Duha (Kuşluk) Namazı ve Fazileti. 7

Tahiyyetü’l-Mescid Namazı. 8

Abdest Aldıktan Sonra İki Rekat Namaz Kılmak. 9

İstihare Namazı. 10

Nafile Namazın Cemaatle Kılınması. 11

Namaz Kılınması Mekruh Olan Vakitler. 13

Tilavet ve Şükür Secdesi. 15

Kur'an'da Secde Ayetlerinin Yer Aldığı Sureler. 15

Şükür Secdesi. 17

Secde-i Sehv (Namazda Yanılma Secdesi). 19

Namazda Şek. 21

Cemaatle Namaz Kılmanın Gereği. 23

Kadınların Camiye Gitmesi ve Cemaate Katılması. 26

Camiye Sekinet ve Vekarla Gitmek. 27

İmamın Namazı Hafif  Tutup Uzatmaması. 28

Namazda İmama Uymanın Vücubu. 30

Namazda Bir Çocuk veya Bir Kadınla Cemaat Oluşturmak. 31

İmamet Bahsi ve İmamın Sıfatı. 33

Fasıkın İmameti. 35

Namazda Mukimin Misafire Uyması. 37

Farz Kılanın Nafile Kılana Uyması. 38

Oturarak Namaz Kılanın Ayakta Durana, Ayakta Duranın Oturarak Kılana Uyması  40

Müteveddi’in Müteyemmime Uyması. 42

İmamın Saffın Ortasına Denk Gelecek Şekilde Önde Durması. 43

Namazda Cemaatin Arasında Kadın ve Çocukların Yeri. 45

Namazda İmamın veya Cemaatin Yüksek Yerde Durması Sakıncalı mıdır?. 46

Sünneti, Farzı Kıldığı Yerin Gayrinde Kılmak. 48

Hastanın Namaz Kılmasıyla İlgili Fıkhi Hükümler. 49

Seferi Namaz. 51

İki Namazı Birarada Kılmak (Cem'u takdim - Cem'u te'hir). 53

Cuma Namazı ve Önemi. 55

Cuma Namazının Kırk Kişilik Bir Cemaatle Kılınması. 58

Cuma Farzından Önce ve Sonra Sünnet Namaz. 60

İmam Minbere Çıkınca Selam Vermesi ve Oturunca Da Ezan Okunması. 62

Hutbe ve Özelliği. 63

Bayram Namazı, Önemi ve Vakti. 66

Bayram Namazında Tekbir Sayısı ve Yeri. 69

Bayram Namazından Ne Önce, Ne De Sonra Nafile Kılınır. 71

Bayram Hutbesi ve Hükümleri. 72

Teşrik Günleri. 74

Korku Namazı. 76

Tehlike Artıp Korku Şiddetlendiği Zaman Namaz Nasıl Kılınır?. 79

Güneş Tutulma Namazı. 81

Ay Tutulması Namazı:. 83

Güneş Tutulması Namazının Kılınışı:. 83

İstiska (Yağmur Dileme)Namazı. 85

Hasta Ziyareti. 89

Ölen Müslümanı Yıkamak (Gasl). 92

Allah Yolunda Şehid Edilenler Yıkanmaz. 95

Cenaze Yıkamanın Keyfiyeti. 97

Kefenin Güzel Olması Müstehabadır. 99

Cenaze Namazı ve Onunla İlgili Husular. 103

Cenaze Namazında Cemaatin Çokluğunu Faydaları. 107

Ölen Kimse Üzerine Sesli Ağlamak Mekruhtur. 108

Cenaze Namazında Kaç Tekbir Getirlir?. 109

Cenaze Namazında Kıraat, Salavat ve Dua. 111

Cenaze Geçilirken Önünden Kalkmak. 114

Ölü Kabre Konulunca Besmele Çekmek  ve Kabri Düzeltmek. 116

Definden Sonra Ölü İçin Dua Etmek. 118

Kabir Ziyareti. 119

 

 


Duha (Kuşluk) Namazı ve Fazileti

 

Sabah namazından sonra güneş doğup bir mızrak (yaklaşık 35-45 dakikalık süre) yükselinceye kadar namaz kılmak müctehid -( imamların çoğuna göre mekruhtur, imamlardan bir kısmına göre ise, sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar kaza namazı: kıhnabilir.[1]

Kuşluk vakti olunca, hayata yepyeni bir güçle, tazelenmiş imanla dönmek ve o' günü kalp huzuruyla ve ilahi murakaba şuuruyla geçirmek için en az iki rek'ât namaz kılmak sünnettir. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz fırsat ve imkan buldukça bu namözâ devam etmiş ve ashabına da tavsiyede bulunmuştur. [2]

 

Konuyla İlgili Hadisler:                                    

 

Yapılan sahih rivayete göre,  Ebu Hüreyre  (r.a.) şöyle demiştir:

"Gönül dostum (rasulüllâh (S.A.V.)bana şu üç şey ile tavsiyede bulundu:

1- Her ay üç gün oruç tutmayı

2- Kuşluk vakti iki rek'at namaz kılmayı,

3- Uyumadan önce vitir namaznıu kılmayı.."[3]

Ebu Zer (r.a.) den yapılan rivayete görü, Rasulüllah (û.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sizden herbiriniz sabah­ladığında her eklemine karşı bir sadaka gerekir. Her teş­bih bir sadakadır, her tahmid bir sadakadır ve her tehlil de bir sadakadır; her tekbir de bir sadakadır; iyilikle emret­mek de bir sadakadır, kötülükten men'etmek de bir sada­kadır. Bunların hepsine karşılık, kuşluk vakti kılınan iki rek'at namaz kafi gelir."[4].

Bu manayla Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanda 360 eklem vardır. Her ekleme karşılık bir sa­daka vermesi gerekir."

Bunun üzerine ashab-ı kiram:

"Ya Rasulallah! Kimin buna gücü yeter?" deyince, efen­dimiz (s.a.v,):

"Mescide atılan sümüğü savıp gidermek veya yolda (gelip geçenlere eziyet veren) şeyi uzaklaştırıp atmak (bu sadakalara bedel kafi gelir). Buna da gücü yetmeyen kim­seye iki rek'at kuşluk namazı yeter."[5].

Nuaym b, Hemmar (r.a.) den, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Aziz ve Celil olan rafobımz buyurdu ki; Ey ademoğlu! Günün evvelinde benim için dört rek'at namaz kıl, günün sonunda ben sana yeterli olayım."[6]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlalleri

 

a) Hanefi mezhebine göre: Duha (kuşluk) namazı men-duptur. En azı iki, en çoğu oniki rek'attir. Vakti ise,  güneş (bir mızrak boyu) yükseldikten zevale kadar olan zaman parçasıdır.[7]

b) Şafîilere göre: Kuşluk namazının en azı iki, efdalı altı, ekseri oniki rek'attir. Bazısına göre, efdalı sekiz rek'attir. Her iki rek'atte bir selam vermek menduptur.[8].

Kuşluk namazı sünnettir. Vakti ise, Hanefilerde olduğu gibi, güneş bir mızrak boyu yükseldikten sonra başlar, zeval vaktine kadar devam eder. Gündüzün dörtte biri geçtikten sonra kılınması iseefdaldır.[9].

c) Hanbelilere göre: Kuşluk namazı müstehabdır. Vakti ise güneş biraz yükselip ısısı artıp şiddetlendiği zamandır. Bu nama­za devam etmek, Ebu'l-Hattab'a göre müstehabdır. Çünkü Ra­sulüllah (s.a.v.) efendimiz bunu ashabına tavsiye etmiştir.

Bazılarına göre, kuşluk namazına devam etmek müstehab değildir. Çünkü Rasulüllah (s.a.v,) ona devam etmemiştir.[10].

d) Malikilere göre: Kuşluk namazı te'kiden menduptur. "sünnettir" diyenler de olmuştur. Bu namazı, ikindi namazıyla güneş batması arasında geçen süre kadar güneş doğduktan sonra geciktirmek efdaldır.[11]

 

Hadislerin Tahlili ve Diğer Rivayetler

 

134 nolu Ebu Hüreyre hadisinin ricali sahihtir. Nitekim bunu kuvvetlendirir mahiyette bir diğer rivayet yine Ebu Hüreyre'den (r.a,) yapılmıştır. Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur: "Duha (kuşluk) namazının iki rek1 atine devam edip ko­ruyan kimsenin günahları deniz köpüğü kadar bile olsa, bağışlanır." Tinnizi bu hadisi hasenlemiş ve Ebu Said'den (r.a.) yaptığı rivayetle bunun arasında bağ kurmuştur. Şöyle ki, Ebu Said diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz bazan duha namazına öyle devam ederdi ki, biz "artık bir daha onu bırakmayacak" der­dik. Bazan da öyle bırakırdı ki, biz "artık bir daha bu namazı kılmayacaktır" derdik."

Muaz el-Adviyye diyor ki: Hz. Aişe'ye (r.a.) sordum:

--Rasulüllah (s.a.v.) kuşluk namazı kılar mıydı?

O bana şu cevabı verdi:

--"Evet.dört rek'at kılar ve Allah'ın dilediği kadar rek'atleri artırırdı."

Bunu, Müslim, Nesai ve Tirmizi rivayet etmişlerdir.

Bu konuda birçok rivayet daha vardır. Ibn Kayyım bunları yedi maddede toplamıştır:

1- Sünnettir.

2- Rasulüllah (s.a.v.) bazı olay ve sebeplerden dolayı kuşluk vakti namaz kılmıştır. Nitekim Mekke'nin fetih günü Ümmü Hani' (r.a.) diyor ki: Rasulüllah (s.a.v.) çok hafif olmak üzere kuşluk vakti sekiz rek'at namaz kıldı." O bakımdan emirler bu na­maza "Fetih Namazı" da demişlerdir.

3- Seferden dönünce bu vakte rastladığı zaman namaz kılmıştır. Hz. Aişe (r.a.) validemiz bu konuda şöyle demiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) seferden dönünce eve girmeden mescide girer ve iki rek'at namaz kılardı."

4- Bir sahabinin evinde kuşluk vakti- namaz kılması, kuşluk vaktiyle  değil,  ev  sahibine  namaz  nasıl  kılınır hususunu göstermek ve öğretmek içindi.

5- Müstehab bile değildir..

6- Bazan kalmak, bazan terketmek müstehabdır.

7- Bid'attir, kıhnmaması daha doğru olur. İbn Ömer'den de bu anlamda bir rivayet vardır.

Muhaddis el-Hakim ise, bu namazın sünnet olduğunu isbat eder anlamda yirmi kadar sahabeden rivayet yapmış ve bu konu­da özel bir bölüm meydana getirmiştir. Suyuti de bu konuyla ilgili rivayetlez'i biraraya getirerek bir cüz oluşturmuş ve sünnet veya ' müstehab olduğunu belirtmiştir.

Böylece bütün, rivayet, tesbit ye görüşler biraraya getiril­diğinde, kuşluk namazının sünnet veya müstehab olduğu ağırlık kazanıyor.135 nolu Ebu,Zer hadisinin senedi sahihtir.

136  nolu Nuaym b. Hemmar hadisi üzerinde hayli ihtilaf - (görüş ve tesbit farkları) vardır. Önce "Hemmar" ismi üzerinde du­rulmuştur: Kimine göre "Hammâr", kimine göre "Hemmar", ki­mine göre "Heddar", kimine göre "Hemmam" ve kimine göre de "Hammar"dır

O bakımdan bu isim şüpheyle karşılanmıştır.  [12]

      

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kuşluk namazı, sünnet veya müstehabdır.     

2- En azı iki rek'at, en çoğu oniki rek'attir. Dört veya sekiz rek'at olarak künıması efdaldır.

3- İki rek'atte bir selam yermek efdaldır.

4- Kuşluk namazının vakti, güneş bir mızrak boyu yükselince (yaklaşık 35-45 dakikalık süre) başlar, zevale kadar devam eder.

5- Malikiîere göre, vacib kuvvetinde sünnettir.

6-Heı-gün mutlaka devam edilmesi sünnet değildir.

7-Büyük ecir ve mükafatlara vesiledir. [13]       

 

Tahiyyetü’l-Mescid Namazı

 

Cami ve mescidler, Cenab-ı Hakk'a ibadet edilen kutsal ev­lerdir. Oralarda ancak Allah'a kulluk ölçüleri içinde ve kuralları doğrultusunda mü'minler izzet ve şeref kazanıp gerçek kişiliklerini bulurlar. Aynı zamanda fanilere kul olma zilletinden kurtulup Hakk'a yakınlık sağlamanın mutluluğuna erişirler.

Şüphesiz înabedler, ilahi rahmet ve gufranın bolca tecelli ettiği, rahmet dileyen meleklerin-nöbetleşe uğradığı müstesna yer­lerdir. O bakımdan abdestli bir vaziyette cami ye mescidlere giren müslümanm, oraya hürmet ve tazim niyetiyle oturmadan önce hafif anlamda AHah rızasını arzulayarak iki rek'at namaz kılması tavsiye edilmiştir. [14]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Katade (r.a.), dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.çt.uj efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz mescide girdiği zaman, iki rek'at kılmadıkça oturmasın."[15]

Cabir b. Abdittah (r.a.) dan yapılan rivayete göre: Gatafan kabilesinden Selik cuma günü mescide girdiğinde oturdu. O sırada Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz hutbe irad ediyordu. Ona iki rek'at namaz kılıp Öyle oturmasını emretti."[16]

Müslim'in yaptığı tahricde ise konu şöyle ifade edilmiştir:

"Gatafan kabilesinden Selik, Hz. Peygambere (s.a.v.) sattığı devenin bedelini almak üzere Mescide geldiğinde, Rasulüllah (s.a.v.) ona iki rek'at kılmasını emretti."

Bu iki rivayetten birinden namaz kılmadan oturması nehye-dilmiş, diğerinde ise namaz kılması emredilmiştir. Rivayetlerin zahiri, emrin vücuba; nehyin bu vücubun tahkikma, terkinin de tahrimine delalet etmektedir. Buna dayanarak Zahiriler "Tahiyyetü'l-Mescid Namazı"nm vücubuna kail olmuşlardır.

Cumhur ise bu konudaki diğer rivayetleri de dikkate alarak, Tahiyyetü'l-Mescid Namazının sünnet olduğunu belirtmiştir. İmam Nevevi de "bu hususta ümmetin icma'ı vardır" diyerek cum­hurun görüşüne katılmıştır.

Cumhur bu konuda birçok delillerle birlikte daha çok şu ri­vayeti göz önünde bulundurmuştur: "Camiye girip içerideki ce­maatin omuzlarını aşarak ilerleyen adama, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz: "Otur, cidden (cemaata) eziyet ettin!" buyurmuş ve fa­kat Tahiyyetü'l-Mescid namazı kılmasını emretmemiştir."

Aynı zamanda bu namazın vacib olmadığına delil olarak da, "ashab-ı kiramın zaman zaman mescide girip çıktıkları olurdu ki, bu girişlerinde namaz kılmazlardı" rivayeti söz konusudur. îbn Ebu Şeybe bunu Zeyd b. Eslem'den rivayetle nakletmiştir.[17]

 

Hadis ve Rivayetlerin Işığı Altında İmamların Îctihad ve İstidlalleri

 

a) Hanefilere göre: Tahiyyetü'l-mescid, yani mescidin rabbına tazim namazı sünnettir. Zira tahiyyet yere değil, yerin sa­hibinedir. Cami ve mescidlerin sahibi ise ancak Cenab-ı Rabbi'l-Alemin'dir.

Mescid ve cami denilince umum ifade ederse de, Mescid-i Haram istisna teşkil eder. Zira oraya girildiğinde Tahiyyetü'l-Mescid değil de onun yerine tavaf yapılır. Ancak tavaf yapmak is­temeyen kimsenin yine hürmeten orada da iki rek'at namaz kılması tavsiye edilmiştir.

Tahiyyetü'l-mescid namazı iki rek'attir. Arzu eden dört rek'at kılabilirse de efdal olanı iki rek'atle yetinmektir. Aynı za­manda bu namaz kerahet vaktine tesadüf ettiği takdirde kılınmaz. Mesela: Fecirden sonra veya ikindi farzından sonra cami veya mescide giren kimse Tahiyye-tül-mescid namazı kılmaz, bel­ki teşbih ve tehlilde bulunur ve Hz. Peygamber'e (s.a.v.) salat-ü selam getirir.

Cami ve mescide giren kimsenin oturmadan önce Tahiyye­tü'l-Mescid namazı kılması meşru' kılınmıştır. Bazısına göre, az oturup Öyle kalkıp kılması uygun olur, denilmişse de birinci tesbit ve görüş daha sahihtir.[18]

b) Şafiilere göre: Tahiyyetü'l-Mescid namazı sünnet olarak iki rek'attir. Camiye giren kimsenin hemen farza veya başka bir sünnete durması da bu namazın yerine geçer ve böyle durumlarda ayrıca iki rek'at kılmaya gerek yoktur. Ancak bir tek rek'at kılmakla gerçekleşmeyeceği gibi, sahih kavle göre cenaze, tilavet secdesi ve şükür secdesi de Tahiyyetü'l-Mescid yerine geçmez. Cami ve mescide tekrar girmekle de bu namaz ela tekrarlanır.[19] Kerahet vakti söz konusu değildir.

Camiye girip oturmak isteyen kimsenin abdestli ise en az iki rek'at kılması sünnettir. Bu da oturmadan önce yerine getirilir. Ancak farzı kaçırmak veya vaktin çıkması tehlikesi söz konusu olduğu zaman terkedilir[20].

c) Hanbelilere göre: Cami ve mescide giren kimseye otur­madan önce iki rek'at namaz kılmak sünnettir. Bununla beraber girip   namaz kılmadan oturan kimseye yine de kalkıp iki rek'at Tahiyyetü'l-Mescid kılması sünnettir. Hanbeliler bu konuda Ebu Katade hadisiyle Gatafanlı Selik olayıyla istidlal etmişlerdir.[21].

d) Malikilere göre: Tahiyyetü'l-Mescid sadece iki rek'attir. Aynı zamanda te'kideri menduptur. Sünnet olduğunu söyleyenler de olmuştur.

Tahiyyetü'l-Mescid, cami ve mescide oturmak maksadıyla gi­ren kimseye menduptur; ama sırf bir: kapısından girip diğer kapısından çıkmak için giren kimseye mendup değildir.[22]

 

Abdest Aldıktan Sonra İki Rekat Namaz Kılmak

 

Abdest namazdan önce, Hakk'a takarrup için yapılan bir am-'eliyedir; aynı zamanda Cenab-ı Hakk'ın huzuruna iç ve dış temiz­liğini biraraya getirmek suretiyle çıkmak için yerine getirilen bir farizadır.

.Abdestin sayılmayacak kadar faydaları söz konusudur. O bakımdan Cenab-ı Hak böylesine fazileti cami1 bir ibadeti yerine getirmemizi bize müyesser kıldığı için iki rek'at namaz kılmak suretiyle O'na arz-ı ubudiyyette bulunmak kadar tabii ne olabilir? [23]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Hüreyre (r.a.j den yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, sabah namazında Bilal'e şöyle demiştir: "Ya Bi-îaî! İslam'da işlediğin en çok umut veren amelinden bana haber ver. Çünkü gerçekten ben Cennet1 te hemen önümde senin ayakkabının tıkırtı sesini duydum." Bunun üzerine Bilal şöyle dedi: "Benim yanımda en çok ümit beslediğim amelim, gece olsun, gündüz olsun, ne kadar abdest aldımsa, bana takdir edilen namaz (müyesser kılman) ne ise onu yerine getirdim" Yani abdestten sonra namaz kıldım.[24]

 

Mezhep İmamlarının İctihad ve İstidlalleri

 

Dört mezhebe göre de, abdestten sonra; sefere çıkılırken ve seferden dönüldüğünde ikişer rek'at namaz kılmak menduptur. Çünkü hiç kimse evinden ayrılırken kıldığı iki rek'at namazdan daha hayırlı bir şey geriye bırakmış olmaz.[25]

Ka'b b. Malik (r.a.) da diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz seferden mutlaka gündüzleyin daha çok kuşluk vakti gelmiş olurdu. Şehre gi­rince önce mescide girer iki rek'at namaz kıldıktan sonra orada bir süre otururdu."[26].

 

İstihare Namazı

 

İstihare, "hayır" kökünden türetilen mezid masdardır. Türkçemizde buna "Allah'tan hayır dileme, hayır umma" diyoruz.

Cenab-ı Hak ilmiyle, kudretiyle, rahmet ve inayetiyle her şeyi kapsayıp kuşatmış, her zerreye nüfuz etmiş ve eşyayı bütünüyle tasarrufu altında tutmuştur. O'na nisbetle geçmiş, gele­cek ve şimdiki zaman diye bir kavramı söz konusu değildir.

O kudret kalemiyle beşerin kader çizgisini çizmiş; bize nisbe­tle olmuş, olacak her şeyi takdir edip belirlemiştir.

Bu bakımdan bir mesele hakkında tereddüt ettiğimiz veya teşebbüs etmek istediğimiz bir iş, bir konuya doğru adım atmaya cesaret edemediğimiz neticenin iyi mi, yoksa kötü mü olacağını kestiremediğimiz zaman, Rasulüllah'm (s.a.v.) tarif ettiği şekilde Cenab-ı Hakk'a yönelip O'ndart hayır ve yardım, ilham ve işaret beklememiz tavsiye edilmiştir.

Bunun için önce "İstihare"de bulunmamız sünnettir. [27]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Cabir b. Abdillah (r.a.) diyor ki:

Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, bize hemen her işte, Kur'an'dan nasıl bir sure öğretiyorduysa, öylece istiharede bulunmamızı da öğretti. O şöyle buyurdu:

"Sizden biriniz bir işe başlamaya azmedip yönelince, önce farz namazdan başka olmak üzere iki rek'at namaz kılsın ve arkasından şöyle desin: Allah'ım Senin ilminle Senden hayır diler ve umarım; Senin kudretinle Senden kudret isterim ve Senin o büyük fazl-u kereminden dilerim. Çünkü gerçekten Senin kud- retin yeter, benîm kudretim yetmez; Sen bilirsin, ben bilmem. Sen gaybleri çokça bilen­sin.

Allah'ım! Eğer şu (teşebbüs etmek istediğim) işin be­nim dinim, geçimim ve akıbetim için hayırlıysa, (veya şöyle der: Şimdi ve şimdiden sonraki durumum ve işim için hayırlıysa), onu bana takdir edip kolaylaştır; sonra da onu benim için mübarek kıl. Eğer bu iş dinim, geçimim ve akıbetim için (veya şöyle der: Şimdiki ve şimdiden sonraki durumum için) şer ve kötüyse, onu benden çevirip uzak­laştır, beni de ondan... Hayır ve iyilik ne yandaysa onu bana takdir eyle ve sonra da beni hoşnut kıl onunla.

Bunları söyledikten sonra asıl haceti ne ise onu söyler."[28].

Îbn Mes'ud (r.a.) diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v-) efendimiz bize istiharede bulun­mamızı öğretti. O şöyle buyurdu: "Sizden biriniz bir işe teşebbüste bulunmayı dilediği zaman şöyle desin:..."[29]

Ebu Bekir Sıddik (r.a.) diyor ki:

Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz bir işe teşebbüsü murad ettiği zaman, şöyle dilek ve duada bulunurdu: "Allah'ım! Bunu benim için hayırlı eyle ve seç.."[30].

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz'den işittim şöyle buyu-ruyordu: "Sizden biriniz bir iş ve durumu irade ettiği za­man şöyle dua ve dilekte bulunsun: Allah'ım! Senin ilminle Senden hayır diîi-yorum.." Sonunda da şunu söyler: La hav­le vela kuvvete illa billah."[31].

îbn Abbas ve îbn Ömer (Allah ikisinden de razı olsun) şöyle demişlerdir:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, bize nasıl Kur'an'dan bir sure öğretiyorduysa, öylece istiharede bulunmayı da öğretti. Şöyle dilek ve duada bulunmamızı buyurdu: "Allah'ım! Senden hayır ve iyilik

diliyorum"[32]                                                            .

Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.) den yapılan rivayete göre, Ra­sulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ademoğlunun saade­tine delalet eden (hususlardan biri de), Aziz ve Celil olan Allah'a istihare etmesi, O'ndan hayır ye iyilik ummasıdır."[33]

154 nolu Cabir hadisinde, iki rek'at namaz kılmakla emredil-mesi, vücup ve farziyeti gerektirmemektedir. Zira sahih tesbitlere göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, bedevinin: "Şu beş vakit na­mazı Allah mı farz kıldı?" şeklindeki sorusuna, "Evet" diye cevap vermiş ve bedevinin "Bundan fazlası var mıdır?" so-rusuna ise, "Hayır, meğer ki nafile kılasm" buyurmuştur. Şüphesiz bu hadis, sadece beş vakit namazın farz kılındığına açık delil olarak bulu­nuyor. [34]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

Dört mezhep imamlarının hepsi de istihare namazının meşruiyetini kabul etmiştir.

a) Hanefilere göre: İstihare, hayırlı bir işi arzulamak ve hayırla sonuçlanmasını dilemektir. O bakımdan gelecekle ilgilidir. Cenab-ı Hakk'm iki çlurunıdan hayırlı olanını izhar etmesi için O'na yönelip iki rek'at namazla bu husustaki dileği arzetmekle gerçekleşir.[35].

Abdurrahman el-Ceziri'ye göre de, istihare namazı dört mezhebin fıkhında menduptur.[36]. îbn Kudame de Cabir hadisi­ni naklederek bu namazın mendup olduğuna temas etmiştir. [37]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bir işe başlamada tereddüt hasıl olduğu zaman, istiharede bulunmak menduptur.

2- İstihare namazı iki rek'attir ve diğer namazlar gibi kılınır.

3- Namazdan sonra Cabir (r.a.) hadisinde geçen dua okunur. [38]

 

Nafile Namazın Cemaatle Kılınması

 

Bilindiği gibi, nafile namazlardan Teravih, Husuf (ay tutul­ma), Küsuf (güneş tutulma) namazı cemaatle kılınır. Vitri sünnet kabul eden mezheplere göre, bu namaz da ramazanda cemaatle kılınır.

Diğer nafile namazların münferiden kılınması tavsiye edil­miş ve cemaatle kılınması ise, çoğu imamlara göre mekruh sayılmıştır. [39]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Zeyd b. Sabit (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah .(s.a.vj  efendimiz şöyle buyurmuştur: "Namazın  efdalı  (en üstünü ve faziletlisi), kişinin kendi evinde kıldığı na­mazdır; ancak farz namazlar müstesna.."[40].

Hz. Ömer (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Rasuîüllah (s.a.v.) efendimizden (namazın mescidde kılınmasıyla, evde kılınması hakkında) sordum. Buyurdu ki:   "Ama kişinin kendi evinde kıldığı namaz nurdur. O halde evinizi nurİandırm!"[41]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz mescidde namazını kılıp yerine getir­dikten sonra, namazından kendi evi için de bir nasip (pay) ayırsın. Çünkü Cenab-ı Hak onun evinde kıldığı na­mazından bir hayır meydana getirir."[42]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Evlerinizi kabirler yap­mayın. Çünkü gerçekten şeytan, içinde Bakara Suresi oku­nan evden kaçar."[43]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Evlerinizde (de) namaz kılınız, onları kabir yap­mayınız!"[44]

Utban b. Malik (r.a.) anlatıyor:

'Ta Rasulallah! Dedim. Şüphesiz benim evimle bulun­duğum semt mescidi arasına (zaman zaman) sel giriyor. O bakımdan şunu arzu ediyorum: Evime şeref versende onun bir yerinde namaz kılsan ve ben de o yeri mescid ediney­im."

Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ona:

"İleride öyle yaparım" buyurdu. Bir süre sonra onun evine geldi ve:

"Nerede namaz kılmamı arzu ediyorsun?" diye sordu.

Ravi diyor ki: Evimde münasip bir yere işaret ettim. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz kalkıp orada namaza durdu, biz de Onun arkasında saf olduk ve bize iki rek'at namaz kıldırdı."

Bu rivayete dayanıp istidlalde bulunanlara göre, nafile na­mazını cemaatle kılmak sahihtir. Ancak müctehid imamların tes-bit, yorum ve ihticacları farklıdır. [45]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamların İstidlal ve İctihadları

 

a) Hanefılere göre: Ramazan dışında nafile namazı cemaat le kılmak mekruhtur. Ancak Ramazan'da Teravih namazı nafile kapsamına girmekle beraber cemaatle kılınması meşru' kılınmıştır. O bakımdan nafile namazları cemaatle kılmamak ih­tiyata daha uygundur.[46]

Yine nafile namazları evde kılmak efdaldır. Rasulüllah (s.a.v.) bu konuda gösterişten uzak kalacağına işaretle şöyle bu­yurmuştur: "Farz namaz dışında adamın kıldığı en faziletli ve üstün namaz, evinde kıldığıdır."[47].

Nitekim yapılan sahih rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efen­dimiz sabahın iki rek'at sünnetini evinde kılıp öylece Mescid'e ge­lirdi. Hem cemaatle namaz kılmak İslam'ın şeairindendir ve farz­lara, vaciplere mahsus bir sünnettir. Nafileler için meşru1 değildir. Sadece Teravih namazı bir istisna teşkil eder ki, o da Ra-sulüllah'm (s.a.v.) fiiliyle sübut bulmuştur.[48]

b) Şafiilere göre: Kaza ve nafile namazlarda cemaat farz ve sünnet değildir.[49]

c) Hanbelilere göre: Tetavvuat, yani nafile namazlar, biri cemaatle, diğeri münferiden kılınmak üzere iki kısımdır. Cemaa­tle kılmanı, ay tutulma, güneş tutulma ve teravih namazlarıdır. Münferiden kılmanı ise, beş vakit farza tabi olan sünnetlerle diğer nafile namazlardır.

Sünnet ve nafile namazların ise evde kılınması efdaldır. Nitekim Rafı1 b. Hudayc (r.a.) diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendi­miz Beni Abdi'l-Eşhel kabilesine uğrayıp bize geldi. Akşam na­mazını kıldırdıktan sonra şöyle buyurdu: "Akşamın iki rek'at sünnetini evinizde kılınız."[50]

d) Malikilere göre: Nafile namazları gece veya gündüz ce-' maatle kılmakta bir sakınca yoktur. Bunun gibi adam kendi evinde nafile namazları ev halkıyla cemaat halinde kılabilir.[51]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

Nafile namazlar evde cemaat halinde kılmabilir diyenlerin dayandıkları birtakım rivayetler vardır:

a) İbn Abbas (r.a.) diyor ki: "Bir gece Rasulüllah'ın (s.a.v.) ar­kasında durup namaz kıldım; ancak Onun sol tarafında durmuş bulunuyordum; O başımı tutup beni sağ tarafına doğru çekip götürdü."[52]

b) Enes b. Malik (r.a) diyor ki:"Ben ve evimizde(büyüttüğümüz) yetim bir çocuk annem Ümmü Süleym'le birlikte Resulüllah'm arkasında cemaat olup namaz kıldık. Biz iki çocuk Resulüllahın arkasında, annem de bizim arkamızda durmuş bir halde Resulüllah'a uyduk."[53]

Bu iki rivayet sahih olmakla beraber kılman namazın nafile olduğu İbn Abbas rivayetinden anlaşılıyorsa da, ikinci riva-yetten anlaşılmıyor. Hem bunlar haber-i vahid olduğundan müctehidlerin çoğu delil olarak seçmemiştir. Sadece İmam Malik bu rivayetlerle istidlal etmiştir. [54]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-İster farzlara bağlı sünnetler, isterse diğer nafile namaz­lar olsun, bunlar cemaatle kılınmaz; cemaatle kılınmasında kera­het vardır.

2- Nafile namazlardan Teravih, Ay Tutulma ve Güneş Tutul­ma namazları cemaatle kılınır, bunda kerahet yoktur. Bu, Hanbel­ilere göredir.

3- İmam Malik'e göre, nafile namazlar gece olsun, gündüz ol­sun  cemaatle kılınabilir.  Özellikle  adamın kendi  evinde  ev halkıyla cemaat olup kılmasında bir sakınca yoktur. [55]

 

Namaz Kılınması Mekruh Olan Vakitler

 

İslam, Allah'ın insanlara en son mesajı olarak yepyeni hükümlerle, kalıcı müeyyidelerle donatılmış ve furuatta, ahkam­da diğer dinlerden ayrı hükümler getirmiş ve kötü adet ve gele­neklerden ayrılıp ruha taze gıda veren esas ve prensipler koy­muştur.

O bakımdan, Allah'a ortak koşan müşriklerin Allah'tan başkasına ibadet ettikleri vakitlerde müslümaniların namaz kılmasını yasaklamış ve bunun için birtakım kerahet vakitlerini belirlemiştir. [56]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Said (r.aj den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: 'İkindi farzından sonra güneş batmcaya kadar hiçbir namaz (meşru) değildir- Aynı za­manda sabah farzından sonra güneş doğuncaya kadar hiçbir namaz yoktur"[57]

Diğer bir anlatım ve lafızla şöyle buyurulmuştur: "İki   namazdan   sonra   namaz   yoktur:   Sabah   na­mazından  sonra  güneş  doğuncaya  kadar,  ikindi  na­mazından sonra güneş batıncaya kadar,."

Ömer b. Hattab (r.aj den yapılan rivayete göre, "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar; ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar namaz kılmayı yasaklamıştır."[58]

Amr b. Absete (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Peygambere (s.a.v.): 'Ya Nebiyye'Uah! Bana namazdan sözet" dedim. Buyurdu ki: "Sabah namazını kıl, sonra güneş doğup yükselinceye kadar namaz kılma, bekle. Çünkü gerçekten güneş şeytanın iki boynuzu arasından doğmaktadır ki o sırada kafirler ona secde ederler. Sonra namaz kıl, zira namaz meşhûd ve mahdûrdür (yani melek­ler ona şahid olup hazır olurlar).Ta ki gölge yerinde ti­treşip (dikey mızrak misali) sağa sola meyletmediği vakte kadar (istediğin takdirde namaz kılabilirsin). Güneş tam is-tivaye gelince, o sırada Cehennem i-yice köpürüp kızışır. Gölge   (doğuya)   doğru   yönelince  namaz kıl. Çünkü gerçekten namaz meşhûd ve mahdûrdür. İkindi vaktine ka­dar (istediğin kadar namaz kılabilirsin), İkindi farzını kılınca, güneş bâtincaya kadar namaz kılma. Çünkü güneş şeytanın iki boynuzu arasında guruba gider ki o sırada ka­firler ona secde eder."[59]

Ukbe b. Amir (r.a.) diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz bizi şu üç vakitte namaz kılmaktan ve ölülerimizi defnet­mekten men'etti:

1- Güneş çıkıp belirginleşerek yükseldiği zaman,

2- Öğleye   doğru istivaye gelip   (herşeyin gölgesinin tit reşip kaldığı) vakit;

3- Guruba   yönelip   batmcaya  kadar   geçen   süre içinde..[60]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal ve Îctihadları

 

a) Hanefilere göre: Mekruh olan üç vakit var ki, o va­kitlerde farz, vacib ve nafile olarak hiçbir namaz kılınmaz;

1-  Güneş doğup bir mızrak (35-45 dakikalık süre) boyu yükselinceye kadar,

2- Güneşin   gök  kubbesinin   ortasına   gelip   her   şeyin gölgesinin titreşip durduğu istiva vaktinden batıya meyledin-ceye kadar geçen süre içinde,

3- İkindiden sonra güneşin sararıp gözün ferini almayacak duruma geldiği vakitten batmcaya kadar geçen süre içinde. Ancak o günün henüz eda edilmeyen ikindi farzı kerahetle kılınır.[61].

Hanefiler bu konuda Ukbe b. Amir hadisiyle istidlal etmişlerdir.                             .

Sözü edilen bu üç vakitte nafile namaz kılmak tahrimen mekruhtur. İsterse o nafile namaz bir sebebe dayansın; abdestten sonra tavsiye edilen iki rek'at namaz, tahiyyetü'l-mescid namazı gibi,.

İmam Ebu Yusuf a göre, istiva vaktinde nafile kılmak mek­ruh değildir.

Ayrıca fecir doğduktan sonra sabahın iki rek'at sünnetinin dışında nafile kılmak da mekruhtur. Aynı zamanda sabahın farzından sonra da nafile kılmak mekruh sayılmıştır. Bunlar gibi ikindi farzından sonra, isterse güneş sararmarmş ve gözün ferini alacak kadar parlak olsun yine de nafile namaz kılmak mekruh­tur.

Akşam farzından önce de nafile kılmak mekruhtur. Bunun gibi, cuma günü hatip hutbeye çıktığı andan namaz kıldırmcaya kadar geçen süre içinde nafile kılmak mekruh sayılmıştır.

Farz namaz için ikamet getirildiğinde, sabah sünneti müstesna olmak üzere, nafile kılmak keza mekruhtur. Bayram namazından önce evde; sonra ise camide nafile kılmak da kerahet kapsamına girmektedir. Hac günlerinde Arafat ile Müzdelife arasında akşam namazı yatsı vaktine geciktirilir ve bu iki farz arasında nafile kılınmaz, kerahet söz konusudur.

Bunlardan başka, sofra hazır olduğunda, küçük veya büyük abdes sıkıştırdığında, farzı eda etmek için vakit daraldığında da nafile kılmak mekruhtur.[62].

b) Şafiilere göre: Mekke haremi dışında istiva vaktinde, güneş doğunca, sabah farzından sonra güneş doğup yükselinceye kadar, ikindi farzından sonra, güneş sararıp batmcaya kadar na­maz kılmak mekruhtur. Ancak belli sebebe dayanan namazlar bu genellemenin dışında kalır: Kaçırılan farz namaz, güneş tutulma namazı, tahiyyetü'l-mescid namazı, şükür secdesi, başlanıp da bozulan nafilenin kazası bu cümledendir.[63].

c) Hanbelilere göre: Sabah namazından sonra güneş doğup bir mızrak boyu yükselinceye kadar, güneş gök kubbesinin or­tasına gelip her şeyin gölgesinin titreşip  yerinde kaldığı (istiva) zamanı ve bir de ikindi farzından sonra güneş batıncaya kadar geçen süre içinde namaz kılmak mekruhtur.

Ancak kazaya kalmış namazları; ister mutlak, isterse mu-kayyed olsun nezir (adak) namazları, tavaf namazı, cenaze namazı bu genellemenin dışında kalir, yani bunlar için kerahet vakti söz konusu değildir.[64]

d) Malikilere göre: Hadislerde belirtilen üç vakitte namaz kılmak men'edilmiştir: Sabah namazından sonra güneş doğup yükselinceye kadar; istiva vaktinde ve bir de ikindi farzından son­ra güneş batıncaya kadar..[65]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

Bu konuda ondan fazla sahih rivayet vardır. Onlardan bir kısmını nakletmekte yarar görüyoruz:

Taberani'nin Abdullah b. Amr (r.a.) dan yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sabah farzından sonra güneş doğuncaya kadar ve ikindi farzından sonra güneş batmcaya kadar nama:: kılmayın."

Taberani'nin Zeyd b. Sabit (r.a.) den yaptığı rivayete göre: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz ikindi farzından sonra namaz kılmayı men'et mistir."

Tirmizi'nin Seleme b. Ekva' (r.a.) den yaptığı rivayete göre: "Rasulüllah (s.a.v.) her far:^ namazdan sonra mutlaka iki rek'at nafile kılardı; ancak sabah ve ikindi farzından sonra kılmazdı."

Cumhur da sabah ve ikindi farzlarından sonra namaz kılmanın mekruh olduğunu belirtmiştir. İmam Nevevi ise bu hu­susta ittifak hasıl olduğunu söyler. Hafız İbn Hacer de aynı görüştedir. Ancak seleften bir cemaatin, mekruh vakitle ilgili hükmün kaldırıldığını iddia ettiğini nakletmekte ve bu hususta geniş bilgi vermektendir. Zahiriler de bu husustaki nehyin mensuh olduğuna kaildirler.

İmam Şafii ise, bu iki vakitte bir sebebe dayanan namazlar 'kıhnabilir, demiştir.[66].

Bunların delili, Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin kaçırdığı öğle sünnetini ikindi farzından sonra kılmasıdır.

îbn Hazm ise, kerahetle ilgili hükmün nesh edildiğini belirt­miş ve şu hadisin nasih olduğunu iddi;1 etmiştir; "Sabah farzından bir rek'ate -henüz güneş doğmadan- yetişen kimse ve güneş henüz batmadan ikindi farzından bir rek'ate yetişen kimse (o namaz yetişmiş sayılır.)"

Oysa bu hadis, vaktin geciktirilen farzıyla ilgilidir, diğer na­mazlarla ilgili değildir. O bakımdan kerahet hükmünü nes- hettiği söylenemez.

Hz. Aişe'nin (r.a.) azadlı kölesi Zekvan'ın yaptığı rivayete göre: Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz hem ikindi farzından sonra namaz kılar, hem de (başkasını ondan) men'ederdi. Aynı zamanda oruç tutup itftar etmed­en ikinci gün oruca başlardı ve visali (iftar etmeden iki günü birbirine bağlayarak oruç tutmayı) men'ederdi."

Bu rivayetin senedinde Muhammed b. îshak'm, Mühammed b. Amr b. Ata'dan yaptığı rivayet söz konusudur ki, Muhammed b. Amr hakkında birtakım sözler söylenmiştir. O bakımdan bu rivay­ete pek itibar edilmemiştir. [67]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Sabah  farzından güneş  doğup  yükselinceye, ikindi farzından, güneş batıncaya kadar namaz kılmak tahrimen mek­ruhtur. Aynı zamanda istiva vaktinde de namaz kılmak mekruh­tur.

2- Sözü edilen bu üç vakitte farz, vacib ve nafile namazlar­dan hiç biri kılınmaz. Ancak geciktirilen ikindi farzı kerahetle kılınır.

Bu, daha çok rey tarafdarı olan imamlara göredir.

3-  Fecir doğduktan sonra sabah sünnetinden başka nafile namaz kılmak; sabah farzından sonra nafile namaz, akşam farzından önce nafile namaz kılmak mekruhtur.

4-  Belirtilen bu iki vakitte kaza namazı kılmak mekruh değildir.

5- Bir sebebe dayanan namazları sözü edilen kerahet vakit­lerinde kılmakta bir sakınca yoktur. Bu, daha çok İmam Şafii'nin içtihadıdır.

6- Nezir, tavaf, cenaze ve benzeri belli sebebi olan namazlar için kerahet vakti yoktur, her zaman kıhnabilir. Bu, Hanbelilere göredir.

7- Zahirilere göre: Mekruh olan vakitlerle ilgili hüküm nesh-edilmiştir. O bakımdan farz, vacib ve nafile namazlar her zaman kıhnabilir. [68]

 

Tilavet ve Şükür Secdesi

 

Tilâvet'ten maksat, Kur'an'da geçen secde ayetlerinin- okun­ması ve o sebeple Cenab-ı Hakk'a secde edilmesidir.

Müctehidlerden. bir kısmına göre, Kur'an'm 15, bir kısmına göre ise 14 yerinde secde ayeti geçmektedir. Aradaki fark, Hac Suresinde bir mi, yoksa.iki mi secde ayeti bulunduğundan kay­naklanmaktadır, îmam Malik1 e göre 11 yerde geçer.

Kur'an'dâki secde ayetlerini okuyan veya okunduğunu duy­an mü'minlerin abdestli bir vaziyette Allah'a secde etmeleri vâeitv olur. Zira sözü edilen ayetlerde ya doğrudan, ya da dolayısıyla sec­de emredilmektedir. Şüphesiz ilahi emre uymak vücubu gerektirir ve aklı başında olan ergen her müslümana da yakışan ancak böyle yapmasıdır. Zira Raşulüllah (s.'a.v.) efendimiz: "Kulun Cenab-ı Hakk'a en yakın olduğu zaman, secdede bulunduğu an­lardır" buyurarak,secdenin önemini ve lüzumunu belirtmiştir. Namafc ibadetinin dindeki yerinin önemi ve yüksek fazileti de bir yönüyle içendeki secdeden dolayıdır. [69]

 

Kur'an'da Secde Ayetlerinin Yer Aldığı Sureler

 

1- Â'raf Sûresi: 206

2- Ra'd Sûresi: 15

3- Nahl Sûresi: 48

4- İsra Sûresi: 107

5- Meryem Sûresi: 58

6- Hac Sûresi: 18

7- Furkan Sûresi: 60

8- Neml Sûresi: 25

9- Secde Sûresi: 15

10- Sad Sûresi: 24

11- Fussilet Sûresi: 38

12- Necm Sûresi: 62

13- İnşikak Sûresi: 21

14- Alak Sûresi: 19.[70]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Amr b. As (r.a.) den yapılan rivayete göre: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz ona, Kur'an'dan onbeş secde ayeti okut­muştur. Onlardan üçü mufassal (Neczn, İnşikak, Alak) sure­lerdedir; ikisi de Hac suresindedir."[71]

îbn Mes'ud (r.a,) den yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) ve'n-Necm suresini okudu ve secde etti, onunla be­raber bulunanlar da secde ettiler; ancak Kureyş'ten bir şeyh (yaşlı adam veya kabilenin ileri geleni) secde etmedi, o sadece yerden bir avuç kumlu çakıllı toprak alıp alnına doğru yükseltti ve "Bu bana yeter" dedi.

Ravi Abdullah diyor ki: "Ben o adamın bir süre soara kafir olarak öldürüldüğünü gördüm."[72].

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.) efendimiz Necin suresini okuyup    secde   etti;   Onunla   birlikte   müslümanlar, müşrikler, cin ve ins hepsi secde ettiler."[73]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:                                                                      

"İnşikak suresi ile Alak suresi okunduğunda Peygam­ber (s.a.v») efendimizle birlikte secde ettik."[74]

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz minber üzerinde bulunduğu bir sırada Sad suresini okudu, secde ayetine gelince minberden inip secde etti ve insanlar da onunla birlikte secde ettiler. Başka bir gün ise, yine Sad suresini okudu ve secde ayetine gelince orada bulunanlar bir tarafa meyledip secdeye "hazırlandılar. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz onlara: "Bu ancak bir peygamberin tevbesiyle ilgilfbir sec­dedir; ama sizin bir tarafa secde için meyledip hazırlandığınızı görüyorum" buyurdu ve minberden inip secde etti, oradaki insanlar da onunla birlikte secde ettiler."[75]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının Îstidlal ve Îctihadları

 

a) Hanefîlere göre: Kur'an'm 14 yerinde geçen secde ayet­leri okunduğu zaman, hem okuyanın hem de işitenin ve dinleye­nin -isterse dinlemeyi kasdetsin, isterse etmesin- secde etmesi va-cibolur.[76].

Secde ayetinin tamamını veya yansım, ya da çoğunu "secde" kelimesiyle birlikte okuyan kimsenin secde etmesi keza vacib olur.

Okunan secde ayeti ister Arapça, ister başka bir dile çevrilmiş şekliyle tilavet edilsin fark etmez; yani her iki durumda da secde gerekli olur.

Namazda imam secde ayetini okursa, hem onun, hem de ce­maatin secde etmesi vacib olur. Cemaatten biri okursa, ne kendisi­nin, ne de imamının secde etmesi gerekir. Ancak îmam Mu-hammed'e göre, namaz kılındıktan sonra o kimsenin secde etmesi gerekir.

Namaz dışındaki kimse, ister namaz kıldıran imamdan, is­terse cemaatten birinden secde ayetini işitirse, kendisinin secde etmesi vacib olur.[77]

Sureyi okuyup secde ayetini atlamak mekruhtur.

Namazda içinde secde ayeti bulunan sure okunur da secde ayetiyle zamm-ı sure noktalanırsa ayrıca secde etmeye gerek kal­maz, mticerred rüku'a gitmek ve arkasından secde etmek kafî ge­lir.         -

b) Şafîileri göre: Tilavet secdesi sünnettir ve secde ayetleri Kur'an'm 14 yerinde geçer. İkisi Hac suresindedir. Sad süresinde­ki ise, şükür secdesidir. O bakımdan şükür secdesi namaz dışında okunursa secde etmek müstehab olur. Namaz içinde ise ondan do­layı secde edilmez.

Namazda imanı secde ayetini okursa, hem onun, hem de ce­maatin secde etmesi sünnet olur. Namaz dışında secde ayetini ;: okuyan veya işiten kimse, secdeye niyet ederek ellerini kaldırır, tekbir getirir ve namaz secdesi gibi secde eder. Zira tilavet secde­sinde tekbir getirmek şarttır.[78]                                .

c) Hanbelilere göre: Secde ayeti 14 yerdedir. Bu t'esbit aynı zamanda Ebü Bekir, Ali, İbn Mes'ud, Ammar, Ebu Hüreyre, İbn Öüıer (Allah hepsinden razı olsun) ve tabiinden bir cemaatin kav­lini yansıtmaktadır.

Tilavet secdesi ancak abdestli yapılır. Öyle ki, nafile namaz kılmak için şart olan ne ise, aynı şeyler tilavet secdesi için de şarttır.                                                           

Abdestsiz veya cünüp kimse secde ayetini işitirse, hemen onun için abdest alması veya gusletmesi gerekmez ve bu durumda secde etmesi de sünnet değildir,

Secde için tekbir getirilir ve secdeden kalkılınca selam veri­lir. Mekruh sayılan vakitlerde tilavet secdesi yapılmaz. Tilavet secdesi müekked sünnettir; yerine getirilirse hasendir, terkedi-lirse bir şey lazım gelmez.[79].

d) Malikilere göre: Kur'an'm 11 yerinde secde ayeti vardır. Mufassal olan üç suredeki secdeyle ilgili ayet, tilavet secdesi kap­samına girmemektedir.

Secde ayetini okuyan kimsenin ister namazda, ister namaz dışında olsun secde etmesi müstehabdır. Abdestsiz kimsenin secde ayetini okumaması daha uygundur.[80]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

185 nölu Amr b. As hadisini aynı zamanda Darekutni ve Ha­kim tahric etmişlerdir. el-Münzeri ve Nevevi hasenlerken, Abdulhak ve îbn Kattan zayıf saymışlardır. Zira isnadında meç­hul olan Abdullah b. Metin el-Küllabi buluyor, aynı zamanda tanınmayan, maruf olmayan Hars b.Said el-Itki el-Mısri ondan ri­vayet etmiştir.[81]

Secde ayetlerinin sadece 11 olduğunu mufassal surelerde geçen üç ayetin secdeyle ilgili bulunmadığını iddia edenlere ge­lince. Onlar bu konuda îbn Abbas'm (r.a.) şu rivayetiyîe ihticacda bulunmuşlardır: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz Medine'ye göç edip geldiğinden beri mufassalda geçen secde ayetlerini okurken secde etmedi."[82]

Bu rivayetin isnadında Ebu Kudame el-Hars b. Ubeyd ve bir de Matar el-Varrak bulunuyor ki, bu iki zatın zayıf olduğu ve ri-yayetleriyle ihticacın sahih olmadığı belirtilmiştir.

Zehebi, Matar ismi üzerinde durmuş ve şu bilgiyi vermiştir; Ibn Sa'd'e göre, onun rivayetinde zaaf vardır. Ebu Hatim'e göre: Bu zat zayıftır. Ahmed b. Hanbel ile Yahya da onun zayıf olduğunu söylemişlerdir.[83].

187 nolu Ibn Abbas hadisi, 188 nolu Ebu Hüreyre hadisi, 189 nolu Ebu Said hadisinin isnadları sahihtir ve istidlal ve ihticaca elverişlidir. [84]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kur'anda secde ayetleri, Hanefî, Şafii ve Hanbeli imam­larına göre 14, îmam Malik'e göre, ll'dir.

2- Tilavet secdesi vacibdir. Bu Hanefi'lere göredir.

3- Tilavet secdesi sünnettir. Bu, Şafii ve Hanbeli imamlarına göredir. îmam Malik'e göre, müstehabdır.

4- Tilavet secdesi dört mezhebe göre de abdestli yapılabilir.

5- Tilavet secdesi, namazdaki secde Ölçüsünde yapılır, bir defa baş (alın) yere konularak kaldırılır.

6- Tilavet secdesinde tekbir getirmek şarttır 'Bu, îmam Şafii'ye göredir.

7- Tilavet secdesi yapılıp baş kaldırılınca selam verilir. Bu, Hanbeli imamlarına göredir.                                       

8- "Secde ayetini okuyanın da, işitenin de, dinleyenin de sec­de etmesi, vacibdir" diyenlere göre vacib, "sünnettir" diyenlere göre sünnettir.

9- Namazda imam secde ayetini okursa, hem kendisinin, hem de cemaatinin secde etmesi vacib veya sünnet olur.

10- İçinde secde ayeti bulunan sureyi okurken secde ayetini atlamak mekruhtur.

11-Secde ayetini işiten kimse, abdestsiz ise, bunun için abdest alması gerekmez, Bu, Hanbeli imamlarına göredir.

12- Secde ayetini okuyan kimsenin abdesti yoksa, abdest alıp secde etmesi gerekir. Bu, daha çok Hanefî imamlarına göredir. [85]

 

Şükür Secdesi

 

Şükür: Verilen nimetten, elde edilen başarıdan, sevindirici haberden, vücutta duyulan ağrı, sızı ve hastalıktan kurtulup şifa bulmaktan, karşılaşılan bir felaketi savmaya muvaffak olmaktan, sevdiğine kavuşmaktan, korktuğundan kurtulup güvene -kavuşmaktan, sıkıntıları ve üzüntüleri atmaktan dolayı Cenab-ı Hakk'm lütuf ve keremini, inayet ve rahmetini, tecelli eden hiday­etini düşünerek O'nun huzurunda başı yere eğip alnı zeminin üzerine koymak suretiyle secde etmekten ve Yüce Rabbımızın yardım ve lütfunu bizden yana artırmasını di-lemekten ibarettir.

İslam'ın özelliklerinin başında gelen güzel hasletlerden biri de, hemen her konuda Cenab-ı Hakk'ı hatırlamamızı, O'nun son­suz kudretinin damgasını müşahede ederek O'na hamd etmemizi, verdiği sayısız nimetleri hatırladıkça O'na şükretmemizi telkin ve tavsiye etmesidir.

Şüphesiz bu durumda mü'minin her hali ve işi hayra yönelir ve hayırla sonuçlanır. Ayrıca ruhunda gelişme ve arınma, kal­binde irfan, yüzünde letafet başlar ve onun yüzünde tezahür eden bu ilahi letafeti görenler, ister istemez Allah'ı hatırlar.

Aklını kullanan bir fani için bundan daha büyük bahtiyarlık ne olabilir? [86]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebu Bekre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle ha­ber vermiştir:

"Peygamber (s.a.v.) efendimiz, kendisini sevindiren ve müjde anlamında kendisine verüen haberden dolayı Allah'a şükür olsun diye yere kapanıp secde ederdi."[87]

Butta yakın bir rivayeti Ahnied b. Hanbel şu lafızla nakletmiştir:

"Ebu Bekre (r.a.), şuna şahit olmuştur kî, Ra-sulüllah'm (s.a.v.) düşmanına karşı gidip savaşan askerinin zafer sağladığı kendisine müjdelendjğinde, mübarek başını Hz. Aişe'nin (r.a.) dizi üzerine koyup uzanmış bir halde idi, bu müjde üzerine hemen kalkıp yere kapanarak secde etti ve secdesini uzattı. Sonra başını secdeden kaldırıp kendine ait yüksekçe kısma geçerek kıbleye yöneldi."[88]

s\oaurrafırnan b. Avf (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

<rRasulüllah (s.a.v.) efendimiz (mescidden) çıkıp kendi­sine ait evin yüksekçe kısmına girdi ve kıbleye yönelerek secde etti; secdesini hayli uzattı. Sonra başını kaldırıp şöyle buyurdu: "Şüphesiz Cibril bana geldi ve şöyle haber verdi: "Aiiz ve Celil olan Allah sana buyuruyor ki, kim seni salat-u selam ile anarsa, ben de onu rahmet ve gufranımla anarım. Kim de sana se-lam verirse, ben de ona selam veri­rim." Bunun üzerine Allah'a şükür olsun diye secde ettim"[89]

Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.) den yapılan rivayette şöyle an­latıyor:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimizle birlikte Medine'ye git­mek üzere Mekke'den çıkıp hareket ettik. Azvera mevkime yakın bir yere geldiğimizde, Rasulüllah (s.a.v.) devesinden indi ve bir süre ellerini kaldırarak Rabbına dua ve niyazda bulundu. Sonra da yere kapanıp secde etti ve bir süre sec­dede kaldı; sonra secdeden kalktı ve ellerini bir süre kaldırdı (dua etti). Sonra yine yere kapanıp secde etti ve bunu üç defa tekrarladıktan sonra şöyle buyurdu: "Doğrusu Rabbımdan dilekte bulundum, ümmetim için şefaat ettim. O, bana ümmetimin üçte biri(nin bağışlandığı haberi)ni verdi. Bunun üzerine yere kapanıp Rabbıma şükür olsun diye secde ettim. Sonra başımı kaldırdım, yine Rabbımdan ümmetimi (bağışlamasını) istedim. O, bana ümmetimin üçte birini de (bağışladığının müjdesini) ve.rdi. Bunun üzerine yere kapanıp Rabbıma şükür olsun diye secde ettim. Sonra secdeden kalkıp tekrar Rabbım'dan ümmetimi (bağışlamasını) diledim. O, ümmetimin son ka­lan üçte birini (de bağışladığının müjdesini) verdi. Bunun üzerine yere kapanıp Rabbıma şükür olsun diye secde et­tim."[90]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal ve İctihadları

 

a) Hanefüere göre: Şükür secdesi mekruhtur. Zira Cenab-ı Hakk'ın nimetlerini saymamız mümkün değildir. Eğer O'nun her nimetine karşı şükür secdesi vacib olsaydı o takdirde her an, her lahza secde etmek gerekir. Çünkü ilahi nimetler kullarından yana çokça durmadan gelmekte ve birbirini izlemektedir.

Bu mezhebin diğer imam ve ilim adamları, bu görüş ve içti­hadın mensuh olduğunu söylemişler, delil olarak da Rasulüllah (s.a.v.) efendimizden sonra ashabın ileri gelenlerinin şükür secdesi yaptıklarını göstermişlerdir. Mesela Yemame fethedildiği zaman Ebu Bekir (r.a.) Allah'a şükür olsun diye yere kapanıp secde etmiştir. Yennuk Savaşı zaferle sonuçlanınca Hz. Ömer (r.a.) şükür olsun diye yere kapanıp secde etmiştir. Hz. Alinin de (r.a.) bu anlamda secde ettiği bilinmektedir.

Böylece "şükür secdesi" Allah'a bir yakınlıktır ki kişi ondan dolayı sevaba erer.[91]

Bu konuda fetva, ikincilerin istidlal ve içtihadına göredir.

Abdurrahman el-Ceziri-de, Hanefi mezhebine göre, şükür secdesinin nıüstehab kabul edildiğini ve müftabih kavlin bu olduğunu belirtmiştir.

Şükür secdesi, tilavet secdesi gibi bir defa yapılır ve ancak namaz dışında yapılması caizdir.[92].O bakımdan namaz içinde bir nimeti veya savılan bir musibeti hatırlayarak şükretmekle na­maz bozulur, o namazı yeni-den kılmak gerekir. Zira Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin namaz içinde şükür secdesi yaptığı vaki değildir, Ashab-ı Kiram da yapmamıştır.

b) Şafiilere göre: Şükür secdesi müstehabdır, yapılmasında bir sakınca yoktur. Çünkü bize kadar gelen rivayetlere göre, hem Rasulüllah (s.a.v.), Hem Ebu Bekir (r.a.), hem Ömer (r.a.), hem de Ali (r.a.) şükür secdesinde bulunmuşlardır.

Başkaları bu secdeyi inkar edip mekruh olduğunu söylüyorlar, biz ise Allah'a secde etmekte bir sakınca görmüyoruz.[93]

Bu mezhebe göre de, şükür secdesi ancak namaz dışında yapılır. Namaz içinda yapılırsa, namaz bozulur ve iadesi gerekir.

Şükür secdesi bir tek secde halinde yapılır.[94]

c) Hanbelilere göre: Nimet yenilendiği ve sıkıntı giderildiği zaman şükür secdesi yapmak müstehabdır. Şafii, îshak, Ebu Sevr ve İbn Münzir de aynı görüştedirler.

Oysa hem Rasulüllah'm (s.a.v.), hem de ashabının şükür sec­desi yaptıkları rivayet yoluyla sabit olmuştur. Ancak namaz içinde şükür secdesi yapmak caiz değildir. Aksi halde namaz bozulur. Meğer ki unutur veya böyle yapmanın caiz olmadığını bilmeden yaparsa namazı bozulmaz.[95].

d) Malikilere göre: Şükür secdesi mekruhtur. Ancak bir nimete erişildiği veya bir sıkıntı ve musibet defedildiği zaman iki rek'at namaz kılmak müstehabdır.[96].

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

201 nolu Sard b. Ebi Vakkas (r.a.) hadisi üzerinde duran el-Münzeri, "Bunun isnadında Musa b. Yakub ez-Zemei bulunuyor ki bu zat hakkında bazı tesbit ve görüşler ortaya çıkmıştır,[97]. Zehebi de bu zat üzerinde durarak şu bilgiyi vermiştir: "îbn Mein onu sikadan saymıştır. Nesai ise onun kaviy olmadığını belirtmiş; Ebu Davud onun salih olduğuna dikkat çekmiştir. îbn Adiy de onun rivayetinde bir sakınca olmadığını söylemiştir[98].

Bu konuda Ebu Davud'un Ebi Musa el-Eş'ari (r.a.) den yaptığı rivayette, Rasulüllah. (s.a.v) efendimiz şöyle buyurmuştur:

ırÜmmetim, ümmet-i merhumedir (ilahi rahmete ma-zhar olmuş bir ümmettir.) Ümmetim üzerine ahirette azap yoktur; onun azabı dünyadaki fitneler, depremler ve öldürme olaylarıdır."Bu hadisin isnadında Abdurrahman b. Abdillah b. Utbe b. Mes'ud bulunuyor ki, hakkında hayli şeyler söylenmiştir. Ukayli, bu zatın ömrünün sonuna doğru iyice bozu­lup bunamaya yüz tuttuğunu ve o bakımdan hadisinde ıztırap bulundüğunu belirtirken, İbn Hibban, onun hadisinin karışık bir durum arzettiğini, ayırt etmenin çok zor olduğunu söylemiş ve ter-kedilmesinin daha uygun olduğuna dikkat çekmiştir.[99]

Bunun gibi 198 nolu Ebu Bekre hadisi üzerinde durul­muştur. Tirmi-zi onun "hasen ve garib" olduğunu belirtmiştir. An­cak isnadında Bekkar b. Abdilaziz bulunuyor ki, bu zat zayıf ka­bul edilmiştir. Nitekim el-Ukayli ve başkaları da aynı görüşü . izhar etmişlerdir. Ancak İbn Mein gibi değerli bir hadis alimi, "O, s alihü'l- hadistir" demiştir.

Zehebi bu zatla ilgili bilgi verirken, İbn Mein ile îbn Adiy'in görüşlerini nakletmiş ve îbn Adiy'in şöyle dediğini belirtmiştir: "Bu, hadisleri yazılan zayıf ravilerden biridir. Ancak onun hadisi­ni nakletmekte bir sakınca görmüyorum."[100].

Bu tesbit ve görüşlerden çıkaracağımız sonuç şudur: Hem Ebu Bekre, hem de Sa'd b. Ebi Vakkas hadisiyle istidlal edilebilir.

200 nolu Abdurrahman b, Avf (r.a.) hadisine gelince: Bezzar ve İbn Ebi Asım bu hadisi tahric etmişlerdir. el-Ukayli ise bunu zuafa (zayıf raviler ve zayıf hadisler) arasında zikretmiştir.

Bu konuda îbn Mace'nin Enes (r.a.) den yaptığı rivayetin ise, senedinde zaaf ve ıztırap, vardır; o bakımdan istidlale şalih değildir. [101]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bir nimete erişildiğinde veya bir sıkıntı ve musibet gide­rildiğinde, Allah'a şükür olsun diye secde etmek müstehabdır.

2- Şükür secdesi, tilavet secdesi gibi bir tek secde olarak .yapılır..                          .                   

3- Tilavet secdesinde şart olan hususlar bunda da şarttır. 

4- Malikilere göre, mekruhtur. Ancak gerektiğinde şükür ol­sun diye iki rek'at namaz kılmakta bir sakınca yoktur.

5- Hanefi imamları bu konuda farklı ictihadda bulun­muşlardır. Ebu Hanife bunu mekruh sayarken, diğer imamlar müstehab kabul etmiştir. [102]

 

Secde-i Sehv (Namazda Yanılma Secdesi)

 

İnsanın hern iç alemi, hem de dış alemi zıdlarm sürtüşüp tartıştığı alanlardır, İç aleminde nefsinde kümelenen hayvani duygularla, ruhunda yer alan meleki duygu ve sıfatlar; dış ale­minde ise, iç aleminde yer alan bu duyguları destekleyen şeytan ve melekler bulunuyor.

Böylesine karmaşık bir atmosfer içinde bulunan mü'min, ila­hi emre uyarak ibadetini, özellikle de namazı yerine getirir-ken iç ve dışında yer alan menfi kuvvetler daha çok harekete geçer ve birtakım vesvese doğurmaya çalışırlar. Ruhundaki manevi cev­herle iman ve akıl birleşirce, bu cereyanın önüne geçebilir ve tesi­rini gidermeye muktedir olurlar. İşte böyle bir ortamda mü'min namaz kılarken yanılabilir.

Gerçek böyle olunca da onun bu yanılmasıyla meydana gelen boşluk ne ile, nasıl doldurulabilir? İslam fıkhında "yanılma secde­si" diye çevirisini yaptığımız "secde-i sehv"in vücubu açılan bu boşluğu doldurur. [103]

 

Konuyla İlgili Hadisler:   

 

Ebu, Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle anlatıyor:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz iki aşiy namazından (öğle ve ikindi) birini bize kıldırdı; iki rek'at kılıp sonra selam verdi. Arkasından kalkıp Mescid'de destek mahiye­tinde uzatılan tahtaya dayandı, sanki öfkeli bir hali vardı. Sağ elini sol elinin üstüne koyup parmaklarını birbirine kenetledi ve sağ yanağını sol elinin ayası üstüne koydu. Acele işi olanlar ise süratle Mescid'in kapısından çıktılar da şöyle dediler: "Namaz kısaltıldı". Cemaat arasında Ebu Bekir ile Ömer de bulunuyordu, ama (üstün saygılarından olsa gerek) Peygamberle konuşmaktan çekindiler. Cemaat arasında kendisine "Zü'1-yedeyn1' denilen bir adam bulu­nuyordu; o: 'Ya Rasulallah! Unuttunuz mu, yoksa namazı kısalttınız mı?" diye sordu. Peygamber (s.a.v.): "Ne unut tum, ne de namaz kısaltıldı" dedikten sonra ashabına döndü ve sordu: "Zü'1-yedeyn'in dediği gibi bir olay mı oldu?" Onlar da: "evet..." diye cevap verdiler. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ileri geçip terkettiğini kıldıktan sonra selam verdi; sonra tekbir getirip secde etti. Bu normal sec­desi gibi idi veya ondan biraz uzunca. Sonra başını kaldırıp tekbir getirdi. Sonra yine tekbir getirerek secde etti. Bu normal secdesi gibi idi veya biraz uzunca.. Sonra tekbir getirerek başını kaldırdı.

Bazan da (raViden) sordular, o da "Sonra selam verdi" dediği olmuştur.[104]

İmran b. Husayn (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz ikindi namazını üç rek'at o-larak kıldıktan sonra kalkıp evine gitti. (Diğer bir rivayette: Kalkıp odasına girdi.) Hırbak adında bir adam kalkıp peygamber'e (s.a.v.) doğru yaklaştı ki elinde uzun­luk (veya davar bağlamak için ip) bulunuyordu. Peygam­ber'e (s.a.v.) yaptığı hususu hatırlattı. Bunun üzerine pey­gamber öfkeli bir halde ve üstlüğünü yerde sürükleyerek çıkageldi ve cemaate yaklaşıp sordu: "Bu adam doğru mu söylüyor?" Onlar da: "Evet.." diye cevap verince, Peygamber (s.a.v.) bir rek'at daha kıldıktan sonra selam verdi ve ar­kasından iki secde yaptı ve tekrar selam verdi."[105].

Ata'dan yapılan rivayete göre, İbn Zübeyr (r.a.) akşam na­mazını kıldı ve (unutup) iki rek'atte selam verdikten sonra kalkıp Hacerü'l-esved'i istilam etmek istedi. Cemaat "sübhanellah" dedi. Bunun üzerine o: "Size ne oluyor?" diye sordu. Durumu öğrenince kûian bir rek'ati daha kıldı ve iki secde yaptı.

Ba durum İbn Abbas'a (r.a.) anlatıldığında şöyle dedi: "Peygamber (s.a.v,) efendimizin sünnetinden sapmamış, uzaklaşmamıştır."[106]

 

Hadislerin Işığında, Mezhep İmamlarının İstidlal ve İctihadları

 

a)  Hanelilere göre: Kişi namaz kılarken yanılır da bir şey fazla veya noksan yaparsa, bundan dolayı .namazın sonunda iki secde yapar. Ancak bu iki secdeyi yapacak kadar vaktin bulun­ması gerekir. Mesela sabah namazında yanılır da namazın sonun­da yanılma secdesi yapacağı zaman güneş doğarsa, kendisinden bu secdeler sakıt olur.

Yanılma secdesi, namazın*sonunda iki.tarafaselam verildik­ten sonra yapılır. Diğer bir görüşe göre, sadece sağ tarafa se-lam verilir ve arkasından yanılma secdesi yapılır. İki secdeden sonra teşehhüdde bulunur, yani et-Tehiyat okur ve peygamber (s.a.v.) efendimize salat-ü selam getirir, öylece selam verir.

Yanılma secdesi, namazda rüku1 ve otururken bir ayet o-kumaktan veya bir rüknü öne almaktan veya geriye almaktan veya bir rüknü tekrar etmekten, ya da bir vacibi değiştirmekten veya unutarak terketmekten dolayı gerekir.[107]

Namazın ortalarında gelip imama uyan (mesbûk) da imamla  birlikte yanılma secdesi yapar.         .

b)  Şafülere göre: Farz olsun, nafile olsun namazda şu dört şeyden  dolayı yanılma secdesi  yapmak sünnettir: Namazda \ yapılması emredilen şeyin tamamını veya bir kısmını terketmek. ' Men'edilen bir şeyin tamamım veya bir kısmını işlemek.

Bu da sekiz yerde meydana gelebilir: Birinci teşehhüdde, teşehhüdde oturmada, kunutda, kunut için kıyamda, peygamber (s.a.v.) efendimize salat-ü selamda, O'nun âline salat-ü selamda (bu da son teşehhüdde ve bir de kunuttan sonra terkedildiği tak­dirde yanılma secdesi sünnet olur) bunlardan bir kısmıdır.[108]

Bu mezhebe göre, yanılma secdesi teşehhüdden sonra se-lam verilmeden önce yapılır. O bakımdan teşehhüdün sonunda selam verdikten sonra yanılma secdesini hatırlarsa, artık vakti geçmiş olduğundan yapılmaz.[109].

c) Hanbelilere göre: Yanılma secdesinin beş şeyden dolayı Peygamber (s.a.v.) tarafından yapıldığı tesbit edilmiştir: Üç veya  dört rek'atli farzın ikinci rek'atinde selam verince yanılma secdesi yapmıştır. Namazda bir fazlalık veya noksanlık yaptığında yine yanılma secdesinde bulunmuştur. İkinci rek'atte oturacağı yerde ayağa kalktığında yine yanılma secdesi yapmıştır.

Selam verdikten sonra kıldığı namazdan bir şey noksan bıraktığını hatırlarsa, dönüp noksan olanı tamamlar ve selam ver­dikten sonra iki yanılma secdesi yapar. Sonra teşehhüde oturur ve selam vererek namazdan çıkar.[110]

d) Malikiîere göre: Namaz kıldıran imam, bir rek'at nok­san kıldırır ve hatırlamadan selam vererek namazdan çıkar; bu arada cemaatten biri ona: "Namazı noksan bıraktın, onu tamamla der, o da Öteki cemaate bunun doğru olup olmadığını sorar, ce­maat de doğru olduğunu haber verirse, imam dönüp o cemaate bir rek'at daha kıldırır ve teşehhüdden sonra selam verir, sonra yanılma secdesi yapar ve tekrar teşehhüde oturup se-lam verir.

Münferiden kılan kimse, bir veya iki rek'at noksan kılar, onun bu durumunu gören bir kimse kendisini uyarır, o da yanındaki diğer insanlara onun doğru söylediğini soraysa, artık namazı hükümsüz olur, yeniden kılması gerekir.[111].

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

212 nolu Ebu Hüreyre hadisi birçok tarikle rivayet edil­miştir. Hafız Selahuddin el-Alâî bunları birara}ra getirip sadre şifa verecek bir açıklamada bulunmuştur. Böylece hadisin sahih olduğu, muhtelif tariklerden rivayeti ise ona kuvvet kazandırdığı ortaya çıkıyor. O bakımdan İmam Ebu Hanife, bu kontla il-, gili diğer hadisleri de dikkate alarak hepsinden bir sonuç çıkarmak suretiyle istidlal ve ihticacda bulunmuştur.

213 nolu Imran hadisi de sahihtir. Ebu Hüreyre hadisiyle bu hadis aynı namaz ve aynı olayı değil, ayrı ayrı yanılmaları gösteriyor.

214 nolu Ata' hadisini aynı zamanda Hafız Bezzar tahric etmiş; Taberani de hem el-Kebir, hem de el-Evsat'ta zikretmiştir. İsnadmdaki rical sahih kabul edilmiştir. O bakımdan istidlal ve ihticaca salihtir.[112]

 

Namazda Şek

 

Kılmakta olduğu namazı iki rek'at mı, üç rek'at mı kıldığında veya üç rek'at ile dört rek'at arasında şüphe ederse, ne yapması gerekir? Şüphesiz bu hal namaz kılanların çoğunda mey­dana gelmekte ve birtakım tereddütlere yol açmaktadır.

İlgili hadisleri ve imamların tesbitlerini naklettikten sonra konu daha iyi anlaşılmış olacak ve tereddütler de kalkmış buluna­cak. [113]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Abdurrahman b. Avf (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle diyor:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimizden işittim, buyurdu ki: "Sizden biriniz namazında şek (şüphe) ederse, yanı bîr rek'at mi, iki rek'at mi kıldığım kesin bilmezse, bir rek'ât kılmış kabul eder ve öyle tamamlar. İki veya üç rek'at kıldığını bilmezse, onu iki rek'at kılmış kabul eder ve öylece tamamlar. Üç rek'atle dört rek'at arasında şek edip hangisini kıldığını bilmezse, onu üç kılmış kabul eder ve Öylece tamamlar. Sonra da namazını bitirip oturmuş bir vaziyette henüz selam vermeden iki secde yapar."[114]

Ebu Said el-Hudri (r.a.) den yapılan rivayete' göre, Ra­sulüHah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz namazda şek (şüphe) eder de üç mü, yoksa dört rek'at mı kıldığını bilmezse, şüpheyi atsın ve kalbinin yatıştığına göre namazını bina etsin, yani tamam­lasın. Sonra da henüz selam vermeden (namazın sonunda) iki secde yapsın. Bu durumda eğer beş rek'at kılmış oluyor­sa, (iki secde yapmak suretiyle) onu çift rek'atîi yapmış olur. (Çünkü iki yanılma secdesi bir rek'at yerine geçer.) Yok eğer dört rek'atîi kılmış oluyorsa, (o iki secde) şeytanı zelil ve hakir kılmış olur."[115].

İbrahim'in Alkame'den, onun da îbn Mes'ud (r.a.)den yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz namaz kıldırdı. (İbrahim diyor ki: Namazda bir şey fazla veya noksan yaptı). Selam verince, kendisine: 'Ya Rasulallah! Namazda bir olay mey­dana geldi.." denildi. O da: "Hayır, o ne gibi bir olaydı?" diye sordu. Cemaat de: "Şu kadar şu kadar namaz kıldırdın" diye cevap verdiler. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ayak­larını bulunduğu halden çevirip kıbleye yöneldi, iki secde yaptıktan sonra selam verdi. Sonra da yüzünü bize çevirerek şöyle buyurdu: "Doğrusu şu ki, namazda bir şey ortaya çıkarsa, onu size haber verdim, ama ben de bir in­sanım, sizler unuttuğunuz gibi ben de unutabilirim. Unut­tuğum zaman bana hatırlatın. Hem sizden biriniz na­mazında şek (şüphe) ederse, (zann-i galibe göre) isabetli olanı seçsin de ona göre tamamlasın ve arkasından selam versin ve iki secde yapsın."[116]

Ebu Hüreyre (r.a) den yapılan rivayete göre, Peygamber (a.s) Efendimiz şöyle buyurmuştur: " Şüphesiz ki şeytan, ade-moğluyla onun nefsi arasına girer de o ne kadar, kaç rek'at namaz kıldığını bilmez olur. Sizden biriniz böyle bir şüphe hissederse, (namazın sonunda) selam vermeden önce iki secde yapsın."[117].

Abdullah b, Cafer (r.a) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.u) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kim namazında şek (şüphe) ederse, (namazın sonunda) selam verdikten sonra iki secde yapsın."[118].

 

Hadislerin Işığında Mezhap İmamlarının İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefilere göre: Namazında şek (şüphe) edip üç mü, dört mü kıldığında tereddüd meydana gelir ve bu halde ilk olarak vaki oluyorsa, o takdirde o namazı bozar ve yeniden kılar, .Ama bu haî sık sık vaki oluyorsa o takdirde zann-i galibe göre amel eder, Zann-i galibde bulunamazsa, az olan tarafı ihtiyar edip ona göre namazını tamamlar ve namazın sonunda selam verdikten soîsra yanılma secdesi yapar.

Son teşehhüde oturup et-tehiyyatı okuduktan veya selam verdikten sonra kaç rek'at kıldığında şek ederse, artık o şekke i-tibar edilmez ve namazı tamam kabul edilir.

Namazda iken kaç rek'at kıldığında şüphe arız olur da bir rükün geçecek kadar bir süre bunun üzerinde düşünür, sonra da kaç rek'at kıldığım kesin şekilde hatırlarsa bu düşünmesinden do­layı namazın sonunda yanılma secdesi gerekir.[119].

b) Şafiilere göre: Üç mü, dört mü rek'at kıldığında şüphe ederse, bir rek'at daha kılar ve namazın sonunda yanılma secdesi yapar. Hatta selam vermeden önce şüphesi zail olursa, yine de yanılma secdesi yapar. Sahih olan da budur.

Böylece üçüncü rek'atte iken üç ve dört rek'at kıldığında şüphe eder ve sonra aynı rek'atte üç kıldığını hatırlarsa, artık yanılma secdesi yapmaz. Ama dördüncü rek'atte böyle bir şüphe doğar ve az sonra dört rek'at kıldığını hatırlasa bile, yine de yanılma secdesi yapar.

Selam verdikten sonra bir farzı terkettiğinde şüphe ederse, artık bu şüphe onun namazına tesir etmez, yani namazı tamam kabul edilir:[120]

c) Hanbelilere göre: İmam kıldırmakta olduğu namazı kaç rek'at kıldırdığında şüphe ederse, zann-i galibe göre amel eder. Sonra da selamdan sonra secde eder. İmam Ahmed'den yapılan bir diğer rivayette, selam vermeden Önce yanılma secdesi yapar.

Ancak bu mezhebin imamlarının çoğuna göre, ister imam, is­ter münferid olsun, namazda kaç rek'at olduğunda şüphe eder ve zann-i galib hasıl olmaz, her iki taraf eşitlik arzederse, yakin hasıl ettiğine göre amel edip namazını tamamlar ve selam vermeden önce yanılma secdesi yapar. [121].

d) Malikilere göre: Namazda fazla bir rek'at kıldığına zann-i galib hasıl olursa selamdan sonra; bir rek'at noksan kıldığına zann-i galib hasıl olursa, selamdan Önce yanılma secdesi yapar.

Aynı zamanda kendisine yanılma secdesi gereken kimse, na­mazın sonunda selamdan önce ve sonra unutur da yanılma secdesi yapmazsa, o kendisinden sakıt olmaz, hatırladığı zaman yerine

getirir[122].

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

221 nolu Abdurraliman b. Avf hadisi malûldür. Çünkü bunu İbn İshak Mekhul'den, o âa Küreyb'den, o da İbn Abbas (r.a.) dan, o da Abdurrahman'dan rivayet etmiştir. Ahmed b. Hanbel ise, aynı hadisi kendi müsnedinde İbn Aliyye'den, o da îbn Ishak'dan, o da Mekhul'dan murselen rivayet etmiştir.

İbn îshak diyor ki; "Hüseyin b. Abcüllah'la buluştum. O bana: "Bunu sana isnad ederek rivayet edeyim mi?" diye sordu. Ben de: "Hayır" dedim. Bu defa o bana: "Ama siz bana onu Küreyb haber vermiştir diye tahdis edin" dedi, Hüseyin ise cidden zayıftır. Rivayetine pek itibar edilmez.

Sonra aynı hadisi İshak b. Rahuye ve Heysem b. Küleyb ken­di müsnedlerinde Zühri tankıyla Abdullah b. Abdillah'dan o da İbn Abbas (r.a.) dan muhtesaran rivayet etmişlerdir. Ancak bu ikisinin de isnadında İsmail b. Müslim el-Mekki bulunuyor ki, bu zat zayıftır.[123]

Zehebi bu zat hakkında özetle şu malumatı vermektedir:

"Ebu Zür'a, onun zayıf olduğunu, Ahmed b. Hanbel ve diğer ilim adamları onun münkerü'l-hadis sayıldığını; Nesai ve diğer ha­dis alimlerinin, "o metrukü'l-hadistir" dediklerini söylemişlerdir.[124],

222 nolu Ebu Said hadisine gelince: İbn Münzir diyor ki: "Bu babda en sahih hadis, Ebu Said hadisidir." Nitekim bu hadis le is­tidlal edenler olmuş ve namazda rek'at sayısında   kalpte doğan şek ve şüpheyi atmak vacibtir ve yakin üzere tamamlamak daha uygun. Cumhur da bu görüştedir. Aynı zamanda yanılma secdesi­nin selam vermeden önce yapılmasının vücubu da bu hadisten is­tidlal edilmiştir.

223  nolu İbrahim b. Alkame hadisi de sahihtir; o bakımdan istidlale ıMlih görülmüştür.

224 nolu Ebu Hüreyre hadisi de sahihtir. Müctehidlerin bir kısmı bununla istidlal etmiştir ki, İmam Şafii onlardan biridir.

225  nolu Abdullah b. Cafer hadisinin isnadında Mus'ab b. Şeybe vardır. Nesai bu zat  için "Münkerü'l-Hadis" demiştir. İbn Main ise onu sıkat (güvenilir hadis ravileri) arasında anmıştır. Ahmed b. Hanbel ise, "Mus'ab birçok münker hadis rivayet etmiştir" diyerek sıka olmadığını belirtmiştir. Darekutni, onun kavi olmadığını söylemiştir.[125].

Son iki hadisi kuvvetlendirir mahiyette Beyhaki'nin Enes (r.a.) den yaptığı şu rivayettir: Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurdu: "Sizden biriniz namazında şek (şüphe) ederse, şekki atsın, yakin üzere kılıp tamamlasın"

Bu hadisin isnadındaki ricalin hepsi sıka (güvenilir) kimse­lerdir.

Birinci hadisi kuvvetlendirir anlamda Ebu Davud'un Abdul­lah b. Cafer'den yaptığı rivayet söz konusudur. Bu rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kim na­mazında şek ederse, selam verdikten sonra iki secde yapsın."

Ancak yapılan ciddi araştırma ile, bu hadisin isnadında Mus'ab b. Umeyr bulunuyor. Nesai bu zatın münkerü'l-hadis olduğuna dikkat çekmiştir. Aynı zamanda isnadında Utbe b. Mu-hanımed b. Haris bulunuyor. Iraki bu zatın maruf olmadığım be­lirtmiştir. Beyhaki ise, onun bu rivayetinde bir sakınca olmadığını söylemiştir.[126].

 

Çıkarılan Hükümler

             

1- Namazda kaç rek'at kıldığında şüpheye düşen kimsenin zann-ı galib ile amel etmesi gerekir. Ancak bu hal ilk defa vaki oluyorsa, namazı iade etmesi gerekir. Sık sık vaki oluyorsa, iade etmesine gerek yoktur. Kaç rek'at kıldığına daha çok kalbi yatışıyorsa ona göre kılıp tamamlar ve namaz sonunda yanılma secdesi yapar.

2- Namazın sonunda selam veı-meden önce veya sonra kaç rek'at kıldığında şüphe ederse, artık o şüpheye itibar edilmez ve namaz tamam kılındı kabul edilir.

3- Namazda şek edip zann-ı galibe göre namazını tamamlay­an kimse, namazın sonunda selam verdikten sonra yanılma secde­si yapar ve bu vacibdir.

Bu üç madde Hanefılerin içtihadına göredir.

4- Namazda   üç mü, dört mü kıldığında şüphe eder ve üç kıldığını kabul edip bir rek'at daha ilave eder ve namazın sonunda selam vermeden şüphesi zail olursa, yine de yanılma secdesi ya­par. Bu daha çok Şafîilerin içtihadını yansıtır.

5- Selam verdikten sonra şüpheye düşerse, artık o şüphe ile amel etmez. Bu, hem Hanefılerin, hem de Şafîilerin içtihadına göredir.

6- Yanılma  secdesi  selam  verilmeden  önce  yapılır. Bu Şafıilerle, Malikilerin içtihadıdır. [127]

 

Cemaatle Namaz Kılmanın Gereği

 

İslam dini, ferdi cemaate bağlayarak, onu onlardan kopmaz bir parça yapar. Ferdin cemaatten ayrılmasına, meşru sınırlar içinde onlarla kaynaşmaktan uzak kalmasına cevaz vermez. Zira İslam'a göre, bir müslüman yalnız kendisi için var değildir ve sa­dece kendi çıkarı için çalışıp kazanmaz; aynı zamanda birçok önemli konularda kişisel çıkarını ön plana almaktan kaçınır; to­plumdan yana birtakım hayırlı hizmet verir. Böylece fert hem kendisi, hem ailesi, hem de İslam cemaati için vardır ve çalışır.

Namaz, oruç, zekat, hac, adak, keffaret ve benzeri ibadetle­rin hedeflerinden biri. belki en önemlisi, cemaatle kaynaşıp onlar­dan biri olmak ve ümmet yapısında kardeşlik düzeyinde sosyal ad­aleti sağlamaktır.

Bu sebeple İslam dini, günde beş vakit camiye gidip cemaat halinde namaz kılmayı müekked sünnet kılmış ve bu sünnete ri­ayet edenleri kat kat ecir ve sevapla müjdelemiştir.

Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz ile ashabı bu sünnete önem ver­miş ve islam birliğini ve kardeşliğini pekiştirmişlerdir. Cami on­ların hem ibadet, hem kaynaşma, hem birlik kurma, hem de ilim ve irfan merkezi olmuştur.

O bakımdan müşlümanm camiye, caminin de müslümana ih­tiyacı söz konusudur. [128]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Hüreyre (t\a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Münafıklara en ağır gelen namaz, yatsı ile sabah na­mazıdır. Eğer insanlar bu iki namazda ne (gibi sevap ve faziletlerin) bulunduğunu bilmiş olsalardı, emekleyerek bile olsa o iki namaza gelirlerdi.

And olsun ki, şöyle kasdettim: Kılınsın diye namaz ile emredeyim; sonra da adama, insanlara namaz kıldırması için emir vereyim ve sonra da yanlarında birer kucak odun taşıyan birtakım adamları beraberimde alıp namaza (cemaate) katılmayan, hazır olmayan kavmi (topluluğu)n evlerini ateşle yakıp üzerlerine (yıkayım)."[129]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Eğer evlerde kadınlar ve çocuklar olmasaydı, yatsı namazını kılarken gençlerimize emredeyim de evlerde bu­lunanları ateşle yaksınlar"[130]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre: A'ma bir adam Hz. Peygamber'e (s.a.v.) gelip: 'Ya Rasulallah! Beni camiye kadar elimden tutup götürecek bir kimsem yoktur/' dedi ve evde kılması için ruhsat istedi. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) o a'maya evinde namaz kılması için ruhsat verdi. A'ma dönüp gitmeye haşlayınca Rasulüllah (s.a.vO onu çağırdı ve sordu: "Ezan sesini duyuyor musun?" O da: "evet duyuyorum" diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ona: "O halde çağrıya icabet et (yani mescide gel, cemaate katıl)" buyurdu. "[131].

Aynı olayı Amr h. Ümmi Mektum (r.a.) anlatıyor:

"Rasulüîlah (s.a.v.) efendimize dedim ki: 'Ya Rasulal-lah! Ben iki gözümden arızalıyım. Benim elimden tutup rehberlik eden bir kimse var ama bana uygun değildir, pek anlaşamıyoruz. O bakımdan evimde namaz kılmama ruh­sat vermeyi uygun görür müsünüz?"

Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) bana sordu: "Nıd*., yani ezan sesini işitiyor musun?" Ben de: "Evet, işitiyorum" dedim. "O halde sana ruhsat vermeyi uygun görmüyorum" buyurdu. "[132]

Ibn Ömer (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulühak (s.a.u.) şöyle buyurdu:                                             

"Cemaatle kılınan namazın, yalnız başına kılınan na­mazdan yirmi yedi derece üstünlüğü vardır."[133]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Adamın cemaatle kıldığı namaz, evinde ve sokağında yalnız başına kıldığı namazdan yirmi

şu kadar derece üstündür."[134].

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal ve Îctihadları

 

a) Hanefilere göre: Ezan sesini duyan müslümanlara, ona icabet etmeleri vacibdir. Ancak bu icabet camiye gitmek an­lamında değil, müezzinin dediklerini demek ve sonunda Vesile duasını okumak manasınadır.

Cemaatle namaz kılmak, aklı başında, hür ve kudreti yeten müslüman erkeklere vaciptir. Bir sıkıntı ve meşakkat söz konusu olmadığında cemaate katılmaları gereklidir.

O halde cemaate katılmak, kadınlara, ergen olmayan çocuklara, delilere, kölelere, yürüme kudreti olmayanlara, eli, ayağı kesik bulunanlara, güç ve takati kalmamış yaşlılara ve has­talara vacib değildir.

Cemaat en az iki kişiyle gerçekleşir, yani imamla birlikte bir kişinin bulunmasıyla cemaat oluşur ve namaz kılınır.

Bulunduğu semtteki camide cemaate yetişemiyen kimsenin yakınında başka cami varsa oraya gitmesi tavsiye olunur. Bunun­la beraber kendi semtindeki camide yalnız basma kılması da uy­gundur.[135].

Hanefİlerin önemli bir kısmı buradaki vücubu, müekked sünnet manasına hamletmişlerdir.

b)  Şafiilere göre: Cemaatle namaz kılmak, cuma hariç diğer beş vaktin farzını eda etmekte müekked sünnettir. Bazısına göre, farz-ı kifayedir. Ancak bu farz veya müekked sünnet erkek­ler hakkında caridir.  Kadınlar için ne farz, ne de müekked sünnettir.

Ancak bu konuda yetkili fakih olarak bilinen Şeyhülislam Zekeriya el-Ensari diyor ki: "Kesinlik arzeden en sahih tesbite göre, cemaate katılıp namaz kılmak erkeklere farz-ı kifayedir. Kadınlar hakkında ise, cami ve mescidler haricinde, yani kendi evlerinde kılmaları daha uygundur.

İmam henüz selam vermeden ona ulaşan kimse, cemaate katılmış ve sevabına ermiş sayılır. Sahih olan da budur.

Soğuk, aşırı sıcak, yağmur, çamur, hastalık, çok yaşlılık gibi hallerde bu farz veya müekked sünnet kalkar.[136].                   

c) Hanbelilere göre: Beş vakit namazı cemaatle kılmak va-cibdir, şart değildir. Aynı zamanda cemaatle namaz kılmak na­mazın sıhhatinin şartlarından değildir. Yalnız başına namaz kılan kimsenin namazı sahihtir.

Cemaat en az iki kişiyle gerçekleşir. Bu hususta ayrı görüş ortaya koyan olmamıştır. Aynı zamanda evde veya kırda-bayırda da cemaat olup namaz kılmakla bu vücup yerine gelmiş olur. Bazısına göre, bizzat camiye gidip oradaki cemaate katılmak va-cibdir. Ancak bu durumda cami yakın olursa hüküm böyledir. Çünkü yeryüzünün her yanı temiz olduktan sonra bu ümmete mescid kılınmıştır. Nerede namaz vakti girerse, orada namaz kılabilirler.[137].

d)  Malikilere göre: Cemaatle camilerde namaz kılmak müekked sünnettir.  Onlardan bir kısmı bunun farz-ı kifaye olduğunu   söylemiştir.   Ama   birinci   görüş   ve   tesbit   daha

meşhurdur.[138].

Namazın cemaatle kılınması hususunda hemen hemen dört mezhebin istidlal ve ictihadları bazı istisnalarla aynı noktada birleşiyor. [139]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

234 nolu Ebu Hüreyre hadisi sahihtir ve istidlale salihtir.

235 nolu Ebu Hüreyre hadisinin isnadında Ebu Mi'şer bulu­nuyor ki bu zat zayıf sayılır. Zehebi onun isminden söz eder ken fazla bir bilgi vermemiştir.

237 nolu Amr hadisini aynı zamanda îbn Hihban ve Tabera-ni de rivayet etmişlerdir.

238 nolu Ibn Ömer hadisi sahihtir. Onu kuvvetlendiren bir diğer hadisi Ebu Dauud, Nesai ve îbn Mace, Ubey b, Ka'b (r.a.) den şöyle rivayet etmişlerdir:

"Adamın diğer bir adamla (cemaat olup) namaz kılması, yalnız başına kılmasından daha iyi ve faziletlidir. Adamın iki adamla (cemaat olup) namaz kılması, bir adam­la cemaat olup namaz kılmasından daha iyi ve faziletlidir. Artık cemaat ne kadar çok olursa, bu Allah yanında daha güzel ve daha sevimlidir."

Ayrıca Tirmizi'nin işarette bulunduğu ve lafzını îbn Sey-yidü'n-nas'm zikrettiği Muaz hadisi de bu konuda delil olarak gösterilmektedir. Hadis şöyledir:

"Cemaatle kılınan namazın, adamın yalnız başına kıldığı namazdan yirmi beş derece üstünlüğü vardır."

Bu rivayetleri kuvvetlendiren dört hadis daha rivayet edil­miştir. Çoğunda 25 derece zikredilirken, azında yirmi yedi derecedenilmiştir.

Bu cümleden olarak Ahmed b. Hanbel'in isnadını Şerik el-Kadı'ya ulaştırdığı rivayette de 27 derece olarak belirtilmişse de, bu hadisin hıfzında zaaf bulunduğu tesbit edilmiştir.[140]

Böylece ilim adamları, cemaatle kılınan namazın yalnız başına kılman namazdan 25 derece ile 27 derece arasındaki farka dikkat çekerek hangisinin racih olduğu hakkında farklı yo-rum ve göi'üş belirtmişlerdir:

a)   Bazısına  göre,  25   derece  ile  ilgili  olan   rivayetler çoğunluktadır; o bakımdan tercihe şayandır.

b) Bazısı ise, 27 dereceyle ilgili hadisi rivayet edenler adalet le isim yapmış hadis hafızlarıdır. O bakımdan tercihe daha uygun­dur.

Bu iki görüş arasında bir köprü kurmak isteyenler ise şöyle yorum getirmişlerdir:

-Az olanı zikretmek, çok olanı olumsuz kılmaz.

-Uasulüllah (s.a.v.) efendimize önce bu fazilet ve üstünlüğün 25 derece, sonra da 27 derece olduğu bildirilmiştir.

-Bu fark, caminin uzaklık ve yakınlığıyla ilgilidir: Uzak olan camiye gidene 27 derece, yakın camiye gidene 25 derece sevap ve fazilet vardır.

-Namaz kılan kişinin takva ve huşu'uyla ilgili bir farktır: Namazda daha çok saygı, edep ve huşu' içinde olana 27, daha az olana 25 derece ecir vardır.

-Erken gitmekle ilgilidir: Cami ve cemaate daha erken gi­dene 27, daha sonra gidene 25 derece vardır.

-Cemaatin çokluğuyla ilgilidir: Cemaati çok olana 27, az ola­na 25 derece ecir ve fazilet vardır.

-27 derece yatsı ve sabah namazıyla, 25 derece diğer üç vaki­tle ilgilidir.

-Aşikar ve gizli kıraatle ilgilidir. [141]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Namaz için cami ve cemaate gidip katılmak müekked . sünnettir.

2- Bir kısınma göre, farz-ı kifayedir.

3- Cemaate katılmak, onlarla birlikte olmak tslamın şiarı ve Hz. Peygamberin değişmeyen sünnetidir.

4- Çok yaşlılar, hastalar, gözleri arızalı olanlar, el ve ayağı kesik bulunanlar, kadınlar, deliler ve çocuklar hakkında bu sünnet kalkar. Ancak a'mamn elinden tutup camiye götüren kim­se bulunursa ve o a'ma da ezan sesini duyacak kadar camiye yakınsa, cemaate katılması keza sünnettir.

5- Çok. soğuk, çok sıcak, çok çamurlu günlerde, fırtına ve kasırga baş gösterdiğinde cemaati terketmekte bir sakınca yoktur.

6- Cami dışında herhangi bir yerde cemaat olup namaz kılmanın da fazileti büyüktür; aynı zamanda sünnet yerine getiril­miş sayılır. Çünkü arzın her tarafı temiz olduğundan bu ümmete mescid kılınmıştır. Ancak camiye     gidip oradaki cemaate katılmanın ayrı bir yeri   ve    hikmeti söz konusudur.

7-  Kadınlar, bir fitne endişesi olmadığı, camide erkekleri muhazat bakımından müşkil duruma düşürmedikleri takdirde cemaate katılabilirler.

8-  Çocukları, yani henüz temyiz çağına girmeyen küçükleri cami ve cemaate götürmek mekruhtur.,

' ' Kadınlarla erkeklerin namazda aynı hizada, aynı safda beraber durmalar)

(ki, namazıifsad eden bir haldir) [142]

 

Kadınların Camiye Gitmesi ve Cemaate Katılması

 

îslamda cami ve cemaatin yeri ve önemi çok büyüktür. Aynı zamanda camiler islam kültürünün merkezi sayılır. Cami, minare görmeyen, ezan sesi duymayan nesiller, dini kültür bakımından son derece cılız kalırlar.

Bugün hâlâ Rusya'da, Bulgaristan'da, Yunanistan'da, Yugos­lavya ve benzeri ülkelerde müslüman cemaat bulunuyor ve kendi dini kültürlerine göre hayatlarını sürdürebiîiyorlarsa, bun­da caminin rolü çok büyüktür. Eğer o yerlerde cami, minare ve ezan olmasaydı, zamanla müslümanlar kendi dini kültürlerinden, adet ve geleneklerinden uzaklaşır ve birkaç nesil geçince şekil değiştirirlerdi.

Kadınların cami ve cemaate katılmasına gelince: Evdeki . önemli işlerini aksatmadıkları, gidip gelirken bir fitne söz konusu olmadığı ve çocuklarının bakımına bir zarar getirmediği takdirde onların da cami ve cemaate iştirakinde bir sakınca yoktur. Çünkü nesli kendi kucaklarında yetiştirip şekillendiren annelerin de cami kültürüne ihtiyaçları vardır. [143]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

.îbn Ömer (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a. v.)

efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kadınlarınız geceleyin (akşam ve yatsı, bir de sabah namazı için) camiye gitmek için sizden izin isterlerse, onla­ra izin veriniz!"[144].

Diğer bir lafızla şöyle buyurulmuştur: "Kadınları camilere gitmekten men'etmeyîniz. Evleri ise onlar için hayırlıdır."[145]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.u.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Hangi kadına foahur (buhur) tütsüsü (güzel koku) dokunur (böyle bir koku sürünür)se, bizimle birlikte son

ışaye (yatsı namazına) hazır olmasın."[146]

Ümmil Seleme (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.J efendimiz şöyle buyurmuştur: '"Kadınlar için en hayırlı mescidler, onların evlerinin uzantısındaki köşedir,"[147]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlalleri

 

a) Hanefılere göre: Kadınların, bir fitneye sebebiyet ver­diği takdirde cami ve cemaate çıkması mekruhtur. Fitne sözkonusu oîmadğı takdirde cemaate katılmalarında bir sakınca yoktur.[148]

Ayrıca kadınlar kendi aralarında cemaat olup birlikte namaz kılabilirler. Ancak imam olan hanımın önde değil onların or­tasında durması söz konusudur. Nitekim Hz. Aişe'nin (r.a.) ikindi namazını, Ümmü Seleme'nin başka bir namazı onların arasında durmak suretiyle kıldırdığı vakidir. Ne var ki onların cemaat olup namaz kılmaları tenzihen mekruh sayılmıştır.[149].

b)  Şafiilere göre: Erkeklerin cemaatle kılmasında olduğu gibi, kadınların da kendi aralarında cemaat olup namaz kılmaları müstehabdır.[150].

Kasani diyor ki: Şafiilerin müstehab dediği' kadın cemaati hakkındaki hüküm, islamm ilk yıllarında idi. Sonraları bu hüküm kaldırılmıştır. Özellikle genç kadın ve kızların camiye gitmesi, cemaate katılması mubah görülmemiştir. Nitekim Hz. Ömer (r.a.) genç kadınları cami ve cemaatten men'etmiştir. Bunun da sebebi fitnedir. Yaşlı kadınların ise, camiye gitmelerinde ve cemaate katılmalarında bir sakınca yoktur.[151].

c)  Hanfoelilere göre: Yanlarında mahremi bulunmayan kadınları cemaat edinip namaz kılmak mekruhtur. Ancak cami lerde, cemaatin bulunduğu vakitlerde bunda bir sakınca yoktur. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, mescidde namaz kıldırırken o gibi kadınlar da cemaate katılmıştır. Hz. Aişe (r.a.) de diyor ki: "Kadınlar peygamber (s.a.v-) ile birlikte cemaat olup namaz kılarlar ve namaz bitince de örtülerine bürünerek çıkıp giderlerdi. Ancak kadının kendi evinde namaz kılması daha faziletlidir.[152].

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

237 nolu İbn Ömer hadisi, Sahihayn'de "Evleri ise onlar için hayırlıdır" lafzı yoktur. Bu fazlalığı îbn Huzaynie kendi sahihinde tahric etmiştir. Taberani de bu anlamdaki lafza yer vermiş ve onu isnad-i hasen ile rivayet etmiştir.

Ayrıca İbn Ömer ve onu müteakip hadisi kuvvetlendirir an­lamda bir hadisi Ebu Hüreyre şöyle rivayet etmiştir:

"Allah'ın emetlerini (O'na kulluk eden kadınları) Al­lah'ın mescidlerinden men'etmeyiniz. Ancak kadınlar güzel koku sürünmedikleri halde cami ve mescidîere gitsinler."[153]

Böylece kadınların camiye giderken, cemaate katılırken güzel koku sürünmesi men'edilmiş tir. Çünkü böyle bir davranış fitneye sebebiyet verebilir ve camide erkeklerin huzurunu bozabi­lir.

Nitekim Îbn Mes'ud'un eşi Zeyneb'den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) bir diğer hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz (kadınlardan biri) mescide gidip orada bu­lunmak isterse, güzel koku sürünmesin!" Müslim'in rivayet ettiği bu hadis de yukarıdaki rivayetleri kuvvetlendirmektedir.

îbn Ömer hadisiyle istidlal edenler, aynı zamanda kadınların kocalarından izin almadan evlerinden dışarı çıkmalarının mekruh olduğunu belirtmişler ve kadınların cema ate katılmasının vacib olmadığını istinbat etmişlerdir. Zira eğer vacib olsaydı, kocalarından izin almalarına gerek kalmazdı.

240 nolu Ümmü Seleme hadisini aynı zamanda Ebu Yala tahric etmiştir, Taberani de el-Kebir'de ona yer vermiştir. Ancak isnadında îbn Lehbea bulunuyor ki bu zat üzerinde durulmuş ve birtakım görüşler ortaya konmuştur.

Ahmed ve Taberani'nin tesbit ve rivayetlerine göre: Ümmü Humayd es-Saidi (r.a.) Rasulüllah'a (s.a.v.)gelerek şöyle demiştir: "Ya Rasulallah! Seninle birlikte (senin arkanda cemaat olup) namaz kılmak istiyorum." Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ona şöyle buyurmuştur: "Bilirsin ki, senin kendi evinde namaz kılman kendi hücrende namaz kılmandan hayırlıdır. Hücrende namaz kılman, bulunduğun evin he­rhangi bir yerinde namaz kılmandan hayırlıdır. Bulun­duğun evde namaz kılman, mescidde namaz kılmandan hayırlıdır. Kendi semtindeki cami ve mescidde namaz kılman, (büyük) cemaatin olduğa camide namaz kılmandan hayırlıdır."

Açıklama:

Burada geçen "beyt", ailenin barındığı çatı altı; "hücre", etrafı duvarla çevrili avlu; "dar" ise, evin kapsadığı saha demektir. Tabii bu isimlerin daha başka manaları da vardır.[154]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kadınların kendi aralarında cemaat olup namaz kılmaları Hanelilere göre tenzihen mekruhsa da Şafîilere göre müstehabdır,

2- Kadınların güzel koku sürünüp camiye gitmeleri, cemaate katılmaları mekruhtur.

3-  Fitneye sebep olmadıkları takdirde kadınlar zaman za­man camilere gidebilirler ve cemaate katılabilirler.

4- Ancak kadınların evlerinde ibadetlerini yerine getirmeleri daha hayırlıdır.

5-KadmIar camiye gitmek istedikleri zaman kocalarından izin istemelidirler.

6- Kadınlar camiye gidip cemaate katılmak istedikleri tak­dirde, erkeklerin gerisinde durmaları gerekir. [155]

 

Camiye Sekinet ve Vekarla Gitmek

 

"Sekinet" bu konuda, acele etmeyip vekarla, normal adımlarla gitmek anlamına gelir.

Müslüman her zaman, her yerde ağırbaşlı, vekarlı, sabırlı, temkinli, edepli, terbiyeli ve nezaketlidir. Düşmanla savaşırken bile o, edep ve nezaketini korur, ama cesaret ve enerjisini bütünüyle ortaya koyarak sonuç almaya çalışır.

İbadet her yerde sükûnet, huzur, gönül yatışkanlığı ister. Nasıl küçük ve büyük abdest bozma ihtiyacı hissedilince namaza durmak mekruhsa, cemaate yetişmek için camiye acele koşarak nefes nefese gitmek de öylece mekruhtur. Hem İslam dini, güzel ahlakı, malı, aileyi nasıl korumayı farz kılmışsa, sağlığı da ko­rumayı farz kılmıştır. Acele tıka-basa yemek yemeyi, bardaktaki suyu bir nefeste içmeyi mekruh saymıştır. Zira bu gibi hareketler sağlığı bozar. Camilere cemaate ulaşabilmek için de acele edip hızlı adımlarla yürümek, koşmak iki yönden zararlıdır: Biri, iba­deti huzurla, rahat bir davranışla kılmaya engel olur. Diğeri, kalbi yorar, özellikle yaşlı kişilerin kalp krizi geçirmesine sebep olabilir. Aynı zamanda yolda bir kazaya uğrama tehlikesi doğurabilir. Bunların da ötesinde, camiye gitmek ve cemaate katılmak üzere evinden, işyerinden çıkan kimse bir bakıma namazda sayılır. O sebeple hareketlerini ona göre ayarlaması tavsiye edilmiştir. [156]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Katade'den (r.a.) yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Birara Rasulüllah (s.a.v.) efendimizle birlikte namaz kılarken bazı adamların nefes nefese ses çıkardıklarını duydu. Namazı kıldırınca onlara şöyle sordu: "Size neler oldu da (öyle nefes nefese içeri girdiniz?)" Onlar da: "Namaza yetişmek için acele ettik" diye cevap verdiler. Pey­gamber (s.a.v.) onlara: "Böyle yapmayın! Namaza geldiğiniz zaman sekinet ve vekarlı olmaya gerekli olun; sürat göstermeyin. Yetiştiğinizi kılın, kaçırdığınızı tamamlayın."[157]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "İkaameti (veya ezanı) duyduğunuz zaman, sekinet ve vekara dikkat ederek na­maza doğru yürüyün, acele etmeyin. Yetiştiğinizi kılınız, kaçırdığınızı (kalkıp) tamamlayınız"[158].

Müslim'in rivayetinde ise, şu lafızla nakledilmiştir:

"Namaz için ikaamet getirildiği zaman, hiçbiriniz na­maza acele yürüyerek gitmesin üzerinde sekinet ve vekar olduğu halde  yürüyerek gitsin... Yetiştiğini kıl, yetişemediğini kaza et."[159].

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlalleri

 

Bu konuda rivayet edilen hadislerin hepsi sahihtir ve istid­lale, ihticaca salihtir. O bakımdan cami ve cemaate giderken hızlı adımlarla gitmenin, koşarak yol almanın ve nefes nefese camiye girip imama uymanın mekruh olduğunda bütün müctehidler görüş birliği halindedir. [160]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

Hadislerde iki ayrı emir lafzı kullanılmıştır: "etimmû" ve "fakdû"... Ancak birinci lafızm daha çok kullanıldığım görüyoruz. "Kaza" kavramı her ne kadar vaktinde kılınmayan namazı kaza etme manasında yaygınsa da, "eda" manasına da geldiği ve başlanılan bir işi bitirip ondan fariğ olma manasında da kul­lanılmıştır. O bakımdan hadislerde geçen ve aynı hükmü taşıyan bu iki ayrı lafzın eşanlamlı olduğunda şüphe yoktur. [161]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ezan okunmaya başlayınca, mümkün olduğu  takdirde işi bırakıp sekinet ve vekarla camiye gitmek sünnettir,

2- Biraz gecikme meydana geldiği takdirde de acele etme-yip yine normal şekilde yürüyerek gitmek sünnettir.

3- Bunun aksine hızlı adımlarla veya koşarak, nefes nefese gitmek mekruhtur.

4- İmama namazın bir kısmında yetişen kimseye "mesbuk" denilir.Bu durumda olan kimse, yetiştiği rek'atin rüku'una yetişirse, o rek'ate yetişmiş sayılır ve yetiştiği kısmı imama uya­rak kılar, imam selam verince o kalkar, yetişemediği rek'atleri kendi başına kılarak namazı tamamlar.

5- Bu arada imam yanılma secdesi yaptığı takdirde mesbuk da onunla birlikte bu secdeye iştirak eder. [162]

 

İmamın Namazı Hafif  Tutup Uzatmaması

 

Günde beş vakit camiye gidip cemaate katılmak nasıl müekked sünnetse, imam ve müezzinin de namazı, dua ve teşbih­leri sünnete uygun yerine getirip cemaate bıkkınlık ve sıkıntı verecek kadar uzatmamaları da Öylece sünnettir. Zira camiye gel­ip cemaate katılan müslümanlarm çoğunu şu üç grupta düşünmemiz gerekmektedir:

a) Yaşlı olup abdestini uzun süre tutamayanlar,

b) Hasta olup uzun süre beklemeye tahammülü olmayanlar,.

c) İş, güç sahibi olup bir an önce işinin, tezgahının, ma­sasının başına dönmek ihtiyacında' olanlar veya zorunda kalanlar...

İmam ve müezzinin kendi cemaatlerini çok iyi tanımaları ve ona göre namazı, süre bakımından ayarlamalıdırlar. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz ile dört halife zamanında bu ölçü ve sünnete hep dikkat edilir ve farz namaz kılınınca cemaat serbest bırakılırdı: Artık isteyen sünnet namazı camide, isteyen evinde ve iş yerinin müsait bir yerinde kılabilirdi. Teşbih ve dua da, bugünkü toplu halde merasim şeklinde değildi. Öyle ki isteyen bunları camide, is­teyen evinde veya iş yerinde yerine getirirdi.

Müezzin ise, gereksiz nağmelerden, mukaddem elerden kaçınıp teşbih ve duayı kısa tutmaya özen göstermelidir. Cuma günleri iç ezanı çok yüksek sesle ve fazla nağme yaparak okuması da sünnete aykırıdır. Çünkü dış ezan okunmuş ve namaz vakti za­ten duyurulmuştur . [163]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz cemaate namaz kıldıracağı zaman, namazı hafif tutsun. Çünkü ce­maat arasında zayıf, hastalıklı ve yaşlı kimseler vardır. Kendi başına kılınca dilediği kadar uzatabilir."[164]

"Arkasında namaz kıldığım hiçbir imam arasında, Ra-suîüllah (s.a.v.) efendimizden namazı daha hafif tutan ve daha tamam kıldıranı görmedim."[165]

Enesi (r.a) den yapılan rivayete göre, Resulü!lah (s.a.v.} Efendimiz şöyle buyurmuştur: Doğrusu nabaşlayıp girerim ve onu uzatmak isterim ana o sıradaçocuğun ağlamasını duyarım ve o sebeple namazı uzat­mayı geçerim; çünkü onun ağlamasından annesinin aklının ona takılıp üzüntü duyduğunu biliyorum."[166].

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal ve İhticacları

 

Bu konudaki hadislerin hemen hepsi sahihtir. O bakımdan istidlal ve ihticaca salih görülmüş ve mezhep imamlarının hepsi­nin görüş ve içtihadı aynı noktada toplanıp birleşmiştir. [167]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

Müslim'in yaptığı rivayette, cemaate katılan üç grup arasında bir de "sağır" kelimesi ilave edilmiştir ki bu, yaşı küçük olanlara delaîet etmektedir.

Taberani ise, bu konuda Osman b. Ebi As'dan yaptığı rivay­ette, "hamil" ve "murzi" kavramlarına yer verilmiştir ki, birincisi gebe kadına, ikincisi çocuk emziren kadına delalet etmektedir; yani cemaat arasında gebe ve çocuk emziren kadın da bulunabilir. O bakımdan namazı hafif tutup uzatmamak daha uygun olur.

İbn Mace'nin bu konuda Osman b. Ebi As'dan yaptığı rivaye­tin isnadında Muhammed b, Abdillah el-Kadı bulunuyor ki, cum­hur bu zatın zayıf olduğunu söylemiştir. Ama İbn Main ve. îbn Sa'd onun sıka, yani güvenilir olduğunu belirtmiştir. [168]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Cemaate namaz kıldıran imamın namazı uzat;nayıp hafif tutması sünnettir.

2- İmam, camiye gelen cemaatinin durumunu her zaman göz önünde bulundurmak ve aralarında kimlerin bulunduğunu bilme­kle yükümlüdür.

3- Yalnız başına namaz kılan kimse, zamanı müsaitse, vakit içinde kılmakta olduğu namazı istediği kadar uzatabilir. Elverir ki, bu uzatma onu işinden, mesleğinden ve maişetini te'minden alıkoymasın.

4-  İmam namazı hafif tutunca, rükünlere, farz ve vacib- lere çok dikkat etmeli ve namazı noksan bırakacak veya rüknü, farzı ihlal edecek kadar acele etmemelidir. Aksi halde ya namazı bozu­lur, ya da kerahet işlemiş olur.   -

5- Çocukları camiye sokmak mekruhtur. O bakımdan mes-cidde namaz kıldırırken mescide komşu olan evlerden çocuk ağlama sesi işitilirse, o takdirde namazı hafif tutmak yine sünnet sayılır. Çünkü o çocuğun annesi cemaate katılmış olabilir.

6- Geniş zamanı ve sağlık durumu müsait olan kimseler, na­mazın uzun tutulmasını is tem em eli diri er ve imam da onların ar­zusuna göre bir tavır içine girmemelidir. Çünkü cemaatin çoğunu oluşturanların durumu daha Önemlidir.

7- Müezzinler de bu hususları dikkate alarak, teşbih ve dua­ları sünnet çerçevesinde kısa tutmalıdırlar. Aksi halde kerahet işlemiş olurlar. [169]

 

Namazda İmama Uymanın Vücubu

 

"İmam", çok yönlü bir kavramdır. Konumuzda ise, namazda kendisine uyulan ehil kimse demektir. Bunun dışında kelime ola­rak şu manalara delalet eder:

a) Önder, lider.

b) Önde bulunan, söz sahibi olan.

c) Mezhep bahsinde kendisine uyulan, taklid edilen.

d) Şer'i konularda görüş ve rey sahibi bulunan.

e) İlmin herhangi dalında uzman olup sözü senet kabul edi­len.

f) İslam ülkesini idare etme makamından olan halife., îmanı, cami ve mescidde müslüman cemaatin önüne geçip

namaz kıldırırken, aynı zamanda birliği, dirliği, itaat ve saygıyı telkin etmekte, onlardan olan lider ve hükümdara meşru konular­da itaat ve bağlılığı kendi şahsında sembolize etmektedir.

Namazda, bütün rükün, farz ve vaciplerde, imama uymak vaciptir. Rükün, farz ve vaciplerde imamın önüne geçmek mek­ruhtur ve bazı hallerde böyle bir davranış namazın bozulmasına sebep olur. [170]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Hureyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.vj efendimiz şöyle buyurmuştur: "İmam ancak, kendisine uyulması için öne geçip imamlık yapmaktadır. O bakımdan ona muhalefet etmeyiniz: Tekbir getirince, tekbir getiriniz, rüku1 a varınca siz de rüku'a varın. O, Semi'AUahu limen hamidehu deyince, siz "Allahümme Rabbena leke'1-hamd" deyin. O secde edince siz de edin. O oturarak namaz kılınca, siz de hepiniz oturai-ak namaz kılınız."[171]

Diğer bir rivayette şöyle buyurulmaktadır:

"İmam ancak kendisine uyulmak için imamdır. O bakımdan imam tekbir getirince siz de tekbir getirin; ama o tekbir getirmeden tekbir getirmeyin. Rüku'a varınca siz de rüku'a varın; ama o rüku'a varmadan siz varmayın. Sec­de edince siz de secde edin; o secde etmeden siz secde et­meyin."[172].

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz imamdan önce başını kaldırınca, başının eşek başına çevirilmesinden endişe etmez mi veya Cenab-ı Hakk'm onun suretini eşek suretine döndürmesinden korkmaz mı?"[173]

Enes b. Malik (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Ey insanlar! Şüphesiz ki ben sizin imamınızı m; o bakımdan rüku'da da, secdelerde de, ayakta dururken de, otururken de ve namazdan çıkıp ayrılırken de benim önüme geçmeyin,"[174]

Yine Enes (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur; "İmanı ancak kendisine uyulsun diye öne geçip imam olmuştur. O halde o rüku'a var­madıkça rüku'a varmayın, o başını kaldırmadıkça başınızı kaldırmayın."[175].

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal ve İihticacları

 

a)  Hanefüere göre: İmama uyan kimsenin, imamdan önce rüku'a varması, secde etmesi ve rüku ile secdeden ondan önce kalkması mekruhtur.[176].

İmama uyan kimse bir rükünde imamın önüne geçerse, is­terse bu geçişi kasden, isterse yamlarak olsun, namazı bozulur. Ancak geçtiği rüknü dönüp imamla birlikte veya imam o rüknü yaptıktan hemen sonra yaparsa, namazı bozulmaz. [177].

b)  Şafîilere göre: İmama uyan kimsenin namaz ef alinde imama uyması vacibdir; ama kıraat ve teşehhüdde öne geçmesi veya geri kalmasıyla namaz bozulmaz.

İmama uyanın başlama fiilinin, imamın başlama fiilinden hem sonra gerçekleşmesi hem d^ imanım bir fiili bitirmesiyle ona uyanın o fiile başlaması, imama fiillerde uymayı sağlamış olur. Bununla beraber fiil ve kavide imamla aynı anda başlarsa, na­mazına bir zarar vermez, sadece kerahet işlemiş olur. Ancak İftitah Tekbir'i bu genellemenin dışında kalır; yani namaza du­rurken bu tekbiri imamla birlikte getii-en kimsenin namazı bağlantı yapmaz, yani imama uymuş olmaz. O bakımdan imama uyan kimsenin bütün tekbirleri imamın tekbirlerinden sonra al­ması gerekir.

Me'mum (imama uyan kimse) bir rükünde imamdan geri kalır, mesela imam rüku'u bitirip başını kaldırırken me'mum henüz kıraatle meşgul olursa, en sahih kavle göre namazı bozul­maz. Ancak kerahet işlemiş olur. Tabii unutarak veya yanılarak böyle yapmasında kerahet de söz konusu değildir.

İmam iki rüknü tamamladığı halde me'mum geride kalırsa, mesela imam ikinci secdeyi tamamlayıp kıyama kalkarken me'mum henüz birinci secdede bulunursa, bu bir özürden dolayı değilse, namazı bozulur.[178].

c) Hanbelilere göre: Rükünlerde imamın önüne geçmek caiz değildir. O halde imamının rüku'undan önce rüku'a varıp kalkar ve bunu kasden bilerek yaparsa, namazı bozulur mu? Bir kavle göre, namazı bozulur; diğer kavle göre, sadece bir rükünde öne geçtiği için bozulmaz. Mezhep imamlarının bir kısmına göre, hangi rükün olursa olsun, me'mum imamın önüne geçerse namazı hükümsüz olur. Bir kısmına göre ise, sadece rüku'da imamın önüne geçerse namazı bozulur, diğer rükünlerde geçmesinde kera­het varsa da namaz bozulmaz. Ama rüku'da da böyle yapmanın namazı bozacağım bilmiyorsa veya yanılarak öyle yapıyorsa, na­mazı bozulmaz.

İmamın herhangi bir rükünde nıe'mumun Önüne geçmesiyle me'mum arkadan acele edip ona yetişmek için kaçırdığı rüknü ye­rine getirir ve öylece namaza devam ederse, namazı bozulmaz.[179].

d) Malikilere göre: Me'mumun imamını kasden bir rükün geçerse, mesela imam rüku yapmadan Önce o rüku' yaparsa, na­mazı bozulmaz. Ancak yanılarak böyle yaparsa, dönüp imamıyla birlikte yine o rüknü yerine getirir. Kasden bilerek yaptığı tak­dirde kerahet işlemiş olur.[180].

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

Bu babda ayrıca Buhari, Müslim, Ebu Davud ve îbn Mace'nin Hz. Aişe (r.a.) dan; Müslim, Ebu Davud, Nesai ve İbn Mace'nin Cabir (r.a.) den; Ahmed ve Taberani'nin îbn Ömer'den; Taberi'nin el-Kebir'de Muaviye'den rivayet ettikleri hadisler vardır ki, hepsinin ricali sahihtir. Ayrıca îbn Hibban'm Ebu Ümanıe'den (r.a.) naklettiği bir hadis daha vardır.

Hadislerin zahiri delaletinden anlıyoruz ki, imamdan önce rüku' ve secdeye varmak, ondan önce başı kaldırmak mekruhtur, ama namazı bozmaz. Tavsiye edilen husus ise, me'mumun imama uyması, her rüknünde imamı takip etmesidir.

Nitekim Ebu Hüreyre (r.a.) hadisinde, imamdan önce rükünleri yapmaya başlayan, yani ondan önce rüku'a ve secdeye varan, ondan önce başını secdeden kaldırıp ayağa kalkan kimse­nin bu davranışının ahmaklığına delalet ettiğini anlıyoruz. Zira "eşek" e benzetilme mecazi bir anlatım tarzıdır ki, ahmaklığa ve bönlüğe delalet etmektedir. [181]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İmamdan önce rüku' ve secde etmek, ondan önce rüku ve secdeden baş kaldırmak mekruhtur.

2- İmamdan önce bir rüknü yerine getiren kimsenin namazı bozulur. Bu, imam Ebu Hanife'nin içtihadıdır.

3- Me'mumun bir rükün öne geçmekle namazı bozulmaz, sa­dece kerahet işlemiş olur. Bu Hanbeli ve Maliki imamlarının içti­hadıdır.

4- İmamdan bir rükün geride kalan me'mumun namazı bo­zulmaz, şu şartla kî, o rüknü selam vermeden Önce yerine getirmiş olsun. İki rükün geri kalırsa, namazı bozulur. Bu, daha çok Şafîi imamların î.tfil-ıcn-ı.^™

imamların içtihadıdır. [182]

 

Namazda Bir Çocuk veya Bir Kadınla Cemaat Oluşturmak

 

İslama göre, cemaat rahmettir, ayrılmak, bölünmek azaptır. Cemaatin nüvesini, cemaat halinde kılınan namaz oluşturur. O bakımdan kişinin kendi evinde" eşiyle veya temyiz çağına girmiş çocuğuyla cemaat olup namaz kılması, yani kendisinin imam olup onlardan birini arkasında cemaat olarak bulundurması müstehabdır ve cemaat sevabına erişmesine vesiledir.

Konuyla ilgili hadisler:

îbn Abbas (r.a) diyor ki:

'Teyzem Meymune'nin (r.a.) evinde geceledim. Ra-sulüllah (s.a.v.) efendimiz gece kalkıp namaz kılmaya başladı. Ben de kalktım ve O'nun sol tarafında durup onun­la birlikte namaz kılmaya başladım. Bunun üzerine Ra-sulüllah (s.a.v.) başımdan tutup beni sağ tarafına aldı."[183].

Diğer bir lafızla şöyle rivayet edilmiştir;

"On yaşında bulunduğum günlerde idi. Rasulüllah  (s.a.v.) efendimizle birlikte namaz kılmaya kalktım ve Onun sol yanında durdum. Ama O beni tutup sağ yanında durdurdu."[184]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim geceleyin uyanır ve aile halkını da uyandırıp hep birlikte iki rek'at namaz "kılarlarsa, Allah'ı çokça zik­reden kullardan yazılırlar."[185]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefilere göre: Cemaat iki kişiyle gerçekleşir. İsterse imamdan başka o bir kişi kadın veya köle veya temyiz çağına gir­miş çocuk olsun fark etmez. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz iki kişiyi mutlak anlamda cemaat saymıştır.[186].

b) Şafiilere göre: İsteı-se akleden bir çocukla olsun namazı camide cemaat halinde kılmak, başka yerde cemaatle kılmaktan efdaldır. Evdeki hanımla birlikte evde cemaat olup kılmak ise, ca­mide kılmaktan efdaldır. Bu, her zaman için değil, ihtiyaç duyul­duğu vakitle ilgilidir.[187].

c) Hanbelilere göre: Kadınla çocuğun erkeklere imam ol­ması  caiz değildir. Ama imam olan erkeğe temyiz  çağındaki çocuğun veya kadının uyması caizdir. Yani cemaat  bunlarla da oluşabilir.[188]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

263 nolu İbn Abbas (r.a.) hadisinde, "sol tarafında durdum" sözünden şu üç ihtimal ve yorum ortaya çıkmaktadır:

1-Tam sol yanında aynı hizada durdum.

2- Az geride durup uydum.

3- Epeyce geride durup uydum.

Nitekim Maliki imamları, cemaatin tam imamın hizasında durmasında bir sakınca olmadığını belirtmişler ve ikinci delil ola­rak şu rivayeti göstermişlerdir: İbn Mes'ud (r.a.) diyor ki: "Günün ortasında Hz. Ömer'in (r.a.) yanına girdiğimde, teşbih ve zikirde bulunduğunu gördüm. (Namaz kılmaya kalktı). Ben de geçip onun arkasında durdum. Bunun üzerine beni tutup kendine yaklaştırdı ve sağ yanma getirip tam hizasında durdurdu."[189]

Malik b. Nafî' de şöyle diyor: Namazlardan bir namazda Ab­dullah b. Ömer'in arkasında durdum, benden başka onun yanında kimse yoktu. Abdullah (r.a.) eliyle beni tutup kendi hizasına getir­di (de öylece namaz kıldık)."[190].

İmam Ebu Hanife bu rivayetleri delil seçnıemiştir. O bakımdan ona göre, imama uyan bir kişi ise, imamın sağ ta­rafında, hiç değilse dört parmak kadar gerisinde durması gerekir. İmam Şafii'nin bir kavline göre de, cemaatin imamın tam hi­zasında durmasında bir sakınca yoktur.

Ebu Said ve Ebu Hüreyre hadisini mevkufen rivayet edenler olduğu gibi, Nesai ve îbn Mace mürselen tahric etmişlerdir.

Bu manada bir diğer hadisi Ebu Hüreyre (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz buyurdu: "Allah şu adama rahmet eylesin ki, geceleyin kalkar da namaz kılar ve eşini de uyandırır. Eşi kalkmak istemezse, yüzüne su serper. Al­lah rahmet etsin o kadına ki, gece kalkıp namaz kılar ve kocasını da uyandırır. Kocası kalkmak istemezse yüzüne su serper."[191].

Ancak bu hadisin isnadında Muhammed b. Aclan bulunuyor. İmam Ahmed ile Yahya onun sıka (güvenilir) olduğunu belirt­mişlerdir. Buharı   onun   rivayetiyle   istişhad   etmiştir. müehhirinden bazı ilim adamları bu zat hakkında konuşmuşlardır. Yahya el-Kattan onun Nafı'den rivayet ettiği ha­disinin muzdarip olduğunu söylemiştir. îmam Malik de onun alim olmadığını belirtmişse de Zehebi bu zatın sıka olduğuna dikkat çekerek ilim adamlarının görüşlerine yer vermiştir.[192].

Böylece Muhammed b. Aclan'ın rivayetiyle istidlalin sahih olduğu ağırlık kazanmış oluyor. [193]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-  Cemaat iki kişiyle de gerçekleşir, imamın arkasında aklı eren bir çocuğun durup uyması veya bir kadının uyması caizdir.

2- Müctehidlerin bir kısmına göre, aklı eren çocuğun imame­ti sahihtir. Bir kısmına göre ise, sahih değildir.

3- Kadının erkeklere imam olması caiz değildir. Bunda dört mezhep müttefiktir,

4-   Nafile  namazı  ev  halkıyla birlikte  cemaat  halinde kılmanın caiz olduğunu söyleyenler vardır, imamların çoğuna göre, mekruhtur.

5-  imama uyan bir kişi ise, imamın sağ tarafında durması sünnettir.

6- imama uyan bir kişinin imamın sağında ve tam hizasında durup ona uyması Maliki ve bir rivayete göre Şafii imamlarına göre sahihtir.

7-  Aynı zamanda cemaatin imamın hizasında durup uy­masında da -Malikilere göre- bir sakınca yoktur.

8- Hanefî ve Hanbeli'lere göre, cemaatin imamın arkasında durması, hiç  değilse dört parmak miktarı bir mesafe hesaplaya­rak yanında yer alması gerekir. Aksi halde namazları sahih ol­maz. [194]

 

İmamet Bahsi ve İmamın Sıfatı

 

"İmam isminin çok yönlü bir kavram olduğunu az yuka- rıda belirtmiştik. Bu çok önemli, aynı zamanda Rasulülîah'm (s.a.v.) bizzat yürüttüğü ve yerine getirdiği ulvi hizmeti yüklenecek kim­sede birtakım vasıfların bulunması söz konusudur. Zira şahsiyetini bulmuş bir imamın, dirayeti, ehliyeti ve gelişkin olan sosyal yönü, örnek ahlakı ile cemaati üzerinde çok olumlu tesirler bırakacağında şüphe yoktur. O, bu özellikleriyle her bakımdan to­parlayıcı, barıştırıcı, birleştirici ve yönlendirici rol oynar. [195]

 

Konuyla  İlgili Hadisler:

 

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"(Müslümanlardan) üç kişi olunca, onlardan biri diğerlerine imamlık yapsın. Onların imamete en haklı ve layık olanı, en güzel ve en doğru okuyanıdır."[196]

Ebu Mes'ud Ukbe b. Amr (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Ra-sulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kavim ve topluluğa, Allah'ın kitabını en iyi okuyan kimse imamlık eder. Eğer kıraatte eşit durumda olurlarsa, sünneti en iyi bilen imam olur. Sünneti bilmede de eşit du­rumda olurlarsa, daha önce hicret eden imam olur. Hicret etmede de eşit durumda olurlarsa, daha yaşlı olanı imam olur. İmamlık yapmak isteyen adam, başkasının mülk-ü ta­sarrufunda olan yerde (evinde, bahçesinde, çiftliğinde, iş yerinde) imamlık yapmasın; aynı zamanda başkasının evinde ve ikram ettiği sofrasına ancak sahibinin izniyle otursun."[197]

Malik b. Huveyris (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Ben ve arkadaşım birlikte 'Rasulüllah (s.a.v.) efendi­mize geldik. Bir süre kaldıktan sonra Rasulüllah (s.a.v.) yanından ayrılıp evimize, kabilemize dönmek istedik. Bu­nun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Namaz vak­ti girince, ezan okuyun, ikamette bulunun ve ikinizden büyük olanınız imam olsun"[198]

Yine Malik b. Huveyris (r.a.) den yapıları rivayete göre, adı geçen, Peygamber (s.a.v.) efendimizden, -^öyle buyurduğunu işittiğini haber veriyor:

"Bir kavmi (cemaat ve topluluğu) ziyaret eden kimse onlara imamlık etmesin, onlardan biri imamlık yapsın."[199].

Bu rivayetleri, İbn Ömer'in (r.a.) Hz. Peygamberden (s.a.v.) rivayet ettiğini şu genel anlamdaki hadis kuvvetlendirmektedir.

"Üç (sınıf) kimse kıyamet gününde miskten tepeler üzerinde olacaktır:

1-  Hem Allah'ın, hem de efendisinin hakkını ödeyen (yerine getiren) köle,

2- İmamlık ettiği kavmin (cemaatin) kendisinden razı olduğu adam,

3-  Her gece (ve gündüz) beş vakit namaz için ezan okuyup çağrıda bulunan adam."[200]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Bulunulan evde ve yerde ev sahibi veya ücretle tutulmuş adam varken veya biri imamlık için orada bulu­nuyorsa, imamlığın bütün vasıflarını kendi üzerinde taşıyan ziya-retcidense, diğerleri (görevliler) imamlığa daha haklı ve layıktırlar.

Bu ortamın dışında bir yerde toplanmış bulunan cematten namaz ahkamını en iyi bilen ve kıraati sünnete uygun yerine geti­ren kimse imam olur. Bu konuda eşit durumda olurlarsa, daha yaşlı olan imam olur. Bu durumda da eşit olurlarsa, daha çok haram ve şüpheli şeylerden sakınan kimse imam olur. Bu hususta da eşit durumda olurlarsa, ahlakı en güzel olanı; bunda da eşit olur­larsa, yüzü en çok çekici ve güven telkin edici olan imam olur. Bu hususta da eşit durumda olurlarsa, soy bakımından daha şerefli olan imam olur. Bu husuta da eşit olurlarsa, sesi en güzel olan imam olur. Bu hususta da eşit olurlarsa, elbisesi daha temiz ve zarif olan kimse imam olur. Bütün bu vasıflarda eşit olurlarsa, ar­alarında kur'a çekilir.

Ancak o yerde vazifeli imam bulunduğu veya sultanın yetkili adamı hazır olduğu takdirde, belirtilen vasıflar dikkate alınmaksızın imamlık görevini bunlar yerine getirir.[201].

b) Şafiilere göre: Cemaat arasında mahallin amiri bulu­nuyorsa, onun öne geçip imamlık yapması; o yoksa görevli imamın öne geçip imamlık yapması menduptur.  Sonra da bir ücret karşılığı  tutulan ve bu sebeple oranın sakini sayılan kimse -eğer bu göreve ehilse- imamlık yapar.

Belirttiğimiz bu vasıftaki kimseler yoksa, daha fakih olanı, sonra daha kıraati düzgün olanı, sonra daha zahid bulunanı, son­ra haram ve şüphelerden daha çok kaçmanı, sonra islamda daha çok ömür geçireni, sonra nesep bakımından daha üstün olanı, son­ra ahlakı, huyu ve yaşayışı daha güzel olanı, sonra elbisesi daha temiz ve nezih olanı, sonra sesi daha güzel olanı, sonra yüzü daha çekici bulunanı, sonra da evli olanı öne geçip imam olur.

Bütün bu sıfatlarda eşit olurlarsa, aralarında kura çekilir. Bununla beraber imamlığa daha layık olan kimsenin bir başkasını yerine geçirmesinde de bir sakınca yoktur.[202].

c) Hanbelilere göre; Ebu Mesudun hadisinde'belirtilen sıra gözetilir. Nitekim îmam Ahmed, önce Allah'ın kitabını en iyi okuyan, kıraati en düzgün olan öne geçirilir demiştir.[203].

Bu ölçüyü dikkete alan Hanbeli fukahası şöyle bir sıralamada bulunmuşlardır:

a) Daha fakih olup kıraati daha güzel olan,

b) Fakih olup kıraati daha güzel ve düzgün olan,

c) Daha çok tecvide riayet eden, namaz ahkamım bilen,

d) Namazla ilgili konulan daha iyi bilip hafızasında tutan,

e) Sonra yaşı ileri olan,

f) Sonra da daha takva sahibi ve haram ile şüpheli şeylerden daha çok kaçınan kimse öne geçip imam olur.[204]

d) Malikilere göre: Cemaat toplanır da hepsi de imamete elverişli vasıfta olursa, sultanın veya naibinin öne geçirilip imamlık yapması mendup olur. İsterse, başkaları daha fakih ve daha üstün olsunlar fark etmez. Sonra da caminin görevli imamı gelir. Bir evde iseler, ev sahibi imam olur. O evde ücretle tutulan bir imam varsa, ev sahibine takdim edilir. Ev sahibi erkek değil de kadınsa, o takdirde birini naib seçip onun imamlık yapmasını sağlar. Sonra namaz ahkamım daha iyi bilen, sonra da hadis fen­nini iyi bilen, sonra da kıraati iyi bilen öne geçer. Sonra da fazla ibadet eden, sonra İslama intisapta mukaddem olan, sonra nesebi yüksek olan, sonra ahlakı daha güzel olan, sonra elbisesi ve bede­ni daha temiz ve nezih olan öne geçer. Bütün bu sıfatlarda eşit du­rumda olurlarsa, aralarında kura çekilir.[205].

 

Tahliller ve Rivayetler

 

273 nolu Ebu Said hadisinde "üç kişi olunca.." kaydı tahdidi değildir, yani mefhumuna bu babda itibar ediknez. Rasuiüllah (s.a.v.) bununla birarada bulunan birden fazla cemaati kasdet-miştir.

Bu hadisle istidlal edenlere göre, kıraati daha iyi olanın daha fakih olana tercih edileceği hükmü çıkarılmıştır. Nitekim Ahnef b. Kays, İbn Şirin, Sevri, Ebu Hanife ve Ahmed de bu hadi­sle ihticac etmişlerdir.İmam Şafii ile İmam Malik daha fakih olanın tercih edileceğini belirtmişlerdir.

275 nolu Malik b. Hüveyris hadisi de sahihtir. İki'kişiden yaşı daha büyük olanının imamlık yapması hususuna gelince, ikisinin kıraatte eşit olduklarına, fıkıhta da aynı çizgi üzerinde bulunduklarına delalet vardır. Bununla beraber "ekber"den mak­sat, kıraat ve fıkıhta daha ileri seviyede bulunanı olabilir. Nitekim Müslim ve Ahmed'in aynı hadisi naklederken şu fazlalıkla tesbiti-ni yapmışlardır: "O gün için ikimiz ilimde eşit durumda bulunuy­orduk.."

Bu hadisten bir önceki 274 nolu Ebu Mes'ud hadisi hem sa­hihtir, hem de bu babda en sağlam Ölçüyü vermektedir.

276 nolu Malik b. Hüveyris hadisini Tinnizi has enlemiş tir. İsnadında Ebu Atıyye bulunuyor. Ebu Hatim onun maruf ol­madığını  belirtmiştir. Ancak Taberani'nin  isnad-ı  sahihle îbn Mes'ud (r.a.) den yaptığı rivayet bu hadisin sıhhatına şehadet et­mektedir. Şöyle ki: Rasulüllah (s.a.v.): "Ev sahibinin öne geçmesi sünnettir" buyurmuştur.

277 nolu Ibn Ömer hadisini de Tirmizi hasenîemiştir. Ancak isnadında Ebu'l-Yakzan  Osman b. Umeyr el-Beceli bulunuyor ki bu zat, zayıftır. Ahmed b. Hanbel ve diğer hadis alimleri onun zayıf olduğuna dikkat çekmişlerdir. îbn Main, "O bir şey değildir" derken, Nesai onun kaviy olmadığını söylemiştir. Darekutni de bu zatın rivayetlerinde zaiflik bulunduğunu söylemiştir.[206].

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-  Toplanılan bir evde cemaatle namaz kılınmak isten­diğinde, ev sahibi imam olur. Bu, kimine göre, müstehab, kimine göre sünnettir.

2-  Ev sahibi, bu ulvi vazifeyi başka birine havale edebilir. Bunda bir sakınca yoktur.

3- Diğer umumi toplantı yerlerinde ise, sultan veya naibi bu­lunuyorsa, onlar imamlık yapar. Bulunmuyorsa,   görevli imam öne geçer. O da yoksa, kıraat ve fıkıhta daha bilgili olan tercih edi­lir.

4-  Cami ve nıescidlerde ise, görevli kimse öne geçer. Ondan izin almadan başkasının daha ehil de olsa Öne geçmesi doğru ol-

maz.

5- Gerek Ebu Mes'ud hadisinde belirtilen sıfatlar, gerekse mezhep imamlarının yaptıkları sıralamalar dikkate alınır ve bütün bunlarda cemaat eşit durumda olursa, aralarında kura çekilir. [207]

 

Fasıkın İmameti

 

Fasık, Arapça sıfat olup günah işleyen, ilahi emirlerin dışına çıkan kimse hakkında kullanılır. Böylesine dikkat çekici günah işleyen bir adamın cemaatin önüne geçip namaz kıldırması ne derece uygun veya doğru olur? Gerçi peygamberler dışında günah işlemeyen, kusuru bulunnıaj^an kimse yoktur. Herkes iman ve irfanı, takva ve fazileti nisbetinde birtakım günah ve kusur işleyebilir. Ancak Allah'tan utanıp korkmadığı gibi, çevresinden de çekinmeyen ve öylece açıktan günah işleyen, ahlak dışı söz ve davranışlarda bulunan bir müslümanm imam olması hep yadırganmıştır. Çünkü imam cemaate güzel misal teşkil eden, on­lar üzerinde her haliyle olumlu tesir bırakan kişi demektir.

Bununla beraber konu ihtilaflı bir seyir izlemiştir. [208]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Hiçbir kadın hiç bir erkeğe imam olmasın; hiçbir (cahil) bedevi, hiçbir muhacire (Mekke'den Medine'ye hi­cret edene) imamlık etmesin. Aynı zamanda hiçbir facir de hiçbir mü'mine imamlık etmesin. Meğer ki sultan ile kah­redilmiş ve sultanın kılıç veya değneğinden korkmuş bulu­na.." (O takdirde fasık ve faciriiı imametine ses çıkarmayabilir)[209].

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurdu:

"İmamlarınızı hayırlı kişilerinizden seçin. Çünkü imamlar (bir bakıma) sizinle Rabbınız arasında temsilciler­iniz (ve elçileriniz) dir."[210].

Mekhul'dan, o da Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayet etmiştir. Ra­sulüllah (s.a.v.) efendimiz buyurdu ki: "Her emir (lider ve hükümdür, Önder ve kumandan) ile birlikte cihada çıkmanız size vacibdir. İster o emir iyi ve ahlaklı olsun, is­terse facir (günah işleyen, kötü işlerle vakit geçiren biri) olsun. Her iyi kimsenin ve facirin arkasında namaz kılmanız da size vaciptir; isterse o facir büyük günah işlemiş olsun."[211].

Abdulkerim el-Bekka diyor ki:

"Peygamber (s.a.v.) efendimizin ashabından 10 kadarına ulaştım, hepsi de zalim ve mütecaviz imamların arkasında namaz kılıyorlardı,"[212].

Bu son rivayeti kuvvetlendirir anlamda Ebu Davud şu hadisi kendi müsnedinde nakîetmiştir:

"(Müslüman olduğu takdirde) her ölünün namazını kılınız ve her emir (hükümdar ve kumandan) la birlikte cihada çıkınız."[213]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Akli dengesi yerinde olan her müslüman erkek imamlık yapabilir. Yeter ki, namaz ahkamını bi­len ve kıraati düzgün olan biri olsun. O bakımdan kölenin, bedevi­nin, iki gözünden arızalı olanın ve veled-i zinanın ve fasık'm ima­meti caizdir.[214].

Hanefiler bu konuda son üç rivayetle istidlal etmişler ve ayrıca Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin "Her iyinin ve facirin ar­kasında namaz kılın!" tavsiyesiyle ihticacda bulunmuşlardır.

Şüphesiz sözü edilen kişilerin arkasında ancak daha ehil kimse bulunmadığı zaman namaz kılmakta bir sakınca yoktur.

b)  Şafİilere göre: Adaletle vasıflanan kimsenin imameti, fasıkın imametinden evladır; yani ilahi sınırları koruyan kimse varken fasıkın, arkasında namaz kılmak mekruhtur. Bunun gibi bid'adcmm da arkasında namaz kılmak mekruh sayılmıştır.

İki gözünden arızalı olanın ve bir de kölelik kaydı altında bulunanın imamlık yapmasında bir sakınca yoktur.[215].

c) Hanbelilere göre: Bid'atçı, fasık ve rafizinin arkasında namaz kılınmaz; ancak sultan tarafından bir tehdit ve ceza verme endişesi söz konusu olduğu zaman kılınır ve sonra iade edilir.[216]

Hanbeli imamları bu konuda Cabir hadisiyle istidlal ve ihti­cacda bulunmuşlardır.

d)  İmam Malik'e göre: Fasıkın arkasında namaz kılmak caiz değildir. Çünkü imamet bir bakıma emanettir; fasık ise hain­dir, emanete ehil değildir. O bakımdan fasıkın şehadeti muteber tutulmamıştır. Çünkü şehadet de emanet kapsamına girmektedir.[217].

 

Tahliler ve Diğer Rivayetler

 

284  nolu Cabir hadisinin isnadında Abdullah b. Muhammed et-Temimi bulunuyor ki, bu zat münkerü'l-hadistir. îbn Hibban, "onun rivayetiyle ihticacda bulunmak caiz değildir" demiştir. Veki' ise onun hadis uydurduğuna dikkat çekmiştir. Ayrıca aynı hadisin isnadında Ali b. Zeyd b. Cüd'an bulunuyor ki, bu zat da zayıf ola­rak bilinmektedir.[218]

285  nolu İbn Abbas (r.a.) hadisinin isnadında Sellam b. Süleyman el-Medaini bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Ebu Hatim onun kavi olmadığım belirtirken, îbn Adiy onun münkerü'l-hadis olduğunu söylemiştir. El-Ukayli de bu zatın rivayet ettiği hadis­lerde hayli münkerler vardır diyerek muteber olmadığına işarette bulunmuştur.[219].

286 nolu Ebu Hüreyre hadisini Beyhaki tahric etmiştir ve hadis munkatı'dır.  îbn Hibban ise bunu zayıflar arasında saymıştır. Nitekim isnadında Abdullah b. Muhammed b. Yahya b. Urve bulunuyor ki, bu zat metruktür.[220]

Abdulkerim el-Bekka'nın rivayetine gelince:

a) Şevkani "Onun rivayeti ihticaca salih değildir" demiştir.

Çünkü sahabenin yaşadığı, asırda emir ve liderlerin çoğu dîn, diyanet sahibi kişilerdi. Hemen hepsi de beş vaİcit namazlarını kılarlardı. Sonra Emeviler döneminin ortalarına doğru emirler iy­ice bozuldu ve çoğu facir sayılacak çizgide bulunuyordu.

Darekutni'nin rivayet ettiği hadiste buyuruluyor ki:

"La ilahe illallah diyen kimsenin arkasında namaz kılın ve yine la ilahe illallah diyen kimsenin cenaze na­mazını kılınız!"

Bu hadisin isnadında Osman b. Abdirrahman bulunuyor ki, bu zatın yalancı olduğuna kail olanlar vardır. Onlardan biri de ünlü hadis alimi Yahya b. Main'dir.[221]. Nesai ile Darekutni onun metruk olduğunu belirtmişlerdir. [222]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-  îslam birliğinin zede almaması için, kıraati yerinde olup namaz ahkamım bilen ve aklı başında olan kimsenin imameti sa­hihtir. Bu, Ebu Hanife'ye göredir.

2- Adaletle tanınan ve namaz kıldırmaya ehil olan kimse du­rurken fasıkın arkasında namaz kılmakta kerahet vardır.

3- Köle, a'ma ve veled-i zina imamlık yapabilir. Ancak veled-i  zinanın  arkasında  namaz  kılmak birtakım  şüphelere  yol açıyorsa, o takdirde kerahet vardır.

4- îmam Malik'e göre, fasık ve facir'in arkasında namaz kılmak caiz değildir.

5- Hanbelilere göre, bid'atçımn, fasıkın ve rafîzinin ar­kasında namaz kılınmaz. Ancak sultan tarafından bir zorlama varsa kılınır ve arkasından kaza edilir. [223]

 

Namazda Mukimin Misafire Uyması

 

Islara dini, yolculuk halinde bulunan müminlere ibadette birtakım kolaylıklar getirmiştir. Mesela:

a) Dört rek'atlı farz namazlar iki rek'at halinde kılınır.

b) Sünnet namazları terketmekte bir sakınca yoktur.

c) Mestleri meshetme süresi üç gün, üç gece uzatılabilir.

d) Yolculuk ramazana tesadüf ederse, orucu bozmaya ruhsat vardır.

Ancak yolculuk halinde olan kimse, mukim (eyleşik) olanlara imamlık yapabilir mi? Çünkü mukimin dört rek'at, misafirin iki rek'at kılması söz konusudur.

Bu sorunun cevabım ancak ilgili hadisleri ve müctehid imamların görüş ve tesbitlerini naklettikten sonra vermiş oluruz. [224]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

îmran b. Husayn (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz ne kadar bir sefere çıktıysa, mutlaka dönünceye kadar (dört rek'ath farzları) iki rek'at olarak kıldı. Fetih zamanında Mekke'de 18 gece kaldı ve akşam namazı hariç diğer namazları cemaate ikişer rek'at olarak kıldırdı ve (selam verince de) şöyle buyurdu: "Ey Mekke halkı! Kalkınız iki rek'at daha kılınız. Çünkü bizler sefer halinde olan bir kavmiz (topluluğuz)"[225].

Ömer (r.a.) den:

"Hz. Ömer (r.a.) Mekke'ye ayak basınca, oradaki cema­ate iki rek'at kıldırdı ve (selam verince onlara) şöyle dedi: "Namazınızı tamamlayın. Çünkü biz sefer halinde olan bir

kavmiz (topuluğuz)."[226]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal ve   Îhticacları

 

a)  Hanefilere göre: Misafirin mukime uyması sahihtir. Vakit namazında ona yetiştiği takdirde niyet edip tabi' olur. Ama vakit çıktığı takdirde ona uyması sahih olmaz. Çünkü mi-safırin farzı vakitten sonra değişmez. Değişmesine sebep olan vakit ise çıkmış bulunuyor.

Mukimin misafire uyması ise, hem vakit içinde, hem de vak­tin dışında sahihtir. Çünkü misafirin namazı her iki halde de bir değinmemektedir. İkinci rek'atin sonunda ettahiyyata oturmak misafir için farz, mukim için farz değildir. O bakımdan da zayıfı kuvvetli üzerine bina etmek caizdir.

Misafir dört rek'atli namazı, imam olurken iki rek'at kılar, ona uyan mukim ise, dört rek'at olarak tamamlar.

İmamlık yapan misafirin selam verdikten sonra, kendisine uyan mukimlere: "Siz namazınızı tamamlayın; çünkü biz yolculuk halinde bulunuyoruz" demesi müstehabdır.[227]

b)  Şafiilere göre: Yolculuk halinde olanlarla eyleşik bulu­nanlar biraraya geldikleri zaman, eyleşik olanlardan birinin imam olması müstehabdır. Bununla beraber yolculuk halinde olanlar­dan birinin Öne geçip namaz kıldırmasında bir sakınca yoktur.

Yolculuk halinde olan misafirlerle mukimlerden oluşan cem­aate misafirlerden biri imamlık edecek olursa, iki rek'at kıldırır. Mukim olanlar kalkıp iki rek'at daha kılmak suretiyle namaz­larını tamamlarlar; misafir olanlar isterlerse dört rek'ate, isterlerse iki rek'ate niyet edebilirler. Dört rek'ate niyet edenler de imam selam verdikten sonra kalkıp iki rek'at daha ilave ederek tamamlarlar.[228].

c) Hanbelilere göre: Misafir farz namazlardan birinde ima ma uyabilir. Dört rek'atli namazlarda ister tamamına, ister bir kısmına yetişmiş olsun, yine dört rek'at olarak kılması gerekir. Misafirin uyduğu imamın mukim mi, yoksa misafir mi olduğunu bilmediği durumda da yine dört rek'at kılar, isterse imamın misa­fir olduğu sonradan anlaşılmış olsun. Tabii misafir yalnız başına kıldığı zaman, dört rek'atli namazları iki rek'at olarak kılar.

Ancak uyduğu imamın misafir olduğunu kesin bilen yolcu, iki rek'ate niyet eder.

Böylece misafirin mukimlere imamlık yapması caizdir. An­cak iki rek'atin sonunda selam verince, arkasındaki cemaate: "Siz namazınızı tamamlayın; çünkü ben misafirim" demesi müstehabdır.[229]

d) Malikilere göre: Misafir dört rek'atli farzda mukim olan imama uyarsa, ister bu uyması vakit içinde olsun, ister dışında ol­sun, başladığı namazı dört rek'at olarak tamamlar. Ancak bu du­rumda misafirin en az bir rek'ate ulaşması gerekir. Aksi halde o imama uyarak başladığı namazı iki rek'at olarak kılar. Bunun gibi mukim olanlar da misafire uyabilirler. Ancak onlar, imam selam verdikten sonra kalkıp namazlarını tamamlarlar.[230].

 

Tahliler ve Diğer Rivayetler

 

298 nolu îmran b. Husayn hadisini aynı zamanda Tirmizi tahric edip hasenlemiştir. Beyhaki de bunun isnadının hasen olduğuna değinmiştir. Ancak yapılan ciddi araştırmaya göre, hadi­sin isnadında Ali b. Zeyd b. Cud'an bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Hadis kritiğinde bulunan ilim adamlarının çoğu bu kişi hakkında hep şüphe izhar etmişlerdir. Hatta Yezid b. Züray' onun rafızi olduğunu iddia etmiştir.[231]

Ne var ki, onun rivayet ettiği bu hadisin birtakım şevahidi bulunduğunu dikkate alan Tirmizi onu bu bakımdan hasenle­miştir.

Ömer (r.a.) den yapılan rivayet ise, sahihtir. Çünkü is-nadmdaki ricalin hepsi sıka (güvenilir) kimselerdir.

İmam Malik'in Nafi'den yaptığı rivayete göre: Abdullah b. Ömer (r.a.) Mina'da imama uyduğu zaman dört, rek'at olarak kılardı; yalnız başına kılanca iki rek'atin sonunda selam verip se­ferilere mahsus şekilde namazım tamamlardı. Yani dört rek'atli namazları iki rek'at olarak kılardı. İmama uyunca dört rek'at ola­rak kılardı.[232]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Misafirin mukime, mukimin de misafire uyması caizdir,

2- Misafir, mukim olan imama uyduğu takdirde dört rek'at olarak kılar.

3-Misafir mukim olan imama ancak vakit içinde uyabilir. Vakit çakınca artık kazaya kalan namazı imamla birlikte kılmaz. Bu, HanefUere göredir.

4- Misafir imama uyan mukimler, imam selam verdikten sonra kalkıp iki rek'at daha kılmak suretiyle namazlarını dört rek'at olarak tamamlarlar.

5-  Misafir olan kimse mukim olan im^ma n-amaz-ın.son.pr rek'atinde yetişirse, yine 4e o naişazı etöirt rek'&t stea'k kılar-Daha az bir kısımda ulaşırsa, artık iki rek'at'olarak kalar. Bu, İmam Malik'e göredir.

6- Misafir olan imam, mukimlere namaz kıldırdığında iki rek'atin sonunda selam verir ve cemaatine: "Siz namazınızı ta­mamlayın; çünkü ben misafirim" der. Fukaha onun böyle demesini müstehab saymışlardır.

7- Misafirlerle mukimler bir araya gel diki erinde, mukim olanlardan birinin imam olması müstehabdır. Bu İmam Şafii'ye göredir. [233]

 

Farz Kılanın Nafile Kılana Uyması

 

Bu konuda hakim olan fıkhi kural şudur: Farz kuvvetli, na­file zayıf sayılır. O bakımdan kuvvetlinin zayıf üzerine bina edil­mesi caiz değildir. Bununla beraber fakih müctehidlerin tesbit, görüş ve ihticacları biraz farklılık arzetmektedir. [234]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre: "Ashab-ı Kiram'dan Muaz (r.a.) Peygamberimiz (s.a.v.) ile birlikte son yatsıyı kılar, sonra kendi (semtindeki) insanlara döner ve (aynı namazı) onlara kıldmrdı."[235]

Muaz b. Hıfaa'dan yapılan rivayette, Beni Seleme Kabilesin­den Silleym adında bir adam Peygamber (s.a.v.) efendimize gelerek şöyle diyor: "Ya Rasulallah! Doğrusu Muaz b. Cebel, bizim uyumuş olmamız gereken bir vakitte çıkıp geliyor -ki biz erken uyuyup gündüzleyin işlerimizde bulunmak istiyoruz-ve bizi namaza davet ediyor. O sebeple biz de çıkıp onunla birlikte namaz kılıyoruz ve o, namazımızı hayli uzatıyor. (Böylece tam uykumuzu alamıyoruz)." Bunun üzerine Ra-sulüllah (s.a.v.) efendimiz: 'Ya Muaz! Sen fitneci olma. Ya bizimle namaz kıl, ya da {kavminle de kılacak olursan) na­mazı onlardan yana hafif tut" diye buyurdu.[236].

 

Hadisler Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal ve İhticacları

 

a)  Hanefîlere göre: Farz namaz kılanın nafile kılana uy­ması caiz değildir. İsterse o farz nezredilmiş (adanmış) bir namaz olsun fark etmez. Çünkü farz kavi, nafile ise zayıftır. Kavi zayıfa bina edilemez.[237].

b)  Şafiilere göre: Farz kılan kimsenin nafileye niyet eden kimseye uyması caizdir. Çünkü bu husus sahih sünnet ile sabit olmuştur.Hem namaz kılanlardan her birinin niyeti kendine ait* tir; başkasının niyetinim ona uymaması, onun namazını bozmaz.[238].                                                                             .    .

c)  Hanbelilere göre: Farz kılanın nafile kılana uyması hakkında iki rivayet vardır: Birincisi, böyle bir uymanın sahih ol­madığıdır. Nitekim İmam Ahmed bu hükmü kesin belirtmiş ve Hanbeli fukahasının çoğu da benimsemiştir. Zühri ve rey tarafdan olan müctehid fakihler de aym görüşü izhar etmişlerdir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) efendimiz: "îmam ancak kendisine uyulsun diye imam olmuştur.  Artık ona (namazda) muhalefet etmeyin!" buyurmuştur.

Fukahadan az bir kısmına göre ise, bu caizdir. Esrem de buna cevaz verenler arasında bulunuyor.[239].

d) Malikilere göre: Farz kılanın nafile kılana uyması caiz değildir. O balamdan uyan kimsenin namazı sahih olmaz.[240].

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

307 nolu Muaz b. Rıfaa hadisinin isnadı sahihtir, ricali sıkadır. O bakımdan istidlale salihtir. Ancak Şafîiler ve bir de Haııbeli fukahasmdan az kimse dışında diğer müctehidler bu ri­vayetle istidlal etmemişlerdir. Nitekim İmam Şafii bu hadis hakkında şöyle demiştir; "Bu konuda Rasulüllah (s.a.v.) efendi­mizden bir tarikle rivayet edilen bu hadisten daha sabit başka bir rivayet bilmiyorum.[241].

Aynı hadisi az değişik lafızla Buharı / edeb:  73, Müslim / salat: 178,  Ebu Davud / salat: 124,  Nesai / imamet: 39,41'de ri­vayet etmişlerdir.

Ebu Cafer Tahavi ise, Muaz hadisini kendi mezhebi doğrultusunda tevil ederek şöyle demiştir: "Rasulüllah'm (s.a.v.) "Ya bizimle namaz kıl, ya da (kavminle de kılacak olursan) na­mazı onlardan yana hafif tut" buyurması, ikisinden birini ihtiyar etmesine delalet etmektedir. Yani bizimle kılacak olursan, artık onlara kıldırma, onlara kıldırmak istiyorsan, bizimle kılmadan git"[242]

Tahavi'nin bu te'vili pek isabetli değildir. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, "Onlarla kıldırmak istiyorsan bizimle kılmadan git" şeklinde değil, "Ya bizimle kıl, ya da (kavminle de kılacak olursan) namazı onlardan yana hafif tut" buyurması, ikisinden bi­rine tercihe yönelik bir anlatım değil, "İstersen hem bizimle kıl, hem de onlara kıldırdığın zaman uzatma, hafif tut" şeklinde bir uyarı ve tavsiyedir.

Zira 306 nolu Cabir hadisinin son kısmında şu cümlenin yer aldığı rivayet yoluyla sabit olmuştur: "Bu ikinci defa kılması onun için tetavvu'dur, kavmi için farz olan vakit namazıdır." Şevkani: "Bu cümle senet bakımından en racih, mana bakımından en sahih olanıdır" demiş ve Tahavi'nin: "Bu cümle Cabir'in zan ve tahmini­dir" sözüne değinerek: "Böyle bir iddiada bulunmak merduttur. Çünkü Cabir'in Muaz'la birlikte namaz kıldığı ve bu cümleyi on­dan duyduğu rahatlıkla söylenebilir. Zira Cabir (r.a/) böyle fazla bir hükmü ilave etmekten hem korkar, hem de huşu' ve aldığı dini kültüre sığmaz."

Kaldı ki, Muaz'm namaz kıldırdığı şahısların hepsi de sahabi idi. Bunların otuzunun Akabe bey'atine katılanlar, kırkının da Be­dir savaşına iştirak edenler olmak üzere 70 kişi olduğu söylenir.

Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin: "Bir farz namazı aynı günde iki defa kılmayın" emri, iki defasında da farz olarak kılınmasını nıen'e yöneliktir. Sonra bu hadisin farz ve nafile niyetiyle de olsa aynı namazın iki defa kılınmayacağım söylesek bile, bunun Muaz hadisiyle neshedildiği uzak bir ihtimal değildir.

Çünkü sözü edilen hadisin hükmünün kaldırıldığına delalet eden bir diğer rivayet mevcuttur. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kendi araç ve eşyanız yanında namaz kıldıktan sonra cemaat mescidine geldiğinizde, onlarla beraber (aynı) na­mazı kılın. Çünkü bu ikinci defa kılmanız sizin için nafile

Bu rivayeti ashab-ı sünen tahric etmiş ve İbn Huzayme bunu sahihlemiştir. Yapılan tesbitlere göre, Rasulüllah (s.a.v.) bunu hayatının son döneminde Veda Haccı'nda iken söylemiştir.

Bunun gibi, Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin, kendisinden son­ra iş başına geçecek (zalim) hükümdarların namaz vaktini gecik­tirerek kıldırdıkları takdirde, müminlerin o namazı vakit içinde kendi evlerinde kılıp öyle mescide gelmelerini ve o hükümdarların arkasında aynı namazı nafile niyetiyle kılmalarım tavsiye buyur­duğu da sahih rivayetle sabit olmuştur. [243]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Farz kılanın nafile kılana uyması caiz değildir. Bu İmam Malik ve imam Ebu Hanife'ye göredir.

2-îmam Şafii'ye göre: Caizdir. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) za­manında ashab-ı kiramın böyle yaptığı sahih rivayetle sabit olmuştur. Nitekim Muaz hadisi bunun başlıca şahidi olarak bulu­nuyor.

3- Aynı farz namazı iki defa kılmakta bir sakınca yoktur. Bi­rincisi vaktin, farzı olarak eda edilmiş olur, ikincisi nafile yerine geçer.

4- Vakit namazını evinde veya iş yerinde kıldıktan sonra ca­miye   gelen   ve   aynı   namazın   cemaat   halinde   kılınmaya başlandığına yetişen kimse, niyet edip imama uyar ve bu onun için nafile olur. [244]

 

Oturarak Namaz Kılanın Ayakta Durana, Ayakta Duranın Oturarak Kılana Uyması

 

Farz namazlarda gücü, kudreti, sağlığı yerinde olan kimse­nin niyet, iftitah tekbiri ve kıraat süresince ayakta durması fa­rzdır. Bununla beraber zorunlu bir sebepten dolayı ayakta du-ramıyacak olursa, oturduğu yerde, ayakta durup namaz kıldıran kimseye uymasında bir sakınca yoktur. Aynı zamanda ayakta dur­up namaz kılan kimsenin oturarak namaz kılana uyması doğru olur mü? Bu konudaki hadis ve rivayetleri; fakih müctehidlerin görüşlerini getirdikten sonra mesele açıklığa kavuşturulmuş olur. [245]

 

İlgil Hadisler ve Rivayetler

 

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre: "Peygamber (s.a.v.) efendimiz (vefatına yakın günlerde) hastalandığı zaman, büründügü bir elbise içinde oturarak Ebu Bekir'in (r.a.) ar­kasında namaz kıldı."[246].

Uz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle derni-ştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz vefat ettiği hastalığında oturarak Ebu Bekir (r.a.) m arkasında namaz kıldı."[247]

Yine Hz. Aişe (r.a.) den yapılan rivayette, şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz ağrı ve sızıdan şikayetçi olduğu bir halde oturarak namaz kılarken, arkasında ayak­ta durup Ona uyan bir cemaat bulunuyordu. Onlara oturup öyle namaz kılmalarını işaret etti. Sonra namazı bitirince onlara şöyle buyurdu: 'İmam ancak kendisine uyulsun diye imametlik yapmaktadır. O bakımdan imam rüku'a varınca siz de varın, başını rüku1 dan kaldırınca siz de kaldırın; otu­rarak namaz kılıyorsa siz de oturarak kılın"[248].

Enes (r.a.) den yapılan rivayette diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz attan düştü ve sağ yanı berelendi. Bunun üzerine Rasulüllah'ı (s.a.v.) sormak, geçmiş olsun demek üzere yanına girdik. Namaz vakti de girmiş oldu. Oturduğu yerde bize namaz kıldırdı, biz de Onun arkasında oturarak namaz kıldık. Namazı bitirince şöyle buyurdu: "İmam ancak kendisine uyulsun diye ima­metlik yapmaktadır. O tekbir getirince siz de tekbir geti­rin; o secde edince, siz de secde edin; o başını kaldırınca siz de kaldırın; o (semi'allahu limen hamidehu) deyince, sîz (rabbena leke'1-hamd) deyin. O oturarak namaz kılınca hepiiniz de oturup namaz kılın."[249]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz Medine'de bir ata bindi ve at Onu bir hurma kökünün üzerine düşürüverdi. O sebe­ple Rasuîüllah'ın (s.a.v.) ayağında çıkık meydana geldi. Biz Onu ziyaret edip sormak üzere kendisine gittiğimizde , Hz. Aişe'ye ait nıeşrube (elbise, yiyecek ve benzeri şeyler konu­lan tavansız odacık veya kiler) de oturmuş olarak teşbih eder (namaza durmak üzere) bir halde bulduk. Biz de he­men arkasına geçip uyduk. Sesini çıkarmadı. Sonra bir defa daha geldik, kendisini sorduk ve O oturarak farz na­maza başladı. Biz de arkasında durduk; derken oturmamızı işaret etti, oturduk. Namazı bitirince şöyle buyurdu: "İmam oturarak namaz kılarsa, siz de oturarak kılın; o ay­akta kılacak olursa, siz de ayakta kılın. Faris halkının ken­di ileri gelen liderlerine yaptıkları gibi yapmayın."[250].

 

Hadis ve Rivayetlerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlaller ve İhticacları

 

a)  Hanefîlere göre: Ayakta duranın, rüku' ve secde yapıp oturarak namaz kılan kimseye uyması sahihtir, rüku' ve secdeyi işaretle yerine getiren kimseye uyması sahih değildir[251].

Böylece ayakta durup namaz kılanın, oturarak namaz kılana uyması caizdir. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz ömrünün son günlerinde rahatsızlığından dolayı oturarak namaz kılarken o vaziyette cemaat Ona uyuyordu. Ancak İmam Muhammed'e göre bu sahih değildir. Çünkü ayakta duranın hali kamil, oturanın ise nakıstır.[252]

b) Şafiilere göre: İmam ayakta durmaya takat getiremezse, oturarak namaz kıldırır. Cemaat bu vaziyette ona uyar. Bunda bir sakınca   yoktur.   Nitekim       Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz son günlerinde oturarak cemâatine namaz kıldınnıştır. Ancak cemaat ayakta durup imama uyar. O oturarak kıldığı için onlar oturmaz. Rasulüllah'm (s.a.v.) önce buna izin verdiği, sonra ve-fatına yakın bu hükmü kaldırdığı Hz. Aişe (r.a.) hadisinden istidlal edilmekte­dir.[253]

İmam ayakta durmaya gücü yettiği halde oturarak cemaate namaz kıldırırsa, cemaatin namazı sahih ve yeterlidir; imam isaet işlemiş olduğundan iade etmesi gerekir.[254]

c) Hanbelilere göre: Oturarak namaz kılanın arkasında a-yakta durup namaz kılma hususunda iki husus vardır: Birincisi, cemaatin namazının bu vaziyette sahih olmadığıdır ki, İmam Ah-med de buna meyletmiştir, Çünkü ona göre: İmam oturmuş halde ise, cemaat onun arkasında durup namaz kılacak olurlarsa, gerçek anlamda ona uymamış sayılırlar. Ancak cemaat de imam gibi otu­rarak kılarsa, o takdirde sahih olur.

Aynı zamanda imam ayakta durmaya gücü yettiği halde otu­rarak namaz kıldırırsa, ayakta duranlar ona uymaz.[255]

d) Malikilere göre: İmam Malik'ten yapılan iki rivayetten birinde, ayakta duracak kadar kudreti olan kimsenin, oturarak namaz kılana uyması sahih değildir.

İmam Malik ve İmam Muhammed b. Hasen bu konuda şu hadisle istidlal ve ihticac etmişlerdir: "Benden sonra artık hiç kim­se, oturarak imama uymasın!"

Bu hadisi Darekutni tahric etmiştir. Çünkü ayakta durmak namazın rükünlerinden biridir. Bu rüknü yerine getirmeye ku­dreti yeten kişinin, kudreti yetmeyen kişiye uyması sahih olmaz.[256]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

313 nolu Enes ve 314 nolu Hz. Aişe hadisi sahihtir. Her iki rivayet de Ebu Bekr'in imam olduğuna açık biçimde delalet et­mektedir.

315 nolu Hz. Aişe hadisi de sahih kabul edilmiştir. 316 nolu Enes ve 317 nolu Cabir hadisi fakih imamlar ve diğer hadis âlim­leri tarafından sahih kabul edilmişse de, İmam Şafii'ye göre, bun­ların hükmü kaldırılmış, yani neshedilmiştir. Zira Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz vefatından birkaç gün önce, bir rivayete göre, bir gün veya iki gün evvel oturarak da olsa öne geçmemiş, Ebu Bekr'in imam olmasını emretmiş ve kendisi de oturmuş bir halde ona uyarak namazını kılmıştır.

Fakih müctehidlerin çoğu ise, bu hadislerle istidlal edip otu­rarak namaz kıldırmak zorunda olan imama, ayakta durup uy­manın sahih olduğunu belirtmişlerdir. Nitekim îshak, Evzai, İbn Münzir ve Davud ez-Zahiri de aynı görüşü izhar etmişlerdir. Cum­hur da aynı görüştedir.

Muhaddis Abdurrezzak ise şöyle demiştir: "İmam ne kadar oturarak namaz kıldırdıysa, cemaatin de oturarak kıldığını gördüm, bunun aksini müşahede etmedim. Bu, birçok kanaldan ri­vayet edilen bir sünnettir. İbn Hibban da ismi geçen üç saha-biden aynı rivayeti yapmıştır. Ashabdan bunun hilafına bir rivayet yapılmamıştır.[257].

Tabiin'den de aynı görüş Cabir b, Zeyd ve Ebu'ş-Şa'şa'den ri­vayet edilmiş ve onlardan buna muhalefet eden çıkmamıştır. Yani imam oturarak namaz kıldırmak zorunda kalırsa, cemaatin de oturarak ona uyması gerekir.

Kadı Iyaz ise, "Rasulüllah'dan (s.a.v.) sonra hiç kimsenin oturarak namaz kıldıran imama oturarak uyması sahih ve caiz ol­maz, o ancak Rasulülîah'a (s.a.v.) has bir hal idi." demiştir.

Şa'bi'nin Cabir'den rivayet ettiği ve Darekutni'nin tahricde bulunduğu: "Benden sonra hiç kimse oturarak imama uymasın!" mealindeki hadise gelince: Bunun üzerinde hayli durulmuş ve ravi Cabir el-Cu'fî'nin metruk olduğu söylenmiştir. Seçkin ilim adamlarından bir kısmı bu zatı tezkiye etmiş ve güvenilir olduğunu belirtmişlerdir. Muhaddis Yahya'nın ise onun rivayetle­rini terkettiğini Abdullah b. Ahmed bildirmektedir. İmam Ebu Hanife'de onun çok yalancı bir kimse olduğuna dikkat çekmiştir. Nesai onun metruk olduğunu söyleyenler arasında yer almıştır.[258].

Sonuç olarak Cabir İn hadisiyle istidlal ve ihticacm uygun ol­madığı ortaya çıkıyor ve böylece İmam Şafii ile İmam Muhammed'in delillerinin zayıf olduğu ağırlık kazanıyor. [259]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ayakta duranın, oturarak namaz kılana uyması sahihtir; şu şartla ki, bu durumda olan imamın rüku' ve secdeyi doğrudan yerine getirmesi gerekmektedir.

2- Oturarak namaz kılan, fakat rüku' ve secdeyi işaretle ye­rine getiren imama, ayakta durup rüku ve secde  yapma kudreti olan cemaatin uyması sahih olmaz.

Bu iki görüş de Hanefüere aittir.

3- Rahatsızlığından dolayı oturarak namaz kıldıran imama uyanlar, oturarak değil, ayakta durarak uyarlar. Bu, İmam Şafii'nin görüşüdür.

4-  İmam gücü yettiği halde ayakta durmayıp oturarak na­maz kıldırırsa, ona uyan cemaatin namazı tamamdır, imamın na­mazı ise sahih değildir, iade etmesi gerekir. Bu da İmam Şafii'nin içtihadıdır.

5- Oturarak namaz kıldıran imama ayakta durup uymak sa­hih değildir. Bu, Ahmed b.Hanbel'in görüşüdür. İmam Malik de aynı görüştedir.

6-  Evzai, Zahiri ve Ishak'a göre, imam oturarak namaz kıldırıyorsa, cemaatin de oturması gerekir.   Ashab ve Tabiin za­manında da uygulama böyle idi. [260]

 

Müteveddi’in Müteyemmime Uyması

 

"Su ile abdest alanm, toprak ile teyemmüm edene uy ması.." "Müteveddi"' sıfattır, genellikle su ile normal ölçülere ve ku­rallara göre abdest alan kimse hakkında; "müteyemmim" ise, he­rhangi bir sebepten dolayı su bulamayan veya su bulunduğu halde onu kullanamayan ve o yüzden namaz için toprağa ellerini sürmek suretiyle teyemmüm eden kimse hakkında kullanılır.

Bu durumda olan kimse, su ile abdest alan kimsenin önüne geçip imamlık yapabilir mi? Yani müteveddi'in müteyemmime uy­ması sahih ve caiz olur mu?

Konuyla ilgili hadisleri ve müctehid imamların görüş ve tes-bitlerini nakledince bu sorunun da cevabı verilmiş olacak. [261]

 

İlgili hadisler:

 

Tabiinden Said b. Cübeyr'den yapılan rivayette, İbn Abbas (r.a.) beraberinde Rasulüllah'ın (s.a.v.) ashabından birkaç zat olduğu halde bir seferde bulunuyorlardı. Ammar b. Yasir (r.a.) da onların arasında idi. Peygamber'e (s.a.v.) olan yakınlığı dikkate alınarak namazda öne geçiriliyor, imamet hizmetini o yerine getiriyordu.

Bir gün yine Ammar (r.a.) arkadaşlarının önüne geçip imam olarak namaz kıldırdıktan sonra gülerek onlara şu haberi verdi: Kendisine ait Rum asıllı cariyeyle yattığı ve o yüzden cünüp olduğu, ancak teyemmüm ederek namaz kıldırdığını söyledi.[262]

Buna benzer bir olay da Amr b. As (r.a.) m başından geçmiştir. Şöyle ki: Amr (r.a.) bir grup ashabla birlikte Zatü's-Selasil gazvesi sebebiyle seferde bulunurlarken Amr gece uykuda ihtilam oluyor ve hava çok soğuk olduğundan su ile yıkanmaya ce­saret edemiyor ve o sebeple teyemmüm ederek sabah namazını kıldırıyor.

Medine'ye döndüklerinde durum Hz. Peygambere (s.a.v.) ar-zediliyor. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ona: "Ya Amr! Cünüp olduğun halde mi ai'kadaşlanna namaz kıldırdın?" diye sorunca; o şöyle diyor: "Ya Rasulallah! Hava soğuktu. Allah ise kendinizi öldürmeyiniz buyurmaktadır."

Amr'm bu cevabına Rasulüllah (s.a.v.) tebessüm etti ve başka bir şey demedi.[263]

 

Bu İki Rivayetlerin Işığında Mezhep İmamlarının İctihadları

 

a) Hanelilere göre: Müteveddi'in müteyemmime uyup na­maz kılması caizdir. Çünkü j)u konuda toprak suyun yerine geçmekte ve aynı hükmü almaktadır. O bakımdan bu ikisiyle de namazın şartı vücut bulmuş oluyor.[264].

b) Şafülere göre: Müteveddi'in müteyemmime uyup namaz kılması sahihtir. Zira her ikisi de nass-ı kur'an ve sünne-ti    Ra­sulüllah ile sabit olmuştur.[265].

c)  Hanbelilere göre: Şafiilerle aynı görüştedirler; yani su ile abdest alan kimsenin suyu kullanamayan veya bulamayan ve fakat toprak ile teyemmüm eden kimseye uyup namaz kılması caizdir.[266].

Hanefilere göre, teyemmüm mutlak bedeldir; yani zaruri bir kayıt olmaksızın abdest yerine geçmektedir. Şafiiler ise, onların hilafına bir yorumda bulunmuşlar ve teyemmümün zaruri bedel olduğunu belirtmişlerdir. O bakımdan bu mezhebe göre vakit girmeden teyemmüm edilmez.

d) Malikilerin bu konuda açık bir ictihad ve görüşlerini tes-bit edemedim. Ancak Şahmın, el-Müdevvenetü'1-Kübra'da imam Malik'in şöyle dediğini îbn Kasım'dan nakletmektedir: "Yolculuk halinde bulunan adam, yanında yetecek kadar su yoksa, berabe­rinde taşıdığı eşiyle veya cariyesiyle cinsel temasta bulunmaz. An­cak suyu kullanmaya engel bir yara veya hastalık söz konusu ise, o takdirde su bulunmasa bile cinsel temasta bulunması caizdir. İbıı Şihab da aynı görüşü izhar etmiştir.[267]

 

Tahliler ve Diğer Rivayetler

 

îbn Abbas (r.a.) den yapılan rivayetin isnadı sahihtir. O bakımdan fakih müctehidlerin önemli bir kısmı onunla istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.

Amr b. As hadisi de sahih kabul edilmiş ve ihticaca elverişli sayılmıştır.

Onun bu hadisini kuvvetlendiren bir diğer hadisi Darekutni, Bera' b. Azıb'den rivayetle, Rasulüllah'm (s.a.v.) şöyle bu­yurduğunu bildirmiştir:

"İmam Öne geçip cemaate namaz kıldırır ve abdestsiz olduğunu hatırlarsa, cemaatinin namazı kafi gelir, onun ise iade etmesi gerekir."

Ne var ki, bu hadisin isnadında Cüveybir b. Said bulunu-yor ki bu zat zayıf ve metruktür. Aynı zamanda isnadında inkıta' da vardır.[268].

Yine bu manada sahih bir rivayeti Ebu Davud'da görüyoruz ki, îbn Hibban onu sahihlemiştir; Beyhaki de aynı tesbitte bulun­muştur: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz sabah namazına başladı, sonra eliyle cemaate işaret ederek yerinizde bek­leyiniz diyerek ayrıldı, az sonra saçlarından su damladığı halde gelip namazı kıldırdı. Sonra şöyle buyurdu: "Ben <Je ancak sizin gibi bir beşerim; doğrusu cünüp idim (hatırlayınca gidip guslettim ve geldim.)"

Müteyemmimin müteveddi'e imam olmasının caiz olmadığını ileri süren fakihler ise, şu hadisle istidlal etmişlerdir; "Müteyemmim müteveddi'lere imamlık yapmasın!"

Ancak bu hadisin zayıf olduğu anlaşılmış ve o bakımdan ih­ticaca salih görülmemiştir. [269]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-  Su bulunmadığı veya bulunduğu halde kullanma imkanı olmadığında namaz için toprakla teyemmüm etmek meşrudur. Bu, kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuştur.

2- Müteveddi'in müteyemmime uyması sahih ve caizdir..

3-  Mukim kimse su bulamadığı için teyemmüm ederse, ab-destli olan kimsenin ona uyması sahih olmaz. Çünkü o adamın ile­ride su bulunca kıldığı namazı iade etmesi gerekir. Bu, imam Şafii'ye göredir. Ancak seferi haldeyse veya bir hastalıktan dolayı su kullanamıyorsa, o takdirde müteveddi'in ona uyması sahih olur.

4- Hanefılere göre, Teyemmüm mutlak anlamda abdeste be­deldir. Şafiilere göre, zaruri bedeldir.

5- Malikiîere göre, yolculuk halinde bulunan adam, yanında gusledecek suyu yoksa ve te'min de edemeyecekse, beraberinde taşıdığı eşiyle veya cariyesiyle cinsel temasta bulunmaz.

6- Abdest nasıl namazın şartlarından biriyse, onun yerine geçen teyemmüm de namazın şartlarından biri sayılır.[270]

 

İmamın Saffın Ortasına Denk Gelecek Şekilde Önde Durması

 

imamın, namazda kendisine uyulan kimse olduğundan ce­maatin Önünde birinci saffin ortasına denk gelecek şekilde dur­ması söz konusudur. Bu düzenleme cemaatin hem imamı görüp hareketlerini izlemesi, hem de sesini daha rahat duyması bakımına yönelik olduğu gibi, uyulan kimse olması bakımından da önemlidir.

Bunun gibi imamın arkasında durup ona uyan cemaatin nasıl bir sıra tertiplemeleri sünnettir? Zira cemaatin düzenli saf halinde durması, İslam'ın her hususta disipline önem veren, düzenden yana olan bir din olduğunun başka bir göstergesi sayılır. [271]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Ra­sulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"İmamı ortalayın ve (safta) aranızdaki boşlukları ka­payınız."[272]

Ebû Mes'ûd el-Ansan (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.)  efendimiz namazda omuzlarımıza dokunurdu da şöyle buyururdu: "Saflarınızı düzgün tutu-

nuz, farklı şekilde durmayın, sonra kalpleriniz de fa­rklılaşma gösterir. Sizden ergen aklı başında olanlar ar­kamda yer alsın; sonra da sırayla diğerleri onların ar­kasında, diğerleri de onların arkasında saf olup yerlerini alsınlar"[273].

îbn Mes'ud (r.a.) den yapılan rivayete göre, peygamber (s.a.u.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Sizden ergen olup aklı melekesi yerinde olanlar ar­kamda yer alsın. Sonra da sırasıyla diğerleri onların ar­kasında ve sonra da diğerleri de onların arkasında saf olup yerlerini alsınlar. Bir de sokak, çarşı ve pazarlardaki gürültü, patırtı, sürtüşme ve çekişmeden sakının"[274].

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan ıi.vayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Erkek saflarının hayırlısı, önde olanıdır; şerli olanı da sonda olanıdır. Kadın saflarının hayırlısı, sonda olanıdır; şerlisi ise, önde olanıdır."[275]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefîlere göre: İmamdan başka üç kişi olursa, imam öne geçer, onlar onun arkasında bir saf olur. Zira hem Rasulüllah (s.a.v.) böyle yapmıştır, hem de ümmetin ameli bu doğrultuda ce-reyan etmiştir.

İmamın, arkasındaki saffın ortasına denk gelecek şekilde durması sünnettir. Onların sağında, ya da solunda durursa caiz­dir, ancak isaet etmiş olur. Bunun cevazına gelince: Böyle yapmak doğrudan rükünlerle ilgilidir ki o da gerçekleşmiş oluyor. İsaete gelince: Cemaatin sağ veya sol tarafına gelecek şekilde durmasiyla mütevatir olan sünneti terketmiş bulunuyor.[276]

b)  Şafîilere göre: İmamın yeri, kendisine uyan cemaatin Önüdür, ona uyan ister bir kişi, ister birden fazla olsun..  O bakımdan imama uyan iki kimse ise, imam onların önünde durur, onlar da imamın arasında saf olup dururlar.

imama uyanlardan bir kısmı imamın önünde yer alırlarsa, kılman bu namaz imam ve yan taraftarıyla arkasında olanlar için kafi gelir, ama Önüne geçenler için kafi gelmez. Çünkü, imamın kendisine uyanların önünde veya hizasında durması sünnettir.[277].

c) Hanbelilere göre: Sünnet odur ki, imama uyanlar onun arkasında dururlar. Eğer imamın önünde dururlarsa, bu sahih ol­maz. Malikilere göre sahih olur.

İmama uyan bir adam olursa, imamın sağ arkasında durur, iki adam olursa, tam arkasında yer alıp durular.[278]

d) Malikilere göre: Cemaatin imamın önüne taşması sakıncalı değildir. O bakımdan imama uyanların öne taşıp onun önünde duracak olurlarsa, namazları yine sahih kabul edilir. Çünkü bövle yapmak, iktidae (yani imama uymaya) engel değildir.[279].

 

Tahliller ve Rivayetler

 

333  nolu Ebu Hüreyre hadisi hakkında Ebu Davud ve el-Münzeri susup bir şey   dememişlerdir. Nesai ise, bunun salih olduğunu belirtmiştir. İsnadında Yahya b. Beşir b. Hallad bulu­nuyor. İbn Kattan onun meçhulü'1-hal olduğuna dikkat çekmiştir. Abdülhak ise onun bu isnadının kavi olmadığını söylemiştir.[280]

334  nolu .Ebu Mes'ud hadisini Ebu Davud tahric etmiştir. İstidlale salıhtir

335 nolu İbn Mes'ud hadisini Tirmizi rivayet ettikten sonra hasen-garip olduğunu belirtmiştir. İbn Seyyidin-nas ise, bu hadi­sin sahih ve ravisi Halid b. Mehran'm sıka (güvenilir) olduğunu söylemiştir. Zira hadisin birçok şahitleri vardır. İmam Müslim'de onun sahih olduğuna hükmetmiştir.

Bu konuda Taberani el~Kebir'de Semüre (r.a.) den şu hadisi nakletmiştir: 'Muhacirlerle Ansarın arkasında bedeviler dur­sun ki namazda onlar (bu iki) zümreye uysunlar."

Bunun gibi Darekutni'nin İbn Abbas (r.a.,) den yaptığı rivay­ette, Rasulüllah'ın (s.a.u.) şöyle buyurduğu belirtilmiştir: "Birinci safta bedeviler, Arap olmayan yabancılar ve bir de henüz ergen olmamış (temyiz çağındaki) çocuklar öne geçmesin! Ancak bu hadisin isnadında Leys b. Ebi Süleym bulunuyor ki, bu zat zayıftır.[281] Yahya b. Main ve Nesai onun zayıf lduğunu belirtirlerken, İbn Hibban onun ömrünün sonuna doğru hafızasının zayıfladığını ve rivayetleri birbirine karıştırdığını söylemiştir. Bunlara karşın, Abdülvaris onun ilim kabı olduğuna değinerek övgüde bulunmuştur.[282]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İmamın, saffin ortasına denk gelecek şekilde önde durması sünnettir.

2- İmamın arkasında yalnız bir adam bulunursa, onun sağ gerisinde durması sünnettir. İki veya daha fazla kimse bulunursa, tam arkasında saf olup durmaları sünnettir.

3- İmamın arkasında birinci safta ergen olup aklı eren kim­selerin durması müstehabdır. O bakımdan İslam fıkhını bilen alimlerin birinci safta yer almasına dikkat edilmelidir.

4- Cemaatin, imamın tam hizasında durması halinde, na­mazları sahih sayılır. Bu, İmam Şafii'ye göredir.

5- Cemaatin imamın önüne taşması caiz değildir. Bu üç me­zhebe göredir. İmam Malik'e göre, taşmalarında bir sakınca yok­tur.

6- Safların düzgün tutulması ve arada boşluk bırakılmaması sünnettir,

7- Saf dışında durup imama uymakta kerahet vardır. İmam Malik'e göre kerahet yoktur. [283]

 

Namazda Cemaatin Arasında Kadın ve Çocukların Yeri

 

Namaz ibadeti insana kişilik kazandırdığı gibi, saygılı ol­mayı, büyüklerin yerini ve kadrini bilmeyi, küçükleri sevip ko­rumayı ve birlik, beraberlik olmayı Öğretir.

O bakımdan cemaat halinde namaz kılarken sınıf farkı kalk­makta; herkes Cenab-ı Hakk'ın huzurunda ve yanında kul olma düzeyinde eşit bulunmaktadır. Ancak bundan bir önceki konuda belirttiğimiz gibi, aklı eren ergen kişilerin ön safta yer alması tav­siye edilmiştir. Bu tabirden maksat, namaz ahkamını daha iyi bi­lip konulara daha çok aklı erenler kasdedilmektedir. Zira imamın yanılması halinde bu kişilerden birinin hemen onun yerini işgal etmesi, yani biraz öne geçip imamlık yaparak namazı tamamla­ması söz konusudur., Şayet bu kimseler arka saflarda kalır ve imamın bir sebepten dolayı namazı olduğu yerde bırakması gerekirse, ehil olmayan kimselerin öne geçmesi durumu hasıl olur.

Kadınlara gelince, onların erkeklerin yanında veya önünde bulunmasının birtakım sakıncaları vardır. En azından şehveti tahrik etme söz konusudur. O bakımdan, onların erkek ve temyiz çağma girmiş çocukların gerisinde durmaları gerekmektedir. [284]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ahdıırrahman b. Gunm'den, onun da Ebi Malik el-Eş'ari'den, yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, dört rek'atte kıraat ve kıyam hususunda eşitlik sağlardı: "Birinci rek'ati diğerlerinden biraz uzun tutardı, ta ki in­sanlar (cemaate katılanlar) sevaba nail olsunlar... Erkekle­ri, (temyiz çağına girmiş) çocukların önünde bulundurur­du.   Kadınların   da   o  çocukların   gerisinde   durmasını

sağlardı."[285]

Ebu Davud ise bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:

"Size Rasulüllah'ın (s.a.v.) namazından haber vereyim mi? Namaza ikamet edilip durulurken, erkekler saf olup yerlerini alır, çocuklar da onların arkasında saf olup yerle­rini alırlardı."

-  Enes (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Nenem Müleyke, yapıp hazırladığı yemek için Ra-sulüllah'ı (s.a.v.) davet etti. Rasulüllah (s.a.v.) yemeği ye­dikten sonra şöyle buyurdu: "Kalkınız size namaz kıldırayım." Bunun üzerine, uzun süre beklemesinden do­layı kararan bir hasırımız vardı, üzerine su döküp (temizledim). Rasulüllah (s.a.v.) o hasırın üzerine gelip durdu; ben ve bir yetim çocuk da peygamber'in (s.a.v.) ar­kasında durduk. Yaşlı kadın da bizim arkamızda durdu. Rasulüllah (s.a.v.) bize iki rek'at namaz kıldırıp ayrıldı."[286]

Yine Enes (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Ben, evimizdeki yetim çocuk Rasuliillah'ın (s.a.v.) ar­kasında namaz kıldık. Annem Ümmü Süleym de bizim ar-kamızda durdu."[287]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Erkeklerin saflarının hayırlısı, önde olanıdır, şerli olanı da sonda olanıdır. Kadınların saflarının hayırlısı, sonda olanıdır; şerli olanı ise, önde olanıdır."[288]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamalarının İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefiiere göre: İmamla birlikte bir tek kadın bulunur­sa, imamın arkasında durur. Bir erkek, bir de badın bulunursa, erkek, imamın sağ tarafında, kadın da arkasında durur. İki erkek, bir kadın olursa, erkekler imamın tam arkasında, kadın da on­ların arkasında durur.

Cemaat birçok erkek, kadın ve ergenlik çağma yaklaşmış çocuklardan oluşuyorsa, erkekler imamın arkasında saf olup du­rurlar, onların arkasında çocuklar, onların da-arkasında kadınlar durup imama uyarlar,[289].

b) Bu konuda Şafîilerin içtihadı, Hanefîlerinkinin bir benzeridir; yani onlar da yukarıda belirtilen tertip üzere cemaatin saf bağlamasını belirtmişlerdir.[290]

c) Hanbeliler de aynı görüş ve içtihadı izhar etmişlerdir.[291].                                         

d) Malikilere göre: Erkek ve kadınların birarada karışık vaziyette namaz kılmaları mekruhsa da, bu yüzden kimsenin na­mazı bozulmaz, hepsinin de namazı tamamlanmış kabul edilir. İade etmelerine gerek yoktur.[292].

Bununla beraber yukarıda belirtilen tertip üzere saf bağlayıp imama uymaları sünnete daha uygundur. [293]

 

Tahliler ve Diğer Rivayetler

 

344 nolu Ebu Malik el-Eş'ari hadisi Hakkında Ebu Davud ve el-Münzeri susup bir şey beyan etmemişlerdir. Ancak isnadında Şehr b. Havşeb bulunuyor ki bu zat hakkında söz söyleyenler olmuştur: îmam Ahmed, "O, Esma bint Yezid'den birçok hasen ha­dis rivayet etmiştir" derken, İbn Main onun sıka (güvenilir) olduğunu söylemiştir. Ebu Hatim ise, "Onun rivayetiyle ihticac edilmez" diyerek güvenilir olmadığına işarette bulunmuştur. Ne-sai ve îbn Adiy'e göre, kavi değildir.[294]

345  ve 346 nolu Enes hadisleri sahihtir ve ihticaca elve­rişlidir.

347 nolu Ebu Hüreyre hadisi de sahihtir ve aynı zamanda kadınların saf olup gerek erkek imama tabi' olmalarının, gerekse kendi aralarında saf bağlayıp cemaat halinde namaz kılmalarının, caiz olduğuna delalet etmektedir.

Hadiste safların hayırlısı ve şerlisi diye bir anlatım tarzı bu­lunuyor. Burada hayırlı olmasından maksat, fazilet ve sevaptır; şerli olmasından maksat, faziletin terk edilmesidir. [295]           

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İmamla birlikte cemaat olarak bir tek erkek bulunursa, imamın sağ gerisinde durması sünnettir.

2- İmamdan başka cemaat olarak sadece bir erkek, bir de kadın bulunursa, yine erkek imamın sağ gerisinde, kadın da imamın arkasında durur.

3- İmamla beraber iki erkek, iki de kadın cemaat bulunursa, erkekler imamın arkasında, kadınlar da erkeklerin arkasında du­rur.

4- Cemaat  erkek,  kadın  ve  ergenlik çağına  yaklaşmış çocuklardan oluşuyorsa, erkekler önde saf olup dururlar. Onların arkasında çocuklar; çocukların arkasında ise kadınlar saf olup du­rurlar. Sünnet bu tertibi amirdir.

5- Erkekle kadınlar karışık vaziyette saf olup imama uyar­larsa, fıkıhta belirtilen şekilde erkeklerden bir kısmının namazı bozulur. Bu üç imama göredir. İmam Malik'e göre, hiçbirinin na­mazı bozulmaz.

6- İmanım arkasında yalnız kadınlar cemaat olup namaz kılabilirler. Bunda bir sakınca yoktur. Ancak bir kadının veya iki kadının yalnız olarak mahremleri yokken imama uymaları mek­ruhtur. Çünkü bu durumda birtakım şüpheler doğabilir. [296]

 

Namazda İmamın veya Cemaatin Yüksek Yerde Durması Sakıncalı mıdır?

 

Namaz mümkün olduğu kadar sadelik, şatafattan uzaklık, uyum ve ahenk isteyen bir ibadettir. Çünkü böyle bir ibadetle in­san Allah'a kul olmanın şuuruyla mahviyet ve muhtaçlığını dile getirmekte, tevazuun en güzel örneğini sergilemektedir. Ö bakımdan imamla cemaatin aynı seviyede bulunup cemaat ha­linde namaz kılmaları çok daha uygun olur. Bununla beraber bazı sebeplerden dolayı birinin yüksekçe yerde bulunması cemaat ol­maya engel teşkil etmez. [297]

 

Konuyla İlgili Hadisler Ve Rivayetler:

 

Hemmam'dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Hz. Huzeyfe (r.a.) Medain'de[298] bir dükkan (veya yüksekçe bir yer) üzerinde durup namaz kıldırmaya başladı. Bunun üzerine Ebu Mes'ud (r.a.) onun entarisin­den tutup çekti. Huzeyfe (r.a.) namazını tamamlayıp cema­ate dönünce, Ebu Mes'ud (r.a.) ona: "Onların (imam ve ce­maatin) bundan men'edildiğini bilmiyor musun?" dedi. O da: trEvet sen beni tutup çekince hatırladım" diye cevap verdi"[299]

İbn Mes'ud (r.a.) den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, imamın, arkasında na­maz kılmak üzere insanlar olduğu halde (yüksekçe) bir yer üstüne çıkmasını men'etmiştir."[300].

Sehl b. Sa'd (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) efendimiz, (mescid'e) ilk konul­duğu gün çıkıp minberin üzerine oturdu ve o vaziyette iken tekbir getirerek (namaza başladı). Sonra rüku'a vardı, arkasından oradan inip gerisin geri çekilerek secde etti. İnsanlar da onunla birlikte secde etti. Sonra (yerine) döndü, ta ki (namazını tamamlayıp) bitirdi ve şöyle buyur­du: "Ey insanlar! Bunu ancak bana uy asınız ve namazımı Öğrenesiniz diye böyle yaptım."[301]

Ebu Hüreyre (r.a.) mescidin damında durup (mescidin içindeki) imama uyarak namaz kıldı.

Enes (r.a.) ise, Basra'da Ebu Nafi'in evinde mescidin sağ ta­rafıyla birleşen bir insan boyu yükseklikteki gurfe (sahanlık, bal­kon) de -ki kapısı mescide bakar durumda idi- durup imama uydu.[302]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının Görüşleri

 

a) Hanefilere göre: Bir veya birkaç kişi mescidin damında durur, imam da mescidin içinde cemaatin önünde bulunur ve dam ile mescidin iç kısmı arasında bir kapı veya benzeri bir açıklık olursa, onların imama uyup namaz kılmaları sahih olur.

Bu durumlarda imamın kıraat ve diğer rükünlerini tam an­lamıyla takip edebildikleri takdirde hüküm böyledir. Aksi halde namazları sahih olmaz.[303].

b)  Şafiilere göre: İmamın kendisine uyan cemaatin bulun­duğu yerden yüksekçe bir yerde durması veya cemaatin ondan yüksekçe bir yerde durup uyması mekruhtur. Ancak ortam ve yer bunu gerektiriyorsa bunda bir sakınca yoktur.[304]

c) Hanbelilere göre: İmamın kendine uyan cemaatten yüksekçe   bir yerde durup namaz kıldırması mekruh değildir. İmam Ahmed bu konuda Sehl b. Sa'd hadisiyle istidlal etmiştir. Ayrıca Ammar b. Yasir'in yüksekçe bir yerde durup namaz kıldırmasını hüccet olarak almışlardır. Ancak bu yüksekliğin fazla olmaması uygun olur.[305].

d)  Malikilere göre: İmamın kendisine uyanların bulun­duğu yerden yüksekçe bir yerde durup namaz kıldırması,   ister onlara öğretmek için olsun, ister başka bir sebepten olsun-  mek­ruhtur. İmam Evzai'nin de içtihadı budur.[306]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

354 nolu Hemmam hadisini İbn Huzeyme, îbn Hibban ve el-Hakim sahih lemislerdir. Ebu Davud bu hadisi bir başka vech ile rivaye" ederken, imamın, Ammar b. Yasir ve onu tutup eteğinden çekenin de Huzeyfe olduğunu belirtmiştir. Bu rivayet hem nıer-fu'dur, hem de isnadında bir meçhul vardır. O bakımdan bizim baş kısma naklettiğimiz rivayet daha sağlam ve daha kuvvetlidir.[307].

355 nolu îbn Mes'ud hadisini Hafız et-Telhis'te zikretmiş, fa­kat sıhhati üzerinde bir şey demeyip susmuştur.

Ebu Hüreyre'ııin yüksekçe yerde durup imama uyması hakkındaki rivayete gelince: Onu İmam Şafii ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Buharı ise onu ta'likan zikretmiştir.

Hemmam ve İbn Mes'ud hadisi dışında kalan rivayetlerin hemen hepsi gerek imamın, gerekse cemaatin yüksekçe bir yerde durı.p namaz kılmasının sahih olduğuna delalet etmektedir. Hem­mam rivaj'eti ile İbn Mes'ud hadisi ise, bunun mekruh olduğunu göstermektedir.

Yüksekliğin nisbeti üzerinde birtakım farklı görüşler izhar edilmişse de fakih müctehidlerin çoğuna göre, cemaatin imamın durumunu bildiği takdirde fazla yükseklikte bir sakınca yoktur. Cami dışında imamın en çok bir adam boyu yükseklikte bulun­masında, cami içinde ise bir boydan yüksek yerde durmasında ke­rahet'olmadığı ağırlık kazanmıştır. [308]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- înıaımn durduğu yerle cemaatin durduğu yer arasında, 'mamın durumunu bilmeye engel bir şeyin olmaması gerekir. Aksi halde imama uyma gerçekleşmez.

2- imamın bulunduğu yerin, cemaatin bulunduğu yere nis-betle yi' «sek olmasında bir sakınca yoktur. Aynı zamanda cemaa­tin bulunduğu yerin imamın bulunduğu yere nisbetle yüksek ol­ması da böyle...

3-  O balamdan günümüzdeki cami ve mescidlerde bulunan mahfil ve benzeri yüksekçe kısın, larda durup imama uymakta bir sakınca yoktur.

4- Cami bitişiğindeki dükkan veya ev gibi bir yerin damında veya balkonunda durup camideki   aıama uyaVîmek için, arada açık bir kapı veya benzeri bir mfenıezin bulunması ve oradan ca­miye geçme imkanının mevcut Cuması şarttır. Aksi ha/de orada durup camideki imama uymak sahih olmaz.

5-  İmam Malik*/ göre, imamın yüksekçe yerde durup namaz kıldırması mekruhtur

6- Resulülteh (.s.a.v.) efendimizin minber üzerinde durup na­maz kıldırmam   ?e secde için inip yerde secde etmesi, kendisine has bir durumdur. Nitekim O da bunu sırf talim için bir defa yapmıştır. [309]

 

Sünneti, Farzı Kıldığı Yerin Gayrinde Kılmak

 

Şüphesiz mü'minin namaz kıldığı yer, ahirette onun lehine şehadette bulunur. Hem namaz kılan mü'min vefat edince, namaz kıldığı yer onun için ağlar.

Sonra da cemaatle kılman namazda, imam selam verince sünneti mihrabın ya sağma, ya soluna biraz kayarak, ya da biraz geriye çekilerek kılması; cemaatin de yer müsaitse boş bulduğu yere kayıp sünneti orada kılması müstehabdır. Çünkü bu durum­da dışarıdan yeni gelenler, farzın kılındığını anlar ve ona göre uy­gun yer seçip namazlarım kılarlar. [310]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Muğire b. Şu'be   (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

'İmam, farzı kıldığı yerde (sünneti) kılmaz; oradan bi­raz (sağa, sola veya geriye) çekilerek kılar."[311].

Ebu Hüreyre (r.a.) den-yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz (farz) namazı kılınca biraz öne veya geriye kaymaktan veya biraz sağma veya soluna çekilmekten aciz mi-dir?"[312] veya "acizlik duyar mı?" [313]

 

Hadislerin Işığında Fakih İmamlarının Görüş ve İhticacları

 

a)  Hanefilere göre: Kılman farzdan sonra sünnet namaz varsa, artık kişinin o yerde oturması mekruhtur. Bu kerahet, hem Ebu Bekir, hem de Ömer (r.a.) den rivayet edilmiştir. Bu daha çok imam hakkında söz konusudur. Ona uyanlara gelince: Hanefilerin fakihlerinden yapılan rivayete göre, farz namazı kıldıkları yerden sünnet namaz için ayrılmaları, yani başka bir yana kaymaları söz konusu değildir. Yani aynı yerde sünneti de kılmalarında bir sakınca yoktur.[314].

b)  Şafîilere göre: Sünneti kılmak için farz kıldığı yerden ayrılıp başka yerde kılması sünnettir. Bunun efdalı,  ayrılıp sünneti  evinde kılmasıdır.  Ancak arkalarında namaz kılan kadınlar bulunuyorsa, onlar namazlarını kılıp tamamlayıncaya kadar erkeklerin farzdan sonra kalkmayıp onları beklemeleri sünnettir. Camide bulunuyorsa, farzdan sonra sünneti de camide kılmak istiyorsa, sağ tarafına kayması daha uygundur.[315]

c)  Hanbelilere göre: İmamın farz kıldığı yerde sünnet kılması mekruhtur. İmam Ahmed'in kesin görüş ve içtihadı budur. Nitekim Ali b. Ebi Talib (r.a.) de böyle söylemiştir. İmama uyanla­ra gelince: Farz kıldıkları yerde sünnet kılmalarında bir sakınca yoktur. Nitekim İbn Ömer (r.a.) da böyle yapmıştır.[316].

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

363 nolu Muğire b. Şu'be hadisinin isnadında Ata' el-Horasani bulunuyor ki bu zat, Muğire b. Şu'be'ye (r.a.) ulaşmamıştır. Nitekim Ebu Davud da böyle tesbitte bulunmuştur. el-Münzeri bunu doğrulayarak şöyle diyor: "Doğrusu Ata el-Horasani hicri 50. yılda doğmuş ki Hz. Muğire o yılda vefat etmiştir" el-Hatib de "İlim adamlarının bu tesbitte icma'ı vardır" diyerek olayı doğrulamıştır.

364 nolu Ebu Hüreyre hadisinin isnadında İbrahim b. İsmail bulunuyoı k', Ebu Hatim er-Razi  onun meçhul olduğunu belirt­miştir. Buharı de onun nafile namazla ilgili hadisi sabit değildir demiştir.[317].

Bu iki hadiste de bazı tesbit ve şüpheler izhar edilmekle be­raber, fakih imamların çoğu onlarla istidlal etmişlerdir. [318]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İmamın farz namazı kıldırıp selam verince, bulunduğu yerden sağa veya    soîa kayıp öylece sünnet namazı kılması sünnettir veya müstehabdır.

2- İmama uyanlar da, bulundukları cami veya mescidde yer müsaitse, sünneti başka yerde kılarlar; bunun onlar hakkında müstehab olduğunu söyleyen fakihler vardır. Bununla beraber farzı kıldıkları yerde sünneti de kılmalarında bir sakınca yoktur. [319]

 

Hastanın Namaz Kılmasıyla İlgili Fıkhi Hükümler

 

Bilindiği gibi namazın birtakım şartları ve rükünleri vardır. Onları yerine getirmek farzdır. Aksi halde kılınan namaz sahih ol­maz. Ancak hasta olan kimsenin o farzlardan birini veya birkaçını yerine getirmeye gücü yetmezse, o takdirde namazı terketmesi mi gerekir, yoksa farzlardan birinin düşmesiyle diğer şartlar ve farz­lar düşmez kuralına göre mi amel edilir?

Namaz, kul ile rabbısı arasında en işlek yoldur; aynı zaman­da Hakk'm huzurunda mahviyet, teslimiyet, tazim ve dua mak­amıdır. O bakımdan terki caiz değildir. Meğer ki kişi bunamış veya komaya girmiş olsun.

Bu sebeple yüce dinimiz hastanın namaz kılması konusuna ayrı bir bap ayırmış ve nasıl namaz kılacağım belirlemiştir. [320]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

îmran b. Husayn (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:

"Bende basur vardı. O sebeple Rasulüllah (s.a.v.) efen­dimizden nasıl namaz kılacağımı sordum. Buyurdu ki: "Ayakta durup namaz kıl. Buna gücün yetmezse, oturarak, ona da gücün yetmezse yan üzeri uzandığın halde namaz kılarsın."[321]

Nesai bunu, şu lafızları fazla olarak rivayet etmiştir; "Buna da gücün yetmezse, sırtüstü uzanıp kılarsın, Allah herkese vus'atına (mevcut imkan, güç ve yeteneğine göre) teklifte bulunur."

Ali b. Ebi Talih (r.a.) deri yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Hasta olan kimse, gücü yeterse ayakta durup namaz kılar. Gücü yetmezse oturarak kılar. Secde etmeye gücü yetmezse, başını hafif eğer ve böylece secdesi için rüku'una nisbetle biraz fazla eğer. Ay­akta durup namaz kılmaya gücü yetmezse, sağ yanı üzerine kıbleye yönelik bir halde kılar. Buna da gücü yet­mezse, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü uzanıp kılar."[322]

Hz. Enes (r.a.) den hastanın nasıl namaz kılacağından sorul­duğunda şu cevabı vermiştir: "Farz namazda oturmuş halde rüku' ve secdeleri yapar."[323].

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Hasta kimse ayakta duramıyorsa veya durduğu takdirde hastalığının artmasından korkuyorsa, o tak­dirde oturarak namaz kılar. Böylece onun mevcut özürü kendisin­den birkaç rüknü düşürmüş oluyor. O bakımdan oturarak rüku ve secdelerini yerine getirir. Ancak rüku ve secde yapmaya gücü yetmezse, bu rükünleri başını hafif eğmek suretiyle yerine getirir. Secde için yüzüiıe doğru bir cisim yükseltmez. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz bir hastayı sormaya gittiğinde, onun bir yastık üzerine secde ettiğini gördü ve tutup o yastığı bir tarafa itti. Hasta adam secde için bir ağaç budağını veya kütüğünü önüne koydu. Peygamberimiz (s.a.v.) onu da bir tarafa itti ve şöyle emretti: "Gücün yeterse başım yere koymak suretiyle secdeleri yap. Yet­mezse, başını eğerek yap, ancak secde için biraz daha fazla eğ!"

Ancak Kuhustani ve bazı fakihler secde için konulan cisim rüku'dan ziyade secde etme durumuna daha yakın yükseklikte bu­lunursa, onun üzerine secde etmek caizdir demişlerdir.

Oturarak namaz kılması mümkün olmuyorsa, o takdirde, sırt üstü uzanîp başının altına bir yastık yerleştirir ve ayaklan kıbleye yönelik olduğu halde namazını baş işaretiyle kılar, yani rüku ve secde için başını hafif eğer. Başıyla ima etmesi mümkün olmadığı takdirde namazı geciktirir, yani kazaya bırakır. Artık bu durumda kaş ve gözüyle işarette bulunmak suretiyle kılmaz.[324]                               

b) Şafiilere göre: Namazı ayakta durup kılmaya imkan bu­lan kimse, rüku' ve secdeleri de imkan nisbetinde yerine getirir. Ayakta durmaktan aciz olursa, istediği şekilde oturup Öyle kılar. Ancak ayakları uzatıp yayılarak oturmaktansa bağdaş kurup oturmak efdaldır. Makadı yere koyup dizleri dikerek oturmak

mekruhtur.

Oturmaya gücü yetmiyorsa sağ yanı üzerine uzanıp kılar. Buna da gücü yetmezse, sırt üstü uzanıp'öylece kılar.[325]

c) Hanbelüere göre: Bu konuda Haııbeliler Hanefİlerin görüş ve içtihadına benzer bir ictihad ortaya koymuşlar, ancak göz işaretiyle de olsa namazını kılar da onu kazaya bırakmaz hususu­nu belirtmişlerdir. Aynı zamanda göz işaretiyle de kılmaya gücü yetmezse, kalbiyle niyet etmesi kafi gelir ve bu durumda da na­mazını kazaya bırakmaz.[326]

d) Malikilere göre; Hasta oturarak namaz kılmaktan aciz olursa, yan üzeri uzanıp yüzünü kıbleye müteveccih bir halde na-

maz kılar. [327].

Sırt üstü uzanıp namaz kılması caiz değildir. îmam Evzai de aynı görüştedir. [328]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

369 nolu Imran hadisi sahihtir ve ihticaca Salih kabul edil­miştir.

370 nolu Ali b. Ebi Taîib hadisinin isnadında Hüseyn b. Zeyd bulunuyor ki bu zatın zayıf olduğunu îbn Medeni belirtmiştir.[329] Ebu Hatim ise, onun hem maruf hem münker olduğunu söylemiştir. Îbn Adiy de onun hadisinde bazı nekre yanlar bul­duğuna dikkat çekmiştir.[330] Bu bakımdan îmam Nevevi bu hadisin zayıf olduğuna hükmetmiştir.

Bu babda bazı müctehidlerin istidlale uygun gördüğü m ht-dis de rivayet edilmiştir: Bezzar ve Beyhaki'nin Cabir den yaptıkları rivayete göre, Rasulülîah (s.a.v.) bir hastayı sormaya gitmişti. Adam secde için önüne bir yastık koymuş, onun üzerine başını koyarak bu rüknü yerine getiriyordu, Rasulülîah (s.a.v.) yastığı tutup bir tarafa itti, Adam bü defa bir ağaç budağı veya kütüğünü Önüne koydu. Rasulülîah (s.a.v.) onu da bir tarafa itti ve şöyle buyurdu; "Gücün yeterse, (başını) yere koymak suretiyle na­maz kıl. Gücün yetmezse, başını eğerek namaz kıl, ancak secde için başını biraz fazla eğ!"

Bu rivayet hakkında Ebu Hatim'den sorulunca, şöyle demiştir; "Doğru olanı, bu hadisin mevkuf olduğudur, onu merfu1 saymak hatalıdır." Sonra ona: "Bu hadis Sevfi'den merfu'an ri­vayet edilmiştir" denilince, şöyle karşılık vermiştir; "O kayde değer bir şey değildir."[331].

Buluğu'l-Meram'da iee, bu hadisin isnadının kavi oiduğu üzerinde durulmuştur. Nitekim Taberanî de buna benzer bir hadi­si Tank b. Şihab tarikiyle Îbn Ömer (r.a.) den rivayet etmiştir. An­cak isnadında zaaf bulunduğu söylenir. [332]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Hasta kimse ayakta durup namaz kılmaya gücü yetmezse, oturarak kılar. Bu durumda rüku' ve secdeyi yapabiliyorsa, yapar.

2- Rüku1 ve secdeyi normal şekilde yapmaya gücü yetmezse, başını hafif eğerek bu farzları yerine getirir. Ancak secde için bi­raz fazla eğer.

3- Oturarak kılmaya gücü yetmediği takdirde, sağ yanı üzere uzanıp yüzünü kıbleye çevirerek kılar ve rüku1 ile secde için başını hafif eğerek bu rükünleri yerine getirir.

4- Yan üstü uzanmaya gücü yetmezse, sırt üstü uzanır, ay­akları kıbleye yönelik başının altında yastık bulunduğu halde, baş işaretiyle namazım kılar.

5- imam Malik'e göre, sırt üstü uzanıp baş işaretiyle namaz kılmak caiz değildir.

6- Baş işaretiyle rüku' ve secdeleri yerine getirmekten aciz-se, kalben niyet etmesi kafi gelir. Bu, imam Şafii ve imam Ah-med'e göredir. İmam    Ebu Hanife'ye göre, o vaziyette namaz kılmaz, kazaya bırakır. [333]

 

Seferi Namaz

 

Eyleştiği beldeden, oturduğu evden ayrılıp sefere çıkan kim­se, hangi vasıtayla yolculuk yaparsa yapsın, seferin getireceği bir­takım zorluklar, sıkıntılar ve külfetler vardır. Bazı istisnalar bu genel kuralı pek değiştirmez. O bakımdan yüce dinimiz her konu­da olduğu gibi, bu konuda da birtakım kolaylıklar getirmiş ve ilahi ruhsatın kapısını açık tutmuştur. Zira gerçek mü'min hiçbir za­man Allah'a ibadetten uzak kalmaz ve farz kılman namazları ter-ketmez. İbadet onun değişmeyen manevi gıdası; Jiabir ve ahiretîni aydınlatan nur, dünyasını ahlak ve fazilet havasıyla dolduran rah­mettir. O, eyleşik olduğu günlerde de, yolculuğa çıktığı dönemlerde de bu gıdaya muhtaçtır.

Bütün bu hikmetlere dayalı olarak İslamiyet "Yolcu Namazı" diye özel bir bap koymuş ve ilahi hükümleri bu babın altında anlaşılır bir uslüp ile açıklamıştır. [334]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ura Ömer (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle diyor: "Rasulüllah   (s.a.v.)   efendimize   arkadaşlık   ettim (seferde   Onunla   birlikte   bulundum),   yolculukta   iki rek'atten fazla kılmazdı. Ebu Bekir, Ömer ve Osman'a da arkadaşlık ettim onlar da öyle." [335].

Ya'la b. Ümeyye'den yapılan rivayete göre, şöyle anlatıyor: "Hz. Ömer'e (r.a.) dedim ki: Cenab-ı Hak Kur'an'da se­feri namazdan bahsederken şöyle buyurmaktadır: "Yeryüzünde yolculuğa çıktığınızda, küfredenlerin sizi fit­neye düşürüp kötülük edeceklerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda (veya hafif tutmanızda) size bir ve-bal yoktur.." Oysa insanlar bugün güven içindedirler. Bu­nun üzerine Hz. Ömer (r.a.) şöyle dedi: "Senin hayret ettiğin gibi ben de hayret etmiş, (yani bu konudaki gerçeği anlayamamış)tim. Onun için bu hususu Ra-sulüllah (s.a.v.) efendimizden sordum. Buyurdu ki: "O bir sadakadır ki Cenab-ı Hak onunla size tasaddukta bulun­muştur. Artık siz O'nun sadakasını kabul ediniz!"[336].

Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimizle birlikte ramazan um­resine çıkmış bulunuyordum. (Yolculuk süresince) o iftar etti, ben oruç tuttum, o namazı kısalttı, ben tamam kıldım. Sonra da Ona: "Anam, babam sana feda olsun! Sen iftar et­tin, ben oruç tuttuîn, sen kasr yaptın (dört rek'atlı farzları iki rek'at olarak kıldın), ben ise tamamladım." Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Çok iyi ettin ya Aişe!"[337]

 

Hadislerin Işığında Fakih İmamlarının Ictihad ve Îhticacları

 

a) Hanefilere göre: Misafir (yolculuğa çıkan kimse) için dört rek'atli farzların iki rek'at olarak kılınması farz kılınmıştır.

Eyleşik kimsenin seferi olabilmesi için seferi sayılacak süre için niyet etmesi ve bulunduğu şehir veya kasabanın evlerinin bit­tiği yerden çıkıp ayrılması gerekir. Sözü edilen müddet,, deve yürüyüşü veya normal bir kimsenin yürüyüşüyle üç günlük bir mesafedir. İmam Ebu Yusuf a göre, iki günlük bir mesafedir.

Hanefi fukahasmın ileri gelenleri bunu 15 fersah olarak be­lirlemiş ve her gün için beş fersahlık bir mesafe yürünmesini be­lirlemişlerdir.[338]

Beş fersah yaklaşık altı saatlik bir zamanı kapsamaktadır. O takdirde evinden çıkan kimse şehrin veya kasabanın evlerinin bittiği noktadan itibaren üç konaklık bir mesafeye gitmeye niyet­lenirse, seferi sayılır ve ona göre namaz, oruç ve mestler üzerine mesh konularım düzenler.

Misafir ne zaman mukim sayılabilir? Fukaha onun mukim: sayılması için dört şeyin sübut bulmasını şart koşmuşlardır:

1,2- Açık anlamda ikamete niyet etmesi, yemi vardığı şehir veya kasaba ve köyde 15 gün ikamete niyet etmes:i,

3,4- îkamet edeceği yerin belirlenip ikamet<e elverişli bulun-

ması..

O halde misafir gittiği şehirde ikamete niyet etmez de bugün, yarın ayrılabilirim düşüncesiyle aylarca bile kalsa, yine misafir sayılır ve dört rek'atli farzları iki rek'at olarak kılması gerekir.

Aynı zamanda 15 günden az bir süre, kalacağına niyet ederse, yine de misafirlikten çıkmaz ve sefer ahkamı aynen cari olur.

Eyleşmek istediği yer, kalmaya elverişli değilse, her an zor­layıcı bir faktörün ortaya çıkması mümkünse, o takdirde yine sefe­ri olmaktan çıkmaz. Mesela, askere giden kimse katıldığı birliğin o yerde ne kadar kalacağını bilemez ve her ai^ ayrılması söz konu­su olabilir. O bakımdan askerlik süresince' hep seferi sayıır.[339]

b) Safi ile re göre: Mubah olan uzun seferde ancak o seferde eda edilecek dört rek'atlı farzlar kısaltılır, yani iki rek'at olarak kılınır. Eyleşik halde kazaya kalmış farzları seferde kaza edecek olursa, yine onları dört rek'at olarak kılması gerekir; ama seferde kazaya kalmış farzları yine seferi halde iken kaza etmek isterse, ikişer rek'at olarak kılar, eyleşik halde onları kaza etmek isterse dört rek'at olarak kılar.

Sefere niyetlenip çıkan kimse, bulunduğu şehrin evlerinin son bulduğu kesimden itibaren seferi sayılır. Gittiği şehir, kasaba veya köyde 4 gün ikamete niyet ederse, seferi olmaktan çıkar, mu­kim sayılır. Ancak oraya girdiği ve çıkacağı gün bu dört güne da­hil değildir. Sahih olan da budur.[340]

Dört rek'atli farzları iki rek'at olarak kılabilmek için katedil-ecek mesafenin en az 16 fersah olması, yani bugünkü uzunluk bi­rimiyle yaklaşık 82 km. olması gerekir. Bu da üzerinde yük bulu­nan devenin yürüyüşüne göre takdir edilir.[341]

Bu mezhebe göre, seferde namazı kısaltmak bir ruhsattır, azimet değildir. O bakımdan seferi halde bulunan kimse, isterse öğle, ikindi ve yatsı farzlarını dört, isterse iki rek'at olarak kılar. Hanefilere göre, bu bir azimettir, herhalde iki rek'at kılınması gerekir.

Aynı zamanda bu mezhebe göre, namazı kısaltabilmek için seferin mubah olması şarttır. Günah ve isyan amacıyla çıkılan bir seferde kasr yapmak sahih' olmaz .

c)  Hanbelilere göre: 16 fersah (yaklaşık 82   km.)lık bir raesa feyi aşmak üzere niyet edip bulunduğu kas.' a veya şehirden çıkan kimsenin dört rek'atli farzları iki rek'at olarak kılması caizdir. Ancak bu yolculuğun mubah bir  sebebe dayan­ması gerekir. Günah işlemek maksadıyla çıkana bu ruhsat yoktur.[342].

Gittiği yerde mutlak ikamete niyet getiren kimse artık kasr (namazı kısaltma) yapamaz. Aynı zamanda yirmi vakitten fazla namaz kılacağına niyet ederse, sefeın olmaktan çıkar ve namazları dört rek'at olarak kılar.[343].

Böylece gittiği yerde dört gün ikamete niyet eden kimse sefe­ri olmaktan çıkar.

d) Malikilere göre: Gittiği yerde dört gün ikamete niyet ederse, seferi olmaktan çıkar ve bu durumda giriş ve çıkış günleri buna dahil edilmez. Öyleki yirmi vakti kılacak bir süre söz konu­sudur. Aynı zamanda katedeceği mesafenin 16 fersah, yaklaşık 82 km. olması iktiza eder. Mekruh kabul edilen bir seferde kasr (namazı kısaltma) yapmak da mekruhtur. Sözü edilen mesafe ise, deve yürüyüşüne göre takdir edilir.[344]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

379 nolu îbn Ömer hadisi, hem sahihtir, hem de Rasulüllah (s.a.v.) çıktığı seferlerinde kasr-ı salat (namazı kısaltma) yaptığına açıkça delalet etmektedir.

Nitekim bu hadisi Müslim şu lafızla naklederek açıklayıcı bir hüküm getirmiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimize arkadaşlıkettim (çıktığı se­ferlerinde Onunla beraber bulundum) (Dört rek'atli namazları) iki rek'at olarak kıldı, bundan fazlasını kılmadı ve vefat edinceye ka­dar buna böyle devam etti."

İbn Ömer (r.a.), Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın da (Allah hep­sinden razı olsun) Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz gibi, ölünceye ka­dar seferde bulundukları süre içinde dört rek'atli farzları iki rek'at olarak kıldıklarını da belirterek bunun bir ruhsat değil, azimet olduğuna işarette bulunuyor.

İmam Nevevi ise, yaptığı tesbite göre, Hz. Osman'ın hilafeti-. nin ilk altı yılı içinde kasr-ı salat yaptığını, ondan sonra yap­mayıp seferde farzları dört rek'at olarak kıldığını belirtmektedir. Diğer ilim adamları ise, buna itiraz ederek Hz. Osman'ın (r.a.) sa­dece hac mevsiminde Mina'da dört rek'at olarak kıldırdığını, diğer seferlerinde kasr yaptığını söylemişlerdir ki, sahih olan budur. Nitekim Buhari ve Müslim'de Abdurrahman b. Yezid'den yapılan rivayette, adı geçenin şöyle dediği nakledilmiştir: "Osman (r.a.) Mina'da bize namazı dört rek'at olarak kıldırdı. Bu durum Abdul­lah b. Mes'ud'e (r.a.) anlatılınca, istirca'da bulundu, yani "înna lü-lahi ve inna ileyhi raciun" dedikten sonra şunu ilave etti: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimizle birlikte Mina'da iki rek'at olarak kıldım; aynı şekilde Ebu Bekir ve Ömer (r.a) ile de Mina'da iki rek'at olarak kıldım. Artık dört rek'at olarak neden kılındığını keşke bilseydim."

Nevevi kasr-ı salat'ın azimet değil ruhsat olduğuna kaildir ve Hz. Osman'ın da (r.a.) onu böyle kabul edip dört rek'at olarak kılmakta bir sakınca görmediğini söyleyerek, Rasulüllah'm (s.a.v,): "O bir sadakadır ki Cenab-ı Hak onunla size tasad-dukta bulunmuştur. Artık siz O'nun sadakasını kabul edi­niz" hadisini delil göstermiştir.

Ama Hz. Aişe'den (r.a.) rivayet edilen diğer bir sahih hadiste ise, bu görüşün isabetsizliğini ortaya koymaktadır: "Namaz önce iki rek'at olarak farz kılındı. Sonra bu seferde olduğu gibi kaldı, hazarde ise dört rek'at olarak tamamlandı."

Hazarde nasıl dört rek'ati iki rek'at olarak kılmak veya onu altı rek'ate çıkarmak caiz değilse, seferde de iki rek'ati dört rek'at kılmak caiz değildir.

Sahih-i Müslim'de ise bunu kuvvetlendirir anlamda îbn Ab-bas'dan (r.a.) şu rivayet nakledilmiştir: "Şüphesiz ki Cenab-ı Hak namazı, peygamberinin dili üzere misafir kişiye iki rek'at olarak farz kılmıştır. Mukim üzerine ise dört rek'at farz kılmıştır. Korku vaktinde ise, bir rek'at olarak farz kılmıştır."

Bu rivayetleri kuvvetlendiren bir diğer rivayet ise Hz. Ömer (r.a.) den şöyle nakledilmiştir; "Seferi namaz iki rek'attir; Fıtır (ramazan bayramı) namazı iki rek'attir; cuma namazı iki rek'attir ve bunlar Muhammed (s.a.v.) lisanı üzere tanı na­mazdır, kasır değildir."[345]

Bütün bu rivayetler seferi namazın iki rek'at olarak farz kılındığına delalet etmektedir.

Seferi namazın iki rek'at olarak kılınması bir ruhsattır, is­teyen onu dört rek'at olarak da kılabilir, diyenlerin delili ise şöyledir:

Önce Cenab-ı Hak Kur'an'da bu namazdan bahsederken. "Feleyse aleyküm cünahun en taksuru mine's-salati" ayetinde "cünah" kelimesini kullanmıştır ki bu, sadece ruhsata delalet et­mektedir.

Aynı zamanda Hz. Osman (r.a.) Mina'da kendisi seferi olduğu halde oradaki mukim ve misafirlere dört rek'at olarak kıldırmış tır.

Ömer b. Hattab'm (r.a.) yaptığı rivayette, Rasulüllah(s.a.v.) seferde iki rekat olarak kılmanın Allah'ın bir sadakası olduğunu nakletmesi, onun ruhsat anlamında olduğunu göstermektedir.

381 nolu Hz. Aişe hadisi de buna delalet etmektedir. Ayrıca yine Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan diğer bir rivayette şöyle dediği tes-bit edilmiştir: "Şüphesiz ki peygamber (s.a.v.) efendimiz seferde hem kasır (namazı kısaltma) yapar, hem de tamamlardı; hem iftar eder, hem de oruç tutardı."

Darekutni bu hadisi naklettikten sonra "İsnadı sahihtir" demiştir.

Avnı zamanda Hz. Ömer'den (r.a.) naklettiğimiz gibi rivayet edilen'hadisin ricali sahihtir. Ancak Yezid b. Ziyad
İbn Ebi Ca'd üzerinde duranlar olmuştur: Ahmed b. Hanbel ile îbn Main onun sıka (güvenilir) olduğunu söylemişlerdir. Aynı hadis diğer bir tari­kle rivayet edilmiştir ki, ricalinin hepsi sahihtir.[346]

Bu konuda bir diğer hadis İbn Ömer'den şöyle rivayet edil­miştir:

Rasulüllah (s.a.v.) buyurdu ki: "Şüphesiz ki Allah ruhsatlara gelinmesini nasıl seviyorsa, günah kıldığı şeylere gidilmesinden öylece hoşlanmıyor."[347]

Veya "Cenab-ı Hak nasıl günah kıldığı şeylere gidilmesinden hoşlanmıyorsa, öylece ruhsat verdiği şeylere gelinmesinden hoşlanıyor."                                                             

İşte seferi namazın ruhsat mı, yoksa azimet mi olduğunda ihtilaf eden fakih müctehidîerin dayandıkları deliller bunlardır. İmam Ebu Hanife birincilerin görüş ve rivayetlerini dayanak seçerken, diğer üç imam ikincilerin rivayetlerini delil ve dayanak seçmişlerdir. [348]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Üç konak bir mesafeye yolculuk yapan kimsenin dört rek'atli farzları iki rekat olarak kılması ruhsat veya azimettir.

2- Gittiği yerde 15 gün (Hanefilere göre); 4 gün (diğer üç me­zhebe göre) ikamete niyet getiren kimse seferi olmaktan çıkar.

3- Seferde kazaya kalan namazlar eyleşik duruma geçildikten sonra kaza edilmek istendiğinde yine iki rek'at olarak kılınır. [349]

 

İki Namazı Birarada Kılmak (Cem'u takdim - Cem'u te'hir)

 

İslam dininin seferi olan müslümanlar için ruhsat verip ko­laylık sağladığı bir diğer husus, öğle ve ikindi, akşam ile yatsı na­mazlarını birleştirip birarada kılınması keyfiyetidir. Yolculuk ha­linde olan kimsenin gerek su temin edip abdest almasında, gerekse vakit içinde namaz kılmasında birtakım zorluklar çıkabilir, O bakımdan öğle vaktinde şartlar elverdiği takdirde ikindi farzını da Öğle vaktine alıp önce öğle namazını, arkasından ikindi namazını kılmaya ruhsat verilmiştir. Bunun gibi öğle vakti değil de ikindi vaktinde şartların el vereceğini düşünerek öğle vakti olunca o vaktin farzını ikindi vaktine geciktirdiğine niyet eder ve ikindi vakti girince önce öğle, sonra ikindi farzını kılar.

Akşam ile yatsı farzları aracındaki takdim ve tehir de böyledir. Ancak bu konuda müctehid imamların görüş birliği yok­tur. [350]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Enes (r.a.) diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz bir yerden bir yere, -güneş henüz batı cihetine meyletmeden önce- hareket edince öğle namazını ikindi vaktine geciktirirdi. İkindi vakti girince inip iki farzı birarada kılardı. Ama güneş batıya meylettikten sonra hareket etmek istese, Önce öğle namazını, arkasından ikindi namazım kılar ve öylece binip yoluna devam ederdi."[351]

Müslim'in rivayetinde ise şöyle deniliyor:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz iki namazı birarada kılmak istediğinde, öğleyi ikindinin ilk vakti girinceye ka­dar geciktirir, sonra iki farzı birarada kılardı."

Muaz (r.a.) diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Tebuk gazvesinde bulunuyordu. Güneş henüz batı cihetine meyletmeden hareket etmek is­tediğinde Öğle namazını geciktirir ve böylece onunla ikindi namazını birarada kılardı. Güneş meylettikten sonra hare­ket etmek istediği zaman, öğle ile ikindiyi (öğle vaktinde) birarada kılıp öylece hareket ederdi.

Bunun gibi, akşam namazından önce hareket etmek istediğinde onu geciktirir ve yatsı ile birarada (yatsı vak­tinde) kılar, sonra hareket ederdi. Akşam namazı vakti gi­rince hareket etmek istese, yatsı farzını ta'cil edip iki farzı (akşam vaktinde) birarada kılardı."[352]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette diyor ki:

"peygamber efendimiz seferde iken konakladığı yerde güneş batı cihetine meyledince öğle ile ikindi farzlarını bi­rarada (öğle vaktinde) kılardı. Konakladığı yerde güneş henüz batıya meyletmemişse hareket etmek istediği tak­dirde öğle vaktinin girmesini beklemeden hareket eder ve ikindi vakti girince iki namazı birarada kılardı.

Bunun gibi konakladığı yerde akşam vakti girince, akşam ile yatsı namazını birarada kılardı. Akşam vakti girmeden hareket etmek istediği takdirde ise, akşam na­mazını yatsı vaktine geciktirir ve yatsı vakti girince iki na­mazı birarada kılardı."[353]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Haııefilere göre: îki namazı cem1 edip birarada kılmak ne seferde, ne hazerde ne de hiçbir özür sebebiyle caiz değildir. Ancak iki durum bu genellemenin dışında tutulmuştur:

1- Hac mevsiminde hacce niyet etmiş ihramlı kimsenin Ara­fat'ta cemaat halinde öğle ile ikindi nmazîarını cem'edip birarada kılması,

2- Yine hacce niyet edip ihrama giren hacının akşam olma­dan Arafat'tan hareket etmesi ve yatsı vakti Müzdelife'de bulunup ikisini birarada kılması caizdir.

Bu cemlerde her iki namaz için bir ezan okunur, herbiri için ayrı kamet getirilir.[354].

îmanı Ebu Hanife ve arkadaşları bu konuda Abdullah b. Mes'ud'un (r.a.) şu rivayetiyle ihticac etmişlerdir: "Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki,* Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şu iki namaz dışında mutlaka her namazı vaktinde kılmıştır: Biri öğle ile ikindiyi Arafat'ta; diğeri akşam ile yatsıyı Müzdelife'de birarada kılmıştır."

b) Şafiilere göre: Uzun seferde, bir kavle göre kısa seferde de öğle ile ikindi namazlarını; akşam ile yatsı namazlarını takdim ve te'hir olarak- birarada kılmak caizdir. O bakımdan vak­tin evvelinde hareket ederse, o vaktin namazım geciktirmesi; vak­it girdikten sonra hareket etmek isterse ondan sonraki vaktin tak­dimini, yani Öne alıp ikisini birarada kılmasını sağlaması efdaldır.

Takdimin, yani öne almanın üç şartı vardır: Önce vakti giren namazı kılmak, iki namazı birarada kılnfaya niyet etmiş bulun­mak, ikisi arasım uzun bir fasılayla açmamak, yani ardarda kılmak... [355].

c) Hanbelilere göre: Uzun bir seferde, yani seferi sayılacak bir yolculukta öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarının arasını birleştirmek suretiyle iki namazı bir vakitte kılmak caizdir. Nite­kim Şafii, Maliki imamları ile îshak ve İbn Münzir de aynı görüştedirler.[356]

d) Malikilere göre: Yolculuk halinde yol almaya şiddetli ih­tiyaç olduğu takdirde iki namaz arasını birleştirmek caizdir. Böylece öğle namazını ikindi vaktine akşam namazını yatsı vak­tine geciktirmekte bir salanca yoktur. Bunun aksini  uygulamak, yani ikindi namazını öğle vaktine, yatsı namazını akşam vaktine alıp ikisini birarada kılmak da caizdir. Ancak bu konuda en uygun olanı şudur: Öğle ile ikindi namazını ya öğle vaktinin sonunda, ya da ikindi vaktinin evvelinde ve yatsı namazıyla akşam namazını ya akşam namazının vaktinin sonunda, ya da yatsı vaktinin evve­linde kılmak...[357]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

392 nolu Enes hadisi, ister şiddetli bir ihtiyaca mebni olsun, isterse olmasın seferde cem-i te'hir ve cem-i takdimde bulunmanın caiz olduğuna delalet etmektedir. Nitekim ashab ve tabiinden birçoğu bu ruhsatı sefere çıktıklarında uygulamışlardır.

İmam Malik ve onun içtihadını benimseyenlere göre, bunun caiz olması için seferde yol almanın şiddetli bir ihtiyaca mebni ol­ması gerekir. Zira Buhari'nin de îbn Ömer'den (r.a.) yaptığı rivay­et buna delalet etmektedir: "Peygamber (s.a.v.) efendimiz yolcu­luğunda herhalde yol alması gerekt'ği, yani buna çok ihtiyaç duyulduğu zaman akşam ile yatsı namazını birleştirip birarada kılardı."

îbn Abbas (r.a.) dan da buna benzer bir- rivayet vardır.

îmanı Evzai bu rivayetleri yorumlayarak, "iki namazı bira­rada kılabilmek için bir Özrün bulunması şarttır" demiştir. Özrü olmayan cem-i takdim ve cem-i te'hir yapmaz.

393 nolu Muaz hadisine gelince: Onu aynı zamanda îbn Hib-ban, Hakim, Darekutni ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Tirmizi ise onun hasen ve garip olduğunu belirtmiş ve sebep olarak da Ku-teybe'nin bunda teferrüd ettiğini göstermiştir.

Ebu Davud ise bunun münker bir hadis olduğuna değinmiş ve cem-i takdim hakkında önümüzde duran bir hadis yoktur demiştir. İbn Hazm ise bu hadisin Yezid b. Ebi Habib ile muanan olduğu,[358] onun Ebu Tufayl'den rivayetinin maruf olmadığını be­lirterek istidlale saîih olmadığına işarette bulunmuştur. İbnü'l-Medeni "Onun hadisini terkettim" derken, İbn Hibban, "o, isnad-lann yerini değiştirir" demiştir.[359]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Seferi sayılacak kadar bir mesafede seyreden yolcunun, öğle vakti girmeden yoluna devam etmesi söz konusu ise, öğle na­mazını ikindi vaktine geciktirmesi veya öğle vakti girdikten sonra yoluna devam etmesi söz konusu ise, ikindi namazım öğle vaktine alması ve iki namazı bir arada kılması caizdir.

2- Bunun gibi, akşam vakti henüz girmeden yoluna devam etmesi söz konusu ise, akşam namazını yatsı vaktine geciktirmesi;, akşam vakti girdikten sonra yoluna devam etmesi söz konusu ise, yatsı vaktini akşam vaktine alıp iki namazı birarada kılması caiz­dir. Buna fıkıhta 1!cem-i takdim ve cem-i te'hir" denilir.

Bu ictihad ve istinbat, üç imama göredir. Ebu Hanife'ye göre, sadece hac mevsiminde hacca niyet edip Arafat'a çıkan ihramh kimsenin öğle vakti cemaat halinde namaz kılarken ikindi vaktini öğle vaktine alıp ikisini birden kılmaları ve bunun gibi, akşam vakti olmadan Arafat'tan Müzdelife'ye hareket edildiğinde, akşam namazını yatsı vaktine geciktirip ikisini birden yatsı vaktinde Müzdelife'de kılmaları meşrudur.         '

3- Yolculuğun şiddetli bir ihtiyaca mebni olması halinde cem-i takdim ve cem-i te'hir yapmak caiz olur. Bu îmanı Ma- lik 'in içtihadıdır.

4- Yolculuk yapan kimsenin bir özrü bulunduğu takdirde iki namazı birarada kılmasına cevaz verilebilir. Bu, İmam Evzai'nin içtihadıdır.

5- İki namazı birarada kılmanın birtakım şartları vardır ki, Şafülerin görüşünü belirtirken açıklamış bulunuyoruz.

6- Birarada kılman iki farz arasında sünnet namaz kılınmaz. [360]

 

Cuma Namazı ve Önemi

 

îslam'da cuma namazının yeri ve ,önemi kelimeyle an­latılamayacak kadar büyüktür. O kadar ki, islam cumasız, cuma da islamsız düşünülemez. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz küfrün amansız saldırı ve ablukasından kurtulup Medine'ye hic ret ettiğinde, henüz Medine'ye varmadan yolda Beni Salim b. Avf ka­bilesinde cuma vakti olunca ilk cumayı orada kıldırarak îslamm devlet hüviyetine girmenin ilk adımını atmış ve bunun için cu­manın lüzumunu belirtmiş oldu. Ondan sonra da hayatı boyunca -seferi durumlar dışında- cuma namazına devam etmiş ve devam edilmesini hep emretmiştir.

Böylece cuma namazının farziyeti, kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuş; terki büyük günah, inkarı ise küfür kabul edilmiştir. [361]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

İbn Mes'ııd (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin, cumaya gitmeyip geri kalan bir kavme şöyle bu- yıir-duğu belirtilmektedir:

"Azmettim ki, insanlara namaz kıldırması için bir ada­ma emredeyim, sonra da cumaya gitmeyip geri kalanların üzerine evlerini yakıp (yıkayım)."[362].

Ebu Hüreyre ve îbn Ömer'den (r.a.) yapılan rivayette, Ha-sulüllah'ın (s.a.v.) minberi üzerinde şöyle buyurduğunu işittikleri belirtilmektedir:

'Ya şu kavim ve topluluklar cumayı terketmekten vaz geçerler ya da Cenab-ı Hak onların kalplerinin üzerini mühürler de hepsi de gafillerden olurlar."[363]

Ebu Ca'd ed-Dameri'den rivayet edilmiş ki, onun Rasulüllah (s.a.v.) ile sohbeti vardır. Rasulüllah (s.a.v.) şöyle bu-yurmuştur:

"Kim gevşeklik göstererek üç cumayı (üstüste) terke-derse, Allah onun kalbini mühürler."[364].

Abdullah b. Amr (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Cuma (namazı,) nidayı (cuma ezanım) işiten kimseye gereklidir (farzdır)."[365]

Hafse (r.a)   dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Ergen olan her erkeğe cumaya gitmek vacibdir." [366]

Tarık 6. Şihab (r.a.) dan yapılan rivayete göre, peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Cuma namazı cemaat halinde her müslüman üzerine vacib bir haktır; ancak şu dört kimse müstesna: Başkasının

mülkü olan köle, kadın, çocuk ve hasta"[367].

 

Hadislerin Işığında Fakih İmamlarının İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Cuma namazı kendisinde şu yedi şartı toplayan herkese farz-ı ayndır:

1- Erkek olmak,

2- Hür olmak,

3- Mukim (eyleşik) olmak,

4-  Şehir, kasaba veya bunların sınırına giren yerde bulun­mak,

5- Zalimden güven içinde olmak,

6- İki gözden ve iki ayaktan, arızalı ve sakat bulunmamak, hasta olmamak,

7- Aklı başında ergen olmak.

İmam Ebu Hanife ile İmam Ebu Yusuf a göre: Vaktin farzı, öğle namazıdır. Cuma onun yerine geçmektedir. Bu, hem özürlü olmayan, hem de özürlü olan hakkında caridir. Ne var ki, özürlü olmayan kimse cuma namazını bilfiil kılıp yerine getirmekle me'murdur ve bu onun hakkında kesinlik arzeden bir hükümdür. Özürlü olan kimse ise, cuma namazını ruhsat yollu kılmakla me­murdur. O bakımdan cumayı kıldığı takdirde öğle namazı üzerinden kalkmış olur ve kıldığı cuma, farz yerini alır. Ruhsatı terkedecek olursa, emir azimete döner ve kendisine öğle namazı farz olur.

îmam Muhammed'e göre ise, yapılan bir rivayette, vakiin farzı cumadır. Ruhsat sebebiyle öğle farzı onun yerine geçer ve farziyetîni düşürür.

O halde cuma namazı akli dengesi yerinde olmayanlara, çocuklara, yolculuk halinde bulunanlara, bunaklara, hastalara, köle ve esirlere, hapis ve zindanda yatanlara farz değildir.

Bunun gibi şehir ve kasabaya bağlı olmayan köylerde de cuma kılmak farz değildir. Ancak fakihlerin bir kısmına göre, köyler şehre veya kasabaya bağlı bulunur da devleti temsil eden görevliler orada yer alırsa, a takdirde köylerde cuma kılmak farz olur. Aynı zamanda cuma namazım ya sultan, ya da onun naibi­nin kıldırması şarttır. Hutbe ve cemaat de cumanın şartları arasındadır. Cuma namazı kılınan yerin herkese açık olması da şarttır. Buna "izn-i'amm" denir.

Cemaate gelince, imam Ebu Hanife'ye göre, imamdan başka en az üç kişi, İmam Ebu Yusuf'a göre, imamdan başka iki kişi ce­maat kabul edilir ve cuma bunlarla sahih olur.[368]

b) Şafiilere göre: Cuma namazı, mükellef, hür, mukim olan, sıhhati yerinde olup cumaya gidemeyecek kadar hasta bu­lunmayan ergen, aklı başında her erkeğe farzdır.

Cemaati terke ruhsat verilen kimseye cuma namazı fara; değildir.

Kimin öğle namazı sahihse, cuma namazı da sahih kabul ed­ilir: Temyiz çağında olan çocuğa, köle, kadın ve misafire öğle na­mazı farzdır ve sahihtir. O bakımdan öğleyi bırakıp cuma na­mazını ruhsat yollu kılarlarsa, cumaları da sahih olur. O bakımdan sözünü ettiğimiz bu kimseler cuma camiinden henüz namaza başlanmadan çıkıp ayrılabilirler. Çünkü bu durumda on­lara cuma namazı değil, öğle namazı farzdır. Ancak hasta ve iki gözünden arızalı kimse cuma için camiye gelirse, namaz kılmadan ayrılmaları caiz değildir; fakat cuma namazını beklerken hastalık ve vücutlarındaki arızanın artma endişesi varsa, o takdirde ayrılabilirler.

Köylerde oturanlara gelince: Şehir veya kasabada okunan ezan sesini duyabiliyor veya duymadıkları halde cuma şartlanın haiz kırk kişi bulunuyorsa, o takdirde cuma namazı kılmaları fa­rzdır.

Kendilerine cuma farz olmayanların öğle namazını cemaat halinde kılmaları sünnettir.

Cuma namazının vakti öğle namazının vaktidir. Aynı za­manda ancak cemaatle kılınır. Bu da imamla birlikte kırk kişi ol­masıyla gerçekleşir.[369]

c)  Hanbelilere göre: Cuma namazının vakti, güneş bir mızrak boyu yükselince başlar ve her şeyin gölgesi bir mislini bu­luncaya kadar devam eder. Kırk kişiyle kılınır.

Hanefî ve Şafii mezheplerinde cuma namazı kimlere farzsa, bu mezhepte de öyle.[370].

d)  Malikilere göre: Cuma namazının vakti, güneş batıya meylettikten sonra başlar ve batmcaya kadar devam eder. Cuma namazı ancak camilerde kılınır.[371] Sultan ve naibinin, vali veya naibinin imam olması şart değildir.[372]

 

Tahliler ve Diğer Rivayetler

 

400 nolu îbn Mes'ud hadisi ve 401 nolu Ebu Hüreyre hadisi sahihtir.

402 nolu Ebu Ca'd hadisine gelince, onu aynı zamanda İbn Hibban, Hakim ve Bezzar tahric etmişlerdir. İbn Sikkin ise onu sahihlemiştir. Tirmizi ise Buhari'den naklen onu tanımadığım be­lirtmiş ve Ebu Hatim de aynı görüşe katılmıştır. Taberani onun künyesini açıklarken, isminin Edra1 veya Cünade veya Anır olduğu hakkında birtakım söylentilerin bulunduğuna değinmiştir.

Bu konuda Cabir (r.a.) den yapılan rivayette Ramlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Kim özürsüz olarak üç cumayı (üstüste) terkederse, kalbi mühürlenir." Bu hadisi

Nesaî, İbn Huzeyme ve Hakim rivayet etmişlerdir. Darekutnl ise bu hadis hakkında şuhu söylemiştir: "Bu, Ebu Ca'd hadisinden daha sahihtir."          

Ayrıca bu konuda Cabir'den (r.a.)  ikinci bir hadis daha ri­vayet edilmiştir:

"Şüphesiz ki Allah, şu ayınızda cumayı size farz kılmıştır. Artık kim onu hafife alarak veya önemsemeyerek terkederse, haberiniz olsun ki Allah onun işlerini bir araya getirmesin! Bilin ki, Allah onu mübarek kılmasın!... Haberiniz olsun ki, onun hiçbir namazı (makbul) değildir."[373]

Ancak bu hadisin isnadında Abdullah el-Belvi (veya Belevi) bulunuyor ki, onun hadisi vahi (zayıf ve aciz) kabul edilir.[374]

Aynı hadisi Bezzar tahric etmiş, ancak başka bir vecihle ri­vayetini sağlamıştır. Onun bu rivayetinde ise Ali b. Zeyd b. Ced'an bulunuyor. Bu zat hakkında farklı tesbit ve görüşler vardır; çoğu onun iyi bir hadis hafızı olduğunu söylemiştir. Zeyd b. Ztrrey' ise onun Rafızi olduğunu iddia etmiştir, imam Ahmed'e fjöre, o zayıftır. Yahya ise onun kavi olmadığına dikkat çekmiştir.[375].

O bakımdan Darekutni her iki hadisin de sabit olmadığına kail olmuştur. Nitekim Ibn Abdi'l-Ber'de: "Bu hadisin isnadı vahidir" diyerek ona katılmıştır.

Yine bu konuda Taberani'nin: "Kim özürsüz olarak: üç cu­mayı (üstüste) terkederse münafıklardan yazılır" mealinde rivayet ettiği bir hadis vardır. Ancak bunun isnadında Cabir ec-Cu'fî bu­lunuyor ki cumhur onun zayıf olduğunu belirtmiştir.[376].

Bu konuda bir hadis de Enes (r.a.) den rivayet edilmiştir ki Deylemi onu Müsned-i Firdevs'de nakletmiştir: "Kim üstüste üç cumayı özürsüz olarak terkederse, Allah onun kalbini mühürler."

Taberani el-Kebir'de Abdullah b. Ebi Evfa'dan şu hadisi ri­vayet etmiştir:

"Kim cuma günü nidayı (yani ezanı) işitir de cumaya gelmez­se, sonra yine onu işitir yine gelmez ve bunu üç defa böyle yapar­sa, kalbi mühürlenir ve kalbi münafığın kalbine çevrilir." el-Iraki "Bunun isnadı iyi ve güzeldir" demiştir.

400 nolu îbn Mes'ud hadisine dayaıaıp cuma namazının mükellef olan her müslüman erkeğe farz olduğunu istidlal eden­ler olmuştur.                                            

el-Hattabi ise, cuma namazının farz-ı ayn ve farz-ı kifaye olduğu hakkında bir takım farklı görüş ve yorumların bulun­duğunu, ancak fukahadan çoğuna göre, farz-ı kifaye olduğunu nâkletmiştir. Aynı zamanda bunu îmam Şafii'ye isnad edenler de olmuştur. Ebu Ishak el-Mervezi, böyle bir görüşün îmam Şafii'ye isnadının caiz olmadığım belirterek ortada bir hatanın bulun­duğuna dikkat çekmiştir. Zira dört mezhebin de cuma namazının farz-ı. ayn olduğunda ittifakı vardır.

403 nolu Abdullah b. Amr hadisini Ebu Davud kendi süneninde nâkletmiştir. Ayrıca bir cemaat de onu Abdullah b. Amr'den rivayet ederken onu Rasulüllah'a  (s.a.v.) kadar refi' et­memişlerdir. Ancak Kubeyse onu Rasulülîah'a (s.a.v.) isnat etmiştir.

Hadisin isnadında Muhammed b. Said et-Taifl bulunuyor ki bu zat hakkında hayli sözler söylenmiştir. et-Takrib sahibi onun "saduk" olduğunu; Ebu Bekir b. Ebi Davud onun "sıka" yani "güvenilir" olduğunu söylemiştir.[377]

Zehebi ise, bunun Tavus'tan ve Süfyan es-Sevrî'den yapılan rivayete göre, "meçhul" olduğunu yazmıştır.[378].

Bu konuda Darekutni'nin Velid'den, onun da Züheyr b. Mu-hammed'den yaptığı rivayet vardır ki, bu iki ravi de rical4 sahih­ten sayılmıştır. Ancak el-Iraki, Züheyr'in Şam ehlinden bazı men-akir rivayet ettiğine dikkat çekmiştir. Aynı zamanda Velid'in de tedlisde bulunduğunu belirtmiştir.       

Nesai'nin Hz .Hafsa'dan rivayet ettiği hadisin isnadında yer alan ricalin sahih olduğu tesbit edilmiş;, ancak Ayyaş b. Ayyaş'm sahih olmadığım söyleyenler vardır. Bununla beraber el-Aceli onun güvenilir olduğunu söylemiştir.[379].

Zehebi ise üç Iyaş ismini nakledjerken hiçbirinde "Iyaş b. lyaş" dememiştir.                               

404 nolu Tarık b. Şihab hadisini a^nı zamanda Hakim tahric etmiştir. el-Hafız îbn Hacer bu hadisi;birçok kimsenin sahihle-diğini belirtmiştir. el-Hattabi ise, "bu .haklisin isnadı üzerinde dur­muş ve "Tarık b. Şihab'in peygamber (s.a.v.) den işittiği sahih değildir. Ancak Peygamber'e (s.a.v.) ulaştığı kesindir" demiştir. el-Iraki bu son tesbiti dikkate alarak onuln hadisinin sıhhati sübut

bulmuş oluyor demiştir.[380]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Cuma namazı ergen, aklı başında, hür, sıhhatli ve mukim olan her müslüman erkeğe farzdır.

2- Misafire, kadına, çocuğa, köleye, esir ve tutukluya, deliye, bunağa ve hastaya farz değildir.

3- Cuma   namazını   özürsüz   terkeden   kimsenin  kalbi mühürlenir.

4- Üç cumayı üstüste özürsüz ter&eden kimse münafık yazılır ve kalbi mühürlenerek gafiller zümresine dahil edilir.

5- Cuma namazı imam hariç iki kişiyle de kılınabilir. îmana Şafii'ye göre ancak 40 kişiyle kılınması sahiih olur. Maliki lere göre 12 kişiyle kılınması gerekir.

6- Kadın, köle, hasta ve misafir cuma namazına katılıp ce­maatle kılarlarsa, bu kafi gelir ve Öğle farzının yerine geçmiş olur. [381]

 

Cuma Namazının Kırk Kişilik Bir Cemaatle Kılınması

 

Cuma namazının kaç kişiyle kılınmasının şart olduğu hakkında farklı ictihad ve istidlaller olmuştur. Aslında cuma na­mazı da diğer vakit namazları gibi farzdır; ancak vakit namaz­larını cemaatle kılmak sünnet, cuma namazını cemaatle kılmak farzdır. Böylece cemaat kavramı bakımından düşünüldüğünde, cu­manın da imamla birlikte iki kişiyle kılınması düşünülebilirse de ictihad bu doğrultuda değil, riva- yetler üzerindeki araştırmaya müstenid olarak farklı sayılar ortaya koymaktadır. [382]

 

Konuyla İlgili Hadisler Ve Rivayetler

 

Abdurrahman b. Ka'b b. Malik, babası gözlerini kaybedince onun elinden tutup (cami ve cemaate götürmekte) rehberlik ederdi. Babasından şöyle rivayet etmiştir:

"Babam, cuma günü ezan okununca Es'ad b, Zürare'yi rahmet ile anardı. Ona: Babacığım, ezanı işitince Es'ad b. Zürare'yi rahmet ile anıyorsun, neden? diye sorduğum za­man bana şu cevabı verdi: "Çünkü bizi (cuma için) ilk ola­rak Naki'de Beni Beyza Harresi olan Hezmi'n-i Sebite de toplayan odur."

Kendisine: "O gün kaç kişi idiniz?" diye sorduğumda ise şu cevabı verdi: "Kırk adam idik."

Rasulüîlah (s.a.v.) efendimiz Medine'ye henüz gelmeden, Medine'deki müslümanlara cuma namazını ilk kıldıran kişi, Es'ad b. Zürare'dir.[383]

îbnAbbas (r.a.) diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin mescidinde kılman cumadan sonra ilk kılınan cuma namazı, Bahreyn'de Cünasi Kar­ye1 sinde(köyünde) Abdülkays mescidinde gerçekleşmiştir."[384]

 

Fakih Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefilere göre: Cumanın sahih olabilmesi için cemaat şarttır ve onların da imamdan başka en az üç veya iki kişi olması;  . aynı zamanda hutbeye hazır bulunması gerekir.

Bunun gibi o üç veya iki kişiden oluşan cemaatin erkek ol­ması şarttır, isterse o erkekler köle veya hasta veya misafir olsun­lar fark etmez.

b) Şafiilere göre: İmamla birlikte en az kırk kişi olması, bunların da hür, erkek mükellef, eyleşik bulunması gerekir. Zira köle, kadın, çocuk ve misafirle cuma cemaatinin oluşması caiz değildir.

Ayrıca kırk kişinin en az birinci rek'ati imamla kılması gere­kir.

c)  Hanbelilere göre: Şafiilerde olduğu gibi, cemaatin imamla birlikte en az kırk kişi olması şarttır.

d) Malikilere göre: imamdan başka en az 12 kişinin bulun­ması şarttır. Bunların arasında köle, kadın ve çocuk olmaması gerekir.[385] [386]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

418 nolu Abdurrahman hadisini aynı zamanda İbn Hibban ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Hafız îbn Hacer bu rivayetin hasen olduğunu belirtmiştir. Ancak isnadında Muhammed b. İshak bulu­nuyor ki bu zat hakkında farklı tesbitler söz konusudur. Zehebi hadis ricali hakkında bilgi verirken 15 tane Muhammed b. îshak ismine yer vermektedir. Bunların çoğu sıka değildir.

İmam Şafii ile İmam Ahmed bu rivayetle istidlal ederefc cuma cemaatinin en az 40 kişi olmasını şart koşmuşlardır. Oysa Es'ad b. Zürare'nin oluşturduğu bu sayıdan söz edilirken Ra-suîüllah (s.a.v:) efendimizin bu hususta bir emir ve tavsiyede bu­lunduğuna değinilmemiştir. Sonra da cuma namazı Rasulüllah (s.a.v.) Medine'ye hicret edince farz kılınmıştır. O bakımdan Ha­nefi imamları bu rivayeti mesned seçmemişlerdir.

Bazı ilim adamlarına göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin kıldırdığı cuma namazlarında cemaatin kırk kişiden az olduğu görülmemiştir. Aynı zamanda cuma namazı Mekke'de farz kılınmış, fakat orada cemaat halinde kılınma imkanı bulunmadığı için Medine'ye hicret edilinceye kadar kılınmamıştır. Bu hususta Taberani'nin İbn Abbas (r.a.) dan yaptığı bir rivayet söz konusu­dur. Medine'de ilk defa cuma için toplanan cemaatin de kırk kişiyi bulduğu bu rivayetler arasında yer almaktadır.

Hanefi ve Maliki imamları bunun dondurulmuş bir sayı ol­madığını, cuma günü peygamber (s.a.v.) in hutbe okurken cemaa­tin çoğunun gıda maddesi getiren kervana gitmesiyle mescidde sadece 12 kişinin kaldığını belirterek kırk kişinin şart olmadığını söylemişlerdir.

Bu konuda yine Taberani'nin îbn Mes'ud el-Ansari'den yaptığı rivayette, adı geçenin şöyle dediği belirtilmiştir: "Muhacirlerden Medine'ye ilk giden, Mus'ab b. Umeyr (r.a.) dır. Peygamber (s.a.v.) henüz Medine'ye gelmeden ora halkını cuma namazı için ilk toplayan da odur ve o gün toplananlar 12 erkek idi."

Yapılan ciddi araştırma ile, bu rivayetin isnadında Salih b. Ebi'l-Ahdar bulunuyor ki, bu zat zayıf kabul edilir. Nitekim îbn Main onun zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. îbn Adiy de onun ha­disi yazılabilen zuafadan olduğunu söylemiştir. Yahya el-Kattan da aynı görüştedir.[387]

Diğer yanda bu babda Taberani'nin tahric ettiği şu hadis üzerinde de durulmuştur:

"Cuma, içinde imamı bulunan ve her karye (köy ve kasaba) da, dört kişi bile mevcut olsa vacibdir."   Diğer bir rivayette: "İsterse orada üç kişi bulunsun, dördüncüleri imam olsun, cuma onlara vacib olur."

Hem Taberani, hem de îbn Adiy bu rivayetin zayıf olduğunu, isnadında bir metruk bulunduğunu belirtmişlerdir.[388]

40 sayısı üzerinde duranların bir diğer delili de şu rivayettir:

"Her kırk veya fazla kişinin bulunmasında cuma, Kurban ve Ramazan Bayramı namazı vardır."

Darekutni Beyhaki'nin Cabir'den tahric ettikleri bu rivayet de 2ayıftır. Hatta îmam Âhmed'e göre isnadında Abdülaziz b. Ab-dirrahman bulunuyor ki bu adam hem yalancı» hem de hadis uy-durucusudur. Nesai de onun sıka olmadığını belirtmiştir. Ibn Hib-ban ise, "Onun hadisiyle ihticac caiz değildir" demiştir. Nitekim Beyhaki de, "Bu rivayetle ihticac olunmaz" diyerek görüşünü or­taya koymuştur.

Bu konuda 15'e yakın rivayet vardır. Hepsini nakletmeye ge­rek görmüyoruz. Çünkü çoğu zayıftır. Zira rivayetlerde muhtelif rakamlar üzerinde durulmuş, 80, 40, 30, 20, 9 ve 7 gibi çok farklı sayılar izhar edilmiştir ki bunların ciddi bir dayanağı yoktur.

Özetleyecek  olursak,   şöyle  bir  sonuca  bağlamamız mümkündür:

Cuma namazı için cemaat şarttır, fakat kesin bir sayı şart değildir. Çünkü bu hususta Rasulüllah (s.a.v.) efendimizden kesin bir beyan sadır olmamıştır.

419 noîu İbn Abbas hadisi, cuma namazının köyde kılınmasının cevazına delalet etmekteyse de, ilim adamlarının bu hususta farklı yorumları söz konusudur. Rivayette geçen "karye" kavramı üzerinde durulmuş, kimine göre köy veya kasaba, kimine göre şehir kastedildiği belirtilmiştir. Öyle ki sözü edilen bölgede Cünasi'nin şehir mi, köy mü olduğunda farklı tesbitlere yer veril­miştir: Zemahşeri ile Ibn Esir, onun Bahreyn'de bir kale ismi olduğunu söylemiştir. Ebu Hasan el-Lahmi ise, onun bir şehir ismi olduğunu belirtmiştir. Bir kısmına göre ise, Önceleri orası köy imiş, sonra şehir durumuna gelmiştir.

Böylece cuma namazının ancak şehir ve kasabada kılınacağı üzerinde duranlar, yukarıdaki rivayetle istidlal ettikleri gibi, Hz. Ali'den (r.a.) rivayet edilen şu hadis ile de istidlal ettikleri vaki-dir: "Cuma ve teşrik ancak mısr-i cami'de caizdir."

Şüphesiz bu rivayet üzerinde de farklı tesbit ve yorumlar olmuştur.

Oysa Hz. Ömer'in (r.a.) Bahreyn halkına yazdığı şu yazı, köyde de cumanın kılınmasının cevazına delalet etmektedir: "Ne yerde biraraya gelirseniz, orada cuma namazını kılın."

Nitekim Âbdurrezzak'xn îbn Ömer'den (r.a.) yaptığı sahih ri­vayete göre: Mekke ile Medine arasındaki köylerde halkın to­planıp cuma kıldığı ve ashabdan hiç kimsenin buna itiraz etme­diği anlaşılmaktadır. [389]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Cuma namazımı cemaatta kılınması şarttır.

2- O bakimdan Cuma namazı münferiden kılınmaz ve kaçırıldığı takdirde kaza edilmez.

3- Cuma cemaatinin en az üç veya imamdan başka iki kişi olması şarttır. Bu Hanifilerin ictihadıdır.

4- Cuma namazı için imamdan başka en az 12 kişinin bulun­ması şarttır. Bu, imam Malik'in içtihadıdır.

5-  Cuma namazı imamla birlikte en az kırk kişiyle kılınır. Bu, îmam Şafii ile îmam Ahmed'in içtihadıdır.

6- Şehir ve kasabalara bağlı köylerde cuma namazı kılmak[390]

 

Cuma Farzından Önce ve Sonra Sünnet Namaz

 

Cuma farzından ve hutbesinden önce sünnet namaz var mıdır? Bu hususta fakih imamların ve ilim adamlarının farklı tes-bitve ihticacları olmuştur.

İbn Kayyım el-Cevzi, Zadü'1-Mead adlı eserinde cuma farzından Önce meşru hiçbir sünnet ve nafile namaz olmadığını ısrarla belirtmiş ve Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin böyle bir na­maz kılmadığını, bazı deliller göstererek anlatmaya çalışmıştır. Kanaatimce îbn Kayyım bu konudaki rivayetlerin bir kısmını tes-bit edememiştir. Zira bize kadar gelen rivayetlerden böyle bir na­mazın meşru olduğunu anlıyoruz. [391]

 

Konuyla İlgili Hadis Ve Rivayetler

 

Nilbşete el-Hüzeli (r.a.) den yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ki müslüman kimse cuma günü gusleder ve sonra mescide yönelir de hiç kimseye eziyet vermeden (yerini alır). Eğer imam hutbeye çıkmamışsa, kendisince bilindiği şekilde namaz kılar. İmamın hutbeye çıktığını görürse, oturup onu dinlemeye koyulur ve imanı cuma hut­besini bitirinceye kadar o konuşmayıp susar.

Bu  durumda  eğer  bütün  günahları  o  cumasında mağfiret olunmamışsa, ondan sonraki cumaya keffaret olur."[392]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre: Peygam­ber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim cuma günü gusleder ve sonra da cumaya gelir, takdir edildiği gibi namaz kılar; sonra imam hutbesini bi­tirinceye kadar o susup dinler; sonra da kalkıp imamla be­raber cuma namazını kılarsa, o cumayla gelecek cuma arasındaki (günah ve kusurları) üç gün de fazlasıyla bağışlanır.."[393]

Yapılan rivayete göre: "İbn Ömer (r.a.) cumadan önce kıldığı (sünnet) namazı uzatır ve cuma farzından sonra da iki rek'at namaz kılardı. Sonra da Rasulüllah (s.a.v.) efen­dimizin böyle yaptığını anlatırdı."[394]

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayette, diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz minber üzerinde hutbe okurken cuma günü bir adam mescide girdi. Peygamber (s.a.v.) ona, iki rek'at namaz kılmasını emretti."[395].

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Cuma günü bir adam içeri girdi, o sırada RasulüIIah <s.a.v) efendimiz hutbe irad ediyordu. O adama: "Namaz kıldın mı?" diye sordu. O da: "Hayır kılmadım" diye cevap verdi. Peygamber (s.a.v) ona: 'İki rek'at namaz kıl" diye em­rettik[396].

 

Mezhep İmamlarının İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefilere göre: Cumadan önce dört, sonra da dört rek'at sünnet kılınır. Rasulüüah (s.a.v.) efendimizin cumadan önce iki veya dört rek'at namaz kıldığı ihtilaf konusudur. O bakımdan imam Ebu Yusuf, cumadan sonra altı rek'at namaz kılmayı tav­siye etmiştir.

Fakihlerin çoğuna göre, cumadan sonra sünnet olan sadece dört rek'attir.[397].

b)  Şafnlere  göre: Cuma farzından önce dört rek'at, farzından sonra ise iki rek'at müekked sünnet kılınır. Farzdan sonra iki rek'at daha sünnet kılınır ki, bu müekked değildir.[398]

c) Han bel i ler e göre: Cumadan sonra iki rek'at kılınır. Aynı zamanda bu, altı rek'at olarak da kılınabilir. Cuma farzından Önce kılman dört rek'at da sadece sünnetttir, yani müekked değildir.[399]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

423 nolu Nübşete hadisinin isnadında Ata' el-Horasani bulu­nuyor ki, bu zat hakkında farklı sözler söylenmiştir. Ancak cum­hur bu zatı güvenilir olarak belirlemiştir.[400]

Bu hadisten şu hükümler çıkmaktadır:

a) Cuma günü gusletmek meşru'dur.

b)  Cuma günü camiye girilince cemaate eziyet etmemek sünnettir.

c) Hutbe okunurken susup dinlemek meşru'dur.

d)  Hatip hutbe okumaya başlamadan önce namaz kılmak meşru'dur. Hutbeye başlayınca artık namaz kılınmaz.

424 ve 425 nolu Ebu Hüreyre ve Ibn Ömer hadisleri sahihtir. Nitekim el-Iraki, Ibn Ömer hadisinin isnadının sahih olduğunu

özellikle belirtmiştir. Nesai aynı rivayete "cumadan Önce namazı uzatırdı" sözünü almamıştır.

Bu iki hadis de cuma farzından önce sünnet namazın meşru'i-yetine delalet etmektedir. Ancak zeval vaktinde kılınmasının mekruh olduğu söz konusudur.

Bu konuda Darekutni'nin Enes (r.a.) den yaptığı rivayette şöyle belirtilmiştir:

"Bir adam geldi, ki RasulüIIah (s.a.v) efendimiz o sırada hutbe irad ediyordu. RasulüIIah (s.a.v) o adama: "Kalk iki rek'at namaz kıl" buyurdu ve o adam iki rek'at na­maz kıhncaya kadar RasulüIIah (s.a.v) hutbeyi kesip bekle­di."

Şüphesiz bu rivayet de yukarıdaki rivayetleri kuvvetlendir­mekte ve cumadan Önce sünnetin meşruiyetini ortaya koymak­tadır.

Ancak Tirmizi'nin sahihlediği Ebu Said hadisini şu lafizla rivayet etmesi, Rasulüîlah'ın (â.a.v) o sırada hutbeyi kesmediğine delalet etmektedir:

"Bir adam cuma günü hakir ve perişan bir görünüm içinde geldi. O sırada Peygamber (s.a.v) efendimiz hutbe irad ediyordu. O adama iki rek'at namaz kılmasını emretti, ki Peygamber (s.a.v) hutbesini irada devam ediyordu,"

Ancak gerek bu, gerekse Darekutnî'nin rivayeti, hutbe es­nasında sünnet namaz kılmanın meşru'iyetine delalet ediyorsa da, konuyla ilgili başta naklettiğimiz hadisler bunun hilafına delalet etmekte ve bir bakıma bu hükmü kaldırdığını göstermektedir. Nitekim müctehid imamların çoğunun da içtihadı bu doğrultudadır. [401]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Cuma günü Öğle vakti girince cuma farzından ve hutbe­sinden önce dört rek'at veya iki rek'at sünnet kılmak meşru'dur.

2- Cuma farzından sonra dört veya iki rek'at, bir kısım müctehidlere göre altı rek'at sünnet kılmak meşru'dur.

3- Camiye gelen kimse, hatip henüz hutbeye çıkmamışsa, sözü edilen sünneti kılabilir. Hatip hutbeye başlamışsa, artık kıimayıp hutbeyi dinler ve susup konuşmaz.

4- Cuma günü -gereksin, gerekmesin- gusletmek, yani banyo yapmak sünnettir.

5- Hutbe irad edilirken konuşmak, başka bir şeyle meşgul ol­mak haramdır. [402]

 

İmam Minbere Çıkınca Selam Vermesi ve Oturunca Da Ezan Okunması

 

Cuma namazının ve hutbesinin birtakım Özellikleri vardır ki onlardan çoğu diğer vakit namazlarının cemaatle kılınmasında yoktur,                             

Cuma bir taraftan ergen olan mü'minleri biraraya getirme­kle kalmaz, diğer yandan onların arasında sevgi ve saygı bağlarım kuvvetlendirir; müsîüman lidere itaati öğretir ve di-siplinli, düzenli bir hayat sürmelerini ilham eder.

Aynı zamanda imamla cemaat arasında kopmaz bağlar oluşturur. İmamın minbere çıkıp cemaate selam vermesi, ar­kasından ezan okunması ve sonra da kalkıp hutbe irad etmesi müstesna bir tablo oluşturmakta ve her yanıyla mü'minlere birlik, dirlik, rahmet, feyiz ve bereket havası estirmektedir. [403]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Cabir (r.a) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle anlatmıştır;

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz (cuma günü) minbere çıktığında selam verirdi."[404].

Said b. Yezid'den (r.a.), adı geçen demiştir ki:

"Cuma günü nida (ezan)mn evveli, Rasulüllah (s.a.v), Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a) devirlerinde imam çıkıp min­bere oturduğu zaman idi. Hz. Osman (r.a) devrinde ise, in­sanlar çoğaldı, o da üçüncü bir nidayı (ezan) Zevra' üzerinde (okutarak) fazladan ilave etti. Rasulüllah'm (s.a.v) (cuma günü ezan okuyan) sadece bir müezzini vardı."[405].

Adiy b.  Sabit'den, o da babasından, o da dedesinden rivayet le demiştir ki:

"Peygamber (s.a.v) efendimiz minbere çıkınca, ashabı yüzlerini Ona çevirerek yönelirlerdi."[406]

"Rasulüllah  (s.a.v) minbere çıkıp doğrulunca biz yüzümüzü ona çevirip yönelirdik."[407].

"Rasulüllah (s.a.v) minbere çıkıp oturunca Bilal ezan okurdu."[408].

"Cuma günü, imam çıkıp minber üzerinde oturunca ezan okunurdu."[409].

 

Hadisler Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Hutbe irad ederken ayakta durmak ve cemaate yönelmek sünnettir. Hz. Osman (r.a) fazla yaşlanınca oturarak hutbe irad etmiştir. Ashabdan hiçbiri onun böyle yap­masına itiraz etmemiştir.

İmam hutbe okurken cemaatin de ona yüzlerini çevirip yönelmeleri sünnettir.[410].

İmam minbere çıkıp oturunca ikinci ezan okunur.

b) Şafülere göre: İmamın minbere çıkınca hazır olanlara selam vermesi ve yüzünü onlara çevirmesi; aynı zamanda ezan okunup bitinceye kadar oturması sünnettir.[411].

c) Hanbelilere göre: İmamın minbere çıkınca cemaate yönelip selam vermesi ve sonra oturması müstehabdır. Müezzin ezanı bitirinceye kadar imamın oturup beklemesi sünnettir. Aynı zamanda sözü edilen iç ezanın okunması da sünnettir.[412].

d)  Malikilere göre: imam minbere çıkınca ezan okunur.

Ezan okunması sona erince cemaatin her şeyi ve konuşmayı bırakıp yüzlerini imama çevirip yönelmeleri gerekir.

Ezandan önce ve hutbe bitince cemaat ve imamın namaza başlamadan konuşmalarında bir sakınca yoktur.[413]. Elverir ki bu sıradaki konuşma cami ve ibadetle ilgili soru-cevap şeklinde kısa ve anlamlı olsun. [414]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

432 nolu Cabir hadisini aynı zamanda el-Esrem kendi süneninde tahric etmiştir. Ancak o şu lafızla nakletmiş bulunuy­or: "Rasulüllah (s.a.v) efendimiz minbere çıkınca insanlara yüzünü çevirip yönelir ve es-selamu aleyküm derdi."

Ancak İbn Mace'nin isnadında Ibn Lühay'a bulunuyor ki bu zat zayıf kabul edilmiştir.

Bu babda îbn Adiyy'in îbn Ömer (r.a) den yaptığı şu rivayet de bulunuyor:

'Peygamber (s.a.v) efendimiz cuma günü minbere yak­laşınca minberin yanında bulunanlara selam verir, sonra minbere çıkıp insanlara yüzünü çevirip yöneldikten sonra tekrar selam verir ve öylece otururdu,"

Aynı rivayeti Taberani ve Beyhaki de nakletmişlerdir. Ancak onların isnadında Isa b. AbdiIIah eî-Ensari bulunuyor ki, îbn Adiy ve İbn Hibban onun zayıf olduğunu belirtmişlerdir.[415]. Ayrıca İbn Adiy, onun hiçbir rivayetine uyulmaz, yani itibar edilmez demiştir.[416]

İmam Şafii de, Seleme b. Ekva1 (r.a). den yapılan rivayeti naklediyor:

"Rasulüllah (s.a.v) efendimiz iki hutbe okudu ve iki defa oturdu." Aynı zamanda hadisi imam Şafii'ye nakleden zat şunu da ilave etmiştir: "Mistirah'm önündeki derece (basamak) üzerinde ayakta durdu ve selam verip oturdu. Müezzin ezanını bitirinceye kadar Rasulüllah Mistirah üzerinde oturup bekledi. Sonra kalkıp hutbe okudu ve oturdu. Sonra tekrar kalkıp ikinci hutbeyi okudu."

Buraya kadar sıraladığımız rivayetlerin hepsi, şu hususların meşruluğuna delalet etmektedir:

a) Hatibin minbere çıkıp yüzünü cemaate çevirdikten sonra selam vermesi,

b)  Selamdan sonra minber üzerine oturup ezanın okunup bitmesini beklemesi,

c)  Ezan bittikten sonra hatibin ayağa kalkıp bir ve ikinci hutbeleri okuması,

d) İki hutbe arasında az bir süre oturması...    ,

434 nolu Adiy b. Sabit hadisinin muttasıl olduğunu İbn Mace kaydetmektedir.

Bu anlamda Tirmizi îbn Mes'ud (r.a) den şunu rivayet etmiştir:

"Rasulüllah (s.a.v) efendimiz minbere çıkıp doğrulunca yüzünü bize çevirirdi, biz de yüzümüzü Ona çevirip yönelirdik."

Ancak bunun isnadında Muhammed b. Fazl b. Atiye bulu­nuyor ki, bu zat zayıftır. Nitekim Tirmizi onun için: "Zahibul-Hadis" demiştir.

Ancak bu babda Buharı ve Müslim, bir de Nesai Ebu Said'den şunu rivayet etmişlerdir: "Rasulüllah (s.a.v) bir gün min­ber üzerine oturdu ve biz de etrafına toplanıp oturduk." Buhari bunu bir bab olarak belirlemiştir.

Diğer yandan Adiy hadisinin bir çok şahitleri vardır ki, hep­sini biraraya getirdiğimizde kuvvet kazanır ve Rasulüllah'm (s.a.v) minbere çıkınca cemaatin Ona yüzünü çevirip yöneldiklerinin sıhhati anlaşılır.

433 nolu Saib hadisinde üç ezandan söz ediliyor ki, bunun biri ikamet, diğer ikisinden biri dış ezan, biri de iç ezandır ki hep­sine birden "nida" denilmiştir.

Ayrıca aynı hadiste geçen "Zevra" ismi ise, daha çok Mesci­din kapısında bulunan büyükçe bir taşın veya Medine'de bir sokağın ismidir. Diğer bir tesbite göre, üzerinde ezan okunan bir evdir. [417]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- imamın minbere çıkıp selam vermesi ve öylece oturması sünnettir. Bu imam Şafii ile imam Ahmed'e göredir.

2- İmam çıkıp minbere oturduktan sonra müezzinin iç ezanı okuması sünnettir.

3- Ezan süresince imamın oturması da sünnettir.

4- Ezan bitince imamın kalkıp birinci hutbeyi okumaya başlaması ve cemaatin ona yüzlerini çevirip yönelmesi sünnettir.

5-  İki  hutbe  arasında hatibin kısa bir  süre  oturması sünnettir. [418]

 

Hutbe ve Özelliği

 

Hutbe cumanın önemli bölümlerinden biridir. Bir hafta içinde cereyan eden olayları inanç, ahlak ve ahkam potasında değerlendirip bir komprime haline getirerek cemaate sunmak hut~ benin hikmetini yansıtan Özelliklerinin başında gelir.

Böylece Rasulüllah'm (s.a.v) sünnetine uyarak hutbeyi az ve öz tutup ruhları serinletecek, kalp ve kafada derin iz bırakacak, mü'minlere manevi gıda verecek, onları hayata ve memata hazırlayacak, doğruluk çizgisinde tutacak muhtevada tutmakta sayısız faydalar vardır.

Bunun dışında hutbenin birtakım vücub ve sünnetleri, kural ve ölçüleri daha vardır ki onları müctehid fakihlerin tesbit ve icti-hadlarmda görmemiz mümkündür. [419]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Hüreyre (r.a) den yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"El-Hamdu 1 i İlah ile başlanmayan her söz kesik ve ma­rizdir."[420].

Ahmed, Ebu Davud ve Tirmizi'nin rivayetinde ise şu lafızla rivayet edilmiştir:

"İçinde şehadet (veya teşehhüd) bulunmayan hutbe kesik el gibidir."

îbn Mes'ud (r.a) den yapılan rivayete göre; adı geçen şöyle demişti?"

"Rasulüllah (s.a.v) efendimiz (hutbede) teşehhüdde (şehadet kelimesi anmada) bulunurken şöyle derdi: Hamd Allah'a mahsustur. O'ndan yardım bekleriz ve günahlarımızın bağışlanmasını O'ndan dileriz. Nefsimizin şerlerinden Allah'a sığınırız. Allah kimi doğru yola eriştirirse, onu sapıtan bir kimse olmaz. Kimi de sapıklığı içinde bırakırsa, onu doğru yola eriştiren olmaz. Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim; Muhammed'in de Allah'ın kulu ve resulü olduğuna şehadet ederim ki Allah onu hak ile müjdeci ve uyarıcı olarak kıyamete yakın bir zamanda göndermiştir. Artık kim Allah'a ve rasulüne itaat ederse, gerçekten o doğruyu bulmuş olur. Kim de Allah'a ve peygamberine karşı gelirse, o ancak kendine zarar ver­miş olur ve Allah'a hiçbir suretle zarar veremez."[421].

îbn Şihab (r.a) den, Peygamber (s.a.v) efendimizin cuma günü (hutbedeki) teşehhüdünden sorulduğunda, o da yukarıda naklettiğimiz gibi anlatmış ve sadece şu cümlede az bir değişiklik ifade etmiştir. O da "Kim Allah'a ve Rasulüne karşı gelirse, cidden o azıp sapıtmış olur."[422].

Cabir b. Semure (r.a) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"RasulüHah (s.a.v) efendimiz ayakta durup hutbe okurdu ve iki hutbe arasında oturup birkaç ayet okur ve insanlara öğütte bulunurdu."[423]

Yine Cabir b. Semure (r.a) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v) efendimiz cuma günü (hutbede) meviza (öğüt), kısmım uzatmazdı; Onun hutbedeki mevi-zası sadece az birkaç kelimeden (cümleden) ibaretti."[424].

Ümmü Hişam bint Harise b. Nu'man'dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Ben (Kaf Ve'1-Kur'an'il-Mecid) suresini ancak Ra sulüHah (g.a.y) efendimizin dilinden aldım ki o/bunu her cuma minber üzerinde nutbe esnasında okurdu.ir[425]

 

Rivayetlerin Işığında Fakih İmamların İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: İmam Azam Ebu Hanife'ye göre, hutbe­nin farzı bir teşbih veya bir tahmid ve tehlilden ibarettir. Yani hatibin minberde bir defa "el-Hamdu lillah" veya "Aüahu Ekber" ya da "Sübhanellah" demesiyle bu farz yerine gelmiş olur. îmameyne göre, hutbe denilecek kadar uzun bir zikirde bulunmak farzdır. Bu ya üç ayet miktarında olması, ya da Kerhi'ye göre, teşehhüd nisbetinde olmasıyla gerçekleşir.

Hutbeyi ayakta okumak, taharet üzere bulunmak, iki hutbe şeklinde tutmak, iki hutbe arasında hafif oturmak, cemaate yüz çevirmiş halde durmak, iki hutbeyi de aşikar okumak, hutbe arasında bir ayet okumak, takva ile tavsiyede bulunmak ve Pey­gamber (s.a.v) efendimize salat-ü selam getirmek sünnettir. Bun­ları terketmek ise mekruhtur.[426]

b)  Şafnlere göre: Hutbe okumak farzdır. Bunun rüknü beştir:

1- Allah'a hamdetmek,

2- RasulüHah (s.a.v) efendimize salat-ü selam getirmek,

3- Takva ile tavsiyede bulunmak, her iki hutbede de bunu yerine getirmek,

4- Anlaşılır şekilde bir ayet okumak,

5- Mü'minler için dua etmek. (Bu ikinci hutbede yerine geti­rilir)

Hutbelerin vakit içinde okunması ve ardarda yapılması, hat­ibin abdestli bulunması, üzerinde necaset olmaması, avret yerleri­nin örtülü olması, kudreti yettiği takdirde ayakta okuması, iki hutbe arasında oturması ve kırk kişinin dinlemesi şarttır.

Aynı zamanda hutbenin rükünlerinde tertibe riayet edilme­si, cemaatin susup dinlemesi, hutbenin minber veya yüksekçe bir yer üzerinde irad edilmesi, yanındakilere selam vermesi, minbere çıkınca cemaate yönelmesi ve onlara selam verip öylece oturması ve bu sırada müezzinin kalkıp ezan okuması, hutbenin beliğ bir üslupla yerine getirilmesi ve uzun tutulmaması, hatibin sağa-sola yönelmeden cemaate müteveccih durması, sol yanında kılıç bulun­durması, iki hutbe arasında ihlas okuyacak kadar bir süre otur­ması sünnettir.[427].

c) Hanbelilere göre: Cuma namazı kılman cami ve mes-cidde cuma günü hutbe okumak şarttır; onsuz cuma sahih olmaz. Hatip minbere çıkınca cemaatin ona yönelmesi müstehabdır. Her iki hutbede de Allah'a hamdetmek, Peygamber (s.a.v) efendimize salat-u selam getirmek de şarttır. Bunlarsız hutbe sahih olmaz. Hatibin iki hutbe arasında oturması müstehabdır. Aynı zamanda hatibin abdestli olarak hutbe irad etmesi de sünnettir. Hatibin hutbe esnasında cemaate yüzünü çevirmiş bulunması da sünnet kabul edilmiştir. İki hutbeyi ardarda yapmak şarttır. Hatibin hut­be esnasında mü'minler için dua etmesi, aynı zamanda hem kendi­si, hem de hazirun için dua edip af ve mağfiret dilemesi sünnettir.[428].

d) Malikilere göre: Hutbede Allah'a hamd etmek, peygam­ber'e (s.a.v) salat-ü selam getirmek, bir ayet okumak ve takva ile tavsiyede bulunmak vaciptir[429].

Ayrıca imamın minberde iyilikle emretmesi, kötülükten me­netmesinde bir sakınca yoktur.[430].

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

444 nolu Ebu Hüreyre (r.a) hadisini aynı zamanda Darekut-ni, İbn Hibban ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Tirmizi onu hasenle-miştir. Ancak hadisin mursel veya merfu olduğu hakkında görüş ayrılığı vardır.

Bu anlamda îbn Hibban, el-Askeri vo Ebu Davud, Ebu Hüreyre'den (r.a) merfuan şunu rivayet etmişlerdir:

Allah'a hamd ile başlanmayan her matlup olan iş kesik (feyizsiz, bereketsiz) dir."

Buna yakın bir anlatım ve lafızla Taberani el-Kebir'de Ka'b b, Malik'den bir rivayeti nakletmiştir.

Böylece her bakımdan matlup olan hutbeye "el-Hamdu lil-lah" ile başlamanın meşruiyeti kendiliğinden anlaşılmış olu-yor.

445  nolu Ibn Mes'ud hadisinin isnadında İmrao b. Daver Ebu'1-Avam el-Basri bulunuyor. Yahya b. Main ve Nesai'ye göre, bu  zat  zayıftır.   Bununla  beraber  Buhari  onun  rivayetiyle istişhadde bulunmuştur. Affan ise onun sıka ^güvenilir) olduğunu belirtmiştir, imam Ahmed: "Onun salihü'l-hadis olduğunu umuy­orum" demiştir. Ebu Davud ise onun zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. İbn Adiy ise, "Onun hadisi yazılabilir" diyerek olumlu bakmıştır.[431]. imam Nevevi ise, Müslim'in şerhinde bu hadisi sahihlemiştir.

447 nolu Cabir hadisi sahihtir. Hutbe esnasında ayakta dur­manın meşruiyetine delalet etmektedir. Aynı zamanda iki hutbe arasında bir süre oturmanın da sünnet olduğunu göstermektedir. Bu hadisle istidlal eden İmam Şafii ayakta du-rup hutbe oku­manın vücubuna kail olmuştur. Cumhur ise vacib olmadığını be­lirtmiştir. Ayrıca imam Şafii bu konuda şu hadis- le de istidlal ederek içtihadım kuvvetlendirmiştir: "Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız, öyle namaz kılın!" Buradaki emir vücubu gerektirmektedir.

Yine İmam Şafii bu hadisin iki hutbenin vücubuna delalet ettiğini söylemiştir. Diğer imamlar ise, sadece birinci hutbenin vacip olduğuna kaildirler. Nitekim eî-Iraki, Tirmizi'nin şerhinde bu konuya yer verip müctehid imamların görüşlerini açıklamıştır. Cumhur da bu görüştedir.

Hadis diğer yandan hutbede Kur'an'dan bir veya birkaç ayet okumanın ve müslümanlara öğütte bulunmanın meşruiyetine de­lalet etmektedir. îmam Şafii öğüt vermenin va-cip olduğunu söylemiştir. Diğer bir rivayette, bir ayet okumanın da vücubuna kail olduğu belirtilmektedir. Cumhur ise, bunun vacip olmadığına değinmiştir.

448  nolu Cabir hadisinin isnadmdaki ricalin hepsi sıkat (güvenilirler) dir. Bu, hutbede vaaz etmenin, ancak onu kısa tut­manın meşruiyetine delalet etmektedir.

449 nolu Ümmü Hişam hadisi hutbede sadece "Kaf' suresi­nin okunacağına delalet etmemektedir. Zira  Rasulüllah'm diğer kısa sureleri de zaman zaman okuduğu birçok sahih rivayetlerden anlaşılmaktadır. Nitekim îbn Ebi Şeybe'nin Sabi'den yaptığı ri­vayete göre, "Rasulüllah (s.a.v) efendimiz minbere   çıkınca yüzünü   cemaate çevirir, sonra es-Selamu aleyküm der ve Allah'a hamd-u senada bulunur ve bir sure okuduktan son­ra otururdu." denilmektedir. Bu da herhangi bir sureyi oku­manın meşru olduğunu göstermektedir.

Diğer yandan Nesai'nin Cabir b. Semure (r.a) den yaptığı ri­vayete göre: "Rasulüllah ayakta durup hutbe irad eder, sonra oturur, sonra  kalkıp  birkaç   ayet  okur, Allah'ı anardı.."

buyurulmaktadır. eî-Iraki bu hadisin isnadının sahih olduğunu söylemiştir. [432]                             

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-Hutbenin farzı bir teşbih, bir tehlil, bir tekbir veya bir tahmidden ibarettir. Bu, İmam Ebu Hanife'riin içtihadıdır.

2- Hutbe, en az bir teşehhüd miktarı uzun olmalıdır. Bu, im-ameynin içtihadıdır.

3- Hutbeyi ayakta okumak, taharet üzere bulunmak, iki hut­be olarak düzenlemek, iki hutbe arasında kısa bir süre oturmak, hutbede cemaate yüz çevirmek, cemaatin de hatibe yüz çevirip yönelmesi, iki hutbeyi de aşikar irad etmek, hutbede ayet oku­mak, takva ile tavsiyede bulunmak, öğütle ilgili kısa bilgi vermek sünnettir.

Bunlar daha çok Hanefilerin içtihadına göredir.

4- Hutbe vacibtir veya farzdır.

5- Hutbenin rüknü beştir: Allah'a hamdetmek, peygambere salat-ü selam getirmek, takva ile tavsiyede bulunmak, bir veya birkaç ayet okumak, mü'minler için dua etmek...

Bu, Şafîilerin içtihadına göredir.

6- İmamın   minbere   çıkınca   cemaate   selam   vermesi sünnettir. Bu da Şafîüerin ve Hanbelilerin içtihadıdır.

7-  iki hutbeyi ardarda yapmak şarttır. Bu, Hanbelilere göredir.

8- Hutbe esnasında konuşmak, başka bir işle meşgul olmak haramdır. [433]

 

Bayram Namazı, Önemi ve Vakti

 

Müslümanların dini anlamda, cuma dışında iki büyük bay­ramı vardır: Fıtr ve Azha... Birincisi, Ramazan Bayramına, ikinci­si Kurban Bayramına delalet eden isimlerdir.

Bu iki bayramda cumadan farklı şekilde bir kaynaşma, görüşme, selamlaşma, tebrikleşme ve fakirlere yardım elini uzat­ma; dostları ve yaşlıları ziyaret etme kendini gösterir. Böylece küçüklerin, fakirlerin, muhtaçların daha çok sevindirildiği; büyüklerin daha çok saygı ve ilgiyle ziyaret edildiği bu günlerde şüphesiz ki îslam'm yüce hikmetleri söz konusudur.

îman ve kültür birliği çerçevesinde kalpler feyiz ve rahmet le dolup taşar; vicdanlar huzura kavuşur; aileler geniş çapta sevgi ve saygı havası içinde kaynaşma ortamı bulur; inanan herkes için bayram huzur, güven, neşe kaynağı olur.

Bunun için bayram günü her müslümanm güzel ve temiz el­bisesini giymesi, güzel koku sürünmesi, güzel bir görünüm arzet-mesi, daha çok cömert olması ve daha fazla dost ve yakınlarıyla buluşması sünnet kılınmıştır.

Camiye namaza, dostuna ve büyüklerine ziyarete giden mü'minin, -düşman tehlikesi yoksa- silah taşıması mekruhtur.

Mümkün olduğu takdirde camiye yaya gitmek, camiden eve dönerken başka bir yol izlemek, yolda tekbir getirmek de sünnettir. [434]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Cafer b. Muhammed'den, o da babasından, o da dedesinden yaptığı rivayete göre, şöyle demiştir: "Rasulüilah (s.a.v) efendimiz her bavramda alaca kumaştan (Yemen mamulü) üstlük giyinirdi."[435]

Said b. Cübeyr (r.a) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:

"İbn Ömer (r.a) ile birlikte Mina'da bulunduğum bir sırada ayağının üzengisine mızrak ucu isabet etmiş ve ayağını üzengiye sıkıştırmıştı. İnip ayağını oradan çektim. Bu olay Haccac'a (Enıeviler döneminde zulmüyle isim ya­pan Haccac) haber verilince gelip İbn Ömer'i ziyaret etti ve şöyle dedi: "Ah kimin sana bu mızrağı vurduğunu bir bil­seydik.." İbn Ömer (r.a) ona: "Bunu sen yaptırdın!" dedi. Haccac: "Nasıl olur?" deyince, İbn Ömer şu cevabı verdi: "Nasıl olmasın ki, silah taşınmayan bir günde silah taşıyorsun ve Harem sınırlarına silah sokuyorsun ki bugüne kadar Hareme silah sokulmadı.."[436]

Hz. Ali (r.a) den yapılan rivayete göre, şöyle dediği nakledil­miştir:

"Bayram namazına yaya olarak çıkmak sünnettir. Aynı zamanda (Ramazan Bayramında) sabahleyin camiye gitmeden bir şey yemek de sünnettir."[437].

Ümmü Atiyye (r.a) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v) efendimiz bize, fıtr ve azha (ramazan ve kurban bayramların) da bakire ve ergenlik çağma yaklaşan kızları, örtü arkasında oturan kadınları, bir de ayhali olanları (mescide doğru) çıkarmamızı emretti. Ancak ayhali olanlar namazdan kendilerini alıkoyuyorlardı. Böylece onlar da (müslümanlarm bayram gününde) hayırlara hazır ve şahit oluyor, müslümanlarm duasına katılıyorlardı.

Bunun üzerine dedim ki: 'Ya Rasulallah! Bizden bazısının baş örtüsü yoktur." Bunun üzerine efendimiz şöyle buyurdu: "Artık din kardeşi kendi örtüsünden ona örtü verip örtünmesini sağlasın."[438]

Büreyde (r.a) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v) efendimiz fıtr (ramazan bayramı) günü bir şey yemeden sabahleyin (evinden çıkıp mescide) gitmezdi. Azha (kurban bayramı) günü de (namaz kıldırıp) eve dönünceye kadar bir şey yemezdi."[439].

Enes (r.a) den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir: "Rasulüllah (s.a.v) efendimiz fıtr (ramazan bayramı) günü birkaç hurma yemeden (kalkıp sabah ve bayram na­mazına) gitmezdi. Aynı zamanda hurmadan da tek sayıya dikkat ederek (yani ya bir, ya üç, ya da beş tane yerdi)."[440].

İbn Ömer (r.a) den yapılan rivayete göre, adı geçen demiştir kû

"Rasulüllah (s.a.v) efendimiz, Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a) iki bayram namazını da hutbeden önce kılarlardı.”[441].

Cabir b. Semure (r.a) den yapılan rivayette, demiştir ki:

"Peygamber (s.a.v) efendimizle birlikte ne bir, ne de iki defa, birçok defa bayram namazı kıldım ki bu namazı ezansız ve ikametsiz kılardı."[442].

 

Fakih İmamlarının İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefilere göre: Cuma namazı kimlere farzsa bayram namazı onlara vaciptir. En sahih görüş ve tesbit de budur. Cu­manın şartları -hutbe dışında- bayram namazı hakkında da aynen geçerlidir. Hutbe ise, bayram namazında sünnettir ve namazdan sonra yerine getirilir.

Fıtr (ramazan) bayramında namaza çıkmadan bir şey yemek   ' ve yenilecek şeyin tek sayıda tutulmasına dikkat etmek, dişleri misvaklanıak, gusletmek (banyo yapmak), güzel koku sürünmek ve temiz güzel elbise giyinmek müstehabdır.

Camiye gidiş ve dönüş yollarını ayrı olarak kullanmak da tavsiye edilen sünnetler arasında bulunuyor.

Camiye gidip dönerken, fıtr (ramazan) bayramında gizli şekilde, kurban bayramında aşikar şekilde tekbir getirmek müstehabdır.

Bayram namazının cemaatle kılınması şarttır. Kaçırıldığı takdirde kaza edilmez.[443].

b) Şafiilere göre: Bayram namazı sünnettir; cemaatle kılınır, yalnız başına kılınmaz, ancak imamla birlikte bu namazı kaçıran kimse yine imamla birlikte herhangi bir vakitte kılabilir. Ancak zevaldan önce kılarsa eda, sonra kılarsa kaza olur.[444].

c) Hanbelilere göre: Bayram namazı kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuştur. Farz-ı kifayedir; yani mükelleflerden bir kısmının kılmasıyla diğerlerinin üzerinden kalkmış olur. Güneş bir mızrak boyu yükselince vakti girmiş olur.

Bayram namazına gidilirken yolda tekbir getirmek, gitmed­en önce gusletmek, temiz güzel elbise giyinmek, güzel koku sürünmek, dişleri misvaklamak (veya fırçalamak), camiye gitmed­en önce Fıtr Bayramı ise bir şey yemek; Kurban Bayramı ise bir şey yemeden çıkmak müstehabdır.[445]

Bayram namazının cemaatle kılınması şarttır. Ancak imam­la birlikte kaçıranlar, onu diledikleri vakit kılabilirler.[446]

d) Malikilere göre: Bayram namazı sünnettir ve cemaatle kılınması şarttır. Diğer mezheplere göre, müstehab olan şeyler bu mezhebe göre sünnet veya müstehabdır.

Bayram namazına gidilirken yolda tekbir getiiilir. Ancak bunu kendisi ve yanındaki duyacak kadar bir sesle söyler. İmam hutbeye çıkınca artık cemaat tekbir getirmez. Aynı gamanda cam­iden eve dönüldüğünde de tekbir getirilir.[447]

 

Tahliler ve Diğer Rivayetler

 

457 nolu Cafer hadisini, İmam Şafii, şeyhi İbrahim b. Mu-hammed'den rivayet etmiş; İbrahim de babasından, babası da ken­di babasından rivayet etmiştir.

Hafız îbn Hacer, bu rivayette İbrahim'in teferrüd etmediğini ve rivayetinin de mursel olduğunu belirtmiştir. Taberani de aynı hadisi tahric etmiştir.[448].

Bu babda Ibn Huzayme'nin Cabir (r.a) den rivayet ettiği bir hadis vardır. Demliyor ki: "Rasulüllah (s.a.v) efendimiz her iki bayramda ve bir de cuma gönü. kırmızı üstlüğünü giyerdi."

Bir rivayette o üstlüğün istebrakden olduğu belirtilmiştir. Ancak bu rivayet zayıftır. Zira Ibn Ömer'in (r.a) yaptığı rivayete göre: "Babası Ömer (r.a) çarşıda satılmakta olan istebrakten mamul bir hülle (entari ve üstlük) buldu ve onu alıp Hz. Peygamber'e (s.a.v) getirerek şöyle dedi: "Ya Rasulallah! Bunu satın al da bayramda ve bir de heyetler, temsilciler geldiğinde güzelce giyinip kuşan." Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v) : "Bu ancak (ahiret gününde) nasibi olmayan kimselerin elbisesidir."[449] buyurdu.

Çünkü "istebrak", kalın atlas kumaştır ki, ekseriya yüzü ipek, tersi pamuk kumaştan imal edilir. Rasulüllah (s.a.v) efendi­miz, ipek ve atlası lüks sayıp erkeklere yasaklamıştır.

458  noîu Said hadisi sahihtir. Cuma ve bayram namaz­larında, düşman tehlike ve korkusu olmadığı takdirde taşınması yasaktır.   Zira   böyle   günlerde   kişinin   silah   taşıması   din kardeşlerine saygısızlık kabul edilir.

459 nolu Hz. Ali hadisini îbn Mace tahric etmiştir. Ancak is­nadında el-Hars el-A'ver bulunuyor ki, bu zatın yalancı olduğunda ilim adamlarının ittifakı vardır. Nitekim îmam Nevevi el-Hulasa'da onun "kezzab" çok yalancı olduğuna dikkat çekmiştir. Gerçi rivayet mana yönünden doğrudur, ancak istidlale salih değildir

Bu babda îbn Mace'nin tbn Ömer (r.a) den yaptığı riva­yette, adı geçenin şöyle dediği tesbit edilmiştir: "Rasulüllah (s.a.v) efendimiz bayram namazına yaya olarak çıkar ve yine yaya olarak dönerdi."

.. . Ancak bu hadisin isnadında Abdurrahman b. Abdillah b. Ömer bulunuyor ki, Ahmed b. Hanbel onun yalancı olduğunu be­lirtmiş; Ebu Zer'a, Ebu Hatim ve Nesai onun metruk olduğunu söylemişlerdir. îmam Buhari de: "O, kendisinden rivayet yapılacak ravilerden değildir" diyerek sıka olmadığına dikkat çekmiştir.[450]

Ayrıca bu konuda yine îbn Mace'nin Ebu Rafı'den yaptığı bir diğer rivayet vardır. Orada deniliyor ki: "Rasulüllah (s.a.v) efen­dimiz bayram namazına yaya olarak gelirdi."

Bu hadisin isnadında Mendel b. Ali ve Muhammed b. Abdil­lah b. Ebi Rafı1 bulunuyor. Mendel hakkında farklı görüş ve tesbitler olmuştur: Ahmed b. Hanbel onun zayıf olduğunu söylerken, îbn Main, "Onun rivayetinde beis (sakınca) yoktur" demiştir. Mu­hammed b. Abdillah hakkında ise Buhari: "O, münkerü'l-hadistir" diyerek tesbitini ortaya koymuştur. îbn Main de onun rivayetinin kayda değer olmadığına değinmiştir.[451]

460 nolu Ümmü Atiyye hadisiyle istidlal edilmiştir. Bu bab­da îbn Mace'nin îbn Abbas (r.a) dan yaptığı şu rivayet de vardır: "Peygamber (s.a.v) efendimiz her iki bayramda da kızlarını ve kadınlarını (bayram namazı kılınan yere) çıkarırdı."

Ancak bu rivayetin isnadında Haccac b. Ertat bulunuyor ki, bu zat hakkında farklı görüş ve teşbitler ortaya çıkmıştır.

Taberani ise bu konuda sözü edilen rivayete yer vermiştir. Ahmed b. Hanbel ise Cabir'den naklen onun şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasulüllah (s.a.v) efendimiz iki bayram (namazın) a çıkar ve ehlini de çıkarırdı."

Bu rivayetin de isnadında yine Haccac b. Ertat bulunuyor.

îbn Ebi Şeybe'nin bu konuda Hz. Aişe (r.a) dan yaptığı bir rivayet söz konusudur ki, el-Iraki onun ricalinin sahih olduğunu belirtmiştir.

Böylece Ümmü Atiyye hadisi, bayram namazında kızların ve kadınların -yer müsait olduğu takdirde- camiye gitmelerinde bir sakınca olmadığına, böyle yapmanın meşru olduğuna delalet et­mektedir.

461 nolu Büreyde hadisini aynı zamanda îbn Hibbaıi, Dare-kutni, Hakim ve Beyhaki tahric etmişlerdir. îbn Kattan ise bu ha­disi sahihlemiştir.

Böylece ramazan bayramında namaza çıkmadan önce bir şey yemek; kurban bayramında ise bir şey yemeden çıkmak sünnettir hususu anlaşılıyor.

462  nolu Enes hadisini ayrıca îbn Hibban ve Hakim tahric etmişlerdir. Hadis istidlale salihtir. O bakımdan Ramazan bay­ramında namaza çıkmadan önce tek sayıya riayet ederek birkaç hurma veya tatlı bir şey yemenin meşruiyetine delalet etmektedir.

Bu konuda birkaç sahih rivayet daha vardır. Onları naklet­meye gerek görmüyoruz.

463 nolu îbn Ömer hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. Aynı zamanda bu babda Buhari'nin Gabir (r.a) dan yaptığı şu rivayet de onu kuvvetlendirmektedir:

"Rasulüllah (s.a.v) efendimiz fıtr (ramazan) bayramı günü çıktı ve hutbeden önce namaz kıldırdı."

îbn Abbas (r.a) diyor ki: "Bayram namazında ResulüIIah (s.a.v) ile, Ebu Bekir,Ömer ve Osman ile hazır bulundum hepsi de hutbeden önce namaz kıldırdılar."[452]

Buhari ve Müslim'in Enes (r.a) den yaptıkları rivayette de bu konuda Enes şöyle demiştir: Resulüllah (s.a.v) Efendimiz Kur­ban Bayramı günü önce namaz kıldırdı, sonra hutbe okudu.".

Yine Buhari ve Müslim'in Cündeb'den yaptıkları riva-yette, adı geçenin şöyle haber verdiği nakledilmiştir: Peygamber (s.a.v) Nahr (Kurban Bayramı) günü önce namaz kıldı, sonra hutbe irad etti, sonra da kurbanlık hayvanı kesti."

Bütün bu sahih rivayetlerin, her iki bayramda da hutbeden önce namaz kılmaya ve sonra hutbe okumaya delalet ettiği anlaşılıyor.

464 No'lu Cabir hadisi sahihtir ve birçok şahidi vardır.

Nitekim Bezzar'ın Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a) dan yaptığı ri­vayette, adı geçen şöyle haber vermiştir:

" Peygamber (s.a.v) Efendimiz bayram namazını ezansız ve ikametsiz kıldı." [453]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bayram günü temiz, güzel elbise giyinmek,

2- Namaza çıkmadan önce gusletmek,

3- Güzel koku sürünüp öylece çıkmak,

4 -Camiye giderken ve dönerken tekbîr getirmek, ancak sesi fazla yükseltmek,

5- Camiye gidip gelirken ayrı yolları tercih etmek,

6-  Cuma ve bayram namazına silah takmadan, yani silah taşımadan gitmek,

7-  Bayram namazına mümkün olduğu takdirde yaya gidip gelmek,

8- Ramazan bayz-anımda camiye çıkmadan önce tatlı bir şey yemek, hurma ve benzeri bir şeyse tek sayıya dikket etmek, başka bir şey ise tek sayı da lokma alıp yemek,

9-  Kurban Bayramında bir şey yemeden camiye gitmek ve ancak namazdan sonra bir şey yemek sünnettir.

10- Aynı zamanda bayram namazları hutbeden önce kılınır.

11- Hutbeden sonra kurban kesilir.

12- Bayram namazları ezansız ve ikametsiz kılınır.

13-  Gerek bayramlarda, gerekse sair günlerde erkeklerin ipek ve atlas giyinmesi yasaktır.

14- Bayram namazı ve hutbesi için, yer müsait olduğu tak­dirde kızların ve kadınların Örtünmüş bir halde camiye gitmeleri meşrudur. [454]

 

Bayram Namazında Tekbir Sayısı ve Yeri

 

Bayram namazında diğer farz ve sünnet namazlardan farklı olarak birinci ve ikinci rek'atlerde fazladan tekbir getirilir.

Zira müslümanlann bayram havasına, sosyal kaynaşmaya, aile sevindirmeye, muhtaçlara yardımda bulunmaya; küçüklerin sevilmeye, büyüklerin sayılmaya yöneldiği bir günde, bütün bu fazilet ve mutlulukları yaşamamıza imkan, güç ve kudret veren Cenab-ı Hakk'ın büyüklüğünü dile getirmemiz kadar tabii ne olab­ilir? O bakımdan bayram namazında fazla olarak birkaç tekbir getirilerek bu duygumuz tam bir mahvi-yet ve teslimiyet ifade­siyle izhar edilmektedir.[455]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Amr b. Şuayb'den, o da babasından, dedesinden şöyle rivayet etmiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir bayramda 12 tekbir getirdi: Yedisini birinci rek'atte, beşini ikinci rek'atte... Ve bayram farzından ne önce, ne de sonra (nafile) namaz kılmadı."[456].

Amr b. Avf (r.a.) den yapılan rivayete göre: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz iki bayram (namazında) da (fazladan) tekbir getirdi: Birinci rek'atte kıraatten önce yedi, ikinci rek'atte kıraatten yine önce beş tekbir .."[457]

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Fıtr (Ramazan) bayramında kılınan namazda tekbir birinci rek'atte yedi defa, ikinci rek'atte beş defa getirilir ve kıraat de bu tekbirlerden sonradır."[458].

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefüere göre: Bayram namazında birinci rek'atte is-tiftahtan sonra fazla olarak üç tekbir; ikinci rek'atte ise Fatiha ve zainm-ı sureden sonra üç tekbir getirilir.

İmam Ebu Yusufa göre: İftitah ve rüku'a varış tekbiriyle birlikte beşi birinci, dördü ikinci rek'atte olmak üzere dokuz tekbir getirilir. Bunlardan beşi birincide, dördü ikincidedir.[459]

Tekbirlerde eller kaldırılır.[460]

b) Şafîilere göre: Bayram namazında fazla olarak birinci rek'atte iftitah duasından sonra yedi tekbir getirilir ve her iki tek­bir arasında normal uzunlukta bir ayet okunacak kadar durularak teşbih ve tahmidde bulunulur. İkinci rek'atte ise kıraatten sonra beş tekbir getirilir ve bu  12 tekbirde de eller kaldırılır.

Sözünü ettiğimiz fazla tekbirleri getirmek farz değil, sünnettir.[461].

c) Hanbelilere göre: Birinci rek'atte ihram tekbiriyle bir­likte yedi tekbir; ikinci rek'atte beş tekbir getirilir. Birinci rek'atte tekbirler,  istiftah  duasından  sonra,  kıraatten  önce;  ikinci rek'attaki tekbirler ise kıraatten sonra getirilir.

Fazla tekbirler getirilirken elleri kaldırmak müstehabdır. Böylece bayram namazında fazla olarak getirilen tekbirlerin sayısı ll'dir..[462]

d) Malikilere göre: Birinci rek'atte fazla olarak ihram tek­birinden sonra, kıraatten önce altı; ikinci rek'atte kıyam tekbirin­den sonra, kıraatten önce beş tekbir getirilir ve bunlar sünnettir. Tekbirler aşikar olarak getirilir.[463]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

475   nolu Amr hadisinin isnadının sahih olduğunu el-Iraki belirtmiştir. Tirmizi de onu sahihlemiş ve bu hususta Buhari'den nakilde bulunmuştur.

Amr hadisi, bayramda fazla olarak getirilen tekbirlerin 12 olduğuna ve bayram namazından önce ve sonra nafile namazın meşru olmadığına delalet etmektedir.

476 nolu Amr b. Avf hadisini aynı zamanda Darekutni, îbn Adiy ve B^eyhaki tahric etmişlerdir. İsnadında ise, Kesir   (veya Küseyr) bin Abdillah bin Amr, bin Avf bulunuyor ki, İmam Şafii ile Ebu Davud bu zat hakkında şöyle demişlerdir: "O, yalan ko­nusunda rükünlerden bir rükündür." İbn Hibban da "onun mevzu bir nüshası vardır"   diyerek hadis uydurduğunu belirtmiştir.[464].

İbn Main onun kayda değer bir kişi olmadığına dikkat çekmiş, Darekutni onun metruk olduğunu söylemiştir. Nesai: "O sıka (güvenilir) değildir" diyerek görüşünü ortaya koymuştur.[465].

Tirmizi onun bu hadisini hasenlemişse de ilim adamları bunu yeterli kabul etmemişler ve belki de onun hadisinin birtakım şevahidini dikkate alarak "hasen" demiş olabileceğine değinmişlerdir.

Bu babda bir diğer hadisin rivayeti de, Rasulüllah'ın (s.a.v.) müezzini Sa'd el-Müezzin'den yapılmıştır ki, o, Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle namaz kıldığını haber vermiştir:

"Bayram namazında birinci rek'atte kıraatten önce yedi, ikinci rek'atte kıraatten yine Önce beş tekbir getirir­di."[466].

İbn Mace'nin rivayet ettiği bu hadisin isnadında, el-Iraki'ye göre zaaf vardır. O bakımdan istidlale salih görülmemiştir.

Bu konuda bir diğer hadisi, Hafız Bezzar, Abdıırrahman b. AvfCr.a.) den şöyle rivayet etmiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) efendim­izin, iki bayram namazında ucu sivri bir değnek çıkartılarak (sütre olarak) önüne dikilirdi ve bu namaz kıhncaya kadar öyle kalırdı. Rasulüllah (s.a.v.) bayram na­mazında 13 tekbir getirirdi. Ebu Bekir ve Ömer de öyle yaptılar."

Bu hadisin isnadında Hasan el-Beceli bulunuyor ki bu zatın linü'l-hadis, yani yumuşak olup zayıf olmayan ama ona yakın olan hadis rivayet ettiği söylenir. Darekutni bunun irsalini sahihle-miştir.

Taberani ise el-Kebir'de îbn Ab'bas (r.a.) dan şu hadisi nak-letmiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz iki bayram namazında da 12 tekbir getirirdi: Birinci rek'atte yedi, ikinci rek'atte ise beş..'

Bunun isnadında Süleyman b. Erkam bulunuyor ki, bu zat zayıftır.[467]. Ahmed b. Hanbel, "Ondan rivayet yapılmaz" demiştir, ibn Main onun bir şey olmadığını belirtmiş; Ebu Davud ile Darekutni onun metrukü'l-hadis olduğuna dikkat çekmişlerdir.[468].  

Yine bu babda bir diğer hadisi Bezzar ve Darekutni İbn Ömer (r.a.) den nakletmişlerdir: "İki bayramdaki tekbirler birinci rek'atte yedi, ikinci rek'atte beştir."

Bu hadisin isnadında Ferec b. Fezale bulunuyor. Ahmed b. Hanbel'e göre bu zat sıka (güvenilir) dir. Buharı ile Müslim onun münkerü'l-hadis olduğunu belirtmişlerdir.

Bu konuda daha altı kadar rivayet nakledilmiştir ki, çoğu zayıftır. [469]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bayram namazında fazladan tekbir getirmek meşrudur.

2- Ebu Hanife'ye göre, fazla olarak altı tekbir, Ebu Yusuf a göre, dokuz tekbir getirilir.

3-  İmam Şafii ve İmam Ahmed b. Hanbel'e göre, 12 tekbir getirilir.

4- İmam Malik'e göre 11 tekbir getirilir.

5- Tekbirleri getirmek farz değil sünnettir.

6- Tekbirlerde eller kaldırılır.

7- Tekbirler   arasında  teşbih  ve   tahmidde  bulunmak müstehabdır.

8- Tekbirler aşikar olarak getirilir. [470]

 

Bayram Namazından Ne Önce, Ne De Sonra Nafile Kılınır

 

Bilindiği gibi, her farz namazla birlikte, özellikle çoğunda farzdan önce sünnet namaz meşru kılınmıştır. Bayram namazı her ne kadar farz değilse de, bazı müctehidlere göre farza yakın bir kuvvet taşımaktadır, yani vacibtir. ilk hatıra gelen, bu vacip­ten önce de nafile kılınmasıdır.

Ancak bu husustaki rivayetleri farklı hükümler ifade etme­sinden dolayı müctehid imamların da farklı tesbit ve yorumlan or­taya çıkmıştır. [471]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz bayram günü (evinden)

çıktı ve iki rek'at bayram namazı kıldı. Bu namazdan ne

önce, ne de sonra (nafile) kılmadı."[472]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen bay­ram günü (evinden) çıkıp (mescide gitti, bayram namazını kıldı). Ancak ne bundan önce, ne de sonra nafile kıldığı görülmedi. O, peygamber (s.a.v.) efendimizin de böyle yaptığını hatırlattı."[473]

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz bayram namazından önce hiçbir şey kılmazdı. Ancak namazı kılıp evine dönünce iki rek'at (nafile) kılardı."[474].

Ayrıca Buhari bu babda şunu îıakletmiştir: "Bayram na­mazından önce nafile kılmak mekruhtur."[475].

 

Rivayetlerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Ihticacları

 

a) Hanefilere göre: Bayram namazından, yani hutbe okun­duktan sonra nafile namaz kılmak müstehabdır. Hanefiler bu hu­susta daha çok Hz. Ali'den (r.a.) yapılan rivayetle istidlal edip onunla ilgili birtakım şahitleri de dikkate almışlardır.[476]

Böylece bayram namazından önce evde veya camide, bayram namazından sonra ise camide nafile namaz kılmak mekruhtur. Zira Rasulüllah'ın (s.a.v.) sadece namazdan sonra evine döndüğünde iki rek'at nafile kıldığı bilinmektedir.[477]

b) Şafiilere göre: imamdan başkasına bayram namazından Önce nafile kılmak mekruh değildir, imama ise, hem namazdan önce, hem de sonra mekruhtur.[478]

c) Hanbelilere göre: Bayram namazından önce ve sonra hem imamın, hem de ona uyanların -ister camide, isterse evde ol­sun- nafile kılmaları mekruhtur.

Bu, aynı zamanda İbn Abbas ve ibn Ömer'in (r.a.) de mez­hebidir.

d) Malikilere göre: Bayram namazından ne önce, ne de sonra musalla (açık hava namazgah) da nafile kılınmaz. Cami ve mescidde ise, imam Malik'ten iki rivayet nakledilmiştir. Ancak namazdan sonra eve dönüldüğünde nafile kılmakta bir sakınca yoktur.[479].

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

488 nolu İbn Abbas hadisi sahihtir ve ihticace elverişlidir. Tirmizi ile İbn Mace bu hadisi şu fazlalıkla nakletmişlerdir:

"Bayram namazından (ve hutbesinden) sonra Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz kadınların bulunduğu kısma gelerek -ki Bilal da onlar­la birlikte bulunuyordu- sadaka vermelerini emretti. Bunun üzerine kadınlar yüzüklerini ve gerdanlıklarını çıkarıp tasadduk-ta bulundular."

489  nolu îbn Ömer hadisini aynı zamanda Hakim tahric etmiştir ve o da diğeri gibi sahihtir. Nitekim Tirmizi de bunu sa-hihlemiştir.

Aynı hadisi Taberani başka bir tarikle nakletmiştir. Ancak isnadında Cabir el-Cu'fi* bulunuyor ki, bu zat metruk kabul edil­miştir.

490 nolu Ebu Said hadisini Hakim tahric etmiş ve sahihîe-miştir. Ancak isnadında Abdullah b. Muhammed b. Akil bulunuy­or ki, bu zat hakkında birtakım şeyler söylenmiştir: İbn Main onun zayıf olduğunu, İbn Huzayme, "Onun hadisiyle ihticac olun­maz" demiştir.[480]

Bu babda îbn Mace'nin Abdullah b. Amr (r.a.) dan, Bezzar'm Ali ve îbn Abbas (r.a.) dan yaptıkları şu rivayet bulunu-yor: "Amr b. Hurays eliyor ki: "Ali b. Ebi Talib (r.a.) ile birlikte bir bayram günü çıkmış bulunuyorduk. Bir grup insan ondan bayram na­mazından önce ve sonra nafile namazdan sordular. Hz. Ali (r.a.) onlara bu hususta bir cevap vermedi. Az sonra bir başka grup gel­ip aynı şeyden sordu, onlara da cevap vermedi. Sonra namaz; kılınacak yere vardık ve cemaate namaz kıldırdı; yedi ve beş defa tekbîr getirdikten sonra hutbe irad etti ve sonra da (minberden) inip bineğine bindi. Orada bulunanlar: "Ya Emi- rel-Mü'minin! Bunlar namaz kılan topluluktur (onlara bir cevap vermedin)" de­diler. O da şöyle buyurdu: "Sizin benden sorduğunuz sünnet namazı ben de yapmayı ummadım. Peygamber (s.a.v.) efendimiz bay­ram namazından ne önce, ne de sonra namaz kılmıştır. Artık is­teyen kılar, isteyen terkeder. İster misi-niz namaz kılan bir ce­maati men'edip, namaz kılan bir kulu ondan men'eden durumuna mı düşeyim.!"

el-Iraki: "Bu rivayetin isnadında İbrahim b. Muhammed b. Numan el-Cu'fi bulunuyor ki ben onun durumuna tam vakıf değilim. Ama geri kalan ricalinin hepsi sahihtir, demiştir."[481]

Böylece Hz. Ali (r.a.), bayram namazından önce ve sonra na­maz kılanlara "kılmayın" demeyi uygun görmediğini belirtmiş oluyor. O günlerde konunun yanlış anlaşılır endişesiyle böyle bir düşünceye sahip olması ihtimallerden biridir.

Taberani'nin el-Kebir'de İbn Mes'ud (r.a.) den yaptığı bir ri­vayet bulunuyor:

"Bayram günü imam henüz çıkmadan namaz kılmak sünnetten sayılmamıştır."

Bunun ricalinin hepsi sıka (güvenilir) dir.

Bu konuda yine Taberani'nin el-Kebir'de Ka'b b. Ucre (r.a,) den yaptığı bir rivayette, adı geçen sahabinin oğlu Abdulmelik diyor ki: "Ka'b b. Ucre (r.a.) ile birlikte bayram namazının kılındığı yere gittik. îmam gelinceye kadar o oturdu, namaz kılmadı. İmam namaz kıldırıp ayrılınca camidekiler de bir dizi halinde ayrılmaya başladı. Ben: "Bunları görmüyor musun?" de­dim. O bana şöyle cevap verdi: "Bu bid'attir ve sünneti terktir."

el-Iraki bu rivayetin isnadının ceyyid olduğunu belirtmiştir.

Bununla beraber yine Taberani el-Kebir'de îbn Ebi Evfa (r.a.) dan yaptığı rivayetle, bayram namazından önce ve sonra na­file (sünnet) namaz olmadığını belirtmeye çalışmıştır ki, o rivayet şöyledir: "Rasulüllah (s.a.v.) bayram namazından önce de, sonra da (nafile) namaz kılmamıştır."

Ancak yapılan ciddi araştırma ile, bu rivayetin isnadında Kaid Ebu'l-Verka' bulunuyor ki, bu zat metrukü'l-hadistir.[482]

Böylece rivayetlerin hepsini biraraya getirdiğimiz zaman, bayram namazından önce ve sonra sünnet namaz olmadığı ağırlık kazanır. Nitekim îbn Abbas ve îbn Ömer'in de mezhebi budur. [483]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bayram namazından önce ve sonra sünnet namaz yoktur.

2- Hanefi imamlarından bir kısmına göre, bayram na­mazından sonra evine dönen kimsenin nafile olarak iki rek'at na­maz kılması müstehabdır. İmam Malik'de aynı görüştedir.

3- Şafii imamlarına göre, bayram namazından önce cemaatin nafile kılmasında bir sakınca yoktur, imamın kılması ise mekruh­tur. [484]

 

Bayram Hutbesi ve Hükümleri

 

Gerek cuma, gerekse bayram günlerinde hatibin minber-deıı mü'minlere seslenmesinin ayrı bir yeri ve önemi vardır. Zira din­darlık daha çok öğüt, vaat ve tavsiyeyle kalplerde yer eder ve güçlü hatiplerin, uzman ilim adamlarının hutbe, vaaz ve konfe-ranslarıyla ruhlar üzerinde olumlu tesirler uyandırır.

O bakımdan islam bilgiye ne kadar takdir sunmuşsa, bir o kadar güzel,çekici ve çarpıcı konudan hatiplere de o nisbette tak­dir sunup ilgi göstermiştir.

Şüphesiz nesli dini ahlak potasında şekillendiren, kitleyi doğruya yönelten, katı kalpleri yumuşatıp incelten, kötü niyet ve fena düşünceleri gideren dini, ahlaki konuşmalardır. Tabii bu konuşmayı beceren, bilgi dağarcığı dolu olan kişiler yüklendiği takdirde öyledir.

Bunun için Kasulüllah (s.a.v.) münasebet düştükçe, ihtiyaç hissedildikçe konuşur; ancak konuşmasını bıkkınlık vermeyecek, tesirini kaybetmeyecek çizgide tutardı, az konuşup çok şey öğretmeye özen gösterirdi. Cuma ve bayram hutbelerini kısa, fa­kat kapsamlı ve tesirli tutar; kalp ve kafalara çok ustaca işlemeye bilhassa dikkat ederdi.

Böylece Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz hutbeyi birtakım kural­lara bağlayıp onu gelişigüzellikten, başıboşluktan kurtarmış ve kendisinden sonraki hatiplere sağlam, tesirli misal ve kıstaslar emanet etmiştir. [485]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Said (r.a.) den yapıları rivayette, adı geçen diyor ki:

"Peygamber (s.a.v.) efendimiz fıtr ve adlı a (ramazan ve kurban bayramı) günü namaz kılınacak yere çıkar ve ora­da ilk yaptığı şey, namaza başlamak olurdu. Namazı biti­rince, ayağa kalkıp cemaate döner -ki cemaat de kendi sa­flarında oturmuş halde bulunurlardı- onlara vaaz eder, tavsiyelerde bulunur ve birtakım emirler verirdi: Bir tai­feyi görevli olarak bir yere göndermeyi veya başka bir şeyi emretmeyi dilediği zaman onunla emreder ve ayrılırdı."[486]

Tarık b. Şihab (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçenin şöyle dediği belirtilmiştir: "Mervan bir bayram günü minbere çıktı, henüz bayram namazını kıldırmadan hutbeye başladı. Bu­nun üzerine cemaatten bir adam kalkıp şöyle dedi: 'Ya Mervanî Sünnete muhalefet ettin, bayram günü minberi (dışarı) çıkarttın ki o çıkarılmazdı; aynı zamanda namaz­dan önce hutbeye başladın."

Ebu Said diyor ki: "Şüphesiz o adam kendine düşeni yaptı. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin şöyle buyur­duğunu işittim: "Sizden kim bir raünker (sünnet ve kitap dışı bir olay) görürse, gücü yetiyorsa onu eliyle gidersin; buna gücü yetini- yorsa diliyle onu değiştirmeye çalışsın.

Ona  da  gücü yetmiyorsa,  kalbiyle  giderme  (yollarını araştırsın ve tiksinsin) ki bu imanın en zayıf yanıdır."[487]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayette, diyor ki:

"Bayram günü Rasulüllah (s.a.v.) ile birlikte hazır bu­lundum. Hutbeden önce, ezansız ve ikametsiz olarak nama­za başladı. Sonra Bilal'e dayanarak kalktı, Allah'tan kork­mayı emretti, O'na taat-ü ibadette bulunmaya teşvikte bulundu; cemaate vaaz edip birtakım öğütlerde ve hatırlatmalarda bulundu. Sonra yürüyüp kadınların bu­lunduğu kısma geldi, onlara da vaaz edip, öğüt ve hatırlatmalarda bulundu.."[488].

Sa 'd el-Müezzin (r.a.) diyor ki:

"Peygamber (s.a.v.) efendimiz hutbenin bölüm ve kısımlarında tekbir getirir ve iki bayram hutbesinde tekbir getirmeyi çoğaltırdı."[489].

Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe (r.a.) den yapılan rivayette, diyor ki:

"İmamın bayram gününde iki hutbe okuması ve ara­larında bir süre oturması sünnettir."[490]

Aladan, o da Abdullah b. Saib (r.a.) den rivayet etmiştir. Adı geçen şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.) efendimizle birlikte bayram namazına hazır oldum. Namazı kılıp tamam­layınca, buyurdu ki: "Şüphesiz biz hutbe okuruz; artık hut­be için oturup (dinlemek) isteyen otursun; gitmek isteyen de gitsin."[491]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefılere göre: Bayram namazından sonra iki hutbe ardarda irad edilir. Birinci hutbeye peşpeşe dokuz tekbir getirile­rek başlanır; ikinci hutbe ise yedi tekbir getirilerek yerine getiri-    , lir; Bu tekbirleri getirmenin müstehab olduğunu el-Bahr sahibi kendi eserinde belirtmiştir. el-Mücteba'da ise "Bayram hutbesinde 14 tekbir getirmek sünnettir" denilmiştir. Bayram hutbesinde daha çok günün önemi üzerinde durulur. Fıtr bayramı ise, fitre konusu da işlenir. Kurban bayramı ise, kurban kesmek hakkında aydınlatıcı bilgi verilir.[492]

b) Şafîîlere göret Bayramlarda erkan ve sünnetleriyle cuma hutbesi gibi hutbe okunur. Ramazan bayramında fitreyle il­gili bilgi verilir; Kurban bayramında ise, kurban hakkında bilgi verilerek cemaat aydınlatılır.

Birinci  hutbeye  dokuz,  ikinci  hr ı;beye  yedi  tekbir  ile başlamak sünnettir.[493].

c)  Hanbelilere göre: Bayram namazından sonra iki hutbe okumak meşrudur. Birinci hutbeye dokuz, ikinciye yedi tekbir ile başlanır. Ramazan bayramında fitre konusu işlenir, sadakanın öneminden bahsedilir. Kurbân bayramında kurban hakkında bilgi verilir.

Her iki hutbe de sünnettir. Hutbelere hazır olmak vacib ol­madığı gibi, dinlemek de vacib değildir. Vakti müsait olanların oturup dinlemesi müstehabdir.[494].

d) Malikilere göre: Bayram hutbesi cuma hutbesine benz­er. Hatip minbere çıkınca az oturup öylece birinci hutbeye başlar.[495]

Bayram hutbesi sünnettir. îmanı Malik'e göre, menduptur. Aynı zamanda namazdan sonra yerine getirilir. Cuma hutbesine hamd ile başlanırken, bayram hutbesine tekbir ile başlanır.[496]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

499 nolu Ebu Said hadisi sahihtir. Hutbede vaaz edip öğütte ve tavsiyede bulunmanın istihbabma delalet etmektedir. Aynı za­manda hutbenin namazdan sonra yerine getirilmesinin sünnet olduğuna delalet etmektedir.

500 nolu Tarık rivayeti, emr-i bi'1-ma'rufun ve nehy-i ani'l-münkerin   el   ile,   olmadığı   takdirde   dil   ile   yapılmasının meşruiyetine delalet etmektedir.

501  nolu Cabir hadisi, namazın hutbeden önce kılınmasına ye   aynı   zamanda   bayram   namazının   ezansız,   ikametsiz kılınmasına delalet etmektedir. Ayrıca hutbede öğüt, tavsiye ve vaazda bulunmanın müstehab olduğunu göstermekte; diğer yan­dan bayram günü kadınlara da vaaz-u nasihatte bulunmanın müstehab olduğu anlaşılmaktadır.

502  nolu Sa'd hadisinin isnadında Abdurrahman b. Sa'd b. Ammar bulunuyor ki bu zat zayıftır.

Ancak Beyhaki bu hadisi kuvvetlendirir anlamda Ubeydul-lah b. Abdillah b. Utbe'den şunu rivayet etmiştir: "Birinci hut­beye ardarda olmak üzere dokuz, ikinci hutbeye yedi tek­bir ile başlamak sünnettir."

503  nolu Şafii hadisi ise, bayramda, aralarında oturmak üzere iki hutbenin meşruiyetine delalet etmekte ve bunun sünnet olduğu anlaşılmaktadır.

504 nolu Ata' hadisi murseldir; yani senedinden bir sahabi düşmüştür. Ebu D;v- ua'da aynı tesbitte bulunmuştur. Böylece bayram hutbesinin sünnet olduğuna delalet etmektedir. [497]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bayram hutbesi dört mezhebe göre sünnettir.

2- Bayram hutbesi, bayram namazından sonra yerine getiri­lir.

3- Hutbelere genellikle hamd ile başlandığı halde, bayram hutbelerine tekbir ile başlamak sünnet veya müstehabdır.

4- Birinci hutbeye dokuz, ikinci hutbeye yedi tekbir ile başlamak müstehabdır.

5- Tekbirler dışında bayram  hutbesiyle  cuma  hutbesi arasında erkan ve sünnet bakımından fark yoktur.

6- Ramazan bayramında sadaka konusunu işlemek' müstehabdır. Fitrenin özellikleri ve yararları, aynı. zamanda nis-beti üzerinde de durulur.

7-Kurban bayramında daha çok kurbanlık hayvanlardan, onların kesilmesinden, dağıtılmasından bahsedilmesi . müstehabdır.

8-Bayram hutbesi farz ve vacip olmadığından cemaatin onu dinlemek üzere camide oturup beklemesi gerekmemektedir. Otur­up dinleyen me'cur olur, işi olan kimsenin de çıkıp gitmesinde bir sakınca yoktur. Müctehidlerden bir kısmına göre, terkinde kera­het vardır.

9- Bayram hutbesinde imam minbere çıkınca ezan okunmaz. Ancak imamın hutbeye başlamadan az bir süre oturup öylece ayağa kalkması müstehaptır. [498]

 

Teşrik Günleri

 

Kurban bayramının ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerine "Eyyam-ı Teşrik" denilir. Teşrik sözlükte: Eti doğrayıp güneşte kurutmak demektir. Kurban bayramında sıcak bölgelerde kesilen hayvanların eti güneşte kurutularak korunduğu için, sözü edilen üç güne bu isim verilmiştir.

Teşrik genellikle yeme, içme ve meşru şekilde eğlenme günleri olduğundan, sözü edilen üç günde oruç tutmak haram kılınmıştır.

Teşrik günlerinde farz namazları müteakip getirilen tekbirin vacip veya sünnet olduğu ihtilaflıdır. [499]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Nübeyşe el~Hüzeli (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.vj efendimiz'in şöyle buyurduğu bildirilmiştir:

'Teşrik günleri, yeme, içme ve Aziz, Celîl olan Allah'ı anma günleridir."[500]

Nitekim îbn Abbas'tn şöyle dediğini Buhari nakletmektedir:

"Kur'an'da, Allah'ı belli günlerde anın... Allah'ı sayılı günlerde anın ayetleri teşrik günlerine işarettir."

İbn Ömer (r.a.) ile Ebu Hüreyre (r.a.) da Zilhicce'nin ilk on gününde çarşı, pazara çıkıp tekbir getirirler ve halk da onlara katılarak tekbir getirirdi. Hz. Ömer (r.a.) de Mina'da bulunduğu çadırda yüksek sesle tekbir getirir ve mescid ehli onun tekbir sesini işitir, böylece onlar da ona katılıp tekbir getirirlerdi. Aynı za­manda çarşı-pasarda olanlar da bu tekbire katılarak seslerini yükseltirlerdi. O kadar ki, yükselen tekbir sesleri Mina'yı çmlatirdi. [501]

 

Hadis ve Rivayetlerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Teşrik tekbirleri vaciptir. Buna sünnet diyenler de olmuşsa da en sahih olanı birincilerin görüşüdür.

Arafe günü sabah namazını müteakip söylenmeye başlanır, bayramın birinci günü ikindi namazına kadar sürer. Bu, îmanı A'zam'ın içtihadıdır. îmameyn'e göre: Bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar sürer. Böylece, İmam A'zam'a göre, teşrik tekbirleri sekiz vakit; imameyn'e göre 23 vakit getirilir.

Teşrik tekbiri kadına ve yolculuk halinde bulunana da vacip­tir. Ancak kadın tekbir getirirken sesini çok alçak tonda tutar.[502]

Fukahadan bir kısmına göre, sözü edilen vakit namazları ce­maatle kılındığı takdirde farzları müteakip tekbir getirmek vacip olur. Münferiden, yani yalnız başına kılanlar için bu tekbirleri ge­tirmek müstehabdır. Bu durumda kadın ve yolcu ce-maate katıldıkları zaman onlara da vacip olur, katılmadıkları takdirde, müstehab olarak kalır.

Tekbirin sıfatı şöyledir:    

ALLAHU EKBER ALLAHU EKBER, LA İLAHE İLLALLAHÜ VALLAHU EKBER, ALLAHU EKBER VELÎLLAHİ'L-HAMD [503]

İmam namazı kıldırıp tamamlayınca tekbir getirmeyi un­utursa, cemaat bu hususta ona uymaz, kendileri tekbir getirirler.[504].

b) Şafiilere göre: Gerek hac menasikini yerine getirenler, gerekse diğer mü'minler bayramın birinci günü öğle namazından sonra tekbir getirmeye başlarlar ve dördüncü günü sabah na­mazına kadar devam ederler. Diğer bir kavle göre: Bayramın birinci günü akşam namazından sonra başlanır veya arafe günü sa­bah namazından sonra başlanır ve dördüncü günü ikindi na­mazına kadar devam edilir. Amel de buna göredir.

Mezhebin zahir kavline göre: sözü edilen bu günlerde kılman kaza namazlarından, sünnetlerden ve-nafilelerden sonra da tekbir getirilir.[505]

Hanefîlerde olduğu şekilde tekbir getirilir.

Sözü edilen tekbirin sonuna "KEBÎREN VE'L-HAMDÜ LİLLÂHİ KESÎRAN VE SÜBHÂNE'LLAHİ BÜKRATEN VE ASILA" cümlesini eklemek müstehabdır.[506].

c) Hanbelilere göre: Bayram- günlerinde tekbir getirmenin meşruiyeti hakkında görüş birliği vardır. Arafe   günü sabah na­mazından itibaren başlanır ve teşrikin son günün ikindi namazına kadar devam eder.

Nitekim Ömer (r.a.), Ali (r.a.), Ibn Abbas (r.a.) ve İbn Mes'ud (r.a.) nın da mezhebi böyledir.

Yukarıda belirtilen lafızlarla yerine getirilir.

Teşrik tekbirlerini belirtilen süre içinde cemaatle kılman farzlardan sonra getirmek meşru'dur. Ancak İmam Alvmed'den, münferiden kılındığı takdirde de hüküm böyledir diye bir rivayet yapılmıştır.[507]

d) Malikilere göre: Teşrik tekbirleri bayramın birinci günü öğle namazından sonra başlar, dördüncü günü sabah namazına kadar devam eder. Bu süre içinde vakit namazlarını kılan kimse ister cemaatle kılsın, ister münferiden kılsın tekbir getirir.

Bu mezhebe göre. tekbirlerin getirilmesi müstehabdır.[508]

 

Tahliller, Rivayetler

 

Teşrik günlerinde birtakım eğlenceler tertiplemekte bir salanca yoktur. Yeter ki meşru sınırlar içinde olsun. Nitekim Re-sulüüah (s.a.v.) Efendimiz zamanında böyle bir günde Habeşlilerdeıı bir grub kılıç, kalkan ve benzeri oyunlar, gösteriler sergilemişlerdir. Zira sözü edilen günler, mü'minlerin bayramıdır. Oruç tutmazlar. Birbirlerini ziyaret edip hoş vakitler geçirirler.

Bazılarına göre, bayramın ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerine "Eyyam-ı Teşrik" denilmesinin sebebi, bayram. namazının güneş doğduktan sonra kılınmasıdır. İbn Arabi de buna yakın bir yorum ortaya koyarak şöyle demiştir: "Çünkü hediyelik kurbanlar ve diğer kurbanlar ancak güneş doğduktan sonra kesi­lir. O bakımdan sözü edilen günlere "teşrik günleri" denilmiştir."[509]

İbn Ömer ile Ebu Hüreyre'nin çarşı pazara çıkarak tekbir getirdikleri hususuna gelince : Hafız İbn Hacer bu rivayeti mevsul olarak görmediğini belirtmiştir. Sadece Beyhaki bunu o ikisinden ta'likan rivayet etmiştir.

Bu konuda Beyhaki ve Darekutni'nin yaptıkları bir rivayet vardır. Ö da şöyledir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Arafe günü sabah na­mazından itibaren tekbir getirir ve teşrikin son günü ikin-

Bu hadisin isnadında Amr b, Bişr bulunuyor ki, bu zat met ruktur. Aynı zamanda kendisi Cabir el-Cu'fi'den rivayet etmiştir ki, Cabir zayıf kabul edilmiştir. Nitekim Beyhaki, "Onun hadisiyle ilıticac yapılamaz" demiştir. El-Akili de Amr b. Bişr'in münkerü'l-hadis olduğunu dikkat çekmiştir.[510].

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bayram günleri tekbir getirmek meşru'dur.

2- Teşrik günleri oruç tutmak haramdır.

3- Teşrik günleri hem tekbir getirmek vacip veya sünnettir, hem de o günlei'de yemek, içmek ve meşru şekilde eğlenmek müstehapdır.

4- Arafe günü sabah namazından itibaren ya bayramın bi­rinci günü ikindi namazına kadar, ya da dördüncü günü ikindi na­mazına kadar cemaatle kılman farz namazları müteakip tekbir getirmek vaciptir. İmamların çoğuna göre, sünnettir.

5- Teşrik tekbirine bayramın birinci günü öğle namazından sonra başlayıp dördüncü günü sabah namazına kadar devam et­mek müstehapdır. Bu, İmam Malik'in kavlidir.

6- Kadın ve yolculuk halinde olan da cemaate katıldıkları takdirde tekbir getirmeleri vacip olur. Yalnız başlarına kılarlarsa, nıüstehap sayılır. [511]

 

Korku Namazı

 

"Korku Namazı"ndan maksat, savaş günlerinde düşman saldırısı veya bir canavar ve benzeri bir tehlike söz konusu olduğu vakit namazlarının -sünnette belirtilen şekilde- kılınmasıdır.

Dinimiz hem tehlikeli anlarda tedbir almayı emreder^ hem de vakit namazlarının kılınması hususunda birtakım kolaylıkla^ sağlar. Korku namazının kendine has eda şekli vardır. Ancak fa­rklı rivayetlerden dolayı bu hususta farklı görüş ve ictihadlar o'-taya çıkmıştır. [512]

 

İlgili Hadisler:

 

Salih b. Havvati'den yapılan rivayete göre: Zatü'rreka' günü Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ile birlikte namaz kılanlar olmuştu. Şöyle ki: Bir grup Peygamber (s.a.v.) ile birlikte saf bağladı, bir diğer grup düşmana karşı durdu. Peygamber (s.a.v.) kendisine uyan o bir gruba bir rek'at kıldırdı ve kendisi ay­akta durdu. Onlar ise kendi kendilerine namazı kılıp ta­mamladılar. Sonra ayrılıp düşmana karşı durdular ve daha önce düşmana karşı durup bekleyen grup geldi, Peygam­ber (s.a.v.) kalan rek'ati onlarla birlikte kıldı (onlara kıldırdı) ve sonra onlar kendi kendilerine namazlarını ta­mamlayıp Peygamberle birlikte selam verdiler."[513].

îbn Ömer (r.d.) dan yapılan rivayete göre: Adı geçen diyor ki: Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz iki gruba ayırdığı askerlerden bir gruba bir rek'at namaz kıldırdı, diğer grup düşmana karşı durdu. Namaz kılan grup ayrıldı ve arkadaşlarının yerine geçip düşmana karşı durdu. Diğer grup geldi ve Peygamber (s.a.v.) onlara bir rek'at kıldırdıktan sonra ken­disi selam verdi. Sonra da o ve diğer grup bir rek'at daha kılarak namazlarını tamamladılar."[514]. Böylece her grup, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte birer rek'at kılmış oldu.

Cabir (r,a.) den yapılan rivayette, diyor ki:   

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte korku na­mazına hazır oldum. Ö bizi iki s a ifa ayırdı ve arkasına aldı. Düşman ise bizimle kıble arasında bulunuyordu. Peygam­ber (s.a.v.) tekbir getirdi, biz de onunla birlikte tekbir ge­tirdik. O ruku'a vardı, biz de hep birlikte ruku'a vardık. O başını ruku'dan kaldırdı, biz de hep birlikte başımızı kaldırdık. Sonra secde için eğildi, arkasındaki saf da eğildi. Diğer saf ise düşmanın karşısında ayakta durdu. Peygam­ber (s.a.v.) ve arkasındaki saf secdelerini tamamlayınca diğer gerideki saf secdeye eğildi ve ayağa kalktılar. Sonra diğer saf öne geçti ve önde olan saf arkaya geçti. Sonra Peygamber (s.a.v.) ruku'a vardı, biz de hep birlikte ruku'a vardık. Sonra o ruku'dan başını kaldırdı, biz de hep bir­likte kaldırdık. Sonra o ve birinci rek'atte geride duran saf secdeye eğildiler. Geride kakın saf ise kalkıp düşmana karşı durdu. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz o Öne geçen saf ile secdeyi tamamlayınca, diğer gerideki saf secdeye eğildi de secde ettiler. Sonra Peygamber (s.a.v.) Efendimiz selam verdi, biz de hep birlikte se-lam verdik."[515]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Biz Resulüllah (s.a.v,) Efendimizle birlikte Zat-i -Rika' da bulunuyorduk. Namaz için duruldu; Resulüllah (s.a.v.) bir grup ile iki rek'at namaz kıldıktan sonra, o grup geri çekildi, diğer grup geldi, Resulüllah (s.a.v.) onlara da iki rek'at namaz kıldırdı. Böylece Hz._ Peygamber dört rek'at kılmış oldu; o iki grup ise iki rek'at kılmış oldular."[516]

Bu konuda İmam Şafii ile Nesai'nin el-Hasan'dan, onun da Cabir'den yaptığı rivayete göre, şöyle deniliyor: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz (savaş günlerinde) ashabından bir gruba iki rek'at namaz kıldırıp selam verdi. Sonra diğer gruba iki rek'at namaz kıldırıp selam verdi."

Hasandan, onun da Ebu Behre (r.a.) den yaptığı rivayette, Ebu Behrenin şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bize korku namazı kıldırdı: Ashabının bir kısmına iki rek'at kıldırdıktan son­ra selam verdi. Sonra onlar geri çekildi ve diğer kısım gelip onların yerine geçti ve Resulüllah (s.a.v.) onlara da iki rek'at namaz kıldırdıktan sonra selam verdi. Böylece Pey­gamber (s.a.v.) dört rek'at , asha- bı ise iki rek'at kılmış ol­dular."[517]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:

"Necd gazası yılında idi, Resulüllah (s.a.v.) Efendimi­zle birlikte korku namazı kıldım. Resulüllah ikindi na­mazına kalktı, bir grup da onunla birlikte kalktı. Diğer bir grup düşmana karşı durup arkaları kıble tarafına dönük bulunuyordu. Peygamber (s.a.v.) (namaz için) tekbir getir­di, kendisine uyan grup ile düşmana karşı duran grup da tekbir getirdiler. Sonra Peygamber (s.a.v.) ruku'a vardı, ar­kasındaki grup da ruku'a vardı. Sonra Peygamberimiz (s.a.v.) secdeye vardı, düşmana karşı duran grup onunla birlikte secde etti, diğeri ise ayakta durup düşmanı gözetledi. Sonra Peygamber (s.a.v.) secdeden kalktı, onunla birlikte secdeye varanlar da kalktılar ve düşmana karşı gittiler, düşmana karşı durup bekleyen grup geldi, rüku' ve secde yaptılar. Resulüllah (s.a.v.) ise bulunduğu hal üzere bekliyordu. Sonra o grup secdeden kalktı. Peygamber (s.a.v.) tekrar ruku'a vardı, onlar da onunla birlikte ruku'a vardılar. Peygamber (s.a.v.) secde etti, onlar da onunla bir­likte secde ettiler. Sonra düşman karşısında beklemekte olan grup geldi rüku' ve secde yaptılar. Resullah (s.a.v.) ve yanında olanlar oturmuş vaziyette bekliyorlardı. Sonra sel­am verme durumuna gelindi. Peygamber (s.a.v.) selam ver­di, onların hepsi de onunla birlikte selam verdi.

Böylece hem Resulüllah (s.a.v.) , hem de ona uyan iki ayrı grup ikişer rek'at namaz kılmış oldular."[518].

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Zî-Kaared'de namaz kıldı, oradaki insanlar onun arkasında iki saf oluşturdular: Bir saf Peygamber'e uymak üzere tam arkasında dururken, diğer saf düşmana karşı durdu. Peygamber (s.a.v.) Efendi­miz, arkasında durup kendisine uyan grubla birlikte bir rek'at namaz kıldı. Sonra bunlar kalkıp diğer grubun ye­rine geçtiler, o diğer grup geldi, Peygamber (s.a.v.) onlarla birlikte bir rek'at namaz kıldı ve artık o iki grup da geriye kalan bir rek'ati kaza etmediler."[519]

Salebe b. Zehdem (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Biz, Saîd b. As (r.a.) ile birlikte Taberistaıı'da bulu­nuyorduk. O bize şöyle sordu:

-Sizden kim Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte korku namazı kıldı?               .

Bunun üzerine Hz. Huzayfe (r.a.) ona: - Ben kıldım, diye cevap verdi ve şöyle anlattı:

"İki gruptan her birine bir rek'at kıldırdı ve onlar he­rhangi bir rek'ati kaza etmediler (yani bir rek'atl« yetindil­er)[520]

Yine İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:

"Cenab-ı Hak sizin peygamberinize hazarda (eyleşik bulunulan halde ) dört rek'at, seferde ise iki rek'at ve kor­kulu vakitlerde bir rek'at farz kılmıştır."[521].

Bu rivayetlerin sıhhat dereceleri üzerinde durmadan her bi­rinin korku namazı hakkında delalet ettikleri farklı hüküm ve manaları belirtmemizde yarar vardır:

1- Korku namazı iki rek'attir; bir rek'ati imamla, bir rek'ati de imamsız olarak kılınmıştır.

2- Peygamber (s.a.v.) korku'namazının iki rek'atini de sözü edilen iki grup cemaata imam olup kıldırmış tır.

3- Peygamber (s.a.v.) Efendimiz korku namazım her gruba ikişer rek'at olarak kıldırmış ve böylece kendisi dört rek'at o-larak kılmıştır.

4- Korku namazını Peygamber (s.a.v.) iki rek'at olarak kılmış, ona uyan gruplar ise bir rek'at olarak kılmışlar ve kalan bir rek'ati ise imamsız ki İmamı şiardır. Bundan, korku namazının bir rek'at olduğu anlaşılıyor.

5- İbn Abbas'm (r.a.) ifadesiyle, korku namazı bir rek'at o-larak farz kılınmıştır.

Görüldüğü gibi, bu beş rivayet ve hüküm arasını birleştirmek ve öylece sağlıklı bir hüküm çıkarmak lüzumu ortaya çıkıyor. Bunu da daha çok müctehid imamların ictilıad, istidlal ve ihticaclarıhı gözden geçirdikten sonra belirtmekte fayda vardır:

a) Hanefilere göre: Seferi halde imam iki rek'at olarak kılar. Eyleşik halde ise dört rek'atliler dört rek'at olarak, üç rek'atli üç rek'at olarak, sabah farzı da iki rek'at olarak kılınır ve düşman korkusu sebebiyle rek'atlerde bir eksiltme söz konusu ol­maz.

Bu durumda imam kendisine uyacak olan cemaati iki saffa ayırır: Bir saffı düşmana karşı durmak üzere görevlendirir, diğer saffı arkasına alıp -yolculuk halinde iseler- onlara bir rek'at kıldırır ve onlar ayrılıp düşmana karşı dururlar, diğer saf gelip beklemekte olan imama uyarak onunla birlikte kalan bir rek'ati kılar. Sonra ayrılıp düşmana karşı dururlar ve diğer saf gelip ka­lan bir rek'ati kıraatsiz olarak kılarlar ve ayrılıp düşmana karşı dururlar, diğer saf gelip kalan bir rek'ati kıraatsiz olarak kılıp namazlarını tamamlamış olurlar. [522]

Böylece imam da, cemaat de seferi halde düşman korkusu baş gösterdiği vakitlerde dört rek'atli namazları ikişer rek'at, diğer namazları aynen kılarlar.

b) Şafiilere göre: Korkulu vakitlerdeki duruma ve şartlara göre "korku namazı" dört şekilden biriyle kılınır:

1- Düşman kıble cihetinde ise, imam, namaz kılacakları iki saffa ayırır da onlara namaz kıldırır: Her iki saf da imamın ar­kasında yerlerini alırlar. İmam secde edince bir saf imamla bir­likte eğilip onunla" iki secdeyi ifa eder; diğer saf ayakta düşmana karşı durur. O saf imamla birlikte secdeden kalkınca imamla bir­likte ayakta dururlar, diğer saf secdeleri yerine getirir ve kalkıp onlara lahik olurlar. İlk gözetlemede bulunan saf ikinci rek'atte imamla birlikte secdeye varıp onları yerine getirirken, diğer saf ayakta   gözetlemede   bulunur.   İmam   teşehhüde   oturunca, gözetlemede olan saf secdeye eğilir ve iki secdeyi yaptıktan sonra imama yetişip onlar da teşehhüde otururlar ve hep birlikte teşehhüdü yerine getirip selam verirler. Bu, Usfan denilen mev­kide Resulüllah'm (s.a.v.) kıldırdığı korku namazıdır.

2- Düşman kıble cihetinden başka bir tarafta ise,, imam yine orduyu iki saffa ayırır ve her biriyle ayrı olarak namaz kılar.

Bu, Resulüllah'ın (s.a.v.) Batn-î Nahl'de kıldırdığı korku na­mazıdır.

3- Düşman yine kıble cihetinden başka bir tarafta ise, imam orduyu iki saffa ayırır: Bir saf düşmana karşı durup gözetlemede bulunurken diğer saf imamla birlikte bir rek'at kılar, ikinci rek'ate kalkılınca o saf ikinci rek'ati imamsız olarak kıldıktan sonra düşmana karşı gözetleme yerine gidip durur, diğer saf, ayakta beklemekte olan imama gelerek tabi olur. İmam onlara bir rek'at kıldırır ve teşehhüde oturunca onlar kalkıp ikinci rek'ati kendi başlarına kılıp tamamlar ve teşehhüdde beklemekte olan imama lahik olup onunla beraber selam verirler.

Bu da Resulullah (s.a.v.) Efendimizin Zatü'r-reka' mevkiinde kıldırdığı bir diğer korku namazıdır.

4-Savaş başlar da ortalık karışır veya başlamak üzere olur da korku ve endişe had safhaya varırsa, artık mü'minler ister süvari, ister yaya olarak nasıl imkan bulurlarsa öylece namaz­larını kılarlar. Bu durumda kıbleden sapmaları söz konusudur ki, mazur sayılırlar. Rüku1 ve secde imkanı bulamadıkları takdirde baş işaretiyle onları yerine getirirler.[523]

c)  Hanbelîlere göre:   Korku namazı kitap ve sünnet ile sabit olmuştur.

Düşman ile aynı hizada bulunuyorlarba, imam orduyu iki gruba ayırır; bir grubu gözetlemede bulunmak üzere düşmana karşı gönderir, diğer guruba bir rek'at namaz kıldırır ve o grup ayrılıp düşmana karşı gözetleme yerine geçer, gözetlemede bulu­nan grup gelir de ayakta beklemekte olan imama uyar ve onunla birlikte bir rek'at namaz kılar. Her grup imainla bir rek'at kıldıktan sonra geri kalan bir rek'ati kendi başına kılar ve teşehhüdde beklemekte olan imama uyup selam verir.

Korku konusu namazın rek'atlerini azaltmaya tesir etmez. Yani seferi halde iseler dört rek'atli farzları iki rek'at, eyleşik halde iseler dört rek'at olarak kılarlar.[524]

d)  Malikilere göre: Bu mezhep imamlarının görüş ve icti-hadlan, Hanbeli imamlarının görüş ve içtihadıyla aynıdır.[525]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

520 no'lu Salih b. Havvat hadisi sahihtir. O bakımdan İmain Şafii, İmam Malik, Ebu Sevr ve diğer bazı ilim adamları bununla istidlal ve ihticac etmişlerdir.

Nitekim Ali b. Ebî Talib, ibn Abbas, îbn Mes'ud, îbn Ömer, Ebu Hüreyre, Zeyd b. Sabit, Ebu Musa ve Sehl b. Ebî Hayseme'nin * de mezhepleri budur, Allah hepsinden razı olsun.

521 no'lu İbn Ömer hadisi sahihtir. Müctehidlerin çoğu bu hadisle de istidlal etmişlerdir. Bu hadis, korku namazının sadece iki rek'at olduğuna delalet etmiyor, seferi halde bulundukları için iki rek'at kıldıkları anlaşılıyor. Böylece imamın her taifeye bir rek'at kıldırması ve geriye kalan bir rek'atin her taifenin kendi başına kılarak namazlarını tamamlamaları söz konusu oluyor.

522 no'lu Cabir hadisinin isnadı üzerinde duranlar olmuşsa da, ilim adamlarının çoğuna göre sahihtir. Burada secde konusu farklı biçimde yer almıştır. O bakımdan müctehidlerin çoğu bu­nunla istidlal etmemişlerdir.

523 no'lu Cabir hadisinin de isnadının sahih olduğu belirtil­miştir.  Ancak  seferi  halde  bulundukları  halde  dört  rek'at kılmaları üzerinde hayli durulmuştur: Müctehidierin önemli bir kısmına göre, onun iki rek'ati farz, iki rek'ati sünnettir. Nitekim 523 no'lu el-Hasan rivayeti de bunu kuvvetlendirmektedir. Gerçi îbn Kattan, Ebu Bekir'in korku namazı vuku' bulduktan bir müddet sonra Islama girdiğini ve o sebeple bu rivayetin malul bu­lunduğunu söylemişse de, Hafız İbn Hacer bu tesbiti hadisin sıhhatma te'sir eden bir illet olarak görmemiştir. Nitekim İmam Şafii bu hadislerle istidlal etmiştir.

Ebu Cafer et-Tahavî yukarıda iki hadiste belirtilen korku namızmm dört rek'at kılındığı şeklindeki hükmün neshedildiğini, yani bu hükmün kaldırıldığım belirtmişse de bunu isbat eder an­lamda bir delil ortaya koyamamıştır.[526].

525  no'lu Ebu Hüreyre hadisi hakkında Ebu Davud ve el-Münzeri susup birşey söylememişlerdir.  Nesai,     "Bunun is--nadmdaki ricalin hepsi sahihtir." diyerek hadisin istidlale salih bulunduğunu belirtmiştir. Ebu Davud ise, bu hadisi ayrıca diğer bir tarikten sevkederek almıştır. Ancak isnadında Muhammed b. îshak bulunuyor ki, bu zat hakkında söylenenler pek şöhret bul­muştur.[527].

526  nolu îbn Abbas hadisini Nesai tahlil ederken ricalinin sahih olduğunu belirtmiş ve Hafız İbn Hacer bununla ihticac edip üzerinde bir söz, bir hüküm beyan etmemiştir.[528]. Aynı zaman­da İbn Hibban da bu hadisi sahihlemiştir.

527 nolu Salebe hadisinin isnadındaki ricalin hepsi sahihtir. Bununla beraber Ebu Davud, el-Münzeri ve îbn Hacer bu rivayet üzerinde bir görüş beyan etmemişlerdir.

528  nolu îbn Abbas hadisi üzerinde durulmuş ve bu bâbda Nesai'nin Cabir'den, Bezzar'ın İbn Ömer'den yaptıkları rivayetin isnadının zayıf olduğu tesbit edilmiştir. Bu ikisinin rivayet ettiği hadis şöyledir: "Korku namazı ne yönde olursa olsun, hangi tarzda bulunulursa bulunulsun bir rek'attir." [529]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Korku  namazı,   düşmana  karşı  çıkılıp  tehlike  baş gösterdiği günlerde veya vakitlerde kılınır.

2- Seferi durumda iseler, diğer seferi hallerde olduğu gibi dört rek'atli farzları iki rek'at olarak kılarlar. Sabah ve akşam na­mazı ise, kısaltma yapılmadan aynen kılınır.

3- Eyleşik durumda iseler, hiçbir namazda kasr (kısaltma) yapılmaz.

4- Seferi halde imam orduyu veya beraberinde bulunan bir­liği iki gruba ayırır, bir grup düşmana karşı gözetleme durumuna geçer, diğer grup imama uyup bir rek'at kıldıktan sonra ya geri kalan bir rek'ati kendi başlarına kılıp öylece düşmana karşı dura­rak gözetleme vaziyeti alırlar ya da o rek'ati kılmadan gözetleme yerine geçip beklerler. İkinci grup ayrılıp kendilerini ayakta bek­lemekte olan imama uyarak onunla birlikte bir rek'at kıldıktan sonra ayrılırlar, bu durumda birinci grup gibi, ya kalan bir rek'ati , kendi başlarına kılıp öylece düşmana karşı vazi-yet alırlar, ya da kılmadan gidip vaziyet alırlar ve ikinci grupla birlikte oturmakta olan imama uyup birlikte selam verirler.

5- Eyleşik durumda iseler, imam her gruba iki rek'at kıldırır ve geri kalan iki rek'ati onlar kendi başlarına kılıp tamamlarlar,

îmam ile birlikte selam verme imkanları varsa ona göre bir ayarlama yaparlar. O imkan yoksa, kendi başlarına kıldıkları iki rek'atten sonra selam verirler.

6- imam ile birlikte kılma imkanları olmadığı takdirde herkes yalnız başına imkan bulduğu şekilde kılar.

7- Rüku ve secde etme imkanı olmadığı vakitlerde baş işaretiyle bunları yerine getirir. Ayakta durup kıraati o vaziyette yerine getirmek mümkün olmadığında yürüdüğü halde bu rüknü eda eder.

Bu hususta müctehid imamların farklı ictihadları vardır. Onları bundan sonraki kısımda belirteceğiz. [530]

 

Tehlike Artıp Korku Şiddetlendiği Zaman Namaz Nasıl Kılınır?

 

Namaz , vakti girince farz-ı ayn olarak kılınması gerekli bir ibadettir. Fevkalade bir durum olmadıkça geciktirilmesi, yani ka­zaya bırakılması caiz değildir.

Bilindiği gibi, namazın 12 farzı vardır. Bunların altısı namaz dışında olanıdır ki, namazın şartları olarak belirlenir. Altısı ise içindedir ki, bunlar namazın rükünleri olarak bilinir. Zaruri bir hal ortada yokken namazın şartlarından birinin terki namazın sıhhatma mani olur, böylece kılman namaz sahih olmaz. Rükünlerden birinin terki namazın bozulmasına ve yeni-den kılınmasına sebeb olur.

Ancak savaş halinde şiddetli korku ve tehlike baş gösterdiğinde bu rükünlerden birinin veya birkaçının terkinden dolayı namaz bozulur mu, yani kılman namaz sahih olur mu? Aynı zamanda böyle durumlarda bazı rükünleri terketmektense namazı kazaya bırakmak, yani geciktirip vaktin dışına çıkarmakta bir sakınca var mıdır?

Bütün bu hususları ancak hadislerden ve hadislerin ışığında ictihad eden . fakihlerin görüş ve tesbitlerinden öğrenmemiz mümkündür. [531]

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

îbn Ömer (r.a.) den yapılan rivayette, adı gecen diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz korku namazını vasfed-er-ken şöyle buyurdu: "Eğer kot-ku bundan da şiddetli olur­sa, o takdirde (namazı) süvari ve yaya olduğunuz halde (nasıl mümkünse Öyle) kılarsınız."[532]

Abdullah b. Üneys (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulülîah (s.a.v.) efendimiz beni, Halid b. Süfyan el-Hüzeli'ye gönderdi. Halid Arefe ve Arafat cihetinde idi. Peygamber (s.a.v.) bana şu emri verdi: "Git, onu öldür."

Onu gördüğüm zaman ikindi vakti girmiş bulunuyordu. Ben, benimle onun arasındaki mesafeyi aşmak sebebiyle namazın gecikmesinden pek endişe etmiyordum. (Yani vakit çıkmadan onun işini bitireceğimi tahmin ediyordum). Bununla beraber (ne olur, ne olmaz) hem yaya olarak yürümeye devam ettim, hem de ona doğru yönelik halde baş işaretiyle namazı kılmaya başladım. Ona yaklaştığımda, bana dönüp sordu: "Sen kimsin?" cevap verdim: "Araplardan bir adamım. Bana ulaşan bilgiye göre, sen şu adam (Hz. Muhammed) e karşı (adam) top- luyor muşsun, işte onun için sana geldim". O da: "Evet, ben bu hususta (bir şeyler toplayıp hazırlık içinde) bulunuyorum" dedi. Onunla birlikte bir saat kadar yürüdüm; ta ki imkan hasıl oldu ve kılıcımla onun üzerine çullandım ve (vücudu) soğuyuncaya kadar" üzerinde durdum."[533]

îbn Ömer (r.a.) den-yapıİ'an rivayette, adı geçen diyor ki : "Resulüllah (s.a.v.) Efendimnz Ahzab (savaşın)dan döndüğü gün aramızda durup şöyle seslendi: 'Sizden hiç kimse Benî Kurayze'ye varmadan ikimîli namazını kılmasın." Bununla beraber insanlar ikindi ! namazının fevt olmasından (vaktinin çıkmasından) enjdişe ettiler de henüz Benî Ku­rayze'ye varmadan namazı ^ıldılar. Bir diğer grup ise : "Biz ancak Peygamber (s.a.v.)     Efendimiz'in emrettiği yere varınca namaz kılarız, isterse vakit çıkmış olsun" dediler. (Resulüllah (s.a.v.) ile buluştukları zaman, durum ona arze-dildi). Resulüllah bu iki gruptan hiçbirini kınamadı."[534].

 

Fakih İmamlarının İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Korku ister düşmandan, isterse bir ca­navardan olsun, belirtilen şekilde namaz kılınır. Aynı zamanda durup, kılmak tehlikeli olduğu takdirde yürüdüğü halde namazını kılar. Ancak namaz kılarken düşmanla savaşırlarsa, namaz hükümsüz olur. Çünka savaş, namazla ilgili amellerden değildir.

Savaş tehlikesi artar da korku şiddetlenirse, o takdirde süvari halde hangi yöne müteveccih bulunurlarsa bulunsunlar herkes kendi başına namazını kılar. Rukü' ve secdeleri baş işaretiyle yerine getirirler. Normal duruma geçince bu vaziyette kılman namazın iadesi gerekmez.

Belirtilen durumda süvariler cemaat halinde namaz kılmazlar. Bu hem mümkün değil, hem de tehlike arzedebilir. An­cak aynı binek üzerinde bulunan iki kişiden öndeki imam, ar­kasındaki cemaat olabilirler.[535].

Savaş halinde süvari olan kimse namaz kılmak için bineğinden inip kılması mümkün olduğu takdirde hayvan üzerinde kılması caiz olmaz.

Savaş bilfiil başlamışsa, artık namaz kılınmaz ve geciktirilir. Nitekim Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Hendek gazasında günün Önemli kısmında devamlı savaş halinde bilfiil bulunduğu için dört vakit namazını kılamadı ve savaştan sonra karanlık çökünce on­ları' kaza ettikten sonra şöyle buyurdu: " Bizi^vusta (ikindi veya öğle veya akşam) namazından alıkoydular. Allah onların kabirlerini ateşle doldursun."[536].

b)  Şafîilere göre: Savaş iyice kızıştığı ve korku arttığı za­man ister süvari, ister piyade olsunlar imkanları nasıl elverirse öylece namaz kılarlar. Bu durumda kıbleden başka cihete sapma­larında mazur sayılırlar. Aynı zamanda namaz efaline uymayan hareketlerde bulunmalarından dolayı da namazları bozulmaz. En sahih tesbit de budur.. Rüku1 ve secde yapmaktan aciz olurlarsa, baş işaretiyle bu rükünleri yerine getirirler, ancak secde için biraz

fazla başlarını eğerler. Normal duruma geçilince artık savaşta kıldıkları namazları kana etmeleri gerekmez.[537]

c) Hanbelilere gdre: Savaş iyice kızışır, korku ve tehlike artarsa, o takdirde süvari veya piyade olarak nasıl mümkünse öyle namaz kılınır. Kıbleye yönelmek mümkün olmadığı takdirde hangi cihete yönelik olurlarsa olsunlar namazlarını kılarlar. Rüku ve   secdeyi   baş   işaretiyle   yerine   getirirler. • Bilfiil   savaşı sürdürürken yine de namazı geciktirmezler, yani vaktinden çıkarmazlar.[538]

d) Malikilere  göre: Savaş kızışır da tehlike artarsa, kılıçlar, yani silahlar da yerinde kullanılırsa, artık herkes imkan nisbetinde namazını baş işaretiyle kılar, onu vaktinin dışına çıkarmamaya çalışır.. Bu durumda ister süvari, ister piyade duru­munda olsunlar namazı terketmezler.[539]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

536 no'lu İbn Ömer hadisi aynı zamanda Buharî'de Bakara Suresi'nin tefsirinde şu lafızla geçmektedir: "Eğer korku bundan da şiddetliyse,, (savaşçılar) yaya olarak ayakta durdukları halde  veya  süvari     bulundukları  halde  namazlarını kılarlar; yüzlerini kıbleye veya,başka bir cihete çevirmiş halde bunu yerine getirirler."

Müslim'de de buna yakın şekilde rivayet edilmiş; İbn Hu-zeyme de bu anlamda Malik hadisini nakletmiştir.

Nevevî el-Mühezzeb şerhinde diyor ki: "Bu rivayet korku namazımn hükümlerinden bir hükmü beyan etmektedir ki, tefsire muhtaç değildir."

537 no'lu Abdullah b. Üneys hadisi hakkında Ebu Davud ve el-Münzerî susup bir şey söylememişlerdir. İbn Hacer ise bunu ha-senlemiştir.

Her iki hadis de korku şiddetlendiği zaman imkanın elver­diği şekilde namaz kılmanın cevazına ve sıhhatına delalet etmek­tedir.

538 no'lu îbn Ömer hadisi sahihtir ve ictihad düzeyinde bu­lunan her müctehidin içtihadında musab olduğuna delalet etmektedir. Buharı ve diğer ilim adamları bu hadisle istidlal edip ima ile namaz kılmanın caiz olduğunu belirtmişlerdir. [540]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-Savaş kızıştığı zaman, savaşçılar ister yaya, ister süvari durumunda bulunsunlar, namazları terketmeyip kılarlar. Ancak İmam  Ebu Hanife'ye  göre,  savaşın fiilî durumunda namaz kılınmaz, geciktirilir,

2- Kıbleye yönelmek mümkünse yönelilir, değilse herhangi bir cihete yönelik bulunulduğu halde kılınır.

3- Rüku' ve secdeler baş işaretiyle yerine getirilir

4- Vaktinde eda edildiğinden, normal zamana geçilince kaza edilmez. [541]

 

Güneş Tutulma Namazı

 

Şüphesiz ay ve güneş Allah'ın varlığına ve kudretinin . yüceliğine delalet eden iki önemli ayet ve belgedir.

Ayın dünya ile güneş arasına girmesiyle güneş tutulması olayı meydana gelir.

Ayın yörüngesi dünya ile güneş arasından geçerse, o zaman ayın gölgesi dünyanın üzerine düşer. Böylece dünyanın gölgede kalan yerlerinde güneş görülmez olur. Buna "Güneş Tutulması" denir.

Dünya devamlı surette güneşe karşı bulunduğu için uzaya doğru dünyadan bir gölge konisine rastladığı zaman dünyadan kısmen veya tamamen görünmez olur; yani dünya, güneşle ay arasında bulunduğu için ay üzerine gölgesi düşer; bu gölge onun birkısmmı veya tamamını kaplar. Böylece "Ay Tutulması" olayı meydana gelir.

Namaz vakitlerini güneş saatlerine göre düzenleyip yerine getirmenizi emreden İslam Dini, ilahî düzenlemenin kusursuz de­vam etmesine, saniye şaşmadığına delalet eden güneş ve ay tutul­ması olayından dolayı Cenabı Hakk'm kudretinin yüceliği karşısında eğilip secde etmemizi emretmesi yadırganabilir mi? Bunun kadar tabii ne olabilir? Sözü edilen olaydan dolayı namaz kılmak güneş ve aya değil, onları yaratıp belli hesaplara bağlayarak insanoğlunun hizmetine veren Allah'adır. [542]

 

İlgili Hadisler:

 

Abdullah b. Amr (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Peygamber (s.a.v.) zamanında güneş tutulması mey­dana gelince, "es-Salate Camiaten" diye namaza çağırıldı. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir secde, iki rüku1 yaptı. Sonra kalktı bir secde, iki rüku1 daha yaptı. Arkasından güneş açıldı (tutulma olayı sona erdi)." Yani iki rek'at ola­rak kıldı. Her rek'atinde iki rüku', bir secde yaptı.

Hz. Aişe (r.a.) diyor ki: "Bundan daha uzun ne rüku', ne de secde yapmış bulunuyordum."

Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz devrinde güneş tutul­ması olayı meydana geldi. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) bir çağırıcı göndererek "es-Salate Camiaten" dedir­terek namaza davet ettirdi ve kalkıp dört rüku' ve dört sec­deyle iki rek'at namaz kıldı."

Yine Aişe (r. a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in hayatında (yaşadığı zaman) güneş tutulması olayı meydana geldi. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) çıkıp Mescid'e gitti. Namaza dur­up tekbir getirdi; insanlar da Onun arkasında durup saf bağladılar. Peygamber uzun kıraatte bulunduktan sonra uzun bir rüku1 yaptı ki bu birinci kıraatten biraz aşağı (kısa) idi. Sonra başını kaldırdı ve SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMIDEHU RABBENA LEKE'L-HAMD dedi. Sonra ayakta durup yine birinci kıraatten biraz aşağı (kısa) olmak üzere uzun kıraatte bulundu. Sonra tekbir getirip, birinci rüku'dan biraz kısa rüku' yaptıktan sonra başını kaldırıp SEMI'ALLAHÜ LİMEN HAMİDEHU RABBENA LEKE'L-HAMD dedikten sonra secdeye vardı. Sonra bunun gibi ikinci rek'ati kıldı ve böylece dört rek'ati dört secdeyle ta­mamladı ve O henüz namazı bitirmemişti ki güneş açılıverdi.

Sonra Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz kalkıp hutbe oku­du, Allah'a layık olduğu şekilde senada bulundu ve sonra şöyle bu-yurdu: "Şüphesiz ki güneş ve ay, Aziz ve Celil olan Allah'ın ayetlerinden iki ayettir. Bunlar ne bir kimsenin ölümü, ne de hayatı (ve doğumu) için tutulurlar. Ancak siz güneş ve ayın tutulduğunu gördüğünüz zaman namaza yonelip ondan yardım ve medet bekleyin."

Ibn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Güneş tutulması' olayı meydana geldi. Resulüllah

 (s.a.v.) namaza durdu, Bakara Suresi uzunluğunda.kıraati uzattı. Sonra uzun bir rüku' yaptı. Sonra başını kaldırıp ayakta uzun süre durdu ki bu birinci kıyamdan biraz kısa idi. Sonra birinci rüku'dan biraz kısa olmak üzere uzun bir rüku' yaptı. Sonra secdeye vardı ve arkasından kalkıp bi­rinci kıyamdan biraz az olmak üzere uzun bir kıyamda bu­lundu. Sonra birinci rüku'dan biraz az olmak üzere uzun bir rüku' yaptı. Sonra başını kaldırdı ve birinci kıyamdan biraz kısa olmak üzere uzun bir kıyamda bulundu. Sonra yine birinci rüku'dan biraz kısa olmak üzere uzun bir rüku' yaptı. Sonra secdeye varıp namazı bitirince güneş te açılmış oldu. Arkasından şöyle buyurdu:

"Şüphesiz ki güneş ve ay, Allah'ın ayetlerinden iki ay­ettir. Bunlar ne bir kimsenin ölümü, ne de hayatı için tutu­lurlar. Siz böyle bir olayı gördüğünüz zaman Allah'ı anın.."[543]

Esma (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen demiştir ki:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, güneş tutulması sebebiyle na­maza durdu ve kıyamı uzattı. Sonra uzun bir rüku' yaptı; ar­kasından kalkıp yine uzun bir kıyam ve uzun bir rüku' yaptı. Son­ra başını kaldırch ve secdeye gitti ve secdeleri uzattı. Sonra kalkıp uzun bir kıyam yaptı; sonra rüku'a varıp uzun süre rüku'da dur­du. Sonra kalkıp uzun bir kıyam daha yaptı; sonra uzun bir rüku1 yaptı. Sonra başını kaldırdı.ve secdeye varıp secdeleri uzun tuttu. Sonra başını kaldırdı, sonra yine secdeye vardı ve onu da uzun uttu. Sonra namazı bitirdi."[544]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayette, diyor ki:

"Resulüllah (s.a.v.) zamanında güneş tutulması olayı meydana geldi. Bu sebeple Resulüllah (s.a.v.) ashabıyla birlikte namaz kıldı: Kıyamı o kadar uzattı ki, (neredeyse) ashab yere kapanacaktı. Sonra rüku'a vardı ve uzattı. Son­ra yine uzun bir rüku1 yaptı. Sonra iki secde yaptı. Sonra ayağa kalkıp birinci rek'atte yaptıklarını aynen yaptı ve böylece dört rüku' ve dört secdeyle (iki rek'at) kılıp tamam­ladı."[545].

Yine Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz zamanında güneş tutul­ması olayı meydana geldi. Resulüllah (s.a.v.) o sebeple na­mazı altı rüku' ve dört secdeyle kıldı."[546].

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, demiştir ki:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz güneş tutulması sebe­biyle namaz kıldı: Ayakta okudu; sonra rüku'a vardı. Sonra kalkıp tekrar okudu ve rüku'a vardı. Sonra kalkıp tekrar okudu ve rüku'a vardı. Sonra da secdeye vardı. Diğer rek'at de bunun gibi idi."[547].

Yine îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Peygamber (s.a.v.) güneş tutulması sebebiyle namaz kıldı: Ayakta okuduktan sonra rüku'a eğildi. Sonra tekrar okudu ve rüku'a eğildi. Sonra yine kalkıp okudu ve rüku'a vardı. Sonra yine kalkıp okudu ve rüku'a eğildi. Ondan sonraki rek'atte bunun gibi yaptı."[548]

Diğer bir lafızla: "Resulüllah (s.a.v.) sekiz rüku'u dört secdeyle kılmış oldu."

Ubey b. Kah (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz zamanında güneş tutul­ması olayı meydana geldi. O sebeple Resulüllah (s.a.v.) as-habıyla birlikte namaz kıldı: Uzun surelerden birini okudu ve beş rüku', iki de secde yaptıktan sonra ikinci rek'ate ka­lktı; yine uzun bir sure okudu, beş rüku' iki secde yaptıktan sonra, diğer namazlarda olduğu gibi kıbleye yönelik vaziyette oturdu ve güneş açılıncaya kadar dua etti."[549]

Güneş tutulması sebebiyle kılman namazda kıraat aşikar ol­arak yerine getirilir.

Bu konuda Hz. Aişe (r.a.) diyor ki: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz güneş tutulması sebebiyle kıldığı namazda kıraati aşikar yerine getirdi; böylece iki rek'atte dört rüku', dört de secde yaptı."[550].

Bu hadisin aksine ikinci bir rivayet Semüre (r.a.) den yapılmıştır. Adı geçen diyor ki: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bize güneş tutulması sebebiyle iki rek'at namaz kıldırdı. Namazda On­dan hiçbir ses duymadık (kıraati gizü okudu)."[551]

 

Ay Tutulması Namazı:

 

Hasan el-Basrî (rahmetullahi aleyh) diyor ki: "îbn Abbas (r.a.) Basra'da enıfr olarak bulunduğu bir sırada ay tutulması olayı meydana geldi. Bunun üzerine adı geçen çıkıp bize iki rek'at namaz kıldırdı ki her rek'atte iki defa rüku' yaptı. Sonra ayrılıp bineğine binince şöyle dedi: "Ben, Hz. Peygamberin (s.a.v.) na­maz kıldırdığı gibi namaz kıldırdım, Ondan gördüğümü ay­nen yaptım."[552]

 

Hadislerin ve Rivayetlerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Güneş tutulması olayı sebebiyle namaz kılmak vacip midir, yoksak sünnet midir? Bu Hususta mezhep imamlarının farklı görüş ve ictihadlan olmuştur, imam Muhammed'in bu namazla ilgili beyanı, onun sünnet olduğuna dela­let etmektedir. Şöyle ki, adı geçen cemaatle kılman namazlardan söz ederken diyor ki: "Nafile namazlardan -Ramazan'da geceleyin Teravih ve bir de güneş tutulma namazı dışında- hiçbiri cemaatle kılınmaz." Müstesna minhunun cinsinden olduğuna bakılınca, güneş tutulması sebebiyle kılınan namazın da nafile (sünnet) olduğu anlaşılıyor.

Diğer bazı  fukahaya göre, hadislerde Resulüllah'in (s.a.v.) böyle bir olay karşısında mü'minlerin ne yapması gerektiğini şöyle açıklarken : "Allah'a hamd edin, O'nu tekbir getirerek ululaym, O'nu tesbîh edin ve namaz kılın." bunu emir siğasıyla söylemiştir. Malum başka karine olmadığı takdirde emir vücubu gerektirir.

İmam Ebu Hanife ise bu namaz hakkında şöyle demiştir: "Dilerseniz iki rek'at, dilerseniz dört rek'at ve dilerseniz daha faz­la pek'at kılabilirsiniz." Şüphesiz böyle bir tahyîr ancak nafile na­mazlar hakkında cari olur; farz ve vacip namazlar hakkında tahyîr söz konusu olamaz. Bu da, güneş tutulması sebebiyle kılınacak namazın sünnet olduğunu gösteriyor.

Güneş   tutulması namazı iki rek'attir; her rek'atinde bir rüku1 iki secde yapılır; diğer namazlardan farksızdır. Aynı zaman-, da cemaatle değil münferiden kılınır.[553]

b) Şafiilere göre: Güneş tutulması sebebiyle Peygamber (s.a.v.) namaz kılınmasını emretmiştir. Bunun için mekruh vakit yoktur. Namazdan sonra güneş açılınca imam hutbe okur. Tutul­ma olayı geçtikten sonra artık namaz kılınmaz.[554]

Böylece bu mezhebe göre, güneş tutulmasıyla ilgili namaz vaciptir. Çünkü Resulüllah'ın (s.a.v.) emd vardır. Emir ise vücubu gerektirir.

Güneş tutulması olayıyla ilgili, cumada olduğu gibi iki hutbe okunur. Hamd ve salat-ü selam ile başlanır. Müslümanlara hayır, iyilik, tevbe ve tekarrub ile tavsiye edilir.

Güneş tutulması namazı ezansız ve ikametsiz kılınır. [555]

 

Güneş Tutulması Namazının Kılınışı:

 

Namazı kıldıracak olan imam kalkar tekbir getirir ve farz namazlara başladığı gibi başlar, yani iftitah duasını okur. Sonra birinci rek'atte ezber biliyorsa Bakara suresini okur veya o nis-bette Kur'andan ayetler okur. Sonra rüku'a varır ve rüku'da Baka­ra suresinden 200 ayet okuyacak kadar bir süre durur. Sonra başını kaldırır ve SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHU RABBE­NA LEKE 'L-HAMD der. Sonra yine ayakta Bakara Suresinin 200 ayetine denk gelecek şekilde Kur'an'dan ayetler okur. Sonra rüku'a varır ve birinci rüku'da beklediği nisbetin üçte ikisi kadar bekler; sonra başını kaldırıp dikelir ve secdeye eğilir. Sonra ikinci rek'ate kalkar, ayakta Bakara suresinin 250 ayetine denk gelecek uzunlukta ayetler okur ve arkasından rüku'a varır, orada Bakara suresinin 70 ayetine denk gelecek uzunlukta ayetler okur; sonra başım kaldırır ve Fatihayı okur, arkasından Bakara Suresinin 100- ayetine denk gelecek uzunlukta ayetler okur. Sonra rüku'a varır ve Bakara suresinin 50 ayetine denk gelecek uzunlukta ayet­ler okur. Sonra başını kaldırıp dikelir ve secdeye eğilerek namazı tamamlar.

Bu namazın hem birinci, hem de ikinci rek'atinde Fatiha okunur. Onlardan birinde onu terkederse, o rek'ate itibar edilmez, yerine başka bir rek'at kılması gerekir ve namazın sonunda yanılma secdesi yapar.[556]

c) Hanbelilere göre: Güneş ve ay tutulmasıyla ilgili nama­za "Salatü'l-Küsûf' adı verilir. Eu iki olaydan biri meydana ge­lince, mü'minler namaza yönelip ya cemaat halinde, ya da yalnız başlarına kılarlar.

Güneş ve ay tutulmasıyla ilgili namaz, müekked sünnettir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) hem onu kılmış, hem de kılınmasını em­retmiştir. Bu namazın meşruiyeti üzerinde hilaf yoktur, yani buna muhalefet eden olmamıştır.

Sözü edilen namaz şöyle kılınır: Birinci rek'atte Fatiha ve uzun bir sure aşikar (yani sesli) okunur. Sonra rüku'a varılır ve rüku' uzatılır. Sonra rüku'dan kalkılır ve ayakta yine kıraatte bu­lunulur, ancak birincisi kadar uzun tutulmaz. Sonra rüku'a varılır ve yine birinci rüku'dan biraz kısa olmak üzere uzatılır. Sonra iki uzun secde yapılır. Sonra kalkılır bu iki rek'atin aynı olmak üzere iki rek'at daha kılınır ve böylece dört rüku' ve dört secdeyle bu na­maz kılınmış olur. Tabii namazın sonunda teşehhüde oturulur ve arkasından selam verilir.[557]

Ancak bu konuda müstehab olan şudur: İki rek'at namazı kılmak, birinci rek'atte iftitah duasından sonra euzü çekip Fati-hâ'yı ve Bakara suresini veya o uzunlukta Kur'an'dan ayet oku­nur. Sonra rüku'a varılır ve 100 defa teşbih getirilir. Sonra rüku'dan kalkılır ve SEMİ'ALLAHU LÎMEN HAMÎDEHU RAB­BENA LEKE'L-HAMD denilir. Sonra Fatiha ve.Al-i İmran Suresi veya bu sure uzunluğunda Kur'an'dan ayetler okunur. Sonra bi­rinci rüku'un üçte ikisi nisbetinde rüku'da durur ve yine SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHU denilir. Sonra secdeye varılır ve iki secde de uzatılır. Sonra ikinci rek'at buna nisbetle bi­raz kısa tutulur.

Böylece her rek'atte iki kıyam, iki kıraat, iki rüku1 ve iki sec­de yapılır. Gece olsun, gündüz olsun kıraat sesli okunur. Hutbe okunmaz. Çünkü İmam Ahmed'den buna daiı% yani hutbe okun­masına dair bir rivayet gelmemiştir.[558].

d) Malikilere göre: Dört rek'at olarak kılınır. Her rek'atte Fatiha okunur ve kıraat gizli okunarak yerine getirilir. Rüku1 uzun tutulur. Cemaat halinde kılınması nriistehabdır. Kadınlar ise kendi evlerinde bu namazı kılarlar. Böylece her rek'atte iki uzun rüku' ve iki kıyanı yapılır ve sonunda secde yapılarak namaz tamamlanır.[559]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

Her rek'atte iki rüku' yapıldığına dair birçok rivayetler vardır: Ahmed b. Hanbel'in Hz. Ali'den, Nesai'nin Ebu Hüreyre'den, Hafız Bezzar'm İbn Ömer'den (Allah hepsinden razı olsun) bu hususta rivayeti bu cümledendir. O bakımdan Hanefîle-rin çoğunun dışında diğer bütün müctehid imamlar bu rivayet­lerle istidlal etmişlerdir. Müslim'in Cabir'den yaptığı rivayette de buna yakın bilgi vardır.

547  nolu Cabir hadisini Beyhaki de rivayet etmiş ve onu Şafii'den naklettiğini belirtmişse de bu yanlıştır. Aynı hadisi Müslim kendi sahihinde Ebu Bekir b. Ebi Şeybe'den, o da İbn Nümeyr'den, o da Abdülmelik'den, o da Ata'dan, o da Cabir'den ri­vayet etmiştir.

548   nolu  îbn  Abbas   hadisini  Tirmizi,   Muhammed  b. ' Beşşar'dan, o da Yahya b. Said'den, o da Süfyan'dan, o da Habib b. Ebi Sabit'den, o da Tavus'tan, o da Peygamber (s.a.v.) efendimiz­den i'ivayet etmiştir. Ancak yapılan araştırmada Habib'iıl Ta-vus'dan  işitmediği  anlaşılmış  ve  o  bakımdan  hadis  malûl sayılmıştır. Nitekim Beyhaki bu hususta diyor ki: "Habib her ne kadar sıka (güvenilir) sayılsa da, o tedlis yapıp Tavus'tan işittiğini beyan etmemiştir."

549  nolu İbn Abbas hadisini her ne kadar Tirmizi sahihle-mişse de İbn Hibban onun sahih olmadığını belirtmiştir,[560]

550  nolu Ubey hadisini aynı zamanda Hakim ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Ancak senedi itibariyle Seyhan onunla ihticac etmemişlerdir. Bu demektir ki Buharı ile Müslim bu hadisi ihtica-ca uygun görmemişlerdir. îbn Seken ise onu sahihlemiştir. Hakim de irBunun ravileri doğru kişilerdir" diyerek tesbitini ortaya koy­muşsa da hadisin senedinde Ebu Cafer İsa b. Abdillah b. Mahaıı er-Razi bulunuyor ki, İbn Medeni onun hadîslerini birbirine karıştırdığım kaydetmiştir. îbn Main ise "O sıka (güvenilirdir)"   ' diyerek hadisiyle ihticac edilebilir görüşünü ortaya koymuştur.[561]

552 nolu Semure hadisine gelince: îbn Hibbaıı ile Hakim onu sahihlemiştir. Ancak İbn Hazm, onun ravilerinden Salebe b. İbad'ın cehaleti sebebiyle onun muallel olduğunu belirtmiş, yani bu bakımdan sıhhatini zedeler mahiyette böyle bir cehaletin söz konusu olduğuna dikkat çekmiştir. Nitekim îbn Medeni de onun meçhul bir kimse olduğunu söylemiştir[562].

Salebe tahinidendir. Semure (r.a.) den hadis istima' etmiştir, (işitmiştir.) Ondan da Esved b. Kays İstiska ile ilgili ha­disi rivayet etmiştir. Ancak İbn Medeni onun birçok meçhul kişilerden rivayet ettiğine dikkat çekerek sıka olmadığını belirt­mek istemiştir.

Şevkani de bu zattan söz ederek birtakım nakillerde bulun­muş ve Zehebi'nin tesbitlerini aktarmıştır.

Bu manada bir diğer hadisi Ebu Ya'la ile Beyhaki îbn Abbas (r.a.) dan şöyle rivayet etmişlerdir: "Güneş tutulması sebebiyle na­maz kılmakta olan Rasulüllah'ın (s.a.v.) yanında bulunuyordum. Kendisinden kıraati esnasında Kür'an'dan bir harf olsun işitmedim."

Ancak bu hadisin isnadında îbn Lüheya bulunuyor ki bu zat hakkında farklı görüşler vardır.

Güneş tutulmasıyla ilgili namazda kıraatin aşikar okunması hakkında Buharı, Hz. Aişe (r.a.) hadisini Semure hadisinden daha sahih kabul etmekte ve ihticaca salih olduğuna işarette bu­lunmaktadır. Ancak İmam Şafii bu konuda Semure hadisini tercih etmiş ve İbn Abbas'm (r.a.) rivayetine muvafık olduğunu sebeb-i tercin olarak göstermiştir.

553  nolu Hasan el-Basri rivayeti hakkında farklı tesbitler bulunuyor: Şevkani'nin tesbitine göre, sahih değildir. "Çünkü îbn Abbas (r.a.)   Basra'da bulunduğu yıllarda Hasan el-Basri orada bulunmuyordu" diyor.

Rivayeti sahih kabul edenler ise, Hasan el-Basri'nin "Bize namaz kıldırdı" sözünü te'vil ederek "Basra halkına namaz kıldırdı" manasına geldiğini belirtmişlerdir. [563]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Güneş tutulmasıyla ilgili namaz meşrudur. Sünnet ile sabit olmuş ve ashabın önemli bir kısmının rivayet ve ameliyle sübut bulmuştur.

2- Bu konuda daha çok kıyasa yönelen imam'Ebu Hanife, bunun da diğer farz namazlar şeklinde kılınacağını belirtmiştir.

3- iki veya dört rek'at olarak kılınabilir.

4- Cemaat halinde ve münferiden de kılınabilir.

5- Bu namaz için mekruh vakit hükmü kalkar, yani tutulma olayı hangi vakitte meydana gelirse gelsin kılınabilir. Bu daha çok imam Şafii'nin içtihadıdır.

6- Güneş  tutulma  olayı  geçip  güneş  tam  görülmeye başlayınca artık güneş tutulma namazı kılınmaz.

7- Namaz kılınıp güneş açılınca dua edilir; bazı müctehidlere göre hutbe okunur.

8- Bu namaz için ezan okunmaz, ikaamet getirilmez; sadece "es-Salat Camia" denir.

9- Güneş tutulmasıyla ilgili namaz imam Şafii'ye göre vacip­tir.

10- Her rek'atinde iki rüku' ve iki kıyam yapılır.

11- Kıraat ve rüku'lar uzun tutulur.

12- Secdeler normal tutulur.

13- Müctehidlerin çoğuna göre/kıraat aşikar okunur, imam Malike göre gizli okunur. [564]

 

İstiska (Yağmur Dileme)Namazı

 

Yağmur yağması, bulutların oluşup yağmur yüklenerek in­direcek duruma gelmesi şüphesiz ki birtakım fiziki kanunlara ve bilinen sebeplere dayanmaktadır. Ancak unutmamak gerekir ki bu kanunlar ve sebepler kendi haline bırakılmamıştır. Şart ve or­tam oluştuğunda yağmur yağması normal kabul edilirse de bazı hallerde her şeye rağmen yağmur yağmamakta ve kuraklık sürmektedir. Zira kainatta "tabii olaylar" denilen hemen her had­ise ilahi plan ve programa göre cereyan eder veya ona göre gerçekleşir. Gelişigüzel, sebepsiz, illetsiz, plansız ve programsız hiçbir olayın meydana gelmesi düşünülemez. Sebep ve illetleri ila­hî programa göre harekete geçiren görevli melekler vardır. Böylece bir olayın meydana gelmesini sağlayan sebepler ve illetler mevcut olunca, onları bağlı bulundukları kanunlar ve program doğrultusunda harekete geçiren melekler de ilahi irade düzeyinde hizmete katılırlar.

Ayrıca yağmurun oluşmasını sağlayan sebep ve illetler oluşmayabilir ve uzun süre yağmur yağmayıp ihtiyaç had safhaya gelebilir. Şüphesiz bu olayda da görevli meleklerin varlığını unut­mamak gerekir.

O bakımdan gerek sebeplerin oluşturulması,, gerekse o se­bepleri harekete geçirip yağmur yüklü bulutların meydana gelme­si için her şeyi kudretinin tasarrufu altında bulunduran Allah'a'el açıp dua etmek, nemli gözlerle dilekleri O'nun kapısına sunmak da kulluğumuzun gereği ve imanımızın bir başka belirtisidir.

Bunun için Allah'ı ve O'nun cari kanunlarını, melekleri ve görevlerini en iyi bilen Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz kuraklık baş gösterdiğinde tam tezellûl, teslimiyet ve mahviyet içinde çıkıp to­plu halde namaz kılmayı, dilekte bulunmayı tavsiye bu­yurmuştur. Zira bu durumda ilahi rahmet harekete geçip kul­larından yana tecelli eder. [565]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hz.Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, demiştir ki:

"Halk yağmur yağmamasından ve kıtlık tehlikesi söz konusu olduğundan dolayı Rasulüllah'a (s.a.v.) baş vurup hallerini arzettiler. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) min­berin açık havadaki namazgaha çıkarılmasını emretti ve yağmur namazı, duası için oraya çıkılacağı bir günü vadetti. O gün gelince Rasulüllah (s.a.v.) güneş doğmaya başlayınca çıktı, minber üzerinde oturdu, tekbir getirip Aziz ve Celil olan Allah'a hamd ettikten sonra şöyle buyur­du:

"Sizler ülkenizde kıtlık ve sıkıntı baş gösterdiğinden şikayetçi oldunuz ve sizden yana yağmur yağmasının za­manının geciktiğini ifade ettiniz. Oysa Cenab-ı Hak O'na dua etmenizi emretmiş ve ettiğiniz takdirde onu kabul buy­uracağını da vaadetmiştir."                             

Rasulüllah (s.a.v.) bunları belirttikten sonra şöyle başladı:

"Hamd alemlerin Rabbı Allah'a mahsustur. O Rahman ve Rahinı'dir. Hesap ve ceza gününün yegane sahibi ve ma­likidir. O'ndan başka ilah yoktur. Allah dilediğini yapar.

Allahım! Sen Allah'sın, Senden başka ilah yoktur, an­cak Sen varsın. Sen ganîsin, biz ise fakirleriz. Üzerimize yağmur indir; indirdiğini bize kuvvet ve bir süreye kadar yetecek çizgiye ulaştır."

Sonra Rasulüllah (s.a.v.) ellerini kaldırdı ve o kadar yükseltti ki koltuklarının beyazlığı göründü. Sonra ar­kasını halka döndürdü ve üstündeki üstlüğünü veya hırkasını tersine çevirdi ki, elleri henüz yukarıya kalkık bulunuyordu. Sonra yüzünü halka döndürdü ve minberden indi iki rek'at namaz kıldı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bir parça bulut ortaya çıkardı, derken şimşek ve yıldırım bir­birini izledi; sonra da Allah'ın izniyle bulut yağmur indirm­eye başladı. Rasulüllah (s.a.v.) mescid'e gelmeden sel ak­maya başladı. Rasulüllah (s.a.v.) halkın bir örtü altına girmek için acele koştuklarını görünce dişleri görünecek şekilde güldü ve şöyle buyurdu: "Şehadet ediyorum ki, Al­lah herşeye kadirdir, O'nun gücü her şeye yeter ve ben de Ö'nun kulu ve rasulüyüm."[566]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, demiştir ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz bir gün yağmur duasında bulunmak üzere çıktı ve bize ezansız, ika metsiz iki rek'at namaz kıldırdı. Sonra bize hutbe okudu ve Aziz, Celil olan Allah'a dua etti, yüzünü kıbleye çevirip ellerini kaldırmış bir halde duasına devam etti. Sonra sırtındaki hırkasını tersine çevirdi: Sağını soluna, solunu sağına ge­tirdi."[567]

Abdullah b. Zeyd (r.a.) den yapılan rivayette, demiştir ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz namazgaha çıktı ve yağmur dileme duası yaptı. Üstündeki hırkasını, kıbleye yönelirken çevirdi ve hutbeden önce namaza başladı. Son­ra yine kıbleye yönelerek dua etti."[568]

Yine Abdullah b. Zeyd (r.a.) den yapıları rivayette diyor ki: "Rasulüllah'ı (s.a.v.) yağmur duası ve namazı için dışarıya çıktığı gün gördüm. Arkasını halka döndürdü, kıbleye yöneldi ve dua etmeye başladı. Sonra bu arada hırkasını tersine çevirdikten sonra iki rek'at namaz kıldı ve kıraati aşikar olarak yerine getirdi."[569]

İbn Abbas (r.a.) dan istiska namazından soruldu. O da şöyle dedi: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz mütevazı, mütezellil, mütehaşşi' ve mutazam' bir halde çıktı, bayramda olduğu gibi iki rek'at namaz kıldı, ama sizin bu hutbenizi yapmadı."[570]

Enes (r.a) den yapılan rivayette diyor ki:

"Ömer b. Hattab (r.a), kuraklığa uğrayıp sıkıntıya düştükleri zaman, Abbas b.Abdilmuttalib (r.a) ile te­vessülde bulunup yağmur dileğinde bulunarak şöyle duada bulundu : "Allahım! Şüphesiz ki biz sana, Peygamberin (s.a.v) ile tevessülde bulunuyoruz, bize yağmur indirerek kuraklığı gider. Allah'ım! Doğrusu biz, Peygamberin am­cası ile tevessülde bulunuyoruz, bizi yağmura kavuştur." Böylece onlara yağmur yağar ve kuraklık kalkardı."[571].

eş-Şa'bî (r.a) diyor ki:

"Ömer (r.a) dışarı çıkıp yağmur dileğinde bulundu, fakat istiğfarı fazla artırmadı (kısa kesti). Bunun üzerine kendisine :"Biz senin yağmur dileğinde bulunduğunu göremedik!" denildi O da şöyle dedi: "Ben gök mecâdîhi (meteorolojik olaylar) ile yağmur dileğinde bulundum ki, o olaylarla (onların oluşmasıyla) yağmur iner." Sonra da o, şu ayeti okudu: "Rabbmızdan bağışlanma diley­in; çünkü mutlaka O, çok bağışlayandır.. Gökten üzerinize faydalı yağmur -gönderir." Artık Rabbmıza istiğfar edip tevbede bulu­nun.."[572].

Enes (r.a) diyor ki:

"Resulüllah (s.a.v) Efendimiz yağmur dilediğinde elle­rini yukarıya kaldırdığı kadar hiçbir şeyde kaldırmazdı. Gerçekten O, koltuğunun altındaki beyazlık görününceye kadar .ellerini yükseltirdi."[573]

Müslim şu rivayeti de nakletmiştir:

"Peygamber (s.a.v) elinin dış kısmıyla göğe doğru işarette bulunarak yağmur dileğinde bulundu."

Enes (r.a) den yapılan rivayette, diyor ki:

"Cuma günü bedevilerden biri geldi ve şöyle dedi: 'Ta Resulellah! Davarlar helak oldu, çoluk çocuk da helak oldu, insanlar da helak oldu." Bunun üzerine Resullah (s.a.v) Efendimiz ellerim kaldırırp dua etti, insanlar da Onunla birlikte ellerini kaldırıp dua ettiler. Biz henüz (Mescid'den) dışarı çıkmamıştık ki, yağmura nail olduk."[574]

İbn Abbas (r.a) dan rivayette, diyor ki:

"Bedevilerden biri Peygamber (a.s) Efendimize geldi ve şöyle dedi: "Ya Resulellah! Öyle bir kavmin yanından ge­liyorum ki, hiçbir çoban onlara zad (yiyecek, azık) hazırlayamıyor ve hiçbir erkek davar kuyruğunu oyna­tamıyor. (İnsanlar aç, davarlar cılız kaldı)." Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v) minbere çıktı, Allah'a hamd ettikten son­ra şöyle duada bulundu: "Allah'ım! Bize, bizi şiddetten kur­taracak, sonu övgüye değer olacak, bol çayır ve ürün bitir­ecek, her tarafı kapsayacak, bol su sağlayacak, hemen yağacak, gecikmeyecek bir yağmurla bizi sula."

Bu duayı yaptıktan sonra minberden indi. ona her gelen mutlaka şöyle diyordu:

"Gerçekten ihya olunduk.."[575]

Amr b. Şuayb (r.a)den, oda babasından ve dedesinden yaptığı rivayette, diyor ki:

" Resulüllah fs.a.v) Efendimiz yağmur dileğinde bulununca şöyle dua ederdi:

"Allah'ım! Kullarını ve hayvanlarını sula (suya kavuştur). Rahmetini yay; ölü beldeni ihya eyle (dirilt)."[576]

Muttalib b. Hantab (r.a) den yapılan rivayette, diyor ki:

"Peygamber (s.a.v) Efendimiz yağmur söz konusu olunca şöyle dua ederdi:

"Allah'ım! Rahmete vesile olan yağmurla bizi sula, aza­ba sebep olan yağmurla bizi sulama. Bela ve yıkıntıya yol açan; boğulmaya sebep olan bir yağmurla bizi sulama. Al­lah'ım tepeler, engebeli yerler, ağaçlıklar üzerine yağdır. Allah'ım, çevremizi de kapsayacak şekilde indir, sadece bi­zim üzerimize değil."[577]

Abdullah b. Zeyd (r.a)den yapılan rivayette diyor ki:

"Resulüllah (s.a.v) Efendimizi bizim için yağmur dileğinde bulunurken gördüm, duasını hayli uzun tuttu ve dileklerini çokça dile getirdi. Sonra kıbleye döndü, hırkasını çevirdi, (astarını yüz tarafına veya sağını soluna, solunu sağına getirdi); insanlar da Onunla berab* r hırkalarını tersine çevirdiler."[578]

 

Fakih İmamların İstidlal ve İhticacları

 

a) Henefîlere göre: îstiskâ konusunda cemaat halinde na­maz kılınmaz. Dileyen yalnız başına kılabilir. Çünkü yağmur isteğinde bulunmak için daha çok dua ve istiğfar edilir. İmam Mu-hammed'e göre: İmam veya onun vekil olarak belirlediği kimse cemaate iki rek'at namaz kıldırır, cuma namazında olduğu gibi iki rek'at olarak kılınır.

İmam Muhammed bu konuda İbn Abbas (r.a) hadisiyle is­tidlal etmiştir. İmam Ebu Hanife ise daha çok Nuh Suresi 10. aye­tle ihticac etmiştir.

îstiska namazı ezansız ve ikametsiz kılınır. Birinci rek'atte SEBBİH İSME RABBÎKE, ikinci rek'atte HEL ETÂKE HADÎSÜ'L GAŞİYE surelerim okumak müstehabdır.[579]

b) Şafiilere göre: îstiskâ namazı, ihtiyaç duyulduğunda kılınır ve sünnettir. Kuraklık devam ettiği takdirde ikinci ve üçüncü defa kılınabilir.

îstiskâ için toplanıp namaz kılmaya hazırlanırken, yağmur yağmaya başlarsa, artık namaz kılmaya gerek kalmaz, şükür ve dua edilir. Ancak diğer sahih kavle göre, yine de mü'minler namaz kılarlar. Yağmur dileğinde bulunmadan Önce imam cemaate üç . gün oruç tutmalarım tavsiye edip tevbe etmelerini, iyilik ve hayır yapmak suretiyle Allah'a yakınlık sağlamalarını ve işledikleri haksızlıktan kurtulmak için hak sahiplerini razı etmelerini bildi­rir ve Öylece namaz ve dua için şehir dışına çıkılır, yani üç gün oruç tutulduktan sonra dördüncü günü çıkılır. Herkes mümkün olduğu kadar eski, yamalı elbise giyinir ve beraberlerinde çocukları, yaşlanmış zatları da çıkarırlar.

îstiskâ namazı, bayram namazı gibi iki rek'attir. Bayramda olduğu gibi hutbe okunur, ancak tekbir değil bol istiğfar edilir. Dua edilirken, hırka, ceket, pardesü gibi elbise ters döndürülür. Resulüllahtan (s.a.v) rivayet edilen dua ve istiğfar yapılır, ayrıca istenildiği kadar duaya devam edilir.[580]

c) Hanbelilere göre: îstiskâ namazı müekket sünnettir. Kuraklık başlayıp sıkıntı baş gösterince tam mahviyet ve teslimiy-.et havası içinde mütevazi bir eda ile çıkılır, imam halka iki rek'at namaz kıldırır. Bu namaz için belli bir vakit yoktur. İhtiyaç duyul­duğu zaman çıkılır ve cemaat halinde kılınır.

Bazılarına göre, bayram namazında olduğu gibi, birinci rek'atte yedi, ikinci rek'atte beş tekbir getirilir. Bu aynı zamanda Ibn Hazm ve Davud ez-Zahîrî'nin mezhebidir.

îstiskâ namazı ezansız ve ikametsiz kılınır. Namazdan sonra hutbe okunur, sonra kıbleye yönelik bir halde dua yapılır. Bu ara­da Tıırka ve benzeri elbisenin sağı soluna, solu da sağına getirilir. Eller fazla kaldırılarak duaya devam edilir, ve arada sık sık istiğfarda bulunulur.

îmam Ahmed'e göre de, hutbeye tekbir ile başlanır ve bol istiğfarda bulunulur.

Namaz kılınıp dua edildiği gün yağmur yağmazsa, ikinci ve üçüncü günler de çıkılıp namaz kılınır ve dua edilir.[581]

d) Malikilere göre: îstiskâ namazı hem cemaat halinde , hem de münferiden kılınabilir. Cemaatle kılınması şart değildir.  

Bu namaz ancak güneş doğup ortalığı aydınlattığı zaman kılınır. Başka vakitlerde kılınmaz. Namazdan sonra hutbe oku­nur, iki hutbe arasında oturulur. Açık havada kılındığı takdirde minber çıkarmaya gerek yoktur. İmam bir değneğe dayanarak hutbe okur. Namazda kıraati aşikar okumak sünnettir, bir yıl içinde birkaç defa istiskâ namazı kılmakta bir sakınca yoktur.

îstiskâ namazı iki rek'attir. Birinci rek'atte SEBBİH İSME RABBİKE'L-A'LÂ, ikinci rek'atte VE'Ş-ŞEMSİ VE DUHÂHÂ sure­si okunur. Hutbe bitince kıbleye yönelinir ve dua edilir ve başka imam olmak üzere cemaatin hepsi hırka veya üstlüklerini ters çevirirler. İmam ayakta dua ederken, cemaat oturmuş halde du­aya katılır. Ne namazda, ne de hutbede tekbir getirilmez. Kıraat aşikar olarak yerine getirilir.[582].

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

563  nolu Hz. Aişe hadisini aynı zamanda Ebû Avâne, İbn Hibban ve Hakim tahric etmişlerdir. İbn Seken ise bunu sahihle-miştir. Ebu Davud:   "Bu garip bir hadistir ve isnadı ceyyiddir" demiştir.                  

Böylece bu hadis, istiskâ namazına güneş doğarken çıkmanın müstehab olduğuna ve cemaat halinde çıkıldığının meşruiyetine; önce dua ve istiğfarda bulunulacağına, sonra iki rek'at namaz kılınacağına delalet etmektedir. Aynı zamanda istis­kâ duası yapılırken hırka veya üstlüğü tersine çevirmenin sünnet olduğunu göstermektedir.

564 nonu Ebu Hüreyre hadisini Ebu Avane ve Beyhaki tah­ric  etmişlerdir.  el-Hilafiyat'ta bu  hadisin  ravilerinin  sıkat (güvenilir) kimseler olduğu belirtilmiştir.

Hutbenin . namazdan önce mi, sonra mı okunacağı hakkındaki rivayetler farklıdır., Konumuzu oluşturan Ebu Hüreyre hadisi ile Enes'in ve Abdullah b. Zeyd'in hadisi hutbenin namazdan sonra okunduğuna delalet etmektedir.

îbn Abbas ile Hz. Aişe hadisleri ise, Peygamberin § namaz­dan önce hutbe okuduğuna delalet etmektedir.

Ancak rivayetleri biraraya getirdiğimizde, ashabın anlatım tarzından bu ihtilafın kaynaklandığı ve sonuç olarak Rasulüllah'ın önce duaya başlayıp istiğfarda bulunduğu, sonra iki rek'at na­maz kıldığı ve arkasından hutbe irad ettiği anlaşılır.

Hadislerin tamamı, istiskâ namazının meşruiyetine delalet etmektedir. Ebu Hanife dışında bu görüşe muhalefet eden ol­mamıştır.

567 nolu ibn1 Abbas hadisini aynı zamanda Ebu Avane, İbn Hibban, Hakim, Darekutni ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Ebu Avane ile İbn Hibban bunu sahihi emişlerdir.[583].

İmam Şafii bu hadise dayanarak, istiska namazında tekbir getirmenin meşru1 olduğunu söylemiştir.

Diğer yandan bu hadis istiskada hutbe okumanın meşru1 ol­madığına delalet etmektedir.

568  nolu Enes rivayeti, istiska duasında Rasulüllah § ile Onun yakınlarının şefaatini dileyerek tevessülde bulunmakta bir sakınca olmadığına delalet etmektedir.

571  nolu Enes hadisi, istiska duasının cami ve mescidlerde de meşru' olduğuna delalet etmekte, aynı zamanda cami ve mes.-cidlerde sadece dua ve istiğfarla yetinmekte bir sakınca bulun­madığını göstermektedir.

572  nolu İbn Abbas hadisinin isnadmdaki ricalin hepsi sa­hihtir. Ebu Avane de bunu tahric etmiştir. Hafız İbn Hacer bu ha­disi naklettikten sonra bir şey söylemeyip susmuştur.

Aynı zamanda cami ve mescidde istiska. duası için minbere çıkmanın meşruiyetine delalet etmektedir.

573  nolu Amr b. Şuayb hadisini Ebu Davud muttasıl olarak, İmam Mali*k mursel olarak rivayet etmiştir. Yani Ebu Davud'a göre, senedinde kesiklik yoktur. İmam Malik'e göre, senedinden bir sahabi düşmüştür.

574 nolu Muttalib hadisi ise, murseldir, yani senedinden bir sahabi düşmüştür. Ancak lafızlarının çoğu sahihayn'de zikredil­miştir.

Böylece hadis, istiska duasını daha kapsamlı ve umumi an­lamda yapmanın sünnet veya müstehab olduğuna delalet etmek­tedir.

575  nolu Abdullah b. Zeyd hadisinin aslı Buhari'dedir. Aynı zamanda birtakım farklı lafızlarla da rivayet edilmiştir.

îstiska duasını uzun tutmanın ve kıbleye yönelik bulun­manın, aynı zamanda hırka veya üstlüğü tersine çevirmenin meşruiyetine delalet etmektedir.

Bu son birkaç hadiste istiska namazından söz edilmemişse de, daha önceki sahih hadislerde bu namazdan açık şekilde bahse­dilmiş ve meşruiyeti kesinlik kazanmıştır. [584]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- îstiska namazı iki rek'attir ve sünnettir.

2- İstiska namazında Fatiha ve zamm-ı sûre aşikar okunur.

3-  İstiska namazı münferiden kılınabileceği gibi, cemaat ha­linde de kılmabilir.

4- İstiska namazı için ezan ve ikamet meşru kılınmamıştır.

5- Birinci rek'atinde SEBBİH İSME RABBÎKE, ikinci rek'atinde VE'Ş-ŞEMSÎ VE DUHÂHÂ surelerini   okumak müstehabdır. Başka sureler de okunabilir.

6-  Namazdan sonra hutbe okunur. Hutbede sık sık istiğfar edilir.

7- Hutbeden sonra imamın kıbleye yönelmesi, sırtındaki ce­ket ve benzeri elbiseyi tersine çevirmesi, ellerini iyice kaldırıp dua etmesi ve duasını uzatması sünnettir.

8- îstiska duası, umuma teşmili dikkate alınarak yapılır.

9- Şafnlere göre, şehrin dışına çıkılmadan önce üç  gün oruç tutmak, hayır ve iyilikte bulunmak, yapılan haksızlıkları gider­mek ve öylece çıkmak sünnettir.

10- Eski elbiseyle çıkmak ve yaşlıları, çocukları da çıkarmak müstehabdır:

11- Şafiilere göre, davarları da çıkarmak müstehabdır.

12-  Birinci gün yağmur yağmadığında, ikinci ve üçüncü günler de aynı şeye devam edilmesi müstehab veya sünnettir. [585]

 

Hasta Ziyareti

 

İnsan kendisine verilen ömrün başlangıç ve bitiş noktaları arasında aynı çizgi üzerinde durma şansına sahip değildir. Hayatımızın acı ve tatlı, sağlıklı ve hastalıklı günleri birbirini iz­ler durur. Çünkü insan olarak bu ölçü ve düzeyde yaratılmışız. Onu bütünüyle değiştirmemiz bir bakıma mümkün değildir.

O halde birbirimizi sıhhatli, neşeli ve ikbal günlerinde zi­yaret ettiğimiz gibi, hastalandığımız, musibete uğradığımız, fela­ketle karşı karşıya geldiğimiz; makam ve servetimizi kaybet­tiğimiz zamanlarda da ziyaret etmemiz imanımızın, islam oluşumuzun gereği; asil düşünce ve davranışımızın ayrı bir görüntüsüdür.

Rasulüllah fs.a.v.) efendimiz bu hususta da ümmetine bir çok güzel misaller vermiş ve tavsiyelerde bulunmuştur.[586]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebu Hüreyre (r:a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah ' (s.a.v.) efendühiz şöyle buyurmuştur: "Müslüman'ın müslüman üzerindeki hakkı beştir:

1- Verdjği selamı alıp cevaplamak,

2- Hastalandığı zaman ziyaret edip sormak,

3- Öldüğü zaman cenazesini teşyi' etmek, (kabre kadar götürmek) /

4- (Meşru sınırlar içindeki) davetine icabet etmek (gitmek)

5- Aksırıp "el-Hamdu  lillahî? dediğinde, "Yerhamuke'llah" (Allah sana rahmetini indirsin veya sana merhamet etsin) demek... [587]

Sevban (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki müslüman kişi müslüman kardeşini (hastalandığı zaman) ziyaret edip so­rarsa, oradan ayrılıp donünceye kadar cennet bağ ve bahçesinde bulunur."[588]

Ali (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendi­miz şöyle buyurmuştur:

"Müslüman kişi hastalanan kardeşini ziyaret edip sor­maya giderse, oturuncaya kadar cennet, bahçesinde yürümüş olur. Oturunca da rahmet her yandan onu kuşatıp, örter. Bu zi-yaret sabahleyin yapılırsa, akşama ka­dar yetmişbin melek onu rahmet ve gufranla; akşamleyin yapılırsa, sabaha kadar yetmişbin melek onü rahmet ve gufranla anar, (Allah'tan onun için rahmet \k gufran dil­er)."[589]

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, "peygamber (s.a.v.) efendimiz, hastayı ancak üç günden sonra ziyaret edip sor­ardı."[590]

Zeyd b. Er kam (r.a.) den yapılan rivayete göre diyor ki:

"Gözümdeki bir ağrı  ve rahatsızlıktan dolayı Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz beni ziyaret edip sordu."[591].

Ebu Said (r.a.j aen yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Ölülerinize (ölmek üzere olan kardeşlerinize) LA İLAHE İLLALLAH'ı telkin ediniz."[592].

Telkin:

Şeddad b. Evs (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Ölenlerinize hazır olduğunuz (onların yanında bulunduğunuz) da, gözünü ka­payın. Çünkü göz (bedenden çıkan) ruhu izler ve siz "hayrdır" deyin. Çünkü ev halkının söylediklerine "amin"

denilir."[593]

Ma'kıl b. Yesar (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Ölüleriniz üzerine YASİN okuyun,"

"Yasin Kur'an'ın kalbidir. Kim Allah (in rızasını) ve ahiret yurdunu arzulayarak onu okursa mutlaka bağışlanır. Artık siz Yasin'i ölüleriniz üzerine okuyun."[594].

Teçhiz:

Husayn b. Vahvah'dan yapılan rivayetlere göre: Talha b. Bera' (r.a.) hastalandı. Peygamber (s.a.v.) efendimiz gelip onu ziya­ret ederek sordu. Sonra şöyle buyurdu: (doğrusu ben Talha'mn ölmek üzere olduğunu görüyorum. Ölüm olayı vuku' bulun­ca bana haber verin ve onu defnetmekte acele edin. Çünkü müslüman kişinin ölmüş bedeninin ev halkı arasında tutul­ması uygun değildir.[595]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: frMü'minin canı borcuna bağlı bulunur, borç ödeninceye kadar o bağlılık devam eder."[596]

Hz. Aişe (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz vefat edince alaca bir örtüyle örtündü."[597]

Hz. Aişe ve İbn Abbas (r.a.) den yapılan rivayete göre: "Rasulüllah'ın (s.a.v.) vefatından sonra Ebu Bekir'in (r.a.) gelip O'nu öptüğünü söylemiştir." [598]

Yine Hz. Aişe (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Osman b. Mez'ûn (r.a.) ölmüş bulunuyordu. Ra­sulüllah (s.a.v.) efendimiz gelip (yüzünü açarak) onu öptü. Bu arada gözlerinin yaşardığım gördüm."[599]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefilere göre: Hasta ziyareti sünnettir.

Hasta ölmek üzere olursa, mümkün olduğu fakdirde sağ yanı üzerine getirilerek kıbleye tevcih edilir. Kendisine LA. İLAHE İLLALLAH telkin edilir. Ölünce de gözleri açık kalmışsa kapatılır; çenesi bağlanır. Yakınları, dostları, sevenleri onmri cenazesini teşyi1 için haberdar edilir.[600].

b) Şafiilere göre: Herkes, özellikle hastalanan İdmse ölümü çokça hatırlamalı, kendini toparlayıp tevbe etmeli ve yaptığı haksızlıkları asıl sahibine yönelerek helallaşmahj üzerinde olan hakları sahiplerine vermelidir.

Ölmek üzere olan kimse sağ yanı üzerine uzatılarak yüzü kıbleye yönelik olarak bulundurulur. Böyle yapmak zorlaşırsa, sırt üstü yatırılıp yüzü kıbleye gelecek şekilde düzenlenir. Israr et­meksizin kendisine Kelime-i Şehadet telkin edilir. Baş ucunda Ya­sin okunur ve Rabbma karşı hüsn-i niyet beslemesi söylenir.

Hasta Ölünce gözleri kapatılır ve çenesi sarkmasın diye bağlanır. Bedeninin tamamı hafif bir Örtüyle örtülür. Karnının üzerine ağırca bir cisim konur..[601].

c)  Hanbelilere    göre:   Ölümü   hatırlamak   ve   ona hazırlanmak müstehabdır.

Hastayı ziyaret edip sormak müstehabdır. Aynı zamanda ölmek üzere olan hastanın yanma ehlinden en şefkatli, onun siya­setini en iyi bileni ve rabbmdan en çok korkanı gelmeli ve ona Al­lah'ı hatırlatmalı, günahlardan tevbe etmeyi, yaptığı haksızlıkları telafi etmeyi ve gereken vasiyeti yapmayı telkin etmelidir. Ayrıca ona LA ÎLAHE ÎLLALLAH'ı telkin etmelidir. Ancak bunu fazla tekrarlamamalı ve hastayı sıkmam alı dır. -

Ölüm olayı meydana gelince veya gelmeden önce Yasin Sure­si okunur. Yüzü kıbleye gelecek şekilde uzatılır. Ölüm olayı vuku' bulunca gözleri açıksa kapatılır. Sarkmasın diye çenesi bağlanır. Karnı üzerine, şişmesin diye bir cisim konulur.[602].

d) Maîikilere göre: Ölmek üzere olan kimseyi kıbleye tev­cih etmek, yani sağ yanı üzerine uzatıp kıbleye getirmek; bunda zorluk olursa, sırtüstü uzatıp başının altına bir şey koymak sure­tiyle yüzünü kıbleye yönelik hale getirmek müstehabdır. Aynı za­manda LA İLAHE İLLALLAH telkin edilir.[603].

Ölmek üzere olan hastaya telkinde bulunmak müstehabdır. Defnedildikten sonra ise mekruhtur. Aynı zamanda ölmek üzere olan kimsenin yanında Kur'an'dan bir şey okumak da mekruh sayılmıştır. Çünkü selef-i salihin böyle yapmamıştır. Ancak Maliki fatihlerinden bir kısmı, Yasin okumanın müstehab olduğunu söylemiştir.

Ölüm olayı vuku1 bulunca, gömleği dışındaki elbiseleri çıkartılır ve bedeni üzerine bir Örtü örtülür. Sarkmasın diye çenesi bağlanır.[604]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

581 nolu Ebu Hüreyre hadisi sahihtir. Müslim'in rivayetinde ise, müslümanm müslüman üzerine olan hakkının altı olduğu be­lirtilir ve bu altıncısının da "Sana nasihatta bulunduğu zaman, nasihatlannı al!" cümlesi olduğudur.

Bera' (r.a.) den yapılan rivayette ise, bunun yedi olduğu be­lirtilmiştir. Beşi, yukarıda sıralananları, diğer ikisi ise, "Zulme uğradığında kendisine yardım etmek" ve "yeminini doğru kabul etmek"dir.

Hadiste geçen "hak" kavramı çok yönlüdür: Vacip, sabit, lazım ve sıdk (doğru) gibi manalara delalet eder. İbn Battal'a göre, buradaki "hak"tan maksat, hürmet ve sohbettir. Hafız İbn Hacer'e göre: Vücub-i Kifaye'dir. Yani müslümanlardan bir kısmının has­tayı ziyaret edip sormasıyla bu vücup yerine gelmiş olur, diğer müslümanlardan kalkmış olur.[605]

583  nolu Hz. Ali hadisinin sahih bir veçhile isnad edilme­diğini Ebu Davud belirtmiştir. Ona göre, bunun Hz. Ali'ye isnadı, sahih vech üzere değildir. Tirmizi ise, bunun hasen ve garip olduğunu söylemiştir. Hafız Bezzar aynı hadisin Ebu Muaviye ta-rikıyla  Abdurrahman  b.   Ebi   Leyla'dan  rivayet   edildiğine değinerek başka tariklerden de rivayet edildiğini anlatmak iste­miştir.

584  nolu Enes hadisi ise, isnadında metruk kabul edilen Müslim b. Ali bulunuyor.[606].

585  nolu Zeyd b. Erkanı hadisi hakkında Ebu Davud ve el-Münzeri susup bir şey dememişlerdir. Buharı onu el-Edebü'l-Müfred'de tahric etmiş; Hakim ise onu sahihlemiştir.

Bu babda Buhari'nin Ebu Musa'dan yaptığı rivayette ise, şöyle buyurulmuştur:

"Hastayı ziyaret edip sorun; aç olanı yedirip doyurun; esirin bağını çözün."

Ayrıca Ebu Davud bu konuda şu hadisi de rivayet etmiştir;

"Kim abdest alır da abdestini güzelleştirir ve müslüman kardeşini Allah için (hastalanmasından dolayı) ziyaret ederse, cehennemden yetmiş yıl mesafe uzak­laştırılır."[607].

Ancak bu hadisin isnadında Fazl b. Delhem bulunuyor ki, bu zat kassap, şair ve mu'tezilîdir. îbn Main onun zayii' olduğunu, Ebu Davud ise kavi olmadığını, İbn Hibban onun rivayetiyle ihti-cacda bulunmanın doğru olmadığım belirtmiştir.[608]

Ayrıca bu babda Buharı, Müslim, Ebu Davud ve Nesai'nin Hz. Aişe (r.a.) den yaptıkları şu rivayet de Zeyd hadisini kuvvet­lendirmekte ve hastayı ziyaret edip sormanın sünnet olduğunu or­taya koymaktadır:

"Hendek Savaşında ensardan Sa'd b. Muaz (r.a.) yara­lanmıştı. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz onu yakınında bulundurup sık sık sormak için nıescidde onun için bir çadır kurdurdu."

Sa'd kızı Aişe (r.a.) da babasından şunu rivayet etmiştir:

"Rahatsızlandım, ağrı ve sızıdan şikayetçi oldum. Derken Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz teşrif etti ve benim halimi sordu; son­ra elini alnımın üzerine koydu, arkasından göğsüme dokundurdu ve karnıma elini sürdükten sonra şöyle dua etti: "Allah'ım! Sa'd'e şifa ver ve onun hicretim kendisine tamamla.”[609]

Bu rivayeti de Buharı ve Ebu Davud tahric etmişler; Tirmizi de buna işarette bulunmuştur.

Tirmizi ile îbn Mace bu konuda Ebu Hüreyre (r.a.) den şunu rivayet etmişlerdir:

"Kim bir hastayı ziyaret edip sorarsa, gökten bir çağrıcı şöyle nida eder: "Güzel ve hoş ol; yürüyüp gelmen de güzel ve hoş olsun. Cennette kendine bir konak hazırlamış oldun."[610]

586 nolu Ebu Said hadisi sahihtir. Bu babda Müslim'in Ebu Hüreyre (r.a.) den. yaptığı bir rivayet vardır ki, îbn Hibban da onu rivayet etmiş ve §unu fazla olarak nakletmiştir: "Çünkü kimin son sözü LA İLAHE İLLALLAH olursa, Cennete girer. İsterse içinde yaşadığı zamandan bir gün kalmış olsun ve isterse bundan önce başına birtakım (haktan uzaklaştıran) olaylar gelmiş olsun."

Yine İbn Hibban'ın Ebu Hüreyre dan (r.a.) yaptığı bir diğer rivayette şöyle buyurıılmuştur: "Hastanız ağırlaştığı zaman, ona LA İLAHE İLLALLAH kelimesini (çok tekrarlamakla) bıkkınlık vermeyin; ama bu kelimeyle telkini yapın. Çünkü bu kelime ile hiçbir münafığın ömrü noktalanmaz."

Ancak bu hadisin isnadında Muhammed b. Fazl b. Atıyye bulunuyor ki bu zat metruktür.[611]. İmam Ahmed onun hadisi­nin yalancı' zümrenin hadisi olduğunu, Yahya ise onun hadisinin yazılamayacağını söylemiştir. Ancak bu zatın otuz küsur defa hac yaptığı söylenir.[612]

Sonuç olarak rivayetlerin tamamından, hasta ziyaretinin sünnet olduğu ve ona LA İLAHE İLLALLAH kelimesini telkinin müstehab sayıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim ilim adamlarının bu hususta icma'ı vardır. Ancak bıkkınlık ve usanç verecek şekilde bir telkinde bulunmanın sünnete uymayacağını unutmamak gere­kir.

587 nolu Şeddad b. Evs hadisini aynı zamanda Hakim tahric etmiş ve Taberani ile Hafız Bezzar da kendi kitaplarında naklet-mişlerdir. Ancak hadisin isnadında Kazaa b. Süveyd bulunuyor ki bu zatın kavi olmadığı söylenir. Buhari   de aynı görüşü izhar etmiştir. İbn Main ise bu zat hakkında iki ayrı görüş izhar etmiş: Birinde onun sıka (güvenilir) olduğunu, diğerinde ise zayıf bulun­duğunu söylemiştir. Ebu Hatim ise "Onun hadisiyle ihticac olun­maz" diyerek güvenilir olmadığına işarette bulunmuştur. Nesai de onun zayıf olduğuna dikkat çekmiştir.[613]

Ancak bu babda Müslim'in Ümmti Seleme'den rivayet ettiği sahih bir rivayet vardır. Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu ruh bedenden çekilip alınınca, göz onu izlemeye başlar."

588 nolu Ma'kıl hadisini aynı zamanda Nesai tahric ejmiş ve îbn Hibban sahihlerken İbn Kattan onu ızdırap ile muallel göstermiştir. Darekutni de bu hadisin zayıf olduğunu belirtmiştir. Çünkü ona göre, metni meçhuldür.

589 nolu Husayn b. Vahvah hadisi hakkında Ebu Davud sus­up bir şey dememiştir. Ebu Kasım el-Beğavi ise "Bu hadisin ravi-leri arasında  Sa'd b. Usman el-Belvi'den başkasını bilmi-yorum" demiş ve onu da garip saymıştır.[614].

Bu babda bir diğer hadisi Tirmizi Hz. Ali'den şöyle rivayet etmiştir:

'Ta Ali! Üç şey var ki onlar geciktirilmez: Vakti giren namaz, hazır olan cenaze, dengi bulunan bakire kız." Bunu aynı zamanda Ahmed tahric etmiş ve Tirmizi bu rivayet için "Hadisün Garibun" demiştir. Çünkü Tirmizi bunun isnadını mut­tasıl görmemiştir. Ebu Hatim'e göre muttasıldır.

590  nolu Ebu Hüreyre hadisinin isnadmdaki ricalin hepsi sıkat (güvenilir) kabul edilirse de içlerinden Ömer b. Ebi Seleme b. Abdirrahman istisna edilmiştir. Çünkü bu zatın hem doğru bir kimse olduğu, hem de hata yaptığı görülmüştür. Bununla beraber onun hadisiyle istidlal edilebilir. Zira bu babda birçok hadis ve ri­vayetler daha vardır. Hepsi bir araya gelince, kuvvet kazanır ve ihticaca uygun sayılır.

591 nolu Hz. Aişe (r.a.) hadisi sahihtir. Onun 592 nolu hadisi de öyle.. Ancak 593 nolu hadisinin isnadında Asım b. Ubeydullah b. Amr b. Hattab bulunuyor ki, bu zat zayıftır.[615]. İmam Malik de aynı görüştedir. Yahya da onun zayıf olduğuna dikkat çekmiş ve   "Onun hadisiyle ihticac olunmaz" demiştir. îbn Hibban ise, onun çok vehimli olduğunu belirtmiştir. Nesai de aynı görüştedir.[616]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-  Hasta yatan din kardeşimizi ziyaret edip sormamız sünnettir.

2- Hastayı teselli etmek ve duasını almak müstehabdır.

3- Ölen müslümanın tekfin, teçhiz ve defninde bulunmak sünnettir.

4- Hastayı ziyaret eden kimse, onun yanında bulunduğu sürece cennet bahçesinde bulunuyor gibi feyiz ve rahmete nail olur.

5- Ölüm döşeğinde yatan müslümanın sık sık iki şehadet ke­limesini söylemesi sünnettir.

6- Ölmek üzere olan hastanın yanında kelime-i şehadeti söylemek sünnettir. Bir kısım müctehidlere göre, müstehabdır.

7- Hastaya bıkkınlık verecek veya onu üzecek kadar telkin yapılmamalıdır.

8- Ölen müslümanın gözleri açık vaziyette ise onları yum­mak sünnettir.

9- Ölen din kardeşimizle ilgili sadece hayır düşünüp hayır söylememiz müstehap veya sünnettir.

10- Ölen müslüman üzerine, -yıkanıp kefenlenmişse- Yasin okumak müstehabdır.

11- Ölüm olayı kesinlik arzedince, artık onu biran önce yıkayıp kefenlemek müstehabdır.

12- Ölen kimsenin defninden hemen sonra insanlara olan borcu varsa ödenir ve bu vaciptir.

13- Ölen kimsenin üzerine bir örtü örtmek müstehabdır.

14- Ölen kimseyi yakınlarının Öpmesinde bir sakınca yoktur. [617]

 

Ölen Müslümanı Yıkamak (Gasl)

 

İslam dini, insanın dirisine verdiği değerin, gösterdiği yakın ilginin bir mislini onun ölüsüne vermiş ve her yerde insanın şeref, itibar, vekar ve azizliğini korumayı emretmiştir. Hele o insan Al­lah'a dosdoğru iman eden bir müslüman olursa... Çünkü insan bi­zatihi muhteremdir, mükerremdir. Yeter ki o, hayat planındaki yerini alsın ve hılkatindeki hikmete yönelerek iman düzeyinde bu­lunsun. Cenab-ı Hak insanın bu hassas durumunu beyan ederk­en şöyle buyurmaktadır: "Biz elbette insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra da onu (kendi kıymetini, yerini ve vazifesi­ni bilmediği için) aşağıların aşağısına çevirdik. Ancak iman edip iyi, yararlı amellerde bulunanlar müstesna; on­lar için ardı arkası kesilmez ecir vardır,"

Şu gerçektir ki insanı insan yapan, onun kadrini yüceltip ko­ruyan en önemli olay, Allah'a dosdoğru imandır. Bu nimete kendi­ni layık görüp iman doğrultusunda hayatını düzen ve dengedetu-tan insanın ölümü, şüphesiz toplum için büyük bir kayıp sayılır. O bakımdan ölen din kardeşimize karşı birtakım görevlerimiz vardır. Onların başında onun tektin, teçhiz ve defin işi gelir. Öyle ki, ruhu Allah'tan tertemiz olarak gelen kardeşimizin ruhunun tertemiz dönmesi için dua ve istiğfarda bulunuruz. Bedenini de Berzah alemine yine temizlenmiş bir halde terkederiz. Bu bakımdan ölünün yıkanıp namazının kılınması önemlidir. [618]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hz. Aişc (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (sm.v.s efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kim ölüyü yıkar da o husustaki emaneti yerine getirir ve o esnada gördüğü şeyi (birtakım nahoş halleri) ifşa etmezse, anasından doğduğu gündeki gibi günahlarından çıkmış olur.

Ölüyü, eğer biliyorsa ona en yakın olanı yıkasın; bil­miyorsa, artık siz kimde günahlardan titizlikle sakınma ve emanete riayet etme halini görüyorsanız onun yıkamasını sağlayın."[619]

Yine Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Ölünün   kemiğini   kıran   kimse,   onun   dirisinin kemiğini kırmış gibidir."[620]         

îbn Ömer (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim bir müslümanı (ondaki hoşa gitmeyen halleri) örtüp gizlerse, Allah da onun (hoşa gitmeyen hallerini) kıyamet gününde örtüp gizler."[621]

Ubey b, Ka'b (r.a.) den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:

"Doğrusu Adem (a.s.) m ruhunu melekler tutup aldı, onu onlar yıkayıp kefenledi ve ona güzel kokulu ot sürüp lahd kazıyıp açtılar, namazını kıldılar; sonra kabrine inip onu yerleştirdiler, üzerine sal taşlar koydular; sonra ka­brinden çıkıp üzerine top- rak attılar ve arkasından şöyle dediler: "Ey ademoğulları! Bu sizin (bundan böyle uygulay­acağınız) sünnetinizdir."[622]

Hz. Aişe (r.a.) den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz Baki kabristanından bir cenazenin (defninden) dönüp bana geldi; o sırada ben de baş ağrısından mustarip bulunuyordum ve "Ah başım!" diye sızlanıyordum. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) efen­dimiz, tTBelki, ben, vah başım! (derim). Benden önce ölecek olursan senin için ne zarar söz konusudur; seni yıkar ve kefenlerim; sonra da namazını kılar seni defnederim" bu­yurdu."[623].

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefilere göre: Ölüyü yıkamak kifaye üzere vaciptir. Müslümanlardan bir kısmının bunu yerine getirmesiyle diğerlerinin üzerinden bu vücup sakıt olur.

Vacip olan bir defa yıkamaktır. İkinci ve üçüncü defa yıkamak sünnettir.

Ölünün yıkanması için elbiseleri çıkarılır. Şafîilere göre, iç çamaşırı çıkarılmaz. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz'in üzerindeki gömleği çıkarılmadan gasli gerçekleştirilmiştir.

Ölüyü yıkarken başına ve sakalına güzel koku sürmek sünnettir. Bu daha çok "hıtmi" ile yerine getirilirdi. O bulunmaz­sa, başka güzel bir koku kullanmakta bir sakınca yoktur.

Erkek erkeği, kadın da kadını yıkar. Yıkayan kişi ister cünüp, isterse ayhali olsun farketmez. Çünkü maksat temizliktir ki o da yerine gelmiş oluyor.

Erkek kadım, kadın da erkeği yıkamaz. Bu caiz değildir. Çünkü bu hürmet hayatta sabit olduğu gibi öldükten sonra da sabittir. Ancak kadın kendi kocasını yıkayabilir. Yeter ki ölüm olayı meydana gelmeden önce boşanma olayı vuku' bulmamış olsun.

Küçük yaştaki kız ve erkek çocuklarını her iki cinsten biri yıkayabilir. Bunda sakınca görülmemiştir. [624].

b) Şafiilere göre; Ölüm olayı meydana gelince, ölenin gömleği dışında elbiseleri çıkarılır ve yıkanmak üzere kıbleye çevrilir. Onun en yakını yıkama işini üstlenir. Böylece ölüyü yıkamak, kefenlemek, namazını kılmak ve defnetmek farz-ı kifay-edir. Yıkamanın en az sınırı, necaseti giderdikten sonra bütün bedenini kaplayacak şekilde bir defa yıkamaktır. Gâsilin niyet ge­tirmesi vacip değildir.[625]

O bakımdan suda boğulan kimsenin bu hali gasil yerine geçer. el-Gamravi ise, buna muhalefet ederek suda boğulanın ayrıca gasle dilmesinin vacip olduğunu belirtmiştir. Aynı zamanda ölüyü kapalı bir yerde yüksekçe bir cisim (teneşir) üzerinde ve üzerinde bir entari, gömlek bulunduğu halde soğuk su ile yıkamak da gaslin en uygrun şeklidir,[626]

c) Hanbelilere göre: Ölüyü yıkamak, kefenlemek ve defnet­mek farz-ı kifayedir. Yani müslümanlarm bir kısmının bu farzı ye­rine getirmesiyle diğerlerinin üzerinden kalkmış olur. Hiç kimse bunu yerine getirmezse, o kasaba veya belde halkının hepsi günah işlemiş kabul edilir.

Ölüyü yıkamada en önde geleni babası, sonra dedesi, sonra, da hısımlık cihetiyle en yakınlarıdır. Ancak cenaze namazı için beldenin emiri buna daha layıktır. Ne var ki Ölenin bu hususta bir vasiyeti söz konusu ise, o takdirde vasisi daha uygun ve evla sayılacağından namazı onun kıldırması uygun olur.

Karı-kocanm birbirini yıkaması caizdir. Bu hususta farklı ri­vayetler vardır. Erkeğin kendi eşini yıkamasına cevaz verenler, "Hz. Ali'nin (r.a.) vefat eden eşi Hz. Fatıma'yı yıkadığını delil göstermişlerdir. Nitekim Hz. Ali (r.a.) böyle yaparken ashaptan hiç kimse itirazda bulunmadığından icma' vaki olmuştur. Bununla beraber, ilim   adamlarının  çoğuna  göre,  kadın  da  kocasını yıkayabilir. Bunlar ise, Hz. Aişe'nin (r.a.) "Eğer biz bu hususta geri kalmayıp Önceden (cevazını) bilmiş olsaydık, Ra-sulüllah'ı (s.a.v.) ancak zevceleri yıkardı." mealindeki rivaye­tini delil göstermişlerdir.

Ölen kadını yıkayacak kadın veya kocası yoksa; ölen erkeği de yıkayacak erkek veya eşi yoksa, teyemmüm ettirilmek suretiyle gasli yerine getirilir.

Yıkama esnasında ölünün göbeğiyle diz kapağı arası bir örtüyle örtülür.

Gasil gördüğü bazı halleri İfşa etmez. Aynı zamanda suya güzel koku katarak yıkama işini öylece sürdürür.[627]

d) Malikilere göre: Ölüyü yıkamada bir sınır yoktur; temiz­leninceye kadar yıkanması müstehabdır. Yıkarken de üzerine bir hırka (örtü) atılır. Yıkamaya başlarken ölüye abdest aldırmasıyla aldırmaması arasında bir fark yoktur. Ancak abdest aldıracak olursa güzel sayılır.

İmam Malik ise, ölüyü ya üç, ya da beş defa yıkamayı daha uygun görmüş ve suyuna sidr denilen kokulu nesneden katılmasını tavsiye etmiştir.

Erkek kendi karısını, kadın da kendi kocasını yıkayabilir, bunda bir sakınca yoktur. Ancak onlardan herbiri kendi eşini yıkarken avret yerini örter.

Erkekler arasında ölen kadın; kadınlar arasında ölen erkeği en yakını, üzerine bir Örtü örttükten sonra Örtü üstünden yıkar. Bununla beraber yıkamayıp teyemmüm de ettirebilirler.[628]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

611  nolu Hz. Aişe hadisini aynı zamanda Taberani el-Evsat'ta rivayet etmiştir. Ancak isnadında Cabir el-Cu'fî bulunuy­or ki, bu zat hakkında hayli şeyler söylenmiştir. Araştırıcılardan bir kısmı onun yalancı olduğunu belirtmiştir. Zehebi kendi ese­rinde  onunla  ilgili. görüş ve tesbitleri toplarken beş  sahife ayırmıştır.[629].

612 nolu Hz. Aişe hadisinin ricali, sahih kabul edilmiştir.

613 nolu îbn Ömer hadiöf sahihtir ve istidlnie salihtir.

614  nolu Ubey b. Ka'b kadisini aynı zamanda Hakim el-Müstedrek:te  tahric  etmiştik;  ve  isnadının  sahih  olduğunu söylemiştir.                             

Ubey hadisi, ölen kimseyi, hısımlık yönünden kendisine en yakın olan kişinin yıkamasının daha uygun ve layık olduğuna de­lalet etmektedir.

615 nolu Hz. Aişe hadisini aynı zamanda Daremi, Ibn Hib-ban, Darekutni ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Ancak isnadında Beyhaki'nin muallel kabul ettiği Muhammed b. İshak bulunu-yor.

Aynı hadisi Buhari şu lafızla rivayet etmiştir: "Eğer böyle olsa (yani sen vefat edecek olsan), ben de hayatta bulunur­sam senin için istiğfar eder ve yine senin için dua ederim." [630]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ölüyü yıkayan kimsenin güvenilir olması, gördüğü bazı nahoş halleri ifşa etmeyecek bir karaktere sahip bulunması müstehabdır.                                                             .

2- Ölenin vasiyet edip belirlediği bir vasi yoksa, hısımlık yönünden kendisine en yakın olan kişi   -yıkama işini becerebili-yorsa- yıkama hizmetini yerine getirir.

3- Ölü yıkanırken çok dikkat edilmeli ve herhangi bir or­ganının   zedelenmemesi,      kemiğinin   kırılmamasma   özen gösterilmelidir. Aksi halde keraheti ve günahı mucip olur.

4- Ölüyü yıkamak, kefenlemek, defnetmek Adem Peygam­berden beri devam edegelen bir sünnettir. Bu sünneti uygulamak farzdır veya vaciptir.

5-  Erkeğin   kendi   eşini,   kadının   da   kendi   kocasını yıkamasına cevaz verilmiştir. Ancak sözü edilenler birbirini yıkarken ara yerde bir örtü bulundururlar ve örtü üzerinden yıkarlar. [631]

 

Allah Yolunda Şehid Edilenler Yıkanmaz

 

Peygamberlik mertebesinden sonra bir fani için en yüksek mertebe, şüphesiz ki Allah yolunda düşmanla çarpışırken şehid olmaktır. Zira bu durumda mü'min en çok sevdiği canını ver­mekte, ilahi rızaya erişmeyi canından çok daha aziz ve kıymetli kabul etmektedir. O bakımdan şehidin üzerindeki elbisesi onun kefeni, akan kanı onun gasli sayılır. Zira o, ahiret gününde kanlı elbisesiyle, misk kokusundan daha güzel ve çarpıcı bir koku neşrederek kalkar.

Bunun için şehidler yıkanmaz, kefenlenmez ve o halde def­nedilirler. Ancak namazlarının kılınıp kılmmayacağı hakkında fa­rklı rivayet ve ictihadlar vardır. [632]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, şöyle haber vermiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz Uhud Savaşında öldürülen (şehid edilen) lerden iki adamı bir araya getirip bir tek elbise içinde bulundurur ve sonra şöyle sorardı: "Bu ikisinden hangisi Kur'an'dan daha çok (bilgi ve ezber) almıştır?" Onlardan birine işaret edilince, Rasulüllah (s.a.v.) önce onu kabre indirirdi. Böylece Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz onların kanlarıyla defnedilmesini emretti. Yıkanmadılar ve üzerlerine namaz da kılınmadı."[633].

îmam Ahmed'in rivayetinde ise şöyle buyurulmuştur:

"Rasulüilah (s.a.v.) Uhud'da şehid edilenler hakkında şöyle buyurdu: "Onları yıkamayın. Çünkü her yara veya -her kan kıyamet gününde misk neşreder. " Ve Peygamber

(s.a.v.) onların cenaze namazını kılmadı."[634]

Muhammed b. îshak, el-Meğazi'de Asım b. Ömer b. Ka-tade'ye isnad ederek Mahmud b. Lebid'den şunu rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.) efendimiz buyurdu ki: "Şüphesiz sizin ar­kadaşınızı melekler yıkadı". Bununla Hz. Hanzele'yi kaste­diyordu. "Onun ev halkından bir sorun, durumu ne idi?" Gidilip Hanzele'nin eşinden soruldu. O şöyle bilgi verdi: "O savaşa çağrı sesini işitince cünüp bir halde çıktı." Bunun üzerine Rasulüilah (s.a.v.) :  "İşte bundan dolayı melekler onu yıkadı" buyurdu.[635].

Ebu Selam, Peygamberin ashabından bir adamdan şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Cüheyne kabilelerinden birinin üzerine hücum ettik. İlk etapta müslümanlardan bir adam, onlardan bir adamı düelloya çağırdı ve çarpışırken o müslüman hata yaparak kendi silahıyla kendini öldürmüş oldu. Bunun üzerine Ra­sulüilah (s.a.v.) efendimiz "Ey müslüman topluluğu, kardeşinize yetişiniz!" buyurdu. Koştular, ama ölmüş bir halde buldular. Rasulüilah (s.a.v.) efendimiz onu kendi el­bisesine kanıyla birlikte sardı, namazını kılıp defnetti. Ashab-ı Kiram: 'Ya Rasulallah! O şehid midir?" diye sordu­lar. Efendimiz onlara: "Evet.." dedi ve ilave etti: "Ben de on­dan yana şahidim."[636]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Savaş ehlince, islami devlete karşı baş kaldırıp isyan edenlerle veya yol kesenlerle vuruşma esnasında öldürülen müslüman veya savaş alanında vücudunda yara izi olduğu halde ölü olarak bulunan müslüman, şehid kabul edilir.

Şehid olan müslüman kendi elbisesiyle kefenlenir, namazı kılınır ve yıkanmadan defnedilir, jj^erindeki elbiselinden kefen olmaya müsait olanlar bırakılır, şapka, ayakkabı, kemer, silah ve benzeri şeyler alındıktan sonra defin işi sağlanır.

Savaşta yaralanıp bir süre hayatta kalan, yiyen, içen ve akleden durumda olan kimse ölünce hem yıkanır, hem de kefenlenip namazı kılınarak öyle defnedilir,[637].

b)Şafliiere göre: Kafirlerle savaşırken öldürülen kimse şehiddir. Bu durumda yıkanmaz ve üzerine namaz kılınmaz da Öylece defnedilir. Savaş bittikten sonra aldığı yaradan dolayı Ölen veya asi kuvvetler tarafından öldürülen kimse mezhebin en zahir kavline göre şehid sayılmaz, gayr-i zahir kavle göre sayılır.

Cünüp olduğu halde şehid edilen kimse yıkanıp Öylece def­nedilir. Aynı zamanda şehid üzerindeki elbiseyle birlikte defne-d-ilir. Elbisesi onun kefeni olur.[638].

c) HanbeMlere göre: Savaş meydanında iken ölen, yani öldürülen kimse şehiddir; yıkanmaz ve namazı kılınmaz, o vaziy­ette defnedilir, tmam Ahmed'den gelen bir rivayete göre, şehidin namazını kılmak müstehabdır. Cünüp olarak şehid edilen kimse yıkanır.

Şehid olan kimsenin üzerindeki elbisesi kefen sayılır; ancak silah ve benzeri eşya üzerinden alındıktan sonra defnedilir. Savaş alanında düşmana silah kullanırken hata ile silahı kendisine dok­unur da ölürse, yine şehid sayılır.[639].

d) Malikilere göre: Şehid, savaşçı kafirin öldürdüğü veya müslumanlarla kafirler arasında vuku' bulunan savaşta öldürülen kimsedir. İster bu savaş küfür diyarında, ister İslam diyarında ol­sun fark etmez. Şehid yıkanmaz ve namazı kılınmaz.

Savaş esnasında henüz savaşa başlamadan gafil veya uyku halinde öldürülür veya bir müslüman onu kafir sanarak öldürür veya atların ayakları altında çiğnenip ölür ve savaşta kendi kul­landığı silah ve oku kendisine isabet edip ölürse, yine de şehid sayılır ve bu durumda yıkanmaz ve namazı kılınmaz.

Şehid, üzerinde taşıdığı elbisesiyle gömülür. Yetmediği tak­dirde ilave yapılır. Ayakkabısı, şapkası veya külahı çıkarılmaz. Parmağmdaki yüzük, belindeki kemer fazla kıymetli değilse onlar da alınmaz.[640]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

622 nolu Cabir hadisinde, iki kişinin bir elbise (kefen) içinde defnedildiğine delalet eden bir anlatım tarzı vardır. Bu, ya kefen olacak bir elbise ikiye bölünerek her birine ayrı bir kefen sarıldığıyla, ya da mecazi bir tabir olup iki kişinin bir kabre gömülmesiyle yorumlanabilir. Ancak Cabir'den yapılan bir diğer rivayette bu iki yorumu da reddeder anlamda bir cümle yer al­maktadır. O da şöyledir: "O gün Rasulüllah (s.a.v.) babamla am­camı alaca renkli yünden mamul bir Örtüyle kefenledi.."

Bunur la beraber o yün örtüyü ikiye bölüp Öylece herbiri için ayrı bir kefen oluşturulduğu manası da çıkarılabilir. Zira konu­muzla ilgili hadiste 'TJhud savaşında şehid edilen iki adamı biraraya getirir ve sonra da "Bu ikisinden hangisi Kur'an'dan daha çok (bilgi ve ezber) almıştır" diye sorar. Onlardan birine işaret edilince, önce onu kabre indirirdi" buyurulu-yor ki, biraraya getirilen iki kişinin ayrı kefenlendiği ve onlardan daha bilgili olanına definde öncelik tanındığı ortaya çıkıyor ve bu sebeple iki kişinin bir kefen içine sarıldığı görüşünün isabetli olmadığı anlaşılıyor.

Ayrıca Tirmizi'de iki ve üç kişinin aynı kabre gömüldüğü tasrih edilerek bu konudaki diğer rivayetlere de yer veriliyor. Nitekim Abdürrezzak'tan yapılan rivayette şöyle deniliyor: "Rasulüllah (s.a.v.) iki ve üç adamı bir kabre gömmek sure­tiyle defnediyordu." Aynı zamanda Ashab-ı Sünen'in tesbit et­tikleri bir rivayet de bunu kuvvetlendirmekte ve şüpheleri gider-. mektedir: "Peygamber (s.a.v.) efendimiz, Ensara, iki ve üç adamı birarada bir kabre defnetmelerini emretti." Tirmizi bu rivayeti sahihlemiştir.

Bir erkekle bir kadının aynı kabre birarada gömülmesine ge­lince:

Abdürrezzak'ın isnad-ı hasen ile Varile h. Eska' (r.a.) den yaptığı rivayete göre şöyle denilmiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) efen­dimiz erkekle kadını birarada aynı kabirde defnetti. Ancak defin işinde önceliği erkeğe tanıdı, kadını onun arkasından defnetti."

Burada kuvvetli ihtimalle, Rasulülîah (s.a.v.) şehid edilen kadınla erkeği aynı kabre defnederken aralarına engel olarak to­prak yerleştirdiği söylenebilir.[641]

Yine ilgili hadisin açık anlatımından, Kur'an'da ve diğer fay­dalı ilimlerde daha bilgili olan kimseye definde öncelik tanımanın ve şehid edilen mü'mini yıkamadan defnetmenin sünnet olduğu anlaşılıyor. Ekserin görüşü de böyledir. Tabii müctehidlerden bir kısmına göre, yıkanır.

Bu konuda diğer rivayetler ise şöyledir:

"Peygamber (s.a.v.) efendimiz Uhud'da öldürülen mü'minlerin namazını kılmadı ve onları yıkamadı."[642]

"Bir adam, atılan okun göğsüne veya boğazına isabet etmesiyle oluverdi. Olduğu gibi elbisesi ona kefen olarak sarıldı ki biz de orada Rasulüllah (s.a.v.) ile beraber bulu­nuyorduk."[643]

"Rasulüllah  (s.a.v.) efendimiz, Uhud'da öldürülen (şehid edilen) mü'minlerin üzerinde bulunan demir, deri. (ve benzeri eşyanın) alınmasını ve kanlarıyla, elbiseleriyle birlikte defnedilmelerini emretti."[644]

Ancak bu son rivayetin isnadında Ali b. Asım bulunuyor ki bu zat hakkında çok şeyler söylenmiştir. Yakub b. Şeybe, onun diyanet, salah ve hayır ehlinden olduğunu ve takva konusunda çok titiz davrandığını ve böylece hata yapmayacağını belirtmiştir. . Ahmed b. Hanbel ondan hadis alıp rivayet etmiştir. Ama Yezid b. Harun, onun yalancı olduğunu; İbn Main ise, onun kayda değer bir muhaddis olmadığını söylemiştir.[645].

623 nolu Muhammed b. İshak hadisi başkaları tarafından da rivayet edilmiştir, ibn Hibban kendi sahihinde tahric eder-ken, Hakim, Beyhaki ve Taberani kendi eserlerinde buna yer ver­mişlerdir. Ancak Hakim'in yaptığı rivayetin isnadında Mualla b. Abdirrahman el-Vasıtî bulunuyor ki, Darekutni onun zayıf ve ya­lancı olduğuna dikkat çekerken, Ebu Hatim onun metrukü'l-hadis olduğunu söylemiştir. İbn Medeni ise, onun hadis uydurduğunu belirtmiş; İbn Adiy ise, "Onun rivayetinde bir sakınca yoktur" diy­erek ayrı bir tesbit ortaya koymuştur.[646].

Taberani'nin isnadında ise, Ebu Şeybe el-Vasıtî bulunuyor ki, Şevkani onun cidden zayıf olduğunu belirtmiştir,[647]

Bu babda Taberani'nin îbn Abbas (r.a.) dan yaptığı riua-yette ise şöyle buyurulmuştur: "Hamza b. Abdilmuttalib ile Hanzele b. Rahib cünüp bulundukları halde Ölüm darbesi alıp vefat ettiler. Rasulüllah (s.a.v.) onlar hakkında şöyle buyurdu: "Meleklerin onları yıkadığım gördüm." Ancak bu hususun Hamza (r.a.) hakkında garip olduğu söylenebilir. Zira rivayeti kuvvetlen­diren bir başka rivayet yoktur.

625 nolu Ebu Selam hadisi hakkında Ebu Davud susup bir şey dememiştir. Ancak isnadında Sellam b. Sellam bulunuyor ki bu zat meçhuldür.

Hadis, şehidin namazının kılınacağına delalet etmektedir. Ancak kılmmayacağıyla ilgili rivayetler bu hususta hem daha sa­hih, hem de ilim adamları arasında ağırlık kazanmıştır. [648]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Savaş alanında veya İslami devlete baş kaldıran veya yol kesen eşkiya tarafından öldürülen bir müslüman, şehid kabul -edi­lir.

2- Şehidler, üzerlerindeki elbiseleri yettiği halde başka bir kefene gerek gorülmeksizin o elbiseleriyle defnediliyor; yani üzerlerindeki elbiseleri onların kefeni olur.

3- Şehidler yıkanmayıp kanlarıyla birlikte defnedilirler.

4- Şehidlerin namazı, îmanı Ebu Hanife'ye göre kılınır. Diğer üç imama göre kılınmaz.

5- Şehidlerin üzerindeki elbise soyulmaz. Ancak silah, külah, ayakkabı, bel kemeri ve benzeri teçhizat alındıktan sonra defnedi­lir.

6- Cünüp olduğu halde şehid edilen kimse yıkanır.

7- Savaş alanında silahını düşmana karşı kullanırken hata ile silahı kendisine isabet edip ölürse, yine de şehid sayılır.

8-  Savaşta düşman askeri sanılıp öldürülen müslüman da şehiddir ve şehidlere has işleme tabidir.

9- Savaşta yaralandıktan sonra yemek yer, konuşur ve bir süre yaşadıktan sonra ölürse, artık şehid sayılmaz; yani yıkanır, kefenlenir, namazı kılınıp öylece defin edilir.

10- Savaşta öldürülen müslümanlar defnedilirken, Kur'an ilimlerinde daha çok tahsil yapıp bilgili olanlara ve Kur'an'ı daha iyi ezberleyip amel edenlere öncelik tanınır.

11- Savaşta şehid edilenlerden iki ve üç kişi bir kabre konu­labilir. [649]

 

Cenaze Yıkamanın Keyfiyeti

 

Ölen mü'mini yıkamanın birçok hikmetleri vardır. Önce islam'ın insana verdiği değer söz konusudur. Sonra da Allah'tan tertemiz olarak gelen ruhun eyleştiği bedeni onun fıtratındaki te­mizliğine yakın şekilde temizleyip öylece Mevlasma göndermek hikmetini taşımaktadır. Çünkü Cenab-ı Hak çokça temizlenen kullarını sever. Ölen kimsenin artık o dönemde temizlenme oücü ve idraki yoktur. Onu Cenab-ı Hakkın sevgisine layık düzeye ge­tirme arzusuyla mü'min kardeşlerinin yıkayıp temizlemesi güzel hasletlerden biri ve kardeşlik duygusuyla gösterilen vefanın açık belirtisi' :r.

Ancak dinimiz her ibadet ve konuyu bir takım kurallara bağlayarak her işte ve amelde düzenli olmamızı emreder. O bakımdan cenaze yıkama hususunda da birtakım kurallar, yani sünnet ve istihbablar vardır ki, onları dikkate almamızda büyük yararlar vardır. Her şeyden önce Rasulüllah'm (s.a.v.) o konudaki sünnetini yansıtan tavsiyelerine uyduğumuzdan, hem sevap ka­zanır, hem de O'nun şefaatine mazhar olma bahtiyarlığına erişme yolunu açmış oluruz. [650]

 

Konuyla İlgili Hadisler Ve Rivayetler

 

Ummü Atıyye (r.a.) anlatıyor:   

Kızı (Zeynep (r.a.) vefat ettiği zaman Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz yanımıza geldi ve şöyle buyurdu: "Onu, (imkanların el verdiğini) görüyorsanız su ve sidrle üç veya beş defa ya da daha fazla yıkayın ve en son defa yıkarken suyuna kafur veya kafurdan bir şey katın. Yıkama işini tamarnladığınızda bana haber verin." Biz de yıkamayı biti­rince Rasulüllah'a (s.a.v.) haber verdik ve O da üzerindeki uzun gömleğini (kefen yapmamız için) bize verdi ve şöyle buyurdu: "Bunu onun bedenine sarın."[651]

Diğer bir rivayette ise şöyle buyurdu: "Kefeni sarma hu­susunda onun sağından ve abdest yerlerinden (yani abdest azasından) başlayın."

Bir başka rivayette: "Onu tek sayıyı dikkate alarak yıkayın: Üç, beş, yedi veya daha fazla (tabii imkanların el verdiğini uygun) görürseniz öyle yapm."[652]

Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz vefat edince nasıl yıkandı?

Hz. Aişe (r.a.) diyor ki: Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin mübarek naaşım yıkamayı arzu ettikleri zaman, bu husus­ta tereddütler ve farklı görüşler ortaya çıktı: "Ne yapacağımızı bilemiyoruz; ölülerimizin elbisesini çıkardığımız gibi, Rasulüllah'ın (s.a.v.) elbisesini çıkaralım mı veya çıkarmadan   elbisesi   üzerinde   bulunduğu   halde   mi yıkayalım?" dediler. Bu tereddüt ve ihtilaf devam ederken, Cenab-ı Hak onların üzerine uyuklama (havası) gönderdi; o kadar ki orada bulunanlardan hemen herkesin çenesi göğsünün üzerine düştü. Sonra o sırada evin bir yanından konuşanın biri şöyle seslendi ki, onun kim olduğunu bilen yoktu: "Peygamberi (s.a.v.) üzerinde elbisesi bulunduğu halde yıkayınız" Bunun üzerine oradakiler yerlerinden sıçrayıp, Peygamber (s.a.v.) efendimizi üzerindeki gömleği bulunduğu halde o vaziyette su döküp, sidr karıştırarak yıkadılar ve yıkayanlar döktükleri suyu ellerini O'nun gömleği üzerinde götürüp getirerek yıkamayı sağladılar."[653]

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Cenazeyi yıkamak farz-ı kifayedir. Müslümanlardan bir kısmının bu hizmeti yerine getirmesiyle diğerlerinin üzerinden düşer. Hiç kimse yıkamazsa, kasaba veya belde halkının hepsi günahkar olur.

Ölü yüksekçe bir cisim (teneşir) üzerine uzatılır, etrafında buhur veya benzeri güzel koku neşreden bir tütsü veya benzeri güzel bir koku döndürülür ve bunun tek sayı olmasına dikkat edi­lir. En çok beş defa döndürülmelidir, fazlasına gerek yoktur.

Cenazenin elbisesi soyulur, ancak avret mahalli örtülü tutu­lur. Çünkü avret yerine bakmak haramdır. Ancak burada sadece galiz olan avret yeri söz konusudur. et-Tebyin ve el-Gaye kita­plarında, göbekle diz kapağı arası örtülür diye kaydedilmiştir. Sa­hih olan kavi de budur.

Yıkamaya başlanırken ölüye abdest aldırılır, ancak ağzına ve burnuna su verilmez. Sidir ile ısıtılmış su ile yıkanır. Ve "Sabun otu" denilen "hurz" ile yıkanır. Sıcak su "tercih edilir, imam Şafii'ye göre, soğuk su tercih edilir. Baş ve sakalının hıtmî otuyla, bulunmadığı takdirde sabun ile yıkanması efdaldır. Önce sol yanma doğru çevrilip sağ yanı, sonra sağ yanına çevrilip sol yanı yıkanır. Yıkandıktan sonra ölüden bir şey dışarı çıkarsa, sa­dece  o  şey  temizlenir ve  gasil  iade  edilmez,  yani  yeniden yıkanmaz. Güzel kokuya bandırılmış pamuk veya benzeri şey başına ve sakalına konur. Secde yerlerine ise kafur konur. Saç ve sakalı düzeltilmez. Tırnakları kesilmez.[654]

b) Şafiilere göre: Ölüyü yıkayıp teçhiz, tekfin ve defnetmek farz-ı kifayedir. Bunda icma' vardır. Yıkamanın en azı, ölü cünüp bile olsa, bedeninin her tarafını kapsayacak şekilde bir defa su do­kundurmaktır. Bir kafirin bile ölen müslümam bir defa belirtilen şekilde yıkaması yeterli sayılır. Ancak suda boğulan kimsenin bu hali gasil sayılmaz ve biz onu yıkamakla memur bulunuyoruz. Ölüyü  halvette yıkamak  en uygun  şeklidir.  Aynı  zamanda üzerindeki gömleği çıkarmadan o vazi-yette yıkamak da böyle. Çünkü bu  örtmeye daha elverişlidir. Sonra da yüksekçe bir cisim üzerine konulur ve soğuk su ile yıkanır. Ancak vücudu fazla kirli ise, temizliğin sağlanması bakımından sıcak su tercih edilir, ikinci ve üçüncü defa yıkamak sünnettir. Yıkandıktan sonra bir şey çıkarsa, temizlenir, ama gasl iade edilmez.[655]

c) Hanbelilere göre: Cenaze yıkanmaya hazırlanırken göbeğiyle diz kapağı arası örtülür. Gömleğiyle birlikte yıkamak, istenilen temizliği sağlamaya engel olur. Rasulüllah'm (s.a.v.) elbi­sesi çıkarılmadan yıkanması, O'na has bir haldir.

Ölüyü kapalı yerde ve gözlerden uzak şekilde yıkamak .müstehabdır. Yıkayıcının yanında sadece yardımcıları bulun­malıdır. Ölüde gizlenmesi gereken bir durum görüldüğü takdirde gizlenip ifşa edilmemesi sünnettir. Önce abdest aldırılır; ancak ağzına ve burnuna su verilmez. Sonra sağ, sonra da sol tarafı yıkanır. Her defasında suya sidr.veya benzeri güzel kokulu bir nesne katılır. Son defa suya kafur katmak müstehabdır. Bulun­madığı takdirde güzel bir koku kullanılabilir.

Yıkama olayında sıcak su ve sabun kullanmak da müstehabdır. Üç defa yıkandıktan sonra bir şey çıkarsa iki defa daha yıkayıp beşe çıkarılır. Yine bir şey çıkarsa bu yediye çıkarılır. Sonra da bir bez ile kurulanır ve öylece kefenlenir.[656]

d) Malikilere göre: Yıkanmak üzere yüksekçe cisim üzerine uzatılan ölünün elbisesi çıkarılır, sadece avret yeri bir bezle Örtülü bulundurulur. Abdest aldırılıp aldırılmaması arasında pek fark yoktur; ancak aldırılırsa iyi olur. Yıkama konu­sunda sınırlı bir sayı yoktur. Temizlenmesi söz konusudur. Başı kafurla yıkanır. Bununla beraber üç veya beş defa yıkanması müstehab sayılabilr.[657]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

637  nolu hadis sahihtir ye istidlale salihtir. Rasulüllah'm (s.a.v.)  vefat  eden kızının  Ümmü  Gülsüm  olduğu  söylenir. Bazısına göre, Ebu'l-As b. Rebi'in zevcesi olan Zeyneb'dir. Nitekim Müslim'de Zeyneb olduğu   belirtilmiştir. İbn Mace'de ise, onun Ümmü Gülsüm olduğu açıklanmıştır. Rivayetinde şu cümle yer al­maktadır: "Peygamber (s.a.v.) yanımıza geldi ki o sırada Onun kızı Ümmü Gülsüm'ü yıkıyorduk."

Hafız îbn Hacer bu iki ayrı rivayetin arasını cem'ederek diyor ki: "Hem Zeyneb'i hem de Ümmü Gülsüm'ü Hz. Ümmü Atiyye yıkamış olabilir. Nitekim îbn Abdilber, Ümmü Atiyye'nin gâsile (yıkayıcı) olduğunu, birçok kadınları yıkadığını kaydet­miştir.

Hadis, ölünün kaç defa yıkanmasının uygun olacağı hususu­nun yıkayıcının iradesine bırakıldığına delalet etmektedir.

Ümmü Gülsüm'ün veya Zeyneb'in (Allah ikisinden de razı ol­sun) saçları üç örgü haline getirilip arkasına doğru atılmıştır. Bu da yıkayanların içtihadına ve iradesine bırakılmış bir husustur.

638 nolu Hz. Aişe hadisini aynı zamanda îbn Hibban ve Ha­kim rivayet etmişlerdir.

Rasulüllah'ı (s.a.v.) Hz. Ali (r.a.) yıkamıştır.

Bu babda îbn Mace, Hakim ve Bey ha ki de şunu rivayet ettnişlerdir:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimizi yıkamaya hazırlanırken, evin içinden bir ses geldi: "Peygamberin gömleğini çıkarmayınız!"

Ahmed b. Hanbel'in İbn Abbas (r.a.) den yaptığı rivayette, de­niliyor ki: "Hz. Ali gasil işini yerine getirirken Rasülüllah'ı (s.a.v.) göğsüne doğru getirip dayadı ki, efendimizin üzerinde uzunca gömleği bulunuyordu."

Ancak bunun isnadında Hüseyin b. Abdillah bulunuyor ki, bu zat zayıftır.[658].

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ölüyü  yıkamak  farz-ı  kifayedir.  Bunda icma1  vaki olmuştur.

2- Yıkanma olayını yerine getirmek için ölünün elbisesini çıkarmak ve avret yerini iyice örtmek sünnettir.

3- Cenazeyi rahat yıkayabilmek için yüksekçe bir yere uzat­mak sünnettir.

4-  İçine sidr veya kafur karıştırılmış sıcak su ile yıkamak müstehabdır. İmam Şafii'ye göre soğuk su tercih edilir.

5- Cenazeye abdest aldırtmak bazısına göre müstehabdır. Ağzına ve burnuna su verilmez. Bütün bedenini bir defa kapla­yacak şekilde yıkamak farz veya vaciptir. İkinci ve üçüncü veya dördüncü ve beşinci defalar yıkamak müstehabdır.

6- Kaç defa yıkanması konusunda bir tahdit yoktur. Yıkayanın içtihadına bırakılmıştır. Temizlenmesi söz konusudur.

7- Ölünün saçı, tırnağı kesilmez; saçları taranmaz. Başına ve sakalına güzel koku sürülmüş pamuk koymak, secde azası üzerine kafur kovmak müstehabdır.

8-  Ölüyü tenha yerde yıkamak, gözlerden uzak tutmak müstehabdır.

9- Yıkama esnasında nahoş haller görülürse, onları ifşa et­memek sünnettir. [659]

 

Kefenin Güzel Olması Müstehabadır

 

Kişinin yaşı, makamı, servet ve ailevi durumu ne olursa ol­sun, hayata gözlerini yumduğu andan itibaren her şeyinden kopup iman, niyet ve ameliyle başbaşa kalır ve ancak bunları berabe­rinde alıp ahirete götürür.

"Kefenin cebi yoktur" sözü, muhterisleri uyarmaya yönelik bir deyimdir. Böylece kefen hem Ölünün teninin görünmemesine, hem insana verilen değere, hem de dünyalık olarak kabre bundan başka   bir   şey   götürülemeyeceğine      yönelik   bir   hikmeti içermektedir.

Kefen daha çok ölen kişinin sosyal ve ekonomik durumuna göre ayarlanır; yani böyle bir takdir ve düzenleme müstehabdır; yapılmasında güzellik vardır, yapılmamasında sakınca yoktur. [660]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Habbab b. Eret (r.a.) anlatıyor:

"Muhacirlerden Mu s'ab b. Umeyr (r.a) Uhud Saveşı'nda şehid edilmişti. Geriye sadece alaca bezden bir üstlük bırakmıştı, onu (kefen yapmak üzere) Mus'ab'ın başına doğru çekip o kısmı örtmek istediğimizde ayakları açıkta kalıyor; ayaklarına doğru çekip o kısmı örtmek iste­diğimizde başı açık kalıyordu. Resulüllah (s.a.v) Efendimiz o üstlükle onun baş kısmını örtmemizi ve ayak tarafını ızhir denilen bitkiyle kapamamızı emretti."[661]

Yine Habbab b. Eret (r.a) anlatıyor:

"Hz. Hamza (r.a.) (şehid edildiğinde) kefen olarak an­cak beyazlı siyahlı bir hırka bulunuyordu. Ayaklarına doğru çekilip uzatıldığında baş kısmı açılıyordu. Sonunda başına doğru uzatılıp o kısım örtüldü ve açık kalan ayak nahiyesi üzerine ızhir otu konuldu."[662]

Ebu Katade'den (r.a.) yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz (ölen) kardeşine velî (sahip) olur da onun işlerini yürütmeyi üzerine alırsa, kefenini güzelleştirsin."[663]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz bir gün ashabına hitapta bulunurken, arkadaşlarından bir adamın vefat ettiğini ve tanı olmayan (hakir olan) bir kefene sarıldığını, aynı za­manda geceleyin defnedildiğini hatırlayarak konuyu andı.

Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz; cenazenin, namazı kılınmadan geceleyin defnedilmesini yasakladı. Meğer ki insan böyle bir zorunlu durum içinde bulunursa (o tak­dirde gece defnetmekte bir sakınca yoktur.)"

Sonra Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Artık sizden kim (din) kardeşini kefenleyecekse, onun kefeni ti i güzelleştirsin."[664]

Hz. Aişe   (r.a.) den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir: "Ebu Bekir (r.a.) içinde hasta yattığı elbisesine baktı, üzerinde zaf-erandan bir leke bulunuyordu. Bunun üzerine şöyle dedi; "Bu elbi­semi yıkayın ve buna iki elbise daha katın da beni onlarla kefen­leyin" Ben de:  "Bu yeni bir elbise değildir"  dediğimde şöyle dedi: "Şüphesiz yeni elbiseye diriler ölülerden daha müstahıktır. Kefen ise ancak (kabirde kan ve) irine bulaşmak içindir." (Yani kabirde kısa zamanda kan ve irin bulaşıp özelliğini kaybeder.)[665]. îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, demiştir ki: "Rasulüilah (s.a.v.) efendimiz üç elbiseyle kefenlendi: İçinde vefat ettiği entarisi, Necran imalatı bir hülle idi ki, bu iki ayrı el­bise olarak bulunuyordu."[666]

Hz. Aişe (r.a.) den yapılan rivayette, şöyle demiştir: "Raoiılüllah (s.a.v.) efendimiz üç elbiseyle kefenlendi:

1- Sehûl Kasabasının imalatı beyaz bez,

2- Yemen imalatı pamuk bez ki, bunlar arasında entari ve sarık bulunmuyordu. Rasulüllah'a bunlar kefen olarak sarıldı."[667].

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, Peygamber (s.a.v,) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Elbiselerinizden beyaz olanını giyininiz; çünkü beyaz sizin elbiselerinizin en hayırlısıdır. Aynı zamanda Ölülerinizi de beyaz elbiseyle kefenleyiniz."[668]

Leyla bint Kanıf es-Sakafîyye (r.a.) anlatıyor:

"Rasulüllah'ın (s.a.v.) kızı Ümmü Gülsüm'ü yıkayanlar arasında ben de bulunuyordum. Rasulüllah'm (s.a.v.) (kefen ola­rak) bize ilk verdiği şey izar (entari) oldu. Sonra gömlek, sonra baş Örtüsü, sonra da bütün bedeni kaplayacak çarşafı verdi. Sonra bunların üstüne bir çarşafa sarıldı."

Raviye devamla diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) beraberinde ke­fen bulunduğu halde kapının bir kenarında bekliyordu ve bize ke­fen olacak bezleri bir bir veriyordu."[669]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Ölen kimsenin kefeni bıraktığı maldan ayrılıp karşılanır. Mal bırakmadan ölen kimsenin kefeni ise, hay­atta iken nafaka vermekle yükümlü bulunduğu yakınlarına gere­kir, yani onların kendi paralarıyla alıp ölen yakınlarını kefenleme­leri vacip olur. Yakınları yoksa, onun kefeni beytü'l-mal'dan karşılanır.

Beytü'1-mal bunu karşılayamadığı takdirde, müslüm anların alıp onu kefenlemesi gerekir, yani bu onlara vacip olur.

Ölüyü kefenlemek, onu yıkamak ve namazını kılmak gibi fa­rzdır. Bir kasaba veya mahalle halkı ölen fakir kimseye kefen al­mazlarsa, hepsi birden günahkar olur.

Erkeğin sünnet olan kefeni üç parçadır:

1- Kamis                         

2- Izar

3-Lifafe                              

Birincisi, boyun nahiyesinden ayaklara kadar kısmı örtecek büyüklükteki bez parçasıdır, ikincisi, baş ucundan ayak ucuna ka^ dar olan kısmı örtecek büyüklükteki bezdir. Üçüncüsü ise, baş ve ayak uçlarından bağlanacak kadar o nahiyeyi aşan daha büyükçe bez parçasıdır.

Kefenin kalitesi, daha çok ölen kişinin cuma ve bayramlarda giyindiği elbisenin kıymetiyle az-çok orantılı olacak şekilde seçilir. Fazla pahalı bir kumaştan seçilmez.

Sözünü ettiğimiz bu üç parça, sünnet olan kefendir. Bir de "kefen-i kifaye" vardır ki, bu iki parçadan ibarettir: İzar ve lifafe...

Kefenlik kumaşın pamuktan mamul beyaz renkten seçilmesi müstehabdır.

Kadın için sünnet olan kefen, sözü edilen üç parçadan başka bir de himar ve hırka eklenir. Himar yüzünü ve başını örtecek şekilde bir bez parçasıdır. Hırka ise, göğsüyle göbek arasını örtecek büyüklükteki bez parçasıdır.

Kadın için "kefen-i kifayet" ise, belirtilen üç büyük parça, bir de yüzünü ve başını örtecek büyüklükteki himardır.

Erkek ve kadın için zaruri kefen ise, vücudunu örtecek ka­dar bir parçadır.[670].

b) Şafîilere göre: Kişiye, hayatında giyindiği elbise dikkate alınarak ona göre kefen seçilir. Bunun en azı bir parçadır. "Bana hiç kefen sarmayın" diye vasiyet eden kimsenin bu vasiyetine iti­bar edilmez. Ancak "sadece bütün vücudumu örtecek şekilde bir parça kefen sarın" diye vasiyet ederse, buna itibar   edilir.

Erkek için efdal olan kefen üç parçadır; bu dört ve beş parça da olabilir, yani fazlasına cevaz verilmiştir..

Kadın için efdal olan kefen beş parçadır.

Erkeklere vücudunu örtecek üç parçadan fazla olarak dördüncü ve beşinci parça kullanıldığı takdirde, bunun kamîs ve imame olması söz konusudur. Kadın için üç lifafe, izar ve himar söz konusudur. Kefenin beyaz kumaştan olması sünnettir.

Kefen ölenin terekesinden alınıp hazırlanır. Tereke bırakmamışsa, kendisine nafakası gereken kimselerin alması gerekir.[671].

c) Hanbelilere göre: Erkek üç beyaz parça ile kefenlenir, bunların arasında kamis ve imame yoktur. Bu üç parçadan fazlası konulmaz. Ancak bu üç parçanın en güzelinden ve geniş olanından seçilmesi müstehabdır. Sadece iki parça sarmak da kafi gelir. Aynı zamanda kefenin beyaz bezden olması efdaldır.

Kefeni üç parçadan fazla tutmak mekruhtur. Çünkü bunda malın zayi' edilmesi söz konusudur.[672]

d) Malikilere göre: Kefenin üç kattan eksik olmaması müstehabdır. Meğer ki üç parçayı temin etme imkanı olmadığı za­man, bundan azı da olabilir. Erkeğin başına sarık misali bir bez sarılması da müstehabdır. Nebati boyayla boyanmış bezden kefen yapılması mekruhtur. Aynı zamanda katıksız ipekten de kefen kullanmak mekruh sayılmıştır. Bir de kefenin tek sayıda olması müstehabdır.[673]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

645   nolu Habbab hadisi sahihtir ve ihticaca elverişlidir. Bu-hari'de bu rivayeti kuvvetlendirir anlamda bir diğer rivayet Ab-durrahman b. Avf (r.a.) den yapılmıştır: "Doğrusu Mus'ab b. Umeyr benden hayırlıdır. O şehid edildiğinde bir uzun hırkadan başka kefeni yoktu. Hamza veya başka bir adam da öldürüldüğünde onun için de bir hırkadan başka kefen­lik bulunmadı."

Hadis, kefenlik olarak tek parça bulunduğunda ve o da kısa geliyorsa, Ölünün baş kısmına doğru çekilip örtülür, açıkta kalan ayakları üzerinde ot, yaprak ve benzeri şey konmasının caiz olduğuna delalet etmektedir. Mevcut parça daha da küçük olursa, sadece avret yeri örtülür. Böylece kefende vacip olan nisbetin bütün bedeni örtecek şekilde olmasıdır. Bu temin edilmediğinde avret yerinin örtülmesi vaciptir.

646 nolu Habbab hadisi de istidlale salih görülmüştür.

647 nolu Katade hadisinin isnadmdaki ricalin hepsi sahihtir. Tirmizi de bunu hasenlemişthv

Bu babda Deylemi'nin Ümmil Seleme'den yaptığı rivayette şöyle buyurulmuştur:

"Kefeni güzelleştirin. Ölülerinize sesli ağlamak, aşırı tezkiyede bulunmak, vasiyetini geciktirmek, hısımlarından ilgiyi kesmek suretiyle eziyet etmeyin. Borcunu edada acele ediniz. Kötü komşulardan udûl edip insaflı davranın. Kabrini kazdığınız zaman derin ve geniş tutun."

Deylemi'nin naklettiği bir hadiste ise şöyle buyurulmuştur:

"Ölülerinizin kefenini güzel tutunuz; çünkü onlar ke-fenleriyle kabirlerinde fahr duyup ziyaretleşirler."

Nevevi bu iki rivayetin de sahih olduğunu kaydetmiştir.[674].

649 nolu Hz. Aişe hadisi sahihtir. Ebu Bekir Sıddîk'ın (r.a.) kefen hakkında kullandığı "muhle" kelimesini her ne kadar irine bulaşma şeklinde tercüme ettikse de bunun daha başka manaları da vardır. O bakımdan Deylemi hadisiyle ters düşmemektedir.

650 nolu İbn Abbas hadisinin isnadında Yezid b. Ebi Ziyad bulunuyor ki bu onun en zayıf hadislerinden biridir. Nevevi, "Hadis münekkitlerinin bu zatın zaif olduğunda birleşmişlerdir" demiştir.   Nitekim Müslim, Rasulüllah'm (s.a.v.) hülle ile kefen-lenmediğini belirtmiş ve "insanlara o kefenin hülleye benzerlik ar-zettiği intibaını vermiştir."[675]. diye ilave etmiştir.

Bu babda Bezzar'ın ve Ibn Adiy'in el-Kamil'de Cabir (r.a.) den yaptığı rivayette, şöyle buyurulmuştur: "Peygamber (s.a.v.) efendimiz üç kefenle kefenlenmiştir: Kamis, izar ve lifafe..."

Ancak bu rivayetin isnadında Nasıh bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Zehebi yaptığı tesbitte üç Nasıh isminden söz etmiştir: Nasıh b. Abdillah el-Kufî, Nasıh b. Ala' el-Basri ve Nasıh el-Kürdî... Bu üçünün de zayıf olduğu; ikincisinin güvenilir kabul edilmediği ve üçüncüsünün bu babda bir şey olmadığı ifade ediliy­or.[676].

Bu konuda bir diğer hadisi ise İbn Adiy İbn Abbas (r.a.) den rivayet etmiştir;

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz kırmızı kadifeyle kefenlen­miştir."

Bu rivayetin isnadında Kays ibn Rebi' bulunuyor ki, bu zat da zayıf olarak tesbit edilmiştir.[677]

İbn Ebi Şeybe, Ahmed ve Bezzar'm Hz. Ali'den (r.a.) naklet­tikleri hadiste şöyle denilmektedir; "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz yedi kat kefenle kefenlendi."

Bu hadisin isnadında Abdullah b. Muhammed b. Akil bulu­nuyor ki, bu zatın hafızası pek sağlam olmadığından "seyyiü'l-hıfz" denilmiştir, yani hafızası kötüdür. O bakımdan hadisi ihtica-ca elverişli değildir.[678].

Şüphesiz bu konuda daha birçok rivayetlerde bulunuyor- ki, çoğu istidlal ve ihticaca uygun değildir. O bakımdan tamamını nakletmeyi zaid gördük.

652 nolu İbn Abbas hadisini aynı zamanda İmam Şafii, îbn Hibban, Hakim ve Beyhaki tahric etmişler ve îbn Kattan da sa-hihlemiştir. Diğer yandan Tirmizi de bunu sahihlemiştir.

Bu konuda birkaç rivayet daha vardır ki hepsi de İbn Abbas hadi­sini kuvvetlendirmekte ve ihticaca salih olduğunu göstermektedir. Böylece özellikle sıcak bölgelerde beyaz renkteki elbiseleri, her bölgede de yine beyaz kefeni tercih etmenin müstehab olduğu anlaşılıyor.

653 nolu Leyla hadisinin isnadında Nuh b. Hakim bulunuyor ki İbn Kattan onun meçhul olduğunu söylemiş, ama Ibn Hibban onun sıka (güvenilir) olduğuna dikkat çekmiştir.[679]

Böylece sözünü ettiğimiz hadisle istidlal edilebilir. [680]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-Yetecek miktarda kefen te'nıin edilemediği zaman, mevcut bez parçası ile ölünün avret yerleri başı kısmı örtüler, açıkta ka­lan ayakları üzerine ot, yaprak gibi temiz şeyler konularak her ta­rafı örtülür.

2- Kefenlik bezin temiz ve iyi olanını seçmek nıüstehabdır.

3- Fazla pahalı olmayan kumaştan seçilmesi ve beyaz olması da müstehabdır.

4- Kefenin daha çok kişinin hayatta iken sosyal durumuna, ekonomik yapısına göre ayarlanması tavsiye edilir.

5-Farz olan kefen, vücudun her tarafını kaplayıp Örtecek büyükçe bir parçadır, ikinci ve üçüncü kat kefen sarmak ise sünnettir.

6- Erkekler için sünnet olan kefen üç parçadan ibarettir.

7- Kadınlar için sünnet olan kefen beş parçadan ibarettir.

8- Kefenin çok ağır, pahalı kumaştan edinilmesi mekruhtur.

9-  En son sarılacak olan lifafenin baş ve ayak uçlarından bağlanacak kadar büyük olması müstehabdır.

10-  Kirli ve çok renkli bezi   -zaruret yokken-   kefen olarak kullanmak mekruhtur.

11- Zorunlu hallerde temiz olan herhangi bir bez kefen olabi­lir.

12- Mevcut bez kirli ise, yıkandıktan sonra kefen olarak kul­lanılmalıdır.

13- Erkeğin başına imame denilen bez sarmak, müctehidlerin çoğuna göre meşru değildir; bir kısmına göre ise, meşrudur. [681]

 

Cenaze Namazı ve Onunla İlgili Husular

 

Cenaze namazı, ölen kardeşimize saygı göstermemizden; onu dua, rahmet, gufran ile anmamızdan ve Cenab-ı Hakk'm af ve bağışlamasını dilememizden ibarettir. Aynı zamanda ferdin to­plumdaki yerini, Önemini, itibarını göstermeye yönelik bir anlam arzetmektedir.

Böylece namaz, ferdin toplumun kopmaz bir parçası olduğunu; her mü'minin yalnız kendisi için değil toplum için de çalışıp mesai sarfettiğini ve bu bakımdan da onun sevgi ve saygıya layık bulunduğunu yansıtır. [682]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Abbas (r. a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz vefat ettiğinde, insanlar (cenaze namazını kılmak üzere) onun bulunduğu odaya ce­maat olup girdiler ve namazını kıldılar. Erkekler bu görevi yerine getirdikten sonra kadınlar girmeğe başladı ve onlar da namaz kılıp çıkınca sıra çocuklara (temyiz çağına gelen­lere) geldi, onlar girmeğe başladılar. Böylece gruplar ha­linde girip Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz üzerine namaz kılanlara kimse imamlık etmedi, yani her grup kendi başına namaz kılıp çıktı."[683].

Enes (r.a.) den yapılan rivayette, diyor ki:

'Uhud savaşında şehid edilenler yıkanmadılar, kan­larıyla birlikte defnedildiler; aynı zamanda cenaze namaz­ları da kılınmadı."[684].

Muğire b. Şube (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Cenaze (kabre götürülürken), binek üzerinde onu teşyi* edenler cenazenin arkasında yürürler, yaya olarak teşyi1 edenler ise, onun Önünde, sağ ve sol yakınında bulunurlar.

Düşük çocuğun ise namazı kılınmaz, sadece ana ve ba­bası için mağfiret ve rahmet ile dua edilir."[685].

Zeyd b. Halid (r.a.) den yapılan rivayette, diyor ki:

"Müslümanlardan bir adam Hayber'de vefat etmiş bulunuy­ordu. Durumu Rasulüllah'a (s.a.v.) baber verildiğinde: "Arkadaşınızın namazını kılınız" buyurdu. Bu sebeple orada bulu­nanların rengi değişti. Peygamber (s.a.v.) onların bu durumunu görünce şöyle buyurdu: "Arkadaşınız Allah yolunda savaşırken kendine bir şey aşırmış bulunuyor. (O bakımdan ben namazını kılmayacağım)" Bunun üzerine biz onun eşyasını aradık, içinde kıymeti iki dirbem eden Yahudi pabuçlarından bir pabuç bulduk."[686]

Cabir (r.a.) diyor ki:

"Eşlem Kabilesinden bir adam peygamber (s.a.v.) efen­dimize gelerek zina ettiğini itirafta bulundu. Peygamber (s.a.v.) yüzünü ondan çevirdi; ta ki adam dört defa kendi aleyhine zina iîe şehadet ve itirafta bulundu. Peygamber (s.a.v.) ona: "Sende cinnet belirtisi mi var?" diye sordu. Adam: "Hayır" diye cevap verdi. Peygamber (s.a.v.) ona: "Evli misin?" diye sordu. O da "Evet" diye cevap verince, Peygamber (s.a.v.) onun musallada recmedilmesini emretti. Atılan taşlar ona dokunup (canı iyice acıyınca) kaçtı ve ar­kasından yetişilerek recmedildi ve öldü. Peygamber (s.a.v.) efendimiz onun lehine hayırdır dedi ve namazını kıldı."[687].

Ahmed, Ebu Davud, Nesai ve Tirmizi ise "Peygamber (s.a.v.) onun namazını kılmadı" şeklinde rivayet etmişlerdir. Ancak namaz kıldığına dair olan rivayet daha sabittir. Nitekim Peygamber (s.a.v,) in sahih tesbite göre, Ğamıd kabilesinden zina suçundan dolayı recmedilen kadının cenaze namazını kıldığı bilin-' inektedir.

İmam Ahmed diyor ki: "Peygamber   (s.a.v.)   hiçbir müslümanın   cenaze     namazını   terketmemiş,   ancak (ganimet, devlet ve millet) malını aşıran ile kendi kendini öldüren kimsenin namazını kılnıamıştır."

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) efendimiz Ashame Necaşi'nin, dört tekbir getirmek suretiyle cenaze namazını (gıyabında) kıldı."

Diğer bir lafızla şöyle denilmiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:

"Bugün Habeş ülkesinde salih bir adam öldü, onun na­mazını kılınız!" Bunun üzerine biz Rasulüllah'ın arkasında saf olduk, O da biz arkasında saf saf dururken namazı kıldırdı."[688].

İbn Abbas (r.a.) den yapılan rivayette, diyor ki:

"Peygamber (s.a.v.) efendimiz bir kabrin yanına kadar gitti ki o kabir henüz ıslak bulunuyordu. Kabirdeki kişi üzerine namaz kıldı, biz de arkasında saf halinde dur­muştuk ki dört tekbir getirdi."[689].

Ebu Hüreyre (r.a.) diyor ki:

"Mescidde kayyımlık yapan siyahi bir kadın veya genç bir adamı Peygamber (s.a.v.) bir süre göremeyince sordu. Ashab da "O öldü" diye cevap verdiler. Peygamber (s.a.v.): "Neden bana haber vermediniz?" buyurdu ki ashab-ı kir­am o kadının veya gencin durumunu biraz küçümsüyorlar di (ki o yüzden peygambere haber verme­mişlerdi). Peygamber (s.a.v.) efendimiz: "Onun kabrini bana gösterin" buyurdu. Onlar da gösterdiler ve Peygam­ber (s.a.v.) orada onun cenaze namazını kıldı ve sonra şöyle buyurdu: "Şüphesiz şu kabirler karanlıkla dopdolu dur; Al­lah onları benim onlar üzerine kıldığım namazla nur-landırır."[690].

îbn Abbas (r.a.) diyor ki:

"Peygamber (s.a.v.) efendimiz bir ölünün üç günden sonra namazını kıldı"[691].

Said b. Müseyyeb'den yapılan rivayete göre, Sa'd'm anası ve­fat ederken, o sırada Rasulüllah (s.a.v.) (orada) bulunmuyordu. (Seferden) dönüp gelince o kadının namazım kıldı ki, aradan üç ay geçmiş bulunuyordu."[692].                        

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Îhticacları

 

a) Hanefilere göre: Cenaze'namazı ashab ve ulemanın icma'ıyla farz-ı kifayedir. Doğumdan sonra ölen her müslümanm namazı kılınır; ancak islami devlete karşı gelip isyan eden ile yol­ları kesip mal ve cana kasdedenler fiili durumlarında iken öldürüldükleri takdirde namazları kılınmaz.

Cenaze üzerinde bir defa namaz kılınır. Bunun tekrarı ne münferiden, ne de cemaaten meşru'dur. Ancak asıl velayet sahi­binden izin almadan başkaları namaz kılmışsa, veli hazır olunca o namazı iade eder. İmam Şafii delil olarak, Hz. Peygamber'in na­mazının gruplar halinde tekrar tekrar kılındığını göstermiştir. Hanefıler ise, namazı kılınan kimsenin Hz. Ömer (r.a.) tarafından da namazı kılınmak istendiğinde Peygamber'in (s.a.v.) cenaze na-mazmm iade olunamayacağını buyurmasını delil olarak almışlardır. Aynı zamanda hazır olmayan, başka yerde ölen bir kimsenin cenaze namazı gıyabında kılınmaz. İmam Şafiî'ye göre kılınır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) Habeşistan'da vefat eden Kral Necaşi'nin gıyabında namazını kılmıştır.

Namazı kılınmadan defnedilen ölünün en çok üç gün içinde namazı kılmabilir. Üç günden sonra kılınmaz.[693]

b) Şafîilere göre: Cenaze namazına farz-ı kifaye olarak ni­yet getirmek farzdır. Niyet ederken Ölüyü ismen belirlemeye gerek yoktur. Birinci tekbirden sonra Fatiha okumak farzdır. Eûzü Be­smele çekilir, iftitah duası okunmaz. Gurbette ölen kimsenin gıyabında namazını kılmak sahihtir. Cenaze namazı definden önce kılınır; bununla beraber definden sonra da kılmak caizdir. Müslümana ait olduğu bilinen bir azaya raslandığmda namazı kılınır. Düşük çocuk ses çıkarır veya ağlarsa namazı kılınır; aksi halde kılınmaz. Ancak fukahanm çoğuna göre, hayat belirtisi görülürse, yine de namazı kılınır. Şehit edilen kimse ne yıkanır, ne de namazı kılınır. İsterse cünüp olduğu halde şehid edilmiş ol­sun, yine de yıkanmasına gerek yoktur.[694]

c) Hanbelilere göre: Cenaze namazı farz-ı kifayedir. İmamın tabutun baş kısmı hizasında durması müstehabdır. An­cak Ölen kimse kadınsa, im'âm tabutu tam ortalayarak durur. Bi­rinci tekbirden sonra sadece Fatiha okunur. Bu vaciptir. Namaz tamamlanınca sadece sağ tarafa selam vermekle yetinilir. Cemaa­tin üç saf olması müstehabdır.

Böylece cenaze namazında  dört tekbir, ayakta durmak, fatiha okumak, peygambere salatu selam getirmek ve ölen kimse için dua etmek vaciptir.

Namazı kılınmadan defnedilen kimsenin namazı bir aylık sure içinde kılınabilir. Bu sureden fazla olunca artık namazı namazı kılınmaz. Namazı kılınan kimsenin artık başkası tarafından o namazın iadesi sünnet değildir. Gurbette ölen kimsenin gıyabında cenaze namazını kılmak caizdir. Bunun bir ay süresi vardır. Ölen kimsenin vücudunun bir kısmına raslanırsa hem yıkanır, hem de namazı kılınır.[695]

d) Malikilere göre: Hazır olan cenazenin namazı kılınır. Ğaibin namazı kılınmaz. Cenaze namazında salavat ve dualar gizli okunur. İftitah tekbiri getirilirken eller kaldırılır, deiğer üç tekbirde el kaldırılmaz. Duaya “el-Hamdulillah” sözüyle başlanır.[696]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler:

 

664 nolu İbn Abbas hadisini aynı zamanda Beyhaki tahric etmişse de İbn Hacer onun isnadının zayıf olduğunu belirtmiştir.[697]

Bu babda Ahmed b. Hanbel’in Ebu Useyb’den yaptığı rivayette şöyle denilmiştir:

“Adı geçen ravi Rasulullah’ın (s.a.v.) cenaze namazına hazır olmuş ve (vefat etmeden az önce ona:) “Senin namazını nasıl kılalım?” diye sormuş. O da: “Gruplar halinde girip kılın” buyurmuş.

Bu mealde Taberani’nin Cabir (r.a.) ile İbn Abbas (r.a.) den yaptığı rivayetin isnadında Abdülmin’im b. İdris bulunuyor ki bu kişi çok yalancıdır.[698] Zehebi onun meşhur kıssacılardan olup itimada şayan bulunmadığına dikkat çekmiş ve Buhari’nin de onun hakkında şöyle dediğini ilave etmiştir: “Zahibü’l-hadis”tir.[699]

Böylece İbn Abbas hadisi, Rasulullah (s.a.v.) efendimiz üzerine namaz kılanların cemaatle değil, herkesin kendi başına kıldığına delalet etmektedir. Aynı zamanda önce erkeklerin, sonra kadınların, sonra da temyiz çağına girmiş çocukların sırayla içeri girip namaz kıldıkları anlaşılıyor. Tabii bu durum Hz. Peygam-ber'in (s.a.v.) şahsına has bir olaydır.

665 nolu Enes hadisini aynı zamanda Hakim tahric etmiştir.. Tirmizi ise bunun garip bir hadis olduğunu belirtmiş ve "Enes hadisinden ancak bu vechi biliyoruz" diye ilave etmiştir.

Ebu Davud el-Merasil'de ve Hakim ilgili hadis bölümünde .   şöyle rivayet etmişlerdir:

"Rasulüllah (s.a.v,) (savaş alanında şehid edilen) Ham-za'ya uğradı ki bedeni parçalanıp azası kesilmiş bulunuy­ordu. Uhud'da şehid edilenlerden -Hanıza dışında- hiç kimsenin namazı kılınmadı."

Buhari bu rivayetin nıa'iûl olduğunu; Tirmizi ile Darekutni ise bunun galat bulunduğunu söylemiştir. Çünkü isnadında Üsame b. Zeyd bulunduğu söyleniyor. Oysa Zühri'den, o da Enes'den rivayet etmiştir. Zühri'den yapılan rivayetin tercihe şayan olduğu belirtilmiştir.

Bu babda îbn îshak'ın îbn Abbas (r.a.) dan yaptığı riva-yette ise şöyle denilmektedir: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, (şehid edilen) Hamza'nın üstündeki hırkasının kendisine iyice sarılmasını emretti. Sonra onun namazını kıldı ve yedi tek­bir getirdi. Sonra da (savaş alanında) öldürülen müslümanlar Hamza'nın yanına getirildi ve böylece hem onların, hem de Hamza'mn namazı kılındı. O kadar ki Ra­sulüllah (s.a.v.) Hamza üzerine 72 defa namaz kılmış oldu."Ancak bu hadisin isnadında mübhem (belirsiz) bir ravi vardır. Çünkü İbn İshak bu konuda şöyle demiştir: "Bana, itham edemeyeceğim bir kimse İbn Abbas'ın azadlı kölesi Muksim'den, o da îbn Abbas (r.a.) dan rivayet etti."[700].

Nitekim es-Süheyli diyor ki: "Eğer İbn îshak'ın.mübhem saydığı, itham etmeyeceği ravi, Hasan b. Amare ise, bu zat zaten zayıftır. Bu değilse, o takdirde o ravi meçhuldür ve bu sebep- le bu.  . hususta bir hüccet ortaya koymaya gerek yoktur."   ,

Bu konuda Ebu Dacud el-Merasil'de Ebu Malik el-Gıffari'den yaptığı rivayette ise, yukarıdaki rivayeti kuvvetlendirir mahiyette şöyle denilmektedir: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz Uhudda Öldürülen (şehid edilen)lerden her on kişiyi bir araya getirip -Hamza da aralarında olmak üzere- namaz­larını kıldı ye böylece Hamza üzerine 70 defa namaz kılmış oldu." Hafız İbn Hacer bunun ricalinin sıka (güvenilir) olduğunu söylemişse de İmam Şafii bunun muallel bulunduğuna dikkat çekmiştir. Çünkü Uhud'da şehid edilenlerin tamamı 70 kişi idi. Onların onar, onar namazını kılmışsa, bu yedi defa eder, O bakımdan 70 defa namaz kıldı denilebilir mi?

Bu konuda daha birçok rivayet vardır. Ancak tamamını bira-raya getirdiğimiz zaman şu hüküm ağırlık kazanmaktadır: Uhud'da  şehid edilenlerden yalnız Hz.  Hamza'mn namazı kılınmıştır.

666 nolu'Muğire b. Şu'l>e hadisini aynı zamanda İbn Hibban tahric etmiş ve Hakim de sahihlemiştir. Hakim bunu Buhari'nin şartına uygun şu lafızla rivayet etmiştir:

"Düşüğün namazı kılınır ve ana-babasına rahmet ve afi-yetle dua edilir."

Bu babda îbn Mace'nin Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayet ettiği bir diğer hadis vardır. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyur­muştur: "Çocuklarınız üzerine (cenaze) namazını kılınız; çünkü onlar sizin için önceden oluşan hayır ve ecirdir."

Şevkani bu hadisin isnadının zayıf olduğunu belirtmiştir.[701].

667 nolu Zeyd b. Halid hadisi hakkında Ebu Davud susup bir şey dememiştir. Ancak yapılan ciddi tesbitlere göre ricalinin hepsi de sahihtir.

Bu hadis, millet ve devlet malım aşıran kimsenin cenaze na­mazının kılmmayacağına delalet etmez; işlediği suç ve günahın ağırlığım yansıtır. Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin kılmayıp ash- > abına havale etmesi yeterli delildir. Böylece gerek ganimetten, ge­rek devlet hazinesinden, gerekse millet malından çok az bir şey bile aşırmanın haram olduğu kesinlik arzediyor.

Ayrıca namazı kılınmayan günahkarlardan birinin de kendi canına kıyan kimse olduğu ortaya çıkıyor. Cabir b. Semure'nin (r.a.) yaptığı rivayete göre: Bir adam mızrak veya makas ve ben­zeri keskin bir aletle kendi canına kıyıp intihar etti, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz onun namazını kılmadı."[702].

Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin müntehimi namazını kılmadığı, ancak ashabının kıldığı dikkate alınınca, ağırlık "namazı kılınır" diye ictihad edenlerin tesbîtmde görülür. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) : "(Müslüman olduktan sonra her iyi ve kötünün namazını kılınız" ve "La ilahe illallah diyen kimsenin de namazını kılınız" buyurmuştur. O bakımdan mevcut hadislerin arasını te'lif etmek gerekir.

668 noli1 Cabir hadisi sahihse de son kısmında "ve namazını kıldı" cümlesini ta'lil edenler olmuştur. Çünkü raviler-den Mu-hanımed b. Yahya hadisi naklederken bu fazlalığı anmamıştır. Böylece Muhammed'in, aynı hadisi rivayet eden Mahmud b. Gay-İan'dan daha mazbut olduğu söylenebilir. Ancak usûlde bir kaide vardır: "Sıka (güvenilir) olan ravinin fazla olarak yaptığı rivayet, eğer sahih rivayetlere nıünafı değilse, makbul sayılır."

Ayrıca Müslim, Ebu Davüd ve Nesai'nin Büreyde (r.a.) den yaptıkları rivayete göre, "Gamid kabilesinden bir kadın pey-ganjber'e (s.a.v.) gelerek zina ettiğini bildirdi.,. Sonra o kadın recmedilince, Peygamber (s.a.v.) onun namazını kıldı."

Bu manada bir diğer hadisi Ebu Davud ve Nesai Ebu Bek-re'den rivayet etmişse de isnadında bir meçhul vardır. O bakımdan istidlale salih değildir.

Böylece sanih rivayetlere dayanılarak, recmedilen kimsenin namazının kılınacağında icma' vaki1 olmuştur.[703]

369 nolu Cabir hadisi sahihtir ve ihticaca elverişlidir. Aynı zamanda bu konuda Ebu Hüreyre hadisi de sahihtir. Böylece gai­bin cenaze namazının meşruiyetine delalet eden sahih hadisler söz konusudur. Nitekim İmam Şafii, îmam Ahmed ve diğer birçok ilim adamları bu hadislere dayanarak istidlalde bulunmuşlardır.

Aynı zamanda ilgili iki hadis, cena?° namazında dört tekbir getirileceğine delalet etmektedir ki, müctehidlerin çoğu bununla amel etmişlerdir.

Bu babda îmran b. Husayn den rivayet edilen hadiste, Ra-sulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu belirtilmektedir: "Şüphesiz ki kardeşiniz Necaşi vefat etmiştir. Kalkınız onun namazını kılınız." Bunun üzerine biz de kalkıp hazır olan ölünün karşısında saf bağladığımız gibi saf saf olduk ve hazır olan ölünün üzerine kılman namaz gibi namaz kıldık."[704]

670 nolu Ibn Abbas hadisi sahihtir. O bakımdan fakihlerin bir kısmı bu ve benzeri rivayetlerle ihticac etmişlerdir.

671 nolu Ebu Hüreyre hadisini aynı zamanda Hafız Bezzar da rivayet etmiştir. İmanı Malik de bu manada bir hadisi Muvat-  . ta'da Ebu Ümame (r.a.) den rivayet etmiştir. İbn Mace ise bu manadaki hadisi Ebu Said'den rivayet etmişse de isnadında îbn Lehi' bulunuyor ki bu zat zayıf kabul edilmiştir.

Bu babda dört rivayet daha bulunuyor ki, çoğunun isnadı sa­hihtir.

672 nolu İbn Abbas hadisini aynı zamanda Taberani el-Evsat'ta Muhammed b. Sabbah ed-Dulabi tarikiyle İsmail b. Ze-keriya'dan, o da eş-Şeybani'den rivayet etmiştir. Bu rivayette, Ra-sulüllah'm o şahsın vefatından iki gece sonra gidip kabrinde na­mazım kıldığı belirtilmekledir. Ancak Hafız îbn Hacer, Tabera-ni'nin bu  rivayetinin isnadının  aaursel ve  sahih  olduğunu belirtmiştir.  Beyhaki de  aynı hadisi İbn Abbas'dan rivayet etmiştir. Ancak Beyhaki'nin rivayetinde Süveyd b. Said bulunuyor ki, bu zat her ne kadar sikadan olup kuvvetli bir hafızaya, geniş hadis ilmine sahipse de Ömrünün son yıllarında gözlerini kaybet­tiği ve bazan kendisine rivayet etmediği hadisin telkin edilerek kabul ettirildiği söylenir. O bakımdan Buhari "Onun hadisi münkerdir" demiştir. Nesai de onu zayıf saymıştır. Diğer hadis . alimlerinin çoğu ise onu tezkiye etmişlerdir.[705].

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz çoğu kere cenaze namazım cemaat halinde kılmıştır. O bakımdan bu namazın cemaatle kılınması sünnettir.

2- Rasulüllah'm (s.a.v.) namazını mü'minler gruplar halinde girip kılmışlardır ve cemaat olup birlikte kılmamışlar dır. Bu, Ra­sulüllah'm yüksek şahsiyetine has bir olaydır. Çünkü peygamberl­er vefat ettikleri yerde gömülürler. O bakımdan Rasulüllah'm aziz na'şı küçük bir odada bulunuyordu ki orası onun kabri olacaktı. Bu sebeple onu dışarı çıkarmalarına as-habm gönlü razı olmadı. Sonra da gaibdeıı gelen bir ses de söz konusudur ki, "peygamberin namazını veya benim namazımı gruplar halinde girip kılın!" buyurulmuştur.

3-  İmam Malik ve onun yolunu takip eden müctehidlere göre, kadınlar da cenaze namazına katılabilirler.

4- Şehidler yıkanmazlar, namazları da kılınmaz ve öylece kanlı elbiseleriyle birlikte defnedilirler. Müct^hidlerden bir kısmına göre, şehidlerin namazı kılınır.

5- Cenaze kabre götürülürken binek üzerinde bulunanlar cenazeyi arkadan takip ederler; yaya yürüyenler ise, tabuta yakın durup hem önünde, hem sağ ve sol tarafında yerlerini alıp takip ederler. Böyle yapmak müstehabdır.

6- Düşük çocuk şekillenip hayat belirtisi taşıdıktan sonra ölürse, namazı kılınıp ana-babasma gufran ve rahmet ile dua et­mek vaciptir.

7-Ganimet, hazine ve millet malından bir şey aşıran kimse büyük   günah   işlemiş   olmakla   kalmaz,   o   ülkedeki   bütün inüslumanların hakkına tecavüz etmiş sayılır. Ancak bu hakkı ödemeden ölürse, yine de namazı kılınır. Çünkü müslüman olarak ölmüştür.

8- İntihar eden kimsenin de namazı kılınır. Müctehidîerden bir kısmına göre kılınmaz. Bununla beraber ağırlık, kılınır diyen­lerden yanadır. Müfta bih olan da budur.

9- Zina suçundan dolayı recmedilen kişinin cenaze namazı kılınır.

10-  Gaibin, yani başka yerde ölüp hazır olmayan kimsenin cenaze namazı kılmabilir. Müctehidlerin çoğu bunun meşru' olduğuna kaildir.

11- Aynı zamanda gaibin cenaze namazını cemaat halinde kılmak da meşru'dur.

12- Aynı  şahsın birden  fazla  namazı  kılmabilir mi? Müctehidlerin bir kısmına göre kılmabilir. Bir kısmı ise, veli veya vasi hazır olmadığı halde başkası tarafından kılınır ve sonra da veli veya vasi çıkagelirse, cenaze namazını iade edebilir-ler.

13-Namazı kılınmadan gömülen kimsenin namazım en çok üç gün içinde gidip kabrinde kılmak caizdir. Müctehidlerin çoğu bunun meşruiyetine kaildirler.

14- Aradan üç günden fazla bir süre geçerse, müctehidlerin çoğuna göre, artık o kimsenin namazını kılmaya gerek yoktur. Bu sürenin bir ay olduğunu belirtenler de vardır.

15- Böylece kabrin önünde durup cenaze namazı kılmak caizdir. Her ne kadar kabristanda namaz kılmak mekruhsa da, bu namaz daha çok dua makammdadır ve ölen şahıs içindir. O bakımdan kerahet olmadığını söyleyenler çoğunluktadır.[706]

 

Cenaze Namazında Cemaatin Çokluğunu Faydaları

 

 Bilindiği gibi, cemaat rahmettir; ayrılık ise azaptır. Yani müslümanlarm din ve dünya işlerinde birleşip tek vücut olmaları ve kendi meselelerini kendi aralarında şûra düzeyinde çözmeleri vaciptir. Müslümanların birliğine katılmayan, farklı zümrelere ayrılan kimselerde hayır yoktur. Cenaze namazına camideki ce­maatin katılması, cami ve cemaate katılmayanların dışarda ayak­ta beklemesi rahmet değil azaptır. Bu hem islami kurallara ters düşmekte, hem de çirkin bir manzara oluşturmaktadır. Bu da yet­miyormuş gibi bir de ojeli, boyalı kadınların gözlerinde siyah gözlük bulunduğu halde cami avlularına dolup ayakta beklemeleri de bütünüyle İslam inancına ve kültürüne aykırı bir davranıştır. İşin en garip tarafı, ölen zatın en yakınları cami avlusunda namaz künıayıp ayakta beklerken onun yakınları olmayan cami cemaati saf bağlayıp merhumun namazını kılmaktadır. Bunun ötesinde ayakta duranların çoğu sohbete dalar ve cami avlusu gönderilen çelenklerle süslenirken mabedin kutsal havası değiştirilir ve sanki bir  fabrikanın  veya büyük  bir     yerinin  açılış  merasimi görünümüne bürünür.

Bütün bunlar kendi öz değerlerimizden, kültürümüzden kop­up yabancıların kültürünü benimsememizin ve kendi şahsiyetimizi kaybedip yabancı kültürle ayakta durmaya çalışmamızın açık belirtileridir.

Şüphesiz cenaze namazında cemaat ne kadar çok olursa, .  ölünün ruhu o nisbette şad olur ve ilahi rahmet ile gufran o nis-bette merhuma yönelir.

Bu konuda Tahir Mevlevi'nin şu dört mısraını nakletmeden geçemeyeceğim:

'İstemem nakl-i cenazemde çeleng-u aheng, Debdebe ile girilir saha değildir makber.

Orası medhalidir barigah-i Mevlanın, Kapısından içeri acz ile girmek ister." [707]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, RasulüllaH (s.a.v.) buyurdu ki:

"Kim, namazı kılınincaya kadar cenazeye hazır olursa, onun için bir kıvrat vardır. Kim de o defnedilinceye kadar hazır bulunursa, onun için iki kıyrat vardır."

Bunun üzerine soruldu:

--Ya Rasulallah! İki kıyrat nedir?

«İki büyük dağ gibidir, buyurdu." (Yani o büyüklükte sevaba nail olur)[708].

Malik b. Hübeyre (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Herhangi bir mü'min ölür de müslümanlardan bir cemaat üç saffa ulaşarak onun na­mazını kılarsa, mutlaka bağışlanırlar."[709].

O bakımdan Malik b. Hübeyre (r.a.) cenaze namazına katılanlar az olduğu zaman da onların üç saf oluşturmasında ecir ve sevap arayıp arzulardı.

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, Peygamber (s.a.v.) efen­dimizin şöyle buyurduğu belirtilmiştir:

"Herhangi (müslüman) bir ölünün namazını, sayıları yüzü bulan müslüman bir cemaat kılar ve hepsi de onun için şefaat dileğinde bulunursa, hepsinin de bu husustaki şefaat dilekleri kabul olunur."[710].

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Müslümanlardan herhangi bir kimse ölür de onun cenaze namazında Allah'a ortak koşmayan kırk müslüman bulu­nursa, mutlaka Cenab-ı Hak onların o ölü hakkındaki dua ve şefaat dileklerini kabul buyurur."[711]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve  Îhticacları

 

Başta dört mezhep olmak üzere, hak olup inkıraz bulan me­zhepler de dahil Ehl-i Sünnete bağlı bulunan mezheplerin hepsi, bu konuda görüş birliği içindedirler. Cemaatin çokluğunun sağlayacağı büyük ecir ve sevaplar hakkında birleşmişlerdir.

O bakımdan bu babda mezhep imamlarının görüş, ictihad ve istidlallerini ayrı ayrı zikretmeye gerek görmüyoruz. Çünkü ce­maatin çokluğu rahmetin bolca inmesine vesiledir.

Böylece hem cenaze namazına katılan mü'minler için, hem de ölü için büyük ecirler, kalıcı sevaplar söz konusudur.

Bu olay da şunu öğretmektedir ki, din ve dünya işlerinde mü'minler ne kadar çok biraraya gelip büyük çapta cemaat oluştururlarsa, ilahi inayet, rahmet ve gufran da o nisbette büyük olur. [712]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Cenaze namazı  farz-ı  kifayedir.  Müslümanların  bir kısmının katılmasıyla bu farz yerine gelmiş olur.'

2- Cemaatin çokluğu ölü için geniş rahmet ve gufrana vesile­dir.

3- Mevcut cemaati mümkün olduğu takdirde üç saf yapmak müstehabdır.

4- Cenazeye hazır olup da meşru bir mazereti yokken nama­za katılmayan müslümanlar o büyük ecirden kendilerini mahrum bırakmış olurlar. Ve böylece ölünün yakınları bu tarz harekette bulunurlarsa, onlar da merhumun ruhunu sıkmış ve üzmüş olur­lar. [713]

 

Ölen Kimse Üzerine Sesli Ağlamak Mekruhtur

 

Ölüm olayı ezelde planlandığı üzere değişmeyen kanunlar­dan biridir. Her canlı mutlaka Ölümü tadacaktır. Hem sonsuz hayatın yolunda doğum bulunduğu.gibi ölüm de bulunuyor. Aynı zamanda ölümden sonra yeniden dirilme de aynı yolun basamak­larından biridir. Bu bakımdan ölüm yok olup meçhule karışmak değil, kalıcı bir hayatın kapısından girmenin bir tezahürüdür.

Ölüm olayı bazı kişilerin başına gelip bazılarının ondan kur­tulması söz konusu olamıyacağına göre, ölen yakınımız için elbet-teki içimiz yanacak, gözlerimiz yaşaracaktır. Zira bu duygu biz in­sanların mayasına zerkedilmiştir, onu bütünüyle söküp atmamız mümkün değildir. Ancak bu duygumuzu sınırlı tutmamız, sesli ağlamaktan kaçınmak, feryad-u figandan uzak kalmakla gerçekleşir. Aksine bir tutum ve tavır hem bizi günahkar edebilir, hem de ölenimizin ruhunu sıkabilir. [714]

 

Konuyla İlgili Hadis Ve Rivayetler

 

îbn Mes'ud (r.a.), Peygamber (s.a.u.) efendimizin şöyle buyur­duğunu haber vermiştir: "Ölüm haberini (şatafata kaçarak, çevreyi telaşlandırarak) etrafa yaymaktan sakının! Çünkü böyle yapmak cahiliyet devri amelindendir."[715]

Huzayfe (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Ben Öldüğümde, ölüm haberini hiç kimseye duyurmayıin. Çünkü gerçekten böyle yapmanızın na'y (ölüm hab­erini çevreyi telaşa vermek) suretiyle duyurmanız ola­cağından endişe etmekteyim. Çünkü Rasulüllah'm (s.a.v.) na'yi men'ettiğini kendisinden işitmiş bulunuyorum."[716].

İbrahim'den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:

"Adam öldüğü zaman, onun ölüm haberini dostlarına, arkadaşlarına duyurmakta bir sakınca yoktur. Mekruh olan şekli ise, cahiliye devrinde olduğu gibi meclisleri dolaşıp, "Ben falanın ölüm haberini veriyorum" deyip (çevreyi rahatsız etmektir)."[717].

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulülkth (s.a.v.) şöyle buy menustur:

"(Mute savaşını Medine'de minber üzerinde kalp gözüyle izlerken) Sancağı Zeyd aldı, ona (ölüm darbesi) isa­bet etti. Sancağı Cafer aldı. Ona da (ölüm darbesi) isabet etti. Arkasından sancağı Abdullah b. Revaha aldı. Ona da (ölüm darbesi) isabet etti." Bu sırada Rasulüllah'ın gözlerinden yaş akıyordu. "Sonra sancağı Halid b. Velid bir emirlik söz konusu olmaksızın eline aldı ve fetih ondan yana gerçekleşti."[718]

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların Îhticacları

 

a) Hanefilere göre: Ölenin ev halkının kendi evlerinde ta'ziyeleri kabul etmek için üç gün oturmalarında bir

sakınca yok­tur. Bunun gibi kendi semtlerindeki mescidde de üç gün bulunabi­lirler. Ölüm olayından dolayı yas tutup kapı eşiğinde oturmak mekruhtur.  Yüksek sesle ağlamak ise caiz  değildir.  Sessiz ağlamak  kalp  yufkalığının   eseridir  ki  bunda  bir  sakınca görülmemiştir. Erkeklerin yas alameti olarak siyah elbise giyin­meleri mekruhtur. Kadınların giymesinde bir sakınca yoktur.[719]

b) Şafiilere göre: Ölüm olayından dolayı ta'ziyede bulun­mak sünnettir. Bu hem defninden önce, hem de sonra üç gün içinde  yerine  getirilir.  Ölenin,  ölmek üzere  olanın  üzerine ağlamakta bir sakınca yoktur. Ancak onun haslet ve faziletini sayıp dökerek ağlamak mekruhtur.

Ölüm olayını hem namazının kılınması, hem de başka hu­suslar için çevreye duyurmakta bir sakınca yoktur. Ancak cahiliy-et devrindeki ilan şekli mekruhtur.[720].

c) Hanbelilere   göre:   Bağırıp   çağırmaksızm,   yaka yırtmaksızm, saç ve sakalı yontmaksızm ağlamakta bir sakınca yoktur. Ölen kişinin birtakım meziyetlerini sesli bir hava içinde sayıp dökmek mekruhtur. Hem böyle yapmak, sesli ağlamak gibi, ölünün kabirde sıkıntı çekmesine sebep olur. Ölüm olayını ölenin yakınlarına duyurmakta bir sakınca görülmemiştir.[721].

d) Malikilere göre: Ölüm olayını yüksek sesle etrafa duyur­mak mekruhtur. Ama normal bir anlatımla haber vermekte bir sakınca yoktur.[722].

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

691 nolu Ibn Mes'ud hadisinin isnadında Ebu Hamze Mey-mun el-AVer bulunuyor ki, bu zat hadis ehline göre kavi değildir.[723]. Tirmizi'ye göre, bu hadis gariptir.

692 nolu Huzeyfe haberinin isnadı hasendir.

693 nolu İbrahim'in haberini kuvvetlendirir anlamda Mu-hammed b.Şirinden bir rivayet yapılmıştır ki, adı geçen şöyle demiştir: "Ölüm olayını, ölenin yakın dost ve arkadaşlarına du-yurmakta bir beis (sakınca) bilmiyorum."[724]

Bu rivayetleri kuvvetlendiren bir diğer olay, Rasulüllah'ın (s.a.v.) Habeş Kralı Necaşi'nin ölüm haberini, ashabına duyur­masıdır. Sonra da ashabına: "Sizden biri Ölünce herhalde bana ha­ber verin!" diye tenbih etmesi söz konusudur.

îbn el-Arabi, "Bütün bu ve benzeri rivayetlerden şu üç duru­mu çıkarmak mümkündür" diyor;

1- Ölenin ölüm haberini ev halkına, yakınlarına, ve salih kişilere duyurmak,

2- Böbürlenmek  için  birçok   kimselerin   toplanmasını sağlamaya yönelik duyuruda bulunmak.

3-  Sesli şekilde ağlayıp çevreyi haber etmeye çalışmak ve kendisini acındırmak...

Birinci durum mubahtır, hatta müstehabdır denilebilir. İkinci ve üçüncü durum mekruhtur. Buna tahrimen mekruh diye­biliriz.

Sonuç olarak hak mezheplerin hemen hepsine göre, gusül, tekfin, namaz ve taşıyıp defnetmek için Ölüm olayını çevresine duyurmakta bir sakınca yoktur. Ashab ve Tabiin zamanında da bu tarz duyurmalar olmuştur. [725]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ölüm  olayını, ölenin yakınlarına, dost ve arkadaşlarına haber veırnekte bir sakınca yoktur.

2- Kapı kapı, sokak sokak, mahalle mahalle dolaşıp dellalm yaptığı gibi ölüm olayını sesli bir şekilde haber vermek mekruh­tur.

3- Kişinin  ölen  yakınını,  dostu  için  ağlayıp  göz  yaşı akıtmasında bir sakınca yoktur.

4-  Sesli ağlayıp feryad etmek, saç sakalı yolmak, yakayı yırtmak ise haramdır. .

5- Böbürlenmek için birçok kimselere haber salıp büyük kal- . abalık oluşturmaya çalışmak mekruhtur.

6- Taziye kabul etmek için üç gün evde veya mescidde otur­makta bir sakınca görülmemiştir. Gurbette olmayanlar üç gün içinde taziyetlerini gelip bildirirler. Gurbette olanlar ne zaman dönerlerse, gidip taziye verebilirler. [726]

 

Cenaze Namazında Kaç Tekbir Getirlir?

 

"Bilindiği gibi, cenaze namazının kendine has şekli ve sünnetleri vardır. Ama her haliyle o namazdır. Bazılarının iddia ettiği gibi, sadece duadan ibaret değildir. O bakımdan diğer na­mazlar için şart olan hususlar bu namaz için de şarttır.

Ancak bayram namazında olduğu gibi, cenaze namazında da fazladan tekbir getirilir. Bunlar dört müdür, beş midir, altı mıdır, yoksa daha fazla mıdır?

Bu konuda az farl^lı rivayetler vardır. Önce onları, sonra da müctehidlerin tesbit ve ihticaclarmı naklettiğimizde, konu daha iyi anlaşılmış olur. [727]

 

Ilgili Hadisler Ve Rivayetler

 

Az yukarıda Ebu Hüreyre ve Cabir (r.a.) den yapılan sahih rivayette, bu tekbirlerin dört olduğu belirtilmişti.

Abdurrahman b. Ebi Leyla'dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Ashabdan Zeyd b. Erkanı (r.a.) bizim cenazelerimizin namazını kılarken dört tekbir getiriyordu. Ancak bir ce­nazenin namazında o beş tekbir getirdi. Bunun üzerine kendisine sebebini sordum. Şu cevabı verdi: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz beş tekbir getirirdi."[728]

Hz. Hıızayfe (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen bir ce­naze namazını kılarken beş tekbir getirdikten sonra dönüp (orada hazır bulunanlara) şöyle dedi: "Ne unutarak, ne de vehm ede­rek böyle yaptım; ama Rasulüllah'ın (s.a.v.) tekbir getirdiği gibi (ve o kadar) tekbir getirdim. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) bir cenaze namazına beş tekbir getirdi."[729]

Hz. Ali'den (r.a.) yapılan rivayete göre, o, Sehl b. Hanif'in ce­naze namazını kılarken altı tekbir getirdi ve şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Sehl, Bedir savaşma hazır olanlardan biridir."[730]

Hakem b. LHeybe 'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Ashab-ı Kiram genellikle Bedir savaşına katılanların cenaze namazını kılarken beş, altı ve yedi tekbir getirir­lerdi."[731]

 

Hadis ve Rivayetlerin Işığında Müctehidlerin Tesbit ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Cenaze namazı farz-ı kifayedir ve dört tekbirle kılınır. Birinci tekbir, iftitah anlamı taşıdığı için şarttır ve bir rek'at yerine geçtiği için de rükündür, diğer üç tekbir ise üç rek'at yerine geçtiğinden onların da rükün olduğu söylenir.[732]

b) Şafiilere göre: Cenaze namazının bir takım rükünleri yardır. Niyet etmek ve dört tekbir getirmek o rükünlerden ikisidir. İmam beşinci tekbir getirecek olsa namaz bozulmaz, ancak bu hu­susta cemaat ona uymaz, yani cemaat beşinci tekbiri getirmeyip bekler. Üçüncü rüknü, birinci1 tekbirden sonra fatiha okumaktır, dördüncü rüknü selam vermektir. Beşinci rükün peygamber (s.a.v.) efendimize salat-ü selam getirmek; altıncı rükün ölü için dua etmektir. Yedinci rükün ise, bu namazı       ayakta durup ye­rine getirmektir.[733].

c) Hanbelilere göre: Cenaze namazında dört tekbir getir­mek sünnettir; bundan fazlası sünnet olmadığı gibi, azı da sünnet değildir. Birinci tekbirden sonra Euzü-Besmele çekilir ve fatiba suresi okunur. îstiftah duası, yani "Sübhaneke"yi okumak sünnet değildir. Fatiha'mn okunması vaciptir. Hem fatiha, hem de dua gizli okunur. îkinci tekbirle Peygamber'e (s.a.v.) salat-ü selam ge­tirilir. Üçüncü tekbirle kişi kendisi, ana babası, müslümanlar ve o ölü için dua eder. Her tekbirde eller kaldırılır. Dördüncü tekbir getirildikten sonra az durulur ve sadece sağ tarafa selam verilir.[734].

d) Malikilere göre: Önce niyet getirilir; sonra iftitah tekbiri getirilir  ve  bu  tekbirde   eller  kaldırılır.   DiŞer  tekbirlerde kaldırılmaz. îkinci ve üçüncü tekbirler getirildikten sonra dua edi­lir. Sonra dördüncü tekbir getirilir ve arkasından sadece sağ tara­fa selam verilerek namazdan çıkılır.[735]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

701 nolu Abdurrahman hadisi sahihtir. Nitekim bunu kuv­vetlendiren birkaç rivayet daha vardır. Ancak Ukbe b. Amir, Bera b. Azib, Zeyd b. Sabit ve îbn Mes'ud (Allah hepsinden razı olsun) daha çok dört tekbir getirileceğini belirtmişlerdir.

Bu babda İbn Abdilber el-Ezkar'da Ebu Bekir b. Süleyman tarikiyle şunu rivayet etmiştir: "Peygamber (s.a.v.) efendimiz ce­naze namazında dört, beş, yedi ve sekiz tekbir getirirdi. Bu hal Necaşi'nin gıyabında namazı kılmmcaya kadar devam etti. Necaşi'nin namazını ise dört tekbirle kıldı. Bundan sonra da yapılan ciddi tesbitlere göre, Rasulüllah (s.a.v.) vefat edinceye ka­dar cenaze namazını hep dört tekbirle kılmıştır."

Kadı Iyaz da aynı görüştedir.

Taberani'nin el-Eysat'ta Cabir (r.a.) dan yaptığı rivayette şöyle buyurulmuştur: "Ölüleriniz üzerinde gece, gündüz, on­lar küçük olsun, büyük olsun, sıradan biri olsun veya hükümdar ve yetkili bir kişi olsun dört tekbirle namaz kılın."

Ancak bu rivayetin isnadında Amr b. Hişam el-Beyruti bulu­nuyor ki bu zat hadisi rivayette münferid kalmıştır.

Cumhur da cenaze namazında dört tekbirin meşruiyetinde görüş birliği sağlamıştır. İmam Tirmizi de ashabın çoğunun böyle amel ettiğine değinerek cumhurun tesbitine katılmıştır.

Nitekim müctehid imamların çoğu bu doğrultuda ictihad-larını ve ihticaclarım sürdürmüşlerdir. Anlaşılan o ki: Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz önceleri bu namazı bazan dört, bazan beş, altı, bazan da yedi tekbirle kılmış; sonra Necaşi'nin namazını kılarken dört tekbir getirmiş ve vefat edinceye kadar bunu değiştirmemiştir. Böylece Melek Cebrail'in bu konuda bir işareti söz konusu olabilir. Allah daha iyisini bilir.

Bu konuda çok farklı rivayetler vardır: Üç tekbir, dört, beş, altı, yedi ve sekiz tekbir şeklinde bir uygulamanın olduğu belirtil­mektedir. Ancak rivayetlerin çoğunun isnadında zayıf ravüer bu­lunuyor. O bakımdan istidlal ve ihticace elverişli kabul edilme­mişlerdir.

702 nolu Huzayfe hadisinin isnadında Yahya b. Abdillah el-Bacûrî bulunuyor ki, bu zat hakkında hayli şeyler söylenmiştir. Ancak Zehebi bu zatın isminden söz etmemiştir.[736].

703  nolu Ali rivayetini Berkani kendi Müstahrec'inde "altı tekbir" lafzıyla rivayet etmiştir. Aynı rivayete Buhari kendi tari­hinde ve Said b. Mensur da Müsned'de yer vermiştir.

Beyhaki ise Hz. Ali'nin (r.a.) vefat eden Ebu Katade'nin na­mazını kılarken yedi tekbir getirdiğini rivayet etmişse de kendisi de bu rivayetin galat olduğunu, çünkü Ebu Katade'nin Hz. Ali'den sonra bir süre daha yaşadığının bilindiğini belirtmiştir.

Ancak bu rivayetlerin tamamını bir araya getirdiğimizde, ve­fat eden kişinin ilim ve faziletim dikkate alan Hz. Ali'nin (r.a.) tekbirleri artırdığı söylenebilir. [737]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Cenaze namazında iftitah tekbiri dahil dört tekbir getiri­lir.

2- Müctehidlerden bir kısmına göre, bu tekbirler şart ve rükündür;  bazısına  göre  birinci  tekbir  rükündür,  diğerleri sünnettir.                                

3- îmam beşinci tekbir getirdiği takdirde, nıüctehidlerin çoğuna göre cemaat ona katılmaz ve selam vermesini bekler.

4-Tekbirlerde,  imamların  çoğuna göre  el  kaldırılmaz. Bazısına göre kaldırmak sünnettir. Ancak iftitah tekbirinde el-ler kaldırılır.

5-Birinci tekbirden sonra Euzü Besmele çekmek sünnettir. Müctehidlerden bir kısım bu sünneti belirtirken akabinde Fatiha okumak vaciptir, demişlerdir.

6- İmam Malik'e göre, ikinci ve üçüncü tekbir ardarda getiri­lir ve dua edilir.

7- Tekbirden sonra salavat getirmek ve yine tekbirden sonra dua etmek sünnet midir, vacip midir?   Bu hususta müctehid imamların ictihadîarı farklıdır.

8-Birinci tekbirden sonra istiftah duasının okunup okun­mayacağı da ihtilaf konusudur: Kimine göre, okunur, kimine göre okunmaz.

9- Detayda ihtilaf olmakla beraber, cenaze namazının far- zı kifaye olduğunda ihtilaf yoktur.

10- ilim erbabı, salih kişilerin cenaze namazında dörtten faz­la tekbir getirmekte, ashabın bir kısmına göre bir sakınca yoktur. Ancak yaşamakta olan dört mezhep imamları bununla ilgili rivay­etlerle amel etmemişlerdir. O bakımdan yapılmaması daha uygun olur.

11-  İmam Şafii'ye göre, her tekbir bir rükün ve bir rek'at sayılır. [738]

 

Cenaze Namazında Kıraat, Salavat ve Dua

 

Cenaze namazı, yukarıda da belirttiğimiz gibi, hem Ölen mü'mine saygı ifade eder, hem de mü'minin mü'min kardeşine karşı birtakım vazifelerinin bulunduğunu, ölünce de o vazifenin devam edeceğini yansıtır. Mesela, ölen kardeşimizi yıkayıp kefen­lememiz, namazını kılıp defnetmemiz, sonra da zaman zaman onun için istiğfar edip Allah'tan rahmet ve gufran dilememiz ve yeri geldikçe sevabı ona ulaşmak üzere tasaddukta bulunmamız bu vazifenin birer uzantısı sayılır. [739]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ibn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen bir ce­nazenin namazını kılarken Fatiha suresini okumuş ve sonra şöyle demiştir: "Bilesiniz ki bu sünnettir."[740]

Ebu Ümame b. Sehl'den yapılan rivayete göre, adı geçene Ra-sulüllah'ın ashabından bir adam. şunu haber vermiştir: "Cenaze namazında sünnet odur ki, imam tekbir getirdikten sonra gizli olarak Fatiha suresini okur. Sonra da Peygamber (s.a.v.) efendimize salavat getirir ve cenaze için ihlas ve ciddiyet- le dua eder ve bunları tekbirleri getirerek yapar ve başka bir şey okumaz. Sonra da gizli olarak selam verir."[741].

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ölen kimsenin cenaze namazını kıldığınızda, onun için ihlas (ciddiyet ve samimiyet) üzere dua ediniz."[742].

Yine Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz bir cenazenin namazını kılarken şöyle dua ederdi:

Türkçesi:

Allah'ım! Dirimizi, ölümüzü, hazır olanımızı, hazır ol­mayanımızı; küçüğümüzü, büyüğümüzü, erkeğimizi, kadınımızı, mağfiret edip bağışla. Allah'ım! Bizden kimi di­riltip hayata getirirsen onu islam üzerine dirilt; bizden ki­min ruhunu alırsan, iman üzerine ruhunu al."[743].

Avf b. Malik'den (r.a.) yapılan rivayete göre, diyor kî:

"Rasulüllah (s-a.v.) efendimizin bir cenazenin na­mazını kılarken şöyle dua ettiğini işittim: "Allah'ını! Bu ku­lunu bağışla ve ona merhamet et, onu affedip afiyete erdir. İneceği yeri şerefli, keremli kıl, gireceği yeri genişlet ve onu su, kar ve dolu (soğuk sıvı) ile yıka; hatalardan temiz­leyip arındır, nasıl ki be-yaz elbise kir ve pastan armdırılıyorsa... Ona yurdundan daha hayırlı bir yurt, eh­linden daha hayırlı ehil, eşinden daha hayırlı eş ver. Onu kabir fitnesinden ve cehennem ateşinin azabından koru."

Ravi Avf diyor ki: "Rasulüllah^ın (s.a.v.) bu duasına maz- har olmak için kendimin o ölen kişinin yerinde olmamı temenni et­tim."[744]

Vasile b. Eska' (r.a.) diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, mü$ tumanlardan bir adamın cenaze namazını bize kıldırdı. Onun şöyle dua ettiğini işittim: "Allah'ım! Şüphesiz falan oğlu falan senin zimmetinde ve komşuluğun hablinde bulunuyor. Artık sen onu kabir fitne­sinden ve cehennem ateşinin azabından koru. Sen vefaya daha ehilsin ve Övülmeye daha çok layıksın. Allah'ım! Onu bağışla ve rahmet eyle. Şüphesiz ki sen çok bağışlayan ve çok merhamet edensin."[745]

 

Haislerin Işığında Müctehidlerin Îhticacları

 

a) Hanefilere göre: Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayet edilen hadiste belirtilen duanın okunması sünnettir. Ancak duaya Al­lah'a hamd ve Peygambere (s.a.v.) salat-ü selamla başlamak da sünnettir. [746]

b) Şafiilere göre: Bu mezhebin  zahirine  göre,  Ebu Hüreyre'den rivayet edilen dua okunur ve şu cümleler ilave edilir:

"Allah'ım! Bizi bunun ecrinden mahrum etme ve on­dan sonra bizi fitneye düşürme. Allah'ım! Bu senin kulun­dur, kulunun oğludur; dünyanın rahatlık ve genişliğinden çıktı, kabrin karanlığına indi. Senin bu kulun Senden başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Senin kulun ve re­sulün olduğuna şehadet ederdi. Onun bu durumunu Sen daha iyi bilirsin. Allah'ım! Bu kulun sana konuk olarak gel­di, Sen konak sahiplerinin hayırlısısm. Fakir olarak Senin rahmetine geldi, Sen ona azap etmekten müstağnisin. Biz Sana rağbet ederek gelmiş bulunuyoruz, onun için şefaat ediyoruz: Allah'ım! Eğer o iyi bir insansa, onun iyiliğini artır; kötü bir insansa, onun kötülüklerini bağışlayıp geç; onu rahmetinle, rızanla karşılaştır; kabir fitnesinden ve azabından koru. Kabrini genişlet... ve güven içinde cenne­tine eriştir. Ey merhametlilerin en çok merhamet edeni..."[747]

c) Hanbelilere göre: Cenaze namazında belirlenmiş bir dua yoktur. Ancak dua okumak vaciptir ve dua eden kimse önce kendi nefsi, sonra ana-babası, sonra da diğer bütün müslümanlar için rahmet, mağfiret ve atıfet diler. Bununla beraber Ebu Hüreyre ve o anlamda İbrahim el-Eşheli hadislerinde belirtilen duayı okumak uygun olur.[748]

d)  Malikilere   göre:  Birinci  tekbirde  eller kaldırılır, diğerlerinde kaldırılmaz. Her tekbirden sonra dua edilir ve böylece

cenaze namazında her tekbirden sonra dua edilerek dört defa bu ameliye yapılır.[749]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

710 nolu îbn Abbas (r.a.) hadisini aynı zamanda İbn Hibban ve Hakim tahric etmişlerdir. İsnadı sahihtir. İmam Şafii ve Ah-med b. Hanbel bu ve bunu kuvvetlendiren diğer rivayetlerle ihti-. cac etmişlerdir.

711  nolu Ebu Ümame hadisinin isnadında Mutarrif bulu­nuyor. Ancak Mizan'da üç Mutarrif ismi üzerinde durulmuş ve her üçü hakkında da müsbet ve menfi tesbit ve görüşlerin bulun­duğuna değinilmiştir.[750]

Beyhaki ise onun kavi olduğunu söylemiştir.

Aynı manaya delalet eden bir hadisi Hakim ve ayrıca Nesai tahric etmişlerdir. Ne var ki bu rivayetlerde "tekbirden sonra" ve bir de "Sonra da gizli şekilde selam verir" cümlelerine yer veril­memiştir. Gizli selamdan maksat, aşikar verilmeyenidir.

Bu babda ayrıca Tirmizi ve îbn Mace şunu rivayet etmişlerdir: "Peygamber (s.a.v.) cenaze namazını kılarken Fati­hayı okudu." Şu kadar ki, bu hadisin isnadında İbrahim b. Osman Ebu Şeybe e1 Vasıtî bulunuyor ki, bu zat cidden zayıftır.[751] İbn Main onun sıka olmadığını söylerken, İmam Ahrned de zayıf olduğuna dikkat çekmiştir.[752]

Hakimin İbn Abbas (r.a.) dan yaptığı bir rivayette şöyle de­nilmiştir; "İbn Abbas Evba mevkiinde bir cenaze üzerine namaz kıldı; Tekbir getirdi ve Fatiha'yı okudu, okurken sesini yükseltti. Sonra Peygamber'e (s.a.v.) salavat getirdi ve sonra da şöyle dua etti: "Allah'ım! Bu senin kulundur ve kulunun oğludur. Se­nin rahmetine fakir olarak geldi, Sen ise ona azap etmek­ten ganîsin. Allah'ım! Bu kulun temiz ise Sen onu tezkiye et, .günahkar ise onu bağışla. Allah'ım! Bizi onun ecrinden mahrum bırakma ve bizi ondan sonra saptırma." Sonra üç tekbir getirdi ve namazı tamamladı. Sonra da şöyle dedi: "Ey in­sanlar! Ben bunu, siz sünnet olduğunu bilesiniz diye aşikar okudum."

Ancak bunun isnadında Şürahbil b. Sa'd bulunuyor ki, bu zat hakkında farklı sözler söylenmiştir.

Nesai, Hakim, Şafii ve Ebu Leyla'nın Cabir'den yaptıkları ri­vayette deniliyor ki: "Peygamber (s.a.v.) cenaze namazında Ümmu'l-Kur'an (Fatihay)ı okudu."

Bu konuda birkaç rivayet daha vardır ki, hepsi de cenaze na­mazında Fatihanın okunacağına delalet etmekte ve Ibn Abbas ri­vayetini kuvvetlendirmektedir.

712  nolu Ebu Hüreyre hadisini Ibn Hibban tahric etmiş ve Beyhaki sahihi emiştir. Ancak isnadında Ibn îshak bulunuyor ki, bu zat hakkında "Muanan rivayette bulunmuştur" denilmiştir. Yani senedinde sözleri açıkça belirtilmeden "falan filandan" şeklinde bir ifade kullanmıştır. Ne var ki İbn Hibban başka bir ta-

rikle bunu "sima" lafzını kullanarak tahric etmiştir.

713 nolu Ebu Hüreyre hadisini Nesai, İbn Hibban ve Hakim tahric etmiştir.1 Bu rivayetin, başta Hz. Aişe'den (r.a.) olmak üzere şahitleri bulunuyor. Nitekim Tirmizi o şahidi rivayet edip İkrime b. Ammar ile muallel göstermiştir. Yani sıhhatim ze-deleyen bir kusuru söz konusudur.

Böylece rivayetlerin tamamı biraraya getirilince, asıl murad olan mana ve hüküm kuvvet kazanmış oluyor. O bakımdan istid­lal ve ihticaca salih sayılabilir.

714  nolu Avf hadisini aynı zamanda Tirmizi muhtasar ola­rak tahric etmiştir. İsnadı sahihtir.

715  nolu Vasile hadisi hakkında Ebu Davud ve el-Münzeri susup bir şey dememiştir. Ancak isnadında Mervan b. Cenah bu­lunuyor ki, bu zat hakkında Ebu Hatim:  "Onun  rivayetiyle ihti-cac edilmez" demiş, Beyhaki ise "bir sakınca yoktur" diyerek farklı bir tesbit ortaya koymuştur.[753]

Bu ve benzeri iki rivayetten, Rasulüüah'ın fs.a.v.) cenaze na­mazında duayı aşikar yaptığı anlaşılıyor.

Bununla beraber ilim adamlarından bir cemaat duanın gizli yapılmasının müstehab olduğunu belirtmişlerdir. Rasulüllah'm (s.a.v.) bazan aşikar dua etmesi, talim için olabilir. O bakımdan duayı iki şekilde yapmak da caizdir denilebilir. [754]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Cenaze namazında birinci tekbirden sonra fatiha okumak sünnettir. Bu, îmam Şafii iîe imam Ahmed'in içtihadıdır.

2- Cenaze namazında zamm-i sure okunmaz.

3-  Mü ete hi di erin bir kısmına göre istiftah duası yapılmaz. Bazısına göre yapılır. îmam Ebu Hanife'ye göre de yapılır.

4- İkinci tekbîrden sonra Peygamber'e (s.a.v.) saîavat getir­mek kimine göre vacip, kimine göre sünnettir.

5- Üçüncü ve dördüncü tekbirlerde dua edilir ve hiç birisinde fatiha ve ayet okunmaz.

6- Duayı ihlas üzere yapmak sünnettir.

7-  Cenaze namazında kesin belirlenmiş bir dua olmamakla beraber, Raşulüllah'tan ve ashabdan rivayet edilen birkaç çeşit dua şekli söz konusudur. Onlardan herhangi biri seçilebilir. Bu­nun dışında ayrı bir dua yapmakta bir sakınca yoktur.

8-  Kendine göre ayn bir dua tertipleyen kimse, önce kendi nefsi için, sonra ana-babası için, sonra da bütün müslümanlar için rahmet ve gufran dileyerek bir tertip gözetir. Böyle yapmanın müstehab olduğunu söyleyenler çoğunluktadır.

9- Cenaze için dua fazla uzatılmaz, Rasulüllah'm yaptığı dua kadar uzun tutulması müstehabdır.

10-  Dua, saîavat ve kıraatin gizli okunması sünnettir. Bu, müctehidlerden çoğunun içtihadıdır.

11- Cenaze namazından sonra başka dua edilmez ve cenaze bir an Önce defnedilmek üzere kabristana taşınır.

12- Cemaat, imamın dua ve salavatiyla yetinmez, yani imam dua ederken cemaat de kendi içlerinden dua eder. Saîavat da öyle... [755]

 

Cenaze Geçilirken Önünden Kalkmak

 

Dinimizin insana kıymet verdiğine ve iman edenlerin Allah yanında aziz ve şerefli olduğuna değinmiştik. Cenaze konusunda, insanın dirisine verilen değerin bir mislinin ölüsüne de verildiğine atıfta bulunup aydınlatıcı bilgi vermiştik. Burada ise, cenaze geçirilirken oturmakta olan müslümanın ayağa kalkıp kalkma­ması söz konusudur. Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin önceleri, ölen kim olursa olsun ayağa kalktığı, fakat sonraları aldığı işaret üzerine ayağa kalkmadığı rivayet yoluyla bilinmektedir.

Bununla beraber ilgili hadisleri ve müctehidlerin görüş, tes-bit ve hüccetlerini nakletmemizde, konunun aydınlanması bakımından ihtiyaç vardır. [756]

 

İlgili Hadisler

 

İbn Ömer ve Amir b. Rebi'a (r.a.) dan yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Cenaze gördüğünüz zaman, sizin önünüzden geçirilinceye veya yere konuluncaya kadar onun için ayağa kalkın![757]

Ahmed b. Hanbel'in yaptığı rivayette ise deniliyor ki: "İbn Ömer (r.a.) bir cenaze görünce ayağa kalkar ve o geçirilinceye kadar oturmazdı. Hazan da cenazenin önüne geçer de bir süre oturur ve yaklaştığını görünce ayağa kal­kardı da yere bırakılmcaya kadar oturmazdı."

Cabir (r.a.) den yapılan rivayette, diyor ki:

"Önümüzden bir cenaze geçirildi. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz (onu görünce) ayağa kalktı, biz de ayağa kalktık. Sonra da: "Ya Rasulallah! O geçirilen cenaze Yahudi idi" diyerek bilgi verdik. Bunun üzerine efendimiz şöyle buyur­du: "Siz cenaze gördüğünüzde ayağa kalkınız"[758]

Sehl b. Hunayf ve Kays b. Sa'd (r.a.) dan yapılan rivayete göre: Bu iki zat da Kadisiye'de oturuyorlardı. Onların önünden bir cenaze geçirildi, ikisi de ayağa kalktılar. Biri onlara: "Bu ce­naze bu yeı-in ehlinden, yani gayr-i müslim vatandaşdır" diye bilgi verdi. Onlar şöyle dediler: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin önünden cenaze geçirilince ayağa kalktı. Bunun üzerine biri Ona: "Bu bir Yahudi'nin eenazesidir" diye bilgi verince, Efendimiz şöyle buyurdu: "O bir can değil midir?"[759]

Ali b. Ebi Talib (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz önceleri bize cenazenin ö»ündfe*ı ayağa kalkmamızı emretti. Ondan sonra kendisi kalkmayıp otur­du ve bize de oturmamızı emretti."[760]

îbn Şirin (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle an­latıyor:

"Bir cenaze Hz. Hasan ile Hz. İbn Abbas (r.a.) in önünden geçirildi. Hz. Hasan ayağa kalktı, İbn Abbas ayağa kalkmadı. Bunun üzerine Hz. Hasan (r.a.), İbn Ab-bas'a: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz cenaze geçirilirken önünden kalkmadı mı?" diyerek hatırlatmada bulundu. İbn Abbas (r.a.) şu cevabı verdi: "Evet (önceleri kalkardı, ama sonra) oturup kalkmadı."[761]

 

Rivayetlerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefilere göre: Cenaze geçirilirken ayağa kalkılmaz. Ancak ona hazır olmak, yani teşyi' etmek istediği takdirde ayağa kalkar. Bunun gibi adam musallanın yanında otururken cenaze getirildiğinde, taşıyanlar onu musallaya koyuncaya kadar kalk­maz ve konulduktan sonra kalkmasında bir sakınca yoktur. Sahih olan da budur[762]

Cenazeyi kabre götürdüklerinde, onu yere bırakmadan orada bulunanların oturması mekruhtur.[763]

b) Hanbelilere göre: Cenaze geçirilirken ayağa kalkmak

değildir.  İmam Ahmed bu konuda şöyle demiştir:  olu-rsa ayıplamam; kalkmayıp oturan kimse için de  *8e konusu değildir," derim.

taşıyıp musalla veya kabre götürürken, yere konul-f    beraberinde bulunanların oturmaması müstehabdır.[764]

c)  Şafiilere göre: Cenazeyi görünce oturmakta olan kimse­lerin ayağa kalkması müstehabdır. Muhtar olan kavi de budur.[765]

d) Malikilere göre: Diğer üç mezhepte olduğu gibi, cenaze­nin önünden kalkmak mekruhtur.[766]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

Bu babda Buharı nin îbn Ebi Leyla'dan yaptığı rivayete göre: "Ashabdan Ebu Mes'ud (r.a.) ile Kays (r.a.) cenazeyi görünce ayağa kalkarlardı."

724 nolu İbn Ömer, 725 nolu Cabir ve 726 nolu Sehl hadisi sahihtir.

Ancak cenazeyi görünce ayağa kalkan kimse, cenaze için mi kalkıyor, yoksa onun ruhunu alan veya canları çekip alan Cenab-ı Hakk'm yüksek kudretine ta'zim olsun diye mi kalkıyor? Ha­kimin Enes'den tahric ettiği rivayette, Enes'in (r.a.) şöyle dediği merfuan tesbit edilmiştir: "Biz, cenazenin Önünde ancak me­leklere tazim olsun diye kalkıyoruz."

Buna benzer bir rivayeti de İmam Ahmed, Ebu Musa, (r.a.) den yapmıştır. Ayrıca Ahmed, îbn Hibban ve Hakim'in Abdullah b. Amr (r.a.) dan merfuan yaptıkları rivayete göre, şöyle demişlerdir: "Müslümanlar gördükleri cenazenin önünden ancak onun ruhunu kabzeden Cenab-ı Hakk'a ta'zim olsun diye kalkarlar."

Yahudinin önünde kalkma konusuna gelince:

İmam Ahmed, Hasan b. Ali (r.a.) den şu rivayeti naklet-miştir: "Rasulüllah'ın ayağa kalkması, Yahudiden çıkan ke­rih kokudan eziyet duyduğundan dolayı idi"

Taberani ise, 'Yahudi için tütsülendirdikleri bahurun kokusundan tiksindiği için ayağa kalkmıştır" şeklinde rivay­et etmiştir.

Diğer yandan Taberani ve Bey haki'den yapılan rivayette ise başka bir vecih ortaya konarak şöyle denilmiştir: "Rasulüllah'ın (s.a.v.) ayağa kalkması, geçirilmekte olan Yahudi'nin Ra-sulüllah'ın başının seviyesini aşmamasına yönelik bulu­nuyordu."

Bütün bu yorumlar ilim adamlarının kendi görüş ve ictihad-larıdır. Ancak hiçbirisi hadisin sıhhatiyle tearuz edemez. Zira her üç hadis de sahihtir. Sonraları bu hükmün neshedildiği söylenebilir. Bununla beraber İshak, İbn Habib ve İbn Macişûn sözü edilen hadislerin neshedilmediğine kaildirler. Rasulüllah'ın oturup kalkmaması, bunun cevazına delalet eder. Yani ayağa kalkmak nasıl caizse, kalkmayıp oturmak da Öylece caizdir. İbn Hazm de aynı görüştedir.[767]

727 nolu Hz. Ali hadisinin isnadındaki ricalin hepsi sahihtir. İbn Hibban da hadisi aynı lafızla tahric etmiş; Beyhaki ise şu

lafızla tesbitte bulunmuştur: "Sonra oturdu ve ashabına   da oturmalarını emretti."

728  nolu İbn Şirin rivayetinin isnadındaki ricalin hepsi sıkadır, yani güvenilir kişilerdir.

Ebu Davud, Tinnizi, îbn Mace ve Bezzar'ın yaptıkları rivay­ete göre: Rasulüllah (s.a.v.) cenazenin önünden kalkınca, Yahudile­rin de Öyle yaptıkları bildirildi. Bunun üzerine peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "O halde (bundan böyle cenazenin önünden) kalkmayın, oturun ve onlara muhalefet edin!"

Ancak bu rivayetin isnadında Bişr b. Rafı' bulunuyor ki, bu zat kavi değildir. Buhari: "Onun hadisine mutabaat edilmez" derken, İmam Ahmed: "O zayıftır" demiştir. îbn Main ise, onun münker hadisler rivayet ettiğine dikkat çekmiştir. îbn Hibban da onun mevzu hadis rivayet ettiğini belirterek güvenilir olmadığına değinmiştir.[768]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Cenazenin önünden kalkmakta bir sakınca yoktur.

2- Cenazeyi görünce kalkmayıp oturmakta da bir, sakınca yoktur.

3- Üç mezhebe göre, kalkmak müstehab değildir, bir kısmına göre ise mekruhtur.

4- İmam Şafii'ye göre, kalkmak müstehabdır.

5- Cenaze musallaya getirildiğinde veya kabre götürüldüğünde, orada bulunanların cenaze yere konmadıkça oturması mekruhtur. [769]

 

Ö Kabre Konulunca Besmele Çekmek  ve Kabri Düzeltmek

 

Allah'a inanan ve O'na döneceğinden şüphe etmeyen kimse hayatı boyunca her iş ve davranışında, her konu ve meselede Al­lah'ı anmayı ihmal etmez. Çünkü kalpler ancak Allah'ı anmakla yatışır ve huzura kavuşur. Aynı zamanda iç disiplini de bu düşünce atmosferi içinde gerçekleşebilir.

O bakımdan ölen din kardeşimizi nasıl yıkarken Allah'ın is­mini anarak başlıyor ve yine o isimle yıkamayı tamamlıyorsak, namazını kılarken, kabre götürürken ve defnederken de hep Al­lah'ın ismini anıyor ve böylece hem kendimizden, hem de ölen kardeşimizden şeytanı uzaklaştırıyor, rahmet meleklerini yak­laştırıyoruz. [770]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn Ömer (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz ölüyü kabre korken: "Bismillahi ve ala milleti Rasulillah'i" derdi. Diğer bir lafızla: "ve ala sünneti Rasulillah'i" derdi.[771]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, "Peygamber (s.a.v.) efendimiz bir cenazenin namazını kıldıktan sonra onun kabrine geldi ve baş tarafından üç defa küçük taş veya toprak parçalarını alıp kabrin içine attı."[772]

Sufyan et-Temmari'den yapılan rivayete göre, adı geçen, Peygamber (s.a.v.) efendimiz'in kabrini müsennem (yüksekçe, tümsekçe) bir halde görmüştür.[773]

el-Kasım'dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir;

"Hz. Aişe (r.a.) validemizin yanına girdim ve ona şöyle de­dim: "Ey anam! Allah için benden yana Rasulüllah (s.a.v.) ile Onun iki yakın arkadaşı (Ebu Bekir ile Ömer)in kabirlerini aç (üzerlerindeki Örtüyü kaldır)." O da bu üç kabrin üzerindeki Örtü veya perdeyi kaldırdı: Kabirler ne yüksek idi, ne de yere yapışık, aynı seviyede idi. Küçük çakıl taşlı kırmızı toprağa yakın bir görünümdeydi."[774]

Cafer b. Muhammed'den o da babasından yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, oğlu İbrahim'in kabri üzerine su serpti ve küçük çakıl taşları koydu."[775]

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, "Peygamber (s.a.v.) efendimiz, ashabdan Osman b. Maz'un'un (r.a.) kabrine büyükçe bir taş alamet olsun diye dikti."[776]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

'Peygamber (s.a.v.) efendimiz kabrin kireçle sıva ve badana yapılmasını ve kabir üzerinde oturmayı, üzerine bina yapmayı yasakladı."[777]

Diğer bir lafızla şöyle denilmiştir: "Kabirlerin kireçle sıvanıp badana yapılmasını, üzerine yazı yazılmasını, üzerine bina yapılmasını ve basılmasını yasakladı." [778]

 

Hadislerin  Işığında Müctehid İmamların Görüş ve Îhticacları

 

a) Hanefilere göre: Ölü kabre konulurken, onu koyup yerleştiren kimsenin "Bismillahi ve ala milleti Rasulillahi" demesi sünnettir. İmam Ebu Hanife bu sünnetin şu lafızla denilmesini be­lirtmiştir: "Bismillahi ve fi sebilillahi ve ala milleti Rasulilla­hi"

Kabir biraz tümsekçe (balık sırtı gibi) yapılır. Dört köşe yapılmaz. Bu tümsekliğin de bir karış veya biraz fazla olması sünnete daha uygundur. Bunun gibi kabri kireçle sıvamak veya badana yapmak, üzerine bina oturtmak ve birtakım alametler koymak mekruhtur. İmam Ebu Yusuf a göre, kabrin üzerine yazı yazmak da mekruhtur.

Aynı zamanda kabir, içinden çıkan toprakla örtülür, hariçten toprak ilave edilmez. Ancak çıkan toprak yetmezse, o tak­dirde hariçten ilave etmekte bir sakınca yoktur. Kabrin üzerine su serpmekte bir sakınca yoktur. Ebu Hanife'ye göre: Kabre basmak, üzerine oturmak, üzerinde uyumak, üzerinde küçük, büyük abdest bozmak mekruhtur. Bunun gibi, kabir üzerinde namaz kılmak da mekruhtur.[779]

b) Şafiilere göre: Ölü defnedilirken üzerinde bir örtü tutu­lur. Kabre indirilirken "Bismillahi ve ala milleti Rasulillahi"

demek müstehabdır. Ölünün kabirde altına bir şey, halı, kilim ve benzeri yaygı serilmez. Toprak çok gevşek ve kaygan olmadığı tak­dirde ölüyü tabut içinde gömmek mekruhtur. Gece defnetmekte bir sakınca yoktur.

Kabri kireçlemek, üzerine bina yapmak, yazı yazmak mek­ruhtur.

Kabrin üzerine su serpmek ve üzerine küçük çakıl taşları koymak, baş ucuna bir taş dikmek veya bir tahta yerleştirmek ise menduptur.[780]

c) HanbeÜlere göre: Ölü kabrine konurken "Bismillahi ala

milleti Rasulillahi" demek ve ölen kadın ise defin esnasında üstünde bir örtü tutularak defninin sağlanması müstehabdır.

Kabrin içine üç defa arada az toprak ve küçük çakıl taşı alıp atmak da müstehab sayılmıştır. Kabir yerden bir karış yükseltilir ve balık sırtına benzer şekilde tümsek tutulur. Böyle yapmak da sünnettir.

Kabre ateşe dokunmuş bir cisim (tuğla ve benzeri şeyler) ko­nulmaz. İmam Ahmed'e göre tahta da konulmaz. Tabutla birlikte defnetmek müstehab değildir. Kabrin üzerine su serpmek ve alamet olsun diye bir taş ve tahta dikmekte bir sakınca yoktur.[781]

d) Malikilere göre: Kabri biraz tümsek tutmak, yerle bir düz tutmaktan efdaldır. Kabri kireçlemek, yani kireçle sıva ye ba­dana yapmak, üzerinde bina inşa etmek mekruhtur.[782]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

736 nolu.İbn Ömer hadisini aynı zamanda îbn Hibban ile Hakim tahric etmişlerdir. Ancak hadisin merfu' ve mevkuf olduğu üzerinde farklı tesbitler ortaya çıkmıştır: Darekutni ve Nesaî mev­kuf olduğuna ağırlık verirken, başka muhaddisler onun merfu' olduğunu belirtmişlerdir.

Bu babda îbn Hibban, Şaid tarikıyla Katade'den merfuan; Bezzar ve Taberani ise, İbn Ömer'den ve bir benzerini İbn Mace

îbn Ömer'den merfuan rivayet etmişlerdir. Ancak bunun is­nadında Hammad b. Abdirrahman el-Kelbi bulunuyor ki, bu zat meçhuldür.[783] Ebu Hatim de onun zayıf olduğuna değinmiştir.[784]

Bu babda bir diğer hadisi Hakim ile Beyhaki, Ebu Ümame (r.a.) den şu lafızla rivayet etmişlerdir: "Rasulüllah'in (s.a.v.) kızı Ümmü Gülsüm kabre konulunca, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sizi topraktan yarattık, sizi oraya döndüreceğiz ve tekrar oradan çıkaracağız. Bismillah! ve fi sebilillahi ve ala milleti rasulillahi"

Bu hadisin senedi zayıftır, İbn Hacer de aynı görüştedir.

737 nolu Ebu Hüreyre hadisine gelince: Ebu Hatim el-Ilel'de onun batıl olduğunu; Hafız İbn Hacer "onun isnadının zahiri sa­hihtir" demiştir. Böylece İbn Hacer'in tesbit ve görüşü ağırlık ka­zanmıştır.

Bu mealde bir hadisi Ebu Davud'un oğlu rivayet etmiş ve sa-hihlemiştir.

Diğer yandan Bezzar ve Beyhaki Amir b. Rebi'a (r.a.) den şunu rivayet etmişlerdir: "Osman b. Mez'un defnedildiğinde, Rasulüllah onun namazını kıldı ve dört tekbir getirdi, son­ra kab rine üç defa toprak alıp attı ki o sırada onun kabri­nin baş ucunda ayakta duruyordu." Bezzar bu rivayete şunu da eklemiştir: "Ve emretti de onun kabri üzerine su serpildi."

740 nolu Cafer hadisi murseldir, yani senedinden bir sahabi düşmüştür. Aynı hadisi Beyhaki, Said b. Mensur'dan mursel ola­rak tahric etmiştir.

Bu babda yine Beyhaki'nin Cabir'den yaptığı rivayette deni­liyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin kabrine su serpildi. Suyu serpen ise, Bilal b. Rebah'dır..."

Rivayetin sonunda şu ifadeye yer verilmiştir: "Suyu, baş kısmından başlayıp ayak kısmına kadar (düzenli şekilde) serpti. " Ancak bu rivayetin isnadında Vakıdi bulunuyor ki, onun riva-yetine pek itibar edilmez.

Ancak başta İmam Ebu Hanife ve İmam Şafii olmak üzere birçok fakih ve müctehidler kabrin üzerine su serpmenin meşru1 olduğunu belirtmişlerdir.

741  nolu Enes hadisini aynı zamanda îbn Adiy tahric etmiştir. Taberani de el-Evsat'da Enes'den başka bir isnadla ri­vayet etmiştir ki, bu isnadda zaaf vardır,

Bu konuda Ebu Davud'un Muttalib b. Hantab'dan yaptığı ri­vayette şöyle denilmiştir: "Osman b. Mez'un vefat ettiğinde cenaz­esiyle çıkıldı ve defnedildi. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz bir taş getirilmesini emretti. Getirmeye giden- adamın taşı kaldırıp ge­tirmeye gücü yetmedi. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) kalktı, kollarını sıvadı ve taşı kaldırıp getirdi, Osman'ın baş ucuna dik­tikten sonra şöyle buyurdu: "Bu taşla kardeşimin kabrini be-lirliyorum ve ehlimden ölenleri de bundan böyle onun yanına defnedeceğim.

Hafız İbn Hacer bu rivayetin isnadının hasen olduğunu be­lirtmiştir.

742 nolu Cabir hadisini İbn Mace, îbn Hibban ve Hakim tah­ric etmişlerdir. Bu babda Müsned-i Firdevs'de îbn Mes'ud'dan (r.a.) yapılan rivayette buyuruluyor ki: "Ölü devamlı surette ezan sesini işitir, ancak kabri sıvandığı zaman duymaz olur." Hafız İbn Hacer bu hadisin isnadının batıl olduğunu belirt­miştir.[785] Çünkü bu, Muhammed b. Kasım et-Taykani'den ri­vayet edilmiştir ki bu zat hadis uydurmakla tanınmıştır. Hakim de onun hadis uydurduğuna dikkat çekmiştir.[786]

İmam Şafii ile Hasan el-Basri bu rivayetlere pek itibar etme­mişler ve bizzat Rasulüllah'ın (s.a.v.) kabrinin yerden bir karış yüksek tutulduğunu ve arsadan alınan' kırmızımsı bir çamurla sıvandığını delil olarak göstermişlerdir.

Sıvanıp badana yapılması dışında kalan hükümlere muhale­fet eden olmamıştır. O bakımdan kabir üzerine oturmak, üzerine bina yapmak ve süslü, yaldızlı cümleler yazmak mekruh sayılmıştır. [787]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Ölüyü kabre indirirken besmele çekmek ve rivayet edilen "Bismillahi  ve  ala milleti Rasulillahi" cümlesini demek sünnettir.

2- Ölünün baş ucundan yana yerden az toprak veya küçük çakıl taşları alıp kabre atmak ve bunu üç defa tekrarlamak» müstehabdır. Bunları atarken ilgili şu ayetleri okumakta bir sakınca yoktur;

Kerim, Taha Suresi, 55).

3- Defin esnasında kefenin açılma ihtimali göz önüne alınarak, özellikle defnedilen kadın ise, üzerine örtü tutmak müstehabdır.

4- Definden sonra kabrin üzerine su dökmek ve çakıl taşlarını kabrin üzerine koymak da müstehab sayılmıştır.

Kabrin üzerine su dökerken baş kısmından başlamak tav­siye edilmiştir.

6-  Kabir en çok yerden bir karış   veya ondan biraz fazla yüksek tutulur ve balık sırtı şekline sokularak düzenlenir. Böyle yapmak sünnete daha muvafıktır.  Bununla beraber kabrin etrafına taş dizmek ve kaybolmaması için o taşları sıvamaya cevaz verenler olmuştur.

7-  Kabrin çok yüksek tutulması,  mermer ve betondan yapılması mekruhtur. Çünkü islam, kabrin üstüne değil, altına önem verir.

8-  Zaruret yokken kabirleri çiğnemek, kabirlerin üzerine oturmak tahrimen mekruhtur.

9- Kabrin üzerine kümbet yapmak, bina oturtmak da mek­ruhtur. Buna daha çok şekle önem veren kimseler heveslenir.

10- Kabirden çıkan toprağı yine kabri düzenlemede kullan­mak müstehabdır. İhtiyaç olmadığı takdirde hariçten toprak geti­rip kullanmamak daha uygun olur.

11- Ölüyü defnederken, onun için rahmet ve mağfiret dile­mek, kabir sualinin kolay geçmesi için dua etmek meşru'dur.

12- Ölü defnedilirken oturmak veya ayakta durmakta bir sakınca yoktur. Ancak defin işiyle meşgul olanlara yardımcı olmak sünnettir. [788]

 

Definden Sonra Ö İçin Dua Etmek

 

Cenaze namazında ölen din kardeşimiz için dua etmemiz, yani cenaze namazına katılıp bu görevi yerine getirmemiz farz-ı kifayedir. Din kardeşimizi kabir alemine yolcu ederken, onu dua, salavat ve benzeri^ zikirlerle anıp ilahi rahmet ve mağfireti dileme­miz îslamın güzel sünnetlerinden biridir. Bu, hem din kardeşliğimizi pekiştirir, hem aramızdaki soğukluğu giderir, hem de ecir ve sevap kazanmamıza vesile olur.

Ayrıca defin esnasında ve bir de defin olayından hemen son­ra onun için dua etmemiz, kabirde rahat etmesine, rahat cevap vermesine yardımcı olur. [789]

 

İlgili Hadisler

 

Osman (r.a.) den yapılan rivayette, diyor ki:

"Peygamber (s.a.v.) efendimiz ölüyü defin işinden fariğ olunca, baş ucunda ayakta durur ve şöyle buyururdu: "Kardeşiniz için mağfiret dileyiniz ve onun için tesbit (sükûnet, sebat ve doğru cevap vermek) isteyiniz. Çünkü o şu anda (melek tarafından) sorguya çekilmektedir."[790]

Raşid b. Sa'd ve Damre b. îlabib ve Hakim b. Umeyr'den yapılan rivayete göre, şöyle demişlerdir: "Ölünün kabri kapanıp tesviye edildikten ve oradaki insanlar ayrılmak üzere oldukları zaman isterler ki ölen kimseye kabrinin yanında şöyle telkinde bulunsunlar: 'Ya Hlan! De ki: La ilahe illallah ve Eşhedü ella ilahe illallah" Bunu üç defa tekrarlarlar ve sonra devamla: 'Ta filan! De ki; Rabbım Allah'tır, dinim İslam'dır, peygambe­rim Muhammed (s.a.v.) dir..." Sonra ayrılıp giderler.[791]

Hadis ve Rivayetin Işığında Fakih İmamların Görüş ve  İctihadları

 

Defin işi tamamlandıktan sonra ölü için dua etmekte bir sakınca yoktur. Dört mezhep imamları da aynı hususu belirt­mişlerdir. Ancak Telkin konusunun müstehab veya meşru' olduğunu söyleyen olmamıştır. İmam Ahmed, Osman hadisiyle is­tidlal ederek dua etmekte bir sakınca olmadığını belirtmiş; telkin hakkında ise bir görüş ortaya koyduğu tesbit edilememiştir. Diğer nıüctehid imamlardan da telkinin meşruiyetine delalet eden sarih bir ictihad nakledilmemiştir. Ancak1 el-Esrem, daha çok Şam halkının telkinde bulunduklarını kaydetmiştir.[792]

el-Kadi ve Ebu'l-Hattab telkinin müstehab olduğunu belirt­mişlerdir. Bu ikisi şu hadisle ihticac etmişlerdir: Ebu Ümame el-Bahili (r.a.) diyor ki: Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurdu: "Sizden biriniz ölünce, defnedip üzerine toprak atarak düzeltme yaptıktan sonra sizden biriniz onun baş ucunda durup şöyle söylesin: "Ey falan ibıı fülane! (Çünkü ölü bu sesi duyar ama cevap veremez) İkinci defa yine Ya fiil an ibn fülane! der ve oturmuş bir halde yine aynı sözü üçüncü defa söyler. O sırada ölü şöyle der: "Allah sana rahmet in­dirsin, beni irşad eyle"    Ama onun bu sözünü kimse işitemez. Devamla şöyle der: "Dünyadan "La ilahe illallah, Muhammedün abduhu ve resulünü" şehadetiyle çıktın, bu sözü hatırla ve an ki, sen Allah'ın rab olduğuna, İslam'ın din olduğuna, Muhammed'in (s.a.v.) peygamber bulun­duğuna, Kur'an'in imam olduğuna razı olmuş idin.."[793]

Telhis'te bu hadisin Taberani tarafından da rivayet edildiği ve isnadının salih oiduğu belirtilmiştir. ez-Ziya ise, bunu Ah-kam'mda kuvvetlendirir anlamda rivayet etmiştir. Abdülaziz, eş-Şafî adlı eserinde bunu tahric etmiştir.[794]

Ancak müctehid imamların çoğu bu rivayeti salih görmemişlerdir. [795]

 

Tahliller

 

751 nolu Osman hadisini aynı zamanda Hakim tahric etmiş ve Hafız Bezzar sahihlemiştir.

752 nolu Raşid ve diğer iki ravinin rivayetini îbn Hacer et-Telhis'te almış fakat üzerlerinde bir görüş ortaya koymamıştır. Adı geçen Raşid'in Sıffin savaşma katılıp Muaviye taraftarı olduğu belirlenmiştir. O bakımdan Ibn Hazm onun zayıf olduğunu söylemiş, ama Darekutni: "Onun rivayetine itibar edilir" demiştir. [796]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1-  Defin işi bitince ölü için dua etmek meşru'dur. Buna nıüstehab diyenler de olmuştur.

2- Telkin'de bulunmak ise, ilim adamlarından bir kısmına göre, müstehabdır. Dört mezhep imamı ise, bunun istihbabma kail olmamışlardır.

3- O bakımdan telkinde bulunmak isteyeni men'etmemek, bulunmak istemeyeni de teşvik etmemek daha uygundur. [797]

 

Kabir Ziyareti

 

însan için en tesirli öğütlerden biri de ölümü hatırlamaktır. Bunun için Hz. Ömer (r.a.) yüzüğünün taşma "Nefis için ölümü hatırlamak yeterli bir Öğüttür" mealinde bir ibare yazdırmış idi.

O bakımdan cenazeye iştirak etmek, onu teşyi' edip kabrine kadar götürmek ve arasıra kabirleri ziyaret etmek, insanı madde cenderesinden, dünyalığa aşırı yönelmekten çekip, bozulan hayat dengesini sağlar. Aynı zamanda bedenle ruh, dünya ile ahiret arasında zayıflayan köprüyü sağlamlaştırıp dengede tutmayı il­ham eder.

Ancak kabir ziyaretinin birtakım adap ve kuralları vardır ki, onları sünnet çerçevesinde ele alıp hurafeden uzak bir çizgide bu­lundurmamız gerekir^ Bunun için de ilgili hadisleri ve müctehid imamların ictihad, tesbit ve ihticaclarım bilmemizde lüzum söz konusudur. [798]

 

Îlgili Hadisler:

 

Büreyde (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Ben sizi kabirleri ziyaretten men'etmiştim. Artık Muhammed'e anasının kabrini ziya­rete izin verilmiş bulunuyor. O bakımdan siz de kabirleri ziyaret edin; çünkü kabir ziyareti ahireti hatırlatır."[799]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz anasının kabrini ziyaret edip ağladı ve bu sebeple onun etrafında yer alan ashabı da ağladı. Peygamber (s.a.v.) onlara şöyle buyurdu: "Annem için istiğfarda bulunmam hususunda Rabbimden izin istedim, O bana izin vermedi. Sonra annemin kabrini ziyaret etmem için Rabbımdan izin istedim, bana izin ver­di. O bakımdan artık siz de kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü bu, ahireti hatırlatır."[800]

Yine Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette deniliyor ki:

"Peygamber (s.a.v.) efendimiz kabirleri ziyaret eden kadınları lanetledi."[801]

Abdullah b. Ebi Müleyke (r.a.) diyor ki:

"Bir gün Hz. Aişe kabirlerden dönüp geliyordu. Kendi­sine dedim ki: "Ey mü'minlerin anası! Nereden geliyorsun?" O bana: "Kardeşim Abdurrahman'ın kabrini ziyaretten" diye cevap verdi. Ona: "Peygamber (s.a.v.) efendimiz kabir­leri ziyareti menetmemiş miydi?" diye sordum. O bana: trEvet, men'etmişti, sonra ziyaret etmeyi emretti" diye cevap verdi.[802]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor M:

" Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz kabristana geldi ve şöyle dedi: "Selam size olsun ey mü'minlerin yurdu! Şüphesiz biz de   -inşaallah- size katılacağız."[803]

Ahmed b. Hanbel bu hadisi şu fazlalıkla rivayet etmiştir: "Allah'ım! Bizi bunların ecrinden (sevap ve mükafatından) mahrum bırakma ve onlardan sonra bizi fitneye düşürme."

Büreyde (r.a.) den yapılan rivayette diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, ashabına, kabirleri ziya­rete çıktıklarında şöyle demelerini öğretiyordu: "Selam size olsun ey mü'minlerden ve müslimlerden oluşan diyar ehli! Şüphesiz biz de -inşaallah- gelip size katılacağız. Al­lah'tan bizim ve sizin için afiyet dileriz."[804]

 

Hadislerin Işığında  Müctehid İmamların Tesbit ve İhticaclar

 

a) Hanefilere göre: Kabirleri ziyaret etmek hem erkeklere, hem de kadınlara menduptur. Bazı ilim adamlarına göre, kadınların kabirleri ziyaret etmeleri haram kılınmıştır. Ancak en

sahih tesbite göre bu hususta hem erkeklere, hem de kadınlara ruhsat vardır.

Kabirleri ayakta durup ziyaret etmek ve yine ayakta dua et­mek sünnettir. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz Baki' Kab-ristanı'nı ziyaret ederken böyle yapar ve şöyle derdi: "Selam size olsun ey mü'min topluluğun yurdu! Şüphesiz biz de

inşaallah-   gelip size katılacağız. Allah'tan bize ve size afiyet dilerim."

Ziyaretçinin Yasin Suresini okuması nıüstehabdır. Okur-ken kabrin yanı başında oturmasında bir sakınca yoktur.[805]

b)  Şafiilere göre: Kabirleri adabına uygun ziyaret etmek sadece erkeklere   menduptur; kadınlara ise mekruhtur. Ancak kadınların ziyarete çıkmaları bir fitne çıkmasına veya haram bir şeyin işlenmesine sebebiyet verdiği takdirde, ziyaret kerahet sınırında kalmaz, haram olur.[806]

c) Hanbelilere göre: Erkeklerin kabirleri ziyareti hakkında görüş birliği vardır, buna muhalefet eden olmamıştır.

Kabir ziyaretinde Rasulüllah'dan (s.a.v.) rivayet edilen duayı söylemek sünnettir. Aynı zamanda kabrin yanında Kur'an oku­makta bir sakınca yoktur. Kadınların ziyaret etmesi ise, mekruh­tur.[807]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

756 nolu   Büreyde   hadisini   Tirmizi   sahihlemiştir.   O bakımdan ihticaca salih sayılır. Nitekim müctehidlerin hemen hepsi bu hadisle istidlal edip kabir ziyaretinin sünnet olduğunu belirtmişlerdir. Kimi de müstehab olduğuna kaildir.

757 nolu Ebu Hüreyre hadisini Buhari dışında diğer beş sa­hih kaynak nakletmiştir. Aynı zamanda Hakim tahric etmiştir.

Bu babda Şafii, Ahmed ve Hakim, Ebu Zer (r.a.) den bir ha­dis rivayet etmişlerse de senedinin zayıf olduğu tesbit edilmiştir, îbn Mace ve Hakim'in Ibn Mes'ud (r.a.) den rivayet ettikleri bir hadis daha var ki, onun isnadında Eyyub b. Hani' bulunuyor. Bu zat hakkında farklı tesbitler söz konusudur.[808]

Bunun gibi Ahmed b. Hanbel, Hz. Ali (r.a.) den; îbn Mace, Hz. Aişe (r.a.) den rivayet etmiştir.

Hadis ve rivayetlerin tamamım biraraya getirince, kabir ziy­aretinin meşruiyeti ortaya çıkıyor ve daha Önce men'edilen hükmün kaldırıldığı kesinlik kazanıyor.

758  nolu Ebu Hüreyre hadisini aynı zamanda İbn Hibban tahric edip sahihlemiştir. Ancak hadisin delaleti mutlak değil mu-kayyeddir; yani sünnete aykırı ağlamak, çırpınmak veya bir fitne ve fesada sebebiyet vermek söz konusu olduğunda, kadınların ka­birleri ziyaret etmesi haramdır. Böyle bir durum olmadığı tak­dirde, müctehidlerin bir kısmına göre ziyaret etmelerinde bir sakınca yoktur, bir kısmına göre ise kerahet vardır. Böylece, ziya­ret sebebiyle birtakım günah ve fitneye sebebiyet veren kadınlar lanetlenmiştir.

759  nolu Abdullah hadisini aynı zamanda Hakim tahric etmiş; İbn Mace de muhtasar biçimde Hz. Aişe (r.a.) den riva-yete yer vermiştir, Şöyle ki: "Peygamber (s.a.v.) efendimiz kabirleri ziy­arete ruhsat vermiştir."

Bu babda Ahmed, .İbn Mace ve Hakim, Hasan (r.a.) dan ve Ahmed de ayrıca İbn Abbas (r.a.) dan hadis rivayet etmiştir. An­cak isnadında Ümmü Hani'in azadlı kölesi Ebu Salih'in bunun is­nadında yer aldığı bilinmektedir ki, bu zat zayıftır. İbn Mehdi onun kavi olduğunu söylemişse de, İmam Ahmed kavi olmadığına dikkat çekmiştir.[809]

Kabirleri ziyaretin kadınlar için mekruh veya haram olduğuna dair Ebu Davud ve Hakim'in İbn Ömer (r.a.) den rivay­et ettikleri bir hadis söz konusudur:

"Peygamber (s.a.v.) efendimiz, kızı Fatıma'ya gözü. dokundu ve sordu:

-"Seni evinden dışarı çıkaran şey nedir"?

~ Şu ölü evine geldim de onların ölüsüne merhamet duygu­mu (kullanarak rahmet dileyip) izhar ettim, diye cevap verdi. Ra-sulüllah (s.a.v.):

--"Umulur ki onlarla birlikte kabre kadar vardın!" buyurdu. O da şöyle dedi 

-Allah'a sığınırım, bu hususta sizin neler anlattığınızı siz­den işitmiş bulunuyorum.

-"Eğer onlarla beraber kabre gitmiş olsaydın şöyle şöyle günahkar olurdun" buyurarak konu üzerinde şiddetli durdu.

Bir diğer rivayette ise, bu son cümle şu lafızla nakledil­miştir: "Eğer onlarla beraber kabre kadar gitmiş olsaydın, senin babanın dedesi Cenneti görmedikçe sen de cenneti göremez olur­dun."

Hakim bu hadisin, şeyheynin şartına göre "sahihü'l-isnad" olduğunu belirtmiştir. İbn Dakik el-Iyd, îhkamü'I-Ahkâm'da bu babda görüşünü ortaya korken, Hakim'in sözü üzerinde şüpheyle durmuştur; Çünkü Buhari ve Müslim'in Ümmü Atıyye (r.a.) dan yaptıkları rivayete göre, Ümmü Atıyye şöyle demiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz biz kadınları cenazeyi takip ve teşyi'den men'etti, ancak bu men' üzerinde ısrarla durmadı."

Şüphesiz cenazeyi kabre kadar teşyi' etmek başkadır, kabir­leri gidip ziyaret etmek yine başka bir olaydır.

760 nolu Ebu Hüreyre hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir. Onun gibi 761 nolu Büreyde hadisi de sahihtir.

Bu babda ayrıca Müslim'in Hz. Aişe'den (r.a.) rivayet ettiği bir hadis bulunuyor ki, mealen şöyledir: "Rasulüllah (s.a.v.), Hz. Aişe'ye kabirleri şöyle selamlamasını emretti: "De ki, mü'minlerden ve müslimlerden oluşan kabir ehline selam olsun. Allah bizden ve sizden önden gidenlerle geride kalanlara rahmeti­ni indirsin. Şüphesiz biz de -inşaallah- gelip size katılacağız."

Yine Müslim Hz. Aişe (r.a.) dan şu hadisi tahric etmiştir; adı geçen diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz hemen hemen bir çok gecele­rinde evden çıkıp Baki' kabristanına gider ki bu daha çok gecenin son bölümüne raslardı ve şöyle derdi: "Ey mü'minlerin eyleştiği dâr! Selam size olsun. Size va'dolunan size gelip ulaştı ve biz de -inşaallah- gelip size katılacağız. Allah'ım! Baki' el-Ğarkad (kabristanında) bulunanları bağışla."

Kabirlere selam verme konusunda zikredilen "dâr" keli­mesinden maksat, hem kabirler, hem de kabir ehli olanlardır.

Bu sahih rivayetlerden, kabirleri ziyaret edip onlara selam vermenin ve ilgili duayı yapmanın sünnet olduğu anlaşılıyor. Aynı zamanda kabirleri sık sık ziyaretin meşruiyetine delalet vardır. Sonra da kabir ehli ve hayatta olanlar için bu esnada mağfiretle birlikte afiyet dilemenin de müstehab olduğuna delalet vardır. [810]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Kabirleri önceleri ziyaret etme yasaklanmıştı.

2- Sonra islami hükümler kalp ve kafalara iyice yerleşip ca-hiliye  devri  adetlerinin  Önüne  bir  sed  çekilince  bu  yasak kaldırılmış ve böylece kabirleri ziyaret sünnet kılınmıştır.

3- Kadınların kabirleri ziyaretinin uygun olup olmayacağı, günün, ortamın ve toplum yapısındaki ahlaki seviyenin ölçülerine bağlıdır: Sesli ağlamak, hıçkırmak ve fitneye sebep olmak söz ko­nusu olmadığı takdirde, kabirleri ziyaret etmelerine cevaz verileb­ilir. Bu gibi durumlar mevcut olduğu takdirde cevaz verilmez.

4-  Kabirleri ziyarete giden kimsenin ayakta durup, Ra-sulüllah'dan   (s.a.v.) nakledilen selamı vermesi ve sonra diğer duayı yapması, mağfiret ve afiyet dilemesi de sünnettir.

5- Kabirleri ziyaret ederken, zorunlu bir sebep olmadıkça ka­birleri çiğnemek, üzerinde oturmak, küçük abdest bozmak mek­ruhtur ve günahtır.

6- Kabirleri ziyarette daha çok ölümü, kabir alemini ve ahi-reti; sonra da dünyanın geçici olduğunu, toplanılan mal ve serve­tin; elde edilen makam ve şöhretin ölümle noktalanacağını düşünmek ve ona göre ibret almak müstehabdır. [811]

 



[1] Kasanî/Sedayiu's-Sanayi1: 1/296

[2] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/70.

[3] Buhari/teheccüd: 33, savm: 60. Müslim/misafirin: 85, 86. Ebu Davud/ vitir: 7. Nesai/siyam: 8, kıyamu'l-leyl: 28. Daremi/safat: 151, savm: 38. Ahmsd: 2/229, 233, 254, 258, 260. 5/1 61, 172. 6/440, 450

[4] Buhari/sulh: 11, cihad:72. Müslim/misafirin: 84, zekat: 56. Ebu Davud/ tatavvu1:12, edeb; 160. Ahmed: 2/316, 328

[5] Müslim/zekat: 54. Ebu Davud/adab: 160. Ahmed; 5/354, 359

[6] EbuDavud. Müsned-i Ahmed: 3/359. 4/153

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/70-72.

[7] Feteva-yiHindiyye; 1/112

[8] Ebu Yahya Zekeriyya el-Ansari/Fethu'l-Vahhab bi- Şerhi Menheci't-Tufİab:1/57

[9] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/332

[10] Ibn Kudame/el-Mugni: 1/767, 768

[11] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l- Arbaa: 1/332

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/72-73.

[12] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/73-74.

[13] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/74.

[14] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/75.

[15] Müslim/misafirîn:B8, 70. Buhari/salat: 60, teheccüd; 25. Tirmizi/salat: 117, 118. Nesai/mesacid:36, 37. Ibn.Mace/mesacib: 13. Daremi/isti'zan: 56. Taberani/sefer: 58

[16] Ebu Davud/salat: 88

[17] Şevkanı/Neylü'l-Evtar: 3/78

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/75-76..

[18] Haşiyetü't-Tahtavi Ala Meraki'l-Felah: 215

[19] Gamravî/Siracü'l-Vehhac Ala Metni'l-Minhac: 65

[20] Ebu Yahya Zekeriya/Fethu'l-Vahhab: 1/57

[21] Ibn Kudame/ef-Muğni: 1/770

[22]Abdurrahman el-Cezire/el-Fıkhu Ala’l-Mezahabi’l-arbaa: 1/331, 333

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/76-78.

[23] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/79.

[24] Buhari/teheccüd:17,fezail-iâshab:l23. Ahmed: 2/333, 439  

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/79. 

[25] Abdurrahman el-Geziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'f-Arbaa: 1/334

[26] Taberani: Ka'b b. Malik (r.a) den.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/80.

[27] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/81.

[28] Buhari/teheccüd: 25, daâvat: 49, tevhid: 10. Tirmizi/vitir: 18. Ifcm Mace/f ikamet: 188. Ebu Davud/vilir: 3. Nesai/nikah: 26, 27. Ahmed:3/344  

[29] Taberani: !bn Mes'ud {r.a) den

[30] Tirmizi/vitir: 18, kader: 15

[31] Ebu Yala el-Mevsalî

[32] Taberani Fil-Kebîr'

[33] Tirmizi/kader: 15. Ahmed: 1/168

[34] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/82-84.

[35] Haşiyetü't-Tahtavi:217

[36] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/335

[37] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/84.

[38] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/84.

[39] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/85.

[40] Buhari/ezan: 81, i'tisam: 3. Tirmizi/mevakıyt: 213. Taberani/cemaat: 4. Ahmed: 5/182

[41] Müslim/müsafirîn:210. lbn Mace/ikamet: 186. Ahmed: 3/15, 59,316

[42] Ebu Davud/menasik: 96. Ahmed: 2/367

[43] Ebu Davud/menasik: 97. İbn Mace/ikamet: 186. Ahmed: 27367, 4/114, 116

[44] Buhari/ezan: 154. Nesaİ/ikamet: 46, sehv: 73. Ahmed: 4/44,5/449

[45] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/85-87.

[46] Mecmeu'i-Enhür Şerhu Mültekal-Ebhur: 1/137, 138

[47] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/137, 138

[48] Kasanî/BedayiVs-Sanayi': 1/297

[49] Feihü'l-Vehhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab: 1/59 .(171) İbn Kudame/el-Muğni: 1/762

[50] İbn Kudame/el-Muğni:1/762

[51] Sahnûn/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/97

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/87-88.

[52] Buhari-Müslim/salat: 50, 52, 165, 176. Ebu Davud/salat: 188. İbn Mace/ edeb: 55

[53] Müsned-i Ahmed: 3/110, 131

[54] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/88-89.

[55] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/89.

[56] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/90.

[57] Müslim/müsafirîn: 288. Daremi/salat: 42, 143. Ahmed: 1/18, 3/46, 52 53

[58] Buhari/mevakıyt: 30, 31, 32. Müslim/müsafirîn: 286. Ebu Davud/ tetavvu': 10. Tirmizi/mevakıyt: 20

[59] Müslim/iman: 81. Ahmed: 2/18, 23, 26, 72,73, 90, 92, 111, 118, 121, 126,4/118,5/273

[60] Müslim/müsafİrîn: 293. Ebu Davud/cenaiz: 51. Tirmizi/cenaiz:41. Nesai/ mevakıyt: 31, 34, cenaiz: 89. !bn Mace/cenaiz: 30. Daremi/salat: 142. Ahmed: 4/151

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/90-92.

[61] Haşiyetü't-Tahtavi ala Meraki'l-Felah: 102

[62] Haşiyetü'S-Tahtavi ala Meraki'l-Felah: 103

[63] ZekeriyaAnsarî/Fothü'l-Vahhabbi-ŞerhiMenheci't-Tullab: 1/32

[64] İbn Kudamtfel-Muğni: 1/747, 752

[65] Suyûtî/Tenvİrü'l-Hevalik Şerhün ala Muvalta'i Malik: 1/220, 221'den özetlenerek

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/92-94.

[66] Neylü'l-Evtar: 3/100

[67] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/94-95.

[68] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/95-96.

[69] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/97.

[70] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/97.

[71] Ibn Mace/ikamet: 71. Müsned-i Ebî Davud

[72] Sahih-i Müslim. Buhari/sücud: 1, 4, 5, menakıb-i ansar: 29. Ahmed: 1/388

[73] Buhari. Tirmizi. Ahmed: 1/388, 401,437,443, 462

[74] Tirmizi/cumua: 50. İbn Mace/ikamet: 71. Daremi/salat: 163

[75] Ebu Davud. Tirmizi/cumua: 52. Daremi/salat; 161, 197.^Vhmed;5/156

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/98-99.

[76] Fetava-yi Hindiyye: 1/132

[77] Mecmeu'l-EnhürŞerhun [ie-Mülteka'l-Ebhur: 1/156, 157

[78] Zekeriyael-Ansari/Minhacü't-Tafibin: 13, 14

[79] ibn Kudame/e!-Muğni: 1/652, 653     

[80] Sahnûn/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/109, 110

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/100-101

[81] Şevkani/Neylü'l-Evtar:3/109  

[82] Ebu Davud-lbn Sikkîn

[83] Zehebi/Mizanü'l-hidal; 4/126, 8587 nolu Matar

[84] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/101-102.

[85] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/102.

[86] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/103.

[87] Ibn Mace/ikamet: 192. Müsned-i Ahmed

[88] Âhmed: 1/191, 2/223

[89] Buhari/ezan: 90, küsuf: 2, salat: 11. Müslim/küsuf: 1, 9, 11, 16, istiska: 4. ibn Mace/İkamet: 158. Ahmed: 1/191, 2/188, 223,6/32,53

[90] Ebu Davud/cihad: 162

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/103-105.

[91] Haşiyetü't-Tahtavi âla Meraki'l-Felah: 27, 27'

[92] el-Fıkhu Ala'l-MezahibN-Arbaa: 1/470

[93] İmam Şafü/el-Ümm: 1/134

[94] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahİbi'l-Arbaa: 1/470

[95] İbn Kudame/el-Muğni: 1/654, 655

[96] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Alal-Mezahibi'l- Arbaa: 1/470 (208).. Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/121

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/106-107.

[97]Şevkani/Neyü’l-Evtar:3/121

[98] Zehebi/Mizanü'Mtidal: 4/22?, 8945 nolu Musa

[99] Neylü'l-Evtar; 3/121

[100] Bilgi için bak: Neyiü'l-Evtar: 3/120. Zeheb i/M izan ü'l- l'tidal: 1/341

[101] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/107-108.

[102] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/108.

[103] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/109.

[104] Buhari/salat: 88, sehv: 5, lukata: 5, edeb: 45. Ebu Davud/salat: 189. Nesai/sehv: 22, salat: 177, 202. Ahmed: 2/226, 293

[105] Buhari/salat: 88. Nesai/sehv: 22

[106] Müsned-i Ahmed: 1/351

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/109-111

[107] Mecmeu'l-EnhürŞerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/147, 148

[108] Zekeriya Ansari/Fethu'l-Vahhab bi Şerhi Menhectt- Tullab: 1/53

[109] Ebu Zekeriya Nevevi/Minhacü't-Talibin: 13

[110] ibn Kudame/el-Muğnî: 1/664. Muvafakuddin İbn Kudame/eş-Şerhü1!-Kebir:1/664.

[111] Sahnûn/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/133

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/112-113

[112] Bilgi için bak: Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/129

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/114.

[113] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/

[114] Tirmizi/salat; 174. !bn Mace/ikamet: 132. Ahmed: 1/190, 193, 204

[115] Müsned-i Ahmed: 3/72, 83, 84, 87

[116] Buhari/salat: 31, 32. Nesai/sehv: 25, 26. Taberani/nida: 49. Ahmed: 1/379,438,443

[117] Ebu Davud. İbn Mace/ikamet: 135  

[118] Ebu Davud. Nesai. Ahmed

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/114-116.

[119] Fetavayi Hindiyye: 1/130, 131

[120] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac Ala Metni'l-Minhac: 60

[121] İbn Küdame/et-Muğni: 668, 669

[122] Sahnûn/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/133, 137

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/116-117.

[123] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/130

[124] Zehebi/Mizanü'l-l'tidal: 1/248, 249, 945 nolu İsmail

[125] Zehebi/Mizanü'l-İ'îidal: 4/120. 8563 nolu Mus'ab. Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/134

[126] Şevkani/Neylül-Evtar: 3/130

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/117-119.

[127] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/119.

[128] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/120.

[129] Buhari/mevakıyt: 20, ezan: 34. Ebu Davud/salat: 47. Nesai/iman: 45. ibn Mace/mesacid:  18. Daremi/salat: 53. Ahmed: 5/140, 141

[130] Müsned-i Ahmed: 1/394, 402, 449,  2/244, 5/206

[131] Müslim/mesacid; 255. Nesa i/imam et: 50.

[132] Ebu Davud/salat: 46. İbn Mace/mesacid: 17. Ahmed: 3/423

[133] Buharj/ezan: 29, 30, büyü1: 49. Müslim/mesacid: 245, 247, 250, 272. f Tirmizi/salaî: 47. Nesai/imamel: 42. Ibn Mace/mesacid: 16. Daremi/salat:56. Ahmed: 1/376, 382, 2/65, 102, 112, 252, 264, 328

[134] Buhari-Müsüm

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/120-123.

[135] Kasanî/Bedayiu's-Sanayi': 1/155, 156

[136] Şeyhülislam Zekeriya el-Ansari/Minhacü't-Talibin: 15

[137] Ibn Kudame/el-Muğni: 2/3, 4. Şemsüddin Ebu'l- Ferec/eş-Şerhu'l-Kebir: 2/4

[138] Abdurrahman el-Ceziri/ei-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/406

[139] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/123-124.

[140] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/144

[141] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/124-126.

[142] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/126.

[143] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/127.

[144] Buhari/ezan: 162, cumua: 13. Müslim/salat: 137, 139. Ebu Davud/salat: 32. Tirmizi/cumua: 48. Ahmed: 2/98, 127, 142, 145

[145] Buhari/cumua: 13. Müslim/salaî: 136. Ebu Davud/salat: 52. Daremi/satat: 57

[146] Müslim/salaî: 143. Ebu Davud/tereccüi: 7. Nesai/zinet: 37, 38, 74. Ahmed: 2/304

[147] Ahmed: 6/297, 301

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/127-128.

[148] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/155

[149] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/157

[150] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/157

[151] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/157

[152] İbn Kudame/el-Muğnî: 2/24-27'den özetlenerek

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/128-129.

[153] Buhari/cumua: 13. Müsüm/salat: 136. Ebu Davud/salat: 52. Darerni/ salat: 51. Taberani/kible: 12. Ahmed: 2/16, 151, 5/192, 6/69

[154] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/129-130.

[155] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/131.

[156] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/132.

[157] Buhari/ezan:20, ahkam: 31. Müslim/mesacid: 155, akdiye: 5. Ahmed: 5/306,

[158] Buhari/cumua: 13, ezan: 23. Ebu Davud/salat: 54. ibn Mace/ mesacid: 14. Ahmed: 2/237, 238, 239, 270, 5/306, 310

[159] Müslim/mesacid: 151, 152, 153, 154

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/132-133

[160] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/134.

[161] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/134.

[162] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/134.

[163] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/135.

[164] Buhari/ilim: 28, ezan: 62. Müslim/salat: 183, 186. Tirmizi/salat: 61. Nesai/imamet: 35. ibn Mace/ikamet: 48, 49. Daremi/salat: 46

[165] Buhari/taksir: 12, teheccüd: 31, meğazi; 5.0. Müslim/müsafirin: 80. Tirmizi/vitir: 80. Daremi/salat: 151. Ahmed: 5/226, 6/342

[166] Buharı/ezan: 65. Müslim/satat: 192. Tirmizi/salat: 159

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/135-136.

[167] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/136.

[168] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/137.

[169] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/137.

[170] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/138.

[171] Buhari/sehv: 9, mecaz: 12. Müslim/saiat: 77, 82, 86, 89. Tirmizi/ salat: 150. Nesai/eimme; 16, 38, 40, iftitah: 30, tatbiyk: 22. Ibn Mace/ ikamet: 13, 144. Daremi/sa!at:44,71

[172] Ebu Davud/salat: 68. Ahmed: 2/230, 314, 3/110

[173] Tirmizi/cumua: 56. Nesai/imamet: 37. Ibn Mace/ikameî: 41. Taberani/nida: 56

[174] Nesai/sehv: 102. Ahmed: 3/102, 126, 154, 245

[175] Buhari/salat: 18, ezan: 51, 74, 82, 128, tefsir: 17

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/138-140.

[176] Fetava-yi Hindiyye: 1/107

[177] Abdurrahman el-Ceziri/ei-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/308    

[178] el-Gamravi/es-Sİracü'l-Vehhac Ala Metni'l-Minhac: 75, 76

[179] İbn Kudame/el-Muğni; 2/14

[180] Abdurrahman el-Ceziri/ei-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l- Arbaa: 1/308

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/140-141

[181] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/141-142.

[182] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/142.

[183] Buhari/ilim:41,vudû':5, ezan: 57, 59,77, 161,daâvat: 10, libas: 75. Müsüm/müsafirin: 181, 184, 187, 192, 193. Tirmizi/salat: 57. Nesai/gusül: 29, imamet: 45. ibn Mace/ikamet: 44. Daremi/salat: 43

[184] Müsned-i Ahmed: 1/341, 342, 347, 3/326, 421

[185] Ebu Davud/tetavvu': 18, vitir: 13, ramazan: 1

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/143.

[186] Kasanî/Bedayiu's-Sanayi': 1/156

[187] Ebu Zekeriya el-Ansari/Feihü'l-Vahhab: 1/59

[188] lbn Kudame/el-Muğni:2/54, 55

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/143-144.

[189] İmam Mali k/e I-Mu vatta1; 1/154

[190] İmam Malik/el-Muvatta': 1/154

[191] Ebu Davud/tetavvu': 18, vitir: 13. Nesai/kıyamu'l-leyl: 5. Ahmed: 2/250, 536

[192] Zehebi/Mizanü'l-i'tidal: 3/644, 7938 nolu Muhammed

[193] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/145-146.

[194] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/146.

[195] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/147.

[196] Müslim/mesacid: 289, 291. Ahmed: 3/24, 5/53

[197] Buhari/ezan: 54. MüsÜm/mesacid: 290, 291. Ebu Davud/safat: 60. Tirmizi/salat: 60. Nesai/imamet: 3, 5

[198] Buhari/ezan: 18, 35. Tirmizi/salat: 37. Nesai/ezan: 7, 8, 29, imamet; 4. İbn Mace/ikamet: 46. Ahmed: 5/35.

[199] Tirmizi/salat: 147. Buharİ/ezan: 50. Ahmed: 3/436, 437, 5/53

[200] Tirmizi/birr: 53, cennet: 25. Ahmed: 2/26

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/147-149.

[201] Haşiyetü't-Tahtavi Ala Meraki'l-Felah: 163, 164'den özetlenerek

[202] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/428

[203] Ibn Kudame/el-Muğni: 17-20'den özetlenerek

[204] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/429'dan

[205] Abdurranman ei-Ceziri/el-Fıkhu Alal-Mezahibi'l-Arbaa: 1/4291 dan özetlenerek

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/149-151.

[206] Bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-j'tidal: 3/50, 5550 nolu Osman ve Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/181

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/151-152.

[207] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/152.

[208] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/153.

[209] Ibn Mace/ikamet:28, 31

[210] Darekutni. Neylü'l-Evtar: 3/184

[211] Ebu Davud. Darekuini

[212] Buhari/kendİ tarihinde

[213] EbuDavud/cihad:33

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/153-154.

[214] Kasanî/Bedayiu's-Sanayi1: 1/156

[215] Ebu Zekeriya el-Ansari/Fethü'l-Vahhab: 1 /61, 62, 63

[216] İbn Kudame/el-Muğni: 2/21, 22'den özetlenerek

[217] Kasanî/Bedayiu's-Sanayi': 1/156

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/155.

[218] Şevkani/Neylü'l-Evîar: 3/185

[219] Zehebi/Mizanü'l-i'îıdal: 2/178, 3346 nolu Sellam

[220] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/185'den Özetlenerek

[221] Şevkani/Neylü'i-Evtar: 3/186

[222] Zehebi/Mizanü'I-İtidal: 3/43, 5531 nolu Osman

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/156.

[223] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/157.

[224] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/158.

[225] Ahmed: 3/442, 4/193, 430, 431, 432

[226] İmam Maük/et-Muvatîa1: 1/164

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/158-159.

[227] Mecmeu'l-Enhür Şerhun Ala Mülteka'l-Ebhur: 1/163

[228] İmam Şafii/el-Ümm: 1/180, 181

[229] İbn Kudame/el-Muğnu: 2/130-132

[230] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibİ'l-Arbaa: 1/478

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/159-160.

[231] Bilgi İçin bak: Zehebi/Mizanü'i-I'tidaf: 3/127, 5844 nolu Ali

[232] İmam Malik/el-Muvatta1: 1/163

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/160-161.

[233] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/161.

[234] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/162.

[235] İmam Şafii/el-Ümm: 1/172

[236] imam Şafii/el-Ümm:1/172. Ahmed b. Hanbel: 3/124, 299, .300, 308, 369

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/162-163.

[237] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/111

[238] İmam Şaîii/el-Ümm: 1/173

[239] İbnKudame/el-Muğni:2/52

[240] İbnKudame/el-Muğni:2/52

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/163.

[241] Şevkani/Neylü'f-Evtar:3/1S0

[242] Şerhu Maani'l-Asar: 1/409

[243] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/164-165.

[244] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/165.

[245] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/166.

[246] Müsfim/salaî: 281, 283. Tirmizi/mendubaî: 151. Nesai/imamet; 8. ibn Mace/tahareî: 83, ikamet: 69. Ahmed: 1/256, 303, 3/53, 4/27

[247] Tirmİzi/salaî:151

[248] Buhari-Müslim

[249] Buhari/ezan: 128, salat: 18. Müşlim/salat: 77, 79. Nesai/imamet: 16. tt Tirmizi/saİat: 150

[250] Ebu Davud/salat: 68

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/166-168.

[251] Feteva-yİ Hindiyye: 1/85

[252] Mecmeu'l-Enhür: 1/112

[253] İmam Şafii/ef-Ümm: 1/171

[254] imam Şafii/el-Ümm: 1/171

[255] İbn Kudame/ef-Muğni: 2/49, 50

[256] İbn Kudame/el-Muğni: 2/48. eş-Şerhu'I-Kebİr: 2/49

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/168-169.

[257] Bilgi için bak: Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/194

[258] Zehebi/Mizanü'l-l'tİdal: 1/379. 1425 nölu Cabir

[259] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/169-170.

[260] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/170-171.

[261] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/172.

[262] Şevkani/Noylü'l-Evtar: 3/196. Ebu Davud/iaharet: 124

[263] Ebu Davud. Darekutni. Ahmed:4/203, 204

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/172-173.

[264] Mecmeu'l-Enhür: 1/112

[265] Ebu Zekeriya ei-Ansari/Minhacirt-Talibin: 15

[266] İbn Kudame/el-Muğnu: 2/51

[267] el-Müdewenetü'l-Kübra: 1/31

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/173-174.

[268] Şevkanİ/Neylü'l-Evtar: 3/197

[269] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/174.

[270] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/175.

[271] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/176.

[272] Ebu Davud/salat: 98

[273] Müslim/salat: 122. Ebu Davud/taharet: 121. Nosai/laharet: 196. Ibn Mace/taharet: 95. Daremi/salat: 51. Ahmed: 4/122, 264, 320, 321

[274] Müslim/salat: 122, 123. Ebu Davud/salat: 95. Tirmizi/mevakıyt: 54. Nesai/imamet: 23, 26. !bn Mace/ikamet: 45. Daremi/satat: 51. Ahmed: 1/457,4/122

[275] Müslim/salat: 132. Ebu Davud/salat: 97. Tirmizi/mevakıyt: 52. Nesai/imamet: 32. ibn Mace/ikamet: 52. Daremi/salat: 52. Ahmed: 2/485, 3/3, 16, 293, 398

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/176-177.

[276] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/158

[277] imam Şafıi/ei-Ürnm: 1/169

[278] İbn Kudame/ei-Müğni: 2/43, 44

[279] İbn Kudame/el-Mucjnİ: 2/43

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/177-178.

[280] Zehebi/Mizanü'l-ltidal: 4/367. 9469 nolu Yahya

[281] Şevkani/Neylü'l-Evîar: 3/206

[282] Zehebi/Mizanü'l-ltidal: 3/420'den özetlenerek

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/178-179.

[283] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/179.

[284] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/179-180.

[285] Ahmed: 6/235, 5/344

[286] Nesai/mesacid: 43, imamet: 19. Buhari/ezan: 41, 161, salat: 20, teheccüd: 33. Müslim/mesacid: 266. Ebu Davud/saiat: 70, 91. Tirmizi/ salat: 59. Ibn Mace/mesacid: 8. Ahmed: 3/131, 141

[287] Buhari/ezan: 78. Nesai/imamet: 62. Ahmed: 3/110, 131, 140

[288] Müslim/sala!: 132. Ebu Davud/salat: 97. Tirmizi/mevakıyt: 52. NesaıV imamet: 32. İbn Mace/ikamet: 52. Daremi/saİat: 52. Ahmed: 2/485, 3/3, 16,293,398

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/180-182.

[289] Kasanıyi83Bedayiu's-Sanayi': 1/159

[290] Ebu Yahya Zekeriya Ansari/Fethü'l-Vahhab: 1/349

[291] İbn Kudame/et-Muğni: 2/44

[292] Sahnûn/Müdevvenetü'l-Kübra: 1/106

[293] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/182.

[294] Zehebi/Mizanü'l-ltidal: 2/283, 3754 notu Sehr

[295] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/183.

[296] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/183.

[297] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/184.

[298] Medaİn: Bağdat'ın alt kısmında Dicle nehri kenarında tarihi bir şelir

[299] Ebu Davud/salat: 66

[300] Darekutnı

[301] Buhari/cjmua: 26. Nesai/mesacid: 45. Ahmed: 5/339. Müslim/mesacid: 45

[302] Saİd/kendi süneninde

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/184-185.

[303] Feteva-yİHindiyye:1/88

[304] Ebu Zekeriya Nevevi/Minhacü't-Tutlab: 16

[305] İbn Kudame/el-Muğni: 2/40, 41

[306] İbn Kudame/el-Muğni: 2/40, 41

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/185-186.

[307] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 3/220

[308] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/186-187.

[309] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/187.

[310] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/188.

[311] Ebu Davud. ibn Mace/ikamet: 2203

[312] Ebu Davud/salat: 188. İbn Mace/ikamet: 203. Ahmed: 2/425

[313] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/188.

[314] Kasanî/Bedayİu's-Sanayi': 1/160

[315] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac: 52

[316] İbn Kudame/el-Muğni: 2/79. eş-Şerhü'l-Kebir: 2/79

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/189.

[317] Bilgi İçin bak: Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/224. Zehebi/Mizanü'l-I'tidal: 1/2041 nolu ibrahim.

[318] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/189-190.

[319] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/190.

[320] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/191.

[321] Buhari/taksir: 19

[322] Darekutni

[323] Müsned-i Ahmed: 3/126

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/191-192.

[324] Mecmeu'l-Enhiir: 1/153, 154

[325] e!-Gamravi/Siracü'l-Vehhac:42, 43

[326] İbn Kudame/ei-Muğni: 2685, 86, 87. eş-Şerhü'l-Kebir: 87, 88

[327] Şemsüddin/eş-ŞerhÜTl-Kebir: 2/88, 89

[328] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/192-194.

[329] Şevkani/Neyîü'l-Evtar: 3/225

[330] Zehebi/MIzanffl-hMal: 1/535.2002 nolu Hüseyn

[331] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/225

[332] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/194.

[333] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/195.

[334] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/196.

[335] Buhari-Müslim

[336] Müslim/müsafirin: 4. Ebu Davud/sefer: 1, 3. Tirmizi/tefsir: 4. Nesai/ sefer: 1. İbn Mace/ikamet: 73. Daremi/satat: 179. Ahmed: 1/25, 36

[337] Darekutni/isnad-ı hasen ile...

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/196-197.

[338] Kasani/Bedayiu's-Sanayi": 1/93

[339] Bilgi için bak: Kasani/Bedayiu's-Sanayi'': 1/ 97, 98

[340] Ebu Zekeriya Nevevi/Minhacül-Talibin: 17

[341] Abdurrahman el-Cezİri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-. Arbaa: 1/472, 473

[342] İbn Kudame Şemsüddin/eş-Şerhü'l-Kebir: 90. 91

[343] Abdurrahman el-Ceziri/et-Ftkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1 472, 473

[344] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'f-Mezahibi'i-Arbaa: 1/472, 473

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/198-200.

[345] Nesai/cumua: 37, taksir: 1, lydeyn: 11. Ahmed; 1/37

[346] Şevkani/Noylü'l-Evtar: 3/232

[347] Müsned-i Ahmed: 2/108

[348] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/200-202.

[349] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/202.

[350] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/203.

[351] Buhari/taksir: 6, 14. Müslim/müsafirin: 42, 45, 48, mevakıyt: 18

[352] Buhari/tefsİr: 15, 16. Müslim/müsafirin: 46. Tİrmizi/cumua: 42. Nesai/ mevakıyl: 42. Ahmed: 3/247, 265

[353] Ahmed b. Hanbel. İmam Şafİi/Müsned

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/203-205.

[354] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l- Arbaa: 1/487

[355] el-Gamravi/Siracül-Vehhac: 82

[356] Şemsüddin fbn Kudarne/eş-Şerhü'l-Kebir: 2/114-116

[357] Sahnûn/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/116, 117

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/205-206.

[358] Muan'an hadis: Istima' ve îahdîs sözlerine yer verilmeden sadece "falan filandan" denilen hadistir

[359] Bilgi için bak; Neylü'l-Evtar: 3/243, 244

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/207.

[360] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/207-208.

[361] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/209.

[362] Müslim/mesacid: 251, 254. Müsned-i Ahmed: 2/531, 539

[363] MüsÜm/cumua: 40. Nesai/cumua: 2. Ahmed: 1/239, 254, 335, 2/84     

[364] Nesai/cumua: 2. Tirmizi/cumua: 7. Ibn Mace/ikamet: 93. Daremi/salat: 205. Taberani/cumua: 20. Âhrned: 5/8

[365] Ebu Davud/tabaret: 127. Nesai/cumua: 2

[366] Nesai; Hafse (r.a.) dan.

[367] Ebu Davud/cumua

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/209-211.

[368] Haşiyetü't-Tahtavi Ala Meraki'l-Felsi. ,'/2-L. d Kasani/t Sanayi': 1/256-260

[369] el-Gamravi/Siracü'l-Vehhac: 83-87

[370] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/374-376

[371] Abdurrahman ei-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/374-376

[372] Sahnûn/el-Müdevvenelü'!-Kübra: 1/152, 153

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/211-213.

[373] Ibn Mace/ikamet:78

[374] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/252

[375] Fazla büguçin bak: Zehebi/Mizanü'l-ltidal: 3/127, 128, 5844 nolu Ali

[376] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/253

[377] Şevkani/NeySü'l-Evtar: 3/256

[378] Zehebi/Mizanü'l-I'tidal: 3/563, 7594 nolu Muhammed

[379] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/258

[380] Şevkani/Neyiü'l-Evtar: 3/258

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/213-215.

[381] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/216.

[382] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/217.

[383] ibn Mace/ikamet: 78

[384] Buhari/cumua: 11, meğazi: 69. Ebu Davud/salat: 209. Nesai/cumua: 1. ibn Mace

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/217-218.

[385] Abdurrahman e!-Ceziri/el-Fıkhu Aia'l-Mezahtbi1!- Arbaa: 1/377-389

[386] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/218.

[387] Zehebi/Mizanü'M'tidal: 2/288, 3769 nolu Salih

[388] Şevkanİ/Neylü'i-Evtar: 3/263

[389] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/218-221.

[390] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/221.

[391] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/222.

[392] Müsned-i Ahmed: 5/75

[393] Ebu Davud/taharet: 127. Buhari/cumua: 4, 19. Müslim/cumua: 10, 26. Tirmizi/curîıua: 6, Nesai/cumua: 14. Daremİ/salat: 191. İbn Mace/ikamet: 83, Ahmed: 2/460, 3/81, 5/198, 420

[394] Ebu Davud/salal: 238. Ahmed: 5/32, 6/227

[395] Ibn Mace/ikamet: 72. Ahmed: 3/45

[396] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/326. Kasanı/ Bedayiu's-Sanayi": 1/285'den özetlenerek

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/222-224.

[397] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l- Arbaa: 1/326. Kasani/ Bedayiu's-Sanayi': 1/285'den özetlenerek

[398] Abdurrahman e!-Ceziri/el-Fıkhu Afa'l-Mezahibi'!- Arbaa: 1/326. Kasani/ Bedayiu's-Sanayi': 1/285'den özetlenerek

[399] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/326. Kasani/ Bedayiu's-Sanayi': 1/285'dGn özetlenerek

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/224-225.

[400] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/288

[401] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/225-226.

[402] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/226.

[403] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/227.

[404] İbn Mace/ikamet: 85

[405] Buhari/cumua:21,22

[406] İbn Mace/ikamet: 98

[407] Tirmizi/cumua: 14

[408] İbn Mact/cumua: 15. Ahmed: 3/449

[409] Buhari/cumua: 22

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/227-228.

[410] Kasani/Bedayiu's-Sanayi": 1/263.' Mecmeu'l-Enhür: 1/171

[411] Ebu Zekeriya Nevevi/Minhacüt-Tullab: 1/19

[412] İbn Kudarne/el-Muğni: 2/144, 145

[413] Sahnun/el-Müdewenetü'l-Kübra: 1/148,149

[414] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/228-229.

[415] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/297

[416] Zehebi/Mizanü'l-hida!: 3/316. 6579 nolu Isa

[417] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/229-231.

[418] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/231.

[419] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/232.

[420] İbn Mace/nikah: 19. Ebu Davud/edeb: 18. Ahmed: 6/35,184

[421] Ebu Davud/salat: 223

[422] Ebu Davud/salat: 224

[423] Buhari/cumua: 27. Ahmed: 5/87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 97, 100, 101

[424] Ebu Davud/salat: 225. Ahmed: 4/119

[425] Müslim/cumua: 52

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3232-234.

[426] Mecmeu'l-Enhür: 1/168

[427] Mecmeu'l-Enhür: 1/168

[428] Ebu Yahya Zekeriya/Fethü'lAtehhab: 1/75,76

[429] Mecmeu'l-Enhür: 1/168. ibn Kudame/el-Muğni: 2/149-156'dan özetlenerek

[430] Sahnun/el-Müdewenetü'l-Kübra: 1/150

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/234-236.

[431] Bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-l'tidal: 3/236, 6282 nolu Imran. Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/300

[432] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/304

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/236-237.

[433] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/237-238.

[434] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/239.

[435] Şafii/el-Ümm. Ahmed: 1/267, 3/99

[436] Neylü'l-Evtar: 3/322

[437] Tirmizi/cumua:30. İbn Mace/ikamet: 161

[438] Buhari/ıydeyn: 20, salat: 2.Müslim/ıydeyn: 10. Ahmed: 6/409, 5/84. Daremi/salat: 223

[439] ibn Mace. Tirmizi. Müsned-i Ahmed

[440] Müsned~i Ahmed: 5/353

[441] Buharİ/ıydeyn: 8. Müslim/ıydeyn: 8. ibn Mace/ikamet: 155

[442] Müslim/ıydeyn: 7. Ebu Davud/salat: 244. Tirmizi/cumua; 32. Ahmed: 5/9İ, 95

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/239-242.

[443] Mecmeu'l-Enhür: 1/172, 173. Abdunahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa; 1/349

[444] Zekeriya el-Ensari/Minhacü'Malibin: 21. Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'i-Mezahibi'l-Arbaa: 1/349

[445] eş-Şerhü'l-Kebir: 2/223. İbn Kudame/el-Muğni: 2/223- 227

[446] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/349

[447] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/167-169

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/242-243.

[448] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/322

[449] Müslim/libas: 8. Nesai/ıydeyn: 5, 50

[450] Bilgi için bak: Zehebî / Mîzanü'i-I'tidal: 2/571 - 4900 nolu Abdurrahman

[451] Bilgi için bak: Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/325. Zehebi/Mizanü'l-l'tidal: 4/180,  8757 nolu Mendel.

[452] Buhari/ıydeyn: 8, libas: 56. Nesai/ıydeyn: 14. Abmed: 1/345, 2/39, 4/45

[453] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/243-246.

[454] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/246-247.

[455] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/248.

[456] Ibn Mace/ikamet: 156. Ahmed : 2/180

[457] Ibn Mace/ikamet: 156, 157. Daremi/salat: 22. Ahmed: 16/65,70

[458] Darekutni. Ebu Davud/ıydeyn

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/248-249.

[459] Kasani/Bedayiu's-Sanayi": 1/277

[460] Mecmeu'l-Enhür: 1/74

[461] ei-Gamravi/Siracü'l-Vehhac Şerhün Ala Metni Minhac: 95

[462] Şemsüddin/eş-Şerhü'İ-Kebir: 2/238. İbn Kudame/el- Muğni: 2(237-239

[463] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi't- Arbaa: 1/348

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/249.

[464] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/338

[465] Zehebi/Mizanül-hidai: 3/407, 6943 noluKesîr

[466] İbn Mace/ıydeyn

[467] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/339  

[468] Bilgi için bak: Zehebi/Mizanül-l'tidal: 2/196, 3427 nolu Süleyman

[469] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/250-251.

[470] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/251.

[471] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/252.

[472] Ebu Davud. Nesai. İbn Mace. Buhari^ekat: 21, libas: 57, 59. Ahmed: t 1/345,355

[473] Tirmizi. Müsned-i Ahmed: 2/57

[474] İbn Mace/ikamet: 160

[475] Buhari/ıydeyn: 26

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/252-253.

[476] Kasani/Bedayiu's-Sanayi1:1/280

[477] Mecmeu'l-Enhür: 1/173

[478] Yahya Zekeriya Ensari/Fethü'l-Vahhab: 1/84

[479]  İbn Kudame/el-Muğnİ: 2/247. Sahnun/el- Müdevvenetü'l-Kübra: 1/169, 170

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/253-254.

[480] Zehebi/Mizanü'l-hidal: 2/484, 4536 nolu Abdullah. Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/342

[481] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/342

[482] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/342

[483] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/254-255.

[484] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/256.

[485] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/257.

[486] Buhari/ıydeyn: 6, zekat: 44. Nesai/ıydeyn: 20

[487] Ebu Davud/salat: 242. İbn Macerfiien: 20. Ahmed: 3/10,52

[488] Buhari/ıydeyn: 7, 19. Müslim/ıydeyn: 3, 4. Ebu Davud/salat: 242. Nesai/ lydeyn: 19. Daremi/salat: 224. Ahmed: 3/296, 318

[489] lbnMace/ikamet:158

[490] ImamŞafii/el-Ümm

[491] Ebu Davud/udhiye: 7, edeb: 112, 155. Nesai/dahaya: 4. ibn Mace/ edahî: 12, cihad: 13. Daremi/salat: 224. Ahmed: 3/2

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/257-260.

[492] Mecmeu'l-Enhür: 1/174

[493] Ebu Yahya Zekeriya/Fethü'l-Vahhabbi Şerhi Menhecit-Tullab: 1/83

[494] İbn Kudame/el-Muğni ve eş-Şerhü'i-Kabir: 2/243-246

[495] Sahnun/ei-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/150

[496] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/353, 354

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/260-261.

[497] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/261-262.

[498] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/262.

[499] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/263.

[500] Müslim/siyam: 144, 145. Nesai/iman: 7. Ahmed: 2/229, 3/451, 460,4/ 335, 5/75, 76

[501] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/263-264.

[502] Mecmeu'i-Enhür: 1/176. Haşiyetü't-Tahtavi: 287, 288

[503] Mecmeu'l-Enhür: 1/176

[504] Mecmeu'l-Enhür: 1/176

[505] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac: 96, 97

[506] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac: 96, 97

[507] İbn Kudame/el-Muğni: 2/254. eş-Şerhu'l-Kebir: 2/253,  254

[508] İbn Kudame/el-Muğni: 2/254. eş-Şertıu'l-Kebir: 2/253, 254

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/264-265.

[509] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/357

[510] Zehebi/Mizanü'l-İ'tidal: 3/247. 6334 noiu Amr

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/265-266.

[511] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/266.

[512] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/267.

[513] Buhari/meğazi: 31. Müslim/misafirin: 310. Ebu Davud/sefer: 14 Nesaî/havf: 12. Ahmed: 5/370, 6/275

[514] Buhari/havf: 1, 2, 3, meğazi: 3, tefsir: 2. Müslim/müsafirin: 305, 307, 309, 312

[515] Müsned-i Ahmed. Müslim, ibn Mace. Nesai/ıydeyn

[516] Buhari/havf: 1. Müslim/müsafirin: 306

[517] Müsned-i Ahmed: 4/391, 413. Nesai. Ebu Davud

[518] Ebu Davud. Nesai/havf: 15. Ahmed: 2/230

[519] Nesai/havf: 2, 5. Ahmed: 1/232, 357, 5/183, 385, 399

[520] Nesai/imamet: 41, laksir: 1

[521] Müsüm/müsafirin: 5, 6. Nesai/salat: 3, salatü'1-havf: 4.  Ebu Davud/sefer: 5

[522] Kasani/Bedayiu's-Sanayi": 1/243

[523] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac Ala Metni Minhac: 92 93

[524] İbn Kudame/el~Muğni: 2/260, 261'den özetlenerek

[525] Bilgi için bak: Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/160, 161. Kasanı/  Bedayiu's-Sanayi': 1/243

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/267-274.

[526] Bilgi İçin bak: Ebu Cafer et-Tahavi/Şerhu Maâni'l-Asâr: 1/316

[527] Bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-I'tidal: Muhammed b. Îshak ismi

[528] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/365

[529] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/274-275.

[530] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/275-276.

[531] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/277.

[532] İbn Mace/ikamet: 151

[533] Ebu Davud. Müsned-i Ahnhed

[534] Sahih-i Müslim/cihad: 69

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/277-279.

[535] Feteva-yi Hindiyye: 1/156

[536] Kasani/Bedayiu's-Sanayi1:1/244, 245

[537] Ebu Zekeriya Nevevi/Minhacü't-Talibin: 21

[538] İbn Kudame/el-Muğni: 2/270

[539] Bilgi için bak: Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/162, 163

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/279-280.

[540] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/280-281.

[541] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/281.

[542] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/282.

[543] Buraya kadar nakiettiğimiz.dört'hadisiBuhari ve. Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir. Buhari/küsuf: 1,3, 8, 13, 17- Müslim /küs uf: 9, 10, 16, 17, 23, 29

[544] Ebu Davud/istiska: 4, 5, 7. Ibn Mace/küsuf. Ahmed: 1/298, 358, 3/347. 382, 6/53, 76, 164, 168, 345, 354

[545] Müslim, Ebu Davud. Ahmed

[546] Müslim. Ebu Davud. Ahmed

[547] Tirm izi/küs uf vecumua

[548] Müslim. Ahmed. Nesai. Ebu Davud/küsuf

[549] Ebu Davud. Müsned-i Ahmed

[550] Sahih-i Buhari. Sahih-i Müslim'

[551] Buhari. Müslim. Nesai. Ebu Davud. Ibn Mace, Ahmed: 5/19

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/282-287.

[552] Müsned-i Şafii

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/287.

[553] Kasani/Bedayiu's-Sanayi": 1/281-282'den özetlenerek

[554] İmam Şafii/el-Ümm: 1/243, 244'den özetlenerek

[555] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/287-288.

[556] İmam Şafii/el-Ümm: 1/245

[557] eş-Şerhu'l-Kebir: 2/274, 275

[558] İbn Kudame/el-Muğni: 2/275, 276

[559] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 163, 164

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/288-290.

[560] Şevkani/Neylü'l-Evtar; 3/375

[561] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/375. Zehebi/Mizanü'I-ltidal: 4/510,   10065 nolu

[562] Zehebi/Mizanü'l-ltidal: 1/371,  1389 nolu Salebe

[563] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/290-291.

[564] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/291-292.

[565] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/293.

[566] Ebu Davud/istiska: 2

[567] İbn Mace/cihad: 142. Müsned-i Ahmed

[568] Müsned-i Ahmed: 4/39,40, 41

[569] Buhari/istiska: 1, 15, 17, 20. Müslim/istiska: 1,3, 4. Ebu Davud/istiska: 1,2. Tirmizi/istiska; 7. Ahmed: 4/40, 41

[570] Ebu Davud/istiska. Tirmizi/cumua: 44. Nesai/istiska: 3. İbn Mace/İkamet: 153. Ahmed: 1/230, 269, 355

[571] Buhari/istiska: 3, fezail: 11

[572] Sünen-iSaîd

[573] Müslim/istiska: 7. Ahmed: 4/193

[574] Buhari/istiska: 21

[575] İbn Mace/ikamet: 154. Ahmed: 4/235

[576] Taberani/istiska: 2. Müsned-i Şafii

[577] Müşned-i Şafii. Neylü'l-EvUr: 4/12

[578] Ebu Davud. Müsned-i Ahmed: 4/39, 40, 41

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/293-299.

[579] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/282, 283'den özetlenerek

[580] Ebu Zekeriya Nevevi/Minhacü't-Talibin: 22, 23'den özetlenerek

[581] ibn Kudame/el-Muğni:2/283-296'dan özetlenerek

[582] Sahnun/el-Müdewenetü'!-Kübra: 1/165-167'den özetlenerek

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/299-301.

[583] ŞevkamYNeylul-Evtar: 4/8

[584] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/301-302.

[585] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/303.

[586] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/307.

[587] Müslim/birr:41. Tirmiz/cenaiz: 2. Ahmed.1/81, 2/326,354,5/276,279,283,284

[588] Müslim/birr: 41. Tirmizi/cenaiz: 2. Ahmed: 1/81, 2/326, 283, 284

[589] İbn Mace/cenaiz: ,2. Ahmed: 1/81,91, 138

[590] ibn Mace

[591] Buhari/tefsir: 4, vasaya: 3. Müslim/feraiz: 7, vasaya: 5, 7. Ebu Davud/ cenaiz: 1, 5. Tirmizi/cenaiz: 6. İbn Mace/cenaiz: 1. Ahmed: 1/176, 4/375, 5/328

[592] Müsiim/cenaiz: 1, 3. Ebu Davud/cenaiz: 16. Tirmizi/cenaiz: 7. Nesai/ cenaiz: 4. İbn Mace/cenaiz: 3. Ahmed: 3/3

[593] İbn Mace/cenaiz: 6. Ahmed: 4/123

[594] Ebu Davud/cenaiz: 20. Ibn Mace/cenaiz: 4. Ahmed: 5/26, 27

[595] Ebu Davud/cenaiz: 34

[596] Tirmizi/cenaiz: 76. İbn Mace/sadakat: 12. Daremi/büyû" 52 Ahmed-2/. 440, 475

[597] Buhari/libas: 18. Müslim/cenaiz: 48. Ebu Davud/cenaiz 19 Ahmed- 6/ 153,269

[598] Buhari/cenaiz: 3, meğazi: 83. Nesai/cenaiz: 11. AHmed: 6/117

[599] Tirmizi/cenaiz: 14. İbn Mace/cenaiz: 7. Ahmed: 6/43, 55, 206

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/307-311

[600] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/299

[601] Ebu Zekeriya Yahya Nevevi/Minhacü't-Talibin: 23

[602] İbn Kudame/el-Muğni: 302-307'den özetlenerek

[603] el-Fıkhu Ala'l-MezahibN-Arbaa: 1/500'den özetlenerek

[604] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/501, 502'den özetlenerek

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/311-312

[605] Bilgi için bak: Şevkani/Neylü'i-Evtar: 4/18

[606] Bilgi için bak: Şevkani/Neylü'l-Evîar: 4/18

[607] Ebu Davud/cenaiz: 3

[608] Zehebi/Mizanü'l-f'tidal: 3/351, 6721 nolu Fazl

[609] Buhari/merzâ: 13, 20. Müslim/vasaya: 8. Ahmed: 1/168, 171

[610] Tirmizi. İbn Mace. Ahmed: 1/196

[611] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/23

[612] Zehebi/Mizanü'l-l'tidal: 4/6, 8056 nolu Muhammed

[613] Zehebi/Mizanü'l-I'tidal: 3/389, 6894 nolu Kazaa

[614] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/26"dan özetlenerek

[615] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/28'den özetlenerek

[616] Zehebi/Mizanü'l-I'tidal: 2/355

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/312-316

[617] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/316

[618] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/319.

[619] Ahmed: 2/28Û, 433, 454, 472, 4/246

[620] Taberani/cenaiz:45. Ebu Davud/cenaiz: 60. ibn Mace/cenaiz: 63. Ahmed: 6/58, 100, 105, 169, 200, 264

[621] Buhari/mezaiim: 3. Müslim/birr: 58, 72, zikr: 38. Ebu Davud/edeb: 38, 60. Tirmizi/hudud; 3, birr: 19, kur'an: 10. İbn Mace/mukaddeme: 17, hu dud: 5. Ahmed: 2/91, 252,  269, 389, 404

[622] Ahmed: 5/136

[623] İbn Mace/Cenaiz:9,55. Dâremî/Mukaddeme : 14. Ahmed: 6/228

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/319-321

[624] KasanıYBedayiu's-Sanayİ': 1/304'den özetlenerek

[625] Ğamravi/es-Siracü'l-Vehhac: 103

[626] Ğamravi/es-Siracü'l-Vehhac: 103

[627] îbn Kudame/el-Muğni: 2/30S-318'den özetlenerek

[628] Sahnun/el-Müdeweneiü'i-Kübra: 1/184-186'dan özetlenerek

elal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/321-323

[629] Bilgi için bak: Mizanü'l-hidâl: 1/Ş70-384

[630] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/323-324

[631] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/324.

[632] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/325

[633] Buhari/cenaİz: 73, 74, 76, 79. Ebu Davud/cenaiz: 27. Tirmizi/cenaiz: 46. Nesai/cenaiz: 62. ibn Mace/cenaiz: 28

[634] Ahmed b. Hanbel

[635] Buhari/gusül: 23, 25, 27

[636] Ebu Davud/cihad:38

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/325-327.

[637] Mecmeu'l-Enhür 1VV/188, 189'dan özetlenerek

[638] Ğamravi/es-Siracül'l-Vehhac: 110

[639] Ibn Kudame/el-Muğni: 2/401-404

[640] Abdurrahman el-Ceziri/ei-Fıkhu Ala'l-Mezahil- Arbaa: 1/529

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/327-328.

[641] Şevkani/Neylü'l-Evtpr; 4/32

[642] Ahmed. Hakim. Ebu Davud. Tirmizi: Hadistin garibün

[643] Ebu Davud: Cabir (r.a.) den

[644] Ebu Davud. İbn Mace: ibn Abbas (r.a.) den

[645] Geniş bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-İ'tidal: 3/135, 136

[646] Geniş bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-İ'tidal: 4/148, 8673 nolu Mualla

[647] NeylÜ'l-Evtar:4/34

[648] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/329-331.

[649] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/331.

[650] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/332.

[651] Buhari/cenaiz: 12, 13, 17. Müslim/cenaiz: 38. Nesai/cenaiz: 34. Ahmed: 5/85, 6/407, 408

[652] Buhari. Müslim

[653] Ebu Davud. Ahmed: 6/267

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/332-334.

[654] Mecmeu'l-Enhür: 1/179-181'den özetlenerek

[655] Ebu Yahya Zekeriya Ansarİ/Fethü'l-Vahhab: 1/89-91'den özetlenerek

[656] İbn Kudame/el-Muğni: 2/317-328'den özetlenerek

[657] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/184, 185

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/334-336.

[658] Şevkani/Neylü-!-Evtar: 4/38

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/336.

[659] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/337.

[660] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/338.

[661] Buhari/meğazi: 17, 26. Ahmed: 5/112, 6/395

[662] Buhari/meğazi: 17, 26. Ahmed: 5/112, 6/395

[663] Müslim/cenaiz: 49. Tirmizi/cenaiz: 19. Nesai/cenaiz: 37.   lbn Mace/ cenaiz: 12. Ebu Davud/cenaiz: 30. Ahmed: 3/295, 329

[664] Müslim/cenaiz: 49. Ebu Davud/cenaiz: 30, 37. Ahmed: 3/295

[665] Buhari/cenaiz: 94. Ahmed: 6/132

[666] Buhari/cenaiz: 18, 19, 23, 24. Müslim/cenaiz: 45, 46. Ebu Davud/ cenaiz: 30. Tirmizi/cenaiz: 20. Nesai/cenaiz: 39. Îbn Mace/cenaiz: 11. Ahmed: 1/94, 102,222

[667] Buhari/cenaiz: 18, 19,23, 24. Müslim/cenaiz: 45, 46. Ebu Davud/ cenaiz: 30. Tirmizi/cenaiz: 20. Nesai/cenaiz: 39. Jbn Mace/cenaiz: 11

[668] Ebu Davud/tıb: 14, libas: 13. Tirmizi/cenaiz: 18, edeb: 46. Nesai/cenaiz: 38, zinet: 97. îbn Mace/cenaiz: 12, libas: 5. Ahmed: 1/247, 274, 328, 355

[669] Ebu Davud/cenaiz: 32. Ahmed: 6/380

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/338-341.

[670] Haşiyetü't-Tahtavi Ala Meraki'l-Felah: 316, 317

[671] el-Ğamravi/Sİracü'l-Vehhac: 105

[672] İbn Kudame/el-Muğni: 2/328-330'dan özetlenerek

[673] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/187,188

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/341-343.

[674] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/40

[675] Şevkani/Neylü'l-Evtar:4/42

[676] Zehebi/Mizanü'l-llidal: 4/240

[677] Zehebi/Mizanü'l-ltidal: 3/393, 6910 ve 6911 nolu Kays

[678] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/42

[679] Bilgi İçin bak: Neylü'l-Evtar: 4/44

[680] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/343-345.

[681] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/345.

[682] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/346.

[683]ibn Mace/cenaiz: 65

[684] Ebu Davud/cenaiz: 27. Taberani/cihad; 37

[685] Ebu Davud/cenaiz: 45. Tirmizİ/cenaiz: 42. Nesai/cenaiz: 55, 56, 59. ibn Mace/cenaiz: 15. Ahmed: 4/247, 248, 249,  252

[686] Ebu Davud/cihad: 133. Nesai/cenaiz/66. ibnMace/cihad: 34.. Ahmed: 4/ 114,5/192

[687] Müslim/hudud: 21. Ebu Davud/hudud: 23. Tirmizi/hudud: 5. Nesai/cenaiz: 63. Daremi/hudud: 14. Ahmed: 1/8, 289, 314, 3/323

[688] Buhari/cenaiz: 4, 5, 61, 65, menâkıb-ı ansar: 38. Müslim/cenaiz: 63, 64. Ahmed: 2/281, 438, 439

[689] Müslim/cenaiz: 69

[690] Buhari/cenaiz: 67, 74. Müslim/cenair71. Ebu Davud/cenaiz: 57. İbn Mace/cenaİz: 32

[691] ibn Mace/cenaiz: 32. Ahmed: 6/28

[692] Tirmizi: Said b. Müseyyeb

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/346-349

[693] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/312,313

[694] Ebu Zekeriya Nevevi/Minhacü't-Taübin: 24

[695] İbn Kudame, el-Muğni: 2/344, 358.

[696] El-Fıkhu Ala’l-Mezahibi’l-Arbaa: 1/522, 523.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/350-351

[697] Şevkani, Neylü’l-Evtar: 4/47.

[698] Şevkani, Neylü’l-Evtar: 4/47.

[699] Zehebi, Mizanü’l-İ’tidal: 2/668, 5270 nolu Abdülmin’im.

[700] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/49

[701] NeylÜ'l-Evtar. 4/52

[702] Ebu Davud/cenaİz: 47. İbn Mace/cenaiz: 87

[703] Bilgi için bak: Neylü'l-Evîar; 4/55

[704] Tirmizi. Nesai. Ahmed: Îmran b. Husayn'dan

[705] Bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-Vtidal; 2/248, 3621 noiu Süeyd

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/351-355

[706] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/355-356

[707] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/357.

[708] Bühari/cenaiz: 59. Müslirn/cenaiz: 52, 53. Nesai/cenaiz; 79. Ibn Mace/ cenaiz: 34. Ahmed: 2/233,284, 401, 421

[709] Tirmizi/cenaiz: 40. Nesai/cenaiz: 78

[710] ibn Mace/cenaiz; 19. Müslim/cenaiz: 58. Nesai/cenaiz: 78. Ahmed: 3/ 266, 6/40

[711] Ebu Davud/cenaiz: 41                  

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/357-359.

[712] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/359.

[713] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/360.

[714] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/361.

[715] Tirmizi/cenaiz: 12, 60

[716] Tİrmizt/cenaiz: 12. ibn Mace/cenaİz: 14

[717] Sünen-i Saîd

[718] Sahih-i Buhari

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/361-362.

[719] Feteva-yi Hindiyye: 1/167'den Özetlenerek

[720] ei-Gamravi/Siracü'l-Vehhac: 112

[721] İbn Kuöame/el-Muğni: 2/410, 411'den özetlenerek

[722] Abdurrahman e!-Ceziri/el-Fıkhu Ala"l-Mezahibi'!- Arbaa: 1/502

elal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/363.

[723] Şevkani/Neylü'l-Evtar:4/64

[724] Said b. Mensur: Muhammed b. Sirîn'den

[725] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/363-364.

[726] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/364.

[727] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/365.

[728] Buhari/cenaiz: 4, 55, 61, 65, menakıb-'ı ansar: 38. Müslim/cenaiz: 63, 65, 69, 70, 72. Ebu Davud/saiat: 243, cenaiz: 53, 58, 215. Tirmizi/cenaiz:38

[729] Müslim/cenaiz: 72. Ebu Davud/cenaiz: 54. Tirmizi/cenaiz: 7. Nesai/ cenaiz: 76'. İbn Mace/cenaiz: 25. Ahmed: 4/367, 370, 5/406

[730] Buhari/meğazi:12

[731] Sünen-iSaid

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/365-366.

[732] Haşiyetü't-Tahtavi: 318

[733] Ebu Zekeriya Nevevi/Minhacüt-Talibin: 24

[734] ibn Kudame/el-Muğni: 2/369, 371

[735] Abdurrahman-el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibil- Arbaa: 1/517

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/366-367.

[736] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/68

[737] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/367-368.

[738] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/368-369.

[739] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/370.

[740] Buhari/cenaiz: 66. Tirmizi/cenaiz:39. Nesai/cenaiz: 77

[741] Müsned-i İmam Şafii

[742] Ebu Davud/cenaiz: 56

[743] Ibn Mace/cenatz: 23. Ebu Davud/cenaiz: 53. Nesai/cenaiz: 77. Taberani/cenaiz: 16, 25. Ahmed: 2/256, 345, 363, 368, 459, 4/170

[744] Ibn Mace/cGnaiz: 44. Ahmed: 1/283

[745] Ebu Davud/cenaiz: 56. İbn Mace/cenaiz: 23. Ahmed: 3/491

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/370-373.

[746] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/313

[747] Ebu Yahya Zekeriya Ensari/Fethü'l-Vahhab: 1/95

[748] İbn Kudame/el-Muğni: 2/347

[749] Abdurrahman el-Ceziri/el-Frkhu Ala'i-Mezahibi'l-Arbaa: 1/517'den Özetlenerek

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/373-374.

[750] Zehebi/Mizanü'l-ltidal: 4/124, 125

[751] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/69

[752] Bilgi için bak: Mizanü'l-I'tidal: 1/47, 48

[753] Zehebi/Mizanü-l-hidal: 4/90, 8442 nolu Mervan

[754] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/374-375.

[755] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/376.

[756] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/377.

[757] Buhari. Müslim. Ebu Davud. Tirmizi. İbn Mace. Ahmed b. Hanbe!

[758] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/86

[759] Şevkani/Neylü'i-Evtar: 4/86

[760] Ahmed b. Hanbe!. Ebu Davud. Ibn Mace

[761] Müsned-i Ahmed. Nesai: İbn Sirİn'den

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/377-379.

[762] Feteva-yi Hindiyye: 1/162

[763] Mecmeu'l-Enhür: 1/186

[764] ibn Kudame/el-Muğni: 2/366

[765] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibil- Arbaa: 1/533

[766] Abdurrahman ei-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/533

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/379-380.

[767] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/87

[768] Bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-l'tidal: 1/317, 1194 nolu Bişr

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/380-381.

[769] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/381

[770] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/382

[771] Ebu Davud/cihad: 82. Tirmizi/cenaiz: 54. İbn Mace/cenaiz: 38. Ahmed: 2/27, 40, 5/254

[772] İbn Mace/cenaiz: 44

[773] Buhari/cenaiz: 96

[774] Ebu Davud/cenaiz: 68

[775] Neylü'l-Evtar: 4/95

[776] İbn Mace/cenaiz: 42

[777] Müslim/cenaiz: 94. Tirmizi/cenaiz: 58. Nesai/cenaİz: 96, 98. İbn Mace/cenaiz: 43. Ahmed: 3/245, 332, 399, 6/299

[778] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/382--384

[779] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/319,320

[780] el-Gamravi/Siracü'l-Vehhac: 114, 115'den özetlenerek

[781] İbn Kudame/el-Muğni ve eş-Şerhu'l-Kebir: 2/382, 385'den özetlenerek

[782] Sahnun/el-Müdewenetü'l-Kübra: 1/165 ve fbn Kudame/el-Muğni: 2/385

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/384-385.

[783] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/92

[784] Zehebi/Mizanü'l-I'tidal: 1/597, 2256 nolu Hammad

[785] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/97

[786] Fazla bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-I'tidal: 4/11, 8069 noiu Muhammed

[787] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/385-387

[788] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/387-388.

[789] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/389.

[790] Ebu Davud/cenaiz: 69

[791] Sünen-iSaid. Neyiü'l-Evtar: 4/101

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/389-390.

[792] İbn Kudame/el-Muğni: 2/385

[793] İbn Şâhîn/Kiîabu Zikri'l-Movt. ol-Muğni: 2/386

[794] Bilgi için bak: fbn Kudame/Gİ-Muğni: 2/386, haşiye,..

[795] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/390-391.

[796] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/391.

[797] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/391.

[798] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/392.

[799] Müslim/cenaiz: 106, adahî: 37. Taberani/dahaya; 105. Ahmed: 3/38

[800] Müslim/cenaiz: 105, 108. Nesai/cenaiz: 101. İbn Mace/cenaiz: 40. Müslim/cenaiz: 105, 108. Nesai/cenaiz: 101. İbn Mace/cenaiz: 40.

[801] Ebu Davud/cenaiz: 78. Tirmizi/salal: 121. Nesai/cenaiz; 104. Ahmed: 1/ 229, 287

[802] el-Esrem/Sünen. Neylü'l-Evtar: 4/125

[803] Müslim/taharet: 39, 45

[804] Müslim/cenaiz: 104. İbn Mace/cenaiz: 36. Ahmed: 5/353

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/392-394.

[805] Haşiyetü't-Tahtavi: 340-342

[806] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/540'dan Özetlenerek

[807] İbn Kudame/el-Muğni: 2/424'den Özetlenerek

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/394-395.

[808] Neylü'l-Evtar: 4/124

[809] Bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-l'tidal: 4/538, 10302 nolu Ebu Salih

[810] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/395-397.

[811] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/398.