Uzak Mesafede Olanların Kıblesi
Namaza Tekbir İle Başlamak Farzdır
İmam Saflar Düzene Girdikten ve İkamet De Bittikten Sonra Tekbir Getirir
Namazda Sağ Eli Sol El Üzerine Koymak
Tekbirle Kıraat Arasında İstiftah
Kıraat Farzını İyice Yerine Getirmeyenler
Fatihadan Sonra Îlk İki Rekatte Süre Okumak
Her Rekatte İki Sureyi Aynen Tekrarlamak
Rüku, Sücud ve Refi İçin Tekbir Getirmek
İmamın, Arkasındakilere Duyurmak İçin Tekbirleri Sesli Söylemesi
Rüku ve Secdelerde Zikir ve Tesbih
Rüküi ve Secdelerde Kuran Okunmaz
Rükü’dan Kalkınca Ne Söylenir ?
Rükü’dan Kalkınca Beli Doğrultup Durmak Farzdır
Tünde Taşıdığı Elbisesinin Üzerine Secde Etmesi Caiz Midir ?
Îkinci Rekatte Doğrudan Kıraate Başlamak
Birinci Teşehhüdün Emredilmesi ve Yanılma Sebebiyle Sakıt Olması
Teşehhütte ve İki Secde Arasında Oturmak
Teşehütte Şehadet Parmağıyla İşarette Bulunmak
Teşehhüden Somka Peygambere (A.S.) Salat Getirmek
Teşehhütten Sonra Peygember’in (A.S.) Âl ve Ezvacına da Salat Getirmek
Namazın Sonunda Yapılacak Dualar
Selam Verdikten Sonra Az Bir Süre Oturup
Bulınduğu Yerden Biraz Sapmak
Namazdan Sonra Tesbihi Parmaklarla
veya Tohum ve Benzeri Bir Şeyle Yapmak
Namazda Konuşmak, Namazı Bozar mı?
Namazda Öksürrmek ve Öf Diye Püflemek
Namazda Allah Korkusundan Dolayı Ağlamak
Namazda İken Aksırıp El-Hamdu Lillah Demek
Namazda İken Önemli Bir Olay Meydana Gelirse, Sübhannellah Denilir.
Kadınlar İse, Sağ Ellerini Sol Ellerinin Üzerine Vururlar
Namazda Kıraat Esnasında Takılıp Kalan İmama Fetihte Bulunmak
Namazda Dua ve Zikirde Bulunmak
Namazda İken Verilen Selamı İşaretle Alıp Cevaplamak
Namazda İken Sağa, Sola İltifat Etmek
Camide ve Namaz Kılarken Parmak Çıtlatmak ve Parmakları Birbirine
Kenetlemek
Namazda İken Yılan ve Akrep Öldürmek Namazı Bozar mı?
Namazda İken Kalbe Gelen Vesvese Namazı Bozmaz
Felaket ve Musibet Günlerinde Farz Namazlarda Kunut Okumak
Namaz Kılan Kimsenin Önünde Sütre Bulundurması
Farzlara Tabi Olan Dört Rekatlı Namazlar ve Faziletleri
Bilindiği gibi,
namazda kıbleye yönelmek namazın 12 farzın-in biridir. Zaruri haller dışında
kıbleye yönelmeden namaz kılmak [iz ve sahih olmaz. Çünkü kıble birliğin
sembolüdür.Aynı zamaıı-L ibâdeti âdetten ayıran şartlardan biridir.
Konuyla ilgili
hadîsler;
Ebû Hüreyre
(R.A.)'den yapılan .
rivayette, Peygamber (A.S.) fendimiz'in şöyle buyurduğunu
bildirmiştir:
«Namaza kalkmak
istediğinde tastamam abdest al, sonra da ye yönel ve arkasından tekbîr getir.»[1].
tbn Ömer (R.A.)'dan
yapılan rivayette, demiştir ki: insanlar Tuba'da sabah namazını kılarlarken bir
kimse onlara geldi ve şöyle edi: Şüphesiz ki, Peygamber (A.S.) Efendimizin
üzerine bu gece !ur'ân'(dan âyet) indi ve kıbleye yönelmekle emrolundu o
sebeple ıbleye yöneldiler ki, o esnada yüzleri Şam cihetine yönelik
bulunu-ordu, oldukları yerde (namazlarını bozmadan) yüzlerini (Kabe ci-etine)
döndürdüler,[2].
Enes (R.A.)'den
yapılan rivayette şöyle demiştir: Resûlüllah (A. .) Efendimiz Beytümakdis'e
doğru yönelip namaz kılardı. Sonra,«Şüphesiz ki biz yüsünü, (ilâhî buyruğu
bekleyerek) göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Artık seni - and olsun ki-
hoşnut olacağın bir kıbleye döndürüyoruz: (Bundan böyle namazda) yüzünü
Mescid-i Haram tarafına çevir...» mealindeki âyet indi. Benî Seleme
kabilesinden bir adam, onlar sabah namazından bir rekât kılmış bulunuyorlardı
ki, yanlarına vardı ve şöyle seslendi: Haberiniz olsun ki, kıble değiştirildi.
Bunun üzerine onlar bulundukları vaziyeti bozmadan kıbleye (Kabe)
doğru döndüler.» [3].
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Namaz
kılabilmek için tastamam
(şartlarına, vaciblerine,
sünnetlerine uygun) abdest almak
farzdır,
2- Namazda
kıbleye yönelmek farzdır. Kıble,
bilindiği gibi,. Mekke'deki Mescid-i Haram'dır.
3- Namaza
tekbir getirerek başlamak farzdır.
4-
Araziyi bilmemekten veya karanlıktan dolayı
kıbleden başka bir cihete - kıble sanarak - yönelip namaza başladıktan sonra ya
kendisi yanlış cihete yöneldiğini farkeder, ya da başka biri doğru haber
verirse, namazı bozmadan bulunduğu hal üzere kıbleye doğru dönüp namazını
tamamlar.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, istidlal ve ihticaclam
a) Hanefîlere göre:
Allah, yüzünüzü
Mescid-i Haram cihetine çevirin buyurduğu ve Resûlüllah (A.S.) Efendimiz hem
fiiliyle, hem kavliyle namazda kıbleye yöneldiği ve mü'minlerin de
yönelmelerini emrettiği için, namazda kıbleye yönelmek farzdır.
Mekke'de oturanlar
veya orada müsafir olarak bulunanların kıblesi, gözünün Kabe'ye isabet
etmesiyle gerçekleşir. Öyle ki, evde, otelde veya benzeri kapalı bir yerde
namaz kılarken önündeki duvarlar ve engeller kaldırılınca gözlerinin Mescid-i
Haram'a isabet etmesi gerekir. Mekke dışında olanlar için kıble, o cihete
isabet etmesiyle gerçekleşir. Çünkü teklif imkânla orantılıdır.
Namazda kıbleye
yöneldiği takdirde mal ve cana bir zarar gelmesinden korkulduğu zaman, hangi
cihete mümkünse oraya yöne-ip namaz kılar. Çünkü ortada tıpkı kıble hakkında şüpheye
düşen [ibi bir özür bulunuyor,
Kıble'nin ne yanda
olduğunda şüphe eder de soracak kimse bu-amazsa o takdirde kendi rey ve
içtihadına göre, kıbleyi belirleyip ıamaz kılar.[4].
b) Şâfiilere göre:
Kudreti yeten kimse
için namazda kıbleye yönelmek şarttır. Hîasta kimse kıbleye yönelemiyor ve
kendisini yönlendirecek de bulunmuyorsa, o takdirde bulunduğu hal üzere yüzü
hangi yana çevrili bulunursa bulunsun, namazını kılar. Korku hissedilen
durumda ister farz, ister nafile olsun, kıbleye yönelmek şart değildir. Bunun
dışında yolculuk halinde bulunan kimse, ister süvari, ister yaya yürüsün
nafile namaz için kıbleye yönelmesi şart değildir. Bu durumda yolculuğunun
uzun olması, kasr-i salât yapacak mesafede bulunması gerekli değildir.[5].
Kıbleyi tayinde zorluk
çeker de şüpheye düşerse, rey ve içtihadına göre, belirleyip namazını kılar,
sonra da isabet etmediği anlaşılırsa, o namazı iade eder.
c) Hanbelîlere göre:
Namazın sıhhati için
kıbleye yönelmek şarttır. Bu konuda temel hüküm Bakara sûresi 144. âyettir.
Sonra da tahvili kıbleyle ilgili, Peygamber (A.S.) Efendimizle namaz kılan bir
adamın, gelip Ansardan namaz kılmakta olanlara haber vermesidir. Ancak korkulu
anlarda bu şart kakar, hangi tarafa yönelip kılmak mümkünse öyle yapar.[6]
d) Mâlikîlere göre:
Namazda kıbleye
yönelmek şarttır. Ancak diğer üç mezhebden farklı bir içtihatları söz
konusudur: Mekke'de bulunan kimse Kabe'nin kendisine yönelip namaz kılar.
Bulunduğu yer yüksek olup Kabe'nin tavanını aşıyorsa, o takdirde Mâlikîlere
göre, namaz sahih olmaz. Çünkü bu durumda Kabe'nin kendisine değil, o cihete
ama boşluğa yönelmiş
sayılır. Diğer üç mezhebe göre, bu durumda da bir sakınca yoktur.
Yine îmam Mâlik'e
göre, bilmeyerek Kabe'den başka bir cihete yönelip namaz kılarken, yanlış
cihete döndüğünü farkederse, o takdirde namazı bozup yeniden kılması gerekir.
Namazı bitirdikten sonra farkederse, vakit çıkmamışsa iade eder, çıkmışsa
iadesi gerekmez.[7].
Rivayetler, yorumlar
ve tahliller:
Kıble cihetinden başka
bir yana yönelip namaz kıldıktan sonra,, durum farkedilirse, diğer üç mezhebe
göre, namazı iade etmek gerekmez denilmişti. Onlar bu meselede şu hadîsle
istidlal etmişlerdir: «Amir b. Rebi'a (R.A.) diyor ki: Çok karanlık bir gecede
Resûlüllah (A.S.) Efendimizle
beraber bulunuyorduk. Kıble'nin ne
yanda olduğunu bilenimiz yoktu. Bizden herkes kendi tahminine ve içtihadına
göre, bir cihete yönelip namaz kıldık. Sabah olunca durumu Re-sûlüllah'a (A.S.)
arzettik. Bunun üzerine, «Ne
yana yönelirseniz, Allah'ın vechi oradadır...» mealindeki âyet indi.»[8].
Eğer bu durumda namazı
iade etmek vâcib olsaydı, herhalde, ya vakit içinde veya daha sonra iade
etmeleri için Resûlüllah (A.S.) emrederdi. Böyle bir emir vermediğine göre,
belirtilen durumlarda namazı iade gerekmez.
Gerçi, bu konuda diğer
bir şahit olarak birkaç hadîs daha vardır. Onlardan birini Beyhakî, Câbir
(R.A.)'den şöyle rivayet etmiştir: «Kapalı ve karanlık bir gecede namaz kıldık
ve kıble hakkında endişelendik. Namazı bitirdikten sonra dikkat edip
baktığımızda başka bir cihete yöneldiğimizi anladık. Durumu Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz'e bildirdik. O bize şöyle buyurdu-, iyi etmişsiniz. Namazı iade
etmemizi emretmedi.»
Diğer bir tarikle
yapılan rivayette ise Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurdu: «Gerçekten
namazı yeterli buluyorum!» Ne var ki, bu hadîsin senedinde Muhammed b. Salim
ile Muhammed b. Abdullah el-Arzemî bulunuyor ki, bu iki zat da zayıf kabul
edilmişlerdir. Nitekim Ata'da ayni görüştedir. Dârekutai de bu görüşe katılmıştır.[9]
Zehebî bu iki râvi
hakkında kısaca şu bilgileri vermiştir: «Onu cidden zayıf olarak tesbit
etmişlerdir.» Yahya el-Kattan ise, «o kay-de değer bir şey değildir» demiştir.
İmam Ahmed ise onun hadîslerini rivayet etmemiştir. Muhammed b. Abdullah
el-Arzemî ise, Ahmed b. Hanbel'de onun hadîsini terkedip yazmamıştır. İbn Maîn
ise şöyle demiştir «Onun hadîsi yazılmaz.» Fellas ise, «o metruktür» diyerek
tesbitini belirtmiştir.[10]
Ancak bütün bu görüş
ve tesbitlere rağmen Zehebî diyor ki: «O Allah'ın sahih kullarından idi...»
553, 554 nolu
hadîsleri aynı zamanda Ebû Dâvud dışında kalan beşler Berâ' (R.A.)'den; Ahmed
b. Hanbel, Hafız Bezzar ve Taberânî, İbn Abbas (R.A.)'dan rivayet etmişlerdir.
el-Irakî bunun isnadının sahih olduğunu söylemiştir. Ebû Yala ise Ammare b. Evs
(R.A.)'de kendi Müsned'inde, Taberânî de ayrıca el-Kebîr'de rivayet etmişlerdir.
Beyhakî de Sa'd b. Ebî Vakkas (R.A.) 'den rivayet etmiş ve isnadının sahih
olduğunu belirtmiştir. Taberânî ve Darekutnî ise, Sehl b. Saîd'den CR.A.)
rivayet etmişler ve ayrıca Taberânî ile Bezzar Ebû Sa'd el-Muallâ'dan rivayetle
hadîsin bir çok tariklerden nakledildiğine dikkatleri çekmişlerdir.[11]
Kıblenin tahvili
hakkında ilâhî emir inince Peygamber (A.S.) ve ashabı hangi vaktin namazını
kılıyorlardı? Bu husutaki rivayetler farklı bilgiler vermektedirler:
a) Sahîh-i
Müslim'in Enes (R.A.) den yaptığı rivayette, sabah namazı olarak
belirlemiştir. Rükû'da iken tahvil emri inmiş ve namazlarını bozmadan kıbleye
yönelmişlerdir. Taberânî'nin de Sehl b. Sa'd'-den yaptığı rivayette de sabah
namazı kılınırken ifadesi kullanılmıştır.
b) Tirmizî'niıı
Berâ' (R.A.)'den yaptığı rivayette ise,
ikindi namazı vaktinde tahvilin gerçekleştiği açıklanıyor. Ammare b. Evs hadîsinde
ise Resûlüllah'm (A.S.) Kabe'ye yönelip kıldığı namaz, öğle ve ikindi
namazlarından biri idi, deniliyor. Nitekim Ammare b. Rü> veybe ve Tevliye
hadîsleri de bu anlamda bir ifade taşımaktadır.
c) Ebû Saîd el-Muallâ hadîsinde ise, öğle namazı olduğu belirtiliyor.
Küba halkının sabah
namazında bulundukları bir sırada tahvil haberi onlara ulaştırıldı, rivayetine
gelince, haberi onlara geç ulaştığı mümkündür.
Kıblenin değiştiği
gerçekleşince, gerek Resûlüllah (A.S.) ile ashabı, gerekse Küba halkı namaz
içinde bulunuyorlardı. Bulundukla- -rı
yerde namazlarını bozmadan yüzlerini Mekke'deki Kabe cihetine döndürdüler. Bu
durumda bir kaç husus hatıra gelebilir:
a)
Beytü'l-makdıs, Medine'nin kuzey batısına, Mekke ise güneyine düşmektedir. O
takdirde namaz içinde 180 dereceye yakın bir dönme söz konusudur. O halde
namazda kıble hususunda şüpheye düşen kimse yanlış cihete yöneldiğini namaz
içinde farkederse, böyle bir hareket namazı bozar mı? Bu hususta müctehit
imamların farklı tesbit ve görüşleri vardır ki, yeri gelince« amel-i kesir» bahsinde
açıklanacaktır.
b) Cemaat
halinde namaz kıldıkları anlaşılıyor ki, 180 derecelik bir dönüşle, arka
saflarda bulunan kadınlar ön saflara, ön saftaki erkekler arka saflara geçmiş
oluyor. Böyle bir durumda erkeklerin namazı bozulmazını? Hadislerin açık
delâletinde buna işaret dahi mevcut değildir. O halde bu, ya kadm-erkek
muhazat meselesi henüz belirlenmeden öncedir, ya da cemaat içinde kadın bulunmuyordu.
Bu iki ihtimal üzerinde durulabilir.
c) Üçüncü
bir ihtimal, Kabe'ye yüzlerini çevirirken, yine erkekler ön saflarda, kadınlar
geri saflarda yerlerini almak için çok hareket
göstermişlerdir ki, bu doğruysa, ya o sırada böyle hallerde
amel-i kesir ile namaz bozulmuyordu, ya
da kıblenin tahviline has bir ameldir ki, diğer ameller ona kıyas edilmez.
Diğer bir husus da,
haber-i vahitle amel etmenin cevazı söz konusudur. Çünkü kıblenin değiştiğini
ashab-ı kiramdan bir zat gidip Küba halkına haber vermiş, onlar da hiç tereddüt
etmeden yüzlerini namaz içinde Beytü'l makdis'ten Mescid-i- Haram'a doğru
çevirmişlerdi. Ashab arasında ve Peygamber (A.S.) Efendimizin hayatta olduğu
bir dönemde haber-i vahit ile amel edildiği anlaşılıyor.
îtim adamlarından
bazısı bunu şöyle yorumlamıştır: Resûlüllah (A.S.) Efendimiz zaman zaman yüzünü
göğe çevirip kıblenin değişmesini arzu ediyordu. Ashab-ı kirâm-m bundan
haberleri vardı ve hemen hepsi de böyle bir olayın bir gün gerçekleşeceğini
bekliyorlardı. O bakımdan Küba halkına haber verilince, bekledikleri emrin
indiğini anladılar ve şüpheye kapılmadan Kabe'ye yöneldiler.
el-Iraki ise, bu
yorumu pek uygun görmemiş ve kendine göre ayrı bir yorum ortaya koymuştur,
şöyle ki: Resûlüllah (A.S.) Efendimiz zamanında haber-i vahıt'le amel etmek
caizdi. Çünkü ashabın hepsi de âdil, muttaki ve ve müctehit idi. Peygamber
(A.S.) Efen-dimiz'den sonra artık haber-ı vahit'le amel edilmedi.
Taberânî'nin yaptığı
rivayette, Küba halkı, haber-i vahit'le amel edip Kabe'ye yönelince, Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz, «Onlar öyle adamlardır ki, gaybe imân etmişlerdir.»
buyurmuştur. [12]
1- Namazda
kıbleye yönelmek şarttır.
2- Korku ve
benzeri hallerde" bu şart kalkar.
3- Hastalık
ve benzeri durumlarda da kıbleye yönelme imkânı yoksa, başka bir cihete
yönelip namaz kılmak caizdir.
4- Karanlıktan
veya yabancı bir yerde olduğundan kıbleyi tam tayın etme imkânı
olmayan kimse, kendi reyine göre, bir cihete yo nelip namaz kılar. Buna cevaz
verilmiştir. Ancak ya namaz içinde, ya da namazdan sonra bunun farkına varırsa,
Hanefîlere göre, namazın içinde fazla bir hareket göstermeden kıbleye döner ve
namazını tamamlar. Mâlikîlere göre, namazı olduğu yerde keser ve yeniden
kılar. Vakit çıktıktan sonra farkına varırsa, artık kazası gerekmez. [13]
Mekke'den uzak
ülkelerde oturanların kıblesi, Hicaz
cihetidir. Kabe veya Mekke'nin tam kendisine isabet farz değildir; çünkü genellikle
böyle bir isabette bulunmak mümkün değildir. Gerçi gelişen teknik imkânlarla
Mekke'yi belirleyip yönelmek bir bakıma mümkünse de bu herkes için söz konusu
değildir. İslâmiyet ise, her konuda olduğu gibi, kıble konusunda da kolaylığı
âmirdir. Müctehid imamlar dinimizin bu genel kaidesi ile, mezkur hadîslerin
ışığında -esası zedelememek şartıyla- birtakım kolaylıklar getirmişlerdir.
İlgili hadîsler:
Ebû Hüreyre (R.A.)'den yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
«Doğu ile batı arası kıbledir.»[14].
Ebû Eyyüb (R.A.)'den yapılan rivayette
ise, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz,
«Tabii ihtiyacınızı giderirken ön ve arkanızı Kıbleye çevirmeyin, ya doğuya ya
da batıya çevirin!» buyurmuştur.[15] Hadîslerin
açık delaletinden şu hükümler anlaşılmaktadır: 1 — Kabe'den uzak yerlerde
oturanların kıblesi, o cihettir, Kâ-bö veya Mekke'nin kendisi değildir; çünkü
isabet etmek çok zordur. i 2 — Doğu
ile batı arası denilince bu konuda ilk akla gelen Arap Yarımadasıdır. O halde
uzak mesafede bulunanlar Hicaz kesimine isabet ederlerse, kıbleyi bulmuş
sayılırlar.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların görüş, istidlal ve içtihatları-.
a) Hanefîlere göre;
Kur'ân'da kıble
konusunda «şatır» tabiri kullanılmıştır
ki, bu, daha çok Mekke dışında olanların o cihete yönelmesinin yeterli olduğuna
delâlet eder. O bakımdan Mekke'den uzakta bulunan kirn.-selerin o cihete
yönelmesiyle farz yerine gelmiş sayılır. Hanefî fu-kanasının çoğunun görüş ve
içtihadı böyledir. Kerhî ve er-Râzi gibi fıkıhta söz sahibi ilim adamları da
aynı şeyin sıhhatini belirtmişlerdir .Ancak Ebu Abdillah el-Basrî ve benzeri
birkaç ilim adamı, Kabe'nin kendisine isabet etmek şarttır, bu da ictihad ve
araştırma ile sağlanır, demişlerse de, onların bu görüşünde ümmet için zorluk
söz konusu olduğundan pek itibar görmemiştir.[16].
b) Şâfülere göre.
Mekke'de bulunduğu
yerde Beytullah'ı göremiyorsa veya Mekke dışında ise, farz namaz vakitlerinde
Kabe'ye isabet etmek için, yıldızlar, güneş, ay, rüzgâr, dağ ve kıbleyi
belirlemeye yarayacak şeylerden yararlanmaya çalışması gerekir.[17].
Kıble'yi araştırdıktan
sonra kendi içtihadına göre namaz kıldık-tan sonra hatâ ettiği belli olursa,
vakit içinde ise iade etmesi, vakit çıkmışsa kaza etmesi gerekir.[18].
c) Hanbelîlere göre:
Kabe'yi görecek
durumda ve yerde ise,- Kabe'nin kendisine yö-nelip namaz kılması gerekir. Mekke
dışında ise, araştırıp o ciheti belirlemesi, içtihatta bulunması .söz
konusudur. Şehir ve kasabalarda ise, mihraplara minare kapılarına bakmak
suretiyle kıbleyi tayin eder. Başka bir yerde ise, Kabe'nin kendisine isabet
etmesi şart değildir, içtihat edip kendi reyine böre, belirliyerek namazını
kılar. Namazda hata ettiğini anlarsa, iadesi gerekmez. Bu, imam Ahmed'-den
yapılan bîr rivayete göredir.[19]
d) Mâlikîlere göre:.
Kabe'yi gözle
görebilecek bir yerde ise, Kabe'nin kendisini belirleyerek namaz kılar. Mekke
dışında ise, bazı alâmetlere bakar. Mihrap ve benzeri şeyler birer delil
sayılır. Onlar yoksa içtihat edip araştırır ve bu durumda Kabe'nin kendisine
isabet ettirmesi şart değildir, o ciheti belirleyip yönelmesi yeterlidir.
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller:
565 nolu Ebû Hüreyre
hadîsini, dip notta belirttiğimiz gibi, Tir-mizî ve İbn Mâce, Ebu Ma'şer
tarikiyle rivayet etmişlerdir. Bu rivayette Ebu Ma'şer'e, Ali b. Zebyân (Halep
kadısı) da tabi olmuştur ki, îbn Adıy el-Kâmil'de bu hususu belirtmiş
bulunuyor. Ancak Ali b, Zebyân hakkında hayli şeyler söylenmiştir. İbn Main, «o
bir şey değildir» derken, Nesâî onun için «metrukü'l~hadîs»tir demiştir. Ancak
Ebû Hatim'iıı onu sıka saydığı söylenir. Ahmed b. Hanbel ise, onun kaviy
olmadığına dikkatleri çekmiştir.
Aynı hadîsi el-Hâkim
ile Darekutnî de rivayet etmişlerdir. Tir-mizi de onu Ebu Ma'şer'den başka bir
tarikle ikinci defa tahrîc ettikten sonra hasen ve sahih olduğunu
kaydetmiştir. Beyhakî ise, aynı isnadı zayıf kabul etmiştir. Nitekim isnadı
incelendiğinde Osman b. Muhammed b. Muğîre b. Ahnes bulunuyor ki, bu zat
üzerinde hayli durulmuştur. Ali b. el-Medenî, onun birçok münker hadîs rivayet
ettiğinden bahsetmiştir. Ancak îbn Main ile îbn Hibban onun sıka (güvenilir)
olduğunu söylemişlerdir. O halde bu hususta en isabetli tesbit, Tirmizî'nindir.
566 nolu hadîse
gelince, onu tabi ihtiyacı giderme
bölümünde yeterince açıklamış bulunuyoruz.
Bu hadîsi
kuvvetlendiren bir diğer rivayeti Beyhakî İbn Abbas (R.A.)'den şöyle yapmıştır.
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz buyurdu ki: «Beytullah, Mescid ehlinin kıblesidir.
Mescid, Harem ehlinin kıble-sidir. Harem ise, yeryüzünün doğularında ve batılarında
(yaşayan) ümmetimin kıblesidir.» Ancak Beyhakî bu rivayeti naklettikten sonra,
isnadında Ömer b. Hafs el-Mekkî'nin teferrüd ettiğini ve o zatın zayıf
olduğunu belirtmiştir.
Ashab-ı Kiram da kıble
tayini konusunda birtakım kolaylıklar ortaya koymuşlardır:
a) İbn Ömer
(R.A.) şöyle demiştir; «Kıbleye yönelirken batı cihetini sol tarafına, doğu
cihetini sağ tarafına aldığın zaman bu ikisinin arası kıbledir.» [20]
b) İbn
Mübarek ise şöyle demiştir: «Doğu tarafında oturanlar için doğuyla batı arası
kıbledir. «Şüphesiz ki, îbn Mübarek'in bu belirlemesi genel anlamda değildir,
Irak ve benzeri taraflarda oturanlarla yakından ilgilidir, ancak bir kolaylık
getirme bakımından dikkat çekicidir. Nitekn İbn Mübarek'in gör A.)'den yapılan
rivr-; ki için kıbledir.»
kat çekicidir. Nitekim
Beyhaki'nin el-Hilâfiyat'ta yaptığı şu rivayet, İbn Mübarek'in görüşüne dayanak
gösterilebilir; Ebu Hureyre (R. A.) 'den yapılan rivayette, demiştir ki:
«Doğuyla batı arası1 Irak halkı için kıbledir.»
c) İbn Ebi
Şeybe'nin yaptığı rivayette ise, İbn Ömer (R.A.) bir başka defa şöyle demiştir:
«Batıyı sağ tarafına, doğuyu sol tarafına aldığın zaman ikisi arası doğulu
kimseler için kıbledir.» [21]
1- Mekke'de oturanlar için, Beytullah'a isabet ettirip
yönelmek farzdır.
2- Mekke
dışındakiler için, Beytullah'm kendisi değil de o cihet kıbledir.
3- Mekke
dışında kıbleyi tayin için içtihat edip araştırmada bulunmak gerekir. Şehir ve
kasabalarda cami ve mescitlerin mihrabına bakmak, ona göre belirlemek
yeterlidir.
4- Şehir
dışında sağlam bir pusula varsa, onunla belirlenir. Yoksa güneş, yıldızlar, ay
ve benzeri şeylerle belirlemeye çalışılır.
5- Mekke'den
uzak yerlerde şehir dışında kıbleyi kendi içtihadıyla belirleyip namaz
kıldıktan sonra hata ettiğini anlarsa, artık iade etmesi gerekmez. Ancak
Mâlikîlere göre, gerekir. [22]
Farz, vâcib, sünnet,
nafile hangi namaz olursa olsun, tekbir üe başlamak farzdır. Bu hususta farklı
bir görüş ortaya koyan olmamıştır.
Tekbir, bir yandan
Allah'ın sınır, ölçü, nisbet, zaman ve mekân kabul etmez büyüklüğünü bütün
ihtişamıyla yansıtırken, diğer yandan O'nun huzurunda kendi küçüklüğümüzü,
acizliğimizi ve her dem muhtaç durumda bulunduğumuzu dile getirmek ve öylece en
büyük kudretin karşısında kulluk görevini bu niyet ve duygularla yerine
getirmeyi terennüm eder. Tekbirle birlikte ellerimizi kaldırmamız, Allah'ın
sınırsız büyüklüğü karşısında dünyevî bütün şeyleri arkamıza atıp kalbimizle,
kalıbımızla Hakk'm divanına yönelmemizin kavli ve fiilî belirtisidir.
ilgili hadîsler:
Ali b. Ebi Tâlib
(R.A.)'den yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu
belirtmiştir:
«Namazın anahtarı
tuhur (abdest ve temizlik) dir; tahrimî tekbîrdir, tahlîH ise, teslimdir.»[23].
Mâlik b. el-Huveyric (R.A.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendüniz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız öyle namaz kılın!»[24]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır;
1- Necasetten
temizlenmek ve abdest almak namazın anahtarıdır. Yani bu ikisi yerine
getirilmedikçe namaza başlamak caiz ve sahih değildir.
2- Namaz
dışında mubah olan şeyler, Allahu Ekber deyip tekbîr getirildiğinde işlenmesi
haram olur ve bu namaz bitinceye kadar devam eder. Buna bir-iki misal verelim:
Namaz dışında dünyâ kelâmı etmek, bir şey yemek veya içmek mubahtır. Namaza
durup Allahu Ekber diyerek ellerini kaldırıp bağlayınca artık bunlar namaz
bitinceye kadar haram olur. O bakımdan namaza giriş tekbîrine, «Tekbîr-i
Tanrım» de denilmiştir.
3- Et-Tehiyyattan
sonra selâm vermekle namaz kılınmış olur ve tahrîm kalkar, yani tekbîr üe haram
olan şeyleri işlemek selâm vermek suretiyle mubah olur.
4- Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz taharet-i kâmile
üzere olup tam- edeb ve huşu ile namaza dururdu. O bakımdan Resûlüllah'm namazı
nasıl kıldığını ashab-ı kiramın yaptıkları tarif ve nakillerden öğreniyoruz. O
halde sahîh rivayetle sabit olan hadîslere göre, müc-tehid imamlar ciddi bir
tesbite gider Resûlüllah'm (A.S.)
nasıl namaz kıldığını belirlemişlerdir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, tesbit, içtihat ve istidlalleri:
a) Hanefüere göre:
Namazın şartlarından
biri de «tahrîm»dir. Bu, İmam Ebû Hani-fe ile îmam Ebû Yusuf'a göre rükün
değildir. İmam Muhammed'e göre, kıraat gibi o da rükündür. Buna «tahrîm
tekbîri» denildiği gibi, «iftitah tekbiri» de denir.
Tanrım Tekbîrinin şart
kılınması, Kitap, Sünnet ve İcma' ile sabit olmuştur. Ancak t a h r i m i n
sıhhati için 12 şart vardır ki, onlar fıkıh kitaplarında açıklanmıştır.[25]
Tekbîr, AUahu Ekber
lafzıyla olabileceği gibi, tazime ve senaya delâlet eden Allahu'l-Kebîr, Allahu
Eceli, Allahu A'zam veya el-Ham-du lillâh Sübhanellah, La ilahe illallah gibi
lâfızlarla da olabilir.[26]
b) Şâfülere göre-
Namazın rükünleri 13
tanedir... İkincisi «ihram tekbîri»dir. Onu telâffuza kudreti yeten kimse için
Allahu Ekber demek taayyün eder. Buna bir sıfat daha eklemek suretiyle
«Allahu'l-Celüü'l-Ekber» demekte bir sakınca yoktur. Ancak sıfatı öne alıp
«Ekberullah» demek sahîh olmaz. Bunları telâffuzdan âciz olan kimse, kendi
diline tercüme ederek söyleyebilir, ancak Arabcasım öğrenmesi ona vâcibdir.[27]
c) Hanbelüere göre:
Namaz ancak «Allahu
Ekber» sözüyle bağlantı yapar. Bu, hem imam Ahmed'in, hem İmam Mâlik'in
kavlidir. Hanbelüer, «Namazın tahrîmi, tekbîrdir» mealindeki hadîsi ile,
«Namaza kalktığın zaman tekbîr getir» mealinde sahîh rivayetle ve ayrıca Hz.
Rıfâa'dan rivayet edilen şu hadîs ile istidlal etmişlerdir: «AUah bir kişinin
namazını, abdesti (lâyık olduğu) yerlerine koymadıkça, sonra da kıbleye
yönelîp Allahu Ekber demedikçe, kabul etmez.»[28]
Yapılan ciddi
tesbitlere göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, hiçbir » namazda Allahu Ekber
lâfzından ayrılmamıştır. Ebû Hanîfe'nin bu husustaki görüşü rivayetlere muhalif
düşmektedir.
Tekbîr, namazın
rükünlerinden biridir ki, namaz ancak onunla gerçekleşir. Kasden veya unutarak
terkedüdiği takdirde namaz sahih olmaz. Bu aynı zamanda Rabi'a, imam Mâlik,
imam Sevrî, imam Şafii, İshak b. Rahuye, Ebû sevr ve tbn Münzir'in görüş ve
içtihadıdır. Saîd b. Müseyyeb, el-Hasen, Katade, Zührî ve Evzâî'ye göre namazda
iftitah tekbirini unutan kimseye, rükû'a varış tekbiri kâfi gelir.[29]
Mâliküere göre:
Az yukarıda
Hanbelî'lerin görüşünü aksettirirken İmam Mâlik'in görüşüne atıfta bulunmuştuk.
Bununla beraber es-Sahnûn'un tes-bitini yansıtmakta yarar görmekteyiz:
îmam Mâlik, Hz. Ali
(R.A.) hadîsine dayanarak şöyle demiştir: «Namazın tahrîmi, tekbîrdir-, tahlili
ise selâmdır.» İbn Kâsım'm îmam Mâlik'ten yaptığı rivayete göre yine bu konuda
şöyle dediği anlaşılıyor: «Namazda ihram ancak Allahu Ekber lafzıyla kâfi olur
ve namazdan çıkmak için verilen selamda da ancak «es-Selâmü âleyküm»
yeterlidir. Aynı zamanda Mâliki'lere göre, namaza tekbîr ile başladıktan sonra
«sübhaneke» okunmaz, doğrudan kıraate başlanır,[30]
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller:
573 nolu Ali b. Ebı
Tâlib hadîsini ayru zamanda İmam Şafiî, Hafız Bezzar ve Hâkim tahrîc
etmişlerdir. Bezzar hadîsin isnadım Abdullah b. Muhammed b. Akıl'den o da İbn
Hanîfe'den, o da Ali'den rivayet yolunu ortaya koyarak belirtirken, «biz bu
hadîsi ancak bu vech ile biliyoruz» demiştir. Ebû Nuaym ise «bu hadîsi
rivayette ibn Akil tef errüd etmiş, (yalnız kalmıştır)» diyerek şüphe izhar
etmiştir. el-Akîlî'ye göre, hadîsin isnadında az da olsa bir gevşeklik söz konusudur.
İbn Arabî ise, Câbir hadisinin daha sahîh olduğuna dikkat çekmiştir, îbn
Hibban ise, «Bu sahih olmayan bir hadîstir», diyerek görüşünü ortaya koymuş ve
sebebini ise şöyle açıklamıştır: «Hadisin iki tarikle geldiği kesindir. Birinci
tarik Hz. Ali'den (R.A.) rivayetle belirlenmiştir ki, isnadında îbn Akil
bulunuyor, bu zatın zayıf olduğu bilinmektedir.» ikinci tarik Ebu Nara'dan, o
da Ebu Saîd'den rivâyetle belirlenmiştir. Bu rivayette Etaû Saîd'den rivayet
eden Ebû Süfyan yalnız kalmıştır.[31]
Yine bu babda rivayet
edilen hadîslerden birini de îmam Ahmet, Bezzar, Tirmizî ve Taberânî Câbir
(RA.)'den rivayet etmişlerdir. Bunun isnadında Ebu Yahya el-Kattat bulunuyor
ki, bu zat zayıftır. Nitekim Yahya b. Main de aynı görüştedir. Alımed b.
Hanbel ise, Şerîk'in onun hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir; «Ebû Yahya
el-Kattat zayıftır.»[32]
IbnAdiyise, «onun hadisleri benim tes-bitime göre hasendir», demiştir. Tirmizî
ile İbn Mâce'nin Ebû Saîd'den yaptıkları rivayetin isnadında ise Tarif b.
Şihab bulunuyor ki, bu zat da zayıftır. Hakim'in Saîd b. Mesruk es-Sevrî
tarikiyle Ebû Said'den yaptığı rivayet malûl sayılmıştır.
Bunların dışında
birkaç tarikten daha rivayetler yapılmışsa da çoğunun isnadında zayıflık söz
konusudur. Sadece Ebu Nuaym'in İbn Mes'ud'dan rivayet ettiği hadîsin isnadı
sahîhse de hadîs mevkuftur.
Bu babda Hz. Aişe'den
yapılan rivayette ise, Resûlüllah (A.S.) namaza tekbîr ve hemen arkasından
el-Hamdü lülahi Rabbi'l-âlemîn diyerek kıraate başlardı......... Ve namazı
selâm ile bitirirdi.» Müslim'in bu rivayetini Darekutnî Ebu İshak tarikiyle,
Beyhaki Şu'be tarikiyle rivayet etmişlerdir. Böylece bütün bu tarikler
birbirini kuvvetlendirmekte ve hadîsin ihticaca elverişli olduğunu ortaya koymaktadır.
574 nolu Mâlik hadisi,
namaz hususunda Resûlüllah (A.S.) Efen-dimiz'den sübut bulan söz ve
davranışların hepsinin vacib olduğuna delâlet ediyorsa da, gerçek öyle
değildir. Çünkü namazında isa-ette bulunan kimseye namazı tâlim edip
öğretirken, kendisinin bütün- kavi ve fiilini anmamış, devam ettiği bazı
şeyler üzerinde durmamıştır. Bundan anlıyoruz ki, Mâlik hadîsi, Peygamber
(A.S.) Efendimizin namazda izhar ettiği her söz ve davranışının vâcib olmadığını
göstermektedir.[33]
Zeylâî bu konuda Ali
b. Ebî Talib, Ebu Saîd ve Abdullah b. Zeyd hadîslerini bir bir yorumlerken
birinci rivayet veya tarik üzerinde, yukarıda naklettiğimiz hususları naklederek görüşleri
belirtmiştir. İkinci tarikle rivayet edilen Ebû Said hadîsi hakkında îmam
Tir-ihizi'nin görüşünü naklederken şöyle dediğini nakletmiştik «Hz. Ali'nin
hadîsinin isnadı daha Ceyyîddir ve Ebu Saîd hadisinden daha sahihtir. Ebu Saîd
hadîsini ayrıca Hakim el-Müstedrek'te rivayet ettikten sonra şöyle demiştir:
«Hadisin isnadı, Müslim'in şartına göre sahihtir.»[34],
Buhari ile Müslim bu hadisi tahrîc etmemişlerdir.
Abdullah b. Akîl'in
İbn Hanîfe'den yaptığı rivayette naklettiği hadîsin isnadı daha çok meşhurdur,
ne var ki Buharî ile Müslim İbn Akîl'în hadîsine iltifat etmemişlerdir.
Abdullah b. Zeyd
hadîsi üzerinde de hayli durulmuş ve isnadında Vâkîdî yalnız kalmıştır ki, ibn
Hibban bu zatı «Kitabü'd-duâfâ»da anmış, yani onu zayıf ravîler arasında
zikretmiştir. [35]
1- Namaza,
«tahrîm tekbîri» ile başlamak kimine
göre şart, kimine göre rükündür.
2-Tahrim
Tekbiri <<Allahu Ekber>> lafızıyla olabileceği gibi, İmam Ebu
Hanifi’yegöre Allah’ın başkasıfatlarıyla da olabilir. Diğer üç İmama göre,
ancak «Allahu Ekber» lafzıyla namaz sahih olur.
3- Tahrîm
Tekbîri ile namaz dışındaki söz ve davranışlar haram olur.
4- Namaz
selâm ile son bulur ve daha önce haram olan şeyler mubah olur. [36]
Namazda safları
düzenli ve düzgün tutmak hep tavsiye edilmiştir. Bunun sayılmayacak kadar
yarar ve hikmetleri söz konusudur.
a) Mü'minleri
disiplinli ve düzenli bir hayata alıştırmak,
b) îman
gücünün ancak mü'minlerin omuz omuza vermesiyle gerçekleşebileceğini belirtmek,
c) Kuvvet ve
başarının birlikten doğduğunu öğretmek,
d) Baştaki
mü'min lidere fire vermeksizin, açıklık bırakmaksızın uymayı telkin etmek.
e) İbadeti
de disiplinli ve düzenli bir şekilde yerine getirmek,
f) Yüce
âlemlerde meleklerin Allah'ın huzurunda saf bağlatıkları gibi, yeryüzünde de
ona benzer saflar oluşturmak...
O halde saflar
arzulanan şekilde doldurulup düzene sokulma-lan imamın iftitah tekbiri
getirmesi sünnete uygun değildir. Ayrı-;a ikametin bitmesini beklemek de uygun
olur.
Bununla ilgili
hadisler:
Nu'man b. Beşir (R.A.)
'den yapılan rivayette demiştir ki:
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz, namaza kalktığımız zaman safarimizi düzeltirdi, safları düzgün ve
düzenli tuttuğumuz zaman O, ekbîr getirirdi.»[37]
Ebu Musa (R.A.)'den yapılan rivayette demiştir ki:
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bize şunları öğretti: İkamet geti--ilip namaz kılmaya kalktığınız
zaman sizden biriniz imam olsun; mam okumaya başlayınca siz susup dinleyin.»[38]
Yapılan rivayete göre,
Hz. Ömer (R.A.), namaz kıldırmaya kalkığında önce safları düzene sokmak için
birkaç adamı görevlendirir-ii. Onlar saflar düzelip düzgün hale gelmiştir, diye
haber verdik-erinde Ömer (R.A.) tekbir
getirirdi.»[39]
Aynı şeyi Hz. Osman
ile Hz. Ali (Allah ikisinden de razı olsun) .hmal etmez yaparlardı. Hz. Ali
(R.A.) zaman zaman, «sen az ilerice doğru gel, sen biraz geriye çekil!»
diyerek safları düzeltirdi.
îbn Seyyid en-Nâs
diyor ki: Süveyd b. Gafle (R.A.) bize şöyle tıaber verdi: «Bilâl (R.A.) namaza
durduğumuzda ayaklarımıza doku-
nup aynı hizada tutmamızı ve omuzlarımızın aynı doğrultuda olmasını
sağlardı.»
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz okları bir dizi halinde dizer gibi (namaza kalktığımızda) saflarımızı
öylece dizip düzene koyardı.[40]
Nu'man b. Beşîr
(R.A.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu
haber vermiştir-. «Ya saflarınızı iyice düzeltirsiniz, yoksa yüzleriniz
arasında Allah'a muhalefet edersiniz!.»[41]
Enes b. Mâlik
(R.A.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
haber vermiştir: «Saflarınızı iyice düzeltiniz. Çünkü gerçekten safların
düzeltilmesi namazın tamamından sayılır.»[42]
ResûlüUah CA.S.) Efendimiz şöyle buyurdu:
«Şüphesiz ki ben
önümdeki şeye bakıp gördüğüm gibi, arkamdaki şeye de bakıp görüyorum.
Saflarınızı iyice düzeltin, rükû' ve secdelerinizi güzelce yerine getirin!»[43]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Namazda
safları düzgün ve düzenli tutmak müekked sünnettir.
2- Safları
gayr-i muntazam şekilde tutmak mekruhtur.
3- Saflar
düzeltildikten sonra imamın tekbîr getirmesi müs-tehabdır.
4- İmam'm
ikamet bitince tekbîr getirmesi sünnettir.
5- Birkaç
kişi biraraya geldiğinde, namaz vakti girince içlerinden birinin imam olması
müstehabdır.
6- Namazda
imam okumaya başlayınca ona uyanlar bir şey okumayıp susarlar.
7- İmamın
bizzat safları düzene koyması müstehabdır.
8- Safları
düzgün tutmak, namazın faziletini ve sevabını ta-
tnamlar.
9- Rükû' ve
secdeleri dinin talim ettiği şekilde yerine getirmek vâcibdir.
Hadislerin ışığında
mezhep imamlarının görüş, içtihat ve istidlalleri:
Müctehid imamların
hemen hepsi safların düzenli ve tertipli tutulmasının sünnet olduğunda ittifak
etmişlerdir. Ayrıca Hanefî imamlarından bazısı dışında diğer bütün imamlar
imam, ikamet bitince tekbîr getirilmesinde birleşmişlerdir. Cumhurun da görüşü
bu doğrultudadır.
O halde cemaat halinde
namaz kılarken safları düzgün ve ter-itipli tutmak müekked sünnettir, ikametin
bitiminde imamın tekbir getirip namaza başlaması müstehabdır.
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller:
576 nolu hadîsi Ebû
Dâvud naklettiğimiz lâfızla tahrîc etmiştir. Semmak b. Harb tarikiyle yaptığı
rivayette ise şu lâfızla hadîsi nak-letmiştir:
«Resülüllah (A.S.)
Efendimiz, okları bir dizi haline dizip tertiplediği gibi, bizim saflarımızı
düzenleyip tertiplerdi.»
578 nolu Hz. Ömer'den
yapılan rivayet, ikamet bitmeden, saflar düzeltilmeden imamın namaza
başlamamasına delâlet etmektedir Hz. Ömer (R.A.) bu hususta sadece
Resülüllah'ıh (A.S.) sünnetini uygulamıştır. Nitekim Kadı Iyaz diyor ki:
«Safları düzeltmenin cemaatla namaz kılmanın sünnetlerinden olduğunda hiç kimse
muhalif bir görüş ortaya koymamıştır.»[44]
İbn Hazm ise,
Buharî'nin rivayet ettiği şu hadisle istidlal ederek safları düzeltmenin farz
olduğunu söylemiştir: «Çünkü gerçekten safları düzeltip tertiplemek namazı
yerine getirmenin bir bölümüdür.» Çünkü farzdan olan kısım da farzdır. Diğer
ilim adamları îbn Hazm'in bu istidlâlmâ itiraz ederek şöyle, demişlerdir: «Bu
hususta iki rivayet tesbit edilmiştir: Birincisi, namazı yerine getirme-
nin bir bölümü
şeklindedir-, diğeri ise, namazın (faziletinin) tamamlanmasından, şeklinde
nakledilmiştir. O halde sözü edilen hadîsle istidlal edebilmek için, «ikame»
lâfzını «tamam» lafzıyla biraraya getirmek gerekir. Oysa ibn Hazm böyle
yapmamış, sadece «ikame» lafzıyla rivayet edilen hadîsi dikkate alarak
istidlalde bulunmuştur.
577 nolu Ebû Musa
(R.A.) hadîsinin, saf ve ikamet bahsinde nakledilmesinin sebebi, hadîsten
ikâmet okunmadan imamın namaza başlamadığı anlaşıldığı içindir. Ayrıca aynı
hadîs namazda kıraat bahsinde de nakledilerek delâlet ettiği hükümler
açıklanacaktır. [45]
1- Cemaat
halinde namaz kılınmak istendiğinde, imam tekbîr getirmeden önce safların
düzeltilip tertiplenmesi sünnettir.
2- İkamet
bittikten sonra imamın tekbîr getirmesi müstehabdır.
3- îmanın
bizzat saflarla meşgul olması ve düzene sokması müstehabdır. [46]
Namaza başlarken
tekbîrle birlikte eller kaldırıldığı gibi, bazı mezheplerin içtihat ve
istidlallerine göre, rüku'dan kalkıldığı zaman da eller kaldırılır. Ancak
elleri ne kadar kaldırmak ve ne ölçüde kaldırmak gerekir? Müctehit imamların
görüş, tesbit ve içtihatları farklıdır. Nitekim az aşağıda onların görüşleri
nakledilmiştir.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Etnl Hüreyre CR.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:
«Resülüllah
(A.S.1 Efendimiz namaza kalktığı
zaman ellerini kaldırıp
uzatırdı.» [47]
Vâil b. Hücür (R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.Î Efendimiz
tekbîrle birlikte ellerini kaldırırdı.»[48]
İbn Ömer (R.A.)'dan
yapılan rivayette, demiştir ki: «Peygamber (A.S.l Efendimiz namaza kalktığı
zaman ellerini omuz seviyesini buluncaya kadar kaldırdıktan sonra tekbîr
getirirdi. Rüku'a eğilmek istediğinde yine ellerini aynı şekilde kaldırır ve
rüku'dan başını kaldırdığı zaman yine ellerini aynı şekilde kaldırır ve
semf-allahu limen hamidehü Rebbenâ leke'I-hamd derdi.»[49]
Buharî'de aynı rivayet
aynı lâfızla yapıldıktan sonra şu ilâveye yer verilmiştir: «Secdeye gidince ve
secdelerden başını kaldırınca öyle yapmazdı, yani ellerini kaldırmazdı.»
Müslim'de ise hadîsin son kısmında şu ilâveye yer verilmiştir. «Secdelerden
başını kaldırınca artık öyle yapmazdı...»
Nâfi'den yapılan
rivayette, demiştir ki: îbn Ömer (R.A.) namaza girdiği zaman tekbîr getirip
ellerini kaldırır, rûku'a gidince yine ellerini kaldırırdı. Semi'allahu limen
hamidehü deyince yine ellerini kaldırır ve iki rekât kılıp kalkınca yine
ellerini kaldırır ve îbn Ömer (R.A.), bu el kaldırmayı Peygamber (A.S.)
Efendimiz'e kadar ref'eder, yani Resûlüllah'm da öyle yaptığını söylerdi.[50]
Ali b. Ebî Tâlib
(R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah i A.S.) Efendimiz farz
namaza kalkınca tekbîr getirip ellerini omuz hizasına kadar kaldırırdı;
kıraatini yerine getirdikten sonra da öyle yapardı; rüku'a gitmek istediğinde
ve rüku'dan kalktığında yine öyle yapardı. Oturduğu zaman böyle bir şey
yapmazdı, iki secdeden kalktığı zaman yine ellerini kaldırıp tekbîr getirirdi.»[51]
Ebu Kalâbe'den yapılan
rivayete göre, o, Mâlik b. Huveyris'i (R. A.) namaz kılarken şöyle yaptığını
görmüştü?: Namaz kılarken tekbir getirip ellerini kaldırıyordu. Rüku'a gitmek
istediğinde de elleri-
ni kaldırıyordu.
Başını rüku'dan kaldırınca yine ellerini kaldırıyordu.[52]
Diğer bir rivayette,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in namazda şöyle yaptığı belirtilmiştir: «Tekbîr
getirdiği zaman ellerini kulak yumuşakları hizasına kadar kaldırırdı. Rüku'a
gittiğinde yine ellerini kulak yumuşaklarına kadar kaldırırdı. Rüku'dan kalkıp
semi'allahu limen hamidehü deyince yine ellerini aynı şekilde kaldırırdı.»[53]
Ebû Humayd
es-Sâidî'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: Aralarında Ebû
Katade'nin de bulunduğu 10 sahabiyle beraber birarada idik. Onlara: «Ben,
Resûlüllah'm (A.S.) nasıl namaz kıldığı
hususunda sizden daha bilgiliyimdir,» dedim. Diğerleri ise, «Sen bizden önce
Resûlüllah'm sohbetinde bulunmuş değilsin ve bizden daha çok da Resûlüllah
(A.S,) Efendimize gidip gelen değilsin», diye itirazda bulunduklarında, cevap
olarak şöyle dedim: «Hayır, Onun namazını sizden daha iyi bilirim» diye tekrarladım. Onlar da, «öyle
ise bize anlat bakalım», diye teklifte
bulundular. Bunun üzerine şöyle söze başladım: Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz namaza kalktığında belini iyice doğrultup ellerini omuz
hizasına kadar kaldırırdı; sonra
rüku'a varmak istediği zaman tekbir getirip ellerini omuz seviyesine kadar
kaldırırdı. Sonra da Allahu Ekber der ve rüku'a varırdı, sonra rüku'da itidal üzere durup
başını ne yukarı kaldırır, ne de aşağı indirirdi, ellerini de iki dizi üzerine koyardı. Sonra Semi'allahu limen
hamidehü der ve ellerini kaldırırdı, itidala riâyet eder, her kemik yerini
alacak şekilde doğrulurdu, sonra eğilip secdeye varırdı. Sonra Allahu Ekber
der, ayağını yanlamasına yere yatırıp üzerinde oturur, sonra her kemik yerini
alıncaya kadar durur, sonra kalkıp birinci rekâttekileri aynen ikinci
rekâtte yapar, tâki iki secdeden
kalktığında tekbir getirip ellerini omuzlan seviyesine kaldırır, tıpkı namaza
başlarken tekbir getirdiğinde yaptığı gibi. Sonra son rekâtı de öyle yapar,
böylece namaz tamamlanırdı, ancak teşehhütte sol ayağını geriye çekip sol
kalçası üzerine oturur, sonra da selâm verirdi.
Beni dinleyen dokuz
sahabi, «doğru söyledin, Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz öyle
yapardı.»[54]
Hadîs ve rivayetlerden
şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Namaza
durup teKbîr getirirken elleri kaldırmak ya vâcib, da sünnettir.
2- Namazda
tekbîr getirirken elleri omuz seviyesine kadar kaldırmak ya vâcib ya da
sünnettir.
3- Rüku'a
varılacağı zaman tekbîr getirilirken yine elleri omuz hizasına kadar kaldırmak
sünnet veya müstehabdır.
4- Rükü'dan
kalkıldığında yine tekbir getirilir ve elleri omuz hizasına kadar kaldırmak sünnet
veya müstehabdır. İki secdeden
kalktığında yine tekbîr getirip elleri omuz hizasına kadar kaldırmak sünnet
veya müstehabdır.
5- Namaza
giriş tekbiri getirirken, rüku'a varmak için tekbîr igetirirken ve rükü'dan
kalkıldığında tekbîr getirilirken elleri kulak yumuşaklarına kadar kaldırmak
sünnet veya müstehabdır.
6- Rüku' ve secdelerde, secdeler arasında, ayakta
durulduğunda ta'dîl-i ekâna rivayet etmek vâcib veya sünnettir.
7- Son
oturuşta teverrük etmek, sağ ayağı dikip solayağı az geri çekip sol kajça
üzerine oturmak sünnet veya müstehabdır.
Hadislerin ışığında
müctehit imamların görüş, tesbit, istidlal ve içtihatları:
a) Hanefüere
göre:
Namazın sünnetlerinden
biri de, «tahrîm tekbir»i getirirken elleri kaldırmaktır. Bunun seviyesi,
kulak yumuşakları hizasına kadar yükseltmektir. Aynı şekilde bayram ve kunut
tekbirlerinde de elleri kaldırmak sünnettir. Bunu terketmeyi itiyat haline
getiren günakâr olur. Muhtar olan görüş de budur. Ellerini belirtilen hizaya
kadar kaldırmaktan âciz olanlar, kudretleri nisbetinde kaldırırlar, bunda bir
sakınca yoktur; zira ortada özür söz konusudur.
Henefîler, İmam
Şafiî'nin îbn Ömer (R.A.)'dan rivayet ettiği şu hadisin özür haline
hamledileceğim söylemişlerdir: «Resûlüllah (A. S.) Efendimizi namaza başlarken tekbîr
getirerek ellerini omuzları seviyesine kadar yükselttiğini gördüm.»[55]
b) Şâfiîlere göre:
îmam Şafiî'nin Salim
b. Abdullah'dan, onun da babasından yap-
tığı rivayete göre,
demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'i, namaza başlarken tekbîr getirdiği
zaman iki elini omuzlan hizasına kadar kaldırdığım, rüku'a gitmek istediğinde,
başım rükü'dan kal- . dırdığında da ellerini omuz hizasına kadar kaldırdığını
gördüm.» Resûlüllah (A.S.) Efendimîz'in hemen her namazda böyle yaptığını
ashabdan 12 kişi rivayet etmiştir; ayrıca İbn Ömer (R.A.) dan da bu anlam ve
hükümde sahîh rivayet yapılmıştır..
îmam Şafii diyor ki:
İşte biz bu rivayetlere dayanarak imam olsun, me'mum olsun, münferit olsun,
cemaat halinde bulunsun, kadın veya erkek olsun her namaz kılana, namaza
başlarken, tekbîr getirip rüku'a
giderken, rükü'dan başım kaldırırken ellerini omuzları hizasına kadar
kaldırmasını emrediyoruz.[56]
c)
Hanbelîlere göre:
Namaza başlarkan
iftitah tekbirinde, rüku'a gidilmek istediğinde ve rükü'dan kalkıldığında
elleri ya kulak yumuşaklarına, ya da omuz seviyesine kadar kaldırmak
müstehabdır. Çünkü Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bazan kulak yumuşağına, bazan da omuz seviyesine kadar
ellerini kaldırmıştır. O halde namaz kılan kimse belirti-len yerlerde ellerini
iki seviyeden birine göre kaldırmakta serbesttir. Ancak el-Esrem diyor ki: İmam
Ahmed'e sordum, eller nereye kadar kaldınlsın?O şöyle cevap verdi: Ben iki
omuz seviyesine kadar kaldırmak
hakkındaki İbn Ömer rivayetini
seçiyorum. Kulak seviyesine kadar
kaldırmak da güzel bir şeydir. Ne var k, omuz seviyesine kadar kaldırmak
hakkındaki rivayetler daha çoktur.[57]
d)
Mâlikîlere göre:
Namaza başlarken
«ihram tekbîri» ni getirirken elleri omuz seviyesine kadar kaldırmak menduptur,
Başka yerlerde kaldırmak mekrûtur.
Elleri kaldırırken iç kısmı yere, üst kısmı göğe yönelik bir vaziyette tutulur.
Meşhur olan da budur.[58]
Diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller:
Ebû Cafer et-Tahâvî,
tekbîr getirirken ellerin kaldırılmasıyla ilgili rivayetleri tesbit ederek
şöyle belirlemiştir: Ellerin omuz seviyesine kadar kaldırılması hakkında 6,
kulak yumuşağı seviyesine ka-
dar kaldırılması
bakında 4-5 rivayet naklettikten sonra Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in soğuk
günlerde omuzlarına kadar, normal günlerde kulak yumuşaklarına kadar
kaldırıldığını iddia edenlerin ve üzerindeki elbisenin durumuna göre de
ellerini kaldırmasının farklı olduğunu ileri sürenlerin görüşlerinin isabetli
olup olmadığı üzerinde durmuş ve sonra da İbn Ömer (R.A.) hadîsini esas kabul
edip çoğu sahih rivayetlerin o anlamda varit olduğuna dikkatleri çekerek
Hanefi imamlarının içtihadını benimsediğini ortaya koymuştur.[59]
Bu durumda Tahavî'nin
naklettiği hadîsleri kitabımıza almaya gerek görmedik.
Zeylâî, Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz'in tekbîr getirirken ellerini omuz seviyesine kadar
kaldırdığıyla ilgili İbn Ömer, Ebû Humayd es-Sâidî ve Ali b. Ebû Tâlib
hadîslerini naklettikten sonra Şeyh Ta-kıyüddin'in el-înıam adlı eserinde İbn
Münzir'den naklen şöyle dediğini belirtiyor: İlim ehlinden kiç kimse
Resûlüllah (A.S.) Efendimizin iftitah tekbirinde ellerini kaldırdığı hakkında
muhalif görüş ortaya koymamıştır.»[60]
Farklı tesbit ve görüş ise, ellerinin omuz seviyesine kadar mı, yoksa kulak
yumuşağına kadar mı olduğunda ve bir de rukü'a gidildiğinde ve rükû'dan kalkıldığında,
iki secde yapılıp ayağa kalkıldığında ellerin kaldırılıp kaldırılnıayacağmda
ortaya çıkmıştır.
584 nolu Ebû Hüreyre
hadîsinin isnadının sıhhati üzerinde kimse şüphe izhar etmemiştir. Çünkü Ebû
Dâvud onu Müseddid'den, Nesâî Amir b. Ali'den rivayet etmiştir ki, bu iki zat
da onu Yahya el-Kattan'dan o da İbn Ebî Zi'b'den rivayet etmiştir. Bunların
hepsi de hadîs imamlarının imamları sayılırlar.
Bu hadîsle istidlal
eden İbn Hazım, İbn Münzir, İbn Sübkî Ev-zaî, Buharî'nin şeyhi el-Humeydî ve
îbn Huzayme iftitah tekbirinde elleri kaldırmanın vâcib olduğunu
söylemişlerdir. Kadı Hüseyn'in İmam Ahnıed b. Hanbel'den yatığı rivayete göre,
o da bunun vücü-buna kail olmuştur.[61] Ebû
Hanîfe'den yapılan rivayette ise, tekbir getirirken ellerini kaldırmayanın
günahkâr olacağı belirtilmiştir. Kaffal'm Ahnıed b. Yesar'dan yaptığı rivayete
göre, iftitah tekbirinde elleri kaldırmanın vâcib olduğu, kaldırmayanın
namazının sahih
olmayacağı ifade
edilmiştir ki bu tamamiyle Ahmed b. Yesar'm görüş ve içtihadıdır. Çünkü bu
hususta kesin bir delil ortaya koymak mümkün değildir.
585 nolu Vâil b. Hücür hadîsini aynızamanda
Beyhakî, Abdur-rahman b. Amir tarikıyla Vâil'den rivayet etmiştir. Ahmed b.
Han-ben ile Ebû Dâvud aynı hadîsi Abdulcebbar b. Vâil tarikıyla rivayet etmişlerdir.
el-Münzirî ise, bu hadîsi, Abdulcebbar babasından işit-memiştir ve onun aile
durumu meçhuldür, demiştir.[62]
586 nolu hadîsi, Beyhakî şu fazlalıkla tahrîc
etmiştir: «Resûlül-lah'm (A.S.) bu namazı (kıldığı namazdaki fiilleri) Allah'a
kavuşuncaya kadar hep devam etti.»
İbn Medenî diyor ki:
Halktan bu hadisi duyan herkesin aynı şekilde amel etmesi gerekir. Çünkü
hadîsin isnadında hiçbir şüphe ve ta'n yoktur. Nitekim İmam Buhari bu mesele
hakkında tek başına bir cüz tasnif etmiş ve onda el-Hasen, Humayr b. Hilâl'dan
şunu nak-letmiştir: Ashab-ı kiranı hep öyle amel ederlerdi, yani üç yerde
ellerini kaldırırlardı. el-Hasen bunu söylerken ashabdan hiç birini istisna
etmemiştir. Nitekim el-Mervezî diyor ki: «İslâm ülkelerindeki ilim adamları bu
üç yerde elleri kaldırmanın meşruiyetinde icnıa, etmişlerdir, ancak Küfe
âlimleri müstesna. İmam Mâlik'ten ise, sadece İbn Kasım, rükû'a varılırken ve
rükû'dan kalkılırken ellerinin kaldırılmaması hususunu rivayet etmiştir.
Böylece İmam Şafiî ve
İmam Ahmed b. Hanbel, sözü edilen üç yerde ellerin kaldınlmasınmm müstehab
olduğuna kail olmuşlardır ki ashab-ı kiramdan da bu görüşte olanlar hayli
çoktur. Ayrıca imanı Şafiî, birinci teşehhüdden kalkıldığında, yani ikinci
rekâtten üçüncü rekate kalkıldığı zaman da elleri kaldırmanın müstehab olduğunu
söylemiştir.[63]
587 nolu Nâfi' hadîsi hakkında Ebu Dâvud şöyle
demiştir : «Râ-vilerinin hepsi sıka (güvenilir) dir.» Ancak Darekutnî
bu hadîsin merfu' ve mevkuf olduğu üzerinde durmuş ve el-Ilel adlı
eserinde buna geniş yer vermiştir. Ancak hadîsin sıhhatma delâlet eden birçok
şevahid mevcuttur. Böylece ilgili hadîs, namazda dört yerde elleri kaldırmanın meşruiyetine
delâlet etmektedir. Nitekim İmam Şafiî
ile İmam Mâlik de
içtihat ve görüşlerini ortaya koyarken bu rivayeti
dikkate almışlardır.
588 noîu Ali b. Ebî
Tâlib hadîsini Ahmed b. Hanbel sahihlemiştir. Bu da dört yerde elleri
kaldırmanın meşruiyetine delâlet eden sahîh hadîslerden biridir.
Müctehitler bu
hadîslere dayanarak elleri kaldırma hususunda kadınla erkek arasında bir fark
olmadığını belirtmişlerdir, ancak İmam Ebu Hanîfe ikisi arasında bir ayrım
yaparak şöyle demiştir : Erkekler, ellerini kulaklarına kadar kadınlar ise
omuzlarına kadar kaldırırlar. İmam Ebu Hanîfe kulaklara kaldırma meselesini
589, 590 nolu'hadîsleri de dikkate alarak ortaya koymuştur.
591 nolu Ebu Humayd
hadîsini aynı zamanda İbn Hibban da tah-rîc etmiştir. et-Tahavî ise bu hadîsin
malûl olduğunu belirterek şöyle demiştir : «Zira râvilerden Muhammed b. Ata',
Ebu Katade'ye ulaşmamıştır.»[64]
Oysa İmam Buharî onun
kesinlikle Ebu Humayd'den işittiğini belirtmiştir. Çünkü Ebu Katade'nin hicrî
54. yılda vefat ettiği söylenir ki, bu durumda Muhammed'in ona ulaştığı
muhakkaktır. Yapılan tesbitlere göre, Muhammed b. Amir ise hicrî 120 yılında 80
yaşında iken vefat etmiştir. [65]
1- Namaza
başlarken iftitan tekbiri getirince elleri kaldırmak kimine göre sünnet, kimine
göre vâcibdir. Çünkü ResûlüIZahın (A.S.)
bunu terkettiği tesbit
edilememiştir,
2- Rükû'a
varılırken, rükû'dan kalkılırken ve bir de üçüncü rekâta kalkıldığında elleri
kaldırmak müstehabdır.
İmam Ebû Hanîfe ve
arkadaşlarına göre, kaldırılmaz, sadece îftitan tekbirinde kaldırılır. İmam
Mâlik'e göre de öyle... İmam Şafiî ve İmam Ahmed'e göre belirtilen yerlerde
elleri kaldırmak meşru'dür ve müstehabdır.
3- Elleri
hem kulak yumuşaklarına kadar, hem omuz seviyesine kadar kaldırmak caizdir.
Namaz kılan bunlardan birini tercih edebilir. Nitekim Hanefîler erkekler için
kulak yumuşaklarına kadar kaldırmayı, diğer imamlar omuz hizasına kadar
kaldırmayı müs-tehab saymışlar. [66]
Namazın farzlarından
biri de kıyam, yani ayakta durmaktır. Namaza niyet edip tekbîr getirdikten
sonra kıraat süresince ayakta durmak farzdır. Bu ayni zamanda bir rükündür.
Hikmetine gelince,
bizi iki ayak üzerine yürüten ve dimdik ayakta durma kudretini veren, böylece
ahsen-i takvim üzere yaratıldığımızı bu özelliğimizle de belirginleştiren
Rabbımıza hamdediyor, bu nimetine karşı şükür borcumuzu huzurunda el bağlayarak
yerine getirmek istiyoruz. Hem Fâtiha'yı okumak, bir bakıma Allah'a hitap edip
O'nunla konuşmak demektir. O bakımdan da ayakta edeple durup el bağlayarak
O'nun huzurunda kulluğumuza yakışanı yapmamız kadar tabii ne olabilir?
.Namazda kıyam, yani
ayakta durmanın farz olduğuna muhalefet eden olmamıştır, bunda icma' vardır.
Ancak kırat süresinde erkeklerin göbek altında, kadınların göğüsleri üzerinde
el bağlamaları müctehid imamların hepsi tarafından sünnet sayılmamıştır. Konuyu
bu açıdan incelemek istiyoruz.
İlgili hadîsler :
Vâil b. Hücür (R.A.)
den yapılan rivayette, o, Peygamber (A.S.) Efendimiz'in namaza giriş yaptığında
tekbîr getirerek ellerini kaldırdığını, sonra da elbisesini (ön kısmını
bitiştirerek) kapadığını, sonra da sağ elini sol elinin üzerine koyduğunu;
rükû' yapmak istediğinde ellerini çıkarıp kaldırdığını, tekbîr getirerek rükû'a
vardığını, semi'al-lahu limen hamidehü dediği zaman yine ellerini kaldırdığını,
secde ettiğinde iki eli arasına secde ettiğini görmüştür.
Ayni hadîsi Ahmed ve
Ebû Dâvud şu cümleyi de fazla olarak rivayet etmişlerdir -. «Sağ elini sol
elinin ayası üzerine, bileğinin İÇ kısmını, sol bileğinin üst kısmına
koyduğunu...»[67]
Ebu Hâzim'den, o da
Sehl b. Sa'd (R.A.) den rivayet etmiştir:
«İnsanlara namazda
adamın sağ elini sol bileği üzerine koyması emrediliyordu. Ebu Hâzim şöyle
dedi : Bunu bilmiyorum, ancak Peygamber (A.SJ
Efendimize kadar refedildiğini (biliyorum).»[68]
îbn Mes'ûd (R.A.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen, namaz kılarken sol elini sağ eli üzerine
koyardı. Cenâb-ı Peygamber (A.S.) onu böyle yaptığını görünce, sağ elini tutup
sol eli üzerine koydu.»[69]
Ali (R.A.) den yapılan
rivayette, şöyle demiştir : «Namazda eküf-fü eküff üzerine koyup göbek altında
bağlamak sünnettir.»[70]
eküff, «keff»m çoğuludur,
kelime olarak elin ayası demektir. Bundan maksat, sağ elin ayasını sol elin
üzerine koymaktır; Arapçada bazan birbirine yakın iki ayrı şeyden söz edilirken
her ikisi için galip olanın ismi kullanılır. O bakımdan Hz. Ali (R.A.) de el
ayası ile elin üst kısmı için birden «eküff» ismini kullanmıştır.
Hadîslerin açık
delâletinden anlaşılan hükümler :
1- Namaza
başlarken tekbîrde elleri kaldırmak sünnettir.
2- Namaza
niyet edip tekbîr getirdikten sonra hırka, üstlük, pardüsü ve benzeri bir
elbisenin açık bulunan ön kısmındaki iki kanadını el ile bitiştirip biraraya
getirmekte bir sakınca yoktur.
3- Namazda
kıyam rüknü yerine getirilirken sağ eli sol el üzerine koymak sünnettir.
4- Rükû'a
varırken tekbîr getirip elleri kaldırmak ve rükû'-dan kalkılırken yine elleri
kaldırmak sünnet veya müstehabdır.
5- Secde
ederken alın ve burnu iki elin arasında koymak müstehabdır.
6- Kıyamda
sağ eli sol elin bileği üzerine kovmak müstehabdır. ,
7- Sol eli
sağ el üzerine koymak mekruhtur.
8- Elleri
göbek altında bağlamak sünnet veya müstehabdır.
Hadîslerin ışığında
müctehit imamların görüş, tesbit içtihat ve istidlalleri:
a) Hanefîlere
göre :
Namazda ayakta
dururken erkeklerin sağ ellerini sol elleri üzerine koyup göbek altında
bağlamaları sünnettir. Bu da, niyet edip iftitah tekbirini alırken ellerini
kaldırınca artık yanlarına sarkmayarak bağlamakla gerçekleşir. İmam Muhammed'e
göre, kıraate başlamadan ellerini bağlamaz. Sübhanekeyi okuyup eûzü besmele çekinceye
kadar ellerini yanlarına sarkıtır, kıraate başlayınca bağlar. Ayrıca sağ elinin
serçe ve baş parmaklarıyla sol elinin bileğim hafif kavrayıp tutar. Gerçi bunu
hanefî fukahasmdan çoğu istihsanen uygun görmüşse de muhalefet eden de
olmuştur.
Kadınlar ise, kıyamda
sağ ellerini sol elleri üzerine koyup göğüsleri üzerinde bağlarlar, onlar
hakkında müstehab olan böyle yapmaktır. Ancak serçe ve baş parmaklarıyla sol
elin bileğini kavramazlar.[71]
b) Şâfiîlere
göre :
Namazda erkek ve
kadının sağ ellerini sol elleri üzerine koymaları ve ellerini göğüsleriyle göbekleri
arasında bağlamaları sünnettir. Bu durumda sağ elinin parmaklarım bitişik
tutması veya sol elinin bileği üzerine yayması hususunda muhayyerdir.[72]
c) Hanbelilere
göre :
Erkek ve kadının
namazda sağ elinin içini sol elinin üzerine koyup göbekleri altında
bağlamaları sünnettir.[73]
Hanbelüer bu mesele
hakkında Kubayse, Sehi b. Sa'd ve Ebu Hâzim hadîsleriyle istidlal etmişlerdir.
Ayrıca Vâil b. Hücür'den rivayet edilen hadîsle de istidlal ederek, sağ eli
sol elin bileği üzerine koymanın da müstehab olduğunu belirtenler olmuştur.[74]
Yine İmam Ahmed'e
göre, kadın ve erkeğin ellerini göbekleri üzerinde bağlamaları sünnettir.
Nitekim Saîd b. Müseyyeb'in de kavli böyledir.[75]
d)
Mâlikîlere göre
Mezhebin zahirine
göre, namazda eller bağlanmayıp yan tarafa sarkıtılır. Aynı zamanda bu görüş,
İbıı Zübeyir ile el-Hasen'den rivayet edilmiştir.[76]
Abdurrahman
el-Cezîrfnin tesbifcine göre, Mâhkîler bu mesele hakkında şöyle demişlerdir :
Sağ eli sol el üzerine koyup göbek üzerinde bağlamak menduptur sünnet
değildir, şu şartla ki, namaz kılan böyle yapmakla Peygamber (A.S.)
Efendimiz'in sünnetine uymayı kasdetmiş olacak; bunun aksine daha rahat durmak
ve bir bakıma ellerini bağlamak suretiyle kendine destek sağlamak için yaparsa,
mekruh sayılır. Nafile namazlarda ise, ne maksatla bağlarsa bağlasın, mendup
sayılır.[77]
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller:
602 nolu Vâil b. Hücür
hadîsini aynı zamanda İbn Hibban ile İbn Huzeyme de tahrîc etmişlerdir. Aynı
babda bir diğer hadîsi Ah-med ile Tirmizî de Kubeyse b. Helb tarikiyle rivayet
etmişlerdir. Semmak'tan başkası ondan rivayet etmemiştir. Bununla beraber sıka
olduğunu kabul edenler vardır. İbn Medenî ile Nesâî onun meçhul olduğunu,
Tirmizî ise hasen sayıldığını söylemiştir.
Darekutnî, Beyhaki ve
ibn Hibban ise ibn Abbas'dan CR.A.) rivayet etmişlerdir. el-Akılî ise, ibn
Ömer'den (R.A.) rivayet etmiş ve zayıf olduğuna dikkatleri çekmiştir. Ayrıca
Darekutnî Huzayfe'-den rivayet etmiştir. Beyhakî ise Hz. Âişe (R.A.) dan
rivayet etmiş ve hadîsi sahîhlemiştir. Hafız Bezzar ise, Şeddad b. Şurahbîl'den
rivayet etmiştir, ancak isnadında Abbas b. Yunus bulunuyor ki, bu zat üzerinde
duranlar olmuştur. Zehebî'nin onu zayıflar arasında anmadığına bakılırsa, sıka
olduğu ağırlık kazanır. Taberânî ise, Ya'-lâ b.Merre'den rivayet etmişse de
isnadında Abdullah b. Ya'lâ bulunuyor ki, bu zat zayıf kabul edilmiştir.
Rivayetlerin çokluğu
dikkate alınınca, hadîsle istidlal ve ihtica-cm doğru olacağı neticesi ortaya
çıkmaktadır. Böylece hadîs, namazda elleri belirtilen şekilde bağlamanın
meşruiyetine delâlet ediyor.
Şevkanî'nin tesbitine
göre, bu babda yirmi rivayet, onsekiz saha-bî ve tabiîden yapılmıştır. O
bakımdan ibn Abdülber şöyle demiştir:
Bu babda belirtilen
hususun hilâfına Peygamber (A.S.) dan başka bir rivayet yapılmamıştır.[78]
603 nolu Ebu Hâzim hadîsi hakkında Nevevî şöyle
demiştir : Bu hadîs sahih ve merfu'dür.
604 nolu îbn Mes'ud
hadîsi hakkında ise İbn Seyyid'in-nâs şöyle demiştir . «Ricali, rical-i
sahihtir yani senedi ve ricali sahîh tesbit edilmiştir. «Bu konuda Ahmed b.
Hanbel ve Darekutnî, Câbir (R.A.) den şu lâfızla rivayet yapmışlardır :
«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz namaz kılmakta olan bir adamın yanından geçerken,
o adamın sol elini sağ eli üzerine koyduğunu gördü ve tutup kaldırdı, sağ elini
sol eli üzerine koydu.»
Bu rivayet de, namazda
sağ eli sol el üzerine koymanın meşru'iye-tine aksinin meşru' olmadığına
delâlet etmektedir. Cumhur da aynı görüştedir.
605 nolu Hz. Ali
hadîsinin isnadında Abdurrahman b. îshak el-Kû-fî bulunuyor ki, Ebû Dâvud diyor
ki, Ahmed b. Hanbel'in onu zayıflar arasında andığını duydum. Buhârî ise,
«onun hakkında şüpheyle durulmuştur, derken îmam Nevevî onun zayıf olduğunu
belirtmiştir. Bu bapta ayrıca Ebû Davud'un Ebû Cerîr'den onun da babasından
yaptığı bir rivayet daha var ki, şu lâfızla tesbit edilmiştir : «Hz. Ali'yi
gördüm, namazda sağ eliyle sol elinin bileğini tutup göbeğinin üzerinde
bağlamıştı.» Ancak bunun isnadında Ebu Tâlût
Abdusse-lâm b. Ebî Hâzim bulunuyor ki, bu zat üzerinde de durulmuştur.
Ebû Dâvud, onun hadîsinin yazılabileceğini kaydetmiştir.[79]
Ayrıca Ebû Dâvud bu
bapta Tâvus'tan yaptığı rivayette, şöyle denildiğini tesbit etmiştir ;
«Resûlüllah (A.S.Î Efendimiz namazda sağ elini sol eli üzerine koyar, sonra da
ikisini göğsü üzerinde bağlardı.» Bu hadis, mürseldir, yani senedinden bir
sahabi düşmüştür.
Namazda elleri göbek
altında bağlamanın müstehab olduğunu söyleyen İmam Ebû Hanîfe, İshak b.
Râhuye, Ebu İshak el-Mervezî ve îmam Şafiî'nin arkadaşları 605 nolu Hz. Ali
(R.A.) hadîsiyle istidlal etmişlerdir. îmam Şafiî ise bu husustaki diğer
rivayetleri de dikkate alarak ellerin göbekle göğüs arasında bağlanmasının
müstehab olduğunu söylemiştir. Cumhur da aynı görüştedir. İmam Şafiî daha çok
İbn Huzeyme'nin kendi Sahîh'inde, Vâil b. Hücür'den nak-
lettiği şu hadîsle
ihticac etmiştir : «Resûlüllah (A.S.) Efendimizle beraber namaz kıldım. O, sağ
elini sol eli üzerine koyup göğsü üzerinde bağlamış bulunuyordu.» Oysa bu
rivayet, İmam Şafiî'nin görüşünü destekler mahiyette bir hüküm ifade
etmemektedir. Çünkü Şafiî göğüsle göbek arası derken hadîste göğüs üzerine
bağlandığı belirtilmektedir. ,
Vâü'in bu rivayetini,
Hz. Ali'nin şu yorumu kuvvetlendirmektedir : Kevser sûresinde «venhar», elleri
göğüs üzerinde bağlamak demektir. Diğer bir yoruma göre, rükû'dan kalkıldığında
elleri göğüs hizasına kadar kaldırmak demektir. Bunu deve kesme manasına
hamledenler de olmuştur. [80]
1- Namazda
sağ eli sol el üzerine koymak sünnet veya müs-tehabdır.
2- Elleri
erkeklerin göbek altında, kadınların
ise göğüsleri üzerinde bağlamaları müstehabdır. Bu, Hanelilere
göredir.
3- Sağ eli
sol el üzerine koyup göğüsle göbek arasında bağlamak sünnettir. Bu îmam
Şâfiîye göredir.
4- Sağ elin
içini, sol elin üzerine koyup göbek altında bağlamak hem erkeklere, hem
kadınlara sünnettir. Bu, Hanbelilere göredir. İkinci bir rivayete göre,
göbekleri üzerinde bağlamaları sünnettir.
5- Namazda
elleri bağlamayıp yan taraflara sarkmak müstehabdır. Bununla beraber
göbek üzerinde bağlamak da müstehab sayılmıştır, şu şartla
ki, sünnete uyma kasdiyle yapılmış olsun.
Bu, Mâlikîlere göredir. [81]
Namaz, huzur, dikkat,
saygı ve edep makamıdır. Bir bakıma vuslat zamanıdır. Fâtiha'yı okumak
suretiyle Allah ile konuşma makamına yükselme dönemidir. Göğüs ve alın kıbleye
yönelik, gözler secde yerine bakar vaziyette kemal-i edeple durup ibâdet etmek,
şüphesiz ki büyük bir bahtiyarlıktır. Dikkatin başka bir yana dağılması, insanı
asıl dikkat edeceği noktadan uzaklaştırır. O bakımdan namazda gözle de olsa
sağa sola iltifat etmek, duvarlardaki yazı ve nakışlarla, halı ve kilimlerdeki
renk ve motiflerle meşgul olmak namazın feyiz ve faziletini düşüreceğinden
mekruh sayılmış tavana doğru kaldırmak
da doğru değildir.
Konuyla ilgili
hadisler:
îbn Sirîn'den yapılan
rivayete göre «Resûltillah (A.S.) Efendimiz (bazan, gözlerini semaya doğru
çevirirdi. O sebeple, «Onlar ki namazlarında saygıyla korkarlar...» mealindeki
âyet indi. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, başını eğdi.»[82]
Açıklama :
Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin zaman zaman namazda olsa bile gözlerini semaya doğru çevirmesi,
Allah'a olan aşk ve üstün saygısından kaynaklanır, inen ilâhi tecellilere
hayranlık duymasının ayrı bir tezahürü hikmetini taşırdı. Diğer insanların
böyle bir mazhariyete ermeleri söz konusu olmayacağına göre, Resûlüllah'ın
(A.S.) o davranışı, namazın sünnetlerinden sayılarak ümmeti tarafından taklîd
edilmesini önlemek için, ilgili âyetle, secde yerine bakmak suretiyle ümmetine
namaz adabından birini daha öğretmesi tavsiye edilmiştir.
Ebu Hureyre (R.A.) den
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur : «Bazı
topluluklar namazda ya gözlerini göğe doğru kaldırmaktan vazgeçerler, ya da
gözleri herhalde kapılıp ahnır.»[83]
Enes (R.A.) den
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu söylemiştir
: «Bazı topluluklara ne oluyor da namazda gözlerini göğe doğru kaldırıyorlar?»
Sonra da Resûlüllah (A.S.) bu husustaki sözünü biraz daha tesirli kılarak
buyurdu ki -. «Ya vazgeçerler, ya da gözleri (bakışları) kapılıp alınır.»[84]
Abdullah b. Zübeyir
(R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «ResûUillah (A.S.)
Efendimiz teşehhütte oturunca sağ elini sağ uyluğunun üzerine, sol
elini de sol uyluğu üzerine bırakır, şehadet parmağıyla işarette bulunur ve
bakışı parmak işaretini aşmazdı, (yani
teşehhütte önüne bakar, başka tarafa gözlerini kaydırnıazdı.)»[85]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Namazda
gözleri sağa sola kaydırmak, çevreyi
taramak mekruhtur.
2- Namazda
daha çok secde yerine bakılır, böyle yapmak müstehabdır.
3- Namazda
gözleri göğe doğru kaldırmak mekruhtur.
4- Teşehhüde
oturulduğunda elleri uyluklar üzerine koymak sünnettir.
5- Teşehhüt
esnasında diz kapaklarına bakmak,
etrafı gözle taramamak müstehabdır.
Hadîslerin ışığında
müctehit imamların görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları:
a) Hanefîlere göre :
Namazda başıyla
sağa-sola iltifat etmek mekruhtur. Göğüsüyle sağa-sola çevrilmek ise namazı
bozmasa bile hem mekruh, hem de fazileti gidericidir. Ancak göz ucuyla çevreye
iltifatta bulunmak mekruh değildir. Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
gözünün ucuyla ashabının davranışlarını bazan tarardı.[86]
Namazda ayakta iken
secde yerine bakmak, rükû'da ayakla-fra,
otururken uyluklara bakmak
namazın adâbmdandır,[87]
b) Şâfiîlere göre :
İlgili hadislerle
istidlal edip namazda ayakta iken secde yerine [bakıp etrafa iltifat etmemek,
teşehhüde otururken şehadet parmağına bakıp yine ileriye ve etrafa iltifatta
bulunmamak sünnettir. Aksini yapmak
mekruhtur.[88] Göğsüyle kıbleden ayrılan
kimsenin namazı bozulur.[89]
c) Hanbelüere göre
Namazda sağa-sola
iltifat mekruhtur. Vücudunu bütünüyle kıbleden başka yana çevirirse namazı
bozulur. Ancak Kabe'de veya aşırı korkulu anlarda böyle yapmasıyla namaz
bozulmaz. Yüzüyle veya göğsüyle sağa-sola iltifat namazı bozmaz.[90]
Gözleri göğe kaldırmak ise, mekruhtur.
d)
Mâlikîlere göre:
Namaz kılanın ayakları
kıbleye yönelik bulunduğu takdirde sağa-sola iltifat mutlaka mekruhtur, bu
ister baş ve göğüsle, isterse vücudun bütünüyle olsun farketmez. Ancak
ayakları da kıbleden çevri-lirse, o takdirde namazı bozulur.[91].
Namazda gözleri göğe
doğru kaldırmak, eğer öğüt ve ibret almak içinse, mekruh değildir.[92]
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller:
615 nolu İbn Şirin
hadisi nıurseldir. Çünkü bu zat tabiîndendir, Peygamber (A.S.) Efendimize
ulaşmamıştır. Bundan, onun hadîsi rivayet ettiği sahabinin ismini atladığı
anlaşılıyor. Ancak ricali sı-kat (güvenilirler) dir. Beyhakî ise hadisi
mevsulen tahrîc etmiştir. el-Hâkim ise Müstedrek'te Ebû Hüreyre'den (R.A.) şu
lâfızla tah-rîc etmiştir: «Resûlüllah (A.S.Î Efendimiz namaz kıldığı zaman gözünü
göğe doğru kaldırırdı. «Onlar ki namazlarında saygıyla korkarlar...» âyeti
inince, başını eğmeye başladı.»
îbn Zübeyr'in hadîsini
ise, Ibn Hibban kendi sahihinde tahrîc etmiştir. Aslı ise Müslimde geçer, ancak
orada şu cümleye yer verilmemiştir:
«Gözleri işaret parmağım aşmazdı.»
Gözlerin kapılıp
alınmasından maksat, kör olmasıdır. Bu, zahirî bir körlük değil, manevî
körlüktür, yani gözler namazın nurundan mehrûm kalır, demektir.
Ezvac-ı tahirattan
Ümmü Seleme (R.AJ şöyle anlatmıştır: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz zamanında namaz kılmaya kalkan kimsenin gözlerinin bakış
açısı ayaklarını aşmazdı. Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz vefat ettikten sonra,
namaz kılan kimsenin bakış açısı alnını
koyduğu secde yerini aşmazdı.
Ebûbekir (R.A.)
vefat etti, Hz. Ömer
zamanında namaz kılan kimsenin namazdaki bakış açısı kıble yerini aşmazdı. Hz.
Osman (R.A.) zamanında ise, fitneler baş
gösterdi, o yüzden insanlar namazda
sağa-sola iltifat tmeye başladılar.»[93]
îbn Hazım hadîsin
zahirine bakarak, sağa-sola iltifat edenin namazı bozulur demiştir. Yine bu
zata göre, namazda gözleri göğe doğru kaldırmak da namazı bozar. [94]
1- Nazmada
sağa -sola baş ile veya göğüsü çevirerek iltifat btmek mekruhtur, namazın
faziletini düşürür.
2- Namazda
ayakta iken secde yerine, otururken diz kapak-bna veya uyluğa bakmak
adâbdandır. (Bu Hanefîlere göredir).
3- Namazda
ayakta iken secde yerine bakmak, otururken şehadet parmağına bakmak
sünnettir. Sağa-sola iltifat mekruhtur. Ayrıca namazda göğüsü kıbleden çevirmek
namazı bozar. (Bu Şafiî-lere göredir).
4- Sağa sola
iltifat etmek mekruhtur. Namazda vücudu
bütünüyle kıbleden çevirmek namazı bozar. (Bu, Hanbelîlere göredir).
5-Namazda ayaklar
kıbleden başka bir cihete çevirilmedigi takdirde göğüsün veya vücudun
tamamının kıbleden çevrilmesi taamazı bozmaz. (Bu, Mâlikîlere göredir).
6- Namazda
gözleri göğe doğru kaldırmak mekruhtur. [95]
Namaza niyet edip
tekbir getirdikten sonra hemen kıraate geçilmez, me'sur dua okunur, sonra
Euzü-Besmele çekilir ve öylece-jkıraate başlanır.
Konuyla ilgili
hadisler:
Ali b. Ebî Tâhb
(RA.)'den yapılan rivayette, demiştir ki :
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz namaza , okurdu: VECCEHTÜ
VECHİYE LILLEZI J VE'L-ARZA, HANÎFEN MÜSLİMEN VEMA ENE
İNNESALATI VE NÜSÜKİ VE
MEHYAYE VE ^^ RABBİ'L-ALEMİN, LA
ŞERİKE LEHU VE BIZALIKE U ENE
MİNE'L-MÜSLİMÎN.
ALLAHÜMME
ENTE'L-MELİKÜ LA İLAHE ENTE, ENTE RABBÎ VE ENE ABDÜKE, ZALEMTÜ NEFSİ VE'TEREFTÜ
Bİ-ZENBİ, FEĞFİR LÎ ZÜNÛBÎ CEMÎ'AN LA YAĞFİRÜ'Z-ZÜNÛBE İLLA EN-TE VEHDÎNİ
LÎ-AHSENİ'L-AHLAKİ LA YEHDİ Lİ-EHSENİHA ÎL^ LA ENTE, VASRİF ANNÎ SEYYİEHA LA
YASRİFÜ ANNÎ SEYYÎ-EHA İLLA ENTE, LEBBEYKE VE SA'DEYKE VE'L-HAYRU KÜLLÜ-HÜ Fİ
YEDİKE VE'Ş-ŞERRÜ LEYSE, İLEYKE, ENE BİKE VE İLEYKE TEBAREKTE VE TEALEYTE,
ESTEĞFîRUKE VE ETÜBU İLEYKE...
Meali :
Şüphesiz ki ben
yüzümü, bâtıldan uzak, Hakk'a tamamen yönelmiş müslim olarak gökleri ve yeri
örneksiz ve benzersiz yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim. Şüphesiz
ki benim namazım, diğer ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm, âlemlerin Rabbi Allah'a
aittir; O'nun hiçbir ortağı yoktur ve ben bununla emrolun-dum, ben
müslümanlardanım.
Allahım! Sen yegâne
sahipsin senden başka hiçbir ilâh yoktur, ancak sen varsın, sen benim Rabbimsin
ve ben de senin kulunum. Nefsime zulmettim ve günahımı itiraf ettim, artık
benim bütün günahlarımı bana bağışlayıp affet, günahları ancak sen bağışlayıp
affedersin. Beni en güzel ahlâka eriştir, çünkü ahlâkın en güzeline ancak sen
eriştirirsin. Ahlâkın kötüsünü benden çevirip uzaklaştır, çünkü onun kötüsünü
benden ancak sen çevirip uzaklaştırırsın Buyur, emrine hazır bekliyorum.
Hayrın hepsi senin elindedir, şer ise senden yana değildir. Ben seninle (varım)
ve sana yöneliğim. Sen çok mübarek ve çok yücesin. Senden mağfiret dilerim ve
sana tevbe . ederim.»
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz rüku'a varınca şöyle duâ ederdi: ALLAHÜMME LEKE REKA'TÜ VE BİKE
AMENTÜ VE LEKE ES-LEMTÜ. HAŞEA LEKE SEMÎ VE BASARİ VE MUHHÎ VE AZMİ VE ASABİ.
Meali:
«Allahım! senin için
rükû' ettim, ancak sana inandım ve ancak sana teslim oldum. Kulağım, gözüm,
iliğim, kemiğim ve damarlarım sana saygı duyup ürperdi.»
Başını rükû'dan
kaldırınca şu duayı yaptı:
ALLAHÜMME REBBENA LEKE'L-HAMDU MİL'E'S-SEMAVATİ VE MİL'E MA BEYNEHÜMA VE
MİL'E MA-Şİ'TE MİN ŞEYİN BA'DU.
Meali:
«Ey Allahım! Ey
Rabbımız! Sana gökler dolusu, yer dolusu, gökle yer arası dolusu ve bunlardan
sonra dilediğin şey dolusu hamd olsun.»
Secdeye vardığında
şöyle duâ ederdi:
ALLAHÜMME LEKE SECEDTÜ
VE BİKE AMENTÜ VE LEKE ESLEMTÜ. SECEDE VECHİ LİLLEZÎ HALAKAHU SAVVEREHU VE
ŞAKKA SEM'AHÜ VE BASAREHÜ, FE-TEBAREKE'LLAHÜ AHSE NÜ'LHALİKÎN.
Meali:
«Allahım! Ancak sana
secde ettim ve ancak sana imân ettim ve ancak sana teslim oldum. Yüzüm kendini
yaratana, tasvir edene, işitme ve görme hissini yarıp ortaya çıkarana secde
etti. Yaratanların en güzeli olan Allah çok yüce çok mübarektir!»
Sonra da Resûlüllah'm
(A.S.) teşehhütle selâm arasında en son yaptiğı duâ şu idi : ALLAHÜMME'ĞFİR Lî
MA-KADDEMTÜ VE-MA EHHARTÜ VEMA ESRERTÜ VEMA A'LENTÜ VEMA ESREFTÜ VEMA ENTE
A'LEMÜ BÎHİ MİNNİ, ENNETE'L-MUKADDEMU, EN-TE'L-MÜEHHARÜ, LA İLAHE İLLA ENTE.
Meali:
Allahım, önden
gönderdiğim, geriye bıraktığım gizlediğim, açıkladığım ve israf ettiğim
şeyleri ve senin benden bildiğin şeyleri bağışlayıp temizle. En ön sensin ve en
son da sensin. Senden başka hiçbir ilâh yoktur, ancak sen varsın.»[96]
Hz Aişe (R.A.)'den yapılan rivayette, demiştir
ki: «Resûlüllah CA.S.İ Efendimiz namaza J^f T dedi: SÜBHANEKETLAHÜMME
VE BI-HAMDI£E VET İSMUKE VE TEALA CEDDÜKE VELA İLAHE GAYRUKE
Meali:
«Allahım! Seni
hamdinle tesbîh ve tenzih ederini; ismin çok mübarektir, ululuk ve azametin
çok yücedir ve senden başka hiçbir ilâh yoktur.»[97]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler
anlaşılmaktadır:
1- Tekbîr
ile kıraat arasında duâ etmek sünnettir.
2- Rukû'a
varınca yine me'sür duayı okumak müstehabdır.
3- Rükû'dan
kalkınca yine me'sür duayı okumak müstehabdır.
4- Secdeye
varıldığında yine rivayet edilen me'sür duayı okumak müstehabdır.
5- Teşehhütle
selâm arasında zikredilen duayı
okumak da müstehabdır.
6- Tekbîr
getirdikten sonra SÜBHANEKE'yi okumak sünnettir.
Hadîslerin ışığında
müctehit imamların görüş, içtihat, istidlal ve ihticacları:
a) Hanefilere
göre:
Namaz için tekbir
getirip eller bağlandıktan sonra SÜBHANEKE'yi okumak namazın sünnetlerinden
biridir. Namaz kılan ister imam, ister ona uyan cemaat olsun ister yalnız
başına kılan olsun hepsi için sünnettir. Bazı rivayetlerde «VECELLE SENÂÜKE» de
ilâve edilmişse de, meşhur rivayetler arasında bu yoktur.
İmam Ebû Hanife ile
îmanı Muhammed'e göre, VECCEHTÜ VECHİYE...duası ne tekbîrden önce, ne de sonra
okunmaz, imam Ebû Yusuf önceleri bu duânm da okunmasını müstehab saymış, sonra
bu görüşünden rücu, etmiştir.[98]
Rükû'da ise üç defa
SÜBHANE KABBİYE'L-AZÎM demek sünnettir. İmam Şafiî'ye göre bir defa kâfidir.
Çünkü bu husustaki emir tekrarı gerektirmez. Bunun dışında Hanefîlerce başka
duâ okunması sünnet veya müstehab sayılmamıştır.[99]
Rüku'dan kalkıldığında
SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHU demek de sünnettir. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, İmam
böyle söylerken cemaat de REBBENA LEKE'L-HAMD der. İmam Ebû Yusuf, İmam
Muhammed ve İmam Şafiî'ye göre, imam hem
semi'allahu limen ha-midehü, hem de Rabbena leke'1-hamd der.
Bazı rivayetlerde ise,
RABBENA VE LEKE'L-HAMD şeklinde belirtilmişse de meşhur olanı, (VE) siz söylenme sidir.[100]
Bunun gibi, secdede üç
defa SÜBHANE RABBİYE'L-A'LÂ demek de sünnettir. İmanı Ebû Hanîfe bunun dışında
başka bir duanın yapılmasını müstehab veya sünnet saymamıştır.
d) Şâfiîlere göre:
Tahrim takbîrinden
sonra iftitah duasını okumak sünnettir. Hz. Ali'nin hadîsinde ifade edilen
VECCEHTÜ VECHÎYE... duası okunur.[101] Rüku'da
ise imam üç defa, yalnız başına kılan ise arzu ederse daha fazla SÜBHANE
RABBİYE'L^AZÎM demesi ve Hz. Ali hadîsinde rivayet edilen ALLAHÜMME LEKE
REKA'TÜ... duasını yapması sünnettir.[102]
Rükû'dan kalktığında
SEMİ'ALLAHU LÎMEN HAMÎDEHÜ der ve tam dağrulunca da RABBENA LEKE'L-HAMD diye
ilâve ederek şu duayı MİL'E'S-SEMAVATİ VE MİL'ET-ARZİ... sonuna kadar okur. '
Yalnız başına kılıyorsa, şu lâfızları da ilâve eder: EHLE'S-SENAİ VE'L-MECDİ
EHAKKU MA KALE'L-ABDÜ VE KULLUNA LEKE ABDÜN, LA MANİ'A LİMA A'TAYTE VELA
MU'TİYE LİMA MENE'-TE VEYA YENFEU ZA'L-CEDDİ MİNKE'L-CEDD.[103]
c) Hanbelilere
ve Mâlikîlere göre:
îstiftah, yani
tekbirden sonra SÜBHANEKE duâsıyla namaza başlamak ilim ehlinden çoğuna göre,
sünnettir. İmam Mâlik ise, is-tiftah duasını sünnet olarak görmemiş ve
tekbirden sonra kıraate başlanır, demiştir. O, bu hususta Buharî ve Müslim'in
ittifakla Enes (R.A.) 'den yaptıkları şu rivayetle istidlal etmiştir:
«Peygamber (A.S.) Ebûbekir (R.A.) ve Ömer (R.A.), namaza EL-HAMDULÎLLAHİ
RABBİ'L-ALEMÎN İLE BAŞLARLARDI.*
Hanbelîler ise,
Peygamber (A.S.) ile ashabının istiftah duası okuyarak namaza başladıklarına
dair birçok rivayetlerle istidlal etmişlerdir. Hatta Hz. Ömer'in (R.A.)
tekbirden sonra istiftah duasını, çevresindeki insanlar da işitsinler diye
aşikâr okuduğu rivayet
302-335 EKSİK
anîn demesiyle
birlikte cehren amîn derler. Bu en zahir kavle görelir.[105]
Abdurrahman el-Cezîrî
bu konuyu şöyle açıklamıştır; «Namazın sünnetlerinden biri de, Fâtiha'yı
okuduktan sonra amîn demek-;ir. Bu da, Fâtiha'yı okuduktan sonra uzun süre
susup beklemediği ;akdirde sünnettir. Amîn demek hem imama, hem
ona uyanlara,
ıem' yalnız başına
namaz kılana sünnettir. Buraya kadar be-irttiğimizde üç müctehit imam
müttefiktirler. Ancak îmam Vlâlik, bunun sünnet değil mendup. olduğunu
söylemiştir. Şâ-ftüerle Hanbelîler, gizli okunan namazlarda aminin gizli
söylenmesi, aşikâr okunanlarda aşikâr okunması hususunda aynı görüşü iz-tıar
etmişlerdir.»[106]
Yine aynı zat,
Hanelilerin görüş ve içtihadını şöyle nakletmiştir: |«Gizli ve aşikâr kılınan
bütün namazlarda amîn gizli söylenir.[107]
c)
Hanbelüere göre :
I Bu mezhebin görüş ve
içtihadım az yukarıda kısmen nakletmiş idik. Ancak mezheple ilgili en kuvvetli
kaynak kitabı kabul edilen îbn Kudame'nin el-Muğnî'sinde bu meseleye ait bölümü
özetleyerek nakletmeyi faydalı gördük: «Fâtiha'mn okunması bitince imam ve ona
uyan kimsenin amîn demesi sünnettir. Hanbeliler bu hususta Ebu Hüreyre
hadîsiyle istidlal etmişler ve ashab, tabiîn ve müctehit-lerden de şu zatların
görüşüyle uyum sağlamışlar: İbn Ömer, İbn Zü-beyr, es-Sevrî, Atâ', îmam Şafiî,
Yahya b. Yahya, îshak, Ebu Hayse-me, îbn Ebî Şeybe, Süleyman b. Dâvud ve rey
tarafdarlanndan da amîn demenin sünnet olduğu rivayet yoluyla sabit olmuştur.
Aşikâr okunan
namazlarda hem imamın, hem ona uyanların amîn'i aşikâr söylemeleri, gizli
okunan namazlarda ise, gizli okumaları sünnettir. Nitekim îmam Ebû Hanîfe'den
de yapılan iki rivayetten birinde böyle dediği anlaşılmaktadır.»[108]
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller :
714 nolu hadîsi aynı
zamanda İbn Mâce, Hz. Ali CR.A.) den; Ebu Dâvud, Bilâl'dan; Ebu Avâne, Ebû
Musa'dan; Ahmed b. Hanbel, Taberânî ve îbn Mâce, Hz. Aişe (R.A.) den ve yine
îbn Mâce, İbn Ab-bas (R.A.) dan rivayet
etmişlerdir. Ancak isnadında Talha b. Amir bulunuyor ki, bu zat hakkında bazı sözler
söylenmiştir. Zehebî şu bilgiyi vermektedir: îbn Main ve başka hadîs âlimleri
onun zayıf olduğunu belirtmişler; Ahmed b. Hanbel ile Nesâi, «o,
metrukül-hadîs-tir» demişlerdir. Buharı ile îbn Medenî, «o, bir şey değildir»
derken, el-Fellas, Yahya ile Abdurrahman'm ondan hadîs rivayet etmediklerine
dikkat çekmiştir.[109]
Taberânî aynı hadîsi
el-Kebir'de Selman'dan rivayet etmiştir; isnadında Saîd b. Beşîr bulunuyor ki,
bu zat üzerinde durulmuştur. Katade, Zührî ve bir cemaatten rivayet etmiştir.
Hadîs hıfzında başarılı sayılırsa da, münkerü'l-hadîs olduğu söylenir.[110]
Yine Taberâni
el-Kebîr'de Ümmu'l-Husayn'den rivayet etmiştir. Ancak isnadında İsmail b.
Müslim bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Ebu Zür'a da onun zayıf olduğunu
belirtmiş, Ahmed ve diğer hadîs âlim-leri onun münkerü'l-hadîs olduğunu
söylemişlerdir.[111]
Araştırıldığında bu
bapta daha birkaç tarikten rivayet edilen hadisler vardır. Hepsi biraraya
gelince kuvvet kazandırmaktadır} Böylece yukarıda mealini verdiğimiz 714 nolu
hadisin istidlal ve Üı-ticaca elverişli olduğu kendiliğinden ortaya
çıkmaktadır.
Hadîsin zahirinden,
imamın gizli okunan namazlarda aşikâr amîn demiyeceği anlaşılmakta ise de,
bunun imam hakkında meşru olduğunu, diğer rivayetlere dayanarak ifade edenler
bulunuyor. O halde ister gizli, ister aşikâr okunan namazlar da imam âmin
dediği ve sesi işitildiği takdirde cemaat de amîn der. Mezhep imamların gö:-rüş
ve içtihatları ise, bu hususta da farklıdır.
716 nolu Ebû Hüreyre
hadîsini Darekutnî de tahrîc etmiş ve isnadının hasen olduğunu söylemiştir.
el-Hâkim ise bunun iki şeyhin şartına göre sahihtir, diyerek ihticaca elverişli
olduğunu belirtmiştir. Beyhakî de bu hadîs için, «sahîh-hasen» tabirini
kullanmıştır.
Bu hadîs de, imamın
amîn demesinin ve onu işitilecek bir sesle söylemesinin meşruiyetine delâlet
etmektedir. Nitekim amini aşikâr söylemenin meşruyetine delâlet eden iki
rivayet daha söz konusudur. Birincisini îmam Ahmed, İbn Mâce ve Taberânî, Hz.
Aişe (R.A.) den şu lafızla rivayet etmişlerdir-. «Yahudiler, sizin selâm ve
lamın demenize haset ettikleri kadar hiçbir şeye haset etmemişlerdir.»
Diğerini ise İbn Mâce, İbn
Abbas (R.A.) dan şöyle rivayet etmiştir S «Yahu-Eiler, sizin âmîn demenize
haset ettikleri kadar hiçbir şeyewı kadar Laset etmemişlerdir.»
N
717 nolu Vâil b. Hücür
hadîsini aynı zamanda Darekuttt: ^e îbn übbân tahric etmişlerdir. Ancak Ebû
Dâvud bu hadîsi şu fazlalıkla •ivâyet etmiştir : «Peygamber bununla sesini
yükseltn*di..iS[112]
Hadîsin senfedi
sahihtir. Nitekim Darekutnî onu sahihler iş, an-;ak İbn Kattan >onu Hücür b.
Anbes sebebiyle muallel sayrâş ;ır, ya-[ıi sıhhatini zedeleyen bir kusur
bulunduğunu belirtmiştir. & c.a, Hü-Dür b. Anbes'in iyice tanmmadığıyla
yorumlanmıştır. Ne varoki, Yah-a b. Maîn onun sıka (güvenilir) olduğunu
söylemiştir.
Aynı hadisi îbn Mâce,
Ahmed ve Darekutnî başka bir :tnrikten ^u lafızla rivayet etmişlerdir :
«Peygamber (A.S.) âmîn. derken sesini alçaltıyordu.> Ancak bunun isnadında
ızdırap bulunduğu üzerinde durulmuştur. Çünkü Şu'be ile Süfyan farklı
mânalarla rivayette bulunmuşlar ve böylece hadîsin muzdarip olduğu intibaını
uyandırmışlardır. Ancak İbn Hibbân, Hücür b. Anbes'in sıka olduğıjnu belirttiğine
göre, hadisin sıhhati ağırlık kazanıyor. [113]
1-Namazda
imam olsun, ona uyanlar olsun, Fatiha'c^ap sonra çok alçak sesle âmin derler,
bu sünnettir. Hanefîler'in ictimadı "bu doğrultudadır.
2- îmam'
aşikâr âmîn deyince, cemaat de aşikâr âmîn Bu sünnettir; Şâfiîlerin de içtihadı
bu doğrultudadır.
3-Gizli
okunan namazlarda âmîn'in gizli söylenmesi tir. Müctehit imamların çoğunun
içtihadı bu doğrultudadır.[114]
Namaz, kul ile Allah
arasında en işlek yol, en sağlam, köprülerden biridir. Daha önce belirttiğimiz
gibi, kul ile Mevlasını konuşturan ve kulu Mevlası huzuruna yükselten bir
ibadettir. Allah sözü
ise, Arapçadır, yani Kur'ân Arapça indirilmiştir.
İndirildiği gibi yazılmış, yazıldığı gibi korunması emredilmiştir. O bakımdan
namazda Fatiha ve sûreyi Kur'ân'da yazılı olduğu gibi okuyamıyan ve dili
Arapçaya bir türlü yatmıyan kimse ne yapmalıdır? Çünkü namazda Kur'ân'dan kolay
gelen sûre veya âyetleri ve tabii Fâtiha'yı okumak farz veya vâcibdir. Bu vücup
veya farz yerine getirilmediği takdirde namaz sahih olur mu?
Bunu cevaplıyabilmek
için hem ilgili hadisleri, hem müctehit imamların görüş, tesbit ve
içtihatlarını bilmemiz gerekir. İlgili hadîsler *.
Rıfaâ b. Râfi' (R.A.)
den yapılan rivayette, demiştir ki :
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bir adama namaz kılınmasını öğretti ve şöyle buyurdu: Yanında
Kur'ân'dan (bildiğin) bir şey varsa onu oku; yoksa Allah'a hamd et, tekbîr
getirerek Onu ulula ve tehl|î getir, sonra da rükû'a var..»[115]
Abdullah b. Ebî Evfâ
(R.A.) den yapılan rivayette, demiştir «Bir adam Peygamber (A.S.) Efendimize
geldi ve şöyle dedi: Doğrıi| su ben, Kur'ân'dan bir şey alıp öğrenmeye takat
getiremiyorum, m bakımdan bana yetecek, şeyi öğret! Bunun üzerine Resûlüllah
tA.SJ| ona : «Sübhanellahi ve'1-hamdu lillahi vela ilahe illallahu vallahrfj
ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billah, söyle...» diye emretti![116] -
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Namazda
Kur'ân'dan bir şeyler bilenler, ezberleyenler onu »kur, bilmeyenler ise, hamd,
tekbîr ve tehlîl getirmekle yetinir, yani ^ıraat yerine bunları okur ve öylece
rüku'a varır. Bu bir ruhsat ve cevaz kapısıdır.
2- Kur'ân'dan
bir şey öğrenmeye gücü yeten, yani böyle bir teteneği olan kimsenin herhalde Kur'ân öğrenmesi
vâcibdir. Aksi hem günahkâr olur, hem de
namazı sahih olmaz.
3 - Buna
gücü yetmeyen, dili yatmayan ve öğrenecek yeteneği
olmayan kimsenin namazı terketmesi caiz
olmaz, kıraat yerine be-İrtilen şeyleri okumakla yetinir.
Hadislerin ışığında
müctehif imamların görüş, içtihat ve istid-alleri :
a) Hanefîlere göre :
İmam Ebu Hanîfe'ye
göre, farz olan kıraat miktarı, tam bir âyet okumaktır, bu uzun da olabilir,
kısa da olabilir. İmameyn'e göre, en Lz üç kısa âyet veya o uzunlukta olan uzun
bir âyet okumaktır.[117]
Meseleyi bu açıdan ele
alınca, Arapçayı beceremeyenler için ce-raz yolu nedir? sorusu karşımıza
çıkmaktadır. İmam Ebu Hanîfe'ye jöre, kıraat farzı, nasıl Arapça diliyle sübut
buluyorsa, öylece başta dille de sübut bulur; kişi bu durumda ister Arapçayı
iyice telaffuz îdebüsin, isterse etmesin fark etmez. İmam Ebû Yusuf ile İmam
Mu-ıammed'e göre, Arapçayı teleffuz edebilen kimsenin namazda kıraa-ı başka bir
dille okuması caiz olmaz, ama Arapçayı iyice beceremi-'orsa, o takdirde caiz
olur. İmam Ebû Hanîfe diyor ki: Namazda kı-'aatın vâcib olması, Arapça lafız
olması demek değildir, Allah kelâ-nına delâlet eden lafızdır ki bu Arapça
olabileceği gibi, başka dille le olabilir.[118]
İbn Âbidîıı bu konuya
geniş yer verip ilim adamlarının farklı jörüş ve yorumlarını naklettikten sonra
tetimme olarak şu açıkla-nayı yapmıştır: «Namazın caiz olduğu Kur'ân, ilim
adamlarının ttifakıyla, Hz. Osman tarafından zapt ve tesbit edilip İslâm
ülkelerindeki imamlara (eyalet valilerine) gönderdiği Mushaftır ki eim-me-i
aşare onun üzerinde icma' etmişlerdir...»[119]
Menar ve benzeri bazı
kitaplarda İmam Ebû Hanife'nin bu görüşünden vaz geçip imameynin kavline
döndüğünden söz edilir.
Yine İmam Ebû
Hanîfe'ye göre, namazda Tevrat veya încil veya Zebur'dan bir şey okursa,
bakılır: Eğer okuduğu şeyin tahrife uğramadığına yakın hâsıl ederse, caizdir.
Diğer Hanefî imamları ise, yakîn hasıl etsin etmesin, caiz değildir,
demişlerdir.[120]
b) Şafülere göre :
Fatiha'yı bilmeyen
kimsenin birbirini takip eden yedi âyet okuması, ardarda olan yedi âyet
beceremiyorsa, dağınık vaziyette yedi âyet okuması farzdır. Bununla beraber
İmam Şerefüddin Yahya Ne-vevî diycr ki : «Birbirini takip eden yedi âyet
bildiği halde dağınık vaziyette yedi âyet okuması da caizdir. Allah daha
iyisini bilir.» Bunu da beceremiyorsa, âhiretle ilgili zikirde bulunur. Ancak
yaptığı zikrin kapsadığı harfler Fâtiha'nın kapsadığı harflerden noksan olmaması
gerekir, aksi halde caiz olmaz. Hiçbir şey beceremiyorsa, Fatiha okunacak süre
kadar durur ve öylece rükû'a varır.[121]
c)
Hanbelîlere göre :
Namazda Mushaf-i
Osman'da yazılı olan okunur. İmam Ahmed'-den yapılan rivayete göre, kendisi
daha çok Nâfi' kıraatini beğenip seçermiş ki bu İsmail b. Cafer tarikiyle
gerçekleşmiştir. O olmadığı takdirde Ebubekİr b. Iyaş tarikiyle gelen Âsim
kıraati seçilir. Ayrıca Ahmed b. Hanbel, Ebu Amir b. el-Alâ' kıraatini da
överdi. Bununla beraber on kıraatten hiçbirini mekruh görmezdi, sadece Haraza
ve el-Kissaî kıraatleri seçmezdi, çünkü onlarda kesre, idğam ve te-kellüf, bir
de fazla med vardır.[122]
Mushaf-ı Osman dışında
kalan İbn Mes'ûd ve diğerlerinin kıraatini namazda okumak caiz değildir. Çünkü
Kur'ân tevatür yoluyla sübut bulmuş, o kıraatler ise tevatür yoluyla sübut
bulmamıştır.[123]
Abdurrahman el-Cezîrî
Hanbelüerin bu hususla ilgili görüş ve içtihatlarını daha geniş biçimde şöyle
açıklamıştır: «Şafiîlerle Haneliler şunda ittifak etmişlerdir: Namazda Fatiha
okumasını bece-emeyip âciz olan kimse, Kur'ân'dan Fatiha miktarı âyet
okuyabili-orsa, onları okuması vâcib olur. Sadece bir âyet biliyorsa, onu
Fâ-iha âyetleri sayısınca tekrarlayarak okuması gerekir. Kur'ân'dan Liçbir şey
okuyamıyor da âciz durumda kalıyorsa, Fâtiha'yı okuma üresi kadar Allah'ı
zikretmekle yetinir, böyle yapması da vâcibdir. Sikir de yapamıyorsa, o
takdirde Fatiha okunacak süre kadar susup beklemesi gerekir.[124]
Anlaşıldığı gibi,
Hanbelîler de bu hususta Şâfiîler gibi içtihatta bulunmuşlardır.
d)
Mâlikîlere göre :
Namazda Fatiha
okumasını beceremiyen kimseye onu öğrenmek vâcibtir. Bu mümkün olmadığı
takdirde, Fâtiha'yı güzel okuma- , sini
beceren kimseye uyması vâcib olur. Böyle bir kimse bulamadığı takdirde,
tekbîrle rükû' araşma bir fasıla koyması mendup olur. Bu süre içinde Allah'ı
anması da menduptur.[125]
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller :
728 nolu Rıfaa
hadisinin hasen olduğunu Tirmizî kaydetmiştir.
729 nolu Abdullah b.
Ebî Evfâ hadîsini ise, aynı zamanda îbn Carud, îbn Hibbân ve el-Hâkim tahrîc
etmişlerdir. Ancak isnadında İbrahim b. İsmail es-Seksekî her ne kadar
Buharî'nin ricalinden sayı- hrsa da bazı hadîs âlimlerince kusurlu görülmüş, Nesâî onu zayıflar
arasında zikretmiştir. îbn Kattan ise onun hakkında şöyle demiştir:
:«Birkaç kişi onu
zayıf saymışsa da bunu isbatlar mahiyette bir hüccet gösterememişlerdir.»[126]Nitekim
îbn Adiy, «metni münker olan bir hadîsin ondan nakledildiğine rastlayamadım»
demiştir. Ne-vevi ise, el-Hulasa'da zayıflar bölümünde onun ismini de anmıştır.
Ancak bu hadîsin
rivayetinde İbrahim yalnız kalmamıştır, Ta-berânî kendi eserinde, îbn Hibban
kendi Sahih'inde Talha b. Musar-rıf tarikiyle îbn Ebî Evfâ'dan rivayet etmişlerdir.
Ne var ki, bu rivayetin isnadında el-Fazl b. Muvaffak bulunuyor ki, Ebû Hatim
onun zayıf olduğunu belirtmiştir.
Sonuç olarak,
yukarıdaki hadîslerle istidlal eden üç mezhep imamı okumasını beceremiyen, dili
Arapçaya bir türlü yatmayan ve öğrenme kabiliyeti olmayan kimselere kolaylık
getirmişlerdir. Özellikle Şafiî ve Hanbeli imamları... Hanefîlere gelince,
onlar bu meselede ittifak edememişlerdir. Diğer yandan başka bir dile
çevrilerek Fatiha ve sûrenin okunmasına îmam Ebû Hanîfe cevaz vermiştir. Ne
var ki, onu bu bapta destekleyen pek olmamıştır. Hem bazı ilim adamlarının
tesbitine göre, îmam bu görüş ve içtihadından rücu' etmiştir. [127]
1- Namazda
farz olan mutlak kıraattir. O halde Kur'ân'dan bir âyet bile okuyunca farz
yerine gelmiş olur. Fâtiha'yı okumak ise vâcibdir. Aynı zamanda Fâtiha'yı başka
dile çevirip okumakta bir sakınca yoktur. Bu, İmam Ebû Hanîfe'nin içtihadıdır.
îmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre, Arapçayı öğrenip belleme yeteneği
olduğu takdirde, Fâtiha'yı nazil olduğu dil üzere okuması gerekir.
2- Fâtiha'yı
bilen kimsenin onu aynen okuması farzdır. Oku-yamıyorsa, yedi kısa âyet
okuması farzdır. Onu da beceremiyorsa,
Fatiha kelimelerine denk gelecek ölçüde Allah'ı zikretmesi gerekir. Bu İmam
Şafii ile İmam Ahmed'e göredir.
3- Fatiha
okumasını beceremiyen kimsenin onu öğrenmesi vâcibdir. Mümkün olmadığı
takdirde Fâtiha'yı okuyan birine uyması gerekir. Bu da mümkün olmadığında
tekbirle rükû' arasında bir süre beklemesi menduptur. Bu, Mâlikîlere göredir. [128]
Namazda Fatiha
sûresini okumak hakkındaki hadîsleri, içtihatları ve rivayetleri gördük.
Fâtiha'dan sonra bir sûre okumak farz mıdır, değil midir? Sûrenin uzunluk ve
kısalığı, onun yerine geçecek üç âyetin kâfi gelip gelmiyeceği? Ayrıca üç ve
dört rekâth namazda sûre okumanın vacip olup olmadığı? gibi birçok sorular ve
konular hatıra, gelebilmektedir? Bütün bu soruların cevabım, ilgili hadîsleri
ve müctehit imamların görüş ve içtihatlarını nakledince vermiş olacağız.
İlgili Hadîsler :
Ebû Katade (R.A.) den
yapılan rivayette, demiştir ki :
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz öğle namazının ilk iki rek'âtinde ıÜmmu'1-kitab (Fâtihay) ı ve iki
sûre, son iki rekâtte ise Fâtiha'yı okur ve bazı vakitlerde âyeti bize îşittirirdi;
birinci rekâtte uzatır, ikinci rekâtte uzatmazdı. İkindi namazında da öyle,
sabah namazında da öyle...»[129]
i Aynı hadîs şu
fazlalıkla da rivayet edilmiştir: «Birinci rekâtte kıraati uzatmasından,
gelecek olan kimselerin birinci rekâte yetişmesini arzu ettiğini tahmin
ediyorduk.»
Cabir b. Semure (R.A.)
den, demiştir ki : Ömer, Sa'de dedi ki: «And olsun (Küfe halkı) namaza vannoaya
kadar her şey hakkında senden şikâyetçi oldular.» Bunun üzerine Sa'd (R.A.)
şöyle dedi: «Bana gelince, ilk iki rekâtte uzatıyorum, son iki rekâtte
hazfediyorum (fazla uzatmıyorum); Resûlüllah (A.S.Î Efendimiz'in namazından
iktida ettiğimden daha noksan (fazla) tutmadım (veya herhangi bir taksirat
yapmadım)». Hz. Ömer onu dinledikten sonra, «doğru söyledin, bu senin hakkındaki
zandır, veya benim seninle ilgili zannım-dır» dedi.[130]
Ebu Saîd el-Hudrî
(R.A.) den yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimiz öğle namazının ilk iki
rekâtinden her birinde otuz âyet kadar okurdu? son iki rekâtte ise, onbeş âyet
kadar okurdu (veya ilk iki rekâtte okuduğunun yarısı kadar okurdu). İkindi
namazında ilk iki rekâtın her rekâtinde onbeş âyet kadar okurdu, son iki
rekâtin-de onun yarısı kadar okurdu.»[131]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Öğle ve
ikindinin farzlarında önce Fatiha ve bir veya birkaç sûre okunur.
2- İmamın
gerek Fatiha, gerekse arkasından okuduğu sûreleri yakmmdakilerin işiticeği
kadar hafif sesle okumasında bir sakınca yoktur.
3- Fâtiha'dan
sonra, ilk iki rekâtte sûre okumak vâcibdir.
4- Birinci
rekâtte biraz uzun sûre okumak müstehabdır.
5- Birinci
rekâtteki sûreyi, arkadan gelecek cemaatin de yetişmesi için uzatmakta bir
sakınca yoktur.
6- İlk iki
rekâtte uzatmak, son iki rekâtte kısa tutmak müste-, habdır.
7- Öğle
namazının ilk iki rekâtinde otuz âyet kadar, son iki rekâtinde onbeş âyet kadar
okumak da müstehabdır.
Hadîslerin ışığında
müctehit imamların görüş, içtihat ve istidlalleri;
a)
Hanefilere göre :
Yolculukta zorunlu
hallerde sadece Fatiha ve beraberinde herhangi bir sûre okumakla yetinir.
Eyleşik durumda zorunlu bir hal varsa, namaz sahih olacak kadar okumakla
yetinir.
Yolculukta zorunlu bir
durum yoksa, vakit de müsaitse, kendisi emniyette ise, sabah namazında Bürûc
veya benzeri uzunlukta bir sûre okur, böylece hem sünnete uymuş olur, hem de
yolculuk halinde namazı hafif tutma istihbabı yerine gelmiş olur.
Öğle namazında da
bunun gibi ölçü izlenir. İkindi ve yatsı namazlarında bunlardan biraz daha az
bir kıraate yer verilir. Akşam namazında ise kısa sûre okumakla yetinir.
Eyleşik halde sünnet
ölçüsüne uygun kıraate gelince, sabah namazının her rekâtinde 40 veya 50 âyet
kadar okur. Tabii Fâtiha'yı okuduktan sonra bu nisbeti gözetir. Öyle namazında
ise, buna yakın bir uzunlukta kıraatte bulunur. İkindi ile yatsı namazlarında
ilk iki rekâtte Fâtiha'dan başka yirmi âyet okur. Akşam namazında her rekâtte
kısa bir sûre okur.[132]
Hanefüerin yaptığı bu
tesbit sünnet doğrultusundadır.
b) Şafiîlere göre :
Fatihadan sonra bir
sûre okumak sünnettir. Üç ve dört rekâtli namazlarda ise, sadece birinci ve
ikinci rekâtlerde sünnettir. Mezhebin en zahir kavli de budur. İmama uyanlar
Fâtiha'yı okurlar, ama sûre okumazlar, onu dinlemekle yetinirler. Ama imamdan
uzak bulunurlar veya kıraat gizli okunuyorsa, o takdir de en sahih kavle göre,
onlar da okurlar.
Sabâ,h ve öğle
namazlarında tivâl-i mufassal'dan, yani uzun sûrelerden ,]ikidi ve yatsı
namazlarında ise evsattan, yani orta uzunlukta olaînından, aksam namazında
kısa sûrelerden okumak sünnettir.
Tival-ı rhufassalın
evveli Hücurat süresidir, evsatı eş-Şems süresidir. Kısa'olanı ise, Asır
süresi gibi olanlarıdır.[133]
Ancak müo tehiüeriıı bu, husustaki tesbit ve görüşleri farklıdır. İleride
buna-geniş yer verilecektir.
c) Hanbelîlere göre :
Farz namazlarda Fatiha ile birlikte bir sûre
okumakla yetinmek, başka
fazla bir şey okumamak müstehabdır. Çünkü Resûlüllah (A.S.) Efendimiz çoğu
namazlarını böyle kılmıştır. Aynı zamanda Muaz'a da boyla yapmasını
emretmiştir.
Bir rekâtte iki sûre
arasını birleştirmek, yani aralarda iki sûreyi okumak hakkında iki ayn rivayet
vardır: Birincisi, mekruhtur, ikincisi mekruh değildir, şeklindedir.
el-Hilâl'm İbn Ömer'den yaptığı rivayette ise. İbn Ömer (R.A.) farz namazlarda
bir rekâtte bazan iki sûre poşpeşe okurdu.
Aynı sûreyi birinci
rekâtte okuduktan sonra onu ikinci rekâtte okumasında bir sakınca yoktur. Zira
Ebû Davud'un Cüheyne kabilesinden bir adamdan yaptığı rivayete göre, o adam,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in sabah namazının her iki rekâtinde de Zilzal sûresini
okuduğunu işitmiş tir.
Ancak 'birinci rekâtte
okuduğu sûreden sonra gelen sûreyi ikinci rekââtte okuması müstehabdır, yani
önceki sonraki sırayı gözetmek müsteh ab sayılmıştır.[134]
d) Mâliküere göre :
İki rekâtli
namazlarda, üç rekâtli ve dört rekâtli namazların ilk iki rekâtında Fatihadan
sonra Kur'ân'dan bir şey okumak sünnettir. Nitekim Şâfiîlerle Hanbeli'ler de
aynı görüştedirler. Matlub olan kıraat miktarı ise, kısa bir sûredir. Bununla
beraber bir âyet veya bir âyetin bir kısmını okumakla da matlup hâsıl olur.[135]
Sabah ve öğle
namazlarında tival-i mufassaldan; ikindi ve akşam namazlarında kısa
sûrelerden; yatsı namazında evsattan okumak menduptur. Bu mezhebe göre, tival-i
mufassal, Hücurat'tan Nazıat'ın sonuna kadar olanlardır. Evsat olanları,
Naziatm bitiminden sonra başlayıp Duha sûresine kadar olanlardır.[136]
Anlaşıldığı üzere,
Hanefîlerin dışında diğer mezhepler, Fâtiha'-dan sonra sûre okumanın sünnet
olduğuna kaildirler. Hanefîler ise, onun vâcib olduğunu belirtmişlerdir.
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller :
et-Tahavî öğle ve
ikindi farzlarında kıraat bahsinde birbirine zıt ve muhalif hayli rivayetleri
toplayıp nakletmiştir. Biz onlardan önemli bir kısmmı kendi kitabımıza almayı
uygun gördük :
Abdullah b. Ubeydullah
b. Abbas (R.A.) dan yapılan rivayette demiştir ki : «Bizler Hâşim oğullarının
gençlerinden bir grup İbn Abbas'm (R.A.) yanında oturuyorduk. Bir adam şöyle
dedi: Resûlüllah (A.S.l Efendimiz Öğle ve ikindi namazlarında okurdu ( veya
okur muydu?) diye sorunca, îbn Abbas (R.A.), hayır diye cevap verdi.»
İkrime'den yapılan
rivayette, biri İbn Abbas'a (R.A.) demiştir İsi : «Doğrusu bazı insanlar öğle
ve ikindi namazlarında Kur'ân okuyorlar.» İbn Abbas (R.A.) ona şu cevabı
vermiştir: «Eğer onlara karşı bir yo!, bir imkân bulabilseydim, herhalde
dillerini koparırdım. Çünkü Resûiüllah okudu; O'nun (A.S.) kıraati bize
kıraat, sükûtu bize sükûttur.»
Velîd b. Kays diyor
ki: Süveyd b, Ğafele'den sordum, dedim ki:
— Öğle ve ikindi namazlarında Kur'ân okunur mu?
— Hayır, diye cevap verdi.
Bu rivayetlerin
hilâfına şunlar nakledilmiştir :
Ayzar b. Hars'm İbn
Abbas (R.A.) dan yaptığı rivayette, tbn Ab-bas şöyle demiştir: «Öğle ve ikindi
namazlarında imamın arkasında oku!»
Yine aynı zat îbn
Abbas'dan (R.A.) şöyle dediğini rivayet etmiştir : «Ne kadar bir namaz
kılarsan mutlaka onda, Fâtihatü'1-Ki-tap bile olsa {Kur'ândan bir şey) oku !»
Ebu'1-Âliye el-Bera'm
İbn Abbas (R.Â.) dan yaptığı rivayette, diyor ki : Ondan sordum veya ondan
soruldu : Öğle ve ikindi namazında kıraatten.. O şöyle cevap verdi: «Kur'ân
senin imamındır, ondan az veya çok bir şey oku. Aslında Kur'ân'da az diye bir
şey yoktur.»[137]
Ebu Cafer Tahavi diyor
ki : İşte bu İbn Abbas'tır ki onun reyine göre, imama uyan kimse onun arkasında
öğle ve ikindi namazlarında Kur'ân'dan bir şeyler okur. Oysa biz
araştırmalarımızla gördük ki, imam, kendisine uyanların da kıraatini
taşımaktadır, ama kendisine uyanların imamın kıraatini taşıdığını -görmedik..
Ebu'l-Âliye diyor ki :
İbn Ömer'den (R.A.) sordum. Bana şu cevabı verdi : «Ben doğrusu içinde
Ümmu'l-Kur'ân'i ve Kur'ân'dan kolay gelen kısmı okumadan bir namaz kılmaktan
utanırım !»
Abdullah b. Ebî
Katade'ye babası şu haberi vermiştir : «Resûlül-lah (A.S.) Efendimiz öğle ve
ikindi namazında okurdu ve zaman zaman bize duyaracak kadar sesini
yükseltirdi.»
Abdullah b, Ebî
Râfi'in Hz. Ali'den. (R.A.) yaptığı rivayete göre, Hz. Ali öğle namazının ilk
iki rekâtinde Ümmu'l-Kur'ân'ı, ikindi namazında da onun benzerini, son iki
rekâtlerinde ise sadece Ümmu'l-Kur'ân'ı; akşam namazında ilk iki rekâtinde
Ümmu'l-Kur'ân'ı ve Kur'ân'dan bir kısmı, üçüncü rekâtinde ise sadece
Ümmu'l-Kur'ân'ı okurdu.[138]
Buna benzer birçok
rivayetler mevcuttur. İbn Abbas'tan (R-A.), öğle ve ikindi namazlarında Kur'ân
okunmaz şeklinde yapılan rivayetler iki yorum istemektedir : Birincisi, sözü
edilen namazlarda imama uyanlar bir şey okumazlar; çünkü imamın kıraati onlar
iÇi11 de kıraattir. Bu biraz uzak ihtimale dayalı bir yorumdur. Zira rivayetlerin
zahirinden bu mana anlaşılmamaktadır. İkincisi ise, bu rivâyetlerin tamamı
zayıf ve mualleldir. O bakımdan müctehit imanlardan hiçbiri onlarla istidlal
ve ihticac etmemiştir.
İkinci grupta rivayet
edilenler ise, sahîh bilinen hadîslerle uyum halindedirler.
Nitekim Abdullah b.
Mıksem'in Cabir b. Abdullah'tan (R.A.) yaptığı rivayette, öğle ve ikindi
namazlarında kıraatten kendisinden sordum, bana şöyle cevap verdi : «Bana
gelince, ilk iki rekâtinde Fâ-tihatü'l-Kitab'ı ve birer süre, son iki
rekâtlerinde ise, sadece Fatiha-tü'1-Kitab'ı okuyorum.»
Ebu Râfi'in Hz.
Ali'den (R.A.) yaptığı rivayette, demiştir ki : «Hz. Ali (R.A.) emreder veya arzu
ederdi ki imamın arkasında öğle ve ikindi namazlarında ilk iki rekâtte
Fatihatü'l-Kitab ve birer sûre okunsun, son iki rekatte ise, sadece
Ümmu'I-Kitap (Fatiha) okunsun...»[139]
Zeylai Nasburraye'de
namazda Fâtiha'dan sonra bir sûre veya Kur'ândan bir kısım okunacağı hakkında
yedi kadar rivayeti nakletmiş ve üzerinde gerekli incelemeyi de yapmış, ancak
üç ve dört re-katli namazların ilk iki rekâtinde ve son bir ve iki rekâtlerinde
sûrenin okunup okunmayacağına dair rivayetlere yer vermemiştir.
740 nolu Ebu Katade
hadîsinde «öğle namazının ilk iki rekâtinde Ümmu'l-Kitabı ve iki sûre...»
cümlesinde geçen iki sûreden maksadın, her rekâtte bir sûre okuduğu anlamında
olduğunu Şevkanî Neylü'l-evtar'da belirtmiştir.
Şüphesiz ki bu hadîsi,
Fâtiha'dan sonra Kur'ân'dan bir sûrenin okunmasının gereğine delâlet
etmektedir, hem de ilk iki rekâtte..
Bu bapta Ebû Dâvud ile
Nesâî, İbn Abbas (R.A.) dan şöyle sorulduğunu tahrîc etmişlerdir : «ResûlüUah
(A.S.) Efendimiz öğle ve ikindi namazlarında okur muydu? O da, hayır, hayır
...diye cevap verince, denildi ki ; Herhalde Peygamber (A.S.) içinden okurdu.
Bunun üzerine İbn Abbas (R.A.) beş defa üstüste hayır demiş ve şöyle ilâve
etmiştir : Bu evvelkinden de şiddetlidir. Peygamber (A.S.) em-rolunmuş bir kul
idi, gönderildiği şeyi tebliğ etmiştir.»
el-Hattabi bu konuda
diyor ki : «Bu, îbn Abbas'tan sadır olan bir vehimdir. Çünkü gerçekten gerek
Ebu Katade, gerekse Habbab o. Eret ve diğer sahabi, öğle ve ikindi namazlarında
kıraatin gizli
okunduğunu isbat eder mahiyette rivayetlerde
bulunmuşlardır. Bir şeyi isbat ise, onu nefyetmekten önde gelir. Nitekim bazı
rivayetlerde îbn Abbas'm sorulan şeyi cevaplamakta tereddüt geçirdiği de ayrıca
belirtilmiştir. Ebû Davud'un yaptığı bir başka rivayette îbn Ab-bas (R.A.)
şöyle demiştir : «Bilemiyorum, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz öğle ve ikindi
namazlarda okudu mu, okumadı mı?...»
Yine Ebu Katade'nin
rivayetinde geçen, «bazı vakitlerde kıraati bize işittirirdi..» cümlesinden
gizli okunan namazlarda sesi biraz yükseltip yakındaki kimselerin duymasında
bir salanca olmadığı anlaşılıyor.
741 nolu Cabir b. Semure hadîsi ise, dört rekâtli
namazlarda ilk iki rekâtte kıraati uzatmak, diğer iki rekâtte kısa kesmek konu
ediliyor ki, bunun müstehab olduğu anlaşılıyor.
742 nolu Ebu Saîd el-Hudrî hadîsi de ilk iki
rekâtte kıraati uzatmanın, son iki rekâtte ondan biraz az, yarısı kadar
uzatmanın müstehab olduğu, ikindi namazında ise öğle namazında okunanın yansının
okunmasının müstehab olduğu anlaşılıyor. [140]
1- Namazda Fâtiha'dan
sonra bir sûre okumak sünnettir. Bu Şâfiüere göredir. HanefÜere göre, vâcib.
Hanbelîlere göre müstehab, Mâlikîlere göre de sünnettir. . ,
2- Fâtiha'dan
sonra ilk iki rekâtte sûre okumak vâcib, son iki rekâtte ise okunmaz. Bu,
Hanefilere göredir. Şalilere göre, ilk iki rekâtte Fâtiha'dan sonra sûre
okumak sünnettir. İmama uyanlar ise,
sadece Fatiha okumakla yetinirler, sûre okumazlar.
3- Dört
rekâtli namazlarda kıraati ilk iki rekâtte uzatmak, son iki rekâtte kısa tutmak
müstehabdır. Bu, Hanefîlerin dışında üç mezhebe göredir.
4- Öğle
namazının ilk iki rekâtinde otuz âyet, son iki rekâtında onbeş âyet; ikindi
namazının ilk iki rekâtinde ve son iki rekâtm-de öğleninkine nisbetle kıraatin
yarısını okumak müstehabdır. [141]
Namazda Kur'ân'dan
muhtelif sûre ve âyetleri okumalf sûretıyle ezberi çoğaltmak müstehabdır.
Böylece değişik sûre ve âyetleri okudukça manası üzerinde durulup dikkatin
dağılması önlenir, aynı zamanda Allah'ın kitabıyla günde beş defa yüzyüze
gelinerek iç huzuruna kavuşma imkânları elde edilir.
Namazda sadece bir
sûreyi her rekâtte aynen tekrarlamakta bir sakınca var mıdır? Yine her rekâtte
iki ayrı sûreyi peşpeşe okumakta bir beis görülmüş müdür? Kısa sûreleri
okumakla yetinmek elverir mi? Bütün bu soruların cevaplarını, ilgili hadisleri
ve müctehik lerin tesbit ve içtihatlarını naklettikten sonra vermiş olacağız.
İlgili hadîsler:
Enes (R.A.)
den yapılan rivayette, demiştir ki :
«Ansardan bir adam
Küba mescidinde onlara imamlık yapıyordu; ne var ki ne kadar bir sûreye
başlarsa, onlar için namazda yine aynı sûreyi okurdu. Şöyle ki, KUL HUVALLAHU
AHAD süresiyle başladı ve namaz bitinceye kadar hep ona devam etti, sonra da
onunla beraber bir sûrede okuyordu. O bunu hemen her rekâtte yapıyordu.
Peygamber (A.S.) Efendimiz'e geldiklerinde olup biteni ona haber verdiler.
Bunun üzerine Peygamber (A.S.J ona sordu : Her rekâtte bu sûreyi okumana seni
iten nedir? O şöyle cevap verdi : Şüphesiz ki ben o sûreyi seviyorum!
Peygamberimiz (A.S.) : Onu sevmen seni Cennet'e sokacaktır!»[142]
Huzeyfe (R.A.) den
yapılan rivayette, demiştir ki : «Bir gece Peygamber (A.S.Î Efendimizle beraber
namaz kıldım; Bakara sûresine başladı. Ben, yüz âyeti tamamlayınca rükû'a
varır dedim, sonra o devam edip geçti. Ben, herhalde bir rekâti Bahara ile
kılacak, dedim. O yine devam edip geçti ve ben onunla rükûa varır dedim, O yine
devam edip geçti, sonra Nisa sûresine başladı ve okudu; sonra da Âl-i İmrân
sûresine başladı ve onu müteressüen okudu : İçinde teşbih bulunan bir âyete
gelince teşbihte bulundu. İçinde istek ve dilek bulunan bir âyete geltince
dilekte bulundu, teavvüze gelince Allah'a sığındı. Sonra rükû'ıa vardı ve
rükûda SÜBHANE RABBİYE'L-AZÎM dedi. Rtikû'u kıyamına yakın idi. Sonra
SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHÜ RABBENA LEKE'L-HAMD dedikten sonra kıyama kalktı ve
rükûa yakın bir uzunlukta bekledikten sonra secdeye vardı ve SÜBHANE
RABBİYE'L-A'LÂ dedi. Secdesi kıyamına yakın (bir uzunlukta) idi.»[143]
Cüheyna kabilesinden
bir adamdan yapılan rivayette, o, Peygamber <A.S.) Efendimiz'den şöyle
işitmiştir : Peygamberimiz (A.S.) sabah namazında ZİLZAL sûresini her iki
rekâtte de okumuştur. Ancak bilemiyorum, Resûlüllah (A.S.) unuttuğu için mi
öyle yaptı, yoksa bilerek kasden mi yaptı?»[144]
İbn Abbas (R.A.) dan
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimiz sabah namazının iki rekâtinden
birincisinde KULU AMENNA BİLLAHİ VEMA UNZİLE ÎLEYNA âyetini -ki bu
Bakara'dadır-, diğer rekâtinde ise AMENNA BİLLAHİ VEŞHED BİEN MÜSLİMUN âyetini
okudu.»
Diğer bir rivayette
ise şöyle denilmiştir : «Peygamber (A.S.) sabah namazının iki rekâtinde, KULU
AMENNA BİLLAHİ, VEMA ÜN-ZİLE İLEYNA âyetini ve bir de Âli îmrân'daki TEALEV İLA
KELİ-METİN SEVAÜN BEYNENA VE BEYNEKÜM.. âyetini okudu.»[145]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Namazda
her rekâtte aynı süreyi okumak caizdir. Örneğin, birinci ve ikinci veya Şafiî
mezhebine göre, her dört rekâtte Fatiha'-dan sonra İHLÂS sûresini okuyarak
namazını kılan kimsenin bu namazı tamamdır.
2- Namazda
-yalnız basma kılıyorsa- istediği kadar
kıraati uzatmasında bir sakınca yoktur.
3- Fâtiha'dan
sonra bir sûre okuduktan sonra onu takip eden sûreyi değil ondan sonraki sûreyi ekliyerek okuyan
kimsenin namazı da sahihtir. Ancak ara yerdeki sûrenin uzun olması matluptur.
4- Namazda
sûreyi okurken teavvüz gelince, Allah'a sığınmak, dilek bahsi gelince Allah'a
dilek arzetmek gibi teressülde bulunmak caizdir. Ancak bunu kendi nefsinde
söylemesi uygun olur.
5- Yalnız
başına namaz kılan kimsenin rükû'unu ve secdelerini kıyam kadar uzatması da
caizdir. Çünkü bu yerler Allah'ı zikir, teşbih ve tazim yerleridir.
6- Namazda
birinci rekâtte Bakara sûresinden birkaç âyet, ikinci rekâtte Âl-i îmrân
sûresinden birkaç âyet okumakta bir sakınca yoktur.
Hadîslerin ışığında
müctehit imamların görüş, içtihat ve istidlalleri :
a)
Hanefîlere göre :
Namazlarda Kur'ân'dan
belli bir sûreyi veya birkaç âyeti özellikle belirleyip okumak ve bunu lüzumlu
görmek mekruhtur. Ama sırf hoşuna gittiği veya o kısımları daha iyi bildiği
veya okuduğu için öyle yapıyorsa, bunda kerahet yoktur. Nitekim et-Tahavî
el-Is-bîcabî de aynı görüştedirler.[146] Ne
var ki zaman zaman başka sûre veya âyetleri okuması şarttır, tâki konuyu
bilmeyenler başkasını okumanın caiz olmadığını sanmasınlar.
Bu hususta afdal oîanı
şudur -. Farz namazlarda Fâtiha'dan sonra bir sûrenin tamamını okumaktır.
Bundan âciz olduğu takdirde, bir sûreyi iki rekâtte 'okuyabilir. Buna mekruh
diyenler olmuşsa da, sahih olan kavle göre mekruh değildir.
Bir rekâtte bir
sûrenin ortasından, diğer rekâtte başka bir sûrenin ortasından veya son
kısmından okumakta bir sakınca yoktur. Ancak böyle yapılmaması daha uygun
görülmüştür.
Bir rekâtte bir
sûrenin son kısmından, diğer rekâtte kısa bir sûre okumak da mekruh değildir.[147]
Bir rekâtte,
aralarında birkaç sûre veya bir sûre bulunan iki sûreyi birleştirip okursa,
bunda kerahet olduğunu söyleyenler olmuştur. Ama iki rekâtte ise bunda kerahet
yoktur.,
Bazısına göre, bir
rekatte bir sure okuduktan sonra ya o rekatte veya ondan sonraki rekatte ilk okuduğu sureden
önceki sureyi okursa, kerahet işlemiş olur.
Bütün bu kayıtlar farz
namazlarla ilgilidir. Sünnet namazlarda ise .sözü edilen hususların hiçbiri
mekruh değildir.[148]
b) Şâfillere
göre:
Fatilia'dan sonra bir
sure okumak müstehabdır. Surenin bir kısmını okursa yine de kafi gelir. Sadece
fatiha’yı okur da arkasından bir şey okumazsa,
namazı iade etmesi gerekmez ama sünneti terketmiş olur[149]
c) Hanbelîlere
göre:
Farz namazlarda
Fâtiha'dan sonra sadece bir sûre okumak müstehabdır. Çünkü Peygamber (A.S.)
Efendimiz ekseri böyle yapmıştır. Ayın zam anda Muâz'a namazında öyle yapmasını
emretmiştir. Şüphesiz; ki bu emir, tavsiye mahiyetindedir.
Bir rekâtate iki
süreyi birleştirip okursa, bunda iki rivayet vardır: Birincisi mekruh, ikincisi gayr-i mekruh
şeklindedir. el-Hilâl'in îbn Ömer'den yaptığı rivayete göre, adı geçen bir
rekâtte iki sûreyi birleştirip
okurmuş.[150]
Birinci rekatte
okuduğu sûreyi aynen ikinci rekâtte iade ederse, bunda bir sakınca yoktur.[151]
Hanbeliler bu meselede
Ebû Davud'un Cüheyneli bir adamdan yaptığı rivayet le istidlal etmişlerdir.
İkinci rekatte
okuyacağı sûrenin, birinci rekâtte okuduğu sûreden sonra tertip bakımından
gelen bir sûre olması müstehabdır. Zira bu, Peygaırber (A.S.) Efendimiz'den
nakledilmiştir. O bakımdan İbn Mes'ûd'dan (R.A.) sûreleri menkûs (sondakini öne almak suretiyle
okuyan vermiş kimse hakkında ne
düşündüğünü sorduklarında, o şu cevabı vermiştir : «O adamın kalbi menkûstür.»
Ama İmam Ahmed b. Hanbel böyle yapmakta bir sakınca olmadığını söylemiştir.[152]
d) Mâlikîlere göre :
Farz namazlarda
Fâtiha'dan sonra Kur'ân'dan bir sûre veya âyet okumak sünnettir. Aynı zamanda
bir sürenin bir kısmını veya uzun bir âyetin bir bölümünü okumak ta kâfi gelir.[153]
Mâlikiler aynı rekâtte
iki sûreyi birleştirip okumak veya aynı sureyi bütün rekâtlerde iade etmek
hakkında fazla bir görüş izhar etmemişlerdir. Bu husustaki rivayetlerden, aynı
sûrenin iade edilmesinde veya bir rekâtte iki süre arasını birleştirmekte bir
sakınca görmedikleri anlaşılıyor,.
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller :
751 nolu Enes (R.A.) hadîsini Tirmizî «hasen,
sahih, garip» şeklinde açıklamıştır. Aynı zamanda Hafız Bezzar, Beyhaki ve
Taberâ-nî tahric etmişlerdir.
Cüheyneli adamın
Külsüm olduğunu İbn Mende rivayet etmiştir.[154]
Hadiste «KUL HUVALLAHU
AHAD ile başlardı», sözünden Fa tihanm mutlaka vacib olmadığını göstermektedir.
Nitekim namazda mutlak kıraatin yeterli olduğunu söyleyenler daha çok bu hadîsle
istidlal etmişlerdir. Oysa râvi, Fâtiha'mn herhalde okunmasının gereğini
bildiğinden onu anmaya gerek görmeden sûreden söz etmiştir.
752 nolu Huzayfe hadisinden sûreleri Kur'ân'daki
tertibine göre okumanın, yazmanın ve okutmanın şart olmadığı anlaşılıyor. Yazmaktan maksat, Kur'ân'dan
bazı âyet veya sûreleri nakledip başka bir yere yazmaktır, yoksa Mushafı olduğu
gibi yazmak demek değildir. Çünkü o
takdirde Kur'ân'daki tertibe göre yazılması
şarttır. Çünkü ilim adamlarının
cumhuruna göre, sûrelerin
mushaftaki tertibi tevkifidir. Hz. Osman'ın hazırlattığı Mushaf'taki tertip asıldır. Peygamber (A.S.) Efendimiz'in gece namazında önce Bakara'yı
ardından Nisa sûresini ve onun ardından Âl-i îmrân süresini okuduğu hakkındaki
rivayete gelince, namaz da bu tertibe riâyet etmenin şart olmadığına delâlet
etmektedir. İkinci bir ihtimal, sûre tertipleri henüz Peygamber (A.S.)
Efendimiz tarafından tam tevkifi yapılmadan böylesine bir takdim ve
tehir olmuş olabilir.
Namazda sûreyi okurken
teressülde bulunmak, yani zikir ve tes-hi ifade eden yerlerde zikir ve teşbihte
bulunmak, teavvüz beyân ien yerlerde Allah'a sığınmak hem. imam, hem ona
uyanlar, 3m de yalnız başına kılanlar için müstehaptır, diyenler olmuştur.
itekim İmam Şafii de ayni görüştedir.[155]
Rükû' ve secdelerdeki
teşbihleri üç defa tekrarlamanın müste-ab olduğunda üç mezhep imanımın ittifakı
vardır. İmam Mâlik'e göre,
müstehab değildir.
Rükû' ve secdelerin
uzatılması, gece kılman nafile
namazlarla igilidir.
753 nolu Cüheyneli adamın hadisini rviâyet eden
Ebu Dâvud ve ÎL-Münzirî susup bir şey söylememişlerdir. Şüphesiz ki, Ebû
Dâvud'-In bir hadis hakkında susması, onun ihticaca elverişli
olduğunu iösterir. Nitekim hadîsin isnadında bir noksanlık yoktur, ricalinin Lepsi sahihtir.
Hadis, Fâtiha'dan
sonra kısa bir sûrenin okunmasının istihba-ıma delâlet etmektedir. Râvînin,
bilemiyorum, unuttuğu için mi tek-arladı, yoksa bilhassa mı öyle yaptı?
şeklindeki sözü üzerinde du-ulmuş ve Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şu
hadîsleriyle bağdaştırıl-nak istenmiştir : «Ben de ancak bir beşerim, sizin
unuttuğunuz gibi unutabilirim.» Bu uzak bir ihtimaldir, Resûlüllah'm öyle
yapması, >unun cevazına delildir. Çünkü O, hemen her konuda ümmetine fü-î
sünnetleriyle de açıklamalarda bulunmuştur.
754 nolu îbn Abbas hadisi ve diğer ilgili
rivayetleri biraraya ge-irdiğimizde göreceğiz ki, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
sabah nama-anın iki rekâtinde muhtelif sûreler okumuştur; bazan îbn Abbas'm
ıaklettiği gibi kısa ve değişik olmuştur;
bazan de Ebû Hüreyre'nin laklettiği gibi, Peygamber (A.S.) birinci
rekâtte KUL YA EYYÜHE'L-KAFİRÛN sûresini, ikinci rekâtinde ÎHLAS sûresini okumakla
yetin-niştir. Buharı ve Müslim'in Hz. Aişe (R.A.) dan yaptıkları rivayette .se,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in sabahın
farzından önce kıldığı iki rekât
sünnet namazı öylesine hafif tutardı ki, Fâtiha'yı okuyup okumadığı bile anlaşılmazdı. [156]
1- Namazda
Fâtiha'dan sonra bir sûre veya birkaç âyet-okumak, müctehitlerin çoğuna göre
sünnet, İmam Ebû Hanife'ye göre, vâcibdir.
2- Üç ve
dört rekâtli namazlarda ilk iki rekâtte Fâtiha'dan sonra sûre veya birkaç âyet
okumak, yine müctehitlerin çoğuna göre, sünnet, Ebû Hanîfe'ye göre vâcibdir.
3- Üçüncü ve
dördüncü rekâtlerde sûre veya âyet okunmaz. Nafile namazlar müstesna..
4- iki, veya
üç ve dört rekâtli farz namazlarda ilk iki rekâtte Fâtiha'dan sonra aynı sûreyi
okumakta bir sakınca yoktur.
5- Farz
namazlarda devamlı bir iki sûreyi belirleyip okumak kimine göre mekruhsa da
çoğuna göre mekruh değildir, ancak o sûrelerden başkasının okunmasını tasvip
etmiyorsa, o takdirde mekruh sayılır.
6- Namazda
birinci ve ikinci rekâtlerde sûreleri takdim te'hir ederek okumak, yanı ikinci
rekâtte okuduğu sûrenin Kur'ân'daki
yeri, birinci rekâtte okuduğu sûreden önce ise, müctehitlerden bir kısmına
göre, mekruhtur, bir kısmına göre mekruh değildir. İkincilerin içtihadının
dayanağı, 752 nolu Huzayfe hadîsidir.
Birincilerin delili ise, Mushaf'taki sûrelerin tertibi tevkifidir,
takdim te'hir yapılmaz diyen cumhurun görüşüdür. İmam Ahmed birincileri tasvip
ederek bir sakınca olmadığını belirtmiştir.
7- Bir
rekâtta ardarda iki sûre okumakta bir sakınca yoktur, îbn Ömer'in böyle yaptığı
sahih rivayetle sabit olmuştur.
Huzeyfe hadîsi de buna delâlet etmektedir, ancak Resûlüllah'm üç sûreyi
bir rekâtte okuması, gece kılman nafileyle ilgilidir.
8- Birinci
rekâtte okuduğu sûre ile, ikinci rekâtte okuduğu sûre arasında kısa bir sûre
bulunursa, bazısına göre bunda kerahet
vardır. Uzun bir sûre bulunursa bir sakınca yoktur. Müctehitlerin çoğuna göre,
her iki durumda da bir sakınca yoktur. [157]
Bu konuyla ilgili rivayetlerin
tamamı biraraya getirildiğinde, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şu ve şu sûreler
okunsun diye bir tayin yapmadığı görülür. Çünkü Kur'ân'ın tamamı Allah kelâmıdır, angi sûre veya âyet okunsa, O'nun
kelâmı tilâvet edilmiş olur.
İlgili hadîsler :
Câbir b. Semûre (R.A.)
den yapılan rivayette, demiştir ki :
«Peygamber (A.S.)
Efendimiz sabah namazında KAF VE'L-KU-tÂNİ'L-MECÎD ve benzeri sûreleri okurdu.
Onun bu namazdan son-aki namazları daha hafif tutulurdu.
Diğer bir rivayette
ise şöyle demiştir :
«Peygamber (A.S.) öğle
namazında VE'LLEYLÎ İZA YAĞŞA'yı, kindi namazında da buna benzer bir sûreyi;
sabah namazında ise, mdan daha uzununu okurdu.»
Bir başka rivayette,
demiştir ki :
«Güneş batıya
meyledince öğle namazını kılar ve VE'LLEYLİ ÎZA STAĞŞA'yı ve benzeri bir sûreyi
okurdu; ikindi namazında da ona benzer sûre okurdu. Hulâsa O'nun bütün
namazları böyle idi, ancak sabah namazı müstesna.. Resûlüllah (A.S.) sabah
namazının kıraatini uzun tutardı.»[158]
Cübeyr b. Mut'un
(R.A.) dan yapılan rivayette, demiştir ki :
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz'in akşam namazında VA'T-TURİ sûresini okuduğunu işittim.»[159]
îbn Abbas (R.A.) dan
yapılan rivayette, Ümmu'1-Fazl bint Haris, o VE'L-MÜRSELATI URFEN sûresini
okurken işitmiş ve şöyle demiştir : «Oğulcağızım! sen bu süreyi okumanla bana,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in akşam namazında onu okuduğunu hatırlattın..»[160]
Hz. Aişe (R.A.) dan
yapılan rivayette, demiştir ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz akşam namazında
A'raf sûresini iki rekâte tefrik ede rek okurdu.»[161]
İbn Ömer (K.A) dan
yapılan rivayette demiştir ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz akşam namazında
KUL YA EYYÜHE'L-KAFÎRUN ile İHLAS sûrelerini okurdu.»[162]
Câbir (R.A.) den
yapılan rivayette, demiştir ki : «Peygamber (A.S.) Efendimiz şöyle buyurdu : Ya
Muâz! sen fettan mısın veya sen fatin misin? SEBBİH İSME REBBİKE'L-AXA
VE'S-ŞEMSİ VE DUHAHA VE'LLEYLİ İZA YAĞŞA ile namazı kılsaydın ya..»[163]
Fettan, çok fitneci;
fâtin ise sadece fitneci anlamına gelir. Bundan maksat, imamın namazı fazla
uzatmamasını tenbih içindir. Çünkü cemaat arasında çok yaşlı, hasta ve âcil
ihtiyaç sahipleri bulunabilir. Onları üzmek, işlerinden alıkoymak bir bakıma
nefret uyandırmak ve fitneye sebep olmaktır.
Süleyman b. Yesar
(R.A.) den, o da Ebu Hüreyre (R.A.) den yaptığı rivayette, Ebu Hüreyre (R.A.)
demiştir ki : «Falan adamdan namaz hususunda Resûlüllah'ıa en çok benzeyen
başka bir kimse görmedim ki o adam Medine'de imamlık yapıyordu. Süleyman diyor
ki, ben onun arkasında namaz kıldım i Öğle namazının ilk iki rekâ-tini
uzatıyordu, son iki rekâtini ise hafif tutuyordu. İkindi namazını da hafif
tutuyordu; akşamın ilk iki rekâtinde kısar-i mufassaldan okuyordu; yatsı
namazının ilk iki rekâtinde vasat-i mufassalden okuyordu; sabah namazında ise,
tival-i mufassaldan okuyordu.»[164]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Sabah
namazında tival-i mufassaldan okumak müstehab-dır. 744. dibnottada
belirttiğimiz gibi, bu Hücurat'tan
başlar veya ona kadar devam eder.
2- Diğer
dört vakitte kılman namazlarda ise kıraati tival-i ev-sattan seçip okumak müstehabdır.
3- Akşam
namazında ise, kısa sûreleri okumak müstehabdır. Bununla beraber yalnız başına
kılan kimse onda da tival-ı mufassaldan veya evsattan okuyabilir. Uzun bir
süreyi iki rekâte tefrik edip okumasında da bir sakınca yoktur.
4- Öğle
namazının ilk iki rekâtini biraz uzun, son iki rekâtini kısa tutmak
müstehaptır.
Hadislerin ışığında
müctehit imamların görüş, içtihat ve istid-âlileri:
a)
Hanefîlere göre :
Eyleşik durumda olan kimsenin sabah namazının
iki rekâtinde ko ilâ 50 âyet okuması sünnettir. Tabii Fatiha sûresi bu sayıya
dahil değildir. Öğle namazında da buna yakın uzunlukta okumak sünnet-iir.
İkindi ve yatsı namazlarının iki rekâtinde yirmi âyet okumak, akşam namazının
her rekâtında kısa bir âyet okumak sünnettir. ■ Eyleşik durumda olanlar
için tival-i mufassaldan okumalarının müs-tehab olduğu söylenmiştir ki, bunlar
Hücurat'tan Bürûc'a kadar olan sûrelerdir. Evsât olanları ise, Bürûc'dan Lenı
yekün'a kadar olanlardır. Kısar (kısa) olanları ise, Lem yekûn'dan Kur'ân'm
sonuna kadar olan sûrelerdir. Nitekim el-Muhit ve el-Vikaye kitaplarında da böyle
açıklanmıştır.[165]
Ancak Hanefîlerden bir
kısmının bu konuda farklı görüş ve içtihatları olmuştur. el-Hasen diyor ki :
Sabah namazında altmış ile yüz arasında âyet okumak en çoğu, kırk âyet okumak
en azı sayılır. Tabii bu sayı iki rekâte tefrik edilir, şöyle ki, birinci
rekâtte yirmi beş âyet, ikinci rekâtte onbeş âyet okunur. Bazısı da sabahın iki
rekâtinde kırk âyet, zayıf ve tembeller için, elli ilâ altmış arası vasat
durumda olanlar için, altmışla yüz arası çok istekli ve gayretliler için
uygundur. Bazısı da uzunluk ve kısalık, gecenin uzunluk ve kısalığına göre
ayarlanır, demiştir. Çok kısa gecelerde az uyku uyunduğu için sabah namazı
vasat ölçüde tutulur. Uzun gecelerde ise tival-i mufassaldan okunur.[166]
b) Şâfiîlere göre :
İster imam, ister
münferit olsun sabah namazında tival-i mufas-j saldan, öğle namazında ona yakın
uzunluktaki sûreleri; ikindi ve I yatsı
namazlarında ortalama uzunlukta
olan sûreleri okumak sünnettir. Eğer imamın arkasında
kendisine uyanlar belli bir sınırda olup başkasının gelip yetişmesi söz konusu
değilse, onların rızasını alması uygun olur. Akşam namazında ise kısa sûre
okumak sünnettir.[167]
c)
Hanbelüere göre:
Öğle namazının ilk iki
rekâtında Fatiha'dan sonra birincisi uzun, ikincisi ondan biraz kısa olmak
üzere iki sûre okumak; ikindi namazının da ilk iki rekâtinde, birincisinde
uzun ikincisinde biraz kısa olmak üzere iki sûre okumak; sabah namazının
birinci rekâtinde uzun bir sûre, ikincisinde ona nisbetle kısa bir sure okumak
sünnettir.
Hanbelîler bu konuda
Ebu Katâde hadisiyle istidlal etmişlerdir. Ayrıca Ebu Berze'den yapılan
rivayette, Peygamber (A.S.) Efendi-miz'in sabah namazının iki rekâtinde 60-100
arasında âyet okuduğu belirtilmiştir ki, Hanbelîler bunu sabah namazı için bir
ölçü olarak benimsemişler.
Ayrıca bu konuda
Resûlüllah'ın (A.S.) Muâz'a şöyle tavsiyede bulunduğu sahih rivayetle sabit
olmuştur : «VE'Ş-ŞEMSİ VE DUHAHA ve SEBBİH İSME RABBİKE'L-ATA sûrelerini oku!»[168]
Buharî ve Müslim'in ittifakla
aldığı bu hadîs de Hanbelîlerin istidlal ettiği dayanaklardan biridir.
d)
Mâlikîlere göre :
Cübeyr b. Mut'im'in
babasından yaptığı rivayete göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in akşam
namazında ve't-Tûr sûresini okuduğunu işittiğini kaydetmiştir. Ebu Abdıllah
es-Sunabihî'den yapılan rivayette de, Medine'ye gelip akşam namazım Ebu Bekir
Sıddık (R.A.) m arkasında kılmış ve Fâtiha'dan sonra halîfenin kısa sûrelerden
okuduğunu işittiğini belirtmiştir. Mâlikîler bu rivayetle istidlal etmişlerdir.[169]
Sabah namazında ise,
Hişam b. Urve'nin babasından yaptığı rivayete göre, Ebu Bekir Sıddîk (R.A.)
sabah namazım kıldırırken Bakara sûresini iki rekâtte okuyup tamamlamıştır.
Âmir b. Rebi'a da
diyor ki : Hz. Ömer'in arkasında sabah namazım kıldım, birinci rekâtte Yusuf,
ikinci rekâtte Hac sûresini okudu. Mâlikîler bu hususta ilgili rivayetle
istidlal ederek, sabah namazlarında tival-i mufassaldan okunmasının mûstehab
olduğunu söylemişlerdir.
Sonuç olarak öğle,
ikindi, akşam ve yatsı namazlarında kıraati cemaatın durumuna ve ortamın mevcut
ölçülerine göre, uzun veya kısa tutmakta fayda vardır. Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in
bazan akşam namazında VE'Ş-ŞEMSİ ve bir de SEBBİH İSME RAB-BİKE'L-A'LA
sûrelerini, bazan da en kısa sûreleri okuduğu; sabah namazında bazan uzun
sûreleri, bazan da kısa sûreleri okuduğu va-kidir. Bütün bunları mevcut ortama
ve cemaatin durumuna göre ayarlamıştır. Nitekim daha önce de naklettiğimiz
gibi, Muâz (R.A.) akşam namazını imam olup cemaate kıldırınca Fâtiha'dan sonra
Bakara ve Nisa srelerini okumaya başlamıştır. O yüzden bir adam namaza niyete
başladığı halde, uzatıldığını görünce imamdan ayrılıp yalnız başına kılmıştır.
Muâz onun bu davranışını münafıklıkla vasıflarken durum Hz. Peygamber'e (A.S.)
bildirilmiş ve Peygamberimiz (A.S.), Muâz'a şöyle buyurmuştur : «Ya Muâz sen
fitneci misin? SEBBİH İSME RABBİKE üe VE'Ş-ŞEMSİ VE DUHAHA sûrelerini
okusaydm ya.. Çünkü sana uyanlar arasında hacet sahibi, zayıf, küçük ve büyük
kimseler bulunuyor..»[170]
Ayrıca Ebu Hüreyre'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S,) Efendimiz'in akşam namazında kısa
sûrelerden okuduğu rivayet edilmiştir.[171]
Birinci ve ikinci
rekâtlerde okunacak sûrelerin aynı uzunlukta mı, yoksa birincisinin daha mı
uzun olması sünnettir? Bu hususta Ebu Katâde el-Ansarî'den yapılan rivayette
demiştir ki : «Resûlüllah (A.S) Efendimiz Öğle namazının ilk iki rekâtinden
birincisinde uzun, ikincisinde kısa sûre okur ve âyetleri işittirecek kadar
bazan sesini hafif yükseltirdi. İkindi namazında Fâtiha'dan sonra birinci
re-kâtte sûreyi uzatır, ikinci rekâtte biraz kısa tutardı. Sabah namazında da
birinci rekâtın kıraatini uzatır, ikinci rekâtinkini ona nisbetle biraz kısa
tutardı.»[172]
îbn Dakik el-Iyd bu
hadîsin açıklamasında diyor ki : Şafiüer, Peygamber (A.S.) Efendimiz'in birinci
rekâtlerde kıraatin uzun tutmasını, gelecek olan cemaatin namaza yetişmesiyle
yorumlamışlardır. Kurtubî ise, bu hususta kesin bir delil yoktur, diyor.[173]
765 nolu Câbir b.
Semüre hadisinde Resûlüllah'm sabah namazında KAF ve benzeri sûreleri okurdu,
ifadesi, devamlılık arzeden «kâne» fiiliyle belirtilmiştir. Bundan, çoğu zaman
bu ve benzeri sûreleri okuduğu anlaşıhyorsa da, bazan bu, fiilin sadece vukuunu
da ifade eder. O bakımdan ikinci mânaya hamli daha uygundur. Nitekim Tirmizî
ve Nesâî'nin Amir b. Hars'ten yaptıkları rivayette, Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz'in bazan sabah namazında ÎZA'Ş-ŞEMSÜ KÜVVÎRAT sûresini okuduğu da
olurdu. Ayrıca Müslim'in Abdullah b. Sâib'den yaptığı rivayette, Resûlüllah
(A.S.) Mekke'de sabah namazını kıldırırken Mü'minin süresiyle kıraate
başladığı belirtiliyor. Buharî'nin yaptığı tesbite göre, bazan da VE'TTÛR
sûresini okuduğu vakidir.
Yine Buharı ve
Müslim'in Ebû Berze'den yaptıkları rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimizin
sabah namazında 60 ilâ 100 âyet arasında okuduğu ifade edilmektedir. Nesâi'nin
ashabdan bir adamdan yaptığı rivayette ise, sabah namazında Rum sûresini ve
aynı zamanda sadece Muavvazateyn'i okuduğu tesbit edilmiştir. Yine Nesâî'nin
Akabe b. Âmir'den yaptığı rivayete göre, Peygamberimiz (A.S.) sabah namazında
İNNA FETEHNA sûresini okumuştur.
Buna benzer daha
birçok sahîh rivayetler vardır, Sonuç olarak hepsini dikkate aldığımızda,
Peygamber (A.S.) Efendimiz gerek sabah namazında, gerekse diğer namazlarda
devamlı belirli bazı sûreleri okumakla yetinmemiş, muhtelif sûreleri okumak
suretiyle belli bir kaç sûrenin belirlenerek devamlı onların okunmasının
müs-tehab olmadığını belirtmek istemiştir.
766 nolu Cübeyr b.
Mut'im hadisinde, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in akşam namazında TÜR sûresini
okuduğu yine «kâne» fiiliyle ifâde edilmiştir. Yukarıdaki açıklama burada da
geçerlidir. Çünkü Resûlüllah'm akşam namazlarında yalnız TÛR sûresini değil,
muhtelif sûreleri muhtelif günlerde okuduğu vakidir. O bakımdan imam Mâlik,
akşam namazında uzun sûreleri okumak mekruhtur, demiştir, îmam Şafiî ise,
bunda kerahet görmediği gibi, müstehab da say--mamıştır.[174]
767 nolu Ümmu'1-Fazl
hadîsi, akşam namazında 50 âyetten ibaret olan Murselât sûresini okuduğunu
"belirtiyor. Bu, akşam namazında uzun sûre okumanın hem mekruh olmadığını,
hem de bu husustaki hükmün kaldırılmadığını göstermektedir. Zira Resûlüllah'm
bu sûreyi vefatından birkaç gün önce okuduğu tesbit edilmiştir. O halde
cemaatın, ortamın elverişli olup olmadığına bakılarak uzun veya kısa sûreler okumakta bir sakınca yoktur. Ne var
ki, Peygamberimizin CA.S.) ekseriya kısa sûre okuduğuna bakılırsa, karşımıza
müstehab ölçü çıkmış olur.
768 nolu Hz. Aişe (R.A.) hadîsinin isnadı
Nesâî'de tesbit edilmiş^ tir. İsnadında zayıf sayıla.n Bakiye bulunuyorsa da,
Ebû Hayat'm ona tabi olduğuna
bakılınca, mahzur kendiliğinden ortadan kalkı^ yor, çünkü Ebû Hayat sika
(güvenilir ve doğru) bir zat olarak bilinmektedir.
Bu hadîsin bir
benzerini İbn Ebî Şeybe, kendi Musannaf inde Ebu Eyyûb'dan şu lafızla rivayet
etmiştir : «Peygamber CA.S.) Efendimiz akşam namazında iki rekâtte Araf
sûresinin tamamını okudu.» Ayrıca Hafız İbn Huzayme, Zeyd b. Sabit hadîsinden
bunun bir benzerini tahrîc etmiştir ki, sıhhatma, Buharî, Ebû Dâvud ve
Tirmizî'nin Zeyd b. Sâbit'ten (R.A.) yaptıkları şu rivayet delâlet ve şahitlik
etmektedir: «Peygamber (A.SJ Efendimiz akşam namazında uzun sûrelerden
okudu.» Ebû Dâvud şu fazlalığı da rivayet etmiştir : «Ona sordum, uzun
sûrelerden okuduğu hangisidir? A'rafdır diye cevap verdi...»
769 nolu İbn Ömer hadîsinin isnadının zahirine
bakılınca, sahih olduğu görülürse de ma'lûl olduğu tesbit edilmiştir. Nitekim
Dare-kutnî, bu hadîsin rivayetinde râvilerinden bazısının hatâ yaptığını
söylemiştir. Aynı hadisin bir benzerini îbn Hibbân ve Beyhakî Ca-bir b. Semure'den
rivayet etmişse de isnadında Saîd b. Simak bulunuyor ki, bu zat metruktür.
Zehebî, Ebû Hatim er-Râzî'nin onun hakkında «metrukü'l-hadîs» dediğini
nakletmiştir.[175]
770 nolu Câbir hadîsine gelince, el-Feth
kitabında olayın yatsı namazıyla ilgili olduğu kaydedilmiştir. Nitekim Buharî,
Câbir hadî-siyle ilgili rivayetinde bunu tasrîh etmiştir.[176]
Hadîsin, yatsı
namazında orta uzunlukta olan sûrelerin okunmasının meşruiyetine delâlet
ettiğini söyliyebiliriz. Aynı zamanda
ortama göre, yatsı namazını hafif tutmanın, yani kıraati uzatmak-. sızın kısa
sûrelerle kılmakta bir sakınca olmadığı anlaşılıyor. Özellikle imam olacak
kimsenin bu hususlara dikkat etmesi sünnettir.
771 nolu Süleyman b. Yesar hadîsini İbn Huzayme
ve başka hadis-hafızlan sahîhlemişler. Bülûğül-merâm'da Nesâî'nin bu hadîsin
isnadını sahih olduğuna dikkat çekilmiştir.[177]
el-Hafız el-Feth'de
diyor ki, kıraatin uzunluk ve kısalığıyla ilgili muhtelif rivayetleri biraraya
getirdiğimizde, Resûlüllah (A.S.) Efen-dimiz'in şartlara ve ortamlara göre,
bazan uzattığı, bazan kısa tuttuğu, bazan orta uzunluktaki sûreleri okuduğu
ortaya çıkar ve bunda ümmet için kolaylık söz konusudur. [178]
1- Sabah
namazının birinci rekâtinde, durum müsaitse uzun sûrelerden birini, ikinci
rekâtte orta uzunluktaki sûrelerden birini okumak müstehabdır.
2- Yine
sabah namazında her iki rekâtte 60 ilâ 100 âyet arasında okumak meşru'dür.
3- Durum
müsait olmadığı takdirde sabah namazını orta uzunluktaki sûrelerle, daha da
müsait olmadığı zaman kısa sûrelerle kılmakta bir sakınca yoktur.
4- öğle ve
ikindi namazlarında orta uzunluktaki sûreleri okumak müstehabdır. Durum müsait
değilse, yani cemaat arasında hasta, zayıf, iş sahibi gibi kimseler
bulunuyorsa, biraz daha kısa sûreleri okumakta hiçbir sakınca yoktur.
5- Öğle
namazmdaki kıraati ikindiye nisbetle biraz uzun tutmak müstehabdır.
6- Akşam
namazını kısa sûrelerle kıldırmak müstehabdır. Bununla beraber yalnız başına
kılan kimse, uzun sûrelerle de kılabilir. Bunda da bir sakınca yoktur. Yatsı
namazı da öyle... [179]
Ayakta kıraati
bitirdikten sonra rükû'a eğilmek istendiğinde Al-lahu Ekber denilerek tekbir
getirmek, rükû'dan kalkıldığı zaman yine AUahu Ekber deyip tekbîr getirmek,
secdeye gidildiğinde, secdeden kalkıldığında da AUahu Ekber deyip tekbir
getirmek sünnettir. Bu, namazın her bölümünde Allah'ın büyüklüğünü kalbden
dile
aktarmak suretiyle
kendi aczimizi ve küçüklüğümüzü ifade
etmek ve tam bir mahviyet içinde namazı eda etmenin açık belirtisidir.
Konuyla ilgili
hadîsler :
îbn Mes'ûd (R.A.) den yapılan.rivayette, demiştir ki :
«Resülüllah (A.S.İ
Efenrîimiz'ih, namazda her kalkıp doğrulmasında, her eğilmesinde ve her ayakta
durması ve oturmasında tekbîr getirdiğim gördüm.»[180]
îkrime (R.A.) den
yapılan rivayette, îbn Abbas'a şöyle dediğini haber vermiştir:
«Batha'da ahmak bir
şeyhin yani yaşlı bir adamın arkasında öğle namazını kıldım. Namazda 22 tekbîr
getirdi; secdeye vardığında, basını kaldırdığında tekbîr getiriyordu.» Bunun
üzerine îbn Abbas (R.A.) şöyle dedi : «İşte o, Ebu'l-Kasım Efendimizin (A.S.)
namazıdır.»[181]
Ebû Musa (R.A.) den
yapılan rivayette, demiştir ki :
«Resülüllah (A.S.)
Efendimiz bize hitapta bulunarak sünnetimizi bize açıkladı namazımızı bize
öğretti, o sebeple şöyle buyurdu : Namaz kıldığınız zaman saflarınızı
doğrultun, sonra sizden biri Önünüze geçip imam olsun. İmam tekbîr getirince
siz de tekbîr getirin, imam okumaya başlayınca siz susun, okumayın. İmam
GAYRİ'L-MAĞDUBİ ALEYHİM VALA'D-DÂLLÎN deyince, siz âmîn deyin, Allah sîzin
âmin demenizi ve duanızı kabul eder. İmam tekbîr getirip rükû'a varınca siz de
tekbîr getirip rukûâ varın. Çünkü imam sizden önce rükû' yapar ve sizden önce
başını kaldırır.
Resülüllah (A.S.Î
Efendimiz devamla buyurdu ki : İşte bu ona karşılıktır (yani imamın dediğine
karşılık sizin aym şeyi söyleme-nizdir). İmam, semiallahü limen hamidehü
deyince, siz, ALLAHÜM-ME RABBENA LEKE'L-HAMD deyin ki, Allah sizi işitir (dediğinizi kabul buyurur). Çünkü Allah Teâlâ, Peygamberinin
diliyle şöyle demiştir : Allah kendisine hamd edenleri işitip kabul eder.
İmam tekbîr getirip
secdeye varınca, siz de tekbîr getirip secdeye varın. Çünkü imam sizden önce
secdeye varır ve sizden önce başını kaldırır.
Resülüllah (A.S.)
Efendimiz devamla buyurdu ki : İşte bu ona karşılıktır (yani imamın dediklerine
karşılık sizin aym şeyleri söy-lemenızdirî. Oturma durumu olunca, sizden her
birinizin ilk sözü: ET-TAHİYYATÜ ET-TAYYİBATÜ ESSALAVATÜ LİLLAHİ, ES-SE-LAMÜ
ALEYKE EYYÜHE'N-NEBİYYÜ VE RAHMETÜ'LLAHİ VE BEREKATÜHÜ, ES-SELAMÜ ALEYN AVE ALÂ
İBADİLLAHİ'S-SÂLİ-HÎNE, EŞHEDÜ EIAÂ İLAHE İLLÂLLAHU VE EŞHEDÜ ENNE MU-HAMMED'DEN
ABDÜHÜ VE RESÛLÜHÜ.» [182]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Namazda
her rekâtte rükû'a eğilirken, secdeye varılırken, secdeden kalkılırken Allahu
Ekber deyip tekbîr getirmek sünnettir. Böylece her rekâtte, iftitah Tekbîri
dışında beş tekbir getirilir ı
2- Namazda
safları düzgün bir hizada tutmak sünnettir.
3- İki veya
daha fazla müslüman birarada bulunur da namaz vakti girerse, onlardan okumasını
en iyi bilen birinin imam olması, diğerlerinin de ona uyması sünnettir,
4- îmam
tekbîr getirince, ona uyanların da tekbîr
getirmesi, İftitah Tekbiri ise farz, diğer tekbirler ise sünnettir.
5- îmam
Fatihayı bitirince cemaatin de âmîn demesi sünnettir.
6- Rükû'dan
kalkılınca İmam SEMİ1 ALLAHU LİMEN HAMÎ-DEHÜ deyince cemaatin ALLAHÜMME RABBENA LEKEL'-HAMD demesi
sünnettir.
Hadislerin ışığında
müctehit imamların görüş, istidlal ve ihticac-lari:
a)
Hanefîlere göre:
Namazda îftitah
Tekbîri dışında beş yerde tekbîr getirmek sün-
lettir: Rükû'a
varılırken, secdeye gidilirken,
secdeden kalkılırken, kinci
secdeden ayağa kalkılırken..[183]
Ancak bu mezhebe göre,
bayram namazlarında ikinci rekâtte Fatiha ve sûre okunduktan sonra ardarda
getirilen üç bayram tekbirinden sonra rükû'a varmak üzere getirilen tekbir
vâcibdir. Çünkü orada vâcib olan bayram tekbirlerine tabi kılınarak aynı hükmü
alır.
b) Şafiîlere göre:
îftitah Tekbiri
dışında her rekâtte beş tekbir getirmek sünnettir: Rükû'a varılırken, secdeye
gidilirken, birinci secdeden kalkılırken, ikinci secdeye varılırken ve ikinci
secdeden kıyama kalkılırken..[184]
c) Hanbelîlere göre :
Namazda belirtilen beş
yerde de tekbîr getirmek vâcibdir. Ancak imama rükû'da yetişen kimsenin rükû'
için getirdiği tekbir sünnettir. O bakımdan İmama rüku'da yetişen kimse sadece
îftitah Tekbîri alıp rükû'a giderse, namazı sahih ve caiz olur.[185]
Kudreti yeten kimseye
rükû'a varmanın vâcib olduğunda ümmetin icma'i söz konusudur. îlim ehlinin
çoğuna göre, rükû'a tekbîr ile başlamak da vâcibdir. Aynı zamanda her eğilip
kalkıldığında da tekbîr getirmek böyledir.[186]
d) Mâlikîlere göre :
îftitah Tekbiri
dışında beş yerde tekbîr getirmek sünnettir.[187]
Sahnûn'un yaptığı rivayette ise, İmam Mâlik'in belirtilen beş yerde tekbîr
getirileceğini söylediği açıklanmış, ancak bu tekbirlerin sünnet veya vâcib
olup olmadığı hakkında bir beyanda bulunulmamıştır.[188]
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller :
Tirmizî'nin yaptığı
rivayete göre, Resûltillah (A.S.) Efendimiz namazda her eğildiğinde ve her kalktığında
tekbîr, getirirdi.»
Nesâî'nin Ebu
îshak'tan, onun da Abdurrahman b.
Esved'den, onun da Alkame'den ve
yine Esved'in İbn Mes'ûd'dan yaptığı rivayette, deniliyor ki : «Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz her eğildiğinde, başını kaldırdığında, oturduğunda ve ayağa
kalktığında tekbîr getirirdi. Ebubekir ile Ömer (R.A.) da öyle yaparlardı.»
Tirmizî bu hadîs için .
hasen ve sahih demiştir. Ayrıca aynı hadisi Ahmed b. Hanbel ve İbn Ebi Şeybe
ve İshak b. Rahuye ile Dare-mî kendi müsnetlerinde; Taberânî ise, Mu'cem'inde
rivayet etmişlerdir. Ancak bunların rivayeti şu lâfızla belirlenmiştir :
«Peygamber (A.S.) Efendimiz namaza kalkınca, ayakta durduğu zaman tekbîr
getirirdi, sonra rükû'a varınca da tekbîr getirirdi. Sonra SEMİ'ALLA-HU LİMEN
HAMİDEHÜ deyip rukû'dan kalkarak belini doğrultunca RABBENA LEKE'L-HAMD derdi.
Sonra secde için eğilince tekbîr ge tirir, secdeden başını kaldırınca yine
tekbîr getirir, sonra tekrar secdeye eğilince tekbîr getirir, sonra secdeden
başını kaldırınca yine tekbîr getirirdi. Sonra da bunu namazın her rekâtinde
namazı bitirinceye kadar yapardı. İkinci rekâtin sonunda oturup et-Tehiyyattan
sonra kalkınca yine tekbîr getirirdi.»[189]
Buharı bu rivayeti şu
fazlalıkla nakletmiştir : «İşte bu Resûlüllah (A,S.) Efendimizin vefat edinceye
kadar kıldığı namazdır.»
Ayrıca Buharî ve
Müslim'in Ebû Hüreyre'den Ebu Seleme'nin şöyle rivayet ettiğini nakletmişlerdir
: Ebu Hüreyre halka namaz kıldırırken ne kadar eğilse ve başım kaîdırsa tekbîr
getirirdi. Namazı bitirince de şöyle demiştir : Sizden en çok Resûlüllah'uı
(A.S.) namazına benim namazım benzemektedir.»
İki şeyhin Ebû
Hüreyre'den yaptıkları bir diğer rivayette, Ebu Hüreyre (R.A.) ne kadar eğilir
ve başını kaldırırsa tekbîr getirirdi. Kendisine, «bu ne tekbîrlerdir ya Ebâ
Hüreyre?!» diye sorduğumuzda şu cevabı verdi : «Şüphesiz M bu, Resûlüllah'm
namazıdır.»[190]
îmanı Mâlik'in
el-Muvatta'da îbn Şitiab ez-Zührî'den, onun da Ali b. Hüseyin b. Ali b, Ebî
Tâlib'den yaptığı rivayete göre, «Resûlüi-lah (A.S.) Efendimiz namazda ne kadar
eğilse ve başını kaîdırsa tekbîr getirirdi ve O, Aziz ve Celîl olan Allah'a
kavuşuncaya kadar hep böyle yapardı.» [191]
785 nolu îbn Mes'ûd
hadîsinin bir benzerini Buharî ile Müslim Imrân bin Husayn'den rivayet
etmişlerdir ve yine bunun bir benzerini Ebû Hüreyre'den rivayet ettiklerini
görmekteyiz. İmam Ahmed ve Nesâî ise, fbn Ömer'den, İbn Ebî Şeybe, Ebu Mâlik
el-Eş'ârf den rivayet etmişlerdir. Ayrıca Ebu Dâvud, Ahmed, Nesâî ve İbn Mâce,
Vâil b Hücür'den rivayet etmişlerdir. Böylece hadîsin birçok tariklerle
rivayet edilmesi, onun hem sıhhatma, hem meşhur derecesine yaklaştığına delâlet
etmektedir.
Böylece namazda rüku
dan kalkıldığı dışında diğer her eğilmede ve kalkmada tekbîr getirmenin
meşruiyeti ortaya çıkmış oluyor. O 'bakımdan İmam Nevevî Müslim Şerhinde diyor
ki : «Bu, bugün de, geçen asırlarda da üzerinde icma' vâki olan dinî
hükümlerden biridir »[192]
Nitekim dört halîfe ve tabun devrinde de namaz aynı şe-iküde belirtilen
tekbîrlerle kılınmıştır. el-Beğavî, Şerhu's-Sünne'de diyor ki : «Ümmet bu
tekbîrlerin meşruiyeti üzerinde ittifak etmiştir.»
786 nolu Ikrime hadîsinde 22 tekbîr söz konusu
edilmiştir ki, bu dört rekâtli namazda gerçekleşir, şöyle ki : îftitah Tekbîri
dışında her rekâtte beş tekbîr yer almaktadır. Bir de ikinci rekâtin celsesinden
kalkıldığı zaman bir tekbir getirilir, böylece İftitah Tekbîriyle birlikte 22'ye ulaşmış olur.
787 nolu Ebu Musa hadîsinde safların düzgün
tutulmasıyla ügili emrin nedb üzere olduğunu yine Nevevî söylemiştir.
Sizden biriniz imam
olsun, emrine gelince, bunun üzerinde farklı görüşler ortaya çıkmıştır: Kimine
göre, nedeb, kimine göre vücub ifâde eder. Diğer bazı ilim adamları da sünnet
olduğuna delâlet eder, demişlerdir. İleride bu konuya geniş yer verileceğinden
burada üzerinde durmak istemiyoruz.
«Tüke bi-tüke» yi «Bu
ona karşılıktır yani imamın dediğine karşılık sizin aynı şeyi söylemenizdir»
şeklinde yorumlamıştık. Ancak bazı ilim adamları bu cümleyi değişik şekilde
tefsir etmişlerdir. Şev-kanî diyor ki : İmam sizden az önce rükû'a eğilir, siz
de rükû'dan, ondan biraz sonra başınızı kaldırırsınız, böylece sizin rükû'nuz
zaman itibariyle, onun rükû'una denk gelmiş olur. Secdelere de gidildiğinde
aynı durum meydana gelir ve bir denkleşme gerçekleşir.[193]
Rükû'dan kalkıldığında
SEMİ'ALLAHÜ LÎMEN HAMİDEHÜ'nun manası, Allah hamdinizi kabul eder, demektir,[194]
1- Namazda
her rekâtte beş yerde tekbîr getirmek sünnettir.
2- îftitah
Tekbîri getirmek farzdır.
3- İmam
Mâlik'e göre, belirtilen yerlerde getirilen beş tekbîr vâcibdir,
4- Birinci
oturuştan kalkıldığında da tekbîr getirmek
sünnettir.
5- Dört
rekâtli bir namazda 22 defa tekbîr
getirilir. Bunlardan biri farz, diğerleri, üç imama göre, sünnet; İmam
Mâlik'e göre ise, vâcibdir.
6- Tekbir,
ALLAHÜ EKBER sözüyle söylenir. Buna yakın tazim ifade eden sıfatlarla da
söylenebileceğine cevaz verilmiştir. [195]
Cemaatin uydukları
imamı iyice takip edebilmeleri için, imamın getireceği tekbîrleri duymalarına
bir bakıma ihtiyaç vardır. Özellikle çok büyük camilerde ve kalabalık bir
cemaatin önünde namaz kılındığında bu ihtiyaç biraz daha kendini hissettirir.
O bakımdan imamın namaz süresince getireceği tekbîrleri aşikâr söylemesi meşru
kılınmıştır.
İlgili hadîsler :
Saîd b. el-Hâris CRA.)
den yapılan rivayette, demiştir ki : «Ebu Saîd
(R.A.) bize namaz kıldırdı ve
başını nrken tekbîr getirdi, secdeye giderken yine tekbir getirdi, secdeden
kalkarken yine tekbîr getirdi; iki rekâti
kılıp üçüncü rekâte kalktığınla yine tekbîr getirdi. Sonra da şöyle dedi :
Ben, Resûlüllah (A.S.) Efendimizi (namaz kılarken) böyle gördüm.»[196]
Câbir (R.A.)
den yapılan rivayette, demiştir ki :
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz hasta idi, oturduğu halde bize namaz kıldırdı ki arkasında
bulunuyorduk. Ebubekir Siddîk de O'mm tekbîrini bize (intikal ettirerek)
duyuruyordu.»[197]
I Diğer bir rivayette,
şöyle demiştir : «Resûlüllah (A'S.) Efendimiz bize öğle namazını kıldırdı ki,
Ebubekir (R.A.J da O'nun arkasında bulunuyordu. Peygamber (A.S.î tekbîr
getirince, o da tekbîr getiriyor ve bize duyuruyordu.»[198]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- İmam
namaz kıldırırken her rekâtte beş yerde tekbîr getirmesi ve arkasında
kendisine uyanlara duyuracak kadar sesli söyle-jmesi sünnettir.
2- Bir
rahatsızlıktan dolayı imamın oturarak
namaz kıldırması caizdir.
3- îmamın
getirdiği tekbîri , cemaat duyamıyorsa, o takdirde imama yakın olan birinin
tekbîrleri işitilecek kadar yüksek sesle intikal ettirmesi caizdir.
Hadislerin ışığında
müctehit imamların görüş, istidlal ve içtihatları :
a) Hanefîlere, Şâfiîlere ve Hanbelüere göre,
imamın aşikâr tekbîr getirmesi sünnettir.
b) Mâlikilere göre, müstehabdır.[199]
Az yukarıda da
belirttiğimiz gibi, her rekâtte beş tekbîr getirmek üç mezhebe göre, sünnet,
Hanbelüere göre, vâcibdir. İmamın bu tekbîrleri cemaatin duyabileceği bir sesle
aşikâr söylemesi ise, çoğuna göre sünnettir.
İmam tekbîr getirirken
sesini duyuramıyorsa, imama yakın yerde olan cemaatten birinin o tekbîrleri
intikal suretiyle tebliğ etmesi caizdir. Ancak bununla namaza ihram niyeti
getirmesi uygun olur. Sadece tebliğ niyetiyle intikale çalışırsa, Şâfülere
göre, namazı hükümsüz olur. Hanefilere göre de böyledir.[200]
1- İmamın
namaz kıldırırken tekbirleri aşikâr söylemesi sünnettir.
2- Cemaatın
çokluğunda veya imamın sesinin az
çıkmasından dolayı duyulmuyorsa, o takdirde cemaattan biri tekbîrleri duyurmaya
çalışır, bu da müstehabdır. Sünnet diyenler de var.
3- Mübelüğ
yüksek sesle tekbîr getirirken, yalnız
tebliğe niyet etmiş olmayacak, aksi halde bazı mezheplere göre, namazı
hükümsüz olur. [201]
İslâm, ibâdeti hem
âdetten, hem keyfi hareket ve sözlerden ayırmak, ona ciddiyet ve resmiyet
kazandırmak için birtakım ölçüler koymuş, kurallar getirmiştir. O bakımdan
hemen her ibâdette o ölçü ve kurallara riâyeti gerekli kılmış ve ibâdetin kabul
olunması için onların bir kısmını şart, bir kısmını rükün, bir kısmını vâcib,
bir kısmını da sünnet ve adâb çerçevesi içine almıştır.
O bakımdan rükû'un
şekil ve sureti de belirlenmiş, Resûlüllah'-ın (A.S.) kavli ve fiili sünnetiyle
bunun sınırları çizilmiştir.
İlgili hadîsler:
Ebû Mes'ûd Ukbe b.
Amîr'den yapılan rivayette •.
«Ebu Mes'ûd rükû'a
vardığında ellerini (kollarımı yanlarından biraz uzaklaştırıp uzak tutar, iki elini dizlerinin ön
kısmının üzerine koyar, parmaklarının abasını açık tutar ve şöyle derdi:
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'i böyle
namaz kılarken gördüm.»[202]
Diğer bir rivayette,
Rîfaâ b. Râfi'in (R.A.) Peygamber (A.S.) den naklettiği haberde, Peygamber (A.S.)
buyurdu ki : «Rükû'a vardığında iki elinin iç kısmını dizlerin üzerine koy!» [203]
Mus'âb b. Sa'd (R.A.)
den yapılan rivayette, demiştir ki : «Babamın yanıbaşmda namaz kılıyordum, iki
elimin içini üstüste getirdikten sonra iki uyluğumun arasına koyuyordum. Babam
beni böyle yapmaktan men'etti ve şöyle dedi : Biz de öyle yapıyorduk, ama
ellerimizi dizler üzerine koymakla emrolunduk.»[204]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Rükû'a
eğildiğinde kolları biraz açık tutmak, parmaklar arasını hafif açık
bulundurarak elleri dizlerin ön kısmını kaplar şekilde koymak sünnettir.
2- Rükû'da
ellerinin iç kısmını birleştirip uyluk arasına koymak mekruhtur.
Hadîslerin ışığında
müctehit imamların görüş, istidlal ve ihticacları :
a) Hanefîlere göre :
Rûkü'da elleri diz
kapakları üzerine koymak sünnettir. Bu, As-hab-ı-Kiramm hemen hepsinin görüş ve
amelidir. İbn Mes'ud (R.A.) ise, iki elin içini biraraya getirip uyluklar
arasında koymanın sünnet olduğunu söylemişse de, sahîh kabul edilmemiştir.
Hanefîler bu konuda
Enes (R.A.) den yapılan şu rivayetle istidlal etmişlerdir : «Rükû'a gittiğinde
iki elin içini dizlerin üzerine koy, parmakların arasını açık tut..»[205]
b) Şafiîlere göre :
Rükû'da iki elin
içiyle diz kapaklarını tutmak ve parmaklar arasını açık bulundurarak kıbleye
tevcih etmek sünnettir..[206]
c) Hanbelilere göre :
Rükû'a giden kimseye,
ellerini dizleri üzerine koyması vâcibdir. Bu, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'den
rivayet yoluyla sabit olmuştur. Aynı zamanda Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Sa'd, İbn
Ömer ve Tabiinden önemli bir cemaat de böyle yapmışlardır. îmam Sevrî, îmam
Mâlik, îshak b. Rahuye ve rey tarafdarları da aynı görüştedirler.[207] Ancak
ismi geçenlerden bir kısmına göre, vâcib, bir kısmına göre sünnettir.
Seleften bir gruba
göre, ellerinin içini birbirine kavuşturup uyluk arasında tutmak vâcîb veya
sünnettir. Ancak İslâm'ın ilk yıllarında bu böyle idi, sonra neshedildi, yani
böyle yapmak kaldırıldı. Mus'ab hadîsi de buna delâlet etmektedir.[208]
d) Mâlikilere göre :
Sahnûn'un ibn
Kasım'dan naklen tesbitine göre, İmam Mâlik rükû' hususunda bir had koymamış,
bunu bid'a saymış ve herkes nasıl rükû' yapıyorsa öyle rükû' yapılır, demiştir.[209]
Abdurrahman el-Ceziri
ise, bu meseleyle ilgili Mâliki mezhebinin görüşünü şöyle nakletmektedir :
«Elleri dizlerin üzerine koymak, kolları yanlardan biraz açmak menduptur,
sünnet değildir. Rükû'da parmakların arasını açmak veya kapamak söz konusu değildir,
kendi haline bırakılır, sadece temkini sağlamak için eller iyice diz
kapaklarına dayatılır.[210]
Diğer üç mezhebe göre,
kadınlar rükû'da kollarını yanlarından açık tutmazlar, bilâkis tam yanlarına
bitiştirerek rükû' yaparlar. Bunda, ittifak vardır.
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller :
Ebu Cafer et-Tahavi bu
meseleyle ilgili, farklı rivayetleri naklederek rükû'da elleri nasıl tutmanın
sünnet olduğunu belirtmeye çalışmıştır. Önce, iki elin içini birbirine dayayıp
uyluk arasında tutanların istidlal ettikleri rivayetleri şöyle
sıralamıştır:
Alkarna ve
el-Esved'den yapılan rivayette, bu iki zat, Abdullah'ın yanma girmişler.
Abdullah onlara, «bunlar sizin arkanızda
İnamaz kıldılar mı?» diye sormuş, onlar da «evet...» diye cevap vermişler.
Bunun üzerine Abdullah kalkıp namaza dururken birini sağma, diğerine soluna
almıştır. Alkame ile Esved devamla diyorlar ki, bizler ellerimizi dizlerimiz
üzerine koyup rükû'u yerine getirdik. O eliyle ellerimize vurdu ve ellerimizin
içlerini bitiştirdi, sonra da kendi ellerini bitiştirip uylukları araşma
koyduktan sonra şöyle dedi: «İşte Peygamber
(A.S.) da böyle yapardı.»
Aynı rivayet iki ayrı
tarikden daha yapılmıştır. Bazıları bu rivayetlerle ihticac ederek rükû'da
ellerin içlerini bitiştirip uyluk arasına konulması görüşünü savunmuşlardır.[211]
Ebu Abdurrahnıan'm
yaptığı rivayete göre, Ömer CR.A.) şöyle demiştir : «Ellerinizle dizlerinize
iyice tutunun, çünkü diz kapaklarına iyice tutunmak size sünnet kılınmıştır.»
Ata' b. Sâib, Salim
el-Birad'dan rivayet ediyor ve «Salim benim yanımda kendi nefsimden daha sika
(güvenilir) dir» diyor. Salim şöyle demiştir: Ebu Mes'ud el-Bedrî bize dedi ki:
«Size Resulüllâh'-m (A.S.) nasıl namaz kıldığını göstereyim mi?» Bunu müteakip
uzun bir hadis nakletti ve sonra şöyle dedi : «Resûlüllah (A.S.) rü-kû'a vardı,
iki elinin içlerini dizleri üzerine koydu ve parmaklarını diz kapaklarının
altına doğru açık bir vaziyette bulundurdu»[212]
Amir b. Atâ' da diyor
ki : Ebu Humayd es-Sâidî'den işittim, o, biri Ebu Katâde olmak üzere on tane
ashabın yanında belirtilen şekilde rükû' yapıldığını söylemiş, hepsi de doğru
söylüyorsun diye onu tasdik etmişlerdir.
Mus'ab b. Sa'd'in de
kendi babasından buna benzer bir rivayet yaptığı, namazda ellerinin içini
üstüste koyup uylukları arasında tutunca, babası ona mani olmuş ve
«oğulcağızım, biz de öyle yapıyorduk. Sonra Resûlüllah (A.S.) Efendimiz,
ellerimizin içini dizlerimizin üzerine koymamızı emretti,» demiştir.
Ebu Cafer bu mana ve
hükümde birkaç rivayet naklettikten sonra rükû:da elleri dizlerin üzerine
koymanın sünnet olduğu neticesini istidlal ederek aksine olan rivayetlerin
hükmünün kaldırıldığını belirtiyor.
Enes b. Mâlik (R.A.)
diyor ki:
«Resûlüllah (A.S.)
Efendtmiz'e on yıl hizmet ettim, hiçbir gün beni dövüp azarlamadı, eliyle beni
itmedi ve ağır bir söz söylemedi ve yüzünü bile olsun ekşitmedi...» Enes
anlattıklarını uzun uzadıya ifade ettikten sonra şöyle dedi : «Peygamber (A.S.)
bana, oğulcağı-zım, rükû'a vardığında ellerin içini dizlerin üzerine koy ve
parmakların aralarını açık bulundur, kollarım da iki yanından açıp biraz
yüksekçe tut...» Bu hadîsi Taberâm* el-MuJcemü's-Sağîr'inde, Ebu Ya'lâ
el-Mevsalî kendi Müsned'inde rivayet etmişlerdir.
Bu manada bir diğer
hadîsi İbn Adiy el-Kâmil'de, el-Akiylî ve İbn Hibban Kitabu'z-Zuafa'da Kesir b.
Abdullah Ebu Hâşim el-Âmâ-li'den rivayet etmişlerdir. Ancak İbn Adiy ve
el-Akiylî hadisin zayıf olduğunu belirtmişler; râvilerinden Kesir b. Sâlim'in
hadîs uydurduğunu İbn Hibban söyleyerek güvenilir bir kişi olmadığına dikkatleri
çekmişlerdir.[213]
Ebu Velîd Muhammed b.
Abdullah el-Erzakî Mekke Tarihi'nde İsmail b. Râfi' tarikiyle Enes b. Mâlik'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir : «Resûlüllah
(A.S.) Efendimizle birlikte
Mescid-i Hayf'de bulunuyordum. İki adam O'na geldi. Biri Ansardan, diğeri
Sakîf kabilesinden idi, SakifH öne geçip bir şey sormak isteyince
Peygamber (A.S.) ona : SaMfîi kardeş! hacetin ne ise sor, ama ister sen
ne sormak istediğini ben sana haber vereyim? O da, bu benim için çok daha
uygun olur, diye cevap verdi. Peygamber (A.S.), namazından sormak üzere
geldin, değil mi- O da, evet, seni hak peygamber olarak gönderen Allah hakkı
için öyledir, dedi. Peygamber (A.S.) ona şöyle buyurdu : «Gecenin evvelinde ve
sonunda namaz kü, sonra gecenin ortasında uyu. Namaza kalktığın zaman, rükû'a
vardığında ellerini dizlerin üzerine koy, parmakların arasını açık tut, sonra
başını kaldır ve eklemlerinden her biri yerini alıncaya kadar doğrulup
bekle..» Bu hadîsin bir benzerini de İbn Hibban kendi Sahîh'inde rivayet
etmiştir. Taberânî ise el-Mu'cem'inde naklederek hadîsin tamamını
zikretmiştir.[214]
Zeylaî, rüku'da
ellerin dizler üzerine konulmasıyla ilgili ona yakın hadîs rivayet etmiştir
ki, çoğu sahihtir. Böylece namazda rükû'da elleri dizler üzerine koymak,
parmaklar arasım biraz açık tutmak sünnettir. Aksine bir şekil ise mekruhtur.
794 ve 795 nolu Ebu
Mes'ud ve Rifa'a hadîslerinin ricali sikat (güvenilirler) dir. O bakımdan her
iki hadisin sıhhati üzerinde şüphe eden çıkmamıştır.
796 nolu Mus'ab
hadisini ise Tirmizî sahîhlemiştir. Aynı zamanda bu manada ona yakın hadis
rivayet edilmiştir.[215]
1- Rükû'a
gidildiğinde elleri dizler üzerine
koymak ve parmaklar arasım biraz açık tutmak sünnettir.
2- Rükû'da
ellerin içlerini birbirine yapıştırıp
uyluk arasına konulması ile ilgili hüküm kaldırılmıştır. O bakımdan
yapılmasında kerahet vardır.
3- Rükû'da
kolları biraz yükseltip açık tutmak müstehabdır. Kadınların ise, kollarını
yanlarına bitiştirmeleri müstehabdır. [216]
Namaz baştan sonuna
kadar duâ, zikir ve teşbihten ibarettir. O bakımdan rükû' ve secdelerde de
sadece şekle bağlı kalmmayıp zikir ve teşbih yapılır.
İlgili hadîsler:
IHuzayfe (R.A.) den
yapılan rivayette, demiştir ki : «Peygamber (A.S.) ile beraber namaz kıldım.
Rükû'a da SÜBHANE RABBİYE'L-AZÎM diyordu. Secdelerde ise, S RABBİYE'L-A'LÂ
diyordu. Peygamberimiz (A.S.) namazda ne kadar bir rahmet âyetine gelirse,
durup orada rahmet ister, ne kadar azâb âyetine gelirse, ondan (Allah'a) sığınırdı.»[217]
Ukbe b. Âmir (RA.) den
yapılan rivayette, demiştir ki FESEBBİH İSME RABBİKE'L-AZÎM âyeti indiğinde,
ResûlüUah (A.S.) Efendimiz bize, bunu rükûunuzda yerine
getirin, diye buyurdu. SEBBİH İSME RABBİKE'L-A'LÂ âyeti
inince, Resûlüllah (A.S.), bunu da
secdelerinizde yerine getirin, buyurdu.»[218]
Hz. Aişe (R.A.)
yapılan rivayette, «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz rükû' ve secdelerinde şöyle
derdi : SÜBBUHUN- KUDDÜSUN RAB-BÜ'L-MELÂİKETİ VE'R-RUH..»[219]
Yine Hz. Aişe (R.A.)
den yapılan rivayette, demiştir ki : «ResûlüUah (A.S.) Efendimiz, rükû' ve
secdelerinde çokça SÜBHANE'LLA-HÜMME RABBENA VE BİHAMDİKE, ALLAHÜMME'ĞFİR LÎ..
Böylece Resûlüllah Kur'ân'ı te'vîl ederdi.»[220]
Kur'ân'ı te'vilinden
maksat, FESEBBİH BÎ-HAMDÎ
RABBİKE VE'STEĞFİRHU âyetini yorumlayarak adı geçen şekilde duâ ederdi.
Avn b. Abdullah b. Utbe'den, o da İbn Mes'ud'dan (R.A.) yaptığı rivayette,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur : «Sizden biriniz rükû' yaptığı zaman, rükû'unda üç defa SÜBHANE
RABBÎ-YE'L-AZÎM derse, gerçekten rükû'u tamamlamış olur. Bu da (oradaki
teşbihin) en aşağı (sayısıdır). Secde
ettiği zaman, secdesinde üç defa SÜBHANE RABBİYE'L-A'LÂ derse, gerçekten secdesi tamamlanmış olur ve buda
(secdede yapılan teşbihin) en aşağı (sayısıdır).»[221]
Saîd b. Cübeyr (R.A.)
den, o da Enes b. Mâlik (R.A.) den yaptığı rivayette, Enes (R.A.) şöyle
demiştir : «Resûlüllah (A.S.) Efendi-miz'in arkasında namaz kıldıktan sonra, şu
gencin namaz kıldırmasından daha çok ona benzeyenini görmedim. Bununla Ömer b.
Abdü-laziz'İ kasdediyordu. Enes devamla diyor ki : «Biz onun rükûunda on
tesbîh, secdesinde de on teşbih söylediğini takdir edip (saydık).»[222]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Rükû'da
SÜBHANE RABBÎYE'L-AZÎM demek sünnettir.
2- Secde de
ise, SÜBHANE RABBİYE'L-A'LÂ demek sünnettir.
3- Namazda
kıraat esnasında rahmet âyetlerine gelince, Allah'tan rahmet dilemek, azap
âyetlerine gelince, Allah'a sığınmak
müstehabdır.
4- Ayrıca
rükû ve secdelerde SÜBBUHUN, KUDDUSÜN RABBÜ'L-MELAİKETİ VE'R-RUH demek
müstehabdır.
5- Rükû' ve
secdelerde yapılan teşbihleri üçer defa söylemek sünnettir.
Hadislerin ışığında
müctehit imamların görüş, içtihat, istidlal ve ihticaclan:
a) Hanefîlere göre :
Rükû'da üç defa
SÜBHANE RABBİYE'L-AZÎM demek sünnettir. Bu, aynı zamanda ilim adamlarının
çoğunun kavlidir. Haneliler bu konuda Akabe b. Âmir CR.A.) den yapılan şu
rivayetle istidlal etmişlerdir : «FESEBBÎH BÎSMİ RABBİKE'L-AZÎM âyeti inince,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, bunu rükû'unuzda yerine getiriniz, buyurdu.
SEBBİH İSME RABBİKE'L-A'LÂ âyeti inince, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, bunu da
secdenizde yerine getiriniz, buyurdu.
Rükû' ve secdelerde
sözü edilen teşbihleri üçer defa söylemek sünnettir ve bu en aşağı sayıdır.[223]
Ayrıca Hanefîler îbn Mes'ûd (R.A.) den yapılan şu rivayeti de kendilerine senet
olarak seçmişlerdir : «Sizden biriniz namaz kıldığı zaman rükûuııda üç defa
SÜBHANE RABBİYE'L-AZÎM desin. Secdesinde ise, üç defa SÜBHANE RABBİYE'L-A'LÂ
desin. Bu, en aşağı sayıdır.
O bakımdan İmam
Muhammed'den yapılan bir rivayette, rükû' ve secdelerde sözü edilen tesbîhi
sadece bir defa söylemek mekruhtur, dediği belirtilmiştir. Çünkü hadîs bunun
en aşağı sayısını üç olarak belirlemiştir. Üç defadan fazla söylemek ise daha
faziletlidir.[224]
b) Şâfiîlere göre :
Rükû'da bir defa
SÜBHANE RABBÎYE'L-AZÎM demekle sünnet yerine gelmiş olur. İkinci ve üçüncü defa
tekrarlamak menduptur. İmam üçten fazla söylemez, ama münferit (yalnız başına
namaz kılan) söyleyebilir.
Ayrıca yalnız basma
namaz kılan kimse rükû'da teşbihten sonra şu duayı okuması müstehabdır :
«ALLAHÜMME LEKE REKÂ'TÜ VE BİKE AMENTÜ VE LEKE ESLEMTÜ HAŞAA LEKE SEMİ VE
BASARİ VE MUHHÎ VE AZMÎ VE ASABİ VEMA'STEKALET KA-DEMÎ.[225]
Kâsâni ise, bu konuda
Şafiî'nin görüşünü belirtirken, rükû'da sadece bir defa teşbih söyler, diyerek
bir sınırlamaya yer vermiştir. İllet olarak da bu mezhebin şöyle dediğini
nakletmiştir : «Çünkü bir fiil ile emir tekrarı gerektirmez. O bakımdan bir
defa yerine getirilince emre imtisal gerçekleşmiş olur.»[226]
Oysa az önce de belirttiğimiz gibi, bir defa söylemek, sünnet, ikinci ve
üçüncü defa söylemek menduptur, İhtimal Kâsânî, sadece sünnet olanı yansıtmakla
yetinmek istemiştir.
Ayrıca İmam Şafiî bu
mesele hakkında şöyle demiştir : «Rükû'a eğilenin o vaziyette üç defa SÜBHANE
RABBİYE'L-AZÎM demesini müstehab görüyorum. Yapılan rivayete göre Resûlüllah
(A.S.) Efen-miz rükû' ve secdelerinde ne demişse, onu kısaltmamamız bence
müstehabdır, ister namaz kılan imam, ister münferit olsun..»[227]
Anlaşılan İmam Şafiî
rükû'da söylenecek tesbîh hususunda İbn Mes'ûd hadisim dikkate almış ve onunla
istidlal etmiştir. Ancak el-Ümm'de, «eğer hadîs sahihsa...» ifadesini
kullandığına bakılırsa, bu mesele üzerinde içtihatta bulunurken hadîsi tesbit
edebilmiş, sadece sıhhati üzerinde yeterli bir araştırmada bulunma imkânı elde
edemediğini ima etmek istemiştir.
c) Hanbelîlere göre :
Rükû'da üç defa
SÜBHANE RABBÎYE'L-AZÎM söyler ve bu kemal derecesinin en aşağısıdır. Şayet bir
defa söylerse kafi gelir.
Hanbeliler bu konuda
Akabe b. Âmir hadîsiyle istidlal etmişlerdir. Ayrıca el-Esrem'in Hüzayfe
(R.A.) den- yaptığı şu rivayeti de kendilerine senet seçmişlerdir : «Rükû'a
eğildiğinde üç defa SÜBHANE RABBİYE'L-AZÎM söyler...»
Ayrıca îmam Ahmed'in
Hasan el-Basrî'den yaptığı rivayette, adı geçen şöyle demiştir : «Tam olan tesbîh yedi
defadır, ortalama olanı beş, en aşağı olanı üç defadır...»[228]
d)
Mâlikîlere göre :
Rükû ve secdelerde
teşbih menduptur ve onun belirli bir lafzı yoktur. Ancak zikredilen lâfzı
söylemek afdaldır. Aynı zamanda belirtilen iki yerde tesbîh için belirlenmiş
bir sayı da söz konusu değildir.[229]
İbn Kudame de îmam
Mâlik'in bu konuda şöyle dediğini naklet-mistir : «Bize göre, rükû' ve secde de
sınırlanmış bir tesbîh yoktur. Sadece ben rükû' ve secdede tesbîh olduğunu
işittim.»[230] İmam Mâ-! lik'in
«işittim» sözünden maksat, bu husustaki
rivayetler kulağıma kadar ulaştı,'demektir.
Haber-i vahid olarak
rivayet edilen hadîslerin delil olabilmesi için, İmam Mâlik'e göre, o haberin
Medinelilerin ameline uyması şarttır. Aksi halde yani onların ameline uymayan
haber-i vahid'le amel edilmez. Burada da îmam Mâlik hadîslerden ziyade
Medineli'-lerin amelini dikkate almış ve «üç defa SÜBHANE RABBİYE'L-AZÎM
söyler» mealindeki haber-i vahidle istidlal etmemiştir.
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller :
Rükû'da belirtilen
teşbihten başka Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'-in birtakım dualar yaptığı rivayet
yoluyla sabit olmuştur. Bunlardan birkaç örnek verelim:
Abdullah b. Ebî
Râfi'in Hz. Ali (R.A.) den yaptığı rivayette, demiştir ki : «Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz rükû'da bulunduğunda şöyle diyordu : ALLAHÜMME LEKE REKÂ'TÜ VE BİKE
ÂMENTÜ VE LEKE ESLEMTÜ VE ENTE RABBÎ, HAŞAA LEKE SEM'Î VE BASARI VE MUHHÎ VE
AZMÎ VE ASABÎ LİLLAHİ RABBİ'L-ÂLEMÎN.»[231]
Mesruk'un Hz. Âişe (R.A.)
dan yaptığı rivayette, demiştir ki : «Resûlülah (A.S.) Efendimiz rükû'unda
(duaları) çoğaltır ve şöyle derdi : SÜBHANEKE'LLAHÜMME VE Bİ-HAMDİKE
ESTAĞFİRÜ-KE VE ETÜBU İLEYKE, FAĞFİR LÎ İNNEKE ENTE'T-TEVVAB.»[232]
Mutarrif in Hz, Âişe
(R.A.) dan yaptığı rivayette, Hz. Aişe def iniştir ki : «Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz rükû' ve secdelerinde şöyl^ derdi : SÜBBUHUN KUDDUSÜN RABBÜ'L-MELÂİKETİ VE'R-RUH.*[233]
Yine Hz. Aişe (R.A.)
dan, Rebi'u'l-Müezzin tankıyla yapılan ri-vâyette, Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin bir gece secdede şöyle dua ettiğini işitmiştir : ALLAHÜMME İNNÎ
EÛZÜ Bİ-RIDAKE MİN SAİ-HATİKE VE EÛZÜ Bİ-AVFİKE MİN İKABÎKE VE EÛZÜ BİKE İ KE,
LÂ UHSÎ SENÂEN ALEYKE ENTE KEMA ESNEYTE ^ NEFSİKE.»[234]
Ebû Cafer et-Tahavî bu
ve benzeri rivayetleri sıraladıktan son1-ra şöyle diyor : Bir topluluk bu
haberleri dikkate alarak, adamın rükû' ve secdelerde hoşuna gittiği duaları
yapmasında bir sakınca yolî-tur, demişler ve onlara göre, bu iki yerde
belirlenmiş bir dua ve teş-bîh yoktur. Delilleri de yukarıdaki
rivayetlerdir.
Diğer bir topluluk
onlara muhalefet ederek şöyle demişlerdir:
Namaz kılan kimsenin
rükû'unda SÜBHANE RABBİYE'L-AZÎM teşbihinden başkasını söylemesi uygun olmaz,
ama bunu istediği kadar tekrarlayabilir, üç defadan aşağı söylemesi de uygun
olmaz Aynı zamanda secdesinde de, SÜBHANE RABBİYE'L-A'LÂ dan başka bir şey
söylemesi uygun olmaz. Ama bunu istediği kadar tekrarlayabilir, üç defadan
aşağı olması da uygun değildir. Bunlar konumuzun başında naklettiğimiz Akabe b.
Âmir hadîsiyle istidlal ve ihticac etmişlerdir. Ayrıca bu grup, Akabe b. Âmir
hadîsinde geçen iki âyet inmeden önce, Resûlüllah'm (A.S.) değişik dualar
okuduğu oluyordu, ama o âyetler inince artık rükû'da sadece SÜBHANE
RABBİYE'L-AZÎM ve secdede SÜBHANE RABBİYE'L-A'LÂ teşbihlerini söylemiştir.
Bu âyetler inince
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ashabına rükû'da ve secdede bu iki teşbihin
söylenmesini emretmiş, böylece bu emir önceki dua ve teşbihleri neshetmiştir.»[235]
Sonra da Ebû Cafer
et-Tahavî, Resûlüllah'ın (A.S.) rükû'da SÜBHANE RABBİYE'L-AZÎM ve secdede
SÜBHANE RABBİYE'L-A'LÂ dediğine dair rivayetleri nakledip sıralamıştır. Sonuç
olarak da görüşünü şöyle belirtmiştir : «Bu açıdan biz tekbîri kendine has
yerlerde, teşehhüdü
kendine ait yerde, istiftahı kendine has yerde, teslimi kendine has yerde anıp
başka bir şeye geçnıemeyi belirttik. Bunlar gibi rükû' ve secdelerde de has bir
zikir vardır, başkasına geçmek uygun değildir.» [236]
Zeylaî rükû'da teşbih
konusuyla ilgili rivayetleri muhtelif tarik lerden naklederek şöyle
sıralamıştır :
«Sizden biriniz rükû'a
eğildiğinde, orada üç defa şöyle desin : SÜBHANE RABBÎYE'L-AZÎM ve bu en aşağı
olanı (sayıca en aşağı derecede bulunanı) dır.»[237]
İbn Mace ise, Avn b.
Abdullah tarikiyla İbn Mes'ud (R.A.) den, Resûlülİah'm (A.S.) şöyle buyurduğunu
tahrîc etmiştir : «Sizden biriniz rükû'a eğildiğinde üç defa SÜBHANE
RABBİYE'L-AZÎM desin ve bu en aşağı (sayısı) dır. Secde ettiğinde ise, üç defa
SÜBHANE RABBİYE'L-A'LÂ desin ve bu da en aşağı (sayısı) dır.» Aynı rivayeti Ebû
Dâvud da yapmıştır.
Tircnizî ise şu
lâfızla rivayet etmiştir : «Sizden biriniz rükû'a eğildiğinde, orada üç defa
SÜBHANE RABBİYE'-AZÎM derse, gerçekten rükû'u tamamlanmıştır... Secde ettiği
zaman, orada üç defa SÜBHANE RABBİYE'L-A'LÂ derse, gerçekten secdesi
tamamlanmış olur. Bu da en aşağı (sayısı) dır.»
Ebu Dâvud, bu hadîsin
mursel olduğunu, çünkü Avn b. Abdullah'ın İbn Mes'ûd'a ulaşmadığı
bilinmektedir, demiştir, imam Tirmi-zî de, «bu hadîsin isnadı muttasıl değildir;
zira Avn, Abdullah'la bu-luşmamıştır,» der. Beyhakî de aynı görüştedir.[238]
807 nolu Huzayfe
hadîsinde rükû ve secdelerde hangi teşbihin söylenmesi gerektiği belirtiliyor,
ancak bu vâcib değil, sünnettir. Nitekim müctehit imamlar da aynı görüştedirler.
Sadece İmam Mâlik bunun mendup olduğunu söylemiştir.
Peygamberimiz namazda
ne kadar bir rahmet âyetine gelirse, durup orada rahmet ister, ne kadar bir
azap âyetine gelirse, ondan Allah'a sığınırdı, bölümüne gelince, İmam Şafiî,
bunun mendup olduğunu belirtmiştir. İshak b. Râhuye ise, rükû ve secdelerdeki
teşbihin vâcib olduğunu söylemiş ve o bakımdan kasden terkedenin na-
mazı bozulur, diye
ilâve etmiştir. Davud ez-Zahirî de aynı görüştedir. İmam Ahmed'den yapılan bir
rivayette ise, namazdaki bütün tekbîrler, rükû ve secdelerdeki teşbihler ve
rükû'dan kalkıldığında SEMÎ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHU demek vâcibdir. Bunlardan birini
kasden terkedenin namazı hükümsüz olur. îmanı Ahmed'den bunların sünnet
olduğuna dair rivayetler de yapılmıştır.
808 nolu Akabe b. Âmir hadîsini ayrıca el-Hâkim
kendi Müsted-rek'inde tahrîc etmiş, İbıı Hibban da sahîhlemiştir.[239]
809 nolu Hz. Aişe (R.A.) hadîsinde SÜBBUH VE
KUDDÜS tabirleri geçmektedir. Birincisinin mânası, noksanlıklardan, şirkten
ve ulûhiyetine lâyık olmayan her şeyden berî; ikincisinin mânası, yaratana
lâyık olmayan her şeyden pâk ve temiz olan demektir.
Hadîs sahihtir.
810 nolu yine Hz. Aişe (R.A.) hadîsine gelince,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in rükû' ve secdelerde belirtilen tesbîh ve tahmidi, ÎZA CAE NASRULLAH âyeti
indikten sonra devam ettiğini Şevkanî nakletmektedir.[240]
811 nolu Avn b. Abdullah b. Utbe hadîsinin mürsel
olduğunu Ebu Dâvud söylemiştir ki buna daha önce de işaret etmiştik.
Çünkü yapılan tesbitlere göre, Avn, Abdullah b. Mes'ûd'a (R.A.) yetişmemiştir. Aradan bir şahabının
düşürüldüğü anlaşılıyor. Tirmizî de bunun isnadı muttasıl değildir, demiştir.
Bundan, hadîsin senedinde bir kesiklik
tesbit edildiği anlaşılıyor.
Avn b. Abdullah'a
gelince, sika (güvenilir) kabul edilmiş ve as-habdan bir cemaatten rivayet
yapmıştır. Müslim de onun hadîslerini tahrîc etmiştir.
812 nolu Saîd b.
Cübeyr hadîsinin ricalinin hepsi sikat (güvenilirler) dir. Ancak Abdullah b.
İbrahim b. Amir b. Keysan Ebu Yezîd as-San'ânî üzerinde durulmuştur : Ebû
Hatim, onun salihü'l-hadîs olduğunu; Nesâi, onun rivayetinde bir beis yoktur,
demişlerdir. Aynı zamanda Nesâî onun bir hadîsini kendi kitabına almıştır,[241]
Hadîsin açık
delâletinden, rükû ve secdelerde, yalnız başına namaz kılan kimse teşbihleri
istediği kadar çoğaltabilir, yani üçten fazla tekrarlamasında bir sakınca
yoktur. Ömer b. Abdülaziz'in 10 defa söylemesi tahdidi değildir. İmama gelince,
cemaati bıkkınlık hissetmiyor da memnun kalıyorlarsa, teşbihleri üçten fazla
tekrarlayabilir. [242]
1- Rükû1 da
üç defa SÜBHANE RABBİYET-AZÎM demek sünnettir. Bir defa da söylendiği takdirde
sünnet yerine gelmiş olur.
2- Secdede
üç defa SÜBHANE RABBÎ'L-A'LÂ demek sünnettir. Bir defa söylendiği takdirde de
sünnet yerine gelmiş sayılır.
3- Rükû ve
secdelerde teşbihleri üçten fazla söylemekte
bir salonca yoktur. Ancak imamlık yapan kimsenin cemaatin durumunu
bilmesi, üçten fazla söylediğinde sıkılıp sıkılmadıklarını tesbit etmesi uygun olur. O bakımdan yalnız
başına namaz kılan kimse üçten fazla söyleyebilir. İmamın üç defa ile
yetinmesi daha uygun olur.
4- Rükû ve
secdelerde teşbihten başka dua ve benzeri şeyler söylemek hakkında müctehitler
arasında ittifak yoktur. Mendup diyenler olmuşsa da çoğu muhalefet etmiştir.
Ancak yalnız başına namaz kılan kimsenin vakti müsaitse, me'sur dua ve
teşbihleri söyleyebilir. Buna cevaz verilmiştir.
5- Namazda
kıraatte rahmet âyetlerine gelince, gönülden rahmet dilemek, azap âyetleri
gelince yine gönülden Allah'a sığınmak menduptur. Dil ile söylenmesi hakkında
ittifak yoktur.
6- İmam
Mâlik'e göre,- rükû ve secdelerde teşbih
söylemek menduptur. Bir rivayette İmam Ahmed'e göre, vâcibdir. [243]
Namazda kıraatin yeri
belirlendiği gibi, zikir ve teşbihlerin de yeri belirlenmiştir. Tesbîh
söylenecek yerlerde Kur'ân'dan bir şeyler okumak yasaklanmıştır.
Konuyla ilgili
hadîsler :
İbıı Abbas (R.A.) dan
yapılan rivayette demiştir ki : «ResûlüUah (A.S.) Efendimiz (hasta ikenî
perdeyi açtı, insanlar da o sırada Ebu Bekir'in (R.A.) arkasında saf bağlamış
durumda idiler. Peygamberimiz (A.S.) şöyle buyurdu : Ey insanlar! peygamberlik
mübeşşiratindan bir şey kalmadı, ancak sâlih rüya kaldı ki Müslüman onu görür
veya ona gösterilir. Haberiniz olsun ki, ben rükû' ve secdelerde kıraatten nıen'olundum.
Rükû'a gelince, orada Rabbinıza tazimde bulunun, secdede ise, orada duâ
hususunda gayret sarfedin, lâyıktır ki dualarınız kabul oluna..»[244]
Hadîsin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- ResûlüUah
(A.S.) Efendimiz'den sonra artık vahiy inmiye-cektir. O yoldan yapılan
tebşiratlarm kapısı kapanmış oluyor.
2- Salih
rüya, o tebşiratlarm ayrı bir tecelüsidir ki, müslüman onu görür veya ona
gösterilir.
3- Rükû' ve
secdelerde Kur'ân'dan sûre veya âyetler okumak men'edilmiştir.
4- Rükû'da Allah'a
tazim edilerek SÜBHANE RABBİYE'L-A2ÎM denilir.
5- Secdelerde
duâ yapılmasında bir sakınca yoktur.
Hadîsin ışığında
müctehit imamların görüş, tesbit, içtihat ve istidlalleri ;
a) Hanefüere
göre:
Kıraati tamamladıktan
sonra rükû'a gidilir. Sahîh olan budur.
Tekbîri ise tam
eğilirken söyler.[245] Bu
ifadeden de rükû'da Kur'-ân'dan bir şeyler okumanın mekruh olduğu anlaşılıyor.
b) Şâfülere
göre;
İmam Şafiî bu konuda
832 nolu İbn Abbas hadîsiyle istidlal etmiştir. O bakımdan el-Ümm'de şöyle
belirtmiştir : «Bir kimsenin rükû' ve secdelerde Kur'ân okumasını müstehab
görmüyorum; çünkü Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bunu men'etmiştir. Rükû ve
secdeler jkıraatm ötesinde zikir yerleridir. Bunun gibi, teşehhüt yerinde de
jbir kimsenin Kur'ân okumasını müstehab görmüyorum.»[246]
c)
Hanbelüere göre :
Rükû' ve secdelerde
Kur'ân okumak mekruhtur. Hanbelîler bu meselede Tirmizî'nin hasenleyip
sahîhlediği Hz. Ali'nin (R.A.) şu hadîsiyle istidlal etmiştir : «Resûlüîlah
(A.S.1 Efendimiz rükû' ve secdelerde Kur'ân okumamı men'etnüştir.» Ayrıca îbn
Abbas'ın rivayet ettiği hadîsi de kendilerine mesned seçmişlerdir : «Doğrusu
ben rükû' ve secdede Kur'ân okumaktan men'olundum!...» Ebu Davud'un rivayet
ettiği bu hadîsin tamamı şöyledir : «Şüphesiz ki ben, rükû' ve secdede Kur'ân
okumaktan men'olundum. Rükû'a gelince, orada Uabbınıza ta'zimede bulunun,
Secdede ise duâ etmek için gayret sar-fedin ki duanız kabul olunsun.»[247]
d)
Mâlikilere göre :
İmam Mâlik'in rükû'da
duâ edilmesini mekruh saydığını, ama bunu secdede mekruh görmediğini Sahnûn
kendi eserinde naklet-mistir.[248]
Bundan, kıraatin da rükû' ve secdede yapılmasının mekruh olduğu anlaşılıyor.
Böylece rükû' ve
secdelerde Kur'ân okumanın mekruh olduğunda müctehit imamlarm ittifakı vardır.
Buna muhalefet eden olmamıştır. [249]
1- Rükû'da
sadece Allah'a ta'zîm edilerek .belirtilen tesbîh söylenir. O balamdan rükû'da
Kur'ân okumak veya ayakta iken başlanılan kıraati rükû'da tamamlamak
mekruhtur.
2- Rükû'da
Şâfülere göre, bazı me'sur dualar yapılabilir. Mâ-likîlere göre, bu da
mekruhtur.
3- Secdede
hem teşbih, hem duâ etmek müstehabdır. Sadece belirtilen tesbîhi söylemek
sünnettir. [250]
Bu hususta da müctehit
imamların farklı tesbit ve içtihattan olmuştur. Rivayetler de biraz farklıdır.
Ebu Hüreyre (R.A.) den
yapılan rivayette, demiştir ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz namaza kalkınca,
ayağa kalkınca tekbîr getirirdi, sonra rükû'a gidince yine tekbîr getirirdi ve
sonrada o rek'atten kalkıp belini doğrultunca SEMİ'ALAHU LîMEN HA-MİDEHÜ
derdi. Sonra ayakta iken şöyle derdi : RABBENA VE LE-KE'L-HAMD. Sonra secde
için eğilirken tekbîr getirirdi, sonra başını kaldırınca yine tekbîr getirirdi,
sonra tekrar secdeye gidince tekbîr getirirdi, sonra yine secdeden başını
kaldırınca tekbîr getirirdi ve sonra da bunu her rekâtinde yapardı ve bir de
ikinci rekâte oturup üçüncü rekâte kalkınca yine tekbîr getirirdi.»[251]
Enes (R.A.) den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber
vermiştir : «İmam SEMİ'ALLAHU LIMEN HAMİDEHÜ dediği zaman siz RABBENA VE
LEKE'L-HAMD deyin.»[252]
îbn Abbas CR.AJ dan
yapılan rivayette, demiştir ki : «Resûlüllah Efendimiz başım rükû'dan
kaldırınca, ALLAHÜMME RABBENA LE-KE'L-HAMDU MİL'E'S-SEMAVATİ VE MİL'E'L-ARZİ VE
MİL'E MA-BEYNEHÜMA VE MİL'E MA Şİ'TE MİN ŞEY'İN BA'DÜ EHLE'S-SE-NÂİ VE'L-MECDİ,
LÂ MÂNİ'A LİMA A'TAYTE VELA MU'TİYE Lİ-İVİA MENA'TE VELA YENFEU ZA'L-CEDDÎ
MİNKE'L-CEDD.»[253]
Derdi.
Hadiselerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Rükû'dan
kalkıldığı zaman SEMÎ'ALLAHU LİMEN HAMÎ-DEHÜ demek sünettir.
2- Rükû'dan
kalkılıp beli doğrulttuğunda RABBENA VE LEKE'L-HAMD demek sünnettir. Bazı
rivayetlerde ise, RABBENA LEKE'L-HAMD şeklinde bir ibare nakledilerek LEKE'nin
başında (vav) kullanılmamıştır.
3- Namaza
başlarken, rükû'a eğilirken, secdeye
gidilirken, secdeden başı kaldırırken, yine ikinci secdeye
gidilirken ve ikinci secdeden başı kaldırırken tekbîr getirmek
sünnettir.
4- İkinci
rekâte oturup üçüncü rekâte kalktığında yine tekbir getirmek sünnettir.
5- İmama
uyup cemaat halinde namaz kılınırken, İmam rükû'dan SEMÎ'ALLAHU LÎMEN HAMİDEHÜ
diyerek kalktığında ona uyanların RABBENA VE LEKE'L-HAMD VEYA RABBENA
LEKE'L-HAMD demeleri sünnettir.
6- Rükû'dan.
kalkılıp RABBENA LEKE'L-HAMD'den sonra 839 nolu hadîste geçen duayı okumak
müstehabdır.
Hadîslerin ışığında
müctehit imamların görüş, içtihat ve istidlalleri : :
a)
Hanefilere göre :
Namaz kılan kimse imam
olarak bulunuyorsa, başını rükû'den kaldırdığında sadece SEMÎ'ALLAHU LİMEN
HAMİDEHÜ der, RABBENA LEKE'L-HAMD demez. Bu, İmam Ebû Hanîfe'nin kavlidir.
İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre, her ikisini de söyler.
Ancak Ebû Hanife'den
yapılan bir rivayete göre ise, o da imamın her ikisini söyleyebileceğini
belirtmiştir.[254]
Hanefîler bu meselede
Ebu Hüreyre hadîsiyle istidlal etmişlerdir. Yalnız başına namaz kılan kimse
sözü edilen iki duayı birlikte söyler. İmam Ebû Hanîfe'nin' bilinci kavline
gelince, Kâsânî'nin tes-bitine göre, imam bu görüş ve içtihadında Ebu Musa
el-Eş'arî ile Ebû Hüreyre'den rivayet edilen şu hadîsle istidlal ve ihticac
etmiştir : «İmam ancak kendisine uyulsun diye imamdır, o halde ona muhalefet
etmeyiniz ; O tekbîr getirince siz de tekbîr getirin, o okumaya başlayınca siz
susun; o, VELA'D-DALLÎN dediği zaman, siz ÂMÎN deyin. İmam Rükû'a varınca siz
de varın, imam SEMÎ'ALLAHU LÎMEN HAMİDEHÜ deyince siz, RABBENA LEKE'L-HAMD
deyin..»[255]
b) Şâfiilere göre :
Namaz kılan kimse
başını rükû'dan kaldırdığı zaman SEMÎ'AL— LAHU LÎMEN HAMİDEHÜ der, belini doğrultunca
da RABBENA . LEKE'L-HAMD veya
RABBENA VELEKE'L-HAMD der. Veya ALLAHÜMME RABBENA LEKE'L-HAMD de diyebilir.
Buna ilâveten me'-sur duayı okuyabilir. Yalnız başına namaz kılan kimse, daha
fazla dua ve senada bulunabilir.[256]
c)
Hanbelîlere göre :
Rükû'u tamamlayıp
başım kaldırdığı zaman SE'MÎALLAHU LÎMEN HAMİDEHÜ söyler. Hem rükû'dan
kalkmak, hem de beli doğrultmak vâcibdir. îmam ise TESMÎ'Î aşikâr söyler.
Sonra belini doğrultunca da RABBENA LEKEX-HAMDU MÎL'E'S-SEMAVATİ VE
MİL'E'L-ARZI VE MİL'E MA Şİ'TE MİN ŞEY'ÎN BA'DÜ.. der.
İmanı Ahmed'den
yapılan bir rivayette ise, yalnız başına namaz kılan bu son kısmı söylemez.
Her ikisini birarada söylemek imam için meşru'dür.[257]
Tabii bunları söylemek
sünnettir.
d)
Mâlikîlere göre
İmam Mâlik, RABBENA
LEKE'L-HAMDI yalnız imama uyanlar söylerler. îmanı ise, SEMİ'ALLAHU LÎMEN
HAMİDEHÜ ile yetinir, demiştir.
Böylece bu iki duâ
hakkında müctehlt imamlar arasında bazı farklı yorum ve içtihat söz konusudur.
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller :
et-Tahavî bu konuda
Ebu Musa el-Eş'ârî hadîsini ve bir de Ebû Hüreyre hadîsini birkaç tarikten
rivayet ettikten sonra şöyle demiştir :
Sözü edilen hadîsler,
imam ve me'mumun neler söyleyeceğine açık şekilde delâlet etmektedir : İmam
SEMİ'ALLAHU LÎMEN HA-MÎDEHÜ deyince, siz ALLAHÜMME RABBENA LEKE'L-HAMD deyin,
mealindeki hadîsin bu bölümü, SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMÎ-DEHÜ'yü sadece imamın
söyliyeceğine, me'mumun demiyeceğine delildir; RABBENA LEKE'L-HAMD'i ise
me'mumun söyliyeceğine, imamın söylemiyeceğine delildir, diyenler vardır.
Bu görüşte olanlar
arasında İmam Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik de bulunuyor, yani bu aynı zamanda
onların da kavlidir.
Diğer bir grup onlara
muhalefet etmiştir. Bunlara göre, İmam hem SEMİ'ALLAHU LÎMEN HAMİDEHÜ, hem de
RABBENA LEKE'L-HAMD söyler. Ona uyanlar da sadece RABBENA LEKE'L-HAMD derler.
Zira bu ikinci gruba göre, ResûlüUah (A.S.) Efendimizin hadîslerinde, «İmam
SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHÜ dediği zaman siz RABBENA LEKE'L-HAMD DEYİN şeklinde
bir emir yoktur.[258]
Buna cevap verecek
olursak, diyebiliriz ki, Resûlüllah'm hadîsinden eğer imamın RABBENA
LEKE'L-HAMD demiyeceği anlaşılı-yorsa, o takdirde yalnız namaz kılan kimsenin
de aynı şeyi söylememesi anlaşılıyor demektir. Oysa yalnız başına namaz
kılanın hem SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHÜ, hem de RABBENA LEKE'L-HAMD demesine
muhalefet eden olmamıştır. Buna kıyasla imamın da söylemesini engelleyen bir
'kayıt yoktur, demektir. Nitekim et-Tahavî de aynı hususa bilhassa değinerek
ikincilerin görüşünün isabetli olmadığım belirtmiştir.
Ebû Hüreyre (R.A.),
ben aranızda Resûlüllah'm (A.S.) namazı-
na en çok benzer
şekilde namaz kılammzım, der ve o namazda rü-kû'dan başını kaldırınca hem
SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMÎDEHÜ, hem de RABBENA LEKE'L-HAMD derdi.
Urveden yapılan
rivayette ise, şöyle demiştir, Hz. Aîşe (R.A.) bana şöyle haber verdi :
«Resûlülîah'm (A.S.) hayatında güneş tutuldu. O da insanlara namaz kıldırdı,
başım rükû'dan kaldırınca, SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHÜ, RABBENA LEKE'L-HAMD
dedi.»[259]
Kaldı ki, 837 nolu Ebu
Hüreyre hadîsi, imamlık yaparken ResûlüUah (A.S.) Efendimiz'in sözünü
ettiğimiz tesmi' ve tahmîdin ikisini de söylediği, yalnız başına kılarken de
aynı şeye devam ettiği kesinlik kazanmıştır.
İZeylâi de Ebu Hüreyre
hadîsini naklettikten sonra İbn Ömer'den! ve Abdullah b. Ebî Evfâ'dan iki ayrı
rivayete yer vererek meseleye ağırlık kazandırmıştır. İki ayrı rivayeti meâlen
naklediyoruz :
^Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz namaza başlarken tekbîr getirip iki elini omuzları seviyesine kadar
kaldırırdı ve Rükû'dan başını kaldırınca, SEMİ'-ALLAHU LİMEN HAMİDEHÜ, RABBENA
VELE-KE'L-HAMD derdi.- [260]
«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
başını rükû'dan kaldırınca, SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHÜ, ALLAHÜMME RABBENA
LEKET-HAMDÜ MİL'E'S-SEMAVATİ...............derdi.-[261]
Bu mealde daha uzun
bir hadîsi Sahîh-i Müslim'de Hz. Ali (R.A.) den rivayet edilmiştir ki,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in rükû' ve secdelerde teşbihlerden başka birtakım
dua ve zikirlerde bulunduğu, rükû'dan başını kaldırdığında ise, SEMÎ'ALLAHU
LİMEN HAMİDEHÜ RABBENA VE LEKE'L-HAMDÜ MİL'E S-SEM AV ATİ VE'L-AkZİ VEMA
BEYNEHÜMA VE MİL'E MA Şİ'TE MİN ŞEYİN BA'DU dediği belirtilmiştir.[262]
îbn Dakiyk el-Iyd,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in rükû'dan başım kaldırınca ellerini omuz
seviyesine kadar yükseltip SEMİ'ALLAHU LÎMEN HAMİDEHÜ RABBENA VE LEKE'L-HAMDÜ
dediğiyle ilgili Abdullah b. Ömer hadîsini açıklarken bu hadîse Buharî, Müs-
lim ve Nesâi'nin yer
verdiğini belirtmiş, sonra da açıklamanın tamamını rükû'dan kalkınca elleri
omuz seviyesine kadar kaldırma meselesine teksif etmiş, diğer husus üzerinde
durmamıştır.[263]
1- İmam
başını rükû'dan kaldırınca
SEMİ'ALLAHU LtMEN HAMİDEHÜ,
RABBENA LEKE'L-HAMDÜ der, bunu söylemesi sünnettir. Şafiîler de aynı
görüştedirler. Hanbelîler de buna yakın icti-ihatta bulunmuşlarsa da, İmam
Ahmed'den yapılan bir rivayette, bu |ikisini imamın söylemesi sünnettir, yalnız
başına kılan ise, sadece tesmi'
söylemesi sünnettir.
İmam Mâlik ise, imama
uyanlar sadece RABBENA LEKE'L-HAMD derler, İmam ise sadece tesmi' ile yetinir.
Onlara göre, belirtilen şekilde hareket etmek sünnettir.
2- Rükû' ve
secdelerde me'sür duâ ve zikirleri söylemek müa ıtehabdır. [264]
Namaz her ne kadar
duâ, teşbih, zikir ve tehlilden ibaretse de, ibâdeti âdetten ayırmak için ona
resmiyet verilerek belli ölçülere I
bağlanmıştır. O bakımdan namazı kılınıp
belirlendiği, tarif edilip | öğretildiği şekilde kılmamız gerekmektedir.
Laubali şekilde namaz | kılmak mutlaka mekruhtur. Hele bir de farz ve
vaciplerden birini ihlâl edecek
derecede ise, haramdır, aynı zamanda
kılman namaz makbul değildir. Her rükünde aza yerini almalı, vücut
dengesini bulmalıdır. Buna «ta'dîl-i erkân» denir. Müctehit imamlar, ta'dîl-i
erkân farz ya da vacip olduğu üzerinde durup
farklı içtihatlarda bulunmuşlardır. Yeri gelince açıklayacağız.
Bu konuda bizi en çok
aydınlatan ve en sağlam ölçüyü veren hadislerden birini Ebu Hüreyre (R.A.)
şöyle anlatmıştır :
— Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz, Mescid'e girdi, arkasından bir adanı da gelip girdi ve namaz kılmaya
başladı. Namazım bitirdikten sonra gelip Resûlüllah'a (A.S.)
selâm verdi. Resûlüllah CA.S.) onun
selâmını alıp
cevapladı ve «Dön yeniden namaz kü, çünkü sen namaz kılmadın!» buyurdu. Adam
dönüp yemden namaz kıldı ve bu hal üç defa tekrarlanınca adam şöyle dedi :
«Seni hak peygamber olarak gönderene yemin ederim ki, bundan daha iyisini
bilemiyorum, onun için bana (nasıl kılınacağını) öğret.» Resûlüllah (A.S.) ona
dedi ki : «Namaza kalktığın zaman tekbîr getir, sonra da Kur'ân'dan yanında
(ezberinde) bulunandan sana kolay geleni oku, sonra rükû'a var, vücudun tam
istikrar buluncaya kadar bekledikten sonra başını kaldır ve ayakta tam
doğruluncaya kadar dur, sonra secde et ve secdede vücudun her organı istikrar
buluncaya kadar bekle ve sonra başım kaldırıp otur, vücudun istikrar buluncaya
kadar bekle ve bunu namazın her rekâtinde yerine getir ve işte böyle yapacak
olursan namazın gerçekten tam ölçüsünü bulmuş olur. Bunlardan bir şey noksan
bıraktığın nisbette namazını noksan bırakmış olursun.» [265]
Ancak Ebu Dâvud bu
hadîsi ayrıca Rifaa b. Râfi'den daha uzun şekilde rivayet etmiştir ki Zeylaî
onu hem nakletmiş, hem kısmen açıklamasını yapmıştır.[266]
İlgili diğer hadîsler:
Ebu Hüreyre (R.A.)
den yapılan rivayette, Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir :
Rükû' ve secdeleri
arasında belini doğrultmayan adamın namazına (kabul) nazarıyla bakmaz.»[267]
Ali b. Şeyban (R.A.)
dan yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu haber
vermiştir.
Rükû1 ve secdelerde
belini doğrultmayan kimsenin gerçekte makbul bir) namazı yoktur.»[268]
Ebu Mes'ûd CR.A.) den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu haber
vermiştir :
«Rükû' ve secdelerde
belini doğrultmayan adamın namazı yeterli değildir.»[269]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Namazda
rükû'a varınca itmi'nan buluncaya, yani her aza istikrar buluncaya kadar
beklemek farzdır,
2- Rükû'dan
kalkıldığı zaman beli doğrultup ayakta itmi'nan sağlanıncaya kadar beklemek
farzdır.
3- Secdeye
varıldığında her aza itmi'nan sağlaymcaya kadar beklemek farzdır.
4- Secdeden
başı kaldırınca, yine oturup itmi'nan sağlaymcaya kadar beklemek farzdır.
İkinci secdeye varıldığında da öyle..
5- Belirtilen
yerlerde itmi'nan sağlaymcaya kadar beklemeyen kimsenin namazı kabul değildir.
Hadislerin ışığında müctehit
imamların görüş, tesbit, içtihat ve istidlalleri :
a)
Hanefîlere göre :
Namazın aslî
vâciblerînden biri de, rükû'da tuma'nine ve karardır, yani rükû'a varıldığında
her organın yerinde karar kılacağı kadar beklemek vâcibtir. Bu, İmam Ebû
Hanîfe ile İmam Muhammed'-in kavlidir. İmam Ebû Yusuf'a göre, rükû'da bir
teşbih miktarı tuma'nine farzdır. îmam Şafiî de aynı içtihattadır. O kadar ki
namaz kılan kimse rükû'da tuma'nineyi terkedecek olursa, İmam Ebû Ha-nife ile
îmam Muhammed'e göre, namazı (kerahetle) caizdir. İmam Ebu Yusuf ile îmam
Şafiî'ye göre, namazı caiz olmaz. Gerçi bu hilaf Zahiri'r-Rivâye de
zikredilmemiş tir, sadece el-Muallâ kendi Neva-dir'inde belirtmiştir.
Bu açıdan bakılarak
rükû'dan sonraki doğrulmayı ve iki secde
arasındaki oturmayı
terkedecek olursa, İmam Ebu Hanîfe'ye göre, onun bu durumu ayakta durmaya daha
yakınsa, namazı caiz olmaz, ama rükû'a daha yakın olursa, kâfi gelir. Çünkü
burada ekseri makamı küllde ikamet etmek söz konusudur.
Böylece ta'dîl-i
erkânın İrnam Ebû Hanîfe ile îmam Muhammed'e göre vacip, İmam Ebû Yusuf ile
îmam Şafiî'ye göre farz olduğu neticesi ortaya çıkıyor.
îmam Ebû Hanîfe ile
İmam Muhammed, Kur'ân'da : «Ey imân edenler! rükû' ediniz, secde ediniz!»
mealindeki âyetle ihticac etmişlerdir. Burada mutlak emir vardır, o da rükû'
ve secde için eğilmektir. Deve secde etti, denilince, otlamak için başını yere
kadar eğdi demektir. îtmi'nan ve karar ise fiilin aslı üzere devam demektir ki,
emir böyle bir devama delâlet etmemektedir.' İmam Ebû Yusuf ile İmam Şafiî, ise
850 nolu Ebû Hüreyre hadîsiyle istidlal etmişlerdir.[270]
Nitekim Şafiî
mezhebinin ileri gelen fakihlertnden Şerefüddin Yahya en-Nevevi bu konuyu şöyle
belirtmiştir : «Namazın beşinci farzı rükû'dür. Bunun en azı, iki elinin içinin
diz kapaklarına kadar ulaşmasıdır ki, kalkması eğilmesinden ayrılacak kadar az
bir karar kılmakla gerçekleşir.»[271]
Rükû'un ekmel şekli
ise, şöyledir : Bel ve boynu aynı seviyeye, getirmek ve bacakları dimdik tutup
elleri diz kapaklarının üzerine parmakları hafif açık bulundurup kıbleye
müteveccih bulundurmak.[272]
îmam Şâfi de el-Ümm'de
diyor ki : «Başmı rükû'dan kaldırıp belini doğrultarak ayakta dik durmaya
kudreti yeten kimsenin böyle yapmayıp da bu şekilden bir şey noksan bırakıp
yerine getirmiye-cek olursa, (kıldığı namaz) yeterli sayılmaz.»
b)
Hanbellere göre :
Rükû'da organlar yerli
yerince yatışmcaya, yani karar kılmca-ya kadar beklemek vaciptir. Bu da, namaz
kılan kimse rükû sınırına vardıktan sonra söz konusudur, şöyle ki : Rükû'
sınırına vardıktan sonra organların yerli yerince az da olsa karar kılması
gerekir, aksi halde vacip terkedilmiş olur. îmam Şâfi de ayni görüştedir.
Hanbelîler bu meselede
yukarıda naklettiğimizüç hadîsle istidlal etmişlerdir.[273]
c)
Mâlikîlere göre :
İmam Mâlik, rükû' ve
secde için belirli bir duâ olmadığım belirtikten sonra, rükû, ellerin diz
kapaklan üzerine konulmasıyla, secdenin de alnın yere konulup karar kılnıasıyla
gerçekleşeceğini söylemiştir.[274]
Farz ve vacip ölçü
dışında sünnete uygun rükû'un şöyle yapılmasında bütün müctehitler görüş
birliği izhar etmişlerdir : Namaz kılan kimse rükû'a eğildiğinde belini bir
köprü gibi dümdüz tutar, başıyla arka kısmını aynı seviyeye getirip yatay bir
düzlem meydana getirir. Nitekim Peygamber (A.S.) Efendimiz rükû'da aynı şeylere
dikkat eder, başını ne yere doğru eğer, ne de yukarıya doğru kaldırırdı.[275]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, yorumlar ve tahliller :
Ali b. Şeyban'dan
yapılan rivayette demiştir ki : «Resûlüllah (A.S.), Efendimiz'in arkasında
namaz kılıyorduk, rükû' ve secdelerde belini doğrultmayan bir adamı gözünün
ucuyla bakıp gördü. Namaza bitirince şöyle buyurdu Ey Müslümanlar cemaati!
Rükû ve secdelerde belini doğrultmayan kimsenin namazı (makbul) değildir.»[276]
îbn Maîn, Ebu Zer'a ve
îbn Hibban bu hadîsi sahihlemişlerdir.
Ashabdan Hz. Huzayfe
(R.A.), rükû' ve secdeleri tamamlaim-yan, noksan bırakan bir adam gördü. Adam
namazını bitirince, Hz. Huzayfe onu çağırdı ve sordu.
— Ne zamandan beri
böyle namaz kılarsın?
O da şu kadar zamandan
beri, diye cevap verdi.
Doğrusu sen Allah için
bir namaz kılmamışsın. Eğer bu vaziyette ölecek olursan, Muhammed'in (A.S.)
sünnetinden başka bir şey
üzerine ölmüş olursun.[277]
852 nolu hadisi
rivayette imam Ahmed teferrüd etmiştir. Mec-
mau'z-Zevaid sahibi
diyor ki : «Bu hadîsin râvilerinden Abdullah b. Zeyd el-Hanefî'nin tercüm-i
hayatına rastlayamadım.» îbn Hacer onun bu sözünü garip karşılamış ve o râviyi
Abdullah b. Zeyd diye adlandırması vehimden başka değildir, diyerek onun
Abdullah b. Bedir olduğuna dikkatleri çekmiştir ki, bu zat sika olarak tanınır.
Ancak Abdullah b. Bedir doğrudan Ebû Hüreyre'den değil, aradaki bir râvi
vasıtasiyle rivayet ettiği sanılmaktadır.
853 nolu Ali b. Şeyban hadîsini İbn Mâce, Ebu
Bekir b. Ebi Şey-be'den o da Mülazım b. Amir'den rivayet etmiştir ki bu zatın
sika olduğunu Ahmed b. Hanbel, Yahya ve Nesâî belirtmişlerdir. Ebu Da-vud ise,
onun rivayetinde bir beis yoktur, demiştir. İbn Maîn, Zer'â ise onun sika
olduğunu kaydetmişlerdir. Râvilerinden Abdurrahman b. Ali b. Şeyban'ın da sika
olduğunu İbn Hibban söylemiş ve böylece hadîs ile istidlal etmekte bir sakınca
söz konusu olmadığına atıflar yapılmıştır.
854 nolu Ebu Mes'ûd hadîsinin isnadı sahihtir.
Nitekim Tirmizî de onu sahîhlemiştir. [278]
1- Rükû'da
karar kılmak, yani her aza yerini alıp karar kılacak kadar durmak vaciptir. O
bakımdan organlar karar kılmadan eğilip
kalkanın namazı kerahetle caizdir. İmam Ahmed'in de içtihadı bu doğrultudadır.
Bu, İmam Ebû Hanîfe
ile itmam Muhammed'e göredir.
2- Rükû'da
her aza yerini alıp karar kılacak kadar beklemek farzdır. O bakımdan bir teşbih
miktarı durmadan kalkan kimse farzı yerine getirmediğinden namazı bozulur. Bu,
îmam Şafiî ile İmam Ebû Yusuf'a göredir.
3- Ellerin
diz kapaklarına kadar ulaşmasıyla rükû', başın (alnın) yere değmesiyle secde
gerçekleşmiş olur, yani farz yerine gelmiş sayılır. Bu, îmam Mâlik'e göredir.
4- Rükû'dan
kalkınca beli iyice doğrultmak da vâcibdir.
5- İki secde
arasında beli doğrultarak oturmak da vâcibdir.
6- Özetle :
Namazda «tadil-i erkân» kimine göre vacip, kimine göre farzdır. [279]
Kulun Allah'a en yakın
bulunduğu an, secdede olduğu zamandır. Çünkü secde, kulluğun en yüksek
mertebesi, teslimiyet ve mahviyetin en açık belirtisi, kula kul olmamanın en
belirgin belgesidir. O bakımdan Resûlüllah (A.S.) Efendimizin secde durumu ve
sureti, tek ve değişmeyen ölçüdür. Çünkü O, kulluğun da en üst derecesinde
bulunuyordu.
İlgili hadîsler :
Vâil b. Hücür (R.A.)
den yapılan rivayette, demiştir ki :
«Kesûlüîlah (A.S.)
Efendimizi secde ederken gördüm, iki dizini iki elinden Önce yere koyuyordu ve
secdeden kalkınca da ellerini dizlerinden Önce kaldırıyordu.»[280]
Ebu Hüreyre (R.A.) den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber
vermiştir :
Sizden biri secde
ettiği zaman deve çöker gibi çökmesin; önce ellerini yere koysun, sonra
dizlerini...»[281]
Abdullah b. Buhayne
(R.A.) den yapılan rivayette, demiştir k:: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz secde
ettiği zaman, koltuklarının beyazlığı gözükecek şekilde kollarını açardı.»[282]
Enes (R.A.) den
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimiz1-in şöyle buyurduğunu haber
vermiştir : «Secdede mu'tedü oîun; sizden biriniz kollarını, köpeğin
dirseklerini yere yaydığı gibi yaymasın.»[283]
Ebu Humayd,
Resûlüllah'm (A.S.) namazının sıfatı hakkında şöyle demiştir : «Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz secde ettiği zaman, iki
uyluğu arasını biraz
açık tutar, göbeğinden hiçbir şeyi uylukları üzerine yüklenıezdi.»[284]
Yine Ebu Humayd'den
yapılan rivayette, demiştir ki :
«Peygamber (A.S.)
Efendimiz, secde ettiğinde burnunu ve alnını iyice yere koyup üzerinde
sağlamca tutardı. Ellerini (dirseklerini) yanlarından biraz açık tutar,
ellerini omuzlan hizasına gelecek şekilde yere koyup o vaziyette tutardı.»[285]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Secdeye
eğilirken önce dizleri, sonra elleri
yere koymak sünnettir.
2- Secdeden
kalkarken önce elleri, sonra
dizleri kaldırmak sünnettir,
3- Secdeye
eğilirken deve çöker gibi çökmek, yani önce elleri, sonra dizleri yere koymak
mekruhtur.
4- Secdede
kolları yanlardan biraz açık tutmak sünnettir.
5- Secdede
kolları, dirsekleri yere yaymak mekruhtur.
6- Secdede
uyluk arasını biraz açık bulundurmak ve
göbeği uyluklardan biraz ayırıp arada açıklık bırakmak sünnettir.
7- Uylukları
bitiştirmek ve göbeği uyluklar üzerine yüklemek mekruhtur.
8- Secdede
burnu ve alnı yere koymak sünnettir. Yalnız alnı yere koymak vâcibdir.
9- Secdede
elleri omuz hizasına gelecek şekilde yere koymak sünnettir.
Hadîslerin ışığında
müctehit imamların görüş, tesbit, istidlal ve içtihatları :
a) Hanefîlere
göre :
Namazın sünnetlerinden
biri de secdeye eğilirken önce dizleri, sonra elleri yere koymaktır. İmam Mâlik
ile İmam Şafii'ye göre, önce elleri, sonra dizi yere koymak sünnettir.
Hanefîler 863 nolu ma-likîlerle şafüler, Ebu Hüreyre 1864 nolu) hadisiyle
istidlal etmişlerdir. Konuyla ilgili diğer rivayetler ise, Hanefîlerin
görüşünü kuvvetlendirmektedir.[286]
Secdeye gidilirken
önce alnım, sonra burnunu yere koymak, bazısına göre önce burnunu, sonra
alnını yere koymak sünnettir. Böylece secdede hem burnu, hem alnı yere
koymakta birleştirmek sünnettir. Çünkü yedi aza üzerine secde edilmekle
emredilmiştir. .înıam Şafii'ye göre, alnı yere koymak vâcib olduğu gibi, burnu
da koymak vaciptir. Şafiî bu meselede şu hadisle istidlal etmiştir : «Alnını
yere dokundurduğu gibi, burnunu da yere dokundurmayamn Allah namazını kabul
etmez.»[287]
Secdede elleri kulak
hizasına gelecek şekilde yere koymak sünnettir. Çünkü yapılan sahih rivayette,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz secde ettiğinde ellerini kulakları hizasına gelecek
şekilde yere koyardı, denilmektedir.[288]
Secdede itidal üzere
olup dirsekleri yere yaymamak sünnettir. Hanefîler 866 nolu Enes hadîsiyle istidlal
etmişlerdir. İmam Mâlik ise, nafile namazda dirsekleri yere yaymakta bir
sakınca görmemiştir. Farz namazda ise, öyle yapmak namazı bozar.
Bütün bunlar erkekler
hakkındadır. Kadınlara gelince, onlar secdede dirseklerini yere yayarlar,
göbeklerini uylukları üzerine koyarlar.[289]
b) Şâfiîlere
göre :
Secdeye gidilirken
önce dizler, sonra eller yere konulur, bunun gibi önce alnını, sonra burnunu
yere koyar. Bu tertibin aksini yapmak ise mekruhtur.[290]
Görüldüğü gibi, İmam
Kâsânî, el-Bedayi'de Şâfiîlerin görüş ve içtihadım biraz farklı şekilde
yansıtmıştır. Oysa bu mezhepte en
kili fakîhlerden biri
olan Minhac müellifi Şerefüddin Yahya en-Ne-vevî, Kâsânî'nin hilâfına, secdeye
Hanefîlerde olduğu gibi, önce dizleri, sonra elleri yere koymanın sünnet
olduğunu belirtmiştir. Kanaatimce Yahya en-Nevevî'nin tesbiti daha sahihtir.
Secdede elleri omuzlar
hizasına gelecek şekilde yere koymak sünnettir. Eller de parmaklar bitişik
halde kıbleye yönelik olarak tutulur. Dizler de birbirinden açık vaziyette
tutulur ve göbek uyluklardan, kollar da yan taraflardan açık tutularak
aralarında boşluk bırakılır. Kadınlar ise, bunun aksini yaparlar.[291]
Yahya en-Nevevî'nin
tesbitinin isabetini el-Ümm'deki beyânda görüyoruz. İmam Şafiî diyor ki :
«Secdeye gidilirken önce dizler, sonra eller yere konulur. Onun gibi, iki elden
sonra yüz yere konulur. Bunların aksini yapmak mekruhsa da namazı iade etmeyi
gerektirmez. Aynı zamanda yanılma secdesine de gerek yoktur.[292]
c)
Hanbelîlere göre :
Secdeye gidilirken
önce dizleri, sonra elleri, sonra da alnı yere koymak mezhebin meşhur kavline
göre, müstehabdir. Nitekim Müslim b. Yesar en-Nahaî, es-Sevrî ve İmam Şafiî de
aynı görüştedirler. İmam Ahmed'den bir başka rivayette ise, ellerini
dizlerinden önce yere koyar, şeklindedir. Nitekim İmam Mâlik'in tesbit ve
içtihadı bu doğrultudadır. İmam Mâlik bu meselede Ebû Hüreyre (R.A.) den
yapılan şu rivayetle istidlal etmiştir : «Sizden biri secde ettiği zaman
ellerini dizlerinden önce yere koysun ve deve çöker gibi, çökmesin.»[293]
Hanbeliler ise bu
meselede Vâil b. Hücür hadîsiyle istidlal etmişlerdir. Nitekim konunun baş
kısmında 863 numarayla o hadîsi nakletmiş bulunuyoruz. el-Hattabî de bu konuda
şöyle demiştir : Bu, Ebû Hüreyre hadîsinden daha sahihtir.[294]
Ebu Saîd'den yapılan
rivayette, demiştir ki : «Bizler önceleri namazda secdeye varırken dizlerden
önce elleri yere koyardık. Sonra ellerimizden önce yere koymakla emrolunduk.»
Şüphesiz ki bu, birinci şeklin neshedildiğine delâlet etmektedir. Aynı zamanda
el-Esrem de Ebu Hüreyre'nin hadîsini şu lâfızla rivayet
etmiştir :
Sizden biriniz secde
ettiğinde önce dizlerini, sonra ellerini yere koy-ında deve çöker gibi
çökmesin.»[295]
Ayrıca burun dışında
diğer bütün zahirî azalar üzerine secde etek vaciptir. Çünkü burnun yere
konulması hakkında farklı görüş
içtihatlar vardır.
Çoğu şu hadise dayanarak burnun yere konul-Lasının vâcib olmadığını istidlal
etmişlerdir : «Yedi aza üzerine sec-
etmekle emrolundum :
İki el, İki diz, iki ayak ve alın....»[296]
Secdede kolları,
dirsekleri yere yaymayıp yüksekçe tutmak, ka-Inla uyluk arasında açıklık
bırakmak sünnettir. Nitekim. Resûlüllah'-1 (A.S.) böyle yaptığı sahih rivayetle
sabit olmuştur. Hanbelüer bu leselede Enes üe|Ebu Humayd hadîsleriyle istidlal
etmişlerdir.
Secdede elleri! omuz
hizasına gelecek şekilde yere koymak müs-bhabdır.[297]
Aynı zamanda secdede iki diz ve iki ayak arasım aç-aak da müstehabdır. Bu
meselede de Ebû Humeyd hadisiyle istidlal tmişlerdir.[298]
d) Mâliküere
göre :
Yukarıda yer yer
Mâlikîlerin görüş ve içtihatlarım kısmen de »İsa açıklamış olduk. Ancak Salmun'un
yaptığı nakilerden birkaç
arça vermekte yarar,
görüyoruz. Şöyle ki : imam Mâlik'e soruldu, ^adam namazda secdeye vardığında
göbeğini uyluklarından ayrı utup arada bir boşluk meydana getirir mi?» O da,
«evet, öyle yapar mcak fazla miktarda arayı açık tutmaz, mutekarip bir tefrîç
yapar.» Dna, «Farz namazda dirsekleri uyluklar üzerine koymak caiz midir?» üye
sorulunca, şöyle demiştir : «Hayır, caiz değildir, bu ancak na-iüe namazlar da
caiz olabilir, o da secde çok uzun tutulduğu için..»
Yine İmam Mâlik :
«Adamın secdede dirseklerini yere yayması-ıı mekruh görüyorum» demiştir.[299]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, yorumlar ve tahliller :
Ebu Cafer et-Tahavî
secdenin suret ve keyfiyeti hakkında 20 kadar rivayet tesbif edip
sıralamıştır. Biz onlardan birkaç tanesini te-berrüken kitabımıza naklediyoruz.
Nâfi'in İbn Ömer'den
(R.A.) yaptığı rivayete göre, İbn Ömer secdeye eğildiği zaman dizlerinden Önce
ellerini yere koyardı ve şöyle derdi : «Peygamber (A.S.) Efendimiz böyle
yapardı...»
A'rac'm buna benzer bir
rivayeti Ebû Hüreyre (R.A.) den yaptığı tesbit edilmiştir ki, Ebû Hüreyre
(R.A.) de secdeye giderken önce ellerini yere koyar ve Peygamber (A.S.)
Efendimiz'in böyle yaptığım söylerdi. Hadis şu lâfızla rivayet edilmiştiir :
«Sizden biriniz secde ettiği zaman, deve çöker gibi çökmesin, ama önce
ellerini, sonra da dizlerini yere koysun.»
Böylece secdeye
gidildiğinde elleri dizlerden önce koymanın sünnet olduğunu söyleyenler, bu
rivayetlerle ihticac etmişlerdir.
Onların hilâfına
içtihatta bulunup ellerden önce dizlerin yere konulmasının sünnet olduğunu
söyleyenler ise, şu hadîs ve rivayetlerle istidlal ve ihticac etmişlerdir :
Abdullah b. Sa'd'm
dedesinden, onun da Ebû Hüreyre'den (R.A.) yaptığı rivayette, Ebu Hüreyre
demiştir ki : «Resûlüllah EA.S.) Efendimiz secde ettiği zaman ellerinden önce
dizlerini yere koyardı..»
Rebi'u'l-Müezzin'iıı
Esed b. Musa tarikiyle Abdullah b. Sa'd'dan, onun da dedesinden, onun da Ebû
Hüreyre'den (R.A.) yaptığı rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimizin şöyle
buyurduğunu söylemiştir : «Sizden biri secde ettiği zaman ellerinden önce
dizleriyle başlasın (önce onları yere koysun); erkek deve çöker gibi
çökmesin.»
Âsim b. Kelib
el-Ceremi'nin kendi babasından, onun da Vâil b. Hücür'den yaptığı riyâyette,
Peygamber (A.S.) secde ettiği zaman, ellerinden önce dizlerini (yere koymakla)
başlardı.[300]
Peygamber (A.S.)
Efendimiz'den secdeye gidilirken farklı rivayetlerin yapıldığını görüyoruz.
Bunun tashih yolu ise şöyledir : Vâ-il'in rivayetinde ihtilâf meydana gelmemiş
ve Vâil farklı rivayetlerde bulunmamıştır, Ebû Hüreyre (R.A.) den yapılan
farklı rivayetler söz konusudur. O bakımdan Vâil'in rivayetini bu meselede
delil seçmek daha uygundur.
Secdede elleri omuz
hizasına gelecek şekilde mi, yoksa kulaklar hizasına gelecek biçimde mi tutmak
sünnettir? Bü hususta da farklı rivayetler vardır :
İbrahim b. Merzuk'un
Ebû Âmir tarikıyla Abbas b. Sehl'den yap-ı rivayette deniliyor ki: «Ebu Humayd,
Ebu Said, Sehl b. Sa'd birara-geilp Resûlüliah
(A.S.) Efendimiz'in namazını
andılar. Ebu Hu-
jyd şöyle dedi : Ben
sizden daha çok Resûlüllah'ın (A.S.) namazı-bilirim. Resûlüliah (A.S.)
Efendimiz secde ettiği zaman burnuyla
ıını iyice yere koyar
ellerini (kollarını) yanlarından açar ve iki
ini omuz hizasına
gelecek şekilde yere bırakırdı.»
Ebu Cafer bu
rivayetleri naklettikten sonra şöyle diyor : «Bir kıp bu rivayetlerle istidlal
ederek, namaz kılan kimsenin secdede lerini omuzlan hizasına gelecek şekilde
yere koyması gerekir, demişlerdir. Başka bir grup onlara bu konuda muhalefet
ederek, elle-i kulak seviyesine gelecek şekilde koyar, demişlerdir. Bu
ikinciler, âil b. Hücür'ün (R.A.) şu hadîsiyle ihticacda bulunmuşlardır :
«Re-ılüUalı (A.S.) Efendimiz secde ettiği zaman iki elini kulakları hizana
gelecek şekilde yere koyardı.»
Yine ayrı bir tarikle
Vâil b. Hücür'den (R.A.) yapılan rivayette iyle dediği tesbit edilmiştir :
«ResûlüHah (A.S.Î
Efendimiz'in arkamda
namaz kıldım? secde ettiği zaman yüzünü iki eli anasına ko-ardı.»
Ebu îshak da
el-Bera'dan, Resûlüllah'ın (A.S.) secde ettiği za-lan alnını nasıl nereye
koyardı? diye sorduğunda, ona şu cevabı ermiştir : «İki eli arasına koyardı.»
Namazda elleri kulak
veya omuz seviyesine kaldırıp tekbir ge-irme hakkındaki ihtilâf, secdede de
meydana gelmiş bulunuyor, mam Ebû Hanîfe, İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed,
ellerin :ulaklar seviyesine gelecek şekilde yere konulmasını benimsemişler-Lir.[301]
îbn Dakiyk el-îyd İbn
Abbas'm (R.A.) Peygamber (A.S.) Efen-limiz'den, «Yedi aza üzerine secde etmekle
emrolundum : Alın (der-cen eliyle burnuna işaret etti), iki el, iki diz ve iki
ayağın etrafı...»[302]
mealinde rivayet ettiği hadîsi açıklarken şöyle diyor : «Şâfiî-erden
el-Mahamilî, alın ile burnu yere koymanın vâcib olduğuna fail olmuştur. Bu,
vacip olmadığını tercih edenlerin kavlinden bizce iaha güzeldir. Ebu Hanîfe ise,
sadece burnunu yere koyup secde
ederse, bu kâfi gelir,
demiştir. Bu aynı zamanda İmam Mâlik'in ve arkadaşlarının mezhebinde de yer
alan bir kavildir. İmam Mâlik ise, alm ve burun ile secde etmenin vâcib
olduğunu belirtmiştir. (886)
863 nolu Vâil b. Hücür
hadisi hakkında Tirmizî şöyle demiştir: «Hadîs hasen ve gariptir. Serik'ten
başka birinin rivayet ettiğini bilmiyoruz.» Nesâî ise hadisi ta'lüde bulunarak
Yezîd b. Harun'un Serik'ten rivayet ettiğini ve bu rivayetinde teferrüd
ettiğini belirtmiştir. Darekutni, Şerîk'in teferrüd ettiği rivayette kaviy
olmadığına dikkatleri çekmiştir.
Ebu Davud aynı hadîsi
Muhammed b. Cehhade'den, o da Abdül-cebbar b. Vâil'den, o da babasından rivayet
etmiştir. el-Münzirî, Ab-dülcebbar b. Vâü'iıı bu hadîsi babasından işitmediğini
söylemiş, İbn Main de aynı görüşü izhar etmiştir.[303]
Aynı hadis, Hümam b.
.Şakik tarikıyla Âsim b. Kelîb'den, o da babasından, o da Peygamber (A.S.)
Efendimiz'den rivayet edilmiştir. Ancak bu mursel derecesindedir. Çünkü Kelîb
b. Şihab, Peygamber (A.S.) Efendimiz'e ulaşmamıştır.
Bu babda Enes'den
(R.A.) yapılan rivayette, demiştir ki : «Peygamber (A.S.) tekbîr getirerek
(secdeye) eğildi, dizleri ellerinden önce yere dokundu.»[304]
Hadisin senedinde
el-Alâ' b. İsmail teferrüd etmiştir ki bu zat meçhuldür. Zehebi ise,
Mizanül-ftidal'da bu zatın ismini bile anmamıştır. İbn Ebi Hatim, babasından
yaptığı rivayette, onun münker olduğunu bildirmiştir.[305]
Bu farklı tesbitlerle
beraber hadîs muhtelif tariklerden rivayet edildiği için kuvvet kazanmıştır. O
bakımdan cumhur bu ve benzeri hüküm taşıyan rivayetlere dayanarak, namazda
secdeye gidilirken ellerden önce dizleri yere koymanın meşruiyetine kail
olmuştur. Nı-~ tekim Kadı Ebu't-Tayyib, hemen birçok fukahadan bunun meşruiyeti
hakkında rivayet yapmıştır. îbn. Münzir, Hz. Ömer'den böyle yaptığım
nakletmiştir. Nahaî, Müslim b. Yesar, Süfyan es-Sevrî, Ah-med b. Hanbel, İshak
b. Rahuye ve rey tarafdarlan da hu görüştedirler.
Îhkâmü'l-Ahkâm Şerhu
Umdeti'I-Ahkâni; 1/224.
Resûlüllah'm (A.S.)
secdeye varırken ellerini dizlerinden önce koyduğu rivayetine gelince, sahih
bile olsa mensûhtur, yani hükmü kaldırılmıştır. Nitekim Mus'ab b. Sa'd b. Ebî
Vakkas'ın babasından yaptığı rivayet böyle olduğunu belirtmektedir.
864 nolu Ebu Hüreyre hadîsine gelince : Tirmizî
bunu tahrîc ettikten sonra, «gariptir, Ebu Zennad'dan sadece bu rivayeti
biliyoruz» demiştir. Dârekutnî ise, bu hadîsin rivayetinde Deraverdî, Muham-med
b. Abdullah'tan tahdîste teferrüd etmiştir, diyerek hadîsin garip olduğunu
belirtmek istemiştir.
Aynı hadîsi Ebu Dâvud,
Tirmizî ve Nesâî de tahric etmişlerdir. Ebu Bekir b. Ebî Dâvud es-Sicistanî
diyor ki : «Secdeye varırken önce elleri yere koymak, bir sünnettir ki, Medine
halkı bununla teferrüd etmişlerdir. Onların delil olarak da iki isnatları söz
konusudur: Biri Ebu Hüreyre'den rivayet edilen yukarıdaki hadîs, diğeri ise, Abdullah
b. Nâfi'dan, o da İbn Ömer'den, o da Resûlüllah (A.S.) Efen-dimiz'den rivayet
ettiği hadîstir. Dârekutnî ile Hâkim tahric etmişler, İbn Hüzeyme ise, onu
sahîhlenüştir.[306]
865 nolu Abdullah b. Buhayne hadîsi sahihtir. Bu
manada Tabe-rânî isnad-i sahihle şu hadîsi rivayet etmiştir : «Yırtıcı
hayvanlar gibi kollarını yere serip yatma, iki avucunu yere koyup onlara dayan, iki pazımu göster. İşte böyle
yaparsan sendeki her aza secde yapmış olur.
Sahîh-i Müslim'in Hz.
Aişe (R.A.) dan yaptığı rivayette, demiştir ki : «Peygamber (A.S.) Efendimiz
adamın yırtıcı canavarların kollarını yayıp yüzükoyun yattığı gibi (secdede)
kollarını yere serip dayamasını men'etti.»
866 nolu Enes hadîsinin zahiri, secdede kolları
yüksekçe tutup yere dokundurmamanın
vâcib olduğuna delâlet ediyorsa da, buradaki nehyin istihbab ifade ettiği
birçok ilim adamlarınca belirtilmiştir. Müctehitlerin de çoğu aynı
görüştedirler.
867 nolu Humayd hadîsi, secdede uylukların
arasını açık tutmanın ve göbeği uyluklara dokundurmayarak biraz yüksekte bulundurmanın meşruiyetine delâlet
etmektedir. Bu hususta muhalif bir görüş ortaya koyan olmamıştır.
868 nolu Ebu Humayd hadîsi, secdede elleri omuz
hizasına
cek şekilde koymanın
meşruiyetine delâlet etmektedir. Ancak bunun hilâfına bazı sahih rivayetler
daha vardır.
Zeylaî ise secdenin
suret ve keyfiyeti hakkındaki rivayetleri hem nakletmiş, hem de yorum ve
tahlilde bulunmuştur :
Ebu Kutaybe'den, o da
Süfyan es-Sevrî'den, o da Âsim el-Ahvel-den, o da İkrime'den, o da İbn Abbas
(R.A.) dan rivayetle, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber
vermiştir -. «Namazda alnını yere dokundurduğu gibi burnunu yere
dokundurmayalım namazı namaz değildir.»[307]
İbn Cevzî, et-Tahkik
adlı eserde, Ebu Kutaybe'nin sıka (güvenilir) olduğunu ve Buharî'nin ondan
tahrîc yaptığım kaydetmiştir.
İkrime'den, onun da
İbn Abbas (R.A.) dan yaptığı rivayete göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur : «Kim secde ettiği zaman burnunu alnıyla birlikte yere
yapıştırmazsa, namazı caiz olmaz.»
Hadisin râvileri
arasında Dahhak b. Hümre bulunuyor ki, bu zatın sika (güvenilir) olmadığı
belirtilmiş, İbn Maîn, onun bir şey olmadığına dikkatleri çekmiştir. Zehebî bu
zattan bahsederken Nesâî'-nin onun hakkında «sika değildir» dediğini ve
Buharî'nin de. «mün-kerü'l-hadîs ve meçhul» diye vasıflandırdığını
nakletmiştir.[308]
Nâşib b. Amr
eş-Şeybanî'den, onun da Mukatıl b. Hayyan'dan, onun da Urve'den, onun da Hz.
Aişe (R.A.) dan yaptıkları rivayete göre, Hz. Aişe şöyle demiştir : «Resûlülîah
(A.S.l Efendimiz, kendi ehlinden bir kadının namaz kıldığım ve burnunu yere
koymadığını gördü. Bunun üzerine ona şöyle dedi : A kadm! (secdede! burnunu da
yere koy. Çünkü secdede alnıyla birlikte burnunu yere koymayanın namazı namaz
değildir.»[309]
Dârekutnî bu hadîsi
rivayet ettikten sonra râvilerinden Naşib'in zayıf olduğunu, Mukatü'in Urve'den
rivayetinin sahîh olmadığını belirtmiştir.
«Yedi kemik üzerine
secde etmekle emrolundum : Alın, iki el, iki diz ve ayakların etrafı...»[310]
Kütüb-i Sitte'de
rivayet edilen bu hadiste burundan söz edilme-5 sadece alın anılmıştır. O
bakımdan müctehit imamlardan, bazı-secdede alnı yere koymanın farz veya vâcib,
burnu yere koymalı sünnet veya müstehab olduğunu söylemişlerdir. [311]
1- Namazda
secdeye eğilirken önce dizleri, sonra elleri yere sünnettir. .
2- Secdede
önce alnı, sonra burnu yere koymak veya bunun Lsini yapmak sünnettir.
3- Secdede
elleri kulak hizasına gelecek şekilde yere koymak uınettir.
4- Secdede
kolları yere yaymayıp yüksekçe tutmak sünnettir.
5- Secdede
kolları yan tarafa yapıştırmayıp biraz açık tutmak innettir.
6- Secdede
göbeği uyluktan ayrı tutup arada boşluk bırakmak innettir.
7- Son üç
madde erkeklere hastır. Kadınların kollarını yanla-na bitişik âutup göbeklerini
uylukları üzerine koymaları sünnettir. [312]
Secde ancak Allah'a
yapılır. Kulun O'na en yakın olduğu zaman, scdede bulunduğu anlardır. O
bakımdan kul bu durumda mahviye-in kemal mertebesine erişme niyetiyle başını
kuru bir zemin üze-ine, üstünde örtü bulunmayan toprak ya da taş üzerine
koymalıdır. Lk hatıra gelen budur. Çünkü toprak tevazu ve mahviyeti ifade eder.
Ancak müctehit imamların
ve diğer ilim adamlarının bu konu-taki tesbit, istidlal ve yorumlan hem farklı,
hem de değişiktir. O balımdan önce ilgili hadîsleri nakletmemiz, sonra da
tesbit, yorum ve stihatları sıralamamız gerekmektedir.
îlgüi had'îsler:
Enes CR.A.) den yapılan rivayette demiştir ki :
«Bizler çok sıcakta
Resûlüllah (A.S.) Efendimizle beraber namaz kılıyorduk. Bizden birimiz (fazla
sıcaktan dolayı) alnını iyice yere koymaya güç getiremeyince, elbisesini serip
onun üzerine secde ederdi.» (895)[313]
İbn Abbas (R.A.) dan yapılan rivayette, demiştir ki :
«And oîsun ki,
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'i çok yağmurlu bir günde çamurdan sakınmak için
secde edince üzerindeki elbiseyi el^ lerinin önüne gelir şekilde koyarak
(üzerine) secde ettiğini gördüm.[314]
Abdullah b. Abdurrahman'dan
(R.A.) yapılan rivayette, demiştir ki :
«Peygamber (A.S.)
Efendimiz bize geldi ve Mescidi Benî Esnerde bize namaz kıldırdı. Secde ettiği
zaman elerini elbisesinin içine koyduğunu gördüm.» (897)[315]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Secdede
asıl olan, toprak üzerine alnı koyup secde etmektir.
2- Fazla
sıcaktan dolayı secde yerine elbisesinin bir ucunu serip üzerine secde etmek
caizdir.
3- Üzerindeki
elbisenin bir ucunu secde yerine koyup üzerine secde etmek caizdir.
4- Özellikle
çok sıcak veya yağmurlu günlerde açık havada namaz kılındığı zaman sıcaktan ve
çamurdan korunmak için secde
yerine bir elbise veya
benzeri bir şey üzerine hem elleri, hem alnı koyup secde etmek caizdir.
5- Namaz
kılarken üzerindeki elbisenin bir ucunu ellerin altına gelecek şekilde serip
öyle secde etmek de caizdir.
Hadîslerin ışığında
nıüctehit imamların görüş, tesbit, istidlal, içtihat !ye yorumlan:
a) Hanefîlere
göre :
Topraktan korunmak
için yenini secde yerine serip üzerine secide etmek mekruhtur. Ama sarığını ve
elbisesini topraktan korumak için sermesinde bir kerahet söz konusu değildir.
Bunun gibi, toprak üzerinde namaz kılan adamın, alnını yerin sıcağından korumak
için secde yerine bir parça kumaş sermesinde kerahet yoktur.[316]
b) Şâfiîlere
göre :
Alnının üzerinde bir
yara bulunmadığı halde bir bez sarıp üze-rine secde ederse, caiz olmaz. Ama bir
yara veya hastalıktan dolayı sarmışsa, o bir özür sayılacağından bir sakınca
yoktur. Sıcak ve soğukta ellerini örtmeyip o vaziyette secde etmesi
müstehabdır. Ama bu iki sebepten dolayı ellerini bir şeyle örtüp üzerine secde
ederse, hem namazını iade etmesi, hem de yanılma secdesi yapması gerekmez.[317]
c)
Hanbelîlere göre :
Başındaki sarığın
sargısı üzerine veya yeni üzerine veya eteği üzerine secde ederse, namaz bir
tek rivayetle sahihtir. İmam Mâlik ile İmam Ebu Hanîfe'nin de mezhebi budur.
Namazda, sıcak ve soğuk günlerde.elbise üzerine secde etmeye ruhsat verenler
şu zatlardır : Ata', Tavus, Nahâî, Şa'bî; Evzâî, İmam Mâlik, îshak b. Rahuye
ve rey tarafdan olanlar. Sarığın sargısı üzerine secde etmeye ruhsat verenler
ise şu zatlardır : el-Hasan, Mekhul, Abdurrahman b. Yezîd ve arkadaşları.
Ifanbelîler bu
meselede Enes (R.A.) hadîsiyle istidlal etmişlerdir.[318]
Rivayetlerin
tamamından anlaşılıyor ki : Üç mezhebe göre, faz-
la bir hareket
göstermeden, soğuk veya sıcaktan korunmak için elbisenin yeni veya eteği
üzerine secde etmekte bir sakınca yoktur. Ayrıca secde yerine bir şey serip
üzerine secde etmeye de cevaz verilmiştir. Şâfiüer ise, bu hususta sadece
eller üzerine secde etme konusu üzerinde durmuş ve böyle yapıldığı takdirde
namazın sahih olmayacağını belirtmişlerdir. îbn Kudâme, Şâfiîlerden belirtilen
mesele hakkında tek rivayet vardır, diyerek muhalif bir görüş olmadığını
anlatmak istemiştir.[319]
d) Mâliküere
göre :
Yukarıda kısmen
onların görüşünü belirtmiş bulunuyoruz. Ancak bu mezhepte söz sahibi kabul
edilen Sahnûn'un yaptığı nakle yer vermemizde yarar görüyoruz :
İmam Mâlik şöyle
demiştir : Adam alnım neyin üzerine koyuyorsa, ellerini de onun üzerine
koymasını uygun görüyorum. Ama sıcak veya soğuk durumu söz konusu ise, bir
elbise serip üzerine secde etmesinde ve bu esnada ellerini onun üzerine
koymasında bir sakınca yoktur. Nitekim Hz. Ömer ile oğlu Abdullah'ın öyle
yaptıkları bize kadar rivayet yoluyla ulaşmış bulunuyor.[320]
Şâfiilerden
Şeyhülislâm Ebu Yahya Zekeriya el-Ansarî, İmam Şafii'nin el-Ümm'deki içtihadını
şöyle yorumlayarak meseleye açıklık getirmiştir : «Namazda iki defa ardarda
(her rekâtte) secde eder ve her secdede azaları yerini alıp karar kılacak kadar
bekler. Bu, üzerinde taşıyıp kıyam ve kuudda kendi hareketiyle hareket etmi-yen
bir elbise üzerine de yapılabilir. Çünkü bu durumda o elbise ondan ayrı
sayılır, Ama onun kıyam ve kuud hareketiyle elbise de hareket ediyorsa, o
zaman ondan ayrı değil, bir cüz' sayılır ve tahri-mini bilerek o elbisenin bir
ucu üzerine secde ederse namazı hükümsüz olur, tahrîmini bilmediği halde
üzerine secde ederse, namazı hükümsüz olmaz, ama o secdeyi iade etmesi vâcib
olur.[321]
Zeylâî bu konuyla
ilgili şu rivayetlere yer verip bazı yorumlarda bulunmuştur :
İkrime'nin îbn
Abbas (R.A.) dan yaptığı
rivayette; İbn Abbas demiştir ki : «Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bir tek elbise ile namaz
kıldı ve elbisenin
fazla olan kısmıyla yerin sıcaklık ve soğukluğundan korunuyordu.»[322]
Aynı hadîsi îbn Adiy
el-Kâmil'de rivayet etmiş ve râvilerinden Hüseyıı b. Abdullah sebebiyle hadîsin
malûl olduğunu söylemiştir. İbn Maîn de bunun zayıf olduğunu belirtmiş, İbıı
Medenî de aynı görüşü izhar etmiştir. Sonra da İbn Adiy, Hüseyn'in hadîsleri
yazılabilir, çünkü ona ait münker bir hadîse rastlayamadım diye ilâve etmiştir.
Nitekim yukarıdaki
hadîsin mânasına uygun bir diğer hadîsi altı hadîs imamı kendi kitaplarında
rivayet etmişlerdir. Hadis şu lâfızla tesbit edilmiştir : «Bekir b. Abdullah
el-Müzenî'den o da Enes (R.A.) den rivayetle Enes şöyle demiştir: «Biz çok
şiddetli sıcakta Re-sûlüllah (A.S.) Efendimizle namaz kılıyorduk, bizden
birimiz yüzünü tanı yere koymaya takat getirenıeyince, elbisesini (secde) yerine
serip öyle secde ediyordu.» [323]
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller :
895 nolu Enes hadîsi,
secdede bedene bitişik olan elbisenin bir ucu üzerine secde etmenin cevazına
delâlet etmektedir. İmam Neve-vi, Ebu Hanife ile cumhurun da içtihatlarının
böyle olduğunu, Şafiî'nin ise, bu cevazı bedene bitişik olmayan elbiseye
hamlettiğini belirtmiştir.
İbn Dakiyk el-Iyd
diyor ki : Yerin sıcaklık ve soğukluğundan korunmak için namaz kılan kimsenin
secde edeceği yer ile alnı ve elleri arasında elbise kullanmasının caiz olduğu
büiştidlâl anlaşılıyor. Saniyen secdede alın ve ellerin doğrudan yere
dokunması asıldır. Ara yere elbise serilmesi ise soğuk ve sıcağa dayanamamakla
ilgili bir hususiyettir. Böylece secdede asıl ve mutad olanı, ara yere bir şey
konuhnamasıdır.[324]
Diğer yandan Enes
hadisi Habab b. Eret'in rivayet ettiği şu hadîs ile tearuz etmekte, yani
birbirine karşıt bulunmaktadır -. «Biz, Re-sûlüllah'a (A.S.) alın ve ellerimizi
dokunan yakıcı bir sıcaktan şikâyet ettik ama o bize (bundan dolayı) şikâyette
bulunmadı.»[325]
Şevkanî bu iki hadîs
arasını telifle şöyle bir yorum getirmiştir .
«Sıcaktan şikâyet, ara
yerde elbise kullanmayı arzusundan değil, namazın ortalık biraz serinlemesine
kadar geciktirilme siyle ilgilidir. Çünkü eğer şikâyet elbiseyi secde yerinde
kullanmakla ilgili olsaydı, herhalde Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bedene
bitişik olmayan bir elbiseyi hâil olarak kullanmalarına izin verirdi. Nitekim
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in küçük bir-seccade üzerinde namaz kıldığı tesbit
edilmiştir. Nitekim daha önce bu hususu belirtmiştik.[326]
Ebu Davud'un
el-Merasil'de Salih b. Hîvân es-Sibaî'den yaptığı şu rivayete gelince,
«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bir adamı kendi canibine doğru alnını sarık ile
kapamış bir halde secde ettiğini görüyor, o sebeple onun alnım açıyor, (sangı
o kısımdan gideriyor.)»
Ayrıca İbn Ebî
Şeybe'nin Iyaz b. Abdullah'tan yaptığı rivayette, adı geçen şöyle demiştir :
«Resûlüllah (A.S.Î bir adamı başındaki sangın (alnı kapatan) sargısı üzerine
secde ettiğini gördü, ona eliyle işarette bulunarak sarığını kaldır,
(buyurdu).»
Bu iki hadîsin
hilâfına, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in sarığının alın kısmına gelen sargısı
üzerine secde ettiği rivayet edilmiştir.
Beyhakî bu farklı
rivayetler hakkında şöyle demiştir : «Resûlül-lah'm belirtilen şekilde secde
ettiği merfuân sabit olmamıştır. Ebu Naym'in Hüye'de birçok ashabdan ve
bilhassa îbn Abbas'tan yaptığı rivayetlerin hemen hepsi zayıftır.
896 nolu İbn Abbas
hadîsini aynı zamanda İbn Ebî Şeybe şu lâfızla tahrîc etmiştir : «Peygamber
(A.S.) Efendimiz bir tek elbiseyle namaz kılıyor ve onun fazla kısmıyla yerin
sıcaklık ve soğukluğundan korunuyordu.» İmam Ahmed ve Ebu Ya'lâ da aynı
lâfızla tah-ric etmişler, Taberâni da el-Evsat ve el-Kebîr'de rivayet etmiştir.
[327]
Mecmau'z-Zevâid'de, İmam Ahmed'in bu rivâyetindeki ricalin hepsi sahihtir,
deniliyor.
Hadîs, sıcak ve soğuk
gibi bir sebepten dolayı namaz kılan kimsenin üzerindeki elbisenin bir ucunu
secde yerine serip üzerine hem ellerini, hem alnını koyup secde etmesinin
cevazına delâlet etmektedir. 897 nolu Abdullah b. Abdirrahmân hadîsini, îbn
Mâce, Ebu Bekir b. Ebî Şeybe'den rivayetle tahrîc etmiş.tir. Ayrıca aynı
hadîsi, Ab-
dülaziz b. Muhammed
ed-Derâverdî, İsmail b. Ebî Habibe'den, o da Abdullah b. Abdirrahman'dan
rivayet etmiştir.
Ancak hadîsin
isnadında farklı tesbit ve yorumlar ortaya çıkmıştır : İbn Ebî Evs'in İsmail
b. Ebî Habîbe'den o da Abdullah b. Ab-durrahman b. Sabit b. Sâmit'ten, o da
babasından,'o da dedesinden rivayet ettiği de tesbit edilmiştir ki isabetli
olanı da budur. Hadîs,' namaz kılarken soğuk ve sıcaktan dolayı elleri
elbisenin bir kısmının içine koyup öylece kapalı bir vaziyette secdeye
varmanın cevazına delâlet etmektedir. Nitekim Buharı, el-Hasen'den naklen
diyor ki : «Kavm (ashab-ı kiram) sarık, külah üzerine secde ediyorlar ve elleri
de yenlerinin içinde bulunuyordu.» Saîd ise kendi Sünen'inde İbrahim'den naklen
diyor ki : «Ashab-ı kiram uzun yenli gömlek, uzunca takye ve uzunca sarık ile
namaz kılarlar, ellerini de dışarı çıkarmazlardı.»
Beyhakî bu rivayet
üzerinde durup diyor ki : «Secde hakkında ashabdan mevkufen rivayet edilenlerin
en sahihi budur.» [328]
1- Yerin
sıcaklık veya soğukluğundan korunmak için namaz kılan kimsenin önünde seccade
bulunmuyorsa, üzerinde taşıdığı genişçe elbisenin bir ucunu secde yerine serip
üzerine hem ellerini, hem alnını koyup secde etmesi caizdir.
2- Toprak
üzerine seccade serip namaz kılmakta bir sakınca yoktur.
3- Temiz toprak
üzerinde durup namaz kılmak, yine
toprak üzerine alnı koyup secde etmek asıldır.
4- Kalkıp
otururken kendisiyle birlikte hareket eden bir elbise üzerine secde etmek
-tahrîmi bilinerek yapılırsa- namazın sıhhatim bozar. Bu, Şafiîlere göredir. [329]
iki defa secde edilir.
İki secde arasında biraz otur-
mak, vacip midir, yok
sünnet midir? Terkedildiği takdirde namaz bozulur mu? Bunların cevabını ancak
ilgili hadîsleri nakledip müc-tehit imamların tesbit ve istidlallerini, ictihad
ve ihticaclarını belirttikten sonra verebiliriz.
İlgili hadîsler:
Enes (R.A.) den
yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz (namazda)
SEMİ'ALLAHU LÎMEN HAMİDEHÜ deyip ayakta (belini doğrultarak) dururdu, o kadar
ki, biz «Peygamber namazı terketti veya yanıldı» derdik. Sonra secdeye eğilip
iki secde arasında otururdu, o kadar ki, biz «Peygamber namazı terketti veya
yanıldı» derdik»[330]
Buharî ve Müslim'in
ittifakla rivayet ettikleri hadîste ise, Enes (R.A.) demiştir ki : «Doğrusu
size namaz kıldırırken, Resûlüllah (A.S.) Efendimizi bize namaz kıldırırken
gördüğüm gibi, (O'minkin-den) kısa (ve noksan) yapacak değilim : Resûlüllah
(A.S.) başını rü-kû'dan kaldırdığında doğrulup ayakta dururdu, o kadar M,
insanlar, Peygamber unuttu, derlerdi. Eaşını secdeden kaldırdığında bir süre
dururdu, o kadar ki, insanlar, Peygamber unuttu derlerdi.»
Huzayfe (R.A.) den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendi-miz'in iki secde arasında şu duayı
okuduğunu söylemiştir : «Raübi'-ğfir lî, Rabbi'ğfir lî (Rabbım! beni mağfiret
eyle, Rabbun ! beni mağfiret eyle...»[331]
İbn Abbas'dan (R.A.)
yapılan rivayette, demiştir ki : «Peygamber (A.S.) Efendimiz iki secde arasında
şöyle derdi : Rabbi'ğfir lî ver-hamnî vecbürnî vehdinî verzuknı (Allahım! beni
mağfiret eyle, bana merhamet eyle, beni ıslâh edip düzelt, beni doğru yola
eriştir ve beni rızıklandırî.[332]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Rükû'dan
kalkıldığında beli doğrultup ayakta bir süre durmak vaciptir.
2- Birinci
secdeden başı kaldırıp oturmak ve bir süre beklemek vaciptir.
3- İki secde
arasında hadîste belirtilen şekilde dua etmek sünnettir.
Buna 'ta'dîl-i erkân»
denir. Nasıl rükû'dan kalkıldığında beli doğrultup her organ yerini bulup
istikrar sağlaymcaya kadar ayakta durmak bazı müctehitlere göre farz, bazısına
göre vâcipse, iki secde arasında beli doğrultup oturmak da ya farz, ya da
vaciptir. 51. hadîsin açıklamasında mezheplerin bu konuyla ilgili görüş, tesbit
ve içtihatlarını naklettiğimizden burada tekrar etmek istemiyoruz.
Özetîiyecek olursak,
şöyle sıralayabiliriz :
— İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre,
ta'dil-ı erkan vaciptir. Hanbeliler de aynı görüştedirler.
— İmam Şâfü ve İmam Ebû Yusuf'a göre, farzdır.
Mâliküer -bu konu üzerinde fazla durmamışlardır. Onlara göre, rükû'dan kalkıp beli biraz doğrultmak kâfidir. Diğer
yerlerdeki durum da öyle..
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller :
Buharı ve Müslim'in
ittifakla rivayet ettikleri Berâ' hadîsinde, adı geçen şöyle demiştir :
«ResûîüUah (A.SJ Efendimizin rükû'ü ve secdesi, rükû'dan başım kaldırdığı zaman
iki secde arasmdalû (celseye,) yakın eşitlikte idi.»
Buharî'nin tesbit
ettiği lâfızda ise, şöyle denilmektedir : «Peygamber (A.S.) Efendimiz'in rükû'
ve secdeleri, iki secde arasındaki tcel-sesi) ve başını rükû'dan kaldırdığında
-kıyam ve kuud müstesna- birbirine yakın bir eşitlikteydi.»
Böylece, rükû'dan ve
birinci secdeden kalkıldığında beli doğrultup her organ yerini bulup karar
kılıncaya kadar beklemek vaciptir. Şâfiîlerden bazısı, i'tidali ve iki secde
arasında oturmayı uzatmak namazı bozar, çünkü rükünlerin ardarda yapılmasına
engel olur, demişlerse de, onların bu görüş ve içtihadı ilim.çevresinde pek
taraf-dar bulmamıştır. Zira muvalat, yanı rükünleri ardarda yapmaktan maksat,
ara yere başka bir şeyin girmemesi demektir. Rüknü kendi özelliği doğrultusunda
uzatmakta bir sakınca yoktur. Meselâ kıraati
istediğimiz kadar
uzatabiliriz, bu hiçbir zaman namazın muvalatma engel olduğundan namazı
hükümsüz kılar, denilemez.
911 nolu Huzayfe hadîsini aynı zamanda Tirmizî ve
Ebû Dâvud daha uzun şekliyle tahrîc etmişlerdir. Yukarıdaki lâfız, Nesâî ile
İbn Mâce'nin tahrîcleridir.
912 nolu İbn Abbas hadisini Hâkim tahrîc etmiş,
Beyhakî sahîh-lemiştir. Ancak İbn Mâce ile onların tahrîcleri arasında bazı
farklar varsa da esasta bir değişiklik söz konusu değildir[333]
1- İki secde
arasında, organlar karar kılacak kadar oturmak vaciptir.
2- Rükû'dan
kalkıldığında beli doğrultup ayakta her organ karar kılacak kadar durmak
vaciptir.
3- îki secde
arasında me'sür duayı okumak sünnet veya müs-tehabdır. [334]
Bilindiği gibi,
birinci rekâtte Sübhaneke okunduktan sonra EUZÜ BÎLLAHÎ MÎNE'Ş-ŞEYTANİ'R-RAOIM
denildikten sonra BESMELE söylenir ve öylece kıraate başlanırdı. Gerek Sübbaneke'yi
okumak, gerekse eûzü-besmele- çekmek sünnettir. Ancak ikinci ve müteakip
rekâtlere kalkıldığında yine eûzü-besmele çekmek sünnet midir? Bu hususta
tesbit edilen bir hadîs mevcuttur. Önce onu, sonra da mezheplerin tesbit ve
istidlallerini nakledelim.
İlgili hadîs :
,
Ebu Hüreyre (R.A.) den
yapılan rivayette, demiştir ki : «Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz (namazda)
ikinci rekâte kalkınca,
doğrudan EL-HAMDÜ
LİLLAHİ RABBİ'L-ÂLEMÎN diyerek kıraate ıslardı ve bu arada biv sekte yapmazdı.»[335]
Hadîsin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- İkinci
rekâte kalkıldığında sübhaneke okunmaz.
2- İkinci
rekâtte kıraatten önce eûzü-besmele çekilmez. Hadîsin ışığında mezhep
imamlarının tesbit ve istidlâllleri :
a)
Hanefîlere göre :
Namaza başladıktan
sonra kıraatten önce teavvüzde bulunmak, kni EÛZÜ BİLLAHİ
MÎNE'Ş-ŞEYTANÎ'R-RACÎM demek sünnettir, u sadece farz ve sünnet namazlarda
birinci rekâtte söylenir. Nâfi-; namazlar dört rekât halinde kılmıyorsa
-ikindinin ve yatsının dör-er rekât gayr-i müekked sünnetleri gibi üçüncü
rekâte kalkıldığın-a da kıraatten önce eûzü-besmele çekmek sünnettir.
Namazın birinci
rekâtinde teavvüzde bulunmak imam ve mün-, srit için sünnettir, muktedi, yani
imama uyan kimse için sünnet de-ildir. Bu İmam Ebu Hanîfe ile İmam Muhammed'in
kavlidir. İmam Ibü Yusuf'a göre, muktedi hakkında da sünnettir, çünkü teavvüz
enâya, yani Sübhaneke'yi okumaya tabi'dir.[336]
b) Şafiîlere göre:
Namazın her rekâtinde
teavvüz'de bulunmak, yani kıraatten nce EÛZÜ BİLLAHİ MİNE'Ş-ŞEYTANİ'R-RACÎM
demek sünnettir. Xinkü her rekâtte kıraata başlanır ve kıraatten önce de
teavvüzde lulumüur. Hem iftitah duası, hem teavvüz gizli okunur. Bu, aşikâr e
gizli okunan bütün namazlarda böyledir.[337]
Kur'ân'daki ilgili
âyete dayanarak namazda Fatiha'dan sonra eavvüzde bulunmak sünnettir, diyenler
olmuştur. İmam Şafii, Fâ-iha'dan önce söylenmesini müstehab görmekte ve lafız
olarak da, SÛZÜ BİLLAHÎ MİNEŞ'Ş-ŞEYTANİ'R-RAOÎM denilmesini, daha uy-;un
bulmaktadır.[338]
c) Hanbelilere
göre :
.
Bu konuda İmam
Ahmed'den iki farklı rivayet yapılmıştır. Bir rivayete göre, her rekâtte
teavvüzde bulunmak sünnettir. Diğer rivayette ise, sadece birinci rekâtte
teavvüzde bulunulur. Nitekim bu ikinci rivayete Atâ', el-Hasan, Nahai ve Sevrî
de katılmışlardır, yani onların da içtihatları bu doğrultudadır. Hepsi de
yukarıdaki Ebu Hü-reyre hadîsiyle istidlal etmişlerdir.[339]
İbn Kudame bu konuyu
işlerken şöyle diyor : Zira namazın hepsi bir bütündür... Birinci rekâtte
istiazeyi terkeden kimse onu ikinci rekâtte okur. Istiftah duasını terkederse
onu ikinci rekâtte okumaz. Çünkü istiâze kıraat içindir. Ama istiazeden önce
kıraate başlarsa, artık o rekâtte istiâze okumaz. Zira yerini kaçırmış
bulunuyor.
Şafiî ile îbn Skin, bu
hususta 16/98. âyete dayanarak her rekâtte istiâzede bulunmak sünnettir,
demişlerdir.[340]
d)
Mâlikilere göre :
Farz namazlarda
kıraatten önce istiâze getirmez, ancak Rama-zan'da (teravih) namazı
kıldıklarında teavvüzde bulunurlar. Namaz dışında Kur'ân okuyan kimse, isterse
kıraatten önce istiâzede bulunur.[341]
îmam Mâlik'in bu
içtihat ve görüşünden anlaşılıyor ki, namazda kıraatten sonra teavvüzde
bulunulabilir.
Tahliller :
Ebu Hüreyre hadisini
Nesâî ve îbn Mâce de tahrîc etmişlerdir. Ayrıca Ebû Dâvud da tahrîc etmiş,
ancak sekte lafzını nakletmemiştir. [342]
1- Namaza
başlandığında istiftah duasından sonra
istiâzede bulunmak sünnettir.
2- Namazda
sadece birinci rekâtte teavvüzde bulunmak sünnettir. Bu, Hanefîlere göredir.
Şafiîlere ve bir rivayette Hanbelîlere göre, her rekâtte sünnettir.
3- İkinci ve
diğer rekâtlerde kıraatten önce sekte meşru' değildir.
4- Kıraatten
önce teavvüzde bulunulmaz, namaz dışında Kur'-tn okununca kıraatten önce
teavvüzde bulunmak müstehabdır. Bu, Uâlikî'lere göredir. Çünkü 16/98, âyette
Kur'ân okunduktan sonra leavvüzde bulunulması emredilmiştir. [343]
Bilindiği gibi, üç ve
dört rekâtli namazlarda iki teşehhüd vardır. Birinci teşehhüt vacip, ikincisi
farz sayılmıştır. Bu duruma göre, birinci teşehhüdü unutup üçüncü rekâte
kalkan kimseden bu sakıt olur mu? İkinci teşehhüdü unutup yerine getirmeyen
kimsenin namazı bozulur mu?
Bu hususta ilgili
hadîsleri nakledip müctehit imamların görüş, tesbit ve içtihatlarını
belirttikten sonra mesele açıklığa kavuşmuş olur.
İlgili hadîsler »
îbn Mes'ûd (R.A.) den
yapılan rivayette, demiştir ki : «Şüphesiz ki Muhammed (A.S.) şöyle buyurdu :
Her iki rekâtte oturduğunuz zaman, ET-TEHİYYATU LİLLAHİ VA'S-SALAVATÜ
VAT-TAYYİBATÜ, ES-SELAMÜ ALEYKE EYYÜHENNEBİYYÜ VE RAHMETÜLLAHî VE BEREKÂTÜHÜ
ES-SELÂMÜ ALEYNA VE ALÂ İBADİLLAHİ'S-SALİHÎN. EŞHEDÜ ELLÂ İLAHE İLLALLAH VE
EŞ-HEDÜ ENNE MUHAMMED'EN ABDÜHÜ VE RESÜLÜHÜ, söyleyin, sonra da sizden herbiri
kendisince hoşuna giden dualardan seçip onunla Aziz ve Celîl Rabbma duâ
etsin.»[344]
Rifaa b. Râfi' (R.A.)
den yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber
vermiştir -.
«Namazına kalktığın
zaman tekbîr getir, soriva Kur'ân'dan sana kolay geleni oku. Namaz ortasında
oturduğun zaman itmi'nan sağla (organların yerini alıp karar kılsın), sol
uyluğunu yere döşe, sonra Teşehhüdde bulun.» [345]
Abdullah b. Buhayne
(R;A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «Peygamber (A.S.) Efendimiz öğle
namazına kalktı ve üzerinde bir oturma (birinci ka'de) kaldı. Namazım
tamamlayınca, ardarda iki secde yaptı ve her secde için tekbîr getirdi, oturmuş
vaziyette idi, selâm vermeden önce (yanılma secdesini yerine getirdi), insanlar
(cemaat) de onunla beraber secde ettiler ki bu Peygamber'in (A.S.) unuttuğu
cülusa karşılıktı.»[346]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- İki
rekâtli namazlarda ikinci rekâtin sonunda et-Tehıyyat'a, diğer bir tabirle
Teşehhüd'e oturmak farzdır.
2- Üç ve
dört rekâth namazlarda ikinci rekâtin sonunda Teşehhüd'e oturmak vaciptir.
3-
et-Tehiyat'tan sonra birkaç duâ okumak sünnettir. Ancak üç ve dört rekâtli farz
ve müekked sünnetlerde durum değişiktir.
4- Namaza
tekbîr getirerek başlanır. Daha önce bu husus açıklanmıştı.
5-
Kur'ân'dan kolay gelen bir parça okumak
farzdır. Bu da daha önce yeterince açıklanmıştı.
6- Namaz
ortasında ikinci rekâtin sonunda sol kalça ve uyluğu yere döşeyip Öyle oturmak
sünnettir,
7- İkinci
rekâtin sonunda Teşehhüt okumak vâcibdir.
8- İkinci
rekâtin sonunda ilk celseyi unutup yerine getirmemekten dolayı yanılma secdesi
yapmak vâcibdir,
9- Yanılma
secdesi, selâm vermeden önce iki secde olarak ardarda yerine getirilir.
Hadîslerin ışığında
müctehit imamların tesbit, içtihat ve istid-âlleri:
a) Hanefilere göre :
Üç ve dört rekâtli
farz ve müekked sünnet namazlarda ikinci re-câtin sonunda oturmak vâcibdir. Bu,
her iki rekâti birbirinden ayır-nak üzere meşru kılınmıştır.
Her iki oturuşta da
sol ayağın yan ve üst kısmını yere döşeyip üzerine oturmak, sağ ayağı,
parmaklar kıbleye gelecek şekilde dikmek sünnettir.[347]
Hanefîler oturuş şekli
hakkında Hz. Aişe (R.A.) ile Enes b. Mâlik (R.A.) hadîsleriyle istidlal
etmişlerdir. Hz. Aişe (R.A.) şöyle demiştir : «Şüphesizki Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz namazda oturduğu zaman sol ayağını yere döşeyip üzerine oturur ve
sağ ayağım dikerdi.» Enes b. Mâlik (R.A.) de diyor ki : «Peygamber (A.S.) Efendimiz
namazda teverrükü men'etti.»[348]
Ancak sözünü ettiğimiz
oturuş şekli erkeklere mahsustur. Kadınlar ise teverrük ederler. Teverrük, sol
kalçayı uylukla birlikte yere döşeyip üzerine oturmaktır.
Namazda ilk oturuşta
et-Tehiyat'tan fazla bir şey okumak mekruhtur. Bu hususta icma' vâki olmuştur.
et-Tahavî de aynı hususu belirtmiştir.[349]
b) Şâfiilere göre :
Namazda iki rekâtın sonunda
hem teşehhüt, yanı et-tahiyat okumak, hem oturmak, eğer selâm verilecekse,
rükündürler. Selâm verilmeyip üçüncü rekâta kalkılacaksa, ikisi de sünnettir.
Teşehhüde oturmak nasıl gerçekleşirse öyle oturmak caizdir. Ancak birinci celsede
sol ayağın topuğu üzerine oturup sağ ayağı dikmek; ikinci oturuşta teverrük
etmek sünnettir. İkinci oturuşta Peygamber (A.S.) Efendimiz'e salât'ü selâm
getirmek farz, birinci oturuşta ise, sünnettir. Ancak birinci oturuşta
Peygamber'in âl ve ashabına saiâvat getirmek sünnet değildir, ikinci oturuşta
sünnettir. Bazısına göre, vâ-cibdir.[350]
İmam Şafii, teşehhütte
oturma şekliyle ilgili görüş ve içtihadını Ebu Humayd es-Sâidî (R.A.) hadîsine
dayamış, yani onunla istidlal etmiştir. Adı geçen şöyle demiştir : «Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz iki secdeden sonra oturunca sol ayağını yere yatırıp üzerine
oturur, sağ ayağım ise dik tutardı. Dört rekâtin sonunda oturunca, sol kalça ve
uyluğunu yere döşeyip üzerine oturur, sağ kalça ve ayağını dik tutardı.[351]
c) Hanbelîlere göre:
İki rekât namaz
kılınca teşehhüde oturur. Hem oturmak, hem et-Tahiyat okumak meşru'dür, buna
muhalefet eden olmamıştır. Çünkü Peygamber (A.S.) Efendimizden mütevatiren
nakledilmiştir. Ümmet de aynı şeyi namazlarında yapmaktadırlar. Akşam namazı
veya dört rekâtli bir namaz ise, hem oturmak, hem et-Tahıyat okumak vâcibdir.
Ancak bu iki rivayetten birine göredir. Nitekim Leys ve İs-hak'm da mezhebi
böyledir. Diğer rivayete göre, vâcib değillerdir. Birinci rivayet daha
sıhhatlidir. Çünkü Peygamber'in (A.S.) buna devam ettiği kesindir.[352]
Teşehhüd'ü belirtilen
şekilde okumak, ona bir şey eklememek daha uygundur. îmam Ahmed'e göre,
müstehab olan şekli, İbn Mes'-ud'dan rivayet edilenidir ve birinci oturuşta
sadece onu okumakla yetinilir.
d) Mâlikilere göre :
Gerek birinci oturuş,
gerek ikinci oturuşta et-Tehiyat'tan sonra Peygamber (A.S.) Efendimiz'e
.salâvat getirmek sünnet veya müs-tehabdır. Her iki oturuşta da teverrük
şeklinde oturmak sünnettir.[353]
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller:
Ebu Cafer,et-Tahavi,
namazda birinci ve ikinci oturuş arasında fark bulunduğunu konu edinerek
bunlarla ilgili ashab ve tabiinin söz ve fiillerini nakletmiştir. Müctehitlerin
de bu konuda ikiye ayrıldıklarım belirterek, bir kısmına göre, birinci
oturuşta sağ ayak dikilir, sol ayak üzerine oturulur; ikinci oturuşta ise, sol
kalça ve uyluk yere döşenerek üzerine oturulur ve sağ ayale dikilir. İkincilere
göre her iki oturuşta da sağ ayak dikilir, sol ayak yere serilerek üzerine
oturulur.
et-Tahavi bu konuda
daha çok Vâü b. Hücür CR.A.) rivayetinin bıhhatı üzerinde durmuş ve şöyle
bağlamıştır : «Bununla sabit oldu ki, Vâü b. Hücür'ün rivayeti dikkate alınmış
ve Ebu Hanîfe, Ebu Yusuf ve Muhammed'in kavli de buna göre gerçekleşmiştir.»[354]
920 nolu İbn Mes'ûd hadîsini Ahmed b. Hanbel, farklı
lâfızlarla farklı yollardan rivayet etmiştir, ama hepsinin de ricali sahihtir,
si-kattır. Nesâî ve Ahmed hadîsin baş kısmında «Her iki rekâtte oturduğunuz
zaman..» ibaresiyle tesbitte bulunmuşlardır. Tirmizî ise, jhadise şu lâfızla başlandığım rivayet
etmiştir -. «Resûlüllah (A.S.)
iEfendimiz, iki rekâtte oturduğumuz zaman bize şunu öğretti...» Ne-İsaî'nin bir
diğer rivayetinde ise hadîs şu,lafızla rivayet edilmiştir:
«Siz her celsede şöyle
deyin...»
Hadîsin son kısmını
ise, Buhârî ve Müslim şu lafızla tesbit etmişlerdir : «Sonra da sizden biriniz
hoşuna giden duadan seçip onunla dua etsin.» Diğer bir rivayette ise, «Sonra da
sena anlamında olan-
ardan istediğini
seçsin.» şeklindedir. Nesâî'nin Ebû Hûreyre'den yaptığı bir başka rivayette
ise, şu cümle nakledilmiştir . «Sonra da kendi nefsi için hatırına geldiği
şekilde duâ etsin..»
Böylece bu rivayetlere
dayanıp istidlal edenler, teşehhüdün vâ-cib olduğuna kail olmuşlardır. Meşhur
olan rivayete göre, imam Ahmed de aynı görüştedir. Leys, İshak ve İmam
Şafii'nin de içtihatları böyledir.
Taberi ise, teşehhüdün
vücubunu istidlal ederken şöyle demiştir: «Namaz önceleri iki rekât olarak farz
kılınmıştı, teşehhüd de o iki rekâtin sonunda vâcib idi. Namaz rekâtları fazla
kılınınca, yani üç ve dört rekât olunca, fazlalık o vücubu gidercnedi.»[355]
Birinci teşehhüdün
vâcib olmadığına kail olanlar ise, Resûlüllah'-m (A.S.) bazan bunu terkettiği
ve dönüp yerine getirmediği, sadece yanılma secdesiyle tamir ettiğiyle istidlal
ve ihticac etmişlerdir. Ancak birincilerin kavli daha sıhhatlidir.
921 nolu Rıfaa hadîsini Tirmizî
hasenlemiştir. Hadîs, namazda birinci
oturuşun vücubuna delâlet etmektedir.
922 nolu Abdullah
hadîsinde «üzerinde bir oturma (birinci ka'de) kaldı» tabirinden; birinci
oturuşun vâcib olduğu istidlal edilmiştir. [356]
1- Üç ve
dört rekâtli namazlarda birinci ka'de (oturuş) vâcib-dir. Müctehitlerin bu
hususta görüş birliği söz konusudur.
2- Birinci
oturuşta et-Tahiyyat okumak, Hanefîlere göre, sünnet; Şafiî ve Hanbelüere göre
vâcibdir.
3- Namazda
birinci ve ikinci oturuş şekline gelince, sağ ayağı dikmek, sol ayağı yere
yatırıp üzerine oturmak sünnettir. Bu, İmam Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına
göredir. Diğer müctehit imamlara göre, son oturuşta teverrük şeklinde oturmak
sünnettir.
4- Birinci
oturuşta et-Tahiyat'tan sonra salavat ve dua okumak meşru değildir. Bu, Hanefîlere
göredir. Diğer imamlara göre, sünnet veya müstehabdır.
5- Birinci
ka'deyi (oturuşu) unutup veya yanılarak yerine getirmeyen kimseye yanılma
secdesi gerekir. [357]
Namazda her iki
rekâtin sonunda oturmak ve her rekâtte yapılan iki secde arasında oturmakla
ilgili birçok rivayetler mevcuttur. Çoğu bu iki yerde oturmanın sıfatı üzerinde
durmuş ve Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in daha çok nasıl oturduğunu
belirtmiştir.
Vâü b. Hücür (R.A.J
den yapılan rivayette, o, Peygamber (A,S.) Efendimiz'in namaz kıldığını,
lalarken de secde ettiğini, sonra sol ayağını yere döşeyip üzerine oturduğunu
görmüştür.»[358]
Saîd b. Mansur (R.A.)
den yapılan rivayette, konu şu lâfızla nakledilmiştir: «Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz'in arkasında namaz kıldım : Oturduğu ve teşehhüt ettiği zaman, sol
ayağım döşeyip üzerine oturdu.»[359]
Ebu Humayd (R.A.) den
yapılan rivayette, o, Resûlüllah'm (A.S.) ashabı arasında bulunan bir kişi
olarak şöyle demiştir : «Ben, Resûlüllah'ın EA.S.) namazını sizden daha çok
hafızamda tutmaktayım. Resûlüllah' tekbir getirdiğinde ellerini omuzları
hizasına kadar kaldırıyordu, rükû'a eğildiğinde elleriyle iyice dizlerini tutup
karar kılıyor, sonra da belini dümdüz tutuyordu. Başını rükû'dan kaldırdığında
her omurga yerine dönünceye kadar doğruluyordu. Secde ettiğinde ellerini tabi
halinde tutup öylece yere koyuyordu, ayaklanmn parmaklarım da kıbleye
çeviriyordu, iki rekâtin sonunda oturunca, sol ayağının üzerine oturuyor, sağ
ayağını dikiyordu. Son rekâtte oturunca, sol ayağını öne doğru kaydırıp
diğerini dik tutmak suretiyle mak'âdı üzerine oturuyordu.» [360]
Hz. Aişe (R.A.) dan
yapılan rivayette, demiştir ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz namaza tekbir ve
bir de EL-HAMDÜ LİLLAHİ RAB-BI'L-ALEMÎN'i okuyarak başlardı. Rükû'a vardığında
başını ne kaldırır, ne de eğerdi, bu ikisi arasında bir ölçüde tutardı.
Rükû'dan başını kaldırdığında, iyice doğrulup ayakta durmadıkça secde yap-mazdı.
Secdeden başını kaldırınca, iyice oturmadan ikinci secdeyi yapmazdı. Her iki
rekâtte et-Tahiyatı okurdu; aynı zamanda sol ayağım yere koyup sağ ayağını dik
tutardı, kalçaları yere koyup bacakları dikmeyi men'ederdi, (buna
akibi'ş-şeytan oturuşu denir). Aynı zamanda kolları, yırtıcı hayvanların ön
ayaklarını yere yayıp uzattığı gibi yayıp uzatmayı de men'edeYdi. Ve namazı
selam vermek suretiyle tamamlardı.»[361]
Ebu Hureyre (R.A.) den
yapılan rivayette, demiştir ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz beni üç şeyden
men'etti : (Namaz kılarken socde ettiğimde) horoz yeri gagalar gibi, başımı
kaldırıp indirmemi, kalçayı yere koyup dizleri dikerek elleri yere koymak
suretiyle köpek oturur gibi oturmamı, tilki gibi etrafa bakmıp iltifat
etmemi...»[362]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Teşehhüde
otururken, sol ayağı yere yayıp
üzerine oturmak sünnettir. Sağ ayağı ise dik tutmak sünnettir.
2- Namazda
tekbîr getirirken elleri omuz seviyesine
kadar kaldırmak sünnettir, (Bu
konu daha önce açıklanmıştır).
3- Rükû'da
ellerle diz kapaklarım iyice kavrayıp istikrar sağlamak sünnettir. (Bu konu da daha önce açıklanmıştır).
4- Rükû'da
beli düz tutmak sünnettir. (Buna da
daha önce yer verilmiştir).
5- Rükû'dan
kalkıldığında beli iyice doğrultup ayakta dimdik durmak sünnet veya vâcibdir.
(Bu konuyu da daha önce açıklamış bulunuyoruz).
6- Secdede elleri normal vaziyette tutup yere
koymak sünnettir. (Bunu da daha önce açıklamış bulunuyoruz).
7- Secdede
ayakları dikip parmakları kıbleye çevirmek sünnettir. .
8- Birinci
oturuşta, az önce belirttiğimiz gibi, sol ayağı yere döşeyip üzerine oturmak, sağ ayağı
dikmek sünnettir. îkinci oturuşta ise, sol ayağı biraz öne kaydırıp sol kalça
üzerine oturmak ve sağ ayağı belirtilen şekilde dikmek
sünnettir.
9- Namaza
tekbîr ile başlamak farzdır. (Bu konuyu
da daha önce açıklamış bulunuyoruz).
10-
Tekbirden sonra kıraate başlanır. Bu konu hakkındaki tes-bit ve içtihatları
daha önce açıklamış bulunuyoruz).
11- Her ikj
rekâtin sonunda et-Tahiyat okumak
sünnet veya vâcibdir.
12- Namazda
kalçayı yere koyup dizleri dikmek mekruhtur.
13- Namazda
secdeye varıldığında kolları yere sermek
mekruhtur. (Bu erkekler hakkındadır. Kadınlar kollarını yere dokundurarak
secdeyi yerine getirirler).
14- Namaz,
selâm vermekle tamamlanır.
Hadîslerin ışığında
müctehit imamların görüş, tesbit, içtihat ve istidlalleri:
Mezhep
imamlarının tesbit ve
içtihatlarını daha önce
kısaca belirttiğimiz için burada tekrar etmeye gerek görmüyoruz.
Konuyla ilgili diğer rivayetler, yorumlar ve tahliller. 932 dibnotlu Vâil
hadîsi hakkında Tirmizi, hasen ve sahüı kaydını koymuştur.
Bu konuda Rıfaâ b.
Râfi' (R.A.) den yapılan rivayette ise, şöyle demiştir : «Peygamber (A.S.)
Efendimiz, bedeviye dedi ki : Secde ettiğin zaman secden için iyice temekkün
eyle, her azan karar kılıp sakinleşsin. Oturduğun zaman, sol ayağın üzerine
otur.»
Ahmed b. Hanbel'in
kendi Müsned'inde naklettiği bu hadîsi, aynı zamanda İbn Ebî Şeybe ve tbn
Hibban da tahrîc etmişlerdir. Bu iki hadîsle ihticac edenler, namazda sol
ayağın üzerine oturmanın, . sağ ayağı dik tutmanın müstehab olduğuna
kail olmuşlardır. Nitekim Zeyd b. Ali, Ebû Hanîfe ve arkadaşları, İmam Sevrî
ve arkadaşları aynı görüştedirler. İmam Mâlik, İmanı Şafiî ve arkadaşları, son
oturuşta teverrükün müstehab veya sünnet olduğuna kail olmuşlardır. İmam Âhmed
b. Hanbel ise, bir rivayete göre, teverrükün sadece iki oturuşu olan
namazlarda son oturuşta müstehab
olduğunu, iki rekâtli namazların sonunda ise, sol ayak üzerine oturup
sağ ayağı dik tutmanın müstehab olduğunu söylemiştir.
Birinci grup, İmam
Tirmizî'nin hasen ve sahîh kabul ettiği Ebû Humayd hadîsiyle istidlal
etmişlerdir ki onu 934 numara ile nakletmiş bulunuyoruz. Ayrıca 935 nolu Hz.
Aişe (R.A.) hadîsi de onlar için delil teşkil etmektedir.
Müslim'in kendi
sahihinde tbn Zübeyr hadîsini naklederek Re-sûlüllah (A.S.) Efendimiz'in üçüncü
bir oturuş şeklini belirtmiştir ki o da şöyledir : Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
namazın son oturuşunda sol ayağım uyluğuyla bacağı arasına alıp sağ ayağını
yayıp üzerine oturmuştur.. Nitekim Ebû Bekir el-Harakî bu rivayeti ihtiyar
etmiştir. Ancak yapılan bütün araştırmalardan ve ilgili hadislerden,
ResûlüUah'm (A.S.) bir defaya mahsus böyle yaptığı ortaya Çıkıyor. O bakımdan
müctehit imamlardan hiçbiri bu rivayetle ihticac
etmemiştir.
emıeiiuşLn.
Namazda son teşehhüt
için oturmak vacip midir? Bu hususta
farklı içtihat ve görüşler vardır. Onları da şöyle özetliyebiliriz :
a) Ömer b. Hattab (R.A.), Ebu Mes'ud ve Ebû
Hanîfe'ye göre
vaciptir. İmam Şafii
de aynı görüştedir. Ancak buradaki vücuptan maksat farzdır. O bakımdan Hanefî
mezhebiyle ilgili fıkıh kitaplarında son teşehhütte oturmak farzdır diye
yazılıdır.
b) Hz. AH
(R.A.), İmam Sevrî, Zührî ve İmam Mâlik'e göre, vacip değildir.
Birinciler,
ResûlüUah'm CA.S.) buna devam ettiğini dikkate alarak istidlal etmişlerdir.
İkinciler ise, namaz kılmasını dosdoğru bilmeyen adama Peygamber (A.S.)
Efendimizin namaz kılmayı öğretirken son oturuştan söz etmediğini dikkate
alarak istidlal etmişlerdir.
934 nolu Ebû Humayd hadîsinde, Resûlüllah1 m (A.S.) namazı tarif edilirken secdeye
vardığında iki ayağının parmaklarını kıbleye çeyirdiği belirtilmiştir. Nitekim
müctehitlerin çoğu bu hadîsle istidlal ederek secdede ayak parmaklarını kıbleye
çevirmenin sünnet olduğunu söylemişlerdir.
935 nolu Hz. Aişe hadîsine gelince ; Bunu
Ebu'l-Cevzâ'nın Hz. Aişe (R.A.) dan
rivayet ettiği bilinmektedir. İbn Abdilber, Ebû'1-Cev-zâ'nm bunu Hz. Aişe'den
işitmediğini söyleyerek mursel olduğunu belirtmiştir. Böylece hadisin
senedinden bir sahabinin düştüğü anlaşılıyor. Bununla beraber sıhhatmda pek
şüphe edilmemiş ve o bakımdan istidlale uygun görülmüştür.
936 nolu Ebu Hüreyre (R.A.) hadîsini Beyhakî de
tahrîc etmiştir ki, Leys b. Ebî Selim rivâyetiyle bilinmektedir. Ebu Ya'lâ ve
Tabe-rânî'nin de tahrîc ettikleri rivayetler arasında yer almaktadır.
Mec-mau'z-Zevâid'de, Ahmed'in isnadının hasen
olduğu kaydedilmiştir.[363]
«Karga yeri gagalar
gibi» cümlesini Ebu Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce, «Horoz yeri gagalar gibi»
cümlesinin yerine zikrederek tah-rîcde bulunmuşlar ve bu rivayeti Abdurrahman
b. Şibl tarikiyle nak-letmislerdir. Namazda köpek oturur gibi oturmayı men'eden
rivayeti aynı zamanda Tirmizi, Ebû Dâvud, Nesâî ve îbn Mâce tahrîc etmişlerdir..
Ancak hadîsin isnadında el-Hars el-A'ver bulunuyor. Şev-kani Neylü'l-evtar'da
bu râviye dikkatleri çekmişse de, Zehebî Mî-zanü'l-î'tidal'da böyle bir isim
üzerinde durmamıştır.
Ancak îbn Mâce'nin
Enes (R.A.) den yaptığı rivayetin isnadında el-Alâ' Ebû Muhammed bulunuyor ki,
bu zatın zayıf olduğunu
bazı hadîs imamları
tesbit etmişlerdir.[364]
Ancak Beyhakî değişik bir lafızla yine onun rivayetinden bu manada bir hadîs
tahrîc etmiş ve ayrıca Cabir b. Semure'den de buna yakın bir rivayet
nakletmiş-tir. İbn Mâce ise şu mânada bir hadîsi Hz. Aişe (R.A.) dan rivayet etmiştir
: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz secde ettiği zaman, başını kaldırınca iyice
oturup belini doğrultmadan ikinci secdeye eğilmezdi ve sol ayağım yayıp üzerine
otumrdu.» [365]
Bilindiği gibi,
namazın birinci ve ikinci oturuşlarında teşehhüt okunur, buna et-Tahiyat da
deriz. Ancak bu konuda Ashab-ı Kirâm'-dan dört, beş kadar ayrı metin rivayet
edilmiştir. Onlardan biri, İbn Mes'ud'un (R.A.) naklettiği teşehhüttür. Yapılan
sahih tesbitlere göre, rivayet şu lâfızlarla nakledilmiştir :
îbn Mes'ud (R.A.) den yapılan rivayette demiştir ki :
— Resûlüliah (A.S.)
Efendimiz bana, Kur'ân'dan nasıl bir sûre Öğretiyorduysa, öylece teşehhüdü
öğretti :
ET-TEHİYYATÜ LİLLAHÎ
VA'S-SALAVATU VA'T-TAYYÎBATÜ, ES-SELAMÜ ALEYKE EYYÜHEN-NEBİYYÜ VE RAHMETÜ'LLAHİ
VE BEREKATUHÜ, ES-SELAMU ALEYNA VE ALÂ İBADİLLAHİ'S-SALİHİNE, EŞHEDÜ ELLA İLAHE
İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMED'EN ABDUHÜ VE RESULUHU.[366]
Diğer bir lafızla
Peygamber (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur :
«Sizden biri namazda
oturduğu zaman şöyle desin : ET-TEHÎY-YATÜ LÎLLAHÎ... VE ALA
İBADİLLAHÎ'S-SALÎHIN dediğiniz zaman, gökte ve yerde Allah'ın her sâlih kulu
üzerine selâm vermiş olursunuz. et-Tahiyat'm sonunda ise, istediğinizi seçip
isteyin.»[367]
Ahmed b. Hanbel'in Ebü
Ubeyde'den yaptığı rivayette, Abdullah (R.A.) şöyle demiştir : «Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz ona teşehhüdü öğretti ve insanlara öğretmesini emretti :
ET-TEHİYYATÜ......»[368]
İmam Tirmizî, teşehhüt
hakkında en sahîh hadîs İbn Mes'ud'un (R.A.) hadîsidir ki, ilim ehlinin çoğu
onunla amel etmektedir, demiştir.
Rivayetlerin ışığında
müctehit imamların ihticac ve istidlalleri: a)
Hanefî mezhebine göre :
Üç ve dört rekâtli
namazlarda birinci oturuş vaciptir. Kasden terkeden isâet işlemiş olur, yanılarak
terkedene yanılma secdesi gerekir. Çünkü Resûlüllah (A.S.) hayatı boyunca buna
devam etmiştir ki, onun bu devamı vücuba delâlet eder.
Birinci oturuşun farz
olmadığı ise, şu rivayetten anlaşılmaktadır: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
birinci oturuşu yapmadan üçüncü re-kâte kalktı, sübhanellah denildiği halde
geri dönmedi..»[369]
Hanefî fukahasmdan çoğu bunu dikkate alarak birinci oturuş sünnettir,
demişlerdir. Bundan maksat, birinci oturuşun vücubu sünnet ile anlaşılmıştır
veya vâcib derecesinde kuvvetli bir sünnettir demektir.
Namazın ikinci (son)
oturuşunda Teşehhüt okumak vaciptir. İmam Şâfiîye göre, farzdır. Çünkü
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz hayatı boyunca buna devam etmiştir. Bu da İmam
Şafiî'ye göre, onun farz olduğuna delil sayılır.
Abdullah b. Mes'ud
(R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki : «Teşehhüt henüz farz kılınmadan
önce biz namazda otururken ES-SELAMÜ ALA CİBRÎLE ve MİKİLE derdik. Peygamber
(A.S.) Efendimiz (bir gün) bize dönerek şöyle buyurdu : ET-TEHİYYATÜ
LİL-LAHİ... deyin ve böylece Teşehhüt ile bize emretti. Bu da Teşehhüd'-ün
farziyetine delâlet eden bir diğer delil olarak bulunuyor.[370]
Hanefîlerin bu
husustaki delili ise, Peygamber (A.S.) Efendimiz'-in bedeviye, «başını son
secdeden kaldırdığın ve teşehhüt miktarı
oturduğun zaman
namazın cidden tamamlanmış olur..» Böylece namazın mücerret oturmakla tamam
olacağı sübut bulmuş oluyor, o bakımdan Hanefüere göre, Teşehhüt okumak farz
değil vaciptir. İbn Mes'ud'un Teşehhüd'ü okunur.
b) Şafiî mezhebine göre :
Az yukarıda Şafiî mezhebinin
görüşünü kısa belirtmiş olduk. Ancak önemi bakımından o mezhepte kaynak
sayılan kitaplardan bir iki parça nakletmemizde yarar görüyoruz.
Namazın 11. rüknü,
Teşehhüt ve kuuddür. Eğer bu ikisinden sonra selâm veriliyor, yani namaz
bitiyorsa, ikisi de rükündür, selâm verilmiyorsa o takdirde sünnettirler. Bunun
gibi son oturuşta Peygamber (A.S.) Efendimiz'e salât getirmek de farzdır.
Birinci oturuşta ise, mezhebin en zahir kavline göre, sünnettir.[371]
Birinci ve ikinci
oturuşta okunacak Teşehhüdü İmam Şâfü, ibn Abbas'dan (R.A.) rivayet edilen
şekliyle daha uygun görmüştür ki şu lafızlarla okunur:
ET-TEHİYYATÜ LİLLAHİ,
SELAMÜN ALEYKE EYYÜHE'N-NE-BİYYÜ VE RAHMETÜLLAHÎ VE BERAKATÜHÜ, SELAMÜN ALEY-NA
VE ALA İBADİ'LLAHİ'S-SALİHINE, EŞHEDÜ ELLA İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE
MUHAMMEDEN RESÜLÜLLAH[372]
c) Hanbelî mezhebine göre :
Diğer mezheplerde
olduğu gibi, namazın sonunda oturmak farzdır. Ancak Hanbeli'lere göre,
teşehhüt ve iki selâm miktarı oturmakla bu farz gerçekleşir. Şafiî mezhebinde
ise, son oturuş teşehhüt ve salâvat miktarı oturmakla gerçekleşir.
Okunan teşehhüde
gelince, Hanefüere göre, vacip, Mâliküere göre, sünnet Şâfiîlere göre farzdır.
Hanbeli'lere göre, bir rivayete göre vacip, bir rivayete göre sünnettir. Onlar
da lafız olarak, İbn Mes'ud (R.A.) un rivayetini seçmişlerdir,[373]
d) Malikî mezhebine göre :
Bu mezhebin görüş ve
içtihadım kısmen açıkladık. İmam Mâlik, Teşehhüt eîfazmda Hz. Ömer'den (R.A.)
yapılan rivayeti seçmiştir.
Farz olan selâm
miktarı oturmak farzdır, teşehhüt miktarı oturmak sünnettir. Peygamber'e (A.S.)
salât-ü selam getirecek kadar oturmak menduptur. Sahih olan da budur.[374]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, yorumlar ve tahliller :
İbn Mes'ud hadîsini
aynı zamanda Hafız Bezzar da hem rivayet etmiş, hem de bu konuda en sahihidir, demiştir.
Yapılan tesbitlere göre, sözü edilen hadîs, yirmi küsur tarikle ele alınıp
nakledilmiştir. el-Bağavi Şerhü's-Sünnet'te bunun üzerinde durmuş ve kesin
ifadeler kullanmıştır. İmam Müslim ise, insanların daha çok îbn Mes'ud (R.A.)
m rivayet ettiği teşehhüdü seçip üzerinde icma' etmesinin sebebini, îbn
Mes'ud'un (R.A.) arkadaşlarının ve kendisine tabi olanların bu hususta
birbirine muhalefet etmediklerinde görmektedir. Diğer ashaptan rivayet edilen
Teşehhütler hakkında ise, onların arkadaşları ve kendilerine tabi' olanların
farklı görüşleri bulunduğu tesbit edildiğinden, insanların çoğu o rivayetleri
seçmenıişlerdir.
Teşehhüdü, İbn
Mes'ud'dan başka birçok ashab-ı kiram, Resû-lüllah'tan rivayet etmişlerdir.
Onları şöyle sıralayabiliriz :
1- Câbir (R.A.)
Bunu Nesâî, İbn Mâce,
Tirmizi ve Hâkim rivayet etmişlerdir. Ricali sikat (güvenilirler) dir.
2- Hz. Ömer
(R.A.)
Hz. Ömer'in (R.A.) bu
konudaki hadîsini İmam Mâlik, İmam Şafii, Hâkim ve Beyhakî rivayet
etmişlerdir. Dârekutnî Hz. Ömer hadîsinin mevkuf olduğunu belirtmiş ve bu
hususta farklı görüş ortaya koyan olmamıştır, demiştir.
3- İbn Ömer
(R.A.)
Onun hadîsini Ebû
Dâvud, Dârekutnî ve Taberânî tahrîc etmişlerdir.
4- Hz. Ali
(R.A.)
Onun hadîsini sadece
Taberâni, isnad-i zayıf ile tahrîc etmiştir.
5- Ebû Musa
(R.A.)
Onun hadîsini Müslim,
Ebû Dâvud, Nesâî ve Taberânî rivayet etmişlerdir.
6- Hz. Aişe
(R.A.)
Onun hadîsini Hasan b.
Süfyan kendi Müsned'inde tahric etmiş, Beyhakî de ona yer vermiştir. Dârekutni
onun mevkuf olduğunu belirterek bu yönüyle ağırlık kazandığını, söylemiştir.
7- Hz.
Semüre (R.A.)
Onun hadîsini Ebû
Dâvud tahrîc etmişse de isnadı zayıf kabul edilmiştir.
8- İbnZübeyr
(R.A.)
Onun hadîsini Taberâni
tahrîc etmiştir. Ancak rivayet zincirinde îbn Lühay'a teferrüt etmiştir.[375]
9- Muaviye (R.A.)
Onun hadîsini Taberâni
isnad-i hasen ile tahrîc etmiştir.
10- Selmân
(R.A.)
Onun bu konudaki
hadîsini Taberâni, Bezzar ve Ebû Nuaym rivayet etmişlerdir. İsnadı zayıftır.
11- Ebu
Humayd (R.A.)
Onun hadîsini Taberâni
tahric etmiş, Hafız Bezzar isnad-i hasen ile rivayet etmiştir. Ayrıca İbn Ebî
Şeybe mevkufen rivayet etmiştir.
12- Hüseyin
b. Ali (R.A.)
Onun bu konudaki
rivayetini Taberâni tahric etmiştir.
13- Talha b.
Ubeydullah ER.A.)
el-Hafız tahrîc etmiş
ve isnadının hasen olduğunu belirtmiştir.
14- Enes
(R.A.)
Yine el-Hafız onu
rivayet etmiş ve isnadının sahih olduğunu söylemiştir.
15- Ebû
Hüreyre (R.A.)
Onun hadîsini yine
el-Hafız tahrîc etmiş ve ve isnadının sahih olduğunu belirtmiştir.
16- Ebû Saîd
(R.A.)
el-Hafız onun da
isnadının sahih olduğunu kaydetmiştir. Bunlardan başka Ümmü Seleme, Huzayfe ve
Muttalib b. Rabi'a
ile İbn Ebî Evfâ
(Allah hepsinden razı olsun) Teşehhütle ilgili rivayetler yapmışlardır. Ancak
bir kısmının isnadı üzerinde bazı şeyler söylenebilir.
Teşehhüt'te yer alan
bazı kelimelerin açıklanması :
et-Tehıyyat, «tehiyye»
nin çoğuludur. Selâm, Baka, Azamet. Selâmet ve Mülkü saltanat gibi manalara
delâlet eder. Bütünüyle tâ'-zimi müşirdir.
es-Salâvat,- beş vakit
namaz, bütün namazlar, Hakk'a yapılan her türlü ibâdet ve dualar demektir.
Ayrıca rahmet manasına da delâlet eder.
Bazı ilim adamlarına
göre, et-Tehiyyat, sözlü ibâdete; es-Salâvat, fiilî ibâdetlere; et-Tayyibat
malî ibâdetlere işarettir.
et-Tayyibat, güzel ve
uygun sözler, Allah'ı anmalar, salih ameller gibi manalara delâlet eder.
Teşehhütle ilgili
diğer iki hadis :
îbn Abbas (R.A.) dan
yapılan rivayette demiştir ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bize Kur'ân'dan
sûre öğrettiği gibi, Teşehhüd'ü de öğretti. Resûlüllah şöyle buyurdu :
et-tahıyyatü el-mubarekâ-tü es-salavatü et-tayyibatü es-selamü aleyke
eyyü-hennebiyyü ve rahmetü'llahi ve berekâtühü, es-selâ-mü aleyna ve ala
ibadîllahi's-salihîne, eşhedü ella îlahe illallah ve eşhedü enne muhammeden
resûlüllah.[376]
Tirmizi bu hadisi
sahihlemiş ve içinde geçen «es-Selâm» kelimesini «selâmün» şeklinde
elif-lâmsız rivayet etmiştir, Îbn Mâce de bu-iu Müslim gibi rivayet etmiş,
ancak «Resûlüllah» yerine, «abdühü 7& resulünü» lafızlarını zikretmiştir.
İmam Şafiî ile İmam Ahmed 3. Hanbel de «es-Selâm» lafzını nekre, yani elif-lâmsız
ve sonunda «eşhüdü» lâfzını zikretmeyip sadece «ve enne Muhammed'en..» şeklinde
rivayet etmişlerdir. Nesâi de Müslim gibi rivayet etmiş, sadece «es-selâm»
yerine «selâm» lafzını koymuştur.
Hz. Ömer'den (R.A.)
yapılan rivayette, demiştir ki : «Namaz ancak teşehhütle yeterli olur.»[377]
1- Namazın
son oturuşunda Teşehhüt okumak vaciptir.
Bu, İmam Ebû Hanîfe'ye
göredir. İmam Şafiî'ye göre, farzdır.
2- Namazın
birinci oturuşunda Teşehhüt okumak sünnettir. Mâlikîlere göre, her iki oturuşta
da Teşehhüt sünnettir.
3- Üç ayrı
Teşehhüt şekli rivayet edilmiştir. En sahih, İbn Mes'ûd'un ki kabul edilmiştir,
Bununla beraber gerek İbn Abbas'tan, gerekse Hz. Ömer'den (Allah ikisinden de
razı olsun) rivayet edilen şekilleri okumakta bir sakınca yoktur. [378]
Namaz bütünüyle zikir,
dua, niyaz ve teslimiyettir. O bakımdan teşehhüt için oturulduğunda kalbimiz
Allah'ın varlığım tasdik, dilimiz ikrar, parmağımız tanıklık edip işarette
bulunur. Ancak bununla ilgili rivayetler üzerinde durup istidlal ve ihticacda
bulunan ilim adamlarının tesbitleri farklı, içtihatları değişik olmuştur.
İlgili hadîsler :
Vâil b. Hücr (R.A.)
den yapılan rivayette, Peygamber (A.S,) Efendimizin namazım vasfederken
bellediklerini söyledikten sonra şöyle dedi : Peygamber (A.S.) oturdu, sol
ayağını yere yayıp sol elinin içini sol uyluğu ile dizi üzerine koydu; sağ
dirseğinin ucunu sağ uyluğunun üzerine koyduktan sonra parmaklarından ikisini
kapadı, baş parmağıyla orta parmağını halka şeklinde tuttu ve sonra da şehadet
parmağını kaldırdı. Onu hareket ettirip onunla dua ettiğini gördüm.»[379]
îbn Ömer (R.A.) dan
yapılan rivayette demiştir ki :
— «Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz namazda oturduğu zaman iki elini iki dizi üzerine koyar, sağ elinin baş
parmaktan sonraki parmağını kaldırıp onunla duâ ederdi. Sol elini de açık bir
vaziyette sol dizi üzerine koyardı.»
Diğer bir lafızla
şöyle rivayet etmiştir : «Resûlüllah (A.S.) Efen-miz namazda oturunca, sağ
elinin içini sağ dizi üzerine koyar ve bütün parmaklarını yumar, sadece baş
parmağından sonraki parmağıyla işarette bulunurdu. Sol elinin içini sol dizi
üzerine koyardı."[380]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır.
1- Namazda
teşehhüde oturulduğunda ellerin içini
dizlerin üzerine koymak sünnettir.
2- Serçe
parmakla bitişiğindeki parmağı kapayıp orta parmakla baş parmağı halka yapmak
ve şehadet parmağıyla işarette bulunmak
müstehabdır. Tabi bu sağ ele mahsustur.
3- Namazda
teşehhüde oturulduğunda sağ elin bütün parmaklarını kapayıp sadece şehadet
parmağıyla işarette bulunmak müstehabdır.
4- Şehadet
parmağıyla işarette bulunmak, «illallah» lafzı söylenirken gerçekleştirilir.
Böylece Allah'ın varlığını ve birliğini .isbat-ta söz, fiil ve itikat birleşmiş
olur.
Mezhep imamlarının görüş,
tesbit ve istidlalleri ;
a) Hanefi
mezhebine göre :
Teşehhütte «eşhedü
ellâ. ilahe illallah» denildiğinde parmakla işarette bulunma hususunda
meşayihin farklı görüşleri olmuştur : Bir [kısmı, işarette bulunmak müstehab
değildir, çünkü elin içini açık bir vaziyette diz üzerine koymak sünnettir.
Parmakların kapanıp işaret parmağının hareket ettirilmesi bu sünnete muhalif
düşer. Bir İkisini ise, işaret parmağı kaldırılarak hareket ettirilir. Nitekim
İmam Muhamnıed Kitabü'l-Müsebbihe'de, Peygamberin (A.S.) parmağıyla işarette
bulunduğunu rivayet ederek Peygamber CA.S.) Efendimizin yaptığı gibi yapmanın
müstehab olduğunu söylemiştir. Ebû Hanife'-ınin de kavli bu doğrultudadır.
Ancak teşehhütte
parmakla işarette bulunmanın keyfiyeti hakkında iki ayrı tesbit söz konusudur
: Medine halkı parmaklan kapayıp 53 rakamını ifade eder bir şekil üzerinde
durmuştur, yani serçe parmakla bitişiğindeki parmak kapatılır, orta parmakla
baş parmak halka edilir ve şehadet parmağıyla işaret yapılır. el-Fakıh Ebû
Cafer el-Hendevânî de bu şekli uygun görmüştür.[381]
Bununla beraber hanefi
fukahası, elleri açık bir vaziyette dizler üzerine koymanın daha uygun olacağı
üzerinde durmuşlardır. O bakımdan bu mezhebe bağlı olanların çoğu teşehhütte
hem parmaklarını kapamazlar, hem de işarette bulunmazlar.
b) Şafiî mezhebine göre :
Teşehhütte sağ elinin
serçe ve bitişiğindeki parmakları kapamak, onlarla birlikte orta parmağı da
kapayıp müsebbiha Cşehâdet parmağı) serbest bırakılır ve «illallah» lafzı
söylenirken yukarıya kaldırılır, başka hareket ettirilmez. En zahir kavle göre,
baş parmak da orta parmakla birlikte halka edilip kapatılır ve el, 53 rakamını
ifade edenin şekline sokulur.[382]
c) Hanbeli mezhebine göre :
Namazda teşehhüde
oturulduğunda sol eli açık vaziyette, sağ eli de hadiste belirtilen 53
rakamının ifade eder şekilde diz üzerine koymak müstehabdır. Hanbeîüer bu
konuda yukarıda naklettiğimiz iki hadîsi delil seçip istidlalde bulunmuşlardır.
Şafii mezhebinde olduğu gibi, şehadet parmağını sadece kaldırmakla yetinir,
başka bir hareket ettirmez.[383]
Teşehhütte her iki eli
de açık bir vaziyette dizler üzerine koymakta bir sakınca olmadığı gibi, sağ
eli 53 rakamını ifade eder şekle sokup koymak daha uygun olur. Medine halkının
ameli de hep böyle olmuştur.
Konuyla ilgili diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller :
951 nolu Vâil b. Hücr hadisini aynı zamanda
İbn Huzayme ve Beyhakî de tahrîc
etmişlerdir. Ancak hadîste Vâil, «Peygamber CA.S.) Efendimizin şehadet
parmağını kaldırdığım, hareket ettirdiğini gördüm» demiştir ki, bu konuyla
ilgili diğer hadîslere uymamaktadır.
Nitekim Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Hibban'm îbn Zübeyr'den (R.A.)
rivayet ettikleri hadiste, adı geçen şöyle demiştir «Peygamber (A.S.) sebbabe (şehadet) parmağıyla işaret ediyor,
hareket ettirmiyordu ve gözleri işaret sınırını aşmıyordu.»
Müslim ise, îbn
Zübeyr'in hadîsinin sadece «Sebbabe (şehadet) parmağıyla işaret ediyor..»
bölümünü nakletmiştir.
O halde Vâil hadîsinde «hareket ettirdiğini
gördüm» sözünden maksat, işaret için kaldırmak olabilir. Çünkü parmağı kaldırmak, onu hareket ettirmek demektir.
952 ılolu İbn Ömer hadisini Taberâni şu lâfızla
tahrîc etmiştir : «Peygamber (A.S.) namazda teşehhüt için oturduğu zaman elini
sağ dizi üzerine koyar, sonra şehadet parmağını kaldırır, diğer parmaklarını
yumardı.»
Teşehhütte sağ elin
şehadet parmağım kaldırma ve diğer parmakları kapama konusuna Ebu Cafer
et-Tahavî, Zeylaî ve İbn Dakik el-îydi gibi, ahkâm hadîslerini nakleden ilim
adamları yer vermemişlerdir. Ancak Şevkanî Neylül-Evtar'da konuya geniş yer
ayırmış ve birçok rivayetleri nakletmiştir.
Aynı zamanda Mâliki
mezhebinde mutemed fıkıh kitaplarından el-müdevvenetü'1-Kübra'da da bununla
ilgili herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Abdurrahman el-Cezîrî ise,
Kitabu'l-Fıkhı Alâ'l-Me-zahıbi'l-Arbaa adlı eserinin birinci cilt
«Teşehhüdü!-Ahîr» başlığı altında kısmen bilgi vermiştir. [384]
1- Namazda
teşehhüde oturulduğunda et-Tahiyyat'm şehadet bölümüne gelindiği zaman, yani
«eşhedü ella ilahe illallah» denildiğinde sağ elin şehadet parmağım kaldırmak
müstehabdır. Şafiî mezhebine göre, sünnettir. Hanefiler de bunun istihbab olup
olmadığında farklı görüşler ortaya koymuşlardır.
2-
Parmağı sadece kaldırmakla yetinmek, başkaca hareket ettirmemek
müstehabdır. [385]
Allah'ı bize tanıtan,
kulluğumuzu öğreten, bizimle Allah arasındaki engeleri kaldıran, insan ruhunun
ancak ibâdetle arınabileceğim ve yeterli gıda alabileceğini beyân eden
Resûlüllah (A.S.) : Efendimizi salât ü selâmla anmamız Müslüman olarak
terbiyemiz, nezaketimiz ve kadir bilirliğimizin gereğidir. O bakımdan namazda
teşehhüde oturduğumuzda, Onun talim ettiği şekilde ibâdetimizi tamamlarken
kendisini salât ü selâm ile yadetmemiz sünnet sayılmıştır.
İlgili hadisler ;
Ebû Mes'ud (R.A.) den yapılan rivayette demiştir ki :
«Sa'd b. Ubade'nin
CR.A.) meclisinde bulunduğumuz bir sırada Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
çıkageldi. Beşir bin Sa'd CR.A.), Peygamberimize dedi ki:
— Allah bize sana
salât getirmemizle emretti; sana nasıl (hangi lâfızlarla) salât getirelim?
Bunun üzerine
Resûlüllah (A.SJ Efendimiz sustu, o kadar ki, keşke Beşîr O'ndan sormasaydı
diye temenni ettik. Sonra Resûlüllah (A.S.) şöyle buyurdu; Deyin ki :
— allahümme sallı alâ
Muhammed'în ve alâ âlî muhammed'in kema salleyte alâ ibrahim'e ve barik alâ
muhammed'în ve alâ âli muhammed'in kema barekte alâ âli ibrahim'e, inneke
hamîdün mecîd. Selâm vermeyi daha önce öğrenmiş bulunuyorsunuz.[386]
Kâb b. Ucre (R.A.) den
yapılan rivayette demiştir ki :
«Bizler, Ey Allah'ın
Peygamberi! dedik, sana nasıl selâm verilir, onu bize öğret veya tanıt. Şöyle
buyurdu : Deyin ki : ALLAHÜMME SALLÎ ALÂ MUHAMMED'İN VE ALÂ ÂLÎ MUHAMMED'ÎN
KEMA SALLAYTE ALÂ ÂLİ ÎBRAHÎM'E İNNEKE HAMÎDÜN MECÎD. ALLAHÜMME BÂRİK ALÂ
MUHAMMED'İN VE ALÂ ÂLİ MUHAM-MEDİN KEMA BAREKTE ALÂ ÂLİ ÎBRAHÎM'E İNNEKE
HAMÎDÜN MECÎD[387]
Ancak Tinnizî bunu
rivayette, her iki yerde de ayrıca İbrahim ismini kullanmış, âli'ni
zikretmemiştir.
Fezale bin Ubeyd
(R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki :
«Peygamber (A.S.)
Efendimiz, bir adamın namazda dua edip Peygamber'e (A.S.) ve âline salât
getirmediğini işitti. Bunun üzerine şöyle buyurdu : «Bu adam acele etti.» Sonra
da onu çağırıp ona veya başka birine dedi ki : «Sizden biri namaz kıldığı
zaman, önce Allah'a hamd sena ile başlasın, sonra Peygamber'e (A.S.) ve âline
salât getirsin, ondan sonra da dilediği kadar dua etsin.»
Aynı had'îsi Tirmizî
rivayet edip sahîhlemiştir.
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Namazın
sonunda teşehhütten sonra Peygamber (A.S.) Efendimiz ile âline salât-ü selâm
getirmek, yani hadîste belirtilen
elfazı söylemek sünnettir.
2- Namazın
birinci oturuşunda da aynı şeyin
söylenmesinin müstehab olduğu anlaşılıyorsa da müctehit imamların farklı
görüşleri söz konusudur.
3- Duada
müstehab olan tertip şöyledir : Önce
Allah'a ham ve sena edilir; sonra Peygamber (A.S.) Efendimiz'e salât ü selâm getirilir;
sonra da meşru sınırlar içinde duâ edenin arzusu doğrultusunda dilek ve
hacetler arzedilir.
Hadîslerin ışığında
müctehit imamların istidlal, ihticac ve içtihatları :
a) Hanefî
mezhebine göre :
Namazda birinci
oturuşta sadece İbn Mes'ud (R.A.) den rivayet edilen teşehhüt okunur, başkaca
ne bir duâ, ne de salâvat söylenir. Nitekim et-Tahavî bu konuda şöyle demiştir
: «Kim bundan fazla bir şey okur veya söylerse, gerçekten o, icmaa muhalefet
etmiş sayılır.» Şüphesiz ki, Ebû Cafer et-Tahavî selefin mezhebini en iyi bilenlerden
biridir.[388]
O halde birinci
oturuşta teşehhütten sonra unutarak ALLAHÜM-ME SALLİ ALA MUHAMMED'in derse,
îmanı Ebû Yusuf ile İmam Muhamnıed'e göre, yanılma secdesi gerekmez. Hasan b.
Ziyat ise el-Amâlî'sinde îmanı Ebû Hanîfe'den yaptığı rivayette, yanılma secdesinin
gerektiğini belirtmiştir.[389]
Namazda ikinci
oturuşta ise, teşehhütten sonra, kişi kendi hacetini ifade eder, ancak bunlar
insan sözüne benzer ölçüde olmamalıdır. et-Tahavî ise, teşehhütten hemen sonra
Peygamber (A.S.) Efendimiz'e salât ü selâm getirilir ve sonra hacetini dile
getirip birtakım dileklerde bulunur, demiştir. Bu arada kendisi, ana-babası ve
bütün mü'minler için istiğfarda bulunur. Sahih plan da budur. Nitekim
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur
«Sizden biri namaz kıldığı zaman önce Allah'a hamd ve sena ile başlasın,
sonra bana salât ü selâm versin, sonra duâ etsin ve Peygambere (A.S.) salât
getirsin.» îşte ümmet için maruf olanı budur.[390]
b) Şafii mezhebine göre ;
İkinci veya son
oturuşta Peygamber'e (A.S.) salât ü selâm getirmek farzdır. Mezhebin en zahir
kavline göre, birinci oturuşta Peygambere salât getirmek sünnettir. Birinci
oturuşta Peygamberin Âline salât getirilmez, sahîh olan budur. İkinci oturuşta
getirmek sünnettir.
Peygamber'e (A.S.)
salâtm en kısa şekli şöyledir : ALLAHÜM-ME SALLÎ ALÂ MUHAMMED'ÎN VE ÂLİHİ..
Fazla olarak INNEKE HAMİDÜN MECÎD'e kadar uzatmak ise, son oturuşta sünnettir.
Sa-lâttan sonra duâ etmek de sünnettir, ancak me'sür olanını seçip söylemek af
daldır.
Salât ve me'sur
duaları söylemekten âciz olanlar kendi dillerine çevrilmiş olanını
söyleyebilirler.[391]
îmam Şafiî de şöyle
demiştir : «Peygambere (A.S.) salât getirmenin en uygun farz olduğu yer
namazda teşehhütten sonra olanıdır. Ayrıca İmam Şafiî teşehhütten sonra, yani
ikinci oturuşta söylenecek salât elfazını, Kâb b. Ucre ile Ebû Hüreyre'den
(Allah ikisinden de razı olsun) rivayet edilenin daha uygun olduğunu söylemiştir.[392]
c) Hanbelî mezhebine göre :
İmam Ahnıed b.
Hanbel'e göre, teşehhütten sonra -son oturuşta- Peygambere (A.S.) salât
getirmek vâcib değil, sünnettir. Nitekim el-Mervezî diyor ki : «Bir adam, İmam
Ahmed'e dedi ki : Efendim, îbn Râhuye diyor ki : Eğer bir adam teşehhütte
Peygambere (A.S.) salât getirmeyi terkederse, namazı bâtıl olur, siz ne
buyurursunuz? İmam ona şu cevabı verdi : Ben böyle demeye cesaret edemem..»[393]
d) Mâliki mezhebine göre :
Birinci oturuşta
teşehhütten -sonra sadece Peygambere (A.S.) sa-lât getirmek, ikinci oturuşta
yine teşehhütten sonra hem Peygambere (A.S.), hem onun âline salât getirmek
sünnettir.[394]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, yorumlar ve tahliller :
Ihkâmul-Ahkâm sahibi
İbn Dakiyk el-Iyd, Kâb b. Ucre (R.A.) hadîsim açıklarken şöyle diyor : Buhari
bunu birden fazla yerde muhtelif lafızlarla tahric etmiştir. Ayrıca Müslim, Ebû
Dâvud, Ne-sâî, Tirmizi ve îbn Mâce de aynı hadîsi tahrîc edenler arasında bulunuyorlar.
Bu bapta bir çok, sahih değişik ibareler varit olmuştur.
İmam Nevevî
el-Mühezzeb Şerhi'nde diyor ki : Salâtla ilgili varit olan sahih hadislerdeki
lâfızları toplayıp şöyle demek daha uygun olur : ALLAHÜMME SALLİ ALA
MUHAMMED'ÎNİ'N-NEBÎYYİ'L-ÜMMİYYÎ VE ALÂ ÂLİ MUHAMÎVİED'ÎN VE EZVACİHİ VE
ZÜHRt-YETÎHİ KEMA SALLAYTE ALÂ İBRAHİM'E VE ALÂ ÂLİ İBRAHİM'E Fİ'L-ÂLEMÎNE
İNNNEKE HAMÎDUN MEGÎC.
el-Irakî ise, bu
hususta diğer sahih hadîslerle varit olan bazı lâfızlar daha kaldı ki onlar
beş tanedir, hepsini şöyle demek suretiyle biraraya toplamış oluruz : ALLAHÜMME
SALLİ ALÂ MUHAM-MED'ÎN ABDİKE VE RESÛLÎKE'N-NEBİYYÎ'L-ÜMMÎYYİ VE ALÂ ÂLÎ MUHAMMED'İN
VE EZVACİHİ ÜMMEHÂTİ'L-MÜ'MİNÎNE VE ZÜRRİYETİHİ VE EHLİ BEYTİHÎ KEMA SALLAYTE
ALÂ İBRAHİM'E VE ALÂ ÂLÎ İBRAHİM'E İNNEKE HAMÎDÜN MECÎD. [395]
el-Münteka Şehr'inde
diyor ki : Hadîste Resûlüllah'm (A.S.) «deyin..» emri, namazda salât getirmenin
vücubuna delâlet etmektedir ki bu teşehhütten sonra söylenir. Nitekim Hz.
Ömer, oğlu Abdullah, İbn Mes'ud ve Câbir b. Zeyd de aynı görüştedirler. Allah
hepsinden razı olsun. İmam Şa'bî, Muhammed b. Kâb el-Kurezî, Ebu Cafer
el-Bakır, el-Hâdî, el-Kasım, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, îshak da bu görüştedirler.[396]
Ancak az yukarıda da açıkladığımız gibi, İbn Kudâme el-Muğnî'de İmam Ahmed'in
görüşünü belirtirken, teşehhütten sonra salât getirmenin sünnet olduğuna kail
bulunduğunu söylemiştir. el-Münteka sahibi ise, onun hilâfına bir tesbitte
bulunmuştur. Kanatimce, İbn Kudâme'nin tesbiti daha sıhhatlidir.
Nitekim Cumhur da
teşehhütten sonra salât getirmenin
vâcib olmadığını belirtmiştir ki İmam Mâlik, İmam Ebû Hanîfe ve arkadaşları,
İmam Sevri, İmam Evzaî ve arkadaşları cumhurun bir kanadını
oluşturmaktadırlar. Taberi ile Tahavî de önce gelen ilim adamlarıyla, sonra
gelenler de salâtm adem-i vücubuna kail olmuşlardır, demişlerdir.[397]
Aynı konuyu Sıddîk
Hasan Han, Bülûğü'l-Meram şerhinde ele alıp üzerinde durmuş ve teşehhütten
sonra salât getirmenin vâcib olup olamadığıyla ilgili görüşleri naklederek
araştırıcılara malzeme, vermiştir. Ayrıca Peygamberin âline salât getirmenin
gereği üzerinde durmuştur ki, ileride o konuyu ayrıca işleyeceğimizden burada
üzerinde durmak istemedik.[398]
Zeylai ise İbn Mes'ud
hadîsini tahlil ederek diyor ki : Hadîsin son kısmında «böyle dediğiniz» veya
«böyle söylediğiniz zaman...» cümlesi üzerinde durulmuş, Peygambere (A.S.) ait
olup olmadığı hakkında farklı görüşler izhar edilmiştir. Eğer Peygambere ait olduğu
sıhhat kazanırsa, o takdirde teşehhütte Peygambere salât getirmenin vacib
olmadığı ortaya çıkar.[399]
956 nolu Ebû Mes'ud
hadîsiyle istidlal edenler ise, teşehhütten sonra Peygambere (A.S.) salât
getirmenin vâcib olduğunu söylemişlerdir. Nitekim Hakim bunu el-Müstedrek'te
tahrîc edip, Müslim'in şartı üzerine sahihtir, demiştir. Dârekutnî de kendi
sünen'inde rivayet etmiştir.
Vücubuna kail
olanların ikinci delili şu hadîstir :
Abdülmuheymin b. Abbas
b. Sehl b. Sa'd es-Sâidi'den, o da babasından, o da dedesinden, o da
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'den rivayet etmiştir ki, Efendimiz (A.S.) şöyle
buyurmuştur : «Abdesti olmayanın namazı caiz değildir. Allah'ın ismini
anmayanm abdesti caiz değildir. Peygambere (A.S.) salât getirmeyenin namazı
caiz değildir, Ansan- sevmeyenin namazı namaz değildir.»[400] îbn
Mâce'-nin tahrîc ettiği bu hadîs üzerinde hayli durulmuş, Hakim el-Müstedrek'te
nakledip Buharî ve Müslim'in Abdülmuhaymin'den tahrîc yapmadıklarına dikkatleri
çekmiştir. Dârekutnî kendi Sünen'inde rivayet ettikten sonra, «Abdülmuhaymin
kaviy değildir» demiştir. İbn Hibban ise, onunla ihticac olunmaz, diyerek zayıf
olduğunu belirtmiştir. Taberâni bunun bir benzeri hadisi Ubey b. Abbas b. Sehl
L Sa'd'den, o da babasından, o da dedesinden merfuan rivayet etmiştir ki, bu
durumda Abdülmuhaymin'in hadîsi sevaba daha müşabih görülmüştür. Bununla
beraber ilim adamlarından bir topluluk Ubey b. Abbas üzerinde hayli şeyler
söylemişlerdir ki îmam Ahmed onlardan biridir. Nesâî ile İbn Maîn de onun zayıf
olduğuna kail olmuşlardır. Nitekim Zehebî bu zat hakkında şöyle yazmıştır :
«îbn Maîn onun zayıf olduğunu, Ahmed b. Hanbel münker olduğunu, Ne-Isâî ve
Dolabı onun kaviy olmadığını söylemişlerdir.»[401]
Zeylai'nin işaret
ettiği Abdülmühaymin hakkında ise Zehebi şu sözleri yazmıştır : «Buharî, onun
münkerü'l-hadîs olduğunu, Nesâî onun sika olmadığım Dârekutni onun kaviy
olmadığım söylemişlerdir.[402]
Namazda Resûlüllah'a
(A.S.) salât getirme hakkında bir diğer hadîsi Dârekutnî Câbir ec-Cu'fî'den, o
da Ebû Cafer'den, o da Ebû Mes'ud el-Ansarî'den rivayet etmiştir ki, adı geçen,
Peygamber CA.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir : «Kim bir namaz
kılar da onda bana salât getirmezse ve ehl-i beytime de salât getirmezse, o
namaz ondan kabul olunmaz.»
Dârekutnî bu hadîsi
rivayet ettikten sonra râvi Cabir ec-Cu'fî'-nin zayıf olduğunu belirtmiştir. Bu
hadîs bazan mevkuf, bazan da merfu' rivayet edildiğine ve adı geçen râvinin de
zayıf olduğuna göre, ihticaca uygun görülmemiştir. Zeylai'nin tesbitine göre,
adı geçen râvinin sika olmadığı anlaşılmıştır.[403]
Bu konuda bir diğer
hadîsi Beyhaki, Yahya b. es-Sebbak'dan, o da Beni Hâris'ten bir adamdan, o da
İbn Mes'ud (R.A.) den rivayet etmiştir. Reslüllah (A.S.) şöyle buyurmuştur :
«Sizde biri namazda teşehhüt okuduğu zaman şöyle desin: ALLAHÜMME SALLİ ALA
MU-HAMMED'İN VE ALÂ ÂLİ MUHAMMEDİN VE BÂRİK ALÂ MU-HAMMEDİN VE ALÂ ÂLÎ
MUHAMMED'İN VERHAM MUHAM-MED'DEN VE ÂLA MUHAMMEDİN, KEMA SALLAYTE VE BAREK-TE
VE TERHAMTE ALÂ ÎBRAHÎM'E VE ALÂ ÂLİ İBRAHİM'E İNNE-KE HAMÎDUN MECÎD.
Hâkim bunu
Müstedrek'te riyâyet etmiş ve «isnadı
sahih ve mühmeldir» demiştir. Bu hadisin senedinde meçhul bir râvi vardır;
o" bakımdan ihticaca uygun görülmemiştir. Nitekim müctehit imamlar
bununla istidlal etmemişlerdir.[404]
956 nolu Ebû Mes'ud hadîsini aynı zamanda İbn
Huzayme, İbn Hibban ve Dârekutnî tahric
etmişler, Hakim ile Beyhakî onu sahîh-lemişlerdir. Ancak birkaç tarikten
rivayet edilen bu hadîsin metni bazı farklarla ve ilâvelerle nakledilmiştir. Meselâ, Muhammed isminden sonra en-Nebî el-Ümmî kelimeleri
ve ALÂ ÂLİ ÎBRAHÎM'den sonra Fl'L-ALEMÎN kelimesi eklenmiş halde rivayetler
mevcuttur. Az yukarıda da kısmen bu hususa temas etmiştik.
957 nolu Kâb b. Ucre hadîsinden Peygambere (A.S.)
salâtm Teşehhütten sonra meşru olduğuna delâlet vardır.
958 nolu Fedale b. Ubeyd hadîsi ise, namazda
teşehhütten sonra Peygambere
(A.S.) salâtı, duadan önce getirmenin muşru olduğuna
delâlet etmektedir. [405]
1- Namazda
birinci oturuştan sonra sadece teşehhüt okunur, ardından salât getirilmez ve
duâ yapılmaz. Bu, Hanefîlere göredir.
2- Namazda
birinci oturuşta teşehhütten sonra sadece Peygambere (A.S.) salât getirmek
sünnettir. Bu, Şâfiüere göredir.
3- Namazda
ikinci oturuşta teşehhütten sonra Peygambere (A.S.) salât getirmek, sünnet veya
vaciptir. Bu, Hanefîlere göredir.
4- Namazda
teşehhütten sonra son oturuşta salât
getirmek farzdır. Bu, Şâfiüere göredir.
5- Her iki
oturuşta da Peygambere salât getirmek sünnettir, ancak ikinci, oturuşta onun
âline de salât getirmek sünnettir veya müstehabdır.
Bu, İmam Mâlik'e göredir.
6- Birinci
ve ikinci oturuşta teşehhütten hemen sonra, ikinci oturuşta yine teşehhütten
hemen sonra ve duadan önce salât getirmek meşrudur.
7- İkinci
oturuşta teşehhütten ve salâttan sonra duâ yapmak meşrudur. [406]
Bu konuda varit olan
rivayetlerin bir kısmını Peygamber'e A.S.) salât bahsinde nakletmiştik. Burada
önemine binaen daha çok
hadîsi nakletmek suretiyle müstehap veya
sünnet olduğunu belirtmek istiyoruz.
Âl, kelimesi
Arapçadır. Bir bölük asker, kişinin etba'ı, çoluk-ço-;uğu ve ev halkı gibi
mânalara gelir. Terim olarak . çok Resûlüllah [A.S.) Efendimiz'in eş ve
çocukları, ev halkı, kendisine dosdoğru ayan arkadaşları gibi mânalara delâlet
eder. Bunu daha geniş kap-îamlı tefsir edenler de olmuştur.
Ebu Humayd es-Sâidi
(R.A.) den yapılan rivayette, onlar şöyle demişlerdir : «Ya Resûlelllah! sana
nasıl salât getirelim?» O da şöyle buyurmuştur : «Deyin ki : ALLAHÜMME SALLÎ
ALÂ MUHAM-MED'İN VE ALÂ EZVACİHİ VE ZÜRRÎYETÎHİ KEMA SALLEYTE ALÂ ÂLİ İBRAHİM'E
VE BARİK ALÂ MUHAMMEDİN yE EZVACİHİ VE ZÜRRİYETİHİ KEMA BAREKTE ALÂ ÂLÎ
İBRAHİM'E, İNNE-KE HAMÎDÜN MECÎD.»[407]
Ebu Hüreyre (R.A.) den
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber
vermiştir -.
«Kim tastamam ölçekle
ölçmeği sevip arzu ederse, bize ehM beyte salât getireceği zaman şöyle desin :
ALLAHÜMME SALLÎ ALÂ MUHAMMED'ÎNÎ'N-NEBİYYÎ VE EZVACÎHİ ÜMME-HATÎ'L-MÜ'-MİNÎNE
VE ZÜRRÎYETİHİ VE EHLİ BEYTIHİ, KEMA SALLEYTE ALA ÂLÎ İBRAHİM'E İNNEKE HAMÎDÜN
MECID.»[408]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Namazda
teşehhütten sonra önce Peygamber'e (A.S.), sonra da O'nun zevcelerine,
zürriyetine salât getirmek sünnettir.
2-
Peygamber'e (A.S.) ve ehl-i beytine dalâttan sonra İbrahim Peygamberi ve âlini
de zikretmek sünnettir.
3- Namazda
Peygamber'in (A.S.) ehl-i beytine salât getirmek sünnettir. Hadîslerin ışığında
nıüctehit imamların istidlal ve ihticacları:
a) Hanefî mezhebine göre :
Namazda ikinci
oturuşta teşehhütten sonra Peygamber (A.S.) Efendimiz'e ve O'nun Âline salât
getirmek sünnettir. Zira hanefîlere göre, Âl tabiri, hem Peygamberin (A.S.)
zevcelerini, hem zürriyetini, hem kendisine uyan arkadaşlarını kapsamaktadır.
Nitekim İmam Muhammed'den salât'm keyfiyeti sorulduğunda şöyle tarif etmiştir:
ALLAHÜMME SALLİ ALÂ MUHAMMEDİN VE ALÂ ÂLİ MUHAMMEDİN KEMA SALLAYTE ALÂ
İBRAHİM'E VE ALÂ ÂLÎ İBRA^ HÎM'E VE BARİK ALÂ MUHAMMEDİN VE ALÂ ÂLÎ
MUHAMMED'-ÎN KEMA BAREKTE ALÂ İBRAHİM'E VE ALÂ ÂLÎ İBRAHİM'E ÎN-NEKE HAMÎDÜN MECÎD..[409]
b) Şafiî mezhebine göre :
Daha önce de
belirttiğimiz gibi, namazda birinci oturuşta Peygamber'e (A.S.) salât getirmek
sünnettir, Âline ise, sünnet değildir. İkinci oturuşta ise, Peygamber'e (A.S.)
salât getirmek farz, âline getirmek ise, sünnettir. Mezhebin en zahir kavli
budur. O bakımdan sahih diye belirlenmiştir.[410]
c) Hanbelî mezhebine göre :
Teşehhütten sonra hem
Peygamber'e (A.S.), hem âline salât getirmek sünnettir. îmam Ahmed'den yapılan
bir rivayette ise, vaciptir. Birinci tesbit daha sahihtir.[411]
d) Mâliki mezhebine göre :
Birinci oturuşta
teşehhütten sonra Peygamber'e (A.S.) salât getirmek sünnettir. İkinci oturuşta
hem Peygamber'e, hem âline salât getirmek sünnettir.[412]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, yorumlar ve tahliller :
Eloû Humayd hadîsiyle
Ihticac edenlerden bir grup ilim adamı, hadiste geçen Âl'dan maksat, Peygamber
(A.S.) Efendimizin zevceleri ve zürriyetidir. Bunlar aynı zamanda şu âyeti
delil olarak göstermişlerdir : «Ey Ehl-i beyt! Allah elbette sizden her türlü
çirkinliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.»[413]
Çünkü hitap o gün için
Ehl-i beyt'e yapılmıştır ki, bu tabir Peygamberin (A.S.) eşlerini, evlâdım ve
torunlarım kapsamaktaydı
Diğer bazı ilim adamlarına
göre, Âl'dan maksat, kendilerine zekât verilmesi haram olan Hâşim oğullandır.
îmam Yahya da aynı görüştedir.[414]
Bunlar Zeyd b. Erkam'm CR.A.) şu yorum ve tefsî-riyle de istidlal etmişlerdir :
«Peygamberin CA.S.) ÂH, Hz. Ali'nin, Hz. Cafer'in, Hz. Akiyl'in ve Hz. Abbas'm
ev halkıdır.» Şüphesiz ki, Ashab-ı Kiram, Peygamberin (A.S.) bu gibi konularda
maksat ve muradmı daha bilirlerdi.
Diğer bazı ilim
adamlarına göre, Âl'dan maksat, Hâşim oğullarıyla, Abdülmuttalib oğullarıdır.
Nitekim İmam Şafiî de aynı görüş-! tedir. Bazısına göre ise, Hz. Fatıma, Hz.
Ali ve Hasan ile Hüseyin'dir. ; Ehl-i beyt'in cumhuru bu görüştedir.[415]
Bunlar şu hadîsle
istidlal etmişlerdir : «Allahım! şüphesiz ki bunlar (Fâtıma, Ali, Hasan ve
Hüseyin -Allah hepsinden razı- olsun) ehl-i beytimdir.»[416]
Peygamber (A.S.)
Efendimizin Ehl~i beyti, bunlarla sınırladığı söylenemez. Çünkü diğer bazı
hadîslerde bunun kapsamını hayli ge-niş tuttuğu bilinmektedir.
Kimi de Âl'dan maksat,
ümmetin tamamıdır, demişlerdir. Nitekim İmam Nevevî, Müslim Şerhinde bu
yorumun daha zahir olduğunu belirtmiştir. Tahkik ehlinden el-Ezheri ve
diğerleri bu görüşü ihtiyar etmişlerdir.
Ehl-i salibin âli
denilince, sadece onların etba'ı kasdedilir. Nitekim Kur'ân'da Fir'avn'm
âlinden söz edilirken şöyle buyurulmuştur: «Kıyametin kopuşu meydana gelince
Fir'avn'm âlini (yandaş ve etbamı) azâbm
en şiddetlisine sokun!»[417]
Peygamber (A.S.) Efendimiz de bu manayla şöyle buyurmuştur : «Muhammed'in âli,
takva sahibi olan herkestir.»[418]
Ebu Hüreyre hadîsini
tahrîc eden Ebû Dâvud ve Münzirî, hadîs hakkında susup bir şey dememişlerdir,
Ebu Cafer tarikiyle rivayet edilmiş ve bu zat üzerinde farklı görüş ve
tesbitler ortaya konulmuştur. Nesâî ise, Müsned-i Ali'de Amr b. Âsim tarikiyle
Hibban b. Ye-sar'dan rivayet etmiştir ki Hibban da Abdurrahman b. Talha'dan, o
da Ebu Cafer'den, o da Muhammed b. Hanefiye'den o da babasından ve o da
Peygamber (A.S.)'dan rivayet etmiştir. Sonuç olarak ilim adamları hem Ebû
Cafer, hem de Hibban b. Yesar üzerinde durmuşlardır. Zehebî, Ebû Cafer'in meçhul
olduğunu kaydetmiştir.[419]
Yine Zehebi Hibban b. Yesar üzerinde durmuş ve biri Hibban b. Zü-heyr, diğer
Hibban b. Yesar diye iki hibban birbirine karıştırılmış ve o bakımdan onların
rivâyetiyle ihticac yapılamıyacağma dikkatleri çekmiştir.[420]
Buna rağmen hadîs ile
istidlal ,edenler, zevcat-i tahiratm ve zürriyetinin Âl'dan olduğunu
söylemişlerdir. [421]
1- Namazda
teşehhütten sonra Peygamber (A.S.) Efendimize salât getirmek farzdır veya
sünnettir.
2- Birinci
oturuşta salât getirmek, Şâfiîlere, Hanbelî ve Mâ-likîlere göre sünnettir.
Hanefilere göre, sünnet değildir.
3- İkinci
oturuşta teşehhütten sonra salât
getirmek farzdır. Bu Şâfiîlere göredir. Âline ise, sünnettir.
4- İkinci
oturuşta hem Peygamber'e (A.S.) hem âline
salât getirmek sünnettir. Bu, Hanefîlere, Mâlikîlere ve Hanbelîlere göredir.
İmam Şafiî'ye göre, Peygamber'e (A.S.)
salât getirmek farz, âline
getirmek sünnettir.
5- Âl tabiri
hem ezvacı, hem zürriyeti, hem etbaı
içine almaktadır. [422]
Namaz bizatihi tesbîh,
dua ve niyazdan ibarettir. O bakamdan onun her bölümünde bu üçünün yeri ve
anlamı söz konusudur. Bu konuda birçok rivayetler vardır. Biz müctehit
imamların seçip üzerinde durduklarını nakletmekle yetinmek istiyoruz. Çünkü onların
ciddi araştırma ve incelemesi, bize yetecek kadar malzeme vermektedir.
Ebu Hüreyre (R.A.) den
yapılan rivâyette) Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu haber
vermiştir : «Sizden biri son teşehhütten fariğ olunca, şu dört şeyden Allah'a
sığmsm : Cehennem azabından, kabir azabından, hayat ve ölümün fitnesinden,
Mesih Deccal'm şerrinden..»[423]
Hz. Aişe (R.A.) dan
yapılan rivayette, demiştir ki : «Resûlüllah (Â.SJ Efendimiz namazda şöyle dua
ederdi : Allahım! kabir azabından sana sığınırım.. Mesih Deccarm fitnesinden
sana sığınırım.. Hayat ve ölümün fitnesinden sana sığınırım. Allahım! borçtan
ve günahtan da sana sığınırım..»[424]
Ebu Bekir Sıddîk
(R.A.) den yapılan rivayette, adı geçen, Resûlüllah (A.S.) Efendimize şöyle dediğini haber vermiştir :
— Bana, namazımda yapacağım bir dua öğret.
Peygamber (A.S.) şöyle buyurmuştur :
— De ki : Allahım! Şüphesiz ki ben kendime
çokça haksızlık et-;' tim ve günahları da ancak sen bağışlarsın; beni kendi
katından ba-l
ğışlayan ve çok
merhamet edensin.»[425]
j! Uhey b. Ka'ka'
(R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki :
«Bir adam, Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz namaz kılarken şöyle hafif şekilde ona bakmış ve şöyle dua
ettiğini farketmiştir : Allahım! günahımı bana bağışla, evimi bana genişlet ve
bana rızık olarak verdiğini benim için mübarek eyle.»[426]
Şeddad b. Evs (R.A.)
den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin namazda şöyle dediğini
haber vermiştir : «Allahım! Şüphesiz ki işimde sebat etmemi, doğruyu arayıp
bulmamda azimli olmayı senden dilerim. Nimetine şükretmedi, sana güzel ibâdette
bulunmayı isterim. Senden selîm bir kalb, doğru bir dil dilerim. Senin
bildiğin hayrı senden isterim. Senin bildiğin serden sana sığınırım ve senin
bildiğin (günah ve kusurlarımdan dolayı), sana istiğfar eder (bağışlanmamı)
dilerim.»[427]
Ebu Hüreyre (R.A.) den
yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin secdede iken şöyle dediğini
haber vermiştir : «Allahım! benim küçük, büyük, önceki ve sonraki, açık ve
gizli olan bütün günahlarımı bağışla..»[428]
Ammar b. Yâsir (R.A.)
dan, adı geçen namaz kıldı, onu hayli kısa ve hafif tuttu. O yüzden (onun böyle
yapmasını) inkâr ettiler (beğenmediler). Bunun üzerine o, onlara : «Ben rükû ve
secdeleri tamamlamadım mı?» diye sordu. Onlar da, «Evet» dediler. Ammar şöyle
dedi : Doğrusu ben kıldığım bu namazımda, Resûlüllah'm (A.S.) yaptığı duayı okudum :[429]
«Allahım! gaybe olan
ilminle, halk üzerindeki kudretinle, hayatın benim için hayırlı olduğunu
bildiğin sürece beni hayatta tut; vje-fat benim için hayırlı olduğu zaman
ruhumu al. Senden (halkın) hazır bulunduğunda da, hazır bulunmadığında da saygı
ile korkmamı; [zap ve rıza hallerinde hak sözü söylememi; fakirlik ve zenginlik
illerinden ifrat ve tefritten uzak dengeli bulunmamı; Senin vechi-\ nazar kılma
lezzetini, Sana ulaşıp kavuşma heves ve heyecanını iiyorum. Zarar veren
sıkıntıdan, sapıttıran fitneden sana sığınırım. Jahım! bizi imân zînetiyle
süsle, bizi doğru yolu bulmuş yol gösteriler eyle.»
Muâz b. Cebel (R.A.)
den yapılan rivayette, demiştir ki :
«Peygamber (A.S.)
Efendimiz benimle karşılaştı ve şöyle buyur-u : Her namazda söylemen için sana
birtakım kelimeler tavsiye diyorum : Allahım! Sana zikretmek ve şükretmek üzere
bana yarım et, güzel ibâdette bulunmanı için inayette bulun.»[430]
Hz. Aişe (R.A.) dan
yapılan rivayette, o, Peygamber (A.S.) Efen-imizi döşeğinde bulamamış ve eliyle
(etrafa) dokunup ararken eli eygamber'e dokunmuş ki, o sırada Peyagmber (A.S.)
secdede bulu-uyormuş ve şöyle duâ ediyormuş : «Rabbım, nefsime takvasını ve ekâsını
ver. Sen nefsi tezkiye edenlerin hayırlısı ve onun velîsi ve nevlâsısm.»[431]
Buradaki zekâdan
maksat, nefs temizliği ve armmışlığıdır.
îbn Abbas (R.A.) dan
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efen-limiz namazında veya secdesinde şöyle
duâ ediyordu : «Allahım! kal->imde bir nur, kulağımda bir nur, gözümde bir
nur, sağımda bir nur, olumda bir nur, önümde bir nur, arkamda bir nur altımda
bir nur ûtfedip kıl.»
Veya «beni nur eyle»
demiştir.[432]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Namazda
son teşehhütte duâ okumak meşru'dür.
2- Namazda
son oturuşta et-Tahiyyatı okuyup salât getirdikten sonra rivayet edilen
dualardan birini veya birkaçını'
okumak sünnettir.
3- Namazda
secdede duâ etmek merşû'dür.
Hadislerin ışığında
mezhep imamlarının görüş, tesbit, istidlal , ve ihticacları :
-
a) Hanefî mezhebine göre :
Son oturuşta
teşehhütten sonra duâ eder, hacetin dile getirip istekte bulunur. Çünkü
Cenâb-ı Hak, «Namazdan boş kaldın mı hemen duâ et» buyurmuştur.[433]
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz, İbn Mes'ud'a (R.A.) «Bunu yaptığında veya dediğinde, namazın cidden
tamam olmuştur.» buyurmuştur ki, bu namazda teşehhütten sonra duayla
ilgilidir. Ne var ki, insanların sözlerine benzer şekilde duâ etmemesi daha
uygundur, tâ ki namazdan çıkıncaya kadar sünnet üzere bulunmuş olsun.
İnsanların sözünü
Hanefî imamları şöyle tefsir etmişlerdir : Başkasından istenmesi muhal olmayan
şeylerdir. Meselâ bana şu malı ver, beni şu kadınla evlendir. İnsanların sözlerine
benzemiyeni ise, başkasından istenmesi muhal olan şeylerdir. Meselâ Allahım
beni bağışla..
Tahavî kendi
Muhtasar'mda, duânm, Peygamber'e (A.S.) salât getirdikten sonra yapılacağını
belirtmiştir. Salâttan sonra hacetini dile getirir, kendisi ve ana-babası, bir
de bütün mü'nıinler için istiğfar eder. Sahih olan tesbit de budur. [434] ',
Böylece namazda
teşehhüt ve salâttan sonra duâ yapmak müs-tehabdır.
b) Şâfi' mezhebine göre :
Namazda son oturuşta
teşehhüt ve salâttan sonra din ve dünya ile ilgili duâ etmek, istekte bulunmak
sünnettir. Nitekim Müslim'in rivayet ettiği hadiste şöyle buyurulmuştur :
«Sizden biriniz namazda oturduğu
zaman, et-Tahiyyat'ı sonuna kadar okusun, sonra da istediği duayı yapsın.»
Buharî'de ise, şöyle rivayet edilmiştir : <Sonra da hoşuna giden duayı seçip
okusun.»
Birinci teşehhütten
sonra ise, dua okumak sünnet değildir.
Şafiîlere göre, sözü
edilen yerde yapılacak me'sür duaların ef-dalı şudur : «Allahım, önden
gönderdiğim, geriye bıraktığım, gizlediğim, açıkladığım, israf ettiğim ve
Senin benimle ilgili bildiğin (günah ve kusurlarımdan) dolayı beni bağışla.
Sen her şeyden öndesin, sen her şeyden sonrasın (her şeyin önünde ve
sonundasm). Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Ancak sen varsın..»[435] , '
.
Ama imamlık yapan
kişinin, namazın son oturuşunda teşehhütten ve salâttan başka bir duâ
yapmaması sünnettir. Ancak bunlara ilâve edip duâ yaparsa bir zararı yoktur.
Amauzatması mekruhtur, ancak mü'minlerin rızası olduğu takdirde uzatması mekruh
değildir.[436]
c) Hanbelî mezhebine göre :
Namazda teşehhütten
sonra şu dört şeyden Allah'a sığınılması müstehabdır: Cehennem azabından
Allah'a sığınırım Kabir azabından Allah'a sığınırım.. Mesih Deccal'in
fitnesinden Allah'a sığınırım.. Dirilerin ve ölülerin fitnesinden sana
sığınırım.. Nitekim Ebu Hürey-re'nin (R.A.) yaptığı rivayette, Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz duâ edip bu dört şeyden Allah'a sığınmıştır.
Teşehhütte haberlerde
varit olan dualarla duâ etmekte bir sakınca yoktur. Özet olarak, hadîslerde
varit olduğu şekilde duâ etmek caizdir. el-Esrem diyor ki : Âhmed b. Hanbel'e,
«Şunlar diyorlar ki, farz namazlarda ancak Kur'ân'da geçen dualar yapılabilir.»
Bu hususta ne dersiniz? diye sordum. Öfkeli bir tavırla elini silkip, «Kim
bunu tesbit edip üzerinde duruyor? Oysa Resûlüllah (A.S.) Efendi-miz'den
rivayet edilen hadisler onların söylediklerinin hilâfına tevatür etmiştir.»'
Namazda insan sözüne
benzer şekilde dünya levazımatı ve şehe-vatıyla ilgili şeyler istemek caiz
değildir. Meselâ, Allahım, bana güzel bir cariye nasip eyle.. Bana genişçe bir
ev ver.. Nefis bir yemek rızık eyle gibi..[437]
d) Mâliki mezhebine göre :
Namaz kılan adamın,
farz namazlarda gerek ayakta, gerek oturduğunda, gerekse secdede dünya ve
âhiretle ilgili hacetlerini dile getirip duâ etmesinde bir sakınca yoktur.
Ancak rükû'da duâ yapmak mekruhtur.
İmam Mâlik bu konuda
Urve b. Zübeyir'den (R.A.) şöyle dediğini rivayet etmiştir : «Doğrusu ben tuz
da dahil olmak üzere bütün ihtiyaçlarını için namazda Allah'a duâ ederim.»[438]
Böylece İmanı Mâlik'e
göre, ayakta (kunut duası), otururken ve secdede bulunurken dünya ve âhiret
havaiciyle ilgili istek ve dualarda bulunmak meşru'dür. Bunun mendup olduğu
söylenebilir.
Secdede iken duâ
etmenin meşruiyetine gelince, diğer üç mezhep imamları bunda bir beis olmadığım
söylemişlerdir. Ancak bu cevaz imamla ilgili değildir. Çünkü onun namazı
-cemaatin muvafakati olmaksızın- uzatması mekruhtur.
Ayakta duâ yapmanın
meşruiyetine gelince, bu,, sabah namazında ikinci rekâtte rükû'dan kalkıldığında
ayakta iken okunan kunut duâsıdır. Bir de vitir namazının üçüncü rekâtinde
fatiha ve zamm-ı sûre okunduktan sonra okunan kunut duâsıdır. Şafiîlere göre,
sabah namazının ikinci rekâtinde rükû'dan kalkıldığında ayakta kunut duası
okumak vâcibdir, ki buna ebâd-i salât denilir. Ayrıca Ramazanın son yarısında
vitir namazında da okumak onlara göre, ebâd-i salât olan sünnetlerden biridir
ki, vâcib derecesindedir, terkinden dolayı yanılma secdesi gerekir. Diğer
musibet ve felâket günlerinde namazda okunan kunut duası, ebâd-i salâttan
değildir.[439]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, yorumlar ve tahliller :
988 nolu Ebu Hüreyre hadisi, istiâze ve duanın
teşehhütten sonra okunacağını belirlemektedir. O bakımdan teşehhütten evvel istiâze
ve duâ etmek meşru sayılmamıştır.
989 nolu Hz. Âişe hadîsinde ise, istiâze mutlak
şekilde ifade edilmişse de, Ebu Hüreyre (R.A.) hadîsinin sıhhati dikkate
alınarak ona hamledilir ve böylece mutlak mukayyede bağlanmış olur. Diğer dualar
ise, istiâzeden sonra edilir.
Ker iki hadiste «hayat
ve ölümün fitnesi» tabirleri kullanılmıştır, îbn Dakiyk el-Iyd diyor ki :
Hayat fitnesinden maksat, insana hayatı boyunca arız olan dünyalık, şehvet ve
cehaletle ilgili fitnelerdir ve bunun en fenası, ölüm anındaki son demdir.
(Çünkü insan yaşadığı hal üzerine ölür, öldüğü hal üzerine kalkar). Ölüm
fitnesinden
laksat," ölüm
anındaki fitne olabilir; ölüme izafe edilmesi o hale ya-ın olduğuna
nisbetledir.»[440]
Diğer bir yorumcuya
göre, hayat fitnesinden maksat, bir belâ ile arşı karşıya gelip sabrın elden
gitmesidir. Ölüm fitnesinden mak-nt, kabirdeki sualdir kî meleklerin suali
karşısında kişinin şaşkm-işmasıyla yorumlanabilir.[441]
Deccal'ın Mesih veya
Messîh diye vasıflanmasına gelince: tbu Dâvud kendi Sünen'inde, «Deccal
hakkında kullanıldığında şed-leli okunur, İsa Peygamber (a.s.) hakkında
kullanılınca, şeddesiz >kunur» demiştir. Ferberî ise, Halef b. Âmir'den
naklederek şöyle deniştir : «m-s-y-h maddesi ister şeddeyle, ister şeddesiz
okunsun ay-u anlama gelir. Hem Deccal, hem de İsa Peygamber (a.s.) hakkında
;ullanılır, arada kelime kipi olarak bir fark yoktur.»
el-Cevherî kendi
Sinan'ında diyor ki : «Sözü edilen sıfatı şed-Leşiz okuyan kimse, bununla o
kimsenin yeryüzünü gezip dolaştığı-ıi; şeddeli okuyan ise, onun gözlerinin
memsuh olduğunu ifade et-tuş olur.»[442]
990 nolu Ebu Bekir Sıddîk (R.A.) hadisi,
Resûlüllah'm (A.S.) tavsiye buyurduğu duanın namazda meşru' olduğuna delâlet
etmektedir. Ancak namazın neresinde okunabileceği tasrîh edilmemiştir. O
bakımdan İbn Dakiyk el-Iyd diyorki : «Bunun iki yerden birinde yapılmasının
meşru olduğu umulur : Birincisi,
secdede; ikincisi, Teşehhütte...
Çünkü Resûlüllah (A.S.) bu iki yerde
duâ yapılmasını (zaman zaman} emretmiştir. Nitekim Resûlüllah. (A.S.),
'secdede ise,
fluâ etmekte cehdü
gayret gösterin!' buyurmuştur.»[443]
İmam Buharî ise, bu duanın yerine işarette
bulunmuş ve Selâm'-
dan önce dua babında
bunu belirtmiştir.
991 nolu Ubeyd b. el-Ka'ka'm durumu pek
bilinmiyor, onu Hu-meyd b. Ka'ka' diye adlandıranlar da var. Ondan bu hadîsi
rivayet eden Ebu Mes'ud el-Cerîrî de marufu'1-hal değildir, yani durumu pek
bilinmemektedir diyor. Zehebî bu iki isim üzerinde de durmamıştır. Ibn Hacer,
Ebu Musa hadîsi başta olmak üzere onun birtakım şeva-hidi söz konusudur. Ebu
Mes'ud el-Cerîri ise, Saîd b. lyas'tır ve
bu zatın ,sika (güvenilir)
olduğu tesbit edilmiştir, diyerek hadîsin öıh-hatına kail olmuştur.
Hadîs, bir yer
belirlemeksizin mezkûr duânm namazda yapılmasının meşruiyetine delâlet
etmektedir.
992 nolu Şeddad b. Evs (R.A.)
hadîsine gelince, isnadında yer
alan ricalin hepsi sika (güvenilir) dir.
Nesâî bu hadisi namaz bahsinde değil, Fi'1-yevmi ve'1-Leyle bölümünde
zikretmiştir.
Bu duanın da belli bir
yer gösterilmeksizin namazda yapılması tavsiye edilmiştir. Ancak diğer
hadîslerle biraraya getirildiğinde, teşehhütten sonra veya secde de
yapılmasının uygun olacağı neticesi ortaya çıkar.
993 nolu Ebu Hüreyre (R.A.) hadîsiyle, Peygamberlere günah nisbet etmenin cevazını istidlal
edenler olmuşsa da, konu ihtilaflıdır. Zira Peygamberler (salâtü selâm hepsine olsun)
küçük ve büyük günahlardan korunmuşlardır. Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin günahı kendine nisbet etmesi, ümmetine talîm maksadına
yönelik bir ifadedir.
994 nolu Ammar b. Yasir (R.A.) hadîsinin
isnadında yer alan ricalin hepsi sika (güvenilir) dir.
Ammar'm (R.A.) namazı
kısa ve hafif tutması, diğer sahabenin itirazına sebep olmuştur. Bundan, onun
namazı sünnete uygun şekilde kılmadığı anlaşılıyorsa da, Ammar gibi, Peygamber
terbiyesinde ve meclisinde yetişen bir sahabinin sünnete muhalefeti düşünülemez.
Rükû ve secdeleri tamam yapmadım mı? sözü bunu doğrulamaktadır. Ancak bazı
yorumcular onun bu sözünden şu neticeyi çıkarmışlardır : Rükû ve secdeleri tam
olarak yerine getirmişse de diğer rükünleri tam olarak yerine getirmemiş ve o
yüzden itiraz vaki olmuştur. Bütün bu yorumlar birer ihtimalden öteye
geçmemektedir. Allah daha iyisini bilir.
Biz şunu da ilâve
edelim ki, Resûlüllah'm (A.S.) namazını tarif eden ashabdan bir kısmı, «evceze»
tabirini kullanmışlardır. Bu, namazı noksan bıraktı demek değil, kısa ve hafif
tuttu, demektir. Ammar hakkında da aynı tabir kullanıldığına bakılırsa,
ashabın itirazı, onun namazı çok acele kılmasıyla ilgili olsa gerek.
995 nolu Muâz b. Cebel hadîsi üzerinde durulmuşsa
da, İbn Hacer, senedinin kaviy olduğunu söylemiştir. Ayrıca farz ve nafile her
Namazda sözü edilen
duanın yapılmasının meşru» olduğu anlaşılıyor. Bazı rivayetlerde ise, sözü
edilen duayla ilgili rivayette, «her na-tnazda» değil de, «her namazın
arkasında» cümlesi yer almıştır. Nitekim Ebu Dâvud, bu ikinci cümleyi rivayet
etmiştir. Ne var ki, her kamazm arkası tabirinden iki yer hatıra gelebilir :
Birincisi, teşehhüt ve salâttan sonra; ikincisi, selâm verdikten sonra..
! 996 nolu Hz. Aişe
(R.A.) hadisini az değişik lâfızlarla Müslim, ÎEbû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce de
tahrîc etmişlerdir. Bunların tesbit ve zaptı şöyledir : «Bir gece Resûlüllah
(A.S.) Efendimizi kaybettim; secde yerini elimle dokunduğumda onu secde
halinde buldum, iki ayağı (parmakları kıbleye müteveccih idi; şöyle duâ
ediyordu : Senin gazabından, rızana sığınırım; Senin vereceğin cezadan affına
iltica ederim.. Senden yine sana sığınırım. Seni övmekten âcizinı, sen kendini
övdüğün gibisin.»
İmam Ahmed'hı rivayet
ettiği değişik lâfızlara gelince, o bu hadîsin az farklı rivayetlerinden
biridir. Aynı zamanda olayın bir defa değil, birkaç defa cereyan etmiş olduğu
intibaını da verir.
997 nolu İbn Abbas
(R.A.) hadîsini, Müslim kendi Sahîh'inde hem uzun, hem kısa şekilleriyle
rivayet etmiştir. İki rivayet arasında elfaz farkı da söz konusudur. Her iki
rivayet de Resûlüllah'm (A.S.) yaptığı o duanın gece namazında olduğunu
gösteriyor.
Hadîste «namazında
veya secdesinde» diye bir şek ortaya konulmuştur, bu râviden vâki olan sektir.
Başka bir rivayet ise, namaz ile kayıtlanmaksızm mezkûr duayı yaptığını ifade
etmektedir. Nurdan maksat, hakkın beyânı, ziyası ve hidayetidir.
Böylece Hz. Aişe'den
farklı lâfızlarla yapılan iki rivayetten, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in
secdede duâ ettiği anlaşılıyor. Nitekim Beyhakî, el-Marife'de bunu
kuvvetlendirir mahiyette şu hadîsi rivayet etmiştir : «Kulun Rabbma en yakın
olduğu hal, secdede bulunduğu haldır. O halde siz secdede duayı çoğaltın,
duanızın kabul olunması (o halde) uygun ve lâyıktır.»
et-Tahavî ise, secdede
duâ ile ilgili hadîslerin, Akabe b. Âmir ha-dîsiyle neshedildiğini iddia
etmiştir. Akabe hadîsinde deniliyor ki ; FESEBBÎH İSME RABBİKE'L-AZİM âyeti
inince, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bunu rükûunuza alıp orada söyleyiniz,
buyurdu. SEBBİH ÎSME RABBİKE'L-A'LÂ âyeti inince, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz,
bunu da secdenize alıp orada söyleyiniz, buyurdu.
Zeylaî bu rivayetleri
biraraya getirdikten sonra şöyle bir tahlilde bulunuyor -. «et-Tahavî, bu âyetin
Peygamber'e (A.S.) secdede yaptığı duadan sonra inmiş olabilir, diye ilâve
etmiştir. Oysa bu söz çok'soğuk ve donuktur. Çünkü İbn Abbas (R.A.) dan rivayet
edilen hadisin, Resûlüllah'm (A.S.) vefatına yakın pazartesi günü söylediğini
bizzat İbn Abbas kaydetmiş ve şöyle demiştir : Peygamber (A.S.) hasta idi,
mescide çıkamamıştı, insanlar Ebu Bekir Sıddîk'in arkasında durup saf
bağlamışlardı. İşte o gün Resûlüllah'm (A.S.) vefat ettiği gün idi.»
Nitekim Buharî'nin
tahrîc ettiği ve Teheccüt bahsinde yer verdiği Hz. Enes (R.A.) hadîsi de bunun
böyle olduğuna delâlet etmektedir. Ayrıca Berâ' b. Âzib'in (R.A.) rivayet
ettiği hadîs de bu manayı kuvvetlendirmektedir.[444]
Fethü'l-allâm'da
namazda teşehhütten sonra salât ve duâ okunmasıyla ilgili hadisler nakledilerek
kısa açıklamalarda bulunulmuş, secdede duâ edilip edilmiyeceği hakkındaki
rivayetlere yer verilmemiştir. Neylül-evtâr'da ise, ilgili birçok hadîsler
nakledilerek konuya ağırlık kazandırılmış ve geniş tahliller yapılmıştır. [445]
1- Namazda
ikinci oturuştan sonra Peygamber (A.S.) Efendi-miz'e salât getirip duâ etmek
mûstehabdır. Bu, Hanefîlere göredir. Şâfiîlere göre, kuvvetli sünnettir. Ancak
imamlık yapan kimsenin, namazı uzatması, teşehhütten sonra uzun duâ yapması
doğru değildir.
2-
Teşehhütten sonra hadîste belirtilen dört şeyden Allah'a sığınmak mûstehabdır.
Bu, Hanbelîlere göredir.
3- Namazda gerek ayakta, gerek otururken
teşehhütten sonra, gerekse secdede dünya ve âhiret hacetleriyle ilgili
isteklerde bulunup duâ etmekte bir sakınca yoktur. Bu, Mâlikîlere göredir.
Rükû'-daj ise duâ yapmak mekruhtur.
4- Yalnız
başına namaz kılan kimsenin secdede Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'den rivayet
edilen dualardan bir kısmım okuma-sıAda bir sakınca yoktur. Bu, diğer üç mezhep
imamlarına göredir. [446]
Müminin miracı sayılan
namaza Allahü Ekber denilerek başlanır ve sonunda selâm verilerek çıkılır.
Ancak nasıl Tekbir getirilip namaza başlanır konusu işlenirken, bunun şekli
üzerinde durulduğu gibi, namazdan selâm verilerek çıkılır denilirken nasıl
selâm verilir ve nasıl bir hareket gösterilir, huhusunu da açıklamamıza ihtiyaç
vardır. Zira îslâm Dini, ibâdeti âdetten ayırmış, ibâdete bir resmiyet
kazandırarak bizi kendi halimize ve arzumuza bırakmamıştır. Bir olan Allah'a,
aynı kıbleye yönelip aynı inanç, duygu ve düşüncelerle ibâdet ederken, ibâdeti
aynı ölçüler içinde yapmamız gerekir. Şüphesiz ki, Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin nasıl ibâdet ettiği, nasıl namaz kıldığı, nasıl abdest aldığı ve
ibâdetlerinde neler okuduğu, nasıl bir resmiyet ortaya koyduğu en ince
taraflarına kadar tesbit edilip bize kadar rivayet yoluyla aktarılmıştır. Yeter
ki, o rivayetleri sıhhatli şekilde tesbit edip müctehit imamların istidlal,
ih-ticac ve içtihatlarını bilmiş olalım; işte o zaman bir karışıklık, bir
zorluk söz konusu olmuyor ve ibâdeti en doğru şekliyle manasıyla yapma
imkânları elde ediliyor..
-Konuyla ilgili
hadisler:
İbn Mes'ûd (R.A.) den
yapılan rivayette, demiştir ki : «Peygamber CA.S.) Efendimiz sağma ve soluna
selâm verir, ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE RAHMETÜLLAHİ, ES-SELÂMÜ ALEYKÜM VE
RAH-METÜLLAHÎ der, o kadar ki (arkasında duranlarcaî yanağının beyazlığı
görülürdü.»[447]
Âmir b. Sa'd'den, o da
babasından rivayet etmiştir. Babası şöyle haber vermiştir : «Ben Resûlüllah
(A.S.î Efendimizi (namaz kılarken)
gördüm, yanağının beyazlığı gözükecek şekilde sağma ve soluna selâm
veriyordu.»[448]
Câbir b. Semure (R.A.)
den yapılan rivayette, demiştir ki : «Bizler Resûlüllah (A.S.) Efendimizle
beraber namaz kıldığımız zaman (namazdan çıkarken) (sağımıza ve solumuza
ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE RAHMETULLAH, ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE RAHME-TULLAH diyorduk.»
(Râvi bunları anlatırken eliyle iki yanına işaret ediyordu). Bunun üzerine
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz : «Neden ellerinizle işarette bulunuyorsunuz da
sanki elleriniz serkeş huysuz atın kuyruğuna benziyor. Sizin için yeterli olanı
şudur: Elini uyluğu üzerine bırakır, sağındaki ve solundaki kardeşine selâm
verir.»[449]
. Diğer bir rivayette ise şöyle nakledilmiştir
:
«Biz, Resûlüllah
(A.S.) Efendimizin arkasında namaz kılıyorduk. Buyurdu ki : «Şunlara ne oluyor
ki elleriyle selâm veriyorlar, elleri huysuz serkeş atların kuyruklarına
benziyor. Size elini uyluğunun üzerine koymak yeter ve sonra da ES-SELAMU
ALEYKÜM, ES-SE-LAMU ALEYKÜM der.»[450]
Semüre b. Cündeb
(R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz, imamlarımıza selâm vermemizi ve birbi-imize selâm vermemizi
bize emretti.»[451]
Ebû Davud'un tesbit
ettiği rivayette ise, şöyle denilmiştir: «îmam'm selâmını cevaplayıp
çevirmemizi, birbirimizi1 sevmemizi ve birbiri-hıize selâm vermemizi bize
emretti.»
Ebu Hüreyre (R.A.) den
yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) [Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir : «Selâm lâfzım uzatmamak, çekmemek'sünnettir.»[452]
Hadîslerin açık delâletinden
şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Namazın
sonunda önce sağa, sonra sola selâm vermek meşru'dür.
2- Selâm
verildiğinde, arkada duran kimsenin selâm verenin yanağını görecek şekilde başı
sağ ve sol omuza doğru çevirmek sünnettir.
3- Namazın
sonunda selâm verirken ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE RAHMETULLAH demek sünnettir.
4- Selâm
verirken el işaretinde bulunmak mekruhtur.
5- Selâm
verirken de elleri dizler üzerine konulmuş bir halde bulundurmak sünnettir,
6- Namazın
sonunda selâm vermek için ES-SELAMÜ ALEY-XÜM demek kâfidir.
7- Namazın
sonunda selâm verirken imamı kasdetmek müs-tehabdır.
8- Yine
cemaat halinde namaz kılınırken müslümanlar sağ ve sol taraflarına selâm
verdiklerinde bununla birbirlerini kasdet-meleri müstehabdır.
9- Selâm
lâfzını çekip uzatmadan, yani med yapmadan telef-fuz etmek sünnettir.
Hadîslerin ışığında
mezhep imamlarının istidlal,, ihticac ve içtihatları :
a) Hanefî
mezhebine göre :
Namazın sonunda selâm
vermek ve «selâm» lâfzını kullanmak vâcibdir.[453]
Namazdan «selâm»
lafzıyla çıkmak farz değildir.[454] Sağ
:ve sol tarafa selâm verilirken selâm lâfzım kullanarak «es-Selâmu aley-küm ve
rahmetullah» demek ve yanaklar görülecek şekilde başı sağ ve sol omuzlara doğru
çevirmek, sağa selâm verince "sağındaki melekleri ve insanları kasdetmek,
sola selâm verirken yine sol taraftaki melekleri ve insanları kasdetmek
sünnettir. İmamın bulunduğu cihette bulunanlar selâm verirken aynı zamanda
imamı da kasdederler.
Yalnız basma namaz
kılan kimsenin ise, selâm verirken sadece Hafeze denilen melekleri kasdetmesi
yeter.
Peygamber (A.S.)
Efendimiz, «Namazın tahlili, çözülüp sona ermesi, teslimdir.» buyurduğu için
selâm lafzıyla namazdan çıkmak vâcib oluyor.[455]
Selâmda önce sağa,
sonra sola selâm vermek sünnettir. O bakımdan İmam Ebu Hanîfe'ye göre, önce
sola selâm veren kimse, sağma selâm verir ve soluna verdiği selâmı iade etmez.
Ancak böyle yapmak mekruhtur. Bunun gibi Önce ön cephesine, sonra da sol
tarafına selâm veren de, birinci selâmı iade etmez,[456]
Selâm verirken başı
iyice sağ ve sol tarafa çevirip arka safta duranların onun yanağını görecek
şekilde olması da sünnettir. Ha-nefüer bu konuda İbn Mes'ud (R.A.) hadisiyle
istidlal etmişlerdir.
Selâmı aşikâr söylemek
de sünnettir.[457]
b) Şafiî
mezhebine göre :
Namazın on ikinci
farzı, selâm vermektir. Nitekim Sahîh-i Müslim'de, «Namazın tahrîmi tekbirdir,
tahlili ise selâmdır» buyurul-muştur. Selâm'm en kısa şekli «es-Selâmü aleyküm»
dır. Bunun aksi de olabilir, yani «Aleykümü's-Selâm» da demek kâfidir. Ancak
bu ikinci şekilde selâm vermek mekruhtur. En kâmil şekli ise, «es-Selâmu
aleyküm ve rahmetullah» dır. Selâm bir defa sağa, bir defa da sola verilir ve
tekrar edilmez. Sağ yanağı görülecek şekilde iltifatta bulunur ve verdiği
selâmla iltifat ettiği cihetteki melekleri, mü'min an insanları ve cinleri
kasdeder. Bu da sünnettir. Ayrıca cemaat ilinde - kılman namazlarda, imam ve
cemaatten kendisine selâm tenleri de kasdeder. Şafiîler bu meselede Semüre b,
Cündeb (R.A.) Ldisiyle istidlal etmişlerdir.[458]
c) Hanbeli
mezhebine göre :
Namazın sonunda,
namazdan çıkmayı irâde ederken sağ tarafı-ı ve sol tarafına iltifat ederek
ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE RAHME-^JLLAH der. Bu şekil selâm vermek vâcibdir, başka
bir lâfız bunun ferine geçmez. İmam Mâlik ile îmam Şafii'nin de görüşü budur.
İmam bû Hanife'ye göre, namazdan çıkmak için «selâm» lâfzı taayün
edil-dyebilir, herhangi bir amelle namazdan çıkılabilir. Ancak selâm ver-ıek
suretiyle çıkmak vâcibdir diğer bir rivayete göre, sünnettir.
Hanbelüer bu konuda şu
hadîsle istidlal etmişlerdir. «Namazın nahtarı abdesttir; tahrîmi tekbirdir;
tahlili ise, teslimdir.»[459] Hem
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz her namazında sağa ve sola selâm rermiş ve buna
devam etmiş ve: «Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız öylece namaz küm!»
diye emretmiştir.[460]
Birinci defa sağ
tarafa selâm vermek vâcib, sol tarafa vermek se sünnettir. Diğer bir rivayette
sol tarafa da selâm vermek vâcib-lir. Daha sahîh olanı da budur. Hanbelüer bu
meselede Cabir b. Se-îiüre (R.A.)
hadisiyle istidlal etmişlerdir.[461]
Selâmda sünnet olan
lafız, ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE RAH-VIETTULLAH'dır. Zira Peygamber (A.S.) böyle
selâm vermiştir..Hanbelüer bu meselede, İbn Mes'ud ile Câbir b. Semüre (Allah
ikisin-ien de razı olsun) hadîsleriyîe istidlal etmişlerdir. Bununla beraber,
sadece «ES-SELAMÜ ALEYKÜM» demek de kâfi gelir.[462]
Belirtilen şekli
tersine çevirip «ALEYKÜMÜ'S-SELAM» demek yeterli olmaz. îmam Şafiî'ye göre
yeterli olur.
îbn Kudame namazın
sonunda selâm verme konusu üzerinde hayli rivayet toplayarak buna geniş yer
ayırmıştır. Arzu edenlere ei-Muğnî kitabım tavsiye ederiz.
d) Mâliki
mezhebine göre :
Sahnun diyor ki,
imamın nasıl selâm vereceğini İbn Kasım'dan sorduğumda bana şu cevabı verdi :
«Bir defa hafif sağa meylederek ön cihetine verir.» Ya yalnız başına namaz
kılan kimse nasıl verir? diye sorduğumda, «o da aynı şekilde bir defa verir»
dedi.
İmamın arkasında
bulunan kimse, eğer sol cihetinde bir kimse varsa, ona da redd-i selâmda
bulunur. Namazda erkek ve kadinın selâm verme şekli ve ölçüsü aynıdır. j
İmam Mâlik diyor ki :
Namaz kılan imamın arkasında bulunuyorsa, sağ tarafına selâm verdikten sonra
imama redd-i selâmda bulunur. Bunun üzerine îbn Kasım, İmam Mâlik'e sormuş,
demiş;ki: «İmama nasıl redd-i selâmda bulunur, Aleyke's-Selârn mı der, yoksa
es-Selâmu aleyke mi der?» îmam şöyle karşılık vermiştir : «Bu ikisi de caizdir,
ama benim için daha müstehab olanı, ES-SELAMÜ ALEY-KÜM'dür.
İmanı Mâlik bu
meselede, bazan Peygamber (A.S.) Efendimiz'in ve sonra da Ebû Bekir, Ömer, ve
Ömer b. Abdülaziz'in namazdan çıkarken bir defa selâm verdiklerini dikkate
alarak istidlalde bulunmuştur.[463]
Özetliyecek olursak :
Mâliki mezhebine göre,
namazdan çıkmak için sağ tarafa selâm vermekle yetinilir. Ancak bu imama ve bir
de yalnız başına namaz kılana has bir sünnettir. Cemaatla namaz kılan kimse,
hem hafif sağma, hem de soluna selâm verir, böylece sağ ve sol tarafındaki
mü'minlerin selâmını karşılayıp cevaplamış olur.
Yine bu mezhebe göre,
ön cihete doğru selâm verilir, cümlenin sonuna geldiğinde, yani (mim) harfini
teleffuz ederken h&fif sağ tarafa iltifat etmesi menduptur,[464]
Diğer rivayetler,
tahliller ve yorumlar :
1010 nolu İbn Mes'ud
(R.A.) hadîsini aynı zamanda Darekutnî ve İbn Hibban rivayet etmişlerdir.
Hadîsin az farklı lâfızları nakledilmiştir, aslı ise, Sahîh-i Müslim'dedir.
el-Akiylî diyor ki : «Hadîsin isnadları sahihtir ve İbn Mes'ud hadîsine göre,
namazın sonunda iki tarafa selâm vermek sabit olmuştur. O halde bir selâm
vermek sahih lmaz.»[465]
1011 nolu Âmir b. Sa'd
hadîsini Hafız Bezzar, Darekutnî ve îbn îibban tahrîc etmişlerdir.
Bu babda birçok
hadîsler vardır ki hepsi de namazın sonunda )iri sağa diğeri sola olmak üzere
iki selâm vermeye delâlet etmekledirler. Nitekim İbn Mâce'nin Ammar'dan,
Darekutnî'nin de Am-inar'daa, İbn Ebı Şeybe'nin Berâ' b. Âzib'den Ahmed b.
Hanbelin 3ehl b. Sa'den, yine İbn Mâce'nin Hz. Hüzeyfe'den ve Adiy b.
Umey-reden ılvâyet ettikleri hadîsler bu cümledendir. Yapılan ciddi tes-bitlere
göre bunların isnadı hasendir. Bunlardan başka birkaç hadîs daha rivayet
edilmişse de çoğunun zayıf olduğu görülmüştür.
İ Nitekim. İbn
Münzir'in Ebu Bekir Sıddîk'dan, Ali'den, İbn Mes'-ud'dan, Ammar b. Yasir'dan ve
Nâfi' b. Abdülharsden (Allah hepsinden razı olsun) yaptığı rivayette, hepsinin
de namazın sonunda iki tarafa selâm verdikleri tesbit edilmiştir. Tabundan Ata
b. Ebî Re-bah, Alkame, Şa'bi ve Abdurrahman es-Sülemî de ayni görüştedirler ve
uygulamaları da öyle olmuştur. Müctehitlerden, İmam Mâlik'-in dışında olanların
da istidlal ve içtihatları bu doğrultudadır. İshak Ebû Sevr de aynı paralel de
yer almışlardır. İbn Münzir de aynı görüştedir, Şevkani de aynı şeyi ifade
etmiştir.[466]
Namazdan çıkışta
sadece bir defa selâm vermenin meşruiyetini söyleyenlere gelince, onlar bu
meselede daha çok İbn Ömer, Enes, Seleme b. el-Ekva' (Allah hepsinden razı
olsun) uygulamalarım dikkate almışlardır. Hz. Aişe'nin de ER.A.) aynı
paralelde olduğu sabit olmuştur. Tabiînlerden Hasan el-Basri, îbn Şirin ve Ömer
b. Abdü-laziz'tn de görüşü bu doğrultudadır. îmanı Evzaî de bu meselede îmam
Mâlik'in görüşüne katılmıştır. Ehl-i Beyt'ten ise, Abdullah b. Musa b. Cafer,
namazın sonunda öne, sağa ve sola olmak üzere üç selâm verip çıkmak vâcibdir,
demiştir.
îki selâmın meşruiyetine
kail olanlara göre, her iki tarafa selâm vermek vâcib midir, yoksa sağa selâm
vermek vâcib, sola vermek sünnet veya müstehab mıdır? Cumhura göre, ikinci
selâm müstehab-dır. O bakımdan İbn Münzir diyorki : «İlim adamları, namazdan
çıkarken bir selâmla yetinmenin caiz olduğuna kail olmuşlardır, bu hususta
onların icma'ı vardır.»
İmam Nevevî de
Müslim'in şerhinde buna yakın bir ifade kullanmıştır.
Özetliyecek olursak,
namazın sonunda iki veya bir selâm meselesi hayli geniş tutulmuş ve ilim
adamları birçok rivayetlere yer vermişlerdir. O bakımdan konuyu burada fazla
uzatmaya gerek görmüyor, onu bundan sonraki fasılda ilgili hadîsleri de
nakletmek suretiyle açıklamak .istiyoruz.
1012 nolu Cabir b.
Semüre hadîsi, hem sahihtir, hem de namazın sonunda iki tarafa selâm vermenin
meşruiyetine açık biçimde delâlet etmektedir. Ayrıca selâm verirken sadece
«Es-Selâmu aleyküm» -demekle yetinmenin caiz olduğunu ifade etmektedir.
1014 nolu Semüre b. Cündeb (R.A.) hadîsini aynı
zamanda Hâkim ve Bezzar tahrîc etmişlerdir. Hafız Bezzar'a göre, isnadı hasendir.
Ancak el-Hasen'in bu hadîsi Semüre'den işittiği ihtilaflıdır, bu hususta dört görüş ve tesbit ortaya
çıkmıştır: Mutlaka ondan işitmiş-tir. -Mutlaka ondan işitmemiştir- Ondan sadece
el-Akiyka hadîsini işitmiştir. - Ondan üç hadîs işitmiştir..
Hadîste «sonra
birbirinize selâm verin» emri, namazdaki selâmla ilgilidir. Nitekim Hafız
Bezzar bunu belirterek kesinlik ifade eden bir cümle kullanmıştır. Böylece
hadîsin zahirî delâletinden şu husus anlaşılmaktadır : Namazın sonunda sağa ve
sola selâm verirken, bununla imam, cemaat birbirini kasdeder, biri diğerine
selâm vermeye niyetlenir.
1015 nolu Ebû Hüreyre hadîsini aynı zamanda Hâkim
tahrîc etmiş ve «Müslim'in şartı üzere sahihtir» demiştir. Ancak yapılan ciddi
tesbitlere^göre, isnadında Kurre b. Abdurrahman b. Hivîl bulunuyor ki, İmam
Ahmed'e göre, münkerü'l-hadîstir.
Yahya ise, onun için «hadîsi zayıftır»
demiştir. Ebu Hâtim'e göre, kaviy değildir. İbn Adiy diyor ki : «el-Evzaî,
Kurre'den onun üstünde hadîs rivayet etmiştir.
O bakımdan onun rivayetinde bir beis olmadığını umuyorum.»[467]
Müslim ise kendi
Sahîh'inde onu Amr b. el-Hâris'e makrun olarak zikretmiş; İbn Hibban onu sikat
(güvenilirler) arasında anmıştır.[468]
Tirmizî ise, yukarıda
naklettiğimiz hadisi sahihlemiş ve mevkuf olmadığım belirtmiştir. Ancak
Tirmizî'nin rivayetinde «Hazfü't-tes-lîm» yerine, «Hazf ü's-s elam..»
denilmiştir.
Nitekim İbrahim
en-Nahaî'den yapılan rivayette, onun şöyle dediği tesbit edilmiştir : «Tekbir
cezmdir, selâm da cezmdir.» Bundan maksat, ALLAHÜ EKBERU yerine çekmeden ve
sonuna hareke koymadan ALLAHÜ EKBER; ES-SELAMÜ ALEYKÜMÜ yerine yine çekmeden
ES-SELAMÜ ALEYKÜM demektir. İbn Seyyid en-Nas da diyor ki : «Selâm'm
uzatılmayacağı hakkında âlimlerin görüş birliği vardır, buna muhalefet edeni
bilmiyorum.
Namazın sonunda selâm
verirken, ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE RAHMETULLAH demek, yani sağa ve sola başı
çevirip bu cümleyi söylemek hakkında birçok rivayetler vardır. Darekutnî'nin
Fezale b. Fazl'dan yaptığı rivayette, Ammar b. Yâsir (R.A.) m şöyle dediği tesbit
edilmiştir : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz sağma selâm verdiği zaman, sağ
yanağının beyazlığı görünürdü; sol tarafına selâm verdiği zaman sol yanağının
beyazlığı görünürdü. Selâm vermesi ise şöyle idi : ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE
RAHMETULLAH..
Râvî Fezale b. Fazl
üzerinde biraz durulmuş, Ebû Hatim onun «sadûk» doğru ve güvenilir olduğunu
kaydetmiştir. İbn Mâce kendi Sünen'inde zikretmiştir.[469]
Diğer bir hadîsi de
İmam Ahmed kendi Müsned'inde, Taberâni kendi Mu'cem'inde Mülazim b. Amr'den, o
da Hevde b. Kays b. Talk'-den, o da babasından, o da dedesindenrivâyet etmiştir
ki, adı geçen şöyle haber vermiştir : «Resûlüllah (A.S.) sağma ve soluna selâm
verirdi, öyle ki, sağ ve sol yanağının beyazlığı görülürdü.» Burada nasıl selâm
verdiği, yani hangi lâfızlarla söylediği rivayet edilmemiştir.
Bir başka hadisi
Beyhaki el-Ma'rife'de İmam Şafii tarikiyle rivayet etmiştir ki, Şafiî'ye
İbrahim b. Muhammed haber vermiş, o da İshak b. Abdullah'tan o da Abdülvahhap
b. Baht'tan, o da Vasile b. el-Eska'
(R.A.) den rivayet etmiştir. Adı
geçen şöyle haber vermiştir : «Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz yanağının beyazlığı görünecek şekilde sağ ve soluna selâm
verirdi.» '
İki tarafa selâm
vermekle ilgili bir başka hadisi Ebû Dâvud, Vâil b. Hücür (R.A.) den rivayet
etmiştir. Adı geçen şöyle demiştir : «Peygamber (A.S.) Efendimizle beraber
namaz kıldım. O, başını sağma çevirip ES-SELÂMÜ ALEYKÜM VE RAHMETULLAH soluna
çevirip ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE RAHMETÜ'LLAH derdi.»
İmam Nevevî
el-Hülasa'da, bu hadisin isnadının sahih olduğunu kaydetmiştir.
Darekutni ise kendi
Sünen'inde Hüreys b. Ebî Matar'dan, o da eş-Şa'bî'den o da Berâ' b. Âzib (R.A.)
den rivayet etmiştir ki, adı geçen şöyle demiştir : «Peygamber (A.S.)
Efendimiz, iki selâm verirdi..»
Ancak bu hadîsin
râvisi Hüreys hakkında bazı sözler söylenmiştir. Buharî onlardan biridir. Ebu
Hatim, İbn Main ve Nesâî de Buha-rî'ye katılmışlardır. Zehebî, onun birçok
kimseler tarafından zayıf kabul edildiğini kaydeder ve Nesâî'nin onun hakkında
«metrukü'l-hadîs» dediğini nakleder. Buharî, onun kaviy olmadığını belirtmiştir.[470]
Tirmizî ve İbn Mâce'nm
Züheyr b. Muhammed'den, o da Hişarn b. Urve'den, O daHz. Aişe (R.A.) dan
rivayet ediyor. Adı geçen demiştir ki : «Resûlüllah (AS..) Efendimiz (namazın
sonunda) bir defa yüzünün istikametine selâm verirdi.»
Aynı hadîsi Hâkim
el-Müstedrek'te rivayet etmiş ve «Şehayn'in şartı üzere..» demiştir. et-Tenkih
sahibi diyor ki : «Züheyr b. Muhammed, her ne kadar sahih ricaldan sayılırsa
da onun birçok münker rivayetleri vardır. Bu hadîs de o münkerlerden biridir.»
Nitekim Ebû Hâtım de, «Bu hadîs münkerdir» demiştir.[471]
Bilindiği gibi, münker
hadîs, zayıf bir râvinin sika (güvenilir) bir râviye muhalif olarak rivayet
edilen hadîstir.
et-Tahavî ise, Züheyr
b. Muhammed hakkında şöyle demiştir: «Bu zat her ne kadar sika (güvenilir) se
de, Amr b. Ebî Seleme'nin rivayeti onun zayıf olduğunu ortaya koymaktadır.[472] İbn
Maîn de aynı görüştedir.
Nevevı, Hâkim'in bu
hadîsi sahüılemesi kabule şayan değildir, zi-t, namazın sonunda bir tek selâmla
yetinmenin hiçbir şekilde sabit .madiği bilinmektedir, demiştir.[473]
Bir selâmla yetinmekle
ilgili bir başka rivayeti İbn Mâce, Ab-ülmüheymin'den, o da babası Abbas'dan,
oda kendi babasından, o a dedesi Seni b. Sa'd (R.A.) den yapmıştır. Adı geçen
demiştir ki: Resûlüllah (A.S.) Efendimizin bir tek selâm verdiğini işittim, onan
fazlasını yapmadı:»
Darekutnî bu rivayet
üzerinde durarak, «Abdülmüheymin ka-fty değildir» derken, îbıı Hibban, onunla
ihticac bâtıldır, diye kay-İetmiştir.[474]
Zehebî bu zat üzerinde
durarak şunları nakletmiştir : «Abdül-[nuhaymm b. Abbas'm on kadar rivayet
ettiği hadis vardır. Buharı, knun münkerü'l-hadîs olduğunu söylemiş; Nesâî,
sika olmadığına likkat çekmiş, Darekutnî ise, onun kaviy olmadığını
belirtmiştir.»[475]
Bu konuda bir başka
rivayeti İbn Mâce, Yahya b. Râşid'den, o ia Yezid Mevlâ Seleme'den, o da Seleme
b. el-Ekva' (R.A.) den yapmıştır. Adı geçen şöyle demiştir ; «Resûlüllah
(A.S.) Efendimizi namaz kılarken gördüm, bir defa selâm verdi.»
Ne var ki, râvi Yahya
b. Râşid üzerinde durulmuş, İbn Main, onun kayda değer bir şey olmadığım
söylerken, Nesâî onun zayıf olduğunu belirtmiştir.[476]
Aynı konuyla ilgili
bir hadîsi İbn Adiy el-Kâmil'de, Atâ' b. Ebî Meymune'den, o da Ebu Hafs'dan , o
da el-Hasen'den, o da Semüre (R.A.) den rivayet etmiştir. Adı geçen şöyle
demiştir : «Resûlüllah' (A.S.) Efendimiz (namazın sonunda) bir tek defa selâm
verirdi, o da yüzü istikametine..»
. Abdülhak bunu kendi
Ahkâm'mda İbn Adiy cihetiyle zikretmiş ve Atâ'm zayıf olduğunu belirtmiştir.[477] İbn
Maîn onun sika olduğunu belirtmişse de Ebû Hatim onun hadîsiyle ihticac edilmez demiştir. Aynı zamanda bu zatın
Kaderi mezhebinin baş elemanlarından olduğunu Ebu îshak el-Cevzecânî
söylemiştir,[478]
Böylece namazın
sonunda Peygamber (A.S.) Efendimiz'in yüzü istikametine bir selâm vermekle
yetindiğiyle ilgili rivayetlerin hemen hepsi istidlal ve ihticace elverişli
olmadığı, çoğunun zayıf ve metruk olduğu anlaşılmaktadır. O bakımdan iki tarafa
belirtilen şekilde ve zikredilen elfaz ile selâm vermenin sahîh olduğu ihticaca
uygun görüldüğü kesinlik kazanmış oluyor. O bakımdan müctehit imamların çoğunun
istidlal ve içtihatları bu doğrultudadır.
Nitekim Ebu Cafer
et-Tahavî bir selâmla yetinmekle ilgili iki rivayete yer verdikten sonra iki
tarafa selâm vermekle ilgili yirmiden fazla rivayeti toplamış ve böylece
konuya ağırlık kazandırarak araştırıcılara yeteri kadar malzeme hazırlamıştır.
Onları buraya nakletmemiz, -kitabımızın hacmini büyüteceğinden- mümkün olmamıştır.
O, bu rivayetleri topladıktan sonra Mâliki mezhebi dışında üç mezhebin
görüşüyle birleşmiştir. [479]
1- Namazın
sonunda selâm vermek ve «selâm» lafzını kullanmak vâcibdir.
2- Başı sağa
ve sola çevirip selâm vermek sünnettir. Bu, Ha-nefîlere göredir.
3- Selâm
verirken sağdaki ve soldaki melekleri ve mü'minle-ri kasdetmek ınüstehabdır.
4- Önce
sağa, sonra sola selam vermek sünnettir. Bu da Ha-nefilere göredir.
5- Selâm
verirken başı iyice sağa ve sola, yanaklar görünecek şekilde çevirmek
sünnettir. Bu Hanefi, Şaiî'i, ve Hanbeli mezhebine göredir.
6- Namazın
sonunda selâm vermek farzdır.
7- Selâm
verirken ES-SELAMÜ ALEYKÜM VE RAHMETUL-LAH demek sünnettir ve selâmın kâmil
şeklidir.
8- Sağ
tarafa selâm vermek vâcib, sol tarafa vermek sünnettir. Bu, Hanefîlerle
Hanbeîlere göredir.
9- Namazın
sonunda sadece ön cihete selâm verip başı hafifçe sağa çevirmek kâfidir. Bu,
Mâlikîlere göredir.
10- Selâm'ı
cezm şeklinde teleffuz edip uzatmamak sünnettir. [480]
Namaz bütünüyle zikir,
teşbih, tehlîl ve duâ. olmakla beraber, onu kılmaya bizi muvaffak kılan Allah'a
ne kadar duâ etsek ve onu ne kadar ansak, ne kadar tesbîh etsek yine azdır.
Cenâb-ı Hakk'm hidâyet nasip ederek bizi huzuruna kabul buyurması ve günde beş
vakit bizi buna davet etmesi, iltifatların en güzeli, nimetlerin en büyüklerinden
biridir.
Sevbân (R.A.) den
yapılan rivayette demiştir ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz namazdan fariğ
olunoa üç defa istiğfar eder ve şöyle derdi : ALLAHÜMME ENTE'S-SELÂM VE MİNKE'S-SELÂM,
TEBAREKTE YA ZE'L-CELÂLÎ VE'L-İKRÂM».[481]
lAbdullah b. Zübeyir
(R.A.) dan yapılan rivayette, adı geçen her namazın arkasından selâm verince
şöyle derdi : LA İLAHE ÎLLAL-LAHÜ VAHDEHÜ LA ŞERİKE LEH, LEHÜ'L-MÜLKÜ VE
LEHÜ'L-HAMDÜ VE HÜVE ALÂ KÜLLİ ŞEY'İN KADÎR VELA HAVLE KUVVETE İLLA
BİLLAHİ'L-ALİYYİ'L-AZİM, VELA NA'BDÜ İLLA IYYAİ-HÜ, LEHÜ'N-Nİ'METÜ VE
LEHÜ'L-FAZLÜ VE LEHÜ'S-SENAÜ'S-SEİ-NAÜ'L-HASEN. LA İLAHE İLLALLAHÜ MUHLİSİNE
LEHÜ'D-DÎNE VELEV KERİHE'L-KÂFÎRÛN.
Abdullah devamla
dedi ki : «Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz her namazın arkasında bunlarla tehlîlde bulunurdu.»[482]
Muğire b. Şu'be (R.A.)
den yapılan rivayette, Peygamber (A.Sj) Efendimizin her farz namazın arkasında
şöyle dediğini haber vermiştir : LA İLAHE İLLALLAHÜ VAHDEHÜ LA ŞERİKE LEHÜ, LEHÜ'L-MÜLKÜ
VE LEHÜ'L-HAMDÜ VE HÜVE ALA KÜLLİ ŞEY'İN KADİR ALLAHÜMME LA MANİ'A LİMA A'TAYTE
VELA MU'TİYE LİMA MENE'TE VELA YENFE'Ü ZE'L-CEDDÎ MÎNKE'L-CEDD..[483]
Abdullah b. Amr (R.A.)
dan yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber
vermiştir : «İki haslet var ki, hangi bir müslüman adam onları (zikredip)
sayarsa, mutlaka Cennet'e girer. O iki haslet çok kolaydır, ama onlarla amel
eden pek azdır : Her namazın arkasında on defa Allah'ı tesbîh eder, on defa
tekbir eder, on defa. da hamd eder.»
Râvi devamla diyor ki
: «Resûlüllah'ı (A.S.) gördüm, eliyle (onları sayıp parmaklarını bükerek)
bağlıyordu ve (şöyle diyordu) : İşte bu, dil ile yüz ellidir, terazide ise
binbeşyüzdür.»
«Döşeğine gelip uyumak
istediğinde yüz defa tesbîh, hamd ve tekbîr getirirdi ve (şöyle buyururdu) : Bu
dil ile yüzdür, terazide ise, bindir.»[484]
Sa'd b. Ebî Vakkas
(R.A.) den yapılan rivayete göre, adı geçfen kendi oğullarına, öğretmenin küçük
çocuklara yazmayı öğretir gibi, şu kelimeleri öğretiyordu. Şüphesiz ki
Resûlüllah CA.S.) Efendimiz namazın arkasında o kelimelerle (Allah'a sığınır)
teavvüz ederdi : Allahım! cimrilikten sana sığınırım, korkaklıtan sana
sığınırım, ömrün en rezil (dönemine) döndürülmekten sana sığınırını, dünya fitnesinden
sana sığınırım ve kabir azabından da sana sığınırını.»[485]
Ümmü Seleme CR.A.) dan
yapılan .rivayette, Peygamber (A.S.) ^fendimizin sabah namazım kıldığı zaman
şöyle dua ettiğini haber sermiştir : «Allahım senden faydalı bir ilim, kabul
olunan bir amel .sterim.» [486]
Ebu Ümame (R.A.) den
yapılan rivayette, şöyle haber vermiştir: j«Ey Allah'ın Resulü! Hangi duâ daha
çok makbuldür? diye soruldu.» Resûlüllah (A.S.) «Gecenin ortasının son
bölümünde ve bir de farz ■namazların arkasında (yapılan duâ)...» diye buyurdu.[487]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Her
namazdan sonra, Abdullah b. Zübeyir'in
(R.A.) rivayet ettiği duayı
okumak sünnettir.
2- Her
namazın ardında Muğîre b. Şu'be'nin
(R.A.) rivayet ettiği tehlîl
anlamındaki duayı okumak da sünnettir.
3- Her
namazın ardından on defa Sübhanellah, on defa
Al-lahu Ekber, on defa da el-Hamdü lillah çekip teşbih, tekbîr ve
tahmîdde bulunmak sünnettir. Aynı zamanda her teşbih, tekbir ve tah-mid on
misliyle karşılık görür.
4-
Akşamlayın uyumak üzere yatağa uzamldığmda yüz defa tesbîh, tekbir ve tahmîdde
bulunmak müstehabdır. Bu da bire on
karşılık görür.
5- Her
namazdan sonra Sa'd b. Ebî Vakkas'dan (R.A.) rivayet edilen hadîste belirtilen
şekilde teavvüzde bulunmak sünnettir.
6- Sabah
namazından hemen sonra Ümmu Seleme'den rivayet edilen duayı yapmak
müstehabdır.
7- En çok
kabule şayan olan duâ, gece yarısının son bölümünde ve bir de farz namazlardan
sonra yapılanıdır.
Böylece namazdan sonra
birçok teşbih, tekbîr, tahmîd ve dualar tavsiye edilmiştir. Herkes zamanın
elverdiği nisbette bunlardan birini veya birkaçını yerine getirmekte
muhtardır. Rirâyetlerin tamamı dikkate alınınca, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin
her namazın arkasından bunların hepsini bir dizi halinde yapmadığı, ama
mutlaka bir iki tanesini ihmal etmediği görülür. Dua ve teşbihlerin çokluğu
bir bahçedeki,
renkleri, kokuları ve şekilleri farklı yüzlerce gül ve çiçeğe benzetilebilir.
Hepsi de aynı bahçenin toprağında yer almıştır. Bu bahçeye bakan herkes en çok
hoşuna giden gül ve çiçeklerden birini veya birkaçını seçer. Biz de yüzlerce
duâ ve teşbih arasından birini veya birkaçını seçebilir ve onlara devam
edebiliriz. Bunda bir sakınca yoktur.
Hadislerin ışığında
mezhep sahibi imamların görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları :
Önce şunu belirtelim
ki, müctehit imamlar namazdan sonra yapılacak duâ ve tesbîh üzerinde fazla
durmamışlar, sadece me'sur duâ ve teşbihlerin yapılmasının müstehab olduğunu
söylemişlerdir. Nitekim İmam Ahme db. Hanbel bu hususa temasla şöyle demiştir:
«Selâm verdikten sonra Allah'ı anmak ve duâ etmek müstehabdır. Daha çok
Resûlüllah (A.S.) Efendimizden rivayet edilenlerle zikir ve duâ etmek müstehab
sayılmıştır.»
Nitekim îmanı Ahmed b.
Hanbel bu hususa temasla şöyle demiştir : ve Evzaî'den rivayet edilen
hadîslerle istidlal edildiğini söyler. Ayrıca Sa'd. b. Ebî Vakkas hadîsiyle de
istidlal edildiğini nakleder.[488]
O nedenle mezhep imamlarının
görüş ve istidlallerini ayrı ayrı nakletmeyi gerek görmüyoruz.
Konuyla ilgili
yorumlar, rivayetler ve tahliller :
1043 nolu Sevban (R.A.) hadîsi sahihtir. Namazın
arkasından üç, defa istiğfar etmenin meşruiyetine delâlet etmektedir.
1044 nolu Abdullah hadîsi de sahihtir. Namazdan
hemen sonra belirtilen zikri bir defa yapmanın meşruiyetini ifade etmektedir.
1045 nolu Muğîre hadîsi, Buharî ve Müslim'in
ittifakıyla sahihtir. Ancak Taberânî
bu rivayeti şu fazlalıkla tesbit etmiştir : «YUH-Yİ VE YÜMÎTÜ VE HÜVE HAYYÜN LÂ
YEMUT, Bİ-YEDÎHİ'L-HAY-RÜ VE HÜVE ALÂ KÜLLİ ŞEYİN KADİR..,
Hadîsin râvilerinin
hepisi sikat (güvenilir) dirler. Buna benzer bir rivayeti Hafız Bezzar,
Abdurrahman b. Avf (R.A) dan sahîh bir senetle rivayet etmiştir.
Hadîsin zahiri, namazdan
sonra sözü edilen zikrin meşruiyetine e bir defa söylenmesine delâlet
etmektedir. Ancak Ahmed b. Han-ıel, Nesâî ve İbn Huzeyme bunun üç defa
söylenmesinin daha uygun olacağım belirtmişlerdir. I i Ancak şunu hatırlatmamızda fayda vardır : Hadîste
belirtilen
zikir, az değişik
lâfızlarla çeşitli tariklerle rivayet edilmiştir. Herhangi birini virt
edinmekte bir sakınca yoktur.
1046 nolu Abdullah b.
Ömer (R.A.) hadîsi sahihtir. Ancak sözü sdilen tesbîh, tekbîr ve tahmîdin
sayısıyla ilgili rivayetler muhteliftir :
a)
Naklettiğimiz hadîste onar defa tavsiye edilmiştir. Tirmizî ve Nesâî'nin Enes
(R.A.) hadîsinde, Nesâî'nin Sa'd b. Ebî Vakkas (R.A.) hadîsinde, Ahmed b.
Hanbel'in Ali b. Ebî Tâlib (R.A.) hadîsinde, Ta-berâni'nin Ümmu Mâlik hadîsinde
sözü edilen teşbihlerin onar defa yapılması belirtilmiştir.
b) Tirmizî
ve Nesâî'nin İbn Abbas (R.A.) hadîsinde; Müslim, Tirmizî ve Nesâî'nin Kâb b.
Ücre hadîsinde; Buharî ve Müslim'in Ebû
Hüreyre hadîsinde; Nesâî'nin Ebû Derdâ hadîsinde her birinden otuz beş defa
söylenmesi tavsiye edilmiştir.
c) Nesâî'nin
Zeyd b. Sabit (R.A.) hadîsinde, yine Nesâî'nin Abdullah b. Ömer hadîsinde
yirmi beş defa söylenmesi tavsiye edilmiştir.
d) Hafız Bezzar'm îbn Ömer (R.A.) hadîsinde onbir defa söylenmesi
tavsiye edilmiştir.
Ayrıca altı defa ve
bir defa tavsiye edilen bazı rivayetler de mevcuttur: Taberânî ise el-Kebir'de
Ebû Zümeyl hadîsini naklederek yetmiş defa söylenmesini belirtmiştir. Ancak bu
hadîsin isnadında bir cehalet vardır. Diğer yandan Nesâî'nin Ebû Hüreyre (R.A.)
hadîsinde yüz defa tavsiyesi yer almıştır Ancak bu rivayetin zayıf olduğu
tesbit edilmiştir.
Günümüzde namazdan
sonra teşbih, tahmîd ve tekbîrin 33'er defa söylenmesi, Buhari ve Müslim'in Ebû
Hüreyre'den (R.A.) rivayet ettikleri sahih hadîse dayanmaktadır. Ayrıca Nesâî
aynı rivayetin bir benzerini «Amelü'l-yevmi ve'lleyle» bölümünde ashabdan bir
zattan naklen rivayet etmiştir.[489]
1047 nolu Sa'd b. Ebî Vakkas (R.A.) hadîsi
sahihtir. Resûlüllah'-m (A.S.) sözünü ettiğimiz altı şeyden Allah'a sığınması,
onların önemine binaendir. Ayrıca ümmetini o altı hususta uyanık tutmaya yönelik
bir tavsiyedir.
1048 nolu Ümmu Seleme (R.A.) hadîsini aynı zamanda
İbn Ebi Şeybe tahric etmiştir. İbn Mâce ise kendi Sünen'inde Ebu Bekir b. Ebî
Şeybe'den rivayet etmiştir ki, ricalinin hepsi sikat (güvenilirler) dir. Sadece
Ümmu Seleme'nin azatlı kölesi pek biliinmemektedir.
1049 nolu Ebu Ümâme (R.A.)
hadisini Tirmizî hasenlemiştir.
Hadîs duaların daha çok, gece ortasında ve bir de farz namazların arkasında makbul olduğuna delâlet
etmektedir.
Öteden beri farz
namazların arkasında teşbihlerden önce Aye-tel-kürsî okunmaktadır. İlim
adamları bunu belirtilen yerde okunmasını tavsiye ederlerken şu hadîsle
istidlal etmişlerdir :, «Kim her farz namazın arkasında Âyete 1-kürsî'yi
okursa, ölümden başka onun Cennet'e girmesine engel olacak bir şey yoktur.»
Nesâî'nin Ebû Ümame (R.A.) dan rivayet ettiği bu hadîsi, îbn Hibban
sahîhlemiş-tir. Taberânî aynı rivayeti şu fazlalıkla rivayet etmiştir : «Kim
her farz namazın arkasında Âyete'l-kürsi ve Kul huvallahu ahad..i okursa...»
Bunların dışında
namazdan sonra birçok duâ, zikir, teşbih ve teavvüzler tavsiye edilmiştir.
Hepsini buraya nakletmemize hacmimiz müsait değildir. [490]
;
İmam farz namazı
kıldırdıktan sonra ne yapmalıdır? Bulunduğu yerde oturup teşbih ve duâ ile mi
meşgul olmalıdır, sünnet namaz varsa kalkıp onu mu kılmalıdır, bulunduğu
yerden biraz sağa ve ya sola mı sapmalıdır?
İmama uyup namaz
kılanlar, selâmdan sonra safları bozmalı mıdırlar, yoksa safları bozmadan
sünnet namaza veya duâ ve teşbihleri yerine mi getirmelidirler?
Bütün bu soruların
cevabını, ilgili hadîsleri ve onlarla ilgili üinı adamlarının tesbit ve
görüşlerini naklettikten sonra vermiş olacağız.
İlgili hadîsler :,
Hz. Âişe (R.A,)
Validemizden yapılan rivayette, demiştir ki : :Resûlüllah CA.S.) Efendimiz
(namazın sonunda) selâm verince, ULLAHÜMME ENTE'S-SELÂM VE MİNKE'S-SELÂM
TEBAREKTE fA ZE'L-CELÂLÎ VE'L-ÎKRAM diyecek kadar otururdu.»[491]
Semüre (R.A.) den
yapılan rivayette, demiştir ki : «Peygamber [A.S.) Efendimiz bir namaz kıldığı
(kıldırdığı) zaman dönüp yüzüy-:e bize yönelirdi.»[492]
Berâ b. Âzib (R.A.)
den, demiştirki: «Bizler Resûlüllah (A.S.) Efendimizin arkasında namaz
kıldığımız zaman, Onun sağında bu-Lunmayı ve (selâm verince) yüzüyle bize
yönelmesini çok arzu ederdik.»[493]
Yezîd b. Esved (R.A.)
den yapılan rivayette, demiştir ki : «Veda haccmda Resûlüllah (A.S,) Efendimiz
ile birlikte haccetmiş bulunuyorduk. O bize sabah namazım kıldırdıktan sonra
bulunduğu yerden biraz saptı ve yüzünü" çevirip insanlara yönelerek namaz
kılmayan iki adamın kıssasını anlattı. Bu sırada hazır bulunanlar yerlerinden
kalkıp Resûlüilah'a (A.S.) doğru yürüdüler; ben de yerimden kalkıp onlarla
beraber yürüdüm ki o gün ben oradakilerin en genci ve en yakışıklısı idim.
Durmadan kalabalığı yarıp Resûlüilah'a (A.S.) ulaştım ve elinden tutup ya
yüzünün, ya da göğsünün üzerine koydum. Hemen belirteyim ki, Resûlüllah'm
(A.S.) elinden daha temiz ve güzel, daha serin bir el görmedim. Resûlüllah o
gün Mescid-i Hayf de bulunuyordu.»[494]
Ebu Cuhayfe
(R.A.) den yapılan rivayette, demiştir
ki :
— «Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz gün ortasında Betha'ya doğru çıktı, abdest aldıktan sonra öğle
namazını iki, ikindi namazını da iki rekât olarak kıldı ki o esnada önünde kısa
bir harbe bulunuyordu, o harbenin ön kısmından da kadın geçiyordu.. (Namazı
müteakip) oradaki insanlar kalkıp Resûlüllah'm (A.S.) ellerini tutarak yüzlerine
sürdüler.»
Râvi devamla diyor ki
: «Ben de Peygamber (A.S.) m elinden tuttum ve yüzümün üstüne koydum da onu
kardan daha soğuk, misk kokusundan daha güzel ve hoş buldum.»[495]
îbn Mes'ud (R.A.)
den yapılan rivayette,, demiştir ki :
— «Sizden hiç kimse
namazım kılınca mutlaka sağ tarafa : ayrılmayı kendi üzerine bir hak olarak
görüp ondan şeytan için j bir şey ayırmasın. And olsun ki, Resûlüllah (A.S.)
Efendimizi daha1 çok sol tarafına ayrılırken gördüm.»
Diğer bir rivayette,
«daha çok insirafı (ayrılması) sol tarafına idi» denilmiştir.[496]
Kabisa b. Hilb'den o
da babasından rivayet etmiştir. Babası şöyle haber vermiştir : «Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz bize imam olurdu da (namazı kıldırınca) hem sağma, hem soluna ayrılırdı.» Yani bazan
sağına, bazan da soluna ayrılırdı.[497]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
'
1- Namazı
kılıp selâm verdikten sonra, ALLAHÜMME ENTE'--SELAMÜ VE MİNKE'S-SELÂMÜ TEBAREKTE YA ZE'L-CELÂL'Î E'L-İKRÂM diyecek
kadar oturmak sünnettir.
2- Namazdan
sonra ALLAHÜMME ENTE'S-SELÂM...... söyle-'
ek de sünnettir.
3- İmam
namaz kıldırdıktan sonra, farzı
müteakip sünnet oksa, yüzünü cemaate
döndürmesi sünnettir.
4- İmam
namazı kıldırdıktan sonra sağ tarafına doğru dönüp üzünü cemaate çevirmesi
sünnettir.
5- Farz
namazı kılan kimse, mescide geldiğinde imamın ce~ naate aynı namazı
kıldırdığını görürse, onun da imama uyması sun-iettir. Çünkü aynı namazı ikinci
defa kılması onun için nafile sayılır.
6- İlim ve
irfan sahibi sâlih kişilerin elini tutup yüze sürmek müstehabdır.
7- Açık
yerde namaz kılarken secde mahalline mızrak ve benzeri bir sütre dikmek
sünnettir.
8-
Kadınların sütrenin önünden geçmesinde bir sakınca yoktur.
9- îmam
namaz kıldırdıktan sonra bulunduğu yerden biraz kayıp veya sağından veya
solundan dönüp yüzünü cemaate çevirmesi sünnettir.
Hadîslerin ışığında
mezhep imamlarının görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefilere göre :
îmam farzdan sonra
sünnet namazı olmayan sabah ve ikindi namazlarından birini kıldırdığı zaman
isterse kalkıp ayrılır, isterse yerinde oturup duâ ile meşgul olur. Ancak
kıbleye yönelik bir halde oturması mekruhtur. Bunun bid'a olduğunu söyleyenler
de olmuştur.[498]
Hanefîler bu meselede
1052 nolu Hz. Aişe (R.A.) hadîsiyle istidlal etmişlerdir.
İmam selâm verdikten
sonra az durup arkasında namaz kılan yoksa yüzünü cemaate çevirir. Böyle
yapması müstehabdır. Arkasında namaz kılan varsa, yüzünü ona çevirmesi
mekruhtur.
İmamın yerinden az
ayrılıp sağından veya solunda dönerek yüzünü cemaate çevirmesi müstehabdır. Bu
hususta imam muhayyerdir, yani istediği veya uygun gördüğü tarafından dönüp
yüzünü cemaate çevirir. .
îbn Ömer (R.A.),
«İmamm farz namazı kıldırdıktan sonra' hiç yerinden inhiraf etmeyip aynı yerde
nafile veya sünnet namaz kılması mekruhtur'» demiştir.[499]
Yine hanefilere göre,
açık havada namaz kılan kimseye, bir par-j mak kalınlığında ve bir zira'
(yaklaşık 60-70 cm.) boyunda bir süt-! reyi secde yerinin önüne dikmesi
müstehabdır. Nitekim Resûlüllahj (A.S.) Efendimiz, şehir dışına çıkınca
beraberinde kısa bir mızrakj taşırdı ki onu namaz kılarken secde yerinin önüne
dikerdi. |
Dikilen sütrenin
önünden geçmekte bir beis yoktur.[500]
Namaz kılanın önünden
kadının, eşeğin ve köpeğin geçmesi namazı kesmeyi gerektirmez. İlim adamlarının
çoğu bu görüştedir! Zahirilere göre, namazı kesmeyi gerektirir. Onlar bu
meselede Ebû Zerr'in (R.A.) «Kadının, eşeğin ve köpeğin geçmesi namazı keser»
mealindeki hadisle istidlal etmişlerdir. Hanefiler ise, Ebu Cuhayfe hadîsiyle
istidlal etmişlerdir. Ayrıca Ebu Said el-Hudrî'nin (R.A.) rivayet -ettiği,
«Hiçbir şeyin geçmesi namazı kesmez» mealindeki hadîsi dayanak seçmişlerdir.
Nitekim Hz. Aişe (R.A.) Urve'ye Irak erip linin bu mesele hakkında ne
dediklerini sormuş, onların, kadın, eşek ve köpeğin geçmesiyle namaz kesilir,
dediklerini öğrenince üzülmüŞ ve şöyle demiştir : «Ne kötüdür Irak, nifak,
şikak ehli ki, biz kadınları o iki hayvanla bir tutuyorlar! Oysa Resûlüllah
(A.S.) Efendimi^ geceleyin benim hücremde kalkıp namaz kılardı, ben de onun ön
kısmında cenaze gibi uyur halde bulunurdum..»[501]
b) Şâfiilere göre :
Namaz kıldırdıktan
sonra sağa veya sola inhiraf etmek sünnettir. Onlar bu meselede Ebu Hüreyre'nin
(R.A.), «Peygamber (A.S.) [fendimiz namazı kılıp bitirince sağma veya soluna
inhiraf eder, [yerinden az ayrılıp sağından veya solundan dönerek yüzünü cemaate
çevirirdi).» mealindeki hadîsiyle istidlal etmişlerdir,[502]
Nitekim İmam Şafiî bu
konuda, şöyle demiştir : «îster imam ol-lun, ister yalnız başına namaz kılan
veya cemaatlo bulunan kimse Usun, namazı kılıp kalkınca, arzu ettiği şekilde
sağdan veya soldan İönüp yüzünü sağa, sola veya arkasmdakilere çevirebilir,
isterse ayıp gidebilir. Ama ben, imamm sağa doğru teveccüh etmesinin nüstehab
olduğunu söylüyorum.[503]
Yine Şâfiîlere göre,
Açık yerde namaz
kılınırken sütre kullanmanın dört mertebesi cardır; birinci mertebe mevcut iken
diğerlerine gidilmez :
Birinci mertebe, sabit
olan temiz eşyadır, duvar, sütun ve benzeri şeyler bu cümledendir. îkinci
mertebe, dikilen değnek ve benzeri şeylerdir. Üçüncü mertebe, üzerinde namaz
kılmak içine dindiği seccade, aba ve benzeri şeylerdir. Tabii o seccadenin
cami mefruşatından olmaması şarttır. Aksi halde sütre için yeterli sayılmaz.
Dördüncü mertebe, yere uzunlamasına veya enine çekilen hattır. jUzunlamasına
çekilmesi evlâdır.
Birinci ve ikinci
mertebedeki sütrenin yüksekliğinin bir zira'm jüçte ikisi kadar veya daha fazla
olması şarttır. Aynı zamanda o süt-reyle namaz kılan kimse arasında üç zira'dan
fazla bir mesafenin bulunmaması da şarttır. Üçüncü ve dördüncü mertebedeki
sütrenin kıble cihetine doğru, en az bir zira'm üçte ikisi kadar veya daha fazla
uzun olması şarttır ve ayak parmaklarından itibaren kıble cihetine doğru
çekilen hattın üç zira'dan daha uzak bir mesafede olmaması gerekir.[504]
c)
Hanbelüere göre :
Cemaat erkek ve
kadınlardan oluşuyorsa, o takdirde gerek imam, gerekse erkek cemaatı kadınların
kalkıp dışarı çıkmalarına imkân vermek için bulundukları yerde biraz oturmaları
müstehabdır, yani namaz kılıp selâm verdikten sonra hemen kalkmayıp kadınların kalkıp çıkmasını
beklerler. Nitekim Ümmu Seleme (R.A.) diyor ki. «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
zamanında, namaz kılınınca kadınlar oturmayıp hemen kalkarlardı.»
Cemaat arasında kadın
yoksa, namazı bitirince fazla oturmak müstehab değildir. Hanbelüer bu meselede
1052 nolu Hz. Aişe hadi-siyle istidlal etmişlerdir. O halde imam veya münferit
selâm verdikten sonra ALLAHÜMME ENTE'S-SELÂM VE MİNKE'S-SELÂM, TE-BAREKTE YA
ZE'L-CELÂLİ VE'L-ÎKRAM der veya bunu söyleyecek kadar bekler de öylece yerinden
kalkar.
Farzdan sonra sünnet
namaz yoksa, kıbleye yönelik oturmak mekruhtur. Sağa veya sola dönülerek az bir
inhiraf yapılır. Nitekim Resûlüllah
(.S.) Efendimiz öyle yapmıştır.[505]
Hanbeliler bu meselede
1057 nolu Ibn Mes'ud (R.A.) hadîsiyle istidlal etmişlerdir.
îmam Ahmed b. Hanbel
de şöyle demiştir : «imam farz namazı kıldığı yerde sünnet ve nafile namaz
kılmaz. Nitekim Ali b. Ebî Tâ-lib (R.A.) de öyle demiştir. Ancak imamın
arkasında namaz kılanların aynı yerde sünnet ve nafile kılmalarında bir
sakınca yoktur. Nitekim İbn Ömer (R.A.) de öyle yapmıştır. İshak da aynı
görüştedir.»
Ahmed b. Hanbel bu
meselede, Muğire b. Şu'be'nin (R.A.) rivayet ettiği şu hadîsle istidlal
etmiştir : «îmam, insanlara namaz kıldırdığı yerde, sünnet ve nafile namaz
kılmasın!»[506]
d)
Mâlikîlere göre :
Sahnun'un îbn Vehb'den
onun da Said b. Ebi Eyyûb'dan, onun da Zehre b. Muabbid'den yaptığı rivayete
göre, Ibn Müseyyeb namazın sonunda hem sağma, hem soluna selâm verir, sonra da
imamın selâmına karşılık verirdi. İmam Mâlik de bu rivayeti benimsemiştir.
Sonra da İbn Vehb Yunus b. Yezid'den rivayetle Ebu Zen-nad'm, Hârice b. Zeyd b.
Sâbit'in, imamların selâm verdikten sonra oturmalarını kınadığını haber vermiş
ve şöyle demiştir : «İmamlar selâm verdikleri zaman artık yerlerinden
ayrılırlar..» İbn Vehb diyor ki : «Bana ulaşan bilgiye göre, îbn Şihab selâm
verdikten sonra bulunduğu yerden ayrılmanın sünnet olduğunu söylemiştir.» Yine
îbn Vehb diyor ki : «îbn Mes'ûd (R.A.) selâmdan sonra oturmak-tansa, iyice
ısıtılmış taş üzerinde oturmak hayırlıdır, demiştir.»
Yine aynı zat diyor ki
: «Bize kadar gelen haberden, Ebû Bekir iddik m (R.A.) selâm verdikten sonra
sanki kızgın taş üzerinde du-uyormuş gibi bir hali olurdu, vakit kaybetmeden
yerinden kalkıp ynlırdı. Hz. Ömer (R.A.) ise, selâmdan sonra bulunduğu yerde
otur-kak bid'attır, demiştir.»[507]
Diğer rivayetler
yorumlar ve tahliller :
1052 nolu Hz. Aişe (R.A.) hadîsi sahih kabul
edilmiştir. Mâlikf-er bu hadîsle de istidlal ederek, selâmdan sonra oturmanın
mekruh Olduğunu belirtmişlerdir. Bu hadîsi kuvvetlendirir manada Abdur-rezzak'm
Enes (R.A.) den yaptığı şu rivayeti de dikkatten uzak tutmamak gerekir :
«Resûlüllah (A.S.) Efendimizin arkasında namaz kıldım. Selâm
verdiği saatte (anda) kalkardı. Sonra Ebu Bekir Sıd-dîk'm (R.A.) arkasında
namaz kıldım, o da selâm verince hemen
yerinden kalkar, sanki kızgın bir taş üzerinde duruyormuş gibi davranırdı.»[508]
Bunu kuvvetlendiren
bir diğer rivayette şudur : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz selâm verdikten sonra
az bir süre oturup kadınların ayrılmalarını bekler ve öylece kalkardı.» Bu da
selâm verdikten sonra vakit kaybetmeden bulunduğu yerden kalkmak asıldır ve
meşru'dür.
1053 nolu Semüre
(R.A.) hadisini Buhari salât bahsinde
kısa, cenâiz bahsinde uzun olarak rivayet etmiştir. Sahih hadîslerden biri
sayılan bu rivayet de namazdan sonra imamın yüzünü cemaate döndürmesinin meşruiyetine delâlet
etmektedir. Aynı zamanda buna devam edildiği de anlaşılıyor. Çünkü (kâne)
fiiliyle anlatılmıştır, bu fiil muvazebet (devamlılık) ifade eder. Ancak İmam
Nevevi bu fiilin geçmişle ilgili bir kip olduğunu devam ve tekrarı gerektirmediğini
söylemiştir.
Birincilerin görüş ve
tesbiti daha uygun kabul edilmiştir. Çünkü Uesûlüllah'm (A.S.) farzdan sonra
sünnet olmayan namazlarda ekseri böyle yaptığı bilinmektedir.
1054 nolu Berâ' (R.A.) hadîsi ise, Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz'in selâm verdikten sonra sağma meyledip o cihette bulunanlara
yüzünü çevirdiğine delâlet etmektedir. O halde bu iki hadîsin arasını te'-Hf
ve cem'etmek gerekir: Resûlüllah
(A.S.) Efendimizin bazan yüzünü
iyice cemaate döndürdüğü, bazan da sadece sağ tarafındaki cemaate çevirdiği
olmuştur. Her ikisi de meşru'dür. Aynı zamanda Berâ' Hazretlerinin rivayeti,
Semüre Hazretlerinin rivayetini tefsir ettiğini de söyleyebiliriz, «Peygamber
(A.S.) namazı kılınca yüzünü bize çevirirdi» sözünden, biz sağında bulunan
cemaate çevirirdi, manası çıkabilir.
1055 nolu Yezîd b. Esved hadisini Ebu Dâvud, Nesâî
ve Tirmizî tahrîc etmişlerdir. Ayrıca Tirmizî bu hadîsin hasen ve sahîh olduğunu
kaydetmiştir. Ancak Tirmizi'nin rivayetinde hadis şu lâfızla başlamıştır :
«-Peygamber (A.S.) Efendimizin
haccında ben de hazır bulundum ve Onunla birlikte Mescid-i Hayf'de sabah
namazını kıldım. Namazını bitirince yerinden ayrıldı...»
Hadîsin isnadında
Câbir b. Yezid b. Esved hakkında farklı tes-bitler ortaya çıkmışsa da Nesâî
onun sika (güvenilir) olduğunu söylemiştir.
1056 nolu Ebu Cuhayfe (R.A.)
hadîsini Buharî hem kısa, hem de uzun şekliyle rivayet etmiştir. Hadîs,
kadınların namaz kılan erkeğin önünden geçtiği takdirde onun namazını
kesmiyeceğine delâlet etmektedir.
Diğer 1057 ve 1058
nolu hadisler de, imamın selâm verdikten sonra "ağ veya sol tarafına dönmesinin
veya tam dönüş yapıp yüzünü olduğu gibi cemaate çevirmesinin meşru olduğuna
delâlet etmektedir. [509]
1- İmamın
selâm verdikten sonra kıbleye müteveccih bir şekilde oturması mekruhtur.
Bu, İmam Ebû Hanîfe'ye
göredir. '
2- îmanı
Namazı kıldırdıktan sonra, farzı müteakip sünnet namaz yoksa, yüzünü cemaate
çevirir, bu müstehabdır.
3- îmanı
Selâm verdikten sonra arkasında henüz namaz kılan varsa, dönüp yüzünü ona
çevirmesi mekruhtur.
4- îmanım
farz namazı kıldırdıktan sonra sünnet namaz yoksa, sağına veya soluna dönüp o
cihetteki cemaate yönelmesi müstehabdır.
5- Açık
yerde namaz kılan kimsenin secde edeceği yerin az önüne bir parmak kalınlığında
bir cisim dikmesi müstehabdır.
6- Namaz
kılan kimsenin önünden kadın, köpek ve eşek geçecek olursa, namazı kesmeyi
gerektirmez. Bu da Hanefilere göredir.
7- İmamın
namazı kıldırdıktan sonra sağma veya
soluna (doğru kavı ?ası sünnettir. îmanı Şafiî, namazı kılıp bitiren kimse, sağma,
soİuna kaymak veya ayrılıp gitmekte serbesttir, demiştir.
8- Açık
yerde namaz kılan kimse, önüne dikecek bir sütre bulamadığı takdirde, yere bir
çizgi çekilmesi sünnettir. Bu, Şâfiî'le-jre göredir.
9- Cemaat
arasında kadın da bulunuyorsa, o takdirde
gerek imamın selâm verdiktensonra, gerekse cemaatin, kadınların kalkıp
çıkmalarına imkân vermek için bulundukları yerde az bir süre oturmaları
müstehabdır. Bu, Hanbelilere göredir. [510]
Bilindiği üzere,
tesbîh, Allah'ı her türlü noksan sıfatlardan, beşeri vasıflardan (tenzih
etmek, onun büyüklüğünü, yüceliğini dile getirip övülmeyi her zaman lâyık
olduğunu düşünerek hamd etmektir.
Ancak Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz teşbih, tekbir ve tahmid hususunda bazı rakamlar üzerinde
durmuştur. Her sayının ayrı bir hikmeti ve başka bir feyiz ve bereketi
bulunduğundan belirtilen rakamlara aynen uymak sünnettir. Sayıda bir yanlışlık
yapmamak için de ya parmaklardaki boğumları dikkate alarak hesaplamak, ya da
tohum ve benzeri bir şeyle onu gerçekleştirmek caizdir. Günümüzde kullanılan
99'luk teşbihler, sonraları Hindistan ve benzeri yerlerden bize geçmiştir.
Resûlüllah CA.S.) Efendimiz zamanında mü'minler teşbihlerini daha çok parmak
hesabıyla yerine getirirlerdi.
Konuyla ilgili hadîsler
:
Büseyre (R.A.) den
yapılan rivayette -ki bu zat muhacirattan-dır-, demiştir ki : Resûlüllah CA.S.)
Efendimiz bize şöyle buyurdu: «Size gereken tehlîl, teşbih ve takdistir. Sakın
bunları yapma hususunda gaflet etmeyin (yeri ve zamanı gelince herhalde
yapın). Aksi halde rahat hususunda unutulur (ondan mahrum kalırsınız). Parmak
uçlarını bağlayıp (sayınız). Çünkü parmaklar sorumludurlar;
konuşturulacaklardır.»[511]
Sa'd b. Ebî Vakkas
(R.A.) dan yapılan rivayette, onun şöyle dediği tesbit edilmiştir : Hz. Sa'd,
Peygamber (A.S.) Efendimizle beraber bir kadının yanına girdiklerinde, kadının
önünde tohum veya küçük taş bulunuyormuş, kadın teşbihlerini onlarla (sayıp)
yapıyormuş. Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.) ona, «Bundan daha kolay ve daha
faziletli olanını sana haber vereyim mi : SÜBHANELLAHİ ADEDE MA HALAKA
Fİ'S-SEMAÎ VE SÜBHANE'LLAHÎ ADEDE MA HALAKA Fİ'L-ARDİ VE SÜBHANETLAHÎ ADEDE MA
BEYNE ZALİKE VE SÜBHANE'LLAHÎ ADEDE MA HUVE HÂLİKUN, VAL-LAHU EKBER MÎSLE
ZALİKE VE'L-HAMDU LİLLAHÎ MİSLE ZALİKE VELA İLAHE İLLA'LLAHU MİSLE ZALÎKE VELA
HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAHİ MİSLE ZALİKE.[512]
Hz. Safiyye (R.A.) dan
yapılan rivayette, adı geçen sahabiye, diyor ki : Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
yanıma girdi. Önümde 4000 tohum bulunuyordu ki, onlarla tesbîh ediyordum. Resûlüllah
(A.S.) bana, «gerçekten sen bunlarla teşbih ettin, ama bundan daha çok sayılacak
bir teşbihi sana öğreteyim mi?» diye sordu. Ben de, «evet öğretiniz» dedim.
Bunun üzerine şöyle buyurdu : «De ki : SÜBHA-NE'LLAHİ ADEDE HALKIHt.»[513]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır : j
1- Namazdan
sonra tehlîl, tesbîh ve tasdîste bulunmak mfis-tehabdır.
2- Teşbihi
parmak uçlanyla yapmak müstehabdır. Kıyamet gününde parmaklar konuşturulup
lehte veya aleyhte şahitlik edeceklerdir.
3- Çok
tesbîh yapmak isteyenlerin, Sa'd B. Ebî Vakkas hadîsinde belirtilen teşbih ve
duayı yapmaları meşru'dür. Aynı zamanda Hz. Safiyye hadîsindeki teşbih de
bunun bir benzeridir.
Yorumlar ve tahliller:
1070 nolu Büseyre (R.A.) hadîsini aynı
zamanda Hâkim tahric ! etmiş, Tirmizî
ise, hadisin garip olduğunu, çünkü bu rivayeti ancak İ Hânı1' b. Osman
hadisiyle bildiğini kaydetmiştir, imam Süyutî
ise bunun isnadını sahihlemiştir.
1071 nölu Sa'd b. Ebi Vakkas CR.A.) hadisini, Nesâî, İbn Mâce, Ibn Hibban
ve Hâkim tahric etmişlerdir. Aynı zamanda Hâkim onu sahîhlemiş, Tirmizi de has
önlemiştir.
1072 nolu Hz<. Safiyye (R.A.) hadîsini Hâkim
tahric etmiş, Süyutî de sahihlemiştir.
Birinci hadîs,
teşbihte parmak uçlarıyla saymanın meşruiyetine delâlet etmektedir. Bu manada
bir diğer hadîsini Ebû Dâvud, Tirmizi, Nesâî ve Hâkim tahrîc etmişler, Tirmizî
onu «hasen» ile kayıtlarken Nesâi ile Hâkim sahîhlemişlerdir.[514]Bu
ikinci rivayet şöyledir : «Peygamber (A.S.) Efendimizi gördüm, teşbihte parmaklarını
bağlayıp [hesaplıyordu).» Ebû Davud'un rivayetinde ise, şu fazlalık vardır :
«Sağ elinin parmaklarını...»
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz, parmakla teşbih sayısını belirlemenin illetini de açıklamıştır ki,
bu bize parmakla yapılan teşbihin evlâ ve afdal olduğunu gösterir.
Diğer iki hadis ise;
bu hesabın tohum veya küçük taş ile de yapılmasında bir sakınca olmadığına
delâlet etmektedirler. Buna kıyasla bildiğimiz teşbihlerle aynı şeyi yapmakta
bir sakınca olmadığı anlaşılıyor. Nitekim Peygamberimizin azatlı kölesi Ebu
Safiyye (R.A.) dan yapılan rivayette, bu zatın önüne bir zenbil dolusu küçük
taş konulurdu ve o da öğleye kadar onlarla teşbihlerini yerine getirirdi. Bazan
da öğle namazım kıldıktan sonra aynı taşlarla akşama kadar teşbihini
sürdürürdü. Bu rivayeti Ahmed b. Hanbel kendi müsnedinde zühd bahsinde
nakletmiştir. Aynca îbn Sa'd'm Hakim b. Deylemî'den yaptığı rivayette Sa'd b.
Ebî Vakkas'ın (R.A.) da küçük çakıl taşlarıyla teşbih ettiğini nakletmiştir.
Ayrıca İbn Sa'd'm
kendi Tabakat'mda Abdullah b. Musa tarikiyle Cabir'den, o da kendisine hizmet
eden bir kadından, o da Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyn'in kızı Fatıma'dan rivayet
etmiştir ki, adı geçen Fatıma, düğüm düğüm yapılmış bir sicimle teşbih edermiş.
îmara Ahmed'in oğlu Abdullah'ın Zevâidü'z-Zühd'de yaptığı rivayette, Ebu
Hüreyre'nin (R.A.) içinde hin düğüm bulunan bir cisim teşbihi varmış, onunla
teşbihini bitirmeden uyunıazmış. Başka bir rivayette o sicimde ikibin düğüm
bulunuyormuş..[515]
Ahmed b. Hanbel'in
Zühd bölümünde Kasım b. Abdurrahman*-dan yaptığı rivayette, adı geçenin şöyle
dediğini nakletmiştir : «Ebû Derdâ (R.A) m bir kese içinde hurma çekirdekleri
bulunuyordu. Sabah namazını kılınca onları bir bir çıkarıp bitinceye kadar
teşbihini sürdürürdü.
Buna benzer altı yedi
kadar başka rivayetler daha vardır. Hepsi de düğüm, tohum, çekirdek, çakıl
taşı ve benzeri şeylerle teşbih etmenin caiz olduğuna delâlet etmektedir.
Nitekim mezhep sahibi
imamlar da bu konuda farklı bir içtihat ve görüş ortaya koymadıkları
anlaşılıyor. [516]
1- Gerek
namazdan sonra, gerekse başka
vakitlerde tehlil, teşbih, tekbîr ve tahmîdi parmak uçlarını bağlayıp hesaplamakla yapmak müstehabdır.
2 - Aynı
şeyleri içinde düğüm bulunan cisimle veya tohum, çekirdek ve küçük çakıl taşı
gibi maddelerle yapmak da caizdir. [517]
Namaz bütünüyle zikir,
duâ, tesbîh, tahmîd ve tehlîlden ibarettir. İlk farz kılındığı günlerde
Ashab-ı Kiram'dan bazısının namaz kılarken birbirlerine selâm verdikleri ve
konuştukları vakidir. Sonra Melek Cebrail'in işareti üzerine Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz onları böyle yapmaktan men'etmiştir. O bakımdan namaz kılarken konuşmak,
namazı bozar, hükmü konulmuştur.
Zeyd b. Erkam CR.A.)
den yapılan rivayette, demiştir ki : Bizler (önceleri) namazda iken
konuşurduk, Öyle ki bizden bir adam yanıbaşmda namaz kılan arkadaşıyla
konuşurdu. Bu hal, VE KUMU LİLLAHİ KANİTÎN (Ve Allah'a saygı ve korku dolu bir
gönül ile el bağlayıp durun!»[518]
âyeti ininceye kadar devam etti. Bu âyet inince susmakla emrolunduk, (namazda)
konuşmaktan men'-olunduk.»
Aynı rivayeti Tirmizî
şu lâfızla nakletmiştir : «Bizler, Resûlül-lah'ın (A.S.) arkasında namaz
kılarken konuşurduk..»
îbn Mes'ud (R.A.) den
yapılan rivayette, demiştir ki ■. «Bizler, Peygamber (A.S.) Efendimiz
namazda iken kendisine selâm verirdik, o da selâmımızı alıp cevaplardı.
Necaşî'nin yanından (Medine'ye) döndüğümüzde yine kendisine o vaziyette iken
selâm verdik, selâmımızı alıp cevaplamadı. Bunun üzerine kendisine dedik ki :
«Ey Allah'ın Resulü bizler daha önce sana namazda iken selâm verirdik sen de
selâmımızı alıp cevaplardın.» Bize şöyle buyurdu : «Şüphesiz ki namazda (kendine has) bir meşguliyet vardır.»[519]
Diğer bir rivayette
aynı hadis şöyle nakledilmiştir : «Bizler Mekke'de bulunduğumuz sıralarda,
henüz Habeş diyarına gitmeden önce Peygamberimiz (A.S.) Efendimize (namazda iken)
selâm verirdik. Habeş diyarından dönüp geldiğimizde yine (namazda iken) Ona
selâm verdik, fakat o selâmımızı alıp cevaplamadı. O sebeple yakın ve uzak
kalma duygusu beni aldı, tâki O namazını kılıp bitirdi. Bunun sebebini
sorduğumda buyurdu ki : «Şüphesiz ki Allah kendi emrinden dilediğini ortaya
çıkarır, şimdi de namazda konuşmamamız için yeni bir emir ortaya koymuştur.»[520]
Muâviye b. Hakem'den
(R.A.) yapılan rivayette, şöyle demiştir:
Bir ara Resûlüllah
(A.S.) Efendimizle beraber namaz kılıyordum, ansızın hazır bulunanlardan bir
adam aksırdı, ben de YERHAMU-KELLAH dedim. Cemaat göz uçlarıyla bana bakmaya
başladılar. Ben de, ananız sizi yitirsin, size ne oluyor ki durup bana
bakıyorsunuz?! dedim. Bunun üzerine onlar ellerini uylukları üzerine vurmaya
başladılar. Beni susturmak istediklerini görüp anlayınca sustum. Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz selâm verip namazdan çıkınca, anam -babam ona feda olsun, ne
önce, ne de sonra Ondan daha güzel eğiten ve öğreten bir muallim görmüş
değilim, Allah'a yemin ederim ki, ne bana yüzünü ekşitip isteksizlik gösterdi,
ne beni dövdü, ne de kinci bir dil kullandı, sadece şöyle buyurdu : «Şüphesiz
ki bu namazda insanların sözlerinden hiçbiri yakışmaz ve uygun düşmez. Namaz
ancak teşbih, tekbîrdir ve Kur'ân okumaktır. «Veya Resûlüllah (A.S.) nasıl buyurduysa öyledir.[521]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Mekke'de
mü'minler henüz Habeşistan'a hicret etmeden önce namazda iken konuşmaya ve
selâm vermeye ruhsat vardı. O bakımdan belirtilen dönemde namazda konuşmak veya
selâm verip almak namazı bozmuyordu.
2- Bakara
sûresinin 238 âyeti inince, namazda konuşmak, selâm verip almak yasaklandı.
3- O
bakımdan namazda konuşmak, selâm verip almak, ak-sırana duâ etmek gibi namaz
dışı sözler sarfetmek namazı bozar.
4- Namazda
insan sözüne benzer sözler sarfetmek, konuşmak, selâm verip almak gibi namaz
dışı söz ve davranışlar Allah'ın emriyle yasaklanmıştır. O bakımdan
mü'minlerin uyması farzdır, uymayanlar hem günahkâr olurlar, hem de namazları
bozulur.
5- Namazda
önemli bir olay karşısında göz ucuyla
bakmak namazı bozmaz.
6- Namazda
et-Tahiyyatta iken, birinin söz ve hareketini düzeltmesini veya konuşmasını
kesmesini hatırlatmak için elleri dizler üzerine vurmak da namazı bozmaz.
7- Namaz
belli teşbih, zikir, kıraat ve tahmid ile tehlilden oluşur. Hz. Peygamber (A.S.)
onu nasıl öğretmişse, aynen korunması ve uygulanması farzdır.
Hadislerin
"ışığında nıüctehit imamların görüş, tesbit, istidlal ve içtihatları
: .
a)
Hanefilere göre :
Namazda huşu' (saygı
dolu edeple, korku ve tazimle) durmak müstehabdır. Çünkü Cenâb-ı Hak, huşu'
üzere olanları övmüştür. O bakımdan namaza duran kimsenin bakışları secde
yerini aşmama-İldir.[522]
Namazda göz ucuyla
sağa veya sola bakmak mekruh değildir. Ancak yüzünü de baktığı cihete çevirirse
kerahet işlemiş olur.[523]
Namazda unutarak veya
kasden veya yanılarak, az veya çok olsun, namazı düzeltmekle ilgili bulunsun
konuşmak namazı bozar. İmamın yaptığı hatayı düzeltmek için de olsa hüküm yine
böyledir. Meselâ, imam oturacağı yerde ayağa kalkar, o da ona «otur!» derse
veya ayağa kalkacağı yerde oturursa, o da ona «kalk!» derse, namazı bozulur.
Belirtilen hususta konuşulan söz az olsun, çok olsun fark etmez. Ancak teşehhüt
miktarı oturduktan sonra belirtilen ölçü ve anlamda konuşursa, namazı bozulmaz.[524]
Konuşmanın sınırı:
Konuştuğu sözü
yanındakiler tarafından duyulmasa bile, kendisi işitecek seste ise, yine
namazı bozulur. Kendisi de işitmiyecek kadar sessiz bir konuşma (fısıldama)
ise, namazı kerahetle caiz olur.[525]
Namazda selâm vermek
veya verilen selâmı alıp cevaplamak -bile bile yapılıyorsa- namazı bozar. Ama
selâm vermekle namazın bozulmayacağını sanıyor veya unutarak selâm veriyorsa,
namazı bozulmaz. Ancak unutarak verilen selâm, namazdan çıkma selâmı ise, hüküm
böyledir. Başkasına selâm vermek ya da almak niyetini taşıyor ve unutarak
ağzından çıkıyorsa, üim adamlarının çoğuna göre, o da namazı bozar.[526]
b) Safilere
göre :
Namazda iki harf
teleffuz etmek veya manası anlaşılan bir harf teleffuz etmek (duyulacak kadar
sesli söylemek) en sahih kavle göre, namazı hükümsüz kılar. Ancak elde
olmayarak dili kayar da az bir söz söyler veya namazda olduğunu unutarak bir
söz ağzından çıkar veya İslâm'a yakın zamanda girdiği için onun haram kılındığını
bilmeden söylerse namazı bozulmaz. Ama konuşulan söz çok olursa, en sahih
kavle göre bozulur.[527]
c) Hanbelîlere
göre:
Namazda ondan olmayan
yabancı bir söz, bir kelime söylemek, bütün imamların ittifakıyla namazı
hükümsüz bırakır. Çünkü Re-sûlüllah (A.S.) Efendimiz, «Şüphesiz ki bu namaza,
insan sözünden hiçbir şey yakışmaz, uygun düşmez» buyurmuştur.
Namazda bir manaya
delâlet etmese bile en az iki harften meydana gelen bir kelime veya bir manaya
delâlet eden bir harften meydana gelen bir kelime konuşmak, üç imama göre de
namazı bozar. Mâlikîlerin bu husustaki görüşü farklıdır.
Namazda, namazdan
olmayan yabancı bir kelime konuşmak, isterse unutularak söylenmiş olsun namazı
bozar. Şafiî ve Mâlikîle-re göre, unutularak söylenirse, bozmaz.
Namazı bozup
bozmayacağım bilmediğinden namazda bir kelime konuşursa, namaz bozulur.
Şâfiilere göre, bozulmaz. Namazda zorla konuşturulan kimsenin de bu suretle
namazı bozulmuş olur.[528]
Bunun gibi, namazda
yanılan imama, «unuttun», veya kalkacağı yerde oturan imama, «ayağa kalk»
derse, Mâlikîlerin dışında üç imama göre namazı bozulur.
d)
Mâlikîlere göre :
Namazda, namazdan
olmayan yabancı bir söz, bir kelime kullanmak, namazı bozar. Namazda konuşulan
şeyin sının, mana ifade eden bir kelime olmasıdır. Mana ifade etmiyen veya bir
kelime ölçüsünde olmayan bir şey teleffuz etmek namazı bozmaz.
Yanılarak az bir
kelime söylemek namazı bozmaz. Ayrıca namazı düzeltmek niyetiyle gerek
imamdan, gerekse ona uyan kimseden sadır olan bir söz de namazı bozmaz. Bu,
ister selâm'dan önce, ister sonra olsun fark etmez. Ancak bu sözün Örfen çok
olmaması şarttır.[529]
Yorumlar, rivayetler
ve tahliller :
1076 nolu hadîsi
Tirmizî sahîhlemiştir. Aynı konuda Buharı ile Müslim Câbir b. Abdullah'tan
(R.A.), Taberânî ise Ammar (R.A.) dan rivayet etmişlerdir. Hafız Bezzar, Ebû
Saîd'den tahrîc ederek rivayete ağırlık kazandırmışlardır.
Hadîs, namazda
konuşmanın haram kılındığına delâlet etmektedir ki, bu hususta ilim adamları
arasında pek farklı bir görüş ortaya çıkmamıştır. Ancak kelime üzerinde
durulmuş ve sınırları belirlenirken az farklı içtihatlar ortaya çıkmıştır.
îlim adamlarının çoğu,
namazda meydana gelen konuşma ister unutularak, ister kasden, isterse
bilmeyerek gerçekleşsin, her üç halde de namazı bozacağına hükmetmişlerdir.
İmam Sevrî, îbni Mübarek îmam Nahaî, Hammad b. Ebi Süleyman ve İmam Ebû Hanîfe
de aynı görüş ve içtihattadırlar. Katade'den yapılan iki rivayetten biri bu
manadadır.
ilim adamlarından bir
kısmı ise, unutarak ve bilmeyerek konuşulan sözün farklı hüküm taşıdığını
söylemişlerdir. Nitekim îbn Mün-zir aynı hususu îbn Mes'ûd, Ibn Abbas ve Abdullah b. Zübeyir'den
(Allah hepsinden razı olsun) rivayet etmiştir.
Tabiînden Urve b. Zü-beyir, Ata' b. Ebî Rebah, Hasan el-Basrî, Katade de aynı
görüştedirler. el-Hâzimî ise, bu manada bir rivayeti Amr b. Dinar'dan yapmıştır.
Müctehit imamlardan
İmam Mâlik, îmam Şafiî, İmam Ahmed, îmam Ebu Sevr ve arkadaşları da bu
rivayetleri benimsemişlerdir. Nevevî ise, bunun cumhurun görüşü olduğunu
belirtmiştir.
Birinci gruba dahil
olanlar, konunun başında naklettiğimiz hadîslerle istidlal etmişlerdir. Şöyle
: Namazda konuşmak mutlaka namazı bozar, ister kasden, ister unutarak, isterse
bilmeyerek vaki olsun, fark etmez.
İkinci gruba dahil
olanlar, unutarak konuşanın namazı bozulmaz derken, Resûlüllah'm (A.S.)
yanılarak konuştuğu, fakat namazını bozmayıp devam ettiği rivâyetiyle istidlal
etmişlerdir. Ayrıca Taberânî'nin Ebu Hüreyre (R.A.) den yaptığı şu rivayeti de
delil olarak göstermişlerdir: «Peygamber (A.S.) Efendimiz unutarak namazda
iken konuştu ve namazını öylece bina edip tamamladı.» Hem Resûlüllah (A.S.),
«Ümmetimden hata ve nisyan kaldırılmıştır», yani bu iki şeyden dolayı muahaza
edümiyeceklerdir, buyurmuştur.[530]Diğer
bir rivayette, ise hadîs şu lafızla tesbit edilmiştir : «Şüphesiz ki Allah,
benim ümmetimin hata ve nisyamndan vazgeçip (günah saymamıştır).»
Aynı rivayeti İbn
Hibban, Dârekutni, Taberânî, Beyhakî ve Hâkim de tahric etmişlerdir.
İkinci grup diğer
yandan Muaviye b. Hakem'in hadîsiyle istidlal edip namazda namaz dışı
konuşmasından dolayı Resûlüllah (AS..) ona namazını iade etmesini
emretmemiştir.
Birinci grup, yukarıda
«Ümmetimden hata ve nisyan kaldırılmıştır» mealindeki hadîsi şöyle
yorumlamışlardır : «Buradaki kaldırılmıştır, sözünden maksat günahı
kaldırılmıştır, hükmü ise bakidir, yani günahı gerektirmez ama namazı bozar
hükmü söz konusudur. Nitekim Hatâ ile adam öldürene keffaretin vâcib olduğu
şer'î bir hüküm olarak yer almaktadır. O halde hatâ ile adam öldüren günahkâr
olmasa bile, keffaret ödemek zorundadır.
Konumuzu oluşturan
Zeyd b. Erkam hadîsinde «kanıtın» sıfatı, «susmak»la yorumlanmıştır. Bunu,
Zeynüddin, Tirmizî şerhinde beİtmiştir. Îbnü'l-Arabî ise, bu kelimenin on
kadar' mânası bulundu-iına dikkatleri çekmiştir. Namazda susup konuşmamak o on
malısından biridir.
1077 nolu tbn Mes'ud
hadisi ikinci bir rivayetle Ebu Dâvud ve in Hibban tahrio etmişlerdir. İbn
Hibban aynı zamanda bunu sa-thlemiştir. Ebu Davud'un tesbit ettiği rivayette,
namazdan sonra esûlüllah'ın CA.SJ onun selâmını cevapladığı kaydedilmektedir ki
u, namazda bulunduğumuz bir sırada bize selâm verenin selâmı amazdan sonra
cevaplamamızın müstehab olduğuna delâlet eder. litekirn aynı görüş ve içtihat,
Ebû Zer, Atâ', Nahai ve Sevri'den riâyet edilmiştir.[531]
Ibn Reslân ise,
namazda verilen selâmı işaretle cevaplamanın iüsteha.b olduğunu belirterek
Şafii'nin de mezhebinin buna cevaz erdiğini, cumhurun da bu görüşte olduğunu
söylemiştir. Nitekim [z. Suhayb (R.A.) diyor ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimize
uğradığımda namaz kılıyordu, selâm verdim, o da selâmımı işaretle alıp
bvapladı.»
İleride bu meseleye
tekrar dönülecektir.
1078 nolu Muaviye b.
Hakem es-Sülemi hadîsini aynı zamanda bn Hibban ile Beyhakî tahric etmişlerdir.
Namazda, konuşan
kişinin susması için ashabın ellerini dizlerime vurmaları, yanılanı sübhanellah
demek suretiyle ikaz etme he-ıüz meşru kılınmadan önceki zamana ait bir uyan
şeklidir. Hadîs, ıamazda konuşmanın haram kılındığına delâlet etmektedir. İmam
Svzaî ise, namazda meydana gelen bir aksaklığı düzeltmek için ko-ıuşmakta bir
sakınca yoktur, demiştir.
Namazın teşbih, tekbir
ve Kur'ân okumaktan ibaret olduğu be-irtilmiştir. Bu bir hasır ifade eder mi?
Ettiğini söylersek, o takdirde ıamazda bu üçünün dışında başka bir şeyin yeri
yoktur, dememiz gerekir. O bakımdan ilim adamlarından bir kısmı, namazda duâ yapılmaz
demişlerdir. Oysa namazda bazı duaların yapılacağına dair sahih hadisler ve
rivayetler mevcuttur. O halde hadîste belirtilen üç şey, duayı içine
almaktadır.
Nitekim yapılan ciddi
tesbitlere göre, namazda konuşmanın haram kılınması Mekke'de meydana
gelmiştir. Dua ve zikirlerin namazda yapılmasıyla ilgili tavsiyelerin çoğu ise,
Medine'de vuku' bulmuştur.
Zeylaî, namazda
unutarak veya yanılarak konuşan
kimsenin] namazı bozulmaz diyenlerin delil olarak seçtikleri, «Ümmetimden hatâ ve nisyan kaldırıldı» mealindeki hadis üzerinde durarak şu bilgileri vermektedir
Hadîs her ne kadar
birçok fakîh tarafından bu lafızla rivayet edilmişse de aslında bundan farklı
olarak tesbit edilmiştir. Bizim en yakın olarak rastladığımız rivayette şu lâfızla
nakledilmiştir: «Allah bu ümmetten üç şeyi kaldırdı...» îbn Adiy el-Kâmil'd©
Ebû Bekre'-deh (R.A.) rivayet etmiştir. Daha çok yaygın olan şekli ise
şöyledir: «Şüphesiz ki Allah, benim ümmetimin hata ve nisyanından dolayı (günah
yazmayıp) geçmiştir.» Nitekim îbn Abbas, Ebu Zer, Ebu Der-dâ, İbn Ömer ve Ebû
Bekre (Allah hepsinden razı olsun) den rivâ yet edileni bu ölçü ve
anlamdadır.
îbn Mâce'nin talâk
bölümünde Evzâi'den, onun da Atâ' b. Ebî Rebah'dan, onun da îbn Abbas'dan, Onun
da Resûlüllah (A.S.) Efen-dimiz'den rivayet ettiği hadîsin meali şöyledir :
«Şüphesiz ki Allah ümmetimden hatâ, nisyan ve bir de zorlandıkları şeyi (in
günahını) kaldırmıştır.»
İbn Hibban aynı
rivayeti kendi Sahîh'inde 3/68 bölümünde îbn Abbas'tan merfuân rivayet
etmiştir. Hakim ise el-Müstedrek'inde talak bahsinde tahrîc etmiş ve
«Şeyhayn'in şartına göre sahihtir* demiştir.
Buharî ile Müslim bu
hadisi tahric etmemişlerdir.[532]
Aynı hadîsi Taberânî kendi Mu'cenı'inde Hz. Sevban (R.A.) dan merfuân şöyle
rivayet etmiştir : «Şüphesiz ki Allah, ümmetimin haj-tâ, nisyan ve bir de
zorlandıkları şeyin (günahını affedip)
geçmiştir.»
Ayrıca Taberânî Ebû
Derdâ'dan da, sözü edilen hadîsi biraz değişik lafız ve anlamda şöyle rivayet
etmiştir : «Şüphesiz ki Allah, ümmetimin nisyan ve bir de zorlandıkları şeyin
(günahını affedip) geçmiştir.»
Ebu Nuaym'm ise,
Muhammed b. el-Musaffa tarikiyle Velid b. Müslim'den, onun da Mâlik'ten, onun
da Nâfi'den, onun da îbn ner'den, onun da Resûlüllah CA.S.) Efendimizden
yaptığı rivâyet-«Şüphesiz ki Allah, ümmetimden hata ve nisyanm (günahını)
Jdırmıştır.» denilmektedir. Ancak el-Ukiylî bunu kendi kitabında 3 almış îbn
Musaffa'nın malûl olduğunu söylemiş, Ahmed b. Han-ıl de onun zayıf olduğunu
belirtmiştir,[533]
Zehebî bu zat üzerinde
durmuş ve hem sadûk, hem meşhur ol-ığuna dikkatleri çekmiştir. Salih Cezere
ise, onun birçok nıenakîr-ri olduğunu, ancak kendi kanaatince onun sadûk
bulunduğunu eylemiştir. Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah ise, yukarıda meali-.
naklettiğimiz hadisi Muhammed b. el-Musaffa'nın rivayet ettiği-:, bunun
güvenilir olup olmadığını babasından sorduğunu, babanın onu münker görüp zayıf
saydığım söylemiştir.
Zehebî tekrar kendi
tesbit ve görüşünü şöyle belirterek konuyu oktahyor: «Îbn Musaffa sikadır,
Sünnete bağlı bir kişidir ve aynı imanda hadîs âlimlerindendir.»[534]Nitekim
Ebu Hatim de onun saduk olduğuna dikkatleri çekmiş, luhamnıed b. Avf de onun
vefatından sonra onu rüyasında görmüş e «nereye gittin?» diye sormuş. O da
«hayra ve iyiliğe...» diye ce-ap vermiş, sonrada şunu ilâve etmiştir: «Biz her
gün Rabbımızı iki lefa görmekteyiz..» [535]
Ayrıca Zeylaî, 1078
nolu Muaviye b. Hakem hadîsini tahlil ettik-en sonra metinde geçen «lâ yaslehu»
cümlesini şöyle yorumiamış-ır : «Burada lâ yaslehu butlana delâlet etmez,
namazda namaz lışı konuşmanın mahzurlu olduğunu ve her mahzurlu şeyin nama-;ı
hükümsüz bırakmıyacağım söyleyebiliriz. Ayrıca hadîsi böyle yo--umlayıp
istidlal edenler, ikinci delil olarak, Resûlüllah'm (A.S.) vluaviye'ye namazda
konuşmasından dolayı onu iade etmesini em-'etmediğini göstermişlerdir.
Bu başta Buhari ve
Müslim'in Câbir'den (R.A.) yaptıkları rivayet birincilerin görüş ve içtihadını
kuvvetlendirmektedir. Şöyle ki; Câbir (R.A.) diyor ki : Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz beni elçi olarak Beni Mustalık kabilesine gönderdi. Dönüp geldiğimde
bir tarafa gidiyordu; Onu devesi üzerinde namaz kılar bir halde buldum. Konuştum,
eliyle işarette bulundu, sonra yine konuştum, hem okuyordu, hem başıyla (bana) işarette
bulunuyordu. Namazını bitirince, «seni gönderdiğim hususta ne yaptın?» diye
sordu ve şöyle ilâve etti : «Seninle konuşmaktan beni ancak namaz kılmam
alıkoydu..»
Sahih olduğu kabul
edilen bu hadis, namazda dünya kelâmı etmenin haram olduğuna delâlet
etmektedir. Nitekim Dârekutnî'nin Ebu Şeybe'den, onun da Yezid Ebû Hâlid
ed-Dâlâni'den, onun da Ebû Süfyan'dan, onunda Câbir (R.A.) dan yaptığı
rivayette, Peygamber (A.S.) şöyle buyurmuştur : «Konuşmak namazı bozar,
ab-desti bozmaz.»
Ancak bu hadîsin
râvîleri arasında Ebu Şeybe İbrahim b. Osman bulunuyor ki, onun zayıf olduğunu
söyleyenler çoğunluktadır. Aynı zamanda Yezid ed-Dâlâni de zayıf kabul
edilmiştir. İbn Hib-ban onunla ihticac caiz değildir, demiştir. Tabii rivayette
infirad ettiği zaman onunla ihticac doğru olmaz, demek istemiştir. Zehebî,
Yezîd Ebû Hâlid'in meçhul olduğunu belirtmiştir.[536]
Namazda konuşmanın
namazı bozup bozmayacağı hakkında ilim adamlarının farklı görüş ve tesbitleri
olmuştur. İbn Dakiyk el-îyd, ilgili hadîslerin açıklamasında özetle diyor ki :
«İbn Münzir diyor ki : îlim ehli, namazı düzeltmek niyeti olmaksızın namaz
içinde bile bile kasden konuşan kimsenin namazının fasit olduğunda ic-ma1
etmişlerdir.»
Yanılarak veya
bilmeyerek konuşan kimsenin namazının bozulup bozulmayacağı hakkında da ilim
adamlarının görüş ve tesbitleri farklı olmuştur. İmam Tirmizî kendi Sünen'inde
birçok ilim adamlarının bu konuda unutanla, bilmeyen ve kasden konuşan
arasında bir fark olmadığım, her üç halde de namazın bozulacağını söylediklerini
belirtmiştir. îbn Mübarek, Sevrî, Nahaî, Hammad b. Ebî Süleyman, Ebu Hanîfe ve
başka ilim adamları aynı görüşü izhar 'etmişlerdir.
Bir diğer grup,
unutanla, bilmeyen ve bilerek konuşan arasında fark bulunduğunu ileri
sürmüşlerdir. Nitekim İbn Münzir, İbn Mes'-ud'un, Abdullah b. Zübeyr'in ve İbn
Abbas'm (Allah hepsinden razı olsun) içtihat ve görüşleri bu cümledendir,
demiştir. Tabiînden de Urve b. Zübeyir, Atâ b. Ebî Rebah, Hasan el-Basrî ve
Katade de bu paralelde yer alanlardandır.
Birinciler Zeyd b.
Erkam'm (R.A.) hadisiyle, ikinciler ise, Peyamber (A.S.)
Efendimizin yanılarak konuştuğu, fakat namazı kes-tneyip kalan kısmı
tanıamladığıyla ilgili rivayetlerle ihticac etmiş-erdir. Aynı zamanda «Şüphesiz
ki ümmetimden hata ve nisyan kal-iırılmıştır» mealindeki hadisle dö istidlal
etmişlerdir.[537]
1- Namazda
hüşû üzere bulunmak sünnettir.
2- Namazda
secde yerine bakıp dikkati başka tarafa çekrne-ımek de sünnettir.
3- Namazda
bazı dikkat çekici olaylardan dolayı göz ucuyla sağa veya sola bakmak mekruh
değildir. Yüzü sağa veya sola çevirmek
mekruhtur.
4- Namazda
konuşmak, az olsun çok olsun, kasden veya yanılarak ya da unutarak olsun
mutlaka namazı bozar. Bu, Hanefîlere göredir.
5- Namazda
ister etrafındakiler, isterse kendisi duyacak ka-I dar sesli konuşmak namazı
bozar.
6- Namazda
verilen selâmı alıp cevaplamak veya birine selâm vermek de namazı bozar.
7- Şâfiîlere
göre, namazda konuşulan kelime iki harf olur veya mâna taşıyan bir harf
olursa, yine de namazı bozar. Ancak yanılarak veya namazda olduğunu unutarak
az bir kelimeyle konuşur veya İslâm'a yeni girdiği için namazda konuşmanın
haram olduğunu bilmediğinden konuşursa, namazı bozulmaz. Konuşulan söz çok
olursa, mutlaka namazı bozar.
8- Namazda
zorla konuşturulan kimsenin de namazı bozulur.
9-
Mâlikîlere göre, mana ifade etmiyen bir kelime söylemek namazı bozmaz.
10- Namazda
namazı düzeltmek için konuşmak da Mâlikîlere göre namazı bozmaz. Ancak bu
konuşmanın örfen çok olmaması şarttır. [538]
Namaz edep makamıdır.
Kulun Mevlâsıyla konuştuğu anlardır ki mutlak mahviyet ve teslimiyeti
gerektirir. Ancak bazan elde olmayarak öksürme, öfleme ve püfleme gibi sesler
zuhur edebilir. Bu durumda namaz bozulur mu veya kerahet işlenmiş sayılır mı?
Şüphesiz ki, diğer konularda olduğu gibi, bu konu hakkında da az farklı
tesbit ve içtihatlar vardır.
îlgili hadîsler:
Hz. Ali (R.A.) den yapılan rivayette şöyle demiştir :
— Benim için gece ve gündüz Peygamberin
(A,S.) yanına girmem imkânı vardı. Namaz kılarken yanma girdiğim zaman
benim için hafif öksürürdıi.»[539]
Abdullah b. Amr (R.A.)
dan yapılan rivayette, şöyle demiştir :
— Şüphesiz ki
Peygamber (Â.S.) Efendimiz güneş tutulma
namazında öf, uf diyerek ses çıkarıyordu.[540]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Namazda
öksürmek namazı bozmaz.
2- Namazda
öf, uf ve benzeri şekilde ses çıkartmak da namazı bozmaz. :
Hadîslerin ışığında
mezhep imamlarının tesbit, görüş,
istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefilere göre :
Namazda kasden
öksürmek veya benzeri sesler çıkarmak mek-htur. Ancak elde olmayarak öksürük
gelir de onu önleyemezse, o «lirde kerahet söz konusu değildir.[541]
b) Şâfiilere göre :
Tutmak mümkün olmadığı
takdirde az öksürük namazı bozma-cağı gibi, mekruh da sayılmaz. Bir hastalıktan
dolayı öksürüyor kendine hâkim olamıyorsa, o takdirde çok öksürmek de namazı
>zmaz Onun gibi, kıraati mahreçlerinden çıkarıp dosdoğru telef-;z etme
imkânı kalmadığında, boğazı açmak için öksürmekte bir .kınca yoktur. Tabii farz
ve vacip olan kıraat esnasında bir tıka-klık olursa, öksürmeye cevaz vardır.
Sünnet olan kısımlarda buna ivaz verilmemiştir.[542]
c) Hanbelîlere göre :
Bir sıkıntı
olmaksızın, ihtiyaç duyulmaksızm iki veya daha faz-; harfi içine alan öksürme
namazı bozar. Ama kıraatte sesi güçleştirmek veya imama doğru olanı telkin
etmek için öksürmek na-tazı bozmaz. Bir rahatsızlık veya benzeri bir sebepten
dolayı öksür-Lek de namazı bozmaz.[543]
d) Mâlikîlere göre:
Namazda öksürmek
namazı bozmaz, bu ister bir ihtiyaçtan do-tyı meydana gelsin, isterse hiçbir
ihtiyaç olmaksızın ortaya çıksın ırk etmez. Muhtar olan görüş budur. Ancak çok
öksürmek veya ğlence olsun diye öyle yapmak namazı bozar.[544]
Diğer yorumlar,
rivayetler ve tahliller :
1095 nolu Hz. Ali
(R.A.) Hadîsini îbn Seken sahîhlemiştir. An-ak Beyhaki, bunun hem isnadında,
hem metninde ihtilâf vardır: tir rivayete göre, Peygamber (A.S.) öksürmemiş de
sübhanellah .emiştir. Râvîleri arasında Abdullah b. Nüccâ bulunuyor. Buharı na
dikkat çekmiştir. Zehebî, Cabir ec-Cu'fî ondan rivayet etmiştir a, nekâret bu
zatla ilgili bulunuyor, demiştir. Nesâî ise, Abdullah'tı sika olduğunu
söylemiştir.[545] İbn Hibban da aynı
görüştedir.
Yahya b. Maîn'a göre,
Abdullah bizzat Hz. Ali'den (R.A.) değil, babasından, babası da Hz. Ali'den
işitmiştir.[546]
Böylece hadîs,
öksürüğün namazı ifsat etmiyeceğino delâlet etmektedir. Nitekim İmam Ebû Yusuf
ile îmam Şafii'nin mezheplerine göre de hüküm böyledir. îmam Ebû Hanîfe ile
îmam Muhammed'e göre, namazı bozan sebeplerden biridir.
1096 nolu Abdullah b.
Ömer (R.A.) hadîsini Tirmizi tahric etmiştir. Ebu Davud'un tesbitinde ise,
değişik bir anlatım yer almıştır, şöyle ki : «Sonra secdesinin sonunda öf, uf
etti.. Sonra da şunu söyledi: Ya Rab! ben onların içinde bulunduğum sürece
onlara azap etmiyece-ğini bana va'detmedin mi? Onlar istiğfar ettiği sürece
kendilerine azap etmiyeceğini bana va'detmedin mi? Az sonra güneş tutulma olayı
geçmişti ki Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bu sırada hayli korkup endişelenmiş
ti.»
Ancak Ebû Davud'un bu
rivayetinde Ata' b. Sâib bulunuyor. Bu zat için Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir
: «Ondan daha önce duyulan hadîs sahihtir, sonra duyulanlar ise bir şey ifade
etmez.» Yahya b. Maîn «Onunla ihticac olunmaz» derken Buharı de ondan daha önceleri
işitilen hadîsler sahihtir, diyerek onun hakkında en sağlam kıstası vermiştir.
Nesâi de aynı görüştedir. Zehebî onunla ilgili görüşleri toplayıp özetini
vermiştir.[547]
Hadisin Arapça
metninde Resûlüllah'm (A.S.) namazda öfleme-si nefh kelimesiyle ifâde
edilmiştir. Nefh'm sözlük mânası, ağızdan hava çıkarmaktır. Nitekim Kamus ve
diğer lügatlerde de aynı husus belirtilmiştir. Hadîste ise bu, öf, uf olarak
tefsir edilmiştir.
Böylece hadîs, namazda
öf, uf, üf demenin namazı bozmayacağına, ayrıca bir takım dualar yapmanın da
bir sakıncası olmadığına delâlet etmektedir.
Öf, üf, uf demenin
namazı bozacağını söyleyenler ise, namazda konuşmanın men'edildiğini dikkate
alarak kıyas yapmışlar ve böylece bunun da bir konuşma olduğunu
belirtmişlerdir. îbn Abbas (R.A.) da aynı görüştedir.
Diğer ilim adamları
ise, bu gibi şeylerin ağızdan çıkmasıyla namazın bozulmayacağını, zira
bunların mutad kelime harflerinden mürekkep
olmadığını söylemişlerdir. Birinciler ayrıca Taberâni'nin el-Kebîr'de Zeyd b.
Sabit (R.A.) den rivayet ettiği şu hadîsle istidlal etmişlerdir : «Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz secdede üflemeyi, su içerken de üflemeyi men'etmiştir.» Oysa
bu hadîsin isnadında Hâlid b. İlyas bulunuyor ki, Buharı «O bir şey değildir»,
yani rivayetine itibar edilmez, demiştir. Ahmed b. Hanbel ile Nesâi, onu
metruk saymışlardır, îbn Maîn de, «O kayde değer bir şey değildir, hadîsi yazılmaz»
diyerek dikkatleri o isme çekmiştir.[548]
Birinci grupta olanlar
bir de Ebû Hüreyre'nin (R.A.) hadîsiyle istidlal etmişlerdir : «Peygamber
CA.S.) Efendimiz namazda önüne üflemeyi ve bir de suya üflemeyi men'etmiştir.»
Zeynüddin el-Irakî
diyor ki : «Bu hadîsin isnadında, üzerinde konuşulan birkaç kişi vardır.» Hafız
Bezzar'm rivayet ettiği şu hadisi de kendilerine delil olarak seçmişlerdir :
«Üç şey cefadır : Adamın secdesinde üflemesi, namazı bitirmeden alnına el
sürüp silmesi...»
Hafız Bezzar rivayeti
burada kestikten sonra şöyle demiştir : «Üçüncüsü hafızamdan silindi,
unuttum..» [549]
Beyhaki'nin yaptığı
rivayette bu manayı kuvvetlendirir mahiyette şöyle denilmiştir : «Kimi namazda
iken bir şey oyalarsa, işte o onun payıdır, nefh (öf, uf..) de sözdür.»
Bunun isnadında Nuh b.
Ebi Meryem bulunuyor ki, bu zat metruktür, hadîsiyle ihticac edilmez. Nitekim
Ahmed b. Hanbel, «Hadîs konusunda ehil değildir, ancak Cehmiyye'ye karşı
oldukça şiddetlidir» derken, Müslim ve diğer hadîs âlimleri de onun
metrukü'l-hadis olduğunu belirtmişlerdir, imam Buharî de «O,
münkerü'l-hadîstir» diyerek ilim 'adamlarını onun hakkında uyarma ihtiyacını
duymuştur. İbn Adiy ise, daha farklı bir görüş ortaya koymuştur : «Zayıf olmakla
beraber hadîsleri yazılabilir!»[550]
> Bu konuda Hafız
Bezzar, Büreyde (R.A.) den şu hadîsi de rivayet etmiştir : «Üç şey cefadandır
: Adamın ayakta durup idrar et-;mesi, namazı bitirmeden alnına el sürüp
meshetmesi ve secdede iken •üflemesi.»
el-îrakî bu hadîsin
ricalinin sahih olduklarını söylemiştir. Buna itiraz edenler de olmuştur. Aynı
mânada birkaç rivayet daha söz konusudur ki hepsini buraya nakletmeye gerek
görmedik. Sonuç olarak bu konudaki rivayetlerin çokluğu, mana ve delâlet ettiği
hükmü kuvvetlendirmektedir. Ancak öf, uf, uf gibi sesler kelâm (söz) olup
olmadığı ihtilâf konusudur. Sözdür diyenlere göre, namazı bozar, değildir
diyenlere göre bozmaz. [551]
1- Namazda
özürsüz öksürmek veya benzeri öf, üf gibi sesler çıkarmak mekruhtur. Bir
özürden dolayı olursa kerahet kalkar. Bu daha çok Hanefîlere göredir.
2- Az
öksürük namazı bozmayacağı gibi, mekruh da sayılmaz. Bir rahatsızlıktan dolayı
çok da olsa öksürmek namazı bozmaz.
Özürsüz çok öksürmek namazı bozar. Bu daha çok Şâfiîlere göredir.
3- Namazda
kıraat esnasında boğazın tıkanıklığım gidermek için öksürmekte bir sakınca
yoktur. Ancak bu cevaz, farz ve vâcib olan kıraatla ilgilidir. Sünnet olan
kıraatlerde buna cevaz verilmemiştir. Bu daha çok Şâfiîlere
göredir.
4- Özürsüz
iki veya daha fazla harften meydana gelen bir öksürme (öf, üf, uf... gibi
seslerin çıkması) namazı bozar. Bir
özürden dolayı ise, bozmaz. Bunun gibi, kıraatteki yanlış teleffuzu doğrultmak
içinde öksürmek namazı bozmaz. Bu, Hanbelüere göredir.
5- Namazda
çok olmamak kaydıyla özürlü, özürsüz, bir ihtiyaç hissedilsin, edilmesin öksürmek namazı bozmaz. Bu,
Mâlikîle-re göredir. Ancak çok öksürmek namazı bozar. [552]
Namazda Allah'ın
huzurunda bulunduğumuzu düşünerek edep ve huşu' üzere olmamız çok önemlidir.
Mü'minin Allah'a en yakın olduğu an, secdede bulunduğu anlardır. O'na olan
üstün saygı ve korkudan dolayı ağlamak namazı bozmaz. Dünyevî bir maksattan
dolayı ağlamak ise, ilim adamlarının çoğuna göre, bozar.
İlgili hadîsler:
Sanı Yüce Allah
buyurdu :
«Rahmân'ın âyetleri
onlara okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlar.»[553]
Abdullah b. eş-Şahhîr
CR.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimizi
gördüm, namaz kılarken göğsünde ağlamaktan dolayı bakır tencerenin (kaynarken
çıkardığı) sese benzer ses çıkarıyordu.»[554]
îbn Ömer (R.A.) dan
yapılan rivayette, demiştir ki :
— Resûlüllah'm (A.S.)
ağrı ve sızısı şiddetlenince, kendisine «namaza..* denildi. O da ■. «Ebû
Bekir'e söyleyin de insanlara namaz kıldırsın!» diye emretti. Bunun üzerine
Hz. Âişe (R.A.) «Doğrusu Ebû Bekir yufka yürekli bir adamdır, okumaya
başlayınca müteessir olup ağlar» dedi. Peygamber (A.S.) yine, «Söyleyin de o
namaz kıldırsın!» buyurdu. Hz. Aişe (R.A.) tekrar aynı sözleri söyleyince, Peygamber
(A.S.) : «Ona söyleyin de namaz kıldırsın. Doğrusu sizler (ey kadınlar)
Yusuf'un arkadaşlarısınız!» buyurdu.[555]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Namazda,
Allah korkusundan, O'nun huzurunda
bulunmanın verdiği ürperti ve üstün saygıdan
dolayı ağlamak, namazı bozmaz.
Hattâ bu sesli bile olsa..
2- Ebu Bekir
SlDDÎK'm namazda Kur'ân okurken zaman zaman zaman duygulanıp ağladığı olmuş ve
namazı iade etmemiştir.
Hadîslerin ışığında
meshep imamlarının tesbit, istidlal ve ihti-cacları:
a) Hanefîlere göre :
Namazda inlemek, âh,
vâh etmek, sesli ağlamak, Allah korkusundan dolayı değil de başka bir sebepten
ise, namaz bozulur. Bir de vücutta meydana gelen bir rahatsızlıktan dolayı da
inlemek ve ağlamak namazı bozmaz. Ancak kendine hâkim olabüiyorsa, o tak-dirde
bir hastalık ve sikmtıdan dolayı da olsa ağlamak namazı bozar.[556]
b) Şâfülere göre :
Namazda inlemek,
ağlamak ve benzeri sesler çıkarmak suretiyle iki veya daha fazla harf
oluşuyorsa, bu durumda üç husus söz konusudur : Birincisi, duygulanıp inlemek
veya ağlamak üstün gelip ona engel olunamıyorsa, o takdirde örfen az sayılanı
affedilir türden kabul edilir, yani namazı bozmaz. Örfen çok sayılanı ise, namazı
bozar, isterse âhiret korkusundan olsun, fark etmez, ikincisi, inlemek,
duygulanıp ağlamak üstün gelmiyorsa, yani ona engel ola-biliyorsa, o takdirde
azı da, çoğuda affedilmez, namazı bozar, isterse bu âhiret korkusundan dolayı
olsun fark etmez. Üçüncüsü, örfen çok kabul edilenidir ki azı da af edilmez.
Ancak kaçınılması zor bir hastalıktan dolayı ise, o takdirde zarurete binaen
namazı bozmaz,[557]
c) Hanbelüere göre :
Bu meselede
Hanbelîlerle Hanefiler birleşmektedir.
d) Mâlikilere göre :
Namazda inlemek,
ağlamak ve benzeri sesler çıkarmak bir hastalıktan veya Allah korkusundan ise,
namazı bozmaz. Ancak bir acı ve sıkıntıdan dolayı çokça ağlamak namazı bozar.[558]
Konuyla ilgili
yorumlar, rivayetler ve tahliller :
1107 nolu Abdullah b.
eş-Şahhîr hadîsini aynı zamanda îbn Hib-ban ile îbn Huzayme tahric etmişler ve
Tirmizî de sahihlemiştir. Hadîs, namazda ister iki harf, isterse fazla
harfleri ihtiva etsin ağlamanın namazı bozmayacağına delâlet etmektedir. Bunu
kuvvetlen-liren bir diğer rivayeti ise İbn Hibban şu sözlerle Hz. Ali (R.A.)
den lakletmiştir: «Bedir günü içimizde Mikdad b. el-Esved'den başka süvari
yoktu. And olsun ki o gün bizim içimizde Resûlüllah (A.S.) Efendimizden başka
ayakta duran kimse yoktu. Resûlüllah (A.SJ bir ağacın altında hem namaz
kılıyor, hem ağlıyordu, onun bu hali sabaha kadar sürdü.» -
Bu rivayet de namazda
Allah korkusundan dolayı ağlamakta
sakınca olmadığına delâlet etmektedir. Nitekim Buharî'nin, Saîd b.
Mensur'un ve İbn Münzir'in yaptıkları rivayette, Hz. Ömer'in (R.A.) sabah
namazını kıldırırken Yusuf sûresini okuduğu ve «Ben keder ve üzüntümü ancak
Allah'a şikâyet ederim...» mealindeki âyete gelince sesli ağladığı işitüdiği
belirtilmektedir.
1108 nolu İbn Ömer
(R.A.) hadîsinde Ebu Bekir'in CR.A.) yufka yürekli olup namazda ağlayacağı
Resûlüllah'a (A.SJ haber verildiği halde onun namaz kıldırmasını ısrarla
söylemesi ve ağlaması hususunda bir şey söylememesinden, namazda Allah
korkusundan ağlamanın namazı bozmayacağı istidlal edilir. [559]
1- Namazda
ya Allah korkusundan, ya da vücuda arız olan bir sıkıntı ve hastalıktan dolayı
inlemek, ağlamak, ah ve öf demek, namazı bozmaz.
2- Namazda
bir hastalık veya sıkıntıdan dolayı ağlayan veya inleyen kimse, kendine hâkim
olabiliyorsa, o takdirde ağlayıp inlemesi namazı bozar.
3- Namazda
bir hastalık veya sıkıntıdan dolayı elde olmayarak ağlıyor veya inliyorsa, bu
namazı bozmaz. Bunun dışında ister Allah korkusundan, ister dünyevî bir
maksattan dolayı ağlayan veya inleyen kimse bununla iki veya daha fazla harf
çıkarıyorsa, namazı bozulur.
Bu, Şâfiîlere göredir.
4- Namazda Allah
korkusundan veya bir hastalıktan dolayı ağlamak veya inlemek namazı bozmaz.
Ancak bir sıkıntı veya acıdan dolayı fazla ağlamak namazı bozar. Bu,
Mâlikîlere göredir. [560]
Her ne kadar el-hanıdu
lillah namazda söylenen zikirlerden biriyse de, namaz dışı bir olaydan dolayı
söylenmesi doğru değildir. O halde namazda iken ne kendi aksırmasından dolayı
hamdedilir, ne de başkasının,aksmp el-hamdu lillah demesine karşılık
«yerhamu-kellah» denilir.
İlgili hadîsler :
Rıfa'a- b. Râfi'
(R.A.) den yapılan rivayette, demiştir
ki :
— Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin arkasında namaz kılarken ak-
sırdım ve o sebeple
EL-HAMDULİLLAHİ KESİREN TAYYIBEN MÜ-BAREKEN
FİHİ KEMA YUHUBBİ RABBUNA VE YERDA
dedim.
Peygamber (A.SJ
Efendimiz namazı kılıp bitirince, «namazda konuşan kim idi?» diye sordu. Hiç
kimse konuşmadı, yani cevap vermedi. Peygamber (A.SJ ikinci defa sordu, yine
kimse cevap vermedi. Üçüncü defa sorunca, Râvi diyor ki, «ben konuştum ya
Resûlel-lah!» diye cevap verdim. Bunun üzerine Peygamber (A.SJ şöyle buyurdu :
«Canımı kudret elinde tutan zata yemin ederim ki, 33 melek birden harekete
geçti de hangisi o sözü daha önce (ilâhî huzura) yükseltirim diye acele etti.»[561]
Hadîsin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Namazda
iken me'sur olmayan bir zikir veya tesbîh ve tah-nıîdi söylemekte bir sakınca
yoktur.
2- Namazda
namazdan olmayan zikir, tesbîh ve tahmidi, çevresindekilerin duyacağı bir
sesle söylemek namazı bozmaz.
3- Namazda
zikir, teşbih ve tahmîdde bulunmak, ilâhî rızaya yaklaştıncıdır.
4- Namazda
aksıran kimsenin «el-hamdu lillah» demesi meşbu'dür.
Hadislerin ışığında
müctehit imamların tesbit, görüş, içtihat, is-idlâl ve ihticacları:
a)
Hanefîlere göre :
Namazda iken başkası
aksırır da o «yerhamukellah» derse, namazı bozulur. Yine kendisi namazda iken
aksırır da bir başkası ona «yerhamukellah» der, o da «âmin» derse, yine namazı
bozulur.
Bunun gibi, kendisi
namazda iken bir başkası aksırır, o da «el-hamdu lillah» derse, namazı
bozulmaz. Çünkü bu bir cevap sayılmaz. Ancak böyle derken bir cevap verme
niyetini taşırsa, o takdirde sahih kavle göre, namazı bozulur.
Namazda iken kendisi
aksmr da el-hamdu lillah derse, namazı bozulmaz. Ancak başkası işitmiyecek
kadar hafif söylemesi çok daha uygun olur. Daha güzel olanı da susup bir şey
söylememesidir.
Namazda aksırır da
el-hamdu lillah demezse, namazdan sonra demesi, sahih kavle göre uygun olur.
Aksıran kimse imama uymuş bir halde ise, ne gizli, ne aşikâr hanıd etmez.[562]
b) Şâfiîlere göre :
Namazda iken bir
başkası aksırır da o da ona «yerhamukellah» derse, namazı bozulur. Ancak ikinci
şahsa değil de üçüncü şahıs zamiri kullanarak» yerhamuhü'llahü» veya birinci
şahıs çoğul zamiri kullanarak «yerhamuna'İlah» derse, namazı bozulmaz.[563]
c) Hanbelilere göre :
Bu meselede Şâfiîlerle
aynı görüş ve ictihattalar.
d) Mâlikîlere göre :
Aksıranı dil ile
teşmîtte bulunmak, yerhamukellah demek mutlaka namazı bozar. Kendisi aksırır
da kimse işitmiyecek şekilde el-hamdu lillah derse, namazı bozulmaz, ancak
demeyip susması hayırlıdır.[564]
Bu ifadeden, namazda
aksırıp sesli şekilde «el-hamdulüllah derse, namazının bozulacağı anlaşılıyor.
Diğer rivayetler ve
yorumlar :
1112 nolu Rıfa'â
(R.A.) hadisini aynı zamanda Buharı tahrıc etmiştir, lafzı ise şöyledir : «Bu
gün Peygamber (A.S.) Efendimizin arkasında namaz kılıyorduk, başını rükû'dan
kaldırdığında, SEMİ'AL-LAHU LÎMEN HAMÎDEHÜ dedi. Bunun üzerine arkasında
kendisine uyup namaz kılanlardan biri şöyle dedi : RABBENA VE LEKE'L-HAMDU
HAMDEN KESÎREN TAYYİBEN, MÜBAREKEN FÎHİ. Peygamber (A.S.) namazı kılıp selâm
verince sordu : «Kim konuştu?». Rıfa'â da, «ben konuştum» diye cevap verince
Efendimiz şöyle buyurdu : «Otuz üç meleğin önce yazayım diye acele ettiklerini
gördüm!»
Buharı bu rivayette
aksırmadan söz etmemiştir. Aynı zamanda KEMA YUHİBBU RABBUNA VE YERDA sözlerini
de nakletmemiş-tir. Çünkü onun tesbitine göre, bunlar hadîsin metninde yer almamıştır.
Müctehit imamların
farklı tesbit ve görüşleri ise, hem hadîslerin haber-i vahit şeklindeki
rivayetinden, hem de bu konuda rivayet edilen diğer farklı hadîslerden
kaynaklanmaktadır.
Rıfa'â'nm Peygamber
(A.S.) Efendimiz'in sorusuna cevap vermeyip susması, saygısızlığından değil,
yanlış bir şey söylemiş olduğunu sanıp korkmasmdandır. Böylece vaki yanlıştan
dolayı affedilirim umuduyla cevap vermemiş ve kınanırım endişesiyle susmayı
bir süre tercih etmiştir. Cenâb-ı Peygamber (A.S.), konuşan kimsenin
endişesini anlamış ve üç defa sormayı tekrarlıyarak cevap verme fırsatını
tanımıştır. [565]
1- Namazda iken
aksırır da el-hamdu lillah derse, namazı bozulmaz. Ancak kendisi işitecek
kadar bir tonda söylemesi hayırlıdır. Bazı ilim adamlarına göre hiçbir şey
söylemeyip susması daha uy-, gundur.
Bu, Hanefîlere
göredir.
2- Namazda
aksınr da hiçbir şey demezse, namazdan sonra &l-hamdu lillah demesi tavsiye
edilmiştir.
3- Namazda
iken başkasının aksırmasını cevaplıyarak yer-ıamukellah derse, namazı bozulur.
Ancak Şâfiîlere göre, bunu [içüncü şahıs veya birinci şahıs çoğul zamiriyle
söylerse, namazı bo-Lulmaz. [566]
Namazda iken, yanılan
imamı uyarmak, yanlış okuduğu kıraati düzeltmek veya önemli bir olayı duyurmak,
uyarıda bulunmak için erkeklerin «sübhanellah» demesi, kadınların ise, sağ
ellerini sol ellerinin üzerine vurması tavsiye edilmiştir. Bu tarz söz ve
hareketle namazın bozulmayacağı belirtilmiş ve bunun dışında başka bir söz
söylenmesinin veya başka bir harekette bulunmasının doğru olmayacağına
dikkatler çekilmiştir.
İlgili hadisler :
Sehlb. Sa'd (R.A.) den
yapılan rivayette, Peygamber CA.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber
vermiştir : «Kime namaz kılarken önemli bir olay vaki olur (ve bunu başkasına
duyurmak isterse) tes-bîh getirsin, (sübhanellah desin). Tasfiyk ise kadınlara
mahsustur.» [567],
Ali b. Ebî Tâlib
(R.A.) den yapılan rivayette, demiştir ki :
— Seher vakti bana
ayrılmış bir saat vardı ki, o saatte Resûlül-lah (A.S.) Efendimizin yanma
girerdim. Girdiğimde ayakta namaz kılıyorsa, benim için tesbîh getirip
sübhanellah derdi ve bu O'nun bana izin verdiği anlamına gelirdi. Namazda
değilse, bana izin verirdi.»[568]
Ebu Hüreyre (R.A.)
den yapılan rivayette, Peygamber
(A.S.)
Efendimizin şöyle
buyurduğunu haber vermiştir :
«Namazda teşbih
(sübhanellah demek) erkeklere, tasfiyk de kaj dmlara mahsustur.»[569]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Namazda
iken, içeri girmeye izin istendiği veya bir tehlikeyle karşılaşan âmâyı veya
başka birini uyarmak
gerektiğinde teşbihte bulunmak, yani sübhanellah demek sünnettir.
2-
Belirtilen durumlarda kadınların
ise tasfiyk yapmaları, yani sağ ellerini sol ellerinin
üzerine vurmak suretiyle uyarıda bulunmaları sünnettir.
3- Bunun
gibi cemaatle namaz kılınırken imamın yanıldığını hatırlatmak için de aynı şey
yapılır, yani erkekler sübhanellah, der ler, kadınlar el çırparlar. Böyle
yapmak veya söylemek kimine göre sünnet, kimine göre müstehabdır.
Hadîslerin ışığında
mezhep imamlarının görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefîlere göre :
Birinin içeri girmek
için izin istemesi veya imamın bir hata yapması halinde namazda olan kimsenin
konuşmayıp sadece sübhanellah demesinde bir sakınca yoktur, yani namaz
bozulmaz. Hanefîler bu meselede Sehl b. Sa'd'm (R.A.) 1116 nolu hadîsiyle
istidlal etmişlerdir.[570]
b) Şâfiîlere
göre: Namazda önemli bir olaydan, dolayı, meselâ hata yapan imama hatırlatmak,
içeri girmek isteyene izin vermek ve tehlikeyle kar-şıkarşıya gelen amayı
uyarmak için erkeğin sübhanellah demesi, kadının da sağ eliyle sol eline vurup
el çırpması sünnettir.[571]
c)
Hanbelîlere göre :
Namazda İken herhangi
bir maksada yönelik olarak sübhanel-veya Lâilâhe illallah demek veya benzeri
bir zikirde bulunmak namazı bozmaz. Meselâ hayretini mucip bir şey gördüğünde
«sübhanellah» der veya başına bir musibet gelir de «İrma lülahi...» der veya
bir ağrı ve sızı hisseder de «bismillah» derse, namazı bozulmaz, ancak kerahet
işlemiş olur. Bunun gibi namazda hefhangi bir maksada yönelik olarak Kur'ân'dan
bir âyet okuması da namazı bozmaz. Ancak Kur'ân'dan bir kelime söyler de o
insanların sözünden ayırt edilmezse, meselâ «ya İbrahim!» derse, namazı
bozulur.[572]
d)
Mâlikîlere göre :
Namazda olan kimse,
namaz dışındaki kimseye bir şey anlatmak için veya hatırlatmak için kıraat
mahallinde bir âyet okursa, namazı bozulmaz. Ama bunu rükû' veya secdede
okursa, namazı bozulur, çünkü kıraat mahallinin dışında okunmuş olur. Buna bir
misal verelim : İçeri girmek için izin isteyen adama, «UDHULUHA Bİ-SELÂMİN
ÂMÎNİN» âyetini kıraat mahallinde okursa, namazı bozulmaz, onun dışında bir
yerde okursa namazı bozulur.
Önemli bir olayı
hatırlatmak veya anlatmak için namazda iken «sübhanellah» veya «lâilâhe
illallah» ya da «la havle velâ kuvvete illâ billah» derse namazı bozulmaz.
Çünkü namazın her bölümü tes-bîh, tehlil ve la havie'ye mahal sayılır.[573]
Diğer rivayetler,
yorumlar ve tahliller :
1116 nolu Seni b. Sa'd (R.A.) hadîsini Ebû Dâvud
şu lafızla rivayet etmiştir : «Namazda
iken sizce önemli sayılan bir olay zuhur ederse, erkekler teşbihte bulunsun,
kadınlar da tasfiyk yapsınlar.»
Hadisin ricali
sahihtir. Hemen hemen bütün müctehitler bu hadîsle istidlal etmişlerdir.
1117 nolu Hz. Ali Hadîsini Nesâi ve Beyhakî de
tahrîc etmişlerdir. Ancak isnadında ve metninde ihtilâf söz konusudur. Bazı
rivâyette «teşbihte bulundu», bazısında ise, «hafif öksürdü» denilmiştir. Bu da
daha çok râvîlerinden Abdullah b. Nücca bulunuyor ki, bu zatla ilgili hadîs
âlimlerinin görüşlerini 1100 nolu kısımda açıklamış bulunuyoruz.
1118 nolu Ebû Hüreyre
(R.A.) hadîsinin merfu' veya mevkuf olduğu hakkında ihtilâf vardır. İsnadında
ise Ebû Harun Umare b. Cüveyna bulunuyor ki, Hammad b. Zeyd onun yalancı bir
kişi olduğunu söylemiştir. Şu'be onun hakkında şöyle demiştir : «Ebû Harun'dan
hadîs rivayet etmektense boynumun vurulmasını tercîh ederim. Zehebi onunla
ilgili birçok görüş ve tesbitleri toplamıştır. İbn Maîn, onun zayıf olduğunu,
Nesâi ise, metrukü'l-Hadîs olarak tanındığını belirtmiştir.[574]
Zeylaî Sehl b. Sa'd
(R.A.) hadîsinin tamamını naklederek hadisin asıl söyleniş sebebini belirtmek
istemiştir. Rivayetin tamamı şöyledir: Peygamber (A.S.) Efendimiz, aralarında
barışı gerçekleştirmek üzere Benî Amr b. Avf kabilesine gitti. Namaz vakti
girmiş oldu. Müezzin, Ebû Bekir Sıddîk'a (R.A.) gelip, «cemaate namaz kıldırmaz
mısın?» diye teklifte bulundu. O da olumlu cevap verdikten sonra kalkıp namaz
kıldırmaya başladı, derken Resûlüllah (A.S.) Efendimiz dönüp geldi. Cemaat
namazda bulunuyordu. Peygamber (A.S.) ilerleyip safta yerini aldı. Cemaat O'nun
geldiğini görünce el çırpmaya başladılar. Ebû Bekir ise namazda bir yana dönüp
bakmadı, ancak cemaat el çırpmayı artırınca, etrafına dönüp baktı, Peygamber
(A.S.) Efendimizi gördü. Peygamberimiz ona, yerinde dur, diye işarette bulundu.
Bunun üzerine Resûlüllah'ın (A.S.) kendisine vaki bu emrinden dolayı Allah'a
hamd etti ve sonra geri çekilip safta aynı hizada durdu. Resûlüllah (A.S.) öne
geçip namaz kıldırdıktan sonra Ebû Bekir'e şöyle dedi : «Ya Ebâ Bekir! Sana
emrettiğim halde neden yerinde kalmadın?» Ebû Bekîr şu cevabı verdi : «Ebû
Kahafe'nin oğluna, Resûlüllah'ın (A.S.) bulunduğu bir yerde öne geçip namaz
kıldırmak yakışmaz.» Sonra Reslüllah (A.S.) cemaate dönerek şöyle buyurdu :
«Neden tasfiyki artırdınız, sorabilir miyim? Kim namazda iken önemli bir olay
görürse, teşbihte bulunsun Çünkü o teşbihte bulununca kendisine iltifat vaki
olur. Tasfiyk ise ancak kadınlara mahsustur.» [575]
1- Namazda
iken bir olaydan dolayı «sübhanellah» demek namazı bozmaz. Bu, Hanefîlere
göredir.
2- Namazda
iken, önemli bir olaydan dolayı erkeklerin «süb-hanellah» demeleri, kadınların
tasfiykte bulunmaları sünnettir. Bu, Şafiîlere göredir.
3- Namazda
iken herhangi bir maksada yönelik olarak tes-bîh, tehlîl ve benzeri bir zikirde
bulunmak namazı bozmaz. Bu Han-belilere göredir. Mâlikîler de aynı
görüştedirler.
4- Namazda
iken, namaz dışında meydana gelen bir olay sebebiyle, hatırlatmada bulunmak
veya uyarmak veya cevap vermek, müsaade etmek niyetiyle kıraat mahallinde ise,
Kur'ân'dan bir âyet okumakta da bir sakınca yoktur. Kıraat mahallinin dışında böyle yapmak ise, namazı bozar. Bu,
Mâlikîlere göredir. [576]
İmamın arkasında
cemaat halinde namaz lalarken, imam kıraatte takılıp kaldığı ve hemen hatırlayamadığı
takdirde cemaatten birinin ona fetihte bulunması caizdir.
Konuyla ilgili
hadisler:
H Musavver b. Yezîd
el-Mâliki'den (R.A.) yapılan rivayette, şöy-He haber vermiştir : Resûlüllah
CA.S.) Efendimiz namaz kılarken (veya kıldırırken) bir âyeti terketti. Bunun
üzerine (namazdan sonra) bir adam, «Ya Resûlellah! şu ve şu âyeti (atladınız)»
dedi. Besûlüllah (A.S.) ona« Bana hatırlatsaydm ya..» buyurdu.[577]
Ibn Ömer (R.A.)
dan yapılan rivayette, demiştir ki :
— Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bir namaz kıldı (veya
kıldırdı) (kıraatte) okurken karışıklık
meydana geldiğinden durup kaldı.
Namazı kılıp bitirince
babama, «bizimle beraber namaz kıldın mı?» diye sordu. O da «evet* diye cevap
verdi. Peygamber (A.S.) ona, «(fetihte bulunmana) engel olan ne?» buyurdu.[578]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Namazda
kıraat esnasında takılıp kalan imama fetihte bulunmak meşrudur. O bakımdan
fetihte bulunan kimsenin namazı
bozulmaz
2- Kıraatte
farz olan miktar yerine geldikten sonra imam! ta^ kılıp kalırsa, fetihte
bulunmak caiz olur mu? Hadîsin zahirinden bu husus anlaşılmamaktadır
3- İmam
takılıp kaldığında namaz harici bir kimsenin fetihte! bulunması meşru mudur? Bu
hususta hadislerden anlaşılmamaktadır
Hadîslerin ışığında
müctehit imamların görüş, tesbit ve istidiâlleri :
a)
Hanefilere göre :
îmam namaz kıldırırken
âyeti unutur, veya biraz okuduktan sonra duraklayıp kalır veya tereddüt
gösterirse, arkasında namaz kılan kimsenin ona fetihte bulunması caizdir. Ancak
o bununla imamını irşada niyet eder, tilâvete niyet etmez. Zira imamın
arkasında ona uyanların okuması mekruhtur.[579]
îmam takılıp
kaldığında ona uyan kimsenin hemen acele fetihte bulunması mekruhtur. Çünkü
imam bu durumda matlûp olan başka bir sûreye intikal edebilir veya farz miktarı
okumuşsa, beklemeye gerek görmeden rukû'a varabilir.
İmama uyan kimse,
kendi imamına değil de başka birine fetihte bulunursa, namazı bozulur. Ancak bu
durumda tilâvete niyet edip irşadı niyet etmezse, namazı bozulmaz,[580]
b) Şafiîlere göre :
İmam kıraat esnasında
takılıp kalır ve az bir süre beklerse, o takdirde kendisine uyanlardan birinin
fetihte bulunmacı caizdir.
Ama imam takıldığı
yerde tereddüt ederse, o takdirde fetih yapılmaz. Aynı zamanda imama fetihte
bulunan kimsenin, bununla sadece kıraati kasdetmesi gerekir veya kıraatle
birlikte fetihte bulunmayı kasdetmesi gerekir, sadece fetihte bulunmayı
kasdeden veya hiçbir şey kadetmezse, namazı bozulur. [581]
c) Hanbelilere göre :
İmam kıraat esnasında
durup kalır veya yanlış okursa, ona uyan kimsenin fetihte bulunması vaciptir.
Çünkü namaz ancak kıraatle sahih olur; imamın kıraatte duraklayıp kalması veya
Fâtiha'yı yanlış okuması, namazın sıhhatma mani olur. O bakımdan cemaatten
birinin fetihte bulunması gerekir. İmanımdan başka birine fetihte bulunması, o
kimse ister namaz içinde olsun, ister dışında olsun, mekruhtur, fakat namazı
hükümsüz bırakmaz, çünkü yaptığı fetih namaz içinde meşru bir sözdür.[582]
d) Mâlikîlere göre :
îmama fetihte bulunmak
namazı bozmaz. Ancak me'mumun kendi imamına fetihte bulunması meşru'dür, o da
imam kıraat esnasında durup kalır ve tereddüt ederse, fetih caizdir. Sadece
duraklayıp kalır ama tereddüt etmezse, o takdirde fetihte bulunmak mekruhtur,
îmanım Fatihada tereddüt etmesinden dolayı fetih vâcib olur; zamm-ı sürede
tereddüt etmesinden dolayı fetihte bulunmak sünnettir. Eğer okumakta olan
sûreyi tamamlamak üzere ise, fetihte bulunmak menduptur. İmanımdan başkasına
-ister o başkası namazda bulunsun, ister namaz dışında olsun- fetihte bulunmak
namazı bozar.[583]
Rivayetler, yorumlar
ve tahliller ;
1125 nolu Musavver
(R.A.) hadîsini aynı zamanda İbn Hibban ve el-Esrem tahric etmişlerdir.
İsnadında Yahya b. Kesir el-Kâhilî bulunuyor ki, bu zat hakkında Ebû Hatim
«Şeyhtir» demiştir. Bunun hadis âlimi olduğunu kasdetmiştir. Nesâî ise, onun
zayıf olduğunu belirtmiştir. Sika olduğunu söyleyenler de olmuştur.[584]
el-Hatîb sahabeden
olan Musavverin, Resûlüllah (A.S.) Efendimizden sadece bir hadîs rivayet
etmiştir, diyerek bu zatın başka hadîs rivayet etmediğini hatırlatmıştır.
1126 nolu İbn Ömer
(R.A.) hadîsini aynı zamanda Hâkim ve İbn Hibban tahrîc etmişlerdir. İsnadmdaki
ricalin hepsi sahihtir.
Ayrıca bu konuda bir
diğer hadisi Hâkim, Enes (R.A.) den rivayet etmiştir ki, meâlen şöyledir :
«Bizler Resûlüllah (A.S.) Efendimiz zamanında imamlara fetihte bulunurduk.»
Buraya kadar
naklettiklerimiz, namazda takılıp kalan imama fetihte bulunmanın caiz olduğunu
ortaya koymaktadır. Bunun aksini iddia edenler veya ona göre içtihatta
bulunanlar da vardır. Onların istidlal ettiği hadîslerden biri, îbn İshak
es-Sübey'i'nin el-Hâ-ris'ten, onun da el-A'ver'den, onun da Hz. Ali (R.A.) den
yapılan şu rivayettir :
— Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz, Hz. Aliye şöyle buyurmuştur : «Ya Ali! namazda imama fetihte
bulunma.» [585]
Ebû Dâvud bu hadîsin
tahlilini yaparken diyor ki : «Ebu İshak el-Sübey'î bunu el-Hâris'ten
işitmemiştir. Ancak dört hadîs işitmiş-tir ki bu onlardan biri değildir.»
el-Münziri ise, el-Hâris el-A'ver hakkında şöyle demiştir : «İmamlardan
birçoğu onun çok yalancı olduğunu belirtmişlerdir.» [586]
el-Hâris'in hadisini
Abdurrezzak kendi Müsannef'inde Hz. Ali'den (R.A.) merfuân şu lafızla rivayet
etmiştir : «Ya Ali! namazda iken sakm imama fetihte bulunma.»
Bu rivayetin mühkati'
olduğunu söyleyenler olduğuna göre, hadîs zayıf sayılır. O bakımdan müctehit
imamların çoğu onunla istidlal etmemişlerdir.
Fethin cevazına
delâlet eden hadîsler ise, hem istidlale, hem ih-ticaca elverişli görülmüştür. [587]
1- Namaz
kıldırırken kıraate takılıp kalan veya tereddüt eden imama, cemaattan birinin
fetihte bulunması caizdir. Ancak fetihte bulunan bununla tilâvette bulunmayı
kasdetmiyecektir, aksi halde kerahet işlemiş olur. Bu, Hanefüere göredir.
2- İmam
takılıp kalınca, ona uyan kimse fetihte acele etmemelidir. Çünkü bu durumda
olan imam ya farz miktarı okumuş olabilir, ya da başka bir sûreye geçebilir.
Buda Hanefîlere göredir.
3- Kendi
imamından başkasına fetihte bulunan kimsenin namazı bozulur. Ancak bu durumda
tilâvete niyet ederse, namazı bozulmaz, kerahet işlemiş olur. Bu, Hanefîlere
göredir. Mâlikîlere göre namazı bozulur.
4- İmama
fetihte bulunan kimse, bununla kıraati veya
hem kıraati, hem fetihte bulunmayı kasdetmesi gerekir. Sadece fetihte bulunmayı kasdederse namazı
bozulur. Bu, Şâfülere göredir.
5- Kıraat
esnasında takılıp kalan ve yanlış okuyan imama fetihte bulunmak vaciptir. Bu,
Hanbelilere göredir. [588]
Namaz baştan sonuna
kadar belirlenmiş şekilde zikir ve duadan ibarettir. Ancak bu ibadeti yaparken
onun dışında olan birtakım zikir ve duada bulunmak doğru olur mu veya namazı
bozar mı? Bu soruya ancak ilgili hadisleri ve müctehid imamların tesbit,
istinbat ve ictihadlarmı nakledince cevap vermiş oluruz.
Abdurrahman b. Ebi
Leyla'nın kendi babasından yaptığı rivayette, onun şöyle dediğini
nakletmiştir: .
"Farz olmayan bir
namazda Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin okuduğu surede ne kadar cennet ve
cehennem kavramları anılınca O'nun şöyle Allah'a sığındığını duydum:
"Cehennem ateşinden Allah'a sığınırım ve Cehennemliklere veyl
olsun!"[589].
Farz olmayan bir
namazı kılarken, cehennem ve azaptan söz edilen yerde, ondan Allah'a sığınmak;
teşbih ve tazimden söz edilen yerde, Cenab-ı Hakkı teşbih ve tenzih etmek
meşrudur. Aynı zamanda bunun müstehab olduğunu söyleyen müctehidler de vardır.
Nitekim Uz. Aişe
(r.a.) dan yapılan rivayette, o şöyle haber vermiştir:
"Ayın dolunay
haline geldiği gecede ben Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte kalkıp namaz
kılarak ibadette bulunduk. Rasulüllah (s.a.v.) Bakara, Al-i İmran ve Nisa
surelerini okuyordu. Bu halde iken ne kadar korkutucu bir ayete geldiyse, Allah'a
dua edip istiazede bulundu (O'na sığındı). Ne kadar beşaret va'deden bir ayete
geldiyse, mutlaka Allah'a dua edip O'na rağbet eyledi."[590]
Musa h. Ebi Aişe'den
yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir
"Bir adam evinin
damında namaz kılıyordu. Zamm-ı Sureyi okurken, "Artık bunu yapan (o yüce
kudret) ölüleri diriltmeye kadir değil midir?"[591]
mealindeki ayeti okuyunca: "Seni tenzih eder teşbihte bulunurum, evet sen
kadirsin!" dedi. Bunun üzerine kendisinden neden böyle yaptığı sorulunca
, şu cevabı verdi: "Ben bunu Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden işittim, o
da böyle yapıyordu."[592]
Bu hadislerin
ravilerinin sıka (güvenilir) olduğu tesbit edilmiş, sadece birinci hadisin
ravisi Musa b. Ebi Aişe'nin irsal yaptığı, yani rivayet zincirinde bir
sahabenin adını anmadığı görülmüştür. Bununla beraber abid ve güvenilir bir
kişi olduğunu et-Takrib sahibi belirtmiştir.[593]
Bu konudaki hadis ve
rivayetlerin çoğunun sahih olduğuna bakılınca, müctehid imamların hepsinin
nafile namazlarda zamm-ı sure okunurken dua ve zikirde bulunmanın sünnet veya
müstehab olduğunda ittifak etmeleri akla gelebilir. Ancak onlardan her birinin
kendi yöntem ve metoduyla yaptığı tesbit, istidlal ve jctihadlar az farklı
olarak ortaya çıkmıştır. Şöyle ki:
a)
Hanefilere göre: Namazda insanların sözüne benzer şekilde dua etmek, zikir ve
teşbihte bulunmak namazı bozar. Bu husustaki kuralları ise
şöyledir: Namaz esnasında Kur'an'da ve Hadiste olmayan bir dua veya
teşbih ile dua ve teşbihte bulunmak namaza münafî sayılır ve o gibi dileklerin
insanlardan talep edilmesi de gayr-i mümkün addedilmez. O bakımdan kişinin
namaz kılarken Allah'ın kitabından , Rasulüllah'm (s.a.v.) sünnetinden istediği
dua ve zikirlerle duada bulunabilir, zikredebilir. Bir de insanlardan
istenmesinin gayr-i mümkün görüldüğü hususları da istemekte bir sakınca
yoktur. Mesela rızık istemek, mal ve çocuklarda
feyiz ve bereketin
doğmasını talep etmek
bu cümledendir. Yani bu gibi isteklerle namaz bozulmaz.[594]
b)
Malikilere göre: Nafile namazda dünya ve ahiretle ilgili hayırlı şeyleri
istemek, buna benzer dileklerde bulunmak mutlaka namazı bozmaz. Hatta insanlardan istenmesi mümkün olan
şeyleri bile Allah'tan istemekte bir sakınca söz konusu değildir.[595]
c) Şafîilere
göre: Namaz esnasında namazı bozan dua, haram veya gayr-ı mümkün bir şey istemekle ilgilidir. Bunun dışında
kişi namazda istediği şekilde dünya ve ahiret hayrını dile getirip Cenab-ı Hak'tan isteyebilir. Şu şartla ki,
o dileğini Allah'tan başkasına
arzetmemeli ve O'ndan başkasından iste-memeli...[596]
d)
Hanbelilere göre: Namaz esnasında namazı bozan dua,
kitap ve sünnette
varid olmayanıdır ve aynı zamanda ahiretle ilgili bulunmayanıdır. Mesela
dünyevi ihtiyaçları ve gerekli şeyleri istemek : Allah'ım! Bana güzel bir zevce
ihsan eyle gibi isteklerde bulunmak bu cümledendir.[597]
Diğer bir rivayete
göre: Ahmed b. Hanbel, namazda yapılan bu gibi dua ve zikirlerin cehren değil
gizli yapılması halinde doğru olabileceğini söylemiştir.[598]
îmam Şafii ise, belirtilen
ölçüler çerçevesinde nafile namazlarda rahmet ayetine gelince, ilahi rahmet
ve,cenneti istemek; azap ayetine gelince, cehennem ve ateşinden Allah'a
sığınmak müstehabdır.[599]
Bu konuda diğer bir
rivayet de Avf b. Malik (r.a.) den yapılmıştır. Adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimizle birlikte bulunuyordum. (Gece ibadetine) kalktım.
Rasulüllah (s.a.v.) önce ağzını misvakladı ve abdest aldı. Sonra kalkıp namaza
durdu: Fa-tiha'yı okumaya başladı, arkasından Bakara suresini okudu. Bu arada
ne kadar bir rahmet ayetine geldiyse duraklayıp (Allah'tan rahmet) diledi. Ne
kadar bir azap ayetine geldiyse duraklayıp (ondan Cenab-ı Hakk'a) sığındı.
Sonra rukü'a vardı, ayakta durduğu kadar rukü'da bekledi ki o esnada şöyle
diyordu: "Sübhane zi'1-ceberuti ve'1-melekuti ve'1-kibriyai ve'1-azam
eti". Sonra secdeye vardı ve rüku'da durduğu kadar orada durdu da bu
esnada şöyle diyordu: "Sübhane zi'1-ceberuti ve'1-melekuti ve'1-kibriyai
ve'l-azameti. Sonra (kalkıp ikinci rek'atte Fatihadan sonra) Al-i İmran
suresini ve arkasından bir sure, bir sure daha okudu. Sonra birinci rek'atte
yaptığının bir benzerini yaptı. "[600]
Bu hadisin
isnadında yer alan
ricalin hepsi sıka (güvenilir)dır. Darekutni de aynı
görüşü izhar etmiştir.[601]
1) Nafile
namazlarda kıraat esnasında geçen rahmet ayetlerine gelinince Allah'tan rahmet
dilemek; azap ayetlerine gelinince cehennem ateşinden Allah'a sığınmak,
müstehabdır.
2)
Namazda bu tarz
bir dilek ve
sığınmanın cehren söylenmesinde
bir sakınca yoktur.
3) Gece
kalkıp ibadet ederken, iki rekat namaz kılmak ve
bu namazda uzun
sureleri okumak kimine göre sünnet, kimine göre müstehabdır.
4) Yine gece
namazında rüku1 ve secdeyi uzatıp Cenab-ı Hakk'a tazimde bulunarak teşbihte
bulunmak müstehabdır. [602]
Namaz her yönüyle
saygı, tazim ve teslimiyet makamıdır. Namaza aykırı söz ve davranışlarda
bulunmak, hem onun fazi- le-tini düşürür, hem de bozulmasına sebep olur.
O'bakımdan biz bu ibadeti kemal-i edeple yerine getirirken, kendiliğimizden bir
şey ilave edemeyiz ve ondan bir şey de" noksanlaştıramayız. Ra-sulüllah
(s.a.v.) Efendimiz'den nasıl tesbit edilip rivayette bulunulmuşsa, onu aynen
uygulamakla mükellefiz.
Namazda iken başkasına
sözlü olarak selam verilmez. Başkasının da namaz kılan kimseye selam vermesi
pek uygun değildir. Ancak Rasulüllah (s.a.v.) zamanında verilen selamın işaretle alınıp
cevaplandırıldığı sahih rivayetle
sabit olmuştur. Şöyle ki:
Îbni Ömer (r.a.) diyor
ki:
"Bilal'a sordum,
dedim ki: Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz namazda iken mü'minler ona selam
verirdi. (Bu durumda Rasulüllah (s.a.v.) ne yapar veya karşılık verir miydi?)"
Bilal bana şunu söyledi: "Evet, eliyle işaret ederdi."[603]
îbni Ömer'in (r.a.)
Suhayb'den (r.a.) yaptığı rivayete
göre, Suhayb (r.a.) şöyle demiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimize
uğradığımda onu namaz kılar bir halde buldum. Kendisine selam verdim, O da bana
işaretle cevap verdi, yani selamımı işaretle alıp işaretle cevapladı."
Îbni Ömer (r.a.) diyor
ki: "Pek bilemiyorum, ancak Suhayb'm "Parmağıyla işaret etti"
dediğini biliyorum."[604]
Tirmizi diyor ki:
"Bu iki hadis de
bana göre sahihtir. Aynı zamanda Ümmü Seleme'nin (r.a.) ikindiden sonra iki
rekatle ilgili hadisinde ve Hz. Aişe (r.a.) ile Cabir (r.a.) nın, Rasulüllah'm
son ölüm hastalığında oturarak namaz kılmasıyla ilgili hadislerinde
Rasulüllah'm (s.a.v.) arkasında bulunanların ayağa kalktıklarında onlara işaret
edip oturmalarım emrettiği sıhhat derecesinde tesbit edilmiştir."[605]
a)
Hanefîlere göre: Namaz kılmakta olan kimse, yanılarak birine selam verir ve
sadece "es-Selam" der ve sonra da namazda olduğunu hatırlarsa, namazı
bozulur.
Bunun gibi namazda
iken verilen selamı ister yanılarak, ister bilerek cevaplarsa namazı bozulur.
Çünkü selam vermek veya alıp cevaplamak, zikir türünden değildir. Ancak bu
durumda verilen selamı sözlü olarak değil de elinin işaretiyle veya başının
hafif hareketiyle cevaplarsa ya da parmağıyla işaret ederek cevaplarsa, sahih
kavle göre namazı bozulmaz.[606]
b) Şafiilere
göre: Namazda iken vei'ilen selamı sözlü olarak cevaplamak namazı bozar.
Nitekim Ata, Nahai, İshak ve Ebu Sevr'de aynı görüş ve ictihaddadırlar.[607]
c) Tabiinden
Said b. Müseyyeb, el-Hasan ve Katade'ye göre: Verilen selamı sözlü olarakta
cevaplamakta bir sakınca yoktur.[608]
Bu anlatım tarzından
anlaşılan şudur ki: .Verilen selamı parmak işaretiyle alıp cevaplamakta bir
sakınca söz konusu değildir.
d)
Malikilere göre: Sahnunun îbn Kasım'a: "Namazda iken adamın bazı
ihtiyacını ifade için işarette bulunmasını İmam Malik mekruh görüyor
muydu?" sormasına karşılık şu cevabı vermiştir: "Onun mekruh
saydığını bilmiyorum. Ben şahsen bunda bir salanca görmüyorum, yeter ki yapılan
işaret hafif olsun. Nitekim imam Malik'in verilen selamın işaretle alınıp
cevaplanmasında bir beis görmediği kesindir. Zira İmam şöyle de^i: "Farz
veya nafile namazda olan kimse, kendisine se-lam verilince, onu ya el ya da baş
işaretiyle cevaplasın."[609]
e)
Hanbelilere göre: Namaz kılmakta olan kimseye selam vermekte bir sakınca
yoktur. Ancak onun redd-i selam yapması halinde namazı bozulur. Yani namaz
kılmakta olan kimse kendisine verilen selamı ne sözlü, ne de işaretle cevaphyamaz.[610]
İmam Ahmed bu konuda
İbn Mes'ud (r.a.) hadisiyle istidlal etmiştir. Şöyle ki: İbn Mes'ud (r.a.):
"Rasulüllah'a (s.a.v.) uğradım, namaz kılıyordu. Kendisine selam verdim,
ama O se- lamımı cevaplamadı. Namazını kıldıktan sonra bana şöyle bu- yurdu: "Şüphesiz
ki Cenab-ı Hak emrini dilediği şekilde ortaya kor ve şüphesiz ki Allah namazda
konuşmamanız hakkında emrini ortaya koymuştur." Bu hususu belirttikten
sonra se- lamıma karşılık verdi."[611]
Hadislerin açık
delaletinden anlaşıldığı üzere, diğer üç mezhebin tesbit, istidlal ve
ictihadları daha sıhhatlidir. Ebu Davud'un rivayet ettiği: "Namazda ne
ğırar ne de teslim vardır" mealindeki hadise gelince: Verilen selamı
işaretle alıp cevaplamaya değil, sözlü olarak cevaplamaya delalet etmektedir.
"Gırar": Namazda
bir şey noksan kılmak anlamına geldiği gibi, imam Ahmed'in yorumuna göre, ne
selam vermek ne de verilen selamı alıp cevaplamak manasına gelmektedir.[612]
1- Namaz
kılan kimseye selam vermekte bir sakınca yoktur. Hanefîlere ve Hanbelilere
göre, verilmemesi daha uygundur.
2- Namaz
kılmakta olan kimse verilen selamı sözlü olarak cevaplarsa, ittifakla namazı
bozulur.
3- Namazda
iken verilen selamı parmak, ya da baş işaretiyle alıp cevaplamak müstehabdır. [613]
Namaz, ibadetin özeti,
kalp huzurunun aynası, edep ve terbiyenin en zarif makamıdır. Cenâb-ı Hakk'm
yüksek kudreti karşısında aczimizi, ihtiyacımızı, mutlak anlamda baş eğmemizi
söz ve davranışımızla ortaya koyduğumuz bir dönemdir. O bakımdan bu çok mübarek
ibadeti yerine getirirken kalp ve, kalıbımızı Hakk'a yönelterek tam huzur ve
huşu üzere bulunduğumuzu göstermemiz kadar tabii ne olabilir?
Ancak önemli bir konu
zuhur ettiğinde göz ucuyla hafif sağa veya sola bakmakta pek sakınca
görülmemiştir. Zira böyle hallerde belirtilen şekilde bakmamak daha çok kalbi
meşgul edebilir.
Nitekim ashâb-ı
kiramdan Enes (r.a.) diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bana şöyle buyurdu: "Namazda iltifattan sakın! Çünkü
namazda iltifat helak olmaya sebep olabilir. Ama herhalde bir tarafa iltifat
etmek gerekiyorsa, bu da tetavvu1 (nafile) namazda olabilir, farzda
değil."[614]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz'e
namazda iken iltifattan sordum. Buyurdu ki: "Şeytanın kuldan kapıp
çaldığı bir davranıştır."[615]
Ebu Zer (r.a.) ise
şöyle demiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz buyurdu ki:
"Kul namazda
iltifatta bulunmadığı (sağa-sola bakmadığı) sürece, Allah (rahmet ve
gufranıyla) ona yönelmiş olur. Kul yüzünü başka tarafa çevirince , Cenab-ı Hak,
ondan (rahmet ve gufran) yüzünü çevirir."[616]
Yukarıdaki 23 ve 24
nolu hadislerin sahih olduğunda ittifak edilmiştir. 25 nolu hadisin isnadında
Ebu'l-Ahvas bulunu- yor. Bu zat hakkında farklı tesbitler olmuştur:
Ebu Zer'den rivayet
eden Ebu'l-Ahvas'den ancak Zührî rivayet etmiştir. Bu da onun güvenilir
olduğuna bir işarettir. Ancak hadis alimlerinin ileri gelenleri daha da net bir
görüş ortaya koymuşlar ve Ebu'l-Ahvas'm sıka, yani güvenilir olduğunu belirtmişlerdir.
Yahya b. Main ise, onu "sıka"dan saymamıştır. İbn Kat-tan'da
"Onunla ilgili bir durum bilinmemektedir" demiştir.[617]
a)
Hanelilere göre: Mekruh olan iltifatın ölçü ve sınırı, yüzü kıbleden ayırıp
başka tarafa çevirmektir. Ama göz ucuyla sağa veya sola bakmak mekruh değildir;
yeter ki yüz kıbleden çevrilmiş olmasın. Nitekim sahih tesbit ve rivayete göre,
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz namaz kıldırırken bazan ashabının, Cenab-ı
Hakk'ın huzurunda nasıl durup davrandıklarını tesbit için göz ucuyla, -yüzünü
kıbleden ayırmaksızm- atf-ı nazarda bulunurdu.[618]
Ayrıca Hanefi'lere
göre: Zorunlu bir hal olmadığı halde namazda göğsünü kıbleden çeviren kimsenin
namazı bozulur. Zorunlu bir hal karşısında göğsünü çevirmesi bir rükün eda
edecek kadar süre devam ederse, namaz yine bozulur.
b) Şafiîlere göre: Namazda göğsü kıbleye
müteveccih bulundurmak şarttır, yüzü müteveccih bulundurmak şart değildir.
Aynı zamanda savaş ve benzeri durumlarda, korkulu, tehlikeli zamanlarda
kıbleden başka cihete yönelip namaz kılmakta bir sakınca yoktur.[619]
Namazda iken başkası
tarafından göğsü kıbleden başka yana çevrilenin de namazı bozulur. Ancak
unutarak veya bilmeyerek göğsünü kıbleden başka yana çevirenin namazı
bozulmaz.[620]
Bazı hallerde namazda
iken göz ucuyla sağa veya sola bakmakla namaz bozulmaz. Ancak, namazda genel
anlamda sağa, sola iltifat mekruhtur.[621]
c)
Malikilere göre: Namazda iken ayaklar kıble cihetinden ayrılmadığı takdirde
yüzün veya göğsün kıbleden ayrılmasıyla namaz bozulmaz.[622]
Böylece bu mezhebe göre de, namazda iken göz ucuyla sağa, sola iltifat mekruh
değildir,
d)
Hanbelîlere göre: Göz işaretiyle iltifat namazı bozmayacağı gibi, namaz kılan
kimse bütünüyle kıbleden başka cihete yönelmedikçe de namazı .bozulmaz[623]
Böylece bu mezhebe
göre, namazda göğsün veya yüzün kıbleden başka cihete çevrilmesi namazı bozmaz,
ancak böyle yapmak mekruhtur, göz ucuyla iltifat ise mekruh değildir. [624]
Yukarıda 23, 24, 25
nolu hadislerin açık delâletinden, namazda iltifatın yani sağa-sola bakmanın
mekruh olduğu anlaşılıyor. Buna rağmen müctehid imamların istidlal ve
ictihad-ları farklı hüküm ortaya koymuştur. Zira bu konuda bize kadar gelen
rivayetler sadece sözü edilen üç hadis değil, başka rivayetler de vardır. Şöyle
ki:
Hakim'in Şeyhayn'in
şartına uygun rivayet ettiği hadiste îbn Abbas (r.a.) diyor ki:
"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz namazda baz an, boynunu çevirmeksizin göz
ucuyla sağa iltifat ederdi."
el-Hazinıî bu
ıûvayetin hasen olduğunu belirtmiştir. Şevkanî bunun garip olduğuna dikkat
çekmiştir. Zira ravilerden Fazl b. Abdillah teferrüd etmiş; başkası da bunu
İklime'den murselen rivayet etmiştir.
Buna rağmen ilim
adamlarından bir kısmı bu vö bu anlamdaki rivayetlerle istidlal ederek namazda
boynu döndürmeksizm göz ucuyla iltifatta bulunmakta bir sakınca olmadığını
belirtmişlerdir. Nitekim Atâ, İmam Malik, Ebu Hanife ve arkadaşları, Evzaî ve
Küfe ilim adamlarının da ictihadları böyledir.
Bazı ilim adamları da
sözü edilen "iltifatın" îbn Sirîn'e isnad edilen hadisle
neshedildiğini söylemiştir. îbn Sirîn diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.)
namaza kalkıp durunca, sağa-sola nazar ederdi. "(Mü'minler gerçekten
korktuklarından kurtulup umduklarına kavuşmuşlardır. Onlar ki, namazlarında
saygı dolu bir korkuyla eğilirler." mealindeki Mü'minun süresi 1. ve 2.
ayetler inince Rasulüllah (s.a.v.) artık hep önüne (secde mahalline) bakmaya
başladı." [625]
Bu hadis murselse de
birtakım şahidleri vardır.
Aynı görüşte olanlar
bir de Ebu Hureyre'nin (r.a.) şu hadi-siyle de istidlal etmişlerdir:
"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz namaz kılarken gözünü göğe doğru
çevirirdi. Mü'minun suresi 1. ve 2. ayet inince artık çevirmeyip Önüne
baktı."
Müctehid imamların
dayanak seçip istidlal ettikleri bir diğer hadis de Sehl b. Hanzele'nin (r.a.)
rivayet ettiğidir. Şöyle ki: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz namaz kılarken
tasvip edildi (yani sabah ezanında es-salatü hayrım mine'n-nevm denildi).-
Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) şi'be doğru iltifat etti (göz ucuyla
baktı)."[626].
Zira Rasulüllah
(fe.a.v.) o gece bir süvariyi şi'be, yani iki dağ arasındaki geçide
göndermişti. Namazda onun oradan ayrılıp ayrılmadığına nazarda bulundu*
Ebu Davud'un tahric
ettiği bu hadisi aynı zamanda Hakim, Şeyhayn'in şartı üzere tahric etmiştir. [627]
1- Namazda
yüzü kıbleden çevirmek mekruhtur.
2- Göğsü
çevirmek namazı bozar. Ancak İmam Şafii'ye göre, zorunlu bir sebepten dolayı
çevirir de bir rükün miktarı devam etmezse, namaz bozulmaz.
3- Namazda
bir hacetten dolayı göz ucuyla sağa-sola iltifat etmekte bir sakınca yoktur.
Keyfi olarak yapılmasında kerahet söz konusudur.
4- Savaş ve
korkulu anlarda göğsü çevirmeksizin yüzü çevirmeye cevaz verilmiştir. Ancak bu
hususla ilgili birtakım farklı ictihadlar da söz konusudur. [628]
Müslümanın her yerde,
özellikle cami ve mescidlerde edep, terbiye, nezaket ve saygı kurallarına
riayet etmesi sünnettir. Zira müslüman kişi iman nuruyla aydınlandığı ve
böylesine paha biçilmez manevi bir cevheri kalbinde taşıdığı için vakarlıdır,
ağır başlıdır, fakat mütevazidir ve halim, selimdir.
Camiler Hakk'a ibadet
edilen, dini ilimlere sahne olan kutsal yerlerdir. Oralarda laubali davranışlarda
bulunmak mekruhtur. Hele bir de namaz kılmaya duran kimsenin çok daha ciddi ve
saygılı bulunması gerekir.
Camide ve namaz
kılarken parmak çıtlatmak da lâubaliliğe delalet eden davranışlardan biri
sayılmıştır. Parmakları birbirine kenetlemek de böyle..
Ebu Said.(r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz mescidde bulunduğu sırada parmaklarını birbirine
kenetlemesin. Zira böyle yapmak şeytandandır. Hem sizden biriniz camide bulunduğu
sürece namazda sayılır da bu hal oradan çıkıncaya kadar devam eder."[629]
Kâ'b b. Ucre (r.a.)
dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.y.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu işittim: "Sizden biriniz abdest
alıp namaz kılmak üzere (evinden, iş yerinden) çıkarsa , artık parmaklarını
birbirine geçirip kenetlemesin. Çünkü o bu durumda hep namazda sayılır."[630]
Yine Kâ'b b. Ucre
(r.a.) den yapılan rivayete göre, "Rasulüllah (s.a.v .) Efendimiz namazda
parmaklarını kenetleyen bir adama gözü ilişti, hemen kalkıp onun parmaklarını
birbirinden ayırdı."[631]
Hz. Ali (r.a.) dan
yakılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Namazda iken
parmaklarını çıtlatmar[632][633]
a)
Hanefilere göre: Namazda parmakları birbirine kenetlemek veya parmak çıtlatmak
mekruhtur, sünnete aykırıdır. Çünkü böyle yapmakta saygı ifade eden huşu1
terkedilmiş olur. Aynı zamanda parmakları kenetlemekle, sağ eli sol el üzerine
koymak, teşehhüdde ise dizler üzerine koymakla ilgili sünnet terkedilmiş olur.[634]
b) Diğer üç
mezhebe göre de: hem teşbîk (kenetlemek), hem de tefkı' (parmak çıtlatmak)
mekruhtur.[635] [636]
Mecmau'z-zevaid'de 34
nolu hadisin hasen olduğu belirtil-miştir. Bu ve diğer hadisleri dikkate alan
İmam Nevevî, hem camide, hem de namazda parmakları kenetlemenin ve çıtlatmanın
mekruh olduğunu belirtmiş ve bunun kesin bir hüküm olduğuna dikkat çekmiştir.[637]
İmam Nahaî 'de aynı
görüş ve ictihaddadır.
el-Irakî'nin ise, İbn
Ömer ve Ibn Salim'in namazda iken parmaklarını kenetlediklerini, Tirmizi'nin
şerhinde nakletmesi, delil olarak alınmamıştır. Rivayete göre, Hasan
el-Basri'nin de mes-cidde parmaklarını kenetlediği nakledilmiştir. Ulema bu
rivayeti de delil seçmemiştir.
Nitekim îmanı Ahmed'in
ve Taberanî'nin, Enes b. Muaz'ın merfu1 olan hadisini delil gösterip, adı
geçenin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Şüphesiz ki namazda gülmek,
iltifat etmek, parmak çıtlatmak gibi hareketlerin hepsi aynı çizgidedir."
Ancak bu rivayetin isnadında
îbn Lehi'a bulunuyor ki, bu zatın rivayetinin bir kısmına pek itibar
edilmemiştir.
35 nolu hadisin
isnadında Tirmizi'ye göre meçhul bir adam vardır. Ancak Ebu Davud bu adamın
künyesini tesbit etmiş ve hadisi şöyle rivayet etmiştir: "Bana Ebu Sümame
el-Hayyat"haber verdi, o da Kâ'b'den rivayet etti.."
îbn Hibban ise Ebu
Sümame'yi sıkat (güvenilir raviler) arasında zikretmiştir.[638]
36 nolu hadisin isnadında Alkame b. Amr
bulunuyor. Bu zatın zayıf hadis rivayet ettiği söylenir. Buna benzer 37 nolu hadisin
isnadında el-Haris el-A'ver bulunuyor. Ancak bu konudaki hadislerin tamamı
biraraya gelince kuvvet kazanıyor ve gerek camide, gerekse camiye giderken ve
bilhassa namazda parmakları kenetlemenin ve çıtlatmanın mekruh olduğu kesinlik
kazanıyor. [639]
1-Müslümanm
gerek toplum arasında, gerekse cadde ve sokaklarda yürürken parmak çıtlatması
veya parmaklarını birbirine kenetlemesi tenzihen mekruhtur.
2- Camide ve
namaz kılarken sözü edilen iki harekette bulunmak mekruhtur.
3- Zarurî
hallerde bu kerahet kalkar. [640]
İslam, insan hayatına
ve sağlığına yeterince önem vermiş ve "hakk-ı hayat muhteremdir"
diyerek onu layık olduğu dereceye yükseltmiştir. Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimizin koruyucu hekimlikle ilgili yüzün üstündeki hadisleri, İslam'ın
insan sağlığına verdiği değerin çizgisini belirlemektedir.
O bakımdan müminin
namazda bile olsa, ortaya çıkan yılan, akrep ye benzeri zehirli ve tehlikeli
haşereyi öldürmesine ruhsat verilmiştir.
Nitekim Ebu Hureyre
(r.a.) den yapılan rivayette diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz,
namazda iken iki siyahın (yılan ve akrebin) öldürülmesini emretti."[641]
Böylece namaz içinde
istisnai olarak namaz dışı harekette bulunmaya cevaz verildiği anlaşılıyor.
Bunu kuvvetlendirir mahiyette, Hz. Aişe (r.a.) validemiz şöyle diyor:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, kapı içeriden kilitli olduğu sırada evde namaz kılıyordu.
Ben kapıya geldim (ve tıkıldattım). Rasulüllah (s.a.v.) yürüyerek geldi, kapıyı
açtıktan sonra yerine döndü."[642]
Hz. Aişe bu olayı
anlatırken, evin kapısının kıble cihetinde olduğunu belirtmiştir. Bundan
anlaşılan odur ki, nafile namazda bir ihtiyaca mebni kıble cihetine yürüyüp
geri dönmek namazı bozmaz. Yılan ve akrep konusunda Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz,
diğer bir hadislerinde buna yakın bir anlatımla şöyle buyurmuştur:
"Namazda bile
olsanız, iki siyahı (yılan ve akrebi) öldürünüz."[643]
Bu hadisler, kişinin
nafile namazda iken ortaya çıkan akrep ve yılanı öldürmesinin vücubuna delalet
etmekteyse de, buradaki emrin, ilim adamlarının çoğuna göre "nedb"
ifade ettiği belirlenmiştir. Aynı zamanda bu Öldürme olayında meydana gelen
hareketlerle namazın bozulmayacağı istidlal edilmiştir. .
îlim adamlarının bir
kısmı ise, bu hadisi veya hadisleri, "Namazı olduğu yerde kesin ve öylece
öldürün" şeklinde yorumlamışlardır.
Ancak hemen belirtelim
ki, böyle bir hareket hususiyet taşıdığından "amel-i kesîr" ile kıyas
edilmez. O bakımdan böylesine özellik arzeden bir hareketin namazı bozmayacağı
hakkındaki ictihad ve yorum ağırlık kazanmıştır. [644]
a)
Hanefilere göre: Hadiste geçen emir, ruhsat ve ibahe manasınadır. Çünkü bu iki
zehirli hayvanı öldürmek, namaz harici bir özellik taşımaktadır, yani namaza
dahil amellerden değildir. O bakımdan sözü edilen hayvan öldürülürken fazla
hareket ortaya çıkarsa, namaz bozulur.[645]
Mecmeul-Enhür sahibi
de, "sözü edilen iki hayvanı öldürmek mekruh değildir" derken bunu
namaz ile takyid etmekte, yani kişinin namaz kılarken bu hayvanları öldürmesi
mekruh sayılmaz demek istemektedir.[646]
b) Şafiî'lere göre: Namazda iken ortaya çıkan
yılan veya akrebi öldürmekte bir sakınca yoktur. el-Hasan, îshak ve rey taraftarları
da aynı görüş v e ictihaddadırlar.[647]
c)
Hanbelilere göre: Namazda iken sözü edilen zehirli hayvanları öldürmekte bir
beis (sakınca) yoktur.
d) İmam
Nahai'ye göre: Namazda iken yılan ve akrebi öldürmek mekruhtur. Ancak namazı
bırakıp Öylece öldürürse, o takdirde o namaza yeniden başlaması gerekir.[648]
Yukarıda geçen 41 nolu
Ebu Hureyre (r.a.) nin rivayet ettiği hadisi, İmam Tirmizi hasenlemiş, yani
"hasen"dir diye tesbitte bulunmuştur. Aynı zamanda İbn Hibban aynı
hadisi kendi sahihinde nakletmiş ve Hakim bunu sahihlemiştir.
Bu konuda Hakim, ibn
Abbas'dan bir rivayet yapmışsa da, isnadının zayıf olduğu anlaşılmış ve ibn
Mace de buna benzer bir rivayete yer vermişse de isnadında Mendel bulunuyor ki,
Zehebi bu zat üzerinde durmuş ve Ahmed b. Hanbel'in onun için "zayıftır"
dediğini nakletmiştir.[649]
Şevkani ve el-Iraki'ye
göre, cumhur-i ulema, namazda iken yılan ve akrebi öldürmenin mekruh olmadığını
ortaya koymuştur. Ancak en-Nahai ile Katade, cumhura muhalif olarak şöyle
demişlerdir: "Namazda iken yılan veya akreb sana saldırmadıkça onu
öldürme!"[650].
Yapılan sahih rivayete
göre hem Hz. Ömer (r.a.), hem de Hz. Ali (r.a.) namazda iken yılan veya akrep
Öldürmüşler veya öldürmeye azmetmişlerdir.
42 nolu Hz. Aişe
(r.a.) hadisini İmam Tirmizi hasenlemiş ve Nesai ise şu cümleyi de fazla olarak
nakletmiştir: "Nafile namaz kılarken.."
Bu sahih rivayetlerden
anlıyoruz ki, nafile namaz kılarken, kapı kıble tarafında olursa, fazla bir
hareket göstermeden adım atıp kapıyı açmak mekruh değildir. [651]
İnsan, zıd duyguların
sürtüşüp tartıştığı bir ortamı içinde taşımaktadır. Namaza durup Hakk'a
yöneldiğinde ruhu yüce ve kutsal aleme doğru kanat açarken, nefsi İblis'iıı sık
sık gönderdiği sinyallerin tesiri altında kalıp aşağı aleme kapı açar da birtakım
vesvese ve temayüller baş gösterir.
Bu durumda namazın
fazileti mi düşer, yoksa olduğu gibi bozulur mu?
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, bu konuda her türlü şüpheyi
giderecek anlamda ümmetini şöyle aydınlatmıştır:
"(Ezan okunup)
namaza davet başladığında şeytan arkasını dönüp uzaklaşır da bu arada ezanı
duymamak için birtakım uygunsuz sesler çıkarır. Ezan okunup bitince, o dönüp
gelir. İkamet edilmeye başlayınca, o yine arkasını dönüp uzaklaşır; ikamet
tamamlanınca dönüp gelir de kişiyle nefsi (kalbi) arasına birtakım vesveseler
sokar: "Şunu hatırla, bunu hatırla" diye diye kişiyi (tesir altına
alır ve o da ) olmadık şeyleri aklına getirmeye başlar. Öyle ki bu arada kaç
rek'at namaz kıldığını şaşırır.
O bakımdan sizden
biriniz namaz kılarken üç rek'at mı, yoksa dört mü kıldığını bilmediği zaman
(teşehhüd ha-
linde) oturur bir
vaziyette iki secde yapar (yanılma secdesi).[652].
Dört mezhebe göre de,
namazda iken kalbe gelen vesvese ve benzeri kalbi amellerden dolayı namaz
bozulmaz, Çünkü insanın yaratılışında hakim olan vasıf ve özelliği gereği, bu
gibi şüphe ve vesveselerden kurtulması pek mümkün değildir. Her kişi derece ve
makamına, takva ve teslimiyetine göre, birtakım vesvese ve şüphelerin tesiri
altında kalır. Önemli olan, namaz boyunca kalbi bu tür şeylere kaptırmamak,
gelen şüphe ve vesveseyi atıp okuduğu ayet ve surenin manasını düşünerek idrak
içinde ibadetini tamamlamaktır.
Bunun için Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz ümmetine yol göstererek şöyle buyurmuştur: "Seni
şüpheye düşüren şeyi bırak, şüpheye düşürmeyen şeye yönel!"[653]
. Rasulüllahm (s.a.v.)
bu emir ve tavsiyesi genellik arzet-mekte, hem namazı, hem de namaz dışı birçok
konuları kapsamına almaktadır.
50 nolu hadiste
"durat" lafzı kullanılmıştır. Kadı Iyaz'a göre, bu zahiri manasına
hamledilebilir. Çünkü şeytan da kendine has bir cisimdir ve onun yellenmesi de
doğru olabilir. Çoğuna göre, bu onun ezan ve kametten şiddetli nefretine
delalet eder anlamda bir anlatım tarzıdır. Nitekim Müslim'in rivayetinde
"husas" lafzı nakledilmiştir ki bu, şiddetli düşmanlık manasına
gelir. [654]
Şüphesiz müminin
Cenab-ı Hakk'a en çok yakınlık sağladığı zaman, farz namazları huşu ile eda
ettiği anlardır. Felaket ve musibetler kapıyı çaldığında, vakit namazlarım eda
ederken kunutta bulunmak, ilahi inayet ve rahmetin tecellisine vesile olur.
Çünkü "kunut", Allah'a ümit bağlayıp dua etmek ve bu vesileyle
namazda kıyamı uzatmaktır. [655]
Ebu Malik el-Eşcai
diyor ki: Babama sordum: "Babacığım. Şüphesiz sen hem Rasulüllah'm
<s,a.v.), hem de Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'nin (Allah hepsinden razı
olsun) arkasında namaz kıldın. İşte şurada Küfe ve beş yıla yakın bir süre
geçmiş bulunuyor. Onlar namazda kunut duası yaptılar mı?"
Babası ona şöyle haber
veriyor:
"Oğulcağızım! Bu,
sonradan uydurulup ortaya çıkarılmıştır."
Bir diğer rivayette,
aynı hadiste soru şu şekilde yer almıştır: "Onlar sabah namazında kunut
okurlar mıydı?"
Nesai'nin tesbit ve
rivayetinde ise şu lafızlarla nakledilmiştir:
"Ogulcağızım!
Rasulüllah'ın (s.a.v.) arkasında namaz kıldım, O kunut yapmadı; Ebu Bekir'in
arkasında namaz kıldım o da kunut yapmadı; Ömer'in arkasında namaz kıldım o da
kunut yapmadı, Osman'ın arkasında namaz kıldım, o da kunut yapmadı; Ali'nin
arkasında namaz kıldım, o da kunut yapmadı." Sonra da oğluna şöyle dedi:
"Ogulcağızım! bu
bid'adır."[656]
Enes (r.a.) den
yapılan rivayette adı geçen şöyle diyor:
"Doğrusu
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bir ay süreyle kunut duası yaptı ve sonra
bıraktı."
Diğer bir lafızla
şöyle demiştir: "Bir ay kunut duası yapıp Arap kabilelerinden bazıları
aleyhine dua etti, sonra bıraktı."
Başka bir lafızla da
şöyle dediği rivayet edilmiştir: TCurra'dan bazı kişiler öldürülünce bir ay
süreyle kunut yaptı. Ben hiçbir zaman Rasulüllah'm o derece üzüldüğünü
görmedim."[657]
Yine Enes (r.a.) den
yapılan ?ivayette, adı geçenin şöyle dediği tesbit edilmiştir:" Kunut
(önceleri) akşam ve sabah (namazında) yapılırdı."[658].
Kunut duası hakkında
Kütüb-i Sitte'de, aynı zamanda Müsned-i Ahmed ile Daremi ve Taberani'de yirmiye
yakın, fakat birbirinden farklı rivayetlere rastlamak mümkündür. Şüphesiz bütün
bu rivayetleri biraraya getirip söyleniş sebepleriyle, cereyan tarzını ve
mukaddem ile muahhar olanını, hükmü kaldırılanla kaldırılmayanı tesbit ve ayırt
etmeden hüküm çıkarmak mümkün değildir. Müctehid imamlar bu rivayetleri belirtilen
doğrultuda inceleyip ona göre istidlal ve istinbatta bulunmuşlardır.
Biz burada önce
yapılan rivayetlerin başlıklarını birer özet şeklinde sıraladıktan sonra
müctehid imamların istidlal ve içti-hadlarını yansıtmaya çalışacağız:
1-
Rasulüllah (s.a.v.) sadece bir ay süreyle kunut duası o-kuduktan sonra onu
terketmiştir.
2- Bir ay
süreyle yatsı namazında
okuduktan sonra bırakmıştır.
3-Yalnız
sabah namazında okumuştur.
4- Bir ay
süreyle ikindi ve akşam, sonra da yatsı namazlarında okumuştur.
5- Bir ay
süreyle sabah namazında rukü'dan kalkınca okumuştur.
6- Peygamber
(s.a.v.) birinin aleyhine dua etmek istediği zaman, namazda rukü'dan kalkınca
kunut duası okurdu.
7- Yatsı
namazının son rekatından kalkınca kunut okurdu.
8- Sabah ve
akşam namazlarında kunut okurdu.
9- Vitir
namazında kunut okurdu.
10-
Peygamberle birlikte (s.a.v.) namaz kıldım, kunut okuduğunu görmedim.
11- Ubey b. Ka'b (r.a.) ramazanın son yarısında
(vitir namazında) kunut okurdu.
12- Abdullah b. Ömer (r.a.) hiçbir
namazda kunut okumazdı.
13- Ebu
Hüreyre (r.a.) öğle namazında kunut okurdu.
14- Sabah namazında rukü'dan evvel ve sonra kunut
okurdu,
15- Sabah
namazında ikinci rek'atin rüku'undan kalkıldığı zaman kunut okunur. [659]
a)
Hanelilere göre: İmam Ebu Hanife, kunutun vacib, Ebu Yusuf ile Muhammed sünnet
olduğuna kaildirler. Kunut duası bütün sene sadece vitir namazının üçüncü
rek'atinde rüku'dan önce yapılır.[660]
b)
Şafiilere göre: Sabah namazının ikinci
rek'atinde rukü'dan kalkılıp doğrulduğunda kunut okumak sünnettir. Bu dua
yapılırken ellerin içi göğe doğru kaldırılır ve sonunda yüze sürülmez. îmam bu
duayı cehren (aşikar) okur, cemaat ise "amin" der. Ayrıca felaket ve
musibet günlerinde de kunut okumak meşrudur."[661].
c)
Hanbelilere göre: Kunut duası, senenin tamamında vitir namazında sadece bir
rek'atinde sünnettir. Aynı zamanda bu, İbn Mes'ud'un (r.a.), İbrahim'in,
İshak'm ve rey tarafdarlarınm görüş ve içtihadıdır. Hasan'dan da bu anlamda bir
rivayet yapılmıştır.
İmam Ahmed'den
yukarıdaki beyanın hilafına bir rivayet daha yapılmıştır ki, onda, kunut
duasının sadece ramazan ayının son yarısında sünnet olduğu belirtilmiştir.
Nitekim bu, Hz. Ali (r.a.) ile Ubey b. Ka'b (r.a.) den rivayet edilmiştir. îmam
Malik ile İmam Şafii de aynı doğrultuda ictihad etmişlerdir.[662].
Kunut duasıyla ilgili
rivayetler arasında en güzeli, Hasan b. Ali'nin (r.a.) rivayetidir. Adı geçen
şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bana birtakım (dua anlamında) sözler öğretti ki, onları
vitir namazında okuyorum"[663]
d)
Malikilere göre: îmam Malik, "sabah namazında rukü'dan önce de, sonra da
kunut duası okunabilir" demiştir. Kunut duasını unutup okumayan kimseye
yanılma secdesi gerekmez. Aynı zamanda kunut için belirlenmiş bir dua da
yoktur. Onun için vakitlerden biri de belirlenemez* Dünya ve ahiret
hacetlerinden dolayı namazlarda kunut okunabilir. Bunun gibi, namaz kılan kimse
bu kabil ihtiyaçlarını ayakta, teşehhüdde ve secdede dile getirebilir.
Kunut duası aşikar
değil, gizli okunur.
Süfyan b. Habib'in Ebu
Sabit'ten, onun da Abdurrahman b. Süveyd el-Kahili'den yaptığı rivayete göre,
Hz. Ali (r/a.) sabah namazında kunut olarak şu duayı yapmıştır:[664]
Yahya'nın Malik'den,
onun da Nafı'dan yaptığı rivayete göre, Nafı' şöyle demiştir: "Doğrusu
Abdullah b. Ömer (r.a.) hiçbir namazda kunut duası yapmazdı,"[665]
îmam Malik daha çok bu
rivayeti delil ve dayanak seçmiştir. [666]
Taberani'nin, "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz hiçbir namazında kunut duası
yapmamıştır" mealindeki rivayetinin isnadında Bişr b. Harb ed-Dari
bulunuyor ki, bu zat zayıftır. îmam Ahmed onun kavi olmadığım söylemiştir.[667]
îbn Mace'nin Ümmii
Seleme (r.a.) den yaptığı rivayette: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz sabah
namazında kunut duası edilmesini men'etti" denilmektedir. Aynı hadisi
Darekut-ni de rivayet etmişse de isnadında zaiflik söz konusudur.
el-Iraki'nin:
"Ebu Bekir, Ömer, Ali ve îbn Abbas 'm (Allah hepsinden razı olsun) kunut
duası yaptıkları sahihtir"dediği tesbit edilmiştir. Böylece bir konu, bir
mesele hakkında sahihlik düzeyinde isbat ile nefîy tearuz ederse, isba't nefyin
önüne alınıp onunla ameî edilir. Bu kurala göre, kunut duası meşrudur ve belirlenen
namazda okunması sünnet veya müstehabdır.
el-Hazimi'nin yaptığı
araştırma ve tesbite göre: Kunut duasının meşru olduğu hakkında 19 kadar
sahabeden, 12 kadar tabiinden ve birçok müctehid imamdan rivayet vardır. Bütün
bunlar "meşru"dur diyenlerin görüş ve içtihadına ağırlık kazandırmaktadır.
Yine yapılan ciddi
araştırma ve tesbitlere göre: Kunut duası rüku'dan sonra yapılmalıdır. Zira
böyle söyleyenlerin rivayeti daha çok ve daha sahihtir. Muhaddis Beyhaki'de
aynı görüştedir. Nitekim Hasan el-Basri (r.a.) şöyle demiştir; "Bedir
Savaşına katılan 28 sahabenin arkasında namaz kıldım, hepsi de sabah namazında
rüku'dan sonra kunut duası okurdu."
Ne var ki, Hafız ibn
Hacer, bu rivayetin isnadında zayıf bir ravinin bulunduğunu belirtmiştir[668].
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, sabah namazının ikinci rek'atinin rüku'undan başını
kaldırıp SEMİ'ALLAKU LİMEN HAMİDEHU, RABBENA LEKE'L-HAMD dedikten sonra şöyle
dua ederdi: "Allah'ım, falana, falana ve falana lanet eyle (onları rahmet
ve inayetinden uzaklaştır)"
Bir süre sonra şu ayet
indi: "Senin elinde emirden bir şey yoktur; Allah ya onların tevbesini
kabul eder, ya da onlara azab eder. Çünkü onlar zalimlerdir."[669].
Bunun üzerine
Rasulüllah (s.a.v.) o müşrik ve münafıklar aleyhine duadan vazgeçmiştir.[670].
1- Her gün sabah
namazında ikinci rek'atin rüku'undan kalkıldığında elleri kaldırıp belirlenen
kunut duasını okumak sünnettir. (Bu, Şafülere göredir)
2- Her gün
vitir namazının son rek'atinde Fatiha ve zamm-ı sureden sonra rüku'a varmadan
ve elleri kaldırmadan kunut duası okumak sünnettir veya vacibdir. (Bu, daha çok
Hanefîlere göredir.)
3- Musibet
ve felaket çöktüğü günlerde farz namazların son rek'atinde rüku'dan sonra kunut
duası yapmak meşrudur. [671]
Namaz, kul ile Rabbı
arasında işleyen bir yoldur. O, Rabbına yakınlık sağlamaya yönelirken kendini
bilmezin birinin gelip bu yol üzerinde durması, yani secde mahallinden geçmesi
büyük saygısızlık kabul edilir.
O bakımdan hem namaz
kılanın huzurunun bozulmaması, hem de önünden geçen kimsenin günahkar olmaması
için namaz kılan nıü'minin kapalı yerde ise, kıble cihetindeki duvara veya dolap
ve benzeri bir cisme iyice yanaşması, yani eğilip rahat secde edebilecek kadar
bir .mesafe ayarlaması sünnettir. Açık ve büyükçe kapalı yerde buna imkan bulamadığı
takdirde, en az 60-70 cm. uzunluğunda ve bir parmak kalınlığında bir cismi
dikey olarak önüne tesbit etmesi uygun olur. [672]
Ehu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (sm.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz namaz kılacağı zaman bir sütreye doğru namaz kılsın ve ona
yaklaşsın."[673].
Hz. Aişe (r.a.)
validemizden yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir; "Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz'den Tebuk Sefe-ri'ııde namaz kılan kimsenin sütresi hakkında
soruldu. Buyurdu ki: "Deve üzerinde semerin gerisinde süvarinin sırtını
dayadığı dikey ağaç gibi.."[674]
Bu da bir zira'ın üçte
ikisi uzunluğunda idi. O bakımdan sütrenin en kısası bu kadar olanıdır, en
uzununa ise bir sınır koymaya gerek yoktur.
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz
bayram günü namazgaha çıktığı zaman, emrederdi de mızrağı önüne dikilirdi ve O
da o mızrağa yönelmiş halde namaza durur, mü'minler de Onun arkasında yerlerini
alıp dururlardı. Ve Rasulüllah (s.a.v.) bunu çıktığı seferlerinde ihmal etmez,
yapardı."[675].
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz namaz kılmaya başlayacağı zaman, önüne bir şey koysun. Bir
şey bulamıyacak olursa, elindeki değneği diksin. Yanında değneği de yoksa, bir
çizgi çeksin. Artık bu durumda önünden geçen kimse ona bir zarar vermez."[676]
a)
Hanerilere göre: Sütre namaz kılan kimsenin gelip geçenlere engel olmak ve
uyarıda bulunmak üzere ön kısmına diktiği herhangi bir cisim veya yaklaştığı
duvar, dolap ve benzeri şeylerdir. Namaz için böyle yapmak müstehabdır. Sütre
en az bir zira' (yaklaşık 60-70 cm.) uzunluğunda olmalıdır. Bundan kısası
hakkında farklı görüş ve ictihadlar varsa da daha uzunu hakkında farklı görüş
yoktur.
Kuhustanî'ye göre:
Sözü edilen sütre, arkası dönük olup ayakta veya oturmuş bir insan olabileceği
gibi, bir hayvan da olabilir.[677]
Bunun aksine, yüzü
namaz kılana yönelik olan adam, mahremi olmayan kadın, uykuda olan kimse, deli
ve kafirin sütre edinilmesi caiz değildir.
Aynı zamanda sütre
denilen ve dikey olarak öne dikilen cismin en az bir parmak kalınlığında
olmasına dikkat edilmelidir.[678]
b) Şafîilere
göre: Namaz kılan kimsenin, duvara, dikey direğe, sütuna veya dikey konulan
değneğe yönelip namaz kılması sünnettir.
Bunlar yoksa yere seccade sermesi,
o da yoksa, geçenlere engel olmak
için önüne bir çizgi çekmesi sünnettir.
Sahih kavle göre,
namaz kılanın önünden geçmek haramdır.[679]
c)
Hanbelilere göre: Kıble cihetine sütre koyup veya duvar ve benzeri şeyi sütre
edinip Öylece namaz kılmak müstehabdır. Nitekim kapalı yerlerde kıble
cihetindeki duvara yaklaşıp onu sütre edinmek daha uygun olur. Bunun gibi,
sütun, direk ve benzeri şeyleri de sütre edinmekte fayda vardır. Açık yerlerde
ise, mızrak, değnek ve benzeri şeyleri namaz kılınan yerde kıble cihetine
dikey olarak yerleştirip öylece namaz kılmak suretiyle istih-bab yerine gelmiş
olur. Bu konuda farklı görüş izhar eden olmamıştır. Nitekim Peygamber (s.a.v.)
seferi durumlarda ve bir de açık havada namaz kılarken ya önüne mızrak dikmiş,
ya da çökmüş vaziyette olan deveyi sütre edinmiştir.
Sütre edinilen cismin
uzunluğunun bir zira1 (yaklaşık 60-70 cm.) olması ve bir parmak kalınlığında
bulunması da müstehabdır.[680].
d)
Malikilere göre: Sütrenin en az zira'ın üçte iki uzunluğunda olması müstehabsa
da İmam Malik diyor ki: "onun bir zira' (60-70 cm.) olması veya bir mızrak
uzunluğunda bulunması bence daha uygun olur." Açık havada deve veya
benzeri bir hayvanı da sütre etmekte bir sakınca yoktur. Zira Nafi'den, onun
da îbn Ömer'den yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz çöküp
durmakta olan devesini kıble cihetine alıp onu sütre edinerek namaz kılmıştır.
Bununla beraber namaz
kılanın önünden geçen hiçbir şeyden dolayı namaz bozulmuş olmaz.[681].
19 nolu Ebu Said
hadisinin isnadında Muhammed b. Acîan bulunuyor. Buharı bu zatın biyografisini
verirken onu zayıf raviler arasında zikretmiştir. Yahya el-Kattan ise,
"onun Nafi'den rivayet ettiği hadiste ıztırap vardır" demiştir.
Ahmed b. Hanbel, îbn
Maîn, îbn üyeyne ve Ebu Hatim, İbn Aclan'ın Muhammed b. Ömer'den daha sıka
olduğunu belirtmişlerdir. Bunda hiç kimse şüphe etmemiştir[682].
Hadisin geriye kalan
ricalinin hepsi sahih kimselerdir[683]. Bu
sebeple mezhep imamları Ebu Said hadisiyle istidlalde bulunmakta bir sakınca
görmemişlerdir.
20 nolu Hz. Aişe
(r.a.) hadisi sahih kabul edilmiş ve sütre edinmenin meşruiyetine delaletinde dayanak
olarak seçilmiştir.
Nitekim 21 nolu İbn
Ömer hadisi, bu konuya daha da açıklık kazandırmakta ve açık havada namaz kılan
kimsenin sütre koyması, yani kıble cihetine bir şey dikip öyle namaza durması
müstehab sayılmış ve bunun meşruiyetinde farklı görüş izhar eden olmamıştır.
22 nolu Ebu Hüreyre
(r.a.) hadisini aynı zamanda îbn Hib-ban da tahric etmiş ve Beyhaki onu sahihi
emiştir. Ancak Süfyan b. Uyeyne bu hadisin zayıf olduğunu belirtmiş, İbn Salah
ise onu muzdarip hadise misal göstermiştir. Büluğu'l-Meram sahibi bu hadisin
muzdarip olduğunu iddia edenlerin isabet kaydetmediklerini belirterek sıhhatma
kail olmuştur. Nitekim bu rivayeti kuvvetlendiren hayli sahih hadisler
mevcuttur. [684]
1- Kapalı
yerde namaz kılarken kıble cihetindeki duvar veya dolap ve benzeri bir şeyi
sütre edinmek ve ona yaklaşmak suretiyle namazı eda etmek müstehabdır.
2-Gerek
açık, gerek kapalı yerlerde arkası dönük bir kimseyi veya yerinde duran bir
hayvanı sütre edinmek meşru'dur,
3- Açık
yerlerde bir zira1 uzunluğunda cisim dikip öylece namaza durmak müstehabdır.
4- Dikilecek
cisim bulunmadığı zaman belirgin bir çizgi çizmek de müstehab sayılmıştır.
5- Namaz
kılan kimsenin secde mahallinden veya ellerinin ya da dizlerinin geleceği
yerden geçmek namazı bozmaz. Ne var ki, geçen kimse günahkar olur.
6- Mahremi
olmayan kadını ve bir de kafiri deliyi ve uyumakta olan kimseyi sütre edinmek
caiz değildir. [685]
îslanı, insanın günlük
hayatını ilahi nizam düzeyinde değerlendirirken bedenle ruh, dünya ile ahiret
arasında köprü kurar ve denge sağlamayı emreder. Böylece iki hayata birden
sarılmanın gereğini belirtirken, her iki hayatta mutlu ve bahtiyar; huzurlu ve
güvenli olmanın gerçek kıstas ve ölçüsünü ortaya koyar.
Farz namaz, aklı başında
ergen olan her müslümanm bizzat yapması lüzumlu ibadettir. O bakımdan bu ibadet
hiçbir zaman vekil tutmak suretiyle eda edilemez. Zira her müslümanm namazı
vakitlerinde kemal-i edep ve huzur ile kılmasının sayılmayacak kadar ecirleri
söz konusudur. Farz namazlarda bilerek veya bilmeyerek birtakım kusurlar
meydana gelirse, sünnet namazlarla bu gedikler kapatılmış olur. O bakımdan
vakti ve sıhhati müsait olan mü'minlerin farz namazlarla birlikte sünnet
namazları kılmaları tavsiye edilmiş ve bununla Rasulüliah'a (s.a.v.) daha çok
yaklaşma imkanının doğacağına dikkat çekilmiştir.
Böylece islam, zamanı
ve sıhhati müsait olanlara bir yandan sünnet namazları, bir yandan da nafile
namazları tavsiyede bulunur ve bununla insanın bir günlük hayatını en güzel ve
en dengeli şekilde değerlendirme yolunu gösterir. [686]
Abdullah b. Ömer
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz'den şunu öğrenip
hıfzettim: Öğle
farzından önce iki rek'at, öğle farzından sonra iki rek'at, akşam farzından
sonra iki rek'at, yatsı farzından sonra iki rek'at ve sabah farzından önce iki
rek'at ki, bu öyle bir saatte cereyan ederdi ki, ben o saatte Hz. Peygamber'in
(s.a.v.) yanına giremezdim. Hz. Hafsa (r.a.) bana şöyle haber verdi: lfFecir
doğup müezzin ezan okuyunca, Rasulüllah (s.a.v.) iki rek'at namaz
kılardı."[687].
Abdullah b. Şakik'den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Hz. Aişe (r.a.)
dan, Rasulüllah'ın (s.a.v.) namazından sordum. O şöyle dedi: "Rasulüllah (s.a.v.)
öğle farzından önce iki rek'at, öğle farzından sonra iki rek'at; akşam
farzından sonra iki rek'at, yatsı farzından sonra iki rek'at ve sabah farzından
önce iki rek'at namaz kılardı."[688].
Ebu Süfyan kızı
JJm.mil Habibe (r.a.) dan yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin
şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Kim bir gündüz ve bir gecede farz
namazlardan başka oni-ki rek'at namaz
kılarsa, onun için Cennet'te bir ev yapılır.,"
Tirmizi ise bu hadisi
şu lafızla rivayet etmiştir:
"Kim bir gün ve
gecede oniki rek'at namaz kılarsa, onun için Cennette bir ev yapılır: Dört
rek'at öğle farzından önce, iki rek'at öğle farzından sonra, iki rek'at akşam
farzından sonra, iki rek'at yatsı farzından sonra ve iki rek'at da sabah
farzından önce."
Nesai de Ümmü Habibe
hadisini Tirmizi gibi rivayet etmiş, şu farkla ki, o "iki rek'at ikindi
farzından önce" lafzını ilave etmiştir.[689]
a)Hanefîlere
göre: Sabah farzından Önce, öğle farzından sonra, akşam farzından sonra ve
yatsı farzından sonra iki rek'at nafile (müekked) namaz kılınır. Aynı zamanda
öğle farzından önce de iki rek'at kılınır.
Bu tertip, kılman
sünnet namazın kuvvet derecesine göredir. Nitekim Müslim'in rivayetinde
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu belirtilmiştir: "Sabahın
iki rek'at (sünneti) hem dünyadan,'hem de ondaki her şeyden hayırlıdır."
Aynı zamanda terkedilen hiçbir sünnet kaza edilmez, ancak sabahın iki rek'at
sünneti farzıyla birlikte terkedilirse, zevalden önce kaza etme imkanı olduğu
takdirde, farzla birlikte sünnet de kaza edilir. el-Bahr kitabında deniliyor
ki; "Kim sabahın iki rek'at sünnetini inkar ederseronun küfre gitmesinden
endişe edilir."
el-Mebsut'ta ise, bu
sünnetlerden söz edilirken önce öğle sünnetiyle başlanılmıştır.[690].
b) Şafîilere göre: Nafile namazlar iki kısımdır:
Bir kısmı cemaatle kılınması sünnet değildir, (bir kısmı ise, teravih gibi, cemaatle
kılınması sünnettir.)
Cemaatle kılınması
sünnet olmayan nafile (revatib), farz namazlarla birlikte kılınanlarıdır: Öğle
farzından önce iki rek'at, öğle farzından sonra iki rek'at, akşam ve yatsı
farzlarından sonra ikişer rek'at.. Bazısına göre, yatsı vaktinde hiçbir ratib
(sünnet) namaz yoktur. Bir kısmına göre, öğle farzından önce dört rek'at ratib
vardır. Bir kısmına göre ise, öğle farzından sonra da dört rek'at ratib vardır.
Bazısına göre, ikindi farzından önce dört rek'at ratib vardır ve bunların hepsi
sünnettir. İhtilaf ancak müekked olan revatib hakkındadır. Akşam farzından önce
hafif iki rek'at sünnet kılınır. Yahya en-Nevevi'ye göre, sahih tesbitle, bu
iki rek'at sünnettir.[691].
c)
Hanbelilere göre: Tetavvuat (sünnet ve nafile) namazlar iki kısımdır: Biri
cemaatle kılınması sünnet olanıdır: Güneş tutulma, istiska
(yağmur talep etme)
ve teravih namazları
bu cümledendir. Diğeri, münferid kılınanlarıdır ki bu da iki kısımdır:
Biri muayyen (belirli) olan sünnettir, diğeri mutlak nafiledir. Muayyen olan
sünnet birkaç, çeşittir. Onlardan biri, farzlarla birlikte kılınan revatib
(sünnet namazlar)dır. Bunlar 10 rek'attir: iki rek'at öğle farzından önce, iki
rek'at öğle farzından sonra, iki rek'at akşam farzından sonra, iki rek'at yatsı
farzından sonra ve iki rek'at de sabah farzından önce..
Ebu'l-Hattab diyor ki:
"Dört rek'at de ikindi farzından önce.." Nitekim İbn Ömer'in (r.a.)
yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İkindi
farzından önce dört rek'at (sünnet) kılana Allah rahmet eylesin."[692].
Akşam farzından önce
hafif iki rek'at ise, İmam Ahmed'in zahiri kavline göre, sadece caizdir, sünnet
değildir.[693].
d) Malikilere göre: Farzlara tabi olan nafile
namazlar iki kısma ayrılır: Biri revatib, diğeri başka olanıdır. Revatib, öğle
farzından önce vakti girdikten sonra, öğle farzından sonra, ikindi farzından
önce vakit girdikten sonra, akşam farzından sonra kılman sünnetlerdir; bunlarla
ilgili belli bir sayı yoktur. Ancak ef-dal
olanı, hakkında hadis
varid olanlarıdır ki onlar:
Öğle farzından önce dört rek'at, öğle farzından sonra dört rek'at, ikindi
farzından önce dört rek'at ve akşam farzından sonra (evvabin namazı olarak)
altı rek'attir. Bunların hükmü, hepsinin müekkeden mendup olmasıdır.
Akşam farzından önce
nafile kılmak, vakit dar olduğu için mekruhtur. Yatsı farzından önce ise,
nafile namaz kılmak hakkında bir nass varid olmamıştır.[694].
76 nolu îbn Ömer
hadisinde öğle farzından önce iki rek'at denilirken, başka sahih bir rivayette
dört rek'at denilmektedir. Bu, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin bazan iki, bazan
da dört kıldığı ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Nitekim Hz. Aişe'den (r.a!)
de bu hususta dört rek'at lafzı rivayet edilmiştir. Diğer bir ihtimal ise,
Rasulüllah'm (s.a.v.) bu sünnetin iki rek'atini camide, iki rek'atini evine
döndüğünde kıldığıdır. Bunun aksi de söz konusu olabilir: Öğle farzından önce
iki rek'ati evde, iki rek'ati de mescidde kıldığı düşünülebilir. İbn Ömer
(r.a.) O'nun sadece mescidde kıldığı iki rek'ati görmüştür. Evde kıldığı iki
rek'ate ise, Hz. Aişe (r.a.) muttali olmuştur.[695]
Akşam namazından sonra
iki rek'at sünnetten söz edilirken, Buhari "evinde" diye bir kayıt
koymuştur. Diğer bir rivayetinde ise, "akşam ve yatsı farzından sonraki
sünneti evinde kılar" şeklindedir. Bazı ilim adamları bu rivayetle
istidlal edip gece namazlarının (ki akşam ve yatsı sünnetleri buna dahildir),
evde kılınması efdaldir. Gündüz sünnetlerini ise evde değil, camide kılmak daha
iyidir. Nitekim İmam Malik ve İmam Sevri'den de bu anlamda rivayetler vardır.
74 nolu Ümmü Habibe
(r.a.) hadisi için Tirmizi "hasen ve sahih" kaydını koymuştur. îbn
Hibban da bu hususu açıklayarak hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.
îbn Mace'nin yaptığı
rivayette ise, bu konuda şu hadis nakledilmiştir:
"Kim bir günde
onik* rek'at kılarsa, Allah onun için Cen-net'te bir ev yapar: Sabah farzından
önce iki rek'at, öğle farzından önce ve sonra ikişer rek'at, (ravi diyor ki:)
Sanıyorum ki iki rek'at ikindi farzından önce, iki rek'at, sanıyorum ki akşam
namazından sonra ve iki rek'at de son işa (yatsı farzından sonra).."
Bu hadisin isnadında
Muharamed b. Süleyman el-Esbehani bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Nitekim Ebu
Hatim: "Onunla ihticac edilmez" demiştir. Nesai onun zayıf olduğunu
belirtmiştir. îbn Adiy, o çok az hadis rivayet etmiştir, diyerek pek güvenilir
olmadığına işarette bulunmuştur.[696].
Rivayetlerin tamamı,
bu on iki rek'atin müekked olduğunu göstermektedir ki hepsi de farzlara tabi
olan sünnetlerdin
Ancak Ümmü Habibe
hadisi hakkında farklı görüşler ortaya çıkmıştır: Tirmizi yatsıdan sonra iki
rek'at isbat ederken, ikindiden önce iki rek'atm sübut bulmadığını
söylemiştir. Nesai onun aksine bir tesbit ortaya koymuştur. Hz. Aişe (r.a.)
hadisi ise, yatsı farzından sonra iki rek'atin sübutunu ortaya koymakta, ikindi
farzından önce iki rek'atin sübut bulmadığını göstermektedir, Ebu Hüreyre
(r.a.) den rivayet edilen hadiste ise, ikindiden önce iki ve yatsıdan sonra iki
rek'atm ve öğle farzından önce de iki rek'atm sübutu söz konusudur. [697]
1- Sünnet
namazlar iki kısma ayrılır: Cemaatle kılınanlar ve münferiden yerine
getirilenler.
2- En
kuvvetli ve faziletli müekked sünnet, sabah farzından, önce kılınan iki rek'at
namazdır.
3- Sabah
farzından önce, öğle farzından önce ve sonra, akşam farzından sonra ve yatsı
farzından sonra kılınan iki rek'at namaz müekked sünnettir. Rasulüllah (s.a.v.)
bunları terketme-miştir.
4- Öğle
farzından önce ve sonra kılınan dört rek'at sünnetlerin ikişer rek'ati gayr-i
müekkeddir. Bunun gibi, ikindi farzından Önce ve bir de yatsı farzından önce
kılman dört rek'at namaz da gayr-ı müekkeddir.
5-
Malikilere göre, bunların hepsi müekked mendup namazlardır. [698]
Bir Önceki konuda da
değindiğimiz gibi, sünnet namazlar, farzlarda meydana gelen noksanlıkları
kapamaya yönelik bulunuyor. Aynı zamanda bunların birtakım faziletleri ve
sevaba kapı açan özellikleri söz konusudur.
Ancak sünnet namazlar,
yani farza tabi olan revatib iki kısma ayrılır: Müekked olan ve gayr-i müekked
olanlar. Birincisi, Rasulüllah ve ashabının devam edip terketmedikleri
sünnetlerdir. İkincisi, ara sıra kılıp bazan da terkettikleri sünnetlerdir.
Müekked sünnetleri bir
önceki konuda belirtmiş bulunuyor ruz. Burada ikinci kısımla ilgili olan
hadisleri ve rivayetleri nakledeceğiz. [699]
Ümmü Habibe (r.a.) dan
yapılan rivayette şöyle demiştir:
Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimizden işittim, şöyle buyurdu: "Kim öğle farzından önce dört, sonra
dört rek'at namaz kılarsa, Allah onu Cehennem ateşine haram kılar."[700].
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen, Ra-sulüllak'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
'İkindi farzından önce
dört rek'at namaz kılana Allah rahmet eylesin."[701].
Bera' b. Azib (r.a.)
den yapılan rivayete göre, Rasulülîah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim öğle
farzından Önce dört rek'at kılarsa, gecesini teheccüd ile geçirmiş gibi olur.
Kim de yatsıdan sonra dört rek'at kılarsa Kadir gecesinde kılman benzeri namaz
gibi sayılır."[702]
a)
Hanefilere göre: İkindi farzından önce dört veya iki rek'at, akşam namazından
sonra altı rek'at, yatsı farzından önce ve sonra dört rek'at namaz menduptur.
Gündüzleyin kılınan
nafile namazlarda bir selamla dört rek'attan fazla rek'at tutmak mekruh olduğu
gibi, geceleyin kılınan nafile namazlarda da bir selamla sekiz rek'atten fazla
tutmak mekruhtur. Bununla beraber gece ve gündüz her dört rek'ati bir selamla
kılmak efdaldır. İmameyne göre, geceleyin kılınan nafile namazların her iki
rek'atini tür selamla tamamlamak efdaldır.[703].
b) Şafîilere
göre: Gayr-i müekked sünnetler on iki rek'attir: Öğle farzından önce müekked
iki rek'atın dışında iki rek'at de, yine müekked sünnetin dışında farzdan
sonra; Cumadaki durumda öğle farzından önceki ve sonraki gibidir. İkindiden
önce dört rek'at, akşam farzından Önce iki rek'at. Bunu hafif tutmak sünnettir.[704]
c) Hanbelilere göre: Öğle-farzından önce dört,
sonra dört rek'at kılmak müstehabdır. (Bunların ikisi müekked sayılır) İkindi
farzından önce dört rek'at de müstehabdır. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.):
"İkindi farzından önce dört rek'at küana Allah rahmet eylesin"
buyurmuştur. Bu namazlarda her iki rek'at bir selamla birbirinden ayrı
tutulur. Akşam farzından sonra, iki rek'at müekkedin dışında dört rek'at daha
kılmak müstehabdir. Akşam namazından önce iki rek'at ise, sünnet değil sadece
caizdir[705]
d)
Malikilere göre: Öğle farzından önce dört ve sonra dört, ikindi farzından önce
dört ve akşam farzından sonra altı rek'at kılmak müekkeden menduptur. Akşam
vaktinde ise, farzdan önce naille kılmak -vaktin darlığı sebebiyle- mekruhtur.
Yatsı farzından Önce ise, nafile namaz kılmak hakkında şari'den sarih bir nass
varid olmamıştır.[706]
'86 nolu Ümmü Habibe
hadisi, Mekhul tarikiyle rivayet edilmiştir, Nesai'ye göre, Mekhul bu hadisi
Anbese b. Ebi Süfyan'dan işitmemiş tir. Münzeri de aynı görüştedir. îbn Kattan
ise bu hadisi muallel saymıştır; yani dış görünüşü ile kusursuz gibiyse de
sıhhatini zedeleyen bir kusur vardır. Tirmizi ise aynı hadisi Ebu Abdirrahman
Kasım b. Abdirrahman tarikıyla rivayet edip sahih-lemiştir. Ne var ki bu
Kasım'ın zayıf olduğunu söyleyenler vardır. Bununla beraber sıka (güvenilir)
olduğunu kabul edenler de hayli çoktur. Nitekim îbn Hibban da onun bu
rivayetini sahihle mistir. Bu sebeple müctehidlerin çoğu hadisle istidlal etmişlerdir.
87 nolu îbn Ömer
hadisini Tirmizi "hasen" diye kaydederk-1 en, îbn Hibban ve îbn
Huzayme onu sahihlemişlerdir. İsnadında Muhammed b. Mehran bulunuyorsa da, îbn
Hibban ve İbn Adiy gibi iki hadis alimi ve hafızı onun sıka (güvenilir)
olduğunu belirtmişlerdir.[707]
Bu babda Hz. Ali'nin
(r.a.) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasulülîah (s.a.v.) Efendimiz
ikindi farzından önce iki rek'atte bir selam vermek suretiyle dört rek'at namaz
kılardı. !'Taberani de el-Kebir ve el-Evsat'mda bunu kuvvetlendirir anlamda Amr
b. As (r.a.) dan şu hadisi rivayet etmiştir: "Kim ikindi farzından Önce
dört rek'at kılarsa ateş ona dokunmaz."
Hadislerin tamamı,
ikindi farzından önce dört rek'at nafile kılmanın müstehab olduğuna delalet
etmektedir.
88 nolu Bera b. Azib
hadisinin isnadında Nahid b. Şalini el-Bahili v,e Ammar bulunuyor ki, el-Iraki,
"Bunlar hakkında cerh ve ta'dile rastlayamadım, demiştir. Taberani bu
manada bir diğer hadisi Bera'dan rivayet etmiştir. Ancak onun isnadında
Muhammed b. Abdurrahman b. Ebi Leyla bulunuyor ki bu zatın hafızası zayıf kabul
edilmiştir. Nitekim Zehebi onun hakkında şu ifadeyi kullanmıştır:
"Saduktur, ancak hafızası pek iyi değildir. Sıka (güvenilir) olduğu
belirlenmiştir."[708]
Taberani de yine buna
yakın anlamda bir hadis rivayet edilmişse de isnadında Yahya b. Ukbe bulunuyor
ki bu zat sıka (gevenilir) değildir.
Sonuç olarak konumuzu
oluşturan hadis, öğle farzından önce dört rek'at namazın meşruiyetine delalet
etmektedir. Aynı zamanda yatsı farzından sonra da dört rek'at namazın
meşruiyeti söz konusudur. [709]
1- Öğle
farzından Önce, müekked sünnetin yanında iki rek'at daha kılmak ve öğle
farzından sonra yine iki rek'at müekked sünnetle birlikte iki rek'at kılmak
müstehabdır.
2- İkindi
farzından önce dört rek'at kılmak müstehabdır.
3- Akşam
farzından sonra iki rek'at müekkedle birlikte dört rek'at daha kılmak
müstehabdır.
4- Yatsı
farzından sonra iki rek'at müekked sünnetle birlikte iki rek'at daha kılmak
müstehabdır. îmam Malik'e göre, bunların hepsi müekked mendupdur. . . -
5- Şafii ve
Hanbeli'ye göre, sözü edilen dört rek'atları birer selamla ikişer rek'at
halinde kılmak müstehabdır.
6- Akşam
farzından önce iki hafif rek'at kılmak, îmam Ahmed'e göre caiz, diğer iki imama
göre müstehab, îmam Malik'e göre mekruhtur. Çünkü vakit oldukça dar sayılır. [710]
Vitr, "tek"
demektir. Yatsı farzından sonra tek rek'at üzere kılındığından ona bu isim
verilmiştir. Hanefi Mezhebine göre, va-cib; diğer üç mezhebe göre sünnettir,
îmam Ebu Hanife'den bu namaz hakkında üç rivayet tesbit edilmiştir: Farzdır,
vacibdir, sünnettir. Ancak son olarak onun "vacibdir" sözünde karar
kıldığı söylenmekte ve hüküm ona göre belirtilmektedir. [711]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Vitir
namazını kılmayan bizden değildir."[712]
H? Ali (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Vitr, diğer
farzlar ölçüsünde vücubiyet ifade etmez. O ancak Rasulüîîah (s.a.v.)
Efendimizin sünnet kıldığı bir sünnettir."[713]
Eyyub (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Vitr (namazı) haktır. Artık kim onu beş rek'at olarak kılmak isterse,
öyle yapsın. Kim de onu üç rek'at olarak kılmak isterse, öyle yapsın. Kim de
onu bir rek'at olarak kılmak isterse öyle yapsın."[714].
Ebu Dauud ise bu
hadisi naklederken şu lafızla rivayeti tes-bit etmiştir: "Vitr namazı her
müslüman üzerine haktır."
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen Vitir Namazının ilk iki rek'atini üçüncü
rek'atinden bir selamla ayırırdı ve bazan da selamdan sonra bazı hacetinden
dolayı emir de verdiği olurdu."[715].
îbn Ömer (r.a.) ile
îbn Abbas (r.a:), Rasulüllah (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu işittiklerini
söylemişlerdir. "Vitir namazı, gecenin sonuna doğru bir rek'attir."[716]
Uz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, şöyle demiştir.
''Rasulüllah (s.a.v.)
yatsı namazını bitirince fecir doğuncaya kadar (arada geçen zaman parçası
içinde) onbir rek'at namaz kılar ve her iki rek'atte bir selam verir, son bir
rek'atı de kılıp selamla bitirirdi.."[717].
a)
Hanefilere göre: Vitir namazı vacibdir. îmam Ebu Ha-nife'den bunun sünnet
olduğuna dair bir rivayet yapılmışsa da, son tesbitlere göre imam bu görüşünden
vaz geçmiştir. Zira eğer sünnet olsaydı,
gecenin sonuna geciktirilmesi caiz olmazdı, yani yatsının farzıyla birlikte
kılınması gerekirdi. Oysa vitir namazını gecenin son üçte birine kadar
geciktirmekte bir sakınca olmamakla beraber, hatta böyle yapılmasının efdal
olduğunu söyleyenler de eksik değildir.[718]
Vitir namazı bir
selamla üç rek'attir. imam Şafii bu namazın rek'at sayısında mükellefin serbest
olduğunu, dilerse bir rek'at, dilerse üç rek'at, dilerse beş, yedi, dokuz veya
onbir rek'at olarak kılabilir. îmam Zühri ise, "vitir namazı Ramazan
ayında üç rek'at, sair zamanlarda bir rek'at olarak kılınır" demiştir.
Vitir namazının vakti,
yatsı namazının vaktidir. Ancak yatsıdan önce, yani bu vaktin farzından önce
kılınması sahih olmaz. Fecir doğuncaya kadar vakti sürer.
imam Ebu Yusuf a göre,
yatsı farzından hemen sonra kılınır.[719]
b) Şafiilere
göre: Vitir rîamazı sünnettir. En azı bir, en çoğu onbir rek'attir. Onüç rek'at diyen de olmuştur. Her iki rek'atinde
bir selam verilir ve son kalan bir rak'at tek olarak kılınır.'
Vitir~namazının vakti,
yatsı namazıyla fecir doğması arasında geçen zamandır. Bu namazı gecenin en
sonuna doğru en son kılman namaz olarak bırakmak sünnettir. Ramazan ayının son
ikinci yarısında ise, vitir namazının üçüncü rek'atinde kunut duası okumak
menduptur.[720]
c)
Hanbelilere göre: Vitir namazı bir rek'attir, aynı zamanda müekked sünnettir.
Ancak bunu üç veya daha fazla rek'ata çıkarmakta bir sakınca yoktur. Nitekim
Osman b. Affan, Sa'd b. Ebi Vakkas, Zeyd b. Sabit, İbn Abbas, ibn Ömer, İbn
Zübeyr, Ebu Musa, Muaviye ve Aişe (Allah hepsinden razı olsun) bu namazı bir
rek'at olarak kılmışlardır. Buna itiraz eden de olmamıştır. İbn Ömer (r.a.): "Vitir bir rek'attir.
Bu, Rasulüllah'm (s.a.v.), Ebu Bekr'in ve Ömer'in vitridir" demiştir.
Ebu'l-Hattab ise,
"Vitrin en azı bir, en çoğu onbir, kemal mertebesinin en aşağısı ise üç
rek'attir" demiştir.[721]
d)
Malikilere göre: Vitir nıüekked menduptur (sünnettir). Onu iki rek'at şeklinde
kılmak mekruhtur veya ona iki rek'at eklemek mekruhtur. Ancak bir rek'at
eklenirse, namaz bozulmaz, iki rek'at eklenirse kılman namaz hükümsüz kalır.
Vitrin biri ihtiyari,
diğeri zaruri olmak üzere iki vakti vardır: İhtiyari vakti, yatsı farzından
sonra olan vakittir. O bakımdan kılman yatsı farzının vakit girmeden kılındığı
anlaşılırsa, o takdirde vitir namazı da iade edilir. Zaruri vakti ise, fecir
doğduktan sabah namazı tamamlanıncaya kadar olan zamandır. O bakımdan kişi
sabah namazını kılarken, vitir namazını kılmadığım hatırlarsa, sabah namazını
olduğu yerde kesip vitri kılması menduptur. İsterse kişi bu durumda imam veya
münferid olsun farketmez. Bu durumda vitir namazını özürsüz olarak zaruri
vakte kadar geciktirmek mekruhtur. Sabah namazını kıldıktan sonra vitir
namazını kılmadığım hatırlarsa, artık vitri kaza etmesi gerekmez; çünkü sünnet
namazdır, yani nafile kapsamına girer ve kazası vacip değildir.[722]. [723]
95 nolu Ebu Hüreyre
hadisini aynı zamanda îbn Ebi Şeybe de rivayet etmiştir. Ancak isnadında Halil
b. Mürre bulunuyor. Ebu Hatim ve Buhari'ye göre, bu zat zayıflar arasında
bulunuyor.
Ebu Zer'a ise onun
salih bir kişi olduğunu söylemiştir.[724]
Hadisin senedinde
zayıf bir ravinin bulunmasından dolayı müctehid imamların çoğu bu hadisi
dayanak seçmemişler ve istidlale uygun görmemişlerdir.
96 nolu Hz. Ali
hadisini ise, Tirmizi hasenlemiş ve el-Hakim de
sahihlemiştir. Bu sebeple
müctehidlerce istidlale uygun
görülmüştür.
97 nolu Ebu Eyyub
hadisini Ebu Hatim, Darekutni ve başka hadis alimleri sahihlemişlerdir. Hafız
îbn Hacer de bu tesbitin isabetli olduğunu belirtmiştir. Aynı hadisi az
değişik lafızlarla İbn Hibban, Darekutni ve el- Hakim de tahric etmişlerdir.[725]
98 nolu İbn Ömer
hadisi sahihtir. Aynı zamanda vitir namazının üç rek'atinden ikisini, son rek'atinden
selamla ayırmanın meşruiyetine delalet etmektedir.
100 nolu Hz. Aişe
hadisine gelince: Hz. Aişe (r.a.) dan bu konuda birbirinden farklı dört
rivayet yapılmıştır: "Peygamber (s.a.v.) onüç rek'at kılar ve beş rek'atle
vitri yerine getirirdi." Rasulüllah (s.a.v.) ne ramazan ayında, ne de
başka zamanlarda (geceleyin) onbir rek'atten fazla kılmazdı. Önce dört rek'at
kılardı ki onun güzelliğini ve uzunluğunu sorma. Sonra yine dört rek'at
kılardı; onunda güzelliğini ve uzunluğunu sorma. Sonra da üç rek'at
kılardı." "Rasulüllah (s.a.v.) dokuz rek'at namaz kılar ve ancak
sekizinci rek'atte teşehhüde otururdu. Sonra kalkıp dokuzuncu rek'ati kılar
selam verirdi. Sonra da yani selam verdikten sonra oturduğu halde iki rek'at
daha kılıp selam verirdi. Ve işte bu onbir rek'at eder. Sonra yaşlanınca vit-
ri dokuz rek'at olarak kılardı."
Bütün bu farklı
rivayetlerden dolayı Hz. Aişe hadisinde ızdırab olduğu söylenir. Zira
aralarında bir tercih yapmak çok zordur.
Şevkani ise, bu
rivayetlerin arasını telif etmenin mümkün olduğunu ye hepsinin de onbir
rek'atla ilgili bulunduğunu kaydetmiştir.[726]
Vitir namazı konusunda
daha birçok rivayetler vardır. Bey-haki el-Hilafiyatta: "Allah tektir,
teki sever. O halde ey Kur'an ehli siz vitir namazını kılın" hadisini; İbn
Ebi Şeybe ve Ahmed b. Hanbel: "Allah size bir namazı fazla kıldı, onu muhafaza
edin; o, vitir namazıdır" hadisini rivayet etmiştir. Bunun isnadında iki
zayıf tesbit edildiğinden istidlale uygun görülmemiştir. Hafız Bezzar:
"Şüphesiz Allah ssize bir namaz ile emretmektedir; o, vitirdir"
Beyhaki: "Şüphesiz Allah size bir namaz artırdı; o, vitirdir"
mealindeki hadisi rivayet etmişlerdir. Ancak ikinci hadisin isnadında birtakım
farklı tesbit-ler söz konusudur.
İbn Mes'jıd (r.a.) den
yapılan rivayette, şöyle dediği tesbit. edilmiştir: "Vitir her müslümana
vacibdir." Ancak bu hadisin isnadında Cabir el-Cu'fi bulunuyor ki, cumhur
bunun zayıf olduğunu belirtmiştir. Sevri ise onun sıka (güvenilir) olduğunu
söylemiştir.
Şüıphesiz bu hadisler
dikkate alınınca, bir kısmı vitrin vücuhuna, bir kısmı sünnet olduğuna delalet
etmektedir. Cumhur ise, bu namazın vacib değil, sünnet olduğuna kaildir.
Cumhura bu babda Ebu Hanife muhalefet etmiştir. Başka da ona muvafakat eden
olmamıştır.
Nitekim İbn Ömer
(r.a.) dan yapılan sahih rivayete göre, Ra-suiüllah (s.a.v.) vitir namazını
deve üzerinde bulunduğu bir sırada inmeden kılmıştır. Eğer bu namaz farz veya
vacib olsaydı, hayvan üzerinde kılınması caiz olmazdı.
Diğer yandan
"Vitir haktır,." "Vitir namazım muhafaza edin" şeklindeki rivayetler
ise, onun vücubuna delalet etmektedir. [727]
1- Ebu
Hanife'ye göre, vitir namazı üç rek'attir ve vacibdir.
2- Şafii'ye
göre, en azı bir, en
çoğu onüç rek'attir ve sünnettir.
Üç rek'at olarak kılındığı takdirde, iki rek'atin sonunda selam verilir ve
sonra kalan bir rek'at tek olarak kılınır.
3- Hanbeli
imamına göre, vitir bir rek'attir ve müekked sünnettir. Ancak isteyen üç veya
daha fazla (tek olmak kaydıyla) rek'at kılabilir.
4- İmam
Malik'e göre, Vitir bir rek'attir ve müekked sünnettir. Biri ihtiyari, diğeri
iztirari olmak üzere iki vakti vardır. [728]
Teravih,
"terviha"nm çoğuludur. Aslı masdar olup "rahata
kavuşturma", "rahatlatma" gibi manalara gelir.
Her iki veya her dört
rek'at sonunda kısa bir süre dinlenme; faslına geçildiği veya yemekten sonra
sindirim sistemini rahata kavuşturduğu veya iftardan sonra mü'minlerle toplu
halde yapılan ibadetle ruha huzur ve neşe bahşettiği için ona bu isim verilmiştir.
Teravih namazıyla
ilgili hayli rivayetler vardır... îlim adamlarının, müctehid imamların bu
konuda tesbit ve istidlalleri az farklıdır. [729]
Ebu Hüreyre (r.a.) dan
yapılan rivayette, şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz, ramazanda gece ibadetini tergib ve teşvik ederken onun
mutlaka yerine getirilmesini (azimet düzeyinde) emretmedi. Rasulüllah (s.a.v.)
şöyle buyurdu: "Kim inanarak» sevabını yalnız Allah'tan bekleyerek
ramazan geceleri kalkıp ibadet ederse, geçmiş günahları bağışlanır." (Kul
ve millet hakkı müstesna)[730]
Abdurrahman b. Avf
(r.a.) den yapılan sahih rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle
buyurmuştur: "Şüphesiz ki Cerfab-ı Hak ramazan orucunu farz kıldı; ben de
ramazan geceleri namaz kılıp ibadet etmeyi sünnet kıldım. Artık kim ramazan
orucunu tutar ve inanarak, karşılığını yalnız Allah'tan bekleyerek kalkıp
ibadet ederse, anasından doğduğu gündeki gibi günahlarından çıkmış olur."[731]
Ciibeyr b. Nüfeyr'den,
o da Ebu Zer (r.a.) den rivayet ediyor. Ebu Zer (r.a.) diyor ki:
"Rasulüllah (s.a.v.) efendimizle birlikte oruç tuttuk ve ramazandan yedi
gün geçtikten sonra bizimle beraber gece ibadetine (teraviha) başladı, gecenin
üçte biri geçinceye kadar buna devam etti. Üçüncü gün bizimle birlikte bu
ibadete kalkmadı, beşinci günü kalktı ve gecenin yarısı geçinceye kadar devam
etti. Bunun üzerine biz O'na: 'Ya Rasulallah! Bu gecemizden kalan kısmı da
nafile namazla geçirsek ya?" dedik. Buyurdu ki: "Kim imamla birlikte
kalkar da imam bitirip ayrılıncaya kadar namaza devam ederse, ona bütün bir
geceyi ibadetle geçirmişcesine sevap yazılır. "Bundan sonra Rasulülîah
(s.a.v.) ramazandan üç gün kalıncaya kadar bizimle birlikte gece namazı
(teraviha) gelmedi. Üçüncü günü gelip bizimle o namazı kılarken ehlini ve
eşlerini de çağırdı ve bizimle namaz kılmaya başladı ve o kadar devam etti ki,
sahuru kaçıracağımızdan endişe ettik."[732].
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:
Peygamber (s.a.v.)
efendimiz Mescid'de namaz kıldı; müslümanlar da Onun kıldığı namazı kıldı ve
insanlar iyice (rağbet edip) çoğaldı. Sonra üçüncü gece veya dördüncü gece
insanlar namaz için gelip toplandılarsa da Rasulüllah (s.a.v.) onların yanma
çıkmadı. Sabah olunca da şöyle buyurdu: "Sizin ne yapıp işlediğinizi
gördüm; beni sizin yanınıza çıkmaktan alıkoyan tek şey, bu namazın size farz
kılınır endişesi idi. "Bu olay ramazanda cereyan etti. "[733].
Abdurrahman b.
Abdi'l-Kaarı den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Ramazanda Ömer
b. Hattab ile birlikte mescide doğru çıktık. İnsanlar dağınık bir şekilde ayrı
ayrı namaz kılıyor; adam namaz kılarken bir grup onun kıldığı gibi kılıyordu.
Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) şöyle dedi: "Bunları bir tek kari1 (güzel
kur'an okuyan bir zat)ın arkasında toplamayı, (yani cemaat halinde bu namazı
kılmalarını) uygun görüyorum" Sonra Ömer (r.a.) buna azmederek
müslümanları Ubeyjb. Ka'b'ın imamlığı altında topladı. Bir gece sonra Ömer'le
birlikte mescide çıktığımızda, insanların hepsinin bir tek kari1 (kur'an okuyan
imamın) arkasında ona uyup namaz kılmakta olduklarını gördük. Bunun üzerine
Hz. Ömer (r.a.): "Bu ne güzel bid'attır! Bu namazı gecenin sonuna doğru
geciktirmek üzere uyuyanlar, gecenin evvelinde kılanlardan daha üstündürler,
yani faziletleri daha büyüktür.".[734]
a) Hanefilere
göre: Teravih namazı, erkek ve kadınlara müekked sünnettir. Bunda ashabın
icma'ı vardır. Onlardan sonra gelen ilim adamlarından hiç biri bunu red ve
inkar etmemiştir. O bakımdan teravih namazını inkar eden kimse günahkar ve
yoldan sapmış sayılır, aynı zamanda şehadeti makbul tutulmaz.
Teravih namazı,
ramazanın her gecesinde bütün bir ay yatsı namazından sonra kılınır; gecenin
sonuna kadar vakti devam eder. Vitir namazından önce de, sonra da kılınmasında
bir sakınca yoktur. Ancak ilim adamlarının ileri gelenleri, bunun vitirden önce
kılınmasını daha uygun görmüşlerdir.
Yirmi rek'at olarak
cemaatle kılınması sünnettir. Ancak bu sünnet kifayet üzere sayıldığından,
cemaatten bir kısmının kalmasıyla diğerlerinden cemaatle kılma sünneti sakıt
olur. Her iki rek'atte bir selam verilebileceği gibi, her dört veya her sekiz
rek'atte de bir selam verilebilir. Ancak iki veya dört rek'atte bir selam
vermek efdaldır. Her dört rek'atin sonunda bir süre oturmak müstehabdır.
Ayrıca teravih namazım
hatimle kılmanın da sünnet olduğu söylenir. Ayakta kılmak mümkün olduğu
takdirde oturarak kılmak mekruhtur.[735]
Teravih namazından
sonra ramazana mahsus olmak üzere Vitir Namazı da cemaatle kılınır. Bunda icma'
vardır.
b) Şafiilere
göre: Teravih namazı, erkek ve kadınlara müekked sünnettir. Cemaatle kılınması
da sünnettir. Ancak bu namazın cemaatle kılınması sünnet-i ayndır, yani her
kişinin cemaate katılması sünnettir. Bir kısmının katılmasıyla bu sünnet
katılmayanlardan sakıt olmaz. O bakımdan evinde teravih kılmak isteyen kimsenin,
ev halkıyla cemaat halinde kılması sünnettir. Yalnız başına kıldığı takdirde
namazı sahih kabul edilir, ama cemaat sevabını kaçırmış olur.
Teravih namazı yirmi
rek'at olarak kılınır^ her iki rek'atte bir selam verilir. Hepsini bir tek
selam ile kılmak caiz ve sahih değildir..[736]
Ömer b. Abdilaziz
zamanında Teravih namazı otuz altı rek'ate çıkarılmıştır. Bunun sebebi
müslümanlarm Mescid-i Har-am'da bu namazı kılarken her dört rek'atin sonunda
Kabe'yi bir defa tavaf etmeleridir; yani tavaf dolayısıyla uzayan teravih vaktine
beraberlik sağlamaktır. .
Vakti ise, yatsı
namazından sonra başlar, fecir doğuncaya kadar devam eder. Vitir namazından
önce kılınması efdaldır.
Teravih namazının
cemaate bıkkınlık vermediği takdirde hatimle kılınması sünnettir. Şu şartla
ki, imam kıraati çok acele okumayacak, harflerin mahreçlerini birbirine
karıştırmayacak, Allah kelamını anlaşılır bir tarz ve sadelikle okuyacak.[737].
c)
Hanbelilere göre: Teravih namazı müekked sünnettir. Tamamı yirmi rek'attir.
Cemaatle kılınması efdaldır. Cemaate ağır
gelmeyecek, meşakkat doğurmayacak
hususu dikkate alınarak kıraati
uzatmamak efdaldır. Teravihten sonra vitir namazının da cemaatle kılınması
müstehabdır.[738]. Diğer bir tes-bite
göre, teravih namazım cemaatle kılmak sünnet-i ayndır, yani her kişinin bizzat
cemaate katılmasıyla cemaat sevabına erişmesi mümkündür. Bir kısmının
katılmasıyla diğerlerinden bu sünnet sakıt olmaz.[739]
d)
Malikilere göre: Teravih namazı, namaz kılma durumunda olan her erkek ve
kadına te'kiden menduptur. Aynı zamanda cemaatle kılınması da menduptur.
Ayrıca bu namazı
yatsının farzından sonra, vitir, namazından önce kılmak sünnettir. Vitirden
sonra kılmak ise, mekruhtur.
Tamamı 36 rek'at
olmakla beraber yirmi rek'at olarak da kılmakta bir sakınca yoktur. Her iki
rek'atin sonunda oturmak suretiyle yirmi rek'atin sonunda selam vermek
kerahetle sahihtir. Ramazan süresince teravih namazını hatimle kılmak
menduptur. Ancak imam hafız değilse, hatimle kılmamakta bir sakınca yoktur..[740]
109 nolu Ebu Hüreyre
hadisi sahihtir ve istidlale engel bir durum yoktur. [741]
İbadetin en güzeli ve
en makbulü, şartlarına uygun kalp yatışkanhğıyla eda edilen farzlardan sonra,
gecenin sükûnetinde her türlü gösterişten, art niyetten uzak olarak kılman
namaz, yapılan zikir, dua ve teşbihtir.
O bakımdan başta
Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz ve ashab-ı kiram olmak üzere bu ümmetin
salihleri, velileri, kamil ilim adamları gece ibadetine ayrı bir ilgi duymuşlar
ve başka bir özen göstermişlerdir.
İslam fıkhında bu
namaza "teheccüd" denilmiştir. Bunun manası, uyumayıp kalkmak
demektir. Bu manayla, gece bir süre uyuduktan sonra kalkıp namaz kılmaya, zikir
ve duada bulunmaya bu isim verilmiştir. [742]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v.) efendimizden trFarz namazdan sonra
hangi namaz daha üstündür ve fazileti muciptir?" diye soruldu. Efendimiz
şöyle cevap verdi: "Gecenin içinde kılınan namaz." Ö'na yine:
'Ttamazan'dan sonra hangi oruç daha üstündür?" diye soruldu. Buyurdu ki:
"Allah'ın ayı Muharrem orucu"[743]
Amr b.Absete (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen, Ra-sulüllah (s.a.v.) efendimizin şöyle
buyurduğunu işitmiştir: "Kulun rabbısma en yakın olduğu anlar, gecenin
sonuna doğru (kalkıp namaz kıldığı, zikrettiği) zamandır. Artık sen o saatte
Allah'ı zikredenlerden olmaya güç getirebiliyorsan, öyle ol!.."[744].
.Abdullah b. Amr
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle
buyurmuştur:
"Oruçların Allah
yanında en çok sevileni, Davud'un orucudur. Yine Allah yanında namazın en çok
sevileni, Davud'un namazıdır. Davud (a. s.) gece yarısı uyur ve (kalan kısmın)
üçte birinde kalkardı. Altıda birinde uyurdu. Ve O, bir gün oruç tutar, bir gün
iftar ederdi."[745]
Övülen ve misal
verilen Davud'un (a.s.) namaz ve orucu, nafile kapsamına girenidir.
Hz. Aişe (r.a.) dan
soruldu:
Rasulüllah (s.a.v.)
efendimizin geceleyin (namaz kılarken) kıraati nasıldı?
Cevap verdi:
"Bazan gizli
okur, ba/an da aşikar okurdu."[746].
a)
Hanefilere göre: Gece kalkıp namaz kılmak, ibadet etmek menduptur. ilim
adamlarından bir cemaate ve usÛlcülerm ileri gelenlerine göre, bu namaz
Rasulüllah'a (s.a.v.) farz idi. Diğer bir gruba göre, Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz hakkında da tetavvu1 idi. Onun için tetavvu' olan bir namaz, ümmeti
için sünnet kabul edilir.
Özellikle gece
namazını, gecenin son bölümüne geciktirmek sünnettir ve daha faziletlidir.
Gece namazının sekiz
rek'at olması tavsiye edilmişse de, bunun azının iki, çoğunun sekiz veya yedi,
dokuz, onbirdir. Hatta onüç olduğunu söyleyenler de vardır. Tabii tek
rakamlarda vitir namazı da buna dahildir.
Şüphesiz teheccüd
namazı Allah'a yakınlık sağlar ve günahların temizlenmesine vesile olur.[747]
Fetava-yi Hindiyye'de
de teheccüd namazından sözedilirken şu kısa bilgi verilmiştir:
"Nafilelerden biri de "gece namazı"dır. Rasulüllah (s.a.v.)
efendimizin teheccüdünün tavanı sekiz, tabanı iki rek'at idi."[748].
b) Şafülere
göre de teheccüd namazı nafiledir. Bunu itiyad haline getiren kimsenin
terketmesi mekruhtur. Ancak zaruri haller müstesna.. Nitekim Buhari ve
Müslim'in yaptıkları rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Abdullah b. Amr b. As a
(r.a.) şöyle buyurmuştur; "Sen artık falan kimse gibi olma! O, gece
kalkıp namaz kılardı, sonra onu bırakıverdi."
Gece namazında kıraat,
gizli ile aşikar arasında bir tonda olmalıdır. Ancak teravih namazı müstesna,
o aşikar okunur. Bütün geceyi ibadetle geçirmek, sağlığa zararlı olacağından
mekruh sayılmıştır. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) bu hususta Abdullah b. Amr'i
uyardığı söz konusudur. Aynı zamanda geceler arasında yalnız cuma gecesini
namaz ve ibadete tahsis etmek de mekruhtur. Nitekim Müslim'in yaptığı rivayete
göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cuma gecesini, geceler
arasında seçip namaz ve ibadete tahsis etmeyin!"[749].
c)
Hanbelilere göre: Teheccüd'ün efdalı, gecenin son bölümünde olanıdır. Nitekim
Rasulüllah "m (s.a.v.) Amr b. Anbese'ye bu hususta tavsiyeleri olmuştur.
Aynı zamanda gecenin
son üçte biri kalınca Cenab-ı Rabbi'I-Alertıin'in rahmet ve gufranıyla dünya
semasına tecelli etmesi ve kullarına seslenmesiyîe ilgili hadis, bu namazın
gecenin son bölümünde kılınmasının daha faziletli olduğuna delalet etmektedir.
. Gece namazına
kalkıldığında ağzı misvaklamak sünnettir. Aynı zamanda" teheccüde iki
hafif rek'atle başlamak da müstehabdu*.[750].
Ayrıca bu namaz, vitir
dahil onbir veya onüç rek'ate kadar kıhnabilir. Nitekim İbn Abbas'ın (r.a.)
Kasulüîlah'm onüç rek'at, Hz. Aişe'nin (r.a.) da onbir rek'at kıldığım söylediklerine
dair sahih rivayet varid olmuştur.
. .
Teheccüd namazını
itiyad haline getiren kimsenin, onu kaçırdığı takdirde bu mezhebe göre, onu
sabah namazından sonra öğle namazına kadar olan süre içinde kaza etmesi
müstehabdır,[751].
d) Malikilere
göre de, teheccüd namazı menduptur ve ikişer rek'at halinde kılınması
sünnettir.[752]
Bu konuda îbn
Adiy'yin, Taberani'nin ve Beyhaki'nin Bilal'dan yaptıkları, "Size gereken
gece kalkıp (teheccüd) namazı kılmaktır. Çünkü bu sizden önceki salihlerin yol
ve adetidir" mealindeki rivayetin isnadında el-Leys'in katibi Abdullah b.
Salih bulunuyor ki, bu zat hakkında farklı tesbitler söz konusudur. Zehebi bu
isim üzerinde durmamıştır.
İbn Mace'nin Cabir
(r.a.) den rivayet ettiği: "Kimin gece namazı çok olursa, gündüzleyin yüzü
güzel olur" mea-lihdeki hadisin isnadında şüphe vardır. el-Iraki bunun
mevzu' hadise benzerliğine dikkat çekmiştir.[753].
120. nolu Ebu Hüreyre:
hadisi sahihtir ve istidlale, salih görülmüştür. ,. .
121 nolü Amr b. Anbese
hadisinin isnadındaki ricalin hepsi sahihtir. Bunu kuvvetlendirir mahiyette
Kütüb-i Sitte'de geçen Ebu Hüreyrö (r.a.) hadisidir. Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz: "Cenab-ı Hak her gece, gecenin üçte biri geçince (rahmet ve
guf- ranıyla) dünya semasına iner ve şöyle buyurur: Gerçek melik benim. Artık
kim bana dua edip istekte bulunursa onu karşılarım, kim benden bir istekte
bulunursa veririm; kim istiğfarda bulunursa, onu bağışlarım. İşte bu hal fecir
doğuncaya kadar sürer*'buyurmuştur.
Buna yakın birkaç
hadis daha rivayet edilmişse de yapılan ciddi araştırmalarla münker veya zayıf
oldukları tesbit edilmiştir,
122 nolu Abdullah b.
Amr hadisi de sahihtir ve istidlale salih görülmüştür. Böylece gecenin üçte
ikisi geçtikten sonra teheccüd namazına kalkmanın ve bir gün oruç tutup bir
gün iftar etmenin Allah yanında sevilen b'ir ibadet olduğuna açık delalet
vardır.
123 nolu Hz. Aişe
hadisinin ricalinin hepsi sahihtir.. Bu bab-da: konuyu kuvvetlendirir anlamda
şu rivayet de vardır: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, Ebu Bekir'e:
"Sana uğradım, okuyordun, ama sesini çok alçaltıp hafif tutuyordun?"
buyuranca, o, "Münacaatta bulunduğum zat beni duymaktadır" diye cevap
verdi. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v) ona: "Sesini biraz yükselt"
buyurdu. Sonra Ömer'e dedi ki: "Sana uğradım, (namazda) okuyordun ve
sesini yükseltiyordun?" Bunun üzerine Ömer: "Ben uyuyanları
uyandırıyorum, şeytanı da kovup uzaklaştırıyorum" diye cevap verdi.
Resulüllah (s.a.v) ona: "Sesini biraz alçalt!" buyurdu.
Nitekim Ebu Davud'un
îbn Abbas (r.a) dan yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: "
Resulüliah'm (s.a.v) kıraati, odasında ve evinde bulunanlara duyuracak bir
tonda idi."
Buna yakın anlamda Ebu
Davud'un yaptığı rivayette, Ebu Hüreyre (r.a) diyor ki: "Resulüliah'm
(s.a.v) geceleyin kıraatine gelince: Bazan sesini yükseltir, bazan da
alçaltırdı."
Şüphesiz bütün bu
rivayetler geceleyin kılman namazla ilgilidir. Gündüz namazına gelince, ister
farz, ister nafile olsun, cemaatle kıhnmadığı takdirde çevresindekilerin
işitmeyeceği dikkate alınarak bir kıraat yapılır; daha doğrusu sadece kendisi
işitecek kadar hafif okur. Nitekim Resulüllah (a.s) ashabına uğradığında namaz
kıldıklarım ve kıraatte birbirlerine duyuracak kadar seslerini yükselttiklerini
görünce onlara şöyle tavsiyede bulundu: "Şüphesiz namaz kılan kimse,
ancak aziz ve celil olan Rabbına münacaatta bulunuyor. O bakımdan kime
münacaatta bulunduğuna dikkat etsin ve Kuran okurken birbirinize duyuracak
şekilde sesinizi yükseltmeyin."
Bu hadisi Ahmed b.
Hanbel rivayet etmiş ve el-Irakî de bunun isnadının sahih olduğunu
belirtmiştir.
Gece namazına
kalkıldığında Önce hafif sayılacak şekilde iki rek'at namaz kılmak, sonra da
kıyamı uzun tutmak suretiyle ikişer rek'at halinde kılmak müstehabdır.
Nitekim Hz, fyşe'den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Resulüllah {s.a.v) Efendimiz
gece namazına kalkınca, önce hafif iki rek'at ile başlardı."[754]
Ebu Hüreyre (r.a) ise,
şöyle demiştir: Resulüllah (s.a.v) Efen-dimiz'den duydum buyurdu ki:
"Sizden biriniz geceleyin kalkınca, namazına önce hafif iki rek'atle
başlasın."[755]
Bu iki hadis de
sahihtir ve gece namazına önce hafif iki rek'at kılmak suretiyle başlamanın
meşruiyetine delalet etmektedir.
Şüphesiz böyle
yapmanın birtakım faydaları söz konusudur:
a- Önce
bedene az bir hareket sağlamayı ve ondan sonra ayakta daha fazla durmaya
yönelmeyi amaçlar.
b- Daha iyi
toparlanmaya, ilahi huzurda daha çok saygı ve tazimle durmaya yardımcı olur. [756]
1- Gecenin
bir bölümü geçtikten sonra uykudan kalkıp te-heccüd namazı kılmak sünnet veya
müstehapdır.
2- Bu namaz
Resulüllah (s.a.v) Efendimiz hakkında vacib idi.
3- Gece
namazının en azı, iki, en çoğu sekiz rek'attır.
4- Vitir
namazıyla birlikte bu onbir rek'at eder.
5- Gece
namazına önce hafif sayılır anlamda iki rek'atle başlamak, sonra diğer
rek'atlerde kıyam ve kıraati uzatmak sünnet veya müstehapdır.
6- Gece
namazına daha çok gecenin üçte ikisi geçtikten sonra kalkmak müstehapdır.
7- Gece
namazım itiyad haline getiren kimsenin onu bir mazeret yokken terketmesi,
İŞafiîlere göre mekruhtur.
8- Gece
namazında, çevreyi rahatsız etmemek şartıyla sesi biraz yükseltmekte bir
sakınca yoktur. Bazan az yüksek sesle, bazan da hafif alçak sesle kıraatte
bulunmak suretiyle kılmak daha uygundur. Öyle ki, sesi, ortam ve şartları
dikkate alarak ayarlamak müstehabdır.
9- Gece
namazı kalbi yuflcalaştırıp irfanı artırır. Yüzde ilahi letafetin tecellisine
sebep ahır.
10- Rahmet
meleklerinin daha çok yaklaşmasını, şeytanın uzaklaşmasını sağlar. [757]
[1] Buhari/vudu'29, salat: 46, ısti'zaru 18-Ebû
Dâvud/taharet; 46, 56, salât;
144.-Nesâî/tahareti 55, 70, 88,
91-İbn Mâce/taharet: 44-Ahmed 1/78. 2/164, 193,201, 228, 409.
[2] Sahih-i Müsliia/mesacidt 15
[3] Müsned-i Ahmed Müslim- Ebû Dâvud: Enes (R.A.)'den.
[4] Şerhu Fethi’l-kadir:1/190,191
[5] Es-Siraü’l-vahhac ala metni’l-Minhac: 39-Fethüvahhab
bi-Şerhi Menheci’t Tullab:1/35, 36
[6] el-Muğni istikbal-i kıble,, 1/431, 432
[7] elMüdevvenetü'l-kübrâ/kıble: 1/92, 93.
[8] Tirmizî-Müsned-i
Ahmed-Tâberânî, Amir b.
Rebi'a (R-A.rdan
[9] Neylü'l-evtar:186
[10] Mîzanü'l-i'tidals 3/556-7571 nolu Muhammed b. Salim.
635-7905 nolu muhammed b. Abdullah
[11] Neylü'l-evtarı 2/186
[12] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/260-266.
[13] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/266.
[14] Tirmizî/salât: 139-Nesâî/Siyajmn: 43- îbn Mâce/iKâmet;
56. Taberaî/kıble;8.
[15] Buharî-Müslim.
[16] Fazla
bilgi için bak: Bedayi'us-Sanayi' Fi-Tertâbi'ş-Şerayii 1/118
119-
[17] el-Ümm: 1/93.
[18] el-Siracü'I-vahhac: 1/40
[19] Geniş bilgi içîn bak:, el-Muğnî: 1/440, 444.
[20] el-Fikhu alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/197'den özetlenerek
[21] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/267-270.
[22] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/270.
[23] Ebu Dâvud/taharet: 31, salât: 73. Tirmizi/taharet, 3,
mevakıyt; 62- ibn Mâce/taharetî 32, Dâremî/vudu'; 22, Ahmed; 1/123, 129
[24] Buharı/ezam 18. edeb: 27, ahâd 1. Dâremî/salât; 42. Ahmed; 5/53,
[25] Haşiyetü'l-Tahtâvî: 118, 119,
[26] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertıbi'ş-Şerayi's 1/130
[27] es-Siracü'1-vahhac: 41, 42
[28]Birincisi hadisi Ebu Davud, ikincisi Buhari ile müslim
rivayet etmiştir: Üçücü hadisi İbn Kudame nakletmiştir
[29] el-Muşnî/tekbîn 1/460, 481'den özetlenerek
[30] el-Müdevvenetü'1-kübrâ/ihrâms 1/62
[31] Neylü'l-evtan 2/192'den özetlenerek
[32] Mîzanü'l-i'tidal: 4H86-1O729 nolu Ebû Yahya
[33] Neylü'l-evtan 2/195
[34] Nasburraye li-Ahadisi'1-Hidâye: 1/303
[35] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/270-275
[36] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/275.
[37] Ebü Dâvud/salât: 93.
[38] Müsned-i Ahmeds Ebu Musa (RA.) 'den.
[39] Tirmizî.
[40] Müslim/salât: 127. Ebû Dâvud/salâts 93.
Tirmizî/ikamet; 50. Ahmed; 4/270, 276, 277.
[41] Buharı/ezan: 71. Müslim/salak 127, 128. Ebû Davud/salat^ 93. Tirraizı/me-vakiyt: 53. İbn Mâce/ikameti
50. Ahmed; 4/271, 272, 277.
[42] Buharı/ezan: 74. Müslim/salât: 124. Ebû Dâvud/salât 93. Dâremî/salat; 48, 49. İbn Mâce/ikameti 50. Ahmed: 2/234,
319, 505-3/177, 254, 274, 279, 291-5/262.
[43] Ahmedi 2/234, 319, 505.
[44] Neylü'l-evtar: 2/196.
[45] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/275-279.
[46] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/279.
[47] Buhari/salat:
3, 16. Müsîim/salatj 119. Ebû Davud/saîât; 115, 117,
136, 138, 140. Tirmîzî/salatt 63, 76. Nesâî/iftitah: 6, 11» 3S, 37.
[48] Müsned-i Ahmed. Ebû Dâvud.
[49] Buharî — Müslim;, İbn Ömer (R.A.)'dan.
[50] Buharî — ı Nesâî — Ebû Dâvud: Nâfi'dan.
[51] Müsned-i Ahmed — Ebû Dâvud- Tirmizîs Ali b.Ebı Tâlib
(R.A) den
[52] Buharî — Müslim: Ebû Kalâbe'den.
[53] Müsned-i Ahmed — Sahîh-i Muslı
[54] Buharî— Müslim —Xirmizî— Ebu
[55] Haşiyetü't-Tahtâvî alâ Meraki'î-feîâh: 139.
[56] el-Ümm/ref ü'l-yedeyn fi't-tekbîr: ı/iO2, 104.
[57] el-Muğnî/yerfeu yedeyh-. 1/469, 470'ten özetlenerek.
[58] el-Fıkhu Alâ'I-Mezahibi'l-Arbaa: 1/250.
[59] Fazla bilgi için bak; Şerhu Maani'l-Asâr: 1/195-197.
[60] Nasburraye: 1/309, 310.
[61] Neylü'l-evtan 2/198.
[62] Neylü'l-evtars 2/200.
[63] Fazla bilgi için bak: el-Ümmi 1/103-105.
[64] Neylü'l-evtar: 2/207.
[65] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/279-286.
[66] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/286.
[67] Müsned-i Ahmed — Sahîh-i Müslim* Vâil b. Hücür (R.A.)'den.
[68] Müsned-i Ahme d — Sahîh-i Buharî- Ebû Hâzim (R.A.)'den
[69] Ebû Dâvud- Nesâi- îbn Mâce: İfan Mesûd (RA.)'den
[70] Müsned-i Ahmed- Ebû Dâvud; Ali (RJU'den.
[71] Hâşiyetü't-Tahtâvî ala Meraki'l-felâh: 140.
[72] el-Fıkhu aîâ'l-Mezahibi'l-arbaa: 1/251.
[73] el-Fıkhu alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa, 1/251.
[74] el-Muğni/vaz'u yedi'l-yümnâs 1/472.
[75] el-Muğnl/vaz'u yedi'l-yümnâ: 1/473.
[76] el-Muğnî meseletün fi vazi'l,yed: 1/472
[77] el-Fıkhu AIâ'1-Mezahibi'I-Arbaa/Vaz'u'I-yed: 1/251.
[78] Neylü'l-evtarj 2/208.
[79] Neylü'l-evtar!2/211.
[80] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/287-292.
[81] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/292.
[82] Müsned-i Ahmed
[83] Müsned-i Ahmed, Müslim, Nesaî
[84] Buharı, Ebû Dâvud, Nesâî
[85] Nesâî- Ebû Dâvud- Müsned-i Ahmed.
[86] Şerhu Fethilkadîr/kerahat: 1/291
[87] Fetâvâ-yi Hindiyye/adabü's-salât: 1/72
[88] Fethülvahhab bi-Şerhi Menbeci't-TuIIâb: 1/47.
[89] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa/iltifat: 1/274.
[90] el-Fıkhu Alâ'I-Mezalübi'l-Arbaa: ı/274.
[91] el-Fıkhu AIâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/274.
[92] el-Fıkîıu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaaj 1/274.
[93] îbn Mâce — Neylü'l-evtan 2/212
[94] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/292-296.
[95] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/296.
[96] Miisned-i Ahmed— Müslim— Tirmizî
[97] Ebû Dâvud— Dârekutnî
[98] Bedayi'us'-Sanayi1 Fi-Tertibi'ş-Şerayi,/ Sünen-ı salât:
1/202
[99] Bedayi'u's'-Sanayi, Fi-Tertibi'ş-Şerayi,/Sünen-i
salâtj i/202
[100] Bedayi'u's-Sanayi, Fi-Tertibi'ş-Serayi: 1/208
[101] es-SıracüIvahhac Alâ Metni'l-Minhac: 43
[102] es-Sıracülvahhac Alâ Metni'l-Minhac: 45
[103] es-Sıracülvahhac Alâ Metni'l-Minhac: 46
[104] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/296-303.
[105] es-Siracü’l-vahhac ala metni’l-minhac: 44.
[106] eî-Fikhu aîâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/250
[107] el-Fıkhu alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa! 1/250
[108] el-Muğnî 489, 490'dan Özetlenerek
[109] Mîzanü'l-i'tidal: 2/340-4003 nolu Talha b. Amir
[110] Fazla bilgi için bak: Mîzanü'l-itadal: 2/128-3148 nolu
Saîd
[111] Mizanü'l-i'tidab 1/248- 945 nolu İsmail
[112] Neyü’l-evtar
[113] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/334-338.
[114] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/338.
[115] Ebû Dâvud - Tirmizî/mevakıyt; 110
[116] Ebû Dâvud/salâtı 135. Nesâl/iftİtah; 32. Ahmed 4/353,
356.
[117] Bedayi'u's-Sar.ayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi,: 1/112.
[118] Bedayi'u's-Sanayf
fi-Tertibi'ş-Şerayi,:
1/112'den özetlenerek
[119] İbn Abidînt 1/506
[120] Eedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi\ 1/113
[121] es-Siracü'I-vahhac Alâ Metni'I-Minhac: 44.
[122] el-Muğnî /kıraat-. 1/492.
[123] el-Muğnî/luraat: 1/492.
[124] el-Fıkhu Alâ'l-Mezalıibi'l-Arbaa: 1/230
[125] el-Fikhu Alâ'I-Mezahibi'l-Arba-. 1/230.
[126] Neylü'l-evtar: 2/251.
[127] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/338-343.
[128] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/343.
[129] Buharî/ezan: 107. Müslim/salât; 170, 171. Ebû
Dâvud/salat; 127, 135 Ahmedj 1/257. 5/86, 88, 101, 103, 106, 108, 111-6/395.
[130] Buharî/ezanj 103. Müslim/salât: 159. Nesâî/iftitah;
74. Ahmed; 1/175.
[131] Müsned-i Ahmed- Müslim
[132] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/77'den özetlenerek
[133] e.s-Siracü'1-vahhnc Alâ Metnf 1-Minhac: 14, 45
[134] el-Muğrî;
1/393, 394
[135] eI-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa: 1/254
[136] el-Fikhu A!â'l-Mezahibi'I-Arbaa; 1/258.
[137] Şerhu Maani'L-Asar: 1/205, 206
[138] Şerhu Maani'l-Asâr:, 1/206.
[139] Şerhu Maani'l-As&r: 1/206
[140] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/343-350.
[141] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/350.
[142] Buharî/ezan: 106. Tirmizî/sevabü'l-Kur'an: ıı
[143] Müslim/müsafırîîi! 203. Ahmed: 5/384, 397
[144] Ebû Dâvud/salât:, 130, 132, 212
[145] Müslim/müsafirîn: 98, 99, 1UO. Ahmed: 2/35 -6/184, 225
[146] Fetâvâ-yi Hindiyye, 1/78
[147] Fet&vâ-yı Hindiyyes 1/78.
[148] Fetâvâ-yı Hindiyyeı: 1/78.
[149] e1-Ümm/babü'l-kıraat: 1/109
[150] el-Muğnî/Kıraat: 1/494.
[151] el-Muğnî/Kıraat: 1/495.
[152] el-Muğnî/Kıraat: 1/495.
[153] Fazla bilgi için bak: el-Müdevvenetü'l-kübrâs 1/64-88.
el-Fıkhu Alâ'l-Mezahi-bi'1-Arbaa; 1/254
[154] Neylü'I-evtar; a/255.
[155] Neyîü'l-evtar: 2/256
[156] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/350-356.
[157] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/356-357.
[158] Müsned-i Ahmed - Ebû Dâvud- Müslim
[159] Buharî- Müslim- İbn Mâce- Ebû Dâvud- Nesâî.
[160] Buharı- Müslim İbn Mâce- Ebû Dâvud- Nesâî -Tirmizî
[161] Nesâî.. Hz. Aişe (R.A.) 'dan.
[162] İbn Mâce= İbn Ömer (R.A.) 'dan.
[163] Buharî- Müslim: Câbir (R.A.)'den.
[164] Müsned-i Ahmed - Nesâi; Sülayman b. Yesar'dan
[165] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/77
[166] Geniş bilgi için bak: Haşİyetü't-Tahtâvî: 143
[167] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb: 1/41
[168] el-Mugnî/Iuraat: 1/491 492
[169] Fazla bilgi için bakt el-Muvatta, 1/99,100
[170] Şerhu Maânfl-Asâr: 1/213
[171] Şerhu Maânfl-Asâr: 1/214
[172] Ilıkâm'I-Ahkâm
Şerhu Umdeti'I-Ahkâm —
Buhan- Müslim Nesaı-İbnMâce- Ebû Dâvud.
[173] İhkâmü'l-Ahkâm: 2/15'den özetlenerek
[174] Neylü'l-evtarı 2/260.
[175] Mîzanü'l-i'tidâl: 2/143- 3205 nolu Saîd b Sımak
[176] Neylü'l-evtar: 2/262
[177] Bülüğü'1-merâ.m: 1/132
[178] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/357-365.
[179] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/365.
[180] MüsnecM Ahmed- Nesâi- Tirmizî
[181] Müsned-İ Ahmed- Büharî.
[182] Müsned-i Ahmed- Müslim- Nesâî- Ebû Dâvud
[183] Hâşiyetü't-Tahtâvî Alâ Meraki'l-felâh: 145, 148
[184] Fethülvahhab bi-Şerhİ Menheci't-Tullab; 1/38-48.
[185] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahİfai'l-Arbaa/tekbirat; 1/253.
el-Muğnî: 1/495, 496.
[186] el-Muğni/tekbîr: 1/495.
[187] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/253.
[188] el-Müdeyvenetü'1-kübrâ: 1/70, 71
[189] Neylü'l-evtar: 2/269
[190] Fazia bilgi İçin bak, Nasburrâye li-Ahadîsi'l-Hidâyes
1/372
[191] el-Muvatta': 1/191.
[192] Şerhü'n-Nevevî Alâ Sahîhil-Müslim: 3/5-7
[193] Neyle'l-evtarj 2/270.
[194] Neylü'l-evtar: 2/270
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/365-371.
[195] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/371.
[196] Buharî/salât:
145, 148. Ahmed: 1/100, 2/240, 284, 285, 301, 450- 3/18, 94,
179,218- 4/39, 41, 318r 338,- 5/322, 365- 6/65, 141
[197] Buharî/salât: 82, 84, 91. Ebû Dâvud/salât* 68.
Nesâî/aehv 11, îbn Mace/ikamet; 144.
Ahmed; 3/334- 4/312.
[198] Müslim/salfc 48. Nesâî, Taberâni/nida 16
[199] el-Fıkhu Alâ'l-Mezalıibi'I-Ârbaa: 1/252
[200] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaas 1/252
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
2/371-373.
[201] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/373.
[202] Müsned-İ Alımed- Ebû Dâvud- Nesâi; Ebû Mes'ud'den.
[203] Sünen-i Ebî Dâvud: Rifaâ b. Râfi"den.
[204] Kütübti Sitte...
[205] Bedayi'us'-Sanayf Fi-Tertibi'ş-Şerayi's 1/208
[206] Fethü'l-vahhab bi-Şerhi Menhec'it-Tullab: 1/42.
[207] el-Muğnîs 1/499
[208] el-Muğnî: 1/499
[209] el-Müdewene'tü'l-kübrâ 1/71, 72
[210] el-Fıldıu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaai 1/260
[211] Şerhu Maâni'l-Asâr: 1/229.
[212] Şerhu Maânî'1-Asâr; 1/229
[213] Fazla bilgi için bak: Nasburrâye: 1/373
[214] Nasburrâye: 1/373.
[215] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/373-378.
[216] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/378.
[217] Buharı- Müslim- Ebû Dâvud- Nesâî- Tirmizî
[218] Müsned-i Ahmed- Ebu Davud--ibn Mace
[219] Müsned-i Ahmed- Müslim- Ebu Davud- Nesai.
[220] Buhari- Müslim- Ebû Dâvud- Nesâî- ibn Mace
[221] Tirmizî- Ebû Dâvud- lan Mace
[222] Müsned-i Ahmed-Tırmızı-Ebu Davud
[223] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayf- 1/208.
[224] Besayi'u's-Sanayi, Fi-Tertibi'ş-Şerayi,! 1/208.
[225] es-Siractil-vahhac Ala Methi'l-Minhac: 45
[226] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerâyi,: 1/208
[227] el-Umm/el-kavlü fi'r-rükû: ı/m
[228] el-Muğnî/rükû,a/501
[229] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaaj 1/260
[230] el-Muğnî: 1/501
[231] Şerhü Maani'l-Asân 1/233
[232] Şerhü Maani'I-Asâr: 1/234
[233] Şerhü Maani'l-Asâr: 1/234
[234] Şerhü Maani'1-Asâr: 1/234
[235] Şerhu Maani'I-Asâr: 1/236, 237
[236] Şerhu Maani'1-Asâr: 1/237
[237] Tirmfzî- Ebû Dâvud tahrîc etmişlerdir
[238] Nesburraye li-Ahadisi'l-Hidâye: 1/375, 376.
[239] Neylü'l-evtar;
2/275.
[240] Neylü'l-evtar:
2/275.
[241] Mîzanü'l-i'tidal: 2/389- 4191 nolu Abdullah.
[242] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/378-386.
[243] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/386..
[244] Müsned-i Aluned- Müslim- Nesâî- Ebû Dâvud.
[245] Fetâvâ-yı Hindiyye:, 1/74.
[246] el-Ümm: 1/111.
[247] Geniş bigi için bakî eI-Mîiğnî: 1/503, 504.
[248] el-Müdevveııetü'1-kübrâi 1/72.
[249] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/386-388.
[250] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/388-389.
[251] Buharî -Müslim: Ebû Hüreyre (R.A.)'den.
[252] Buhart/ezan:
52, 74, 82, 86, 117-daavat- 99. Müslim/salât; 25, 28, 55, 62, 64, 71, 77. Ahmeds 1/95, 102, 143- 2/18,
230- 3/3, 18 87 -5/343, 388, 400- 6/78.
[253] Müsîim/saJât: 21, 22, 24, 25, 28, 33, 114, 115, 133,
194, 195, 197, 199, 202, 205, 206, 240. Nesâî/ezam 41, kıble: 16, imamet; 38.
[254] Bedayi'us'-Sanayi1 Fi-Tertibi'ş-Şerayi\ 1/209.
[255] Buhariî/salât; 18, ezan:, 51, 74. 82, 128-
taltsîrü's-salât; 17. sehv: 9, merda,-12. Müslim/salât: 77, 82, 86, 89. Ebû
Dâvud/ salât: 68. Tirmizî/salâti 150 Nesâî/eimme: 18, 38, 40, iftitah: 30,
tatbiyk; 22. îbn Mâce/ikamet; 13, 144. Dâremî/salât; 44, 71- Taberâm/nîdâ,!56,
cemaat: 18, 17. Ahmed; 2/230, 314, 341,
441, 420, 438, 440 -3/110, 154,
162, 200, 217, 300- 4/401,
405-6/51, 58, 68,
148 194
[256] es-Sİracü'1-vehhac Ala Metni'l-Mİnlıac: 45, 46.
[257] el-Muğnî: 1/507, 508.
[258] Şerhu Maâni'1-Asâr: 1/238.
[259] Şerhu Maâni'l-As&n î/239.
[260] Buharî/refi yedi 102 - İtan Ömer (R.A.)*dan
[261] Abdullah b. Etai Evfâ (R.A.)'den/Sahîh-ı Müslim/ref-i
re's: 190
[262] Nasburrâye U-Ahiadisi'1-Hidâye: 1/377.
[263] İhkâmü'I-Ahkâm Şerhu Umdeti']-alıkâm: 1/220.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/389-394.
[264] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/394.
[265] Etaü Dâvud - Buharî/eyman! 15. Tİrmizî/ salây; 110,
isti'zan; 4. Nesâî/istif-tah;7, tatbiyk
15, sehv? 67. İbn Mâce:72.
[266] Nasburrâye:
1/279.
[267] Müsned-i AhihedU 2/252- 4/22, 23.
[268] İbn Mâce /ikamet- 16. Nesâî/tatbiyk; 77. Ahmed; 4/23.
[269] Tirmizî/mevakiyt;
81, 91. Ebû Dâvud/salâtî 44.
Nesâî/tatbiyk; 54, iftıtah
88, îbn Mâce/ikamet: 16. Daremî/salât: 78. Ahmed; 2/525 -4/22,
23, 119, 122-
5/310.
[270] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayî,- 1/162.
[271] es-Siracü'1-vahhac Şerhim Alâ Metni'l-Minhac: 44.
[272] es-Siracü'I-vahhac; 1/44.
[273] el-Muğnî:
1/500.
[274] el-Müdevvenetü'1-kübrâ: 1/72'den özetlenerek.
[275] Geniş
bilgi için bak:
el-Fıkhu Alâl-Mezahibi'1-Arbaa,. 1/261,
[276] Müsned-i Ahmed.
[277] Buharı — Nasburrâye: 1/380.
[278] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/394-399.
[279] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/399.
[280] Buharı. Müslim, Tirmizî. İbn Mâce.
[281] Ebû Dâvud/salâtî
137. Ahaned: 2/381, Nesâî,
[282] Sahîh-i Buharı. MüsLim/salât: 236. Ahmed: 5/345.
[283] Buharî/mevakiyt:
8, ezan: 141.
Müslim/salât; 233. Ebû Dâvud/salât 154. Tirmizî/salât: 89.
İbn Mâce/ikamet: 21.
Nesâî/ü'titahi 86, tathiyk 53. Ahmed;
3/ 109, 115,, 177, 179, 191, 214, 274, 291,315, 336, 389.
[284] Ebu Dâvud/salât. 116
[285] Ebu Dâvud/salât. 116 Tirmlzî/mevaklyt ı 86
[286] Bedayi'u's-Sanayi, Fi Tertibi'ş-Serayi,: ı/2io.
[287] Bedayi'u's-Sanayi, Fi Tertibi'ş-Şerayi,! 1/210
[288] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayi'; . 1/210,
[289] Bedayi'u's-Sanayi, Fi Tertibi'ş-Şerayi'., 1/210.
[290] es-Siracülvahhac Alâ Metni'l-Minhact 47.
[291] es-SiracüIvahliac Ala Metni'l-Minhac- 47
[292] el-Ümm: 1/113.
[293] Nesâi/tatbiyk: 38.
[294] el-Muğnî; 1/514, 516.
[295] el-Muğn5 1/515
[296] Eıüıan/ezam, 133,
134, 138, Müslim/salât 58. İbn Mace/ikamet: 19. Dâremî/
salât: 73. AhmecU 1/279,
280, 286, 292, 305
[297] el-Muğnh 1/520.
[298] el-Muğnîî
1/520
[299] el-Müdevvenetü'1-kübrâ: 1/73.
[300] Şerhu Maâni'1-Asâ.n l/255,den özetlenerek.
[301] Geniş bilgi için bak:
Şerhu Maâni'I-Asâr: 1/257.
[302] Benzeri rivayeti ve kaynağını 879 nolu hadîste
belirtmiş bulunuyoruz, oraya bakılması..
[303] Neylü'l-evtar: 2/282.
[304] el-Hakim-Beyhakî-Darekutnî
[305] Neylü'l-evtar: 2/282.
[306] Neylü'l-evt&r: 2/285.
[307] Dârekutnii Ebu Kutaybe'den
[308] MîzanÜ'M'tidaU 2/322 - 3929 noîu Dahhak...
[309] Dârekutnî- Nasburrâye Li-Ahâdisi'I-Hidâye; 1/383.
[310] Buharî/sücud:
112. Müslim/sücud; 1S3.
Ebû Dâyud/sücud; 136.
Nesâî/su-cud; 166.
Tinnizi/sücud; 37. İbn Mâce/sücud; 83.
[311] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/400-410.
[312] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/410.
[313] Buharî/amelü fi's-salât: 9. Müslim/mesacid: 191. İbn Mâce/ikamet 64. Ah-med;
3/100.
[314] Ahmed:, 1/265.
[315] İbn Mâce/ikamet: 64. Ahmed: 4/335
[316] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/108.
[317] el-Ümm: 1/114.
[318] el-Mugnî: 517.
[319] el-Muğni: 518.
[320] el-Müdevvenetü'l-kübrâ-. 1/74.
[321] FetKülvahhab
bi-Şerhi Menheci't-Tulİâbj 1/43.
[322] Müsned-i Ahmed -İshak b. Rahuye - Ebû Ya'lâ el-Mevsalî
-Taberânı.
[323] Geniş bilgi için bak: Nasburrâyes 1/386.
[324] İhkâmü'l-Ahkâm Şerhu Umdeti'l-Ahltâmî 2/63.
[325] Beyhakî , Hâkim el-Erbain'de...
[326] Neylü'l-evtan 2/290.
[327] Neylu'l-evtar: 2/291.
[328] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/410-416.
[329] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/416.
[330] Sahîh-i Müslim.
[331] Nesâî -İbn Mâce
[332] Tinnizî- Ebû Dâvud.
[333] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/416-419.
[334] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/419.
[335] MüsUm/mesacidj 148
[336] Bedayi'u's-Sanayi'
Fi-Tertibi'ş-Şerayi1: 1/202.
el-Ihtiyar li-Ta'lilü-Muhtari
[337] Fethülvahhab bi-Şerhii Menheci't-TuUâb; i/4Ij
[338] Fazla bilgi için bak: el-Ümm, 1/İ07.
[339] eLMuğnî: 1/531, 532.
[340] el-Muğnî: 1/532'den özetlenerek
[341] el-Müdevvenetü'1-kübrâ: 1/64.
[342] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/419-421.
[343] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/421-422.
[344] MÜsned-i Ahmed. Nesâî/tatbiyk: ıoo
[345] Sünen-i Ebl D&vud.
[346] Bulıarî/sehv; 5. Nesâî/sehv; 21, 27, 28.
[347] Bedayi'u's-Sanayİ, Fi Tertibi'ş-Şerayi,. 1/211.
[348] Bedayi'u's-Sanayİ, Fİ Tertibi'ş-Şerayi,; 1/211.
[349] Bedayi'u's-Sanayi,
Fi Tertibi'ş-Şerayi,T 1/212, 213'ten Özetlenerek.
[350] es-Siracülvahhac Şerhim Alâ Metni'l-Minhac: 48, 49,
[351] el-Ümm; 1/116'dan özetlenerek.
[352] el-Mugnîj 1/529-532'den Özetlenerek
[353] Bedayi': 1/210.
[354] Şerhu Maânİ'l-Asar: 1/261.
[355] Neylü'I-evtar: 2/303.
[356] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/422-426.
[357] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/427.
[358] Nesâî/iftitaJiı 11, sehvi 34. Dâremî/salâti se.
Ahmed; 4/218
[359] Müslim/mesacidi 112. Ebû Dâvud/salâts 181.
[360] Buliıari/ezan: 120, 145. Ebû Dâvud/salât: 116.
[361] Ebû Dâvud/salât:
122. İbn Mâce/ikamet: 4, Ahmed(
6/31, 171, 194, 281.
[362] Ahmed; 2/311.
[363] Neylü'l-evtar. 2/308.
[364] Neylü'l-evtar: 2/309.
[365] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/427-432.
[366] Buharî/isti'zanî
27, 28. Müslim/salât: 59,
60, 61. Tİrmizî/nikâh 17, salât;
100. Nesâî/nikâh: 39,
40, tatbik; 100, 103, 104-sehv; 42, 45.
İbn Mâce/ikamet;
24. Ahmed: 1/262, 394,
413, 414, 450-5/363.
[367] Müslim/salât: 56. Nesâî/sehv: 43.
[368] Ahmed: 1/276.
[369] Bedayi'u's-Sanayi'
Fi~Tertibi'ş-Şerayi'. 1/163.
[370] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/163.
[371] es-Sİracü'1-vahhac
Ala Metni'1-Minhac. 48, 49.
Fethülvahfcıab; 1/44,
[372] Fethülvahhab bi-Şerhi Menhaci't-Tııllab: 1/45.
[373] Kitabü'l-Fıkhı
Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa;
1/234, 235. el-Muğnî:
1/536, 537.
[374] Kitabü'l-Fıkhı Alâ'l-Mezalıibi'l-Arbaa.. 1/235.
[375] r^Teylü'l-evtars 2/311.
[376] Müslim- Ebû Dâvud - Tirmizı
[377] Şaîd kendi Sünen'inde - Buharî kendi Tarih'inde
rivayet etmiştir
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/432-438.
[378] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/438.
[379] Müsned-i Ahmed - Nesâi- Ebû Dâvudv
[380] Müslim/mesacid: 114, 118. Nes&l/sehv: 23, 31, 33,
35, salât; 7, 20. Ahkned; 4/3.
[381] Bedayi'u's-Sanayi1
Fi-Tertibi'ş-Şerayi1: ı/214'den
Özetlenerek.
[382] es-Siı-acü'1-Vahhac Şerhim Ala Metni'l-Mincah: 48.
[383] el-Muğn î/1/534.
[384] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/438-441.
[385] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/441-442.
[386] Müslim/salâts 65.
Ebû Dâvud/salât: 179.
Tirmizî/tefsirs 3. Nesâi/sehv 49, 50, 51. Daremî/salât1 85. Ahmed: 5/27
[387] Kütüb-i Sitte'den beşi rivayet etmiştir
[388] Bedayi'u's-Sanayf Fİ-TertibıVŞerayı, 1/212, 213.
[389] Bedayi'u'ş-Sanayi1 Fi-Tertibi'ş-Şerayı: 1/213
[390] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tedtibi'ş-Şerayi': 1/213
[391] es-Siracü'1-vahhac: 49.
[392] Fazla bilgi için bak: el-Ümm: 1/117
[393] el-Muğnî; 1/541, 542
[394] Bedayi'u's-Sanayi,: 1/212. el-Muğni 542.
[395] Ihkâmü'l-Ahkâm Şerhü Umdeti'l-Ahkâm: 2/72.
[396] Ihkâmü'1-Akâm Şerhü Umdeti'l-Ahkâm; 2/73.
[397] Geniş bilgi için bakî İh&âmü'l-Ahkâni: 2/73, 74.
[398] Fethü'I-AlIâm
li-Şerhi Bülüği'l-Meram: ı/146'ya balulması tavsiye
edilir.
[399] Nasbu'rrâyes 1/424'den Özetlenerek
[400] Nasbu'rrâye! 1/426.
[401] Mîzanü'l-İ'tidaİ!
1/78- 273 nohı Ubey b. Abbas.
[402] Mîzanü'l-İ'tidal: 2/671- 5279 nolu Abdülmuhaymin
[403] Nasbü'rrâye 1/427.
[404] Fazla bilgi
için bak; Nasbu'r-râyej 1/427, 428
[405] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/442-449.
[406] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/449.
[407] Buhari/enbiya* 10, daavafe 31-32, Müslhn/salât;
65^66-69 Ebû Dâvud/salât 179.
[408] Ebû Dâvud.
[409] Fetâvâ-yı Hindiyyes 1/76.
[410] es-Sİracü'1-Vahhâc Alâ Metni'l-Minhâcı 40
[411] Geniş bilgi için bak: el-Muğnî- 1/542, 543, 544.
[412] el-Bedayi's
1/212. Kitabü'l-Fıkhı Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaas 1/243
[413] Alızâb sûresi:, 33
[414] Neylü'l-evtân 2/324.
[415] Neylü'l-evtan 2/324.
[416] Tirmizî/tefsîr-i sûre: 3, menakibî 20
[417] Mü'nıin sûresi * 43
[418] Taberânî.
[419] Mîzanü'I-î'tidaİ! 4/511- 10066, 10067 noiu Ebû Cafer
[420] Mîzanü'l-İ'tidaL 1/448- 1680 noiu Hibban
[421] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/450-453.
[422] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/453..
[423] îbn
Mâce/ikamet: 26.
Dâremî/salât: 86. Nesâî/istiaze; 18, 21. Tirmizî/daa-vat: 88. AhmecU 2/168,
198, 237, 340, 3S5, 451- 3/283.
[424] Buhari/daavatî 39, 44, 46. Müslim/zikir: 48.
Nesâî/istiaze; 47. Ahmed; 6/200,201.
[425] Buharî/daavat: 17, ezam 149, tevhîd 9. Müslim/zikir;
47, 48. Tjrmizî/daav'atı Nesâî/sehv; 57, 59. İbn Mâce/ dua; 2. Ahmed; 1/4, 7.
[426] Allıned: 4/55, 63, 329- 5/375
[427] Sünen-i Nesâî
[428] Sahih-i Müslim. SÜnen-i Ebû Dâvud
[429] Nesâî/shvs 62. Ahmeds 4/264
[430] Ahmed: 5/247. Ebû Dâvud/vitir, 26. Nesâl
[431] Ahmed; 6/209
[432] Müslim/müsafirîn:
181, 187, 189.
Ebû Dâvud/tetavvû,: 36.
Tirmizî/daavat 30. Ahmedi 1/284, 343,352, 373.
[433] İnşirah sûresi; 7.
[434] Bedayi'u's-Sanayi1 Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/213
[435] Fethülvahhab bİ-Şerhİ Meheci't-Tullab: 1/46
[436] Fethülvahhab bî-Şerhi Menheci't-Tullabi î/46
[437] el-Muğnî; 1/546- 548'den özetlenerek
[438] el-Mtidevvenetü'1-kübrâ: 1/102, 103.
[439] Kitabu'l-Fikbi Alâ.'1-Mezahibi'I-Arbaa: 1/244
[440] Ihkâmü'l-Ahkâm Şerhu Urndeti'l-Ahkâm: 2/75, 76
[441] Neylü'I-evtâr: 2/327. (10071 Neylü'1-evtâ.r: 2/327
[442] Neylü'I-evtâr: 2/327. (10071 Neylü'1-evtâ.r: 2/327
[443] Ihkâmü'l-Ahkâm
Şerhu Umdeti'l-Ahkâm; 2/77
[444] Fazla bilgi için bak; Nasburrâye: 1/428, 429
[445] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/454-463..
[446] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/463.
[447] Müslim/ikamet: 28, Ebû Dâvud/salât: 41, 184, 188.
Tirmizî/mevakiyt; 28. Nesâî/tatbiyk: 34, 83, sehvi 68, 71. İbn Mâce/ikamet; 28.
Dâremî/salât 41, 87. Taberanî/nida! 54. Ahmei 1/172, 181- 2/72 -J/183, 312,317
-5/60 86, 88, 102, 107, 238,344
[448] Müslim/ikamet: 28.
Nesâî/tatbiyk: 34, 83, sehv; 68,
71. İbn Mâce/ikamet; 28. Ahmed; 1/172,
181- 2/72 -4/193.
[449] Müslim/salât: 120. Nesâî/tatbiyk: 34, 83, sfehvj 68,
71. İbn Mâce/ikamet 28. Dâremî/salât:
41. Ahmedt 1/386, 390, 406,
408, 409, 414,
418, 427, 444, 465, -4/316, 317.
[450] Nesâî/tatbiyki 34, 83
[451] Mtisned-i Ahmed -Ebû Dâvud:
[452] Tirmizî/salât:
107. Ebû Dâvud/salât: 18G.
Ahmed 2/532
[453] Kaynaklarıyla
İslâm Fıkhı/Celâl YILDIRIM: 1/252.
[454] el-Ihtiyar Li-Ta'lîI'I-Muhter; 1/54
[455] el-Ihtiyar Li-Ta'Iîl'1-Muhter: 1/54.
[456] Bedayî's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi1! 1/214
[457] Fazla bilgi için bak: Bedayi\ 1/214, 215
[458] Fazla bilgi için*
bak, Fethülvahhab bi-Şerhi
Menheci't-Tullab 1/46
[459] Ebû
Dâvud/iaharet: 31, salât:73. Tirmİzî/taharet; 3, mevakiyt; 62. Mâce/taharet; 32. Daremî/vüdû1;
22. Ahmed; 1/123, 129
[460] Buharı/ezan:
18/ edeb: 27, âhad? 1. Dâremî/salât
42. Alımed; 5/33.
[461] Geniş bilgi için bak; el-Muğnî; 1/551, 553
[462] el-Muğnit 1/554.
[463] el-MÜdevvenetü'l-Kübra: 1/143, 144'den özetlenerek
[464] Kitabü'l-Fikhi Alâ'I-Mezahibi'l-Arbaa: 1/265
[465] Neylü'l-evtan 2/333.
[466] Fazla bügİ için. bak: Neylül-evtan 2/333, 334
[467] Mîzanü'1-I'tida]: 3/388 - 6886 nolu Kurre
[468] Neyiü'l-Evtar: 2/336
[469] Nesburrâye: 1/431
[470] Mîzanü'l-İ'tidal: 1/474 -1700 nolu Hureys
[471] Geniş bilgi için bak: Nasburrâye; 1/433
[472] Şerlm Maâni'1-Asâr: 1/270.
[473] Zeylai, el-Hulasa'dan naklen belirtmiştir.
Nesburraye: 1/433,
[474] Nesburrâye: 1/433.
[475] Mîzanü'l-İ'tidal: 2/671- 5279 nolu Abdülmeheymin
[476] Mîzanü'I-İ'tidaİ! 4/373 - 9499 nolu Yahya.
[477] Nasburrâye: 1/434
[478] Mîzanü'I-İ'tidaİ! 3/76- 5650 nolu Atâ.
[479] Geniş bilgi için bak: Şerhu Maâni'l-Asars 1/266-277
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/464-475.
[480] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/475-476.
[481] Tirmizî/mevakiyt:
108. Ebû Dâvud/vitir. 25. Nesâî/sehvs 81. Ahmed; 4/88, 254
[482] Müslim- Müsned-i Ahmed- Ebû Dâvud- Nesâî.
[483] Buharî- Müslim
[484] Tirmizî/salât: 185. îbn Mâce/ikametj 32. Ahmed; 2/205
[485] Buharî/cihadi 25. Tirmizû Hadisün sahîhün.
[486] İbn Mâce/ikamet: 32. Ahmed: 6/294 305, 313, 32
[487] Tirmizî/daavat;78
[488] Fazla bilgi için bak: el-Muğni: 1/559, 560
[489] Geniş bilgi için bak= Neylü'l-evtar: 2/343,, 344
[490] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/476-481.
[491] Tirmizî/salât:
10Ö. İtin Mâce/ikatnets 32. Müsned-i Ahmed. Müslim
[492] Sahîh-i Buharı. Ahmed: 2/284, 285
[493] Buharî/ezan: 149, 150- isti'zaıi! 3. Müslim/müsafirîn;
62. Ebû Dâvud/salât 71, 184. Tirmizî/mevakiyt: 92, İtan Mâce/ikamet: 55.
Nesâî/ik&met; 34- sehv; 69, 72. Ahmedî 4/291, 292, 300- 5/86, 88, 107
[494] Müslim/hac: 311, 312. Ahmeds 4/161, 343- 5/262
[495] Buharî/salât:
17, libas-. 3. Müsüm/salâti 250. Ahmed; 4/307, 308, 309
[496] Buharî/ezan: 159. Nesâî/sehv: 100. İbn Mâce/ikamet;
33. Ahmed; 1/384, 408,429, 459, 464 -2/178, 208 5/228.
[497] Buhari/ezam 159. Nesâi/sehVî 100. İbn M&ce/ikamet.
33. Ahmed; 1/384, 408, 429, 459, 464, 2/178, 206-5/226.
[498] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayi1: 1/159'dan
özetlenerek
[499] Fazla bilgi için baki Aynı eserin 160. sahîifesine
[500] Bedayi'us-Sanayi1: 1/217
[501] Bedayi'us-Sanayİ": 1/241'den özetlenerek
[502] Fazla bilgi için bakt el-Ümm: 1/127
[503] Fazla bilgi için bak: el-Ummt 1/128
[504] Kitabu'I-Fıkhı Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa: 1/270.
[505] el,MuğnÎ! 1/560, 561'den özetlenerek.
[506] el-Muğnîi 1/562. Buharî/ezans 157
[507] el-Müdevvenetü'I-Kübra: 1/144.
[508] Neylü'I-evtan 2/347
[509] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/481-489.
[510] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/489-490.
[511] Ebû Dâvud. Tirmizî/duâ: 120. AhmecU 6/371
[512] Ebû Dâvud/vitm 24. Tirmizi/duâi 113
[513] Tirmizî/duâ: 103
[514] Neylü'l-evtan 2/353.
[515] Neylü'I-evtar: 2/353
[516] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/490-493.
[517] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/441-442.
[518] Bakara sûresit 238. Buhari/amek 2, tefsir; 2, 13. Müsüm/mesacid; 35. Tlr-mizî/mevakiyt; 180. Ahmed: 1/377.
[519] Buhari/el-amelü fissalât: 2- tefsir, 2, 3.
Müslim/mesacidj 35. Tirmizî/mevakıyt; 180- tefsir; 2. Ahmetli 1/435, 463-
4/368.
[520] Müslim/mesacid, 12. Ahmed: 6/2.
[521] Müslim, Nesâî, Ebû
Dâvud/salât: 167. Ahmed: 4/46-
5/448
[522] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/215
[523] Bedayi'us'-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/215.
[524] Kanaklarıyla İslâm Fıkhı/Celâl YILDIRIM.- 1/341
[525] Kanaklarıyla İslâm Fıkhı/Celâl YILDIRIM-1/341
[526] Kanaklarıyla İslâm Fıkhı/Celâl YILDIRIM-1/341
[527] es-Siractilvahhac/Şerhün Ala Metni'l-Minhac; 55, 58
[528] Kitabü'l-Füthı Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa ı 1/297, 298
[529] Kitabü'I-Fıkhı Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa* 1/297, 298
[530] İbn Mâce/talâk: 16
[531] Neylü'l-evtan 2/357
[532] Nasburrâye Li-Ahâdisİ'I-Hidâye: 2/64
[533] Nasburrâye Li-Ahâdisi'1-Hidâye: 2/65
[534] Mizânti'I-rtidali 4/43- 8181 nolu Muhammed b.
el-Musaffa
[535] Mizânü'l-rtidalî 4/43- 8181 nolu Muhammed b.
el-Musaffa
[536] Mizânü'M'tidaİ! 4/443 -9773 nolu Yezîd
[537] İhkâttlmt-Ahkânı Şerhü t/mdeti'l-Ahkâm: 2/30
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/493-504
[538] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/504.
[539] Nesâî/sehv: 17. Ahmed: 1/80,107. İbn Mâce
[540] Buharî/el-amelü fi's-salât: 12. Ebû Dâvud. Ahmed.
Nesâî
[541] Fetâvâ-yı Hindiyye, 1/107
[542] Kitabu'l-Fikbi Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/299, 300
[543] Kitabu'l-Fikhı Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaaî 1/299
[544] Kitabu'l-Fıkhı Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/298
[545] Mîzanü'l-l'tidal: a/514- 5650 nolu Abdullah
[546] NeylÜ'l-Evtar: 2/360
[547] Fazla bilgi için bak, Mîzanti'l-rtidal: 3/70, 71 -
5641 nolu Atâ'
[548] Mizanü'1-İ'tidal: 1/627- 2408 nolu Halid...
[549] Neylü'l-Eytan 2/361
[550] Mizanü'l-İ'tidal: 4/279-9143 nolu Nuh b. Ebî Meryem
[551] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/505-509.
[552] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/509.
[553] Meryem sûresi} 58
[554] Ebü Davud/salâtt 158. Nesâî/sehv-. 18. Ahmedt 4/25, 26
[555] îbn Mâce/ikamett 142. Buharl/ezam 46, 51. Müslim/salât
90, 04, 101. Nesaî imamet;40. Dademi/mukaddeme.
14, salak 44. Ahmedî a/52, 4/412- 5/361-6/34, 96, 159, 210, 229, 251.
[556] El-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa, 1/300
[557] el-Fıku Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa 1/300
[558] el-Fıkhu Alâ'l-Mezabibi'l-Arbaaj 1/300
[559] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/509-512.
[560] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/512.
[561] Tirmizî/mevakiyt: 179. Nes&î/iftitaJü 36
[562] Fetava-yı Hindiye: 1/98
[563] Kitabu'l-Fikhi Alâ'l mezatübi'l-Arbaa* 1/304
[564] el-müdevvenetü'I-Kübrâ( 1/100
[565] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/513-515.
[566] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/515-516.
[567]Buharî/amelün fissalâtî 16, sehv: 9. Müslim/salât; 102.
Ebû Dâvud/salât 169. Nesâî/imamet:, 7,15, sehv: 4. Ahmed; 5/330, 332, 333
[568] Tirmizi/mevakiyt: 155. Ahmed; 1/77, 79, 98, İ03,
112-3/290
[569] Buharî/el-amelü fissalâtr 5, ezan 48, sehv: 9.
Müslim/salât; 107. Ebû Dâvud/ salâts
169, 170. Tirmizî/mevakiyt: 155.
Nesâî/sehv; 15, 16.,
Taberânî/sefer; 61, Ahmedî 2/261, 317, 376, 412, 440, 473, 479, 492, 507, 529-
3/348, 357- 5/336, 338
[570]Kitabü'I-Fıkhi Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/303
[571] es-Siracü'lvahhac şerhtin Alâ Metni' 1-Minhacs 53,
[572] Kitabu'l-Fıkhi Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/304
[573] Kitabu'l-Fıkhi Alâ'l-Me7ahibi'l-Arbaa,: 1/303
[574] Fazla bilgi
için bak: Mîzanü'M'tidal; 3/173- 6018 nolu Umare b. Cüveyn
[575] Nasburrâye; 2/76
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 2/516-519.
[576] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/519-520.
[577] Ebû Dâvud. Müsned-i Ahmed
[578] Ebû Dâvud/salât
[579] el-Fıkhu
Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa:
i/301'den özetlenerek
[580] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa; 1/301
[581] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibil-Arbaa: 1/302
[582] el-Fıkhu AIâ'l-Mezahibi'I-Arbaa: 1/302
[583] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/302
[584] Bilgi için bak: Neylü'l-evtar- 2/3S5. Mîzanü'H'tidal;
4/403-9609 nolu Yahya b. Kesîr
[585] Ebü Dâvud. Ahmed: 1/146
[586] Neylü'l-Evtar. 2/386
[587] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/520-523.
[588] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 2/523-524.
[589] Müsned-i Ahmed - İbn Mace: Abdurrahman b. Ebi Leyla
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/7.
[590] Müsned-i Ahmed
[591] Kur'an-ı Kerim, Kıyamet Suresi: 40
[592] Ebu Davud/salat: 149
[593] Neylü'l-Evtar: 2/367
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/7-9.
[594] Abdurrahman el-Cezîri /Kitabu'l-Fıkhi
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa : 1/300.
[595] Abdurrahman el-Ceziri/Kitabu'l-Fıkhİ Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/301
[596] Abdurrahman ei-Ceziri/Kitabu'l-Fıkhi Ala'L-Mezahibi'l-
Arbaa: 1/301
[597] Abdurrahman el-Ceziri/Kitabu'l-Fıkhi
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/301
[598] Şevkani/Neylü'i-Evtar: 2/367
[599] İbn Kudame/el-Muğni: 1/710
[600] Ebu Davud/Salat: 147. Nesai/Tatbik: 12, 25, 73, 86,
Ahmed: 5/388, 397,400,401-6/24
[601] Şevkani/NeyiCTI-Evtar: 2/368
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/9-11.
[602] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/11.
[603] Buhari/cuma: 35. Müslim/istiska: 9. Tirrnizi/salat:154.
Nesai/Sehv: 6. İbn Mace/ikamet:59. Taberani/dahaya: 1. Ahmed:2/10
[604] Ebu Davud/Saiat: 166. Tirmizi/salat: 154. Nesai/sehv:
6. Daremi/salat: 94.
[605] Neylü'l-Evtar: 2/369
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/12-13.
[606] Mecmeü1-EnhürŞerhuMülteka'i-Ebhur: 1/119, 120
[607] İbn Kudame/el-Muğni: 1/711
[608] İbn Kudame/el-Muğni: 1/711
[609] el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/99
[610] İbn Kudame/el-Muğni: 1/711
[611] lbn Kudame/el-Muğni: 1/712
[612] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 2/370
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/13-14.
[613] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/14.
[614] Tirmizİ/cumua: 59
[615] Buhari/ezan: 93, Bed'i-halk: 11. Nesai/sehv: 10.
Ahmed: 6/70, 106
[616] Ebu Davud/satat: 161. Nesai/sehv: 10. Daremi/salat:
134. Ahmed: 5/172
[617] Mizanü'l-l'tidal Fi-Nakdi'r-Rical/Zehebi: 4/9932 nolu
Ebu'l-Ahvas
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/15-16.
[618] Kasani/Bedayi'u's-Sanayi'fi-Tertibi'ş-Şerayi1: 1/215
[619] Zekeriye el-Ansari/Feîhü'l-Vahhab bi:Şerhi
Menhecil-Tuiiab: 1/35
[620] Abdurrahman ei-Cezİri/Kitabu'l-Fıkhi Ala'l-Mezahibi'l-
Arbaa: 1/306
[621] Fethü'l-Vehhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab: 1/52
[622] Abdurrahman el-Ceziri/Kitabu'l-Fıkhi
Ala'l-Mezahibi'l-^Arbaa: 1/306
[623] Abdurrahman el-Cezifi/Kitabu'l-Fıkhi Ala'l-Mezahibi'l-
Arbaa: 1/306
[624] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/16-17.
[625] Fazla bilgi için bak: Şevkani/Neyiü'l-Evtar: 1/37
[626] Ebu Davud/cihad: 16
[627] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/17-18..
[628] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/19.
[629] Müsned-i Ahmed:3/43, 54
[630] Tirmizi/mevakit: 167. Ebu Davud/Salat: 50.
Daremi/salat: . 21. Ahmed: 3/43, 54.
4/241, 244
[631] îbn Mace/ikaamet: 42
[632] lbn Mace/ikaamet: 42, 43
[633] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/20-21.
[634] Kasani/Bedayi'u's-Sanayi': 1/215. Mecmeu'l-Enhür:
1/123
[635] Bilgi İçin bak: İbn Kudame/el-Muğni: 1/661, 662
[636] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/21-22..
[637] Bilgi için bak: Kasani/Neylü'l-Evtar: 1/373
[638] Şevkani/NeyIü'!-Evtar: 2/374
[639] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/22.
[640] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/23.
[641] Tirmizi/salat: 170. Nesai/sehv: 12. İbn Mace/ikamet:
146. Daremi/salat: 178. Ahmed: 2/233, 248, 255, 473, 475, 49
[642] Tirmizi/cumua: 69
[643] Ebud Davud/salat: 165. Tirmizi/mevakıyt:
17O.Nesai/sehv: 12. ibn Mace/ ikamet: 146. Daremi/salat: 178. Ahmed: 2/248
[644] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/24-25.
[645] Kasani/Bedayi'u's-Sanayi'fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/218
[646] Mecmeu'l-Enhür: 1/126
[647] ibn Kudame/ei-Muğni: 1/663
[648] İbn Kudame/el-Muğni: 1/163
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/25-26.
[649] Mizanü'l-ltidal: 4/180. 8757 nolu Mendel
[650] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 2/382
[651] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/26.
[652] Buhari/ezan: 4, ei-amelü fi's-salat: 18, sehv: 6,
bed'-i halk: 11. Müslim/ salat: 19, mesacid: 83. Ebu Davud/salat: 31.
Nesai/ezan: 20,30. Daremi/ saiat: 11, 174. Taberani/nida: 6. Ahmed: 2/313, 398,
411,460, 503,522,531.
[653] Buhari/büyû': 3. Tirmizi/kıyamet: 60. Nesai/kudat: 11.
Daremi/büyû': 2. Ahmed: 6/153
[654] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/27-28.
[655] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/29.
[656] Nesai/taibiyk: 32
[657] Ahmed: 3/162,167, 180, 191,204,207,216,218,252,255,
259, 2?8, 282
[658] Bubari/cenaiz: 41
[659] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/29-32.
[660] Kasani/Bedayi'u's-sanayi': 1/273
[661] Ebu Zekeriya Yahya/minhacü't-talibin: 10
[662] eş-Şerhü'l-Kebir Ala'l-Muğni: 1/784
[663] ibn Kudame/el-Muğni 1/785. Şafiiler bu duayı
okur.
[664] el-Müdewenetü'l-Kübra: 1/102, 103
[665] Tenvirü'l-Havalik Şerhün Ala Muvatta'i Malik: 1/174
[666] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/32-33.
[667] Bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-İ'tidal: 1/314.
Şevkani/Neylü'l-Evtar
[668] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 2/388
[669] Al-i İmran Suresi: 128
[670] Buhari/meğazi: 21, tefsir: 3.9, daavât: 58, i'tisam:
17. Nesai/tatbiyk: 31. f Daremi/salat: 216. Ahmed: 2/93, 147, 255
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/33-35.
[671] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/35.
[672] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/36.
[673] Buhari/safat: 90. Ebu Davud/salat: 106, I07, 109.
Tirmizi/mevakıyt: 133. Nesai/kıble: 5. İbn Mace/ikamet: 59. Daremi/salat; 124, 125
[674] Müslim/salat: 243, 244. Nesai/kıbie: 4
[675] Buhari/ıydeyn: 13. İbn Mace/ikamet: 164
[676] ibn Mace/ikamet: 36. Ahmed: 2/249, 255, 266
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/36-37.
[677] Haşiyetü't-Tahavi Ala Meraki'l-Felah; 201
[678] Haşiyetü't-Tahavi Ala
[679] es-Stracüll-Vehhac Ala Metni Minhac:57
[680] eş-Şsrhü'l-Kebir Ala'l-Muğni: 1/622
[681] el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/113, 114
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/38-39.
[682] Bilgi için bak; Zehebi/Mizanü'l-l'tidal: 3/633.7938
nolu Muhammed.
[683] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/1
[684] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 339-40.
[685] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/40.
[686] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/41.
[687] Buhari/salat: 90, 94, mevakiyt: 31, 33, ezan: 12, 14,
15 38 Müslim/salar 33, 105, 175
[688] Müslim, Ebu Davud, Müsned-i Ahmed
[689] Müslim, Nesai, ibnMace, Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed;
6/426,428
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/41-43.
[690] Mecmeü'l-Enhür Şerhu Mültekal-Ebhur: 1/130
[691] es-Sİracü'l-Vehhac Şerhun Ala Metnİ'l-Minhac: 63, 64
[692] İbn Kudame/el-Muğni: 1/762 {Zehebi bu zatın meçhul
olduğunu kaydetmiştir.).
[693] İbn Kudame/el-Muğni: 1/766
[694] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'S-Erbaa: 1/328, 329
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/43-45.
[695] Şevkani/Ney!ü'l-Evtar:3/18
[696] Zehebi/Mizanü'l-İtidal: 3/569. 7619 nolu Muhammed
[697] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/45-46.
[698] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/46.
[699] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/47.
[700] Tirmizi/mevakiyt: 189. Ahmed: 1/147. 6/325, 326, 426
[701] Tirmizi/salat: 201. Ahmed: 2/117
[702] Ebu Davud/tetavvu1: 8. Tirmizİ/mevakıyt: 201.
Ahmed:2/117
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/47-48.
[703] Mecmeü'l-EnhürŞerhuMülteka'l-Ebhur: 1/129, 130
[704] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/328
[705] İbn Kudame/el-Muğni: 1/765, 766
[706] ef-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa; 1/329
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/48-49.
[707] Şevkani/Neytü'l-Evtar:3/20
[708] Zehobi/Mizanü'l-hidal: 3/613. 7825 nolu Muhammed
[709] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/49-50.
[710] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/50.
[711] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/51.
[712] Ebu Davud/vitir: 2, 3. Ahmed: 2/443. 5/357.
Nesai/kıyamu'l-ley!: 40
[713] Ibn Mace/ikamet. Nesai/kıyamu'l-leyl: 27. Ahmed: 1/86,
98, 100, 107, 115,148
[714] İbn Mace/ikamet: 123. Ahmed: 5/357
[715] Buhari/viîir: 1. Taberani/ieyi: 20
[716] Müslim/müsafirîn: 153, 154. Ebu'DavudA/ttir:3.
Nesai/kıyamu'l-leyl: 34. ' Ahmed: 2/33, 43, 51, 83, 100, 154
[717] Ebu Davud/tetavvu': 26. Nesai/sehv: 74, ezan: 41.
Taberani/levl: 8
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/51-52.
[718] Bilgi için bak: Felava'yi Hindiyye: 1/111
[719] Kasânî/Bedayiu's-Sanayi, 272
[720] Zekeriyael-Ansari/Minhacü't-Talibin: 14
[721] İbn Kudame/ei-Muğni: 1/782, 783
[722] Abdurrahman eİ-Cezirî/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-
Arbaa: 1/336, 337
[723] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/53-54.
[724] Zehebi/Mizanü'i-hidal: 1/667. 2572 nolu Halil
[725] Şevkani/Noylü'l-Evtar:3/35
[726] Şevkani/Neylü't-Evtar:3/39
[727] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/54-56.
[728] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/56.
[729] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/57.
[730] Nesai/siyam:40. Ahmed: 1/191, 195
[731] Nesai/siyam: 1. Ahmed: 2/230, 385, 425
[732] Ebu Davud/ramazan: 1. Nesai/sehv: 103. Ibn
Mace/ikamet: 173. Dare mi/savm: 54. Ahmed: 5/159, 163
[733] Buhari/teheccüd: 5, ezan: 80, teravih: 1.
Müslim/müsafirîn: 177, 178. Ebu Davud7ramazan: 1.Nesai/kıyamu'l-leyl: 1,4
[734] Buhari/teravih: 1. Taberani/ramazan:3, 50
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/57-60.
[735] Mecmeu'l-EnhürŞerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/135, 136
[736] Abdurrahman el-Ceziri/ei-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/341
[737] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-
Arbaa: 1/341,342
[738] Ibn Kudame/el-Muğni: 1/798, 799
[739] ei-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/341
[740] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibil-Arbaa: 1/342,343
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/60-62.
[741] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/62.
[742] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/63.
[743] Müsüm/siyam: 202, 203. Ebu Davud/savm: 55.
Tirmizi/salat: 168, 207, savm: 40. Nesai/kıyamu'l-leyl: 6. Daremi/savm: 45.
Ahmed: 2/342, 344
[744] Müslim/salat: 215. Nesai/mevakiyt: 35, tatbiyk: 78.
Tfîmizi/daâvat: 118. Ahmed: 2/421
[745] Buhari/teheccüd: 7, enbiya: 37, 38. Müslim/siyam: 189,
.190. Ebu Davud/savm: 66.^esai/sİyam: 14, 68, 69,76, 77. Ahmed: 2/314
[746] Tirmizi/mevakıyt: 212, sevabu'l-kufan: 23.
Nesai/iftitah: 82, kıyamü'l- leyi: 23. Ahmed: 3/192, 289. 6/149
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/63-65.
[747] Haşiyetü'î-Tahtavi ala Meraki'l-Felah: 216, 217
[748] Fetava-yi Hindiyye: 1/112
[749] Ebu Yahya Zekeriya el-Znsari/Fethü’l-Vahhab bi-Şerhi
Menheci’t-Tullab:58
[750] İbn Kudame/el-Muğnİ: 1/771, 772, 773’denözetlenerek
[751] İbn Kudame/el-Muğnİ: 1/774
[752] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/329
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/65-66.
[753] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/65
[754] MüsIim/misafirîn: 197. Ahmed: 6/30
[755] Müslim/misafirîn: 198. Ahmed: 2/399
[756] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/67-68.
[757] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/69.