Duha (Kuşluk) Namazı ve Fazileti
Abdest Aldıktan Sonra İki Rekat Namaz Kılmak
Nafile Namazın Cemaatle Kılınması
Namaz Kılınması Mekruh Olan Vakitler
Kur'an'da Secde Ayetlerinin Yer Aldığı Sureler
Secde-i Sehv (Namazda Yanılma Secdesi)
Cemaatle Namaz Kılmanın Gereği
Kadınların Camiye Gitmesi ve Cemaate Katılması
Camiye Sekinet ve Vekarla Gitmek
İmamın Namazı Hafif Tutup
Uzatmaması
Namazda Bir Çocuk veya Bir Kadınla Cemaat Oluşturmak
Namazda Mukimin Misafire Uyması
Farz Kılanın Nafile Kılana Uyması
Oturarak Namaz Kılanın Ayakta Durana, Ayakta Duranın Oturarak Kılana
Uyması
Müteveddi’in Müteyemmime Uyması
İmamın Saffın Ortasına Denk Gelecek Şekilde Önde Durması
Namazda Cemaatin Arasında Kadın ve Çocukların Yeri
Namazda İmamın veya Cemaatin Yüksek Yerde Durması Sakıncalı mıdır?
Sünneti, Farzı Kıldığı Yerin Gayrinde Kılmak
Hastanın Namaz Kılmasıyla İlgili Fıkhi Hükümler
İki Namazı Birarada Kılmak (Cem'u takdim - Cem'u te'hir)
Cuma Namazının Kırk Kişilik Bir Cemaatle Kılınması
Cuma Farzından Önce ve Sonra Sünnet Namaz
İmam Minbere Çıkınca Selam Vermesi ve Oturunca Da Ezan Okunması
Bayram Namazında Tekbir Sayısı ve Yeri
Bayram Namazından Ne Önce, Ne De Sonra Nafile Kılınır
Tehlike Artıp Korku Şiddetlendiği Zaman Namaz Nasıl Kılınır?
Güneş Tutulması Namazının Kılınışı:
Allah Yolunda Şehid Edilenler Yıkanmaz
Kefenin Güzel Olması Müstehabadır
Cenaze Namazı ve Onunla İlgili Husular
Cenaze Namazında Cemaatin Çokluğunu Faydaları
Ölen Kimse Üzerine Sesli Ağlamak Mekruhtur
Cenaze Namazında Kaç Tekbir Getirlir?
Cenaze Namazında Kıraat, Salavat ve Dua
Cenaze Geçilirken Önünden Kalkmak
Ölü Kabre Konulunca Besmele Çekmek
ve Kabri Düzeltmek
Definden Sonra Ölü İçin Dua Etmek
Sabah namazından sonra
güneş doğup bir mızrak (yaklaşık 35-45 dakikalık süre) yükselinceye kadar namaz
kılmak müctehid -( imamların çoğuna göre mekruhtur, imamlardan bir kısmına göre
ise, sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar kaza namazı: kıhnabilir.[1]
Kuşluk vakti olunca,
hayata yepyeni bir güçle, tazelenmiş imanla dönmek ve o' günü kalp huzuruyla ve
ilahi murakaba şuuruyla geçirmek için en az iki rek'ât namaz kılmak sünnettir.
Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz fırsat ve imkan buldukça bu namözâ devam etmiş ve
ashabına da tavsiyede bulunmuştur. [2]
Yapılan sahih rivayete
göre, Ebu Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir:
"Gönül dostum
(rasulüllâh (S.A.V.)bana şu üç şey ile tavsiyede bulundu:
1- Her ay üç
gün oruç tutmayı
2- Kuşluk
vakti iki rek'at namaz kılmayı,
3- Uyumadan
önce vitir namaznıu kılmayı.."[3]
Ebu Zer (r.a.) den
yapılan rivayete görü, Rasulüllah (û.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden herbiriniz sabahladığında her eklemine karşı bir sadaka gerekir.
Her teşbih bir sadakadır, her tahmid bir sadakadır ve her tehlil de bir
sadakadır; her tekbir de bir sadakadır; iyilikle emretmek de bir sadakadır,
kötülükten men'etmek de bir sadakadır. Bunların hepsine karşılık, kuşluk vakti
kılınan iki rek'at namaz kafi gelir."[4].
Bu manayla Rasulüllah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İnsanda 360
eklem vardır. Her ekleme karşılık bir sadaka vermesi gerekir."
Bunun üzerine ashab-ı
kiram:
"Ya Rasulallah!
Kimin buna gücü yeter?" deyince, efendimiz (s.a.v,):
"Mescide atılan
sümüğü savıp gidermek veya yolda (gelip geçenlere eziyet veren) şeyi
uzaklaştırıp atmak (bu sadakalara bedel kafi gelir). Buna da gücü yetmeyen kimseye
iki rek'at kuşluk namazı yeter."[5].
Nuaym b, Hemmar (r.a.)
den, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Aziz ve Celil
olan rafobımz buyurdu ki; Ey ademoğlu! Günün evvelinde benim için dört rek'at
namaz kıl, günün sonunda ben sana yeterli olayım."[6]
a) Hanefi
mezhebine göre: Duha (kuşluk) namazı men-duptur. En azı iki, en çoğu oniki
rek'attir. Vakti ise, güneş (bir mızrak
boyu) yükseldikten zevale kadar olan zaman parçasıdır.[7]
b) Şafîilere
göre: Kuşluk namazının en azı iki, efdalı altı, ekseri oniki rek'attir.
Bazısına göre, efdalı sekiz rek'attir. Her iki rek'atte bir selam vermek
menduptur.[8].
Kuşluk namazı
sünnettir. Vakti ise, Hanefilerde olduğu gibi, güneş bir mızrak boyu
yükseldikten sonra başlar, zeval vaktine kadar devam eder. Gündüzün dörtte biri
geçtikten sonra kılınması iseefdaldır.[9].
c)
Hanbelilere göre: Kuşluk namazı müstehabdır. Vakti ise güneş biraz yükselip
ısısı artıp şiddetlendiği zamandır. Bu namaza devam etmek, Ebu'l-Hattab'a göre
müstehabdır. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz bunu ashabına tavsiye
etmiştir.
Bazılarına göre,
kuşluk namazına devam etmek müstehab değildir. Çünkü Rasulüllah (s.a.v,) ona
devam etmemiştir.[10].
d)
Malikilere göre: Kuşluk namazı te'kiden menduptur. "sünnettir"
diyenler de olmuştur. Bu namazı, ikindi namazıyla güneş batması arasında geçen
süre kadar güneş doğduktan sonra geciktirmek efdaldır.[11]
134 nolu Ebu Hüreyre
hadisinin ricali sahihtir. Nitekim bunu kuvvetlendirir mahiyette bir diğer
rivayet yine Ebu Hüreyre'den (r.a,) yapılmıştır. Rasulüllah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Duha (kuşluk) namazının iki rek1 atine devam edip koruyan
kimsenin günahları deniz köpüğü kadar bile olsa, bağışlanır." Tinnizi bu
hadisi hasenlemiş ve Ebu Said'den (r.a.) yaptığı rivayetle bunun arasında bağ
kurmuştur. Şöyle ki, Ebu Said diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz
bazan duha namazına öyle devam ederdi ki, biz "artık bir daha onu
bırakmayacak" derdik. Bazan da öyle bırakırdı ki, biz "artık bir
daha bu namazı kılmayacaktır" derdik."
Muaz el-Adviyye diyor
ki: Hz. Aişe'ye (r.a.) sordum:
--Rasulüllah (s.a.v.)
kuşluk namazı kılar mıydı?
O bana şu cevabı
verdi:
--"Evet.dört
rek'at kılar ve Allah'ın dilediği kadar rek'atleri artırırdı."
Bunu, Müslim, Nesai ve
Tirmizi rivayet etmişlerdir.
Bu konuda birçok
rivayet daha vardır. Ibn Kayyım bunları yedi maddede toplamıştır:
1-
Sünnettir.
2-
Rasulüllah (s.a.v.) bazı olay ve sebeplerden dolayı kuşluk vakti namaz
kılmıştır. Nitekim Mekke'nin fetih günü Ümmü Hani' (r.a.) diyor ki: Rasulüllah
(s.a.v.) çok hafif olmak üzere kuşluk vakti sekiz rek'at namaz kıldı." O
bakımdan emirler bu namaza "Fetih Namazı" da demişlerdir.
3- Seferden
dönünce bu vakte rastladığı zaman namaz kılmıştır. Hz. Aişe (r.a.) validemiz bu
konuda şöyle demiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) seferden dönünce eve girmeden
mescide girer ve iki rek'at namaz kılardı."
4- Bir
sahabinin evinde kuşluk vakti- namaz kılması, kuşluk vaktiyle değil,
ev sahibine namaz
nasıl kılınır hususunu göstermek
ve öğretmek içindi.
5- Müstehab
bile değildir..
6- Bazan
kalmak, bazan terketmek müstehabdır.
7-
Bid'attir, kıhnmaması daha doğru olur. İbn Ömer'den de bu anlamda bir rivayet
vardır.
Muhaddis el-Hakim ise,
bu namazın sünnet olduğunu isbat eder anlamda yirmi kadar sahabeden rivayet
yapmış ve bu konuda özel bir bölüm meydana getirmiştir. Suyuti de bu konuyla
ilgili rivayetlez'i biraraya getirerek bir cüz oluşturmuş ve sünnet veya '
müstehab olduğunu belirtmiştir.
Böylece bütün,
rivayet, tesbit ye görüşler biraraya getirildiğinde, kuşluk namazının sünnet
veya müstehab olduğu ağırlık kazanıyor.135 nolu Ebu,Zer hadisinin senedi
sahihtir.
136 nolu Nuaym b. Hemmar hadisi üzerinde hayli
ihtilaf - (görüş ve tesbit farkları) vardır. Önce "Hemmar" ismi
üzerinde durulmuştur: Kimine göre "Hammâr", kimine göre "Hemmar",
kimine göre "Heddar", kimine göre "Hemmam" ve kimine göre
de "Hammar"dır
O bakımdan bu isim
şüpheyle karşılanmıştır. [12]
1- Kuşluk
namazı, sünnet veya müstehabdır.
2- En azı
iki rek'at, en çoğu oniki rek'attir. Dört veya sekiz rek'at olarak künıması
efdaldır.
3- İki
rek'atte bir selam yermek efdaldır.
4- Kuşluk
namazının vakti, güneş bir mızrak boyu yükselince (yaklaşık 35-45 dakikalık süre)
başlar, zevale kadar devam eder.
5-
Malikiîere göre, vacib kuvvetinde sünnettir.
6-Heı-gün
mutlaka devam edilmesi sünnet değildir.
7-Büyük ecir
ve mükafatlara vesiledir. [13]
Cami ve mescidler,
Cenab-ı Hakk'a ibadet edilen kutsal evlerdir. Oralarda ancak Allah'a kulluk
ölçüleri içinde ve kuralları doğrultusunda mü'minler izzet ve şeref kazanıp
gerçek kişiliklerini bulurlar. Aynı zamanda fanilere kul olma zilletinden
kurtulup Hakk'a yakınlık sağlamanın mutluluğuna erişirler.
Şüphesiz înabedler,
ilahi rahmet ve gufranın bolca tecelli ettiği, rahmet dileyen
meleklerin-nöbetleşe uğradığı müstesna yerlerdir. O bakımdan abdestli bir
vaziyette cami ye mescidlere giren müslümanm, oraya hürmet ve tazim niyetiyle
oturmadan önce hafif anlamda AHah rızasını arzulayarak iki rek'at namaz kılması
tavsiye edilmiştir. [14]
Ebu Katade (r.a.), dan
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.çt.uj efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz mescide girdiği zaman, iki rek'at kılmadıkça
oturmasın."[15]
Cabir b. Abdittah
(r.a.) dan yapılan rivayete göre: Gatafan kabilesinden Selik cuma günü mescide
girdiğinde oturdu. O sırada Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz hutbe irad ediyordu.
Ona iki rek'at namaz kılıp Öyle oturmasını emretti."[16]
Müslim'in yaptığı
tahricde ise konu şöyle ifade edilmiştir:
"Gatafan kabilesinden
Selik, Hz. Peygambere (s.a.v.) sattığı devenin bedelini almak üzere Mescide
geldiğinde, Rasulüllah (s.a.v.) ona iki rek'at kılmasını emretti."
Bu iki rivayetten
birinden namaz kılmadan oturması nehye-dilmiş, diğerinde ise namaz kılması
emredilmiştir. Rivayetlerin zahiri, emrin vücuba; nehyin bu vücubun tahkikma,
terkinin de tahrimine delalet etmektedir. Buna dayanarak Zahiriler
"Tahiyyetü'l-Mescid Namazı"nm vücubuna kail olmuşlardır.
Cumhur ise bu konudaki
diğer rivayetleri de dikkate alarak, Tahiyyetü'l-Mescid Namazının sünnet
olduğunu belirtmiştir. İmam Nevevi de "bu hususta ümmetin icma'ı
vardır" diyerek cumhurun görüşüne katılmıştır.
Cumhur bu konuda
birçok delillerle birlikte daha çok şu rivayeti göz önünde bulundurmuştur:
"Camiye girip içerideki cemaatin omuzlarını aşarak ilerleyen adama,
Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz: "Otur, cidden (cemaata) eziyet ettin!"
buyurmuş ve fakat Tahiyyetü'l-Mescid namazı kılmasını emretmemiştir."
Aynı zamanda bu
namazın vacib olmadığına delil olarak da, "ashab-ı kiramın zaman zaman
mescide girip çıktıkları olurdu ki, bu girişlerinde namaz kılmazlardı"
rivayeti söz konusudur. îbn Ebu Şeybe bunu Zeyd b. Eslem'den rivayetle
nakletmiştir.[17]
a) Hanefilere
göre: Tahiyyetü'l-mescid, yani mescidin rabbına tazim namazı sünnettir. Zira
tahiyyet yere değil, yerin sahibinedir. Cami ve mescidlerin sahibi ise ancak
Cenab-ı Rabbi'l-Alemin'dir.
Mescid ve cami
denilince umum ifade ederse de, Mescid-i Haram istisna teşkil eder. Zira oraya
girildiğinde Tahiyyetü'l-Mescid değil de onun yerine tavaf yapılır. Ancak tavaf
yapmak istemeyen kimsenin yine hürmeten orada da iki rek'at namaz kılması
tavsiye edilmiştir.
Tahiyyetü'l-mescid
namazı iki rek'attir. Arzu eden dört rek'at kılabilirse de efdal olanı iki
rek'atle yetinmektir. Aynı zamanda bu namaz kerahet vaktine tesadüf ettiği
takdirde kılınmaz. Mesela: Fecirden sonra veya ikindi farzından sonra cami veya
mescide giren kimse Tahiyye-tül-mescid namazı kılmaz, belki teşbih ve tehlilde
bulunur ve Hz. Peygamber'e (s.a.v.) salat-ü selam getirir.
Cami ve mescide giren
kimsenin oturmadan önce Tahiyyetü'l-Mescid namazı kılması meşru' kılınmıştır.
Bazısına göre, az oturup Öyle kalkıp kılması uygun olur, denilmişse de birinci
tesbit ve görüş daha sahihtir.[18]
b) Şafiilere
göre: Tahiyyetü'l-Mescid namazı sünnet olarak iki rek'attir. Camiye giren
kimsenin hemen farza veya başka bir sünnete durması da bu namazın yerine geçer
ve böyle durumlarda ayrıca iki rek'at kılmaya gerek yoktur. Ancak bir tek
rek'at kılmakla gerçekleşmeyeceği gibi, sahih kavle göre cenaze, tilavet
secdesi ve şükür secdesi de Tahiyyetü'l-Mescid yerine geçmez. Cami ve mescide
tekrar girmekle de bu namaz ela tekrarlanır.[19]
Kerahet vakti söz konusu değildir.
Camiye girip oturmak
isteyen kimsenin abdestli ise en az iki rek'at kılması sünnettir. Bu da
oturmadan önce yerine getirilir. Ancak farzı kaçırmak veya vaktin çıkması
tehlikesi söz konusu olduğu zaman terkedilir[20].
c)
Hanbelilere göre: Cami ve mescide giren kimseye oturmadan önce iki rek'at
namaz kılmak sünnettir. Bununla beraber girip
namaz kılmadan oturan kimseye yine de kalkıp iki rek'at
Tahiyyetü'l-Mescid kılması sünnettir. Hanbeliler bu konuda Ebu Katade hadisiyle
Gatafanlı Selik olayıyla istidlal etmişlerdir.[21].
d)
Malikilere göre: Tahiyyetü'l-Mescid sadece iki rek'attir. Aynı zamanda
te'kideri menduptur. Sünnet olduğunu söyleyenler de olmuştur.
Tahiyyetü'l-Mescid,
cami ve mescide oturmak maksadıyla giren kimseye menduptur; ama sırf bir:
kapısından girip diğer kapısından çıkmak için giren kimseye mendup değildir.[22]
Abdest namazdan önce,
Hakk'a takarrup için yapılan bir am-'eliyedir; aynı zamanda Cenab-ı Hakk'ın
huzuruna iç ve dış temizliğini biraraya getirmek suretiyle çıkmak için yerine
getirilen bir farizadır.
.Abdestin sayılmayacak
kadar faydaları söz konusudur. O bakımdan Cenab-ı Hak böylesine fazileti cami1
bir ibadeti yerine getirmemizi bize müyesser kıldığı için iki rek'at namaz
kılmak suretiyle O'na arz-ı ubudiyyette bulunmak kadar tabii ne olabilir? [23]
Ebu Hüreyre (r.a.j den
yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, sabah namazında Bilal'e
şöyle demiştir: "Ya Bi-îaî! İslam'da işlediğin en çok umut veren amelinden
bana haber ver. Çünkü gerçekten ben Cennet1 te hemen önümde senin ayakkabının
tıkırtı sesini duydum." Bunun üzerine Bilal şöyle dedi: "Benim
yanımda en çok ümit beslediğim amelim, gece olsun, gündüz olsun, ne kadar
abdest aldımsa, bana takdir edilen namaz (müyesser kılman) ne ise onu yerine
getirdim" Yani abdestten sonra namaz kıldım.[24]
Dört mezhebe göre de,
abdestten sonra; sefere çıkılırken ve seferden dönüldüğünde ikişer rek'at namaz
kılmak menduptur. Çünkü hiç kimse evinden ayrılırken kıldığı iki rek'at
namazdan daha hayırlı bir şey geriye bırakmış olmaz.[25]
Ka'b b. Malik (r.a.)
da diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz seferden mutlaka gündüzleyin daha çok kuşluk vakti gelmiş
olurdu. Şehre girince önce mescide girer iki rek'at namaz kıldıktan sonra
orada bir süre otururdu."[26].
İstihare, "hayır"
kökünden türetilen mezid masdardır. Türkçemizde buna "Allah'tan hayır
dileme, hayır umma" diyoruz.
Cenab-ı Hak ilmiyle,
kudretiyle, rahmet ve inayetiyle her şeyi kapsayıp kuşatmış, her zerreye nüfuz
etmiş ve eşyayı bütünüyle tasarrufu altında tutmuştur. O'na nisbetle geçmiş,
gelecek ve şimdiki zaman diye bir kavramı söz konusu değildir.
O kudret kalemiyle
beşerin kader çizgisini çizmiş; bize nisbetle olmuş, olacak her şeyi takdir
edip belirlemiştir.
Bu bakımdan bir mesele
hakkında tereddüt ettiğimiz veya teşebbüs etmek istediğimiz bir iş, bir konuya
doğru adım atmaya cesaret edemediğimiz neticenin iyi mi, yoksa kötü mü
olacağını kestiremediğimiz zaman, Rasulüllah'm (s.a.v.) tarif ettiği şekilde
Cenab-ı Hakk'a yönelip O'ndart hayır ve yardım, ilham ve işaret beklememiz
tavsiye edilmiştir.
Bunun için önce
"İstihare"de bulunmamız sünnettir. [27]
Cabir b. Abdillah
(r.a.) diyor ki:
Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz, bize hemen her işte, Kur'an'dan nasıl bir sure öğretiyorduysa,
öylece istiharede bulunmamızı da öğretti. O şöyle buyurdu:
"Sizden biriniz
bir işe başlamaya azmedip yönelince, önce farz namazdan başka olmak üzere iki
rek'at namaz kılsın ve arkasından şöyle desin: Allah'ım Senin ilminle Senden
hayır diler ve umarım; Senin kudretinle Senden kudret isterim ve Senin o büyük
fazl-u kereminden dilerim. Çünkü gerçekten Senin kud- retin yeter, benîm
kudretim yetmez; Sen bilirsin, ben bilmem. Sen gaybleri çokça bilensin.
Allah'ım! Eğer şu
(teşebbüs etmek istediğim) işin benim dinim, geçimim ve akıbetim için
hayırlıysa, (veya şöyle der: Şimdi ve şimdiden sonraki durumum ve işim için
hayırlıysa), onu bana takdir edip kolaylaştır; sonra da onu benim için mübarek
kıl. Eğer bu iş dinim, geçimim ve akıbetim için (veya şöyle der: Şimdiki ve
şimdiden sonraki durumum için) şer ve kötüyse, onu benden çevirip uzaklaştır,
beni de ondan... Hayır ve iyilik ne yandaysa onu bana takdir eyle ve sonra da
beni hoşnut kıl onunla.
Bunları söyledikten
sonra asıl haceti ne ise onu söyler."[28].
Îbn Mes'ud (r.a.)
diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v-) efendimiz bize istiharede bulunmamızı öğretti. O şöyle buyurdu:
"Sizden biriniz bir işe teşebbüste bulunmayı dilediği zaman şöyle
desin:..."[29]
Ebu Bekir Sıddik
(r.a.) diyor ki:
Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz bir işe teşebbüsü murad ettiği zaman, şöyle dilek ve duada bulunurdu:
"Allah'ım! Bunu benim için hayırlı eyle ve seç.."[30].
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz'den işittim şöyle buyu-ruyordu: "Sizden biriniz bir iş
ve durumu irade ettiği zaman şöyle dua ve dilekte bulunsun: Allah'ım! Senin
ilminle Senden hayır diîi-yorum.." Sonunda da şunu söyler: La havle vela
kuvvete illa billah."[31].
îbn Abbas ve îbn Ömer
(Allah ikisinden de razı olsun) şöyle demişlerdir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz, bize nasıl Kur'an'dan bir sure öğretiyorduysa, öylece
istiharede bulunmayı da öğretti. Şöyle dilek ve duada bulunmamızı buyurdu:
"Allah'ım! Senden hayır ve iyilik
diliyorum"[32]
.
Sa'd b. Ebi Vakkas
(r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ademoğlunun saadetine delalet eden (hususlardan biri de), Aziz ve Celil
olan Allah'a istihare etmesi, O'ndan hayır ye iyilik ummasıdır."[33]
154 nolu Cabir
hadisinde, iki rek'at namaz kılmakla emredil-mesi, vücup ve farziyeti
gerektirmemektedir. Zira sahih tesbitlere göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz,
bedevinin: "Şu beş vakit namazı Allah mı farz kıldı?" şeklindeki
sorusuna, "Evet" diye cevap vermiş ve bedevinin "Bundan fazlası
var mıdır?" so-rusuna ise, "Hayır, meğer ki nafile kılasm"
buyurmuştur. Şüphesiz bu hadis, sadece beş vakit namazın farz kılındığına açık
delil olarak bulunuyor. [34]
Dört mezhep
imamlarının hepsi de istihare namazının meşruiyetini kabul etmiştir.
a)
Hanefilere göre: İstihare, hayırlı bir işi arzulamak ve hayırla sonuçlanmasını
dilemektir. O bakımdan gelecekle ilgilidir. Cenab-ı Hakk'm iki çlurunıdan
hayırlı olanını izhar etmesi için O'na yönelip iki rek'at namazla bu husustaki
dileği arzetmekle gerçekleşir.[35].
Abdurrahman
el-Ceziri'ye göre de, istihare namazı dört mezhebin fıkhında menduptur.[36]. îbn
Kudame de Cabir hadisini naklederek bu namazın mendup olduğuna temas etmiştir. [37]
1- Bir işe
başlamada tereddüt hasıl olduğu zaman, istiharede bulunmak menduptur.
2- İstihare
namazı iki rek'attir ve diğer namazlar gibi kılınır.
3- Namazdan
sonra Cabir (r.a.) hadisinde geçen dua okunur.
[38]
Bilindiği gibi, nafile
namazlardan Teravih, Husuf (ay tutulma), Küsuf (güneş tutulma) namazı cemaatle
kılınır. Vitri sünnet kabul eden mezheplere göre, bu namaz da ramazanda
cemaatle kılınır.
Diğer nafile
namazların münferiden kılınması tavsiye edilmiş ve cemaatle kılınması ise,
çoğu imamlara göre mekruh sayılmıştır. [39]
Zeyd b. Sabit (r.a.)
den yapılan rivayete göre, Rasulüllah .(s.a.vj
efendimiz şöyle buyurmuştur: "Namazın efdalı
(en üstünü ve faziletlisi), kişinin kendi evinde kıldığı namazdır;
ancak farz namazlar müstesna.."[40].
Hz. Ömer (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Rasuîüllah (s.a.v.) efendimizden
(namazın mescidde kılınmasıyla, evde kılınması hakkında) sordum. Buyurdu
ki: "Ama kişinin kendi evinde
kıldığı namaz nurdur. O halde evinizi nurİandırm!"[41]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz
mescidde namazını kılıp yerine getirdikten sonra, namazından kendi evi için de
bir nasip (pay) ayırsın. Çünkü Cenab-ı Hak onun evinde kıldığı namazından bir
hayır meydana getirir."[42]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Evlerinizi kabirler yapmayın. Çünkü gerçekten şeytan, içinde Bakara
Suresi okunan evden kaçar."[43]
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Evlerinizde (de)
namaz kılınız, onları kabir yapmayınız!"[44]
Utban b. Malik (r.a.)
anlatıyor:
'Ta Rasulallah! Dedim.
Şüphesiz benim evimle bulunduğum semt mescidi arasına (zaman zaman) sel
giriyor. O bakımdan şunu arzu ediyorum: Evime şeref versende onun bir yerinde
namaz kılsan ve ben de o yeri mescid edineyim."
Bunun üzerine
Rasulüllah (s.a.v.) ona:
"İleride öyle
yaparım" buyurdu. Bir süre sonra onun evine geldi ve:
"Nerede namaz
kılmamı arzu ediyorsun?" diye sordu.
Ravi diyor ki: Evimde
münasip bir yere işaret ettim. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz kalkıp orada
namaza durdu, biz de Onun arkasında saf olduk ve bize iki rek'at namaz
kıldırdı."
Bu rivayete dayanıp
istidlalde bulunanlara göre, nafile namazını cemaatle kılmak sahihtir. Ancak
müctehid imamların tes-bit, yorum ve ihticacları farklıdır. [45]
a)
Hanefılere göre: Ramazan dışında nafile namazı cemaat le kılmak mekruhtur.
Ancak Ramazan'da Teravih namazı nafile kapsamına girmekle beraber cemaatle
kılınması meşru' kılınmıştır. O bakımdan nafile namazları cemaatle kılmamak ihtiyata
daha uygundur.[46]
Yine nafile namazları
evde kılmak efdaldır. Rasulüllah (s.a.v.) bu konuda gösterişten uzak kalacağına
işaretle şöyle buyurmuştur: "Farz namaz dışında adamın kıldığı en
faziletli ve üstün namaz, evinde kıldığıdır."[47].
Nitekim yapılan sahih
rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz sabahın iki rek'at sünnetini
evinde kılıp öylece Mescid'e gelirdi. Hem cemaatle namaz kılmak İslam'ın
şeairindendir ve farzlara, vaciplere mahsus bir sünnettir. Nafileler için
meşru1 değildir. Sadece Teravih namazı bir istisna teşkil eder ki, o da
Ra-sulüllah'm (s.a.v.) fiiliyle sübut bulmuştur.[48]
b) Şafiilere
göre: Kaza ve nafile namazlarda cemaat farz ve sünnet değildir.[49]
c)
Hanbelilere göre: Tetavvuat, yani nafile namazlar, biri cemaatle, diğeri
münferiden kılınmak üzere iki kısımdır. Cemaatle kılmanı, ay tutulma, güneş
tutulma ve teravih namazlarıdır. Münferiden kılmanı ise, beş vakit farza tabi
olan sünnetlerle diğer nafile namazlardır.
Sünnet ve nafile
namazların ise evde kılınması efdaldır. Nitekim Rafı1 b. Hudayc (r.a.) diyor
ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz Beni Abdi'l-Eşhel kabilesine uğrayıp
bize geldi. Akşam namazını kıldırdıktan sonra şöyle buyurdu: "Akşamın iki
rek'at sünnetini evinizde kılınız."[50]
d) Malikilere
göre: Nafile namazları gece veya gündüz ce-' maatle kılmakta bir sakınca
yoktur. Bunun gibi adam kendi evinde nafile namazları ev halkıyla cemaat
halinde kılabilir.[51]
Nafile namazlar evde
cemaat halinde kılmabilir diyenlerin dayandıkları birtakım rivayetler vardır:
a) İbn Abbas
(r.a.) diyor ki: "Bir gece Rasulüllah'ın (s.a.v.) arkasında durup namaz
kıldım; ancak Onun sol tarafında durmuş bulunuyordum; O başımı tutup beni sağ
tarafına doğru çekip götürdü."[52]
b) Enes b. Malik
(r.a) diyor ki:"Ben ve evimizde(büyüttüğümüz) yetim bir çocuk annem Ümmü
Süleym'le birlikte Resulüllah'm arkasında cemaat olup namaz kıldık. Biz iki
çocuk Resulüllahın arkasında, annem de bizim arkamızda durmuş bir halde
Resulüllah'a uyduk."[53]
Bu iki rivayet sahih
olmakla beraber kılman namazın nafile olduğu İbn Abbas rivayetinden
anlaşılıyorsa da, ikinci riva-yetten anlaşılmıyor. Hem bunlar haber-i vahid
olduğundan müctehidlerin çoğu delil olarak seçmemiştir. Sadece İmam Malik bu
rivayetlerle istidlal etmiştir. [54]
1-İster
farzlara bağlı sünnetler, isterse diğer nafile namazlar olsun, bunlar cemaatle
kılınmaz; cemaatle kılınmasında kerahet vardır.
2- Nafile
namazlardan Teravih, Ay Tutulma ve Güneş Tutulma namazları cemaatle kılınır, bunda
kerahet yoktur. Bu, Hanbelilere göredir.
3- İmam
Malik'e göre, nafile namazlar gece olsun, gündüz olsun cemaatle kılınabilir. Özellikle
adamın kendi evinde ev halkıyla cemaat olup kılmasında bir
sakınca yoktur. [55]
İslam, Allah'ın
insanlara en son mesajı olarak yepyeni hükümlerle, kalıcı müeyyidelerle
donatılmış ve furuatta, ahkamda diğer dinlerden ayrı hükümler getirmiş ve kötü
adet ve geleneklerden ayrılıp ruha taze gıda veren esas ve prensipler koymuştur.
O bakımdan, Allah'a
ortak koşan müşriklerin Allah'tan başkasına ibadet ettikleri vakitlerde
müslümaniların namaz kılmasını yasaklamış ve bunun için birtakım kerahet
vakitlerini belirlemiştir. [56]
Ebu Said (r.aj den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: 'İkindi
farzından sonra güneş batmcaya kadar hiçbir namaz (meşru) değildir- Aynı zamanda
sabah farzından sonra güneş doğuncaya kadar hiçbir namaz yoktur"[57]
Diğer bir anlatım ve
lafızla şöyle buyurulmuştur: "İki
namazdan sonra namaz
yoktur: Sabah namazından
sonra güneş doğuncaya
kadar, ikindi namazından sonra güneş batıncaya
kadar,."
Ömer b. Hattab (r.aj
den yapılan rivayete göre, "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, sabah
namazından sonra güneş doğuncaya kadar; ikindi namazından sonra güneş batıncaya
kadar namaz kılmayı yasaklamıştır."[58]
Amr b. Absete (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Peygambere
(s.a.v.): 'Ya Nebiyye'Uah! Bana namazdan sözet" dedim. Buyurdu ki:
"Sabah namazını kıl, sonra güneş doğup yükselinceye kadar namaz kılma,
bekle. Çünkü gerçekten güneş şeytanın iki boynuzu arasından doğmaktadır ki o
sırada kafirler ona secde ederler. Sonra namaz kıl, zira namaz meşhûd ve
mahdûrdür (yani melekler ona şahid olup hazır olurlar).Ta ki gölge yerinde titreşip
(dikey mızrak misali) sağa sola meyletmediği vakte kadar (istediğin takdirde
namaz kılabilirsin). Güneş tam is-tivaye gelince, o sırada Cehennem i-yice
köpürüp kızışır. Gölge (doğuya) doğru
yönelince namaz kıl. Çünkü gerçekten
namaz meşhûd ve mahdûrdür. İkindi vaktine kadar (istediğin kadar namaz
kılabilirsin), İkindi farzını kılınca, güneş bâtincaya kadar namaz kılma. Çünkü
güneş şeytanın iki boynuzu arasında guruba gider ki o sırada kafirler ona secde
eder."[59]
Ukbe b. Amir (r.a.)
diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz bizi şu üç vakitte namaz
kılmaktan ve ölülerimizi defnetmekten men'etti:
1- Güneş
çıkıp belirginleşerek yükseldiği zaman,
2-
Öğleye doğru istivaye gelip (herşeyin gölgesinin tit reşip kaldığı)
vakit;
3- Guruba yönelip
batmcaya kadar geçen
süre içinde..[60]
a)
Hanefilere göre: Mekruh olan üç vakit var ki, o vakitlerde farz, vacib ve
nafile olarak hiçbir namaz kılınmaz;
1- Güneş doğup bir mızrak (35-45 dakikalık süre)
boyu yükselinceye kadar,
2-
Güneşin gök kubbesinin
ortasına gelip her
şeyin gölgesinin titreşip durduğu istiva vaktinden batıya meyledin-ceye
kadar geçen süre içinde,
3- İkindiden
sonra güneşin sararıp gözün ferini almayacak duruma geldiği vakitten batmcaya
kadar geçen süre içinde. Ancak o günün henüz eda edilmeyen ikindi farzı
kerahetle kılınır.[61].
Hanefiler bu konuda
Ukbe b. Amir hadisiyle istidlal etmişlerdir. .
Sözü edilen bu üç
vakitte nafile namaz kılmak tahrimen mekruhtur. İsterse o nafile namaz bir
sebebe dayansın; abdestten sonra tavsiye edilen iki rek'at namaz,
tahiyyetü'l-mescid namazı gibi,.
İmam Ebu Yusuf a göre,
istiva vaktinde nafile kılmak mekruh değildir.
Ayrıca fecir doğduktan
sonra sabahın iki rek'at sünnetinin dışında nafile kılmak da mekruhtur. Aynı
zamanda sabahın farzından sonra da nafile kılmak mekruh sayılmıştır. Bunlar
gibi ikindi farzından sonra, isterse güneş sararmarmş ve gözün ferini alacak
kadar parlak olsun yine de nafile namaz kılmak mekruhtur.
Akşam farzından önce
de nafile kılmak mekruhtur. Bunun gibi, cuma günü hatip hutbeye çıktığı andan
namaz kıldırmcaya kadar geçen süre içinde nafile kılmak mekruh sayılmıştır.
Farz namaz için ikamet
getirildiğinde, sabah sünneti müstesna olmak üzere, nafile kılmak keza
mekruhtur. Bayram namazından önce evde; sonra ise camide nafile kılmak da
kerahet kapsamına girmektedir. Hac günlerinde Arafat ile Müzdelife arasında
akşam namazı yatsı vaktine geciktirilir ve bu iki farz arasında nafile
kılınmaz, kerahet söz konusudur.
Bunlardan başka, sofra
hazır olduğunda, küçük veya büyük abdes sıkıştırdığında, farzı eda etmek için
vakit daraldığında da nafile kılmak mekruhtur.[62].
b) Şafiilere
göre: Mekke haremi dışında istiva vaktinde, güneş doğunca, sabah farzından
sonra güneş doğup yükselinceye kadar, ikindi farzından sonra, güneş sararıp
batmcaya kadar namaz kılmak mekruhtur. Ancak belli sebebe dayanan namazlar bu
genellemenin dışında kalır: Kaçırılan farz namaz, güneş tutulma namazı,
tahiyyetü'l-mescid namazı, şükür secdesi, başlanıp da bozulan nafilenin kazası
bu cümledendir.[63].
c)
Hanbelilere göre: Sabah namazından sonra güneş doğup bir mızrak boyu
yükselinceye kadar, güneş gök kubbesinin ortasına gelip her şeyin gölgesinin
titreşip yerinde kaldığı (istiva) zamanı
ve bir de ikindi farzından sonra güneş batıncaya kadar geçen süre içinde namaz
kılmak mekruhtur.
Ancak kazaya kalmış
namazları; ister mutlak, isterse mu-kayyed olsun nezir (adak) namazları, tavaf
namazı, cenaze namazı bu genellemenin dışında kalir, yani bunlar için kerahet
vakti söz konusu değildir.[64]
d)
Malikilere göre: Hadislerde belirtilen üç vakitte namaz kılmak men'edilmiştir: Sabah
namazından sonra güneş doğup yükselinceye kadar; istiva vaktinde ve bir de
ikindi farzından sonra güneş batıncaya kadar..[65]
Bu konuda ondan fazla
sahih rivayet vardır. Onlardan bir kısmını nakletmekte yarar görüyoruz:
Taberani'nin Abdullah
b. Amr (r.a.) dan yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sabah farzından sonra güneş doğuncaya kadar ve ikindi farzından sonra
güneş batmcaya kadar nama:: kılmayın."
Taberani'nin Zeyd b.
Sabit (r.a.) den yaptığı rivayete göre: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz
ikindi farzından sonra namaz kılmayı men'et mistir."
Tirmizi'nin Seleme b.
Ekva' (r.a.) den yaptığı rivayete göre: "Rasulüllah (s.a.v.) her far:^
namazdan sonra mutlaka iki rek'at nafile kılardı; ancak sabah ve ikindi
farzından sonra kılmazdı."
Cumhur da sabah ve
ikindi farzlarından sonra namaz kılmanın mekruh olduğunu belirtmiştir. İmam
Nevevi ise bu hususta ittifak hasıl olduğunu söyler. Hafız İbn Hacer de aynı
görüştedir. Ancak seleften bir cemaatin, mekruh vakitle ilgili hükmün
kaldırıldığını iddia ettiğini nakletmekte ve bu hususta geniş bilgi
vermektendir. Zahiriler de bu husustaki nehyin mensuh olduğuna kaildirler.
İmam Şafii ise, bu iki
vakitte bir sebebe dayanan namazlar 'kıhnabilir, demiştir.[66].
Bunların delili,
Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin kaçırdığı öğle sünnetini ikindi farzından sonra
kılmasıdır.
îbn Hazm ise,
kerahetle ilgili hükmün nesh edildiğini belirtmiş ve şu hadisin nasih olduğunu
iddi;1 etmiştir; "Sabah farzından bir rek'ate -henüz güneş doğmadan-
yetişen kimse ve güneş henüz batmadan ikindi farzından bir rek'ate yetişen
kimse (o namaz yetişmiş sayılır.)"
Oysa bu hadis, vaktin
geciktirilen farzıyla ilgilidir, diğer namazlarla ilgili değildir. O bakımdan
kerahet hükmünü nes- hettiği söylenemez.
Hz. Aişe'nin (r.a.)
azadlı kölesi Zekvan'ın yaptığı rivayete göre: Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz hem ikindi farzından sonra namaz kılar, hem
de (başkasını ondan) men'ederdi. Aynı zamanda oruç tutup itftar etmeden ikinci
gün oruca başlardı ve visali (iftar etmeden iki günü birbirine bağlayarak oruç
tutmayı) men'ederdi."
Bu rivayetin senedinde
Muhammed b. îshak'm, Mühammed b. Amr b. Ata'dan yaptığı rivayet söz konusudur
ki, Muhammed b. Amr hakkında birtakım sözler söylenmiştir. O bakımdan bu rivayete
pek itibar edilmemiştir. [67]
1- Sabah farzından güneş doğup
yükselinceye, ikindi farzından, güneş batıncaya kadar namaz kılmak
tahrimen mekruhtur. Aynı zamanda istiva vaktinde de namaz kılmak mekruhtur.
2- Sözü
edilen bu üç vakitte farz, vacib ve nafile namazlardan hiç biri kılınmaz.
Ancak geciktirilen ikindi farzı kerahetle kılınır.
Bu, daha çok rey
tarafdarı olan imamlara göredir.
3- Fecir doğduktan sonra sabah sünnetinden başka
nafile namaz kılmak; sabah farzından sonra nafile namaz, akşam farzından önce
nafile namaz kılmak mekruhtur.
4- Belirtilen bu iki vakitte kaza namazı kılmak
mekruh değildir.
5- Bir
sebebe dayanan namazları sözü edilen kerahet vakitlerinde kılmakta bir sakınca
yoktur. Bu, daha çok İmam Şafii'nin içtihadıdır.
6- Nezir,
tavaf, cenaze ve benzeri belli sebebi olan namazlar için kerahet vakti yoktur,
her zaman kıhnabilir. Bu, Hanbelilere göredir.
7-
Zahirilere göre: Mekruh olan vakitlerle ilgili hüküm nesh-edilmiştir. O
bakımdan farz, vacib ve nafile namazlar her zaman kıhnabilir. [68]
Tilâvet'ten maksat,
Kur'an'da geçen secde ayetlerinin- okunması ve o sebeple Cenab-ı Hakk'a secde
edilmesidir.
Müctehidlerden. bir
kısmına göre, Kur'an'm 15, bir kısmına göre ise 14 yerinde secde ayeti
geçmektedir. Aradaki fark, Hac Suresinde bir mi, yoksa.iki mi secde ayeti
bulunduğundan kaynaklanmaktadır, îmam Malik1 e göre 11 yerde geçer.
Kur'an'dâki secde
ayetlerini okuyan veya okunduğunu duyan mü'minlerin abdestli bir vaziyette
Allah'a secde etmeleri vâeitv olur. Zira sözü edilen ayetlerde ya doğrudan, ya
da dolayısıyla secde emredilmektedir. Şüphesiz ilahi emre uymak vücubu
gerektirir ve aklı başında olan ergen her müslümana da yakışan ancak böyle
yapmasıdır. Zira Raşulüllah (s.'a.v.) efendimiz: "Kulun Cenab-ı Hakk'a en
yakın olduğu zaman, secdede bulunduğu anlardır" buyurarak,secdenin
önemini ve lüzumunu belirtmiştir. Namafc ibadetinin dindeki yerinin önemi ve
yüksek fazileti de bir yönüyle içendeki secdeden dolayıdır. [69]
1- Â'raf
Sûresi: 206
2- Ra'd
Sûresi: 15
3- Nahl Sûresi:
48
4- İsra Sûresi:
107
5- Meryem
Sûresi: 58
6- Hac Sûresi:
18
7- Furkan Sûresi:
60
8- Neml Sûresi:
25
9- Secde Sûresi:
15
10- Sad
Sûresi: 24
11- Fussilet
Sûresi: 38
12- Necm Sûresi:
62
13- İnşikak
Sûresi: 21
14- Alak Sûresi:
19.[70]
Amr b. As (r.a.) den
yapılan rivayete göre: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz ona, Kur'an'dan
onbeş secde ayeti okutmuştur. Onlardan üçü mufassal (Neczn, İnşikak, Alak)
surelerdedir; ikisi de Hac suresindedir."[71]
îbn Mes'ud (r.a,) den
yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) ve'n-Necm suresini okudu ve secde
etti, onunla beraber bulunanlar da secde ettiler; ancak Kureyş'ten bir şeyh
(yaşlı adam veya kabilenin ileri geleni) secde etmedi, o sadece yerden bir avuç
kumlu çakıllı toprak alıp alnına doğru yükseltti ve "Bu bana yeter"
dedi.
Ravi Abdullah diyor
ki: "Ben o adamın bir süre soara kafir olarak öldürüldüğünü gördüm."[72].
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.) efendimiz
Necin suresini okuyup secde etti;
Onunla birlikte müslümanlar, müşrikler, cin ve ins hepsi
secde ettiler."[73]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
"İnşikak suresi
ile Alak suresi okunduğunda Peygamber (s.a.v») efendimizle birlikte secde
ettik."[74]
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz minber üzerinde
bulunduğu bir sırada Sad suresini okudu, secde ayetine gelince minberden inip
secde etti ve insanlar da onunla birlikte secde ettiler. Başka bir gün ise,
yine Sad suresini okudu ve secde ayetine gelince orada bulunanlar bir tarafa
meyledip secdeye "hazırlandılar. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz onlara: "Bu ancak bir peygamberin tevbesiyle ilgilfbir secdedir;
ama sizin bir tarafa secde için meyledip hazırlandığınızı görüyorum"
buyurdu ve minberden inip secde etti, oradaki insanlar da onunla birlikte secde
ettiler."[75]
a)
Hanefîlere göre: Kur'an'm 14 yerinde geçen secde ayetleri okunduğu zaman, hem
okuyanın hem de işitenin ve dinleyenin -isterse dinlemeyi kasdetsin, isterse
etmesin- secde etmesi va-cibolur.[76].
Secde ayetinin
tamamını veya yansım, ya da çoğunu "secde" kelimesiyle birlikte
okuyan kimsenin secde etmesi keza vacib olur.
Okunan secde ayeti
ister Arapça, ister başka bir dile çevrilmiş şekliyle tilavet edilsin fark
etmez; yani her iki durumda da secde gerekli olur.
Namazda imam secde ayetini
okursa, hem onun, hem de cemaatin secde etmesi vacib olur. Cemaatten biri
okursa, ne kendisinin, ne de imamının secde etmesi gerekir. Ancak îmam
Mu-hammed'e göre, namaz kılındıktan sonra o kimsenin secde etmesi gerekir.
Namaz dışındaki kimse,
ister namaz kıldıran imamdan, isterse cemaatten birinden secde ayetini
işitirse, kendisinin secde etmesi vacib olur.[77]
Sureyi okuyup secde
ayetini atlamak mekruhtur.
Namazda içinde secde
ayeti bulunan sure okunur da secde ayetiyle zamm-ı sure noktalanırsa ayrıca
secde etmeye gerek kalmaz, mticerred rüku'a gitmek ve arkasından secde etmek
kafî gelir. -
b) Şafîileri
göre: Tilavet secdesi sünnettir ve secde ayetleri Kur'an'm 14 yerinde geçer.
İkisi Hac suresindedir. Sad süresindeki ise, şükür secdesidir. O bakımdan
şükür secdesi namaz dışında okunursa secde etmek müstehab olur. Namaz içinde
ise ondan dolayı secde edilmez.
Namazda imanı secde
ayetini okursa, hem onun, hem de cemaatin secde etmesi sünnet olur. Namaz
dışında secde ayetini ;: okuyan veya işiten kimse, secdeye niyet ederek
ellerini kaldırır, tekbir getirir ve namaz secdesi gibi secde eder. Zira
tilavet secdesinde tekbir getirmek şarttır.[78] .
c)
Hanbelilere göre: Secde ayeti 14 yerdedir. Bu t'esbit aynı zamanda Ebü Bekir,
Ali, İbn Mes'ud, Ammar, Ebu Hüreyre, İbn Öüıer (Allah hepsinden razı olsun) ve
tabiinden bir cemaatin kavlini yansıtmaktadır.
Tilavet secdesi ancak
abdestli yapılır. Öyle ki, nafile namaz kılmak için şart olan ne ise, aynı
şeyler tilavet secdesi için de şarttır.
Abdestsiz veya cünüp
kimse secde ayetini işitirse, hemen onun için abdest alması veya gusletmesi
gerekmez ve bu durumda secde etmesi de sünnet değildir,
Secde için tekbir
getirilir ve secdeden kalkılınca selam verilir. Mekruh sayılan vakitlerde
tilavet secdesi yapılmaz. Tilavet secdesi müekked sünnettir; yerine getirilirse
hasendir, terkedi-lirse bir şey lazım gelmez.[79].
d)
Malikilere göre: Kur'an'm 11 yerinde secde ayeti vardır. Mufassal olan üç
suredeki secdeyle ilgili ayet, tilavet secdesi kapsamına girmemektedir.
Secde
ayetini okuyan kimsenin ister namazda, ister namaz dışında olsun secde etmesi
müstehabdır. Abdestsiz kimsenin secde ayetini okumaması daha uygundur.[80]
185 nölu Amr b. As
hadisini aynı zamanda Darekutni ve Hakim tahric etmişlerdir. el-Münzeri ve
Nevevi hasenlerken, Abdulhak ve îbn Kattan zayıf saymışlardır. Zira isnadında
meçhul olan Abdullah b. Metin el-Küllabi buluyor, aynı zamanda tanınmayan,
maruf olmayan Hars b.Said el-Itki el-Mısri ondan rivayet etmiştir.[81]
Secde ayetlerinin
sadece 11 olduğunu mufassal surelerde geçen üç ayetin secdeyle ilgili
bulunmadığını iddia edenlere gelince. Onlar bu konuda îbn Abbas'm (r.a.) şu
rivayetiyîe ihticacda bulunmuşlardır: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz
Medine'ye göç edip geldiğinden beri mufassalda geçen secde ayetlerini okurken
secde etmedi."[82]
Bu rivayetin isnadında
Ebu Kudame el-Hars b. Ubeyd ve bir de Matar el-Varrak bulunuyor ki, bu iki
zatın zayıf olduğu ve ri-yayetleriyle ihticacın sahih olmadığı belirtilmiştir.
Zehebi, Matar ismi
üzerinde durmuş ve şu bilgiyi vermiştir; Ibn Sa'd'e göre, onun rivayetinde zaaf
vardır. Ebu Hatim'e göre: Bu zat zayıftır. Ahmed b. Hanbel ile Yahya da onun zayıf
olduğunu söylemişlerdir.[83].
187
nolu Ibn Abbas hadisi, 188 nolu Ebu Hüreyre hadisi, 189 nolu Ebu Said hadisinin
isnadları sahihtir ve istidlal ve ihticaca elverişlidir. [84]
1- Kur'anda
secde ayetleri, Hanefî, Şafii ve Hanbeli imamlarına göre 14, îmam Malik'e
göre, ll'dir.
2- Tilavet
secdesi vacibdir. Bu Hanefi'lere göredir.
3- Tilavet
secdesi sünnettir. Bu, Şafii ve Hanbeli imamlarına göredir. îmam Malik'e göre,
müstehabdır.
4- Tilavet
secdesi dört mezhebe göre de abdestli yapılabilir.
5- Tilavet
secdesi, namazdaki secde Ölçüsünde yapılır, bir defa baş (alın) yere konularak
kaldırılır.
6- Tilavet
secdesinde tekbir getirmek şarttır 'Bu, îmam Şafii'ye göredir.
7- Tilavet
secdesi yapılıp baş kaldırılınca selam verilir. Bu, Hanbeli imamlarına
göredir.
8-
"Secde ayetini okuyanın da, işitenin de, dinleyenin de secde etmesi,
vacibdir" diyenlere göre vacib, "sünnettir" diyenlere göre
sünnettir.
9- Namazda
imam secde ayetini okursa, hem kendisinin, hem de cemaatinin secde etmesi vacib
veya sünnet olur.
10- İçinde
secde ayeti bulunan sureyi okurken secde ayetini atlamak mekruhtur.
11-Secde ayetini
işiten kimse, abdestsiz ise, bunun için abdest alması gerekmez, Bu, Hanbeli
imamlarına göredir.
12- Secde
ayetini okuyan kimsenin abdesti yoksa, abdest alıp secde etmesi gerekir. Bu,
daha çok Hanefî imamlarına göredir. [85]
Şükür: Verilen
nimetten, elde edilen başarıdan, sevindirici haberden, vücutta duyulan ağrı,
sızı ve hastalıktan kurtulup şifa bulmaktan, karşılaşılan bir felaketi savmaya
muvaffak olmaktan, sevdiğine kavuşmaktan, korktuğundan kurtulup güvene
-kavuşmaktan, sıkıntıları ve üzüntüleri atmaktan dolayı Cenab-ı Hakk'm lütuf ve
keremini, inayet ve rahmetini, tecelli eden hidayetini düşünerek O'nun
huzurunda başı yere eğip alnı zeminin üzerine koymak suretiyle secde etmekten
ve Yüce Rabbımızın yardım ve lütfunu bizden yana artırmasını di-lemekten
ibarettir.
İslam'ın
özelliklerinin başında gelen güzel hasletlerden biri de, hemen her konuda Cenab-ı
Hakk'ı hatırlamamızı, O'nun sonsuz kudretinin damgasını müşahede ederek O'na
hamd etmemizi, verdiği sayısız nimetleri hatırladıkça O'na şükretmemizi telkin
ve tavsiye etmesidir.
Şüphesiz bu durumda
mü'minin her hali ve işi hayra yönelir ve hayırla sonuçlanır. Ayrıca ruhunda
gelişme ve arınma, kalbinde irfan, yüzünde letafet başlar ve onun yüzünde
tezahür eden bu ilahi letafeti görenler, ister istemez Allah'ı hatırlar.
Aklını kullanan bir
fani için bundan daha büyük bahtiyarlık ne olabilir? [86]
Ebu Bekre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) efendimiz, kendisini sevindiren ve müjde anlamında kendisine verüen
haberden dolayı Allah'a şükür olsun diye yere kapanıp secde ederdi."[87]
Butta yakın bir
rivayeti Ahnied b. Hanbel şu lafızla nakletmiştir:
"Ebu Bekre
(r.a.), şuna şahit olmuştur kî, Ra-sulüllah'm (s.a.v.) düşmanına karşı gidip
savaşan askerinin zafer sağladığı kendisine müjdelendjğinde, mübarek başını Hz.
Aişe'nin (r.a.) dizi üzerine koyup uzanmış bir halde idi, bu müjde üzerine
hemen kalkıp yere kapanarak secde etti ve secdesini uzattı. Sonra başını
secdeden kaldırıp kendine ait yüksekçe kısma geçerek kıbleye yöneldi."[88]
s\oaurrafırnan b. Avf
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
<rRasulüllah
(s.a.v.) efendimiz (mescidden) çıkıp kendisine ait evin yüksekçe kısmına girdi
ve kıbleye yönelerek secde etti; secdesini hayli uzattı. Sonra başını kaldırıp
şöyle buyurdu: "Şüphesiz Cibril bana geldi ve şöyle haber verdi:
"Aiiz ve Celil olan Allah sana buyuruyor ki, kim seni salat-u selam ile
anarsa, ben de onu rahmet ve gufranımla anarım. Kim de sana se-lam verirse, ben
de ona selam veririm." Bunun üzerine Allah'a şükür olsun diye secde
ettim"[89]
Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.)
den yapılan rivayette şöyle anlatıyor:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimizle birlikte Medine'ye gitmek üzere Mekke'den çıkıp hareket
ettik. Azvera mevkime yakın bir yere geldiğimizde, Rasulüllah (s.a.v.)
devesinden indi ve bir süre ellerini kaldırarak Rabbına dua ve niyazda bulundu.
Sonra da yere kapanıp secde etti ve bir süre secdede kaldı; sonra secdeden
kalktı ve ellerini bir süre kaldırdı (dua etti). Sonra yine yere kapanıp secde
etti ve bunu üç defa tekrarladıktan sonra şöyle buyurdu: "Doğrusu Rabbımdan
dilekte bulundum, ümmetim için şefaat ettim. O, bana ümmetimin üçte biri(nin
bağışlandığı haberi)ni verdi. Bunun üzerine yere kapanıp Rabbıma şükür olsun
diye secde ettim. Sonra başımı kaldırdım, yine Rabbımdan ümmetimi
(bağışlamasını) istedim. O, bana ümmetimin üçte birini de (bağışladığının
müjdesini) ve.rdi. Bunun üzerine yere kapanıp Rabbıma şükür olsun diye secde
ettim. Sonra secdeden kalkıp tekrar Rabbım'dan ümmetimi (bağışlamasını)
diledim. O, ümmetimin son kalan üçte birini (de bağışladığının müjdesini)
verdi. Bunun üzerine yere kapanıp Rabbıma şükür olsun diye secde ettim."[90]
a) Hanefüere
göre: Şükür secdesi mekruhtur. Zira Cenab-ı Hakk'ın nimetlerini saymamız mümkün
değildir. Eğer O'nun her nimetine karşı şükür secdesi vacib olsaydı o takdirde
her an, her lahza secde etmek gerekir. Çünkü ilahi nimetler kullarından yana
çokça durmadan gelmekte ve birbirini izlemektedir.
Bu mezhebin diğer imam
ve ilim adamları, bu görüş ve içtihadın mensuh olduğunu söylemişler, delil
olarak da Rasulüllah (s.a.v.) efendimizden sonra ashabın ileri gelenlerinin
şükür secdesi yaptıklarını göstermişlerdir. Mesela Yemame fethedildiği zaman
Ebu Bekir (r.a.) Allah'a şükür olsun diye yere kapanıp secde etmiştir. Yennuk
Savaşı zaferle sonuçlanınca Hz. Ömer (r.a.) şükür olsun diye yere kapanıp secde
etmiştir. Hz. Alinin de (r.a.) bu anlamda secde ettiği bilinmektedir.
Böylece "şükür
secdesi" Allah'a bir yakınlıktır ki kişi ondan dolayı sevaba erer.[91]
Bu konuda fetva,
ikincilerin istidlal ve içtihadına göredir.
Abdurrahman
el-Ceziri-de, Hanefi mezhebine göre, şükür secdesinin nıüstehab kabul
edildiğini ve müftabih kavlin bu olduğunu belirtmiştir.
Şükür secdesi, tilavet
secdesi gibi bir defa yapılır ve ancak namaz dışında yapılması caizdir.[92].O bakımdan
namaz içinde bir nimeti veya savılan bir musibeti hatırlayarak şükretmekle namaz
bozulur, o namazı yeni-den kılmak gerekir. Zira Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin
namaz içinde şükür secdesi yaptığı vaki değildir, Ashab-ı Kiram da yapmamıştır.
b) Şafiilere
göre: Şükür secdesi müstehabdır, yapılmasında bir sakınca yoktur. Çünkü bize
kadar gelen rivayetlere göre, hem Rasulüllah (s.a.v.), Hem Ebu Bekir (r.a.),
hem Ömer (r.a.), hem de Ali (r.a.) şükür secdesinde bulunmuşlardır.
Başkaları bu secdeyi
inkar edip mekruh olduğunu söylüyorlar, biz ise Allah'a secde etmekte bir
sakınca görmüyoruz.[93]
Bu mezhebe göre de,
şükür secdesi ancak namaz dışında yapılır. Namaz içinda yapılırsa, namaz
bozulur ve iadesi gerekir.
Şükür secdesi bir tek
secde halinde yapılır.[94]
c)
Hanbelilere göre: Nimet yenilendiği ve sıkıntı giderildiği zaman şükür secdesi
yapmak müstehabdır. Şafii, îshak, Ebu Sevr ve İbn Münzir de aynı görüştedirler.
Oysa hem Rasulüllah'm
(s.a.v.), hem de ashabının şükür secdesi yaptıkları rivayet yoluyla sabit
olmuştur. Ancak namaz içinde şükür secdesi yapmak caiz değildir. Aksi halde
namaz bozulur. Meğer ki unutur veya böyle yapmanın caiz olmadığını bilmeden
yaparsa namazı bozulmaz.[95].
d)
Malikilere göre: Şükür secdesi mekruhtur. Ancak bir nimete erişildiği veya bir
sıkıntı ve musibet defedildiği zaman iki rek'at namaz kılmak müstehabdır.[96].
201 nolu Sard b. Ebi
Vakkas (r.a.) hadisi üzerinde duran el-Münzeri, "Bunun isnadında Musa b.
Yakub ez-Zemei bulunuyor ki bu zat hakkında bazı tesbit ve görüşler ortaya
çıkmıştır,[97]. Zehebi de bu zat
üzerinde durarak şu bilgiyi vermiştir: "îbn Mein onu sikadan saymıştır.
Nesai ise onun kaviy olmadığını belirtmiş; Ebu Davud onun salih olduğuna dikkat
çekmiştir. îbn Adiy de onun rivayetinde bir sakınca olmadığını söylemiştir[98].
Bu konuda Ebu Davud'un
Ebi Musa el-Eş'ari (r.a.) den yaptığı rivayette, Rasulüllah. (s.a.v) efendimiz
şöyle buyurmuştur:
ırÜmmetim, ümmet-i
merhumedir (ilahi rahmete ma-zhar olmuş bir ümmettir.) Ümmetim üzerine ahirette
azap yoktur; onun azabı dünyadaki fitneler, depremler ve öldürme
olaylarıdır."Bu hadisin isnadında Abdurrahman b. Abdillah b. Utbe b.
Mes'ud bulunuyor ki, hakkında hayli şeyler söylenmiştir. Ukayli, bu zatın
ömrünün sonuna doğru iyice bozulup bunamaya yüz tuttuğunu ve o bakımdan
hadisinde ıztırap bulundüğunu belirtirken, İbn Hibban, onun hadisinin karışık
bir durum arzettiğini, ayırt etmenin çok zor olduğunu söylemiş ve
ter-kedilmesinin daha uygun olduğuna dikkat çekmiştir.[99]
Bunun gibi 198 nolu
Ebu Bekre hadisi üzerinde durulmuştur. Tirmi-zi onun "hasen ve
garib" olduğunu belirtmiştir. Ancak isnadında Bekkar b. Abdilaziz
bulunuyor ki, bu zat zayıf kabul edilmiştir. Nitekim el-Ukayli ve başkaları da
aynı görüşü . izhar etmişlerdir. Ancak İbn Mein gibi değerli bir hadis alimi,
"O, s alihü'l- hadistir" demiştir.
Zehebi bu zatla ilgili
bilgi verirken, İbn Mein ile îbn Adiy'in görüşlerini nakletmiş ve îbn Adiy'in
şöyle dediğini belirtmiştir: "Bu, hadisleri yazılan zayıf ravilerden biridir.
Ancak onun hadisini nakletmekte bir sakınca görmüyorum."[100].
Bu tesbit ve
görüşlerden çıkaracağımız sonuç şudur: Hem Ebu Bekre, hem de Sa'd b. Ebi Vakkas
hadisiyle istidlal edilebilir.
200 nolu Abdurrahman
b, Avf (r.a.) hadisine gelince: Bezzar ve İbn Ebi Asım bu hadisi tahric
etmişlerdir. el-Ukayli ise bunu zuafa (zayıf raviler ve zayıf hadisler)
arasında zikretmiştir.
Bu konuda îbn Mace'nin
Enes (r.a.) den yaptığı rivayetin ise, senedinde zaaf ve ıztırap, vardır; o
bakımdan istidlale şalih değildir. [101]
1- Bir
nimete erişildiğinde veya bir sıkıntı ve musibet giderildiğinde, Allah'a şükür
olsun diye secde etmek müstehabdır.
2- Şükür
secdesi, tilavet secdesi gibi bir tek secde olarak .yapılır.. .
3- Tilavet
secdesinde şart olan hususlar bunda da şarttır.
4-
Malikilere göre, mekruhtur. Ancak gerektiğinde şükür olsun diye iki rek'at
namaz kılmakta bir sakınca yoktur.
5- Hanefi
imamları bu konuda farklı ictihadda bulunmuşlardır. Ebu Hanife bunu mekruh
sayarken, diğer imamlar müstehab kabul etmiştir. [102]
İnsanın hern iç alemi,
hem de dış alemi zıdlarm sürtüşüp tartıştığı alanlardır, İç aleminde nefsinde
kümelenen hayvani duygularla, ruhunda yer alan meleki duygu ve sıfatlar; dış
aleminde ise, iç aleminde yer alan bu duyguları destekleyen şeytan ve melekler
bulunuyor.
Böylesine karmaşık bir
atmosfer içinde bulunan mü'min, ilahi emre uyarak ibadetini, özellikle de
namazı yerine getirir-ken iç ve dışında yer alan menfi kuvvetler daha çok
harekete geçer ve birtakım vesvese doğurmaya çalışırlar. Ruhundaki manevi cevherle
iman ve akıl birleşirce, bu cereyanın önüne geçebilir ve tesirini gidermeye
muktedir olurlar. İşte böyle bir ortamda mü'min namaz kılarken yanılabilir.
Gerçek böyle olunca da
onun bu yanılmasıyla meydana gelen boşluk ne ile, nasıl doldurulabilir? İslam
fıkhında "yanılma secdesi" diye çevirisini yaptığımız "secde-i
sehv"in vücubu açılan bu boşluğu doldurur. [103]
Ebu, Hüreyre (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle anlatıyor:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz iki aşiy namazından (öğle ve ikindi) birini bize kıldırdı;
iki rek'at kılıp sonra selam verdi. Arkasından kalkıp Mescid'de destek mahiyetinde
uzatılan tahtaya dayandı, sanki öfkeli bir hali vardı. Sağ elini sol elinin
üstüne koyup parmaklarını birbirine kenetledi ve sağ yanağını sol elinin ayası
üstüne koydu. Acele işi olanlar ise süratle Mescid'in kapısından çıktılar da
şöyle dediler: "Namaz kısaltıldı". Cemaat arasında Ebu Bekir ile Ömer
de bulunuyordu, ama (üstün saygılarından olsa gerek) Peygamberle konuşmaktan
çekindiler. Cemaat arasında kendisine "Zü'1-yedeyn1' denilen bir adam bulunuyordu;
o: 'Ya Rasulallah! Unuttunuz mu, yoksa namazı kısalttınız mı?" diye sordu.
Peygamber (s.a.v.): "Ne unut tum, ne de namaz kısaltıldı" dedikten
sonra ashabına döndü ve sordu: "Zü'1-yedeyn'in dediği gibi bir olay mı
oldu?" Onlar da: "evet..." diye cevap verdiler. Bunun üzerine
Rasulüllah (s.a.v.) ileri geçip terkettiğini kıldıktan sonra selam verdi; sonra
tekbir getirip secde etti. Bu normal secdesi gibi idi veya ondan biraz uzunca.
Sonra başını kaldırıp tekbir getirdi. Sonra yine tekbir getirerek secde etti.
Bu normal secdesi gibi idi veya biraz uzunca.. Sonra tekbir getirerek başını
kaldırdı.
Bazan da (raViden)
sordular, o da "Sonra selam verdi" dediği olmuştur.[104]
İmran b. Husayn (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz ikindi namazını üç rek'at o-larak kıldıktan sonra kalkıp
evine gitti. (Diğer bir rivayette: Kalkıp odasına girdi.) Hırbak adında bir
adam kalkıp peygamber'e (s.a.v.) doğru yaklaştı ki elinde uzunluk (veya davar
bağlamak için ip) bulunuyordu. Peygamber'e (s.a.v.) yaptığı hususu hatırlattı.
Bunun üzerine peygamber öfkeli bir halde ve üstlüğünü yerde sürükleyerek
çıkageldi ve cemaate yaklaşıp sordu: "Bu adam doğru mu söylüyor?"
Onlar da: "Evet.." diye cevap verince, Peygamber (s.a.v.) bir rek'at
daha kıldıktan sonra selam verdi ve arkasından iki secde yaptı ve tekrar selam
verdi."[105].
Ata'dan yapılan
rivayete göre, İbn Zübeyr (r.a.) akşam namazını kıldı ve (unutup) iki rek'atte
selam verdikten sonra kalkıp Hacerü'l-esved'i istilam etmek istedi. Cemaat
"sübhanellah" dedi. Bunun üzerine o: "Size ne oluyor?" diye
sordu. Durumu öğrenince kûian bir rek'ati daha kıldı ve iki secde yaptı.
Ba durum İbn Abbas'a
(r.a.) anlatıldığında şöyle dedi: "Peygamber (s.a.v,) efendimizin
sünnetinden sapmamış, uzaklaşmamıştır."[106]
a) Hanelilere göre: Kişi namaz kılarken yanılır
da bir şey fazla veya noksan yaparsa, bundan dolayı .namazın sonunda iki secde
yapar. Ancak bu iki secdeyi yapacak kadar vaktin bulunması gerekir. Mesela
sabah namazında yanılır da namazın sonunda yanılma secdesi yapacağı zaman
güneş doğarsa, kendisinden bu secdeler sakıt olur.
Yanılma secdesi,
namazın*sonunda iki.tarafaselam verildikten sonra yapılır. Diğer bir görüşe
göre, sadece sağ tarafa se-lam verilir ve arkasından yanılma secdesi yapılır.
İki secdeden sonra teşehhüdde bulunur, yani et-Tehiyat okur ve peygamber
(s.a.v.) efendimize salat-ü selam getirir, öylece selam verir.
Yanılma secdesi,
namazda rüku1 ve otururken bir ayet o-kumaktan veya bir rüknü öne almaktan veya
geriye almaktan veya bir rüknü tekrar etmekten, ya da bir vacibi değiştirmekten
veya unutarak terketmekten dolayı gerekir.[107]
Namazın ortalarında
gelip imama uyan (mesbûk) da imamla birlikte yanılma secdesi yapar. .
b) Şafülere göre: Farz olsun, nafile olsun namazda
şu dört şeyden dolayı yanılma
secdesi yapmak sünnettir: Namazda \
yapılması emredilen şeyin tamamını veya bir kısmını terketmek. ' Men'edilen bir
şeyin tamamım veya bir kısmını işlemek.
Bu da sekiz yerde
meydana gelebilir: Birinci teşehhüdde, teşehhüdde oturmada, kunutda, kunut için
kıyamda, peygamber (s.a.v.) efendimize salat-ü selamda, O'nun âline salat-ü
selamda (bu da son teşehhüdde ve bir de kunuttan sonra terkedildiği takdirde
yanılma secdesi sünnet olur) bunlardan bir kısmıdır.[108]
Bu mezhebe göre,
yanılma secdesi teşehhüdden sonra se-lam verilmeden önce yapılır. O bakımdan
teşehhüdün sonunda selam verdikten sonra yanılma secdesini hatırlarsa, artık
vakti geçmiş olduğundan yapılmaz.[109].
c)
Hanbelilere göre: Yanılma secdesinin beş şeyden dolayı Peygamber (s.a.v.)
tarafından yapıldığı tesbit edilmiştir: Üç veya dört rek'atli farzın ikinci rek'atinde selam
verince yanılma secdesi yapmıştır. Namazda bir fazlalık veya noksanlık
yaptığında yine yanılma secdesinde bulunmuştur. İkinci rek'atte oturacağı yerde
ayağa kalktığında yine yanılma secdesi yapmıştır.
Selam verdikten sonra
kıldığı namazdan bir şey noksan bıraktığını hatırlarsa, dönüp noksan olanı
tamamlar ve selam verdikten sonra iki yanılma secdesi yapar. Sonra teşehhüde
oturur ve selam vererek namazdan çıkar.[110]
d)
Malikiîere göre: Namaz kıldıran imam, bir rek'at noksan kıldırır ve
hatırlamadan selam vererek namazdan çıkar; bu arada cemaatten biri ona:
"Namazı noksan bıraktın, onu tamamla der, o da Öteki cemaate bunun doğru
olup olmadığını sorar, cemaat de doğru olduğunu haber verirse, imam dönüp o
cemaate bir rek'at daha kıldırır ve teşehhüdden sonra selam verir, sonra
yanılma secdesi yapar ve tekrar teşehhüde oturup se-lam verir.
Münferiden kılan
kimse, bir veya iki rek'at noksan kılar, onun bu durumunu gören bir kimse
kendisini uyarır, o da yanındaki diğer insanlara onun doğru söylediğini soraysa,
artık namazı hükümsüz olur, yeniden kılması gerekir.[111].
212 nolu Ebu Hüreyre
hadisi birçok tarikle rivayet edilmiştir. Hafız Selahuddin el-Alâî bunları
birara}ra getirip sadre şifa verecek bir açıklamada bulunmuştur. Böylece
hadisin sahih olduğu, muhtelif tariklerden rivayeti ise ona kuvvet kazandırdığı
ortaya çıkıyor. O bakımdan İmam Ebu Hanife, bu kontla il-, gili diğer hadisleri
de dikkate alarak hepsinden bir sonuç çıkarmak suretiyle istidlal ve ihticacda
bulunmuştur.
213 nolu Imran hadisi
de sahihtir. Ebu Hüreyre hadisiyle bu hadis aynı namaz ve aynı olayı değil,
ayrı ayrı yanılmaları gösteriyor.
214 nolu Ata' hadisini
aynı zamanda Hafız Bezzar tahric etmiş; Taberani de hem el-Kebir, hem de
el-Evsat'ta zikretmiştir. İsnadmdaki rical sahih kabul edilmiştir. O bakımdan
istidlal ve ihticaca salihtir.[112]
Kılmakta olduğu namazı
iki rek'at mı, üç rek'at mı kıldığında veya üç rek'at ile dört rek'at arasında
şüphe ederse, ne yapması gerekir? Şüphesiz bu hal namaz kılanların çoğunda meydana
gelmekte ve birtakım tereddütlere yol açmaktadır.
İlgili hadisleri ve
imamların tesbitlerini naklettikten sonra konu daha iyi anlaşılmış olacak ve
tereddütler de kalkmış bulunacak. [113]
Abdurrahman b. Avf
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle diyor:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimizden işittim, buyurdu ki: "Sizden biriniz namazında şek
(şüphe) ederse, yanı bîr rek'at mi, iki rek'at mi kıldığım kesin bilmezse, bir
rek'ât kılmış kabul eder ve öyle tamamlar. İki veya üç rek'at kıldığını
bilmezse, onu iki rek'at kılmış kabul eder ve öylece tamamlar. Üç rek'atle dört
rek'at arasında şek edip hangisini kıldığını bilmezse, onu üç kılmış kabul eder
ve Öylece tamamlar. Sonra da namazını bitirip oturmuş bir vaziyette henüz selam
vermeden iki secde yapar."[114]
Ebu Said el-Hudri
(r.a.) den yapılan rivayete' göre, RasulüHah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz
namazda şek (şüphe) eder de üç mü, yoksa dört rek'at mı kıldığını bilmezse,
şüpheyi atsın ve kalbinin yatıştığına göre namazını bina etsin, yani tamamlasın.
Sonra da henüz selam vermeden (namazın sonunda) iki secde yapsın. Bu durumda
eğer beş rek'at kılmış oluyorsa, (iki secde yapmak suretiyle) onu çift
rek'atîi yapmış olur. (Çünkü iki yanılma secdesi bir rek'at yerine geçer.) Yok
eğer dört rek'atîi kılmış oluyorsa, (o iki secde) şeytanı zelil ve hakir kılmış
olur."[115].
İbrahim'in Alkame'den,
onun da îbn Mes'ud (r.a.)den yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz namaz kıldırdı. (İbrahim diyor ki: Namazda bir şey fazla
veya noksan yaptı). Selam verince, kendisine: 'Ya Rasulallah! Namazda bir olay
meydana geldi.." denildi. O da: "Hayır, o ne gibi bir olaydı?"
diye sordu. Cemaat de: "Şu kadar şu kadar namaz kıldırdın" diye cevap
verdiler. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ayaklarını bulunduğu halden
çevirip kıbleye yöneldi, iki secde yaptıktan sonra selam verdi. Sonra da yüzünü
bize çevirerek şöyle buyurdu: "Doğrusu şu ki, namazda bir şey ortaya
çıkarsa, onu size haber verdim, ama ben de bir insanım, sizler unuttuğunuz
gibi ben de unutabilirim. Unuttuğum zaman bana hatırlatın. Hem sizden biriniz
namazında şek (şüphe) ederse, (zann-i galibe göre) isabetli olanı seçsin de
ona göre tamamlasın ve arkasından selam versin ve iki secde yapsın."[116]
Ebu Hüreyre (r.a) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (a.s) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "
Şüphesiz ki şeytan, ade-moğluyla onun nefsi arasına girer de o ne kadar, kaç
rek'at namaz kıldığını bilmez olur. Sizden biriniz böyle bir şüphe hissederse,
(namazın sonunda) selam vermeden önce iki secde yapsın."[117].
Abdullah b, Cafer
(r.a) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.u) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim namazında şek (şüphe) ederse, (namazın sonunda) selam verdikten sonra
iki secde yapsın."[118].
a)
Hanefilere göre: Namazında şek (şüphe) edip üç mü, dört mü kıldığında tereddüd
meydana gelir ve bu halde ilk olarak vaki oluyorsa, o takdirde o namazı bozar
ve yeniden kılar, .Ama bu haî sık sık vaki oluyorsa o takdirde zann-i galibe
göre amel eder, Zann-i galibde bulunamazsa, az olan tarafı ihtiyar edip ona
göre namazını tamamlar ve namazın sonunda selam verdikten soîsra yanılma
secdesi yapar.
Son teşehhüde oturup
et-tehiyyatı okuduktan veya selam verdikten sonra kaç rek'at kıldığında şek
ederse, artık o şekke i-tibar edilmez ve namazı tamam kabul edilir.
Namazda iken kaç rek'at
kıldığında şüphe arız olur da bir rükün geçecek kadar bir süre bunun üzerinde
düşünür, sonra da kaç rek'at kıldığım kesin şekilde hatırlarsa bu düşünmesinden
dolayı namazın sonunda yanılma secdesi gerekir.[119].
b) Şafiilere
göre: Üç mü, dört mü rek'at kıldığında şüphe ederse, bir rek'at daha kılar ve
namazın sonunda yanılma secdesi yapar. Hatta selam vermeden önce şüphesi zail
olursa, yine de yanılma secdesi yapar. Sahih olan da budur.
Böylece üçüncü
rek'atte iken üç ve dört rek'at kıldığında şüphe eder ve sonra aynı rek'atte üç
kıldığını hatırlarsa, artık yanılma secdesi yapmaz. Ama dördüncü rek'atte böyle
bir şüphe doğar ve az sonra dört rek'at kıldığını hatırlasa bile, yine de
yanılma secdesi yapar.
Selam verdikten sonra
bir farzı terkettiğinde şüphe ederse, artık bu şüphe onun namazına tesir etmez,
yani namazı tamam kabul edilir:[120]
c)
Hanbelilere göre: İmam kıldırmakta olduğu namazı kaç rek'at kıldırdığında şüphe
ederse, zann-i galibe göre amel eder. Sonra da selamdan sonra secde eder. İmam
Ahmed'den yapılan bir diğer rivayette, selam vermeden Önce yanılma secdesi
yapar.
Ancak bu mezhebin
imamlarının çoğuna göre, ister imam, ister münferid olsun, namazda kaç rek'at
olduğunda şüphe eder ve zann-i galib hasıl olmaz, her iki taraf eşitlik
arzederse, yakin hasıl ettiğine göre amel edip namazını tamamlar ve selam
vermeden önce yanılma secdesi yapar. [121].
d)
Malikilere göre: Namazda fazla bir rek'at kıldığına zann-i galib hasıl olursa
selamdan sonra; bir rek'at noksan kıldığına zann-i galib hasıl olursa, selamdan
Önce yanılma secdesi yapar.
Aynı zamanda kendisine
yanılma secdesi gereken kimse, namazın sonunda selamdan önce ve sonra unutur
da yanılma secdesi yapmazsa, o kendisinden sakıt olmaz, hatırladığı zaman
yerine
getirir[122].
221 nolu Abdurraliman
b. Avf hadisi malûldür. Çünkü bunu İbn İshak Mekhul'den, o âa Küreyb'den, o da
İbn Abbas (r.a.) dan, o da Abdurrahman'dan rivayet etmiştir. Ahmed b. Hanbel
ise, aynı hadisi kendi müsnedinde İbn Aliyye'den, o da îbn Ishak'dan, o da Mekhul'dan
murselen rivayet etmiştir.
İbn îshak diyor ki;
"Hüseyin b. Abcüllah'la buluştum. O bana: "Bunu sana isnad ederek
rivayet edeyim mi?" diye sordu. Ben de: "Hayır" dedim. Bu defa o
bana: "Ama siz bana onu Küreyb haber vermiştir diye tahdis edin" dedi,
Hüseyin ise cidden zayıftır. Rivayetine pek itibar edilmez.
Sonra aynı hadisi
İshak b. Rahuye ve Heysem b. Küleyb kendi müsnedlerinde Zühri tankıyla
Abdullah b. Abdillah'dan o da İbn Abbas (r.a.) dan muhtesaran rivayet
etmişlerdir. Ancak bu ikisinin de isnadında İsmail b. Müslim el-Mekki bulunuyor
ki, bu zat zayıftır.[123]
Zehebi bu zat hakkında
özetle şu malumatı vermektedir:
"Ebu Zür'a, onun
zayıf olduğunu, Ahmed b. Hanbel ve diğer ilim adamları onun münkerü'l-hadis
sayıldığını; Nesai ve diğer hadis alimlerinin, "o
metrukü'l-hadistir" dediklerini söylemişlerdir.[124],
222 nolu Ebu Said
hadisine gelince: İbn Münzir diyor ki: "Bu babda en sahih hadis, Ebu Said
hadisidir." Nitekim bu hadis le istidlal edenler olmuş ve namazda rek'at
sayısında kalpte doğan şek ve şüpheyi
atmak vacibtir ve yakin üzere tamamlamak daha uygun. Cumhur da bu görüştedir.
Aynı zamanda yanılma secdesinin selam vermeden önce yapılmasının vücubu da bu
hadisten istidlal edilmiştir.
223 nolu İbrahim b. Alkame hadisi de sahihtir; o
bakımdan istidlale ıMlih görülmüştür.
224 nolu Ebu Hüreyre
hadisi de sahihtir. Müctehidlerin bir kısmı bununla istidlal etmiştir ki, İmam
Şafii onlardan biridir.
225 nolu Abdullah b. Cafer hadisinin isnadında
Mus'ab b. Şeybe vardır. Nesai bu zat
için "Münkerü'l-Hadis" demiştir. İbn Main ise onu sıkat
(güvenilir hadis ravileri) arasında anmıştır. Ahmed b. Hanbel ise, "Mus'ab
birçok münker hadis rivayet etmiştir" diyerek sıka olmadığını
belirtmiştir. Darekutni, onun kavi olmadığını söylemiştir.[125].
Son iki hadisi kuvvetlendirir
mahiyette Beyhaki'nin Enes (r.a.) den yaptığı şu rivayettir: Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz şöyle buyurdu: "Sizden biriniz namazında şek (şüphe)
ederse, şekki atsın, yakin üzere kılıp tamamlasın"
Bu hadisin isnadındaki
ricalin hepsi sıka (güvenilir) kimselerdir.
Birinci hadisi
kuvvetlendirir anlamda Ebu Davud'un Abdullah b. Cafer'den yaptığı rivayet söz
konusudur. Bu rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim namazında şek ederse, selam verdikten sonra iki secde yapsın."
Ancak yapılan ciddi
araştırma ile, bu hadisin isnadında Mus'ab b. Umeyr bulunuyor. Nesai bu zatın
münkerü'l-hadis olduğuna dikkat çekmiştir. Aynı zamanda isnadında Utbe b.
Mu-hanımed b. Haris bulunuyor. Iraki bu zatın maruf olmadığım belirtmiştir.
Beyhaki ise, onun bu rivayetinde bir sakınca olmadığını söylemiştir.[126].
1- Namazda
kaç rek'at kıldığında şüpheye düşen kimsenin zann-ı galib ile amel etmesi
gerekir. Ancak bu hal ilk defa vaki oluyorsa, namazı iade etmesi gerekir. Sık
sık vaki oluyorsa, iade etmesine gerek yoktur. Kaç rek'at kıldığına daha çok
kalbi yatışıyorsa ona göre kılıp tamamlar ve namaz sonunda yanılma secdesi
yapar.
2- Namazın
sonunda selam veı-meden önce veya sonra kaç rek'at kıldığında şüphe ederse, artık
o şüpheye itibar edilmez ve namaz tamam kılındı kabul edilir.
3- Namazda
şek edip zann-ı galibe göre namazını tamamlayan kimse, namazın sonunda selam
verdikten sonra yanılma secdesi yapar ve bu vacibdir.
Bu üç madde
Hanefılerin içtihadına göredir.
4- Namazda üç mü, dört mü kıldığında şüphe eder ve üç
kıldığını kabul edip bir rek'at daha ilave eder ve namazın sonunda selam
vermeden şüphesi zail olursa, yine de yanılma secdesi yapar. Bu daha çok
Şafîilerin içtihadını yansıtır.
5- Selam
verdikten sonra şüpheye düşerse, artık o şüphe ile amel etmez. Bu, hem
Hanefılerin, hem de Şafîilerin içtihadına göredir.
6- Yanılma secdesi
selam verilmeden önce
yapılır. Bu Şafıilerle, Malikilerin içtihadıdır. [127]
İslam dini, ferdi
cemaate bağlayarak, onu onlardan kopmaz bir parça yapar. Ferdin cemaatten
ayrılmasına, meşru sınırlar içinde onlarla kaynaşmaktan uzak kalmasına cevaz
vermez. Zira İslam'a göre, bir müslüman yalnız kendisi için var değildir ve sadece
kendi çıkarı için çalışıp kazanmaz; aynı zamanda birçok önemli konularda
kişisel çıkarını ön plana almaktan kaçınır; toplumdan yana birtakım hayırlı
hizmet verir. Böylece fert hem kendisi, hem ailesi, hem de İslam cemaati için
vardır ve çalışır.
Namaz, oruç, zekat,
hac, adak, keffaret ve benzeri ibadetlerin hedeflerinden biri. belki en
önemlisi, cemaatle kaynaşıp onlardan biri olmak ve ümmet yapısında kardeşlik
düzeyinde sosyal adaleti sağlamaktır.
Bu sebeple İslam dini,
günde beş vakit camiye gidip cemaat halinde namaz kılmayı müekked sünnet kılmış
ve bu sünnete riayet edenleri kat kat ecir ve sevapla müjdelemiştir.
Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz ile ashabı bu sünnete önem vermiş ve islam birliğini ve kardeşliğini
pekiştirmişlerdir. Cami onların hem ibadet, hem kaynaşma, hem birlik kurma,
hem de ilim ve irfan merkezi olmuştur.
O bakımdan müşlümanm
camiye, caminin de müslümana ihtiyacı söz konusudur. [128]
Ebu Hüreyre (t\a.) den
yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Münafıklara en
ağır gelen namaz, yatsı ile sabah namazıdır. Eğer insanlar bu iki namazda ne
(gibi sevap ve faziletlerin) bulunduğunu bilmiş olsalardı, emekleyerek bile
olsa o iki namaza gelirlerdi.
And olsun ki, şöyle
kasdettim: Kılınsın diye namaz ile emredeyim; sonra da adama, insanlara namaz
kıldırması için emir vereyim ve sonra da yanlarında birer kucak odun taşıyan
birtakım adamları beraberimde alıp namaza (cemaate) katılmayan, hazır olmayan
kavmi (topluluğu)n evlerini ateşle yakıp üzerlerine (yıkayım)."[129]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Eğer evlerde
kadınlar ve çocuklar olmasaydı, yatsı namazını kılarken gençlerimize emredeyim
de evlerde bulunanları ateşle yaksınlar"[130]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre: A'ma bir adam Hz. Peygamber'e (s.a.v.) gelip: 'Ya
Rasulallah! Beni camiye kadar elimden tutup götürecek bir kimsem yoktur/' dedi
ve evde kılması için ruhsat istedi. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) o a'maya
evinde namaz kılması için ruhsat verdi. A'ma dönüp gitmeye haşlayınca
Rasulüllah (s.a.vO onu çağırdı ve sordu: "Ezan sesini duyuyor musun?"
O da: "evet duyuyorum" diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasulüllah
(s.a.v.) ona: "O halde çağrıya icabet et (yani mescide gel, cemaate
katıl)" buyurdu. "[131].
Aynı olayı Amr h. Ümmi
Mektum (r.a.) anlatıyor:
"Rasulüîlah
(s.a.v.) efendimize dedim ki: 'Ya Rasulal-lah! Ben iki gözümden arızalıyım.
Benim elimden tutup rehberlik eden bir kimse var ama bana uygun değildir, pek
anlaşamıyoruz. O bakımdan evimde namaz kılmama ruhsat vermeyi uygun görür
müsünüz?"
Bunun üzerine
Rasulüllah (s.a.v.) bana sordu: "Nıd*., yani ezan sesini işitiyor
musun?" Ben de: "Evet, işitiyorum" dedim. "O halde sana
ruhsat vermeyi uygun görmüyorum" buyurdu. "[132]
Ibn Ömer (r.a.) den
yapılan rivayette, Rasulühak (s.a.u.) şöyle buyurdu:
"Cemaatle kılınan
namazın, yalnız başına kılınan namazdan yirmi yedi derece üstünlüğü
vardır."[133]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Adamın
cemaatle kıldığı namaz, evinde ve sokağında yalnız başına kıldığı namazdan
yirmi
şu kadar derece
üstündür."[134].
a)
Hanefilere göre: Ezan sesini duyan müslümanlara, ona icabet etmeleri vacibdir.
Ancak bu icabet camiye gitmek anlamında değil, müezzinin dediklerini demek ve
sonunda Vesile duasını okumak manasınadır.
Cemaatle namaz kılmak,
aklı başında, hür ve kudreti yeten müslüman erkeklere vaciptir. Bir sıkıntı ve
meşakkat söz konusu olmadığında cemaate katılmaları gereklidir.
O halde cemaate
katılmak, kadınlara, ergen olmayan çocuklara, delilere, kölelere, yürüme
kudreti olmayanlara, eli, ayağı kesik bulunanlara, güç ve takati kalmamış
yaşlılara ve hastalara vacib değildir.
Cemaat en az iki
kişiyle gerçekleşir, yani imamla birlikte bir kişinin bulunmasıyla cemaat
oluşur ve namaz kılınır.
Bulunduğu semtteki
camide cemaate yetişemiyen kimsenin yakınında başka cami varsa oraya gitmesi
tavsiye olunur. Bununla beraber kendi semtindeki camide yalnız basma kılması
da uygundur.[135].
Hanefİlerin önemli bir
kısmı buradaki vücubu, müekked sünnet manasına hamletmişlerdir.
b) Şafiilere göre: Cemaatle namaz kılmak, cuma
hariç diğer beş vaktin farzını eda etmekte müekked sünnettir. Bazısına göre,
farz-ı kifayedir. Ancak bu farz veya müekked sünnet erkekler hakkında
caridir. Kadınlar için ne farz, ne de
müekked sünnettir.
Ancak bu konuda
yetkili fakih olarak bilinen Şeyhülislam Zekeriya el-Ensari diyor ki:
"Kesinlik arzeden en sahih tesbite göre, cemaate katılıp namaz kılmak
erkeklere farz-ı kifayedir. Kadınlar hakkında ise, cami ve mescidler haricinde,
yani kendi evlerinde kılmaları daha uygundur.
İmam henüz selam
vermeden ona ulaşan kimse, cemaate katılmış ve sevabına ermiş sayılır. Sahih olan
da budur.
Soğuk, aşırı sıcak,
yağmur, çamur, hastalık, çok yaşlılık gibi hallerde bu farz veya müekked sünnet
kalkar.[136].
c)
Hanbelilere göre: Beş vakit namazı cemaatle kılmak va-cibdir, şart değildir.
Aynı zamanda cemaatle namaz kılmak namazın sıhhatinin şartlarından değildir.
Yalnız başına namaz kılan kimsenin namazı sahihtir.
Cemaat en az iki
kişiyle gerçekleşir. Bu hususta ayrı görüş ortaya koyan olmamıştır. Aynı
zamanda evde veya kırda-bayırda da cemaat olup namaz kılmakla bu vücup yerine
gelmiş olur. Bazısına göre, bizzat camiye gidip oradaki cemaate katılmak
va-cibdir. Ancak bu durumda cami yakın olursa hüküm böyledir. Çünkü yeryüzünün
her yanı temiz olduktan sonra bu ümmete mescid kılınmıştır. Nerede namaz vakti
girerse, orada namaz kılabilirler.[137].
d) Malikilere göre: Cemaatle camilerde namaz
kılmak müekked sünnettir. Onlardan bir
kısmı bunun farz-ı kifaye olduğunu
söylemiştir. Ama birinci
görüş ve tesbit
daha
meşhurdur.[138].
Namazın cemaatle
kılınması hususunda hemen hemen dört mezhebin istidlal ve ictihadları bazı
istisnalarla aynı noktada birleşiyor. [139]
234 nolu Ebu Hüreyre
hadisi sahihtir ve istidlale salihtir.
235 nolu Ebu Hüreyre
hadisinin isnadında Ebu Mi'şer bulunuyor ki bu zat zayıf sayılır. Zehebi onun
isminden söz eder ken fazla bir bilgi vermemiştir.
237 nolu Amr hadisini
aynı zamanda îbn Hihban ve Tabera-ni de rivayet etmişlerdir.
238 nolu Ibn Ömer
hadisi sahihtir. Onu kuvvetlendiren bir diğer hadisi Ebu Dauud, Nesai ve îbn
Mace, Ubey b, Ka'b (r.a.) den şöyle rivayet etmişlerdir:
"Adamın diğer bir
adamla (cemaat olup) namaz kılması, yalnız başına kılmasından daha iyi ve
faziletlidir. Adamın iki adamla (cemaat olup) namaz kılması, bir adamla cemaat
olup namaz kılmasından daha iyi ve faziletlidir. Artık cemaat ne kadar çok
olursa, bu Allah yanında daha güzel ve daha sevimlidir."
Ayrıca Tirmizi'nin
işarette bulunduğu ve lafzını îbn Sey-yidü'n-nas'm zikrettiği Muaz hadisi de bu
konuda delil olarak gösterilmektedir. Hadis şöyledir:
"Cemaatle kılınan
namazın, adamın yalnız başına kıldığı namazdan yirmi beş derece üstünlüğü
vardır."
Bu rivayetleri
kuvvetlendiren dört hadis daha rivayet edilmiştir. Çoğunda 25 derece zikredilirken,
azında yirmi yedi derecedenilmiştir.
Bu cümleden olarak
Ahmed b. Hanbel'in isnadını Şerik el-Kadı'ya ulaştırdığı rivayette de 27 derece
olarak belirtilmişse de, bu hadisin hıfzında zaaf bulunduğu tesbit edilmiştir.[140]
Böylece ilim adamları,
cemaatle kılınan namazın yalnız başına kılman namazdan 25 derece ile 27 derece
arasındaki farka dikkat çekerek hangisinin racih olduğu hakkında farklı yo-rum
ve göi'üş belirtmişlerdir:
a) Bazısına
göre, 25 derece
ile ilgili olan
rivayetler çoğunluktadır; o bakımdan tercihe şayandır.
b) Bazısı
ise, 27 dereceyle ilgili hadisi rivayet edenler adalet le isim yapmış hadis
hafızlarıdır. O bakımdan tercihe daha uygundur.
Bu iki görüş arasında
bir köprü kurmak isteyenler ise şöyle yorum getirmişlerdir:
-Az olanı zikretmek,
çok olanı olumsuz kılmaz.
-Uasulüllah (s.a.v.) efendimize
önce bu fazilet ve üstünlüğün 25 derece, sonra da 27 derece olduğu
bildirilmiştir.
-Bu fark, caminin
uzaklık ve yakınlığıyla ilgilidir: Uzak olan camiye gidene 27 derece, yakın
camiye gidene 25 derece sevap ve fazilet vardır.
-Namaz kılan kişinin
takva ve huşu'uyla ilgili bir farktır: Namazda daha çok saygı, edep ve huşu'
içinde olana 27, daha az olana 25 derece ecir vardır.
-Erken gitmekle
ilgilidir: Cami ve cemaate daha erken gidene 27, daha sonra gidene 25 derece
vardır.
-Cemaatin çokluğuyla ilgilidir:
Cemaati çok olana 27, az olana 25 derece ecir ve fazilet vardır.
-27 derece yatsı ve
sabah namazıyla, 25 derece diğer üç vakitle ilgilidir.
-Aşikar ve gizli
kıraatle ilgilidir. [141]
1- Namaz
için cami ve cemaate gidip katılmak müekked . sünnettir.
2- Bir
kısınma göre, farz-ı kifayedir.
3- Cemaate
katılmak, onlarla birlikte olmak tslamın şiarı ve Hz. Peygamberin değişmeyen
sünnetidir.
4- Çok
yaşlılar, hastalar, gözleri arızalı olanlar, el ve ayağı kesik bulunanlar,
kadınlar, deliler ve çocuklar hakkında bu sünnet kalkar. Ancak a'mamn elinden
tutup camiye götüren kimse bulunursa ve o a'ma da ezan sesini duyacak kadar
camiye yakınsa, cemaate katılması keza sünnettir.
5- Çok.
soğuk, çok sıcak, çok çamurlu günlerde, fırtına ve kasırga baş gösterdiğinde
cemaati terketmekte bir sakınca yoktur.
6- Cami
dışında herhangi bir yerde cemaat olup namaz kılmanın da fazileti büyüktür;
aynı zamanda sünnet yerine getirilmiş sayılır. Çünkü arzın her tarafı temiz
olduğundan bu ümmete mescid kılınmıştır. Ancak camiye gidip oradaki cemaate katılmanın ayrı bir
yeri ve hikmeti söz konusudur.
7- Kadınlar, bir fitne endişesi olmadığı, camide
erkekleri muhazat bakımından müşkil duruma düşürmedikleri takdirde cemaate
katılabilirler.
8- Çocukları, yani henüz temyiz çağına girmeyen
küçükleri cami ve cemaate götürmek mekruhtur.,
' ' Kadınlarla
erkeklerin namazda aynı hizada, aynı safda beraber durmalar)
(ki, namazıifsad eden
bir haldir) [142]
îslamda cami ve
cemaatin yeri ve önemi çok büyüktür. Aynı zamanda camiler islam kültürünün
merkezi sayılır. Cami, minare görmeyen, ezan sesi duymayan nesiller, dini
kültür bakımından son derece cılız kalırlar.
Bugün hâlâ Rusya'da,
Bulgaristan'da, Yunanistan'da, Yugoslavya ve benzeri ülkelerde müslüman cemaat
bulunuyor ve kendi dini kültürlerine göre hayatlarını sürdürebiîiyorlarsa, bunda
caminin rolü çok büyüktür. Eğer o yerlerde cami, minare ve ezan olmasaydı,
zamanla müslümanlar kendi dini kültürlerinden, adet ve geleneklerinden
uzaklaşır ve birkaç nesil geçince şekil değiştirirlerdi.
Kadınların cami ve
cemaate katılmasına gelince: Evdeki . önemli işlerini aksatmadıkları, gidip
gelirken bir fitne söz konusu olmadığı ve çocuklarının bakımına bir zarar
getirmediği takdirde onların da cami ve cemaate iştirakinde bir sakınca yoktur.
Çünkü nesli kendi kucaklarında yetiştirip şekillendiren annelerin de cami
kültürüne ihtiyaçları vardır. [143]
.îbn Ömer (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a. v.)
efendimiz şöyle
buyurmuştur:
"Kadınlarınız
geceleyin (akşam ve yatsı, bir de sabah namazı için) camiye gitmek için sizden
izin isterlerse, onlara izin veriniz!"[144].
Diğer bir lafızla
şöyle buyurulmuştur: "Kadınları camilere gitmekten men'etmeyîniz. Evleri
ise onlar için hayırlıdır."[145]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.u.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Hangi kadına
foahur (buhur) tütsüsü (güzel koku) dokunur (böyle bir koku sürünür)se, bizimle
birlikte son
ışaye (yatsı namazına)
hazır olmasın."[146]
Ümmil Seleme (r.a.)
dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.J efendimiz şöyle buyurmuştur:
'"Kadınlar için en hayırlı mescidler, onların evlerinin uzantısındaki
köşedir,"[147]
a)
Hanefılere göre: Kadınların, bir fitneye sebebiyet verdiği takdirde cami ve
cemaate çıkması mekruhtur. Fitne sözkonusu oîmadğı takdirde cemaate
katılmalarında bir sakınca yoktur.[148]
Ayrıca kadınlar kendi
aralarında cemaat olup birlikte namaz kılabilirler. Ancak imam olan hanımın
önde değil onların ortasında durması söz konusudur. Nitekim Hz. Aişe'nin
(r.a.) ikindi namazını, Ümmü Seleme'nin başka bir namazı onların arasında
durmak suretiyle kıldırdığı vakidir. Ne var ki onların cemaat olup namaz
kılmaları tenzihen mekruh sayılmıştır.[149].
b) Şafiilere göre: Erkeklerin cemaatle
kılmasında olduğu gibi, kadınların da kendi aralarında cemaat olup namaz
kılmaları müstehabdır.[150].
Kasani diyor ki:
Şafiilerin müstehab dediği' kadın cemaati hakkındaki hüküm, islamm ilk
yıllarında idi. Sonraları bu hüküm kaldırılmıştır. Özellikle genç kadın ve
kızların camiye gitmesi, cemaate katılması mubah görülmemiştir. Nitekim Hz.
Ömer (r.a.) genç kadınları cami ve cemaatten men'etmiştir. Bunun da sebebi
fitnedir. Yaşlı kadınların ise, camiye gitmelerinde ve cemaate katılmalarında
bir sakınca yoktur.[151].
c) Hanfoelilere göre: Yanlarında mahremi
bulunmayan kadınları cemaat edinip namaz kılmak mekruhtur. Ancak cami lerde,
cemaatin bulunduğu vakitlerde bunda bir sakınca yoktur. Nitekim Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz, mescidde namaz kıldırırken o gibi kadınlar da cemaate
katılmıştır. Hz. Aişe (r.a.) de diyor ki: "Kadınlar peygamber (s.a.v-) ile
birlikte cemaat olup namaz kılarlar ve namaz bitince de örtülerine bürünerek
çıkıp giderlerdi. Ancak kadının kendi evinde namaz kılması daha faziletlidir.[152].
237 nolu İbn Ömer
hadisi, Sahihayn'de "Evleri ise onlar için hayırlıdır" lafzı yoktur.
Bu fazlalığı îbn Huzaynie kendi sahihinde tahric etmiştir. Taberani de bu anlamdaki
lafza yer vermiş ve onu isnad-i hasen ile rivayet etmiştir.
Ayrıca İbn Ömer ve onu
müteakip hadisi kuvvetlendirir anlamda bir hadisi Ebu Hüreyre şöyle rivayet
etmiştir:
"Allah'ın
emetlerini (O'na kulluk eden kadınları) Allah'ın mescidlerinden men'etmeyiniz.
Ancak kadınlar güzel koku sürünmedikleri halde cami ve mescidîere
gitsinler."[153]
Böylece kadınların
camiye giderken, cemaate katılırken güzel koku sürünmesi men'edilmiş tir. Çünkü
böyle bir davranış fitneye sebebiyet verebilir ve camide erkeklerin huzurunu
bozabilir.
Nitekim Îbn Mes'ud'un
eşi Zeyneb'den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) bir diğer
hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz (kadınlardan biri) mescide
gidip orada bulunmak isterse, güzel koku sürünmesin!" Müslim'in rivayet
ettiği bu hadis de yukarıdaki rivayetleri kuvvetlendirmektedir.
îbn Ömer hadisiyle
istidlal edenler, aynı zamanda kadınların kocalarından izin almadan evlerinden
dışarı çıkmalarının mekruh olduğunu belirtmişler ve kadınların cema ate
katılmasının vacib olmadığını istinbat etmişlerdir. Zira eğer vacib olsaydı,
kocalarından izin almalarına gerek kalmazdı.
240 nolu Ümmü Seleme
hadisini aynı zamanda Ebu Yala tahric etmiştir, Taberani de el-Kebir'de ona yer
vermiştir. Ancak isnadında îbn Lehbea bulunuyor ki bu zat üzerinde durulmuş ve
birtakım görüşler ortaya konmuştur.
Ahmed ve Taberani'nin
tesbit ve rivayetlerine göre: Ümmü Humayd es-Saidi (r.a.) Rasulüllah'a
(s.a.v.)gelerek şöyle demiştir: "Ya Rasulallah! Seninle birlikte (senin
arkanda cemaat olup) namaz kılmak istiyorum." Bunun üzerine Rasulüllah
(s.a.v.) ona şöyle buyurmuştur: "Bilirsin ki, senin kendi evinde namaz
kılman kendi hücrende namaz kılmandan hayırlıdır. Hücrende namaz kılman,
bulunduğun evin herhangi bir yerinde namaz kılmandan hayırlıdır. Bulunduğun
evde namaz kılman, mescidde namaz kılmandan hayırlıdır. Kendi semtindeki cami
ve mescidde namaz kılman, (büyük) cemaatin olduğa camide namaz kılmandan
hayırlıdır."
Açıklama:
Burada geçen
"beyt", ailenin barındığı çatı altı; "hücre", etrafı duvarla
çevrili avlu; "dar" ise, evin kapsadığı saha demektir. Tabii bu
isimlerin daha başka manaları da vardır.[154]
1-
Kadınların kendi aralarında cemaat olup namaz kılmaları Hanelilere göre
tenzihen mekruhsa da Şafîilere göre müstehabdır,
2- Kadınların
güzel koku sürünüp camiye gitmeleri, cemaate katılmaları mekruhtur.
3- Fitneye sebep olmadıkları takdirde kadınlar
zaman zaman camilere gidebilirler ve cemaate katılabilirler.
4- Ancak
kadınların evlerinde ibadetlerini yerine getirmeleri daha hayırlıdır.
5-KadmIar
camiye gitmek istedikleri zaman kocalarından izin istemelidirler.
6- Kadınlar
camiye gidip cemaate katılmak istedikleri takdirde, erkeklerin gerisinde
durmaları gerekir. [155]
"Sekinet" bu
konuda, acele etmeyip vekarla, normal adımlarla gitmek anlamına gelir.
Müslüman her zaman,
her yerde ağırbaşlı, vekarlı, sabırlı, temkinli, edepli, terbiyeli ve
nezaketlidir. Düşmanla savaşırken bile o, edep ve nezaketini korur, ama cesaret
ve enerjisini bütünüyle ortaya koyarak sonuç almaya çalışır.
İbadet her yerde
sükûnet, huzur, gönül yatışkanlığı ister. Nasıl küçük ve büyük abdest bozma
ihtiyacı hissedilince namaza durmak mekruhsa, cemaate yetişmek için camiye
acele koşarak nefes nefese gitmek de öylece mekruhtur. Hem İslam dini, güzel
ahlakı, malı, aileyi nasıl korumayı farz kılmışsa, sağlığı da korumayı farz
kılmıştır. Acele tıka-basa yemek yemeyi, bardaktaki suyu bir nefeste içmeyi
mekruh saymıştır. Zira bu gibi hareketler sağlığı bozar. Camilere cemaate
ulaşabilmek için de acele edip hızlı adımlarla yürümek, koşmak iki yönden
zararlıdır: Biri, ibadeti huzurla, rahat bir davranışla kılmaya engel olur.
Diğeri, kalbi yorar, özellikle yaşlı kişilerin kalp krizi geçirmesine sebep
olabilir. Aynı zamanda yolda bir kazaya uğrama tehlikesi doğurabilir. Bunların
da ötesinde, camiye gitmek ve cemaate katılmak üzere evinden, işyerinden çıkan
kimse bir bakıma namazda sayılır. O sebeple hareketlerini ona göre ayarlaması
tavsiye edilmiştir. [156]
Ebu Katade'den (r.a.)
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Birara
Rasulüllah (s.a.v.) efendimizle birlikte namaz kılarken bazı adamların nefes
nefese ses çıkardıklarını duydu. Namazı kıldırınca onlara şöyle sordu:
"Size neler oldu da (öyle nefes nefese içeri girdiniz?)" Onlar da:
"Namaza yetişmek için acele ettik" diye cevap verdiler. Peygamber
(s.a.v.) onlara: "Böyle yapmayın! Namaza geldiğiniz zaman sekinet ve
vekarlı olmaya gerekli olun; sürat göstermeyin. Yetiştiğinizi kılın,
kaçırdığınızı tamamlayın."[157]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"İkaameti (veya ezanı) duyduğunuz zaman, sekinet ve vekara dikkat ederek
namaza doğru yürüyün, acele etmeyin. Yetiştiğinizi kılınız, kaçırdığınızı
(kalkıp) tamamlayınız"[158].
Müslim'in rivayetinde
ise, şu lafızla nakledilmiştir:
"Namaz için
ikaamet getirildiği zaman, hiçbiriniz namaza acele yürüyerek gitmesin üzerinde
sekinet ve vekar olduğu halde yürüyerek gitsin...
Yetiştiğini kıl, yetişemediğini kaza et."[159].
Bu konuda rivayet
edilen hadislerin hepsi sahihtir ve istidlale, ihticaca salihtir. O bakımdan
cami ve cemaate giderken hızlı adımlarla gitmenin, koşarak yol almanın ve nefes
nefese camiye girip imama uymanın mekruh olduğunda bütün müctehidler görüş
birliği halindedir. [160]
Hadislerde iki ayrı
emir lafzı kullanılmıştır: "etimmû" ve "fakdû"... Ancak
birinci lafızm daha çok kullanıldığım görüyoruz. "Kaza" kavramı her
ne kadar vaktinde kılınmayan namazı kaza etme manasında yaygınsa da,
"eda" manasına da geldiği ve başlanılan bir işi bitirip ondan fariğ
olma manasında da kullanılmıştır. O bakımdan hadislerde geçen ve aynı hükmü
taşıyan bu iki ayrı lafzın eşanlamlı olduğunda şüphe yoktur. [161]
1- Ezan
okunmaya başlayınca, mümkün olduğu
takdirde işi bırakıp sekinet ve vekarla camiye gitmek sünnettir,
2- Biraz
gecikme meydana geldiği takdirde de acele etme-yip yine normal şekilde
yürüyerek gitmek sünnettir.
3- Bunun
aksine hızlı adımlarla veya koşarak, nefes nefese gitmek mekruhtur.
4- İmama
namazın bir kısmında yetişen kimseye "mesbuk" denilir.Bu durumda olan
kimse, yetiştiği rek'atin rüku'una yetişirse, o rek'ate yetişmiş sayılır ve
yetiştiği kısmı imama uyarak kılar, imam selam verince o kalkar, yetişemediği
rek'atleri kendi başına kılarak namazı tamamlar.
5- Bu arada
imam yanılma secdesi yaptığı takdirde mesbuk da onunla birlikte bu secdeye
iştirak eder. [162]
Günde beş vakit camiye
gidip cemaate katılmak nasıl müekked sünnetse, imam ve müezzinin de namazı, dua
ve teşbihleri sünnete uygun yerine getirip cemaate bıkkınlık ve sıkıntı
verecek kadar uzatmamaları da Öylece sünnettir. Zira camiye gelip cemaate
katılan müslümanlarm çoğunu şu üç grupta düşünmemiz gerekmektedir:
a) Yaşlı
olup abdestini uzun süre tutamayanlar,
b) Hasta
olup uzun süre beklemeye tahammülü olmayanlar,.
c) İş, güç
sahibi olup bir an önce işinin, tezgahının, masasının başına dönmek
ihtiyacında' olanlar veya zorunda kalanlar...
İmam ve müezzinin
kendi cemaatlerini çok iyi tanımaları ve ona göre namazı, süre bakımından
ayarlamalıdırlar. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz ile dört halife zamanında bu
ölçü ve sünnete hep dikkat edilir ve farz namaz kılınınca cemaat serbest
bırakılırdı: Artık isteyen sünnet namazı camide, isteyen evinde ve iş yerinin
müsait bir yerinde kılabilirdi. Teşbih ve dua da, bugünkü toplu halde merasim
şeklinde değildi. Öyle ki isteyen bunları camide, isteyen evinde veya iş
yerinde yerine getirirdi.
Müezzin ise, gereksiz
nağmelerden, mukaddem elerden kaçınıp teşbih ve duayı kısa tutmaya özen
göstermelidir. Cuma günleri iç ezanı çok yüksek sesle ve fazla nağme yaparak
okuması da sünnete aykırıdır. Çünkü dış ezan okunmuş ve namaz vakti zaten
duyurulmuştur . [163]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz cemaate namaz kıldıracağı zaman, namazı hafif tutsun.
Çünkü cemaat arasında zayıf, hastalıklı ve yaşlı kimseler vardır. Kendi başına
kılınca dilediği kadar uzatabilir."[164]
"Arkasında namaz
kıldığım hiçbir imam arasında, Ra-suîüllah (s.a.v.) efendimizden namazı daha
hafif tutan ve daha tamam kıldıranı görmedim."[165]
Enesi (r.a) den
yapılan rivayete göre, Resulü!lah (s.a.v.} Efendimiz şöyle buyurmuştur: Doğrusu
nabaşlayıp girerim ve onu uzatmak isterim ana o sıradaçocuğun ağlamasını
duyarım ve o sebeple namazı uzatmayı geçerim; çünkü onun ağlamasından
annesinin aklının ona takılıp üzüntü duyduğunu biliyorum."[166].
Bu konudaki hadislerin
hemen hepsi sahihtir. O bakımdan istidlal ve ihticaca salih görülmüş ve mezhep
imamlarının hepsinin görüş ve içtihadı aynı noktada toplanıp birleşmiştir. [167]
Müslim'in yaptığı
rivayette, cemaate katılan üç grup arasında bir de "sağır" kelimesi
ilave edilmiştir ki bu, yaşı küçük olanlara delaîet etmektedir.
Taberani ise, bu
konuda Osman b. Ebi As'dan yaptığı rivayette, "hamil" ve "murzi"
kavramlarına yer verilmiştir ki, birincisi gebe kadına, ikincisi çocuk emziren
kadına delalet etmektedir; yani cemaat arasında gebe ve çocuk emziren kadın da
bulunabilir. O bakımdan namazı hafif tutup uzatmamak daha uygun olur.
İbn Mace'nin bu konuda
Osman b. Ebi As'dan yaptığı rivayetin isnadında Muhammed b, Abdillah el-Kadı
bulunuyor ki, cumhur bu zatın zayıf olduğunu söylemiştir. Ama İbn Main ve. îbn
Sa'd onun sıka, yani güvenilir olduğunu belirtmiştir. [168]
1- Cemaate
namaz kıldıran imamın namazı uzat;nayıp hafif tutması sünnettir.
2- İmam,
camiye gelen cemaatinin durumunu her zaman göz önünde bulundurmak ve aralarında
kimlerin bulunduğunu bilmekle yükümlüdür.
3- Yalnız
başına namaz kılan kimse, zamanı müsaitse, vakit içinde kılmakta olduğu namazı
istediği kadar uzatabilir. Elverir ki, bu uzatma onu işinden, mesleğinden ve
maişetini te'minden alıkoymasın.
4- İmam namazı hafif tutunca, rükünlere, farz ve
vacib- lere çok dikkat etmeli ve namazı noksan bırakacak veya rüknü, farzı ihlal
edecek kadar acele etmemelidir. Aksi halde ya namazı bozulur, ya da kerahet
işlemiş olur. -
5- Çocukları
camiye sokmak mekruhtur. O bakımdan mes-cidde namaz kıldırırken mescide komşu
olan evlerden çocuk ağlama sesi işitilirse, o takdirde namazı hafif tutmak yine
sünnet sayılır. Çünkü o çocuğun annesi cemaate katılmış olabilir.
6- Geniş
zamanı ve sağlık durumu müsait olan kimseler, namazın uzun tutulmasını is tem
em eli diri er ve imam da onların arzusuna göre bir tavır içine girmemelidir.
Çünkü cemaatin çoğunu oluşturanların durumu daha Önemlidir.
7-
Müezzinler de bu hususları dikkate alarak, teşbih ve duaları sünnet
çerçevesinde kısa tutmalıdırlar. Aksi halde kerahet işlemiş olurlar. [169]
"İmam", çok
yönlü bir kavramdır. Konumuzda ise, namazda kendisine uyulan ehil kimse
demektir. Bunun dışında kelime olarak şu manalara delalet eder:
a) Önder,
lider.
b) Önde
bulunan, söz sahibi olan.
c) Mezhep
bahsinde kendisine uyulan, taklid edilen.
d) Şer'i
konularda görüş ve rey sahibi bulunan.
e) İlmin
herhangi dalında uzman olup sözü senet kabul edilen.
f) İslam
ülkesini idare etme makamından olan halife., îmanı, cami ve mescidde müslüman
cemaatin önüne geçip
namaz kıldırırken,
aynı zamanda birliği, dirliği, itaat ve saygıyı telkin etmekte, onlardan olan
lider ve hükümdara meşru konularda itaat ve bağlılığı kendi şahsında sembolize
etmektedir.
Namazda, bütün rükün,
farz ve vaciplerde, imama uymak vaciptir. Rükün, farz ve vaciplerde imamın
önüne geçmek mekruhtur ve bazı hallerde böyle bir davranış namazın bozulmasına
sebep olur. [170]
Ebu Hureyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.vj efendimiz şöyle buyurmuştur:
"İmam ancak, kendisine uyulması için öne geçip imamlık yapmaktadır. O
bakımdan ona muhalefet etmeyiniz: Tekbir getirince, tekbir getiriniz, rüku1 a
varınca siz de rüku'a varın. O, Semi'AUahu limen hamidehu deyince, siz
"Allahümme Rabbena leke'1-hamd" deyin. O secde edince siz de edin. O
oturarak namaz kılınca, siz de hepiniz oturai-ak namaz kılınız."[171]
Diğer bir rivayette
şöyle buyurulmaktadır:
"İmam ancak
kendisine uyulmak için imamdır. O bakımdan imam tekbir getirince siz de tekbir
getirin; ama o tekbir getirmeden tekbir getirmeyin. Rüku'a varınca siz de
rüku'a varın; ama o rüku'a varmadan siz varmayın. Secde edince siz de secde
edin; o secde etmeden siz secde etmeyin."[172].
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz
imamdan önce başını kaldırınca, başının eşek başına çevirilmesinden endişe
etmez mi veya Cenab-ı Hakk'm onun suretini eşek suretine döndürmesinden korkmaz
mı?"[173]
Enes b. Malik (r.a.)
den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Ey insanlar!
Şüphesiz ki ben sizin imamınızı m; o bakımdan rüku'da da, secdelerde de, ayakta
dururken de, otururken de ve namazdan çıkıp ayrılırken de benim önüme
geçmeyin,"[174]
Yine Enes (r.a.) den
yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur; "İmanı
ancak kendisine uyulsun diye öne geçip imam olmuştur. O halde o rüku'a varmadıkça
rüku'a varmayın, o başını kaldırmadıkça başınızı kaldırmayın."[175].
a) Hanefüere göre: İmama uyan kimsenin, imamdan
önce rüku'a varması, secde etmesi ve rüku ile secdeden ondan önce kalkması
mekruhtur.[176].
İmama uyan kimse bir
rükünde imamın önüne geçerse, isterse bu geçişi kasden, isterse yamlarak
olsun, namazı bozulur. Ancak geçtiği rüknü dönüp imamla birlikte veya imam o
rüknü yaptıktan hemen sonra yaparsa, namazı bozulmaz. [177].
b) Şafîilere göre: İmama uyan kimsenin namaz ef
alinde imama uyması vacibdir; ama kıraat ve teşehhüdde öne geçmesi veya geri
kalmasıyla namaz bozulmaz.
İmama uyanın başlama
fiilinin, imamın başlama fiilinden hem sonra gerçekleşmesi hem d^ imanım bir
fiili bitirmesiyle ona uyanın o fiile başlaması, imama fiillerde uymayı
sağlamış olur. Bununla beraber fiil ve kavide imamla aynı anda başlarsa, namazına
bir zarar vermez, sadece kerahet işlemiş olur. Ancak İftitah Tekbir'i bu
genellemenin dışında kalır; yani namaza dururken bu tekbiri imamla birlikte
getii-en kimsenin namazı bağlantı yapmaz, yani imama uymuş olmaz. O bakımdan
imama uyan kimsenin bütün tekbirleri imamın tekbirlerinden sonra alması
gerekir.
Me'mum (imama uyan
kimse) bir rükünde imamdan geri kalır, mesela imam rüku'u bitirip başını
kaldırırken me'mum henüz kıraatle meşgul olursa, en sahih kavle göre namazı
bozulmaz. Ancak kerahet işlemiş olur. Tabii unutarak veya yanılarak böyle
yapmasında kerahet de söz konusu değildir.
İmam iki rüknü
tamamladığı halde me'mum geride kalırsa, mesela imam ikinci secdeyi tamamlayıp
kıyama kalkarken me'mum henüz birinci secdede bulunursa, bu bir özürden dolayı
değilse, namazı bozulur.[178].
c)
Hanbelilere göre: Rükünlerde imamın önüne geçmek caiz değildir. O halde
imamının rüku'undan önce rüku'a varıp kalkar ve bunu kasden bilerek yaparsa,
namazı bozulur mu? Bir kavle göre, namazı bozulur; diğer kavle göre, sadece bir
rükünde öne geçtiği için bozulmaz. Mezhep imamlarının bir kısmına göre, hangi
rükün olursa olsun, me'mum imamın önüne geçerse namazı hükümsüz olur. Bir
kısmına göre ise, sadece rüku'da imamın önüne geçerse namazı bozulur, diğer
rükünlerde geçmesinde kerahet varsa da namaz bozulmaz. Ama rüku'da da böyle
yapmanın namazı bozacağım bilmiyorsa veya yanılarak öyle yapıyorsa, namazı
bozulmaz.
İmamın herhangi bir
rükünde nıe'mumun Önüne geçmesiyle me'mum arkadan acele edip ona yetişmek için
kaçırdığı rüknü yerine getirir ve öylece namaza devam ederse, namazı bozulmaz.[179].
d)
Malikilere göre: Me'mumun imamını kasden bir rükün geçerse, mesela imam rüku
yapmadan Önce o rüku' yaparsa, namazı bozulmaz. Ancak yanılarak böyle yaparsa,
dönüp imamıyla birlikte yine o rüknü yerine getirir. Kasden bilerek yaptığı takdirde
kerahet işlemiş olur.[180].
Bu babda ayrıca
Buhari, Müslim, Ebu Davud ve îbn Mace'nin Hz. Aişe (r.a.) dan; Müslim, Ebu
Davud, Nesai ve İbn Mace'nin Cabir (r.a.) den; Ahmed ve Taberani'nin îbn
Ömer'den; Taberi'nin el-Kebir'de Muaviye'den rivayet ettikleri hadisler vardır
ki, hepsinin ricali sahihtir. Ayrıca îbn Hibban'm Ebu Ümanıe'den (r.a.)
naklettiği bir hadis daha vardır.
Hadislerin zahiri
delaletinden anlıyoruz ki, imamdan önce rüku' ve secdeye varmak, ondan önce
başı kaldırmak mekruhtur, ama namazı bozmaz. Tavsiye edilen husus ise, me'mumun
imama uyması, her rüknünde imamı takip etmesidir.
Nitekim Ebu Hüreyre
(r.a.) hadisinde, imamdan önce rükünleri yapmaya başlayan, yani ondan önce
rüku'a ve secdeye varan, ondan önce başını secdeden kaldırıp ayağa kalkan kimsenin
bu davranışının ahmaklığına delalet ettiğini anlıyoruz. Zira "eşek" e
benzetilme mecazi bir anlatım tarzıdır ki, ahmaklığa ve bönlüğe delalet
etmektedir. [181]
1- İmamdan
önce rüku' ve secde etmek, ondan önce rüku ve secdeden baş kaldırmak mekruhtur.
2- İmamdan
önce bir rüknü yerine getiren kimsenin namazı bozulur. Bu, imam Ebu Hanife'nin
içtihadıdır.
3- Me'mumun
bir rükün öne geçmekle namazı bozulmaz, sadece kerahet işlemiş olur. Bu
Hanbeli ve Maliki imamlarının içtihadıdır.
4- İmamdan
bir rükün geride kalan me'mumun namazı bozulmaz, şu şartla kî, o rüknü selam
vermeden Önce yerine getirmiş olsun. İki rükün geri kalırsa, namazı bozulur.
Bu, daha çok Şafîi imamların î.tfil-ıcn-ı.^™
imamların içtihadıdır. [182]
İslama göre, cemaat
rahmettir, ayrılmak, bölünmek azaptır. Cemaatin nüvesini, cemaat halinde
kılınan namaz oluşturur. O bakımdan kişinin kendi evinde" eşiyle veya
temyiz çağına girmiş çocuğuyla cemaat olup namaz kılması, yani kendisinin imam
olup onlardan birini arkasında cemaat olarak bulundurması müstehabdır ve cemaat
sevabına erişmesine vesiledir.
Konuyla ilgili
hadisler:
îbn Abbas (r.a) diyor
ki:
'Teyzem Meymune'nin
(r.a.) evinde geceledim. Ra-sulüllah (s.a.v.) efendimiz gece kalkıp namaz
kılmaya başladı. Ben de kalktım ve O'nun sol tarafında durup onunla birlikte
namaz kılmaya başladım. Bunun üzerine Ra-sulüllah (s.a.v.) başımdan tutup beni
sağ tarafına aldı."[183].
Diğer bir lafızla
şöyle rivayet edilmiştir;
"On yaşında bulunduğum
günlerde idi. Rasulüllah (s.a.v.)
efendimizle birlikte namaz kılmaya kalktım ve Onun sol yanında durdum. Ama O
beni tutup sağ yanında durdurdu."[184]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim geceleyin
uyanır ve aile halkını da uyandırıp hep birlikte iki rek'at namaz
"kılarlarsa, Allah'ı çokça zikreden kullardan yazılırlar."[185]
a)
Hanefilere göre: Cemaat iki kişiyle gerçekleşir. İsterse imamdan başka o bir
kişi kadın veya köle veya temyiz çağına girmiş çocuk olsun fark etmez. Çünkü
Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz iki kişiyi mutlak anlamda cemaat saymıştır.[186].
b) Şafiilere
göre: İsteı-se akleden bir çocukla olsun namazı camide cemaat halinde kılmak,
başka yerde cemaatle kılmaktan efdaldır. Evdeki hanımla birlikte evde cemaat
olup kılmak ise, camide kılmaktan efdaldır. Bu, her zaman için değil, ihtiyaç
duyulduğu vakitle ilgilidir.[187].
c)
Hanbelilere göre: Kadınla çocuğun erkeklere imam olması caiz değildir. Ama imam olan erkeğe
temyiz çağındaki çocuğun veya kadının
uyması caizdir. Yani cemaat bunlarla da
oluşabilir.[188]
263 nolu İbn Abbas
(r.a.) hadisinde, "sol tarafında durdum" sözünden şu üç ihtimal ve yorum
ortaya çıkmaktadır:
1-Tam sol
yanında aynı hizada durdum.
2- Az geride
durup uydum.
3- Epeyce
geride durup uydum.
Nitekim Maliki
imamları, cemaatin tam imamın hizasında durmasında bir sakınca olmadığını
belirtmişler ve ikinci delil olarak şu rivayeti göstermişlerdir: İbn Mes'ud
(r.a.) diyor ki: "Günün ortasında Hz. Ömer'in (r.a.) yanına girdiğimde,
teşbih ve zikirde bulunduğunu gördüm. (Namaz kılmaya kalktı). Ben de geçip onun
arkasında durdum. Bunun üzerine beni tutup kendine yaklaştırdı ve sağ yanma getirip
tam hizasında durdurdu."[189]
Malik b. Nafî' de
şöyle diyor: Namazlardan bir namazda Abdullah b. Ömer'in arkasında durdum,
benden başka onun yanında kimse yoktu. Abdullah (r.a.) eliyle beni tutup kendi
hizasına getirdi (de öylece namaz kıldık)."[190].
İmam Ebu Hanife bu
rivayetleri delil seçnıemiştir. O bakımdan ona göre, imama uyan bir kişi ise,
imamın sağ tarafında, hiç değilse dört parmak kadar gerisinde durması gerekir.
İmam Şafii'nin bir kavline göre de, cemaatin imamın tam hizasında durmasında
bir sakınca yoktur.
Ebu Said ve Ebu
Hüreyre hadisini mevkufen rivayet edenler olduğu gibi, Nesai ve îbn Mace
mürselen tahric etmişlerdir.
Bu manada bir diğer
hadisi Ebu Hüreyre (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz
buyurdu: "Allah şu adama rahmet eylesin ki, geceleyin kalkar da namaz
kılar ve eşini de uyandırır. Eşi kalkmak istemezse, yüzüne su serper. Allah
rahmet etsin o kadına ki, gece kalkıp namaz kılar ve kocasını da uyandırır.
Kocası kalkmak istemezse yüzüne su serper."[191].
Ancak bu hadisin
isnadında Muhammed b. Aclan bulunuyor. İmam Ahmed ile Yahya onun sıka
(güvenilir) olduğunu belirtmişlerdir. Buharı
onun rivayetiyle istişhad
etmiştir. müehhirinden bazı ilim adamları bu zat hakkında
konuşmuşlardır. Yahya el-Kattan onun Nafı'den rivayet ettiği hadisinin
muzdarip olduğunu söylemiştir. îmam Malik de onun alim olmadığını belirtmişse
de Zehebi bu zatın sıka olduğuna dikkat çekerek ilim adamlarının görüşlerine
yer vermiştir.[192].
Böylece Muhammed b.
Aclan'ın rivayetiyle istidlalin sahih olduğu ağırlık kazanmış oluyor. [193]
1- Cemaat iki kişiyle de gerçekleşir, imamın
arkasında aklı eren bir çocuğun durup uyması veya bir kadının uyması caizdir.
2-
Müctehidlerin bir kısmına göre, aklı eren çocuğun imameti sahihtir. Bir
kısmına göre ise, sahih değildir.
3- Kadının
erkeklere imam olması caiz değildir. Bunda dört mezhep müttefiktir,
4- Nafile
namazı ev halkıyla birlikte cemaat
halinde kılmanın caiz olduğunu söyleyenler vardır, imamların çoğuna
göre, mekruhtur.
5- imama uyan bir kişi ise, imamın sağ tarafında
durması sünnettir.
6- imama
uyan bir kişinin imamın sağında ve tam hizasında durup ona uyması Maliki ve bir
rivayete göre Şafii imamlarına göre sahihtir.
7- Aynı zamanda cemaatin imamın hizasında durup
uymasında da -Malikilere göre- bir sakınca yoktur.
8- Hanefî ve
Hanbeli'lere göre, cemaatin imamın arkasında durması, hiç değilse dört parmak miktarı bir mesafe
hesaplayarak yanında yer alması gerekir. Aksi halde namazları sahih olmaz. [194]
"İmam isminin çok
yönlü bir kavram olduğunu az yuka- rıda belirtmiştik. Bu çok önemli, aynı
zamanda Rasulülîah'm (s.a.v.) bizzat yürüttüğü ve yerine getirdiği ulvi hizmeti
yüklenecek kimsede birtakım vasıfların bulunması söz konusudur. Zira
şahsiyetini bulmuş bir imamın, dirayeti, ehliyeti ve gelişkin olan sosyal yönü,
örnek ahlakı ile cemaati üzerinde çok olumlu tesirler bırakacağında şüphe
yoktur. O, bu özellikleriyle her bakımdan toparlayıcı, barıştırıcı,
birleştirici ve yönlendirici rol oynar. [195]
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"(Müslümanlardan)
üç kişi olunca, onlardan biri diğerlerine imamlık yapsın. Onların imamete en
haklı ve layık olanı, en güzel ve en doğru okuyanıdır."[196]
Ebu Mes'ud Ukbe b. Amr
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, Ra-sulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle
buyurmuştur:
"Kavim ve
topluluğa, Allah'ın kitabını en iyi okuyan kimse imamlık eder. Eğer kıraatte
eşit durumda olurlarsa, sünneti en iyi bilen imam olur. Sünneti bilmede de eşit
durumda olurlarsa, daha önce hicret eden imam olur. Hicret etmede de eşit
durumda olurlarsa, daha yaşlı olanı imam olur. İmamlık yapmak isteyen adam,
başkasının mülk-ü tasarrufunda olan yerde (evinde, bahçesinde, çiftliğinde, iş
yerinde) imamlık yapmasın; aynı zamanda başkasının evinde ve ikram ettiği
sofrasına ancak sahibinin izniyle otursun."[197]
Malik b. Huveyris
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Ben ve arkadaşım
birlikte 'Rasulüllah (s.a.v.) efendimize geldik. Bir süre kaldıktan sonra
Rasulüllah (s.a.v.) yanından ayrılıp evimize, kabilemize dönmek istedik. Bunun
üzerine Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Namaz vakti girince, ezan
okuyun, ikamette bulunun ve ikinizden büyük olanınız imam olsun"[198]
Yine Malik b. Huveyris
(r.a.) den yapıları rivayete göre, adı geçen, Peygamber (s.a.v.) efendimizden,
-^öyle buyurduğunu işittiğini haber veriyor:
"Bir kavmi
(cemaat ve topluluğu) ziyaret eden kimse onlara imamlık etmesin, onlardan biri
imamlık yapsın."[199].
Bu rivayetleri, İbn
Ömer'in (r.a.) Hz. Peygamberden (s.a.v.) rivayet ettiğini şu genel anlamdaki
hadis kuvvetlendirmektedir.
"Üç (sınıf) kimse
kıyamet gününde miskten tepeler üzerinde olacaktır:
1- Hem Allah'ın, hem de efendisinin hakkını ödeyen
(yerine getiren) köle,
2- İmamlık
ettiği kavmin (cemaatin) kendisinden razı olduğu adam,
3- Her gece (ve gündüz) beş vakit namaz için
ezan okuyup çağrıda bulunan adam."[200]
a)
Hanefilere göre: Bulunulan evde ve yerde ev sahibi veya ücretle tutulmuş adam
varken veya biri imamlık için orada bulunuyorsa, imamlığın bütün vasıflarını
kendi üzerinde taşıyan ziya-retcidense, diğerleri (görevliler) imamlığa daha
haklı ve layıktırlar.
Bu ortamın dışında bir
yerde toplanmış bulunan cematten namaz ahkamını en iyi bilen ve kıraati sünnete
uygun yerine getiren kimse imam olur. Bu konuda eşit durumda olurlarsa, daha
yaşlı olan imam olur. Bu durumda da eşit olurlarsa, daha çok haram ve şüpheli
şeylerden sakınan kimse imam olur. Bu hususta da eşit durumda olurlarsa, ahlakı
en güzel olanı; bunda da eşit olurlarsa, yüzü en çok çekici ve güven telkin
edici olan imam olur. Bu hususta da eşit durumda olurlarsa, soy bakımından daha
şerefli olan imam olur. Bu husuta da eşit olurlarsa, sesi en güzel olan imam
olur. Bu hususta da eşit olurlarsa, elbisesi daha temiz ve zarif olan kimse
imam olur. Bütün bu vasıflarda eşit olurlarsa, aralarında kur'a çekilir.
Ancak o yerde vazifeli
imam bulunduğu veya sultanın yetkili adamı hazır olduğu takdirde, belirtilen
vasıflar dikkate alınmaksızın imamlık görevini bunlar yerine getirir.[201].
b) Şafiilere
göre: Cemaat arasında mahallin amiri bulunuyorsa, onun öne geçip imamlık
yapması; o yoksa görevli imamın öne geçip imamlık yapması menduptur. Sonra da bir ücret karşılığı tutulan ve bu sebeple oranın sakini sayılan
kimse -eğer bu göreve ehilse- imamlık yapar.
Belirttiğimiz bu
vasıftaki kimseler yoksa, daha fakih olanı, sonra daha kıraati düzgün olanı,
sonra daha zahid bulunanı, sonra haram ve şüphelerden daha çok kaçmanı, sonra
islamda daha çok ömür geçireni, sonra nesep bakımından daha üstün olanı, sonra
ahlakı, huyu ve yaşayışı daha güzel olanı, sonra elbisesi daha temiz ve nezih
olanı, sonra sesi daha güzel olanı, sonra yüzü daha çekici bulunanı, sonra da
evli olanı öne geçip imam olur.
Bütün bu sıfatlarda
eşit olurlarsa, aralarında kura çekilir. Bununla beraber imamlığa daha layık
olan kimsenin bir başkasını yerine geçirmesinde de bir sakınca yoktur.[202].
c)
Hanbelilere göre; Ebu Mesudun hadisinde'belirtilen sıra gözetilir. Nitekim îmam
Ahmed, önce Allah'ın kitabını en iyi okuyan, kıraati en düzgün olan öne
geçirilir demiştir.[203].
Bu ölçüyü dikkete alan
Hanbeli fukahası şöyle bir sıralamada bulunmuşlardır:
a) Daha
fakih olup kıraati daha güzel olan,
b) Fakih
olup kıraati daha güzel ve düzgün olan,
c) Daha çok
tecvide riayet eden, namaz ahkamım bilen,
d) Namazla
ilgili konulan daha iyi bilip hafızasında tutan,
e) Sonra
yaşı ileri olan,
f) Sonra da
daha takva sahibi ve haram ile şüpheli şeylerden daha çok kaçınan kimse öne
geçip imam olur.[204]
d)
Malikilere göre: Cemaat toplanır da hepsi de imamete elverişli vasıfta olursa,
sultanın veya naibinin öne geçirilip imamlık yapması mendup olur. İsterse,
başkaları daha fakih ve daha üstün olsunlar fark etmez. Sonra da caminin
görevli imamı gelir. Bir evde iseler, ev sahibi imam olur. O evde ücretle
tutulan bir imam varsa, ev sahibine takdim edilir. Ev sahibi erkek değil de
kadınsa, o takdirde birini naib seçip onun imamlık yapmasını sağlar. Sonra
namaz ahkamım daha iyi bilen, sonra da hadis fennini iyi bilen, sonra da
kıraati iyi bilen öne geçer. Sonra da fazla ibadet eden, sonra İslama intisapta
mukaddem olan, sonra nesebi yüksek olan, sonra ahlakı daha güzel olan, sonra
elbisesi ve bedeni daha temiz ve nezih olan öne geçer. Bütün bu sıfatlarda
eşit durumda olurlarsa, aralarında kura çekilir.[205].
273 nolu Ebu Said
hadisinde "üç kişi olunca.." kaydı tahdidi değildir, yani mefhumuna
bu babda itibar ediknez. Rasuiüllah (s.a.v.) bununla birarada bulunan birden
fazla cemaati kasdet-miştir.
Bu hadisle istidlal
edenlere göre, kıraati daha iyi olanın daha fakih olana tercih edileceği hükmü
çıkarılmıştır. Nitekim Ahnef b. Kays, İbn Şirin, Sevri, Ebu Hanife ve Ahmed de
bu hadisle ihticac etmişlerdir.İmam Şafii ile İmam Malik daha fakih olanın
tercih edileceğini belirtmişlerdir.
275 nolu Malik b.
Hüveyris hadisi de sahihtir. İki'kişiden yaşı daha büyük olanının imamlık
yapması hususuna gelince, ikisinin kıraatte eşit olduklarına, fıkıhta da aynı
çizgi üzerinde bulunduklarına delalet vardır. Bununla beraber
"ekber"den maksat, kıraat ve fıkıhta daha ileri seviyede bulunanı
olabilir. Nitekim Müslim ve Ahmed'in aynı hadisi naklederken şu fazlalıkla
tesbiti-ni yapmışlardır: "O gün için ikimiz ilimde eşit durumda bulunuyorduk.."
Bu hadisten bir önceki
274 nolu Ebu Mes'ud hadisi hem sahihtir, hem de bu babda en sağlam Ölçüyü
vermektedir.
276 nolu Malik b.
Hüveyris hadisini Tinnizi has enlemiş tir. İsnadında Ebu Atıyye bulunuyor. Ebu
Hatim onun maruf olmadığını
belirtmiştir. Ancak Taberani'nin
isnad-ı sahihle îbn Mes'ud (r.a.)
den yaptığı rivayet bu hadisin sıhhatına şehadet etmektedir. Şöyle ki:
Rasulüllah (s.a.v.): "Ev sahibinin öne geçmesi sünnettir"
buyurmuştur.
277 nolu Ibn Ömer
hadisini de Tirmizi hasenîemiştir. Ancak isnadında Ebu'l-Yakzan Osman b. Umeyr el-Beceli bulunuyor ki bu zat,
zayıftır. Ahmed b. Hanbel ve diğer hadis alimleri onun zayıf olduğuna dikkat
çekmişlerdir. îbn Main, "O bir şey değildir" derken, Nesai onun kaviy
olmadığını söylemiştir. Darekutni de bu zatın rivayetlerinde zaiflik
bulunduğunu söylemiştir.[206].
1- Toplanılan bir evde cemaatle namaz kılınmak
istendiğinde, ev sahibi imam olur. Bu, kimine göre, müstehab, kimine göre
sünnettir.
2- Ev sahibi, bu ulvi vazifeyi başka birine
havale edebilir. Bunda bir sakınca yoktur.
3- Diğer
umumi toplantı yerlerinde ise, sultan veya naibi bulunuyorsa, onlar imamlık
yapar. Bulunmuyorsa, görevli imam öne
geçer. O da yoksa, kıraat ve fıkıhta daha bilgili olan tercih edilir.
4- Cami ve nıescidlerde ise, görevli kimse öne
geçer. Ondan izin almadan başkasının daha ehil de olsa Öne geçmesi doğru ol-
maz.
5- Gerek Ebu
Mes'ud hadisinde belirtilen sıfatlar, gerekse mezhep imamlarının yaptıkları
sıralamalar dikkate alınır ve bütün bunlarda cemaat eşit durumda olursa,
aralarında kura çekilir. [207]
Fasık, Arapça sıfat
olup günah işleyen, ilahi emirlerin dışına çıkan kimse hakkında kullanılır.
Böylesine dikkat çekici günah işleyen bir adamın cemaatin önüne geçip namaz
kıldırması ne derece uygun veya doğru olur? Gerçi peygamberler dışında günah
işlemeyen, kusuru bulunnıaj^an kimse yoktur. Herkes iman ve irfanı, takva ve
fazileti nisbetinde birtakım günah ve kusur işleyebilir. Ancak Allah'tan utanıp
korkmadığı gibi, çevresinden de çekinmeyen ve öylece açıktan günah işleyen,
ahlak dışı söz ve davranışlarda bulunan bir müslümanm imam olması hep
yadırganmıştır. Çünkü imam cemaate güzel misal teşkil eden, onlar üzerinde her
haliyle olumlu tesir bırakan kişi demektir.
Bununla beraber konu
ihtilaflı bir seyir izlemiştir. [208]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Hiçbir kadın hiç
bir erkeğe imam olmasın; hiçbir (cahil) bedevi, hiçbir muhacire (Mekke'den
Medine'ye hicret edene) imamlık etmesin. Aynı zamanda hiçbir facir de hiçbir
mü'mine imamlık etmesin. Meğer ki sultan ile kahredilmiş ve sultanın kılıç
veya değneğinden korkmuş buluna.." (O takdirde fasık ve faciriiı
imametine ses çıkarmayabilir)[209].
İbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurdu:
"İmamlarınızı
hayırlı kişilerinizden seçin. Çünkü imamlar (bir bakıma) sizinle Rabbınız
arasında temsilcileriniz (ve elçileriniz) dir."[210].
Mekhul'dan, o da Ebu
Hüreyre (r.a.) den rivayet etmiştir. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz buyurdu ki:
"Her emir (lider ve hükümdür, Önder ve kumandan) ile birlikte cihada
çıkmanız size vacibdir. İster o emir iyi ve ahlaklı olsun, isterse facir
(günah işleyen, kötü işlerle vakit geçiren biri) olsun. Her iyi kimsenin ve
facirin arkasında namaz kılmanız da size vaciptir; isterse o facir büyük günah
işlemiş olsun."[211].
Abdulkerim el-Bekka
diyor ki:
"Peygamber
(s.a.v.) efendimizin ashabından 10 kadarına ulaştım, hepsi de zalim ve
mütecaviz imamların arkasında namaz kılıyorlardı,"[212].
Bu son rivayeti
kuvvetlendirir anlamda Ebu Davud şu hadisi kendi müsnedinde nakîetmiştir:
"(Müslüman olduğu
takdirde) her ölünün namazını kılınız ve her emir (hükümdar ve kumandan) la
birlikte cihada çıkınız."[213]
a)
Hanefilere göre: Akli dengesi yerinde olan her müslüman erkek imamlık
yapabilir. Yeter ki, namaz ahkamını bilen ve kıraati düzgün olan biri olsun. O
bakımdan kölenin, bedevinin, iki gözünden arızalı olanın ve veled-i zinanın ve
fasık'm imameti caizdir.[214].
Hanefiler bu konuda
son üç rivayetle istidlal etmişler ve ayrıca Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin
"Her iyinin ve facirin arkasında namaz kılın!" tavsiyesiyle
ihticacda bulunmuşlardır.
Şüphesiz sözü edilen
kişilerin arkasında ancak daha ehil kimse bulunmadığı zaman namaz kılmakta bir
sakınca yoktur.
b) Şafİilere göre: Adaletle vasıflanan kimsenin
imameti, fasıkın imametinden evladır; yani ilahi sınırları koruyan kimse varken
fasıkın, arkasında namaz kılmak mekruhtur. Bunun gibi bid'adcmm da arkasında
namaz kılmak mekruh sayılmıştır.
İki gözünden arızalı
olanın ve bir de kölelik kaydı altında bulunanın imamlık yapmasında bir sakınca
yoktur.[215].
c)
Hanbelilere göre: Bid'atçı, fasık ve rafizinin arkasında namaz kılınmaz; ancak
sultan tarafından bir tehdit ve ceza verme endişesi söz konusu olduğu zaman
kılınır ve sonra iade edilir.[216]
Hanbeli imamları bu
konuda Cabir hadisiyle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.
d) İmam Malik'e göre: Fasıkın arkasında namaz
kılmak caiz değildir. Çünkü imamet bir bakıma emanettir; fasık ise haindir,
emanete ehil değildir. O bakımdan fasıkın şehadeti muteber tutulmamıştır. Çünkü
şehadet de emanet kapsamına girmektedir.[217].
284 nolu Cabir hadisinin isnadında Abdullah b.
Muhammed et-Temimi bulunuyor ki, bu zat münkerü'l-hadistir. îbn Hibban,
"onun rivayetiyle ihticacda bulunmak caiz değildir" demiştir. Veki'
ise onun hadis uydurduğuna dikkat çekmiştir. Ayrıca aynı hadisin isnadında Ali
b. Zeyd b. Cüd'an bulunuyor ki, bu zat da zayıf olarak bilinmektedir.[218]
285 nolu İbn Abbas (r.a.) hadisinin isnadında
Sellam b. Süleyman el-Medaini bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Ebu Hatim onun
kavi olmadığım belirtirken, îbn Adiy onun münkerü'l-hadis olduğunu söylemiştir.
El-Ukayli de bu zatın rivayet ettiği hadislerde hayli münkerler vardır diyerek
muteber olmadığına işarette bulunmuştur.[219].
286 nolu Ebu Hüreyre
hadisini Beyhaki tahric etmiştir ve hadis munkatı'dır. îbn Hibban ise bunu zayıflar arasında
saymıştır. Nitekim isnadında Abdullah b. Muhammed b. Yahya b. Urve bulunuyor
ki, bu zat metruktür.[220]
Abdulkerim
el-Bekka'nın rivayetine gelince:
a) Şevkani
"Onun rivayeti ihticaca salih değildir" demiştir.
Çünkü sahabenin
yaşadığı, asırda emir ve liderlerin çoğu dîn, diyanet sahibi kişilerdi. Hemen
hepsi de beş vaİcit namazlarını kılarlardı. Sonra Emeviler döneminin ortalarına
doğru emirler iyice bozuldu ve çoğu facir sayılacak çizgide bulunuyordu.
Darekutni'nin rivayet
ettiği hadiste buyuruluyor ki:
"La ilahe
illallah diyen kimsenin arkasında namaz kılın ve yine la ilahe illallah diyen
kimsenin cenaze namazını kılınız!"
Bu hadisin isnadında
Osman b. Abdirrahman bulunuyor ki, bu zatın yalancı olduğuna kail olanlar
vardır. Onlardan biri de ünlü hadis alimi Yahya b. Main'dir.[221].
Nesai ile Darekutni onun metruk olduğunu belirtmişlerdir. [222]
1- îslam birliğinin zede almaması için, kıraati
yerinde olup namaz ahkamım bilen ve aklı başında olan kimsenin imameti sahihtir.
Bu, Ebu Hanife'ye göredir.
2- Adaletle
tanınan ve namaz kıldırmaya ehil olan kimse dururken fasıkın arkasında namaz
kılmakta kerahet vardır.
3- Köle,
a'ma ve veled-i zina imamlık yapabilir. Ancak veled-i zinanın
arkasında namaz kılmak birtakım şüphelere
yol açıyorsa, o takdirde kerahet vardır.
4- îmam
Malik'e göre, fasık ve facir'in arkasında namaz kılmak caiz değildir.
5-
Hanbelilere göre, bid'atçımn, fasıkın ve rafîzinin arkasında namaz kılınmaz.
Ancak sultan tarafından bir zorlama varsa kılınır ve arkasından kaza edilir. [223]
Islara dini, yolculuk
halinde bulunan müminlere ibadette birtakım kolaylıklar getirmiştir. Mesela:
a) Dört
rek'atlı farz namazlar iki rek'at halinde kılınır.
b) Sünnet
namazları terketmekte bir sakınca yoktur.
c) Mestleri
meshetme süresi üç gün, üç gece uzatılabilir.
d) Yolculuk
ramazana tesadüf ederse, orucu bozmaya ruhsat vardır.
Ancak yolculuk halinde
olan kimse, mukim (eyleşik) olanlara imamlık yapabilir mi? Çünkü mukimin dört
rek'at, misafirin iki rek'at kılması söz konusudur.
Bu sorunun cevabım
ancak ilgili hadisleri ve müctehid imamların görüş ve tesbitlerini naklettikten
sonra vermiş oluruz. [224]
îmran b. Husayn (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz ne kadar bir sefere çıktıysa, mutlaka dönünceye kadar (dört
rek'ath farzları) iki rek'at olarak kıldı. Fetih zamanında Mekke'de 18 gece
kaldı ve akşam namazı hariç diğer namazları cemaate ikişer rek'at olarak
kıldırdı ve (selam verince de) şöyle buyurdu: "Ey Mekke halkı! Kalkınız
iki rek'at daha kılınız. Çünkü bizler sefer halinde olan bir kavmiz
(topluluğuz)"[225].
Ömer (r.a.) den:
"Hz. Ömer (r.a.)
Mekke'ye ayak basınca, oradaki cemaate iki rek'at kıldırdı ve (selam verince onlara)
şöyle dedi: "Namazınızı tamamlayın. Çünkü biz sefer halinde olan bir
kavmiz
(topuluğuz)."[226]
a) Hanefilere göre: Misafirin mukime uyması
sahihtir. Vakit namazında ona yetiştiği takdirde niyet edip tabi' olur. Ama
vakit çıktığı takdirde ona uyması sahih olmaz. Çünkü mi-safırin farzı vakitten
sonra değişmez. Değişmesine sebep olan vakit ise çıkmış bulunuyor.
Mukimin misafire
uyması ise, hem vakit içinde, hem de vaktin dışında sahihtir. Çünkü misafirin
namazı her iki halde de bir değinmemektedir. İkinci rek'atin sonunda
ettahiyyata oturmak misafir için farz, mukim için farz değildir. O bakımdan da
zayıfı kuvvetli üzerine bina etmek caizdir.
Misafir dört rek'atli
namazı, imam olurken iki rek'at kılar, ona uyan mukim ise, dört rek'at olarak
tamamlar.
İmamlık yapan
misafirin selam verdikten sonra, kendisine uyan mukimlere: "Siz namazınızı
tamamlayın; çünkü biz yolculuk halinde bulunuyoruz" demesi müstehabdır.[227]
b) Şafiilere göre: Yolculuk halinde olanlarla
eyleşik bulunanlar biraraya geldikleri zaman, eyleşik olanlardan birinin imam
olması müstehabdır. Bununla beraber yolculuk halinde olanlardan birinin Öne
geçip namaz kıldırmasında bir sakınca yoktur.
Yolculuk halinde olan
misafirlerle mukimlerden oluşan cemaate misafirlerden biri imamlık edecek
olursa, iki rek'at kıldırır. Mukim olanlar kalkıp iki rek'at daha kılmak
suretiyle namazlarını tamamlarlar; misafir olanlar isterlerse dört rek'ate,
isterlerse iki rek'ate niyet edebilirler. Dört rek'ate niyet edenler de imam
selam verdikten sonra kalkıp iki rek'at daha ilave ederek tamamlarlar.[228].
c)
Hanbelilere göre: Misafir farz namazlardan birinde ima ma uyabilir. Dört
rek'atli namazlarda ister tamamına, ister bir kısmına yetişmiş olsun, yine dört
rek'at olarak kılması gerekir. Misafirin uyduğu imamın mukim mi, yoksa misafir
mi olduğunu bilmediği durumda da yine dört rek'at kılar, isterse imamın misafir
olduğu sonradan anlaşılmış olsun. Tabii misafir yalnız başına kıldığı zaman,
dört rek'atli namazları iki rek'at olarak kılar.
Ancak uyduğu imamın
misafir olduğunu kesin bilen yolcu, iki rek'ate niyet eder.
Böylece misafirin
mukimlere imamlık yapması caizdir. Ancak iki rek'atin sonunda selam verince,
arkasındaki cemaate: "Siz namazınızı tamamlayın; çünkü ben misafirim"
demesi müstehabdır.[229]
d)
Malikilere göre: Misafir dört rek'atli farzda mukim olan imama uyarsa, ister bu
uyması vakit içinde olsun, ister dışında olsun, başladığı namazı dört rek'at
olarak tamamlar. Ancak bu durumda misafirin en az bir rek'ate ulaşması
gerekir. Aksi halde o imama uyarak başladığı namazı iki rek'at olarak kılar.
Bunun gibi mukim olanlar da misafire uyabilirler. Ancak onlar, imam selam
verdikten sonra kalkıp namazlarını tamamlarlar.[230].
298 nolu îmran b.
Husayn hadisini aynı zamanda Tirmizi tahric edip hasenlemiştir. Beyhaki de
bunun isnadının hasen olduğuna değinmiştir. Ancak yapılan ciddi araştırmaya
göre, hadisin isnadında Ali b. Zeyd b. Cud'an bulunuyor ki, bu zat zayıftır.
Hadis kritiğinde bulunan ilim adamlarının çoğu bu kişi hakkında hep şüphe izhar
etmişlerdir. Hatta Yezid b. Züray' onun rafızi olduğunu iddia etmiştir.[231]
Ne var ki, onun
rivayet ettiği bu hadisin birtakım şevahidi bulunduğunu dikkate alan Tirmizi
onu bu bakımdan hasenlemiştir.
Ömer (r.a.) den
yapılan rivayet ise, sahihtir. Çünkü is-nadmdaki ricalin hepsi sıka (güvenilir)
kimselerdir.
İmam Malik'in Nafi'den
yaptığı rivayete göre: Abdullah b. Ömer (r.a.) Mina'da imama uyduğu zaman dört,
rek'at olarak kılardı; yalnız başına kılanca iki rek'atin sonunda selam verip
seferilere mahsus şekilde namazım tamamlardı. Yani dört rek'atli namazları iki
rek'at olarak kılardı. İmama uyunca dört rek'at olarak kılardı.[232]
1- Misafirin
mukime, mukimin de misafire uyması caizdir,
2- Misafir,
mukim olan imama uyduğu takdirde dört rek'at olarak kılar.
3-Misafir
mukim olan imama ancak vakit içinde uyabilir. Vakit çakınca artık kazaya kalan
namazı imamla birlikte kılmaz. Bu, HanefUere göredir.
4- Misafir
imama uyan mukimler, imam selam verdikten sonra kalkıp iki rek'at daha kılmak
suretiyle namazlarını dört rek'at olarak tamamlarlar.
5- Misafir olan kimse mukim olan im^ma
n-amaz-ın.son.pr rek'atinde yetişirse, yine 4e o naişazı etöirt rek'&t
stea'k kılar-Daha az bir kısımda ulaşırsa, artık iki rek'at'olarak kalar. Bu,
İmam Malik'e göredir.
6- Misafir
olan imam, mukimlere namaz kıldırdığında iki rek'atin sonunda selam verir ve
cemaatine: "Siz namazınızı tamamlayın; çünkü ben misafirim" der.
Fukaha onun böyle demesini müstehab saymışlardır.
7-
Misafirlerle mukimler bir araya gel diki erinde, mukim olanlardan birinin imam
olması müstehabdır. Bu İmam Şafii'ye göredir. [233]
Bu konuda hakim olan
fıkhi kural şudur: Farz kuvvetli, nafile zayıf sayılır. O bakımdan kuvvetlinin
zayıf üzerine bina edilmesi caiz değildir. Bununla beraber fakih müctehidlerin
tesbit, görüş ve ihticacları biraz farklılık arzetmektedir. [234]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre: "Ashab-ı Kiram'dan Muaz (r.a.) Peygamberimiz
(s.a.v.) ile birlikte son yatsıyı kılar, sonra kendi (semtindeki) insanlara
döner ve (aynı namazı) onlara kıldmrdı."[235]
Muaz
b. Hıfaa'dan yapılan rivayette, Beni Seleme Kabilesinden Silleym adında bir
adam Peygamber (s.a.v.) efendimize gelerek şöyle diyor: "Ya Rasulallah!
Doğrusu Muaz b. Cebel, bizim uyumuş olmamız gereken bir vakitte çıkıp geliyor
-ki biz erken uyuyup gündüzleyin işlerimizde bulunmak istiyoruz-ve bizi namaza
davet ediyor. O sebeple biz de çıkıp onunla birlikte namaz kılıyoruz ve o,
namazımızı hayli uzatıyor. (Böylece tam uykumuzu alamıyoruz)." Bunun
üzerine Ra-sulüllah (s.a.v.) efendimiz: 'Ya Muaz! Sen fitneci olma. Ya bizimle
namaz kıl, ya da {kavminle de kılacak olursan) namazı onlardan yana hafif
tut" diye buyurdu.[236].
a) Hanefîlere göre: Farz namaz kılanın nafile
kılana uyması caiz değildir. İsterse o farz nezredilmiş (adanmış) bir namaz
olsun fark etmez. Çünkü farz kavi, nafile ise zayıftır. Kavi zayıfa bina
edilemez.[237].
b) Şafiilere göre: Farz kılan kimsenin nafileye
niyet eden kimseye uyması caizdir. Çünkü bu husus sahih sünnet ile sabit
olmuştur.Hem namaz kılanlardan her birinin niyeti kendine ait* tir; başkasının
niyetinim ona uymaması, onun namazını bozmaz.[238].
. .
c) Hanbelilere göre: Farz kılanın nafile kılana
uyması hakkında iki rivayet vardır: Birincisi, böyle bir uymanın sahih olmadığıdır.
Nitekim İmam Ahmed bu hükmü kesin belirtmiş ve Hanbeli fukahasının çoğu da
benimsemiştir. Zühri ve rey tarafdan olan müctehid fakihler de aym görüşü izhar
etmişlerdir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) efendimiz: "îmam ancak kendisine
uyulsun diye imam olmuştur. Artık ona
(namazda) muhalefet etmeyin!" buyurmuştur.
Fukahadan az bir
kısmına göre ise, bu caizdir. Esrem de buna cevaz verenler arasında bulunuyor.[239].
d)
Malikilere göre: Farz kılanın nafile kılana uyması caiz değildir. O balamdan
uyan kimsenin namazı sahih olmaz.[240].
307 nolu Muaz b. Rıfaa
hadisinin isnadı sahihtir, ricali sıkadır. O bakımdan istidlale salihtir. Ancak
Şafîiler ve bir de Haııbeli fukahasmdan az kimse dışında diğer müctehidler bu
rivayetle istidlal etmemişlerdir. Nitekim İmam Şafii bu hadis hakkında şöyle
demiştir; "Bu konuda Rasulüllah (s.a.v.) efendimizden bir tarikle rivayet
edilen bu hadisten daha sabit başka bir rivayet bilmiyorum.[241].
Aynı hadisi az değişik
lafızla Buharı / edeb: 73, Müslim /
salat: 178, Ebu Davud / salat: 124, Nesai / imamet: 39,41'de rivayet
etmişlerdir.
Ebu Cafer Tahavi ise,
Muaz hadisini kendi mezhebi doğrultusunda tevil ederek şöyle demiştir:
"Rasulüllah'm (s.a.v.) "Ya bizimle namaz kıl, ya da (kavminle de
kılacak olursan) namazı onlardan yana hafif tut" buyurması, ikisinden
birini ihtiyar etmesine delalet etmektedir. Yani bizimle kılacak olursan, artık
onlara kıldırma, onlara kıldırmak istiyorsan, bizimle kılmadan git"[242]
Tahavi'nin bu te'vili
pek isabetli değildir. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, "Onlarla
kıldırmak istiyorsan bizimle kılmadan git" şeklinde değil, "Ya
bizimle kıl, ya da (kavminle de kılacak olursan) namazı onlardan yana hafif
tut" buyurması, ikisinden birine tercihe yönelik bir anlatım değil,
"İstersen hem bizimle kıl, hem de onlara kıldırdığın zaman uzatma, hafif
tut" şeklinde bir uyarı ve tavsiyedir.
Zira 306 nolu Cabir
hadisinin son kısmında şu cümlenin yer aldığı rivayet yoluyla sabit olmuştur:
"Bu ikinci defa kılması onun için tetavvu'dur, kavmi için farz olan vakit
namazıdır." Şevkani: "Bu cümle senet bakımından en racih, mana
bakımından en sahih olanıdır" demiş ve Tahavi'nin: "Bu cümle Cabir'in
zan ve tahminidir" sözüne değinerek: "Böyle bir iddiada bulunmak
merduttur. Çünkü Cabir'in Muaz'la birlikte namaz kıldığı ve bu cümleyi ondan
duyduğu rahatlıkla söylenebilir. Zira Cabir (r.a/) böyle fazla bir hükmü ilave
etmekten hem korkar, hem de huşu' ve aldığı dini kültüre sığmaz."
Kaldı ki, Muaz'm namaz
kıldırdığı şahısların hepsi de sahabi idi. Bunların otuzunun Akabe bey'atine
katılanlar, kırkının da Bedir savaşına iştirak edenler olmak üzere 70 kişi
olduğu söylenir.
Rasulüllah (s.a.v.)
efendimizin: "Bir farz namazı aynı günde iki defa kılmayın" emri, iki
defasında da farz olarak kılınmasını nıen'e yöneliktir. Sonra bu hadisin farz
ve nafile niyetiyle de olsa aynı namazın iki defa kılınmayacağım söylesek bile,
bunun Muaz hadisiyle neshedildiği uzak bir ihtimal değildir.
Çünkü sözü edilen
hadisin hükmünün kaldırıldığına delalet eden bir diğer rivayet mevcuttur.
Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kendi araç ve
eşyanız yanında namaz kıldıktan sonra cemaat mescidine geldiğinizde, onlarla
beraber (aynı) namazı kılın. Çünkü bu ikinci defa kılmanız sizin için nafile
Bu rivayeti ashab-ı
sünen tahric etmiş ve İbn Huzayme bunu sahihlemiştir. Yapılan tesbitlere göre,
Rasulüllah (s.a.v.) bunu hayatının son döneminde Veda Haccı'nda iken
söylemiştir.
Bunun gibi, Rasulüllah
(s.a.v.) efendimizin, kendisinden sonra iş başına geçecek (zalim)
hükümdarların namaz vaktini geciktirerek kıldırdıkları takdirde, müminlerin o
namazı vakit içinde kendi evlerinde kılıp öyle mescide gelmelerini ve o
hükümdarların arkasında aynı namazı nafile niyetiyle kılmalarım tavsiye buyurduğu
da sahih rivayetle sabit olmuştur. [243]
1- Farz
kılanın nafile kılana uyması caiz değildir. Bu İmam Malik ve imam Ebu Hanife'ye
göredir.
2-îmam
Şafii'ye göre: Caizdir. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) zamanında ashab-ı kiramın
böyle yaptığı sahih rivayetle sabit olmuştur. Nitekim Muaz hadisi bunun başlıca
şahidi olarak bulunuyor.
3- Aynı farz
namazı iki defa kılmakta bir sakınca yoktur. Birincisi vaktin, farzı olarak
eda edilmiş olur, ikincisi nafile yerine geçer.
4- Vakit
namazını evinde veya iş yerinde kıldıktan sonra camiye gelen
ve aynı namazın
cemaat halinde kılınmaya başlandığına yetişen kimse, niyet
edip imama uyar ve bu onun için nafile olur. [244]
Farz namazlarda gücü,
kudreti, sağlığı yerinde olan kimsenin niyet, iftitah tekbiri ve kıraat
süresince ayakta durması farzdır. Bununla beraber zorunlu bir sebepten dolayı
ayakta du-ramıyacak olursa, oturduğu yerde, ayakta durup namaz kıldıran kimseye
uymasında bir sakınca yoktur. Aynı zamanda ayakta durup namaz kılan kimsenin
oturarak namaz kılana uyması doğru olur mü? Bu konudaki hadis ve rivayetleri;
fakih müctehidlerin görüşlerini getirdikten sonra mesele açıklığa kavuşturulmuş
olur. [245]
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre: "Peygamber (s.a.v.) efendimiz (vefatına yakın
günlerde) hastalandığı zaman, büründügü bir elbise içinde oturarak Ebu Bekir'in
(r.a.) arkasında namaz kıldı."[246].
Uz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle derni-ştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz vefat ettiği hastalığında oturarak Ebu Bekir (r.a.) m
arkasında namaz kıldı."[247]
Yine Hz. Aişe (r.a.)
den yapılan rivayette, şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz ağrı ve sızıdan şikayetçi olduğu bir halde oturarak namaz
kılarken, arkasında ayakta durup Ona uyan bir cemaat bulunuyordu. Onlara
oturup öyle namaz kılmalarını işaret etti. Sonra namazı bitirince onlara şöyle
buyurdu: 'İmam ancak kendisine uyulsun diye imametlik yapmaktadır. O bakımdan
imam rüku'a varınca siz de varın, başını rüku1 dan kaldırınca siz de kaldırın;
oturarak namaz kılıyorsa siz de oturarak kılın"[248].
Enes (r.a.) den
yapılan rivayette diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz attan düştü ve sağ yanı berelendi. Bunun üzerine
Rasulüllah'ı (s.a.v.) sormak, geçmiş olsun demek üzere yanına girdik. Namaz
vakti de girmiş oldu. Oturduğu yerde bize namaz kıldırdı, biz de Onun arkasında
oturarak namaz kıldık. Namazı bitirince şöyle buyurdu: "İmam ancak
kendisine uyulsun diye imametlik yapmaktadır. O tekbir getirince siz de tekbir
getirin; o secde edince, siz de secde edin; o başını kaldırınca siz de
kaldırın; o (semi'allahu limen hamidehu) deyince, sîz (rabbena leke'1-hamd)
deyin. O oturarak namaz kılınca hepiiniz de oturup namaz kılın."[249]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz Medine'de bir ata bindi ve at Onu bir hurma kökünün üzerine
düşürüverdi. O sebeple Rasuîüllah'ın (s.a.v.) ayağında çıkık meydana geldi.
Biz Onu ziyaret edip sormak üzere kendisine gittiğimizde , Hz. Aişe'ye ait
nıeşrube (elbise, yiyecek ve benzeri şeyler konulan tavansız odacık veya
kiler) de oturmuş olarak teşbih eder (namaza durmak üzere) bir halde bulduk.
Biz de hemen arkasına geçip uyduk. Sesini çıkarmadı. Sonra bir defa daha
geldik, kendisini sorduk ve O oturarak farz namaza başladı. Biz de arkasında
durduk; derken oturmamızı işaret etti, oturduk. Namazı bitirince şöyle buyurdu:
"İmam oturarak namaz kılarsa, siz de oturarak kılın; o ayakta kılacak
olursa, siz de ayakta kılın. Faris halkının kendi ileri gelen liderlerine
yaptıkları gibi yapmayın."[250].
a) Hanefîlere göre: Ayakta duranın, rüku' ve
secde yapıp oturarak namaz kılan kimseye uyması sahihtir, rüku' ve secdeyi
işaretle yerine getiren kimseye uyması sahih değildir[251].
Böylece ayakta durup
namaz kılanın, oturarak namaz kılana uyması caizdir. Nitekim Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz ömrünün son günlerinde rahatsızlığından dolayı oturarak
namaz kılarken o vaziyette cemaat Ona uyuyordu. Ancak İmam Muhammed'e göre bu
sahih değildir. Çünkü ayakta duranın hali kamil, oturanın ise nakıstır.[252]
b) Şafiilere
göre: İmam ayakta durmaya takat getiremezse, oturarak namaz kıldırır. Cemaat bu
vaziyette ona uyar. Bunda bir sakınca
yoktur. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz son günlerinde
oturarak cemâatine namaz kıldınnıştır. Ancak cemaat ayakta durup imama uyar. O
oturarak kıldığı için onlar oturmaz. Rasulüllah'm (s.a.v.) önce buna izin
verdiği, sonra ve-fatına yakın bu hükmü kaldırdığı Hz. Aişe (r.a.) hadisinden
istidlal edilmektedir.[253]
İmam ayakta durmaya
gücü yettiği halde oturarak cemaate namaz kıldırırsa, cemaatin namazı sahih ve
yeterlidir; imam isaet işlemiş olduğundan iade etmesi gerekir.[254]
c)
Hanbelilere göre: Oturarak namaz kılanın arkasında a-yakta durup namaz kılma
hususunda iki husus vardır: Birincisi, cemaatin namazının bu vaziyette sahih
olmadığıdır ki, İmam Ah-med de buna meyletmiştir, Çünkü ona göre: İmam oturmuş
halde ise, cemaat onun arkasında durup namaz kılacak olurlarsa, gerçek anlamda
ona uymamış sayılırlar. Ancak cemaat de imam gibi oturarak kılarsa, o takdirde
sahih olur.
Aynı zamanda imam
ayakta durmaya gücü yettiği halde oturarak namaz kıldırırsa, ayakta duranlar
ona uymaz.[255]
d)
Malikilere göre: İmam Malik'ten yapılan iki rivayetten birinde, ayakta duracak
kadar kudreti olan kimsenin, oturarak namaz kılana uyması sahih değildir.
İmam Malik ve İmam
Muhammed b. Hasen bu konuda şu hadisle istidlal ve ihticac etmişlerdir:
"Benden sonra artık hiç kimse, oturarak imama uymasın!"
Bu hadisi Darekutni
tahric etmiştir. Çünkü ayakta durmak namazın rükünlerinden biridir. Bu rüknü
yerine getirmeye kudreti yeten kişinin, kudreti yetmeyen kişiye uyması sahih
olmaz.[256]
313 nolu Enes ve 314
nolu Hz. Aişe hadisi sahihtir. Her iki rivayet de Ebu Bekr'in imam olduğuna
açık biçimde delalet etmektedir.
315 nolu Hz. Aişe
hadisi de sahih kabul edilmiştir. 316 nolu Enes ve 317 nolu Cabir hadisi fakih
imamlar ve diğer hadis âlimleri tarafından sahih kabul edilmişse de, İmam
Şafii'ye göre, bunların hükmü kaldırılmış, yani neshedilmiştir. Zira
Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz vefatından birkaç gün önce, bir rivayete göre,
bir gün veya iki gün evvel oturarak da olsa öne geçmemiş, Ebu Bekr'in imam
olmasını emretmiş ve kendisi de oturmuş bir halde ona uyarak namazını
kılmıştır.
Fakih müctehidlerin
çoğu ise, bu hadislerle istidlal edip oturarak namaz kıldırmak zorunda olan
imama, ayakta durup uymanın sahih olduğunu belirtmişlerdir. Nitekim îshak,
Evzai, İbn Münzir ve Davud ez-Zahiri de aynı görüşü izhar etmişlerdir. Cumhur
da aynı görüştedir.
Muhaddis Abdurrezzak
ise şöyle demiştir: "İmam ne kadar oturarak namaz kıldırdıysa, cemaatin de
oturarak kıldığını gördüm, bunun aksini müşahede etmedim. Bu, birçok kanaldan
rivayet edilen bir sünnettir. İbn Hibban da ismi geçen üç saha-biden aynı
rivayeti yapmıştır. Ashabdan bunun hilafına bir rivayet yapılmamıştır.[257].
Tabiin'den de aynı
görüş Cabir b, Zeyd ve Ebu'ş-Şa'şa'den rivayet edilmiş ve onlardan buna
muhalefet eden çıkmamıştır. Yani imam oturarak namaz kıldırmak zorunda kalırsa,
cemaatin de oturarak ona uyması gerekir.
Kadı Iyaz ise,
"Rasulüllah'dan (s.a.v.) sonra hiç kimsenin oturarak namaz kıldıran imama
oturarak uyması sahih ve caiz olmaz, o ancak Rasulülîah'a (s.a.v.) has bir hal
idi." demiştir.
Şa'bi'nin Cabir'den
rivayet ettiği ve Darekutni'nin tahricde bulunduğu: "Benden sonra hiç
kimse oturarak imama uymasın!" mealindeki hadise gelince: Bunun üzerinde
hayli durulmuş ve ravi Cabir el-Cu'fî'nin metruk olduğu söylenmiştir. Seçkin
ilim adamlarından bir kısmı bu zatı tezkiye etmiş ve güvenilir olduğunu
belirtmişlerdir. Muhaddis Yahya'nın ise onun rivayetlerini terkettiğini
Abdullah b. Ahmed bildirmektedir. İmam Ebu Hanife'de onun çok yalancı bir kimse
olduğuna dikkat çekmiştir. Nesai onun metruk olduğunu söyleyenler arasında yer
almıştır.[258].
Sonuç olarak Cabir İn
hadisiyle istidlal ve ihticacm uygun olmadığı ortaya çıkıyor ve böylece İmam
Şafii ile İmam Muhammed'in delillerinin zayıf olduğu ağırlık kazanıyor. [259]
1- Ayakta
duranın, oturarak namaz kılana uyması sahihtir; şu şartla ki, bu durumda olan
imamın rüku' ve secdeyi doğrudan yerine getirmesi gerekmektedir.
2- Oturarak
namaz kılan, fakat rüku' ve secdeyi işaretle yerine getiren imama, ayakta
durup rüku ve secde yapma kudreti olan
cemaatin uyması sahih olmaz.
Bu iki görüş de
Hanefüere aittir.
3-
Rahatsızlığından dolayı oturarak namaz kıldıran imama uyanlar, oturarak değil,
ayakta durarak uyarlar. Bu, İmam Şafii'nin görüşüdür.
4- İmam gücü yettiği halde ayakta durmayıp
oturarak namaz kıldırırsa, ona uyan cemaatin namazı tamamdır, imamın namazı
ise sahih değildir, iade etmesi gerekir. Bu da İmam Şafii'nin içtihadıdır.
5- Oturarak
namaz kıldıran imama ayakta durup uymak sahih değildir. Bu, Ahmed b.Hanbel'in
görüşüdür. İmam Malik de aynı görüştedir.
6- Evzai, Zahiri ve Ishak'a göre, imam oturarak
namaz kıldırıyorsa, cemaatin de oturması gerekir. Ashab ve Tabiin zamanında da uygulama böyle
idi. [260]
"Su ile abdest
alanm, toprak ile teyemmüm edene uy ması.." "Müteveddi"'
sıfattır, genellikle su ile normal ölçülere ve kurallara göre abdest alan
kimse hakkında; "müteyemmim" ise, herhangi bir sebepten dolayı su
bulamayan veya su bulunduğu halde onu kullanamayan ve o yüzden namaz için
toprağa ellerini sürmek suretiyle teyemmüm eden kimse hakkında kullanılır.
Bu durumda olan kimse,
su ile abdest alan kimsenin önüne geçip imamlık yapabilir mi? Yani müteveddi'in
müteyemmime uyması sahih ve caiz olur mu?
Konuyla ilgili hadisleri
ve müctehid imamların görüş ve tes-bitlerini nakledince bu sorunun da cevabı
verilmiş olacak. [261]
Tabiinden Said b.
Cübeyr'den yapılan rivayette, İbn Abbas (r.a.) beraberinde Rasulüllah'ın
(s.a.v.) ashabından birkaç zat olduğu halde bir seferde bulunuyorlardı. Ammar
b. Yasir (r.a.) da onların arasında idi. Peygamber'e (s.a.v.) olan yakınlığı
dikkate alınarak namazda öne geçiriliyor, imamet hizmetini o yerine
getiriyordu.
Bir gün yine Ammar
(r.a.) arkadaşlarının önüne geçip imam olarak namaz kıldırdıktan sonra gülerek
onlara şu haberi verdi: Kendisine ait Rum asıllı cariyeyle yattığı ve o yüzden
cünüp olduğu, ancak teyemmüm ederek namaz kıldırdığını söyledi.[262]
Buna benzer bir olay
da Amr b. As (r.a.) m başından geçmiştir. Şöyle ki: Amr (r.a.) bir grup ashabla
birlikte Zatü's-Selasil gazvesi sebebiyle seferde bulunurlarken Amr gece uykuda
ihtilam oluyor ve hava çok soğuk olduğundan su ile yıkanmaya cesaret edemiyor
ve o sebeple teyemmüm ederek sabah namazını kıldırıyor.
Medine'ye döndüklerinde
durum Hz. Peygambere (s.a.v.) ar-zediliyor. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.)
ona: "Ya Amr! Cünüp olduğun halde mi ai'kadaşlanna namaz kıldırdın?"
diye sorunca; o şöyle diyor: "Ya Rasulallah! Hava soğuktu. Allah ise
kendinizi öldürmeyiniz buyurmaktadır."
Amr'm bu cevabına
Rasulüllah (s.a.v.) tebessüm etti ve başka bir şey demedi.[263]
a)
Hanelilere göre: Müteveddi'in müteyemmime uyup namaz kılması caizdir. Çünkü
j)u konuda toprak suyun yerine geçmekte ve aynı hükmü almaktadır. O bakımdan bu
ikisiyle de namazın şartı vücut bulmuş oluyor.[264].
b) Şafülere
göre: Müteveddi'in müteyemmime uyup namaz kılması sahihtir. Zira her ikisi de
nass-ı kur'an ve sünne-ti Rasulüllah
ile sabit olmuştur.[265].
c) Hanbelilere göre: Şafiilerle aynı
görüştedirler; yani su ile abdest alan kimsenin suyu kullanamayan veya
bulamayan ve fakat toprak ile teyemmüm eden kimseye uyup namaz kılması caizdir.[266].
Hanefilere göre,
teyemmüm mutlak bedeldir; yani zaruri bir kayıt olmaksızın abdest yerine
geçmektedir. Şafiiler ise, onların hilafına bir yorumda bulunmuşlar ve
teyemmümün zaruri bedel olduğunu belirtmişlerdir. O bakımdan bu mezhebe göre
vakit girmeden teyemmüm edilmez.
d)
Malikilerin bu konuda açık bir ictihad ve görüşlerini tes-bit edemedim. Ancak
Şahmın, el-Müdevvenetü'1-Kübra'da imam Malik'in şöyle dediğini îbn Kasım'dan
nakletmektedir: "Yolculuk halinde bulunan adam, yanında yetecek kadar su
yoksa, beraberinde taşıdığı eşiyle veya cariyesiyle cinsel temasta bulunmaz.
Ancak suyu kullanmaya engel bir yara veya hastalık söz konusu ise, o takdirde
su bulunmasa bile cinsel temasta bulunması caizdir. İbıı Şihab da aynı görüşü
izhar etmiştir.[267]
îbn Abbas (r.a.) den
yapılan rivayetin isnadı sahihtir. O bakımdan fakih müctehidlerin önemli bir
kısmı onunla istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.
Amr b. As hadisi de
sahih kabul edilmiş ve ihticaca elverişli sayılmıştır.
Onun bu hadisini
kuvvetlendiren bir diğer hadisi Darekutni, Bera' b. Azıb'den rivayetle,
Rasulüllah'm (s.a.v.) şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"İmam Öne geçip
cemaate namaz kıldırır ve abdestsiz olduğunu hatırlarsa, cemaatinin namazı kafi
gelir, onun ise iade etmesi gerekir."
Ne var ki, bu hadisin
isnadında Cüveybir b. Said bulunu-yor ki bu zat zayıf ve metruktür. Aynı
zamanda isnadında inkıta' da vardır.[268].
Yine bu manada sahih
bir rivayeti Ebu Davud'da görüyoruz ki, îbn Hibban onu sahihlemiştir; Beyhaki
de aynı tesbitte bulunmuştur: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz sabah
namazına başladı, sonra eliyle cemaate işaret ederek yerinizde bekleyiniz
diyerek ayrıldı, az sonra saçlarından su damladığı halde gelip namazı kıldırdı.
Sonra şöyle buyurdu: "Ben <Je ancak sizin gibi bir beşerim; doğrusu
cünüp idim (hatırlayınca gidip guslettim ve geldim.)"
Müteyemmimin
müteveddi'e imam olmasının caiz olmadığını ileri süren fakihler ise, şu hadisle
istidlal etmişlerdir; "Müteyemmim müteveddi'lere imamlık yapmasın!"
Ancak bu hadisin zayıf
olduğu anlaşılmış ve o bakımdan ihticaca salih görülmemiştir. [269]
1- Su bulunmadığı veya bulunduğu halde kullanma
imkanı olmadığında namaz için toprakla teyemmüm etmek meşrudur. Bu, kitap,
sünnet ve icma' ile sabit olmuştur.
2-
Müteveddi'in müteyemmime uyması sahih ve caizdir..
3- Mukim kimse su bulamadığı için teyemmüm
ederse, ab-destli olan kimsenin ona uyması sahih olmaz. Çünkü o adamın ileride
su bulunca kıldığı namazı iade etmesi gerekir. Bu, imam Şafii'ye göredir. Ancak
seferi haldeyse veya bir hastalıktan dolayı su kullanamıyorsa, o takdirde müteveddi'in
ona uyması sahih olur.
4-
Hanefılere göre, Teyemmüm mutlak anlamda abdeste bedeldir. Şafiilere göre,
zaruri bedeldir.
5-
Malikiîere göre, yolculuk halinde bulunan adam, yanında gusledecek suyu yoksa
ve te'min de edemeyecekse, beraberinde taşıdığı eşiyle veya cariyesiyle cinsel
temasta bulunmaz.
6- Abdest
nasıl namazın şartlarından biriyse, onun yerine geçen teyemmüm de namazın
şartlarından biri sayılır.[270]
imamın, namazda
kendisine uyulan kimse olduğundan cemaatin Önünde birinci saffin ortasına denk
gelecek şekilde durması söz konusudur. Bu düzenleme cemaatin hem imamı görüp
hareketlerini izlemesi, hem de sesini daha rahat duyması bakımına yönelik
olduğu gibi, uyulan kimse olması bakımından da önemlidir.
Bunun gibi imamın
arkasında durup ona uyan cemaatin nasıl bir sıra tertiplemeleri sünnettir? Zira
cemaatin düzenli saf halinde durması, İslam'ın her hususta disipline önem
veren, düzenden yana olan bir din olduğunun başka bir göstergesi sayılır. [271]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"İmamı ortalayın
ve (safta) aranızdaki boşlukları kapayınız."[272]
Ebû Mes'ûd el-Ansan
(r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz namazda omuzlarımıza
dokunurdu da şöyle buyururdu: "Saflarınızı düzgün tutu-
nuz, farklı şekilde
durmayın, sonra kalpleriniz de farklılaşma gösterir. Sizden ergen aklı başında
olanlar arkamda yer alsın; sonra da sırayla diğerleri onların arkasında,
diğerleri de onların arkasında saf olup yerlerini alsınlar"[273].
îbn Mes'ud (r.a.) den
yapılan rivayete göre, peygamber (s.a.u.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden ergen
olup aklı melekesi yerinde olanlar arkamda yer alsın. Sonra da sırasıyla
diğerleri onların arkasında ve sonra da diğerleri de onların arkasında saf
olup yerlerini alsınlar. Bir de sokak, çarşı ve pazarlardaki gürültü, patırtı,
sürtüşme ve çekişmeden sakının"[274].
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan ıi.vayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Erkek saflarının
hayırlısı, önde olanıdır; şerli olanı da sonda olanıdır. Kadın saflarının
hayırlısı, sonda olanıdır; şerlisi ise, önde olanıdır."[275]
a)
Hanefîlere göre: İmamdan başka üç kişi olursa, imam öne geçer, onlar onun
arkasında bir saf olur. Zira hem Rasulüllah (s.a.v.) böyle yapmıştır, hem de
ümmetin ameli bu doğrultuda ce-reyan etmiştir.
İmamın, arkasındaki
saffın ortasına denk gelecek şekilde durması sünnettir. Onların sağında, ya da
solunda durursa caizdir, ancak isaet etmiş olur. Bunun cevazına gelince: Böyle
yapmak doğrudan rükünlerle ilgilidir ki o da gerçekleşmiş oluyor. İsaete
gelince: Cemaatin sağ veya sol tarafına gelecek şekilde durmasiyla mütevatir
olan sünneti terketmiş bulunuyor.[276]
b) Şafîilere göre: İmamın yeri, kendisine uyan
cemaatin Önüdür, ona uyan ister bir kişi, ister birden fazla olsun.. O bakımdan imama uyan iki kimse ise, imam
onların önünde durur, onlar da imamın arasında saf olup dururlar.
imama uyanlardan bir
kısmı imamın önünde yer alırlarsa, kılman bu namaz imam ve yan taraftarıyla
arkasında olanlar için kafi gelir, ama Önüne geçenler için kafi gelmez. Çünkü,
imamın kendisine uyanların önünde veya hizasında durması sünnettir.[277].
c)
Hanbelilere göre: Sünnet odur ki, imama uyanlar onun arkasında dururlar. Eğer
imamın önünde dururlarsa, bu sahih olmaz. Malikilere göre sahih olur.
İmama uyan bir adam
olursa, imamın sağ arkasında durur, iki adam olursa, tam arkasında yer alıp
durular.[278]
d)
Malikilere göre: Cemaatin imamın önüne taşması sakıncalı değildir. O bakımdan
imama uyanların öne taşıp onun önünde duracak olurlarsa, namazları yine sahih
kabul edilir. Çünkü bövle yapmak, iktidae (yani imama uymaya) engel değildir.[279].
333 nolu Ebu Hüreyre hadisi hakkında Ebu Davud ve
el-Münzeri susup bir şey dememişlerdir.
Nesai ise, bunun salih olduğunu belirtmiştir. İsnadında Yahya b. Beşir b.
Hallad bulunuyor. İbn Kattan onun meçhulü'1-hal olduğuna dikkat çekmiştir.
Abdülhak ise onun bu isnadının kavi olmadığını söylemiştir.[280]
334 nolu .Ebu Mes'ud hadisini Ebu Davud tahric
etmiştir. İstidlale salıhtir
335 nolu İbn Mes'ud
hadisini Tirmizi rivayet ettikten sonra hasen-garip olduğunu belirtmiştir. İbn
Seyyidin-nas ise, bu hadisin sahih ve ravisi Halid b. Mehran'm sıka
(güvenilir) olduğunu söylemiştir. Zira hadisin birçok şahitleri vardır. İmam
Müslim'de onun sahih olduğuna hükmetmiştir.
Bu konuda Taberani
el~Kebir'de Semüre (r.a.) den şu hadisi nakletmiştir: 'Muhacirlerle Ansarın
arkasında bedeviler dursun ki namazda onlar (bu iki) zümreye uysunlar."
Bunun gibi
Darekutni'nin İbn Abbas (r.a.,) den yaptığı rivayette, Rasulüllah'ın (s.a.u.)
şöyle buyurduğu belirtilmiştir: "Birinci safta bedeviler, Arap olmayan
yabancılar ve bir de henüz ergen olmamış (temyiz çağındaki) çocuklar öne
geçmesin! Ancak bu hadisin isnadında Leys b. Ebi Süleym bulunuyor ki, bu zat
zayıftır.[281] Yahya b. Main ve Nesai
onun zayıf lduğunu belirtirlerken, İbn Hibban onun ömrünün sonuna doğru
hafızasının zayıfladığını ve rivayetleri birbirine karıştırdığını söylemiştir.
Bunlara karşın, Abdülvaris onun ilim kabı olduğuna değinerek övgüde
bulunmuştur.[282]
1- İmamın,
saffin ortasına denk gelecek şekilde önde durması sünnettir.
2- İmamın
arkasında yalnız bir adam bulunursa, onun sağ gerisinde durması sünnettir. İki
veya daha fazla kimse bulunursa, tam arkasında saf olup durmaları sünnettir.
3- İmamın
arkasında birinci safta ergen olup aklı eren kimselerin durması müstehabdır. O
bakımdan İslam fıkhını bilen alimlerin birinci safta yer almasına dikkat
edilmelidir.
4- Cemaatin,
imamın tam hizasında durması halinde, namazları sahih sayılır. Bu, İmam
Şafii'ye göredir.
5- Cemaatin
imamın önüne taşması caiz değildir. Bu üç mezhebe göredir. İmam Malik'e göre,
taşmalarında bir sakınca yoktur.
6- Safların
düzgün tutulması ve arada boşluk bırakılmaması sünnettir,
7- Saf
dışında durup imama uymakta kerahet vardır. İmam Malik'e göre kerahet yoktur. [283]
Namaz ibadeti insana
kişilik kazandırdığı gibi, saygılı olmayı, büyüklerin yerini ve kadrini
bilmeyi, küçükleri sevip korumayı ve birlik, beraberlik olmayı Öğretir.
O bakımdan cemaat
halinde namaz kılarken sınıf farkı kalkmakta; herkes Cenab-ı Hakk'ın huzurunda
ve yanında kul olma düzeyinde eşit bulunmaktadır. Ancak bundan bir önceki
konuda belirttiğimiz gibi, aklı eren ergen kişilerin ön safta yer alması tavsiye
edilmiştir. Bu tabirden maksat, namaz ahkamını daha iyi bilip konulara daha
çok aklı erenler kasdedilmektedir. Zira imamın yanılması halinde bu kişilerden
birinin hemen onun yerini işgal etmesi, yani biraz öne geçip imamlık yaparak
namazı tamamlaması söz konusudur., Şayet bu kimseler arka saflarda kalır ve
imamın bir sebepten dolayı namazı olduğu yerde bırakması gerekirse, ehil
olmayan kimselerin öne geçmesi durumu hasıl olur.
Kadınlara gelince,
onların erkeklerin yanında veya önünde bulunmasının birtakım sakıncaları
vardır. En azından şehveti tahrik etme söz konusudur. O bakımdan, onların erkek
ve temyiz çağma girmiş çocukların gerisinde durmaları gerekmektedir. [284]
Ahdıırrahman b.
Gunm'den, onun da Ebi Malik el-Eş'ari'den, yaptığı rivayete göre, Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz, dört rek'atte kıraat ve kıyam hususunda eşitlik sağlardı:
"Birinci rek'ati diğerlerinden biraz uzun tutardı, ta ki insanlar
(cemaate katılanlar) sevaba nail olsunlar... Erkekleri, (temyiz çağına girmiş)
çocukların önünde bulundururdu.
Kadınların da o
çocukların gerisinde durmasını
sağlardı."[285]
Ebu Davud ise bu
hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:
"Size
Rasulüllah'ın (s.a.v.) namazından haber vereyim mi? Namaza ikamet edilip
durulurken, erkekler saf olup yerlerini alır, çocuklar da onların arkasında saf
olup yerlerini alırlardı."
- Enes (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen
diyor ki:
"Nenem Müleyke,
yapıp hazırladığı yemek için Ra-sulüllah'ı (s.a.v.) davet etti. Rasulüllah
(s.a.v.) yemeği yedikten sonra şöyle buyurdu: "Kalkınız size namaz
kıldırayım." Bunun üzerine, uzun süre beklemesinden dolayı kararan bir
hasırımız vardı, üzerine su döküp (temizledim). Rasulüllah (s.a.v.) o hasırın
üzerine gelip durdu; ben ve bir yetim çocuk da peygamber'in (s.a.v.) arkasında
durduk. Yaşlı kadın da bizim arkamızda durdu. Rasulüllah (s.a.v.) bize iki
rek'at namaz kıldırıp ayrıldı."[286]
Yine Enes (r.a.) den
yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Ben, evimizdeki yetim çocuk
Rasuliillah'ın (s.a.v.) arkasında namaz kıldık. Annem Ümmü Süleym de bizim
ar-kamızda durdu."[287]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Erkeklerin saflarının hayırlısı, önde olanıdır, şerli olanı da sonda
olanıdır. Kadınların saflarının hayırlısı, sonda olanıdır; şerli olanı ise,
önde olanıdır."[288]
a)
Hanefiiere göre: İmamla birlikte bir tek kadın bulunursa, imamın arkasında
durur. Bir erkek, bir de badın bulunursa, erkek, imamın sağ tarafında, kadın da
arkasında durur. İki erkek, bir kadın olursa, erkekler imamın tam arkasında,
kadın da onların arkasında durur.
Cemaat birçok erkek,
kadın ve ergenlik çağma yaklaşmış çocuklardan oluşuyorsa, erkekler imamın
arkasında saf olup dururlar, onların arkasında çocuklar, onların da-arkasında
kadınlar durup imama uyarlar,[289].
b) Bu konuda
Şafîilerin içtihadı, Hanefîlerinkinin bir benzeridir; yani onlar da yukarıda
belirtilen tertip üzere cemaatin saf bağlamasını belirtmişlerdir.[290]
c)
Hanbeliler de aynı görüş ve içtihadı izhar etmişlerdir.[291].
d)
Malikilere göre: Erkek ve kadınların birarada karışık vaziyette namaz kılmaları
mekruhsa da, bu yüzden kimsenin namazı bozulmaz, hepsinin de namazı
tamamlanmış kabul edilir. İade etmelerine gerek yoktur.[292].
Bununla beraber
yukarıda belirtilen tertip üzere saf bağlayıp imama uymaları sünnete daha
uygundur. [293]
344 nolu Ebu Malik
el-Eş'ari hadisi Hakkında Ebu Davud ve el-Münzeri susup bir şey beyan
etmemişlerdir. Ancak isnadında Şehr b. Havşeb bulunuyor ki bu zat hakkında söz
söyleyenler olmuştur: îmam Ahmed, "O, Esma bint Yezid'den birçok hasen hadis
rivayet etmiştir" derken, İbn Main onun sıka (güvenilir) olduğunu
söylemiştir. Ebu Hatim ise, "Onun rivayetiyle ihticac edilmez"
diyerek güvenilir olmadığına işarette bulunmuştur. Ne-sai ve îbn Adiy'e göre,
kavi değildir.[294]
345 ve 346 nolu Enes hadisleri sahihtir ve
ihticaca elverişlidir.
347 nolu Ebu Hüreyre
hadisi de sahihtir ve aynı zamanda kadınların saf olup gerek erkek imama tabi'
olmalarının, gerekse kendi aralarında saf bağlayıp cemaat halinde namaz
kılmalarının, caiz olduğuna delalet etmektedir.
Hadiste safların
hayırlısı ve şerlisi diye bir anlatım tarzı bulunuyor. Burada hayırlı
olmasından maksat, fazilet ve sevaptır; şerli olmasından maksat, faziletin terk
edilmesidir. [295]
1- İmamla
birlikte cemaat olarak bir tek erkek bulunursa, imamın sağ gerisinde durması
sünnettir.
2- İmamdan
başka cemaat olarak sadece bir erkek, bir de kadın bulunursa, yine erkek imamın
sağ gerisinde, kadın da imamın arkasında durur.
3- İmamla
beraber iki erkek, iki de kadın cemaat bulunursa, erkekler imamın arkasında,
kadınlar da erkeklerin arkasında durur.
4-
Cemaat erkek, kadın
ve ergenlik çağına yaklaşmış çocuklardan oluşuyorsa, erkekler
önde saf olup dururlar. Onların arkasında çocuklar; çocukların arkasında ise
kadınlar saf olup dururlar. Sünnet bu tertibi amirdir.
5- Erkekle
kadınlar karışık vaziyette saf olup imama uyarlarsa, fıkıhta belirtilen
şekilde erkeklerden bir kısmının namazı bozulur. Bu üç imama göredir. İmam
Malik'e göre, hiçbirinin namazı bozulmaz.
6- İmanım
arkasında yalnız kadınlar cemaat olup namaz kılabilirler. Bunda bir sakınca
yoktur. Ancak bir kadının veya iki kadının yalnız olarak mahremleri yokken
imama uymaları mekruhtur. Çünkü bu durumda birtakım şüpheler doğabilir. [296]
Namaz mümkün olduğu
kadar sadelik, şatafattan uzaklık, uyum ve ahenk isteyen bir ibadettir. Çünkü
böyle bir ibadetle insan Allah'a kul olmanın şuuruyla mahviyet ve muhtaçlığını
dile getirmekte, tevazuun en güzel örneğini sergilemektedir. Ö bakımdan imamla
cemaatin aynı seviyede bulunup cemaat halinde namaz kılmaları çok daha uygun
olur. Bununla beraber bazı sebeplerden dolayı birinin yüksekçe yerde bulunması
cemaat olmaya engel teşkil etmez. [297]
Hemmam'dan yapılan
rivayette, adı geçen diyor ki:
"Hz. Huzeyfe
(r.a.) Medain'de[298] bir
dükkan (veya yüksekçe bir yer) üzerinde durup namaz kıldırmaya başladı. Bunun
üzerine Ebu Mes'ud (r.a.) onun entarisinden tutup çekti. Huzeyfe (r.a.)
namazını tamamlayıp cemaate dönünce, Ebu Mes'ud (r.a.) ona: "Onların
(imam ve cemaatin) bundan men'edildiğini bilmiyor musun?" dedi. O da:
trEvet sen beni tutup çekince hatırladım" diye cevap verdi"[299]
İbn Mes'ud (r.a.) den
yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz, imamın, arkasında namaz kılmak üzere insanlar olduğu halde
(yüksekçe) bir yer üstüne çıkmasını men'etmiştir."[300].
Sehl b. Sa'd (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) efendimiz, (mescid'e) ilk konulduğu gün çıkıp minberin üzerine oturdu
ve o vaziyette iken tekbir getirerek (namaza başladı). Sonra rüku'a vardı,
arkasından oradan inip gerisin geri çekilerek secde etti. İnsanlar da onunla
birlikte secde etti. Sonra (yerine) döndü, ta ki (namazını tamamlayıp) bitirdi
ve şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Bunu ancak bana uy asınız ve namazımı
Öğrenesiniz diye böyle yaptım."[301]
Ebu Hüreyre (r.a.) mescidin
damında durup (mescidin içindeki) imama uyarak namaz kıldı.
Enes (r.a.) ise,
Basra'da Ebu Nafi'in evinde mescidin sağ tarafıyla birleşen bir insan boyu
yükseklikteki gurfe (sahanlık, balkon) de -ki kapısı mescide bakar durumda
idi- durup imama uydu.[302]
a)
Hanefilere göre: Bir veya birkaç kişi mescidin damında durur, imam da mescidin
içinde cemaatin önünde bulunur ve dam ile mescidin iç kısmı arasında bir kapı
veya benzeri bir açıklık olursa, onların imama uyup namaz kılmaları sahih olur.
Bu durumlarda imamın
kıraat ve diğer rükünlerini tam anlamıyla takip edebildikleri takdirde hüküm
böyledir. Aksi halde namazları sahih olmaz.[303].
b) Şafiilere göre: İmamın kendisine uyan
cemaatin bulunduğu yerden yüksekçe bir yerde durması veya cemaatin ondan yüksekçe
bir yerde durup uyması mekruhtur. Ancak ortam ve yer bunu gerektiriyorsa bunda
bir sakınca yoktur.[304]
c)
Hanbelilere göre: İmamın kendine uyan cemaatten yüksekçe bir yerde durup namaz kıldırması mekruh
değildir. İmam Ahmed bu konuda Sehl b. Sa'd hadisiyle istidlal etmiştir. Ayrıca
Ammar b. Yasir'in yüksekçe bir yerde durup namaz kıldırmasını hüccet olarak
almışlardır. Ancak bu yüksekliğin fazla olmaması uygun olur.[305].
d) Malikilere göre: İmamın kendisine uyanların
bulunduğu yerden yüksekçe bir yerde durup namaz kıldırması, ister onlara öğretmek için olsun, ister
başka bir sebepten olsun- mekruhtur.
İmam Evzai'nin de içtihadı budur.[306]
354 nolu Hemmam
hadisini İbn Huzeyme, îbn Hibban ve el-Hakim sahih lemislerdir. Ebu Davud bu
hadisi bir başka vech ile rivaye" ederken, imamın, Ammar b. Yasir ve onu
tutup eteğinden çekenin de Huzeyfe olduğunu belirtmiştir. Bu rivayet hem
nıer-fu'dur, hem de isnadında bir meçhul vardır. O bakımdan bizim baş kısma
naklettiğimiz rivayet daha sağlam ve daha kuvvetlidir.[307].
355 nolu îbn Mes'ud
hadisini Hafız et-Telhis'te zikretmiş, fakat sıhhati üzerinde bir şey demeyip
susmuştur.
Ebu Hüreyre'ııin
yüksekçe yerde durup imama uyması hakkındaki rivayete gelince: Onu İmam Şafii
ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Buharı ise onu ta'likan zikretmiştir.
Hemmam ve İbn Mes'ud
hadisi dışında kalan rivayetlerin hemen hepsi gerek imamın, gerekse cemaatin
yüksekçe bir yerde durı.p namaz kılmasının sahih olduğuna delalet etmektedir.
Hemmam rivaj'eti ile İbn Mes'ud hadisi ise, bunun mekruh olduğunu
göstermektedir.
Yüksekliğin nisbeti
üzerinde birtakım farklı görüşler izhar edilmişse de fakih müctehidlerin çoğuna
göre, cemaatin imamın durumunu bildiği takdirde fazla yükseklikte bir sakınca
yoktur. Cami dışında imamın en çok bir adam boyu yükseklikte bulunmasında,
cami içinde ise bir boydan yüksek yerde durmasında kerahet'olmadığı ağırlık
kazanmıştır. [308]
1- înıaımn
durduğu yerle cemaatin durduğu yer arasında, 'mamın durumunu bilmeye engel bir
şeyin olmaması gerekir. Aksi halde imama uyma gerçekleşmez.
2- imamın
bulunduğu yerin, cemaatin bulunduğu yere nis-betle yi' «sek olmasında bir
sakınca yoktur. Aynı zamanda cemaatin bulunduğu yerin imamın bulunduğu yere
nisbetle yüksek olması da böyle...
3- O balamdan günümüzdeki cami ve mescidlerde
bulunan mahfil ve benzeri yüksekçe kısın, larda durup imama uymakta bir sakınca
yoktur.
4- Cami
bitişiğindeki dükkan veya ev gibi bir yerin damında veya balkonunda durup
camideki aıama uyaVîmek için, arada
açık bir kapı veya benzeri bir mfenıezin bulunması ve oradan camiye geçme
imkanının mevcut Cuması şarttır. Aksi ha/de orada durup camideki imama uymak
sahih olmaz.
5- İmam Malik*/ göre, imamın yüksekçe yerde
durup namaz kıldırması mekruhtur
6-
Resulülteh (.s.a.v.) efendimizin minber üzerinde durup namaz kıldırmam ?e secde için inip yerde secde etmesi,
kendisine has bir durumdur. Nitekim O da bunu sırf talim için bir defa
yapmıştır. [309]
Şüphesiz mü'minin
namaz kıldığı yer, ahirette onun lehine şehadette bulunur. Hem namaz kılan
mü'min vefat edince, namaz kıldığı yer onun için ağlar.
Sonra da cemaatle
kılman namazda, imam selam verince sünneti mihrabın ya sağma, ya soluna biraz
kayarak, ya da biraz geriye çekilerek kılması; cemaatin de yer müsaitse boş
bulduğu yere kayıp sünneti orada kılması müstehabdır. Çünkü bu durumda
dışarıdan yeni gelenler, farzın kılındığını anlar ve ona göre uygun yer seçip
namazlarım kılarlar. [310]
Muğire b. Şu'be (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
'İmam, farzı kıldığı
yerde (sünneti) kılmaz; oradan biraz (sağa, sola veya geriye) çekilerek
kılar."[311].
Ebu Hüreyre (r.a.)
den-yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz
(farz) namazı kılınca biraz öne veya geriye kaymaktan veya biraz sağma veya
soluna çekilmekten aciz mi-dir?"[312]
veya "acizlik duyar mı?" [313]
a) Hanefilere göre: Kılman farzdan sonra sünnet
namaz varsa, artık kişinin o yerde oturması mekruhtur. Bu kerahet, hem Ebu
Bekir, hem de Ömer (r.a.) den rivayet edilmiştir. Bu daha çok imam hakkında söz
konusudur. Ona uyanlara gelince: Hanefilerin fakihlerinden yapılan rivayete
göre, farz namazı kıldıkları yerden sünnet namaz için ayrılmaları, yani başka
bir yana kaymaları söz konusu değildir. Yani aynı yerde sünneti de kılmalarında
bir sakınca yoktur.[314].
b) Şafîilere göre: Sünneti kılmak için farz
kıldığı yerden ayrılıp başka yerde kılması sünnettir. Bunun efdalı, ayrılıp sünneti evinde kılmasıdır. Ancak arkalarında namaz kılan kadınlar
bulunuyorsa, onlar namazlarını kılıp tamamlayıncaya kadar erkeklerin farzdan
sonra kalkmayıp onları beklemeleri sünnettir. Camide bulunuyorsa, farzdan sonra
sünneti de camide kılmak istiyorsa, sağ tarafına kayması daha uygundur.[315]
c) Hanbelilere göre: İmamın farz kıldığı yerde
sünnet kılması mekruhtur. İmam Ahmed'in kesin görüş ve içtihadı budur. Nitekim
Ali b. Ebi Talib (r.a.) de böyle söylemiştir. İmama uyanlara gelince: Farz
kıldıkları yerde sünnet kılmalarında bir sakınca yoktur. Nitekim İbn Ömer
(r.a.) da böyle yapmıştır.[316].
363 nolu Muğire b.
Şu'be hadisinin isnadında Ata' el-Horasani bulunuyor ki bu zat, Muğire b.
Şu'be'ye (r.a.) ulaşmamıştır. Nitekim Ebu Davud da böyle tesbitte bulunmuştur.
el-Münzeri bunu doğrulayarak şöyle diyor: "Doğrusu Ata el-Horasani hicri
50. yılda doğmuş ki Hz. Muğire o yılda vefat etmiştir" el-Hatib de
"İlim adamlarının bu tesbitte icma'ı vardır" diyerek olayı
doğrulamıştır.
364 nolu Ebu Hüreyre
hadisinin isnadında İbrahim b. İsmail bulunuyoı k', Ebu Hatim er-Razi onun meçhul olduğunu belirtmiştir. Buharı de
onun nafile namazla ilgili hadisi sabit değildir demiştir.[317].
Bu iki hadiste de bazı
tesbit ve şüpheler izhar edilmekle beraber, fakih imamların çoğu onlarla
istidlal etmişlerdir. [318]
1- İmamın
farz namazı kıldırıp selam verince, bulunduğu yerden sağa veya soîa kayıp öylece sünnet namazı kılması
sünnettir veya müstehabdır.
2- İmama
uyanlar da, bulundukları cami veya mescidde yer müsaitse, sünneti başka yerde
kılarlar; bunun onlar hakkında müstehab olduğunu söyleyen fakihler vardır.
Bununla beraber farzı kıldıkları yerde sünneti de kılmalarında bir sakınca
yoktur. [319]
Bilindiği gibi namazın
birtakım şartları ve rükünleri vardır. Onları yerine getirmek farzdır. Aksi
halde kılınan namaz sahih olmaz. Ancak hasta olan kimsenin o farzlardan birini
veya birkaçını yerine getirmeye gücü yetmezse, o takdirde namazı terketmesi mi
gerekir, yoksa farzlardan birinin düşmesiyle diğer şartlar ve farzlar düşmez
kuralına göre mi amel edilir?
Namaz, kul ile rabbısı
arasında en işlek yoldur; aynı zamanda Hakk'm huzurunda mahviyet, teslimiyet,
tazim ve dua makamıdır. O bakımdan terki caiz değildir. Meğer ki kişi bunamış
veya komaya girmiş olsun.
Bu sebeple yüce
dinimiz hastanın namaz kılması konusuna ayrı bir bap ayırmış ve nasıl namaz
kılacağım belirlemiştir. [320]
îmran b. Husayn (r.a.)
den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
"Bende basur
vardı. O sebeple Rasulüllah (s.a.v.) efendimizden nasıl namaz kılacağımı
sordum. Buyurdu ki: "Ayakta durup namaz kıl. Buna gücün yetmezse,
oturarak, ona da gücün yetmezse yan üzeri uzandığın halde namaz kılarsın."[321]
Nesai bunu, şu
lafızları fazla olarak rivayet etmiştir; "Buna da gücün yetmezse, sırtüstü
uzanıp kılarsın, Allah herkese vus'atına (mevcut imkan, güç ve yeteneğine göre)
teklifte bulunur."
Ali b. Ebi Talih
(r.a.) deri yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle
buyurmuştur: "Hasta olan kimse, gücü yeterse ayakta durup namaz kılar.
Gücü yetmezse oturarak kılar. Secde etmeye gücü yetmezse, başını hafif eğer ve
böylece secdesi için rüku'una nisbetle biraz fazla eğer. Ayakta durup namaz
kılmaya gücü yetmezse, sağ yanı üzerine kıbleye yönelik bir halde kılar. Buna
da gücü yetmezse, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü uzanıp kılar."[322]
Hz. Enes (r.a.) den
hastanın nasıl namaz kılacağından sorulduğunda şu cevabı vermiştir: "Farz
namazda oturmuş halde rüku' ve secdeleri yapar."[323].
a)
Hanefilere göre: Hasta kimse ayakta duramıyorsa veya durduğu takdirde
hastalığının artmasından korkuyorsa, o takdirde oturarak namaz kılar. Böylece
onun mevcut özürü kendisinden birkaç rüknü düşürmüş oluyor. O bakımdan
oturarak rüku ve secdelerini yerine getirir. Ancak rüku ve secde yapmaya gücü
yetmezse, bu rükünleri başını hafif eğmek suretiyle yerine getirir. Secde için
yüzüiıe doğru bir cisim yükseltmez. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz bir
hastayı sormaya gittiğinde, onun bir yastık üzerine secde ettiğini gördü ve
tutup o yastığı bir tarafa itti. Hasta adam secde için bir ağaç budağını veya
kütüğünü önüne koydu. Peygamberimiz (s.a.v.) onu da bir tarafa itti ve şöyle
emretti: "Gücün yeterse başım yere koymak suretiyle secdeleri yap. Yetmezse,
başını eğerek yap, ancak secde için biraz daha fazla eğ!"
Ancak Kuhustani ve
bazı fakihler secde için konulan cisim rüku'dan ziyade secde etme durumuna daha
yakın yükseklikte bulunursa, onun üzerine secde etmek caizdir demişlerdir.
Oturarak namaz kılması
mümkün olmuyorsa, o takdirde, sırt üstü uzanîp başının altına bir yastık
yerleştirir ve ayaklan kıbleye yönelik olduğu halde namazını baş işaretiyle
kılar, yani rüku ve secde için başını hafif eğer. Başıyla ima etmesi mümkün
olmadığı takdirde namazı geciktirir, yani kazaya bırakır. Artık bu durumda kaş
ve gözüyle işarette bulunmak suretiyle kılmaz.[324]
b) Şafiilere
göre: Namazı ayakta durup kılmaya imkan bulan kimse, rüku' ve secdeleri de
imkan nisbetinde yerine getirir. Ayakta durmaktan aciz olursa, istediği şekilde
oturup Öyle kılar. Ancak ayakları uzatıp yayılarak oturmaktansa bağdaş kurup
oturmak efdaldır. Makadı yere koyup dizleri dikerek oturmak
mekruhtur.
Oturmaya gücü
yetmiyorsa sağ yanı üzerine uzanıp kılar. Buna da gücü yetmezse, sırt üstü
uzanıp'öylece kılar.[325]
c)
Hanbelüere göre: Bu konuda Haııbeliler Hanefİlerin görüş ve içtihadına benzer
bir ictihad ortaya koymuşlar, ancak göz işaretiyle de olsa namazını kılar da
onu kazaya bırakmaz hususunu belirtmişlerdir. Aynı zamanda göz işaretiyle de
kılmaya gücü yetmezse, kalbiyle niyet etmesi kafi gelir ve bu durumda da namazını
kazaya bırakmaz.[326]
d)
Malikilere göre; Hasta oturarak namaz kılmaktan aciz olursa, yan üzeri uzanıp
yüzünü kıbleye müteveccih bir halde na-
maz kılar. [327].
Sırt üstü uzanıp namaz
kılması caiz değildir. îmam Evzai de aynı görüştedir. [328]
369 nolu Imran hadisi
sahihtir ve ihticaca Salih kabul edilmiştir.
370 nolu Ali b. Ebi
Taîib hadisinin isnadında Hüseyn b. Zeyd bulunuyor ki bu zatın zayıf olduğunu
îbn Medeni belirtmiştir.[329] Ebu
Hatim ise, onun hem maruf hem münker olduğunu söylemiştir. Îbn Adiy de onun
hadisinde bazı nekre yanlar bulduğuna dikkat çekmiştir.[330] Bu
bakımdan îmam Nevevi bu hadisin zayıf olduğuna hükmetmiştir.
Bu babda bazı
müctehidlerin istidlale uygun gördüğü m ht-dis de rivayet edilmiştir: Bezzar ve
Beyhaki'nin Cabir den yaptıkları rivayete göre, Rasulülîah (s.a.v.) bir hastayı
sormaya gitmişti. Adam secde için önüne bir yastık koymuş, onun üzerine başını
koyarak bu rüknü yerine getiriyordu, Rasulülîah (s.a.v.) yastığı tutup bir
tarafa itti, Adam bü defa bir ağaç budağı veya kütüğünü Önüne koydu. Rasulülîah
(s.a.v.) onu da bir tarafa itti ve şöyle buyurdu; "Gücün yeterse, (başını)
yere koymak suretiyle namaz kıl. Gücün yetmezse, başını eğerek namaz kıl,
ancak secde için başını biraz fazla eğ!"
Bu rivayet hakkında
Ebu Hatim'den sorulunca, şöyle demiştir; "Doğru olanı, bu hadisin mevkuf
olduğudur, onu merfu1 saymak hatalıdır." Sonra ona: "Bu hadis
Sevfi'den merfu'an rivayet edilmiştir" denilince, şöyle karşılık
vermiştir; "O kayde değer bir şey değildir."[331].
Buluğu'l-Meram'da iee,
bu hadisin isnadının kavi oiduğu üzerinde durulmuştur. Nitekim Taberanî de buna
benzer bir hadisi Tank b. Şihab tarikiyle Îbn Ömer (r.a.) den rivayet
etmiştir. Ancak isnadında zaaf bulunduğu söylenir. [332]
1- Hasta
kimse ayakta durup namaz kılmaya gücü yetmezse, oturarak kılar. Bu durumda
rüku' ve secdeyi yapabiliyorsa, yapar.
2- Rüku1 ve
secdeyi normal şekilde yapmaya gücü yetmezse, başını hafif eğerek bu farzları
yerine getirir. Ancak secde için biraz fazla eğer.
3- Oturarak
kılmaya gücü yetmediği takdirde, sağ yanı üzere uzanıp yüzünü kıbleye çevirerek
kılar ve rüku1 ile secde için başını hafif eğerek bu rükünleri yerine getirir.
4- Yan üstü
uzanmaya gücü yetmezse, sırt üstü uzanır, ayakları kıbleye yönelik başının
altında yastık bulunduğu halde, baş işaretiyle namazım kılar.
5- imam
Malik'e göre, sırt üstü uzanıp baş işaretiyle namaz kılmak caiz değildir.
6- Baş
işaretiyle rüku' ve secdeleri yerine getirmekten aciz-se, kalben niyet etmesi
kafi gelir. Bu, imam Şafii ve imam Ah-med'e göredir. İmam Ebu Hanife'ye göre, o vaziyette namaz
kılmaz, kazaya bırakır. [333]
Eyleştiği beldeden,
oturduğu evden ayrılıp sefere çıkan kimse, hangi vasıtayla yolculuk yaparsa
yapsın, seferin getireceği birtakım zorluklar, sıkıntılar ve külfetler vardır.
Bazı istisnalar bu genel kuralı pek değiştirmez. O bakımdan yüce dinimiz her
konuda olduğu gibi, bu konuda da birtakım kolaylıklar getirmiş ve ilahi
ruhsatın kapısını açık tutmuştur. Zira gerçek mü'min hiçbir zaman Allah'a
ibadetten uzak kalmaz ve farz kılman namazları ter-ketmez. İbadet onun
değişmeyen manevi gıdası; Jiabir ve ahiretîni aydınlatan nur, dünyasını ahlak
ve fazilet havasıyla dolduran rahmettir. O, eyleşik olduğu günlerde de,
yolculuğa çıktığı dönemlerde de bu gıdaya muhtaçtır.
Bütün bu hikmetlere
dayalı olarak İslamiyet "Yolcu Namazı" diye özel bir bap koymuş ve
ilahi hükümleri bu babın altında anlaşılır bir uslüp ile açıklamıştır. [334]
Ura Ömer (r.a.) den
yapılan rivayette, adı geçen şöyle diyor: "Rasulüllah (s.a.v.)
efendimize arkadaşlık ettim (seferde Onunla
birlikte bulundum), yolculukta
iki rek'atten fazla kılmazdı. Ebu Bekir, Ömer ve Osman'a da arkadaşlık
ettim onlar da öyle." [335].
Ya'la b. Ümeyye'den
yapılan rivayete göre, şöyle anlatıyor: "Hz. Ömer'e (r.a.) dedim ki:
Cenab-ı Hak Kur'an'da seferi namazdan bahsederken şöyle buyurmaktadır:
"Yeryüzünde yolculuğa çıktığınızda, küfredenlerin sizi fitneye düşürüp
kötülük edeceklerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda (veya hafif
tutmanızda) size bir ve-bal yoktur.." Oysa insanlar bugün güven
içindedirler. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) şöyle dedi: "Senin hayret
ettiğin gibi ben de hayret etmiş, (yani bu konudaki gerçeği anlayamamış)tim.
Onun için bu hususu Ra-sulüllah (s.a.v.) efendimizden sordum. Buyurdu ki:
"O bir sadakadır ki Cenab-ı Hak onunla size tasaddukta bulunmuştur. Artık
siz O'nun sadakasını kabul ediniz!"[336].
Hz. Aişe (r.a.)
anlatıyor:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimizle birlikte ramazan umresine çıkmış bulunuyordum. (Yolculuk
süresince) o iftar etti, ben oruç tuttum, o namazı kısalttı, ben tamam kıldım.
Sonra da Ona: "Anam, babam sana feda olsun! Sen iftar ettin, ben oruç
tuttuîn, sen kasr yaptın (dört rek'atlı farzları iki rek'at olarak kıldın), ben
ise tamamladım." Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Çok iyi ettin ya Aişe!"[337]
a)
Hanefilere göre: Misafir (yolculuğa çıkan kimse) için dört rek'atli farzların
iki rek'at olarak kılınması farz kılınmıştır.
Eyleşik kimsenin
seferi olabilmesi için seferi sayılacak süre için niyet etmesi ve bulunduğu
şehir veya kasabanın evlerinin bittiği yerden çıkıp ayrılması gerekir. Sözü
edilen müddet,, deve yürüyüşü veya normal bir kimsenin yürüyüşüyle üç günlük
bir mesafedir. İmam Ebu Yusuf a göre, iki günlük bir mesafedir.
Hanefi fukahasmın
ileri gelenleri bunu 15 fersah olarak belirlemiş ve her gün için beş fersahlık
bir mesafe yürünmesini belirlemişlerdir.[338]
Beş fersah yaklaşık
altı saatlik bir zamanı kapsamaktadır. O takdirde evinden çıkan kimse şehrin
veya kasabanın evlerinin bittiği noktadan itibaren üç konaklık bir mesafeye
gitmeye niyetlenirse, seferi sayılır ve ona göre namaz, oruç ve mestler
üzerine mesh konularım düzenler.
Misafir ne zaman mukim
sayılabilir? Fukaha onun mukim: sayılması için dört şeyin sübut bulmasını şart
koşmuşlardır:
1,2- Açık
anlamda ikamete niyet etmesi, yemi vardığı şehir veya kasaba ve köyde 15 gün ikamete
niyet etmes:i,
3,4- îkamet
edeceği yerin belirlenip ikamet<e elverişli bulun-
ması..
O halde misafir
gittiği şehirde ikamete niyet etmez de bugün, yarın ayrılabilirim düşüncesiyle
aylarca bile kalsa, yine misafir sayılır ve dört rek'atli farzları iki rek'at
olarak kılması gerekir.
Aynı zamanda 15 günden
az bir süre, kalacağına niyet ederse, yine de misafirlikten çıkmaz ve sefer
ahkamı aynen cari olur.
Eyleşmek istediği yer,
kalmaya elverişli değilse, her an zorlayıcı bir faktörün ortaya çıkması mümkünse,
o takdirde yine seferi olmaktan çıkmaz. Mesela, askere giden kimse katıldığı
birliğin o yerde ne kadar kalacağını bilemez ve her ai^ ayrılması söz konusu
olabilir. O bakımdan askerlik süresince' hep seferi sayıır.[339]
b) Safi ile
re göre: Mubah olan uzun seferde ancak o seferde eda edilecek dört rek'atlı
farzlar kısaltılır, yani iki rek'at olarak kılınır. Eyleşik halde kazaya kalmış
farzları seferde kaza edecek olursa, yine onları dört rek'at olarak kılması
gerekir; ama seferde kazaya kalmış farzları yine seferi halde iken kaza etmek
isterse, ikişer rek'at olarak kılar, eyleşik halde onları kaza etmek isterse
dört rek'at olarak kılar.
Sefere niyetlenip
çıkan kimse, bulunduğu şehrin evlerinin son bulduğu kesimden itibaren seferi
sayılır. Gittiği şehir, kasaba veya köyde 4 gün ikamete niyet ederse, seferi
olmaktan çıkar, mukim sayılır. Ancak oraya girdiği ve çıkacağı gün bu dört
güne dahil değildir. Sahih olan da budur.[340]
Dört rek'atli farzları
iki rek'at olarak kılabilmek için katedil-ecek mesafenin en az 16 fersah
olması, yani bugünkü uzunluk birimiyle yaklaşık 82 km. olması gerekir. Bu da
üzerinde yük bulunan devenin yürüyüşüne göre takdir edilir.[341]
Bu mezhebe göre,
seferde namazı kısaltmak bir ruhsattır, azimet değildir. O bakımdan seferi
halde bulunan kimse, isterse öğle, ikindi ve yatsı farzlarını dört, isterse iki
rek'at olarak kılar. Hanefilere göre, bu bir azimettir, herhalde iki rek'at
kılınması gerekir.
Aynı zamanda bu
mezhebe göre, namazı kısaltabilmek için seferin mubah olması şarttır. Günah ve
isyan amacıyla çıkılan bir seferde kasr yapmak sahih' olmaz .
c) Hanbelilere göre: 16 fersah (yaklaşık 82 km.)lık bir raesa feyi aşmak üzere niyet
edip bulunduğu kas.' a veya şehirden çıkan kimsenin dört rek'atli farzları iki
rek'at olarak kılması caizdir. Ancak bu yolculuğun mubah bir sebebe dayanması gerekir. Günah işlemek
maksadıyla çıkana bu ruhsat yoktur.[342].
Gittiği yerde mutlak
ikamete niyet getiren kimse artık kasr (namazı kısaltma) yapamaz. Aynı zamanda
yirmi vakitten fazla namaz kılacağına niyet ederse, sefeın olmaktan çıkar ve
namazları dört rek'at olarak kılar.[343].
Böylece gittiği yerde
dört gün ikamete niyet eden kimse seferi olmaktan çıkar.
d)
Malikilere göre: Gittiği yerde dört gün ikamete niyet ederse, seferi olmaktan
çıkar ve bu durumda giriş ve çıkış günleri buna dahil edilmez. Öyleki yirmi
vakti kılacak bir süre söz konusudur. Aynı zamanda katedeceği mesafenin 16
fersah, yaklaşık 82 km. olması iktiza eder. Mekruh kabul edilen bir seferde
kasr (namazı kısaltma) yapmak da mekruhtur. Sözü edilen mesafe ise, deve
yürüyüşüne göre takdir edilir.[344]
379 nolu îbn Ömer
hadisi, hem sahihtir, hem de Rasulüllah (s.a.v.) çıktığı seferlerinde kasr-ı
salat (namazı kısaltma) yaptığına açıkça delalet etmektedir.
Nitekim bu hadisi
Müslim şu lafızla naklederek açıklayıcı bir hüküm getirmiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimize arkadaşlıkettim (çıktığı seferlerinde Onunla beraber
bulundum) (Dört rek'atli namazları) iki rek'at olarak kıldı, bundan fazlasını
kılmadı ve vefat edinceye kadar buna böyle devam etti."
İbn Ömer (r.a.), Ebu
Bekir, Ömer ve Osman'ın da (Allah hepsinden razı olsun) Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz gibi, ölünceye kadar seferde bulundukları süre içinde dört rek'atli
farzları iki rek'at olarak kıldıklarını da belirterek bunun bir ruhsat değil,
azimet olduğuna işarette bulunuyor.
İmam Nevevi ise,
yaptığı tesbite göre, Hz. Osman'ın hilafeti-. nin ilk altı yılı içinde kasr-ı
salat yaptığını, ondan sonra yapmayıp seferde farzları dört rek'at olarak
kıldığını belirtmektedir. Diğer ilim adamları ise, buna itiraz ederek Hz.
Osman'ın (r.a.) sadece hac mevsiminde Mina'da dört rek'at olarak kıldırdığını,
diğer seferlerinde kasr yaptığını söylemişlerdir ki, sahih olan budur. Nitekim
Buhari ve Müslim'de Abdurrahman b. Yezid'den yapılan rivayette, adı geçenin
şöyle dediği nakledilmiştir: "Osman (r.a.) Mina'da bize namazı dört rek'at
olarak kıldırdı. Bu durum Abdullah b. Mes'ud'e (r.a.) anlatılınca, istirca'da
bulundu, yani "înna lü-lahi ve inna ileyhi raciun" dedikten sonra
şunu ilave etti: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimizle birlikte Mina'da iki
rek'at olarak kıldım; aynı şekilde Ebu Bekir ve Ömer (r.a) ile de Mina'da iki rek'at
olarak kıldım. Artık dört rek'at olarak neden kılındığını keşke
bilseydim."
Nevevi kasr-ı salat'ın
azimet değil ruhsat olduğuna kaildir ve Hz. Osman'ın da (r.a.) onu böyle kabul
edip dört rek'at olarak kılmakta bir sakınca görmediğini söyleyerek,
Rasulüllah'm (s.a.v,): "O bir sadakadır ki Cenab-ı Hak onunla size
tasad-dukta bulunmuştur. Artık siz O'nun sadakasını kabul ediniz"
hadisini delil göstermiştir.
Ama Hz. Aişe'den
(r.a.) rivayet edilen diğer bir sahih hadiste ise, bu görüşün isabetsizliğini
ortaya koymaktadır: "Namaz önce iki rek'at olarak farz kılındı. Sonra bu
seferde olduğu gibi kaldı, hazarde ise dört rek'at olarak tamamlandı."
Hazarde nasıl dört
rek'ati iki rek'at olarak kılmak veya onu altı rek'ate çıkarmak caiz değilse,
seferde de iki rek'ati dört rek'at kılmak caiz değildir.
Sahih-i Müslim'de ise
bunu kuvvetlendirir anlamda îbn Ab-bas'dan (r.a.) şu rivayet nakledilmiştir:
"Şüphesiz ki Cenab-ı Hak namazı, peygamberinin dili üzere misafir kişiye
iki rek'at olarak farz kılmıştır. Mukim üzerine ise dört rek'at farz kılmıştır.
Korku vaktinde ise, bir rek'at olarak farz kılmıştır."
Bu rivayetleri
kuvvetlendiren bir diğer rivayet ise Hz. Ömer (r.a.) den şöyle nakledilmiştir;
"Seferi namaz iki rek'attir; Fıtır (ramazan bayramı) namazı iki rek'attir;
cuma namazı iki rek'attir ve bunlar Muhammed (s.a.v.) lisanı üzere tanı namazdır,
kasır değildir."[345]
Bütün bu rivayetler
seferi namazın iki rek'at olarak farz kılındığına delalet etmektedir.
Seferi namazın iki
rek'at olarak kılınması bir ruhsattır, isteyen onu dört rek'at olarak da
kılabilir, diyenlerin delili ise şöyledir:
Önce Cenab-ı Hak
Kur'an'da bu namazdan bahsederken. "Feleyse aleyküm cünahun en taksuru
mine's-salati" ayetinde "cünah" kelimesini kullanmıştır ki bu,
sadece ruhsata delalet etmektedir.
Aynı zamanda Hz. Osman
(r.a.) Mina'da kendisi seferi olduğu halde oradaki mukim ve misafirlere dört
rek'at olarak kıldırmış tır.
Ömer b. Hattab'm
(r.a.) yaptığı rivayette, Rasulüllah(s.a.v.) seferde iki rekat olarak kılmanın
Allah'ın bir sadakası olduğunu nakletmesi, onun ruhsat anlamında olduğunu
göstermektedir.
381 nolu Hz. Aişe
hadisi de buna delalet etmektedir. Ayrıca yine Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan
diğer bir rivayette şöyle dediği tes-bit edilmiştir: "Şüphesiz ki
peygamber (s.a.v.) efendimiz seferde hem kasır (namazı kısaltma) yapar, hem de
tamamlardı; hem iftar eder, hem de oruç tutardı."
Darekutni bu hadisi
naklettikten sonra "İsnadı sahihtir" demiştir.
Avnı zamanda Hz.
Ömer'den (r.a.) naklettiğimiz gibi rivayet edilen'hadisin ricali sahihtir.
Ancak Yezid b. Ziyad
İbn Ebi Ca'd üzerinde duranlar olmuştur: Ahmed b. Hanbel ile îbn Main onun sıka
(güvenilir) olduğunu söylemişlerdir. Aynı hadis diğer bir tarikle rivayet
edilmiştir ki, ricalinin hepsi sahihtir.[346]
Bu konuda bir diğer
hadis İbn Ömer'den şöyle rivayet edilmiştir:
Rasulüllah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Şüphesiz ki Allah ruhsatlara gelinmesini nasıl seviyorsa,
günah kıldığı şeylere gidilmesinden öylece hoşlanmıyor."[347]
Veya "Cenab-ı Hak
nasıl günah kıldığı şeylere gidilmesinden hoşlanmıyorsa, öylece ruhsat verdiği
şeylere gelinmesinden hoşlanıyor."
İşte seferi namazın
ruhsat mı, yoksa azimet mi olduğunda ihtilaf eden fakih müctehidîerin
dayandıkları deliller bunlardır. İmam Ebu Hanife birincilerin görüş ve
rivayetlerini dayanak seçerken, diğer üç imam ikincilerin rivayetlerini delil
ve dayanak seçmişlerdir. [348]
1- Üç konak
bir mesafeye yolculuk yapan kimsenin dört rek'atli farzları iki rekat olarak
kılması ruhsat veya azimettir.
2- Gittiği
yerde 15 gün (Hanefilere göre); 4 gün (diğer üç mezhebe göre) ikamete niyet
getiren kimse seferi olmaktan çıkar.
3- Seferde
kazaya kalan namazlar eyleşik duruma geçildikten sonra kaza edilmek
istendiğinde yine iki rek'at olarak kılınır. [349]
İslam dininin seferi
olan müslümanlar için ruhsat verip kolaylık sağladığı bir diğer husus, öğle ve
ikindi, akşam ile yatsı namazlarını birleştirip birarada kılınması
keyfiyetidir. Yolculuk halinde olan kimsenin gerek su temin edip abdest
almasında, gerekse vakit içinde namaz kılmasında birtakım zorluklar çıkabilir,
O bakımdan öğle vaktinde şartlar elverdiği takdirde ikindi farzını da Öğle
vaktine alıp önce öğle namazını, arkasından ikindi namazını kılmaya ruhsat
verilmiştir. Bunun gibi öğle vakti değil de ikindi vaktinde şartların el vereceğini
düşünerek öğle vakti olunca o vaktin farzını ikindi vaktine geciktirdiğine
niyet eder ve ikindi vakti girince önce öğle, sonra ikindi farzını kılar.
Akşam ile yatsı
farzları aracındaki takdim ve tehir de böyledir. Ancak bu konuda müctehid
imamların görüş birliği yoktur. [350]
Enes (r.a.) diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz bir yerden bir yere, -güneş henüz batı cihetine meyletmeden
önce- hareket edince öğle namazını ikindi vaktine geciktirirdi. İkindi vakti
girince inip iki farzı birarada kılardı. Ama güneş batıya meylettikten sonra
hareket etmek istese, Önce öğle namazını, arkasından ikindi namazım kılar ve
öylece binip yoluna devam ederdi."[351]
Müslim'in rivayetinde
ise şöyle deniliyor:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz iki namazı birarada kılmak istediğinde, öğleyi ikindinin ilk
vakti girinceye kadar geciktirir, sonra iki farzı birarada kılardı."
Muaz (r.a.) diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Tebuk gazvesinde bulunuyordu. Güneş henüz batı cihetine meyletmeden
hareket etmek istediğinde Öğle namazını geciktirir ve böylece onunla ikindi
namazını birarada kılardı. Güneş meylettikten sonra hareket etmek istediği
zaman, öğle ile ikindiyi (öğle vaktinde) birarada kılıp öylece hareket ederdi.
Bunun gibi, akşam
namazından önce hareket etmek istediğinde onu geciktirir ve yatsı ile birarada
(yatsı vaktinde) kılar, sonra hareket ederdi. Akşam namazı vakti girince
hareket etmek istese, yatsı farzını ta'cil edip iki farzı (akşam vaktinde)
birarada kılardı."[352]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayette diyor ki:
"peygamber
efendimiz seferde iken konakladığı yerde güneş batı cihetine meyledince öğle
ile ikindi farzlarını birarada (öğle vaktinde) kılardı. Konakladığı yerde
güneş henüz batıya meyletmemişse hareket etmek istediği takdirde öğle vaktinin
girmesini beklemeden hareket eder ve ikindi vakti girince iki namazı birarada
kılardı.
Bunun gibi konakladığı
yerde akşam vakti girince, akşam ile yatsı namazını birarada kılardı. Akşam
vakti girmeden hareket etmek istediği takdirde ise, akşam namazını yatsı
vaktine geciktirir ve yatsı vakti girince iki namazı birarada kılardı."[353]
a)
Haııefilere göre: îki namazı cem1 edip birarada kılmak ne seferde, ne hazerde
ne de hiçbir özür sebebiyle caiz değildir. Ancak iki durum bu genellemenin
dışında tutulmuştur:
1- Hac
mevsiminde hacce niyet etmiş ihramlı kimsenin Arafat'ta cemaat halinde öğle
ile ikindi nmazîarını cem'edip birarada kılması,
2- Yine
hacce niyet edip ihrama giren hacının akşam olmadan Arafat'tan hareket etmesi
ve yatsı vakti Müzdelife'de bulunup ikisini birarada kılması caizdir.
Bu cemlerde her iki
namaz için bir ezan okunur, herbiri için ayrı kamet getirilir.[354].
îmanı Ebu Hanife ve
arkadaşları bu konuda Abdullah b. Mes'ud'un (r.a.) şu rivayetiyle ihticac
etmişlerdir: "Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki,*
Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şu iki namaz dışında mutlaka her namazı vaktinde
kılmıştır: Biri öğle ile ikindiyi Arafat'ta; diğeri akşam ile yatsıyı
Müzdelife'de birarada kılmıştır."
b) Şafiilere
göre: Uzun seferde, bir kavle göre kısa seferde de öğle ile ikindi namazlarını;
akşam ile yatsı namazlarını takdim ve te'hir olarak- birarada kılmak caizdir. O
bakımdan vaktin evvelinde hareket ederse, o vaktin namazım geciktirmesi; vakit
girdikten sonra hareket etmek isterse ondan sonraki vaktin takdimini, yani Öne
alıp ikisini birarada kılmasını sağlaması efdaldır.
Takdimin, yani öne
almanın üç şartı vardır: Önce vakti giren namazı kılmak, iki namazı birarada
kılnfaya niyet etmiş bulunmak, ikisi arasım uzun bir fasılayla açmamak, yani
ardarda kılmak... [355].
c)
Hanbelilere göre: Uzun bir seferde, yani seferi sayılacak bir yolculukta öğle
ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarının arasını birleştirmek suretiyle iki
namazı bir vakitte kılmak caizdir. Nitekim Şafii, Maliki imamları ile îshak ve
İbn Münzir de aynı görüştedirler.[356]
d)
Malikilere göre: Yolculuk halinde yol almaya şiddetli ihtiyaç olduğu takdirde
iki namaz arasını birleştirmek caizdir. Böylece öğle namazını ikindi vaktine
akşam namazını yatsı vaktine geciktirmekte bir salanca yoktur. Bunun
aksini uygulamak, yani ikindi namazını
öğle vaktine, yatsı namazını akşam vaktine alıp ikisini birarada kılmak da
caizdir. Ancak bu konuda en uygun olanı şudur: Öğle ile ikindi namazını ya öğle
vaktinin sonunda, ya da ikindi vaktinin evvelinde ve yatsı namazıyla akşam
namazını ya akşam namazının vaktinin sonunda, ya da yatsı vaktinin evvelinde
kılmak...[357]
392 nolu Enes hadisi,
ister şiddetli bir ihtiyaca mebni olsun, isterse olmasın seferde cem-i te'hir
ve cem-i takdimde bulunmanın caiz olduğuna delalet etmektedir. Nitekim ashab ve
tabiinden birçoğu bu ruhsatı sefere çıktıklarında uygulamışlardır.
İmam Malik ve onun
içtihadını benimseyenlere göre, bunun caiz olması için seferde yol almanın
şiddetli bir ihtiyaca mebni olması gerekir. Zira Buhari'nin de îbn Ömer'den
(r.a.) yaptığı rivayet buna delalet etmektedir: "Peygamber (s.a.v.)
efendimiz yolculuğunda herhalde yol alması gerekt'ği, yani buna çok ihtiyaç
duyulduğu zaman akşam ile yatsı namazını birleştirip birarada kılardı."
îbn Abbas (r.a.) dan
da buna benzer bir- rivayet vardır.
îmanı Evzai bu
rivayetleri yorumlayarak, "iki namazı birarada kılabilmek için bir Özrün
bulunması şarttır" demiştir. Özrü olmayan cem-i takdim ve cem-i te'hir
yapmaz.
393 nolu Muaz hadisine
gelince: Onu aynı zamanda îbn Hib-ban, Hakim, Darekutni ve Beyhaki tahric
etmişlerdir. Tirmizi ise onun hasen ve garip olduğunu belirtmiş ve sebep olarak
da Ku-teybe'nin bunda teferrüd ettiğini göstermiştir.
Ebu Davud ise bunun
münker bir hadis olduğuna değinmiş ve cem-i takdim hakkında önümüzde duran bir
hadis yoktur demiştir. İbn Hazm ise bu hadisin Yezid b. Ebi Habib ile muanan
olduğu,[358] onun Ebu Tufayl'den
rivayetinin maruf olmadığını belirterek istidlale saîih olmadığına işarette
bulunmuştur. İbnü'l-Medeni "Onun hadisini terkettim" derken, İbn
Hibban, "o, isnad-lann yerini değiştirir" demiştir.[359]
1- Seferi
sayılacak kadar bir mesafede seyreden yolcunun, öğle vakti girmeden yoluna
devam etmesi söz konusu ise, öğle namazını ikindi vaktine geciktirmesi veya
öğle vakti girdikten sonra yoluna devam etmesi söz konusu ise, ikindi namazım
öğle vaktine alması ve iki namazı bir arada kılması caizdir.
2- Bunun
gibi, akşam vakti henüz girmeden yoluna devam etmesi söz konusu ise, akşam
namazını yatsı vaktine geciktirmesi;, akşam vakti girdikten sonra yoluna devam
etmesi söz konusu ise, yatsı vaktini akşam vaktine alıp iki namazı birarada
kılması caizdir. Buna fıkıhta 1!cem-i takdim ve cem-i te'hir" denilir.
Bu ictihad ve
istinbat, üç imama göredir. Ebu Hanife'ye göre, sadece hac mevsiminde hacca
niyet edip Arafat'a çıkan ihramh kimsenin öğle vakti cemaat halinde namaz
kılarken ikindi vaktini öğle vaktine alıp ikisini birden kılmaları ve bunun
gibi, akşam vakti olmadan Arafat'tan Müzdelife'ye hareket edildiğinde, akşam
namazını yatsı vaktine geciktirip ikisini birden yatsı vaktinde Müzdelife'de
kılmaları meşrudur. '
3-
Yolculuğun şiddetli bir ihtiyaca mebni olması halinde cem-i takdim ve cem-i
te'hir yapmak caiz olur. Bu îmanı Ma- lik 'in içtihadıdır.
4- Yolculuk
yapan kimsenin bir özrü bulunduğu takdirde iki namazı birarada kılmasına cevaz
verilebilir. Bu, İmam Evzai'nin içtihadıdır.
5- İki
namazı birarada kılmanın birtakım şartları vardır ki, Şafülerin görüşünü
belirtirken açıklamış bulunuyoruz.
6- Birarada
kılman iki farz arasında sünnet namaz kılınmaz. [360]
îslam'da cuma
namazının yeri ve ,önemi kelimeyle anlatılamayacak kadar büyüktür. O kadar ki,
islam cumasız, cuma da islamsız düşünülemez. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz
küfrün amansız saldırı ve ablukasından kurtulup Medine'ye hic ret ettiğinde,
henüz Medine'ye varmadan yolda Beni Salim b. Avf kabilesinde cuma vakti olunca
ilk cumayı orada kıldırarak îslamm devlet hüviyetine girmenin ilk adımını atmış
ve bunun için cumanın lüzumunu belirtmiş oldu. Ondan sonra da hayatı boyunca
-seferi durumlar dışında- cuma namazına devam etmiş ve devam edilmesini hep
emretmiştir.
Böylece cuma namazının
farziyeti, kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuş; terki büyük günah, inkarı
ise küfür kabul edilmiştir. [361]
İbn Mes'ııd (r.a.) den
yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin, cumaya gitmeyip geri kalan
bir kavme şöyle bu- yıir-duğu belirtilmektedir:
"Azmettim ki,
insanlara namaz kıldırması için bir adama emredeyim, sonra da cumaya gitmeyip
geri kalanların üzerine evlerini yakıp (yıkayım)."[362].
Ebu Hüreyre ve îbn
Ömer'den (r.a.) yapılan rivayette, Ha-sulüllah'ın (s.a.v.) minberi üzerinde
şöyle buyurduğunu işittikleri belirtilmektedir:
'Ya şu kavim ve
topluluklar cumayı terketmekten vaz geçerler ya da Cenab-ı Hak onların
kalplerinin üzerini mühürler de hepsi de gafillerden olurlar."[363]
Ebu Ca'd ed-Dameri'den
rivayet edilmiş ki, onun Rasulüllah (s.a.v.) ile sohbeti vardır. Rasulüllah
(s.a.v.) şöyle bu-yurmuştur:
"Kim gevşeklik
göstererek üç cumayı (üstüste) terke-derse, Allah onun kalbini mühürler."[364].
Abdullah b. Amr (r.a.)
dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Cuma (namazı,)
nidayı (cuma ezanım) işiten kimseye gereklidir (farzdır)."[365]
Hafse (r.a) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v)
Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Ergen olan her
erkeğe cumaya gitmek vacibdir." [366]
Tarık 6. Şihab (r.a.)
dan yapılan rivayete göre, peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Cuma namazı
cemaat halinde her müslüman üzerine vacib bir haktır; ancak şu dört kimse
müstesna: Başkasının
mülkü olan köle,
kadın, çocuk ve hasta"[367].
a)
Hanefîlere göre: Cuma namazı kendisinde şu yedi şartı toplayan herkese farz-ı
ayndır:
1- Erkek
olmak,
2- Hür
olmak,
3- Mukim
(eyleşik) olmak,
4- Şehir, kasaba veya bunların sınırına giren
yerde bulunmak,
5- Zalimden
güven içinde olmak,
6- İki
gözden ve iki ayaktan, arızalı ve sakat bulunmamak, hasta olmamak,
7- Aklı
başında ergen olmak.
İmam Ebu Hanife ile
İmam Ebu Yusuf a göre: Vaktin farzı, öğle namazıdır. Cuma onun yerine
geçmektedir. Bu, hem özürlü olmayan, hem de özürlü olan hakkında caridir. Ne
var ki, özürlü olmayan kimse cuma namazını bilfiil kılıp yerine getirmekle
me'murdur ve bu onun hakkında kesinlik arzeden bir hükümdür. Özürlü olan kimse
ise, cuma namazını ruhsat yollu kılmakla memurdur. O bakımdan cumayı kıldığı
takdirde öğle namazı üzerinden kalkmış olur ve kıldığı cuma, farz yerini alır.
Ruhsatı terkedecek olursa, emir azimete döner ve kendisine öğle namazı farz
olur.
îmam Muhammed'e göre
ise, yapılan bir rivayette, vakiin farzı cumadır. Ruhsat sebebiyle öğle farzı
onun yerine geçer ve farziyetîni düşürür.
O halde cuma namazı
akli dengesi yerinde olmayanlara, çocuklara, yolculuk halinde bulunanlara,
bunaklara, hastalara, köle ve esirlere, hapis ve zindanda yatanlara farz
değildir.
Bunun gibi şehir ve
kasabaya bağlı olmayan köylerde de cuma kılmak farz değildir. Ancak fakihlerin
bir kısmına göre, köyler şehre veya kasabaya bağlı bulunur da devleti temsil
eden görevliler orada yer alırsa, a takdirde köylerde cuma kılmak farz olur.
Aynı zamanda cuma namazım ya sultan, ya da onun naibinin kıldırması şarttır.
Hutbe ve cemaat de cumanın şartları arasındadır. Cuma namazı kılınan yerin
herkese açık olması da şarttır. Buna "izn-i'amm" denir.
Cemaate gelince, imam
Ebu Hanife'ye göre, imamdan başka en az üç kişi, İmam Ebu Yusuf'a göre, imamdan
başka iki kişi cemaat kabul edilir ve cuma bunlarla sahih olur.[368]
b) Şafiilere
göre: Cuma namazı, mükellef, hür, mukim olan, sıhhati yerinde olup cumaya
gidemeyecek kadar hasta bulunmayan ergen, aklı başında her erkeğe farzdır.
Cemaati terke ruhsat
verilen kimseye cuma namazı fara; değildir.
Kimin öğle namazı
sahihse, cuma namazı da sahih kabul edilir: Temyiz çağında olan çocuğa, köle,
kadın ve misafire öğle namazı farzdır ve sahihtir. O bakımdan öğleyi bırakıp
cuma namazını ruhsat yollu kılarlarsa, cumaları da sahih olur. O bakımdan
sözünü ettiğimiz bu kimseler cuma camiinden henüz namaza başlanmadan çıkıp
ayrılabilirler. Çünkü bu durumda onlara cuma namazı değil, öğle namazı
farzdır. Ancak hasta ve iki gözünden arızalı kimse cuma için camiye gelirse,
namaz kılmadan ayrılmaları caiz değildir; fakat cuma namazını beklerken
hastalık ve vücutlarındaki arızanın artma endişesi varsa, o takdirde
ayrılabilirler.
Köylerde oturanlara
gelince: Şehir veya kasabada okunan ezan sesini duyabiliyor veya duymadıkları
halde cuma şartlanın haiz kırk kişi bulunuyorsa, o takdirde cuma namazı
kılmaları farzdır.
Kendilerine cuma farz
olmayanların öğle namazını cemaat halinde kılmaları sünnettir.
Cuma namazının vakti
öğle namazının vaktidir. Aynı zamanda ancak cemaatle kılınır. Bu da imamla
birlikte kırk kişi olmasıyla gerçekleşir.[369]
c) Hanbelilere göre: Cuma namazının vakti, güneş
bir mızrak boyu yükselince başlar ve her şeyin gölgesi bir mislini buluncaya
kadar devam eder. Kırk kişiyle kılınır.
Hanefî ve Şafii
mezheplerinde cuma namazı kimlere farzsa, bu mezhepte de öyle.[370].
d) Malikilere göre: Cuma namazının vakti, güneş
batıya meylettikten sonra başlar ve batmcaya kadar devam eder. Cuma namazı
ancak camilerde kılınır.[371]
Sultan ve naibinin, vali veya naibinin imam olması şart değildir.[372]
400 nolu îbn Mes'ud
hadisi ve 401 nolu Ebu Hüreyre hadisi sahihtir.
402 nolu Ebu Ca'd
hadisine gelince, onu aynı zamanda İbn Hibban, Hakim ve Bezzar tahric
etmişlerdir. İbn Sikkin ise onu sahihlemiştir. Tirmizi ise Buhari'den naklen
onu tanımadığım belirtmiş ve Ebu Hatim de aynı görüşe katılmıştır. Taberani
onun künyesini açıklarken, isminin Edra1 veya Cünade veya Anır olduğu hakkında
birtakım söylentilerin bulunduğuna değinmiştir.
Bu konuda Cabir (r.a.)
den yapılan rivayette Ramlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Kim özürsüz olarak üç cumayı (üstüste) terkederse, kalbi
mühürlenir." Bu hadisi
Nesaî, İbn Huzeyme ve
Hakim rivayet etmişlerdir. Darekutnl ise bu hadis hakkında şuhu söylemiştir:
"Bu, Ebu Ca'd hadisinden daha sahihtir."
Ayrıca bu konuda
Cabir'den (r.a.) ikinci bir hadis daha
rivayet edilmiştir:
"Şüphesiz ki
Allah, şu ayınızda cumayı size farz kılmıştır. Artık kim onu hafife alarak veya
önemsemeyerek terkederse, haberiniz olsun ki Allah onun işlerini bir araya
getirmesin! Bilin ki, Allah onu mübarek kılmasın!... Haberiniz olsun ki, onun
hiçbir namazı (makbul) değildir."[373]
Ancak bu hadisin
isnadında Abdullah el-Belvi (veya Belevi) bulunuyor ki, onun hadisi vahi (zayıf
ve aciz) kabul edilir.[374]
Aynı hadisi Bezzar
tahric etmiş, ancak başka bir vecihle rivayetini sağlamıştır. Onun bu
rivayetinde ise Ali b. Zeyd b. Ced'an bulunuyor. Bu zat hakkında farklı tesbit
ve görüşler vardır; çoğu onun iyi bir hadis hafızı olduğunu söylemiştir. Zeyd
b. Ztrrey' ise onun Rafızi olduğunu iddia etmiştir, imam Ahmed'e fjöre, o
zayıftır. Yahya ise onun kavi olmadığına dikkat çekmiştir.[375].
O bakımdan Darekutni
her iki hadisin de sabit olmadığına kail olmuştur. Nitekim Ibn Abdi'l-Ber'de:
"Bu hadisin isnadı vahidir" diyerek ona katılmıştır.
Yine bu konuda
Taberani'nin: "Kim özürsüz olarak: üç cumayı (üstüste) terkederse
münafıklardan yazılır" mealinde rivayet ettiği bir hadis vardır. Ancak
bunun isnadında Cabir ec-Cu'fî bulunuyor ki cumhur onun zayıf olduğunu
belirtmiştir.[376].
Bu konuda bir hadis de
Enes (r.a.) den rivayet edilmiştir ki Deylemi onu Müsned-i Firdevs'de
nakletmiştir: "Kim üstüste üç cumayı özürsüz olarak terkederse, Allah onun
kalbini mühürler."
Taberani el-Kebir'de
Abdullah b. Ebi Evfa'dan şu hadisi rivayet etmiştir:
"Kim cuma günü
nidayı (yani ezanı) işitir de cumaya gelmezse, sonra yine onu işitir yine
gelmez ve bunu üç defa böyle yaparsa, kalbi mühürlenir ve kalbi münafığın
kalbine çevrilir." el-Iraki "Bunun isnadı iyi ve güzeldir"
demiştir.
400 nolu îbn Mes'ud
hadisine dayaıaıp cuma namazının mükellef olan her müslüman erkeğe farz
olduğunu istidlal edenler olmuştur.
el-Hattabi ise, cuma
namazının farz-ı ayn ve farz-ı kifaye olduğu hakkında bir takım farklı görüş ve
yorumların bulunduğunu, ancak fukahadan çoğuna göre, farz-ı kifaye olduğunu
nâkletmiştir. Aynı zamanda bunu îmam Şafii'ye isnad edenler de olmuştur. Ebu
Ishak el-Mervezi, böyle bir görüşün îmam Şafii'ye isnadının caiz olmadığım
belirterek ortada bir hatanın bulunduğuna dikkat çekmiştir. Zira dört mezhebin
de cuma namazının farz-ı. ayn olduğunda ittifakı vardır.
403 nolu Abdullah b.
Amr hadisini Ebu Davud kendi süneninde nâkletmiştir. Ayrıca bir cemaat de onu
Abdullah b. Amr'den rivayet ederken onu Rasulüllah'a (s.a.v.) kadar refi' etmemişlerdir. Ancak
Kubeyse onu Rasulülîah'a (s.a.v.) isnat etmiştir.
Hadisin isnadında
Muhammed b. Said et-Taifl bulunuyor ki bu zat hakkında hayli sözler
söylenmiştir. et-Takrib sahibi onun "saduk" olduğunu; Ebu Bekir b.
Ebi Davud onun "sıka" yani "güvenilir" olduğunu
söylemiştir.[377]
Zehebi ise, bunun
Tavus'tan ve Süfyan es-Sevrî'den yapılan rivayete göre, "meçhul"
olduğunu yazmıştır.[378].
Bu konuda
Darekutni'nin Velid'den, onun da Züheyr b. Mu-hammed'den yaptığı rivayet vardır
ki, bu iki ravi de rical4 sahihten sayılmıştır. Ancak el-Iraki, Züheyr'in Şam
ehlinden bazı men-akir rivayet ettiğine dikkat çekmiştir. Aynı zamanda Velid'in
de tedlisde bulunduğunu belirtmiştir.
Nesai'nin Hz .Hafsa'dan
rivayet ettiği hadisin isnadında yer alan ricalin sahih olduğu tesbit edilmiş;,
ancak Ayyaş b. Ayyaş'm sahih olmadığım söyleyenler vardır. Bununla beraber
el-Aceli onun güvenilir olduğunu söylemiştir.[379].
Zehebi ise üç Iyaş
ismini nakledjerken hiçbirinde "Iyaş b. lyaş" dememiştir.
404 nolu Tarık b.
Şihab hadisini a^nı zamanda Hakim tahric etmiştir. el-Hafız îbn Hacer bu
hadisi;birçok kimsenin sahihle-diğini belirtmiştir. el-Hattabi ise, "bu
.haklisin isnadı üzerinde durmuş ve "Tarık b. Şihab'in peygamber (s.a.v.)
den işittiği sahih değildir. Ancak Peygamber'e (s.a.v.) ulaştığı kesindir"
demiştir. el-Iraki bu son tesbiti dikkate alarak onuln hadisinin sıhhati sübut
bulmuş oluyor
demiştir.[380]
1- Cuma
namazı ergen, aklı başında, hür, sıhhatli ve mukim olan her müslüman erkeğe
farzdır.
2- Misafire,
kadına, çocuğa, köleye, esir ve tutukluya, deliye, bunağa ve hastaya farz
değildir.
3- Cuma namazını
özürsüz terkeden kimsenin
kalbi mühürlenir.
4- Üç cumayı
üstüste özürsüz ter&eden kimse münafık yazılır ve kalbi mühürlenerek
gafiller zümresine dahil edilir.
5- Cuma
namazı imam hariç iki kişiyle de kılınabilir. îmana Şafii'ye göre ancak 40
kişiyle kılınması sahiih olur. Maliki lere göre 12 kişiyle kılınması gerekir.
6- Kadın,
köle, hasta ve misafir cuma namazına katılıp cemaatle kılarlarsa, bu kafi
gelir ve Öğle farzının yerine geçmiş olur. [381]
Cuma namazının kaç
kişiyle kılınmasının şart olduğu hakkında farklı ictihad ve istidlaller
olmuştur. Aslında cuma namazı da diğer vakit namazları gibi farzdır; ancak
vakit namazlarını cemaatle kılmak sünnet, cuma namazını cemaatle kılmak
farzdır. Böylece cemaat kavramı bakımından düşünüldüğünde, cumanın da imamla
birlikte iki kişiyle kılınması düşünülebilirse de ictihad bu doğrultuda değil,
riva- yetler üzerindeki araştırmaya müstenid olarak farklı sayılar ortaya
koymaktadır. [382]
Abdurrahman b. Ka'b b.
Malik, babası gözlerini kaybedince onun elinden tutup (cami ve cemaate
götürmekte) rehberlik ederdi. Babasından şöyle rivayet etmiştir:
"Babam, cuma günü
ezan okununca Es'ad b, Zürare'yi rahmet ile anardı. Ona: Babacığım, ezanı
işitince Es'ad b. Zürare'yi rahmet ile anıyorsun, neden? diye sorduğum zaman
bana şu cevabı verdi: "Çünkü bizi (cuma için) ilk olarak Naki'de Beni
Beyza Harresi olan Hezmi'n-i Sebite de toplayan odur."
Kendisine: "O gün
kaç kişi idiniz?" diye sorduğumda ise şu cevabı verdi: "Kırk adam
idik."
Rasulüîlah (s.a.v.)
efendimiz Medine'ye henüz gelmeden, Medine'deki müslümanlara cuma namazını ilk
kıldıran kişi, Es'ad b. Zürare'dir.[383]
îbnAbbas (r.a.) diyor
ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimizin mescidinde kılman cumadan sonra ilk kılınan cuma namazı,
Bahreyn'de Cünasi Karye1 sinde(köyünde) Abdülkays mescidinde
gerçekleşmiştir."[384]
a)
Hanefilere göre: Cumanın sahih olabilmesi için cemaat şarttır ve onların da
imamdan başka en az üç veya iki kişi olması;
. aynı zamanda hutbeye hazır bulunması gerekir.
Bunun gibi o üç veya
iki kişiden oluşan cemaatin erkek olması şarttır, isterse o erkekler köle veya
hasta veya misafir olsunlar fark etmez.
b) Şafiilere
göre: İmamla birlikte en az kırk kişi olması, bunların da hür, erkek mükellef,
eyleşik bulunması gerekir. Zira köle, kadın, çocuk ve misafirle cuma cemaatinin
oluşması caiz değildir.
Ayrıca kırk kişinin en
az birinci rek'ati imamla kılması gerekir.
c) Hanbelilere göre: Şafiilerde olduğu gibi,
cemaatin imamla birlikte en az kırk kişi olması şarttır.
d)
Malikilere göre: imamdan başka en az 12 kişinin bulunması şarttır. Bunların
arasında köle, kadın ve çocuk olmaması gerekir.[385] [386]
418 nolu Abdurrahman
hadisini aynı zamanda İbn Hibban ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Hafız îbn Hacer
bu rivayetin hasen olduğunu belirtmiştir. Ancak isnadında Muhammed b. İshak
bulunuyor ki bu zat hakkında farklı tesbitler söz konusudur. Zehebi hadis
ricali hakkında bilgi verirken 15 tane Muhammed b. îshak ismine yer vermektedir.
Bunların çoğu sıka değildir.
İmam Şafii ile İmam
Ahmed bu rivayetle istidlal ederefc cuma cemaatinin en az 40 kişi olmasını şart
koşmuşlardır. Oysa Es'ad b. Zürare'nin oluşturduğu bu sayıdan söz edilirken
Ra-suîüllah (s.a.v:) efendimizin bu hususta bir emir ve tavsiyede bulunduğuna
değinilmemiştir. Sonra da cuma namazı Rasulüllah (s.a.v.) Medine'ye hicret
edince farz kılınmıştır. O bakımdan Hanefi imamları bu rivayeti mesned
seçmemişlerdir.
Bazı ilim adamlarına
göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin kıldırdığı cuma namazlarında cemaatin
kırk kişiden az olduğu görülmemiştir. Aynı zamanda cuma namazı Mekke'de farz
kılınmış, fakat orada cemaat halinde kılınma imkanı bulunmadığı için Medine'ye
hicret edilinceye kadar kılınmamıştır. Bu hususta Taberani'nin İbn Abbas (r.a.)
dan yaptığı bir rivayet söz konusudur. Medine'de ilk defa cuma için toplanan
cemaatin de kırk kişiyi bulduğu bu rivayetler arasında yer almaktadır.
Hanefi ve Maliki
imamları bunun dondurulmuş bir sayı olmadığını, cuma günü peygamber (s.a.v.)
in hutbe okurken cemaatin çoğunun gıda maddesi getiren kervana gitmesiyle
mescidde sadece 12 kişinin kaldığını belirterek kırk kişinin şart olmadığını
söylemişlerdir.
Bu konuda yine
Taberani'nin îbn Mes'ud el-Ansari'den yaptığı rivayette, adı geçenin şöyle
dediği belirtilmiştir: "Muhacirlerden Medine'ye ilk giden, Mus'ab b. Umeyr
(r.a.) dır. Peygamber (s.a.v.) henüz Medine'ye gelmeden ora halkını cuma namazı
için ilk toplayan da odur ve o gün toplananlar 12 erkek idi."
Yapılan ciddi
araştırma ile, bu rivayetin isnadında Salih b. Ebi'l-Ahdar bulunuyor ki, bu zat
zayıf kabul edilir. Nitekim îbn Main onun zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. îbn
Adiy de onun hadisi yazılabilen zuafadan olduğunu söylemiştir. Yahya el-Kattan
da aynı görüştedir.[387]
Diğer yanda bu babda
Taberani'nin tahric ettiği şu hadis üzerinde de durulmuştur:
"Cuma, içinde
imamı bulunan ve her karye (köy ve kasaba) da, dört kişi bile mevcut olsa
vacibdir." Diğer bir rivayette:
"İsterse orada üç kişi bulunsun, dördüncüleri imam olsun, cuma onlara
vacib olur."
Hem Taberani, hem de
îbn Adiy bu rivayetin zayıf olduğunu, isnadında bir metruk bulunduğunu
belirtmişlerdir.[388]
40 sayısı üzerinde
duranların bir diğer delili de şu rivayettir:
"Her kırk veya
fazla kişinin bulunmasında cuma, Kurban ve Ramazan Bayramı namazı vardır."
Darekutni Beyhaki'nin
Cabir'den tahric ettikleri bu rivayet de 2ayıftır. Hatta îmam Âhmed'e göre
isnadında Abdülaziz b. Ab-dirrahman bulunuyor ki bu adam hem yalancı» hem de
hadis uy-durucusudur. Nesai de onun sıka olmadığını belirtmiştir. Ibn Hib-ban
ise, "Onun hadisiyle ihticac caiz değildir" demiştir. Nitekim Beyhaki
de, "Bu rivayetle ihticac olunmaz" diyerek görüşünü ortaya
koymuştur.
Bu konuda 15'e yakın
rivayet vardır. Hepsini nakletmeye gerek görmüyoruz. Çünkü çoğu zayıftır. Zira
rivayetlerde muhtelif rakamlar üzerinde durulmuş, 80, 40, 30, 20, 9 ve 7 gibi
çok farklı sayılar izhar edilmiştir ki bunların ciddi bir dayanağı yoktur.
Özetleyecek olursak,
şöyle bir sonuca
bağlamamız mümkündür:
Cuma namazı için cemaat
şarttır, fakat kesin bir sayı şart değildir. Çünkü bu hususta Rasulüllah
(s.a.v.) efendimizden kesin bir beyan sadır olmamıştır.
419 noîu İbn Abbas
hadisi, cuma namazının köyde kılınmasının cevazına delalet etmekteyse de, ilim
adamlarının bu hususta farklı yorumları söz konusudur. Rivayette geçen
"karye" kavramı üzerinde durulmuş, kimine göre köy veya kasaba,
kimine göre şehir kastedildiği belirtilmiştir. Öyle ki sözü edilen bölgede
Cünasi'nin şehir mi, köy mü olduğunda farklı tesbitlere yer verilmiştir:
Zemahşeri ile Ibn Esir, onun Bahreyn'de bir kale ismi olduğunu söylemiştir. Ebu
Hasan el-Lahmi ise, onun bir şehir ismi olduğunu belirtmiştir. Bir kısmına göre
ise, Önceleri orası köy imiş, sonra şehir durumuna gelmiştir.
Böylece cuma namazının
ancak şehir ve kasabada kılınacağı üzerinde duranlar, yukarıdaki rivayetle
istidlal ettikleri gibi, Hz. Ali'den (r.a.) rivayet edilen şu hadis ile de
istidlal ettikleri vaki-dir: "Cuma ve teşrik ancak mısr-i cami'de
caizdir."
Şüphesiz bu rivayet
üzerinde de farklı tesbit ve yorumlar olmuştur.
Oysa Hz. Ömer'in
(r.a.) Bahreyn halkına yazdığı şu yazı, köyde de cumanın kılınmasının cevazına
delalet etmektedir: "Ne yerde biraraya gelirseniz, orada cuma namazını
kılın."
Nitekim Âbdurrezzak'xn
îbn Ömer'den (r.a.) yaptığı sahih rivayete göre: Mekke ile Medine arasındaki
köylerde halkın toplanıp cuma kıldığı ve ashabdan hiç kimsenin buna itiraz
etmediği anlaşılmaktadır. [389]
1- Cuma
namazımı cemaatta kılınması şarttır.
2- O
bakimdan Cuma namazı münferiden kılınmaz ve kaçırıldığı takdirde kaza edilmez.
3- Cuma
cemaatinin en az üç veya imamdan başka iki kişi olması şarttır. Bu Hanifilerin
ictihadıdır.
4- Cuma
namazı için imamdan başka en az 12 kişinin bulunması şarttır. Bu, imam
Malik'in içtihadıdır.
5- Cuma namazı imamla birlikte en az kırk
kişiyle kılınır. Bu, îmam Şafii ile îmam Ahmed'in içtihadıdır.
6- Şehir ve
kasabalara bağlı köylerde cuma namazı kılmak[390]
Cuma farzından ve
hutbesinden önce sünnet namaz var mıdır? Bu hususta fakih imamların ve ilim
adamlarının farklı tes-bitve ihticacları olmuştur.
İbn Kayyım el-Cevzi,
Zadü'1-Mead adlı eserinde cuma farzından Önce meşru hiçbir sünnet ve nafile
namaz olmadığını ısrarla belirtmiş ve Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin böyle bir
namaz kılmadığını, bazı deliller göstererek anlatmaya çalışmıştır. Kanaatimce
îbn Kayyım bu konudaki rivayetlerin bir kısmını tes-bit edememiştir. Zira bize
kadar gelen rivayetlerden böyle bir namazın meşru olduğunu anlıyoruz. [391]
Nilbşete el-Hüzeli
(r.a.) den yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle
buyurmuştur:
"Şüphesiz ki
müslüman kimse cuma günü gusleder ve sonra mescide yönelir de hiç kimseye
eziyet vermeden (yerini alır). Eğer imam hutbeye çıkmamışsa, kendisince
bilindiği şekilde namaz kılar. İmamın hutbeye çıktığını görürse, oturup onu
dinlemeye koyulur ve imanı cuma hutbesini bitirinceye kadar o konuşmayıp
susar.
Bu durumda
eğer bütün günahları
o cumasında mağfiret olunmamışsa,
ondan sonraki cumaya keffaret olur."[392]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim cuma günü
gusleder ve sonra da cumaya gelir, takdir edildiği gibi namaz kılar; sonra imam
hutbesini bitirinceye kadar o susup dinler; sonra da kalkıp imamla beraber
cuma namazını kılarsa, o cumayla gelecek cuma arasındaki (günah ve kusurları)
üç gün de fazlasıyla bağışlanır.."[393]
Yapılan rivayete göre:
"İbn Ömer (r.a.) cumadan önce kıldığı (sünnet) namazı uzatır ve cuma
farzından sonra da iki rek'at namaz kılardı. Sonra da Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin
böyle yaptığını anlatırdı."[394]
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayette, diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz minber üzerinde hutbe okurken cuma günü bir adam mescide girdi.
Peygamber (s.a.v.) ona, iki rek'at namaz kılmasını emretti."[395].
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Cuma günü bir
adam içeri girdi, o sırada RasulüIIah <s.a.v) efendimiz hutbe irad ediyordu.
O adama: "Namaz kıldın mı?" diye sordu. O da: "Hayır
kılmadım" diye cevap verdi. Peygamber (s.a.v) ona: 'İki rek'at namaz
kıl" diye emrettik[396].
a)
Hanefilere göre: Cumadan önce dört, sonra da dört rek'at sünnet kılınır.
Rasulüüah (s.a.v.) efendimizin cumadan önce iki veya dört rek'at namaz kıldığı
ihtilaf konusudur. O bakımdan imam Ebu Yusuf, cumadan sonra altı rek'at namaz
kılmayı tavsiye etmiştir.
Fakihlerin çoğuna
göre, cumadan sonra sünnet olan sadece dört rek'attir.[397].
b) Şafnlere
göre: Cuma farzından önce dört rek'at, farzından sonra ise iki rek'at
müekked sünnet kılınır. Farzdan sonra iki rek'at daha sünnet kılınır ki, bu
müekked değildir.[398]
c) Han bel i
ler e göre: Cumadan sonra iki rek'at kılınır. Aynı zamanda bu, altı rek'at
olarak da kılınabilir. Cuma farzından Önce kılman dört rek'at da sadece
sünnetttir, yani müekked değildir.[399]
423 nolu Nübşete
hadisinin isnadında Ata' el-Horasani bulunuyor ki, bu zat hakkında farklı
sözler söylenmiştir. Ancak cumhur bu zatı güvenilir olarak belirlemiştir.[400]
Bu hadisten şu
hükümler çıkmaktadır:
a) Cuma günü
gusletmek meşru'dur.
b) Cuma günü camiye girilince cemaate eziyet
etmemek sünnettir.
c) Hutbe
okunurken susup dinlemek meşru'dur.
d) Hatip hutbe okumaya başlamadan önce namaz
kılmak meşru'dur. Hutbeye başlayınca artık namaz kılınmaz.
424 ve 425 nolu Ebu
Hüreyre ve Ibn Ömer hadisleri sahihtir. Nitekim el-Iraki, Ibn Ömer hadisinin
isnadının sahih olduğunu
özellikle
belirtmiştir. Nesai aynı rivayete "cumadan Önce namazı uzatırdı"
sözünü almamıştır.
Bu iki hadis de cuma
farzından önce sünnet namazın meşru'i-yetine delalet etmektedir. Ancak zeval
vaktinde kılınmasının mekruh olduğu söz konusudur.
Bu konuda
Darekutni'nin Enes (r.a.) den yaptığı rivayette şöyle belirtilmiştir:
"Bir adam geldi,
ki RasulüIIah (s.a.v) efendimiz o sırada hutbe irad ediyordu. RasulüIIah
(s.a.v) o adama: "Kalk iki rek'at namaz kıl" buyurdu ve o adam iki
rek'at namaz kıhncaya kadar RasulüIIah (s.a.v) hutbeyi kesip bekledi."
Şüphesiz bu rivayet de
yukarıdaki rivayetleri kuvvetlendirmekte ve cumadan Önce sünnetin meşruiyetini
ortaya koymaktadır.
Ancak Tirmizi'nin
sahihlediği Ebu Said hadisini şu lafizla rivayet etmesi, Rasulüîlah'ın (â.a.v)
o sırada hutbeyi kesmediğine delalet etmektedir:
"Bir adam cuma
günü hakir ve perişan bir görünüm içinde geldi. O sırada Peygamber (s.a.v)
efendimiz hutbe irad ediyordu. O adama iki rek'at namaz kılmasını emretti, ki
Peygamber (s.a.v) hutbesini irada devam ediyordu,"
Ancak gerek bu,
gerekse Darekutnî'nin rivayeti, hutbe esnasında sünnet namaz kılmanın
meşru'iyetine delalet ediyorsa da, konuyla ilgili başta naklettiğimiz hadisler
bunun hilafına delalet etmekte ve bir bakıma bu hükmü kaldırdığını
göstermektedir. Nitekim müctehid imamların çoğunun da içtihadı bu doğrultudadır. [401]
1- Cuma günü
Öğle vakti girince cuma farzından ve hutbesinden önce dört rek'at veya iki
rek'at sünnet kılmak meşru'dur.
2- Cuma
farzından sonra dört veya iki rek'at, bir kısım müctehidlere göre altı rek'at
sünnet kılmak meşru'dur.
3- Camiye
gelen kimse, hatip henüz hutbeye çıkmamışsa, sözü edilen sünneti kılabilir.
Hatip hutbeye başlamışsa, artık kıimayıp hutbeyi dinler ve susup konuşmaz.
4- Cuma günü
-gereksin, gerekmesin- gusletmek, yani banyo yapmak sünnettir.
5- Hutbe
irad edilirken konuşmak, başka bir şeyle meşgul olmak haramdır. [402]
Cuma namazının ve
hutbesinin birtakım Özellikleri vardır ki onlardan çoğu diğer vakit
namazlarının cemaatle kılınmasında yoktur,
Cuma bir taraftan
ergen olan mü'minleri biraraya getirmekle kalmaz, diğer yandan onların
arasında sevgi ve saygı bağlarım kuvvetlendirir; müsîüman lidere itaati öğretir
ve di-siplinli, düzenli bir hayat sürmelerini ilham eder.
Aynı zamanda imamla
cemaat arasında kopmaz bağlar oluşturur. İmamın minbere çıkıp cemaate selam
vermesi, arkasından ezan okunması ve sonra da kalkıp hutbe irad etmesi
müstesna bir tablo oluşturmakta ve her yanıyla mü'minlere birlik, dirlik, rahmet,
feyiz ve bereket havası estirmektedir. [403]
Cabir (r.a) den
yapılan rivayette, adı geçen şöyle anlatmıştır;
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz (cuma günü) minbere çıktığında selam verirdi."[404].
Said b. Yezid'den
(r.a.), adı geçen demiştir ki:
"Cuma günü nida
(ezan)mn evveli, Rasulüllah (s.a.v), Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a) devirlerinde
imam çıkıp minbere oturduğu zaman idi. Hz. Osman (r.a) devrinde ise, insanlar
çoğaldı, o da üçüncü bir nidayı (ezan) Zevra' üzerinde (okutarak) fazladan
ilave etti. Rasulüllah'm (s.a.v) (cuma günü ezan okuyan) sadece bir müezzini
vardı."[405].
Adiy b. Sabit'den, o da babasından, o da dedesinden
rivayet le demiştir ki:
"Peygamber
(s.a.v) efendimiz minbere çıkınca, ashabı yüzlerini Ona çevirerek yönelirlerdi."[406]
"Rasulüllah (s.a.v) minbere çıkıp doğrulunca biz yüzümüzü
ona çevirip yönelirdik."[407].
"Rasulüllah
(s.a.v) minbere çıkıp oturunca Bilal ezan okurdu."[408].
"Cuma günü, imam
çıkıp minber üzerinde oturunca ezan okunurdu."[409].
a)
Hanefîlere göre: Hutbe irad ederken ayakta durmak ve cemaate yönelmek
sünnettir. Hz. Osman (r.a) fazla yaşlanınca oturarak hutbe irad etmiştir.
Ashabdan hiçbiri onun böyle yapmasına itiraz etmemiştir.
İmam hutbe okurken
cemaatin de ona yüzlerini çevirip yönelmeleri sünnettir.[410].
İmam minbere çıkıp
oturunca ikinci ezan okunur.
b) Şafülere
göre: İmamın minbere çıkınca hazır olanlara selam vermesi ve yüzünü onlara
çevirmesi; aynı zamanda ezan okunup bitinceye kadar oturması sünnettir.[411].
c)
Hanbelilere göre: İmamın minbere çıkınca cemaate yönelip selam vermesi ve sonra
oturması müstehabdır. Müezzin ezanı bitirinceye kadar imamın oturup beklemesi
sünnettir. Aynı zamanda sözü edilen iç ezanın okunması da sünnettir.[412].
d) Malikilere göre: imam minbere çıkınca ezan
okunur.
Ezan okunması sona
erince cemaatin her şeyi ve konuşmayı bırakıp yüzlerini imama çevirip
yönelmeleri gerekir.
Ezandan önce ve hutbe
bitince cemaat ve imamın namaza başlamadan konuşmalarında bir sakınca yoktur.[413].
Elverir ki bu sıradaki konuşma cami ve ibadetle ilgili soru-cevap şeklinde kısa
ve anlamlı olsun. [414]
432 nolu Cabir
hadisini aynı zamanda el-Esrem kendi süneninde tahric etmiştir. Ancak o şu
lafızla nakletmiş bulunuyor: "Rasulüllah (s.a.v) efendimiz minbere
çıkınca insanlara yüzünü çevirip yönelir ve es-selamu aleyküm derdi."
Ancak İbn Mace'nin
isnadında Ibn Lühay'a bulunuyor ki bu zat zayıf kabul edilmiştir.
Bu babda îbn Adiyy'in
îbn Ömer (r.a) den yaptığı şu rivayet de bulunuyor:
'Peygamber (s.a.v)
efendimiz cuma günü minbere yaklaşınca minberin yanında bulunanlara selam
verir, sonra minbere çıkıp insanlara yüzünü çevirip yöneldikten sonra tekrar
selam verir ve öylece otururdu,"
Aynı rivayeti Taberani
ve Beyhaki de nakletmişlerdir. Ancak onların isnadında Isa b. AbdiIIah
eî-Ensari bulunuyor ki, îbn Adiy ve İbn Hibban onun zayıf olduğunu
belirtmişlerdir.[415].
Ayrıca İbn Adiy, onun hiçbir rivayetine uyulmaz, yani itibar edilmez demiştir.[416]
İmam Şafii de, Seleme
b. Ekva1 (r.a). den yapılan rivayeti naklediyor:
"Rasulüllah
(s.a.v) efendimiz iki hutbe okudu ve iki defa oturdu." Aynı zamanda hadisi
imam Şafii'ye nakleden zat şunu da ilave etmiştir: "Mistirah'm önündeki
derece (basamak) üzerinde ayakta durdu ve selam verip oturdu. Müezzin ezanını
bitirinceye kadar Rasulüllah Mistirah üzerinde oturup bekledi. Sonra kalkıp
hutbe okudu ve oturdu. Sonra tekrar kalkıp ikinci hutbeyi okudu."
Buraya kadar
sıraladığımız rivayetlerin hepsi, şu hususların meşruluğuna delalet etmektedir:
a) Hatibin
minbere çıkıp yüzünü cemaate çevirdikten sonra selam vermesi,
b) Selamdan sonra minber üzerine oturup ezanın
okunup bitmesini beklemesi,
c) Ezan bittikten sonra hatibin ayağa kalkıp bir
ve ikinci hutbeleri okuması,
d) İki hutbe
arasında az bir süre oturması... ,
434 nolu Adiy b. Sabit
hadisinin muttasıl olduğunu İbn Mace kaydetmektedir.
Bu anlamda Tirmizi îbn
Mes'ud (r.a) den şunu rivayet etmiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v) efendimiz minbere çıkıp doğrulunca yüzünü bize çevirirdi, biz de
yüzümüzü Ona çevirip yönelirdik."
Ancak bunun isnadında
Muhammed b. Fazl b. Atiye bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Nitekim Tirmizi onun
için: "Zahibul-Hadis" demiştir.
Ancak bu babda Buharı
ve Müslim, bir de Nesai Ebu Said'den şunu rivayet etmişlerdir: "Rasulüllah
(s.a.v) bir gün minber üzerine oturdu ve biz de etrafına toplanıp
oturduk." Buhari bunu bir bab olarak belirlemiştir.
Diğer yandan Adiy
hadisinin bir çok şahitleri vardır ki, hepsini biraraya getirdiğimizde kuvvet
kazanır ve Rasulüllah'm (s.a.v) minbere çıkınca cemaatin Ona yüzünü çevirip
yöneldiklerinin sıhhati anlaşılır.
433 nolu Saib
hadisinde üç ezandan söz ediliyor ki, bunun biri ikamet, diğer ikisinden biri
dış ezan, biri de iç ezandır ki hepsine birden "nida" denilmiştir.
Ayrıca aynı hadiste
geçen "Zevra" ismi ise, daha çok Mescidin kapısında bulunan büyükçe
bir taşın veya Medine'de bir sokağın ismidir. Diğer bir tesbite göre, üzerinde
ezan okunan bir evdir. [417]
1- imamın
minbere çıkıp selam vermesi ve öylece oturması sünnettir. Bu imam Şafii ile imam
Ahmed'e göredir.
2- İmam
çıkıp minbere oturduktan sonra müezzinin iç ezanı okuması sünnettir.
3- Ezan
süresince imamın oturması da sünnettir.
4- Ezan
bitince imamın kalkıp birinci hutbeyi okumaya başlaması ve cemaatin ona
yüzlerini çevirip yönelmesi sünnettir.
5- İki
hutbe arasında hatibin kısa
bir süre
oturması sünnettir. [418]
Hutbe cumanın önemli
bölümlerinden biridir. Bir hafta içinde cereyan eden olayları inanç, ahlak ve
ahkam potasında değerlendirip bir komprime haline getirerek cemaate sunmak hut~
benin hikmetini yansıtan Özelliklerinin başında gelir.
Böylece Rasulüllah'm
(s.a.v) sünnetine uyarak hutbeyi az ve öz tutup ruhları serinletecek, kalp ve
kafada derin iz bırakacak, mü'minlere manevi gıda verecek, onları hayata ve memata
hazırlayacak, doğruluk çizgisinde tutacak muhtevada tutmakta sayısız faydalar
vardır.
Bunun dışında hutbenin
birtakım vücub ve sünnetleri, kural ve ölçüleri daha vardır ki onları müctehid
fakihlerin tesbit ve icti-hadlarmda görmemiz mümkündür. [419]
Ebu Hüreyre (r.a) den
yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"El-Hamdu 1 i
İlah ile başlanmayan her söz kesik ve marizdir."[420].
Ahmed, Ebu Davud ve
Tirmizi'nin rivayetinde ise şu lafızla rivayet edilmiştir:
"İçinde şehadet
(veya teşehhüd) bulunmayan hutbe kesik el gibidir."
îbn Mes'ud (r.a) den
yapılan rivayete göre; adı geçen şöyle demişti?"
"Rasulüllah
(s.a.v) efendimiz (hutbede) teşehhüdde (şehadet kelimesi anmada) bulunurken
şöyle derdi: Hamd Allah'a mahsustur. O'ndan yardım bekleriz ve günahlarımızın
bağışlanmasını O'ndan dileriz. Nefsimizin şerlerinden Allah'a sığınırız. Allah
kimi doğru yola eriştirirse, onu sapıtan bir kimse olmaz. Kimi de sapıklığı
içinde bırakırsa, onu doğru yola eriştiren olmaz. Allah'tan başka ilah
olmadığına şehadet ederim; Muhammed'in de Allah'ın kulu ve resulü olduğuna
şehadet ederim ki Allah onu hak ile müjdeci ve uyarıcı olarak kıyamete yakın
bir zamanda göndermiştir. Artık kim Allah'a ve rasulüne itaat ederse, gerçekten
o doğruyu bulmuş olur. Kim de Allah'a ve peygamberine karşı gelirse, o ancak
kendine zarar vermiş olur ve Allah'a hiçbir suretle zarar veremez."[421].
îbn Şihab (r.a) den,
Peygamber (s.a.v) efendimizin cuma günü (hutbedeki) teşehhüdünden sorulduğunda,
o da yukarıda naklettiğimiz gibi anlatmış ve sadece şu cümlede az bir
değişiklik ifade etmiştir. O da "Kim Allah'a ve Rasulüne karşı gelirse,
cidden o azıp sapıtmış olur."[422].
Cabir b. Semure (r.a)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"RasulüHah (s.a.v)
efendimiz ayakta durup hutbe okurdu ve iki hutbe arasında oturup birkaç ayet
okur ve insanlara öğütte bulunurdu."[423]
Yine Cabir b. Semure
(r.a) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v) efendimiz cuma günü (hutbede) meviza (öğüt), kısmım uzatmazdı; Onun
hutbedeki mevi-zası sadece az birkaç kelimeden (cümleden) ibaretti."[424].
Ümmü Hişam bint Harise
b. Nu'man'dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Ben (Kaf
Ve'1-Kur'an'il-Mecid) suresini ancak Ra sulüHah (g.a.y) efendimizin dilinden
aldım ki o/bunu her cuma minber üzerinde nutbe esnasında okurdu.ir[425]
a)
Hanefîlere göre: İmam Azam Ebu Hanife'ye göre, hutbenin farzı bir teşbih veya
bir tahmid ve tehlilden ibarettir. Yani hatibin minberde bir defa
"el-Hamdu lillah" veya "Aüahu Ekber" ya da
"Sübhanellah" demesiyle bu farz yerine gelmiş olur. îmameyne göre,
hutbe denilecek kadar uzun bir zikirde bulunmak farzdır. Bu ya üç ayet miktarında
olması, ya da Kerhi'ye göre, teşehhüd nisbetinde olmasıyla gerçekleşir.
Hutbeyi ayakta okumak,
taharet üzere bulunmak, iki hutbe şeklinde tutmak, iki hutbe arasında hafif
oturmak, cemaate yüz çevirmiş halde durmak, iki hutbeyi de aşikar okumak, hutbe
arasında bir ayet okumak, takva ile tavsiyede bulunmak ve Peygamber (s.a.v)
efendimize salat-ü selam getirmek sünnettir. Bunları terketmek ise mekruhtur.[426]
b) Şafnlere göre: Hutbe okumak farzdır. Bunun
rüknü beştir:
1- Allah'a
hamdetmek,
2- RasulüHah
(s.a.v) efendimize salat-ü selam getirmek,
3- Takva ile
tavsiyede bulunmak, her iki hutbede de bunu yerine getirmek,
4- Anlaşılır
şekilde bir ayet okumak,
5- Mü'minler
için dua etmek. (Bu ikinci hutbede yerine getirilir)
Hutbelerin vakit
içinde okunması ve ardarda yapılması, hatibin abdestli bulunması, üzerinde
necaset olmaması, avret yerlerinin örtülü olması, kudreti yettiği takdirde
ayakta okuması, iki hutbe arasında oturması ve kırk kişinin dinlemesi şarttır.
Aynı zamanda hutbenin
rükünlerinde tertibe riayet edilmesi, cemaatin susup dinlemesi, hutbenin
minber veya yüksekçe bir yer üzerinde irad edilmesi, yanındakilere selam
vermesi, minbere çıkınca cemaate yönelmesi ve onlara selam verip öylece
oturması ve bu sırada müezzinin kalkıp ezan okuması, hutbenin beliğ bir üslupla
yerine getirilmesi ve uzun tutulmaması, hatibin sağa-sola yönelmeden cemaate
müteveccih durması, sol yanında kılıç bulundurması, iki hutbe arasında ihlas
okuyacak kadar bir süre oturması sünnettir.[427].
c)
Hanbelilere göre: Cuma namazı kılman cami ve mes-cidde cuma günü hutbe okumak
şarttır; onsuz cuma sahih olmaz. Hatip minbere çıkınca cemaatin ona yönelmesi
müstehabdır. Her iki hutbede de Allah'a hamdetmek, Peygamber (s.a.v) efendimize
salat-u selam getirmek de şarttır. Bunlarsız hutbe sahih olmaz. Hatibin iki
hutbe arasında oturması müstehabdır. Aynı zamanda hatibin abdestli olarak hutbe
irad etmesi de sünnettir. Hatibin hutbe esnasında cemaate yüzünü çevirmiş
bulunması da sünnet kabul edilmiştir. İki hutbeyi ardarda yapmak şarttır.
Hatibin hutbe esnasında mü'minler için dua etmesi, aynı zamanda hem kendisi,
hem de hazirun için dua edip af ve mağfiret dilemesi sünnettir.[428].
d)
Malikilere göre: Hutbede Allah'a hamd etmek, peygamber'e (s.a.v) salat-ü selam
getirmek, bir ayet okumak ve takva ile tavsiyede bulunmak vaciptir[429].
Ayrıca imamın minberde
iyilikle emretmesi, kötülükten menetmesinde bir sakınca yoktur.[430].
444 nolu Ebu Hüreyre
(r.a) hadisini aynı zamanda Darekut-ni, İbn Hibban ve Beyhaki tahric
etmişlerdir. Tirmizi onu hasenle-miştir. Ancak hadisin mursel veya merfu olduğu
hakkında görüş ayrılığı vardır.
Bu anlamda îbn Hibban,
el-Askeri vo Ebu Davud, Ebu Hüreyre'den (r.a) merfuan şunu rivayet etmişlerdir:
Allah'a hamd ile
başlanmayan her matlup olan iş kesik (feyizsiz, bereketsiz) dir."
Buna yakın bir anlatım
ve lafızla Taberani el-Kebir'de Ka'b b, Malik'den bir rivayeti nakletmiştir.
Böylece her bakımdan
matlup olan hutbeye "el-Hamdu lil-lah" ile başlamanın meşruiyeti
kendiliğinden anlaşılmış olu-yor.
445 nolu Ibn Mes'ud hadisinin isnadında İmrao b.
Daver Ebu'1-Avam el-Basri bulunuyor. Yahya b. Main ve Nesai'ye göre, bu zat
zayıftır. Bununla beraber
Buhari onun rivayetiyle istişhadde bulunmuştur. Affan ise
onun sıka ^güvenilir) olduğunu belirtmiştir, imam Ahmed: "Onun salihü'l-hadis
olduğunu umuyorum" demiştir. Ebu Davud ise onun zayıf olduğuna dikkat
çekmiştir. İbn Adiy ise, "Onun hadisi yazılabilir" diyerek olumlu
bakmıştır.[431]. imam Nevevi ise,
Müslim'in şerhinde bu hadisi sahihlemiştir.
447 nolu Cabir hadisi
sahihtir. Hutbe esnasında ayakta durmanın meşruiyetine delalet etmektedir.
Aynı zamanda iki hutbe arasında bir süre oturmanın da sünnet olduğunu
göstermektedir. Bu hadisle istidlal eden İmam Şafii ayakta du-rup hutbe okumanın
vücubuna kail olmuştur. Cumhur ise vacib olmadığını belirtmiştir. Ayrıca imam
Şafii bu konuda şu hadis- le de istidlal ederek içtihadım kuvvetlendirmiştir:
"Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız, öyle namaz kılın!"
Buradaki emir vücubu gerektirmektedir.
Yine İmam Şafii bu
hadisin iki hutbenin vücubuna delalet ettiğini söylemiştir. Diğer imamlar ise,
sadece birinci hutbenin vacip olduğuna kaildirler. Nitekim eî-Iraki,
Tirmizi'nin şerhinde bu konuya yer verip müctehid imamların görüşlerini
açıklamıştır. Cumhur da bu görüştedir.
Hadis diğer yandan
hutbede Kur'an'dan bir veya birkaç ayet okumanın ve müslümanlara öğütte
bulunmanın meşruiyetine delalet etmektedir. îmam Şafii öğüt vermenin va-cip
olduğunu söylemiştir. Diğer bir rivayette, bir ayet okumanın da vücubuna kail
olduğu belirtilmektedir. Cumhur ise, bunun vacip olmadığına değinmiştir.
448 nolu Cabir hadisinin isnadmdaki ricalin hepsi
sıkat (güvenilirler) dir. Bu, hutbede vaaz etmenin, ancak onu kısa tutmanın
meşruiyetine delalet etmektedir.
449 nolu Ümmü Hişam
hadisi hutbede sadece "Kaf' suresinin okunacağına delalet etmemektedir.
Zira Rasulüllah'm diğer kısa sureleri de
zaman zaman okuduğu birçok sahih rivayetlerden anlaşılmaktadır. Nitekim îbn Ebi
Şeybe'nin Sabi'den yaptığı rivayete göre, "Rasulüllah (s.a.v) efendimiz
minbere çıkınca yüzünü cemaate çevirir, sonra es-Selamu aleyküm der
ve Allah'a hamd-u senada bulunur ve bir sure okuduktan sonra otururdu."
denilmektedir. Bu da herhangi bir sureyi okumanın meşru olduğunu
göstermektedir.
Diğer yandan Nesai'nin
Cabir b. Semure (r.a) den yaptığı rivayete göre: "Rasulüllah ayakta durup
hutbe irad eder, sonra oturur, sonra
kalkıp birkaç ayet
okur, Allah'ı anardı.."
buyurulmaktadır.
eî-Iraki bu hadisin isnadının sahih olduğunu söylemiştir. [432]
1-Hutbenin
farzı bir teşbih, bir tehlil, bir tekbir veya bir tahmidden ibarettir. Bu, İmam
Ebu Hanife'riin içtihadıdır.
2- Hutbe, en
az bir teşehhüd miktarı uzun olmalıdır. Bu, im-ameynin içtihadıdır.
3- Hutbeyi
ayakta okumak, taharet üzere bulunmak, iki hutbe olarak düzenlemek, iki hutbe
arasında kısa bir süre oturmak, hutbede cemaate yüz çevirmek, cemaatin de
hatibe yüz çevirip yönelmesi, iki hutbeyi de aşikar irad etmek, hutbede ayet
okumak, takva ile tavsiyede bulunmak, öğütle ilgili kısa bilgi vermek
sünnettir.
Bunlar daha çok
Hanefilerin içtihadına göredir.
4- Hutbe
vacibtir veya farzdır.
5- Hutbenin
rüknü beştir: Allah'a hamdetmek, peygambere salat-ü selam getirmek, takva ile
tavsiyede bulunmak, bir veya birkaç ayet okumak, mü'minler için dua etmek...
Bu, Şafîilerin
içtihadına göredir.
6-
İmamın minbere çıkınca
cemaate selam vermesi sünnettir. Bu da Şafîüerin ve
Hanbelilerin içtihadıdır.
7- iki hutbeyi ardarda yapmak şarttır. Bu,
Hanbelilere göredir.
8- Hutbe
esnasında konuşmak, başka bir işle meşgul olmak haramdır. [433]
Müslümanların dini
anlamda, cuma dışında iki büyük bayramı vardır: Fıtr ve Azha... Birincisi,
Ramazan Bayramına, ikincisi Kurban Bayramına delalet eden isimlerdir.
Bu iki bayramda cumadan
farklı şekilde bir kaynaşma, görüşme, selamlaşma, tebrikleşme ve fakirlere
yardım elini uzatma; dostları ve yaşlıları ziyaret etme kendini gösterir.
Böylece küçüklerin, fakirlerin, muhtaçların daha çok sevindirildiği; büyüklerin
daha çok saygı ve ilgiyle ziyaret edildiği bu günlerde şüphesiz ki îslam'm yüce
hikmetleri söz konusudur.
îman ve kültür birliği
çerçevesinde kalpler feyiz ve rahmet le dolup taşar; vicdanlar huzura kavuşur;
aileler geniş çapta sevgi ve saygı havası içinde kaynaşma ortamı bulur; inanan
herkes için bayram huzur, güven, neşe kaynağı olur.
Bunun için bayram günü
her müslümanm güzel ve temiz elbisesini giymesi, güzel koku sürünmesi, güzel
bir görünüm arzet-mesi, daha çok cömert olması ve daha fazla dost ve
yakınlarıyla buluşması sünnet kılınmıştır.
Camiye namaza, dostuna
ve büyüklerine ziyarete giden mü'minin, -düşman tehlikesi yoksa- silah taşıması
mekruhtur.
Mümkün olduğu takdirde
camiye yaya gitmek, camiden eve dönerken başka bir yol izlemek, yolda tekbir
getirmek de sünnettir. [434]
Cafer b. Muhammed'den,
o da babasından, o da dedesinden yaptığı rivayete göre, şöyle demiştir:
"Rasulüilah (s.a.v) efendimiz her bavramda alaca kumaştan (Yemen mamulü)
üstlük giyinirdi."[435]
Said b. Cübeyr (r.a)
den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
"İbn Ömer (r.a)
ile birlikte Mina'da bulunduğum bir sırada ayağının üzengisine mızrak ucu
isabet etmiş ve ayağını üzengiye sıkıştırmıştı. İnip ayağını oradan çektim. Bu
olay Haccac'a (Enıeviler döneminde zulmüyle isim yapan Haccac) haber verilince
gelip İbn Ömer'i ziyaret etti ve şöyle dedi: "Ah kimin sana bu mızrağı
vurduğunu bir bilseydik.." İbn Ömer (r.a) ona: "Bunu sen
yaptırdın!" dedi. Haccac: "Nasıl olur?" deyince, İbn Ömer şu
cevabı verdi: "Nasıl olmasın ki, silah taşınmayan bir günde silah
taşıyorsun ve Harem sınırlarına silah sokuyorsun ki bugüne kadar Hareme silah
sokulmadı.."[436]
Hz. Ali (r.a) den
yapılan rivayete göre, şöyle dediği nakledilmiştir:
"Bayram namazına
yaya olarak çıkmak sünnettir. Aynı zamanda (Ramazan Bayramında) sabahleyin
camiye gitmeden bir şey yemek de sünnettir."[437].
Ümmü Atiyye (r.a) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v) efendimiz bize, fıtr ve azha (ramazan ve kurban bayramların) da bakire
ve ergenlik çağma yaklaşan kızları, örtü arkasında oturan kadınları, bir de
ayhali olanları (mescide doğru) çıkarmamızı emretti. Ancak ayhali olanlar
namazdan kendilerini alıkoyuyorlardı. Böylece onlar da (müslümanlarm bayram
gününde) hayırlara hazır ve şahit oluyor, müslümanlarm duasına katılıyorlardı.
Bunun üzerine dedim
ki: 'Ya Rasulallah! Bizden bazısının baş örtüsü yoktur." Bunun üzerine
efendimiz şöyle buyurdu: "Artık din kardeşi kendi örtüsünden ona örtü
verip örtünmesini sağlasın."[438]
Büreyde (r.a) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v) efendimiz fıtr (ramazan bayramı) günü bir şey yemeden sabahleyin
(evinden çıkıp mescide) gitmezdi. Azha (kurban bayramı) günü de (namaz
kıldırıp) eve dönünceye kadar bir şey yemezdi."[439].
Enes (r.a) den yapılan
rivayete göre, şöyle demiştir: "Rasulüllah (s.a.v) efendimiz fıtr (ramazan
bayramı) günü birkaç hurma yemeden (kalkıp sabah ve bayram namazına) gitmezdi.
Aynı zamanda hurmadan da tek sayıya dikkat ederek (yani ya bir, ya üç, ya da
beş tane yerdi)."[440].
İbn Ömer (r.a) den
yapılan rivayete göre, adı geçen demiştir kû
"Rasulüllah
(s.a.v) efendimiz, Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a) iki bayram namazını da
hutbeden önce kılarlardı.”[441].
Cabir b. Semure (r.a)
den yapılan rivayette, demiştir ki:
"Peygamber
(s.a.v) efendimizle birlikte ne bir, ne de iki defa, birçok defa bayram namazı
kıldım ki bu namazı ezansız ve ikametsiz kılardı."[442].
a)
Hanefilere göre: Cuma namazı kimlere farzsa bayram namazı onlara vaciptir. En
sahih görüş ve tesbit de budur. Cumanın şartları -hutbe dışında- bayram namazı
hakkında da aynen geçerlidir. Hutbe ise, bayram namazında sünnettir ve namazdan
sonra yerine getirilir.
Fıtr (ramazan)
bayramında namaza çıkmadan bir şey yemek
' ve yenilecek şeyin tek sayıda tutulmasına dikkat etmek, dişleri
misvaklanıak, gusletmek (banyo yapmak), güzel koku sürünmek ve temiz güzel
elbise giyinmek müstehabdır.
Camiye gidiş ve dönüş
yollarını ayrı olarak kullanmak da tavsiye edilen sünnetler arasında bulunuyor.
Camiye gidip dönerken,
fıtr (ramazan) bayramında gizli şekilde, kurban bayramında aşikar şekilde
tekbir getirmek müstehabdır.
Bayram namazının
cemaatle kılınması şarttır. Kaçırıldığı takdirde kaza edilmez.[443].
b) Şafiilere
göre: Bayram namazı sünnettir; cemaatle kılınır, yalnız başına kılınmaz, ancak
imamla birlikte bu namazı kaçıran kimse yine imamla birlikte herhangi bir
vakitte kılabilir. Ancak zevaldan önce kılarsa eda, sonra kılarsa kaza olur.[444].
c)
Hanbelilere göre: Bayram namazı kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuştur.
Farz-ı kifayedir; yani mükelleflerden bir kısmının kılmasıyla diğerlerinin
üzerinden kalkmış olur. Güneş bir mızrak boyu yükselince vakti girmiş olur.
Bayram namazına
gidilirken yolda tekbir getirmek, gitmeden önce gusletmek, temiz güzel elbise
giyinmek, güzel koku sürünmek, dişleri misvaklamak (veya fırçalamak), camiye
gitmeden önce Fıtr Bayramı ise bir şey yemek; Kurban Bayramı ise bir şey
yemeden çıkmak müstehabdır.[445]
Bayram namazının
cemaatle kılınması şarttır. Ancak imamla birlikte kaçıranlar, onu diledikleri
vakit kılabilirler.[446]
d)
Malikilere göre: Bayram namazı sünnettir ve cemaatle kılınması şarttır. Diğer
mezheplere göre, müstehab olan şeyler bu mezhebe göre sünnet veya müstehabdır.
Bayram namazına
gidilirken yolda tekbir getiiilir. Ancak bunu kendisi ve yanındaki duyacak
kadar bir sesle söyler. İmam hutbeye çıkınca artık cemaat tekbir getirmez. Aynı
gamanda camiden eve dönüldüğünde de tekbir getirilir.[447]
457 nolu Cafer
hadisini, İmam Şafii, şeyhi İbrahim b. Mu-hammed'den rivayet etmiş; İbrahim de
babasından, babası da kendi babasından rivayet etmiştir.
Hafız îbn Hacer, bu
rivayette İbrahim'in teferrüd etmediğini ve rivayetinin de mursel olduğunu
belirtmiştir. Taberani de aynı hadisi tahric etmiştir.[448].
Bu babda Ibn
Huzayme'nin Cabir (r.a) den rivayet ettiği bir hadis vardır. Demliyor ki:
"Rasulüllah (s.a.v) efendimiz her iki bayramda ve bir de cuma gönü.
kırmızı üstlüğünü giyerdi."
Bir rivayette o
üstlüğün istebrakden olduğu belirtilmiştir. Ancak bu rivayet zayıftır. Zira Ibn
Ömer'in (r.a) yaptığı rivayete göre: "Babası Ömer (r.a) çarşıda satılmakta
olan istebrakten mamul bir hülle (entari ve üstlük) buldu ve onu alıp Hz.
Peygamber'e (s.a.v) getirerek şöyle dedi: "Ya Rasulallah! Bunu satın al da
bayramda ve bir de heyetler, temsilciler geldiğinde güzelce giyinip
kuşan." Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v) : "Bu ancak (ahiret gününde)
nasibi olmayan kimselerin elbisesidir."[449]
buyurdu.
Çünkü
"istebrak", kalın atlas kumaştır ki, ekseriya yüzü ipek, tersi pamuk
kumaştan imal edilir. Rasulüllah (s.a.v) efendimiz, ipek ve atlası lüks sayıp
erkeklere yasaklamıştır.
458 noîu Said hadisi sahihtir. Cuma ve bayram
namazlarında, düşman tehlike ve korkusu olmadığı takdirde taşınması
yasaktır. Zira böyle
günlerde kişinin silah
taşıması din kardeşlerine
saygısızlık kabul edilir.
459 nolu Hz. Ali
hadisini îbn Mace tahric etmiştir. Ancak isnadında el-Hars el-A'ver bulunuyor
ki, bu zatın yalancı olduğunda ilim adamlarının ittifakı vardır. Nitekim îmam
Nevevi el-Hulasa'da onun "kezzab" çok yalancı olduğuna dikkat
çekmiştir. Gerçi rivayet mana yönünden doğrudur, ancak istidlale salih değildir
Bu babda îbn Mace'nin
tbn Ömer (r.a) den yaptığı rivayette, adı geçenin şöyle dediği tesbit
edilmiştir: "Rasulüllah (s.a.v) efendimiz bayram namazına yaya olarak
çıkar ve yine yaya olarak dönerdi."
.. . Ancak bu hadisin
isnadında Abdurrahman b. Abdillah b. Ömer bulunuyor ki, Ahmed b. Hanbel onun
yalancı olduğunu belirtmiş; Ebu Zer'a, Ebu Hatim ve Nesai onun metruk olduğunu
söylemişlerdir. îmam Buhari de: "O, kendisinden rivayet yapılacak
ravilerden değildir" diyerek sıka olmadığına dikkat çekmiştir.[450]
Ayrıca bu konuda yine
îbn Mace'nin Ebu Rafı'den yaptığı bir diğer rivayet vardır. Orada deniliyor ki:
"Rasulüllah (s.a.v) efendimiz bayram namazına yaya olarak gelirdi."
Bu hadisin isnadında
Mendel b. Ali ve Muhammed b. Abdillah b. Ebi Rafı1 bulunuyor. Mendel hakkında
farklı görüş ve tesbitler olmuştur: Ahmed b. Hanbel onun zayıf olduğunu
söylerken, îbn Main, "Onun rivayetinde beis (sakınca) yoktur"
demiştir. Muhammed b. Abdillah hakkında ise Buhari: "O,
münkerü'l-hadistir" diyerek tesbitini ortaya koymuştur. îbn Main de onun
rivayetinin kayda değer olmadığına değinmiştir.[451]
460 nolu Ümmü Atiyye
hadisiyle istidlal edilmiştir. Bu babda îbn Mace'nin îbn Abbas (r.a) dan
yaptığı şu rivayet de vardır: "Peygamber (s.a.v) efendimiz her iki
bayramda da kızlarını ve kadınlarını (bayram namazı kılınan yere)
çıkarırdı."
Ancak bu rivayetin
isnadında Haccac b. Ertat bulunuyor ki, bu zat hakkında farklı görüş ve
teşbitler ortaya çıkmıştır.
Taberani ise bu konuda
sözü edilen rivayete yer vermiştir. Ahmed b. Hanbel ise Cabir'den naklen onun
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasulüllah (s.a.v) efendimiz iki bayram
(namazın) a çıkar ve ehlini de çıkarırdı."
Bu rivayetin de
isnadında yine Haccac b. Ertat bulunuyor.
îbn Ebi Şeybe'nin bu
konuda Hz. Aişe (r.a) dan yaptığı bir rivayet söz konusudur ki, el-Iraki onun
ricalinin sahih olduğunu belirtmiştir.
Böylece Ümmü Atiyye
hadisi, bayram namazında kızların ve kadınların -yer müsait olduğu takdirde-
camiye gitmelerinde bir sakınca olmadığına, böyle yapmanın meşru olduğuna
delalet etmektedir.
461 nolu Büreyde
hadisini aynı zamanda îbn Hibbaıi, Dare-kutni, Hakim ve Beyhaki tahric
etmişlerdir. îbn Kattan ise bu hadisi sahihlemiştir.
Böylece ramazan
bayramında namaza çıkmadan önce bir şey yemek; kurban bayramında ise bir şey
yemeden çıkmak sünnettir hususu anlaşılıyor.
462 nolu Enes hadisini ayrıca îbn Hibban ve Hakim
tahric etmişlerdir. Hadis istidlale salihtir. O bakımdan Ramazan bayramında
namaza çıkmadan önce tek sayıya riayet ederek birkaç hurma veya tatlı bir şey
yemenin meşruiyetine delalet etmektedir.
Bu konuda birkaç sahih
rivayet daha vardır. Onları nakletmeye gerek görmüyoruz.
463 nolu îbn Ömer
hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. Aynı zamanda bu babda Buhari'nin Gabir
(r.a) dan yaptığı şu rivayet de onu kuvvetlendirmektedir:
"Rasulüllah
(s.a.v) efendimiz fıtr (ramazan) bayramı günü çıktı ve hutbeden önce namaz
kıldırdı."
îbn Abbas (r.a) diyor
ki: "Bayram namazında ResulüIIah (s.a.v) ile, Ebu Bekir,Ömer ve Osman ile
hazır bulundum hepsi de hutbeden önce namaz kıldırdılar."[452]
Buhari ve Müslim'in
Enes (r.a) den yaptıkları rivayette de bu konuda Enes şöyle demiştir:
Resulüllah (s.a.v) Efendimiz Kurban Bayramı günü önce namaz kıldırdı, sonra
hutbe okudu.".
Yine Buhari ve
Müslim'in Cündeb'den yaptıkları riva-yette, adı geçenin şöyle haber verdiği
nakledilmiştir: Peygamber (s.a.v) Nahr (Kurban Bayramı) günü önce namaz kıldı,
sonra hutbe irad etti, sonra da kurbanlık hayvanı kesti."
Bütün bu sahih
rivayetlerin, her iki bayramda da hutbeden önce namaz kılmaya ve sonra hutbe
okumaya delalet ettiği anlaşılıyor.
464 No'lu Cabir hadisi
sahihtir ve birçok şahidi vardır.
Nitekim Bezzar'ın Sa'd
b. Ebî Vakkas (r.a) dan yaptığı rivayette, adı geçen şöyle haber vermiştir:
" Peygamber
(s.a.v) Efendimiz bayram namazını ezansız ve ikametsiz kıldı." [453]
1- Bayram
günü temiz, güzel elbise giyinmek,
2- Namaza
çıkmadan önce gusletmek,
3- Güzel
koku sürünüp öylece çıkmak,
4 -Camiye
giderken ve dönerken tekbîr getirmek, ancak sesi fazla yükseltmek,
5- Camiye
gidip gelirken ayrı yolları tercih etmek,
6- Cuma ve bayram namazına silah takmadan, yani
silah taşımadan gitmek,
7- Bayram namazına mümkün olduğu takdirde yaya gidip
gelmek,
8- Ramazan
bayz-anımda camiye çıkmadan önce tatlı bir şey yemek, hurma ve benzeri bir
şeyse tek sayıya dikket etmek, başka bir şey ise tek sayı da lokma alıp yemek,
9- Kurban Bayramında bir şey yemeden camiye
gitmek ve ancak namazdan sonra bir şey yemek sünnettir.
10- Aynı
zamanda bayram namazları hutbeden önce kılınır.
11- Hutbeden
sonra kurban kesilir.
12- Bayram
namazları ezansız ve ikametsiz kılınır.
13- Gerek bayramlarda, gerekse sair günlerde
erkeklerin ipek ve atlas giyinmesi yasaktır.
14- Bayram
namazı ve hutbesi için, yer müsait olduğu takdirde kızların ve kadınların
Örtünmüş bir halde camiye gitmeleri meşrudur. [454]
Bayram namazında diğer
farz ve sünnet namazlardan farklı olarak birinci ve ikinci rek'atlerde fazladan
tekbir getirilir.
Zira müslümanlann
bayram havasına, sosyal kaynaşmaya, aile sevindirmeye, muhtaçlara yardımda
bulunmaya; küçüklerin sevilmeye, büyüklerin sayılmaya yöneldiği bir günde,
bütün bu fazilet ve mutlulukları yaşamamıza imkan, güç ve kudret veren Cenab-ı
Hakk'ın büyüklüğünü dile getirmemiz kadar tabii ne olabilir? O bakımdan bayram
namazında fazla olarak birkaç tekbir getirilerek bu duygumuz tam bir mahvi-yet
ve teslimiyet ifadesiyle izhar edilmektedir.[455]
Amr b. Şuayb'den, o da
babasından, dedesinden şöyle rivayet etmiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz bir bayramda 12 tekbir getirdi: Yedisini birinci rek'atte,
beşini ikinci rek'atte... Ve bayram farzından ne önce, ne de sonra (nafile)
namaz kılmadı."[456].
Amr b. Avf (r.a.) den
yapılan rivayete göre: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz iki bayram
(namazında) da (fazladan) tekbir getirdi: Birinci rek'atte kıraatten önce yedi,
ikinci rek'atte kıraatten yine önce beş tekbir .."[457]
Peygamber (s.a.v)
Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Fıtr (Ramazan)
bayramında kılınan namazda tekbir birinci rek'atte yedi defa, ikinci rek'atte
beş defa getirilir ve kıraat de bu tekbirlerden sonradır."[458].
a) Hanefüere
göre: Bayram namazında birinci rek'atte is-tiftahtan sonra fazla olarak üç
tekbir; ikinci rek'atte ise Fatiha ve zainm-ı sureden sonra üç tekbir
getirilir.
İmam Ebu Yusufa göre:
İftitah ve rüku'a varış tekbiriyle birlikte beşi birinci, dördü ikinci rek'atte
olmak üzere dokuz tekbir getirilir. Bunlardan beşi birincide, dördü
ikincidedir.[459]
Tekbirlerde eller
kaldırılır.[460]
b) Şafîilere
göre: Bayram namazında fazla olarak birinci rek'atte iftitah duasından sonra
yedi tekbir getirilir ve her iki tekbir arasında normal uzunlukta bir ayet
okunacak kadar durularak teşbih ve tahmidde bulunulur. İkinci rek'atte ise
kıraatten sonra beş tekbir getirilir ve bu
12 tekbirde de eller kaldırılır.
Sözünü ettiğimiz fazla
tekbirleri getirmek farz değil, sünnettir.[461].
c)
Hanbelilere göre: Birinci rek'atte ihram tekbiriyle birlikte yedi tekbir;
ikinci rek'atte beş tekbir getirilir. Birinci rek'atte tekbirler, istiftah
duasından sonra, kıraatten
önce; ikinci rek'attaki tekbirler
ise kıraatten sonra getirilir.
Fazla tekbirler
getirilirken elleri kaldırmak müstehabdır. Böylece bayram namazında fazla
olarak getirilen tekbirlerin sayısı ll'dir..[462]
d)
Malikilere göre: Birinci rek'atte fazla olarak ihram tekbirinden sonra,
kıraatten önce altı; ikinci rek'atte kıyam tekbirinden sonra, kıraatten önce
beş tekbir getirilir ve bunlar sünnettir. Tekbirler aşikar olarak getirilir.[463]
475 nolu Amr hadisinin isnadının sahih olduğunu
el-Iraki belirtmiştir. Tirmizi de onu sahihlemiş ve bu hususta Buhari'den
nakilde bulunmuştur.
Amr hadisi, bayramda
fazla olarak getirilen tekbirlerin 12 olduğuna ve bayram namazından önce ve
sonra nafile namazın meşru olmadığına delalet etmektedir.
476 nolu Amr b. Avf
hadisini aynı zamanda Darekutni, îbn Adiy ve B^eyhaki tahric etmişlerdir.
İsnadında ise, Kesir (veya Küseyr) bin
Abdillah bin Amr, bin Avf bulunuyor ki, İmam Şafii ile Ebu Davud bu zat
hakkında şöyle demişlerdir: "O, yalan konusunda rükünlerden bir
rükündür." İbn Hibban da "onun mevzu bir nüshası vardır" diyerek hadis uydurduğunu belirtmiştir.[464].
İbn Main onun kayda
değer bir kişi olmadığına dikkat çekmiş, Darekutni onun metruk olduğunu
söylemiştir. Nesai: "O sıka (güvenilir) değildir" diyerek görüşünü
ortaya koymuştur.[465].
Tirmizi onun bu
hadisini hasenlemişse de ilim adamları bunu yeterli kabul etmemişler ve belki
de onun hadisinin birtakım şevahidini dikkate alarak "hasen" demiş
olabileceğine değinmişlerdir.
Bu babda bir diğer
hadisin rivayeti de, Rasulüllah'ın (s.a.v.) müezzini Sa'd el-Müezzin'den
yapılmıştır ki, o, Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle namaz kıldığını haber
vermiştir:
"Bayram namazında
birinci rek'atte kıraatten önce yedi, ikinci rek'atte kıraatten yine Önce beş
tekbir getirirdi."[466].
İbn Mace'nin rivayet
ettiği bu hadisin isnadında, el-Iraki'ye göre zaaf vardır. O bakımdan istidlale
salih görülmemiştir.
Bu konuda bir diğer
hadisi, Hafız Bezzar, Abdıırrahman b. AvfCr.a.) den şöyle rivayet etmiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin, iki bayram namazında ucu sivri bir
değnek çıkartılarak (sütre olarak) önüne dikilirdi ve bu namaz kıhncaya kadar
öyle kalırdı. Rasulüllah (s.a.v.) bayram namazında 13 tekbir getirirdi. Ebu
Bekir ve Ömer de öyle yaptılar."
Bu hadisin isnadında
Hasan el-Beceli bulunuyor ki bu zatın linü'l-hadis, yani yumuşak olup zayıf
olmayan ama ona yakın olan hadis rivayet ettiği söylenir. Darekutni bunun
irsalini sahihle-miştir.
Taberani ise
el-Kebir'de îbn Ab'bas (r.a.) dan şu hadisi nak-letmiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz iki bayram namazında da 12 tekbir getirirdi: Birinci
rek'atte yedi, ikinci rek'atte ise beş..'
Bunun isnadında
Süleyman b. Erkam bulunuyor ki, bu zat zayıftır.[467].
Ahmed b. Hanbel, "Ondan rivayet yapılmaz" demiştir, ibn Main onun bir
şey olmadığını belirtmiş; Ebu Davud ile Darekutni onun metrukü'l-hadis olduğuna
dikkat çekmişlerdir.[468].
Yine bu babda bir
diğer hadisi Bezzar ve Darekutni İbn Ömer (r.a.) den nakletmişlerdir: "İki
bayramdaki tekbirler birinci rek'atte yedi, ikinci rek'atte beştir."
Bu hadisin isnadında
Ferec b. Fezale bulunuyor. Ahmed b. Hanbel'e göre bu zat sıka (güvenilir) dir.
Buharı ile Müslim onun münkerü'l-hadis olduğunu belirtmişlerdir.
Bu konuda daha altı
kadar rivayet nakledilmiştir ki, çoğu zayıftır. [469]
1- Bayram
namazında fazladan tekbir getirmek meşrudur.
2- Ebu
Hanife'ye göre, fazla olarak altı tekbir, Ebu Yusuf a göre, dokuz tekbir
getirilir.
3- İmam Şafii ve İmam Ahmed b. Hanbel'e göre, 12
tekbir getirilir.
4- İmam
Malik'e göre 11 tekbir getirilir.
5-
Tekbirleri getirmek farz değil sünnettir.
6-
Tekbirlerde eller kaldırılır.
7-
Tekbirler arasında teşbih
ve tahmidde bulunmak müstehabdır.
8- Tekbirler
aşikar olarak getirilir. [470]
Bilindiği gibi, her
farz namazla birlikte, özellikle çoğunda farzdan önce sünnet namaz meşru
kılınmıştır. Bayram namazı her ne kadar farz değilse de, bazı müctehidlere göre
farza yakın bir kuvvet taşımaktadır, yani vacibtir. ilk hatıra gelen, bu vacipten
önce de nafile kılınmasıdır.
Ancak bu husustaki
rivayetleri farklı hükümler ifade etmesinden dolayı müctehid imamların da
farklı tesbit ve yorumlan ortaya çıkmıştır. [471]
İbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz
bayram günü (evinden)
çıktı ve iki rek'at
bayram namazı kıldı. Bu namazdan ne
önce, ne de sonra
(nafile) kılmadı."[472]
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen bayram günü (evinden) çıkıp (mescide gitti,
bayram namazını kıldı). Ancak ne bundan önce, ne de sonra nafile kıldığı
görülmedi. O, peygamber (s.a.v.) efendimizin de böyle yaptığını
hatırlattı."[473]
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz bayram namazından
önce hiçbir şey kılmazdı. Ancak namazı kılıp evine dönünce iki rek'at (nafile)
kılardı."[474].
Ayrıca Buhari bu babda
şunu îıakletmiştir: "Bayram namazından önce nafile kılmak
mekruhtur."[475].
a)
Hanefilere göre: Bayram namazından, yani hutbe okunduktan sonra nafile namaz
kılmak müstehabdır. Hanefiler bu hususta daha çok Hz. Ali'den (r.a.) yapılan
rivayetle istidlal edip onunla ilgili birtakım şahitleri de dikkate
almışlardır.[476]
Böylece bayram
namazından önce evde veya camide, bayram namazından sonra ise camide nafile
namaz kılmak mekruhtur. Zira Rasulüllah'ın (s.a.v.) sadece namazdan sonra evine
döndüğünde iki rek'at nafile kıldığı bilinmektedir.[477]
b) Şafiilere
göre: imamdan başkasına bayram namazından Önce nafile kılmak mekruh değildir,
imama ise, hem namazdan önce, hem de sonra mekruhtur.[478]
c)
Hanbelilere göre: Bayram namazından önce ve sonra hem imamın, hem de ona
uyanların -ister camide, isterse evde olsun- nafile kılmaları mekruhtur.
Bu, aynı zamanda İbn
Abbas ve ibn Ömer'in (r.a.) de mezhebidir.
d)
Malikilere göre: Bayram namazından ne önce, ne de sonra musalla (açık hava
namazgah) da nafile kılınmaz. Cami ve mescidde ise, imam Malik'ten iki rivayet
nakledilmiştir. Ancak namazdan sonra eve dönüldüğünde nafile kılmakta bir
sakınca yoktur.[479].
488 nolu İbn Abbas
hadisi sahihtir ve ihticace elverişlidir. Tirmizi ile İbn Mace bu hadisi şu
fazlalıkla nakletmişlerdir:
"Bayram
namazından (ve hutbesinden) sonra Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz kadınların
bulunduğu kısma gelerek -ki Bilal da onlarla birlikte bulunuyordu- sadaka
vermelerini emretti. Bunun üzerine kadınlar yüzüklerini ve gerdanlıklarını
çıkarıp tasadduk-ta bulundular."
489 nolu îbn Ömer hadisini aynı zamanda Hakim
tahric etmiştir ve o da diğeri gibi sahihtir. Nitekim Tirmizi de bunu
sa-hihlemiştir.
Aynı hadisi Taberani
başka bir tarikle nakletmiştir. Ancak isnadında Cabir el-Cu'fi* bulunuyor ki,
bu zat metruk kabul edilmiştir.
490 nolu Ebu Said
hadisini Hakim tahric etmiş ve sahihîe-miştir. Ancak isnadında Abdullah b.
Muhammed b. Akil bulunuyor ki, bu zat hakkında birtakım şeyler söylenmiştir:
İbn Main onun zayıf olduğunu, İbn Huzayme, "Onun hadisiyle ihticac olunmaz"
demiştir.[480]
Bu babda îbn Mace'nin
Abdullah b. Amr (r.a.) dan, Bezzar'm Ali ve îbn Abbas (r.a.) dan yaptıkları şu
rivayet bulunu-yor: "Amr b. Hurays eliyor ki: "Ali b. Ebi Talib
(r.a.) ile birlikte bir bayram günü çıkmış bulunuyorduk. Bir grup insan ondan
bayram namazından önce ve sonra nafile namazdan sordular. Hz. Ali (r.a.)
onlara bu hususta bir cevap vermedi. Az sonra bir başka grup gelip aynı şeyden
sordu, onlara da cevap vermedi. Sonra namaz; kılınacak yere vardık ve cemaate
namaz kıldırdı; yedi ve beş defa tekbîr getirdikten sonra hutbe irad etti ve
sonra da (minberden) inip bineğine bindi. Orada bulunanlar: "Ya Emi-
rel-Mü'minin! Bunlar namaz kılan topluluktur (onlara bir cevap vermedin)"
dediler. O da şöyle buyurdu: "Sizin benden sorduğunuz sünnet namazı ben
de yapmayı ummadım. Peygamber (s.a.v.) efendimiz bayram namazından ne önce, ne
de sonra namaz kılmıştır. Artık isteyen kılar, isteyen terkeder. İster
misi-niz namaz kılan bir cemaati men'edip, namaz kılan bir kulu ondan men'eden
durumuna mı düşeyim.!"
el-Iraki: "Bu
rivayetin isnadında İbrahim b. Muhammed b. Numan el-Cu'fi bulunuyor ki ben onun
durumuna tam vakıf değilim. Ama geri kalan ricalinin hepsi sahihtir,
demiştir."[481]
Böylece Hz. Ali
(r.a.), bayram namazından önce ve sonra namaz kılanlara "kılmayın"
demeyi uygun görmediğini belirtmiş oluyor. O günlerde konunun yanlış anlaşılır
endişesiyle böyle bir düşünceye sahip olması ihtimallerden biridir.
Taberani'nin
el-Kebir'de İbn Mes'ud (r.a.) den yaptığı bir rivayet bulunuyor:
"Bayram günü imam
henüz çıkmadan namaz kılmak sünnetten sayılmamıştır."
Bunun ricalinin hepsi
sıka (güvenilir) dir.
Bu konuda yine
Taberani'nin el-Kebir'de Ka'b b. Ucre (r.a,) den yaptığı bir rivayette, adı
geçen sahabinin oğlu Abdulmelik diyor ki: "Ka'b b. Ucre (r.a.) ile
birlikte bayram namazının kılındığı yere gittik. îmam gelinceye kadar o oturdu,
namaz kılmadı. İmam namaz kıldırıp ayrılınca camidekiler de bir dizi halinde
ayrılmaya başladı. Ben: "Bunları görmüyor musun?" dedim. O bana
şöyle cevap verdi: "Bu bid'attir ve sünneti terktir."
el-Iraki bu rivayetin
isnadının ceyyid olduğunu belirtmiştir.
Bununla beraber yine
Taberani el-Kebir'de îbn Ebi Evfa (r.a.) dan yaptığı rivayetle, bayram
namazından önce ve sonra nafile (sünnet) namaz olmadığını belirtmeye çalışmıştır
ki, o rivayet şöyledir: "Rasulüllah (s.a.v.) bayram namazından önce de,
sonra da (nafile) namaz kılmamıştır."
Ancak yapılan ciddi
araştırma ile, bu rivayetin isnadında Kaid Ebu'l-Verka' bulunuyor ki, bu zat
metrukü'l-hadistir.[482]
Böylece rivayetlerin
hepsini biraraya getirdiğimiz zaman, bayram namazından önce ve sonra sünnet
namaz olmadığı ağırlık kazanır. Nitekim îbn Abbas ve îbn Ömer'in de mezhebi
budur. [483]
1- Bayram
namazından önce ve sonra sünnet namaz yoktur.
2- Hanefi
imamlarından bir kısmına göre, bayram namazından sonra evine dönen kimsenin
nafile olarak iki rek'at namaz kılması müstehabdır. İmam Malik'de aynı
görüştedir.
3- Şafii
imamlarına göre, bayram namazından önce cemaatin nafile kılmasında bir sakınca
yoktur, imamın kılması ise mekruhtur. [484]
Gerek cuma, gerekse
bayram günlerinde hatibin minber-deıı mü'minlere seslenmesinin ayrı bir yeri ve
önemi vardır. Zira dindarlık daha çok öğüt, vaat ve tavsiyeyle kalplerde yer
eder ve güçlü hatiplerin, uzman ilim adamlarının hutbe, vaaz ve
konfe-ranslarıyla ruhlar üzerinde olumlu tesirler uyandırır.
O bakımdan islam
bilgiye ne kadar takdir sunmuşsa, bir o kadar güzel,çekici ve çarpıcı konudan
hatiplere de o nisbette takdir sunup ilgi göstermiştir.
Şüphesiz nesli dini
ahlak potasında şekillendiren, kitleyi doğruya yönelten, katı kalpleri
yumuşatıp incelten, kötü niyet ve fena düşünceleri gideren dini, ahlaki
konuşmalardır. Tabii bu konuşmayı beceren, bilgi dağarcığı dolu olan kişiler
yüklendiği takdirde öyledir.
Bunun için Kasulüllah
(s.a.v.) münasebet düştükçe, ihtiyaç hissedildikçe konuşur; ancak konuşmasını
bıkkınlık vermeyecek, tesirini kaybetmeyecek çizgide tutardı, az konuşup çok
şey öğretmeye özen gösterirdi. Cuma ve bayram hutbelerini kısa, fakat kapsamlı
ve tesirli tutar; kalp ve kafalara çok ustaca işlemeye bilhassa dikkat ederdi.
Böylece Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz hutbeyi birtakım kurallara bağlayıp onu gelişigüzellikten,
başıboşluktan kurtarmış ve kendisinden sonraki hatiplere sağlam, tesirli misal
ve kıstaslar emanet etmiştir. [485]
Ebu Said (r.a.) den
yapıları rivayette, adı geçen diyor ki:
"Peygamber
(s.a.v.) efendimiz fıtr ve adlı a (ramazan ve kurban bayramı) günü namaz
kılınacak yere çıkar ve orada ilk yaptığı şey, namaza başlamak olurdu. Namazı
bitirince, ayağa kalkıp cemaate döner -ki cemaat de kendi saflarında oturmuş
halde bulunurlardı- onlara vaaz eder, tavsiyelerde bulunur ve birtakım emirler
verirdi: Bir taifeyi görevli olarak bir yere göndermeyi veya başka bir şeyi
emretmeyi dilediği zaman onunla emreder ve ayrılırdı."[486]
Tarık b. Şihab (r.a.)
den yapılan rivayette, adı geçenin şöyle dediği belirtilmiştir: "Mervan
bir bayram günü minbere çıktı, henüz bayram namazını kıldırmadan hutbeye
başladı. Bunun üzerine cemaatten bir adam kalkıp şöyle dedi: 'Ya Mervanî
Sünnete muhalefet ettin, bayram günü minberi (dışarı) çıkarttın ki o
çıkarılmazdı; aynı zamanda namazdan önce hutbeye başladın."
Ebu Said diyor ki:
"Şüphesiz o adam kendine düşeni yaptı. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.)
efendimizin şöyle buyurduğunu işittim: "Sizden kim bir raünker (sünnet ve
kitap dışı bir olay) görürse, gücü yetiyorsa onu eliyle gidersin; buna gücü
yetini- yorsa diliyle onu değiştirmeye çalışsın.
Ona da
gücü yetmiyorsa, kalbiyle giderme
(yollarını araştırsın ve tiksinsin) ki bu imanın en zayıf yanıdır."[487]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayette, diyor ki:
"Bayram günü
Rasulüllah (s.a.v.) ile birlikte hazır bulundum. Hutbeden önce, ezansız ve
ikametsiz olarak namaza başladı. Sonra Bilal'e dayanarak kalktı, Allah'tan
korkmayı emretti, O'na taat-ü ibadette bulunmaya teşvikte bulundu; cemaate
vaaz edip birtakım öğütlerde ve hatırlatmalarda bulundu. Sonra yürüyüp
kadınların bulunduğu kısma geldi, onlara da vaaz edip, öğüt ve hatırlatmalarda
bulundu.."[488].
Sa 'd el-Müezzin
(r.a.) diyor ki:
"Peygamber
(s.a.v.) efendimiz hutbenin bölüm ve kısımlarında tekbir getirir ve iki bayram
hutbesinde tekbir getirmeyi çoğaltırdı."[489].
Ubeydullah b. Abdillah
b. Utbe (r.a.) den yapılan rivayette, diyor ki:
"İmamın bayram
gününde iki hutbe okuması ve aralarında bir süre oturması sünnettir."[490]
Aladan, o da Abdullah
b. Saib (r.a.) den rivayet etmiştir. Adı geçen şöyle demiştir: "Peygamber
(s.a.v.) efendimizle birlikte bayram namazına hazır oldum. Namazı kılıp tamamlayınca,
buyurdu ki: "Şüphesiz biz hutbe okuruz; artık hutbe için oturup
(dinlemek) isteyen otursun; gitmek isteyen de gitsin."[491]
a)
Hanefılere göre: Bayram namazından sonra iki hutbe ardarda irad edilir. Birinci
hutbeye peşpeşe dokuz tekbir getirilerek başlanır; ikinci hutbe ise yedi
tekbir getirilerek yerine getiri- ,
lir; Bu tekbirleri getirmenin müstehab olduğunu el-Bahr sahibi kendi eserinde
belirtmiştir. el-Mücteba'da ise "Bayram hutbesinde 14 tekbir getirmek
sünnettir" denilmiştir. Bayram hutbesinde daha çok günün önemi üzerinde
durulur. Fıtr bayramı ise, fitre konusu da işlenir. Kurban bayramı ise, kurban
kesmek hakkında aydınlatıcı bilgi verilir.[492]
b) Şafîîlere
göret Bayramlarda erkan ve sünnetleriyle cuma hutbesi gibi hutbe okunur.
Ramazan bayramında fitreyle ilgili bilgi verilir; Kurban bayramında ise,
kurban hakkında bilgi verilerek cemaat aydınlatılır.
Birinci hutbeye
dokuz, ikinci hr ı;beye
yedi tekbir ile başlamak sünnettir.[493].
c) Hanbelilere göre: Bayram namazından sonra iki
hutbe okumak meşrudur. Birinci hutbeye dokuz, ikinciye yedi tekbir ile
başlanır. Ramazan bayramında fitre konusu işlenir, sadakanın öneminden
bahsedilir. Kurbân bayramında kurban hakkında bilgi verilir.
Her iki hutbe de
sünnettir. Hutbelere hazır olmak vacib olmadığı gibi, dinlemek de vacib
değildir. Vakti müsait olanların oturup dinlemesi müstehabdir.[494].
d)
Malikilere göre: Bayram hutbesi cuma hutbesine benzer. Hatip minbere çıkınca
az oturup öylece birinci hutbeye başlar.[495]
Bayram hutbesi
sünnettir. îmanı Malik'e göre, menduptur. Aynı zamanda namazdan sonra yerine
getirilir. Cuma hutbesine hamd ile başlanırken, bayram hutbesine tekbir ile
başlanır.[496]
499 nolu Ebu Said
hadisi sahihtir. Hutbede vaaz edip öğütte ve tavsiyede bulunmanın istihbabma
delalet etmektedir. Aynı zamanda hutbenin namazdan sonra yerine getirilmesinin
sünnet olduğuna delalet etmektedir.
500 nolu Tarık
rivayeti, emr-i bi'1-ma'rufun ve nehy-i ani'l-münkerin el
ile, olmadığı takdirde
dil ile yapılmasının meşruiyetine delalet
etmektedir.
501 nolu Cabir hadisi, namazın hutbeden önce
kılınmasına ye aynı zamanda
bayram namazının ezansız,
ikametsiz kılınmasına delalet etmektedir. Ayrıca hutbede öğüt, tavsiye
ve vaazda bulunmanın müstehab olduğunu göstermekte; diğer yandan bayram günü
kadınlara da vaaz-u nasihatte bulunmanın müstehab olduğu anlaşılmaktadır.
502 nolu Sa'd hadisinin isnadında Abdurrahman b.
Sa'd b. Ammar bulunuyor ki bu zat zayıftır.
Ancak Beyhaki bu
hadisi kuvvetlendirir anlamda Ubeydul-lah b. Abdillah b. Utbe'den şunu rivayet
etmiştir: "Birinci hutbeye ardarda olmak üzere dokuz, ikinci hutbeye yedi
tekbir ile başlamak sünnettir."
503 nolu Şafii hadisi ise, bayramda, aralarında
oturmak üzere iki hutbenin meşruiyetine delalet etmekte ve bunun sünnet olduğu
anlaşılmaktadır.
504 nolu Ata' hadisi
murseldir; yani senedinden bir sahabi düşmüştür. Ebu D;v- ua'da aynı tesbitte
bulunmuştur. Böylece bayram hutbesinin sünnet olduğuna delalet etmektedir. [497]
1- Bayram
hutbesi dört mezhebe göre sünnettir.
2- Bayram
hutbesi, bayram namazından sonra yerine getirilir.
3- Hutbelere
genellikle hamd ile başlandığı halde, bayram hutbelerine tekbir ile başlamak
sünnet veya müstehabdır.
4- Birinci
hutbeye dokuz, ikinci hutbeye yedi tekbir ile başlamak müstehabdır.
5- Tekbirler
dışında bayram hutbesiyle cuma
hutbesi arasında erkan ve sünnet bakımından fark yoktur.
6- Ramazan
bayramında sadaka konusunu işlemek' müstehabdır. Fitrenin özellikleri ve
yararları, aynı. zamanda nis-beti üzerinde de durulur.
7-Kurban
bayramında daha çok kurbanlık hayvanlardan, onların kesilmesinden,
dağıtılmasından bahsedilmesi . müstehabdır.
8-Bayram
hutbesi farz ve vacip olmadığından cemaatin onu dinlemek üzere camide oturup
beklemesi gerekmemektedir. Oturup dinleyen me'cur olur, işi olan kimsenin de
çıkıp gitmesinde bir sakınca yoktur. Müctehidlerden bir kısmına göre, terkinde
kerahet vardır.
9- Bayram
hutbesinde imam minbere çıkınca ezan okunmaz. Ancak imamın hutbeye başlamadan
az bir süre oturup öylece ayağa kalkması müstehaptır. [498]
Kurban bayramının
ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerine "Eyyam-ı Teşrik" denilir. Teşrik
sözlükte: Eti doğrayıp güneşte kurutmak demektir. Kurban bayramında sıcak
bölgelerde kesilen hayvanların eti güneşte kurutularak korunduğu için, sözü
edilen üç güne bu isim verilmiştir.
Teşrik genellikle
yeme, içme ve meşru şekilde eğlenme günleri olduğundan, sözü edilen üç günde
oruç tutmak haram kılınmıştır.
Teşrik günlerinde farz
namazları müteakip getirilen tekbirin vacip veya sünnet olduğu ihtilaflıdır. [499]
Nübeyşe el~Hüzeli
(r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.vj efendimiz'in şöyle buyurduğu
bildirilmiştir:
'Teşrik günleri, yeme,
içme ve Aziz, Celîl olan Allah'ı anma günleridir."[500]
Nitekim îbn Abbas'tn
şöyle dediğini Buhari nakletmektedir:
"Kur'an'da,
Allah'ı belli günlerde anın... Allah'ı sayılı günlerde anın ayetleri teşrik
günlerine işarettir."
İbn Ömer (r.a.) ile
Ebu Hüreyre (r.a.) da Zilhicce'nin ilk on gününde çarşı, pazara çıkıp tekbir
getirirler ve halk da onlara katılarak tekbir getirirdi. Hz. Ömer (r.a.) de
Mina'da bulunduğu çadırda yüksek sesle tekbir getirir ve mescid ehli onun
tekbir sesini işitir, böylece onlar da ona katılıp tekbir getirirlerdi. Aynı zamanda
çarşı-pasarda olanlar da bu tekbire katılarak seslerini yükseltirlerdi. O kadar
ki, yükselen tekbir sesleri Mina'yı çmlatirdi.
[501]
a)
Hanefîlere göre: Teşrik tekbirleri vaciptir. Buna sünnet diyenler de olmuşsa da
en sahih olanı birincilerin görüşüdür.
Arafe günü sabah
namazını müteakip söylenmeye başlanır, bayramın birinci günü ikindi namazına
kadar sürer. Bu, îmanı A'zam'ın içtihadıdır. îmameyn'e göre: Bayramın dördüncü
günü ikindi namazına kadar sürer. Böylece, İmam A'zam'a göre, teşrik tekbirleri
sekiz vakit; imameyn'e göre 23 vakit getirilir.
Teşrik tekbiri kadına
ve yolculuk halinde bulunana da vaciptir. Ancak kadın tekbir getirirken sesini
çok alçak tonda tutar.[502]
Fukahadan bir kısmına
göre, sözü edilen vakit namazları cemaatle kılındığı takdirde farzları
müteakip tekbir getirmek vacip olur. Münferiden, yani yalnız başına kılanlar
için bu tekbirleri getirmek müstehabdır. Bu durumda kadın ve yolcu ce-maate
katıldıkları zaman onlara da vacip olur, katılmadıkları takdirde, müstehab
olarak kalır.
Tekbirin sıfatı
şöyledir:
ALLAHU EKBER ALLAHU
EKBER, LA İLAHE İLLALLAHÜ VALLAHU EKBER, ALLAHU EKBER VELÎLLAHİ'L-HAMD [503]
İmam namazı kıldırıp
tamamlayınca tekbir getirmeyi unutursa, cemaat bu hususta ona uymaz, kendileri
tekbir getirirler.[504].
b) Şafiilere
göre: Gerek hac menasikini yerine getirenler, gerekse diğer mü'minler bayramın
birinci günü öğle namazından sonra tekbir getirmeye başlarlar ve dördüncü günü
sabah namazına kadar devam ederler. Diğer bir kavle göre: Bayramın birinci
günü akşam namazından sonra başlanır veya arafe günü sabah namazından sonra
başlanır ve dördüncü günü ikindi namazına kadar devam edilir. Amel de buna göredir.
Mezhebin zahir kavline
göre: sözü edilen bu günlerde kılman kaza namazlarından, sünnetlerden
ve-nafilelerden sonra da tekbir getirilir.[505]
Hanefîlerde olduğu
şekilde tekbir getirilir.
Sözü edilen tekbirin
sonuna "KEBÎREN VE'L-HAMDÜ LİLLÂHİ KESÎRAN VE SÜBHÂNE'LLAHİ BÜKRATEN VE
ASILA" cümlesini eklemek müstehabdır.[506].
c)
Hanbelilere göre: Bayram- günlerinde tekbir getirmenin meşruiyeti hakkında
görüş birliği vardır. Arafe günü sabah
namazından itibaren başlanır ve teşrikin son günün ikindi namazına kadar devam
eder.
Nitekim Ömer (r.a.),
Ali (r.a.), Ibn Abbas (r.a.) ve İbn Mes'ud (r.a.) nın da mezhebi böyledir.
Yukarıda belirtilen
lafızlarla yerine getirilir.
Teşrik tekbirlerini
belirtilen süre içinde cemaatle kılman farzlardan sonra getirmek meşru'dur.
Ancak İmam Alvmed'den, münferiden kılındığı takdirde de hüküm böyledir diye bir
rivayet yapılmıştır.[507]
d)
Malikilere göre: Teşrik tekbirleri bayramın birinci günü öğle namazından sonra
başlar, dördüncü günü sabah namazına kadar devam eder. Bu süre içinde vakit
namazlarını kılan kimse ister cemaatle kılsın, ister münferiden kılsın tekbir
getirir.
Bu mezhebe göre.
tekbirlerin getirilmesi müstehabdır.[508]
Teşrik günlerinde
birtakım eğlenceler tertiplemekte bir salanca yoktur. Yeter ki meşru sınırlar
içinde olsun. Nitekim Re-sulüüah (s.a.v.) Efendimiz zamanında böyle bir günde
Habeşlilerdeıı bir grub kılıç, kalkan ve benzeri oyunlar, gösteriler
sergilemişlerdir. Zira sözü edilen günler, mü'minlerin bayramıdır. Oruç
tutmazlar. Birbirlerini ziyaret edip hoş vakitler geçirirler.
Bazılarına göre,
bayramın ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerine "Eyyam-ı Teşrik"
denilmesinin sebebi, bayram. namazının güneş doğduktan sonra kılınmasıdır. İbn
Arabi de buna yakın bir yorum ortaya koyarak şöyle demiştir: "Çünkü
hediyelik kurbanlar ve diğer kurbanlar ancak güneş doğduktan sonra kesilir. O
bakımdan sözü edilen günlere "teşrik günleri" denilmiştir."[509]
İbn Ömer ile Ebu
Hüreyre'nin çarşı pazara çıkarak tekbir getirdikleri hususuna gelince : Hafız
İbn Hacer bu rivayeti mevsul olarak görmediğini belirtmiştir. Sadece Beyhaki
bunu o ikisinden ta'likan rivayet etmiştir.
Bu konuda Beyhaki ve
Darekutni'nin yaptıkları bir rivayet vardır. Ö da şöyledir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz Arafe günü sabah namazından itibaren tekbir getirir ve
teşrikin son günü ikin-
Bu hadisin isnadında
Amr b, Bişr bulunuyor ki, bu zat met ruktur. Aynı zamanda kendisi Cabir
el-Cu'fi'den rivayet etmiştir ki, Cabir zayıf kabul edilmiştir. Nitekim
Beyhaki, "Onun hadisiyle ilıticac yapılamaz" demiştir. El-Akili de
Amr b. Bişr'in münkerü'l-hadis olduğunu dikkat çekmiştir.[510].
1- Bayram
günleri tekbir getirmek meşru'dur.
2- Teşrik
günleri oruç tutmak haramdır.
3- Teşrik
günleri hem tekbir getirmek vacip veya sünnettir, hem de o günlei'de yemek,
içmek ve meşru şekilde eğlenmek müstehapdır.
4- Arafe
günü sabah namazından itibaren ya bayramın birinci günü ikindi namazına kadar,
ya da dördüncü günü ikindi namazına kadar cemaatle kılman farz namazları
müteakip tekbir getirmek vaciptir. İmamların çoğuna göre, sünnettir.
5- Teşrik
tekbirine bayramın birinci günü öğle namazından sonra başlayıp dördüncü günü
sabah namazına kadar devam etmek müstehapdır. Bu, İmam Malik'in kavlidir.
6- Kadın ve
yolculuk halinde olan da cemaate katıldıkları takdirde tekbir getirmeleri vacip
olur. Yalnız başlarına kılarlarsa, nıüstehap sayılır. [511]
"Korku
Namazı"ndan maksat, savaş günlerinde düşman saldırısı veya bir canavar ve
benzeri bir tehlike söz konusu olduğu vakit namazlarının -sünnette belirtilen
şekilde- kılınmasıdır.
Dinimiz hem tehlikeli
anlarda tedbir almayı emreder^ hem de vakit namazlarının kılınması hususunda
birtakım kolaylıkla^ sağlar. Korku namazının kendine has eda şekli vardır.
Ancak farklı rivayetlerden dolayı bu hususta farklı görüş ve ictihadlar
o'-taya çıkmıştır. [512]
Salih b. Havvati'den
yapılan rivayete göre: Zatü'rreka' günü Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ile
birlikte namaz kılanlar olmuştu. Şöyle ki: Bir grup Peygamber (s.a.v.) ile
birlikte saf bağladı, bir diğer grup düşmana karşı durdu. Peygamber (s.a.v.)
kendisine uyan o bir gruba bir rek'at kıldırdı ve kendisi ayakta durdu. Onlar
ise kendi kendilerine namazı kılıp tamamladılar. Sonra ayrılıp düşmana karşı
durdular ve daha önce düşmana karşı durup bekleyen grup geldi, Peygamber
(s.a.v.) kalan rek'ati onlarla birlikte kıldı (onlara kıldırdı) ve sonra onlar
kendi kendilerine namazlarını tamamlayıp Peygamberle birlikte selam
verdiler."[513].
îbn Ömer (r.d.) dan
yapılan rivayete göre: Adı geçen diyor ki: Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz iki
gruba ayırdığı askerlerden bir gruba bir rek'at namaz kıldırdı, diğer grup
düşmana karşı durdu. Namaz kılan grup ayrıldı ve arkadaşlarının yerine geçip
düşmana karşı durdu. Diğer grup geldi ve Peygamber (s.a.v.) onlara bir rek'at
kıldırdıktan sonra kendisi selam verdi. Sonra da o ve diğer grup bir rek'at
daha kılarak namazlarını tamamladılar."[514].
Böylece her grup, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte birer rek'at kılmış oldu.
Cabir (r,a.) den
yapılan rivayette, diyor ki:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimizle birlikte korku namazına hazır oldum. Ö bizi iki s a ifa
ayırdı ve arkasına aldı. Düşman ise bizimle kıble arasında bulunuyordu. Peygamber
(s.a.v.) tekbir getirdi, biz de onunla birlikte tekbir getirdik. O ruku'a
vardı, biz de hep birlikte ruku'a vardık. O başını ruku'dan kaldırdı, biz de
hep birlikte başımızı kaldırdık. Sonra secde için eğildi, arkasındaki saf da
eğildi. Diğer saf ise düşmanın karşısında ayakta durdu. Peygamber (s.a.v.) ve
arkasındaki saf secdelerini tamamlayınca diğer gerideki saf secdeye eğildi ve
ayağa kalktılar. Sonra diğer saf öne geçti ve önde olan saf arkaya geçti. Sonra
Peygamber (s.a.v.) ruku'a vardı, biz de hep birlikte ruku'a vardık. Sonra o
ruku'dan başını kaldırdı, biz de hep birlikte kaldırdık. Sonra o ve birinci
rek'atte geride duran saf secdeye eğildiler. Geride kakın saf ise kalkıp
düşmana karşı durdu. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz o Öne geçen saf ile secdeyi
tamamlayınca, diğer gerideki saf secdeye eğildi de secde ettiler. Sonra
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz selam verdi, biz de hep birlikte se-lam
verdik."[515]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Biz Resulüllah
(s.a.v,) Efendimizle birlikte Zat-i -Rika' da bulunuyorduk. Namaz için duruldu;
Resulüllah (s.a.v.) bir grup ile iki rek'at namaz kıldıktan sonra, o grup geri
çekildi, diğer grup geldi, Resulüllah (s.a.v.) onlara da iki rek'at namaz
kıldırdı. Böylece Hz._ Peygamber dört rek'at kılmış oldu; o iki grup ise iki
rek'at kılmış oldular."[516]
Bu konuda İmam Şafii
ile Nesai'nin el-Hasan'dan, onun da Cabir'den yaptığı rivayete göre, şöyle
deniliyor: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz (savaş günlerinde) ashabından bir
gruba iki rek'at namaz kıldırıp selam verdi. Sonra diğer gruba iki rek'at namaz
kıldırıp selam verdi."
Hasandan, onun da Ebu
Behre (r.a.) den yaptığı rivayette, Ebu Behrenin şöyle dediği nakledilmiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bize korku namazı kıldırdı: Ashabının bir kısmına iki rek'at
kıldırdıktan sonra selam verdi. Sonra onlar geri çekildi ve diğer kısım gelip
onların yerine geçti ve Resulüllah (s.a.v.) onlara da iki rek'at namaz
kıldırdıktan sonra selam verdi. Böylece Peygamber (s.a.v.) dört rek'at , asha-
bı ise iki rek'at kılmış oldular."[517]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:
"Necd gazası
yılında idi, Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte korku namazı kıldım.
Resulüllah ikindi namazına kalktı, bir grup da onunla birlikte kalktı. Diğer
bir grup düşmana karşı durup arkaları kıble tarafına dönük bulunuyordu.
Peygamber (s.a.v.) (namaz için) tekbir getirdi, kendisine uyan grup ile
düşmana karşı duran grup da tekbir getirdiler. Sonra Peygamber (s.a.v.) ruku'a
vardı, arkasındaki grup da ruku'a vardı. Sonra Peygamberimiz (s.a.v.) secdeye
vardı, düşmana karşı duran grup onunla birlikte secde etti, diğeri ise ayakta
durup düşmanı gözetledi. Sonra Peygamber (s.a.v.) secdeden kalktı, onunla
birlikte secdeye varanlar da kalktılar ve düşmana karşı gittiler, düşmana karşı
durup bekleyen grup geldi, rüku' ve secde yaptılar. Resulüllah (s.a.v.) ise
bulunduğu hal üzere bekliyordu. Sonra o grup secdeden kalktı. Peygamber
(s.a.v.) tekrar ruku'a vardı, onlar da onunla birlikte ruku'a vardılar.
Peygamber (s.a.v.) secde etti, onlar da onunla birlikte secde ettiler. Sonra
düşman karşısında beklemekte olan grup geldi rüku' ve secde yaptılar. Resullah
(s.a.v.) ve yanında olanlar oturmuş vaziyette bekliyorlardı. Sonra selam verme
durumuna gelindi. Peygamber (s.a.v.) selam verdi, onların hepsi de onunla
birlikte selam verdi.
Böylece hem Resulüllah
(s.a.v.) , hem de ona uyan iki ayrı grup ikişer rek'at namaz kılmış
oldular."[518].
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz Zî-Kaared'de namaz kıldı, oradaki insanlar onun arkasında
iki saf oluşturdular: Bir saf Peygamber'e uymak üzere tam arkasında dururken,
diğer saf düşmana karşı durdu. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, arkasında durup
kendisine uyan grubla birlikte bir rek'at namaz kıldı. Sonra bunlar kalkıp
diğer grubun yerine geçtiler, o diğer grup geldi, Peygamber (s.a.v.) onlarla
birlikte bir rek'at namaz kıldı ve artık o iki grup da geriye kalan bir rek'ati
kaza etmediler."[519]
Salebe b. Zehdem
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Biz, Saîd b. As
(r.a.) ile birlikte Taberistaıı'da bulunuyorduk. O bize şöyle sordu:
-Sizden kim Resulüllah
(s.a.v.) Efendimizle birlikte korku namazı kıldı? .
Bunun üzerine Hz.
Huzayfe (r.a.) ona: - Ben kıldım, diye cevap verdi ve şöyle anlattı:
"İki gruptan her
birine bir rek'at kıldırdı ve onlar herhangi bir rek'ati kaza etmediler (yani
bir rek'atl« yetindiler)[520]
Yine İbn Abbas (r.a.)
dan yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:
"Cenab-ı Hak
sizin peygamberinize hazarda (eyleşik bulunulan halde ) dört rek'at, seferde
ise iki rek'at ve korkulu vakitlerde bir rek'at farz kılmıştır."[521].
Bu rivayetlerin sıhhat
dereceleri üzerinde durmadan her birinin korku namazı hakkında delalet
ettikleri farklı hüküm ve manaları belirtmemizde yarar vardır:
1- Korku
namazı iki rek'attir; bir rek'ati imamla, bir rek'ati de imamsız olarak
kılınmıştır.
2- Peygamber
(s.a.v.) korku'namazının iki rek'atini de sözü edilen iki grup cemaata imam
olup kıldırmış tır.
3- Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz korku namazım her gruba ikişer rek'at olarak kıldırmış ve
böylece kendisi dört rek'at o-larak kılmıştır.
4- Korku
namazını Peygamber (s.a.v.) iki rek'at olarak kılmış, ona uyan gruplar ise bir
rek'at olarak kılmışlar ve kalan bir rek'ati ise imamsız ki İmamı şiardır.
Bundan, korku namazının bir rek'at olduğu anlaşılıyor.
5- İbn
Abbas'm (r.a.) ifadesiyle, korku namazı bir rek'at o-larak farz kılınmıştır.
Görüldüğü gibi, bu beş
rivayet ve hüküm arasını birleştirmek ve öylece sağlıklı bir hüküm çıkarmak
lüzumu ortaya çıkıyor. Bunu da daha çok müctehid imamların ictilıad, istidlal
ve ihticaclarıhı gözden geçirdikten sonra belirtmekte fayda vardır:
a)
Hanefilere göre: Seferi halde imam iki rek'at olarak kılar. Eyleşik halde ise
dört rek'atliler dört rek'at olarak, üç rek'atli üç rek'at olarak, sabah farzı
da iki rek'at olarak kılınır ve düşman korkusu sebebiyle rek'atlerde bir
eksiltme söz konusu olmaz.
Bu durumda imam
kendisine uyacak olan cemaati iki saffa ayırır: Bir saffı düşmana karşı durmak
üzere görevlendirir, diğer saffı arkasına alıp -yolculuk halinde iseler- onlara
bir rek'at kıldırır ve onlar ayrılıp düşmana karşı dururlar, diğer saf gelip
beklemekte olan imama uyarak onunla birlikte kalan bir rek'ati kılar. Sonra
ayrılıp düşmana karşı dururlar ve diğer saf gelip kalan bir rek'ati kıraatsiz
olarak kılarlar ve ayrılıp düşmana karşı dururlar, diğer saf gelip kalan bir
rek'ati kıraatsiz olarak kılıp namazlarını tamamlamış olurlar. [522]
Böylece imam da,
cemaat de seferi halde düşman korkusu baş gösterdiği vakitlerde dört rek'atli
namazları ikişer rek'at, diğer namazları aynen kılarlar.
b) Şafiilere
göre: Korkulu vakitlerdeki duruma ve şartlara göre "korku namazı"
dört şekilden biriyle kılınır:
1- Düşman
kıble cihetinde ise, imam, namaz kılacakları iki saffa ayırır da onlara namaz
kıldırır: Her iki saf da imamın arkasında yerlerini alırlar. İmam secde edince
bir saf imamla birlikte eğilip onunla" iki secdeyi ifa eder; diğer saf
ayakta düşmana karşı durur. O saf imamla birlikte secdeden kalkınca imamla birlikte
ayakta dururlar, diğer saf secdeleri yerine getirir ve kalkıp onlara lahik
olurlar. İlk gözetlemede bulunan saf ikinci rek'atte imamla birlikte secdeye
varıp onları yerine getirirken, diğer saf ayakta gözetlemede
bulunur. İmam teşehhüde
oturunca, gözetlemede olan saf secdeye eğilir ve iki secdeyi yaptıktan
sonra imama yetişip onlar da teşehhüde otururlar ve hep birlikte teşehhüdü
yerine getirip selam verirler. Bu, Usfan denilen mevkide Resulüllah'm (s.a.v.)
kıldırdığı korku namazıdır.
2- Düşman
kıble cihetinden başka bir tarafta ise,, imam yine orduyu iki saffa ayırır ve
her biriyle ayrı olarak namaz kılar.
Bu, Resulüllah'ın
(s.a.v.) Batn-î Nahl'de kıldırdığı korku namazıdır.
3- Düşman
yine kıble cihetinden başka bir tarafta ise, imam orduyu iki saffa ayırır: Bir
saf düşmana karşı durup gözetlemede bulunurken diğer saf imamla birlikte bir
rek'at kılar, ikinci rek'ate kalkılınca o saf ikinci rek'ati imamsız olarak
kıldıktan sonra düşmana karşı gözetleme yerine gidip durur, diğer saf, ayakta
beklemekte olan imama gelerek tabi olur. İmam onlara bir rek'at kıldırır ve
teşehhüde oturunca onlar kalkıp ikinci rek'ati kendi başlarına kılıp tamamlar
ve teşehhüdde beklemekte olan imama lahik olup onunla beraber selam verirler.
Bu da Resulullah
(s.a.v.) Efendimizin Zatü'r-reka' mevkiinde kıldırdığı bir diğer korku
namazıdır.
4-Savaş
başlar da ortalık karışır veya başlamak üzere olur da korku ve endişe had
safhaya varırsa, artık mü'minler ister süvari, ister yaya olarak nasıl imkan
bulurlarsa öylece namazlarını kılarlar. Bu durumda kıbleden sapmaları söz
konusudur ki, mazur sayılırlar. Rüku1 ve secde imkanı bulamadıkları takdirde
baş işaretiyle onları yerine getirirler.[523]
c) Hanbelîlere göre: Korku namazı kitap ve sünnet ile sabit
olmuştur.
Düşman ile aynı hizada
bulunuyorlarba, imam orduyu iki gruba ayırır; bir grubu gözetlemede bulunmak
üzere düşmana karşı gönderir, diğer guruba bir rek'at namaz kıldırır ve o grup
ayrılıp düşmana karşı gözetleme yerine geçer, gözetlemede bulunan grup gelir
de ayakta beklemekte olan imama uyar ve onunla birlikte bir rek'at namaz kılar.
Her grup imainla bir rek'at kıldıktan sonra geri kalan bir rek'ati kendi başına
kılar ve teşehhüdde beklemekte olan imama uyup selam verir.
Korku konusu namazın
rek'atlerini azaltmaya tesir etmez. Yani seferi halde iseler dört rek'atli
farzları iki rek'at, eyleşik halde iseler dört rek'at olarak kılarlar.[524]
d) Malikilere göre: Bu mezhep imamlarının görüş
ve icti-hadlan, Hanbeli imamlarının görüş ve içtihadıyla aynıdır.[525]
520 no'lu Salih b.
Havvat hadisi sahihtir. O bakımdan İmain Şafii, İmam Malik, Ebu Sevr ve diğer
bazı ilim adamları bununla istidlal ve ihticac etmişlerdir.
Nitekim Ali b. Ebî
Talib, ibn Abbas, îbn Mes'ud, îbn Ömer, Ebu Hüreyre, Zeyd b. Sabit, Ebu Musa ve
Sehl b. Ebî Hayseme'nin * de mezhepleri budur, Allah hepsinden razı olsun.
521 no'lu İbn Ömer
hadisi sahihtir. Müctehidlerin çoğu bu hadisle de istidlal etmişlerdir. Bu
hadis, korku namazının sadece iki rek'at olduğuna delalet etmiyor, seferi halde
bulundukları için iki rek'at kıldıkları anlaşılıyor. Böylece imamın her taifeye
bir rek'at kıldırması ve geriye kalan bir rek'atin her taifenin kendi başına
kılarak namazlarını tamamlamaları söz konusu oluyor.
522 no'lu Cabir
hadisinin isnadı üzerinde duranlar olmuşsa da, ilim adamlarının çoğuna göre
sahihtir. Burada secde konusu farklı biçimde yer almıştır. O bakımdan
müctehidlerin çoğu bununla istidlal etmemişlerdir.
523 no'lu Cabir
hadisinin de isnadının sahih olduğu belirtilmiştir. Ancak
seferi halde bulundukları
halde dört rek'at kılmaları üzerinde hayli durulmuştur:
Müctehidierin önemli bir kısmına göre, onun iki rek'ati farz, iki rek'ati
sünnettir. Nitekim 523 no'lu el-Hasan rivayeti de bunu kuvvetlendirmektedir.
Gerçi îbn Kattan, Ebu Bekir'in korku namazı vuku' bulduktan bir müddet sonra
Islama girdiğini ve o sebeple bu rivayetin malul bulunduğunu söylemişse de,
Hafız İbn Hacer bu tesbiti hadisin sıhhatma te'sir eden bir illet olarak
görmemiştir. Nitekim İmam Şafii bu hadislerle istidlal etmiştir.
Ebu Cafer et-Tahavî
yukarıda iki hadiste belirtilen korku namızmm dört rek'at kılındığı şeklindeki
hükmün neshedildiğini, yani bu hükmün kaldırıldığım belirtmişse de bunu isbat
eder anlamda bir delil ortaya koyamamıştır.[526].
525 no'lu Ebu Hüreyre hadisi hakkında Ebu Davud
ve el-Münzeri susup birşey söylememişlerdir.
Nesai, "Bunun
is--nadmdaki ricalin hepsi sahihtir." diyerek hadisin istidlale salih
bulunduğunu belirtmiştir. Ebu Davud ise, bu hadisi ayrıca diğer bir tarikten
sevkederek almıştır. Ancak isnadında Muhammed b. îshak bulunuyor ki, bu zat
hakkında söylenenler pek şöhret bulmuştur.[527].
526 nolu îbn Abbas hadisini Nesai tahlil ederken
ricalinin sahih olduğunu belirtmiş ve Hafız İbn Hacer bununla ihticac edip
üzerinde bir söz, bir hüküm beyan etmemiştir.[528].
Aynı zamanda İbn Hibban da bu hadisi sahihlemiştir.
527 nolu Salebe
hadisinin isnadındaki ricalin hepsi sahihtir. Bununla beraber Ebu Davud,
el-Münzeri ve îbn Hacer bu rivayet üzerinde bir görüş beyan etmemişlerdir.
528 nolu îbn Abbas hadisi üzerinde durulmuş ve bu
bâbda Nesai'nin Cabir'den, Bezzar'ın İbn Ömer'den yaptıkları rivayetin
isnadının zayıf olduğu tesbit edilmiştir. Bu ikisinin rivayet ettiği hadis
şöyledir: "Korku namazı ne yönde olursa olsun, hangi tarzda bulunulursa
bulunulsun bir rek'attir." [529]
1-
Korku namazı, düşmana
karşı çıkılıp tehlike
baş gösterdiği günlerde veya vakitlerde kılınır.
2- Seferi
durumda iseler, diğer seferi hallerde olduğu gibi dört rek'atli farzları iki
rek'at olarak kılarlar. Sabah ve akşam namazı ise, kısaltma yapılmadan aynen
kılınır.
3- Eyleşik
durumda iseler, hiçbir namazda kasr (kısaltma) yapılmaz.
4- Seferi
halde imam orduyu veya beraberinde bulunan birliği iki gruba ayırır, bir grup
düşmana karşı gözetleme durumuna geçer, diğer grup imama uyup bir rek'at
kıldıktan sonra ya geri kalan bir rek'ati kendi başlarına kılıp öylece düşmana
karşı durarak gözetleme vaziyeti alırlar ya da o rek'ati kılmadan gözetleme
yerine geçip beklerler. İkinci grup ayrılıp kendilerini ayakta beklemekte olan
imama uyarak onunla birlikte bir rek'at kıldıktan sonra ayrılırlar, bu durumda
birinci grup gibi, ya kalan bir rek'ati , kendi başlarına kılıp öylece düşmana
karşı vazi-yet alırlar, ya da kılmadan gidip vaziyet alırlar ve ikinci grupla
birlikte oturmakta olan imama uyup birlikte selam verirler.
5- Eyleşik
durumda iseler, imam her gruba iki rek'at kıldırır ve geri kalan iki rek'ati
onlar kendi başlarına kılıp tamamlarlar,
îmam ile birlikte
selam verme imkanları varsa ona göre bir ayarlama yaparlar. O imkan yoksa,
kendi başlarına kıldıkları iki rek'atten sonra selam verirler.
6- imam ile
birlikte kılma imkanları olmadığı takdirde herkes yalnız başına imkan bulduğu
şekilde kılar.
7- Rüku ve
secde etme imkanı olmadığı vakitlerde baş işaretiyle bunları yerine getirir.
Ayakta durup kıraati o vaziyette yerine getirmek mümkün olmadığında yürüdüğü
halde bu rüknü eda eder.
Bu hususta müctehid
imamların farklı ictihadları vardır. Onları bundan sonraki kısımda
belirteceğiz. [530]
Namaz , vakti girince
farz-ı ayn olarak kılınması gerekli bir ibadettir. Fevkalade bir durum
olmadıkça geciktirilmesi, yani kazaya bırakılması caiz değildir.
Bilindiği gibi,
namazın 12 farzı vardır. Bunların altısı namaz dışında olanıdır ki, namazın
şartları olarak belirlenir. Altısı ise içindedir ki, bunlar namazın rükünleri
olarak bilinir. Zaruri bir hal ortada yokken namazın şartlarından birinin terki
namazın sıhhatma mani olur, böylece kılman namaz sahih olmaz. Rükünlerden
birinin terki namazın bozulmasına ve yeni-den kılınmasına sebeb olur.
Ancak savaş halinde
şiddetli korku ve tehlike baş gösterdiğinde bu rükünlerden birinin veya
birkaçının terkinden dolayı namaz bozulur mu, yani kılman namaz sahih olur mu?
Aynı zamanda böyle durumlarda bazı rükünleri terketmektense namazı kazaya
bırakmak, yani geciktirip vaktin dışına çıkarmakta bir sakınca var mıdır?
Bütün bu hususları
ancak hadislerden ve hadislerin ışığında ictihad eden . fakihlerin görüş ve
tesbitlerinden öğrenmemiz mümkündür. [531]
îbn Ömer (r.a.) den
yapılan rivayette, adı gecen diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz korku namazını vasfed-er-ken şöyle buyurdu: "Eğer
kot-ku bundan da şiddetli olursa, o takdirde (namazı) süvari ve yaya olduğunuz
halde (nasıl mümkünse Öyle) kılarsınız."[532]
Abdullah b. Üneys
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulülîah
(s.a.v.) efendimiz beni, Halid b. Süfyan el-Hüzeli'ye gönderdi. Halid Arefe ve
Arafat cihetinde idi. Peygamber (s.a.v.) bana şu emri verdi: "Git, onu
öldür."
Onu gördüğüm zaman
ikindi vakti girmiş bulunuyordu. Ben, benimle onun arasındaki mesafeyi aşmak
sebebiyle namazın gecikmesinden pek endişe etmiyordum. (Yani vakit çıkmadan
onun işini bitireceğimi tahmin ediyordum). Bununla beraber (ne olur, ne olmaz)
hem yaya olarak yürümeye devam ettim, hem de ona doğru yönelik halde baş
işaretiyle namazı kılmaya başladım. Ona yaklaştığımda, bana dönüp sordu:
"Sen kimsin?" cevap verdim: "Araplardan bir adamım. Bana ulaşan
bilgiye göre, sen şu adam (Hz. Muhammed) e karşı (adam) top- luyor muşsun, işte
onun için sana geldim". O da: "Evet, ben bu hususta (bir şeyler
toplayıp hazırlık içinde) bulunuyorum" dedi. Onunla birlikte bir saat
kadar yürüdüm; ta ki imkan hasıl oldu ve kılıcımla onun üzerine çullandım ve
(vücudu) soğuyuncaya kadar" üzerinde durdum."[533]
îbn Ömer (r.a.)
den-yapıİ'an rivayette, adı geçen diyor ki : "Resulüllah (s.a.v.)
Efendimnz Ahzab (savaşın)dan döndüğü gün aramızda durup şöyle seslendi: 'Sizden
hiç kimse Benî Kurayze'ye varmadan ikimîli namazını kılmasın." Bununla
beraber insanlar ikindi ! namazının fevt olmasından (vaktinin çıkmasından)
enjdişe ettiler de henüz Benî Kurayze'ye varmadan namazı ^ıldılar. Bir diğer
grup ise : "Biz ancak Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in emrettiği yere varınca namaz
kılarız, isterse vakit çıkmış olsun" dediler. (Resulüllah (s.a.v.) ile
buluştukları zaman, durum ona arze-dildi). Resulüllah bu iki gruptan hiçbirini
kınamadı."[534].
a)
Hanefilere göre: Korku ister düşmandan, isterse bir canavardan olsun,
belirtilen şekilde namaz kılınır. Aynı zamanda durup, kılmak tehlikeli olduğu
takdirde yürüdüğü halde namazını kılar. Ancak namaz kılarken düşmanla
savaşırlarsa, namaz hükümsüz olur. Çünka savaş, namazla ilgili amellerden
değildir.
Savaş tehlikesi artar
da korku şiddetlenirse, o takdirde süvari halde hangi yöne müteveccih
bulunurlarsa bulunsunlar herkes kendi başına namazını kılar. Rukü' ve secdeleri
baş işaretiyle yerine getirirler. Normal duruma geçince bu vaziyette kılman
namazın iadesi gerekmez.
Belirtilen durumda
süvariler cemaat halinde namaz kılmazlar. Bu hem mümkün değil, hem de tehlike
arzedebilir. Ancak aynı binek üzerinde bulunan iki kişiden öndeki imam, arkasındaki
cemaat olabilirler.[535].
Savaş halinde süvari
olan kimse namaz kılmak için bineğinden inip kılması mümkün olduğu takdirde
hayvan üzerinde kılması caiz olmaz.
Savaş bilfiil
başlamışsa, artık namaz kılınmaz ve geciktirilir. Nitekim Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz Hendek gazasında günün Önemli kısmında devamlı savaş halinde bilfiil
bulunduğu için dört vakit namazını kılamadı ve savaştan sonra karanlık çökünce
onları' kaza ettikten sonra şöyle buyurdu: " Bizi^vusta (ikindi veya öğle
veya akşam) namazından alıkoydular. Allah onların kabirlerini ateşle
doldursun."[536].
b) Şafîilere göre: Savaş iyice kızıştığı ve
korku arttığı zaman ister süvari, ister piyade olsunlar imkanları nasıl
elverirse öylece namaz kılarlar. Bu durumda kıbleden başka cihete sapmalarında
mazur sayılırlar. Aynı zamanda namaz efaline uymayan hareketlerde
bulunmalarından dolayı da namazları bozulmaz. En sahih tesbit de budur.. Rüku1
ve secde yapmaktan aciz olurlarsa, baş işaretiyle bu rükünleri yerine
getirirler, ancak secde için biraz
fazla başlarını
eğerler. Normal duruma geçilince artık savaşta kıldıkları namazları kana
etmeleri gerekmez.[537]
c) Hanbelilere
gdre: Savaş iyice kızışır, korku ve tehlike artarsa, o takdirde süvari veya
piyade olarak nasıl mümkünse öyle namaz kılınır. Kıbleye yönelmek mümkün
olmadığı takdirde hangi cihete yönelik olurlarsa olsunlar namazlarını kılarlar.
Rüku ve secdeyi baş
işaretiyle yerine getirirler. • Bilfiil savaşı sürdürürken yine de namazı
geciktirmezler, yani vaktinden çıkarmazlar.[538]
d)
Malikilere göre: Savaş kızışır da
tehlike artarsa, kılıçlar, yani silahlar da yerinde kullanılırsa, artık herkes
imkan nisbetinde namazını baş işaretiyle kılar, onu vaktinin dışına çıkarmamaya
çalışır.. Bu durumda ister süvari, ister piyade durumunda olsunlar namazı
terketmezler.[539]
536 no'lu İbn Ömer
hadisi aynı zamanda Buharî'de Bakara Suresi'nin tefsirinde şu lafızla
geçmektedir: "Eğer korku bundan da şiddetliyse,, (savaşçılar) yaya olarak
ayakta durdukları halde veya süvari
bulundukları halde namazlarını kılarlar; yüzlerini kıbleye
veya,başka bir cihete çevirmiş halde bunu yerine getirirler."
Müslim'de de buna
yakın şekilde rivayet edilmiş; İbn Hu-zeyme de bu anlamda Malik hadisini
nakletmiştir.
Nevevî el-Mühezzeb
şerhinde diyor ki: "Bu rivayet korku namazımn hükümlerinden bir hükmü
beyan etmektedir ki, tefsire muhtaç değildir."
537 no'lu Abdullah b.
Üneys hadisi hakkında Ebu Davud ve el-Münzerî susup bir şey söylememişlerdir.
İbn Hacer ise bunu ha-senlemiştir.
Her iki hadis de korku
şiddetlendiği zaman imkanın elverdiği şekilde namaz kılmanın cevazına ve
sıhhatına delalet etmektedir.
538 no'lu îbn Ömer
hadisi sahihtir ve ictihad düzeyinde bulunan her müctehidin içtihadında musab
olduğuna delalet etmektedir. Buharı ve diğer ilim adamları bu hadisle istidlal
edip ima ile namaz kılmanın caiz olduğunu belirtmişlerdir. [540]
1-Savaş
kızıştığı zaman, savaşçılar ister yaya, ister süvari durumunda bulunsunlar,
namazları terketmeyip kılarlar. Ancak İmam
Ebu Hanife'ye göre, savaşın fiilî durumunda namaz kılınmaz,
geciktirilir,
2- Kıbleye
yönelmek mümkünse yönelilir, değilse herhangi bir cihete yönelik bulunulduğu
halde kılınır.
3- Rüku' ve
secdeler baş işaretiyle yerine getirilir
4- Vaktinde
eda edildiğinden, normal zamana geçilince kaza edilmez. [541]
Şüphesiz ay ve güneş
Allah'ın varlığına ve kudretinin . yüceliğine delalet eden iki önemli ayet ve
belgedir.
Ayın dünya ile güneş
arasına girmesiyle güneş tutulması olayı meydana gelir.
Ayın yörüngesi dünya
ile güneş arasından geçerse, o zaman ayın gölgesi dünyanın üzerine düşer.
Böylece dünyanın gölgede kalan yerlerinde güneş görülmez olur. Buna "Güneş
Tutulması" denir.
Dünya devamlı surette
güneşe karşı bulunduğu için uzaya doğru dünyadan bir gölge konisine rastladığı
zaman dünyadan kısmen veya tamamen görünmez olur; yani dünya, güneşle ay
arasında bulunduğu için ay üzerine gölgesi düşer; bu gölge onun birkısmmı veya
tamamını kaplar. Böylece "Ay Tutulması" olayı meydana gelir.
Namaz vakitlerini
güneş saatlerine göre düzenleyip yerine getirmenizi emreden İslam Dini, ilahî
düzenlemenin kusursuz devam etmesine, saniye şaşmadığına delalet eden güneş ve
ay tutulması olayından dolayı Cenabı Hakk'm kudretinin yüceliği karşısında
eğilip secde etmemizi emretmesi yadırganabilir mi? Bunun kadar tabii ne
olabilir? Sözü edilen olaydan dolayı namaz kılmak güneş ve aya değil, onları
yaratıp belli hesaplara bağlayarak insanoğlunun hizmetine veren Allah'adır. [542]
Abdullah b. Amr (r.a.)
dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:
"Peygamber
(s.a.v.) zamanında güneş tutulması meydana gelince, "es-Salate
Camiaten" diye namaza çağırıldı. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir secde,
iki rüku1 yaptı. Sonra kalktı bir secde, iki rüku1 daha yaptı. Arkasından güneş
açıldı (tutulma olayı sona erdi)." Yani iki rek'at olarak kıldı. Her
rek'atinde iki rüku', bir secde yaptı.
Hz. Aişe (r.a.) diyor
ki: "Bundan daha uzun ne rüku', ne de secde yapmış bulunuyordum."
Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz devrinde güneş tutulması olayı meydana geldi. Bunun üzerine
Resulüllah (s.a.v.) bir çağırıcı göndererek "es-Salate Camiaten"
dedirterek namaza davet ettirdi ve kalkıp dört rüku' ve dört secdeyle iki
rek'at namaz kıldı."
Yine Aişe (r. a.) dan
yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz'in hayatında (yaşadığı zaman) güneş tutulması olayı meydana
geldi. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) çıkıp Mescid'e gitti. Namaza durup
tekbir getirdi; insanlar da Onun arkasında durup saf bağladılar. Peygamber uzun
kıraatte bulunduktan sonra uzun bir rüku1 yaptı ki bu birinci kıraatten biraz
aşağı (kısa) idi. Sonra başını kaldırdı ve SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMIDEHU RABBENA
LEKE'L-HAMD dedi. Sonra ayakta durup yine birinci kıraatten biraz aşağı (kısa)
olmak üzere uzun kıraatte bulundu. Sonra tekbir getirip, birinci rüku'dan biraz
kısa rüku' yaptıktan sonra başını kaldırıp SEMI'ALLAHÜ LİMEN HAMİDEHU RABBENA
LEKE'L-HAMD dedikten sonra secdeye vardı. Sonra bunun gibi ikinci rek'ati kıldı
ve böylece dört rek'ati dört secdeyle tamamladı ve O henüz namazı bitirmemişti
ki güneş açılıverdi.
Sonra Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz kalkıp hutbe okudu, Allah'a layık olduğu şekilde senada
bulundu ve sonra şöyle bu-yurdu: "Şüphesiz ki güneş ve ay, Aziz ve Celil
olan Allah'ın ayetlerinden iki ayettir. Bunlar ne bir kimsenin ölümü, ne de
hayatı (ve doğumu) için tutulurlar. Ancak siz güneş ve ayın tutulduğunu
gördüğünüz zaman namaza yonelip ondan yardım ve medet bekleyin."
Ibn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Güneş tutulması' olayı meydana
geldi. Resulüllah
(s.a.v.) namaza durdu, Bakara Suresi
uzunluğunda.kıraati uzattı. Sonra uzun bir rüku' yaptı. Sonra başını kaldırıp
ayakta uzun süre durdu ki bu birinci kıyamdan biraz kısa idi. Sonra birinci
rüku'dan biraz kısa olmak üzere uzun bir rüku' yaptı. Sonra secdeye vardı ve
arkasından kalkıp birinci kıyamdan biraz az olmak üzere uzun bir kıyamda bulundu.
Sonra birinci rüku'dan biraz az olmak üzere uzun bir rüku' yaptı. Sonra başını
kaldırdı ve birinci kıyamdan biraz kısa olmak üzere uzun bir kıyamda bulundu.
Sonra yine birinci rüku'dan biraz kısa olmak üzere uzun bir rüku' yaptı. Sonra
secdeye varıp namazı bitirince güneş te açılmış oldu. Arkasından şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki
güneş ve ay, Allah'ın ayetlerinden iki ayettir. Bunlar ne bir kimsenin ölümü,
ne de hayatı için tutulurlar. Siz böyle bir olayı gördüğünüz zaman Allah'ı
anın.."[543]
Esma (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen demiştir ki:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz, güneş tutulması sebebiyle namaza durdu ve kıyamı uzattı.
Sonra uzun bir rüku' yaptı; arkasından kalkıp yine uzun bir kıyam ve uzun bir
rüku' yaptı. Sonra başını kaldırch ve secdeye gitti ve secdeleri uzattı. Sonra
kalkıp uzun bir kıyam yaptı; sonra rüku'a varıp uzun süre rüku'da durdu. Sonra
kalkıp uzun bir kıyam daha yaptı; sonra uzun bir rüku1 yaptı. Sonra başını
kaldırdı.ve secdeye varıp secdeleri uzun tuttu. Sonra başını kaldırdı, sonra
yine secdeye vardı ve onu da uzun uttu. Sonra namazı bitirdi."[544]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayette, diyor ki:
"Resulüllah
(s.a.v.) zamanında güneş tutulması olayı meydana geldi. Bu sebeple Resulüllah
(s.a.v.) ashabıyla birlikte namaz kıldı: Kıyamı o kadar uzattı ki, (neredeyse)
ashab yere kapanacaktı. Sonra rüku'a vardı ve uzattı. Sonra yine uzun bir
rüku1 yaptı. Sonra iki secde yaptı. Sonra ayağa kalkıp birinci rek'atte
yaptıklarını aynen yaptı ve böylece dört rüku' ve dört secdeyle (iki rek'at)
kılıp tamamladı."[545].
Yine Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz zamanında güneş tutulması olayı meydana geldi. Resulüllah
(s.a.v.) o sebeple namazı altı rüku' ve dört secdeyle kıldı."[546].
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz güneş tutulması sebebiyle namaz kıldı: Ayakta okudu; sonra
rüku'a vardı. Sonra kalkıp tekrar okudu ve rüku'a vardı. Sonra kalkıp tekrar
okudu ve rüku'a vardı. Sonra da secdeye vardı. Diğer rek'at de bunun gibi
idi."[547].
Yine îbn Abbas (r.a.)
dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:
"Peygamber
(s.a.v.) güneş tutulması sebebiyle namaz kıldı: Ayakta okuduktan sonra rüku'a
eğildi. Sonra tekrar okudu ve rüku'a eğildi. Sonra yine kalkıp okudu ve rüku'a
vardı. Sonra yine kalkıp okudu ve rüku'a eğildi. Ondan sonraki rek'atte bunun
gibi yaptı."[548]
Diğer bir lafızla:
"Resulüllah (s.a.v.) sekiz rüku'u dört secdeyle kılmış oldu."
Ubey b. Kah (r.a.) den
yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz zamanında güneş tutulması olayı meydana geldi. O sebeple
Resulüllah (s.a.v.) as-habıyla birlikte namaz kıldı: Uzun surelerden birini
okudu ve beş rüku', iki de secde yaptıktan sonra ikinci rek'ate kalktı; yine
uzun bir sure okudu, beş rüku' iki secde yaptıktan sonra, diğer namazlarda
olduğu gibi kıbleye yönelik vaziyette oturdu ve güneş açılıncaya kadar dua
etti."[549]
Güneş tutulması
sebebiyle kılman namazda kıraat aşikar olarak yerine getirilir.
Bu konuda Hz. Aişe
(r.a.) diyor ki: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz güneş tutulması sebebiyle
kıldığı namazda kıraati aşikar yerine getirdi; böylece iki rek'atte dört rüku',
dört de secde yaptı."[550].
Bu hadisin aksine
ikinci bir rivayet Semüre (r.a.) den yapılmıştır. Adı geçen diyor ki:
"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bize güneş tutulması sebebiyle iki rek'at
namaz kıldırdı. Namazda Ondan hiçbir ses duymadık (kıraati gizü okudu)."[551]
Hasan el-Basrî
(rahmetullahi aleyh) diyor ki: "îbn Abbas (r.a.) Basra'da enıfr olarak
bulunduğu bir sırada ay tutulması olayı meydana geldi. Bunun üzerine adı geçen
çıkıp bize iki rek'at namaz kıldırdı ki her rek'atte iki defa rüku' yaptı.
Sonra ayrılıp bineğine binince şöyle dedi: "Ben, Hz. Peygamberin (s.a.v.)
namaz kıldırdığı gibi namaz kıldırdım, Ondan gördüğümü aynen yaptım."[552]
a)
Hanefîlere göre: Güneş tutulması olayı sebebiyle namaz kılmak vacip midir,
yoksak sünnet midir? Bu Hususta mezhep imamlarının farklı görüş ve ictihadlan
olmuştur, imam Muhammed'in bu namazla ilgili beyanı, onun sünnet olduğuna delalet
etmektedir. Şöyle ki, adı geçen cemaatle kılman namazlardan söz ederken diyor
ki: "Nafile namazlardan -Ramazan'da geceleyin Teravih ve bir de güneş
tutulma namazı dışında- hiçbiri cemaatle kılınmaz." Müstesna minhunun
cinsinden olduğuna bakılınca, güneş tutulması sebebiyle kılınan namazın da
nafile (sünnet) olduğu anlaşılıyor.
Diğer bazı fukahaya göre, hadislerde Resulüllah'in
(s.a.v.) böyle bir olay karşısında mü'minlerin ne yapması gerektiğini şöyle
açıklarken : "Allah'a hamd edin, O'nu tekbir getirerek ululaym, O'nu
tesbîh edin ve namaz kılın." bunu emir siğasıyla söylemiştir. Malum başka
karine olmadığı takdirde emir vücubu gerektirir.
İmam Ebu Hanife ise bu
namaz hakkında şöyle demiştir: "Dilerseniz iki rek'at, dilerseniz dört
rek'at ve dilerseniz daha fazla pek'at kılabilirsiniz." Şüphesiz böyle
bir tahyîr ancak nafile namazlar hakkında cari olur; farz ve vacip namazlar
hakkında tahyîr söz konusu olamaz. Bu da, güneş tutulması sebebiyle kılınacak
namazın sünnet olduğunu gösteriyor.
Güneş tutulması namazı iki rek'attir; her
rek'atinde bir rüku1 iki secde yapılır; diğer namazlardan farksızdır. Aynı
zaman-, da cemaatle değil münferiden kılınır.[553]
b) Şafiilere
göre: Güneş tutulması sebebiyle Peygamber (s.a.v.) namaz kılınmasını
emretmiştir. Bunun için mekruh vakit yoktur. Namazdan sonra güneş açılınca imam
hutbe okur. Tutulma olayı geçtikten sonra artık namaz kılınmaz.[554]
Böylece bu mezhebe
göre, güneş tutulmasıyla ilgili namaz vaciptir. Çünkü Resulüllah'ın (s.a.v.)
emd vardır. Emir ise vücubu gerektirir.
Güneş tutulması
olayıyla ilgili, cumada olduğu gibi iki hutbe okunur. Hamd ve salat-ü selam ile
başlanır. Müslümanlara hayır, iyilik, tevbe ve tekarrub ile tavsiye edilir.
Güneş tutulması namazı
ezansız ve ikametsiz kılınır. [555]
Namazı kıldıracak olan
imam kalkar tekbir getirir ve farz namazlara başladığı gibi başlar, yani
iftitah duasını okur. Sonra birinci rek'atte ezber biliyorsa Bakara suresini
okur veya o nis-bette Kur'andan ayetler okur. Sonra rüku'a varır ve rüku'da
Bakara suresinden 200 ayet okuyacak kadar bir süre durur. Sonra başını
kaldırır ve SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHU RABBENA LEKE 'L-HAMD der. Sonra yine
ayakta Bakara Suresinin 200 ayetine denk gelecek şekilde Kur'an'dan ayetler
okur. Sonra rüku'a varır ve birinci rüku'da beklediği nisbetin üçte ikisi kadar
bekler; sonra başını kaldırıp dikelir ve secdeye eğilir. Sonra ikinci rek'ate
kalkar, ayakta Bakara suresinin 250 ayetine denk gelecek uzunlukta ayetler okur
ve arkasından rüku'a varır, orada Bakara suresinin 70 ayetine denk gelecek
uzunlukta ayetler okur; sonra başım kaldırır ve Fatihayı okur, arkasından
Bakara Suresinin 100- ayetine denk gelecek uzunlukta ayetler okur. Sonra rüku'a
varır ve Bakara suresinin 50 ayetine denk gelecek uzunlukta ayetler okur.
Sonra başını kaldırıp dikelir ve secdeye eğilerek namazı tamamlar.
Bu namazın hem
birinci, hem de ikinci rek'atinde Fatiha okunur. Onlardan birinde onu
terkederse, o rek'ate itibar edilmez, yerine başka bir rek'at kılması gerekir
ve namazın sonunda yanılma secdesi yapar.[556]
c)
Hanbelilere göre: Güneş ve ay tutulmasıyla ilgili namaza "Salatü'l-Küsûf'
adı verilir. Eu iki olaydan biri meydana gelince, mü'minler namaza yönelip ya
cemaat halinde, ya da yalnız başlarına kılarlar.
Güneş ve ay
tutulmasıyla ilgili namaz, müekked sünnettir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) hem onu
kılmış, hem de kılınmasını emretmiştir. Bu namazın meşruiyeti üzerinde hilaf
yoktur, yani buna muhalefet eden olmamıştır.
Sözü edilen namaz
şöyle kılınır: Birinci rek'atte Fatiha ve uzun bir sure aşikar (yani sesli)
okunur. Sonra rüku'a varılır ve rüku' uzatılır. Sonra rüku'dan kalkılır ve
ayakta yine kıraatte bulunulur, ancak birincisi kadar uzun tutulmaz. Sonra
rüku'a varılır ve yine birinci rüku'dan biraz kısa olmak üzere uzatılır. Sonra
iki uzun secde yapılır. Sonra kalkılır bu iki rek'atin aynı olmak üzere iki rek'at
daha kılınır ve böylece dört rüku' ve dört secdeyle bu namaz kılınmış olur.
Tabii namazın sonunda teşehhüde oturulur ve arkasından selam verilir.[557]
Ancak bu konuda
müstehab olan şudur: İki rek'at namazı kılmak, birinci rek'atte iftitah
duasından sonra euzü çekip Fati-hâ'yı ve Bakara suresini veya o uzunlukta
Kur'an'dan ayet okunur. Sonra rüku'a varılır ve 100 defa teşbih getirilir.
Sonra rüku'dan kalkılır ve SEMİ'ALLAHU LÎMEN HAMÎDEHU RABBENA LEKE'L-HAMD
denilir. Sonra Fatiha ve.Al-i İmran Suresi veya bu sure uzunluğunda Kur'an'dan
ayetler okunur. Sonra birinci rüku'un üçte ikisi nisbetinde rüku'da durur ve
yine SEMİ'ALLAHU LİMEN HAMİDEHU denilir. Sonra secdeye varılır ve iki secde de
uzatılır. Sonra ikinci rek'at buna nisbetle biraz kısa tutulur.
Böylece her rek'atte
iki kıyam, iki kıraat, iki rüku1 ve iki secde yapılır. Gece olsun, gündüz
olsun kıraat sesli okunur. Hutbe okunmaz. Çünkü İmam Ahmed'den buna daiı% yani
hutbe okunmasına dair bir rivayet gelmemiştir.[558].
d)
Malikilere göre: Dört rek'at olarak kılınır. Her rek'atte Fatiha okunur ve
kıraat gizli okunarak yerine getirilir. Rüku1 uzun tutulur. Cemaat halinde
kılınması nriistehabdır. Kadınlar ise kendi evlerinde bu namazı kılarlar.
Böylece her rek'atte iki uzun rüku' ve iki kıyanı yapılır ve sonunda secde
yapılarak namaz tamamlanır.[559]
Her rek'atte iki rüku'
yapıldığına dair birçok rivayetler vardır: Ahmed b. Hanbel'in Hz. Ali'den,
Nesai'nin Ebu Hüreyre'den, Hafız Bezzar'm İbn Ömer'den (Allah hepsinden razı
olsun) bu hususta rivayeti bu cümledendir. O bakımdan Hanefîle-rin çoğunun
dışında diğer bütün müctehid imamlar bu rivayetlerle istidlal etmişlerdir.
Müslim'in Cabir'den yaptığı rivayette de buna yakın bilgi vardır.
547 nolu Cabir hadisini Beyhaki de rivayet etmiş
ve onu Şafii'den naklettiğini belirtmişse de bu yanlıştır. Aynı hadisi Müslim
kendi sahihinde Ebu Bekir b. Ebi Şeybe'den, o da İbn Nümeyr'den, o da
Abdülmelik'den, o da Ata'dan, o da Cabir'den rivayet etmiştir.
548 nolu
îbn Abbas hadisini
Tirmizi, Muhammed b. ' Beşşar'dan, o da Yahya b. Said'den, o da
Süfyan'dan, o da Habib b. Ebi Sabit'den, o da Tavus'tan, o da Peygamber
(s.a.v.) efendimizden i'ivayet etmiştir. Ancak yapılan araştırmada Habib'iıl
Ta-vus'dan işitmediği anlaşılmış
ve o bakımdan
hadis malûl sayılmıştır. Nitekim
Beyhaki bu hususta diyor ki: "Habib her ne kadar sıka (güvenilir) sayılsa
da, o tedlis yapıp Tavus'tan işittiğini beyan etmemiştir."
549 nolu İbn Abbas hadisini her ne kadar Tirmizi
sahihle-mişse de İbn Hibban onun sahih olmadığını belirtmiştir,[560]
550 nolu Ubey hadisini aynı zamanda Hakim ve
Beyhaki tahric etmişlerdir. Ancak senedi itibariyle Seyhan onunla ihticac
etmemişlerdir. Bu demektir ki Buharı ile Müslim bu hadisi ihtica-ca uygun
görmemişlerdir. îbn Seken ise onu sahihlemiştir. Hakim de irBunun ravileri
doğru kişilerdir" diyerek tesbitini ortaya koymuşsa da hadisin senedinde
Ebu Cafer İsa b. Abdillah b. Mahaıı er-Razi bulunuyor ki, İbn Medeni onun
hadîslerini birbirine karıştırdığım kaydetmiştir. îbn Main ise "O sıka
(güvenilirdir)" ' diyerek
hadisiyle ihticac edilebilir görüşünü ortaya koymuştur.[561]
552 nolu Semure
hadisine gelince: îbn Hibbaıı ile Hakim onu sahihlemiştir. Ancak İbn Hazm, onun
ravilerinden Salebe b. İbad'ın cehaleti sebebiyle onun muallel olduğunu
belirtmiş, yani bu bakımdan sıhhatini zedeler mahiyette böyle bir cehaletin söz
konusu olduğuna dikkat çekmiştir. Nitekim îbn Medeni de onun meçhul bir kimse
olduğunu söylemiştir[562].
Salebe tahinidendir.
Semure (r.a.) den hadis istima' etmiştir, (işitmiştir.) Ondan da Esved b. Kays
İstiska ile ilgili hadisi rivayet etmiştir. Ancak İbn Medeni onun birçok
meçhul kişilerden rivayet ettiğine dikkat çekerek sıka olmadığını belirtmek
istemiştir.
Şevkani de bu zattan
söz ederek birtakım nakillerde bulunmuş ve Zehebi'nin tesbitlerini
aktarmıştır.
Bu manada bir diğer
hadisi Ebu Ya'la ile Beyhaki îbn Abbas (r.a.) dan şöyle rivayet etmişlerdir:
"Güneş tutulması sebebiyle namaz kılmakta olan Rasulüllah'ın (s.a.v.)
yanında bulunuyordum. Kendisinden kıraati esnasında Kür'an'dan bir harf olsun
işitmedim."
Ancak bu hadisin
isnadında îbn Lüheya bulunuyor ki bu zat hakkında farklı görüşler vardır.
Güneş tutulmasıyla
ilgili namazda kıraatin aşikar okunması hakkında Buharı, Hz. Aişe (r.a.)
hadisini Semure hadisinden daha sahih kabul etmekte ve ihticaca salih olduğuna
işarette bulunmaktadır. Ancak İmam Şafii bu konuda Semure hadisini tercih
etmiş ve İbn Abbas'm (r.a.) rivayetine muvafık olduğunu sebeb-i tercin olarak
göstermiştir.
553 nolu Hasan el-Basri rivayeti hakkında farklı
tesbitler bulunuyor: Şevkani'nin tesbitine göre, sahih değildir. "Çünkü
îbn Abbas (r.a.) Basra'da bulunduğu
yıllarda Hasan el-Basri orada bulunmuyordu" diyor.
Rivayeti sahih kabul
edenler ise, Hasan el-Basri'nin "Bize namaz kıldırdı" sözünü te'vil
ederek "Basra halkına namaz kıldırdı" manasına geldiğini
belirtmişlerdir. [563]
1- Güneş
tutulmasıyla ilgili namaz meşrudur. Sünnet ile sabit olmuş ve ashabın önemli
bir kısmının rivayet ve ameliyle sübut bulmuştur.
2- Bu konuda
daha çok kıyasa yönelen imam'Ebu Hanife, bunun da diğer farz namazlar şeklinde
kılınacağını belirtmiştir.
3- iki veya
dört rek'at olarak kılınabilir.
4- Cemaat
halinde ve münferiden de kılınabilir.
5- Bu namaz
için mekruh vakit hükmü kalkar, yani tutulma olayı hangi vakitte meydana
gelirse gelsin kılınabilir. Bu daha çok imam Şafii'nin içtihadıdır.
6-
Güneş tutulma olayı
geçip güneş tam
görülmeye başlayınca artık güneş tutulma namazı kılınmaz.
7- Namaz
kılınıp güneş açılınca dua edilir; bazı müctehidlere göre hutbe okunur.
8- Bu namaz
için ezan okunmaz, ikaamet getirilmez; sadece "es-Salat Camia" denir.
9- Güneş
tutulmasıyla ilgili namaz imam Şafii'ye göre vaciptir.
10- Her
rek'atinde iki rüku' ve iki kıyam yapılır.
11- Kıraat
ve rüku'lar uzun tutulur.
12- Secdeler
normal tutulur.
13-
Müctehidlerin çoğuna göre/kıraat aşikar okunur, imam Malike göre gizli okunur. [564]
Yağmur yağması,
bulutların oluşup yağmur yüklenerek indirecek duruma gelmesi şüphesiz ki
birtakım fiziki kanunlara ve bilinen sebeplere dayanmaktadır. Ancak unutmamak
gerekir ki bu kanunlar ve sebepler kendi haline bırakılmamıştır. Şart ve ortam
oluştuğunda yağmur yağması normal kabul edilirse de bazı hallerde her şeye
rağmen yağmur yağmamakta ve kuraklık sürmektedir. Zira kainatta "tabii
olaylar" denilen hemen her hadise ilahi plan ve programa göre cereyan
eder veya ona göre gerçekleşir. Gelişigüzel, sebepsiz, illetsiz, plansız ve
programsız hiçbir olayın meydana gelmesi düşünülemez. Sebep ve illetleri ilahî
programa göre harekete geçiren görevli melekler vardır. Böylece bir olayın
meydana gelmesini sağlayan sebepler ve illetler mevcut olunca, onları bağlı
bulundukları kanunlar ve program doğrultusunda harekete geçiren melekler de
ilahi irade düzeyinde hizmete katılırlar.
Ayrıca yağmurun
oluşmasını sağlayan sebep ve illetler oluşmayabilir ve uzun süre yağmur
yağmayıp ihtiyaç had safhaya gelebilir. Şüphesiz bu olayda da görevli
meleklerin varlığını unutmamak gerekir.
O bakımdan gerek
sebeplerin oluşturulması,, gerekse o sebepleri harekete geçirip yağmur yüklü
bulutların meydana gelmesi için her şeyi kudretinin tasarrufu altında
bulunduran Allah'a'el açıp dua etmek, nemli gözlerle dilekleri O'nun kapısına
sunmak da kulluğumuzun gereği ve imanımızın bir başka belirtisidir.
Bunun için Allah'ı ve
O'nun cari kanunlarını, melekleri ve görevlerini en iyi bilen Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz kuraklık baş gösterdiğinde tam tezellûl, teslimiyet ve
mahviyet içinde çıkıp toplu halde namaz kılmayı, dilekte bulunmayı tavsiye buyurmuştur.
Zira bu durumda ilahi rahmet harekete geçip kullarından yana tecelli eder. [565]
Hz.Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Halk yağmur
yağmamasından ve kıtlık tehlikesi söz konusu olduğundan dolayı Rasulüllah'a (s.a.v.)
baş vurup hallerini arzettiler. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) minberin
açık havadaki namazgaha çıkarılmasını emretti ve yağmur namazı, duası için
oraya çıkılacağı bir günü vadetti. O gün gelince Rasulüllah (s.a.v.) güneş
doğmaya başlayınca çıktı, minber üzerinde oturdu, tekbir getirip Aziz ve Celil
olan Allah'a hamd ettikten sonra şöyle buyurdu:
"Sizler ülkenizde
kıtlık ve sıkıntı baş gösterdiğinden şikayetçi oldunuz ve sizden yana yağmur
yağmasının zamanının geciktiğini ifade ettiniz. Oysa Cenab-ı Hak O'na dua
etmenizi emretmiş ve ettiğiniz takdirde onu kabul buyuracağını da
vaadetmiştir."
Rasulüllah (s.a.v.)
bunları belirttikten sonra şöyle başladı:
"Hamd alemlerin
Rabbı Allah'a mahsustur. O Rahman ve Rahinı'dir. Hesap ve ceza gününün yegane
sahibi ve malikidir. O'ndan başka ilah yoktur. Allah dilediğini yapar.
Allahım! Sen
Allah'sın, Senden başka ilah yoktur, ancak Sen varsın. Sen ganîsin, biz ise
fakirleriz. Üzerimize yağmur indir; indirdiğini bize kuvvet ve bir süreye kadar
yetecek çizgiye ulaştır."
Sonra Rasulüllah
(s.a.v.) ellerini kaldırdı ve o kadar yükseltti ki koltuklarının beyazlığı
göründü. Sonra arkasını halka döndürdü ve üstündeki üstlüğünü veya hırkasını
tersine çevirdi ki, elleri henüz yukarıya kalkık bulunuyordu. Sonra yüzünü
halka döndürdü ve minberden indi iki rek'at namaz kıldı. Bunun üzerine Cenab-ı
Hak bir parça bulut ortaya çıkardı, derken şimşek ve yıldırım birbirini
izledi; sonra da Allah'ın izniyle bulut yağmur indirmeye başladı. Rasulüllah
(s.a.v.) mescid'e gelmeden sel akmaya başladı. Rasulüllah (s.a.v.) halkın bir
örtü altına girmek için acele koştuklarını görünce dişleri görünecek şekilde
güldü ve şöyle buyurdu: "Şehadet ediyorum ki, Allah herşeye kadirdir,
O'nun gücü her şeye yeter ve ben de Ö'nun kulu ve rasulüyüm."[566]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayette, demiştir ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz bir gün
yağmur duasında bulunmak üzere çıktı ve bize ezansız, ika metsiz iki rek'at
namaz kıldırdı. Sonra bize hutbe okudu ve Aziz, Celil olan Allah'a dua etti,
yüzünü kıbleye çevirip ellerini kaldırmış bir halde duasına devam etti. Sonra
sırtındaki hırkasını tersine çevirdi: Sağını soluna, solunu sağına getirdi."[567]
Abdullah b. Zeyd
(r.a.) den yapılan rivayette, demiştir ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz
namazgaha çıktı ve yağmur dileme duası yaptı. Üstündeki hırkasını, kıbleye
yönelirken çevirdi ve hutbeden önce namaza başladı. Sonra yine kıbleye
yönelerek dua etti."[568]
Yine Abdullah b. Zeyd
(r.a.) den yapıları rivayette diyor ki: "Rasulüllah'ı (s.a.v.) yağmur
duası ve namazı için dışarıya çıktığı gün gördüm. Arkasını halka döndürdü,
kıbleye yöneldi ve dua etmeye başladı. Sonra bu arada hırkasını tersine
çevirdikten sonra iki rek'at namaz kıldı ve kıraati aşikar olarak yerine getirdi."[569]
İbn Abbas (r.a.) dan
istiska namazından soruldu. O da şöyle dedi: "Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz mütevazı, mütezellil, mütehaşşi' ve mutazam' bir halde çıktı,
bayramda olduğu gibi iki rek'at namaz kıldı, ama sizin bu hutbenizi
yapmadı."[570]
Enes (r.a) den yapılan
rivayette diyor ki:
"Ömer b. Hattab
(r.a), kuraklığa uğrayıp sıkıntıya düştükleri zaman, Abbas b.Abdilmuttalib
(r.a) ile tevessülde bulunup yağmur dileğinde bulunarak şöyle duada bulundu :
"Allahım! Şüphesiz ki biz sana, Peygamberin (s.a.v) ile tevessülde
bulunuyoruz, bize yağmur indirerek kuraklığı gider. Allah'ım! Doğrusu biz,
Peygamberin amcası ile tevessülde bulunuyoruz, bizi yağmura kavuştur."
Böylece onlara yağmur yağar ve kuraklık kalkardı."[571].
eş-Şa'bî (r.a) diyor
ki:
"Ömer (r.a)
dışarı çıkıp yağmur dileğinde bulundu, fakat istiğfarı fazla artırmadı (kısa
kesti). Bunun üzerine kendisine :"Biz senin yağmur dileğinde bulunduğunu
göremedik!" denildi O da şöyle dedi: "Ben gök mecâdîhi (meteorolojik
olaylar) ile yağmur dileğinde bulundum ki, o olaylarla (onların oluşmasıyla)
yağmur iner." Sonra da o, şu ayeti okudu: "Rabbmızdan bağışlanma
dileyin; çünkü mutlaka O, çok bağışlayandır.. Gökten üzerinize faydalı yağmur
-gönderir." Artık Rabbmıza istiğfar edip tevbede bulunun.."[572].
Enes (r.a) diyor ki:
"Resulüllah
(s.a.v) Efendimiz yağmur dilediğinde ellerini yukarıya kaldırdığı kadar hiçbir
şeyde kaldırmazdı. Gerçekten O, koltuğunun altındaki beyazlık görününceye kadar
.ellerini yükseltirdi."[573]
Müslim şu rivayeti de
nakletmiştir:
"Peygamber
(s.a.v) elinin dış kısmıyla göğe doğru işarette bulunarak yağmur dileğinde
bulundu."
Enes (r.a) den yapılan
rivayette, diyor ki:
"Cuma günü
bedevilerden biri geldi ve şöyle dedi: 'Ta Resulellah! Davarlar helak oldu,
çoluk çocuk da helak oldu, insanlar da helak oldu." Bunun üzerine Resullah
(s.a.v) Efendimiz ellerim kaldırırp dua etti, insanlar da Onunla birlikte
ellerini kaldırıp dua ettiler. Biz henüz (Mescid'den) dışarı çıkmamıştık ki,
yağmura nail olduk."[574]
İbn Abbas (r.a) dan
rivayette, diyor ki:
"Bedevilerden biri
Peygamber (a.s) Efendimize geldi ve şöyle dedi: "Ya Resulellah! Öyle bir
kavmin yanından geliyorum ki, hiçbir çoban onlara zad (yiyecek, azık)
hazırlayamıyor ve hiçbir erkek davar kuyruğunu oynatamıyor. (İnsanlar aç,
davarlar cılız kaldı)." Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v) minbere çıktı,
Allah'a hamd ettikten sonra şöyle duada bulundu: "Allah'ım! Bize, bizi
şiddetten kurtaracak, sonu övgüye değer olacak, bol çayır ve ürün bitirecek,
her tarafı kapsayacak, bol su sağlayacak, hemen yağacak, gecikmeyecek bir
yağmurla bizi sula."
Bu duayı yaptıktan
sonra minberden indi. ona her gelen mutlaka şöyle diyordu:
"Gerçekten ihya
olunduk.."[575]
Amr b. Şuayb (r.a)den,
oda babasından ve dedesinden yaptığı rivayette, diyor ki:
" Resulüllah
fs.a.v) Efendimiz yağmur dileğinde bulununca şöyle dua ederdi:
"Allah'ım!
Kullarını ve hayvanlarını sula (suya kavuştur). Rahmetini yay; ölü beldeni ihya
eyle (dirilt)."[576]
Muttalib b. Hantab
(r.a) den yapılan rivayette, diyor ki:
"Peygamber
(s.a.v) Efendimiz yağmur söz konusu olunca şöyle dua ederdi:
"Allah'ım!
Rahmete vesile olan yağmurla bizi sula, azaba sebep olan yağmurla bizi sulama.
Bela ve yıkıntıya yol açan; boğulmaya sebep olan bir yağmurla bizi sulama. Allah'ım
tepeler, engebeli yerler, ağaçlıklar üzerine yağdır. Allah'ım, çevremizi de
kapsayacak şekilde indir, sadece bizim üzerimize değil."[577]
Abdullah b. Zeyd
(r.a)den yapılan rivayette diyor ki:
"Resulüllah
(s.a.v) Efendimizi bizim için yağmur dileğinde bulunurken gördüm, duasını hayli
uzun tuttu ve dileklerini çokça dile getirdi. Sonra kıbleye döndü, hırkasını
çevirdi, (astarını yüz tarafına veya sağını soluna, solunu sağına getirdi);
insanlar da Onunla berab* r hırkalarını tersine çevirdiler."[578]
a)
Henefîlere göre: îstiskâ konusunda cemaat halinde namaz kılınmaz. Dileyen
yalnız başına kılabilir. Çünkü yağmur isteğinde bulunmak için daha çok dua ve
istiğfar edilir. İmam Mu-hammed'e göre: İmam veya onun vekil olarak belirlediği
kimse cemaate iki rek'at namaz kıldırır, cuma namazında olduğu gibi iki rek'at
olarak kılınır.
İmam Muhammed bu
konuda İbn Abbas (r.a) hadisiyle istidlal etmiştir. İmam Ebu Hanife ise daha
çok Nuh Suresi 10. ayetle ihticac etmiştir.
îstiska namazı ezansız
ve ikametsiz kılınır. Birinci rek'atte SEBBİH İSME RABBÎKE, ikinci rek'atte HEL
ETÂKE HADÎSÜ'L GAŞİYE surelerim okumak müstehabdır.[579]
b) Şafiilere
göre: îstiskâ namazı, ihtiyaç duyulduğunda kılınır ve sünnettir. Kuraklık devam
ettiği takdirde ikinci ve üçüncü defa kılınabilir.
îstiskâ için toplanıp
namaz kılmaya hazırlanırken, yağmur yağmaya başlarsa, artık namaz kılmaya gerek
kalmaz, şükür ve dua edilir. Ancak diğer sahih kavle göre, yine de mü'minler
namaz kılarlar. Yağmur dileğinde bulunmadan Önce imam cemaate üç . gün oruç
tutmalarım tavsiye edip tevbe etmelerini, iyilik ve hayır yapmak suretiyle
Allah'a yakınlık sağlamalarını ve işledikleri haksızlıktan kurtulmak için hak
sahiplerini razı etmelerini bildirir ve Öylece namaz ve dua için şehir dışına
çıkılır, yani üç gün oruç tutulduktan sonra dördüncü günü çıkılır. Herkes
mümkün olduğu kadar eski, yamalı elbise giyinir ve beraberlerinde çocukları,
yaşlanmış zatları da çıkarırlar.
îstiskâ namazı, bayram
namazı gibi iki rek'attir. Bayramda olduğu gibi hutbe okunur, ancak tekbir
değil bol istiğfar edilir. Dua edilirken, hırka, ceket, pardesü gibi elbise
ters döndürülür. Resulüllahtan (s.a.v) rivayet edilen dua ve istiğfar yapılır,
ayrıca istenildiği kadar duaya devam edilir.[580]
c)
Hanbelilere göre: îstiskâ namazı müekket sünnettir. Kuraklık başlayıp sıkıntı
baş gösterince tam mahviyet ve teslimiy-.et havası içinde mütevazi bir eda ile
çıkılır, imam halka iki rek'at namaz kıldırır. Bu namaz için belli bir vakit
yoktur. İhtiyaç duyulduğu zaman çıkılır ve cemaat halinde kılınır.
Bazılarına göre,
bayram namazında olduğu gibi, birinci rek'atte yedi, ikinci rek'atte beş tekbir
getirilir. Bu aynı zamanda Ibn Hazm ve Davud ez-Zahîrî'nin mezhebidir.
îstiskâ namazı ezansız
ve ikametsiz kılınır. Namazdan sonra hutbe okunur, sonra kıbleye yönelik bir
halde dua yapılır. Bu arada Tıırka ve benzeri elbisenin sağı soluna, solu da
sağına getirilir. Eller fazla kaldırılarak duaya devam edilir, ve arada sık sık
istiğfarda bulunulur.
îmam Ahmed'e göre de,
hutbeye tekbir ile başlanır ve bol istiğfarda bulunulur.
Namaz kılınıp dua edildiği
gün yağmur yağmazsa, ikinci ve üçüncü günler de çıkılıp namaz kılınır ve dua
edilir.[581]
d)
Malikilere göre: îstiskâ namazı hem cemaat halinde , hem de münferiden
kılınabilir. Cemaatle kılınması şart değildir.
Bu namaz ancak güneş
doğup ortalığı aydınlattığı zaman kılınır. Başka vakitlerde kılınmaz. Namazdan
sonra hutbe okunur, iki hutbe arasında oturulur. Açık havada kılındığı
takdirde minber çıkarmaya gerek yoktur. İmam bir değneğe dayanarak hutbe okur.
Namazda kıraati aşikar okumak sünnettir, bir yıl içinde birkaç defa istiskâ
namazı kılmakta bir sakınca yoktur.
îstiskâ namazı iki
rek'attir. Birinci rek'atte SEBBİH İSME RABBİKE'L-A'LÂ, ikinci rek'atte
VE'Ş-ŞEMSİ VE DUHÂHÂ suresi okunur. Hutbe bitince kıbleye yönelinir ve dua
edilir ve başka imam olmak üzere cemaatin hepsi hırka veya üstlüklerini ters
çevirirler. İmam ayakta dua ederken, cemaat oturmuş halde duaya katılır. Ne
namazda, ne de hutbede tekbir getirilmez. Kıraat aşikar olarak yerine
getirilir.[582].
563 nolu Hz. Aişe hadisini aynı zamanda Ebû
Avâne, İbn Hibban ve Hakim tahric etmişlerdir. İbn Seken ise bunu
sahihle-miştir. Ebu Davud: "Bu
garip bir hadistir ve isnadı ceyyiddir" demiştir.
Böylece bu hadis,
istiskâ namazına güneş doğarken çıkmanın müstehab olduğuna ve cemaat halinde
çıkıldığının meşruiyetine; önce dua ve istiğfarda bulunulacağına, sonra iki
rek'at namaz kılınacağına delalet etmektedir. Aynı zamanda istiskâ duası
yapılırken hırka veya üstlüğü tersine çevirmenin sünnet olduğunu
göstermektedir.
564 nonu Ebu Hüreyre
hadisini Ebu Avane ve Beyhaki tahric
etmişlerdir. el-Hilafiyat'ta
bu hadisin ravilerinin
sıkat (güvenilir) kimseler olduğu belirtilmiştir.
Hutbenin . namazdan
önce mi, sonra mı okunacağı hakkındaki rivayetler farklıdır., Konumuzu
oluşturan Ebu Hüreyre hadisi ile Enes'in ve Abdullah b. Zeyd'in hadisi hutbenin
namazdan sonra okunduğuna delalet etmektedir.
îbn Abbas ile Hz. Aişe
hadisleri ise, Peygamberin § namazdan önce hutbe okuduğuna delalet etmektedir.
Ancak rivayetleri
biraraya getirdiğimizde, ashabın anlatım tarzından bu ihtilafın kaynaklandığı
ve sonuç olarak Rasulüllah'ın önce duaya başlayıp istiğfarda bulunduğu, sonra
iki rek'at namaz kıldığı ve arkasından hutbe irad ettiği anlaşılır.
Hadislerin tamamı, istiskâ
namazının meşruiyetine delalet etmektedir. Ebu Hanife dışında bu görüşe
muhalefet eden olmamıştır.
567 nolu ibn1 Abbas
hadisini aynı zamanda Ebu Avane, İbn Hibban, Hakim, Darekutni ve Beyhaki tahric
etmişlerdir. Ebu Avane ile İbn Hibban bunu sahihi emişlerdir.[583].
İmam Şafii bu hadise
dayanarak, istiska namazında tekbir getirmenin meşru1 olduğunu söylemiştir.
Diğer yandan bu hadis
istiskada hutbe okumanın meşru1 olmadığına delalet etmektedir.
568 nolu Enes rivayeti, istiska duasında
Rasulüllah § ile Onun yakınlarının şefaatini dileyerek tevessülde bulunmakta
bir sakınca olmadığına delalet etmektedir.
571 nolu Enes hadisi, istiska duasının cami ve
mescidlerde de meşru' olduğuna delalet etmekte, aynı zamanda cami ve
mes.-cidlerde sadece dua ve istiğfarla yetinmekte bir sakınca bulunmadığını
göstermektedir.
572 nolu İbn Abbas hadisinin isnadmdaki ricalin
hepsi sahihtir. Ebu Avane de bunu tahric etmiştir. Hafız İbn Hacer bu hadisi
naklettikten sonra bir şey söylemeyip susmuştur.
Aynı zamanda cami ve mescidde
istiska. duası için minbere çıkmanın meşruiyetine delalet etmektedir.
573 nolu Amr b. Şuayb hadisini Ebu Davud muttasıl
olarak, İmam Mali*k mursel olarak rivayet etmiştir. Yani Ebu Davud'a göre,
senedinde kesiklik yoktur. İmam Malik'e göre, senedinden bir sahabi düşmüştür.
574 nolu Muttalib
hadisi ise, murseldir, yani senedinden bir sahabi düşmüştür. Ancak lafızlarının
çoğu sahihayn'de zikredilmiştir.
Böylece hadis, istiska
duasını daha kapsamlı ve umumi anlamda yapmanın sünnet veya müstehab olduğuna
delalet etmektedir.
575 nolu Abdullah b. Zeyd hadisinin aslı
Buhari'dedir. Aynı zamanda birtakım farklı lafızlarla da rivayet edilmiştir.
îstiska duasını uzun
tutmanın ve kıbleye yönelik bulunmanın, aynı zamanda hırka veya üstlüğü
tersine çevirmenin meşruiyetine delalet etmektedir.
Bu son birkaç hadiste
istiska namazından söz edilmemişse de, daha önceki sahih hadislerde bu namazdan
açık şekilde bahsedilmiş ve meşruiyeti kesinlik kazanmıştır. [584]
1- îstiska
namazı iki rek'attir ve sünnettir.
2- İstiska
namazında Fatiha ve zamm-ı sûre aşikar okunur.
3- İstiska namazı münferiden kılınabileceği
gibi, cemaat halinde de kılmabilir.
4- İstiska
namazı için ezan ve ikamet meşru kılınmamıştır.
5- Birinci
rek'atinde SEBBİH İSME RABBÎKE, ikinci rek'atinde VE'Ş-ŞEMSÎ VE DUHÂHÂ
surelerini okumak müstehabdır. Başka
sureler de okunabilir.
6- Namazdan sonra hutbe okunur. Hutbede sık sık
istiğfar edilir.
7- Hutbeden
sonra imamın kıbleye yönelmesi, sırtındaki ceket ve benzeri elbiseyi tersine çevirmesi,
ellerini iyice kaldırıp dua etmesi ve duasını uzatması sünnettir.
8- îstiska
duası, umuma teşmili dikkate alınarak yapılır.
9- Şafnlere
göre, şehrin dışına çıkılmadan önce üç
gün oruç tutmak, hayır ve iyilikte bulunmak, yapılan haksızlıkları gidermek
ve öylece çıkmak sünnettir.
10- Eski
elbiseyle çıkmak ve yaşlıları, çocukları da çıkarmak müstehabdır:
11-
Şafiilere göre, davarları da çıkarmak müstehabdır.
12- Birinci gün yağmur yağmadığında, ikinci ve
üçüncü günler de aynı şeye devam edilmesi müstehab veya sünnettir. [585]
İnsan kendisine
verilen ömrün başlangıç ve bitiş noktaları arasında aynı çizgi üzerinde durma
şansına sahip değildir. Hayatımızın acı ve tatlı, sağlıklı ve hastalıklı
günleri birbirini izler durur. Çünkü insan olarak bu ölçü ve düzeyde
yaratılmışız. Onu bütünüyle değiştirmemiz bir bakıma mümkün değildir.
O halde birbirimizi
sıhhatli, neşeli ve ikbal günlerinde ziyaret ettiğimiz gibi, hastalandığımız,
musibete uğradığımız, felaketle karşı karşıya geldiğimiz; makam ve servetimizi
kaybettiğimiz zamanlarda da ziyaret etmemiz imanımızın, islam oluşumuzun
gereği; asil düşünce ve davranışımızın ayrı bir görüntüsüdür.
Rasulüllah fs.a.v.)
efendimiz bu hususta da ümmetine bir çok güzel misaller vermiş ve tavsiyelerde
bulunmuştur.[586]
Ebu Hüreyre (r:a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah ' (s.a.v.) efendühiz şöyle buyurmuştur:
"Müslüman'ın müslüman üzerindeki hakkı beştir:
1- Verdjği
selamı alıp cevaplamak,
2-
Hastalandığı zaman ziyaret edip sormak,
3- Öldüğü
zaman cenazesini teşyi' etmek, (kabre kadar götürmek) /
4- (Meşru
sınırlar içindeki) davetine icabet etmek (gitmek)
5- Aksırıp
"el-Hamdu lillahî? dediğinde,
"Yerhamuke'llah" (Allah sana rahmetini indirsin veya sana merhamet
etsin) demek... [587]
Sevban (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz ki müslüman kişi müslüman kardeşini (hastalandığı zaman) ziyaret
edip sorarsa, oradan ayrılıp donünceye kadar cennet bağ ve bahçesinde
bulunur."[588]
Ali (r.a.) den yapılan
rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Müslüman kişi
hastalanan kardeşini ziyaret edip sormaya giderse, oturuncaya kadar cennet,
bahçesinde yürümüş olur. Oturunca da rahmet her yandan onu kuşatıp, örter. Bu
zi-yaret sabahleyin yapılırsa, akşama kadar yetmişbin melek onu rahmet ve
gufranla; akşamleyin yapılırsa, sabaha kadar yetmişbin melek onü rahmet ve
gufranla anar, (Allah'tan onun için rahmet \k gufran diler)."[589]
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre, "peygamber (s.a.v.) efendimiz, hastayı ancak üç
günden sonra ziyaret edip sorardı."[590]
Zeyd b. Er kam (r.a.)
den yapılan rivayete göre diyor ki:
"Gözümdeki bir
ağrı ve rahatsızlıktan dolayı Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz beni ziyaret edip sordu."[591].
Ebu Said (r.a.j aen
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Ölülerinize (ölmek üzere olan kardeşlerinize) LA İLAHE İLLALLAH'ı telkin
ediniz."[592].
Telkin:
Şeddad b. Evs (r.a.)
den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Ölenlerinize hazır olduğunuz (onların yanında bulunduğunuz) da, gözünü kapayın.
Çünkü göz (bedenden çıkan) ruhu izler ve siz "hayrdır" deyin. Çünkü
ev halkının söylediklerine "amin"
denilir."[593]
Ma'kıl b. Yesar (r.a.)
den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Ölüleriniz üzerine YASİN okuyun,"
"Yasin Kur'an'ın
kalbidir. Kim Allah (in rızasını) ve ahiret yurdunu arzulayarak onu okursa
mutlaka bağışlanır. Artık siz Yasin'i ölüleriniz üzerine okuyun."[594].
Teçhiz:
Husayn b. Vahvah'dan
yapılan rivayetlere göre: Talha b. Bera' (r.a.) hastalandı. Peygamber (s.a.v.)
efendimiz gelip onu ziyaret ederek sordu. Sonra şöyle buyurdu: (doğrusu ben
Talha'mn ölmek üzere olduğunu görüyorum. Ölüm olayı vuku' bulunca bana haber
verin ve onu defnetmekte acele edin. Çünkü müslüman kişinin ölmüş bedeninin ev
halkı arasında tutulması uygun değildir.[595]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
frMü'minin canı borcuna bağlı bulunur, borç ödeninceye kadar o bağlılık devam
eder."[596]
Hz. Aişe (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz vefat edince alaca bir örtüyle örtündü."[597]
Hz. Aişe ve İbn Abbas
(r.a.) den yapılan rivayete göre: "Rasulüllah'ın (s.a.v.) vefatından sonra
Ebu Bekir'in (r.a.) gelip O'nu öptüğünü söylemiştir." [598]
Yine Hz. Aişe (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Osman b. Mez'ûn
(r.a.) ölmüş bulunuyordu. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz gelip (yüzünü açarak)
onu öptü. Bu arada gözlerinin yaşardığım gördüm."[599]
a)
Hanefilere göre: Hasta ziyareti sünnettir.
Hasta ölmek üzere
olursa, mümkün olduğu fakdirde sağ yanı üzerine getirilerek kıbleye tevcih
edilir. Kendisine LA. İLAHE İLLALLAH telkin edilir. Ölünce de gözleri açık
kalmışsa kapatılır; çenesi bağlanır. Yakınları, dostları, sevenleri onmri
cenazesini teşyi1 için haberdar edilir.[600].
b) Şafiilere
göre: Herkes, özellikle hastalanan İdmse ölümü çokça hatırlamalı, kendini toparlayıp
tevbe etmeli ve yaptığı haksızlıkları asıl sahibine yönelerek helallaşmahj
üzerinde olan hakları sahiplerine vermelidir.
Ölmek üzere olan kimse
sağ yanı üzerine uzatılarak yüzü kıbleye yönelik olarak bulundurulur. Böyle
yapmak zorlaşırsa, sırt üstü yatırılıp yüzü kıbleye gelecek şekilde düzenlenir.
Israr etmeksizin kendisine Kelime-i Şehadet telkin edilir. Baş ucunda Yasin
okunur ve Rabbma karşı hüsn-i niyet beslemesi söylenir.
Hasta Ölünce gözleri
kapatılır ve çenesi sarkmasın diye bağlanır. Bedeninin tamamı hafif bir Örtüyle
örtülür. Karnının üzerine ağırca bir cisim konur..[601].
c) Hanbelilere
göre: Ölümü hatırlamak
ve ona hazırlanmak müstehabdır.
Hastayı ziyaret edip
sormak müstehabdır. Aynı zamanda ölmek üzere olan hastanın yanma ehlinden en
şefkatli, onun siyasetini en iyi bileni ve rabbmdan en çok korkanı gelmeli ve
ona Allah'ı hatırlatmalı, günahlardan tevbe etmeyi, yaptığı haksızlıkları
telafi etmeyi ve gereken vasiyeti yapmayı telkin etmelidir. Ayrıca ona LA ÎLAHE
ÎLLALLAH'ı telkin etmelidir. Ancak bunu fazla tekrarlamamalı ve hastayı sıkmam
alı dır. -
Ölüm olayı meydana
gelince veya gelmeden önce Yasin Suresi okunur. Yüzü kıbleye gelecek şekilde
uzatılır. Ölüm olayı vuku' bulunca gözleri açıksa kapatılır. Sarkmasın diye
çenesi bağlanır. Karnı üzerine, şişmesin diye bir cisim konulur.[602].
d)
Maîikilere göre: Ölmek üzere olan kimseyi kıbleye tevcih etmek, yani sağ yanı
üzerine uzatıp kıbleye getirmek; bunda zorluk olursa, sırtüstü uzatıp başının
altına bir şey koymak suretiyle yüzünü kıbleye yönelik hale getirmek
müstehabdır. Aynı zamanda LA İLAHE İLLALLAH telkin edilir.[603].
Ölmek üzere olan
hastaya telkinde bulunmak müstehabdır. Defnedildikten sonra ise mekruhtur. Aynı
zamanda ölmek üzere olan kimsenin yanında Kur'an'dan bir şey okumak da mekruh
sayılmıştır. Çünkü selef-i salihin böyle yapmamıştır. Ancak Maliki
fatihlerinden bir kısmı, Yasin okumanın müstehab olduğunu söylemiştir.
Ölüm olayı vuku1
bulunca, gömleği dışındaki elbiseleri çıkartılır ve bedeni üzerine bir Örtü
örtülür. Sarkmasın diye çenesi bağlanır.[604]
581 nolu Ebu Hüreyre
hadisi sahihtir. Müslim'in rivayetinde ise, müslümanm müslüman üzerine olan
hakkının altı olduğu belirtilir ve bu altıncısının da "Sana nasihatta
bulunduğu zaman, nasihatlannı al!" cümlesi olduğudur.
Bera' (r.a.) den
yapılan rivayette ise, bunun yedi olduğu belirtilmiştir. Beşi, yukarıda
sıralananları, diğer ikisi ise, "Zulme uğradığında kendisine yardım
etmek" ve "yeminini doğru kabul etmek"dir.
Hadiste geçen
"hak" kavramı çok yönlüdür: Vacip, sabit, lazım ve sıdk (doğru) gibi
manalara delalet eder. İbn Battal'a göre, buradaki "hak"tan maksat,
hürmet ve sohbettir. Hafız İbn Hacer'e göre: Vücub-i Kifaye'dir. Yani
müslümanlardan bir kısmının hastayı ziyaret edip sormasıyla bu vücup yerine
gelmiş olur, diğer müslümanlardan kalkmış olur.[605]
583 nolu Hz. Ali hadisinin sahih bir veçhile
isnad edilmediğini Ebu Davud belirtmiştir. Ona göre, bunun Hz. Ali'ye isnadı,
sahih vech üzere değildir. Tirmizi ise, bunun hasen ve garip olduğunu
söylemiştir. Hafız Bezzar aynı hadisin Ebu Muaviye ta-rikıyla Abdurrahman
b. Ebi Leyla'dan
rivayet edildiğine değinerek
başka tariklerden de rivayet edildiğini anlatmak istemiştir.
584 nolu Enes hadisi ise, isnadında metruk kabul
edilen Müslim b. Ali bulunuyor.[606].
585 nolu Zeyd b. Erkanı hadisi hakkında Ebu Davud
ve el-Münzeri susup bir şey dememişlerdir. Buharı onu el-Edebü'l-Müfred'de
tahric etmiş; Hakim ise onu sahihlemiştir.
Bu babda Buhari'nin
Ebu Musa'dan yaptığı rivayette ise, şöyle buyurulmuştur:
"Hastayı ziyaret
edip sorun; aç olanı yedirip doyurun; esirin bağını çözün."
Ayrıca Ebu Davud bu
konuda şu hadisi de rivayet etmiştir;
"Kim abdest alır
da abdestini güzelleştirir ve müslüman kardeşini Allah için (hastalanmasından
dolayı) ziyaret ederse, cehennemden yetmiş yıl mesafe uzaklaştırılır."[607].
Ancak bu hadisin
isnadında Fazl b. Delhem bulunuyor ki, bu zat kassap, şair ve mu'tezilîdir. îbn
Main onun zayii' olduğunu, Ebu Davud ise kavi olmadığını, İbn Hibban onun
rivayetiyle ihti-cacda bulunmanın doğru olmadığım belirtmiştir.[608]
Ayrıca bu babda
Buharı, Müslim, Ebu Davud ve Nesai'nin Hz. Aişe (r.a.) den yaptıkları şu
rivayet de Zeyd hadisini kuvvetlendirmekte ve hastayı ziyaret edip sormanın
sünnet olduğunu ortaya koymaktadır:
"Hendek Savaşında
ensardan Sa'd b. Muaz (r.a.) yaralanmıştı. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz onu
yakınında bulundurup sık sık sormak için nıescidde onun için bir çadır
kurdurdu."
Sa'd kızı Aişe (r.a.)
da babasından şunu rivayet etmiştir:
"Rahatsızlandım,
ağrı ve sızıdan şikayetçi oldum. Derken Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz teşrif
etti ve benim halimi sordu; sonra elini alnımın üzerine koydu, arkasından
göğsüme dokundurdu ve karnıma elini sürdükten sonra şöyle dua etti:
"Allah'ım! Sa'd'e şifa ver ve onun hicretim kendisine tamamla.”[609]
Bu rivayeti de Buharı
ve Ebu Davud tahric etmişler; Tirmizi de buna işarette bulunmuştur.
Tirmizi ile îbn Mace
bu konuda Ebu Hüreyre (r.a.) den şunu rivayet etmişlerdir:
"Kim bir hastayı
ziyaret edip sorarsa, gökten bir çağrıcı şöyle nida eder: "Güzel ve hoş
ol; yürüyüp gelmen de güzel ve hoş olsun. Cennette kendine bir konak hazırlamış
oldun."[610]
586 nolu Ebu Said
hadisi sahihtir. Bu babda Müslim'in Ebu Hüreyre (r.a.) den. yaptığı bir rivayet
vardır ki, îbn Hibban da onu rivayet etmiş ve §unu fazla olarak nakletmiştir:
"Çünkü kimin son sözü LA İLAHE İLLALLAH olursa, Cennete girer. İsterse
içinde yaşadığı zamandan bir gün kalmış olsun ve isterse bundan önce başına
birtakım (haktan uzaklaştıran) olaylar gelmiş olsun."
Yine İbn Hibban'ın Ebu
Hüreyre dan (r.a.) yaptığı bir diğer rivayette şöyle buyurıılmuştur:
"Hastanız ağırlaştığı zaman, ona LA İLAHE İLLALLAH kelimesini (çok
tekrarlamakla) bıkkınlık vermeyin; ama bu kelimeyle telkini yapın. Çünkü bu
kelime ile hiçbir münafığın ömrü noktalanmaz."
Ancak bu hadisin
isnadında Muhammed b. Fazl b. Atıyye bulunuyor ki bu zat metruktür.[611].
İmam Ahmed onun hadisinin yalancı' zümrenin hadisi olduğunu, Yahya ise onun
hadisinin yazılamayacağını söylemiştir. Ancak bu zatın otuz küsur defa hac
yaptığı söylenir.[612]
Sonuç olarak
rivayetlerin tamamından, hasta ziyaretinin sünnet olduğu ve ona LA İLAHE
İLLALLAH kelimesini telkinin müstehab sayıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim ilim
adamlarının bu hususta icma'ı vardır. Ancak bıkkınlık ve usanç verecek şekilde
bir telkinde bulunmanın sünnete uymayacağını unutmamak gerekir.
587 nolu Şeddad b. Evs
hadisini aynı zamanda Hakim tahric etmiş ve Taberani ile Hafız Bezzar da kendi
kitaplarında naklet-mişlerdir. Ancak hadisin isnadında Kazaa b. Süveyd
bulunuyor ki bu zatın kavi olmadığı söylenir. Buhari de aynı görüşü izhar etmiştir. İbn Main ise
bu zat hakkında iki ayrı görüş izhar etmiş: Birinde onun sıka (güvenilir)
olduğunu, diğerinde ise zayıf bulunduğunu söylemiştir. Ebu Hatim ise
"Onun hadisiyle ihticac olunmaz" diyerek güvenilir olmadığına
işarette bulunmuştur. Nesai de onun zayıf olduğuna dikkat çekmiştir.[613]
Ancak bu babda
Müslim'in Ümmti Seleme'den rivayet ettiği sahih bir rivayet vardır. Rasulüllah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu ruh bedenden çekilip alınınca, göz
onu izlemeye başlar."
588 nolu Ma'kıl
hadisini aynı zamanda Nesai tahric ejmiş ve îbn Hibban sahihlerken İbn Kattan
onu ızdırap ile muallel göstermiştir. Darekutni de bu hadisin zayıf olduğunu
belirtmiştir. Çünkü ona göre, metni meçhuldür.
589 nolu Husayn b.
Vahvah hadisi hakkında Ebu Davud susup bir şey dememiştir. Ebu Kasım el-Beğavi
ise "Bu hadisin ravi-leri arasında
Sa'd b. Usman el-Belvi'den başkasını bilmi-yorum" demiş ve onu da
garip saymıştır.[614].
Bu babda bir diğer
hadisi Tirmizi Hz. Ali'den şöyle rivayet etmiştir:
'Ta Ali! Üç şey var ki
onlar geciktirilmez: Vakti giren namaz, hazır olan cenaze, dengi bulunan bakire
kız." Bunu aynı zamanda Ahmed tahric etmiş ve Tirmizi bu rivayet için
"Hadisün Garibun" demiştir. Çünkü Tirmizi bunun isnadını muttasıl
görmemiştir. Ebu Hatim'e göre muttasıldır.
590 nolu Ebu Hüreyre hadisinin isnadmdaki ricalin
hepsi sıkat (güvenilir) kabul edilirse de içlerinden Ömer b. Ebi Seleme b.
Abdirrahman istisna edilmiştir. Çünkü bu zatın hem doğru bir kimse olduğu, hem
de hata yaptığı görülmüştür. Bununla beraber onun hadisiyle istidlal
edilebilir. Zira bu babda birçok hadis ve rivayetler daha vardır. Hepsi bir
araya gelince, kuvvet kazanır ve ihticaca uygun sayılır.
591 nolu Hz. Aişe
(r.a.) hadisi sahihtir. Onun 592 nolu hadisi de öyle.. Ancak 593 nolu hadisinin
isnadında Asım b. Ubeydullah b. Amr b. Hattab bulunuyor ki, bu zat zayıftır.[615].
İmam Malik de aynı görüştedir. Yahya da onun zayıf olduğuna dikkat çekmiş
ve "Onun hadisiyle ihticac
olunmaz" demiştir. îbn Hibban ise, onun çok vehimli olduğunu belirtmiştir.
Nesai de aynı görüştedir.[616]
1- Hasta yatan din kardeşimizi ziyaret edip
sormamız sünnettir.
2- Hastayı
teselli etmek ve duasını almak müstehabdır.
3- Ölen
müslümanın tekfin, teçhiz ve defninde bulunmak sünnettir.
4- Hastayı
ziyaret eden kimse, onun yanında bulunduğu sürece cennet bahçesinde bulunuyor
gibi feyiz ve rahmete nail olur.
5- Ölüm
döşeğinde yatan müslümanın sık sık iki şehadet kelimesini söylemesi sünnettir.
6- Ölmek
üzere olan hastanın yanında kelime-i şehadeti söylemek sünnettir. Bir kısım
müctehidlere göre, müstehabdır.
7- Hastaya
bıkkınlık verecek veya onu üzecek kadar telkin yapılmamalıdır.
8- Ölen
müslümanın gözleri açık vaziyette ise onları yummak sünnettir.
9- Ölen din
kardeşimizle ilgili sadece hayır düşünüp hayır söylememiz müstehap veya
sünnettir.
10- Ölen
müslüman üzerine, -yıkanıp kefenlenmişse- Yasin okumak müstehabdır.
11- Ölüm
olayı kesinlik arzedince, artık onu biran önce yıkayıp kefenlemek müstehabdır.
12- Ölen kimsenin
defninden hemen sonra insanlara olan borcu varsa ödenir ve bu vaciptir.
13- Ölen
kimsenin üzerine bir örtü örtmek müstehabdır.
14- Ölen
kimseyi yakınlarının Öpmesinde bir sakınca yoktur. [617]
İslam dini, insanın
dirisine verdiği değerin, gösterdiği yakın ilginin bir mislini onun ölüsüne
vermiş ve her yerde insanın şeref, itibar, vekar ve azizliğini korumayı
emretmiştir. Hele o insan Allah'a dosdoğru iman eden bir müslüman olursa...
Çünkü insan bizatihi muhteremdir, mükerremdir. Yeter ki o, hayat planındaki
yerini alsın ve hılkatindeki hikmete yönelerek iman düzeyinde bulunsun.
Cenab-ı Hak insanın bu hassas durumunu beyan ederken şöyle buyurmaktadır:
"Biz elbette insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra da onu (kendi kıymetini,
yerini ve vazifesini bilmediği için) aşağıların aşağısına çevirdik. Ancak iman
edip iyi, yararlı amellerde bulunanlar müstesna; onlar için ardı arkası
kesilmez ecir vardır,"
Şu gerçektir ki insanı
insan yapan, onun kadrini yüceltip koruyan en önemli olay, Allah'a dosdoğru
imandır. Bu nimete kendini layık görüp iman doğrultusunda hayatını düzen ve
dengedetu-tan insanın ölümü, şüphesiz toplum için büyük bir kayıp sayılır. O
bakımdan ölen din kardeşimize karşı birtakım görevlerimiz vardır. Onların başında
onun tektin, teçhiz ve defin işi gelir. Öyle ki, ruhu Allah'tan tertemiz olarak
gelen kardeşimizin ruhunun tertemiz dönmesi için dua ve istiğfarda bulunuruz.
Bedenini de Berzah alemine yine temizlenmiş bir halde terkederiz. Bu bakımdan
ölünün yıkanıp namazının kılınması önemlidir. [618]
Hz. Aişc (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (sm.v.s efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim ölüyü yıkar da o husustaki emaneti yerine getirir ve o esnada gördüğü
şeyi (birtakım nahoş halleri) ifşa etmezse, anasından doğduğu gündeki gibi
günahlarından çıkmış olur.
Ölüyü, eğer biliyorsa
ona en yakın olanı yıkasın; bilmiyorsa, artık siz kimde günahlardan titizlikle
sakınma ve emanete riayet etme halini görüyorsanız onun yıkamasını
sağlayın."[619]
Yine Hz. Aişe (r.a.)
dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Ölünün kemiğini
kıran kimse, onun
dirisinin kemiğini kırmış gibidir."[620]
îbn Ömer (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim bir
müslümanı (ondaki hoşa gitmeyen halleri) örtüp gizlerse, Allah da onun (hoşa
gitmeyen hallerini) kıyamet gününde örtüp gizler."[621]
Ubey b, Ka'b (r.a.)
den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:
"Doğrusu Adem
(a.s.) m ruhunu melekler tutup aldı, onu onlar yıkayıp kefenledi ve ona güzel
kokulu ot sürüp lahd kazıyıp açtılar, namazını kıldılar; sonra kabrine inip onu
yerleştirdiler, üzerine sal taşlar koydular; sonra kabrinden çıkıp üzerine
top- rak attılar ve arkasından şöyle dediler: "Ey ademoğulları! Bu sizin
(bundan böyle uygulayacağınız) sünnetinizdir."[622]
Hz. Aişe (r.a.) den
yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz Baki kabristanından bir cenazenin (defninden) dönüp bana
geldi; o sırada ben de baş ağrısından mustarip bulunuyordum ve "Ah
başım!" diye sızlanıyordum. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz,
tTBelki, ben, vah başım! (derim). Benden önce ölecek olursan senin için ne
zarar söz konusudur; seni yıkar ve kefenlerim; sonra da namazını kılar seni
defnederim" buyurdu."[623].
a)
Hanefilere göre: Ölüyü yıkamak kifaye üzere vaciptir. Müslümanlardan bir
kısmının bunu yerine getirmesiyle diğerlerinin üzerinden bu vücup sakıt olur.
Vacip olan bir defa
yıkamaktır. İkinci ve üçüncü defa yıkamak sünnettir.
Ölünün yıkanması için
elbiseleri çıkarılır. Şafîilere göre, iç çamaşırı çıkarılmaz. Çünkü Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz'in üzerindeki gömleği çıkarılmadan gasli
gerçekleştirilmiştir.
Ölüyü yıkarken başına
ve sakalına güzel koku sürmek sünnettir. Bu daha çok "hıtmi" ile
yerine getirilirdi. O bulunmazsa, başka güzel bir koku kullanmakta bir sakınca
yoktur.
Erkek erkeği, kadın da
kadını yıkar. Yıkayan kişi ister cünüp, isterse ayhali olsun farketmez. Çünkü
maksat temizliktir ki o da yerine gelmiş oluyor.
Erkek kadım, kadın da
erkeği yıkamaz. Bu caiz değildir. Çünkü bu hürmet hayatta sabit olduğu gibi
öldükten sonra da sabittir. Ancak kadın kendi kocasını yıkayabilir. Yeter ki
ölüm olayı meydana gelmeden önce boşanma olayı vuku' bulmamış olsun.
Küçük yaştaki kız ve
erkek çocuklarını her iki cinsten biri yıkayabilir. Bunda sakınca
görülmemiştir. [624].
b) Şafiilere
göre; Ölüm olayı meydana gelince, ölenin gömleği dışında elbiseleri çıkarılır
ve yıkanmak üzere kıbleye çevrilir. Onun en yakını yıkama işini üstlenir.
Böylece ölüyü yıkamak, kefenlemek, namazını kılmak ve defnetmek farz-ı
kifay-edir. Yıkamanın en az sınırı, necaseti giderdikten sonra bütün bedenini
kaplayacak şekilde bir defa yıkamaktır. Gâsilin niyet getirmesi vacip
değildir.[625]
O bakımdan suda
boğulan kimsenin bu hali gasil yerine geçer. el-Gamravi ise, buna muhalefet
ederek suda boğulanın ayrıca gasle dilmesinin vacip olduğunu belirtmiştir. Aynı
zamanda ölüyü kapalı bir yerde yüksekçe bir cisim (teneşir) üzerinde ve
üzerinde bir entari, gömlek bulunduğu halde soğuk su ile yıkamak da gaslin en
uygrun şeklidir,[626]
c)
Hanbelilere göre: Ölüyü yıkamak, kefenlemek ve defnetmek farz-ı kifayedir.
Yani müslümanlarm bir kısmının bu farzı yerine getirmesiyle diğerlerinin
üzerinden kalkmış olur. Hiç kimse bunu yerine getirmezse, o kasaba veya belde
halkının hepsi günah işlemiş kabul edilir.
Ölüyü yıkamada en önde
geleni babası, sonra dedesi, sonra, da hısımlık cihetiyle en yakınlarıdır.
Ancak cenaze namazı için beldenin emiri buna daha layıktır. Ne var ki Ölenin bu
hususta bir vasiyeti söz konusu ise, o takdirde vasisi daha uygun ve evla sayılacağından
namazı onun kıldırması uygun olur.
Karı-kocanm birbirini
yıkaması caizdir. Bu hususta farklı rivayetler vardır. Erkeğin kendi eşini
yıkamasına cevaz verenler, "Hz. Ali'nin (r.a.) vefat eden eşi Hz.
Fatıma'yı yıkadığını delil göstermişlerdir. Nitekim Hz. Ali (r.a.) böyle
yaparken ashaptan hiç kimse itirazda bulunmadığından icma' vaki olmuştur.
Bununla beraber, ilim adamlarının çoğuna
göre, kadın da
kocasını yıkayabilir. Bunlar ise, Hz. Aişe'nin (r.a.) "Eğer biz bu
hususta geri kalmayıp Önceden (cevazını) bilmiş olsaydık, Ra-sulüllah'ı
(s.a.v.) ancak zevceleri yıkardı." mealindeki rivayetini delil göstermişlerdir.
Ölen kadını yıkayacak
kadın veya kocası yoksa; ölen erkeği de yıkayacak erkek veya eşi yoksa,
teyemmüm ettirilmek suretiyle gasli yerine getirilir.
Yıkama esnasında
ölünün göbeğiyle diz kapağı arası bir örtüyle örtülür.
Gasil gördüğü bazı halleri
İfşa etmez. Aynı zamanda suya güzel koku katarak yıkama işini öylece sürdürür.[627]
d)
Malikilere göre: Ölüyü yıkamada bir sınır yoktur; temizleninceye kadar
yıkanması müstehabdır. Yıkarken de üzerine bir hırka (örtü) atılır. Yıkamaya
başlarken ölüye abdest aldırmasıyla aldırmaması arasında bir fark yoktur. Ancak
abdest aldıracak olursa güzel sayılır.
İmam Malik ise, ölüyü
ya üç, ya da beş defa yıkamayı daha uygun görmüş ve suyuna sidr denilen kokulu
nesneden katılmasını tavsiye etmiştir.
Erkek kendi karısını,
kadın da kendi kocasını yıkayabilir, bunda bir sakınca yoktur. Ancak onlardan
herbiri kendi eşini yıkarken avret yerini örter.
Erkekler arasında ölen
kadın; kadınlar arasında ölen erkeği en yakını, üzerine bir Örtü örttükten
sonra Örtü üstünden yıkar. Bununla beraber yıkamayıp teyemmüm de
ettirebilirler.[628]
611 nolu Hz. Aişe hadisini aynı zamanda Taberani
el-Evsat'ta rivayet etmiştir. Ancak isnadında Cabir el-Cu'fî bulunuyor ki, bu
zat hakkında hayli şeyler söylenmiştir. Araştırıcılardan bir kısmı onun yalancı
olduğunu belirtmiştir. Zehebi kendi eserinde
onunla ilgili. görüş ve
tesbitleri toplarken beş sahife
ayırmıştır.[629].
612 nolu Hz. Aişe
hadisinin ricali, sahih kabul edilmiştir.
613 nolu îbn Ömer
hadiöf sahihtir ve istidlnie salihtir.
614 nolu Ubey b. Ka'b kadisini aynı zamanda Hakim
el-Müstedrek:te tahric etmiştik;
ve isnadının sahih
olduğunu söylemiştir.
Ubey hadisi, ölen
kimseyi, hısımlık yönünden kendisine en yakın olan kişinin yıkamasının daha
uygun ve layık olduğuna delalet etmektedir.
615 nolu Hz. Aişe
hadisini aynı zamanda Daremi, Ibn Hib-ban, Darekutni ve Beyhaki tahric
etmişlerdir. Ancak isnadında Beyhaki'nin muallel kabul ettiği Muhammed b. İshak
bulunu-yor.
Aynı hadisi Buhari şu
lafızla rivayet etmiştir: "Eğer böyle olsa (yani sen vefat edecek olsan),
ben de hayatta bulunursam senin için istiğfar eder ve yine senin için dua
ederim." [630]
1- Ölüyü
yıkayan kimsenin güvenilir olması, gördüğü bazı nahoş halleri ifşa etmeyecek
bir karaktere sahip bulunması müstehabdır.
.
2- Ölenin
vasiyet edip belirlediği bir vasi yoksa, hısımlık yönünden kendisine en yakın
olan kişi -yıkama işini becerebili-yorsa-
yıkama hizmetini yerine getirir.
3- Ölü
yıkanırken çok dikkat edilmeli ve herhangi bir organının zedelenmemesi, kemiğinin kırılmamasma özen gösterilmelidir. Aksi halde keraheti ve
günahı mucip olur.
4- Ölüyü
yıkamak, kefenlemek, defnetmek Adem Peygamberden beri devam edegelen bir
sünnettir. Bu sünneti uygulamak farzdır veya vaciptir.
5- Erkeğin
kendi eşini, kadının
da kendi kocasını yıkamasına cevaz verilmiştir. Ancak
sözü edilenler birbirini yıkarken ara yerde bir örtü bulundururlar ve örtü
üzerinden yıkarlar. [631]
Peygamberlik
mertebesinden sonra bir fani için en yüksek mertebe, şüphesiz ki Allah yolunda
düşmanla çarpışırken şehid olmaktır. Zira bu durumda mü'min en çok sevdiği
canını vermekte, ilahi rızaya erişmeyi canından çok daha aziz ve kıymetli
kabul etmektedir. O bakımdan şehidin üzerindeki elbisesi onun kefeni, akan kanı
onun gasli sayılır. Zira o, ahiret gününde kanlı elbisesiyle, misk kokusundan
daha güzel ve çarpıcı bir koku neşrederek kalkar.
Bunun için şehidler
yıkanmaz, kefenlenmez ve o halde defnedilirler. Ancak namazlarının kılınıp
kılmmayacağı hakkında farklı rivayet ve ictihadlar vardır. [632]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, şöyle haber vermiştir: "Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz Uhud Savaşında öldürülen (şehid edilen) lerden iki adamı bir araya
getirip bir tek elbise içinde bulundurur ve sonra şöyle sorardı: "Bu
ikisinden hangisi Kur'an'dan daha çok (bilgi ve ezber) almıştır?" Onlardan
birine işaret edilince, Rasulüllah (s.a.v.) önce onu kabre indirirdi. Böylece
Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz onların kanlarıyla defnedilmesini emretti.
Yıkanmadılar ve üzerlerine namaz da kılınmadı."[633].
îmam Ahmed'in
rivayetinde ise şöyle buyurulmuştur:
"Rasulüilah
(s.a.v.) Uhud'da şehid edilenler hakkında şöyle buyurdu: "Onları
yıkamayın. Çünkü her yara veya -her kan kıyamet gününde misk neşreder. "
Ve Peygamber
(s.a.v.) onların
cenaze namazını kılmadı."[634]
Muhammed b. îshak,
el-Meğazi'de Asım b. Ömer b. Ka-tade'ye isnad ederek Mahmud b. Lebid'den şunu
rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.) efendimiz buyurdu ki: "Şüphesiz sizin
arkadaşınızı melekler yıkadı". Bununla Hz. Hanzele'yi kastediyordu.
"Onun ev halkından bir sorun, durumu ne idi?" Gidilip Hanzele'nin
eşinden soruldu. O şöyle bilgi verdi: "O savaşa çağrı sesini işitince
cünüp bir halde çıktı." Bunun üzerine Rasulüilah (s.a.v.) : "İşte bundan dolayı melekler onu
yıkadı" buyurdu.[635].
Ebu Selam, Peygamberin
ashabından bir adamdan şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Cüheyne
kabilelerinden birinin üzerine hücum ettik. İlk etapta müslümanlardan bir adam,
onlardan bir adamı düelloya çağırdı ve çarpışırken o müslüman hata yaparak
kendi silahıyla kendini öldürmüş oldu. Bunun üzerine Rasulüilah (s.a.v.)
efendimiz "Ey müslüman topluluğu, kardeşinize yetişiniz!" buyurdu.
Koştular, ama ölmüş bir halde buldular. Rasulüilah (s.a.v.) efendimiz onu kendi
elbisesine kanıyla birlikte sardı, namazını kılıp defnetti. Ashab-ı Kiram: 'Ya
Rasulallah! O şehid midir?" diye sordular. Efendimiz onlara:
"Evet.." dedi ve ilave etti: "Ben de ondan yana şahidim."[636]
a)
Hanefîlere göre: Savaş ehlince, islami devlete karşı baş kaldırıp isyan
edenlerle veya yol kesenlerle vuruşma esnasında öldürülen müslüman veya savaş
alanında vücudunda yara izi olduğu halde ölü olarak bulunan müslüman, şehid
kabul edilir.
Şehid olan müslüman
kendi elbisesiyle kefenlenir, namazı kılınır ve yıkanmadan defnedilir,
jj^erindeki elbiselinden kefen olmaya müsait olanlar bırakılır, şapka,
ayakkabı, kemer, silah ve benzeri şeyler alındıktan sonra defin işi sağlanır.
Savaşta yaralanıp bir
süre hayatta kalan, yiyen, içen ve akleden durumda olan kimse ölünce hem
yıkanır, hem de kefenlenip namazı kılınarak öyle defnedilir,[637].
b)Şafliiere
göre: Kafirlerle savaşırken öldürülen kimse şehiddir. Bu durumda yıkanmaz ve
üzerine namaz kılınmaz da Öylece defnedilir. Savaş bittikten sonra aldığı
yaradan dolayı Ölen veya asi kuvvetler tarafından öldürülen kimse mezhebin en
zahir kavline göre şehid sayılmaz, gayr-i zahir kavle göre sayılır.
Cünüp olduğu halde
şehid edilen kimse yıkanıp Öylece defnedilir. Aynı zamanda şehid üzerindeki
elbiseyle birlikte defne-d-ilir. Elbisesi onun kefeni olur.[638].
c)
HanbeMlere göre: Savaş meydanında iken ölen, yani öldürülen kimse şehiddir;
yıkanmaz ve namazı kılınmaz, o vaziyette defnedilir, tmam Ahmed'den gelen bir
rivayete göre, şehidin namazını kılmak müstehabdır. Cünüp olarak şehid edilen
kimse yıkanır.
Şehid olan kimsenin
üzerindeki elbisesi kefen sayılır; ancak silah ve benzeri eşya üzerinden
alındıktan sonra defnedilir. Savaş alanında düşmana silah kullanırken hata ile
silahı kendisine dokunur da ölürse, yine şehid sayılır.[639].
d)
Malikilere göre: Şehid, savaşçı kafirin öldürdüğü veya müslumanlarla kafirler
arasında vuku' bulunan savaşta öldürülen kimsedir. İster bu savaş küfür
diyarında, ister İslam diyarında olsun fark etmez. Şehid yıkanmaz ve namazı
kılınmaz.
Savaş esnasında henüz
savaşa başlamadan gafil veya uyku halinde öldürülür veya bir müslüman onu kafir
sanarak öldürür veya atların ayakları altında çiğnenip ölür ve savaşta kendi
kullandığı silah ve oku kendisine isabet edip ölürse, yine de şehid sayılır ve
bu durumda yıkanmaz ve namazı kılınmaz.
Şehid, üzerinde
taşıdığı elbisesiyle gömülür. Yetmediği takdirde ilave yapılır. Ayakkabısı,
şapkası veya külahı çıkarılmaz. Parmağmdaki yüzük, belindeki kemer fazla
kıymetli değilse onlar da alınmaz.[640]
622 nolu Cabir
hadisinde, iki kişinin bir elbise (kefen) içinde defnedildiğine delalet eden
bir anlatım tarzı vardır. Bu, ya kefen olacak bir elbise ikiye bölünerek her
birine ayrı bir kefen sarıldığıyla, ya da mecazi bir tabir olup iki kişinin bir
kabre gömülmesiyle yorumlanabilir. Ancak Cabir'den yapılan bir diğer rivayette
bu iki yorumu da reddeder anlamda bir cümle yer almaktadır. O da şöyledir:
"O gün Rasulüllah (s.a.v.) babamla amcamı alaca renkli yünden mamul bir
Örtüyle kefenledi.."
Bunur la beraber o yün
örtüyü ikiye bölüp Öylece herbiri için ayrı bir kefen oluşturulduğu manası da
çıkarılabilir. Zira konumuzla ilgili hadiste 'TJhud savaşında şehid edilen iki
adamı biraraya getirir ve sonra da "Bu ikisinden hangisi Kur'an'dan daha
çok (bilgi ve ezber) almıştır" diye sorar. Onlardan birine işaret
edilince, önce onu kabre indirirdi" buyurulu-yor ki, biraraya getirilen
iki kişinin ayrı kefenlendiği ve onlardan daha bilgili olanına definde öncelik
tanındığı ortaya çıkıyor ve bu sebeple iki kişinin bir kefen içine sarıldığı
görüşünün isabetli olmadığı anlaşılıyor.
Ayrıca Tirmizi'de iki
ve üç kişinin aynı kabre gömüldüğü tasrih edilerek bu konudaki diğer
rivayetlere de yer veriliyor. Nitekim Abdürrezzak'tan yapılan rivayette şöyle
deniliyor: "Rasulüllah (s.a.v.) iki ve üç adamı bir kabre gömmek suretiyle
defnediyordu." Aynı zamanda Ashab-ı Sünen'in tesbit ettikleri bir rivayet
de bunu kuvvetlendirmekte ve şüpheleri gider-. mektedir: "Peygamber
(s.a.v.) efendimiz, Ensara, iki ve üç adamı birarada bir kabre defnetmelerini
emretti." Tirmizi bu rivayeti sahihlemiştir.
Bir erkekle bir
kadının aynı kabre birarada gömülmesine gelince:
Abdürrezzak'ın isnad-ı
hasen ile Varile h. Eska' (r.a.) den yaptığı rivayete göre şöyle denilmiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz erkekle kadını birarada aynı kabirde
defnetti. Ancak defin işinde önceliği erkeğe tanıdı, kadını onun arkasından
defnetti."
Burada kuvvetli
ihtimalle, Rasulülîah (s.a.v.) şehid edilen kadınla erkeği aynı kabre
defnederken aralarına engel olarak toprak yerleştirdiği söylenebilir.[641]
Yine ilgili hadisin
açık anlatımından, Kur'an'da ve diğer faydalı ilimlerde daha bilgili olan
kimseye definde öncelik tanımanın ve şehid edilen mü'mini yıkamadan defnetmenin
sünnet olduğu anlaşılıyor. Ekserin görüşü de böyledir. Tabii müctehidlerden bir
kısmına göre, yıkanır.
Bu konuda diğer
rivayetler ise şöyledir:
"Peygamber
(s.a.v.) efendimiz Uhud'da öldürülen mü'minlerin namazını kılmadı ve onları
yıkamadı."[642]
"Bir adam, atılan
okun göğsüne veya boğazına isabet etmesiyle oluverdi. Olduğu gibi elbisesi ona
kefen olarak sarıldı ki biz de orada Rasulüllah (s.a.v.) ile beraber bulunuyorduk."[643]
"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, Uhud'da öldürülen (şehid
edilen) mü'minlerin üzerinde bulunan demir, deri. (ve benzeri eşyanın)
alınmasını ve kanlarıyla, elbiseleriyle birlikte defnedilmelerini emretti."[644]
Ancak bu son rivayetin
isnadında Ali b. Asım bulunuyor ki bu zat hakkında çok şeyler söylenmiştir.
Yakub b. Şeybe, onun diyanet, salah ve hayır ehlinden olduğunu ve takva
konusunda çok titiz davrandığını ve böylece hata yapmayacağını belirtmiştir. .
Ahmed b. Hanbel ondan hadis alıp rivayet etmiştir. Ama Yezid b. Harun, onun
yalancı olduğunu; İbn Main ise, onun kayda değer bir muhaddis olmadığını
söylemiştir.[645].
623 nolu Muhammed b.
İshak hadisi başkaları tarafından da rivayet edilmiştir, ibn Hibban kendi
sahihinde tahric eder-ken, Hakim, Beyhaki ve Taberani kendi eserlerinde buna
yer vermişlerdir. Ancak Hakim'in yaptığı rivayetin isnadında Mualla b.
Abdirrahman el-Vasıtî bulunuyor ki, Darekutni onun zayıf ve yalancı olduğuna
dikkat çekerken, Ebu Hatim onun metrukü'l-hadis olduğunu söylemiştir. İbn
Medeni ise, onun hadis uydurduğunu belirtmiş; İbn Adiy ise, "Onun
rivayetinde bir sakınca yoktur" diyerek ayrı bir tesbit ortaya koymuştur.[646].
Taberani'nin isnadında
ise, Ebu Şeybe el-Vasıtî bulunuyor ki, Şevkani onun cidden zayıf olduğunu
belirtmiştir,[647]
Bu babda Taberani'nin
îbn Abbas (r.a.) dan yaptığı riua-yette ise şöyle buyurulmuştur: "Hamza b.
Abdilmuttalib ile Hanzele b. Rahib cünüp bulundukları halde Ölüm darbesi alıp
vefat ettiler. Rasulüllah (s.a.v.) onlar hakkında şöyle buyurdu:
"Meleklerin onları yıkadığım gördüm." Ancak bu hususun Hamza (r.a.)
hakkında garip olduğu söylenebilir. Zira rivayeti kuvvetlendiren bir başka
rivayet yoktur.
625 nolu Ebu Selam
hadisi hakkında Ebu Davud susup bir şey dememiştir. Ancak isnadında Sellam b.
Sellam bulunuyor ki bu zat meçhuldür.
Hadis, şehidin
namazının kılınacağına delalet etmektedir. Ancak kılmmayacağıyla ilgili
rivayetler bu hususta hem daha sahih, hem de ilim adamları arasında ağırlık
kazanmıştır. [648]
1- Savaş
alanında veya İslami devlete baş kaldıran veya yol kesen eşkiya tarafından
öldürülen bir müslüman, şehid kabul -edilir.
2- Şehidler,
üzerlerindeki elbiseleri yettiği halde başka bir kefene gerek gorülmeksizin o
elbiseleriyle defnediliyor; yani üzerlerindeki elbiseleri onların kefeni olur.
3- Şehidler
yıkanmayıp kanlarıyla birlikte defnedilirler.
4-
Şehidlerin namazı, îmanı Ebu Hanife'ye göre kılınır. Diğer üç imama göre
kılınmaz.
5-
Şehidlerin üzerindeki elbise soyulmaz. Ancak silah, külah, ayakkabı, bel kemeri
ve benzeri teçhizat alındıktan sonra defnedilir.
6- Cünüp
olduğu halde şehid edilen kimse yıkanır.
7- Savaş
alanında silahını düşmana karşı kullanırken hata ile silahı kendisine isabet
edip ölürse, yine de şehid sayılır.
8- Savaşta düşman askeri sanılıp öldürülen
müslüman da şehiddir ve şehidlere has işleme tabidir.
9- Savaşta
yaralandıktan sonra yemek yer, konuşur ve bir süre yaşadıktan sonra ölürse,
artık şehid sayılmaz; yani yıkanır, kefenlenir, namazı kılınıp öylece defin
edilir.
10- Savaşta
öldürülen müslümanlar defnedilirken, Kur'an ilimlerinde daha çok tahsil yapıp
bilgili olanlara ve Kur'an'ı daha iyi ezberleyip amel edenlere öncelik tanınır.
11- Savaşta
şehid edilenlerden iki ve üç kişi bir kabre konulabilir. [649]
Ölen mü'mini yıkamanın
birçok hikmetleri vardır. Önce islam'ın insana verdiği değer söz konusudur.
Sonra da Allah'tan tertemiz olarak gelen ruhun eyleştiği bedeni onun
fıtratındaki temizliğine yakın şekilde temizleyip öylece Mevlasma göndermek
hikmetini taşımaktadır. Çünkü Cenab-ı Hak çokça temizlenen kullarını sever.
Ölen kimsenin artık o dönemde temizlenme oücü ve idraki yoktur. Onu Cenab-ı
Hakkın sevgisine layık düzeye getirme arzusuyla mü'min kardeşlerinin yıkayıp
temizlemesi güzel hasletlerden biri ve kardeşlik duygusuyla gösterilen vefanın
açık belirtisi' :r.
Ancak dinimiz her
ibadet ve konuyu bir takım kurallara bağlayarak her işte ve amelde düzenli
olmamızı emreder. O bakımdan cenaze yıkama hususunda da birtakım kurallar, yani
sünnet ve istihbablar vardır ki, onları dikkate almamızda büyük yararlar
vardır. Her şeyden önce Rasulüllah'm (s.a.v.) o konudaki sünnetini yansıtan
tavsiyelerine uyduğumuzdan, hem sevap kazanır, hem de O'nun şefaatine mazhar
olma bahtiyarlığına erişme yolunu açmış oluruz. [650]
Ummü Atıyye (r.a.)
anlatıyor:
Kızı (Zeynep (r.a.)
vefat ettiği zaman Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz yanımıza geldi ve şöyle
buyurdu: "Onu, (imkanların el verdiğini) görüyorsanız su ve sidrle üç veya
beş defa ya da daha fazla yıkayın ve en son defa yıkarken suyuna kafur veya
kafurdan bir şey katın. Yıkama işini tamarnladığınızda bana haber verin."
Biz de yıkamayı bitirince Rasulüllah'a (s.a.v.) haber verdik ve O da
üzerindeki uzun gömleğini (kefen yapmamız için) bize verdi ve şöyle buyurdu:
"Bunu onun bedenine sarın."[651]
Diğer bir rivayette
ise şöyle buyurdu: "Kefeni sarma hususunda onun sağından ve abdest
yerlerinden (yani abdest azasından) başlayın."
Bir başka rivayette:
"Onu tek sayıyı dikkate alarak yıkayın: Üç, beş, yedi veya daha fazla
(tabii imkanların el verdiğini uygun) görürseniz öyle yapm."[652]
Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz vefat edince nasıl yıkandı?
Hz. Aişe (r.a.) diyor
ki: Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin mübarek naaşım yıkamayı arzu ettikleri
zaman, bu hususta tereddütler ve farklı görüşler ortaya çıktı: "Ne
yapacağımızı bilemiyoruz; ölülerimizin elbisesini çıkardığımız gibi,
Rasulüllah'ın (s.a.v.) elbisesini çıkaralım mı veya çıkarmadan elbisesi
üzerinde bulunduğu halde
mi yıkayalım?" dediler. Bu tereddüt ve ihtilaf devam ederken,
Cenab-ı Hak onların üzerine uyuklama (havası) gönderdi; o kadar ki orada
bulunanlardan hemen herkesin çenesi göğsünün üzerine düştü. Sonra o sırada evin
bir yanından konuşanın biri şöyle seslendi ki, onun kim olduğunu bilen yoktu:
"Peygamberi (s.a.v.) üzerinde elbisesi bulunduğu halde yıkayınız"
Bunun üzerine oradakiler yerlerinden sıçrayıp, Peygamber (s.a.v.) efendimizi
üzerindeki gömleği bulunduğu halde o vaziyette su döküp, sidr karıştırarak
yıkadılar ve yıkayanlar döktükleri suyu ellerini O'nun gömleği üzerinde götürüp
getirerek yıkamayı sağladılar."[653]
a)
Hanefilere göre: Cenazeyi yıkamak farz-ı kifayedir. Müslümanlardan bir kısmının
bu hizmeti yerine getirmesiyle diğerlerinin üzerinden düşer. Hiç kimse
yıkamazsa, kasaba veya belde halkının hepsi günahkar olur.
Ölü yüksekçe bir cisim
(teneşir) üzerine uzatılır, etrafında buhur veya benzeri güzel koku neşreden
bir tütsü veya benzeri güzel bir koku döndürülür ve bunun tek sayı olmasına
dikkat edilir. En çok beş defa döndürülmelidir, fazlasına gerek yoktur.
Cenazenin elbisesi
soyulur, ancak avret mahalli örtülü tutulur. Çünkü avret yerine bakmak
haramdır. Ancak burada sadece galiz olan avret yeri söz konusudur. et-Tebyin ve
el-Gaye kitaplarında, göbekle diz kapağı arası örtülür diye kaydedilmiştir. Sahih
olan kavi de budur.
Yıkamaya başlanırken
ölüye abdest aldırılır, ancak ağzına ve burnuna su verilmez. Sidir ile
ısıtılmış su ile yıkanır. Ve "Sabun otu" denilen "hurz" ile
yıkanır. Sıcak su "tercih edilir, imam Şafii'ye göre, soğuk su tercih
edilir. Baş ve sakalının hıtmî otuyla, bulunmadığı takdirde sabun ile yıkanması
efdaldır. Önce sol yanma doğru çevrilip sağ yanı, sonra sağ yanına çevrilip sol
yanı yıkanır. Yıkandıktan sonra ölüden bir şey dışarı çıkarsa, sadece o
şey temizlenir ve gasil
iade edilmez, yani
yeniden yıkanmaz. Güzel kokuya bandırılmış pamuk veya benzeri şey başına
ve sakalına konur. Secde yerlerine ise kafur konur. Saç ve sakalı düzeltilmez.
Tırnakları kesilmez.[654]
b) Şafiilere
göre: Ölüyü yıkayıp teçhiz, tekfin ve defnetmek farz-ı kifayedir. Bunda icma'
vardır. Yıkamanın en azı, ölü cünüp bile olsa, bedeninin her tarafını
kapsayacak şekilde bir defa su dokundurmaktır. Bir kafirin bile ölen müslümam
bir defa belirtilen şekilde yıkaması yeterli sayılır. Ancak suda boğulan
kimsenin bu hali gasil sayılmaz ve biz onu yıkamakla memur bulunuyoruz.
Ölüyü halvette yıkamak en uygun
şeklidir. Aynı zamanda üzerindeki gömleği çıkarmadan o
vazi-yette yıkamak da böyle. Çünkü bu
örtmeye daha elverişlidir. Sonra da yüksekçe bir cisim üzerine konulur
ve soğuk su ile yıkanır. Ancak vücudu fazla kirli ise, temizliğin sağlanması bakımından
sıcak su tercih edilir, ikinci ve üçüncü defa yıkamak sünnettir. Yıkandıktan
sonra bir şey çıkarsa, temizlenir, ama gasl iade edilmez.[655]
c)
Hanbelilere göre: Cenaze yıkanmaya hazırlanırken göbeğiyle diz kapağı arası
örtülür. Gömleğiyle birlikte yıkamak, istenilen temizliği sağlamaya engel olur.
Rasulüllah'm (s.a.v.) elbisesi çıkarılmadan yıkanması, O'na has bir haldir.
Ölüyü kapalı yerde ve
gözlerden uzak şekilde yıkamak .müstehabdır. Yıkayıcının yanında sadece
yardımcıları bulunmalıdır. Ölüde gizlenmesi gereken bir durum görüldüğü takdirde
gizlenip ifşa edilmemesi sünnettir. Önce abdest aldırılır; ancak ağzına ve
burnuna su verilmez. Sonra sağ, sonra da sol tarafı yıkanır. Her defasında suya
sidr.veya benzeri güzel kokulu bir nesne katılır. Son defa suya kafur katmak
müstehabdır. Bulunmadığı takdirde güzel bir koku kullanılabilir.
Yıkama olayında sıcak
su ve sabun kullanmak da müstehabdır. Üç defa yıkandıktan sonra bir şey çıkarsa
iki defa daha yıkayıp beşe çıkarılır. Yine bir şey çıkarsa bu yediye çıkarılır.
Sonra da bir bez ile kurulanır ve öylece kefenlenir.[656]
d)
Malikilere göre: Yıkanmak üzere yüksekçe cisim üzerine uzatılan ölünün elbisesi
çıkarılır, sadece avret yeri bir bezle Örtülü bulundurulur. Abdest aldırılıp
aldırılmaması arasında pek fark yoktur; ancak aldırılırsa iyi olur. Yıkama konusunda
sınırlı bir sayı yoktur. Temizlenmesi söz konusudur. Başı kafurla yıkanır.
Bununla beraber üç veya beş defa yıkanması müstehab sayılabilr.[657]
637 nolu hadis sahihtir ye istidlale salihtir.
Rasulüllah'm (s.a.v.) vefat eden kızının
Ümmü Gülsüm olduğu
söylenir. Bazısına göre, Ebu'l-As b. Rebi'in zevcesi olan Zeyneb'dir.
Nitekim Müslim'de Zeyneb olduğu
belirtilmiştir. İbn Mace'de ise, onun Ümmü Gülsüm olduğu açıklanmıştır. Rivayetinde
şu cümle yer almaktadır: "Peygamber (s.a.v.) yanımıza geldi ki o sırada
Onun kızı Ümmü Gülsüm'ü yıkıyorduk."
Hafız îbn Hacer bu iki
ayrı rivayetin arasını cem'ederek diyor ki: "Hem Zeyneb'i hem de Ümmü
Gülsüm'ü Hz. Ümmü Atiyye yıkamış olabilir. Nitekim îbn Abdilber, Ümmü Atiyye'nin
gâsile (yıkayıcı) olduğunu, birçok kadınları yıkadığını kaydetmiştir.
Hadis, ölünün kaç defa
yıkanmasının uygun olacağı hususunun yıkayıcının iradesine bırakıldığına
delalet etmektedir.
Ümmü Gülsüm'ün veya
Zeyneb'in (Allah ikisinden de razı olsun) saçları üç örgü haline getirilip
arkasına doğru atılmıştır. Bu da yıkayanların içtihadına ve iradesine
bırakılmış bir husustur.
638 nolu Hz. Aişe
hadisini aynı zamanda îbn Hibban ve Hakim rivayet etmişlerdir.
Rasulüllah'ı (s.a.v.)
Hz. Ali (r.a.) yıkamıştır.
Bu babda îbn Mace,
Hakim ve Bey ha ki de şunu rivayet ettnişlerdir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimizi yıkamaya hazırlanırken, evin içinden bir ses geldi:
"Peygamberin gömleğini çıkarmayınız!"
Ahmed b. Hanbel'in İbn
Abbas (r.a.) den yaptığı rivayette, deniliyor ki: "Hz. Ali gasil işini
yerine getirirken Rasülüllah'ı (s.a.v.) göğsüne doğru getirip dayadı ki,
efendimizin üzerinde uzunca gömleği bulunuyordu."
Ancak bunun isnadında
Hüseyin b. Abdillah bulunuyor ki, bu zat zayıftır.[658].
1-
Ölüyü yıkamak farz-ı
kifayedir. Bunda icma1 vaki olmuştur.
2- Yıkanma
olayını yerine getirmek için ölünün elbisesini çıkarmak ve avret yerini iyice
örtmek sünnettir.
3- Cenazeyi
rahat yıkayabilmek için yüksekçe bir yere uzatmak sünnettir.
4- İçine sidr veya kafur karıştırılmış sıcak su
ile yıkamak müstehabdır. İmam Şafii'ye göre soğuk su tercih edilir.
5- Cenazeye
abdest aldırtmak bazısına göre müstehabdır. Ağzına ve burnuna su verilmez.
Bütün bedenini bir defa kaplayacak şekilde yıkamak farz veya vaciptir. İkinci
ve üçüncü veya dördüncü ve beşinci defalar yıkamak müstehabdır.
6- Kaç defa
yıkanması konusunda bir tahdit yoktur. Yıkayanın içtihadına bırakılmıştır.
Temizlenmesi söz konusudur.
7- Ölünün
saçı, tırnağı kesilmez; saçları taranmaz. Başına ve sakalına güzel koku
sürülmüş pamuk koymak, secde azası üzerine kafur kovmak müstehabdır.
8- Ölüyü tenha yerde yıkamak, gözlerden uzak
tutmak müstehabdır.
9- Yıkama
esnasında nahoş haller görülürse, onları ifşa etmemek sünnettir. [659]
Kişinin yaşı, makamı,
servet ve ailevi durumu ne olursa olsun, hayata gözlerini yumduğu andan
itibaren her şeyinden kopup iman, niyet ve ameliyle başbaşa kalır ve ancak
bunları beraberinde alıp ahirete götürür.
"Kefenin cebi
yoktur" sözü, muhterisleri uyarmaya yönelik bir deyimdir. Böylece kefen
hem Ölünün teninin görünmemesine, hem insana verilen değere, hem de dünyalık
olarak kabre bundan başka bir şey
götürülemeyeceğine
yönelik bir hikmeti içermektedir.
Kefen daha çok ölen
kişinin sosyal ve ekonomik durumuna göre ayarlanır; yani böyle bir takdir ve
düzenleme müstehabdır; yapılmasında güzellik vardır, yapılmamasında sakınca
yoktur. [660]
Habbab b. Eret (r.a.)
anlatıyor:
"Muhacirlerden Mu
s'ab b. Umeyr (r.a) Uhud Saveşı'nda şehid edilmişti. Geriye sadece alaca bezden
bir üstlük bırakmıştı, onu (kefen yapmak üzere) Mus'ab'ın başına doğru çekip o
kısmı örtmek istediğimizde ayakları açıkta kalıyor; ayaklarına doğru çekip o
kısmı örtmek istediğimizde başı açık kalıyordu. Resulüllah (s.a.v) Efendimiz o
üstlükle onun baş kısmını örtmemizi ve ayak tarafını ızhir denilen bitkiyle
kapamamızı emretti."[661]
Yine Habbab b. Eret
(r.a) anlatıyor:
"Hz. Hamza (r.a.)
(şehid edildiğinde) kefen olarak ancak beyazlı siyahlı bir hırka bulunuyordu.
Ayaklarına doğru çekilip uzatıldığında baş kısmı açılıyordu. Sonunda başına
doğru uzatılıp o kısım örtüldü ve açık kalan ayak nahiyesi üzerine ızhir otu
konuldu."[662]
Ebu Katade'den (r.a.)
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz (ölen) kardeşine velî (sahip) olur da onun işlerini
yürütmeyi üzerine alırsa, kefenini güzelleştirsin."[663]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz bir gün ashabına hitapta bulunurken, arkadaşlarından bir
adamın vefat ettiğini ve tanı olmayan (hakir olan) bir kefene sarıldığını, aynı
zamanda geceleyin defnedildiğini hatırlayarak konuyu andı.
Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz; cenazenin, namazı kılınmadan geceleyin defnedilmesini yasakladı.
Meğer ki insan böyle bir zorunlu durum içinde bulunursa (o takdirde gece
defnetmekte bir sakınca yoktur.)"
Sonra Rasulüllah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: "Artık sizden kim (din) kardeşini kefenleyecekse,
onun kefeni ti i güzelleştirsin."[664]
Hz. Aişe (r.a.) den yapılan rivayete göre, şöyle
demiştir: "Ebu Bekir (r.a.) içinde hasta yattığı elbisesine baktı,
üzerinde zaf-erandan bir leke bulunuyordu. Bunun üzerine şöyle dedi; "Bu
elbisemi yıkayın ve buna iki elbise daha katın da beni onlarla kefenleyin"
Ben de: "Bu yeni bir elbise
değildir" dediğimde şöyle dedi:
"Şüphesiz yeni elbiseye diriler ölülerden daha müstahıktır. Kefen ise
ancak (kabirde kan ve) irine bulaşmak içindir." (Yani kabirde kısa zamanda
kan ve irin bulaşıp özelliğini kaybeder.)[665].
îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, demiştir ki: "Rasulüilah (s.a.v.)
efendimiz üç elbiseyle kefenlendi: İçinde vefat ettiği entarisi, Necran imalatı
bir hülle idi ki, bu iki ayrı elbise olarak bulunuyordu."[666]
Hz. Aişe (r.a.) den
yapılan rivayette, şöyle demiştir: "Raoiılüllah (s.a.v.) efendimiz üç
elbiseyle kefenlendi:
1- Sehûl
Kasabasının imalatı beyaz bez,
2- Yemen
imalatı pamuk bez ki, bunlar arasında entari ve sarık bulunmuyordu.
Rasulüllah'a bunlar kefen olarak sarıldı."[667].
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayette, Peygamber (s.a.v,) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Elbiselerinizden beyaz olanını giyininiz; çünkü beyaz sizin
elbiselerinizin en hayırlısıdır. Aynı zamanda Ölülerinizi de beyaz elbiseyle
kefenleyiniz."[668]
Leyla bint Kanıf
es-Sakafîyye (r.a.) anlatıyor:
"Rasulüllah'ın
(s.a.v.) kızı Ümmü Gülsüm'ü yıkayanlar arasında ben de bulunuyordum.
Rasulüllah'm (s.a.v.) (kefen olarak) bize ilk verdiği şey izar (entari) oldu.
Sonra gömlek, sonra baş Örtüsü, sonra da bütün bedeni kaplayacak çarşafı verdi.
Sonra bunların üstüne bir çarşafa sarıldı."
Raviye devamla diyor
ki: "Rasulüllah (s.a.v.) beraberinde kefen bulunduğu halde kapının bir
kenarında bekliyordu ve bize kefen olacak bezleri bir bir veriyordu."[669]
a)
Hanefîlere göre: Ölen kimsenin kefeni bıraktığı maldan ayrılıp karşılanır. Mal
bırakmadan ölen kimsenin kefeni ise, hayatta iken nafaka vermekle yükümlü
bulunduğu yakınlarına gerekir, yani onların kendi paralarıyla alıp ölen
yakınlarını kefenlemeleri vacip olur. Yakınları yoksa, onun kefeni
beytü'l-mal'dan karşılanır.
Beytü'1-mal bunu
karşılayamadığı takdirde, müslüm anların alıp onu kefenlemesi gerekir, yani bu
onlara vacip olur.
Ölüyü kefenlemek, onu
yıkamak ve namazını kılmak gibi farzdır. Bir kasaba veya mahalle halkı ölen
fakir kimseye kefen almazlarsa, hepsi birden günahkar olur.
Erkeğin sünnet olan
kefeni üç parçadır:
1-
Kamis
2- Izar
3-Lifafe
Birincisi, boyun
nahiyesinden ayaklara kadar kısmı örtecek büyüklükteki bez parçasıdır,
ikincisi, baş ucundan ayak ucuna ka^ dar olan kısmı örtecek büyüklükteki
bezdir. Üçüncüsü ise, baş ve ayak uçlarından bağlanacak kadar o nahiyeyi aşan
daha büyükçe bez parçasıdır.
Kefenin kalitesi, daha
çok ölen kişinin cuma ve bayramlarda giyindiği elbisenin kıymetiyle az-çok
orantılı olacak şekilde seçilir. Fazla pahalı bir kumaştan seçilmez.
Sözünü ettiğimiz bu üç
parça, sünnet olan kefendir. Bir de "kefen-i kifaye" vardır ki, bu
iki parçadan ibarettir: İzar ve lifafe...
Kefenlik kumaşın
pamuktan mamul beyaz renkten seçilmesi müstehabdır.
Kadın için sünnet olan
kefen, sözü edilen üç parçadan başka bir de himar ve hırka eklenir. Himar
yüzünü ve başını örtecek şekilde bir bez parçasıdır. Hırka ise, göğsüyle göbek
arasını örtecek büyüklükteki bez parçasıdır.
Kadın için
"kefen-i kifayet" ise, belirtilen üç büyük parça, bir de yüzünü ve
başını örtecek büyüklükteki himardır.
Erkek ve kadın için
zaruri kefen ise, vücudunu örtecek kadar bir parçadır.[670].
b) Şafîilere
göre: Kişiye, hayatında giyindiği elbise dikkate alınarak ona göre kefen
seçilir. Bunun en azı bir parçadır. "Bana hiç kefen sarmayın" diye
vasiyet eden kimsenin bu vasiyetine itibar edilmez. Ancak "sadece bütün
vücudumu örtecek şekilde bir parça kefen sarın" diye vasiyet ederse, buna
itibar edilir.
Erkek için efdal olan
kefen üç parçadır; bu dört ve beş parça da olabilir, yani fazlasına cevaz
verilmiştir..
Kadın için efdal olan
kefen beş parçadır.
Erkeklere vücudunu
örtecek üç parçadan fazla olarak dördüncü ve beşinci parça kullanıldığı
takdirde, bunun kamîs ve imame olması söz konusudur. Kadın için üç lifafe, izar
ve himar söz konusudur. Kefenin beyaz kumaştan olması sünnettir.
Kefen ölenin
terekesinden alınıp hazırlanır. Tereke bırakmamışsa, kendisine nafakası gereken
kimselerin alması gerekir.[671].
c)
Hanbelilere göre: Erkek üç beyaz parça ile kefenlenir, bunların arasında kamis
ve imame yoktur. Bu üç parçadan fazlası konulmaz. Ancak bu üç parçanın en
güzelinden ve geniş olanından seçilmesi müstehabdır. Sadece iki parça sarmak da
kafi gelir. Aynı zamanda kefenin beyaz bezden olması efdaldır.
Kefeni üç parçadan
fazla tutmak mekruhtur. Çünkü bunda malın zayi' edilmesi söz konusudur.[672]
d)
Malikilere göre: Kefenin üç kattan eksik olmaması müstehabdır. Meğer ki üç
parçayı temin etme imkanı olmadığı zaman, bundan azı da olabilir. Erkeğin
başına sarık misali bir bez sarılması da müstehabdır. Nebati boyayla boyanmış
bezden kefen yapılması mekruhtur. Aynı zamanda katıksız ipekten de kefen
kullanmak mekruh sayılmıştır. Bir de kefenin tek sayıda olması müstehabdır.[673]
645 nolu Habbab hadisi sahihtir ve ihticaca
elverişlidir. Bu-hari'de bu rivayeti kuvvetlendirir anlamda bir diğer rivayet
Ab-durrahman b. Avf (r.a.) den yapılmıştır: "Doğrusu Mus'ab b. Umeyr
benden hayırlıdır. O şehid edildiğinde bir uzun hırkadan başka kefeni yoktu.
Hamza veya başka bir adam da öldürüldüğünde onun için de bir hırkadan başka
kefenlik bulunmadı."
Hadis, kefenlik olarak
tek parça bulunduğunda ve o da kısa geliyorsa, Ölünün baş kısmına doğru çekilip
örtülür, açıkta kalan ayakları üzerinde ot, yaprak ve benzeri şey konmasının
caiz olduğuna delalet etmektedir. Mevcut parça daha da küçük olursa, sadece
avret yeri örtülür. Böylece kefende vacip olan nisbetin bütün bedeni örtecek
şekilde olmasıdır. Bu temin edilmediğinde avret yerinin örtülmesi vaciptir.
646 nolu Habbab hadisi
de istidlale salih görülmüştür.
647 nolu Katade
hadisinin isnadmdaki ricalin hepsi sahihtir. Tirmizi de bunu hasenlemişthv
Bu babda Deylemi'nin
Ümmil Seleme'den yaptığı rivayette şöyle buyurulmuştur:
"Kefeni
güzelleştirin. Ölülerinize sesli ağlamak, aşırı tezkiyede bulunmak, vasiyetini
geciktirmek, hısımlarından ilgiyi kesmek suretiyle eziyet etmeyin. Borcunu
edada acele ediniz. Kötü komşulardan udûl edip insaflı davranın. Kabrini
kazdığınız zaman derin ve geniş tutun."
Deylemi'nin naklettiği
bir hadiste ise şöyle buyurulmuştur:
"Ölülerinizin
kefenini güzel tutunuz; çünkü onlar ke-fenleriyle kabirlerinde fahr duyup
ziyaretleşirler."
Nevevi bu iki
rivayetin de sahih olduğunu kaydetmiştir.[674].
649 nolu Hz. Aişe
hadisi sahihtir. Ebu Bekir Sıddîk'ın (r.a.) kefen hakkında kullandığı
"muhle" kelimesini her ne kadar irine bulaşma şeklinde tercüme
ettikse de bunun daha başka manaları da vardır. O bakımdan Deylemi hadisiyle
ters düşmemektedir.
650 nolu İbn Abbas
hadisinin isnadında Yezid b. Ebi Ziyad bulunuyor ki bu onun en zayıf
hadislerinden biridir. Nevevi, "Hadis münekkitlerinin bu zatın zaif
olduğunda birleşmişlerdir" demiştir.
Nitekim Müslim, Rasulüllah'm (s.a.v.) hülle ile kefen-lenmediğini
belirtmiş ve "insanlara o kefenin hülleye benzerlik ar-zettiği intibaını
vermiştir."[675].
diye ilave etmiştir.
Bu babda Bezzar'ın ve
Ibn Adiy'in el-Kamil'de Cabir (r.a.) den yaptığı rivayette, şöyle buyurulmuştur:
"Peygamber (s.a.v.) efendimiz üç kefenle kefenlenmiştir: Kamis, izar ve
lifafe..."
Ancak bu rivayetin
isnadında Nasıh bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Zehebi yaptığı tesbitte üç Nasıh
isminden söz etmiştir: Nasıh b. Abdillah el-Kufî, Nasıh b. Ala' el-Basri ve
Nasıh el-Kürdî... Bu üçünün de zayıf olduğu; ikincisinin güvenilir kabul
edilmediği ve üçüncüsünün bu babda bir şey olmadığı ifade ediliyor.[676].
Bu konuda bir diğer
hadisi ise İbn Adiy İbn Abbas (r.a.) den rivayet etmiştir;
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz kırmızı kadifeyle kefenlenmiştir."
Bu rivayetin isnadında
Kays ibn Rebi' bulunuyor ki, bu zat da zayıf olarak tesbit edilmiştir.[677]
İbn Ebi Şeybe, Ahmed
ve Bezzar'm Hz. Ali'den (r.a.) naklettikleri hadiste şöyle denilmektedir;
"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz yedi kat kefenle kefenlendi."
Bu hadisin isnadında
Abdullah b. Muhammed b. Akil bulunuyor ki, bu zatın hafızası pek sağlam
olmadığından "seyyiü'l-hıfz" denilmiştir, yani hafızası kötüdür. O
bakımdan hadisi ihtica-ca elverişli değildir.[678].
Şüphesiz bu konuda
daha birçok rivayetlerde bulunuyor- ki, çoğu istidlal ve ihticaca uygun
değildir. O bakımdan tamamını nakletmeyi zaid gördük.
652 nolu İbn Abbas
hadisini aynı zamanda İmam Şafii, îbn Hibban, Hakim ve Beyhaki tahric etmişler
ve îbn Kattan da sa-hihlemiştir. Diğer yandan Tirmizi de bunu sahihlemiştir.
Bu konuda birkaç
rivayet daha vardır ki hepsi de İbn Abbas hadisini kuvvetlendirmekte ve
ihticaca salih olduğunu göstermektedir. Böylece özellikle sıcak bölgelerde
beyaz renkteki elbiseleri, her bölgede de yine beyaz kefeni tercih etmenin
müstehab olduğu anlaşılıyor.
653 nolu Leyla
hadisinin isnadında Nuh b. Hakim bulunuyor ki İbn Kattan onun meçhul olduğunu
söylemiş, ama Ibn Hibban onun sıka (güvenilir) olduğuna dikkat çekmiştir.[679]
Böylece sözünü ettiğimiz
hadisle istidlal edilebilir. [680]
1-Yetecek
miktarda kefen te'nıin edilemediği zaman, mevcut bez parçası ile ölünün avret
yerleri başı kısmı örtüler, açıkta kalan ayakları üzerine ot, yaprak gibi
temiz şeyler konularak her tarafı örtülür.
2- Kefenlik
bezin temiz ve iyi olanını seçmek nıüstehabdır.
3- Fazla
pahalı olmayan kumaştan seçilmesi ve beyaz olması da müstehabdır.
4- Kefenin
daha çok kişinin hayatta iken sosyal durumuna, ekonomik yapısına göre
ayarlanması tavsiye edilir.
5-Farz olan
kefen, vücudun her tarafını kaplayıp Örtecek büyükçe bir parçadır, ikinci ve
üçüncü kat kefen sarmak ise sünnettir.
6- Erkekler
için sünnet olan kefen üç parçadan ibarettir.
7- Kadınlar
için sünnet olan kefen beş parçadan ibarettir.
8- Kefenin
çok ağır, pahalı kumaştan edinilmesi mekruhtur.
9- En son sarılacak olan lifafenin baş ve ayak
uçlarından bağlanacak kadar büyük olması müstehabdır.
10- Kirli ve çok renkli bezi -zaruret yokken- kefen olarak kullanmak mekruhtur.
11- Zorunlu
hallerde temiz olan herhangi bir bez kefen olabilir.
12- Mevcut
bez kirli ise, yıkandıktan sonra kefen olarak kullanılmalıdır.
13- Erkeğin
başına imame denilen bez sarmak, müctehidlerin çoğuna göre meşru değildir; bir
kısmına göre ise, meşrudur. [681]
Cenaze namazı, ölen
kardeşimize saygı göstermemizden; onu dua, rahmet, gufran ile anmamızdan ve
Cenab-ı Hakk'm af ve bağışlamasını dilememizden ibarettir. Aynı zamanda ferdin
toplumdaki yerini, Önemini, itibarını göstermeye yönelik bir anlam
arzetmektedir.
Böylece namaz, ferdin
toplumun kopmaz bir parçası olduğunu; her mü'minin yalnız kendisi için değil
toplum için de çalışıp mesai sarfettiğini ve bu bakımdan da onun sevgi ve
saygıya layık bulunduğunu yansıtır. [682]
İbn Abbas (r. a.) dan
yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz
vefat ettiğinde, insanlar (cenaze namazını kılmak üzere) onun bulunduğu odaya
cemaat olup girdiler ve namazını kıldılar. Erkekler bu görevi yerine
getirdikten sonra kadınlar girmeğe başladı ve onlar da namaz kılıp çıkınca sıra
çocuklara (temyiz çağına gelenlere) geldi, onlar girmeğe başladılar. Böylece
gruplar halinde girip Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz üzerine namaz kılanlara
kimse imamlık etmedi, yani her grup kendi başına namaz kılıp çıktı."[683].
Enes (r.a.) den
yapılan rivayette, diyor ki:
'Uhud savaşında şehid
edilenler yıkanmadılar, kanlarıyla birlikte defnedildiler; aynı zamanda cenaze
namazları da kılınmadı."[684].
Muğire b. Şube (r.a.)
den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Cenaze (kabre götürülürken), binek üzerinde onu teşyi* edenler cenazenin
arkasında yürürler, yaya olarak teşyi1 edenler ise, onun Önünde, sağ ve sol
yakınında bulunurlar.
Düşük çocuğun ise
namazı kılınmaz, sadece ana ve babası için mağfiret ve rahmet ile dua
edilir."[685].
Zeyd b. Halid (r.a.)
den yapılan rivayette, diyor ki:
"Müslümanlardan
bir adam Hayber'de vefat etmiş bulunuyordu. Durumu Rasulüllah'a (s.a.v.) baber
verildiğinde: "Arkadaşınızın namazını kılınız" buyurdu. Bu sebeple
orada bulunanların rengi değişti. Peygamber (s.a.v.) onların bu durumunu
görünce şöyle buyurdu: "Arkadaşınız Allah yolunda savaşırken kendine bir
şey aşırmış bulunuyor. (O bakımdan ben namazını kılmayacağım)" Bunun
üzerine biz onun eşyasını aradık, içinde kıymeti iki dirbem eden Yahudi
pabuçlarından bir pabuç bulduk."[686]
Cabir (r.a.) diyor ki:
"Eşlem
Kabilesinden bir adam peygamber (s.a.v.) efendimize gelerek zina ettiğini
itirafta bulundu. Peygamber (s.a.v.) yüzünü ondan çevirdi; ta ki adam dört defa
kendi aleyhine zina iîe şehadet ve itirafta bulundu. Peygamber (s.a.v.) ona:
"Sende cinnet belirtisi mi var?" diye sordu. Adam: "Hayır"
diye cevap verdi. Peygamber (s.a.v.) ona: "Evli misin?" diye sordu. O
da "Evet" diye cevap verince, Peygamber (s.a.v.) onun musallada
recmedilmesini emretti. Atılan taşlar ona dokunup (canı iyice acıyınca) kaçtı
ve arkasından yetişilerek recmedildi ve öldü. Peygamber (s.a.v.) efendimiz
onun lehine hayırdır dedi ve namazını kıldı."[687].
Ahmed, Ebu Davud,
Nesai ve Tirmizi ise "Peygamber (s.a.v.) onun namazını kılmadı"
şeklinde rivayet etmişlerdir. Ancak namaz kıldığına dair olan rivayet daha
sabittir. Nitekim Peygamber (s.a.v,) in sahih tesbite göre, Ğamıd kabilesinden
zina suçundan dolayı recmedilen kadının cenaze namazını kıldığı bilin-'
inektedir.
İmam Ahmed diyor ki:
"Peygamber (s.a.v.) hiçbir müslümanın cenaze
namazını terketmemiş, ancak (ganimet, devlet ve millet) malını
aşıran ile kendi kendini öldüren kimsenin namazını kılnıamıştır."
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) efendimiz Ashame Necaşi'nin, dört tekbir getirmek suretiyle cenaze
namazını (gıyabında) kıldı."
Diğer bir lafızla
şöyle denilmiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:
"Bugün Habeş ülkesinde
salih bir adam öldü, onun namazını kılınız!" Bunun üzerine biz
Rasulüllah'ın arkasında saf olduk, O da biz arkasında saf saf dururken namazı
kıldırdı."[688].
İbn Abbas (r.a.) den
yapılan rivayette, diyor ki:
"Peygamber
(s.a.v.) efendimiz bir kabrin yanına kadar gitti ki o kabir henüz ıslak
bulunuyordu. Kabirdeki kişi üzerine namaz kıldı, biz de arkasında saf halinde
durmuştuk ki dört tekbir getirdi."[689].
Ebu Hüreyre (r.a.)
diyor ki:
"Mescidde
kayyımlık yapan siyahi bir kadın veya genç bir adamı Peygamber (s.a.v.) bir
süre göremeyince sordu. Ashab da "O öldü" diye cevap verdiler.
Peygamber (s.a.v.): "Neden bana haber vermediniz?" buyurdu ki ashab-ı
kiram o kadının veya gencin durumunu biraz küçümsüyorlar di (ki o yüzden
peygambere haber vermemişlerdi). Peygamber (s.a.v.) efendimiz: "Onun
kabrini bana gösterin" buyurdu. Onlar da gösterdiler ve Peygamber
(s.a.v.) orada onun cenaze namazını kıldı ve sonra şöyle buyurdu:
"Şüphesiz şu kabirler karanlıkla dopdolu dur; Allah onları benim onlar
üzerine kıldığım namazla nur-landırır."[690].
îbn Abbas (r.a.) diyor
ki:
"Peygamber
(s.a.v.) efendimiz bir ölünün üç günden sonra namazını kıldı"[691].
Said b. Müseyyeb'den
yapılan rivayete göre, Sa'd'm anası vefat ederken, o sırada Rasulüllah
(s.a.v.) (orada) bulunmuyordu. (Seferden) dönüp gelince o kadının namazım kıldı
ki, aradan üç ay geçmiş bulunuyordu."[692].
a)
Hanefilere göre: Cenaze'namazı ashab ve ulemanın icma'ıyla farz-ı kifayedir.
Doğumdan sonra ölen her müslümanm namazı kılınır; ancak islami devlete karşı
gelip isyan eden ile yolları kesip mal ve cana kasdedenler fiili durumlarında
iken öldürüldükleri takdirde namazları kılınmaz.
Cenaze üzerinde bir
defa namaz kılınır. Bunun tekrarı ne münferiden, ne de cemaaten meşru'dur.
Ancak asıl velayet sahibinden izin almadan başkaları namaz kılmışsa, veli
hazır olunca o namazı iade eder. İmam Şafii delil olarak, Hz. Peygamber'in namazının
gruplar halinde tekrar tekrar kılındığını göstermiştir. Hanefıler ise, namazı
kılınan kimsenin Hz. Ömer (r.a.) tarafından da namazı kılınmak istendiğinde
Peygamber'in (s.a.v.) cenaze na-mazmm iade olunamayacağını buyurmasını delil
olarak almışlardır. Aynı zamanda hazır olmayan, başka yerde ölen bir kimsenin
cenaze namazı gıyabında kılınmaz. İmam Şafiî'ye göre kılınır. Nitekim Hz.
Peygamber (s.a.v.) Habeşistan'da vefat eden Kral Necaşi'nin gıyabında namazını
kılmıştır.
Namazı kılınmadan
defnedilen ölünün en çok üç gün içinde namazı kılmabilir. Üç günden sonra
kılınmaz.[693]
b) Şafîilere
göre: Cenaze namazına farz-ı kifaye olarak niyet getirmek farzdır. Niyet
ederken Ölüyü ismen belirlemeye gerek yoktur. Birinci tekbirden sonra Fatiha
okumak farzdır. Eûzü Besmele çekilir, iftitah duası okunmaz. Gurbette ölen
kimsenin gıyabında namazını kılmak sahihtir. Cenaze namazı definden önce
kılınır; bununla beraber definden sonra da kılmak caizdir. Müslümana ait olduğu
bilinen bir azaya raslandığmda namazı kılınır. Düşük çocuk ses çıkarır veya
ağlarsa namazı kılınır; aksi halde kılınmaz. Ancak fukahanm çoğuna göre, hayat
belirtisi görülürse, yine de namazı kılınır. Şehit edilen kimse ne yıkanır, ne
de namazı kılınır. İsterse cünüp olduğu halde şehid edilmiş olsun, yine de
yıkanmasına gerek yoktur.[694]
c)
Hanbelilere göre: Cenaze namazı farz-ı kifayedir. İmamın tabutun baş kısmı
hizasında durması müstehabdır. Ancak Ölen kimse kadınsa, im'âm tabutu tam
ortalayarak durur. Birinci tekbirden sonra sadece Fatiha okunur. Bu vaciptir.
Namaz tamamlanınca sadece sağ tarafa selam vermekle yetinilir. Cemaatin üç saf
olması müstehabdır.
Böylece cenaze
namazında dört tekbir, ayakta durmak,
fatiha okumak, peygambere salatu selam getirmek ve ölen kimse için dua etmek
vaciptir.
Namazı kılınmadan
defnedilen kimsenin namazı bir aylık sure içinde kılınabilir. Bu sureden fazla
olunca artık namazı namazı kılınmaz. Namazı kılınan kimsenin artık başkası
tarafından o namazın iadesi sünnet değildir. Gurbette ölen kimsenin gıyabında
cenaze namazını kılmak caizdir. Bunun bir ay süresi vardır. Ölen kimsenin
vücudunun bir kısmına raslanırsa hem yıkanır, hem de namazı kılınır.[695]
d)
Malikilere göre: Hazır olan cenazenin namazı kılınır. Ğaibin namazı kılınmaz.
Cenaze namazında salavat ve dualar gizli okunur. İftitah tekbiri getirilirken
eller kaldırılır, deiğer üç tekbirde el kaldırılmaz. Duaya “el-Hamdulillah”
sözüyle başlanır.[696]
664 nolu İbn Abbas
hadisini aynı zamanda Beyhaki tahric etmişse de İbn Hacer onun isnadının zayıf
olduğunu belirtmiştir.[697]
Bu babda Ahmed b.
Hanbel’in Ebu Useyb’den yaptığı rivayette şöyle denilmiştir:
“Adı geçen ravi
Rasulullah’ın (s.a.v.) cenaze namazına hazır olmuş ve (vefat etmeden az önce
ona:) “Senin namazını nasıl kılalım?” diye sormuş. O da: “Gruplar halinde girip
kılın” buyurmuş.
Bu mealde Taberani’nin
Cabir (r.a.) ile İbn Abbas (r.a.) den yaptığı rivayetin isnadında Abdülmin’im
b. İdris bulunuyor ki bu kişi çok yalancıdır.[698]
Zehebi onun meşhur kıssacılardan olup itimada şayan bulunmadığına dikkat çekmiş
ve Buhari’nin de onun hakkında şöyle dediğini ilave etmiştir:
“Zahibü’l-hadis”tir.[699]
Böylece İbn Abbas
hadisi, Rasulullah (s.a.v.) efendimiz üzerine namaz kılanların cemaatle değil,
herkesin kendi başına kıldığına delalet etmektedir. Aynı zamanda önce
erkeklerin, sonra kadınların, sonra da temyiz çağına girmiş çocukların sırayla
içeri girip namaz kıldıkları anlaşılıyor. Tabii bu durum Hz. Peygam-ber'in
(s.a.v.) şahsına has bir olaydır.
665 nolu Enes hadisini
aynı zamanda Hakim tahric etmiştir.. Tirmizi ise bunun garip bir hadis olduğunu
belirtmiş ve "Enes hadisinden ancak bu vechi biliyoruz" diye ilave
etmiştir.
Ebu Davud
el-Merasil'de ve Hakim ilgili hadis bölümünde . şöyle rivayet etmişlerdir:
"Rasulüllah
(s.a.v,) (savaş alanında şehid edilen) Ham-za'ya uğradı ki bedeni parçalanıp
azası kesilmiş bulunuyordu. Uhud'da şehid edilenlerden -Hanıza dışında- hiç
kimsenin namazı kılınmadı."
Buhari bu rivayetin
nıa'iûl olduğunu; Tirmizi ile Darekutni ise bunun galat bulunduğunu
söylemiştir. Çünkü isnadında Üsame b. Zeyd bulunduğu söyleniyor. Oysa
Zühri'den, o da Enes'den rivayet etmiştir. Zühri'den yapılan rivayetin tercihe
şayan olduğu belirtilmiştir.
Bu babda îbn îshak'ın
îbn Abbas (r.a.) dan yaptığı riva-yette ise şöyle denilmektedir:
"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, (şehid edilen) Hamza'nın üstündeki
hırkasının kendisine iyice sarılmasını emretti. Sonra onun namazını kıldı ve
yedi tekbir getirdi. Sonra da (savaş alanında) öldürülen müslümanlar Hamza'nın
yanına getirildi ve böylece hem onların, hem de Hamza'mn namazı kılındı. O
kadar ki Rasulüllah (s.a.v.) Hamza üzerine 72 defa namaz kılmış
oldu."Ancak bu hadisin isnadında mübhem (belirsiz) bir ravi vardır. Çünkü
İbn İshak bu konuda şöyle demiştir: "Bana, itham edemeyeceğim bir kimse
İbn Abbas'ın azadlı kölesi Muksim'den, o da îbn Abbas (r.a.) dan rivayet etti."[700].
Nitekim es-Süheyli
diyor ki: "Eğer İbn îshak'ın.mübhem saydığı, itham etmeyeceği ravi, Hasan
b. Amare ise, bu zat zaten zayıftır. Bu değilse, o takdirde o ravi meçhuldür ve
bu sebep- le bu. . hususta bir hüccet
ortaya koymaya gerek yoktur." ,
Bu konuda Ebu Dacud
el-Merasil'de Ebu Malik el-Gıffari'den yaptığı rivayette ise, yukarıdaki
rivayeti kuvvetlendirir mahiyette şöyle denilmektedir: "Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz Uhudda Öldürülen (şehid edilen)lerden her on kişiyi bir
araya getirip -Hamza da aralarında olmak üzere- namazlarını kıldı ye böylece
Hamza üzerine 70 defa namaz kılmış oldu." Hafız İbn Hacer bunun ricalinin
sıka (güvenilir) olduğunu söylemişse de İmam Şafii bunun muallel bulunduğuna
dikkat çekmiştir. Çünkü Uhud'da şehid edilenlerin tamamı 70 kişi idi. Onların
onar, onar namazını kılmışsa, bu yedi defa eder, O bakımdan 70 defa namaz kıldı
denilebilir mi?
Bu konuda daha birçok
rivayet vardır. Ancak tamamını bira-raya getirdiğimiz zaman şu hüküm ağırlık
kazanmaktadır: Uhud'da şehid
edilenlerden yalnız Hz. Hamza'mn namazı kılınmıştır.
666 nolu'Muğire b.
Şu'l>e hadisini aynı zamanda İbn Hibban tahric etmiş ve Hakim de
sahihlemiştir. Hakim bunu Buhari'nin şartına uygun şu lafızla rivayet etmiştir:
"Düşüğün namazı
kılınır ve ana-babasına rahmet ve afi-yetle dua edilir."
Bu babda îbn Mace'nin
Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayet ettiği bir diğer hadis vardır. Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Çocuklarınız üzerine (cenaze)
namazını kılınız; çünkü onlar sizin için önceden oluşan hayır ve ecirdir."
Şevkani bu hadisin
isnadının zayıf olduğunu belirtmiştir.[701].
667 nolu Zeyd b. Halid
hadisi hakkında Ebu Davud susup bir şey dememiştir. Ancak yapılan ciddi
tesbitlere göre ricalinin hepsi de sahihtir.
Bu hadis, millet ve
devlet malım aşıran kimsenin cenaze namazının kılmmayacağına delalet etmez;
işlediği suç ve günahın ağırlığım yansıtır. Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin
kılmayıp ash- > abına havale etmesi yeterli delildir. Böylece gerek
ganimetten, gerek devlet hazinesinden, gerekse millet malından çok az bir şey
bile aşırmanın haram olduğu kesinlik arzediyor.
Ayrıca namazı
kılınmayan günahkarlardan birinin de kendi canına kıyan kimse olduğu ortaya
çıkıyor. Cabir b. Semure'nin (r.a.) yaptığı rivayete göre: Bir adam mızrak veya
makas ve benzeri keskin bir aletle kendi canına kıyıp intihar etti, Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz onun namazını kılmadı."[702].
Rasulüllah (s.a.v.)
efendimizin müntehimi namazını kılmadığı, ancak ashabının kıldığı dikkate
alınınca, ağırlık "namazı kılınır" diye ictihad edenlerin tesbîtmde
görülür. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) : "(Müslüman olduktan sonra her iyi ve
kötünün namazını kılınız" ve "La ilahe illallah diyen kimsenin de
namazını kılınız" buyurmuştur. O bakımdan mevcut hadislerin arasını te'lif
etmek gerekir.
668 noli1 Cabir hadisi
sahihse de son kısmında "ve namazını kıldı" cümlesini ta'lil edenler
olmuştur. Çünkü raviler-den Mu-hanımed b. Yahya hadisi naklederken bu fazlalığı
anmamıştır. Böylece Muhammed'in, aynı hadisi rivayet eden Mahmud b. Gay-İan'dan
daha mazbut olduğu söylenebilir. Ancak usûlde bir kaide vardır: "Sıka
(güvenilir) olan ravinin fazla olarak yaptığı rivayet, eğer sahih rivayetlere
nıünafı değilse, makbul sayılır."
Ayrıca Müslim, Ebu
Davüd ve Nesai'nin Büreyde (r.a.) den yaptıkları rivayete göre, "Gamid
kabilesinden bir kadın pey-ganjber'e (s.a.v.) gelerek zina ettiğini bildirdi.,.
Sonra o kadın recmedilince, Peygamber (s.a.v.) onun namazını kıldı."
Bu manada bir diğer
hadisi Ebu Davud ve Nesai Ebu Bek-re'den rivayet etmişse de isnadında bir
meçhul vardır. O bakımdan istidlale salih değildir.
Böylece sanih
rivayetlere dayanılarak, recmedilen kimsenin namazının kılınacağında icma'
vaki1 olmuştur.[703]
369 nolu Cabir hadisi
sahihtir ve ihticaca elverişlidir. Aynı zamanda bu konuda Ebu Hüreyre hadisi de
sahihtir. Böylece gaibin cenaze namazının meşruiyetine delalet eden sahih
hadisler söz konusudur. Nitekim İmam Şafii, îmam Ahmed ve diğer birçok ilim
adamları bu hadislere dayanarak istidlalde bulunmuşlardır.
Aynı zamanda ilgili
iki hadis, cena?° namazında dört tekbir getirileceğine delalet etmektedir ki,
müctehidlerin çoğu bununla amel etmişlerdir.
Bu babda îmran b.
Husayn den rivayet edilen hadiste, Ra-sulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu
belirtilmektedir: "Şüphesiz ki kardeşiniz Necaşi vefat etmiştir. Kalkınız
onun namazını kılınız." Bunun üzerine biz de kalkıp hazır olan ölünün
karşısında saf bağladığımız gibi saf saf olduk ve hazır olan ölünün üzerine
kılman namaz gibi namaz kıldık."[704]
670 nolu Ibn Abbas
hadisi sahihtir. O bakımdan fakihlerin bir kısmı bu ve benzeri rivayetlerle
ihticac etmişlerdir.
671 nolu Ebu Hüreyre
hadisini aynı zamanda Hafız Bezzar da rivayet etmiştir. İmanı Malik de bu
manada bir hadisi Muvat- . ta'da Ebu
Ümame (r.a.) den rivayet etmiştir. İbn Mace ise bu manadaki hadisi Ebu Said'den
rivayet etmişse de isnadında îbn Lehi' bulunuyor ki bu zat zayıf kabul
edilmiştir.
Bu babda dört rivayet
daha bulunuyor ki, çoğunun isnadı sahihtir.
672 nolu İbn Abbas
hadisini aynı zamanda Taberani el-Evsat'ta Muhammed b. Sabbah ed-Dulabi
tarikiyle İsmail b. Ze-keriya'dan, o da eş-Şeybani'den rivayet etmiştir. Bu
rivayette, Ra-sulüllah'm o şahsın vefatından iki gece sonra gidip kabrinde namazım
kıldığı belirtilmekledir. Ancak Hafız îbn Hacer, Tabera-ni'nin bu rivayetinin isnadının aaursel ve
sahih olduğunu belirtmiştir. Beyhaki de
aynı hadisi İbn Abbas'dan rivayet etmiştir. Ancak Beyhaki'nin
rivayetinde Süveyd b. Said bulunuyor ki, bu zat her ne kadar sikadan olup
kuvvetli bir hafızaya, geniş hadis ilmine sahipse de Ömrünün son yıllarında
gözlerini kaybettiği ve bazan kendisine rivayet etmediği hadisin telkin
edilerek kabul ettirildiği söylenir. O bakımdan Buhari "Onun hadisi
münkerdir" demiştir. Nesai de onu zayıf saymıştır. Diğer hadis .
alimlerinin çoğu ise onu tezkiye etmişlerdir.[705].
1- Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz çoğu kere cenaze namazım cemaat halinde kılmıştır. O
bakımdan bu namazın cemaatle kılınması sünnettir.
2-
Rasulüllah'm (s.a.v.) namazını mü'minler gruplar halinde girip kılmışlardır ve
cemaat olup birlikte kılmamışlar dır. Bu, Rasulüllah'm yüksek şahsiyetine has
bir olaydır. Çünkü peygamberler vefat ettikleri yerde gömülürler. O bakımdan
Rasulüllah'm aziz na'şı küçük bir odada bulunuyordu ki orası onun kabri
olacaktı. Bu sebeple onu dışarı çıkarmalarına as-habm gönlü razı olmadı. Sonra
da gaibdeıı gelen bir ses de söz konusudur ki, "peygamberin namazını veya
benim namazımı gruplar halinde girip kılın!" buyurulmuştur.
3- İmam Malik ve onun yolunu takip eden
müctehidlere göre, kadınlar da cenaze namazına katılabilirler.
4- Şehidler
yıkanmazlar, namazları da kılınmaz ve öylece kanlı elbiseleriyle birlikte
defnedilirler. Müct^hidlerden bir kısmına göre, şehidlerin namazı kılınır.
5- Cenaze
kabre götürülürken binek üzerinde bulunanlar cenazeyi arkadan takip ederler;
yaya yürüyenler ise, tabuta yakın durup hem önünde, hem sağ ve sol tarafında
yerlerini alıp takip ederler. Böyle yapmak müstehabdır.
6- Düşük
çocuk şekillenip hayat belirtisi taşıdıktan sonra ölürse, namazı kılınıp
ana-babasma gufran ve rahmet ile dua etmek vaciptir.
7-Ganimet,
hazine ve millet malından bir şey aşıran kimse büyük günah
işlemiş olmakla kalmaz,
o ülkedeki bütün inüslumanların hakkına tecavüz etmiş
sayılır. Ancak bu hakkı ödemeden ölürse, yine de namazı kılınır. Çünkü müslüman
olarak ölmüştür.
8- İntihar
eden kimsenin de namazı kılınır. Müctehidîerden bir kısmına göre kılınmaz.
Bununla beraber ağırlık, kılınır diyenlerden yanadır. Müfta bih olan da budur.
9- Zina
suçundan dolayı recmedilen kişinin cenaze namazı kılınır.
10- Gaibin, yani başka yerde ölüp hazır olmayan
kimsenin cenaze namazı kılmabilir. Müctehidlerin çoğu bunun meşru' olduğuna
kaildir.
11- Aynı
zamanda gaibin cenaze namazını cemaat halinde kılmak da meşru'dur.
12-
Aynı şahsın birden fazla
namazı kılmabilir mi?
Müctehidlerin bir kısmına göre kılmabilir. Bir kısmı ise, veli veya vasi hazır
olmadığı halde başkası tarafından kılınır ve sonra da veli veya vasi
çıkagelirse, cenaze namazını iade edebilir-ler.
13-Namazı
kılınmadan gömülen kimsenin namazım en çok üç gün içinde gidip kabrinde kılmak
caizdir. Müctehidlerin çoğu bunun meşruiyetine kaildirler.
14- Aradan
üç günden fazla bir süre geçerse, müctehidlerin çoğuna göre, artık o kimsenin
namazını kılmaya gerek yoktur. Bu sürenin bir ay olduğunu belirtenler de
vardır.
15- Böylece
kabrin önünde durup cenaze namazı kılmak caizdir. Her ne kadar kabristanda
namaz kılmak mekruhsa da, bu namaz daha çok dua makammdadır ve ölen şahıs
içindir. O bakımdan kerahet olmadığını söyleyenler çoğunluktadır.[706]
Bilindiği gibi, cemaat rahmettir; ayrılık ise
azaptır. Yani müslümanlarm din ve dünya işlerinde birleşip tek vücut olmaları
ve kendi meselelerini kendi aralarında şûra düzeyinde çözmeleri vaciptir.
Müslümanların birliğine katılmayan, farklı zümrelere ayrılan kimselerde hayır
yoktur. Cenaze namazına camideki cemaatin katılması, cami ve cemaate
katılmayanların dışarda ayakta beklemesi rahmet değil azaptır. Bu hem islami
kurallara ters düşmekte, hem de çirkin bir manzara oluşturmaktadır. Bu da yetmiyormuş
gibi bir de ojeli, boyalı kadınların gözlerinde siyah gözlük bulunduğu halde
cami avlularına dolup ayakta beklemeleri de bütünüyle İslam inancına ve
kültürüne aykırı bir davranıştır. İşin en garip tarafı, ölen zatın en yakınları
cami avlusunda namaz künıayıp ayakta beklerken onun yakınları olmayan cami
cemaati saf bağlayıp merhumun namazını kılmaktadır. Bunun ötesinde ayakta
duranların çoğu sohbete dalar ve cami avlusu gönderilen çelenklerle süslenirken
mabedin kutsal havası değiştirilir ve sanki bir
fabrikanın veya büyük bir
iş yerinin açılış
merasimi görünümüne bürünür.
Bütün bunlar kendi öz
değerlerimizden, kültürümüzden kopup yabancıların kültürünü benimsememizin ve
kendi şahsiyetimizi kaybedip yabancı kültürle ayakta durmaya çalışmamızın açık
belirtileridir.
Şüphesiz cenaze
namazında cemaat ne kadar çok olursa, .
ölünün ruhu o nisbette şad olur ve ilahi rahmet ile gufran o nis-bette
merhuma yönelir.
Bu konuda Tahir
Mevlevi'nin şu dört mısraını nakletmeden geçemeyeceğim:
'İstemem nakl-i cenazemde
çeleng-u aheng, Debdebe ile girilir saha değildir makber.
Orası medhalidir
barigah-i Mevlanın, Kapısından içeri acz ile girmek ister." [707]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayette, RasulüllaH (s.a.v.) buyurdu ki:
"Kim, namazı kılınincaya
kadar cenazeye hazır olursa, onun için bir kıvrat vardır. Kim de o
defnedilinceye kadar hazır bulunursa, onun için iki kıyrat vardır."
Bunun üzerine soruldu:
--Ya Rasulallah! İki
kıyrat nedir?
«İki büyük dağ
gibidir, buyurdu." (Yani o büyüklükte sevaba nail olur)[708].
Malik b. Hübeyre
(r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Herhangi bir mü'min ölür de müslümanlardan bir cemaat üç saffa ulaşarak
onun namazını kılarsa, mutlaka bağışlanırlar."[709].
O bakımdan Malik b.
Hübeyre (r.a.) cenaze namazına katılanlar az olduğu zaman da onların üç saf
oluşturmasında ecir ve sevap arayıp arzulardı.
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayette, Peygamber (s.a.v.) efendimizin şöyle buyurduğu
belirtilmiştir:
"Herhangi
(müslüman) bir ölünün namazını, sayıları yüzü bulan müslüman bir cemaat kılar
ve hepsi de onun için şefaat dileğinde bulunursa, hepsinin de bu husustaki
şefaat dilekleri kabul olunur."[710].
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah'ın
şöyle buyurduğunu işittim: "Müslümanlardan herhangi bir kimse ölür de onun
cenaze namazında Allah'a ortak koşmayan kırk müslüman bulunursa, mutlaka
Cenab-ı Hak onların o ölü hakkındaki dua ve şefaat dileklerini kabul
buyurur."[711]
Başta dört mezhep
olmak üzere, hak olup inkıraz bulan mezhepler de dahil Ehl-i Sünnete bağlı
bulunan mezheplerin hepsi, bu konuda görüş birliği içindedirler. Cemaatin
çokluğunun sağlayacağı büyük ecir ve sevaplar hakkında birleşmişlerdir.
O bakımdan bu babda
mezhep imamlarının görüş, ictihad ve istidlallerini ayrı ayrı zikretmeye gerek
görmüyoruz. Çünkü cemaatin çokluğu rahmetin bolca inmesine vesiledir.
Böylece hem cenaze
namazına katılan mü'minler için, hem de ölü için büyük ecirler, kalıcı sevaplar
söz konusudur.
Bu olay da şunu
öğretmektedir ki, din ve dünya işlerinde mü'minler ne kadar çok biraraya gelip
büyük çapta cemaat oluştururlarsa, ilahi inayet, rahmet ve gufran da o nisbette
büyük olur. [712]
1- Cenaze
namazı farz-ı kifayedir.
Müslümanların bir kısmının
katılmasıyla bu farz yerine gelmiş olur.'
2- Cemaatin
çokluğu ölü için geniş rahmet ve gufrana vesiledir.
3- Mevcut
cemaati mümkün olduğu takdirde üç saf yapmak müstehabdır.
4- Cenazeye
hazır olup da meşru bir mazereti yokken namaza katılmayan müslümanlar o büyük
ecirden kendilerini mahrum bırakmış olurlar. Ve böylece ölünün yakınları bu
tarz harekette bulunurlarsa, onlar da merhumun ruhunu sıkmış ve üzmüş olurlar. [713]
Ölüm olayı ezelde
planlandığı üzere değişmeyen kanunlardan biridir. Her canlı mutlaka Ölümü
tadacaktır. Hem sonsuz hayatın yolunda doğum bulunduğu.gibi ölüm de bulunuyor.
Aynı zamanda ölümden sonra yeniden dirilme de aynı yolun basamaklarından
biridir. Bu bakımdan ölüm yok olup meçhule karışmak değil, kalıcı bir hayatın
kapısından girmenin bir tezahürüdür.
Ölüm olayı bazı
kişilerin başına gelip bazılarının ondan kurtulması söz konusu olamıyacağına
göre, ölen yakınımız için elbet-teki içimiz yanacak, gözlerimiz yaşaracaktır.
Zira bu duygu biz insanların mayasına zerkedilmiştir, onu bütünüyle söküp
atmamız mümkün değildir. Ancak bu duygumuzu sınırlı tutmamız, sesli ağlamaktan
kaçınmak, feryad-u figandan uzak kalmakla gerçekleşir. Aksine bir tutum ve
tavır hem bizi günahkar edebilir, hem de ölenimizin ruhunu sıkabilir. [714]
îbn Mes'ud (r.a.),
Peygamber (s.a.u.) efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Ölüm
haberini (şatafata kaçarak, çevreyi telaşlandırarak) etrafa yaymaktan sakının!
Çünkü böyle yapmak cahiliyet devri amelindendir."[715]
Huzayfe (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Ben Öldüğümde,
ölüm haberini hiç kimseye duyurmayıin. Çünkü gerçekten böyle yapmanızın na'y
(ölüm haberini çevreyi telaşa vermek) suretiyle duyurmanız olacağından endişe
etmekteyim. Çünkü Rasulüllah'm (s.a.v.) na'yi men'ettiğini kendisinden işitmiş
bulunuyorum."[716].
İbrahim'den yapılan
rivayete göre, şöyle demiştir:
"Adam öldüğü
zaman, onun ölüm haberini dostlarına, arkadaşlarına duyurmakta bir sakınca
yoktur. Mekruh olan şekli ise, cahiliye devrinde olduğu gibi meclisleri
dolaşıp, "Ben falanın ölüm haberini veriyorum" deyip (çevreyi
rahatsız etmektir)."[717].
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulülkth (s.a.v.) şöyle buy menustur:
"(Mute savaşını
Medine'de minber üzerinde kalp gözüyle izlerken) Sancağı Zeyd aldı, ona (ölüm
darbesi) isabet etti. Sancağı Cafer aldı. Ona da (ölüm darbesi) isabet etti.
Arkasından sancağı Abdullah b. Revaha aldı. Ona da (ölüm darbesi) isabet
etti." Bu sırada Rasulüllah'ın gözlerinden yaş akıyordu. "Sonra
sancağı Halid b. Velid bir emirlik söz konusu olmaksızın eline aldı ve fetih
ondan yana gerçekleşti."[718]
a) Hanefilere
göre: Ölenin ev halkının kendi evlerinde ta'ziyeleri kabul etmek için üç gün
oturmalarında bir
sakınca yoktur. Bunun
gibi kendi semtlerindeki mescidde de üç gün bulunabilirler. Ölüm olayından
dolayı yas tutup kapı eşiğinde oturmak mekruhtur. Yüksek sesle ağlamak ise caiz değildir.
Sessiz ağlamak kalp yufkalığının
eseridir ki bunda
bir sakınca görülmemiştir.
Erkeklerin yas alameti olarak siyah elbise giyinmeleri mekruhtur. Kadınların
giymesinde bir sakınca yoktur.[719]
b) Şafiilere
göre: Ölüm olayından dolayı ta'ziyede bulunmak sünnettir. Bu hem defninden
önce, hem de sonra üç gün içinde
yerine getirilir. Ölenin,
ölmek üzere olanın üzerine ağlamakta bir sakınca yoktur. Ancak
onun haslet ve faziletini sayıp dökerek ağlamak mekruhtur.
Ölüm olayını hem
namazının kılınması, hem de başka hususlar için çevreye duyurmakta bir sakınca
yoktur. Ancak cahiliy-et devrindeki ilan şekli mekruhtur.[720].
c) Hanbelilere göre:
Bağırıp çağırmaksızm, yaka yırtmaksızm, saç ve sakalı yontmaksızm
ağlamakta bir sakınca yoktur. Ölen kişinin birtakım meziyetlerini sesli bir
hava içinde sayıp dökmek mekruhtur. Hem böyle yapmak, sesli ağlamak gibi,
ölünün kabirde sıkıntı çekmesine sebep olur. Ölüm olayını ölenin yakınlarına
duyurmakta bir sakınca görülmemiştir.[721].
d) Malikilere
göre: Ölüm olayını yüksek sesle etrafa duyurmak mekruhtur. Ama normal bir
anlatımla haber vermekte bir sakınca yoktur.[722].
691 nolu Ibn Mes'ud
hadisinin isnadında Ebu Hamze Mey-mun el-AVer bulunuyor ki, bu zat hadis ehline
göre kavi değildir.[723].
Tirmizi'ye göre, bu hadis gariptir.
692 nolu Huzeyfe
haberinin isnadı hasendir.
693 nolu İbrahim'in
haberini kuvvetlendirir anlamda Mu-hammed b.Şirinden bir rivayet yapılmıştır
ki, adı geçen şöyle demiştir: "Ölüm olayını, ölenin yakın dost ve
arkadaşlarına du-yurmakta bir beis (sakınca) bilmiyorum."[724]
Bu rivayetleri
kuvvetlendiren bir diğer olay, Rasulüllah'ın (s.a.v.) Habeş Kralı Necaşi'nin
ölüm haberini, ashabına duyurmasıdır. Sonra da ashabına: "Sizden biri
Ölünce herhalde bana haber verin!" diye tenbih etmesi söz konusudur.
îbn el-Arabi,
"Bütün bu ve benzeri rivayetlerden şu üç durumu çıkarmak mümkündür"
diyor;
1- Ölenin
ölüm haberini ev halkına, yakınlarına, ve salih kişilere duyurmak,
2- Böbürlenmek için
birçok kimselerin toplanmasını sağlamaya yönelik duyuruda
bulunmak.
3- Sesli şekilde ağlayıp çevreyi haber etmeye
çalışmak ve kendisini acındırmak...
Birinci durum
mubahtır, hatta müstehabdır denilebilir. İkinci ve üçüncü durum mekruhtur. Buna
tahrimen mekruh diyebiliriz.
Sonuç olarak hak
mezheplerin hemen hepsine göre, gusül, tekfin, namaz ve taşıyıp defnetmek için
Ölüm olayını çevresine duyurmakta bir sakınca yoktur. Ashab ve Tabiin zamanında
da bu tarz duyurmalar olmuştur. [725]
1- Ölüm olayını, ölenin yakınlarına, dost ve
arkadaşlarına haber veırnekte bir sakınca yoktur.
2- Kapı
kapı, sokak sokak, mahalle mahalle dolaşıp dellalm yaptığı gibi ölüm olayını
sesli bir şekilde haber vermek mekruhtur.
3-
Kişinin ölen yakınını,
dostu için ağlayıp
göz yaşı akıtmasında bir sakınca
yoktur.
4- Sesli ağlayıp feryad etmek, saç sakalı
yolmak, yakayı yırtmak ise haramdır. .
5-
Böbürlenmek için birçok kimselere haber salıp büyük kal- . abalık oluşturmaya
çalışmak mekruhtur.
6- Taziye
kabul etmek için üç gün evde veya mescidde oturmakta bir sakınca
görülmemiştir. Gurbette olmayanlar üç gün içinde taziyetlerini gelip
bildirirler. Gurbette olanlar ne zaman dönerlerse, gidip taziye verebilirler. [726]
"Bilindiği gibi,
cenaze namazının kendine has şekli ve sünnetleri vardır. Ama her haliyle o
namazdır. Bazılarının iddia ettiği gibi, sadece duadan ibaret değildir. O
bakımdan diğer namazlar için şart olan hususlar bu namaz için de şarttır.
Ancak bayram namazında
olduğu gibi, cenaze namazında da fazladan tekbir getirilir. Bunlar dört müdür,
beş midir, altı mıdır, yoksa daha fazla mıdır?
Bu konuda az farl^lı
rivayetler vardır. Önce onları, sonra da müctehidlerin tesbit ve ihticaclarmı
naklettiğimizde, konu daha iyi anlaşılmış olur. [727]
Az yukarıda Ebu
Hüreyre ve Cabir (r.a.) den yapılan sahih rivayette, bu tekbirlerin dört olduğu
belirtilmişti.
Abdurrahman b. Ebi
Leyla'dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:
"Ashabdan Zeyd b.
Erkanı (r.a.) bizim cenazelerimizin namazını kılarken dört tekbir getiriyordu.
Ancak bir cenazenin namazında o beş tekbir getirdi. Bunun üzerine kendisine
sebebini sordum. Şu cevabı verdi: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz beş
tekbir getirirdi."[728]
Hz. Hıızayfe (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen bir cenaze namazını kılarken beş tekbir
getirdikten sonra dönüp (orada hazır bulunanlara) şöyle dedi: "Ne
unutarak, ne de vehm ederek böyle yaptım; ama Rasulüllah'ın (s.a.v.) tekbir
getirdiği gibi (ve o kadar) tekbir getirdim. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) bir
cenaze namazına beş tekbir getirdi."[729]
Hz. Ali'den (r.a.)
yapılan rivayete göre, o, Sehl b. Hanif'in cenaze namazını kılarken altı
tekbir getirdi ve şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Sehl, Bedir savaşma hazır
olanlardan biridir."[730]
Hakem b. LHeybe 'den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Ashab-ı Kiram
genellikle Bedir savaşına katılanların cenaze namazını kılarken beş, altı ve
yedi tekbir getirirlerdi."[731]
a)
Hanefilere göre: Cenaze namazı farz-ı kifayedir ve dört tekbirle kılınır.
Birinci tekbir, iftitah anlamı taşıdığı için şarttır ve bir rek'at yerine
geçtiği için de rükündür, diğer üç tekbir ise üç rek'at yerine geçtiğinden
onların da rükün olduğu söylenir.[732]
b) Şafiilere
göre: Cenaze namazının bir takım rükünleri yardır. Niyet etmek ve dört tekbir
getirmek o rükünlerden ikisidir. İmam beşinci tekbir getirecek olsa namaz
bozulmaz, ancak bu hususta cemaat ona uymaz, yani cemaat beşinci tekbiri
getirmeyip bekler. Üçüncü rüknü, birinci1 tekbirden sonra fatiha okumaktır,
dördüncü rüknü selam vermektir. Beşinci rükün peygamber (s.a.v.) efendimize
salat-ü selam getirmek; altıncı rükün ölü için dua etmektir. Yedinci rükün ise,
bu namazı ayakta durup yerine
getirmektir.[733].
c) Hanbelilere
göre: Cenaze namazında dört tekbir getirmek sünnettir; bundan fazlası sünnet
olmadığı gibi, azı da sünnet değildir. Birinci tekbirden sonra Euzü-Besmele
çekilir ve fatiba suresi okunur. îstiftah duası, yani "Sübhaneke"yi okumak
sünnet değildir. Fatiha'mn okunması vaciptir. Hem fatiha, hem de dua gizli
okunur. îkinci tekbirle Peygamber'e (s.a.v.) salat-ü selam getirilir. Üçüncü
tekbirle kişi kendisi, ana babası, müslümanlar ve o ölü için dua eder. Her
tekbirde eller kaldırılır. Dördüncü tekbir getirildikten sonra az durulur ve
sadece sağ tarafa selam verilir.[734].
d)
Malikilere göre: Önce niyet getirilir; sonra iftitah tekbiri getirilir ve
bu tekbirde eller
kaldırılır. DiŞer tekbirlerde kaldırılmaz. îkinci ve üçüncü tekbirler
getirildikten sonra dua edilir. Sonra dördüncü tekbir getirilir ve arkasından
sadece sağ tarafa selam verilerek namazdan çıkılır.[735]
701 nolu Abdurrahman
hadisi sahihtir. Nitekim bunu kuvvetlendiren birkaç rivayet daha vardır. Ancak
Ukbe b. Amir, Bera b. Azib, Zeyd b. Sabit ve îbn Mes'ud (Allah hepsinden razı
olsun) daha çok dört tekbir getirileceğini belirtmişlerdir.
Bu babda İbn Abdilber
el-Ezkar'da Ebu Bekir b. Süleyman tarikiyle şunu rivayet etmiştir:
"Peygamber (s.a.v.) efendimiz cenaze namazında dört, beş, yedi ve sekiz
tekbir getirirdi. Bu hal Necaşi'nin gıyabında namazı kılmmcaya kadar devam
etti. Necaşi'nin namazını ise dört tekbirle kıldı. Bundan sonra da yapılan
ciddi tesbitlere göre, Rasulüllah (s.a.v.) vefat edinceye kadar cenaze
namazını hep dört tekbirle kılmıştır."
Kadı Iyaz da aynı
görüştedir.
Taberani'nin
el-Eysat'ta Cabir (r.a.) dan yaptığı rivayette şöyle buyurulmuştur:
"Ölüleriniz üzerinde gece, gündüz, onlar küçük olsun, büyük olsun,
sıradan biri olsun veya hükümdar ve yetkili bir kişi olsun dört tekbirle namaz
kılın."
Ancak bu rivayetin
isnadında Amr b. Hişam el-Beyruti bulunuyor ki bu zat hadisi rivayette
münferid kalmıştır.
Cumhur da cenaze
namazında dört tekbirin meşruiyetinde görüş birliği sağlamıştır. İmam Tirmizi
de ashabın çoğunun böyle amel ettiğine değinerek cumhurun tesbitine
katılmıştır.
Nitekim müctehid
imamların çoğu bu doğrultuda ictihad-larını ve ihticaclarım sürdürmüşlerdir.
Anlaşılan o ki: Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz önceleri bu namazı bazan dört,
bazan beş, altı, bazan da yedi tekbirle kılmış; sonra Necaşi'nin namazını
kılarken dört tekbir getirmiş ve vefat edinceye kadar bunu değiştirmemiştir.
Böylece Melek Cebrail'in bu konuda bir işareti söz konusu olabilir. Allah daha
iyisini bilir.
Bu konuda çok farklı
rivayetler vardır: Üç tekbir, dört, beş, altı, yedi ve sekiz tekbir şeklinde
bir uygulamanın olduğu belirtilmektedir. Ancak rivayetlerin çoğunun isnadında
zayıf ravüer bulunuyor. O bakımdan istidlal ve ihticace elverişli kabul edilmemişlerdir.
702 nolu Huzayfe
hadisinin isnadında Yahya b. Abdillah el-Bacûrî bulunuyor ki, bu zat hakkında
hayli şeyler söylenmiştir. Ancak Zehebi bu zatın isminden söz etmemiştir.[736].
703 nolu Ali rivayetini Berkani kendi
Müstahrec'inde "altı tekbir" lafzıyla rivayet etmiştir. Aynı rivayete
Buhari kendi tarihinde ve Said b. Mensur da Müsned'de yer vermiştir.
Beyhaki ise Hz.
Ali'nin (r.a.) vefat eden Ebu Katade'nin namazını kılarken yedi tekbir
getirdiğini rivayet etmişse de kendisi de bu rivayetin galat olduğunu, çünkü
Ebu Katade'nin Hz. Ali'den sonra bir süre daha yaşadığının bilindiğini
belirtmiştir.
Ancak bu rivayetlerin
tamamını bir araya getirdiğimizde, vefat eden kişinin ilim ve faziletim
dikkate alan Hz. Ali'nin (r.a.) tekbirleri artırdığı söylenebilir. [737]
1- Cenaze
namazında iftitah tekbiri dahil dört tekbir getirilir.
2- Müctehidlerden
bir kısmına göre, bu tekbirler şart ve rükündür; bazısına
göre birinci tekbir
rükündür, diğerleri
sünnettir.
3- îmam
beşinci tekbir getirdiği takdirde, nıüctehidlerin çoğuna göre cemaat ona
katılmaz ve selam vermesini bekler.
4-Tekbirlerde, imamların
çoğuna göre el kaldırılmaz. Bazısına göre kaldırmak
sünnettir. Ancak iftitah tekbirinde el-ler kaldırılır.
5-Birinci
tekbirden sonra Euzü Besmele çekmek sünnettir. Müctehidlerden bir kısım bu
sünneti belirtirken akabinde Fatiha okumak vaciptir, demişlerdir.
6- İmam
Malik'e göre, ikinci ve üçüncü tekbir ardarda getirilir ve dua edilir.
7- Tekbirden
sonra salavat getirmek ve yine tekbirden sonra dua etmek sünnet midir, vacip
midir? Bu hususta müctehid imamların
ictihadîarı farklıdır.
8-Birinci
tekbirden sonra istiftah duasının okunup okunmayacağı da ihtilaf konusudur:
Kimine göre, okunur, kimine göre okunmaz.
9- Detayda
ihtilaf olmakla beraber, cenaze namazının far- zı kifaye olduğunda ihtilaf
yoktur.
10- ilim
erbabı, salih kişilerin cenaze namazında dörtten fazla tekbir getirmekte,
ashabın bir kısmına göre bir sakınca yoktur. Ancak yaşamakta olan dört mezhep
imamları bununla ilgili rivayetlerle amel etmemişlerdir. O bakımdan
yapılmaması daha uygun olur.
11- İmam Şafii'ye göre, her tekbir bir rükün ve
bir rek'at sayılır. [738]
Cenaze namazı,
yukarıda da belirttiğimiz gibi, hem Ölen mü'mine saygı ifade eder, hem de
mü'minin mü'min kardeşine karşı birtakım vazifelerinin bulunduğunu, ölünce de o
vazifenin devam edeceğini yansıtır. Mesela, ölen kardeşimizi yıkayıp kefenlememiz,
namazını kılıp defnetmemiz, sonra da zaman zaman onun için istiğfar edip
Allah'tan rahmet ve gufran dilememiz ve yeri geldikçe sevabı ona ulaşmak üzere
tasaddukta bulunmamız bu vazifenin birer uzantısı sayılır. [739]
Ibn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen bir cenazenin namazını kılarken Fatiha
suresini okumuş ve sonra şöyle demiştir: "Bilesiniz ki bu sünnettir."[740]
Ebu Ümame b. Sehl'den
yapılan rivayete göre, adı geçene Ra-sulüllah'ın ashabından bir adam. şunu
haber vermiştir: "Cenaze namazında sünnet odur ki, imam tekbir getirdikten
sonra gizli olarak Fatiha suresini okur. Sonra da Peygamber (s.a.v.) efendimize
salavat getirir ve cenaze için ihlas ve ciddiyet- le dua eder ve bunları
tekbirleri getirerek yapar ve başka bir şey okumaz. Sonra da gizli olarak selam
verir."[741].
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ölen kimsenin
cenaze namazını kıldığınızda, onun için ihlas (ciddiyet ve samimiyet) üzere dua
ediniz."[742].
Yine Ebu Hüreyre
(r.a.) den yapılan rivayete göre, diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz
bir cenazenin namazını kılarken şöyle dua ederdi:
Türkçesi:
Allah'ım! Dirimizi,
ölümüzü, hazır olanımızı, hazır olmayanımızı; küçüğümüzü, büyüğümüzü,
erkeğimizi, kadınımızı, mağfiret edip bağışla. Allah'ım! Bizden kimi diriltip
hayata getirirsen onu islam üzerine dirilt; bizden kimin ruhunu alırsan, iman
üzerine ruhunu al."[743].
Avf b. Malik'den
(r.a.) yapılan rivayete göre, diyor kî:
"Rasulüllah
(s-a.v.) efendimizin bir cenazenin namazını kılarken şöyle dua ettiğini
işittim: "Allah'ını! Bu kulunu bağışla ve ona merhamet et, onu affedip
afiyete erdir. İneceği yeri şerefli, keremli kıl, gireceği yeri genişlet ve onu
su, kar ve dolu (soğuk sıvı) ile yıka; hatalardan temizleyip arındır, nasıl ki
be-yaz elbise kir ve pastan armdırılıyorsa... Ona yurdundan daha hayırlı bir
yurt, ehlinden daha hayırlı ehil, eşinden daha hayırlı eş ver. Onu kabir
fitnesinden ve cehennem ateşinin azabından koru."
Ravi Avf diyor ki:
"Rasulüllah^ın (s.a.v.) bu duasına maz- har olmak için kendimin o ölen
kişinin yerinde olmamı temenni ettim."[744]
Vasile b. Eska' (r.a.)
diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz, mü$ tumanlardan bir adamın cenaze namazını bize kıldırdı.
Onun şöyle dua ettiğini işittim: "Allah'ım! Şüphesiz falan oğlu falan
senin zimmetinde ve komşuluğun hablinde bulunuyor. Artık sen onu kabir fitnesinden
ve cehennem ateşinin azabından koru. Sen vefaya daha ehilsin ve Övülmeye daha
çok layıksın. Allah'ım! Onu bağışla ve rahmet eyle. Şüphesiz ki sen çok
bağışlayan ve çok merhamet edensin."[745]
a)
Hanefilere göre: Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayet edilen hadiste belirtilen
duanın okunması sünnettir. Ancak duaya Allah'a hamd ve Peygambere (s.a.v.)
salat-ü selamla başlamak da sünnettir. [746]
b) Şafiilere
göre: Bu mezhebin zahirine göre,
Ebu Hüreyre'den rivayet edilen dua okunur ve şu cümleler ilave edilir:
"Allah'ım! Bizi
bunun ecrinden mahrum etme ve ondan sonra bizi fitneye düşürme. Allah'ım! Bu
senin kulundur, kulunun oğludur; dünyanın rahatlık ve genişliğinden çıktı,
kabrin karanlığına indi. Senin bu kulun Senden başka ilah olmadığına,
Muhammed'in de Senin kulun ve resulün olduğuna şehadet ederdi. Onun bu
durumunu Sen daha iyi bilirsin. Allah'ım! Bu kulun sana konuk olarak geldi,
Sen konak sahiplerinin hayırlısısm. Fakir olarak Senin rahmetine geldi, Sen ona
azap etmekten müstağnisin. Biz Sana rağbet ederek gelmiş bulunuyoruz, onun için
şefaat ediyoruz: Allah'ım! Eğer o iyi bir insansa, onun iyiliğini artır; kötü
bir insansa, onun kötülüklerini bağışlayıp geç; onu rahmetinle, rızanla
karşılaştır; kabir fitnesinden ve azabından koru. Kabrini genişlet... ve güven
içinde cennetine eriştir. Ey merhametlilerin en çok merhamet edeni..."[747]
c)
Hanbelilere göre: Cenaze namazında belirlenmiş bir dua yoktur. Ancak dua okumak
vaciptir ve dua eden kimse önce kendi nefsi, sonra ana-babası, sonra da diğer
bütün müslümanlar için rahmet, mağfiret ve atıfet diler. Bununla beraber Ebu
Hüreyre ve o anlamda İbrahim el-Eşheli hadislerinde belirtilen duayı okumak uygun
olur.[748]
d) Malikilere
göre: Birinci tekbirde
eller kaldırılır, diğerlerinde kaldırılmaz. Her tekbirden sonra dua
edilir ve böylece
cenaze namazında her
tekbirden sonra dua edilerek dört defa bu ameliye yapılır.[749]
710 nolu îbn Abbas
(r.a.) hadisini aynı zamanda İbn Hibban ve Hakim tahric etmişlerdir. İsnadı
sahihtir. İmam Şafii ve Ah-med b. Hanbel bu ve bunu kuvvetlendiren diğer
rivayetlerle ihti-. cac etmişlerdir.
711 nolu Ebu Ümame hadisinin isnadında Mutarrif
bulunuyor. Ancak Mizan'da üç Mutarrif ismi üzerinde durulmuş ve her üçü
hakkında da müsbet ve menfi tesbit ve görüşlerin bulunduğuna değinilmiştir.[750]
Beyhaki ise onun kavi
olduğunu söylemiştir.
Aynı manaya delalet
eden bir hadisi Hakim ve ayrıca Nesai tahric etmişlerdir. Ne var ki bu
rivayetlerde "tekbirden sonra" ve bir de "Sonra da gizli şekilde
selam verir" cümlelerine yer verilmemiştir. Gizli selamdan maksat, aşikar
verilmeyenidir.
Bu babda ayrıca
Tirmizi ve îbn Mace şunu rivayet etmişlerdir: "Peygamber (s.a.v.) cenaze
namazını kılarken Fatihayı okudu." Şu kadar ki, bu hadisin isnadında
İbrahim b. Osman Ebu Şeybe e1 Vasıtî bulunuyor ki, bu zat cidden zayıftır.[751] İbn
Main onun sıka olmadığını söylerken, İmam Ahrned de zayıf olduğuna dikkat
çekmiştir.[752]
Hakimin İbn Abbas
(r.a.) dan yaptığı bir rivayette şöyle denilmiştir; "İbn Abbas Evba
mevkiinde bir cenaze üzerine namaz kıldı; Tekbir getirdi ve Fatiha'yı okudu,
okurken sesini yükseltti. Sonra Peygamber'e (s.a.v.) salavat getirdi ve sonra
da şöyle dua etti: "Allah'ım! Bu senin kulundur ve kulunun oğludur. Senin
rahmetine fakir olarak geldi, Sen ise ona azap etmekten ganîsin. Allah'ım! Bu
kulun temiz ise Sen onu tezkiye et, .günahkar ise onu bağışla. Allah'ım! Bizi
onun ecrinden mahrum bırakma ve bizi ondan sonra saptırma." Sonra üç
tekbir getirdi ve namazı tamamladı. Sonra da şöyle dedi: "Ey insanlar!
Ben bunu, siz sünnet olduğunu bilesiniz diye aşikar okudum."
Ancak bunun isnadında
Şürahbil b. Sa'd bulunuyor ki, bu zat hakkında farklı sözler söylenmiştir.
Nesai, Hakim, Şafii ve
Ebu Leyla'nın Cabir'den yaptıkları rivayette deniliyor ki: "Peygamber
(s.a.v.) cenaze namazında Ümmu'l-Kur'an (Fatihay)ı okudu."
Bu konuda birkaç
rivayet daha vardır ki, hepsi de cenaze namazında Fatihanın okunacağına
delalet etmekte ve Ibn Abbas rivayetini kuvvetlendirmektedir.
712 nolu Ebu Hüreyre hadisini Ibn Hibban tahric
etmiş ve Beyhaki sahihi emiştir. Ancak isnadında Ibn îshak bulunuyor ki, bu zat
hakkında "Muanan rivayette bulunmuştur" denilmiştir. Yani senedinde
sözleri açıkça belirtilmeden "falan filandan" şeklinde bir ifade
kullanmıştır. Ne var ki İbn Hibban başka bir ta-
rikle bunu
"sima" lafzını kullanarak tahric etmiştir.
713 nolu Ebu Hüreyre
hadisini Nesai, İbn Hibban ve Hakim tahric etmiştir.1 Bu rivayetin, başta Hz.
Aişe'den (r.a.) olmak üzere şahitleri bulunuyor. Nitekim Tirmizi o şahidi
rivayet edip İkrime b. Ammar ile muallel göstermiştir. Yani sıhhatim ze-deleyen
bir kusuru söz konusudur.
Böylece rivayetlerin
tamamı biraraya getirilince, asıl murad olan mana ve hüküm kuvvet kazanmış
oluyor. O bakımdan istidlal ve ihticaca salih sayılabilir.
714 nolu Avf hadisini aynı zamanda Tirmizi
muhtasar olarak tahric etmiştir. İsnadı sahihtir.
715 nolu Vasile hadisi hakkında Ebu Davud ve
el-Münzeri susup bir şey dememiştir. Ancak isnadında Mervan b. Cenah bulunuyor
ki, bu zat hakkında Ebu Hatim:
"Onun rivayetiyle ihti-cac
edilmez" demiş, Beyhaki ise "bir sakınca yoktur" diyerek farklı
bir tesbit ortaya koymuştur.[753]
Bu ve benzeri iki
rivayetten, Rasulüüah'ın fs.a.v.) cenaze namazında duayı aşikar yaptığı
anlaşılıyor.
Bununla beraber ilim
adamlarından bir cemaat duanın gizli yapılmasının müstehab olduğunu
belirtmişlerdir. Rasulüllah'm (s.a.v.) bazan aşikar dua etmesi, talim için
olabilir. O bakımdan duayı iki şekilde yapmak da caizdir denilebilir. [754]
1- Cenaze
namazında birinci tekbirden sonra fatiha okumak sünnettir. Bu, îmam Şafii iîe
imam Ahmed'in içtihadıdır.
2- Cenaze
namazında zamm-i sure okunmaz.
3- Mü ete hi di erin bir kısmına göre istiftah duası
yapılmaz. Bazısına göre yapılır. îmam Ebu Hanife'ye göre de yapılır.
4- İkinci
tekbîrden sonra Peygamber'e (s.a.v.) saîavat getirmek kimine göre vacip,
kimine göre sünnettir.
5- Üçüncü ve
dördüncü tekbirlerde dua edilir ve hiç birisinde fatiha ve ayet okunmaz.
6- Duayı
ihlas üzere yapmak sünnettir.
7- Cenaze namazında kesin belirlenmiş bir dua
olmamakla beraber, Raşulüllah'tan ve ashabdan rivayet edilen birkaç çeşit dua
şekli söz konusudur. Onlardan herhangi biri seçilebilir. Bunun dışında ayrı
bir dua yapmakta bir sakınca yoktur.
8- Kendine göre ayn bir dua tertipleyen kimse,
önce kendi nefsi için, sonra ana-babası için, sonra da bütün müslümanlar için
rahmet ve gufran dileyerek bir tertip gözetir. Böyle yapmanın müstehab olduğunu
söyleyenler çoğunluktadır.
9- Cenaze
için dua fazla uzatılmaz, Rasulüllah'm yaptığı dua kadar uzun tutulması
müstehabdır.
10- Dua, saîavat ve kıraatin gizli okunması
sünnettir. Bu, müctehidlerden çoğunun içtihadıdır.
11- Cenaze
namazından sonra başka dua edilmez ve cenaze bir an Önce defnedilmek üzere
kabristana taşınır.
12- Cemaat,
imamın dua ve salavatiyla yetinmez, yani imam dua ederken cemaat de kendi
içlerinden dua eder. Saîavat da öyle... [755]
Dinimizin insana
kıymet verdiğine ve iman edenlerin Allah yanında aziz ve şerefli olduğuna
değinmiştik. Cenaze konusunda, insanın dirisine verilen değerin bir mislinin
ölüsüne de verildiğine atıfta bulunup aydınlatıcı bilgi vermiştik. Burada ise,
cenaze geçirilirken oturmakta olan müslümanın ayağa kalkıp kalkmaması söz
konusudur. Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin önceleri, ölen kim olursa olsun
ayağa kalktığı, fakat sonraları aldığı işaret üzerine ayağa kalkmadığı rivayet
yoluyla bilinmektedir.
Bununla beraber ilgili
hadisleri ve müctehidlerin görüş, tes-bit ve hüccetlerini nakletmemizde,
konunun aydınlanması bakımından ihtiyaç vardır. [756]
İbn Ömer ve Amir b.
Rebi'a (r.a.) dan yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle
buyurmuştur: "Cenaze gördüğünüz zaman, sizin önünüzden geçirilinceye veya
yere konuluncaya kadar onun için ayağa kalkın![757]
Ahmed b. Hanbel'in
yaptığı rivayette ise deniliyor ki: "İbn Ömer (r.a.) bir cenaze görünce
ayağa kalkar ve o geçirilinceye kadar oturmazdı. Hazan da cenazenin önüne geçer
de bir süre oturur ve yaklaştığını görünce ayağa kalkardı da yere bırakılmcaya
kadar oturmazdı."
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayette, diyor ki:
"Önümüzden bir
cenaze geçirildi. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz (onu görünce) ayağa kalktı, biz
de ayağa kalktık. Sonra da: "Ya Rasulallah! O geçirilen cenaze Yahudi
idi" diyerek bilgi verdik. Bunun üzerine efendimiz şöyle buyurdu:
"Siz cenaze gördüğünüzde ayağa kalkınız"[758]
Sehl b. Hunayf ve Kays
b. Sa'd (r.a.) dan yapılan rivayete göre: Bu iki zat da Kadisiye'de
oturuyorlardı. Onların önünden bir cenaze geçirildi, ikisi de ayağa kalktılar.
Biri onlara: "Bu cenaze bu yeı-in ehlinden, yani gayr-i müslim
vatandaşdır" diye bilgi verdi. Onlar şöyle dediler: "Rasulüllah
(s.a.v.) efendimizin önünden cenaze geçirilince ayağa kalktı. Bunun üzerine
biri Ona: "Bu bir Yahudi'nin eenazesidir" diye bilgi verince,
Efendimiz şöyle buyurdu: "O bir can değil midir?"[759]
Ali b. Ebi Talib
(r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz önceleri bize
cenazenin ö»ündfe*ı ayağa kalkmamızı emretti. Ondan sonra kendisi kalkmayıp
oturdu ve bize de oturmamızı emretti."[760]
îbn Şirin (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle anlatıyor:
"Bir cenaze Hz.
Hasan ile Hz. İbn Abbas (r.a.) in önünden geçirildi. Hz. Hasan ayağa kalktı,
İbn Abbas ayağa kalkmadı. Bunun üzerine Hz. Hasan (r.a.), İbn Ab-bas'a:
"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz cenaze geçirilirken önünden kalkmadı
mı?" diyerek hatırlatmada bulundu. İbn Abbas (r.a.) şu cevabı verdi:
"Evet (önceleri kalkardı, ama sonra) oturup kalkmadı."[761]
a) Hanefilere
göre: Cenaze geçirilirken ayağa kalkılmaz. Ancak ona hazır olmak, yani teşyi'
etmek istediği takdirde ayağa kalkar. Bunun gibi adam musallanın yanında
otururken cenaze getirildiğinde, taşıyanlar onu musallaya koyuncaya kadar kalkmaz
ve konulduktan sonra kalkmasında bir sakınca yoktur. Sahih olan da budur[762]
Cenazeyi kabre
götürdüklerinde, onu yere bırakmadan orada bulunanların oturması mekruhtur.[763]
b) Hanbelilere
göre: Cenaze geçirilirken ayağa kalkmak
değildir. İmam Ahmed bu konuda şöyle demiştir: olu-rsa ayıplamam; kalkmayıp oturan kimse
için de *8e konusu değildir,"
derim.
taşıyıp musalla veya
kabre götürürken, yere konul-f
beraberinde bulunanların oturmaması müstehabdır.[764]
c) Şafiilere göre: Cenazeyi görünce oturmakta
olan kimselerin ayağa kalkması müstehabdır. Muhtar olan kavi de budur.[765]
d)
Malikilere göre: Diğer üç mezhepte olduğu gibi, cenazenin önünden kalkmak
mekruhtur.[766]
Bu babda Buharı nin
îbn Ebi Leyla'dan yaptığı rivayete göre: "Ashabdan Ebu Mes'ud (r.a.) ile
Kays (r.a.) cenazeyi görünce ayağa kalkarlardı."
724 nolu İbn Ömer, 725
nolu Cabir ve 726 nolu Sehl hadisi sahihtir.
Ancak cenazeyi görünce
ayağa kalkan kimse, cenaze için mi kalkıyor, yoksa onun ruhunu alan veya
canları çekip alan Cenab-ı Hakk'm yüksek kudretine ta'zim olsun diye mi
kalkıyor? Hakimin Enes'den tahric ettiği rivayette, Enes'in (r.a.) şöyle
dediği merfuan tesbit edilmiştir: "Biz, cenazenin Önünde ancak meleklere
tazim olsun diye kalkıyoruz."
Buna benzer bir
rivayeti de İmam Ahmed, Ebu Musa, (r.a.) den yapmıştır. Ayrıca Ahmed, îbn
Hibban ve Hakim'in Abdullah b. Amr (r.a.) dan merfuan yaptıkları rivayete göre,
şöyle demişlerdir: "Müslümanlar gördükleri cenazenin önünden ancak onun
ruhunu kabzeden Cenab-ı Hakk'a ta'zim olsun diye kalkarlar."
Yahudinin önünde
kalkma konusuna gelince:
İmam Ahmed, Hasan b.
Ali (r.a.) den şu rivayeti naklet-miştir: "Rasulüllah'ın ayağa kalkması,
Yahudiden çıkan kerih kokudan eziyet duyduğundan dolayı idi"
Taberani ise, 'Yahudi
için tütsülendirdikleri bahurun kokusundan tiksindiği için ayağa
kalkmıştır" şeklinde rivayet etmiştir.
Diğer yandan Taberani
ve Bey haki'den yapılan rivayette ise başka bir vecih ortaya konarak şöyle
denilmiştir: "Rasulüllah'ın (s.a.v.) ayağa kalkması, geçirilmekte olan
Yahudi'nin Ra-sulüllah'ın başının seviyesini aşmamasına yönelik bulunuyordu."
Bütün bu yorumlar ilim
adamlarının kendi görüş ve ictihad-larıdır. Ancak hiçbirisi hadisin sıhhatiyle
tearuz edemez. Zira her üç hadis de sahihtir. Sonraları bu hükmün neshedildiği
söylenebilir. Bununla beraber İshak, İbn Habib ve İbn Macişûn sözü edilen
hadislerin neshedilmediğine kaildirler. Rasulüllah'ın oturup kalkmaması, bunun
cevazına delalet eder. Yani ayağa kalkmak nasıl caizse, kalkmayıp oturmak da
Öylece caizdir. İbn Hazm de aynı görüştedir.[767]
727 nolu Hz. Ali
hadisinin isnadındaki ricalin hepsi sahihtir. İbn Hibban da hadisi aynı lafızla
tahric etmiş; Beyhaki ise şu
lafızla tesbitte
bulunmuştur: "Sonra oturdu ve ashabına
da oturmalarını emretti."
728 nolu İbn Şirin rivayetinin isnadındaki
ricalin hepsi sıkadır, yani güvenilir kişilerdir.
Ebu Davud, Tinnizi,
îbn Mace ve Bezzar'ın yaptıkları rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v.) cenazenin
önünden kalkınca, Yahudilerin de Öyle yaptıkları bildirildi. Bunun üzerine
peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "O halde (bundan böyle cenazenin
önünden) kalkmayın, oturun ve onlara muhalefet edin!"
Ancak bu rivayetin
isnadında Bişr b. Rafı' bulunuyor ki, bu zat kavi değildir. Buhari: "Onun
hadisine mutabaat edilmez" derken, İmam Ahmed: "O zayıftır"
demiştir. îbn Main ise, onun münker hadisler rivayet ettiğine dikkat çekmiştir.
îbn Hibban da onun mevzu hadis rivayet ettiğini belirterek güvenilir olmadığına
değinmiştir.[768]
1- Cenazenin
önünden kalkmakta bir sakınca yoktur.
2- Cenazeyi
görünce kalkmayıp oturmakta da bir, sakınca yoktur.
3- Üç
mezhebe göre, kalkmak müstehab değildir, bir kısmına göre ise mekruhtur.
4- İmam
Şafii'ye göre, kalkmak müstehabdır.
5- Cenaze musallaya
getirildiğinde veya kabre götürüldüğünde, orada bulunanların cenaze yere
konmadıkça oturması mekruhtur. [769]
Allah'a inanan ve O'na
döneceğinden şüphe etmeyen kimse hayatı boyunca her iş ve davranışında, her
konu ve meselede Allah'ı anmayı ihmal etmez. Çünkü kalpler ancak Allah'ı
anmakla yatışır ve huzura kavuşur. Aynı zamanda iç disiplini de bu düşünce
atmosferi içinde gerçekleşebilir.
O bakımdan ölen din
kardeşimizi nasıl yıkarken Allah'ın ismini anarak başlıyor ve yine o isimle
yıkamayı tamamlıyorsak, namazını kılarken, kabre götürürken ve defnederken de
hep Allah'ın ismini anıyor ve böylece hem kendimizden, hem de ölen
kardeşimizden şeytanı uzaklaştırıyor, rahmet meleklerini yaklaştırıyoruz. [770]
îbn Ömer (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz ölüyü kabre korken:
"Bismillahi ve ala milleti Rasulillah'i" derdi. Diğer bir lafızla:
"ve ala sünneti Rasulillah'i" derdi.[771]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, "Peygamber (s.a.v.) efendimiz bir cenazenin
namazını kıldıktan sonra onun kabrine geldi ve baş tarafından üç defa küçük taş
veya toprak parçalarını alıp kabrin içine attı."[772]
Sufyan et-Temmari'den
yapılan rivayete göre, adı geçen, Peygamber (s.a.v.) efendimiz'in kabrini
müsennem (yüksekçe, tümsekçe) bir halde görmüştür.[773]
el-Kasım'dan yapılan
rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir;
"Hz. Aişe (r.a.)
validemizin yanına girdim ve ona şöyle dedim: "Ey anam! Allah için benden
yana Rasulüllah (s.a.v.) ile Onun iki yakın arkadaşı (Ebu Bekir ile Ömer)in
kabirlerini aç (üzerlerindeki Örtüyü kaldır)." O da bu üç kabrin
üzerindeki Örtü veya perdeyi kaldırdı: Kabirler ne yüksek idi, ne de yere
yapışık, aynı seviyede idi. Küçük çakıl taşlı kırmızı toprağa yakın bir
görünümdeydi."[774]
Cafer b. Muhammed'den
o da babasından yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, oğlu
İbrahim'in kabri üzerine su serpti ve küçük çakıl taşları koydu."[775]
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre, "Peygamber (s.a.v.) efendimiz, ashabdan Osman b.
Maz'un'un (r.a.) kabrine büyükçe bir taş alamet olsun diye dikti."[776]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
'Peygamber (s.a.v.)
efendimiz kabrin kireçle sıva ve badana yapılmasını ve kabir üzerinde oturmayı,
üzerine bina yapmayı yasakladı."[777]
Diğer bir lafızla
şöyle denilmiştir: "Kabirlerin kireçle sıvanıp badana yapılmasını, üzerine
yazı yazılmasını, üzerine bina yapılmasını ve basılmasını yasakladı." [778]
a)
Hanefilere göre: Ölü kabre konulurken, onu koyup yerleştiren kimsenin
"Bismillahi ve ala milleti Rasulillahi" demesi sünnettir. İmam Ebu
Hanife bu sünnetin şu lafızla denilmesini belirtmiştir: "Bismillahi ve fi
sebilillahi ve ala milleti Rasulillahi"
Kabir biraz tümsekçe
(balık sırtı gibi) yapılır. Dört köşe yapılmaz. Bu tümsekliğin de bir karış
veya biraz fazla olması sünnete daha uygundur. Bunun gibi kabri kireçle sıvamak
veya badana yapmak, üzerine bina oturtmak ve birtakım alametler koymak
mekruhtur. İmam Ebu Yusuf a göre, kabrin üzerine yazı yazmak da mekruhtur.
Aynı zamanda kabir,
içinden çıkan toprakla örtülür, hariçten toprak ilave edilmez. Ancak çıkan
toprak yetmezse, o takdirde hariçten ilave etmekte bir sakınca yoktur. Kabrin
üzerine su serpmekte bir sakınca yoktur. Ebu Hanife'ye göre: Kabre basmak,
üzerine oturmak, üzerinde uyumak, üzerinde küçük, büyük abdest bozmak
mekruhtur. Bunun gibi, kabir üzerinde namaz kılmak da mekruhtur.[779]
b) Şafiilere
göre: Ölü defnedilirken üzerinde bir örtü tutulur. Kabre indirilirken
"Bismillahi ve ala milleti Rasulillahi"
demek müstehabdır.
Ölünün kabirde altına bir şey, halı, kilim ve benzeri yaygı serilmez. Toprak
çok gevşek ve kaygan olmadığı takdirde ölüyü tabut içinde gömmek mekruhtur.
Gece defnetmekte bir sakınca yoktur.
Kabri kireçlemek,
üzerine bina yapmak, yazı yazmak mekruhtur.
Kabrin üzerine su
serpmek ve üzerine küçük çakıl taşları koymak, baş ucuna bir taş dikmek veya
bir tahta yerleştirmek ise menduptur.[780]
c)
HanbeÜlere göre: Ölü kabrine konurken "Bismillahi ala
milleti
Rasulillahi" demek ve ölen kadın ise defin esnasında üstünde bir örtü
tutularak defninin sağlanması müstehabdır.
Kabrin içine üç defa
arada az toprak ve küçük çakıl taşı alıp atmak da müstehab sayılmıştır. Kabir
yerden bir karış yükseltilir ve balık sırtına benzer şekilde tümsek tutulur.
Böyle yapmak da sünnettir.
Kabre ateşe dokunmuş
bir cisim (tuğla ve benzeri şeyler) konulmaz. İmam Ahmed'e göre tahta da
konulmaz. Tabutla birlikte defnetmek müstehab değildir. Kabrin üzerine su
serpmek ve alamet olsun diye bir taş ve tahta dikmekte bir sakınca yoktur.[781]
d) Malikilere
göre: Kabri biraz tümsek tutmak, yerle bir düz tutmaktan efdaldır. Kabri
kireçlemek, yani kireçle sıva ye badana yapmak, üzerinde bina inşa etmek
mekruhtur.[782]
736 nolu.İbn Ömer
hadisini aynı zamanda îbn Hibban ile Hakim tahric etmişlerdir. Ancak hadisin
merfu' ve mevkuf olduğu üzerinde farklı tesbitler ortaya çıkmıştır: Darekutni
ve Nesaî mevkuf olduğuna ağırlık verirken, başka muhaddisler onun merfu'
olduğunu belirtmişlerdir.
Bu babda îbn Hibban,
Şaid tarikıyla Katade'den merfuan; Bezzar ve Taberani ise, İbn Ömer'den ve bir
benzerini İbn Mace
îbn Ömer'den merfuan
rivayet etmişlerdir. Ancak bunun isnadında Hammad b. Abdirrahman el-Kelbi
bulunuyor ki, bu zat meçhuldür.[783] Ebu
Hatim de onun zayıf olduğuna değinmiştir.[784]
Bu babda bir diğer
hadisi Hakim ile Beyhaki, Ebu Ümame (r.a.) den şu lafızla rivayet etmişlerdir:
"Rasulüllah'in (s.a.v.) kızı Ümmü Gülsüm kabre konulunca, Rasulüllah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sizi topraktan yarattık, sizi oraya döndüreceğiz
ve tekrar oradan çıkaracağız. Bismillah! ve fi sebilillahi ve ala milleti
rasulillahi"
Bu hadisin senedi
zayıftır, İbn Hacer de aynı görüştedir.
737 nolu Ebu Hüreyre
hadisine gelince: Ebu Hatim el-Ilel'de onun batıl olduğunu; Hafız İbn Hacer
"onun isnadının zahiri sahihtir" demiştir. Böylece İbn Hacer'in
tesbit ve görüşü ağırlık kazanmıştır.
Bu mealde bir hadisi
Ebu Davud'un oğlu rivayet etmiş ve sa-hihlemiştir.
Diğer yandan Bezzar ve
Beyhaki Amir b. Rebi'a (r.a.) den şunu rivayet etmişlerdir: "Osman b.
Mez'un defnedildiğinde, Rasulüllah onun namazını kıldı ve dört tekbir getirdi,
sonra kab rine üç defa toprak alıp attı ki o sırada onun kabrinin baş ucunda
ayakta duruyordu." Bezzar bu rivayete şunu da eklemiştir: "Ve emretti
de onun kabri üzerine su serpildi."
740 nolu Cafer hadisi
murseldir, yani senedinden bir sahabi düşmüştür. Aynı hadisi Beyhaki, Said b.
Mensur'dan mursel olarak tahric etmiştir.
Bu babda yine
Beyhaki'nin Cabir'den yaptığı rivayette deniliyor ki: "Rasulüllah
(s.a.v.) efendimizin kabrine su serpildi. Suyu serpen ise, Bilal b.
Rebah'dır..."
Rivayetin sonunda şu
ifadeye yer verilmiştir: "Suyu, baş kısmından başlayıp ayak kısmına kadar
(düzenli şekilde) serpti. " Ancak bu rivayetin isnadında Vakıdi bulunuyor
ki, onun riva-yetine pek itibar edilmez.
Ancak başta İmam Ebu
Hanife ve İmam Şafii olmak üzere birçok fakih ve müctehidler kabrin üzerine su
serpmenin meşru1 olduğunu belirtmişlerdir.
741 nolu Enes hadisini aynı zamanda îbn Adiy
tahric etmiştir. Taberani de el-Evsat'da Enes'den başka bir isnadla rivayet
etmiştir ki, bu isnadda zaaf vardır,
Bu konuda Ebu Davud'un
Muttalib b. Hantab'dan yaptığı rivayette şöyle denilmiştir: "Osman b.
Mez'un vefat ettiğinde cenazesiyle çıkıldı ve defnedildi. Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz bir taş getirilmesini emretti. Getirmeye giden- adamın taşı kaldırıp
getirmeye gücü yetmedi. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) kalktı, kollarını
sıvadı ve taşı kaldırıp getirdi, Osman'ın baş ucuna diktikten sonra şöyle
buyurdu: "Bu taşla kardeşimin kabrini be-lirliyorum ve ehlimden ölenleri
de bundan böyle onun yanına defnedeceğim.
Hafız İbn Hacer bu
rivayetin isnadının hasen olduğunu belirtmiştir.
742 nolu Cabir
hadisini İbn Mace, îbn Hibban ve Hakim tahric etmişlerdir. Bu babda Müsned-i
Firdevs'de îbn Mes'ud'dan (r.a.) yapılan rivayette buyuruluyor ki: "Ölü
devamlı surette ezan sesini işitir, ancak kabri sıvandığı zaman duymaz
olur." Hafız İbn Hacer bu hadisin isnadının batıl olduğunu belirtmiştir.[785]
Çünkü bu, Muhammed b. Kasım et-Taykani'den rivayet edilmiştir ki bu zat hadis
uydurmakla tanınmıştır. Hakim de onun hadis uydurduğuna dikkat çekmiştir.[786]
İmam Şafii ile Hasan
el-Basri bu rivayetlere pek itibar etmemişler ve bizzat Rasulüllah'ın (s.a.v.)
kabrinin yerden bir karış yüksek tutulduğunu ve arsadan alınan' kırmızımsı bir
çamurla sıvandığını delil olarak göstermişlerdir.
Sıvanıp badana
yapılması dışında kalan hükümlere muhalefet eden olmamıştır. O bakımdan kabir
üzerine oturmak, üzerine bina yapmak ve süslü, yaldızlı cümleler yazmak mekruh
sayılmıştır. [787]
1- Ölüyü
kabre indirirken besmele çekmek ve rivayet edilen "Bismillahi ve ala
milleti Rasulillahi" cümlesini demek sünnettir.
2- Ölünün
baş ucundan yana yerden az toprak veya küçük çakıl taşları alıp kabre atmak ve
bunu üç defa tekrarlamak» müstehabdır. Bunları atarken ilgili şu ayetleri
okumakta bir sakınca yoktur;
Kerim, Taha Suresi,
55).
3- Defin
esnasında kefenin açılma ihtimali göz önüne alınarak, özellikle defnedilen
kadın ise, üzerine örtü tutmak müstehabdır.
4- Definden
sonra kabrin üzerine su dökmek ve çakıl taşlarını kabrin üzerine koymak da
müstehab sayılmıştır.
Kabrin üzerine su
dökerken baş kısmından başlamak tavsiye edilmiştir.
6- Kabir en çok yerden bir karış veya ondan biraz fazla yüksek tutulur ve
balık sırtı şekline sokularak düzenlenir. Böyle yapmak sünnete daha
muvafıktır. Bununla beraber kabrin
etrafına taş dizmek ve kaybolmaması için o taşları sıvamaya cevaz verenler
olmuştur.
7- Kabrin çok yüksek tutulması, mermer ve betondan yapılması mekruhtur. Çünkü
islam, kabrin üstüne değil, altına önem verir.
8- Zaruret yokken kabirleri çiğnemek, kabirlerin
üzerine oturmak tahrimen mekruhtur.
9- Kabrin
üzerine kümbet yapmak, bina oturtmak da mekruhtur. Buna daha çok şekle önem
veren kimseler heveslenir.
10- Kabirden
çıkan toprağı yine kabri düzenlemede kullanmak müstehabdır. İhtiyaç olmadığı
takdirde hariçten toprak getirip kullanmamak daha uygun olur.
11- Ölüyü
defnederken, onun için rahmet ve mağfiret dilemek, kabir sualinin kolay
geçmesi için dua etmek meşru'dur.
12- Ölü
defnedilirken oturmak veya ayakta durmakta bir sakınca yoktur. Ancak defin
işiyle meşgul olanlara yardımcı olmak sünnettir. [788]
Cenaze namazında ölen
din kardeşimiz için dua etmemiz, yani cenaze namazına katılıp bu görevi yerine
getirmemiz farz-ı kifayedir. Din kardeşimizi kabir alemine yolcu ederken, onu
dua, salavat ve benzeri^ zikirlerle anıp ilahi rahmet ve mağfireti dilememiz
îslamın güzel sünnetlerinden biridir. Bu, hem din kardeşliğimizi pekiştirir,
hem aramızdaki soğukluğu giderir, hem de ecir ve sevap kazanmamıza vesile olur.
Ayrıca defin esnasında
ve bir de defin olayından hemen sonra onun için dua etmemiz, kabirde rahat
etmesine, rahat cevap vermesine yardımcı olur.
[789]
Osman (r.a.) den
yapılan rivayette, diyor ki:
"Peygamber
(s.a.v.) efendimiz ölüyü defin işinden fariğ olunca, baş ucunda ayakta durur ve
şöyle buyururdu: "Kardeşiniz için mağfiret dileyiniz ve onun için tesbit
(sükûnet, sebat ve doğru cevap vermek) isteyiniz. Çünkü o şu anda (melek
tarafından) sorguya çekilmektedir."[790]
Raşid b. Sa'd ve Damre
b. îlabib ve Hakim b. Umeyr'den yapılan rivayete göre, şöyle demişlerdir:
"Ölünün kabri kapanıp tesviye edildikten ve oradaki insanlar ayrılmak
üzere oldukları zaman isterler ki ölen kimseye kabrinin yanında şöyle telkinde
bulunsunlar: 'Ya Hlan! De ki: La ilahe illallah ve Eşhedü ella ilahe
illallah" Bunu üç defa tekrarlarlar ve sonra devamla: 'Ta filan! De ki;
Rabbım Allah'tır, dinim İslam'dır, peygamberim Muhammed (s.a.v.) dir..."
Sonra ayrılıp giderler.[791]
Defin işi
tamamlandıktan sonra ölü için dua etmekte bir sakınca yoktur. Dört mezhep
imamları da aynı hususu belirtmişlerdir. Ancak Telkin konusunun müstehab veya
meşru' olduğunu söyleyen olmamıştır. İmam Ahmed, Osman hadisiyle istidlal
ederek dua etmekte bir sakınca olmadığını belirtmiş; telkin hakkında ise bir
görüş ortaya koyduğu tesbit edilememiştir. Diğer nıüctehid imamlardan da
telkinin meşruiyetine delalet eden sarih bir ictihad nakledilmemiştir. Ancak1
el-Esrem, daha çok Şam halkının telkinde bulunduklarını kaydetmiştir.[792]
el-Kadi ve
Ebu'l-Hattab telkinin müstehab olduğunu belirtmişlerdir. Bu ikisi şu hadisle
ihticac etmişlerdir: Ebu Ümame el-Bahili (r.a.) diyor ki: Peygamber (s.a.v.)
efendimiz şöyle buyurdu: "Sizden biriniz ölünce, defnedip üzerine toprak
atarak düzeltme yaptıktan sonra sizden biriniz onun baş ucunda durup şöyle söylesin:
"Ey falan ibıı fülane! (Çünkü ölü bu sesi duyar ama cevap veremez) İkinci
defa yine Ya fiil an ibn fülane! der ve oturmuş bir halde yine aynı sözü üçüncü
defa söyler. O sırada ölü şöyle der: "Allah sana rahmet indirsin, beni
irşad eyle" Ama onun bu sözünü
kimse işitemez. Devamla şöyle der: "Dünyadan "La ilahe illallah,
Muhammedün abduhu ve resulünü" şehadetiyle çıktın, bu sözü hatırla ve an
ki, sen Allah'ın rab olduğuna, İslam'ın din olduğuna, Muhammed'in (s.a.v.)
peygamber bulunduğuna, Kur'an'in imam olduğuna razı olmuş idin.."[793]
Telhis'te bu hadisin
Taberani tarafından da rivayet edildiği ve isnadının salih oiduğu
belirtilmiştir. ez-Ziya ise, bunu Ah-kam'mda kuvvetlendirir anlamda rivayet
etmiştir. Abdülaziz, eş-Şafî adlı eserinde bunu tahric etmiştir.[794]
Ancak müctehid
imamların çoğu bu rivayeti salih görmemişlerdir. [795]
751 nolu Osman
hadisini aynı zamanda Hakim tahric etmiş ve Hafız Bezzar sahihlemiştir.
752 nolu Raşid ve
diğer iki ravinin rivayetini îbn Hacer et-Telhis'te almış fakat üzerlerinde bir
görüş ortaya koymamıştır. Adı geçen Raşid'in Sıffin savaşma katılıp Muaviye
taraftarı olduğu belirlenmiştir. O bakımdan Ibn Hazm onun zayıf olduğunu
söylemiş, ama Darekutni: "Onun rivayetine itibar edilir" demiştir. [796]
1- Defin işi bitince ölü için dua etmek
meşru'dur. Buna nıüstehab diyenler de olmuştur.
2- Telkin'de
bulunmak ise, ilim adamlarından bir kısmına göre, müstehabdır. Dört mezhep
imamı ise, bunun istihbabma kail olmamışlardır.
3- O
bakımdan telkinde bulunmak isteyeni men'etmemek, bulunmak istemeyeni de teşvik
etmemek daha uygundur. [797]
însan için en tesirli
öğütlerden biri de ölümü hatırlamaktır. Bunun için Hz. Ömer (r.a.) yüzüğünün
taşma "Nefis için ölümü hatırlamak yeterli bir Öğüttür" mealinde bir
ibare yazdırmış idi.
O bakımdan cenazeye
iştirak etmek, onu teşyi' edip kabrine kadar götürmek ve arasıra kabirleri
ziyaret etmek, insanı madde cenderesinden, dünyalığa aşırı yönelmekten çekip,
bozulan hayat dengesini sağlar. Aynı zamanda bedenle ruh, dünya ile ahiret
arasında zayıflayan köprüyü sağlamlaştırıp dengede tutmayı ilham eder.
Ancak kabir
ziyaretinin birtakım adap ve kuralları vardır ki, onları sünnet çerçevesinde
ele alıp hurafeden uzak bir çizgide bulundurmamız gerekir^ Bunun için de
ilgili hadisleri ve müctehid imamların ictihad, tesbit ve ihticaclarım
bilmemizde lüzum söz konusudur. [798]
Büreyde (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Ben sizi kabirleri ziyaretten men'etmiştim. Artık Muhammed'e anasının
kabrini ziyarete izin verilmiş bulunuyor. O bakımdan siz de kabirleri ziyaret
edin; çünkü kabir ziyareti ahireti hatırlatır."[799]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz anasının kabrini ziyaret edip ağladı ve bu sebeple onun
etrafında yer alan ashabı da ağladı. Peygamber (s.a.v.) onlara şöyle buyurdu:
"Annem için istiğfarda bulunmam hususunda Rabbimden izin istedim, O bana
izin vermedi. Sonra annemin kabrini ziyaret etmem için Rabbımdan izin istedim,
bana izin verdi. O bakımdan artık siz de kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü bu,
ahireti hatırlatır."[800]
Yine Ebu Hüreyre
(r.a.) den yapılan rivayette deniliyor ki:
"Peygamber
(s.a.v.) efendimiz kabirleri ziyaret eden kadınları lanetledi."[801]
Abdullah b. Ebi
Müleyke (r.a.) diyor ki:
"Bir gün Hz. Aişe
kabirlerden dönüp geliyordu. Kendisine dedim ki: "Ey mü'minlerin anası!
Nereden geliyorsun?" O bana: "Kardeşim Abdurrahman'ın kabrini
ziyaretten" diye cevap verdi. Ona: "Peygamber (s.a.v.) efendimiz
kabirleri ziyareti menetmemiş miydi?" diye sordum. O bana: trEvet,
men'etmişti, sonra ziyaret etmeyi emretti" diye cevap verdi.[802]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor M:
" Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz kabristana geldi ve şöyle dedi: "Selam size olsun ey
mü'minlerin yurdu! Şüphesiz biz de
-inşaallah- size katılacağız."[803]
Ahmed b. Hanbel bu
hadisi şu fazlalıkla rivayet etmiştir: "Allah'ım! Bizi bunların ecrinden
(sevap ve mükafatından) mahrum bırakma ve onlardan sonra bizi fitneye
düşürme."
Büreyde (r.a.) den
yapılan rivayette diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz, ashabına, kabirleri ziyarete çıktıklarında şöyle
demelerini öğretiyordu: "Selam size olsun ey mü'minlerden ve müslimlerden
oluşan diyar ehli! Şüphesiz biz de -inşaallah- gelip size katılacağız. Allah'tan
bizim ve sizin için afiyet dileriz."[804]
a)
Hanefilere göre: Kabirleri ziyaret etmek hem erkeklere, hem de kadınlara
menduptur. Bazı ilim adamlarına göre, kadınların kabirleri ziyaret etmeleri
haram kılınmıştır. Ancak en
sahih tesbite göre bu
hususta hem erkeklere, hem de kadınlara ruhsat vardır.
Kabirleri ayakta durup
ziyaret etmek ve yine ayakta dua etmek sünnettir. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz Baki' Kab-ristanı'nı ziyaret ederken böyle yapar ve şöyle derdi:
"Selam size olsun ey mü'min topluluğun yurdu! Şüphesiz biz de
inşaallah- gelip size katılacağız. Allah'tan bize ve
size afiyet dilerim."
Ziyaretçinin Yasin
Suresini okuması nıüstehabdır. Okur-ken kabrin yanı başında oturmasında bir
sakınca yoktur.[805]
b) Şafiilere göre: Kabirleri adabına uygun
ziyaret etmek sadece erkeklere
menduptur; kadınlara ise mekruhtur. Ancak kadınların ziyarete çıkmaları
bir fitne çıkmasına veya haram bir şeyin işlenmesine sebebiyet verdiği
takdirde, ziyaret kerahet sınırında kalmaz, haram olur.[806]
c)
Hanbelilere göre: Erkeklerin kabirleri ziyareti hakkında görüş birliği vardır,
buna muhalefet eden olmamıştır.
Kabir ziyaretinde
Rasulüllah'dan (s.a.v.) rivayet edilen duayı söylemek sünnettir. Aynı zamanda
kabrin yanında Kur'an okumakta bir sakınca yoktur. Kadınların ziyaret etmesi
ise, mekruhtur.[807]
756 nolu Büreyde
hadisini Tirmizi sahihlemiştir. O bakımdan ihticaca salih sayılır. Nitekim
müctehidlerin hemen hepsi bu hadisle istidlal edip kabir ziyaretinin sünnet
olduğunu belirtmişlerdir. Kimi de müstehab olduğuna kaildir.
757 nolu Ebu Hüreyre
hadisini Buhari dışında diğer beş sahih kaynak nakletmiştir. Aynı zamanda
Hakim tahric etmiştir.
Bu babda Şafii, Ahmed
ve Hakim, Ebu Zer (r.a.) den bir hadis rivayet etmişlerse de senedinin zayıf
olduğu tesbit edilmiştir, îbn Mace ve Hakim'in Ibn Mes'ud (r.a.) den rivayet
ettikleri bir hadis daha var ki, onun isnadında Eyyub b. Hani' bulunuyor. Bu
zat hakkında farklı tesbitler söz konusudur.[808]
Bunun gibi Ahmed b.
Hanbel, Hz. Ali (r.a.) den; îbn Mace, Hz. Aişe (r.a.) den rivayet etmiştir.
Hadis ve rivayetlerin
tamamım biraraya getirince, kabir ziyaretinin meşruiyeti ortaya çıkıyor ve
daha Önce men'edilen hükmün kaldırıldığı kesinlik kazanıyor.
758 nolu Ebu Hüreyre hadisini aynı zamanda İbn
Hibban tahric edip sahihlemiştir. Ancak hadisin delaleti mutlak değil
mu-kayyeddir; yani sünnete aykırı ağlamak, çırpınmak veya bir fitne ve fesada
sebebiyet vermek söz konusu olduğunda, kadınların kabirleri ziyaret etmesi
haramdır. Böyle bir durum olmadığı takdirde, müctehidlerin bir kısmına göre
ziyaret etmelerinde bir sakınca yoktur, bir kısmına göre ise kerahet vardır.
Böylece, ziyaret sebebiyle birtakım günah ve fitneye sebebiyet veren kadınlar
lanetlenmiştir.
759 nolu Abdullah hadisini aynı zamanda Hakim
tahric etmiş; İbn Mace de muhtasar biçimde Hz. Aişe (r.a.) den riva-yete yer
vermiştir, Şöyle ki: "Peygamber (s.a.v.) efendimiz kabirleri ziyarete
ruhsat vermiştir."
Bu babda Ahmed, .İbn
Mace ve Hakim, Hasan (r.a.) dan ve Ahmed de ayrıca İbn Abbas (r.a.) dan hadis
rivayet etmiştir. Ancak isnadında Ümmü Hani'in azadlı kölesi Ebu Salih'in
bunun isnadında yer aldığı bilinmektedir ki, bu zat zayıftır. İbn Mehdi onun
kavi olduğunu söylemişse de, İmam Ahmed kavi olmadığına dikkat çekmiştir.[809]
Kabirleri ziyaretin
kadınlar için mekruh veya haram olduğuna dair Ebu Davud ve Hakim'in İbn Ömer
(r.a.) den rivayet ettikleri bir hadis söz konusudur:
"Peygamber
(s.a.v.) efendimiz, kızı Fatıma'ya gözü. dokundu ve sordu:
-"Seni evinden
dışarı çıkaran şey nedir"?
~ Şu ölü evine geldim
de onların ölüsüne merhamet duygumu (kullanarak rahmet dileyip) izhar ettim,
diye cevap verdi. Ra-sulüllah (s.a.v.):
--"Umulur ki onlarla
birlikte kabre kadar vardın!" buyurdu. O da şöyle dedi
-Allah'a sığınırım, bu
hususta sizin neler anlattığınızı sizden işitmiş bulunuyorum.
-"Eğer onlarla
beraber kabre gitmiş olsaydın şöyle şöyle günahkar olurdun" buyurarak konu
üzerinde şiddetli durdu.
Bir diğer rivayette
ise, bu son cümle şu lafızla nakledilmiştir: "Eğer onlarla beraber kabre
kadar gitmiş olsaydın, senin babanın dedesi Cenneti görmedikçe sen de cenneti
göremez olurdun."
Hakim bu hadisin,
şeyheynin şartına göre "sahihü'l-isnad" olduğunu belirtmiştir. İbn
Dakik el-Iyd, îhkamü'I-Ahkâm'da bu babda görüşünü ortaya korken, Hakim'in sözü
üzerinde şüpheyle durmuştur; Çünkü Buhari ve Müslim'in Ümmü Atıyye (r.a.) dan
yaptıkları rivayete göre, Ümmü Atıyye şöyle demiştir: "Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz biz kadınları cenazeyi takip ve teşyi'den men'etti, ancak bu men'
üzerinde ısrarla durmadı."
Şüphesiz cenazeyi
kabre kadar teşyi' etmek başkadır, kabirleri gidip ziyaret etmek yine başka
bir olaydır.
760 nolu Ebu Hüreyre
hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir. Onun gibi 761 nolu Büreyde hadisi de
sahihtir.
Bu babda ayrıca
Müslim'in Hz. Aişe'den (r.a.) rivayet ettiği bir hadis bulunuyor ki, mealen
şöyledir: "Rasulüllah (s.a.v.), Hz. Aişe'ye kabirleri şöyle selamlamasını
emretti: "De ki, mü'minlerden ve müslimlerden oluşan kabir ehline selam
olsun. Allah bizden ve sizden önden gidenlerle geride kalanlara rahmetini
indirsin. Şüphesiz biz de -inşaallah- gelip size katılacağız."
Yine Müslim Hz. Aişe
(r.a.) dan şu hadisi tahric etmiştir; adı geçen diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz hemen hemen bir çok gecelerinde evden çıkıp Baki'
kabristanına gider ki bu daha çok gecenin son bölümüne raslardı ve şöyle derdi:
"Ey mü'minlerin eyleştiği dâr! Selam size olsun. Size va'dolunan size
gelip ulaştı ve biz de -inşaallah- gelip size katılacağız. Allah'ım! Baki'
el-Ğarkad (kabristanında) bulunanları bağışla."
Kabirlere selam verme
konusunda zikredilen "dâr" kelimesinden maksat, hem kabirler, hem de
kabir ehli olanlardır.
Bu sahih
rivayetlerden, kabirleri ziyaret edip onlara selam vermenin ve ilgili duayı
yapmanın sünnet olduğu anlaşılıyor. Aynı zamanda kabirleri sık sık ziyaretin
meşruiyetine delalet vardır. Sonra da kabir ehli ve hayatta olanlar için bu
esnada mağfiretle birlikte afiyet dilemenin de müstehab olduğuna delalet
vardır. [810]
1- Kabirleri
önceleri ziyaret etme yasaklanmıştı.
2- Sonra
islami hükümler kalp ve kafalara iyice yerleşip ca-hiliye devri
adetlerinin Önüne bir
sed çekilince bu
yasak kaldırılmış ve böylece kabirleri ziyaret sünnet kılınmıştır.
3-
Kadınların kabirleri ziyaretinin uygun olup olmayacağı, günün, ortamın ve
toplum yapısındaki ahlaki seviyenin ölçülerine bağlıdır: Sesli ağlamak,
hıçkırmak ve fitneye sebep olmak söz konusu olmadığı takdirde, kabirleri
ziyaret etmelerine cevaz verilebilir. Bu gibi durumlar mevcut olduğu takdirde
cevaz verilmez.
4- Kabirleri ziyarete giden kimsenin ayakta
durup, Ra-sulüllah'dan (s.a.v.)
nakledilen selamı vermesi ve sonra diğer duayı yapması, mağfiret ve afiyet
dilemesi de sünnettir.
5- Kabirleri
ziyaret ederken, zorunlu bir sebep olmadıkça kabirleri çiğnemek, üzerinde
oturmak, küçük abdest bozmak mekruhtur ve günahtır.
6- Kabirleri ziyarette daha çok
ölümü, kabir alemini ve ahi-reti; sonra da dünyanın geçici olduğunu, toplanılan
mal ve servetin; elde edilen makam ve şöhretin ölümle noktalanacağını düşünmek
ve ona göre ibret almak müstehabdır. [811]
[1] Kasanî/Sedayiu's-Sanayi1: 1/296
[2] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/70.
[3] Buhari/teheccüd: 33, savm: 60. Müslim/misafirin: 85,
86. Ebu Davud/ vitir: 7. Nesai/siyam: 8, kıyamu'l-leyl: 28. Daremi/safat: 151,
savm: 38. Ahmsd: 2/229, 233, 254, 258, 260. 5/1 61, 172. 6/440, 450
[4] Buhari/sulh: 11, cihad:72. Müslim/misafirin: 84,
zekat: 56. Ebu Davud/ tatavvu1:12, edeb; 160. Ahmed: 2/316, 328
[5] Müslim/zekat: 54. Ebu Davud/adab: 160. Ahmed; 5/354,
359
[6] EbuDavud. Müsned-i Ahmed: 3/359. 4/153
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/70-72.
[7] Feteva-yiHindiyye; 1/112
[8] Ebu Yahya Zekeriyya el-Ansari/Fethu'l-Vahhab bi- Şerhi
Menheci't-Tufİab:1/57
[9] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/332
[10] Ibn Kudame/el-Mugni: 1/767, 768
[11] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-
Arbaa: 1/332
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/72-73.
[12] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/73-74.
[13] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/74.
[14] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/75.
[15] Müslim/misafirîn:B8, 70. Buhari/salat: 60, teheccüd;
25. Tirmizi/salat: 117, 118. Nesai/mesacid:36, 37. Ibn.Mace/mesacib: 13.
Daremi/isti'zan: 56. Taberani/sefer: 58
[16] Ebu Davud/salat: 88
[17] Şevkanı/Neylü'l-Evtar: 3/78
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/75-76..
[18] Haşiyetü't-Tahtavi Ala Meraki'l-Felah: 215
[19] Gamravî/Siracü'l-Vehhac Ala Metni'l-Minhac: 65
[20] Ebu Yahya Zekeriya/Fethu'l-Vahhab: 1/57
[21] Ibn Kudame/ef-Muğni: 1/770
[22]Abdurrahman el-Cezire/el-Fıkhu Ala’l-Mezahabi’l-arbaa:
1/331, 333
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/76-78.
[23] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/79.
[24] Buhari/teheccüd:17,fezail-iâshab:l23. Ahmed: 2/333,
439
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/79.
[25] Abdurrahman el-Geziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'f-Arbaa:
1/334
[26] Taberani: Ka'b b. Malik (r.a) den.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/80.
[27] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/81.
[28] Buhari/teheccüd: 25, daâvat: 49, tevhid: 10.
Tirmizi/vitir: 18. Ifcm Mace/f ikamet: 188. Ebu Davud/vilir: 3. Nesai/nikah:
26, 27. Ahmed:3/344
[29] Taberani: !bn Mes'ud {r.a) den
[30] Tirmizi/vitir: 18, kader: 15
[31] Ebu Yala el-Mevsalî
[32] Taberani Fil-Kebîr'
[33] Tirmizi/kader: 15. Ahmed: 1/168
[34] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/82-84.
[35] Haşiyetü't-Tahtavi:217
[36] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/335
[37] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/84.
[38] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/84.
[39] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/85.
[40] Buhari/ezan: 81, i'tisam: 3. Tirmizi/mevakıyt: 213.
Taberani/cemaat: 4. Ahmed: 5/182
[41] Müslim/müsafirîn:210. lbn Mace/ikamet: 186. Ahmed:
3/15, 59,316
[42] Ebu Davud/menasik: 96. Ahmed: 2/367
[43] Ebu Davud/menasik: 97. İbn Mace/ikamet: 186. Ahmed:
27367, 4/114, 116
[44] Buhari/ezan: 154. Nesaİ/ikamet: 46, sehv: 73. Ahmed:
4/44,5/449
[45] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/85-87.
[46] Mecmeu'i-Enhür Şerhu Mültekal-Ebhur: 1/137, 138
[47] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/137, 138
[48] Kasanî/BedayiVs-Sanayi': 1/297
[49] Feihü'l-Vehhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab: 1/59 .(171)
İbn Kudame/el-Muğni: 1/762
[50] İbn Kudame/el-Muğni:1/762
[51] Sahnûn/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/97
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/87-88.
[52] Buhari-Müslim/salat: 50, 52, 165, 176. Ebu
Davud/salat: 188. İbn Mace/ edeb: 55
[53] Müsned-i Ahmed: 3/110, 131
[54] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/88-89.
[55] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/89.
[56] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/90.
[57] Müslim/müsafirîn: 288. Daremi/salat: 42, 143. Ahmed:
1/18, 3/46, 52 53
[58] Buhari/mevakıyt: 30, 31, 32. Müslim/müsafirîn: 286.
Ebu Davud/ tetavvu': 10. Tirmizi/mevakıyt: 20
[59] Müslim/iman: 81. Ahmed: 2/18, 23, 26, 72,73, 90, 92,
111, 118, 121, 126,4/118,5/273
[60] Müslim/müsafİrîn: 293. Ebu Davud/cenaiz: 51.
Tirmizi/cenaiz:41. Nesai/ mevakıyt: 31, 34, cenaiz: 89. !bn Mace/cenaiz: 30.
Daremi/salat: 142. Ahmed: 4/151
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/90-92.
[61] Haşiyetü't-Tahtavi ala Meraki'l-Felah: 102
[62] Haşiyetü'S-Tahtavi ala Meraki'l-Felah: 103
[63] ZekeriyaAnsarî/Fothü'l-Vahhabbi-ŞerhiMenheci't-Tullab:
1/32
[64] İbn Kudamtfel-Muğni: 1/747, 752
[65] Suyûtî/Tenvİrü'l-Hevalik Şerhün ala Muvalta'i Malik:
1/220, 221'den özetlenerek
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/92-94.
[66] Neylü'l-Evtar: 3/100
[67] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/94-95.
[68] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/95-96.
[69] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/97.
[70] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/97.
[71] Ibn Mace/ikamet: 71. Müsned-i Ebî Davud
[72] Sahih-i Müslim. Buhari/sücud: 1, 4, 5, menakıb-i
ansar: 29. Ahmed: 1/388
[73] Buhari. Tirmizi. Ahmed: 1/388, 401,437,443, 462
[74] Tirmizi/cumua: 50. İbn Mace/ikamet: 71. Daremi/salat:
163
[75] Ebu Davud. Tirmizi/cumua: 52. Daremi/salat; 161,
197.^Vhmed;5/156
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/98-99.
[76] Fetava-yi Hindiyye: 1/132
[77] Mecmeu'l-EnhürŞerhun [ie-Mülteka'l-Ebhur: 1/156, 157
[78] Zekeriyael-Ansari/Minhacü't-Tafibin: 13, 14
[79] ibn Kudame/e!-Muğni: 1/652, 653
[80] Sahnûn/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/109, 110
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/100-101
[81] Şevkani/Neylü'l-Evtar:3/109
[82] Ebu Davud-lbn Sikkîn
[83] Zehebi/Mizanü'l-hidal; 4/126, 8587 nolu Matar
[84] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/101-102.
[85] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/102.
[86] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/103.
[87] Ibn Mace/ikamet: 192. Müsned-i Ahmed
[88] Âhmed: 1/191, 2/223
[89] Buhari/ezan: 90, küsuf: 2, salat: 11. Müslim/küsuf: 1,
9, 11, 16, istiska: 4. ibn Mace/İkamet: 158. Ahmed: 1/191, 2/188, 223,6/32,53
[90] Ebu Davud/cihad: 162
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/103-105.
[91] Haşiyetü't-Tahtavi âla Meraki'l-Felah: 27, 27'
[92] el-Fıkhu Ala'l-MezahibN-Arbaa: 1/470
[93] İmam Şafü/el-Ümm: 1/134
[94] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahİbi'l-Arbaa:
1/470
[95] İbn Kudame/el-Muğni: 1/654, 655
[96] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Alal-Mezahibi'l- Arbaa:
1/470 (208).. Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/121
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/106-107.
[97]Şevkani/Neyü’l-Evtar:3/121
[98] Zehebi/Mizanü'Mtidal: 4/22?, 8945 nolu Musa
[99] Neylü'l-Evtar; 3/121
[100] Bilgi için bak: Neyiü'l-Evtar: 3/120. Zeheb i/M izan
ü'l- l'tidal: 1/341
[101] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/107-108.
[102] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/108.
[103] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/109.
[104] Buhari/salat: 88, sehv: 5, lukata: 5, edeb: 45. Ebu
Davud/salat: 189. Nesai/sehv: 22, salat: 177, 202. Ahmed: 2/226, 293
[105] Buhari/salat: 88. Nesai/sehv: 22
[106] Müsned-i Ahmed: 1/351
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/109-111
[107] Mecmeu'l-EnhürŞerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/147, 148
[108] Zekeriya Ansari/Fethu'l-Vahhab bi Şerhi Menhectt-
Tullab: 1/53
[109] Ebu Zekeriya Nevevi/Minhacü't-Talibin: 13
[110] ibn Kudame/el-Muğnî: 1/664. Muvafakuddin İbn
Kudame/eş-Şerhü1!-Kebir:1/664.
[111] Sahnûn/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/133
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/112-113
[112] Bilgi için bak: Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/129
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/114.
[113] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/
[114] Tirmizi/salat; 174. !bn Mace/ikamet: 132. Ahmed:
1/190, 193, 204
[115] Müsned-i Ahmed: 3/72, 83, 84, 87
[116] Buhari/salat: 31, 32. Nesai/sehv: 25, 26.
Taberani/nida: 49. Ahmed: 1/379,438,443
[117] Ebu Davud. İbn Mace/ikamet: 135
[118] Ebu Davud. Nesai. Ahmed
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/114-116.
[119] Fetavayi Hindiyye: 1/130, 131
[120] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac Ala Metni'l-Minhac: 60
[121] İbn Küdame/et-Muğni: 668, 669
[122] Sahnûn/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/133, 137
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/116-117.
[123] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/130
[124] Zehebi/Mizanü'l-l'tidal: 1/248, 249, 945 nolu İsmail
[125] Zehebi/Mizanü'l-İ'îidal: 4/120. 8563 nolu Mus'ab.
Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/134
[126] Şevkani/Neylül-Evtar: 3/130
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/117-119.
[127] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/119.
[128] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/120.
[129] Buhari/mevakıyt: 20, ezan: 34. Ebu Davud/salat: 47.
Nesai/iman: 45. ibn Mace/mesacid: 18.
Daremi/salat: 53. Ahmed: 5/140, 141
[130] Müsned-i Ahmed: 1/394, 402, 449, 2/244, 5/206
[131] Müslim/mesacid; 255. Nesa i/imam et: 50.
[132] Ebu Davud/salat: 46. İbn Mace/mesacid: 17. Ahmed:
3/423
[133] Buharj/ezan: 29, 30, büyü1: 49. Müslim/mesacid: 245,
247, 250, 272. f Tirmizi/salaî: 47. Nesai/imamel: 42. Ibn Mace/mesacid: 16.
Daremi/salat:56. Ahmed: 1/376, 382, 2/65, 102, 112, 252, 264, 328
[134] Buhari-Müsüm
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/120-123.
[135] Kasanî/Bedayiu's-Sanayi': 1/155, 156
[136] Şeyhülislam Zekeriya el-Ansari/Minhacü't-Talibin: 15
[137] Ibn Kudame/el-Muğni: 2/3, 4. Şemsüddin Ebu'l-
Ferec/eş-Şerhu'l-Kebir: 2/4
[138] Abdurrahman el-Ceziri/ei-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/406
[139] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/123-124.
[140] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/144
[141] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/124-126.
[142] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/126.
[143] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/127.
[144] Buhari/ezan: 162, cumua: 13. Müslim/salat: 137, 139.
Ebu Davud/salat: 32. Tirmizi/cumua: 48. Ahmed: 2/98, 127, 142, 145
[145] Buhari/cumua: 13. Müslim/salaî: 136. Ebu Davud/salat:
52. Daremi/satat: 57
[146] Müslim/salaî: 143. Ebu Davud/tereccüi: 7. Nesai/zinet:
37, 38, 74. Ahmed: 2/304
[147] Ahmed: 6/297, 301
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/127-128.
[148] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/155
[149] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/157
[150] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/157
[151] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/157
[152] İbn Kudame/el-Muğnî: 2/24-27'den özetlenerek
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/128-129.
[153] Buhari/cumua: 13. Müsüm/salat: 136. Ebu Davud/salat:
52. Darerni/ salat: 51. Taberani/kible: 12. Ahmed: 2/16, 151, 5/192, 6/69
[154] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/129-130.
[155] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/131.
[156] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/132.
[157] Buhari/ezan:20, ahkam: 31. Müslim/mesacid: 155,
akdiye: 5. Ahmed: 5/306,
[158] Buhari/cumua: 13, ezan: 23. Ebu Davud/salat: 54. ibn
Mace/ mesacid: 14. Ahmed: 2/237, 238, 239, 270, 5/306, 310
[159] Müslim/mesacid: 151, 152, 153, 154
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/132-133
[160] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/134.
[161] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/134.
[162] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/134.
[163] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/135.
[164] Buhari/ilim: 28, ezan: 62. Müslim/salat: 183, 186.
Tirmizi/salat: 61. Nesai/imamet: 35. ibn Mace/ikamet: 48, 49. Daremi/salat: 46
[165] Buhari/taksir: 12, teheccüd: 31, meğazi; 5.0.
Müslim/müsafirin: 80. Tirmizi/vitir: 80. Daremi/salat: 151. Ahmed: 5/226, 6/342
[166] Buharı/ezan: 65. Müslim/satat: 192. Tirmizi/salat: 159
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/135-136.
[167] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/136.
[168] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/137.
[169] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/137.
[170] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/138.
[171] Buhari/sehv: 9, mecaz: 12. Müslim/saiat: 77, 82, 86,
89. Tirmizi/ salat: 150. Nesai/eimme; 16, 38, 40, iftitah: 30, tatbiyk: 22. Ibn
Mace/ ikamet: 13, 144. Daremi/sa!at:44,71
[172] Ebu Davud/salat: 68. Ahmed: 2/230, 314, 3/110
[173] Tirmizi/cumua: 56. Nesai/imamet: 37. Ibn Mace/ikameî:
41. Taberani/nida: 56
[174] Nesai/sehv: 102. Ahmed: 3/102, 126, 154, 245
[175] Buhari/salat: 18, ezan: 51, 74, 82, 128, tefsir: 17
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/138-140.
[176] Fetava-yi Hindiyye: 1/107
[177] Abdurrahman el-Ceziri/ei-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/308
[178] el-Gamravi/es-Sİracü'l-Vehhac Ala Metni'l-Minhac: 75,
76
[179] İbn Kudame/el-Muğni; 2/14
[180] Abdurrahman el-Ceziri/ei-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-
Arbaa: 1/308
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/140-141
[181] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/141-142.
[182] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/142.
[183] Buhari/ilim:41,vudû':5, ezan: 57, 59,77, 161,daâvat:
10, libas: 75. Müsüm/müsafirin: 181, 184, 187, 192, 193. Tirmizi/salat: 57.
Nesai/gusül: 29, imamet: 45. ibn Mace/ikamet: 44. Daremi/salat: 43
[184] Müsned-i Ahmed: 1/341, 342, 347, 3/326, 421
[185] Ebu Davud/tetavvu': 18, vitir: 13, ramazan: 1
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/143.
[186] Kasanî/Bedayiu's-Sanayi': 1/156
[187] Ebu Zekeriya el-Ansari/Feihü'l-Vahhab: 1/59
[188] lbn Kudame/el-Muğni:2/54, 55
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/143-144.
[189] İmam Mali k/e I-Mu vatta1; 1/154
[190] İmam Malik/el-Muvatta': 1/154
[191] Ebu Davud/tetavvu': 18, vitir: 13.
Nesai/kıyamu'l-leyl: 5. Ahmed: 2/250, 536
[192] Zehebi/Mizanü'l-i'tidal: 3/644, 7938 nolu Muhammed
[193] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/145-146.
[194] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/146.
[195] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/147.
[196] Müslim/mesacid: 289, 291. Ahmed: 3/24, 5/53
[197] Buhari/ezan: 54. MüsÜm/mesacid: 290, 291. Ebu
Davud/safat: 60. Tirmizi/salat: 60. Nesai/imamet: 3, 5
[198] Buhari/ezan: 18, 35. Tirmizi/salat: 37. Nesai/ezan: 7,
8, 29, imamet; 4. İbn Mace/ikamet: 46. Ahmed: 5/35.
[199] Tirmizi/salat: 147. Buharİ/ezan: 50. Ahmed: 3/436,
437, 5/53
[200] Tirmizi/birr: 53, cennet: 25. Ahmed: 2/26
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/147-149.
[201] Haşiyetü't-Tahtavi Ala Meraki'l-Felah: 163, 164'den
özetlenerek
[202] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/428
[203] Ibn Kudame/el-Muğni: 17-20'den özetlenerek
[204] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/429'dan
[205] Abdurranman ei-Ceziri/el-Fıkhu Alal-Mezahibi'l-Arbaa:
1/4291 dan özetlenerek
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/149-151.
[206] Bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-j'tidal: 3/50, 5550
nolu Osman ve Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/181
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/151-152.
[207] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/152.
[208] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/153.
[209] Ibn Mace/ikamet:28, 31
[210] Darekutni. Neylü'l-Evtar: 3/184
[211] Ebu Davud. Darekuini
[212] Buhari/kendİ tarihinde
[213] EbuDavud/cihad:33
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/153-154.
[214] Kasanî/Bedayiu's-Sanayi1: 1/156
[215] Ebu Zekeriya el-Ansari/Fethü'l-Vahhab: 1 /61, 62, 63
[216] İbn Kudame/el-Muğni: 2/21, 22'den özetlenerek
[217] Kasanî/Bedayiu's-Sanayi': 1/156
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/155.
[218] Şevkani/Neylü'l-Evîar: 3/185
[219] Zehebi/Mizanü'l-i'îıdal: 2/178, 3346 nolu Sellam
[220] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/185'den Özetlenerek
[221] Şevkani/Neylü'i-Evtar: 3/186
[222] Zehebi/Mizanü'I-İtidal: 3/43, 5531 nolu Osman
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/156.
[223] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/157.
[224] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/158.
[225] Ahmed: 3/442, 4/193, 430, 431, 432
[226] İmam Maük/et-Muvatîa1: 1/164
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/158-159.
[227] Mecmeu'l-Enhür Şerhun Ala Mülteka'l-Ebhur: 1/163
[228] İmam Şafii/el-Ümm: 1/180, 181
[229] İbn Kudame/el-Muğnu: 2/130-132
[230] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibİ'l-Arbaa:
1/478
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/159-160.
[231] Bilgi İçin bak: Zehebi/Mizanü'i-I'tidaf: 3/127, 5844
nolu Ali
[232] İmam Malik/el-Muvatta1: 1/163
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/160-161.
[233] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/161.
[234] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/162.
[235] İmam Şafii/el-Ümm: 1/172
[236] imam Şafii/el-Ümm:1/172. Ahmed b. Hanbel: 3/124, 299,
.300, 308, 369
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/162-163.
[237] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/111
[238] İmam Şaîii/el-Ümm: 1/173
[239] İbnKudame/el-Muğni:2/52
[240] İbnKudame/el-Muğni:2/52
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/163.
[241] Şevkani/Neylü'f-Evtar:3/1S0
[242] Şerhu Maani'l-Asar: 1/409
[243] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/164-165.
[244] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/165.
[245] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/166.
[246] Müsfim/salaî: 281, 283. Tirmizi/mendubaî: 151.
Nesai/imamet; 8. ibn Mace/tahareî: 83, ikamet: 69. Ahmed: 1/256, 303, 3/53,
4/27
[247] Tirmİzi/salaî:151
[248] Buhari-Müslim
[249] Buhari/ezan: 128, salat: 18. Müşlim/salat: 77, 79.
Nesai/imamet: 16. tt Tirmizi/saİat: 150
[250] Ebu Davud/salat: 68
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/166-168.
[251] Feteva-yİ Hindiyye: 1/85
[252] Mecmeu'l-Enhür: 1/112
[253] İmam Şafii/ef-Ümm: 1/171
[254] imam Şafii/el-Ümm: 1/171
[255] İbn Kudame/ef-Muğni: 2/49, 50
[256] İbn Kudame/el-Muğni: 2/48. eş-Şerhu'I-Kebİr: 2/49
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/168-169.
[257] Bilgi için bak: Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/194
[258] Zehebi/Mizanü'l-l'tİdal: 1/379. 1425 nölu Cabir
[259] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/169-170.
[260] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/170-171.
[261] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/172.
[262] Şevkani/Noylü'l-Evtar: 3/196. Ebu Davud/iaharet: 124
[263] Ebu Davud. Darekutni. Ahmed:4/203, 204
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/172-173.
[264] Mecmeu'l-Enhür: 1/112
[265] Ebu Zekeriya ei-Ansari/Minhacirt-Talibin: 15
[266] İbn Kudame/el-Muğnu: 2/51
[267] el-Müdewenetü'l-Kübra: 1/31
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/173-174.
[268] Şevkanİ/Neylü'l-Evtar: 3/197
[269] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/174.
[270] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/175.
[271] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/176.
[272] Ebu Davud/salat: 98
[273] Müslim/salat: 122. Ebu Davud/taharet: 121.
Nosai/laharet: 196. Ibn Mace/taharet: 95. Daremi/salat: 51. Ahmed: 4/122, 264,
320, 321
[274] Müslim/salat: 122, 123. Ebu Davud/salat: 95.
Tirmizi/mevakıyt: 54. Nesai/imamet: 23, 26. !bn Mace/ikamet: 45. Daremi/satat:
51. Ahmed: 1/457,4/122
[275] Müslim/salat: 132. Ebu Davud/salat: 97.
Tirmizi/mevakıyt: 52. Nesai/imamet: 32. ibn Mace/ikamet: 52. Daremi/salat: 52.
Ahmed: 2/485, 3/3, 16, 293, 398
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/176-177.
[276] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/158
[277] imam Şafıi/ei-Ürnm: 1/169
[278] İbn Kudame/ei-Müğni: 2/43, 44
[279] İbn Kudame/el-Mucjnİ: 2/43
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/177-178.
[280] Zehebi/Mizanü'l-ltidal: 4/367. 9469 nolu Yahya
[281] Şevkani/Neylü'l-Evîar: 3/206
[282] Zehebi/Mizanü'l-ltidal: 3/420'den özetlenerek
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/178-179.
[283] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/179.
[284] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/179-180.
[285] Ahmed: 6/235, 5/344
[286] Nesai/mesacid: 43, imamet: 19. Buhari/ezan: 41, 161,
salat: 20, teheccüd: 33. Müslim/mesacid: 266. Ebu Davud/saiat: 70, 91. Tirmizi/
salat: 59. Ibn Mace/mesacid: 8. Ahmed: 3/131, 141
[287] Buhari/ezan: 78. Nesai/imamet: 62. Ahmed: 3/110, 131,
140
[288] Müslim/sala!: 132. Ebu Davud/salat: 97.
Tirmizi/mevakıyt: 52. NesaıV imamet: 32. İbn Mace/ikamet: 52. Daremi/saİat: 52.
Ahmed: 2/485, 3/3, 16,293,398
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/180-182.
[289] Kasanıyi83Bedayiu's-Sanayi': 1/159
[290] Ebu Yahya Zekeriya Ansari/Fethü'l-Vahhab: 1/349
[291] İbn Kudame/et-Muğni: 2/44
[292] Sahnûn/Müdevvenetü'l-Kübra: 1/106
[293] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/182.
[294] Zehebi/Mizanü'l-ltidal: 2/283, 3754 notu Sehr
[295] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/183.
[296] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/183.
[297] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/184.
[298] Medaİn: Bağdat'ın alt kısmında Dicle nehri kenarında
tarihi bir şelir
[299] Ebu Davud/salat: 66
[300] Darekutnı
[301] Buhari/cjmua: 26. Nesai/mesacid: 45. Ahmed: 5/339.
Müslim/mesacid: 45
[302] Saİd/kendi süneninde
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/184-185.
[303] Feteva-yİHindiyye:1/88
[304] Ebu Zekeriya Nevevi/Minhacü't-Tutlab: 16
[305] İbn Kudame/el-Muğni: 2/40, 41
[306] İbn Kudame/el-Muğni: 2/40, 41
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/185-186.
[307] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 3/220
[308] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/186-187.
[309] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/187.
[310] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/188.
[311] Ebu Davud. ibn Mace/ikamet: 2203
[312] Ebu Davud/salat: 188. İbn Mace/ikamet: 203. Ahmed:
2/425
[313] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/188.
[314] Kasanî/Bedayİu's-Sanayi': 1/160
[315] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac: 52
[316] İbn Kudame/el-Muğni: 2/79. eş-Şerhü'l-Kebir: 2/79
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/189.
[317] Bilgi İçin bak: Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/224.
Zehebi/Mizanü'l-I'tidal: 1/2041 nolu ibrahim.
[318] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/189-190.
[319] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/190.
[320] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/191.
[321] Buhari/taksir: 19
[322] Darekutni
[323] Müsned-i Ahmed: 3/126
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/191-192.
[324] Mecmeu'l-Enhiir: 1/153, 154
[325] e!-Gamravi/Siracü'l-Vehhac:42, 43
[326] İbn Kudame/ei-Muğni: 2685, 86, 87. eş-Şerhü'l-Kebir:
87, 88
[327] Şemsüddin/eş-ŞerhÜTl-Kebir: 2/88, 89
[328] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/192-194.
[329] Şevkani/Neyîü'l-Evtar: 3/225
[330] Zehebi/MIzanffl-hMal: 1/535.2002 nolu Hüseyn
[331] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/225
[332] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/194.
[333] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/195.
[334] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/196.
[335] Buhari-Müslim
[336] Müslim/müsafirin: 4. Ebu Davud/sefer: 1, 3.
Tirmizi/tefsir: 4. Nesai/ sefer: 1. İbn Mace/ikamet: 73. Daremi/satat: 179.
Ahmed: 1/25, 36
[337] Darekutni/isnad-ı hasen ile...
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/196-197.
[338] Kasani/Bedayiu's-Sanayi": 1/93
[339] Bilgi için bak: Kasani/Bedayiu's-Sanayi'': 1/ 97, 98
[340] Ebu Zekeriya Nevevi/Minhacül-Talibin: 17
[341] Abdurrahman el-Cezİri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-.
Arbaa: 1/472, 473
[342] İbn Kudame Şemsüddin/eş-Şerhü'l-Kebir: 90. 91
[343] Abdurrahman el-Ceziri/et-Ftkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1 472, 473
[344] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'f-Mezahibi'i-Arbaa:
1/472, 473
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/198-200.
[345] Nesai/cumua: 37, taksir: 1, lydeyn: 11. Ahmed; 1/37
[346] Şevkani/Noylü'l-Evtar: 3/232
[347] Müsned-i Ahmed: 2/108
[348] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/200-202.
[349] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/202.
[350] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/203.
[351] Buhari/taksir: 6, 14. Müslim/müsafirin: 42, 45, 48,
mevakıyt: 18
[352] Buhari/tefsİr: 15, 16. Müslim/müsafirin: 46.
Tİrmizi/cumua: 42. Nesai/ mevakıyl: 42. Ahmed: 3/247, 265
[353] Ahmed b. Hanbel. İmam Şafİi/Müsned
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/203-205.
[354] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-
Arbaa: 1/487
[355] el-Gamravi/Siracül-Vehhac: 82
[356] Şemsüddin fbn Kudarne/eş-Şerhü'l-Kebir: 2/114-116
[357] Sahnûn/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/116, 117
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/205-206.
[358] Muan'an hadis: Istima' ve îahdîs sözlerine yer
verilmeden sadece "falan filandan" denilen hadistir
[359] Bilgi için bak; Neylü'l-Evtar: 3/243, 244
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/207.
[360] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/207-208.
[361] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/209.
[362] Müslim/mesacid: 251, 254. Müsned-i Ahmed: 2/531, 539
[363] MüsÜm/cumua: 40. Nesai/cumua: 2. Ahmed: 1/239, 254,
335, 2/84
[364] Nesai/cumua: 2. Tirmizi/cumua: 7. Ibn Mace/ikamet: 93.
Daremi/salat: 205. Taberani/cumua: 20. Âhrned: 5/8
[365] Ebu Davud/tabaret: 127. Nesai/cumua: 2
[366] Nesai; Hafse (r.a.) dan.
[367] Ebu Davud/cumua
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/209-211.
[368] Haşiyetü't-Tahtavi Ala Meraki'l-Felsi. ,'/2-L. d
Kasani/t Sanayi': 1/256-260
[369] el-Gamravi/Siracü'l-Vehhac: 83-87
[370] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/374-376
[371] Abdurrahman ei-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/374-376
[372] Sahnûn/el-Müdevvenelü'!-Kübra: 1/152, 153
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/211-213.
[373] Ibn Mace/ikamet:78
[374] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/252
[375] Fazla büguçin bak: Zehebi/Mizanü'l-ltidal: 3/127, 128,
5844 nolu Ali
[376] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/253
[377] Şevkani/NeySü'l-Evtar: 3/256
[378] Zehebi/Mizanü'l-I'tidal: 3/563, 7594 nolu Muhammed
[379] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/258
[380] Şevkani/Neyiü'l-Evtar: 3/258
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/213-215.
[381] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/216.
[382] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/217.
[383] ibn Mace/ikamet: 78
[384] Buhari/cumua: 11, meğazi: 69. Ebu Davud/salat: 209.
Nesai/cumua: 1. ibn Mace
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/217-218.
[385] Abdurrahman e!-Ceziri/el-Fıkhu Aia'l-Mezahtbi1!-
Arbaa: 1/377-389
[386] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/218.
[387] Zehebi/Mizanü'M'tidal: 2/288, 3769 nolu Salih
[388] Şevkanİ/Neylü'i-Evtar: 3/263
[389] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/218-221.
[390] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/221.
[391] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/222.
[392] Müsned-i Ahmed: 5/75
[393] Ebu Davud/taharet: 127. Buhari/cumua: 4, 19.
Müslim/cumua: 10, 26. Tirmizi/curîıua: 6, Nesai/cumua: 14. Daremİ/salat: 191.
İbn Mace/ikamet: 83, Ahmed: 2/460, 3/81, 5/198, 420
[394] Ebu Davud/salal: 238. Ahmed: 5/32, 6/227
[395] Ibn Mace/ikamet: 72. Ahmed: 3/45
[396] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/326. Kasanı/ Bedayiu's-Sanayi": 1/285'den özetlenerek
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/222-224.
[397] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-
Arbaa: 1/326. Kasani/ Bedayiu's-Sanayi': 1/285'den özetlenerek
[398] Abdurrahman e!-Ceziri/el-Fıkhu Afa'l-Mezahibi'!-
Arbaa: 1/326. Kasani/ Bedayiu's-Sanayi': 1/285'den özetlenerek
[399] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/326. Kasani/ Bedayiu's-Sanayi': 1/285'dGn özetlenerek
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/224-225.
[400] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/288
[401] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/225-226.
[402] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/226.
[403] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/227.
[404] İbn Mace/ikamet: 85
[405] Buhari/cumua:21,22
[406] İbn Mace/ikamet: 98
[407] Tirmizi/cumua: 14
[408] İbn Mact/cumua: 15. Ahmed: 3/449
[409] Buhari/cumua: 22
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/227-228.
[410] Kasani/Bedayiu's-Sanayi": 1/263.' Mecmeu'l-Enhür:
1/171
[411] Ebu Zekeriya Nevevi/Minhacüt-Tullab: 1/19
[412] İbn Kudarne/el-Muğni: 2/144, 145
[413] Sahnun/el-Müdewenetü'l-Kübra: 1/148,149
[414] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/228-229.
[415] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/297
[416] Zehebi/Mizanü'l-hida!: 3/316. 6579 nolu Isa
[417] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/229-231.
[418] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/231.
[419] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/232.
[420] İbn Mace/nikah: 19. Ebu Davud/edeb: 18. Ahmed: 6/35,184
[421] Ebu Davud/salat: 223
[422] Ebu Davud/salat: 224
[423] Buhari/cumua: 27. Ahmed: 5/87, 88, 89, 90, 91, 92, 93,
94, 95, 97, 100, 101
[424] Ebu Davud/salat: 225. Ahmed: 4/119
[425] Müslim/cumua: 52
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3232-234.
[426] Mecmeu'l-Enhür: 1/168
[427] Mecmeu'l-Enhür: 1/168
[428] Ebu Yahya Zekeriya/Fethü'lAtehhab: 1/75,76
[429] Mecmeu'l-Enhür: 1/168. ibn Kudame/el-Muğni:
2/149-156'dan özetlenerek
[430] Sahnun/el-Müdewenetü'l-Kübra: 1/150
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/234-236.
[431] Bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-l'tidal: 3/236, 6282
nolu Imran. Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/300
[432] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/304
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/236-237.
[433] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/237-238.
[434] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/239.
[435] Şafii/el-Ümm. Ahmed: 1/267, 3/99
[436] Neylü'l-Evtar: 3/322
[437] Tirmizi/cumua:30. İbn Mace/ikamet: 161
[438] Buhari/ıydeyn: 20, salat: 2.Müslim/ıydeyn: 10. Ahmed:
6/409, 5/84. Daremi/salat: 223
[439] ibn Mace. Tirmizi. Müsned-i Ahmed
[440] Müsned~i Ahmed: 5/353
[441] Buharİ/ıydeyn: 8. Müslim/ıydeyn: 8. ibn Mace/ikamet:
155
[442] Müslim/ıydeyn: 7. Ebu Davud/salat: 244. Tirmizi/cumua;
32. Ahmed: 5/9İ, 95
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/239-242.
[443] Mecmeu'l-Enhür: 1/172, 173. Abdunahman
el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa; 1/349
[444] Zekeriya el-Ensari/Minhacü'Malibin: 21. Abdurrahman
el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'i-Mezahibi'l-Arbaa: 1/349
[445] eş-Şerhü'l-Kebir: 2/223. İbn Kudame/el-Muğni: 2/223-
227
[446] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/349
[447] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/167-169
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/242-243.
[448] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/322
[449] Müslim/libas: 8. Nesai/ıydeyn: 5, 50
[450] Bilgi için bak: Zehebî / Mîzanü'i-I'tidal: 2/571 -
4900 nolu Abdurrahman
[451] Bilgi için bak: Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/325.
Zehebi/Mizanü'l-l'tidal: 4/180, 8757
nolu Mendel.
[452] Buhari/ıydeyn: 8, libas: 56. Nesai/ıydeyn: 14. Abmed:
1/345, 2/39, 4/45
[453] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/243-246.
[454] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/246-247.
[455] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/248.
[456] Ibn Mace/ikamet: 156. Ahmed : 2/180
[457] Ibn Mace/ikamet: 156, 157. Daremi/salat: 22. Ahmed:
16/65,70
[458] Darekutni. Ebu Davud/ıydeyn
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/248-249.
[459] Kasani/Bedayiu's-Sanayi": 1/277
[460] Mecmeu'l-Enhür: 1/74
[461] ei-Gamravi/Siracü'l-Vehhac Şerhün Ala Metni Minhac: 95
[462] Şemsüddin/eş-Şerhü'İ-Kebir: 2/238. İbn Kudame/el-
Muğni: 2(237-239
[463] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi't-
Arbaa: 1/348
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/249.
[464] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/338
[465] Zehebi/Mizanül-hidai: 3/407, 6943 noluKesîr
[466] İbn Mace/ıydeyn
[467] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/339
[468] Bilgi için bak: Zehebi/Mizanül-l'tidal: 2/196, 3427
nolu Süleyman
[469] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/250-251.
[470] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/251.
[471] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/252.
[472] Ebu Davud. Nesai. İbn Mace. Buhari^ekat: 21, libas:
57, 59. Ahmed: t 1/345,355
[473] Tirmizi. Müsned-i Ahmed: 2/57
[474] İbn Mace/ikamet: 160
[475] Buhari/ıydeyn: 26
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/252-253.
[476] Kasani/Bedayiu's-Sanayi1:1/280
[477] Mecmeu'l-Enhür: 1/173
[478] Yahya Zekeriya Ensari/Fethü'l-Vahhab: 1/84
[479] İbn
Kudame/el-Muğnİ: 2/247. Sahnun/el- Müdevvenetü'l-Kübra: 1/169, 170
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/253-254.
[480] Zehebi/Mizanü'l-hidal: 2/484, 4536 nolu Abdullah.
Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/342
[481] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/342
[482] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/342
[483] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/254-255.
[484] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/256.
[485] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/257.
[486] Buhari/ıydeyn: 6, zekat: 44. Nesai/ıydeyn: 20
[487] Ebu Davud/salat: 242. İbn Macerfiien: 20. Ahmed:
3/10,52
[488] Buhari/ıydeyn: 7, 19. Müslim/ıydeyn: 3, 4. Ebu
Davud/salat: 242. Nesai/ lydeyn: 19. Daremi/salat: 224. Ahmed: 3/296, 318
[489] lbnMace/ikamet:158
[490] ImamŞafii/el-Ümm
[491] Ebu Davud/udhiye: 7, edeb: 112, 155. Nesai/dahaya: 4.
ibn Mace/ edahî: 12, cihad: 13. Daremi/salat: 224. Ahmed: 3/2
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/257-260.
[492] Mecmeu'l-Enhür: 1/174
[493] Ebu Yahya Zekeriya/Fethü'l-Vahhabbi Şerhi
Menhecit-Tullab: 1/83
[494] İbn Kudame/el-Muğni ve eş-Şerhü'i-Kabir: 2/243-246
[495] Sahnun/ei-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/150
[496] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/353, 354
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/260-261.
[497] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/261-262.
[498] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/262.
[499] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/263.
[500] Müslim/siyam: 144, 145. Nesai/iman: 7. Ahmed: 2/229,
3/451, 460,4/ 335, 5/75, 76
[501] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/263-264.
[502] Mecmeu'i-Enhür: 1/176. Haşiyetü't-Tahtavi: 287, 288
[503] Mecmeu'l-Enhür: 1/176
[504] Mecmeu'l-Enhür: 1/176
[505] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac: 96, 97
[506] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac: 96, 97
[507] İbn Kudame/el-Muğni: 2/254. eş-Şerhu'l-Kebir:
2/253, 254
[508] İbn Kudame/el-Muğni: 2/254. eş-Şertıu'l-Kebir: 2/253,
254
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/264-265.
[509] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/357
[510] Zehebi/Mizanü'l-İ'tidal: 3/247. 6334 noiu Amr
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/265-266.
[511] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/266.
[512] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/267.
[513] Buhari/meğazi: 31. Müslim/misafirin: 310. Ebu
Davud/sefer: 14 Nesaî/havf: 12. Ahmed: 5/370, 6/275
[514] Buhari/havf: 1, 2, 3, meğazi: 3, tefsir: 2.
Müslim/müsafirin: 305, 307, 309, 312
[515] Müsned-i Ahmed. Müslim, ibn Mace. Nesai/ıydeyn
[516] Buhari/havf: 1. Müslim/müsafirin: 306
[517] Müsned-i Ahmed: 4/391, 413. Nesai. Ebu Davud
[518] Ebu Davud. Nesai/havf: 15. Ahmed: 2/230
[519] Nesai/havf: 2, 5. Ahmed: 1/232, 357, 5/183, 385, 399
[520] Nesai/imamet: 41, laksir: 1
[521] Müsüm/müsafirin: 5, 6. Nesai/salat: 3, salatü'1-havf:
4. Ebu Davud/sefer: 5
[522] Kasani/Bedayiu's-Sanayi": 1/243
[523] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac Ala Metni Minhac: 92 93
[524] İbn Kudame/el~Muğni: 2/260, 261'den özetlenerek
[525] Bilgi için bak: Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/160,
161. Kasanı/ Bedayiu's-Sanayi': 1/243
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/267-274.
[526] Bilgi İçin bak: Ebu Cafer et-Tahavi/Şerhu
Maâni'l-Asâr: 1/316
[527] Bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-I'tidal: Muhammed b.
Îshak ismi
[528] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/365
[529] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/274-275.
[530] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/275-276.
[531] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/277.
[532] İbn Mace/ikamet: 151
[533] Ebu Davud. Müsned-i Ahnhed
[534] Sahih-i Müslim/cihad: 69
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/277-279.
[535] Feteva-yi Hindiyye: 1/156
[536] Kasani/Bedayiu's-Sanayi1:1/244, 245
[537] Ebu Zekeriya Nevevi/Minhacü't-Talibin: 21
[538] İbn Kudame/el-Muğni: 2/270
[539] Bilgi için bak: Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/162,
163
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/279-280.
[540] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/280-281.
[541] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/281.
[542] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/282.
[543] Buraya kadar nakiettiğimiz.dört'hadisiBuhari ve.
Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir. Buhari/küsuf: 1,3, 8, 13, 17- Müslim /küs
uf: 9, 10, 16, 17, 23, 29
[544] Ebu Davud/istiska: 4, 5, 7. Ibn Mace/küsuf. Ahmed:
1/298, 358, 3/347. 382, 6/53, 76, 164, 168, 345, 354
[545] Müslim, Ebu Davud. Ahmed
[546] Müslim. Ebu Davud. Ahmed
[547] Tirm izi/küs uf vecumua
[548] Müslim. Ahmed. Nesai. Ebu Davud/küsuf
[549] Ebu Davud. Müsned-i Ahmed
[550] Sahih-i Buhari. Sahih-i Müslim'
[551] Buhari. Müslim. Nesai. Ebu Davud. Ibn Mace, Ahmed:
5/19
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/282-287.
[552] Müsned-i Şafii
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/287.
[553] Kasani/Bedayiu's-Sanayi": 1/281-282'den
özetlenerek
[554] İmam Şafii/el-Ümm: 1/243, 244'den özetlenerek
[555] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/287-288.
[556] İmam Şafii/el-Ümm: 1/245
[557] eş-Şerhu'l-Kebir: 2/274, 275
[558] İbn Kudame/el-Muğni: 2/275, 276
[559] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 163, 164
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/288-290.
[560] Şevkani/Neylü'l-Evtar; 3/375
[561] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 3/375. Zehebi/Mizanü'I-ltidal:
4/510, 10065 nolu
[562] Zehebi/Mizanü'l-ltidal: 1/371, 1389 nolu Salebe
[563] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/290-291.
[564] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/291-292.
[565] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/293.
[566] Ebu Davud/istiska: 2
[567] İbn Mace/cihad: 142. Müsned-i Ahmed
[568] Müsned-i Ahmed: 4/39,40, 41
[569] Buhari/istiska: 1, 15, 17, 20. Müslim/istiska: 1,3, 4.
Ebu Davud/istiska: 1,2. Tirmizi/istiska; 7. Ahmed: 4/40, 41
[570] Ebu Davud/istiska. Tirmizi/cumua: 44. Nesai/istiska:
3. İbn Mace/İkamet: 153. Ahmed: 1/230, 269, 355
[571] Buhari/istiska: 3, fezail: 11
[572] Sünen-iSaîd
[573] Müslim/istiska: 7. Ahmed: 4/193
[574] Buhari/istiska: 21
[575] İbn Mace/ikamet: 154. Ahmed: 4/235
[576] Taberani/istiska: 2. Müsned-i Şafii
[577] Müşned-i Şafii. Neylü'l-EvUr: 4/12
[578] Ebu Davud. Müsned-i Ahmed: 4/39, 40, 41
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/293-299.
[579] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/282, 283'den özetlenerek
[580] Ebu Zekeriya Nevevi/Minhacü't-Talibin: 22, 23'den
özetlenerek
[581] ibn Kudame/el-Muğni:2/283-296'dan özetlenerek
[582] Sahnun/el-Müdewenetü'!-Kübra: 1/165-167'den
özetlenerek
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/299-301.
[583] ŞevkamYNeylul-Evtar: 4/8
[584] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/301-302.
[585] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/303.
[586] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/307.
[587] Müslim/birr:41. Tirmiz/cenaiz: 2. Ahmed.1/81,
2/326,354,5/276,279,283,284
[588] Müslim/birr: 41. Tirmizi/cenaiz: 2. Ahmed: 1/81,
2/326, 283, 284
[589] İbn Mace/cenaiz: ,2. Ahmed: 1/81,91, 138
[590] ibn Mace
[591] Buhari/tefsir: 4, vasaya: 3. Müslim/feraiz: 7, vasaya:
5, 7. Ebu Davud/ cenaiz: 1, 5. Tirmizi/cenaiz: 6. İbn Mace/cenaiz: 1. Ahmed:
1/176, 4/375, 5/328
[592] Müsiim/cenaiz: 1, 3. Ebu Davud/cenaiz: 16.
Tirmizi/cenaiz: 7. Nesai/ cenaiz: 4. İbn Mace/cenaiz: 3. Ahmed: 3/3
[593] İbn Mace/cenaiz: 6. Ahmed: 4/123
[594] Ebu Davud/cenaiz: 20. Ibn Mace/cenaiz: 4. Ahmed: 5/26,
27
[595] Ebu Davud/cenaiz: 34
[596] Tirmizi/cenaiz: 76. İbn Mace/sadakat: 12.
Daremi/büyû" 52 Ahmed-2/. 440, 475
[597] Buhari/libas: 18. Müslim/cenaiz: 48. Ebu Davud/cenaiz
19 Ahmed- 6/ 153,269
[598] Buhari/cenaiz: 3, meğazi: 83. Nesai/cenaiz: 11. AHmed:
6/117
[599] Tirmizi/cenaiz: 14. İbn Mace/cenaiz: 7. Ahmed: 6/43,
55, 206
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/307-311
[600] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/299
[601] Ebu Zekeriya Yahya Nevevi/Minhacü't-Talibin: 23
[602] İbn Kudame/el-Muğni: 302-307'den özetlenerek
[603] el-Fıkhu Ala'l-MezahibN-Arbaa: 1/500'den özetlenerek
[604] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/501, 502'den özetlenerek
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/311-312
[605] Bilgi için bak: Şevkani/Neylü'i-Evtar: 4/18
[606] Bilgi için bak: Şevkani/Neylü'l-Evîar: 4/18
[607] Ebu Davud/cenaiz: 3
[608] Zehebi/Mizanü'l-f'tidal: 3/351, 6721 nolu Fazl
[609] Buhari/merzâ: 13, 20. Müslim/vasaya: 8. Ahmed: 1/168,
171
[610] Tirmizi. İbn Mace. Ahmed: 1/196
[611] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/23
[612] Zehebi/Mizanü'l-l'tidal: 4/6, 8056 nolu Muhammed
[613] Zehebi/Mizanü'l-I'tidal: 3/389, 6894 nolu Kazaa
[614] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/26"dan özetlenerek
[615] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/28'den özetlenerek
[616] Zehebi/Mizanü'l-I'tidal: 2/355
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/312-316
[617] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/316
[618] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/319.
[619] Ahmed: 2/28Û, 433, 454, 472, 4/246
[620] Taberani/cenaiz:45. Ebu Davud/cenaiz: 60. ibn
Mace/cenaiz: 63. Ahmed: 6/58, 100, 105, 169, 200, 264
[621] Buhari/mezaiim: 3. Müslim/birr: 58, 72, zikr: 38. Ebu
Davud/edeb: 38, 60. Tirmizi/hudud; 3, birr: 19, kur'an: 10. İbn Mace/mukaddeme:
17, hu dud: 5. Ahmed: 2/91, 252, 269,
389, 404
[622] Ahmed: 5/136
[623] İbn Mace/Cenaiz:9,55. Dâremî/Mukaddeme : 14. Ahmed:
6/228
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/319-321
[624] KasanıYBedayiu's-Sanayİ': 1/304'den özetlenerek
[625] Ğamravi/es-Siracü'l-Vehhac: 103
[626] Ğamravi/es-Siracü'l-Vehhac: 103
[627] îbn Kudame/el-Muğni: 2/30S-318'den özetlenerek
[628] Sahnun/el-Müdeweneiü'i-Kübra: 1/184-186'dan
özetlenerek
elal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/321-323
[629] Bilgi için bak: Mizanü'l-hidâl: 1/Ş70-384
[630] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/323-324
[631] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/324.
[632] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/325
[633] Buhari/cenaİz: 73, 74, 76, 79. Ebu Davud/cenaiz: 27.
Tirmizi/cenaiz: 46. Nesai/cenaiz: 62. ibn Mace/cenaiz: 28
[634] Ahmed b. Hanbel
[635] Buhari/gusül: 23, 25, 27
[636] Ebu Davud/cihad:38
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/325-327.
[637] Mecmeu'l-Enhür 1VV/188, 189'dan özetlenerek
[638] Ğamravi/es-Siracül'l-Vehhac: 110
[639] Ibn Kudame/el-Muğni: 2/401-404
[640] Abdurrahman el-Ceziri/ei-Fıkhu Ala'l-Mezahil- Arbaa:
1/529
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/327-328.
[641] Şevkani/Neylü'l-Evtpr; 4/32
[642] Ahmed. Hakim. Ebu Davud. Tirmizi: Hadistin garibün
[643] Ebu Davud: Cabir (r.a.) den
[644] Ebu Davud. İbn Mace: ibn Abbas (r.a.) den
[645] Geniş bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-İ'tidal: 3/135,
136
[646] Geniş bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-İ'tidal: 4/148,
8673 nolu Mualla
[647] NeylÜ'l-Evtar:4/34
[648] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/329-331.
[649] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/331.
[650] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/332.
[651] Buhari/cenaiz: 12, 13, 17. Müslim/cenaiz: 38.
Nesai/cenaiz: 34. Ahmed: 5/85, 6/407, 408
[652] Buhari. Müslim
[653] Ebu Davud. Ahmed: 6/267
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/332-334.
[654] Mecmeu'l-Enhür: 1/179-181'den özetlenerek
[655] Ebu Yahya Zekeriya Ansarİ/Fethü'l-Vahhab: 1/89-91'den
özetlenerek
[656] İbn Kudame/el-Muğni: 2/317-328'den özetlenerek
[657] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/184, 185
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/334-336.
[658] Şevkani/Neylü-!-Evtar: 4/38
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/336.
[659] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/337.
[660] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/338.
[661] Buhari/meğazi: 17, 26. Ahmed: 5/112, 6/395
[662] Buhari/meğazi: 17, 26. Ahmed: 5/112, 6/395
[663] Müslim/cenaiz: 49. Tirmizi/cenaiz: 19. Nesai/cenaiz:
37. lbn Mace/ cenaiz: 12. Ebu
Davud/cenaiz: 30. Ahmed: 3/295, 329
[664] Müslim/cenaiz: 49. Ebu Davud/cenaiz: 30, 37. Ahmed:
3/295
[665] Buhari/cenaiz: 94. Ahmed: 6/132
[666] Buhari/cenaiz: 18, 19, 23, 24. Müslim/cenaiz: 45, 46.
Ebu Davud/ cenaiz: 30. Tirmizi/cenaiz: 20. Nesai/cenaiz: 39. Îbn Mace/cenaiz:
11. Ahmed: 1/94, 102,222
[667] Buhari/cenaiz: 18, 19,23, 24. Müslim/cenaiz: 45, 46.
Ebu Davud/ cenaiz: 30. Tirmizi/cenaiz: 20. Nesai/cenaiz: 39. Jbn Mace/cenaiz:
11
[668] Ebu Davud/tıb: 14, libas: 13. Tirmizi/cenaiz: 18, edeb:
46. Nesai/cenaiz: 38, zinet: 97. îbn Mace/cenaiz: 12, libas: 5. Ahmed: 1/247,
274, 328, 355
[669] Ebu Davud/cenaiz: 32. Ahmed: 6/380
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/338-341.
[670] Haşiyetü't-Tahtavi Ala Meraki'l-Felah: 316, 317
[671] el-Ğamravi/Sİracü'l-Vehhac: 105
[672] İbn Kudame/el-Muğni: 2/328-330'dan özetlenerek
[673] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/187,188
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/341-343.
[674] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/40
[675] Şevkani/Neylü'l-Evtar:4/42
[676] Zehebi/Mizanü'l-llidal: 4/240
[677] Zehebi/Mizanü'l-ltidal: 3/393, 6910 ve 6911 nolu Kays
[678] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/42
[679] Bilgi İçin bak: Neylü'l-Evtar: 4/44
[680] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/343-345.
[681] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/345.
[682] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/346.
[683]ibn Mace/cenaiz: 65
[684] Ebu Davud/cenaiz: 27. Taberani/cihad; 37
[685] Ebu Davud/cenaiz: 45. Tirmizİ/cenaiz: 42.
Nesai/cenaiz: 55, 56, 59. ibn Mace/cenaiz: 15. Ahmed: 4/247, 248, 249, 252
[686] Ebu Davud/cihad: 133. Nesai/cenaiz/66. ibnMace/cihad:
34.. Ahmed: 4/ 114,5/192
[687] Müslim/hudud: 21. Ebu Davud/hudud: 23. Tirmizi/hudud:
5. Nesai/cenaiz: 63. Daremi/hudud: 14. Ahmed: 1/8, 289, 314, 3/323
[688] Buhari/cenaiz: 4, 5, 61, 65, menâkıb-ı ansar: 38.
Müslim/cenaiz: 63, 64. Ahmed: 2/281, 438, 439
[689] Müslim/cenaiz: 69
[690] Buhari/cenaiz: 67, 74. Müslim/cenair71. Ebu
Davud/cenaiz: 57. İbn Mace/cenaİz: 32
[691] ibn Mace/cenaiz: 32. Ahmed: 6/28
[692] Tirmizi: Said b. Müseyyeb
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/346-349
[693] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/312,313
[694] Ebu Zekeriya Nevevi/Minhacü't-Taübin: 24
[695] İbn Kudame, el-Muğni: 2/344, 358.
[696] El-Fıkhu Ala’l-Mezahibi’l-Arbaa: 1/522, 523.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/350-351
[697] Şevkani, Neylü’l-Evtar: 4/47.
[698] Şevkani, Neylü’l-Evtar: 4/47.
[699] Zehebi, Mizanü’l-İ’tidal: 2/668, 5270 nolu
Abdülmin’im.
[700] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/49
[701] NeylÜ'l-Evtar. 4/52
[702] Ebu Davud/cenaİz: 47. İbn Mace/cenaiz: 87
[703] Bilgi için bak: Neylü'l-Evîar; 4/55
[704] Tirmizi. Nesai. Ahmed: Îmran b. Husayn'dan
[705] Bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-Vtidal; 2/248, 3621
noiu Süeyd
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/351-355
[706] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/355-356
[707] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/357.
[708] Bühari/cenaiz: 59. Müslirn/cenaiz: 52, 53.
Nesai/cenaiz; 79. Ibn Mace/ cenaiz: 34. Ahmed: 2/233,284, 401, 421
[709] Tirmizi/cenaiz: 40. Nesai/cenaiz: 78
[710] ibn Mace/cenaiz; 19. Müslim/cenaiz: 58. Nesai/cenaiz:
78. Ahmed: 3/ 266, 6/40
[711] Ebu Davud/cenaiz: 41
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/357-359.
[712] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/359.
[713] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/360.
[714] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/361.
[715] Tirmizi/cenaiz: 12, 60
[716] Tİrmizt/cenaiz: 12. ibn Mace/cenaİz: 14
[717] Sünen-i Saîd
[718] Sahih-i Buhari
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/361-362.
[719] Feteva-yi Hindiyye: 1/167'den Özetlenerek
[720] ei-Gamravi/Siracü'l-Vehhac: 112
[721] İbn Kuöame/el-Muğni: 2/410, 411'den özetlenerek
[722] Abdurrahman e!-Ceziri/el-Fıkhu Ala"l-Mezahibi'!-
Arbaa: 1/502
elal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/363.
[723] Şevkani/Neylü'l-Evtar:4/64
[724] Said b. Mensur: Muhammed b. Sirîn'den
[725] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/363-364.
[726] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/364.
[727] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/365.
[728] Buhari/cenaiz: 4, 55, 61, 65, menakıb-'ı ansar: 38.
Müslim/cenaiz: 63, 65, 69, 70, 72. Ebu Davud/saiat: 243, cenaiz: 53, 58, 215.
Tirmizi/cenaiz:38
[729] Müslim/cenaiz: 72. Ebu Davud/cenaiz: 54.
Tirmizi/cenaiz: 7. Nesai/ cenaiz: 76'. İbn Mace/cenaiz: 25. Ahmed: 4/367, 370,
5/406
[730] Buhari/meğazi:12
[731] Sünen-iSaid
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/365-366.
[732] Haşiyetü't-Tahtavi: 318
[733] Ebu Zekeriya Nevevi/Minhacüt-Talibin: 24
[734] ibn Kudame/el-Muğni: 2/369, 371
[735] Abdurrahman-el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibil- Arbaa:
1/517
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/366-367.
[736] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/68
[737] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/367-368.
[738] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/368-369.
[739] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/370.
[740] Buhari/cenaiz: 66. Tirmizi/cenaiz:39. Nesai/cenaiz: 77
[741] Müsned-i İmam Şafii
[742] Ebu Davud/cenaiz: 56
[743] Ibn Mace/cenatz: 23. Ebu Davud/cenaiz: 53.
Nesai/cenaiz: 77. Taberani/cenaiz: 16, 25. Ahmed: 2/256, 345, 363, 368, 459,
4/170
[744] Ibn Mace/cGnaiz: 44. Ahmed: 1/283
[745] Ebu Davud/cenaiz: 56. İbn Mace/cenaiz: 23. Ahmed:
3/491
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/370-373.
[746] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/313
[747] Ebu Yahya Zekeriya Ensari/Fethü'l-Vahhab: 1/95
[748] İbn Kudame/el-Muğni: 2/347
[749] Abdurrahman el-Ceziri/el-Frkhu Ala'i-Mezahibi'l-Arbaa:
1/517'den Özetlenerek
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/373-374.
[750] Zehebi/Mizanü'l-ltidal: 4/124, 125
[751] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/69
[752] Bilgi için bak: Mizanü'l-I'tidal: 1/47, 48
[753] Zehebi/Mizanü-l-hidal: 4/90, 8442 nolu Mervan
[754] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/374-375.
[755] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/376.
[756] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/377.
[757] Buhari. Müslim. Ebu Davud. Tirmizi. İbn Mace. Ahmed b.
Hanbe!
[758] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/86
[759] Şevkani/Neylü'i-Evtar: 4/86
[760] Ahmed b. Hanbe!. Ebu Davud. Ibn Mace
[761] Müsned-i Ahmed. Nesai: İbn Sirİn'den
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/377-379.
[762] Feteva-yi Hindiyye: 1/162
[763] Mecmeu'l-Enhür: 1/186
[764] ibn Kudame/el-Muğni: 2/366
[765] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibil- Arbaa:
1/533
[766] Abdurrahman ei-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/533
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/379-380.
[767] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/87
[768] Bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-l'tidal: 1/317, 1194
nolu Bişr
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/380-381.
[769] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/381
[770] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/382
[771] Ebu Davud/cihad: 82. Tirmizi/cenaiz: 54. İbn
Mace/cenaiz: 38. Ahmed: 2/27, 40, 5/254
[772] İbn Mace/cenaiz: 44
[773] Buhari/cenaiz: 96
[774] Ebu Davud/cenaiz: 68
[775] Neylü'l-Evtar: 4/95
[776] İbn Mace/cenaiz: 42
[777] Müslim/cenaiz: 94. Tirmizi/cenaiz: 58. Nesai/cenaİz:
96, 98. İbn Mace/cenaiz: 43. Ahmed: 3/245, 332, 399, 6/299
[778] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/382--384
[779] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 1/319,320
[780] el-Gamravi/Siracü'l-Vehhac: 114, 115'den özetlenerek
[781] İbn Kudame/el-Muğni ve eş-Şerhu'l-Kebir: 2/382,
385'den özetlenerek
[782] Sahnun/el-Müdewenetü'l-Kübra: 1/165 ve fbn
Kudame/el-Muğni: 2/385
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/384-385.
[783] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/92
[784] Zehebi/Mizanü'l-I'tidal: 1/597, 2256 nolu Hammad
[785] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/97
[786] Fazla bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-I'tidal: 4/11,
8069 noiu Muhammed
[787] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/385-387
[788] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/387-388.
[789] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/389.
[790] Ebu Davud/cenaiz: 69
[791] Sünen-iSaid. Neyiü'l-Evtar: 4/101
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/389-390.
[792] İbn Kudame/el-Muğni: 2/385
[793] İbn Şâhîn/Kiîabu Zikri'l-Movt. ol-Muğni: 2/386
[794] Bilgi için bak: fbn Kudame/Gİ-Muğni: 2/386, haşiye,..
[795] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/390-391.
[796] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/391.
[797] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/391.
[798] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/392.
[799] Müslim/cenaiz: 106, adahî: 37. Taberani/dahaya; 105.
Ahmed: 3/38
[800] Müslim/cenaiz: 105, 108. Nesai/cenaiz: 101. İbn
Mace/cenaiz: 40. Müslim/cenaiz: 105, 108. Nesai/cenaiz: 101. İbn Mace/cenaiz:
40.
[801] Ebu Davud/cenaiz: 78. Tirmizi/salal: 121.
Nesai/cenaiz; 104. Ahmed: 1/ 229, 287
[802] el-Esrem/Sünen. Neylü'l-Evtar: 4/125
[803] Müslim/taharet: 39, 45
[804] Müslim/cenaiz: 104. İbn Mace/cenaiz: 36. Ahmed: 5/353
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/392-394.
[805] Haşiyetü't-Tahtavi: 340-342
[806] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/540'dan Özetlenerek
[807] İbn Kudame/el-Muğni: 2/424'den Özetlenerek
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/394-395.
[808] Neylü'l-Evtar: 4/124
[809] Bilgi için bak: Zehebi/Mizanü'l-l'tidal: 4/538, 10302
nolu Ebu Salih
[810] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/395-397.
[811] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/398.