'dan,
o da Zuhrf den, o da Saîd b. Müsey-yeb'den, o da Abdullah b. Zeyd b.
Abdirabbih'den rivayetle, Abdullah'ın şöyle dediğini haber vermiştir:
«ResûlüEah (A.S.) Efendimiz,
Nasârâ'ya (hıristiy
anlar V muvafakat arzettiği için hoşlanmadığı halde (namaza davet için) çan
çalınması üzerinde toplanmışlardı. Geceleyin uyuduğum sırada etrafımda bir
kimsenin dolaştığım, üzerinde yeşil iki elbise bulunan bir adamın elinde bir
çan taşıdığını gördüm. Ona: 'Ey Alah'm kulu! Çam satar mısın?' diye sorduğumda,
bana: 'Onu ne yapacaksın?' dedi. Ben de, 'onunla (müslümanlan) namaza ça-ğınnz'
dedim. Bunun üzerine o bana şöyle dedi: 'Bundan daha hayırlı bir şeye irşad
edip yol göstereyim mi?' diyerek öneride bulundu. Ben de 'evet, göster' dedim.
'O halde şöyle (dâvetteî bulunursun-. ALLAHU EKBER, ALLAHU EKBER, EŞHEDÜ EIXA
İLAHE ÎLLA1LAH EŞHEDÜ ELLA İLAHE İLLALLAH, EŞHEDÜ ENNE MUHAMMED'DEN RESULÜLLAH,
EŞHEDÜ ENNE MUHAMMED'DEN RESULÜLLAH. HAYYE ALA'SSALA, HAYYE ALA'SSALA, HAYYE
ALA'L-FELÂH, HAYYE ALA'L-FELAH. ALLAHU EKBER ALLAHU EKBER, LA İLAHE İLLALLAH.
Sonra o adam biraz
geriye çekilip pek uzaklaşmadan şöyle dedi: Namaz kılmaya kalktığında şöyle
ikamet getir: ALLAHU EKBER ALLAHU EKBER, EŞHEDÜ ELLA İLAHE İLLALLAH, EŞHEDÜ
ENNE MUHAMMED'DEN RESULÜLLAH. HAYYE ALA'SSALAT, HAYYE ALA'L-FELAH; KAD
KAMETÎ'SSALATÜ KAD KAMETÎ'S-SALATÜ, ALLAHU EKBER, ALLAHU EKBER, LA İLAHE
İLLALLAH...
Abdullah b. Zeyd
(R.A.) devamla diyor ki:
Sabah olunca
Resûlüllah (A.SJ Efendinıiz'e geldim ve gördüğüm rüyayı kendisine haber verdim.
Resûlüllah [A.SJ 'İnşâallah bu rüya hakktır' Sonra da ezan okunmasını emretti
ki, Ebûbekir Sıddik'm tR. A.) lazadlı) kölesi Bilâl bu (benim görüp
naklettiğim) sözlerle ezan okudu. Resûlüllah (A.S.) Efentlimiz'i bununla namaza
çağırıyordu. Nitekim bir defa sabahleyin fecir (namazı) için gelip Onu çağırdı.
Biri ona: Peygamber (A.S.) Efendimiz uyuyor dedi. Bunun üzerine Bilâl sesinin
bütün yüksekliğiyle «ES-SALATÜ HAYRÜN MÎNE'N-NEVM' dedi.»
Saîd b. Müseyyeb diyor
ki: «Böylece bu kelime sabah ezanına dahil edildi.»[258]
Ahmed b. Hanbel ile
Ebû Davud'un Muhammed b. İshak tarikiyle Muhammed b. İbrahim et-Teymî'den, O
da Muhammed b. Abdullah b. Zeyd'den, o da babasından rivayetle Zeyd'in (R.A.)
şöyle dediğini söylemiştir: «Sabah olunca
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e gelip gördüğüm rüyayı haber
verdim. Buyurdu ki. 'Şüphesiz ki o hakk bir rüyadır, inşâalah. Kalk da
gördüğünü Bilâl'a aktar. Çünkü gerçekten o, senden daha yüksek (ve güzeli
seslidir. Bunun üzerine kalkıp gördüğüm şeyi Bilâl'a naklettim ve o da onunla
ezan okudu. O sırada evinde oturan Hattab oğlu Ömer (R.A.) onun ezan sesini
işitince, üstlüğünü yerde sürüyerek dışarı çıktı ve şöyle diyordu; 'Seni hakk
peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Abdullah'ın gördüğünün
aynını ben de (rüyamda) gördüm...' Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.Î Efendimiz
şöyle dedi: 'Hâmd Allah'a mahsustur.. > [259]
Tirmizî bu hadîsin
hasen ve sahih olduğunu belirtmiştir.
Enes (R.A.)'den
yapılan rivayette demiştir ki: «Bilâl'e, ezanı çift, ikameti tek söylemesi,
ancak kad kameti's-sala sözünü çift söylemesi emredilmişti.»[260]
İbn Ömer (R.A.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki: «Şüphesiz ki, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
zamanında ezanın (her cümlesi) ikişer ikişer (defa), ikamet ise, birer birer
(defa) okunurdu. Ancak (müezzini ikamette iki defa kad Kameti's-salat, kad
kameti's-salat derdi. Biz de ikameti işitince abdest alıp namaza (durmak üzere)
çıkardık.»[261]
Ebû Ivîahzure
(R.A.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ona ezanı şöyle
öğretmiştir: ALLAHU EKBER ALLAHU EK-BER, EŞHEDÜ ELLÂ İLAHE İLLALLAH, EŞHEDÜ
ELLA İLAHE İLLALLAH, EŞHEDÜ ENNE MUHAMMED'EN RESÛLÜLLAH, EŞHEDÜ ENNE
MUHAMMED'EN RESÛLÜLLAH.' Sonra dönüp iki defa EŞHEDÜ ELLA İLAHE İLLALLAH, iki
defa EŞHEDÜ ENNE MUHAM-MED'DEN RESULÜLLAH, iki defa HAYYE ALA'S-SALA, iki defa
HAYYE ALA'L-FELAH ve sonra da ALLAHU EKBER, ALLAHU EKBER, LA İLAHE İLLALLAH
dedi.[262]
Böylece tekbiri
başlangıçta dört defa söylemiştir.
Beşlerin Ebû Mahzure'den yaptığı rivayete göre, Peygamber
(A.S.) ona ezanı 19 kelime, ikameti 17
kelime olarak öğretmiştir.
Ebû Mahzure (R.A.)'den
yapılan rivayette, şöyle demiştir: «Re-sûlülah (A.S.) Efendimiz'e, 'bana ezanın
sünnetini öğret' dedim. Peygamber (A.S.) da ona ezanın sünnetini öğretti ve
şöyle buyurdu: 'Sabah namazı olursa (onun ezanına şunu ilâve ederek) dersin
ki: ES-SALATÜ HAYRÜN MİNE'N-NEVM, ES-SALATÜ HAYRÜN MINE'N-NEVM. ALLAHU EKBER,
ALLAHU EKBER, LA İLAHE İLLALLAH."[263].
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Namaza
davet hususunda, Abdullah b. Zeyd ile Hz. Ömer (R.A.)'in rüyası, Resûlüllah'a
(A.S.) Melek Cebrail tarafından verilen bilgiye uygun düşmüştür.
2- Ezan;
Kitap, Sünnet ve îcma' ile sabit olmuştur. İnkârı küfrü gerektirir.
3- îlk ezan
okuyan Bilâl olmuştur. O bakımdan sesi
müsait olup makam bilenlerin ezan okuması sünnet veya müstehabdır.
4- Ezan
okurken sesi yükseltmek sünnettir.
5- Sabah ezanında
«ES-SALATU HAYRÜN MİNE'N-NEVM cümlesini ilâve etmek, takriri
sünnet ile sabit olmuştur.
6- Ezandaki
cümleleri ikişer defa, ikametteki cümleleri birer defa söylemek sünnettir. Ancak ikamette «KAD KAMETİ'S-SALA» cümlesi iki defa
söylenir.
7- Ezanda
ALLAHU EKBER'i dört defa söylemek sünnettir.
Hadislerin ışığında
müctehid imamlarm
görüş, tesbit,
istidlal ve ihticaclari:
a) Hanefîlere göre-.
Hanefîler ezanın mâruf
ve mütevatır olan elfaz ve elfazdaki tekrarla okunacağını söylerken, bu
mes'elede Abdullah b. Zeyd (R. A.), Ebû Mahzure hadîsleriyle istidlal
etmişlerdir. Şehadet kelimesinde terci' olmadığına yani iki şehadeti önce
kendisi duyacak kadar alçak sesle ikişer defa söyledikten sonra ikişer defa da
sesini yük-elterek söylemek, yoktur: Şâfiîye göre, terci' vardır. İmam Şafiî bu
Lususta 196 nolu Ebû Mahzure (R.A.) hadisiyle istidlal etmiştir. Ya-iılan
rivayete göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, Ebû Mahzure'ye :zanı öğretirken, o,
ALLAHU EKBER ALLAHU EKBER, ALLAHU lKBER, ALLAHU EKBER diye başlayıp dört defa
söyledikten sonra ıer iki şehadeti söylerken sesini iyice alçaltmışti.
Hanefîler, bu hadîsi,
yani Şâfiüerin delil gösterdikleri hadîsi şöy-e yorumlamışlardır: Ebû Mahzure,
ya kâfirlerden korktuğu için vefa sesi tok ve yüksek tona sahib bir kimse.
Cahiliyye devrinde o gür sesiyle Peygamber (A.S.) Efendimiz'e dil uzatırdı.
İslâm'a girip küfrün kirlerinden arındıktan sonra ezan okumayı öğrenirken
şehade-;eyne gelince, o günleri hatırlayıp utanmış ve sesini elde olmayarak
alçaltmıştır. Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.) Efendimiz onu çağırıp kulağını
bükmüş ve dön yeniden, sesini iki şehâdetle yükselt de kâfirleri iyice
öfkelendir, buyurmuştur.[264]
İkamete gelince, o da
çoğu ilim adamlarına göre, ezan gibi ikişer ikişer söylenir. Şafiî ve Mâlik'e
göre, birer defa söylenir. Ancak KAD KAMETİ'S-SALA cümlesi iki defa söylenir.
Şâfiîler bu meselede 194 nolu Enes hadîsiyle istidlal etmişlerdir. Hanefîler
ise Abdullah b. Zeyd hadîsiyle istidlal edip ezanın 19, ikametin 17 kelime
olduğu rivayetini hüccet kabul etmişlerdir.[265]
T e s v î b hususuna gelince,
Hanefîlere göre, sadece sabah ezanında HAYYE ALA'L-FELAH'dan sonra ES-SELATU
HAYRÜN Mİ-NE'N-NEVM denilir ve bu da iki defa tekrarlanır. Bu cümleye t e s
-vîb denilmesinin sebebi, Resûlüllah (A.S.), diğer bir rivayete göre, mü'minler
bunu beğenip tasvib etmişlerdir. Çünkü nıü'minlerin iyi ve uygun gördüğü şey,
Allah yanında da iyi ve uygundur.[266]
Şâfülerden bir kısmı,
yatsı ezanında da t e s v î b 'in müstehab olduğunu söylemiştir.
b) Şâfiîlere göre:
Gerçi Hanefilerin
görüşünü aksettirdiğimiz maddede Şâfiîlerin görüşüne kısmen yer vermiş idik,
önemine binâen daha geniş bilgi vermemizde yarar görüyoruz:
Ezanda yer alan
cümleler ikişer ikişer, ikâmette yer alan cümleler — kad kameti1 s-sala
cümlesi dışında— birer birer söylenir ve bu sünnettir. Ayrıca iki şahadette
terci' yapılır, yani önce her-biri ikişer defa alçak sesle, sonra ikişer defa
da yüksek sesle söylenir. Böyle yapmak da keza sünnettir. Sabah ezanında t e s
v î b ' e yer vermek sünnettir.[267]
c) Hanbelîlere göre:
Ezan 15 kelimeden
ibarettir ki, onu Bilâl okumuştur. Öyle ki, Bilâl (R.A.) aldığı talimat üzerine
ezanı şu lâfızlarla okuyup bitirmiştir: ALLAHU EKBER, ALLAHU EKBER. EŞHEDÜ
ELLA İLAHE İLLALLAH, EŞHEDÜ ELLA İLAHE İLLALLAH. EŞHEDÜ ENNE MU-HAMMED'DEN
RESULÜLLAH, EŞHEDÜ ENNE MUHAMMED'DEN RESÛLÜLLAH. HAYYE ALA'S—SALA, HAYYE
ALA'S—SALA. HAYYE ALA'L—FELAH, HAYYE ALA'L—FELAH. ALLAHU EKBER, ALLAHU EKBER,
LA İLAHE İLLALLAH.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Bilâl'ın bu şekilde ezan okuduğunu tes-bitle istidlal etmiştir. Yine ona göre,
ezanda t e r c î' yoktur. Nitekim Sevrî ile rey tarafdarlan ve İshak b. Rahuye
de aynı görüştedirler.[268]
Sabah ezanında ise iki
defa ES—SALATÜ HAYRÜN MİNE'N— NEVM demek de sünnettir ki, buna t e s v i b
denir. Başka ezanlarda bu cümleyi söylemek mekruhtur.[269]
İkamet ise, Hanbelîlere
göre, birer defa söylenerek yerine getirilir. ALLAHU EKBER. ALLAHU EKBER
EŞHEDÜ ELLA İLAHE İLLALLAH, EŞHEDÜ ENNE MUHAMMED'EN RESULÜLLAH. HAYYE
ALA'S—SALA, HAYYE ALA'L—FELAH. KAD KAMETİ'S—SALA. ALLAHU EKBER. LA İLAHE
İLLALLAH... şeklinde okumak sünnettir. Şafiî de aynı görüştedir.[270]
d) Mâlikîlere göre:
Ezan konusunda
Mâlikîler ile Şâfiîler aynı görüştedirler. İmam Mâlik de t e r c î 'in sünnet
olduğunu söylemiştir. Sabah namazında ise, diğer mezheplerde olduğu gibi t e s
v î b yapmak, yani ES-SALA-TU HAYRÜN MİNE'N-NEVM demek de ona göre sünnettir,
bu, hem eyleşik, hem! yolculuk halinde ezan okununca söylenir. îmam Mâlik u
konuda lİbû Mahzure (R.A.) hadîsiyle istidlal etmiştir.
j İkamet ilse de bu
mezhebe göre de şöyle söylenir: ALLAHTJ EK-İER, ALLAHU EKBER. EŞHEDÜ ELLA İLAHE
İLLALLAH, EŞHEDÜ ÎNNE MUHAMMED'DEN RESULÜLLAH. HAYYE ALA'S—SALA, ÎAYYE
ALA'L—FELAH. KAD KAMETÎ'S—SALA. ALLAHU EKBER ALLAHU EKBER, LA İLAHE İLLALLAH...
îmam Mâlik ikamet
meselesinde ise 194 nolu Bilâl hadîsiyle is-;idlâl etmiştir.[271]
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller:
192 nolu Muhammed b.
îshak'm Zührî'den rivayet ettiği hadîsi aynı zamanda Hâkim de birinci tarikten
rivayet ve tahrîc etmiş ve «Abdullah b. Zeyd kıssasında bu rivayetlerin en
üstünü ve en seçkinidir» demiştir. Çünkü Tabiîn'den Saîd b. Müseyyeb de aynı
hadîsi Abdullah b. Zeyd'den işitmiştir. Yunus, Ma'mer, Şayb ve îbn İshak ise
Zühri'den rivayet etmişlerdir. Bu zatların sözü edilen hadîsin rivayetinde İbn
İshak'a tabi1 olmaları, t e d 1 î s ihtimalini kaldırmaktadır. Çünkü Muhammed
b. îshak'ın bazı hadisleri rivayet ederken tadlîs yaptığı, yani muasırı olup
görüştüğü halde bizzat kendisinden işitmediği halde işittim, demesi veya
musasın olduğu halde kendisiyle görüşmediği zattan hadis işittim diye rivayette
bulunması söz konusudur.
İkinci bir tarîkla
hadîsi İbn Huzeyme ve İbn Hibban kendi sahihlerinde, Beyhâkî ile îbn Mace
kendi sünenlerinde tahrîc etmişlerdir.[272]
Muhammed b. Yahya
ez-Zühelî diyor ki: «Abdullah b. Zeyd'in verdiği haberlerde, Muhammed b. İbrahim
et-Teymî'den naklen rivayet ettiği hadîsten daha sahihi yoktur.»
ibn Huizayme kendi
Sahîh'inde ise şöyle demiştir: «Bu, nakil ci-hetiyle sahih bir hadîstir. Çünkü
Muhammed, kendi babasından işitmiştir. İbn îshak ise et-Teymî'den işitmiştir.
Artık bunda tedlîsi gerektiren bir şey söz konusu değildir.
Bu anlamda bir hadîsi
Ahmed b. Hanbel ve Ebu Dâvud, Muhammed b. Amir el-Vakıfî tarikiyle Muhammed b.
Abdullah'tan, o da amcası Abdullah b. Zeyd'den rivayet etmiştir. Ancak Muhammed b. Amir zayıftır. Nitekim
İbn Sirîn ve îbn Maîn onun zayıf olduğunu belirtmişlerdir. Bununla beraber İbn
Hibban gibi bir hadîs hafızı, onu sıkat (güvenilirler) arasında zikretmiştir.
îbn Adiy de onun zayıf olduğunu söylemiştir.[273]
Hâkim diyor ki: Küfe
âlimlerinin, ezandaki cümlelerin ikişer, ikametteki cümlelerin de ikişer defa
tekrar edilerek okunmasıyle ilgili delilleri, Abdurrahman b. Ebî Leylâ
hadîsidir. Ancak Abdur-rahman'ıri kimine göre, Muaz b. Cebel'den, kimine göre,
Abdullah b. Zeyd'den rivayet ettiği söylenir. Hadîste, ALLAHU EKBER cümlesinin
dört defa söylendiği yer almaktadır ki İmam Şafii, İmam Ebû Hanîfe, îmam Ahmed
ve Cumhur bununla istidlal etmişlerdir. Ayrıca Ebû Mahzûre'nin hadîsi de
onların istidlal ettiği rivayetlerden biridir. Nitekim Mekke halkının da ezanda
Tekbiri dört defa söyledikleri tesbit edilmiştir ki, o devirde yaşayan
Ashabdan hiçbiri bunu red ve inkâr etmemiştir. İmam Mâlik ile îmam Ebû Yusuf,
tekbirin de ikişer defa getirilmesine kaildirler. Onlar da Müslim'in rivayet
ettiği Ebû Mahzure hadisi ile ilgili diğer hadisleri hüccet olarak
almışlardır. Nitekim Medine halkının ameli de bu doğrultuda cereyan etmiştir
ki, sünnetleri en iyi bilenler de onlardır.[274]
Ayrıca İmam Mâlik ve
onun görüşünde olanlar; yine Müslim'in yaptığı rivayette, Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz'in Bilâl'a, ezanı ikişer ikişer okumasını emrettiğiyle istidlal
etmişlerdir. Aynı rivayette ikameti birer defa okuması yer almaktadır. Ancak
müctehidlerin çoğu, Tekbir'in dört defa tekrarlanma hakkındaki rivayeti tercih
etmişlerdir.
Terci' hususuna
gelince -, İmam Ebû Hanîfe ile rey terafdarla-rı, ezanda yer alan iki
şehadetin, ikişer defa alçak sesle, ikişer defa da yüksek sesle okunmasıyla
ilgili rivayetlere istidlal etmemiş ve o bakımdan böyle yapmanın müstehab
olmadığım söylemişlerdir. İmam Şafiî, îmam Ahmed b. Hanbel ve İmam Mâlik'in bu
hususta Ebu Mahzure hadîsiyle istidlal ettikleri bilinmektedir. Nitekim İmam
Nevevî Müslim şehrinde bu konuya temas ederek diyor ki : "Ezanda tercî,
Ebû Mahzure hadisiyle sabit olmuştur ki, o sahih bir hadîstir, ve ayrılık
arzetmeyen bir fazlalığı da içine almaktadır ; o bakımdan kabul edilmesi
vâcibdir. "[275]
Sabah ezanında tesvîb
mes'elesine gelince: İbn Mâce, Bilâl'in bunu söylediğini, Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz'in de takrir ettiğini nakletmiş tir. Ancak bu hadîsin isnadında bir
zaaf olduğu görülmüştür. Ayrıca İbni Mâce, Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî'nin
rivayet ettikleri Bilâl hadîsinde şu lâfızlar yer almaktadır : "Sabah
namaza.dışında hiçbir namazda tesvîb yoktur,"
Bunun isnadında îsmâil
el-Melâî bulunuyor ki, bu zat genellikle zayıf kabul edilmiştir. Zehebî onun,
zayıflardan biri olduğuna dikkatleri çekmiştir.[276]
Ayrıca İbn Ebî Leylâ'nın Bilâl'den işitmesi mümkün değildir. Çünkü İbn Ebi
Leylâ, hicretin 17. yılında doğmuştur. Bilâl (R.A.) ise, hicretin 20 veya 21.
yılında Şam'da vefat etmiştir. Kaldı ki, İbn Ebî Leyla Şam'lı değil,
Kûfe'lidir.
Tesvib ile ilgili
rivayetlerden birini Ebû Davud ve İbn Hibban Ebu Mahzure'den rivayetle tahrîc
etmişlerdir ki, o rivayette şu fazlalık bulunuyor: «Sabah ezanında bulunduğun
zaman, hayye alâ'l-felâh dedikten sonra, es-salâtü hayrün mine'n-nevm,
söyle...» Ancak bu hadîsin isnadında Muhammed b. Abdülmelik b. Ebî Mahzu-re
bulunuyor ki, bu zatın durumu pek mâruf değildir ve Hars b. Ubeyd bulunuyor ki,
onun hakkında da bazı şeyler söylenmiştir.[277]
İbn Huzeyme ise aynı
rivayeti îbn Cüreyc tarikiyle yapmış, ibn Mâce de başka bir tarikle tahrîc
etmiştir. İbn Huzeyme bunun sahih olduğunu söylemiştir.
Tesvîb ile ilgili
rivayeti ayrıca Taberanî ve Beyhakî, isnad-i hasen ile İbn Ömer (R.A.)'den şu
lâfızla yapmışlardır: ««Ezan, hayye alâ'l-felâh'dan sonra iki defa es-salâtu
hayrün mine'n-nevm üe okunurdu.»
Yapılan tesbitlere
göre bu isnad sahihtir. Diğer yandan İbn Huzeyme, Darekutnî ve Beyhâkî, Hz.
Enes (R.A.)'den şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: «Müezzüı'in. sabah
ezanında HAYYE ALA'L—FELAH dedikten sonra ES-SALATÜ HAYRÜN MİNE'N-NEVM demesi
sünnettir.»
İbn Seyyidinnas, bu
isnadın sahih olduğunu söylemiştir. Böylece sabah ezanında ES—SALATÜ HAYRÜN
MİNE'N-NEVM demenin Hz. Ömer b. Hattab ve oğlu Abdullah; Enes, Hasan el-Basrî,
İbn Şirin, Zührî, Mâlik, Sevrî, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Rahuye, Ebû Sevr,
Dâvud ve Şafiî'nin arkadaşları meşru' olduğunu, yani sünnete dayandığım
söylemişlerdir. İmam Şafiî'nin Kavl-i Kadîm'indeki içtihadı ve istidlali da bu
anlamdadır. İmam Ebû. Hanîfe de aynı görüştedir.
Ancak bu cümlenin
hangi vaktin ezanının neresinde yer alması gerektiği üzerinde farklı görüş
ortaya koyanlar olmuştur. Ama meşhur olan tesbit ve görüş, sabah ezanında ve
yukarıda geçen hadîslerde belirtilen yerde olmasıdır. İmam Nahaî ile İmam Ebû
Yusuf'a göre, bütün namazlarda okunan ezanda yer alması sünnettir. [278]
eş-Şa'bî ve
arkadaşları, tesvîb'in yatsı ve sabah ezanlarında müstehab
olduğuna kaildirler. Hadîslerin açık delâleti ise, sadece sabah ezanında meşru
olduğunu gösteriyor. Hz. Ali (R.A.)'den yapılan bir rivayete göre, ezanlarda tesvîb'in
meşru olmadığını söylemişse de sahîh rivayetle amel edilmiyecek bir
açıklık ve kuvvette değildir.
194 nolu Enes hadîsini
rivâyefeden Nesâî ve. İbn Mâce sadece ikameti iytar yapması, yani yer alan
cümleleri birer defa okumasını belirtmişler, ezanın çift çift okunması
hakkındaki cümleye yer vermemişlerdir, Tirmizî de aynı rivayeti nakletmiştir.,
Bilâl'a emreden zattan
söz edilmemiştir. Ancak şer'i hükümleri o dönemde ancak Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz'in emredeceğini düşünürsek, kimin emrettiği rahatlıkta anlaşılır.
Nitekim Revh'm Atâ'-dan yaptığı rivayette, Bilâl'a ezan ve ikamet hakkında
emredenin Peygamber (A.S.) Efendimiz olduğu açıklanmıştır. Bundan daha açık
olan rivayeti ise, Nesâî'nin Kuteybe b. Abdülvehhab'dan yaptığı rivayettir ki,
orada «Peygamber (A.S.); Bilâl'a emretti...» denilmektedir.
Beyhakî ise, isnad-ı
sahihle Enes (R.A.)'den şu rivayeti yapmıştır: «Şüphesiz ki, ResûiüUah (A.3.)
Efendimiz, Büâl'e ezanı çift çift ikameti tek tek okumasını emretti...
Ancak ikamette bütün
cümleler tek söylenmez, TEKBÎR iki defa söylenir. Nitekim konunun başında
naklettiğimiz Abdullah b. Zeyd hadîsinde bu husus açıklanmıştır. Bazıları,
ezanda tekbîrin dört defa tekrarlanması dikkate alınınca, ona çift denildiğine
göre, iki defa tekrarlanan Tekbir için tek denilebilir.
Sonuç olarak ilim
adamlarının cumhuruna göre ve Mekke, Medine, Hicaz, Şam, Yemen, Mısır, Mağrıb
ve diğer îslâm ülkelerinde ikametteki sözler birer defa söylenir. İmam Mâlik
dışında diğer âlimlere göre, KAD KAMETİ'S SALA tekrarlanır. Böylece Ömer b.
Hat-tab, İbn Ömer, Enes, Hasan el-Basrî Zührî, Evzâî, Ahmed, îshak, Ebû Sevr,
Yahya b. Yahya, Davud ve İbn Münzir'e ikamet on bir kelimedir. Onlara göre,
tekbirler ve bir de KAD KAMETÎ'S—SALA sözleri tekrarlanır, ikişer defa
söylenir, diğer kelimeler birer defa söylenir. KAD KAMETÎ'S—SALA Kelimesinin de
bir defa söyleneceğini belirtenler arasında Said b. Müseyyeb, Urve b. Zübeyir,
îbn Sirîn ve Ömer b. Abdülaziz bulunmaktadır. İmam Bağavî, bunun daha yaygın olduğunu,
çoğu ilim adamlarınca tasvîb edildiğini söylemiştir.
Onlara karşılık, KAD
KAMETÎ'S—SALA fazlalığı dışında ikametin de ezan gibi, aynı cümle ve kelimeleri
taşıdığını söyleyenlerin başında İmam Ebû Hanîfe, İmam Sevrî, îbn Mübarek ve
Küfe âlimleri gelmektedir.
Bunlar, sözünü
ettiğimiz görüş ve tesbitlerine dayanak olarak Tirmizî ile Ebû Davud'un rivayet
ettiği Abdullah b. Zeyd hadîsini seçmişlerdir. Abdullah b. Zeyd'den bu konuda
yapılan rivayetler munkati' olmakla beraber, istidlale uygun görülmüştür.
Nitekim Tirmizî, Abdullah'dan nakledilen rivayeti sahihleyerek şüpheleri gidermiştir.
Öyleki, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Ebû Mahzure'ye de ezan ve ikameti ikişer
ikişer öğretmiştir, yani her cümleyi ikişer defa okumasını talim etmiştir. Ebû
Davud, Tirmizî ve Nesâî'nin şart ve ölçülerine göre, Ebû Mahzure'nin hadîsi
sahihtir. Beşlerin yaptığı rivayette ise, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin Ebû
Mahzure'ye ezanı 19 kelime, ikameti 17 kelime olarak öğrettiği anlaşılıyor. Bu
da her ikisinde de cümlelerin ikişer defa tekrarlanmasını gösterir. Aynı zamanda,
ikametin birer defa yapılmasını Bilâl'e emretmekle ilgili hadîsten sonra
söylendiği, çünkü Ebu Mahzure Fetih'ten sonra Müslüman olmuştur. Bilâl'e
verilen emir ise, hicretin ilk yıllarında olduğu kesindir. O halde Ebu Mahzure
haclîsiyle onun hükmünün kaldırıldığı anlaşılıyor.
Bu konuda ünlü hadîs
âlimi Ebû Şeyh diyor ki: «Bilâl, Mina'da ezan okurken Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz de orada bulunuyordu. Bilâl hem ezanı, hem ikameti ikişer defa, yani
her cümlesini ikişer defa tekrarlayarak okudu.[279]
195 nolu İbn Ömer
(R.A.) hadîsine gelince: Onu aynı zamanda îmam Şafiî, Ebû Âvâne, Darekutnî, İbn
Huzeyme, İbn Hibban ve Hâkim tahrîc etmişlerdir. Ancak isnadında Ebu Cafer
el-Müezzin bulunuyor ki, bu hadîsten başka kendisinden bir rivayet yapılmamıştır.
Zehebî bu zat hakkında herhangi bir tesbitte bulunmamıştır. İbn Hibbân, onun
asıl adının Muhammed b. Müslim b. Mehren olduğunu, el-Hâkinı ise, Umeyr b.
Yezîd b. Habîb olduğunu söylemiştir. Hafız İbn Hacer, el-Hâkim'in bu hususta
vehimde bulunduğunu belirtir.
İbn Mace'nin bu konuda
Sa'd el-Kurez'den merfûân ve Ebû Râ-fi' 'den bir benzerini rivayet ettiği
görülmektedir ki, her iki rivayette zayıftır.
Buna rağmen, müctehid
imamlardan bir kısmı bu hadisi de delil kabul ederek istidlalde
bulunmuşlardır.
196 nolu Ebu Mahzure
hadisi, îmam Şafiî, Ebû Dâvud ve İbn Hibban da tahrîc etmişlerdir. îbn Kattan
bu rivayeti dikkate alarak ezanın 19 kelime olduğunu belirtmiştir. Ebû Nuaym
el-Mustahrec'de ve ayrıca Beyhâkî ezanda tekbirin dört defa söyleneceğini
tesbit etmişler ve Müslim'in de îshak'tan bu anlamda tahrîc yaptığım söylemişlerdir.
Nitekim Ebû Âvâne de kendi Müstahrec'inde İbn el~Medenî tarikiyle Muâz (R.A.)'den bu anlamda bir rivayet yapmıştır.
Böylece tekbîrin dört
defa tekrarlanması ve şahadeteynde tercî' yapılmasıyla ezanın kelimeleri 19'u
bulmaktadır. îkamet'te ise, başlangıçta tekbirin dört defa tekrarlanması,
şelıadeteynde terci'in ter-kedilmesi ve iki defa KAD KAMETİ'S—SALA denilmesiyle
kelimeler 17'ye ulaşmakdadır.
197 nolu Ebû Mahzure
hadîsiyle ilgili açıklamaları, Abdullah b. Zeyd hadîsiyle ilgili tahlillerde
yapmıştık. İbn Hibban ve Nesâi de bunu rivayet etmiş, İbn Huzeyme
sahihlemiştir. Ancak isnadında Muhammed b. Abdülmelîk b. Ebî Mahzure ve Haris
b. Ubeyd bulunuyor ki, bu iki zat hakkında Zehebî'nin tesbitiyle ilgili
dipnotu nakletmiş bulunuyoruz.
Ebû Cafer et-Tahavî de
bu konuda Ebû Mahzure hadisini bölümün baş kısmına alarak naklettikten sonra
Ebû Mahzure'nin oğlu Abdül-melik'in anasının şöyle dediğini ilâve etmiştir:
«Ben bunu Ebû Mah-zure'den işittim.» Ayrıca Ebû Âsım'm da Abdülmelik'in
anasının bu sözünü naklederek rivayete kuvvet kazandırıyor. Sonra Ali b.
Şeybe'den yapılan rivayeti nakledip Resûlüllah CA.S.) Efendimiz'in Ebu
Mahzure'ye: «Kalk, namaz için ezan oku!» buyurarak, yukarıda açıklandığı üzere
ezanı ona öğrettiğine yer verdikten sonra bir cemaatin buna muhalefet ettiğini
ve iki yerde bu muhalefetlerini ortaya koyduklarını belirtiyor. Birincisi,
ezanın evvelinde dört defa ALLAHU EKBER denilmesi gerekir, demişler ve Abdullah
b. Muhâynz'm Peygamber Efendimiz'in kendisine ezam 19 kelime olarak öğrettiği
ri-vâyetiyle ihticâc etmişlerdir.
Bu rivayet ve görüş
Hanefîlerce daha sahih kabul edilmiştir. İkincisi, terci hususunda muhalefet
etmişlerdir. Çünkü bir kısmına göre bu da sünnettir, bir kısmına göre,
değildir. Sünnet olmadığını söyleyenler bu hususta îbıı Merzuk'un, Abdullah b.
Zeyd'den senedini de zikrederek naklettiği şu rivayete dayanmaktadırlar:
«Gökten, üzerinde yeşil iki elbise veya yeşil iki üstlük bulunan bir adam indi
ve yüksekçe bir duvar kalıntısı üzerinde ayakta durarak: ALLAHU EKBER, ALLAHU
EKBER, ALLAHU EKBER ALLAHU EKBER diyerek, (Ebu Mahzure hadîsinde geçen ezana
uygun) bir ezan okudu, ancak terci'i zikretmedi.» Abdullah (R.A.) kalkıp Peygamber
(A.S.) Efendimiz'e gelerek gördüğü rüyayı haber verdi. Peygamber (A.S.) ona;
«Evet gördüğün (doğrudur ve hakktır). Sen onu Bilâl'a Öğret...» buyurdu.[280]
Ebu Cafer, ikamet
konusuyla ilgili rivayetleri de toplayıp nak-letmiştir. îkamet sözlerinin birer
defa okunmasıyla ilgili rivayetleri öne alarak Ebu Kılâbe'nin Enes b. Mâlik
(R.A.)'den şu hadisi rivayet ettiğini naklediyor: «Büâl'e, ezanı çift, ikameti
tek okuması emredildi.»[281].
Müellif bunu
kuvvetlendirir mahiyette beş ayn tarikden aynı rivayeti yapmıştır. Bu
rivayetlere dayanıp ikametin her kelimesinin birer defa söyleneceğine muhalefet
edenler ise, KAD KAMETÎ'S—SALA sözünün tekrarlanmasının gereği üzerinde durmuş
ve İbn Ebî Davud'un, Simak b. Atiyye tarikiyle Ebû Kılâbe'den, onun da Enes
(R.A.)'den yaptığı şu rivayetle ihticac etmişlerdir: «Bilâî'e, ezanı çift,
ikameti tek okuması, ancak KAD KAMETİ'S—SALA'yı tekrarlaması emredildi.»
Ebû Cafer bu görüş ve
tesbite ağırlık kazandıran altı, yedi kadar rivayeti naklettikten sonra
ikametin de ezan gibi ikişer ikişer okunup tekrarlanmalıyla ilgili rivayetlere
geçiyor; önce İbrahim b. Merzuk'un, Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan yaptığı rivayeti,
onun da Abdullah b. Zeyd'den (R.A.) duyduğu hadîsi delil olarak gösteriyor ki,
sözü edilen hadîsi 224 no ile az yukarıda meâlen yazmış bulunuyoruz.
Aynı hadîsi Ali b.
Şeybe'nin Yahya b. Yahya tarikiyle yine Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan onun da
ashab-ı kiram'dan bazı zevattan rivayetle naklederek birinci rivayeti
kuvvetlendiriyor ve sonra da Abdullah b. Zeyd'in şöyle dediğini rivayet ediyor;
«Kendimi töhmet altında tutmam endişesi olmasaydı, o yeşil elbiseli adamı
uykuda değil, uyanık bir halde gördüğümü zannediyorum, derdim.» O'nun bu
sözlerim duyan Hz. Ömer (R.A.) şöyle demiştir: «Vallahi Abdullah'ı tavaf eden,
yani onu ziyaret eden (adam şeklindeki melek) beni de ziyaret etti. Ancak
Abdullah'ın benden önce anlattığım görünce susmayı tercih ettim.»
Bu rivayetlerden, ezan
ve ikametin Abdullah b. Zeyd tarafından Büâl'e öğretildiği ve Bilâl'ın de
kalkıp hem ezanda, hem ikâmette cümleleri ikişer defa tekrarlayarak okuduğu ve
bundan önceki rivayete muhalif bir anlam ve hüküm taşıdığı anlaşılıyor. Sonra
da Bilâl'den yapılan rivayette, kendisinin Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'-den
sonra da ezan ve ikameti ikişer ikişer, yani her cüümlesini ikişer defa
tekrarlayarak okuduğunu söylemiştir. [282]
Ayrıca Ahmed b.
Davud'un, Yakub b. Humeyd, Abdurrezzak, Ma'mer, Hammad, İbrahim ve Esved'den,
onun da Bilâl'dan yaptığı rivayete, Bilâl'ın (R.A.) Ezan ve ikameti ikişer
ikişer okuduğu belirtilmiştir.[283]
Diğer yandan
yukarıdaki rivayetleri te'yîd eder mahiyette Ebû-bekre'nin Âsim tarikiyle Ümmü
Abdilmelik b. Ebî Mahzure'den yaptığı rivayette, hem Abdülmelik, hem anası,
Ebû Mahzure'nin şöyle dediğini işitmişlerdir: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz,
bana ikameti ikişer İkişer t defa her cümlesini tekrarlayarak okumamı öğretti,
ALLAHU EKBER ALLAHU EKBER. EŞHEDÜ ELLA İLAHE İLLALLAH, EŞHEDÜ ELLA İLAHE
İLLALLAH. EŞHEDÜ ENNE MUHAMMED'-DEN RESÛLÜLLAH, EŞHEDÜ ENNE MUHAMMED'EN RESÛLÜLLAH. HAYYE
ALA'S—SALA, HAYYE ALA'S—SALA, HAYYE ALA'L—FELAH, HAYYE ALA'L-FELAH; KAD
KAMETİ'S—SALATÜ KAD KAMETİ'S—SALA, ALLAHU EKBER ALLAHU EKBER LA İLAHE
İLLALLAH...»[284]
Anlaşıldığı gibi,
ikamette geçen cümlelerin ikişer ikişer okunmasıyla, KAD KAMETİ'S—SALA
dışındaki cümlelerin birer defa okunması hakkında hayli rivayet vardır.
Müctehid imamlar da o yüzden farklı görüş izhar edip farklı delillerle istidlal
etmişlerdir.
Bir yanda Ebû Mahzure
hadîsi vardır ki, hem ezanın, hem ikametin ikişer defa tekrarlanarak okunduğu
belirtiliyor; diğer yanda îbn Ömer hadîsi yer alıyor ki, ona göre, Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz zamanında ezandaki cümleler ikişer defa tekrarlanarak; ikamet
ise KAD KAMETÎ'S—SALA dışında kalanlar birer defa söylenerek yerine getirildi.
İmam Mâlik de bu rivayetle istidlal etmiştir.
ALLAHU EKBER'İN dört
defa tekrarlanmasına gelince, bunu Ebû Davud tahric etmiştir. Şeyh ise el-îmam
adlı eserinde diyor ki: «Ebu Âvâne kendi Müsned'inde Ali b. el-Medenî'den, onun
da Muâz b. Hişam'dan, onun da babasından, onun da Amir'den yaptığı rivayette,
Tekbîr'in dört defa tekrarlanacağı yer almıştır.»[285].
Böyle-, ce ezanın 19 kelime olduğu sıhhat kazanıyor. Abdullah b. Zeyd'in rüyası
da aynı hususu belirtir mahiyettedir. Nitekim Ebû Hanîfe, İmam Şafiî ve İmam
Ahmed b. Hanbel bu rivayetlerle istidlal etmişlerdir.
Ancak Ebû Davud'un,
Tekbîr'in dört defa tekrarlanmasıyla ilgili rivayet zincirinde Muhammed b.
Abdülmelik b. Ebî Mahzure bulunuyor ki, İbn Kattan onun durumu pek belli
olmadığından bahisle rivayetinin muallel olduğunu, yani sıhhatini zedeliyen
bazı kusurların söz konusu olduğunu belirtmiştir. Ayrıca râvîlerden Haris b.
Ubeyd'in de zayıf olduğunu söylemiştir. İbn Main de aynı görüştedir. Daha önce
Zehebî'nin bu iki zat hakkındaki tesbitlerini de nakletmiştik. Ancak Ebû
Hatim, «onun hadîsi yazılır, fakat ihticâc edilmez» demiştir.
Aynı zamanda Ebû
Mahzûre'den yapılan rivayetler arasında da açık bir farklılık vardır; bir
rivayette dört defa tekrarlandığından, bir başka rivayette iki defa
tekrarlandığından bahsedilmiştir. Ne var ki, Tekbîr dört defa tekrarlanır
rivayetini sikat (güvenilir) kabul
edilen hafızlar yapmışlardır ki, ilim adamlarının çoğu onların rivayetini
mesned seçmişlerdir.[286]
Sabah ezanında t e s v
i b konusuna gelince, az yukarıda bu husustaki rivayetleri kısmen nakletmiş
idik. Burada, konunun önemine binâen et-Tahâvı'nin tesbitlerini de nakletmek
suretiyle ona açıklık getirmek istiyoruz:
Bir grup sabah
ezanında' tesvib'i mekruh saymıştır. Onlar bu hükümlerinde Abdullah b. Zeyd
hadîsıyle ihticac etmişlerdir. Diğer bir grup onlara muhalefet ederek, bunun
sabah ezanında müste-hab olduğunu söylemişlerdir. İkincilerin delili ise, her
ne kadar Abdullah b. Zeyd'in rüyasında ve Bilâl'a öğretmesinde bu cümleye yer
verilmemişse de bilâhare Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Ebu Mahzure'ye ES—SALATU
HAYRÜN MÎNE'N—NEVM cümlesini ezana dahil etmesini emretmiştir.[287]
Nitekim Ali b. Ma'bed'in Hevh b, Ubade' den, onun da ibn Cüreyc'den, onun da
Osman b. Sâib'den, onun da Ümmu Abdümelik'ten, onun da babası Ebu Mahzûre'den
yaptığı rivayette deniliyor ki: "Şüphesiz ki Peygamber (A.S.) Efendimiz
sabahın ilk ezanında Ebu Mahzure'ye ES—SALATÜ HAYRÜN MÎNE'N NEVM' ES—SALATÜ
HAYRÜN MİNE'N—NEVM demesini öğretti."[288]
Ali'nin Heysem b.
Hâlid b. Yezîd'den yaptığı rivayette, Abdülaziz b. Refî'in Mahzure'nin şöyle
dediğini işittiği belirtilmiştir: "Ben henüz çocuk denecek yaşta idim ki,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bana şöyle buyurdu: «ES—SALATÜ HAYRÜNMİNE'N—NEVM,
ES—SALATÜ HAYRÜN MİNE'N—NEVM» söyle.
et—Tahavî diyor ki:
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bu cümleyi Ebu Mahzure'ye öğretince, haliyle
Abdullah b. Zeyd'in Bilâl'e öğrettiği üzerine bir fazlalık olmuştur.[289]
îbn Ömer (R.A.)dan
yapılan rivayette ise, adı geçen şöyle demiştir: "İlk ezanda HAYYE
ALA'L—FELAH'tan sonra ES-SALATÜ HAYRÜN MİNE'N—NEVM, ES—SALATÜ HAYRÜN MİNE'N—
NEVM cümlesi yer alırdı."
Hz. Enes'ten de bu
mealde- bir rivayeti îbn Ebî Davud, Amir b. Avn'dan o da Muhammed b. Sirîn'den
yapmıştır.
Böylece güvenilir iki
büyük sahabi t e s v i b i n meşruiyetini ifade ediyorlar. O bakımdan imam Ebû
Hanîfe ile iki arkadaşı bu rivayetlerle istidlal ederek sabah ezanında HAYYE
ALA'L—FELAH, tan sonra iki dafa ES—SAATÜ HAYRÜN MÎNE'N—NEVM demenin sünnet
olduğuna kail olmuşlardır.[290]
1- Ezanda
başlangıçtaki tekbîr dört defa tekrarlanır.
2- İki
şehadetin terci' suretiyle tekrarlanması hakkında ictihad ve istidlaller
farklıdır: îmam Şafiî ve îmam Mâlik'e göre sünnettir. Diğer iki mezhebe göre,
terci' yapılmaz.
3- Sabah
ezanında t e s v î b yani HAYYE ALA'L—FELAH'tan sonra iki dafaES—SALATÜ HAYEÜN
MİNE'N—NEVM demek, dört mezhebe
göre de sünnettir.
4-
İkameti, müctehidlerden bir kısmı tek tek, yani ikamette yer alan KAD KAMETİ'S—SALA
dışındaki cümleleri birer defa söylemek, diğer bazısına göre ikişer defa
söylemek sünnettir. İmanı Şafiî ile İmam Mâlik birer defa; İmam Ebû Hanîfe ise
ikişer defa tekrarlanarak okunur, İmam Ahmed de birer defa okunmasının
müstehab olduğunu söylemiştir.
5- Aklı erip iyiyi kötüden ayırd edecek yaşa gelen
çocuğun ezan okuması caizdir. [291]
Ezan, Allah'ın
varlığını ve birliğini; Hz. Muhammed'in (A.S.) Allah'ın kulu ve peygamberi
olduğunu ilân edip imân edenleri namaza ve kurtuluşa davet etmektir. O
bakımdan yüksek sesle okunması sünnettir.
Bu konuyla ilgili
hadisler hayli çoktur. Biz birkaç tanesini naklederek ezanın delâlet ettiği
hükümleri belirtmeye çalışacağız:
Ebu Hüreyre (R.A.) den
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Müezzine sesinin yetiştiği yer nisbetinde mağfiret olunur ve yaş-kuru ne
varsa her şey onun lehine şahitlik eder.»[292]
Abdullah b.
Abdirrahman b. Ebî Sa'saa'dan yapılan rivayette, ashab'dan Ebû Saîd el-Hudrî
CR.A.) ona şöyle demiştir:
Görüyorum
ki sen, davarları ve
badiyeyi seviyorsun (çobanlıktan hoşlanıyorsun). Davarların yanında veya
badiye (çölde) de bulunduğun zaman (namaz vakti olunca) ezan okurken sesini
iyice yükselt. Çünkü gerçekten müezzinin sesinin ulaştığı yere kadar onu cin
ve insandan ve diğer şeyden ne duyarsa, mutlaka Kıyamet gününde onun lehine
şe-hadette bulunurlar. Ben bunu RasûlüÜah (A.S.) Efendiıniz'den işittim.»[293]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1-
Müezzinlik çok şerefli dinî bir hizmettir.
2- Ezan
okurken ahengi bozmamak şartıyla sesi yükseltmek sünnettir.
3- Ezan
sesini duyan canlı cansız ne varsa, Ahiret gününde müezzinin lehine şehadette
bulunurlar.
4- Şehir
dışında olup okunan ezan sesini işitmeyen kimsenin namaz vakti girince hem ezan
okuması, hem sesini yükseltmesi sünnettir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, tesbit ve istidlalleri:
a) Hanefilere göre:
Ezahm sünnetleri, biri
ezanın kendisine, diğeri müezzine raci' olmak üzere iki nev'e ayrılır? Ezanın
kedisine raci' olanı şunlardır:
1- Ezanın
aşikâr okunması, sesin iyice yükseltilmesi,
2- Yüksekçe
bir yerde okunması,
3- Her cümle
arasında az duraklaması,
4- Kıbleye
yönelerek okunması.,.Bu cümledendir.
Müezzine raci' olan
sünnetler:
1- Erkek
olması, (kadının ezan okuması
mekruhtur).
2- Aklı
dengesi yerinde bulunması, (delinin ezan okuması mekruhtur) .
3- Takva
sahibi olması,
4- Sünneti
bilen bir kişi olarak tanınması,
5- Namaz
vakitlerini bilmesi,
6- Taharet
üzere bulunması bu cümledendir. Ayrıca ezan okurken şehadet parmaklarını
kulaklarına tıkaması da sünnettir.[294]
b) Şafülere göre:
Ezan okurken sesi
yükseltmek sünnettir. Ancak içinde cemaatle namaz kılınıp cemaatı dışarı çıkmış
cami ve mescidde aynı vaktin namazını kılmak isteyenler seslerini
yükseltmeyerek ezan okurlar. O bakımdan yanlız başına namaz kılmak isteyen
kimse, ezanı sadece kendisi duyacak kadar
bir ses tonuyla okur. Şehir dışında ise,
Ebû Saîd el-Hudrî
hadisinde olduğu gibi, sesini iyice
yükseltmesi sünnettir.[295]
c) Hanbelilere göre:
Çevreye namaz vaktini
daha iyi duyurabilmek için ezan okurken sesi yüseltmek müstehabdır ve aynı
zamanda böyle yapmanın sevabı daha büyüktür. Ebu Saîd hadîsinde de belirtildiği
gibi, takatim aşacak şekilde kendini zorlayıp sesini yükseltmeye çalışması doğru
değildir. Çünkü böyle yapmanın başta sesin iyice kısılması olmak üzere birtakım
zararları da söz konusudur.Ezanda eğer herkes duysun diye okuyorsai bazı
yerlerde sesini yükseltmesi bazı yerde kısması da uygun değildir. Çünkü böyle
yapmak, amaca ters düşer. Ancak kendi veya etrafındaki cemaat için okursa, o
takdirde sesini kısması veya yükseltmesi caizdir.
Parmaklarını kulağına
tıkıp okuması ve yüksek bir yere çıkıp orada ezan okuması da müstehabdır. Çünkü
Ebu Katade'nin hadîsinde, Peygamber (A.S.), Bilâl'a (R.A.) "Kalk da
ayakta durup ezan oku!" buyurduğu tesbit edilmiştir.[296]
d) Mâlikilere göre:
Ezanda fazla tağannî
edip tiz bir ses çıkarmayı İmam Mâlik şiddetli kerahat saymış, parmaklan
kulaklara tıkayarak okumayı ise, uygun görerek bunu müezzinin arzusuna
bırakmıştır.[297]
Böylece bu mezhebe
göre de ezan okurken, kendini fazla sıkmamak şartıyla sesini yükselterek ezan
okuması müstehabdır.
Fethü'l-allâm'da ezanın
her cümelesinin tekrar edilmesinin sebebi açıklanırken şöyle denilmiştir:
Çünkü ezan, hazır olmayanlara namaz vaktinin girdiğini duyurmak içindir, o
bakımdan cümleleri tekrarlanır, okuyan yüksekçe bir yere çıkıp sesini
yükseltir. Bütün bunlar meşru' görülmüş ve müstehab sayılmıştır. İkamette ise,
hazırlara duyurmaya yönelik olduğundan hem tekrara, hem sesi fazla yükseltmeye
gerek yoktur. O bakımdan alçak sesle okunması meşru' kılınmıştır.[298]
Fıkhüssünne' de bu
konuya temasla deniliyor ki:
"Müezzin ezan okurken
sesini yükseltmesi müstehabdır; isterse Rainiz başına çölde olsun..." Eser
sahibi Ebû Saîd el-Hudri hadisiyle istidlal ederek bu neticeyi belirlemiştir.[299]
Tahliller; ve
yorumlar: .
235 nolıi; Ebû Hüreyre
(R.A.) hadîsini aynı zamanda İbn Huzayrne ve İbn Hibban kendi Sahihlerinde
tahrîc etmişlerdir. Ancak isnadında Ebü Yahya er-Râvî bulunuyor. İbn Kattan,
bu zatın ma'-ruf olmadığını söylemiştir. [300]Ancak
Zehebî bu zat üzerinde durmamış ve zayıf olduğunu belirtir bir kayıt
koymamıştır. îbn Hibban, onun isminin Sim'ân olduğunu iddia etmişse de hangi
Sim'ân olduğunu belirtmemiştir. O bakımdan herhangi bir görüş belirtmek isabetli
olmaz. ;Zehebî hadîs ricali arasında üç tane Sim'ân'dan söz eder. Birincisinin
kaviy, ikincisinin sıka, üçüncüsü gayr-i maruf olduğu söylenir.
Bu mealde bir hadîsi
Ahmed b. Hanbel ve Nesâî, Bera' b. Âzîb (R.A.)'den rivayet etmişlerdir:
«Müezzinin sesinin yetiştiği yer nis-betinde mağfiret olunur; yaş ve kuru ne
varsa onun sesini işiten her şey onu tasdik eder. Kendisiyle birlikte namaz
kılanların sevabının bir misli de ona vardır.»
İbn Seken bu hadîsi
sahîhlemiştir. [301]
1- Şehir
içinde ve dışında ezan okurken müezzinin sesini yükseltmesi sünnettir,
2- Kendini
fazla zorlayıp takatinin üstünde sesini yükseltmesi mekruhtur.
3- Şehir,
kasaba ve köyde kendi evinde namaz kılan kimse, eğer mahalle camiinde okunan
ezan sesini işitmiyorsa, kendisi işitecek bir tonla ezan okur. Şehir dışında
ise, sesini yükselterek okuması müstehabdır. [302]
Ezan her ne kadar
namaz vaktini bildirmek için meşru kıhnmış-sa da, bütünüyle Hakk'ın sesi, İslâm
davetinin mayasıdır. O bakımdan müezzinin okuduğu ezan sesini işiten
mü'minlerin bu davete nasıl karşılık vermeleri gerekir? Bu karşılık iki türlü
olur: Birincisi, Resûlüllah'm talimatına göre, ezan cümlelerini müezzinle birlikte
tekrarlamak ve sonunda tavsiye edilen duayı okumak; ikincisi, çağrıya olumlu
cevap vererek cami ve cemaate gitmek...
Ezan gibi ikamet
edilirken de bazı şeyler tavsiye edilmiştir. Onları ilgili hadislerden daha
iyi öğrenip uygulamamız mümkün-.
Ebû Said (R.A.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Nidayı fezan) işittiğinizde, müezzinin dediği gibi
söyleyin!»[303].
Ömer b. Hattab (R.A.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendinıiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
«Müezzin ALLAHU EKBER
ALLAHU EKBER dediği zaman, sizden biri de ALLAHU EKBER ALLAHU EKBER der; sonra
müezzin EŞHEDÜ ELLA İLAHE İLLALLAH dediğinde, o da EŞHEDÜ ELLA İLAHE İLLALLAH
der; sonra müezzin EŞHEDÜ ENNE MUHAMMED'-EN RESÛLÜLLAH dediğinde, o da EŞHEDÜ
ENNE MUHAMMED'EN RESÛLÜLLAH der, sonra müezzin HAYYE ALA'S—SALA deyince, o, LA
HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAH der; sonra müezzin HAYYE ALAI^-FSLAH deyince, o
yine LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAH der, sonra müezzin ALLAHU EKBER ALLAHU
EKBER
deyince, o da ALLAHU
EKBER ALLAHU EKBER der; sonra da müez-ı zin LA İLAHE İLLALLAH deyince, o da
gönlünden LA İLAHE İLLALLAH derse, Cennet'e girer.»[304].
Şehr b. Havşeb'den, o
da Ebu Ümâme'den veya Peygamber (A. S.)'m ashabından birinden rivayetle şöyle
demiştir: «Bilâl ikamet getirmeye başladı. KAD KAMETİ'S—SALA cümlesini
söyleyince, Peygamber (A.S.) Efendimiz, «Allah namazı hem ikame, hem idâme ettirsin!»
diye karşılık verdi. İkametin diğer yerlerinde ezanda olduğu gibi, Hz. Ömer'in
hadîsinde belirtildiği şekilde karşılık verdi, yani müezzinin: ikamette
söylediği cümleleri aynen söyledi.[305]
Cabir (R.A.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Kim ezan sesini işittiği zaman, derse, şefaatim
ona helâl olur.»[306]
Abdullah b. Amir
(R.A.)'den yapılan rivayette, Peygamber (A. S.) Efendimiz'den şöyle buyurduğunu
işitmiştir: «Müezzini işittiği-,niz zaman, onun dediği gibi söyleyin. Sonra
bana salât getirin. Çün-jkü gerçekten kim bana bir defa salâvat getirirse,
Allah onu on rah-|met ile anar. Sonra da benim için Allah'tan vesile isteyin.
Çün-kükü vesile Cennet'te bir makamdır ki, ancak Allah kullarından bir kula
lâyık görülmüştür, umarım ki o kul ben olayım. Artık kim benim için Allah'tan
vesile isterse, şefaatim ona helâl olur.»[307]
Enes b. Mâlik
(R.A.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendinıiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Ezan ile ikamet arasında yapılan dua reddolunmaz.»[308]
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, istidlal ve ihticâclari:
a) Hanefîlere göre-.
Ezan okununca onu
işitenlere vâcib olan şey, ezana icabet etmektir. Zira Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz, «Dört şey cefâdandır: Ayakta durup idrar eden, namazı henüz
bitirmeden alınım (yapışan şeyleri gidermek) için silen, ezan okununca ona
icabet etmiyen ve yanında anıldığım zaman bana salâvat getirmeyen...»[309]
Ezana icabet,
müezzinin dediklerini demektir. Ancak HAYYE ALA'S— ve HAYYE ALA'I^-FELAH
denilince LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA Bİ'LLAHİ'L—ALÎYYÎ'L—AZİM diye karşılık
verilir. Bir de sabah ezanında ES-SALATÜ HAYRÜN MİNE'N—NEVM deyince, «doğru
söyledin, iyilik ve hayır işledin» denilir.
Müezzini cevaplamanın
vacib veya sünnet olduğu ihtilaflıdır • İlimde şeyhlik derecesine yükselenlerin
çoğu vâcibdir, derken İmam Kerhî, sünnet olduğunu söylemiştir.[310]
b) Şâfiüere göre:
Ezan ve ikameti işiten
kimselere —ister abdestli, ister abdestsiz, isterse cünüb olsunlar— müezzinin
dediklerinin aynım söylemek, sadece HAYYE ALA'S—SALA ve HAYYE ALA'L—FELAH
söylenirken ve bir de sabah ezanında ES—SALATU HAYRÜN MÎNE'N— NEVM denilirken,
bunları aynen söylemezler, iki hayye'de LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAH,
sabah ezanmdaki tesvîb'de ise «Doğru söyledin, hayır ve iyilik işledin» der.
İkamet'in KAD KA-METÎ'S—SALATU cümlesi söylenirken de «Allah hep kılınmasını ve
devamını sağlasın ve beni namaz ehlinin sâühlerinden eylesin!» diye duâ eder.
Aynı zamanda gerek müezzin, gerek önün sesini işitenlerin ezan ve ikametten
sonra Resûlüllah (A.S.) Efendimizze sa-lât-ü selâm getirmeleri sünnettir. Sonra
da şu duayı yaparlar: AL-LAHÜÎVIME RABBE HAZİHİ'D—DA'VETİ'T—TAMMETÎ VE'S—SALA
Tİ'L—KAİME, ATİ MUHAMMEDENİ'L—VESÎLETE VE'L—FAZILE... VE'D—DERACETE'R—RAFİA.
VE'B'ASHÜ MAKAMEN MAHMUDE-NİLLEZİ VAADTEHÜ İNNEKE LA TUHLİFU'L—MÎAD.[311]
c) Hanbelüere göre:
Müezzinin sesini
işiten kimsenin onun dediğinin mislini söylemesi müstehabdır. Bu hususta ilim
ehli arasında muhalif bir görüşün olduğunu bilmiyorum. Nitekim Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz'-in: «Nidayı (yani ezanı) işittiğiniz zaman müezzinin dediğini
deyin!» buyurduğunu Buharî ve Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir. HAYYE
ALA'larda ise LA HAVLE VELA KUVVETE ÎLLA BİLLAH demek müs-tehabdır. Ahmed b.
Hanbel'in bu hususta kesin görüş ve tesbiti vardır.[312]
Haneblîler son hususla
ilgili olarak el-Esrem'in Ebû Râfi'a isnâd ettikleri şu hadîsle istidlal
etmişlerdin «Peygamber (A.S.), ezan sesini işitince, müezzinin dediğinin
mislini söylerdi. Müezzin HAYYE ALA'S—SALA'ya gelince, Peygamber tA.S.): LA
HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAH derdi.»
İkamette de müezzinin
dediği aynen tekrar edilir, ancak KAD KA-METİ'S—SALA cümlesine gelince, «Allah
hep kılınmasını ve devamını sağlasın!» diye duâ edilir. Hanbelîler bu meselede
ise Ebû Davud'un ashabdan bazısına isnad ettiği 246 nolu hadîsle istidlal etmişlerdir.[313]
d) Mâlikilere göre:
Müezzinin sesini
işiten herkes, ister abdestli, ister abdestsiz, ister cünüb, ister ayhali,
isterse loğusa olsun ezanın cümlelerini aynen söyler. Ancak o vaktin farzını
kılan kimsenin demesi müstehab değildir. Ayrıca, HAYYE'lerde LA HAVLE... ve
sabah ezanında ES-SA-LATÜ HAYRÜN MİNE'N—NEVM'de «Doğru söyledin, hayır ve iyilik
işledin» demek müstehabdır.[314]
Bu konuda İmam Nevevî
şöyle demiştir:
«Ezan okunurken
müezzinin sesini işiten abdestli, abdestsiz, cünüb, ayhali, loğusa,-küçük ve
büyük herkesin onun dediklerini bir bir söylemesi müstehabdır. Çünkü bunların
hepsi de zikir ve namaz ,ehli sayılır. Ancak helada bulunan, cinsel temas
halinde olan kimseler müezzine icabet etmezler, yani onun dediklerini
söylemezler. Heladan çıkınca, ezan hâlâ devam ediyorsa ona uyarak okunan cümleleri
aynen söyler. Kur'ân okuyan ve zikir halinde olanlar ise, o sı-
rada okumayı ve zikri
bırakıp ezana icabet ederler. Ders okutanlarla, okuyanlar da öyle.'»[315]
HAYYE ALA'larda
LA HAVLE denilmesinin birçok hikmetleri
varsa da en başta geleni şu hususdur*
a) Önce her
hareket ve gücbulmanm ancak Allah'ın iradesiyle gerçekleşeceğini düşünerek
kuvvet ve kudreti O yüce Yaratan'a irca' etme şuurunda olduğumuzu ifade
etmektir.
b) Hiç bir
kötülüğü geriçevirmeye, hiçbir hayn elde etmeye güçve kudretimizin
bulunmadığını belirterek Allah'tan bu iki husus ta da bize güç, kuvvet ve
basiret vermesini dilemektir.
c) Günahtan
ancak Allah'ın yardım ve ihâyetiyle korunabileceğimizi, O'na, ibadet ve kullukta
bulunmayı ancak O'nun yardımıyla gerçekleştirebileceğimizi itiraf etmektir.
Çünkü müezzin,
mü'minleri kurtuluşa, felah ve necata, hayır ve iyiliğe davet ederken,
böylesine önemli ve önemli olduğu kadar lüzumlu, amaca yönelik bir ameli
layıkıyla yerine getiremeyeceğimizi düşünerek Allah'ın sebepleri kolaylaştırıp
bize yardımda bulunmasını istememiş en uygun bir haldir ki, ilâhî hoşnutluğa
vesile olur.
Bu hususta Sıddîk
Hasan Han da icabetin hikmet ve sırrını kısmen belirterek bilgi vermeye
çalışmıştır.[316]
Tahliller ve yorumlar:
244 nolu Ebu Said
hadisini Nesâî, Ebu Râfi'dan: yine Nesâî, Ebu Hüreyre'den: Tahavî, Ümmü
Habibe'den; Ebu Dâvud, İbn Ömer'den; yine Ebu Dâvud, Hz. Âişe'den rivayet
etmişlerdir. Ebu Şeyh ise, Mu-âz (R.A.) dan rivayet etmiştir.
Müezzinin sesini
işiten mü'minlerin icabette bulunması, hadisin zahiriyle istidlal edenlere göre
vâcibdir. Tahavî de aynı görüştedir. Hanefiler, Zahiriler ve îbn Vehb de aynı
görüşü izhar etmişlerdir. Cumhur ise, vâcib olmadığına kaildir.[317]
Ezanın sesini namaz kılarken
işiten kimse, namazla meşgul bulunduğundan artık cevaplamaz. Bu ekserin
görüşüdür. Cumhurun da kavli aynı doğrultudadır.
246 nolu Şehr b.
Havşeb hadîsine, gelince, isnadında bir meçhul vardır. Şehr b. Havşeb hakkında
da hayli söz söyleyenler olmuştur. Ancak Yahya b. Main ve Ahmed b. Hanbel onun
sıka (güvenilir) olduğunu söylemiştir. Şehr, Ümmü Seleme'den, Ebu Hüreyre'den,
Katade'den, Davud b. Ebî Hind'den, Abdülhamid b. Bihram ve diğer bir cemaatten
rivayetler yapmıştır. Ahmed b. Hanbel onun Esma binti Yezîd'den yaptığı
rivayetlerin hasen olduğunu dikkatleri çekmiştir. Ebu Zür'a, «Onun rivayetinde
bir sakınca yoktur» derken; Nesâî ile İbni Adiy onun «kaviy» olmadığım
belirtmişlerdir. O yüzden bazı hadîs alimler Şehr'den rivayet yapmışlardır.[318]
Görüldüğü gibi, râvi
Şehr üzerinde hayli farklı görüş ve tesbit-ler vardır. Ama Yahya b. Maîn ve
Ahmed b. Hanbel gibi iki büyük hadis âliminin onun hakkında tezkiyede bulunup
«sıkandır demeleri, yeter. O bakımdan hadîs zayıf sayılmaz.
247 nolu Cabir
hadîsini, Tahavi, îbn Mes'ûd'dan; îbn Hibban, , Şnes'den ve İbn Abbas'dan
rivayet etmişlerdir. Hâkim ise el-Müsted-rek'inde aynı hadîsi rivayet etmiştir.
Ancak rivayet zincirinden U-feyr b. Ma'dan bulunuyor ki, bu zat hakkında hayli
söz söyleyenler olmuştur. Atâ'dan, Katade'den ve Süleym b. Amir'den rivayetler
yapılmıştır. Ebulyeman da ondan rivayet etmiştir. Ebu Dâvud onun İıakkında
şöyle demiştir: «Salih bir ilim adamıdır, ancak hadisi zayıftır.» Ebu Hatim
ise, «Süleym'den çok rivayetler yapmıştır ki, çoğunun aslı yoktur. Aynı
şekilde Ebu Ümame'den de bazı asılsız rivayetler yaptığı tesbit edilmiştir. O
bakımdan İmam Ahmed onun hakkında «münkerü'l-hadis» demiştir.[319]
Böylece Ufeyr'in zayıf olduğu ağırlık kazanmıştır. Ne var ki, Cabir hadisi,
güvenilir râvi-ler tarafından da rivayet edildiği için sahih kabul edilmiştir.
248 nolu hadis de
sahihler arasında bulunuyor. 249 nolu Enes b. Mâlik hadîsini Nesaî, İbn
Huzeyme, İbn Hibban ve ez-Ziyâ tahrîc etmişlerdir. Tirmizi hasen olduğunu
söylemiştir.
Böyle ezan ile ikamet
arasında yapılan duâ günahı gerektiren bir muhtevada değilse, iyi niyete ve
sağlam imâna dayalı bulunuyorsa, inşââllah makbuldür. [320]
1- Müezzinin
sesini işiten, bazı istisnalar dışında her mü'mi-nin ona icabet etmesi, yani
müezzinin dediklerini söylemesi, kimine göre vacib, kimine göre sünnettir.
2- Ancak
HAYYE ALA'larda, LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BÎLLAH demek sünnettir. Bir
de sabah ezanında t e s v i b cümlesi söylenirken, yani ES—SALATÜ HAYRÜN
MİNE'N—NEVM denilirken, Arapça
olarak SADAKTE VE BERÎRTE, Türkçe olarak «Doğru söyledin, iyilik ve
hayır işledin» denilmesi sünnettir.
3- Hela ve
benzeri yerlerde bulunan kimseler, ezanı cevapla-
4- Ayhali ve
loğusa kadınlar da, icabet etmezler.
5- Bazı
müctehidlere göre, ezandan önce vakit namazını cemaatle kılan kimse de icabet
etmeyebilir.
6- İkamette
de aynı cümleler söylenir, yani ikamet getiren kişinin sesini işiten mü'minler
onun dediklerini söylerler, ancak KAD KAME lafzına söyleyince, yukarıda
belirttiğimiz duâ okunur. [321]
Ezandan maksat, önce
Allah'ın varlığını ve birliğini; Hz. Muham-med'in (A.S.) risaletini ilân etmek,
namaz vakti girdiğini duyurup mü'minleri kurtuluş ve saadete davet etmektir.
İkamet ise, bu manada namazın kılınmak üzerine olduğunu duyurmak içindir. O
halde bunları tek kişi yürütebileceği gibi, herbirini ayrı ayn kişiler de yerine
getirebilir. Ne var ki, bazı farklı rivayet ve tesbitler söz konusudur,
Konuyla ilgili hadîsler ve rivayetler;
Ziyad b. Haris
es-Sadaî'den yapüan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Ey Sada'ın kardeşi! Ezan oku.»Bu emri üzerine, Ziyad diyor ki:
Ezan okudum. Bu da, fe-cirin aydınlığı belirginleşince cereyan etmişti. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz abdest
alıp namaza kalkınca, Bilâl ikamet getirmek istedi. Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz, ona: «Sada'ın kardeşi ikamet edecektir; çünkü kim ezan okursa, o
aynı zamanda ikamet getirir.» buyurdu.[322]
Abdullah b. Zeyd
(R.A.) 'den yapılan rivayette, o rüyasında kendisine ezan öğretilmişti. O
sebeple diyor ki: Peygamber (A.S.) Efen-dimiz'e gelip gördüğümü haber verdim.
Bana, «Onu Bilâl'a ilka et. (ona okuyup öğret) buyurdu. Ben de Bilâl'a
öğrettim. Bilâl kalkıp ezan okudu ve ikamet getirmek istediğinde, ben
Resûlüllah'a (A.S.) «Onu ben rüyamda gördüm ve ikameti ben getirmek istiyorum»
dedim Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.) bana «Peki sen ikamet getir» buyurdu.
Böylece Abdulah ikameti getirmiş, Bilâl ise ezan okumuş oldu.[323]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Ezan ile
ikameti aynı kimsenin okuması müstehabdır.
2- Ezanı
ayrı bir kişinin, ikameti de ayrı bir kişinin okumasında, bir sakınca yoktur.
Mezheb imamlarının bu
husustaki görüş ve istidlalleri:
a) Hanefîlere göre:
Ezan okuyanın aynı
zamanda ikamet getirmesi de sünnettir. İka-frıeti başkasının okuması, müezzini
incitiyor veya üzüyorsa, o takdirde mekruhtur. Çünkü müslümana eziyet etmek
mekruhtur. Eğer 'müezzin ondan dolayı incinmiyorsa, o takdirde bir sakınca
yoktur. ![324]
b) Şâfiîlere göre:
Ezam kim okuyorsa,
ikameti de o okur. Başkasının ikamet okuması müezzini incitsin incitmesin,
mekruhtur.[325] Şâfiîler bu meselede
Ziyad b. Haris es-Sadi'nin hadîsiyle istidlal etmişlerdir. Hane-fîler ise,
yukarıda naklettiğimiz 26i nolu Abdullah b. Zeyd hadîsiyle istidlal
etmişlerdir.
c) Hanbelîlere göre:
Ezanı okuyan kimsenin
aym zamanda ikameti de okuması daha uygundur. İmam Şafiî de aynı görüştedir.
Bunlar da Ziyad b. Haris es-Sadaî hadîsiyle istidlal etmişlerdir. İkisi de
namazdan önce zikir mahiyetinde birer fiildir ki, iki hutbe misali aym adamın
yerine getirmesi sünnettir. Nitekim Ebû Mahzure'den önce bir adam çıkıp ezan
okuyor ve hemen sonra Ebû Mahzure çıkageliyor ve çıkıp ezanı kendisi okuyor,
sonra da ikamet getiriyor. Bunu el-Esrem rivayet etmiştir. Ama ezanı iade
etmeyip sadece ikamet getirirse, bunda da bir sakınca yoktur.[326]
d) Mâİikîlere göre:
Ezanı başka biri,
ikameti de başka biri okuyabilir ve her ikisini aynı adam da okuyabilir. Bunda
bir sakınca yoktur.[327]
Nitekim İmam Mâlik'ten soruldu: «Müezzin bir topluluk için ezan okuduktan
sonra nafile namaz kılıyor. O topluluk ise, başkasının ikamet okumasını ve
öylece namaz kılmayı arzu ediyorlar, bunda bir sakınca var mıdır?» İmam Mâlik
şu cevabı vermiştir: «Bunda bir beis yoktur, müezzinin ikamet getirmesiyle
başkasının getirmesi arasında bir fark söz konusu değildir...» [328]
Rivayetler, yorumlar
ve tahliller:
260 nolu Ziyad b.
Haris hadîsinin isnadında Abdurrahman b. Ziyad b. En'ûm el-İfrikiy, Ziyad b.
Naîm el-Hadremî'den, o da Ziyad b. Hars (veya Haris) es-Sadâî'den rivayet
etmiştir. İmam Tirmizî, biz bu hadîsi ancak el-îfrikîy tarikiyle biliyoruz ki,
bu zat zayıftır. Yahya b. Saîd el-Hattan da onun zayıf olduğunu belirtmiş ve
Ahmed b. Hanbel «Ben, el-îfrikiy'nin hadîsini yazmam» demiştir. Ancak Muhammed b. ismail'in, onun kaviy
olduğunu söylediğini yine Tir-nıizî nakletmiştir.
Afrika'da kadılık
yapan Abdurrahman b. Ziyad hakkında Ze-hebî de bir çok rivayetleri naklederek
durmuş, Yahya b. Maîn'in onun hakkında bir beis bulunmadığını söylediğini
nakletmiştir. Ayrıca Nesâi onun için «zayıf» tabirini kullanmış, Dârekutnî
onun kaviy olmadığını; İbn Hibban ise, onun güvenilir râvilerden uydurma
hadisler rivayet ettiğini söylemiştir. İshak b. Rahûye ise, hadis âlimi Yahya b.
Saîd'in onun için «sıka» güvenilir, bir ravî olduğunu söylediğini işittiğini
nakletmiştir.[329]
Anlaşıldığı gibi,
Abdurrahman b. Ziyâd, Enûm'ün zayıf olduğunu söyleyenler kadar, kaviy olduğunu
belirtenler bulunuyor. O bakımdan yukarıdaki rivayetine itibar edilebilir.
İlim adamları da o rivayete dayanarak amel etmişler ve o bakımdan kim ezanı
okuyorsa, ikameti de o getirir, demiştir.
Bu konuda, «İkameti
ancak ezan okuyan kimse getirir» mealindeki hadisi Taberani tahrîc etmemiş ve
onu zayıf hadisler arasında ^zikretmiştir. el-Akıylî de aynı şeyi söylemiştir.
Nitekim isnadında Öaîd b. Reşid bulunuyor ki, bu zatın zayıf olduğu tesbit
edilmiştir. jNitekim îbn Ebi Hatim, diyor ki: «Saîd b. Reşid hakkında babamdan
Bordum onun zayıf olduğunu söyledi.»
Zehebî'nin tesbitine
göre, Buharî onun için «münkerü'l-hadîs» ıdemiştir. Nesâî de onun
«metrukü'l-hadîs» olduğuna dikkat çekmiştir.[330]
Böylece, ikameti ancak
ezan okuyan okur, hükmü kesinlik kazanmamıştır. O nedenle birçok yerlerde
ezanı başka bir kişi okurken, ikameti diğer bir kimse okumaktadır. Bununla
beraber her ikisinin aynı şahıs tarafından okunması, îmam Şafiî'nin de
el-Ümm'de dediği gibi daha uygundur.
261 nolu Abdullah 'b.
Zeyd hadîsinin isnadında Muhammed b. Amir el Vakıfî el-Basrî bulunuyor ki, bu
zat zayıftır. el-Kattan da onu zayıflar arasında zikretmiştir. Yahya b. Maîn de
aynı görüştedir, îbn Abdilberr ise, onun isnadı, el-İfrikiy'ninkinden daha
hasendir, diyerek ayrı bir tesbit ortaya koymuştur. İbn Şahin ise, bu hadîsi
en- Nâsih ve'1-Mensûh'ta zikrederek bir bakıma 260 nolu hadisin bununla hükmü
kaldırıldığını anlatmak istemiştir.[331]
1- İkameti,
ezan okuyan kimsenin okuması evlâdır.
2- Ezan ve
ikametin ayrı kişiler tarafından okunmasında bir sakınca yoktur.
3- Ancak
görevli müezzinden izin almadan birinin kalkıp ikamet getirmesi, eğer müezzini
incitiyorsa, kerahet vardır. Çünkü müslümanı incitmek mekruhtur. [332]
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz zamanında müezzin ezanı okuduktan sonra farzdan önce sünnet varsa o
kılınırdı, yoksa — akşam namazı gibi — az bir süre oturduktan sonra kalkıp
ikamet getirirdi. Günümüzde, özellikle Türkiye'deki gibi ezandan sonra sünnet
kılınınca üç ihlâs okunmazdı. Obakımdan ezanla ikamet arasında üç ihlâs okumak
bid'â-yı hasene sayılır.
Ezan ve ikametle
ilgili hadîslerin tamamı biraraya getirilince de ikisi arasında az bir süre
beklemenin müstehâb olduğu anlaşılır. Biz konuyla ilgili hadisi nakletmekle
yetiniyoruz:
Abdurrahman b. Ebî
Leylâ'dan yapılan rivayette, ilim adamlarından arkadaşlarının Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz'in yanında şöyle denildiğini haber vermişlerdir: Ansardan bir
adam gelip, «Ya Resûlel-lah !dedi. Senin ihtimamını gördüğüm için döndüğüm
zaman, üzerinde sanki yeşil iki elbise bulunan bir adam gördüm. Mescid'in
üzerinde ayağa kalkıp ezan okudu. Sonra az bir oturuş oturduktan sonra kalkıp
okuduğu ezanın bir benzerini okudu, ancak KAD KAMETl'S-SALA dedi...»
Bu ve ilgili diğer
hadîslerin ışığında müctehid imamların görüş ve tesbitleri:
a) Hanefîlere göre:
Akşam namazı dışında
diğer namazlarda ezanla ikamet arasım ayırmak sünnettir. Çünkü her birinden
maksat, ilâm, yani ezanda vaktin girdiğini, ikamette namaza başlamak üzere
olduğunu bildirmektir. Bu da aralarında zaman bakımından bir fasılanın konulmasını
gerektirir.
Akşam namazı dışındaki
namazlarda fasıl, ya bir süre oturmakla, ya da sünnet namazı kılmakla
gerçekleşir. Ezanla ikameti birleştirmek, yani ara yere bir zaman parçası
fasıl olarak koymamak mekruhtur.
Hanefilerin bu
husustaki asıl delilleri, Resûlüllah CA.S.) Efendi-miz'in Bilâl'a «Ezan
okuduğun zaman teressül yap, (yani harflerin mahreçlerine ve durulacak
yerlere, uzatılacak kısımlara dikkat et); ikamet ettiğin zaman, biraz seri oku
ve senin ezanınla ikametin anasında, yemek yemekte olan kimsenin yemeğini yiyip
bitirmesi, bir şey içmekte olanın içtiğini tamamlaması, sıkışık halde olanın
girdiği helada tabii ihtiyacını gidermesi kadar bir süre bulunsun... Hem beni
görmedikçe kallap saf bağlamayın...»
Hem ezan, gaibde
olanların hazır olmasını sağlamaya yöneliktir. O bakımdan ezandan sonra bir
süre beklemek lâzımdır, tâ ki ga-ib olanlar gelip namaza hazır olsunlar.
Sonra zahir rivayette
ezanla ikamet arasındaki faslın miktarı zikredilmemiştir. el-Hasen'in Ebû
Hanîfe'den yaptığı rivayete göre, sabah vaktinde yirmi âyet okuyacak bir süre;
öğle vaktinde, her rekâtinde on âyet okuyacak miktar dikkate alınarak dört
rek'ât namaz kılınacak kadar bir süre; ikindi vaktinde, her rekâtinde on ayet
okuyacak miktar dikkate alınarak iki rek'at namaz kılınacak kadar bir süre;
akşam vaktinde üç âyet okuyacak kadar bir süre; yatsı vaktinde, öğle vatinde
olduğu kadar bir süre ayarlanır. Ancak bu gerekli bir takdir değildir. O
bakımdan cemaatin toplanıp hazır olmasına yatacak kadar bir süre takdir etmek
daha uygun olur. Bu da, müstehab olan vakte riâyet edilerek ayarlanır.
Akşam vaktinde ise,
ezanla ikamet arası namaz ile fasledilmez. Ancak Şafii'den yapılan bir
rivayette, hafif iki rek'atle fasledilebilir.[333]
Bu meselede Hanefüer
şu hadîsle istidlal etmişlerdir: «Her iki ezan (ezan ile ikamet) arasında isteyen kimse için bir namaz vardır,
ancak akşam ezanı ile ikameti müstesna... (Yani onlar arasında namaz yoktur).»
Akşam ezamyla ikameti
arasında, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, az bir süre olsun oturulmaz bile, ezandan
hemen sonra ikamet edilir.. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhamme'd'e göre, hafif bir
celse yapıldıktan sonra ikamet edilir.[334]
b) Şâfiîlere göre de, akşam namazı hariç olmak
üzere beş vakitte ezanla ikamet arasım ayırmak için bir süre fasıl olarak koymak
sünnettir. Akşam vaktinde ise, en sahih kavle göre, ezanla ikamet arasında
fasıl konulmaz.
c) Hanbelîlere göre:
Ezanla ikamet arasını
bir abdest ve iki rek'at namaz kılacak kadar bir süreyle ayırmak, müstehabdır.
Akşam vaktinde ise, sadece hafif bir celseyle ayırmak müstehabdır.[335]
Hanbelüer bu meselede
Ebû Davud ile Tirmizî'nin Ubey b. Kâ'b ra'den yaptıkları şu rivayetle istidlal
etmişlerdir: «Ya Bilâl, ezanınla la ikametin arasına, yemeğini yemekte olanın
acele etmeksizin onu bitirinceye kadar ve tabii ihtiyacını gidermekte olanın
onu acele etmeksizin bitirinceye kadar bir nefes (zaman) koy.»
Buna benzer bir
rivayet-Câbir (R.A.)'den yapılmıştır. Konunun başına aldığımız hadîs de
istidlale uygun görülerek delil sayılmıştır. Nitekim İshak b. Mansur diyor ki:
«Ahmed b. Hanbel'i gördüm, akşam namazı için geldi ve saf yerine kadar yürüdü,
o sırada müezzin de ikamet etmeye başlayınca İmam Ahmed oturdu.»
Ayrıca İmam Ahmed'in
şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Akşam ezanı okununca kişinin iki rekât namaz
kılacak kadar bir süre oturması müstehabdır.» Bunun üzerine biri ona: «Neye
dayanarak böyle diyorsunuz?» diye sorunca, şu cevabı vermiştir: «Enes ve başka
sa-habinin hadîsinden... Rasûlüllah'm (A.S.) ashabı, müezzin ezan okuyunca
Mescid'deki sütunlara doğru yürürler ve iki rek'ât namaz kılarlardı. Hem ezan,
vakti bildirmek için meşru kılınmıştır. Ö takdirde halkın namaza yetişmesi
için bir süre beklenir.»[336]
d) Mâliki
mezhebinde ezanla ikamet arasındaki fasıla hususunda yeterli bir açıklamaya
rastlayamadım.
Yorumlar, rivayetler
ve tahliller:
Câbir (R.A.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Bilâl'e şöyle buyurmuştur: Ezan
okuduğun zaman kelimeleri tane tane telâffuz et, uzatılacak yerleri uzat,
acele okuyup birbirine karıştırma. İkamet ettiğin zaman biraz acele et,
uzatılacak yerleri uzatma... Ezanınla ikametin arasında yemek yemekte olan
kimsenin yemeğini yiyip bitirmesi kadar bir süre bulundur...»
Tirmizî bu hadîsi
rivayet etmekle beraber zayıf olduğunu söylemiş ve «biz bunu ancak Abdülmun'hn
hadîsinden biliyoruz ki, isnadı meçhuldür» diye belirtmiştir. Aynı hadîsi
Hâkim de tahrîc etmiştir.
Ancak sözü edilen
hadîs, Ebû Hüreyre ve Selmân'dan yapılan rivayetler şâhid olarak bulunuyor ki,
Ebuşeyh tahrîc etmiştir. Ayrıca Abdullah b. Ahmed'in Ubey b. Kâ'b'den rivayet
ettiği hadîste şahit olarak bulunuyor.[337]
Diyebiliriz ki,
şevahid olarak gösterilen hadisler de zayıftır. O bakımdan istidlal ve ihticaca
pek uygun sayılmazlar.
Nitekim İbn Battal
diyor ki: «Ezanla ikamet arasında bir süre koymanın belli bir sının yoktur.
Vaktin iyice girmesi ve namaz kılacak cemaatin toplanması söz konusudur. Bu
da, ezam tane tane, uzatılacak yerleri uzatarak kılmaya, ikameti seri okumaya
delâlet eder. Çünkü ezandan maksat, uzakta bulunanlara vaktin girdiğini
duyurmaktır. O halde onların hazırlanıp gelmesini beklemek en uygun süredir.[338]
Konumuzun başına
aldığımız Abdurrahman b. Ebî Leylâ hadîsini aynı zamanda Dârekutnî, A'meş
hadisinden, Amir b. Mürre'den, o da İbn Ebî Leylâ'dan, o da Muâz b. Cebel
(R.A.)'dan rivayetle tah-ric etmiştir. Ebû Şeyh ise onu ezan bölümünde Yezid b.
Ebî Ziyâd tarikiyle rivayet etmiştir ki, Yezid, Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan, o
da Abdullah b. Zeyd'den rivayet etmiştir. İbn Hacer diyor ki: Bu hadîsin
munkatı' olduğu açıktır. İbn Münzir ise mursel olduğunu belirtmiştir. Ama İbn
Ebî Şeybe'nin, îbn Huzeyme, Tahavî ve Bey-hâkî'nin rivayetine bakılınca munkati'
olduğu belirginleşiyor.
O bakımdan hadîsi İbn Hazım ve İbn Dakıyk
el-Iyd sahihlemişlerdir. [339]
1- Ezan ile
ikamet arasım az da olsa bir zaman
parçasıyla ayırmak müstehâbdır.
2- Ezan
okunduktan sonra farzdan önce sünneti bulunan vakitlerde sünnetin kılınmaya
başlaması, haliyle ezanla ikameti birbirinden
ayırmakta ve araya bir süre koymaktadır. Farzdan önce sünnet kılınmayan
vakitlerde ise, bir süre beklemek müstehab sayılır.
3- Akşam
vaktinde, müctehidlerden kimine
göre, ezandan sonra hemen ikamet getirilir, hafif bir celse olsun fasıla
olarak ara-yere konulmaz.
Kimine göre ise, iki
rek'at hafif bir namaz kılınır, kimine göre ise, hafif bir celse yapılır, yani
birkaç saniye oturulup öylece kalkılarak ikamet okunur. [340]
ibadet sırf Allah için, O'nun hoşnutluğuna erişmek
ıçmv,3 bir de farz ve vacibi eda edip o borçtan kurtulmak ıçm W«^ kılmak nasıl
mükellef olan her mü'mine farzsa, ezan
okumak ve ikamet getirmek de öylece sünnettir. Oylekı bir mumm evmde ve ya şehir dişmda veya başka
bir semtte gerek yalnız ba*n* gerekse cemaatle namaz kılmak istediğinde, ezan
okuması ve_ ikameetme si sünnettir. Cemaat halinde namaz kılmıyorsa, onlardan
tankta sünneti yerine getirmesi gerekir. Aksi halde hepsi sunne.ı terketmış
sayılır.
Gerçek bu olunca,
namaz, ezan ve ikamet gibi ibâcletier kardığında ücret alınması en uygun ve
mâkul bir yoldur. Ancak rıvâye _ lerin tamamı ve günün şartları dikkate
alınınca, bazı cevaz yolları nın bulunduğu görülür.
İlgili hadisler:
Osman b. Ebî Âs (R.A.)
den yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in bana en
son sözü, (camilerde) ezanına karşılık ücret almayan bir müezzin edinmemi tavsiyesi olmuştur.»[341]
Aynı hadîsi İbn Münzir
şöyle rivayet etmiştir: Resûlüllah CA.S.) Efendimiz, Osman b. Ebî Âs'a (R.A.):
«Ezanına karşılık bir ücret almayan bir müezzin edin!.» buyurmuştur.
İbn Mes'ud (R.A.) den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Dört şeye karşılık ücret a-İmmaz: Ezan, kıraat-i Kur'ân, mekasim
(zekât veya beytülmalı fakirlere taksim eden kimsenin kendine bir şey
ayırması) ve kaza (iki kişi arasında hükmetmek)...»[342]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümle anlaşılmaktadır:
1-
Ejzan okuma karşılığında ücret almak
mekruhdur.
2 - Ücretle
Kur'ân okumak da mekruhtur.
3 - Zjekât
ve beytülmal'dan fakirlere taksim ederken, bu işi yürüten kimsenin ücret
alması doğru değildir.
4 - İki kişi
arasında hükmeden kimsenin de bundan dolayı ücret taleb etjmesi mekruhtur.
Müctehitlerin görüş ve
istidlalleri:
a) İmâm Ebû
Hanîfe'ye göre, ezan ve ikameti ücret karşılığında okumak mekruhtur. Müezzinin
mühtesip olması lâyıktır.[343] O
bakımdan müezzinin bu hizmeti, dinî bir görev olarak Allah rızası i-çin yerine
getirmesi, ezan ve ikâmete karşılık bir
ücret almaması sünnettir. Müezzinlik hizmetine karşılık ücret alması helâl
değildir. Çünkü o zaman ibâdet ve taâte karşılık ücretle tutulmuş olur ki bu
caiz görülmemiştir. Çünkü insan ibadet taâti tahsilde kendi nefsinden yana
amel eder, o bakımdan karşılık ücret alması caiz olmaz.[344]
Hanefîler bu meselede
Osman b. Ebî As hadisiyle istidlal etmiş lerdir. Ancak cemaat, müezzinin muhtaç
olduğunu anlar da, şartsız ve pazarlıksız olarak ona bir şey verirlerse, bunda
bir sakınca yok-. tur. Çünkü bu ücret yerine geçmez, iyilik ve sadaka kapsamnına
girer ki, iyi bir şey! sayılır. Allah daha iyisini bilir.[345]
b) Safîlere
göre:
Müezzinin ücret alması
helâldir.[346]
İmam Şafiî diyor ki:
«Müezzinlerin bu hizmeti isteyerek ücretsiz yapmalarını müstehab sayarım. O
bakımdan müezzinlik görevini fahriyen yapan bulunduğu takdirde ne müezzinlerin
hepsi, ne de birisine imam (devlet büyüğü olan zat) m geçimlik sağlamasına
gerek yoktur. Ancak kendi şahsi malından vermesinde bir sakınca yoktur.»[347]
Bir beldede güvenilir,
Allah rızasını gözeterek müezzinlik yapan kimseler bulunmazsa, o takdirde,
ganimetten ayrılan beştebir hisseden müezzinlere geçimlik ayrılıp verilir.[348]
c) Hanbelîlere göre:
Mezhebin zahir
rivayetine göre, ezan karşılığında ücret almak caiz değildir. Nitekim Kasım b.
Abdurrahman, Evzai, rey tarafdarlan ve İbn Münzir bu hususta ücret mekruh
saymışlardır. Delilleri ise, Osman b. Ebi Âs hadisidir. Hem ezan, faili içiiı
bir kurbet.yani Allah' a yakınlıktır.[349]
İmam Ahmed'den yapılan
başka bir rivayette ise, müezzinlik hizmetine karşılık ücret almak caizdir, denilmiştir.[350].
Ancak bu hizmeti ücretsiz yapanlar bulunduğu takdirde, ücretle adam tutmaya gerek yoktur; çünkü ihtiyar, söz konusu
değildir,
d) Mâliküere
göre-.
İmam Mâlik, müezzinin
ücret almasına ruhsat vermiştir.[351]
Nitekim Sahnûn'un Abdurrahman b. Kasım'dan yaptığı rivayette, Abdurrahman diyor
ki: «İmam Mâlik'e ücretle adam tutup mescidinde ezan okutan ve ehline namaz
kıldıran adam hakkında sordum, bunda bir sakınca yoktur, dedi. Ancak İmam
Mâlik, kadının beytül-maldan fakirlere mal taksim etmesine karşılık ücret
almasını mekruh saymıştır. Ayrıca (Kur'ân ve din dersi okutan) muallimin- şart
koşulsun- ücret almasında da bir sakınca söz konusu değildir. Hattâ bir ücret
almayı şart koşarak Kur'ân öğretmeyi üstelenen kimse hak-da da İmam Mâlik bir
beis görmemiştir.[352]
Diğer rivayetler ve
yorumlar:
îbn Hibban'm Yahya
el-Bekâli'den yaptığı rivayete göre, Yahya şöyle demiştir: «Bir adamın İbn
Ömer'e (R.A.), şüphesiz seni Allah için seviyorum, dediğini işittim. İbn Ömer
(R.A.) ise ona şöyle 'karşılık verdi: Doğrusu ben de seni Allah için
sevmiyorum sana Allah i-çin buğzediyorum. Adam hayretle şöyle dedi:
Sübhanellah, ben seni Allah için seviyorum, sen ise Allah için bana
buğzediyorsun!. İbn O-mer (R.A): Evet, çünkü sen okuduğun ezana karşılık ücret
istiyorsun, diyerek huğzunun sebebini açıkladı.[353].
Dahhak'tan yapılan
rivayete göre, adı geçen de, müezzinin ezana karşılık ücret almasını mekruh
görmüştür. Ama kendisi bir şey taleb etmediği halde bir şeyler verilirse, bunda
da bir sakınca yoktur, demiştir.
Îbnü'l-Arabi, «Sahih
olan şudur ki, müezzine, ezana karşılık namaz, iki kişi arasında hükmetmek ve
diğer dini ameller karşılığında ücret takdir etmek caizdir; nitekim İslâm
Halifesi bütün bu amellere karşılık ücret almaktadır,» demiştir. [354]
1- îmam Ebü
Hanîfe'ye göre, müezzinin ücret alması mekruhtur. Ancak böyle bir şart ve
istek izhar etmeden, cemaatten ona yardım veya bağış kabilinden bir şeyler
verilirse, almasında bir sakınca görülmemiştir.
2- îmanı Şafiî'ye göre, müezzinin ücret alması
mubahtır. Çünkü bu hizmeti fahriyen yürütmek zordur.
3-
Hanbelîlerden bu mesele hakkında iki değişik rivayet yapılmıştır: Mezhebin
zahirine göre, caiz değildir. İmam
Ahmed'den yapılan bir rivayette ise buna cevaz verildiği söylenir.
4- İmam
Mâlik de müezzinin ücret alması caizdir. [355]
Vaktinde kılınmayan
namazlara «fevâit» denilir. Türkçe karşılığı «kaçırılan, elden giden namazlar»
demektir. Bu namazlar borç olarak kişinin üzerine kalır. Müsait vakitlerde
kılınmasına «kaza» denir.
Kazaya kalan bir
namazı kılarken ezan ve ikamete ihtiyaç var mıdır? Bu hususta mezhep
imamlarının görüş ve tesbitleri farklı mıdır? Önce ilgili hadîsleri
nakletmemizde fayda vardır:
Ebu Hüreyre (R.A.) den
yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimizle beraber gecenin
geç vaktinde uyuduk ve güneş doğuncaya kadar uyanmadık. Bunun üzerine
Reaûlüllah (A.S.Î Efendimiz, «Her adam kendi bineğinin başını (yularını)
tutsun.Çün-kü gerçekten burasi öyle bir konaktır ki şeytan da onda yanımızda
hazır oldu.» Biz de Peygamber'in (A.S.) buyurduğunu yaptık. Sonra su istedi ve
abdest aldıktan sonra iki secde (iki rekât) namaz kıldı. Sonra da ikamet edildi
ve Sabah namazını (kaza ederekî kıldı.»[356]
Aynı hadîsi Ebu Dâvud
rivayet ederken, sabahın iki secdesi «iki rek'âtı» sözünü zikretmiş ve
Peygamberin (A.Ö.) Bilâl'a ezan okuyup ikamette bulunmasını emrettiğini ve
öylece namaz kıldığını belirtmiştir.
| Ebu Ubeyde b.
Abdillah b. Mes'ûd'dan, oda babasından rivayet 'etmiştir: «Müşrikler Hendek
günü (Ahzab savaşı) Peygamber CA.S.) Efendimizi, dört (vaktin)' namazını
kılmaktan meşgul edip alıkoydular: o kadar ki, geceden Allah.ın dilediği kadar
geçmiş bulunuyordu. Peygamber CA.S.) Bilâl'a ezan okumasını emretti sonra
ikamet etti ve önce öğle namazını (kaza edip) kildi; sonra ikamet etti ve
ikindi namazım kildi; sonra ikamet etti ve akşam namazım kildi; sonra da ikamet
etti ve yatsı namazını kıldı.»[357]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Vaktinde
kılınmayıp kaçırılan farz namaz, ilk fırsatta — kerahet vakti dışında— kaza
edilir.
2- Namazı
vaktinde nasıl kılmak farzsa, vaktinde kılınmayan farz namazın kazası da
farzdır.
3- Kazaya
kalan birden fazla vakit namazı bulunuyorsa, vakitler arasındaki sıra ve
tertibe göre kılınması gerekir.
4- Kazaya
kalan namaz kılınırken ezan okumak ve ikamet getirmek sünnettir.
5- Birden
fazla vaktinde kılınmayan namazlar birarada kaza edilmek istendiğinde, önce bir
ezan okumak, sonra da her farz için ikamet getirmek sünnettir.
Hadislerin ışığında mezhep imamlarının
görüş, tesbit ve istidlalleri:
a) Hanefilere göre:
Cemaat halinde namaz
kıldıktan sonra o namazın fasid olduğunu anlarlarsa, aynı mescidde yeniden
kılarlarsa, ezan ve ikamete gerek yoktur. Vakit çıktıktan sonra ve o mescidden
başka bir mes-cid veya yerde kaza ederlerse, hem ezan okumaları, hem de ikamet
getirmeleri sünnettir.
Vaktinde kılmayıp
kaçırdığı bir namazı kaza ederken, ister yal-
nız basma, ister
cemaat halinde kılsın, hem ezan okur, hem ikamet getirir.
Birden fazla vakit
namazını kaçırıp bilâhare kaza etmeye başlarken, birincisi için hem ezan okur,
hem ikamet getirir. Diğerlerini kılarken, muhayyerdir, dilerse herbiri için hem
ezan okur, hem ikamet getirir idilerse sadece ikametle yetinir. Ama onlardan
her biri için ezan okuyup ikamet getirmesi güzel bir ameldir. Zira eda namazının
sünnetlerine uyulmuş olur:[358]
Hanefüer bu meselede,
Ebû Ubeyde hadisiyle ve bir de o manâda Ebû Yusuf'un yaptığı rivayetle
istidlal etmişlerdir.
b) Şâfülere göre:
Ezaiı ve ikamet
kifayet üzere, tek başına veya cemaat halinde namaz kılan kimseye, isterse
kıldığı namaz kaza olsun, sünnettir.[359]
Şâfiüer bu mesele hakkında Ahzâb savaşında Peygamber (A. S.) ve arkadaşlarının
dört vakit namazım kaçırmalarını ve sonra sıra ile kılarken ezan ve ikamet
getirdiklerini delil olarak göstermekte, böylece kaza namazları için de hem
ezan okumanın, hem ikamet getirmenin sünnet olduğunu belirtmektedirler.
c) Hanbelüere göre:
Birden fazla vakit
namazım kaçırıp kazaya' bırakan kimse, onları kaza ederken, birincisi için hem
ezan okur, hem ikamet getirir. Diğerleri için ise, sadece ikametle yetinir.
Birincisini kılarken ezan okumadığı takdirde bir sakınca söz konusu değildir.
el-Esrem diyor ki:
İmam Ebû Abdillah (Ahmed b. Hanbel) hazretlerine sordum, dedim ki: Bir adam
bir namazı kaza ederken ezan hususunda ne yapmalıdır? O bana, tbn Mes'ûd'un
(R.A.) oğlu Ebû Ubeyde b. Abdillah'm hadisini hatırlatarak ona göre amel
edileceğini söyledi.
Ayrıca Ahmed b.
Hanbel'den yapılan bir başka rivayete göre, birden fazla namazı vaktinde
küamayıp kaçıran adam, onları kaza ederken bir defa ezan ve bir defa da ikamet
okuması kâfidir. Çüi bunda kolaylık vardır ve o bakımdan imam bunu hasen kabul
mistir.[360]
d)
Malikîlere göre:
Birkaç namazı unutup
vaktinde edâ etmiyen kimse, onları kaza ederken sadece hei"biri için bir
ikamet getirmesi yeter, ezan okumaz. Çünkü ezan vaktin girdiğini cemaate
duyurmak için meşru' kılınmıştır.[361]
Rivâyetler;, yorumlar
ve tahliller:
289 nolu Ebû Hüreyre hadisi sahihtir. Kaza namazı
kılınırken
hem ezan okumanın, hem
ikamet getirmenin meşruiyetine delâlet etmektedir .Ayrıca kaza namazlarının
cemaatle kıılnacağma da açık delâlet vardır.
nlu Ebû Ubeyd
hadisinin ricali, rical-i sahîh kabul edilmiştir. Hadîste tek illet, Ebu
Ubeyd'in babasından işitmediğidir .îbn Ha-cer bu hususta kesin bir ifade
kullanmıştır. Ancak bu babda diğer tariklerden sahihrivayet vardır. Nitekim
Buharı, Cabir'den rivayet etmiştir.[362]
1- Kazaya
kalmış bir namazı kılarken ezan
okuyup ikamet getirmek sünnettir.
Bu, İmam Ebû Hanîfe'ye göredir.
2- Üzerinde
birden fazla kaza namazı bulunan kimse, onları kaza ederken, ilk namaz için hem
ezan okuması, hem ikamet getirmesi sünnettir. Sonrakileri sadece ikamet
getirerek kılması müstehabdır. Bu İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ahmed b. Hanbel'e
göredir.
3- Kazaya
kalan namazları kılarken herbiri için sadece ikamet getirmek müstehabdır. Ezan
okumasına gerek yoktur. Bu, İmam Mâlik'e göredir.
4- Birden
fazla namazlar kaza edilirken, vakit sırasına göre kaza edilir, bu müstehabdır.
5- Vaktinde
kılınmayan namazları, üç kerahet vakti dışında ilk fırsatta kaza etmek
sünnettir. Bizatihi kaza edilmesi farzdır. [363]
Namaz ,saygı ve edep
makamıdır. Kalb temizliğine gerek olduğu kadar beden, elbise ve namaz kılman
yer temizliğine de o nisbet-te gerek vardır. Ayrıca Allah'ın huzurunda temiz
fakat eski, yamalı elbiseyle durmakta hiçbir sakınca olmamakla beraber,
mahviyet ve tavazuu yansıtır bir tavır da söz konusudur. Yırtık, kirli elbiseyle
namaz kılmak bu ölçüye aykırıdır. Avret yeri açık bir vaziyette namaz kılmak
ise, — zorlayıcı bir sebep yoksa — makbul değildir.
Ancak erkek ve kadının
avret yerleri denilince nereleri kasdo-lunmaktadır, ne miktar o yerlerden açık
bulunursa, namaza engel teşkil eder? Bunları cevaplıyabilmemiz için, önce
ilgili hadisleri, sonra da müctehid imamların görüş ve istidlallerini
nakletmemiz gerekmektedir.
İlgili hadîsler:
Behz b. Hakîm'den, o
da babasmdan, o da dedesinden rivayet etmiştir. Dedesi şöyle demiştir:
«Ya BasûlâHah!
Avretimizden neyi Cbiraraya) getirip I»** neyi terkedecegiz?) dedim. Buyurdu
ki: Zevcen ve sag ebnsah* bu Umduğu câriye dısmda avretini koru (kimseye a^. ^^
topluluk birarada bulunursa? ded m .Buyurdu ta »g£ * (senin) avreüni
görmemesine gucun yetiyor da
(kenduV, ybiri. liyorsan),
elbette ki avreüni görmesinler. Ben yine, ya bizden
miz kimsenin
bulunmadığı bir yerde yalnız olursak? Buyurdu ki: O çok yüce, çok mukaddes ve
mübarek Allah utanılnıaya çok daha lâyık ve haklıdır.»[364]
Hz. Ali (R.A.)'den
yapılan rivayette, Resülüllah (A.S.) Efendi-miz'in şöyle buyurduğunu'
söylemiştir: «Uyluğunu dışarı atma ve ne bir dirinin, ne de bir Ölünün uyluğuna
bakma.»[365]
Muhammed b. Cahş'den
yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Ma'mer'in
yanından geçerken iki uyluğu açık bir vaziyette bulunuyordu. Ona şöyle buyurdu:
«Ya Ma'mer! uyluğunu-&rt; çünkü gerçekten iki uyluk avrettir.»[366]
İbn İAbbas (R.A.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Uyluk avrettir.»[367]
Cerhed el-Eslemî
(R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: Üzerimde hırka bulunuyordu ve
uyluğum da açılmış bulunuyordu ki, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz yanımdan geçti
ve şöyle buyurdu: «Uyluğunu ört, çünkü gerçekten uyluk avrettir.[368]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler
anlaşılmaktadır:
1- Kişinin
kendi karısı ve eli altında bulunan cariyesi yanında avret yerini açık
bulundurmasında bir sakınca yoktur.
2- Başkalarının
yanında avret sayılan yerleri açık bulundurmak haramdır.
3- Kimselerin
bulunmadığı yerlerde de avret yerlerini örtülü, kapalı tutmak gerekir. Çünkü
Allah utanılmaya çok. daha lâyıktır...
4- Uyluk
kısmı da avrettir.
5- ölü
olsun, diri olsun birinin uyluğuna bakmak haramdır.
Hadislerin ışığı
altında müctehid imamların görüş, tesbit, |i istidlal ve ihticaclari:
a)
Hanefîlere göre:
Erkeğin namaz
konusunda avret yerinin sının göbekle dizka-
pağı arasıdır. Göbeğin
kendisi avret değilse de dizkapağı avrettir. Kadının namaz konusunda avret
yerinin sınırı, iki elinin içi (ayası) ve iki ayağmm üst kısmı dışında
vücudunun heryanı avrettir. Böylece kadının ayaklarının altı vs ellerinin aya
dışındaki kısmı avrettir.[369]
b) Şâfülere
göre:
Erkeğin avret yeri,
göbekle diz arasıdır. Göbekle dizkapağı bizatihi avret değildir. Hür kadının
avret yeri, iki eli ve y ü z ü dışında kalan bedenin heryamdır, tabii bu tarif
ve sınır namaza nisbetle-dir. Ellerin içi ve dışı bileklere kadar avret
değildir.[370]
c)
Hanbelîlere göre:
Namaza nisbetle
erkeğin' avret yeri göbekle dizkapağı arasıdır. Göbekle dizkapağı bizatihi
avret değildir. İmam Ahmed bu hususu birkaç yerde kesin bir ifadeyle
açıklamıştır.
Avret yerlerini
örtmekten, gizlemekten maksat, derinin rengim göstermiyecek vasıfta ve
özellikte olan bir örtünmedir., O halde derinin rengini aksettirecek kadar
ince bir elbiseyle namaz kılmak caiz değildir. Derinin rengini iyice örttükten
sonra vücut hattının belli etmesi, namaza engel sayılmaz.[371]
d)
Malikîlere göre:
Namaza nisbetle
erkeğin avret yeri, göbekle dizkapağı arasıdır. Göbekle dizkapağı avret
değildir .Bu, erkeğin muhaffafa sayılan avret yeridir. Muğallaza olanı ise, ön
ve arkasındaki utanç yerleridir.[372]Kadının
ise, iki eli önlü-arkalı ve yüzü dışında kalan yerleri avrettir.
Onun için îmam Mâlik
şöyle demiştir: «Kadın, saçından bir kısım açıkta olduğu veya göğsü açık
bulunduğu veya ayaklarının üst kısmı örtülü olmadığı halde veya bileğinden üst
kısım (bilezik takılan yer) açık bulunduğu halde namaz kılarsa, vakit çıkmadan
onu iade etmesi gerekir.[373]
Namazda sözü edilen
avret yerinden bir kısım açılacak olursa,
namaz bozulur mu? Bu
hususta imamların farklı görüş ve ictihadlan vardır. İmam Ebû Hanîfe'ye göre,
avret sayılan bir organın dörtte biri veya daha fazlası açılır ve bir rükün
miktarı devam ederse, namaz bozulur. Bundan daha az bir kısmın açılması namazı
bozmaz. İmam Ebû Yusuf ise .organın yarısı açılırsa, namaz bozulur; ondan az
miktar bozmaz. İmam Muhammed ise, İmam Ebû Hanîfe'nin görüşündedir.[374]
İmam Şafiî'ye göre,
avret yerinden az bir kısmın açılması bile namaza mani' teşkil eder, yani
namazda avret yerlerinden az bir kısmın açılması sebebiyle namaz hükümsüz
olur, iadesi gerekir. İmam Ahrned b. Hanbel'e göre ise, az miktarın açık olması
namaza mani' değildir. Bu meselede Ahmed b. Hanbel, Hanefîlerin görüşüyle birleşmektedir.[375]
Hanelilerle Hanbelîler
bu meselede Ebû Davud'un Eyyub'dan, onun da Amir b. Seleme'den yaptığı
rivayetle istidlal etmişlerdir. Hadîs şöyledir:
Amir b, Seleme
diyorki: «Babam, kavmini temsilen Peygamber (A.S.) Efendimiz'e gitti.
Peygamberimiz (A.S.) onlara, namaz kılınmasını öğrettikten sonra, en iyi
okuyanınız size imamlık yapsın, diye emretmişti. Kavmimiz arasında en iyi
okuyan ben bulunuyordum, o bakımdan beni öne geçirip imam olmamı istediler.
Ben de üzerimde sarı ve fakat küçük bir hırka (ya da üstlük) bulunduğu halde
öne geçip imamlık yapmaya başladım. Secdeye vardığımda bazı (avret) yerim
açılıyordu. Cemaattan bir kadın, «Size imamlık yapan bu gencin avret yerini
örtüveriniz» diyerek uyarıda bulundu. Onun üzerine cemaat bana Amman
kumaşlarından bir entari aldı. İslâm'a girmem dışında hiçbir şeye bu kadar
sevinmemiştim.»
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, yorumlar ve tahliller:
Uyluğun avret
olmadığını söyleyenler de var. Onların delili ise, Hz. Âişe (R.A.) dan yapılan
şu rivayettir:
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz uyluğu açılmış bir vaziyette oturuyordu. Ebûbekir (R.A.) içeri
girmek için izin istedi. Peygamber (A.-S.) da o hal üzere bulunduğu halde ona
izin verdi. Az sonra Ömer (R.A.) içeri girmek için izin istedi, Peygamber
(A.S.) yine o hal üzere
bulunduğu halde ona da
izin verdi. Az sonra Osman (R.A.) izin istedi Peygamber (A.S.) hemen
uyluğundan açık bulunan kısmı elbisesiyle örtüverdi. Onlar kalkıp gidince,
dedim ki: Ya Resûlüllah! Ebû Bekir ile Ömer izin istediler, sen bulunduğun hali
değiştirmeden onlara izin verdin. Osman izin isteyince, elbisenle o kısmım
örttün?» Peygamber (A.S.) benim soruma şu cevabı verdi:
,,Ya Âişe! Vallahi
meleklerin kendisinden utandığı bir adamdan utan-mayayımmı?»[376]
Uyluğun avret
olmadığım söyleyenlerin ikinci delili, Hz. Enes'in (R.A.) şu rivayetidir:
«Peygamber (A.S.) Efendimiz Hayber gününde (Hayber savaşının yapıldığı günde)
üstündeki entariyi uyluğunun üzerinden açmış bulunuyordu; o kadar ki, ben O'nun
uyluğunun beyazlığına bakıp duruyordum.»[377]
Hz. Âişe hadîsini
Buhari talikan tahric etmiş ve kendi Sahih'inde uylukla ilgili bazı hususlara
temas ettikten sonra şöyle demiştir: «Ebû Musa dedi ki: Osman içeri girince
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, iki dizini örtüverdi.»
Müslim'in yaptığı
rivayette ise Hz. Âişe (R.A.)nm şu lâfızla olayı naklettiği tesbit edilmiştir:
«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz benim evimde uylukları veya baldırları açık bir
vaziyette uzanmıştı. Osman izin isteyince, Peygamber (A.S.) toparlanıp oturdu.
Bu iki rivayetle,
yukarıda rivayetler arasında çelişki bulunduğu sanılırsa da, aslında böyle bir
hüküm doğru değildir. Çünkü uyluğun avret olmadığıyla ilgili rivayetler
arasında da tam bir uyum yoktur; Müslim'in tesbitinde baldırlar konu ediliyor
ki, baldırların avret olmadığı icmaan sabittir. Ayrıca bu hal kendi evinin
içinde Resûlüllah-a (A.S.) has bir durum olabilir. Diğer bir husus da,
Resûlüllah'm haberi olmadan uyluğunun açılmış olabileceği ihtimali de söz
konusudur. O halde konunun başında nakledilen hadisler ihticac ve istidlale
daha uygun görülmüş ve müctehit imamların hemen hepsi onlara göre, ihticac ve
istidlalde bulunmuşlardır.
296 nolu Behz hadîsini
Nesâî de tahrîc etmiş, Buharı onu talikan rivayet ederken Tirmizî hasen,
el-Hâkim sahih olduğunu söylemişlerdir. İbn Ebî Şeybe ise, az bir değişiklikle
Yezîd b. Harun'dan, o da Behz b. Hakîm'den rivayet etmiştir. ,
297 nolu hadisi
el-Hakim ve Hafız Bezzar da tahric etmişlerdir.
el-Hâkim de kendi
Müstedrek'inde İsmail b. Cafer tarikıyla tahrîc etmişlerdir. îbn Hacer'e göre,
ricalinin hepsi sahihtir. Sadece Ebû Kesir üzerine biraz duranlar olmuştur.
298 nolu İbni Abbas
hadîsinin isnadında Ebû Yahya el-Kattat bulunuyor ki, bu zat zayıf kabul
edilmiştir. Hatta ismi üzerinde bile ihtilâf edilmiş kimi Zazan'dır derken,
kimi Dinar, kimi de Yezid'dir. demişlerdir.
Yahya b. Maîn, «Ebû
Yahya el Kattat zayıftır» derken Ahmed b. Hanbel de ona yakın bir görüş izhar
etmiştir. Birçok münker hadîsler rivayet ettiği söylenir.[378]
308 nolu Hz. Aişe
hadisini et-Tahavî, aynı konuyla ilgili hadîsleri naklederken Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz'in uzanık bir halde iken uyluğunun açılma olayının Hz. Ömer'in kızı
Hz. Hafsa'nın ER.A.) evinde cereyan ettiğini İbn Merzûh tarikiyle rivayet
etmiştir.
Ayrıca İbrahim b.
Merzuk tarikiyle olayın Hz. Aişe (R.A.)'nin evinde cereyan ettiğine dair bir
diğer rivayeti değişik lâfızlarla rivayet edildiğine bakılınca, «uyluk açılma
olayı»nm iki defa cereyan ettiği intibaını veriyor. Oysa araştırıcılar böyle
bir yorumda bulunmamışlardır. Et-Tahavî diğer rivayetleri de naklederken
olayın Hz. Aişe'den (R.AJ rivayet edildiğini gösteren iki rivayete daha yer vermiştir
ki, birini Muhammed b. Aziz, diğerini Revh b. el-Ferec tarikiyle nakletmiştir.[379]
et-Tahavî rivayetleri
sıraladıktan sonra şöyle diyor: «İşte bu hadîsin aslıdır, anlatımında Resûlüllah'm
uyluklarının açık bulunduğunu belirten bir kayıt mevcut değildir.»[380]
Nitekim Ebû Musa
(R.A.) da, aym olayla ilgili rivayetinde «Peygamber (A.S.) Efendimiz, Osman
içeri girince dizlerini örttü...» demiştir. Buharı bu rivayete de yer
vermiştir. Müslim'in Hz. Aişe (R.A.) '-dan yaptığı rivayette ise olay iki
değişik lâfızla nakledilmiştir: «Re-sûlüilah (A.S.) Efendimiz evimde (odamda)
uylukları veya baldırları açık bir vaziyette uzanmış bulunuyordu...»
Rivayetlerin tamamı
dikkate alınıp incelendiğinde, üç ayn tabirin kullanıldığı görülür: Fahiz,
rükbe, sak... Rasûlüllah'm her zaman ve her yerde edeb, terbiye, nezaket ve
ciddiyetin en ust manasını kendinde taşıyıp uyguladığım düşünürsek, şu iki
sonucu çıkarmamız çok daha uygun olur: Birincisi, uzanık bir halde iken farkına
varmadan uylukları açılmış olabilir. Hz. Osman içeri girince ona olan saygı ve
ilgisini izhar ederken toparlanma ihtiyacını duymuş ve öylece açık bulunan
uyluğunu da örtmüştür. İkincisi, uyluğunun değil, baldır veya dizlerinin açık
bulunduğu keyfiyetidir ki, bunda bir sakınca yoktur. [381]
1-
Erkeklerin diz kapaklanyla
göbekleri arası avrettir. Namazda
belirtilen kısımdan bir bölüm açık olduğu takdirde, namaz bâtıl (hükümsüz)
olur, iadesi gerekir.
2- Yine erkeğin
belirtilen avret yerini insanların bulunduğu yerlerde açık bulundurması haram
ve büyük günâtır. Kimselerin
bulunmadığı yerde açması mekruhtur. Çünkü Allah utanılmaya Çok daha lâyıktır.!
3-
Erkeklerin uyluk kısmı da avrettir. Bunda görüş birliği vardır.
4- Diri
olsun, ölü olsun hiç kimsenin uyluğuna bakılmaz, haramdır. [382]
Hadîs ve diğer ilgili
rivayetlerde «göbekle dizkapağı arası...» denilmiştir. Bundan iki manâ
anlaşılmaktadır; Birincisi, göbeğin ve diz kapağının kendisi avret değildir,
avret yerinin sınırı buralarda son bulmaktadır. İkincisi ise, bunların da avret
yeri sınırlarına dahil olmasıdır. O bakımdan müctehidlerin ictihad ve
görüşleri farklı olmuştur. Biz önce ilgili hadisleri nakledelim, sonra da
onların görüşlerini belirtmeye çalışalım.
Ebûtylusa (R.A.)'den
yapılan rivayette demiştir ki:
«Peygamber (A.S.)
Efendimiz, içinde su bulunan bir yerde oturuyordu. (Ayaklarını suya sokmak
için) iki dizini veya bir dizini açtı. Osman içeri girince, Peygamber (A.S.)
dizini örttü.»[383]
Umeyr b. İshak'dan
yapılan rivayette, şöyle demiştir: «Hasan b. Ali (R.A.) ile beraber
bulunuyordum, derken Ebû Hüreyre ile karşılaştık. Ebû Hüreyre (R.A.), Hz.
Hasan'a, Peygamber (A.S.) Efendi-miz'in. öptüğü yeri müsaade et de ben de
öpeyim, dedi. O da entarisini (göbeğinin üzerinde sıyırıp) işarette bulundu.
Ebû Hüreyre (R. A,) onun göbeğini
öptü.»[384]
Abdullah b. Amir (R.A.)'dan yapılan rivayette, şöyle
demiştir:
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimizle beraber akşam namazını kıldık. Dönen dündü, takip eden etti, derken
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz acele nefes nefese geldi ki iki dizkapağı açılmış
vaziyette idi, şöyle buyurdu: «Size müjde, işte Rabbiniz gök kapılarından bir
kapıyı açmış bulunuyor da sizinle iftihar ediyor buyuruyor kis Kullarıma
bakın, bir farzı kıldılar ve diğer farzı (kılmak için) bekliyorlar.»[385]
Ebû Derdâ (R.A.)dan
yapılan rivayette, demiştir ki: «Peygamber (A.S.) Efendimiz'in yanında
oturuyordum, derken Ebubekir Sıddîk (R.A.)
elbisesinin bir ucunu tutmuş vaziyette çıkageldi ki iki dizi
açılmış bulunuyordu.
Bunun üzerine Peygamber (A.S.) şöyle buyurdu: Sizin arkadaşınız öfkeli geldi
ve öylece selâm verdi.»[386]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Göbek
avret değildir.
2- Allah
için sevdiği dostunun göbeğinden öpmekte bir sakınca yoktur,
3-
Dizkapakları da avret değildir.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların görüş ve istidlalleri:
a) Hanefî
âlimlerine göre, göbeğin kendisi avret
değildir. Bu, üç müctehidin tesbit ve yorumudur. Dört müctehide göre ise,
dizler avrettir.[387]
b) Şâfiîlere göre:
Erkek ve cariyenin
avret yerinin sınırı, göbekle diz arasıdır. Göbek ve diz avret değildir.[388]
Ancak Şâfiilerin hepsi aynı görüşte değildir. Nitekim aşağıda bu husus
açıklanmıştır.
c)
Hanbelüere göre:
Erkeğin avret yeri,
göbekle diz arasıdır. Göbek ile diz avret yerine dahil değillerdir. İmam
Ahmed'in bu hususta kesin beyânı var-du.[389]
d)
Mâlikîlere göre:
Mâlikiler de bu
hususta Hanbelüerle aynı görüştedirler.[390]
Diğer rivayetler,
tahliller ve yorumlar:
313 nolu hadisi Buharı
nakletmiştir. Bundan, göbekle dizkapağı-nm avret olmadığı istidlal edilmiştir.
İmam Şafiî ise, dizkapağmm avret olduğunu söylerken, Rasûlüllah'm (A.SJ
ayaklarını suya soktuğunda elde olmayarak dizkapaklarmm açıldığını, ortada bir
özü-rün bulunduğunu, rastgele açılmadığım ileri sürerek kendine göre yorumda
bulunmuştur. Ayrıca Hz. Osman'ın içeri girmesiyle birlikte
dizkapaklamıı Örtmesi
de, avret olduğuna delil sayılır, demiştir. İmam Şafiî ve o görüşte olanlar
sadece bu yorumla yetinmeyip bir de De-rekutnî ve Beyhakî'nin Ebû Eyyub'dan
rivayet ettikleri şu hadîsle cie istidlal etmişlerdir: «Erkeğin avreti,
göbekten dize kadardır.» Abdestte kolların yıkanması nasıl dirseklere kadar
denilirken dirsekler de aynı hükümde kollara dahil oluyorsa, burada da dizlere
kadardır, denilince, dizler de aynı hükümde avret yerine dahil' sayılıyor.
Dizkapağmm avret
olmadığını söyleyenler ise, bu hadîsin metruk olduğunu, ileri sürmüşlerdir;
çünkü râvilerinden İbad b. Kesîr metruktür.[391]
Ebû SaM hadîsi üzerinde
duranlar ise, râvileri arasında Şeyh el-Hars b. Ebî Üsâme Davud b. el-Mahber
bulunuyor ki, bu zat, hadisi İbad b. Kesir'den rivayet etmiştir. İbad ise Ebu
Abdillah eş-Şâmî'-den, o da Atâ'dan rivayet etmiştir ki, bu zincirde hep
zayıflar yer almaktadır.[392].
Diğer yandan dizleri abdestte dirseklere kıyas, etmek bâtıldır, çünkü
dirseklerin kola dahil olduğunun delili ayrıdır, |yani kıyasın şartlarından bir
olan menatta birleşme gerçekleşme-jmektedir. Şart yerine gelmeyince
kıyas hükümsüz oluyor.
İ; Dizkapağıyla
göbeğin avret olmadığım kabul edenlerin bir di-jğer dayanağı, Ebû Dâvud ile
Darekutnî'nin Amir b.Şuayb'dan yap-(tıkları rivayettir. Amir b. Şuayb'm
dedesinden yapılan rivayette ■şöyle denilmiştir: «Sizden biriniz
hizmetçisini, kölesini veya ücretle çalıştırdığı kimseyi evlendirdiği zaman,
göbekten alt kısma, dizkapağından üst kısmına bakması.»
Böylece göbekle
dizkapağmm avret olmadığı anlaşılıyor.
314 nolu Umeyr b.
İshak hadîsinin isnadında Umeyr b. îshak el-Hâşimî bulunuyor ki, bu zat
hakkında hayli söz söylenmiştir. Sıka olduğunu söyleyenler bulunmakla beraber
rivayetinin yazılmaya değer olmadığını belirtenler de var. Nitekim Yahya b.
Maîn, «onun hadisi bir şeye denk gelmez» yani fazla değer taşımaz. O bakımdan
onun hadisi yasılmaz» demişlerdir.[393]
Nesâî ise, onun
rivayetinde bir beis bulunmadığını belirtmiştir.
O bakımdan Umeyr
hadîsi istidlale uygun sayılabilir. Ancak Ebû Hüreyre'nin (R.A.), Hz.
"Hasan'm göbeğini öpmesinde hiçbir hüccet yoktur. Çünkü Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz, torunu Hz. Hasan'm göbeğini, o çocuk iken öpmüştü. Oysa Ebû Hüreyre
(R.A.), onun göbeğini, mükellef bulunduğu yıllarda öpmüştü Çocukla ergen kişinin
avreti elbetteki farklıdır.
315 nolu Abdullah b.
Amir hadîsinin ricali sahîh kabul edilmiş, çünkü hepsi de İbn Mâce Sünen'inde
yer almıştır. [394]
1- Göbek
avret değildir.
Dört mezhep
imamlarının bu meselede ittifakı vardır..
2-
Dizkapaklan avret değildir:
Bu üç mezhep
imamlarına göredir İmam Ebû Hanîfe'ye göre avrettir.
3- Evde eşi
ve çocukları arasında bulunduğu sırada erkeğin uyluk veya dizkapağı açık
bulunursa, bunda bir sakınca yoktur.
4- Namaz
kılarken, erkeğin göbekle dizkapağı arasının örtülü olması şarttır. Aksi halde
namaz hükümsüz kalır. Ancak zururî haller bu genellemenin dışındadır. [395]
İslâm fıkhında «hür
kadın» denilince, karşılığında hürriyeti elinden alınmış câriye hatıra gelir.
Gerçi günümüzde artık kölelik ve cariyelik diye bir konu kalmamıştır. Ancak
kölelik müessesesinin işler bulunduğu asırlarda İslâ.m dini, insan haklarını
korumak, köleleri kölelik kaydından kurtarmak ve onlara insanca muamele edilmesini
sağlamak için bir takım maddi ve manevi müeyyideler, esaslar ve prensipler
koymuştur.
O halde «hür kadın»
denilince, cariye olmayıp hürriyeti elinde olan kadın demektir.
İslâm kadını, erkeğin
şehvet nazarından uzak tutmak, onun annelik ve kadınlık vakarını korumak,
kişiliğinin zedelenmesini önlemek, iffet ve namusunu, şeref ve itibarım
muhafaza etmek için onu iffet, namus, şeref ve vakar örtüsü altına almış,
saygınlığını en üst derecede tutarak hürmet telkin eden bir kıyafeti sunmuştur.
İlgili hadisler:
Hz. Aişe (R.A.)
Validemizden yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«Allah ayhali görme
çağına gelmiş kadının namazım ancak hi-mar
(başörtüsü) ile kabul eder.»[396].
Ümmü Seleme (R.A.)'den
yapılan rivayette, onun, Peygamber (A.S.) Efendimizden:
«Kadın, üzerinde
entarisi olmadığı halde sadece gömlek (veya gecelik, iç çamaşır) ve başörtüsü
ile namaz kıhnabilir ini?» sorduğunda, Peygamber CA.S.) Efendimiz'in de ona:
«Gömlek (gecelik) yeterli olur da ayakların üst kısmını örterse (namaz
kılınır).» buyurdu.[397]
îbn Ömer (R.A.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Kim elbisesini kibir ve bencillik olsun diye yerde sürüklerse,
Allah kıyamet gününde ona ;(rahmetle) bakmaz.» Bunun üzerine Ümmü Seleme (R.A.)
«Ya ka-tiınl&r eteklerini ne yapsınlar?» diye soruncu, Efendimiz «Bir karış
sarkıtsınlar» buyurdu. Ümmü Seleme, «O takdirde ayakları açılmış olur» dedi,
Peygamber (A.S.), «O halde bir zira' sarkıtsınlar ve artık bundan fazlasını
yapmasınlar» buyurdu.[398]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Ergenlik
çağına girmiş olan kadının namazda mutlaka başını örtmesi gerekir. Aksi halde
namazı kabul olunmaz.
2- Kadının
geceüğiyle namaz kılması caizdir, yeter ki uzun olup ayaklarının üstünü örtecek
kadar uzun olsun.
3- Kadının
ayaklarının üstü avrettir.
4- Kadınların
entarilerinin de ayaklarını örtecek kadar uzun olması vâcibdir. Ancak bundan az
kısa olur da kalın çarapla ayaklar örtülürse, buna cevaz verilmiştir.
Hadislerin
ışığında müctehit imamalarm görüş, tesbit, istidlal ve ihticaclari:
a)
Hanefilere göre:
Hür kadın bedeninin
tamamı avrettir, ancak yüzü ve iki eli müstesna. Ayaklarının avret olup
olmadığı hakkında iki rivayet vardır. Ebû Hanîfe'ye göre avret değildir. Çünkü
birtakım ihtiyaçlar karşısında kadının yürümesi gerekmektedir ki, her zaman
örtülü bulundurması çok zordur. Hem yüz ve eller şehevî duyguyu daha çok
tahrik edebilir. Onlar avret olmadığına göre, ayakların da avret olmaması
gerekir.[399] Nitekim el-Hasan'ın Ebu
Hanîfe'den yaptığı rivayete göre, kadının ayaklarına bakmanın helâl olduğu
belirtilmiştir.[400]
O halde bu mezhebe
göre, namazda kadının yüzü ve iki eli açık bulunursa, bir sakınca yoktur. İmam
Ebû Hanîfe'ye göre, ayaklarının da açık olması namaza mani' değildir. Dışarıya
çıkınca da yüzünü ve ellerini açık bir vaziyette bulundurması men'edilmez.
Erkeklerin de kadının yüzüne ve ellerine şehvetle bakmaları haramdır.
b) Şâfiîlere göre, hür kadının yüzü ve iki eli
dışında kalan yerleri avrettir. O halde kadının ayakları da avrettir ve namaz
kılarken örtmesi vâcibdir.[401]
c) Hanbelîlere göre:
Hür kadının yüzü
dışında diğer her yanı avrettir. O halde namaz kılarken ellerini ve ayaklarım
örtmesi gerekir. Sokak kıyafeti de yine bu ölçüde olmalıdır.[402].
d) Mâlikîlere göre:
İki elin içi ve
üstüyle yüzün tamamı dışında kalan yerler avrettir. O halde kadının yüzü ve
iki eli örtülü olmadığı halde namaz kılması caizdir;[403]
aynı şekilde sokakta da bu iki azasını açık bulundurmasına cevaz verilmiştir.
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller:
324 nolu Hz. Aişe
(R.A.) hadîsini aynı zamanda İbn Huzayme ve el-Hakim de rivayet etmişlerdir.
Darekutni ise, hadîsin mevkuf olduğunu ,el-Hakim ise mürsel olduğunu
söylemiştir. Bilindiği gibi mevkuf, ashab-ı kiramdan rivayet edilen söz, fiil
ve takrirdir. Mur-sel ise, senedinden bir sahabi düşen hadistir. Gerek mevkuf,
gerekse mursel hadisler daha çok zayıf hadisler arasında sayılır. Ancak
mevkufun böyle olduğunda tam ittifak yoktur.
Taberânî ise, bu
mealde bir hadisi es-Sağîr ve'1-Avsat'da Ebû Katade'ten şu lâfızla rivayet
etmiştir: «Allah, zînet yerlerini örtme-dikçe kadmm ;ergenlik çağına giren
kızın da başını örtmedikçe namazım kabul etmez.» İbn Huzeyme ise, şu lâfızla
kendi sahihinde rivayet etmiştir: «Allah ergenlik çağına giren kadının namazım
ancak başörtüsüyle kabul eder.»
Hadisler kadının namaz
kılarken başını örtmesinin vâcib olduğuna delâlet etmektedir. Ayrıca hür ve
cariye arasında bu hususta bir fark olmadığı da anlaşılıyor. Ancak İmam Şafiî,
İmam Ebû Ha-nîfe ve cumhur, hür kadınla cariye kadın avretleri arasında fark
bulunduğunu belirtmişler ve ona göre bir tarifte bulunmuşlardır. Hadîsin
zahirine bakıp ikisi arasında fark yoktur, diyenler ise, Zahiri mezhebine
mensup olanlardır. Sözünü ettiğimiz imamlara göre, cariyenin avret yeri
dizkapağıyla göbek arasıdır. İmam Mâlik'e göre, cariyenin avret konusunda hür
kadından farkı sadece saçlarıdır; cariyenin saçları avret değildir.[404].
Kuvvetli ihtimalle, İmam Mâlik, Hicaz'da cariyelerin başaçık gezdiğini görünce,
sahabenin böyle uygun gördüğüne kail olmuştur. el-Iraki ise Tirmizî şerhinde
diyor ki: «îmanı Mâlik'ten meşhur olan rivayete göre, cariyenin avreti erkeğin
avreti gibidir.»
Bize göre, el-Irakfnin
bu tesbiti isabetli değildir. Çünkü îbn Ku-dame gibi, kendi mezhebinde yetkili
bir ilim adamı sözü edilen mesele hakkında şöyle diyor: «İmam Mâlik hür
olmayan (cariye) kadm hakkında, "başörtüsüz namaz kılabilir.» demiştir.[405].
325 nolu Ümmü Seleme
hadisini el-Hâkim de tahrîc etmiş, Ab-dülhak ise, Mâlik ve diğer râvilerin bunu
mevkufen rivayet ettiklerini söylemiştir. el-Hâkim ise, Buharî'nin şartına
göre, hadisin ref'i sahihtir, diyerek Abdülhakk'm görüşüne katılmamıştır. Ancak
hadîsin isnadında Abdurrahman b. Dînar bulunuyor ki bu zat üzerinde hayli
şeyler söylenmiştir, et-Takrîb de onun sadûk (doğru, güvenilir) olduğu
belirtilmiş, ancak bazan hatâ yaptığına dikkatler çekilmiştir.
Diğer yandan bu hadîsi
Mâlik b. Enes, Bekir b. Mudar, Haf& b. Ğıyas, İsmail b. Cafer, İbn Ebî
Zid'b ve İbn İshak, Muhammed b. Zeyd' den, o da Ümmü Seleme'den rivayet
etmişler ve hiçbiri, Ümmü Sele-me'nin Peygamber (A.S.) Efendimiz'den rivayet
ettiğini zikretme-mistir.[406].
Darekutnî'den ise bu
hadîs sorulduğunda, şu cevabı vermiştir: «Muhammed b. Zeyd b. Muhacir b. Kunfez
kendi anasından, o da Ümmü Seleme'den rivayet etmiştir. Ancak merfu, olduğu
hakkında farklı tesbitler vardır: A'jdurrahman b. Abdullah b. Dıhar yaptığı
rivayette Peygamber (A.S.) Efendimiz'e. kadar ref'etmiştir. Hişam b. Sa'd da bu
hususta ona tabi olmuştur. İbn Vehb ise muhalefet ederek hadîsi Hişam b. Sa'd
dan mevkufen rivayet etmiştir. Doğru olan da budur.. et-Tenkîh sahibi ise,
Abdurrahman b. Abdillah b. Dinar'dan Buharî'nin kendi Sahîh'inde rivayet
ettiğini belirterek bazı ilim adamlarının onun sıka (güvenilir) olduğunu
söylemişlerse de yukarıdaki hadîsi ref'etmekte hatâ etmiştir, diyor,[407].
Namazda avret yerinin
örtülü tutulmasının aslı şu âyete dayanmaktadır; «Ey âdemoğuilan! Her mescidde
güzel ve temiz elbisenizi alıp giyinin,» Ayette, «zînet» tabiri kullanılmıştır
ki ilim adamlarının çoğu bunu avret yerini örtüp kapatan
elbise, ile yorumlamışlardır.
«Mescid'den maksat,
namazdır, aym zamanda namaz kılman cami anlamına da gelir. Nitekim -Seleme b.
Ekva, (R.A.)dan yapılan rivayette demiştir ki: Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e
dedim ki: «Ya Resû-lellah! kamîs (gömlek) ile namaz kılayım mı?, «Evet, bir
dikenle olsa bile onu düğümle (öylece kıl)» buyurdu.[408]
Kadının namaz kılai'ken
ne gibi elbise giymesi gerektiği hakkında Hz. Âişe (R.A.) Validemiz'den
sorulduğunda, sorana, git bu meseleyi önce Ebû Tâlib oğlu Ali'den sor, sonra
da gel bana ne dediğini haber ver, dedi. Sonra sahibi Hz. Ali'ye (R.A.) gelip
sordu. O da, «Başörtüsü ve ayakların üzerini örtecek kadar uzun bir iç
çamaşırla.» diye cevap verdi. Adam durumu gelip Hz. Âişe'ye (R.A.) haber verince,
«Ali doğru söylemiştir» diyerek onu tasdik etti.[409]
1- Hür
kadının iki eli ve yüzü dışında diğer bütün bedeni avrettir. Namazda avret
yerlerini örtmesi vâcibdir. Aksi halde namazı kabul değildir.
2- Kadının
ayakları da avret değildir. O bakımdan
ayaklan açık olduğu takdirde namaz kılabilir. Bu iki hüküm İmam Ebû
Hani-fe'nin içtihadıdır.
3- Kadının ayakları
da avrettir. Bu, Şâfiîlerle Hanbelîlere göredir. Yani iki müctehidin içtihadı
bu anlamdadır.
4- Kadmm
elleri de avrettir. Bu, İmam Ahmed b.
Hanbel'in içtihadıdır.
5- Kadının
namaz kılarken geceliği veya entarisi ayaklarının üstünü örtecek kadar uzun
olması gerekir. Entari veya gecelik bu
kadar uzun olmazda açık kalan kısımlar teni göstermeyecek çorapla örtülürse,
bu.da caizdir.
6- Tek
gömlek veya gecelikle namaz kılındığı takdirde, vücudun açılması için
düğmelemek vâcibdir. Üzerinde iç çamaşırı bulunanlar için düğmelemek söz
konusu değildir, yeter ki avret yeri gözükmesin. [410]
İbâdetin birçok
hikimetleri vardır, onlardan biri de haklara saygılı olmak, haramdan kaçınmak,
başkasının malına, ırzına ve şerefine el ve dil uzatmamaktır. Sonra da
Allah'ın rızası doğrultusunda hayatı tanzim edip dünya ile âhiret, ruh ile
beden arasında denge kurmak; lüks ve israftan kaçınmak suretiyle sade bir ömür
sürmektir. .
O bakımdan lüks
sayılan ipek elbiseyle namaz kılmak erkeklere haram kılınmış, kadınlara cevaz
verilmiştir. Çünkü erkek hayat ve hareket adamıdır. Hergün kollarını sıvayıp
işinin başına koşmakla emrolunmuştur. İçinde yaşadığımız topluma ayakuydurmak,
onlara tepeden bakmamak, dikkatleri çekecek şekilde süs ve zînetten uzek
durmak onun günlük hayatının ölçüsü ve Resûlüllah (Â.SJ Efendimiz'e uymaya
çalışmasının belirtisidir.
Gasbedilmiş, yani
sahibinin rızası hilâfına zorla alınmış bir elbiseyle de ibâdet, hedef ve
amacım kaybeder, ölçü ve anlamını bir
bakıma yitirir. Çünkü namazın hikmetine ters düşen herşey ya mek-1 w^«- wo Ha mahzurludur.
Konuyla ügüi hadîsler:
İbn Ömer (R.A.)dan
yapüan rivayette«Kim on dirhem bir elbise alır da onda bir dirhem haram
bulunursa o elbise üzerinde bulunsuğu sürece Allah onun hiçbir namazını kabul
buyurmaz.»
lbn ömer (R.A.)dan
bunu söyledikten sonra iki parmağını kulaklarına sokup şöyle dedi: «Bunu eğer
Resulüllah’ın (A.S.) buyrduğunu işitmedimse ikiniz de sağırlaşın!»[411]
<Hz. Aişe (R.A.)dan yapılan rivayette, Peygamber. (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Kim bir
amelde bulunur da o amel üze- bizim emrimiz yoksa, o merduttur.»[412]
Aynı hadîsi Ahmed b.
Hanbel şu lâfızla rivayet etmiştir:
«Kimi bizim emrimiz
hilâfına bir iş yaparsa, o iş merduttur.»
Her iki hadîste geçen
«emir» tabirinden maksat, Resûlüllah (A.
S.) Efendimiz ile ashabının yaşadığı dinî esas ve prensiplerdir,
Ukbe1 b. Âmir (R.A.)'den
yapılan, rivayette, demiştir ki:«Resûlül-lalı (A.Sj) Efendimiz'e ardı ve eteği
yırtık olan kaftan hediye edildi. O da onu giydi ve sonra üzerinde olduğu halde
namaz kıldı. Namazı bitirince,! hoşlanmadığını belirtir şekilde şiddetle tutup
üzerinden çıkardıktan sonra şöyle buyurdu: Bu, muttakıylere lâyık değildir.»[413]
.
Câbir b. Abdillah
(R.A.)den yapılan rivayette, demiştir ki:
Resûlülah (A.S.)
Efendimiz kendisine hediye edilen kalın ipek kumaştan bir elbise giyindi; sonra
çok geçmeden ki onu çıkarıp Hat-tab oğlu Ömer'e gönderdi. Bunun üzerine
kendisine: Ya Resûlüllah; Çok sürmedi onu üzerinden çıkardın? diye soruldu.
Buyurdu ki «Cib-rîl ÎA.S.Î beni ondan men'etti. «Az sonra Ömer ağlayarak geldi
ve şöyle dedi: «Ya Resûlüllah! bir şeyden hoşlanmadın da onu bana verdin,
benim neyime? «Peygamber (A.S.): »Onu sana giyinsin diye vermedim, sataşın
diye verdim. «Bunun üzerine Ömer (R.A.) onu iki •bin dirheme sattı.[414]
Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler
anlaşılmaktadır:
1- Haram
parayla satın alman bir elbiseyle kılınan namaz makbul
değildir.
2- Dinî hususlarda Resûlüllah'm sünnetine uymayan, O'nun getirdiği
prensiplere ters düşen her amel merduttur.
3- îpek
elbise erkeklere, haramdır. îpek elbiseyle kılman namaz n^alîbuî değildir.
4- îpek
elbiseyle kılınan namazı iade etmek gerekmez.
5- İpek,
elbise takvaya aykırıdır, muttakıylere lâyık değildir.
6- Hediye
edilen bir şeyi beşkasma hediye etmek caizdir
Hadîslerin ışığında
müetehit imamların görüş, tesbit ve istidlalleri:
a) Hanefi,
Şafiî ve Hanbeli mezhep imamlarına ve ilim adamlarının cumhuruna göre, ipek
elbise giyinmek erkeklere haramdır. Üzerinede ipek elbise bulunduğu halde namaz
kılan kimsenin namazı stîhîhse de günah işlemiş kabul edilir. Namazı iade
etmesi gerekmez. Gasb edilen elbise de böyledir.
b)îmam
Mâlik'e göre, vakit içinde iade etmesi gerekir.[415].
İleride ipek konusuna daha geniş yer verip lüzumlu bütün açıklamayı yapacağız.
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, yorumlar ve tahliller: 338 nolu İbn Ömer hadîsini aynı zamanda Abd.
b. Humayd ve Bfîyhakî tahrîc ettikten sonra zayıf olduğu belirtmişlerdir.
Ayrıca el-Hatîb, İbn Asâkir ve Deylemî de rivayet etmişlerdir. İsnadında Hâşim
bulunuyor ki, bu zat îbn Ömer'den rivayet etmişse de bu alanda pek tanınmıyor.
Hadîsin zahiri, ipek
ve mağsub elbiseyle kılman namaz kabul ediliniyeceğine delâlet ediyorsa da
sahîh olmadığına delâlet etmemektedir. Çünkü namazın kabulü başka, sıhhati
daha başkadır. Kabul edilmemesi, faziletinden marumiyete delâlet eder. Nitekim
kocası kendisine öfkeli bulunduğu halde geceleyen kadının namazım Allah kabul
etmez, mealindeki hadîste de hüküm bu doğrultuda ele alıp yorumlanmıştır, yani
namazının feyiz ve bereketinden mehrum kalır, ama borcunu ödemiş sayılır;
namazı sahihtir.
«Kabul edilmez»
şeklindeki ifade genellikle iki ayrı yorum ister; birincisi, sıhhatim olumsuz
yönde etkiler, diğeri kemal ve faziletini olumsuz kılar. Konumuzu oluşturan
hadiste kemal ve fazüerini nef-yedeceğiz yani olumsuz, yönde etkileyeceği söz
konusudur. Sıhhatini olumsuz yönde etkiliyen ise, «Bu bir abdesttir, Allah
namazı ancak onunla kabuî eder» meâlindekihadiste belirtmiştir.
Hadîsin senedinde
bazılarına göre, pek tanınmayan H'işam bulunuyorsa da, genellikle ilim adamları onunla istidlal etmişlerdir.
339 nolu Hz. Aişe hadisine gelince, bu dinî kavaidden birçok hükümleri kendinde taşımaktadır. Öyle
ki, ilim adamları, Peygamber (A.S.) Efendimiz tarafından yasaklanan,
men'edilen bütün akid-ler hükümsüzdür, demişlerdir. Çünkü bir şeyi men'etmek,
onun sıhhatli bir hüküm ifâde etmiyeceğine, fasit olduğuna delâlet eder. O
halde dini kaide ve ölçülere girmeyen her türlü menhiyata reddetmek vâcibdir.
O bakımdan hâkimin verdiği hüküm, işin ve meselenin asıl içyüzünü
değiştiremez. Haksızı haklı çıkarmak, helâli haram kılmak gibi hükümler,
hiçbir zaman haksızı haklı, helâli haram yapamaz.
Onun için hadîste
geçen «leyse aleyhi emruna» cümlesi, dinî ölçü ve kaidelerle yorumlanmıştır.
Şevkanî,nin de dediği gibi, bu hadîsin taşıdığı kaideler sayılmıyacak kadar
çoktur.
Özetliyecek olursak,
şöyle bir ifade kullanmak mümkün: Kim dinde aslı olmayan, bir asla dayanmayan
bir şey icad ve ihdas ederse, ona asla iltifat edilmez. O nedenle et Tuhî
şöyle demiştir; «Bu hadîs, şer'î delillerin yarısıdır. İpek elbise, zorla
alman (gasbedilen elbise) ile kılman namazın Allah katında hiçbir fazileti
yoktur. Sadece kul bir bakıma namaz borcunu ödemiş sayılır. Çünkü namazdan
amaç, ilâhî hududa riâyettir.
340 nolu Ukbe b. Amir hadîsiyle istidlal eden
îmanı Şafiî, ipek elbiseyle namaz kılmanın haram olduğunu söylemiştir. İmamiyye mezhebine salik
olanlar da aynı görüştedirler.[416]
Diğer birçok ilim adamlarına göre, mekruh sayılmıştır. Çünkü ipek elbisenin illeti,
kibir ve gururdur, namazda bu ikisi de söz konusu değildir. Ayrıca onlar,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, kaim ipekten dokunan elbiseyi giyip namaz
kıldıtan sonra çıkarmış, fakat kıldığı namazı iade etmemiş ve ipek elbiseyle
kılman namaz iade edilmelidir, diye bir
ifade kullanmamıştır.
îpek elbise henüz
haram kılınmamıştı ki, Resûlüllah CA.S.) Efendimiz kaim ipekten mamul bir
üstlük giyinmişti; Onu görenler beğendiler ve hayretlerini ifade ettiler.
Peygamberimiz (A.S.) geçici dünya hayatında bu gibi şeyleri beğenmenin hakikatte
bir değer taşımadığını belirterek şöyle buyurmuştur: «Canımı kudret eliden
tu-" tan zata yemin ederim İd, Sa'd b. Muâz'ın Cennet'teki mendili bundan
çok daha güzeldir!»[417]
el-Bahır kitabının
sahibi diyor ki: «İpek elbiseden başka örtünecek bir şey bulamazsa, o takdirde
onunla kıldığı namaz sahihtir. Çıplak kılacak olursa namazı hükümsüz sayılır.
«Ahmed b. Hanbel ise, çıplak kılması evlâdır, demişse de diğer ilim adamları
ona muhalefet etmişlerdir. Nitekim ^yukarıda da belirttiğimiz gibi, ipek giyinmek
haramdır, o vaziyette namaz kılarsa, namazı sahihtir, ancak haramı irtikâp
ettiğinden büyük günah işlemiş.
341 nolu Câbir b.
Abdillah hadîsi sahîhtir. İpek elbise giyinmenin tahrimine delâlet etmektedir. [418]
1- İpek
elbiseyle namaz kılmak ilim adamlarının çoğuna göre, mekruhtur. Ahmed b.
Hanbel'e göre, bir rivayette haramdır.
2- İpek
elbiseyle kılman namaz sahîhtir, ancak kemal ve fazileti gitmiştir.
3-
Gasbedilen bir parayla satın alman elbiseyle namaz kılmak mekruhtur, namazın
kemal ve faziletini tamamen düşürür. Ancak kılman namaz sahihtir.
4- İpek
elbise giyinip onunla kibir ve gurur taslamak da haramdır.
5-
Kadınların ipek elbise giyinmesi ve o vaziyette namaz kılması caizdir. [419]
Az yukarıda da
belirttiğimiz gibi, ipek ve altın en çok tanınan ve yaygın olan iki şeydir.
Tarih boyunca ne ipek, ne de altın hiçbir zaman değerini kaybetmemiştir. O
bakımdan her ikisi de birer böbürlenme, başkasına karşı üstünlük taslama ve
gurura kapılma aracı olarak bilinir. İslâm dini ise, sadeliği, kardeşliği
emreder, sınıf farkını kaldırır, mü'minleri Allah katındaki durumlarını bir
tarağın dişleri- gibi eşit sayar, ancak üstünlüğün, faziletin takvada olduğunu
söyler; yani kim daha çok ilâhî hududa bağlı kalıp kötülüklerden
sakmabiliyorsa, Allah katında daha değerli ve üstündür. O bakım-dan-erkeği
atalete iten, onu bir biblo durumuna getiren, kibir ve gurur duygusunun
kabarmasına sebep olan ipek elbise ve altın zînet kullanması yasaklanıp haram
kılınmıştır. Ellerine, parmaklarına altın değil, nasır yakışır. Sırtına ipek
değil ter ve emek lâyık görülür.
Kadınların durumu
onlarınkinden çok farklıdır. Pazarda, çarşıda tezgahta, büroda erkekler daha
çok çalışır, İslâm kadın erkek bir-arada çalışmayı yasaklamış, her cinsin kendi
hemcinsleri arasında çalışmasını uygun görüp vâcib kılmıştır. O bakımdan kadın
daha çok ev işleriyle uğraşır, çocuklarını besleyip büyütme, temizleyip
sıhhatli yetiştirme işini yüklenir. Kocasına karşı süslenmesi, zînet takınması
güzel bir davranıştır, İslâm bunu sünnet veya müstehab kılmıştır. Evinin
dışında ise, zînetini teşhir, etmesini yasaklamış ve o ancak kocası için
süslenir hükümünü koymuştur. O bakımdan kadına hem ipek elbise giyinmek, hem
altın takınmak mubah sayılmıştır.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Ömer (R.A.) den
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimiz' den şöyle işittiğini
söylemiştir:
İpek giyinmeyiniz.
Doğrusu kim Dünya'da ipek giyinirse, âhiret-te giyinmez.»[420].
Enes (R.A.) den
yapılan rivayette Peygamber (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
Dünya'da ipek giyinen,
âhirette dbette giyinemiyece[421] Ebu
Musa (R.A.)den yapılan rivayette, Peygamber (A.S) Efendimizin şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
«Altın ve ipek,
ümmetimin kadınlarına helâl kılınmış, erkeklerine haram kılınmıştır.»[422].
Hz. Ali (R.A.) den
yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah ÎA. S.) Efendimiz'e sarı çizgili ve
altın işlemeli entari veya üstlük hediye edilmişti, onu bana gönderdi, ben de
giyindim. AnGak Peygam-ber'in (A.S.) yüzündeki Öfkeyi anladım. Bana dedi ki:
«Ben onu sana giyinmen için göndermedim, belki baş örtüsü olcak şekilde
kadınlar arasında bölüp vermen için gönderdim.»[423]
Enes (R.A.) den
yapılan rivayette deniliyor ki: Enes (R.A.), Peygamberimizin kızı Ümmü
Gülsüm'ün üzerinde san çizgili veya altın işlemeli bir hırka görmüştür.»[424]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Dünya'da
ipek elbise giymen erkekler âhirette ondan mahrum kalacaklardır.
2- Altın
eşya takınmak ve ipek elbise giyinmek ümmetin erkeklerine haram, kadınlarına
helâl kılınmıştır.
3-
Kadınların ipek başörtüsü veya altın işlemeli ipek başörtü kullanmalarına cevaz
verilmiştir.
4-
Kadınların ipek entari, ipek dış kıyafet giyinmelerinde bir
takınca yoktur.
Hadîslerin ışığında
müctehit imamların görüş, tesbit, istidlal ve ihticaclari:
a) Hanefîlere göre.-
İpek elbise erkeklere
haranı kılınmıştır. Bu ister ince, ister kalın olsun farketmez. Onlar bu
meselede, Ebû Musa hadîsiyle Enes (R.A.) hadisini sened olarak seçip istidlal
etmişlerdir. Savaşta erkeklerin ipek elbise giyinmelerine ruhsat verilmiştir.[425].
b) Şâfiîlere göre:
İpek elbise erkeklere
haram, kadınlara helâl kılınmıştır. Ancak giyilen elbise ipek ve diğer bir
madde karışımından imal edilmişse, o takdirde eksere göre hükmedilir. İçindeki
ipek daha çoksa haramdır, daha azsa helâldir.[426].
İpek elbiseyi sadece
giyinmek değil, onu kullanmak da erkeklere haram kılınmıştır. O halde
erkeklerin ipek bir yaygı üzerinde oturmaları da helâl değildir. Ancak
arayerde bir örtü veya astar bulunursa, o takdirde bir sakınca yoktur. Önün
gibi elbisenin astan, yüzüne dikili bir vaziyette ipek olursa ona da cevaz
verilmiştir. Çünkü astar kendi başına bir elbise. değildir. Üzerine oturulan
yaygının as-farı da ipekten olursa, tahrîm hükmü cari olmaz. Erkeklerin ipek
mendil kullanması da haram sayılmıştır.[427]
c) Hanbelîlere göre:
Tahrîmi sadece
erkeklere has olan elbise, ipektir. Altınla işlenmiş veya altın suyuyla*
süslenmiş bir ipeği giymek, yaygı olarak kullanmak hem namazda, hem namaz
dışında haramdır.
Hanbelîler bu meselede
Ebü Dâvud ile Tirnıizî'nin rivayet ettiği «İpek elbiseyi ve altını ümmetimin
erkeklerine haram, kadınlarına helâl kılıyorum.» mealindeki hadîsle istidlal
etmişlerdir. Tirmizî bu hadîsin hasen ve sahih olduğunu kaydetmiştir. Ayrıca
Hz. Ömer' den (R.A.) rivayet edilen: İpek elbise giyinmeyin; çünkü gerçekten Mm
dünyada onu giyinirse, âhirette giyinmez.» mealindeki Buharı ve Müslim'in
ittifakla naklettikleri hadîsi delil olarak seçmişlerdir.[428].
Bit ve benzeri haşereden
sakınmak ve bedendeki bir hastalığı gidermek hususlarında faydalı olacağı
biliniyorsa, o takdirde erkeklerin ipek gömlek giyinmelerine cevaz
verilebilir. Nitekim yapılan rivayetlere göre, ashabdan Abdurrahman b. Avf ve
Zübeyir b.Av-vam, bitten şikayetçi olmuşlar, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz onlara
ipek giyinmeleri için ruhsat vermiştir.[429].
Abdurrahman
el-Cezîri'nin tesbitine göre: İpek elbise mutlaka, ister yüz, ister astar
şeklinde; ister uçkur, ister teşbih püskülü ve ipi ve benzeri olsun kullanılması
haramdır. Ancak düğme ve ilik gibi şeylerin, başkasına tabi olduklarından
ipekten olması haranı değildir. Onun gibi, ipek yaygı üzerine oturmak, yastık
olarak kullanmak ve duvarları ipekle kaplamak da haramdır.
Erkeklerin
giyindikleri elbisenin çoğu yün, pamuk, keten ve benzeri bir madde, azı da
ipek olursa, buna cevaz verilmiştir. Eşit olması halinde de hüküm aynıdır[430].
d)
Mâlikîlere göre:
Ergenlik çağına giren
her erkeğe ipek elbise giyinmek haramdır. Ergen olmayan erkek çocuklar hakkında
ise iki farklı rivayet vardır. Yine bu mezhebe göre, bit ve benzeri haşereden
korumak için ipek elbiseye cevaz verilmez, nasıl ki savaşta da giyinmesine
cevaz verilmemiştir. İpek yaygı üzerinde oturmak da öyle. Aynı zamanda astarı
veya elyafı ipek olan bir elbise giyinmek de haramdır. İki parmak eninden az
bir ipek parçanın elbisede bulunmasında bir sakınca yoktur.[431]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, yorumlar ve tahliller, îbn Ebî Müleyke'den yapılan rivayette
Masavver b. Mahreme (R.A.) şöyle demiştir: Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz'e (bir yerden) hayli
kaftan takdim edilmiştir. Ebû Mahreme bu haberi alınca bana: «Oğulcağızım, bana
ulaşan habere göre, Resûlüllah'a
(A.S.) birçok kaftan takdim
edilmiş de onları dağıtıyormuş. Bizi beraberinde Peygamber'e (A.S.) götür»
dedi. Ben de kalkıp gittik, Peygamber'i (A.S.) evinde bulduk. Babam bana:
«Resûlüllah'ı (A.S.) bana çağır, dedi. Ben de, onun bu sözünü
gözümde büyüttüm ve «Sana Peygamber'i (A.S.)
çağıracağım öyle mi?! «diyerek
hayretimi belirttim. Babam,
«Oğulcağızım,
Peygamber CA.S.) zorba ve mağrur bir kimse değildir» dedi. Onun üzerine
Resûlüllah'ı (A.S.) çağırdım. Dışarı çıktı, üzerinde kalın ipekten imal
edilmiş bir kaftan bulunuyordu ki, düğmeleri altından idi. Babama şöyle
seslendi; «Ya Mahreme! bunu senin için sakladım» dedikten sonra ona verdi.[432]
Ebû Cafer et-Tahavî
diyor ki: «bir topluluk bu rivayete dayanarak demişler ki: «Erkeklerin ipek
elbise giyinmesinden bir sakınca yoktur.» Diğer ilim adamları ona muhalefet
ederek, erkeklerin ipek elbise giyinmelerini hoş karşılamamışlar ve bu mesele
hakkında rivayet edilen mütevatir hadîslerle istidlal etmişlerdir.»
Ebû Cafer, bu
açıklamadan sonra seksen kadar rivayeti birara-ya getirip nakletmiş ve böylece
ipek elbisenin erkeklere haram olduğu hakkındaki rivayet ve tesbitlerin
ağırlık kazandığını belirtmek istemiştir. Biz o rivayetlerden birkaç tanesini
lüzumuna binaen kitabımıza meâlen nakletmeyi uygun bulduk:
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz ipek elbiseyi giyinmeyi yasakladı, ancak iki veya üç veya dört parmak
kadarını yasaklamadı.»[433]
İbn Merzuk'un yaptığı
rivayete göre, Hz. Ali (R.A.) bir adamın üzerinde ışıl ışıl parıldayan ipekten
bir hırka veya üstlük gördü ve onu alıp iki parmağının arasına yerleştirerek
ikiye böldükten sonra şöyle dedi: «Ben bunu sana kıskandığım için yapmadım ama
Resûlül-lah'ın (A.S.) ipeği yasakladığını işittim de ondan...»
Hz. Ömer (R.A.) Peygamber
(A.S.) Efendimiz'e dedi ki:
- Ya Resûlüllah!
Utarid veya Lebîd'e uğradım, ipek elbise satışa arzediyordu, cuma günü ve bir
de hariçten elçiler geldiğinde (giyinmeniz için) almış olsaydım, (isabetli
olurdu). Onun bu sözü üzerine Resûlüllah (A.S.) şöyle buyurdu:
- Dünya'da ipek elbiseyi ancak, âhirette nasibi olmayan giyinir.
Ebû Hüreyre (R.A.)den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Dünya'da
ipek giyinen Ahiret'te giyinmez. Dünya'da içki içer Ahiret'te (Cennet
şarabından) içemeyecektir. Altın ve gümüş kaplarda su içen, âhirette o (gibi)
kaplarda su içemeyecektir.»
Hz. Ali (R.A.) den
yapılan rivayette demiştir ki: Peygamber (A. S.) Efendimiz, ipeği sağ eline,
altını sol eline aldıktan sonra şöyle buyurdu: «Şüphesiz ki bu ikisi, ümmetimin
erkeklerine haramdır.»
Ebû Cafer et-Tahavî
rivayetleri sıraladıktan sonra, şöyle diyor: «Rivayetlerin çoğu, ipek elbisenin
önceleri giyilmesinin mubah olduğuna delâlet ediyor, Haram kılınması, mubah
sayılmasından sonradır. Böylece ipek elbisenin giyilmesinin yasaklanmasının,
daha önce mubah olduğu hükmü neshettiğini anlıyoruz. Nitekim bu, aynı zamanda
İmam Ebû Hanîfe'nin, Ebû Yusuf'un, Muhammed'in ve ekseri ilim adamlarının
kavlidir.[434].
İpek elbisenin ergen
olmayan çocuklar için de haram olduğunda ilim adamlarının ittifakı. yoktur.
Çoğuna göre, onlar hakkında da tahrîm hükmü câridir. Çünkü hadîste «ümmetimin
erkeklerine» buyurulmuştur ki, bu küçük, büyük her erkeği kapsamına alan bir
tabirdir. Nitekim Ebû Davud'un Sevbân'dan (R.AJ
yaptığı rivayette, adı geçen şöyle demiştir; «Peygamber (A.S.)
Efendimiz bir savaştan döndüğünde, kızı Fatıma'nm evine uğradı, zaten
her savaştan dönüşünde önce Fatıma'ya uğrardı. O gün, Fatıma'nın kendi kapısına
bir (ipek) perde astığı ve Hasan ile Hüseyin'in kollarına bileziğe benzer
gümüş taktığım gördü. O balamdan onlara doğru geldi ama içeri girmedi. Hz.
Fatıma, O'nun o asılı perdeden ve Hasan ile Hüseyin'in kollarına taktığı gümüş
bilezikten dolayı girmediğini zannederek
perdeyi yırttı ve o iki sabinin kollarındaki bilezikleri açıp çıkardı.
Çocuklar da ağlayarak Resûlülllah'a (A.S.) gittiler. Peygamber (A.S.) o
bilezikleri onlardan aldı ve Sevbân'a vererek, bunu falan aileye götür, diye
emretti...» Bu olay, her ne kadar erkek çocuklarına takılan zînet eşyası
hakkında ise de, onların bu hususta mükelleflerin hükmüne tabi olduğuna delâlet
etmektedir. O bakımdan ipek elbise hususunda da mükelleflerle ilgili hükmün
kapsamına girerler.
İlim adamlarından bir
cemaat ise, bu hususlardaki teklif ergen olanlara yöneliktir, küçük çocuklara
değil, demişlerdir. Nitekim Mu-hammed b. Hasan bu konuda şöyle demiştir;
«Çocuklara, ipek elbise giydirmek caizdir.»[435].
Şafiî mezhebine bağlı olan ilim adamları ise, bayram günlerinde erkek çocuklara
ipek elbise giydirmekte bir sakınca yoktur, demişlerdir. Çünkü çocuklar ilâhî
tekliflerle mükellef değillerdir.
347 nolu Ebu Musa
hadisini aynı zamanda Hâkim tahrîc etmiş ve Taberânî sahîhlemiştir. Ancak
isnadında Said b. Ebî Hind bulunuyor ki, bu zatın Ebû Musa'ya yetişmediği
söylenir. O bakımdan îbn Hibban kendi Sahîh'inde, «Said b. Ebî Hind'in hadisi
malûldür, sahih sayılmaz», demiştir Tirmizî ise bu hadîsi sahîhlemiştir. İbn Hazım
da sahîh olduğunu belirtenler arasında bulunuyor.
Darekutnî ise, aynı
hadîsi Nâfı'dan, o da Saîd b. Ebi Hind'den, o da Ebû Saîd'den rivayet etmiştir.
Bu konuyla ilgili bir
başka hadîsi Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvud, Nesâı, İbn Mâce ve İbn Hibban şu
lâfızla Ali b. Ebi Tâlib'den (R.A.) rivayet etmişlerdir: «Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz ipeği sağ eline, altım sol eline aldıktan sonra şöyle buyurdu:
Şüphesiz ki bu ikisi, üm-motirnin erkeklerine haramdır.»
Az yukarıda aynı
hadîsi Ebû Cafer et-Tahavî'nin de rivayet ettiğini belirtmiştik. Ancak İbn
Mâce bu rivayetin son kısmını şu fazlalıkla teabit etmiştir: «Kadınlarına ise
helâldir.»
Abdülhakk'ııı Ali b.
Medenî'den yaptığı rivayete göre, Ali şöyle demiştir: «Bu hadîs hasendirve
ricali de tanınmış kişilerdir.» isnadında Yezîd b. Ebî Habîb ve Eflah adında
iki kişi bulunuyor ki, îbn Kattan onları cehaletle vasıflamış ve o bakımdan
hadîs malûldür, demiştir.
Yine bu konuda
Beyhakî, Akabe b. Amir'den isnad-ı hasen ile bir hadis rivayet etmiştir. Ebû
Musa hadîsinin bir benzerini İbn Ma-ce, Bezzar, Ebu Ya'lâ ve Taberânî,
el-İfrikıyJye isnad ederek rivayet etmişlerse de, el-İfrikıy'nin zayıf olduğu
tesbit edilmiştir. Nitekim Taberânî ve İbn Hibban onu zayıflar arasında
zikretmişlerdir. Ay-rıoa hadîsin isnadında Sabit b. Zeyd bulunuyor ki; Ahmed b.
Hanbel onun birçok münker rivayetleri olduğunu söylemiştir. İbn Hibban ise,
«onun hadîsinde galip gelen şey, vehimdir. O bakımdan münferit kaldığı
rivayette onunla ihticac edilmez», demiştir.[436]
Bütün bu tesbitlerle
beraber Ebu Musa hadîsini kuvvetlendiren birçok rivayetlerin tesbiti, konuya
sıhhat kazandırmakta ve istidlale uygun olduğunu ortaya koymaktadır.
348 nolu Ali (R.A.)
hadîsi sahihtir ve ipek elbisenin erkeklere haram, kadınlara helâl kılındığına
açık delildir.
349 nolu Enes b. Mâlik
hadîsi de sahîh kabul edilmiş ve yukarıdaki Ali hadisini kuvvetlendirir
anlamda bir hüküm taşıdığı ortaya konmuştur. [437]
1- İpek
elbise giyinmek, ipek yaygı ve döşek
üzerinde oturmak erkeklere haram kılınmıştır.
2-
Kadınların ipek elbise giyinmelerinde,
ipek yaygı, döşek ve benzeri eşya kullanmalarında bir sakınca yoktur.
3- Ergen
olmayan erkek çocuklarına ipek elbise
giydirmeğe cevaz verilmiştir. İlim adamlarından bir kısmı, bunlar için
tahrîm hükmünün geçerli olduğunu söylemişlerse de,
cumhurun görüşü bunun hüâfmadır.
4-
Erkeklerin altın zinet taşımaları,
kullanmaları haramdır. Kadınlar için helâldir.
5- Giyilen
elbisede iki parmak kadar ipek kordon bulunursa buna cevaz verilmiştir.
6- Elbise
astarının veya üzerinde oturulan döşek ya da yaygının astarının ipek olması ve
alt tarafta kalması sakıncalı değildir. Ancak müctehid imamların bu husustaki
tesbit ve ictihadları farklıdır. O bakımdan meseleyi biraz daha açıklığa
kavuşturmak için, ilgili hadîsleri ayrı bir başlık altında nakletmeyi ve
imamların görüşlerine yer vermeyi uygun bulduk. [438]
Amaç, erkeklerin bu
gibi lüks sayılan eşyaya ilgisini azaltmak ve onları hayat adamı olarak her an
sahnede çalışır halde görmektir. Kaldı ki, ipek yaygıya ve benzeri eşyaya
cevaz veya ruhsat verildiği halde, tahrîm hükmü hedefine ulaşmamış olur, Oysa
İslâm'ın genel kaidelerinden biri de şudur: Yasaklanan bir şeye vesile ve vasıta
olan veya ona kapı açan her şeyi de yasaklamak gerekir.
İlgili hadîsler:
Huzeyfe (R.A.)'den yapılan rivayette demiştir ki:
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bizi altın ve gümüş kaplardan (su veya herhangi bir meşrubat İçmemizi
ve onlarda yemek yememizi ipek ve dîbac (atlas denilen kalınca ipekten
dokunmuş) elbise gi-lyinmemizi, bunların
üzerinde oturmamızı yasakladı.»[439].
Hz. Ali (R.A.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.) Eefendimiz meyasir üzerine
oturmamı yasakladı.»[440].
Meyasir, daha çok
Mısır ülkesinde Kass bögesinde kadınların, kocaları için, binekleri üzerine
koyup oturmaları için yaptıkları yumuşak ipek yüzlü minder, demektir.
Hz. Ömer (R.A.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ipek (minder, yaygı ve benzeri
şey) üzerine oturmayı men'et-ti, ancak Peygamber (A.S.) işaret ve orta
parmağını kaldırıp birleştirerek, ancak şu kadarı müstesnadır, dedi.[441].
Buharı hariç beşlerin
rivayetinde ise hadîsin son kısmı şu lâfızla tesbit edilmiştir: «Resûlüllah
(A.S.) Eefendimiz ipek giyinmeyi yasakladı, sadece iki parmak veya üç parmak
veya dört parmak yeri (kadar) yasaklamadı.»
Esma (R.A.)'dan
yapılan rivayette: O, birtane Tayalise
CTayla-san) cübbesi çıkardı ki
üzerinde Kisra ülkesine ait birkanş
(eninde) dîbac (kalınca ipek) yaka bulunuyordu ve cübbenin ön iki kanadı
onunla kaplı idi. Hz. Esma (R.A.), şöyle
dedi: «Bu, Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin (hayatta iken) giyindiği cübbedir. Hz. Âişe'inin yanında
idi. O vefat edince, cübbeyi ben aldım. Hasta için onu suya bandırıp (içirmek
veya üzerine serpmek suretiyle) şifa dileriz.»[442] Muâviye (R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir
ki: «Resûlüllah (A.S.Î Efendimiz kaplan derisinden (yapılmış eyer,
semer, döşek ve benzeri şey) üzerine binmeyi ve az bir parça dışında altın
takınmayı yasakladı.» [443]
Hadîsleri açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Altın ve
gümüş kaplardan su içmek veya onlardan yemek yemek haramdır. Bu hususta, erkek
ve kadın farkı söz konusu değildir.
2- Altın
veya gümüş kapları süs eşyası olarak evde bulundurmak caizdir. Çünkü
Resûlüllah (A.S.) sadece onların kullanılmasını yasaklamıştır.
3- İpek elbise
giyinmek ipek yaygı, döşek ve benzeri
eşya üzerinde oturmak, erkeklere haramdır;
kadınlara mubahtır.
4- At
eyerini ipekle kaplamak ve üzerine o vaziyette oturmak da haramdır.
5- Giyilen
elbisenin yakası veya kenarları iki veya üç, ya da parmak eninde ipek olursa,
buna cevaz verilmiştir. Ancak müctehit imamların farklı tesbit ve ictihadlan
olmuştur.
6 - Kaplan
derisinden imal edilen eyer, semer ve minder üzerine oturmak haramdır.
7- Altın
işlemeli elbise de giyinmek yasaklanmıştır.Ancak altından imal edilen zînet
eşyası, aşırı olmadığı takdirde, kadınlar için takınmaları mubahtır.
Hadîslerin ışığında
müctehit imamların ve diğer ilim adamlarının görüş, tesbit, istidlal ve
ihticaclari:
a)
Haııefüere göre:
îpek elbise erkeklere
haram kılınmıştır. Onlar bu hususta yuka-| rıda geçen hadîslerle istidlal
etmişlerdir. Özellikle Hz. Ömer'e (R.A.) S Peygamber (A.S.) Efendimiz
tarafından gönderilen kaim ipek ku-$ maştan üstlükle ilgili rivayeti senet
olarak seçmişlerdir. Resûlüllah' P m (A.S.) kaim ipketen imal edilmiş hırkayla
dışarı çıktığı hadîsinin S ise mensûh olduğunu, yani hükmünün kaldırıldığım ve
O'nun bu İ elbiseyi savaşta değil, savaş dışındaki bir günde giydiğini ve ondan
J sonra bir daha giymeyip yasakladığını ihticacla tahrim hükmünün ( baki
kaldığını belirtmişlerdir.
Savaş halinde ise,
İmam Ebû Hanîfe, İmam Ebû Yusuf ve İmam İ Muhammed'e göre, ipek elbise giyinmek
haram değildir. Çünkü bu-i! na lüzum vardır. Hem sıcaktan korur, hem düşmanın
moralini ba-ı| zar, hem taşınması hafif olur.
Yastık, döşek, minder,
yaygı ve benzeri ipek eşyayı kullanmak, | yatmak ve dayanmak İmam Ebû Hanîfe'ye
göre mekruh değildir, fi İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre, mekruhtur.[444]
Altından mamul zînet
eşyasını erkeklerin kullanması haram-| dır. Çünkü Resûlüllah (A.S.) Efendimiz,
altınla ipeği tutup kaldıra-| rak ikisinin de ümmetinin erkeklerine haram
kılındığını açıklamış-s tır, Ha neftler bu meselede Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvud,
Nesâî, îbn | Mâce vs İbn Hibban'm rivayet ettikleri Ali b. Ebî Tâlib (R.A.)
ha-I dî&iyle istidlal etmişlerdir. İpek elbise kadınlara haranı kılmmadığı
I gibi, altından imal edilen zînet eşyasını takınmak da haram kılm-I mamıştır.
Ancak altın ve gümüş kaplan kullanmak, mutfakta sof-[] raya koymak hem
erkeklere, hem de kadınlara haram kılınmıştır. I Erkeklerin gümüş yüzük takınmalarına ruhsat
verilmiştir.[445].
b) Şâfiîlere göre:
Erkeklerin ipek yaygı
ve benzeri eşya üzerinde oturmaları, ipek yastık veya kanepe gibi bir şeye
dayamp oturmaları caiz değildir. Ancak arada başka bir kumaş ipeği örter
şekilde bulunursa, o takdirde bir sakınca yoktur. Bunun gibi, erkeğin, eşine
ait ipek döşek üzerinde yatması ve ipek çadır altında oturması da haramdır. Zarurî
hallerde ise buna ruhsat verilmiştir[446].
Altın ve gümüş
kapların kullanılması hem erkekler, hem kadınlar için haramdır. İster kabın
tamamı, ister büyük bir kısmı al-tın veya gümüş olsun farketmez. O bakımdan bir
kaba yama olarak yapıştırılan altın veya gümüş süs içinse veya büyük bir yama
ihtiyâçtan dolayı ise, o kabın kullanılmasının mekruh olduğu belirtirmiştir.[447]
c) Hanbelîlere göre:
Daha önce de
belirttiğimiz gibi, bu mezhebe göre de, ipek ku-. maşı hem namazda seccade
olarak, hem de oturmak için yaygı, döşek ve benzeri şeylerde kullanmak
haramdır .[448]. Ancak bunlar
kullanıldığı halde kuman namaz yine de sahih sayılır, çünkü na-mızın
şartlarından birini ihlâl etmemektedir. Ne var ki, zarurî bir hal olmadığı
halde belirtilen hususlarda kullanmak haram olduğumdan, kullanan kimse büyük
günâh işlemiş olur.[449].
d) Mâlikîlere göre:
îpek elbise giyinmek
nasıl haramsa, üzerinde oturmak da, iti-mad edilen kavle göre, haramdır. Eşinin
ipek döşeği üzerinde onunla birlikte oturduğu takdirde, bazısına göre, bir
sakınca yoktur.[450] Bu
mezhebe göre de, altın ve gümüş kap kullanmak hem erkeklere, hem kadınlara
haramdır. Kadınların altından mâmûl süs eşyası kullanmaları ise caizdir.
Altın ve gümüş kaplar
hakkında .birinci ciltte mezheplerin görüş ve tesbitlerini açıklamış
olduğumuzdan burada fazla teferruata inmek istemedik.
Konuyla ilgili
hadîslerin sahih olduğu dikkate alınınca, başka bir yorum ve tahlile de gerek
görmedik. [451]
1- îpek
elbiseyi giymek haram olduğu gibi, ipek yaygı, döşek ve "benzeri şeyler
üzerinde oturmak da haramdır. Tabii bu tahrîm erkekler içindir.
2- Kadınların, ipek yaygı, döşek ve benzeri şeyler üzerinde
oturmaları caizdir. Mezheplerin bu hususta ittifakı vardır.
3- Altın ve
gümüş kaplardan su içmek, onlardan yemek yemek ve mutfakta bu maksatla
kullanmak haramdır.
4- Altın ve
gümüş kaplan süs eşyası olarak evde bulundur-jmak caizdir.
5- Kadınlar
altın ve gümüş süs eşyası kullanabilirler, aşırı olmadığı takdirde
bunda kerahet yoktur.
6- Altın ve
gümüş olmayan kaplara altın ve gümüş yama veya motif konulmuşsa, bu gibi
kapları mutfakta kullanmak mekruhtur. Ancak mezhep imamlarının sözü edilen
yama ve motiflerin büyüklük ve küçüklüğüne, kullanılırken ağız kısmına gelen
yerde olup olmadığına göre,
birtakım görüş ve
ictihadları olmuştur. Birinci
ciltte kısmen onları nakletmiş bulunuyoruz.
7- Elbisenin
yaka, yen.ve yırtmaç kısmında üç veya dört parmak eninde ipek kumaş kullanmaya
ruhsat verilmiştir. Müctehitle-rin bu nisbet hakkında da görüşleri biraz
farklıdır. Cumhurun da görüşü budur. Ancak Mâlikîler, bu nisbetin biraz daha
fazla olmasında bir sakınca bulunmadığını belirterek garip bir görüş ortaya
koymuşlardır.[452]
Altın ve gümüş kap
kullanmak haram kılındığı gibi, erkeklerin altın ve gümüşten mamul süs eşyası
kullanmaları da haram kılınmış, sadece gümüş yüzük kullanmaya ruhsat
verilmiştir. Kadınların ise, bu iki madenden yapılan süs eşyasını aşırı olmamak
şartıyla kullanmaları caiz dir ki, buna da yeterince temas etmiş bulunuyoruz.
Sözünü ettiğimiz
hususların dışında altın ve gümüş madeniyle diş kaplatmak veya kesilen bir
organın yerine onlardan koymakta bir sakınca var mıdır? Müctehit imamlarla,
ilim adamlarının bu mesele hakkındaki tesbit, görüş, içtihat ve istidlalleri
nelerdir? Bunları cevaplamak için güvenilir kaynak eserlerden gereken nakilleri
yapmamız gerekmektedir.
Ahmed b. Hanbel'in,
Abdullah et-Teymî tarikiyle yaptığı rivayette, Hz. Osman'ın (R.AJ dişlerini
altınla kaplattığı belirtilmektedir.[453]. Hz
Osman'ı (R.AJ gören adamın bu hususta «tadbib» tabirini kullandığını görüyoruz
ki, bu, dişleri altınla besleyip semizlen-dirmek mânasına delâlet eder.
Arapçada diş kaplatmaya «şeddü'1-es-nan» denildiği gibi, «tadbîbü'l-esnan» da
denilmiştir. Nitekim Şeyh Mecdüddin el-Fîruzâbâdi bu kelimeyi şöyle
açıklamıştır: «Tadbîb, tef'ü kalıbında, bir nesne üzerini oduğu gibi kaplayıp
kuşatmaktır.»[454]
Sahabeden Arfece'nin
(R.AJ Yevmü'1-küâb savaşında burnuna isabet eden bir kılıç darbesi neticesi bu
organının önemli bir kısmı kesilmiş bulunuyordu. O da gümüşten bir burun
yaptırıp takdirdi. Resûlüllah (A.SJ Efendimiz onu görünce, altından burun
yaptırıp taktırmasını emretti. O da bu emri üzerine altından bir burun edindi
(yaptırıp taktı!.»[455]
Bu rivayetlerin ışığı
altında mezheplerin görüş, tesbit ve istidlal leri:
a)
Hanefîlere göre:
Sallanan dişi altınla
sıkıştırmayı îmam el-Kerhî (R.AJ caizdir diye belirtmiş ve buna muhalefet eden
olup olmadığım zikretmemiş-tir. el-Câmiussağir'da ise, İmam Ebû Hanîfe'ye göre,
mekruh olduğu; İmam Muhammed'e göre mekruh olmadığı rivayet edilmiştir. Gümüş ile sıkıştırmak ise, bi'1-icma'
caizdir. Bunun gibi burnu kopan i kimsenin altından imal edilen burun takması
da ittifakla mekruh i değildir. Çünkü
gümüşten yapılan burun kokabilir, aynı zamanda
okside olmaya müsaittir.
Altın ise hem kokmaz, hem okside olmaz.
O bakımdan altın
takmakta zaruret vardır ve böylece hürmet itibarı kendiliğinden düşmektedir.[456].
Hanefîler bu görüş ve
tesbitlerinde Arfece hadîsiyle istidlal etmişlerdir. O bakımdan İmam Muhammed,
bu' rivayete dayanarak dişlerin altınla kaplanmasının caiz olduğunu
söylemiştir. Bunun gibi, gümüşle de kaplatmakta bir sakınca yoktur. Çünkü bu
iki maden hürmet-i isti'malda eşittirler. Hem kaplama dişe tabi' oluyor, o
bakımdan diş asıldır. Asla tabi' olan şey, aslın hükmünü alır.[457]
Düşen dişin yerine
ölmüş bir kimsenin dişini çıkarıp takmak, bi'1-icma' mekruhtur. Aynı zamanda
düşen dişi tekrar yerine oturtup kullanmak da mekruh sayılmıştır. Bu husuta
İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'in görüşü aynıdır. İmam Ebû Yusuf ise,
kişinin düşen dişini alıp yerine oturtması (şayet mümkünse), caizdir, bunda
bir sakınca yoktur. Ama başkasının dişini takmak mekruhtur. Şer'î şekilde
kesilen bir koyunun dişini alıp takmakta da bir sakınca görülmemiştir.
İmam Ebû Yusuf, düşen dişi
yerine oturtma hususunda şöyle bir gerekçe ileri sürmüştür: Düşen dişin yerine
konulması, daha iyi uyum sağlar ve kapanması umulur. Bu bedenden kopan bir
organ veya bir parçanın yerine yapıştırılıp kaynamasını sağlamak gibi olumlu
bir sonuç verebilir.[458].Başkasının
dişini nakledip o yere yerleştirmek ise böyle bir ihtimal taşımamaktadır.
Görüldüğü gibi, İmam
Ebû Yusuf bir takım ihtimaller üzerinde durmuş, hem başkasının bir organım
nakletmenin doğru olmayacağını, hem de nakledilen dişin konulduğu yerle uyum
şağlamıyacaği-nı ve dolayısıyla bir kaynama olmayacağını söylemiştir.
Kâsânî bu konuya
epeyce yer verdikten sonra organ nakline geçiyor ve Hanefîlerin görüş ve
içtihadını şu sözlerle naklediyor: «Ademoğulundan kopup ayrılan bir parçayı
(bir organı) alıp başka bir adamda) kullanmak bir bakıma ihanettir. Çünkü
insan bütün cüzleriyle (organlarıyla) mükerremdir. Ama kişinin kopan kendi
parçasını alıp yerine oturtmakta bir ihanet söz konusu değildir. Çünkü o,
kendi parçasıdır.»[459].
Fetâvâ-yı Hindiyye'de
Hanefîlerin görüşü ve içtihadı az farklı bir ifadeyle şöyle belirtilmektedir;
İmam Muhammed, el-Camiussa-ğir'de diyor ki: «Dişler altın ile sıkıştırılmaz,
gümüş ile sıkıştırılır.» Bununla, dişler sallandığında adam onların düşmesinden
endişe duyduğu zaman, yerinde sıkıştırıp kullanır hale getirmek için onu gümüşle
sıkar, altınla değil, mânasını kasdetmiştir. 'Bu, İmam Ebû Ha-nîfe'nin
kavlidir. İmama Muhammed ise, «Onu altınla da sıkıştırabilir, demiştir. İmam
Muhammed el-Camiussağîr'de İmam Ebû Yusuf'un kavlini zikretmiştir. Bazısına
göre, o, İmam Muhammed'le, bazısı-nagöre ise, İmam Ebû Hanîfe'yle beraberdir.
el-Hâkim ise
el-Münteka'da diyor ki: «Bir adamın dişi sallanır da onun düşmesinden endişe
ederse, onu altınla veya gümüşle sıkıştırabilir, bunda İmam Ebû Hanîfe ile
İmam Ebû Yusuf'a göre bir sakınca yoktur.»
el-Hasen'in Ebû
Hanîfe'den yaptığı rivayete göre, Ebû Hanîfe'nin bu hususta diş ile burun
arasında fark bulunduğunu, dişin altınla sıkıştırılmasında bir sakınca
olmadığını, burunda ise mekruh olduğunu söylemiştir.»[460].
Diş kaplatırken veya
doldururken abdest veya gusle gerek var mıdır? Çünkü hanefîlere göre, abdestte
ağızm içi yüzden sayılmaz. Şâfiîler de aynı görüştedirler. Gusülde ise,
Hanefîlere göre, ağza su alıp çalkalamak farzdır. Şâfiîlere göre, farz değil,
sünnettir. Meselenin zahirine bakıp gusül abdesti almadan dişini kaplatan veya
dolduran kimsenin ağzının içi, yapacağı gusül abdestinde tamamen yı-kanmayıp
kaplanan dişlerin altına su nüfuz etmiyeceğinden gusül abdesti yerine gelmemiş
intibaını verir. Oysa gerçek hiç de öyle değildir. Çünkü çürüyen dişin üzrine
geçirilen altın veya gümüş kaplama ve bir maddeyle yapılan dolgu o dişin hemen
hükmünü almaktadır. Tıpkı yara üzerine sarılan sargı bezi gibi.
Nitekim Kâsânî bu
meseleye açıklık getirerek şöyle demiştir:: «Kaplama dişe tabi'dir, tabiiyet de
asim hükmünü taşır.»[461].
Yani gerek abdestte, gerekse gusülde ağıza alman su ile kaplamanın ıslanması
yeterlidir. Çünkü o bağlı bulunduğu dişin hükmünü almıştır. Bu bakımdan diş
kaplatmadan ve doldurmadan önce abdest ve gusle gerek yoktur.
Şafii mezhebine
gelice, yukarıda belirttiğimiz gibi, gerek abdestte, gerekse gusülde ağzın
içini yıkamak farz değildir, O bakımdan, kaplanan bir dişten dolayı abdest veya
gusül yerine geldi mi, gelmedi mi? diye bir soru ortaya çıkmaz.
b)
Mâlikîlere göre:
Bu mezhebe göre, dişi
düşen kimsenin onun yerine altın yeva gümüşten mamul diş takması ve burnu kopan
kimsenin de onun yerine altın veya gümüşten burun yaptırıp takması caizdir.[462]
Mâlikîler diş
kaplatmak ve altın ve gümüş diş takmak konusunu cevaz hükmüyle belirtirken,
bunun abdest veya gusle engel olup olmayacağını konu bile edinmenıişlerdir.
c) Şâfülere göre:
Bu mezhep imamları da,
kadın ve erkeğin altın veya gümüşten kesilen burunun yerine burun takılması,
dişleri düşen kimsenin onların yerine altın veya gümüşten dış yaptırıp
taktırması, kopan parmağının yerine altın veya gömüşten parmak yaptırıp
takması caiz^ dir derken, abdest ve gusüle engel teşkil edip etmiyeceği hususu
üzerinde durmaya lüzum görmemişlerdir. Nitekim cebire konusunda, yara üzerine
sarılan sargı üzerine meshedilir derken, sargı bezinin altını yıkamak gerekir
diye bir icdihad ortaya koşmamışlardır.[463]
d) Hanbelîlere göre:
Sargı, yara üzerine
abdestli bir halde konulmuş ve yara sınırını aşarak sağlam kısımlardan bir
kısmını da kaplamışsa, o takdirde, abdest veya gusülde üzerine meshedilir,
taşan kısımdan dolayı teyemmüm eder. Taharet üzerine bulunmadığı halde yara
üzerine sargı sararsa, o takdirde sağlam azalan yıkar, ve sargılı yer için
sadece teyemmüm etmesi gerekir, artık orayı meshetmez.[464]
Diş kaplatmak veya
doldurmak ise bunun ötesinde bir hüküm taşımaktadır; şöyle ki, kaplanan diş
artık öyle kalıp devam edecektir. O bakımdan yapıştığı yerin hükmünü almış
sayılır. Bununla beraber Hanbelüerin cebire hakkında görüşleri dikkate
alınınca, dişleri kaplatmadan veya doldurmadan önce abdest alması daha isabetli
olur, o takdirde teyemmüme gerek kalmaz.
Bu konuda
Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı adlı eserimizin 4/63-67'de bazı bilgiler vermiş bulunuyoruz.
Meraklıların o kısma müracaatları tavsiye olunur. [465]
1- Diş
kaplatmak ve doldurmak caizdir.
2- Çürüyen
dişi altın veya gümüşle kaplatmakta bir sakınca yoktur.
3- Burun,
kulak gibi bir organın kesilmesi sebebiyle yerine altın veya gümüşten burun
veya kulak yaptırıp taktırmakta da caizdir.
4- Diş
kaplatmadan veya doldurmadan önce abdest almak veya gusletmek gerekmez.
Kaplanmakta kullanılan altın veya gümüş bağlı bulunduğu yerin hükmünü alır. Hem
Hanefîlere göre, abdestte ağız yıkamak farz ve vâcib değildir. Şâfülere göre,
hem abdestte, hem gusülde ağzı yıkamak vâcib değildir, sadece sünnettir.
Ancak Hanbeli
mezhebine göre, taharet üzere kaplanmamış s a, o takdirde abdest aldıktan sonra
teyemmüm edilir. Bu da mezhebin görüşünü yansıtan rivayetlerden biridir.
Cebireye kıyas edilir mi, edilmez mi? İkisi arasında müşterek illet, yani menat
var mıdır, yok mudur? Bu da ayrı bir konu.
5- Ölü veya
diri bir insanın bir organım diğer bir insana nakletmeyi Hanefiler mekruh
saymışlardır. Çünkü insan mükerrem ve muhteremdir.
Bu hüküm kıyas yoluyla
ortaya konmuş bir içtihattır. Günümüzde üzerinde en çok durulan konulardan
biri de «organ nakli» dir. O bakımdan bunun caiz olup olmadığına daha çok ilim
adamlarının cumhuru karar verebilir.[466]
Önce «suret» nedir, ne
değildir? Ayet ve hadîslerde geçen bu tabirden maksat nedir? Bilmemize gerek
vardır. Aksi h'alde konuyu sağlıklı biçimde anlayıp kavramamız çok zor olur.
Sözlükte, timsal,
şekil, kıyafet gibi manâlara gelir. Osmanlıcada timsal, suret, resim diye
belirtilmiştir. O bakımdan heykele «tim-sal-i mücessem»' denilmiştir. Kıyafet
ise, bir şeyin dış görünüşü, bir kimsenin giydiklerinin bütünü, kılık gibi
manâlara delâlet etmektedir.
Suret denilince
«resim» anlaşılır ma? Her ikisi de Arapçadır. Resim, yazmak ve iz bırakmak
mânasına delâlet eder. O bakımdan kök ve sözlük manâları bakımından birbirinden
farklıdırlar. Sonraları biri diğeri yerinde kullanılmıştır. Özellikle
Osmanlıcada buna sık sık rastlamak mümkün.
Kur'ân'da ise suret
kelimesi altı yerde geçer. Dört yerde fiil şeklinde, bir yerde masdar, bir
yerde de sıfat şeklinde zikredilmiştir. Hemen hepsi de vücut yapısını, aldığı
biçimi ve üzerindeki hatları yansıtır anlamdadır. Ayrıca ruh ve karakter
yapısına da dolaylı şekilde delâlet ettiği söylenir. Nitekim hadîs-i şerifte
«Şüphesiz Allah, Adem'i kendi sureti üzere yarattı.»[467]buyurulmuştur.
İlim adamları bunu, yukarıda belirttiğimiz gibi, ikinci mânaya, basar ve
basiret yeteneğine hamlederek manâlandırmışlardır ki, bunda ilâhî sıfatın
tecellîsi söz konusudur.
Şeyh Mecdüddin
Firuzâbadî'nin Bas âir' deki açıklamasını mütercim Asım şöyle nakletmiştir:
«Suret, a'y&n-i eşyanın mabihil-intikaş olup ve sairden mabihi'l-imtiyazı
olan nesneden ibarettir. Bu da iki çeşittir: Biri mahsusdur ki, hassa ve amme,
belki mutlaka insan ve ekseri hayvanatı idrak eder insanın, himar ve feresin
bilmuayene suretleri gibi. Diğer ise, makuldür ki onu hasse idrâk edip amme idrak
eylemez, insana muhtass olduğu akıl ve rüyet ve her şeyin mahsus olduğu maani
gibi «Allah Adem'i kendi sureti üzerine yarattı» hadîsinde suretten murad,
insanın muhtass olduğu heyet ve kıyafettir ki, basar ve basiretle müdriktir ve
Hak Teâlâ onunla insanı mahlûkatı kesîre üzere tafdîl eylemiştir ve burada Hak
Teâlâ'ya izafeti ala sebilil’l-mülk olup haşa ala vechi’l-ba’ziye ve’t-teşbih
değildir. Nitekim <beytullah>, <naketullah> ala sebilit-teşriftir.
O halde hadisin manası şöyledir: <Allah Ademi kendi sıfatı üzerine yarattı>[468]
A.) Vâlidemiz'den
yapüan rivayette, demişti ki:
«Şüphesiz ki
Peygamber (A.S.) Efendimiz, evinde üzerinde sa-lîb (canlı
resmi ve şekli) bulunan hiçbir şeyi bırakmayıp mutlaka bo )
zardı.»[469]
Aynı hadisi Ahmed b.
Hanbel kendi müsnedinde şu lafızla rivayet etmiştir: «Peygamber (A.S.)
Efendimiz evinde, üzerinde salip bulunan hiçbir elbise bırakmaz, mutlaka bozup
değiştirirdi.»[470]
Yine Hz. Âişe (R.A.)
Vâlidemiz'den yapılan rivayete göre, kendisi üzerinde tasvirler (canlı hayvan
resimleri) bulunan bir perde asmış bulunuyordu. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
içeri girince o perdeyi kopardı. Bunun üzerine Hz. Aişe diyor ki-. «O perdeyi
iki yastık yüzü yaptım. Peygamber (A.S.) Efendimiz dirseğini onlara dayayıp
otururdu>>[471].
Ahmed b. Hanbel'in
kendi Müsrıed'indeki tesbit ve rivayette ise, şöyle denilmektedir: «Ben onu
dirsek dayayıp oturmaya elverişli ikî yastık yaptım. And olsun ki, Peygamber
(A.S.) Efendimiz'in onlardan birine yaslanıp oturduğunu gördüm ki, üzerinde
suret bulunuyordu...»[472]
Ebû Hüreyre (R.A.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Cibril bana geldi ve dedi ki-. Gece sana geldim, ancak içinde bulunduğun eve
girmeme hiçbir şey değil de içinde bulunan bir adam timsali bana engel oldu.
Nitekim Peygamber'in (A.S.Î evinde (o sırada) nakışlı bir perde ve üzerinde
timsaller (resimler) bulunuyordu ve evde bir de köpek vardı. Cebrail
(Peygamber'e A.S. şöyle dedi): «Evin kapısında (ki perdede) olan timsallerin
kafa kısmının kesilmesini emret de onlar ağaç şekline dönsünler ve emret de
perde kesilip yere atılıp basılan iki yastık (yüzü) yapılsın ve emret de köpek dışarı
çıkarılsın.»
Resûlüllah (A.S.Î
Efendimiz de öyle yaptı ve köpeğin bir enik olduğu ve Hasan ile Hüseyin'e ait
olup yatak dolabının altında bulunuyormuş.»[473]
İbn Ömer (R.A.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Şu suretleri işleyip yapanlar, kıyamet gününde azab edilecekler
ve yarattığınız şeyleri diriltin denilecek...»[474].
İbn Abbas (R.A.)'dan yapılan rivayette, bir adam ona
gelip demiş ki: «Doğrusu ben şu tasvirleri yapıyorum, bu hususta bana fet-yâ
verir misin?» İbn Abbas (R.A.) ona şöyle demişti: «Resûlüllah (A. $.)
Efendimiz'den işittim buyurdu ki: «Suret yapan herkes ateştedir ive yaptığı her
surete karşılık bir nefs yaratılıp Cehennem'de ona jazâb ederler. O halde sen
herhalde bu işi yapmak istiyorsan, bari ağaç ve canı olmayan eşya suretleri
yap...»[475] Hadislerin açık delâletinden anlaşılan hükümler:
1- Evin
içinde gerek duvarlarda, gerekse ev eşyası üzerinde jcanlı hayvan resmi
bulundurmak mekruhtur.
2- Özellikle
perde ve benzeri eşya üzerinde insan veya herhangi canlı bir hayvan resmi
bulundurmak yasaklanmıştır.
3- Minder,
yastık gibi yere konulan ve üzerinde oturulan ve yaslanılan eşya üzerinde
bulunması, hürrnet ifade etmediğinden yasaklanmamıştır.
4- Canlılar
arasında insan resminin bulunması daha da sakıncalıdır.
5- Evin
içinde köpek beslemek mekruhtur.
6- Eşya üzerinde bulunan insan veya herhangi bir
hayvan resminin başını silmekle kerahat kalkar. Çünkü o zaman bir canlı resmi
olmaktan çıkar da cansız bir cisim görüntüsünü verir.
Konunun giriş kısmında
suret ve timsal kavramları hakkında kısa bir açıklamada bulımduksa da bu kelime
ve benzerlerinin biraz daha açıklanmasında yarar vardır. Kaynakarıyle İslâm
Fıkhı, adlı eserimizde yaptığımız izahı aynen naklediyorum:
Resim: Kâğıt ve
benzeri düz alam olan şeyler üzerine kalem, boya ve başka araçlarla canlı, ya
da cansız bir şeyin çizilen benzeri demektir.
Suret: Canlı, ya da
cansız bir şeyin dış görünüşü, şekli ve benzeri anlamında daha çok kullanılır.
Timsâl: Üç buudlu,
yani uzunluğu, eni ve derinliği olan ve olmayan yapılmış suret demektir.
Fotoğraf: Belli makina
ve âletlerle gözle görülen şeylerin kâğıt ve benzeri maddeler üzerine tesbit
edilen şekli ve görüntüsü demektir.
Kur'ân'da suret ve
timsal tabirleri geçer. Hadîslerde ise, bu iki tabirle beraber bir de «salîb»,
«tasvir» tabirleri de geçer. İsa Peygamber'in yapılan kabartma veya üç buutlu
şekil ve suretine o bakımdan «salîb» denilmiştir.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların görüş ve- ictihadlari:
a) Hanefîlere göre:
imam Ebû Hanîfe'ye
göre, insan veya diğer bir canlı hayvan resmini evin duvarına asmak, giyilen
elbise üzerinde bulundurmak, sarık ve benzeri başa konulan şey üzerine
nakşetmek, perde ve benzeri eşya üzerinde bulundurmak haramdır. Ama yastık,
döşek, yaygı ve benzeri eşya üzerinde bulunması haram değildir; çünkü bunda
hürmet yok, tahkir vardır.[476]
Bununla beraber içinde
resim bulunan bir eve melek girer mi, girmez mi? hususunu ileride
açıklayacağımızdan burada belirtmeye gerek görmüyoruz.
Suret konusunda
gölgesi olanla olmayan arasında, belirttiğimiz yerlere konulup konulmamasında
fark yoktur.
b) İmam Mâlik'in ve İmam Sevrî'm'n de görüş ve
içtihadı, Ha-nefîlerinkiyle birleşmektedir[477].
c) Şâfiîlere göre, hayvan suretlerini
resmetmek haramdır. Konuyla ilgili diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller:
386 nolu Hz Aişe
(R.A.) hadîsini Nesâî de tahrîc etmiştir. Hadisin zahiri, evdeki bütün eşyalar
üzerinde bulunan suret ve timsalleri, taşıdığı hükmün kapsamına almaktadır. O
halde elbise, örtü ve yaygı gibi eşya üzerinde resim, bulunması haramdır.
Nitekim Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz, Mekke'yi fethettiği gün Kabe'ye girdi, İbrahim ile İsmail
Peygamberlerin, ellerinde fal okları bulunduğu halde suretleriyle karşılaştı
ve şöyle buyurdu: «Allah putperestleri kahretsin. Vallahi İbrahim'le İsmail fal
okları kullanmamışlar ve bunlarla nasiplerini aramamışlardır.»
O bakımdan İmam
Nevevî, hayvanların suretlerini resmetmenin şiddetle haram olduğunu
belirtmiştir.
Seleften bazı kişiler,
gölgesi olan suret ve timsaller haramdır, diğerleri haram değildir, demişse de
bu görüşe pek katılan olmamıştır, aynı zamanda cumhurun görüşüne de ters
düşmektedir. Çünkü Hz. Aişe'nin (R.A.)
kapısının iç kısmına asılı bulunan perdede göl-Jgesi olmayan bir resim
bulunuyordu, —iki kuş resmi olduğu söylenir— bununla beraber Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz perdeyi ye~ ! rinden koparmış ve bölüp başka bir şeyde
kullanması için işarette bulunmuştu. O
bakımdan İmam Zührî, resim hakkındaki yasağın umum ifade ettiğini söylemiştir.
Kadı Iyaz ise, küçük çocukların oynaması için gölgesi
olan ve ^olmayan suret ve resimlerin yapılması ve çocuklara verilmesi haram
değildir, demiştir. Genellikle müctehidler de buna ruhsat verildiğini
belirtmişlerdir. Ancak İmam Mâlik satın alınmasını mekruh saymıştır.
Meyvalı olsun,
meyvasız olsun her türlü ağaç resmine cevaz verilmiştir. Tabiinden Mücahid
müstesna, ilim adamlarının hemen hepsi bu hususta görüş birliği halindedirler.
Mücahid ise, meyvalı ağacın resmini mekruh saymıştır.[478]
390 nolu Ebû Hüreyre
hadisi, içinde suret ve köpek bulunan bir eve melek girmiyeceğine delâlet
etmektedir. Nitekim Melek Cebrail, içerisinde enik bulunan hane-i saadete
girmemiştir. Ancak sözü edilen meleklerden maksat, bereket ve rahmet ile inen
meleklerdir. Yoksa 'iyilik ve kötülükleri yazan ve insanları bazı görünmeyen
şeylerden koruyan melekler değildir. Zira onlar her zaman insanla beraberdirler,
ayrılmazlar.
Buharî, Müslim, Ebû Davud,
Tirmizî ve Nesâî'nin rivayet ettik-, leri diğer sahüı bir hadîste şöyle
buyurulmuştur: «İçinde köpek ve timsal (resim, suret ve heykel) bulunan bir eve
melekler girmez.» Üzerinde hayvan resmi bulunan perdenin, Resûlüllah'm (A.S.) asılı bulunduğu yerden koparıp alması
ve Hz. Aişe (R.A.) Vâlide-miz'in onu bölüp yastık örtüsü yapması
ve yastıklardan birinin üzerinde resimlerden birinin olduğu gibi kalması;
Resûlüllah(A.S.)Efendimiz'in zaman zaman o yastığa dayanıp oturması, bize şu neticeyi
vermektedir: Yere konan eşya üzerinde resim bulunmasından dolayı melekler
girmemezlik etmezler. Çünkü eğer öğle olsaydı, Resûlüllah(A.S.)Efendimiz o
yastığa hem kolunu dayayıp oturmaz, hem de evde bulundurulmasına müsaade
etmezdi.
O bakımdan evde sırf
hatıra olarak albüm ve benzeri yerlerde muhafaza edilip duvarlara ve benzeri
yerlere asılmayan fotoğraflara ruhsat verilebilir.
İslâm dini,
putperestliğin bir daha hortlamaması ve insanların yontulmuş taşlardan,
şekillerden medet beklememesi için, putperestliğe yol açan her türlü şeyin
karşısına çıkmış ve çoğunu haram kılmış, bir kısmım mekruh saymıştır.
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz devrinde daha çok üç buutlu, gölgesi olan heykeller yapılarak
tapılırdı. Bunun yanısıra kabartma resimler ve taş veya kemik, ya da benzeri
şeyler üzerine çizilen suretler vardı. Hemen hepsi de tâ'zîm edilmek, hattâ
ibadete lâyık görülmek üzere hazırlanırdı. Kiliselere nakşedilen melek, Meryem
ve İsa Pygamber'in resimleri bu cümledendi. O bakımdan İslâm Peygamberi Hz.
Muhammed (A.S.) ileride müslümanlann da böyle bir hataya düşmemeleri için,
tâ'zîm derecesinde ne kadar heykel, .timsal, suret ve resim varsa, (canlı
mahlûka ait olmak üzere) hepsini yasakladı. Yastık üzerinde kalan kuş veya.
başka bir hayvan suretini pek yadırgamadı. Zira onda tazimi gerektiren bir
hususiyet yoktu.
Konuyu Şevkanî biraz
daha inceliyerek, hadislerin delâletinde şu sonucu çıkarıyor: «Elbise üzerine
tab'edilenle üç buutlu olan arasında fark yoktur. Bunu Hz. Aişe (R.A.)
Validemizin hadîsi te'yîd etmekte ve Müslim ile diğer hadîs kitaplarında
nakledilen şu rivayet de kuvvetlendirmektedir: «Resûlüllah CA.S.) Efendimiz
-sedir üzerine daha çok konulup Hz. Aişe'ye ait olan üzerinde kanatlı iki at
bulunan bir örtü veya sedir döşeği, ya da elbiseyi yerinden alıp birkaç
parçaya böldü. O sebeple Hz. Aişe onlardan iki yastık yüzü yaptı.» [479]
Yine Buharî, Müslim,
Nesâî ve Muvatta'da yapılan rivayete göre, Hz. Aişe (R.A.) şöyle demiştir:
«Bana ait kapının önünde gölgelikte astığım perde üzerinde suretler
bulunuyordu. O sırada Resûlüllah (A.S.) Efendimiz seferden döndü ve o perdeyi
görünce tutup kopardı ve yüzünün rengi değişti. Sonra da bana şöyle buyurdu: Ya
Aişe! Kıyamet gününde insanlardan en çok azab görenler, Allah'ın yarattıklarına
benzer suretler yapanlardır.»
Yine Buharî, Tirmizî
ve Nesâî'nin İbn Abbas'dan (R.A.) tahric ettikleri hadîste Resûlüllah (A.S.)
şöyle buyurmuştur: «Kim bir suret çizip tasvir ederse, kıyamet gününde Allah o
surette onu ta'zîb eder, o kadar ki, ona ruh üflemesini (emreder) ama o üfleyici
de değildir.»
, Ebû Cafer et-Tahavî
bu konuya ağırlık vererek yirminin üstünde rivayet toplamıştır. Bunlardan on
tanesi, «İçinde suret bulunan bir eve melek girmez.» mealinde veya ona yakın
manâdadır. Diğerleri ise, suret yapanların kıyamet gününde azâb edileceklerine
dairdir.
Her iki gruptan da
önemine binâen birkaç tane meâlen nakletmeyi uygun gördük:
«İçinde suret (canlı
resmi veya heykeli) bulunan bir eve melek girmez.»[480].
«Cebrail bana-dedi ki:
Şüphesiz ki biz, içinde köpek ve bir de suret ve timsal bulunan bir eve
girmeyiz!»[481].
îbn Abbas (R.A.) diyor
ki: Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Beyt'e (Kabe) girdiğinde, orada İbrahim ve
Meryem'in suretlerini gördü. O sebeple şöyle buyurdu: «Onlar duymadılar mı ki,
melekler, içinde İbrahim sureti bulunan bir eve girmez ve İbrahim hiçbir zaman
fal oklarıyla kısmet aramadı...»[482]
Melek Cebrail,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e: «Doğrusu biz, içinde suret bulunan bir eve
girmeyiz» demiştir.[483].
Ebû Zer'a diyor ki,
Ebû Hüreyre (R.A.) ile beraber Mervan b. Hakem'in yanına girdik. İçerde hayli
timsal (suret ve resim) ler vardı. O sebeple Ebû Hüreyre şöyle dedi:
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, Aziz ve Celü olan Allah'ın şöyle buyurduğunu
bildirdi: «Benim yarattığım halk gibi halk yaratan (ona benzetmek suretiyle
canlı resimleri veya heykelleri yapan) dan daha zalim kim vardır? Haydi bir
zerre yaratsınlar veya bir dane yaratsınlar veya bir arpa yaratsınlar
(bakayım)?!»[484]
«Şüphesiz ki bu
suretlerin sahipleri, kıyamet gününde, onlara (ruhî üfleyinceye kadar as&b
edilirler. Onlara: Haydi yarattıklarınızı diriltin denilir.»[485]
el-Leys'ten yapılan
rivayette demiştir ki; Salim b. Abdullah'ın yanına girdim, üzerinde resimler
bulunan kırmızı bir yastığa dayanıp oturuyordu. Aramızda şu konuşma geçti:
— Bu mekruh değil midir?
— Hayır, sadece bundan
bir yere asılanı ve dikilen timsalleri (heykelleri) mekruhtur. Üzerine basılan
ve oturulanında ise bir sakınca yoktur.[486].
Ebû Cafer et-Tahavî
sonra da, suretten maksat neler olduğu üzerinde durup canlı her şeyi kapsayıp
kapsamadığını konu edinerek farklı görüş ve tesbitleri nakletmiştir.
Gerek Ebû Cafer
et-Tahavî'nin, gerekse diğer hadîs âlimlerinin bu konuda rivayet ettikleri
hadîslerin tamamı dikkate alınınca şu sonuç çıkmaktadır: Üstünde kanatlı at
veya kuş resmi işlenmiş bulunan perdeden dolayı Melek Cebrail'in içeri
girmediği ve seferden dönen Resûlüllah (A.S.) Efendimizin o perdeyi görünce
koparıp birkaç parçaya ayırdığı olayı, evde ister gölgesi olan üç buutlu bir
canlı timsali, ister düz bir alan üzerine işlenmiş gölgesi olmayan bir suret
olsun, isterse kâğıt ve benzeri bir cisim üzerine kalemle çizil-fmiş bulunsun,
her üç durumda da meleklerin içeri girmesine engel ;teşkü ettiğine delâlet
etmektedir.
A Nitekim Ebû Hüreyre
(R.A.)'den yapılan rivayette deniliyor ki: Melek Cebrail, içeri girmek istedi,
Resûlüllah (A.S.) ona «gir!» deyince, o da «Nasıl gireyim ki, senin evinde,
üzerinde at ve adam timsali olan bir perde bulunuyor. Onların ya başlarını
koparacaksın, yada bölüp yastık yapacaksın... Zira biz melekler, için timsaller
bulunan bir eve girmeyiz» dedi.[487]
Bu rivayet, «timsal»
denilince, canlı mahlûkun gölgesi olan ve olmayan suretlerinin evde
bulundurulmasının kerahetine delâlet ediyor. Aynı zamanda rahmet ve bereket
indiren meleklerin o evlere girmiyeceğini bildiriyor. Ayrıca üstünde suret
bulunan bir kumaşın yastık veya yaygı olarak kullanılmasında bir sakınca olmadığım-,
perde ve benzeri ev eşyası üzerinde başı kesik hayvan suretlerinin
bulundurulmasında kerahetin kalkacağı ifade ediliyor.
Ebû Hüreyre (R.A.)
hadîslerin delâletini dikkate alarak şöyle demiştir: «Suretten maksat, baştır.
Başı olmayan bir şey suret değildir.» [488]
1- İslâm
Allah'a ortak koşmayı, eşyayı ilâhlaştırmayı yasaklamış ve bunu küfür
saymıştır.
2- İslâm bir
şeyi yasaklarken ona vasıta ve vesile olan şeyleri de yasaklar. İçkiyi haram
kılarken, hem bunun damlasına cevaz
vermemiş, hem de buna vasıta ve vesile olan şeyleri de haram kapsamına
almıştır. Putperestliği yasaklarken, ona yol açan, vasıta olan resim, heykel,
timsal ve sureti de —bir canlıyı temsil ediyorsa — yasaklayıp haram kılmıştır.
Budizm'in aşın putperestliğe gidilmesinin sebeplerinden biri ve belki
başta geleni budur. Buda'ya olan aşırı ilgi ve sevgi onun suretini çizmekle
hedefinden saptırılmış ve zamanla suretten heykele geçilerek ilâhlaştırmıştır.
Mekke'deki putperestliğin temelinde de buna yakın bir dalgalanma söz
konusudur.
3- O halde
ev ve benzeri yerlerde insan veya başka bir canlı resmini, timsalini ve üç
buutlu heykelini asmak, yüksekçe bir yer üzerinde bulundurmak haramdır.
4-
Yaygı, yastık, döşek ve
benzeri eşya üzerinde bulunan
hayvan resimlerinde — ta'zim ifade eden bir husus söz konusu olmadığından— bir
sakınca yoktur.
5- Hatıra
anlamında çekilen fotoğrafların, albüm ve benzeri yerlerde muhafaza edilmesine
ruhsat verilmiştir.
6- İnsan
veya hayvan resim, timsal ve suretlerinin başı kesik-se, buna da ruhsat
verilmiştir. Çünkü o durumda asıl vasfını kaybetmiş ve tazime delâleti kalkmış
sayılır.
7- Ağaç veya
cansız bir eşyanın resmini bulundurmakta, evin duvarına asmakta veya yüksekçe
bir yere koymakta bir sakınca yoktur.
8- İçinde
insan veya hayvan sureti ve heykeli bulunan ve yüksekçe bir yere konulan veya
duvara asılan ve içinde köpek bulundurulan eve rahmet, bereket ve feyiz
indiren melekler girmez.
9- Hafeze ve
diğer koruyucu melekler ise, resim, heykel, timsal ve suret sebebiyle insandan
ayrılmazlar, evlerden uzak kalmazlar. [489]
îslâm, temizliği nasıl
temel kural kabul ederse, güzel giyinmeyi, kibar ve nazik olmayı, alçakgönüllü
ve ülfet etme ve edilme düzeyinde bulunmayı emreder. «Allah güzeldir
,güzelliği sever.»[490]
meâlindeki hadîs, kılık kıyafeti düzeltmenin, güzel elbise giyinmenin, güzel
görünmenin ilâhî mahabbete vesile olacağını haber veriyor.
Resûlüllah CA.S.)
Efendimiz'in günlük hayatını incelediğimizde hep bu güzelliğin misallerini
görürüz. Pejmürde, dağınık ve perişan gezip dolaşanları; üst-başını temiz
tutmayanları, rastladığı her yerde uyardığı ise bir gerçektir. Zira İslâmiyet,
hakiki medeniyeti getirmiş, insanca yaşamanın bütün yollarını açarken bunları
kelimenin dar kalıbında bırakmamış, uygulama alanına getirip örnek ver^ mek
suretiyle eğitim konusu olarak belirlemiştir.
İlgili hadîsler:
İbn Mes'ûd (R.AJ'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
«Kalbinde zerre
ağırlığınca kibir bulunan kimse Cennet'e girmeyecektir.» Bunun üzerine bir
adam: »Adam elbisesinin ve ayakkapla-rınm güzel olmasından hoşlanıyor (sa,
bunda bir sakınca var mıdır?)» deyince, buyurdu ki: «Şüphesiz ki Allah
güzeldir, güzelliği sever. Kibir ise, hakkı inkâr ve defetmek, insanları hakîr
ve aşağı görmektir.»[491]
Sehl b. Muâz
el-Cühenî'den, o da babasından, o da Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'den yaptığı
rivöyet, Resûlüllah şöyle buyurmuştur: «Kim, gücü yettiği halde, sırf Aziz ve
Celiî olan Allah için tevazu göstererek uygun-güzel elbise giyinmeyi
terkederse, Allah (kıyâmat gününde) onu mahlukatm önünde çağırarak da imân
kaftanlarından hangisini dilerse onu seçmekte serbest bırakacaktır.»[492]
İbn Ömer (R.A.)'dan
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Kim dünyada şehvet elbisesi
giyinirse, Allah ona kıyamet gününde mezellet
(horluk, ha-Uirlik) elbisesi
giydiirir.»[493].
Yine îbn Ömer
(R.A.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Kim elbisesini kibir ve gururundan dolayı yerden sürüyüp çekerse,
Allah kıyamet gününde ona (rahmet) nazarıyla bakmaz.»[494]
Yine İbn Ömer (R.A.)'dan yapılan rivayette, Peygamber
(A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Kibir ve gurura delâlet
eden) sarkıtmak, entari, sarık ve gömlekte olur. Artık kim kibir ve gurura
kapılarak bir şey sarkıtıp sürüklerse, Allah kıyamet gününde ona (rahmet)
nazarıyla bakmaz.»[495].
Ebû Hüreyre (R.A.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Kim azgınlık ve kibir göstererek entarisini (ve üstlüğünü sarkıtıp yerden)
çekerse, Allah ona (rahmet nazarıyla bakmaz.»[496].
Hadîslerin açık delâletinden
şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Büyüklük
taslamak, kibir ve gurur gösterip başkasını küçük görmek, Cennet'e girmeye
engel teşkil eden büyük günahlardan biridir.
2- Kibir ve
gurur göstermeksizin, güzel ve düzenli elbise giyinmek müstehabdır.
3- Allah
için tevazu kaftanına bürünerek süslü
ve güzel elbise giyinmeyi terketmekte bir sakınca yoktur; yeter ki, kişinin kıyafeti
temiz ve düzgün olsun.
4- Şehveti
tahrik edecek şekilde elbise giyinmek mekruhtur.
5- Entari
veya üstlüğün eteğini uzatıp yerde sürükleyip çekmek mekruhtur. Bu, daha çok
Arap Yarımadasında uzun entari gi-| yinen erkeklerle ilgilidir.
6 — Sarığın
ucunu uzunca sarkıtmak da mekruhtur. Bir karış kadarını uzatmakta bir sakınca
yoktur.
Müctehit imamların
hemen hepsi, kibir ve gurura vesile kılınmaksızm güzel elbise giyinmeyi
müstehab saymışlar; yırtık, pejmürde bir kıyafetle sokağa çıkmanın sünnete
aykırı olduğunu söylemişlerdir. Ancak kişinin malî gücü güzel ve düzenli
kıyafete yetmediği takdirde, yamalı ve temiz olmak şartıyla eski ve yıpramk
elbise giyinmekte hiçbir sakınca görmemişlerdir. Nitekim îmam Ebû Hanî-fe'nin
en güzel kumaştan elbise diktirip giydiği; İmam Mâlik'in tertemiz ve düzgün
bir kıyafetle Mescid-i Saadet'e gelip ders verdiği birer vakıadır. İmam
Şafiî'nin devamlı îslâmî ilim merkezleri arasında dolaşıp mekik dokuduğu
halde, kıyafetine özen gösterdiği bilinmektedir.
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller:
407 nolu îbn Mes'ûd
hadîsinde, kalbinde zerre ağırlığınca kibir bulunan kimsenin Cennet'e giremeyeceği
belirtilmiştir. Bu ifadeden maksat, gereken cezayı çekmeden Cennet'e giremeyecektir, denilmiştir.
Çünkü «tevhîd ehli»nin Cennet'e gireceğinde hiçbir farklı görüş ortaya koyan
olmamıştır. Aynı zamanda «tevhid ehli»nin âsi ve günahkârlarmmm da Cehennem'de
ebediyen kalmayacağı kesin ifadelerle beyân edilmiştir.
408 nolu Sehl hadîsini, Tirmizî hasenlemiş ve
bunu Abdurrah-man b. Meymun tarikiyle rivayet etmiştir. Nesâî, bu zat hakkında
«leyse bihi be'sün» derken, îbn Maîn, onun zayıf olduğunu söylemiştir. Sehl b.
Muâz'a gelince, İbn Hibbaiı onun «sıka» olduğunu belirtirken, İbn Maîn zayıf
olduğuna dikkatleri çekmiştir.[497]
Hadîsin açık delâleti,
züht, takva ve tevazu yönlerinden, başkasının dikkatini çekecek kadar güzel
elbise giymeyi tefketmekte bir sakınca olmadığı gibi, bazı faydalan bulunduğunu
ifade etmektedir. Konu bu açıdan değerlendirilince, sözü edilen güzel elbiseden
maksadın, âdetin üstünde bir görünüm arzedeni olduğu anlaşılıyor. Nitekim
Hafız İbn Kayyım diyor ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ba-zan tedariki kolay
olan kaba yünden, bazan ketenden, bazanda pamuktan elbise giyinirdi. Yemen'de
dokunan hırkaların çeşitli renklerin den giydiği olurdu. O halde insanlardan
bir kısminin züht ve taabbüd olsun diye Allah'ın mubah kıldığı giyecek, yiyecek
ve evlenilecek şeyleri men'etmeye çalışması; bir kısmının da onların aksine en
nadide elbiseleri ve en güzel yiyecek maddelerini seçmek suretiyle lü-küs
yaşamaya özenmesi, şüphesiz ki Peygamber (A.S.) Efendimiz'in sünnetine
muhaliftir.»
O bakımdan ortalama
bir yol tutup giyim, kuşamda; yiyecek ve içecekte ifrat ve tefritten kaçınmak
sünnete daha uygundur.
Şeyh Ebü
İshak-el-Esfehanî, isnad-i sahîh ile Cabir b. Eyyub.dan şöyle dediğim rivayet
etmiştir: «Salt b. Râşit, ünlü bilgin ve muab-bir İbn Sirîn'in yanma girdiğinde
üzerinde kaim ve kaba yünden dokunmuş bir entari, bir sarık ve bir cübbe
bulunuyordu. îbn Sirîn onun bu kıyafetinden hoşlanmayarak yüzünü ekşiterek
tiksinti duyduğunu belirtti ve şöyle buyurdu: Sanıyorum ki, bazı kimseler, Isa
Peygamberin kaba yünden elbise giydiğini düşünerek öyle giyiniyorlar. Oysa,
sıhhatmdan pek şüphe etmediğim zatların verdiği habere göre, Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz hem keten, hem yün, hem de pamuk kumaşlardan elbise giyinmiştir.
Peygamberimizin (A.S.) sünnetine uymamız elbetteki daha uygun ve daha
lâyıktır...» [498].
Sonuç olarak bu konuda
diyebiliriz ki, vasat ve vasatın üstünde elbise giyinmek niyete göre mana ve
hüküm taşır. Müslüman kimsenin toplum içinde daha güzel, daha düzenli görünmesi
ve hem ameliyle, hem kıyafetiyle misal olması düşüncesinden hareketle, kendine
güzel bir çeki düzen vermesi, elbette mubahtır ve örnek alınmaya lâyıktır.
Bunun aksine başkasına üstünlük sağlamak, kibir ve gurur taslamak için
yapıyorsa, her haliyle günâhtır.
409 nolu İbn Ömer
hadîsinin ricali sahîh isnadı sağlamdır. Râ-vileri sıka (güvenilir) kişilerdir.
Kavilerinden 'Muhammed b. İsa üzerinde konuşanlar olmuşsa da, Ebû Hatim onun
sıka olduğunu söylerken Buharî onun tarikiyle rivayet yapmış ve İbn Hibban onu
sıka (güvenilir raviler) arasında
zikretmiştir.
Büyüklük taslayarak
güzel elbise giyen kimseye, kıyamet gününde misliyle ceza verilir, böylece
mezellet (horluk ve hakirlik) elbisesi giydirilir. Çünkü ceza amelin cinsinden
olur.
Kadınların eteklerini
yere dokunacak şekilde uzun tutmaları,
bu husustaki hükmün dışındadır. Çünkü onların ayaklarının üzerinin Örtülü
bulunması vâcibdir. Ancak kalın çorap giyinen kadınların topuklarına kadar
entarilerini uzun tutmalarında bir sakınca yoktur.
O halde kadınlar sırf
kibir gösterip başkasını küçük görmek için entarilerini lüzumundan fazla uzatır
da etekleri yerde sürünürse, o takdirde kerahet işlemiş olurlar. Bazı ilim
adamlarına göre, erkeklerin de büyüklük taslama niyeti olmaksızın eteklerini
uzatmalarında bir sakınca yoktur, demişlerse de, onların bu görüşü fazla ilgi
ve tarafdar toplamamıştır. Nitekim îmam Şafiî, niyetleri ne olursa olsun,
erkeklerin eteklerini yerde sürünecek şekilde uzatmaları mekruhtur, demiştir.[499]
el-Butî de kendi Muhtasar'mda İmam Şâfü, nin şöyle dediğini nakletmiştik
«Etekleri büyüklük taslayarak uzatmak, ne namazda, ne de namaz dışında
caizdir. Erkeklerin giydiği üstlük, entari ve cübbenin topukları aşması ve biz
bunu büyüklük taslamak için böyle yapmıyoruz diye yorumda bulunmaları da doğru
değildir. Çünkü elbisenin topukları aşması, kibir ve gurur alâmeti olarak
bilinir.
Ancak elbisenin
topuklardan aşağı veya topuk seviyesinde olma hususu daha çok sıcak bölgelerde
entari giyinen erkeklerle ilgilidir ve oraların
âdetleriyle yakından alâkalıdır.
Şafiî'nin görüşünü
benimseyenlerin delili ise, daha çok şu rivayettir: «Entarini bacakların
yansına kad&r uzat, daha fazla uzatmak istiyorsan topuklarına kadar uzat ye
sakın eteğini (daha aşağı sarkacak şekilde) uzatma; çünkü Öyle yapmak kibir ve
gururdur. Allah ise kibir ve gurur (taslayanıî
sevmez.»[500]
Ayrıca şu hadîsle de
istidlal etmişlerdir: Ebû Ümâme (R.A) diyor ki, birara Resûlüllah (A.S.)
Efendimizle beraber bulunuyorduk, derken Amir b. Zürare el-Ansarî ile
karşılaştık ki, üzerindeki üstlüğü yere kadar sarkmış bulunuyordu. Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz onun elbisenin bir ucundan tutup Allah'a karşı tevazu
göstererek şöyle dedi: «Senin kulun, kulun ve cariyen oğlu!..» Bunu Amir işitecek
sesle söyledi ve o sebeble şöyle dedi; «Ya Resûlellah! Doğrusu ben ince
bacaklıyım...» Peygamber (A.S.): «Ya Amir! Şüphesiz M, Allah yarattığı her şeyi
en güzel biçimde yaratmıştır. Ya Amir! muhakkak .ki Allah, eteklerini (yere
kadar) uzatanı sevmez.»[501].
Bu hadîsin ricali
sıkat (güvenilir) kişilerdir. Zahiri ise, Amr'ın böyle yapmakla büyüklük
taslamadığına delâlet ediyor.
411 nolu İbn Ömer
hadîsinin isnadında Abdülaziz b. Revvad bulunuyor ki, bu zat üzerinde
konuşanlar olmuştur. İbn Mübarek, «o insanların en abidi idi.» derken Ebû
Hatim, «o sadûk (doğru ve ibâdete düşkün bir zattır.» demiştir. Ahmed b.
Hanbel, «Hadisi (rivayeti) uygundur» diyerek onu tezkiye etmiştir. İbn Cüneyd
ise, onun zayıf olduğunu belirtmiştir.[502]
îbn Hibban ise ona iki
münker hadîs isnâd etmiştir ki, onlardan biri Abdurrahim b. Harun, diğeri Zafir
b. Süleyman tarikiyle rivayet etmiştir.
Nevevî ise, Müslim
şerhinde onun isnadının hasen olduğunu belirtmiştir. [503]
1- Büyüklük
taslamak niyetiyle ağır kumaştan elbise diktirip giyinmek mekruhtur.
2- Müslümanm
vakar ve şerefine yakışır ölçü ve biçimde güzel elbise giyinmek müstehabdır.
3- Bununla
beraber, daha çok, ifratla tefritten kaçınarak vasat bir elbise giyinmek
takvaya ve sünnete daha yakındır.
4- Şehveti
tahrîk edecek şekilde giyinmek mekruhtur.
5-
Kadınların entari ve dış kıyafetlerinin topuklara kadar uzun - olması
sünnettir. Topuklardan az yukarıya kadar uzanan entari veya mantonun örtmediği
bilek ve yukarısını kaim çorap giyinmek suretiyle örtmeleri de tesettürü
gerçekleştireceğinden caizdir.
6- Sıcak
bölgelerde entari giyinen erkeklerin etek uçlarını topuklardan aşağıya kadar
uzatıp sarkıtmaları mekruhtur. [504]
İslâm, kadına lâyık
olduğu yeri vermiş, onun iffet ve namusunu :korumayı her yönüyle planlamış,
toplum içinde saygı görmesi için iner türlü tedbiri almış ve yollarım,
yöntemlerini belirlemiştir. Onun annelik vakarını zedeliyecek, ruhundaki
incelik ve zerafeti silecek, .çocuk terbiyesinde başarı sağlamasına engel olacak
ve onu bir şeh-:vet oyuncağı haline getirecek her türlü kötü düşünce ve
nazarlardan uzak tutmuş, onun fıtratmdaki cevhere uygun kıyafeti emredip
tesettürün en anlamlı ölçü ve biçimini tavsiye etmiştir.
Kadın cidden İslâmî
bir kıyafet içinde büyümekte, saygınlık kazanmakta ve kem gözlerin şehevî
bakışının tesirini azaltmakta, böylece birçok fitne ve kötülüklerin ortaya
çıkmasına imkân vermemektedir.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Üsame b. Zeyd
(R.A.)'dan yapılan rivayette şöyle demiştir: «Re-sûlüllah (A.S.) Efendimiz,
kendisine Dıhye el-Kelbî tarafından hediye edilen Kıbt kumaşından kesif bir
elbiseyi bana giydirdi. Ben de o elbiseyi eşime giydirdim. Bir ara Resûlüllah
(A.S.) Efendiimiz bana: «Neden o Kıbt elbisesini giyinmiyorsun?» diye sordu.
Ben de «Ya Resûlellâh onu eşime giydirdim», diye cevap verdim. Buyurdu ki:
«Eşine emret de o elbisenin altından bir gömlek (iç çamaşır) giyinsin çünkü
korkarım ki, o elbise içinde eşinizin kemiğinin hacmi (vücut hatları ve tenin
rengi) belirmiş olur.»[505]
Yapılan tesbitlere
göre, Kubtiyye denilen elbiseler kasîf olmakla beraber tenin rengini az da olsa
gösterecek kadar incedir, O bakımdan altından bir şey giymeden kadının sadece
onunla yetinmesi doğru değildir.
Ebu Hüreyre CR.A.Vden
yapüan rivayette, ResûlüHah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu
söylemiştir.
«Ateş (Cehennem)
ehlinden iki sınıfı, kendi asrımda meydana çıkmayacaklarından görmüş
olmayacağım-. (Yan) giyinik çıplak, Hakk'a taâtten (nefs ve iblîs'e) meyledip,
başkalarına da kendi fena fillerini öğreten kadınlar ki, başlarının üzerinde
Horasan develerinin hörgücüne benzer bir görünüm vardır. Onlar Cennet'i
gö-remiyecekler ve onun kokusunu da alamıyacaklardır. Diğer sınıf ise,
yanlarında öküz kuyruğuna benzer kamçılar bulunduran erkeklerdir ki, o
kamçılarla insanları döverler.»[506].
Yine Ebû Hüreyre
(R.A.)'deri yapılan rivayette demiştir ki: «Doğrusu Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz, kadın elbisesi giyinen erkeği, erkek elbisesi giyinen kadını
lânetlemiştir.»[507].
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1-
Kadınların, ten rengini az veya çok belli edecek kadar ince kumaştan elbise
giyinmeleri haramdır. Ancak entarinin
altına, tenin rengini iyice örtecek ve belli etmeyecek kalınlıkta bir gömlek ve
benzeri bir şey giyerse, buna ruhsat verilmiştir.
2-
Kadınların vücut hatları iyice belirecek şekilde dar ve ince elbise
giyinmeleri mekruhtur.
3- Kadınlar
başörtülerini başlarına bir defa dolayacak şekilde örtünürler, böyle yapmaları
müstehabdır.
4-
Kadınların yarı çıplak bir vaziyette sokağa çıkması haramdır. Mahrem
yerlerinden bir kısmını bile açık bulundurmaları dinen yasaklanmıştır.
Uymayanlar için Cehennem ateşi va'dedilmiştir.
5-
Kadınların başlarım açmaları ve o vaziyette sokağa çıkmaları dinen haram
kılınmıştır.
6-
Kadınların saçlarını deve hörgücüne benzer şekilde yaptırmaları, başlarına ona
benzer bir şey dolamaları da dinen yasaklanmıştır.
7- Haklı pir
sebep yokken ellerine kamçı alıp halkı dövenler lanetlenmiştir.
8- Kadın ı
elbisesine benzer elbise giyinen erkekler; erkek elbisesine benzer giymen
kadınlar lanetlenmiş ve bu hareketleri büyük günâhlardan saymıştır.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, istidlal ve
icti-kadlari:
Dört mezhep
imamlarının bu konuda ittifakı vardır. Daha önce belirttiğimiz bazı nüans farkı
dışında esasta bir ihtilâf olmamıştır. O bakımdan kadının teninin rengini belli
edecek, vücut hatlarını iyice gösterecek şekilde ince ve dar elbise
giyinmesini, mahrem yerlerinin az bir kısmı olsun açık bulundurmalarını, yarı çıplak bir vaziyette
sokağa çıkmalarını, saçlarını deve hörgücüne benzetmelerini, erkeklerin kadın
elbisesi, kadınların da erkek elbisesi giyinmelerini haram saymışlardır. Daha
önce bu konuyla ilgili kaynak eserleri dip notlarımızda belirlediğimiz için
tekrarına lüzum görmüyoruz.
et-Tahavî, kadının iki
eli ve yüzü dışında kalan yerlerinin avret olduğunu belirterek ilgili
rivayetleri nakletmiş ve hicab âyetinin inmesi üzerine alman tedbirleri
belirterek aydınlatıcı bilgiler ver-tniştir. Sonra da yabancı erkeğin, kadının yüzü
ve elleri dışında başka tarafına bakmasının haram olduğunu belirterek, ihtiyâç
anında kadının yüzüne ve iki eline bakmakta bir sakınca olmadığına dikkatleri
çekmiştir.
\ Eserimizin hacmi bu
rivayetlere müsait olmadığı ve esasen konunun ana hatları açıklandığı için
onları buraya almaya gerek görmedik.[508]
419 nolu Üsâme
hadîsini aynı zamanda tbn Ebî Şeybe ile Hafız Bezzar İbn Sa'd, Barudi, Taberânî
ve Beyhakî de tahrîc etmişlerdir.
Ebu Davud da buna
benzer bir rivayeti Dıhye b. Halife tarikiyle yaparak şu lâfızla nakletmiştik
«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e Kıbt elbiselerinden birkaç tane getirilmişti.
Onlardan bir tanesini bana verdi ve «bunu ikiye böl, bir parçasını gömlek yap,
diğerini eşine ver de onu başörtüsü edinsin», buyurduktan sonra ayrıldı, sonra
dönüp şöyle buyurdu: «Eşine emret de onun altına başka bir elbise giyinsin
de (teniî belli olmasın.»
Ancak bu rivayetin
isnadında İbn Lehi'a bulunuyor ki, onun hadîsiyle ihticac edilmez. İbn Lehi'a
bu rivayetinde Ebû Abbas Yah-ha b. Eyyub'a tabi' olmuştur ki, o zat hakkında
konuşanlar olmuştur. Ne var ki, Müslim onun rivâyettiyle ihticac etmiştir.
420 nolu Ümmü Seleme hadîsini, Vehb Mevlâ Ebî
Ahmed rivayet etmiştir, tbn Münzir, bunun meçhule benzer tarafı olduğunu belirtirken
İbn Hibban onun sıka (güvenilir) olduğunu söylemiştir. Zehebi onun mâruf
olmadığını kaydeder.[509].
421 nolu Ebû Hüreyre hadîsi hakkında İmam Nevevî
şöyle demiştir: «Bu hadîs, Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz'in
mu'cizelerinden biridir ki, asrımızda o iki sınıf da mevcuttur.»[510].
422 nolu Ebû Hüreyre hadîsini aynı zamanda Nesâî
de tahrîc etmiştir. Ancak hadîs üzerinde ne Ebû Dâvud, ne de Münzerı bir söz
söylemiştir. İsnadının ricali, ricâl-i sahihtir.
Ebû Dâvud ayrıca Hz.
Aişe (R.A.Vden rivayetle şu hadîsi tah-ric etmiştir: «Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz, kadınlardan erkeklere benzemeye özenenleri lânetlemiştir.»
Buharı, Ebû Dâvud,
Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin İbn Abbas'-dan yaptıkları rivayette ise, şöyle
denilmektedir: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, kadınlardan erkeklere benzemeye,
erkeklerden de kadınlara benzemeye özenenleri lânetlemiştir.»
Müsned-i Ahmed'de
Abdullah b. Amır'dan (R.A.) yapılan rivayette, deniliyor ki: «Abdullah b.
Amir, boynuna bir yay takıp erkek yari yürüyen bir kadına gözü ilişti ve sordu,
bu kimdir? Kendisine: Ümmü Sa'd binti Ebû Cehl'dir denildi. Bunun üzerine
Abdullah şöyle dedi: «Resûlüllah
(A.S.) Efendimizden işittim,
buyurdu ki: «Kadınlardan erkeklere
benzemeye özenenler bizden değildir.»
Ebû Davud'un Ebû
Hüreyre (R.A.)'den yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: «Ellerini
ve ayaklarını kına ile boyamış olan Muhnes (veya Muhnis) adındaki adam
Peygamber (A.S.) Efendi-miz'e getirildi. Peygamber (A.S.) «Buna ne oluyor?»
diye sorunca dediler ki: «Kadınlara benzemeye özeniyor.» Bunun üzerine Peygamber
(A.S.) Efendimiz onu Nakiy'e sürgün gönderdi. Peygambere (A.S.), «onu
öldürseydin ya» denilince, buyurdu ki: «Namaz kılanları öldürmekten
men'olundum...»
Beyhakî ise adı geçen
adamın Ebû Bekir (R.A.) tarafından sürgün edildiğini rivayet etmiştir. Hz.
Ömer'in de (R.A.) bir kişiyi o yüzden sürgün ettiği söylenir.[511].
1- Kadınların,
bedenlerinin rengini belli edecek kadar ince elbise giyinmeleri haramdır. Ancak
ince entarinin altına bedeni iyi-be örtecek, ten rengini belli etmeyecek bir
gömlek veya ikinci bir fentari giydikleri takdirde ince entari giyinmelerinde
fazla bir sakınca yoktur.
2- Vücut
hatlarını iyice belli edecek kadar dar ve ince elbise giyinmeleri de tahrîmen
mekruhtur. Zarurî haller müstesna...
3- Erkeklerin
de avret yerlerini belli edecek kadar ince elbise [giyinmeleri haramdır. Altta
kalın bir gömlek veya iç çamaşır bu-jlunuyorsa, buna cevaz verilmiştir.
4-
Kadınların baş örtülerini, bir defa başlarına dolayacak şe-[kilde kullanmaları müstehabdır.
5-
Kadınların avret yerlerinden bir organ veya bir organdan bir kısım açık
bulunduğu halde sokağa çıkmaları haramdır, çünkü kadınların yüzü ve iki eli
dışında kalan vücutlarının her yanı av-|r ettir.
6-
Kadınların erkeklere benzemeye özenerek, onlara mahsus i elbiselerden
giyinmeleri; erkeklerin de kadınlara benzemeye öze-jnerek onlara mahsus
elbiselerden giyinmeleri haramdır. [512]
İslâm dini, günlük
hayatımızın her bölüm ve parçasıyla içiçedir. Sabahleyin yataktan kalkıp akşam
tekrar yatağa dönünceye kadar geçen süre içinde nasıl hareket etmemizden
yakından ilgilidir. Hemen her söz ve davranışımızı yönlendirir, birtakım
kurallara bağlar ve düzenli bir yaşam ölçüsü verir.
O bakımdan elbise
giyinirken sağdan başlamamız sünnet kılınmış ve böylece her işimizde bize
Allah'ı hatırlatmak suretiyle hayatımızı tam bir manevî disiplin altına
almıştır.
İslâm'da, iyi,
yararlı, hayırlı ve meşru' işlere sağdan başlamanın ayrı bir yeri başka bir
önemi ve hikmeti vardır. Sağ rahmeti inceliği, zerafeti, feyiz ve hareketi
temsil eder. O bakımdan günlük amellerimizi tesbit eden, yazan Hafeze denilen
meleklerden sağ omu-zumuzdaki hayır ve iyiliklerimizi, sol omuzumuzdaki ise,
günâh ve kötülüklerimizi yazar.
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, hayatı boyunca hep sağ eliyle, verip
almış, hep sağ ayağını atarak dışarı çıkmış, hep sağdan başla- . yarak elbisesini giyinmiş ve uyurken bile
sağ yanı üzeri yatıp uyumayı tercih etmiştir. Aynı zamanda bütün bunları
yaparken Allah'ın ismini anmayı ihmal etmemiş, her vesileyle kendini o yüce
kud-ret'in gölgesi altında bulundurmuştur. Konuyla ilgili hadîsler:
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz,
«Sağ el ile istinoa
(tabii ihtiyacı giderdikten sonra temizlenme) -
yi men'etmiştir.» [513].
«Sağ el Ue yemek
yemeği tavsiye etmiştir.»[514],
«Sağ eli cinsel organa dokundurmak mekruhtur.»[515]
«Elbise giyindiğin zaman sağdan başla!»[516].
«Sizden biriniz yemek yediğinde sağ eliyle yesin, bir şey içtiğinde yine sağ
eliyle içsin.»[517].
«Resûl|üllah (A.S.)
Efendimiz sağ eliyle alır ve yine sağ eliyle verirdi.[518].
Ebû Hüreyre (R.A.) 'den yapılan rivayette, demiştir ki:
«Resûlülİah (A.S.)
Efendimiz bir gömlek (veya entari ya da üstlük)
giyindiği zaman sağdan (giyinmeye) baslardı.»[519].
Ebû Saîd (R.A.)'den
yapılan rivayette, şöyle demiştir: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz yeni bir
elbise giyinmek istediğinde, Önce onu ismiyle anar, sarık veya gömlek veya
üstlük dedikten sonra şöyle duâ ederdi: Allahım! hamd sanadır, sen beni
giydirdin, bunun hayrını ve yapıldığı şeyin hayrını Senden dilerim ve bunun şerrinden
ve ne için yapılmışsa, onun şerrinden Sana sığınırım.»[520].
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Sağ el
ile istinca mekruhtur.
2- Sağ el
ile yemek yemek sünnettir.
3- Sağ eli
cinsel organa sürmek mekruhtur. Zaruri haller &ıüstesnâ...
4- Elbise
giyinirken sağdan başlamak sünnettir.
5- Yemeğe
sağ el ile başlamak ve sağ el ile su içmek sünnettir.
6- Verip
alırken, alım satımda bulunurken sağ el ile vermek e almak sünnettir.
7- Elbise
giyinirken sağdan başlamak sünnettir.
8- Yeni bir
elbise giyinirken, elbisenin ismini söylemek ve Sonra sağdan başlamak ve
Allah'ın adını anmak ve zikredilen duayı Okumak müstehabdır.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş ve istidlalleri:
Mezhep imamlarının
hemen hepsi, elbise giyinirken ve diğer hayırh her işte sağdan başlamanın
sünnet veya müstehab olduğunda müttefiktirler. Nitekim Hanefî imamları bu
konuda şu genel tabiri kullanmışlardır: «Resûlüllah (A.S.) hemen her işinde ve
durumunda (bazı istisnalar dışında), hatta ayakkabısını giymekte ve
saç-sakahnı taramakta bile sağdan başlamayı çok severdi.»[521].
Abdest konusunda
sağdan başlama hususunu da kısmen belirtmiş idik.
Şâfiîler de Buharî ve
Müslim'in rivayet ettikleri şu rivayetle istidlal etmiştir: «Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz gücünün yettiği kadar hemen her işinde; temizliğinde, saç sakalmı
taramasında, ayakkap-larını giyinmekte sağdan başlamayı çok severdi.»[522]
Hanbeliler de
yukarıdaki Hz Aişe (R.A,) hadîsiyle istidlal etmişlerdir. Bu konuda muhalif
biri görüş ortaya koyan ilim adamı olmamıştır.[523]
Mâlikîler de aynı
görüş ve içtihadı izhar etmişlerdir.
Rivayetler, yorumlar
ve tahliller:
433 nolu Ebû Hüreyre
hadîsini aynı zamanda Nesâî de tahrîc etmiştir. Hafız bunu et-Teshîs'de
zikretmiş ve başka herhangi bir görüş ve tesbit ortaya koymamıştır. Ancak
hadîsin sihhatına şu rivayet de şehadet etmektedir: «Abdest aldığınız ve
elbise giyindiğiniz zaman sağınızdan başlayınız!»[524]
İbn Dakıyk el-Iyd de
hadîsin sahih olduğunu söyleyerek, yukarıda Şafiî'lerin Buhari ve Müslim'in
rivayet ettikleri Hz Aişe (R.A.) Hadisini şahit olarak göstermiştir.[525].
Böylece sahih rivayetlerin hepsi, elbise giyinirken de sağdan başlamanın sünnet
veya müstehab olduğuna delâlet etmektedir.
434 nolu Ebû Saîd
hadîsini de Nesâî tahric etmiş ve Tirmizî ha-senlemiştir. Hadîs, giydiğimiz
elbiseyi ibâdet, hayır, iyilik ve fazilet yolunda kullanmamızı emretmekte,
yapılan duanın daha çok bu mânaya yönelik bulunduğuna delâlet etmektedir. Aynı
zamanda yeni .bir elbise giyinirken Allah'a hamdetmenin müstehab olduğu belirtilmiş,
bunun bir bakıma şükür anlamını da beraberinde taşıdığına işaret edilmiştir. [526]
İslâm dini imânı
ibâdetle, her ikisini temizlikle birleştirmiştir. O bakımdan temizliğin
dinimizdeki yeri, tuzun yemektekiyeri ve önemi gibidir. Diğer bir tabirle,
ağaçtaki meyvenin yeri gibidir. Resûlüllah (AS.) Efendimiz'in günlük hayatında
temizliğe gösterdiği özen her türlü tahminlerin üstündedir. O bakımdan mezhep
imamları İslâm fıkhım toplayıp işlerken, temizliğe has bölümler meydana
getirmişler ve konuya yeterince ağırlık vermişlerdir.
İlgili hadisler:
Câbir b. Semure
(R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: Bir adamın Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz'den, eşimle cinsel temasta bulunurken üzerimde bulunan elbiseyle
namaz kılabilir miyim? diye sordu. Efendimiz (A.S.) ona şu cevabı verdi:
«Evet, ancak onda bir
şey (ıslaklık) görürsen, yıkarsın.»[527].
Muâviye (R.A.)'dan
yapılan rivayette, şöyle demiştir: «Ümmu Habîbe'ye (R.A.) dedim ki: Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz, cinsel temasta bulunurken üzerinde bulunduğu elbiseyle namaz
kılar mıydı? O bana şöyle dedi: Evet, elbisesinin üzerinde bir eziyet
(ıslaklık, necaset) bulunmadığı zaman kılardı.»[528].
Ebû Saîd (R.A.)'den
yapılan rivayette, şöyle demiştir: «Peygamber (A.S.) Efendimiz namaz kılarken
ayakkabısını çıkardı, bunun üzerine (oradaki) insanlar da ayakkaplarmı
çıkardılar. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz namazı bitirip ayrılınca onlara sordu;
Ayakkapla-rmızı neden çıkardınız? Onlar da, biz senin ayakkaplarmı çıkardığını
görünce, çıkardık, diye cevap verdiler. Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.) şöyle
buyurdu: «Şüphesiz ki, Cibril bana geldi ve ayak-kaplanmda murdarlık
bulunduğunu söyledi, O bakımdan, sizden biriniz Mescid'e geldiğinde
ayakkaplarmı çevirip altlarına baksın, onlarda bir murdarlık görürse, yere
sürüp gidersin, sonra da onları giyinik bulunduğu halde namazını kılsın.»[529]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır; ,
1- Namaz
kılmaya kalan kimsenin, bedeni, elbisesi ve namaz kılacak yeri her türlü pislikten arındırılmış bulunmalıdır. Çünkü
namazda necasetten temiz bulunmak
farzdır.
2- Eşiyle
cinsel temasta bulunduğunda üzerinde taşıdığı elbiseyle namaz kılmasında bir
sakınca yoktur, yeter ki elbiseye menî ve benzeri bir şey bulaşmış olmasın. O
takdirde yıkadıktan sonra namaz kılabilir.
3- Elbiseye
dokunan meni necistir, namaz kılabilmek için meninin yıkanıp temizlenmesi
gerekir. Bu, Hanefî mezhebine göredir. Şafiî ve Hahbelî mezheplerine göre,
ra^nl necis değildir,
4-
Ayakkaplann alt veya üstüne necaset dokunmuşsa, ayaklardan çıkarmadan o
vaziyette namaz kılmak caiz değildir. Üstünde ve altında necaset yoksa veya
dokunan necaset, toprağa sürtülmek suretiyle temizlenmişse, o takdirde
ayakkabları çıkarmadan o vaziyette namaz kılmak caizdir.
Müctehid imamların
görüş, tesbit, istidlal ve ihticaclari:
a)
Hanefîlere göre:
Birinci ciltte
açıkladığımız gibi, meni nacistir. Dokunduğu yere bakılır, bir el ayası
miktarım aşmışsa, herhalde yıkanması; kurumuş ise, çitilenmesi gerekir.[530]
b) Şafiî ve
Hanbelî mezheplerine göre, meni necis değildir. O bakımdan elbise veya bedene dokunmuşsa, namaza engel
sayılmaz.[531].
Ayakkablarla namaz
kılmaya gelince, müctehid imamların bu hususta pek farklı görüşleri olmamıştır.
Kırda, bayırda, çölde ve benzeri yerlerde ayakkabılara dokunmuş gözle görülen
veya bilinen bir necaset yoksa, onları çıkarmadan namaz kılmakta bir sakınca
yoktur. Evde, camide ve benzeri yerlerde, halı, kilim ve benzeri bir yaygı
üzerinde namaz kılmacaksa, o takdirde eşyanın tozlanmaması için ayakkabıları
çıkarıp öyle namaz kılmak müstehabdır. Sözü edilen yerlerde herhangi bir yaygı
yoksa, toprak, döşeme ve benzeri şeyler üzerinde kılmıyorsa, o takdirde temiz
olan ayakkabıları çıkarmadan namaz kılmakta bir sakınca yoktur.
Diğer rivayetler, yorumlar
ve tahliller:
440 nolu Cabir b.
Semure hadîsin isnâd ricali, rical-i sahihtir. İbn Mâce'ye göre, hepsi de sıka
(güvenilir) kimselerdir.
441 nolu Muâviye hadîsinin isnad zincirindeki
ricalin hepsi sıkadır.
Her iki hadis de namaz
kılan kimsenin üzerindeki elbisesinin necasetten temiz olmasının vücubuna
delâlet etmektedir. Ancak bu temizliğin namazın şartından biri olup olmadığı
hakkında farklı görüşler ortaya çıkmıştır:
a) İlim
adamlarının çoğuna göre şarttır.[532]
b) îbn
Mes'ûd, İbn Abbas ve Saîd b. Cübeyr'e göre, şart değildir.
c) imam
Mâlik'ten yapılan bir rivayete göre,
elbisenin temiz olması vâcib değildir. en-Nihâye sahibinin İmam
Mâlik'ten naklet-tiiği iki rivayet bulunuyor, birincisine göre, elbisedeki
necaseti gidermek sünnettir, farz
değildir; ikincisine göre, hatırladığı takdirde farzdır, unuttuğu takdirde
farziyeti sakıt olur. İmam Şafiî'nin
kavli kadîm'ine göre de elbisedeki necaseti gidermek şart değildir.
d) Cumhura
göre, vâcibdir.
Cumhur, Müddessir
süresindeki «elbiseni de tertemiz tut!» âyetiyle istidlal etmiştir. Aksini
ileri sürenler ise, konunun başında naklettiğimiz iki hadîsin de vüçuba
delâlet etmediğini, bunun sünnet olduğunu belirtmişlerdir. Çünkü emir şeklinde ifade edilmemiştir.[533]
Ayrıca cumhur, bu
konuda Hz. Aişe'den rivayet edilen şu hadîsle de istidlal etmiştir. Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz sabahleyin elbisesini alıp giyindikten sonra dışarı çıkıp
sabah namazını kıldırdı. Bu arada bir adam, «ya Resûlüllah! İşte elbiseniz de
el ayası kadar kan lekesi bulunuyor» dedi. Bunun üzerine Resûlüllah CA.S.) Efendimiz
o elbiseyi üzerinden çıkarıp bir delikanlının eline vererek, yı-.kayıp kurutmam
için bana gönderdi. Ben de bir teşt veya çanak getirtip yıkadım, kuruttuktan
sonra çıkartıp gönderdim. Bir süre sonra Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, o elbise
üzerinde bulunduğu halde geldi.»
Ebû Davud'un ve bazı
muhaddislerin rivayet ettiği bu hadîsin garib olduğu anlaşılmıştır. Nitekim
İmam el-Münzirî de aynı şeyi söylemiştir. Ayrıca Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in
o namazı iade ettiğine dair hiçbir kayıt mevcut değildir. Eğer, elbisenin
temiz olması namazın şartlarından biri olsaydı, elbette Resûlüllah (A.S.)
farkına vardıktan sonra o namazı iade ederdi.
Ayrıca bu konuda Ammar
hadisi söz konusudur, şöyle ki, Resûlüllah (A.S.) ona: «Elbiseni ancak
idrardan, dışkıdan, kusuntudan, kandan ve menî'den dolayı yıkarsın...»[534].
Bu hadîsi rivayet
edenlerin hemen hepsi de onu zayıf hadisler arasında zikretmişler ve hadîs
âlimleri de aynı tesbitte bulunduklarını belirtmişlerdir. Çünkü isnad
zincirinde Sabit b. Hammad bulunuyor ki, bu zat hem metruktür, hem de uydurma
hadîs rivayet ettiği söylenir. Ayrıca yine râvileri arasında Ali b. Zeyd b.
Ced'ân bulunuyor ki o da zayıftır. O kadar ki, Beyhakî kendi Sünen'inde onun
bâtıl olup hiçbir aslı bulunmadığını belirtmiştir.
Aynı zamanda hadîste
bir şart anlamı söz konusu değildir. Çünkü elbisenin başka pisliklerden dolayı
da yıkanmasıyla ilgili birçok sahih rivayetler mevcuttur. Meselâ, meninin
(belsuyu) çitilenmesi hakkında Buharı ve Müslim'de sahih hadîsler yer
almaktadır. Kaldı ki, çitilemenin vâcib olduğu da hadisten pek
anlaşılamamaktadır.
O bakımdan Ammar
hadisinde sadece sözü edilen pisliklerden dolayı elbisenin yıkanmasının
vücubunu anlamak pek isabetli olmaz.
Elbiseye dokunan
dirhem miktarı kandan dolayı namazın iade edilmesiyle ilgili şu hadîse gelince,
«Bir dirhem miktarı kandan dolayı namaz iade edilir.» Bunu Dârekutnî ile
Beyhâld duâfa arasında tahrîc etmişler; İbn Adiyy ise el-Kâmil'de onun zayıf
olduğunu söylemiştir. Çünkü isnadında Revh b. Ğutayf bulunuyor ki, Nesâî i onun
hakkında «metruk»tur demiş, îbn Main ise itibar edilmeyen bir râvîdir,
demiştir.[535]. Buharı de onun
hadîsinin bâtıl olduğuna atıfta bulunmuş, Bezzar da müııker olduğunda
âlimlerin icmai vardır, demiştir.[536].
442 nolu Ebû Saîd
hadîsim aynı zamanda Hâkim, İbn Huzeyme ve îbn Hibbân tahrîc etmişlerdir. Ancak
vasıl ve irsalinde ihtilâf edilmiştir: Ebû Hatim el-İlel'de mevsul olduğunu
belirtmiştir. Hâ-}dm ise onu Enes ve İbn Mesûd hadîsinden naklen rivayet
etmiştir. Dârekutnî ise, İbn Abbas'dan ve Abdullah b. Şahir'den rivayet etmiş
ve ikisinin de isnadının zayıf olduğuna dikkatleri çekmiştir. Bezzar, Ebû
Hüreyre'den rivayet etmiş ve isnadının zayıf olduğunu söylemiştir.
Ayakkabılara dokunan
habis yani murdarlığın sadece necis olmadığını, bunun balgam, tükrük ve
benzeri tiksindirici şeyler de olabileceğini cumhur beyân etmiştir. Melek
Cebrail'in bu hususta verdiği haberin asıl amacı, elbise ve mescidin sözü
edilen şeylerle kirlenmemesine yöneliktir.
Konuyla ilgili hadîsin
çeşitli tariklerden rivayeti, çoğu zayıf olsa bile sıhhatma delâlet etmektedir. [537]
1- Menî
necistir. Bu, Hanefî mezhebine göredir. 440 nolu hadis de buna delâlet
etmektedir.
2- Namazda
beden, elbise ve namaz kılman yerin temiz olması şarttır. (îlim adamlarının bu mes'ele hakkında
ittifakı yoktur).
3- Cinsel
temasta bulunurken üzerinde taşıdığı
elbiseyi değiştirmeden — guslettikten sonra — o elbiseyle namaz kılmasında
bir sakınca yoktur. Yeter ki üzerinde
dirhem miktarı meni veya başka bir necis bulunmasın.
4-
Ayakkabıların altına herhangi bir pislik dokunmuşsa, onu giderip öylece camiye
girmek gerekir. Dokunan şey necis ise, giderilmedikçe o ayakkabıyla namaz kılmak caiz olmaz.
5- Kırda,
bayırda, açık arazide ayakkabılar temizse,
çıkarmadan namaz kılmakta bir sakınca
yoktur. Evlerde ve camilerde, içeriye mikrop ve benzeri zararlı şeyler
taşınabilir endişesiyle, ayakkabıyla içeri girmemek ve onunla namaz kılmamak daha uygun olur.
6- Toprak
da temizleyici kabul edildiğinden, ayakkabılara dokunan pisliği
yere sürtmek suretiyle temizlemek mümkündür. [538]
Az yukarıda
ayakkabıyla namaz kılınır mı, kılınmaz mı? hususu üzerinde kısmen duruldu.
Ancak konunun önemine bakarak ilgili birkaç hadîs nakletmek suretiyle biraz
daha geniş bilgi vermeyi uygun gördük. Aynı zamanda dinimizin ibâdette bize
sağladığı kolaylığa bir misal vermeyi düşündük.
İlgili hadîsler:
Ebû Seleme'den, o da
Saîd b. Yezîd'den rivayet etmiştir. Saîd şöyle demiştir:
Hz. Enes'e, Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz ayakkabıları ayağında bulunduğu bir halde namaz kılar mıydı?»
diye sordum. Buna şu cevabı verdi: «Evet...»[539].
Şeddad b. Evs
(R.A.)'den yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu
söylemiştir;
«Yahudilere muhalefet
ediniz, çünkü onlar ayakkabılarıyla namaz kılmaz (ibadet etmez) ler.»[540].
Hadislerin açık
delâletinden anlaşılan hükümler: Bir adam, Ebû Hureyre'ye (R.A.) gelerek dedi ki:
— İnsanları ayaklarında ayakkabıları olduğu halde namaz kılmaktan men'eden sen
misin?
— Hayır, ama bu hürmetli yerin Rabbı hakkı
için, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ayaklarında ayakkabıları bulunduğu halde
bu makama doğru yönelip namaz kıldığım ve namazı bitirip ayrılınca da
ayakkabılarının ayağında olduğunu gördüm,
diye cevap verdi.[541]
Ayrıca Küba halkından
bir delikanlı, Resûlüllah'ın (A.S.) Küba'da ayakkabıları ayağında bulunduğu
halde namaz kıldığım hatırlıyorum, dediğim Ahmed b. Hanbel kendi Müsned'inde
rivayet etmiştir[542].
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Temiz
olduğu takdirde ayakkabılarım çıkarmadan o vaziyette namaz kılmak caizdir.
2- O gün
için Yahudilerin ayakkabıları
ayaklarında olduğu halde ibadet etmedikleri anlaşılıyor.
3- ibâdette
de kitap ehline uymanın caiz olmadığı bildiriliyor. Çünkü ibadet de İslâmiyetle
kemal mertebesine erişmiştir. Hem kitap ehli peygamberlerinin nasıl ibâdet
ettiklerini tesbit edemediklerinden kendi anlayışlarına göre, ibâdet şekilleri
icad etmişlerdir.
Temiz olduğu takdirde
ayaklardaki ayakkabılarını çıkarmadan namaz kılmanın caiz olduğunda müctehid
imamların görüş birliği vardır. Necasetten taharet bahsinde toprağın da temizleyici olduğunu
belirtmiştik. Burada tekrar detayına
inmek istemiyoruz. Sadece diğer rivayetleri ve yorumları nakletmekle yetinmek
istiyoruz:
Ebu Seleme ile Şeddad
b. Evs hadîslerinin isnadında şüphe izhar eden olmamıştır.
Aynı konuda dört hadîs
daha rivayet edilmiştir. Birincisini Ta-berânî ve Beyhâkî tahrîc etmişlerdir.
Beyhakî «isnadında beis yoktur» diye bir kayıt koymuştur. İkincisini Hafız
Bezzar, Şeddad'm rivayetine benzer anlamda nakletmiştir. Üçüncüsünü İbn
Murde-veyh şu lâfızla rivayet etmiştir: «Ayakkabılarınız ayaklarınızda olduğu
halde namaz kılın!»
Ancak bunun isnadında
Abbas b. Cüveyriye bulunuyor ki, Ahmed b. Hanbel ile Buharı onun yalancı
olduğunu belirtmişlerdir. Zehebî onun hakkında şu bilgileri toplamıştır: «Ahmed
b. Hanbel, «O çok yalancı ve iftiracıdır...», Buharı «O yalancının tekidir, Ebû
Zür'a, «O bu vadide hiçbir şey değildir», Nesâî, «O metruktür» demişlerdir.[543]
Dördüncüsünü îbn
Murdeveyh rivayet etmiştir ki, onun isnadında Abdullah el-Askalânî bulunuyor.
Zayıf olduğu, hadîs çaldığı söylenir.
Rivayetlerin ışığında
Ashab ve Tabiîn'in görüşlerine gelince, Hz. Ömer'in ayakkabıyla namaz kılmayı
mekruh saydığı, İbn Mes'-ud'un da aynı görüşte olduğu rivayet edilir. İbrahim
en-Nehaî' namazda ayakkabılarını
çıkarmayı mekruh saymıştır.
Diğer bir rivayete
göre, el-Irakî, Tirmizî şerhinde şöyle demiştir: «Namazda ayakkabıları
giyenler arasında Osman b. Afvan, Abdullah b. Mes'ud Uveymir b. Sâide, Enes b.
Mâlik, Seleme b. Ekvâ' ve Evs es-Sakafî bulunuyor. Tabiinden ise, Sâid b.
Müseyyeb, el-Ka-sım, Urve b. Zübeyr, Salim b. Abdullah, Atâ' b. Yesar, Atâ' b.
Ebî Rebah, Mücahid, Tavus, Kadı Şüreyh, Ebu Miclez ve benzeri kişiler
bulunuyor.[544]
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz'in ise, bazan ayakkabılarım çıkarmadan, bazan çıkararak namaz
kıldığı rivayet edilirse de, ekseri çıkardığı ağırlık kazanıyor. Nitekim Amir
b. Şuayb (R.A.) babasından, dedesinden rivayetle diyor ki:
«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'i hem ayakkabıyla, hem ayakkabısız
namaz lalarken gördüm.»[545].
Ayrıca îbn Ebî
Şeybe'nin Abdurrahmaıı b. Ebî Leylâ'ya isnadla tahrîc ettiği hadîste, şöyle
diyor: «Besûlüllah (A.S.) Efendimiz, ayak-kabılarıyla namaz kıldı. İnsanlarda
(ona bakarak) ayakkabılarını çıkarmadan namaz kıldılar. Peygamber (A.S.) bir
ara ^ayakkabılarını çıkarıp öyle namaz kıldı. İnsanlar da (ona bakarak) ayakkabılarını
çıkarıp öylece namaz kıldılar. Peygamber (A.S.) namazı bitirince şöyle buyurdu:
Kim ayakkabılarıyla namaz kılmak istiyorsa, kılsın», kim de çıkarmak istiyorsa
çıkarsın...»
el-Irakî bu hadîs
hakkında şöyle demiştir: «Bu hadîs mürseldir, isnadı da sahihtir.»[546]. [547]
1-
Kırda, bayırda, çölde, tarla ve bahçede, ayakkabının alt ve üstünde pislik, necaset gibi tiksindirici
bir şey yoksa, çıkarmadan namaz kılmakta bir sakınca yoktur.
2-
Ayakkabıya dokunan pislik, toprağa iyice sürtüldüğü takdirde temizlenmiş
sayılır.
3- Savaş ve
benzeri felâketli ve sıkıntılı günlerde, yine temiz olmak şartıyla
ayakkabıları çıkarmadan evde, mescidde namaz kılmakta bir sakınca yoktur.
4- Özellikle
ibâdette kitap ehli taklîd edilmez.
5- Ayakkabıyla namaz
kılmaya cevaz verilmesinin illeti sadece Yahudilere benzememek
değil, dinin getirdiği bir kolaylıktır.
6- Normal
zamanlarda, ev ve camilerin kirlenmemesi,
içerilere mikrop taşınmaması için, ayakkabıları çıkarıp namaz kılmak daha uygundur.
7-
Resûlüllah CA.S.) Efendimiz
çoğu vakitlerde ayakkabılarım çıkardığına göre, ayakkabıyı çıkararak namaz kılmak müste-hab
sayılabilir. [548]
İslâm Peygamberi Hz.
Muhammed (A.S.), ibâdeti mabedin dar çerçevesine hapsetmeyip yeryüzünün her
yanını mescid olarak ilân etmiş, temiz olduğu ve haklara tecavüz gibi bir
sakınca bulunmadığı takdirde herhangi bir yerde vakit girince namaz kılmakta
bir sakınca yoktur. Çünkü amaç yer değil, kâinatın yaratıcısına kulluk görevini
yapmak, O'nun rızasına ermek niyetiyle emrettiği şeyleri yerine getirmektir.
O halde yeryüzünde
bazı yerlerde namaz kılmak caiz veya mubah olduğu halde bazı yerlerinde mekruh
veya haram olabilir. Bunları tefrik edebilmek için ilgili hadîsleri
nakletmemiz gerekmektedir: Câbir
(R.AJ'den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur:
«Yeryüzü benim için
temizleyici ve mescid kılınmıştır. Hangi adama namaz (vakti)
gelip ulaşırsa, orada namazını kılsın.»[549]
İbn Münzir diyor ki:
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu rivayet yoluyla sabit olmuştur:
«Yeryüzünün hepsi benim için temiz, mescid ve temizleyici kılınmıştır.»[550]
Ebû Zer (R.A.)'den yapılan rivayette demiştir ki:
Peygamber (A.S.)
Efendimiz'e sordum, «İlk konulan mescid
hangisidir?» Cevab
verdi: «Mescidü'l Haram» Ben «Ondan sonra hangisi?» diye sordum. Buyurdu ki:
«Mescid-i Aksa» Ben, «İkisi arasında ne kadar (zaman geçmiştir)?» diye sordum.
O, «Kırk yü» diye cevap verdi. Ben «Ondan sonra hangisi?» diye sordum. Buyurdu
ki: «Nerede namaz vaktine ulaşırsan orada namaz kıl, yerin hepsi mes-ciddir.»[551]
Ebû Mersedil-Ğanevî
(R.A.)'dan yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Kabirlere doğru namaz kılmayın ve kabirler üzerine oturmayın.»[552]
İbn Ömer (R.A.'dan
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Namazlarınızın bir bölümünü evlerinizde kılın, onları kabirler
(gibi namaz kılınmayan yerler)
edinmeyin.»[553]
Cündeb b. Abdullah
el-Becelî (R.A.)'den yapılan rivayette şöyle demiştir: Vefatından beş gün önce
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle dediğini işittim: «Doğrusu sizden
öncekiler peygamberlerini ve salih kişilerinin kabirlerini mescid edindiler;
haberiniz olsun ki, ben sizi bundan men'ediyorum, sakın kabirleri mescidler
edinmeyin!»[554]
Ebû Hüreyre (R.A.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Koyun-keçi ağlında namaz kılın, fakat devenin çöküp yattığı yerde kılmayın.»[555]
Zeyd b. Cübeyre'den, o
da Dâvud b. Husayn'dan, o da Nâfî'den, o da İbn Ömer (R.A.)'dan rivayet
etmiştir: «Şüphesiz ki, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şu yedi yerde namaz
kılınmasını yasakladı:
1- Çöplükte,
2- Hayvan
kesilen yerde (mezbaha),
3- Kabristanda,
4-Yol
ortasında,
5- Hamamda,
6- Develerin
çöküp yattığı yerlerde,
7- BeytuHah'ındamında...
[556].
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1-Yeryüzünün
her yanı teyemmüme elverişli anlamda temizdir ve namaz her yerde küınabilir.
2- Yeryüzüne
Allah'a ibadet için konulan ilk mescid, Kabe'dir. Sonra da Mescid-i Aksa'dır,
3-
Kabristanda namaz kılmak
mekruhtur. Kabirlere doğru namaz
kılmak da mekruhtur.
4-
Kabirlerin üzerine oturmak mekruhtur.
5- Beş vakit
namazı ve kazaya kalan namazları, hattâ nafile namazları cami ve mescitlerde
kılıp evi namazsız, niyâzsız bırakmak mekruhtur. O bakımdan bazı vakitleri,
kaza namazlarım ve nafile namazları evde
kılmak müstehabdır.
6- Cami
ve mescitlere ölü defnetmek mekruhtur.
7- Salih
kişilerin ve velî bilinen kimselerin kabirlerini mescid haline getirmek
mekruhtur.
8- Koyun ve
keçi ağıllarında namaz kılmakta bir sakınca yoktur.
9- Deve
ağıllarında namaz kılmak mekruhtur.
10-
Çöplükle, mezDahada, kabristanda, yollarda, hamamda, develerin çöküp yattığı
yerlerde ve Kabe'nin damında namaz kılınmaz.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların görüş,
tesbit, istidlal ve üıticaclari:
a)
Hanefilere göre:
Bazı zamanlarda namaz
kılmak mekruh olduğu gibi, bazı yer-lerde de kılmak mekruh sayılmıştır.
Kabe'nin damı gibi... Bu ta'zi-mi terke delâlet ettiği için mekruh kılınmıştır.
Yollarda namaz kıl^ mak da mekruhtur, zira insanların gelip geçmesine engel
teşkil eder. Aynı zamanda umumun hakkına saygısızlık sayılır.
Böylece Hanefîler Zeyd
hadisiyle istidlal edip sözü edilen yedi yerde namaz kılmanın mekruh olduğunu
belirtmişler; ayrıca kiliselerde, gasb edilen yerlerde de namaz kılmanın
mekruh olduğuna temas edilerek sayı artırılmıştır.[557]
b) Şâfiüere göre;
Şâfiîler de bu konuda
Hanelilerle aynı görüştedirler. Hadiste belirtilen yerlerde, necaset bulunmazsa
bile, namaz kılmak mekruhtur.[558]
c) Hanbelîlere göre:
Çöplükde, mezbahada,
yol ortasında, hamamda, deve ağılında namaz kılmak haramdır ve bâtıldır. Ancak
o gibi yerlerde tutuklu bulunma halinde kılınabilir. Sözü edilen yerlerin
damlarında da namaz kılınmaz. Ancak cenaze namazının kabristanda kılınması
sahihtir.[559]
d) Mâlikîlere göre:
Çöplükte, mezbahada,
yol ortasında, necasetten güven içinde olduğu takdirde namaz kılmak kerahatsiz
caizdir. Ama necasetin kesin bulunması veya sanılması halinde kılman namaz
hükümsüz sayılır. Şüphe edildiği takdirde vakit çıkmanıışsa, kılman namaz iade
edilir. Ancak cami dar olduğunda yolda kılmaya mecbur kalan kimse, namazdan
sonra yolun temiz olup olmadığında şüphe etse bile artık iade etmesi gerekmez.
Develerin çöküp yattığı yerlerde, necasetten emin olsa bile, namaz kılmak
mekruhtur, vakit çıkmanıışsa orada kıldığı namazı iade eder.[560].
Kabristanda namaz
kılmanın mekruh olup olmadığı hakkında farklı görüş ve ictihadlar vardır:
— Hanefilere göre,
kabirler kıbleye yönelen kimsenin hemen önünde ise, namaz kılmak mekruhtur .Ama
arka veya üst veya alt kısmında ise, o gibi yerlerde namaz kılmak mekruh
değildir. Ayrıca kabristanda namaz için özel bir yer ayrılmış ve temiz
tutulmuş-sa, orada da namaz kılmakta kerahet söz konusu değildir.[561].
— Hanbelîlere
göre, üç veya daha fazla kabir bulunan kabristanda,, bu iş için
vakfedilmiş se, namaz kılmak batıldır. Bir veya iki kabir bulunuyor ve namaz
kılan da o kabirlere yönelik bulunmuyorsa, hiçbir kerahet yoktur. [562].
— Şâfiüere
göre, kabirler namaz kılanın ister önünde,
ister yanında veya arkasında olsun, kabristanda namaz kılmak mekruhtur.
Ancak şehîdlerle peygamberlerin kabirlerinin bulunduğu yerde mekruh değildir.
Bu da bir tazim kastı taşımıyorsa, aksi halde mekruh sayılır.
Kabirler açık bir vaziyette ise, o gibi
yerlerde necaset bulunacağından kılman namaz mutlaka bâtıldır,.[563].
Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller:
Ebû Cafer et-Tahavî,
konuyla ilgili hadîsleri naklettikten sonra develerin çöküp yattığı yerde
namaz kılmanın kerahatine temas ederek bunun nedeni üzerinde durmuş ve ilim
adamlarının iki ayrı görüşünü şu sözlerle ifade etmiştir:
Bir topluluk, deve
çobanlarının umumiyetle develerini çökertip yatırdıkları yerde küçük ve büyük
abdestlerini bozmayı âdet edindiklerini, o yüzden etrafın pislik içinde
bulunduğunu, pisliğin bulunduğu yerde namaz kılmanın mekruh sayıldığını
söylemişlerdir. Koyun ve keçi ağılında abdest bozma âdeti olmadığından etrafta
necis bulunmadığı, o bakımdan oralarda namaz kılmakta bir sakınca görülmediği
de ayrı bir illet olarak ileri sürülmüştür. Nitekim Şüreyk b. Abdullah sözü
edilen hadîsleri böyle yorumlamıştır.
Yahya b. Adem ise,
asıl illetin bu olmadığını ileri sürerek neh-yin sebebini, devenin azgınlık
gösterip secdede bulunan kimseyi çiğneme tehlikesi olarak yorumlamış ve Râfid
b. Hudayc'in şu hadisini delil olarak göstermiştir: «Şüphesiz ki şu develerin,
vahşi canavar gibi birtakım azgınlık ve hırçınlıkları vardır.» Koyun ve keçide
se bu tehlike söz konusu değildir.
Muâviye b. Salih
Iyaz'dan naklen şöyle dediğini rivayet etmiş-ir: «Develerin çöküp yattığı,
gecelediği yerde namaz kılmaktan inen'edilmenin sebebi, bazı kimseler küçük ve
büyük abdestlerini bozmak istediklerinde deveyi siper edinirler; koyun ve keçileri
ise siper edinmek söz konusu değildir.[564]
İbn Kudame bu konuyu
ayrı bir bölüm halinde işleyerek özette şu bilgiyi vermiştir: «Kabristanda,
abdest bozulan yerde, hamamda ve develerin çöküp yattığı, gecelediği yerde
namaz kılan kimse, onu iade eder. Ahmed b. Hanbel'den yapılan rivayete göre, bu
gibi yerlerde namaz kılmak sahih değildir. Nitekim bunu mekruh görenler
arasında Hz. Ali, İbn Abbas, İbn Ömer, Ata', Nahâî, İbn Münzir gibi şahsiyetler
bulunuyor. Aynı zamanda koyun ağılında namaz kılınabileceğini, deve ağılında
kılmamıyacağım söyleyenler arasında, İbn Ömer, Câbir b. Semure, el-Hasan,
Mâlik, İshak ve Ebû Sevr de bulunuyor.
İmam Ahmed'den yapılan
ikinci bir rivayete göre ise, bu gibi yerlerde necis bulunmadığı takdirde namaz
kılmak sahihtir. İmam Mâlik, İmam Ebû Hanife ve İmam Şafiî'nin de mezhebi bu
görüştedir. Çünkü Resûlüllah CA.S.) Efendimiz, «Yeryüzünün heryanı bana
mescid ve temizleyici kılınmıştır...» buyurmuştur.
Diğer sahih bir
hadîste ise —ki biz onunla istidlal ediyoruz — «Yerin heryanı mesciddir,
ancak hamam ve kabristan müstesna.»[565] bu
hadîs, rivayet edilip umum ifade eden hadîslere mukaddem bir hastır.[566]
İbn Kudame mezbaha,
çöplük, yol ortası, Kabe'nin damını da hadiste belirtildiği gibi, kerahet
kapsamına alıp geniş açıklamada bulunmuştur. Ancak İbn Kudame'nin istidlale
uygun gördüğü hadîsin muzdanp olduğunu Zeylâî Nasburrâye'de Tirmizî'den naklen
beyan etmiştir[567].
456 nolu Câbir
hadîsinin tahlilini teyemmüm bahsinde yaptığımızdan tekrar ona dönmek
istemedik. Ancak hadîsin birkaç tarikle rivayet edildiğini, bir kısmında «tayyibeten» lâfzının
da yer aldığı ve böylece nüans farkıyla aynı manâ ve hükmün ifade edildiğini
hatırlatmamızda yarar vardır.
Hadiste mutlak
anlamda kullanılan «arz» tabiri, tahir ve mubah olana delâlet
etmektedir. Çünkü necis yerde namaz kılmak sahih değildir. Gasbedilen yer ise,
manen temiz sayılmaz.
458 nolu Ebu Zer
hadisini Müslim şu lâfızla rivayet etmiştir: «Namaz nerede sana ulaşırsa orada
kıl, çünkü o yer mesciddir." Müslim'in diğer bir rivayetinde buna yakın şu
lâfız ifade edilmiştir:
«sonra nerede namaz
sana ulaşırsa...»
Nevevî bu hadîsi
açıklarken şöyle diyor: «Bunda namazın he- -men her yerde kılınabileceğinin
caiz olduğu hükmü yer alıyor, ancak şeriatın istisna ettiği kabristan ve
üzerinde necaset bulunan çöplük, mezbaha ve benzeri yerler bunun dışındadır.
Develerin yatıp gecelediği yerler, yollar, hamam ve benzeri yerler de namaz
kılmaya müsait olmayan, o bakımdan o yerlerde kılınması men'edilenler arasında
bulunuyor.
459 nolu Ebu Saîd
hadîsini İmam Şâfü, İbn Huzeyme, îbn Hib-bân ve Hâkim tahric etmişlerdir. îmam
Tirmizî, bunda ızdırap bulunduğunu söylemiştir. Süfyan Sevrî, Amir b.
Yahya'dan, o da babasından, o da Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'den rivayet
etmiştir. Bu tarikle mürsel olduğu anlaşılmış ve üzerinde hayli durulmuştur.
Çünkü senedinde bir şahabı düşmüş ve böylece bir atlama meydana gelmiştir[568].
Aynı hadîsi Hammad b.
Seleme, Amir b. Yahya'dan, o da babasından, o da Ebu Saîd (R.A.)'den rivayet
etmiştir. Aynı şekilde Mu-hammed b. îshak da Amir b. Yahya'dan, o da babasından
rivayet etmiştir.
Görüldüğü gibi,
hadîsin birkaç rivayet yollan Ebû Sâîd'de birleşmektedir ki, o da Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz'den rivayet etmiştir. Ancak Süfyan Sevrî'nin rivayetinde Ebû
Sâîd'in ismi anılmamış, Amir b. Yahya'nın babasının doğrudan Peygamber (A.S.)
Efendimiz'den rivayet ettiği belirtilmiş ve böylece Sahabinin ismi
anjlma-yarak rivayet zincirinden düşürülmüştür. O bakımdan sözü edilen
tarikten yapılan rivayet hem mursel, hem
muzdarıp kabul edilmiştir. Nevevi bu hususları dikkate alarak hadisi zayıf
saymışsa da Hâkim, Müstedrek'inde sahih kabul etmiş, îbn Hazım ez-Zahirî de aynı
görüşe katılmıştır.
İbn Dakıyk el-îyd ise
el-îmam'da hadisin sıhhatma işarette bulunmuştur.
Hadîsin açık
delâletini dikkate alan Ahmed b.
Hanbel, kabristan ister açık, ister kapalı olsun, ister üzerine bir şey örtülü
bulunsun, ister örtülmemiş olsun içinde namaz kılmayı haram saymıştır.
Zahirîler de aynı görüştedirler.
Bunlar müslüman kabristanıyla, müşrik kabristanı arasında bu
hususta bir tefrik de yapmamışlardır. Şafiîler ise, kazınıp alt-üst edilmiş, kemikler dışarı çıkmış bir
kabristanda namaz kılmanın doğru olmadığını,
kazmmayıp kapalı ve düzenli bulundurulan kabristanda ise, temiz bir
yerde namaz kılınacak olursa, yeterli sayılır. İmam Râfiî ise, her halü kârda
kabristanda namaz kılmak mekruhtur, diyerek herhangi bir yoruma gerek
görmemiştir. Nitekim İmam Sevrî, İmam Evzâî ve İmam Ebû Hanife de aynı görüş ve
içtihattadırlar. İmam Mâlik, kabristan temiz olduğu takdirde namaz kılmakta
bir sakınca görmemişse de, hadîslerin tamamı onun hilâfına bir hüküm
taşımaktadır. Mâlikî-ler, Mescid-i Saadet'in temizliğini yapan
siyahi kadının öldüğünü birkaç gün sonra haber alan Resûlüllah CA.S.)
Efendimizin onun kabrine kadar giderek orada cenaze namazı kıldığım delîl olarak göstermişlerse
de, diğer müctehidler onu istidlale uygun bulmamışlardır.
459 nolu Ebu Mersed
hadîsi, kabirlere doğru namaz kılmayı, yani kabristan içinde namaz kılmayı
kesin men'a delâlet ediyor, aynı zamanda kabirlerin üzerine oturmayı da
yasaklıyor. Müslim ise Ebû Hureyre'den rivayetle hadisi şu lâfızla tahric
etmiştir; «Sizden biriniz kor üzerine oturup elbisesinin yanması ve ateşin
derisine sirayet etmesi, din kardeşinin kabrinin üzerine oturmasından
hayırlıdır.» Ancak ilim adamları ve bazı müctehitlerin bu husustaki görüş ve
içtihatları biraz farklı olmuştur:
a) İmam
Mâlik'e göre, kabir üzerine oturmak mekruh değildir. Mekruh olanı, oturup tabii
ihtiyacı gidermektir, yani abdest bozmaktır. Nitekim Muvatta'dayapılan
rivayette, Hz. Ali'nin (R.A.) kabirlere yaslanıp oturduğu belirtilmiştir. İbare
şöyledir: «İmam Mâlik'ten ya-
puan rivayette, ona
ulaşan habere göre, Ali b. Ebî Tâlib
(R.A.) kabirlere dayanıp oturur ve kabirlerin üzerine uzanır.»[569]
Buhari'de de yapılan
tesbite göre, Yezîd b. Ebî Sâdık-ki bu, Zeyd b. Sabıt'm kardeşidir, kabirler
üzerine otururdu. O halde oturmak mekruh değil, abdest bozmak mekruhtur. Yine
Buharî'de îbn Ömer'in de (R.A.) kabir üzerine oturduğunu rivayet edilmiştir.
Diğer üç mezheb
imamları, kabirler üzerine oturmayı mekruh saymışlar ve bu husustaki
hadîslerin, çoğunun sahih olduğunu belirterek aksini iddia edenlerin o ölçüde
delillerinin bulunmadığına dikkatleri çekmişlerdir. Nitekim Ebû Dâvud, Tirmizî,
İbn Mâce, İbn Hibban ve Hâkim'in Cabir (R.A.)'dan rivayet ettikleri şu sahih hadîs
de bu konuda yeterli delillerden biridir:
«Resûlüllah EA.S.)
Efendimiz kabirlerin kireçlenmesini, üzerine bişeyler yapılmasını, bir şeyler
yazılmasını ve basılmasını nıen'et-miştir.» Ancak Sahîh'i Müslim'de bu hadis,
«bir şey yazılması» cümlesine yer verilmeksizin rivayet edilmiştir. Kabirler
üzerine oturmak, daha çok ayakla basılmak suretiyle olur.
460 nolu İbn Ömer
hadîsi, bazı namazların evde kılınmasını tavsiyeye yönelik bir hüküm
taşımaktadır. Kurtubî, bundan maksat nafile namazlardır, demiştir. Çünkü
Sahîh-i Müslim'de Câbir (R.A.V-dan
yapılan rivayette şöyle buyurmuştur: «Sizden biriniz namazını camide kılıp
tamamlayınca, namazından bir nasip de evine ayırsın.» Kadı Iyaz ise, bu hadîsi
şöyle yorumlamıştır: «Farz namazınızdan bir kısmını evinize ayırınız ki,
mescide çıkmayan kadın ve yaşlılar size uyup cemaat halinde namaz
kılabilsinler...» Hafız îbn Ha-cer, Kadı lyaz'm bu yorumunun bir ihtimal
taşıdığını belirterek birinci görüşün daha râcih olduğunu söylemiştir.[570]
461 nolu Cüdeb b.
Abdullah hadîsini Nesâî tahric etmiş; Buharî, Müslim ve Nesâî. Hz.. Aişe (R.AJ 'dan rivayet etmişlerdir. Ayrıca
Buharî ve Müslim, Ebü Dâvud ve Nesâî Ebû
Hüreyre CR.A.) 'den de
buna benzer bir rivayet nakletmişlerdir.
Ebû Dâvud ve Tirmizî, İbn Abbas'tan(R.A.)
rivayet etmişler ve Tirmizî hadîsi hasenlemiştir.Ahmed b. Hanbel ile Taberânî
ise, Üsame b. Zeyd'den (R.A.) isnad-i ceyyid ile rivayet etmişlerdir. Ayrıca Taberânî, îbn
Mes'ud (R.A.)'den isnad-i
ceyyid ile rivayet etmiştir. Hafız Bezzar ise, Hz. Ali'den (R.A.)
rivayet etmiştir.
Ancak isnadında Ömer b. Sühban bulunuyor ki, bu I zat metrûkü'l-hadîstir. Ahmed
b. Hanbel, onun rivayetinin bir şey 'olmadığını belirtirken, Buharı, «münkerü'l-hadis'
tabirini kullan-imıştır. Dârukutnî ise, «mütrukü'l-hadîs» demiştir.[571]
Hadîs, peygamberlerin
ve sâlih kişilerin kabirlerini mescid edinmenin tahrimine delâlet ediyor. İlim
adamlarımız ise, Peygamber CA.S.) Efendimizin vefatından beş gün önce böyle bir
uyanda bulunması, kabrine ölçüsüz şekilde tazimi önlemeye ve o yüzden ilâhi
sınırları aşmalarına engel olmaya yöneliktir. Çünkü geçmiş ümmetlerde olduğu
gibi, bazan bu, insanları küfre kadar sürüklemekte, her türlü ölçüyü
aşmaktadır.
O bakımdan ashab ve
tabiîn, Mescid-i Saadet'i büyültmek istediklerinde, kabr-ı şeriflerinin
bulunduğu Hz. Aişe'ye ait odayı ve diğer bazı hücreleri mescide dahil etmek
istediklerinde, mescidin içinde kabir bulunmasın diye Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin kabrinin çevresine yerden tavana kadar demir parmaklıklar
yerleştirip gö-rünmeyecek duruma getirmişler ve böylece aklı ermeyen bazı kişilerin
kabre yönelip namaz kımalarmı veya kıbleye yöneldiklerinde bazı kişilerin
önünde meydanda kabrin bulunmasını önlemişlerdir.
462 nolu hadîsi İbn
Mâce tahrîc etmiş, Müslim ise Cabir b. Se-müre'den Ebû Dâvud: Berâ'dan, İbi
Mace ayrıca Abdullah b. Muğ-fel'den ve îbn Ömer'den Buharı ve Müslim, Enes
(R.A.)'den, Tabe-râni, Üseyd b. Hudayr'den rivayet etmişlerdir
Ahmed b. Hanbel, bu
hadisle istidlal ederek, develerin çöküp yattığı yerde hiçbir suretle namaz
kılmak sahih değildir, demiştir. Kılan olursa, iade etmesi gerekir. İmam
Mâlik'ten, deve ağlından başka namaz kılacak yer bulamayan kimseye orada namaz
kılma ruhsatı verilebilir mi? diye sorulduğunda, hayır, orada kılamaz, diye cevap
vermiştir. O yere bir yaygı üzerinde namaz kılsa olmaz mı? denilince, yine
hayır, olmaz, demiştir. îbn Hazım da aynı görüştedir. Cumhura göre, buradaki
nahiy, kerâhate hamledilir. Ancak o yerde necaset bulunursa, o takdirde nehiy
tahrîme hamledilir. -
Ancak bu konuda nahyin
illetinin sırf olmadığı anlaşılıyor. Çünkü koyun-keçi ağlında da aynı ölçüde
necaset söz konusu olabilir, oysa o ağıllarda namaz kılmaya cevaz verilmiştir.
Demek oluyor ki, illet bizatihi necaset değildir, develerin bazan azgınlık ve
hırçınlık göstermesi, namaz kılmakta olan kişiyi çiğneyip zarar vermesi söz konusudur.
Nitekim az yukarıda Ebû Cafer et-Tahavî'nin de bununla ilgili görüş ve
tesbitlerini nakletmiştik.
Bunu kuvvetlendirir
mâna ve muhtevada Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde Abdullah b. Muğfel'den rivayet
ettiği bir hadîs vardır. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur.
«Develerin yataklarında namaz kılmayın, çünkü gerçekten onlar cinden
yaratılmışlardır; ürküp azdığı zaman onların gözlerini ve tavırlarım görmüyor
musunuz?[572]
Koyun ağılında namaz
kılmakla ilgili emir ise, ibâhe üzeredir, yani o yerde namaz kılmanın vâcib
değil, mubah olduğuna delâlet eder.
Sonuç olarak İbn Hazım
bu konuda diyor ki: «Deve yatağında namaz kılmayı yasaklayan hadîsler nakil
yönünden tevatür derecesindedir ki, kesin bilgiyi gerektirmektedir.[573]
463 nolu Zeyd b.
Cübeyre hadîsini aynı zamanda Abd b. Hümeyd kendi müsnedinde rivayet etmiş,
Tirmizî ile İbn Mâçe kendi sünen-lerinde ona yer vermişlerdir. Tirmizî, hadîsin
isnadının pek kuvvetli olmadığını, Zeyd b. Cübeyre'nin hıfız hususunda
istenilen güçte sayılmadığını söylemiştir. Zehebî ise, Zeyd'in babasının adı
Cebire olarak belirlemiş ve ravi hakkında şunları tesbit etmiştir: Buhari ve
diğer hadis âlimleri onun metruk olduğunu İbn Ebî Hatim ise, onun hadîsi
yazılmaz, İbn Adiy ise, onun rivayet ettiklerinin hemen çoğuna uyulmaz,
demişlerdir.[574]
Zeyd'in rivayet ettiği
bu hadîsi, Leys b. Sa'd, Abdullah b. Ömer el-Ömerîıden, o Nâfi'den, o da İbn
Ömer'den (R.A.), o da Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'den rivayet etmiştir.
İbn Mâce'nin aynı
hadîsi rivayetinin isnadında Abdullah b. Sâlih ve Abdullah b. Ömer el-Ömerî
bulunuyor ki, ikisi de zayıftır. Ancak İbn Seken ve İmamü'l-Haremeyn onu
sahîhlamışlardır. [575]
1- Şâriin
belirttiği bazı yerler dışındaki yerlerde namaz kılmakta bir sakınca yoktur.
2- Temiz
olduğu takdirde her toprakla teyemmüm etmek caizdir. Ancak gasbedilmiş, zulmen
alınmış bir toprak üzerinde hem namaz kılmak, hem onunla teyemmüm etmek
mekruhtur.
3-
Kabristanda ve kabirlere doğru namaz kılmak mekruhtur. Ancak kabristanda namaz
için özel bir yer ayrılmışsa, kıbleye yöneldiğinde kabirler namaz kılman kıble
cihetine rastlamıyorsa, o takdirde o yerde namaz kılmak caizdir.
4- Farz
namazlar dahil olmak üzere bütün namazları cami ve mescitlerde kılıp evi
namazsız bırakmak pek uygun değildir. O bakımdan namazlardan bir kısmını zaman
zaman evde kılmak sünnettir. Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, bazı vakit sünnetlerini evinde kılar, gece
namazlarını ise hep yattığı odada kılmıştır.
5- Cami ve
mescitlerin içine ve avlusuna ölü defnetmek mekruhtur. Mescid-i Saadet'te
Resûlüllah'm kabri o bakımdan ayrı bir bölüm haline getirilmiştir.
6-
Koyun-keçi ağılında, yere bir yaygı sermek suretiyle namaz kılmak mubahtır.
7- Deve
yatağında namaz kılmak mutlaka mekruhtur.
8-
Çöplükte, mezbahada, hamamda, necaset
bulunan yerde namaz kılmak keza
mekruhtur. [576]
Bilindiği gibi, Kabe
yeryüzüne konulan ilk mâbeddir. Bundan maksat, Allah'a ibâdet için konulan
mâbedlerin ilki demektir. Namazda müslümanların kıblesi olarak belirlenmiştir.
Kabe, dört duvarla
çevrili, küp veya dikdörtgen şeklindedir. Sadece bir kapısı vardır. Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz Mekke'yi fethettiği gün, Kabe'nin kapısı açıldı ve yanında
Usame b. Zeyd, Bilâl ve Osman b. Talha bulunduğu halde içeri girdikten sonra
kapı kapatıldı. Bir süre sonra kapı açıldığında Resûlüllah (A.S.) Efendimiz dışarı
çıktı, içerde namaz kılıp kılmadığı Bilâl'dan sorulunca, «iki ye-manî sütun
(arasında namaz kıldı» diye cevap verdi.
O günden buyana önemli
kişilere Kabe'nin kapısı açılır ve içeri giren kimse, Resûlüllah'm orada iki
rek'at nafile namaz kıldığı gibi, iki rekât namaz kılar ve öylece çıkar.
Konuyla ilgili
hadîsler:
îbn Ömer (R.A.)'den yapılan rivayette, şöyle demiştir: «BesûlüUah (A.S.) Efendimiz ve yanımda Üsâme b. Zeyd,
Bilâl ve Osman b. Talha bulunduğu halde Beyte (Kabe) girdiler ve kapıyı
kapadılar. Kapıyı açtıldarmda ilk oraya sokulup soran ben oldum, Bilâl ile
karşılaştım ve kendisine sordum, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz içeride namaz
kıldı mı? O bana şöyle dedi: Evet, Yemânî iki sütun arasında namaz kıldı.»[577].
Yine İbn Ömer
(R.A.)'den yapılan rivayete göre, o, Bilâl'a şunu sormuştu: «Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz Kabe'de namaz kıldı mı?» O da şu cevabı vermişti: «Evet, Kabe'ye
girdiğinde solundaki iki sütun arasında iki rek'at namaz kıldı, sonra dışarı
çıkınca Kabe'ye yüzçevirip iki rekât namaz kıldı.»[578].
Resûlüllah'm (A.S.)
Kabe'nin içinde iki rekât namaz kılması, Mekke'nin fethinde gerçekleşen bir
olaydır. Ancak Resûlüllah (A. S.)
Efendimizle birlikte içeriye girenler hakkında farklı rivayetler
el-Ezrakî ise,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Kabe'den dışarı çıkarken kapıda
Halid b. Velid (R.A.) bulunuyordu ve insanların izdi-vardır: Sahîh-i Müslim'den
içeriye yalnız Peygamber (A.S.) Efendimizin girdiğine dair bir rivayet vardır.
Nesâi'nin İbn Avn tarikiyle Nâfi'den yaptığı rivayette ise, Peygamber (A.S.)
Efendimizle beraber içeriye girenlerin şu dört kişi olduğu belirtiiliyor:
Fazıl b. Abbas, Üsâme, Bilâl ve Osman...Ham yapmasını önlemeye, Peygamber (A.S)
rahat Yürümesini sağlamaya çalışıyordu.
Naklettiğimiz her iki
hadis de Kabe'nin içinde namaz kılmanın meşruiyetine delâlet etmektedir.
Peygamber (A.S.) Efendimiz içeri girince kapının kapatılmasına rıza göstermesi,
Kabe'nin içinde namaz kılmanın sünnet kılınmayacağım iş'ar için değil, oradaki
insanların içeriye girip sıkıntı doğurmamalarına yönelik bir tedbirdir. Osman
b. Talha'nm içeriye alınması, Kabe anahtarım taşıma görevinden azledilmediğini
bildirmek içindi. Çünkü o güne kadar Kabe'nin anahtarı hep o ailenin elinde
bulunuyordu. Resûlüllah CA.S.) Efendimiz onları o şereften mahrum etmek
istemedi.
Bu konuda Buharî'nin İbn
Abbas (R.A.)'dan yaptığı diğer bir rivayette Resûlüllah (A.S.) Efendimizin
Kabe'nin içinde tekbir getirdiği, fakat namaz kılmadığı belirtilmişse de, ilk
iki rivayet daha sabit ve daha sıhhatlidir. Çünkü o gün Peygamberle CA.S.)
içeri giren Bilâl idi, İbn Abbas değildi.
Bazıları bu farklı
rivayetler arasını telif etmek için, Resülüllah'm biri fetih gününde, biri de
Veda haccmda olmak üzere iki defa Kabe'nin içine girdiğini, birinci girişinde
iki rekât namaz kıldığını, ikinci girişinde sadece tekbir getirmekle
yetindiğini söylemişlerse de, Re-sûlüllah'ın (A.S.) Veda Haccmda Kabe'nin içine
girdiğini isbât eden yeterli delil tesbit edilememiştir. Nitekim el-Ezrâkî
Mekke Kitabı'n-da, birçok ilim adamlarından naklederek konuyu yeterince
açıklamış ve Resûlüllah'm (A.S.) sadece fetih günü Kabe'nin içine girip içerde
iki rekât namaz kıldığını yazmıştır. Ancak fetih günü iki defa girdiğinin
ihtimal dahilinde bulunduğunu unutmamak gerek...
Müctehid imamların bu
husustaki tesbit ve ictihadlari: a)
Hanefüere göre:
Kabe'nin içinde hem
farz, hem nafile namaz kılmak sahihtir. İçeride cemaat halinde kıldıkları
zaman, imamın etrafında bir halka oluşturdukları takdirde cemaatten bir
kısmının arkası imamın arkasına, bir kısmının yüzü imamın arkasına dönük
olursa, yine de kılınan'namaz sahih.kabul edilir. Ancak cemaatın yüzü imamın
yüzüne karşı gelir de arayerde sutre bulunmazsa, o takdirde kerâhat söz
konusudur. Aynı zamanda sırtını imamın
yüzüne dönük vaziyette
namaz kılan kimsenin o
namazı caiz olmaz[579].
b) Mâükilere
göre:
îmam Mâlik, Kabe'nin
içinde ne farz, ne de vâcib olan tavafın iki rek'atım kılmak caizdir; aynı
zamanda Hicir'de de bunları kılmak caiz değildir, demiştir. Bunun gibi vitir
ve sabahın iki rekât namazı da Kabe'nin içinde kılınmaz. İmam Mâlik'den farz
namazı Kabe'nin içinde kılan kimse hakkında sorulduğunda şu cevabı vermiştir:
Vakit içinde bulunuyorsa iade eder.[580].
c) Şâfiilere göre:
Kabe'nin içinde farz
veya nafile namaz kılan kimse, isterse bunu yıkılmış bulunan Kabe'nin
arsasında veya damında kılsın, önünde bir zira'm üçte iki uzunluğunda bir
sütre bulunursa, caizdir. O halde Kabe'nin içinde farz ve nafile kılmakta bir
sakınca yoktur. Kabe'nin damında veya yıkılmış ise arsasında namaz kılarken herhalde
önüne belirtilen yükseklikte bir sütre koyması gerekir, aksi halde kıldığı
namaz sahîh olmaz. Sütre, taş, toprak yığını ve benzeri bir şey de olabir.[581]
d)
Hanbelîler'in bu mesele hakkındaki
görüş ve ictihadlarmı tesbit edemedim. [582]
1- Kabe'nin
içinde farz ve nafile namaz kılmak
caizdir. Bu, Hanefi ve Şâfülere göredir. Mâlikîlere göre, caiz değildir.
2- Kabe'nin
içinde tekbîr getirmek de caizdir.
3- Kabe'nin
kapısını dinimizce önemli sayılan bazı zevata açmakta bir sakınca yoktur. [583]
Müctehid imamlar zamanında
bugünkü seri vasıtaların çoğu yoktu. Karayolunda da, merkep, deve gibi
bineklerle yolculuk yapılır, denizde ise, yelkenli gemilerle seyahat edilirdi.
O bakımdan namaz konusunda sadece bu nakil vasıtası üzerinde durulmuştur. Biz
önce müctehidlerin ilgili görüş, tesbit, istidlal ve ihticaclannı nakletmeyi,
sonra da bugünkü seri vasıtalarla yapılan yolculukta nasıl namaz küınılacağmı
belirteceğiz.
İlgili hadîsler:
İbn Ömer (R.A.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki:
«Eesûlüllah (A.8.)
Efendimiz,de», gemide nasıl namaz kılayım? diye sorulduğunda şu cevabı verdi:
Ayakta durup namaz kıl, meğer ki, boğulmaktan endişe etmiş olasın, (o takdirde
oturarak da kılabilirsin.»[584]
Ebû Ya'lâ b. Mürre'den
yapılan rivayette, demiştir ki:
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz, ashafeı da beraberinde dar bir yere geldiler. Resûlülîah (A.S.)
bineği üzerinde idi; üzerlerinde yağmur, altlarında ıslaklık vardı. Namaz
vakti girdi; müezzine emretti, ezan okuyup ikamet getirdikten sonra Resûlülîah
bineği üzerinde bulunduğu halde öne geçip ashabına namaz kıldırdı. Baş işareti
yapıyor, secde için başını rükû'dan daha fazla eğiyordu.[585]
Amir b. Rabi'a (R.A.)'den yapılan rivayette demiştir ki:
«Resûlülîah (A.S.1
Efendimizi bineği üzerinde -nafile namaz kılarken gördüm, hangi yana yönelip
gidiyorsa başıyla o yana doğru ima' ediyor (rükû' ve secdeler için başını hafif
eğiyordu). Ama farz namazlarda böyle yapmıyordu.»[586].
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Gemide
ayakta durup namaz kılmak vâcibdir. Ancak boğulmak ve benzeri bir tehlike söz
konusu olunca, oturarak da kılı-nabilir.
2- Şehir
dışında, yolculuk halinde yağmurlu ve çamurlu bir havada binek üzerinde farz
namazları kılmak caizdir.
3- Yine
böyle havalarda imamın binleği
üzerinde öne geçip cemaatına namaz kıldırması, rükû ve secdeleri baş işaretiyle
yerine getirmesi caizdir.
4- Binek
üzerinde namaz kılan kimsenin rükû' ve secdeler için başını hafif eğmesi, ancak
secde için biraz fazla eğmesi gerekir.
5- Binek
üzerinde nafile namaz kılarken bineği durdurmaya ve kıbleye yönelmeye gerek
yoktur. Binek hangi cihete yönelip gidiyorsa, üzerindeki kişi de o yana
yönelik olarak nafile namaz kılar, bunda bir sakınca yoktur.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, istidlal ve ihti-caclari:
a) Hanefilere göre:
Binek üzerinde farz
namazları, vitir ve adanarak vâcib olan namazlar ve bir de başlandıktan sonra
bozulup yeniden kılman nafile namazları kılmak sahih değildir. Bunlar gibi
cenaze namazı, yerde okunan secde âyetinden dolayı tilâvet secdesi de binek
üzerinde yerine getirilmez. Ancak, indiği takdirde mal ve canına bir tehlike
geleceği, malının çalınma endişesi bulunduğu veya yerin namaz kılınmayacak
kadar çamurlu olduğu durumlarda sözü edilen namazları binek üzerinde kılmak
caizdir. Aynı zamanda bineğin hırçın ve tekrar binmeğe pek imkân vermemesi
veya kişinin hasta olup binip inmesinin çok sıkıntı ve tehlike doğurması gibi
haller de istisnanın kapsamına girmektedir.[587]
Nafile namazları ise,
hayvan hangi cihete yönelip giderse gitsin, binek üzerinde baş işaretiyle
kılmak caizdir.
Binek üzerine konulan
mahfe içinde de farz ve vâcib namazları kılmak sahih değildir. Ancak yerle
irtibatı sağlanır şekilde altına bir destek konulduğu ve binek de hareket
etmediği takdirde, caiz olur. Nafile namazı ise kılmakta bir sakınca yoktur.[588]
Binek üzerinde nafile
namazı, şehir dışına çıktığı takdirde caizdir. Şehir içinde binek üzerinde
hiçbir namaz caiz ve sahih olmaz. Şehir dışına çıkıldığında ister üç konaklık,
ister daha az bir mesafeye yolculuk etsin fark etmez, her iki durumda da
nafile namazları binek üzerinde kılabilir. Bu binek hangi istikamette yol
alıyorsa, kişi yüzünü o tarafa çevirmiş bir halde namazını kılar, başka bir
tarafa yüzünü çevirmesi caiz değildir.[589]
Binek üzerinde namaz
kılarken semer, palan, eyer veya ön kısma konulmuş bir şey üzerine başını
koyup secde etmesi caiz olmaz. Hem rükû'u, hem secdeleri baş işaretiyle yerine
getirir; secde için başını biraz daha eğer... [590].
Gemide namaz kılmak:
İmam Ebû Hanife'ye
göre, seyir halinde bulunan gemide hiçbir özür yokken oturup namaz kılmak
sahihtir. Ancak rükû* ve secdeleri, gemi dışındaki gibi yerine getirir, baş
işaretiyle yetinmez. Çünkü ayakta durmak çoğu zaman baş dönmesine, bulantıya
neden olur, ama rükû' ve secdede böyle bir durum söz konusu değildir.
O halde gemide
oturarak hem farz, hem vacip namazları, rükû, ve secdeleri tam yaparak kılmak
sahihtir. Ama gemiden çıkıp müsait bir yerde kılma imkânı varsa, o daha
faziletlidir.
îmam Ebû Yusuf ile
İmam Muhammed'e göre, bir özür yokken gemide oturarak namaz kılmak sahih
değildir; en zahir olan budur. İmameyn bu meselede yukarıda mealini
naklettiğimiz 487 nolu îbn Ömer hadîsiyle istidlal etmişlerdir.[591].
Tabiînden Mücahit
diyor ki: Gemide bir cenaze namazım oturarak kıldık, oysa isteseydik ayakta da
kılabilirdik. İbn Ömer ile Cafer hadîsleri nedb (mendubiyet) üzere hamledilir.» İbn
Sırîn de diyor ki: «Biz Enes (R.A.) ile beraber gemide oturarak namaz kıldık.
İsteseydik, kıyıya çıkıp orada kılabilirdik, ama öyle yapmaya gerek görmedik.»[592].
Liman veya rıhtıma
halatlarla bağlandığı halde rüzgârın denizde çalkantı meydana getirmesi
sebebiyle sallanan gemi, hareket halinde olan gemi gibidir, namaz konusunda
aynı hükmün kapsamına girer. Ama yerinde sakin duran gemide artık oturarak
namaz kılmak mekruhtur, hattâ hanelilerin çoğuna göre, caiz değildir.
Fetâvâ-yı Hindiyye'de
İmam Ebû Hanîfe'nin görüşü, Tahtavi'-nin tesbitinden biraz farklı olarak şöyle
nakletmiştik «Gemi hareket halinde iken ayakta durup namaz kılma imkânı varsa,
oturarak kılmak mekruhtur. Bu, İmam Ebu Hanife'ye göredir. İma-, meyne göre,
caiz değildir. Ama gemi limana bağlı ise, o takdirde oturarak namaz kılmak
bi-licma' caiz değildir.[593].
b) Şâfiîlere
göre:
Yolculuk halinde
bulunan kimsenin süvari ve yaya olarak kıbleye yönelmeksizin nafile namazı
kılması caizdir. Yolculuk ettiği mesafenin uzun olması şart değildir. Hayvan
hangi ciheve doğru yol alıyorsa, o da o cihete yönelik bir halde namaz
kılabilir. Kıbleden başka bir cihete yönelmek için yolunu çevirmesi doğru
olmaz. Hayvan üzerinde rükû' ve secde etmek mümkün olduğu takdirde baş
işaretiyle bunları yerine getirmez. Bunun gibi, kıbleye yönelmesi kolay
gelirse, yönelir, değilse sadece namaza giriş tekbirinde yönelmekle yetinir.
Yaya olarak yolculuk
yapan kimsenin yürür halde nafile namaz kılması caizdir; ancak hem ilk
tekbirde, hem rüku ve secdelerde kıbleye yönelmesi ve sadece ayaktaki rüknü
yerine getirirken yürümesi caizdir.[594].
c)
Hanbelîlere göre:
Uzun bir seferde binek
üzerinde nafile namaz kılmanın cevazı hakkında ilim ehli arasında muhalif bir
görüş bilmiyoruz. İbnj Abdi'1-Berr ise, üçinde kasr-i salât (dört rek'atlı
farzları iki rekât olacak kılma) imkânı olan her seferde nafile namazı binek
üzerinde kılmanın cevazında icma' vardır, demiştir. Rükû' ve secdeleri baş
işaretiyle yerine getirir, ancak secde için başım biraz daha eğer. Kısa
mesafeli bir yolculukta ise, İmam Ahmed'e göre binek üzerinde nafile kılmak
mubahtır. Nitekim Leys, Hasan b. Yahya, Evzâî, Şafiî ve rey tarafdarı imamlara
göre de mubahtır. Çünkü bu, mücer-red yolculukta bir ruhsattır, yolculuk kısa
veya uzun olabilir, fark-etmez.
Hanbelîler de bu
konuda İbn Ömer hadîsiyle istidlal etmişlerdir.
Binek üzerinde genişçe
bir yer varsa, büyükçe mavnalarda olduğu gibi, kişi o yerde istediği gibi,
istediği cihete dönebiliyorsa, o takdirde kıbleye yönelmesi gerekir, aynı
zamanda baş işaretiyle değil, doğrudan secde ederek namazını kılar. Çünkü o bu
durumda, gemiye binmiş kimse gibidir. Sadece rükû ve secdeler dışında kıbleye
yönelme imkânı varsa, yönelir[595].
Yaya olarak yolculuk
yapan kimsenin, yürür halde namaz kılması caiz midir? el-Harki'nin görüşünün
zahirine bakılırsa, caiz değildir. Ancak bu hususta İmam Ahmed'den iki ayrı
rivayet vardır ki, biri şöyledir: Yürür halde namaz kılabilir diyenin sadece
Ata1 olduğunu biliyorum. Yaya yürüyenin o vaziyette namaz kılması benim pek
hayretime mucip olmuyor. Diğer rivayete göre, yolcu yaya yürüdüğü halde namaz
kılabilir, demiştir.[596]
d)
Mâlikîlere göre:
İmam Mâlik'e göre,
binek üzerinde ancak uzun bir seferde, yani üç konak veya daha fazla bir
mesafeye yapılan yolculukta mubahtır.[597]
Gemide1 ise, dışarı
çıkıp kılma imkânı varsa, öyle yapar; değilse içinde kılması kâfi gelir. Gemide
ayakta durup kılma imkânı varsa, oturarak kılmaz. Gemide namaz kılarken kıbleye
yönelirler. Gemi döndükçe otolar da kıbleye doğru dönerler. Dönme imkânları
yoksa, yönelmiş bulundukları cihete doğru kılmaları da kâfi gelir.[598].
Vitir namazının binek
üzerinde kılınıp kıhnmayacağı hakkında farklı görüş ve tesbitler vardır. Ebû
Cafer et-Tahavî bununla ilgili 13 kadar rivayet tesbit edip nakletmiştir. Biz
birkaç tanesini, konuyu açıklama bakımından nakletmekle yatiniyoruz:
Salim b. Abdullah'dan
o da babasından rivayet etmiştir; babası şöyle demiştir: «Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz binek üzerinde hangi cihete yönelmişse o cihete doğru namaz kılar ve
aynı zamanda vitir namazını da binek üzerinde kılar, sadece farz namazları
kılmazdı.»[599]
. .
Said b. Yesar diyor
ki: Abdullah b. Ömer (R.A.) ile beraber Mekke yolunda yolculuk yapıyorduk.
Fecir doğar endişesiyle bineğimden inip vitir namazım kıldım. Bunun üzerine
Abdullah (R.A.) bana, «Nerede bulunuyorsun?» diye sordu. Ben de, fecir doğar
endişesiyle inip vitir namazım kıldım, dedim. Buyurdu ki: «Senin için Resûlül
lah'ta (A.S.) güzel örnek yok mudur?» Ben de elbetteki vardır, dedim.
«Şüphesiz ki Resûlüllah (A.S.) Efendimiz devesi üzerinde vitir namazım kılardı»
buyurdu.[600]
Böylece ilim
adamlarından bir grup yukarıdaki rivayetlere dayanarak, nafile namazların
binek üzerinde kılındığı gibi, vitir namazının da kılınacağını söylemişlerdir.
Diğer bir grup ise, onlara muhalefet ederek vitir namazını binek üzerinde
kılmanın caiz olmadığını belirtmişlerdir. Bu ikinci grubun delil ve hücceti
ise, Resû-lüllah'ın (A.S.) farz ve vâcib namazları binek üzerinde kılmadığına
dair olan rivayetlerdir. Nitekim Ebû Bekre'nin yaptığı rivayete göre, Mücahit
şöyle demiştir: Doğrusu İbn Ömer (R.A.) yolculukta, hangi cihete yönelirse
yönelsin bineği üzerinde (nafile) namaz kılar, ancak vitir namazını kılmak
istediğinde, bineğinden inip onu yerde kılardı.»[601]
Birinci grup bunlara
cevap vererek şöyle bir yorumda bulunmuşlardır: İbn Ömer'in inip vitri yerde
kılması, onu binek üzerinde kılmasına engel sayılmaz. Nitekim Nafi'den yapılan
rivayette, şöyle demiştir-. «İbn Ömer (R.A.) vitir namazım bineği üzerinde
kılardı, bazan da inip yerde kıldığı olurdu...»[602].
Ebû Cafer ilgili
rivayetlerden sonra şöyle diyor:
«Bu hususta kaide
şöyledir: Ayakta durup namaz kılmaya gücü yeten kimse oturarak kılmaz. Seferde
bineğinden inip binmeğe gücü yeten kimse de,
(vitir ve farz namazları biniti üzerinde kılmaz.»
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller:
487 nolu îbn Ömer
hadisini, el-Hâkim, Cafer b. Berkan tarikiyle rivayet etmiştir. Hadisin zahiri,
gemide bir özür olmaksızın oturarak namaz kılmanın caiz olmadığına delâlet
etmektedir. Bu görüşü savunanlar şu hadîsi de delil olarak göstermişlerdir:
«Hasta kimse, gü-. cü yetiyorsa ayakta namaz kılar; yetmiyorsa oturarak kılar.
Secde edemiyorsa, baş işaretiyle secde eder ve secdesi için başını rükû'da
eğdiğinden biraz çok eğer. Oturarak kılamıyorsa, sağ yanı üzerine uzanarak
kıbleye müteveccihen namaz kılar. Buna da gücü yetmiyorsa, ayaklarını kıbleye
doğru uzatıp sırt üstü uzanarak namaz kılar...»[603]
Ancak bu hadisin
isnadında Hüseyin b. Zeyd bulunuyor ki, Ibn Medeni onun zayıf olduğunu
söylemiştir. Ayrıca isnadında Hasan b. Hüseyin el-Urnî bulunuyor ki, bu zat da
metruktür. İbn Hibbân onu sıkat (güvenilirler) arasında anmıştır. Yahya b. Maîn
zayıf olduğunu belirtmiştir[604].
Zehebî, Hasan b.
Hüseyin el-Urnî hakkında şunları tesbit etmiştir: Ebu Hatim, onun saduk
(doğru, güvenilir) olmadığını söylemiştir. Aynı zamanda Şia'nın ileri
gelenlerindendir. İbn Adiy, onun hadisinin sıkanın hadisine benzer tarafı
yoktur, derken İbn Hibban onun hayli yanılıp kaydığı yerler olmuştur, der.[605].
O bakımdan İmam
Nevevî, Darekutnî'nin rivayet ettiği bi .hadîsin zayıf olduğunu belirtmiştir.
Hafız Bezzar ile
Beyhakî'nin tahrîc ettikleri bir hadîs ise şu lâfızla tesbit edilmiştir:
«Gücün yeterse yerde namaz kıl, yetmezse ima' (baş işaretiyle) kıl ve secdesini
rükû'dan biraz daha (başını) eğerek yerine getir.» Ebu Hatim, bu hadîsin mevkuf
olduğunu, merfu' diyenlerin hatâ ettiğini belirtmiştir.[606].
438 nolu Ya'lâ b. Mürre
hadîsini Nesâi ile Darekutnî tahrîc etmişler ve Tirmizî onun garip olduğuna dikkatleri çekmiştir. Çünkü
râvilerden Amir b. Riyan yalnız basma kalmıştır. O bakımdan nıüctehidlerin çoğu
hüccet olarak almamışlardır.
Hadîsin zahiri, binek
üzerinde farz namaz kılmanın sıhhatma delâlet etmektedir.
489 nolu Amir b.
Rabi'a hadisi genellikle sahih kabul edilmiştir. Buharİ, Ebu Dâvud ve Tirmizî,
Câbir'den rivayet etmiş ve Tirmizi onu
sahihlemiştir. Buna benzer birkaç tarikten daha rivayet edildiği tesbit olunmuş,
çoğunun isnadı sahîh kabul edilmiştir. [607]
1-
Yolculukta binek üzerinde nafile namaz
kılmaya ruhsat verilmiştir. Binek hangi cihete gidiyorsa, oraya doğru kılınır.
2- Binek
üzerinde farz ve vâcib namazları kılmak caiz değildir. Ancak mal, can ve
eşyanın telef olma korkusu veya yerin fazla çamurlu, veya hayvanın binip
inmede huysuzluk ettiği gibi mazeretler karşısında farz ve vâcib namazları
binek üzerinde kılmaya cevaz verilmiştir.
Bu daha çok İmam Ebû
Hanlfe'nin içtihadıdır.
3- Binek
üzerinde nafile namaz ancak şehir dışına çıkıldığında caizdir. îmam Mâlik'e
göre, üç konaklık bir yolculuğa çıkıldığı takdirde caizdir.
4- Yaya
olarak yolculuk eden kimsenin de yolda yürür halde nafile namaz kılması
caizdir, ancak iftitah tekbirinde ve bir de rükû' ve secdelerde kıbleye
yönelmesi gerekir. Bu, daha çok İmam Şafiî'nin içtihadıdır.
5- Hayvan
üzerinde namaz kılınırken baş işaretiyle rükû' ve secdeler yerine getirilir.
Semer veya palan ve eyer üzerine secde edilmez.
6- Binek
üzerinde dönme imkânı olacak kadar geniş bir yer varsa, o takdirde kıbleye
yönelip namaz kılması ve baş işaretiyle değil, doğrudan rükû' ve secde
yapması gerekir. Bu daha çok îmam
Ahmed'in içtihadıdır.
7-
Gemide, hareket halinde ise veya limanda
rüzgarın tesiriyle sallantı halindeyse, oturarak namaz kılmakta bir sakınca
yoktur. Bu.îmam Ebû Hanîfe'nin içtihadıdır.
8- Ayakta
durup kılabiliyorsa, o
takdirde oturarak kılması ;âiz değildir. Bu, imameynin içtihadıdır.
9- Gemiye
kıyasla uçak ve otobüslerde ayakta durup namaz almak mümkün olmadığından
oturduğu yerde, iftitah tekbiri getirirken yüzünü göğsüyle birlikte kıbleye
çevirmek kâfidir. Ondan 3onra yönelmiş bulunduğu cihete
dönerek baş işaretiyle namazım Lalar
Otobüs veya uçağın namaz vakti müsait bir yerde mola vermesi kesinse, o
takdirde içinde kumaya gerek kalmaz, vaktin çıkması tehlikede olmadığı sürece,
vasıta dışında namazım kılması daha uygun ve sıhhatli olur. [608]
Camiler Allah'ın
inayet ve rahmetinin, feyiz ve ikramının bolca tecelli ettiği kutsal yerlerdir.
Allah'ın varlığım ve birliğini kalbden dile, dilden dış organlara en anlamlı
şekilde aktaran mü'minlerin birleşip bütünleştiği en önemli mezkezlerdir. Ruh
ve bedenin terbiye edilip olgunlaştığı ilâhî mektepler; İslâm kültürünün
gönüllere ve kafalara işlendiği en mükemmel akademilerdir,
O bakımdan İslâm'da
mabedin yeri çok büyük, önemi kelimeyle anlatılamıyacak kadar kapsamlıdır.
Rasûlüllah CA.S.) Efendimiz, küfürün ve şirkin zulmünden kurtulup Medine'ye hicret
ettiğinde.he-nüz şehre girmeden Küba dolaylarında ilk iş olarak bir mescid yaptır
di ve ilk cumayı da orada kılarak cami ve mescidsiz bir müslü-man beldesinin,
içinde incisi bulunmayan sedefe benzediğine işarette bulundu.
Tarih boyunca
İslâmiyeti ayakta tutan, dinden kaynaklanan ilim ve irfanı yaygınlaştıran ve
nesilden nesile ulaştıran vasıtaların başında cami ve mescid gelmektedir.
Bu sebeple ilim
adamları ve müctehit imamlar cami konusuna ağırlık vermiş ve müstakil bablar
meydana getirmişlerdir.
İlgili hadîsler:
Osman b. Affan
(R.A.)'den yapılan rivayette, şöyle demiştir: Re-sûlüllah (A.S.) Efendimiz'den
işittim, buyurdu ki:
Kim bir mescid (cami)
yaparsa, Allah onun için o mescidin bir mislini Cennet'te yapıp hazırlar.»[609]
İbn Abbas (R.A.)'dan
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S. E-fendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
«Kim Allah için,
isterse bağırtlak kuşunun kendi yumurtası için yapmış olduğu yuva kadar olsun,
bir mescid yaparsa, Allah Cennet'te onun için bir ev yapar.»[610]
İbn Abbas (R.A.)'dan
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Mescidleri yapı olarak yükseltmekle emrolunmadım.» îbn Abbas
(R.A.) bu hadîsin yorumunda diyor ki:«Yahudi ve Nasarâ'nm (kendi mabetlerini
süsleyip şatafatlı ettikleri gibi, sizler de herhalde mescidleri süsleyip
şatafatlı yapacaksınız iki bu doğru değildir).»[611]
Enes (R.A.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «İnsanlar
mescidler hakkında, (yaptıkları nakış motif, süsleme ve benzeri şeylerden daloyı)
övünmedikce kıyamet kopmaz!»[612]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Cami
yapmak müekked sünnettir.
2- Allah
rıza için yapılan bir caminin mükâfatı Cennet'tir.
3- Cami ve
mescitleri lüzumundan fazla yükseltme bid'attır. Ancak bunun bid'at-ı hasene
olduğu söyleyebiliriz.
4- Camileri
nakış ve motiflerle yaldız ve
renklerle süsleyip şatafatlı hale sokmak sünnete aykırıdır. Bunları daha çok
Yahudi ve Hıristiyanlar kendi mâbedlerinde uygularlar.
5- Bir beldede muhtelif semtlerde yapılan
camileri süsleme ve şatafatlı duruma
getirme karşılıklı övünç nedeni
kılmmadıkça kıyamet kopmaz, yani bu gibi sünnet dışı düşünce ve davranışların
yaygınlaşması, kıyamet alâmetlerinden biridir.
Hadîslerin ışığında
müctehit imamların görüş ve istidlalleri:
a) Hanefîlere göre:
Camileri kireç, alçı,
altun suyu ile süslemekte bir sakınca yoktur. Ancak bunlara harcanan parayı
fakirlere dağıtmak daha faziletlidir. Fetva da buna göredir. Camileri kireç ve
benzeri şeylerle yapıp sıvamak, güzel bir şeydir, çünkü böyle yapmakla sağlam
bir bina oluşturulmuş olur. Meşayıh'ten bir kısmı mihrap ve kıble tarafındaki
duvarı nakış ve motiflerle süslemenin mekruh olduğunu; çünkü bunun kalbleri
meşgul edeceğini söylemişlerdir. el-Fakiyh Ebu Cafer, Şerh-i Siyerü'l-Kebîr'de
cami duvarları üzerinde az olsun, çok olsun nakış bulundurmanın mekruh olduğunu
belirtmiş, tavanının az alarak süslenmesine ruhsat verildiğine dikkatleri
çekmiştir.[613]
Camileri vakıf
parasıyla süslemek pek iyi değildir, çünkü böyle yapmakta vakfın gelirini
zayı'etmek söz konusudur.
Camiyi gümüş suyuyla
süslemek, kişinin kendi malından sar-fedilerek yerine getirilirse bir beis
yoktur.[614].
Anlaşıldığı gibi,
Hanefî İmamları camileri süsleme hususunda, rivayet edilen hadîsleri pek delil
olarak seçmemişlerdir. Çünkü çoğu haber-i vahit ile nakledilmiştir.
b) Şâfiîlere ve Hanbelilere göre, altun ve
gümüş ile süslemek, bu iki madenle nakışlamak haramdır.[615].
c) Mâlikîlere göre, camiyi süsleyip nakışlamak
mekruhtur. Süsler altın ve gümüşle olsa yine de farketmez. Ama kireç ve
benzeri şeylerle yapıp sağlamlaştırmak mendubdur.[616].
Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller;
508 nolu hadîsi aynı
zamanda Taberânî el-Evsat'ta Ebu Bekre'-den (R.A.)., îbn Adiy ise el-Kâmil'de
rivayet etmişlerdir. Ancak Ta-berânî'nin rivayet zincirinde Vehb b. Hafs
bulunuyor ki, bu zat zayıftır. İtan Adiy'in rivayet zincirinde ise, el-Hakem
b. Yâ'lâ b. Ata' bulunuyor ki, bu zat da münkerül-hadîstir.[617].
îbn Mâce, Ömer'den ve
Ali'den (R.A.) rivayet etmiştir. Onun da isnadında İbn Lahiy'â bulunuyor ki, bu
zat da zayıf kabul edilmiştir. Nitekim daha önce Zehebî'nin onun hakkındaki
tesbitlerini nak letmiş bulunuyoruz.
îmam Tirmizi ise, Enes
(R.A.)'den rivayet etmiştir, onun da isnadında Zıyad en-Nemeri bulunuyor ki, o
da zayıf ravüerden sayılmıştır.
Aynı mealdeki hadîs
daha birçok tariklerden rivayet edilmişse de çoğunun isnadında zayıf veya
metruk kabul edilen raviler yer almaktadır.[618].
Aynı hadisin birçok
tariklerden rivayet edilmesi, aradaki bazı ravilerin zayıf kabul edilmesine rağmen
sahih sayılır ve ihticaca elverişlidir, denilebilir. O bakımdan mezhep
imamları dahil bütün ilim adamları hadisin delâlet ettiği hususu aynen
benimsemişlerdir.
510 nolu İbn Abbas hadîsini îbn Hibban sahihlemiş
ve ricalinin sahih olduğunu belirtmiştir.
511 nolu Enes hadîsini îbn Huzeyme sahihlemiş ve Buharî'de Enes'den rivayet
edip taliken şu lâfızla nakletmiştik «Mescidleri süsleyip yük seîtmekle
övünecekler, sonrada pek azı onları mamur edecek...» [619]
1- Camileri
kireçle, altun ve gümüş suyuyla süslemekte bir sakınca yoktur. Bu, Hanefîlere göredir.
2- Camilerin
mihrab ve kıble cihetini süsleyip nakışlandırmak mekruhtur. Bu, Hanefîlerin birkaç ileri gelenlerinin
içtihadıdır.
3 - Tavanını
az miktarda süslemekte bir sakınca yoktur. Bu, Ebu Cafer'e göredir.
4- Camileri
altun ve gümüş ile süsleyip nakışlamak haramdır. Bu, Şâfiîlerle Hanbelîlere
göredir.
5- Camileri
süsleyip nakışlandırmak mekruhtur. Bu,
İmam Mâlik'e göredir.
6- Camileri
tezyin edip yükseltmek övünme, böbürlenme vesilesi olmamalıdır. Çünkü camiler
sırf Allah'a ibâdet için, O'nun rızasına erişmek maksadıyla yapılır. .
7- Camileri
kireç, beton ve benzeri şeylerle yapıp sağlamlaştırmakta bir sakınca yoktur.
8- Vakıf
gelirlerini camilerin tezyinatına harcamak mekruhtur. Kişilerin kendi
mallarından bu tezyinat için sarfetmesine cevaz verilmiştir. [620]
islam, ibadeti
temizlikle birleştirip bütünleştirmiş, özellikle beden, elbise, cami, mescit,
ev ve sokak gibi hayatımızla içice olan şeyleri ciddi bir temizliğe tabi
tutmamızı emretmiştir.
Camiler, günde beş
defa mü'minlerin toplanıp biraraya geldiği hem kutsal yerler, hem de ilim ve
irfan meclisleridir. O bakımdan günde en az bir veya iki defa temizlenmesi,
güzel kokularla havasının değiştirilmesi ve pencerelerini belli vakitlerde
açıp içeriye temiz havanın girmesinin sağlanması müekked sünnetlerden biridir.
O bakımdan camileri
temizlerken burunlarına mabedin tozundan girenlerin Cehennem kokusu
almayacakları, yani Cehennem'in pis kokusu onlann burnuna girmiyeceği haber
verilmiştir.
Bilindiği gibi,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz cami konusunda çok duyarlı idi, o kadar ki, soğan,
sarımsak, prasa gibi kokusu ağızda kalıp etrafı rahatsız eden şeyleri yedikten sonra
camiye gelenleri uyarmış ve bu vaziyette mâbedlere, umumî toplantı yerlerine
girmeyi mekruh kılmıştır.
İlgili hadîsler:
Enes CR.AJ 'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Ümmetimin ecirleri (sevap ve mükâfatları) bana arzolundu hattâ adamın
mescidden dışarı çıkardığı çer-çöp (ten dolayı verilen ecir ve sevap da
gösterildi). Ümmetimin günâhları da bana arz olundu. Adamın, Kur'ân'dan bir
sûre veya âyet kendisine verildikten tonu belledikten) sonra unutmasından daha
büyük bir günâh görmedim!»[621]
Hz. Aişe (R.A.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz mahallelerde
mescİdler yapılmasını, çok temiz tutulup güzel kokularla havasının değiştirilmesini
emretti.»[622]
Semure b. Cündeb
(R.A.) 'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.i Efendimiz kendi
kabile ve semtimizde mescidler edinmemizi ve onları çok temiz tutmamızı bize
emretti.»[623].
Câbir (R.A.)'den yapılan rivayette, Peygamber (A.S.)
Efendi-miz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Sarımsak, soğan ve
prasa yiyen kimse bizim mescidlerimize yaklaşmasınlar; çünkü gerçekten
melekler, âdemoğullarınin tiksinip eza duyduğu şeylerden tiksinirler, eziyet
duyarlar.»[624] «Semure b. Cündab CR.A.)
yapılan rivayette, demiştir ki: Resû-ilüllah (A.S.) bize, kendi mahalle, semt
ve kabirlerimizde mescidler yapmamızı ve yapısını uygun kılmamızı tertemiz
tutmamızı emretti.»[625].
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Cami ve
mescitleri süpürüp temiz tutmak müekked sünnettir veya vaciptir. Bunun
mükâfatı ise çok büyüktür.
2- Kur'ân'dan
bazı sure ve âyetleri öğrendikten sonra onları ihmal edip unutmak, büyük
günahtır.
3- Mahalle
ve semtlerde, köy ve kasabalarda cami
yapmak vâcibdir.
4- Camileri
havalandırıp güzel kokuyla havasım değiştirmek sünnettir.
5- Sarımsak,
soğan, prasa ve benzeri tiksindirici
koku yapan şeyleri yedikten sonra cami ve mescitlere gitmek mekruhtur. Bunun
gibi, toplum arasına katılıp çevreyi bu gibi kerih kokularla rahatsız etmek de
mekruh sayılmıştır.
6-
Meleklerin soğan, sarımsak, prasa ve benzeri şeylerin kokusundan tiksindiği ve
onun için bu gibi şeyleri yedikten sonra ağızdaki kokuları gidermeyi, dinimiz
emretmiştir. Bu emir sünnet ifade eder.
7- Cami ve
mescitleri sağlam ve uygun biçimde yapmak sünnettir. [626]
Cami, ilâhî rahmet ve
mağfiretin bolca indiği, rahmet meleklerinin en çok uğradığı kutsal yerdir. O bakımdan içerisine
gırınrken de, çıkılırken de İslâm'ın koymuş olduğu adaba uymak
müstehabdır. Böylece camiyi diğer
yerlerden giriş çıkışımızda da ayırt
etmiş oluruz.
Ebu Humayd'den ve Ebu
Üseyd'den . CR.A.) yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin şöyle buyurduğunu söylemişlerdir:
«Sizden biriniz
mescide girdiği zaman şöyle desin-. Allah'ım! Bize rahmet kapılarını aç. Dışan
çıkarken de şöyle desin: Allah'ım! Şüphesiz ki, senin fazl-ü keremini
diliyorum.»[627].
Fatıma ez-Zehrâ
(R.A.)'den yapılan rivayette şöyle demiştir: Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
mescide girdiği zaman şöyle derdi: Bismillah, ve's-selâmü ala Resûlillah.
Allah'ım, günâhlarımı bana bağışla ve rahmet kapılarım bana aç. Camiden
çıktığı zaman ise şöyle derdi: Bismillah, ve's-selâmü alâ Resûlillah;
Allah'ım! günâhlarımı bana bağışla ve fazî ü keremin kapılarını bana aç.»[628].
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
l- Camiye
girerken, Allahım! Bize rahmet
kapılarını aç, demek sünnettir.
2- Camiden
çıkarken, Allahım! şüphesiz ki senin fazlü keremini diliyorum demek de
sünnettir.
3- Camiye
girerken ayrıca günâhların bağışlanmasını dilemek ve rahmet kapılarının
açılmasını istemek de sünnettir.
4- Camiye
girerken de, çıkarken de
Resûlüllah (A.S.) Efendimize salâvat getirmek ve ondan önce
Besmele çekmek de sünnettir.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların görüş ve
istidlalleri: Müctehid imamların hemen hepsi, camiye giriş ve çıkış adabnda ve
belirtilen duaların yapılmasının müstehab olduğunda mütte-iktirler. Cumhurun da
görüşü bu merkezdedir.
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller:
523 nolu Ebu Humeyd ve
Ebu Usey hadisini îbn Mâce sadece Ebu îumayd'den rivayet etmiştir ki, bu zatın
esas adı Abdurrahman b. Sa'd es-Saidî'dir. Ebu Useyd ise Mâlik b. Rebi'a
es-Sâidî el-Ensarî ıdindaki zatın künyesidir.
Bu konuda
Îbni's-Sünnî'nin Enes CR.A.)'den yaptığı rivayette se hadis şu lâfızla tesbit
edilmiştir. «Peygamber (A.S.) Efendimiz nescide girdiği zaman şöyle derdi:
Bismilîâhi Allahümme sallî alâ ^tuhammedin. Mescid'den çıktığı zaman ise şöyle
derdi: Bismilîâhi, Mlahümme sallî alâ Muhanuned'in.»
Rivayetleri biraraya
getirince şu sonuç ortaya çıkıyor: Resûlülah (A.S.) Efendimiz, bazan
Besmele'den sonra rahmet ve mağfiret kapılarının açılmasını ister, bazan da
kendine salâtü selâm verirdi.
Gerek Ebû Humayd, gerekse
Hz. Fatmia hadîslerinde Allah'ın tazlü keremini istemek tavsiye edilmiştir.
İlim adamları bu tabir üzerinde birbirine yakın iki yorumda bulunmuşlardır:
Birincisi, 'azl-ü kerem, helâl ve bereketli rızıktır. İkincisi, faydalı
ilimdir. Birinci yorum Cumu'a sûresinde cuma bahsinde geçen «fazl» tabirinin
dalâleti dikkate alınarak yorumlanmış, ikincisi ise, hadîslerde bunun manâya
hamledildiği görülerek ona göre tefsir edilmiştir.
524 nolu hadîsi İbn
Mâce şu tarikle rivayet etmiştir: Ebubekir b. Ebi Şeybe'den, o da İsmail b.
İbrahim'den, o da Leys'den, o da Abdullah b. Hasan'dan, o da anasından, o da
Resûlüllah'm kızı Hz. Fatıma (R.A.)'den... Ancak bu rivayet zincirinde inkıta'
(kopukluk) vardır, çünkü Abdullah b. Hasan'm anası Resûlüllah (A.S.) Efendi-miz'in
kızı Hz. Fatıma'ya yetişmemiştir ve ayrıca isnad zincirinde Leys'den maksat,
îbn Ebî Selim ise, o zat hakkında hayli şeyler söylenmiştir.[629].
Diğer yandan Ebû
Davud'un Abdullah b. Amir (R.A.)'den yaptığı rivayette ise, Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin mescide giriş ve çıkışında şöyle duâ ettiği tesbit edilmiştir:
«Eûzü billahi'1-azîm
ve bi-vechihi'1-kerîm ve sültanihi'l-hadîm mine'ş-şeytani'r-racîm.»
Böylece Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz günün ve olayların durumuna ve seyrine göre, Mescid'e girip
çıkarken farklı dua ve isti-âzede bulunmuştur. Bunlardan herhangi birini
söylemek müstehab olduğu gibi, bilip öğrenenlerin hepsini birden söylemesi de
müstehabdır. [630]
Camiler ibadet, ilim
ve irfan yuvalarıdır. Oralarda ancak Allah rızasına ve
Resulüllah(A.S.)Efendimizin talimatına
uygun hareket edilebilir.
EbûHüreyre (R.A.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir.
«Kim mescidde bir
adamın herhangi bir yitik eşyayı ilân ettiğini işitirse, şöyle desin: Allah onu
sana çevirip vermesin!»[631].
Büreyde (R.A.)'den yapılan rivayette, şöyle demiştir:
Bir adanı Mescid'de yitik devesini ilân ederek, kim kızıl deveyi bulup (bize
seslenir? dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.)
Eefendimiz, ona:
«Onu bulmaz ol!
Mescidler ancak inşâ edildiği amaç içindir...[632] .
Ebû Hüreyre (R.A.)'den
yapılan rivayette,
Resûlüllah(A.S)-o-Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Kim bizim şu
mescidimize hayır (iyilik ye ilim) öğretmek ve-a öğrenmek için girerse, o,
Allah yolunda cihâti eden kimse gibi-ür. Kim de bundan başka şey için girerse,
kendisine ait olmayan şeye göz diken kimse gibidir.»[633]
Hakim b. Hizam
(R.A.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«Mescidlerde hadler (suçlular için takdir edilen cezalar) uygulanmaz ve kısas
ve misilleme de yapılmaz.»[634].
Ebû Hüreyre (R.A.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Camide alım-satımda bulunan bir kimseyi gördüğünüz zaman şöyle
söyleyin: Allah senin ticaretini hiç de kârlı kılmasın! Camide yitik bir eşyayı
ilân eden kimseyi gördüğünüz zaman, deyin ki: Allah onu sana geri çevirmesin!»[635].
Amir b. Şuayb
(R.A.)'de, o da babasından, o da dedesinden yapılan rivayette, demiştir ki:
«Resûlüllah (A,S.) Efendimiz mescidde alım-satımı, içinde şiir inşad
edilmesini, yitiğin aranıp ilân edilmesini ve cuma günü namazdan önce halka
kurup oturmayı yasakladı.»[636]
Sehl b. Sa'd
(R.A.)'den yapılan rivayette demiştir ki: «Bir adam, Peygamber (A.S.)
Efendimiz'e sorup dedi ki: Ey Allah'ın Resulü! Ne dersiniz, bir adam kendi
karısıyla beraber (cinsel temasta bulunan)
bir adam görürse, o
adamı öldürür mü?.........hadîsin son kısmında
ravî diyor ki: Karışma
zina isnad eden adamla karısı mescidde mü-laânede bulundular ki, ben de orada
hazır bulunuyordum.[637].
Saîd b. Müseyyeb'den
şöyle demiştir; Ömer (R.A.) Mescid'e uğradı ki, şâir Hassan da orada şiir
söylüyordu, Ömer durup ona dikkatle bakınca, Hassan şöyle dedi: «Ben yine bu
Mescid'de, senden daha hayırlı bir zat hazır bulunduğu halde şiir söylemiştim»
ve sonra da Ebû Hüreyre'ye dönerek, «Allah için söyle, Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bana hitapla: «Benden yana cevap ver! Allah'ım! onu Ru-hü'1-Kuds ile
destekleyip kuvvetlendir» buyurduğunu duymadın mı? Ebû Hüreyre (R.A.), «evet
duydum» diye cevap verdi.[638].
Câbir b. Semüre
(R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: En az Mescid'de yüz defa Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz'e şahit oldum ki, Onun ashabı kendi aralarında şiir ve başka
cahiliyet dönemiyle ilgili şeyler konusunda müzâkerede bulunurlardı da bazan
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz (onların dediklerini işitirdi de) onlarla beraber
tebessüm ederdi[639].
Abbad b. Temîm'den,
onun amcasından yapılan rivayette amcası, Resûlüllah (A.S.) Efendimizi
Mescid'te sırt üstü uzanıp bir ayağını diğeri üzerine koymuş bir halde
görmüştür.»[640].
Abdullah b .Ömer
(R.A.)'dan yapılan rivayette, o henüz genç ve bekâr bulunduğu dönemde
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in Mes-cid'inde uyurdu.[641].
Ahmed b. Hanbel aynı
hadîsi şu lâfızla rivayet etmiştir: «Biz, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz zamanında
gençlik günlerimizde Mescid'de uyur ,ve öğle sıcağında orada uzanıp
dinlenirdik.»
Hz. Aişe (R.A.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki: Hendek Günü (Ahzab savaşında) Kureyş'den Habban
b. el-Adıka adında bir adam ok atıp ashabdan Sa'd b. Muâz'm elindeki damara
isabet ettirerek yaralamıştı. Resûlüllah (A.S.) sık sık onu sorup ziyaret etmek
için onun adına Mescid'de bir çadır kurdurdu.[642].
Abdurrahman b.
Ebübekir (R.A.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle
buyurduğunu söylemiştir: «Sizden biriniz bugün bir yoksula yemek yedirdi mi?»
Bunun üzerine Ebübekir (R.A.), «Mescid'e girdiğimde dilenen bir dilenciyle
karşılaştım, Abdurrahman'm önünde bir parça ekmek vardı, onu alıp o yoksula
verdim."[643]
Abdullah b. el-Harîs
(R.AJ'den yapılan rivayette şöyle demiş-tir: «Bizler, Resûlüllah CA.S.)
Efendimiz zamanında Mescid'de et ve ekmek yerdik.»[644].
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Cami ve
mescitlerde kaybettiği şeyi aramak suretiyle ilânda bulunmak veya bulunan şeyi
ilân etmek mekruhtur.
2- Bu
keraheti işleyene şöyle demek «Allah o kaybettiğini sana geri çevirmesin»
demek müstehabdır.
3- Cami ve
mescidler asıl amacına yönelik olarak
kullanılır. Onun dışında başka konular için onları kullanmak mekruhtur.
4- Cami ve
mescitlerde suçlular hakkında ceza uygulanmaz, meselâ içki içtiği sabit olan
bir kimseye orada had vurulmaz.
5- Cami ve
mescitlerde kısas ve misilleme yapılmaz.
6- Cami ve
mescitlerde alım satımda bulunmak mekruhtur.
7- Cami ve
mescitlerde, din ahlâk ve sağlam örfün sınırlarını aşar şekilde şiir söylemek
mekruhtur.
8- Cuma günü
namazdan önce camide halka kurup oturmak mekruhtur.
9- Cami ve
mescidde, karısına zina isnad edip dört şahit ge-tiremiyen adamla karısının
mülâânede bulunmasında bir sakınca
yoktur.
10- Cami ve
mescitlerde namaz dışında, faydalı, yönlendirici şiir söylemek, cahiliyye
devriyle ilgili kötü âdetleri yerip daha faydalısından söz etmek caizdir.
11- Cami ve
mescitlerde namaz vakitleri dışında sırtüstü uzanmak ve o vaziyette ayak
ayağın üzerine atmakta bir sakınca yoktur.
12- Cami ve
mescitlerde namaz vakitleri dışında, kirletmemek ve dikkatleri üzerine çekmemek
şartıyle bir köşede uyumaya ruhsat verilmiştir.
13- Cami ve
messitde, mü'minlerden bir kimsenin tedavi edilmesine ruhsat verilmiştir
14- Cami ve
mescitlerde dilenen kimseye bir şey vermekte bir sakınca görülmemiştir.
Hadislerin açık
delâletinden bu hükümler anlaşılmakla beraber gerek müctehit imamların, gerekse
ilim adamlarımızın tesbit, yorum, istidlal ve ihticaclan bazı değişik hükümler
getirmiştir:
a) Hanefilere göre-.
Ciddî bir mazeret
yokken cami ve mescitleri yol edinmek, bir kapısından girip diğerinden çıkmak
suretiyle işgal etmek tahrîmen mekruhtur. Ciddi bir özürden dolayı böyle yapmak
caizdir. Cami ve mescitlere sık sık girip çıkan kimsenin bir defa
tahiyyetü'l-mescid namazı kılması yeterlidir; her defasında kılması gerekli
değildir.
Cami ve mescitlerde
uyumak mekruhtur. Ancak yer bulamayan bir yabancı müslümanm veya itikâfe giren
kimsenin uyumasında bir sakınca yoktur. O halde camide uyumak isteyen kimsenin
önce i'tikâfe niyet etmesi uygun olur.
Fena kokusu olmayan
gıda maddelerinden bir şeyleri cami ve mescitlerde yemek mekruhtur. Soğan
sarımsak ve pırasa gibi kerih kokusu olan bir şeyi yemek ise tahrîmen
mekruhtur.
Cami ve mescitlerde
zikir ve teşbih yaparken, namaz kılanları şaşırtacak, uyuyanları uyandıracak
kadar sesli yapmak mekruhtur. Böyle bir durum yoksa, o takdirde sesi
yükseltmekte bir sakınca gö rülmemiştir.
Cami ve mescitlerde
alım-satım, icare gibi mübadeleyi gerektiren ticari alış-verişte bulunmak
mekruhtur. Hibe (bağış) caizdir. Nikâh akdi ise müstehabdır. Camide i'tikâfda
bulunan kimsenin diğer akitleri yapmasına da cevaz verilmiştir.
Çocuk ve delilerin
kirletecekleri kesinlikle biliniyorsa cami ve mescitlere sokulması tahrîmen
kirletmiyecekleri biliniyorsa tenzîhen mekruhtur.
Cami ve mescitlere
tükürmek, sümkürmek tahrîmen mekruhtur. Bu gibi pislikleri duvarlarına,
kenarlarına, hasırlarının altına bile dokundurmak doğru değildir.
Cami ve mescitlerde
kayıp eşya ilân etmek veya kayıp eşyasının bulunması için duyuru yapmak
mekruhtur.
Cami ve mescitlerde
öğüt, ibret, zikir, ilâhî nimeti hatırlatma, takvâ sahiplerinin sıfatlarını
belirtme gibi yararlı konulan içeren veya
yansıtan şiirleri okumakta bir sakınca olmadığı gibi, tasvip edilen bir
harekettir. Zamanla, milletlerin tarihiyle
ve benzeri konularla ilgiliyse, mubahtır. Başkasını yermek, taşlamak, müstehcen ve
ah- lâk dışı konulan yansıtan şiirler
ise, haramdır.
Cami ve mescitlerde
dilenmek haramdır, onlara oralarda bir şeyler vermek mekruhtur.
Cami ve mescitlerde
ilim öğretmek ve öğrenmek, Kur'ân talim etmek, vaaz ve nasihatta bulunmak
caizdir. Ancak içeride namaz'kılanlar varsa namazlarını teşviş etmemek yani
onları şaşırtmamak, yanıltmamak için fazla yüksek sesle konuşmaktan ve
anlatmaktan kaçınmak uygun olur.[645]
b) Şâfiüere göre:
AbdestH ve abdestsiz,
cünüp ve gayr-i cünüp kimsenin camiden geçmesi, bir kapısından girip diğer
kapısından çıkması caizdir. Ay-hali olan kadının geçmesi ise, mekruhtur. Camiyi
kirleteceğini biliyorsa, o takdirde geçmesi haramdır.
Cami ve mescitten
geçmek isteyen kimse abdestli ise, her girişinde iki rek'at tihiyyetü'l-mescid namazı kılınması
vsünnettir.
Cami ve mescitlerde,
namaz kılanlan, Kur'ân okuyanlan rahatsız edecek bir horlama durumu yoksa
uyumak caizdir. Aksı halde mekruhtur.
Cami ve mescitlerde,
kirletmemek şartıyla yemek yemek mubahtır. Camileri ve mescitleri kirletme
durumu varsa, tahrimen mekruhtur.
Cami ve mescitlerde
namaz kılanı, Kur'ân okuyanı, uyuyanı rahatsız etmediği teşvişe düşürmediği
takdirde yüksek sesle zikretmek mekruh değildir, aksi halde mekruh kabul
edilmiştir.
Cami ve mescitlerde
alım-satımda bulunmak, onlann hürmetini ihlâl ediyorsa haramdır; ihlâl
etmiyorsa mekruhtur. Zarurî haller müstesna. Cami ve mescitlerde nikâh akdi
yapmak caizdir. Ümı adamlarından çoğuna göre, itikâf halinde bulunan kimse için
caizdir.
Cami ve mescitlere
henüz temyiz çağma girmemiş çocukları ve bir de delileri sokmak, ortalığı
kirletme durumlan söz konusu değilse, caizdir. Camidekileri rahatsız etmek,
zarar vermek, ortalığı kirletmek gibi halleri varsa, o takdirde tahrîmen
mekruhtur. Temyiz çağma girmiş çocukları sokmakta bir sakınca yoktur.
Cami ve mescitlerde
kayıp eşyayı ilân etmek veya kaybolan eşyasının bulunması için duyuruda
bulunmak, namaz kılanlan ve uyuyanları rahatsız edecek tonda değilse,
mekruhtur; rahatsız ediyorsa, haramdır.
Cami ve mescitlerde
şeriata muhalif olmayan ölçü ve anlamda şiir söylemek, namaz kılanlan teşvişe
düşürmemek kaydiyle caizdir. Aksi halde haramdır.
Cami ve mescitlerde
dilenmek mekruhtur. Aynı zamanda dilenirken namaz kılanların dikkatini
bölüyorsa, haramdır.[646]
c)
Hanbelîlere göre:
Cami ve mescitleri yol
edinmek, abdestli olan için de, cünüb kimse için de mekruhtur. Ayhali ve
loğusa olan kadının,- kirletme durumu olmasa bile camileri yol edinmeleri
mekruhtur. Ancak ortada bir ihtiyaç söz konusu ise, bu,kerahet kalkar.
Cami ve mescitlerde,
namaz kılanlann ön kısmında olmamak kaydiyle uyumak, hem i'tikâfta olan kimse
için, hem başkalan için mubahtır. Namaz kılanların önünde uyumak ise,
mekruhtur, çünkü uyuyan kimsenin kıble cihetinde bulunması halinde ona doğru
durup namaz kılmak mekruh sayılmıştır.
Cami ve mescitlerde,
yerleri ve çevreyi kirletmemek şartıyle yemek yemek mubahtır. Ancak kerih
kokusu bulunan maddeleri yemek genellikle mekruh kabul edilmiştir.
Cami ve mescitlerde
namaz kılanın dikkatini bölmediği takdirde sesli zikir ve teşbihte bulunmak
mubahtır. Aksi halde mekruhtur. Cami ve mescitlerde ahm-satımda bulunmak,
icare akdi yapmak haramdır, yapılan
akit geçersizdir. Ancak nikâh akdi sünnettir.
Cami ve mescitlere
temyiz çağma girmemiş çocukları —Kur'ân okuyup öğrenme durumu
söz konusu değilse— sokmak mekruhtur. Kur'ân ve ilmihal bilgilerini
öğrenmek içinse, etrafı kirletmemesine dikkat edildiği takdirde caizdir.
Delileri de camilere sokmak mekruhtur.
Cami ve mescitlerde
haram ve mekruh ölçü ve anlamda olmayan şiirleri söylemek mubahtır.
Cami ve mescitlerde
dilenmek, dilenene bir şeyler vermek mekruhtur. Dilenmeyene bir şey vermek
mubahtır. Ayrıca hatibin de şuna yardım edin dediği takdirde, belirlediği
kişiye camide yardım edilebilir.[647]
d) Mâlikîlere göre:
Fazla olmamak şartıyle
camiden geçmek, bir kapısından girip diğer kapısından çıkmak, zaman zaman onu
yol edinmek mekruh değildir. Ama bu âdet haline getirilir de sık sık geçilirse,
o takdirde mekruhtur. Camiden geçen kimsenin tahiyyetü'l-mescid namazı
kılması da taleb edilmez.
Öğle sıcağından
korunup dinlenmek üzere cami ve mescitlerde uyumak mekruh değildir. Geceleyin
ise, şehir ve kasaba dışındaki camilerde uyumakta bir sakınca yoktur. Ama
şehir ve kasabadaki camilerde, zarurî bir hal yoksa, mekruhtur. Ancak yatacak
yer bulamayan gariplerin uyuması caizdir. Aynı zamanda o gibi kimselerin
kirletmemek şartıyle camilerde bir şey yemesi de mekruh sayılmamıştır. Fena
koku neşreden şeyleri yemek ise mutlaka mekruhtur, hattâ haramdır.
Cami ve mescitlerde
zikrederken, ilim öğretirken veya öğrenirken sesi yükseltmek mekruhtur. Ancak
şu dört hal müstesna:
1- Ders
veren kimsenin talebeye sesini duyurmak için, mekruh değildir.
2- Namaz
kılanların dikkatini bölecek tonda ise
haramdır.
3- Mekke'de
Mescid-i Haram'da ve Minâ'da telbiye getirip sesi yükseltmek
mekruh değildir.
4- İntikal
tekbirlerini sağlayan kimsenin sesini tekbîr
getirirken yükseltmesi de mekruh değildir.
Cami ve mescitlerde
alım satımda bulunmak mekruhtur. Sadece mala bakmak ve kontrol etmekte bir
sakınca yoktur. Bağışta bulunmak, nikâh akdi yapmak da caiz kabul edilmiştir.
Cami ve mescitlere,
yerinde sakin durduğu takdirde çocukları sokmak mekruh değildir. Delileri
sokmak mekruhtur. Ancak etrafı rahatsız etmeyen camiyi kirletmeyen delinin
girmesine cevaz verilmiştir. Temyiz çağma girmiş çocukların camiye girmesinde
ise, bir sakınca görülmemiştir.
Cami ve mescitlerde
Allah ve Peygamberini över mahiyette şiir söylemek mubahtır. Bunun gibi
hayırlı işlere tahrik eden şiirler de caizdir. Diğerleri ise caiz değildir.
Cami ve mescitlerde
dilenmek ve dilenene bir şey vermek men'-edilir. Ancak sakada vermek bir
sakınca yoktur. [648].
Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller:
526, 527 nolu Ebû
Hüreyre ve Büreyde hadîsleriyle istidlal eden îmam Mâlik ve ilim adamlarından
bir cemaat, mescitte, ilim ve başka sebeple sesi yükseltmenin mekruh olduğunu
söylerken, îmam Ebû Hanîfe ve Muhammed b. Mesleme (ki bu zat îmam Mâlik'in arkadaşlarından
biridir) ilmi konularda sesi yükseltmenin mekruh olmadığım belirtmişlerdir.
Çünkü insanların buna ihtiyacı vardır.[649].
Hattâ Mâlikilerden bir
kısmı, camilerde ücretle Kur'ân okutmak da mekruhtur. Çünkü böyle yapmak da bir
bakıma ahm-satım gibidir. Ancak ücretsiz bu hizmet sürdürüldüğü takdirde
camilerde okutulmasında bir sakınca yoktur. Çocukların camiyi kirletmeleri söz
konusu olduğu takdirde kerahet vardır. Diğer üç mezhep, çocukların camiyi
kirletmemelerine dikkat edilmek suretiyle Kur'ân okutulmalarında bir sakınca
yoktur, görüşündedir,
528 nolu Ebü Hureyre
hadîsinin isnadı îbn Mâce'de geçmektedir Raviler arasında Hatim b. İsmail
üzerinde durulmuşsa da, İbn Sa'd onun sıka (güvenilir) olduğunu söylemiştir.
Diğer r&vüeri ise sıkat (güvenilirler)
dir.
Hadiste «bizim bu
mescidimize...» şeklinde bir ifade kullamlmıştır ki bu Resûlüllah CA.S.)
Efendimiz'in Mescid'ine mi hastır yoksa, bütün cami ve mescitleri kapsamına
almakta mıdır? İlim adamlarının farklı görüşleri olmakla beraber, bütün cami
ve mescitleri kapsadığı ağırlık kazanmıştır. Çünkü yeryüzündeki bütün cami ve
mescitler, Resûlûllah'm ve Müslümanların mabetleridir, «bizim» zamirinden
maksat, «biz müslümanlann» anlamı çıkar.
O halde cami ve
mescitlere din ve dünyamız için hayırlı ve yararlı olan ilim öğrenmek veya
öğretmek için girilir. İbadetler ise, bu hayrın başında gelir. Sözü edilen
hususların dışında cami ve mescitleri kullanmak caiz değildir.
529 nolu hadîsi aynı
zamanda Hâkim, îbn Seken ve Beyhâkî tah-rîc etmişlerdir. İsnadında bir beis
görülmemiştir. Ancak İbn Hacer, Bülûğü'l-Meram'da bu hadisin isnadı zayıftır,
demiştir. Aynı hadisi Tirmizi ve İbn Mâce, İbn Abbas (R.A.)'den rivayet etmişlerdir ki,
isnadında İsmail b. Müslim el-Mekki bulunuyor. Bu zatın hıfz bakımından zayıf
olduğu tesbit edilmiştir. Hafız Bezzar ise, Cübeyr b. Mut'ım'den rivayet
etmiştir ki, isnadında el-Vâkıdî bulunuyor.
Hadîs, cami ve
mescitlerde şer'î cezaların uygulanmasının haram olduğuna delâlet etmektedir
ki, bunu asıl manasında alıp başka bir manada kullanmak için hiçbir rivayet
mevcut değildir.
530 nolu Ebû Hüreyre hadîsini Nesâî tahric etmiş, Tirmizî ise
hasenlemiştir.
531 nolu Amir b. Şuayb hadîsini, Tirmizî hasenlemiş, îbn Hu-zayme sahîh
olarak belirlemiştir. İbn Hacer, bunun isnadının Amir b. Şuayb'e
ulaştırılmasında şüphe yoktur ve isnadı o bakımdan sahihtir, demiştir.
Hadîsteki nehiy,
tamime mi, kerahete mi delâlet etmektedir? Tahrîm manasında hakikî ise de ilim
adamlarından çoğu kerahet manâsında hamletmişlerdi. O bakımdan camide yapılan
alım-satını mekruhsa da âkit sahihtir, denilmiştir. Şafiî'nin bazı arkadaşları,
camide alım-satımın mekruh olmadığını söylemişlerse de, sahîh hadîsler bunu
reddetmektedir. Hanefîlerin bir kısmı ise, fazla bir alım-satımda bulunmak
mekruhsa da, azında bir sakınca yoktur, gibi bir görüş ortaya koymuşlardır ki,
onların bu farklı tesbitlerinin sağlam bir delîli yoktur. Ancak ahlâk ve
fazilet yansıtan, dinî hükümlere ters düşmeyen yararlı konularla ilgili
şiirlerin camilerde söylenmesine ilim adamlarının çoğu cevaz vermiştir.
Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz zamanın da buna misal teşkil edecek bir
takım olaylar mevcuttur. O bakımdan hadiste geçen nehiy, belirttiğimiz
ölçülerin dışında kalan şiirlerle ilgilidir. Nitekim İmam Şafiî, «Şiir de bir sözdür;
iyisi iyi, kötüsü de kötüdür.», diyerek ortaya bir kıstas koymuştur. Ancak
Şafiî'nin bu hususta şu hadîse
dayandığı sanılmaktadır: Taberâni'nin el-Evsat'ta Abdullah b. Ömer (R.A.)'dan yaptığı rivayete göre,
Resûlüllah CA.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«Şiir de normal söz gibidir; iyisi sözün iyisi
ve güzeli gibidir; kötüsü, sözün kötüsü gibidir.» Nitekim Câbir b.
Semüre'nin yaptığı rivayete göre, Ashab-ı kiram camide şiir üzerinde müzakerede
bulunur ve câhi-liyyye devrine ait (bazıkötü) âdetleri anlatır ve yererlerdi. Ayrıca ünlü
şâir Kâb b. Züheyr, Medine'ye gelip Resûlûllah'm Mescidinde huzura kabul
edilince, o meşhur BENET SUAD şiirini söylediği bazı rivayetlerle tesbit
edilmiştir. Ne var ki, el-Irakî diyor ki: «Biz Kâb'-m kasidesini sahîh olmayan
tariklerden naklen rivayet etmiş bulunuyoruz.» İbn îshak ise, onu munkati' bir
senedle rivayet etmiştir. Bununla beraber o husustaki rivayetlerin çokluğu kuvvet kazandırmaktadır.
532 nolu hadîsi LÎÂN
bahsinde açıklayacağımızdan burada sadece metin ve mealine yer vermekle
yetindik.
534 nolu Cabir b.
Semüre hadîsini ise Tirmizî şu lâfızla rivayet ve tesbit etmiştir: «En az yüz
defa Resûlüllah (A.S.) Efendimizle beraber oturdum, Ashab-ı kiram lo mecliste)
şiirler söylerler ve câhi-liyyet devriyle ilgili bazı şeylerden bahsederlerdi.
Resûlüllah (A.S.) susardı ve bazan da ashab ile birlikte tebessüm ederdi.»
Tirmizi bu hadîsin sahîh olduğunu söylemiştir. Nitekim az yukarıda camide hangi
şiirlerin okunması caizdir, hususunu belirtirken. Câbir'in bu rivayetinden söz
etmiştik.
533 nolu Said b.
Müseyyeb hadîsine gelince, saîd, Hz. Ömer'e yetişmemiştir, o bakımdan hadîsin
mursel olduğu söylenir. Ancak kuvvetli bir ihtimalle, Said bunun daha sonra
Ebû Hüreyre'den CR.A.) işitmiştir. Hasan'dan da işitmiş olabilir.
Bu konuda Tirmizî Hz.
Aişe (R.A.)'dan şunu rivayet etmiştir: «Resûlüllah tA.S.l Efendimiz, Şâir Hasan
için Mescid'de bir minber yaptırdı da Hasan (zaman zaman) o minbere çıkar ve
(Peygamber'e dil uzatan kâfirleri hicvederdi.» Hâkim el-Müstedrek'te bunu
tahrîc etmiş ve isnadı sahihtir, demiştir.
535 nolu Abbad b.
Tamim hadîsinde, Resûlûllah'm (A.S.) Mescid'de sırt üstü uzanıp bir ayağını
diğerinin üzerine koyduğuna gelinçe, bu avret yeri açılıp görünmesin diye bir
tedbir sayılır. el-Hat-tabi de bu ihtimal üzerinde durmuştur.[650]
İbn Battal ve diğer
bazı ilim adamları bu hadîsin nesholundu-ğunu söylemişlerse de isbatı mümkün
olmamıştır. Çünkü Hz. Pey-gamber'in (A.S.) sözünü ettiğimiz vaziyette Mescid'de
uzandığı Müslim'de ve Ebu Davud'un Sünen'inde nakledilerek sübut bulmuştur. Diyebiliriz
ki, o hal ve tavır Peygamber'e (A.S.) hastır, ümmetine teşmil edilmez, ancak
Hz. Ömer ile Hz. Osman'ın da Mescid'de aynı şekilde uzandıkları keza birçok
rivayetlerden anlaşılmaktadır. O bakımdan edeb yerlerinin açılmasını önlemeye
yönelik bir harekettir ki kınanmaz. Aynı zamanda Resûlüllah'ın CA.S.) hoş
gördüğü bir âmeli hoş görmemenin makul bir ölçüsü yoktur.
536 nolu Abdullah b. Ömer hadisi de camilerde
uzanıp uyumanın cevâzma delâlet etmektedir. Nitekim Buharî'nin tahrîcine göre,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
geldiğinde Hz. Ali (R.A.)
Mescid'de uyuyordu ki, üzerindeki hırkası veya üstlüğü kayıp toz
bulaşmış idi. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz hem o tozu eliyle gideriyor, hem de
Hz. Ali'ye «Kalk yâ Ebâ Türâb!» diye
sesleniyordu. O bakımdan cumhur camide uyumanın caiz olduğunu belirtmişlerdir.
İbn Abbas ise, mekruh olduğuna kaildir. Ancak namaz için girip de vakit erken
olduğundan uyuya kalmakta bir sakınca olmadığım söylemiştir, ibn Mes'ud'a
göre, mutlaka mekruhtur. İmam Mâlik'e göre, evi olan kimse için mekruhsa da,
evi olmayan için mekruh değildir, demiştir.
537 nolu
Hz. Aişe hadîsi ise, hasta
kimsenin camide bir süre kalmasında bir sakınca olmadığına delâlet etmektedir.
Nitekim Sa'd b. Muaz (R.A.) Mescid-i Saadet'te bir süre tedavi edildi, fakat
kur-tarılamıyarak vefat etti.
539 nolu Abdullah b.
el-Hâris hadîsin isnadı İbn Mâce'de geçmektedir. Ricalinin hepsi sahihse de
Yakup b. Hamîd (veya Humayd) üzerinde durulmuştur. Zehebî onun babasının Humeyd
olduğunu tesbitle şöyle açıklamada bulunmuştur: Buharî'nin «biz ondan ancak
hayır gördük, o aslında saduk (doğru) bir adamdır» demiştir. Ebu Zür'a'dan
sorulduğunda, başını sallamıştır. Nesâî onun bir şey olmadığım belirtirken Ebu
Hatîm onun zayıf olduğunu söylemiştir.[651]
Bunun gibi Bahreyn'den
gelen malı, Resûlüllah'ın (A.S.) ashabına Mescid'de taksim ettiği de
rivayetler arasında bulunuyor. Bu-harî de aynı rivayeti nakletmiştir. [652]
1- Camilerde
kayıp eşya ilânı yapılması mekruhtur.
2- Sözü
edilen keraheti işleyen kimseye «Allah o kaybettiğini sana geri çevirmesin!»
demek müstehabdır.
3- Camiler
ibâdet , zikir, ilim ve Kur'ân öğrenmek merkezleridir. Onları bu amacından
saptırıp başka konular için kullanmak haramdır.
4- Camilerde
şer'i uygulanmaz, bundan tahrîmî kerahet vardır.
5- Camilerde
zaruri durumlar dışında alım-satımda bulunmak haramdır. Hanefilere göre az bir
şey satın almak da kerahet yoktur.
6- Dinî
ölçülere uygun şiirler söylemekte bir sakınca yoktur. Çünkü bu durumda şiirle
normal söz arasında bir fark söz konusu değildir.
7- Cuma günü
namazdan önce camide halka kurup oturmak mekruhtur. Çünkü böyle yapmak cumaya
gelenlerin saf kurup oturmalarına engel teşkil eder, aynı zamanda camiyi
daraltır.
8-
Camilerde mülââne yapılmasında bir
sakınca yoktur.
9- Evi ve
yatacak yeri olmayan müslümanın camide yatmasına cevaz verilmiştir.
10- Bir
yorgunluktan dolayı, namaz vakitlerinin
dışında camilerde sırtüstü
uzanmakta bir beis görülmemiştir.
11- Bazı
hallerde, örneğin savaş günlerinde hasta ve yaralının camilerde tedavi
edilmesine ruhsat verilmiştir.
12-
Camilerin içinde dilenmek mekruh veya haramdır, dilenciye bir şey vermek de
mekruhtur.
13- Hatibin
tavsiye ettiği bir adama yardımda bulunmaya da cevaz verilmiştir.
14- Dilencilik
yapmadığı halde, fakir ve muhtaç olduğu
bilinen bir kimseye camide yardım etmekte bir sakınca görülmemiştir.
15- Camileri
kirletmek haramdır. O bakımdan bazı hallerde kötü koku neşretmeyen bir gıda
maddesinden camide yemeğe ruhsat verilmişse de, etrafı gerek kerih kokuyla,
gerekse kirletmekle rahatsız etmenin haram olduğu belirtilmiştir. [653]
Namaz huzur içinde
kılındığı takdirde, gayesine uygun eda edilmiş sayılır. Bilindiği gibi, dikkat
bölünmez, bir şeyde toplanınca, diğer şeyden kopar. O bakımdan namazda kişiyi
meşgul edecek, dikkatini çekecek, onu oyalayacak şeylerden kaçınmak sünnettir.
Özellikle kıble tarafında nakış, şekil ve benzeri şeylerin bulundurulmama smda
büyük yarar vardır.
Enes (R.A.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki: Hz. Aişe (R.A.)'nu evinin güney kısmında birkaç
renkli yünden dokunmuş ince bir örti bulunuyordu. Resûlüllah
(A.S,) Efendimiz ona şöyle
dedi: «Benii önümden şu çok renkli ince
örtünü gider (kaldır). Çünkü devamlı surette ondaki renkli nakışlar namazda
gözlerime dokunuyor.[654]
Osman b. Talha
(R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz Kabe'ye girdikten sonra onu çağır] di ve şöyle buyurdu: «Ben, Kabe'ye
girdiğimde iki koyun boynuzı gördüm, Örtmen için unuttum da sana emretmedim,
onları derhî ört, zira Kabe'nin kıblesinde namaz kılanı oyalayan bir şeyin
bulun] ması uygun değildir.»[655]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Namaz kılanın
ister evinde, ister camide kıblesi tarafında onu oyalayıcı, dikkatini dağıtıcı
bir şeyin bulunması mekruhtur,
2- Koç,
geyik ve benzeri bir hayvanın boynuzu
dahil, nakış, motif ve bir takım renkli yaldızlı suretlerin bulunması da mekruhtur.
3- Camilerin
renk renk nakış ve motiflerden uzak tutulması
sünnettir.
4- Namaz
kılman yerin kıblesinde oyalayıcı dikkat çekici bir cisim bulunuyorsa, üzerine
bir örtü örtmek müstehabdır.
Kitabımızın önce geçen
sahifelerinde üzerinde canlı resmi bulunan elbise ve örtüler hakkında müctehid
imamların görüş, istidlal ve ihticaclarını nakletmiştik. Burada ise, bir nüans
farkı söz konusudur; şoyleki namaz kılman yerde veya cami ve mescitte, kıble
ci-hetindeki duvara, namaz kılanın dikkatini çekecek, huzurunu dağıtacak,
oyalayacak bir takım şekil, nakış ve benzeri şeylerin konulması mekruh
sayılmıştır. Canlı bir hayvan resmi veya üç buutlu şeklini koymak ise,
haramdır. Müctehid imamların çoğunun bu hususta farklı bir yorum ve içtihadı
olmamıştır.
Yorumlar ve Tahliller:
Enes b. Mâlik hadîsi,
kıble cihetinde şekil, nakış ve benzeri şey bulunan yerlerde namaz kılmanın
mekruh olduğuna delâlet etmektedir. Ancak böyle yerlerde kılınan- namaz
bozulmuş, hükümsüz olmuş sayılmaz, kerahetle kılınmış kabul edilir. Çünkü Resûlüllah
. (A.S.) Efendimiz, çok renkli ve nakışlı perdeye karşı namaz kılarken yarıda
kesmemiş ve sonra o namazı iade etmemiştir.
Osman b. Talha
hadîsinin isnadında bazı şüpheler ortaya kon-muşsa da, hadisin zayıf olduğunu
belirtecek ölçüde olmadığı anlaşılmıştır. Osman b. Talha, öteden beri Kabe'nin
anahtarını taşıma şerefine lâyık görülen bir aileden gelmedir. Abdü'd-Dâr
oğullarına mensuptur. Hicabetlik, İslâm'dan sonra da o aileden alınmamıştır. [656]
Ezan hem vakti
bildirmek, hem Hakk'a davet, hem de kurtuluş ve saadetin namazda olduğunu
duyurmak içindir. O bakımdan ezan okunduktan sonra camide bulunan kimsenin, bir
özür yokken namaz kılmadan dışarı çıkması doğru olmaz. Zira böyle yapmak, ilâhî
davete bir bakıma arka çevirip önemsememek anlamına gelir.
İlgili Hadisler:
Ebu Hureyre (R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:
«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bize şöyle emretti: Camide bulunduğunuz zaman,
ezan okunup namaza çağrıldığında, sizden biriniz namaz kılmadan dışarı
çıkmasın.[657]
Ebû Şa'sa' (R.A.)'den yapılan rivayette demiştir ki:
«İçinde ezan
okunduktan sonra bir adam Mescid'den dışarı çıktı. Bunun üzerine Ebû Hüreyre
fR.A.) şöyle dedi: «Şu adam cidden Ebû Kaasım'a (Hz. Muhâmnıed'e) (A.S.)
isyan etti.[658].
Osman (R.A.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu
söylemiştir; «Kim mescidde bulunduğu halde ezan okunduktan sonra dışarı çıkar
da bu o çıkışı bir ihtiyâçtan dolayı olmaz ve geriye dönmek de istemezse, o
cidden münafıktır.»[659]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Ezan
okunurken camide bulunan kimsenin namaz kılmadan çıkıp gitmesi haramdır, büyük
günâhtır.
2- Ezan
okunurken camide bulunan kimsenin, tabii ihtiyacını gidermek, abdest almak ve
benzeri bir özürden dolayı dışarı çıkmasında bir sakınca yoktur.
3- Ezan
okunurken camide veya avlusunda bulunan kimse, bir özürü bulunmadığı halde
ayrılıp giderse, münafıklardan sayılır.
Müctehid imamların
hemen hepsi, ezan okunurken camide bulunan kimsenin bir özürü bulunmadığı
halde namaz kılmadan dışarı çıkıp gitmesi mekruhtur, demişlerdir. Ortada bir
özür varsa, kerahet söz konusu değildir. Mezhep imamları da aynı görüştedirler.
Yorumlar ve tahliller:
548 nolu Ebû Hüreyre
hadisi îbn Ebî Şa'sâ' tarikiyle rivayet edilmiştir. Bu zatın asıl adı
Eş'as'dır. Ayru hadîsi Ebû Hureyre'den Ebû Salih, Muhammed b. Zazan ve Saîd b.
Müseyyeb de rivayet etmişlerdir, îbn Seyyid en-Nâs, hadîsi, Tirmizî'nin
şerhinde rivayet ettikten sonra herhangi bir görüş izhar etmemiştir. Bu,
hadîsin sahih olduğuna delâlet eder.
549 nolu Ebû Şa'sâ'
hadîsine gelince, ilim adamlarından bazısı onun mevkuf olduğunu
söylemiştir. Ayrıca isnadında İbrahim b. Muhacir bulunuyor ki bu zat
hakkında farklı tesbitler yapılmıştır:
Kimine göre, sıka (güvenilir) dır, kimine göre zayıftır. Buharı dışında diğer
beş hadis kitabında ondan rivayetler yapılmıştır, Ancak Ze-hebî hadîs ricali
arasında bu isimde iki kişiden bahsetmiştir. Birincisi, İbrahim b. Muhacir b.
Mismar el-Medenîdir. İkincisi, İbrahim b. Muhacir b. Câbir el-Becelîdir.
Birincisi hakkında Buharî, münkerü'l-hadîs» derken, Nesâî «zayıftır» demiştir.
Muhaddîs Yahya ise, «onun rivayetinde bir sakınca yoktur» şeklinde bir ifade
kullanmıştır, ikincisi hakkında ise, îbn Medeni, «onun rivayet ettiği hadisler kırka
ulaşmıştır» demiş, Yahya b. Said, «o kavi değildir» diyerek belirtmiş. Ahmed b.
Hanbel, «onun rivayetinde bir sakınca
yoktur» diyerek güvenilir olduğuna işaret etmiştir, Yahya b. Main'den yapılan
rivayete göre; zayıf olduğu üzerinde durulmuştur.[660]
Müctehid imamlardan
sadece İbrahim en Nahâî, müezzin henüz ikamete başlamadan camiden dışarı
çıkılabilir, demişse de, diğer imamlara göre, ancak bir özürden dolayı
çıkabilir söz konusudur. [661]
1- Ezan
okunurken camide bulunan kimsenin hiçbir özürü yokken namaz kılmadan dışarı
çıkması mekruhtur. [662]
[1] Euharî/İmân : 201, Tefsir : 2. Müslim/İmân , 19-22.
Tirmizî/lmân : 3. Ne-sâî/îman: 13.
[2] Tirmizî/Mevakıyt •. 45. Ahmed: 3/161
[3] Buharî/Menakıb
: 48. Müslim/Müsafirîn , 1. Ebû Dâvııd/Sefer : 1. Nesâî/ Salat = 3.
Taberânî/Sefer: S. Ahmed: 6/234,241,265.
[4] Buharı/îman 5 34. Savm : 1, Şehadet : 26. hiyel : 3.
Müslim/Îman : 8,9 Ebû Dâvud/Salat s 1. Tirmizî/Mevakıyt : 4. Siyanı t 1.
Nesaî/Siyam ; 1. İman: 23. Taberanî/Sefer: 94. Dârenü/Salat: 208.
[5] Bedayfu's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi' t
1/91,92'den özetlenerek...
[6] Fethülvahhab : 1/29-69'dan özetlenerek.
[7] îbn Mâce/Salat.,
[8] el-Muğni/Faalü's-Salat: 1/369,370.
[9] Geniş bilgi için bak -. Neylü'I-evtar s 17333.
[10] Müslim.
[11] Neylü'I-evtar • 333,334'den kısaltılarak...
[12] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/481-487.
[13] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/487-488.
[14] Müslim/İmân : 134. Ebû Dâvud/Sünne ı 15. Tirmizî/îmân
: 9. İbn MâceAİkaınei 17. Dâremî/Salat: 29.
[15] Nesâî/Saiat t 8. Tirmizl/îmân ı 9. tbn Mâce/İkamet .
77,78, fiten : 23. Ah-med; 5/346,355
[16] Nesâî/Salat , 8. Tirmizî/İmân : 9. İlm Mace/îkamst :
77,78, fiten •. 23. Ah-medî 5/346,355.
[17] Feyzü'l-kadîr s 4/395 - 574 nolu hadîs...
[18] Neylü'l-evtar: 1/345,348.
[19] Nisa sûresi; 48.
[20] Euharî = Müslim.
[21] Tevbe sûresi: 5.
[22] Buharî/Diyet : 6. Müslim/Kasamet ; 25;26. Ebû
Dâvud/Hudud : 1. Tirmizî/Hudud : 15 Nesâî/Tahrün = 1 Dâremi/Siyer , 11. AJımed
; 1/61,63,65,70,163 382,428,444,465, 6/187,214
[23] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/488-491.
[24] Tirmizî/Salat -. 188. Ebû Dâvud/Salat . 145
Nesâî/Salat : 0, tahrîm % 2. İbn Mâce/îkame t 202. Daremî/Saîat t 91. Ahmed :
2/290,425. 4/65,103. 5-72,377
[25] ) Buharı -
Müslim i Ubâde b, Sâmit (r.a.) 'den...
[26] Buharı ^ Müslim i Enes b. Mâlik (r.a.) 'den.
[27] Müslim/Îmân . 334,335,337,341,345, Buharî/Daavat t 1.
Tirmizî/Daavat : 130. İbn Mâce/Zühd , 37. Daremî/Rikak s 85. Ahmed, 1/281,295.
[28] Buharî/îlim : 33, rikak •. 51. Ahmed : 2/373.
[29] Buhari/İmân • 36, edeb > 44. Müslim/İmân ; 116.
Tirmizi/Birr -. 51, imân : 15. Nesâî/Tahrim : 27. îbn Mâce/Fiten 4. Ahmed t 1/176,178,385,411,433,454.
, 5velâ' s 3. Nesât/Hudud 36, vasaya s 6. Daremî/Siyer . 81, ferâiz .
2, Aû-raed; 2/118. 5/38,46.
[30] Müslim/İmân 1121.
[31] Tirmizî/Nezir -. 9. Nesâî/Eyman ) 4. İbn Mâce/Keffarat
i 2. Daremî/Nezir, 6. Ahmed ; 1/47.
2/34,67,69,87,125,142.
[32] Ahmed : 1/272.
2/69,128,134,164,201,203.
3/14,28,83,226,399. 6/441.
[33] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/492-495.
[34] Ahmed î 2/180 - Ebû Dâvud •. Amir b. Şuayb'dan
[35] Buharî/Hudud ı 22, talak .. 11. Ebû Dâvud/Hudud : 17.
Tirmizî/Hudud : 1. îbn Mâce/Talak t 15. Dareinî/Hudud s 1. Ahmed ;
6/100,101,144.
[36] Hafız Pezzar ı Ebu Râfi'den...
[37] Fazla bilgi için bak ; Neylü'1-evta.r : 1/348,349...
[38] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/496-499.
[39] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/499.
[40] Ahmed
4/199,204,205.
[41] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/500-501.
[42] Nevevî Alâ. Sahıhi'l-lmami Müslim ; 1/499,500.
[43] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/501.
[44] Müslim/Mesacid: 179. Tirmlzi/Mevakıyt: 1. Ahmed:
4/416. Nesâi...
[45] Tirmizî/Mevakıyt: 1. salafc 1. Ahmed, 1/333-354 -
3/30.
[46] Müslim/Siyam, 41. Nesâî/Siyam:30. Ahmed; 5/7, 9,13,18,
45.
[47] Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı: 1/176-179
[48] es-Siracü'I-Vahhac Alâ Methi'l-Minhac: 34-35.
Fethü'l-Vahhab bi-şerhi Menhıci t-Tullâb: 1/30.
[49] el-Muğnî: l/370-İ575'den özetlenerek...
[50] el-Müdewenetü I-KÜbrâs 1/55-57'den özetlenerek...
[51] Şerhu Meâni'1-Asârs 1/176-184'den özetlenerek
[52] Neylü'I-Evtar: 352'den özetlenerek...
[53] Mîzânti'l-i'tidâl:2/554 — 4840 nolu Abdurrahman...
[54] Mizânü'l-i'tidâlı 1/585-2217 nolu Hâkim...
[55] Müsned-i Bezzar — Nâstmrraye:. 1/224.
[56] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/7-16..
[57] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/16.
[58] Müslim/mesacid: 188. Ebû Davud/salat: 4. Daremi/Salatî
66. Ahmed. 4/420,423.
[59] Müsned-i Ahmedi 3/135-160.
[60] Buhari/Mevakıti 9-10, ezam 18. Ahmed; 5/155-162-178.
[61] Buharî/mevakıytt 9 - 10 bedü'I-halkj 10, Ebû
Dâvud/salatj 4. Tirmizi/salat; S. Nesai/mevakıt: 5. tbni Mace/salat-, 4
Darenıl/salat; 14. Taberani/vukutj 27-29. Ahmed: 2/229-238-266-318-348.
[62] Sahih-i Müslim. Buhari/bedü'l-halfc ıo.
[63] el-îhtiyar Ii-Ta'lüi'l-Muhtar: 1/40.
[64] FethÜlvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb; 1/31.
[65] el-Muğnî, 1/383.
[66] el-Müdevvenetü'I-Kübra- 1/55-56.
[67] Fethü'l-allâm li Şerhi BüIÛği'l-merâm, 1/78'den
özetlenerek.
[68] Mizânü'l-i'tidâl- 2/99-100 — 2995 nolu Zeyd...
[69] Nasburraye: 1/228.
[70] Şerhu Meâni'1-Asar: 1/184-186.
[71] Şerhu Meâni'1-Asâr, 1/187-188.
[72] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/17-22.
[73] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/22.
[74] Ebû Dâvud/salât-. 2. Nesai/Mevakiyt: 15. Ahmeti
2/210-213-223.
[75] Buhari ve İbn Mâce dışında el-ceinaat (eimme-i arbaa)
rivayet etmiştir
[76] Ahmed, Müslim,
Ebû Davud, Nesai. Euhari dışında diğer hadis
imamları rivayet etmilerdir.
[77] İbn Asi&kir Fi-Garaibi Mâlik —
Darekutnî, Beyhaki; îbn Ömer'den (R.A.) merfuân rivayet etmişlerdir.
[78] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/23-27.
[79] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/27.
[80] Buhari/mevakıyt!
11-13, ezaıu 104.
Müslim/mesacidi 235. Nesai/mevakıyt;
2. Daremi/salatî 98. Ahmet: 4/425. Ebû Davud/salat; 2.
[81] Müslim/mesacid: 1S7.
[82] Buhari/şirketî 1. Müslim/mesacid: 198-199. Ahmed;
4/141.
[83] Buhari/mevakıt:
15-34. Nesat/salat* 15. İbn Mace/salat 9.
Ahmedj 3/237 5/349-360-361.
[84] eî-îhtiyar li-Ta'lili'1-Muhtar:, 1/40'dan
özetlenerek...
[85] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/52.
[86] Şerhûlvahhab li-Şerhi Menheci't-Tullâb! 1/30.
[87] el-Muğnî: 1/391-392 — Buhari, Müslim.- Enes b,
Mâlik'den.
[88] el-Müdevvenetü'1-Kübra* 1/58
[89] İbn Hibbanj 8/4.
[90] Tirmizii Yakub b. Velîd el-MedenTden, o da Abdullah b.
Amer'den.
[91] Fazla bilgi için bafc Mîzânü'l-i'tidâİ! 4/455 — 9829
nolu Yakup.
[92] Mîzanü'l-i'tidals 1/31 — 90 nolu İbrahim...
[93] Nasburraye li-Ahadisi'1-Hidâye: 1/242-243,
[94] Mîzanü'I-i'tidal; ]/52 — 165 nolu İbrahim...
[95] Buharî, Müslim: Ebû Hüreyre (R.A) .'den.
[96] Fazla bilgi için bak,, Şerhu Meâni'l-As&n
1/189-1Ö4.
[97] Fethü'l-allaim 1/77'den özetlenerek...
[98] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/28-33.
[99] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/33.
[100] Buharî/tefsm 2,42, cihâd: 98, mağazî; 29.
Müslim/mesacid; 202,206. Ebû Davud/ salati 5. Tirmizi/tefsir:, 2-31.
Nesaî/salat; 14. İbni Mâce/salat? 6. Daremi/salatj 28. Ahmed: 1/82, 113, 122,
126, 135, 137, 144, 146, 154, 292,
404, 456.
[101] Müsned-i Ahmed: Abdullah b. Ahmed'in tesbit ve
rivayetiyle...
[102] Müslim/mesacid: 202, 206. İbn Mâce/salat: 6. Ahmedi
1/82,113, 122, 126, 135,137.
[103] Tirmizi/salat: 112. Daremî/salat: 28.
[104] Tirmİzi/salat; 19. Ahmed: 5/12,13,23.
[105] Ahmed: 5/8. Daremî/Salatî 5
[106] Müslim — Ahmed b. Hanbels Bera' b. Azıb (R.A.) 'den.
[107] Buhari dışında el-Cemaa (beş muhaddis) rivayet
etmiştir.
[108] Buhari/mevakıy: 11,21. Müslim/sala^ 233. Ebû
Dâvud/salat, 3-5. Nesai/mevar kıyt 18. ttan Mace/salafc 4. Ahmedı 3/369. 4/250.
[109] Ahmedi 5/206.
[110] Neylü'l-evtar* 1/363.
[111] Fazla bilgi için bak: Neylü'l-evtan 1/363-368.
[112] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/33-40.
[113] Müslim/mesacid.
216. Ebû Davud/salat* 3.
Tİrmizî/mevakıyt, 8. îbn Mâce/ ikame; 44-111. Daremî/salat.
[114] Ebû Davud — Ahmed: 4/147-349. 5/417, 422.
[115] Buharı — Ahmed — Nesai/îftitâht 67.
[116] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/53. — Fazilet-i evkat.
[117] Fethü'l-Vahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb: 1/30.
[118] el-Muğnî: 1/392.
[119] el-Müdevvenetti'1-kübrâ f 1/56.
[120] Fıkhü's-Sünne! 1/101.
[121] Buharı — Müslim: Rafi' b. Hudayc (RJU'den.
[122] Faala bilgi için bak-. Fethülallam U-Şerhi
Bülûgil-merami 1/78.
[123] Şerhu Meâni'1-Asar. 1/147.
[124] Neylü'I-evtar, 2/5-8.
[125] Nasburraye: 1/246.
[126] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/40-44.
[127] Buhari/ezaiu 42, et'imei 58. MÜslim/mesacid; 64-68.
[128] Buhari/ezan.
42, et'ime* 58. Müslim/mesacid, 64-66.
Ebû Davud/et ime;
lö-Tirmizi/mevaluyt, 145.
Nesâî/imamet- 51. tim Mâce/ikamet; 34. Daremi/sa-lat 58, Ahmeds 2/20,102 — 3/10O,
110, 161, 231, 238, 249 — 4/49,54 — 6/40,51,149
[129] Ahmed; 2/20,102 — 3/100, 110,
161, 231, 238, 249 — 4/49,54 —
6/40, 51, 149.
[130] Ebû Davud/et'imeı 10.
[131] Neylül-Evtar-. 2/7.
[132] Neylül-Evtait 2/7.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/44-47.
[133] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/47.
[134] Buhari: 1/590
[135] Müslim ve Ebü Davudi Enes (R.A.) 'den,
[136] Buhari/teheccüdt 35, i'tisaniî 27. Ahmeds 5/58.
[137] Buhari/ezant 14, 16, müsafhln. 304. Ebû
Dâvud/tatavvu't 11. Tirmizi/saJât; 22.
Nesaî/ezanî 39. Ibu
Mace/ifcametî 110. Daremi/salatt 145. AhmecL 4/86 5,54
56,57.
[138] Buhari — Müsned-İ Ahmedt Abdullah b. Muğaffel (R.A.)
'den,
[139] Hâşiyetü't-Tahtavî ala Meraki'I-felâhj 102.
[140] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullabı 1/56.
[141] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/47-50.
[142] Darekutnî — Ebû Dâvud/salat, 2. Tirmizi/salat- 1.
Nesâî/mevakıyt; 6,7,10,12 15, 17, 29. îbn Mace/salat: 1. Ahmed: 1/333. 2/4,
3/30, 129, 169, 330, 352. 4,416. 5/349.
[143] Nesai/mevakıytî 20, salatj 19. Ahmed 6/34,199, 210,
272.
[144] Müslim — Nesâi — Ahmedi 5/89.
[145] Buhari/mevakiyt:
11, 18, 21. mesaddı 223, Ebû
Davud/salat, 3, 5. Nesâi/ mevakıyt;
18. îbn Mace/salat: 4. Ahmed; 3/369, 4/250.
[146] Müslim./mesacidî 218, 225. Nesâî/salatı 19, mevakıyt;
20-21
[147] Ibn Mâce/salat, 8. Nesâi/mevakıytı 21.
[148] Ahmed; 3/5.
[149] Sahîh-İ Buhari: Hz. Aişe (RAJ 'dan.
[150] Ahmed b. Hanbel — Ibn Mace — Tinnizi Ebû Hüreyre (R.AJ
'den
[151] Bedayi'u's-Sanayl' Fi- Tertibi'ş-Şerayi1! 1/124.
[152] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab: 1/30.
[153] el-Muğnî: 1/393.
[154] el-Muğnit 1/393'den özetlenerek..
[155] el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/56-
[156] Fıkhü's-Sünne: 1/103.
[157] Şerhu Meâni'l-Asârs 1/156-158'den özetlenerek...
[158] Fethü'l-allâm li-Şerhi BÜIû&i'l-Meranu 1/78-84'den
Özetlenerek...
[159] Fazla bilgi için hak., Fethü'l-AUanu 1/84.
[160] Neylti'I-Evtart 2/15. .
[161] Fazla bilgi için bak: Nasburrayet 1/247.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/50-57.
[162] Buharl/Mevakiyt:
13-20, Müslim/Mesacid, 218-225,
Nesâİ/Mevakıyt; 20, Ah; met! 2/131, 4/423, 5/432, 6/ 215.
[163] İbn Mâce/salat: 12, Ahıned: 1/389, 410.
[164] Tirmizi/salât 12. Ahmed: 1/26, 34.
[165] Sahîh-ti Müslim: İbn Abbas (R.A.) 'dan.
[166] Neylü'l-Evtar; 2/16
[167] Neylü'I-Evtan 2/16.
[168] Müsned-i Ahmed ve Tirmizî.
[169] Fazla bügi için bak Neylü'l-Evtan 2/16,17.
[170] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/57-61.
[171] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/61.
[172] Buhari/salatj 13, mevakiytî 27. ezan; 163.
Müslim/mesacid 230, 231, 232. Ebû t
Davut/salat; 8. Tirmizi/mevakryt; 2. Nesâî/mevakryt: 25, seher. ıoi.
Daremî/salatî 20. Taberani/vukût: 4, Ahmed; 6/33, 36,179, 248
[173] Ebû Dâvud/salat; 2.
[174] Buhari/savirij
19. Müslim/siyani! 47. Tirmizi/savm 14. Nesâî/siyam, 21,22. İ
Mace/şavm: 23. Daremi/savm: 8. Ahmed; 5/82,185,188.
[175] Müsned-i Ahmed: Ebû Rabf (R.A.)'den.
[176] Hüseyin b. Mes'ud el-Bağavî/şerhü's-Sünne.
Müsnedti'l-Musannaf.
[177] el-Bahrü'r-râik
Şerhü Kenzi'd-dakayık* 1/260.
— eHhtiyar li-Ta'lilil-Muh-tar:
1/39
[178] Fazla bilgi için baki Şerhu Maani'1-Asâr: 1/176-184.
[179] Fethülvahhab bi-Şerhi Minhecİ't-tullâb: 1/30.
[180] el-Ümm, 1/75.
[181] el-Ünun, 1/75.
[182] el-Muğnİ/Fasl-i salat-i subh: 1/394.
[183] el-Muğnî: 1/394.
[184] el-Muğnî. 1/395
[185] el-Müdevvenetü'l-Kübra/Ma caae fi'1-vukut: 1/56,57.
[186] Nasburraye Li-Ahadîsi'1-Hidâyeî, 1/240.
[187] Mizânü'l-i'tidâİ! 4/S24 — 10182 ûoiu Ebû RebîV..
[188] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/61-68.
[189] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/68.
[190] Tirmizi/salat 23. cumuâs 25, hacc; 57, tefsir; 3. Nesâî/mevakıyt! 11, 28, 30, salat; 23, 197. cumua; 25, 41
İbn Mace/ikamefc 91, menasik; İM. Daremî/sa-lat 27, menasiks 54. Taberani/vukut; 15,
17, 18, cumua* 13, hacc; 170.
[191] Buhari/mevakıyt,- 60, anenasiks 68.
[192] Müslim/mesacid: 18. Nesâi/ mevakıyt: 11, 28. Ahmed;
2/399, 474. 6/78 î. Mâce.
[193] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/127.
[194] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb: 1/31. —
es-Siracülvahhac alâ metni'l-Minhac: 35.
[195] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâbj 1/31.
[196] el-Muğnî/idrak-i rek'ât bölümü: 1/377, 378.
[197] el-Muğnî/İdrak-i rek'ât bölümü: 1/378.
[198] el-Fıkhu alâ'I-mezahibi'l-erbaa: 1/181.
[199] el-Mudevvenetü'1-Kübra/idralci rekât yevmi'l-cumu'âî
1/147,
[200] Tirmizî/cumu'a! 23. Ebû Dâvud/salafc 234.
Nesai/mevakıy, 30. cumu'a; 41. İbn Mâce/ikamet; 91. Taberani/cumu'a* 12.
[201] Tirmizî/cumu'a! 23. Ebû Dâvud/salafc 234.
Nesai/mevakıy, 30. cumu'a; 41. İbn Mâce/ikamet; 91. Taberani/cumu'a* 12.
[202] Neylü'l-evtar: 2/25.
[203] Fethülallâm
li-Şerhi
Bülûği'l-meram/mevakiyt:
1/80. Neylti'1-evtar/Idrak-i
ba'zı's-salatî 2/25.
[204] Bulıari/mevalîiyt: 29. Müslim/mesacid:, 161, 165. Ebû
Dâvud/salat; 102. Tlnnı-zi/salat; 23, 1G7, cumu'a 25. Nesâî/mevakiyt! 11, 28,
30, cumu'a: 41. Daremî/sa-lât; 22. Tabevani/cumu'a,- 13-15. Ahmed; 2/241, 254,
265, 271, 280, 376.
[205] Fıkhü's-Sünne/îdraki rekât; 1/105.
[206] Geniş bilgi için bak Nasburraye li-Ahâdısl l-Hİdâye:
1/229, 229.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/68-74.
[207] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/74.
[208] Bulıari/mevalîiyt: 37. Müslim/mesacid:, 309, 314,
,315.. Ebû Dâvud/salat; 11. Tlnnı-zi/salat; 16, 17,. Nesâî/mevakiyt! 52, 54,İbn
Mace/salat; 10. Daremî/sa-lât; 26. Tabevani/salat,- 25, sefer: 77.Ahmed; 3/100,
243, 237, 269, 282, -5/22
[209] Müslim /mesacid; 316. Tarerani/vukut :26. Ahmed
:3/184,216.
[210] Nesai/mevakıyt: 52, 54. tirmizi/salat:16, 17. Ebü
Davud/salat; 11
[211] Müsliiu/mesacid: 311. Ebû Davud/saiat; ıı.
Tirmizî/mevalayt 16, Nesaâ/mevakıyt;
53. İbn Mace/salafc 10. Ahmecü 5/305.
[212] Şerhu Fethilkadir/Kazâ-i fevâit: 1/346.
[213] Ebû Davud/salatt 11. Nesaî/mevakiyt: 53. îbn Mace/
salati 10. Daremî/salatj 26.
[214] el-Ümm/salât-ı faite: 1/78.
[215] el-Mugnî/kazai fevaitle ilgili mesle: 1/607.
[216] el-Müdewenetü'l-Kübra/ Kaza-i salafe 1/139
[217] Şerhu Meâni'1-Asâr/kaza-i salats, 1/484,465.
[218] Mizânü'M'tidâl; 4/109 — 8526 nolu Mesleme.
[219] Sahih-i Müslim.
[220] Mizânü'M'tidâlt 1/580 — 2251 nolu Hanunâd...
[221] Şerhu Meâni'1-Asâr: 1/465.
[222] Mizânü'l-i'tidâl: 3/70 — 5641 nolu Atâ'
[223] Şerhu Meâni'l-Asar: 1/466.
[224] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/75-80.
[225] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/81.
[226] Buharî/mevakiyt:
36, havf: 4,
mağazî; 29. Müslim/mesacid; 209.
Tirmizî/ salats 18, Nesâî/selıiv, 103.
[227] Daremi/salat: 186. Nesâî/mevakıyt: 55, ezan; 23,
Ahmed; 3/25.
[228] Meraku'l-felâh/kaza-i fevâib 77
[229] Haşiyetü't-Talıtavî Ala Meraki'1-Feîâh/Kaza-i fevâiti
239.
[230] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa/Kazau'I-falte: 1/491 —
495, 496.
[231] el-Muğnî/mesele: Men zekere eııne aleyhi salatünj 1/607. el-Fıkhu Ala Me-zahib i' -Arhaa! 1/495
[232] el-Müdevvenetü'1-Kübra/kaza-i salata 1/131.
[233] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa/muraatÜ't'tertîb: 1/494.
[234] Mizânü'H'tidalî 1/465 — 1747 nolu Haccac..,
[235] Müsned-i Ahmed - Taberânî el-Mu'cem'inde İbn Lehîs
tarikiyle...
[236] Fazla bilgi için bak: Nasburraye: 1/164, 165.
[237] Mizânü'M'tidâb 2/646 - 1572 ııolu Abdülkerim.
[238] Nasburraye Lİ-Ahadîsi'1-Hidâye: 1/163
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/81-87.
[239] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/88.
[240] Mîzanü'l-i'tidal: 2/632 — 5119 nolu Abdülaziz...
[241] FaJla bilgi için bak: MîzanÜ'l-i'tidaL 2/338 — 3999
»""^r"-;"1 Ahmed;
2/148
[242] Bufıari/ezan ı.
Müslim/salat, i. Tirmizi/salafc, 1. Nesaı/ezan, 1. Aftmead 2/148
[243] NeVlü'1-evtar/ebvab-i ezan: 2/35.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/89-90.
[244] Müsned-i Ahmed
[245]. Buhari - Müslim
[246] Müslim - Ibn Mace - Musned-ı Aluned
[247] Ebû Davud , Tirmizî
[248] Etaû Davud - Nesâî - Ahmed
[249] Şerhu Fethilkadir/babti'1-ezan: 1/167, 168.
[250] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tıülâb/babü'1-ezan:
1/33
[251] Mu'cemti'l-Fıkhi'l-Hanbelî/ezanj 1/23.
[252] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa/hukmü'l-ezaii!, 1/313
[253] Ebû Dâvud/SEÜatt 46. Ahmedî 5/196 - 6/446
[254] Şevkani'nin görüşü için bakı Neylü'l-evtar: 2/36.
[255] el-Ümm/babu cimai'1-ezâo; 1/82
[256] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/91-95.
[257] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/95.
[258] Ebû Davud/salats 28. îbn Mace/ezati: 1. Darenü/salat;
3. Ahmed; 4/42.
[259] Tirmizî/mevakıyt: 25. Ebû Dâvud/salat: 28. İbn
Mace/ezan: 1. Daremi/salat; 3. Ahmed; 4/42
[260] Buharî/ezan: 1-3. - enbiya:50 Müslim/salat; 2,3,5. Ebû
Davud/salat 29. Tirmizî/salat; 27. Nesâi/ezan; 2. İbn Mace/ezan? 6.
Daremî/salat: 6. Ahmed; 3/103,
[261] Ebû Dâvud - Nesâİ - Ahmed: 2/85, 87.
[262] Müslim - Nesâî - Ahrneds 3/403, 409.
[263] Ebû Davud - Ahmed: 3/408, 409.
[264] Bedayl'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi/babu'l-ezaîu
1/148.
[265] Bedayi'u's-Sanayi1 Fi-Tertihi'ş-Şerayi/babu'1-ezan:
1/148
[266] BedayiVs-Sanayi1 Fi-Tertibi'ş-Şerayi/babu'I^ezan:
1/148.
[267] es-Siracü'1-vehlıac
Ala Metni'
1-Minhac/faslü'l-ezan ve'1-ikame*. 37. Fethti'lvahhab bi-Şerhi Menlıeci't-TulIab/babü'1-ezan:
1/34.
[268] el-Muğnî/faslün el-aslâ fi'1-ezan: 1/404.
[269] Mu'cemü'i-Fikht'l-HanbeU/Sıfatü'l-Ezan: 1/26.
[270] el-Muğnî/meseletüns 1/406.
[271] el-Müdevvenetü'l-kübrâ/Fi'l-ezan: 1/57, 58.
[272] Neylü:i-evtan 2/41
[273] Mîzanü'M'tidâl: 3/674 — 8017 nolu Muhammed b. Amir...
[274] Neylü'l-evtar: 2/42
[275] Şerhu'l-İmami'n-Nevevî Ala Sahih'il-İimun Müslim:
2/sifetii'l-Ezaru 468
[276] Mizânü'l-i'tidal: 1/222 — 849 nolu İsmail...
[277] Mizânül-i'tidalî 3/631 — 7888 nolu Muhammed... 1/438 —
1632 nolu Harîs...
[278] Neylü'l-evtai-î 2/43
[279] Neylu'I-evtar; 2/47.
[280] Şerlıu Meâni'l-Asâr: 1/131
[281] Şerlıu Meâni'l-Asâr: 1/1132-133.
[282] Şerhu Meâni'l-Asâr
[283] Şerhu Meâni'l-Asârt 1/134
[284] Şerhu Meâni'1-Asân 1/134.
[285] Nasburraye,. 1/ babü'l-ezaOî 258.
[286] Fazla bilgi için bak: Nasburraye: 1/255-259.
[287] Şerhu Meâni'1-Asâr, 1/136.
[288] Şerhu Me&ni'I-Asârı 1/137.
[289] Şerhu Meâni'1-Asâr, 1/137
[290] Şerhu Meârü'1-Asâr: 1/137.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/95-112.
[291] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/112.
[292] Tecrîd-İ Sarih Tercemesi: 2/564. Müslim — Ebû Davud —
îbn Mâce — Nesâî/ ezan: 14. Ahmed; 2/136, 411, 429, 458, 461
[293] Buharî/ezan:, 5, bed-i halk: 12, tevhîd 52. îbn Mâce - Nesâî/ezaiij 14.
Tabe-râî/d 5. Ahmed; 3/35, 43.
[294] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-T,ertibi'ş-Şerayi';
I/150,151'den özetlenerek...
[295] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullaâb: 1/33.
[296] el-Muğnî/faslÜ'1-ezan: 1/423'den özetlenerek...
[297] el-Müdevvenetetti'l-kübrâ/el-kelâmu fi'1-ezaıi: 1/59.
[298] Fethülallâm/babü'I-ezan: 1/86'daıı özetlenerek...
[299] Fikhü's-Sünııe/ma-yüstehebbü li'l-müezzinij 1/117.
[300] Neylü'1-evtar/babu refis-savts 2/50.
[301] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/112-116.
[302] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/116.
[303] Buharî/ezam 7, salatı 10-11. Tirmizî/ saîat; 40,
menakibr 1. Nesâî/ezan; 33,35, 37. İbni Mace/ezan: 4. Taberani/nida: 2.
Daremİ/salat; ıo'Ahmedî 1/120 - 2/ 188 - 3/6, 53, 90 - 4/92, 83, 95, 98, 200 -
3/9, 328.
[304] Müslim-EbûDâvud: Ömer b.Hattab (R.A.)'den.
[305] Ebü Dâvud: Şehr b. Havşeb'den...
[306] Buharî/ezan: 8, tefsin 17. Ebû Davud/salat 43.
Nesâî/ezan; 38. îbn Mâce/ezan; 4. Ahmed: 3/337, 354,
[307] Müslim - Ebû Dâvud - Nesâl - Tirmİzîî Abdullah b. Amir
(RA.) 'den.
[308] Tirmİzî/salats 44, daavafe 128. Ebû Dâvud/salat; 35,
37, cihâd; 39. Ahmed; 3/119. 155| 225, 254.
[309] İbn Adİy - Beyhakî; Hadîsin zayıf olduğu tesbit
edilmiştir.
[310] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi' ı/155'den
özetlenerek
[311] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab: 1/35.
[312] El-Muğnî. 1/427
[313] el-Muğnî/limen semi'a'1-müezzine. 1/426,427
[314] el-Fıkhu Alâ'l Mezalıibi'I-Arbaa: 1/317,318.
[315] Fikhü's-Sünne: i/114'den özetlenerek...
[316] Bilgi için bak: Fethülallâm Li-Şerhi Bülûği'l-merâms
1/92.
[317] Neylü'l-evtan 2/58.
[318] Fazla bilgi için bak; Mîzanü'M'tidal: 2/283 — 3754
nolu Şehr
[319] Fazla bilgi için bak; Mîzanü'l-i'tidal: 3/83 — 5679
nolu Ufeyr...
[320] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/117-122.
[321] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/123.
[322] Buharı - Müslim - Ebû Davud - Tirmizi - İbn Mâce -
Ahmed
[323] Ebû Davûd - Ahmed.
[324]Bedayi'u's-Sanaüi', Fi Teıtibi'ş-Serayi': 1/151
[325] Bedâyi' 1/151
[326] el-Muğiîi/ezan: 415, 416
[327] el-Muğnî/ezan: 415, 416
[328] Tenvîrü'I-Havâlik Şerhün. Ala Muvatta'i Mâlik.- 1/92
[329] Fazla bilgi
için bakî Mîzanü'l-i'tidal: 2/561 — 4866 nolu Abdurrahman...
[330] Fazla bilgi için bakj Mjzanül-i'tidal: 2/135 — 316Ö
nolu Sâid...
[331] Nasburrayei 1/280.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
2/123-127.
[332] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/127.
[333] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi/Ezan: 1/150'den
özetlenerek.
[334] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi'/Ezan:
l/15Q'den özetlenerek...
[335] el-Muğnî - ezant 1/412.
[336] el-Muğnî r. ezan! 1/412.
[337] Fethülallâm Li-Şerhi Bülûği'l-Merâni: 1/94
[338] Fethülallâm Li-Şerhi Bülûgî'l-merâm: 1/94'den
Özetlenerek.
[339] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/127-131.
[340] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/131.
[341] Müslim/salat: 187. Tirmizî/mevakıyt: 41. İbn Mâce/ezan; 3, ikamet; 48. Ah-medt 4/218, 334
[342] İbn Seyyidinnas/Şerlı-i Tirmizî'de rivayet etmiştir
[343] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/54
[344] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibİ'ş-Şarayi': 1/152.
[345] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şarayi': 1/152
[346] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şarayi': 1/152
[347] el-Ümitii 1/84'den özetlenerek...
[348] el-Ümitii
1/84'den özetlenerek...
[349] el-Muğnî-ezan: 1/.415
[350] el-Muğni-ezanj 1/415
[351] el-Muğnî-ezari: 1/415.
[352] el-Müdewenetü,I-kübra: 1/62.
[353] Neylü'l-evtars 2/65.
[354] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/131-134.
[355] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/134-135.
[356] Müslİm/mesacicU 31. Nesâî/mevakiyt: 55. Ahmed 2/428.
4/441
[357] Tirmizî/mevakıytî 18. Ahmed: 1/375. Nesâî/ezan; 21,
22.
[358] Fetâvâ-yı Hindiyye/ezan: 1/54, 55. Betlayi1: 1/154.
[359] Fethülvahhab Bi-Şerhi MenlıeciVTulIâb/ezan: 1/33.
[360] el-Muğnî/faslüîiı men fatethü salâvatürı: l/419'dan
özetlenerek...
[361] el-Muğnî/faslün: men fatethü salâvatüru
1/419-el-MüdevvenetÜ'l-Kübrâ/ezan; 1/62
[362] Fazla bilgi için bak; NeyIü'I-evtar: 2/67, 68.
Nasburraye; 1/279, 280. '
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/135-138.
[363] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/138.
[364] Ebû Dâvud/hammam: 2. Tirmizî/edeb: 22, 39. İbn Mâce/
nikâh; 28. Ahmedj 5/3,20.
[365] Ebû Dâvud/cenâiz: 28. İbn Mâce/cenâiz: 8.
[366] Tirmizî/edeb: 40. Almıedr 1/275, 290, 497. Buharı
kendi Tarih'inde...
[367] Tirmizî/edeb; 40. Ahmed.
[368] Muvatta'. Ahmed b. Hanbel. Ebû Davud.
Tirmizi/hasenün...
[369] el-Fıkhu AlâT-Mezahibi'l-Arbaa; 1/188.
[370] Fethülvahhab Bi-Şerhi Menheci't-Tullâb/şurutü's-salat:
1/48, 49. el-Fıkhu Alâl-Mezahibi'l-Arbaa: 1/189.
[371] el-Muğnî/ ma-yestürüi 1/577, 578'den özetlenerek...
[372] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibî'l-Arbaa: 1/189.
[373] el-Müdevvenetü'1-Kübra/ salâtüT-harâir: 1/94, 95.
[374] Bedayi'u's-Sanayf Fi-Tertibi'ş-Şerayi'i. 1/117.
[375] el-MufenÎ! 1/579.
[376] Müslim/fezail: 26. Ahmed 1/71 — 6/62, 155, 288.
[377] Buharl/salat; 12. Müsned-i Ahmed.
[378] Geniş bilgi için bak: Mizânü'l-i'tidâl: 4/586 — 10729
nolu Ebû Yalıya.
[379] Şerhu Meâni'1-Asâr: 1/473, 474.
[380] Şsrhıı Meâni'1-Asâr: 1/474.
[381] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/139-145.
[382] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/145.
[383] Bu3îari/FazâiI-i nebiy: 7
[384] Ahmed: 2/255, 493.
[385] Müslim/mesacid: 149. Ebû Dâvud/salatj 119. Nesâî/
iftitah; 19 İbn Mâce/me-satjid: 19., Ahmed: 2/187, 208- 3/167,
168, 188, 232.
[386] Buhari/fezail: 5 — Tefsin 207. Müsned-i Ahmed.
[387] Fetâvâ-yı Hindiyye/şurûtü's-salat: 1/58. Şerhu
Fethilkadîr; 1/180.
[388] el-Fikhu Alâ'l-Mezahibi'I Arbaa/sitrü'l-avres 1/189.
[389] el~Muğnî/sitrü'l-avre: 1/579. el-Fıkhu
Alâ'l-Mezâhibi'l-Arbaa; 1/189.
[390] el-Muğnî/sitrül-avre: 1/579.
[391] Mizânü'M'tidâl; 2/375 — 4135 nolu îbad b. Kesir.
[392] Neyü’l-evtar:2/73
[393] Mîzaaü'1-rtidaJi 3/29 S — 6485 nolu Umeyr b. İshak.
[394] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/145149.
[395] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/149.
[396] îbn Mâce/taharet: 132. Tirmizî/saîat; 160. Ahmed;
6/150,218, 259
[397] Ebû Dâvud/salat; 83, 84. Taberânî/cemaat: 33, 36.
[398] Buhari/libas: 1,2,5, fezâil; 5. Müslim/libas; 42, 43,
48, 48. Ebû Davud/Iibas; 25, 27. Tirmizî/libas; 8, 9. İbn Mace/libas 6, 9.
Taberânî/libas; 9, 12. Ahmed; 2/5, 10, 32, 42, 44, 55, 56, 60 — 3/5, 44, 97.
[399] el-îhtiyar H-Ta'UlJ'1-Muhtar; 1/48 — 156
[400] Bedayi'u's'-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayı; 121,122.
[401] Fethülvahhab
bi-Şerhi Menheci't-Tullâb: 1/49 -
el~Fıkhu Atol Mezahıbı Arbaâ 1/189.
[402] el-Fıkhu Alal-Mezahibi'l-Arbaa^ 1/189
[403] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-ArbaJk 1/189
[404] Neylü'l-evtar; 2/75
[405] elrMüdevvenetü'l-Kübra: 1/94
[406] Neylü'l-evtar; 2/76.
[407] Nasburraye li-Ahadîsi'1-Hidâye; 1/300. t * ) Kur'ân-i Kerîm: 7 A'râf/31.
[408] Buhârî kendi Tarihinde rivayet etmiştir.
[409] Fıkhü's-Sünneî 1/127.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/149-154.
[410] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/154.
[411] Ahmed: 2/98
[412] Bulıari - Müslim
[413] Buharî/salatt 16, libas: 12 MüsIİm/Iibas 23. Nesâi/kible; 19. Ahmed; 4/149, 15U.
[414] Müslim/libas; 16 Nesâî/zînet: 88. Ahmed; 3/383.
[415] Neylü'l-evtar 2/90
[416] Neylü'l-evtan 2/90.
[417] Müsned-i Ahmed
[418] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/155-159.
[419] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/159.
[420] Buharî/libas: 25. Müslim/libas: 11, 21
[421] Buharî/libas; 25. Müslim/libas: 11, 21. —
Tirmizî/adab: i. îbn Mâce/libas 18.
Ahmed; 1/20, 26, 36, 37, 39, 49. 2/166, 209, 329, 337 — 3/23, 101 — 4/5, 156
—6/324, 430.
[422] Buhârî/libas: 39; Nesâî/zînetî 40. İbn Mâce/libas 19.
[423] Eüû Davûd/libas: 7. Nesâî/zînet-. 83. Ahmed; 1/90,139,
153.
[424] Buharî/libas; 30. Ebû Dâvud/Iibas: 11. Nesaî/zînet*
83. İbn Mâce/libas; 19
[425] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/130,
131'den özetlenerek...
[426] Fıkhü's-Sünne: 3/484.
[427] el-Fıkhu
Alâ'1-Mezahibi'I-Arba/ma yahîllü lebsühü: 2/10'dan
özetlenerek
[428] el-Muğnî/fimâ yahnim lebsuhiu 1/588
[429] el-Muğnî/fimâ yahrum lebsuhü: 1/589.
[430] el-Fıkhu Alâ'1-Mezâhibi'l-Arbaa/ma yahillü lebsuhü:
2/11
[431] el-Fıkhu Alâ'1-Mezahibi'l-Arbaa/ma yahillü lebsuhü:
2/13
[432] Şerhu Maâni'I-Asaı*; 4/243, 244.
[433] Şerhu Mâanî'I-Asaj-j 4/243, 244, Ömer b. Hattata (RA.)'dan..
[434] Şerhu Meâni'1-Asar: 4/248
[435] Neylül Evtan 2/93.
[436] Mizânü'M'tidaL 1/364 — 1360 nolu Sabit..
[437] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/159-167.
[438] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/167.
[439] Buhari/cenâiz: 2, hibe: 28, bed-i halk 8, fezâü; 10,
et'ime; 29, 32, eşrıbe; 27, 28. edebî 124, isti'zam 8. Müslim/libas; 7, 9, 40,
eşribes 17. Tirmizi/edep, 45 Nesâî/tatbiyk!7, cenâiz:! 53, zînet; 40, 43, 45,
76, 79, 84, 87, 90, 92. Ahmed; 1/16, 43, 46, 50, 2/99. 4/92, 150. 5/261, 383.
6/228.
[440] Buharî/cenâiz: 2, eşribe: 28, merza, 4, libas 28, 36,
45, istizan, 8. Muslım/Ii-bas: 8. Tirmizî/salat: 80, libas; 13, 44, edep; 45.
Nesâî/tatbiykj 8, 61. eşrıbe; 26. Ahmed; 1/80, 81. 92, 94, 114, 119, 121, 127, 132, 134, 137.
[441] Ebu Dâvud/libas: 9. Tirmizî/kıyâmet: 32. Ahmedj 4/143,
149, 150- 6/49, 53, 241
[442] Sahîh-i Müslim - Ahmed: 6/347
[443] Ebû Dâvud- Nesâî- Müsned-i Ahmed: 4/95.
[444] Bedayi'uVSanayi1 Fi-Tertibi'ş-Şerayi1: 5/131'den
özetlenerek
[445] Bedayi'u's'-Sanayi Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 5/82
[446] el-Fıkhu
Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa: 2/10,
ll'den özetlenerek
[447] Fethü'l-vafrhab bi-Şerhi Menheci't- Tullâb: l/6.
[448] el-Muğnî: 1/588
[449] el-Muğnî; 1/588, 589 (dan özetlenerek)
[450] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaai 2/13
[451] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/167-171.
[452] Neylü'I-evtîVT:, 2/97
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/171-172.
[453] Müsned-i Ahmed: î/73.
[454] Kamus Tercümesi : 1/347- Tadbib maddesi
[455] Ebû Dâvud/hatem;
7. Tirmizî/libasî 31. Nesâî/zînet; 41. Ahmed 5/23
[456] Bedayi'u's-Sanayi'
Fi-Tertibi'ş-Şerayi'î, 5/132.
[457] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 5/132.
[458] Yerinden çıkıp kopon dişin tekrar yerine konulması
mümkün mü, değil mi? İmam Ebû Yusuf o gün için bunun mümkün olabileceğini
düşünürek ictihadi yürütmüştür
[459] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tedtibi'ş-Şerayi\ 5/132,133
[460] Fetâvâ-yı Hindiyye/isti'malü'z-zehebi ve'l-fiddes
5/336
[461] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayı'i 5/132
[462] el-Fikhu AIâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/14
[463] Fazla bilgi için bafc El-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa/
Cebir: 1/168.
[464] el-Mıığnı* 1/277
[465] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/172-177.
[466] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/177.
[467] Buharî/i'tizam:
1. Müslim/btrr:. ns, Cennetj 28, Ahmedj 2/244, 251, 315, 323, 463, 519.
[468] Kamus tercümesi/sûret maddesi
[469] Ebû Dâvud - Buharî/libasî 90
[470] Buhari/Ubasi 90- Ahmed: 6/52.
[471] Buharî/bed'-ihalkî 7, mezalim: 32. Müslim/Iİbas, 83,
88. Ebû Dâvud/libas, 45. Tirmizi/kıyamet:
32, edebi 44.
İbn Mâce/libas? 45.
Nesâî/zînet; m. u3-Ahmed: 2/305, 308-
4/28-6/49, 53.
[472] Ahmed: 6/247, 478
[473] Ebû Dâvud/libas: 1. Tirmizî/edeb: 44. Ahmed 2/305.
[474] Buharî/tevhid: 56, libas: 89, 92, 95. Müslim/libas 98, 97. Ahmed /2/40
[475] Buharî/büyu': 104. Nesâî/zînet 112. Müslim/libas:, 99.
Ahmed, 1/308".
[476] Neylü'l-evtars 2/114.
[477] Neylü'I-evtan 2/114.
[478] Neylü'l-evtar: 2/115
[479] Neylü'l-evtars 2/117
[480] Şerha Maani'l-asârs 4/282 -Hz. Ali IRA.)'den
[481] Şerhu Maani'1-asâr: 4/282 -Hz. Ali.
[482] Şerhu Maani'l-asâr: 4/282 -Hz. İtan Abbas (R.A.)'den
[483] Şerhu Maarii'1-asâr: 4/282 -Hz. Aişe
[484] Şerhu Maani'l-asâr: 4/282 -
[485] Şerhu Maani'1-asâ; 4/282 -
[486] Şerhu Maani'1-asâr: 4/282 286
[487] Serhu Maani'1-Asâr: 4/287.
[488] Şerhu Maani'l-Asâr; 4/287.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
2/178-186.
[489] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/186-187.
[490] Müslim/ İmân- 147. İtan Mâce/duâ: ıo. Ahmed, 4/133,
134, 151.
[491] Müsîim/imân: 147. İbn Mâce/duât 10. Ahmed; 4/133, 134,
151
[492] Tirmizî/kiyâjnet: 39. İbn M&ce/cİhad: 12. Ahmed;
3/430, 439 4/131.
[493] Ahmed, Ebû Dâvıld, İbn Mâce: İbn Ömer [R.A.'daa
[494] Buharî/fezâü-i sahabe: 5. Ebu Dâvud/Ubasj 23
[495] Ebu Dâvud/libas: 27. îbn Mâce/Hbass 9
[496] Buharî/libass 1. 2, 5; fezâiM sahabe: 5. Müslim/libas;
42, 43, 46, 48, Ebû Dâvud/libas; 25, 27.
Tiraüzî/Iibasî 8, 9. İbn Mâce/libas:
6, 9. Taberânî/libas; 9. Ahmed:
2/5, 10, 32 42, 44,, 46, 55, 56, 60, 65, 67, 74, 76, 81, 386, 397, 409, 430454,
467, 479. 3/5, 44, 97
[497] Mîzanü'l-i'tidal: 2/241- 3592 nolu Sehl
[498] Neylü'l-evtart 2/125.
[499] Neylü'l-evtar: 2/127.
[500] Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî.
[501] Taberânîî Etaû Ümâme (R.A)'den
[502] Mîzanü'l-i'tidali 2/628- 5101 nolu Abdülaziz.
[503] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/187-193
[504] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/193.
[505] Buharî/libas: 30. Müslim/libas: 19. Ahmed; 1/92, 97,
119. 2/96, 98.
[506] Müslim/cennet: 52
[507] Ebû Dâvud/libas: 28. Ahmed! 2/325
[508] fazla bilgi için bak: Şerhu Maani'l-Asâr: 4/332-335
[509] Mîzanü'l-i'tidâİ! 4/355- 9437 nolu vehb.
[510] Neylü'l-evtan 2/130.
[511] Neylü'l-evtar: 2/131
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
2/193-198.
[512] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/198.
[513] Dâremî/vüdu'; 13
[514] Buharı/et'ime: 2. Ebû Dâvud/et'imes 19. İbn
Mâce/et'ime; 8. Dâremî/et'ime9.
[515] Ebû Dâvud/Taharet* 18
[516] Müsned-i Ahmedi 2/409.
[517] Müslim/eşribe: 105. Ebû Dâvud/et'tme: 19. İbn Mâce/et'ime? 8. Daremî/eİ ime: 9.
Taberânî/sifatü'n-Nebiy: 8. Ahmedi 2/8, 33, 146, 325, 349
[518] Nesâiîzinetî 8
[519] Tirmizî/libas: 28.
[520] Ebû Dâvud/litoas; 1. Tirmizi/libass 28. Ahmed; 3/30,
50.
[521] Ebû Dâvud/libas: 1. Tîrmizî/libas-. 28. Ahmedi 3/30,
50.
[522] Fethülvahhab bİ-Şerhi Menheci't-Tullâbt 1/14.
[523] el-Muğnî/gaslü'l-meyamin: 1/109
[524] Ibn Hibbân, Beyhaki, Taberânî
[525] Neylü'l-evtar. 2/132.
[526] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/199-201.
[527] İbn Mâce, Ahmed: 5/89, 97
[528] Ebû Dâvud/taharet: 131. Buharî/vüdu'. 69, salat; 3.
Müslim/taharet; 107. nesâî/taharet 185.
/bn Mâce/taharek 81, 83. Daremî/salat
103. Ahmet; 5/ 89,97
[529] Ebû Dâvud - Müsned-i Ahmed
[530] Geniş bilgi için bak: Bedayi'u's-Sanayi1
Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/84
[531] Geniş bilgi için bak:
el-Fıkhu Alâ'L.Mezahibi'I-Arbaa: 1/13
[532] Neylti'I-evt&n 2/133
[533] Neylü'l-evtar! 2/133.
[534] Ebû Ya'lâ, Bezzar, İbn Adiy, Darekutnî, Beyhakî.
[535] Mîzanü'l-i'tidaİ! 2/60- 2809 nolu Rvh.
[536] Neylü'l-evtar: 2/134
[537] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/202-206.
[538] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/206-207.
[539] Buharî/salât: 24, libas* 37, Müslim/nıesacİd; 6ü.
Tirmîzî/mevakiyt; 176. Nesâî/ kıble; 24. Dâremî/salât; 103. Ahmed; 3/100, 166;
4/9.
[540] Ebû Dâvud/salât:89
[541] Müsned-i Ahmed: 2/365
[542] Müsned-i Ahmedj 3/502
[543] Mîzanü'I-ı'tidal! 2/365 = 4111 noln Abbad
[544] Neylü'l-evtar; 2/146'dan Özetlenerek
[545] Ebû Davud İbn Mâce
[546] Neylü'I-evtan 2/146
[547] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/207-210.
[548] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/210.
[549] Buharî/teyemüm: ı, salât: 56. Müslim/mesacidi 3, 4, 5.
EbûDâvud/salât 24, Tirmizî/mesacid:
119, siyer: 5. Nesâi/gusül; 26. İbn Mâce/tahareti 90. Dâre-mî/saJât: 111,
siyer: 28. Ahmed; 1/250, 301, 2/222, 240, 250, 412, 442.
[550] el-Hattabî
[551] Buhari, Müslim- Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce: Ebû Saîd
[RjU'den.
[552] Müslim/cenâiz: 97, 98. Ebû Dâvud/cenâiz: 73.
Tirmizî/cenâiz; 57. Nesâî/kıble: 11. Ahmed: 4/135.
[553] Bubarî/salat: 52, teheccüd: 37. Müslim/müsafirîn 208,
209, Ebû Dâvud/salâti 199, vitin il. Tirmizî/salât; 213. Nesâi/kiyamü'lleyl; 1.
Ahmed 2/6, 16, 123. 5/192. 6/65
[554] Buharî/mesacid: 62. Nesâî/cenâiz: 106. Dâremî/salât; 120
[555] İbn Mâce/ mesacids 4. Müsned-i Ahmed, Tirmizî
[556] Tirmizî/salat: 14, İbn Mâce/mesacid: 4.
[557] Geniş bilgi için bak: İbn Abidîn: 1/394, 395
[558] el-Fikhu Alâ'I-Mezâlıabı'I-Arbaai 1/279
[559] el-Fıkhu Alâ'I-Mezâhabı'l-Arbas 1/279.
[560] el-Fıkhu Alâ'I-Mezâhbı'l-Arbaa: 1/279.
[561] el-Fılîhu Al&'l-Mezâhbı'l-Arbaa .1/279
[562] el-Fıkhu Alâ'l-Mezâhabı'l-Arbaa: 1/280
[563] el-Fikhu Alâ'l-Mezahibı 1-Arbaa, 1/230.
[564] Şerhu Maani'I-asârs 1/384, 385
[565] Ebu Davud/salat:24. Tirmiz/salat:119.İbn
Mace/mesacid;4 Dremi/salat:111. Ahmet: 3/83;96.
[566] el-Muğnî: 2/67, 68
[567] Nasburraye:, 2/324.
[568] Neylü'l-evtan 2/148
[569] Tenvirü'l-havâlik şerhün alâ Muvatta'i Mâliki' 2/132
[570] Neylü'l-evtar: 2/150
[571] Mizanül-i'tidali, 3/207- 6149 nolu Ömer
[572] Müsned-i Alunedj 3/404, 405 - 4/85, 86, 150, 302 -
5/54, 55.
[573] Neylü'l-evtar: 2/153
[574] Mîzanü'l-i'tidab, 2/99 - 2995 nolu Zeyd...
[575] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/211-221.
[576] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/221-222.
[577]Buharî/hac: 51. Müslim/hac: 393, 394. Ahmeds 2/120.
Nesâî/mesacid; 5.
[578] Buharı, Müsned-i Ahmed
[579] Fetâvâ-yi Hindiyye: 1/65
[580] el-Müdevvenetü'l-kübra, 1/91.
[581] Fethülvahhab hi-Şerhi Menheci't-Tullab, 1/37.
[582] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/222-225.
[583] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/225.
[584] Derekutnî. el-Hâkim Ebû Abdillah: îbn Ömer (R.A.)'dan
[585] Ahmed-Tirmizî
[586] Tataeranî/el-Kebir
[587] Hâyetü't-Tahtani ala Meraki'l?felâh: 222.
[588] Hâşiyetü't-Tahtâvi alâ MeraM'I-felâh; 222
[589] Fetâvâ-yı Hindiyyej 1/142
[590] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/143.
[591] Hâşiyetü'l-Taİıtâvî ala Meraki'l-felah: 223
[592] Hâşiyetü't-Tahtâvî alâ Meraki'l-felâh: 223
[593] Fetâvâ-yi Hindiyye-. 1/143.
[594] es Siracü'I-vahhac alâ metni Minhact 39 -
Fethtillvahhab bi-Şerhi Menhecı t -Tullâb: 1/36, 37.
[595] el-Muğnî':. 1/435, 436.
[596] Fazla bilgi için bak: el-Muğn's 1/437.
[597] el-Muğnl: 1/434
[598] el-Müdewenete'I?kübra: 1/123, 124.
[599] Şerhu Maani'1-Asâv: 1/428.
[600] Şerhu Maanil-Asân 1/429
[601] Şerhu Maani'I-Asâr: 1/429
[602] Şerhu Maani'1-Asân 1/429, 430
[603] Darekutnî: Hz. Ali (R.A.)'den
[604] Mîzanü'I-i'tidali 1/492-1850 nolu Hasan
[605] Mîzanü'l-i'tidal: 1/483-1829 nolu Hasan
[606] Neylü'l-evtan 2/159
[607] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/226-233.
[608] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/233-234.
[609] Buharî/salât: 65. Müslim/mesacid: 24, 25, müsafir 103,
zühd, 43, 44. Ebû Dâ-vud/tatavvu\ 1. Tirmizî/salâtî 120, 189, 204. Nesâi/mesacid;
l' kıyamu'l leyi; 66, 67. 1/20. 53, 61, 70, 241, 2/221, 298, 388. 6/328, 327,
428, 461.
[610] Müsned-t Ahmed: 1/53, 70.
[611] Ebû Dâvud: İbn Abbas'dan
[612] Buharî-Müslim-Nesâî-İbn Mace-Ebû Dâvud
[613] Fetâvâ-yı Hindiyyej 5/319
[614] Fetâvâ-yı Hindiyyej 5/319.
[615] el-Fıkhu Alâ'I-Mezahibi'I-Arbaa* 1/287
[616] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'I-Arbaaj 1/287
[617] Mîzanü'l-ı'tidal: 4/351, 0425 nolu Vehb
[618] Fazla bilgi için bak: Neylü'l-evtar; 2/165.
[619] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/234-237.
[620] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/237-238.
[621] Müslim/mesâcid: 57, Ebû Dâvud/salât: 16.
Tirmizî/seva-ı kur'an, 19. Ahmed; 5/178 180.
[622] Tinnizî/cumaîu 64. Ebû Dâvud/saîâtı 13. İbn.
Mâce/mesacidî 8, 9.
[623] Müsned-i AJımed -Tirmizi
[624] Buhari/ezan: 160, i'
tisams ^..Müslim/mesâcid, 68, 72
74 76 Ebû Dâvud/ et'imes 40. Tirmizî/et'ime, 27. itan Mace/ıkamet- 58.
^^^""J/İ?' re^/efime; 21. Taberânî/fcüıarefc 1. Ahmed, 2/13, 20. 3/12. 4/99, 5/26,
[625] Ebû Dâvud.
[626] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/238-240.
[627] Müsned-i Ahmed, Nesâî, Müslim, Ebû Dâvud
[628] Müsned-i Ahmed, İbn Mâce Hz. Fatıma (R.A.Vdajı
[629] Neylü'l-evtar: 2/174
[630] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/240-243.
[631] Müslim/mesacid: 79, münafıkîn: 17. Ebû Dâvud/salâtî
21. îbu
[632] Müslim/mesacid: 79, münafikîn 17, Ebû Dâvud/salâfc 21.
îbn Mace/me= 11. Ahmed; 2/349, 420
[633] Müsned-i Ahmed: 2/350. 418. îbn Mâce/mesacid
[634] Tirmizî/diyat:
9. îbn Mâce/hudud: 31. Dâremî/diyat; e. Ahmed; 3/434.
[635] Tirmizî/biiyû'!
75. Taberânî/sefer. Müsned-i Ahmed
[636] Ebû Dâvud/salat:
214. Tirmizî/büyûj 75. Nesâî/mescid, 22. îbn Mace/Me-sacid; S. Ahmed
2/179, 212
[637] Buharî/talak: 20, 31. Müslim/Iiân: 12. Nesâî/talâks
39.
[638] Müslim /fezâil-i sahabe: 151. Müsned-i Ahmed; 5/222
[639] Müsned-i Ahnıedî Câbir (RA.)'den
[640] Sahîh-i Buharî, Sahîh-i Müsliniı Abbad b. Temîm'den
[641] Sahîh-i Buharı, Nesâî, Ebû Dâvud, Müsned-i Ahmed
[642] Sahîh-i Buharî, Sahîh-i Muslini: Aişe (RA.)'dan
[643] Ebû Davudi Abdurrahman b. Ebübekir (R.A.) 'dan
[644] İbn Mâces Abdullah b. el-Hâris (B.A.)'den
[645] el-Fıkhu Alâ-1-Mezahibİ'l Arbaa: i/284-29o'dan özetlenerek
[646] el-Fikhu Alâ'l-Mezalıibi'l-Arbaa; 1/284-290'dan özetlenerek
[647] el-Fıkhu
Alâ'l-Mezalıibi'l-Arbaa:
1/284-280'daıı özetlenerek
[648] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa: l/284-290'dan
özetlenerek
[649] Neylü'l-evtar: 2/175
[650] Neylü'l-evtar: 2/100
[651] Mîzanü'1-i/ tidlâi: 4/450-9810 nolu Yakub b. Humayd
[652] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/243-255
[653] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/255-256.
[654] Buharî/salâtt 15-Ahmedı 3/151, 283.
[655] Müsned-i Ahmed: 4/68-5/380
[656] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/256-257.
[657] Müsned-i Ahmeds Ebû Hüreyre (R.A.)'den.
[658] Müslim/mescit:
258-Ebû Dâvud/salât= 42-Tirmizî/mevâkit, 36 Ahmed 2/410 416, 471-6/5, 537-Nesâî salak 40-İbn
Mâce/ezan: 7/Daremîİsalatj 12.
[659] îbn Seyyidi'n-Nâs/Tirmizî'nin şerhinde
[660] Fazla bilgi için bakî MlzanÜ'l-itİdal* 1/67-224 ve 225
nolu İbrahim medde-lerine
[661] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/257-259.
[662] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/259.