Namazda Kıbleye Yönelmek. 4

Uzak Mesafede Olanların Kıblesi. 6

Namaza Tekbir İle Başlamak Farzdır. 8

İmam Saflar Düzene Girdikten ve İkamet De Bittikten Sonra Tekbir Getirir. 10

Namazda Elleri Kaldırmak. 11

Namazda Sağ Eli Sol El Üzerine Koymak. 14

Namazda Secde Yerine Bakmak. 16

Tekbirle Kıraat Arasında İstiftah. 18

Kıraat Farzını İyice Yerine Getirmeyenler. 21

Fatihadan Sonra Îlk İki Rekatte Süre Okumak. 23

Her Rekatte İki Sureyi Aynen Tekrarlamak. 26

Farz Namazda Okunan Sureler. 29

Rüku, Sücud ve Refi İçin Tekbir Getirmek. 32

İmamın, Arkasındakilere Duyurmak İçin Tekbirleri Sesli Söylemesi. 34

Rüku’nun Şekil ve Sureti. 35

Rüku ve Secdelerde Zikir ve Tesbih. 37

Rüküi ve Secdelerde Kuran Okunmaz. 41

Rükü’dan Kalkınca Ne Söylenir ?. 42

Rükü’dan Kalkınca Beli Doğrultup Durmak Farzdır. 44

Secdenin Şekli ve Keyfiyeti. 46

Tünde Taşıdığı Elbisesinin Üzerine Secde Etmesi Caiz Midir ?. 50

İki Secde Arasında Oturmak. 53

Îkinci Rekatte Doğrudan Kıraate Başlamak. 54

Birinci Teşehhüdün Emredilmesi ve Yanılma Sebebiyle Sakıt Olması. 55

Teşehhütte ve İki Secde Arasında Oturmak. 57

İbn Mes'ud'un  (R.A)  Teşehhüdü. 59

Teşehütte Şehadet Parmağıyla İşarette Bulunmak. 61

Teşehhüden Somka Peygambere (A.S.) Salat Getirmek. 63

Teşehhütten Sonra Peygember’in (A.S.) Âl ve Ezvacına da Salat Getirmek. 66

Namazın Sonunda Yapılacak Dualar. 67

Namazdan Selam İle Çıkmak. 71

Namazdan  Sonra Zikir ve Dua. 76

Selam Verdikten Sonra Az Bir Süre Oturup  Bulınduğu Yerden Biraz Sapmak. 78

Namazdan  Sonra Tesbihi Parmaklarla veya Tohum ve Benzeri Bir Şeyle Yapmak  81

Namazda Konuşmak, Namazı Bozar mı?. 83

Namazda Öksürrmek ve Öf Diye Püflemek. 87

Namazda Allah Korkusundan Dolayı Ağlamak. 89

Namazda İken Aksırıp El-Hamdu Lillah Demek. 90

Namazda İken Önemli Bir Olay Meydana Gelirse, Sübhannellah Denilir. 91

Kadınlar İse, Sağ Ellerini Sol Ellerinin Üzerine Vururlar. 91

Namazda Kıraat Esnasında Takılıp Kalan İmama Fetihte Bulunmak. 93

Namazda Dua ve Zikirde Bulunmak. 94

Namazda İken Verilen Selamı İşaretle Alıp Cevaplamak. 96

Namazda İken Sağa, Sola İltifat Etmek. 97

Camide ve Namaz Kılarken Parmak Çıtlatmak ve Parmakları Birbirine Kenetlemek  99

Namazda İken Yılan ve Akrep Öldürmek Namazı Bozar mı?. 100

Namazda İken Kalbe Gelen Vesvese Namazı Bozmaz. 101

Felaket ve Musibet Günlerinde Farz Namazlarda Kunut Okumak. 102

Rivayet Ettiğimiz Hadislerin ve Bu Rivayetlerin Işığı Altında Müctehid İmamların İstinbat, İstidlal ve. 103

İctihadları:. 103

Namaz Kılan Kimsenin Önünde Sütre Bulundurması. 104

Sünnet ve Nafile Namazlar. 106

Farzlara Tabi Olan Dört Rekatlı Namazlar ve Faziletleri. 108

Vitir Namazı. 109

Teravih Namazı. 111

Gece Namazı (Teheccüd). 113

 


Namazda Kıbleye Yönelmek

 

Bilindiği gibi, namazda kıbleye yönelmek namazın 12 farzın-in biridir. Zaruri haller dışında kıbleye yönelmeden namaz kılmak [iz ve sahih olmaz. Çünkü kıble birliğin sembolüdür.Aynı zamaıı-L ibâdeti âdetten ayıran şartlardan biridir.

Konuyla ilgili hadîsler;

Ebû  Hüreyre   (R.A.)'den  yapılan . rivayette,   Peygamber   (A.S.) fendimiz'in şöyle buyurduğunu bildirmiştir:

«Namaza kalkmak istediğinde tastamam abdest al, sonra da ye yönel ve arkasından tekbîr getir.»[1].

tbn Ömer (R.A.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki: insanlar Tuba'da sabah namazını kılarlarken bir kimse onlara geldi ve şöyle edi: Şüphesiz ki, Peygamber (A.S.) Efendimizin üzerine bu gece !ur'ân'(dan âyet) indi ve kıbleye yönelmekle emrolundu o sebeple ıbleye yöneldiler ki, o esnada yüzleri Şam cihetine yönelik bulunu-ordu, oldukları yerde (namazlarını bozmadan) yüzlerini (Kabe ci-etine) döndürdüler,[2].

Enes (R.A.)'den yapılan rivayette şöyle demiştir: Resûlüllah (A. .) Efendimiz Beytümakdis'e doğru yönelip namaz kılardı. Sonra,«Şüphesiz ki biz yüsünü, (ilâhî buyruğu bekleyerek) göğe doğ­ru çevirip durduğunu görüyoruz. Artık seni - and olsun ki- hoşnut olacağın bir kıbleye döndürüyoruz: (Bundan böyle namazda) yüzü­nü Mescid-i Haram tarafına çevir...» mealindeki âyet indi. Benî Se­leme kabilesinden bir adam, onlar sabah namazından bir rekât kıl­mış bulunuyorlardı ki, yanlarına vardı ve şöyle seslendi: Haberiniz olsun ki, kıble değiştirildi. Bunun üzerine onlar bulundukları vazi­yeti bozmadan kıbleye  (Kabe)   doğru döndüler.» [3].

Hadislerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Namaz kılabilmek için tastamam  (şartlarına,  vaciblerine, sünnetlerine uygun)  abdest almak farzdır,

2- Namazda kıbleye yönelmek    farzdır. Kıble, bilindiği gibi,. Mekke'deki Mescid-i Haram'dır.

3- Namaza tekbir getirerek başlamak farzdır.

4- Araziyi  bilmemekten veya karanlıktan dolayı kıbleden başka bir cihete - kıble sanarak - yönelip namaza başladıktan sonra ya kendisi yanlış cihete yöneldiğini farkeder, ya da başka biri doğ­ru haber verirse, namazı bozmadan bulunduğu hal üzere kıbleye doğ­ru dönüp namazını tamamlar.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların görüş, istidlal ve ihticaclam

a)    Hanefîlere göre:

Allah, yüzünüzü Mescid-i Haram cihetine çevirin buyurduğu ve Resûlüllah (A.S.) Efendimiz hem fiiliyle, hem kavliyle namazda kıbleye yöneldiği ve mü'minlerin de yönelmelerini emrettiği için, na­mazda kıbleye yönelmek farzdır.

Mekke'de oturanlar veya orada müsafir olarak bulunanların kıblesi, gözünün Kabe'ye isabet etmesiyle gerçekleşir. Öyle ki, evde, otelde veya benzeri kapalı bir yerde namaz kılarken önündeki du­varlar ve engeller kaldırılınca gözlerinin Mescid-i Haram'a isabet etmesi gerekir. Mekke dışında olanlar için kıble, o cihete isabet et­mesiyle gerçekleşir. Çünkü teklif imkânla orantılıdır.

Namazda kıbleye yöneldiği takdirde mal ve cana bir zarar gelmesinden korkulduğu zaman, hangi cihete mümkünse oraya yöne-ip namaz kılar. Çünkü ortada tıpkı kıble hakkında şüpheye düşen [ibi bir özür bulunuyor,

Kıble'nin ne yanda olduğunda şüphe eder de soracak kimse bu-amazsa o takdirde kendi rey ve içtihadına göre, kıbleyi belirleyip ıamaz kılar.[4].

b)    Şâfiilere göre:

Kudreti yeten kimse için namazda kıbleye yönelmek şarttır. Hîasta kimse kıbleye yönelemiyor ve kendisini yönlendirecek de bu­lunmuyorsa, o takdirde bulunduğu hal üzere yüzü hangi yana çev­rili bulunursa bulunsun, namazını kılar. Korku hissedilen durumda ister farz, ister nafile olsun, kıbleye yönelmek şart değildir. Bunun dışında yolculuk halinde bulunan kimse, ister süvari, ister yaya yü­rüsün nafile namaz için kıbleye yönelmesi şart değildir. Bu durum­da yolculuğunun uzun olması, kasr-i salât yapacak mesafede bulun­ması gerekli değildir.[5].

Kıbleyi tayinde zorluk çeker de şüpheye düşerse, rey ve içtiha­dına göre, belirleyip namazını kılar, sonra da isabet etmediği anla­şılırsa, o namazı iade eder.

c)    Hanbelîlere göre:

Namazın sıhhati için kıbleye yönelmek şarttır. Bu konuda temel hüküm Bakara sûresi 144. âyettir. Sonra da tahvili kıbleyle ilgili, Pey­gamber (A.S.) Efendimizle namaz kılan bir adamın, gelip Ansardan namaz kılmakta olanlara haber vermesidir. Ancak korkulu anlarda bu şart kakar, hangi tarafa yönelip kılmak mümkünse öyle yapar.[6]

d)    Mâlikîlere göre:

Namazda kıbleye yönelmek şarttır. Ancak diğer üç mezhebden farklı bir içtihatları söz konusudur: Mekke'de bulunan kimse Kabe'­nin kendisine yönelip namaz kılar. Bulunduğu yer yüksek olup Ka­be'nin tavanını aşıyorsa, o takdirde Mâlikîlere göre, namaz sahih olmaz. Çünkü bu durumda Kabe'nin kendisine değil, o cihete ama boşluğa yönelmiş sayılır. Diğer üç mezhebe göre, bu durumda da bir sakınca yoktur.

Yine îmam Mâlik'e göre, bilmeyerek Kabe'den başka bir cihete yönelip namaz kılarken, yanlış cihete döndüğünü farkederse, o tak­dirde namazı bozup yeniden kılması gerekir. Namazı bitirdikten sonra farkederse, vakit çıkmamışsa iade eder, çıkmışsa iadesi gerek­mez.[7].

Rivayetler, yorumlar ve tahliller:

Kıble cihetinden başka bir yana yönelip namaz kıldıktan sonra,, durum farkedilirse, diğer üç mezhebe göre, namazı iade etmek ge­rekmez denilmişti. Onlar bu meselede şu hadîsle istidlal etmişlerdir: «Amir b. Rebi'a (R.A.) diyor ki: Çok karanlık bir gecede Resûlüllah (A.S.)  Efendimizle beraber    bulunuyorduk. Kıble'nin ne yanda ol­duğunu bilenimiz yoktu. Bizden herkes kendi tahminine ve içtihadı­na göre, bir cihete yönelip namaz kıldık. Sabah olunca durumu Re-sûlüllah'a  (A.S.)  arzettik. Bunun üzerine,     «Ne yana yönelirseniz, Allah'ın vechi oradadır...» mealindeki âyet indi.»[8].

Eğer bu durumda namazı iade etmek vâcib olsaydı, herhalde, ya vakit içinde veya daha sonra iade etmeleri için Resûlüllah (A.S.) emrederdi. Böyle bir emir vermediğine göre, belirtilen durumlarda namazı iade gerekmez.

Gerçi, bu konuda diğer bir şahit olarak birkaç hadîs daha var­dır. Onlardan birini Beyhakî, Câbir (R.A.)'den şöyle rivayet etmiş­tir: «Kapalı ve karanlık bir gecede namaz kıldık ve kıble hakkında endişelendik. Namazı bitirdikten sonra dikkat edip baktığımızda başka bir cihete yöneldiğimizi anladık. Durumu Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e bildirdik. O bize şöyle buyurdu-, iyi etmişsiniz. Namazı iade etmemizi emretmedi.»

Diğer bir tarikle yapılan rivayette ise Resûlüllah (A.S.) Efendi­miz şöyle buyurdu: «Gerçekten namazı yeterli buluyorum!» Ne var ki, bu hadîsin senedinde Muhammed b. Salim ile Muhammed b. Ab­dullah el-Arzemî bulunuyor ki, bu iki zat da zayıf kabul edilmişler­dir. Nitekim Ata'da ayni görüştedir. Dârekutai de bu görüşe katıl­mıştır.[9]

Zehebî bu iki râvi hakkında kısaca şu bilgileri vermiştir: «Onu cidden zayıf olarak tesbit etmişlerdir.» Yahya el-Kattan ise, «o kay-de değer bir şey değildir» demiştir. İmam Ahmed ise onun hadîsleri­ni rivayet etmemiştir. Muhammed b. Abdullah el-Arzemî ise, Ahmed b. Hanbel'de onun hadîsini terkedip yazmamıştır. İbn Maîn ise şöyle demiştir «Onun hadîsi yazılmaz.» Fellas ise, «o metruktür» diyerek tesbitini belirtmiştir.[10]

Ancak bütün bu görüş ve tesbitlere rağmen Zehebî diyor ki: «O Allah'ın sahih kullarından idi...»

553, 554 nolu hadîsleri aynı zamanda Ebû Dâvud dışında kalan beşler Berâ' (R.A.)'den; Ahmed b. Hanbel, Hafız Bezzar ve Taberânî, İbn Abbas (R.A.)'dan rivayet etmişlerdir. el-Irakî bunun isnadının sahih olduğunu söylemiştir. Ebû Yala ise Ammare b. Evs (R.A.)'de kendi Müsned'inde, Taberânî de ayrıca el-Kebîr'de rivayet etmişler­dir. Beyhakî de Sa'd b. Ebî Vakkas (R.A.) 'den rivayet etmiş ve isna­dının sahih olduğunu belirtmiştir. Taberânî ve Darekutnî ise, Sehl b. Saîd'den CR.A.) rivayet etmişler ve ayrıca Taberânî ile Bezzar Ebû Sa'd el-Muallâ'dan rivayetle hadîsin bir çok tariklerden nak­ledildiğine dikkatleri çekmişlerdir.[11]

Kıblenin tahvili hakkında ilâhî emir inince Peygamber (A.S.) ve ashabı hangi vaktin namazını kılıyorlardı? Bu husutaki rivayet­ler farklı bilgiler vermektedirler:

a) Sahîh-i Müslim'in Enes (R.A.) den yaptığı rivayette, sabah na­mazı olarak belirlemiştir. Rükû'da iken tahvil emri inmiş ve namazla­rını bozmadan kıbleye yönelmişlerdir. Taberânî'nin de Sehl b. Sa'd'-den yaptığı rivayette de sabah namazı kılınırken ifadesi kullanılmıştır.

b) Tirmizî'niıı Berâ'  (R.A.)'den yaptığı rivayette ise, ikindi na­mazı vaktinde tahvilin gerçekleştiği açıklanıyor. Ammare b. Evs ha­dîsinde ise Resûlüllah'm  (A.S.)  Kabe'ye yönelip kıldığı namaz, öğle ve ikindi namazlarından biri idi, deniliyor. Nitekim Ammare b. Rü> veybe ve Tevliye hadîsleri de bu anlamda bir ifade taşımaktadır.

c) Ebû  Saîd el-Muallâ hadîsinde ise,    öğle namazı olduğu be­lirtiliyor.

Küba halkının sabah namazında bulundukları bir sırada tahvil haberi onlara ulaştırıldı, rivayetine gelince, haberi onlara geç ulaştı­ğı mümkündür.

Kıblenin değiştiği gerçekleşince, gerek Resûlüllah (A.S.) ile as­habı, gerekse Küba halkı namaz içinde bulunuyorlardı. Bulundukla-   -rı yerde namazlarını bozmadan yüzlerini Mekke'deki Kabe cihetine döndürdüler. Bu durumda bir kaç husus hatıra gelebilir:

a) Beytü'l-makdıs, Medine'nin kuzey batısına, Mekke ise güne­yine düşmektedir. O takdirde namaz içinde 180 dereceye yakın bir dönme söz konusudur. O halde namazda kıble hususunda şüpheye düşen kimse yanlış cihete yöneldiğini namaz içinde farkederse, böy­le bir hareket namazı bozar mı? Bu hususta müctehit imamların farklı tesbit ve görüşleri vardır ki, yeri gelince« amel-i kesir» bah­sinde açıklanacaktır.

b) Cemaat halinde namaz kıldıkları anlaşılıyor ki, 180 derece­lik bir dönüşle, arka saflarda bulunan kadınlar ön saflara, ön saf­taki erkekler arka saflara geçmiş oluyor. Böyle bir durumda erkek­lerin namazı bozulmazını? Hadislerin açık delâletinde buna işaret da­hi mevcut değildir. O halde bu, ya kadm-erkek muhazat meselesi henüz belirlenmeden öncedir, ya da cemaat içinde kadın bulunmu­yordu. Bu iki ihtimal üzerinde durulabilir.

c) Üçüncü bir ihtimal, Kabe'ye yüzlerini çevirirken, yine erkek­ler ön saflarda, kadınlar geri saflarda yerlerini almak için çok ha­reket  göstermişlerdir ki, bu doğruysa, ya o sırada böyle hallerde amel-i kesir ile namaz bozulmuyordu, ya da kıblenin tahviline has bir ameldir ki, diğer ameller ona kıyas edilmez.

Diğer bir husus da, haber-i vahitle amel etmenin cevazı söz ko­nusudur. Çünkü kıblenin değiştiğini ashab-ı kiramdan bir zat gidip Küba halkına haber vermiş, onlar da hiç tereddüt etmeden yüzleri­ni namaz içinde Beytü'l makdis'ten Mescid-i- Haram'a doğru çevir­mişlerdi. Ashab arasında ve Peygamber (A.S.) Efendimizin hayat­ta olduğu bir dönemde haber-i vahit ile amel edildiği anlaşılıyor.

îtim adamlarından bazısı bunu şöyle yorumlamıştır: Resûlüllah (A.S.) Efendimiz zaman zaman yüzünü göğe çevirip kıblenin değiş­mesini arzu ediyordu. Ashab-ı kirâm-m bundan haberleri vardı ve hemen hepsi de böyle bir olayın bir gün gerçekleşeceğini bekliyor­lardı. O bakımdan Küba halkına haber verilince, bekledikleri emrin indiğini anladılar ve şüpheye kapılmadan Kabe'ye yöneldiler.

el-Iraki ise, bu yorumu pek uygun görmemiş ve kendine göre ayrı bir yorum ortaya koymuştur, şöyle ki: Resûlüllah (A.S.) Efen­dimiz zamanında haber-i vahıt'le amel etmek caizdi. Çünkü ashabın hepsi de âdil, muttaki ve ve müctehit idi. Peygamber (A.S.) Efen-dimiz'den sonra artık haber-ı vahit'le amel edilmedi.

Taberânî'nin yaptığı rivayette, Küba halkı, haber-i vahit'le amel edip Kabe'ye yönelince, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, «Onlar öyle adamlardır ki, gaybe imân etmişlerdir.» buyurmuştur. [12]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Namazda kıbleye yönelmek şarttır.

2- Korku ve benzeri hallerde" bu şart kalkar.

3- Hastalık ve benzeri durumlarda da kıbleye yönelme imkâ­nı yoksa, başka bir cihete yönelip namaz kılmak caizdir.

4- Karanlıktan veya yabancı    bir yerde  olduğundan kıbleyi tam tayın etme imkânı olmayan kimse, kendi reyine göre, bir cihete yo nelip namaz kılar. Buna cevaz verilmiştir. Ancak ya namaz içinde, ya da namazdan sonra bunun farkına varırsa, Hanefîlere göre, na­mazın içinde fazla bir hareket göstermeden kıbleye döner ve nama­zını tamamlar. Mâlikîlere göre, namazı olduğu yerde keser ve yeni­den kılar. Vakit çıktıktan sonra farkına varırsa, artık kazası gerek­mez. [13]

 

Uzak Mesafede Olanların Kıblesi

 

Mekke'den uzak ülkelerde oturanların kıblesi,  Hicaz cihetidir. Kabe veya Mekke'nin tam kendisine isabet farz değildir; çünkü ge­nellikle böyle bir isabette bulunmak mümkün değildir. Gerçi gelişen teknik imkânlarla Mekke'yi belirleyip yönelmek bir bakıma müm­künse de bu herkes için söz konusu değildir. İslâmiyet ise, her ko­nuda olduğu gibi, kıble konusunda da kolaylığı âmirdir. Müctehid imamlar dinimizin bu genel kaidesi ile, mezkur hadîslerin ışığında -esası zedelememek şartıyla- birtakım kolaylıklar getirmişlerdir.

İlgili hadîsler:

Ebû Hüreyre   (R.A.)'den yapılan    rivayette, Peygamber   (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu söylemiştir:

«Doğu ile batı arası kıbledir.»[14].

Ebû Eyyüb   (R.A.)'den yapılan    rivayette  ise, Resûlüllah  (A.S.) Efendimiz, «Tabii ihtiyacınızı giderirken ön ve arkanızı Kıbleye çe­virmeyin, ya doğuya ya da batıya çevirin!» buyurmuştur.[15] Hadîslerin açık delaletinden şu hükümler anlaşılmaktadır: 1 — Kabe'den uzak yerlerde oturanların kıblesi, o cihettir, Kâ-bö veya Mekke'nin kendisi değildir; çünkü isabet etmek çok zordur. i    2 — Doğu ile batı arası denilince bu konuda ilk akla gelen Arap Yarımadasıdır. O halde uzak mesafede bulunanlar Hicaz kesimine isabet ederlerse, kıbleyi bulmuş sayılırlar.

Hadislerin ışığında müctehid imamların görüş, istidlal ve içti­hatları-.

a)    Hanefîlere göre;

Kur'ân'da kıble konusunda    «şatır» tabiri kullanılmıştır ki, bu, daha çok Mekke dışında olanların o cihete yönelmesinin yeterli olduğuna delâlet eder. O bakımdan Mekke'den uzakta bulunan kirn.-selerin o cihete yönelmesiyle farz yerine gelmiş sayılır. Hanefî fu-kanasının çoğunun görüş ve içtihadı böyledir. Kerhî ve er-Râzi gibi fıkıhta söz sahibi ilim adamları da aynı şeyin sıhhatini belirtmişler­dir .Ancak Ebu Abdillah el-Basrî ve benzeri birkaç ilim adamı, Ka­be'nin kendisine isabet etmek şarttır, bu da ictihad ve araştırma ile sağlanır, demişlerse de, onların bu görüşünde ümmet için zorluk söz konusu olduğundan pek itibar görmemiştir.[16].

b)    Şâfülere göre.

Mekke'de bulunduğu yerde Beytullah'ı göremiyorsa veya Mek­ke dışında ise, farz namaz vakitlerinde Kabe'ye isabet etmek için, yıldızlar, güneş, ay, rüzgâr, dağ ve kıbleyi belirlemeye yarayacak şeylerden yararlanmaya çalışması gerekir.[17].

Kıble'yi araştırdıktan sonra kendi içtihadına göre namaz kıldık-tan sonra hatâ ettiği belli olursa, vakit içinde ise iade etmesi, vakit çıkmışsa kaza etmesi gerekir.[18].

c)    Hanbelîlere göre:

Kabe'yi görecek durumda ve yerde ise,- Kabe'nin kendisine yö-nelip namaz kılması gerekir. Mekke dışında ise, araştırıp o ciheti be­lirlemesi, içtihatta bulunması .söz konusudur. Şehir ve kasabalarda ise, mihraplara minare kapılarına bakmak suretiyle kıbleyi tayin eder. Başka bir yerde ise, Kabe'nin kendisine isabet etmesi şart de­ğildir, içtihat edip kendi reyine böre, belirliyerek namazını kılar. Namazda hata ettiğini anlarsa, iadesi gerekmez. Bu, imam Ahmed'-den yapılan bîr rivayete göredir.[19]

d)    Mâlikîlere göre:.

Kabe'yi gözle görebilecek bir yerde ise, Kabe'nin kendisini be­lirleyerek namaz kılar. Mekke dışında ise, bazı alâmetlere bakar. Mihrap ve benzeri şeyler birer delil sayılır. Onlar yoksa içtihat edip araştırır ve bu durumda Kabe'nin kendisine isabet ettirmesi şart de­ğildir, o ciheti belirleyip yönelmesi yeterlidir.

Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller:

565 nolu Ebû Hüreyre hadîsini, dip notta belirttiğimiz gibi, Tir-mizî ve İbn Mâce, Ebu Ma'şer tarikiyle rivayet etmişlerdir. Bu riva­yette Ebu Ma'şer'e, Ali b. Zebyân (Halep kadısı) da tabi olmuştur ki, îbn Adıy el-Kâmil'de bu hususu belirtmiş bulunuyor. Ancak Ali b, Zebyân hakkında hayli şeyler söylenmiştir. İbn Main, «o bir şey de­ğildir» derken, Nesâî onun için «metrukü'l~hadîs»tir demiştir. Ancak Ebû Hatim'iıı onu sıka saydığı söylenir. Ahmed b. Hanbel ise, onun kaviy olmadığına dikkatleri çekmiştir.

Aynı hadîsi el-Hâkim ile Darekutnî de rivayet etmişlerdir. Tir-mizi de onu Ebu Ma'şer'den başka bir tarikle ikinci defa tahrîc ettik­ten sonra hasen ve sahih olduğunu kaydetmiştir. Beyhakî ise, aynı isnadı zayıf kabul etmiştir. Nitekim isnadı incelendiğinde Osman b. Muhammed b. Muğîre b. Ahnes bulunuyor ki, bu zat üzerinde hayli durulmuştur. Ali b. el-Medenî, onun birçok münker hadîs rivayet ettiğinden bahsetmiştir. Ancak îbn Main ile îbn Hibban onun sıka (güvenilir) olduğunu söylemişlerdir. O halde bu hususta en isabetli tesbit, Tirmizî'nindir.

566 nolu hadîse gelince, onu tabi   ihtiyacı giderme bölümünde yeterince açıklamış bulunuyoruz.

Bu hadîsi kuvvetlendiren bir diğer rivayeti Beyhakî İbn Abbas (R.A.)'den şöyle yapmıştır. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz buyurdu ki: «Beytullah, Mescid ehlinin kıblesidir. Mescid, Harem ehlinin kıble-sidir. Harem ise, yeryüzünün doğularında ve batılarında (yaşayan) ümmetimin kıblesidir.» Ancak Beyhakî bu rivayeti naklettikten son­ra, isnadında Ömer b. Hafs el-Mekkî'nin teferrüd ettiğini ve o za­tın zayıf olduğunu belirtmiştir.

Ashab-ı Kiram da kıble tayini konusunda birtakım kolaylıklar ortaya koymuşlardır:

a) İbn Ömer (R.A.) şöyle demiştir; «Kıbleye yönelirken batı cihetini sol tarafına, doğu cihetini sağ tarafına aldığın zaman bu ikisinin arası kıbledir.» [20]

b) İbn Mübarek ise şöyle demiştir: «Doğu tarafında oturanlar için doğuyla batı arası kıbledir. «Şüphesiz ki, îbn Mübarek'in bu be­lirlemesi genel anlamda değildir, Irak ve benzeri taraflarda oturan­larla yakından ilgilidir, ancak bir kolaylık getirme bakımından dikkat çekicidir. Nitekn İbn Mübarek'in gör A.)'den yapılan rivr-; ki için kıbledir.»

kat çekicidir. Nitekim Beyhaki'nin el-Hilâfiyat'ta yaptığı şu rivayet, İbn Mübarek'in görüşüne dayanak gösterilebilir; Ebu Hureyre (R. A.) 'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Doğuyla batı arası1 Irak hal­kı için kıbledir.»

c) İbn Ebi Şeybe'nin yaptığı rivayette ise, İbn Ömer (R.A.) bir başka defa şöyle demiştir: «Batıyı sağ tarafına, doğuyu sol tarafına aldığın zaman ikisi arası doğulu kimseler için kıbledir.» [21]

 

Çıkarılan   Hükümler:

 

1- Mekke'de  oturanlar için, Beytullah'a isabet ettirip yönel­mek farzdır.

2- Mekke dışındakiler için, Beytullah'm kendisi değil de o ci­het kıbledir.

3- Mekke dışında kıbleyi tayin için içtihat edip araştırmada bulunmak gerekir. Şehir ve kasabalarda cami ve mescitlerin mihra­bına bakmak, ona göre belirlemek yeterlidir.

4- Şehir dışında sağlam bir pusula varsa, onunla belirlenir. Yoksa güneş, yıldızlar, ay ve benzeri şeylerle belirlemeye çalışılır.

5- Mekke'den uzak yerlerde şehir dışında kıbleyi kendi içti­hadıyla belirleyip namaz kıldıktan sonra hata ettiğini anlarsa, ar­tık iade etmesi gerekmez. Ancak Mâlikîlere göre, gerekir. [22]

 

Namaza Tekbir İle Başlamak Farzdır

 

Farz, vâcib, sünnet, nafile hangi namaz olursa olsun, tekbir üe başlamak farzdır. Bu hususta farklı bir görüş ortaya koyan olma­mıştır.

Tekbir, bir yandan Allah'ın sınır, ölçü, nisbet, zaman ve mekân kabul etmez büyüklüğünü bütün ihtişamıyla yansıtırken, diğer yan­dan O'nun huzurunda kendi küçüklüğümüzü, acizliğimizi ve her dem muhtaç durumda bulunduğumuzu dile getirmek ve öylece en büyük kudretin karşısında kulluk görevini bu niyet ve duygularla yerine getirmeyi terennüm eder. Tekbirle birlikte ellerimizi kaldır­mamız, Allah'ın sınırsız büyüklüğü karşısında dünyevî bütün şeyle­ri arkamıza atıp kalbimizle, kalıbımızla Hakk'm divanına yönelme­mizin kavli ve fiilî belirtisidir.

ilgili hadîsler:

Ali b. Ebi Tâlib (R.A.)'den yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu belirtmiştir:

«Namazın anahtarı tuhur (abdest ve temizlik) dir; tahrimî tek­bîrdir, tahlîH ise, teslimdir.»[23].

Mâlik b. el-Huveyric (R.A.)'den yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendüniz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız öyle namaz kılın!»[24]

Hadislerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır;

1- Necasetten temizlenmek ve abdest almak namazın anahta­rıdır. Yani bu ikisi yerine getirilmedikçe namaza başlamak caiz ve sahih değildir.

2- Namaz dışında mubah olan şeyler, Allahu Ekber deyip tek­bîr getirildiğinde işlenmesi haram olur ve bu namaz bitinceye ka­dar devam eder. Buna bir-iki misal verelim: Namaz dışında dünyâ kelâmı etmek, bir şey yemek veya içmek mubahtır. Namaza durup Allahu Ekber diyerek ellerini kaldırıp bağlayınca artık bunlar na­maz bitinceye kadar haram olur. O bakımdan namaza giriş tekbîri­ne, «Tekbîr-i Tanrım» de denilmiştir.

3- Et-Tehiyyattan sonra selâm vermekle namaz kılınmış olur ve tahrîm kalkar, yani tekbîr üe haram olan şeyleri işlemek selâm vermek suretiyle mubah olur.

4- Resûlüllah  (A.S.)   Efendimiz    taharet-i kâmile üzere olup tam- edeb ve huşu ile namaza dururdu. O bakımdan Resûlüllah'm namazı nasıl kıldığını ashab-ı kiramın yaptıkları tarif ve nakillerden öğreniyoruz. O halde sahîh rivayetle sabit olan hadîslere göre, müc-tehid imamlar ciddi bir tesbite  gider    Resûlüllah'm     (A.S.)   nasıl namaz kıldığını belirlemişlerdir.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların görüş, tesbit, içtihat ve istidlalleri:

a)    Hanefüere göre:

Namazın şartlarından biri de «tahrîm»dir. Bu, İmam Ebû Hani-fe ile îmam Ebû Yusuf'a göre rükün değildir. İmam Muhammed'e göre, kıraat gibi o da rükündür. Buna «tahrîm tekbîri» denildiği gi­bi, «iftitah tekbiri» de denir.

Tanrım Tekbîrinin şart kılınması, Kitap, Sünnet ve İcma' ile sa­bit olmuştur. Ancak t a h r i m i n sıhhati için 12 şart vardır ki, on­lar fıkıh kitaplarında açıklanmıştır.[25]

Tekbîr, AUahu Ekber lafzıyla olabileceği gibi, tazime ve senaya delâlet eden Allahu'l-Kebîr, Allahu Eceli, Allahu A'zam veya el-Ham-du lillâh Sübhanellah, La ilahe illallah gibi lâfızlarla da olabilir.[26]

b)    Şâfülere göre-

Namazın rükünleri 13 tanedir... İkincisi «ihram tekbîri»dir. Onu telâffuza kudreti yeten kimse için Allahu Ekber demek taayyün eder. Buna bir sıfat daha eklemek suretiyle «Allahu'l-Celüü'l-Ekber» de­mekte bir sakınca yoktur. Ancak sıfatı öne alıp «Ekberullah» demek sahîh olmaz. Bunları telâffuzdan âciz olan kimse, kendi diline tercü­me ederek söyleyebilir, ancak Arabcasım öğrenmesi ona vâcibdir.[27]

c)    Hanbelüere göre:

Namaz ancak «Allahu Ekber» sözüyle bağlantı yapar. Bu, hem imam Ahmed'in, hem İmam Mâlik'in kavlidir. Hanbelüer, «Nama­zın tahrîmi, tekbîrdir» mealindeki hadîsi ile, «Namaza kalktığın za­man tekbîr getir» mealinde sahîh rivayetle ve ayrıca Hz. Rıfâa'dan rivayet edilen şu hadîs ile istidlal etmişlerdir: «AUah bir kişinin na­mazını, abdesti (lâyık olduğu) yerlerine koymadıkça, sonra da kıb­leye yönelîp Allahu Ekber demedikçe, kabul etmez.»[28]

Yapılan ciddi tesbitlere göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, hiçbir » namazda Allahu Ekber lâfzından ayrılmamıştır. Ebû Hanîfe'nin bu husustaki görüşü rivayetlere muhalif düşmektedir.

Tekbîr, namazın rükünlerinden biridir ki, namaz ancak onunla gerçekleşir. Kasden veya unutarak terkedüdiği takdirde namaz sa­hih olmaz. Bu aynı zamanda Rabi'a, imam Mâlik, imam Sevrî, imam Şafii, İshak b. Rahuye, Ebû sevr ve tbn Münzir'in görüş ve içtihadı­dır. Saîd b. Müseyyeb, el-Hasen, Katade, Zührî ve Evzâî'ye göre na­mazda iftitah tekbirini unutan kimseye, rükû'a varış tekbiri kâfi ge­lir.[29]

Mâliküere göre:

Az yukarıda Hanbelî'lerin görüşünü aksettirirken İmam Mâlik'in görüşüne atıfta bulunmuştuk. Bununla beraber es-Sahnûn'un tes-bitini yansıtmakta yarar görmekteyiz:

îmam Mâlik, Hz. Ali (R.A.) hadîsine dayanarak şöyle demiştir: «Namazın tahrîmi, tekbîrdir-, tahlili ise selâmdır.» İbn Kâsım'm îmam Mâlik'ten yaptığı rivayete göre yine bu konuda şöyle dediği anlaşılıyor: «Namazda ihram ancak Allahu Ekber lafzıyla kâfi olur ve namazdan çıkmak için verilen selamda da ancak «es-Selâmü âleyküm» yeterlidir. Aynı zamanda Mâliki'lere göre, namaza tekbîr ile başladıktan sonra «sübhaneke» okunmaz, doğrudan kıraate baş­lanır,[30]

Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller:

573 nolu Ali b. Ebı Tâlib hadîsini ayru zamanda İmam Şafiî, Ha­fız Bezzar ve Hâkim tahrîc etmişlerdir. Bezzar hadîsin isnadım Ab­dullah b. Muhammed b. Akıl'den o da İbn Hanîfe'den, o da Ali'den rivayet yolunu ortaya koyarak belirtirken, «biz bu hadîsi ancak bu vech ile biliyoruz» demiştir. Ebû Nuaym ise «bu hadîsi rivayette ibn Akil tef errüd etmiş, (yalnız kalmıştır)» diyerek şüphe izhar etmiştir. el-Akîlî'ye göre, hadîsin isnadında az da olsa bir gevşeklik söz konusu­dur. İbn Arabî ise, Câbir hadisinin daha sahîh olduğuna dikkat çek­miştir, îbn Hibban ise, «Bu sahih olmayan bir hadîstir», diyerek gö­rüşünü ortaya koymuş ve sebebini ise şöyle açıklamıştır: «Hadisin iki tarikle geldiği kesindir. Birinci tarik Hz. Ali'den (R.A.) rivayetle belirlenmiştir ki, isnadında îbn Akil bulunuyor, bu zatın zayıf oldu­ğu bilinmektedir.» ikinci tarik Ebu Nara'dan, o da Ebu Saîd'den rivâyetle belirlenmiştir. Bu rivayette Etaû Saîd'den rivayet eden Ebû Süfyan yalnız kalmıştır.[31]

Yine bu babda rivayet edilen hadîslerden birini de îmam Ah­met, Bezzar, Tirmizî ve Taberânî Câbir (RA.)'den rivayet etmişler­dir. Bunun isnadında Ebu Yahya el-Kattat bulunuyor ki, bu zat za­yıftır. Nitekim Yahya b. Main de aynı görüştedir. Alımed b. Hanbel ise, Şerîk'in onun hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir; «Ebû Yahya el-Kattat zayıftır.»[32] IbnAdiyise, «onun hadisleri benim tes-bitime göre hasendir», demiştir. Tirmizî ile İbn Mâce'nin Ebû Saîd'­den yaptıkları rivayetin isnadında ise Tarif b. Şihab bulunuyor ki, bu zat da zayıftır. Hakim'in Saîd b. Mesruk es-Sevrî tarikiyle Ebû Said'den yaptığı rivayet malûl sayılmıştır.

Bunların dışında birkaç tarikten daha rivayetler yapılmışsa da çoğunun isnadında zayıflık söz konusudur. Sadece Ebu Nuaym'in İbn Mes'ud'dan rivayet ettiği hadîsin isnadı sahîhse de hadîs mev­kuftur.

Bu babda Hz. Aişe'den yapılan rivayette ise, Resûlüllah (A.S.) namaza tekbîr ve hemen arkasından el-Hamdü lülahi Rabbi'l-âlemîn diyerek kıraate başlardı......... Ve namazı selâm ile bitirirdi.» Müs­lim'in bu rivayetini Darekutnî Ebu İshak tarikiyle, Beyhaki Şu'be tarikiyle rivayet etmişlerdir. Böylece bütün bu tarikler birbirini kuv­vetlendirmekte ve hadîsin ihticaca elverişli olduğunu ortaya koy­maktadır.

574 nolu Mâlik hadisi, namaz hususunda Resûlüllah (A.S.) Efen-dimiz'den sübut bulan söz ve davranışların hepsinin vacib olduğu­na delâlet ediyorsa da, gerçek öyle değildir. Çünkü namazında isa-ette bulunan kimseye namazı tâlim edip öğretirken, kendisinin bü­tün- kavi ve fiilini anmamış, devam ettiği bazı şeyler üzerinde dur­mamıştır. Bundan anlıyoruz ki, Mâlik hadîsi, Peygamber (A.S.) Efendimizin namazda izhar ettiği her söz ve davranışının vâcib ol­madığını göstermektedir.[33]

Zeylâî bu konuda Ali b. Ebî Talib, Ebu Saîd ve Abdullah b. Zeyd hadîslerini bir bir yorumlerken birinci rivayet veya tarik üzerinde, yukarıda naklettiğimiz hususları naklederek görüşleri belirtmiştir. İkinci tarikle rivayet edilen Ebû Said hadîsi hakkında îmam Tir-ihizi'nin görüşünü naklederken şöyle dediğini nakletmiştik «Hz. Ali'­nin hadîsinin isnadı daha Ceyyîddir ve Ebu Saîd hadisinden daha sahihtir. Ebu Saîd hadîsini ayrıca Hakim el-Müstedrek'te rivayet ettikten sonra şöyle demiştir: «Hadisin isnadı, Müslim'in şartına gö­re sahihtir.»[34], Buhari ile Müslim bu hadisi tahrîc etmemişlerdir.

Abdullah b. Akîl'in İbn Hanîfe'den yaptığı rivayette naklettiği hadîsin isnadı daha çok meşhurdur, ne var ki Buharî ile Müslim İbn Akîl'în hadîsine iltifat etmemişlerdir.

Abdullah b. Zeyd hadîsi üzerinde de hayli durulmuş ve isnadın­da Vâkîdî yalnız kalmıştır ki, ibn Hibban bu zatı «Kitabü'd-duâfâ»da anmış, yani onu zayıf ravîler arasında zikretmiştir. [35]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Namaza, «tahrîm tekbîri» ile başlamak kimine  göre  şart, kimine göre rükündür.

2-Tahrim Tekbiri <<Allahu Ekber>> lafızıyla olabileceği gibi, İmam Ebu Hanifi’yegöre Allah’ın başkasıfatlarıyla da olabilir. Di­ğer üç İmama göre, ancak «Allahu Ekber» lafzıyla namaz sahih olur.

3- Tahrîm Tekbîri ile namaz dışındaki söz ve davranışlar ha­ram olur.

4- Namaz selâm ile son bulur ve daha önce haram olan şey­ler mubah olur. [36]

 

İmam Saflar Düzene Girdikten ve İkamet De Bittikten Sonra Tekbir Getirir

 

Namazda safları düzenli ve düzgün tutmak hep tavsiye edilmiş­tir. Bunun sayılmayacak kadar yarar ve hikmetleri söz konusudur.

a) Mü'minleri disiplinli ve düzenli bir hayata alıştırmak,

b) îman gücünün ancak mü'minlerin omuz omuza vermesiyle gerçekleşebileceğini belirtmek,

c) Kuvvet ve başarının birlikten doğduğunu öğretmek,

d) Baştaki mü'min lidere fire vermeksizin, açıklık bırakmaksız­ın uymayı telkin etmek.

e) İbadeti de disiplinli ve düzenli bir şekilde yerine getirmek,

f) Yüce âlemlerde meleklerin Allah'ın huzurunda saf bağlatıkları gibi, yeryüzünde de ona benzer saflar oluşturmak...

O halde saflar arzulanan şekilde doldurulup düzene sokulma-lan imamın iftitah tekbiri getirmesi sünnete uygun değildir. Ayrı-;a ikametin bitmesini beklemek de uygun olur.

Bununla ilgili hadisler:

Nu'man b. Beşir (R.A.) 'den yapılan rivayette demiştir ki:

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, namaza kalktığımız zaman saf­arimizi düzeltirdi, safları düzgün ve düzenli tuttuğumuz zaman O, ekbîr getirirdi.»[37]

Ebu Musa  (R.A.)'den yapılan rivayette demiştir ki:

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bize şunları öğretti: İkamet geti--ilip namaz kılmaya kalktığınız zaman sizden biriniz imam olsun; mam okumaya başlayınca siz susup dinleyin.»[38]

Yapılan rivayete göre, Hz. Ömer (R.A.), namaz kıldırmaya kalk­ığında önce safları düzene sokmak için birkaç adamı görevlendirir-ii. Onlar saflar düzelip düzgün hale gelmiştir, diye haber verdik-erinde Ömer (R.A.)  tekbir getirirdi.»[39]

Aynı şeyi Hz. Osman ile Hz. Ali (Allah ikisinden de razı olsun) .hmal etmez yaparlardı. Hz. Ali (R.A.) zaman zaman, «sen az ileri­ce doğru gel, sen biraz geriye çekil!» diyerek safları düzeltirdi.

îbn Seyyid en-Nâs diyor ki: Süveyd b. Gafle (R.A.) bize şöyle tıaber verdi: «Bilâl (R.A.) namaza durduğumuzda ayaklarımıza doku-

 nup aynı hizada tutmamızı ve  omuzlarımızın aynı doğrultuda ol­masını sağlardı.»

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz okları bir dizi halinde dizer gibi (namaza kalktığımızda)   saflarımızı  öylece dizip düzene koyardı.[40]

Nu'man b. Beşîr (R.A.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir-. «Ya saflarınızı iyi­ce düzeltirsiniz, yoksa yüzleriniz arasında Allah'a muhalefet eder­siniz!.»[41]

Enes b. Mâlik (R.A.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir: «Saflarınızı iyice düzeltiniz. Çünkü gerçekten safların düzeltilmesi namazın tamamın­dan sayılır.»[42]

ResûlüUah CA.S.)  Efendimiz şöyle buyurdu:

«Şüphesiz ki ben önümdeki şeye bakıp gördüğüm gibi, arkam­daki şeye de bakıp görüyorum. Saflarınızı iyice düzeltin, rükû' ve secdelerinizi güzelce yerine getirin!»[43]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Namazda safları düzgün ve düzenli tutmak müekked sün­nettir.

2- Safları gayr-i muntazam şekilde tutmak mekruhtur.

3- Saflar düzeltildikten sonra imamın tekbîr getirmesi müs-tehabdır.

4- İmam'm ikamet bitince tekbîr getirmesi sünnettir.

5- Birkaç kişi biraraya geldiğinde, namaz vakti girince içle­rinden birinin imam olması müstehabdır.

6- Namazda imam okumaya başlayınca ona uyanlar bir şey okumayıp susarlar.

7- İmamın bizzat safları düzene koyması müstehabdır.

8- Safları düzgün tutmak, namazın faziletini ve sevabını ta-

tnamlar.

9- Rükû' ve secdeleri dinin talim ettiği şekilde yerine getirmek vâcibdir.

Hadislerin ışığında mezhep imamlarının görüş, içtihat ve istid­lalleri:

Müctehid imamların hemen hepsi safların düzenli ve tertipli tu­tulmasının sünnet olduğunda ittifak etmişlerdir. Ayrıca Hanefî imam­larından bazısı dışında diğer bütün imamlar imam, ikamet bitince tekbîr getirilmesinde birleşmişlerdir. Cumhurun da görüşü bu doğ­rultudadır.

O halde cemaat halinde namaz kılarken safları düzgün ve ter-itipli tutmak müekked sünnettir, ikametin bitiminde imamın tekbir getirip namaza başlaması müstehabdır.

Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller:

576 nolu hadîsi Ebû Dâvud naklettiğimiz lâfızla tahrîc etmiştir. Semmak b. Harb tarikiyle yaptığı rivayette ise şu lâfızla hadîsi nak-letmiştir:

«Resülüllah (A.S.) Efendimiz, okları bir dizi haline dizip tertip­lediği gibi, bizim saflarımızı düzenleyip tertiplerdi.»

578 nolu Hz. Ömer'den yapılan rivayet, ikamet bitmeden, saflar düzeltilmeden imamın namaza başlamamasına delâlet etmektedir Hz. Ömer (R.A.) bu hususta sadece Resülüllah'ıh (A.S.) sünnetini uygu­lamıştır. Nitekim Kadı Iyaz diyor ki: «Safları düzeltmenin cemaatla namaz kılmanın sünnetlerinden olduğunda hiç kimse muhalif bir görüş ortaya koymamıştır.»[44]

İbn Hazm ise, Buharî'nin rivayet ettiği şu hadisle istidlal ede­rek safları düzeltmenin farz olduğunu söylemiştir: «Çünkü gerçek­ten safları düzeltip tertiplemek namazı yerine getirmenin bir bölü­müdür.» Çünkü farzdan olan kısım da farzdır. Diğer ilim adamları îbn Hazm'in bu istidlâlmâ itiraz ederek şöyle, demişlerdir: «Bu hu­susta iki rivayet tesbit edilmiştir: Birincisi, namazı yerine getirme-

nin bir bölümü şeklindedir-, diğeri ise, namazın (faziletinin) tamam­lanmasından, şeklinde nakledilmiştir. O halde sözü edilen hadîsle istidlal edebilmek için, «ikame» lâfzını «tamam» lafzıyla biraraya getirmek gerekir. Oysa ibn Hazm böyle yapmamış, sadece «ikame» lafzıyla rivayet edilen hadîsi dikkate alarak istidlalde bulunmuştur.

577 nolu Ebû Musa (R.A.) hadîsinin, saf ve ikamet bahsinde nakledilmesinin sebebi, hadîsten ikâmet okunmadan imamın nama­za başlamadığı anlaşıldığı içindir. Ayrıca aynı hadîs namazda kıraat bahsinde de nakledilerek delâlet ettiği hükümler açıklanacaktır. [45]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Cemaat halinde namaz kılınmak istendiğinde, imam tekbîr getirmeden önce safların düzeltilip tertiplenmesi sünnettir.

2- İkamet bittikten sonra imamın tekbîr getirmesi müstehab­dır.

3- îmanın bizzat saflarla meşgul olması ve düzene sokması müstehabdır. [46]

 

Namazda Elleri Kaldırmak

 

Namaza başlarken tekbîrle birlikte eller kaldırıldığı gibi, bazı mezheplerin içtihat ve istidlallerine göre, rüku'dan kalkıldığı zaman da eller kaldırılır. Ancak elleri ne kadar kaldırmak ve ne ölçüde kal­dırmak gerekir? Müctehit imamların görüş, tesbit ve içtihatları fark­lıdır. Nitekim az aşağıda onların görüşleri nakledilmiştir.

Konuyla ilgili hadîsler:

Etnl Hüreyre  CR.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:

«Resülüllah (A.S.1   Efendimiz namaza    kalktığı   zaman    elleri­ni kaldırıp uzatırdı.» [47]

Vâil b. Hücür  (R.A.)'den yapılan rivayette,  demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.Î Efendimiz tekbîrle birlikte ellerini kaldırırdı.»[48]

İbn Ömer (R.A.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki: «Peygam­ber (A.S.l Efendimiz namaza kalktığı zaman ellerini omuz seviye­sini buluncaya kadar kaldırdıktan sonra tekbîr getirirdi. Rüku'a eğilmek istediğinde yine ellerini aynı şekilde kaldırır ve rüku'dan başını kaldırdığı zaman yine ellerini aynı şekilde kaldırır ve semf-allahu limen hamidehü Rebbenâ leke'I-hamd derdi.»[49]

Buharî'de aynı rivayet aynı lâfızla yapıldıktan sonra şu ilâveye yer verilmiştir: «Secdeye gidince ve secdelerden başını kaldırınca öyle yapmazdı, yani ellerini kaldırmazdı.» Müslim'de ise hadîsin son kısmında şu ilâveye yer verilmiştir. «Secdelerden başını kaldırınca artık öyle yapmazdı...»

Nâfi'den yapılan rivayette, demiştir ki: îbn Ömer (R.A.) nama­za girdiği zaman tekbîr getirip ellerini kaldırır, rûku'a gidince yine ellerini kaldırırdı. Semi'allahu limen hamidehü deyince yine elle­rini kaldırır ve iki rekât kılıp kalkınca yine ellerini kaldırır ve îbn Ömer (R.A.), bu el kaldırmayı Peygamber (A.S.) Efendimiz'e ka­dar ref'eder, yani Resûlüllah'm da öyle yaptığını söylerdi.[50]

Ali b. Ebî Tâlib (R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Re­sûlüllah i A.S.) Efendimiz farz namaza kalkınca tekbîr getirip elleri­ni omuz hizasına kadar kaldırırdı; kıraatini yerine getirdikten son­ra da öyle yapardı; rüku'a gitmek istediğinde ve rüku'dan kalktığın­da yine öyle yapardı. Oturduğu zaman böyle bir şey yapmazdı, iki secdeden kalktığı zaman yine ellerini kaldırıp tekbîr getirirdi.»[51]

Ebu Kalâbe'den yapılan rivayete göre, o, Mâlik b. Huveyris'i (R. A.) namaz kılarken şöyle yaptığını görmüştü?: Namaz kılarken tek­bir getirip ellerini kaldırıyordu. Rüku'a gitmek istediğinde de elleri-

ni kaldırıyordu. Başını rüku'dan kaldırınca yine ellerini kaldırıyor­du.[52]

Diğer bir rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in namazda şöy­le yaptığı belirtilmiştir: «Tekbîr getirdiği zaman ellerini kulak yumu­şakları hizasına kadar kaldırırdı. Rüku'a gittiğinde yine ellerini ku­lak yumuşaklarına kadar kaldırırdı. Rüku'dan kalkıp semi'allahu limen hamidehü deyince yine ellerini aynı şekilde kaldırırdı.»[53]

Ebû Humayd es-Sâidî'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: Aralarında Ebû Katade'nin de bulunduğu 10 sahabiyle be­raber birarada idik. Onlara: «Ben, Resûlüllah'm  (A.S.) nasıl namaz kıldığı hususunda sizden daha bilgiliyimdir,» dedim. Diğerleri ise, «Sen bizden önce Resûlüllah'm sohbetinde bulunmuş değilsin ve bizden da­ha çok da Resûlüllah (A.S,) Efendimize gidip gelen değilsin», diye iti­razda bulunduklarında, cevap olarak şöyle dedim: «Hayır, Onun na­mazını sizden daha iyi  bilirim» diye tekrarladım. Onlar da, «öyle ise bize anlat bakalım», diye teklifte   bulundular. Bunun üzerine şöyle söze başladım: Resûlüllah (A.S.) Efendimiz namaza kalktığında be­lini iyice doğrultup ellerini omuz hizasına    kadar kaldırırdı; sonra rüku'a varmak istediği zaman tekbir getirip ellerini omuz seviyesi­ne kadar kaldırırdı. Sonra da Allahu Ekber der ve rüku'a   varırdı, sonra rüku'da itidal üzere durup başını ne yukarı kaldırır, ne de aşa­ğı indirirdi, ellerini de iki dizi   üzerine koyardı. Sonra Semi'allahu limen hamidehü der ve ellerini kaldırırdı, itidala riâyet eder, her ke­mik yerini alacak şekilde doğrulurdu, sonra eğilip secdeye varırdı. Sonra Allahu Ekber der, ayağını yanlamasına yere yatırıp üzerinde oturur, sonra her kemik yerini alıncaya kadar durur, sonra kalkıp birinci rekâttekileri aynen ikinci rekâtte    yapar, tâki iki secdeden kalktığında tekbir getirip ellerini omuzlan seviyesine kaldırır, tıpkı namaza başlarken tekbir getirdiğinde yaptığı gibi. Sonra son rekâtı de öyle yapar, böylece namaz tamamlanırdı, ancak teşehhütte sol ayağını geriye çekip sol kalçası üzerine oturur, sonra da selâm ve­rirdi.

Beni dinleyen dokuz sahabi, «doğru söyledin, Resûlüllah (A.S.)

Efendimiz öyle yapardı.»[54]

Hadîs ve rivayetlerden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Namaza durup teKbîr getirirken elleri kaldırmak ya vâcib,  da sünnettir.

2- Namazda tekbîr getirirken elleri omuz seviyesine kadar kal­dırmak ya vâcib ya da sünnettir.

3- Rüku'a varılacağı zaman tekbîr getirilirken yine elleri omuz hizasına kadar kaldırmak sünnet veya müstehabdır.

4- Rükü'dan kalkıldığında yine tekbir getirilir ve elleri omuz hizasına kadar kaldırmak sünnet veya müstehabdır.  İki secdeden kalktığında yine tekbîr getirip elleri omuz hizasına kadar kaldırmak sünnet veya müstehabdır.

5- Namaza giriş tekbiri getirirken, rüku'a varmak için tekbîr igetirirken ve rükü'dan kalkıldığında tekbîr getirilirken elleri kulak yumuşaklarına kadar kaldırmak sünnet veya müstehabdır.

6- Rüku'   ve secdelerde,  secdeler arasında,   ayakta  duruldu­ğunda ta'dîl-i ekâna rivayet etmek vâcib veya sünnettir.

7- Son oturuşta teverrük etmek, sağ ayağı dikip solayağı az geri çekip sol kajça üzerine oturmak sünnet veya müstehabdır.

Hadislerin ışığında müctehit imamların görüş, tesbit, istidlal ve içtihatları:

a) Hanefüere göre:

Namazın sünnetlerinden biri de, «tahrîm tekbir»i getirirken el­leri kaldırmaktır. Bunun seviyesi, kulak yumuşakları hizasına ka­dar yükseltmektir. Aynı şekilde bayram ve kunut tekbirlerinde de elleri kaldırmak sünnettir. Bunu terketmeyi itiyat haline getiren günakâr olur. Muhtar olan görüş de budur. Ellerini belirtilen hiza­ya kadar kaldırmaktan âciz olanlar, kudretleri nisbetinde kaldırır­lar, bunda bir sakınca yoktur; zira ortada özür söz konusudur.

Henefîler, İmam Şafiî'nin îbn Ömer (R.A.)'dan rivayet ettiği şu hadisin özür haline hamledileceğim söylemişlerdir: «Resûlüllah (A. S.) Efendimizi namaza başlarken tekbîr getirerek ellerini omuzları seviyesine kadar yükselttiğini gördüm.»[55]

b)  Şâfiîlere göre:

îmam Şafiî'nin Salim b. Abdullah'dan, onun da babasından yap-

tığı rivayete göre, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'i, na­maza başlarken tekbîr getirdiği zaman iki elini omuzlan hizasına kadar kaldırdığım, rüku'a gitmek istediğinde, başım rükü'dan kal- . dırdığında da ellerini omuz hizasına kadar kaldırdığını gördüm.» Resûlüllah (A.S.) Efendimîz'in hemen her namazda böyle yaptığını ashabdan 12 kişi rivayet etmiştir; ayrıca İbn Ömer (R.A.) dan da bu anlam ve hükümde sahîh rivayet yapılmıştır..

îmam Şafii diyor ki: İşte biz bu rivayetlere dayanarak imam ol­sun, me'mum olsun, münferit olsun, cemaat halinde bulunsun, kadın veya erkek olsun her namaz kılana, namaza başlarken, tekbîr geti­rip rüku'a  giderken, rükü'dan başım kaldırırken ellerini omuzları hizasına kadar kaldırmasını emrediyoruz.[56]

c) Hanbelîlere göre:

Namaza başlarkan iftitah tekbirinde, rüku'a gidilmek istediğin­de ve rükü'dan kalkıldığında elleri ya kulak yumuşaklarına, ya da omuz seviyesine kadar kaldırmak müstehabdır. Çünkü Resûlüllah (A.S.)  Efendimiz bazan kulak yumuşağına, bazan da omuz seviye­sine kadar ellerini kaldırmıştır. O halde namaz kılan kimse belirti-len yerlerde ellerini iki seviyeden birine göre kaldırmakta serbesttir. Ancak el-Esrem diyor ki: İmam Ahmed'e sordum, eller nereye kadar kaldınlsın?O şöyle cevap verdi: Ben iki omuz   seviyesine ka­dar kaldırmak hakkındaki İbn  Ömer rivayetini seçiyorum.  Kulak seviyesine kadar kaldırmak da güzel bir şeydir. Ne var k, omuz se­viyesine kadar kaldırmak hakkındaki rivayetler daha çoktur.[57]

d) Mâlikîlere göre:

Namaza başlarken «ihram tekbîri» ni getirirken elleri omuz se­viyesine kadar kaldırmak   menduptur,   Başka   yerlerde kaldırmak mekrûtur. Elleri kaldırırken iç kısmı yere, üst kısmı göğe yönelik bir vaziyette tutulur. Meşhur olan da budur.[58] Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller:

Ebû Cafer et-Tahâvî, tekbîr getirirken ellerin kaldırılmasıyla il­gili rivayetleri tesbit ederek şöyle belirlemiştir: Ellerin omuz seviye­sine kadar kaldırılması hakkında 6, kulak yumuşağı seviyesine ka-

dar kaldırılması bakında 4-5 rivayet naklettikten sonra Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in soğuk günlerde omuzlarına kadar, normal gün­lerde kulak yumuşaklarına kadar kaldırıldığını iddia edenlerin ve üzerindeki elbisenin durumuna göre de ellerini kaldırmasının fark­lı olduğunu ileri sürenlerin görüşlerinin isabetli olup olmadığı üze­rinde durmuş ve sonra da İbn Ömer (R.A.) hadîsini esas kabul edip çoğu sahih rivayetlerin o anlamda varit olduğuna dikkatleri çeke­rek Hanefi imamlarının içtihadını benimsediğini ortaya koymuştur.[59]

Bu durumda Tahavî'nin naklettiği hadîsleri kitabımıza almaya gerek görmedik.

Zeylâî, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in tekbîr getirirken ellerini omuz seviyesine kadar kaldırdığıyla ilgili İbn Ömer, Ebû Humayd es-Sâidî ve Ali b. Ebû Tâlib hadîslerini naklettikten sonra Şeyh Ta-kıyüddin'in el-înıam adlı eserinde İbn Münzir'den naklen şöyle de­diğini belirtiyor: İlim ehlinden kiç kimse Resûlüllah (A.S.) Efendi­mizin iftitah tekbirinde ellerini kaldırdığı hakkında muhalif görüş or­taya koymamıştır.»[60] Farklı tesbit ve görüş ise, ellerinin omuz seviyesine kadar mı, yoksa kulak yumuşağına kadar mı olduğunda ve bir de rukü'a gidildiğinde ve rükû'dan kalkıldığında, iki secde yapılıp ayağa kalkıldığında ellerin kaldırılıp kaldırılnıayacağmda ortaya çıkmıştır.

584 nolu Ebû Hüreyre hadîsinin isnadının sıhhati üzerinde kim­se şüphe izhar etmemiştir. Çünkü Ebû Dâvud onu Müseddid'den, Nesâî Amir b. Ali'den rivayet etmiştir ki, bu iki zat da onu Yahya el-Kattan'dan o da İbn Ebî Zi'b'den rivayet etmiştir. Bunların hepsi de hadîs imamlarının imamları sayılırlar.

Bu hadîsle istidlal eden İbn Hazım, İbn Münzir, İbn Sübkî Ev-zaî, Buharî'nin şeyhi el-Humeydî ve îbn Huzayme iftitah tekbirinde elleri kaldırmanın vâcib olduğunu söylemişlerdir. Kadı Hüseyn'in İmam Ahnıed b. Hanbel'den yatığı rivayete göre, o da bunun vücü-buna kail olmuştur.[61] Ebû Hanîfe'den yapılan rivayette ise, tek­bir getirirken ellerini kaldırmayanın günahkâr olacağı belirtilmiştir. Kaffal'm Ahnıed b. Yesar'dan yaptığı rivayete göre, iftitah tekbirin­de elleri kaldırmanın vâcib olduğu, kaldırmayanın namazının sahih

olmayacağı ifade edilmiştir ki bu tamamiyle Ahmed b. Yesar'm gö­rüş ve içtihadıdır. Çünkü bu hususta kesin bir delil ortaya koymak mümkün değildir.

585  nolu Vâil b. Hücür hadîsini aynızamanda Beyhakî, Abdur-rahman b. Amir tarikıyla Vâil'den rivayet etmiştir. Ahmed b. Han-ben ile Ebû Dâvud aynı hadîsi Abdulcebbar b. Vâil tarikıyla rivayet etmişlerdir. el-Münzirî ise, bu hadîsi, Abdulcebbar babasından işit-memiştir ve onun aile durumu meçhuldür, demiştir.[62]

586  nolu hadîsi, Beyhakî şu fazlalıkla tahrîc etmiştir: «Resûlül-lah'm (A.S.) bu namazı (kıldığı namazdaki fiilleri) Allah'a kavuşun­caya kadar hep devam etti.»

İbn Medenî diyor ki: Halktan bu hadisi duyan herkesin aynı şe­kilde amel etmesi gerekir. Çünkü hadîsin isnadında hiçbir şüphe ve ta'n yoktur. Nitekim İmam Buhari bu mesele hakkında tek başına bir cüz tasnif etmiş ve onda el-Hasen, Humayr b. Hilâl'dan şunu nak-letmiştir: Ashab-ı kiranı hep öyle amel ederlerdi, yani üç yerde elleri­ni kaldırırlardı. el-Hasen bunu söylerken ashabdan hiç birini istis­na etmemiştir. Nitekim el-Mervezî diyor ki: «İslâm ülkelerindeki ilim adamları bu üç yerde elleri kaldırmanın meşruiyetinde icnıa, etmiş­lerdir, ancak Küfe âlimleri müstesna. İmam Mâlik'ten ise, sadece İbn Kasım, rükû'a varılırken ve rükû'dan kalkılırken ellerinin kal­dırılmaması hususunu rivayet etmiştir.

Böylece İmam Şafiî ve İmam Ahmed b. Hanbel, sözü edilen üç yerde ellerin kaldınlmasınmm müstehab olduğuna kail olmuşlardır ki ashab-ı kiramdan da bu görüşte olanlar hayli çoktur. Ayrıca imanı Şafiî, birinci teşehhüdden kalkıldığında, yani ikinci rekâtten üçün­cü rekate kalkıldığı zaman da elleri kaldırmanın müstehab olduğu­nu söylemiştir.[63]

587  nolu Nâfi' hadîsi hakkında Ebu Dâvud şöyle demiştir : «Râ-vilerinin hepsi sıka (güvenilir) dir.» Ancak   Darekutnî   bu hadîsin merfu' ve mevkuf olduğu üzerinde durmuş ve el-Ilel adlı eserinde bu­na geniş yer vermiştir. Ancak hadîsin sıhhatma delâlet eden birçok şevahid mevcuttur. Böylece ilgili hadîs, namazda   dört yerde elleri kaldırmanın meşruiyetine delâlet etmektedir. Nitekim    İmam Şafiî

ile İmam Mâlik de içtihat ve görüşlerini ortaya koyarken bu rivayeti

dikkate almışlardır.

588 noîu Ali b. Ebî Tâlib hadîsini Ahmed b. Hanbel sahihlemiştir. Bu da dört yerde elleri kaldırmanın meşruiyetine delâlet eden sahîh hadîslerden biridir.

Müctehitler bu hadîslere dayanarak elleri kaldırma hususunda kadınla erkek arasında bir fark olmadığını belirtmişlerdir, ancak İmam Ebu Hanîfe ikisi arasında bir ayrım yaparak şöyle demiştir : Erkekler, ellerini kulaklarına kadar kadınlar ise omuzlarına kadar kaldırırlar. İmam Ebu Hanîfe kulaklara kaldırma meselesini 589, 590 nolu'hadîsleri de dikkate alarak ortaya koymuştur.

591 nolu Ebu Humayd hadîsini aynı zamanda İbn Hibban da tah-rîc etmiştir. et-Tahavî ise bu hadîsin malûl olduğunu belirterek şöyle demiştir : «Zira râvilerden Muhammed b. Ata', Ebu Katade'ye ulaş­mamıştır.»[64]

Oysa İmam Buharî onun kesinlikle Ebu Humayd'den işittiğini belirtmiştir. Çünkü Ebu Katade'nin hicrî 54. yılda vefat etti­ği söylenir ki, bu durumda Muhammed'in ona ulaştığı muhakkaktır. Yapılan tesbitlere göre, Muhammed b. Amir ise hicrî 120 yılında 80 yaşında iken vefat etmiştir. [65]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Namaza başlarken iftitan tekbiri getirince elleri kaldırmak kimine göre sünnet, kimine göre vâcibdir. Çünkü ResûlüIZahın (A.S.)

bunu terkettiği tesbit edilememiştir,

2- Rükû'a varılırken, rükû'dan kalkılırken ve bir de üçüncü re­kâta kalkıldığında elleri kaldırmak müstehabdır.

İmam Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına göre, kaldırılmaz, sadece îftitan tekbirinde kaldırılır. İmam Mâlik'e göre de öyle... İmam Şafiî ve İmam Ahmed'e göre belirtilen yerlerde elleri kaldırmak meşru'dür ve müstehabdır.

3- Elleri hem kulak yumuşaklarına kadar, hem omuz seviye­sine kadar kaldırmak caizdir. Namaz kılan bunlardan birini tercih edebilir. Nitekim Hanefîler erkekler için kulak yumuşaklarına ka­dar kaldırmayı, diğer imamlar omuz hizasına kadar kaldırmayı müs-tehab saymışlar. [66]

 

Namazda Sağ Eli Sol El Üzerine Koymak

 

Namazın farzlarından biri de kıyam, yani ayakta durmaktır. Na­maza niyet edip tekbîr getirdikten sonra kıraat süresince ayakta dur­mak farzdır. Bu ayni zamanda bir rükündür.

Hikmetine gelince, bizi iki ayak üzerine yürüten ve dimdik ayak­ta durma kudretini veren, böylece ahsen-i takvim üzere yaratıldığı­mızı bu özelliğimizle de belirginleştiren Rabbımıza hamdediyor, bu nimetine karşı şükür borcumuzu huzurunda el bağlayarak yerine getirmek istiyoruz. Hem Fâtiha'yı okumak, bir bakıma Allah'a hitap edip O'nunla konuşmak demektir. O bakımdan da ayakta edeple du­rup el bağlayarak O'nun huzurunda kulluğumuza yakışanı yapma­mız kadar tabii ne olabilir?

.Namazda kıyam, yani ayakta durmanın farz olduğuna muhale­fet eden olmamıştır, bunda icma' vardır. Ancak kırat süresinde er­keklerin göbek altında, kadınların göğüsleri üzerinde el bağlamaları müctehid imamların hepsi tarafından sünnet sayılmamıştır. Konuyu bu açıdan incelemek istiyoruz.

İlgili hadîsler :

Vâil b. Hücür (R.A.) den yapılan rivayette, o, Peygamber (A.S.) Efendimiz'in namaza giriş yaptığında tekbîr getirerek ellerini kaldır­dığını, sonra da elbisesini (ön kısmını bitiştirerek) kapadığını, sonra da sağ elini sol elinin üzerine koyduğunu; rükû' yapmak istediğinde ellerini çıkarıp kaldırdığını, tekbîr getirerek rükû'a vardığını, semi'al-lahu limen hamidehü dediği zaman yine ellerini kaldırdığını, secde et­tiğinde iki eli arasına secde ettiğini görmüştür.

Ayni hadîsi Ahmed ve Ebû Dâvud şu cümleyi de fazla olarak rivayet etmişlerdir -. «Sağ elini sol elinin ayası üzerine, bileğinin İÇ kısmını, sol bileğinin üst kısmına koyduğunu...»[67]

Ebu Hâzim'den, o da Sehl b. Sa'd (R.A.) den rivayet etmiştir:

«İnsanlara namazda adamın sağ elini sol bileği üzerine koyma­sı emrediliyordu. Ebu Hâzim şöyle dedi : Bunu bilmiyorum, ancak Peygamber (A.SJ   Efendimize    kadar    refedildiğini    (biliyorum).»[68]

îbn Mes'ûd (R.A.) den yapılan rivayete göre, adı geçen, namaz kılarken sol elini sağ eli üzerine koyardı. Cenâb-ı Peygamber (A.S.) onu böyle yaptığını görünce, sağ elini tutup sol eli üzerine koydu.»[69]

Ali (R.A.) den yapılan rivayette, şöyle demiştir : «Namazda eküf-fü eküff üzerine koyup göbek altında bağlamak sünnettir.»[70]

eküff, «keff»m çoğuludur, kelime olarak elin ayası demektir. Bun­dan maksat, sağ elin ayasını sol elin üzerine koymaktır; Arapçada bazan birbirine yakın iki ayrı şeyden söz edilirken her ikisi için ga­lip olanın ismi kullanılır. O bakımdan Hz. Ali (R.A.) de el ayası ile elin üst kısmı için birden «eküff» ismini kullanmıştır.

Hadîslerin açık delâletinden anlaşılan hükümler :

1- Namaza başlarken tekbîrde elleri kaldırmak sünnettir.

2- Namaza niyet edip tekbîr getirdikten sonra hırka, üstlük, pardüsü ve benzeri bir elbisenin açık bulunan ön kısmındaki iki ka­nadını el ile bitiştirip biraraya getirmekte bir sakınca yoktur.

3- Namazda kıyam rüknü yerine getirilirken sağ eli sol el üze­rine koymak sünnettir.

4- Rükû'a varırken tekbîr getirip elleri kaldırmak ve rükû'-dan kalkılırken yine elleri kaldırmak sünnet veya müstehabdır.

5- Secde ederken alın ve burnu iki elin arasında koymak müs­tehabdır.

6- Kıyamda sağ eli sol elin bileği üzerine kovmak müstehab­dır.    ,

7- Sol eli sağ el üzerine koymak mekruhtur.

8- Elleri göbek altında bağlamak sünnet veya müstehabdır.

Hadîslerin ışığında müctehit imamların görüş, tesbit içtihat ve istidlalleri:

a) Hanefîlere göre :

Namazda ayakta dururken erkeklerin sağ ellerini sol elleri üze­rine koyup göbek altında bağlamaları sünnettir. Bu da, niyet edip iftitah tekbirini alırken ellerini kaldırınca artık yanlarına sarkma­yarak bağlamakla gerçekleşir. İmam Muhammed'e göre, kıraate baş­lamadan ellerini bağlamaz. Sübhanekeyi okuyup eûzü besmele çe­kinceye kadar ellerini yanlarına sarkıtır, kıraate başlayınca bağlar. Ayrıca sağ elinin serçe ve baş parmaklarıyla sol elinin bileğim hafif kavrayıp tutar. Gerçi bunu hanefî fukahasmdan çoğu istihsanen uy­gun görmüşse de muhalefet eden de olmuştur.

Kadınlar ise, kıyamda sağ ellerini sol elleri üzerine koyup gö­ğüsleri üzerinde bağlarlar, onlar hakkında müstehab olan böyle yap­maktır. Ancak serçe ve baş parmaklarıyla sol elin bileğini kavra­mazlar.[71]

b) Şâfiîlere göre :

Namazda erkek ve kadının sağ ellerini sol elleri üzerine koyma­ları ve ellerini göğüsleriyle göbekleri arasında bağlamaları sünnet­tir. Bu durumda sağ elinin parmaklarım bitişik tutması veya sol eli­nin bileği üzerine yayması hususunda muhayyerdir.[72]

c) Hanbelilere göre :

Erkek ve kadının namazda sağ elinin içini sol elinin üzerine ko­yup göbekleri altında bağlamaları sünnettir.[73]

Hanbelüer bu mesele hakkında Kubayse, Sehi b. Sa'd ve Ebu Hâzim hadîsleriyle istidlal etmişlerdir. Ayrıca Vâil b. Hücür'den ri­vayet edilen hadîsle de istidlal ederek, sağ eli sol elin bileği üzerine koymanın da müstehab olduğunu belirtenler olmuştur.[74]

Yine İmam Ahmed'e göre, kadın ve erkeğin ellerini göbekleri üzerinde bağlamaları sünnettir. Nitekim Saîd b. Müseyyeb'in de kav­li böyledir.[75]

d) Mâlikîlere göre

Mezhebin zahirine göre, namazda eller bağlanmayıp yan tarafa sarkıtılır. Aynı zamanda bu görüş, İbıı Zübeyir ile el-Hasen'den riva­yet edilmiştir.[76]

Abdurrahman el-Cezîrfnin tesbifcine göre, Mâhkîler bu mesele hakkında şöyle demişlerdir : Sağ eli sol el üzerine koyup göbek üze­rinde bağlamak menduptur sünnet değildir, şu şartla ki, namaz kılan böyle yapmakla Peygamber (A.S.) Efendimiz'in sünnetine uymayı kasdetmiş olacak; bunun aksine daha rahat durmak ve bir bakıma ellerini bağlamak suretiyle kendine destek sağlamak için yaparsa, mekruh sayılır. Nafile namazlarda ise, ne maksatla bağlarsa bağla­sın, mendup sayılır.[77]

Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller:

602 nolu Vâil b. Hücür hadîsini aynı zamanda İbn Hibban ile İbn Huzeyme de tahrîc etmişlerdir. Aynı babda bir diğer hadîsi Ah-med ile Tirmizî de Kubeyse b. Helb tarikiyle rivayet etmişlerdir. Semmak'tan başkası ondan rivayet etmemiştir. Bununla beraber sıka olduğunu kabul edenler vardır. İbn Medenî ile Nesâî onun meç­hul olduğunu, Tirmizî ise hasen sayıldığını söylemiştir.

Darekutnî, Beyhaki ve ibn Hibban ise ibn Abbas'dan CR.A.) ri­vayet etmişlerdir. el-Akılî ise, ibn Ömer'den (R.A.) rivayet etmiş ve zayıf olduğuna dikkatleri çekmiştir. Ayrıca Darekutnî Huzayfe'-den rivayet etmiştir. Beyhakî ise Hz. Âişe (R.A.) dan rivayet etmiş ve hadîsi sahîhlemiştir. Hafız Bezzar ise, Şeddad b. Şurahbîl'den ri­vayet etmiştir, ancak isnadında Abbas b. Yunus bulunuyor ki, bu zat üzerinde duranlar olmuştur. Zehebî'nin onu zayıflar arasında anmadığına bakılırsa, sıka olduğu ağırlık kazanır. Taberânî ise, Ya'-lâ b.Merre'den rivayet etmişse de isnadında Abdullah b. Ya'lâ bu­lunuyor ki, bu zat zayıf kabul edilmiştir.

Rivayetlerin çokluğu dikkate alınınca, hadîsle istidlal ve ihtica-cm doğru olacağı neticesi ortaya çıkmaktadır. Böylece hadîs, namaz­da elleri belirtilen şekilde bağlamanın meşruiyetine delâlet ediyor.

Şevkanî'nin tesbitine göre, bu babda yirmi rivayet, onsekiz saha-bî ve tabiîden yapılmıştır. O bakımdan ibn Abdülber şöyle demiştir:

Bu babda belirtilen hususun hilâfına Peygamber  (A.S.)  dan başka bir rivayet yapılmamıştır.[78]

603  nolu Ebu Hâzim hadîsi hakkında Nevevî şöyle demiştir : Bu hadîs sahih ve merfu'dür.

604 nolu îbn Mes'ud hadîsi hakkında ise İbn Seyyid'in-nâs şöyle de­miştir . «Ricali, rical-i sahihtir yani senedi ve ricali sahîh tesbit edil­miştir. «Bu konuda Ahmed b. Hanbel ve Darekutnî, Câbir (R.A.) den şu lâfızla rivayet yapmışlardır : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz namaz kılmakta olan bir adamın yanından geçerken, o adamın sol elini sağ eli üzerine koyduğunu gördü ve tutup kaldırdı, sağ elini sol eli üzeri­ne koydu.»

Bu rivayet de, namazda sağ eli sol el üzerine koymanın meşru'iye-tine aksinin meşru' olmadığına delâlet etmektedir. Cumhur da aynı görüştedir.

605 nolu Hz. Ali hadîsinin isnadında Abdurrahman b. îshak el-Kû-fî bulunuyor ki, Ebû Dâvud diyor ki, Ahmed b. Hanbel'in onu zayıf­lar arasında andığını duydum. Buhârî ise, «onun hakkında şüpheyle durulmuştur, derken îmam Nevevî onun zayıf olduğunu belirtmiştir. Bu bapta ayrıca Ebû Davud'un Ebû Cerîr'den onun da babasın­dan yaptığı bir rivayet daha var ki, şu lâfızla tesbit edilmiştir : «Hz. Ali'yi gördüm, namazda sağ eliyle sol elinin bileğini tutup göbeğinin üzerinde bağlamıştı.» Ancak bunun isnadında Ebu Tâlût   Abdusse-lâm b. Ebî Hâzim bulunuyor ki, bu zat üzerinde de durulmuştur. Ebû Dâvud, onun hadîsinin yazılabileceğini kaydetmiştir.[79]

Ayrıca Ebû Dâvud bu bapta Tâvus'tan yaptığı rivayette, şöyle denildiğini tesbit etmiştir ; «Resûlüllah (A.S.Î Efendimiz namazda sağ elini sol eli üzerine koyar, sonra da ikisini göğsü üzerinde bağlar­dı.» Bu hadis, mürseldir, yani senedinden bir sahabi düşmüştür.

Namazda elleri göbek altında bağlamanın müstehab olduğunu söy­leyen İmam Ebû Hanîfe, İshak b. Râhuye, Ebu İshak el-Mervezî ve îmam Şafiî'nin arkadaşları 605 nolu Hz. Ali (R.A.) hadîsiyle istidlal etmişlerdir. îmam Şafiî ise bu husustaki diğer rivayetleri de dikka­te alarak ellerin göbekle göğüs arasında bağlanmasının müstehab olduğunu söylemiştir. Cumhur da aynı görüştedir. İmam Şafiî da­ha çok İbn Huzeyme'nin kendi Sahîh'inde, Vâil b. Hücür'den nak-

lettiği şu hadîsle ihticac etmiştir : «Resûlüllah (A.S.) Efendimizle beraber namaz kıldım. O, sağ elini sol eli üzerine koyup göğsü üze­rinde bağlamış bulunuyordu.» Oysa bu rivayet, İmam Şafiî'nin gö­rüşünü destekler mahiyette bir hüküm ifade etmemektedir. Çünkü Şafiî göğüsle göbek arası derken hadîste göğüs üzerine bağlandığı belirtilmektedir.   ,

Vâü'in bu rivayetini, Hz. Ali'nin şu yorumu kuvvetlendirmek­tedir : Kevser sûresinde «venhar», elleri göğüs üzerinde bağlamak demektir. Diğer bir yoruma göre, rükû'dan kalkıldığında elleri gö­ğüs hizasına kadar kaldırmak demektir. Bunu deve kesme mana­sına hamledenler de olmuştur. [80]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Namazda sağ eli sol el üzerine koymak sünnet veya müs-tehabdır.

2- Elleri erkeklerin göbek altında,    kadınların ise göğüsleri üzerinde bağlamaları müstehabdır. Bu,  Hanelilere  göredir.

3- Sağ eli sol el üzerine koyup göğüsle göbek arasında bağla­mak sünnettir. Bu îmam Şâfiîye göredir.

4- Sağ elin içini, sol elin üzerine koyup göbek altında bağla­mak hem erkeklere, hem kadınlara sünnettir. Bu, Hanbelilere göre­dir. İkinci bir rivayete göre, göbekleri üzerinde bağlamaları sünnet­tir.

5- Namazda elleri bağlamayıp yan taraflara sarkmak müste­habdır. Bununla beraber göbek   üzerinde   bağlamak da müstehab sayılmıştır, şu şartla ki, sünnete uyma kasdiyle yapılmış olsun.   Bu, Mâlikîlere göredir. [81]

 

Namazda Secde Yerine Bakmak

 

Namaz, huzur, dikkat, saygı ve edep makamıdır. Bir bakıma vuslat zamanıdır. Fâtiha'yı okumak suretiyle Allah ile konuşma ma­kamına yükselme dönemidir. Göğüs ve alın kıbleye yönelik, gözler secde yerine bakar vaziyette kemal-i edeple durup ibâdet etmek, şüphesiz ki büyük bir bahtiyarlıktır. Dikkatin başka bir yana dağılması, insanı asıl dikkat edeceği noktadan uzaklaştırır. O ba­kımdan namazda gözle de olsa sağa sola iltifat etmek, duvarlardaki yazı ve nakışlarla, halı ve kilimlerdeki renk ve motiflerle meşgul olmak namazın feyiz ve faziletini düşüreceğinden mekruh sayılmış tavana   doğru kaldırmak da doğru değildir.

Konuyla ilgili hadisler:

îbn Sirîn'den yapılan rivayete göre «Resûltillah (A.S.) Efendimiz (bazan, gözlerini semaya doğru çevirirdi. O sebeple, «Onlar ki na­mazlarında saygıyla korkarlar...» mealindeki âyet indi. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, başını eğdi.»[82]

Açıklama :

Resûlüllah (A.S.) Efendimizin zaman zaman namazda olsa bile gözlerini semaya doğru çevirmesi, Allah'a olan aşk ve üstün saygı­sından kaynaklanır, inen ilâhi tecellilere hayranlık duymasının ayrı bir tezahürü hikmetini taşırdı. Diğer insanların böyle bir mazhari­yete ermeleri söz konusu olmayacağına göre, Resûlüllah'ın (A.S.) o davranışı, namazın sünnetlerinden sayılarak ümmeti tarafından taklîd edilmesini önlemek için, ilgili âyetle, secde yerine bakmak su­retiyle ümmetine namaz adabından birini daha öğretmesi tavsiye edilmiştir.

Ebu Hureyre (R.A.) den yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur : «Bazı topluluklar namazda ya göz­lerini göğe doğru kaldırmaktan vazgeçerler, ya da gözleri herhalde kapılıp ahnır.»[83]

Enes (R.A.) den yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimi­zin şöyle buyurduğunu söylemiştir : «Bazı topluluklara ne oluyor da namazda gözlerini göğe doğru kaldırıyorlar?» Sonra da Resûlüllah (A.S.) bu husustaki sözünü biraz daha tesirli kılarak buyurdu ki -. «Ya vazgeçerler, ya da gözleri (bakışları) kapılıp alınır.»[84]

Abdullah b. Zübeyir (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «ResûUillah  (A.S.)  Efendimiz teşehhütte oturunca sağ elini sağ uy­luğunun üzerine, sol elini de sol uyluğu üzerine bırakır, şehadet par­mağıyla işarette bulunur ve bakışı parmak işaretini aşmazdı,  (yani teşehhütte önüne bakar, başka tarafa gözlerini kaydırnıazdı.)»[85]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Namazda gözleri sağa sola kaydırmak,    çevreyi taramak mekruhtur.

2- Namazda daha çok secde yerine    bakılır,    böyle yapmak müstehabdır.

3- Namazda gözleri göğe doğru kaldırmak mekruhtur.

4- Teşehhüde oturulduğunda elleri uyluklar üzerine koymak sünnettir.

5- Teşehhüt esnasında diz kapaklarına   bakmak, etrafı gözle taramamak müstehabdır.

Hadîslerin ışığında müctehit imamların görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları:

a)   Hanefîlere göre :

Namazda başıyla sağa-sola iltifat etmek mekruhtur. Göğüsüyle sağa-sola çevrilmek ise namazı bozmasa bile hem mekruh, hem de fazileti gidericidir. Ancak göz ucuyla çevreye iltifatta bulunmak mek­ruh değildir. Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz gözünün ucuyla ashabının davranışlarını bazan tarardı.[86]

Namazda ayakta iken secde yerine bakmak, rükû'da ayakla-fra,  otururken uyluklara  bakmak namazın adâbmdandır,[87]

b)   Şâfiîlere göre :

İlgili hadislerle istidlal edip namazda ayakta iken secde yerine [bakıp etrafa iltifat etmemek, teşehhüde otururken şehadet parma­ğına bakıp yine ileriye ve etrafa iltifatta bulunmamak    sünnettir. Aksini yapmak mekruhtur.[88] Göğsüyle kıbleden ayrılan kimsenin namazı bozulur.[89]

c)  Hanbelüere göre

Namazda sağa-sola iltifat mekruhtur. Vücudunu bütünüyle kıb­leden başka yana çevirirse namazı bozulur. Ancak Kabe'de veya aşı­rı korkulu anlarda böyle yapmasıyla namaz bozulmaz. Yüzüyle ve­ya göğsüyle sağa-sola iltifat namazı bozmaz.[90] Gözleri göğe kal­dırmak ise, mekruhtur.

d) Mâlikîlere göre:

Namaz kılanın ayakları kıbleye yönelik bulunduğu takdirde sa­ğa-sola iltifat mutlaka mekruhtur, bu ister baş ve göğüsle, isterse vü­cudun bütünüyle olsun farketmez. Ancak ayakları da kıbleden çevri-lirse, o takdirde namazı bozulur.[91].

Namazda gözleri göğe doğru kaldırmak, eğer öğüt ve ibret al­mak içinse, mekruh değildir.[92]

Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller:

615 nolu İbn Şirin hadisi nıurseldir. Çünkü bu zat tabiîndendir, Peygamber (A.S.) Efendimize ulaşmamıştır. Bundan, onun hadîsi rivayet ettiği sahabinin ismini atladığı anlaşılıyor. Ancak ricali sı-kat (güvenilirler) dir. Beyhakî ise hadisi mevsulen tahrîc etmiştir. el-Hâkim ise Müstedrek'te Ebû Hüreyre'den (R.A.) şu lâfızla tah-rîc etmiştir: «Resûlüllah (A.S.Î Efendimiz namaz kıldığı zaman gö­zünü göğe doğru kaldırırdı. «Onlar ki namazlarında saygıyla kor­karlar...» âyeti inince, başını eğmeye başladı.»

îbn Zübeyr'in hadîsini ise, Ibn Hibban kendi sahihinde tahrîc etmiştir. Aslı ise Müslimde geçer, ancak orada şu cümleye yer ve­rilmemiştir:  «Gözleri işaret parmağım aşmazdı.»

Gözlerin kapılıp alınmasından maksat, kör olmasıdır. Bu, zahi­rî bir körlük değil, manevî körlüktür, yani gözler namazın nurun­dan mehrûm kalır, demektir.

Ezvac-ı tahirattan Ümmü Seleme   (R.AJ  şöyle anlatmıştır: «Resûlüllah (A.S.)  Efendimiz zamanında namaz kılmaya    kal­kan kimsenin gözlerinin bakış açısı    ayaklarını aşmazdı. Resûlül­lah  (A.S.)   Efendimiz  vefat ettikten sonra, namaz kılan  kimsenin bakış açısı alnını koyduğu secde yerini    aşmazdı. Ebûbekir  (R.A.)

vefat etti, Hz. Ömer zamanında namaz kılan kimsenin namazdaki bakış açısı kıble yerini aşmazdı. Hz. Osman  (R.A.) zamanında ise, fitneler baş gösterdi, o yüzden insanlar   namazda sağa-sola iltifat tmeye başladılar.»[93]   

îbn Hazım hadîsin zahirine bakarak, sağa-sola iltifat edenin namazı bozulur demiştir. Yine bu zata göre, namazda gözleri göğe doğru kaldırmak da namazı bozar. [94]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Nazmada sağa -sola baş ile veya göğüsü çevirerek iltifat btmek mekruhtur, namazın faziletini düşürür.

2- Namazda ayakta iken secde yerine, otururken diz kapak-bna veya uyluğa bakmak adâbdandır. (Bu Hanefîlere göredir).

3- Namazda ayakta iken secde yerine    bakmak,    otururken şehadet parmağına bakmak sünnettir. Sağa-sola iltifat mekruhtur. Ayrıca namazda göğüsü kıbleden çevirmek namazı bozar. (Bu Şafiî-lere göredir).

4- Sağa sola iltifat etmek mekruhtur.  Namazda vücudu bü­tünüyle kıbleden   çevirmek  namazı bozar.   (Bu, Hanbelîlere göredir).

5-Namazda  ayaklar  kıbleden başka bir cihete çevirilmedigi takdirde göğüsün veya vücudun tamamının kıbleden çevrilmesi taamazı bozmaz. (Bu, Mâlikîlere göredir).

6- Namazda gözleri göğe doğru kaldırmak mekruhtur. [95]

 

Tekbirle Kıraat Arasında İstiftah

 

Namaza niyet edip tekbir getirdikten sonra hemen kıraate ge­çilmez, me'sur dua okunur, sonra Euzü-Besmele çekilir ve öylece-jkıraate başlanır.

Konuyla ilgili hadisler:

Ali b. Ebî Tâhb (RA.)'den yapılan rivayette, demiştir ki :

Resûlüllah  (A.S.)     Efendimiz   namaza , okurdu:    VECCEHTÜ    VECHİYE    LILLEZI  J VE'L-ARZA, HANÎFEN MÜSLİMEN VEMA ENE İNNESALATI   VE NÜSÜKİ   VE   MEHYAYE VE   ^^ RABBİ'L-ALEMİN, LA ŞERİKE LEHU VE    BIZALIKE U ENE MİNE'L-MÜSLİMÎN.

ALLAHÜMME ENTE'L-MELİKÜ LA İLAHE ENTE,  ENTE  RABBÎ VE ENE ABDÜKE, ZALEMTÜ NEFSİ VE'TEREFTÜ Bİ-ZENBİ, FEĞFİR LÎ ZÜNÛBÎ CEMÎ'AN LA YAĞFİRÜ'Z-ZÜNÛBE İLLA EN-TE VEHDÎNİ LÎ-AHSENİ'L-AHLAKİ LA YEHDİ Lİ-EHSENİHA ÎL^ LA ENTE, VASRİF ANNÎ SEYYİEHA LA YASRİFÜ ANNÎ SEYYÎ-EHA İLLA ENTE, LEBBEYKE VE SA'DEYKE VE'L-HAYRU KÜLLÜ-HÜ Fİ YEDİKE VE'Ş-ŞERRÜ LEYSE, İLEYKE, ENE BİKE VE İLEYKE TEBAREKTE VE TEALEYTE, ESTEĞFîRUKE VE   ETÜBU İLEYKE...

Meali : 

Şüphesiz ki ben yüzümü, bâtıldan uzak, Hakk'a tamamen yö­nelmiş müslim olarak gökleri ve yeri örneksiz ve benzersiz yara­tana çevirdim ve ben müşriklerden değilim. Şüphesiz ki benim na­mazım, diğer ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm, âlemlerin Rabbi Al­lah'a aittir; O'nun hiçbir ortağı yoktur ve ben bununla emrolun-dum, ben müslümanlardanım.

Allahım! Sen yegâne sahipsin senden başka hiçbir ilâh yoktur, ancak sen varsın, sen benim Rabbimsin ve ben de senin kulunum. Nefsime zulmettim ve günahımı itiraf ettim, artık benim bütün gü­nahlarımı bana bağışlayıp affet, günahları ancak sen bağışlayıp affedersin. Beni en güzel ahlâka eriştir, çünkü ahlâkın en güzeline ancak sen eriştirirsin. Ahlâkın kötüsünü benden çevirip uzaklaştır, çünkü onun kötüsünü benden ancak sen çevirip uzaklaştırırsın Bu­yur, emrine hazır bekliyorum. Hayrın hepsi senin elindedir, şer ise senden yana değildir. Ben seninle (varım) ve sana yöneliğim. Sen çok mübarek ve çok yücesin. Senden mağfiret dilerim ve sana tevbe . ederim.»

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz rüku'a varınca şöyle duâ ederdi: ALLAHÜMME LEKE REKA'TÜ VE BİKE AMENTÜ VE LEKE ES-LEMTÜ. HAŞEA LEKE SEMÎ VE BASARİ VE MUHHÎ VE AZMİ VE ASABİ.

Meali:

«Allahım! senin için rükû' ettim, ancak sana inandım ve an­cak sana teslim oldum. Kulağım, gözüm, iliğim, kemiğim ve damar­larım sana saygı duyup ürperdi.»

Başını rükû'dan kaldırınca şu duayı yaptı:

ALLAHÜMME   REBBENA LEKE'L-HAMDU  MİL'E'S-SEMAVATİ VE MİL'E MA BEYNEHÜMA VE MİL'E MA-Şİ'TE MİN ŞEYİN BA'DU.

Meali:

«Ey Allahım! Ey Rabbımız! Sana gökler dolusu, yer dolusu, gök­le yer arası dolusu ve bunlardan sonra dilediğin şey dolusu hamd ol­sun.»

Secdeye vardığında şöyle duâ ederdi:

ALLAHÜMME LEKE SECEDTÜ VE BİKE AMENTÜ VE LEKE ESLEMTÜ. SECEDE VECHİ LİLLEZÎ HALAKAHU SAVVEREHU VE ŞAKKA SEM'AHÜ VE BASAREHÜ, FE-TEBAREKE'LLAHÜ AHSE NÜ'LHALİKÎN.

Meali:

«Allahım! Ancak sana secde ettim ve ancak sana imân ettim ve ancak sana teslim oldum. Yüzüm kendini yaratana, tasvir edene, işit­me ve görme hissini yarıp ortaya çıkarana secde etti. Yaratanların en güzeli olan Allah çok yüce çok mübarektir!»

Sonra da Resûlüllah'm (A.S.) teşehhütle selâm arasında en son yaptiğı duâ şu idi : ALLAHÜMME'ĞFİR Lî MA-KADDEMTÜ VE-MA EHHARTÜ VEMA ESRERTÜ VEMA A'LENTÜ VEMA ESREFTÜ VEMA ENTE A'LEMÜ BÎHİ MİNNİ, ENNETE'L-MUKADDEMU, EN-TE'L-MÜEHHARÜ, LA İLAHE İLLA ENTE.

Meali:

Allahım, önden gönderdiğim, geriye bıraktığım gizlediğim, açık­ladığım ve israf ettiğim şeyleri ve senin benden bildiğin şeyleri bağışlayıp temizle. En ön sensin ve en son da sensin. Senden başka hiçbir ilâh yoktur, ancak sen varsın.»[96]

Hz   Aişe (R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah   CA.S.İ   Efendimiz namaza J^f T dedi: SÜBHANEKETLAHÜMME VE BI-HAMDI£E VET İSMUKE VE TEALA CEDDÜKE VELA İLAHE GAYRUKE

Meali:

«Allahım! Seni hamdinle tesbîh ve tenzih ederini; ismin çok mü­barektir, ululuk ve azametin çok yücedir ve senden başka hiçbir ilâh yoktur.»[97]

Hadîslerin  açık  delâletinden şu hükümler  anlaşılmaktadır:

1- Tekbîr ile kıraat arasında duâ etmek sünnettir.

2- Rukû'a varınca yine me'sür  duayı okumak  müstehabdır.

3- Rükû'dan kalkınca yine me'sür duayı okumak müstehab­dır.

4- Secdeye varıldığında yine     rivayet    edilen me'sür duayı okumak müstehabdır.

5- Teşehhütle selâm arasında    zikredilen  duayı  okumak  da müstehabdır.

6- Tekbîr getirdikten sonra SÜBHANEKE'yi okumak sünnet­tir.

Hadîslerin ışığında müctehit imamların görüş, içtihat, istidlal ve ihticacları:

a) Hanefilere göre:

Namaz için tekbir getirip eller bağlandıktan sonra SÜBHANE­KE'yi okumak namazın sünnetlerinden biridir. Namaz kılan ister imam, ister ona uyan cemaat olsun ister yalnız başına kılan olsun hepsi için sünnettir. Bazı rivayetlerde «VECELLE SENÂÜKE» de ilâ­ve edilmişse de, meşhur rivayetler arasında bu yoktur.

İmam Ebû Hanife ile îmanı Muhammed'e göre, VECCEHTÜ VECHİYE...duası ne tekbîrden önce, ne de sonra okunmaz, imam Ebû Yusuf önceleri bu duânm da okunmasını müstehab saymış, sonra bu görüşünden rücu, etmiştir.[98]

Rükû'da ise üç defa SÜBHANE KABBİYE'L-AZÎM demek sün­nettir. İmam Şafiî'ye göre bir defa kâfidir. Çünkü bu husustaki emir tekrarı gerektirmez. Bunun dışında Hanefîlerce başka duâ okun­ması sünnet veya müstehab sayılmamıştır.[99]

Rüku'dan kalkıldığında SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHU de­mek de sünnettir. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, İmam böyle söylerken cemaat de REBBENA LEKE'L-HAMD der. İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve İmam Şafiî'ye göre, imam hem semi'allahu limen ha-midehü, hem de Rabbena leke'1-hamd der.

Bazı rivayetlerde ise, RABBENA VE LEKE'L-HAMD şeklinde be­lirtilmişse de meşhur olanı,  (VE) siz söylenme sidir.[100]

Bunun gibi, secdede üç defa SÜBHANE RABBİYE'L-A'LÂ de­mek de sünnettir. İmanı Ebû Hanîfe bunun dışında başka bir dua­nın yapılmasını müstehab veya sünnet saymamıştır.

d)  Şâfiîlere göre:

Tahrim takbîrinden sonra iftitah duasını okumak sünnettir. Hz. Ali'nin hadîsinde ifade edilen VECCEHTÜ VECHÎYE... duası okunur.[101] Rüku'da ise imam üç defa, yalnız başına kılan ise ar­zu ederse daha fazla SÜBHANE RABBİYE'L^AZÎM demesi ve Hz. Ali hadîsinde rivayet edilen ALLAHÜMME LEKE REKA'TÜ... dua­sını yapması sünnettir.[102]

Rükû'dan kalktığında SEMİ'ALLAHU LÎMEN HAMÎDEHÜ der ve tam dağrulunca da RABBENA LEKE'L-HAMD diye ilâve ederek şu duayı MİL'E'S-SEMAVATİ VE MİL'ET-ARZİ... sonuna kadar okur. ' Yalnız başına kılıyorsa, şu lâfızları da ilâve eder: EHLE'S-SENAİ VE'L-MECDİ EHAKKU MA KALE'L-ABDÜ VE KULLUNA LEKE ABDÜN, LA MANİ'A LİMA A'TAYTE VELA MU'TİYE LİMA MENE'-TE VEYA YENFEU ZA'L-CEDDİ MİNKE'L-CEDD.[103]

c) Hanbelilere ve Mâlikîlere göre:

îstiftah, yani tekbirden sonra SÜBHANEKE duâsıyla namaza başlamak ilim ehlinden çoğuna göre, sünnettir. İmam Mâlik ise, is-tiftah duasını sünnet olarak görmemiş ve tekbirden sonra kıraate başlanır, demiştir. O, bu hususta Buharî ve Müslim'in ittifakla Enes (R.A.) 'den yaptıkları şu rivayetle istidlal etmiştir: «Peygamber (A.S.) Ebûbekir (R.A.) ve Ömer (R.A.), namaza EL-HAMDULÎLLAHİ RABBİ'L-ALEMÎN İLE BAŞLARLARDI.*

Hanbelîler ise, Peygamber (A.S.) ile ashabının istiftah duası okuyarak namaza başladıklarına dair birçok rivayetlerle istidlal etmişlerdir. Hatta Hz. Ömer'in (R.A.) tekbirden sonra istiftah dua­sını, çevresindeki insanlar da işitsinler diye aşikâr okuduğu rivayet

 

[104]

 

302-335 EKSİK

 

anîn demesiyle birlikte cehren amîn derler. Bu en zahir kavle görelir.[105]

Abdurrahman el-Cezîrî bu konuyu şöyle  açıklamıştır;  «Namazın sünnetlerinden biri de, Fâtiha'yı okuduktan sonra amîn demek-;ir. Bu da, Fâtiha'yı okuduktan sonra uzun süre susup beklemediği ;akdirde sünnettir. Amîn demek hem    imama, hem   ona uyanlara,

ıem' yalnız başına namaz kılana sünnettir. Buraya kadar be-irttiğimizde üç müctehit imam müttefiktirler. Ancak îmam Vlâlik, bunun sünnet değil mendup. olduğunu söylemiştir. Şâ-ftüerle Hanbelîler, gizli okunan namazlarda aminin gizli söylenme­si, aşikâr okunanlarda aşikâr okunması hususunda aynı görüşü iz-tıar etmişlerdir.»[106]

Yine aynı zat, Hanelilerin görüş ve içtihadını şöyle nakletmiştir: |«Gizli ve aşikâr kılınan bütün namazlarda amîn gizli söylenir.[107]

c) Hanbelüere göre :

I Bu mezhebin görüş ve içtihadım az yukarıda kısmen nakletmiş idik. Ancak mezheple ilgili en kuvvetli kaynak kitabı kabul edilen îbn Kudame'nin el-Muğnî'sinde bu meseleye ait bölümü özetleyerek nakletmeyi faydalı gördük: «Fâtiha'mn okunması bitince imam ve ona uyan kimsenin amîn demesi sünnettir. Hanbeliler bu hususta Ebu Hüreyre hadîsiyle istidlal etmişler ve ashab, tabiîn ve müctehit-lerden de şu zatların görüşüyle uyum sağlamışlar: İbn Ömer, İbn Zü-beyr, es-Sevrî, Atâ', îmam Şafiî, Yahya b. Yahya, îshak, Ebu Hayse-me, îbn Ebî Şeybe, Süleyman b. Dâvud ve rey tarafdarlanndan da amîn demenin sünnet olduğu rivayet yoluyla sabit olmuştur.

Aşikâr okunan namazlarda hem imamın, hem ona uyanların amîn'i aşikâr söylemeleri, gizli okunan namazlarda ise, gizli okuma­ları sünnettir. Nitekim îmam Ebû Hanîfe'den de yapılan iki rivayet­ten birinde böyle dediği anlaşılmaktadır.»[108]

Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller :

714 nolu hadîsi aynı zamanda İbn Mâce, Hz. Ali CR.A.) den; Ebu Dâvud, Bilâl'dan; Ebu Avâne, Ebû Musa'dan; Ahmed b. Hanbel, Ta­berânî ve îbn Mâce, Hz. Aişe (R.A.) den ve yine îbn Mâce, İbn Ab-bas  (R.A.) dan rivayet etmişlerdir. Ancak isnadında Talha b. Amir bulunuyor ki, bu zat hakkında bazı sözler söylenmiştir. Zehebî şu bilgiyi vermektedir: îbn Main ve başka hadîs âlimleri onun zayıf ol­duğunu belirtmişler; Ahmed b. Hanbel ile Nesâi, «o, metrukül-hadîs-tir» demişlerdir. Buharı ile îbn Medenî, «o, bir şey değildir» derken, el-Fellas, Yahya ile Abdurrahman'm ondan hadîs rivayet etmedikle­rine dikkat çekmiştir.[109]

Taberânî aynı hadîsi el-Kebir'de Selman'dan rivayet etmiştir; isnadında Saîd b. Beşîr bulunuyor ki, bu zat üzerinde durulmuştur. Katade, Zührî ve bir cemaatten rivayet etmiştir. Hadîs hıfzında ba­şarılı sayılırsa da, münkerü'l-hadîs olduğu söylenir.[110]                

Yine Taberâni el-Kebîr'de Ümmu'l-Husayn'den rivayet etmiştir. Ancak isnadında İsmail b. Müslim bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Ebu Zür'a da onun zayıf olduğunu belirtmiş, Ahmed ve diğer hadîs âlim-leri onun münkerü'l-hadîs olduğunu söylemişlerdir.[111]

Araştırıldığında bu bapta daha birkaç tarikten rivayet edilen hadisler vardır. Hepsi biraraya gelince kuvvet kazandırmaktadır} Böylece yukarıda mealini verdiğimiz 714 nolu hadisin istidlal ve Üı-ticaca elverişli olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Hadîsin zahirinden, imamın gizli okunan namazlarda aşikâr amîn demiyeceği anlaşılmakta ise de, bunun imam hakkında meşru olduğunu, diğer rivayetlere dayanarak ifade edenler bulunuyor. O halde ister gizli, ister aşikâr okunan namazlar da imam âmin dediği ve sesi işitildiği takdirde cemaat de amîn der. Mezhep imamların gö:-rüş ve içtihatları ise, bu hususta da farklıdır.

716 nolu Ebû Hüreyre hadîsini Darekutnî de tahrîc etmiş ve is­nadının hasen olduğunu söylemiştir. el-Hâkim ise bunun iki şeyhin şartına göre sahihtir, diyerek ihticaca elverişli olduğunu belirtmiş­tir. Beyhakî de bu hadîs için, «sahîh-hasen» tabirini kullanmıştır.

Bu hadîs de, imamın amîn demesinin ve onu işitilecek bir sesle söylemesinin meşruiyetine delâlet etmektedir. Nitekim amini aşikâr söylemenin meşruyetine delâlet eden iki rivayet daha söz konusudur. Birincisini îmam Ahmed, İbn Mâce ve Taberânî, Hz. Aişe (R.A.) den şu lafızla rivayet etmişlerdir-. «Yahudiler, sizin selâm ve lamın deme­nize haset ettikleri kadar hiçbir şeye haset etmemişlerdir.» Diğerini ise İbn Mâce, İbn Abbas (R.A.) dan şöyle rivayet etmiştir S «Yahu-Eiler, sizin âmîn demenize haset ettikleri kadar hiçbir şeyewı kadar Laset etmemişlerdir.»                                                          N

717 nolu Vâil b. Hücür hadîsini aynı zamanda Darekuttt: ^e îbn übbân tahric etmişlerdir. Ancak Ebû Dâvud bu hadîsi şu fazlalıkla •ivâyet etmiştir : «Peygamber bununla sesini yükseltn*di..iS[112]

Hadîsin senfedi sahihtir. Nitekim Darekutnî onu sahihler iş, an-;ak İbn Kattan >onu Hücür b. Anbes sebebiyle muallel sayrâş ;ır, ya-[ıi sıhhatini zedeleyen bir kusur bulunduğunu belirtmiştir. & c.a, Hü-Dür b. Anbes'in iyice tanmmadığıyla yorumlanmıştır. Ne varoki, Yah-a b. Maîn onun sıka (güvenilir) olduğunu söylemiştir. 

Aynı hadisi îbn Mâce, Ahmed ve Darekutnî başka bir :tnrikten ^u lafızla rivayet etmişlerdir : «Peygamber (A.S.) âmîn. derken sesi­ni alçaltıyordu.> Ancak bunun isnadında ızdırap bulunduğu üzerin­de durulmuştur. Çünkü Şu'be ile Süfyan farklı mânalarla rivayette bulunmuşlar ve böylece hadîsin muzdarip olduğu intibaını uyandır­mışlardır. Ancak İbn Hibbân, Hücür b. Anbes'in sıka olduğıjnu be­lirttiğine göre, hadisin sıhhati ağırlık kazanıyor. [113]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1-Namazda imam olsun, ona uyanlar olsun, Fatiha'c^ap son­ra çok alçak sesle âmin derler, bu sünnettir. Hanefîler'in ictimadı "bu doğrultudadır.

2- îmam' aşikâr âmîn deyince, cemaat de aşikâr âmîn Bu sünnettir; Şâfiîlerin de içtihadı bu doğrultudadır.        

3-Gizli okunan namazlarda âmîn'in gizli söylenmesi tir. Müctehit imamların çoğunun içtihadı bu doğrultudadır.[114]

 

Kıraat Farzını İyice Yerine Getirmeyenler

 

Namaz, kul ile Allah arasında en işlek yol, en sağlam, köprülerden biridir. Daha önce belirttiğimiz gibi, kul ile Mevlasını konuşturan ve kulu Mevlası huzuruna yükselten bir ibadettir. Allah sözü  ise, Arapçadır, yani Kur'ân Arapça indirilmiştir. İndirildiği gibi ya­zılmış, yazıldığı gibi korunması emredilmiştir. O bakımdan namazda Fatiha ve sûreyi Kur'ân'da yazılı olduğu gibi okuyamıyan ve dili Arapçaya bir türlü yatmıyan kimse ne yapmalıdır? Çünkü namazda Kur'ân'dan kolay gelen sûre veya âyetleri ve tabii Fâtiha'yı okumak farz veya vâcibdir. Bu vücup veya farz yerine getirilmediği takdirde namaz sahih olur mu?

Bunu cevaplıyabilmek için hem ilgili hadisleri, hem müctehit imamların görüş, tesbit ve içtihatlarını bilmemiz gerekir. İlgili hadîsler *.

Rıfaâ b. Râfi' (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki :          

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bir adama namaz kılınmasını öğ­retti ve şöyle buyurdu: Yanında Kur'ân'dan (bildiğin) bir şey varsa onu oku; yoksa Allah'a hamd et, tekbîr getirerek Onu ulula ve tehl|î getir, sonra da rükû'a var..»[115]

Abdullah b. Ebî Evfâ (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir «Bir adam Peygamber (A.S.) Efendimize geldi ve şöyle dedi: Doğrıi| su ben, Kur'ân'dan bir şey alıp öğrenmeye takat getiremiyorum, m bakımdan bana yetecek, şeyi öğret! Bunun üzerine Resûlüllah tA.SJ| ona : «Sübhanellahi ve'1-hamdu lillahi vela ilahe illallahu vallahrfj ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billah, söyle...» diye emretti![116]                          -                                                                             

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Namazda Kur'ân'dan bir şeyler bilenler, ezberleyenler onu »kur, bilmeyenler ise, hamd, tekbîr ve tehlîl getirmekle yetinir, yani ^ıraat yerine bunları okur ve öylece rüku'a varır. Bu bir ruhsat ve cevaz kapısıdır.

2- Kur'ân'dan bir şey öğrenmeye gücü yeten, yani böyle bir teteneği  olan kimsenin herhalde Kur'ân öğrenmesi vâcibdir. Aksi  hem günahkâr olur, hem de namazı sahih olmaz.

3 - Buna gücü yetmeyen, dili yatmayan ve öğrenecek yeteneği olmayan kimsenin namazı terketmesi caiz olmaz, kıraat yerine be-İrtilen şeyleri okumakla yetinir.

Hadislerin ışığında müctehif imamların görüş, içtihat ve istid-alleri :

a)  Hanefîlere göre :

İmam Ebu Hanîfe'ye göre, farz olan kıraat miktarı, tam bir âyet okumaktır, bu uzun da olabilir, kısa da olabilir. İmameyn'e göre, en Lz üç kısa âyet veya o uzunlukta olan uzun bir âyet okumaktır.[117]

Meseleyi bu açıdan ele alınca, Arapçayı beceremeyenler için ce-raz yolu nedir? sorusu karşımıza çıkmaktadır. İmam Ebu Hanîfe'ye jöre, kıraat farzı, nasıl Arapça diliyle sübut buluyorsa, öylece baş­ta dille de sübut bulur; kişi bu durumda ister Arapçayı iyice telaffuz îdebüsin, isterse etmesin fark etmez. İmam Ebû Yusuf ile İmam Mu-ıammed'e göre, Arapçayı teleffuz edebilen kimsenin namazda kıraa-ı başka bir dille okuması caiz olmaz, ama Arapçayı iyice beceremi-'orsa, o takdirde caiz olur. İmam Ebû Hanîfe diyor ki: Namazda kı-'aatın vâcib olması, Arapça lafız olması demek değildir, Allah kelâ-nına delâlet eden lafızdır ki bu Arapça olabileceği gibi, başka dille le olabilir.[118]

İbn Âbidîıı bu konuya geniş yer verip ilim adamlarının farklı jörüş ve yorumlarını naklettikten sonra tetimme olarak şu açıkla-nayı yapmıştır: «Namazın caiz olduğu Kur'ân, ilim adamlarının ttifakıyla, Hz. Osman tarafından zapt ve tesbit edilip İslâm ülkelerindeki imamlara (eyalet valilerine) gönderdiği Mushaftır ki eim-me-i aşare onun üzerinde icma' etmişlerdir...»[119]

Menar ve benzeri bazı kitaplarda İmam Ebû Hanife'nin bu görü­şünden vaz geçip imameynin kavline döndüğünden söz edilir.

Yine İmam Ebû Hanîfe'ye göre, namazda Tevrat veya încil veya Zebur'dan bir şey okursa, bakılır: Eğer okuduğu şeyin tahrife uğ­ramadığına yakın hâsıl ederse, caizdir. Diğer Hanefî imamları ise, yakîn hasıl etsin etmesin, caiz değildir, demişlerdir.[120]

b)  Şafülere göre :

Fatiha'yı bilmeyen kimsenin birbirini takip eden yedi âyet oku­ması, ardarda olan yedi âyet beceremiyorsa, dağınık vaziyette yedi âyet okuması farzdır. Bununla beraber İmam Şerefüddin Yahya Ne-vevî diycr ki : «Birbirini takip eden yedi âyet bildiği halde dağınık vaziyette yedi âyet okuması da caizdir. Allah daha iyisini bilir.» Bu­nu da beceremiyorsa, âhiretle ilgili zikirde bulunur. Ancak yaptığı zikrin kapsadığı harfler Fâtiha'nın kapsadığı harflerden noksan ol­maması gerekir, aksi halde caiz olmaz. Hiçbir şey beceremiyorsa, Fatiha okunacak süre kadar durur ve öylece rükû'a varır.[121]

c) Hanbelîlere göre :

Namazda Mushaf-i Osman'da yazılı olan okunur. İmam Ahmed'-den yapılan rivayete göre, kendisi daha çok Nâfi' kıraatini beğenip seçermiş ki bu İsmail b. Cafer tarikiyle gerçekleşmiştir. O olmadığı takdirde Ebubekİr b. Iyaş tarikiyle gelen Âsim kıraati seçilir. Ayrı­ca Ahmed b. Hanbel, Ebu Amir b. el-Alâ' kıraatini da överdi. Bunun­la beraber on kıraatten hiçbirini mekruh görmezdi, sadece Haraza ve el-Kissaî kıraatleri seçmezdi, çünkü onlarda kesre, idğam ve te-kellüf, bir de fazla med vardır.[122]

Mushaf-ı Osman dışında kalan İbn Mes'ûd ve diğerlerinin kıraa­tini namazda okumak caiz değildir. Çünkü Kur'ân tevatür yoluyla sübut bulmuş, o kıraatler ise tevatür yoluyla sübut bulmamıştır.[123]

Abdurrahman el-Cezîrî Hanbelüerin bu hususla ilgili görüş ve içtihatlarını daha geniş biçimde şöyle açıklamıştır: «Şafiîlerle Haneliler şunda ittifak etmişlerdir: Namazda Fatiha okumasını bece-emeyip âciz olan kimse, Kur'ân'dan Fatiha miktarı âyet okuyabili-orsa, onları okuması vâcib olur. Sadece bir âyet biliyorsa, onu Fâ-iha âyetleri sayısınca tekrarlayarak okuması gerekir. Kur'ân'dan Liçbir şey okuyamıyor da âciz durumda kalıyorsa, Fâtiha'yı okuma üresi kadar Allah'ı zikretmekle yetinir, böyle yapması da vâcibdir. Sikir de yapamıyorsa, o takdirde Fatiha okunacak süre kadar susup beklemesi gerekir.[124]

Anlaşıldığı gibi, Hanbelîler de bu hususta Şâfiîler gibi içtihatta bulunmuşlardır.

d) Mâlikîlere göre :

Namazda Fatiha okumasını beceremiyen kimseye onu öğren­mek vâcibtir. Bu mümkün olmadığı takdirde, Fâtiha'yı güzel okuma-  , sini beceren kimseye uyması vâcib olur. Böyle bir kimse bulamadığı takdirde, tekbîrle rükû' araşma bir fasıla koyması mendup olur. Bu süre içinde Allah'ı anması da menduptur.[125]

Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller :

728 nolu Rıfaa hadisinin hasen olduğunu Tirmizî kaydetmiştir.

729 nolu Abdullah b. Ebî Evfâ hadîsini ise, aynı zamanda îbn Carud, îbn Hibbân ve el-Hâkim tahrîc etmişlerdir. Ancak isnadında İb­rahim b. İsmail es-Seksekî her ne kadar Buharî'nin ricalinden sayı- hrsa da bazı hadîs âlimlerince kusurlu görülmüş, Nesâî onu zayıflar arasında zikretmiştir. îbn Kattan ise onun hakkında şöyle demiştir:

:«Birkaç kişi onu zayıf saymışsa da bunu isbatlar mahiyette bir hüc­cet gösterememişlerdir.»[126]Nitekim îbn Adiy, «metni münker olan bir hadîsin ondan nakledildiğine rastlayamadım» demiştir. Ne-vevi ise, el-Hulasa'da zayıflar bölümünde onun ismini de anmıştır.

Ancak bu hadîsin rivayetinde İbrahim yalnız kalmamıştır, Ta-berânî kendi eserinde, îbn Hibban kendi Sahih'inde Talha b. Musar-rıf tarikiyle îbn Ebî Evfâ'dan rivayet etmişlerdir. Ne var ki, bu riva­yetin isnadında el-Fazl b. Muvaffak bulunuyor ki, Ebû Hatim onun zayıf olduğunu belirtmiştir.

Sonuç olarak, yukarıdaki hadîslerle istidlal eden üç mezhep imamı okumasını beceremiyen, dili Arapçaya bir türlü yatmayan ve öğ­renme kabiliyeti olmayan kimselere kolaylık getirmişlerdir. Özellik­le Şafiî ve Hanbeli imamları... Hanefîlere gelince, onlar bu mesele­de ittifak edememişlerdir. Diğer yandan başka bir dile çevrilerek Fa­tiha ve sûrenin okunmasına îmam Ebû Hanîfe cevaz vermiştir. Ne var ki, onu bu bapta destekleyen pek olmamıştır. Hem bazı ilim adamlarının tesbitine göre, îmam bu görüş ve içtihadından rücu' et­miştir. [127]

 

Çıkarılan hükümler:

 

1- Namazda farz olan mutlak kıraattir. O halde Kur'ân'dan bir âyet bile okuyunca farz yerine gelmiş olur. Fâtiha'yı okumak ise vâcibdir. Aynı zamanda Fâtiha'yı başka dile çevirip okumakta bir sakınca yoktur. Bu, İmam Ebû Hanîfe'nin içtihadıdır. îmam Ebû Yu­suf ile İmam Muhammed'e göre, Arapçayı öğrenip belleme yeteneği olduğu takdirde, Fâtiha'yı nazil olduğu dil üzere okuması gerekir.

2- Fâtiha'yı bilen kimsenin onu aynen okuması farzdır. Oku-yamıyorsa, yedi kısa âyet okuması   farzdır. Onu da beceremiyorsa, Fatiha kelimelerine denk gelecek ölçüde Allah'ı zikretmesi gerekir. Bu İmam Şafii ile İmam Ahmed'e göredir.

3- Fatiha okumasını beceremiyen    kimsenin   onu öğrenmesi vâcibdir. Mümkün olmadığı takdirde Fâtiha'yı okuyan birine uyma­sı gerekir. Bu da mümkün olmadığında tekbirle rükû' arasında bir süre beklemesi menduptur. Bu, Mâlikîlere göredir. [128]

 

Fatihadan Sonra Îlk İki Rekatte Süre Okumak

 

Namazda Fatiha sûresini okumak hakkındaki hadîsleri, içtihat­ları ve rivayetleri gördük. Fâtiha'dan sonra bir sûre okumak farz mıdır, değil midir? Sûrenin uzunluk ve kısalığı, onun yerine geçecek üç âyetin kâfi gelip gelmiyeceği? Ayrıca üç ve dört rekâth namazda sûre okumanın vacip olup olmadığı? gibi birçok sorular ve konular hatıra, gelebilmektedir? Bütün bu soruların cevabım, ilgili hadîsleri ve müctehit imamların görüş ve içtihatlarını nakledince vermiş olacağız.

İlgili Hadîsler :

Ebû Katade (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki :

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz öğle namazının ilk iki rek'âtinde ıÜmmu'1-kitab (Fâtihay) ı ve iki sûre, son iki rekâtte ise Fâtiha'yı okur ve bazı vakitlerde âyeti bize îşittirirdi; birinci rekâtte uzatır, ikinci rekâtte uzatmazdı. İkindi namazında da öyle, sabah namazın­da da öyle...»[129]

i Aynı hadîs şu fazlalıkla da rivayet edilmiştir: «Birinci rekâtte kıraati uzatmasından, gelecek olan kimselerin birinci rekâte yetiş­mesini arzu ettiğini tahmin ediyorduk.»

Cabir b. Semure (R.A.) den, demiştir ki : Ömer, Sa'de dedi ki: «And olsun (Küfe halkı) namaza vannoaya kadar her şey hakkında senden şikâyetçi oldular.» Bunun üzerine Sa'd (R.A.) şöyle dedi: «Ba­na gelince, ilk iki rekâtte uzatıyorum, son iki rekâtte hazfediyorum (fazla uzatmıyorum); Resûlüllah (A.S.Î Efendimiz'in namazından iktida ettiğimden daha noksan (fazla) tutmadım (veya herhangi bir taksirat yapmadım)». Hz. Ömer onu dinledikten sonra, «doğru söy­ledin, bu senin hakkındaki zandır, veya benim seninle ilgili zannım-dır» dedi.[130]

Ebu Saîd el-Hudrî (R.A.) den yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimiz öğle namazının ilk iki rekâtinden her birinde otuz âyet kadar okurdu? son iki rekâtte ise, onbeş âyet kadar okurdu (veya ilk iki rekâtte okuduğunun yarısı kadar okurdu). İkindi namazında ilk iki rekâtın her rekâtinde onbeş âyet kadar okurdu, son iki rekâtin-de onun yarısı kadar okurdu.»[131]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Öğle ve ikindinin farzlarında önce Fatiha ve bir veya bir­kaç sûre okunur.

2- İmamın gerek Fatiha, gerekse arkasından okuduğu sûreleri yakmmdakilerin işiticeği kadar hafif sesle okumasında bir sakınca yoktur.

3- Fâtiha'dan sonra, ilk iki rekâtte sûre okumak vâcibdir.

4- Birinci rekâtte biraz uzun sûre okumak müstehabdır.

5- Birinci rekâtteki sûreyi, arkadan gelecek cemaatin de ye­tişmesi için uzatmakta bir sakınca yoktur.

6- İlk iki rekâtte uzatmak, son iki rekâtte kısa tutmak müste-, habdır.

7- Öğle namazının ilk iki rekâtinde otuz âyet kadar, son iki rekâtinde onbeş âyet kadar okumak da müstehabdır.

Hadîslerin ışığında müctehit imamların görüş, içtihat ve istidlal­leri;

a) Hanefilere göre :

Yolculukta zorunlu hallerde sadece Fatiha ve beraberinde her­hangi bir sûre okumakla yetinir. Eyleşik durumda zorunlu bir hal varsa, namaz sahih olacak kadar okumakla yetinir.

Yolculukta zorunlu bir durum yoksa, vakit de müsaitse, kendisi emniyette ise, sabah namazında Bürûc veya benzeri uzunlukta bir sûre okur, böylece hem sünnete uymuş olur, hem de yolculuk ha­linde namazı hafif tutma istihbabı yerine gelmiş olur.

Öğle namazında da bunun gibi ölçü izlenir. İkindi ve yatsı na­mazlarında bunlardan biraz daha az bir kıraate yer verilir. Akşam namazında ise kısa sûre okumakla yetinir.

Eyleşik halde sünnet ölçüsüne uygun kıraate gelince, sabah na­mazının her rekâtinde 40 veya 50 âyet kadar okur. Tabii Fâtiha'yı okuduktan sonra bu nisbeti gözetir. Öyle namazında ise, buna yakın bir uzunlukta kıraatte bulunur. İkindi ile yatsı namazlarında ilk iki rekâtte Fâtiha'dan başka yirmi âyet okur. Akşam namazında her rekâtte kısa bir sûre okur.[132]

Hanefüerin yaptığı bu tesbit sünnet doğrultusundadır.

b)  Şafiîlere göre :

Fatihadan sonra bir sûre okumak sünnettir. Üç ve dört rekâtli namazlarda ise, sadece birinci ve ikinci rekâtlerde sünnettir. Mez­hebin en zahir kavli de budur. İmama uyanlar Fâtiha'yı okurlar, ama sûre okumazlar, onu dinlemekle yetinirler. Ama imamdan uzak bulunurlar veya kıraat gizli okunuyorsa, o takdir de en sahih kavle göre, onlar da okurlar.

Sabâ,h ve öğle namazlarında tivâl-i mufassal'dan, yani uzun sû­relerden ,]ikidi ve yatsı namazlarında ise evsattan, yani orta uzun­lukta olaînından, aksam namazında kısa sûrelerden okumak sünnettir.        

Tival-ı rhufassalın evveli Hücurat süresidir, evsatı eş-Şems sü­residir. Kısa'olanı ise, Asır süresi gibi olanlarıdır.[133] Ancak müo tehiüeriıı bu, husustaki tesbit ve görüşleri farklıdır. İleride buna-ge­niş yer verilecektir.

c)  Hanbelîlere göre :

 Farz namazlarda Fatiha ile birlikte bir sûre okumakla yetinmek, başka fazla bir şey okumamak müstehabdır. Çünkü Resûlüllah (A.S.) Efendimiz çoğu namazlarını böyle kılmıştır. Aynı zamanda Muaz'a da boyla yapmasını emretmiştir.

Bir rekâtte iki sûre arasını birleştirmek, yani aralarda iki sûreyi okumak hakkında iki ayn rivayet vardır: Birincisi, mekruhtur, ikin­cisi mekruh değildir, şeklindedir. el-Hilâl'm İbn Ömer'den yaptığı rivayette ise. İbn Ömer (R.A.) farz namazlarda bir rekâtte bazan iki sûre poşpeşe okurdu.

Aynı sûreyi birinci rekâtte okuduktan sonra onu ikinci rekâtte okumasında bir sakınca yoktur. Zira Ebû Davud'un Cüheyne kabi­lesinden bir adamdan yaptığı rivayete göre, o adam, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in sabah namazının her iki rekâtinde de Zilzal sû­resini okuduğunu işitmiş tir.

Ancak 'birinci rekâtte okuduğu sûreden sonra gelen sûreyi ikin­ci rekââtte okuması müstehabdır, yani önceki sonraki sırayı gözet­mek müsteh ab sayılmıştır.[134]

d)  Mâliküere göre :

İki rekâtli namazlarda, üç rekâtli ve dört rekâtli namazların ilk iki rekâtında Fatihadan sonra Kur'ân'dan bir şey okumak sünnettir. Nitekim Şâfiîlerle Hanbeli'ler de aynı görüştedirler. Matlub olan kıraat miktarı ise, kısa bir sûredir. Bununla beraber bir âyet veya bir âyetin bir kısmını okumakla da matlup hâsıl olur.[135]

Sabah ve öğle namazlarında tival-i mufassaldan; ikindi ve ak­şam namazlarında kısa sûrelerden; yatsı namazında evsattan okumak menduptur. Bu mezhebe göre, tival-i mufassal, Hücurat'tan Nazıat'ın sonuna kadar olanlardır. Evsat olanları, Naziatm bitiminden sonra başlayıp Duha sûresine kadar olanlardır.[136]

Anlaşıldığı üzere, Hanefîlerin dışında diğer mezhepler, Fâtiha'-dan sonra sûre okumanın sünnet olduğuna kaildirler. Hanefîler ise, onun vâcib olduğunu belirtmişlerdir.

Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller :

et-Tahavî öğle ve ikindi farzlarında kıraat bahsinde birbirine zıt ve muhalif hayli rivayetleri toplayıp nakletmiştir. Biz onlardan önemli bir kısmmı kendi kitabımıza almayı uygun gördük :

Abdullah b. Ubeydullah b. Abbas (R.A.) dan yapılan rivayette demiştir ki : «Bizler Hâşim oğullarının gençlerinden bir grup İbn Abbas'm (R.A.) yanında oturuyorduk. Bir adam şöyle dedi: Resûlül­lah (A.S.l Efendimiz Öğle ve ikindi namazlarında okurdu ( veya okur muydu?) diye sorunca, îbn Abbas (R.A.), hayır diye cevap verdi.»

İkrime'den yapılan rivayette, biri İbn Abbas'a (R.A.) demiştir İsi : «Doğrusu bazı insanlar öğle ve ikindi namazlarında Kur'ân oku­yorlar.» İbn Abbas (R.A.) ona şu cevabı vermiştir: «Eğer onlara karşı bir yo!, bir imkân bulabilseydim, herhalde dillerini koparırdım. Çün­kü Resûiüllah okudu; O'nun (A.S.) kıraati bize kıraat, sükûtu bize sükûttur.»

Velîd b. Kays diyor ki: Süveyd b, Ğafele'den sordum, dedim ki:

  Öğle ve ikindi namazlarında Kur'ân okunur mu?

  Hayır, diye cevap verdi.

Bu rivayetlerin hilâfına şunlar nakledilmiştir :

Ayzar b. Hars'm İbn Abbas (R.A.) dan yaptığı rivayette, tbn Ab-bas şöyle demiştir: «Öğle ve ikindi namazlarında imamın arkasında oku!»

Yine aynı zat îbn Abbas'dan (R.A.) şöyle dediğini rivayet et­miştir : «Ne kadar bir namaz kılarsan mutlaka onda, Fâtihatü'1-Ki-tap bile olsa {Kur'ândan bir şey) oku !»

Ebu'1-Âliye el-Bera'm İbn Abbas (R.Â.) dan yaptığı rivayette, diyor ki : Ondan sordum veya ondan soruldu : Öğle ve ikindi na­mazında kıraatten.. O şöyle cevap verdi: «Kur'ân senin imamındır, ondan az veya çok bir şey oku. Aslında Kur'ân'da az diye bir şey yoktur.»[137]

Ebu Cafer Tahavi diyor ki : İşte bu İbn Abbas'tır ki onun reyine göre, imama uyan kimse onun arkasında öğle ve ikindi namazların­da Kur'ân'dan bir şeyler okur. Oysa biz araştırmalarımızla gördük ki, imam, kendisine uyanların da kıraatini taşımaktadır, ama ken­disine uyanların imamın kıraatini taşıdığını -görmedik..

Ebu'l-Âliye diyor ki : İbn Ömer'den (R.A.) sordum. Bana şu ce­vabı verdi : «Ben doğrusu içinde Ümmu'l-Kur'ân'i ve Kur'ân'dan kolay gelen kısmı okumadan bir namaz kılmaktan utanırım !»

Abdullah b. Ebî Katade'ye babası şu haberi vermiştir : «Resûlül-lah (A.S.) Efendimiz öğle ve ikindi namazında okurdu ve zaman za­man bize duyaracak kadar sesini yükseltirdi.»

Abdullah b, Ebî Râfi'in Hz. Ali'den. (R.A.) yaptığı rivayete göre, Hz. Ali öğle namazının ilk iki rekâtinde Ümmu'l-Kur'ân'ı, ikindi na­mazında da onun benzerini, son iki rekâtlerinde ise sadece Ümmu'l-Kur'ân'ı; akşam namazında ilk iki rekâtinde Ümmu'l-Kur'ân'ı ve Kur'ân'dan bir kısmı, üçüncü rekâtinde ise sadece Ümmu'l-Kur'ân'ı okurdu.[138]

Buna benzer birçok rivayetler mevcuttur. İbn Abbas'tan (R-A.), öğle ve ikindi namazlarında Kur'ân okunmaz şeklinde yapılan riva­yetler iki yorum istemektedir : Birincisi, sözü edilen namazlarda imama uyanlar bir şey okumazlar; çünkü imamın kıraati onlar iÇi11 de kıraattir. Bu biraz uzak ihtimale dayalı bir yorumdur. Zira riva­yetlerin zahirinden bu mana anlaşılmamaktadır. İkincisi ise, bu rivâyetlerin tamamı zayıf ve mualleldir. O bakımdan müctehit imanl­ardan hiçbiri onlarla istidlal ve ihticac etmemiştir.

İkinci grupta rivayet edilenler ise, sahîh bilinen hadîslerle uyum halindedirler.

Nitekim Abdullah b. Mıksem'in Cabir b. Abdullah'tan (R.A.) yaptığı rivayette, öğle ve ikindi namazlarında kıraatten kendisinden sordum, bana şöyle cevap verdi : «Bana gelince, ilk iki rekâtinde Fâ-tihatü'l-Kitab'ı ve birer süre, son iki rekâtlerinde ise, sadece Fatiha-tü'1-Kitab'ı okuyorum.»

Ebu Râfi'in Hz. Ali'den (R.A.) yaptığı rivayette, demiştir ki : «Hz. Ali (R.A.) emreder veya arzu ederdi ki imamın arkasında öğ­le ve ikindi namazlarında ilk iki rekâtte Fatihatü'l-Kitab ve birer sû­re okunsun, son iki rekatte ise, sadece Ümmu'I-Kitap (Fatiha) okun­sun...»[139]

Zeylai Nasburraye'de namazda Fâtiha'dan sonra bir sûre veya Kur'ândan bir kısım okunacağı hakkında yedi kadar rivayeti naklet­miş ve üzerinde gerekli incelemeyi de yapmış, ancak üç ve dört re-katli namazların ilk iki rekâtinde ve son bir ve iki rekâtlerinde sûre­nin okunup okunmayacağına dair rivayetlere yer vermemiştir.

740 nolu Ebu Katade hadîsinde «öğle namazının ilk iki rekâtin­de Ümmu'l-Kitabı ve iki sûre...» cümlesinde geçen iki sûreden mak­sadın, her rekâtte bir sûre okuduğu anlamında olduğunu Şevkanî Neylü'l-evtar'da belirtmiştir.

Şüphesiz ki bu hadîsi, Fâtiha'dan sonra Kur'ân'dan bir sûrenin okunmasının gereğine delâlet etmektedir, hem de ilk iki rekâtte..

Bu bapta Ebû Dâvud ile Nesâî, İbn Abbas (R.A.) dan şöyle so­rulduğunu tahrîc etmişlerdir : «ResûlüUah (A.S.) Efendimiz öğle ve ikindi namazlarında okur muydu? O da, hayır, hayır ...diye cevap verince, denildi ki ; Herhalde Peygamber (A.S.) içinden okurdu. Bu­nun üzerine İbn Abbas (R.A.) beş defa üstüste hayır demiş ve şöyle ilâve etmiştir : Bu evvelkinden de şiddetlidir. Peygamber (A.S.) em-rolunmuş bir kul idi, gönderildiği şeyi tebliğ etmiştir.»

el-Hattabi bu konuda diyor ki : «Bu, îbn Abbas'tan sadır olan bir vehimdir. Çünkü gerçekten gerek Ebu Katade, gerekse Habbab o. Eret ve diğer sahabi, öğle ve ikindi namazlarında kıraatin   gizli okunduğunu isbat eder mahiyette rivayetlerde bulunmuşlardır. Bir şeyi isbat ise, onu nefyetmekten önde gelir. Nitekim bazı rivayetler­de îbn Abbas'm sorulan şeyi cevaplamakta tereddüt geçirdiği de ay­rıca belirtilmiştir. Ebû Davud'un yaptığı bir başka rivayette îbn Ab-bas (R.A.) şöyle demiştir : «Bilemiyorum, Resûlüllah (A.S.) Efen­dimiz öğle ve ikindi namazlarda okudu mu, okumadı mı?...»

Yine Ebu Katade'nin rivayetinde geçen, «bazı vakitlerde kıraati bize işittirirdi..» cümlesinden gizli okunan namazlarda sesi biraz yükseltip yakındaki kimselerin duymasında bir salanca olmadığı an­laşılıyor.

741  nolu Cabir b. Semure hadîsi ise, dört rekâtli namazlarda ilk iki rekâtte kıraati uzatmak, diğer iki rekâtte kısa kesmek konu edi­liyor ki, bunun müstehab olduğu anlaşılıyor.

742  nolu Ebu Saîd el-Hudrî hadîsi de ilk iki rekâtte kıraati uzat­manın, son iki rekâtte ondan biraz az, yarısı kadar uzatmanın müs­tehab olduğu, ikindi namazında ise öğle namazında okunanın yansı­nın okunmasının müstehab olduğu anlaşılıyor. [140]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Namazda Fâtiha'dan sonra bir sûre okumak sünnettir. Bu Şâfiüere göredir. HanefÜere göre, vâcib. Hanbelîlere göre müstehab, Mâlikîlere göre de sünnettir.          . ,

2- Fâtiha'dan sonra ilk iki rekâtte sûre okumak vâcib, son iki rekâtte ise okunmaz. Bu, Hanefilere göredir. Şalilere göre, ilk iki re­kâtte Fâtiha'dan sonra sûre okumak sünnettir. İmama uyanlar   ise, sadece Fatiha okumakla yetinirler, sûre okumazlar.

3- Dört rekâtli namazlarda kıraati ilk iki rekâtte uzatmak, son iki rekâtte kısa tutmak müstehabdır. Bu, Hanefîlerin dışında üç mezhebe göredir.

4- Öğle namazının ilk iki rekâtinde otuz âyet, son iki rekâtın­da onbeş âyet; ikindi namazının ilk iki rekâtinde ve son iki rekâtm-de öğleninkine nisbetle kıraatin yarısını okumak müstehabdır. [141]

 

Her Rekatte İki Sureyi Aynen Tekrarlamak

 

Namazda Kur'ân'dan muhtelif sûre ve âyetleri okumalf sûretıyle ezberi çoğaltmak müstehabdır. Böylece değişik sûre ve âyetleri okudukça manası üzerinde durulup dikkatin dağılması önlenir, ay­nı zamanda Allah'ın kitabıyla günde beş defa yüzyüze gelinerek iç huzuruna kavuşma imkânları elde edilir.

Namazda sadece bir sûreyi her rekâtte aynen tekrarlamakta bir sakınca var mıdır? Yine her rekâtte iki ayrı sûreyi peşpeşe okumak­ta bir beis görülmüş müdür? Kısa sûreleri okumakla yetinmek elve­rir mi? Bütün bu soruların cevaplarını, ilgili hadisleri ve müctehik lerin tesbit ve içtihatlarını naklettikten sonra vermiş olacağız.

İlgili hadîsler:

Enes  (R.A.)   den yapılan rivayette, demiştir ki :

«Ansardan bir adam Küba mescidinde onlara imamlık yapıyor­du; ne var ki ne kadar bir sûreye başlarsa, onlar için namazda yine aynı sûreyi okurdu. Şöyle ki, KUL HUVALLAHU AHAD süresiyle başladı ve namaz bitinceye kadar hep ona devam etti, sonra da onun­la beraber bir sûrede okuyordu. O bunu hemen her rekâtte yapıyor­du. Peygamber (A.S.) Efendimiz'e geldiklerinde olup biteni ona ha­ber verdiler. Bunun üzerine Peygamber (A.S.J ona sordu : Her re­kâtte bu sûreyi okumana seni iten nedir? O şöyle cevap verdi : Şüp­hesiz ki ben o sûreyi seviyorum! Peygamberimiz (A.S.) : Onu sevmen seni Cennet'e sokacaktır!»[142]

Huzeyfe (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «Bir gece Peygamber (A.S.Î Efendimizle beraber namaz kıldım; Bakara sûre­sine başladı. Ben, yüz âyeti tamamlayınca rükû'a varır dedim, sonra o devam edip geçti. Ben, herhalde bir rekâti Bahara ile kılacak, dedim. O yine devam edip geçti ve ben onunla rükûa varır dedim, O yine devam edip geçti, sonra Nisa sûresine başladı ve okudu; sonra da Âl-i İmrân sûresine başladı ve onu müteressüen okudu : İçinde teşbih bulunan bir âyete gelince teşbihte bulundu. İçinde istek ve dilek bulunan bir âyete geltince dilekte bulundu, teavvüze gelince Al­lah'a sığındı. Sonra rükû'ıa vardı ve rükûda SÜBHANE RABBİYE'L-AZÎM dedi. Rtikû'u kıyamına yakın idi. Sonra SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHÜ RABBENA LEKE'L-HAMD dedikten sonra kıyama kalk­tı ve rükûa yakın bir uzunlukta bekledikten sonra secdeye vardı ve SÜBHANE RABBİYE'L-A'LÂ dedi. Secdesi kıyamına yakın (bir uzunlukta) idi.»[143]

Cüheyna kabilesinden bir adamdan yapılan rivayette, o, Pey­gamber <A.S.) Efendimiz'den şöyle işitmiştir : Peygamberimiz (A.S.) sabah namazında ZİLZAL sûresini her iki rekâtte de okumuştur. An­cak bilemiyorum, Resûlüllah (A.S.) unuttuğu için mi öyle yaptı, yok­sa bilerek kasden mi yaptı?»[144]

İbn Abbas (R.A.) dan yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efen­dimiz sabah namazının iki rekâtinden birincisinde KULU AMENNA BİLLAHİ VEMA UNZİLE ÎLEYNA âyetini -ki bu Bakara'dadır-, diğer rekâtinde ise AMENNA BİLLAHİ VEŞHED BİEN MÜSLİMUN âyeti­ni okudu.»

Diğer bir rivayette ise şöyle denilmiştir : «Peygamber (A.S.) sa­bah namazının iki rekâtinde, KULU AMENNA BİLLAHİ, VEMA ÜN-ZİLE İLEYNA âyetini ve bir de Âli îmrân'daki TEALEV İLA KELİ-METİN SEVAÜN BEYNENA VE BEYNEKÜM.. âyetini okudu.»[145]

Hadislerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Namazda her rekâtte aynı süreyi okumak caizdir. Örneğin, birinci ve ikinci veya Şafiî mezhebine göre, her dört rekâtte Fatiha'-dan sonra İHLÂS sûresini okuyarak namazını kılan kimsenin bu na­mazı tamamdır.

2- Namazda -yalnız basma kılıyorsa- istediği kadar    kıraati uzatmasında bir sakınca yoktur.

3- Fâtiha'dan sonra bir sûre okuduktan sonra onu takip eden sûreyi değil ondan sonraki sûreyi ekliyerek okuyan kimsenin nama­zı da sahihtir. Ancak ara yerdeki sûrenin uzun olması matluptur.

4- Namazda sûreyi okurken teavvüz gelince, Allah'a sığın­mak, dilek bahsi gelince Allah'a dilek arzetmek gibi teressülde bu­lunmak caizdir. Ancak bunu kendi nefsinde söylemesi uygun olur.

5- Yalnız başına namaz kılan kimsenin rükû'unu ve secdele­rini kıyam kadar uzatması da caizdir. Çünkü bu yerler Allah'ı zikir, teşbih ve tazim yerleridir.

6- Namazda birinci rekâtte Bakara sûresinden birkaç âyet, ikinci rekâtte Âl-i îmrân sûresinden birkaç âyet okumakta bir sa­kınca yoktur.

Hadîslerin ışığında müctehit imamların görüş, içtihat ve istid­lalleri :

a) Hanefîlere göre :

Namazlarda Kur'ân'dan belli bir sûreyi veya birkaç âyeti özel­likle belirleyip okumak ve bunu lüzumlu görmek mekruhtur. Ama sırf hoşuna gittiği veya o kısımları daha iyi bildiği veya okuduğu için öyle yapıyorsa, bunda kerahet yoktur. Nitekim et-Tahavî el-Is-bîcabî de aynı görüştedirler.[146] Ne var ki zaman zaman başka sû­re veya âyetleri okuması şarttır, tâki konuyu bilmeyenler başkasını okumanın caiz olmadığını sanmasınlar.

Bu hususta afdal oîanı şudur -. Farz namazlarda Fâtiha'dan son­ra bir sûrenin tamamını okumaktır. Bundan âciz olduğu takdirde, bir sûreyi iki rekâtte 'okuyabilir. Buna mekruh diyenler olmuşsa da, sahih olan kavle göre mekruh değildir.

Bir rekâtte bir sûrenin ortasından, diğer rekâtte başka bir sûre­nin ortasından veya son kısmından okumakta bir sakınca yoktur. Ancak böyle yapılmaması daha uygun görülmüştür.

Bir rekâtte bir sûrenin son kısmından, diğer rekâtte kısa bir sû­re okumak da mekruh değildir.[147]

Bir rekâtte, aralarında birkaç sûre veya bir sûre bulunan iki sû­reyi birleştirip okursa, bunda kerahet olduğunu söyleyenler olmuş­tur. Ama iki rekâtte ise bunda kerahet yoktur.,

Bazısına göre, bir rekatte bir sure okuduktan sonra ya o rekatte  veya ondan sonraki rekatte ilk okuduğu sureden önceki sureyi okursa, kerahet işlemiş olur.

Bütün bu kayıtlar farz namazlarla ilgilidir. Sünnet namazlarda ise .sözü edilen hususların hiçbiri mekruh değildir.[148]

b) Şâfillere göre:

Fatilia'dan sonra bir sure okumak müstehabdır. Surenin bir kısmını okursa yine de kafi gelir. Sadece fatiha’yı okur da arkasından  bir şey okumazsa, namazı iade etmesi gerekmez ama sünneti terketmiş olur[149]

c) Hanbelîlere göre:

Farz namazlarda Fâtiha'dan sonra sadece bir sûre okumak müstehabdır. Çünkü Peygamber (A.S.) Efendimiz ekseri böyle yapmıştır. Ayın zam anda Muâz'a namazında öyle yapmasını emretmiştir. Şüphesiz; ki bu emir, tavsiye mahiyetindedir.

Bir rekâtate iki süreyi birleştirip okursa, bunda iki rivayet vardır:  Birincisi mekruh, ikincisi gayr-i mekruh şeklindedir. el-Hilâl'in îbn Ömer'den yaptığı rivayete göre, adı geçen bir rekâtte iki sûreyi birleştirip okurmuş.[150]

Birinci rekatte okuduğu sûreyi aynen ikinci rekâtte iade ederse, bunda bir sakınca yoktur.[151]

Hanbeliler bu meselede Ebû Davud'un Cüheyneli bir adamdan yaptığı rivayet le istidlal etmişlerdir.

İkinci rekatte okuyacağı sûrenin, birinci rekâtte okuduğu sûreden sonra tertip bakımından gelen bir sûre olması müstehabdır. Zira bu, Peygaırber (A.S.) Efendimiz'den nakledilmiştir. O bakımdan İbn Mes'ûd'dan (R.A.) sûreleri menkûs  (sondakini öne almak suretiyle okuyan vermiş kimse hakkında ne düşündüğünü sorduklarında, o şu cevabı vermiştir : «O adamın kalbi menkûstür.» Ama İmam Ahmed b. Hanbel böyle yapmakta bir sakınca olmadığını söylemiştir.[152]

d)  Mâlikîlere göre :

Farz namazlarda Fâtiha'dan sonra Kur'ân'dan bir sûre veya âyet okumak sünnettir. Aynı zamanda bir sürenin bir kısmını veya uzun bir âyetin bir bölümünü okumak ta kâfi gelir.[153]

Mâlikiler aynı rekâtte iki sûreyi birleştirip okumak veya aynı sureyi bütün rekâtlerde iade etmek hakkında fazla bir görüş izhar etmemişlerdir. Bu husustaki rivayetlerden, aynı sûrenin iade edil­mesinde veya bir rekâtte iki süre arasını birleştirmekte bir sakınca görmedikleri anlaşılıyor,.

Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller :

751  nolu Enes (R.A.) hadîsini Tirmizî «hasen, sahih, garip» şek­linde açıklamıştır. Aynı zamanda Hafız Bezzar, Beyhaki ve Taberâ-nî tahric etmişlerdir.

Cüheyneli adamın Külsüm olduğunu İbn Mende rivayet etmiş­tir.[154]

Hadiste «KUL HUVALLAHU AHAD ile başlardı», sözünden Fa tihanm mutlaka vacib olmadığını göstermektedir. Nitekim namaz­da mutlak kıraatin yeterli olduğunu söyleyenler daha çok bu hadîs­le istidlal etmişlerdir. Oysa râvi, Fâtiha'mn herhalde okunmasının gereğini bildiğinden onu anmaya gerek görmeden sûreden söz et­miştir.

752  nolu Huzayfe hadisinden sûreleri Kur'ân'daki tertibine göre okumanın, yazmanın ve okutmanın şart olmadığı   anlaşılıyor. Yaz­maktan maksat, Kur'ân'dan bazı âyet veya sûreleri nakledip başka bir yere yazmaktır, yoksa Mushafı olduğu gibi yazmak demek değil­dir.  Çünkü o takdirde Kur'ân'daki tertibe göre yazılması     şarttır. Çünkü  ilim  adamlarının   cumhuruna  göre,   sûrelerin     mushaftaki tertibi tevkifidir. Hz. Osman'ın hazırlattığı Mushaf'taki   tertip asıl­dır. Peygamber (A.S.)  Efendimiz'in gece namazında önce Bakara'yı ardından Nisa sûresini ve onun ardından Âl-i îmrân süresini okudu­ğu hakkındaki rivayete gelince, namaz da bu tertibe riâyet etmenin şart olmadığına delâlet etmektedir. İkinci bir ihtimal, sûre tertiple­ri henüz Peygamber  (A.S.)  Efendimiz tarafından tam tevkifi yapıl­madan böylesine bir takdim ve tehir olmuş olabilir.

Namazda sûreyi okurken teressülde bulunmak, yani zikir ve tes-hi ifade eden yerlerde zikir ve teşbihte bulunmak, teavvüz beyân ien yerlerde Allah'a sığınmak hem. imam, hem ona uyanlar, 3m de yalnız başına kılanlar için müstehaptır, diyenler olmuştur. itekim İmam Şafii de ayni görüştedir.[155]

Rükû' ve secdelerdeki teşbihleri üç defa tekrarlamanın müste-ab olduğunda üç mezhep imanımın ittifakı vardır. İmam Mâlik'e göre, müstehab değildir.

Rükû' ve secdelerin uzatılması, gece kılman nafile   namazlarla igilidir.

753  nolu Cüheyneli adamın hadisini rviâyet eden Ebu Dâvud ve ÎL-Münzirî susup bir şey söylememişlerdir. Şüphesiz ki, Ebû Dâvud'-In bir hadis hakkında susması, onun ihticaca   elverişli   olduğunu iösterir. Nitekim hadîsin isnadında bir noksanlık yoktur,   ricalinin Lepsi sahihtir.

Hadis, Fâtiha'dan sonra kısa bir sûrenin okunmasının istihba-ıma delâlet etmektedir. Râvînin, bilemiyorum, unuttuğu için mi tek-arladı, yoksa bilhassa mı öyle yaptı? şeklindeki sözü üzerinde du-ulmuş ve Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şu hadîsleriyle bağdaştırıl-nak istenmiştir : «Ben de ancak bir beşerim, sizin unuttuğunuz gibi unutabilirim.» Bu uzak bir ihtimaldir, Resûlüllah'm öyle yapması, >unun cevazına delildir. Çünkü O, hemen her konuda ümmetine fü-î sünnetleriyle de açıklamalarda bulunmuştur.

754  nolu îbn Abbas hadisi ve diğer ilgili rivayetleri biraraya ge-irdiğimizde göreceğiz ki, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz sabah nama-anın iki rekâtinde muhtelif sûreler okumuştur; bazan îbn Abbas'm ıaklettiği gibi kısa ve değişik olmuştur;   bazan de Ebû Hüreyre'nin laklettiği gibi, Peygamber (A.S.) birinci rekâtte KUL YA EYYÜHE'L-KAFİRÛN sûresini, ikinci rekâtinde ÎHLAS sûresini okumakla yetin-niştir. Buharı ve Müslim'in Hz. Aişe (R.A.) dan yaptıkları rivayette .se, Resûlüllah  (A.S.) Efendimiz'in sabahın farzından    önce kıldığı iki rekât sünnet namazı öylesine hafif tutardı ki, Fâtiha'yı   okuyup okumadığı bile anlaşılmazdı. [156]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Namazda Fâtiha'dan sonra bir sûre veya birkaç âyet-okumak, müctehitlerin çoğuna göre sünnet, İmam Ebû Hanife'ye göre, vâcibdir.

2- Üç ve dört rekâtli namazlarda ilk iki rekâtte Fâtiha'dan sonra sûre veya birkaç âyet okumak, yine müctehitlerin çoğuna gö­re, sünnet, Ebû Hanîfe'ye göre vâcibdir.

3- Üçüncü ve dördüncü rekâtlerde sûre veya âyet okunmaz. Nafile namazlar müstesna..

4- iki, veya üç ve dört rekâtli farz namazlarda ilk iki rekâtte Fâtiha'dan sonra aynı sûreyi okumakta bir sakınca yoktur.

5- Farz namazlarda devamlı bir iki sûreyi belirleyip okumak kimine göre mekruhsa da çoğuna göre mekruh değildir, ancak o sû­relerden başkasının okunmasını tasvip etmiyorsa, o takdirde mek­ruh sayılır.

6- Namazda birinci ve ikinci rekâtlerde sûreleri takdim te'hir ederek okumak, yanı ikinci rekâtte okuduğu sûrenin    Kur'ân'daki yeri, birinci rekâtte okuduğu sûreden önce ise, müctehitlerden bir kısmına göre, mekruhtur, bir kısmına göre mekruh değildir. İkinci­lerin içtihadının dayanağı, 752 nolu Huzayfe hadîsidir.   Birincilerin delili ise, Mushaf'taki sûrelerin tertibi tevkifidir, takdim te'hir yapıl­maz diyen cumhurun görüşüdür. İmam Ahmed birincileri tasvip ede­rek bir sakınca olmadığını belirtmiştir.

7- Bir rekâtta ardarda iki sûre okumakta bir sakınca yoktur, îbn Ömer'in böyle yaptığı sahih rivayetle sabit olmuştur.    Huzeyfe hadîsi de buna delâlet etmektedir, ancak Resûlüllah'm üç sûreyi bir rekâtte okuması, gece kılman nafileyle ilgilidir.

8- Birinci rekâtte okuduğu sûre ile, ikinci rekâtte okuduğu sû­re arasında kısa bir sûre bulunursa, bazısına göre bunda   kerahet vardır. Uzun bir sûre bulunursa bir sakınca yoktur. Müctehitlerin çoğuna göre, her iki durumda da bir sakınca yoktur. [157]

 

Farz Namazda Okunan Sureler

 

Bu konuyla ilgili rivayetlerin tamamı biraraya getirildiğinde, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şu ve şu sûreler okunsun diye bir tayin yapmadığı görülür. Çünkü Kur'ân'ın tamamı Allah   kelâmıdır, angi sûre veya âyet okunsa, O'nun kelâmı tilâvet edilmiş olur.

İlgili hadîsler :

Câbir b. Semûre (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki :

«Peygamber (A.S.) Efendimiz sabah namazında KAF VE'L-KU-tÂNİ'L-MECÎD ve benzeri sûreleri okurdu. Onun bu namazdan son-aki namazları daha hafif tutulurdu.

Diğer bir rivayette ise şöyle demiştir :

«Peygamber (A.S.) öğle namazında VE'LLEYLÎ İZA YAĞŞA'yı, kindi namazında da buna benzer bir sûreyi; sabah namazında ise, mdan daha uzununu okurdu.»

Bir başka rivayette, demiştir ki :

«Güneş batıya meyledince öğle namazını kılar ve VE'LLEYLİ ÎZA STAĞŞA'yı ve benzeri bir sûreyi okurdu; ikindi namazında da ona benzer sûre okurdu. Hulâsa O'nun bütün namazları böyle idi, ancak sabah namazı müstesna.. Resûlüllah (A.S.) sabah namazının kıraa­tini uzun tutardı.»[158]

Cübeyr b. Mut'un (R.A.) dan yapılan rivayette, demiştir ki :

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in akşam namazında VA'T-TURİ sûresini okuduğunu işittim.»[159]

îbn Abbas (R.A.) dan yapılan rivayette, Ümmu'1-Fazl bint Haris, o VE'L-MÜRSELATI URFEN sûresini okurken işitmiş ve şöyle demiş­tir : «Oğulcağızım! sen bu süreyi okumanla bana, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in akşam namazında onu okuduğunu hatırlattın..»[160]

Hz. Aişe (R.A.) dan yapılan rivayette, demiştir ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz akşam namazında A'raf sûresini iki rekâte tefrik ede rek okurdu.»[161]

İbn Ömer (K.A) dan yapılan rivayette demiştir ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz akşam namazında KUL YA EYYÜHE'L-KAFÎRUN ile İHLAS sûrelerini okurdu.»[162]

Câbir (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «Peygamber (A.S.) Efendimiz şöyle buyurdu : Ya Muâz! sen fettan mısın veya sen fatin misin? SEBBİH İSME REBBİKE'L-AXA VE'S-ŞEMSİ VE DUHAHA VE'LLEYLİ İZA YAĞŞA ile namazı kılsaydın ya..»[163]

Fettan, çok fitneci; fâtin ise sadece fitneci anlamına gelir. Bun­dan maksat, imamın namazı fazla uzatmamasını tenbih içindir. Çün­kü cemaat arasında çok yaşlı, hasta ve âcil ihtiyaç sahipleri buluna­bilir. Onları üzmek, işlerinden alıkoymak bir bakıma nefret uyandır­mak ve fitneye sebep olmaktır.

Süleyman b. Yesar (R.A.) den, o da Ebu Hüreyre (R.A.) den yap­tığı rivayette, Ebu Hüreyre (R.A.) demiştir ki : «Falan adamdan namaz hususunda Resûlüllah'ıa en çok benzeyen başka bir kimse görmedim ki o adam Medine'de imamlık yapıyordu. Süleyman diyor ki, ben onun arkasında namaz kıldım i Öğle namazının ilk iki rekâ-tini uzatıyordu, son iki rekâtini ise hafif tutuyordu. İkindi namazını da hafif tutuyordu; akşamın ilk iki rekâtinde kısar-i mufassaldan okuyordu; yatsı namazının ilk iki rekâtinde vasat-i mufassalden oku­yordu; sabah namazında ise, tival-i mufassaldan okuyordu.»[164]

Hadislerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Sabah namazında tival-i mufassaldan okumak müstehab-dır. 744. dibnottada belirttiğimiz gibi, bu Hücurat'tan   başlar veya ona kadar devam eder.

2- Diğer dört vakitte kılman namazlarda ise kıraati tival-i ev-sattan seçip okumak müstehabdır.

3- Akşam namazında ise, kısa sûreleri okumak müstehabdır. Bununla beraber yalnız başına kılan kimse onda da tival-ı mufassal­dan veya evsattan okuyabilir. Uzun bir süreyi iki rekâte tefrik edip okumasında da bir sakınca yoktur.

4- Öğle namazının ilk iki rekâtini biraz uzun, son iki rekâti­ni kısa tutmak müstehaptır.

Hadislerin ışığında müctehit imamların görüş, içtihat ve istid-âlileri:

a) Hanefîlere göre :

 Eyleşik durumda olan kimsenin sabah namazının iki rekâtinde ko ilâ 50 âyet okuması sünnettir. Tabii Fatiha sûresi bu sayıya dahil değildir. Öğle namazında da buna yakın uzunlukta okumak sünnet-iir. İkindi ve yatsı namazlarının iki rekâtinde yirmi âyet okumak, akşam namazının her rekâtında kısa bir âyet okumak sünnettir. ■ Eyleşik durumda olanlar için tival-i mufassaldan okumalarının müs-tehab olduğu söylenmiştir ki, bunlar Hücurat'tan Bürûc'a kadar olan sûrelerdir. Evsât olanları ise, Bürûc'dan Lenı yekün'a kadar olanlar­dır. Kısar (kısa) olanları ise, Lem yekûn'dan Kur'ân'm sonuna kadar olan sûrelerdir. Nitekim el-Muhit ve el-Vikaye kitaplarında da böy­le açıklanmıştır.[165]

Ancak Hanefîlerden bir kısmının bu konuda farklı görüş ve iç­tihatları olmuştur. el-Hasen diyor ki : Sabah namazında altmış ile yüz arasında âyet okumak en çoğu, kırk âyet okumak en azı sayılır. Tabii bu sayı iki rekâte tefrik edilir, şöyle ki, birinci rekâtte yirmi beş âyet, ikinci rekâtte onbeş âyet okunur. Bazısı da sabahın iki re­kâtinde kırk âyet, zayıf ve tembeller için, elli ilâ altmış arası vasat durumda olanlar için, altmışla yüz arası çok istekli ve gayretliler için uygundur. Bazısı da uzunluk ve kısalık, gecenin uzunluk ve kı­salığına göre ayarlanır, demiştir. Çok kısa gecelerde az uyku uyun­duğu için sabah namazı vasat ölçüde tutulur. Uzun gecelerde ise ti­val-i mufassaldan okunur.[166]

b)  Şâfiîlere göre :

İster imam, ister münferit olsun sabah namazında tival-i mufas-j saldan, öğle namazında ona yakın uzunluktaki sûreleri; ikindi   ve I yatsı namazlarında    ortalama    uzunlukta   olan   sûreleri   okumak sünnettir. Eğer imamın arkasında kendisine uyanlar belli bir sınır­da olup başkasının gelip yetişmesi söz konusu değilse, onların rıza­sını alması uygun olur. Akşam namazında ise kısa sûre okumak sün­nettir.[167]

c) Hanbelüere göre:

Öğle namazının ilk iki rekâtında Fatiha'dan sonra birincisi uzun, ikincisi ondan biraz kısa olmak üzere iki sûre okumak; ikindi nama­zının da ilk iki rekâtinde, birincisinde uzun ikincisinde biraz kısa olmak üzere iki sûre okumak; sabah namazının birinci rekâtinde uzun bir sûre, ikincisinde ona nisbetle kısa bir sure okumak sünnet­tir.

Hanbelîler bu konuda Ebu Katâde hadisiyle istidlal etmişlerdir. Ayrıca Ebu Berze'den yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendi-miz'in sabah namazının iki rekâtinde 60-100 arasında âyet okuduğu belirtilmiştir ki, Hanbelîler bunu sabah namazı için bir ölçü olarak benimsemişler.

Ayrıca bu konuda Resûlüllah'ın (A.S.) Muâz'a şöyle tavsiyede bulunduğu sahih rivayetle sabit olmuştur : «VE'Ş-ŞEMSİ VE DUHAHA ve SEBBİH İSME RABBİKE'L-ATA sûrelerini oku!»[168]

Buharî ve Müslim'in ittifakla aldığı bu hadîs de Hanbelîlerin is­tidlal ettiği dayanaklardan biridir.

d) Mâlikîlere göre :

Cübeyr b. Mut'im'in babasından yaptığı rivayete göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in akşam namazında ve't-Tûr sûresini okuduğunu işittiğini kaydetmiştir. Ebu Abdıllah es-Sunabihî'den yapılan riva­yette de, Medine'ye gelip akşam namazım Ebu Bekir Sıddık (R.A.) m arkasında kılmış ve Fâtiha'dan sonra halîfenin kısa sûrelerden okuduğunu işittiğini belirtmiştir. Mâlikîler bu rivayetle istidlal et­mişlerdir.[169]

Sabah namazında ise, Hişam b. Urve'nin babasından yaptığı ri­vayete göre, Ebu Bekir Sıddîk (R.A.) sabah namazım kıldırırken Ba­kara sûresini iki rekâtte okuyup tamamlamıştır.

Âmir b. Rebi'a da diyor ki : Hz. Ömer'in arkasında sabah nama­zım kıldım, birinci rekâtte Yusuf, ikinci rekâtte Hac sûresini okudu. Mâlikîler bu hususta ilgili rivayetle istidlal ederek, sabah namazla­rında tival-i mufassaldan okunmasının mûstehab olduğunu söyle­mişlerdir.

Sonuç olarak öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarında kıraati cemaatın durumuna ve ortamın mevcut ölçülerine göre, uzun veya kısa tutmakta fayda vardır. Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in bazan akşam namazında VE'Ş-ŞEMSİ ve bir de SEBBİH İSME RAB-BİKE'L-A'LA sûrelerini, bazan da en kısa sûreleri okuduğu; sabah namazında bazan uzun sûreleri, bazan da kısa sûreleri okuduğu va-kidir. Bütün bunları mevcut ortama ve cemaatin durumuna göre ayarlamıştır. Nitekim daha önce de naklettiğimiz gibi, Muâz (R.A.) akşam namazını imam olup cemaate kıldırınca Fâtiha'dan sonra Bakara ve Nisa srelerini okumaya başlamıştır. O yüzden bir adam namaza niyete başladığı halde, uzatıldığını görünce imamdan ayrı­lıp yalnız başına kılmıştır. Muâz onun bu davranışını münafıklıkla vasıflarken durum Hz. Peygamber'e (A.S.) bildirilmiş ve Peygambe­rimiz (A.S.), Muâz'a şöyle buyurmuştur : «Ya Muâz sen fitneci mi­sin? SEBBİH İSME RABBİKE üe VE'Ş-ŞEMSİ VE DUHAHA sûrele­rini okusaydm ya.. Çünkü sana uyanlar arasında hacet sahibi, zayıf, küçük ve büyük kimseler bulunuyor..»[170]

Ayrıca Ebu Hüreyre'den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S,) Efendimiz'in akşam namazında kısa sûrelerden okuduğu rivayet edil­miştir.[171]

Birinci ve ikinci rekâtlerde okunacak sûrelerin aynı uzunlukta mı, yoksa birincisinin daha mı uzun olması sünnettir? Bu hususta Ebu Katâde el-Ansarî'den yapılan rivayette demiştir ki : «Resûlüllah (A.S) Efendimiz Öğle namazının ilk iki rekâtinden birincisinde uzun, ikincisinde kısa sûre okur ve âyetleri işittirecek kadar bazan sesi­ni hafif yükseltirdi. İkindi namazında Fâtiha'dan sonra birinci re-kâtte sûreyi uzatır, ikinci rekâtte biraz kısa tutardı. Sabah namazın­da da birinci rekâtın kıraatini uzatır, ikinci rekâtinkini ona nisbetle biraz kısa tutardı.»[172]

îbn Dakik el-Iyd bu hadîsin açıklamasında diyor ki : Şafiüer, Peygamber (A.S.) Efendimiz'in birinci rekâtlerde kıraatin uzun tut­masını, gelecek olan cemaatin namaza yetişmesiyle yorumlamışlar­dır. Kurtubî ise, bu hususta kesin bir delil yoktur, diyor.[173]

765 nolu Câbir b. Semüre hadisinde Resûlüllah'm sabah nama­zında KAF ve benzeri sûreleri okurdu, ifadesi, devamlılık arzeden «kâne» fiiliyle belirtilmiştir. Bundan, çoğu zaman bu ve benzeri sûreleri okuduğu anlaşıhyorsa da, bazan bu, fiilin sadece vukuunu da ifade eder. O bakımdan ikinci mânaya hamli daha uygundur. Nite­kim Tirmizî ve Nesâî'nin Amir b. Hars'ten yaptıkları rivayette, Resû­lüllah (A.S.) Efendimiz'in bazan sabah namazında ÎZA'Ş-ŞEMSÜ KÜVVÎRAT sûresini okuduğu da olurdu. Ayrıca Müslim'in Abdullah b. Sâib'den yaptığı rivayette, Resûlüllah (A.S.) Mekke'de sabah na­mazını kıldırırken Mü'minin süresiyle kıraate başladığı belirtiliyor. Buharî'nin yaptığı tesbite göre, bazan da VE'TTÛR sûresini okudu­ğu vakidir.

Yine Buharı ve Müslim'in Ebû Berze'den yaptıkları rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimizin sabah namazında 60 ilâ 100 âyet ara­sında okuduğu ifade edilmektedir. Nesâi'nin ashabdan bir adamdan yaptığı rivayette ise, sabah namazında Rum sûresini ve aynı zaman­da sadece Muavvazateyn'i okuduğu tesbit edilmiştir. Yine Nesâî'nin Akabe b. Âmir'den yaptığı rivayete göre, Peygamberimiz (A.S.) sa­bah namazında İNNA FETEHNA sûresini okumuştur.

Buna benzer daha birçok sahîh rivayetler vardır, Sonuç olarak hepsini dikkate aldığımızda, Peygamber (A.S.) Efendimiz gerek sa­bah namazında, gerekse diğer namazlarda devamlı belirli bazı sû­releri okumakla yetinmemiş, muhtelif sûreleri okumak suretiyle belli bir kaç sûrenin belirlenerek devamlı onların okunmasının müs-tehab olmadığını belirtmek istemiştir.

766 nolu Cübeyr b. Mut'im hadisinde, Resûlüllah (A.S.) Efendi­miz'in akşam namazında TÜR sûresini okuduğu yine «kâne» fiiliyle ifâde edilmiştir. Yukarıdaki açıklama burada da geçerlidir. Çünkü Resûlüllah'm akşam namazlarında yalnız TÛR sûresini değil, muh­telif sûreleri muhtelif günlerde okuduğu vakidir. O bakımdan imam Mâlik, akşam namazında uzun sûreleri okumak mekruhtur, demiş­tir, îmam Şafiî ise, bunda kerahet görmediği gibi, müstehab da say--mamıştır.[174]

767 nolu Ümmu'1-Fazl hadîsi, akşam namazında 50 âyetten iba­ret olan Murselât sûresini okuduğunu "belirtiyor. Bu, akşam nama­zında uzun sûre okumanın hem mekruh olmadığını, hem de bu hu­sustaki hükmün kaldırılmadığını göstermektedir. Zira Resûlüllah'm bu sûreyi vefatından birkaç gün önce okuduğu tesbit edilmiştir. O halde cemaatın, ortamın elverişli olup olmadığına bakılarak   uzun veya kısa sûreler okumakta bir sakınca yoktur. Ne var ki, Peygam­berimizin CA.S.) ekseriya kısa sûre okuduğuna bakılırsa, karşımıza müstehab ölçü çıkmış olur.

768  nolu Hz. Aişe (R.A.) hadîsinin isnadı Nesâî'de tesbit edilmiş^ tir. İsnadında zayıf sayıla.n Bakiye bulunuyorsa da, Ebû   Hayat'm ona tabi olduğuna bakılınca, mahzur kendiliğinden ortadan kalkı^ yor, çünkü Ebû Hayat sika (güvenilir ve doğru) bir zat olarak bilin­mektedir.

Bu hadîsin bir benzerini İbn Ebî Şeybe, kendi Musannaf inde Ebu Eyyûb'dan şu lafızla rivayet etmiştir : «Peygamber CA.S.) Efen­dimiz akşam namazında iki rekâtte Araf sûresinin tamamını okudu.» Ayrıca Hafız İbn Huzayme, Zeyd b. Sabit hadîsinden bunun bir ben­zerini tahrîc etmiştir ki, sıhhatma, Buharî, Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin Zeyd b. Sâbit'ten (R.A.) yaptıkları şu rivayet delâlet ve şahitlik et­mektedir: «Peygamber (A.SJ Efendimiz akşam namazında uzun sû­relerden okudu.» Ebû Dâvud şu fazlalığı da rivayet etmiştir : «Ona sordum, uzun sûrelerden okuduğu hangisidir? A'rafdır diye cevap verdi...»

769  nolu İbn Ömer hadîsinin isnadının zahirine bakılınca, sahih olduğu görülürse de ma'lûl olduğu tesbit edilmiştir. Nitekim Dare-kutnî, bu hadîsin rivayetinde râvilerinden bazısının hatâ yaptığını söylemiştir. Aynı hadisin bir benzerini îbn Hibbân ve Beyhakî Ca-bir b. Semure'den rivayet etmişse de isnadında Saîd b. Simak bulu­nuyor ki, bu zat metruktür. Zehebî, Ebû Hatim er-Râzî'nin onun hak­kında «metrukü'l-hadîs» dediğini nakletmiştir.[175]

770  nolu Câbir hadîsine gelince, el-Feth kitabında olayın yatsı namazıyla ilgili olduğu kaydedilmiştir. Nitekim Buharî, Câbir hadî-siyle ilgili rivayetinde bunu tasrîh etmiştir.[176]

Hadîsin, yatsı namazında orta uzunlukta olan sûrelerin okun­masının meşruiyetine delâlet ettiğini söyliyebiliriz. Aynı    zamanda ortama göre, yatsı namazını hafif tutmanın, yani kıraati uzatmak-. sızın kısa sûrelerle kılmakta bir sakınca olmadığı anlaşılıyor. Özel­likle imam olacak kimsenin bu hususlara dikkat etmesi sünnettir.

771  nolu Süleyman b. Yesar hadîsini İbn Huzayme ve başka hadis-hafızlan sahîhlemişler. Bülûğül-merâm'da Nesâî'nin bu hadîsin isnadını sahih olduğuna dikkat çekilmiştir.[177]

el-Hafız el-Feth'de diyor ki, kıraatin uzunluk ve kısalığıyla ilgi­li muhtelif rivayetleri biraraya getirdiğimizde, Resûlüllah (A.S.) Efen-dimiz'in şartlara ve ortamlara göre, bazan uzattığı, bazan kısa tut­tuğu, bazan orta uzunluktaki sûreleri okuduğu ortaya çıkar ve bun­da ümmet için kolaylık söz konusudur. [178]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Sabah namazının birinci rekâtinde, durum müsaitse uzun sûrelerden birini, ikinci rekâtte orta uzunluktaki sûrelerden birini okumak müstehabdır.

2- Yine sabah namazında her iki rekâtte 60 ilâ 100 âyet ara­sında okumak meşru'dür.

3- Durum müsait olmadığı takdirde sabah namazını orta uzunluktaki sûrelerle, daha da müsait olmadığı zaman kısa sûreler­le kılmakta bir sakınca yoktur.

4- öğle ve ikindi namazlarında orta uzunluktaki sûreleri oku­mak müstehabdır. Durum müsait değilse, yani cemaat arasında has­ta, zayıf, iş sahibi gibi kimseler bulunuyorsa, biraz daha kısa sûrele­ri okumakta hiçbir sakınca yoktur.

5- Öğle namazmdaki kıraati ikindiye nisbetle biraz uzun tut­mak müstehabdır.

6- Akşam namazını kısa sûrelerle kıldırmak müstehabdır. Bu­nunla beraber yalnız başına kılan kimse, uzun sûrelerle de kılabilir. Bunda da bir sakınca yoktur. Yatsı namazı da öyle... [179]

 

Rüku, Sücud ve Refi İçin Tekbir Getirmek

 

Ayakta kıraati bitirdikten sonra rükû'a eğilmek istendiğinde Al-lahu Ekber denilerek tekbir getirmek, rükû'dan kalkıldığı zaman yine AUahu Ekber deyip tekbîr getirmek, secdeye gidildiğinde, sec­deden kalkıldığında da AUahu Ekber deyip tekbir getirmek sünnet­tir. Bu, namazın her bölümünde Allah'ın büyüklüğünü kalbden dile

aktarmak suretiyle kendi aczimizi ve küçüklüğümüzü   ifade etmek ve tam bir mahviyet içinde namazı eda etmenin açık belirtisidir.

Konuyla ilgili hadîsler :

îbn Mes'ûd  (R.A.) den yapılan.rivayette, demiştir ki :

«Resülüllah (A.S.İ Efenrîimiz'ih, namazda her kalkıp doğrulma­sında, her eğilmesinde ve her ayakta durması ve oturmasında tekbîr getirdiğim gördüm.»[180]

îkrime (R.A.) den yapılan rivayette, îbn Abbas'a şöyle dediğini haber vermiştir:

«Batha'da ahmak bir şeyhin yani yaşlı bir adamın arkasında öğ­le namazını kıldım. Namazda 22 tekbîr getirdi; secdeye vardığında, basını kaldırdığında tekbîr getiriyordu.» Bunun üzerine îbn Abbas (R.A.) şöyle dedi : «İşte o, Ebu'l-Kasım Efendimizin (A.S.) namazı­dır.»[181] 

Ebû Musa (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki :

«Resülüllah (A.S.) Efendimiz bize hitapta bulunarak sünnetimi­zi bize açıkladı namazımızı bize öğretti, o sebeple şöyle buyurdu : Namaz kıldığınız zaman saflarınızı doğrultun, sonra sizden biri Önü­nüze geçip imam olsun. İmam tekbîr getirince siz de tekbîr getirin, imam okumaya başlayınca siz susun, okumayın. İmam GAYRİ'L-MAĞDUBİ ALEYHİM VALA'D-DÂLLÎN deyince, siz âmîn deyin, Al­lah sîzin âmin demenizi ve duanızı kabul eder. İmam tekbîr getirip rükû'a varınca siz de tekbîr getirip rukûâ varın. Çünkü imam sizden önce rükû' yapar ve sizden önce başını kaldırır.

Resülüllah (A.S.Î Efendimiz devamla buyurdu ki : İşte bu ona karşılıktır (yani imamın dediğine karşılık sizin aym şeyi söyleme-nizdir). İmam, semiallahü limen hamidehü deyince, siz, ALLAHÜM-ME RABBENA LEKE'L-HAMD deyin ki, Allah sizi işitir  (dediğinizi kabul buyurur). Çünkü Allah Teâlâ, Peygamberinin diliyle şöyle de­miştir : Allah kendisine hamd edenleri işitip kabul eder.

İmam tekbîr getirip secdeye varınca, siz de tekbîr getirip secde­ye varın. Çünkü imam sizden önce secdeye varır ve sizden önce ba­şını kaldırır.

Resülüllah (A.S.) Efendimiz devamla buyurdu ki : İşte bu ona karşılıktır (yani imamın dediklerine karşılık sizin aym şeyleri söy-lemenızdirî. Oturma durumu olunca, sizden her birinizin ilk sözü: ET-TAHİYYATÜ ET-TAYYİBATÜ ESSALAVATÜ LİLLAHİ, ES-SE-LAMÜ ALEYKE EYYÜHE'N-NEBİYYÜ VE RAHMETÜ'LLAHİ VE BEREKATÜHÜ, ES-SELAMÜ ALEYN AVE ALÂ İBADİLLAHİ'S-SÂLİ-HÎNE, EŞHEDÜ EIAÂ İLAHE İLLÂLLAHU VE EŞHEDÜ ENNE MU-HAMMED'DEN ABDÜHÜ VE RESÛLÜHÜ.» [182]

Hadislerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Namazda her rekâtte rükû'a eğilirken, secdeye varılırken, secdeden kalkılırken Allahu Ekber deyip tekbîr getirmek sünnettir. Böylece her rekâtte, iftitah Tekbîri dışında beş tekbir getirilir   ı

2- Namazda safları düzgün bir hizada tutmak sünnettir.

3- İki veya daha fazla müslüman birarada bulunur da namaz vakti girerse, onlardan okumasını en iyi bilen birinin imam olması, diğerlerinin de ona uyması sünnettir,

4- îmam tekbîr getirince, ona uyanların da tekbîr   getirmesi, İftitah Tekbiri ise farz, diğer tekbirler ise sünnettir.

5- îmam Fatihayı bitirince cemaatin de âmîn demesi sünnettir.

6- Rükû'dan kalkılınca İmam SEMİ1 ALLAHU LİMEN HAMÎ-DEHÜ deyince cemaatin  ALLAHÜMME RABBENA LEKEL'-HAMD demesi sünnettir.

Hadislerin ışığında müctehit imamların görüş, istidlal ve ihticac-lari:

a) Hanefîlere göre:

Namazda îftitah Tekbîri dışında beş yerde tekbîr getirmek sün-

lettir: Rükû'a varılırken, secdeye gidilirken,   secdeden   kalkılırken, kinci secdeden ayağa kalkılırken..[183]

Ancak bu mezhebe göre, bayram namazlarında ikinci rekâtte Fatiha ve sûre okunduktan sonra ardarda getirilen üç bayram tek­birinden sonra rükû'a varmak üzere getirilen tekbir vâcibdir. Çün­kü orada vâcib olan bayram tekbirlerine tabi kılınarak aynı hükmü alır.

b)   Şafiîlere göre:

îftitah Tekbiri dışında her rekâtte beş tekbir getirmek sünnettir: Rükû'a varılırken, secdeye gidilirken, birinci secdeden kalkılırken, ikinci secdeye varılırken ve ikinci secdeden kıyama kalkılırken..[184]

c)   Hanbelîlere göre :

Namazda belirtilen beş yerde de tekbîr getirmek vâcibdir. An­cak imama rükû'da yetişen kimsenin rükû' için getirdiği tekbir sün­nettir. O bakımdan İmama rüku'da yetişen kimse sadece îftitah Tek­bîri alıp rükû'a giderse, namazı sahih ve caiz olur.[185]

Kudreti yeten kimseye rükû'a varmanın vâcib olduğunda üm­metin icma'i söz konusudur. îlim ehlinin çoğuna göre, rükû'a tekbîr ile başlamak da vâcibdir. Aynı zamanda her eğilip kalkıldığında da tekbîr getirmek böyledir.[186]

d)  Mâlikîlere göre :

îftitah Tekbiri dışında beş yerde tekbîr getirmek sünnettir.[187] Sahnûn'un yaptığı rivayette ise, İmam Mâlik'in belirtilen beş yerde tekbîr getirileceğini söylediği açıklanmış, ancak bu tekbirlerin sün­net veya vâcib olup olmadığı hakkında bir beyanda bulunulmamış­tır.[188]

Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller :

Tirmizî'nin yaptığı rivayete göre, Resûltillah (A.S.) Efendimiz namazda her eğildiğinde ve her kalktığında tekbîr, getirirdi.»

Nesâî'nin Ebu îshak'tan, onun    da Abdurrahman b. Esved'den, onun da Alkame'den ve yine Esved'in İbn Mes'ûd'dan yaptığı riva­yette, deniliyor ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz her eğildiğinde, başını kaldırdığında, oturduğunda ve ayağa kalktığında tekbîr ge­tirirdi. Ebubekir ile Ömer (R.A.)  da öyle yaparlardı.»

Tirmizî bu hadîs için . hasen ve sahih demiştir. Ayrıca aynı ha­disi Ahmed b. Hanbel ve İbn Ebi Şeybe ve İshak b. Rahuye ile Dare-mî kendi müsnetlerinde; Taberânî ise, Mu'cem'inde rivayet etmişler­dir. Ancak bunların rivayeti şu lâfızla belirlenmiştir : «Peygamber (A.S.) Efendimiz namaza kalkınca, ayakta durduğu zaman tekbîr getirirdi, sonra rükû'a varınca da tekbîr getirirdi. Sonra SEMİ'ALLA-HU LİMEN HAMİDEHÜ deyip rukû'dan kalkarak belini doğrultunca RABBENA LEKE'L-HAMD derdi. Sonra secde için eğilince tekbîr ge tirir, secdeden başını kaldırınca yine tekbîr getirir, sonra tekrar sec­deye eğilince tekbîr getirir, sonra secdeden başını kaldırınca yine tekbîr getirirdi. Sonra da bunu namazın her rekâtinde namazı biti­rinceye kadar yapardı. İkinci rekâtin sonunda oturup et-Tehiyyattan sonra kalkınca yine tekbîr getirirdi.»[189]

Buharı bu rivayeti şu fazlalıkla nakletmiştir : «İşte bu Resûlül­lah (A,S.) Efendimizin vefat edinceye kadar kıldığı namazdır.»

Ayrıca Buharî ve Müslim'in Ebû Hüreyre'den Ebu Seleme'nin şöyle rivayet ettiğini nakletmişlerdir : Ebu Hüreyre halka namaz kıldırırken ne kadar eğilse ve başım kaîdırsa tekbîr getirirdi. Nama­zı bitirince de şöyle demiştir : Sizden en çok Resûlüllah'uı (A.S.) namazına benim namazım benzemektedir.»

İki şeyhin Ebû Hüreyre'den yaptıkları bir diğer rivayette, Ebu Hüreyre (R.A.) ne kadar eğilir ve başını kaldırırsa tekbîr getirirdi. Kendisine, «bu ne tekbîrlerdir ya Ebâ Hüreyre?!» diye sorduğumuz­da şu cevabı verdi : «Şüphesiz M bu, Resûlüllah'm namazıdır.»[190]

îmanı Mâlik'in el-Muvatta'da îbn Şitiab ez-Zührî'den, onun da Ali b. Hüseyin b. Ali b, Ebî Tâlib'den yaptığı rivayete göre, «Resûlüi-lah (A.S.) Efendimiz namazda ne kadar eğilse ve başını kaîdırsa tekbîr getirirdi ve O, Aziz ve Celîl olan Allah'a kavuşuncaya kadar hep böyle yapardı.» [191]

785 nolu îbn Mes'ûd hadîsinin bir benzerini Buharî ile Müslim Imrân bin Husayn'den rivayet etmişlerdir ve yine bunun bir benzerini Ebû Hüreyre'den rivayet ettiklerini görmekteyiz. İmam Ahmed ve Nesâî ise, fbn Ömer'den, İbn Ebî Şeybe, Ebu Mâlik el-Eş'ârf den rivayet etmişlerdir. Ayrıca Ebu Dâvud, Ahmed, Nesâî ve İbn Mâce, Vâil b Hücür'den rivayet etmişlerdir. Böylece hadîsin birçok tarik­lerle rivayet edilmesi, onun hem sıhhatma, hem meşhur derecesine yaklaştığına delâlet etmektedir.

Böylece namazda rüku dan kalkıldığı dışında diğer her eğilmede ve kalkmada tekbîr getirmenin meşruiyeti ortaya çıkmış oluyor. O 'bakımdan İmam Nevevî Müslim Şerhinde diyor ki : «Bu, bugün de, geçen asırlarda da üzerinde icma' vâki olan dinî hükümlerden biri­dir »[192] Nitekim dört halîfe ve tabun devrinde de namaz aynı şe-iküde belirtilen tekbîrlerle kılınmıştır. el-Beğavî, Şerhu's-Sünne'de diyor ki : «Ümmet bu tekbîrlerin meşruiyeti üzerinde ittifak etmiştir.»

786  nolu Ikrime hadîsinde 22 tekbîr söz konusu edilmiştir ki, bu dört rekâtli namazda gerçekleşir, şöyle ki : îftitah Tekbîri dışında her rekâtte beş tekbîr yer almaktadır. Bir de ikinci rekâtin celsesin­den kalkıldığı zaman bir tekbir getirilir, böylece İftitah   Tekbîriyle birlikte 22'ye ulaşmış olur.

787  nolu Ebu Musa hadîsinde safların düzgün tutulmasıyla ügili emrin nedb üzere olduğunu yine Nevevî söylemiştir.

Sizden biriniz imam olsun, emrine gelince, bunun üzerinde fark­lı görüşler ortaya çıkmıştır: Kimine göre, nedeb, kimine göre vücub ifâde eder. Diğer bazı ilim adamları da sünnet olduğuna delâlet eder, demişlerdir. İleride bu konuya geniş yer verileceğinden burada üze­rinde durmak istemiyoruz.

«Tüke bi-tüke» yi «Bu ona karşılıktır yani imamın dediğine kar­şılık sizin aynı şeyi söylemenizdir» şeklinde yorumlamıştık. Ancak bazı ilim adamları bu cümleyi değişik şekilde tefsir etmişlerdir. Şev-kanî diyor ki : İmam sizden az önce rükû'a eğilir, siz de rükû'dan, ondan biraz sonra başınızı kaldırırsınız, böylece sizin rükû'nuz za­man itibariyle, onun rükû'una denk gelmiş olur. Secdelere de gidil­diğinde aynı durum meydana gelir ve bir denkleşme gerçekleşir.[193]

Rükû'dan kalkıldığında SEMİ'ALLAHÜ LÎMEN HAMİDEHÜ'nun manası, Allah hamdinizi kabul eder, demektir,[194]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Namazda her rekâtte beş yerde tekbîr getirmek sünnettir.

2- îftitah Tekbîri getirmek farzdır.

3- İmam Mâlik'e göre, belirtilen yerlerde getirilen beş tekbîr vâcibdir,

4- Birinci oturuştan   kalkıldığında da tekbîr   getirmek   sün­nettir.

5- Dört rekâtli bir namazda 22 defa tekbîr    getirilir. Bunlar­dan biri farz, diğerleri, üç imama göre, sünnet; İmam Mâlik'e göre ise, vâcibdir.

6- Tekbir, ALLAHÜ EKBER sözüyle söylenir. Buna yakın ta­zim ifade eden sıfatlarla da söylenebileceğine cevaz verilmiştir. [195]

 

İmamın, Arkasındakilere Duyurmak İçin Tekbirleri Sesli Söylemesi

 

Cemaatin uydukları imamı iyice takip edebilmeleri için, imamın getireceği tekbîrleri duymalarına bir bakıma ihtiyaç vardır. Özellik­le çok büyük camilerde ve kalabalık bir cemaatin önünde namaz kı­lındığında bu ihtiyaç biraz daha kendini hissettirir. O bakımdan imamın namaz süresince getireceği tekbîrleri aşikâr söylemesi meş­ru kılınmıştır.

İlgili hadîsler :

Saîd b. el-Hâris CRA.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «Ebu Saîd  (R.A.)  bize namaz kıldırdı ve başını nrken tekbîr getirdi, secdeye giderken yine tekbir getirdi, secdeden kalkarken yine tekbîr getirdi; iki rekâti kılıp üçüncü rekâte kalktığın­la yine tekbîr getirdi. Sonra da şöyle dedi : Ben, Resûlüllah (A.S.) Efendimizi (namaz kılarken) böyle gördüm.»[196]

Câbir   (R.A.)  den yapılan rivayette, demiştir ki :

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz hasta idi, oturduğu halde bize na­maz kıldırdı ki arkasında bulunuyorduk. Ebubekir Siddîk de O'mm tekbîrini bize (intikal ettirerek) duyuruyordu.»[197]

I Diğer bir rivayette, şöyle demiştir : «Resûlüllah (A'S.) Efendimiz bize öğle namazını kıldırdı ki, Ebubekir (R.A.J da O'nun arkasında bulunuyordu. Peygamber (A.S.î tekbîr getirince, o da tekbîr getiri­yor ve bize duyuruyordu.»[198]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- İmam namaz kıldırırken her rekâtte beş yerde tekbîr getir­mesi ve arkasında kendisine uyanlara duyuracak kadar sesli söyle-jmesi sünnettir.

2- Bir rahatsızlıktan dolayı imamın oturarak    namaz kıldır­ması caizdir.

3- îmamın getirdiği tekbîri , cemaat duyamıyorsa, o takdirde imama yakın olan birinin tekbîrleri işitilecek kadar yüksek sesle in­tikal ettirmesi caizdir.

Hadislerin ışığında müctehit imamların görüş, istidlal ve içtihat­ları :

a)  Hanefîlere, Şâfiîlere ve Hanbelüere göre, imamın aşikâr tek­bîr getirmesi sünnettir.

b)  Mâlikilere göre, müstehabdır.[199]

Az yukarıda da belirttiğimiz gibi, her rekâtte beş tekbîr getir­mek üç mezhebe göre, sünnet, Hanbelüere göre, vâcibdir. İmamın bu tekbîrleri cemaatin duyabileceği bir sesle aşikâr söylemesi ise, çoğuna göre sünnettir.

İmam tekbîr getirirken sesini duyuramıyorsa, imama yakın yer­de olan cemaatten birinin o tekbîrleri intikal suretiyle tebliğ etmesi caizdir. Ancak bununla namaza ihram niyeti getirmesi uygun olur. Sadece tebliğ niyetiyle intikale çalışırsa, Şâfülere göre, namazı hü­kümsüz olur. Hanefilere göre de böyledir.[200]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- İmamın namaz kıldırırken tekbirleri aşikâr söylemesi sün­nettir.

2- Cemaatın çokluğunda veya imamın    sesinin az çıkmasın­dan dolayı duyulmuyorsa, o takdirde cemaattan biri tekbîrleri du­yurmaya çalışır, bu da müstehabdır. Sünnet diyenler de var.

3- Mübelüğ yüksek sesle tekbîr getirirken, yalnız   tebliğe ni­yet etmiş olmayacak, aksi halde bazı mezheplere göre, namazı hü­kümsüz olur. [201]

 

Rüku’nun Şekil ve Sureti

 

İslâm, ibâdeti hem âdetten, hem keyfi hareket ve sözlerden ayır­mak, ona ciddiyet ve resmiyet kazandırmak için birtakım ölçüler koymuş, kurallar getirmiştir. O bakımdan hemen her ibâdette o ölçü ve kurallara riâyeti gerekli kılmış ve ibâdetin kabul olunması için onların bir kısmını şart, bir kısmını rükün, bir kısmını vâcib, bir kıs­mını da sünnet ve adâb çerçevesi içine almıştır.

O bakımdan rükû'un şekil ve sureti de belirlenmiş, Resûlüllah'-ın (A.S.) kavli ve fiili sünnetiyle bunun sınırları çizilmiştir.

İlgili hadîsler:

Ebû Mes'ûd Ukbe b. Amîr'den yapılan rivayette •.

«Ebu Mes'ûd rükû'a vardığında ellerini (kollarımı yanlarından biraz uzaklaştırıp uzak tutar, iki elini dizlerinin ön kısmının üzeri­ne koyar, parmaklarının abasını açık tutar ve şöyle derdi: Resûlüllah (A.S.)  Efendimiz'i böyle namaz kılarken gördüm.»[202]

Diğer bir rivayette, Rîfaâ b. Râfi'in (R.A.) Peygamber (A.S.) den naklettiği haberde, Peygamber (A.S.) buyurdu ki : «Rükû'a vardığın­da iki elinin iç kısmını dizlerin üzerine koy!» [203]

Mus'âb b. Sa'd (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «Baba­mın yanıbaşmda namaz kılıyordum, iki elimin içini üstüste getir­dikten sonra iki uyluğumun arasına koyuyordum. Babam beni böy­le yapmaktan men'etti ve şöyle dedi : Biz de öyle yapıyorduk, ama ellerimizi dizler üzerine koymakla emrolunduk.»[204]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Rükû'a eğildiğinde kolları biraz açık tutmak, parmaklar arasını hafif açık bulundurarak elleri dizlerin ön kısmını kaplar şe­kilde koymak sünnettir.

2- Rükû'da ellerinin iç kısmını birleştirip uyluk arasına koy­mak mekruhtur.

Hadîslerin ışığında müctehit imamların görüş, istidlal ve ihticacları :

a)  Hanefîlere göre :

Rûkü'da elleri diz kapakları üzerine koymak sünnettir. Bu, As-hab-ı-Kiramm hemen hepsinin görüş ve amelidir. İbn Mes'ud (R.A.) ise, iki elin içini biraraya getirip uyluklar arasında koymanın sünnet olduğunu söylemişse de, sahîh kabul edilmemiştir.

Hanefîler bu konuda Enes (R.A.) den yapılan şu rivayetle istid­lal etmişlerdir : «Rükû'a gittiğinde iki elin içini dizlerin üzerine koy, parmakların arasını açık tut..»[205]

b)   Şafiîlere göre :

Rükû'da iki elin içiyle diz kapaklarını tutmak ve parmaklar ara­sını açık bulundurarak kıbleye tevcih etmek sünnettir..[206]

c)   Hanbelilere göre :

Rükû'a giden kimseye, ellerini dizleri üzerine koyması vâcibdir. Bu, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'den rivayet yoluyla sabit olmuştur. Aynı zamanda Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Sa'd, İbn Ömer ve Tabiinden önemli bir cemaat de böyle yapmışlardır. îmam Sevrî, îmam Mâlik, îshak b. Rahuye ve rey tarafdarları da aynı görüştedirler.[207] An­cak ismi geçenlerden bir kısmına göre, vâcib, bir kısmına göre sün­nettir.

Seleften bir gruba göre, ellerinin içini birbirine kavuşturup uy­luk arasında tutmak vâcîb veya sünnettir. Ancak İslâm'ın ilk yılla­rında bu böyle idi, sonra neshedildi, yani böyle yapmak kaldırıldı. Mus'ab hadîsi de buna delâlet etmektedir.[208]

d)   Mâlikilere göre :

Sahnûn'un ibn Kasım'dan naklen tesbitine göre, İmam Mâlik rükû' hususunda bir had koymamış, bunu bid'a saymış ve herkes nasıl rükû' yapıyorsa öyle rükû' yapılır, demiştir.[209]

Abdurrahman el-Ceziri ise, bu meseleyle ilgili Mâliki mezhebi­nin görüşünü şöyle nakletmektedir : «Elleri dizlerin üzerine koy­mak, kolları yanlardan biraz açmak menduptur, sünnet değildir. Rükû'da parmakların arasını açmak veya kapamak söz konusu de­ğildir, kendi haline bırakılır, sadece temkini sağlamak için eller iyi­ce diz kapaklarına dayatılır.[210]

Diğer üç mezhebe göre, kadınlar rükû'da kollarını yanlarından açık tutmazlar, bilâkis tam yanlarına bitiştirerek rükû' yaparlar. Bunda, ittifak vardır.                                                                 

Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller :                                  

Ebu Cafer et-Tahavi bu meseleyle ilgili, farklı rivayetleri nakle­derek rükû'da elleri nasıl tutmanın sünnet olduğunu belirtmeye ça­lışmıştır. Önce, iki elin içini birbirine dayayıp uyluk arasında tutan­ların istidlal ettikleri rivayetleri şöyle sıralamıştır:                        

Alkarna ve el-Esved'den yapılan rivayette, bu iki zat, Abdullah'­ın yanma girmişler. Abdullah onlara, «bunlar sizin arkanızda   İnamaz kıldılar mı?» diye sormuş, onlar da «evet...» diye cevap vermiş­ler. Bunun üzerine Abdullah kalkıp namaza dururken birini sağma, diğerine soluna almıştır. Alkame ile Esved devamla diyorlar ki, biz­ler ellerimizi dizlerimiz üzerine koyup rükû'u yerine getirdik. O eliy­le ellerimize vurdu ve ellerimizin içlerini bitiştirdi, sonra da kendi ellerini bitiştirip uylukları araşma koyduktan sonra şöyle dedi: «İş­te Peygamber  (A.S.)  da böyle yapardı.»

Aynı rivayet iki ayrı tarikden daha yapılmıştır. Bazıları bu ri­vayetlerle ihticac ederek rükû'da ellerin içlerini bitiştirip uyluk ara­sına konulması görüşünü savunmuşlardır.[211]

Ebu Abdurrahnıan'm yaptığı rivayete göre, Ömer CR.A.) şöyle demiştir : «Ellerinizle dizlerinize iyice tutunun, çünkü diz kapakla­rına iyice tutunmak size sünnet kılınmıştır.»

Ata' b. Sâib, Salim el-Birad'dan rivayet ediyor ve «Salim benim yanımda kendi nefsimden daha sika (güvenilir) dir» diyor. Salim şöyle demiştir: Ebu Mes'ud el-Bedrî bize dedi ki: «Size Resulüllâh'-m (A.S.) nasıl namaz kıldığını göstereyim mi?» Bunu müteakip uzun bir hadis nakletti ve sonra şöyle dedi : «Resûlüllah (A.S.) rü-kû'a vardı, iki elinin içlerini dizleri üzerine koydu ve parmaklarını diz kapaklarının altına doğru açık bir vaziyette bulundurdu»[212]

Amir b. Atâ' da diyor ki : Ebu Humayd es-Sâidî'den işittim, o, biri Ebu Katâde olmak üzere on tane ashabın yanında belirtilen şe­kilde rükû' yapıldığını söylemiş, hepsi de doğru söylüyorsun diye onu tasdik etmişlerdir.

Mus'ab b. Sa'd'in de kendi babasından buna benzer bir rivayet yaptığı, namazda ellerinin içini üstüste koyup uylukları arasında tutunca, babası ona mani olmuş ve «oğulcağızım, biz de öyle yapı­yorduk. Sonra Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, ellerimizin içini dizleri­mizin üzerine koymamızı emretti,» demiştir.

Ebu Cafer bu mana ve hükümde birkaç rivayet naklettikten sonra rükû:da elleri dizlerin üzerine koymanın sünnet olduğu neti­cesini istidlal ederek aksine olan rivayetlerin hükmünün kaldırıldı­ğını belirtiyor.

Enes b. Mâlik (R.A.) diyor ki:

«Resûlüllah (A.S.) Efendtmiz'e on yıl hizmet ettim, hiçbir gün beni dövüp azarlamadı, eliyle beni itmedi ve ağır bir söz söylemedi ve yüzünü bile olsun ekşitmedi...» Enes anlattıklarını uzun uzadıya ifade ettikten sonra şöyle dedi : «Peygamber (A.S.) bana, oğulcağı-zım, rükû'a vardığında ellerin içini dizlerin üzerine koy ve parmak­ların aralarını açık bulundur, kollarım da iki yanından açıp biraz yüksekçe tut...» Bu hadîsi Taberâm* el-MuJcemü's-Sağîr'inde, Ebu Ya'lâ el-Mevsalî kendi Müsned'inde rivayet etmişlerdir.

Bu manada bir diğer hadîsi İbn Adiy el-Kâmil'de, el-Akiylî ve İbn Hibban Kitabu'z-Zuafa'da Kesir b. Abdullah Ebu Hâşim el-Âmâ-li'den rivayet etmişlerdir. Ancak İbn Adiy ve el-Akiylî hadisin zayıf olduğunu belirtmişler; râvilerinden Kesir b. Sâlim'in hadîs uydur­duğunu İbn Hibban söyleyerek güvenilir bir kişi olmadığına dikkat­leri çekmişlerdir.[213]

Ebu Velîd Muhammed b. Abdullah el-Erzakî Mekke Tarihi'nde İsmail b. Râfi' tarikiyle Enes b. Mâlik'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir : «Resûlüllah  (A.S.)  Efendimizle birlikte Mescid-i Hayf'de bulu­nuyordum. İki adam O'na geldi. Biri Ansardan, diğeri Sakîf kabile­sinden idi, SakifH öne geçip bir şey sormak   isteyince   Peygamber (A.S.) ona : SaMfîi kardeş! hacetin ne ise sor, ama ister sen ne sor­mak istediğini ben sana haber vereyim? O da, bu benim için çok da­ha uygun olur, diye cevap verdi. Peygamber (A.S.), namazından sor­mak üzere geldin, değil mi- O da, evet, seni hak peygamber olarak gönderen Allah hakkı için öyledir, dedi. Peygamber (A.S.) ona şöyle buyurdu : «Gecenin evvelinde ve sonunda namaz kü, sonra gecenin ortasında uyu. Namaza kalktığın zaman, rükû'a vardığında ellerini dizlerin üzerine koy, parmakların arasını açık tut, sonra başını kal­dır ve eklemlerinden her biri yerini alıncaya kadar doğrulup bekle..» Bu hadîsin bir benzerini de İbn Hibban kendi Sahîh'inde riva­yet etmiştir. Taberânî ise el-Mu'cem'inde naklederek hadîsin tama­mını zikretmiştir.[214]

Zeylaî, rüku'da ellerin dizler üzerine konulmasıyla ilgili ona ya­kın hadîs rivayet etmiştir ki, çoğu sahihtir. Böylece namazda rükû'­da elleri dizler üzerine koymak, parmaklar arasım biraz açık tut­mak sünnettir. Aksine bir şekil ise mekruhtur.

794 ve 795 nolu Ebu Mes'ud ve Rifa'a hadîslerinin ricali sikat (gü­venilirler) dir. O bakımdan her iki hadisin sıhhati üzerinde şüphe eden çıkmamıştır.

796 nolu Mus'ab hadisini ise Tirmizî sahîhlemiştir. Aynı zaman­da bu manada ona yakın hadis rivayet edilmiştir.[215]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Rükû'a gidildiğinde elleri dizler üzerine    koymak ve par­maklar arasım biraz açık tutmak sünnettir.

2- Rükû'da ellerin içlerini birbirine yapıştırıp   uyluk arasına konulması ile ilgili hüküm kaldırılmıştır. O bakımdan yapılmasında kerahet vardır.

3- Rükû'da kolları biraz yükseltip açık tutmak müstehabdır. Kadınların ise, kollarını yanlarına bitiştirmeleri müstehabdır. [216]

 

Rüku ve Secdelerde Zikir ve Tesbih

 

Namaz baştan sonuna kadar duâ, zikir ve teşbihten ibarettir. O bakımdan rükû' ve secdelerde de sadece şekle bağlı kalmmayıp zi­kir ve teşbih yapılır.

İlgili hadîsler:

IHuzayfe (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «Peygamber (A.S.) ile beraber namaz kıldım. Rükû'a da SÜBHANE RABBİYE'L-AZÎM diyordu. Secdelerde ise, S RABBİYE'L-A'LÂ diyordu. Peygamberimiz (A.S.) namazda ne ka­dar bir rahmet âyetine gelirse, durup orada rahmet ister, ne kadar azâb âyetine gelirse, ondan (Allah'a)   sığınırdı.»[217]

Ukbe b. Âmir (RA.) den yapılan rivayette, demiştir ki FESEBBİH İSME RABBİKE'L-AZÎM âyeti indiğinde, ResûlüUah (A.S.) Efendimiz bize, bunu rükûunuzda   yerine   getirin,   diye   buyurdu. SEBBİH İSME RABBİKE'L-A'LÂ âyeti inince, Resûlüllah  (A.S.), bu­nu da secdelerinizde yerine getirin, buyurdu.»[218]

Hz. Aişe (R.A.) yapılan rivayette, «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz rükû' ve secdelerinde şöyle derdi : SÜBBUHUN- KUDDÜSUN RAB-BÜ'L-MELÂİKETİ VE'R-RUH..»[219]

Yine Hz. Aişe (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «Resû­lüUah (A.S.) Efendimiz, rükû' ve secdelerinde çokça SÜBHANE'LLA-HÜMME RABBENA VE BİHAMDİKE, ALLAHÜMME'ĞFİR LÎ.. Böy­lece Resûlüllah Kur'ân'ı te'vîl ederdi.»[220]

Kur'ân'ı te'vilinden maksat,    FESEBBİH   BÎ-HAMDΠ  RABBİKE VE'STEĞFİRHU âyetini yorumlayarak adı geçen şekilde duâ ederdi. Avn b. Abdullah b. Utbe'den, o da İbn Mes'ud'dan (R.A.) yaptığı rivayette, Resûlüllah (A.S.)  Efendimiz şöyle buyurmuştur : «Sizden biriniz rükû' yaptığı zaman, rükû'unda üç defa SÜBHANE RABBÎ-YE'L-AZÎM derse, gerçekten rükû'u tamamlamış olur. Bu da (orada­ki teşbihin)  en aşağı (sayısıdır). Secde ettiği zaman, secdesinde üç defa SÜBHANE RABBİYE'L-A'L derse,  gerçekten secdesi tamam­lanmış olur ve buda (secdede yapılan teşbihin) en aşağı (sayısıdır).»[221]

Saîd b. Cübeyr (R.A.) den, o da Enes b. Mâlik (R.A.) den yaptı­ğı rivayette, Enes (R.A.) şöyle demiştir : «Resûlüllah (A.S.) Efendi-miz'in arkasında namaz kıldıktan sonra, şu gencin namaz kıldırma­sından daha çok ona benzeyenini görmedim. Bununla Ömer b. Abdü-laziz'İ kasdediyordu. Enes devamla diyor ki : «Biz onun rükûunda on tesbîh, secdesinde de on teşbih söylediğini takdir edip (saydık).»[222]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Rükû'da SÜBHANE RABBÎYE'L-AZÎM demek sünnettir.

2- Secde de ise, SÜBHANE RABBİYE'L-A'LÂ demek sünnettir.

3- Namazda kıraat esnasında rahmet âyetlerine gelince, Al­lah'tan rahmet dilemek, azap âyetlerine   gelince, Allah'a sığınmak müstehabdır.

4- Ayrıca rükû ve secdelerde SÜBBUHUN, KUDDUSÜN RABBÜ'L-MELAİKETİ VE'R-RUH demek müstehabdır.

5- Rükû' ve secdelerde yapılan teşbihleri üçer defa söylemek sünnettir.

Hadislerin ışığında müctehit imamların görüş, içtihat, istidlal ve ihticaclan:

a)  Hanefîlere göre :

Rükû'da üç defa SÜBHANE RABBİYE'L-AZÎM demek sünnettir. Bu, aynı zamanda ilim adamlarının çoğunun kavlidir. Haneliler bu konuda Akabe b. Âmir CR.A.) den yapılan şu rivayetle istidlal etmiş­lerdir : «FESEBBÎH BÎSMİ RABBİKE'L-AZÎM âyeti inince, Resûlül­lah (A.S.) Efendimiz, bunu rükû'unuzda yerine getiriniz, buyurdu. SEBBİH İSME RABBİKE'L-A'LÂ âyeti inince, Resûlüllah (A.S.) Efen­dimiz, bunu da secdenizde yerine getiriniz, buyurdu.

Rükû' ve secdelerde sözü edilen teşbihleri üçer defa söylemek sünnettir ve bu en aşağı sayıdır.[223] Ayrıca Hanefîler îbn Mes'ûd (R.A.) den yapılan şu rivayeti de kendilerine senet olarak seçmişler­dir : «Sizden biriniz namaz kıldığı zaman rükûuııda üç defa SÜB­HANE RABBİYE'L-AZÎM desin. Secdesinde ise, üç defa SÜBHANE RABBİYE'L-A'LÂ desin. Bu, en aşağı sayıdır.

O bakımdan İmam Muhammed'den yapılan bir rivayette, rükû' ve secdelerde sözü edilen tesbîhi sadece bir defa söylemek mekruh­tur, dediği belirtilmiştir. Çünkü hadîs bunun en aşağı sayısını üç olarak belirlemiştir. Üç defadan fazla söylemek ise daha faziletli­dir.[224]

b)   Şâfiîlere göre :

Rükû'da bir defa SÜBHANE RABBÎYE'L-AZÎM demekle sünnet yerine gelmiş olur. İkinci ve üçüncü defa tekrarlamak menduptur. İmam üçten fazla söylemez, ama münferit (yalnız başına namaz kı­lan) söyleyebilir.

Ayrıca yalnız basma namaz kılan kimse rükû'da teşbihten son­ra şu duayı okuması müstehabdır : «ALLAHÜMME LEKE REKÂ'TÜ VE BİKE AMENTÜ VE LEKE ESLEMTÜ HAŞAA LEKE SEMİ VE BASARİ VE MUHHÎ VE AZMÎ VE ASABİ VEMA'STEKALET KA-DEMÎ.[225]

Kâsâni ise, bu konuda Şafiî'nin görüşünü belirtirken, rükû'da sa­dece bir defa teşbih söyler, diyerek bir sınırlamaya yer vermiştir. İl­let olarak da bu mezhebin şöyle dediğini nakletmiştir : «Çünkü bir fiil ile emir tekrarı gerektirmez. O bakımdan bir defa yerine getiri­lince emre imtisal gerçekleşmiş olur.»[226] Oysa az önce de belirtti­ğimiz gibi, bir defa söylemek, sünnet, ikinci ve üçüncü defa söylemek menduptur, İhtimal Kâsânî, sadece sünnet olanı yansıtmakla yetin­mek istemiştir.

Ayrıca İmam Şafiî bu mesele hakkında şöyle demiştir : «Rükû'a eğilenin o vaziyette üç defa SÜBHANE RABBİYE'L-AZÎM demesini müstehab görüyorum. Yapılan rivayete göre Resûlüllah (A.S.) Efen-miz rükû' ve secdelerinde ne demişse, onu kısaltmamamız bence müstehabdır, ister namaz kılan imam, ister münferit olsun..»[227]

Anlaşılan İmam Şafiî rükû'da söylenecek tesbîh hususunda İbn Mes'ûd hadisim dikkate almış ve onunla istidlal etmiştir. Ancak el-Ümm'de, «eğer hadîs sahihsa...» ifadesini kullandığına bakılırsa, bu mesele üzerinde içtihatta bulunurken hadîsi tesbit edebilmiş, sadece sıhhati üzerinde yeterli bir araştırmada bulunma imkânı elde ede­mediğini ima etmek istemiştir.

c) Hanbelîlere göre :

Rükû'da üç defa SÜBHANE RABBÎYE'L-AZÎM söyler ve bu ke­mal derecesinin en aşağısıdır. Şayet bir defa söylerse kafi gelir.

Hanbeliler bu konuda Akabe b. Âmir hadîsiyle istidlal etmişler­dir. Ayrıca el-Esrem'in Hüzayfe (R.A.) den- yaptığı şu rivayeti de kendilerine senet seçmişlerdir : «Rükû'a eğildiğinde üç defa SÜB­HANE RABBİYE'L-AZÎM söyler...»

Ayrıca îmam Ahmed'in Hasan    el-Basrî'den yaptığı   rivayette, adı geçen şöyle demiştir : «Tam olan tesbîh yedi defadır, ortalama olanı beş, en aşağı olanı üç defadır...»[228]

d) Mâlikîlere göre :

Rükû ve secdelerde teşbih menduptur ve onun belirli bir lafzı yoktur. Ancak zikredilen lâfzı söylemek afdaldır. Aynı zamanda be­lirtilen iki yerde tesbîh için belirlenmiş bir sayı da söz konusu değil­dir.[229]

İbn Kudame de îmam Mâlik'in bu konuda şöyle dediğini naklet-mistir : «Bize göre, rükû' ve secde de sınırlanmış bir tesbîh yoktur. Sa­dece ben rükû' ve secdede tesbîh olduğunu işittim.»[230] İmam Mâ-! lik'in «işittim» sözünden maksat, bu husustaki   rivayetler kulağıma kadar ulaştı,'demektir.                                                               

Haber-i vahid olarak rivayet edilen hadîslerin delil olabilmesi için, İmam Mâlik'e göre, o haberin Medinelilerin ameline uyması şarttır. Aksi halde yani onların ameline uymayan haber-i vahid'le amel edilmez. Burada da îmam Mâlik hadîslerden ziyade Medineli'-lerin amelini dikkate almış ve «üç defa SÜBHANE RABBİYE'L-AZÎM söyler» mealindeki haber-i vahidle istidlal etmemiştir.

Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller     :

Rükû'da belirtilen teşbihten başka Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'-in birtakım dualar yaptığı rivayet yoluyla sabit olmuştur. Bunlar­dan birkaç örnek verelim:

Abdullah b. Ebî Râfi'in Hz. Ali (R.A.) den yaptığı rivayette, de­miştir ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz rükû'da bulunduğunda şöy­le diyordu : ALLAHÜMME LEKE REKÂ'TÜ VE BİKE ÂMENTÜ VE LEKE ESLEMTÜ VE ENTE RABBÎ, HAŞAA LEKE SEM'Î VE BASA­RI VE MUHHÎ VE AZMÎ VE ASABÎ LİLLAHİ RABBİ'L-ÂLEMÎN.»[231]        

Mesruk'un Hz. Âişe (R.A.) dan yaptığı rivayette, demiştir ki : «Resûlülah (A.S.) Efendimiz rükû'unda (duaları) çoğaltır ve şöyle derdi : SÜBHANEKE'LLAHÜMME VE Bİ-HAMDİKE ESTAĞFİRÜ-KE VE ETÜBU İLEYKE, FAĞFİR LÎ İNNEKE ENTE'T-TEVVAB.»[232]

Mutarrif in Hz, Âişe (R.A.) dan yaptığı rivayette, Hz. Aişe def iniştir ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz rükû' ve secdelerinde şöyl^ derdi : SÜBBUHUN  KUDDUSÜN RABBÜ'L-MELÂİKETİ VE'R-RUH.*[233]                                                               

Yine Hz. Aişe (R.A.) dan, Rebi'u'l-Müezzin tankıyla yapılan ri-vâyette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin bir gece secdede şöyle dua ettiğini işitmiştir : ALLAHÜMME İNNÎ EÛZÜ Bİ-RIDAKE MİN SAİ-HATİKE VE EÛZÜ Bİ-AVFİKE MİN İKABÎKE VE EÛZÜ BİKE İ KE, LÂ UHSÎ SENÂEN ALEYKE ENTE KEMA ESNEYTE ^ NEFSİKE.»[234]

Ebû Cafer et-Tahavî bu ve benzeri rivayetleri sıraladıktan son1-ra şöyle diyor : Bir topluluk bu haberleri dikkate alarak, adamın rü­kû' ve secdelerde hoşuna gittiği duaları yapmasında bir sakınca yolî-tur, demişler ve onlara göre, bu iki yerde belirlenmiş bir dua ve teş-bîh yoktur. Delilleri de yukarıdaki rivayetlerdir.                            

Diğer bir topluluk onlara muhalefet ederek şöyle demişlerdir:

Namaz kılan kimsenin rükû'unda SÜBHANE RABBİYE'L-AZÎM teş­bihinden başkasını söylemesi uygun olmaz, ama bunu istediği kadar tekrarlayabilir, üç defadan aşağı söylemesi de uygun olmaz Aynı zamanda secdesinde de, SÜBHANE RABBİYE'L-A'LÂ dan başka bir şey söylemesi uygun olmaz. Ama bunu istediği kadar tekrarlayabi­lir, üç defadan aşağı olması da uygun değildir. Bunlar konumuzun başında naklettiğimiz Akabe b. Âmir hadîsiyle istidlal ve ihticac et­mişlerdir. Ayrıca bu grup, Akabe b. Âmir hadîsinde geçen iki âyet inmeden önce, Resûlüllah'm (A.S.) değişik dualar okuduğu oluyor­du, ama o âyetler inince artık rükû'da sadece SÜBHANE RABBİYE'L-AZÎM ve secdede SÜBHANE RABBİYE'L-A'LÂ teşbihlerini söylemiştir.

Bu âyetler inince Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ashabına rükû'da ve secdede bu iki teşbihin söylenmesini emretmiş, böylece bu emir önceki dua ve teşbihleri neshetmiştir.»[235]

Sonra da Ebû Cafer et-Tahavî, Resûlüllah'ın (A.S.) rükû'da SÜBHANE RABBİYE'L-AZÎM ve secdede SÜBHANE RABBİYE'L-A'LÂ dediğine dair rivayetleri nakledip sıralamıştır. Sonuç olarak da görüşünü şöyle belirtmiştir : «Bu açıdan biz tekbîri kendine has

yerlerde, teşehhüdü kendine ait yerde, istiftahı kendine has yerde, teslimi kendine has yerde anıp başka bir şeye geçnıemeyi belirttik. Bunlar gibi rükû' ve secdelerde de has bir zikir vardır, başkasına geçmek uygun değildir.» [236]

Zeylaî rükû'da teşbih konusuyla ilgili rivayetleri muhtelif tarik lerden naklederek şöyle sıralamıştır :

«Sizden biriniz rükû'a eğildiğinde, orada üç defa şöyle desin : SÜBHANE RABBÎYE'L-AZÎM ve bu en aşağı olanı (sayıca en aşağı derecede bulunanı) dır.»[237]

İbn Mace ise, Avn b. Abdullah tarikiyla İbn Mes'ud (R.A.) den, Resûlülİah'm (A.S.) şöyle buyurduğunu tahrîc etmiştir : «Sizden bi­riniz rükû'a eğildiğinde üç defa SÜBHANE RABBİYE'L-AZÎM desin ve bu en aşağı (sayısı) dır. Secde ettiğinde ise, üç defa SÜBHANE RABBİYE'L-A'LÂ desin ve bu da en aşağı (sayısı) dır.» Aynı rivayeti Ebû Dâvud da yapmıştır.

Tircnizî ise şu lâfızla rivayet etmiştir : «Sizden biriniz rükû'a eğildiğinde, orada üç defa SÜBHANE RABBİYE'-AZÎM derse, gerçek­ten rükû'u tamamlanmıştır... Secde ettiği zaman, orada üç defa SÜBHANE RABBİYE'L-A'LÂ derse, gerçekten secdesi tamamlanmış olur. Bu da en aşağı (sayısı) dır.»

Ebu Dâvud, bu hadîsin mursel olduğunu, çünkü Avn b. Abdul­lah'ın İbn Mes'ûd'a ulaşmadığı bilinmektedir, demiştir, imam Tirmi-zî de, «bu hadîsin isnadı muttasıl değildir; zira Avn, Abdullah'la bu-luşmamıştır,» der. Beyhakî de aynı görüştedir.[238]

807 nolu Huzayfe hadîsinde rükû ve secdelerde hangi teşbihin söylenmesi gerektiği belirtiliyor, ancak bu vâcib değil, sünnettir. Ni­tekim müctehit imamlar da aynı görüştedirler. Sadece İmam Mâlik bunun mendup olduğunu söylemiştir.

Peygamberimiz namazda ne kadar bir rahmet âyetine gelirse, durup orada rahmet ister, ne kadar bir azap âyetine gelirse, ondan Allah'a sığınırdı, bölümüne gelince, İmam Şafiî, bunun mendup ol­duğunu belirtmiştir. İshak b. Râhuye ise, rükû ve secdelerdeki teşbi­hin vâcib olduğunu söylemiş ve o bakımdan kasden terkedenin na-

mazı bozulur, diye ilâve etmiştir. Davud ez-Zahirî de aynı görüşte­dir. İmam Ahmed'den yapılan bir rivayette ise, namazdaki bütün tekbîrler, rükû ve secdelerdeki teşbihler ve rükû'dan kalkıldığında SEMÎ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHU demek vâcibdir. Bunlardan bi­rini kasden terkedenin namazı hükümsüz olur. îmanı Ahmed'den bunların sünnet olduğuna dair rivayetler de yapılmıştır.

808  nolu Akabe b. Âmir hadîsini ayrıca el-Hâkim kendi Müsted-rek'inde tahrîc etmiş, İbıı Hibban da sahîhlemiştir.[239]

809  nolu Hz. Aişe (R.A.) hadîsinde SÜBBUH VE KUDDÜS tabir­leri geçmektedir. Birincisinin mânası, noksanlıklardan,  şirkten    ve ulûhiyetine lâyık olmayan her şeyden berî; ikincisinin mânası, yara­tana lâyık olmayan her şeyden pâk ve temiz olan demektir.

Hadîs sahihtir.

810  nolu yine Hz. Aişe (R.A.) hadîsine gelince, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in rükû' ve secdelerde belirtilen   tesbîh ve tahmidi, ÎZA CAE NASRULLAH âyeti indikten sonra devam ettiğini Şevkanî nak­letmektedir.[240]

811  nolu Avn b. Abdullah b. Utbe hadîsinin   mürsel   olduğunu Ebu Dâvud söylemiştir ki buna daha önce de işaret etmiştik. Çünkü yapılan tesbitlere göre, Avn, Abdullah b. Mes'ûd'a (R.A.)    yetişme­miştir. Aradan bir şahabının düşürüldüğü anlaşılıyor. Tirmizî de bu­nun isnadı muttasıl değildir, demiştir. Bundan, hadîsin    senedinde bir kesiklik tesbit edildiği anlaşılıyor.

Avn b. Abdullah'a gelince, sika (güvenilir) kabul edilmiş ve as-habdan bir cemaatten rivayet yapmıştır. Müslim de onun hadîsleri­ni tahrîc etmiştir.

812 nolu Saîd b. Cübeyr hadîsinin ricalinin hepsi sikat (güveni­lirler) dir. Ancak Abdullah b. İbrahim b. Amir b. Keysan Ebu Yezîd as-San'ânî üzerinde durulmuştur : Ebû Hatim, onun salihü'l-hadîs olduğunu; Nesâi, onun rivayetinde bir beis yoktur, demişlerdir. Ay­nı zamanda Nesâî onun bir hadîsini kendi kitabına almıştır,[241]

Hadîsin açık delâletinden, rükû ve secdelerde, yalnız başına na­maz kılan kimse teşbihleri istediği kadar çoğaltabilir, yani üçten fazla tekrarlamasında bir sakınca yoktur. Ömer b. Abdülaziz'in 10 defa söylemesi tahdidi değildir. İmama gelince, cemaati bıkkınlık hissetmiyor da memnun kalıyorlarsa, teşbihleri üçten fazla tekrar­layabilir. [242]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Rükû1 da üç defa SÜBHANE RABBİYET-AZÎM demek sün­nettir. Bir defa da söylendiği takdirde sünnet yerine gelmiş olur.

2- Secdede üç defa SÜBHANE RABBÎ'L-A'LÂ demek sünnet­tir. Bir defa söylendiği takdirde de sünnet yerine gelmiş sayılır.

3- Rükû ve secdelerde teşbihleri üçten fazla söylemekte   bir salonca yoktur. Ancak imamlık yapan kimsenin cemaatin durumu­nu bilmesi, üçten fazla söylediğinde sıkılıp sıkılmadıklarını    tesbit etmesi uygun olur. O bakımdan yalnız başına namaz kılan kimse üç­ten fazla söyleyebilir. İmamın üç defa ile yetinmesi daha uygun olur.

4- Rükû ve secdelerde teşbihten başka dua ve benzeri şeyler söylemek hakkında müctehitler arasında ittifak yoktur. Mendup di­yenler olmuşsa da çoğu muhalefet etmiştir. Ancak yalnız başına na­maz kılan kimsenin vakti müsaitse, me'sur dua ve teşbihleri söyleye­bilir. Buna cevaz verilmiştir.

5- Namazda kıraatte rahmet âyetlerine gelince, gönülden rah­met dilemek, azap âyetleri gelince yine gönülden Allah'a sığınmak menduptur. Dil ile söylenmesi hakkında ittifak yoktur.

6- İmam Mâlik'e göre,- rükû ve secdelerde teşbih    söylemek menduptur. Bir rivayette İmam Ahmed'e göre, vâcibdir. [243]

 

Rüküi ve Secdelerde Kuran Okunmaz

 

Namazda kıraatin yeri belirlendiği gibi, zikir ve teşbihlerin de yeri belirlenmiştir. Tesbîh söylenecek yerlerde Kur'ân'dan bir şey­ler okumak yasaklanmıştır.

Konuyla ilgili hadîsler :

İbıı Abbas (R.A.) dan yapılan rivayette demiştir ki : «ResûlüUah (A.S.) Efendimiz (hasta ikenî perdeyi açtı, insanlar da o sırada Ebu Bekir'in (R.A.) arkasında saf bağlamış durumda idiler. Peygamberimiz (A.S.) şöyle buyurdu : Ey insanlar! peygam­berlik mübeşşiratindan bir şey kalmadı, ancak sâlih rüya kaldı ki Müslüman onu görür veya ona gösterilir. Haberiniz olsun ki, ben rükû' ve secdelerde kıraatten nıen'olundum. Rükû'a gelince, orada Rabbinıza tazimde bulunun, secdede ise, orada duâ hususunda gay­ret sarfedin, lâyıktır ki dualarınız kabul oluna..»[244]

Hadîsin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- ResûlüUah (A.S.) Efendimiz'den sonra artık vahiy inmiye-cektir. O yoldan yapılan tebşiratlarm kapısı kapanmış oluyor.

2- Salih rüya, o tebşiratlarm ayrı bir tecelüsidir ki, müslüman onu görür veya ona gösterilir.

3- Rükû' ve secdelerde Kur'ân'dan sûre veya âyetler okumak men'edilmiştir.

4- Rükû'da Allah'a tazim edilerek    SÜBHANE    RABBİYE'L-A2ÎM denilir.

5- Secdelerde duâ yapılmasında bir sakınca yoktur.

Hadîsin ışığında müctehit imamların görüş, tesbit, içtihat ve is­tidlalleri ;

a) Hanefüere göre:

Kıraati tamamladıktan sonra rükû'a gidilir. Sahîh   olan budur.

Tekbîri ise tam eğilirken söyler.[245] Bu ifadeden de rükû'da Kur'-ân'dan bir şeyler okumanın mekruh olduğu anlaşılıyor.

b) Şâfülere göre;

İmam Şafiî bu konuda 832 nolu İbn Abbas hadîsiyle istidlal et­miştir. O bakımdan el-Ümm'de şöyle belirtmiştir : «Bir kimsenin rü­kû' ve secdelerde Kur'ân okumasını müstehab görmüyorum; çünkü Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bunu men'etmiştir. Rükû ve secdeler jkıraatm ötesinde zikir yerleridir. Bunun gibi, teşehhüt yerinde de jbir kimsenin Kur'ân okumasını müstehab görmüyorum.»[246]

c) Hanbelüere göre :

Rükû' ve secdelerde Kur'ân okumak mekruhtur. Hanbelîler bu meselede Tirmizî'nin hasenleyip sahîhlediği Hz. Ali'nin (R.A.) şu hadîsiyle istidlal etmiştir : «Resûlüîlah (A.S.1 Efendimiz rükû' ve secdelerde Kur'ân okumamı men'etnüştir.» Ayrıca îbn Abbas'ın riva­yet ettiği hadîsi de kendilerine mesned seçmişlerdir : «Doğrusu ben rükû' ve secdede Kur'ân okumaktan men'olundum!...» Ebu Davud'un rivayet ettiği bu hadîsin tamamı şöyledir : «Şüphesiz ki ben, rükû' ve secdede Kur'ân okumaktan men'olundum. Rükû'a gelince, orada Uabbınıza ta'zimede bulunun, Secdede ise duâ etmek için gayret sar-fedin ki duanız kabul olunsun.»[247]

d) Mâlikilere göre :

İmam Mâlik'in rükû'da duâ edilmesini mekruh saydığını, ama bunu secdede mekruh görmediğini Sahnûn kendi eserinde naklet-mistir.[248] Bundan, kıraatin da rükû' ve secdede yapılmasının mek­ruh olduğu anlaşılıyor.

Böylece rükû' ve secdelerde Kur'ân okumanın mekruh olduğun­da müctehit imamlarm ittifakı vardır. Buna muhalefet eden olma­mıştır. [249]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Rükû'da sadece Allah'a ta'zîm edilerek .belirtilen tesbîh söylenir. O balamdan rükû'da Kur'ân okumak veya ayakta iken baş­lanılan kıraati rükû'da tamamlamak mekruhtur.

2- Rükû'da Şâfülere göre, bazı me'sur dualar yapılabilir. Mâ-likîlere göre, bu da mekruhtur.

3- Secdede hem teşbih, hem duâ etmek müstehabdır. Sadece belirtilen tesbîhi söylemek sünnettir. [250]

 

Rükü’dan Kalkınca Ne Söylenir ?

 

Bu hususta da müctehit imamların farklı tesbit ve içtihattan ol­muştur. Rivayetler de biraz farklıdır.

Ebu Hüreyre (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz namaza kalkınca, ayağa kalkınca tekbîr getirirdi, sonra rükû'a gidince yine tekbîr getirirdi ve sonra­da o rek'atten kalkıp belini doğrultunca SEMİ'ALAHU LîMEN HA-MİDEHÜ derdi. Sonra ayakta iken şöyle derdi : RABBENA VE LE-KE'L-HAMD. Sonra secde için eğilirken tekbîr getirirdi, sonra başını kaldırınca yine tekbîr getirirdi, sonra tekrar secdeye gidince tekbîr getirirdi, sonra yine secdeden başını kaldırınca tekbîr getirirdi ve sonra da bunu her rekâtinde yapardı ve bir de ikinci rekâte oturup üçüncü rekâte kalkınca yine tekbîr getirirdi.»[251]

Enes (R.A.) den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir : «İmam SEMİ'ALLAHU LIMEN HAMİDEHÜ dediği zaman siz RABBENA VE LEKE'L-HAMD deyin.»[252]

îbn Abbas CR.AJ dan yapılan rivayette, demiştir ki : «Resûlüllah Efendimiz başım rükû'dan kaldırınca, ALLAHÜMME RABBENA LE-KE'L-HAMDU MİL'E'S-SEMAVATİ VE MİL'E'L-ARZİ VE MİL'E MA-BEYNEHÜMA VE MİL'E MA Şİ'TE MİN ŞEY'İN BA'DÜ EHLE'S-SE-NÂİ VE'L-MECDİ, LÂ MÂNİ'A LİMA A'TAYTE VELA MU'TİYE Lİ-İVİA MENA'TE VELA YENFEU ZA'L-CEDDÎ MİNKE'L-CEDD.»[253]

Derdi.

Hadiselerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Rükû'dan kalkıldığı zaman SEMÎ'ALLAHU LİMEN HAMÎ-DEHÜ demek sünettir.

2- Rükû'dan kalkılıp beli doğrulttuğunda RABBENA VE LE­KE'L-HAMD demek sünnettir. Bazı rivayetlerde ise, RABBENA LE­KE'L-HAMD şeklinde bir ibare nakledilerek LEKE'nin başında (vav) kullanılmamıştır.

3- Namaza başlarken, rükû'a  eğilirken,   secdeye    gidilirken, secdeden başı kaldırırken, yine ikinci   secdeye   gidilirken ve ikinci secdeden başı kaldırırken tekbîr getirmek sünnettir.

4- İkinci rekâte oturup üçüncü rekâte kalktığında yine tekbir getirmek sünnettir.

5- İmama uyup cemaat halinde namaz kılınırken, İmam rü­kû'dan SEMÎ'ALLAHU LÎMEN HAMİDEHÜ diyerek kalktığında ona uyanların RABBENA VE LEKE'L-HAMD VEYA RABBENA LEKE'L-HAMD demeleri sünnettir.

6- Rükû'dan. kalkılıp RABBENA LEKE'L-HAMD'den sonra 839 nolu hadîste geçen duayı okumak müstehabdır.

Hadîslerin ışığında müctehit imamların görüş, içtihat ve istidlal­leri :                  :

a) Hanefilere göre :

Namaz kılan kimse imam olarak bulunuyorsa, başını rükû'den kaldırdığında sadece SEMÎ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHÜ der, RAB­BENA LEKE'L-HAMD demez. Bu, İmam Ebû Hanîfe'nin kavlidir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre, her ikisini de söyler.

Ancak Ebû Hanife'den yapılan bir rivayete göre ise, o da imamın her ikisini söyleyebileceğini belirtmiştir.[254]

Hanefîler bu meselede Ebu Hüreyre hadîsiyle istidlal etmişler­dir. Yalnız başına namaz kılan kimse sözü edilen iki duayı birlikte söyler. İmam Ebû Hanîfe'nin' bilinci kavline gelince, Kâsânî'nin tes-bitine göre, imam bu görüş ve içtihadında Ebu Musa el-Eş'arî ile Ebû Hüreyre'den rivayet edilen şu hadîsle istidlal ve ihticac etmiş­tir : «İmam ancak kendisine uyulsun diye imamdır, o halde ona mu­halefet etmeyiniz ; O tekbîr getirince siz de tekbîr getirin, o okuma­ya başlayınca siz susun; o, VELA'D-DALLÎN dediği zaman, siz ÂMÎN deyin. İmam Rükû'a varınca siz de varın, imam SEMÎ'ALLAHU LέMEN HAMİDEHÜ deyince siz, RABBENA LEKE'L-HAMD deyin..»[255]

b)  Şâfiilere göre :

Namaz kılan kimse başını rükû'dan kaldırdığı zaman SEMÎ'AL— LAHU LÎMEN HAMİDEHÜ der, belini   doğrultunca   da RABBENA .  LEKE'L-HAMD veya RABBENA VELEKE'L-HAMD der. Veya ALLA­HÜMME RABBENA LEKE'L-HAMD de diyebilir. Buna ilâveten me'-sur duayı okuyabilir. Yalnız başına namaz kılan kimse, daha fazla dua ve senada bulunabilir.[256]

c) Hanbelîlere göre :

Rükû'u tamamlayıp başım kaldırdığı zaman SE'MÎALLAHU LέMEN HAMİDEHÜ söyler. Hem rükû'dan kalkmak, hem de beli doğ­rultmak vâcibdir. îmam ise TESMÎ'Î aşikâr söyler. Sonra belini doğ­rultunca da RABBENA LEKEX-HAMDU MÎL'E'S-SEMAVATİ VE MİL'E'L-ARZI VE MİL'E MA Şİ'TE MİN ŞEY'ÎN BA'DÜ.. der.

İmanı Ahmed'den yapılan bir rivayette ise, yalnız başına na­maz kılan bu son kısmı söylemez. Her ikisini birarada söylemek imam için meşru'dür.[257]

Tabii bunları söylemek sünnettir.

d) Mâlikîlere göre

İmam Mâlik, RABBENA LEKE'L-HAMDI yalnız imama uyanlar söylerler. îmanı ise, SEMİ'ALLAHU LÎMEN HAMİDEHÜ ile yetinir, demiştir.

Böylece bu iki duâ hakkında müctehlt imamlar arasında bazı farklı yorum ve içtihat söz konusudur.

Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller :

et-Tahavî bu konuda Ebu Musa el-Eş'ârî hadîsini ve bir de Ebû Hüreyre hadîsini birkaç tarikten rivayet ettikten sonra şöyle demiş­tir :

Sözü edilen hadîsler, imam ve me'mumun neler söyleyeceğine açık şekilde delâlet etmektedir : İmam SEMİ'ALLAHU LÎMEN HA-MÎDEHÜ deyince, siz ALLAHÜMME RABBENA LEKE'L-HAMD de­yin, mealindeki hadîsin bu bölümü, SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMÎ-DEHÜ'yü sadece imamın söyliyeceğine, me'mumun demiyeceğine delildir; RABBENA LEKE'L-HAMD'i ise me'mumun söyliyeceğine, imamın söylemiyeceğine delildir, diyenler vardır.

Bu görüşte olanlar arasında İmam Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik de bulunuyor, yani bu aynı zamanda onların da kavlidir.

Diğer bir grup onlara muhalefet etmiştir. Bunlara göre, İmam hem SEMİ'ALLAHU LÎMEN HAMİDEHÜ, hem de RABBENA LE­KE'L-HAMD söyler. Ona uyanlar da sadece RABBENA LEKE'L-HAMD derler. Zira bu ikinci gruba göre, ResûlüUah (A.S.) Efendi­mizin hadîslerinde, «İmam SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHÜ de­diği zaman siz RABBENA LEKE'L-HAMD DEYİN şeklinde bir emir yoktur.[258]

Buna cevap verecek olursak, diyebiliriz ki, Resûlüllah'm hadî­sinden eğer imamın RABBENA LEKE'L-HAMD demiyeceği anlaşılı-yorsa, o takdirde yalnız namaz kılan kimsenin de aynı şeyi söyle­memesi anlaşılıyor demektir. Oysa yalnız başına namaz kılanın hem SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHÜ, hem de RABBENA LE­KE'L-HAMD demesine muhalefet eden olmamıştır. Buna kıyasla imamın da söylemesini engelleyen bir 'kayıt yoktur, demektir. Nite­kim et-Tahavî de aynı hususa bilhassa değinerek ikincilerin görü­şünün isabetli olmadığım belirtmiştir.

Ebû Hüreyre (R.A.), ben aranızda Resûlüllah'm  (A.S.) namazı-

na en çok benzer şekilde namaz kılammzım, der ve o namazda rü-kû'dan başını kaldırınca hem SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMÎDEHÜ, hem de RABBENA LEKE'L-HAMD derdi.

Urveden yapılan rivayette ise, şöyle demiştir, Hz. Aîşe (R.A.) bana şöyle haber verdi : «Resûlülîah'm (A.S.) hayatında güneş tu­tuldu. O da insanlara namaz kıldırdı, başım rükû'dan kaldırınca, SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHÜ, RABBENA LEKE'L-HAMD dedi.»[259]

Kaldı ki, 837 nolu Ebu Hüreyre hadîsi, imamlık yaparken Resû­lüUah (A.S.) Efendimiz'in sözünü ettiğimiz tesmi' ve tahmîdin iki­sini de söylediği, yalnız başına kılarken de aynı şeye devam ettiği kesinlik kazanmıştır.

İZeylâi de Ebu Hüreyre hadîsini naklettikten sonra İbn Ömer'­den! ve Abdullah b. Ebî Evfâ'dan iki ayrı rivayete yer vererek mese­leye ağırlık kazandırmıştır. İki ayrı rivayeti meâlen naklediyoruz :

^Resûlüllah (A.S.) Efendimiz namaza başlarken tekbîr getirip iki elini omuzları seviyesine kadar kaldırırdı ve Rükû'dan başını kaldırınca, SEMİ'-ALLAHU LİMEN HAMİDEHÜ, RABBENA VELE-KE'L-HAMD derdi.- [260]

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz başını rükû'dan kaldırınca, SE­Mİ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHÜ, ALLAHÜMME RABBENA LEKET-HAMDÜ MİL'E'S-SEMAVATİ...............derdi.-[261]

Bu mealde daha uzun bir hadîsi Sahîh-i Müslim'de Hz. Ali (R.A.) den rivayet edilmiştir ki, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in rükû' ve sec­delerde teşbihlerden başka birtakım dua ve zikirlerde bulunduğu, rükû'dan başını kaldırdığında ise, SEMÎ'ALLAHU LİMEN HAMİDE­HÜ RABBENA VE LEKE'L-HAMDÜ MİL'E S-SEM AV ATİ VE'L-AkZİ VEMA BEYNEHÜMA VE MİL'E MA Şİ'TE MİN ŞEYİN BA'DU dedi­ği belirtilmiştir.[262]

îbn Dakiyk el-Iyd, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in rükû'dan ba­şım kaldırınca ellerini omuz seviyesine kadar yükseltip SEMİ'ALLA­HU LÎMEN HAMİDEHÜ RABBENA VE LEKE'L-HAMDÜ dediğiyle ilgili Abdullah b. Ömer hadîsini açıklarken bu hadîse Buharî,   Müs-

lim ve Nesâi'nin yer verdiğini belirtmiş, sonra da açıklamanın tama­mını rükû'dan kalkınca elleri omuz seviyesine kadar kaldırma me­selesine teksif etmiş, diğer husus üzerinde durmamıştır.[263]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- İmam başını rükû'dan kaldırınca   SEMİ'ALLAHU   LtMEN HAMİDEHÜ, RABBENA LEKE'L-HAMDÜ der, bunu söylemesi sün­nettir. Şafiîler de aynı görüştedirler. Hanbelîler de buna yakın icti-ihatta bulunmuşlarsa da, İmam Ahmed'den yapılan bir rivayette, bu |ikisini imamın söylemesi sünnettir, yalnız başına   kılan ise, sadece tesmi' söylemesi sünnettir.

İmam Mâlik ise, imama uyanlar sadece RABBENA LEKE'L-HAMD derler, İmam ise sadece tesmi' ile yetinir. Onlara göre, belir­tilen şekilde hareket etmek sünnettir.

2- Rükû' ve secdelerde me'sür duâ ve zikirleri söylemek müa ıtehabdır. [264]

 

Rükü’dan Kalkınca Beli Doğrultup Durmak Farzdır

 

Namaz her ne kadar duâ, teşbih, zikir ve tehlilden ibaretse de, ibâdeti âdetten ayırmak için ona resmiyet    verilerek belli ölçülere I bağlanmıştır. O bakımdan namazı kılınıp    belirlendiği, tarif edilip | öğretildiği şekilde kılmamız gerekmektedir. Laubali şekilde namaz | kılmak mutlaka mekruhtur. Hele bir de farz ve vaciplerden   birini ihlâl edecek derecede ise, haramdır, aynı zamanda   kılman namaz makbul değildir. Her rükünde aza yerini almalı, vücut dengesini bul­malıdır. Buna «ta'dîl-i erkân» denir. Müctehit imamlar, ta'dîl-i erkân farz ya da vacip olduğu üzerinde durup   farklı içtihatlarda bulun­muşlardır. Yeri gelince açıklayacağız.

Bu konuda bizi en çok aydınlatan ve en sağlam ölçüyü veren ha­dislerden birini Ebu Hüreyre  (R.A.)  şöyle anlatmıştır :

— Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, Mescid'e girdi, arkasından bir adanı da gelip girdi ve namaz kılmaya başladı. Namazım bitirdikten sonra gelip Resûlüllah'a  (A.S.)  selâm verdi. Resûlüllah CA.S.) onun

selâmını alıp cevapladı ve «Dön yeniden namaz kü, çünkü sen namaz kılmadın!» buyurdu. Adam dönüp yemden namaz kıldı ve bu hal üç defa tekrarlanınca adam şöyle dedi : «Seni hak peygamber olarak gönderene yemin ederim ki, bundan daha iyisini bilemiyorum, onun için bana (nasıl kılınacağını) öğret.» Resûlüllah (A.S.) ona dedi ki : «Namaza kalktığın zaman tekbîr getir, sonra da Kur'ân'dan yanında (ezberinde) bulunandan sana kolay geleni oku, sonra rükû'a var, vü­cudun tam istikrar buluncaya kadar bekledikten sonra başını kaldır ve ayakta tam doğruluncaya kadar dur, sonra secde et ve secdede vücudun her organı istikrar buluncaya kadar bekle ve sonra başım kaldırıp otur, vücudun istikrar buluncaya kadar bekle ve bunu na­mazın her rekâtinde yerine getir ve işte böyle yapacak olursan na­mazın gerçekten tam ölçüsünü bulmuş olur. Bunlardan bir şey nok­san bıraktığın nisbette namazını noksan bırakmış olursun.» [265]

Ancak Ebu Dâvud bu hadîsi ayrıca Rifaa b. Râfi'den daha uzun şekilde rivayet etmiştir ki Zeylaî onu hem nakletmiş, hem kısmen açıklamasını yapmıştır.[266]

İlgili diğer hadîsler:

Ebu Hüreyre   (R.A.)  den yapılan   rivayette,    Resûlüllah  (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir :

Rükû' ve secdeleri arasında belini doğrultmayan adamın nama­zına (kabul) nazarıyla bakmaz.»[267]

Ali b. Şeyban (R.A.) dan yapılan   rivayette, Peygamber    (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir.

Rükû1 ve secdelerde belini doğrultmayan kimsenin gerçekte makbul bir) namazı yoktur.»[268]

Ebu Mes'ûd CR.A.) den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir :

«Rükû' ve secdelerde belini doğrultmayan adamın namazı ye­terli değildir.»[269]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Namazda rükû'a varınca itmi'nan buluncaya, yani her aza istikrar buluncaya kadar beklemek farzdır,

2- Rükû'dan kalkıldığı zaman beli doğrultup ayakta itmi'nan sağlanıncaya kadar beklemek farzdır.

3- Secdeye varıldığında her aza itmi'nan sağlaymcaya kadar beklemek farzdır.

4- Secdeden başı kaldırınca, yine oturup itmi'nan sağlaymca­ya kadar beklemek farzdır. İkinci secdeye varıldığında da öyle..

5- Belirtilen yerlerde itmi'nan sağlaymcaya kadar beklemeyen kimsenin namazı kabul değildir.

Hadislerin ışığında müctehit imamların görüş, tesbit, içtihat ve istidlalleri :

a) Hanefîlere göre :

Namazın aslî vâciblerînden biri de, rükû'da tuma'nine ve karar­dır, yani rükû'a varıldığında her organın yerinde karar kılacağı ka­dar beklemek vâcibtir. Bu, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'-in kavlidir. İmam Ebû Yusuf'a göre, rükû'da bir teşbih miktarı tu­ma'nine farzdır. îmam Şafiî de aynı içtihattadır. O kadar ki namaz kılan kimse rükû'da tuma'nineyi terkedecek olursa, İmam Ebû Ha-nife ile îmam Muhammed'e göre, namazı (kerahetle) caizdir. İmam Ebu Yusuf ile îmam Şafiî'ye göre, namazı caiz olmaz. Gerçi bu hilaf Zahiri'r-Rivâye de zikredilmemiş tir, sadece el-Muallâ kendi Neva-dir'inde belirtmiştir.

Bu açıdan bakılarak rükû'dan sonraki doğrulmayı ve iki secde

arasındaki oturmayı terkedecek olursa, İmam Ebu Hanîfe'ye göre, onun bu durumu ayakta durmaya daha yakınsa, namazı caiz olmaz, ama rükû'a daha yakın olursa, kâfi gelir. Çünkü burada ekseri ma­kamı küllde ikamet etmek söz konusudur.

Böylece ta'dîl-i erkânın İrnam Ebû Hanîfe ile îmam Muhammed'e göre vacip, İmam Ebû Yusuf ile îmam Şafiî'ye göre farz olduğu ne­ticesi ortaya çıkıyor.

îmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed, Kur'ân'da : «Ey imân edenler! rükû' ediniz, secde ediniz!» mealindeki âyetle ihticac etmiş­lerdir. Burada mutlak emir vardır, o da rükû' ve secde için eğilmek­tir. Deve secde etti, denilince, otlamak için başını yere kadar eğdi demektir. îtmi'nan ve karar ise fiilin aslı üzere devam demektir ki, emir böyle bir devama delâlet etmemektedir.' İmam Ebû Yusuf ile İmam Şafiî, ise 850 nolu Ebû Hüreyre hadîsiyle istidlal etmişlerdir.[270]

Nitekim Şafiî mezhebinin ileri gelen fakihlertnden Şerefüddin Yahya en-Nevevi bu konuyu şöyle belirtmiştir : «Namazın beşinci farzı rükû'dür. Bunun en azı, iki elinin içinin diz kapaklarına kadar ulaşmasıdır ki, kalkması eğilmesinden ayrılacak kadar az bir karar kılmakla gerçekleşir.»[271]

Rükû'un ekmel şekli ise, şöyledir : Bel ve boynu aynı seviyeye, getirmek ve bacakları dimdik tutup elleri diz kapaklarının üzerine parmakları hafif açık bulundurup kıbleye müteveccih bulundurmak.[272]                                                                                                          

îmam Şâfi de el-Ümm'de diyor ki : «Başmı rükû'dan kaldırıp belini doğrultarak ayakta dik durmaya kudreti yeten kimsenin böy­le yapmayıp da bu şekilden bir şey noksan bırakıp yerine getirmiye-cek olursa, (kıldığı namaz) yeterli sayılmaz.»

b) Hanbellere göre :

Rükû'da organlar yerli yerince yatışmcaya, yani karar kılmca-ya kadar beklemek vaciptir. Bu da, namaz kılan kimse rükû sınırı­na vardıktan sonra söz konusudur, şöyle ki : Rükû' sınırına vardık­tan sonra organların yerli yerince az da olsa karar kılması gerekir, aksi halde vacip terkedilmiş olur. îmam Şâfi de ayni görüştedir.

Hanbelîler bu meselede yukarıda naklettiğimizüç hadîsle istidlal etmişlerdir.[273]

c) Mâlikîlere göre :

İmam Mâlik, rükû' ve secde için belirli bir duâ olmadığım belirtikten sonra, rükû, ellerin diz kapaklan üzerine konulmasıyla, secdenin de alnın yere konulup karar kılnıasıyla gerçekleşeceğini söylemiştir.[274]

Farz ve vacip ölçü dışında sünnete uygun rükû'un şöyle yapıl­masında bütün müctehitler görüş birliği izhar etmişlerdir : Namaz kılan kimse rükû'a eğildiğinde belini bir köprü gibi dümdüz tutar, başıyla arka kısmını aynı seviyeye getirip yatay bir düzlem meyda­na getirir. Nitekim Peygamber (A.S.) Efendimiz rükû'da aynı şeyle­re dikkat eder, başını ne yere doğru eğer, ne de yukarıya doğru kal­dırırdı.[275]

Konuyla ilgili diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller :

Ali b. Şeyban'dan yapılan rivayette demiştir ki : «Resûlüllah (A.S.), Efendimiz'in arkasında namaz kılıyorduk, rükû' ve secdeler­de belini doğrultmayan bir adamı gözünün ucuyla bakıp gördü. Na­maza bitirince şöyle buyurdu Ey Müslümanlar cemaati! Rükû ve secdelerde belini doğrultmayan kimsenin namazı (makbul) değildir.»[276]

îbn Maîn, Ebu Zer'a ve îbn Hibban bu hadîsi sahihlemişlerdir.

Ashabdan Hz. Huzayfe (R.A.), rükû' ve secdeleri tamamlaim-yan, noksan bırakan bir adam gördü. Adam namazını bitirince, Hz. Huzayfe onu çağırdı ve sordu.

— Ne zamandan beri böyle namaz kılarsın?

O da şu kadar zamandan beri, diye cevap verdi.

Doğrusu sen Allah için bir namaz kılmamışsın. Eğer bu vazi­yette ölecek olursan, Muhammed'in  (A.S.)  sünnetinden başka    bir şey üzerine ölmüş olursun.[277]

852 nolu hadisi rivayette imam Ahmed teferrüd etmiştir. Mec-

mau'z-Zevaid sahibi diyor ki : «Bu hadîsin râvilerinden Abdullah b. Zeyd el-Hanefî'nin tercüm-i hayatına rastlayamadım.» îbn Hacer onun bu sözünü garip karşılamış ve o râviyi Abdullah b. Zeyd diye adlandırması vehimden başka değildir, diyerek onun Abdullah b. Bedir olduğuna dikkatleri çekmiştir ki, bu zat sika olarak tanınır. An­cak Abdullah b. Bedir doğrudan Ebû Hüreyre'den değil, aradaki bir râvi vasıtasiyle rivayet ettiği sanılmaktadır.

853  nolu Ali b. Şeyban hadîsini İbn Mâce, Ebu Bekir b. Ebi Şey-be'den o da Mülazım b. Amir'den rivayet etmiştir ki bu zatın sika ol­duğunu Ahmed b. Hanbel, Yahya ve Nesâî belirtmişlerdir. Ebu Da-vud ise, onun rivayetinde bir beis yoktur, demiştir. İbn Maîn, Zer'â ise onun sika olduğunu kaydetmişlerdir. Râvilerinden Abdurrahman b. Ali b. Şeyban'ın da sika olduğunu İbn Hibban söylemiş ve böylece hadîs ile istidlal etmekte bir sakınca söz konusu olmadığına atıflar yapılmıştır.

854  nolu Ebu Mes'ûd hadîsinin isnadı sahihtir. Nitekim Tirmizî de onu sahîhlemiştir. [278]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Rükû'da karar kılmak, yani her aza yerini alıp karar kıla­cak kadar durmak vaciptir. O bakımdan organlar   karar kılmadan eğilip kalkanın namazı kerahetle caizdir. İmam Ahmed'in de içtiha­dı bu doğrultudadır.

Bu, İmam Ebû Hanîfe ile itmam Muhammed'e göredir.

2- Rükû'da her aza yerini alıp karar kılacak kadar beklemek farzdır. O bakımdan bir teşbih miktarı durmadan kalkan kimse far­zı yerine getirmediğinden namazı bozulur. Bu, îmam Şafiî ile İmam Ebû Yusuf'a göredir.

3- Ellerin diz kapaklarına kadar ulaşmasıyla rükû', başın (al­nın) yere değmesiyle secde gerçekleşmiş olur, yani farz yerine gel­miş sayılır. Bu, îmam Mâlik'e göredir.

4- Rükû'dan kalkınca beli iyice doğrultmak da vâcibdir.

5- İki secde arasında beli doğrultarak oturmak da vâcibdir.

6- Özetle : Namazda «tadil-i erkân» kimine göre vacip, kimi­ne göre farzdır. [279]

 

Secdenin Şekli ve Keyfiyeti

 

Kulun Allah'a en yakın bulunduğu an, secdede olduğu zaman­dır. Çünkü secde, kulluğun en yüksek mertebesi, teslimiyet ve mah­viyetin en açık belirtisi, kula kul olmamanın en belirgin belgesidir. O bakımdan Resûlüllah (A.S.) Efendimizin secde durumu ve sureti, tek ve değişmeyen ölçüdür. Çünkü O, kulluğun da en üst derecesin­de bulunuyordu.

İlgili hadîsler :

Vâil b. Hücür (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki :

«Kesûlüîlah (A.S.) Efendimizi secde ederken gördüm, iki dizini iki elinden Önce yere koyuyordu ve secdeden kalkınca da ellerini diz­lerinden Önce kaldırıyordu.»[280]

Ebu Hüreyre (R.A.) den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir :

Sizden biri secde ettiği zaman deve çöker gibi çökmesin; önce ellerini yere koysun, sonra dizlerini...»[281]

Abdullah b. Buhayne (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir k:: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz secde ettiği zaman, koltuklarının be­yazlığı gözükecek şekilde kollarını açardı.»[282]

Enes (R.A.) den yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimiz1-in şöyle buyurduğunu haber vermiştir : «Secdede mu'tedü oîun; siz­den biriniz kollarını, köpeğin dirseklerini yere yaydığı gibi yayma­sın.»[283]

Ebu Humayd, Resûlüllah'm (A.S.) namazının sıfatı hakkında şöyle demiştir : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz secde ettiği zaman, iki

uyluğu arasını biraz açık tutar, göbeğinden   hiçbir şeyi   uylukları üzerine yüklenıezdi.»[284]

Yine Ebu Humayd'den yapılan rivayette, demiştir ki :

«Peygamber (A.S.) Efendimiz, secde ettiğinde burnunu ve alnı­nı iyice yere koyup üzerinde sağlamca tutardı. Ellerini (dirseklerini) yanlarından biraz açık tutar, ellerini omuzlan hizasına gelecek şe­kilde yere koyup o vaziyette tutardı.»[285]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Secdeye eğilirken önce dizleri, sonra    elleri yere koymak sünnettir.

2- Secdeden kalkarken önce elleri,  sonra dizleri    kaldırmak sünnettir,

3- Secdeye eğilirken deve çöker gibi çökmek, yani önce elleri, sonra dizleri yere koymak mekruhtur.

4- Secdede kolları yanlardan biraz açık tutmak sünnettir.

5- Secdede kolları, dirsekleri yere yaymak mekruhtur.

6- Secdede uyluk arasını biraz açık   bulundurmak ve göbeği uyluklardan biraz ayırıp arada açıklık bırakmak sünnettir.

7- Uylukları bitiştirmek ve göbeği uyluklar üzerine yüklemek mekruhtur.

8- Secdede burnu ve alnı yere koymak sünnettir. Yalnız alnı yere koymak vâcibdir.

9- Secdede elleri omuz hizasına gelecek şekilde yere koymak sünnettir.

Hadîslerin ışığında müctehit imamların görüş, tesbit, istidlal ve içtihatları :

a) Hanefîlere göre :

Namazın sünnetlerinden biri de secdeye eğilirken önce dizleri, sonra elleri yere koymaktır. İmam Mâlik ile İmam Şafii'ye göre, ön­ce elleri, sonra dizi yere koymak sünnettir. Hanefîler 863 nolu ma-likîlerle şafüler, Ebu Hüreyre 1864 nolu) hadisiyle istidlal etmişler­dir. Konuyla ilgili diğer rivayetler ise, Hanefîlerin görüşünü kuvvet­lendirmektedir.[286]

Secdeye gidilirken önce alnım, sonra burnunu yere koymak, ba­zısına göre önce burnunu, sonra alnını yere koymak sünnettir. Böy­lece secdede hem burnu, hem alnı yere koymakta birleştirmek sün­nettir. Çünkü yedi aza üzerine secde edilmekle emredilmiştir. .înıam Şafii'ye göre, alnı yere koymak vâcib olduğu gibi, burnu da koymak vaciptir. Şafiî bu meselede şu hadisle istidlal etmiştir : «Alnını yere dokundurduğu gibi, burnunu da yere dokundurmayamn Allah na­mazını kabul etmez.»[287]

Secdede elleri kulak hizasına gelecek şekilde yere koymak sün­nettir. Çünkü yapılan sahih rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz secde ettiğinde ellerini kulakları hizasına gelecek şekilde yere koyar­dı, denilmektedir.[288]

Secdede itidal üzere olup dirsekleri yere yaymamak sünnettir. Hanefîler 866 nolu Enes hadîsiyle istidlal etmişlerdir. İmam Mâlik ise, nafile namazda dirsekleri yere yaymakta bir sakınca görmemiş­tir. Farz namazda ise, öyle yapmak namazı bozar.

Bütün bunlar erkekler hakkındadır. Kadınlara gelince, onlar secdede dirseklerini yere yayarlar, göbeklerini uylukları üzerine ko­yarlar.[289]

b) Şâfiîlere göre :

Secdeye gidilirken önce dizler, sonra eller yere konulur, bunun gibi önce alnını, sonra burnunu yere koyar. Bu tertibin aksini yap­mak ise mekruhtur.[290]

Görüldüğü gibi, İmam Kâsânî, el-Bedayi'de Şâfiîlerin görüş ve içtihadım biraz farklı şekilde yansıtmıştır. Oysa bu mezhepte en

kili fakîhlerden biri olan Minhac müellifi Şerefüddin Yahya en-Ne-vevî, Kâsânî'nin hilâfına, secdeye Hanefîlerde olduğu gibi, önce diz­leri, sonra elleri yere koymanın sünnet olduğunu belirtmiştir. Ka­naatimce Yahya en-Nevevî'nin tesbiti daha sahihtir.

Secdede elleri omuzlar hizasına gelecek şekilde yere koymak sünnettir. Eller de parmaklar bitişik halde kıbleye yönelik olarak tutulur. Dizler de birbirinden açık vaziyette tutulur ve göbek uyluk­lardan, kollar da yan taraflardan açık tutularak aralarında boşluk bırakılır. Kadınlar ise, bunun aksini yaparlar.[291]

Yahya en-Nevevî'nin tesbitinin isabetini el-Ümm'deki beyânda görüyoruz. İmam Şafiî diyor ki : «Secdeye gidilirken önce dizler, sonra eller yere konulur. Onun gibi, iki elden sonra yüz yere konu­lur. Bunların aksini yapmak mekruhsa da namazı iade etmeyi ge­rektirmez. Aynı zamanda yanılma secdesine de gerek yoktur.[292]

c) Hanbelîlere göre :

Secdeye gidilirken önce dizleri, sonra elleri, sonra da alnı yere koymak mezhebin meşhur kavline göre, müstehabdir. Nitekim Müs­lim b. Yesar en-Nahaî, es-Sevrî ve İmam Şafiî de aynı görüştedirler. İmam Ahmed'den bir başka rivayette ise, ellerini dizlerinden önce yere koyar, şeklindedir. Nitekim İmam Mâlik'in tesbit ve içtihadı bu doğrultudadır. İmam Mâlik bu meselede Ebû Hüreyre (R.A.) den yapılan şu rivayetle istidlal etmiştir : «Sizden biri secde ettiği zaman ellerini dizlerinden önce yere koysun ve deve çöker gibi, çökmesin.»[293]

Hanbeliler ise bu meselede Vâil b. Hücür hadîsiyle istidlal etmiş­lerdir. Nitekim konunun baş kısmında 863 numarayla o hadîsi nak­letmiş bulunuyoruz. el-Hattabî de bu konuda şöyle demiştir : Bu, Ebû Hüreyre hadîsinden daha sahihtir.[294]

Ebu Saîd'den yapılan rivayette, demiştir ki : «Bizler önceleri na­mazda secdeye varırken dizlerden önce elleri yere koyardık. Son­ra ellerimizden önce yere koymakla emrolunduk.» Şüphesiz ki bu, birinci şeklin neshedildiğine delâlet etmektedir. Aynı zamanda el-Esrem de Ebu Hüreyre'nin hadîsini şu lâfızla   rivayet   etmiştir :

Sizden biriniz secde ettiğinde önce dizlerini, sonra ellerini yere koy-ında deve çöker gibi çökmesin.»[295]

Ayrıca burun dışında diğer bütün zahirî azalar üzerine secde et­ek vaciptir. Çünkü burnun yere konulması hakkında farklı görüş

içtihatlar vardır. Çoğu şu hadise dayanarak burnun yere konul-Lasının vâcib olmadığını istidlal etmişlerdir : «Yedi aza üzerine sec-

etmekle emrolundum : İki el, İki diz, iki ayak ve alın....»[296]

Secdede kolları, dirsekleri yere yaymayıp yüksekçe tutmak, ka-Inla uyluk arasında açıklık bırakmak sünnettir. Nitekim. Resûlüllah'-1 (A.S.) böyle yaptığı sahih rivayetle sabit olmuştur. Hanbelüer bu leselede Enes üe|Ebu Humayd hadîsleriyle istidlal etmişlerdir.

Secdede elleri! omuz hizasına gelecek şekilde yere koymak müs-bhabdır.[297] Aynı zamanda secdede iki diz ve iki ayak arasım aç-aak da müstehabdır. Bu meselede de Ebû Humeyd hadisiyle istidlal tmişlerdir.[298]

d) Mâliküere göre :

Yukarıda yer yer Mâlikîlerin görüş ve içtihatlarım kısmen de »İsa açıklamış olduk. Ancak Salmun'un yaptığı   nakilerden birkaç

arça vermekte yarar, görüyoruz. Şöyle ki : imam Mâlik'e soruldu, ^adam namazda secdeye vardığında göbeğini uyluklarından ayrı utup arada bir boşluk meydana getirir mi?» O da, «evet, öyle yapar mcak fazla miktarda arayı açık tutmaz, mutekarip bir tefrîç yapar.» Dna, «Farz namazda dirsekleri uyluklar üzerine koymak caiz midir?» üye sorulunca, şöyle demiştir : «Hayır, caiz değildir, bu ancak na-iüe namazlar da caiz olabilir, o da secde çok uzun tutulduğu için..»

Yine İmam Mâlik : «Adamın secdede dirseklerini yere yayması-ıı mekruh görüyorum» demiştir.[299]

Konuyla ilgili diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller :

Ebu Cafer et-Tahavî secdenin suret ve keyfiyeti hakkında 20 ka­dar rivayet tesbif edip sıralamıştır. Biz onlardan birkaç tanesini te-berrüken kitabımıza naklediyoruz.

Nâfi'in İbn Ömer'den (R.A.) yaptığı rivayete göre, İbn Ömer secdeye eğildiği zaman dizlerinden Önce ellerini yere koyardı ve şöy­le derdi : «Peygamber (A.S.) Efendimiz böyle yapardı...»

A'rac'm buna benzer bir rivayeti Ebû Hüreyre (R.A.) den yap­tığı tesbit edilmiştir ki, Ebû Hüreyre (R.A.) de secdeye giderken ön­ce ellerini yere koyar ve Peygamber (A.S.) Efendimiz'in böyle yap­tığım söylerdi. Hadis şu lâfızla rivayet edilmiştiir : «Sizden biriniz secde ettiği zaman, deve çöker gibi çökmesin, ama önce ellerini, son­ra da dizlerini yere koysun.»

Böylece secdeye gidildiğinde elleri dizlerden önce koymanın sün­net olduğunu söyleyenler, bu rivayetlerle ihticac etmişlerdir.

Onların hilâfına içtihatta bulunup ellerden önce dizlerin yere konulmasının sünnet olduğunu söyleyenler ise, şu hadîs ve rivayet­lerle istidlal ve ihticac etmişlerdir :

Abdullah b. Sa'd'm dedesinden, onun da Ebû Hüreyre'den (R.A.) yaptığı rivayette, Ebu Hüreyre demiştir ki : «Resûlüllah EA.S.) Efen­dimiz secde ettiği zaman ellerinden önce dizlerini yere koyardı..»

Rebi'u'l-Müezzin'iıı Esed b. Musa tarikiyle Abdullah b. Sa'd'dan, onun da dedesinden, onun da Ebû Hüreyre'den (R.A.) yaptığı riva­yette, Peygamber (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu söylemiş­tir : «Sizden biri secde ettiği zaman ellerinden önce dizleriyle başla­sın (önce onları yere koysun); erkek deve çöker gibi çökmesin.»

Âsim b. Kelib el-Ceremi'nin kendi babasından, onun da Vâil b. Hücür'den yaptığı riyâyette, Peygamber (A.S.) secde ettiği zaman, ellerinden önce dizlerini (yere koymakla) başlardı.[300]

Peygamber (A.S.) Efendimiz'den secdeye gidilirken farklı riva­yetlerin yapıldığını görüyoruz. Bunun tashih yolu ise şöyledir : Vâ-il'in rivayetinde ihtilâf meydana gelmemiş ve Vâil farklı rivayetler­de bulunmamıştır, Ebû Hüreyre (R.A.) den yapılan farklı rivayetler söz konusudur. O bakımdan Vâil'in rivayetini bu meselede delil seçmek daha uygundur.

Secdede elleri omuz hizasına gelecek şekilde mi, yoksa kulaklar hizasına gelecek biçimde mi tutmak sünnettir? Bü hususta da farklı rivayetler vardır :

İbrahim b. Merzuk'un Ebû Âmir tarikıyla Abbas b. Sehl'den yap-ı rivayette deniliyor ki: «Ebu Humayd, Ebu Said, Sehl b. Sa'd birara-geilp Resûlüliah  (A.S.)  Efendimiz'in namazını andılar. Ebu Hu-

jyd şöyle dedi : Ben sizden daha çok Resûlüllah'ın (A.S.) namazı-bilirim. Resûlüliah (A.S.) Efendimiz secde ettiği zaman burnuyla

ıını iyice yere koyar ellerini    (kollarını) yanlarından   açar ve iki

ini omuz hizasına gelecek şekilde yere bırakırdı.»

Ebu Cafer bu rivayetleri naklettikten sonra şöyle diyor : «Bir kıp bu rivayetlerle istidlal ederek, namaz kılan kimsenin secdede lerini omuzlan hizasına gelecek şekilde yere koyması gerekir, demişlerdir. Başka bir grup onlara bu konuda muhalefet ederek, elle-i kulak seviyesine gelecek şekilde koyar, demişlerdir. Bu ikinciler, âil b. Hücür'ün (R.A.) şu hadîsiyle ihticacda bulunmuşlardır : «Re-ılüUalı (A.S.) Efendimiz secde ettiği zaman iki elini kulakları hiza­na gelecek şekilde yere koyardı.»

Yine ayrı bir tarikle Vâil b. Hücür'den (R.A.) yapılan rivayette iyle dediği tesbit edilmiştir : «ResûlüHah (A.S.Î

Efendimiz'in arka­mda namaz kıldım? secde ettiği zaman yüzünü iki eli anasına ko-ardı.»

Ebu îshak da el-Bera'dan, Resûlüllah'ın (A.S.) secde ettiği za-lan alnını nasıl nereye koyardı? diye sorduğunda, ona şu cevabı ermiştir : «İki eli arasına koyardı.»

Namazda elleri kulak veya omuz seviyesine kaldırıp tekbir ge-irme hakkındaki ihtilâf, secdede de meydana gelmiş bulunuyor, mam Ebû Hanîfe, İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed, ellerin :ulaklar seviyesine gelecek şekilde yere konulmasını benimsemişler-Lir.[301]

îbn Dakiyk el-îyd İbn Abbas'm (R.A.) Peygamber (A.S.) Efen-limiz'den, «Yedi aza üzerine secde etmekle emrolundum : Alın (der-cen eliyle burnuna işaret etti), iki el, iki diz ve iki ayağın   etrafı...»[302] mealinde rivayet ettiği hadîsi açıklarken şöyle diyor : «Şâfiî-erden el-Mahamilî, alın ile burnu yere koymanın vâcib olduğuna fail olmuştur. Bu, vacip olmadığını tercih edenlerin kavlinden bizce iaha güzeldir. Ebu Hanîfe ise, sadece   burnunu   yere koyup secde

ederse, bu kâfi gelir, demiştir. Bu aynı zamanda İmam Mâlik'in ve arkadaşlarının mezhebinde de yer alan bir kavildir. İmam Mâlik ise, alm ve burun ile secde etmenin vâcib olduğunu belirtmiştir.  (886)

863 nolu Vâil b. Hücür hadisi hakkında Tirmizî şöyle demiştir: «Hadîs hasen ve gariptir. Serik'ten başka birinin rivayet ettiğini bil­miyoruz.» Nesâî ise hadisi ta'lüde bulunarak Yezîd b. Harun'un Se­rik'ten rivayet ettiğini ve bu rivayetinde teferrüd ettiğini belirtmiş­tir. Darekutni, Şerîk'in teferrüd ettiği rivayette kaviy olmadığına dikkatleri çekmiştir.

Ebu Davud aynı hadîsi Muhammed b. Cehhade'den, o da Abdül-cebbar b. Vâil'den, o da babasından rivayet etmiştir. el-Münzirî, Ab-dülcebbar b. Vâü'iıı bu hadîsi babasından işitmediğini söylemiş, İbn Main de aynı görüşü izhar etmiştir.[303]

Aynı hadis, Hümam b. .Şakik tarikıyla Âsim b. Kelîb'den, o da babasından, o da Peygamber (A.S.) Efendimiz'den rivayet edilmiş­tir. Ancak bu mursel derecesindedir. Çünkü Kelîb b. Şihab, Peygam­ber (A.S.) Efendimiz'e ulaşmamıştır.

Bu babda Enes'den (R.A.) yapılan rivayette, demiştir ki : «Pey­gamber (A.S.) tekbîr getirerek (secdeye) eğildi, dizleri ellerinden önce yere dokundu.»[304]

Hadisin senedinde el-Alâ' b. İsmail teferrüd etmiştir ki bu zat meçhuldür. Zehebi ise, Mizanül-ftidal'da bu zatın ismini bile anma­mıştır. İbn Ebi Hatim, babasından yaptığı rivayette, onun münker olduğunu bildirmiştir.[305]

Bu farklı tesbitlerle beraber hadîs muhtelif tariklerden rivayet edildiği için kuvvet kazanmıştır. O bakımdan cumhur bu ve benzeri hüküm taşıyan rivayetlere dayanarak, namazda secdeye gidilirken ellerden önce dizleri yere koymanın meşruiyetine kail olmuştur. Nı-~ tekim Kadı Ebu't-Tayyib, hemen birçok fukahadan bunun meşrui­yeti hakkında rivayet yapmıştır. îbn. Münzir, Hz. Ömer'den böyle yaptığım nakletmiştir. Nahaî, Müslim b. Yesar, Süfyan es-Sevrî, Ah-med b. Hanbel, İshak b. Rahuye ve rey tarafdarlan da hu görüşte­dirler.

Îhkâmü'l-Ahkâm Şerhu Umdeti'I-Ahkâni; 1/224.

Resûlüllah'm (A.S.) secdeye varırken ellerini dizlerinden önce koyduğu rivayetine gelince, sahih bile olsa mensûhtur, yani hükmü kaldırılmıştır. Nitekim Mus'ab b. Sa'd b. Ebî Vakkas'ın babasından yaptığı rivayet böyle olduğunu belirtmektedir.

864  nolu Ebu Hüreyre hadîsine gelince : Tirmizî bunu tahrîc et­tikten sonra, «gariptir, Ebu Zennad'dan sadece bu rivayeti biliyoruz» demiştir. Dârekutnî ise, bu hadîsin rivayetinde Deraverdî, Muham-med b. Abdullah'tan tahdîste teferrüd etmiştir, diyerek hadîsin ga­rip olduğunu belirtmek istemiştir.

Aynı hadîsi Ebu Dâvud, Tirmizî ve Nesâî de tahric etmişlerdir. Ebu Bekir b. Ebî Dâvud es-Sicistanî diyor ki : «Secdeye varırken ön­ce elleri yere koymak, bir sünnettir ki, Medine halkı bununla tefer­rüd etmişlerdir. Onların delil olarak da iki isnatları söz konusudur: Biri Ebu Hüreyre'den rivayet edilen yukarıdaki hadîs, diğeri ise, Ab­dullah b. Nâfi'dan, o da İbn Ömer'den, o da Resûlüllah (A.S.) Efen-dimiz'den rivayet ettiği hadîstir. Dârekutnî ile Hâkim tahric etmiş­ler, İbn Hüzeyme ise, onu sahîhlenüştir.[306]

865  nolu Abdullah b. Buhayne hadîsi sahihtir. Bu manada Tabe-rânî isnad-i sahihle şu hadîsi rivayet etmiştir : «Yırtıcı hayvanlar gibi kollarını yere serip yatma, iki avucunu yere koyup   onlara dayan, iki pazımu göster. İşte böyle yaparsan sendeki her aza secde yapmış olur.

Sahîh-i Müslim'in Hz. Aişe (R.A.) dan yaptığı rivayette, demiş­tir ki : «Peygamber (A.S.) Efendimiz adamın yırtıcı canavarların kollarını yayıp yüzükoyun yattığı gibi (secdede) kollarını yere serip dayamasını men'etti.»

866  nolu Enes hadîsinin zahiri, secdede kolları yüksekçe   tutup yere dokundurmamanın vâcib olduğuna delâlet ediyorsa da, burada­ki nehyin istihbab ifade ettiği birçok ilim adamlarınca belirtilmiştir. Müctehitlerin de çoğu aynı görüştedirler.

867  nolu Humayd hadîsi, secdede uylukların arasını açık tutma­nın ve göbeği uyluklara dokundurmayarak biraz   yüksekte bulun­durmanın meşruiyetine delâlet etmektedir. Bu hususta muhalif bir görüş ortaya koyan olmamıştır.

868  nolu Ebu Humayd hadîsi, secdede elleri omuz hizasına

cek şekilde koymanın meşruiyetine delâlet etmektedir. Ancak bunun hilâfına bazı sahih rivayetler daha vardır.

Zeylaî ise secdenin suret ve keyfiyeti hakkındaki rivayetleri hem nakletmiş, hem de yorum ve tahlilde bulunmuştur :

Ebu Kutaybe'den, o da Süfyan es-Sevrî'den, o da Âsim el-Ahvel-den, o da İkrime'den, o da İbn Abbas (R.A.) dan rivayetle, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir -. «Namazda alnını yere dokundurduğu gibi burnunu yere dokundurmayalım na­mazı namaz değildir.»[307]

İbn Cevzî, et-Tahkik adlı eserde, Ebu Kutaybe'nin sıka (güveni­lir) olduğunu ve Buharî'nin ondan tahrîc yaptığım kaydetmiştir.

İkrime'den, onun da İbn Abbas (R.A.) dan yaptığı rivayete gö­re, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur : «Kim secde etti­ği zaman burnunu alnıyla birlikte yere yapıştırmazsa, namazı caiz olmaz.»

Hadisin râvileri arasında Dahhak b. Hümre bulunuyor ki, bu za­tın sika (güvenilir) olmadığı belirtilmiş, İbn Maîn, onun bir şey ol­madığına dikkatleri çekmiştir. Zehebî bu zattan bahsederken Nesâî'-nin onun hakkında «sika değildir» dediğini ve Buharî'nin de. «mün-kerü'l-hadîs ve meçhul» diye vasıflandırdığını nakletmiştir.[308]

Nâşib b. Amr eş-Şeybanî'den, onun da Mukatıl b. Hayyan'dan, onun da Urve'den, onun da Hz. Aişe (R.A.) dan yaptıkları rivayete göre, Hz. Aişe şöyle demiştir : «Resûlülîah (A.S.l Efendimiz, kendi ehlinden bir kadının namaz kıldığım ve burnunu yere koymadığını gördü. Bunun üzerine ona şöyle dedi : A kadm! (secdede! burnunu da yere koy. Çünkü secdede alnıyla birlikte burnunu yere koymaya­nın namazı namaz değildir.»[309]

Dârekutnî bu hadîsi rivayet ettikten sonra râvilerinden Naşib'in zayıf olduğunu, Mukatü'in Urve'den rivayetinin sahîh olmadığını belirtmiştir.

«Yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum : Alın, iki el, iki diz ve ayakların etrafı...»[310]

Kütüb-i Sitte'de rivayet edilen bu hadiste burundan söz edilme-5 sadece alın anılmıştır. O bakımdan müctehit imamlardan, bazı-secdede alnı yere koymanın farz veya vâcib, burnu yere koyma­lı sünnet veya müstehab olduğunu söylemişlerdir. [311]

 

ÇıkarılanHükümler :

 

1- Namazda secdeye eğilirken önce dizleri, sonra elleri yere sünnettir.                                        .

2- Secdede önce alnı, sonra burnu yere koymak veya bunun Lsini yapmak sünnettir.

3- Secdede elleri kulak hizasına gelecek şekilde yere koymak uınettir.

4- Secdede kolları yere yaymayıp yüksekçe tutmak sünnettir.

5- Secdede kolları yan tarafa yapıştırmayıp biraz açık tutmak innettir.

6- Secdede göbeği uyluktan ayrı tutup arada boşluk bırakmak innettir.

7- Son üç madde erkeklere hastır. Kadınların kollarını yanla-na bitişik âutup göbeklerini uylukları üzerine koymaları sünnettir. [312]

 

Tünde Taşıdığı Elbisesinin Üzerine Secde Etmesi Caiz Midir ?

 

Secde ancak Allah'a yapılır. Kulun O'na en yakın olduğu zaman, scdede bulunduğu anlardır. O bakımdan kul bu durumda mahviye-in kemal mertebesine erişme niyetiyle başını kuru bir zemin üze-ine, üstünde örtü bulunmayan toprak ya da taş üzerine koymalıdır. Lk hatıra gelen budur. Çünkü toprak tevazu ve mahviyeti ifade eder.

Ancak müctehit imamların ve diğer ilim adamlarının bu konu-taki tesbit, istidlal ve yorumlan hem farklı, hem de değişiktir. O ba­lımdan önce ilgili hadîsleri nakletmemiz, sonra da tesbit, yorum ve stihatları sıralamamız gerekmektedir.

îlgüi had'îsler:

Enes  CR.A.) den yapılan rivayette demiştir ki :

«Bizler çok sıcakta Resûlüllah (A.S.) Efendimizle beraber na­maz kılıyorduk. Bizden birimiz (fazla sıcaktan dolayı) alnını iyice yere koymaya güç getiremeyince, elbisesini serip onun üzerine sec­de ederdi.» (895)[313]

İbn Abbas  (R.A.) dan yapılan rivayette, demiştir ki :

«And oîsun ki, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'i çok yağmurlu bir günde çamurdan sakınmak için secde edince üzerindeki elbiseyi el^ lerinin önüne gelir şekilde koyarak (üzerine) secde ettiğini gördüm.[314]

Abdullah b. Abdurrahman'dan (R.A.) yapılan rivayette, demiş­tir ki :                                                                                      

«Peygamber (A.S.) Efendimiz bize geldi ve Mescidi Benî Esner­de bize namaz kıldırdı. Secde ettiği zaman elerini elbisesinin içine koyduğunu gördüm.»  (897)[315]

Hadislerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Secdede asıl olan, toprak üzerine alnı koyup secde etmektir.

2- Fazla sıcaktan dolayı secde yerine elbisesinin bir ucunu serip üzerine secde etmek caizdir.

3- Üzerindeki elbisenin bir ucunu secde yerine koyup üzerine secde etmek caizdir.

4- Özellikle çok sıcak veya yağmurlu günlerde açık havada namaz kılındığı zaman sıcaktan ve çamurdan korunmak için secde

yerine bir elbise veya benzeri bir şey üzerine hem elleri, hem alnı koyup secde etmek caizdir.

5- Namaz kılarken üzerindeki elbisenin bir ucunu ellerin al­tına gelecek şekilde serip öyle secde etmek de caizdir.

Hadîslerin ışığında nıüctehit imamların görüş, tesbit, istidlal, iç­tihat !ye yorumlan:

a) Hanefîlere göre :

Topraktan korunmak için yenini secde yerine serip üzerine sec­ide etmek mekruhtur. Ama sarığını ve elbisesini topraktan korumak için sermesinde bir kerahet söz konusu değildir. Bunun gibi, toprak üzerinde namaz kılan adamın, alnını yerin sıcağından korumak için secde yerine bir parça kumaş sermesinde kerahet yoktur.[316]

b) Şâfiîlere göre :

Alnının üzerinde bir yara bulunmadığı halde bir bez sarıp üze-rine secde ederse, caiz olmaz. Ama bir yara veya hastalıktan dolayı sarmışsa, o bir özür sayılacağından bir sakınca yoktur. Sıcak ve so­ğukta ellerini örtmeyip o vaziyette secde etmesi müstehabdır. Ama bu iki sebepten dolayı ellerini bir şeyle örtüp üzerine secde ederse, hem namazını iade etmesi, hem de yanılma secdesi yapması gerek­mez.[317]

c) Hanbelîlere göre :

Başındaki sarığın sargısı üzerine veya yeni üzerine veya eteği üzerine secde ederse, namaz bir tek rivayetle sahihtir. İmam Mâlik ile İmam Ebu Hanîfe'nin de mezhebi budur. Namazda, sıcak ve so­ğuk günlerde.elbise üzerine secde etmeye ruhsat verenler şu zatlar­dır : Ata', Tavus, Nahâî, Şa'bî; Evzâî, İmam Mâlik, îshak b. Rahuye ve rey tarafdan olanlar. Sarığın sargısı üzerine secde etmeye ruhsat verenler ise şu zatlardır : el-Hasan, Mekhul, Abdurrahman b. Yezîd ve arkadaşları.

Ifanbelîler bu meselede Enes (R.A.) hadîsiyle istidlal etmişler­dir.[318]

Rivayetlerin tamamından anlaşılıyor ki : Üç mezhebe göre, faz-

la bir hareket göstermeden, soğuk veya sıcaktan korunmak için el­bisenin yeni veya eteği üzerine secde etmekte bir sakınca yoktur. Ayrıca secde yerine bir şey serip üzerine secde etmeye de cevaz ve­rilmiştir. Şâfiüer ise, bu hususta sadece eller üzerine secde etme ko­nusu üzerinde durmuş ve böyle yapıldığı takdirde namazın sahih olmayacağını belirtmişlerdir. îbn Kudâme, Şâfiîlerden belirtilen me­sele hakkında tek rivayet vardır, diyerek muhalif bir görüş olmadı­ğını anlatmak istemiştir.[319]

d) Mâliküere göre :

Yukarıda kısmen onların görüşünü belirtmiş bulunuyoruz. An­cak bu mezhepte söz sahibi kabul edilen Sahnûn'un yaptığı nakle yer vermemizde yarar görüyoruz :

İmam Mâlik şöyle demiştir : Adam alnım neyin üzerine koyu­yorsa, ellerini de onun üzerine koymasını uygun görüyorum. Ama sıcak veya soğuk durumu söz konusu ise, bir elbise serip üzerine sec­de etmesinde ve bu esnada ellerini onun üzerine koymasında bir sa­kınca yoktur. Nitekim Hz. Ömer ile oğlu Abdullah'ın öyle yaptıkları bize kadar rivayet yoluyla ulaşmış bulunuyor.[320]

Şâfiilerden Şeyhülislâm Ebu Yahya Zekeriya el-Ansarî, İmam Şafii'nin el-Ümm'deki içtihadını şöyle yorumlayarak meseleye açık­lık getirmiştir : «Namazda iki defa ardarda (her rekâtte) secde eder ve her secdede azaları yerini alıp karar kılacak kadar bekler. Bu, üzerinde taşıyıp kıyam ve kuudda kendi hareketiyle hareket etmi-yen bir elbise üzerine de yapılabilir. Çünkü bu durumda o elbise on­dan ayrı sayılır, Ama onun kıyam ve kuud hareketiyle elbise de ha­reket ediyorsa, o zaman ondan ayrı değil, bir cüz' sayılır ve tahri-mini bilerek o elbisenin bir ucu üzerine secde ederse namazı hüküm­süz olur, tahrîmini bilmediği halde üzerine secde ederse, namazı hü­kümsüz olmaz, ama o secdeyi iade etmesi vâcib olur.[321]

Zeylâî bu konuyla ilgili şu rivayetlere yer verip bazı yorumlarda bulunmuştur :

İkrime'nin îbn Abbas  (R.A.)  dan yaptığı   rivayette; İbn Abbas demiştir ki : «Resûlüllah  (A.S.)  Efendimiz bir tek elbise ile namaz

kıldı ve elbisenin fazla olan kısmıyla yerin sıcaklık ve soğukluğun­dan korunuyordu.»[322]

Aynı hadîsi îbn Adiy el-Kâmil'de rivayet etmiş ve râvilerinden Hüseyıı b. Abdullah sebebiyle hadîsin malûl olduğunu söylemiştir. İbn Maîn de bunun zayıf olduğunu belirtmiş, İbıı Medenî de aynı gö­rüşü izhar etmiştir. Sonra da İbn Adiy, Hüseyn'in hadîsleri yazılabi­lir, çünkü ona ait münker bir hadîse rastlayamadım diye ilâve et­miştir.

Nitekim yukarıdaki hadîsin mânasına uygun bir diğer hadîsi al­tı hadîs imamı kendi kitaplarında rivayet etmişlerdir. Hadis şu lâ­fızla tesbit edilmiştir : «Bekir b. Abdullah el-Müzenî'den o da Enes (R.A.) den rivayetle Enes şöyle demiştir: «Biz çok şiddetli sıcakta Re-sûlüllah (A.S.) Efendimizle namaz kılıyorduk, bizden birimiz yü­zünü tanı yere koymaya takat getirenıeyince, elbisesini (secde) ye­rine serip öyle secde ediyordu.» [323]

Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller :

895 nolu Enes hadîsi, secdede bedene bitişik olan elbisenin bir ucu üzerine secde etmenin cevazına delâlet etmektedir. İmam Neve-vi, Ebu Hanife ile cumhurun da içtihatlarının böyle olduğunu, Şa­fiî'nin ise, bu cevazı bedene bitişik olmayan elbiseye hamlettiğini be­lirtmiştir.

İbn Dakiyk el-Iyd diyor ki : Yerin sıcaklık ve soğukluğundan korunmak için namaz kılan kimsenin secde edeceği yer ile alnı ve elleri arasında elbise kullanmasının caiz olduğu büiştidlâl anlaşılı­yor. Saniyen secdede alın ve ellerin doğrudan yere dokunması asıl­dır. Ara yere elbise serilmesi ise soğuk ve sıcağa dayanamamakla il­gili bir hususiyettir. Böylece secdede asıl ve mutad olanı, ara yere bir şey konuhnamasıdır.[324]

Diğer yandan Enes hadisi Habab b. Eret'in rivayet ettiği şu ha­dîs ile tearuz etmekte, yani birbirine karşıt bulunmaktadır -. «Biz, Re-sûlüllah'a (A.S.) alın ve ellerimizi dokunan yakıcı bir sıcaktan şikâ­yet ettik ama o bize (bundan dolayı) şikâyette bulunmadı.»[325]

Şevkanî bu iki hadîs arasını telifle şöyle bir yorum getirmiştir .

«Sıcaktan şikâyet, ara yerde elbise kullanmayı arzusundan değil, na­mazın ortalık biraz serinlemesine kadar geciktirilme siyle ilgilidir. Çünkü eğer şikâyet elbiseyi secde yerinde kullanmakla ilgili olsay­dı, herhalde Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bedene bitişik olmayan bir elbiseyi hâil olarak kullanmalarına izin verirdi. Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in küçük bir-seccade üzerinde namaz kıldığı tesbit edilmiştir. Nitekim daha önce bu hususu belirtmiştik.[326]

Ebu Davud'un el-Merasil'de Salih b. Hîvân es-Sibaî'den yaptığı şu rivayete gelince, «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bir adamı kendi canibine doğru alnını sarık ile kapamış bir halde secde ettiğini görü­yor, o sebeple onun alnım açıyor, (sangı o kısımdan gideriyor.)»

Ayrıca İbn Ebî Şeybe'nin Iyaz b. Abdullah'tan yaptığı rivayette, adı geçen şöyle demiştir : «Resûlüllah (A.S.Î bir adamı başındaki sangın (alnı kapatan) sargısı üzerine secde ettiğini gördü, ona eliy­le işarette bulunarak sarığını kaldır, (buyurdu).»

Bu iki hadîsin hilâfına, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in sarığının alın kısmına gelen sargısı üzerine secde ettiği rivayet edilmiştir.

Beyhakî bu farklı rivayetler hakkında şöyle demiştir : «Resûlül-lah'm belirtilen şekilde secde ettiği merfuân sabit olmamıştır. Ebu Naym'in Hüye'de birçok ashabdan ve bilhassa îbn Abbas'tan yaptı­ğı rivayetlerin hemen hepsi zayıftır.

896 nolu İbn Abbas hadîsini aynı zamanda İbn Ebî Şeybe şu lâ­fızla tahrîc etmiştir : «Peygamber (A.S.) Efendimiz bir tek elbiseyle namaz kılıyor ve onun fazla kısmıyla yerin sıcaklık ve soğukluğun­dan korunuyordu.» İmam Ahmed ve Ebu Ya'lâ da aynı lâfızla tah-ric etmişler, Taberâni da el-Evsat ve el-Kebîr'de rivayet etmiştir. [327] Mecmau'z-Zevâid'de, İmam Ahmed'in bu rivâyetindeki ricalin hepsi sahihtir, deniliyor.

Hadîs, sıcak ve soğuk gibi bir sebepten dolayı namaz kılan kim­senin üzerindeki elbisenin bir ucunu secde yerine serip üzerine hem ellerini, hem alnını koyup secde etmesinin cevazına delâlet etmektedir. 897 nolu Abdullah b. Abdirrahmân hadîsini, îbn Mâce, Ebu Be­kir b. Ebî Şeybe'den rivayetle tahrîc etmiş.tir. Ayrıca aynı hadîsi, Ab-

dülaziz b. Muhammed ed-Derâverdî, İsmail b. Ebî Habibe'den, o da Abdullah b. Abdirrahman'dan rivayet etmiştir.

Ancak hadîsin isnadında farklı tesbit ve yorumlar ortaya çık­mıştır : İbn Ebî Evs'in İsmail b. Ebî Habîbe'den o da Abdullah b. Ab-durrahman b. Sabit b. Sâmit'ten, o da babasından,'o da dedesinden rivayet ettiği de tesbit edilmiştir ki isabetli olanı da budur. Hadîs,' namaz kılarken soğuk ve sıcaktan dolayı elleri elbisenin bir kısmı­nın içine koyup öylece kapalı bir vaziyette secdeye varmanın ceva­zına delâlet etmektedir. Nitekim Buharı, el-Hasen'den naklen diyor ki : «Kavm (ashab-ı kiram) sarık, külah üzerine secde ediyorlar ve elleri de yenlerinin içinde bulunuyordu.» Saîd ise kendi Sünen'inde İbrahim'den naklen diyor ki : «Ashab-ı kiram uzun yenli gömlek, uzunca takye ve uzunca sarık ile namaz kılarlar, ellerini de dışarı çı­karmazlardı.»

Beyhakî bu rivayet üzerinde durup diyor ki : «Secde hakkında ashabdan mevkufen rivayet edilenlerin en sahihi budur.» [328]

 

Çıkarılan Hükümler :

 

1- Yerin sıcaklık veya soğukluğundan korunmak için namaz kılan kimsenin önünde seccade bulunmuyorsa, üzerinde taşıdığı ge­nişçe elbisenin bir ucunu secde yerine serip üzerine hem ellerini, hem alnını koyup secde etmesi caizdir.

2- Toprak üzerine seccade serip namaz kılmakta bir sakınca yoktur.

3- Temiz toprak üzerinde durup namaz   kılmak, yine toprak üzerine alnı koyup secde etmek asıldır.

4- Kalkıp otururken kendisiyle birlikte hareket eden bir el­bise üzerine secde etmek -tahrîmi bilinerek yapılırsa- namazın sıh­hatim bozar. Bu, Şafiîlere göredir. [329]

 

İki Secde Arasında Oturmak

 

iki defa secde edilir. İki secde arasında biraz otur-

mak, vacip midir, yok sünnet midir? Terkedildiği takdirde namaz bozulur mu? Bunların cevabını ancak ilgili hadîsleri nakledip müc-tehit imamların tesbit ve istidlallerini, ictihad ve ihticaclarını belirt­tikten sonra verebiliriz.

İlgili hadîsler:

Enes (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz (namazda) SEMİ'ALLAHU LÎMEN HAMİDEHÜ deyip ayakta (belini doğrultarak) dururdu, o kadar ki, biz «Peygamber namazı terketti veya yanıldı» derdik. Sonra secdeye eğilip iki secde arasında otururdu, o kadar ki, biz «Peygamber namazı terketti veya yanıldı» derdik»[330]

Buharî ve Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri hadîste ise, Enes (R.A.) demiştir ki : «Doğrusu size namaz kıldırırken, Resûlüllah (A.S.) Efendimizi bize namaz kıldırırken gördüğüm gibi, (O'minkin-den) kısa (ve noksan) yapacak değilim : Resûlüllah (A.S.) başını rü-kû'dan kaldırdığında doğrulup ayakta dururdu, o kadar M, insanlar, Peygamber unuttu, derlerdi. Eaşını secdeden kaldırdığında bir süre dururdu, o kadar ki, insanlar, Peygamber unuttu derlerdi.»

Huzayfe (R.A.) den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendi-miz'in iki secde arasında şu duayı okuduğunu söylemiştir : «Raübi'-ğfir lî, Rabbi'ğfir lî (Rabbım! beni mağfiret eyle, Rabbun ! beni mağ­firet eyle...»[331]

İbn Abbas'dan (R.A.) yapılan rivayette, demiştir ki : «Peygamber (A.S.) Efendimiz iki secde arasında şöyle derdi : Rabbi'ğfir lî ver-hamnî vecbürnî vehdinî verzuknı (Allahım! beni mağfiret eyle, bana merhamet eyle, beni ıslâh edip düzelt, beni doğru yola eriştir ve be­ni rızıklandırî.[332]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Rükû'dan kalkıldığında beli doğrultup ayakta bir süre dur­mak vaciptir.

2- Birinci secdeden başı kaldırıp oturmak ve bir süre bekle­mek vaciptir.

3- İki secde arasında hadîste belirtilen şekilde dua etmek sün­nettir.

Buna 'ta'dîl-i erkân» denir. Nasıl rükû'dan kalkıldığında beli doğrultup her organ yerini bulup istikrar sağlaymcaya kadar ayak­ta durmak bazı müctehitlere göre farz, bazısına göre vâcipse, iki secde arasında beli doğrultup oturmak da ya farz, ya da vaciptir. 51. hadîsin açıklamasında mezheplerin bu konuyla ilgili görüş, tesbit ve içtihatlarını naklettiğimizden burada tekrar etmek istemiyoruz.

Özetîiyecek olursak, şöyle sıralayabiliriz :

  İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre, ta'dil-ı erkan vaciptir. Hanbeliler de aynı görüştedirler.

  İmam Şâfü ve İmam Ebû Yusuf'a göre, farzdır. Mâliküer -bu konu üzerinde fazla durmamışlardır. Onlara göre, rükû'dan   kalkıp beli biraz doğrultmak kâfidir. Diğer yerlerdeki durum da öyle..

Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller :

Buharı ve Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri Berâ' hadîsinde, adı geçen şöyle demiştir : «ResûîüUah (A.SJ Efendimizin rükû'ü ve secdesi, rükû'dan başım kaldırdığı zaman iki secde arasmdalû (celseye,) yakın eşitlikte idi.»

Buharî'nin tesbit ettiği lâfızda ise, şöyle denilmektedir : «Peygam­ber (A.S.) Efendimiz'in rükû' ve secdeleri, iki secde arasındaki tcel-sesi) ve başını rükû'dan kaldırdığında -kıyam ve kuud müstesna- bir­birine yakın bir eşitlikteydi.»

Böylece, rükû'dan ve birinci secdeden kalkıldığında beli doğrul­tup her organ yerini bulup karar kılıncaya kadar beklemek vacip­tir. Şâfiîlerden bazısı, i'tidali ve iki secde arasında oturmayı uzatmak namazı bozar, çünkü rükünlerin ardarda yapılmasına engel olur, demişlerse de, onların bu görüş ve içtihadı ilim.çevresinde pek taraf-dar bulmamıştır. Zira muvalat, yanı rükünleri ardarda yapmaktan maksat, ara yere başka bir şeyin girmemesi demektir. Rüknü kendi özelliği doğrultusunda uzatmakta bir sakınca yoktur. Meselâ kıraati

istediğimiz kadar uzatabiliriz, bu hiçbir zaman namazın muvalatma engel olduğundan namazı hükümsüz kılar, denilemez.

911  nolu Huzayfe hadîsini aynı zamanda Tirmizî ve Ebû Dâvud daha uzun şekliyle tahrîc etmişlerdir. Yukarıdaki lâfız, Nesâî ile İbn Mâce'nin tahrîcleridir.

912  nolu İbn Abbas hadisini Hâkim tahrîc etmiş, Beyhakî sahîh-lemiştir. Ancak İbn Mâce ile onların tahrîcleri arasında bazı farklar varsa da esasta bir değişiklik söz konusu değildir[333]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- İki secde arasında, organlar karar kılacak kadar oturmak vaciptir.

2- Rükû'dan kalkıldığında beli doğrultup ayakta her organ karar kılacak kadar durmak vaciptir.

3- îki secde arasında me'sür duayı okumak sünnet veya müs-tehabdır. [334]

 

Îkinci Rekatte Doğrudan Kıraate Başlamak

 

Bilindiği gibi, birinci rekâtte Sübhaneke okunduktan sonra EUZÜ BÎLLAHÎ MÎNE'Ş-ŞEYTANİ'R-RAOIM denildikten sonra BESMELE söylenir ve öylece kıraate başlanırdı. Gerek Sübbaneke'yi okumak, gerekse eûzü-besmele- çekmek sünnettir. Ancak ikinci ve müteakip rekâtlere kalkıldığında yine eûzü-besmele çekmek sünnet midir? Bu hususta tesbit edilen bir hadîs mevcuttur. Önce onu, sonra da mez­heplerin tesbit ve istidlallerini nakledelim.

İlgili hadîs :                                                  ,

Ebu Hüreyre (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «Resûlüllah  (A.S.)  Efendimiz  (namazda)     ikinci rekâte    kalkınca,

doğrudan EL-HAMDÜ LİLLAHİ RABBİ'L-ÂLEMÎN diyerek kıraate ıslardı ve bu arada biv sekte yapmazdı.»[335]

Hadîsin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- İkinci rekâte kalkıldığında sübhaneke okunmaz.

2- İkinci rekâtte kıraatten önce eûzü-besmele çekilmez. Hadîsin ışığında mezhep imamlarının tesbit ve istidlâllleri :

a) Hanefîlere göre     :

Namaza başladıktan sonra kıraatten önce teavvüzde bulunmak, kni EÛZÜ BİLLAHİ MÎNE'Ş-ŞEYTANÎ'R-RACÎM demek sünnettir, u sadece farz ve sünnet namazlarda birinci rekâtte söylenir. Nâfi-; namazlar dört rekât halinde kılmıyorsa -ikindinin ve yatsının dör-er rekât gayr-i müekked sünnetleri gibi üçüncü rekâte kalkıldığın-a da kıraatten önce eûzü-besmele çekmek sünnettir.

Namazın birinci rekâtinde teavvüzde bulunmak imam ve mün-, srit için sünnettir, muktedi, yani imama uyan kimse için sünnet de-ildir. Bu İmam Ebu Hanîfe ile İmam Muhammed'in kavlidir. İmam Ibü Yusuf'a göre, muktedi hakkında da sünnettir, çünkü teavvüz enâya, yani Sübhaneke'yi okumaya tabi'dir.[336]

b)  Şafiîlere göre:

Namazın her rekâtinde teavvüz'de bulunmak, yani kıraatten nce EÛZÜ BİLLAHİ MİNE'Ş-ŞEYTANİ'R-RACÎM demek sünnettir. Xinkü her rekâtte kıraata başlanır ve kıraatten önce de teavvüzde lulumüur. Hem iftitah duası, hem teavvüz gizli okunur. Bu, aşikâr e gizli okunan bütün namazlarda böyledir.[337]

Kur'ân'daki ilgili âyete dayanarak namazda Fatiha'dan sonra eavvüzde bulunmak sünnettir, diyenler olmuştur. İmam Şafii, Fâ-iha'dan önce söylenmesini müstehab görmekte ve lafız olarak da, SÛZÜ BİLLAHÎ MİNEŞ'Ş-ŞEYTANİ'R-RAOÎM denilmesini, daha uy-;un bulmaktadır.[338]

c) Hanbelilere göre :                                    .

Bu konuda İmam Ahmed'den iki farklı rivayet yapılmıştır. Bir rivayete göre, her rekâtte teavvüzde bulunmak sünnettir. Diğer ri­vayette ise, sadece birinci rekâtte teavvüzde bulunulur. Nitekim bu ikinci rivayete Atâ', el-Hasan, Nahai ve Sevrî de katılmışlardır, yani onların da içtihatları bu doğrultudadır. Hepsi de yukarıdaki Ebu Hü-reyre hadîsiyle istidlal etmişlerdir.[339]

İbn Kudame bu konuyu işlerken şöyle diyor : Zira namazın hep­si bir bütündür... Birinci rekâtte istiazeyi terkeden kimse onu ikin­ci rekâtte okur. Istiftah duasını terkederse onu ikinci rekâtte oku­maz. Çünkü istiâze kıraat içindir. Ama istiazeden önce kıraate baş­larsa, artık o rekâtte istiâze okumaz. Zira yerini kaçırmış bulunuyor.

Şafiî ile îbn Skin, bu hususta 16/98. âyete dayanarak her rekât­te istiâzede bulunmak sünnettir, demişlerdir.[340]

d) Mâlikilere göre :

Farz namazlarda kıraatten önce istiâze getirmez, ancak Rama-zan'da (teravih) namazı kıldıklarında teavvüzde bulunurlar. Namaz dışında Kur'ân okuyan kimse, isterse kıraatten önce istiâzede bulu­nur.[341]

îmam Mâlik'in bu içtihat ve görüşünden anlaşılıyor ki, namaz­da kıraatten sonra teavvüzde bulunulabilir.

Tahliller :

Ebu Hüreyre hadisini Nesâî ve îbn Mâce de tahrîc etmişlerdir. Ayrıca Ebû Dâvud da tahrîc etmiş, ancak sekte lafzını nakletmemiştir. [342]

 

Çıkarılan  Hükümler:

 

1- Namaza başlandığında istiftah duasından  sonra istiâzede bulunmak sünnettir.

2- Namazda sadece birinci rekâtte teavvüzde bulunmak sün­nettir. Bu, Hanefîlere göredir. Şafiîlere ve bir rivayette Hanbelîlere göre, her rekâtte sünnettir.

3- İkinci ve diğer rekâtlerde kıraatten önce sekte meşru' de­ğildir.

4- Kıraatten önce teavvüzde bulunulmaz, namaz dışında Kur'-tn okununca kıraatten önce teavvüzde bulunmak müstehabdır. Bu, Uâlikî'lere göredir. Çünkü 16/98, âyette Kur'ân okunduktan sonra leavvüzde bulunulması emredilmiştir. [343]

 

Birinci Teşehhüdün Emredilmesi ve Yanılma Sebebiyle Sakıt Olması

 

Bilindiği gibi, üç ve dört rekâtli namazlarda iki teşehhüd vardır. Birinci teşehhüt vacip, ikincisi farz sayılmıştır. Bu duruma göre, bi­rinci teşehhüdü unutup üçüncü rekâte kalkan kimseden bu sakıt olur mu? İkinci teşehhüdü unutup yerine getirmeyen kimsenin na­mazı bozulur mu?

Bu hususta ilgili hadîsleri nakledip müctehit imamların görüş, tesbit ve içtihatlarını belirttikten sonra mesele açıklığa kavuşmuş olur.

İlgili hadîsler »

îbn Mes'ûd (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «Şüphesiz ki Muhammed (A.S.) şöyle buyurdu : Her iki rekâtte oturduğunuz zaman, ET-TEHİYYATU LİLLAHİ VA'S-SALAVATÜ VAT-TAYYİBATÜ, ES-SELAMÜ ALEYKE EYYÜHENNEBİYYÜ VE RAHMETÜLLAHî VE BEREKÂTÜHÜ ES-SELÂMÜ ALEYNA VE ALÂ İBADİLLAHİ'S-SALİHÎN. EŞHEDÜ ELLÂ İLAHE İLLALLAH VE EŞ-HEDÜ ENNE MUHAMMED'EN ABDÜHÜ VE RESÜLÜHÜ, söyle­yin, sonra da sizden herbiri kendisince hoşuna giden dualardan se­çip onunla Aziz ve Celîl Rabbma duâ etsin.»[344]

Rifaa b. Râfi' (R.A.) den yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir -.

«Namazına kalktığın zaman tekbîr getir, soriva Kur'ân'dan sana kolay geleni oku. Namaz ortasında oturduğun zaman itmi'nan sağla (organların yerini alıp karar kılsın), sol uyluğunu yere döşe, sonra Teşehhüdde bulun.» [345]

Abdullah b. Buhayne (R;A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «Peygamber (A.S.) Efendimiz öğle namazına kalktı ve üzerinde bir oturma (birinci ka'de) kaldı. Namazım tamamlayınca, ardarda iki secde yaptı ve her secde için tekbîr getirdi, oturmuş vaziyette idi, selâm vermeden önce (yanılma secdesini yerine getirdi), insanlar (cemaat) de onunla beraber secde ettiler ki bu Peygamber'in (A.S.) unuttuğu cülusa karşılıktı.»[346]

Hadislerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- İki rekâtli namazlarda ikinci rekâtin sonunda et-Tehıyyat'a, diğer bir tabirle Teşehhüd'e oturmak farzdır.

2- Üç ve dört rekâth namazlarda ikinci rekâtin sonunda Teşeh­hüd'e oturmak vaciptir.

3- et-Tehiyat'tan sonra birkaç duâ okumak sünnettir. Ancak üç ve dört rekâtli farz ve müekked sünnetlerde durum değişiktir.

4- Namaza tekbîr getirerek başlanır. Daha önce bu husus açık­lanmıştı.

5- Kur'ân'dan kolay gelen bir parça okumak   farzdır. Bu da daha önce yeterince açıklanmıştı.

6- Namaz ortasında ikinci rekâtin sonunda sol kalça ve uylu­ğu yere döşeyip Öyle oturmak sünnettir,

7- İkinci rekâtin sonunda Teşehhüt okumak vâcibdir.

8- İkinci rekâtin sonunda ilk celseyi unutup yerine getirme­mekten dolayı yanılma secdesi yapmak vâcibdir,

9- Yanılma secdesi, selâm vermeden önce iki secde olarak ar­darda yerine getirilir.

Hadîslerin ışığında müctehit imamların tesbit, içtihat ve istid-âlleri:

a)  Hanefilere göre :

Üç ve dört rekâtli farz ve müekked sünnet namazlarda ikinci re-câtin sonunda oturmak vâcibdir. Bu, her iki rekâti birbirinden ayır-nak üzere meşru kılınmıştır.

Her iki oturuşta da sol ayağın yan ve üst kısmını yere döşeyip üzerine oturmak, sağ ayağı, parmaklar kıbleye gelecek şekilde dik­mek sünnettir.[347]

Hanefîler oturuş şekli hakkında Hz. Aişe (R.A.) ile Enes b. Mâ­lik (R.A.) hadîsleriyle istidlal etmişlerdir. Hz. Aişe (R.A.) şöyle de­miştir : «Şüphesizki Resûlüllah (A.S.) Efendimiz namazda oturdu­ğu zaman sol ayağını yere döşeyip üzerine oturur ve sağ ayağım di­kerdi.» Enes b. Mâlik (R.A.) de diyor ki : «Peygamber (A.S.) Efen­dimiz namazda teverrükü men'etti.»[348]

Ancak sözünü ettiğimiz oturuş şekli erkeklere mahsustur. Ka­dınlar ise teverrük ederler. Teverrük, sol kalçayı uylukla birlikte ye­re döşeyip üzerine oturmaktır.

Namazda ilk oturuşta et-Tehiyat'tan fazla bir şey okumak mek­ruhtur. Bu hususta icma' vâki olmuştur. et-Tahavî de aynı hususu belirtmiştir.[349]

b)   Şâfiilere göre :

Namazda iki rekâtın sonunda hem teşehhüt, yanı et-tahiyat oku­mak, hem oturmak, eğer selâm verilecekse, rükündürler. Selâm ve­rilmeyip üçüncü rekâta kalkılacaksa, ikisi de sünnettir. Teşehhüde oturmak nasıl gerçekleşirse öyle oturmak caizdir. Ancak birinci cel­sede sol ayağın topuğu üzerine oturup sağ ayağı dikmek; ikinci otu­ruşta teverrük etmek sünnettir. İkinci oturuşta Peygamber (A.S.) Efendimiz'e salât'ü selâm getirmek farz, birinci oturuşta ise, sünnet­tir. Ancak birinci oturuşta Peygamber'in âl ve ashabına saiâvat ge­tirmek sünnet değildir, ikinci oturuşta sünnettir. Bazısına göre, vâ-cibdir.[350]

İmam Şafii, teşehhütte oturma şekliyle ilgili görüş ve içtihadını Ebu Humayd es-Sâidî (R.A.) hadîsine dayamış, yani onunla istidlal etmiştir. Adı geçen şöyle demiştir : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz iki secdeden sonra oturunca sol ayağını yere yatırıp üzerine oturur, sağ ayağım ise dik tutardı. Dört rekâtin sonunda oturunca, sol kalça ve uyluğunu yere döşeyip üzerine oturur, sağ kalça ve ayağını dik tu­tardı.[351]

c)  Hanbelîlere göre:

İki rekât namaz kılınca teşehhüde oturur. Hem oturmak, hem et-Tahiyat okumak meşru'dür, buna muhalefet eden olmamıştır. Çün­kü Peygamber (A.S.) Efendimizden mütevatiren nakledilmiştir. Üm­met de aynı şeyi namazlarında yapmaktadırlar. Akşam namazı veya dört rekâtli bir namaz ise, hem oturmak, hem et-Tahıyat okumak vâ­cibdir. Ancak bu iki rivayetten birine göredir. Nitekim Leys ve İs-hak'm da mezhebi böyledir. Diğer rivayete göre, vâcib değillerdir. Birinci rivayet daha sıhhatlidir. Çünkü Peygamber'in (A.S.) buna devam ettiği kesindir.[352]

Teşehhüd'ü belirtilen şekilde okumak, ona bir şey eklememek daha uygundur. îmam Ahmed'e göre, müstehab olan şekli, İbn Mes'-ud'dan rivayet edilenidir ve birinci oturuşta sadece onu okumakla yetinilir.

d)   Mâlikilere göre :

Gerek birinci oturuş, gerek ikinci oturuşta et-Tehiyat'tan sonra Peygamber (A.S.) Efendimiz'e .salâvat getirmek sünnet veya müs-tehabdır. Her iki oturuşta da teverrük şeklinde oturmak sünnettir.[353]

Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller:

Ebu Cafer,et-Tahavi, namazda birinci ve ikinci oturuş arasında fark bulunduğunu konu edinerek bunlarla ilgili ashab ve tabiinin söz ve fiillerini nakletmiştir. Müctehitlerin de bu konuda ikiye ayrıl­dıklarım belirterek, bir kısmına göre, birinci oturuşta sağ ayak diki­lir, sol ayak üzerine oturulur; ikinci oturuşta ise, sol kalça ve uyluk yere döşenerek üzerine oturulur ve sağ ayale dikilir. İkincilere göre her iki oturuşta da sağ ayak dikilir, sol ayak yere serilerek üzerine oturulur.

et-Tahavi bu konuda daha çok Vâü b. Hücür CR.A.) rivayetinin bıhhatı üzerinde durmuş ve şöyle bağlamıştır : «Bununla sabit oldu ki, Vâü b. Hücür'ün rivayeti dikkate alınmış ve Ebu Hanîfe, Ebu Yu­suf ve Muhammed'in kavli de buna göre gerçekleşmiştir.»[354]

920  nolu İbn Mes'ûd hadîsini Ahmed b. Hanbel, farklı lâfızlarla farklı yollardan rivayet etmiştir, ama hepsinin de ricali sahihtir, si-kattır. Nesâî ve Ahmed hadîsin baş kısmında «Her iki rekâtte otur­duğunuz zaman..» ibaresiyle tesbitte bulunmuşlardır. Tirmizî    ise, jhadise şu lâfızla başlandığım rivayet etmiştir -. «Resûlüllah    (A.S.) iEfendimiz, iki rekâtte oturduğumuz zaman bize şunu öğretti...» Ne-İsaî'nin bir diğer rivayetinde ise hadîs şu,lafızla rivayet edilmiştir:

«Siz her celsede şöyle deyin...»

Hadîsin son kısmını ise, Buhârî ve Müslim şu lafızla tesbit etmiş­lerdir : «Sonra da sizden biriniz hoşuna giden duadan seçip onunla dua etsin.» Diğer bir rivayette ise, «Sonra da sena anlamında olan-

ardan istediğini seçsin.» şeklindedir. Nesâî'nin Ebû Hûreyre'den yaptığı bir başka rivayette ise, şu cümle nakledilmiştir . «Sonra da kendi nefsi için hatırına geldiği şekilde duâ etsin..»

Böylece bu rivayetlere dayanıp istidlal edenler, teşehhüdün vâ-cib olduğuna kail olmuşlardır. Meşhur olan rivayete göre, imam Ah­med de aynı görüştedir. Leys, İshak ve İmam Şafii'nin de içtihatları böyledir.

Taberi ise, teşehhüdün vücubunu istidlal ederken şöyle demiştir: «Namaz önceleri iki rekât olarak farz kılınmıştı, teşehhüd de o iki rekâtin sonunda vâcib idi. Namaz rekâtları fazla kılınınca, yani üç ve dört rekât olunca, fazlalık o vücubu gidercnedi.»[355]

Birinci teşehhüdün vâcib olmadığına kail olanlar ise, Resûlüllah'-m (A.S.) bazan bunu terkettiği ve dönüp yerine getirmediği, sadece yanılma secdesiyle tamir ettiğiyle istidlal ve ihticac etmişlerdir. An­cak birincilerin kavli daha sıhhatlidir.

921  nolu Rıfaa hadîsini Tirmizî hasenlemiştir.   Hadîs, namazda birinci oturuşun vücubuna delâlet etmektedir.

922 nolu Abdullah hadîsinde «üzerinde bir oturma (birinci ka'de) kaldı» tabirinden; birinci oturuşun vâcib olduğu istidlal edilmiştir. [356]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Üç ve dört rekâtli namazlarda birinci ka'de (oturuş) vâcib-dir. Müctehitlerin bu hususta görüş birliği söz konusudur.

2- Birinci oturuşta et-Tahiyyat okumak, Hanefîlere göre, sün­net; Şafiî ve Hanbelüere göre vâcibdir.

3- Namazda birinci ve ikinci oturuş şekline gelince, sağ ayağı dikmek, sol ayağı yere yatırıp üzerine oturmak sünnettir. Bu, İmam Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına göredir. Diğer müctehit imamlara gö­re, son oturuşta teverrük şeklinde oturmak sünnettir.

4- Birinci oturuşta et-Tahiyat'tan sonra salavat ve dua oku­mak meşru değildir. Bu, Hanefîlere göredir. Diğer imamlara göre, sünnet veya müstehabdır.

5- Birinci ka'deyi (oturuşu) unutup veya yanılarak yerine ge­tirmeyen kimseye yanılma secdesi gerekir. [357]

 

Teşehhütte ve İki Secde Arasında Oturmak

 

Namazda her iki rekâtin sonunda oturmak ve her rekâtte yapı­lan iki secde arasında oturmakla ilgili birçok rivayetler mevcuttur. Çoğu bu iki yerde oturmanın sıfatı üzerinde durmuş ve Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in daha çok nasıl oturduğunu belirtmiştir.         

Vâü b. Hücür (R.A.J den yapılan rivayette, o, Peygamber (A,S.) Efendimiz'in namaz kıldığını, lalarken de secde ettiğini, sonra sol aya­ğını yere döşeyip üzerine oturduğunu görmüştür.»[358]

Saîd b. Mansur (R.A.) den yapılan rivayette, konu şu lâfızla nakledilmiştir: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in arkasında namaz kıldım : Oturduğu ve teşehhüt ettiği zaman, sol ayağım döşeyip üze­rine oturdu.»[359]

Ebu Humayd (R.A.) den yapılan rivayette, o, Resûlüllah'm (A.S.) ashabı arasında bulunan bir kişi olarak şöyle demiştir : «Ben, Resû­lüllah'ın EA.S.) namazını sizden daha çok hafızamda tutmaktayım. Resûlüllah' tekbir getirdiğinde ellerini omuzları hizasına kadar kal­dırıyordu, rükû'a eğildiğinde elleriyle iyice dizlerini tutup karar kı­lıyor, sonra da belini dümdüz tutuyordu. Başını rükû'dan kaldırdı­ğında her omurga yerine dönünceye kadar doğruluyordu. Secde et­tiğinde ellerini tabi halinde tutup öylece yere koyuyordu, ayaklanmn parmaklarım da kıbleye çeviriyordu, iki rekâtin sonunda oturunca, sol ayağının üzerine oturuyor, sağ ayağını dikiyordu. Son rekâtte otu­runca, sol ayağını öne doğru kaydırıp diğerini dik tutmak suretiyle mak'âdı üzerine oturuyordu.» [360]

Hz. Aişe (R.A.) dan yapılan rivayette, demiştir ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz namaza tekbir ve bir de EL-HAMDÜ LİLLAHİ RAB-BI'L-ALEMÎN'i okuyarak başlardı. Rükû'a vardığında başını ne kal­dırır, ne de eğerdi, bu ikisi arasında bir ölçüde tutardı. Rükû'dan ba­şını kaldırdığında, iyice doğrulup ayakta durmadıkça secde yap-mazdı. Secdeden başını kaldırınca, iyice oturmadan ikinci secdeyi yapmazdı. Her iki rekâtte et-Tahiyatı okurdu; aynı zamanda sol aya­ğım yere koyup sağ ayağını dik tutardı, kalçaları yere koyup bacak­ları dikmeyi men'ederdi, (buna akibi'ş-şeytan oturuşu denir). Aynı zamanda kolları, yırtıcı hayvanların ön ayaklarını yere yayıp uzat­tığı gibi yayıp uzatmayı de men'edeYdi. Ve namazı selam vermek suretiyle tamamlardı.»[361]

Ebu Hureyre (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «Resû­lüllah (A.S.) Efendimiz beni üç şeyden men'etti : (Namaz kılarken socde ettiğimde) horoz yeri gagalar gibi, başımı kaldırıp indirmemi, kalçayı yere koyup dizleri dikerek elleri yere koymak suretiyle kö­pek oturur gibi oturmamı, tilki gibi etrafa bakmıp iltifat etmemi...»[362]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Teşehhüde otururken, sol ayağı yere yayıp    üzerine otur­mak sünnettir. Sağ ayağı ise dik tutmak sünnettir.

2- Namazda tekbîr getirirken elleri omuz seviyesine    kadar kaldırmak sünnettir,  (Bu konu daha önce açıklanmıştır).

3- Rükû'da ellerle diz kapaklarım iyice kavrayıp istikrar sağ­lamak sünnettir.  (Bu konu da daha önce açıklanmıştır).

4- Rükû'da beli düz tutmak sünnettir.  (Buna da daha    önce yer verilmiştir).

5- Rükû'dan kalkıldığında beli iyice doğrultup ayakta dimdik durmak sünnet veya vâcibdir. (Bu konuyu da daha önce açıklamış bulunuyoruz).

6-  Secdede elleri normal vaziyette tutup yere koymak sünnet­tir. (Bunu da daha önce açıklamış bulunuyoruz).

7- Secdede ayakları dikip parmakları kıbleye çevirmek sün­nettir.  .

8- Birinci oturuşta, az önce belirttiğimiz gibi, sol ayağı   yere döşeyip üzerine oturmak, sağ ayağı dikmek sünnettir. îkinci oturuş­ta ise, sol ayağı biraz öne kaydırıp sol kalça üzerine   oturmak   ve sağ ayağı belirtilen şekilde dikmek sünnettir.

9- Namaza tekbîr ile başlamak farzdır.  (Bu konuyu da daha önce açıklamış bulunuyoruz).

10- Tekbirden sonra kıraate başlanır. Bu konu hakkındaki tes-bit ve içtihatları daha önce açıklamış bulunuyoruz).

11- Her ikj rekâtin sonunda et-Tahiyat okumak    sünnet veya vâcibdir.

12- Namazda kalçayı yere koyup dizleri dikmek mekruhtur.

13- Namazda secdeye varıldığında kolları yere sermek   mek­ruhtur. (Bu erkekler hakkındadır. Kadınlar kollarını yere dokundu­rarak secdeyi yerine getirirler).

14- Namaz, selâm vermekle tamamlanır.

Hadîslerin ışığında müctehit imamların görüş, tesbit, içtihat ve istidlalleri:

Mezhep imamlarının   tesbit ve içtihatlarını    daha   önce   kısa­ca belirttiğimiz için burada tekrar etmeye gerek görmüyoruz. Konuyla ilgili diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller. 932 dibnotlu Vâil hadîsi hakkında Tirmizi, hasen ve sahüı kay­dını koymuştur.

Bu konuda Rıfaâ b. Râfi' (R.A.) den yapılan rivayette ise, şöyle demiştir : «Peygamber (A.S.) Efendimiz, bedeviye dedi ki : Secde ettiğin zaman secden için iyice temekkün eyle, her azan karar kılıp sakinleşsin. Oturduğun zaman, sol ayağın üzerine otur.»

Ahmed b. Hanbel'in kendi Müsned'inde naklettiği bu hadîsi, ay­nı zamanda İbn Ebî Şeybe ve tbn Hibban da tahrîc etmişlerdir. Bu iki hadîsle ihticac edenler, namazda sol ayağın üzerine   oturmanın,  . sağ ayağı dik tutmanın müstehab olduğuna kail olmuşlardır. Nite­kim Zeyd b. Ali, Ebû Hanîfe ve arkadaşları, İmam Sevrî ve arkadaş­ları aynı görüştedirler. İmam Mâlik, İmanı Şafiî ve arkadaşları, son oturuşta teverrükün müstehab veya sünnet olduğuna kail olmuşlar­dır. İmam Âhmed b. Hanbel ise, bir rivayete göre, teverrükün sade­ce iki oturuşu olan namazlarda son oturuşta müstehab   olduğunu, iki rekâtli namazların sonunda ise, sol ayak üzerine oturup sağ aya­ğı dik tutmanın müstehab olduğunu söylemiştir.

Birinci grup, İmam Tirmizî'nin hasen ve sahîh kabul ettiği Ebû Humayd hadîsiyle istidlal etmişlerdir ki onu 934 numara ile naklet­miş bulunuyoruz. Ayrıca 935 nolu Hz. Aişe (R.A.) hadîsi de onlar için delil teşkil etmektedir.

Müslim'in kendi sahihinde tbn Zübeyr hadîsini naklederek Re-sûlüllah (A.S.) Efendimiz'in üçüncü bir oturuş şeklini belirtmiştir ki o da şöyledir : Resûlüllah (A.S.) Efendimiz namazın son oturu­şunda sol ayağım uyluğuyla bacağı arasına alıp sağ ayağını yayıp üzerine oturmuştur.. Nitekim Ebû Bekir el-Harakî bu rivayeti ihti­yar etmiştir. Ancak yapılan bütün araştırmalardan ve ilgili hadisler­den, ResûlüUah'm (A.S.) bir defaya mahsus böyle yaptığı ortaya Çı­kıyor. O bakımdan müctehit imamlardan hiçbiri bu rivayetle ihticac

etmemiştir.

emıeiiuşLn.

Namazda son teşehhüt için oturmak vacip   midir? Bu hususta farklı içtihat ve görüşler vardır. Onları da şöyle özetliyebiliriz :

a)  Ömer b. Hattab (R.A.), Ebu Mes'ud ve Ebû Hanîfe'ye   göre

vaciptir. İmam Şafii de aynı görüştedir. Ancak buradaki vücuptan maksat farzdır. O bakımdan Hanefî mezhebiyle ilgili fıkıh kitapla­rında son teşehhütte oturmak farzdır diye yazılıdır.

b) Hz. AH (R.A.), İmam Sevrî, Zührî ve İmam Mâlik'e göre, va­cip değildir.

Birinciler, ResûlüUah'm CA.S.) buna devam ettiğini dikkate ala­rak istidlal etmişlerdir. İkinciler ise, namaz kılmasını dosdoğru bil­meyen adama Peygamber (A.S.) Efendimizin namaz kılmayı öğre­tirken son oturuştan söz etmediğini dikkate alarak istidlal etmişlerdir.

934  nolu Ebû Humayd hadîsinde, Resûlüllah1 m    (A.S.) namazı tarif edilirken secdeye vardığında iki ayağının parmaklarını kıbleye çeyirdiği belirtilmiştir. Nitekim müctehitlerin çoğu bu hadîsle istid­lal ederek secdede ayak parmaklarını kıbleye çevirmenin sünnet ol­duğunu söylemişlerdir.

935  nolu Hz. Aişe hadîsine gelince ; Bunu Ebu'l-Cevzâ'nın   Hz. Aişe (R.A.) dan rivayet ettiği bilinmektedir. İbn Abdilber, Ebû'1-Cev-zâ'nm bunu Hz. Aişe'den işitmediğini söyleyerek mursel olduğunu belirtmiştir. Böylece hadisin senedinden bir sahabinin düştüğü an­laşılıyor. Bununla beraber sıhhatmda pek şüphe edilmemiş ve o ba­kımdan istidlale uygun görülmüştür.

936  nolu Ebu Hüreyre (R.A.) hadîsini Beyhakî de tahrîc etmiş­tir ki, Leys b. Ebî Selim rivâyetiyle bilinmektedir. Ebu Ya'lâ ve Tabe-rânî'nin de tahrîc ettikleri rivayetler arasında yer almaktadır. Mec-mau'z-Zevâid'de, Ahmed'in isnadının hasen  olduğu kaydedilmiştir.[363]

«Karga yeri gagalar gibi» cümlesini Ebu Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce, «Horoz yeri gagalar gibi» cümlesinin yerine zikrederek tah-rîcde bulunmuşlar ve bu rivayeti Abdurrahman b. Şibl tarikiyle nak-letmislerdir. Namazda köpek oturur gibi oturmayı men'eden rivaye­ti aynı zamanda Tirmizi, Ebû Dâvud, Nesâî ve îbn Mâce tahrîc et­mişlerdir.. Ancak hadîsin isnadında el-Hars el-A'ver bulunuyor. Şev-kani Neylü'l-evtar'da bu râviye dikkatleri çekmişse de, Zehebî Mî-zanü'l-î'tidal'da böyle bir isim üzerinde durmamıştır.

Ancak îbn Mâce'nin Enes (R.A.) den yaptığı rivayetin isnadın­da el-Alâ' Ebû Muhammed bulunuyor ki, bu zatın zayıf   olduğunu

bazı hadîs imamları tesbit etmişlerdir.[364] Ancak Beyhakî değişik bir lafızla yine onun rivayetinden bu manada bir hadîs tahrîc etmiş ve ayrıca Cabir b. Semure'den de buna yakın bir rivayet nakletmiş-tir. İbn Mâce ise şu mânada bir hadîsi Hz. Aişe (R.A.) dan rivayet et­miştir : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz secde ettiği zaman, başını kal­dırınca iyice oturup belini doğrultmadan ikinci secdeye eğilmezdi ve sol ayağım yayıp üzerine otumrdu.» [365]

 

İbn Mes'ud'un  (R.A)  Teşehhüdü

 

Bilindiği gibi, namazın birinci ve ikinci oturuşlarında teşehhüt okunur, buna et-Tahiyat da deriz. Ancak bu konuda Ashab-ı Kirâm'-dan dört, beş kadar ayrı metin rivayet edilmiştir. Onlardan biri, İbn Mes'ud'un (R.A.) naklettiği teşehhüttür. Yapılan sahih tesbitlere göre, rivayet şu lâfızlarla nakledilmiştir :

îbn Mes'ud  (R.A.) den yapılan rivayette demiştir ki :

— Resûlüliah (A.S.) Efendimiz bana, Kur'ân'dan nasıl bir sûre Öğretiyorduysa, öylece teşehhüdü öğretti :

ET-TEHİYYATÜ LİLLAHÎ VA'S-SALAVATU VA'T-TAYYÎBATÜ, ES-SELAMÜ ALEYKE EYYÜHEN-NEBİYYÜ VE RAHMETÜ'LLAHİ VE BEREKATUHÜ, ES-SELAMU ALEYNA VE ALÂ İBADİLLAHİ'S-SALİHİNE, EŞHEDÜ ELLA İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMED'EN ABDUHÜ VE RESULUHU.[366]

Diğer bir lafızla Peygamber (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuş­tur :

«Sizden biri namazda oturduğu zaman şöyle desin : ET-TEHÎY-YATÜ LÎLLAHÎ... VE ALA İBADİLLAHÎ'S-SALÎHIN dediğiniz zaman, gökte ve yerde Allah'ın her sâlih kulu üzerine selâm vermiş olursu­nuz. et-Tahiyat'm sonunda ise, istediğinizi seçip isteyin.»[367]

Ahmed b. Hanbel'in Ebü Ubeyde'den yaptığı rivayette, Abdullah (R.A.) şöyle demiştir : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ona teşehhüdü öğretti ve insanlara öğretmesini emretti : ET-TEHİYYATÜ......»[368]

İmam Tirmizî, teşehhüt hakkında en sahîh hadîs İbn Mes'ud'un (R.A.) hadîsidir ki, ilim ehlinin çoğu onunla amel etmektedir, demiştir.

Rivayetlerin ışığında müctehit imamların ihticac ve istidlalleri: a)  Hanefî mezhebine göre :

Üç ve dört rekâtli namazlarda birinci oturuş vaciptir. Kasden terkeden isâet işlemiş olur, yanılarak terkedene yanılma secdesi ge­rekir. Çünkü Resûlüllah (A.S.) hayatı boyunca buna devam etmiş­tir ki, onun bu devamı vücuba delâlet eder.

Birinci oturuşun farz olmadığı ise, şu rivayetten anlaşılmaktadır: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz birinci oturuşu yapmadan üçüncü re-kâte kalktı, sübhanellah denildiği halde geri dönmedi..»[369] Hane­fî fukahasmdan çoğu bunu dikkate alarak birinci oturuş sünnettir, demişlerdir. Bundan maksat, birinci oturuşun vücubu sünnet ile an­laşılmıştır veya vâcib derecesinde kuvvetli bir sünnettir demektir.

Namazın ikinci (son) oturuşunda Teşehhüt okumak vaciptir. İmam Şâfiîye göre, farzdır. Çünkü Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ha­yatı boyunca buna devam etmiştir. Bu da İmam Şafiî'ye göre, onun farz olduğuna delil sayılır.

Abdullah b. Mes'ud (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «Teşehhüt henüz farz kılınmadan önce biz namazda otururken ES-SELAMÜ ALA CİBRÎLE ve MİKİLE derdik. Peygamber (A.S.) Efen­dimiz (bir gün) bize dönerek şöyle buyurdu : ET-TEHİYYATÜ LİL-LAHİ... deyin ve böylece Teşehhüt ile bize emretti. Bu da Teşehhüd'-ün farziyetine delâlet eden bir diğer delil olarak bulunuyor.[370]

Hanefîlerin bu husustaki delili ise, Peygamber (A.S.) Efendimiz'-in bedeviye, «başını son secdeden   kaldırdığın ve teşehhüt   miktarı

oturduğun zaman namazın cidden tamamlanmış olur..» Böylece na­mazın mücerret oturmakla tamam olacağı sübut bulmuş oluyor, o bakımdan Hanefüere göre, Teşehhüt okumak farz değil vaciptir. İbn Mes'ud'un Teşehhüd'ü okunur.

b)   Şafiî mezhebine göre :

Az yukarıda Şafiî mezhebinin görüşünü kısa belirtmiş olduk. An­cak önemi bakımından o mezhepte kaynak sayılan kitaplardan bir iki parça nakletmemizde yarar görüyoruz.

Namazın 11. rüknü, Teşehhüt ve kuuddür. Eğer bu ikisinden son­ra selâm veriliyor, yani namaz bitiyorsa, ikisi de rükündür, selâm verilmiyorsa o takdirde sünnettirler. Bunun gibi son oturuşta Pey­gamber (A.S.) Efendimiz'e salât getirmek de farzdır. Birinci oturuş­ta ise, mezhebin en zahir kavline göre, sünnettir.[371]

Birinci ve ikinci oturuşta okunacak Teşehhüdü İmam Şâfü, ibn Abbas'dan (R.A.) rivayet edilen şekliyle daha uygun görmüştür ki şu lafızlarla okunur:

ET-TEHİYYATÜ LİLLAHİ, SELAMÜN ALEYKE EYYÜHE'N-NE-BİYYÜ VE RAHMETÜLLAHÎ VE BERAKATÜHÜ, SELAMÜN ALEY-NA VE ALA İBADİ'LLAHİ'S-SALİHINE, EŞHEDÜ ELLA İLAHE İL­LALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN RESÜLÜLLAH[372]

c)   Hanbelî mezhebine göre :

Diğer mezheplerde olduğu gibi, namazın sonunda oturmak farz­dır. Ancak Hanbeli'lere göre, teşehhüt ve iki selâm miktarı oturmak­la bu farz gerçekleşir. Şafiî mezhebinde ise, son oturuş teşehhüt ve salâvat miktarı oturmakla gerçekleşir.

Okunan teşehhüde gelince, Hanefüere göre, vacip, Mâliküere göre, sünnet Şâfiîlere göre farzdır. Hanbeli'lere göre, bir rivayete göre vacip, bir rivayete göre sünnettir. Onlar da lafız olarak, İbn Mes'ud (R.A.) un rivayetini seçmişlerdir,[373]

d)  Malikî mezhebine göre :

Bu mezhebin görüş ve içtihadım kısmen açıkladık. İmam Mâlik, Teşehhüt eîfazmda Hz. Ömer'den (R.A.) yapılan rivayeti seçmiştir.

Farz olan selâm miktarı oturmak farzdır, teşehhüt miktarı oturmak sünnettir. Peygamber'e (A.S.) salât-ü selam getirecek kadar otur­mak menduptur. Sahih olan da budur.[374]

Konuyla ilgili diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller :

İbn Mes'ud hadîsini aynı zamanda Hafız Bezzar da hem rivayet etmiş, hem de bu konuda en sahihidir, demiştir. Yapılan tesbitlere göre, sözü edilen hadîs, yirmi küsur tarikle ele alınıp nakledilmiştir. el-Bağavi Şerhü's-Sünnet'te bunun üzerinde durmuş ve kesin ifade­ler kullanmıştır. İmam Müslim ise, insanların daha çok îbn Mes'ud (R.A.) m rivayet ettiği teşehhüdü seçip üzerinde icma' etmesinin se­bebini, îbn Mes'ud'un (R.A.) arkadaşlarının ve kendisine tabi olan­ların bu hususta birbirine muhalefet etmediklerinde görmektedir. Diğer ashaptan rivayet edilen Teşehhütler hakkında ise, onların ar­kadaşları ve kendilerine tabi' olanların farklı görüşleri bulunduğu tesbit edildiğinden, insanların çoğu o rivayetleri seçmenıişlerdir.

Teşehhüdü, İbn Mes'ud'dan başka birçok ashab-ı kiram, Resû-lüllah'tan rivayet etmişlerdir. Onları şöyle sıralayabiliriz :

1- Câbir (R.A.)

Bunu Nesâî, İbn Mâce, Tirmizi ve Hâkim rivayet etmişlerdir. Ri­cali sikat (güvenilirler) dir.

2- Hz. Ömer (R.A.)

Hz. Ömer'in (R.A.) bu konudaki hadîsini İmam Mâlik, İmam Şa­fii, Hâkim ve Beyhakî rivayet etmişlerdir. Dârekutnî Hz. Ömer ha­dîsinin mevkuf olduğunu belirtmiş ve bu hususta farklı görüş orta­ya koyan olmamıştır, demiştir.

3- İbn Ömer (R.A.)

Onun hadîsini Ebû Dâvud, Dârekutnî ve Taberânî tahrîc etmiş­lerdir.

4- Hz. Ali (R.A.)

Onun hadîsini sadece Taberâni, isnad-i zayıf ile tahrîc etmiştir.

5- Ebû Musa (R.A.)

Onun hadîsini Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve Taberânî rivayet etmişlerdir.

6- Hz. Aişe (R.A.)

Onun hadîsini Hasan b. Süfyan kendi Müsned'inde tahric etmiş, Beyhakî de ona yer vermiştir. Dârekutni onun mevkuf olduğunu be­lirterek bu yönüyle ağırlık kazandığını, söylemiştir.

7- Hz. Semüre (R.A.)

Onun hadîsini Ebû Dâvud tahrîc etmişse de isnadı zayıf kabul edilmiştir.

8- İbnZübeyr (R.A.)

Onun hadîsini Taberâni tahrîc etmiştir. Ancak rivayet zincirin­de îbn Lühay'a teferrüt etmiştir.[375]

9-  Muaviye (R.A.)

Onun hadîsini Taberâni isnad-i hasen ile tahrîc etmiştir.

10- Selmân (R.A.)

Onun bu konudaki hadîsini Taberâni, Bezzar ve Ebû Nuaym ri­vayet etmişlerdir. İsnadı zayıftır.

11- Ebu Humayd (R.A.)

Onun hadîsini Taberâni tahric etmiş, Hafız Bezzar isnad-i hasen ile rivayet etmiştir. Ayrıca İbn Ebî Şeybe mevkufen rivayet etmiştir.

12- Hüseyin b. Ali (R.A.)

Onun bu konudaki rivayetini Taberâni tahric etmiştir.

13- Talha b. Ubeydullah ER.A.)

el-Hafız tahrîc etmiş ve isnadının hasen olduğunu belirtmiştir.

14- Enes (R.A.)

Yine el-Hafız onu rivayet etmiş ve isnadının sahih olduğunu söy­lemiştir.

15- Ebû Hüreyre (R.A.)

Onun hadîsini yine el-Hafız tahrîc etmiş ve ve isnadının sahih ol­duğunu belirtmiştir.

16- Ebû Saîd (R.A.)

el-Hafız onun da isnadının sahih olduğunu kaydetmiştir. Bunlardan başka Ümmü Seleme, Huzayfe ve Muttalib b. Rabi'a

ile İbn Ebî Evfâ (Allah hepsinden razı olsun) Teşehhütle ilgili riva­yetler yapmışlardır. Ancak bir kısmının isnadı üzerinde bazı şeyler söylenebilir.

Teşehhüt'te yer alan bazı kelimelerin açıklanması :

et-Tehıyyat, «tehiyye» nin çoğuludur. Selâm, Baka, Azamet. Se­lâmet ve Mülkü saltanat gibi manalara delâlet eder. Bütünüyle tâ'-zimi müşirdir.

es-Salâvat,- beş vakit namaz, bütün namazlar, Hakk'a yapılan her türlü ibâdet ve dualar demektir. Ayrıca rahmet manasına da de­lâlet eder.

Bazı ilim adamlarına göre, et-Tehiyyat, sözlü ibâdete; es-Salâvat, fiilî ibâdetlere; et-Tayyibat malî ibâdetlere işarettir.

et-Tayyibat, güzel ve uygun sözler, Allah'ı anmalar, salih amel­ler gibi manalara delâlet eder.

Teşehhütle ilgili diğer iki hadis :

îbn Abbas (R.A.) dan yapılan rivayette demiştir ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bize Kur'ân'dan sûre öğrettiği gibi, Teşehhüd'ü de öğretti. Resûlüllah şöyle buyurdu : et-tahıyyatü el-mubarekâ-tü es-salavatü et-tayyibatü es-selamü aleyke eyyü-hennebiyyü ve rahmetü'llahi ve berekâtühü, es-selâ-mü aleyna ve ala ibadîllahi's-salihîne, eşhedü ella îlahe illallah ve eşhedü enne muhammeden resûlül­lah.[376]

Tirmizi bu hadisi sahihlemiş ve içinde geçen «es-Selâm» kelime­sini «selâmün» şeklinde elif-lâmsız rivayet etmiştir, Îbn Mâce de bu-iu Müslim gibi rivayet etmiş, ancak «Resûlüllah» yerine, «abdühü 7& resulünü» lafızlarını zikretmiştir. İmam Şafiî ile İmam Ahmed 3. Hanbel de «es-Selâm» lafzını nekre, yani elif-lâmsız ve sonunda «eşhüdü» lâfzını zikretmeyip sadece «ve enne Muhammed'en..» şek­linde rivayet etmişlerdir. Nesâi de Müslim gibi rivayet etmiş, sadece «es-selâm» yerine «selâm» lafzını koymuştur.

Hz. Ömer'den (R.A.) yapılan rivayette, demiştir ki : «Namaz ancak teşehhütle yeterli olur.»[377]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Namazın son oturuşunda Teşehhüt okumak vaciptir.

Bu, İmam Ebû Hanîfe'ye göredir. İmam Şafiî'ye göre, farzdır.

2- Namazın birinci oturuşunda Teşehhüt okumak sünnettir. Mâlikîlere göre, her iki oturuşta da Teşehhüt sünnettir.

3- Üç ayrı Teşehhüt şekli rivayet edilmiştir. En sahih, İbn Mes'ûd'un ki kabul edilmiştir, Bununla beraber gerek İbn Abbas'tan, gerekse Hz. Ömer'den (Allah ikisinden de razı olsun) rivayet edilen şekilleri okumakta bir sakınca yoktur. [378]

 

Teşehütte Şehadet Parmağıyla İşarette Bulunmak

 

Namaz bütünüyle zikir, dua, niyaz ve teslimiyettir. O bakımdan teşehhüt için oturulduğunda kalbimiz Allah'ın varlığım tasdik, dili­miz ikrar, parmağımız tanıklık edip işarette bulunur. Ancak bunun­la ilgili rivayetler üzerinde durup istidlal ve ihticacda bulunan ilim adamlarının tesbitleri farklı, içtihatları değişik olmuştur.

İlgili hadîsler :

Vâil b. Hücr (R.A.) den yapılan rivayette, Peygamber (A.S,) Efendimizin namazım vasfederken bellediklerini söyledikten sonra şöyle dedi : Peygamber (A.S.) oturdu, sol ayağını yere yayıp sol eli­nin içini sol uyluğu ile dizi üzerine koydu; sağ dirseğinin ucunu sağ uyluğunun üzerine koyduktan sonra parmaklarından ikisini kapa­dı, baş parmağıyla orta parmağını halka şeklinde tuttu ve sonra da şehadet parmağını kaldırdı. Onu hareket ettirip onunla dua ettiğini gördüm.»[379]

îbn Ömer (R.A.) dan yapılan rivayette demiştir ki :

— «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz namazda oturduğu zaman iki elini iki dizi üzerine koyar, sağ elinin baş parmaktan sonraki parma­ğını kaldırıp onunla duâ ederdi. Sol elini de açık bir vaziyette sol dizi üzerine koyardı.»

Diğer bir lafızla şöyle rivayet etmiştir : «Resûlüllah (A.S.) Efen-miz namazda oturunca, sağ elinin içini sağ dizi üzerine koyar ve bütün parmaklarını yumar, sadece baş parmağından sonraki parma­ğıyla işarette bulunurdu. Sol elinin içini sol dizi üzerine koyardı."[380]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır.

1- Namazda teşehhüde oturulduğunda ellerin    içini dizlerin üzerine koymak sünnettir.

2- Serçe parmakla bitişiğindeki parmağı kapayıp orta par­makla baş parmağı halka yapmak ve şehadet parmağıyla   işarette bulunmak müstehabdır. Tabi bu sağ ele mahsustur.

3- Namazda teşehhüde oturulduğunda sağ elin bütün parmak­larını kapayıp sadece şehadet parmağıyla işarette bulunmak müs­tehabdır.

4- Şehadet parmağıyla işarette bulunmak, «illallah» lafzı söy­lenirken gerçekleştirilir. Böylece Allah'ın varlığını ve birliğini .isbat-ta söz, fiil ve itikat birleşmiş olur.

Mezhep imamlarının görüş, tesbit ve istidlalleri ;

a) Hanefi mezhebine göre :

Teşehhütte «eşhedü ellâ. ilahe illallah» denildiğinde parmakla işa­rette bulunma hususunda meşayihin farklı görüşleri olmuştur : Bir [kısmı, işarette bulunmak müstehab değildir, çünkü elin içini açık bir vaziyette diz üzerine koymak sünnettir. Parmakların kapanıp işaret parmağının hareket ettirilmesi bu sünnete muhalif düşer. Bir İkisini ise, işaret parmağı kaldırılarak hareket ettirilir. Nitekim İmam Muhamnıed Kitabü'l-Müsebbihe'de, Peygamberin (A.S.) parmağıyla işarette bulunduğunu rivayet ederek Peygamber CA.S.) Efendimizin yaptığı gibi yapmanın müstehab olduğunu söylemiştir. Ebû Hanife'-ınin de kavli bu doğrultudadır.

Ancak teşehhütte parmakla işarette bulunmanın keyfiyeti hak­kında iki ayrı tesbit söz konusudur : Medine halkı parmaklan ka­payıp 53 rakamını ifade eder bir şekil üzerinde durmuştur, yani ser­çe parmakla bitişiğindeki parmak kapatılır, orta parmakla baş par­mak halka edilir ve şehadet parmağıyla işaret yapılır. el-Fakıh Ebû Cafer el-Hendevânî de bu şekli uygun görmüştür.[381]

Bununla beraber hanefi fukahası, elleri açık bir vaziyette dizler üzerine koymanın daha uygun olacağı üzerinde durmuşlardır. O ba­kımdan bu mezhebe bağlı olanların çoğu teşehhütte hem parmak­larını kapamazlar, hem de işarette bulunmazlar.

b)   Şafiî mezhebine göre :

Teşehhütte sağ elinin serçe ve bitişiğindeki parmakları kapa­mak, onlarla birlikte orta parmağı da kapayıp müsebbiha Cşehâdet parmağı) serbest bırakılır ve «illallah» lafzı söylenirken yukarıya kaldırılır, başka hareket ettirilmez. En zahir kavle göre, baş parmak da orta parmakla birlikte halka edilip kapatılır ve el, 53 rakamını ifade edenin şekline sokulur.[382]

c)  Hanbeli mezhebine göre :

Namazda teşehhüde oturulduğunda sol eli açık vaziyette, sağ eli de hadiste belirtilen 53 rakamının ifade eder şekilde diz üzerine koymak müstehabdır. Hanbeîüer bu konuda yukarıda naklettiğimiz iki hadîsi delil seçip istidlalde bulunmuşlardır. Şafii mezhebinde ol­duğu gibi, şehadet parmağını sadece kaldırmakla yetinir, başka bir hareket ettirmez.[383]

Teşehhütte her iki eli de açık bir vaziyette dizler üzerine koy­makta bir sakınca olmadığı gibi, sağ eli 53 rakamını ifade eder şek­le sokup koymak daha uygun olur. Medine halkının ameli de hep böyle olmuştur.

Konuyla ilgili diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller :

951  nolu Vâil b. Hücr hadisini aynı zamanda İbn   Huzayme ve Beyhakî de tahrîc etmişlerdir. Ancak hadîste Vâil, «Peygamber CA.S.) Efendimizin şehadet parmağını kaldırdığım, hareket ettirdiğini gör­düm» demiştir ki, bu konuyla ilgili diğer hadîslere   uymamaktadır. Nitekim Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Hibban'm îbn Zübeyr'den (R.A.) rivayet ettikleri hadiste, adı geçen şöyle demiştir «Peygamber (A.S.)  sebbabe (şehadet) parmağıyla işaret ediyor, ha­reket ettirmiyordu ve gözleri işaret sınırını aşmıyordu.»

Müslim ise, îbn Zübeyr'in hadîsinin sadece «Sebbabe (şehadet) parmağıyla işaret ediyor..» bölümünü nakletmiştir.

O  halde Vâil hadîsinde «hareket ettirdiğini gördüm» sözünden maksat, işaret için kaldırmak olabilir. Çünkü parmağı   kaldırmak, onu hareket ettirmek demektir.

952  ılolu İbn Ömer hadisini Taberâni şu lâfızla tahrîc etmiştir : «Peygamber (A.S.) namazda teşehhüt için oturduğu zaman elini sağ dizi üzerine koyar, sonra şehadet parmağını kaldırır, diğer parmak­larını yumardı.»

Teşehhütte sağ elin şehadet parmağım kaldırma ve diğer par­makları kapama konusuna Ebu Cafer et-Tahavî, Zeylaî ve İbn Da­kik el-îydi gibi, ahkâm hadîslerini nakleden ilim adamları yer ver­memişlerdir. Ancak Şevkanî Neylül-Evtar'da konuya geniş yer ayır­mış ve birçok rivayetleri nakletmiştir.

Aynı zamanda Mâliki mezhebinde mutemed fıkıh kitaplarından el-müdevvenetü'1-Kübra'da da bununla ilgili herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Abdurrahman el-Cezîrî ise, Kitabu'l-Fıkhı Alâ'l-Me-zahıbi'l-Arbaa adlı eserinin birinci cilt «Teşehhüdü!-Ahîr» başlığı al­tında kısmen bilgi vermiştir. [384]

 

Çıkarılan Hükumler:

 

1- Namazda teşehhüde oturulduğunda et-Tahiyyat'm şehadet bölümüne gelindiği zaman, yani «eşhedü ella ilahe illallah» denildi­ğinde sağ elin şehadet parmağım kaldırmak müstehabdır. Şafiî mezhebine göre, sünnettir. Hanefiler de bunun istihbab olup olmadığın­da farklı görüşler ortaya koymuşlardır.

2- Parmağı  sadece kaldırmakla    yetinmek, başkaca hareket ettirmemek müstehabdır. [385]

 

Teşehhüden Somka Peygambere (A.S.) Salat Getirmek

 

Allah'ı bize tanıtan, kulluğumuzu öğreten, bizimle Allah ara­sındaki engeleri kaldıran, insan ruhunun ancak ibâdetle arınabile­ceğim ve yeterli gıda alabileceğini beyân eden Resûlüllah (A.S.) : Efendimizi salât ü selâmla anmamız Müslüman olarak terbiyemiz, nezaketimiz ve kadir bilirliğimizin gereğidir. O bakımdan namazda teşehhüde oturduğumuzda, Onun talim ettiği şekilde ibâdetimizi ta­mamlarken kendisini salât ü selâm ile yadetmemiz sünnet sayılmış­tır.                        

İlgili hadisler ;

Ebû Mes'ud (R.A.)  den yapılan rivayette demiştir ki :

«Sa'd b. Ubade'nin CR.A.) meclisinde bulunduğumuz bir sırada Resûlüllah (A.S.) Efendimiz çıkageldi. Beşir bin Sa'd CR.A.), Pey­gamberimize dedi ki:

— Allah bize sana salât getirmemizle emretti; sana nasıl (han­gi lâfızlarla) salât getirelim?

Bunun üzerine Resûlüllah (A.SJ Efendimiz sustu, o kadar ki, keşke Beşîr O'ndan sormasaydı diye temenni ettik. Sonra Resûlüllah (A.S.) şöyle buyurdu; Deyin ki :

— allahümme sallı alâ Muhammed'în ve alâ âlî mu­hammed'in kema salleyte alâ ibrahim'e ve barik alâ muhammed'în ve alâ âli muhammed'in kema barekte alâ âli ibrahim'e, inneke hamîdün mecîd. Selâm vermeyi daha önce öğrenmiş bulunuyorsunuz.[386]

Kâb b. Ucre (R.A.) den yapılan rivayette demiştir ki :

«Bizler, Ey Allah'ın Peygamberi! dedik, sana nasıl selâm verilir, onu bize öğret veya tanıt. Şöyle buyurdu : Deyin ki : ALLAHÜMME SALLÎ ALÂ MUHAMMED'İN VE ALÂ ÂLÎ MUHAMMED'ÎN KEMA SALLAYTE ALÂ ÂLİ ÎBRAHÎM'E İNNEKE HAMÎDÜN MECÎD. AL­LAHÜMME BÂRİK ALÂ MUHAMMED'İN VE ALÂ ÂLİ MUHAM-MEDİN KEMA BAREKTE ALÂ ÂLİ ÎBRAHÎM'E İNNEKE HAMÎDÜN MECÎD[387]

Ancak Tinnizî bunu rivayette, her iki yerde de ayrıca İbrahim ismini kullanmış, âli'ni zikretmemiştir.

Fezale bin Ubeyd (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki :

«Peygamber (A.S.) Efendimiz, bir adamın namazda dua edip Peygamber'e (A.S.) ve âline salât getirmediğini işitti. Bunun üzerine şöyle buyurdu : «Bu adam acele etti.» Sonra da onu çağırıp ona ve­ya başka birine dedi ki : «Sizden biri namaz kıldığı zaman, önce Al­lah'a hamd sena ile başlasın, sonra Peygamber'e (A.S.) ve âline sa­lât getirsin, ondan sonra da dilediği kadar dua etsin.»

Aynı had'îsi Tirmizî rivayet edip sahîhlemiştir.

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Namazın sonunda teşehhütten sonra Peygamber (A.S.) Efendimiz ile âline salât-ü selâm getirmek, yani hadîste   belirtilen elfazı söylemek sünnettir.

2- Namazın birinci oturuşunda da aynı şeyin   söylenmesinin müstehab olduğu anlaşılıyorsa da müctehit imamların farklı görüş­leri söz konusudur.

3- Duada müstehab  olan tertip şöyledir : Önce Allah'a ham ve sena edilir; sonra Peygamber (A.S.) Efendimiz'e salât ü selâm ge­tirilir; sonra da meşru sınırlar içinde duâ edenin arzusu doğrultusun­da dilek ve hacetler arzedilir.

Hadîslerin ışığında müctehit imamların istidlal, ihticac ve içti­hatları :

a) Hanefî mezhebine göre :

Namazda birinci oturuşta sadece İbn Mes'ud (R.A.) den rivayet edilen teşehhüt okunur, başkaca ne bir duâ, ne de salâvat söylenir. Nitekim et-Tahavî bu konuda şöyle demiştir : «Kim bundan fazla bir şey okur veya söylerse, gerçekten o, icmaa muhalefet etmiş sa­yılır.» Şüphesiz ki, Ebû Cafer et-Tahavî selefin mezhebini en iyi bi­lenlerden biridir.[388]

O halde birinci oturuşta teşehhütten sonra unutarak ALLAHÜM-ME SALLİ ALA MUHAMMED'in derse, îmanı Ebû Yusuf ile İmam Muhamnıed'e göre, yanılma secdesi gerekmez. Hasan b. Ziyat ise el-Amâlî'sinde îmanı Ebû Hanîfe'den yaptığı rivayette, yanılma secde­sinin gerektiğini belirtmiştir.[389]

Namazda ikinci oturuşta ise, teşehhütten sonra, kişi kendi hace­tini ifade eder, ancak bunlar insan sözüne benzer ölçüde olmamalı­dır. et-Tahavî ise, teşehhütten hemen sonra Peygamber (A.S.) Efen­dimiz'e salât ü selâm getirilir ve sonra hacetini dile getirip birtakım dileklerde bulunur, demiştir. Bu arada kendisi, ana-babası ve bütün mü'minler için istiğfarda bulunur. Sahih plan da budur. Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur  «Sizden biri namaz kıldığı zaman önce Allah'a hamd ve sena ile başlasın, sonra bana sa­lât ü selâm versin, sonra duâ etsin ve Peygambere (A.S.) salât getir­sin.» îşte ümmet için maruf olanı budur.[390]

b)   Şafii mezhebine göre ;

İkinci veya son oturuşta Peygamber'e (A.S.) salât ü selâm getir­mek farzdır. Mezhebin en zahir kavline göre, birinci oturuşta Pey­gambere salât getirmek sünnettir. Birinci oturuşta Peygamberin Âli­ne salât getirilmez, sahîh olan budur. İkinci oturuşta getirmek sün­nettir.

Peygamber'e (A.S.) salâtm en kısa şekli şöyledir : ALLAHÜM-ME SALLÎ ALÂ MUHAMMED'ÎN VE ÂLİHİ.. Fazla olarak INNEKE HAMİDÜN MECÎD'e kadar uzatmak ise, son oturuşta sünnettir. Sa-lâttan sonra duâ etmek de sünnettir, ancak me'sür olanını seçip söy­lemek af daldır.

Salât ve me'sur duaları söylemekten âciz olanlar kendi dillerine çevrilmiş olanını söyleyebilirler.[391]

îmam Şafiî de şöyle demiştir : «Peygambere (A.S.) salât getir­menin en uygun farz olduğu yer namazda teşehhütten sonra olanı­dır. Ayrıca İmam Şafiî teşehhütten sonra, yani ikinci oturuşta söy­lenecek salât elfazını, Kâb b. Ucre ile Ebû Hüreyre'den (Allah ikisin­den de razı olsun) rivayet edilenin daha uygun olduğunu söylemiş­tir.[392]

c)   Hanbelî mezhebine göre :

İmam Ahnıed b. Hanbel'e göre, teşehhütten sonra -son oturuş­ta- Peygambere (A.S.) salât getirmek vâcib değil, sünnettir. Nitekim el-Mervezî diyor ki : «Bir adam, İmam Ahmed'e dedi ki : Efendim, îbn Râhuye diyor ki : Eğer bir adam teşehhütte Peygambere (A.S.) salât getirmeyi terkederse, namazı bâtıl olur, siz ne buyurursunuz? İmam ona şu cevabı verdi : Ben böyle demeye cesaret edemem..»[393]

d)   Mâliki mezhebine göre :

Birinci oturuşta teşehhütten -sonra sadece Peygambere (A.S.) sa-lât getirmek, ikinci oturuşta yine teşehhütten sonra hem Peygam­bere (A.S.), hem onun âline salât getirmek sünnettir.[394]

Konuyla ilgili diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller :

Ihkâmul-Ahkâm sahibi İbn Dakiyk el-Iyd, Kâb b. Ucre (R.A.) hadîsim açıklarken şöyle diyor : Buhari bunu birden fazla yerde muhtelif lafızlarla tahric etmiştir. Ayrıca Müslim, Ebû Dâvud, Ne-sâî, Tirmizi ve îbn Mâce de aynı hadîsi tahrîc edenler arasında bulu­nuyorlar. Bu bapta bir çok, sahih değişik ibareler varit olmuştur.

İmam Nevevî el-Mühezzeb Şerhi'nde diyor ki : Salâtla ilgili va­rit olan sahih hadislerdeki lâfızları toplayıp şöyle demek daha uygun olur : ALLAHÜMME SALLİ ALA MUHAMMED'ÎNİ'N-NEBÎYYİ'L-ÜMMİYYÎ VE ALÂ ÂLİ MUHAMÎVİED'ÎN VE EZVACİHİ VE ZÜHRt-YETÎHİ KEMA SALLAYTE ALÂ İBRAHİM'E VE ALÂ ÂLİ İBRAHİM'E Fİ'L-ÂLEMÎNE İNNNEKE HAMÎDUN MEGÎC.

el-Irakî ise, bu hususta diğer sahih hadîslerle varit olan bazı lâ­fızlar daha kaldı ki onlar beş tanedir, hepsini şöyle demek suretiyle biraraya toplamış oluruz : ALLAHÜMME SALLİ ALÂ MUHAM-MED'ÎN ABDİKE VE RESÛLÎKE'N-NEBİYYÎ'L-ÜMMÎYYİ VE ALÂ ÂLÎ MUHAMMED'İN VE EZVACİHİ ÜMMEHÂTİ'L-MÜ'MİNÎNE VE ZÜRRİYETİHİ VE EHLİ BEYTİHÎ KEMA SALLAYTE ALÂ İBRA­HİM'E VE ALÂ ÂLÎ İBRAHİM'E İNNEKE HAMÎDÜN MECÎD. [395]

el-Münteka Şehr'inde diyor ki : Hadîste Resûlüllah'm (A.S.) «deyin..» emri, namazda salât getirmenin vücubuna delâlet et­mektedir ki bu teşehhütten sonra söylenir. Nitekim Hz. Ömer, oğlu Abdullah, İbn Mes'ud ve Câbir b. Zeyd de aynı görüştedirler. Allah hepsinden razı olsun. İmam Şa'bî, Muhammed b. Kâb el-Kurezî, Ebu Cafer el-Bakır, el-Hâdî, el-Kasım, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, îshak da bu görüştedirler.[396] Ancak az yukarıda da açıkladığımız gibi, İbn Kudâme el-Muğnî'de İmam Ahmed'in görüşünü belirtirken, teşeh­hütten sonra salât getirmenin sünnet olduğuna kail bulunduğunu söylemiştir. el-Münteka sahibi ise, onun hilâfına bir tesbitte bulun­muştur. Kanatimce, İbn Kudâme'nin tesbiti daha sıhhatlidir.

Nitekim Cumhur da teşehhütten sonra salât getirmenin    vâcib olmadığını belirtmiştir ki İmam Mâlik, İmam Ebû Hanîfe ve arka­daşları, İmam Sevri, İmam Evzaî ve arkadaşları cumhurun bir ka­nadını oluşturmaktadırlar. Taberi ile Tahavî de önce gelen ilim adam­larıyla, sonra gelenler de salâtm adem-i vücubuna kail olmuşlardır, demişlerdir.[397]

Aynı konuyu Sıddîk Hasan Han, Bülûğü'l-Meram şerhinde ele alıp üzerinde durmuş ve teşehhütten sonra salât getirmenin vâcib olup olamadığıyla ilgili görüşleri naklederek araştırıcılara malzeme, vermiştir. Ayrıca Peygamberin âline salât getirmenin gereği üzerin­de durmuştur ki, ileride o konuyu ayrıca işleyeceğimizden burada üzerinde durmak istemedik.[398]

Zeylai ise İbn Mes'ud hadîsini tahlil ederek diyor ki : Hadîsin son kısmında «böyle dediğiniz» veya «böyle söylediğiniz zaman...» cümlesi üzerinde durulmuş, Peygambere (A.S.) ait olup olmadığı hakkında farklı görüşler izhar edilmiştir. Eğer Peygambere ait ol­duğu sıhhat kazanırsa, o takdirde teşehhütte Peygambere salât ge­tirmenin vacib olmadığı ortaya çıkar.[399]

956 nolu Ebû Mes'ud hadîsiyle istidlal edenler ise, teşehhütten sonra Peygambere (A.S.) salât getirmenin vâcib olduğunu söylemiş­lerdir. Nitekim Hakim bunu el-Müstedrek'te tahrîc edip, Müslim'in şartı üzerine sahihtir, demiştir. Dârekutnî de kendi sünen'inde riva­yet etmiştir.

Vücubuna kail olanların ikinci delili şu hadîstir :

Abdülmuheymin b. Abbas b. Sehl b. Sa'd es-Sâidi'den, o da ba­basından, o da dedesinden, o da Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'den ri­vayet etmiştir ki, Efendimiz (A.S.) şöyle buyurmuştur : «Abdesti ol­mayanın namazı caiz değildir. Allah'ın ismini anmayanm abdesti caiz değildir. Peygambere (A.S.) salât getirmeyenin namazı caiz de­ğildir, Ansan- sevmeyenin namazı namaz değildir.»[400] îbn Mâce'-nin tahrîc ettiği bu hadîs üzerinde hayli durulmuş, Hakim el-Müs­tedrek'te nakledip Buharî ve Müslim'in Abdülmuhaymin'den tahrîc yapmadıklarına dikkatleri çekmiştir. Dârekutnî kendi Sünen'inde rivayet ettikten sonra, «Abdülmuhaymin kaviy değildir» demiştir. İbn Hibban ise, onunla ihticac olunmaz, diyerek zayıf olduğunu belirtmiştir. Taberâni bunun bir benzeri hadisi Ubey b. Abbas b. Sehl L Sa'd'den, o da babasından, o da dedesinden merfuan rivayet et­miştir ki, bu durumda Abdülmuhaymin'in hadîsi sevaba daha müşa­bih görülmüştür. Bununla beraber ilim adamlarından bir topluluk Ubey b. Abbas üzerinde hayli şeyler söylemişlerdir ki îmam Ahmed onlardan biridir. Nesâî ile İbn Maîn de onun zayıf olduğuna kail ol­muşlardır. Nitekim Zehebî bu zat hakkında şöyle yazmıştır : «îbn Maîn onun zayıf olduğunu, Ahmed b. Hanbel münker olduğunu, Ne-Isâî ve Dolabı onun kaviy olmadığını söylemişlerdir.»[401]

Zeylai'nin işaret ettiği Abdülmühaymin hakkında ise Zehebi şu sözleri yazmıştır : «Buharî, onun münkerü'l-hadîs olduğunu, Nesâî onun sika olmadığım Dârekutni onun kaviy olmadığım söylemişler­dir.[402]

Namazda Resûlüllah'a (A.S.) salât getirme hakkında bir diğer hadîsi Dârekutnî Câbir ec-Cu'fî'den, o da Ebû Cafer'den, o da Ebû Mes'ud el-Ansarî'den rivayet etmiştir ki, adı geçen, Peygamber CA.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir : «Kim bir namaz kılar da onda bana salât getirmezse ve ehl-i beytime de salât getir­mezse, o namaz ondan kabul olunmaz.»

Dârekutnî bu hadîsi rivayet ettikten sonra râvi Cabir ec-Cu'fî'-nin zayıf olduğunu belirtmiştir. Bu hadîs bazan mevkuf, bazan da merfu' rivayet edildiğine ve adı geçen râvinin de zayıf olduğuna gö­re, ihticaca uygun görülmemiştir. Zeylai'nin tesbitine göre, adı ge­çen râvinin sika olmadığı anlaşılmıştır.[403]

Bu konuda bir diğer hadîsi Beyhaki, Yahya b. es-Sebbak'dan, o da Beni Hâris'ten bir adamdan, o da İbn Mes'ud (R.A.) den rivayet etmiştir. Reslüllah (A.S.) şöyle buyurmuştur : «Sizde biri namazda teşehhüt okuduğu zaman şöyle desin: ALLAHÜMME SALLİ ALA MU-HAMMED'İN VE ALÂ ÂLİ MUHAMMEDİN VE BÂRİK ALÂ MU-HAMMEDİN VE ALÂ ÂLÎ MUHAMMED'İN VERHAM MUHAM-MED'DEN VE ÂLA MUHAMMEDİN, KEMA SALLAYTE VE BAREK-TE VE TERHAMTE ALÂ ÎBRAHÎM'E VE ALÂ ÂLİ İBRAHİM'E İNNE-KE HAMÎDUN MECÎD.

Hâkim bunu Müstedrek'te riyâyet  etmiş ve «isnadı sahih ve mühmeldir» demiştir. Bu hadisin senedinde meçhul bir râvi vardır; o" bakımdan ihticaca uygun görülmemiştir. Nitekim müctehit imam­lar bununla istidlal etmemişlerdir.[404]

956  nolu Ebû Mes'ud hadîsini aynı zamanda İbn Huzayme,   İbn Hibban ve Dârekutnî tahric etmişler, Hakim ile Beyhakî onu sahîh-lemişlerdir. Ancak birkaç tarikten rivayet edilen bu hadîsin metni bazı farklarla ve ilâvelerle   nakledilmiştir. Meselâ, Muhammed   is­minden sonra en-Nebî el-Ümmî kelimeleri ve ALÂ ÂLİ ÎBRAHÎM'den sonra Fl'L-ALEMÎN kelimesi eklenmiş halde rivayetler mevcuttur. Az yukarıda da kısmen bu hususa temas etmiştik.

957  nolu Kâb b. Ucre hadîsinden Peygambere (A.S.) salâtm Te­şehhütten sonra meşru olduğuna delâlet vardır.

958  nolu Fedale b. Ubeyd hadîsi ise, namazda teşehhütten sonra Peygambere   (A.S.)   salâtı,  duadan önce getirmenin muşru olduğu­na delâlet etmektedir. [405]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Namazda birinci oturuştan sonra sadece teşehhüt okunur, ardından salât getirilmez ve duâ yapılmaz. Bu, Hanefîlere göredir.

2- Namazda birinci oturuşta teşehhütten sonra sadece Pey­gambere (A.S.) salât getirmek sünnettir. Bu, Şâfiüere göredir.

3- Namazda ikinci oturuşta teşehhütten sonra Peygambere (A.S.) salât getirmek, sünnet veya vaciptir. Bu, Hanefîlere göredir.

4- Namazda teşehhütten sonra son oturuşta    salât getirmek farzdır. Bu, Şâfiüere göredir.

5- Her iki oturuşta da Peygambere salât getirmek sünnettir, ancak ikinci, oturuşta onun âline de salât getirmek sünnettir   veya müstehabdır. Bu, İmam Mâlik'e göredir.

6- Birinci ve ikinci oturuşta teşehhütten hemen sonra, ikinci oturuşta yine teşehhütten hemen sonra ve duadan önce salât getir­mek meşrudur.

7- İkinci oturuşta teşehhütten ve salâttan sonra duâ yapmak meşrudur. [406]

 

Teşehhütten Sonra Peygember’in (A.S.) Âl ve Ezvacına da Salat Getirmek

 

Bu konuda varit olan rivayetlerin bir kısmını Peygamber'e A.S.) salât bahsinde nakletmiştik. Burada önemine binaen daha çok

 hadîsi nakletmek suretiyle müstehap veya sünnet olduğunu belirtmek istiyoruz.

Âl, kelimesi Arapçadır. Bir bölük asker, kişinin etba'ı, çoluk-ço-;uğu ve ev halkı gibi mânalara gelir. Terim olarak . çok Resûlüllah [A.S.) Efendimiz'in eş ve çocukları, ev halkı, kendisine dosdoğru ayan arkadaşları gibi mânalara delâlet eder. Bunu daha geniş kap-îamlı tefsir edenler de olmuştur.

Ebu Humayd es-Sâidi (R.A.) den yapılan rivayette, onlar şöyle demişlerdir : «Ya Resûlelllah! sana nasıl salât getirelim?» O da şöyle buyurmuştur : «Deyin ki : ALLAHÜMME SALLÎ ALÂ MUHAM-MED'İN VE ALÂ EZVACİHİ VE ZÜRRÎYETÎHİ KEMA SALLEYTE ALÂ ÂLİ İBRAHİM'E VE BARİK ALÂ MUHAMMEDİN yE EZVACİ­Hİ VE ZÜRRİYETİHİ KEMA BAREKTE ALÂ ÂLÎ İBRAHİM'E, İNNE-KE HAMÎDÜN MECÎD.»[407]

Ebu Hüreyre (R.A.) den yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir -.

«Kim tastamam ölçekle ölçmeği sevip arzu ederse, bize ehM bey­te salât getireceği zaman şöyle desin : ALLAHÜMME SALLÎ ALÂ MUHAMMED'ÎNÎ'N-NEBİYYÎ VE EZVACÎHİ ÜMME-HATÎ'L-MÜ'-MİNÎNE VE ZÜRRÎYETİHİ VE EHLİ BEYTIHİ, KEMA SALLEYTE ALA ÂLÎ İBRAHİM'E İNNEKE HAMÎDÜN MECID.»[408]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Namazda teşehhütten sonra önce Peygamber'e (A.S.), son­ra da O'nun zevcelerine, zürriyetine salât getirmek sünnettir.

2- Peygamber'e (A.S.) ve ehl-i beytine dalâttan sonra İbrahim Peygamberi ve âlini de zikretmek sünnettir.

3- Namazda Peygamber'in (A.S.) ehl-i beytine salât getirmek sünnettir. Hadîslerin ışığında nıüctehit imamların istidlal ve ihticacları:

a)   Hanefî mezhebine göre :

Namazda ikinci oturuşta teşehhütten sonra Peygamber (A.S.) Efendimiz'e ve O'nun Âline salât getirmek sünnettir. Zira hanefîlere göre, Âl tabiri, hem Peygamberin (A.S.) zevcelerini, hem zürriyetini, hem kendisine uyan arkadaşlarını kapsamaktadır. Nitekim İmam Muhammed'den salât'm keyfiyeti sorulduğunda şöyle tarif etmiştir: ALLAHÜMME SALLİ ALÂ MUHAMMEDİN VE ALÂ ÂLİ MUHAM­MEDİN KEMA SALLAYTE ALÂ İBRAHİM'E VE ALÂ ÂLÎ İBRA^ HÎM'E VE BARİK ALÂ MUHAMMEDİN VE ALÂ ÂLÎ MUHAMMED'-ÎN KEMA BAREKTE ALÂ İBRAHİM'E VE ALÂ ÂLÎ İBRAHİM'E ÎN-NEKE HAMÎDÜN MECÎD..[409]

b)   Şafiî mezhebine göre :

Daha önce de belirttiğimiz gibi, namazda birinci oturuşta Pey­gamber'e (A.S.) salât getirmek sünnettir, Âline ise, sünnet değildir. İkinci oturuşta ise, Peygamber'e (A.S.) salât getirmek farz, âline ge­tirmek ise, sünnettir. Mezhebin en zahir kavli budur. O bakımdan sahih diye belirlenmiştir.[410]

c)   Hanbelî mezhebine göre :

Teşehhütten sonra hem Peygamber'e (A.S.), hem âline salât ge­tirmek sünnettir. îmam Ahmed'den yapılan bir rivayette ise, vacip­tir. Birinci tesbit daha sahihtir.[411]

d)  Mâliki mezhebine göre :

Birinci oturuşta teşehhütten sonra Peygamber'e (A.S.) salât ge­tirmek sünnettir. İkinci oturuşta hem Peygamber'e, hem âline salât getirmek sünnettir.[412]                                                             

Konuyla ilgili diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller :

Eloû Humayd hadîsiyle Ihticac edenlerden bir grup ilim adamı, hadiste geçen Âl'dan maksat, Peygamber (A.S.) Efendimizin zevce­leri ve zürriyetidir. Bunlar aynı zamanda şu âyeti delil olarak gös­termişlerdir : «Ey Ehl-i beyt! Allah elbette sizden her türlü çirkinli­ği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.»[413]

Çünkü hitap o gün için Ehl-i beyt'e yapılmıştır ki, bu tabir Pey­gamberin (A.S.) eşlerini, evlâdım ve torunlarım kapsamaktaydı

Diğer bazı ilim adamlarına göre, Âl'dan maksat, kendilerine ze­kât verilmesi haram olan Hâşim oğullandır. îmam Yahya da aynı görüştedir.[414] Bunlar Zeyd b. Erkam'm CR.A.) şu yorum ve tefsî-riyle de istidlal etmişlerdir : «Peygamberin CA.S.) ÂH, Hz. Ali'nin, Hz. Cafer'in, Hz. Akiyl'in ve Hz. Abbas'm ev halkıdır.» Şüphesiz ki, Ashab-ı Kiram, Peygamberin (A.S.) bu gibi konularda maksat ve muradmı daha bilirlerdi.

Diğer bazı ilim adamlarına göre, Âl'dan maksat, Hâşim oğulla­rıyla, Abdülmuttalib oğullarıdır. Nitekim İmam Şafiî de aynı görüş-! tedir. Bazısına göre ise, Hz. Fatıma, Hz. Ali ve Hasan ile Hüseyin'dir. ; Ehl-i beyt'in cumhuru bu görüştedir.[415]

Bunlar şu hadîsle istidlal etmişlerdir : «Allahım! şüphesiz ki bunlar (Fâtıma, Ali, Hasan ve Hüseyin -Allah hepsinden razı- olsun) ehl-i beytimdir.»[416]

Peygamber (A.S.) Efendimizin Ehl~i beyti, bunlarla sınırladığı söylenemez. Çünkü diğer bazı hadîslerde bunun kapsamını hayli ge-niş tuttuğu bilinmektedir.

Kimi de Âl'dan maksat, ümmetin tamamıdır, demişlerdir. Nite­kim İmam Nevevî, Müslim Şerhinde bu yorumun daha zahir olduğu­nu belirtmiştir. Tahkik ehlinden el-Ezheri ve diğerleri bu görüşü ih­tiyar etmişlerdir.

Ehl-i salibin âli denilince, sadece onların etba'ı kasdedilir. Nite­kim Kur'ân'da Fir'avn'm âlinden söz edilirken şöyle buyurulmuştur: «Kıyametin kopuşu meydana gelince Fir'avn'm âlini  (yandaş ve etbamı) azâbm en şiddetlisine sokun!»[417] Peygamber (A.S.) Efen­dimiz de bu manayla şöyle buyurmuştur : «Muhammed'in âli, takva sahibi olan herkestir.»[418]

Ebu Hüreyre hadîsini tahrîc eden Ebû Dâvud ve Münzirî, hadîs hakkında susup bir şey dememişlerdir, Ebu Cafer tarikiyle rivayet edilmiş ve bu zat üzerinde farklı görüş ve tesbitler ortaya konulmuş­tur. Nesâî ise, Müsned-i Ali'de Amr b. Âsim tarikiyle Hibban b. Ye-sar'dan rivayet etmiştir ki Hibban da Abdurrahman b. Talha'dan, o da Ebu Cafer'den, o da Muhammed b. Hanefiye'den o da babasından ve o da Peygamber (A.S.)'dan rivayet etmiştir. Sonuç olarak ilim adamları hem Ebû Cafer, hem de Hibban b. Yesar üzerinde durmuş­lardır. Zehebî, Ebû Cafer'in meçhul olduğunu kaydetmiştir.[419] Yine Zehebi Hibban b. Yesar üzerinde durmuş ve biri Hibban b. Zü-heyr, diğer Hibban b. Yesar diye iki hibban birbirine karıştırılmış ve o bakımdan onların rivâyetiyle ihticac yapılamıyacağma dikkat­leri çekmiştir.[420]

Buna rağmen hadîs ile istidlal ,edenler, zevcat-i tahiratm ve zürriyetinin Âl'dan olduğunu söylemişlerdir. [421]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Namazda teşehhütten sonra Peygamber   (A.S.) Efendi­mize salât getirmek farzdır veya sünnettir.

2- Birinci oturuşta salât getirmek, Şâfiîlere, Hanbelî ve Mâ-likîlere göre sünnettir. Hanefilere göre, sünnet değildir.

3- İkinci oturuşta teşehhütten sonra salât  getirmek farzdır. Bu Şâfiîlere göredir. Âline ise, sünnettir.

4- İkinci oturuşta hem Peygamber'e   (A.S.)  hem âline  salât getirmek sünnettir. Bu, Hanefîlere, Mâlikîlere ve Hanbelîlere göre­dir. İmam Şafiî'ye göre,  Peygamber'e  (A.S.)  salât getirmek    farz, âline getirmek sünnettir.

5- Âl tabiri hem ezvacı,  hem zürriyeti, hem etbaı içine  al­maktadır. [422]

 

Namazın Sonunda Yapılacak Dualar

 

Namaz bizatihi tesbîh, dua ve niyazdan ibarettir. O bakamdan onun her bölümünde bu üçünün yeri ve anlamı söz konusudur. Bu konuda birçok rivayetler vardır. Biz müctehit imamların seçip üze­rinde durduklarını nakletmekle yetinmek istiyoruz. Çünkü onların ciddi araştırma ve incelemesi, bize yetecek kadar malzeme vermek­tedir.

Ebu Hüreyre (R.A.) den yapılan rivâyette) Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir : «Sizden biri son teşehhütten fariğ olunca, şu dört şeyden Allah'a sığmsm : Cehennem azabından, kabir azabından, hayat ve ölümün fitnesinden, Mesih Deccal'm şerrinden..»[423]

Hz. Aişe (R.A.) dan yapılan rivayette, demiştir ki : «Resûlüllah (Â.SJ Efendimiz namazda şöyle dua ederdi : Allahım! kabir azabın­dan sana sığınırım.. Mesih Deccarm fitnesinden sana sığınırım.. Ha­yat ve ölümün fitnesinden sana sığınırım. Allahım! borçtan ve gü­nahtan da sana sığınırım..»[424]

Ebu Bekir Sıddîk (R.A.) den yapılan rivayette, adı geçen, Resû­lüllah (A.S.)  Efendimize şöyle dediğini haber vermiştir :

  Bana, namazımda yapacağım bir dua öğret. Peygamber (A.S.) şöyle buyurmuştur :

  De ki : Allahım! Şüphesiz ki ben kendime çokça haksızlık et-;' tim ve günahları da ancak sen bağışlarsın; beni kendi katından ba-l

ğışlayan ve çok merhamet edensin.»[425]                                        

j! Uhey b. Ka'ka' (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki :        

«Bir adam, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz namaz kılarken şöyle hafif şekilde ona bakmış ve şöyle dua ettiğini farketmiştir : Allahım! günahımı bana bağışla, evimi bana genişlet ve bana rızık olarak verdiğini benim için mübarek eyle.»[426]

Şeddad b. Evs (R.A.) den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin namazda şöyle dediğini haber vermiştir : «Allahım! Şüphesiz ki işimde sebat etmemi, doğruyu arayıp bulmamda azimli olmayı senden dilerim. Nimetine şükretmedi, sana güzel ibâdette bu­lunmayı isterim. Senden selîm bir kalb, doğru bir dil dilerim. Senin bildiğin hayrı senden isterim. Senin bildiğin serden sana sığınırım ve senin bildiğin (günah ve kusurlarımdan dolayı), sana istiğfar eder (bağışlanmamı) dilerim.»[427]

Ebu Hüreyre (R.A.) den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin secdede iken şöyle dediğini haber vermiştir : «Allahım! benim küçük, büyük, önceki ve sonraki, açık ve gizli olan bütün gü­nahlarımı bağışla..»[428]

Ammar b. Yâsir (R.A.) dan, adı geçen namaz kıldı, onu hayli kısa ve hafif tuttu. O yüzden (onun böyle yapmasını) inkâr ettiler (beğenmediler). Bunun üzerine o, onlara : «Ben rükû ve secdeleri tamamlamadım mı?» diye sordu. Onlar da, «Evet» dediler. Ammar şöyle dedi : Doğrusu ben kıldığım bu namazımda, Resûlüllah'm (A.S.)  yaptığı duayı okudum :[429]

«Allahım! gaybe olan ilminle, halk üzerindeki kudretinle, haya­tın benim için hayırlı olduğunu bildiğin sürece beni hayatta tut; vje-fat benim için hayırlı olduğu zaman ruhumu al. Senden (halkın) hazır bulunduğunda da, hazır bulunmadığında da saygı ile korkmamı; [zap ve rıza hallerinde hak sözü söylememi; fakirlik ve zenginlik illerinden ifrat ve tefritten uzak dengeli bulunmamı; Senin vechi-\ nazar kılma lezzetini, Sana ulaşıp kavuşma heves ve heyecanını iiyorum. Zarar veren sıkıntıdan, sapıttıran fitneden sana sığınırım. Jahım! bizi imân zînetiyle süsle, bizi doğru yolu bulmuş yol göste­riler eyle.»

Muâz b. Cebel (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki :

«Peygamber (A.S.) Efendimiz benimle karşılaştı ve şöyle buyur-u : Her namazda söylemen için sana birtakım kelimeler tavsiye diyorum : Allahım! Sana zikretmek ve şükretmek üzere bana yar­ım et, güzel ibâdette bulunmanı için inayette bulun.»[430]

Hz. Aişe (R.A.) dan yapılan rivayette, o, Peygamber (A.S.) Efen-imizi döşeğinde bulamamış ve eliyle (etrafa) dokunup ararken eli eygamber'e dokunmuş ki, o sırada Peyagmber (A.S.) secdede bulu-uyormuş ve şöyle duâ ediyormuş : «Rabbım, nefsime takvasını ve ekâsını ver. Sen nefsi tezkiye edenlerin hayırlısı ve onun velîsi ve nevlâsısm.»[431]

Buradaki zekâdan maksat, nefs temizliği ve armmışlığıdır.

îbn Abbas (R.A.) dan yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efen-limiz namazında veya secdesinde şöyle duâ ediyordu : «Allahım! kal->imde bir nur, kulağımda bir nur, gözümde bir nur, sağımda bir nur, olumda bir nur, önümde bir nur, arkamda bir nur altımda bir nur ûtfedip kıl.»

Veya «beni nur eyle» demiştir.[432]

Hadislerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Namazda son teşehhütte duâ okumak meşru'dür.

2- Namazda son oturuşta et-Tahiyyatı okuyup salât getirdik­ten sonra rivayet edilen dualardan birini veya    birkaçını' okumak sünnettir.

3- Namazda secdede duâ etmek merşû'dür.

Hadislerin ışığında mezhep imamlarının  görüş,    tesbit, istidlal , ve ihticacları :                                                   -

a)   Hanefî mezhebine göre :

Son oturuşta teşehhütten sonra duâ eder, hacetin dile getirip is­tekte bulunur. Çünkü Cenâb-ı Hak, «Namazdan boş kaldın mı hemen duâ et» buyurmuştur.[433]

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, İbn Mes'ud'a (R.A.) «Bunu yaptı­ğında veya dediğinde, namazın cidden tamam olmuştur.» buyurmuş­tur ki, bu namazda teşehhütten sonra duayla ilgilidir. Ne var ki, in­sanların sözlerine benzer şekilde duâ etmemesi daha uygundur, tâ ki namazdan çıkıncaya kadar sünnet üzere bulunmuş olsun.

İnsanların sözünü Hanefî imamları şöyle tefsir etmişlerdir : Baş­kasından istenmesi muhal olmayan şeylerdir. Meselâ bana şu malı ver, beni şu kadınla evlendir. İnsanların sözlerine benzemiyeni ise, başkasından istenmesi muhal olan şeylerdir. Meselâ Allahım beni bağışla..

Tahavî kendi Muhtasar'mda, duânm, Peygamber'e (A.S.) salât getirdikten sonra yapılacağını belirtmiştir. Salâttan sonra hacetini dile getirir, kendisi ve ana-babası, bir de bütün mü'nıinler için istiğ­far eder. Sahih olan tesbit de budur. [434]                                    ',

Böylece namazda teşehhüt ve salâttan sonra duâ yapmak müs-tehabdır.

b)   Şâfi' mezhebine göre :

Namazda son oturuşta teşehhüt ve salâttan sonra din ve dün­ya ile ilgili duâ etmek, istekte bulunmak sünnettir. Nitekim Müs­lim'in rivayet ettiği hadiste şöyle buyurulmuştur : «Sizden    biriniz namazda oturduğu zaman, et-Tahiyyat'ı sonuna kadar okusun, son­ra da istediği duayı yapsın.» Buharî'de ise, şöyle rivayet edilmiştir : <Sonra da hoşuna giden duayı seçip okusun.»

Birinci teşehhütten sonra ise, dua okumak sünnet değildir.

Şafiîlere göre, sözü edilen yerde yapılacak me'sür duaların ef-dalı şudur : «Allahım, önden gönderdiğim, geriye bıraktığım, gizle­diğim, açıkladığım, israf ettiğim ve Senin benimle ilgili bildiğin (gü­nah ve kusurlarımdan) dolayı beni bağışla. Sen her şeyden öndesin, sen her şeyden sonrasın (her şeyin önünde ve sonundasm). Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Ancak sen varsın..»[435]        , '   .

Ama imamlık yapan kişinin, namazın son oturuşunda teşehhüt­ten ve salâttan başka bir duâ yapmaması sünnettir. Ancak bunlara ilâve edip duâ yaparsa bir zararı yoktur. Amauzatması mekruhtur, ancak mü'minlerin rızası olduğu takdirde uzatması mekruh değildir.[436]

c)  Hanbelî mezhebine göre :

Namazda teşehhütten sonra şu dört şeyden Allah'a sığınılması müstehabdır: Cehennem azabından Allah'a sığınırım Kabir azabın­dan Allah'a sığınırım.. Mesih Deccal'in fitnesinden Allah'a sığınırım.. Dirilerin ve ölülerin fitnesinden sana sığınırım.. Nitekim Ebu Hürey-re'nin (R.A.) yaptığı rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz duâ edip bu dört şeyden Allah'a sığınmıştır.

Teşehhütte haberlerde varit olan dualarla duâ etmekte bir sa­kınca yoktur. Özet olarak, hadîslerde varit olduğu şekilde duâ etmek caizdir. el-Esrem diyor ki : Âhmed b. Hanbel'e, «Şunlar diyorlar ki, farz namazlarda ancak Kur'ân'da geçen dualar yapılabilir.» Bu hu­susta ne dersiniz? diye sordum. Öfkeli bir tavırla elini silkip, «Kim bunu tesbit edip üzerinde duruyor? Oysa Resûlüllah (A.S.) Efendi-miz'den rivayet edilen hadisler onların söylediklerinin hilâfına teva­tür etmiştir.»'

Namazda insan sözüne benzer şekilde dünya levazımatı ve şehe-vatıyla ilgili şeyler istemek caiz değildir. Meselâ, Allahım, bana gü­zel bir cariye nasip eyle.. Bana genişçe bir ev ver.. Nefis bir yemek rızık eyle gibi..[437]

d)   Mâliki mezhebine göre :

Namaz kılan adamın, farz namazlarda gerek ayakta, gerek oturduğunda, gerekse secdede dünya ve âhiretle ilgili hacetlerini dile ge­tirip duâ etmesinde bir sakınca yoktur. Ancak rükû'da duâ yapmak mekruhtur.

İmam Mâlik bu konuda Urve b. Zübeyir'den (R.A.) şöyle dediği­ni rivayet etmiştir : «Doğrusu ben tuz da dahil olmak üzere bütün ihtiyaçlarını için namazda Allah'a duâ ederim.»[438]

Böylece İmanı Mâlik'e göre, ayakta (kunut duası), otururken ve secdede bulunurken dünya ve âhiret havaiciyle ilgili istek ve dua­larda bulunmak meşru'dür. Bunun mendup olduğu söylenebilir.

Secdede iken duâ etmenin meşruiyetine gelince, diğer üç mezhep imamları bunda bir beis olmadığım söylemişlerdir. Ancak bu cevaz imamla ilgili değildir. Çünkü onun namazı -cemaatin muvafakati ol­maksızın- uzatması mekruhtur.

Ayakta duâ yapmanın meşruiyetine gelince, bu,, sabah namazın­da ikinci rekâtte rükû'dan kalkıldığında ayakta iken okunan kunut duâsıdır. Bir de vitir namazının üçüncü rekâtinde fatiha ve zamm-ı sûre okunduktan sonra okunan kunut duâsıdır. Şafiîlere göre, sabah namazının ikinci rekâtinde rükû'dan kalkıldığında ayakta kunut duası okumak vâcibdir, ki buna ebâd-i salât denilir. Ayrıca Rama­zanın son yarısında vitir namazında da okumak onlara göre, ebâd-i salât olan sünnetlerden biridir ki, vâcib derecesindedir, terkinden dolayı yanılma secdesi gerekir. Diğer musibet ve felâket günlerinde namazda okunan kunut duası, ebâd-i salâttan değildir.[439]

Konuyla ilgili diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller :

988  nolu Ebu Hüreyre hadisi, istiâze ve duanın teşehhütten son­ra okunacağını belirlemektedir. O bakımdan teşehhütten evvel is­tiâze ve duâ etmek meşru sayılmamıştır.

989  nolu Hz. Âişe hadîsinde ise, istiâze mutlak şekilde ifade edil­mişse de, Ebu Hüreyre (R.A.) hadîsinin sıhhati dikkate alınarak ona hamledilir ve böylece mutlak mukayyede bağlanmış olur. Diğer dua­lar ise, istiâzeden sonra edilir.

Ker iki hadiste «hayat ve ölümün fitnesi» tabirleri kullanılmış­tır, îbn Dakiyk el-Iyd diyor ki : Hayat fitnesinden maksat, insana hayatı boyunca arız olan dünyalık, şehvet ve cehaletle ilgili fitneler­dir ve bunun en fenası, ölüm anındaki son demdir. (Çünkü insan ya­şadığı hal üzerine ölür, öldüğü hal üzerine kalkar). Ölüm fitnesinden

laksat," ölüm anındaki fitne olabilir; ölüme izafe edilmesi o hale ya-ın olduğuna nisbetledir.»[440]

Diğer bir yorumcuya göre, hayat fitnesinden maksat, bir belâ ile arşı karşıya gelip sabrın elden gitmesidir. Ölüm fitnesinden mak-nt, kabirdeki sualdir kî meleklerin suali karşısında kişinin şaşkm-işmasıyla yorumlanabilir.[441]

Deccal'ın Mesih veya Messîh diye vasıflanmasına gelince: tbu Dâvud kendi Sünen'inde, «Deccal hakkında kullanıldığında şed-leli okunur, İsa Peygamber (a.s.) hakkında kullanılınca, şeddesiz >kunur» demiştir. Ferberî ise, Halef b. Âmir'den naklederek şöyle de­niştir : «m-s-y-h maddesi ister şeddeyle, ister şeddesiz okunsun ay-u anlama gelir. Hem Deccal, hem de İsa Peygamber (a.s.) hakkında ;ullanılır, arada kelime kipi olarak bir fark yoktur.»

el-Cevherî kendi Sinan'ında diyor ki : «Sözü edilen sıfatı şed-Leşiz okuyan kimse, bununla o kimsenin yeryüzünü gezip dolaştığı-ıi; şeddeli okuyan ise, onun gözlerinin memsuh olduğunu ifade et-tuş olur.»[442]

990  nolu Ebu Bekir Sıddîk (R.A.) hadisi, Resûlüllah'm (A.S.) tav­siye buyurduğu duanın namazda meşru' olduğuna delâlet etmekte­dir. Ancak namazın neresinde okunabileceği tasrîh edilmemiştir. O bakımdan İbn Dakiyk el-Iyd diyorki : «Bunun iki yerden birinde ya­pılmasının meşru olduğu umulur : Birincisi,  secdede; ikincisi,    Te­şehhütte... Çünkü Resûlüllah (A.S.) bu iki yerde   duâ yapılmasını (zaman zaman} emretmiştir. Nitekim Resûlüllah. (A.S.), 'secdede ise,

fluâ etmekte cehdü gayret gösterin!' buyurmuştur.»[443]

 İmam Buharî ise, bu duanın yerine işarette bulunmuş ve Selâm'-

dan önce dua babında bunu belirtmiştir.

991  nolu Ubeyd b. el-Ka'ka'm durumu pek bilinmiyor, onu Hu-meyd b. Ka'ka' diye adlandıranlar da var. Ondan bu hadîsi rivayet eden Ebu Mes'ud el-Cerîrî de marufu'1-hal değildir, yani durumu pek bilinmemektedir diyor. Zehebî bu iki isim üzerinde de durmamıştır. Ibn Hacer, Ebu Musa hadîsi başta olmak üzere onun birtakım şeva-hidi söz konusudur. Ebu Mes'ud el-Cerîri ise, Saîd b. lyas'tır ve   bu zatın ,sika (güvenilir)   olduğu tesbit edilmiştir, diyerek hadîsin öıh-hatına kail olmuştur.                                                                      

Hadîs, bir yer belirlemeksizin mezkûr duânm namazda yapılma­sının meşruiyetine delâlet etmektedir.

992  nolu Şeddad b. Evs  (R.A.)  hadîsine gelince, isnadında   yer alan ricalin hepsi sika (güvenilir)  dir. Nesâî bu hadisi namaz bah­sinde değil, Fi'1-yevmi ve'1-Leyle bölümünde zikretmiştir.

Bu duanın da belli bir yer gösterilmeksizin namazda yapılması tavsiye edilmiştir. Ancak diğer hadîslerle biraraya getirildiğinde, te­şehhütten sonra veya secde de yapılmasının uygun olacağı neticesi ortaya çıkar.

993  nolu Ebu Hüreyre (R.A.)  hadîsiyle, Peygamberlere    günah nisbet etmenin cevazını istidlal edenler olmuşsa da, konu ihtilaflıdır. Zira Peygamberler  (salâtü selâm hepsine    olsun)  küçük ve büyük günahlardan korunmuşlardır. Resûlüllah  (A.S.)  Efendimizin güna­hı kendine nisbet etmesi, ümmetine talîm maksadına yönelik    bir ifadedir.

994  nolu Ammar b. Yasir (R.A.) hadîsinin isnadında yer alan ri­calin hepsi sika (güvenilir) dir.

Ammar'm (R.A.) namazı kısa ve hafif tutması, diğer sahabenin itirazına sebep olmuştur. Bundan, onun namazı sünnete uygun şe­kilde kılmadığı anlaşılıyorsa da, Ammar gibi, Peygamber terbiyesin­de ve meclisinde yetişen bir sahabinin sünnete muhalefeti düşünü­lemez. Rükû ve secdeleri tamam yapmadım mı? sözü bunu doğrula­maktadır. Ancak bazı yorumcular onun bu sözünden şu neticeyi çı­karmışlardır : Rükû ve secdeleri tam olarak yerine getirmişse de diğer rükünleri tam olarak yerine getirmemiş ve o yüzden itiraz va­ki olmuştur. Bütün bu yorumlar birer ihtimalden öteye geçmemekte­dir. Allah daha iyisini bilir.

Biz şunu da ilâve edelim ki, Resûlüllah'm (A.S.) namazını tarif eden ashabdan bir kısmı, «evceze» tabirini kullanmışlardır. Bu, na­mazı noksan bıraktı demek değil, kısa ve hafif tuttu, demektir. Am­mar hakkında da aynı tabir kullanıldığına bakılırsa, ashabın itirazı, onun namazı çok acele kılmasıyla ilgili olsa gerek.

995  nolu Muâz b. Cebel hadîsi üzerinde durulmuşsa da, İbn Ha­cer, senedinin kaviy olduğunu söylemiştir. Ayrıca farz ve nafile her

Namazda sözü edilen duanın yapılmasının meşru» olduğu anlaşılı­yor. Bazı rivayetlerde ise, sözü edilen duayla ilgili rivayette, «her na-tnazda» değil de, «her namazın arkasında» cümlesi yer almıştır. Ni­tekim Ebu Dâvud, bu ikinci cümleyi rivayet etmiştir. Ne var ki, her kamazm arkası tabirinden iki yer hatıra gelebilir : Birincisi, teşeh­hüt ve salâttan sonra; ikincisi, selâm verdikten sonra..

! 996 nolu Hz. Aişe (R.A.) hadisini az değişik lâfızlarla Müslim, ÎEbû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce de tahrîc etmişlerdir. Bunların tesbit ve zaptı şöyledir : «Bir gece Resûlüllah (A.S.) Efendimizi kaybet­tim; secde yerini elimle dokunduğumda onu secde halinde buldum, iki ayağı (parmakları kıbleye müteveccih idi; şöyle duâ ediyordu : Senin gazabından, rızana sığınırım; Senin vereceğin cezadan affına iltica ederim.. Senden yine sana sığınırım. Seni övmekten âcizinı, sen kendini övdüğün gibisin.»

İmam Ahmed'hı rivayet ettiği değişik lâfızlara gelince, o bu ha­dîsin az farklı rivayetlerinden biridir. Aynı zamanda olayın bir defa değil, birkaç defa cereyan etmiş olduğu intibaını da verir.

997 nolu İbn Abbas (R.A.) hadîsini, Müslim kendi Sahîh'inde hem uzun, hem kısa şekilleriyle rivayet etmiştir. İki rivayet arasın­da elfaz farkı da söz konusudur. Her iki rivayet de Resûlüllah'm (A.S.) yaptığı o duanın gece namazında olduğunu gösteriyor.

Hadîste «namazında veya secdesinde» diye bir şek ortaya ko­nulmuştur, bu râviden vâki olan sektir. Başka bir rivayet ise, namaz ile kayıtlanmaksızm mezkûr duayı yaptığını ifade etmektedir. Nur­dan maksat, hakkın beyânı, ziyası ve hidayetidir.

Böylece Hz. Aişe'den farklı lâfızlarla yapılan iki rivayetten, Resû­lüllah (A.S.) Efendimiz'in secdede duâ ettiği anlaşılıyor. Nitekim Beyhakî, el-Marife'de bunu kuvvetlendirir mahiyette şu hadîsi riva­yet etmiştir : «Kulun Rabbma en yakın olduğu hal, secdede bulun­duğu haldır. O halde siz secdede duayı çoğaltın, duanızın kabul olun­ması (o halde) uygun ve lâyıktır.»

et-Tahavî ise, secdede duâ ile ilgili hadîslerin, Akabe b. Âmir ha-dîsiyle neshedildiğini iddia etmiştir. Akabe hadîsinde deniliyor ki ; FESEBBÎH İSME RABBİKE'L-AZİM âyeti inince, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bunu rükûunuza alıp orada söyleyiniz, buyurdu. SEBBİH ÎSME RABBİKE'L-A'LÂ âyeti inince, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, bunu da secdenize alıp orada söyleyiniz, buyurdu.

Zeylaî bu rivayetleri biraraya getirdikten sonra şöyle bir tahlil­de bulunuyor -. «et-Tahavî, bu âyetin Peygamber'e (A.S.) secdede yaptığı duadan sonra inmiş olabilir, diye ilâve etmiştir. Oysa bu söz çok'soğuk ve donuktur. Çünkü İbn Abbas (R.A.) dan rivayet edilen hadisin, Resûlüllah'm (A.S.) vefatına yakın pazartesi günü söyle­diğini bizzat İbn Abbas kaydetmiş ve şöyle demiştir : Peygamber (A.S.) hasta idi, mescide çıkamamıştı, insanlar Ebu Bekir Sıddîk'in arkasında durup saf bağlamışlardı. İşte o gün Resûlüllah'm (A.S.) vefat ettiği gün idi.»

Nitekim Buharî'nin tahrîc ettiği ve Teheccüt bahsinde yer ver­diği Hz. Enes (R.A.) hadîsi de bunun böyle olduğuna delâlet etmek­tedir. Ayrıca Berâ' b. Âzib'in (R.A.) rivayet ettiği hadîs de bu mana­yı kuvvetlendirmektedir.[444]

Fethü'l-allâm'da namazda teşehhütten sonra salât ve duâ okun­masıyla ilgili hadisler nakledilerek kısa açıklamalarda bulunulmuş, secdede duâ edilip edilmiyeceği hakkındaki rivayetlere yer verilme­miştir. Neylül-evtâr'da ise, ilgili birçok hadîsler nakledilerek konu­ya ağırlık kazandırılmış ve geniş tahliller yapılmıştır. [445]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Namazda ikinci oturuştan sonra Peygamber (A.S.) Efendi-miz'e salât getirip duâ etmek mûstehabdır. Bu, Hanefîlere göredir. Şâfiîlere göre, kuvvetli sünnettir. Ancak imamlık yapan kimsenin, namazı uzatması, teşehhütten sonra uzun duâ yapması doğru değil­dir.

2- Teşehhütten sonra hadîste belirtilen dört şeyden Allah'a sı­ğınmak mûstehabdır. Bu, Hanbelîlere göredir.

3-  Namazda gerek ayakta, gerek otururken teşehhütten son­ra, gerekse secdede dünya ve âhiret hacetleriyle ilgili isteklerde bu­lunup duâ etmekte bir sakınca yoktur. Bu, Mâlikîlere göredir. Rükû'-daj ise duâ yapmak mekruhtur.

4- Yalnız başına namaz kılan kimsenin secdede Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'den rivayet edilen dualardan bir kısmım okuma-sıAda bir sakınca yoktur. Bu, diğer üç mezhep imamlarına göredir. [446]

 

Namazdan Selam İle Çıkmak

 

Müminin miracı sayılan namaza Allahü Ekber denilerek başla­nır ve sonunda selâm verilerek çıkılır. Ancak nasıl Tekbir getirilip namaza başlanır konusu işlenirken, bunun şekli üzerinde durul­duğu gibi, namazdan selâm verilerek çıkılır denilirken nasıl selâm verilir ve nasıl bir hareket gösterilir, huhusunu da açıklamamıza ih­tiyaç vardır. Zira îslâm Dini, ibâdeti âdetten ayırmış, ibâdete bir resmiyet kazandırarak bizi kendi halimize ve arzumuza bırakma­mıştır. Bir olan Allah'a, aynı kıbleye yönelip aynı inanç, duygu ve dü­şüncelerle ibâdet ederken, ibâdeti aynı ölçüler içinde yapmamız ge­rekir. Şüphesiz ki, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin nasıl ibâdet ettiği, nasıl namaz kıldığı, nasıl abdest aldığı ve ibâdetlerinde neler oku­duğu, nasıl bir resmiyet ortaya koyduğu en ince taraflarına kadar tesbit edilip bize kadar rivayet yoluyla aktarılmıştır. Yeter ki, o ri­vayetleri sıhhatli şekilde tesbit edip müctehit imamların istidlal, ih-ticac ve içtihatlarını bilmiş olalım; işte o zaman bir karışıklık, bir zorluk söz konusu olmuyor ve ibâdeti en doğru şekliyle manasıyla yapma imkânları elde ediliyor..

-Konuyla ilgili hadisler:

İbn Mes'ûd (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «Peygam­ber CA.S.) Efendimiz sağma ve soluna selâm verir, ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE RAHMETÜLLAHİ, ES-SELÂMÜ ALEYKÜM VE RAH-METÜLLAHÎ der, o kadar ki (arkasında duranlarcaî yanağının be­yazlığı görülürdü.»[447]

Âmir b. Sa'd'den, o da babasından rivayet etmiştir. Babası şöyle haber vermiştir : «Ben Resûlüllah (A.S.î  Efendimizi (namaz kılarken) gördüm, yanağının beyazlığı gözükecek şekilde sağma ve solu­na selâm veriyordu.»[448]

Câbir b. Semure (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «Biz­ler Resûlüllah (A.S.) Efendimizle beraber namaz kıldığımız zaman (namazdan çıkarken) (sağımıza ve solumuza ES-SELAMÜ ALEY­KÜM VE RAHMETULLAH, ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE RAHME-TULLAH diyorduk.» (Râvi bunları anlatırken eliyle iki yanına işa­ret ediyordu). Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.) Efendimiz : «Neden ellerinizle işarette bulunuyorsunuz da sanki elleriniz serkeş huysuz atın kuyruğuna benziyor. Sizin için yeterli olanı şudur: Elini uyluğu üzerine bırakır, sağındaki ve solundaki kardeşine selâm verir.»[449]

.   Diğer bir rivayette ise şöyle nakledilmiştir :

«Biz, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin arkasında namaz kılıyorduk. Buyurdu ki : «Şunlara ne oluyor ki elleriyle selâm veriyorlar, elleri huysuz serkeş atların kuyruklarına benziyor. Size elini uyluğunun üzerine koymak yeter ve sonra da ES-SELAMU ALEYKÜM, ES-SE-LAMU ALEYKÜM der.»[450]

Semüre b. Cündeb (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah  (A.S.)  Efendimiz, imamlarımıza selâm vermemizi ve birbi-imize selâm vermemizi bize emretti.»[451]

Ebû Davud'un tesbit ettiği rivayette ise, şöyle denilmiştir: «îmam'm selâmını cevaplayıp çevirmemizi, birbirimizi1 sevmemizi ve birbiri-hıize selâm vermemizi bize emretti.»

Ebu Hüreyre (R.A.) den yapılan rivayette,    Peygamber    (A.S.) [Efendimizin şöyle buyurduğunu    haber vermiştir : «Selâm    lâfzım uzatmamak, çekmemek'sünnettir.»[452]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Namazın sonunda önce sağa, sonra sola selâm vermek meş­ru'dür.

2- Selâm verildiğinde, arkada duran kimsenin selâm verenin yanağını görecek şekilde başı sağ ve sol omuza doğru çevirmek sün­nettir.

3- Namazın sonunda selâm verirken ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE RAHMETULLAH demek sünnettir.

4- Selâm verirken el işaretinde bulunmak mekruhtur.

5- Selâm verirken de elleri dizler üzerine konulmuş bir halde bulundurmak sünnettir,

6- Namazın sonunda selâm vermek için ES-SELAMÜ ALEY-XÜM demek kâfidir.

7- Namazın sonunda selâm verirken imamı kasdetmek müs-tehabdır.

8- Yine cemaat halinde namaz kılınırken müslümanlar sağ ve sol taraflarına selâm verdiklerinde bununla birbirlerini kasdet-meleri müstehabdır.

9- Selâm lâfzını çekip uzatmadan, yani med yapmadan telef-fuz etmek sünnettir.

Hadîslerin ışığında mezhep imamlarının istidlal,, ihticac ve iç­tihatları :

a) Hanefî mezhebine göre :

Namazın sonunda selâm vermek ve «selâm» lâfzını kullanmak vâcibdir.[453]                                                                              

Namazdan «selâm» lafzıyla çıkmak farz değildir.[454] Sağ :ve sol tarafa selâm verilirken selâm lâfzım kullanarak «es-Selâmu aley-küm ve rahmetullah» demek ve yanaklar görülecek şekilde başı sağ ve sol omuzlara doğru çevirmek, sağa selâm verince "sağındaki me­lekleri ve insanları kasdetmek, sola selâm verirken yine sol tarafta­ki melekleri ve insanları kasdetmek sünnettir. İmamın bulunduğu cihette bulunanlar selâm verirken aynı zamanda imamı da kasdederler.

Yalnız basma namaz kılan kimsenin ise, selâm verirken sadece Hafeze denilen melekleri kasdetmesi yeter.                                   

Peygamber (A.S.) Efendimiz, «Namazın tahlili, çözülüp sona er­mesi, teslimdir.» buyurduğu için selâm lafzıyla namazdan çıkmak vâcib oluyor.[455]

Selâmda önce sağa, sonra sola selâm vermek sünnettir. O bakım­dan İmam Ebu Hanîfe'ye göre, önce sola selâm veren kimse, sağma selâm verir ve soluna verdiği selâmı iade etmez. Ancak böyle yap­mak mekruhtur. Bunun gibi Önce ön cephesine, sonra da sol tarafı­na selâm veren de, birinci selâmı iade etmez,[456]

Selâm verirken başı iyice sağ ve sol tarafa çevirip arka safta duranların onun yanağını görecek şekilde olması da sünnettir. Ha-nefüer bu konuda İbn Mes'ud (R.A.) hadisiyle istidlal etmişlerdir.

Selâmı aşikâr söylemek de sünnettir.[457]

b) Şafiî mezhebine göre :

Namazın on ikinci farzı, selâm vermektir. Nitekim Sahîh-i Müs­lim'de, «Namazın tahrîmi tekbirdir, tahlili ise selâmdır» buyurul-muştur. Selâm'm en kısa şekli «es-Selâmü aleyküm» dır. Bunun ak­si de olabilir, yani «Aleykümü's-Selâm» da demek kâfidir. Ancak bu ikinci şekilde selâm vermek mekruhtur. En kâmil şekli ise, «es-Selâ­mu aleyküm ve rahmetullah» dır. Selâm bir defa sağa, bir defa da sola verilir ve tekrar edilmez. Sağ yanağı görülecek şekilde iltifatta bulunur ve verdiği selâmla iltifat ettiği cihetteki melekleri, mü'min an insanları ve cinleri kasdeder. Bu da sünnettir. Ayrıca cemaat ilinde - kılman namazlarda, imam ve cemaatten kendisine selâm tenleri de kasdeder. Şafiîler bu meselede Semüre b, Cündeb (R.A.) Ldisiyle istidlal etmişlerdir.[458]

c) Hanbeli mezhebine göre :

Namazın sonunda, namazdan çıkmayı irâde ederken sağ tarafı-ı ve sol tarafına iltifat ederek ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE RAHME-^JLLAH der. Bu şekil selâm vermek vâcibdir, başka bir lâfız bunun ferine geçmez. İmam Mâlik ile îmam Şafii'nin de görüşü budur. İmam bû Hanife'ye göre, namazdan çıkmak için «selâm» lâfzı taayün edil-dyebilir, herhangi bir amelle namazdan çıkılabilir. Ancak selâm ver-ıek suretiyle çıkmak vâcibdir diğer bir rivayete göre, sünnettir.

Hanbelüer bu konuda şu hadîsle istidlal etmişlerdir. «Namazın nahtarı abdesttir; tahrîmi tekbirdir; tahlili ise, teslimdir.»[459] Hem Resûlüllah (A.S.) Efendimiz her namazında sağa ve sola selâm rermiş ve buna devam etmiş ve: «Benim nasıl namaz kıldığımı görü­yorsanız öylece namaz küm!» diye emretmiştir.[460]

Birinci defa sağ tarafa selâm vermek vâcib, sol tarafa vermek se sünnettir. Diğer bir rivayette sol tarafa da selâm vermek vâcib-lir. Daha sahîh olanı da budur. Hanbelüer bu meselede Cabir b. Se-îiüre  (R.A.) hadisiyle istidlal etmişlerdir.[461]

Selâmda sünnet olan lafız, ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE RAH-VIETTULLAH'dır. Zira Peygamber (A.S.) böyle selâm vermiştir..Han­belüer bu meselede, İbn Mes'ud ile Câbir b. Semüre (Allah ikisin-ien de razı olsun) hadîsleriyîe istidlal etmişlerdir. Bununla beraber, sadece «ES-SELAMÜ ALEYKÜM» demek de kâfi gelir.[462]

Belirtilen şekli tersine çevirip  «ALEYKÜMÜ'S-SELAM»  demek yeterli olmaz. îmam Şafiî'ye göre yeterli olur.

îbn Kudame namazın sonunda selâm verme konusu üzerinde hayli rivayet toplayarak buna geniş yer ayırmıştır. Arzu edenlere ei-Muğnî kitabım tavsiye ederiz.

d) Mâliki mezhebine göre :

Sahnun diyor ki, imamın nasıl selâm vereceğini İbn Kasım'dan sorduğumda bana şu cevabı verdi : «Bir defa hafif sağa meylederek ön cihetine verir.» Ya yalnız başına namaz kılan kimse nasıl verir? diye sorduğumda, «o da aynı şekilde bir defa verir» dedi.           

İmamın arkasında bulunan kimse, eğer sol cihetinde bir kimse varsa, ona da redd-i selâmda bulunur. Namazda erkek ve kadinın selâm verme şekli ve ölçüsü aynıdır.                                            j

İmam Mâlik diyor ki : Namaz kılan imamın arkasında bulunu­yorsa, sağ tarafına selâm verdikten sonra imama redd-i selâmda bu­lunur. Bunun üzerine îbn Kasım, İmam Mâlik'e sormuş, demiş;ki: «İmama nasıl redd-i selâmda bulunur, Aleyke's-Selârn mı der, yoksa es-Selâmu aleyke mi der?» îmam şöyle karşılık vermiştir : «Bu ikisi de caizdir, ama benim için daha müstehab olanı, ES-SELAMÜ ALEY-KÜM'dür.

İmanı Mâlik bu meselede, bazan Peygamber (A.S.) Efendimiz'in ve sonra da Ebû Bekir, Ömer, ve Ömer b. Abdülaziz'in namazdan çı­karken bir defa selâm verdiklerini dikkate alarak istidlalde bulun­muştur.[463]

Özetliyecek olursak :

Mâliki mezhebine göre, namazdan çıkmak için sağ tarafa selâm vermekle yetinilir. Ancak bu imama ve bir de yalnız başına namaz kılana has bir sünnettir. Cemaatla namaz kılan kimse, hem hafif sağma, hem de soluna selâm verir, böylece sağ ve sol tarafındaki mü'minlerin selâmını karşılayıp cevaplamış olur.

Yine bu mezhebe göre, ön cihete doğru selâm verilir, cümlenin sonuna geldiğinde, yani (mim) harfini teleffuz ederken h&fif sağ tarafa iltifat etmesi menduptur,[464]

Diğer rivayetler, tahliller ve yorumlar :

1010 nolu İbn Mes'ud (R.A.) hadîsini aynı zamanda Darekutnî ve İbn Hibban rivayet etmişlerdir. Hadîsin az farklı lâfızları nakle­dilmiştir, aslı ise, Sahîh-i Müslim'dedir. el-Akiylî diyor ki : «Hadîsin isnadları sahihtir ve İbn Mes'ud hadîsine göre, namazın sonunda iki tarafa selâm vermek sabit olmuştur. O halde bir selâm vermek sahih lmaz.»[465]

1011 nolu Âmir b. Sa'd hadîsini Hafız Bezzar, Darekutnî ve îbn îibban tahrîc etmişlerdir.

Bu babda birçok hadîsler vardır ki hepsi de namazın sonunda )iri sağa diğeri sola olmak üzere iki selâm vermeye delâlet etmek­ledirler. Nitekim İbn Mâce'nin Ammar'dan, Darekutnî'nin de Am-inar'daa, İbn Ebı Şeybe'nin Berâ' b. Âzib'den Ahmed b. Hanbelin 3ehl b. Sa'den, yine İbn Mâce'nin Hz. Hüzeyfe'den ve Adiy b. Umey-reden ılvâyet ettikleri hadîsler bu cümledendir. Yapılan ciddi tes-bitlere göre bunların isnadı hasendir. Bunlardan başka birkaç hadîs daha rivayet edilmişse de çoğunun zayıf olduğu görülmüştür.

İ Nitekim. İbn Münzir'in Ebu Bekir Sıddîk'dan, Ali'den, İbn Mes'-ud'dan, Ammar b. Yasir'dan ve Nâfi' b. Abdülharsden (Allah hep­sinden razı olsun) yaptığı rivayette, hepsinin de namazın sonunda iki tarafa selâm verdikleri tesbit edilmiştir. Tabundan Ata b. Ebî Re-bah, Alkame, Şa'bi ve Abdurrahman es-Sülemî de ayni görüştedir­ler ve uygulamaları da öyle olmuştur. Müctehitlerden, İmam Mâlik'-in dışında olanların da istidlal ve içtihatları bu doğrultudadır. İshak Ebû Sevr de aynı paralel de yer almışlardır. İbn Münzir de aynı gö­rüştedir, Şevkani de aynı şeyi ifade etmiştir.[466]

Namazdan çıkışta sadece bir defa selâm vermenin meşruiyetini söyleyenlere gelince, onlar bu meselede daha çok İbn Ömer, Enes, Seleme b. el-Ekva' (Allah hepsinden razı olsun) uygulamalarım dik­kate almışlardır. Hz. Aişe'nin de ER.A.) aynı paralelde olduğu sabit olmuştur. Tabiînlerden Hasan el-Basri, îbn Şirin ve Ömer b. Abdü-laziz'tn de görüşü bu doğrultudadır. îmanı Evzaî de bu meselede îmam Mâlik'in görüşüne katılmıştır. Ehl-i Beyt'ten ise, Abdullah b. Musa b. Cafer, namazın sonunda öne, sağa ve sola olmak üzere üç selâm verip çıkmak vâcibdir, demiştir.

îki selâmın meşruiyetine kail olanlara göre, her iki tarafa selâm vermek vâcib midir, yoksa sağa selâm vermek vâcib, sola vermek sünnet veya müstehab mıdır? Cumhura göre, ikinci selâm müstehab-dır. O bakımdan İbn Münzir diyorki : «İlim adamları, namazdan çıkarken bir selâmla yetinmenin caiz olduğuna kail olmuşlardır, bu hususta onların icma'ı vardır.»

İmam Nevevî de Müslim'in şerhinde buna yakın bir ifade kul­lanmıştır.

Özetliyecek olursak, namazın sonunda iki veya bir selâm mese­lesi hayli geniş tutulmuş ve ilim adamları birçok rivayetlere yer vermişlerdir. O bakımdan konuyu burada fazla uzatmaya gerek görmüyor, onu bundan sonraki fasılda ilgili hadîsleri de nakletmek suretiyle açıklamak .istiyoruz.

1012 nolu Cabir b. Semüre hadîsi, hem sahihtir, hem de namazın sonunda iki tarafa selâm vermenin meşruiyetine açık biçimde delâ­let etmektedir. Ayrıca selâm verirken sadece «Es-Selâmu aleyküm» -demekle yetinmenin caiz olduğunu ifade etmektedir.

1014  nolu Semüre b. Cündeb (R.A.) hadîsini aynı zamanda Hâ­kim ve Bezzar tahrîc etmişlerdir. Hafız Bezzar'a göre, isnadı hasen­dir. Ancak el-Hasen'in bu hadîsi Semüre'den işittiği ihtilaflıdır,    bu hususta dört görüş ve tesbit ortaya çıkmıştır: Mutlaka ondan işitmiş-tir. -Mutlaka ondan işitmemiştir- Ondan sadece el-Akiyka hadîsini işitmiştir. - Ondan üç hadîs işitmiştir..

Hadîste «sonra birbirinize selâm verin» emri, namazdaki selâm­la ilgilidir. Nitekim Hafız Bezzar bunu belirterek kesinlik ifade eden bir cümle kullanmıştır. Böylece hadîsin zahirî delâletinden şu husus anlaşılmaktadır : Namazın sonunda sağa ve sola selâm verirken, bununla imam, cemaat birbirini kasdeder, biri diğerine selâm ver­meye niyetlenir.

1015  nolu Ebû Hüreyre hadîsini aynı zamanda Hâkim tahrîc et­miş ve «Müslim'in şartı üzere sahihtir» demiştir. Ancak yapılan cid­di tesbitlere^göre, isnadında Kurre b. Abdurrahman b. Hivîl bulunu­yor ki, İmam Ahmed'e göre,    münkerü'l-hadîstir. Yahya ise,   onun için «hadîsi zayıftır» demiştir. Ebu Hâtim'e göre, kaviy değildir. İbn Adiy diyor ki : «el-Evzaî, Kurre'den onun üstünde hadîs rivayet   et­miştir. O bakımdan onun rivayetinde bir beis olmadığını    umuyo­rum.»[467]

Müslim ise kendi Sahîh'inde onu Amr b. el-Hâris'e makrun olarak zikretmiş; İbn Hibban onu sikat (güvenilirler) arasında anmıştır.[468]

Tirmizî ise, yukarıda naklettiğimiz hadisi sahihlemiş ve mevkuf olmadığım belirtmiştir. Ancak Tirmizî'nin rivayetinde «Hazfü't-tes-lîm» yerine, «Hazf ü's-s elam..» denilmiştir.

Nitekim İbrahim en-Nahaî'den yapılan rivayette, onun şöyle de­diği tesbit edilmiştir : «Tekbir cezmdir, selâm da cezmdir.» Bundan maksat, ALLAHÜ EKBERU yerine çekmeden ve sonuna hareke koy­madan ALLAHÜ EKBER; ES-SELAMÜ ALEYKÜMÜ yerine yine çek­meden ES-SELAMÜ ALEYKÜM demektir. İbn Seyyid en-Nas da di­yor ki : «Selâm'm uzatılmayacağı hakkında âlimlerin görüş birliği vardır, buna muhalefet edeni bilmiyorum.

Namazın sonunda selâm verirken, ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE RAHMETULLAH demek, yani sağa ve sola başı çevirip bu cümleyi söylemek hakkında birçok rivayetler vardır. Darekutnî'nin Fezale b. Fazl'dan yaptığı rivayette, Ammar b. Yâsir (R.A.) m şöyle dediği tes­bit edilmiştir : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz sağma selâm verdiği zaman, sağ yanağının beyazlığı görünürdü; sol tarafına selâm ver­diği zaman sol yanağının beyazlığı görünürdü. Selâm vermesi ise şöyle idi : ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE RAHMETULLAH..

Râvî Fezale b. Fazl üzerinde biraz durulmuş, Ebû Hatim onun «sadûk» doğru ve güvenilir olduğunu kaydetmiştir. İbn Mâce kendi Sünen'inde zikretmiştir.[469]

Diğer bir hadîsi de İmam Ahmed kendi Müsned'inde, Taberâni kendi Mu'cem'inde Mülazim b. Amr'den, o da Hevde b. Kays b. Talk'-den, o da babasından, o da dedesindenrivâyet etmiştir ki, adı geçen şöyle haber vermiştir : «Resûlüllah (A.S.) sağma ve soluna selâm verirdi, öyle ki, sağ ve sol yanağının beyazlığı görülürdü.» Burada nasıl selâm verdiği, yani hangi lâfızlarla söylediği rivayet edilme­miştir.

Bir başka hadisi Beyhaki el-Ma'rife'de İmam Şafii tarikiyle riva­yet etmiştir ki, Şafiî'ye İbrahim b. Muhammed haber vermiş, o da İshak b. Abdullah'tan o da Abdülvahhap b. Baht'tan, o da Vasile b. el-Eska'  (R.A.)  den rivayet etmiştir. Adı geçen şöyle haber vermiştir : «Resûlüllah  (A.S.)  Efendimiz   yanağının beyazlığı   görünecek şekilde sağ ve soluna selâm verirdi.»                                             '

İki tarafa selâm vermekle ilgili bir başka hadisi Ebû Dâvud, Vâil b. Hücür (R.A.) den rivayet etmiştir. Adı geçen şöyle demiştir : «Pey­gamber (A.S.) Efendimizle beraber namaz kıldım. O, başını sağma çevirip ES-SELÂMÜ ALEYKÜM VE RAHMETULLAH soluna çevirip ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE RAHMETÜ'LLAH derdi.»

İmam Nevevî el-Hülasa'da, bu hadisin isnadının sahih olduğunu kaydetmiştir.

Darekutni ise kendi Sünen'inde Hüreys b. Ebî Matar'dan, o da eş-Şa'bî'den o da Berâ' b. Âzib (R.A.) den rivayet etmiştir ki, adı ge­çen şöyle demiştir : «Peygamber (A.S.) Efendimiz, iki selâm verirdi..»

Ancak bu hadîsin râvisi Hüreys hakkında bazı sözler söylenmiş­tir. Buharî onlardan biridir. Ebu Hatim, İbn Main ve Nesâî de Buha-rî'ye katılmışlardır. Zehebî, onun birçok kimseler tarafından zayıf kabul edildiğini kaydeder ve Nesâî'nin onun hakkında «metrukü'l-hadîs» dediğini nakleder. Buharî, onun kaviy olmadığını belirtmiş­tir.[470]

Tirmizî ve İbn Mâce'nm Züheyr b. Muhammed'den, o da Hişarn b. Urve'den, O daHz. Aişe (R.A.) dan rivayet ediyor. Adı geçen demiş­tir ki : «Resûlüllah (AS..) Efendimiz (namazın sonunda) bir defa yüzünün istikametine selâm verirdi.»

Aynı hadîsi Hâkim el-Müstedrek'te rivayet etmiş ve «Şehayn'in şartı üzere..» demiştir. et-Tenkih sahibi diyor ki : «Züheyr b. Mu­hammed, her ne kadar sahih ricaldan sayılırsa da onun birçok münker rivayetleri vardır. Bu hadîs de o münkerlerden biridir.» Nitekim Ebû Hâtım de, «Bu hadîs münkerdir» demiştir.[471]                     

Bilindiği gibi, münker hadîs, zayıf bir râvinin sika (güvenilir) bir râviye muhalif olarak rivayet edilen hadîstir.

et-Tahavî ise, Züheyr b. Muhammed hakkında şöyle demiştir: «Bu zat her ne kadar sika (güvenilir) se de, Amr b. Ebî Seleme'nin rivayeti onun zayıf olduğunu ortaya koymaktadır.[472] İbn Maîn de aynı görüştedir.

Nevevı, Hâkim'in bu hadîsi sahüılemesi kabule şayan değildir, zi-t, namazın sonunda bir tek selâmla yetinmenin hiçbir şekilde sabit .madiği bilinmektedir, demiştir.[473]

Bir selâmla yetinmekle ilgili bir başka rivayeti İbn Mâce, Ab-ülmüheymin'den, o da babası Abbas'dan, oda kendi babasından, o a dedesi Seni b. Sa'd (R.A.) den yapmıştır. Adı geçen demiştir ki: Resûlüllah (A.S.) Efendimizin bir tek selâm verdiğini işittim, on­an fazlasını yapmadı:»

Darekutnî bu rivayet üzerinde durarak, «Abdülmüheymin ka-fty değildir» derken, îbıı Hibban, onunla ihticac bâtıldır, diye kay-İetmiştir.[474]

Zehebî bu zat üzerinde durarak şunları nakletmiştir : «Abdül-[nuhaymm b. Abbas'm on kadar rivayet ettiği hadis vardır. Buharı, knun münkerü'l-hadîs olduğunu söylemiş; Nesâî, sika olmadığına likkat çekmiş, Darekutnî ise, onun kaviy olmadığını belirtmiştir.»[475]

Bu konuda bir başka rivayeti İbn Mâce, Yahya b. Râşid'den, o ia Yezid Mevlâ Seleme'den, o da Seleme b. el-Ekva' (R.A.) den yap­mıştır. Adı geçen şöyle demiştir ; «Resûlüllah (A.S.) Efendimizi na­maz kılarken gördüm, bir defa selâm verdi.»

Ne var ki, râvi Yahya b. Râşid üzerinde durulmuş, İbn Main, onun kayda değer bir şey olmadığım söylerken, Nesâî onun zayıf ol­duğunu belirtmiştir.[476]

Aynı konuyla ilgili bir hadîsi İbn Adiy el-Kâmil'de, Atâ' b. Ebî Meymune'den, o da Ebu Hafs'dan , o da el-Hasen'den, o da Semüre (R.A.) den rivayet etmiştir. Adı geçen şöyle demiştir : «Resûlüllah' (A.S.) Efendimiz (namazın sonunda) bir tek defa selâm verirdi, o da yüzü istikametine..»

. Abdülhak bunu kendi Ahkâm'mda İbn Adiy cihetiyle zikret­miş ve Atâ'm zayıf olduğunu belirtmiştir.[477] İbn Maîn onun sika olduğunu belirtmişse de Ebû Hatim onun hadîsiyle ihticac   edilmez demiştir. Aynı zamanda bu zatın Kaderi mezhebinin baş eleman­larından olduğunu Ebu îshak el-Cevzecânî söylemiştir,[478]

Böylece namazın sonunda Peygamber (A.S.) Efendimiz'in yüzü istikametine bir selâm vermekle yetindiğiyle ilgili rivayetlerin he­men hepsi istidlal ve ihticace elverişli olmadığı, çoğunun zayıf ve metruk olduğu anlaşılmaktadır. O bakımdan iki tarafa belirtilen şekilde ve zikredilen elfaz ile selâm vermenin sahîh olduğu ihticaca uygun görüldüğü kesinlik kazanmış oluyor. O bakımdan müctehit imamların çoğunun istidlal ve içtihatları bu doğrultudadır.

Nitekim Ebu Cafer et-Tahavî bir selâmla yetinmekle ilgili iki rivayete yer verdikten sonra iki tarafa selâm vermekle ilgili yirmi­den fazla rivayeti toplamış ve böylece konuya ağırlık kazandırarak araştırıcılara yeteri kadar malzeme hazırlamıştır. Onları buraya nakletmemiz, -kitabımızın hacmini büyüteceğinden- mümkün olma­mıştır. O, bu rivayetleri topladıktan sonra Mâliki mezhebi dışında üç mezhebin görüşüyle birleşmiştir. [479]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Namazın sonunda selâm vermek ve «selâm» lafzını kullan­mak vâcibdir.

2- Başı sağa ve sola çevirip selâm vermek sünnettir. Bu, Ha-nefîlere göredir.

3- Selâm verirken sağdaki ve soldaki melekleri ve mü'minle-ri kasdetmek ınüstehabdır.

4- Önce sağa, sonra sola selam vermek sünnettir. Bu da Ha-nefilere göredir.

5- Selâm verirken başı iyice sağa ve sola, yanaklar görüne­cek şekilde çevirmek sünnettir. Bu Hanefi, Şaiî'i, ve Hanbeli mezhebi­ne göredir.

6- Namazın sonunda selâm vermek farzdır.

7- Selâm verirken ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE RAHMETUL-LAH demek sünnettir ve selâmın kâmil şeklidir.

8- Sağ tarafa selâm vermek vâcib, sol tarafa vermek sünnet­tir. Bu, Hanefîlerle Hanbeîlere göredir.

9- Namazın sonunda sadece ön cihete selâm verip başı ha­fifçe sağa çevirmek kâfidir. Bu, Mâlikîlere göredir.

10- Selâm'ı cezm şeklinde teleffuz edip uzatmamak sünnettir. [480]

 

Namazdan  Sonra Zikir ve Dua

 

Namaz bütünüyle zikir, teşbih, tehlîl ve duâ. olmakla beraber, onu kılmaya bizi muvaffak kılan Allah'a ne kadar duâ etsek ve onu ne kadar ansak, ne kadar tesbîh etsek yine azdır. Cenâb-ı Hakk'm hidâyet nasip ederek bizi huzuruna kabul buyurması ve günde beş vakit bizi buna davet etmesi, iltifatların en güzeli, nimetlerin en bü­yüklerinden biridir.

Sevbân (R.A.) den yapılan rivayette demiştir ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz namazdan fariğ olunoa üç defa istiğfar eder ve şöyle derdi : ALLAHÜMME ENTE'S-SELÂM VE MİNKE'S-SELÂM, TEBAREKTE YA ZE'L-CELÂLÎ VE'L-İKRÂM».[481]

lAbdullah b. Zübeyir (R.A.) dan yapılan rivayette, adı geçen her namazın arkasından selâm verince şöyle derdi : LA İLAHE ÎLLAL-LAHÜ VAHDEHÜ LA ŞERİKE LEH, LEHÜ'L-MÜLKÜ VE LEHÜ'L-HAMDÜ VE HÜVE ALÂ KÜLLİ ŞEY'İN KADÎR VELA HAVLE KUVVETE İLLA BİLLAHİ'L-ALİYYİ'L-AZİM, VELA NA'BDÜ İLLA IYYAİ-HÜ, LEHÜ'N-Nİ'METÜ VE LEHÜ'L-FAZLÜ VE LEHÜ'S-SENAÜ'S-SEİ-NAÜ'L-HASEN. LA İLAHE İLLALLAHÜ MUHLİSİNE LEHÜ'D-DÎNE VELEV KERİHE'L-KÂFÎRÛN.                                                            

Abdullah devamla dedi  ki : «Resûlüllah   (A.S.)   Efendimiz her namazın arkasında bunlarla tehlîlde bulunurdu.»[482]

Muğire b. Şu'be (R.A.) den yapılan rivayette, Peygamber (A.Sj) Efendimizin her farz namazın arkasında şöyle dediğini haber ver­miştir : LA İLAHE İLLALLAHÜ VAHDEHÜ LA ŞERİKE LEHÜ, LE­HÜ'L-MÜLKÜ VE LEHÜ'L-HAMDÜ VE HÜVE ALA KÜLLİ ŞEY'İN KADİR ALLAHÜMME LA MANİ'A LİMA A'TAYTE VELA MU'TİYE LİMA MENE'TE VELA YENFE'Ü ZE'L-CEDDÎ MÎNKE'L-CEDD..[483]

Abdullah b. Amr (R.A.) dan yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir : «İki haslet var ki, hangi bir müslüman adam onları (zikredip) sayarsa, mutlaka Cennet'e girer. O iki haslet çok kolaydır, ama onlarla amel eden pek azdır : Her namazın arkasında on defa Allah'ı tesbîh eder, on defa tekbir eder, on defa. da hamd eder.»

Râvi devamla diyor ki : «Resûlüllah'ı (A.S.) gördüm, eliyle (on­ları sayıp parmaklarını bükerek) bağlıyordu ve (şöyle diyordu) : İş­te bu, dil ile yüz ellidir, terazide ise binbeşyüzdür.»

«Döşeğine gelip uyumak istediğinde yüz defa tesbîh, hamd ve tekbîr getirirdi ve (şöyle buyururdu) : Bu dil ile yüzdür, terazide ise, bindir.»[484]                                                                                 

Sa'd b. Ebî Vakkas (R.A.) den yapılan rivayete göre, adı geçfen kendi oğullarına, öğretmenin küçük çocuklara yazmayı öğretir gibi, şu kelimeleri öğretiyordu. Şüphesiz ki Resûlüllah CA.S.) Efendimiz namazın arkasında o kelimelerle (Allah'a sığınır) teavvüz ederdi : Allahım! cimrilikten sana sığınırım, korkaklıtan sana sığınırım, öm­rün en rezil (dönemine) döndürülmekten sana sığınırını, dünya fit­nesinden sana sığınırım ve kabir azabından da sana sığınırını.»[485]

Ümmü Seleme CR.A.) dan yapılan .rivayette, Peygamber (A.S.) ^fendimizin sabah namazım kıldığı zaman şöyle dua ettiğini haber sermiştir : «Allahım senden faydalı bir ilim, kabul olunan bir amel .sterim.» [486]

Ebu Ümame (R.A.) den yapılan rivayette, şöyle haber vermiştir: j«Ey Allah'ın Resulü! Hangi duâ daha çok makbuldür? diye soruldu.» Resûlüllah (A.S.) «Gecenin ortasının son bölümünde ve bir de farz ■namazların arkasında (yapılan duâ)...»  diye buyurdu.[487]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Her namazdan sonra, Abdullah b. Zübeyir'in  (R.A.)  riva­yet ettiği duayı okumak sünnettir.

2- Her namazın ardında Muğîre b. Şu'be'nin   (R.A.)   rivayet ettiği tehlîl anlamındaki duayı okumak da sünnettir.

3- Her namazın ardından on defa Sübhanellah, on defa   Al-lahu Ekber, on defa da el-Hamdü lillah çekip teşbih, tekbîr ve tahmîdde bulunmak sünnettir. Aynı zamanda her teşbih, tekbir ve tah-mid on misliyle karşılık görür.

4- Akşamlayın uyumak üzere yatağa uzamldığmda yüz defa tesbîh, tekbir ve tahmîdde bulunmak müstehabdır. Bu da bire   on karşılık görür.

5- Her namazdan sonra Sa'd b. Ebî Vakkas'dan (R.A.) rivayet edilen hadîste belirtilen şekilde teavvüzde bulunmak sünnettir.

6- Sabah namazından hemen sonra Ümmu Seleme'den riva­yet edilen duayı yapmak müstehabdır.

7- En çok kabule şayan olan duâ, gece yarısının son bölümün­de ve bir de farz namazlardan sonra yapılanıdır.

Böylece namazdan sonra birçok teşbih, tekbîr, tahmîd ve dualar tavsiye edilmiştir. Herkes zamanın elverdiği nisbette bunlardan bi­rini veya birkaçını yerine getirmekte muhtardır. Rirâyetlerin tama­mı dikkate alınınca, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin her namazın ar­kasından bunların hepsini bir dizi halinde yapmadığı, ama mutlaka bir iki tanesini ihmal etmediği görülür. Dua ve teşbihlerin çokluğu

bir bahçedeki, renkleri, kokuları ve şekilleri farklı yüzlerce gül ve çiçeğe benzetilebilir. Hepsi de aynı bahçenin toprağında yer almış­tır. Bu bahçeye bakan herkes en çok hoşuna giden gül ve çiçeklerden birini veya birkaçını seçer. Biz de yüzlerce duâ ve teşbih arasından birini veya birkaçını seçebilir ve onlara devam edebiliriz. Bunda bir sakınca yoktur.

Hadislerin ışığında mezhep sahibi imamların görüş, tesbit, is­tidlal ve ihticacları :

Önce şunu belirtelim ki, müctehit imamlar namazdan sonra ya­pılacak duâ ve tesbîh üzerinde fazla durmamışlar, sadece me'sur duâ ve teşbihlerin yapılmasının müstehab olduğunu söylemişlerdir. Nitekim İmam Ahme db. Hanbel bu hususa temasla şöyle demiştir: «Selâm verdikten sonra Allah'ı anmak ve duâ etmek müstehabdır. Daha çok Resûlüllah (A.S.) Efendimizden rivayet edilenlerle zikir ve duâ etmek müstehab sayılmıştır.»

Nitekim îmanı Ahmed b. Hanbel bu hususa temasla şöyle demiştir : ve Evzaî'den rivayet edilen hadîslerle istidlal edildiğini söyler. Ayrı­ca Sa'd. b. Ebî Vakkas hadîsiyle de istidlal edildiğini nakleder.[488]

O nedenle mezhep imamlarının görüş ve istidlallerini ayrı ayrı nakletmeyi gerek görmüyoruz.

Konuyla ilgili yorumlar, rivayetler ve tahliller :

1043  nolu Sevban (R.A.) hadîsi sahihtir. Namazın arkasından üç, defa istiğfar etmenin meşruiyetine delâlet etmektedir.

1044  nolu Abdullah hadîsi de sahihtir. Namazdan hemen sonra belirtilen zikri bir defa yapmanın meşruiyetini ifade etmektedir.

1045  nolu Muğîre hadîsi, Buharî ve Müslim'in ittifakıyla   sahih­tir. Ancak Taberânî bu rivayeti şu fazlalıkla tesbit etmiştir : «YUH-Yİ VE YÜMÎTÜ VE HÜVE HAYYÜN LÂ YEMUT, Bİ-YEDÎHİ'L-HAY-RÜ VE HÜVE ALÂ KÜLLİ ŞEYİN KADİR..,

Hadîsin râvilerinin hepisi sikat (güvenilir) dirler. Buna benzer bir rivayeti Hafız Bezzar, Abdurrahman b. Avf (R.A) dan sahîh bir senetle rivayet etmiştir.

Hadîsin zahiri, namazdan sonra sözü edilen zikrin meşruiyetine e bir defa söylenmesine delâlet etmektedir. Ancak Ahmed b. Han-ıel, Nesâî ve İbn Huzeyme bunun üç defa söylenmesinin daha uy­gun olacağım belirtmişlerdir. I i      Ancak şunu  hatırlatmamızda fayda vardır : Hadîste belirtilen

zikir, az değişik lâfızlarla çeşitli tariklerle rivayet edilmiştir. Her­hangi birini virt edinmekte bir sakınca yoktur.

1046 nolu Abdullah b. Ömer (R.A.) hadîsi sahihtir. Ancak sözü sdilen tesbîh, tekbîr ve tahmîdin sayısıyla ilgili rivayetler muhtelif­tir :

a) Naklettiğimiz hadîste onar defa tavsiye edilmiştir. Tirmizî ve Nesâî'nin Enes (R.A.) hadîsinde, Nesâî'nin Sa'd b. Ebî Vakkas (R.A.) hadîsinde, Ahmed b. Hanbel'in Ali b. Ebî Tâlib (R.A.) hadîsinde, Ta-berâni'nin Ümmu Mâlik hadîsinde sözü edilen teşbihlerin onar defa yapılması belirtilmiştir.

b) Tirmizî ve Nesâî'nin İbn Abbas (R.A.) hadîsinde; Müslim, Tir­mizî ve Nesâî'nin Kâb b. Ücre hadîsinde; Buharî ve Müslim'in   Ebû Hüreyre hadîsinde; Nesâî'nin Ebû Derdâ hadîsinde her birinden otuz beş defa söylenmesi tavsiye edilmiştir.

c) Nesâî'nin Zeyd b. Sabit (R.A.) hadîsinde, yine Nesâî'nin Ab­dullah b. Ömer hadîsinde yirmi beş defa söylenmesi tavsiye edil­miştir.

d)  Hafız Bezzar'm îbn Ömer  (R.A.) hadîsinde onbir defa söy­lenmesi tavsiye edilmiştir.

Ayrıca altı defa ve bir defa tavsiye edilen bazı rivayetler de mev­cuttur: Taberânî ise el-Kebir'de Ebû Zümeyl hadîsini naklederek yet­miş defa söylenmesini belirtmiştir. Ancak bu hadîsin isnadında bir cehalet vardır. Diğer yandan Nesâî'nin Ebû Hüreyre (R.A.) hadîsin­de yüz defa tavsiyesi yer almıştır Ancak bu rivayetin zayıf olduğu tesbit edilmiştir.

Günümüzde namazdan sonra teşbih, tahmîd ve tekbîrin 33'er defa söylenmesi, Buhari ve Müslim'in Ebû Hüreyre'den (R.A.) riva­yet ettikleri sahih hadîse dayanmaktadır. Ayrıca Nesâî aynı riva­yetin bir benzerini «Amelü'l-yevmi ve'lleyle» bölümünde ashabdan bir zattan naklen rivayet etmiştir.[489]

1047  nolu Sa'd b. Ebî Vakkas (R.A.) hadîsi sahihtir. Resûlüllah'-m (A.S.) sözünü ettiğimiz altı şeyden Allah'a sığınması, onların öne­mine binaendir. Ayrıca ümmetini o altı hususta uyanık tutmaya yö­nelik bir tavsiyedir.

1048  nolu Ümmu Seleme (R.A.) hadîsini aynı zamanda İbn Ebi Şeybe tahric etmiştir. İbn Mâce ise kendi Sünen'inde Ebu Bekir b. Ebî Şeybe'den rivayet etmiştir ki, ricalinin hepsi sikat (güvenilirler) dir. Sadece Ümmu Seleme'nin azatlı kölesi pek biliinmemektedir.

1049   nolu Ebu Ümâme  (R.A.)   hadisini Tirmizî    hasenlemiştir. Hadîs duaların daha çok, gece ortasında ve bir de farz   namazların arkasında makbul olduğuna delâlet etmektedir.

Öteden beri farz namazların arkasında teşbihlerden önce Aye-tel-kürsî okunmaktadır. İlim adamları bunu belirtilen yerde okun­masını tavsiye ederlerken şu hadîsle istidlal etmişlerdir :, «Kim her farz namazın arkasında Âyete 1-kürsî'yi okursa, ölümden başka onun Cennet'e girmesine engel olacak bir şey yoktur.» Nesâî'nin Ebû Ümame (R.A.) dan rivayet ettiği bu hadîsi, îbn Hibban sahîhlemiş-tir. Taberânî aynı rivayeti şu fazlalıkla rivayet etmiştir : «Kim her farz namazın arkasında Âyete'l-kürsi ve Kul huvallahu ahad..i okursa...»

Bunların dışında namazdan sonra birçok duâ, zikir, teşbih ve teavvüzler tavsiye edilmiştir. Hepsini buraya nakletmemize hacmi­miz müsait değildir. [490]                                                                         ;

 

Selam Verdikten Sonra Az Bir Süre Oturup  Bulınduğu Yerden Biraz Sapmak              

 

İmam farz namazı kıldırdıktan sonra ne yapmalıdır? Bulundu­ğu yerde oturup teşbih ve duâ ile mi meşgul olmalıdır, sünnet na­maz varsa kalkıp onu mu kılmalıdır, bulunduğu yerden biraz sağa ve ya sola mı sapmalıdır?

İmama uyup namaz kılanlar, selâmdan sonra safları bozmalı mıdırlar, yoksa safları bozmadan sünnet namaza veya duâ ve teş­bihleri yerine mi getirmelidirler?

Bütün bu soruların cevabını, ilgili hadîsleri ve onlarla ilgili üinı adamlarının tesbit ve görüşlerini naklettikten sonra vermiş olacağız.

İlgili hadîsler :,

Hz. Âişe (R.A,) Validemizden yapılan rivayette, demiştir ki : :Resûlüllah CA.S.) Efendimiz (namazın sonunda) selâm verince, ULLAHÜMME ENTE'S-SELÂM VE MİNKE'S-SELÂM TEBAREKTE fA ZE'L-CELÂLÎ VE'L-ÎKRAM diyecek kadar otururdu.»[491]

Semüre (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «Peygamber [A.S.) Efendimiz bir namaz kıldığı (kıldırdığı) zaman dönüp yüzüy-:e bize yönelirdi.»[492]

Berâ b. Âzib (R.A.) den, demiştirki: «Bizler Resûlüllah (A.S.) Efendimizin arkasında namaz kıldığımız zaman, Onun sağında bu-Lunmayı ve (selâm verince) yüzüyle bize yönelmesini çok arzu eder­dik.»[493]

Yezîd b. Esved (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «Veda haccmda Resûlüllah (A.S,) Efendimiz ile birlikte haccetmiş bulu­nuyorduk. O bize sabah namazım kıldırdıktan sonra bulunduğu yer­den biraz saptı ve yüzünü" çevirip insanlara yönelerek namaz kılma­yan iki adamın kıssasını anlattı. Bu sırada hazır bulunanlar yerle­rinden kalkıp Resûlüilah'a (A.S.) doğru yürüdüler; ben de yerimden kalkıp onlarla beraber yürüdüm ki o gün ben oradakilerin en genci ve en yakışıklısı idim. Durmadan kalabalığı yarıp Resûlüilah'a (A.S.) ulaştım ve elinden tutup ya yüzünün, ya da göğsünün üzerine koy­dum. Hemen belirteyim ki, Resûlüllah'm (A.S.) elinden daha temiz ve güzel, daha serin bir el görmedim. Resûlüllah o gün Mescid-i Hayf de bulunuyordu.»[494]

Ebu Cuhayfe (R.A.)  den yapılan rivayette, demiştir ki :

— «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz gün ortasında Betha'ya doğru çıktı, abdest aldıktan sonra öğle namazını iki, ikindi namazını da iki rekât olarak kıldı ki o esnada önünde kısa bir harbe bulunuyordu, o harbenin ön kısmından da kadın geçiyordu.. (Namazı müteakip) oradaki insanlar kalkıp Resûlüllah'm (A.S.) ellerini tutarak yüzle­rine sürdüler.»

Râvi devamla diyor ki : «Ben de Peygamber (A.S.) m elinden tuttum ve yüzümün üstüne koydum da onu kardan daha soğuk, misk kokusundan daha güzel ve hoş buldum.»[495]

îbn Mes'ud  (R.A.)  den yapılan rivayette,, demiştir ki :

— «Sizden hiç kimse namazım kılınca mutlaka sağ tarafa : ay­rılmayı kendi üzerine bir hak olarak görüp ondan şeytan için j bir şey ayırmasın. And olsun ki, Resûlüllah (A.S.) Efendimizi daha1 çok sol tarafına ayrılırken gördüm.»

Diğer bir rivayette, «daha çok insirafı (ayrılması) sol tarafına idi» denilmiştir.[496]

Kabisa b. Hilb'den o da babasından rivayet etmiştir. Babası şöy­le haber vermiştir : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bize imam olur­du da (namazı kıldırınca)  hem sağma, hem soluna ayrılırdı.» Yani bazan sağına, bazan da soluna ayrılırdı.[497]

Hadislerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :   '

1- Namazı kılıp selâm verdikten sonra, ALLAHÜMME ENTE'--SELAMÜ VE MİNKE'S-SELÂMÜ    TEBAREKTE YA ZE'L-CELÂL'Î E'L-İKRÂM diyecek kadar oturmak sünnettir.

2- Namazdan sonra ALLAHÜMME ENTE'S-SELÂM...... söyle-'

ek de sünnettir.

3- İmam namaz  kıldırdıktan sonra, farzı müteakip     sünnet oksa, yüzünü cemaate döndürmesi sünnettir.

4- İmam namazı kıldırdıktan sonra sağ tarafına doğru dönüp üzünü cemaate çevirmesi sünnettir.

5- Farz namazı kılan kimse, mescide geldiğinde imamın ce~ naate aynı namazı kıldırdığını görürse, onun da imama uyması sun-iettir. Çünkü aynı namazı ikinci defa kılması onun için nafile sayılır.

6- İlim ve irfan sahibi sâlih kişilerin elini tutup yüze sürmek müstehabdır.

7- Açık yerde namaz kılarken secde mahalline mızrak ve ben­zeri bir sütre dikmek sünnettir.

8- Kadınların sütrenin önünden geçmesinde bir sakınca yok­tur.

9- îmam namaz kıldırdıktan sonra bulunduğu yerden biraz kayıp veya sağından veya solundan dönüp yüzünü cemaate çevirmesi sünnettir.

Hadîslerin ışığında mezhep imamlarının görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları:

a) Hanefilere göre :

îmam farzdan sonra sünnet namazı olmayan sabah ve ikindi namazlarından birini kıldırdığı zaman isterse kalkıp ayrılır, isterse yerinde oturup duâ ile meşgul olur. Ancak kıbleye yönelik bir halde oturması mekruhtur. Bunun bid'a olduğunu söyleyenler de olmuş­tur.[498]

Hanefîler bu meselede 1052 nolu Hz. Aişe (R.A.) hadîsiyle istid­lal etmişlerdir.

İmam selâm verdikten sonra az durup arkasında namaz kılan yoksa yüzünü cemaate çevirir. Böyle yapması müstehabdır. Arka­sında namaz kılan varsa, yüzünü ona çevirmesi mekruhtur.

İmamın yerinden az ayrılıp sağından veya solunda dönerek yü­zünü cemaate çevirmesi müstehabdır. Bu hususta imam muhayyer­dir, yani istediği veya uygun gördüğü tarafından dönüp yüzünü cemaate çevirir.        .                                                                       

îbn Ömer (R.A.), «İmamm farz namazı kıldırdıktan sonra' hiç yerinden inhiraf etmeyip aynı yerde nafile veya sünnet namaz kıl­ması mekruhtur'» demiştir.[499]                    

Yine hanefilere göre, açık havada namaz kılan kimseye, bir par-j mak kalınlığında ve bir zira' (yaklaşık 60-70 cm.) boyunda bir süt-! reyi secde yerinin önüne dikmesi müstehabdır. Nitekim Resûlüllahj (A.S.) Efendimiz, şehir dışına çıkınca beraberinde kısa bir mızrakj taşırdı ki onu namaz kılarken secde yerinin önüne dikerdi.      |

Dikilen sütrenin önünden geçmekte bir beis yoktur.[500]

Namaz kılanın önünden kadının, eşeğin ve köpeğin geçmesi namazı kesmeyi gerektirmez. İlim adamlarının çoğu bu görüştedir! Zahirilere göre, namazı kesmeyi gerektirir. Onlar bu meselede Ebû Zerr'in (R.A.) «Kadının, eşeğin ve köpeğin geçmesi namazı keser» mealindeki hadisle istidlal etmişlerdir. Hanefiler ise, Ebu Cuhayfe hadîsiyle istidlal etmişlerdir. Ayrıca Ebu Said el-Hudrî'nin (R.A.) rivayet -ettiği, «Hiçbir şeyin geçmesi namazı kesmez» mealindeki ha­dîsi dayanak seçmişlerdir. Nitekim Hz. Aişe (R.A.) Urve'ye Irak erip linin bu mesele hakkında ne dediklerini sormuş, onların, kadın, eşek ve köpeğin geçmesiyle namaz kesilir, dediklerini öğrenince üzülmüŞ ve şöyle demiştir : «Ne kötüdür Irak, nifak, şikak ehli ki, biz kadın­ları o iki hayvanla bir tutuyorlar! Oysa Resûlüllah (A.S.) Efendimi^ geceleyin benim hücremde kalkıp namaz kılardı, ben de onun ön kıs­mında cenaze gibi uyur halde bulunurdum..»[501]

b)  Şâfiilere göre :

Namaz kıldırdıktan sonra sağa veya sola inhiraf etmek sünnettir. Onlar bu meselede Ebu Hüreyre'nin (R.A.), «Peygamber (A.S.) [fendimiz namazı kılıp bitirince sağma veya soluna inhiraf eder, [yerinden az ayrılıp sağından veya solundan dönerek yüzünü ce­maate çevirirdi).» mealindeki hadîsiyle istidlal etmişlerdir,[502]

Nitekim İmam Şafiî bu konuda, şöyle demiştir : «îster imam ol-lun, ister yalnız başına namaz kılan veya cemaatlo bulunan kimse Usun, namazı kılıp kalkınca, arzu ettiği şekilde sağdan veya soldan İönüp yüzünü sağa, sola veya arkasmdakilere çevirebilir, isterse ayıp gidebilir. Ama ben, imamm sağa doğru teveccüh etmesinin nüstehab olduğunu söylüyorum.[503]

Yine Şâfiîlere göre,

Açık yerde namaz kılınırken sütre kullanmanın dört mertebesi cardır; birinci mertebe mevcut iken diğerlerine gidilmez :

Birinci mertebe, sabit olan temiz eşyadır, duvar, sütun ve ben­zeri şeyler bu cümledendir. îkinci mertebe, dikilen değnek ve ben­zeri şeylerdir. Üçüncü mertebe, üzerinde namaz kılmak içine dindi­ği seccade, aba ve benzeri şeylerdir. Tabii o seccadenin cami mefru­şatından olmaması şarttır. Aksi halde sütre için yeterli sayılmaz. Dördüncü mertebe, yere uzunlamasına veya enine çekilen hattır. jUzunlamasına çekilmesi evlâdır.

Birinci ve ikinci mertebedeki sütrenin yüksekliğinin bir zira'm jüçte ikisi kadar veya daha fazla olması şarttır. Aynı zamanda o süt-reyle namaz kılan kimse arasında üç zira'dan fazla bir mesafenin bulunmaması da şarttır. Üçüncü ve dördüncü mertebedeki sütrenin kıble cihetine doğru, en az bir zira'm üçte ikisi kadar veya daha faz­la uzun olması şarttır ve ayak parmaklarından itibaren kıble cihe­tine doğru çekilen hattın üç zira'dan daha uzak bir mesafede olma­ması gerekir.[504]

c) Hanbelüere göre :

Cemaat erkek ve kadınlardan oluşuyorsa, o takdirde gerek imam, gerekse erkek cemaatı kadınların kalkıp dışarı çıkmalarına imkân vermek için bulundukları yerde biraz oturmaları müstehabdır, yani namaz kılıp selâm verdikten sonra hemen    kalkmayıp kadınların kalkıp çıkmasını beklerler. Nitekim Ümmu Seleme (R.A.) diyor ki. «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz zamanında, namaz kılınınca kadınlar oturmayıp hemen kalkarlardı.»

Cemaat arasında kadın yoksa, namazı bitirince fazla oturmak müstehab değildir. Hanbelüer bu meselede 1052 nolu Hz. Aişe hadi-siyle istidlal etmişlerdir. O halde imam veya münferit selâm verdik­ten sonra ALLAHÜMME ENTE'S-SELÂM VE MİNKE'S-SELÂM, TE-BAREKTE YA ZE'L-CELÂLİ VE'L-ÎKRAM der veya bunu söyleyecek kadar bekler de öylece yerinden kalkar.

Farzdan sonra sünnet namaz yoksa, kıbleye yönelik oturmak mekruhtur. Sağa veya sola dönülerek az bir inhiraf yapılır. Nitekim Resûlüllah  (.S.) Efendimiz öyle yapmıştır.[505]

Hanbeliler bu meselede 1057 nolu Ibn Mes'ud (R.A.) hadîsiyle istidlal etmişlerdir.

îmam Ahmed b. Hanbel de şöyle demiştir : «imam farz namazı kıldığı yerde sünnet ve nafile namaz kılmaz. Nitekim Ali b. Ebî Tâ-lib (R.A.) de öyle demiştir. Ancak imamın arkasında namaz kılanla­rın aynı yerde sünnet ve nafile kılmalarında bir sakınca yoktur. Ni­tekim İbn Ömer (R.A.) de öyle yapmıştır. İshak da aynı görüştedir.»

Ahmed b. Hanbel bu meselede, Muğire b. Şu'be'nin (R.A.) riva­yet ettiği şu hadîsle istidlal etmiştir : «îmam, insanlara namaz kıl­dırdığı yerde, sünnet ve nafile namaz kılmasın!»[506]

d) Mâlikîlere göre :

Sahnun'un îbn Vehb'den onun da Said b. Ebi Eyyûb'dan, onun da Zehre b. Muabbid'den yaptığı rivayete göre, Ibn Müseyyeb na­mazın sonunda hem sağma, hem soluna selâm verir, sonra da ima­mın selâmına karşılık verirdi. İmam Mâlik de bu rivayeti benimse­miştir. Sonra da İbn Vehb Yunus b. Yezid'den rivayetle Ebu Zen-nad'm, Hârice b. Zeyd b. Sâbit'in, imamların selâm verdikten sonra oturmalarını kınadığını haber vermiş ve şöyle demiştir : «İmamlar selâm verdikleri zaman artık yerlerinden ayrılırlar..» İbn Vehb di­yor ki : «Bana ulaşan bilgiye göre, îbn Şihab selâm verdikten son­ra bulunduğu yerden ayrılmanın sünnet olduğunu söylemiştir.» Yine îbn Vehb diyor ki : «îbn Mes'ûd (R.A.) selâmdan sonra oturmak-tansa, iyice ısıtılmış taş üzerinde oturmak hayırlıdır, demiştir.»

Yine aynı zat diyor ki : «Bize kadar gelen haberden, Ebû Bekir iddik m (R.A.) selâm verdikten sonra sanki kızgın taş üzerinde du-uyormuş gibi bir hali olurdu, vakit kaybetmeden yerinden kalkıp ynlırdı. Hz. Ömer (R.A.) ise, selâmdan sonra bulunduğu yerde otur-kak bid'attır, demiştir.»[507]

Diğer rivayetler yorumlar ve tahliller :

1052  nolu Hz. Aişe (R.A.) hadîsi sahih kabul edilmiştir. Mâlikf-er bu hadîsle de istidlal ederek, selâmdan sonra oturmanın mekruh Olduğunu belirtmişlerdir. Bu hadîsi kuvvetlendirir manada Abdur-rezzak'm Enes (R.A.) den yaptığı şu rivayeti de dikkatten uzak tut­mamak gerekir : «Resûlüllah  (A.S.)  Efendimizin arkasında namaz kıldım. Selâm verdiği saatte (anda) kalkardı. Sonra Ebu Bekir Sıd-dîk'm (R.A.) arkasında namaz kıldım, o da selâm verince   hemen yerinden kalkar, sanki kızgın bir taş üzerinde duruyormuş gibi dav­ranırdı.»[508]

Bunu kuvvetlendiren bir diğer rivayette şudur : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz selâm verdikten sonra az bir süre oturup kadınla­rın ayrılmalarını bekler ve öylece kalkardı.» Bu da selâm verdikten sonra vakit kaybetmeden bulunduğu yerden kalkmak asıldır ve meşru'dür.

1053  nolu Semüre  (R.A.) hadisini Buhari salât bahsinde    kısa, cenâiz bahsinde uzun olarak rivayet etmiştir. Sahih hadîslerden bi­ri sayılan bu rivayet de namazdan sonra imamın yüzünü   cemaate döndürmesinin meşruiyetine delâlet etmektedir. Aynı zamanda bu­na devam edildiği de anlaşılıyor. Çünkü (kâne) fiiliyle anlatılmıştır, bu fiil muvazebet (devamlılık) ifade eder. Ancak İmam Nevevi bu fiilin geçmişle ilgili bir kip olduğunu devam ve tekrarı gerektirme­diğini söylemiştir.

Birincilerin görüş ve tesbiti daha uygun kabul edilmiştir. Çün­kü Uesûlüllah'm (A.S.) farzdan sonra sünnet olmayan namazlarda ekseri böyle yaptığı bilinmektedir.

1054  nolu Berâ' (R.A.) hadîsi ise, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in selâm verdikten sonra sağma meyledip o cihette bulunanlara yüzü­nü çevirdiğine delâlet etmektedir. O halde bu iki hadîsin arasını te'-Hf ve cem'etmek gerekir: Resûlüllah  (A.S.)  Efendimizin bazan yüzünü iyice cemaate döndürdüğü, bazan da sadece sağ tarafındaki cemaate çevirdiği olmuştur. Her ikisi de meşru'dür. Aynı zamanda Berâ' Hazretlerinin rivayeti, Semüre Hazretlerinin rivayetini tefsir ettiğini de söyleyebiliriz, «Peygamber (A.S.) namazı kılınca yüzünü bize çevirirdi» sözünden, biz sağında bulunan cemaate çevirirdi, manası çıkabilir.

1055  nolu Yezîd b. Esved hadisini Ebu Dâvud, Nesâî ve Tirmizî tahrîc etmişlerdir. Ayrıca Tirmizî bu hadîsin hasen ve sahîh olduğu­nu kaydetmiştir. Ancak Tirmizi'nin rivayetinde hadis şu lâfızla baş­lamıştır : «-Peygamber (A.S.) Efendimizin    haccında ben de hazır bulundum ve Onunla birlikte Mescid-i Hayf'de sabah namazını kıl­dım. Namazını bitirince yerinden ayrıldı...»

Hadîsin isnadında Câbir b. Yezid b. Esved hakkında farklı tes-bitler ortaya çıkmışsa da Nesâî onun sika (güvenilir) olduğunu söy­lemiştir.

1056  nolu Ebu Cuhayfe  (R.A.)  hadîsini Buharî hem kısa, hem de uzun şekliyle rivayet etmiştir. Hadîs, kadınların namaz kılan er­keğin önünden geçtiği takdirde onun namazını kesmiyeceğine de­lâlet etmektedir.

Diğer 1057 ve 1058 nolu hadisler de, imamın selâm verdikten sonra "ağ veya sol tarafına dönmesinin veya tam dönüş yapıp yüzü­nü olduğu gibi cemaate çevirmesinin meşru olduğuna delâlet etmek­tedir. [509]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İmamın selâm verdikten sonra kıbleye müteveccih bir şe­kilde oturması mekruhtur.

Bu, İmam Ebû Hanîfe'ye göredir. '

2- îmanı Namazı kıldırdıktan sonra, farzı müteakip sünnet namaz yoksa, yüzünü cemaate çevirir, bu müstehabdır.

3- îmanı Selâm verdikten sonra arkasında henüz namaz kı­lan varsa, dönüp yüzünü ona çevirmesi mekruhtur.

4- îmanım farz namazı kıldırdıktan sonra sünnet namaz yok­sa, sağına veya soluna dönüp o cihetteki cemaate yönelmesi müste­habdır.

5- Açık yerde namaz kılan kimsenin secde edeceği yerin az önüne bir parmak kalınlığında bir cisim dikmesi müstehabdır.

6- Namaz kılan kimsenin önünden kadın, köpek ve eşek ge­çecek olursa, namazı kesmeyi gerektirmez. Bu da Hanefilere göre­dir.

7- İmamın namazı kıldırdıktan sonra  sağma veya soluna (doğru kavı ?ası sünnettir. îmanı Şafiî, namazı kılıp bitiren kimse, sa­ğma, soİuna kaymak veya ayrılıp gitmekte serbesttir, demiştir.

8- Açık yerde namaz kılan kimse, önüne dikecek bir sütre bulamadığı takdirde, yere bir çizgi çekilmesi sünnettir. Bu, Şâfiî'le-jre göredir.

9- Cemaat arasında kadın da bulunuyorsa, o takdirde   gerek imamın selâm verdiktensonra, gerekse cemaatin, kadınların kalkıp çıkmalarına imkân vermek için bulundukları yerde az bir süre otur­maları müstehabdır. Bu, Hanbelilere göredir. [510]

 

Namazdan  Sonra Tesbihi Parmaklarla veya Tohum ve Benzeri Bir Şeyle Yapmak

 

Bilindiği üzere, tesbîh, Allah'ı her türlü noksan sıfatlardan, be­şeri vasıflardan (tenzih etmek, onun büyüklüğünü, yüceliğini dile getirip övülmeyi her zaman lâyık olduğunu düşünerek  hamd et­mektir.               

Ancak Resûlüllah (A.S.) Efendimiz teşbih, tekbir ve tahmid hu­susunda bazı rakamlar üzerinde durmuştur. Her sayının ayrı bir hikmeti ve başka bir feyiz ve bereketi bulunduğundan belirtilen ra­kamlara aynen uymak sünnettir. Sayıda bir yanlışlık yapmamak için de ya parmaklardaki boğumları dikkate alarak hesaplamak, ya da tohum ve benzeri bir şeyle onu gerçekleştirmek caizdir. Günü­müzde kullanılan 99'luk teşbihler, sonraları Hindistan ve benzeri yerlerden bize geçmiştir. Resûlüllah CA.S.) Efendimiz zamanında mü'minler teşbihlerini daha çok parmak hesabıyla yerine getirir­lerdi.

Konuyla ilgili hadîsler :

Büseyre (R.A.) den yapılan rivayette -ki bu zat muhacirattan-dır-, demiştir ki : Resûlüllah CA.S.) Efendimiz bize şöyle buyurdu: «Size gereken tehlîl, teşbih ve takdistir. Sakın bunları yapma hu­susunda gaflet etmeyin (yeri ve zamanı gelince herhalde yapın). Aksi halde rahat hususunda unutulur (ondan mahrum kalırsınız). Par­mak uçlarını bağlayıp (sayınız). Çünkü parmaklar sorumludurlar; konuşturulacaklardır.»[511]

Sa'd b. Ebî Vakkas (R.A.) dan yapılan rivayette, onun şöyle de­diği tesbit edilmiştir : Hz. Sa'd, Peygamber (A.S.) Efendimizle be­raber bir kadının yanına girdiklerinde, kadının önünde tohum veya küçük taş bulunuyormuş, kadın teşbihlerini onlarla (sayıp) yapı­yormuş. Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.) ona, «Bundan daha kolay ve daha faziletli olanını sana haber vereyim mi : SÜBHANELLAHİ ADEDE MA HALAKA Fİ'S-SEMAÎ VE SÜBHANE'LLAHÎ ADEDE MA HALAKA Fİ'L-ARDİ VE SÜBHANETLAHÎ ADEDE MA BEYNE ZALİKE VE SÜBHANE'LLAHÎ ADEDE MA HUVE HÂLİKUN, VAL-LAHU EKBER MÎSLE ZALİKE VE'L-HAMDU LİLLAHÎ MİSLE ZALİ­KE VELA İLAHE İLLA'LLAHU MİSLE ZALÎKE VELA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAHİ MİSLE ZALİKE.[512]

Hz. Safiyye (R.A.) dan yapılan rivayette, adı geçen sahabiye, diyor ki : Resûlüllah (A.S.) Efendimiz yanıma girdi. Önümde 4000 tohum bulunuyordu ki, onlarla tesbîh ediyordum. Resûlüllah (A.S.) bana, «gerçekten sen bunlarla teşbih ettin, ama bundan daha çok sa­yılacak bir teşbihi sana öğreteyim mi?» diye sordu. Ben de, «evet öğretiniz» dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu : «De ki : SÜBHA-NE'LLAHİ ADEDE HALKIHt.»[513]                                             

Hadislerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır : j

1- Namazdan sonra tehlîl, tesbîh ve tasdîste bulunmak mfis-tehabdır.                                                                                        

2- Teşbihi parmak uçlanyla yapmak müstehabdır. Kıyamet gününde parmaklar konuşturulup lehte veya aleyhte şahitlik ede­ceklerdir.

3- Çok tesbîh yapmak isteyenlerin, Sa'd B. Ebî Vakkas hadîsinde belirtilen teşbih ve duayı yapmaları meşru'dür. Aynı zaman­da Hz. Safiyye hadîsindeki teşbih de bunun bir benzeridir.

Yorumlar ve tahliller:

1070  nolu Büseyre (R.A.) hadîsini aynı zamanda   Hâkim tahric ! etmiş, Tirmizî ise, hadisin garip olduğunu, çünkü bu rivayeti ancak İ Hânı1' b. Osman hadisiyle bildiğini kaydetmiştir, imam Süyutî   ise bunun isnadını sahihlemiştir.

1071  nölu Sa'd b. Ebi Vakkas  CR.A.) hadisini, Nesâî, İbn Mâce, Ibn Hibban ve Hâkim tahric etmişlerdir. Aynı zamanda Hâkim onu sahîhlemiş, Tirmizi de has önlemiştir.

1072  nolu Hz<. Safiyye (R.A.) hadîsini Hâkim tahric etmiş, Süyu­tî de sahihlemiştir.

Birinci hadîs, teşbihte parmak uçlarıyla saymanın meşruiyeti­ne delâlet etmektedir. Bu manada bir diğer hadîsini Ebû Dâvud, Tir­mizi, Nesâî ve Hâkim tahrîc etmişler, Tirmizî onu «hasen» ile kayıt­larken Nesâi ile Hâkim sahîhlemişlerdir.[514]Bu ikinci rivayet şöyledir : «Peygamber (A.S.) Efendimizi gördüm, teşbihte parmak­larını bağlayıp [hesaplıyordu).» Ebû Davud'un rivayetinde ise, şu fazlalık vardır : «Sağ elinin parmaklarını...»

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, parmakla teşbih sayısını belirle­menin illetini de açıklamıştır ki, bu bize parmakla yapılan teşbihin evlâ ve afdal olduğunu gösterir.

Diğer iki hadis ise; bu hesabın tohum veya küçük taş ile de ya­pılmasında bir sakınca olmadığına delâlet etmektedirler. Buna kı­yasla bildiğimiz teşbihlerle aynı şeyi yapmakta bir sakınca olmadığı anlaşılıyor. Nitekim Peygamberimizin azatlı kölesi Ebu Safiyye (R.A.) dan yapılan rivayette, bu zatın önüne bir zenbil dolusu kü­çük taş konulurdu ve o da öğleye kadar onlarla teşbihlerini yerine getirirdi. Bazan da öğle namazım kıldıktan sonra aynı taşlarla akşa­ma kadar teşbihini sürdürürdü. Bu rivayeti Ahmed b. Hanbel kendi müsnedinde zühd bahsinde nakletmiştir. Aynca îbn Sa'd'm Hakim b. Deylemî'den yaptığı rivayette Sa'd b. Ebî Vakkas'ın (R.A.) da kü­çük çakıl taşlarıyla teşbih ettiğini nakletmiştir.

Ayrıca İbn Sa'd'm kendi Tabakat'mda Abdullah b. Musa tari­kiyle Cabir'den, o da kendisine hizmet eden bir kadından, o da Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyn'in kızı Fatıma'dan rivayet etmiştir ki, adı geçen Fatıma, düğüm düğüm yapılmış bir sicimle teşbih edermiş. îmara Ahmed'in oğlu Abdullah'ın Zevâidü'z-Zühd'de yaptığı rivayet­te, Ebu Hüreyre'nin (R.A.) içinde hin düğüm bulunan bir cisim teş­bihi varmış, onunla teşbihini bitirmeden uyunıazmış. Başka bir ri­vayette o sicimde ikibin düğüm bulunuyormuş..[515]             

Ahmed b. Hanbel'in Zühd bölümünde Kasım b. Abdurrahman*-dan yaptığı rivayette, adı geçenin şöyle dediğini nakletmiştir : «Ebû Derdâ (R.A) m bir kese içinde hurma çekirdekleri bulunuyordu. Sa­bah namazını kılınca onları bir bir çıkarıp bitinceye kadar teşbihi­ni sürdürürdü.

Buna benzer altı yedi kadar başka rivayetler daha vardır. Hep­si de düğüm, tohum, çekirdek, çakıl taşı ve benzeri şeylerle teşbih etmenin caiz olduğuna delâlet etmektedir.

Nitekim mezhep sahibi imamlar da bu konuda farklı bir içtihat ve görüş ortaya koymadıkları anlaşılıyor. [516]

 

Çıkarılan Hükümler                                           

 

1- Gerek namazdan sonra, gerekse başka    vakitlerde tehlil, teşbih, tekbîr ve tahmîdi parmak uçlarını    bağlayıp hesaplamakla yapmak müstehabdır.

2 - Aynı şeyleri içinde düğüm bulunan cisimle veya tohum, çekirdek ve küçük çakıl taşı gibi maddelerle yapmak da caizdir. [517]

 

Namazda Konuşmak, Namazı Bozar mı?             

 

Namaz bütünüyle zikir, duâ, tesbîh, tahmîd ve tehlîlden ibaret­tir. İlk farz kılındığı günlerde Ashab-ı Kiram'dan bazısının namaz kılarken birbirlerine selâm verdikleri ve konuştukları vakidir. Son­ra Melek Cebrail'in işareti üzerine Resûlüllah (A.S.) Efendimiz on­ları böyle yapmaktan men'etmiştir. O bakımdan namaz kılarken ko­nuşmak, namazı bozar, hükmü konulmuştur.

Zeyd b. Erkam CR.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : Biz­ler (önceleri) namazda iken konuşurduk, Öyle ki bizden bir adam yanıbaşmda namaz kılan arkadaşıyla konuşurdu. Bu hal, VE KU­MU LİLLAHİ KANİTÎN (Ve Allah'a saygı ve korku dolu bir gönül ile el bağlayıp durun!»[518] âyeti ininceye kadar devam etti. Bu âyet inince susmakla emrolunduk, (namazda) konuşmaktan men'-olunduk.»

Aynı rivayeti Tirmizî şu lâfızla nakletmiştir : «Bizler, Resûlül-lah'ın (A.S.) arkasında namaz kılarken konuşurduk..»

îbn Mes'ud (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki ■. «Bizler, Peygamber (A.S.) Efendimiz namazda iken kendisine selâm verir­dik, o da selâmımızı alıp cevaplardı. Necaşî'nin yanından (Medine'­ye) döndüğümüzde yine kendisine o vaziyette iken selâm verdik, se­lâmımızı alıp cevaplamadı. Bunun üzerine kendisine dedik ki : «Ey Allah'ın Resulü bizler daha önce sana namazda iken selâm verirdik sen de selâmımızı alıp cevaplardın.» Bize şöyle buyurdu : «Şüphesiz ki namazda  (kendine has) bir meşguliyet vardır.»[519]

Diğer bir rivayette aynı hadis şöyle nakledilmiştir : «Bizler Mek­ke'de bulunduğumuz sıralarda, henüz Habeş diyarına gitmeden ön­ce Peygamberimiz (A.S.) Efendimize (namazda iken) selâm verir­dik. Habeş diyarından dönüp geldiğimizde yine (namazda iken) Ona selâm verdik, fakat o selâmımızı alıp cevaplamadı. O sebeple yakın ve uzak kalma duygusu beni aldı, tâki O namazını kılıp bitirdi. Bu­nun sebebini sorduğumda buyurdu ki : «Şüphesiz ki Allah kendi emrinden dilediğini ortaya çıkarır, şimdi de namazda konuşmama­mız için yeni bir emir ortaya koymuştur.»[520]

Muâviye b. Hakem'den (R.A.) yapılan rivayette, şöyle demiştir:

Bir ara Resûlüllah (A.S.) Efendimizle beraber namaz kılıyordum, ansızın hazır bulunanlardan bir adam aksırdı, ben de YERHAMU-KELLAH dedim. Cemaat göz uçlarıyla bana bakmaya başladılar. Ben de, ananız sizi yitirsin, size ne oluyor ki durup bana bakıyorsu­nuz?! dedim. Bunun üzerine onlar ellerini uylukları üzerine vurma­ya başladılar. Beni susturmak istediklerini görüp anlayınca sustum. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz selâm verip namazdan çıkınca, anam -babam ona feda olsun, ne önce, ne de sonra Ondan daha güzel eği­ten ve öğreten bir muallim görmüş değilim, Allah'a yemin ederim ki, ne bana yüzünü ekşitip isteksizlik gösterdi, ne beni dövdü, ne de kinci bir dil kullandı, sadece şöyle buyurdu : «Şüphesiz ki bu na­mazda insanların sözlerinden hiçbiri yakışmaz ve uygun düşmez. Namaz ancak teşbih, tekbîrdir ve Kur'ân okumaktır. «Veya Resû­lüllah (A.S.)  nasıl buyurduysa öyledir.[521]

Hadislerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Mekke'de mü'minler henüz Habeşistan'a hicret etmeden önce namazda iken konuşmaya ve selâm vermeye ruhsat vardı. O bakımdan belirtilen dönemde namazda konuşmak veya selâm verip almak namazı bozmuyordu.

2- Bakara sûresinin 238 âyeti inince, namazda konuşmak, se­lâm verip almak yasaklandı.

3- O bakımdan namazda konuşmak, selâm verip almak, ak-sırana duâ etmek gibi namaz dışı sözler sarfetmek namazı bozar.

4- Namazda insan sözüne benzer sözler sarfetmek, konuşmak, selâm verip almak gibi namaz dışı söz ve davranışlar Allah'ın em­riyle yasaklanmıştır. O bakımdan mü'minlerin uyması farzdır, uy­mayanlar hem günahkâr olurlar, hem de namazları bozulur.

5- Namazda önemli bir olay karşısında göz ucuyla    bakmak namazı bozmaz.

6- Namazda et-Tahiyyatta iken, birinin söz ve hareketini dü­zeltmesini veya konuşmasını kesmesini hatırlatmak için elleri diz­ler üzerine vurmak da namazı bozmaz.

7- Namaz belli teşbih, zikir, kıraat ve tahmid ile tehlilden olu­şur. Hz. Peygamber  (A.S.)  onu nasıl öğretmişse, aynen korunması ve uygulanması farzdır.

Hadislerin "ışığında nıüctehit imamların görüş, tesbit, istidlal ve içtihatları :                            .

a) Hanefilere göre :

Namazda huşu' (saygı dolu edeple, korku ve tazimle) durmak müstehabdır. Çünkü Cenâb-ı Hak, huşu' üzere olanları övmüştür. O bakımdan namaza duran kimsenin bakışları secde yerini aşmama-İldir.[522]

Namazda göz ucuyla sağa veya sola bakmak mekruh değildir. Ancak yüzünü de baktığı cihete çevirirse kerahet işlemiş olur.[523]

Namazda unutarak veya kasden veya yanılarak, az veya çok olsun, namazı düzeltmekle ilgili bulunsun konuşmak namazı bozar. İmamın yaptığı hatayı düzeltmek için de olsa hüküm yine böyledir. Meselâ, imam oturacağı yerde ayağa kalkar, o da ona «otur!» derse veya ayağa kalkacağı yerde oturursa, o da ona «kalk!» derse, nama­zı bozulur. Belirtilen hususta konuşulan söz az olsun, çok olsun fark etmez. Ancak teşehhüt miktarı oturduktan sonra belirtilen ölçü ve anlamda konuşursa, namazı bozulmaz.[524]

Konuşmanın sınırı:

Konuştuğu sözü yanındakiler tarafından duyulmasa bile, kendi­si işitecek seste ise, yine namazı bozulur. Kendisi de işitmiyecek ka­dar sessiz bir konuşma (fısıldama) ise, namazı kerahetle caiz olur.[525]

Namazda selâm vermek veya verilen selâmı alıp cevaplamak -bile bile yapılıyorsa- namazı bozar. Ama selâm vermekle namazın bozulmayacağını sanıyor veya unutarak selâm veriyorsa, namazı bozulmaz. Ancak unutarak verilen selâm, namazdan çıkma selâmı ise, hüküm böyledir. Başkasına selâm vermek ya da almak niyetini taşıyor ve unutarak ağzından çıkıyorsa, üim adamlarının çoğuna gö­re, o da namazı bozar.[526]

b) Safilere göre :

Namazda iki harf teleffuz etmek veya manası anlaşılan bir harf teleffuz etmek (duyulacak kadar sesli söylemek) en sahih kavle gö­re, namazı hükümsüz kılar. Ancak elde olmayarak dili kayar da az bir söz söyler veya namazda olduğunu unutarak bir söz ağzından çıkar veya İslâm'a yakın zamanda girdiği için onun haram kılındığı­nı bilmeden söylerse namazı bozulmaz. Ama konuşulan söz çok olur­sa, en sahih kavle göre bozulur.[527]

c) Hanbelîlere göre:

Namazda ondan olmayan yabancı bir söz, bir kelime söylemek, bütün imamların ittifakıyla namazı hükümsüz bırakır. Çünkü Re-sûlüllah (A.S.) Efendimiz, «Şüphesiz ki bu namaza, insan sözünden hiçbir şey yakışmaz, uygun düşmez» buyurmuştur.

Namazda bir manaya delâlet etmese bile en az iki harften mey­dana gelen bir kelime veya bir manaya delâlet eden bir harften mey­dana gelen bir kelime konuşmak, üç imama göre de namazı bozar. Mâlikîlerin bu husustaki görüşü farklıdır.

Namazda, namazdan olmayan yabancı bir kelime konuşmak, is­terse unutularak söylenmiş olsun namazı bozar. Şafiî ve Mâlikîle-re göre, unutularak söylenirse, bozmaz.

Namazı bozup bozmayacağım bilmediğinden namazda bir kelime konuşursa, namaz bozulur. Şâfiilere göre, bozulmaz. Namazda zorla konuşturulan kimsenin de bu suretle namazı bozulmuş olur.[528]

Bunun gibi, namazda yanılan imama, «unuttun», veya kalkaca­ğı yerde oturan imama, «ayağa kalk» derse, Mâlikîlerin dışında üç imama göre namazı bozulur.

d) Mâlikîlere göre :

Namazda, namazdan olmayan yabancı bir söz, bir kelime kul­lanmak, namazı bozar. Namazda konuşulan şeyin sının, mana ifa­de eden bir kelime olmasıdır. Mana ifade etmiyen veya bir kelime öl­çüsünde olmayan bir şey teleffuz etmek namazı bozmaz.

Yanılarak az bir kelime söylemek namazı bozmaz. Ayrıca na­mazı düzeltmek niyetiyle gerek imamdan, gerekse ona uyan kimse­den sadır olan bir söz de namazı bozmaz. Bu, ister selâm'dan önce, ister sonra olsun fark etmez. Ancak bu sözün Örfen çok olmaması şarttır.[529]

Yorumlar, rivayetler ve tahliller :

1076 nolu hadîsi Tirmizî sahîhlemiştir. Aynı konuda Buharı ile Müslim Câbir b. Abdullah'tan (R.A.), Taberânî ise Ammar (R.A.) dan rivayet etmişlerdir. Hafız Bezzar, Ebû Saîd'den tahrîc ederek rivayete ağırlık kazandırmışlardır.

Hadîs, namazda konuşmanın haram kılındığına delâlet etmek­tedir ki, bu hususta ilim adamları arasında pek farklı bir görüş or­taya çıkmamıştır. Ancak kelime üzerinde durulmuş ve sınırları be­lirlenirken az farklı içtihatlar ortaya çıkmıştır.

îlim adamlarının çoğu, namazda meydana gelen konuşma ister unutularak, ister kasden, isterse bilmeyerek gerçekleşsin, her üç halde de namazı bozacağına hükmetmişlerdir. İmam Sevrî, îbni Mü­barek îmam Nahaî, Hammad b. Ebi Süleyman ve İmam Ebû Hanîfe de aynı görüş ve içtihattadırlar. Katade'den yapılan iki rivayetten biri bu manadadır.

ilim adamlarından bir kısmı ise, unutarak ve bilmeyerek konu­şulan sözün farklı hüküm taşıdığını söylemişlerdir. Nitekim îbn Mün-zir aynı hususu îbn Mes'ûd, Ibn Abbas   ve Abdullah b. Zübeyir'den

 (Allah hepsinden razı olsun) rivayet etmiştir. Tabiînden Urve b. Zü-beyir, Ata' b. Ebî Rebah, Hasan el-Basrî, Katade de aynı görüştedir­ler. el-Hâzimî ise, bu manada bir rivayeti Amr b. Dinar'dan yapmış­tır.

Müctehit imamlardan İmam Mâlik, îmam Şafiî, İmam Ahmed, îmam Ebu Sevr ve arkadaşları da bu rivayetleri benimsemişlerdir. Nevevî ise, bunun cumhurun görüşü olduğunu belirtmiştir.

Birinci gruba dahil olanlar, konunun başında naklettiğimiz ha­dîslerle istidlal etmişlerdir. Şöyle : Namazda konuşmak mutlaka namazı bozar, ister kasden, ister unutarak, isterse bilmeyerek vaki olsun, fark etmez.

İkinci gruba dahil olanlar, unutarak konuşanın namazı bozul­maz derken, Resûlüllah'm (A.S.) yanılarak konuştuğu, fakat nama­zını bozmayıp devam ettiği rivâyetiyle istidlal etmişlerdir. Ayrıca Taberânî'nin Ebu Hüreyre (R.A.) den yaptığı şu rivayeti de delil olarak göstermişlerdir: «Peygamber (A.S.) Efendimiz unutarak na­mazda iken konuştu ve namazını öylece bina edip tamamladı.» Hem Resûlüllah (A.S.), «Ümmetimden hata ve nisyan kaldırılmıştır», ya­ni bu iki şeyden dolayı muahaza edümiyeceklerdir, buyurmuştur.[530]Diğer bir rivayette, ise hadîs şu lafızla tesbit edilmiştir : «Şüp­hesiz ki Allah, benim ümmetimin hata ve nisyamndan vazgeçip (gü­nah saymamıştır).»

Aynı rivayeti İbn Hibban, Dârekutni, Taberânî, Beyhakî ve Hâ­kim de tahric etmişlerdir.

İkinci grup diğer yandan Muaviye b. Hakem'in hadîsiyle istid­lal edip namazda namaz dışı konuşmasından dolayı Resûlüllah (AS..) ona namazını iade etmesini emretmemiştir.

Birinci grup, yukarıda «Ümmetimden hata ve nisyan kaldırıl­mıştır» mealindeki hadîsi şöyle yorumlamışlardır : «Buradaki kaldı­rılmıştır, sözünden maksat günahı kaldırılmıştır, hükmü ise bakidir, yani günahı gerektirmez ama namazı bozar hükmü söz konusudur. Nitekim Hatâ ile adam öldürene keffaretin vâcib olduğu şer'î bir hüküm olarak yer almaktadır. O halde hatâ ile adam öldüren gü­nahkâr olmasa bile, keffaret ödemek zorundadır.

Konumuzu oluşturan Zeyd b. Erkam hadîsinde «kanıtın» sıfatı, «susmak»la yorumlanmıştır. Bunu, Zeynüddin, Tirmizî şerhinde beİtmiştir. Îbnü'l-Arabî ise, bu kelimenin on kadar' mânası bulundu-iına dikkatleri çekmiştir. Namazda susup konuşmamak o on ma­lısından biridir.

1077 nolu tbn Mes'ud hadisi ikinci bir rivayetle Ebu Dâvud ve in Hibban tahrio etmişlerdir. İbn Hibban aynı zamanda bunu sa-thlemiştir. Ebu Davud'un tesbit ettiği rivayette, namazdan sonra esûlüllah'ın CA.SJ onun selâmını cevapladığı kaydedilmektedir ki u, namazda bulunduğumuz bir sırada bize selâm verenin selâmı amazdan sonra cevaplamamızın müstehab olduğuna delâlet eder. litekirn aynı görüş ve içtihat, Ebû Zer, Atâ', Nahai ve Sevri'den ri­âyet edilmiştir.[531]

Ibn Reslân ise, namazda verilen selâmı işaretle cevaplamanın iüsteha.b olduğunu belirterek Şafii'nin de mezhebinin buna cevaz erdiğini, cumhurun da bu görüşte olduğunu söylemiştir. Nitekim [z. Suhayb (R.A.) diyor ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimize uğradığımda namaz kılıyordu, selâm verdim, o da selâmımı işaretle alıp bvapladı.»

İleride bu meseleye tekrar dönülecektir.

1078 nolu Muaviye b. Hakem es-Sülemi hadîsini aynı zamanda bn Hibban ile Beyhakî tahric etmişlerdir.

Namazda, konuşan kişinin susması için ashabın ellerini dizleri­me vurmaları, yanılanı sübhanellah demek suretiyle ikaz etme he-ıüz meşru kılınmadan önceki zamana ait bir uyan şeklidir. Hadîs, ıamazda konuşmanın haram kılındığına delâlet etmektedir. İmam Svzaî ise, namazda meydana gelen bir aksaklığı düzeltmek için ko-ıuşmakta bir sakınca yoktur, demiştir.

Namazın teşbih, tekbir ve Kur'ân okumaktan ibaret olduğu be-irtilmiştir. Bu bir hasır ifade eder mi? Ettiğini söylersek, o takdirde ıamazda bu üçünün dışında başka bir şeyin yeri yoktur, dememiz gerekir. O bakımdan ilim adamlarından bir kısmı, namazda duâ ya­pılmaz demişlerdir. Oysa namazda bazı duaların yapılacağına dair sahih hadisler ve rivayetler mevcuttur. O halde hadîste belirtilen üç şey, duayı içine almaktadır.

Nitekim yapılan ciddi tesbitlere göre, namazda konuşmanın ha­ram kılınması Mekke'de meydana gelmiştir. Dua ve zikirlerin namazda yapılmasıyla ilgili tavsiyelerin çoğu ise, Medine'de vuku' bul­muştur.

Zeylaî, namazda unutarak veya yanılarak konuşan    kimsenin] namazı bozulmaz diyenlerin delil   olarak seçtikleri,  «Ümmetimden hatâ ve  nisyan kaldırıldı» mealindeki hadis  üzerinde durarak şu bilgileri vermektedir

Hadîs her ne kadar birçok fakîh tarafından bu lafızla rivayet edilmişse de aslında bundan farklı olarak tesbit edilmiştir. Bizim en yakın olarak rastladığımız rivayette şu lâfızla nakledilmiştir: «Allah bu ümmetten üç şeyi kaldırdı...» îbn Adiy el-Kâmil'd© Ebû Bekre'-deh (R.A.) rivayet etmiştir. Daha çok yaygın olan şekli ise şöyledir: «Şüphesiz ki Allah, benim ümmetimin hata ve nisyanından dolayı (günah yazmayıp) geçmiştir.» Nitekim îbn Abbas, Ebu Zer, Ebu Der-dâ, İbn Ömer ve Ebû Bekre (Allah hepsinden razı olsun) den rivâ yet edileni bu ölçü ve anlamdadır.                                                   

îbn Mâce'nin talâk bölümünde Evzâi'den, onun da Atâ' b. Ebî Rebah'dan, onun da îbn Abbas'dan, Onun da Resûlüllah (A.S.) Efen-dimiz'den rivayet ettiği hadîsin meali şöyledir : «Şüphesiz ki Allah ümmetimden hatâ, nisyan ve bir de zorlandıkları şeyi (in günahını) kaldırmıştır.»

İbn Hibban aynı rivayeti kendi Sahîh'inde 3/68 bölümünde îbn Abbas'tan merfuân rivayet etmiştir. Hakim ise el-Müstedrek'inde talak bahsinde tahrîc etmiş ve «Şeyhayn'in şartına göre sahihtir* demiştir.

Buharî ile Müslim bu hadisi tahric etmemişlerdir.[532] Aynı hadîsi Taberânî kendi Mu'cenı'inde Hz. Sevban (R.A.) dan merfuân şöyle rivayet etmiştir : «Şüphesiz ki Allah, ümmetimin haj-tâ, nisyan ve bir de zorlandıkları şeyin (günahını affedip)  geçmiş­tir.»

Ayrıca Taberânî Ebû Derdâ'dan da, sözü edilen hadîsi biraz de­ğişik lafız ve anlamda şöyle rivayet etmiştir : «Şüphesiz ki Allah, ümmetimin nisyan ve bir de zorlandıkları şeyin (günahını affedip) geçmiştir.»

Ebu Nuaym'm ise, Muhammed b. el-Musaffa tarikiyle Velid b. Müslim'den, onun da Mâlik'ten, onun da Nâfi'den, onun da îbn ner'den, onun da Resûlüllah CA.S.) Efendimizden yaptığı rivâyet-«Şüphesiz ki Allah, ümmetimden hata ve nisyanm (günahını) Jdırmıştır.» denilmektedir. Ancak el-Ukiylî bunu kendi kitabında 3 almış îbn Musaffa'nın malûl olduğunu söylemiş, Ahmed b. Han-ıl de onun zayıf olduğunu belirtmiştir,[533]

Zehebî bu zat üzerinde durmuş ve hem sadûk, hem meşhur ol-ığuna dikkatleri çekmiştir. Salih Cezere ise, onun birçok nıenakîr-ri olduğunu, ancak kendi kanaatince onun sadûk bulunduğunu eylemiştir. Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah ise, yukarıda meali-. naklettiğimiz hadisi Muhammed b. el-Musaffa'nın rivayet ettiği-:, bunun güvenilir olup olmadığını babasından sorduğunu, baba­nın onu münker görüp zayıf saydığım söylemiştir.

Zehebî tekrar kendi tesbit ve görüşünü şöyle belirterek konuyu oktahyor: «Îbn Musaffa sikadır, Sünnete bağlı bir kişidir ve aynı imanda hadîs âlimlerindendir.»[534]Nitekim Ebu Hatim de onun saduk olduğuna dikkatleri çekmiş, luhamnıed b. Avf de onun vefatından sonra onu rüyasında görmüş e «nereye gittin?» diye sormuş. O da «hayra ve iyiliğe...» diye ce-ap vermiş, sonrada şunu ilâve etmiştir: «Biz her gün Rabbımızı iki lefa görmekteyiz..» [535]

Ayrıca Zeylaî, 1078 nolu Muaviye b. Hakem hadîsini tahlil ettik-en sonra metinde geçen «lâ yaslehu» cümlesini şöyle yorumiamış-ır : «Burada lâ yaslehu butlana delâlet etmez, namazda namaz lışı konuşmanın mahzurlu olduğunu ve her mahzurlu şeyin nama-;ı hükümsüz bırakmıyacağım söyleyebiliriz. Ayrıca hadîsi böyle yo--umlayıp istidlal edenler, ikinci delil olarak, Resûlüllah'm (A.S.) vluaviye'ye namazda konuşmasından dolayı onu iade etmesini em-'etmediğini göstermişlerdir.

Bu başta Buhari ve Müslim'in Câbir'den (R.A.) yaptıkları riva­yet birincilerin görüş ve içtihadını kuvvetlendirmektedir. Şöyle ki; Câbir (R.A.) diyor ki : Resûlüllah (A.S.) Efendimiz beni elçi olarak Beni Mustalık kabilesine gönderdi. Dönüp geldiğimde bir tarafa gi­diyordu; Onu devesi üzerinde namaz kılar bir halde buldum. Konuş­tum, eliyle işarette bulundu, sonra yine konuştum, hem   okuyordu, hem başıyla (bana) işarette bulunuyordu. Namazını bitirince, «seni gönderdiğim hususta ne yaptın?» diye sordu ve şöyle ilâve etti : «Se­ninle konuşmaktan beni ancak namaz kılmam alıkoydu..»

Sahih olduğu kabul edilen bu hadis, namazda dünya kelâmı et­menin haram olduğuna delâlet etmektedir. Nitekim Dârekutnî'nin Ebu Şeybe'den, onun da Yezid Ebû Hâlid ed-Dâlâni'den, onun da Ebû Süfyan'dan, onunda Câbir (R.A.) dan yaptığı rivayette, Pey­gamber (A.S.) şöyle buyurmuştur : «Konuşmak namazı bozar, ab-desti bozmaz.»

Ancak bu hadîsin râvîleri arasında Ebu Şeybe İbrahim b. Os­man bulunuyor ki, onun zayıf olduğunu söyleyenler çoğunluktadır. Aynı zamanda Yezid ed-Dâlâni de zayıf kabul edilmiştir. İbn Hib-ban onunla ihticac caiz değildir, demiştir. Tabii rivayette infirad et­tiği zaman onunla ihticac doğru olmaz, demek istemiştir. Zehebî, Yezîd Ebû Hâlid'in meçhul olduğunu belirtmiştir.[536]

Namazda konuşmanın namazı bozup bozmayacağı hakkında ilim adamlarının farklı görüş ve tesbitleri olmuştur. İbn Dakiyk el-îyd, ilgili hadîslerin açıklamasında özetle diyor ki : «İbn Münzir di­yor ki : îlim ehli, namazı düzeltmek niyeti olmaksızın namaz için­de bile bile kasden konuşan kimsenin namazının fasit olduğunda ic-ma1 etmişlerdir.»

Yanılarak veya bilmeyerek konuşan kimsenin namazının bozu­lup bozulmayacağı hakkında da ilim adamlarının görüş ve tesbitle­ri farklı olmuştur. İmam Tirmizî kendi Sünen'inde birçok ilim adam­larının bu konuda unutanla, bilmeyen ve kasden konuşan arasında bir fark olmadığım, her üç halde de namazın bozulacağını söyledik­lerini belirtmiştir. îbn Mübarek, Sevrî, Nahaî, Hammad b. Ebî Sü­leyman, Ebu Hanîfe ve başka ilim adamları aynı görüşü izhar 'et­mişlerdir.

Bir diğer grup, unutanla, bilmeyen ve bilerek konuşan arasında fark bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Nitekim İbn Münzir, İbn Mes'-ud'un, Abdullah b. Zübeyr'in ve İbn Abbas'm (Allah hepsinden ra­zı olsun) içtihat ve görüşleri bu cümledendir, demiştir. Tabiînden de Urve b. Zübeyir, Atâ b. Ebî Rebah, Hasan el-Basrî ve Katade de bu paralelde yer alanlardandır.

Birinciler Zeyd b. Erkam'm  (R.A.)  hadisiyle, ikinciler ise, Peyamber (A.S.) Efendimizin yanılarak konuştuğu, fakat namazı kes-tneyip kalan kısmı tanıamladığıyla ilgili rivayetlerle ihticac etmiş-erdir. Aynı zamanda «Şüphesiz ki ümmetimden hata ve nisyan kal-iırılmıştır» mealindeki hadisle dö istidlal etmişlerdir.[537]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Namazda hüşû üzere bulunmak sünnettir.

2- Namazda secde yerine bakıp dikkati başka tarafa çekrne-ımek de sünnettir.

3- Namazda bazı dikkat çekici olaylardan dolayı göz ucuyla sağa veya sola bakmak mekruh değildir. Yüzü sağa veya sola   çe­virmek mekruhtur.

4- Namazda konuşmak, az olsun çok olsun, kasden veya ya­nılarak ya da unutarak olsun mutlaka namazı bozar. Bu, Hanefîlere göredir.

5- Namazda ister etrafındakiler, isterse kendisi duyacak ka-I dar sesli konuşmak namazı bozar.

6- Namazda verilen selâmı alıp cevaplamak veya birine selâm vermek de namazı bozar.

7- Şâfiîlere göre, namazda konuşulan kelime iki harf olur ve­ya mâna taşıyan bir harf olursa, yine de namazı bozar. Ancak yanı­larak veya namazda olduğunu unutarak az bir kelimeyle konuşur veya İslâm'a yeni girdiği için namazda konuşmanın haram olduğu­nu bilmediğinden konuşursa, namazı bozulmaz. Konuşulan söz çok olursa, mutlaka namazı bozar.

8- Namazda zorla konuşturulan kimsenin de namazı bozulur.

9- Mâlikîlere göre, mana ifade etmiyen bir kelime söylemek namazı bozmaz.

10- Namazda namazı düzeltmek için konuşmak da Mâlikîlere göre namazı bozmaz. Ancak bu konuşmanın örfen çok olmaması şarttır. [538]

 

Namazda Öksürrmek ve Öf Diye Püflemek

 

Namaz edep makamıdır. Kulun Mevlâsıyla konuştuğu anlardır ki mutlak mahviyet ve teslimiyeti gerektirir. Ancak bazan elde ol­mayarak öksürme, öfleme ve püfleme gibi sesler zuhur edebilir. Bu durumda namaz bozulur mu veya kerahet işlenmiş sayılır mı? Şüp­hesiz ki, diğer konularda olduğu gibi, bu konu hakkında da az fark­lı tesbit ve içtihatlar vardır.

îlgili hadîsler:

Hz. Ali  (R.A.) den yapılan rivayette şöyle demiştir : — Benim için gece ve gündüz Peygamberin  (A,S.) yanına gir­mem imkânı vardı. Namaz kılarken yanma girdiğim zaman benim için hafif öksürürdıi.»[539]

Abdullah b. Amr (R.A.) dan yapılan rivayette, şöyle demiştir :

— Şüphesiz ki Peygamber  (Â.S.) Efendimiz güneş tutulma na­mazında öf, uf diyerek ses çıkarıyordu.[540]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Namazda öksürmek namazı bozmaz.

2- Namazda öf, uf ve benzeri şekilde ses çıkartmak da nama­zı bozmaz.           :

Hadîslerin ışığında mezhep imamlarının    tesbit, görüş, istidlal ve ihticacları:

a) Hanefilere göre :

Namazda kasden öksürmek veya benzeri sesler çıkarmak mek-htur. Ancak elde olmayarak öksürük gelir de onu önleyemezse, o «lirde kerahet söz konusu değildir.[541]

b)  Şâfiilere göre :          

Tutmak mümkün olmadığı takdirde az öksürük namazı bozma-cağı gibi, mekruh da sayılmaz. Bir hastalıktan dolayı öksürüyor kendine hâkim olamıyorsa, o takdirde çok öksürmek de namazı >zmaz Onun gibi, kıraati mahreçlerinden çıkarıp dosdoğru telef-;z etme imkânı kalmadığında, boğazı açmak için öksürmekte bir .kınca yoktur. Tabii farz ve vacip olan kıraat esnasında bir tıka-klık olursa, öksürmeye cevaz vardır. Sünnet olan kısımlarda buna ivaz verilmemiştir.[542]

c)   Hanbelîlere göre :

Bir sıkıntı olmaksızın, ihtiyaç duyulmaksızm iki veya daha faz-; harfi içine alan öksürme namazı bozar. Ama kıraatte sesi gü­çleştirmek veya imama doğru olanı telkin etmek için öksürmek na-tazı bozmaz. Bir rahatsızlık veya benzeri bir sebepten dolayı öksür-Lek de namazı bozmaz.[543]

d)  Mâlikîlere göre:

Namazda öksürmek namazı bozmaz, bu ister bir ihtiyaçtan do-tyı meydana gelsin, isterse hiçbir ihtiyaç olmaksızın ortaya çıksın ırk etmez. Muhtar olan görüş budur. Ancak çok öksürmek veya ğlence olsun diye öyle yapmak namazı bozar.[544]

Diğer yorumlar, rivayetler ve tahliller :

1095 nolu Hz. Ali (R.A.) Hadîsini îbn Seken sahîhlemiştir. An-ak Beyhaki, bunun hem isnadında, hem metninde ihtilâf vardır: tir rivayete göre, Peygamber (A.S.) öksürmemiş de sübhanellah .emiştir. Râvîleri arasında Abdullah b. Nüccâ bulunuyor. Buharı na dikkat çekmiştir. Zehebî, Cabir ec-Cu'fî ondan rivayet etmiştir a, nekâret bu zatla ilgili bulunuyor, demiştir. Nesâî ise, Abdullah'­tı sika olduğunu söylemiştir.[545] İbn Hibban da aynı görüştedir.

Yahya b. Maîn'a göre, Abdullah bizzat Hz. Ali'den (R.A.) değil, ba­basından, babası da Hz. Ali'den işitmiştir.[546]

Böylece hadîs, öksürüğün namazı ifsat etmiyeceğino delâlet et­mektedir. Nitekim İmam Ebû Yusuf ile îmam Şafii'nin mezhepleri­ne göre de hüküm böyledir. îmam Ebû Hanîfe ile îmam Muhammed'e göre, namazı bozan sebeplerden biridir.

1096 nolu Abdullah b. Ömer (R.A.) hadîsini Tirmizi tahric etmiş­tir. Ebu Davud'un tesbitinde ise, değişik bir anlatım yer almıştır, şöy­le ki : «Sonra secdesinin sonunda öf, uf etti.. Sonra da şunu söyledi: Ya Rab! ben onların içinde bulunduğum sürece onlara azap etmiyece-ğini bana va'detmedin mi? Onlar istiğfar ettiği sürece kendilerine azap etmiyeceğini bana va'detmedin mi? Az sonra güneş tutulma olayı geç­mişti ki Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bu sırada hayli korkup endişe­lenmiş ti.»

Ancak Ebû Davud'un bu rivayetinde Ata' b. Sâib bulunuyor. Bu zat için Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir : «Ondan daha önce duyu­lan hadîs sahihtir, sonra duyulanlar ise bir şey ifade etmez.» Yahya b. Maîn «Onunla ihticac olunmaz» derken Buharı de ondan daha ön­celeri işitilen hadîsler sahihtir, diyerek onun hakkında en sağlam kıstası vermiştir. Nesâi de aynı görüştedir. Zehebî onunla ilgili gö­rüşleri toplayıp özetini vermiştir.[547]

Hadisin Arapça metninde Resûlüllah'm (A.S.) namazda öfleme-si nefh kelimesiyle ifâde edilmiştir. Nefh'm sözlük mânası, ağız­dan hava çıkarmaktır. Nitekim Kamus ve diğer lügatlerde de ay­nı husus belirtilmiştir. Hadîste ise bu, öf, uf olarak tefsir edilmiştir.

Böylece hadîs, namazda öf, uf, üf demenin namazı bozmayaca­ğına, ayrıca bir takım dualar yapmanın da bir sakıncası olmadığına delâlet etmektedir.

Öf, üf, uf demenin namazı bozacağını söyleyenler ise, namazda konuşmanın men'edildiğini dikkate alarak kıyas yapmışlar ve böy­lece bunun da bir konuşma olduğunu belirtmişlerdir. îbn Abbas (R.A.) da aynı görüştedir.

Diğer ilim adamları ise, bu gibi şeylerin ağızdan çıkmasıyla na­mazın bozulmayacağını, zira bunların mutad   kelime harflerinden mürekkep olmadığını söylemişlerdir. Birinciler ayrıca Taberâni'nin el-Kebîr'de Zeyd b. Sabit (R.A.) den rivayet ettiği şu hadîsle istidlal etmişlerdir : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz secdede üflemeyi, su içer­ken de üflemeyi men'etmiştir.» Oysa bu hadîsin isnadında Hâlid b. İlyas bulunuyor ki, Buharı «O bir şey değildir», yani rivayetine iti­bar edilmez, demiştir. Ahmed b. Hanbel ile Nesâi, onu metruk say­mışlardır, îbn Maîn de, «O kayde değer bir şey değildir, hadîsi ya­zılmaz» diyerek dikkatleri o isme çekmiştir.[548]

Birinci grupta olanlar bir de Ebû Hüreyre'nin (R.A.) hadîsiyle istidlal etmişlerdir : «Peygamber CA.S.) Efendimiz namazda önüne üflemeyi ve bir de suya üflemeyi men'etmiştir.»

Zeynüddin el-Irakî diyor ki : «Bu hadîsin isnadında, üzerinde konuşulan birkaç kişi vardır.» Hafız Bezzar'm rivayet ettiği şu ha­disi de kendilerine delil olarak seçmişlerdir : «Üç şey cefadır : Ada­mın secdesinde üflemesi, namazı bitirmeden alnına el sürüp silme­si...»

Hafız Bezzar rivayeti burada kestikten sonra şöyle demiştir : «Üçüncüsü hafızamdan silindi, unuttum..» [549]

Beyhaki'nin yaptığı rivayette bu manayı kuvvetlendirir mahi­yette şöyle denilmiştir : «Kimi namazda iken bir şey oyalarsa, işte o onun payıdır, nefh (öf, uf..) de sözdür.»

Bunun isnadında Nuh b. Ebi Meryem bulunuyor ki, bu zat met­ruktür, hadîsiyle ihticac edilmez. Nitekim Ahmed b. Hanbel, «Hadîs konusunda ehil değildir, ancak Cehmiyye'ye karşı oldukça şiddetli­dir» derken, Müslim ve diğer hadîs âlimleri de onun metrukü'l-hadis olduğunu belirtmişlerdir, imam Buharî de «O, münkerü'l-hadîstir» diyerek ilim 'adamlarını onun hakkında uyarma ihtiyacını duymuş­tur. İbn Adiy ise, daha farklı bir görüş ortaya koymuştur : «Zayıf ol­makla beraber hadîsleri yazılabilir!»[550]

> Bu konuda Hafız Bezzar, Büreyde (R.A.) den şu hadîsi de riva­yet etmiştir : «Üç şey cefadandır : Adamın ayakta durup idrar et-;mesi, namazı bitirmeden alnına el sürüp meshetmesi ve secdede iken •üflemesi.»

el-îrakî bu hadîsin ricalinin sahih olduklarını söylemiştir. Buna itiraz edenler de olmuştur. Aynı mânada birkaç rivayet daha söz konusudur ki hepsini buraya nakletmeye gerek görmedik. Sonuç olarak bu konudaki rivayetlerin çokluğu, mana ve delâlet ettiği hük­mü kuvvetlendirmektedir. Ancak öf, uf, uf gibi sesler kelâm (söz) olup olmadığı ihtilâf konusudur. Sözdür diyenlere göre, namazı bo­zar, değildir diyenlere göre bozmaz. [551]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Namazda özürsüz öksürmek veya benzeri öf, üf gibi sesler çıkarmak mekruhtur. Bir özürden dolayı olursa kerahet kalkar. Bu daha çok Hanefîlere göredir.

2- Az öksürük namazı bozmayacağı gibi, mekruh da sayıl­maz. Bir rahatsızlıktan dolayı çok da olsa öksürmek namazı   boz­maz. Özürsüz çok öksürmek namazı bozar. Bu daha çok Şâfiîlere gö­redir.

3- Namazda kıraat esnasında boğazın tıkanıklığım gidermek için öksürmekte bir sakınca yoktur. Ancak bu cevaz, farz ve vâcib olan kıraatla ilgilidir. Sünnet olan kıraatlerde    buna  cevaz veril­memiştir. Bu daha çok Şâfiîlere göredir.

4- Özürsüz iki veya daha fazla harften meydana gelen bir ök­sürme (öf, üf, uf... gibi seslerin çıkması) namazı   bozar. Bir özür­den dolayı ise, bozmaz. Bunun gibi, kıraatteki yanlış teleffuzu doğ­rultmak içinde öksürmek namazı bozmaz. Bu, Hanbelüere göredir.

5- Namazda çok olmamak kaydıyla özürlü, özürsüz, bir ihti­yaç hissedilsin,  edilmesin öksürmek namazı bozmaz. Bu, Mâlikîle-re göredir. Ancak çok öksürmek namazı bozar. [552]

 

Namazda Allah Korkusundan Dolayı Ağlamak

 

Namazda Allah'ın huzurunda bulunduğumuzu düşünerek edep ve huşu' üzere olmamız çok önemlidir. Mü'minin Allah'a en yakın olduğu an, secdede bulunduğu anlardır. O'na olan üstün saygı ve korkudan dolayı ağlamak namazı bozmaz. Dünyevî bir maksattan dolayı ağlamak ise, ilim adamlarının çoğuna göre, bozar.

İlgili hadîsler:

Sanı Yüce Allah buyurdu :

«Rahmân'ın âyetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak secde­ye kapanırlar.»[553]

Abdullah b. eş-Şahhîr CR.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimizi gördüm, namaz kılarken göğsünde ağlamaktan dolayı bakır tencerenin (kaynarken çıkardığı) sese ben­zer ses çıkarıyordu.»[554]

îbn Ömer (R.A.) dan yapılan rivayette, demiştir ki :

— Resûlüllah'm (A.S.) ağrı ve sızısı şiddetlenince, kendisine «namaza..* denildi. O da ■. «Ebû Bekir'e söyleyin de insanlara na­maz kıldırsın!» diye emretti. Bunun üzerine Hz. Âişe (R.A.) «Doğru­su Ebû Bekir yufka yürekli bir adamdır, okumaya başlayınca mü­teessir olup ağlar» dedi. Peygamber (A.S.) yine, «Söyleyin de o na­maz kıldırsın!» buyurdu. Hz. Aişe (R.A.) tekrar aynı sözleri söyle­yince, Peygamber (A.S.) : «Ona söyleyin de namaz kıldırsın. Doğ­rusu sizler (ey kadınlar) Yusuf'un arkadaşlarısınız!» buyurdu.[555]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Namazda, Allah korkusundan, O'nun    huzurunda bulun­manın verdiği ürperti ve üstün saygıdan   dolayı   ağlamak, namazı bozmaz. Hattâ bu sesli bile olsa..

2- Ebu Bekir SlDDÎK'm namazda Kur'ân okurken zaman za­man zaman duygulanıp ağladığı olmuş ve namazı iade etmemiştir.

Hadîslerin ışığında meshep imamlarının tesbit, istidlal ve ihti-cacları:

a)  Hanefîlere göre :

Namazda inlemek, âh, vâh etmek, sesli ağlamak, Allah korku­sundan dolayı değil de başka bir sebepten ise, namaz bozulur. Bir de vücutta meydana gelen bir rahatsızlıktan dolayı da inlemek ve ağlamak namazı bozmaz. Ancak kendine hâkim olabüiyorsa, o tak-dirde bir hastalık ve sikmtıdan dolayı da olsa ağlamak namazı bo­zar.[556]

b)   Şâfülere göre :

Namazda inlemek, ağlamak ve benzeri sesler çıkarmak suretiy­le iki veya daha fazla harf oluşuyorsa, bu durumda üç husus söz konusudur : Birincisi, duygulanıp inlemek veya ağlamak üstün ge­lip ona engel olunamıyorsa, o takdirde örfen az sayılanı affedilir türden kabul edilir, yani namazı bozmaz. Örfen çok sayılanı ise, na­mazı bozar, isterse âhiret korkusundan olsun, fark etmez, ikincisi, inlemek, duygulanıp ağlamak üstün gelmiyorsa, yani ona engel ola-biliyorsa, o takdirde azı da, çoğuda affedilmez, namazı bozar, ister­se bu âhiret korkusundan dolayı olsun fark etmez. Üçüncüsü, örfen çok kabul edilenidir ki azı da af edilmez. Ancak kaçınılması zor bir hastalıktan dolayı ise, o takdirde zarurete binaen namazı bozmaz,[557]

c)  Hanbelüere göre :

Bu meselede Hanbelîlerle Hanefiler birleşmektedir.

d)  Mâlikilere göre :

Namazda inlemek, ağlamak ve benzeri sesler çıkarmak bir has­talıktan veya Allah korkusundan ise, namazı bozmaz. Ancak bir acı ve sıkıntıdan dolayı çokça ağlamak namazı bozar.[558]

Konuyla ilgili yorumlar, rivayetler ve tahliller :

1107 nolu Abdullah b. eş-Şahhîr hadîsini aynı zamanda îbn Hib-ban ile îbn Huzayme tahric etmişler ve Tirmizî de sahihlemiştir. Ha­dîs, namazda ister iki harf, isterse fazla harfleri ihtiva etsin ağlamanın namazı bozmayacağına delâlet etmektedir. Bunu kuvvetlen-liren bir diğer rivayeti ise İbn Hibban şu sözlerle Hz. Ali (R.A.) den lakletmiştir: «Bedir günü içimizde Mikdad b. el-Esved'den başka süvari yoktu. And olsun ki o gün bizim içimizde Resûlüllah (A.S.) Efendimizden başka ayakta duran kimse yoktu. Resûlüllah (A.SJ bir ağacın altında hem namaz kılıyor, hem ağlıyordu, onun bu ha­li sabaha kadar sürdü.» -

Bu rivayet de namazda Allah korkusundan dolayı ağlamakta  sakınca olmadığına delâlet etmektedir. Nitekim Buharî'nin, Saîd b. Mensur'un ve İbn Münzir'in yaptıkları rivayette, Hz. Ömer'in (R.A.) sabah namazını kıldırırken Yusuf sûresini okuduğu ve «Ben keder ve üzüntümü ancak Allah'a şikâyet ederim...» mealindeki âye­te gelince sesli ağladığı işitüdiği belirtilmektedir.

1108 nolu İbn Ömer (R.A.) hadîsinde Ebu Bekir'in CR.A.) yufka yürekli olup namazda ağlayacağı Resûlüllah'a (A.SJ haber verildi­ği halde onun namaz kıldırmasını ısrarla söylemesi ve ağlaması hu­susunda bir şey söylememesinden, namazda Allah korkusundan ağ­lamanın namazı bozmayacağı istidlal edilir. [559]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Namazda ya Allah korkusundan, ya da vücuda arız olan bir sıkıntı ve hastalıktan dolayı inlemek, ağlamak, ah ve öf demek, namazı bozmaz.

2- Namazda bir hastalık veya sıkıntıdan dolayı ağlayan ve­ya inleyen kimse, kendine hâkim olabiliyorsa, o takdirde ağlayıp inlemesi namazı bozar.

3- Namazda bir hastalık veya sıkıntıdan dolayı elde olmaya­rak ağlıyor veya inliyorsa, bu namazı bozmaz. Bunun dışında ister Allah korkusundan, ister dünyevî bir maksattan dolayı ağlayan ve­ya inleyen kimse bununla iki veya daha fazla harf çıkarıyorsa, na­mazı bozulur.

Bu, Şâfiîlere göredir.

4- Namazda Allah korkusundan veya bir hastalıktan dolayı ağlamak veya inlemek namazı bozmaz. Ancak bir sıkıntı veya acı­dan dolayı fazla ağlamak namazı bozar. Bu, Mâlikîlere göredir. [560]

 

Namazda İken Aksırıp El-Hamdu Lillah Demek

 

Her ne kadar el-hanıdu lillah namazda söylenen zikirlerden bi­riyse de, namaz dışı bir olaydan dolayı söylenmesi doğru değildir. O halde namazda iken ne kendi aksırmasından dolayı hamdedilir, ne de başkasının,aksmp el-hamdu lillah demesine karşılık «yerhamu-kellah» denilir.

İlgili hadîsler :

Rıfa'a- b. Râfi' (R.A.)  den yapılan rivayette, demiştir ki :

— Resûlüllah (A.S.) Efendimizin arkasında namaz kılarken ak-

sırdım ve o sebeple EL-HAMDULİLLAHİ KESİREN TAYYIBEN MÜ-BAREKEN  FİHİ KEMA YUHUBBİ RABBUNA VE YERDA    dedim.

Peygamber (A.SJ Efendimiz namazı kılıp bitirince, «namazda ko­nuşan kim idi?» diye sordu. Hiç kimse konuşmadı, yani cevap ver­medi. Peygamber (A.SJ ikinci defa sordu, yine kimse cevap verme­di. Üçüncü defa sorunca, Râvi diyor ki, «ben konuştum ya Resûlel-lah!» diye cevap verdim. Bunun üzerine Peygamber (A.SJ şöyle bu­yurdu : «Canımı kudret elinde tutan zata yemin ederim ki, 33 me­lek birden harekete geçti de hangisi o sözü daha önce (ilâhî huzu­ra) yükseltirim diye acele etti.»[561]

Hadîsin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Namazda iken me'sur olmayan bir zikir veya tesbîh ve tah-nıîdi söylemekte bir sakınca yoktur.

2- Namazda namazdan olmayan zikir, tesbîh ve tahmidi, çev­resindekilerin duyacağı bir sesle söylemek namazı bozmaz.

3- Namazda zikir, teşbih ve tahmîdde bulunmak, ilâhî rızaya yaklaştıncıdır.

4- Namazda aksıran kimsenin «el-hamdu lillah» demesi meşbu'dür.

Hadislerin ışığında müctehit imamların tesbit, görüş, içtihat, is-idlâl ve ihticacları:

a) Hanefîlere göre :

Namazda iken başkası aksırır da o «yerhamukellah» derse, na­mazı bozulur. Yine kendisi namazda iken aksırır da bir başkası ona «yerhamukellah» der, o da «âmin» derse, yine namazı bozulur.

Bunun gibi, kendisi namazda iken bir başkası aksırır, o da «el-hamdu lillah» derse, namazı bozulmaz. Çünkü bu bir cevap sayıl­maz. Ancak böyle derken bir cevap verme niyetini taşırsa, o takdir­de sahih kavle göre, namazı bozulur.

Namazda iken kendisi aksmr da el-hamdu lillah derse, namazı bozulmaz. Ancak başkası işitmiyecek kadar hafif söylemesi çok da­ha uygun olur. Daha güzel olanı da susup bir şey söylememesidir.

Namazda aksırır da el-hamdu lillah demezse, namazdan sonra demesi, sahih kavle göre uygun olur. Aksıran kimse imama uymuş bir halde ise, ne gizli, ne aşikâr hanıd etmez.[562]

b)   Şâfiîlere göre :

Namazda iken bir başkası aksırır da o da ona «yerhamukellah» derse, namazı bozulur. Ancak ikinci şahsa değil de üçüncü şahıs za­miri kullanarak» yerhamuhü'llahü» veya birinci şahıs çoğul zamiri kullanarak «yerhamuna'İlah» derse, namazı bozulmaz.[563]

c)   Hanbelilere göre :

Bu meselede Şâfiîlerle aynı görüş ve ictihattalar.

d)   Mâlikîlere göre :

Aksıranı dil ile teşmîtte bulunmak, yerhamukellah demek mut­laka namazı bozar. Kendisi aksırır da kimse işitmiyecek şekilde el-hamdu lillah derse, namazı bozulmaz, ancak demeyip susması ha­yırlıdır.[564]

Bu ifadeden, namazda aksırıp sesli şekilde «el-hamdulüllah der­se, namazının bozulacağı anlaşılıyor.

Diğer rivayetler ve yorumlar :

1112 nolu Rıfa'â (R.A.) hadisini aynı zamanda Buharı tahrıc et­miştir, lafzı ise şöyledir : «Bu gün Peygamber (A.S.) Efendimizin ar­kasında namaz kılıyorduk, başını rükû'dan kaldırdığında, SEMİ'AL-LAHU LÎMEN HAMÎDEHÜ dedi. Bunun üzerine arkasında kendisi­ne uyup namaz kılanlardan biri şöyle dedi : RABBENA VE LEKE'L-HAMDU HAMDEN KESÎREN TAYYİBEN, MÜBAREKEN FÎHİ. Pey­gamber (A.S.) namazı kılıp selâm verince sordu : «Kim konuştu?». Rıfa'â da, «ben konuştum» diye cevap verince Efendimiz şöyle bu­yurdu : «Otuz üç meleğin önce yazayım diye acele ettiklerini gör­düm!»

Buharı bu rivayette aksırmadan söz etmemiştir. Aynı zamanda KEMA YUHİBBU RABBUNA VE YERDA sözlerini de nakletmemiş-tir. Çünkü onun tesbitine göre, bunlar hadîsin metninde yer alma­mıştır.

Müctehit imamların farklı tesbit ve görüşleri ise, hem hadîsle­rin haber-i vahit şeklindeki rivayetinden, hem de bu konuda rivayet edilen diğer farklı hadîslerden kaynaklanmaktadır.

Rıfa'â'nm Peygamber (A.S.) Efendimiz'in sorusuna cevap ver­meyip susması, saygısızlığından değil, yanlış bir şey söylemiş oldu­ğunu sanıp korkmasmdandır. Böylece vaki yanlıştan dolayı affedi­lirim umuduyla cevap vermemiş ve kınanırım endişesiyle susmayı bir süre tercih etmiştir. Cenâb-ı Peygamber (A.S.), konuşan kimse­nin endişesini anlamış ve üç defa sormayı tekrarlıyarak cevap ver­me fırsatını tanımıştır. [565]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Namazda iken aksırır da el-hamdu lillah derse, namazı bo­zulmaz. Ancak kendisi işitecek kadar bir tonda söylemesi hayırlıdır. Bazı ilim adamlarına göre hiçbir şey söylemeyip susması daha uy-, gundur.

Bu, Hanefîlere göredir.

2- Namazda aksınr da hiçbir şey demezse, namazdan sonra &l-hamdu lillah demesi tavsiye edilmiştir.

3- Namazda iken başkasının aksırmasını cevaplıyarak yer-ıamukellah derse, namazı bozulur. Ancak Şâfiîlere göre, bunu [içüncü şahıs veya birinci şahıs çoğul zamiriyle söylerse, namazı bo-Lulmaz. [566]

 

Namazda İken Önemli Bir Olay Meydana Gelirse, Sübhannellah Denilir.

Kadınlar İse, Sağ Ellerini Sol Ellerinin Üzerine Vururlar

 

Namazda iken, yanılan imamı uyarmak, yanlış okuduğu kıraati düzeltmek veya önemli bir olayı duyurmak, uyarıda bulunmak için erkeklerin «sübhanellah» demesi, kadınların ise, sağ ellerini sol el­lerinin üzerine vurması tavsiye edilmiştir. Bu tarz söz ve hareketle namazın bozulmayacağı belirtilmiş ve bunun dışında başka bir söz söylenmesinin veya başka bir harekette bulunmasının doğru olma­yacağına dikkatler çekilmiştir.

İlgili hadisler :

Sehlb. Sa'd (R.A.) den yapılan rivayette, Peygamber CA.S.) Efendi­mizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir : «Kime namaz kılarken önemli bir olay vaki olur (ve bunu başkasına duyurmak isterse) tes-bîh getirsin, (sübhanellah desin). Tasfiyk ise kadınlara mahsus­tur.» [567],

Ali b. Ebî Tâlib (R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki :

— Seher vakti bana ayrılmış bir saat vardı ki, o saatte Resûlül-lah (A.S.) Efendimizin yanma girerdim. Girdiğimde ayakta namaz kılıyorsa, benim için tesbîh getirip sübhanellah derdi ve bu O'nun bana izin verdiği anlamına gelirdi. Namazda değilse, bana izin ve­rirdi.»[568]

Ebu Hüreyre   (R.A.)  den yapılan rivayette, Peygamber    (A.S.)

Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir :

«Namazda teşbih (sübhanellah demek) erkeklere, tasfiyk de kaj dmlara mahsustur.»[569]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Namazda iken, içeri girmeye izin istendiği veya bir tehli­keyle karşılaşan âmâyı veya başka   birini   uyarmak   gerektiğinde teşbihte bulunmak, yani sübhanellah demek sünnettir.

2- Belirtilen durumlarda kadınların  ise  tasfiyk    yapmaları, yani sağ ellerini sol ellerinin üzerine vurmak suretiyle uyarıda bu­lunmaları sünnettir.

3- Bunun gibi cemaatle namaz kılınırken imamın yanıldığını hatırlatmak için de aynı şey yapılır, yani erkekler sübhanellah, der ler, kadınlar el çırparlar. Böyle yapmak veya söylemek kimine göre sünnet, kimine göre müstehabdır.

Hadîslerin ışığında mezhep imamlarının görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları:

a) Hanefîlere göre :

Birinin içeri girmek için izin istemesi veya imamın bir hata yap­ması halinde namazda olan kimsenin konuşmayıp sadece sübhanel­lah demesinde bir sakınca yoktur, yani namaz bozulmaz. Hanefîler bu meselede Sehl b. Sa'd'm (R.A.) 1116 nolu hadîsiyle istidlal etmiş­lerdir.[570]

b) Şâfiîlere göre: Namazda önemli bir olaydan, dolayı, meselâ hata yapan imama hatırlatmak, içeri girmek isteyene izin vermek ve tehlikeyle kar-şıkarşıya gelen amayı uyarmak için erkeğin sübhanellah demesi, ka­dının da sağ eliyle sol eline vurup el çırpması sünnettir.[571]

c) Hanbelîlere göre :

Namazda İken herhangi bir maksada yönelik olarak sübhanel-veya Lâilâhe illallah demek veya benzeri bir zikirde bulunmak namazı bozmaz. Meselâ hayretini mucip bir şey gördüğünde «süb­hanellah» der veya başına bir musibet gelir de «İrma lülahi...» der veya bir ağrı ve sızı hisseder de «bismillah» derse, namazı bozul­maz, ancak kerahet işlemiş olur. Bunun gibi namazda hefhangi bir maksada yönelik olarak Kur'ân'dan bir âyet okuması da namazı boz­maz. Ancak Kur'ân'dan bir kelime söyler de o insanların sözünden ayırt edilmezse, meselâ «ya İbrahim!» derse, namazı bozulur.[572]

d) Mâlikîlere göre :

Namazda olan kimse, namaz dışındaki kimseye bir şey anlat­mak için veya hatırlatmak için kıraat mahallinde bir âyet okursa, namazı bozulmaz. Ama bunu rükû' veya secdede okursa, namazı bozulur, çünkü kıraat mahallinin dışında okunmuş olur. Buna bir misal verelim : İçeri girmek için izin isteyen adama, «UDHULUHA Bİ-SELÂMİN ÂMÎNİN» âyetini kıraat mahallinde okursa, namazı bozulmaz, onun dışında bir yerde okursa namazı bozulur.

Önemli bir olayı hatırlatmak veya anlatmak için namazda iken «sübhanellah» veya «lâilâhe illallah» ya da «la havle velâ kuvvete illâ billah» derse namazı bozulmaz. Çünkü namazın her bölümü tes-bîh, tehlil ve la havie'ye mahal sayılır.[573]

Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller :

1116  nolu Seni b. Sa'd (R.A.) hadîsini Ebû Dâvud şu lafızla   ri­vayet etmiştir : «Namazda iken sizce önemli sayılan bir olay zuhur ederse, erkekler teşbihte bulunsun, kadınlar da tasfiyk yapsınlar.»

Hadisin ricali sahihtir. Hemen hemen bütün müctehitler bu ha­dîsle istidlal etmişlerdir.

1117  nolu Hz. Ali Hadîsini Nesâi ve Beyhakî de tahrîc etmişler­dir. Ancak isnadında ve metninde ihtilâf söz konusudur. Bazı rivâyette «teşbihte bulundu», bazısında ise, «hafif öksürdü» denilmiştir. Bu da daha çok râvîlerinden Abdullah b. Nücca bulunuyor ki, bu zatla ilgili hadîs âlimlerinin görüşlerini 1100 nolu kısımda açıklamış bulunuyoruz.

1118 nolu Ebû Hüreyre (R.A.) hadîsinin merfu' veya mevkuf olduğu hakkında ihtilâf vardır. İsnadında ise Ebû Harun Umare b. Cüveyna bulunuyor ki, Hammad b. Zeyd onun yalancı bir kişi oldu­ğunu söylemiştir. Şu'be onun hakkında şöyle demiştir : «Ebû Ha­run'dan hadîs rivayet etmektense boynumun vurulmasını tercîh ede­rim. Zehebi onunla ilgili birçok görüş ve tesbitleri toplamıştır. İbn Maîn, onun zayıf olduğunu, Nesâi ise, metrukü'l-Hadîs olarak tanın­dığını belirtmiştir.[574]

Zeylaî Sehl b. Sa'd (R.A.) hadîsinin tamamını naklederek hadi­sin asıl söyleniş sebebini belirtmek istemiştir. Rivayetin tamamı şöy­ledir: Peygamber (A.S.) Efendimiz, aralarında barışı gerçekleştir­mek üzere Benî Amr b. Avf kabilesine gitti. Namaz vakti girmiş ol­du. Müezzin, Ebû Bekir Sıddîk'a (R.A.) gelip, «cemaate namaz kıl­dırmaz mısın?» diye teklifte bulundu. O da olumlu cevap verdikten sonra kalkıp namaz kıldırmaya başladı, derken Resûlüllah (A.S.) Efendimiz dönüp geldi. Cemaat namazda bulunuyordu. Peygamber (A.S.) ilerleyip safta yerini aldı. Cemaat O'nun geldiğini görünce el çırpmaya başladılar. Ebû Bekir ise namazda bir yana dönüp bak­madı, ancak cemaat el çırpmayı artırınca, etrafına dönüp baktı, Pey­gamber (A.S.) Efendimizi gördü. Peygamberimiz ona, yerinde dur, diye işarette bulundu. Bunun üzerine Resûlüllah'ın (A.S.) kendisine vaki bu emrinden dolayı Allah'a hamd etti ve sonra geri çekilip saf­ta aynı hizada durdu. Resûlüllah (A.S.) öne geçip namaz kıldırdık­tan sonra Ebû Bekir'e şöyle dedi : «Ya Ebâ Bekir! Sana emrettiğim halde neden yerinde kalmadın?» Ebû Bekîr şu cevabı verdi : «Ebû Kahafe'nin oğluna, Resûlüllah'ın (A.S.) bulunduğu bir yerde öne geçip namaz kıldırmak yakışmaz.» Sonra Reslüllah (A.S.) cemaate dönerek şöyle buyurdu : «Neden tasfiyki artırdınız, sorabilir mi­yim? Kim namazda iken önemli bir olay görürse, teşbihte bulunsun Çünkü o teşbihte bulununca kendisine iltifat vaki olur. Tasfiyk ise ancak kadınlara mahsustur.» [575]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Namazda iken bir olaydan dolayı «sübhanellah» demek na­mazı bozmaz. Bu, Hanefîlere göredir.

2- Namazda iken, önemli bir olaydan dolayı erkeklerin «süb-hanellah» demeleri, kadınların tasfiykte bulunmaları sünnettir. Bu, Şafiîlere göredir.

3- Namazda iken herhangi bir maksada yönelik olarak tes-bîh, tehlîl ve benzeri bir zikirde bulunmak namazı bozmaz. Bu Han-belilere göredir. Mâlikîler de aynı görüştedirler.

4- Namazda iken, namaz dışında meydana gelen bir olay se­bebiyle, hatırlatmada bulunmak veya uyarmak veya cevap vermek, müsaade etmek niyetiyle kıraat mahallinde ise, Kur'ân'dan bir âyet okumakta da bir sakınca yoktur. Kıraat mahallinin    dışında böyle yapmak ise, namazı bozar. Bu, Mâlikîlere göredir. [576]

 

Namazda Kıraat Esnasında Takılıp Kalan İmama Fetihte Bulunmak

 

İmamın arkasında cemaat halinde namaz lalarken, imam kıraat­te takılıp kaldığı ve hemen hatırlayamadığı takdirde cemaatten biri­nin ona fetihte bulunması caizdir.

Konuyla ilgili hadisler:

H Musavver b. Yezîd el-Mâliki'den (R.A.) yapılan rivayette, şöy-He haber vermiştir : Resûlüllah CA.S.) Efendimiz namaz kılarken (veya kıldırırken) bir âyeti terketti. Bunun üzerine (namazdan sonra) bir adam, «Ya Resûlellah! şu ve şu âyeti (atladınız)» dedi. Besûlüllah  (A.S.)  ona« Bana hatırlatsaydm ya..» buyurdu.[577]

Ibn Ömer  (R.A.)  dan yapılan rivayette, demiştir ki :

— Resûlüllah  (A.S.)   Efendimiz bir namaz kıldı  (veya kıldırdı) (kıraatte)   okurken karışıklık meydana  geldiğinden    durup kaldı.

Namazı kılıp bitirince babama, «bizimle beraber namaz kıldın mı?» diye sordu. O da «evet* diye cevap verdi. Peygamber (A.S.) ona, «(fetihte bulunmana)  engel olan ne?» buyurdu.[578]               

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Namazda kıraat esnasında takılıp kalan imama fetihte bu­lunmak meşrudur. O bakımdan fetihte bulunan    kimsenin namazı bozulmaz

2- Kıraatte farz olan miktar yerine geldikten sonra imam! ta^ kılıp kalırsa, fetihte bulunmak caiz olur mu? Hadîsin zahirinden bu husus anlaşılmamaktadır

3- İmam takılıp kaldığında namaz harici bir kimsenin fetihte! bulunması meşru mudur? Bu hususta hadislerden anlaşılmamaktadır

Hadîslerin ışığında müctehit imamların görüş, tesbit ve istidiâlleri :

a) Hanefilere göre :

îmam namaz kıldırırken âyeti unutur, veya biraz okuduktan sonra duraklayıp kalır veya tereddüt gösterirse, arkasında namaz kılan kimsenin ona fetihte bulunması caizdir. Ancak o bununla ima­mını irşada niyet eder, tilâvete niyet etmez. Zira imamın arkasında ona uyanların okuması mekruhtur.[579]

îmam takılıp kaldığında ona uyan kimsenin hemen acele fe­tihte bulunması mekruhtur. Çünkü imam bu durumda matlûp olan başka bir sûreye intikal edebilir veya farz miktarı okumuşsa, bek­lemeye gerek görmeden rukû'a varabilir.

İmama uyan kimse, kendi imamına değil de başka birine fetihte bulunursa, namazı bozulur. Ancak bu durumda tilâvete niyet edip irşadı niyet etmezse, namazı bozulmaz,[580]

b)  Şafiîlere göre :

İmam kıraat esnasında takılıp kalır ve az bir süre beklerse, o takdirde kendisine uyanlardan birinin fetihte bulunmacı    caizdir.

Ama imam takıldığı yerde tereddüt ederse, o takdirde fetih yapıl­maz. Aynı zamanda imama fetihte bulunan kimsenin, bununla sa­dece kıraati kasdetmesi gerekir veya kıraatle birlikte fetihte bulun­mayı kasdetmesi gerekir, sadece fetihte bulunmayı kasdeden veya hiçbir şey kadetmezse, namazı bozulur. [581]

c)   Hanbelilere göre :

İmam kıraat esnasında durup kalır veya yanlış okursa, ona uyan kimsenin fetihte bulunması vaciptir. Çünkü namaz ancak kıraatle sahih olur; imamın kıraatte duraklayıp kalması veya Fâtiha'yı yan­lış okuması, namazın sıhhatma mani olur. O bakımdan cemaatten birinin fetihte bulunması gerekir. İmanımdan başka birine fetihte bulunması, o kimse ister namaz içinde olsun, ister dışında olsun, mekruhtur, fakat namazı hükümsüz bırakmaz, çünkü yaptığı fetih namaz içinde meşru bir sözdür.[582]

d)   Mâlikîlere göre :

îmama fetihte bulunmak namazı bozmaz. Ancak me'mumun kendi imamına fetihte bulunması meşru'dür, o da imam kıraat esna­sında durup kalır ve tereddüt ederse, fetih caizdir. Sadece durakla­yıp kalır ama tereddüt etmezse, o takdirde fetihte bulunmak mek­ruhtur, îmanım Fatihada tereddüt etmesinden dolayı fetih vâcib olur; zamm-ı sürede tereddüt etmesinden dolayı fetihte bulunmak sünnettir. Eğer okumakta olan sûreyi tamamlamak üzere ise, fetih­te bulunmak menduptur. İmanımdan başkasına -ister o başkası na­mazda bulunsun, ister namaz dışında olsun- fetihte bulunmak na­mazı bozar.[583]

Rivayetler, yorumlar ve tahliller ;

1125 nolu Musavver (R.A.) hadîsini aynı zamanda İbn Hibban ve el-Esrem tahric etmişlerdir. İsnadında Yahya b. Kesir el-Kâhilî bulunuyor ki, bu zat hakkında Ebû Hatim «Şeyhtir» demiştir. Bunun hadis âlimi olduğunu kasdetmiştir. Nesâî ise, onun zayıf olduğunu belirtmiştir. Sika olduğunu söyleyenler de olmuştur.[584]

el-Hatîb sahabeden olan Musavverin, Resûlüllah (A.S.) Efendimizden sadece bir hadîs rivayet etmiştir, diyerek bu zatın başka ha­dîs rivayet etmediğini hatırlatmıştır.

1126 nolu İbn Ömer (R.A.) hadîsini aynı zamanda Hâkim ve İbn Hibban tahrîc etmişlerdir. İsnadmdaki ricalin hepsi sahihtir.

Ayrıca bu konuda bir diğer hadisi Hâkim, Enes (R.A.) den riva­yet etmiştir ki, meâlen şöyledir : «Bizler Resûlüllah (A.S.) Efendi­miz zamanında imamlara fetihte bulunurduk.»

Buraya kadar naklettiklerimiz, namazda takılıp kalan imama fetihte bulunmanın caiz olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun ak­sini iddia edenler veya ona göre içtihatta bulunanlar da vardır. On­ların istidlal ettiği hadîslerden biri, îbn İshak es-Sübey'i'nin el-Hâ-ris'ten, onun da el-A'ver'den, onun da Hz. Ali (R.A.) den yapılan şu rivayettir :

— Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, Hz. Aliye şöyle buyurmuştur : «Ya Ali! namazda imama fetihte bulunma.» [585]

Ebû Dâvud bu hadîsin tahlilini yaparken diyor ki : «Ebu İshak el-Sübey'î bunu el-Hâris'ten işitmemiştir. Ancak dört hadîs işitmiş-tir ki bu onlardan biri değildir.» el-Münziri ise, el-Hâris el-A'ver hak­kında şöyle demiştir : «İmamlardan birçoğu onun çok yalancı ol­duğunu belirtmişlerdir.» [586]

el-Hâris'in hadisini Abdurrezzak kendi Müsannef'inde Hz. Ali'­den (R.A.) merfuân şu lafızla rivayet etmiştir : «Ya Ali! namazda iken sakm imama fetihte bulunma.»

Bu rivayetin mühkati' olduğunu söyleyenler olduğuna göre, ha­dîs zayıf sayılır. O bakımdan müctehit imamların çoğu onunla is­tidlal etmemişlerdir.

Fethin cevazına delâlet eden hadîsler ise, hem istidlale, hem ih-ticaca elverişli görülmüştür. [587]                                                 

 

Çıkarılan Hükümler                                           

 

1- Namaz kıldırırken kıraate takılıp kalan veya tereddüt eden imama, cemaattan birinin fetihte bulunması caizdir. Ancak fetihte bulunan bununla tilâvette bulunmayı kasdetmiyecektir, aksi halde kerahet işlemiş olur. Bu, Hanefüere göredir.

2- İmam takılıp kalınca, ona uyan kimse fetihte acele etme­melidir. Çünkü bu durumda olan imam ya farz miktarı okumuş ola­bilir, ya da başka bir sûreye geçebilir. Buda Hanefîlere göredir.

3- Kendi imamından başkasına fetihte bulunan kimsenin na­mazı bozulur. Ancak bu durumda tilâvete niyet ederse, namazı bo­zulmaz, kerahet işlemiş olur. Bu, Hanefîlere göredir. Mâlikîlere göre namazı bozulur.

4- İmama fetihte bulunan kimse, bununla kıraati veya   hem kıraati, hem fetihte bulunmayı kasdetmesi gerekir. Sadece    fetihte bulunmayı kasdederse namazı bozulur. Bu, Şâfülere göredir.

5- Kıraat esnasında takılıp kalan ve yanlış okuyan imama fe­tihte bulunmak vaciptir. Bu, Hanbelilere göredir. [588]

 

Namazda Dua ve Zikirde Bulunmak

 

Namaz baştan sonuna kadar belirlenmiş şekilde zikir ve du­adan ibarettir. Ancak bu ibadeti yaparken onun dışında olan bir­takım zikir ve duada bulunmak doğru olur mu veya namazı bozar mı? Bu soruya ancak ilgili hadisleri ve müctehid imamların tesbit, istinbat ve ictihadlarmı nakledince cevap vermiş oluruz.

Abdurrahman b. Ebi Leyla'nın kendi babasından yaptığı ri­vayette, onun şöyle dediğini nakletmiştir:   .

"Farz olmayan bir namazda Rasulüllah (s.a.v.) Efen­dimizin okuduğu surede ne kadar cennet ve cehennem kavramları anılınca O'nun şöyle Allah'a sığındığını duy­dum: "Cehennem ateşinden Allah'a sığınırım ve Cehennem­liklere veyl olsun!"[589].

 

Hadisin Açık Delaletinden Şu Hüküm Anlaşılıyor:                            

 

Farz olmayan bir namazı kılarken, cehennem ve azaptan söz edilen yerde, ondan Allah'a sığınmak; teşbih ve tazimden söz edi­len yerde, Cenab-ı Hakkı teşbih ve tenzih etmek meşrudur. Aynı zamanda bunun müstehab olduğunu söyleyen müctehidler de vardır.

Nitekim Uz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, o şöyle haber vermiştir:

"Ayın dolunay haline geldiği gecede ben Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte kalkıp namaz kılarak ibadette bulunduk. Rasulüllah (s.a.v.) Bakara, Al-i İmran ve Nisa surelerini okuyordu. Bu halde iken ne kadar korkutucu bir ayete geldiyse, Allah'a dua edip istiazede bulundu (O'na sığındı). Ne kadar beşaret va'deden bir ayete geldiyse, mutlaka Allah'a dua edip O'na rağbet eyledi."[590]

Musa h. Ebi Aişe'den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir

"Bir adam evinin damında namaz kılıyordu. Zamm-ı Sureyi okurken, "Artık bunu yapan (o yüce kudret) ölüleri diriltmeye kadir değil midir?"[591] mealindeki ayeti okuyun­ca: "Seni tenzih eder teşbihte bulunurum, evet sen kadir­sin!" dedi. Bunun üzerine kendisinden neden böyle yaptığı sorulunca , şu cevabı verdi: "Ben bunu Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden işittim, o da böyle yapıyordu."[592]

Bu hadislerin ravilerinin sıka (güvenilir) olduğu tesbit edil­miş, sadece birinci hadisin ravisi Musa b. Ebi Aişe'nin irsal yaptığı, yani rivayet zincirinde bir sahabenin adını anmadığı görülmüştür. Bununla beraber abid ve güvenilir bir kişi olduğunu et-Takrib sahibi belirtmiştir.[593]

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal ve İctihadları:

 

Bu konudaki hadis ve rivayetlerin çoğunun sahih olduğuna bakılınca, müctehid imamların hepsinin nafile namazlarda zamm-ı sure okunurken dua ve zikirde bulunmanın sünnet veya müstehab olduğunda ittifak etmeleri akla gelebilir. Ancak onlar­dan her birinin kendi yöntem ve metoduyla yaptığı tesbit, istidlal ve jctihadlar az farklı olarak ortaya çıkmıştır. Şöyle ki:

a) Hanefilere göre: Namazda insanların sözüne benzer şekilde dua etmek, zikir ve teşbihte bulunmak namazı bozar. Bu husustaki kuralları  ise  şöyledir: Namaz esnasında Kur'an'da ve Hadiste olmayan bir dua veya teşbih ile dua ve teşbihte bulunmak namaza münafî sayılır ve o gibi dileklerin insanlardan talep edil­mesi de gayr-i mümkün addedilmez. O bakımdan kişinin namaz kılarken Allah'ın kitabından , Rasulüllah'm (s.a.v.) sünnetinden istediği dua ve zikirlerle duada bulunabilir, zikredebilir. Bir de in­sanlardan istenmesinin  gayr-i mümkün  görüldüğü hususları da istemekte bir sakınca yoktur. Mesela rızık istemek, mal ve çocuklarda  feyiz  ve   bereketin   doğmasını   talep   etmek  bu cümledendir. Yani bu gibi isteklerle namaz bozulmaz.[594]

b) Malikilere göre: Nafile namazda dünya ve ahiretle ilgili hayırlı şeyleri istemek, buna benzer dileklerde bulunmak mutlaka namazı bozmaz.    Hatta insanlardan istenmesi mümkün olan şeyleri bile Allah'tan istemekte bir sakınca söz konusu değildir.[595]

c) Şafîilere göre: Namaz esnasında namazı bozan dua, ha­ram veya gayr-ı mümkün   bir şey istemekle ilgilidir. Bunun dışında kişi namazda istediği şekilde dünya ve ahiret hayrını dile getirip  Cenab-ı Hak'tan isteyebilir.  Şu şartla ki,  o  dileğini Allah'tan başkasına arzetmemeli ve O'ndan başkasından iste-memeli...[596]

d) Hanbelilere göre: Namaz esnasında namazı bozan dua,

kitap ve sünnette varid olmayanıdır ve aynı zamanda ahiretle ilgi­li bulunmayanıdır. Mesela dünyevi ihtiyaçları ve gerekli şeyleri istemek : Allah'ım! Bana güzel bir zevce ihsan eyle gibi isteklerde bulunmak bu cümledendir.[597]

Diğer bir rivayete göre: Ahmed b. Hanbel, namazda yapılan bu gibi dua ve zikirlerin cehren değil gizli yapılması halinde doğru olabileceğini söylemiştir.[598]

îmam Şafii ise, belirtilen ölçüler çerçevesinde nafile namaz­larda rahmet ayetine gelince, ilahi rahmet ve,cenneti istemek; azap ayetine gelince, cehennem ve ateşinden Allah'a sığınmak müstehabdır.[599]

Bu konuda diğer bir rivayet de Avf b. Malik (r.a.) den yapılmıştır. Adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte bulunuyordum. (Gece ibadetine) kalktım. Rasulüllah (s.a.v.) önce ağzını misvakladı ve abdest aldı. Sonra kalkıp namaza durdu: Fa-tiha'yı okumaya başladı, arkasından Bakara suresini oku­du. Bu arada ne kadar bir rahmet ayetine geldiyse duraklayıp (Allah'tan rahmet) diledi. Ne kadar bir azap ayetine geldiyse duraklayıp (ondan Cenab-ı Hakk'a) sığındı. Sonra rukü'a vardı, ayakta durduğu kadar rukü'da bekledi ki o esnada şöyle diyordu: "Sübhane zi'1-ceberuti ve'1-melekuti ve'1-kibriyai ve'1-azam eti". Sonra secdeye vardı ve rüku'da durduğu kadar orada durdu da bu esnada şöyle diyordu: "Sübhane zi'1-ceberuti ve'1-melekuti ve'1-kibriyai ve'l-azameti. Sonra (kalkıp ikinci rek'atte Fatihadan sonra) Al-i İmran suresini ve arkasından bir sure, bir sure daha oku­du. Sonra birinci rek'atte yaptığının bir benzerini yaptı. "[600]                                                   

Bu   hadisin   isnadında   yer   alan   ricalin   hepsi   sıka (güvenilir)dır. Darekutni de aynı görüşü izhar etmiştir.[601]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1) Nafile namazlarda kıraat esnasında geçen rahmet ayet­lerine gelinince Allah'tan rahmet dilemek; azap ayetlerine geli­nince cehennem ateşinden Allah'a sığınmak, müstehabdır.

2) Namazda  bu  tarz  bir  dilek  ve  sığınmanın  cehren söylenmesinde bir sakınca yoktur.

3) Gece kalkıp ibadet ederken, iki rekat namaz kılmak ve

bu namazda uzun sureleri okumak kimine göre sünnet, ki­mine göre müstehabdır.

4) Yine gece namazında rüku1 ve secdeyi uzatıp Cenab-ı Hakk'a tazimde bulunarak teşbihte bulunmak müstehabdır. [602]

 

Namazda İken Verilen Selamı İşaretle Alıp Cevaplamak

 

Namaz her yönüyle saygı, tazim ve teslimiyet makamıdır. Namaza aykırı söz ve davranışlarda bulunmak, hem onun fazi- le-tini düşürür, hem de bozulmasına sebep olur. O'bakımdan biz bu ibadeti kemal-i edeple yerine getirirken, kendiliğimizden bir şey ilave edemeyiz ve ondan bir şey de" noksanlaştıramayız. Ra-sulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den nasıl tesbit edilip rivayette bulu­nulmuşsa, onu aynen uygulamakla mükellefiz.

Namazda iken başkasına sözlü olarak selam verilmez. Başkasının da namaz kılan kimseye selam vermesi pek   uygun değildir. Ancak   Rasulüllah (s.a.v.)   zamanında verilen selamın işaretle alınıp cevaplandırıldığı    sahih rivayetle sabit olmuştur. Şöyle ki:

Îbni Ömer (r.a.) diyor ki:

"Bilal'a sordum, dedim ki: Rasulüllah (s.a.v.) Efendi­miz namazda iken mü'minler ona selam verirdi. (Bu du­rumda Rasulüllah (s.a.v.) ne yapar veya karşılık verir miy­di?)" Bilal bana şunu söyledi: "Evet, eliyle işaret ederdi."[603]

îbni Ömer'in (r.a.) Suhayb'den (r.a.) yaptığı rivayete    göre, Suhayb (r.a.) şöyle demiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimize uğradığımda onu namaz kılar bir halde buldum. Kendisine selam verdim, O da bana işaretle cevap verdi, yani sel­amımı işaretle alıp işaretle cevapladı."

Îbni Ömer (r.a.) diyor ki: "Pek bilemiyorum, ancak Suhayb'm "Parmağıyla işaret etti" dediğini biliyorum."[604]

Tirmizi diyor ki:

"Bu iki hadis de bana göre sahihtir. Aynı zamanda Ümmü Seleme'nin (r.a.) ikindiden sonra iki rekatle ilgili hadisinde ve Hz. Aişe (r.a.) ile Cabir (r.a.) nın, Rasulüllah'm son ölüm hastalığında oturarak namaz kılmasıyla ilgili hadislerinde Rasulüllah'm (s.a.v.) arkasında bulunanların ayağa kalktıklarında onlara işaret edip oturmalarım emrettiği sıhhat derecesinde tesbit edilmiştir."[605]

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal ve İctihadları:

 

a) Hanefîlere göre: Namaz kılmakta olan kimse, yanılarak birine selam verir ve sadece "es-Selam" der ve sonra da namazda olduğunu hatırlarsa, namazı bozulur.

Bunun gibi namazda iken verilen selamı ister yanılarak, is­ter bilerek cevaplarsa namazı bozulur. Çünkü selam vermek veya alıp cevaplamak, zikir türünden değildir. Ancak bu durumda veri­len selamı sözlü olarak değil de elinin işaretiyle veya başının hafif hareketiyle cevaplarsa ya da parmağıyla işaret ederek cevaplar­sa, sahih kavle göre namazı bozulmaz.[606]

b) Şafiilere göre: Namazda iken vei'ilen selamı sözlü olarak cevaplamak namazı bozar. Nitekim Ata, Nahai, İshak ve Ebu Sevr'de aynı görüş ve ictihaddadırlar.[607]

c) Tabiinden Said b. Müseyyeb, el-Hasan ve Katade'ye göre: Verilen selamı sözlü olarakta cevaplamakta bir sakınca yoktur.[608]

Bu anlatım tarzından anlaşılan şudur ki: .Verilen selamı par­mak işaretiyle alıp cevaplamakta bir sakınca söz konusu değildir.

d) Malikilere göre: Sahnunun îbn Kasım'a: "Namazda iken adamın bazı ihtiyacını ifade için işarette bulunmasını İmam Malik mekruh görüyor muydu?" sormasına karşılık şu cevabı ver­miştir: "Onun mekruh saydığını bilmiyorum. Ben şahsen bunda bir salanca görmüyorum, yeter ki yapılan işaret hafif olsun. Nite­kim imam Malik'in verilen selamın işaretle alınıp cevaplan­masında bir beis görmediği kesindir. Zira İmam şöyle de^i: "Farz veya nafile namazda olan kimse, kendisine se-lam verilince, onu ya el ya da baş işaretiyle cevaplasın."[609]

e) Hanbelilere göre: Namaz kılmakta olan kimseye selam vermekte bir sakınca yoktur. Ancak onun redd-i selam yapması halinde namazı bozulur. Yani namaz kılmakta olan kimse kendi­sine verilen selamı ne sözlü, ne de işaretle cevaphyamaz.[610]

İmam Ahmed bu konuda İbn Mes'ud (r.a.) hadisiyle istidlal etmiştir. Şöyle ki: İbn Mes'ud (r.a.): "Rasulüllah'a (s.a.v.) uğradım, namaz kılıyordu. Kendisine selam verdim, ama O se- lamımı cevaplamadı. Namazını kıldıktan sonra bana şöyle bu- yurdu: "Şüphesiz ki Cenab-ı Hak emrini dilediği şekilde ortaya kor ve şüphesiz ki Allah namazda konuşmamanız hakkında emrini ortaya koymuştur." Bu hu­susu belirttikten sonra se- lamıma karşılık verdi."[611]

Hadislerin açık delaletinden anlaşıldığı üzere, diğer üç mezhebin tesbit, istidlal ve ictihadları daha sıhhatlidir. Ebu Da­vud'un rivayet ettiği: "Namazda ne ğırar ne de teslim vardır" mealindeki hadise gelince: Verilen selamı işaretle alıp cevapla­maya değil, sözlü olarak cevaplamaya delalet etmektedir.

"Gırar": Namazda bir şey noksan kılmak anlamına geldiği gibi, imam Ahmed'in yorumuna göre, ne selam vermek ne de veri­len selamı alıp cevaplamak manasına gelmektedir.[612]

 

Çıkarılan Hükümler:                                   

 

1- Namaz kılan kimseye selam vermekte bir sakınca yoktur. Hanefîlere ve Hanbelilere göre, verilmemesi daha uygundur.

2- Namaz kılmakta olan kimse verilen selamı sözlü olarak cevaplarsa, ittifakla namazı bozulur.

3- Namazda iken verilen selamı parmak, ya da baş işaretiyle alıp cevaplamak müstehabdır. [613]

 

Namazda İken Sağa, Sola İltifat Etmek

 

Namaz, ibadetin özeti, kalp huzurunun aynası, edep ve ter­biyenin en zarif makamıdır. Cenâb-ı Hakk'm yüksek kudreti karşısında aczimizi, ihtiyacımızı, mutlak anlamda baş eğmemizi söz ve davranışımızla ortaya koyduğumuz bir dönemdir. O bakımdan bu çok mübarek ibadeti yerine getirirken kalp ve, kalıbımızı Hakk'a yönelterek tam huzur ve huşu üzere bulun­duğumuzu göstermemiz kadar tabii ne olabilir?

Ancak önemli bir konu zuhur ettiğinde göz ucuyla hafif sağa veya sola bakmakta pek sakınca görülmemiştir. Zira böyle hal­lerde belirtilen şekilde bakmamak daha çok kalbi meşgul edebilir.

Nitekim ashâb-ı kiramdan Enes (r.a.) diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bana şöyle buyurdu: "Namazda iltifattan sakın! Çünkü namazda iltifat helak ol­maya sebep olabilir. Ama herhalde bir tarafa iltifat etmek gerekiyorsa, bu da tetavvu1 (nafile) namazda olabilir, farz­da değil."[614]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz'e namazda iken iltifat­tan sordum. Buyurdu ki: "Şeytanın kuldan kapıp çaldığı bir davranıştır."[615]

Ebu Zer (r.a.) ise şöyle demiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendi­miz buyurdu ki:

"Kul namazda iltifatta bulunmadığı (sağa-sola bak­madığı) sürece, Allah (rahmet ve gufranıyla) ona yönelmiş olur. Kul yüzünü başka tarafa çevirince , Cenab-ı Hak, on­dan (rahmet ve gufran) yüzünü çevirir."[616]

Yukarıdaki 23 ve 24 nolu hadislerin sahih olduğunda ittifak edilmiştir. 25 nolu hadisin isnadında Ebu'l-Ahvas bulunu- yor. Bu zat hakkında farklı tesbitler olmuştur:

Ebu Zer'den rivayet eden Ebu'l-Ahvas'den ancak Zührî ri­vayet etmiştir. Bu da onun güvenilir olduğuna bir işarettir. Ancak hadis alimlerinin ileri gelenleri daha da net bir görüş ortaya koy­muşlar ve Ebu'l-Ahvas'm sıka, yani güvenilir olduğunu belirt­mişlerdir. Yahya b. Main ise, onu "sıka"dan saymamıştır. İbn Kat-tan'da "Onunla ilgili bir durum bilinmemektedir" demiştir.[617]

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal ve İctihadları:

 

a) Hanelilere göre: Mekruh olan iltifatın ölçü ve sınırı, yüzü kıbleden ayırıp başka tarafa çevirmektir. Ama göz ucuyla sağa veya sola bakmak mekruh değildir; yeter ki yüz kıbleden çevrilmiş olmasın. Nitekim sahih tesbit ve rivayete göre, Ra­sulüllah (s.a.v.) Efendimiz namaz kıldırırken bazan ashabının, Cenab-ı Hakk'ın huzurunda nasıl durup davrandıklarını tesbit için göz ucuyla, -yüzünü kıbleden ayırmaksızm- atf-ı nazarda bu­lunurdu.[618]

Ayrıca Hanefi'lere göre: Zorunlu bir hal olmadığı halde na­mazda göğsünü kıbleden çeviren kimsenin namazı bozulur. Zorun­lu bir hal karşısında göğsünü çevirmesi bir rükün eda edecek ka­dar süre devam ederse, namaz yine bozulur.

b)  Şafiîlere göre: Namazda göğsü kıbleye müteveccih bu­lundurmak şarttır, yüzü müteveccih bulundurmak şart değildir. Aynı zamanda savaş ve benzeri durumlarda, korkulu, tehlikeli za­manlarda kıbleden başka cihete yönelip namaz kılmakta bir sakınca yoktur.[619]

Namazda iken başkası tarafından göğsü kıbleden başka yana çevrilenin de namazı bozulur. Ancak unutarak veya bilmeye­rek göğsünü kıbleden başka yana çevirenin namazı bozulmaz.[620]

Bazı hallerde namazda iken göz ucuyla sağa veya sola bak­makla namaz bozulmaz. Ancak, namazda genel anlamda sağa, sola iltifat mekruhtur.[621]

c) Malikilere göre: Namazda iken ayaklar kıble cihetinden ayrılmadığı takdirde yüzün veya göğsün kıbleden ayrılmasıyla na­maz bozulmaz.[622] Böylece bu mezhebe göre de, namazda iken göz ucuyla sağa, sola iltifat mekruh değildir,

d) Hanbelîlere göre: Göz işaretiyle iltifat namazı bozmaya­cağı gibi, namaz kılan kimse bütünüyle kıbleden başka cihete yönelmedikçe de namazı .bozulmaz[623]

Böylece bu mezhebe göre, namazda göğsün veya yüzün kıbleden başka cihete çevrilmesi namazı bozmaz, ancak böyle yap­mak mekruhtur, göz ucuyla iltifat ise mekruh değildir. [624]

 

Farklı Rivayetler ve Hükümleri:               

 

Yukarıda 23, 24, 25 nolu hadislerin açık delâletinden, na­mazda iltifatın yani sağa-sola bakmanın mekruh olduğu anlaşılıyor. Buna rağmen müctehid imamların istidlal ve ictihad-ları farklı hüküm ortaya koymuştur. Zira bu konuda bize kadar gelen rivayetler sadece sözü edilen üç hadis değil, başka rivayetler de vardır. Şöyle ki:

Hakim'in Şeyhayn'in şartına uygun rivayet ettiği hadiste îbn Abbas (r.a.) diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz namazda baz an, boynunu çevirmeksizin göz ucuyla sağa iltifat eder­di."

el-Hazinıî bu ıûvayetin hasen olduğunu belirtmiştir. Şevkanî bunun garip olduğuna dikkat çekmiştir. Zira ravilerden Fazl b. Abdillah teferrüd etmiş; başkası da bunu İklime'den murselen ri­vayet etmiştir.

Buna rağmen ilim adamlarından bir kısmı bu vö bu anlam­daki rivayetlerle istidlal ederek namazda boynu döndürmeksizm göz ucuyla iltifatta bulunmakta bir sakınca olmadığını belirt­mişlerdir. Nitekim Atâ, İmam Malik, Ebu Hanife ve arkadaşları, Evzaî ve Küfe ilim adamlarının da ictihadları böyledir.

Bazı ilim adamları da sözü edilen "iltifatın" îbn Sirîn'e isnad edilen hadisle neshedildiğini söylemiştir. îbn Sirîn diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) namaza kalkıp durunca, sağa-sola nazar ederdi. "(Mü'minler gerçekten korktuklarından kurtulup umduklarına kavuşmuşlardır. Onlar ki, namazlarında saygı dolu bir korkuyla eğilirler." mealindeki Mü'minun süresi 1. ve 2. ayetler inince Rasulüllah (s.a.v.) artık hep önüne (secde mahalline) bakmaya başladı." [625]

Bu hadis murselse de birtakım şahidleri vardır.

Aynı görüşte olanlar bir de Ebu Hureyre'nin (r.a.) şu hadi-siyle de istidlal etmişlerdir: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz na­maz kılarken gözünü göğe doğru çevirirdi. Mü'minun sure­si 1. ve 2. ayet inince artık çevirmeyip Önüne baktı."

Müctehid imamların dayanak seçip istidlal ettikleri bir diğer hadis de Sehl b. Hanzele'nin (r.a.) rivayet ettiğidir. Şöyle ki: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz namaz kılarken tasvip edildi (yani sabah ezanında es-salatü hayrım mine'n-nevm denil­di).- Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) şi'be doğru iltifat etti (göz ucuyla baktı)."[626].

Zira Rasulüllah (fe.a.v.) o gece bir süvariyi şi'be, yani iki dağ arasındaki geçide göndermişti. Namazda onun oradan ayrılıp ayrılmadığına nazarda bulundu*

Ebu Davud'un tahric ettiği bu hadisi aynı zamanda Ha­kim, Şeyhayn'in şartı üzere tahric etmiştir. [627]

 

Çıkarlan Hükümler:

 

1- Namazda yüzü kıbleden çevirmek mekruhtur.

2- Göğsü çevirmek namazı bozar. Ancak İmam Şafii'ye göre, zorunlu bir sebepten dolayı çevirir de bir rükün miktarı devam et­mezse, namaz bozulmaz.

3- Namazda bir hacetten dolayı göz ucuyla sağa-sola iltifat etmekte bir sakınca yoktur. Keyfi olarak yapılmasında kerahet söz konusudur.

4- Savaş ve korkulu anlarda göğsü çevirmeksizin yüzü çevirmeye cevaz verilmiştir. Ancak bu hususla ilgili birtakım fa­rklı ictihadlar da söz konusudur. [628]

 

Camide ve Namaz Kılarken Parmak Çıtlatmak ve Parmakları Birbirine Kenetlemek

 

Müslümanın her yerde, özellikle cami ve mescidlerde edep, terbiye, nezaket ve saygı kurallarına riayet etmesi sünnettir. Zira müslüman kişi iman nuruyla aydınlandığı ve böylesine paha biçilmez manevi bir cevheri kalbinde taşıdığı için vakarlıdır, ağır başlıdır, fakat mütevazidir ve halim, selimdir.

Camiler Hakk'a ibadet edilen, dini ilimlere sahne olan kut­sal yerlerdir. Oralarda laubali davranışlarda bulunmak mekruh­tur. Hele bir de namaz kılmaya duran kimsenin çok daha ciddi ve saygılı bulunması gerekir.

Camide ve namaz kılarken parmak çıtlatmak da lâubaliliğe delalet eden davranışlardan biri sayılmıştır. Parmakları birbirine kenetlemek de böyle..

Ebu Said.(r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz mescidde bulun­duğu sırada parmaklarını birbirine kenetlemesin. Zira böyle yapmak şeytandandır. Hem sizden biriniz camide bu­lunduğu sürece namazda sayılır da bu hal oradan çıkıncaya kadar devam eder."[629]

Kâ'b b. Ucre (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.y.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu işittim: "Sizden biriniz abdest alıp namaz kılmak üzere (evinden, iş yerinden) çıkarsa , artık parmaklarını birbi­rine geçirip kenetlemesin. Çünkü o bu durumda hep na­mazda sayılır."[630]

Yine Kâ'b b. Ucre (r.a.) den yapılan rivayete göre, "Rasulüllah (s.a.v .) Efendimiz namazda parmaklarını ke­netleyen bir adama gözü ilişti, hemen kalkıp onun par­maklarını birbirinden ayırdı."[631]

Hz. Ali (r.a.) dan yakılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz  şöyle buyurmuştur: "Namazda iken parmaklarını çıtlatmar[632][633]

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal ve İctihadları:

 

a) Hanefilere göre: Namazda parmakları birbirine kenetle­mek veya parmak çıtlatmak mekruhtur, sünnete aykırıdır. Çünkü böyle yapmakta saygı ifade eden huşu1 terkedilmiş olur. Aynı za­manda parmakları kenetlemekle, sağ eli sol el üzerine koymak, teşehhüdde ise dizler üzerine koymakla ilgili sünnet terkedilmiş olur.[634]

b) Diğer üç mezhebe göre de: hem teşbîk (kenetlemek), hem de tefkı' (parmak çıtlatmak) mekruhtur.[635] [636]

 

Hadislerin ve Rivayetlerin Tahlili:

 

Mecmau'z-zevaid'de 34 nolu hadisin hasen olduğu belirtil-miştir. Bu ve diğer hadisleri dikkate alan İmam Nevevî, hem ca­mide, hem de namazda parmakları kenetlemenin ve çıtlatmanın mekruh olduğunu belirtmiş ve bunun kesin bir hüküm olduğuna dikkat çekmiştir.[637]

İmam Nahaî 'de aynı görüş ve ictihaddadır.

el-Irakî'nin ise, İbn Ömer ve Ibn Salim'in namazda iken par­maklarını kenetlediklerini, Tirmizi'nin şerhinde nakletmesi, delil olarak alınmamıştır. Rivayete göre, Hasan el-Basri'nin de mes-cidde parmaklarını kenetlediği nakledilmiştir. Ulema bu rivayeti de delil seçmemiştir.

Nitekim îmanı Ahmed'in ve Taberanî'nin, Enes b. Muaz'ın merfu1 olan hadisini delil gösterip, adı geçenin şöyle dediğini ri­vayet etmişlerdir: "Şüphesiz ki namazda gülmek, iltifat et­mek, parmak çıtlatmak gibi hareketlerin hepsi aynı çizgidedir."

Ancak bu rivayetin isnadında îbn Lehi'a bulunuyor ki, bu zatın rivayetinin bir kısmına pek itibar edilmemiştir.

35 nolu hadisin isnadında Tirmizi'ye göre meçhul bir adam vardır. Ancak Ebu Davud bu adamın künyesini tesbit etmiş ve ha­disi şöyle rivayet etmiştir: "Bana Ebu Sümame el-Hayyat"haber verdi, o da Kâ'b'den rivayet etti.."

îbn Hibban ise Ebu Sümame'yi sıkat (güvenilir raviler) arasında zikretmiştir.[638]

36  nolu hadisin isnadında Alkame b. Amr bulunuyor. Bu zatın zayıf hadis rivayet ettiği söylenir. Buna benzer 37 nolu ha­disin isnadında el-Haris el-A'ver bulunuyor. Ancak bu konudaki hadislerin tamamı biraraya gelince kuvvet kazanıyor ve gerek ca­mide, gerekse camiye giderken ve bilhassa namazda parmakları kenetlemenin ve çıtlatmanın mekruh olduğu kesinlik kazanıyor. [639]

 

Çıkarlan Hükümler:

 

1-Müslümanm gerek toplum arasında, gerekse cadde ve so­kaklarda yürürken parmak çıtlatması veya parmaklarını birbirine kenetlemesi tenzihen mekruhtur.

2- Camide ve namaz kılarken sözü edilen iki harekette bu­lunmak mekruhtur.

3- Zarurî hallerde bu kerahet kalkar. [640]

 

Namazda İken Yılan ve Akrep Öldürmek Namazı Bozar mı?

 

İslam, insan hayatına ve sağlığına yeterince önem vermiş ve "hakk-ı hayat muhteremdir" diyerek onu layık olduğu dereceye yükseltmiştir. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin koruyucu hekimli­kle ilgili yüzün üstündeki hadisleri, İslam'ın insan sağlığına ver­diği değerin çizgisini belirlemektedir.

O bakımdan müminin namazda bile olsa, ortaya çıkan yılan, akrep ye benzeri zehirli ve tehlikeli haşereyi öldürmesine ruhsat verilmiştir.

Nitekim Ebu Hureyre (r.a.) den yapılan rivayette diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, namazda iken iki siyahın (yılan ve akrebin) öldürülmesini emretti."[641]

Böylece namaz içinde istisnai olarak namaz dışı harekette bulunmaya cevaz verildiği anlaşılıyor. Bunu kuvvetlendirir ma­hiyette, Hz. Aişe (r.a.) validemiz şöyle diyor:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, kapı içeriden kilitli olduğu sırada evde namaz kılıyordu. Ben kapıya geldim (ve tıkıldattım). Rasulüllah (s.a.v.) yürüyerek geldi, kapıyı açtıktan sonra yerine döndü."[642]

Hz. Aişe bu olayı anlatırken, evin kapısının kıble cihetinde olduğunu belirtmiştir. Bundan anlaşılan odur ki, nafile namazda bir ihtiyaca mebni kıble cihetine yürüyüp geri dönmek namazı bozmaz. Yılan ve akrep konusunda Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, diğer bir hadislerinde buna yakın bir anlatımla şöyle buyur­muştur:

"Namazda bile olsanız, iki siyahı (yılan ve akrebi) öldürünüz."[643]

Bu hadisler, kişinin nafile namazda iken ortaya çıkan akrep ve yılanı öldürmesinin vücubuna delalet etmekteyse de, buradaki emrin, ilim adamlarının çoğuna göre "nedb" ifade ettiği belirlen­miştir. Aynı zamanda bu Öldürme olayında meydana gelen hare­ketlerle namazın bozulmayacağı istidlal edilmiştir.    .

îlim adamlarının bir kısmı ise, bu hadisi veya hadisleri, "Namazı olduğu yerde kesin ve öylece öldürün" şeklinde yo­rumlamışlardır.

Ancak hemen belirtelim ki, böyle bir hareket hususiyet taşıdığından "amel-i kesîr" ile kıyas edilmez. O bakımdan böylesine özellik arzeden bir hareketin namazı bozmayacağı hakkındaki ictihad ve yorum ağırlık kazanmıştır. [644]

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal ve İctihadları:

 

a) Hanefilere göre: Hadiste geçen emir, ruhsat ve ibahe manasınadır. Çünkü bu iki zehirli hayvanı öldürmek, namaz hari­ci bir özellik taşımaktadır, yani namaza dahil amellerden değildir. O bakımdan sözü edilen hayvan öldürülürken fazla hare­ket ortaya çıkarsa, namaz bozulur.[645]

Mecmeul-Enhür sahibi de, "sözü edilen iki hayvanı öldürmek mekruh değildir" derken bunu namaz ile takyid et­mekte, yani kişinin namaz kılarken bu hayvanları öldürmesi mek­ruh sayılmaz demek istemektedir.[646]

b)  Şafiî'lere göre: Namazda iken ortaya çıkan yılan veya akrebi öldürmekte bir sakınca yoktur. el-Hasan, îshak ve rey ta­raftarları da aynı görüş v e ictihaddadırlar.[647]

c) Hanbelilere göre: Namazda iken sözü edilen zehirli hay­vanları öldürmekte bir beis (sakınca) yoktur.

d) İmam Nahai'ye göre: Namazda iken yılan ve akrebi öldürmek mekruhtur. Ancak namazı bırakıp Öylece öldürürse, o takdirde o namaza yeniden başlaması gerekir.[648]

 

Hadislerin Tahlili ve Diğer Rivayetler:

 

Yukarıda geçen 41 nolu Ebu Hureyre (r.a.) nin rivayet ettiği hadisi, İmam Tirmizi hasenlemiş, yani "hasen"dir diye tesbitte bulunmuştur. Aynı zamanda İbn Hibban aynı hadisi kendi sahi­hinde nakletmiş ve Hakim bunu sahihlemiştir.

Bu konuda Hakim, ibn Abbas'dan bir rivayet yapmışsa da, isnadının zayıf olduğu anlaşılmış ve ibn Mace de buna benzer bir rivayete yer vermişse de isnadında Mendel bulunuyor ki, Zehebi bu zat üzerinde durmuş ve Ahmed b. Hanbel'in onun için "zayıftır" dediğini nakletmiştir.[649]

Şevkani ve el-Iraki'ye göre, cumhur-i ulema, namazda iken yılan ve akrebi öldürmenin mekruh olmadığını ortaya koymuştur. Ancak en-Nahai ile Katade, cumhura muhalif olarak şöyle demişlerdir: "Namazda iken yılan veya akreb sana saldırmadıkça onu öldürme!"[650].

Yapılan sahih rivayete göre hem Hz. Ömer (r.a.), hem de Hz. Ali (r.a.) namazda iken yılan veya akrep Öldürmüşler veya öldürmeye azmetmişlerdir.

42 nolu Hz. Aişe (r.a.) hadisini İmam Tirmizi hasenlemiş ve Nesai ise şu cümleyi de fazla olarak nakletmiştir: "Nafile namaz kılarken.."

Bu sahih rivayetlerden anlıyoruz ki, nafile namaz kılarken, kapı kıble tarafında olursa, fazla bir hareket göstermeden adım atıp kapıyı açmak mekruh değildir. [651]

 

Namazda İken Kalbe Gelen Vesvese Namazı Bozmaz

 

İnsan, zıd duyguların sürtüşüp tartıştığı bir ortamı içinde taşımaktadır. Namaza durup Hakk'a yöneldiğinde ruhu yüce ve kutsal aleme doğru kanat açarken, nefsi İblis'iıı sık sık gönderdiği sinyallerin tesiri altında kalıp aşağı aleme kapı açar da birtakım vesvese ve temayüller baş gösterir.

Bu durumda namazın fazileti mi düşer, yoksa olduğu gibi bozulur mu?

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, bu konuda her türlü şüpheyi giderecek anlamda ümmetini şöyle aydınlatmıştır:

"(Ezan okunup) namaza davet başladığında şeytan ar­kasını dönüp uzaklaşır da bu arada ezanı duymamak için birtakım uygunsuz sesler çıkarır. Ezan okunup bitince, o dönüp gelir. İkamet edilmeye başlayınca, o yine arkasını dönüp uzaklaşır; ikamet tamamlanınca dönüp gelir de kişiyle nefsi (kalbi) arasına birtakım vesveseler sokar: "Şunu hatırla, bunu hatırla" diye diye kişiyi (tesir altına alır ve o da ) olmadık şeyleri aklına getirmeye başlar. Öyle ki bu arada kaç rek'at namaz kıldığını şaşırır.

O bakımdan sizden biriniz namaz kılarken üç rek'at mı, yoksa dört mü kıldığını bilmediği zaman (teşehhüd ha-

linde) oturur bir vaziyette iki secde yapar (yanılma secde­si).[652].

Dört mezhebe göre de, namazda iken kalbe gelen vesvese ve benzeri kalbi amellerden dolayı namaz bozulmaz, Çünkü insanın yaratılışında hakim olan vasıf ve özelliği gereği, bu gibi şüphe ve vesveselerden kurtulması pek mümkün değildir. Her kişi derece ve makamına, takva ve teslimiyetine göre, birtakım vesvese ve şüphelerin tesiri altında kalır. Önemli olan, namaz boyunca kalbi bu tür şeylere kaptırmamak, gelen şüphe ve vesveseyi atıp oku­duğu ayet ve surenin manasını düşünerek idrak içinde ibade­tini tamamlamaktır.

Bunun için Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ümmetine yol göstererek şöyle buyurmuştur: "Seni şüpheye düşüren şeyi bırak, şüpheye düşürmeyen şeye yönel!"[653]

. Rasulüllahm (s.a.v.) bu emir ve tavsiyesi genellik arzet-mekte, hem namazı, hem de namaz dışı birçok konuları kap­samına almaktadır.

50 nolu hadiste "durat" lafzı kullanılmıştır. Kadı Iyaz'a göre, bu zahiri manasına hamledilebilir. Çünkü şeytan da kendine has bir cisimdir ve onun yellenmesi de doğru olabilir. Çoğuna göre, bu onun ezan ve kametten şiddetli nefretine delalet eder an­lamda bir anlatım tarzıdır. Nitekim Müslim'in rivayetinde "husas" lafzı nakledilmiştir ki bu, şiddetli düşmanlık manasına gelir. [654]

 

Felaket ve Musibet Günlerinde Farz Namazlarda Kunut Okumak

 

Şüphesiz müminin Cenab-ı Hakk'a en çok yakınlık sağladığı zaman, farz namazları huşu ile eda ettiği anlardır. Fela­ket ve musibetler kapıyı çaldığında, vakit namazlarım eda ederk­en kunutta bulunmak, ilahi inayet ve rahmetin tecellisine vesile olur. Çünkü "kunut", Allah'a ümit bağlayıp dua etmek ve bu vesi­leyle namazda kıyamı uzatmaktır. [655]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Malik el-Eşcai diyor ki: Babama sordum: "Babacığım. Şüphesiz sen hem Rasulüllah'm <s,a.v.), hem de Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'nin (Allah hepsinden razı olsun) ar­kasında namaz kıldın. İşte şurada Küfe ve beş yıla yakın bir süre geçmiş bulunuyor. Onlar namazda kunut duası yaptılar mı?"

Babası ona şöyle haber veriyor:

"Oğulcağızım! Bu, sonradan uydurulup ortaya çıkarılmıştır."

Bir diğer rivayette, aynı hadiste soru şu şekilde yer almıştır: "Onlar sabah namazında kunut okurlar mıydı?"

Nesai'nin tesbit ve rivayetinde ise şu lafızlarla nakledil­miştir:

"Ogulcağızım! Rasulüllah'ın (s.a.v.) arkasında namaz kıldım, O kunut yapmadı; Ebu Bekir'in arkasında namaz kıldım o da kunut yapmadı; Ömer'in arkasında namaz kıldım o da kunut yapmadı, Osman'ın arkasında namaz kıldım, o da kunut yapmadı; Ali'nin arkasında namaz kıldım, o da kunut yapmadı." Sonra da oğluna şöyle dedi:

"Ogulcağızım! bu bid'adır."[656]

Enes (r.a.) den yapılan rivayette adı geçen şöyle diyor:

"Doğrusu Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bir ay süreyle kunut duası yaptı ve sonra bıraktı."

Diğer bir lafızla şöyle demiştir: "Bir ay kunut duası yapıp Arap kabilelerinden bazıları aleyhine dua etti, sonra bıraktı."

Başka bir lafızla da şöyle dediği rivayet edilmiştir: TCurra'dan bazı kişiler öldürülünce bir ay süreyle kunut yaptı. Ben hiçbir zaman Rasulüllah'm o derece üzüldüğünü görmedim."[657]

Yine Enes (r.a.) den yapılan ?ivayette, adı geçenin şöyle dediği tesbit edilmiştir:" Kunut (önceleri) akşam ve sabah (namazında) yapılırdı."[658].

Kunut duası hakkında Kütüb-i Sitte'de, aynı zamanda Müsned-i Ahmed ile Daremi ve Taberani'de yirmiye yakın, fakat birbirinden farklı rivayetlere rastlamak mümkündür. Şüphesiz bütün bu rivayetleri biraraya getirip söyleniş sebepleriyle, cere­yan tarzını ve mukaddem ile muahhar olanını, hükmü kaldırılanla kaldırılmayanı tesbit ve ayırt etmeden hüküm çıkarmak mümkün değildir. Müctehid imamlar bu rivayetleri be­lirtilen doğrultuda inceleyip ona göre istidlal ve istinbatta bulun­muşlardır.

Biz burada önce yapılan rivayetlerin başlıklarını birer özet şeklinde sıraladıktan sonra müctehid imamların istidlal ve içti-hadlarını yansıtmaya çalışacağız:

1- Rasulüllah (s.a.v.) sadece bir ay süreyle kunut duası o-kuduktan sonra onu terketmiştir.

2- Bir  ay  süreyle  yatsı  namazında  okuduktan   sonra bırakmıştır.

3-Yalnız sabah namazında okumuştur.

4- Bir ay süreyle ikindi ve akşam, sonra da yatsı namaz­larında okumuştur.

5- Bir ay süreyle sabah namazında rukü'dan kalkınca oku­muştur.

6- Peygamber (s.a.v.) birinin aleyhine dua etmek istediği za­man, namazda rukü'dan kalkınca kunut duası okurdu.

7- Yatsı namazının son rekatından kalkınca kunut okurdu.

8- Sabah ve akşam namazlarında kunut okurdu.

9- Vitir namazında kunut okurdu.

10- Peygamberle birlikte (s.a.v.) namaz kıldım, kunut oku­duğunu görmedim.

11-  Ubey b. Ka'b (r.a.) ramazanın son yarısında (vitir na­mazında) kunut okurdu.

12-  Abdullah b. Ömer (r.a.)   hiçbir  namazda    kunut   oku­mazdı.

13- Ebu Hüreyre (r.a.) öğle namazında kunut okurdu.

14-  Sabah namazında rukü'dan evvel ve sonra kunut okur­du,

15- Sabah namazında ikinci rek'atin rüku'undan kalkıldığı zaman kunut okunur. [659]

 

Rivayet Ettiğimiz Hadislerin ve Bu Rivayetlerin Işığı Altında Müctehid İmamların İstinbat, İstidlal ve

İctihadları:

 

a) Hanelilere göre: İmam Ebu Hanife, kunutun vacib, Ebu Yusuf ile Muhammed sünnet olduğuna kaildirler. Kunut duası bütün sene sadece vitir namazının üçüncü rek'atinde   rüku'dan önce yapılır.[660]

b) Şafiilere  göre: Sabah namazının ikinci rek'atinde rukü'dan kalkılıp doğrulduğunda kunut okumak sünnettir. Bu dua yapılırken ellerin içi göğe doğru kaldırılır ve sonunda yüze sürülmez. îmam bu duayı cehren (aşikar) okur, cemaat ise "amin" der. Ayrıca felaket ve musibet günlerinde de kunut okumak meşrudur."[661].

c) Hanbelilere göre: Kunut duası, senenin tamamında vitir namazında sadece bir rek'atinde sünnettir. Aynı zamanda bu, İbn Mes'ud'un (r.a.), İbrahim'in, İshak'm ve rey tarafdarlarınm görüş ve içtihadıdır. Hasan'dan da bu anlamda bir rivayet yapılmıştır.

İmam Ahmed'den yukarıdaki beyanın hilafına bir rivayet daha yapılmıştır ki, onda, kunut duasının sadece ramazan ayının son yarısında sünnet olduğu belirtilmiştir. Nitekim bu, Hz. Ali (r.a.) ile Ubey b. Ka'b (r.a.) den rivayet edilmiştir. îmam Malik ile İmam Şafii de aynı doğrultuda ictihad etmişlerdir.[662].

Kunut duasıyla ilgili rivayetler arasında en güzeli, Hasan b. Ali'nin (r.a.) rivayetidir. Adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bana birtakım (dua an­lamında) sözler öğretti ki, onları vitir namazında okuyor­um"[663]

d) Malikilere göre: îmam Malik, "sabah namazında rukü'dan önce de, sonra da kunut duası okunabilir" demiştir. Ku­nut duasını unutup okumayan kimseye yanılma secdesi gerekmez. Aynı zamanda kunut için belirlenmiş bir dua da yoktur. Onun için vakitlerden biri de belirlenemez* Dünya ve ahiret hacetlerinden dolayı namazlarda kunut okunabilir. Bunun gibi, namaz kılan kimse bu kabil ihtiyaçlarını ayakta, teşehhüdde ve secdede dile getirebilir.

Kunut duası aşikar değil, gizli okunur.

Süfyan b. Habib'in Ebu Sabit'ten, onun da Abdurrahman b. Süveyd el-Kahili'den yaptığı rivayete göre, Hz. Ali (r/a.) sabah na­mazında kunut olarak şu duayı yapmıştır:[664]

Yahya'nın Malik'den, onun da Nafı'dan yaptığı rivayete göre, Nafı' şöyle demiştir: "Doğrusu Abdullah b. Ömer (r.a.) hiçbir namazda kunut duası yapmazdı,"[665]

îmam Malik daha çok bu rivayeti delil ve dayanak seçmiştir. [666]

 

Bu Konuda Diğer Hadisler ve Rivayetler:

 

Taberani'nin,  "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz  hiçbir namazında kunut duası yapmamıştır" mealindeki rivayetinin is­nadında Bişr b. Harb ed-Dari bulunuyor ki, bu zat zayıftır. îmam Ahmed onun kavi olmadığım söylemiştir.[667]

îbn Mace'nin Ümmii Seleme (r.a.) den yaptığı rivayette: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz sabah namazında kunut duası edilmesini men'etti" denilmektedir. Aynı hadisi Darekut-ni de rivayet etmişse de isnadında zaiflik söz konusudur.

el-Iraki'nin: "Ebu Bekir, Ömer, Ali ve îbn Abbas 'm (Allah hepsinden razı olsun) kunut duası yaptıkları sahihtir"dediği tesbit edilmiştir. Böylece bir konu, bir mesele hakkında sahihlik düzeyinde isbat ile nefîy tearuz ederse, isba't nefyin önüne alınıp onunla ameî edilir. Bu kurala göre, kunut duası meşrudur ve be­lirlenen namazda okunması sünnet veya müstehabdır.

el-Hazimi'nin yaptığı araştırma ve tesbite göre: Kunut duasının meşru olduğu hakkında 19 kadar sahabeden, 12 kadar tabiinden ve birçok müctehid imamdan rivayet vardır. Bütün bun­lar "meşru"dur diyenlerin görüş ve içtihadına ağırlık ka­zandırmaktadır.

Yine yapılan ciddi araştırma ve tesbitlere göre: Kunut duası rüku'dan sonra yapılmalıdır. Zira böyle söyleyenlerin rivayeti daha çok ve daha sahihtir. Muhaddis Beyhaki'de aynı görüştedir. Nitekim Hasan el-Basri (r.a.) şöyle demiştir; "Bedir Savaşına katılan 28 sahabenin arkasında namaz kıldım, hepsi de sa­bah namazında rüku'dan sonra kunut duası okurdu."

Ne var ki, Hafız ibn Hacer, bu rivayetin isnadında zayıf bir ravinin bulunduğunu belirtmiştir[668].

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, sabah namazının ikinci rek'atinin rüku'undan başını kaldırıp SEMİ'ALLAKU LİMEN HAMİDEHU, RABBENA LEKE'L-HAMD dedikten sonra şöyle dua ederdi: "Allah'ım, falana, falana ve falana lanet eyle (onları rahmet ve inayetinden uzaklaştır)"

Bir süre sonra şu ayet indi: "Senin elinde emirden bir şey yoktur; Allah ya onların tevbesini kabul eder, ya da onlara azab eder. Çünkü onlar zalimlerdir."[669].

Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) o müşrik ve münafıklar aleyhine duadan vazgeçmiştir.[670].

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Her gün sabah namazında ikinci rek'atin rüku'undan kalkıldığında elleri kaldırıp belirlenen kunut duasını okumak sünnettir. (Bu, Şafülere göredir)

2- Her gün vitir namazının son rek'atinde Fatiha ve zamm-ı sureden sonra rüku'a varmadan ve elleri kaldırmadan kunut duası okumak sünnettir veya vacibdir. (Bu, daha çok Hanefîlere göredir.)                                                                       

3- Musibet ve felaket çöktüğü günlerde farz namazların son rek'atinde rüku'dan sonra kunut duası yapmak meşrudur. [671]

 

Namaz Kılan Kimsenin Önünde Sütre Bulundurması

 

Namaz, kul ile Rabbı arasında işleyen bir yoldur. O, Rabbına yakınlık sağlamaya yönelirken kendini bilmezin birinin gelip bu yol üzerinde durması, yani secde mahallinden geçmesi büyük saygısızlık kabul edilir.

O bakımdan hem namaz kılanın huzurunun bozulmaması, hem de önünden geçen kimsenin günahkar olmaması için namaz kılan nıü'minin kapalı yerde ise, kıble cihetindeki duvara veya do­lap ve benzeri bir cisme iyice yanaşması, yani eğilip rahat secde edebilecek kadar bir .mesafe ayarlaması sünnettir. Açık ve büyükçe kapalı yerde buna imkan bulamadığı takdirde, en az 60-70 cm. uzunluğunda ve bir parmak kalınlığında bir cismi dikey ol­arak önüne tesbit etmesi uygun olur. [672]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ehu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (sm.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz namaz kılacağı zaman bir sütreye doğru namaz kılsın ve ona yaklaşsın."[673].

Hz. Aişe (r.a.) validemizden yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir; "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den Tebuk Sefe-ri'ııde namaz kılan kimsenin sütresi hakkında soruldu. Buyurdu ki: "Deve üzerinde semerin gerisinde süvarinin sırtını dayadığı dikey ağaç gibi.."[674]

Bu da bir zira'ın üçte ikisi uzunluğunda idi. O bakımdan sütrenin en kısası bu kadar olanıdır, en uzununa ise bir sınır koy­maya gerek yoktur.

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bayram günü namazga­ha çıktığı zaman, emrederdi de mızrağı önüne dikilirdi ve O da o mızrağa yönelmiş halde namaza durur, mü'minler de Onun arkasında yerlerini alıp dururlardı. Ve Rasulüllah (s.a.v.) bunu çıktığı seferlerinde ihmal etmez, yapardı."[675].

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz namaz kılmaya başlayacağı zaman, önüne bir şey koysun. Bir şey bulamıyacak olursa, elindeki değneği diksin. Yanında değneği de yoksa, bir çizgi çeksin. Artık bu durumda önünden geçen kimse ona bir zarar vermez."[676]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal ve Îctihadları:

 

a) Hanerilere göre: Sütre namaz kılan kimsenin gelip geçenlere engel olmak ve uyarıda bulunmak üzere ön kısmına dik­tiği herhangi bir cisim veya yaklaştığı duvar, dolap ve benzeri şeylerdir. Namaz için böyle yapmak müstehabdır. Sütre en az bir zira' (yaklaşık 60-70 cm.) uzunluğunda olmalıdır. Bundan kısası hakkında farklı görüş ve ictihadlar varsa da daha uzunu hakkında farklı görüş yoktur.

Kuhustanî'ye göre: Sözü edilen sütre, arkası dönük olup ay­akta veya oturmuş bir insan olabileceği gibi, bir hayvan da olabi­lir.[677]

Bunun aksine, yüzü namaz kılana yönelik olan adam, mah­remi olmayan kadın, uykuda olan kimse, deli ve kafirin sütre edi­nilmesi caiz değildir.

Aynı zamanda sütre denilen ve dikey olarak öne dikilen cis­min en az bir parmak kalınlığında olmasına dikkat edilmelidir.[678]

b) Şafîilere göre: Namaz kılan kimsenin, duvara, dikey direğe, sütuna veya dikey konulan değneğe yönelip namaz kılması sünnettir.  Bunlar yoksa yere  seccade  sermesi,  o  da yoksa, geçenlere engel olmak için önüne bir çizgi çekmesi sünnettir.

Sahih kavle göre, namaz kılanın önünden geçmek haramdır.[679]

c) Hanbelilere göre: Kıble cihetine sütre koyup veya duvar ve benzeri şeyi sütre edinip Öylece namaz kılmak müstehabdır. Nitekim kapalı yerlerde kıble cihetindeki duvara yaklaşıp onu sütre edinmek daha uygun olur. Bunun gibi, sütun, direk ve ben­zeri şeyleri de sütre edinmekte fayda vardır. Açık yerlerde ise, mızrak, değnek ve benzeri şeyleri namaz kılınan yerde kıble cihe­tine dikey olarak yerleştirip öylece namaz kılmak suretiyle istih-bab yerine gelmiş olur. Bu konuda farklı görüş izhar eden ol­mamıştır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) seferi durumlarda ve bir de açık havada namaz kılarken ya önüne mızrak dikmiş, ya da çökmüş vaziyette olan deveyi sütre edinmiştir.

Sütre edinilen cismin uzunluğunun bir zira1 (yaklaşık 60-70 cm.) olması ve bir parmak kalınlığında bulunması da müstehabdır.[680].

d) Malikilere göre: Sütrenin en az zira'ın üçte iki uzun­luğunda olması müstehabsa da İmam Malik diyor ki: "onun bir zira' (60-70 cm.) olması veya bir mızrak uzunluğunda bulunması bence daha uygun olur." Açık havada deve veya benzeri bir hay­vanı da sütre etmekte bir sakınca yoktur. Zira Nafi'den, onun da îbn Ömer'den yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz çöküp durmakta olan devesini kıble cihetine alıp onu sütre edine­rek namaz kılmıştır.

Bununla beraber namaz kılanın önünden geçen hiçbir şeyden dolayı namaz bozulmuş olmaz.[681].

 

Hadislerin Tahlili ve Diğer Rivayetler:

 

19 nolu Ebu Said hadisinin isnadında Muhammed b. Acîan bulunuyor. Buharı bu zatın biyografisini verirken onu zayıf raviler arasında zikretmiştir. Yahya el-Kattan ise, "onun Nafi'den rivayet ettiği hadiste ıztırap vardır" demiştir.

Ahmed b. Hanbel, îbn Maîn, îbn üyeyne ve Ebu Hatim, İbn Aclan'ın Muhammed b. Ömer'den daha sıka olduğunu belirt­mişlerdir. Bunda hiç kimse şüphe etmemiştir[682].

Hadisin geriye kalan ricalinin hepsi sahih kimselerdir[683]. Bu sebeple mezhep imamları Ebu Said hadisiyle istidlalde bulun­makta bir sakınca görmemişlerdir.

20 nolu Hz. Aişe (r.a.) hadisi sahih kabul edilmiş ve sütre edinmenin meşruiyetine delaletinde dayanak olarak seçilmiştir.

Nitekim 21 nolu İbn Ömer hadisi, bu konuya daha da açıklık kazandırmakta ve açık havada namaz kılan kimsenin sütre koy­ması, yani kıble cihetine bir şey dikip öyle namaza durması müstehab sayılmış ve bunun meşruiyetinde farklı görüş izhar eden olmamıştır.

22 nolu Ebu Hüreyre (r.a.) hadisini aynı zamanda îbn Hib-ban da tahric etmiş ve Beyhaki onu sahihi emiştir. Ancak Süfyan b. Uyeyne bu hadisin zayıf olduğunu belirtmiş, İbn Salah ise onu muzdarip hadise misal göstermiştir. Büluğu'l-Meram sahibi bu hadisin muzdarip olduğunu iddia edenlerin isabet kaydetmedikle­rini belirterek sıhhatma kail olmuştur. Nitekim bu rivayeti kuv­vetlendiren hayli sahih hadisler mevcuttur. [684]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kapalı yerde namaz kılarken kıble cihetindeki duvar veya dolap ve benzeri bir şeyi sütre edinmek ve ona yaklaşmak sure­tiyle namazı eda etmek müstehabdır.

2-Gerek açık, gerek kapalı yerlerde arkası dönük bir kim­seyi veya yerinde duran bir hayvanı sütre edinmek meşru'dur,

3- Açık yerlerde bir zira1 uzunluğunda cisim dikip öylece na­maza durmak müstehabdır.

4- Dikilecek cisim bulunmadığı zaman belirgin bir çizgi çizmek de müstehab sayılmıştır.

5- Namaz kılan kimsenin secde mahallinden veya ellerinin ya da dizlerinin geleceği yerden geçmek namazı bozmaz. Ne var ki, geçen kimse günahkar olur.

6- Mahremi olmayan kadını ve bir de kafiri deliyi ve uyu­makta olan kimseyi sütre edinmek caiz değildir. [685]

 

Sünnet ve Nafile Namazlar

 

îslanı, insanın günlük hayatını ilahi nizam düzeyinde değerlendirirken bedenle ruh, dünya ile ahiret arasında köprü kurar ve denge sağlamayı emreder. Böylece iki hayata birden sarılmanın gereğini belirtirken, her iki hayatta mutlu ve bahtiyar; huzurlu ve güvenli olmanın gerçek kıstas ve ölçüsünü ortaya ko­yar.

Farz namaz, aklı başında ergen olan her müslümanm bizzat yapması lüzumlu ibadettir. O bakımdan bu ibadet hiçbir zaman vekil tutmak suretiyle eda edilemez. Zira her müslümanm namazı vakitlerinde kemal-i edep ve huzur ile kılmasının sayılmayacak kadar ecirleri söz konusudur. Farz namazlarda bilerek veya bil­meyerek birtakım kusurlar meydana gelirse, sünnet namazlarla bu gedikler kapatılmış olur. O bakımdan vakti ve sıhhati müsait olan mü'minlerin farz namazlarla birlikte sünnet namazları kılmaları tavsiye edilmiş ve bununla Rasulüliah'a (s.a.v.) daha çok yaklaşma imkanının doğacağına dikkat çekilmiştir.

Böylece islam, zamanı ve sıhhati müsait olanlara bir yandan sünnet namazları, bir yandan da nafile namazları tavsiyede bulu­nur ve bununla insanın bir günlük hayatını en güzel ve en dengeli şekilde değerlendirme yolunu gösterir. [686]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Abdullah b. Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:

"Rasulüllah   (s.a.v.)   Efendimiz'den  şunu   öğrenip

hıfzettim: Öğle farzından önce iki rek'at, öğle farzından sonra iki rek'at, akşam farzından sonra iki rek'at, yatsı farzından sonra iki rek'at ve sabah farzından önce iki rek'at ki, bu öyle bir saatte cereyan ederdi ki, ben o saatte Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yanına giremezdim. Hz. Hafsa (r.a.) bana şöyle haber verdi: lfFecir doğup müezzin ezan okuyunca, Rasulüllah (s.a.v.) iki rek'at namaz kılardı."[687].

Abdullah b. Şakik'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Hz. Aişe (r.a.) dan, Rasulüllah'ın (s.a.v.) namazından sordum. O şöyle dedi: "Rasulüllah (s.a.v.) öğle farzından önce iki rek'at, öğle farzından sonra iki rek'at; akşam farzından sonra iki rek'at, yatsı farzından sonra iki rek'at ve sabah farzından önce iki rek'at namaz kılardı."[688].

Ebu Süfyan kızı JJm.mil Habibe (r.a.) dan yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Kim bir gündüz ve bir gecede farz namazlardan başka oni-ki  rek'at namaz kılarsa, onun için Cennet'te bir ev yapılır.,"

Tirmizi ise bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:

"Kim bir gün ve gecede oniki rek'at namaz kılarsa, onun için Cennette bir ev yapılır: Dört rek'at öğle farzından önce, iki rek'at öğle farzından sonra, iki rek'at akşam farzından sonra, iki rek'at yatsı farzından sonra ve iki rek'at da sabah farzından önce."

Nesai de Ümmü Habibe hadisini Tirmizi gibi rivayet etmiş, şu farkla ki, o "iki rek'at ikindi farzından önce" lafzını ilave etmiştir.[689]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamların İstidlal ve Îctihadları

 

a)Hanefîlere göre: Sabah farzından Önce, öğle farzından sonra, akşam farzından sonra ve yatsı farzından sonra iki rek'at nafile (müekked) namaz kılınır. Aynı zamanda öğle farzından önce de iki rek'at kılınır.

Bu tertip, kılman sünnet namazın kuvvet derecesine göredir. Nitekim Müslim'in rivayetinde Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu belirtilmiştir: "Sabahın iki rek'at (sünneti) hem dünyadan,'hem de ondaki her şeyden hayırlıdır." Aynı zamanda terkedilen hiçbir sünnet kaza edilmez, ancak sabahın iki rek'at sünneti farzıyla birlikte terkedilirse, zevalden önce kaza etme im­kanı olduğu takdirde, farzla birlikte sünnet de kaza edilir. el-Bahr kitabında deniliyor ki; "Kim sabahın iki rek'at sünnetini inkar ederseronun küfre gitmesinden endişe edilir."

el-Mebsut'ta ise, bu sünnetlerden söz edilirken önce öğle sünnetiyle başlanılmıştır.[690].

b)  Şafîilere göre: Nafile namazlar iki kısımdır: Bir kısmı cemaatle kılınması sünnet değildir, (bir kısmı ise, teravih gibi, ce­maatle kılınması sünnettir.)

Cemaatle kılınması sünnet olmayan nafile (revatib), farz na­mazlarla birlikte kılınanlarıdır: Öğle farzından önce iki rek'at, öğle farzından sonra iki rek'at, akşam ve yatsı farzlarından sonra ikişer rek'at.. Bazısına göre, yatsı vaktinde hiçbir ratib (sünnet) namaz yoktur. Bir kısmına göre, öğle farzından önce dört rek'at ratib vardır. Bir kısmına göre ise, öğle farzından sonra da dört rek'at ratib vardır. Bazısına göre, ikindi farzından önce dört rek'at ratib vardır ve bunların hepsi sünnettir. İhtilaf ancak müekked olan revatib hakkındadır. Akşam farzından önce hafif iki rek'at sünnet kılınır. Yahya en-Nevevi'ye göre, sahih tesbitle, bu iki rek'at sünnettir.[691].

c) Hanbelilere göre: Tetavvuat (sünnet ve nafile) namazlar iki kısımdır: Biri cemaatle kılınması sünnet olanıdır: Güneş tutul­ma,  istiska  (yağmur  talep  etme)  ve  teravih  namazları  bu cümledendir. Diğeri, münferid kılınanlarıdır ki bu da iki kısımdır: Biri muayyen (belirli) olan sünnettir, diğeri mutlak nafiledir. Mu­ayyen olan sünnet birkaç, çeşittir. Onlardan biri, farzlarla birlikte kılınan revatib (sünnet namazlar)dır. Bunlar 10 rek'attir: iki rek'at öğle farzından önce, iki rek'at öğle farzından sonra, iki rek'at akşam farzından sonra, iki rek'at yatsı farzından sonra ve iki rek'at de sabah farzından önce..

Ebu'l-Hattab diyor ki: "Dört rek'at de ikindi farzından önce.." Nitekim İbn Ömer'in (r.a.) yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İkindi farzından önce dört rek'at (sünnet) kılana Allah rahmet eylesin."[692].

Akşam farzından önce hafif iki rek'at ise, İmam Ahmed'in zahiri kavline göre, sadece caizdir, sünnet değildir.[693].

d)  Malikilere göre: Farzlara tabi olan nafile namazlar iki kısma ayrılır: Biri revatib, diğeri başka olanıdır. Revatib, öğle farzından önce vakti girdikten sonra, öğle farzından sonra, ikindi farzından önce vakit girdikten sonra, akşam farzından sonra kılman sünnetlerdir; bunlarla ilgili belli bir sayı yoktur. Ancak ef-dal  olanı,  hakkında  hadis  varid  olanlarıdır ki  onlar:  Öğle farzından önce dört rek'at, öğle farzından sonra dört rek'at, ikindi farzından önce dört rek'at ve akşam farzından sonra (evvabin na­mazı olarak) altı rek'attir. Bunların hükmü, hepsinin müekkeden mendup olmasıdır.

Akşam farzından önce nafile kılmak, vakit dar olduğu için mekruhtur. Yatsı farzından önce ise, nafile namaz kılmak hakkında bir nass varid olmamıştır.[694].

 

Hadislerin Tahlili ve Diğer Rivayetler:

 

76 nolu îbn Ömer hadisinde öğle farzından önce iki rek'at de­nilirken, başka sahih bir rivayette dört rek'at denilmektedir. Bu, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin bazan iki, bazan da dört kıldığı ih­timalini kuvvetlendirmektedir. Nitekim Hz. Aişe'den (r.a!) de bu hususta dört rek'at lafzı rivayet edilmiştir. Diğer bir ihtimal ise, Rasulüllah'm (s.a.v.) bu sünnetin iki rek'atini camide, iki rek'atini evine döndüğünde kıldığıdır. Bunun aksi de söz konusu olabilir: Öğle farzından önce iki rek'ati evde, iki rek'ati de mescidde kıldığı düşünülebilir. İbn Ömer (r.a.) O'nun sadece mescidde kıldığı iki rek'ati görmüştür. Evde kıldığı iki rek'ate ise, Hz. Aişe (r.a.) mut­tali olmuştur.[695]

Akşam namazından sonra iki rek'at sünnetten söz edilir­ken, Buhari "evinde" diye bir kayıt koymuştur. Diğer bir rivaye­tinde ise, "akşam ve yatsı farzından sonraki sünneti evinde kılar" şeklindedir. Bazı ilim adamları bu rivayetle istidlal edip gece na­mazlarının (ki akşam ve yatsı sünnetleri buna dahildir), evde kılınması efdaldir. Gündüz sünnetlerini ise evde değil, camide kılmak daha iyidir. Nitekim İmam Malik ve İmam Sevri'den de bu anlamda rivayetler vardır.

74 nolu Ümmü Habibe (r.a.) hadisi için Tirmizi "hasen ve sa­hih" kaydını koymuştur. îbn Hibban da bu hususu açıklayarak hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.

îbn Mace'nin yaptığı rivayette ise, bu konuda şu hadis nakle­dilmiştir:

"Kim bir günde onik* rek'at kılarsa, Allah onun için Cen-net'te bir ev yapar: Sabah farzından önce iki rek'at, öğle farzından önce ve sonra ikişer rek'at, (ravi diyor ki:) Sanıyorum ki iki rek'at ikindi farzından önce, iki rek'at, sanıyorum ki akşam namazından sonra ve iki rek'at de son işa (yatsı farzından sonra).."

Bu hadisin isnadında Muharamed b. Süleyman el-Esbehani bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Nitekim Ebu Hatim: "Onunla ihticac edilmez" demiştir. Nesai onun zayıf olduğunu belirtmiştir. îbn Adiy, o çok az hadis rivayet etmiştir, diyerek pek güvenilir ol­madığına işarette bulunmuştur.[696].

Rivayetlerin tamamı, bu on iki rek'atin müekked olduğunu göstermektedir ki hepsi de farzlara tabi olan sünnetlerdin

Ancak Ümmü Habibe hadisi hakkında farklı görüşler ortaya çıkmıştır: Tirmizi yatsıdan sonra iki rek'at isbat ederken, ikindid­en önce iki rek'atm sübut bulmadığını söylemiştir. Nesai onun ak­sine bir tesbit ortaya koymuştur. Hz. Aişe (r.a.) hadisi ise, yatsı farzından sonra iki rek'atin sübutunu ortaya koymakta, ikindi farzından önce iki rek'atin sübut bulmadığını göstermektedir, Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayet edilen hadiste ise, ikindiden önce iki ve yatsıdan sonra iki rek'atm ve öğle farzından önce de iki rek'atm sübutu söz konusudur. [697]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Sünnet namazlar iki kısma ayrılır: Cemaatle kılınanlar ve münferiden yerine getirilenler.

2- En kuvvetli ve faziletli müekked sünnet, sabah farzından, önce kılınan iki rek'at namazdır.

3- Sabah farzından önce, öğle farzından önce ve sonra, akşam farzından sonra ve yatsı farzından sonra kılınan iki rek'at namaz müekked sünnettir. Rasulüllah (s.a.v.) bunları terketme-miştir.

4- Öğle farzından önce ve sonra kılınan dört rek'at sünnetlerin ikişer rek'ati gayr-i müekkeddir. Bunun gibi, ikindi farzından Önce ve bir de yatsı farzından önce kılman dört rek'at namaz da gayr-ı müekkeddir.

5- Malikilere göre, bunların hepsi müekked mendup namaz­lardır. [698]

 

Farzlara Tabi Olan Dört Rekatlı Namazlar ve Faziletleri

 

Bir Önceki konuda da değindiğimiz gibi, sünnet namazlar, farzlarda meydana gelen noksanlıkları kapamaya yönelik bulu­nuyor. Aynı zamanda bunların birtakım faziletleri ve sevaba kapı açan özellikleri söz konusudur.

Ancak sünnet namazlar, yani farza tabi olan revatib iki kısma ayrılır: Müekked olan ve gayr-i müekked olanlar. Birincisi, Rasulüllah ve ashabının devam edip terketmedikleri sünnetlerdir. İkincisi, ara sıra kılıp bazan da terkettikleri sünnetlerdir.

Müekked sünnetleri bir önceki konuda belirtmiş bulunuyor ruz. Burada ikinci kısımla ilgili olan hadisleri ve rivayetleri nakle­deceğiz. [699]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ümmü Habibe (r.a.) dan yapılan rivayette şöyle demiştir:

Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden işittim, şöyle buyurdu: "Kim öğle farzından önce dört, sonra dört rek'at namaz kılarsa, Allah onu Cehennem ateşine haram kılar."[700].

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen, Ra-sulüllak'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu söylemiştir:

'İkindi farzından önce dört rek'at namaz kılana Allah rahmet eylesin."[701].

Bera' b. Azib (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulülîah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim öğle farzından Önce dört rek'at kılarsa, gecesini teheccüd ile geçirmiş gibi olur. Kim de yatsıdan sonra dört rek'at kılarsa Kadir gecesinde kılman benzeri namaz gibi sayılır."[702]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal ve Îctihadları:

 

a) Hanefilere göre: İkindi farzından önce dört veya iki rek'at, akşam namazından sonra altı rek'at, yatsı farzından önce ve sonra dört rek'at namaz menduptur.

Gündüzleyin kılınan nafile namazlarda bir selamla dört rek'attan fazla rek'at tutmak mekruh olduğu gibi, geceleyin kılınan nafile namazlarda da bir selamla sekiz rek'atten fazla tut­mak mekruhtur. Bununla beraber gece ve gündüz her dört rek'ati bir selamla kılmak efdaldır. İmameyne göre, geceleyin kılınan na­file namazların her iki rek'atini tür selamla tamamlamak efdaldır.[703].

b) Şafîilere göre: Gayr-i müekked sünnetler on iki rek'attir: Öğle farzından önce müekked iki rek'atın dışında iki rek'at de, yine müekked sünnetin dışında farzdan sonra; Cumadaki durum­da öğle farzından önceki ve sonraki gibidir. İkindiden önce dört rek'at, akşam farzından Önce iki rek'at. Bunu hafif tutmak sünnettir.[704]

c)  Hanbelilere göre: Öğle-farzından önce dört, sonra dört rek'at kılmak müstehabdır. (Bunların ikisi müekked sayılır) İkindi farzından önce dört rek'at de müstehabdır. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.): "İkindi farzından önce dört rek'at küana Allah rahmet eylesin" buyurmuştur. Bu namazlarda her iki rek'at bir se­lamla birbirinden ayrı tutulur. Akşam farzından sonra, iki rek'at müekkedin dışında dört rek'at daha kılmak müstehabdir. Akşam namazından önce iki rek'at ise, sünnet değil sadece caizdir[705]

d) Malikilere göre: Öğle farzından önce dört ve sonra dört, ikindi farzından önce dört ve akşam farzından sonra altı rek'at kılmak müekkeden menduptur. Akşam vaktinde ise, farzdan önce naille kılmak -vaktin darlığı sebebiyle- mekruhtur. Yatsı farzından Önce ise, nafile namaz kılmak hakkında şari'den sarih bir nass varid olmamıştır.[706]

 

Hadislerin Tahlili ve Diğer Rivayetler:

 

'86 nolu Ümmü Habibe hadisi, Mekhul tarikiyle rivayet edil­miştir, Nesai'ye göre, Mekhul bu hadisi Anbese b. Ebi Süfyan'dan işitmemiş tir. Münzeri de aynı görüştedir. îbn Kattan ise bu hadisi muallel saymıştır; yani dış görünüşü ile kusursuz gibiyse de sıhhatini zedeleyen bir kusur vardır. Tirmizi ise aynı hadisi Ebu Abdirrahman Kasım b. Abdirrahman tarikıyla rivayet edip sahih-lemiştir. Ne var ki bu Kasım'ın zayıf olduğunu söyleyenler vardır. Bununla beraber sıka (güvenilir) olduğunu kabul edenler de hayli çoktur. Nitekim îbn Hibban da onun bu rivayetini sahihle mistir. Bu sebeple müctehidlerin çoğu hadisle istidlal etmişlerdir.

87 nolu îbn Ömer hadisini Tirmizi "hasen" diye kaydederk-1 en, îbn Hibban ve îbn Huzayme onu sahihlemişlerdir. İsnadında Muhammed b. Mehran bulunuyorsa da, îbn Hibban ve İbn Adiy gibi iki hadis alimi ve hafızı onun sıka (güvenilir) olduğunu belirt­mişlerdir.[707]

Bu babda Hz. Ali'nin (r.a.) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasulülîah (s.a.v.) Efendimiz ikindi farzından önce iki rek'atte bir selam vermek suretiyle dört rek'at namaz kılardı. !'Taberani de el-Kebir ve el-Evsat'mda bunu kuvvetlendirir anlamda Amr b. As (r.a.) dan şu hadisi rivayet etmiştir: "Kim ikindi farzından Önce dört rek'at kılarsa ateş ona dokunmaz."

Hadislerin tamamı, ikindi farzından önce dört rek'at nafile kılmanın müstehab olduğuna delalet etmektedir.

88 nolu Bera b. Azib hadisinin isnadında Nahid b. Şalini el-Bahili v,e Ammar bulunuyor ki, el-Iraki, "Bunlar hakkında cerh ve ta'dile rastlayamadım, demiştir. Taberani bu manada bir diğer ha­disi Bera'dan rivayet etmiştir. Ancak onun isnadında Muhammed b. Abdurrahman b. Ebi Leyla bulunuyor ki bu zatın hafızası zayıf kabul edilmiştir. Nitekim Zehebi onun hakkında şu ifadeyi kul­lanmıştır: "Saduktur, ancak hafızası pek iyi değildir. Sıka (güvenilir) olduğu belirlenmiştir."[708]

Taberani de yine buna yakın anlamda bir hadis rivayet edil­mişse de isnadında Yahya b. Ukbe bulunuyor ki bu zat sıka (gevenilir) değildir.

Sonuç olarak konumuzu oluşturan hadis, öğle farzından önce dört rek'at namazın meşruiyetine delalet etmektedir. Aynı zaman­da yatsı farzından sonra da dört rek'at namazın meşruiyeti söz ko­nusudur. [709]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Öğle farzından Önce, müekked sünnetin yanında iki rek'at daha kılmak ve öğle farzından sonra yine iki rek'at müekked sünnetle birlikte iki rek'at kılmak müstehabdır.

2- İkindi farzından önce dört rek'at kılmak müstehabdır.

3- Akşam farzından sonra iki rek'at müekkedle birlikte dört rek'at daha kılmak müstehabdır.

4- Yatsı farzından sonra iki rek'at müekked sünnetle birlikte iki rek'at daha kılmak müstehabdır. îmam Malik'e göre, bunların hepsi müekked mendupdur.            .               .   -

5- Şafii ve Hanbeli'ye göre, sözü edilen dört rek'atları birer selamla ikişer rek'at halinde kılmak müstehabdır.

6- Akşam farzından önce iki hafif rek'at kılmak, îmam Ahmed'e göre caiz, diğer iki imama göre müstehab, îmam Malik'e göre mekruhtur. Çünkü vakit oldukça dar sayılır. [710]

 

Vitir Namazı

 

Vitr, "tek" demektir. Yatsı farzından sonra tek rek'at üzere kılındığından ona bu isim verilmiştir. Hanefi Mezhebine göre, va-cib; diğer üç mezhebe göre sünnettir, îmam Ebu Hanife'den bu na­maz hakkında üç rivayet tesbit edilmiştir: Farzdır, vacibdir, sünnettir. Ancak son olarak onun "vacibdir" sözünde karar kıldığı söylenmekte ve hüküm ona göre belirtilmektedir. [711]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Vitir namazını kılmayan bizden değildir."[712]

H? Ali (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Vitr, diğer farzlar ölçüsünde vücubiyet ifade etmez. O ancak Rasulüîîah (s.a.v.) Efendimizin sünnet kıldığı bir sünnettir."[713]

Eyyub (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Vitr (namazı) haktır. Artık kim onu beş rek'at olarak kılmak isterse, öyle yapsın. Kim de onu üç rek'at olarak kılmak isterse, öyle yapsın. Kim de onu bir rek'at olarak kılmak isterse öyle yapsın."[714].

Ebu Dauud ise bu hadisi naklederken şu lafızla rivayeti tes-bit etmiştir: "Vitr namazı her müslüman üzerine haktır."

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen Vitir Namazının ilk iki rek'atini üçüncü rek'atinden bir selamla ayırırdı ve bazan da selamdan sonra bazı hacetinden dolayı emir de verdiği olurdu."[715].

îbn Ömer (r.a.) ile îbn Abbas (r.a:), Rasulüllah (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu işittiklerini söylemişlerdir. "Vitir namazı, gecenin sonuna doğru bir rek'attir."[716]

Uz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, şöyle demiştir.

''Rasulüllah (s.a.v.) yatsı namazını bitirince fecir doğuncaya kadar (arada geçen zaman parçası içinde) onbir rek'at namaz kılar ve her iki rek'atte bir selam verir, son bir rek'atı de kılıp selamla bitirirdi.."[717].

 

Hadisler Işığında Mezhep İmamlarının Istidlal ve Îctihadları:  

 

a) Hanefilere göre: Vitir namazı vacibdir. îmam Ebu Ha-nife'den bunun sünnet olduğuna dair bir rivayet yapılmışsa da, son tesbitlere göre imam bu görüşünden vaz  geçmiştir. Zira eğer sünnet olsaydı, gecenin sonuna geciktirilmesi caiz olmazdı, yani yatsının farzıyla birlikte kılınması gerekirdi. Oysa vitir namazını gecenin son üçte birine kadar geciktirmekte bir sakınca olmamak­la beraber, hatta böyle yapılmasının efdal olduğunu söyleyenler de eksik değildir.[718]

Vitir namazı bir selamla üç rek'attir. imam Şafii bu namazın rek'at sayısında mükellefin serbest olduğunu, dilerse bir rek'at, di­lerse üç rek'at, dilerse beş, yedi, dokuz veya onbir rek'at olarak kılabilir. îmam Zühri ise, "vitir namazı Ramazan ayında üç rek'at, sair zamanlarda bir rek'at olarak kılınır" demiştir.

Vitir namazının vakti, yatsı namazının vaktidir. Ancak yatsıdan önce, yani bu vaktin farzından önce kılınması sahih ol­maz. Fecir doğuncaya kadar vakti sürer.

imam Ebu Yusuf a göre, yatsı farzından hemen sonra kılınır.[719]

b) Şafiilere göre: Vitir rîamazı sünnettir. En azı bir, en çoğu onbir rek'attir. Onüç   rek'at diyen de olmuştur. Her iki rek'atinde bir selam verilir ve son kalan bir rak'at tek olarak kılınır.'

Vitir~namazının vakti, yatsı namazıyla fecir doğması arasında geçen zamandır. Bu namazı gecenin en sonuna doğru en son kılman namaz olarak bırakmak sünnettir. Ramazan ayının son ikinci yarısında ise, vitir namazının üçüncü rek'atinde kunut duası okumak menduptur.[720]

c) Hanbelilere göre: Vitir namazı bir rek'attir, aynı zaman­da müekked sünnettir. Ancak bunu üç veya daha fazla rek'ata çıkarmakta bir sakınca yoktur. Nitekim Osman b. Affan, Sa'd b. Ebi Vakkas, Zeyd b. Sabit, İbn Abbas, ibn Ömer, İbn Zübeyr, Ebu Musa, Muaviye ve Aişe (Allah hepsinden razı olsun) bu namazı bir rek'at olarak kılmışlardır. Buna itiraz eden de olmamıştır.   İbn Ömer (r.a.): "Vitir bir rek'attir. Bu, Rasulüllah'm (s.a.v.), Ebu Bekr'in ve Ömer'in vitridir" demiştir.

Ebu'l-Hattab ise, "Vitrin en azı bir, en çoğu onbir, kemal mertebesinin en aşağısı ise üç rek'attir" demiştir.[721]

d) Malikilere göre: Vitir nıüekked menduptur (sünnettir). Onu iki rek'at şeklinde kılmak mekruhtur veya ona iki rek'at ekle­mek mekruhtur. Ancak bir rek'at eklenirse, namaz bozulmaz, iki rek'at eklenirse kılman namaz hükümsüz kalır.

Vitrin biri ihtiyari, diğeri zaruri olmak üzere iki vakti vardır: İhtiyari vakti, yatsı farzından sonra olan vakittir. O bakımdan kılman yatsı farzının vakit girmeden kılındığı anlaşılırsa, o takdirde vitir namazı da iade edilir. Zaruri vakti ise, fecir doğduktan sabah namazı tamamlanıncaya kadar olan za­mandır. O bakımdan kişi sabah namazını kılarken, vitir namazını kılmadığım hatırlarsa, sabah namazını olduğu yerde kesip vitri kılması menduptur. İsterse kişi bu durumda imam veya münferid olsun farketmez. Bu durumda vitir namazını özürsüz olarak zaru­ri vakte kadar geciktirmek mekruhtur. Sabah namazını kıldıktan sonra vitir namazını kılmadığım hatırlarsa, artık vitri kaza etme­si gerekmez; çünkü sünnet namazdır, yani nafile kapsamına girer ve kazası vacip değildir.[722]. [723]

 

Hadislerin Tahlili ve Diğer Rivayetler

 

95 nolu Ebu Hüreyre hadisini aynı zamanda îbn Ebi Şeybe de rivayet etmiştir. Ancak isnadında Halil b. Mürre bulunuyor. Ebu Hatim ve Buhari'ye göre, bu zat zayıflar arasında bulunuyor.

Ebu Zer'a ise onun salih bir kişi olduğunu söylemiştir.[724]

Hadisin senedinde zayıf bir ravinin bulunmasından dolayı müctehid imamların çoğu bu hadisi dayanak seçmemişler ve istid­lale uygun görmemişlerdir.

96 nolu Hz. Ali hadisini ise, Tirmizi hasenlemiş ve el-Hakim de  sahihlemiştir.  Bu  sebeple  müctehidlerce istidlale  uygun görülmüştür.

97 nolu Ebu Eyyub hadisini Ebu Hatim, Darekutni ve başka hadis alimleri sahihlemişlerdir. Hafız îbn Hacer de bu tesbitin isa­betli olduğunu belirtmiştir. Aynı hadisi az değişik lafızlarla İbn Hibban, Darekutni ve el- Hakim de tahric etmişlerdir.[725]

98 nolu İbn Ömer hadisi sahihtir. Aynı zamanda vitir na­mazının üç rek'atinden ikisini, son rek'atinden selamla ayırmanın meşruiyetine delalet etmektedir.

100 nolu Hz. Aişe hadisine gelince: Hz. Aişe (r.a.) dan bu ko­nuda birbirinden farklı dört rivayet yapılmıştır: "Peygamber (s.a.v.) onüç rek'at kılar ve beş rek'atle vitri yerine getirir­di." Rasulüllah (s.a.v.) ne ramazan ayında, ne de başka za­manlarda (geceleyin) onbir rek'atten fazla kılmazdı. Önce dört rek'at kılardı ki onun güzelliğini ve uzunluğunu sor­ma. Sonra yine dört rek'at kılardı; onunda güzelliğini ve uzunluğunu sorma. Sonra da üç rek'at kılardı." "Rasulüllah (s.a.v.) dokuz rek'at namaz kılar ve ancak sekizinci rek'atte teşehhüde otururdu. Sonra kalkıp dokuzuncu rek'ati kılar selam verirdi. Sonra da yani selam verdikten sonra otur­duğu halde iki rek'at daha kılıp selam verirdi. Ve işte bu onbir rek'at eder. Sonra yaşlanınca vit- ri dokuz rek'at ola­rak kılardı."

Bütün bu farklı rivayetlerden dolayı Hz. Aişe hadisinde ızdırab olduğu söylenir. Zira aralarında bir tercih yapmak çok zor­dur.

Şevkani ise, bu rivayetlerin arasını telif etmenin mümkün olduğunu ye hepsinin de onbir rek'atla ilgili bulunduğunu kaydet­miştir.[726]

Vitir namazı konusunda daha birçok rivayetler vardır. Bey-haki el-Hilafiyatta: "Allah tektir, teki sever. O halde ey Kur'an ehli siz vitir namazını kılın" hadisini; İbn Ebi Şeybe ve Ahmed b. Hanbel: "Allah size bir namazı fazla kıldı, onu mu­hafaza edin; o, vitir namazıdır" hadisini rivayet etmiştir. Bu­nun isnadında iki zayıf tesbit edildiğinden istidlale uygun görülmemiştir. Hafız Bezzar: "Şüphesiz Allah ssize bir namaz ile emretmektedir; o, vitirdir" Beyhaki: "Şüphesiz Allah size bir namaz artırdı; o, vitirdir" mealindeki hadisi rivayet etmişlerdir. Ancak ikinci hadisin isnadında birtakım farklı tesbit-ler söz konusudur.

İbn Mes'jıd (r.a.) den yapılan rivayette, şöyle dediği tesbit. edilmiştir: "Vitir her müslümana vacibdir." Ancak bu hadisin isnadında Cabir el-Cu'fi bulunuyor ki, cumhur bunun zayıf olduğunu belirtmiştir. Sevri ise onun sıka (güvenilir) olduğunu söylemiştir.

Şüıphesiz bu hadisler dikkate alınınca, bir kısmı vitrin vücuhuna, bir kısmı sünnet olduğuna delalet etmektedir. Cumhur ise, bu namazın vacib değil, sünnet olduğuna kaildir. Cumhura bu babda Ebu Hanife muhalefet etmiştir. Başka da ona muvafakat eden olmamıştır.

Nitekim İbn Ömer (r.a.) dan yapılan sahih rivayete göre, Ra-suiüllah (s.a.v.) vitir namazını deve üzerinde bulunduğu bir sırada inmeden kılmıştır. Eğer bu namaz farz veya vacib olsaydı, hayvan üzerinde kılınması caiz olmazdı.

Diğer yandan "Vitir haktır,." "Vitir namazım muhafaza edin" şeklindeki rivayetler ise, onun vücubuna delalet etmektedir. [727]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Ebu Hanife'ye göre, vitir namazı üç rek'attir ve vacibdir.

2- Şafii'ye göre,  en azı bir,  en  çoğu  onüç rek'attir ve sünnettir. Üç rek'at olarak kılındığı takdirde, iki rek'atin sonunda selam verilir ve sonra kalan bir rek'at tek olarak kılınır.

3- Hanbeli imamına göre, vitir bir rek'attir ve müekked sünnettir. Ancak isteyen üç veya daha fazla (tek olmak kaydıyla) rek'at kılabilir.

4- İmam Malik'e göre, Vitir bir rek'attir ve müekked sünnettir. Biri ihtiyari, diğeri iztirari olmak üzere iki vakti vardır. [728]

 

Teravih Namazı

 

Teravih, "terviha"nm çoğuludur. Aslı masdar olup "rahata kavuşturma", "rahatlatma" gibi manalara gelir.

Her iki veya her dört rek'at sonunda kısa bir süre dinlenme; faslına geçildiği veya yemekten sonra sindirim sistemini rahata kavuşturduğu veya iftardan sonra mü'minlerle toplu halde yapılan ibadetle ruha huzur ve neşe bahşettiği için ona bu isim ve­rilmiştir.

Teravih namazıyla ilgili hayli rivayetler vardır... îlim adam­larının, müctehid imamların bu konuda tesbit ve istidlalleri az fa­rklıdır. [729]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Hüreyre (r.a.) dan yapılan rivayette, şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, ramazanda gece ibadeti­ni tergib ve teşvik ederken onun mutlaka yerine getirilme­sini (azimet düzeyinde) emretmedi. Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kim inanarak» sevabını yalnız Allah'tan bekleye­rek ramazan geceleri kalkıp ibadet ederse, geçmiş günahları bağışlanır." (Kul ve millet hakkı müstesna)[730]

Abdurrahman b. Avf (r.a.) den yapılan sahih rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki Cerfab-ı Hak ramazan orucunu farz kıldı; ben de ramazan geceleri namaz kılıp ibadet etmeyi sünnet kıldım. Artık kim ramazan orucunu tutar ve inanarak, karşılığını yalnız Allah'tan bekleyerek kalkıp ibadet ederse, anasından doğduğu gündeki gibi günahlarından çıkmış olur."[731]

Ciibeyr b. Nüfeyr'den, o da Ebu Zer (r.a.) den rivayet ediyor. Ebu Zer (r.a.) diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimizle birlikte oruç tuttuk ve ramazandan yedi gün geçtikten sonra bizim­le beraber gece ibadetine (teraviha) başladı, gecenin üçte biri geçinceye kadar buna devam etti. Üçüncü gün bizimle birlikte bu ibadete kalkmadı, beşinci günü kalktı ve gece­nin yarısı geçinceye kadar devam etti. Bunun üzerine biz O'na: 'Ya Rasulallah! Bu gecemizden kalan kısmı da nafile namazla geçirsek ya?" dedik. Buyurdu ki: "Kim imamla bir­likte kalkar da imam bitirip ayrılıncaya kadar namaza de­vam ederse, ona bütün bir geceyi ibadetle geçirmişcesine sevap yazılır. "Bundan sonra Rasulülîah (s.a.v.) ramazan­dan üç gün kalıncaya kadar bizimle birlikte gece namazı (teraviha) gelmedi. Üçüncü günü gelip bizimle o namazı kılarken ehlini ve eşlerini de çağırdı ve bizimle namaz kılmaya başladı ve o kadar devam etti ki, sahuru kaçıracağımızdan endişe ettik."[732].

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

Peygamber (s.a.v.) efendimiz Mescid'de namaz kıldı; müslümanlar da Onun kıldığı namazı kıldı ve insanlar iy­ice (rağbet edip) çoğaldı. Sonra üçüncü gece veya dördüncü gece insanlar namaz için gelip toplandılarsa da Rasulüllah (s.a.v.) onların yanma çıkmadı. Sabah olunca da şöyle buyurdu: "Sizin ne yapıp işlediğinizi gördüm; beni si­zin yanınıza çıkmaktan alıkoyan tek şey, bu namazın size farz kılınır endişesi idi. "Bu olay ramazanda cereyan etti. "[733].

Abdurrahman b. Abdi'l-Kaarı den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Ramazanda Ömer b. Hattab ile birlikte mescide doğru çıktık. İnsanlar dağınık bir şekilde ayrı ayrı namaz kılıyor; adam namaz kılarken bir grup onun kıldığı gibi kılıyordu. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) şöyle dedi: "Bunları bir tek kari1 (güzel kur'an okuyan bir zat)ın arkasında toplamayı, (yani cemaat halinde bu namazı kılmalarını) uygun görüyorum" Sonra Ömer (r.a.) buna az­mederek müslümanları Ubeyjb. Ka'b'ın imamlığı altında topladı. Bir gece sonra Ömer'le birlikte mescide çıktığımızda, insanların hepsinin bir tek kari1 (kur'an okuyan imamın) arkasında ona uyup namaz kılmakta ol­duklarını gördük. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.): "Bu ne güzel bid'attır! Bu namazı gecenin sonuna doğru geciktir­mek üzere uyuyanlar, gecenin evvelinde kılanlardan daha üstündürler, yani faziletleri daha büyüktür.".[734]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamların İstidlal ve Îctihadları

 

a) Hanefilere göre: Teravih namazı, erkek ve kadınlara müekked sünnettir. Bunda ashabın icma'ı vardır. Onlardan sonra gelen ilim adamlarından hiç biri bunu red ve inkar etmemiştir. O bakımdan teravih namazını inkar eden kimse günahkar ve yoldan sapmış sayılır, aynı zamanda şehadeti makbul tutulmaz.

Teravih namazı, ramazanın her gecesinde bütün bir ay yatsı namazından sonra kılınır; gecenin sonuna kadar vakti devam eder. Vitir namazından önce de, sonra da kılınmasında bir sakınca yoktur. Ancak ilim adamlarının ileri gelenleri, bunun vitirden önce kılınmasını daha uygun görmüşlerdir.

Yirmi rek'at olarak cemaatle kılınması sünnettir. Ancak bu sünnet kifayet üzere sayıldığından, cemaatten bir kısmının kalmasıyla diğerlerinden cemaatle kılma sünneti sakıt olur. Her iki rek'atte bir selam verilebileceği gibi, her dört veya her sekiz rek'atte de bir selam verilebilir. Ancak iki veya dört rek'atte bir selam vermek efdaldır. Her dört rek'atin sonunda bir süre otur­mak müstehabdır.

Ayrıca teravih namazım hatimle kılmanın da sünnet olduğu söylenir. Ayakta kılmak mümkün olduğu takdirde oturarak kılmak mekruhtur.[735]

Teravih namazından sonra ramazana mahsus olmak üzere Vitir Namazı da cemaatle kılınır. Bunda icma' vardır.

b) Şafiilere göre: Teravih namazı, erkek ve kadınlara müekked sünnettir. Cemaatle kılınması da sünnettir. Ancak bu namazın cemaatle kılınması sünnet-i ayndır, yani her kişinin cem­aate katılması sünnettir. Bir kısmının katılmasıyla bu sünnet katılmayanlardan sakıt olmaz. O bakımdan evinde teravih kılmak isteyen kimsenin, ev halkıyla cemaat halinde kılması sünnettir. Yalnız başına kıldığı takdirde namazı sahih kabul edilir, ama ce­maat sevabını kaçırmış olur.

Teravih namazı yirmi rek'at olarak kılınır^ her iki rek'atte bir selam verilir. Hepsini bir tek selam ile kılmak caiz ve sahih değildir..[736]

Ömer b. Abdilaziz zamanında Teravih namazı otuz altı rek'ate çıkarılmıştır. Bunun sebebi müslümanlarm Mescid-i Har-am'da bu namazı kılarken her dört rek'atin sonunda Kabe'yi bir defa tavaf etmeleridir; yani tavaf dolayısıyla uzayan teravih vak­tine beraberlik sağlamaktır.    .

Vakti ise, yatsı namazından sonra başlar, fecir doğuncaya kadar devam eder. Vitir namazından önce kılınması efdaldır.

Teravih namazının cemaate bıkkınlık vermediği takdirde ha­timle kılınması sünnettir. Şu şartla ki, imam kıraati çok acele ok­umayacak, harflerin mahreçlerini birbirine karıştırmayacak, Allah kelamını anlaşılır bir tarz ve sadelikle okuyacak.[737].

c) Hanbelilere göre: Teravih namazı müekked sünnettir. Tamamı yirmi rek'attir. Cemaatle kılınması efdaldır. Cemaate ağır  gelmeyecek,  meşakkat  doğurmayacak  hususu  dikkate alınarak kıraati uzatmamak efdaldır. Teravihten sonra vitir na­mazının da cemaatle kılınması müstehabdır.[738]. Diğer bir tes-bite göre, teravih namazım cemaatle kılmak sünnet-i ayndır, yani her kişinin bizzat cemaate katılmasıyla cemaat sevabına erişmesi mümkündür. Bir kısmının katılmasıyla diğerlerinden bu sünnet sakıt olmaz.[739]

d) Malikilere göre: Teravih namazı, namaz kılma duru­munda olan her erkek ve kadına te'kiden menduptur. Aynı za­manda cemaatle kılınması da menduptur.

Ayrıca bu namazı yatsının farzından sonra, vitir, na­mazından önce kılmak sünnettir. Vitirden sonra kılmak ise, mek­ruhtur.

Tamamı 36 rek'at olmakla beraber yirmi rek'at olarak da kılmakta bir sakınca yoktur. Her iki rek'atin sonunda oturmak suretiyle yirmi rek'atin sonunda selam vermek kerahetle sahihtir. Ramazan süresince teravih namazını hatimle kılmak menduptur. Ancak imam hafız değilse, hatimle kılmamakta bir sakınca yok­tur..[740]

 

Hadislerin Tahlili ve Diğer Rivayetler

 

109 nolu Ebu Hüreyre hadisi sahihtir ve istidlale engel bir durum yoktur. [741]

 

Gece Namazı (Teheccüd)

 

İbadetin en güzeli ve en makbulü, şartlarına uygun kalp yatışkanhğıyla eda edilen farzlardan sonra, gecenin sükûnetinde her türlü gösterişten, art niyetten uzak olarak kılman namaz, yapılan zikir, dua ve teşbihtir.

O bakımdan başta Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz ve ashab-ı kiram olmak üzere bu ümmetin salihleri, velileri, kamil ilim adamları gece ibadetine ayrı bir ilgi duymuşlar ve başka bir özen göstermişlerdir.

İslam fıkhında bu namaza "teheccüd" denilmiştir. Bunun manası, uyumayıp kalkmak demektir. Bu manayla, gece bir süre uyuduktan sonra kalkıp namaz kılmaya, zikir ve duada bulun­maya bu isim verilmiştir. [742]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v.) efendimizden trFarz namazdan sonra hangi namaz daha üstündür ve fazileti muciptir?" diye soruldu. Efendi­miz şöyle cevap verdi: "Gecenin içinde kılınan namaz." Ö'na yine: 'Ttamazan'dan sonra hangi oruç daha üstündür?" diye soruldu. Buyurdu ki: "Allah'ın ayı Muharrem orucu"[743]

Amr b.Absete (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen, Ra-sulüllah (s.a.v.) efendimizin şöyle buyurduğunu işitmiştir: "Kulun rabbısma en yakın olduğu anlar, gecenin sonuna doğru (kalkıp namaz kıldığı, zikrettiği) zamandır. Artık sen o saatte Allah'ı zikredenlerden olmaya güç getirebiliyorsan, öyle ol!.."[744].

.Abdullah b. Amr (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Oruçların Allah yanında en çok sevileni, Davud'un orucudur. Yine Allah yanında namazın en çok sevileni, Da­vud'un namazıdır. Davud (a. s.) gece yarısı uyur ve (kalan kısmın) üçte birinde kalkardı. Altıda birinde uyurdu. Ve O, bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi."[745]

Övülen ve misal verilen Davud'un (a.s.) namaz ve orucu, na­file kapsamına girenidir.

Hz. Aişe (r.a.) dan soruldu:

Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin geceleyin (namaz kılarken) kıraati nasıldı?

Cevap verdi:

"Bazan gizli okur, ba/an da aşikar okurdu."[746].

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlalleri

 

a) Hanefilere göre: Gece kalkıp namaz kılmak, ibadet et­mek menduptur. ilim adamlarından bir cemaate ve usÛlcülerm ileri gelenlerine göre, bu namaz Rasulüllah'a (s.a.v.) farz idi. Diğer bir gruba göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz hakkında da tetavvu1 idi. Onun için tetavvu' olan bir namaz, ümmeti için sünnet kabul edilir.

Özellikle gece namazını, gecenin son bölümüne geciktirmek sünnettir ve daha faziletlidir.

Gece namazının sekiz rek'at olması tavsiye edilmişse de, bu­nun azının iki, çoğunun sekiz veya yedi, dokuz, onbirdir. Hatta onüç olduğunu söyleyenler de vardır. Tabii tek rakamlarda vitir namazı da buna dahildir.

Şüphesiz teheccüd namazı Allah'a yakınlık sağlar ve günahların temizlenmesine vesile olur.[747]

Fetava-yi Hindiyye'de de teheccüd namazından sözedilirken şu kısa bilgi verilmiştir: "Nafilelerden biri de "gece namazı"dır. Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin teheccüdünün tavanı sekiz, tabanı iki rek'at idi."[748].

b) Şafülere göre de teheccüd namazı nafiledir. Bunu itiyad haline getiren kimsenin terketmesi mekruhtur. Ancak zaruri hall­er müstesna.. Nitekim Buhari ve Müslim'in yaptıkları rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Abdullah b. Amr b. As a (r.a.) şöyle buyur­muştur; "Sen artık falan kimse gibi olma! O, gece kalkıp namaz kılardı, sonra onu bırakıverdi."

Gece namazında kıraat, gizli ile aşikar arasında bir tonda ol­malıdır. Ancak teravih namazı müstesna, o aşikar okunur. Bütün geceyi ibadetle geçirmek, sağlığa zararlı olacağından mekruh sayılmıştır. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) bu hususta Abdullah b. Amr'i uyardığı söz konusudur. Aynı zamanda geceler arasında yalnız cuma gecesini namaz ve ibadete tahsis etmek de mekruh­tur. Nitekim Müslim'in yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cuma gecesini, geceler arasında seçip namaz ve ibadete tahsis etmeyin!"[749].

c) Hanbelilere göre: Teheccüd'ün efdalı, gecenin son bölümünde olanıdır. Nitekim Rasulüllah "m (s.a.v.) Amr b. Anbese'ye bu hususta tavsiyeleri olmuştur.

Aynı zamanda gecenin son üçte biri kalınca Cenab-ı Rabbi'I-Alertıin'in rahmet ve gufranıyla dünya semasına tecelli etmesi ve kullarına seslenmesiyîe ilgili hadis, bu namazın gecenin son bölümünde kılınmasının daha faziletli olduğuna delalet etmekte­dir.

. Gece namazına kalkıldığında ağzı misvaklamak sünnettir. Aynı zamanda" teheccüde iki hafif rek'atle başlamak da müstehabdu*.[750].

Ayrıca bu namaz, vitir dahil onbir veya onüç rek'ate kadar kıhnabilir. Nitekim İbn Abbas'ın (r.a.) Kasulüîlah'm onüç rek'at, Hz. Aişe'nin (r.a.) da onbir rek'at kıldığım söylediklerine dair sa­hih rivayet varid olmuştur.         .      .

Teheccüd namazını itiyad haline getiren kimsenin, onu kaçırdığı takdirde bu mezhebe göre, onu sabah namazından sonra öğle namazına kadar olan süre içinde kaza etmesi müstehabdır,[751].      

d) Malikilere göre de, teheccüd namazı menduptur ve ikişer rek'at halinde kılınması sünnettir.[752]  

 

Hadislerin Tahlili ve Diğer Rivayetler

 

Bu konuda îbn Adiy'yin, Taberani'nin ve Beyhaki'nin Bi­lal'dan yaptıkları, "Size gereken gece kalkıp (teheccüd) namazı kılmaktır. Çünkü bu sizden önceki salihlerin yol ve adetidir" mea­lindeki rivayetin isnadında el-Leys'in katibi Abdullah b. Salih bu­lunuyor ki, bu zat hakkında farklı tesbitler söz konusudur. Zehebi bu isim üzerinde durmamıştır.

İbn Mace'nin Cabir (r.a.) den rivayet ettiği: "Kimin gece namazı çok olursa, gündüzleyin yüzü güzel olur" mea-lihdeki hadisin isnadında şüphe vardır. el-Iraki bunun mevzu' hadise benzerliğine dikkat çekmiştir.[753].

120. nolu Ebu Hüreyre: hadisi sahihtir ve istidlale, salih görülmüştür.       ,.                                    .

121 nolü Amr b. Anbese hadisinin isnadındaki ricalin hepsi sahihtir. Bunu kuvvetlendirir mahiyette Kütüb-i Sitte'de geçen Ebu Hüreyrö (r.a.) hadisidir. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz: "Cenab-ı Hak her gece, gecenin üçte biri geçince (rahmet ve guf- ranıyla) dünya semasına iner ve şöyle buyurur: Gerçek melik benim. Artık kim bana dua edip istekte bulunursa onu karşılarım, kim benden bir istekte bulunursa veririm; kim istiğfarda bulunursa, onu bağışlarım. İşte bu hal fecir doğuncaya kadar sürer*'buyurmuştur.

Buna yakın birkaç hadis daha rivayet edilmişse de yapılan ciddi araştırmalarla münker veya zayıf oldukları tesbit edilmiştir,

122 nolu Abdullah b. Amr hadisi de sahihtir ve istidlale sa­lih görülmüştür. Böylece gecenin üçte ikisi geçtikten sonra te­heccüd namazına kalkmanın ve bir gün oruç tutup bir gün iftar et­menin Allah yanında sevilen b'ir ibadet olduğuna açık delalet vardır.

123 nolu Hz. Aişe hadisinin ricalinin hepsi sahihtir.. Bu bab-da: konuyu kuvvetlendirir anlamda şu rivayet de vardır: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, Ebu Bekir'e: "Sana uğradım, okuyordun, ama sesini çok alçaltıp hafif tutuyordun?" buyuranca, o, "Münacaatta bulunduğum zat beni duymaktadır" diye cevap verdi. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v) ona: "Sesini biraz yükselt" buyurdu. Sonra Ömer'e dedi ki: "Sana uğradım, (namazda) okuyordun ve sesini yükseltiyordun?" Bunun üzerine Ömer: "Ben uyuyanları uyandırıyorum, şeytanı da kovup uzaklaştırıyorum" diye cevap verdi. Resulüllah (s.a.v) ona: "Sesini biraz alçalt!" buy­urdu.

Nitekim Ebu Davud'un îbn Abbas (r.a) dan yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: " Resulüliah'm (s.a.v) kıraati, odasında ve evinde bulunanlara duyuracak bir tonda idi."

Buna yakın anlamda Ebu Davud'un yaptığı rivayette, Ebu Hüreyre (r.a) diyor ki: "Resulüliah'm (s.a.v) geceleyin kıraatine ge­lince: Bazan sesini yükseltir, bazan da alçaltırdı."

Şüphesiz bütün bu rivayetler geceleyin kılman namazla ilgil­idir. Gündüz namazına gelince, ister farz, ister nafile olsun, ce­maatle kıhnmadığı takdirde çevresindekilerin işitmeyeceği dikk­ate alınarak bir kıraat yapılır; daha doğrusu sadece kendisi işitecek kadar hafif okur. Nitekim Resulüllah (a.s) ashabına uğradığında namaz kıldıklarım ve kıraatte birbirlerine duyuracak kadar seslerini yükselttiklerini görünce onlara şöyle tavsiyede bu­lundu: "Şüphesiz namaz kılan kimse, ancak aziz ve celil olan Rabbına münacaatta bulunuyor. O bakımdan kime münacaatta bulunduğuna dikkat etsin ve Kuran okurken birbirinize duyuracak şekilde sesinizi yükseltmeyin."

Bu hadisi Ahmed b. Hanbel rivayet etmiş ve el-Irakî de bu­nun isnadının sahih olduğunu belirtmiştir.

Gece namazına kalkıldığında Önce hafif sayılacak şekilde iki rek'at namaz kılmak, sonra da kıyamı uzun tutmak suretiyle ikişer rek'at halinde kılmak müstehabdır.

Nitekim Hz, fyşe'den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Resulüllah {s.a.v) Efendimiz gece namazına kalkınca, önce hafif iki rek'at ile başlardı."[754]

Ebu Hüreyre (r.a) ise, şöyle demiştir: Resulüllah (s.a.v) Efen-dimiz'den duydum buyurdu ki: "Sizden biriniz geceleyin kalkınca, namazına önce hafif iki rek'atle başlasın."[755]

Bu iki hadis de sahihtir ve gece namazına önce hafif iki rek'at kılmak suretiyle başlamanın meşruiyetine delalet etmekte­dir.

Şüphesiz böyle yapmanın birtakım faydaları söz konusudur:

a- Önce bedene az bir hareket sağlamayı ve ondan sonra ay­akta daha fazla durmaya yönelmeyi amaçlar.

b- Daha iyi toparlanmaya, ilahi huzurda daha çok saygı ve tazimle durmaya yardımcı olur. [756]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Gecenin bir bölümü geçtikten sonra uykudan kalkıp te-heccüd namazı kılmak sünnet veya müstehapdır.

2- Bu namaz Resulüllah (s.a.v) Efendimiz hakkında vacib idi.

3- Gece namazının en azı, iki, en çoğu sekiz rek'attır.

4- Vitir namazıyla birlikte bu onbir rek'at eder.

5- Gece namazına önce hafif sayılır anlamda iki rek'atle başlamak, sonra diğer rek'atlerde kıyam ve kıraati uzatmak sünnet veya müstehapdır.

6- Gece namazına daha çok gecenin üçte ikisi geçtikten son­ra kalkmak müstehapdır.

7- Gece namazım itiyad haline getiren kimsenin onu bir ma­zeret yokken terketmesi, İŞafiîlere göre mekruhtur.

8- Gece namazında, çevreyi rahatsız etmemek şartıyla sesi biraz yükseltmekte bir sakınca yoktur. Bazan az yüksek sesle, ba­zan da hafif alçak sesle kıraatte bulunmak suretiyle kılmak daha uygundur. Öyle ki, sesi, ortam ve şartları dikkate alarak ayarla­mak müstehabdır.

9- Gece namazı kalbi yuflcalaştırıp irfanı artırır. Yüzde ilahi letafetin tecellisine sebep ahır.

10- Rahmet meleklerinin daha çok yaklaşmasını, şeytanın uzaklaşmasını sağlar. [757]

 

 

 



[1] Buhari/vudu'29, salat: 46, ısti'zaru 18-Ebû Dâvud/taharet; 46, 56, salât;   144.-Nesâî/tahareti 55, 70,   88, 91-İbn Mâce/taharet:   44-Ahmed    1/78. 2/164,  193,201, 228, 409.

[2] Sahih-i Müsliia/mesacidt 15

[3] Müsned-i Ahmed Müslim- Ebû Dâvud: Enes (R.A.)'den.

[4] Şerhu Fethi’l-kadir:1/190,191

[5] Es-Siraü’l-vahhac ala metni’l-Minhac: 39-Fethüvahhab bi-Şerhi Menheci’t Tullab:1/35, 36

[6] el-Muğni istikbal-i kıble,, 1/431, 432

[7] elMüdevvenetü'l-kübrâ/kıble: 1/92, 93.

[8] Tirmizî-Müsned-i  Ahmed-Tâberânî,   Amir b. Rebi'a   (R-A.rdan

[9] Neylü'l-evtar:186

[10] Mîzanü'l-i'tidals 3/556-7571 nolu Muhammed b. Salim. 635-7905 nolu muhammed b. Abdullah

[11] Neylü'l-evtarı 2/186

[12] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/260-266.

[13] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/266.

[14] Tirmizî/salât: 139-Nesâî/Siyajmn: 43- îbn Mâce/iKâmet; 56. Taberaî/kıble;8.

[15] Buharî-Müslim.

[16] Fazla  bilgi  için bak:  Bedayi'us-Sanayi'   Fi-Tertâbi'ş-Şerayii   1/118  119-

[17] el-Ümm: 1/93.

[18] el-Siracü'I-vahhac: 1/40

[19] Geniş bilgi içîn bak:, el-Muğnî: 1/440, 444.

[20] el-Fikhu alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/197'den özetlenerek

[21] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/267-270.

[22] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/270.

[23] Ebu Dâvud/taharet: 31, salât: 73. Tirmizi/taharet, 3, mevakıyt; 62- ibn Mâce/taharetî 32, Dâremî/vudu'; 22, Ahmed; 1/123, 129

[24] Buharı/ezam 18. edeb: 27, ahâd   1. Dâremî/salât; 42. Ahmed; 5/53,

[25] Haşiyetü'l-Tahtâvî: 118, 119,

[26] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertıbi'ş-Şerayi's 1/130

[27] es-Siracü'1-vahhac: 41, 42

[28]Birincisi hadisi Ebu Davud, ikincisi Buhari ile müslim rivayet etmiştir: Üçücü hadisi İbn Kudame nakletmiştir 

[29] el-Muşnî/tekbîn 1/460, 481'den özetlenerek

[30] el-Müdevvenetü'1-kübrâ/ihrâms 1/62

[31] Neylü'l-evtan 2/192'den özetlenerek

[32] Mîzanü'l-i'tidal: 4H86-1O729 nolu Ebû Yahya

[33] Neylü'l-evtan 2/195

[34] Nasburraye li-Ahadisi'1-Hidâye: 1/303

[35] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/270-275

[36] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/275.

[37] Ebü Dâvud/salât: 93.

[38] Müsned-i Ahmeds Ebu Musa (RA.) 'den.

[39] Tirmizî.

[40] Müslim/salât: 127. Ebû Dâvud/salâts 93. Tirmizî/ikamet; 50. Ahmed; 4/270, 276, 277.

[41] Buharı/ezan: 71. Müslim/salak 127, 128.    Ebû Davud/salat^  93. Tirraizı/me-vakiyt: 53. İbn Mâce/ikameti 50. Ahmed; 4/271, 272, 277.

[42] Buharı/ezan: 74. Müslim/salât:  124. Ebû Dâvud/salât 93. Dâremî/salat;  48, 49. İbn Mâce/ikameti 50. Ahmed: 2/234, 319, 505-3/177, 254, 274, 279, 291-5/262.

[43] Ahmedi 2/234, 319, 505.

[44] Neylü'l-evtar: 2/196.

[45] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/275-279.

[46] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/279.

[47] Buhari/salat:   3, 16. Müsîim/salatj   119.  Ebû Davud/saîât;   115,   117,   136, 138, 140. Tirmîzî/salatt 63, 76. Nesâî/iftitah: 6, 11» 3S, 37.

[48] Müsned-i Ahmed. Ebû Dâvud.

[49] Buharî — Müslim;, İbn Ömer (R.A.)'dan.

[50] Buharî — ı Nesâî — Ebû Dâvud: Nâfi'dan.

[51] Müsned-i Ahmed — Ebû Dâvud- Tirmizîs Ali b.Ebı Tâlib (R.A) den

[52] Buharî — Müslim: Ebû Kalâbe'den.

[53] Müsned-i Ahmed — Sahîh-i Muslı

[54] Buharî— Müslim —Xirmizî— Ebu

[55] Haşiyetü't-Tahtâvî alâ Meraki'î-feîâh: 139.

[56] el-Ümm/ref ü'l-yedeyn fi't-tekbîr: ı/iO2, 104.

[57] el-Muğnî/yerfeu yedeyh-. 1/469, 470'ten özetlenerek.

[58] el-Fıkhu Alâ'I-Mezahibi'l-Arbaa: 1/250.

[59] Fazla bilgi için bak; Şerhu Maani'l-Asâr: 1/195-197.

[60] Nasburraye: 1/309, 310.

[61] Neylü'l-evtan 2/198.

[62] Neylü'l-evtars 2/200.

[63] Fazla bilgi için bak: el-Ümmi 1/103-105.

[64] Neylü'l-evtar: 2/207.

[65] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/279-286.

[66] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/286.

[67] Müsned-i Ahmed — Sahîh-i Müslim* Vâil b. Hücür  (R.A.)'den.

[68] Müsned-i Ahme d — Sahîh-i Buharî- Ebû Hâzim (R.A.)'den

[69] Ebû Dâvud- Nesâi- îbn Mâce: İfan Mesûd  (RA.)'den

[70] Müsned-i Ahmed- Ebû Dâvud; Ali (RJU'den.

[71] Hâşiyetü't-Tahtâvî ala Meraki'l-felâh: 140.

[72] el-Fıkhu aîâ'l-Mezahibi'l-arbaa: 1/251.

[73] el-Fıkhu alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa, 1/251.

[74] el-Muğni/vaz'u yedi'l-yümnâs 1/472.

[75] el-Muğnl/vaz'u yedi'l-yümnâ: 1/473.

[76] el-Muğnî meseletün fi vazi'l,yed: 1/472

[77] el-Fıkhu AIâ'1-Mezahibi'I-Arbaa/Vaz'u'I-yed:  1/251.

[78] Neylü'l-evtarj 2/208.

[79] Neylü'l-evtar!2/211.

[80] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/287-292.

[81] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/292.

[82] Müsned-i Ahmed

[83] Müsned-i Ahmed, Müslim, Nesaî

[84] Buharı, Ebû Dâvud, Nesâî

[85] Nesâî- Ebû Dâvud- Müsned-i Ahmed.

[86] Şerhu Fethilkadîr/kerahat: 1/291

[87] Fetâvâ-yi Hindiyye/adabü's-salât: 1/72

[88] Fethülvahhab bi-Şerhi Menbeci't-TuIIâb: 1/47.

[89] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa/iltifat: 1/274.

[90] el-Fıkhu Alâ'I-Mezalübi'l-Arbaa: ı/274.

[91] el-Fıkhu AIâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/274.

[92] el-Fıkîıu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaaj 1/274.

[93] îbn Mâce — Neylü'l-evtan 2/212

[94] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/292-296.

[95] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/296.

[96] Miisned-i Ahmed— Müslim— Tirmizî

[97] Ebû Dâvud— Dârekutnî

[98] Bedayi'us'-Sanayi1 Fi-Tertibi'ş-Şerayi,/ Sünen-ı salât: 1/202

[99] Bedayi'u's'-Sanayi, Fi-Tertibi'ş-Şerayi,/Sünen-i salâtj i/202

[100] Bedayi'u's-Sanayi, Fi-Tertibi'ş-Serayi: 1/208

[101] es-SıracüIvahhac Alâ Metni'l-Minhac: 43

[102] es-Sıracülvahhac Alâ Metni'l-Minhac: 45

[103] es-Sıracülvahhac Alâ Metni'l-Minhac: 46

[104] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/296-303.

[105] es-Siracü’l-vahhac ala metni’l-minhac: 44.

[106] eî-Fikhu aîâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/250

[107] el-Fıkhu alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa! 1/250

[108] el-Muğnî 489, 490'dan Özetlenerek

[109] Mîzanü'l-i'tidal: 2/340-4003 nolu Talha b. Amir

[110] Fazla bilgi için bak: Mîzanü'l-itadal: 2/128-3148 nolu Saîd

[111] Mizanü'l-i'tidab 1/248- 945 nolu İsmail

[112] Neyü’l-evtar

[113] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/334-338.

[114] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/338.

[115] Ebû Dâvud - Tirmizî/mevakıyt; 110

[116] Ebû Dâvud/salâtı 135. Nesâl/iftİtah; 32. Ahmed 4/353, 356.

[117] Bedayi'u's-Sar.ayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi,: 1/112.

[118] Bedayi'u's-Sanayf   fi-Tertibi'ş-Şerayi,:   1/112'den  özetlenerek

[119] İbn Abidînt 1/506

[120] Eedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi\ 1/113

[121] es-Siracü'I-vahhac Alâ Metni'I-Minhac: 44.

[122] el-Muğnî /kıraat-. 1/492.

[123] el-Muğnî/luraat: 1/492.

[124] el-Fıkhu Alâ'l-Mezalıibi'l-Arbaa: 1/230

[125] el-Fikhu Alâ'I-Mezahibi'l-Arba-. 1/230.

[126] Neylü'l-evtar: 2/251.

[127] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/338-343.

[128] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/343.

[129] Buharî/ezan: 107. Müslim/salât; 170, 171. Ebû Dâvud/salat; 127, 135 Ahmedj 1/257. 5/86, 88, 101, 103, 106, 108, 111-6/395.

[130] Buharî/ezanj 103. Müslim/salât: 159. Nesâî/iftitah; 74. Ahmed;  1/175.

[131] Müsned-i Ahmed- Müslim

[132] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/77'den özetlenerek

[133] e.s-Siracü'1-vahhnc Alâ Metnf 1-Minhac: 14, 45

[134] el-Muğrî;  1/393, 394

[135] eI-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa: 1/254

[136] el-Fikhu A!â'l-Mezahibi'I-Arbaa; 1/258.

[137] Şerhu Maani'L-Asar: 1/205, 206

[138] Şerhu Maani'l-Asâr:, 1/206.

[139] Şerhu Maani'l-As&r: 1/206

[140] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/343-350.

[141] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/350.

[142] Buharî/ezan: 106. Tirmizî/sevabü'l-Kur'an: ıı

[143] Müslim/müsafırîîi! 203. Ahmed: 5/384, 397

[144] Ebû Dâvud/salât:, 130, 132, 212

[145] Müslim/müsafirîn: 98, 99, 1UO. Ahmed: 2/35 -6/184, 225

[146] Fetâvâ-yi Hindiyye, 1/78

[147] Fet&vâ-yı Hindiyyes 1/78.

[148] Fetâvâ-yı Hindiyyeı: 1/78.

[149] e1-Ümm/babü'l-kıraat: 1/109

[150] el-Muğnî/Kıraat: 1/494.

[151] el-Muğnî/Kıraat: 1/495.

[152] el-Muğnî/Kıraat: 1/495.

[153] Fazla bilgi için bak: el-Müdevvenetü'l-kübrâs 1/64-88. el-Fıkhu Alâ'l-Mezahi-bi'1-Arbaa; 1/254

[154] Neylü'I-evtar; a/255.

[155] Neyîü'l-evtar: 2/256

[156] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/350-356.

[157] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/356-357.

[158] Müsned-i Ahmed - Ebû Dâvud- Müslim

[159] Buharî- Müslim- İbn Mâce- Ebû Dâvud- Nesâî.

[160] Buharı- Müslim İbn Mâce- Ebû Dâvud- Nesâî -Tirmizî

[161] Nesâî.. Hz. Aişe (R.A.) 'dan.

[162] İbn Mâce= İbn Ömer (R.A.) 'dan.

[163] Buharî- Müslim: Câbir (R.A.)'den.

[164] Müsned-i Ahmed - Nesâi; Sülayman b. Yesar'dan

[165] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/77

[166] Geniş bilgi için bak: Haşİyetü't-Tahtâvî: 143

[167] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb: 1/41

[168] el-Mugnî/Iuraat: 1/491 492

[169] Fazla bilgi için bakt el-Muvatta, 1/99,100

[170] Şerhu Maânfl-Asâr: 1/213

[171] Şerhu Maânfl-Asâr: 1/214

[172] Ilıkâm'I-Ahkâm   Şerhu  Umdeti'I-Ahkâm    Buhan-  Müslim   Nesaı-İbnMâce- Ebû Dâvud.

[173] İhkâmü'l-Ahkâm: 2/15'den özetlenerek

[174] Neylü'l-evtarı 2/260.

[175] Mîzanü'l-i'tidâl: 2/143- 3205 nolu Saîd b   Sımak

[176] Neylü'l-evtar: 2/262

[177] Bülüğü'1-merâ.m: 1/132

[178] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/357-365.

[179] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/365.

[180] MüsnecM Ahmed- Nesâi- Tirmizî

[181] Müsned-İ Ahmed- Büharî.

[182] Müsned-i Ahmed- Müslim- Nesâî- Ebû Dâvud

[183] Hâşiyetü't-Tahtâvî Alâ Meraki'l-felâh: 145, 148

[184] Fethülvahhab bi-Şerhİ Menheci't-Tullab; 1/38-48.

[185] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahİfai'l-Arbaa/tekbirat; 1/253. el-Muğnî: 1/495, 496.

[186] el-Muğni/tekbîr: 1/495.

[187] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/253.

[188] el-Müdeyvenetü'1-kübrâ: 1/70, 71

[189] Neylü'l-evtar: 2/269

[190] Fazia bilgi İçin bak, Nasburrâye li-Ahadîsi'l-Hidâyes 1/372

[191] el-Muvatta': 1/191.

[192] Şerhü'n-Nevevî Alâ Sahîhil-Müslim: 3/5-7

[193] Neyle'l-evtarj 2/270.

[194] Neylü'l-evtar: 2/270

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/365-371.

[195] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/371.

[196] Buharî/salât:   145,   148. Ahmed:   1/100, 2/240, 284, 285,  301, 450- 3/18,   94,  179,218- 4/39, 41, 318r 338,- 5/322, 365- 6/65, 141

[197] Buharî/salât: 82, 84, 91. Ebû Dâvud/salât* 68. Nesâî/aehv   11, îbn Mace/ikamet; 144. Ahmed; 3/334- 4/312. 

[198] Müslim/salfc 48. Nesâî, Taberâni/nida 16

[199] el-Fıkhu Alâ'l-Mezalıibi'I-Ârbaa: 1/252

[200] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaas 1/252

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/371-373.

[201] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/373.

[202] Müsned-İ Alımed- Ebû Dâvud- Nesâi; Ebû Mes'ud'den.

[203] Sünen-i Ebî Dâvud: Rifaâ b. Râfi"den.

[204] Kütübti Sitte...

[205] Bedayi'us'-Sanayf Fi-Tertibi'ş-Şerayi's 1/208

[206] Fethü'l-vahhab bi-Şerhi Menhec'it-Tullab: 1/42.

[207] el-Muğnîs 1/499

[208] el-Muğnî: 1/499

[209] el-Müdewene'tü'l-kübrâ 1/71, 72

[210] el-Fıldıu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaai 1/260

[211] Şerhu Maâni'l-Asâr: 1/229.

[212] Şerhu Maânî'1-Asâr; 1/229

[213] Fazla bilgi için bak: Nasburrâye: 1/373

[214] Nasburrâye: 1/373.

[215] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/373-378.

[216] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/378.

[217] Buharı- Müslim- Ebû Dâvud- Nesâî- Tirmizî

[218] Müsned-i Ahmed- Ebu Davud--ibn Mace

[219] Müsned-i Ahmed- Müslim- Ebu Davud- Nesai.

[220] Buhari- Müslim- Ebû Dâvud- Nesâî- ibn Mace

[221] Tirmizî- Ebû Dâvud- lan Mace

[222] Müsned-i Ahmed-Tırmızı-Ebu Davud

[223] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayf- 1/208.

[224] Besayi'u's-Sanayi, Fi-Tertibi'ş-Şerayi,! 1/208.

[225] es-Siractil-vahhac Ala Methi'l-Minhac: 45

[226] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerâyi,: 1/208

[227] el-Umm/el-kavlü fi'r-rükû: ı/m

[228] el-Muğnî/rükû,a/501

[229] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaaj 1/260

[230] el-Muğnî: 1/501

[231] Şerhü Maani'l-Asân 1/233

[232] Şerhü Maani'I-Asâr: 1/234

[233] Şerhü Maani'l-Asâr: 1/234

[234] Şerhü Maani'1-Asâr: 1/234

[235] Şerhu Maani'I-Asâr: 1/236, 237

[236] Şerhu Maani'1-Asâr: 1/237

[237] Tirmfzî- Ebû Dâvud tahrîc etmişlerdir

[238] Nesburraye li-Ahadisi'l-Hidâye: 1/375, 376.

[239] Neylü'l-evtar;   2/275.

[240] Neylü'l-evtar:   2/275.

[241] Mîzanü'l-i'tidal: 2/389- 4191 nolu Abdullah.

[242] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/378-386.

[243] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/386..

[244] Müsned-i Aluned- Müslim- Nesâî- Ebû Dâvud.

[245] Fetâvâ-yı Hindiyye:, 1/74.

[246] el-Ümm: 1/111.

[247] Geniş bigi için bakî eI-Mîiğnî: 1/503, 504.

[248] el-Müdevveııetü'1-kübrâi 1/72.

[249] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/386-388.

[250] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/388-389.

[251] Buharî -Müslim: Ebû Hüreyre (R.A.)'den.

[252] Buhart/ezan:  52, 74, 82, 86,  117-daavat-   99. Müslim/salât; 25, 28, 55,  62, 64, 71, 77. Ahmeds 1/95, 102, 143- 2/18, 230- 3/3, 18 87 -5/343, 388, 400- 6/78.

[253] Müsîim/saJât: 21, 22, 24, 25, 28, 33, 114, 115, 133, 194, 195, 197, 199, 202, 205, 206, 240. Nesâî/ezam 41, kıble: 16, imamet; 38.

[254] Bedayi'us'-Sanayi1 Fi-Tertibi'ş-Şerayi\ 1/209.

[255] Buhariî/salât; 18, ezan:, 51, 74. 82, 128- taltsîrü's-salât; 17. sehv: 9, merda,-12. Müslim/salât: 77, 82, 86, 89. Ebû Dâvud/ salât: 68. Tirmizî/salâti 150 Nesâî/eimme: 18, 38, 40, iftitah: 30, tatbiyk; 22. îbn Mâce/ikamet; 13, 144. Dâremî/salât; 44, 71- Taberâm/nîdâ,!56, cemaat: 18, 17. Ahmed; 2/230, 314, 341,  441, 420, 438, 440  -3/110,  154,  162,     200, 217,  300- 4/401,  405-6/51,  58, 68,

148   194

[256] es-Sİracü'1-vehhac Ala Metni'l-Mİnlıac: 45, 46.

[257] el-Muğnî: 1/507, 508.

[258] Şerhu Maâni'1-Asâr: 1/238.

[259] Şerhu Maâni'l-As&n î/239.

[260] Buharî/refi yedi 102 - İtan Ömer  (R.A.)*dan

[261] Abdullah b. Etai Evfâ (R.A.)'den/Sahîh-ı Müslim/ref-i re's: 190

[262] Nasburrâye U-Ahiadisi'1-Hidâye:   1/377.

[263] İhkâmü'I-Ahkâm Şerhu Umdeti']-alıkâm: 1/220.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/389-394.

[264] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/394.

[265] Etaü Dâvud - Buharî/eyman! 15. Tİrmizî/ salây; 110, isti'zan; 4. Nesâî/istif-tah;7, tatbiyk  15, sehv? 67. İbn Mâce:72.

[266] Nasburrâye:   1/279.

[267] Müsned-i AhihedU 2/252- 4/22, 23.

[268] İbn Mâce /ikamet- 16. Nesâî/tatbiyk; 77. Ahmed; 4/23.

[269] Tirmizî/mevakiyt;   81, 91.   Ebû  Dâvud/salâtî     44.  Nesâî/tatbiyk;  54,  iftıtah

88,  îbn Mâce/ikamet: 16.  Daremî/salât: 78. Ahmed; 2/525 -4/22, 23,   119, 122-

5/310.

[270] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayî,-   1/162.

[271] es-Siracü'1-vahhac Şerhim Alâ Metni'l-Minhac: 44.

[272] es-Siracü'I-vahhac; 1/44.

[273] el-Muğnî:  1/500.

[274] el-Müdevvenetü'1-kübrâ: 1/72'den özetlenerek.

[275] Geniş  bilgi   için  bak:   el-Fıkhu  Alâl-Mezahibi'1-Arbaa,.  1/261,

[276] Müsned-i Ahmed.

[277] Buharı — Nasburrâye: 1/380.

[278] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/394-399.

[279] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/399.

[280] Buharı. Müslim, Tirmizî. İbn Mâce.

[281] Ebû Dâvud/salâtî   137. Ahaned: 2/381, Nesâî,

[282] Sahîh-i Buharı. MüsLim/salât: 236. Ahmed: 5/345.

[283] Buharî/mevakiyt:  8,   ezan:   141.   Müslim/salât;     233.   Ebû Dâvud/salât  154. Tirmizî/salât:  89.   İbn Mâce/ikamet:  21. Nesâî/ü'titahi 86, tathiyk   53.  Ahmed;  3/ 109, 115,, 177, 179, 191, 214, 274, 291,315, 336, 389.

[284] Ebu Dâvud/salât. 116

[285] Ebu Dâvud/salât. 116 Tirmlzî/mevaklyt ı 86

[286] Bedayi'u's-Sanayi, Fi Tertibi'ş-Serayi,: ı/2io.

[287] Bedayi'u's-Sanayi, Fi Tertibi'ş-Şerayi,! 1/210

[288] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayi'; . 1/210,

[289] Bedayi'u's-Sanayi, Fi Tertibi'ş-Şerayi'., 1/210.

[290] es-Siracülvahhac Alâ Metni'l-Minhact 47.

[291] es-SiracüIvahliac Ala Metni'l-Minhac- 47

[292] el-Ümm: 1/113.

[293] Nesâi/tatbiyk: 38.

[294] el-Muğnî; 1/514, 516.

[295] el-Muğn5  1/515

[296] Eıüıan/ezam, 133,  134, 138, Müslim/salât 58. İbn Mace/ikamet: 19. Dâremî/

salât: 73. AhmecU 1/279, 280, 286, 292, 305

[297] el-Muğnh 1/520.

[298] el-Muğnîî    1/520

[299] el-Müdevvenetü'1-kübrâ: 1/73.

[300] Şerhu Maâni'1-Asâ.n l/255,den özetlenerek.

[301] Geniş bilgi için bak:  Şerhu Maâni'I-Asâr: 1/257.

[302] Benzeri rivayeti ve kaynağını 879 nolu hadîste belirtmiş bulunuyoruz, ora­ya bakılması..

[303] Neylü'l-evtar: 2/282.

[304] el-Hakim-Beyhakî-Darekutnî

[305] Neylü'l-evtar: 2/282.

[306] Neylü'l-evt&r: 2/285.

[307] Dârekutnii Ebu Kutaybe'den

[308] MîzanÜ'M'tidaU 2/322 - 3929 noîu Dahhak...

[309] Dârekutnî- Nasburrâye Li-Ahâdisi'I-Hidâye;  1/383.

[310] Buharî/sücud:   112.   Müslim/sücud;   1S3.   Ebû   Dâyud/sücud;    136.   Nesâî/su-cud;  166. Tinnizi/sücud;   37. İbn Mâce/sücud; 83.

[311] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/400-410.

[312] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/410.

[313] Buharî/amelü fi's-salât:  9. Müslim/mesacid:  191. İbn Mâce/ikamet   64. Ah-med;   3/100.

[314] Ahmed:, 1/265.

[315] İbn Mâce/ikamet: 64. Ahmed: 4/335

[316] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/108.

[317] el-Ümm: 1/114.

[318] el-Mugnî: 517.

[319] el-Muğni: 518.

[320] el-Müdevvenetü'l-kübrâ-. 1/74.

[321] FetKülvahhab  bi-Şerhi Menheci't-Tulİâbj 1/43.

[322] Müsned-i Ahmed -İshak b. Rahuye - Ebû Ya'lâ el-Mevsalî -Taberânı.

[323] Geniş bilgi için bak: Nasburrâyes 1/386.

[324] İhkâmü'l-Ahkâm Şerhu Umdeti'l-Ahltâmî 2/63.

[325] Beyhakî , Hâkim el-Erbain'de...

[326] Neylü'l-evtan 2/290.

[327] Neylu'l-evtar: 2/291.

[328] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/410-416.

[329] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/416.

[330] Sahîh-i Müslim.

[331] Nesâî -İbn Mâce

[332] Tinnizî- Ebû Dâvud.

[333] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/416-419.

[334] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/419.

[335] MüsUm/mesacidj 148

[336] Bedayi'u's-Sanayi'  Fi-Tertibi'ş-Şerayi1:   1/202. el-Ihtiyar  li-Ta'lilü-Muhtari

[337] Fethülvahhab bi-Şerhii Menheci't-TuUâb;  i/4Ij

[338] Fazla bilgi için bak: el-Ümm, 1/İ07.

[339] eLMuğnî: 1/531, 532.

[340] el-Muğnî: 1/532'den özetlenerek

[341] el-Müdevvenetü'1-kübrâ: 1/64.

[342] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/419-421.

[343] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/421-422.

[344] MÜsned-i Ahmed. Nesâî/tatbiyk: ıoo

[345] Sünen-i Ebl D&vud.

[346] Bulıarî/sehv; 5. Nesâî/sehv; 21, 27, 28.

[347] Bedayi'u's-Sanayİ, Fi Tertibi'ş-Şerayi,.   1/211.

[348] Bedayi'u's-Sanayİ, Fİ Tertibi'ş-Şerayi,;  1/211.

[349] Bedayi'u's-Sanayi,   Fi   Tertibi'ş-Şerayi,T   1/212, 213'ten  Özetlenerek.

[350] es-Siracülvahhac Şerhim Alâ Metni'l-Minhac: 48, 49,

[351] el-Ümm; 1/116'dan özetlenerek.

[352] el-Mugnîj 1/529-532'den Özetlenerek

[353] Bedayi': 1/210.

[354] Şerhu Maânİ'l-Asar: 1/261.

[355] Neylü'I-evtar: 2/303.

[356] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/422-426.

[357] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/427.

[358] Nesâî/iftitaJiı 11, sehvi 34. Dâremî/salâti se. Ahmed;  4/218

[359] Müslim/mesacidi 112. Ebû Dâvud/salâts 181. 

[360] Buliıari/ezan: 120, 145. Ebû Dâvud/salât: 116.

[361] Ebû Dâvud/salât:   122. İbn Mâce/ikamet: 4, Ahmed(  6/31, 171, 194, 281.

[362] Ahmed; 2/311.

[363] Neylü'l-evtar. 2/308.

[364] Neylü'l-evtar: 2/309.

[365] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/427-432.

[366] Buharî/isti'zanî   27, 28.  Müslim/salât:  59,     60, 61.     Tİrmizî/nikâh   17, salât;

100. Nesâî/nikâh: 39, 40, tatbik;  100, 103, 104-sehv; 42, 45. İbn Mâce/ikamet;

24. Ahmed: 1/262, 394, 413, 414, 450-5/363.

[367] Müslim/salât: 56. Nesâî/sehv: 43.

[368] Ahmed: 1/276.

[369] Bedayi'u's-Sanayi'  Fi~Tertibi'ş-Şerayi'.  1/163.

[370] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/163.

[371] es-Sİracü'1-vahhac  Ala Metni'1-Minhac. 48,  49. Fethülvahfcıab;   1/44,

[372] Fethülvahhab bi-Şerhi Menhaci't-Tııllab: 1/45.

[373] Kitabü'l-Fıkhı  Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa;   1/234,   235.  el-Muğnî:   1/536,  537.

[374] Kitabü'l-Fıkhı Alâ'l-Mezalıibi'l-Arbaa.. 1/235.

[375] r^Teylü'l-evtars 2/311.

[376] Müslim- Ebû Dâvud - Tirmizı

[377] Şaîd kendi Sünen'inde - Buharî kendi Tarih'inde rivayet etmiştir

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/432-438.

[378] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/438.

[379] Müsned-i Ahmed - Nesâi- Ebû Dâvudv

[380] Müslim/mesacid: 114, 118. Nes&l/sehv: 23, 31, 33, 35, salât; 7, 20. Ahkned; 4/3.

[381] Bedayi'u's-Sanayi1   Fi-Tertibi'ş-Şerayi1:   ı/214'den Özetlenerek.

[382] es-Siı-acü'1-Vahhac Şerhim Ala Metni'l-Mincah: 48.

[383] el-Muğn î/1/534.

[384] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/438-441.

[385] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/441-442.

[386] Müslim/salâts 65.  Ebû Dâvud/salât:   179. Tirmizî/tefsirs 3.   Nesâi/sehv   49, 50, 51. Daremî/salât1 85. Ahmed: 5/27

[387] Kütüb-i Sitte'den beşi rivayet etmiştir

[388] Bedayi'u's-Sanayf Fİ-TertibıVŞerayı,   1/212, 213.

[389] Bedayi'u'ş-Sanayi1 Fi-Tertibi'ş-Şerayı: 1/213

[390] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tedtibi'ş-Şerayi': 1/213

[391] es-Siracü'1-vahhac: 49.

[392] Fazla bilgi için bak: el-Ümm: 1/117

[393] el-Muğnî; 1/541, 542

[394] Bedayi'u's-Sanayi,: 1/212. el-Muğni 542.

[395] Ihkâmü'l-Ahkâm Şerhü Umdeti'l-Ahkâm: 2/72.

[396] Ihkâmü'1-Akâm Şerhü Umdeti'l-Ahkâm; 2/73.

[397] Geniş bilgi için bakî İh&âmü'l-Ahkâni: 2/73, 74.

[398] Fethü'I-AlIâm   li-Şerhi  Bülüği'l-Meram:  ı/146'ya balulması   tavsiye   edilir.

[399] Nasbu'rrâyes 1/424'den Özetlenerek

[400] Nasbu'rrâye! 1/426.

[401] Mîzanü'l-İ'tidaİ!  1/78- 273 nohı Ubey b. Abbas.

[402] Mîzanü'l-İ'tidal: 2/671-  5279 nolu Abdülmuhaymin

[403] Nasbü'rrâye 1/427.

[404]  Fazla bilgi için bak; Nasbu'r-râyej 1/427, 428

[405] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/442-449.

[406] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/449.

[407] Buhari/enbiya* 10, daavafe 31-32, Müslhn/salât; 65^66-69 Ebû Dâvud/salât 179.

[408] Ebû Dâvud.

[409] Fetâvâ-yı Hindiyyes 1/76.

[410] es-Sİracü'1-Vahhâc Alâ Metni'l-Minhâcı 40

[411] Geniş bilgi için bak: el-Muğnî- 1/542, 543, 544.

[412] el-Bedayi's   1/212. Kitabü'l-Fıkhı Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaas  1/243

[413] Alızâb sûresi:, 33

[414] Neylü'l-evtân 2/324.

[415] Neylü'l-evtan 2/324.

[416] Tirmizî/tefsîr-i sûre: 3, menakibî 20

[417] Mü'nıin sûresi * 43

[418] Taberânî.

[419] Mîzanü'I-î'tidaİ! 4/511- 10066,  10067 noiu Ebû Cafer

[420] Mîzanü'l-İ'tidaL 1/448- 1680 noiu Hibban

[421] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/450-453.

[422] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/453..

[423] îbn  Mâce/ikamet: 26.  Dâremî/salât:  86.  Nesâî/istiaze;   18, 21. Tirmizî/daa-vat: 88. AhmecU 2/168, 198, 237, 340, 3S5, 451- 3/283.

[424] Buhari/daavatî 39, 44, 46. Müslim/zikir: 48. Nesâî/istiaze; 47. Ahmed; 6/200,201.

[425] Buharî/daavat: 17, ezam 149, tevhîd 9. Müslim/zikir; 47, 48. Tjrmizî/daav'atı Nesâî/sehv; 57, 59. İbn Mâce/ dua; 2. Ahmed; 1/4, 7.

[426] Allıned: 4/55, 63, 329- 5/375

[427] Sünen-i Nesâî

[428] Sahih-i Müslim. SÜnen-i Ebû Dâvud

[429] Nesâî/shvs 62. Ahmeds 4/264

[430] Ahmed: 5/247. Ebû Dâvud/vitir, 26. Nesâl

[431] Ahmed; 6/209

[432] Müslim/müsafirîn:   181,   187,   189.  Ebû  Dâvud/tetavvû,:   36.  Tirmizî/daavat 30. Ahmedi 1/284, 343,352, 373.

[433] İnşirah sûresi; 7.

[434] Bedayi'u's-Sanayi1 Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/213

[435] Fethülvahhab bİ-Şerhİ Meheci't-Tullab: 1/46

[436] Fethülvahhab bî-Şerhi Menheci't-Tullabi î/46

[437] el-Muğnî; 1/546- 548'den özetlenerek

[438] el-Mtidevvenetü'1-kübrâ: 1/102, 103.

[439] Kitabu'l-Fikbi Alâ.'1-Mezahibi'I-Arbaa: 1/244

[440] Ihkâmü'l-Ahkâm Şerhu Urndeti'l-Ahkâm: 2/75, 76

[441] Neylü'I-evtâr: 2/327. (10071    Neylü'1-evtâ.r: 2/327

[442] Neylü'I-evtâr: 2/327. (10071    Neylü'1-evtâ.r: 2/327

[443]  Ihkâmü'l-Ahkâm Şerhu Umdeti'l-Ahkâm; 2/77

[444] Fazla bilgi için bak; Nasburrâye: 1/428, 429

[445] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/454-463..

[446] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/463.

[447] Müslim/ikamet: 28, Ebû Dâvud/salât: 41, 184, 188. Tirmizî/mevakiyt; 28. Nesâî/tatbiyk: 34, 83, sehvi 68, 71. İbn Mâce/ikamet; 28. Dâremî/salât 41, 87. Taberanî/nida! 54. Ahmei 1/172, 181- 2/72 -J/183, 312,317 -5/60 86, 88, 102, 107, 238,344

[448] Müslim/ikamet: 28.  Nesâî/tatbiyk: 34,  83, sehv; 68, 71.  İbn Mâce/ikamet; 28. Ahmed; 1/172, 181- 2/72 -4/193.

[449] Müslim/salât: 120. Nesâî/tatbiyk: 34, 83, sfehvj 68, 71. İbn Mâce/ikamet 28. Dâ­remî/salât:  41. Ahmedt 1/386, 390,    406, 408,    409,    414,    418, 427, 444, 465, -4/316, 317.

[450] Nesâî/tatbiyki 34, 83

[451] Mtisned-i Ahmed -Ebû Dâvud:

[452] Tirmizî/salât:  107. Ebû Dâvud/salât:  18G. Ahmed  2/532

[453] Kaynaklarıyla   İslâm   Fıkhı/Celâl YILDIRIM:   1/252.

[454] el-Ihtiyar Li-Ta'lîI'I-Muhter; 1/54

[455] el-Ihtiyar Li-Ta'Iîl'1-Muhter: 1/54.

[456] Bedayî's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi1! 1/214

[457] Fazla bilgi için bak: Bedayi\ 1/214, 215

[458] Fazla bilgi için*   bak,  Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab 1/46

[459] Ebû  Dâvud/iaharet: 31, salât:73. Tirmİzî/taharet; 3,  mevakiyt; 62. Mâce/taharet; 32. Daremî/vüdû1; 22. Ahmed; 1/123,   129

[460] Buharı/ezan:  18/ edeb: 27, âhad? 1. Dâremî/salât  42. Alımed; 5/33.

[461] Geniş bilgi için bak; el-Muğnî; 1/551, 553

[462] el-Muğnit 1/554.

[463] el-MÜdevvenetü'l-Kübra:   1/143, 144'den  özetlenerek

[464] Kitabü'l-Fikhi Alâ'I-Mezahibi'l-Arbaa: 1/265

[465] Neylü'l-evtan 2/333.

[466] Fazla bügİ için. bak: Neylül-evtan 2/333, 334

[467] Mîzanü'1-I'tida]: 3/388 - 6886 nolu Kurre

[468] Neyiü'l-Evtar: 2/336

[469] Nesburrâye: 1/431

[470] Mîzanü'l-İ'tidal: 1/474 -1700 nolu Hureys

[471] Geniş bilgi için bak: Nasburrâye; 1/433

[472] Şerlm Maâni'1-Asâr: 1/270.

[473] Zeylai, el-Hulasa'dan naklen belirtmiştir. Nesburraye:  1/433,

[474] Nesburrâye: 1/433.

[475] Mîzanü'l-İ'tidal: 2/671- 5279 nolu Abdülmeheymin

[476] Mîzanü'I-İ'tidaİ! 4/373 - 9499 nolu Yahya.

[477] Nasburrâye: 1/434

[478] Mîzanü'I-İ'tidaİ! 3/76- 5650 nolu Atâ.

[479] Geniş bilgi için bak: Şerhu Maâni'l-Asars 1/266-277

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/464-475.

[480] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/475-476.

[481] Tirmizî/mevakiyt:   108.  Ebû Dâvud/vitir.   25. Nesâî/sehvs 81. Ahmed;  4/88, 254

[482] Müslim- Müsned-i Ahmed- Ebû Dâvud- Nesâî.

[483] Buharî- Müslim

[484] Tirmizî/salât: 185. îbn Mâce/ikametj 32. Ahmed; 2/205

[485] Buharî/cihadi 25. Tirmizû Hadisün sahîhün.

[486] İbn Mâce/ikamet: 32. Ahmed: 6/294 305, 313, 32

[487] Tirmizî/daavat;78

[488] Fazla bilgi için bak: el-Muğni: 1/559, 560

[489] Geniş bilgi için bak= Neylü'l-evtar: 2/343,, 344

[490] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/476-481.

[491] Tirmizî/salât:   10Ö. İtin Mâce/ikatnets 32. Müsned-i Ahmed. Müslim

[492] Sahîh-i Buharı. Ahmed: 2/284, 285

[493] Buharî/ezan: 149, 150- isti'zaıi! 3. Müslim/müsafirîn; 62. Ebû Dâvud/salât 71, 184. Tirmizî/mevakiyt: 92, İtan Mâce/ikamet: 55. Nesâî/ik&met; 34- sehv; 69, 72. Ahmedî 4/291, 292, 300- 5/86, 88, 107

[494] Müslim/hac: 311, 312. Ahmeds 4/161, 343- 5/262

[495] Buharî/salât:   17, libas-. 3. Müsüm/salâti 250. Ahmed; 4/307, 308, 309

[496] Buharî/ezan: 159. Nesâî/sehv: 100. İbn Mâce/ikamet; 33. Ahmed; 1/384, 408,429, 459, 464 -2/178, 208 5/228.

[497] Buhari/ezam 159. Nesâi/sehVî 100. İbn M&ce/ikamet. 33. Ahmed; 1/384, 408, 429, 459, 464, 2/178, 206-5/226.

[498] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayi1: 1/159'dan özetlenerek

[499] Fazla bilgi için baki Aynı eserin 160. sahîifesine

[500] Bedayi'us-Sanayi1: 1/217

[501] Bedayi'us-Sanayİ": 1/241'den özetlenerek

[502] Fazla bilgi için bakt el-Ümm: 1/127

[503] Fazla bilgi için bak: el-Ummt 1/128

[504] Kitabu'I-Fıkhı Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa: 1/270.

[505] el,MuğnÎ! 1/560, 561'den özetlenerek.

[506] el-Muğnîi 1/562. Buharî/ezans 157

[507] el-Müdevvenetü'I-Kübra: 1/144.

[508] Neylü'I-evtan 2/347

[509] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/481-489.

[510] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/489-490.

[511] Ebû Dâvud. Tirmizî/duâ: 120. AhmecU 6/371

[512] Ebû Dâvud/vitm 24. Tirmizi/duâi 113

[513] Tirmizî/duâ: 103

[514] Neylü'l-evtan 2/353.

[515] Neylü'I-evtar: 2/353

[516] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/490-493.

[517] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/441-442.

[518] Bakara sûresit 238. Buhari/amek 2, tefsir; 2,  13. Müsüm/mesacid;  35. Tlr-mizî/mevakiyt; 180. Ahmed: 1/377.

[519] Buhari/el-amelü fissalât: 2- tefsir, 2, 3. Müslim/mesacidj 35. Tirmizî/mevakıyt; 180- tefsir; 2. Ahmetli 1/435, 463- 4/368.

[520] Müslim/mesacid, 12. Ahmed: 6/2.

[521] Müslim, Nesâî, Ebû  Dâvud/salât:  167. Ahmed: 4/46- 5/448

[522] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/215

[523] Bedayi'us'-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/215.

[524] Kanaklarıyla İslâm Fıkhı/Celâl YILDIRIM.- 1/341

[525] Kanaklarıyla İslâm Fıkhı/Celâl YILDIRIM-1/341

[526] Kanaklarıyla İslâm Fıkhı/Celâl YILDIRIM-1/341

[527] es-Siractilvahhac/Şerhün Ala Metni'l-Minhac; 55, 58

[528] Kitabü'l-Füthı Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa ı 1/297, 298

[529] Kitabü'I-Fıkhı Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa* 1/297, 298   

[530] İbn Mâce/talâk: 16

[531] Neylü'l-evtan 2/357

[532] Nasburrâye Li-Ahâdisİ'I-Hidâye: 2/64

[533] Nasburrâye Li-Ahâdisi'1-Hidâye: 2/65

[534] Mizânti'I-rtidali 4/43- 8181 nolu Muhammed b. el-Musaffa

[535] Mizânü'l-rtidalî 4/43- 8181 nolu Muhammed b. el-Musaffa

[536] Mizânü'M'tidaİ! 4/443 -9773 nolu Yezîd

[537] İhkâttlmt-Ahkânı Şerhü t/mdeti'l-Ahkâm: 2/30

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/493-504

[538] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/504.

[539] Nesâî/sehv: 17. Ahmed: 1/80,107. İbn Mâce

[540] Buharî/el-amelü fi's-salât: 12. Ebû Dâvud. Ahmed. Nesâî

[541] Fetâvâ-yı Hindiyye, 1/107

[542] Kitabu'l-Fikbi Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/299, 300

[543] Kitabu'l-Fikhı Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaaî 1/299

[544] Kitabu'l-Fıkhı Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/298

[545] Mîzanü'l-l'tidal: a/514- 5650 nolu Abdullah

[546] NeylÜ'l-Evtar: 2/360

[547] Fazla bilgi için bak, Mîzanti'l-rtidal: 3/70, 71 - 5641 nolu Atâ'

[548] Mizanü'1-İ'tidal: 1/627- 2408 nolu Halid...

[549] Neylü'l-Eytan 2/361

[550] Mizanü'l-İ'tidal: 4/279-9143 nolu Nuh b. Ebî Meryem

[551] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/505-509.

[552] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/509.

[553] Meryem sûresi} 58

[554] Ebü Davud/salâtt 158. Nesâî/sehv-. 18. Ahmedt 4/25, 26

[555] îbn Mâce/ikamett 142. Buharl/ezam 46, 51. Müslim/salât 90, 04, 101. Nesaî imamet;40. Dademi/mukaddeme.  14, salak 44. Ahmedî a/52, 4/412- 5/361-6/34, 96, 159, 210, 229, 251.

[556] El-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa, 1/300

[557] el-Fıku Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa 1/300

[558] el-Fıkhu Alâ'l-Mezabibi'l-Arbaaj 1/300

[559] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/509-512.

[560] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/512.

[561] Tirmizî/mevakiyt: 179. Nes&î/iftitaJü 36

[562] Fetava-yı Hindiye: 1/98

[563] Kitabu'l-Fikhi Alâ'l mezatübi'l-Arbaa* 1/304

[564] el-müdevvenetü'I-Kübrâ( 1/100

[565] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/513-515.

[566] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/515-516.

[567]Buharî/amelün fissalâtî 16, sehv: 9. Müslim/salât; 102. Ebû Dâvud/salât 169. Nesâî/imamet:, 7,15, sehv: 4. Ahmed; 5/330, 332, 333

[568] Tirmizi/mevakiyt: 155. Ahmed; 1/77, 79, 98, İ03, 112-3/290

[569] Buharî/el-amelü fissalâtr 5, ezan 48, sehv: 9. Müslim/salât; 107. Ebû Dâvud/ salâts   169, 170.  Tirmizî/mevakiyt:  155.  Nesâî/sehv;  15, 16., Taberânî/sefer; 61, Ahmedî 2/261, 317, 376, 412, 440, 473, 479, 492, 507, 529- 3/348, 357- 5/336, 338

[570]Kitabü'I-Fıkhi Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/303

[571] es-Siracü'lvahhac şerhtin Alâ Metni' 1-Minhacs 53,

[572] Kitabu'l-Fıkhi Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/304

[573] Kitabu'l-Fıkhi Alâ'l-Me7ahibi'l-Arbaa,: 1/303

[574] Fazla    bilgi için bak: Mîzanü'M'tidal; 3/173- 6018 nolu Umare b. Cüveyn

[575] Nasburrâye; 2/76

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/516-519.

[576] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/519-520.

[577] Ebû Dâvud. Müsned-i Ahmed

[578] Ebû Dâvud/salât

[579] el-Fıkhu   Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa:   i/301'den  özetlenerek

[580] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa; 1/301

[581] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibil-Arbaa: 1/302

[582] el-Fıkhu AIâ'l-Mezahibi'I-Arbaa: 1/302

[583] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/302

[584] Bilgi için bak: Neylü'l-evtar- 2/3S5. Mîzanü'H'tidal; 4/403-9609 nolu Yahya b. Kesîr

[585] Ebü Dâvud. Ahmed: 1/146

[586] Neylü'l-Evtar. 2/386

[587] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/520-523.

[588] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/523-524.

[589] Müsned-i Ahmed - İbn Mace: Abdurrahman b. Ebi Leyla

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/7.

[590] Müsned-i Ahmed

[591] Kur'an-ı Kerim, Kıyamet Suresi: 40

[592] Ebu Davud/salat: 149

[593] Neylü'l-Evtar: 2/367

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/7-9.

[594] Abdurrahman el-Cezîri /Kitabu'l-Fıkhi Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa : 1/300.

[595] Abdurrahman el-Ceziri/Kitabu'l-Fıkhİ Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/301

[596] Abdurrahman ei-Ceziri/Kitabu'l-Fıkhi Ala'L-Mezahibi'l- Arbaa: 1/301

[597] Abdurrahman el-Ceziri/Kitabu'l-Fıkhi Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/301

[598] Şevkani/Neylü'i-Evtar: 2/367

[599] İbn Kudame/el-Muğni: 1/710

[600] Ebu Davud/Salat: 147. Nesai/Tatbik: 12, 25, 73, 86, Ahmed: 5/388, 397,400,401-6/24

[601] Şevkani/NeyiCTI-Evtar: 2/368

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/9-11.

[602] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/11.

[603] Buhari/cuma: 35. Müslim/istiska: 9. Tirrnizi/salat:154. Nesai/Sehv: 6. İbn Mace/ikamet:59. Taberani/dahaya: 1. Ahmed:2/10

[604] Ebu Davud/Saiat: 166. Tirmizi/salat: 154. Nesai/sehv: 6. Daremi/salat: 94.

[605] Neylü'l-Evtar: 2/369

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/12-13.

[606] Mecmeü1-EnhürŞerhuMülteka'i-Ebhur: 1/119, 120

[607] İbn Kudame/el-Muğni: 1/711

[608] İbn Kudame/el-Muğni: 1/711

[609] el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/99

[610] İbn Kudame/el-Muğni: 1/711

[611] lbn Kudame/el-Muğni: 1/712

[612] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 2/370

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/13-14.

[613] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/14.

[614] Tirmizİ/cumua: 59

[615] Buhari/ezan: 93, Bed'i-halk: 11. Nesai/sehv: 10. Ahmed: 6/70, 106

[616] Ebu Davud/satat: 161. Nesai/sehv: 10. Daremi/salat: 134. Ahmed: 5/172

[617] Mizanü'l-l'tidal Fi-Nakdi'r-Rical/Zehebi: 4/9932 nolu Ebu'l-Ahvas

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/15-16.

[618] Kasani/Bedayi'u's-Sanayi'fi-Tertibi'ş-Şerayi1: 1/215

[619] Zekeriye el-Ansari/Feîhü'l-Vahhab bi:Şerhi Menhecil-Tuiiab: 1/35

[620] Abdurrahman ei-Cezİri/Kitabu'l-Fıkhi Ala'l-Mezahibi'l- Arbaa: 1/306

[621] Fethü'l-Vehhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab: 1/52

[622] Abdurrahman el-Ceziri/Kitabu'l-Fıkhi Ala'l-Mezahibi'l-^Arbaa: 1/306

[623] Abdurrahman el-Cezifi/Kitabu'l-Fıkhi Ala'l-Mezahibi'l- Arbaa: 1/306

[624] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/16-17.

[625] Fazla bilgi için bak: Şevkani/Neyiü'l-Evtar: 1/37

[626] Ebu Davud/cihad: 16

[627] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/17-18..

[628] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/19.

[629] Müsned-i Ahmed:3/43, 54

[630] Tirmizi/mevakit: 167. Ebu Davud/Salat: 50. Daremi/salat: .    21. Ahmed: 3/43, 54. 4/241, 244

[631] îbn Mace/ikaamet: 42

[632] lbn Mace/ikaamet: 42, 43

[633] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/20-21.

[634] Kasani/Bedayi'u's-Sanayi': 1/215. Mecmeu'l-Enhür: 1/123

[635] Bilgi İçin bak: İbn Kudame/el-Muğni: 1/661, 662

[636] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/21-22..

[637] Bilgi için bak: Kasani/Neylü'l-Evtar: 1/373

[638] Şevkani/NeyIü'!-Evtar: 2/374

[639] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/22.

[640] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/23.

[641] Tirmizi/salat: 170. Nesai/sehv: 12. İbn Mace/ikamet: 146. Daremi/salat: 178. Ahmed: 2/233, 248, 255, 473, 475, 49

[642] Tirmizi/cumua: 69

[643] Ebud Davud/salat: 165. Tirmizi/mevakıyt: 17O.Nesai/sehv: 12. ibn Mace/ ikamet: 146. Daremi/salat: 178. Ahmed: 2/248

[644] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/24-25.

[645] Kasani/Bedayi'u's-Sanayi'fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/218

[646] Mecmeu'l-Enhür: 1/126

[647] ibn Kudame/ei-Muğni: 1/663

[648] İbn Kudame/el-Muğni: 1/163

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/25-26.

[649] Mizanü'l-ltidal: 4/180. 8757 nolu Mendel

[650] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 2/382

[651] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/26.

[652] Buhari/ezan: 4, ei-amelü fi's-salat: 18, sehv: 6, bed'-i halk: 11. Müslim/ salat: 19, mesacid: 83. Ebu Davud/salat: 31. Nesai/ezan: 20,30. Daremi/ saiat: 11, 174. Taberani/nida: 6. Ahmed: 2/313, 398, 411,460, 503,522,531.

[653] Buhari/büyû': 3. Tirmizi/kıyamet: 60. Nesai/kudat: 11. Daremi/büyû': 2. Ahmed: 6/153

[654] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/27-28.

[655] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/29.

[656] Nesai/taibiyk: 32

[657] Ahmed: 3/162,167, 180, 191,204,207,216,218,252,255, 259, 2?8, 282

[658] Bubari/cenaiz: 41

[659] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/29-32.

[660] Kasani/Bedayi'u's-sanayi': 1/273

[661] Ebu Zekeriya Yahya/minhacü't-talibin: 10

[662] eş-Şerhü'l-Kebir Ala'l-Muğni: 1/784

[663] ibn Kudame/el-Muğni 1/785. Şafiiler bu duayı okur.  

[664] el-Müdewenetü'l-Kübra: 1/102, 103

[665] Tenvirü'l-Havalik Şerhün Ala Muvatta'i Malik: 1/174

[666] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/32-33.

[667] Bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-İ'tidal: 1/314. Şevkani/Neylü'l-Evtar

[668] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 2/388

[669] Al-i İmran Suresi: 128

[670] Buhari/meğazi: 21, tefsir: 3.9, daavât: 58, i'tisam: 17. Nesai/tatbiyk: 31. f Daremi/salat: 216. Ahmed: 2/93, 147,  255

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/33-35.

[671] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/35.

[672] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/36.

[673] Buhari/safat: 90. Ebu Davud/salat: 106, I07, 109. Tirmizi/mevakıyt: 133. Nesai/kıble: 5. İbn Mace/ikamet: 59. Daremi/salat;   124, 125

[674] Müslim/salat: 243, 244. Nesai/kıbie: 4

[675] Buhari/ıydeyn: 13. İbn Mace/ikamet: 164

[676] ibn Mace/ikamet: 36. Ahmed: 2/249, 255, 266

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/36-37.

[677] Haşiyetü't-Tahavi Ala Meraki'l-Felah; 201

[678] Haşiyetü't-Tahavi Ala

[679] es-Stracüll-Vehhac Ala Metni Minhac:57

[680] eş-Şsrhü'l-Kebir Ala'l-Muğni: 1/622

[681] el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/113, 114

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/38-39.

[682] Bilgi için bak; Zehebi/Mizanü'l-l'tidal: 3/633.7938 nolu Muhammed.

[683] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/1

[684] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 339-40.

[685] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/40.

[686] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/41.

[687] Buhari/salat: 90, 94, mevakiyt: 31, 33, ezan: 12, 14, 15 38 Müslim/salar 33, 105, 175

[688] Müslim, Ebu Davud, Müsned-i Ahmed

[689] Müslim, Nesai, ibnMace, Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed; 6/426,428

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/41-43.

[690] Mecmeü'l-Enhür Şerhu Mültekal-Ebhur: 1/130

[691] es-Sİracü'l-Vehhac Şerhun Ala Metnİ'l-Minhac: 63, 64

[692] İbn Kudame/el-Muğni: 1/762 {Zehebi bu zatın meçhul olduğunu   kaydet­miştir.).

[693] İbn Kudame/el-Muğni: 1/766

[694] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'S-Erbaa: 1/328, 329

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/43-45.

[695] Şevkani/Ney!ü'l-Evtar:3/18

[696] Zehebi/Mizanü'l-İtidal: 3/569. 7619 nolu Muhammed

[697] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/45-46.

[698] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/46.

[699] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/47.

[700] Tirmizi/mevakiyt: 189. Ahmed: 1/147. 6/325, 326, 426

[701] Tirmizi/salat: 201. Ahmed: 2/117

[702] Ebu Davud/tetavvu1: 8. Tirmizİ/mevakıyt: 201. Ahmed:2/117

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/47-48.

[703] Mecmeü'l-EnhürŞerhuMülteka'l-Ebhur: 1/129, 130

[704] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/328

[705] İbn Kudame/el-Muğni: 1/765, 766

[706] ef-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa; 1/329

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/48-49.

[707] Şevkani/Neytü'l-Evtar:3/20

[708] Zehobi/Mizanü'l-hidal: 3/613. 7825 nolu Muhammed

[709] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/49-50.

[710] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/50.

[711] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/51.

[712] Ebu Davud/vitir: 2, 3. Ahmed: 2/443. 5/357. Nesai/kıyamu'l-ley!: 40

[713] Ibn Mace/ikamet. Nesai/kıyamu'l-leyl: 27. Ahmed: 1/86, 98, 100, 107, 115,148

[714] İbn Mace/ikamet: 123. Ahmed: 5/357

[715] Buhari/viîir: 1. Taberani/ieyi: 20

[716] Müslim/müsafirîn: 153, 154. Ebu'DavudA/ttir:3. Nesai/kıyamu'l-leyl: 34. ' Ahmed: 2/33, 43, 51, 83, 100, 154

[717] Ebu Davud/tetavvu': 26. Nesai/sehv: 74, ezan: 41. Taberani/levl: 8

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/51-52.

[718] Bilgi için bak: Felava'yi Hindiyye: 1/111  

[719] Kasânî/Bedayiu's-Sanayi, 272

[720] Zekeriyael-Ansari/Minhacü't-Talibin: 14

[721] İbn Kudame/ei-Muğni: 1/782, 783

[722] Abdurrahman eİ-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l- Arbaa: 1/336, 337  

[723] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/53-54.

[724] Zehebi/Mizanü'i-hidal: 1/667. 2572 nolu Halil

[725] Şevkani/Noylü'l-Evtar:3/35

[726] Şevkani/Neylü't-Evtar:3/39

[727] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/54-56.

[728] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/56.

[729] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/57.

[730] Nesai/siyam:40. Ahmed: 1/191, 195

[731] Nesai/siyam: 1. Ahmed: 2/230, 385, 425

[732] Ebu Davud/ramazan: 1. Nesai/sehv: 103. Ibn Mace/ikamet: 173. Dare mi/savm: 54. Ahmed: 5/159, 163

[733] Buhari/teheccüd: 5, ezan: 80, teravih: 1. Müslim/müsafirîn: 177, 178. Ebu Davud7ramazan: 1.Nesai/kıyamu'l-leyl: 1,4

[734] Buhari/teravih: 1. Taberani/ramazan:3, 50

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/57-60.

[735] Mecmeu'l-EnhürŞerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/135, 136

[736] Abdurrahman el-Ceziri/ei-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/341

[737] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l- Arbaa: 1/341,342

[738] Ibn Kudame/el-Muğni: 1/798, 799    

[739] ei-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/341

[740] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibil-Arbaa: 1/342,343

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/60-62.

[741] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/62.

[742] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/63.

[743] Müsüm/siyam: 202, 203. Ebu Davud/savm: 55. Tirmizi/salat: 168, 207, savm: 40. Nesai/kıyamu'l-leyl: 6. Daremi/savm: 45. Ahmed: 2/342, 344

[744] Müslim/salat: 215. Nesai/mevakiyt: 35, tatbiyk: 78. Tfîmizi/daâvat: 118. Ahmed: 2/421

[745] Buhari/teheccüd: 7, enbiya: 37, 38. Müslim/siyam: 189, .190. Ebu Davud/savm: 66.^esai/sİyam: 14, 68, 69,76, 77. Ahmed: 2/314

[746] Tirmizi/mevakıyt: 212, sevabu'l-kufan: 23. Nesai/iftitah: 82, kıyamü'l- leyi: 23. Ahmed: 3/192, 289. 6/149

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/63-65.

[747] Haşiyetü'î-Tahtavi ala Meraki'l-Felah: 216, 217

[748] Fetava-yi Hindiyye: 1/112

[749] Ebu Yahya Zekeriya el-Znsari/Fethü’l-Vahhab bi-Şerhi Menheci’t-Tullab:58

[750] İbn Kudame/el-Muğnİ: 1/771, 772, 773’denözetlenerek

[751] İbn Kudame/el-Muğnİ: 1/774

[752] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/329

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/65-66.

[753] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/65

[754] MüsIim/misafirîn: 197. Ahmed: 6/30

[755] Müslim/misafirîn: 198. Ahmed: 2/399

[756] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/67-68.

[757] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/69.