Ramazan ve Bayramın Sübutuyla İlgili Şahitlik
Bulutlu, Sisli Gün ve Şek Günü
Bir Beldenin Hilali Görmesiyle Diğer Belde Sakinlerinin Ona Uyup Oruç
Tutmaları Gerekir Mi?
Farz Oruçlarda Geceden Niyet Getirmenin Vücubu
Kendisine Oruç Farz Olanın Hükmü
Orucu Bozan, İşlenmesi Mekruh ve Müstehab Olan Şeyler
Oruçlu Îken Kusmak veya Sürme Kullanmak
Oruçlunun Unutarak Bir Şey Yemesi veya İçmesi
Oruçlu İken Gıybetten, Boş ve Anlamsız Söz ve Davranıştan Korunmak
Oruçlu İken Sıcaktan Dolayı Ağzı Çalkalamak veya Yıkanmak
Oruçlu İken Eşini Öpen Kimsenin Durumu
Ramazanda Oruçlu Kimsenin Cünüp Olarak Sabahlaması
Ramazanda Orucunu Cinsel Temasta Bulunmak Suretiyle Bozan Kimseye Ne Gibi
Kefaret Gerekir?
Hiç İftar Etmeden Birkaç Günün Orucunu Birbirine Bağlamak (Savm-i Visal)
Orucu Bozmayı Mubah Kılan Sebepler ve Bozulan Orucun Kazası
Niyet Edilip Başlanılan Orucu Bozmak
Ramazanda Sefere Çıkmaya Niyet Ettiği Gün İftar Edebilir mi?
Ramazanda Hastanın, Yaşlı
Kimsenin, Gebenin ve Süt Emzirenin Durumu
Ramazan Orucunu Birbiri Ardınca Veya Müteferrik Şekilde Kaza Etmek
Ölen Kişinin Adayıp da Tutmadığı Orucu Onun Yerine Tutmak
Zilhiccenin On Gününde ve Özellikle Arafe Gününde Oruç Tutmak
Receb Ayıyla İlgili Rivayetler:
Pazartesi ve Perşembe Günlerini Oruçlu Geçirmek
Yalnız Cuma ve Yalnız Cumartesi Oruç Tutmak Mekruhtur
Eyyamü’l-biyd’de ve Her Aydan Üç Gün Oruç Tutmak
Bir Gün Oruç Tutup Bir Gün İftar Etmek
Yolculuk Halinde Olanın ve Bir De Savaşanların Nafile Oruç Tutması
Nafile Orucu Başlamak Onu Gerekli Kılar mı?
Ramazanı Bir veya İki Gün Önce Oruç Tutmak Suretiyle Karşılamakta Bir
Sakınca Var mıdır?
İki Bayram ve Teşrik Günlerinde Oruç Tutmak Haramdır
Ramazanın Son On Günü ve Kadir Gecesi
Oruç ibadeti, îslamın
beş şartından biridir. Farziyeti kitap, sünnet ve icma1 ile sabit olmuştur.
Terld büyük günah, inkarı küfürdür.
Bu ibadetin, hicretin
ikinci yılında Medine'de farz kılındığı kesindir.
Oruç, bizden Önceki
semavi din saliklerine de farz kılınmış bir ibadettir. Ancak onlara bunun ne
ölçüde ve muhtevada farz kılındığım bilmiyoruz. Bu konuda birtakım zayıf
rivayetler varsa da, tarihi gerçeği yansıtır mahiyette değildir. Kur'an-ı
Kerim'de oruç ibadetinin bizden önceki ümmetlere de farz kılındığı şöyle
açıklanmaktadır:
"Ey iman edenler!
Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de sayılı günlerde farz
kılındı. Ola ki korunup sakınırsınız."[1]
Rasulüllah (s.a.v)
efendimiz de bu konuda şöyle buyurmuştu?':
'İslam beş (esas)
üzerine kurulmuştur; Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed (s.a.v) in
Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak* zekat vermek, ramazan
orucunu tutmak ve haccetmek."[2]
Elimizdeki tevrat
nüshalarında orucun farsiyetine delalet eden açık bir belge yoksa da orucu ve
bu ibadeti yerine getirenler hakkında bir takım övgüler vardır, M&sa
peygamber'in 40 gün oruç tuttuğu rivayetler arasında geçmektedir.
İncil'de de orucun
farziyetini açıklayan bir belge mevcut değildir. Zekeriya bölümünde onun
beşinci ayda perhiz etmesinden söz edilir. Matta İncil'i 6/16 bölümünde oruçla
ilgili şu sözler yer almaktadır: "Ve oruç tuttuğunuz zaman, ikiyüzlüler
gibi surat asmayın; zira onlar oruç tuttuklarını insanlar görsünler diye suratlarını
asarlar."
Şüphesiz oruç, namaz
gibi hayatı disipline eden önemli bir ibadettir. Allah'ın hoşnutluğuna erişmek,
O'na yakın olmak için insanın kendi iradesini Ölçülü ve anlamlı biçimde
kullanarak yemek, içmek ve benzeri ihtiyaçları yerine getirmekten beîîi bir
süre nefsini alıkoyması, bir bakıma melekleşmeğe yönelmesidir. Bu nedenle
diyebiliriz ki oruç, irademizin en büyük terbiyecisi, vicdanımızın en usta
geliştiricisidir.
Orucun diğer
faydaları:
a) İradeyi kuvvetlendirir,
dayanma gücünü artırır.
b) Nefsi
terbiye edip disiplin altına alır.
c) Sıkıntı ve
açlığa katlanma alışkanlığını
doğurur ve geliştirir.
d) Fakir ve
muhtaçları, aç ve perişan durumluları hatırlatır; onlara ilgi duyma idrakini
uyandırır.
e) Hayatın
yeme, içme ve benzeri ihtiyaçları yerine getirmekten ibaret olmadığını,
insanın daha yüksek ve kalıcı amaçlar için yaratıldığını kalp ve kafaya işler.
Oruç ile çevirisini
yaptığımız "siyam"m biri sözlük, diğeri ıstılahı olarak iki manası
söz konusudur. Nevevi Müslim'in şerhinde, Hafız îbn Hacer, el-Fetih'te bu
kelimeyi belirtilen düzeyde şöyle açıklamışlardır:
Siyam, lügatte: İmsak
anlamına gelir. Şeriatte ise, Özel şartlara göre Özel bir zaman parçası içinde
ve özel (belirlenmiş) şeylerden sakınıp uzak kalmaktır.
Özel şartlar, orucun
vücubunun şartlarını ve ona ehil olma düzeyinde bulunmaya delalet eder. Özel
zaman, kameri aylardan Ramazan'a delalet eder. Özel şeyler ise, şeriatın
belirlediği yiyecek, içecek maddelerinden sakınmayı ve cinsel ilişkide bulunmamayı
içermektedir. [3]
İslam dini, her konuda
olduğu gibi, Ramazan'm ve bayramın sübutunda da b rtakım kolaylıklar getirmiş
ve müslümanlara
sıkıntı, zorluk ge rek
ramazan'm, hilalin çıplak göz irecek teferruattan kaçınmıştır. O bakımdan
ge-erekse Ramazan Bayramı'nın sübutu konusunda e görülmesini şart koşmuş; hava
kapalı veya sisli bulunduğu dönemlerde Şaban ve Şevval'in otuz gün olarak tamamlanması
söz konusudur[4] Ayrıca gece ile gündüzün
anormal şekilde uzurj olduğu bölgelerle, yılın çoğunda bulutlu, sisli geçen
yerlerde hetaba baş vurulması ve gece ile gündüzü normal, seyreden ülkeye göre
ayarlanması emredilmiştir.
Şüphesiz ramazan ve
bayramın sübutu için güvenilir şahide ihtiyaç vardır. Ancak hangi durumlarda
kaç şahidin şehadetine itibar edilir? Bu kokuda ilgili hadisleri ve müctehid
imamların ictihad, istinbat ve ih çıkmış, olur. icaclarım getirdiğimizde
sorunun cevabı ortaya çıkmış olur. [5]
îbn Ömer 'İnsanlar h Rasuîüllah'a
(s. dinimiz (benim burada oruç tutmadan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor
ki: lali görmeye çalışıyordu. Bunun üzerine a(v) , hilali gördüğümü haber
verdim. Efen-şehadetim üzerine) oruç tuttu ve insanla-arını emretti."[6]
îkrime'nin yaptığı
demiştir: rivayete göre, İbn (r.a) şöyle
"Bedevilerden bir
adam, Peygamber (s.a.v) efendimize gelerek dedi ki: "Doğrusu ben hilali
gördüm, (yani Ramazan hilalini." Bunun üzerine efendimiz ona:
"Alilah'tan başka ilah olmadığına şehadet ediyor musun?" diye sordu. O
da: "Evet" diye cevap verdi. Peygamber j(s.a.v) ona:
"Muhammed'in Rasulüllah olduğuna şeha.dlet ediyor musun?" diye
sordu. O da: "Evet" diye cevap verince, Rasulüllah (s.a.v) efendimiz
Bilal'e seslendi: "pTa Bilal! Yarın oruç tutmaları için insanlara (ramazanın
b|aşladığını) du-yur."[7]
Rebi'îb. Hıraş'in
peygamber (s.a.v) in eshab dan yaptığı rivayete göre, o şahabı şöyle demiştir:
'İnsanlar, Ramazan'ın
son günü hakkiı (farklı görüş ortaya koydu). Bu sırada iki taı peygamber
(s.a.v) efendimizin huzurunda dü gördüklerine dair şehadette bulundu. Bum
sulüîlah (s.a.v) efendimiz, insanlara iftar etıa ti." [8]
mdan bir adam-ıda
ihtilaf etti le bedevi gelip tn akşam hilali in üzerine Ra-ıelerini emret-
Abdurrahman b. Zeyd b.
el-Hattabî, şek gününde (ramazan veya bayram olup olmadığı hakkında) insanlara
hitapta bulundu ve bu arada şöyle dedi: "Haberiniz olsun ki, ben,
Rasulüllah'm (s.a.v) eshabıyla oturdum ve onlardan (bu konuyu) sordum. Onlar
da Rasulüllah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu bana anlattılar: "Hilali görünce
oruç tutun ve yine hilali görünce iftar edin; ona göre ibadetinizi sürdürün.
Hava size kapalı, sisli olursa, onu otuz gün olarak tamamlayın. Eğer
müslümanlardan iki şahit (hilali gördüklerine dair) şehadette bulunursa, o
takdirde oruç tutun ve iftar edin."[9]
Mekke emiri el-Haris
b. Hatıb (rja) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:
'Peygamber (s.a.v)
efendimiz hilali gördüğümüzde ona göre ibadeti yapmamızı bize tenbih buyurdu.
Göremediğimiz takdirde, adil iki şahit şehadet ettiği takdirde, ona göre ibadeti
yerine getirmemizi emretti."[10]
a) Hanefüere
göre: el-Hasan'ın yaptığı rivayette, İmam Ebu Hanife bu konuda şöyle demiştir:
"Ramazan ve bayram hilalinin sübutunda adil bir kişinin şehadeti kabul
olunur."
Hava kapalı olduğu
takdirde Şaban ayı otuz olarak tamamlanır. Aynı şekilde ramazanın son gününde
hava kapalı olursa, ramazan da otuz gün olarak tamamlanır.
Hanelilerden bir
kısmına göre, hava açık olduğu takdirde, her cami ve mescidden bir, iki adamın
şehadette bulunması söz konusudur.
el-Hasan'ıri görüş ve
rivayeti, hilal'i görmenin ihbar babına girmesiyle ilgili olup şehadet babıyîa
ilgili değildir. Hava bulutlu olduğu takdirde bir adamın şehadeti yeterli kabul
edilir. Çünkü ihbar (haber verme) de sayı şart değildir; ama şahitlikte sayı
şarttır. Böylece diyanat hususunda bir kişinin haber vermesine itibar edilir.
Mesela mevcut suyun temiz veya necis olduğu hakkında bir kişinin haberi yeterli
sayılır. Ancak hilalin sübutu konusunda o kişinin adil olması şarttır.[11]
Böylece İmam Ebu
Hanife ile İmam Hasan 935 nolu İbn Ömer hadisiyle istidlal ve ihticacda
bulunmuşlardır.
b) Şafülere
göre: Kâsânî bu konuda İmam Şafii'den iki kavi rivayet edildiğini; bir kavline
göre, adil bir adamın şehadetinin kabul edileceği, diğer kavline göre iki
adamın şehadetinin kabul edileceğini belirtmiştir.[12]
el-Ğamravî bu konu
hakkında şu bilgiyi vermiştir: "Ramazan orucu, şaban ayının otuz gün
olarak ikmaliyle veya hilalin görünmesi ve bunun adil bir adamın veya iki
adamın görmesinin sübutuyîa vacip olur. Bir adamın şehadetinin kabul olunması
için onun adil olması şarttır. Aynı zamanda o kimsenin
köle ve kadın olmaması
söz konusudur."
c)
Hanbclilere göre: Müslüman halkın Şaban'm otuzuncu akşamı (yani yirmi dokuzunu
otuzuna bağlayan gece) hilali görmeye yönelmeleri ve böylece kendilerini
ihtilaftan uzak tutmaları müstehabdır.[13]
Ramazan hilali
hakkında adil bir adamın şehadeti kabul olunur, ama diğer ayların hilalini
tesbitte bir adamın şehadeti kabul olunmaz, şehadette bulunanların iki adam
olması gerekir.
Böylece ramazan hilali
hakkında adil bir kimsenin şehadeti kabul edilir ve ora halkının ona uyarak
oruç tutması gerekir. Ancak İmam Ahmed, bu konuda haber verenlerin iki adam
olması daha uygundur demiştir.[14]
Hanbeliler bu konuda
Ibn Abbas (r.a) dan'rivayet edilen 936 nolu hadisle istidlal etmişlerdir ki bü
rivayeti îkrime, îbn Abbas'dan nakletmiştir.
d)
Malikilere göre: İmam Malik'e göre, Ramazan hilali konusunda ancak iki kimsenin
şehadeti kabul edilir, bir kimse bu hususta yeterli değildir. İmam el-Leys,
Evzai, İshak ve aynı ekole dahil olanlar da bu görüş ve ictihaddadırlar. Bunlar
Zeyd b. el-Hattab rivayetiyle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır. (945)[15]
Nitekim Sahnûn'un İbn
Kasım'dan yaptığı rivayete göre: "Hilal'i gördüğünü söyleyen bir kişinin
şehadetini îmanı (yetkili emir veya kadı) reddedebilir mi?" sorusuna Ibn
Kasım şu cevabı vermiştir: "Evet... Bu, İmam Malik'in kavlidir." Peki
hilali yalnız başına gören adamın, imamın onun şehadetini reddetmesine rağmen o
gün oruç tutması gerekir mi? sorusuna İbn Kasım yine "Evet..." diye
cevap vermiş ve bunun İmam Malik'in kavli olduğunu söylemiştir.[16]
Böylece üç mezhebe
göre, Ramazan hilali hakkında adil bir adamın şehadeti kabul edilir. İmam
Malik'e göre kabul edilmez. [17]
935 nolu îbn Ömer
hadisini aynı zamanda Daremî, îbn Hib-ban tahric etmiş; Hakim, Beyhaki ve îbn
Hazm sahihi emişlerdir. O bakımdan istidlal ve ihticaca salih görülmüş, îmam
Malik
dışında kalan müctehid
imamların çoğu onunla amel edilmeyi uygun görmüşlerdir.
936 nolu İkrime'nin
İbn Abbas (r.a) dan yaptığı rivayeti aynı zamanda İbn Hibban, Darekutni ve
Hakim tahric etmişlerdir. Tir-mizi bu hadisin mürselen rivayet edildiğini
belirtmiştir. Nesai de bunun "evla bi's-sevab" olduğuna dikkat
çekmiştir.[18]
Bu babda Darekutni ve
Taberani İbn Abbas (r.a) ile îbn Ömer (r.a) den Tavus tarikiyle bir rivayet
yapmışlardır. O da şöyledir: "Medine'de hazır bulunduğum bir sırada İbn
Abbas ile ibn Ömer de (Allah ikisinden de razı olsun) orada idiler. Bir adam
yanımıza geldi ve ramazan hilalini gördüğüne şehadet etti. İbn Abbas ile İbn
Ömer onun şehadetinden sordular ve uygun kabul edilmesini emrettikten sonra
şöyle dediler: "Rasulüllah (s.a.v) efendimiz, ramazan hilalini görme
hususunda bir adamın şehadetini kabul edip uygun görürdü, ama iftar, yani
ramazan in bitip şevval ayına girildiği hakkında hilali görme hususunda ancak
iki adamın şehadetini kabul ederdi."
Darekutni bu rivayet
üzerinde durarak şöyle demiştir: "Bunu rivayette Hafs b. Amr teferrüd
etmiştir ki bu zat zayıftır."[19]
Sonuç olarak yukarıda
tahlilini yaptığımız iki hadis de Ramazan hilalinin rü'yetinde bir adamın
şehadetinin kabul olunacağına açık biçimde delalet etmektedir. İmam Nevevi bu
tesbitin en sahih tesbit olduğunu belirtmiştir.
Ramazan'm çıkması
hususunda rü'yeti hilal hakkında ise, müctehidlerin çoğuna göre bir adamın
şahitliği yeterli değildir. İmam Ebu Sevr ise, bir adamın şehadetinin bu konuda
da yeterli olduğunu söylemiştir.
Nitekim Nevevi, Müslim
şerhinde şöyle demiştir: "Şevval hilalinin rü'yeti hakkında adil bir
adamın şehadetinin kabul edilemeyeceğinde bütün ilim adamları görüş birliği
içinde bulunuyor; ancak İmam Ebu Sevr müstesna.."
937 nolu Rebiî hadisi hakkında Ebu Davud ve
el-Münzirî susup bir şey dememişlerdir. Ama hadisin ricalinin hepsi sahihtir.
Burada kendisinden rivayet edilen sahabinin isminin meçhul olması, hadisin
sıhhatini bozmaz.
Aynı zamanda bu babda
Ubeydullah b. Umeyr b. Enes b. Malik'in kendi halasından yaptığı bir rivayet
vardır. O da şöyledir: "Birkaç süvari Peygamber {s.a.v) efendimize gelerek
bir gün Önce hilali gördüklerini söyleyip şehadette bulundular. Bunun üzerine
Rasulüllah (s.a.v) onlara iftar etmeleri ve sabah olunca namazgahta
bulunmalarım emretti."
Bu hadisi Ahmed, Ebu
Davud, Nesai ve îbn Mace tahric etmişlerdir. îbn Münzir ve İbn Hazm ise sahihi
emişlerdir. Aynı zamanda ibn Hibban bunu kendi Sahih'inde Enes'den rivayet
etmiştir.[20]
Bu sahih hadisten,
zahiren müslüman oldukları bilinen bedevilerin rü'yet-i hilal hakkında
şehadetlerinin kabul edileceği anlaşılıyor. Nitekim îkrime hadisinde bir
bedevinin bu konuda yaptığı şehadetin Rasulüllah (s.a.v) efendimiz tarafından
kabul edildiğini yukarıda nakletmiş bulunuyoruz. Bu rivayet onu' kuvvetlendirmektedir.
938 nolu Abdurrahman
hadisini Hafız İbn Hacer et-Telhis'te zikretmiş ve zayıf olduğuna dair bir
görüş izhar etmemiştir. Yapılan
incelemede hadisin isnadında
sakıncalı bir yanı görülmemiştir.
îmam Malik daha çok bu
hadisle istidlal etmiştir. Ebu Sevr de bununla ihticacm salih olduğuna kail
olmuştur.
939 nolu Mekke
Emiri'nin hadisi hakkında Ebu Davud ile el-Münziri susup bir şey dememişlerdir.
Ama yapılan inceleme ve araştırmada, ricalinin sahih olduğu tesbit edilmiştir.
Aralarında bir de Hüseyn b. Hars el-Cedelî bulunuyor ki, bu zat sadûk olarak
bilinir, Nitekim Darekutni bu rivayeti sahihlemiştir.
Ancak ramazan hilalini
görme hususunda adil bir adamın şehadetinin kabul edildiğine dair olan
rivayetler ağırlık kazanmış ve o bakımdan müctehidlerin önemli bir kısmı bu 939
nolu hadisle, istidlalde bulunmamışlardır. [21]
islam dininin, ramazan
ve iftar konusunda rü'yet-i hilali esas olarak belirlerken büyük bir kolaylık
getirdiğini kaydetmiştik. Ancak gerek ramazanın başında, gerekse sonunda hava
kapalı, yani bulutlu ve sisli olabilir. O takdirde ne yapılması gerekir.
Dinimiz bu hususta da kolaylık getirmiş ve böylece ramazan ayının başlayıp
başlamadığı hakkında şüphe doğunca, şaban ayının otuz olarak tamamlanmasını
emretmiştir. Çünkü kameri aylar bazan 29, bazan da 30 gün olur. Ramazanın
sonunda hava kapalı olur da hilali görüp tesbit etmek mümkün olmazsa, o tak-
dirde ramazan da otuz gün olarak tamamlanır. [22]
İbn Ömer (r.a) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Hilali gördüğünüzde oruç tutunuz, yine onu gördüğünüzde iftar ediniz.
Hava size kapalı olursa ona göre (hesaplayıp) takdir ediniz."[23]
Bu hadis şu lafızla da
rivayet edilmiştir:
"Ay yirmi dokuz
gecedir. Hilali görmedikçe oruç tutmayın. Hava size kapalı olursa, (gün)
sayısını otuz olarak tamamlayın."[24]
öir rivayette ise,
Rasulüllah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğu belirlenmiştir:
"Ay ancak yirmi
dokuzdur. Hilali görmedikçe oruç tutmayın ve iftar etmeyin. Eğer hava size
kapalı olursa, ona göre (hesaplayıp) takdir edin."[25]
Ebu Hür ey re (r.a)
den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Hilalin görünmesiyle oruç tutunuz, yine onun görünmesiyle iftar ediniz.
Hava size kapalı, sisli olursa Şaban'ı otuz olarak tamamlayın."[26]
Abbas'tan (r.a)
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Hilalin
görünmesiyle oruç tutunuz ve yine onun görünmesiyle iftar ediniz. Hilal ile
sizin aranıza bulut girersie, (ayın) sayısını otuz olarak tamamlayın ve ayı
(oruç tutarak) karşılamayın,”[27]
Nesai'nin Ebu
Yunus'dan, onun da Simak'dan, onun da İkrime'den, onun da tbn Abbas (r.a) dan
yaptığı rivayette ise hadis şu lafızla nakledilmiştir: "Ramazan ayını bir
ve iki gün oruç tutmak suretiyle karşılamayın. Ancak sizden birinizin tutmakta
olduğu orucu o günlere rastlarsa, bunda bir sakınca yoktur. Hilali görmedikçe
oruç tutmayın, yine hilali görünceye kadar oruca devam edin. Ayın önüne bulut
ve sis geçerse (sizinle ay arasını bulut ve sis kapatırsa), (ayın) sayısını
otuz olarak tamamlayın, sonra iftar edin."[28]
a)
Hanefilere göre: RamazâTım başlangıcı, hava açık ise Şaban'm 29'unu 30'una
bağlayan akşam hilali görmekle gerçekleşir. Hava kapalı, sisli ise, Şaban ayı
otuz gün olarak tamamlanır. Otuzuncu günün kesin olarak ramazanın başlangıcı
olduğu bilinmediğinden o gün "şek günü" kabul edilir ve oruç tutmak
mekruh sayılır.
Bunun gibi şevval
ayının başlangıcını tesbitte hava kapalı ise, ramazan otuz gün olarak
tamamlanır. Çünkü bu durumda asıl olan, ayın henüz tamamlanmadığıdır. O
bakımdan bu asıl ancak kesin bilgi ile terkedilir. v
Ama hava bulutlu ve
sisli olduğu durumda bir kişinin -ister köle, ister hür, ister erkek, isterse
kadın olsun- şehadeti kabul edilir.
Ancak bu kişinin Müslüman,
akıl, baliğ olması gerekir.
Şevval ayının hilali
hakkında ise, hava açık bulunduğu durumda ancak bir cemaatin şehadeti söz
konusudur. Hanefilerin çoğu bu görüşte olmakla beraber îmam Ebu Hanife farklı
bir icti-hadda bulunarak şöyle demiştir: "İster hava açık, ister kapalı olsun
iki erkeğin veya bir erkek, iki kadının şehadeti kafi gelir. Şu şartla ki, bu
iki erkek veya bir erkek iki kadının müslüman, hür, akil, ve baliğ olması
gerekir. Bunların aynı zamanda zina isnad ettiklerinden dolayı hadd-i kazf
(seksen değnek) cezası görmemiş bulunması söz konusudur."[29]
Böylece "şek
günü", Şaban'ın yirmi dokuzundan bir sonraki gün oluyor. 29. gün hava
kapalı olduğundan 30. günün ramazan olup olmadığı şüphelidir. O sebeple o gün
hakkında kesin bir hüküm vermek mümkün değildir. Gerçi günümüzde ki bilimsel
tesbitlerle bunu kesin belirlemek mümkündür. Nitekim Ra-sulüllah (s.a.v) bu
inceliğe de işaretle "fakdurû leh" buyurarak kapıyı açık tutmuştur.
Ancak islam bütün kavim ve kabilelere, ülke ve milletlere hitap ettiğinden,
herkesin veya her kesim ve bölgenin kesin hesaba baş vuramayacağını dikkate
alarak bir kolaylık getirmiştir.
Hem rasulüllah (s.a.v)
efendimiz bu kolaylığı getirirken, kameri ayların bazan otuz, bazan yirmidokuz
olduğunu belirterek mu minleri şüpheden kurtarmayı amaçlamıştır. Zira ibadetten
maksat "zaman kavramı" değildir, zaman ona resmiyet ve ölçü sağlamak
içindir.
Böylece ramazan olduğu
kesin belirlenmeyen otuzuncu gün, şek günüdür ve o günde oruç tutmak mekruhtur.
Ancak kişinin oruç tutmayı itiyad edindiği gün, şek gününe rastlarsa, o gün
oruç tutmasında bir sakınca yoktur, kerahet kendiliğinden kalkar.[30]
b) Şafiilere
göre: Şafüler de bu konuda Hanefilere yakın bir görüş ve ictihad ortaya
koymuşlardır.
Şöyle ki: insanlar
Şaban'm 29. günü akşamı hilali görmeğe çalışırlar da onlardan hiç kimse hilali
göremez veya şahitliği kabul edilmeyen bir kişi (kadın veya çocuk) görürse,
artık 30. gün oruç tutmak haram olur. Hava o gün için ister açık, ister kapalı
olsun farketmez. Çünkü her iki durumda da hilal tesbit edilememistir. Ancak
itiyad edip tuttuğu oruç o güne rastlarsa, o takdirde tahrinı onun hakkında
kalkar ve oruç tutmasında bir sakınca söz konusu olmaz.
Bir de otuzuncu gün,
şek günü olarak bilinir ve müslümanlar o gün oruca niyet etmeksizin sabahlar ve
sonra da o günün ramazan olduğu anlaşılırsa, o takdirde ramazana hürmeten
müslümanlar günün kalan kısmında bir şey yemekten ve içmekten kendilerini
âlıkorlar ve ramazan çıkınca da o günü hemen kaza ederler.[31]
c) Hanbelilere
göre: Hanbeliler bu konuda, diğer iki mezhepten az farklı bir görüş ve ictihad
ortaya koymuşlardır. Şöyle ki: Şaban'm 29. günü akmamı hava açık olduğu halde
hilal görülmezse, artık 30. günü oruç tutmak mekruh olur. Ama hava bulutlu ve
sisli olursa, o takdirde 30. günü oruç tutmak vacip olur.[32]
d)
Malikilere göre: Malikiler "şek günü" hakkında iki tarifte
bulunmuşlardır. Birincisi: Şaban'm 29. günü akşamı, köle, kadın ve çocuk gibi
şehadeti kabul edilmeyen bir kişi hilali gördüğünü iddia ederse, onun iddiasına
itibar edilmez ve bu durumda Şaban in otuzuncusunu "şek günü" olarak
sayılır. İkincisi: Şaban'm 29. günü akşamı hava kapalı olur da onu görenler
olmazsa, o takdirde Şaban'm otuzuncu günü "şek günü" sayılır. Adamm
tutmakta olduğu mendup oruç o güne rastlarsa, yine orucu mend-up kabul edilir.
Ama bir yıl önce kazaya kalan ramazan orucunun kazası veya adak ve keffaret
orucu o güne rastlarsa, yapılan niyete göre hüküm alır, yani vacip veya farz
oruç olarak yerine getirilmiş kabul edilir. Şayet o günün ramazan olduğu
ortaya çıksa, artık tutulan oruç ramazan yerine geçmez, çünkü ona niyet edilmiş
değildir. Ramazan sonunda o bir günü kaza etmek gerekir.[33]
950 nolu Ibn Ömer
hadisi sahihtir. Metinde geçen "fekdurû leh" cümlesi üzerinde az
farklı yorum yapılmıştır:
a) Ayın
başlangıcını dikkate alarak otuz günü hesaplayın.
Bu yoruma göre,
Şaban'm 29. günü akşamı hava kapalı olursa, o takdirde Şaban'm başlangıcı
dikkate alınarak otuz gün olarak tamamlanır ve sonra Ramazan orucuna başlanır.
b) Şaban'ın
29. günü akşamı hava kapalı olursa, o takdirde hesaba baş vurulur ve ona göre
belirlenir.
Bu yorum daha çok
iklimi yağışlı olup yılın çoğunda havası kapalı olan ülkelerle ve bir de
kutuplara yakın yerlerle ilgilidir. Nitekim Ibn Şüreyh, Mutarrıf ve Ibn Kuteybe
bu yorumu benimsemişlerdir. Onlara göre: Öyle durumlarda ayın menzillerine
göre hesap yapılıp takdir edilir.[34]
951 ve 952 nolu
hadisler de sahihtir ve 950 njolu hadisi kuvvetlendirmektedir. Ancak 951 nolu
hadiste "gün sayısını otuz olarak tamamlayın" buyurulurken, 952 nolu
hadiste, "ona göre (hesaplayıp) takdir edin" buyurulmuştur. Gerçi
müctehidlerin çoğu bu iki anlatım tarzını aynı manaya hamletnıişlerse de,
şüphesiz aralarında nüans söz konusu olabilir. Rasulüllah (s.a.v) efendimiz
ikinci anlatımda daha çok, yılın çoğunda bulutlu geçen bölgelerle, kutuplara
yakın kesimlerde yaşayan yörelere işarette bulunmuş ve o gibi yerlerde hesaba
baş vurup gereken takdiri yapmamızı emretmiştir. Çünkü bu anlatımı "otuz
günü tamamlayın" manasına hamledecek olursak, yılın çoğunda kapalı geçen
ve birkaç yıl o yüzden hilalin rü'yetine imkan olmayan bölgelerde, hep Şabanı
otuz olarak tamamlarsak birkaç yıl sonra kameri aylar yer değiştirmeye başlar
ve ayların günleri birbirine geçerek yıl ve ay hesabı alt-üst olur. O bakımdan
"fekdurû" fiilini,, hesaplayıp takdir etmek manasına hamletmek, yani
o şekil manalandırmak daha isabetli olur.
953 nolu Ebu Hüreyre
hadisi de sahihtir, rical ve senedinde şüphe yoktur. Ancak bu hadis yılın
çoğunda hava açık olan bölgelerle ilgilidir. Zira bir yıl hava kapalı olur da
Şaban otuz olarak tamamlanır; bir sonraki yıl açık olur da Şaban'm sonu, Ramazanın
başı kesin biçimde tesbit edilir ve ay hesabı doğrulmuş olur.
954 nolu Ibn Abbas
(r.a) hadisini aynı zamanda İbn Hibban, îbn Huzeyme tahric etmiş ve Hakim onu
sahihi eni iştir. Nitekim Tirmizi de bu rivayeti sahihleyerek istidlal ve
ihticaca salih olduğuna işarette bulunmuştur.
Bu babda Huzayfe (r.a)
nin yaptığı bir rivayet daha var ki, Rasulüllah (s.a.v) efendimiz şöyle
buyurmuştur: "Hilali görmedikçe ayı geçmeyin, (yani tamamlandığına
hükmedip sonraki aya geçmeyin). Hilali görmediğiniz takdirde, gün sayısını
(otuz olarak) tamamlayın. Sonra (ramazan ayını) oruç tutup hilali görünceye
kadar devam edin. Hilali göremediğiniz takdirde, sayıyı tamamlayın (ramazanı
otuz olarak tamamlayın)."[35]
Böylece hilalin
tesbiti mümkün olmadığı zaman Şaban ı ve Ramazan'ı otuz gün olarak tamamlamakta
büyük kolaylık vardır. Şüpheli günde oruç tutmanın bir yararı yoktur. Çünkü
dinin getirdiği kolaylığı zorluğa döndürme söz konusudur.
Nitekim yapılan
rivayete göre, Ammar b. Yasir (r.a) şöyle demiştir:
"Şüphe edilen
günde oruç tutan kimse, gerçekten Ebu Kasım Muhammed'e (s.a.v) isyan etmiş
olur."[36]
Hem Huzeyfe, hem de
Ammar hadisleri sahihtir. Huzeyfe hadisini îbn Hibban da tahric etmiştir. Ammar
hadisi ise, hem Ibn Hibban, hem de İbn Huzeyme tarafından tahric edilmiş ve
Hakim, Darekutni ve Beyhaki tarafından sahihlenmiştir.[37]
1- Oruç,
ramazan hilalinin rü'yetiyle sübut bulur.
2- Hava açık olduğu takdirde Şevval hilalini bir
cemaatin görmesi gerekir. Aksi halde bir, iki kişinin şehadetine itibar edilmez.
(Bu, îmameynin ve onlara bağlı olanların içtihadıdır)
3- Hava açık
olduğu takdirde Şevval hilalini iki erkek veya bir erkek
iki kadının görmesi
yeterlidir. Ancak bunların Müslüman, akıl ve baliğ olmaları
şarttır. (Bu, İmam Ebu Ha-nife'nin
içtihadıdır.)
4- Şaban ayının 29. günü akşam hava açıksa hilal
tesbite çalışılır. Hilal görülmediği veya hava kapalı olduğu takdirde Şaban
otuz olarak tamamlanır.
5- Ramazan
hilalini tesbitte, imam Azam'a göre, hava kapalı olduğu takdirde bir kişinin
şehadeti kafi gelir. İsterse bu kişi-köle veya kadın olsun fark etmez; yeter ki
müslüman, akil ve baliğ bulunsun...
6- Ramazan
hilalim gören bir kişinin kadın ve çocuk olması halinde şehadetine itibar
edilmez. (Bu, Şafiilerin içtihadıdır.)
7- Şaban'm
29. günü hiç kimse hilali görmezse, bu durumda otuzuncu gün oruç tutmak haram
olur. (Bu da Şafiilerin içtihadıdır).
8- 29. gün
hava açık olduğu halde hilal görülmezse, otuzuncu gün oruç tutmak mekruh olur.
Hava kapalı olursa, o takdirde otuzuncu gün oruç tutmak vacip olur. (Bu,
Hanbelilerin içtihadıdır).
9- Şek günü oruç tutmak mekruhtur.
10- İtiyad
ettiği orucu şek gününe rastlarsa, o gün oruç tut-[38]
Aslında bir belde
halkının hilali görmesiyle diğer beldelerin de ona uyup oruç tutması, birlik
bakımından tavsiye edilebilir. Ancak bunun birtakım sakıncaları da söz konusu
olabilir. Şöyle ki:
Kuzey Afrika
ülkelerinden birinde, mesela Fas veya Cezayir'de ramazan hilali görülüp tesbit
edildiğini kabul edelim, Filipinler'de veya Endonezya'daki müslümanlar ona
uyup oruca başladıktan bir gün sonra hilali görecek olurlarsa durum ne olur?
Onların bulunduğu coğrafî konumlarına göre, Ramazan henüz girmeden oruca
başlamış sayılırlar. Oysa Rasulüllah (s.a.v) efendimiz: "Hilali görünce
oruç tutunuz, onu görünce iftar (bayram) ediniz" buyurmuş ve böylece
müslümanlara kolaylık sağlamıştır.
O bakımdan bir beldede
hilalin görünmesiyle diğer beldelerin veya ülkelerin ona uyması hakkında
müctehid imamların görüş birliği olmamıştır; kimi bunu tavsiye ederken, kimi
uygun görmemiştir. [39]
Küreyb'den yapılan rivayete
göre: Ümmü'l-Fazl onu Şam'a Muaviye'ye göndermişti. Küreyb diyor ki:
"Şam'a vardım ve Ummü'l-Fazl'ın ihtiyaçlarını temin ettim; derken ben
henüz Şam'dan ayrılmadan ramazan hilali görülüverdi. Ben de hilali cuma gecesi
gördüm. Ramazanı Şam'da geçirdikten sonra Medine'ye döndüm. Benim geldiğimi
gören Abdullah b. Abbas (r.a) ora hakkında birtakım şeyler sordu. Sonra konu
hilalin tesbitine geldi ve onu benden sordu; "Şam'da hilali hangi gün
gördünüz?" dedi. Ben de: "Cuma gecesi gördük" diye cevap verdim.
O bana: "Sen de hilali görebildin mi" dedi. Ben: "Evet, ben de
gördüm, birçok kimseler de gördü de oruç tuttular ve Muaviye'de oruç
tuttu" dedim. Bunun üzerine Abdullah b. Abbas (r.a) şöyle dedi: "Ama
biz hilali cumartesi gecesi gördük ve hep oruç tuttuk, ya otuzu tamamlayacağız,
ya da tekrar hilali görmüş olacağız (kuralını uyguladık)" Ben ona: 'İyi
ama, Muaviye'nin hilali görmesi ve oruç tutması yeterli değil midir?" diye
sorduğumda, şu cevabı verdi: "Hayır, Rasulüllah (s.a.v) bize böyle
emretti. (Yani bulunduğumuz beldede hilali görünce oruç tutun ve yine onu
görünce iftar edin.)"[40]
a)
Hanelilere göre: Bir belde halkı 29, diğer belde halkı 30 gün oruç tutarsa
durum ne olur? Otuz gün oruç tutan belde halkı bunu kadılarının yanında sübut
bulan bir tesbite veya Şaban ayını otuz olarak tamamlamak suretiyle yerine
getirirlerse, yirmi dokuz gün oruç tutan belde" halkına ramazandan sonra
bir gün kaza etmeleri gerekir. Ancak otuz gün oruç tutan belde halkı bunu, hilali
görmeksizin (mesela hesaba
dayalı olarak)
yapmışlarsa, o
takdirde diğer belde halkına bir günün orucunu kaza etmeleri gerekmez. Aynı
zaman hilali görmeksizin ve Şaban ayını otuz olarak hesaplayıp tamamlamaksızın
otuz gün oruç tut-muşlarsa, günahkar olmuş sayılırlar. Çünkü Ramazan'ı bir gün
Önce tutmuş bulunuyorlar. Yirmi dokuz gün oruç tutan diğer belde halkına bir
günün orucunu kaza etmek gerekmez. Çünkü kameri ay bazan yirmidokuz olabiliyor.
Sözünü ettiğimiz bu
iki belde durumu, birbirlerine yakın olduğu takdirde böyledir. Çünkü bunlar
ihtilaf-i metali' söz konusu olamaz. Beldeler birbirinden uzak bulunursa, o
takdirde rü'yet-i hilal ve ramazan'm başlangıcı konusunda bir beldenin hükmü
diğer beldeye gerekmez. Çünkü beldeler arasındaki çok uzun mesafeden dolayı
metali' farklılık arzeder. O bakımdan her belde halkı kendi metali'ini dikkate
alarak yapacağı tesbite göre oruç tutar ve bayram eder.[41]
Nitekim Küreyb
rivayeti buna delil teşkil etmektedir.
b) Şafiilere
göre: Bir yer ve yöre halkı hilali gördüğü takdirde ona yakın olan yerlerdeki
halka da aynı hüküm gerekir, yani onların da o yöre halkıyla birlikte oruç
tutmaları vacib olur. Bu da ittihad-i metali'le gerçekleşir. Ama metali'de
ittihad olmaz da, belde ve yöreler birbirinden çok uzak bulunursa, o takdirde,
her yöre ve belde halkı kendi rü'yet ve tesbitiyle amel eder, diğerine uymaz.
Belde ve yöreler
arasındaki mesafenin uzaklığına gelince: Bu, kasr-i salat'te kabul edilen
mesafe değildir ve olamaz da. Ancak imam Rafİi bu mesafeye itibar edilir
demiştir.[42]
Minhac sahibi ise, bu
konuda şöyle demiştir: "Hilal bir beldede görülürse, ona yakın olan belde
halkına da aynı gün oruç tutmak gerekir. Ama uzakta olan beldelere gerekmez.
En sahih olan kavi budur. Uzak belde ise, kasır mesafesidir. Bazısına göre bu
metaliin ihtilafıyla belirlenir. Nevevi diyor ki: Bana göre, bu ikinci görüş
daha sahihtir." [43]
Böylece her iki
mezhebin müctehidlerinin çoğu Küreyb hadi-siyle istidlal etmiş bulunuyorlar.
c) Hanbelilere göre: Bir belde halkı ramazan
hilalini gördüğü takdirde diğer islam beldelerine de aynı gün oruç tutmak
gerekir. îmam Leys'in
ye Şafîilerden bir kısmının görüş ve içtihadı da bu doğrultudadır. İkrime'den
yapılan rivayete göre, o şöyle demiştir: "Her belde halkı için kendi
rü'yetleri muteberdir." Nitekim İmam Kasım, Salim ve İshak'm da mezhebi
böyledir, yani onların ictihad ve istidlalleri bu doğrultudadır. Hepsi de
Küreyb rivayetini delil seçmiş bulunuyor. [44]
d) Malikilere göre: Bu
mezhebe göre, hilalin rü'yeti dünya üzerindeki bölgelerden birinde sübut
bulduğu takdirde diğer bütün bölgelerin ona uyması vacip olur. Bu hususta yakın
bölge ile uzak bölge arasında hilalin sübutunda fark gözetilmez, yani bir
bölgede sübut bulduğu takdirde ona yakın ve uzak olanlar ona tabi1 olurlar. Şu
şartla ki, hilali görüp tesbit eden beldeden bu haber orucu gerekli kılacak
bir şekilde diğerlerine ulaşmış olacak... [45]
Maiikilerin ileri
gelen fakih müctehidlerinden İbn Kasım bu konuda İmam Malik'ten bir rivayet
yapmamıştır. O bakımdan ünlü fakih Sahnûn da kendi eserinde bu konuya yer
vermemiş, sadece hilalin tesbit konusunu işlemiştir.
Rivayetin tahlili
Küreyb rivayeti
sahihtir ve ihticaca salihtir. Ancak ilim adamlarının hepsi bununla ihticac
etmemiş, hilafına bir ictihad ortaya koymuşlardır. Nitekim mezhep imamlarının
görüşlerini naklederken kısmen buna dokunmuş olduk. Kanaatımca en uygun ictihad
ve görüş, Hanefilerin çoğuyla Şafiilerin içtihadıdır. Kâsânî'nin bu konudaki
tesbitleri doyurucu anlam ve muhtevadadır. [46]
1- Bir beldede
tesbit edilen hilal, ona yakın olan beldeler için de geçerlidir.
2-
Birbirinden uzak olan ülkeler için bu hüküm söz konusu değildir. Yani uzak
ülkeler bu hususta birbirine uymazlar, çünkü ihtilaf-i metali1 durumu vardır. O
bakımdan her ülke hilali görmek suretiyle oruca başlar ve yine onu görmekle
bayram eder. [47]
Ameller niyetlere göre
sıhhat kazanır ve değer ölçüsünü alır. Niyetsiz amel noksan kalır ve bazan da
sahih olmaz. O bakımdan islam Dini, amelleri niyetle değerlendirmiş ve bu
konuda Ra-sulüllah (s.a.v.) ; "Ameller niyetlere göredir ve herkese
niyetinin karşılığı vardır.." buyurmuştur. Müctehidler bu hadis üzerinde
durmuş ve birçok fıkhî hükümler çıkarmışlardır. [48]
îbn Ömer'in (r.a.) Hz.
Hafsa'dan (r.a.) yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle
buyurmuştur:
"Kim fecirden
önce oruca (niyet edip) onu (kalbinde ve kafasında) cem'etmezse, onun için oruç
yoktur." [49]
Yapılan rivayete göre,
Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir: "Birgün Rasulülîah (s.a.v.) yanıma geldi
ve sordu: Yanınızda bir şey var mı?" Biz de Ona: "Hayır, yoktur"
diye
cevap verdik. Bunun
üzerine Rasulüllah (s.a.v) : "O takdirde ben de oruç tutacağım"
buyurdu.
Sonra başka bir gün
yanımıza geldi. Biz Ona: 'Ta Ras-ulallah! Bize hediye edilen hays (hurma,
çökelek ve yağ karışımı bir çeşit yemek) var" dedik. Bunun üzerine Efendimiz:
"Onu gösterseniz ya... Gerçekten ben bu gün oruç tutmaya başladım"
dedi ve o yemekten yedi." [50]
Nesai'nin rivayetinde
şu fazlalık da bulunuyor:
"Nafile oruç
tutanın misali, malından sadaka çıkaran
kimsenin misaline
benzer: İsterse çıkardığı sadakayı verir,
isterse yanında
alıkoyup vermez."
Ümmü Derda (r.a.)
diyor ki: Ebu Derda (r.a.) şöyle derdi: 'Yanınızda yiyecek var
mıdır?" Biz ona: "Hayır
yoktur" dediğimizde, o şöyle derdi: "Ben de zaten bugün oruç tutmak
istiyordum." Aynı şekilde Ebu
Talha, Ebu Hüreyre, İbn Abbas ve Huzeyfe (r.a.) da yapmışlardır. [51]
a) Hanefîlere
göre: Tutulacak orucun niyetle belirlenmesi ve niyetin geceden yapılması şart
olmayan oruçlar üçtür:
1- Ramazan
orucunun edası,
2- Zamanı
belirlenmiş olan adak orucunun yerine getirilmesi,
3- Nafile
oruç...
Bu üç oruca geceden
niyet etmek ve ta'yinde bulunmak gerekli değildir. Gündüzün yarısından biraz
Öncesine kadar niyet etme süresi söz konusudur. O bakımdan geceleyin niyet
getirmeyip fecir doğduktan sonra uyanan kimsenin tutmak istediği oruç bu üç
kısımdan biri ise, gün ortasından biraz öncesine kadar niyet süresi vardır;
Çünkü bu gibi oruçlar için günün ekserinde niyetin mevcud olması gereklidir. En
sahih görüş ve tesbit de budur.
O bakımdan sözünü
ettiğimiz üç çeşit orucu mutlak niyetle eda etmek sahih kabul edilmiştir.
İsterse bunlara niyet eden kimse yolcu veya hasta olsun fark etmez.
Niyetin belirlenmesi
ve geceden yapılması vacip olan oruçlar ise şunlardır:
1- Ramazan
orucunun kazası,
2- Bozulup
kaza edilen nafile oruç.
3- Keffaret
oruçları bütün çeşitleriyle.
4- Mutlak
adak oruç.
Bu dört çeşit oruçta
niyeti hem geceleyin, yani fecir doğmadan önce yapması, hem de niyet ederken
hangi orucu tutacağını belirlemesi gerekir. [52]
b) Şafiilere
göre: Oruç için niyet etmek şarttır. Farz oruç için fecir doğmadan önce niyet
getirmek de şarttır. Niyet için gecenin son yarısı şart değildir. O bakımdan
bu süre içinde bir şey yemek, içmek ve cinsel temasta bulunmakta bir sakınca
yoktur. Öyle ki, akşam iftardan sonra oruca niyet getirip uyuyan ve gece yarısı
kalkan kimsenin fecir doğuncaya kadar belirtilen şeyleri işlemesi caizdir,
orucuna bir halel getirmez. Aynı zamanda niyetini yemlemesine de gerek yoktur.
Nafile oruca ise
geceleyin niyet getirmek şart değildir, zevalden Öncesine kadar bunun süresi
vardır. [53]
c)
Hanbelilere göre: Farz olsun, nafile olsun oruç için niyet şarttır, niyetsiz
oruç sahih olmaz. Çünkü oruç kendi başına bir ibadettir ve niyete ihtiyaç
vardır.
Ramazan orucunun edası
ve kazası, adak ve keffaret oruçlarının yerine getirilmesi için geceden niyet
getirmek farzdır. İmam Malik ile imam Şafii'nin de içtihadı bu doğrultudadır.
Hanbeliler bu konuda
İbn Ömer, Salim'in babası ve Hz. Haf-sa'dan yapılan rivayetle ihticac
etmişlerdir. "Kim geceleyin niyet getirmezse, onun için (sahih) oruç
yoktur" yani tutacağı oruç sahih kabul edilmez.
Ayrıca Ümret'in Hz.
Aişe (r.a.) dan yaptığı şu hadisle de istidlal edilmiştir:
"Kim fecir
dogmadan önce oruca niyet getirmezse, artık onun için oruç yoktur."
Hz. Hafsa hadisini
Nesai, Ebu Davud ve Tirmizi tahric etmişlerdir. İsnadı sahih, ricali sıka
(güvenilir) dir. Hz. Aişe (r.a.) hadisini ise Darekutni rivayet etmiş ve
isnadının sahih, ricalinin sıka olduğu belirtilmiştir.
Nafile oruçlarda ise,
niyeti fecirden önce getirmek şart değildir. Sabahleyin kalkıp orucu bozan
şeylerden kaçman ve bir süre sonra nafile oruç tutmaya niyet getiren kimsenin
niyeti ve orucu sahih kabul edilir. [54]
d)
Malikilere göre: îbn Kudame'nin tesbitine göre, Malikil-er de bu konuda
Hanbelilerle birleşiyorlar. [55]
971 nolu İbn Ömer
hadisini aynı zamanda İbn Huzeyme ile îbn Hibban tahric edip sahihlemişlerdir.
Darekutni de az değişik bir lafızla tahric etmiştir.
Ancak hadisin merfu1
ve mevkuf olduğu hakkında farklı görüş ve tesbitler ortaya çıkmıştır:
îbn Kuzeyine ile îbn
Hibban merfu' olduğunu belirtmişlerdir. İbn Ebi Hatim bu iki tesbitten
hangisinin daha sahih olduğunu bilmediğini belirtmiştir. Ebu Davud'a göre,
merfu'
olduğu sahih değildir.
Tirmizi'ye göre, mevkuf olması daha sahihtir.
el-Ilel'de
nakledildiğine göre, imam Buhari bunun hata olduğunu ve hadiste ızdırap
bulunduğunu söylemiştir.
Sonuç olarak, İbn
Ömer'den nakledilen bu hadis mevkuftur. Nitekim Nesai'de aynı görüştedir. [56]
Bu babda Darekutni'nin
Hz. Aişe'den (r.a.) naklettiği bir hadis daha vardır ki, ravileri arasında
Abdullah b. Ubad bulunuyor ki, Şevkani bunun zayıf olduğunu belirtmiştir.
Nitekim İbn Hib-ban da onu zayıflar arasında saymış ve o bakımdan rivayetinin
ih-ticaca pek salih olmadığına işarette bulunmuştur. [57]
Yine bu babda
Darekutni'nin Meymune bint Sa'd'dan yaptığı bir rivayet bulunuyor. Şöyle ki,
Rasulüllah (s.a.v.j : "Geceleyin niyet getirip (kalp ve kafasını oruç
tutmakla) cem'eden kimse oruç tutsun. Böyle niyette bulunmayıp sabahlayan kimse
oruç tutmasın" buyurmuştur.
Ancak bu hadisin
isnadında Vakıdi bulunuyor. O bakımdan ihticaca elverişli sayılmaz.
972 nolu Hz. Aişe
hadisini aynı zamanda Darekutni ve Bey-haki tahric etmişlerdir.
Nitekim Müslim bu
hadisi şu lafızla nakletmiştir: "Peygamber (s.a.v.) efendimiz
zevcelerinden bazısının yanına uğrardı da "yanınızda yiyecek bir şey var mı?"
diye sorardı.
Eğer Ona: "Hayır,
yiyecek bir şey yok" denilirse, O da "Doğrusu ben de oruçluyum"
derdi."
Ebu Davud, ibn Hibban
ve Darekutni ise bu hadise yakın anlam ve elfazla rivayetler nakletmişlerdir.
Böylece bütün bu
rivayet ve hadislerin zahiri, nafile oruç için geceden, yani fecir doğmadan
önce niyet getirmenin şart olmadığına delalet etmektedir. Nitekim cumhurun da
görüş, istidlal ve içtihadı bu doğrultudadır.
Ebu Hanife, îmam Malik
ve Hasan el-Basri, sonra da Mek-hul ve Nahai, nafile oruca niyetlenen kimsenin
orucunu bozması caiz değildir, aksi halde kendisine onun kazası gerekir
demişlerdir.
Bu imamlar, Darekutni
ve Beyhaki'nin sözünü ettiğimiz rivayetlerinin sonunda şu cümlenin de yer
aldığını "Bunun yerine bir gün kaza edeceğim" dikkate alarak böyle
bir hüküm çıkarmışlardır. Ne var ki, her iki muhaddisin de bu fazlalığın gayr-i
mahfuz olduğunu söyledikleri tesbit edilmiştir. [58]
1- Ramazan
orucunun edası, muayyen olan adak orucu ve bir de nafile oruç için geceden
niyet getirmek şart değildir.
2- Bu üç
oruç için zevalden öncesine veya gün ortasından az öncesine kadar niyet
getirmek yeterlidir. (Bu, Hanefîlerin içtihadıdır)
3- Farz oruç
için fecir doğmadan önce niyet getirmek şarttır. Ama nafile oruç için şart
değildir. (Bu, Şafiilerin içtihadıdır)
4- Ramazan
orucunun edası ve kazası ile adak ve keffaret oruçları için geceden niyet
getirmek şarttır. Nafile için şart değildir.
(Bu, Hanbelilerin içtihadıdır ki, bu hususta Şafiilerle
birleşmişlerdir.)
5- Ramazan
orucunun kazası, bozulup kaza edilmesi gereken nafile oruç, keffaret oruçları
ve mutlak adak orucu için hem niyeti belirlemek, hem de geceden niyet etmek
şarttır. Bu, Hanefîlerin içtihadıdır.
6- Niyet
edilip başlanılan nafile orucu bozan kimseye kaza gerekir. (Bu, Hanefîlerin
içtihadıdır)
7- Niyet
edilip başlanılan nafile orucu bozan kimseye kazası gerekmez. (Bu, diğer
müctehidlerden çoğunun görüş ve içtihadıdır.)
[59]
İslam'da temel kural
olarak, teklif takate göredir. Kişiye güç getiremeyeceği bir teklif ve
sorumluluk yükletilin emiş tir. Nitekim Cenab-ı Hak dinin bu kuralını şöyle
açıklamaktadır: "Allah her kişiyi ancak gücünün yeteeeğiyle mükellef
tutar; herkesin kazandığı (iyilik ve güzellik) kendi yararınadır; yüklendiği
(kötülük ve vebal) kendi zararınadır. Ey Rabbımız! Unutacak ya da yanılacak
olursak bizi sorumlu tutma. Rabbımız! Bize, bizden öncekilere yüklediğin af ir
bir yükü yükleme. Ey Kabbımız! Güç getiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma." [60]
O bakımdan ilim
adamları, müctem'd imamlar Kur'an ve Hadisten hüküm çıkarırken bu temel kuralı
hep göz önünde bulundurmuşlardır. Zira hiç kimsenin dini konuları ve hükümleri
ilahi kuralın dışına taşırmaya veya çıkarmaya hakkı ve selahiyeti yoktur.
Birtakım ilave ve kişisel taassupla dini hükümleri ve meseleleri zorlaştırıp
girift hale sokmak, taşınması zor bir külfet kalıbına dökmek ilahi murada ters
düşer ve O'nun çizip sınırladığı teklif çerçevesini aşmış olur. Bu da çok büyük
bir günah ve vebal sayılır. [61]
Rübeyyi' bint Muavviz
(r.a.) dan yapılan rivayette adı geçen şöyle haber vermiştir: "Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz Aşûra günü sabahı Medine çevresinde yer alan Ensara ait
köylere şu haberi gönderdi: "Kim oruçlu olarak sabahladıysa, orucunu
tamamlasın. Kim de iftar eder halde sabahladıysa, gününden kalan kısmı
tamamlasın." Bunun üzerine biz de o günden sonra hem oruç tutar, hem de
küçük çocuklarımıza oruç tuttururduk ve biz Mescid'e giderdik, çocuklarımız
için eğlenip oyalanmaları için renkli yünden yapılan oyuncakları önlerine
korduk. Onlardan biri yiyecek arzulayıp ağlamaya başlayınca o oyuncaktan verir
ve iftar vaktine kadar oyalardık." [62]
Süfyan b. Abdillah b.
Rebi'a'dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: "Sakif
Kabilesi'nin İslam'ı din olarak seçme arzusunu haber vermek üzere bir grup
temsilci Rasulüllah (s.a.v.) efendimize geldiler ki, bunların gelişi ramazana
tesadüf etmektedir. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz onlar için mescidde bir
çadır kurdurdu. İslama girince, ayın kalan kısmında oruç tuttular." [63]
Abdurrahman b.
Mesleme'nin amcasından yaptığı rivayete göre, amcası şöyle demiştir:
"Eşlem kabilesi, peygamber (s.a.v.) efendimize geldi. Rasulüllah (s.a.v.)
onlara: "Bu gün oruç tuttunuz mu?" diye sordu. Onlar da: "Hayır,
tutmadık" diye cevap verdiler. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) onlara:
"Kalan gününüzü tamamlayın ve bugünün orucunu kaza edin" buyurdu. [64]
Hadislerin açık
delaletinden şunlar anlaşılıyor:
a) Ramazan
ayında gelip İslama girenlerin, îslama girdikleri gündeki durumlarıyla ayın kalan
kısmını oruçlu geçirmeleri söz konusu oluyor.
b) Oruç
tutmaya güç getirebilen çocuklara oruç tutturmanın ve onları oyalayacak şekilde
birtakım oyuncaklar vermenin sünnet olduğu belirleniyor. [65]
a) Hanefilere
göre: Ramazan ayında gelip İslama giren kimseye, geçen günlerin orucunu kaza
etmek gerekmez. Çünkü o günlerde oruç ona farz olmamıştı. Kalan günlerin
orucunu tutması gerekir.
Ayrıca İslama girdiği
günün orucunu da tutması gerekmez. Çünkü sabahleyin bu ibadetle mükellef
bulunmuyordu. [66]
Ramazan orucu ergen
(baliğ) olmayan çocuğa da vacip değildir. Çocuk âkil de olsa hüküm böyledir,
değişmez. Aynı zamanda bu çocuk baliğ olduktan sonra, âkil olduğu dönemdeki
oruçları da kaza etmekle mükellef tutulmaz; yani kendisine o günlerin orucunu
kaza etmesi vacip olmaz. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz: "Kalem üç
kimseden (günah ve sevap yazma hususunda) kaldırılmıştır: Çocuk ihtilam
oluncaya kadar, cinnet getiren kendine gelip normal dengesini buluncaya kadar,
uyumakta olan uyamncaya kadar."
Bunun gibi çocuk
ramazan günlerinden bir günde baliğ olursa, sabahleyin bu ibadetle mükellef
olmadığı için o günün orucunu ileride kaza etmesi gerekmez. [67]
b) Şafülere
göre: Çocuk fecirden önce oruca niyet eder ve sabahlayınca baliğ olursa, o günü
oruçlu olarak tamamlaması vacip olur, ileride o günü kaza etmesi gerekmez.
Oruca niyet etmeksizin iftar eder halde baliğ olursa veya cinnetten sonra
kendine gelirse veya İslam'a girerse o günü oruçlu geçirmesi gerekmez; aynı
zamanda ileride kaza da etmez. En sahih kavi de budur. Hem bunların baliğ
olduğu, kendine geldiği ve İslama girdiği günün kalan kısmında imsak etmeleri,
yani yeme, içme ve benzeri orucu bo- t zan şeylerden kaçınmaları da gerekmez.
En sahih görüş de budur.
hiyetli olan îbn Kasım
ile Sahnûn, imam Malik'in görüşünü naklederken böyle bir ifade kullanmamışlar,
imamın, onun o günde oruç tutmasını uygun gördüğünü, ancak bunun ona vacip olmadığını
nakletmişlerdir. Sahih olan da bu tesbittir. [68]
980nolu Rübeyyi'
hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir.
Hadisin açık
delaletinden anlaşılan o ki, ramazan orucu farz kılınmadan Önce aşûra orucu
farz idi. Aynı zamanda, güç getirdikleri takdirde, alışıp itiyad edinsinler
diye çocuklara oruç tutmayı ' emretmek müstehabdır. Nitekim seleften îbn Şirin,
Zühri, Şafii ve diğer birkaç ilim adamı da aynı görüş ve içtihadı izhar
etmişlerdir. [69]
ilim adamlarının bir
kısmı, oruç ile emredilecek çocuğun yaş sının üzerinde durmuş ve farklı
görüşler ortaya koymuşlardır: Kimine göre, yedi, kimine göre, on, kimine göre,
oniki...
imam Evzai ise,
"çocuk üç gün üstüste oruç tutmaya güç ye-tirebildiği takdirde, oruç
tutmakla emrplunur" demiştir. Malikiler ise, çocuk hakkında orucun meşru
olmadığım belirtmişlerdir. Nitekim az yukarıda bu hususa değinmiş bulunuyoruz.
Netice olarak cumhura
göre, baliğ olmayan çocuğa oruç vacip . değildir. Sahih olan tesbit de budur.
981 noltt Süfyan hadisinin isnadmdaki ricalin
çoğu sıkat (güvenilir) dir. İçlerinde sadûk olan bulunduğu gibi, rivayetinde
sakınca olmayan da vardır. O bakımdan istidlal ve ihticaca salih görülmüştür.
982 nolu Abdurrahman hadisini ise, Tirmizi
de tahric etmiştir. Ancak sıhhati
üzerinde bir açıklama yapmamıştır. Bununla beraber, onunla ihticac edenler
çoğunluktadır.
Süfyan hadisi,
ramazanda İslama giren kimseye, kalan günlerin orucunu tutmasının vacip
olduğuna delalet etmektedir ki, buna muhalefet eden olmamıştır. Abdurrahman
hadisi ise, ramazanda gelip İslama giren kimsenin, girdiği günün orucuyla yükümlü
olmamakla beraber, hürmeten o gün akşama kadar kendini orucu bozan şeylerden
alıkoymasının vacip olduğuna delalet etmektedir. [70]
1- Ramazan
ayında Islama giren bir kimsenin geçen günleri kaza etmesi gerekmez.
2- İslama
girdiği günü de kaza etmesine gerek yoktur. Ancak o günün kalan kısmını bir
şeyoyemeyerek, içmeyerek geçirmesi, yani imsakta bulunması müstehabdır. imam
Malik'e göre ileride o günü kaza etmesi uygun olur.
3- Ergen
olmayan çocuğun oruç tutması vacip değildir. Çünkü henüz ibadetle mükellef
bulunmuyor.
4- Çocuk
oruç tutmaya niyet getirip sabahladıktan sonra baliğ olursa, o takdirde o günü
oruçlu geçirmesi vacip olur ve ileride kaza etmesi gerekmez.
5- Çocuk
oruç tutacak güce sahipse, bu ibadeti yerine getirmesi için emredilir.
Müctehidlerden başta- İmam Malik olmak üzere, bir kısmına göre, çocuk ergen
oluncaya kadar oruç tutmaya zorlanmaz. Bu konuda 'oruç namaza kıyas edilmez.
6- Yine bu
imamlara göre, çocuk on yaşına girdiği halde oruç tutmazsa, dövülmez.
7- Çocuk
oruca niyet etmeksizin sabahladıktan sonra baliğ (ergen) olursa, o günün kalan
kısmında imsak etmesi müstehabdır ve ileride o günü kaza etmesi gerekli
değildir. Çünkü fecirden önce ergen olmamış ve aynı zamanda, oruca niyet ettiği
halde sabahîa-mamıştır. [71] .
îslam Dini, insan
hayatını dengede tutmak, ona ruhsal ve bedensel yönden afiyet vermek ve günlük
işlerini düzende yürütmesini sağlamak; aynı zamanda onun kalbini daha çok Allah
ve ahire t kavramıyla doldurmak için birtakım ibadetlerin yerine getirilmesini
farz veya vacip, sünnet veya müstehab kılmış; insan haklarını layıkıyla
korumayı, her hak sahibinin hakkım vermeyi ve böylece adil ölçüler, hakkaniyet
değerleri içinde sağlam bir toplum meydana getirmeyi murad etmiştir.
Sonra da ibadetleri
belli sınırlar ve kurallar içine alıp onlara resmiyet kazandırmış ve
rastgelelikten korumuştur. Çünkü islam bütünüyle düzen, denge, prensip, kural
ve esas dinidir. Her yönü ve yanıyla akla, mantığa, sağlam örfe ve ilme hitap
eder. Her emir ve yasağıyla hayatın gerçek hikmetim belirler.
Bunun için islam, oruç
ibadetini farz kılarken, onu sayılı günlerle sınırlamış ve hikmet ve gayesine
ulaşsın diye birtakım kurallara, yani farz, vacip, sünnet, müstehab, mekruh ve
haramlara göre düzenlemiştir. [72]
Rafi b. Hadic (r.a.)
den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.u.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Hacim ve mahcûm
iftar etmiş (bu fiili işlemekle oruçlarını bozmuş) olurlar." [73]
Hacim: Bedenin bir
tarafını hafif yarıp üzerine boynuz koyarak kan alan; mahcûm ise, bu suretle
kendisinden kan alınan kimse demektir.
Sevban (r.a.) den
yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz bir adama uğradığında onun Ramazanda hacamet yaptığını
gördü. O sebeple şöyle buyurdu: "Hacim de, mahcûm da iftar etti
(oruçlarını bozdu)" [74]
el-Hasan'dan, onun da
Ma'kil b. Sinan el-Eşcal'den yaptığı rivayete göre, Ma'kıl şöyle demiştir: "Ramazandan henüz
onse-kiz gün geçmiş bulunuyordu ki, ben hacamat ettirdiğim bir sırada
Rasulüllah (s.a.v.) bana uğradı ve şöyle buyurdu: "Hacim de, mahcûm da
iftar etti (oruçlarını bozdular)." [75]
Bu konuda imam Ahmed
ve Ebu Davud'un, sonra da İbn Mace'nin benzer bir hadis rivayeti bulunuyor ki,
onu Sevban (r.a.) den ve Şeddad b. Evs'den rivayet etmişlerdir. Aynı zamanda
İmam Ahmed ve İbn Mace bir benzerini Ebu Hüreyre'den (r.a.) ; yine İmam
Ahmed'in Hz. Aişe (r.a.) ile Üsame b. Zeyd'den (r.a.) benzeri bir hadis
rivayeti bulunuyor.
İmam Ahmed bu konuda
şöyle demiştir: "Bu babda en sahih hadis, Rafı' b. Hadic el-Eşcaî'nin
hadisidir." [76]
Îbnü'l-Medeni ise bu
babda en sahih hadisin Sevban ve Şeddad rivayetleri olduğunu belirtmiştir.
Böylece bu rivayetlere
göre, ramazanda oruçlu iken kan ver-3 en ve onu hacametle alan kimsenin
orucunun bozulacağı . anlaşılıyor. Ancak bir de bu olaydan dolayı orucun
bozulmayacağına dair bir takım rivayetler söz konusudur. O halde ilk akla
gelen şudur: Önce bu fiilin orucu bozacağı beyan edilmiş, sonra bu hüküm kaldırılmıştır.
Hacamet sebebiyle
orucun bozulmayacağına dair rivayetler:
İbn Abbas (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) ihramlı bulunduğu bir halde hacamat
yaptırdı ve yine oruçlu bulunduğu bir sırada yine hacamat yaptırdı." [77]
Sabit el-Bünanî'den
yapılan rivayete göre, adı geçen, Enes b. Malik'e (r.a.) soruyor:
»Sizler Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz zamanında oruçlu için hacameti mekruh görüyor
muydunuz? Enes (r.a.) bu soruya şu cevabı veriyor:
-Hayır, ancak oruçlu
zayıf ve güçsüz düşer endişesi olduğu takdirde onu mekruh görürdük. [78]
Abdurrahman b. Ebi
Leyla'dan, onun da ashabdan bazı kişilerden yaptığı rivayete göre, şöyle
dedikleri nakledilmiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz oruçta visali
(iftar etmeyip birinci günü ikinci güne
bağlamayı) ve oruçluya hacamati men'etmesinin sebebi, onlara karşı olan merhamet
ve şefkatiydi." [79]
Enes (r.a.) dep.
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Hac anı etin
oruçlu hakkında ilk mekruh kılınma olayı Cafer b. Ebi Talib (r.a.) ile
başlamıştır. Adı geçen oruçlu bulunduğu halde hacamet yaptırırken Rasulüllah
(s.a.v.) ona uğramış ve "Hacim de, mahcûm da iftar etti (oruçları
bozuldu)" buyurmuştur. Bu olaydan sonra Rasulüllah (s^a.v.) efendimiz
oruçlu için hacamata ruhsat vermiştir. Nitekim Enes (r.a.) oruçlu bulunduğu
halde hacamat ettirirdi." [80]
Bu hadisi rivayet eden
Darekutni diyor ki: "Bunların hepsi sıkat (güvenilir rivayetler) dir ve
bunun için bir illet bilmiyorum."
Böylece Enes hadisi
konuyu iyice aydınlatmakta ve açıklamaktadır. Şöyle ki, yukarıda da işaret
ettiğimiz gibi, önceleri hacametin orucu bozduğu bir hüküm olarak bulunuyordu.
Sonra melek Cebrail'in işaretiyle Rasulüllah (s.a.v.) o hükmü kaldırdı ve
ümmetine bu konuda da bir kolaylık sağladı. [81]
a)
Hanefilere göre: Hacamet, yani kan aldırmak oruçlu
hakkında mekruh
değildir. [82] Böylece ne kan aldıranın,
ne de alanın orucu bozulmaz ve bu işlemde bir sakınca da yoktur.
Hanefi'ler bu konuda
İbn Abbas ve Enes hadisleriyle ihticac etmişlerdir. Çünkü Enes'in (r.a.) açık
beyanına göre, hacamet ettirmenin orucu bozacağıyla ilgili hüküm
kaldırılmıştır.
Ancak oruçlu kimse
hacametten veya gıybette bulunduktan sonra orucunun bozulduğunu sanarak bile
bile bir şey yemek veya içmek suretiyle iftar eder, yani orucunu bozarsa,
kendisine hem kaza, hem de keffaret gerekir. Bu konuda müftiye baş vurup
hacamet veya gıybetin oruç bozup bozmadığını sorar, o da bozduğunu söylerse, o
takdirde adam bu fetvaya dayanarak hacamet veya gıybetten sonra orucunu bir şey
ile bozarsa, kendisine sadece
kaza gerekir. [83]
b) Şafiilere
göre: Oruçlunun hacamet yaptırması, yani oruçlu halde kan aldırması orucunu
bozmaz. Ancak ramazanda hacamet yaptırmamak evladır. [84]
Böylece Şafîiler de
İbn Abbas ve Enes (Allah ikisinden de razı olsun) hadisleriyle ihticacda
bulunmuş ve bu konuda Hanefi'lerle aynı görüşü paylaşmışlardır.
c) Hanbelilere
göre: Oruçlu hacamet yaptırdığı takdirde, hem kendisinin, hem de bu ameliyeyi
yapanın orucu bozulur. Nitekim müctehid imamlardan İshak, İbn Münzir, Muhammed
b. İshak, İbn Huzeyme de aynı görüştedirler. Tabiin'den Ata' ve Abdurrahman b.
Mehdi'nin de kavli bu doğrultudadır. el-Hasan, Mesruk ve İbn Şirin ise,
oruçlunun hacamet yaptırmasını uygun görmemişlerdir. Ashab-ı Kiram'dan İbn Ömer,
İbn Abbas, Ebu Musa ve Enes (r.a.) ramazanda hacamet yaptırmaları gerektiğinde
onu geceleyin yaptırırlardı.
Ashab-ı Kiranı'dan Ebu
Said el-Hudrî, îbn Mes'ud, Ümmü Seleme, Hüseyin b. Ali (r.a.) ile Tabiinden
Urve ve Said b. Cübeyr oruçlu bir halde hacamet yaptırmakta bir sakınca
görmemişlerdir. Nitekim İmam Malik, İmam Sevri, İmam Ebu Hanife ve İmam Şafii
hacamet sebebiyle orucun bozulmadığını belirtmişlerdir. [85]
Hanbeliler ise, bu
konuda Rafı', Sevban, Şeddad b. Evs ve el-Hasan hadisleriyle ihticac etmişlerdir.
d)
Malikilere göre: Yukarıda Hanbelilerin görüşünü naklederken İbn Kudame'nin,
İmam Malik'in hacanıetin orucu bozmadığını belirtir anlamda rivayette
bulunduğuna değinmiştik. Nitekim Sahnûn'un İbn Kasım'dan naklettiğine göre,
İmam Malik, hacametin oruç bozmadığım, hacamet yapan müslümana bir şey
gerekmeyeceğini söylemiştir. Malikiler La konuda Zeyd b. Eşlem ve îbn Abbas
hadisleriyle ihticac etmişlerdir.[86]
Böylece hacametin oruç
bozan sebeplerden biri olmadığında üç mezhep birleşmiş oluyor. [87]
999 nolu Rafi'
hadisini aynı zamanda îbn Hibban tahric etmiş ve Hakim sahihlemiştir. İmam
Tirmizi bu hadis hakkında îmam Ahmed'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Bu
babda en sahih rivayet, Rafı' hadisidir."
Ebu Hatim ise farklı
bir tesbit ortaya koyarak: "Bu rivayetin Rafi' tarikiyle olması bence
batıldır" elerken; Yahya b. Main: "Bu rivayet, hacamet konusu babında
olan hadislerin en zayıfıdır" demiştir.[88]
991 nolu Sevban hadisini îbn Hibban ve Hakim
tahric etmişlerdir. İmam Ahmed, bu babda rivayet edilenlerin en sahihi budur
diyerek hadisin ihticaca salih olduğunu söylemiştir.
Tirmizi el-Ilel'de
buna değinerek Buhari'nin de sahihlediğine dikkat çekmiştir.
992 nolu Ma'kal
hadisinin isnadında Ata' b. Saib bulunuyor ki, bu zat tabiindendir. Yaşlanınca
hafızası zayıflamış ve o yüzden yaşlılığı dönemindeki rivayetlerine pek itibar
edilmemiştir. Nitekim îmam Ahmed onun hakkında şöyle demiştir: "Ondan
önceleri hadis dinleyenler için bir endişe yoktur, rivayetleri sahihtir. Ama
yaşlılığı döneminde ondan hadis dinleyenlerin rivayeti bir şey ifade etmez.
Yahya b. Main de onun hadisiyle ihticac edilmez, demiştir.[89]
Bu babda Nesai ve
Hakim'in Ebu Musa'dan naklettikleri bir .
hadis daha bulunuyor ki, Ali Ibn el-Medeni onu sahihlemiştir. Ancak Nesai,
hadisin merfu' sayılmasının hatalı olduğuna dikkat çekmiştir. O hadisin son
bölümü de diğerlerinde olduğu gibi "Hacim de, mahcûm da iftar etti
(oruçları bozuldu)" denilmekte-. dir. Ayrıca bu babda Nesai'nin Bilal'dan
ve Ali'den yaptığı rivayetler mevcuttur. Aynı zamanda Enes, Cabir, İbn Ömer,
Sa'd b. Ebi Vakkas ve Ebu Yezid el-Ensari'den de rivayetler yapıldığı söz konusudur,
îbn Adiy el-Kamil'de, Bezzar da kendi müsnedinde onları tahric etmişlerdir.
Sonuç olarak, bu
rivayetlerle istidlal ve ihticac edenlere göre, hacamet yaptıranın ve yapanın
orucu bozulur. Ne var ki el-Mağribî, Buluğu'1-Meram şerhinde ve Dav'un-Nehar
sahibi kendi eserinde, hâcimin orucunun bozulacağını ilim adamlarından hiç
kimsenin söylemediğini belirtmiştir.[90]
Ebu Cafer et-Tahavi bu
konuyla ilgili otuzdört kadar rivayete yer vermiş ve bunlardan onbeş tanesinin
hacim ile mahcûmun orucunun bozulacağına dair bulunduğunu; ondokuz tanesinin de
bozulmayacağına dair olduğunu belirtirken el-Eş'as'in bu konudaki yorumuna
şöyle yer vermiştir. Adı geçen diyor ki: "Eğer iftardan maksat orucun
bozulması olsaydı, hâcimin zikre dilmem e si gerekirdi. O halde gıybet ve yalan
konusunda olduğu gibi, bu fiilin orucun sevabını düşüreceği söz konusu
olabilir."[91]
Böylece et-Tahavi'ye
göre, rivayetlerin ağırlığı, hacametten dolayı orucun bozulmayacağından
yanadır.
994 nolu İbn Abbas
hadisi, et-Telhis'te de belirtildiği gibi, dört vecih üzere rivayet edilmiştir:
a) Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz ihranılı
iken hacamet yaptırdı.
b) Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz
oruçlu iken hacamet yaptırdı.
c) Rasulüllah
(s.a.v.) ihramlı iken hacamet yaptırdı
ve oruçlu iken de hacamet yaptırdı.
d) Peygamber
(s.a.v.) ihramlı ve oruçlu iken hacamet yaptırdı.
Birinci cümleyi Buhari
ve Müslim Abdullah b. Buhayne'den rivayet etmişlerdir ki, onun, Nesai ve diğer
muhaddisler yanında muhtelif tarikleri vardır.
ikinci şekil ve
cümleyi Eshab-ı Sünen, Hakem b. Muksim tarikiyle îbn Abbas (r.a'O dan rivayet
etmişlerdir. Ancak Hakem b. Muksim'in mesmu'u olmadığı üzerinde durularak
hadisin malûl olduğunu söyleyenler de var.
Üçüncü şekil ve
cümleyi Şevkani'nin naklettiğidir. Dördüncü de öyle.
Ancak bu iki rivayeti
İmam Ahmed ve Ali b. el-Medeni malûl saymışlar ve İmam Ahmed "Hadiste
(oruçlu) lafzı yoktur, "muhrim" lafzı vardır" demiş ve Ibn
Abbas'm arkadaşlarının da aynı görüşte bulunduğuna dikkat çekmiştir.
Nitekim el-Humaydi
diyor ki: "Peygamber (s.a.v.) hem ihramlı, hem de oruçlu değildi;
Ramazanda fetih gazasına çıkmış bulunuyordu ki, sadece ihramlı idi."[92]
Ancak olayın iki durumda
cereyan ettiği söylenebilir. Şöyle ki, bir seferinde Rasulüllah (s!a.v.)
ramazanda yolcu olduğu halde oruçlu bulunuyordu. Bu durumda hacamet yaptırmış
olabilir. Aynı şekilde ihramlı iken de hacamet ettirdiği söylenebilir.
İmam Şafii ve Ibn
Abdilber, bu olayın Veda Haccı'nda meydana geldiğini kaydetmişlerdir. Hafız-
Ibn Hacer ise, onların bu görüşü üzerinde durmuş ve şöyle demiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.) veda haccmda oruçlu değildi. Çünkü sahih tesbite
göre, o günlerde Ümmü'1-Fazl O'na bir kâse süt göndermişti ki, Rasulüllah
(s.a.v.) Arafat'ta vakfe halinde bulunuyordu ve o sütten içmişti. '
996 nolu Abdurrahman
hadisini aynı zamanda Abdurrezzak tahric etmiştir. el-Fetih'te bunun isnadının
sahih olduğu belirtilerek, kendisinden rivayet edilen sahabinin isminden söz
edilmemesinin bu sıhhate bir zarar vermeyeceğine dikkat çekilmiştir.
997 nolu Enes hadisi hakkında Hafız Ibn Hacer
şöyle demiştir: "Bunun ravilerinin hepsi Buhari'nin yer verdiği kimselerdir."
Bu babda, Enes
hadisini kuvvetlendiren bir diğer rivayet Ebu Said el-Hudrî'den (r.a.)
yapılmıştır. Adı geçen şöyle demiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz
hacamet konusunda (oruçluya) ruhsat vermiştir."
Ebu Said'in bu
rivayetini Nesai, Ibn Huzeyme ve Darekutni tahric etmişlerdir. Hafız Ibn Hacer
bu rivayetin isnadının sahih, ricalinin de sıkat olduğunu belirtmiştir.
Bunu kuvvetlendirir
anlamda bir hadisi İmam Tirmizi ve Beyhaki şu lafızla rivayet etmişlerdir:
"Üç şey orucu bozmaz: Kusmak, hacamet yaptırmak ve ihtilam olmak,"
Ancak bu rivayetin isnadında
Abdurrahman b. Yezid b. Eşlem bulunuyor ki, bu zatın zayıf olduğu söz
konusudur.[93] İmam Tirmizi de bu
hadisin mahfuz olmadığını söylemiştir. Diğer bazı muhaddisler bunu Zeyd b.
Eslem'den murselen rivayet etmişlerdir.
Bu konuda Bezzar'm îbn
Abbas'dan (r.a.) yaptığı rivayetin malûl olduğu; Taberani'nin Sevban (r.a.) dan
yaptığı rivayetin ise zayıf olduğu anlaşılmıştır.
Böylece Cumhur, bu
hadislerle istidlalde bulunup hacametin oruç bozmadığını ortaya koymuştur ki,
sahih olan da budur.
Burada 994 nolu îbn
Abbas hadisinin Rafı', Sevban ve el-Hasan hadislerini neshettiği söylenemez.
Çünkü İbn Abbas'ın (r.a.) bu rivayeti onlardan sonra yaptığım tesbit mümkün
değildir. Ama Enes hadisi onların neshedildiğini açıkça göstermektedir. Cumhur
da buna ve bunu kuvvetlendiren diğer rivayetlere dayanarak hacametin orucu
bozmayacağını hükme bağlamışlardır. [94]
1- Hacamet
(kan vermek) orucu bozmaz.
2- Ramazanda
vücutta sarsıntı yapacağı söz konusu olduğu takdirde kan vermemek, yani
aldırmamak daha uygun olur.
3- Kan alan,
yani hacamet yapan kimsenin de orucu bozulmaz.
4- Ihramh
iken de gerektiğinde kan verilebilir veya hacamet yaptırılabilir.[95]
Orucu farz kılan islam
dini, nelerin orucu bozacağını, nelerin, yani hangi fiillerin bozmayacağını da
belirleyip aydınlatıcı bilgi vermiştir. Ancak dinimiz bu bilgileri ana
kurallara, temel bilgilere göre düzenlemiştir. Şöyle ki, gıda özelliği olup
adeten yenilip içilen şeylerin orucu bozacağı ve aynı zamanda kişinin iradesi
dahilinde gerçekleşeceği o kurallardan biridir.
Bu ve benzeri
kuralların ışığında kusmanın veya göze sürme sürmenin orucu bozup bozmayacağı
konusu işlenmekte ve müctehidlerin görüş ve tesbitleri yansıtılmaktadır. [96]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.u.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kime kusuntu galebe çalar (iradesi dışında taşıp çıkar) sa, ona (o günün
orucu için) kaza gerekmez. Ama kim bile bile kendi iradesiyle kusarsa, artık o
orucu kaza etsin."[97]
Abdurrahman b. Numan
b. Hevze'den, o da babasından, o da dedesinden, o da Peygamber (s.a.v.) efendimizden
rivayet etmiştir. Rasulüllah (s.a.v.) iyileştirici, rahatlatıcı sürmenin
gece uyumaya hazırlanırken
sürülmesini emretti ve
şöyle ilavede bulundu: "Artık oruçlu kimse (gündüzleyin) sürmeden
sakınsın!"[98]
a)
Hanefîlere göre: Oruçlu iken bile bile kendini kusmaya zorlar ve ağız dolusu
kusarsa, orucu bozulur ve kendisine bir günün kazası gerekir. Ama oruçlu
olduğunu unutarak kendini kusmaya zorlar, ve belirtilen şekilde kusarsa, orucu
bozulmaz.
O halde çıkan kusmuk
ağız dolusundan az olursa îmam Ebu Yusuf a göre, bozulmaz. el-Mineh kitabında
bunun en sahih kavi olduğu belirtilmiştir.[99]
Böylece kusuntunun
galebe çalıp dışarı çıkmasıyla -ağız dolusu bile olsa- oruç bozulmaz. Çünkü
oruçlunun bunda bir sün'i yoktur. O bakmadan kişi sün'i olmayan bir olaydan
dolayı muaha-za edilmez.[100]
Kendini kusmaya zorlar
da ağız dolusundan az bir nisbette çıkarırsa, Ebu Yusufa göre orucu bozmaz; ama
îmam Mu-hammed'e göre bozar. Çünkü hadiste bu konuda az veya çok konu-, su
üzerinde durulmamış, mutlak anlamda söylenmiştir.[101]
Bunun gibi vücudunun
bir yerine yağ süren veya gözlerine sürme süren oruçlunun orucu bozulmaz.
îsterse, bedenine dokundurduğu yağın ve gözüne sürdüğü sürmenin tadını boğaz
nahiyesinde hissetmiş olsun fark etmez. Çünkü deri üzerindeki gözeneklerden
içeri giren şeyler orucu bozmaz.
Ancak böyle yapmanın
mekruh olduğu söylenebilir. Bu da, oruçlu iken susuzluğunu gidermek için bedeni
üzerine su dökmesine kıyas edilerek mekruhtur denilmiştir.[102]
Vücuda sürülen yağın
gözeneklerden içeri nüfuz etmesi orucu bozmaz. Çünkü tabii menfezlerden girmiş
sayılmaz. Bu, fıkıhta söz sahibi olan ilim adamlarının icmaına göre çıkarılan
bir hükümdür.
Tükürdüğü zaman
gözlerine sürdüğü sürmenin izini ve rengini görecek olsa, yine de orucu
bozulmaz.[103]
b) Şafîilere
göre: Oruçlu olduğunu hatırladığı halde kasden kusarsa, orucu bozulur. Ama
oruçlu olduğunu unuttuğu veya buna zorlandığı veya kusmanın orucu bozup
bozmayacağını bilmediği halde kendi isteğiyle kussa bile yine de orucu
bozulmaz. Ancak kusmanın orucu bozup bozmayacağını bilmemesini şu iki sebepten
birine bağlamak gerekir:
a) Yeni
İslam'a girdiği için henüz fıkhı meseleleri bilmiyor olması;
b) îlim
adamlarından uzak bir yerde oturuyor bulunması...
Kusmanın oruçlunun
iradesi dışında galebede bulunup çıkması da orucu bozmaz. Ama kendi isteğiyle
kusarsa, kusuntu geri dönmese bile orucu bozar.[104]
Göze sürülen sürme,
tadı boğaz nahiyesinde Mssedilse bile orucu bozmaz.[105]
Böylece hem Hanefîler,
hem de Şafnler Ebu Hüreyre hadi-siyle ihticac etmiş bulunuyorlar, ama
Abdurrahman hadisini zayıf görüp onunla istidlalde bulunmamışlar.
c)
Hanbelilere göre: Kim oruçlu olduğu-halde kendini zorlayıp bile bile kusarsa,
orucu bozulur ve ileride günü gününe kaza etmesi gerekir. Ama kusuntu onun
iradesi dışında zorlayarak gelirse, orucu bozmaz. Çünkü oruçlunun bunda dahli
söz konusu değildir. îlim adamlarından bu tesbit ve hükme muhalefet eden olmamıştır.
Hanbeliler de bu
konuda Ebu Hüreyre hadisiyle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.
Bu meselede az ve çok
kusmak arasında bir fark yoktur, yani ikisi de orucu bozar. Bu, îmam Ahmed'den
yapılan iki rivayetten biridir, îkinci rivayete göre, ağız dolusu olduğu
takdirde oruç bozulur şeklindedir. Hem az miktarda kusmak abdesti de bozmamaktadır.[106]
Sürme konusuna
gelince: Göze sürülen
sürmenin tadı boğazda hissedilse
ve oruçlu onun boğaz nahiyesine indiğini bilse bile, yine orucu bozmaz.
Göze sürülen antimon
ister iyileştirmek için olsun, ister mil ile dokundurulsun fark etmez, yani her
iki durumda da orucu bozmaz. İmam Ahmed'in bu hususta kesin görüşü vardır.[107]
d)
Malikilere göre: Göze sürülen ismid (antimon) un tadı boğazda hissedilir ve
oruçlu da onun boğazına kadar nüfuz ettiğini bilirse, orucu bozulur, güne gün
kaza etmesi gerekir, Boğazına nüfuz etmez, yani tadı boğazda hissedilmezse,
orucu bozmaz. O bakımdan İmam Malik oruçlunun sürme kullanmasını mekruh
görmüştür. [108]
Kusma konusunda
Malikiler diğer mezheplerle aynı çizgide bulunuyorlar. Şöyle ki, oruçlunun
iradesi dışında midesi bulanır da elde olmayarak kusarsa, orucu bozulmaz. Ama
kendi irade ve isteğiyle kusarsa, kaza etmesi gerekir. Malikiler bu konuda Ebu
Said el-Hudrî'den rivayet edilen şu hadisle ihticac etmişlerdir: "Kusmak
adamı zorlar da iradesi dışında çıkarsa, orucuna devam edip tamamlar, kaza
etmesi gerekmez. Kendi isteğiyle kusmaya çalışır ve kusarsa, o artık orucunu
iade eder (yani orucu bozulur, omı kaza etmesi gerekir.)"[109]
lOlOnolu Ebu Hüreyre
hadisini aynı zamanda İbn Hibban, Darekutni ve Hakim tahric etmişlerdir. Ancak
ravi Ata' bunu Ebu Hüreyre'den mevkufen rivayet etmiştir. Tirmizi ise,
"Biz bu hadisi ancak Hişam b. Muhammed'den naklen biliyoruz ki, o da Ebu
Hüreyre'den (r.a.) rivayet etmiştir." diyerek kendi tesbitini belirtmiştir.
İmam Buhari bu rivayeti mahfuz olarak görmediğini söylemiştir. Aynı zamanda Ebu
Davud da mahfuz olmadığına dikkat çekmiştir.
Hakim ise, Şeyhayn'in
şartı üzere bunu sahihlemiştir.
Bu babda îmaîn
Malik'in Muvattada ve îmaın Şafii'nin el-Üm'de benzer bir hadisi
nakletmişlerdir ki, şöyledir: "Kim oruçlu olduğu halde bilerek kusarsa,
ona kaza gerekir. Kime de kusmak galebe çalıp iradesi dışında kusarsa, ona kaza
gerekmez."
Nitekim İbn Ömer, Zeyd
b. Erkanı ve Zeyd b. Ali de bu rivayetlerin delaletine uygun hareket
etmişlerdir.
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz kustu ve o sebeple orucunu bozdu" mealindeki Ebu Derda
hadisini Bnhari ve Müslim, isnadında ihtilaf tesbit ettikleri için
almamışl&ı-. Beyhaki de aynı görüşü izhar etmiştir. Sonra ilim adamlarından
önemli bir kısım bunu kasden kusmaya hamletmişlerdir.
Sonuç olarak bu babda
birkaç rivayet bulunmakta ve birbirini kuvvetlendirmektedir. O bakımdan
müctehidler Ebu Hüreyre hadisiyle ihticacda bulunmuşlardır.
1011 nolu Abdurrahman
hadisine gelince: îbn Main onun münker olduğunu belirtmiştir. Zehebi de,
Abdurrahman'in önce bunu Said b. Ishak'tan rivayet ettiğini söylerken, sonra
onun ismini ters çevirerek şöyle demiştir: "İshak b. Said b. Kab."
Arkasından hadiste galat yaparak şöyle demiştir: "O da babasından, o da
dedesinden rivayet etmiştir."
Sonra da Numan b.
Mabed bilinen bir ravi değildir. Bununla beraber İbn Şübrüme ve İbn Ebi Leyla
bu hadisle istidlal ederek şöyle demişlerdir: "Sürme orucu bozar."[110]
Tabiatıyla fukahamn
çoğu bu hadisin zayıf olduğunu ve ihti-caca salih bulunmadığını belirterek,
sürmenin orucu bozmayacağını hüküm olarak ortaya koymuşlardır.
İbn Şübrüme ile ibn
Ebi Leyla'nın bu konuda bir de delil olarak Buhari'nin talikan tahric ettiği
ve Beyhaki ile Darekutni'nin mevsulen naklettiği İbn Abbas hadisini seçtikleri
söz konusudur. Şöyle ki: "Orucun bozulması, bir şeyin girmesiyledir.
Abdestin bozulması bir şey çıkmasıyladır." O halde sürmenin tadı boğazda
hissedilirse, içeri girmiş kabul edilir ve oruç bozulur.
İlim adamları bu iki
zata cevap vererek şöyle demişlerdir: "Bu hadis cidden zayıftır" yani
bununla istidlal ve ihticac edilmez. Aynı zamanda ravileri arasında Şa'be Mevla
İbn Abbas bulunuyor ki bu zatın zayıf olduğu tesbit edilmiştir. Nitekim Zehebi
onun hakkında şu bilgiyi vermiştir: "îmam Ahmed'e göre, onun rivayetinde
bir sakınca yoktur. Nesai'ye göre, o kavi değildir. Malik ise: "O s-ka
(güvenilir) değildir" demiştir. Yahya: "Onun hadisi yazılmaz"
derken, Ebu Zür'a "Onun rivayeti zayıftır" demiştir.[111]
Rasulüllah'm (s.a.v.)
ramazanda oruçlu iken gözlerine ismid (antimon) sürdüğüyle ilgili üç, dört
rivayet daha var ki, hepsi de zayıftır; istidlal ve ihticaca salih değildir. [112]
1- Kusuntu
kişinin iradesi dışında galebe ederek gelirse orucu bozmaz; ister az, ister
çok olsun fark etmez.
2- Kişi
kendi iradesiyle kusmak ister ve kusarsa, müctehidlerden bir kısmına göre, ağız
dolusu olursa orucu bozar, az olursa bozmaz; diğer bir kısmına göre, az olsun,
çok olsun her iki durumda da orucu bozar.
3- Oruçlu
bir halde gündüzleyin göze sürme sürmek orucu bozmaz; isterse onun tadı boğazda
hissedilmiş olsun.
4-
Malikilere göre, tadı boğazda hissedilirse oruç bozulur.
5- Sürmeyi
iftardan sonra kullanmak daha uygun olur. [113]
İnsan, hilkatinin
özelliği ve fıtratının gereği hata ve unutmak gibi durumlarla içice bulunuyor.
Bilmeden, arzulamadan bir hata yapabilir ve unutarak bir fiil işleyebilir. O
bakımdan Cenab-ı Hak bu iki durumdan dolayı kullarını muahaza etmemekte ve
günah yazmamaktadır. Ancak bu iki olaydan dolayı kul hakkına bir tecavüz
meydana gelmişse, onu hemen telan etmek gerekir. Kul unutarak veya hata ederek
böyle bir fiilde bulunduğunun farkına vardığı veya kendisine hatırlatıldığı an,
vaki tecavüzü giderme yollarına baş vurup hak sahibini razı etmesi bir emr-i
ilahidir.
İbadet konusunda bir
hata yaptığı veya unutarak bir yanlışlıkta bulunduğu takdirde günahkar olmaz,
ancak farkına vardığı takdirde onu telafi eder. Fıkıhta bunun telan yolları ve
çareleri belirlenmiştir.
Bunun için Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz ümmetini endişeden kurtarmak ve bu konuda ilahi rahmetin
gereği olan kolaylık sağlamak için şöyle buyurmuştur:
"Ümmetimden hata
ile, unutarak ve bir de zorlanarak yaptığı şeylerin (günah ve vebali)
kaldırılmıştır."[114]
Diğer bir hadiste de
şöyle bu vurulmaktadır:
"Kalem üç
kimseden (onların fiilini yazmaktan) kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar
uyuyandan, iyileşinceye kadar cinnet gibi bir derde mübtela olandan,
büyüyünceye (ergen oluncaya) kadar çocuktan..."[115]
"Kalem üç
kimseden kaldırılmıştır: İyileşip kendine gelinceye kadar akli dengesi bozuk
olandan, uyanıncaya kadar uyuyandan, ergen oluncaya kadar çocuktan."[116]
Konumuz oruç olduğuna
göre, oruçlunun unutarak bir şey yemesi veya içmesinden dolayı orucu bozulur
mu? Bu sorunun cevabını ilgili hadisleri ve müctehid imamların tesbit ve
ictihad-larını naklettiğimizde görmüş olacağız.[117]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim oruçlu
olduğu halde unutur da bir şey yer veya içerse, orucunu tamamlasın. Şüphesiz bu
durum iîe Cenab-ı Hak ona yedirip, içirmiştir."[118]
Diğer bir lafızla
şöyle buyurulmuştur:
"Oruçlu unutarak
bir şey yer veya unutarak bir şey içerse, bu ancak Allah'ın ona sevkettiği bir
rızıktır ve (ondan dolayı) oruçluya kaza gerekmez."[119]
"Kim unutarak
ramazanda bir gün iftar ederse, ona kaza ve keffaret gerekmez."[120]
"Sizden biriniz
oruçlu iken unuturda yer ve içerse, orucunu (bozmayıp) tamamlasın."[121]
Şüphesiz bu konuda
genel kural, giriş kısmında naklettiğimiz üç hadisle birlikte dördüncü olarak
şu hadistir: "Şüphesiz ki Cenab-ı Hak, ümmetimden (sadır olan) hata ve
nisyan (unutmay) ı affetmiştir."[122]
a)
Hanefilere göre: Ramazanda oruçlu iken unutup bir şey yemek veya içmek veya
cinsel temasta bulunmaktan dolayı oruç bozulmaz.
Hanefıler bu konuda
cinsel teması, yeme ve içmeye kıyasla aynı hükme dahil etmişlerdir. Çünkü
cinsel temas da yeme içme anlamına gelen şehvet-i batndandır.
Ancak oruçlu unutarak
bir şey yerken veya içerken, durumunu hatırlarsa derhal elindeki lokmayı ve
ağzında çiğnemekte olanı atar. Cinsel temas halinde iken hatırlarsa, derhal
geri çekilir. Aksi halde hem kaza, hem de kefîaret gerekir,[123]
b) Şafîilere göre: Oruçlu unutarak bir şey
yerse, orucunu bozmaz, devam eder. Ancak çok miktarda yerse, bir kavle göre,
orucu bozulmuş olur, artık o gün devam etmez. Ama en sahih kavle göre, ne
kadar çok da yese yine de orucu bozulmaz. Unutarak cinsel temasta bulunmak da
böyledir. Mezhebin açık tesbiti bu doğrultuda cereyan etmiştir.[124]
Böylece iki mezhep
imamları yukarıdaki hadislerle ihticac edip görüş ve tesbitierini belirlemiş ve
aynı hükümde birleşmişlerdir. Ancak ileride değineceğimiz üzere, keffaret konusunda
aralarında ictihad farkı vardır.
c)
Hanbelilere göre: Bu mezhep imamları da yukarıda zikredilen iki mezheple
birleşmişlerdir; yani bunlara göre de oruçlu unutarak bir şey yer veya içerse,
orucu bozulmaz ve kazası gerekmez.[125]
d)
Malikilere göre: Ramazanda oruçlu kimse unutarak bir şey yer veya bir şey içer
veya cinsel temasta bulunursa, orucu bozulur ve kendisine sadece onu kaza
etmesi gerekir.[126]
Ebu Hüreyre hadisi
sahihtir ve ihticaca salihtir. O bakımdan müctehidlerin çoğu onunla istidlal ve
ihticacda bulunmuştur.
1028 nolu Darekutni hadisinin isnadı sahih ve
ravilerinin hepsi güvenilirdir. Darekutni bunu Muhammed b. îsa b. Tab-ba'dan, o
da îbn Aliyye'den, o da Hişam'dan, o da îbn Sirin'den rivayet etmiştir.
Bu da Ebu Hüreyre
hadisi gibi, cumhur tarafından ihticaca salih görülmüştür.
1029 nolu yine Darekutni hadisim aynı zamanda tbn
Hu-zeyme, îbn Hibban ve Hakim tahric etmişlerdir. Hafız îbn Hacer,
Büluğu'l-Meram'da bunun sahih olduğunu belirtmiştir.
Bu babda Darekutni'nin
Ebu Said'den naklettiği bir hadis vardır ki merfuan rivayet edilmiştir. Lafzı
şöyledir: "Kim ramazan ayında unutarak (bir şey) yerse, kendisine kaza
gerekmez."
Hafiz îbn Hacer bu
hadis hakkında şöyle diyor: "Bunun isnadı her ne kadar zayıfsa da ama
uyulmaya elverişlidir. Çünkü rivayetteki "ramazan ayı" fazlalığı
bunun derecesini düşürüyorsa da bu haliyle yine hasen sayılır ve ihticaca salih
kabul edilebilir.[127]
Cumhur bütün bu
rivayetleri dikkate alarak, "oruçlu bir vaziyette unutarak bir şey yiyen
veya içen veya cinsel temasta bulunan kimsenin orucu bozulmaz ve kaza da
gerekmez" diyerek meseleyi neticeye bağlamıştır. Ancak imam Malik, îbn
Ebi Leyla ve el-Kasimiyye, cumhurun hilafına bir tesbit ve ictihadda bulunmuş
ve "Öylesinin hem orucu bozulur, hem de kendisine kaza gerekir"
demişlerdir.
Malikilerden bir kısmı
delil olarak şunu ileri sürmüştür: "Bu konudaki hadisler "haber-i
ahad"dır; o bakımdan onlarla ihticacda bulunmak istemedik." Şüphesiz
bu sözler, kaideye muhaliftir ve beyan ettikleri itirazları anlamsızdır. Zira
bu gibi sahih hadisleri "haber-i vahid"dir diye bir tarafa itecek
olursak, amel edilecek pek az hadis kalır ve dini meselelerde birçok zorluklar
ortaya çıkar. [128]
1- Oruçlu
iken bir şey yemek veya içmek orucu bozmaz ve kazasını da gerektirmez.
2- Yine
oruçlu iken unutaraic cinsel temasta bulunan kimsenin de orucu bozulmaz ve
kazası da gerekmez.
3- Oruçlu
iken bir şey yerken veya içerken veya cinsel temasta bulunurken,
oruçlu olduğunu hatırlar
veya kendisine hatırlatüırsa,
derhal çekilmesi gerekir. Aksi halde Hanefî'lere göre hem kaza, hem de keffaret
gerekir. Müctehidlerin çoğuna göre, sadece kaza gerekir. [129]
İbadetin bir yönü,
Cenab-ı Hakk'a karşı kulluğumuzu itiraf edip O'ndan başka tapılmaya layık bir
ilahın olmadığını ortaya koymaktır; diğer yönü her iki hayatı düzen ve dengede
tutup Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmak ve Rasulüllah'm sünnetiyle şekillenmektir.
O bakımdan ibadeti tam
edep, terbiye, sevgi ve saygı havası içinde yerine getirirken dünya ve
ahiretimiz için yararlı olmayan sözlerden, davranışlardan kaçınmamız ve her
vesileyle nefsimize karşı hakimiyet kurmamız ve organlarımızı kontrol altında
tutmamız gerekir. Aksi halde yapılan ibadet tam anlamıyla amacına uygun
olmamış ve istenilen mutlu sonuca bizi çevirmemiş sayılır.
Bilhassa bizi bir
bakıma melekleştiren, irade hakimiyetimizin ortaya çıkmasına destek olan ve
bizi nefis esaretinden kurtaran; toplum hayatımızı maddi ve manevi bağlarla
pekiştirip düzenleyen orucun dinimizdeki yeri oldukça önem arzetmektedir.
Bunun için her zaman
gıybetten, faydasız söz ve davranıştan, kırıcı ve üzücü çıkışlardan sakınmamız
vaciptir. [130]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden birinizin oruç günü olunca, o günde edep ve terbiye dışı söz
söylemesin; kinci anlamda bağırıp çağırmasın. Şayet biri ona dil uzatıp söver
veya onunla vuruşmak isterse, o: "Ben oruçlu bir kimseyim” desin.
Muhammed’in canını kudret elinde tutan zata yemin ederim ki, oruçlunun ağız
kokosu Allah yanında misk kokusundan daha güzeldir. Oruçlu için, kendisini
ferahlatacak iki ferahlık vardır. İftar ettiği zaman iftarıyla ferahlık duyar
ve Rabbına kavuştuğu zaman, tuttuğu oruçla sevinir.”[131]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim yalan sözü ve onunla amel etmeyi terketmiyorsa, Cenab-ı Hakk’ın onun
(oruç sebebiyle) yeme ve içmesini terketmesine ihtiyacı yoktur.” (Yani Cenab-ı
Hak öylesinin orucunu kabul etmez ve ona feyiz, bereket ve rahmet havasını
yeterince estirmez.)[132]
Açıklama:
Şüphesiz oruç tutan mü’min,
yaptığı ibadetin mükafatını Allah yanında noksansız görmek ve bulmak istiyorsa,
onun sevabını düşürecek her türlü söz ve davranıştan kaçınmalıdır. Dedikodu,
yalan, sövüp saymak, kavga edip vuruşmak orucu bozmasa bile, sevabını iyice
düşürür ve böylece oruçtan beklenilen amaç ve gaye tam anlamıyla gerçekleşmemiş
olur.
O bakımdan mezhep
imamları, müctehidler, bu gibi şeylerin orucu bozmadığında ancak sevabını
düşürdüğünde ittifak halindedirler. Cumhurun da görüşü budur. [133]
İslam ibadeti sıkıntı
versin, tedirginlik doğursun, eza ve cefaya sebep olsun diye meşru kılmamış;
bunun aksine ruh ve bedene zindelik kazandırsın, sinir sistemini yatıştırsın,
kalbe huzur versin, vicdanı arındırsın, ruhu geliştirip manen doyursun ve ferdi
daha çok aile ve topluma bağlasın diye farz veya vacip ya da sünnet kılmıştır.
Her şeyden evvel ibadetle insana kişilik kazandırmak, kula kul olmaktan
kurtarıp Allah'a kul olmanın derin haz ve hikmetini kalp ve kafaya işlemek için
ömür boyu ibadeti terketmememizi emretmiş ve bunun için birtakım maddi ve manevi
mükafat ve müeyyideler koymuştur.
O halde çok sıcak bir
mevsimde oruç tutan kişi, sıcaktan bunaldığı ve sıkıntıya düştüğü takdirde
bunu hafifletmek için başına soğuk su döküp yıkayabilir, boğazına kaçmamak
kaydıyle ağzını çalkalayabilir ve yine bunaldığı takdirde banyo yapabilir.
Önemli olan bu işleri yaparken suyu tabii menfezlerden içeriye kaçırmamaktır.
Çünkü İslam dini,
kolaylığı, rahmet, bereket, şifa ve huzuru getirmiştir, Cenab-ı Hak Tâhâ
suresinin baş kısmında bu inceliği şöyle beyan buyurmaktadır:
"Kur'an'ı sana
sıkıntı çekesin (veya mutsuz olasın) diye indirmedik." [134]
Ömer (r.a.) den
yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:
"Oruçlu olduğum
bir günde neşelendim ve (eşimi) öptüm. Bunun üzerine (bir hata işlediğimi
düşünerek) Ra-sulüllah'a (s.a.v.) geldim ve şöyle dedim: "Bugün büyük
(tehlikeli) bir iş yaptım! Oruçlu olduğum halde öptüm." Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz bana: " Oruçlu iken su ile ağzını çalkalamak hakkında
ne dersin?" diye sordu. Ben de: "Öyle yapmakta bir sakınca
yoktur" dedim. Bunun üzerine buyurdu ki: "Artık öpmek neden
sakıncalı olsun?"[135]
Ebu Bekir b. Abdirrahman'dan,
o da peygamber'in (s.a.v.) ashabından olan bir adamdan rivayet etmiştir. O
sahabi şöyle demiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimizi oruçlu iken
sıcaktan dolayı başına su dökerken gördüm."[136]
a)
Hanefilere göre: Oruçlu kimse (eşini) öper veya tenini onun tenine dokundurur
ve o yüzden inzal vaki olursa, orucu bozulur. İnzal meydana gelmediği takdirde
orucu bozulmaz. İnzal vaki olduğu takdirde sadece güne gün kaza gerekir. Çünkü
bu durumda cinsel temasın asıl sureti mevcut değildir.
İmam Ebu Hanife'ye
göre, serinlemek için buruna su çekmek, başa su dökmek, banyo yapmak ve ıslak
elbise giyinmek veya bez parçasını ıslatıp vücuda sarmak mekruhtur. İmam Ebu
Yusuf a göre, bunların hiçbiri mekruh değildir. Çünkü bu konuda sakınca
olmadığı hakkında sahih hadis rivayet edilmiştir ve aynı zamanda bu gibi
fiiller ibadeti yerine getirme konusunda yardımcı olmakta ve birtakım sıkıntı
ve meşakkati gidermektedir. O bakımdan belirtilen hususlarda İmam Ebu Yusuf un
kavliyle amel etmekte kolaylık vardır. Fetva da buna göredir.[137]
b) Şafiilere göre: Şehveti harekete geçmeyen
kimse için (eşini) öpmesi mekruh değildir. Ancak bu gibi fiilleri terketmesi
evladır. Şerefüddin Yahya en-Nevevî diyor ki: Şehveti harekete geçen kimse
hakkında oruçlu bir halde eşini öpmesi tahrimen mekruhtur. En sahih oîan kavi
de budur.[138]
Bunun gibi oruçlu
kimse ağzını çalkalarken ve burnuna su verirken suyu fazla kullanıp iyice
ağzını doldurur ve burnuna iyice çeker ve bu yüzden su onun içine girer (yani
boğaz veya midesine ulaşırsa orucu bozulmuş olur ve güne gün kaza etmesi gerekir.
Az su kullanıp içine
kaçmazsa, o takdirde bir sakınca yoktur.[139]
Böylece İmam Ebu Yusuf
ile İmam Şafii bu meselede birleşiyorlar.
c) Hanbelilere
göre: Ağza su alıp çalkalamak, buruna su çekmek, ister abdest ve gusülle ilgili
olsun, ister mücerred temizlik için olsun mutlaka orucu bozmaz. Çünkü ağız da
burun ve göz gibi bedenin zahirinden sayılır. O halde oruçlu ağzını çalkalarken
veya burnuna su çekerken, bir kasıt olmaksızın su boğazına kaçarsa bir şey
gerekmez; yani orucu bozulmaz. Nitekim İmam Evzai, İshak ve İmam Şafii'nin iki
kavlinden birine göre de hüküm böyledir. İmam Ebu Hanife ile İmam Malik'e göre,
bu durumda oruçlunun orucu bozulur.[140]
Hanbeliler bu meselede
Ömer hadisiyle istidlal etmişlerdir.
d) Malikilere göre:
Sahnûn diyor ki: "îbn Kasını'a sordum: Oruçlu ağzını çalkalarken su
boğazına kaçarsa, İmam Malik'e göre ona kaza gerekir mi?" Cevap verdi: "Eğer ramazanda ise veya
kendisine vacip olan bir orucu tutuyorsa, belirtilen durumda orucu bozulur ve
kendisine sadece kazası gerekir, keffaret gerekmez. Ama nafile bir oruç ise,
kazası gerekmez."
Ağız çalkalama olayı
ister abdest için, isterse temizlik için olsun farketmez.
Yine İmam Malik'e
göre, ramazanda oruçlunun serinlemek için veya susuzluğunun tesirini
hafifletmek için ağzını çalkalamasında bir sakınca yoktur. Çünkü böyle yapmakla
ibadete kolaylık ve yardım sağlamış oluyor.[141]
1040 nolu Ömer
hadisini aynı zamanda Nesai tahric etmiş ve münker olduğunu söylemiştir. Hafız
Bezzar ise bu konuda şöyle demiştir: "Biz Ömer'den sadece belirtilen
anlamda bir rivayet yapıldığım biliyoruz. Ibn Huzeyme ile Hakim bu hadisi
sahihle-mislerdir.[142]
Böylece Nesai yalnız
kalmış ve sahihtir diyenlerin görüş ve tesbiti ağırlık kazanmıştır. O bakımdan
müctehidlerin çoğu bu hadisle istidlal ve ihticacda bulunmuştur.
1041 nolu Ebu Bekir b.
Abdirrahman hadisini aynı zamanda Nesai tahric etmiştir.
îsnadmdaki ricalin
hepsi sıka (güvenilir) kimselerdir. O bakımdan hadis ihticaca salih kabul
edilmiş ve müctehidlerin önemli bir kısmı bu hadisle istidlal ve ihticacda
bulunmuştur. [143]
1- İster
abdest için, ister temizlik veya serinlemek için olsun, oruçlunun ağzına su
alıp çalkalaması, burnuna su çekmesi hem mekruh değildir, hem de orucu bozmaz.
2- Ağıza
alman su, buruna çekilen su boğaza kaçarsa, Han-beliler dışında kalan imamlara
göre oruçlunun orucu bozulur ve güne gün kaza etmesi gerekir.
3- İmam Malik'e
göre, nafile oruçlarda suyun boğaza kaçması orucu bozsa bile kazası
gerekmez.
4- Oruçlu
iken serinlemek maksadıyla başına su döken veya elbisesini ıslatan veya ıslak
bezi vücuduna saran kimsenin orucu bozulmaz. Ancak İmam Ebu Hanife'ye göre,
böyle yapmak mekruhtur. İmam Ebu Yusuf ile diğer imamlara göre mekruh
değildir.
5- Oruçlu
iken kişi kendi eşini öperse, şehveti harekete geçmiyorsa bunda bir sakınca
yoktur; geçiyorsa kerahet vardır. Öpei'ken inzal vaki olursa, oruç bozulur ve
güne gün kazası gerekir.
6- Oruçlu
adamın tenini eşinin tenine dokundurmasmdaki hüküm de böyledir; yani şehveti
harekete geçerse kerahet yardır; inzal vaki olursa oruç bozulur ve güne gün
kazası gerekir. [144]
Bilindiği gibi,
insanda cinsel konuya ilgi fıtrîdir. O bakımdan bu fıtrî duygu zaman zaman
kendini hissettirir. Evlenmenin bir yönü nesli devam ettirmeye, bir yönü de
şehveti meşru sınırlar içinde teskine yöneliktir.
Ancak ramazanda oruçlu
kimse, bir bakıma melekleşmek istemekte ve iradesini ortaya koyup'nefsani duygularını
yenmeğe çalışmaktadır. O bakımdan şehveti tahrik eden ve cinsel temasa yol açan
davranışlardan kaçınmakta birçok faydalar vardır. Bununla beraber, az yukarıda
da kısmen değindiğimiz gibi, kendine hakim olan oruçlunun eşini öpmesine ruhsat
verilmiştir. [145]
Ümmü Seleme (r.a.) dan
yapıUn rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) efendimiz oruçlu iken (eşlerini)öperdi.[146]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir;
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz oruçlu iken öperdi ve yine oruçlu iken tenini eşinin tenine
dokundururdu. Ama O, uçkuruna sahip olmada hepinizden daha çok kendine malik
idi."[147]
Ömer b. Ebi Seleme
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen, Rasulüllah (s.a.v.) efendimizden
sordu: "Ya Rasulallah! Oruçlu kimse (eşini) öpebilir mi?" Rasulüllah
(s.a.v.) ona: "Bunu Ümmü Seleme'den sor" diye buyurdu. O da ona
Ra-sulüllah'ın (s.a.v.) öyle yaptığını haber verdi. Bunun üzerine adam
peygambere (s.a.v.) gelip şöyle dedi: 'Ya Rasulallah! Şüphesiz Cenab-ı Hak
senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır." Rasulüllah (s.a.v.)
ona: "Ama Allah'a yemin ederim ki, ben sizden daha çok Allah'tan korkan
ve daha çok O'na saygı duyup sakınan biriyim..." buyurdu.[148]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor H:
"Bir adam,
peygamber (s.a.v.) efendimiz'den, oruçlu iken mübaşeret (tenini eşinin tenine
dokundurmak) tan sordu. Rasulüllah (s.a.v.) ona ruhsat verdi. Bir başkası gelip
aynı şeyi sordu, ona ruhsat vermeyip men'etti. Ruhsat verdiği adam yaşlı idi,
men'ettiği adam ise genç idi."[149]
a) Hanefilere
göre: îmam Ebu Hanife, oruçlunun tenini eşinin tenine dokundurmasını,
sarmaş-dolaş olmalarını ve el sıkışmalarını mekruh saymıştır. Çünkü ona göre,
bu gibi davranışlar fesada, orucu bozmaya yol açar. Diğer imamlara göre,
öpmek, teni tene dokundurmak fahiş biçimde olmadığı ve şehveti tahrik etmediği
takdirde sakıncalı değildir.[150]
b) Şafiilere
göre: Mezhebin görüşünü bundan önceki bölümde belirtmiş bulunuyoruz.
c)
Hanbelilere göre: Öperken veya tenini eşinin tenine dokundururken meni veya
mezi gelirse, orucu bozulur ve kazası gerekir. Bu iki sıvı akmadığı takdirde
oruç bozulmaz.
İmam Ebu Hanife, İmam
Malik ve İmam Şafii'ye göre, mezîden dolayı oruç bozulmaz ve o bakımdan kazası
da gerekmez.[151]
d)
Malikilere göre: îmam Malik, ramazanda oruçlunun kendi eşini öpmesini ve tenini
onun tenine dokundurmasını hoş karşılanıamıştır. Çünkü ona göre, böyle bir
durumda inzal vaki olursa, hem kaza, hem de keffaret gerekir.
Ancak Sahnûn'un da
belirttiği gibi, mücerred öpmek ve teni tene dokundurmak, meni dışarı çıkmadığı
takdirde orucu bozmaz ve kazası gerekmez. Mezi çıkarsa, istihbaben onun kaza
edilmesi söz konusudur.[152]
1048, 1049, lOBOnolu
hadisler sahihtir ve ihticaca elverişlidir. O bakımdan müctehidlerin çoğu bu
üç hadisle istidlal ve ihticac etmişlerdir.
1051 nolu Ebu Hüreyre
hadisi hakkında Ebu Davud ve el-Münzirî susup bir şey dememiştir. Hafız İbn
Hacer de bu hadisi konu edinirken görüşünü belirtmemiştir. İsnadında
Ebu'l-Anbes b. Ubeyd bulunuyor ki onun hakkında bir tesbit ortaya koymamışlardır.
Bazı muhaddisler bu isim üzerinde birtakım şüpheler izhar etmişlerse de Zehebî,
Mizan'da bu isme yer vermemistir. et-Takrîb'de bu zatın makbul olduğu
belirtilmiştir.[153]
Aynı hadisi Ibn Mace,
İbn Abbas hadisi olarak tahric etmiş ve merfu' olduğunu açıklamamıştır, Beyhaki
ise Hz. Aişe'den mer-fuan rivayet etmiştir. Buna benzer bir rivayeti îmam
Ahmed, Abdullah b. Amr'den rivayet etmiştir.
Ebu Cafer et-Tahavî
ise, oruçlu iken eşini öpen kimsenin orucunun bozulacağına ve kendisine kaza
gerekeceğine dair dokuz rivayete yer verdikten sonra orucu bozmayacağına ve
kaza da gerektirmeyeceğine dair kırka yakın rivayeti toplayıp sıralamıştır.
Böylece oruçlunun, inzal vaki olmaksızın öpmesinde ve tenini eşinin tenine
sürmesinde bir sakınca bulunmadığı; aşırı olduğu takdirde kerahetin söz konusu
olacağı hükmü ağırlık kazanmış bulunuyor.[154]
Bu babda birçok zayıf
rivayet bulunuyor ki, onları buraya nakletmeye gerek görmedim. [155]
1- Oruçlu
kimsenin eşini öpmesi, tenini onun tenine dokundurması mekruhtur.
Bu, İmam Ebu
Hanife'nin kavlidir. İmameyne
göre, mekruh değildir.
2- Bu gibi
davranışlar fahiş biçimde olursa kerahet vardır, çünkü cinsel temasa yol
açar.
3- Bu gibi
davranışlar orucu bozmasa bile terki evladır. Bu imam Şafii'nin kavlidir.
4- Şehveti
tahrik eden öpme ve mübaşeret tahrimen mekruhtur. Bu, Şafiilerin içtihadıdır.
5- Öperken
veya mübaşerette bulunurken meni veya mezi akarsa, oruç bozulur ye sadece
kazası gerekir. Bu, Hanbelilerin görüş ve içtihadıdır. Diğer mezheplere göre,
mezinin akması orucu bozmaz.
6- Sözü
edilen iki sıvı akmadığı takdirde oruç bozulmaz. Bu, bütün imamların ittifak
ettiği bir hükümdür.
7- Ramazanda
bu gibi davranışlarda bulunmak pek doğru değildir ve hoş karşılanmaz. Bu, İmam
Malik'in kavlidir.
8- Ramazanda
öperken veya teni tene dokundururken meni akarsa, hem kaza, hem de keffaret
gerekir. Bu, îmam Malik'in kavlidir.
9- Mücerred
öpmek ve mübaşerette bulunmak orucu bozmaz ve kaza etmeyi de gerektirmez. Bu,
bütün imamların görüş ve içtihadıdır. Malikilerden Sahnûn da aynı görüşü izhar
etmiştir. [156]
Şüphesiz fecir
doğuncaya kadar birtakım ruhsatlar vardır, onları işlemekte bir sakınca yoktur.
Akşam iftarından sonra yeme, içme ve cinsel temasta bulunma konulan bu
cümledendir. Bir de sahur yedikten sonra uyur ve fecir doğmadan önce veya sonra
ihti-lam olmuş bir halde uyanan kimse söz konusudur. Bu, ister fecirden önce,
ister sonra ihtilam olsun, uyku halinde vuku' bulduğu için oruca hiçbir zararı
yoktur. Çünkü bütünüyle iradesi dışında cereyan etmiş bulunuyor. [157]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, bir adam, Ra-sutülldh (s.a.u.) efendimize sordu:
"(Sabah) namazı vakti girer de ben de cünüp bulunursam, o takdirde oruç
tutayım mı?" Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz ona şöyle buyurdu:
"Ben de cünüp olduğum bir halde (sabah) namazı vakti giriyor ve ben oruç
tutuyorum." Adam bu defa şöyle dedi: "Ya RasulaUah! Sen bizim gibi
değilsin; Cenab-ı Hak senin geçmiş ve gelecek günahlarını affet in iştir."
Peygamber (s.a.v.) ona şöyle dedi: "Allah'a and olsun ki, sizden daha çok
Allah'tan saygı ile korkmakta olduğumu ve nelerden sakınmamı sizden daha iyi
bildiğimi ummaktayım." [158]
Hz. Aişe'nin (r.a.),
Ümmü Seleme (r.aj dan yaptığı rivayete
göre: "Peygamber
(s.a.v.) efendimiz ihtilam değil de cinsel temasta bulunduğu için cünüp olarak
sabahlardı ve sonra ramazan orucunu tutardı."[159]
Yine Ümmü Seleme
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.)
ihtilam olarak değil, cinsel temasta bulunduğu için cünüp olarak sabahladı ve o
gün iftar etmedi (oruç tuttu) sonra da kaza etmedi."[160]
Çünkü temas fecirden önce yapılmıştır. [161]
a)
Hanefîlere göre: Ramazanda kişi cünüp olarak sabahlarsa, onun orucu tamdır.
Ashab-ı Kiram'dan bu konuda daha çok söz sahibi olanların hepsi de bu hususta
görüş birliği içinde olmuştur: Ali, Ibn Mes'ud, Zeyd b. Sabit, Ebu Derda, Ebu
Zer, tbn Abbas, Ibn Ömer ve Muaz b. Cebel bu cümlede ynr alanlardandır. Allah
hepsinden razı olsun.
Zira Cenab-ı Hak
Kur'an-ı Kerimrde bu konuda şöyle buyurmaktadır:
"(Ramazanda) oruç
(tuttuğunuz günlerin) gecesi kadınlarınıza cinsel yaklaşmada bulunmanız size
helal kılındı. Onlar sizin için bir elbise; siz de onlar için bir elbisesiniz.
Allah, kendinize olan güveni kötüye kullanacağınızı biliyordu. (Bu hususta)
tevbenizi kabul etti, sizi bağışladı. Artık (geceleri) onlara yaklaşın ve
Allah'ın size yazıp takdir ettiğini dinleyin, fecirde beyaz iplik siyah
iplikten size seçilinceye (gündüzün aydınlığı gecenin karanlığından sıyrılıp
ayrılıncaya) kadar yeyin, için sonra da orucu geceye kadar tamamlayın."[162]
Böylece Cenab-ı Hak
ramazan gecelerinde fecir doğuncaya kadar cima'ı (cinsel yaklaşmayı) helal
kılmış bulunuyor. O bakımdan cinsel temas gecenin sonuna doğru yapılır ve adam
da fecir doğduktan sonraya kadar cünüp kalırsa, onun bu cünüplüğü oruca zarar
vermez.[163]
b) Şafiilere göre: Fecir doğuncaya kadar yeme, içme ve
cinsel temasta bulunma helal kılınmıştır. O bakımdan ağzında yemek bulunduğu
halde fecir doğarsa, onu hemen ağzından atıverir ve cinsel temas halinde ise,
zekerini hemen çekiverirse orucuna bir halel gelmez ve devam eder. Ama bu
vaziyette az bir süre bile dursa, orucu bozulur.[164]
Böylece sözü edilen
konuda Hanefi'lerle Şafıiler arasında farklı bir ictihad olmamıştır.
c)
Hanbeliler de bu konuda yukarıdaki hadislerle istidlal ve ihticacda bulunup
geceleyin cinsel temasta
bulunan ve yıkanmayıp cünüp
olarak sabahlayan, yani fecir doğduğu halde bu vaziyette olan kimse oruca devam
eder.
Nitekim diğer üç
mezhebin de içtihadı bu doğrultudadır.
Ebu Hüreyre (r.a.) o
kimsenin bu vaziyette orucu bozulmuş sayılır demişse de, bu, önceleri iftardan
sonra uyuyup fecir doğmadan önce kalkanlara artık yeme, içme ve-cinsel temasın
yasak olduğu dönemle ilgilidir ve Bakara suresi'nin 187. ayeti inince bu hüküm
kaldırılmış oldu. O bakımdan Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği hadis mensuhtur,
yani hükmü kaldırılmıştır.[165]
d)
Malikilere göre: imam Maîik'in de içtihadı diğer imam-larınkinden farksızdır.
Cünüp olarak sabahlayan kimsenin orucu tamamdır, devam etmesi gerekir,
demiştir.[166]
1057, 1058, 1059 nolu
hadisler sahihtir. O bakımdan icti-hade salih görülmüş ve müctehidler bunlarla
istidlal ve ihticac etmişlerdir.
Her üç hadisten
çıkarılan sonuç şudur: Kim, ister ihtilam-dan, isterse cinsel temastan dolayı
cünüp olur da fecir doğuncaya kadar yıkanmazsa, bu onun orucuna bir zarar
vermez. Cumhurun da görüşü budur. Nevevi de icma'ın bunun üzerinde karar
kıldığına dikkat çekmiştir. İbn Dakîk el-Iyd de bunun icma' veya icma' gibi bir
durum arzettiğini belirtmiştir.[167]
Ancak az yukarıda da
kısmen değindiğimiz gibi, Buhari ve Müslim'in Ebu Hüreyre (r.a.) den yaptığı
rivayette, Rasulüllah'm şöyle buyurduğu tesbit edilmiştir:
"Cünüp olarak
sabahlayan kimse için artık oruç yoktur."[168]
Aynı hadis şu lafızla da rivayet edilmiştir:
"Kime
cünüp olduğu halde
fecir erişirse (yani kim cünüp olarak fecre ulaşırsa) artık o oruç
tutmasın."
Aslında bu hadisin
hükmü kaldırılmıştır. Ne var ki Ta-biin'den bazı kimseler bununla amel etmeyi
uygun görmüşlerdir.
Bu hadisi ayrıca İbn
Münzir Tavus'dan naklen rivayet etmişse de Hafız îbn Hacer bunun sahih
olmadığını belirtmiş ve neden olarak da şunu göstermiştir: "Çünkü ibn
Münzir bunu doğrudan Tavus'tan değil, Ebu'1-Mihezzim tarikiyle rivayet etmiştir
ki, bu zat zayıftır. Zehebi bu ravinin asıl adının Yezid b. Süfyan olduğunu
belirterek şu bilgiyi vermiştir: "İbn Main onun zayıf olduğunu,
"Nesai'nin ise onun metruk olduğunu söylemiştir. Şu'be diyor ki:
"Ebu'l-Muhezzim'i gördüm, o öyle bir kimsedir ki, bir dirhem verilse bir
hadis uydurmaktan çekinmezdi."[169]
îbn Dakiyk bu konuyu
açıklarken şu bilgiyi veriyor:
"Cenab-ı Hak,
"Ramazanda oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza cinsel yaklaşmada
bulunmanız size helal kılındı" buyurmaktadır. Bu, oruç gecelerinde cinsel
temasın mutlaka mubah olduğunu gerektiren bir hüküm ifade etmektedir. Bu
cümleden olarak fecrin doğmasına yakın vakitte -ki, o süreye gusletmeyi
sığdırmak mümkün olmaz- ayetin iktizası gereği cinsel temasta bulunmak da
mubahtır ve zaruri olarak da cünüp olarak sabah vaktine girilmiş olunur. Zira
bir şeyin sebebinin mubah sayılması, o şeyin de mubah olması demektir."[170]
Böylece belirtilen
durumda olan kimsenin orucu bozulmuyor ve ileride kazayı gerektirmiyor.
Şevkani diyor ki:
"Bu görüş ve içtihadı, adamın Hz. Peygam-ber'e (s.a.v.): Cenab-ı Hak senin
geçmiş ve gelecek günahlarım af-fetmiştir" sözü kuvvetlendirmekte ve bu
olayın, Hudeybiyye senesinde inen yukarıdaki ayetten sonra meydana geldiğine
delalet etmektedir. Orucun farz kılınmasının başlangıç tarihi ise, hicri ikinci
yıldır. Hudeybiyye Andlaşması ise, hicri altıncı yılda meydana
gelmiştir."[171]
Netice olarak konu
şöyle özetlenip açıklanabilir:
Hicri ikinci yılda
oruç farz kılındığında, akşamdan sonra uyuyuncaya kadar cinsel temas mubah idi.
Uyuduktan sonra fecir doğmadan uyanılsa bile artık buna ruhsat yoktu. Bu durum
mü'minlere sıkıntı veriyor ve bir kısmı nefsine hakim olamıyordu. Sonra Cenab-ı
Hak o hükmü Bakara Suresi 187. ayetle kaldırdı ve fecir doğuncaya kadar cinsel
temasa ruhsat verdi. Böylece Ebu Hüreyre hadisi bu ilk olayla ilgili bulunuyor
ve Hz. Aişe (r.a.) ile Hz. Ümmü Seleme (r.a.) hadisleri bu ayet indikten
sonraki donemle ilgili bulunuyor. O bakımdan Ebu Hüreyre (r.a.) hadisinin
neshedıldiği kesinlik arzediyor. Allah daha iyisini bilir. [172]
1- Ramazan ayında
geceleyin ihtilam olup uyandığında fecrin doğmuş olduğunu gören kimsenin oruca
devanı etmesi gerekir. Çünkü bu hal oruca engel değildir.
2- Bunun gibi
gündüzleyin uyuduğunda
ihtilam olan oruçlunun da orucu
bozulmuş olmaz; çünkü bu olay onun iradesi dışında cereyan etmiştir.
3- Ramazan
gecesi cinsel temasta bulunup o vaziyette uyuyan veya uyumayan ve fecir
doğduktan sonra kalkan kimsenin de orucu bozulmuş olmaz. Çünkü cinsel teması
fecirden önce mubah sayılan bir süre içinde yapmış bulunuyor.
4- Fecir
doğmadan az önce bir şey yerken veya içerken ya ela cinsel temasta bulunurken
fecir doğarsa, o takdirde ağzındakini yutmayıp dışarı atması ve cinsel teması
kesip zekerini dışarı çekmesi gerekir. Aksi halde orucu bozulur. [173]
Şüphesiz ramazanda
niyet edilip tutulmakta olan orucu zaruri bir sebep yokken bile bile bozmak
haramdır ve günahtır. O bakımdan bu sınırı aşan kimseye hem kaza, hem de
keffaret gerekir ki, bu bir bakıma bir cezadır.
Ancak oruçlunun
orucunu bir şey yemek veya içmek suretiyle bozması ile cinsel temasta bulunmak
suretiyle bozması aynı şey midir? Bu hususta müctehid imamların görüş, tesbit
ve icti-hadları farklıdır. [174]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Bir adam
Rasulüllah (s.a.v.) efendimize gelerek dedi ki: "Ya Rasulallah! Helak
oldum." Rasulüllah (s.a.v.) ona: "Seni helak eden şey nedir?"
diye sorunca, o şu cevabı verdi: "Ramazanda eşimle cinsel temasta
bulundum."
Bunun üzerine
Rasulüllah (s.a.v.) ona sordu: "Bir köle azad etme imkanın var mı?" O
da: "Hayır" dedi. Efendimiz ona: 'Peki iki ay üstüste oruç tutabilir
misin?" diye sordu. O da: "Hayır, tutamam" dedi. Rasulüllah
(s.a.v.) bu defa ona: "Altmış miskini yedirecek imkanın var mı?" diye
sordu. O da: "Hayır yoktur" diye cevap verdi. Sonra o adam oturdu.
Derken Peygamber (s.a.v.) efendimize bir zembil hurma getirildi. Peygamber
(s.a.v.) o adama: "Bunu al da tasadduk et (orucun keffareti olarak
dağıt)" buyurdu. Adam: 'Ya Rasulallah! Benden fakiri var mıdır? Şu iki
kara taş (tepe) arasında bizim aileden daha muhtaç bir aile bulunuyor mu?"
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) efendimiz ön dişleri görünecek şekilde güldü
ve şöyle buyurdu: "Bu zembili al da çoluk-çocug^uıa yedir."[175]
îbn Mace ise bu
hadisin son kısmını şu lafızla rivayet etmiştir:
"Bir köle azad
et" Adam: "Köle bulamıyorum" dedi. Peygamber (s.a.v.) :
"Öyleyse üstüste iki ay oruç tut" buyurdu. Adam: "Buna gücüm
yetmez" dedi. Peygamber: "Altmış miskini doyur" buyurdu."
Şüphesiz bu anlatımda
kuvvetli bir tertip söz konusudur.
Yine îbn Mace ile Ebu
Davud'un bir diğer rivayetinde, hadisin son bölümü şu lafızla rivayet
edilmiştir: "Onun yerine bir gün oruç tut"
Darekutni ise şöyle
rivayet etmiştir:
'Ya Rasulaîîah! hem
helak oldum, hem de helak ettim." Peygamber (s.a.v.) ona: "Seni helak
eden nedir?" diye sorunca, o : "Eşimle cinsel temasta bulundum"
diye cevap verdi."
Bu anlatımın
zahirinden, adamın eşiyle, kadın rıza göstermediği halde zorlayarak temasta
bulunduğu anlaşılıyor.[176]
a)
Hanefilere göre: Ramazanda oruçlu bulunan kimse eşiyle cinsel temasta bulunur,
yani iki sünnet yeri birleşirse hem kaza, hem de keffaret gerekir. Adam bunu
zorlanmadan, hataen işlemeden ve unutmadan bilerek yaptığı takdirde orucu
bozulur ve. belirtilen keffareti yerine getirmesi vacip olur. Eşinin adamı
zorlamak suretiyle cinsel temasta bulunmasını sağlarsa, yine de adama hem
kaza, hem de keffaret gerekir. Çünkü cinsel temas ancak penisin sertleşmesi ve
zevk duyulmasıyla gerçekleşir. Bu da adamın arzusuyla temasta bulunduğuna delil
sayılır.
Ama kadın istemediği
halde adam zorla onunla temasta bulunursa, adama kaza ve keffaret, kadına da
sadece kaza gerekir.
Adam kendi arzusuyla
bile bile razamanda eşiyle cinsel temasta bulunduktan sonra hastalanır da bu
hastalığı oruca mani teşkil edecek derecede olursa, adamın üzerinden keffaret
vecibesi kalkar.
Adam aynı günde birkaç
defa temasta bulunursa, hepsi için bir keffaret yeterli olur. Ancak birinci
temastan sonra keffaret öder ve sonra yine temasta bulunursa, o takdirde bu
ikinci temas için de keffaret Ödemesi gerekir.
İki ramazanda birer
defa cinsel temasta bulunur ve birinci ramazandaki temasından dolayı keffaret
vermemiş olursa, kendisine iki keffaret gerekir. İmam Muhammed'e ve meşayihin
çoğuna göre, bir keffaret yeterli olur. Sahih olan da bu görüş ye ictihaddır.[177]
Hanefilere göre,
ramazanda eşiyle cinsel temasta bulunan kimseye keffaret gerekmesi için fecir
doğmadan önce oruca niyet etmesi şarttır. Aksi halde yalnız kaza gerekir. Aynı
zamanda cinsel temastan sonra iftarı mubah kılacak hastalık ve yolculuk gibi
bir sebebin ortaya çıkmaması şarttır. Aksi halde yalnız kaza gerekir.[178]
b) Şafiilere
göre: Ramazanda bozulan oruçtan dolayı kaza ve keffareti gerektiren tek sebep
cima', yani cinsel temastır. Bunun da on dört şartı vardır. O şartların
gerçekleşmesi söz konusudur. Şöyle ki:
1- Geceden
niyet getirmiş olması,
Yani fecir doğmadan
önce o günkü oruca niyet etmesi şarttır. Aksi halde yalnız kaza etmesi gerekir.
2- Cinsel
teması bilerek kendi arzusuyla yapması,
Unutarak yaparsa,
orucu bozulmaz ve o bakımdan kaza ve keffaret de gerekmez.
3- Kendi
irade ve ihtiyarıyla o fiili işlemesi,
Tehdit edilip
zorlanarak temasta bulunursa, orucu bozulmaz.
4- Oruçlu
halde cinsel temasta bulunmanın haram olduğunu bilmesi,
Eğer İslama yeni
girmiş bulunuyor veya din alimlerinden çok uzak yerde yaşıyorsa, o takdirde
konuyu bilmediğinden dolayı kendisine ne kaza, ne de keffaret gerekir. Çünkü bu
durumda orucu bozulmamış kabul edilir.
5- Cinsel
temasın ramazan ayında meydana gelmesi
Şayet nafile veya adak
ya da kaza orucu tutarken cinsel temasta bulunursa, orucu bozulur, sadece
kazası gerekir; keffaret gerekmez.
6- Orucun
bozulmasında tek ve müstakil sebep olarak cinsel temasın bulunması,
O bakımdan önce
orucunu birşey yemek suretiyle bozar, sonra da cinsel temasta bulunursa
keffaret gerekmez.
7- Cinsel
temastan dolayı günahkar olacak yaşta olması,
O bakımdan ramazanda
henüz ergen olmamış temyiz çağındaki bir çocuğun oruçlu iken cinsel temasta
bulunmasından dolayı keffaret gerekmez. Aynı zamanda adam yolculuk halinde olur
ve oruca niyet getirerek sabahlar, sonra da iftar vakti girmeden cinsel temasta
bulunursa, kendisine keffaret gerekmez.
8- Orucunun
sıhhatma tam inanmış bulunması,
Bu nedenle unutarak
orucunu yedikten sonra bu fiilinin orucu bozduğunu zanneder ve o sebeple
cinsel temasta bulunursa, yine keffaret gerekmez.
9- Cinsel
temastan sonra cinnet getirmemesi,
Şayet cinnet
getirirse, artık kendisine keffaret gerekmez.
10- Kendi
nefsiyle bu fiile teşebbüs etmesi,
O bakımdan uyuduğu bir
sırada eşi gelip onunla cinsel temasta bulunursa, keza keffaret gerekmez.
11- Hata
yoluyla cinsel temasta bulunmaması,
Gecenin henüz devam
ettiğini, fecrin doğmadığım sanıp cinsel temasta bulunduktan sonra gecenin
bittiğini, fecrin doğduğunu farkederse, o takdirde keffaret gerekmez.
12- Cinsel
temasın, penisin baş kısmının, baş kısmı kesikse o miktarın ferce girmiş
olması,
Belirtilen miktar
ferce girmezse veya sadece baş kısmın ucu hafif temas kurarsa, orucu bozulmaz
ve dolayısıyla kaza ve keffaret gerekmez.
13- Cinsel
temasın fere veya dübürden gerçekleşmesi,
Mücerred penisin
kadının bacaklarına veya karın nahiyesine dokunmakla inzal vaki olursa sadece
kaza gerekir.
14- Cinsel
temasta fail olması, mef ul olmaması,
O bakımdan eşiyle
cinsel temasa teşebbüs eden adama keffaret gerekir, eşine gerekmez.[179]
c) Hanbelilere
göre: Kaza ve keffareti iki şey gerektirir: Birincisi, ramazanda gündüzleyin,
cinsel temasta bulunmak; ikincisi oruçlu olmak veya vücuben imsak etmiş durumda
olmak...
Böylece cinsel teması
ister diri, ister ölü, ister akıllı, ister mecnune, isterse behime ile yapmış
olsun fark etmez. Aynı zamanda ister bu fiili kasden, ister unutarak, ister
bilmeyerek, ister bilerek yapsın yine fark etmez. Kendi ihtiyarıyla veya
zorlanarak, ya da hataen yapmış olsun yine de keffaret gerekir.
Bu mezhebin delili
ise, ramazanda cinsel temasta bulunanlara Rasulüllah'm (s.a.v.) temasta
bulundukları vakit ne halde bulunduklarım sormaksızın hem kaza, hem de
keffaret gerektiğini buyurmasıdır.
Cinsel temasta
bulunurken fecir doğarsa, penisi çekse bile hem kaza, hem de keffaret gerekir.
Kadın da isteyerek, hükmünü bilerek, oruçlu olduğunu unutmayarak cinsel temasa
rıza göstermişse, ona da hem kaza hem de keffaret gerekir.
Ramazanda gündüzleyin
oruçlu olduğu halde cinsel temasta bulunur ve aynı gün iftarı mübah kılacak bir
hastalığa yakalanırsa, bu hal ondan keffareti düşürmez. Bunun gibi adam cinsel
temasta bulunduktan sonra sefere çıkar veya hapse girer, kadın temastan sonra
ayhali olursa yine de keffaret düşmez.[180]
d)
Malikilere göre: Orucu bozan şeylerden dolayı hem kaza, hem de keffaret
gerekir. Şöyle ki:
1- Guslü
gerektiren cinsel temas
2- Kasden
bilerek bir şey yemek veya içmek
3- Tabii
menfezlerden bir şeyin içeri girmesi
4- Mücerred
şehvetle karısına bakıp veya eliyle dokunup inzal vaki olması
5- İstimnada
bulunması bu cümledendir; yani bunlardan birisini yaptığı takdirde hem kaza,
hem de keffaret gerekir.[181]
1070 nolu Ebu Hureyre
hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir. O bakımdan mezhep imamlarının hepsi bu
hadisle istidlal ve ihticacda bulunmuştur.
Aynı konu değişik
lafızla Darekutni’nin yaptığı rivayette Mualla b. Mensur’un, İbn Uyeyne’den
yaptığı rivayette teferrüd ettiği söz konusudur. Beyhaki ise, Hakim’in Mualla
b. Mensur’un kitabına baktığı ve: “Helak oldum ve helak ettim” sözüne
rastlamadığını söylemiştir.[182]
O bakımdan
müctehidlerin bir kısmı Darekutni’nin bu rivayetiyle ihticac etmemiştir. Başta
İmam Ahmed olmak üzere fakihlerden bir kısmı, cinsel temasta sadece erkeğe
keffaret gerekir demişlerdir. Oysa Darekutni’nin rivayetindeki “helektü ve
ehlektü” yani “hem helak oldum, hem de helak ettim” sözü, keffaretin aynı
zamanda kadına da gerektiğine işarettir. Ne var ki, Ra-sulüllah (s.a.v.)
efendimiz o adama keffaretten söz ederken sadece onu muhatab ve yükümlü görmüş,
eşine de keffaret gerekir dememiştir. Müctehidlerin bir kısmı bu inceliği dikkate
alarak kadına keffaret gerekmediğini istidlal etmişlerdir.
Sonra adamın
"helak oldum" demesi, bu fiili bilerek kasden. yaptığını
göstermektedir. Çünkü helak, isyandan yana bir mecazdır. O bakımdan unutarak
cinsel temasta bulunana keffaretin gerekmeyeceğini, Hanbeliler dışındaki
fakihler belirtmişlerdir. Cumhur da aynı görüştedir. Malikilerden bazısı da bu
konuda Hanbeliler gibi ictihadda bulunmuştur.
Ebu Hüreyre
rivayetinde "Eşimle cinsel temasta bulundum" ifadesi kullanılırken,
bazı rivayetlerde bunun yerine "Ramazanda bir adam orucunu bozdu"
lafzı kullanılmıştır. Hanefiler bu ikinci şıkkı dikkate alarak, ramazan orucu
kasden ne ile bozulursa bozulsun hem kazayı, hem de keffareti gerektirir
demişlerdir. Diğer müctehidlerden önemli bir kısmı, sadece cinsel temastan
dolayı keffaret gerekeceğini söylemişlerdir ki, İmam Şafii, İmam Ahmed b.
Hanbel başta gelenlerdendir.
Hadiste köle azad etme
konusunda Rasulüllah'm "rakabe" kelimesi kullanmasını mutlak anlama
alan İmam Ebu Hanife, azad edilecek kölenin kafire de olabileceğini
belirtmiştir. Diğer müctehidler ona cevapla şöyle demişlerdir: "Burada
mutlak mu-kayyed üzerine hamledilir, katil keffaretinde olduğu gibi, mutlak
anlamda ele alınıp hükme bağlanmaz. Cumhur da aynı görüştedir.[183]
"Altmış
miskin" sözü üzerinde duran ilim adamlarından İbn Dakiyk el-Iyd diyor ki,
burada ifâm kelimesi altmışa izafe etmiştir. O bakımdan keffaretin altmış
fakire dağıtılması söz konusudur. Bir kimse mesela altı miskine her gün altı
keffaret vermek suretiyle on günde tamamlasa, altmış fakir ve miskine vermiş
olmaz. Cumhur da aynı görüştedir.[184]
Sonra hadisin zahiri
keffaretin sıralanan tertibe göre gerçekleştirilmesine delalet etmektedir.
Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) biri bulunmadığı takdirde ikincisiyle emretmiştir. Bu
da tertibin lüzumunu göstermek içindir. Hem (fa) harfiyle bildirilmesi de ayrı
bir delalet olarak kendini gösteriyor. Cumhur da bu görüştedir.
Ancak konuyla ilgili
rivayetlerin tamamı dikkate alınınca, hem tahyire, hem de tertibe delalet
bulunduğu görülür. Ne var ki, tertibe delalet eden rivayetler daha çoktur ve o
bakımdan ağırlık kazanmıştır.
Hadiste, Rasulüllah'm
(s.a.v.) o adama: "Bu zenbili al da çoluk-çocuğuna yedir" buyurması,
mali sıkıntı içinde olandan oruç keffaretinin kalkacağına işaret vardır. Zira
bu emirle, ileride vaktin müsait, imkanın el verdiği takdirde sana gereken
keffareti ödersin işareti mevcut değildir. Bununla beraber İmam Şafii'nin iki
kavlinden birinde, "ileride mali imkana erişince bu keffareti ödemesi
vacip olur" hükmü yer almaktadır. Cumhurun görüşü ise, aksini iddia
edenlerin hilafınadır, yani geçim sıkıntısı içinde olmak, oruç keffaretini
iskat etmez; mali imkana kavuşuncaya kadar bekler.
Bazılarına göre ise,
"Rasulüllah'ın o zenbil hurmayı ona verirken "ehline yedir"
emrinden maksadın, sana nafakası vacip olmayanlara yedir" demektir.
Şüphesiz bu yorumda zorlama vardır. Zira adam benim ailemden fakir var mıdır
derken kendi çoluk-çocuğunu kasdetmiş ve Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz de ona,
götür de onlara yedir buyurmuştur.
îbn Mace ve Ebu
Davud'un rivayetinde: "Onun yerine bir gün oruç tut" emri üzerinde
hayli durulmuş ve farklı yorumlar yapılmıştır. Diğer rivayetlerde keffaret söz
konusu olduğuna göre, bu, keffaret dışında bir de güne gün kaza etmesinin
gereğini vurgulamaktadır.
Hadiste naklettiğimiz
bu fazlalık, aynı zamanda Tabiin'den Said b. Müseyyeb'in Mursel'mde zikredilmiş
ve Nafİ1 b. Cübeyr, el-Hasan ve Muhammed b. Kab de bunu nakletmiştir.
Böylece islam her
konuda olduğu gibi, bu konuda da zorluk getirmemiş ve imkanlar nisbetinde
ceza-i müeyyide koymuştur. Keffaret ödeyecek imkana sahip olmayan bir adamı
mutlaka ona zorlamak elbetteki dinin yüksek hikmetine uymaz. Bununla beraber
müctehidlerin farklı içtihadı da bir kolaylık getirmiştir. [185]
1- Ramazanda
oruçlu kimse kasden, bilerek cinsel temasta bulunursa, hem günah işlemiş olur,
hem de kendisine kaza ve keffaret gerekir.
2- Kadın
istemediği halde kocası onunla cinsel temasta bulunursa, keffaret sadece
kocasına gerekir.
3- Adam
cinsel temasta bulunduktan sonra, oruca engel teşkil edecek bir hastalığa
yakalanır veya sefere çıkarsa keffaret sakıt olur.
4- Aynı
günde birkaç defa cinsel temasta bulunursa, bir keffaret hepsine kafi gelir.
Ancak birinci temastan sonra keffaret ödedikten sonra ikinci defa temasta
bulunursa, ikinci bir keffaret ödemesi vacip olur.
5- Fecir
doğmadan Önce oruca niyet etmez ve öylece gündüze dahil olur ve cinsel temasta
bulunursa, sadece kaza gerekir.
Buraya kadar
sıraladığımız beş maddelik hüküm Hanefîlere aittir.
6-Oruçlu
olduğunu unutarak cinsel temasta bulunur veya yanılarak bu fiili işlerse, orucu
bozulmaz ve o bakımdan kaza ve keffaret gerekmez.
Bu üç mezhebe göredir.
Hanbelilere göre, orucu bozulur ve aynı zamanda hem kaza hem de keffaret
gerekir.
7- Ramazanda
oruçlu olduğu halde gündüzleyin kasden bilerek bir şey yemek veya içmek de
orucu bozar ve hem kaza, hem de keffareti gerekir.
Bu Hanefi'lerle
Malikilere göredir.
8- Bunun
gibi ramazanda gündüzleyin kasden orucunu herhangi bir şey, bir olay ile bozan
kimseye de hem kaza, hem keffaret gerekir. Bu da sözü edilen iki mezhebin
içtihadıdır.
9- Cinsel
temasta bulunurken veya bir şey yerken, içerken fecir doğarsa, Hanbeliler
dışında diğer mezheplere göre, derhal içinde bulunduğu fiilden vazgeçmesi
gerekir. Aksi halde hem kaza, hem de keffareti mucip olur.
10- Keffaret
gerekmesi için failin ergen, akıl olması ve fiilinin kasde nıukarin bulunması
şarttır.
Ayrıca Şafiilere göre
keffaretin gerekmesi için" 14 şartın gerçekleşmesi söz konusudur ki, bunu
onlarla ilgili paragrafta açıklamış bulunuyoruz.
11-
Şafiilerle Hanbelilere göre, keffareti gerekli kılan tek fiil, bilerek cinsel
temasta bulunmaktır.
12-
Hanefilerle Malikilere göre, orucu bozan herhangi bir şey de keffareti
gerektirir; yeter ki kasde mukarin olup kişinin iradesiyle gerçekleşmiş
bulunsun. [186]
İslam, ibadeti geniş
rahmet olarak getirmiş ve sıkıntıya, zorluğa, nefret ve bıkkınlığa sebep
olmayacak ölçüde tutmuştur. Aynı zamanda insanın ruh ve beden sağlığını korumav
insana afiyet sunmayı prensip edinmiştir.
Günde beş vakit namaz
fazla vakit olmamakla beraber insanı huzura ve dengeye kavuşturmakta ve günlük
hayatımızı düzene sokmaktadır.
Yılda bir ay oruç,
hayatı bir bakıma tersine çevirmeyi amaçlamakta ve ileride karşımıza çıkacak
olan çok sıkıntılı günlere hazırlanmamızı, irade gücümüzü ortaya koymamızı
alıştırmakta ve perhizi gerektiren bir hastalığın zuhurunda, ona dikkat etmemiz
için önceden bir tecrübe geçirmemize imkan sağlamaktadır.
Aynı zamanda fecir
doğduktan güneş batmcaya kadar kendimizi alışılagelmiş yiyecek, içecek ve
benzeri şeylerden alıkoymamız, fazla bir sıkıntı ve meşakkat getirmemekte,
üstelik bünyemizdeki fazla yağların erimesine yardımcı olmakta, sindirim
sistemimizi dinlendirmekte ve sonra da sosyal hayatımıza renk ve mana
katmaktadır.
O bakımdan dinimiz her
ibadeti sınırlı tutmuş ve belli kurallara bağlamıştır. Biz kendiliğimizden
yeni kurallar koyamayız ve birtakım ilavelerde bulunamayız.
Bunun için Rasulüllah
(s.a.v.) savm-i visali yasaklamış, günah saymıştır.
Bundan maksat iki günü
veya birkaç günü iftar etmeksizin birbirine bağlamak suretiyle oruçlu
geçirmektir. Şüphesiz böyle bir oruç, şâriin belirlediği hikmetine ters
düşmekte ve Onun ölçü ve kurallarım aşmaktadır[187]
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz savm-i visali (iftar
etmeksizin bir günün orucunu bir sonraki güne bağlayıp bitiştirmeyi)
men'etmiştir." Bunun üzerine Rasulüllah'a (s.a.v.): 'Ya Ras-ulallah! siz
öyle yapıyorsunuz ya" denilince, efendimiz onlara şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz ben sizden biriniz gibi değilim. Doğrusu gündüzleyin Rabbim beni
hem yediriyor, hem de içiriyor."[188]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Visaldan sakının (bir günün orucunu iftar etmeksizin diğer güne
bağlamaktan kaçının)" Bunun üzerine kendisine denildi ki: 'Ya Rasulal-lah!
Sen visalde bulunuyorsun." Efendimiz onlara şöyle cevap verdi:
"Şüphesiz ben sizden biriniz gibi değilim. Gecelediğim zaman Rabbim bana
yediriyor ve içiriyor, Artık siz güç getirebileceğiniz ameli (işlemekte) külfet
edinin."[189]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şu haberi vermiştir:
'Peygamber (s.a.v.)
efendimiz, (mü'minleri) visal (iftar etmeksizin bir günün orucunu ikinci...
güne bağlamak) dan -onlara olan merhametinden dolayı- men'etti. Bunun üzerine
Ona: "Şüphesiz sen de visalde bulunuyorsun?" dediler. Efendimiz
onlara şu cevabı verdi: 'Doğrusu ben sizin durumunuz ve oluşunuzda değilim.
Şüphesiz ki Rabbim bana yediriyor ve içiriyor."[190]
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen, Ra-sulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu
işittiğini haber vermiştir: "(Oruç konusunda) visal yapmayın. Sizden kim
visal yapmak istiyorsa, seher (sahur vaktine veya seher vaktine) kadar visal
yapsın."
Bunun üzerine dediler
ki: "Ya Rasulallah! Sen visal yapıyorsun ya?" Cevap verdi:
"Doğrusu ben sizin durumunuz ve şeklinizde değilim. Gecelediğimde bir
yedirici bana yediriyor, bir su veren de bana su verip içiriyor,"[191]
a)
Hanefîlere göre: Visal orucu yasaklanmıştır. İmam Ebu Yusuf bunu, bir günün
orucunu iftar etmeksizin ikinci güne bağlamak şeklinde yorumlamıştır. Bazısı
ise, bunu gecelerinde iftar etmek kaydıyla bütün seneyi oruçlu geçirmek
şeklinde tefsir etmiştir.[192]
b) Şafîilere
göre: Bütün bir yılı oruçlu geçirmek mekruhtur. Savm-i visal hakkında biri
haram diğeri mekruh olmak üzere imam Şafii'den iki ayrı kavi rivayet
edilmiştir.
c)
Hanbelilere göre: Savm-i visal mekruhtur. Bu mezhep salikleri, savm-i visali,
iki veya daha fazla gün arasında iftar etmeyip oruç tutmak şeklinde
yorumlamışlardır.
Hanbeliler de
Hanefller gibi, bu konuda yukarıda naklettiğimiz sahih hadislerle istidlal ve
ihticacda bulunmuşlardır.[193]
d)
Malikilere göre: Savm-i visal haramdır. Bundan maksat, iftar etmeksizin gündüz
ve geceyi oruçlu geçirmektir.[194]
ilgili hadislerin
dördü de sahihtir.
Bu babda ayrıca Buhari
ve Müslim'in Enes (r.a.) den yaptıkları rivayet de konuyu daha da
kuvvetlendirmektedir. Şöyle ki: "Şüphesiz Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz
visali yasakladı ve "Bunu ancak Nasara (hristiyanlar) yapıyor"
buyurdu."
Aynı hadisi Taberani,
Said b. Mensur ve Abd b. Humayd de tahric etmişlerdir ki, isnadının sahih
olduğu söylenir. Yine Tabe-rani'nin el-Evsafta Ebu Zer (r.a.) den ve Ebu
Davud'un ashabdan bir adamdan bu konuda rivayet ettikleri bir hadis bulunuyor
ki, lafzı şöyledir: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz (oruçlu için) hacamet
(kan aldırmak) ve muvaseleyî men'etti, fakat haram kılmadı."
1081 nolu Hz. Aişe
(r.a.) hadisinde "Onlara olan merhametinden dolayı" cümlesi yer
almaktadır ki, bu da savm-i visalin haram değil mekruh olduğuna delalet
etmektedir. Zira eğer haram olsaydı, artık bu hususta ümmetine merhametten
dolayı bu yasağı koyduğu söylenemezdi.
Nitekim Buhari'nin
tesbitine göre, Rasulüllah (s.a.v.) muvas-eleyi men'ettikten sonra ashabından
bir kısmı bu tarz oruca pek hevesli bulunuyordu. Derken Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz sırf onları bütünüyle bundan vazgeçirmek için onlarla birlikte
savm-i visal yaptı bunu bir gün, sonra bir gün daha devanı ettirdi. Arkasından
hilali gördüler. Bunun üzerine Rasulüllah onlara:
"Eğer hilal
görülmeseydi ben bu orucu biraz daha size artırır (sürdürürdüm)." buyurdu.
Cumhurun da dediği
gibi, Rasulüllah (s.a.v.) bu suretle onlara, savm-i visalin hiç de kolay
olmadığını, bünyeyi fazlasıyla sarsıp zayıf düşürdüğünü göstermiş oldu. Oysa
bünyesi kuvvetli, sağlam yapılı mü'minin zayıf mü'minden hayırlı olduğu
bilinmektedir.
Böylece visalin haram
değil de mekruh olduğu ağırlık kazanmıştır. Nitekim Bezzar ve Taberani'nin
Setnure'den yaptıkları rivayet de bunu pekiştirmektedir. Şöyle ki:
"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz visali men'etti, ama o azimet (anlamında)
değildir."
Abdullah b. Zübeyr'in
savm-i visalin cevazına kail olduğu tesbit edilmiştir. Ebu Şeybe'nin sahih
isnadıyla yapılan rivayette, Abdullah'ın onbeş gün muvasele yaptığı
belirtilmektedir.[195]
1- Savm-i
vîsai menıedilmiştir, mekruhtur.
2- Güneş
batınca iftar etmek kuvvetli sünnettir.
3- Vücudu
zayıf düşürmekte mutlaka kerahet vardır.
4- İbadet sıkıntı doğurmak, dünyadan el, eteği
çekmek için meşru kılınmamıştır. [196]
İslam dini, ibadeti
kişilerin arzu ve ihtiyarına bırakmamış, onu birtakım kurallara bağlayarak
düzende tutulmasını sağlamıştır. Özellikle farz ve vacip olan ibadetler belli
çerçeve içine alınıp sınırları belirlenmiş ve başkasının onlarda bir fazlalık
veya noksanlık yapmasına izin ve imkan verilmemiştir.
Sünnet olan ibadetler
de birtakım kurallara bağlanıp uygulama yöntemleri tayin edilmiş ve
Rasulüllah'ın (s.a.v.) belirlediği ölçü ve prensiplere bağlı kalanlar büyük
ecirlerle müjdelenirken, bağlı kalmayanların muahaza edilecekleri haber
verilmiştir. Ancak belirlendiği gibi tam uygulama imkanı olmadığı veya ona
engel teşkil edecek bazı hususların ortaya çıkması halinde, kişinin muahaza
edilmeyeceği de bir kural olarak ortaya konmuştur.
Oruç konusunda birçok
önemli ve uyulması gerekli olan şeyler vardır. Şüphesiz iftar ve sahurun ayrı
bir yeri ve anlamı her zaman söz konusudur. [197]
îbn Ömer (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçenin şöyle dediği tesbit edilmiştir: 'Peygamber
(s.a.v.) efendimizden duydum, buyurdu ki: "Gece gelip, gündüz arkasını
dönüp gittiğinde ve güneş de ufukta batıp kaybolduğunda, artık oruçlu
gerçekten iftar etmiş olur."[198]
Ebu hüreyre (r.a.)dan
yapılan rivayete göre, Rasulütlah {s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Aziz ve Celil olan Allah buyuruyor: "Benim kullarımın yanımda en çok
sevileni, iftarı acele edenidir."[199]
Sehl b. Sa'd (r.a.)
den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
'İnsanlar iftarı acele ettikleri sürece hep hayır içinde olacaklardır."[200]
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz, (akşam) namazını kılmadan önce birkaç yaş hurma ile iftar
ederdi... Yaş hurma bulamayınca kuru hurmalarla iftar ederdi. Kuru hurma da
bulamayınca birkaç yudum su içerdi."[201]
Selman b. Amir
ed-Dabbiy (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Sizden biriniz iftar edeceği zaman, hurma ile iftar etsin;
onu bulamadığı takdirde su ile iftar etsin; çünkü su temizleyicidir."[202]
Muaz b. Zühre'den yapılan
rivayete göre: Peygamber (sav) efendimiz iftar ettiğinde şöyle dua ederdi:
"Allah'ım! Senin için oruç tuttum ve senin rızkın üzere iftar ettim."[203]
Ebu Zer (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
'Peygamber (s.a.v.)
buyurdu ki: "Ümmetim sahuru (vaktm sonuna doğru) geciktirdiği ve iftarı da
acele ettiği sûrece hayır üzere olacaktır."[204]
Enes (r.a,) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sahura kalkıp (birşeyler) yeyin. Çünkü gerçekten sahurda bereket
vardır."[205]
Amr b. As (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasutüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Bizimle kitap ehlinin orucu arasındaki fasl (ayrım ve alamet), seher
vakti (sahur) yemektir."[206] [207]
a)
Hanefi'lere göre: Oruçluya üç şey müstehabdır:
1-Sahur,
2- Sahurun
geciktirilmesi,
3- İftarı
acele etmek... [208]
Sahur, hem gece kalkıp
Allah'ı anmamıza, hem de vücud direncini korumaya yönelik bir sünnettir.
Lüzumundan fazla yememek kaydıyle bu sünneti ihya etmekte sayısız faydalar
vardır: Bedene ve ömre bereket sağlar, ruha da gıda verilmesine vesile teşkil
eder; bünyenin güçten düşmesini Önler ve rahat bir oruç tutmamıza yardımcı
olur.
Sahuru, şek vaktine
girmeyecek kadar geciktirmek de müstehabdır. Şek vakti, fecrin kesinlikle doğup
doğmadığı hakkında tereddüt edilen zaman parçasıdır. O bakımdan bulutlu ve
sisli günlerde bu hususa çok daha iyi dikkat etmek gerekir.
İftarı ise, akşam
namazından önce yerine getirmek müstehabdır. Ancak yemek faslının uzun sürmesi
endişesi söz konusu ise, o takdirde namazdan önce varsa birkaç hurma veya benzeri
tatlı bir şeyle, yoksa üç yudum su ile iftar etmek ve öylece akşam namazını
kılıp sonra yemek sofrasına oturmak müstehabdır.
Akşam yemeğinde bu
yöntemi uygulamak, mideye de rahat çalışma imkanı verir ve namazdan sonra
yenilen yemeğin daha iyi hazmedilmesine yardımcı.olur. Ancak mideyi
doldürurcasma yemek sünnete aykırıdır ve aynı zamanda sağlığa zararlıdır. Onun
için Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, mideyi üç bölüm olarak düşünmemizi, bir
bölümünü yemeğe, bir bölümünü su ve benzeri meşrubata ayırmak, bir bölümünü
ibadet, zikir ve taati rahatlıkla yerine getirmeğe ayırmamızı tavsiye
buyurmuştur.
İftar ederken şöyle
duada bulunmak da sünnettir:
"Allah'ım! Senin
için oruç tuttum, Sana iman ettim, ancak sana güvenip dayandım ve Senin
rızkınla iftar ettim (orucumu açtım). Ram az an'in yarınki orucuna niyet ettim.
İşlediğim ve işleyeceğim günah, kusur ve hatalarımı bağışla."
Diğer üç mezhebin de
bu konudaki tesbit ve görüşü Hanefi'lerin görüşüne benzer anlamdadır. Onları
şöyle özetleyebiliriz:
Oruçluya birtakım
şeyleri işlemek müstehabdır:
a) İftarı
acele etmek. Bu da güneşin batma olayı gerçekleştikten hemen
sonradır. İftarı namazdan önce yapmak da istihbab kapsamına girer.
b) îftan
hurma ile, yoksa tatlı bir madde ile, o yoksa su ile tek sayıya dikkat ederek
yapmak,
c) İftardan
hemen sonra me'sür dualarla Allah'a yönelip dilekte bulunmak,
d) İftardan
sonra daha çok şu duayı yapmak: "Allah'ım! Senin (rızan) için oruç
tuttum; Senin rızkınla iftar ettim; Sana güvenip dayandım; ve ancak Sana iman
ettim. Susuzluk giderildi, damarlar ıslandı, ecir (sevap ve mükafat) sübut
buldu. Ey fazl-ü keremi çok geniş olan! Beni bağışla.
Hanı d o Allah'a ki
bana yardım etti oruç tuttum; rızık verdi iftar ettim."
e) Az bir
şey yemek ve içmek suretiyle de olsa sahura kalkmak.
Çünkü sahur
berekettir. Gece yarısı olunca vakti girer ve fecre yakın zamana kadar vakti
devam eder. Fecre çok yakın bir zamana geciktirmemek daha uygun olur. Zira o
vakit fecrin doğup doğmadığı şüpheli olabilir.
f) Dili
faydasız, lüzumsuz sözlerden alıkoymak,
g) Sadaka ve
ihsanı çoğaltmak,
h) Daha çok
ilimle meşgul olmak, Kur'an okumak, zikir, teşbih ve salavat ederek boş
zamanları değerlendirmek bu cümledendir.[209]
1087 nolu îbn Ömer
hadisi sahihtir ve güneş batınca artık oruçlunun iftar ettiği söz konusudur.
Böylece bu hadisin de, savm-i visal'in mekruh olduğuna delil teşkil ettiği
söylenir. Zira güneş battıktan sonra oruçlu bir şey yesin, yemesin artık orucu
nihayete ermiş ve bir bakıma iftar etmiş sayılır. Çünkü gece vakti oruca zarf
değildir.
1089 nolu Sehl hadisi
de sahih ve ihticaca salihtir. Nitekim müctehidlerin hepsi bu hadisle istidlal
ve ihticacda bulunmuştur.
1088 nolu Ebu Hüreyre
hadisini îmana Tirmizi hasen ve garip olarak belirlemiştir.
Bü babda Tirmizi'nin
Hz. Aişe (r.a.) dan rivayet edip sahihle-diği bir diğer hadis bulunuyor. Şöyle
ki: Hz. Aişe'den, Peygamberin ashabından birinin iftarı acele ettiğini, aynı
zamanda akşam namazını da acele edip kıldığım; diğerinin hem iftarı, hem de namazı
geciktirdiğini soruyorlar. O da şu cevabı veriyor: "O iki adamdan kimin
iftarı ve namazı acele ettiğini bana bildirin." Onlar da: "Abdullah
b. Mes'ud'un olduğunu söylüyorlar. Bunun üzerine Hz. Aişe (r.a.): "İşte
Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz de böyle yapardı" diyor. Diğer sahabi ise,
Ebu Musa'dır.
Bir başka hadisi de
Ebu Davud, Nesai ve İbn Mace şu lafızla rivayet etmişlerdir:
'İnsanlar iftarı acele
ettikleri sürece, din hep ortada üstünlüğünü sürdürecektir. Çünkü yahudilerle
hristiyan-lar geciktirirler."
Burada dinin hep
üstünlüğünü sürdürmesinden maksat, bid'at ve hurafeden, kişilerin mantık
yoluyla ilaveler yapmasından uzak kalıp terütaze olarak ortada durmasıdır.
Bu konuda İbn Abdilber
diyor ki: "İftarın acele edilmesi ve sahurun geciktirilin e s iyi e ilgili
hadisler hem sahih, hem de mütevatirdir.[210]
Nitekim Ömer b. Meymun
el-Evdî'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: "Muhammed
(s.a.v.) m ashabı iftar hususunda insanların en acele edeni, sahur hususunda
en geciktireni idi."
1090 nolu Enes hadisini Tirmizi Jıasenlemiştir.
îbn, Adiy, "bunun isnadında Cafer'in Sabit'ten yaptığı rivayette teferrüd ettiği
bilinmektedir" demiştir. Ancak bu hadis Abdurrezzak ile meşhur olmuş,
şöhret derecesine ulaşmıştır. Bu rivayette Abdurrezzak1 a, Ammar b. Harun ile
Said b. Süleyman en-Neşti tabi' olmuşlardır. Hafız İbn Hacer, Ebu Ya'lâ'mn
ibrahim b. Cah-cah'dan, onun da Abdülvahid b. Sabit'den, onun da Enes'den rivayet
ettiği şu hadis üzerinde durmuş ve Buhari'nin görüşünü aktarmıştır:
"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz üç hurma veya ateş dokunmadık bir şey ile
iftar etmeyi çok severdi." Buha-ri, bunun isnadında Abdülvahid'in
bulunduğunu ve bu zatın münkerü'l-hadis olduğunu söylemiştir.
Taberani'nin
el-Evsat'ta Yahya b. Eyyub tankıyla Enes'den yaptığı rivayette, adı geçenin
şöyle haber verdiğini belirtmiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz oruçlu
olduğu zaman, kendisine yaş hurma ve su getirilip onları yeyip içmedikçe
(akşam) namazını kılmazdı. Yaş hurma olmayınca, kuru hurma ile su kendisine
getirilinceye kadar beklerdi."
Bu hadisin ricali
arasında Miskin b. Abdirrahman, Yahya b. Eyyub'dan rivayetinde teferrüd
etmiştir.
Bu babda yine
Tirmizi'nin rivayet edip Hakim'in sahihlediği Enes hadisi vardır ki, bu hadis
merfuan şöyle nakledilmiştir: "Kim hurma bulabilirse, onunla iftar etsin;
kim de hurma bulamazsa, su ile iftar etsin. Çünkü su temizleyicidir."
1091 nolu Selman b. Amir hadisini aynı zamanda Ibn
Hib-ban ve Hakim tahric edip sahihi emişlerdir. £bu Hatim er-Razi de bunu
sahihi emiştir.
Bu manada bir diğer
hadisi îbn Adiy, îmran b. Husayn'dan rivayet etmiştir ki, isnadı zayıftır. O
bakımdan Selman hadisiyle ihticac edilmişse de Ibn Adiy hadisiyle istidlal
edilmemiştir.
1092 nolu Muaz hadisi murseldir. Çünkü Muaz b. Zühre, Rasulüllah'a (s.a.v.)
ulaşmamıştır. Aynı hadisi Taberani el-Kebir'de ve Darekutni, İbn Abbas'dan
rivayet etmişlerse de senedinin zayıf olduğu tesbit edilmiştir.
Bu manada bir hadisi
Ebu Davud, Nesai, Darekutni, Hakim ve başka muhaddisler îbn Ömer'den şöyle
rivayet etmişlerdir: Yukarıdaki cümlelerden sonra şu fazlalık yer almaktadır:
"Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, ecir ve mükafaat sübut buldu,
inşaallah." Darekutni bunun isnadının hasen olduğunu belirtmiştir.
Bu babda Taberani'nin
Enes'den (r.a.) yaptığı rivayette, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Peygamber (s.a.v.) efendimiz iftar edince şöyle derdi: "Bismillah...
Allah'ım! Senin (rızan) için oruç tuttum, Senin rızkınla iftar ettim."
Ne var ki, bu hadisin
isnadı zayıftır. Çünkü ricali arasında Davud b. Zibirkan bulunuyor ki bu zat
metruktür. îbn Main, onun rivayetinin kayde değer olmadığını, Ebu Zür'a ise
onun metruk olduğunu, Ebu Davud, onun zayıflar arasında yer aldığını;
Cevze-canî ise onun yalancı olduğunu belirtmiştir.[211]
Bu babda İbn Mace'nin
Abdullah b. Amr (r.a.) dan yaptığı ri-, vayette, Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle
buyurduğu belirtilmiştir: "Oruçlunun reddoîunmayan duası vardır."
Nitekim Ibn Ömer
(r.a.) iftar ederken şu duayı da yapardı:
"Allah'ım! Her
şeyi kapsayıp kuşatan geniş rahmetin hakkı için benim günahlarımı
bağışla."
Enes ile Selman
hadisleri iftarın hurma ile yapılmasının meşruiyetine delalet etmektedir. Enes
hadisi ise, yaş hurmanın daha iyi olduğunu gösteriyor.
1093 nolu Ebu Zer
hadisinin isnadında Süleyman b. Ebi Osman bulunuyor ki, Ebu Hatim bu zatın
meçhul olduğunu belirtmiştir. Zehebi de onun meçhul olduğuna dikkat çekmiştir.[212]
Ancak bu babda Nesai'nin Ebu Leyla el-Ensari'den; Ebu Avane'nin de kendi
sahihinde Enes hadisinin bir benzerini rivayet ettiklerini görüyoruz. Aynı
zamanda Hafız Bezzar ve Nesai'nin buna benzer bir diğer hadisi İbn Mes'ud
(r.a.) den rivayet etmişlerdir. Yine Nesai'nin bu konuda Ebu Hüreyre (r.a.) den
yaptığı bir diğer rivayet bulunuyor.
Diğer yandan İbn
Mace'nin ve Hakim'in bu konuda şu lafızla yaptıkları bir rivayet vardır:
"Sahur yemeğiyle gündüz orucuna karşı yardım ve destek arzulayın.
Gündüzün ortasında biraz uyumakla gece kalkıp ibadet etmekten yana yardım ve
destek talep edin."[213]
Bunun hayli şahitleri
bulunuyor. Ezcümle îbn Hibban'm şu lafızla yaptığı rivayetini gösterebiliriz:
"Mü'mine sahur yemeği olarak hurma ne güzeldir."
"Şüphesiz Allah
ve melekleri sahura kalkanları rahmet ve gufranla anarlar."
Yine Ibn Hibban'm
yaptığı rivayette, bunları kuvvetlendirir anlamda şu lafızla bir hadis
bulunuyor: "Sahura kalkın da isterse bir yudum su olsun için."
Rasulüllah'ın (s.a.v.)
sahuru geciktirme hususundaki fiilini Zeyd b. Sabit (r.aj şöyle bildirmiştir:
"Rasulüllah'in (s.a.v.) sahur yemesiyle namaza girmesi arasındaki zaman,
adamın elli ayet okuyacak kadar (geçecek zaman) di."
Bu hadisi Buharı ve
Müslim rivayet etmiştir ki, isnadı sahihtir. Ancak belirtilen süre bir had
değildir/Bundan çok veya az da olabilir. Sonra Rasulüllah'ın (s.a.v.) bu süreyi
bir ihtiyat dönemi olarak belirlediği de söylenemez. Zira diğer hadisler ve
müctehidlerin ictihad, istidlal ve ihticaclan böyle bir ihtiyat vaktini tesbit
ve tayin etmemiştir.
Bu babda Buhari'nin
Enes'den yaptığı rivayette şöyle buyu-rulmuştur:
"Sahur
berekettir; artık onu terketmeyin."
Böylece bütün
rivayetler, sahurun meşruiyetine delalet et--mektedir. Ancak sahur vacip değil,
sünnettir. [214]
1- Güneş
batınca iftar vakti girmiş olur ve bir bakıma oruçlu iftar etmiş sayılır.
2- Güneş
batıp vakit girince hemen iftar etmek sünnettir.
3- Akşam
namazını kılmadan önce birkaç taze veya kuru hurma ile iftar etmek müstehabdır.
Hurma bulunmadığı takdirde bir veya üç yudum su ile iftar etmek müstehabdır.
4- İftar
etmeyi akşam namazından önce yapmak, yani sofraya oturup doyuncaya kadar yeyip
öyle kalkıp namaz kılmak caizse de, müstehab değildir.
5- Sahura
kalkmak sünnet veya müstehabdır.
6- Sahur
berekettir.
7- Sahuru
geciktirmek sünnettir. Ancak şek vaktine kadar geciktirmek uygun değildir. Şek
vakti, özellikle bulutlu, sisli havalarda fecr-i sadıkm doğup doğmadığı kes
tiril em ediği zaman parçasıdır.
8- Sabah
namazı için bir ihtiyat süresi belirlemeye lüzum yoktur. Rasulüllah'ın (s.a.v.)
sahur ile sabah namazı arasında elli ayet okuyacak bir süre bulunması, ihtiyatî
değil, sahurun ne kadar geciktiriîmesiyle ilgili bir ölçüdür.
9- İftardan
sonra me'sur duayı okumak müstehabdır.
10- Sofrada
fazla oturup akşam namazını geciktirmek, sünnete aykırıdır. [215]
Oruç ibadeti,
müslüman, akıl, baliğ olup ayhali ve loğusa ol mayan, aynı zamanda oruç
tutamayacak kadar hasta olmayan ve yolculuk halinde bulunmayan her mükellefe
farzdır. Böylece bu farz ibadeti yerine getiremediğimiz takdirde, onu
ramazandar sonra kaza etmemiz de farzdır.
O halde oruç akli
dengesini kaybedene, ergen olmayana, tutamayacak kadar hasta olana ve bir de
yolculuk halinde bulunana -bu arazları devam ettiği sürece- farz değildir. Aynı
zamanda ayhali veya loğusa olan ergen kadınlara da -bu halleri devam ettiği
süre içinde- farz değildir; yanj belirtilen sebeplerden dolayı bu farz bir süre
geciktirilmekte ve ileride arazlar kalkınca kaza edilmesi gerekmektedir. Ancak
ergen olmayan kimse, oruçla mükellef tutulmadığı için, bu dönemde tutmadığı oruçları,
ergen olduktan sonra artık kaza etmez.
Cinnet, yani akli
dengenin bozulması ve bir de arız olan hastalık birtakım hükümleri de
beraberinde taşımaktadır. O bakımdan müctehidlerin bu konuda geniş araştırma ve
tesbitleri olmuştur. Yeri gelince yeteri kadar açıklanacaktır. [216]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen, ashabdan Hamza b. Amr el-Eslemi'nin peygamber
(s.a.v.) efendimize şöyle dediğini haber vermiştir:
-Seferde oruç tutayım
mı?
Çünkü Hamza çok oruç
tutan bir kimse idi. Efendimiz ona şöyle cevap verdi:
-İstersen oruç tut,
istersen iftar et."[217]
Ebu Derda (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimizle birlikte çok sıcak bir mevsimde ramazan ayında (sefere)
çıktık. Öyleki sıcağın tesir ve şiddetinden biz elimizi başımızın üzerine koyma
ihtiyacını duyuyorduk. Aramızda yalnız Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz ile
Abdullah b. Revaha (r.a.) oruçlu bulunuyordu."[218]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre» adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz seferde bulunuyordu. Derken bir adamın başına birçok
kimselerin toplanmış bulunduğunu gördü ve sordu: "Bu ne kalabalık?**
Oradakiler Ona: "Bir oruçlu" diye cevap verdiler. Bunun üzerine
Ra-sulu İlah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Seferde oruç tutmak iyilik ve
faziletten sayılmaz."[219]
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir;
"Bizler
Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber sefere çıkardık; oruçlu olan iftar
edeni, iftar eden de oruçlu olanı ayıplamaz (kınamaz) di."[220]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz beraberinde onbin kişi bulunduğu halde, Medine'ye gelişinin
(hicretinin) sekizinci yılının sonunda, dokuzuncu yılının ortalarında Medine'den
çıkıp beraberinde olan mü si umanlarla Mekke'ye doğru hareket etti. Hem
kendisi, hem de müslümanlar oruç tutuyorlardı. Derken el-Kedîd mahalline
geldiler ki, bu Usfan ile Kudeyd arasında bir suyun bulunduğu yerdi. Orada
akşam olmadan hem kendisi, hem de beraberinde bulunan müslümanlar iftar
ettiler..."[221]
Müslim aynı hadisi îbn
Abbas'dan (r.a.), "onbin" sayısını ve bir de tarih zikretmeksizin
rivayet etmiştir.
Hamza b. Amr el-Eslemî
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen Resulüllah (s.a.v.) Efendimize
şöyle demiştir:
-Ya Resulellah!
Seferde oruç tutmaya kendimde kuvvet hissediyorum. O bakımdan oruç tuttuğum
tpjtdirde bana bir günah ve vebal var mıdır?
Efendimiz ona şu
cevabı verdi:
- Seferde iftar etmek
Allah'ın bir ruhsatıdır. Artık kim o ruhsatı alıp tutarsa iyi ve güzel (bir
fiil yapmış) olur. Kim de oruç tutmayı arzularsa, ona da günah yoktur."[222]
Ebu Said ve Cabir
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, bu iki sa-habl şöyle haber vermiştir:
'Ttesulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte sefere çıktık. O seferde oruç tutan
tutuyor, tutmayan da tutmuyordu; kimse kimseyi ayıplamıyordu."[223]
Ebu Saîd (r.a.) den
yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:
"Resulü 11 ah
(s.a.v.) Efendimizle birlikte Mekke'ye doğru sefere çıktık ki oruçlu
bulunuyorduk. Bir konaklama yerine gelip konakladık. Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz şöyle buyurdu: "Sizler gerçekten düşmanınıza yaklaşmış
bulunuyorsunuz! İftar etmek sizin için daha çok güç ve kuvvet sağlar."
Resulüllah'ın (s.a.v.) bu beyanı bir ruhsat idi; o bakımdan bizden kimi oruç
tuttu, kimi de iftar etti. Sonra başka bir konaklama yerine gelip konakladık.
Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sizler sabahleyin düşmanınızla
karşılaşacaksınız! Artık iftar etmeniz sizin için daha çok kuvvet sağlar, o
bakımdan iftar ediniz." Şüphesiz Resulüllah'ın (s.a.v.) bu beyanı bir
azimet idi, o bakımdan iftar ettik.
Sonra da bu seferden
sonraki seferlerde Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber oruç tutmaya
başladık."[224]
a) Hanefilere
göre: İftarı, yani oruç tutmamayı mubah kılan birtakım özürler vardır. Kasr-i
salât yapılacak mesafeye yapılan yolculuk bu özürlerden biridir. Kasr-i salat
mesafesinden maksat, deve yürüyüşüyle üç konaklık bir uzaklıktır ki,
günümüzdeki mesafe birimine göre, 90 kilometre eder.
Bu, yolculuk yapan
kimse için bir ruhsattır. O bakımdan gücü yettiği takdirde oruç tutması
efdaldır. Ancak yanındaki arkadaşları oruç tutmuyorlarsa, o takdirde onlara
uyması daha iyi olur. Bu da, bazı ilim adamlarına göre, yiyecekleri müşterek
olduğu takdirde böyledir. Herkesin yiyeceği ayrı ise, o takdirde oruç tutmak
isteyen kimse, tutmayan arkadaşlarına uymayabilir. İmam Şafii'ye göre, öyle de
olsa, böyle de olsa iftar etmesi daha iyidir. Çünkü Rasulüllah'a (s.a.v.)
efendimiz: "Seferde oruç tutmak iyilik ve faziletten değildir."
buyurmuştur.
Hanefîler ise,
Kur'an'daki "Oruç tutarsanız sizin için hayırlı olur" ayetiyle
istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.
Seferde oruç tutmak
zarar vermiyorsa, yani meşakkat ve sıkıntı getirmiyorsa, vücudu güçten
düşürmüyorsa böyledir. Aksi halde tutmamak daha uygun ve daha faziletli
sayılır.
Seferde tutmadığı
oruçları, kaza edecek kadar yaşama imkanı bulamayan, yani henüz ramazan
çıkmadan ölen misafirin, seferi halde tutmadığı oruçlar için fidye verilmesini
vasiyet etmesine gerek yoktur. Çünkü oruç tutacak zaman bulamadan ölmüştür.
Seferde tutmadığı
oruçları gününe gün ramazandan sonra kaza etmesi vaciptir. Şu şartla ki,
ramazandan sonra yolculuk durumu sona erip eyleşik duruma geçmiş olsun.
Ölen kimsenin
tutmadığı oruçları ve kılmadığı namazları onun velisi ve yakını onun yerine
tutamaz ve kılamaz.
Ramazanda tutmayıp
kazaya kalan oruçları ramazandan sonra kişi isterse üstüste tutup tamamlar,
isterse aralıklı tutar.[225]
b) Şafiilere
göre: Mubah bir yolculuğa çıkan kimseye orucu terketmek mubah olur. Aynı
zamanda bu yolculuğun da uzun olması, yani kasr-i salat yapılacak bir mesafede
bulunması şarttır.
Sabahleyin fecirden
önce oruca niyet eder de sonra yolculuğa çıkmaya karar verirse, artık bu durumda
orucunu bozması caiz olmaz. Ama yolculuk hali devam ederken, oruca niyet edip
sabahlar ve sonra orucunu bozmak isterse, bir sakınca olmaz, yani bozabilir.
Yolcu kimse, yolculuk
halinde tutmadığı oruçları güne gün kaza etmekle yükümlüdür. Bu da, ramazan
çıktıktan sonrayla ilgili bir hükümdür. [226]
c)
Hanbelilere göre: Yolcu için oruç tutmayıp iftar etmenin mubahlığı nass ve
icma1 ile sabit olmuştur. Bununla beraber ilim adamlarının çoğuna göre,
yolculuk halinde olan kimsenin oruç tutması, farzın yerine gelmesini sağlar ve
kafi gelir.
Ebu Hüreyre'den (r.a.)
yapılan bir rivayete göre, şöyle dediği nakledilmiştir:
"Yolculuk halinde
olan kimsenin oruç tutması sahih olmaz."
İmam Ahmed de bu
rivayete katılarak şöyle demiştir: "Hz. Ömer ile Ebu Hüreyre, yolculuk
halinde oruç tutan kimseye, o günlerin orucunu iade etmesini, yani ramazandan
sonra tutmasını emrederlerdi."
İlim adamlarının çoğu
bu rivayetle istidlal etmemiştir. Çünkü seferde oruç tutmayıp iftar etmeye
cevaz verilmiştir ve Ra-sulüllah'ın (s.a.v.) zaman zaman seferde oruç tutmadığı
sahih rivayetlerle sabit olmuştur.
İmam Ahmed'e göre:
Seferde iftar etmek, oruç tutmakdan ef-daldır. Bu, aynı zamanda İbn Ömer, îbn
Abbas, Said b. Müseyyeb, Şa'bi ve Evzai'nin mezhebidir. Diğer üç mezhebe göre,
oruç tutmak efdaldır.
Seferde iftar etmenin,
yani oruç tutmamanın mubahlığı ancak, kasr-i salat yapılacak bir mesafeyle
bağlantılı olduğu takdirdedir. Bu da Hanefüerin görüşünü belirttiğimiz kısımda
ifade ettiğimiz gibi, üç konak, yani 90 kilometredir.
Eyîeşik halde iken
oruca niyet eder ve sonra yolculuğa çıkarsa, yolculuk esnasında orucunu bozup
iftar etmesi caizdir. Nitekim Amr b. Şurahbil, Şa'bi, İshak, Davud ve İbn
Münzir'in de mezhebi budur.[227]
d)
Malîkilere göre: Ramazanda sefere çıkan kimsenin, gücü yettiği takdirde oruç
tutması daha iyi ve efdaldır. Ramazanda seferi halde iken geceleyin oruca
niyet getirir ve fecir doğduktan sonra kasden bilerek, zorlayıcı bir illet ve
sebep olmaksızın orucunu bozan kimseye hem kaza, hem de keffaret gerekir.
Ramazanda eyleşik
halde iken oruca niyet getirir ve sonra sefere çıkar da orucunu bozarsa,
kendisine sadece güne gün kaza gerekir.
Seferde oruca niyet
etmediği halde gündüzleyin dönüp evine gelirse, o günün kalan kısmını imsak
edip bir şey yememek, içmemek suretiyle geçirmesi hakkında İmam Malik'ten
sorulunca, şöyle demiştir: "Günün kalan kısmında yiyip içmesinde kerahet
yoktur."[228]
1102 nolu Hz. Aişe
hadisi sahihtir. Her ne kadar îbn Dakiyk el-Iyd, burada ramazan orucu tasrih
edilmemiş, mutlak anlamda oruçtan sorulmuş diyorsa da[229]
hadisin siyak ve sibakı, Hamza'mn sorduğu orucun ramazan orucu olduğunu açık
biçimde gösteriyor. Zira Müslim'in rivayetinde, Rasulüllah'ın (s.a.v.) ona şu
cevabı verdiği belirtilmiştir: "Bu Allah'tan bir ruhsattır. Artık kim bu
ruhsatı alıp amel ederse, güzel ve iyi (bir amelde bulunmuş) olur. Kim de oruç
tutmak isterse, ona da bir günah ve vebal yoktur."
Bilindiği gibi, ruhsat
ancak farz ve vacib amellerle ilgilidir.
Böylece hadis, seferde
orucu bozup iftar etmenin caiz olduğuna ve bunun bir ruhsat anlamı taşıdığına
delalet etmektedir.
1103 nolu Ebu Derda hadisi de sahihtir. Hadiste
"ramazan ayında" sözü Müslim'in rivayetiyle ilgilidir. Buhari'nin
yaptığı rivayette, ramazan ayından söz edilmemekte ve sadece "peygamber
(s.a.v.) efendimizle beraber bazı seferlerine çıktık" sözüne yer verilmektedir.
Müslim'in rivayetiyle
maksad tamamlanıyor ve istidlal yapılmaya daha uygun görülerek müctehidlere bu
konuda malzeme veriliyor.
îbn Hazm'ın, Ebu Derda
hadisiyle ilgili, sözü edilen orucun tatavvu' olma ihtimali söz konusudur
demesi de böylece çürütülmüş oluyor. Çünkü Müslim'in sahih rivayeti, sözü
edilen orucun, ramazan orucu olduğunu kesin biçimde ortaya koymaktadır.
Bazıları bu seferin,
Mekke'nin fethiyle ilgili sefer olduğunu iddia etmişse de, çok yanlış bir yorum
yapmış olmuşlar. Zira hadiste Abdullah b. Revaha'nm da o seferde oruçlu olduğu
belirtil-, mektedir ki, Abdullah b. Revaha'nın (r.a.) Mekke'nin fethinden önce
Mute Savaşı'nda şehid edildiği tarihen sabittir,
Böylece bu hadis,
seferde gücü yeten kimsenin oruç tutmasının mekruh olmadığına delalet
etmektedir ki. müctehidlerin çoğu bununla istidlal etmişlerdir.
1104 nolu Cabir hadisi
de sahihtir.
Böylece seferde
sıkıntı ve meşakkat arzettiği takdirde oruç tutmanın fazilet olmayacağı
istidlal ediliyor. İmam Buhari'nin tes-bit ve yorumu bu doğrultudadır.
Nitekim Müslim'in
Cabir'den tahric ettiği sahih hadiste deniliyor ki: "Peygamber (s.a.v.)
efendimiz Mekke'nin fethi yılında ramazanda (seferi olduğu halde) oruçlu bulunuyordu.
Tâki Kura'l-Ğamîm mevkiine geldi -ki, yanındaki insanlar da oruçlu bulunuyordu-
bir tas su istedi ve insanlar görecek şekilde tası yukarıya kaldırdı ve içti.
Böylece orucunu bozmuş oldu. Bunun üzerine kendisine denildi ki: "Buna
rağmen insanlardan bir kısmı oruçlu bulunuyor, oruçlarım bozmadılar!"
Peygamber (s.a.v.) : "Onlar asi olanlardır" buyurdu. Diğer bir
rivayette ise şöyle tesbit edilmiştir: "Ya Rasulallah! Oruç bazı kimselere
sıkıntı ve meşakkat vermeğe başladı; onların hepsi Senin ne yapacağına
bakıyor" denildi. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ikindiden hemen sonra
bir tas su istedi..."
Bu rivayet üzerinde
hayli durulmuş ve usûl bakımından tahlil edilerek birtakım neticeler
çıkarılmaya çalışılmıştır. Ama konuyla ilgili hadislerin tamamını biraraya
getirip ortak noktaları tesbite çalıştığımızda, şu sonucu elde edebiliriz:
Seferde oruç tutmak caizdir. Gücü yerinde olan kimsenin tutması efdaldır.
Ra-sulüllah'm (s.a.v.) Cabir hadisinde "seferde oruç tutmak iyilik ve
faziletten sayılmaz" sözüne gelince, Tahavi hadisteki "birr"
sözünü kamil manada iyilik ve faziletle yorumlayarak onun en üst mertebe
olduğuna dikkat çekmiştir.[230]
Aynı zamanda Ebu Cafer
et-Tahavi bu konuyla ilgili olmak üzere ellinin üstünde rivayete yer vermiş ve
ağırlığın, seferde oruç tutmayıp iftar etmenin mubah olduğu şıkkı üzerinde
toplandığına yer yer işarette bulunmuştur.[231]
Nesai bu hadisi şu
lafızla rivayet etmiştir:
"Seferde oruç
tutmanız birr'den (iyilik ve faziletten) değildir. Allah'ın size verdiği
ruhsata gerekli olun ve onu kabul edin!"
İbn Kattan diyor ki:
"Bu hadisin isnadı hasen ve muttasıldır. Aynı zamanda İmam Şafii de bu
hadisi rivayet etmiştir. İbn Hu-zayme ise, birinci lafızla yapılan rivayeti
tercih etmiştir.[232]
Seferde oruç tutmanın
caiz olmadığını savunanların bu konudaki delillerinden biri de İbn Mace'nin
Abdurrahman b. Avf den merfuan yaptığı şu rivayettir:
"Seferde oruçlu
olan kimse, hazarde (eyleşik halde) iftar eden kimse gibidir."
Ancak yapılan
araştırma ve incelemede, bu hadisin isnadında İbn Lehî'a'nm bulunduğu
görülmüştür ki, Şevkani bu zatın zayıf olduğuna dikkat çekmiştir.[233]
Yine bu grup, Ahmed,
Nesai ve Tirmizi'nin tahric ettiği Enes b. Malik hadisiyle istidlal etmiştir
ki, Tirmizi bu rivayeti hasenle-miştir. Enes (r.a.) diyor ki: Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Cenab-ı Hak yolculuk halinde
olandan orucu ve namazın yarısını (üzerlerinden) indirip (kaldırdı).
Ancak îbn Ebi Hatim bu
hadisin muhtelefu fîh olduğunu belirtmiş ve o bakımdan istidlale salih
olmadığına işarette bulunmuştur.
Sonra bir an için bu
hadisi sahih kabul edelim. Yolcudan orucun kaldırılması, onu, yolculuk halinde
tutmanın sahih olmayacağına delalet etmez ki...
Sonuç olarak şunu
açıklayabiliriz:
İmam Malik, İmam Şafii
ve İmam Ebu Hanife dahil olmak üzere cumhur, yolcunun gücü yettiği takdirde
yolculuk halinde oruç tutması efdaldır demiştir. îmam Evzai, îmam Ahmed ve
îshak ise, yolculuk halinde iftar etmenin efdal olduğunu belirterek bu
husustaki ruhsat ile amel edilmesinin daha uygun olacağını söylemişlerdir.
Böylece seferde
sıkıntı getirecek, meşakkat doğuracak ve bünyeyi güçsüz bırakacak durumlarda
iftar etmek; bunun aksine durumlarda oruç tutmak efdaldır. Nitekim Rasulüllah
(s.a.v.) düşmana yaklaşıldığında ashabın iftar etmesini emir ve tavsiye buyurmuştur.
Çünkü oruçlu bir vaziyette düşmanla çarpışmak, vuruşmak hayli sıkıntı
getirebilir. Böyle olmadığı zaman ise, Cenab-ı Hak: "Eğer oruç tutarsanız
sizin için hayırlı olur" buyurmuştur. [234]
1- Kasr-i
salat yapılacak bir mesafeye yolculuk yapan kimsenin oruç tutmayıp iftar
etmesi caizdir. Çünkü bu hususta sâri' ruhsat vermiş bulunuyor.
2- Kasr-i salat yapılacak mesafe, deve
yürüyüşüyle üç konaktır ki, bugünkü mesafe birimiyle 90 kilometrelik bir
uzaklık söz konusudur.
3- Çıkılan 3'ûlculuğun
mubah ve meşru maksada yönelik bulunması şarttır. Bu, İmam Şafii'nin
içtihadıdır.
4- Seferde
oruç tutmayıp iftar etmek bir azimet değil, ruhsattır. O bakımdan gücü yeten
kimsenin -şartlar elverdiği takdirde- oruç tutması efdaldır.
5- Seferde tutulan
ramazan orucu, farz yerine geçer ve sonra kazası gerekmez,
6- Seferde
yenilen oruçlar, güne gün kaza edilir, keffaret gerekmez.
7- Grup
halinde yolculuk yapılıyor ve hepsinin yiyeceği bir arada bulunuyorsa, o
takdirde arkadaşların çoğu oruç tutmuyorsa, azda kalanların onlara uyup oruç
tutmaması efdaldır.
8- Seferde
herkesin yiyeceği ayrı ise, o takdirde arkadaşları oruç tutmasa bile kişi
tutabilir.
9- Seferde
kazaya kalan oruçları, kaza edecek kadar zamana erişmeden ölen kimseden bu
farzın kazası sakıt olur. Aynı zamanda keffaret ve fidye verilmesi için
vasiyet etmesine gerek yoktur. Ama oruç tutacak kadar zaman yaşadıysa, o
takdirde fidye için vasiyet etmesi gerekir.
10- Fecirden
önce oruca niyet eder ve fecirden sonra yola çıkmaya karar verirse, artık o
orucunu bozması caiz olmaz.
11-Yolculuk
halinde iken oruca niyet edip sabahlar ve sonra da orucunu bozarsa, bunda bir
sakınca yoktur, keffaret de gerekmez. Bu iki madde Şafiilerin içtihadıdır.
12- Eyleşik
halde iken oruca niyet eder ve sonra yolculuğa çıkarsa, bu durumda orucunu
bozmasında bir sakınca yoktur. Bu, Hanbelilerin içtihadıdır.
13-
Ramazanda seferi halde iken geceleyin oruca niyet eder ve fecir doğduktan sonra
ciddi bir sebep yokken orucunu bozarsa hem kaza, hem de keffaret gerekir. Bu, imam
Malik'in içtihadıdır.
Ramazanda eyleşik
halde iken oruca niyet getirir ve sonra sefere çıkarsa, bu durumda orucunu
bozduğu takdirde kendisine sadece kazası gerekir. Bu da İmam Malik'in
içtihadıdır.
14- Seferden
dönen kimsenin günün kalan kısmını imsakla geçirmesi, ramazana
saygı olsun diye
kendini yiyecek ve içeceklerden alıkoyması nıüstehabdır.
15- İmam
Malik'e göre, imsak etmeyip yeme ve içmesine devam etmesinde bir sakınca
yoktur.
16- Hanefi,
Maliki ve Hanbeli mezheplerine göre, gerek iftar edebilmek, gerekse kasr-i
salat yapabilmek için çıkılan yolculuğun mubah bir amaca yönelik bulunması şart
değildir. Ne niyetle çıkarsa çıksın, bu ruhsatlardan yararlanabilir.
17- Seferde oruç tutmak sıkıntı ve meşakkat
doğurur, bünyeyi de iyice sarsacak olursa, iftar edilir ve bu vaziyette oruç
tutmak efdal sayılmaz.
18- Sıkıntı ve meşakkat doğurmuyor, bünyeyi de
halsiz yapmıyorsa, o takdirde yolculuk halinde oruç tutmak efdaldır.
19- Seferde
kazaya kalan oruçları ramazandan sonra üstüste tutmak caiz olduğu gibi, dağınık
olarak da tutmakta bir sakınca yoktur. Üstüste tutmak, keffaret orucuyla
ilgilidir. [235]
Ameller niyetle sıhhat
kazanır ve ona göre karşılık görür. Niyet edilip başlanılan bir ibadeti zaruri
bir sebep yokken bozmak meşru değildir. Böyle yapan kimse hem günahkar olur,
hem de kendisine bazı amellerde keffaret gerekir.
O halde özellikle
ramazan orucuna niyet edip, zorlayıcı bir sebep yokken onu bozmak asla doğru ve
caiz değildir. Aksi halde bu hususta biri manevi, diğeri maddi müeyyide
bulunuyor. Manevi müeyyide, günahkar olup muahaza edilmektir. Maddi müeyyide o
orucu hem kaza, hem de keffaretle telafi etmektir. [236]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz fetih yılında Mekke'ye doğru hareket etti. Kur'al-Ğamîm
mevkiine gelinceye kadar oruca devam etti ve çevresindeki insanlar da oruç tuttular.
Derken biri Ona: "Ya Rasulallah! Doğrusu oruç şu insanlara sıkıntı ve
meşakkat getirdi ve onlar sizin ne yaptığınıza (ve yapacağınıza)
bakıyorlar" dedi. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz içinde su
bulunan bir tas istedi ki, zaman olarak ikindiden hemen sonra idi. Rasulüllah
(s.a.v.) o suyu içti, insanlar da Ona bakıp duruyorlardı. Bu sebeple oradaki
insanlardan bir kısmı iftar etti, bir kısmı ise oruçlarına devam ettiler.
Rasulüllah'a (s.a.v.) bir kısmının oruca devam ettiği haber verilince şöyle buyurdu:
İşte onlar usat (asi kişiler) dir."[237]
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz, yağan yağmurla oluşan bir akarın kenarına geldi ki yaz
mevsimi idi, yanındaki insanlar da süvari değil, yaya bulunuyorlardı. Kendisi
ise bir katıra binmiş durumda idi. Arkadaşlarına seslenerek şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Şu sudan içiniz." Ravi diyor ki, buna rağmen onlar
içmekten kaçındılar. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) onlara: "Ben sizin
durumunuzda değilim, benim durumum daha kolay, çünkü binek üzerindeyim"
buyurdu. Buna rağmen o insanlar yine su içip oruçlarını bozmaktan kaçındılar.
Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) uyluğunu çevirip bineğinden indi ve o sudan
içti, arkadaşları da içtiler. Oysa Rasulüllah (s.a.v.) pek içmek istemiyor,
oruca devam etmeyi arzuluyordu."[238]
Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz fetih yılında ramazan ayında oruçlu olarak yola çıktı. Ta ki
yolda bir su birikintisine geldi ki öğlenin evveli idi. İnsanlar ise iyice
susamıştı; o yüzden boyunlarını uzatıp o suya iştiyak duyduklarını
(ister-istemez) belli ediyorlardı. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz
içinde su bulunan bir tas istedi ve o tası eline alıp insanların iyice
görmesini sağladıktan sonra içti ve arkasından oradaki insanlar da oruçlarını
bozup içtiler."[239]
Bundan bir önceki
konuda, bu meseleye yer verildi ve müctehidlerin görüş, tesbit ve istidlalleri
açıklandı.
Böylece yolculukta
oruç sıkıntı ve meşakkat doğuruyorsa, o takdirde niyet edilip tutulmaya
başlansa bile orucu bozmak meşru'dur. Ancak bilindiği gibi, Malikilere göre
bunun için hem kaza, hem de keffaret gerekir. Diğer üç mezhebe göre, sadece
kaza gerekir. [240]
Cabir ve Ebu Said
hadisleri sahihtir. O bakımdan istidlal ve ihticaca salih görülmüşlerdir.
Böylece yolculukta oruç sıkıntı verdiği takdirde iftar etmenin meşru olduğu
hükmü ortaya çıkıyor. Aynı zamanda oruçtan dolayı sıkıntı duymayan kimsenin de
bu hususta sıkıntı çeken arkadaşlarına uyması söz konusudur. Nitekim
Rasulüllah'ın (s.a.v.) arkadaşlarının durumunu hafifletmek ve onları
rahatlatmak için, kendisi fazla sıkıntı duymadığı halde orucunu bozduğu buna
misal teşkil etmektedir.
Buna rağmen orucunu
bozmak istemeyenler kınanmıştır. Çünkü Rasulüllah'ın (s.a.v.) sözü ve davranışı
onlar için yeterli ruhsattır. Buna uymadıkları için "usat" (asiler)
olarak vasıflandırılmışlardır. Bu kelime burada daha çok, ruhsata uymamakta
direnme anlamında kullanılmıştır.
1121 nolu îbn Abbas
hadisinin bir benzerini Buhari, Meğazi bölümünde Halid tankıyla tahric etmiştir
ki, mealen şöyledir: "Rasulüllah (s.a.v.) ramazanda (sefere) çıktı ki
Onunla beraber çıkanların bir kısmı oruçlu, bir kısmı iftarlı idi. Bineğinin
üzerinde doğrulunca, içinde süt ve su bulunan bir kap istedi ve getirilince onu
bineğinin üzerine koyduktan sonra oradaki insanlara durup baktı... (ve sonra
onu içti...)"
Bu babda iki rivayet
daha bulunuyor ki, biri diğerinin şahidi ve kuvvetlendiricisi oluyor. Böylece
oruca geceden niyet getiren yolcunun gündüzleyin orucunu bozmasının caiz olduğu
ortaya çıkıyor ve bundan dolayı keffaret gerekmediği anlaşılıyor. Nitekim
cumhur da aynı görüştedir.
Ancak İbn Hacer'in de
dediği gibi, bütün bunlar, yolculuk halinde iken geceden niyet getirip
gündüzledikten sonra orucu bozmanın cevazına delalet eden rivayetlerdir. Bir de
yolculuğa çıkmadan evinde oruca niyet ettikten sonra gündüzleyin sefere çıkan
oruçlunun iftar etmesi caiz midir? Cumhur bunun caiz olmadığını belirtmiştir,
imam Ahmed ve İshak ise bunun cevazına kail olmuşlardır. Müzeni de bu görüş ve
içtihadı benimsemiştir.-Nitekim Cabir hadisi bu hükmü ifade etmektedir. İbn
Abbas hadisi de buna şahit olan rivayetlerden biridir. [241]
1- Yolculuk
halinde bulunan oruçlunun, geceden de niyet getirmiş olsa, gündüzleyin orucunu
bozması caizdir. Bundan dolayı keffaret gerekmez.
2- Evinde
eyleşik iken oruca niyet eder ve sabah olunca se-' fere çıkarsa, Hanbelilere
göre, orucunu bozması caizdir ve bu durumda keffaret de gerekmez.
3-
Malikilere göre, bozması caiz değildir. Ancak bozacak olursa, sadece kazası
gerekir. Ama seferi halde iken geceleyin oruca niyet eder ve gündüz olunca,
zorlayıcı bir sebep olmaksızın orucunu bozan kimseye, bu mezhebe göre, hem
kaza, hem de keffaret gerekir.
4- Hanefî ve
Şafiilere göre, evinde iken oruca niyet eder ve sabah olunca sefere çıkarsa,
artık o gün iftar etmesine ruhsat yoktur. Zorlayıcı bir sebep olmadığı
takdirde tamamlaması gerekir.
5-
Yolculukta oruca niyet eden kimse, arkadaşları meşakkat duyar da oruçlarım
bozarlarsa, onun da bozması evladır. Özellikle kafile başkam olarak
bulunuyorsa, önce onun iftar etmesi uygun olur. [242]
Ramazan ayında evinde
olup eyleşik sayılan kimse, sabahleyin yolculuğa çıkmaya hazırlandığında,
çıkmadan önce iftar edebilir mi? Bu sorunun cevabını ancak, ilgili hadisleri ve
imamların ictihad ve istidlallerini nakledince vermiş olacağız. [243]
İbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz ramazanda (sefere) çıktı, Huneyn seferine... İnsanlar da
muhtelif durumda idi: Kimi oruçlu, kimi de itar etmiş durumdaydı. Rasulüllah
(s.a.v.) bineğine binip üzerinde doğrulunca içinde süt ve su bulunan bir kap
istedi. Getirilince onu bineğinin üzerine koydu. Sonra insanlardan iftar
edenler oruçlu olanlara bakıp:'İftar ediniz" diye seslendiler."[244]
Muhammed b. Kab
anlatıyor:
"Ramazanda Enes
b. Malik*e (r.a.) geldim ki, o yolculuğa çıkmaya hazırlanıyordu. Öyle ki,
bineği hazırlanmış ve kendisi de sefer elbisesini giyinmişti. Bu sırada yemek
istedi, getirilince ondan yedi. Bunun üzerine ben ona: "Böyle yapman
sünnet midir?" diye sorduğumda şu cevabı verdi: "Evet,
sünnettir." Sonra bineğine bindi..."[245]
Ubeyd b. Cebr'den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Ebu Busre
el-Gıfarî ile birlikte Füstat'tan bir gemiye bindik ki, aylardan ramazan idi*
Yiyeceği çıkartıp hazırladı ve sonra bana: "Yaklaş" dedi. Ben de ona:
"Sen henüz evler arasında bulunuyorsun, (bulunduğun şehrin dışına
çıkmamışsın)" dedim. Bunun üzerine bana şöyle dedi: "Ebu Busreteî
Rasulüllah'ın (s.a.v.) sünnetinden yüz mü çeviriyorsun?[246]
a)
Hanefilere göre: Sefere çıkacağı gün, ramazan ayında bulunuyor ve oruca niyet
etmiş durumda ise, o gün artık günün evvelinde mukiym (eyleşik) olduğundan
eyleşiklerin kapsamına girer ve o bakımdan içinde bulunduğu günü oruçlu
geçirmesi gerekir.
Yolculuk devam
ediyorsa, ikinci ve üçüncü günleri artık böyle değildir; o günler de oruca
niyet etse bile, gündüzleyin iftar etmesinde bir sakınca yoktur. Çünkü seferi
durumdadır ve o yüzden eyleşikler kapsamına girmemektedir. Meşayih de bu konuda
şöyle demişlerdir: "Her günün ilk cüz'ü (parçası), o günün orucunun vücubuna
sebeptir. Sefere çıkan kimse, fecirden önce oruca niyet eder ve sabahlarsa,
yani o günün ilk cüz'ünde eyleşik durumda bulunuyorsa o bakımdan eyleşikler
hükmü altına girer ve aynı hitaba muhatab olur.[247]
b) Şafîilere
göre: Oruca niyet etmiş bir halde sabaha dahil olursa, o gün içinde
hastalandığı takdirde iftar edebilir; ama sefere çıktığı takdirde iftar etmesi
caiz değildir. Ama bunun aksine yolculuk halinde olan kimse ile hasta kimse
oruca niyet ettikleri halde sabaha dahil olur, sonra da o gün içinde iftar
etmek isterlerse, bu caizdir. Ancak belirtilen durumda iken, henüz iftar etmeden,
yani oruçlarını bozmadan yolcu evine gelir, hasta da şifaya kavuşursa artık
iftar etmeleri, yani oruçlarını bozmaları haram oîur. Sahih olan kavi de budur.[248]
Böylece iki mezhep bu
meselede birleşmişlerdir.
c)
Hanbelilere göre: Ramazanda eyleşik durumda iken oruca niyet eder, sonra
gündüzleyin yolculuğa çıkmak isterse, bu hususta iki rivayet varsa da en sahih
olanına göre, iftar edebilir. Nitekim bu Arar b. Şurahbil, Şa'bi, İshak, Davud
ve İbn Münzir'in kavlidir de...
Diğer mezheplere göre
iftar etmesi caiz değildir. Bu, aynı za-mand,a Mekhûl, Zühri, Yahya el-Ensari,
imam Malik, îmam Ev-zai, İmam Şafii ve rey tarafdarlarının kavlidir.[249]
d)
Malikilere göre: İbn Kasım diyor ki: "îmam Malik'e sordum, dedim ki:
Şayet adam eyleşik olarak sabah vaktine girer ve ramazan ayında bulunur da
oruca niyet etmiş olur ve aynı gün sefere çıkarsa, iftar edebilir mi? Cevap
verdi: "İftar edebilir ve kendisine sadece o günü kaza etmesi gerekir.
Ancak iftar etmesini pek hoş görmüyorum."
Yine İbn Kasım diyor
ki: İmam Malik' sordum, adam seferi halde iken oruca niyet etmiş bir halde
sabah vaktine dahil olur, sonra aynı gün iftar eder, orucunu bozarsa kendisine
ne gerekir? Cevap verdi: "Hem kaza, hem de keffaret gerekir."
Bunun üzerine
kendisine dedim ki bu iki kimse arasındaki fark nedir? İmam Malik şu cevabı
verdi: "Eyleşik olan kimse oruç ehlidir, yolcu olarak çıkınca fıtr
ehlinden oluyor, yani orucunu bo-zabilenlerden sayılıyor. İşte bu durumda ondan keffaret sakıt olmuş
oluyor. Yolculuk halinde olup oruca niyet getiren ise, oruç tutmayı ihtiyar
ettiğine ve bu husustaki ruhsatı terkettiğine göre, oruç ehlinden oluyor. O
bakımdan iftar edecek olursa, oruç ehline gereken kaza ve keffaret ona da
gerekiyor."[250]
1122 nolu İbn Abbas
hadisinin birtakım şahitleri vardır. O bakımdan istidlale uygun görülmüştür.
Ancak bu konuda rivayet edilen hadisler farklı lafızlarla belirlenmiştir. Bu ve
diğer rivayetler, kişi ramazanda oruca niyet edip sabaha dahil olur ve sonra
aynı gün içinde sefere çıkmaya karar verirse, iftar etmesinin, yani orucunu
bozmasının caiz olduğuna delalet etmektedir.
îmam Şafii, "Bu
durumda olan kimsenin iftar etmesi caiz değildir; ancak Rasulüllah'm (s.a.v.)
Yevm-i Kedîd'de iftar ettiği sabit olduğu takdirde buna cevaz verilebilir"
demiştir. 1106 nolu İbn Abbas'm (r.a.) rivayet ettiği hadis ise, Rasulüllah'ın
(s.a.v.) Yevm-i Kedîd'de iftar ettiğini isbat etmektedir. Ancak bu rivayet sözü
edilen konu için hüccet olamaz. Zira Kedîd ile Medine arası sekiz konaktır.
Demek oluyor ki, Rasulüllah (s.a.v.) eyleşik olduğu halde iftar etmemiştir. Bu
da yolculuk halinde iken iftar edip seferde geceden niyet edilse bile oruç
tutmanın gerekli olmadığını göstermiştir. Ama eyleşik bir halde oruca niyet
ettikten sonra sefere çıkmaya karar veren kimsenin orucunu bozmasının caiz
olduğuna delalet eden Kadîd hadisi değil, 1122 nolu îbn Abbas hadisiyle 1119
nolu Cabir hadisidir. Fukaha da bu konuda bunlarla istidlal etmiş bulunuyor.
Hafız İbn Hacer
konumuzu oluşturan îbn Abbas hadisi üzerinde durarak diyor ki: "Huneyn
Gazası, Mekke'nin fethinden kırk gün sonra meydana gelmiştir. Mekke'nin fethi
ise ramazanın bitmesine on gün kala gerçekleşmiştir. Böylece Huneyn Gazasının
ramazanda cereyan ettiği söylenemez."[251]
Bu tesbite göre, îbn
Abbas hadisiyle istidlalin doğru olmayacağı ortaya çıkıyor. 1123 nolu Muhammed
b. Kab rivayetini ise Hafız îbn Hacer naklettikten sonra susup bir şey
dememiştir. Oysa isnadında Abd b. Cafer bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Şevkanı
bu bilgiyi verirken Zehebi bu zat üzerinde durmamıştır. Ö bakımdan rivayetin
istidlal ve ihticaca
elverişli olduğu söylenemez.
Ancak bu manada birkaç rivayet daha vardır ki, kısmen buna kuvvet
kazandırmaktadır.
1124 nolu Ubeyd
hadisinin ricali sıkattır, yani hepsi de güvenilir kişilerdir. Ebu Davud ile
el-Münziri bu hadis hakkında bir görüş beyan etmemişlerdir.
Bu babda Beyhaki'nin
Ebu İshak'dan, onun da Meysere Amr b. Şurehbil'den yaptığı rivayete göre, Amr
b. Şurehbil seferde oruçlu iken iftar ediyordu.
Böylece bu sahih
rivayet de seferi halde olup geceden oruca niyet getiren kimse yola çıkacağı
zaman orucunu bozabileceğine delalet etmektedir. Ancak bu durumda keffaret
gerekir mi, gerekmez mi? İmam Malik'in dışında kalan diğer müctehidler
keffaretin gerekmeyeceğini belirtmişlerdir. îmam Malik ise, seferde iken geceden
oruca niyet getirip sabaha dahil olan kimse kendini eyleşik halde olan oruç
ehli durumuna getirmiş sayılır ve o bakımdan zorlayıcı bir sebep olmadığı
halde bu orucunu bozarsa kendisine hem kaza, hem de keffaret gerekir demiştir.
Sahih hadisler bu görüşün hilafına sübut bulduğu için diğer müctehidlerin bu
konudaki içtihadı daha isabetlidir denilebilir. [252]
1- Ramazanda
oruca niyet edip sabah vaktine dahil olan ve sonra aynı gün sefere çıkmaya
karar veren kimsenin o orucunu bozması caizdir. Bu, İmam Malik ile İmam
Ahmed'in içtihadıdır.
2- O günkü
orucunu bozması caiz değildir. Bu İmam Ebu Ha-nife ile îmam Şafii'nin
içtihadıdır. Aynı zamanda İmam Ebu Ha-nife'ye göre, orucunu bozarsa, hem kaza,
hem de keffaret gerekir. Çünkü eyleşik olarak o güne başlamış ve oruca aynı
durumda iken niyet etmiştir.
Hanefîlerden bazı
fakihler, böylesine sadece kaza gerekir demişlerdir. Bunların görüş ve içtihadında
ümmet için kolaylık söz konusudur.
îmam Şafii'ye göre,
bozması caiz olmamakla beraber, şayet bozarsa günahkar olur, güne gün kaza
etmesi gerekir. Çünkü İmama göre, keffaret sadece cinsel temastan dolayı
gerekir. Sefere çıkanın böyle bir hali yok da sadece yeme ve içme söz konusu
ise, keffarete gerek yoktur. [253]
Sefer, yani yolculuk
halinde sıkıntı ve meşakkat vardır. Bu yalnız yolda değil, gidilen belde veya
kasaba da da söz konusudur. Zira hiç kimse evinde olduğu kadar başka yerde
rahat edemez. Gerçi bunun istisnaları olabilir, ama istisna genel kuralı
değiştirmez.
Böylece sâri', yola
çıkanlar için ibadet konusunda bir kolaylık getirmiştir. Mesela, dört rekatli
farzları iki rek'at kılmak, ramazan ise oruç tutmamak ve öğle ile ikindi, akşam
ile yatsı namazları arasında cem'u takdim ve cem'u te'hîr yapmak bu
cümledendir. Aynı zamanda mestlerin müddetini üç gün uzatmak da söz konusudur.
Ancak yolculuk halinde
olup gittiği belde, kasaba veya köyde ne kadar süre kalırsa seferi hali devam
eder? Bu hususta müctehid imamların farklı tesbit ve ictihadları olmuştur. Yeri
gelince açıklanacaktır. Nitekim seferi namaz bahsinde buna kısmen yer vermiş
bulunuyoruz. [254]
îbnAbbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi vermiştir:
'Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz ramazanda (Mekke'nin) fetih gazasına oruçlu olarak çıkmış
bulunuyordu. Taki el-Kedîd mevkiine geldi ki burası Kudeyd ile Usfan arasında
bir yerdir. Artık ramazan bitinceye kadar hep iftar etti, oruç tutmadı.[255]
Az yukarıda da İbn
Hacer'in tesbitini naklederek, Mekke'nin fethi, ramazanın yirmisinde
gerçekleşmiştir. el-Kadîd'in ise Medine'ye uzaklığı sekiz konaktır. Böylece
Resulüllah'm (s.a.v.) Medine'den çıkıp buraya gelinceye kadar yolda yedi,
sekiz gün oruç tuttuğu ve daha önce naklettiğimiz hadislerde belirtildiği gibi,
düşmana yaklaşılınca iftar ettiği, yani oniki, onüç gün kadar oruç tutmadığı
anlaşılıyor.
Bundan çıkaracağımız
bir diğer sonuç şudur: Resulüllah {s.a.v.) Efendimiz fetihten sonra Mekke'de
kaldığı günlerde oruç tutmamıştır. Çünkü orada ikamete niyet getirmemiş
bulunuyordu. [256]
a)
Hanefilere göre: Seferi olan kimse gittiği belde veya kasabada 15 gün devamlı
kalmaya niyet etmediği takdirde seferi olmaktan çıkmaz, yani dört rek'atli
namazları iki rek'at olarak kılar ve ramazan ise oruç tutmayıp iftar edebilir.
Aynı zamanda mestlerin mesh süresini üç gün uzatabilir.
Ancak bu mezhebe göre,
gidilen yerde seferi olmaktan çıkabilmek için şu dört şartın gerçekleşmesi söz
konusudur:
1- Bilfiil
yol almayı terketmesi,
2- İkamet
etmek istediği yer, eyleşmeye elverişli bulunması,
3- İkamete
niyet ettiği yerin birden fazla olmaması,
4- Yolcunun
kendi görüş ve reyinde müstakil olması..
O bakımdan yol
kat'etmekten bilfiil ayrılmamışsa, ikamete niyet etse bile yine de seferi
sayılır. İkamete elverişli olmayan çöl ve benzeri yerlerde seferi olmaktan
çıkıp eyleşik duruma geçmeye niyet etse bile, seferi hali devam eder. Birden
fazla yerde eyleşmeye niyet etse, yine de seferi olmaktan çıkmaz. Mesela,
Mekke'ye giden kimse orada 15 gün ikamete niyet etse bile, hac mevsimi ise,
ister istemez Mina'ya gitmek ve orada iki, üç gun kalmak zorundadır. Bu
durumda Mekke'de yine yolculuk hali devam eder. Birinin hizmetinde bulunuyor
veya asker olarak görevini yapıyorsa, gittiği yerde ikamete niyet getiremez,
getirse bile bir anlam taşımaz. Çünkü kendi reyinde müstakil değildir; efendisinin
veya kumandanının direktifine ve talimatına bağlıdır.[257]
b) Şafiilere
göre: Yolculuk halinde olan kimse gittiği yerde, giriş ve çıkış günleri hariç
dört tam gün ikamete gittiği yerde, giriş ve çıkış günlerihariç dört tam gün
ikamete (eyleşik olmaya) niyet getirdiği takdirde seferi olmaktan çıkar ve
böylece dört rekatlifarz namazları ikişer rek’at olarak kılar, Ramazan iseoruç
tutmaya başlar. Bunun gibi gittiği yerde iş ve ihtiyacının dört günde
bitmeyeceğini bilir, fakat dört günden fazla ne kadar kalacağını kestiremezse,
yine de seferi olmaktan çıkar, eyleşik duruma geçer. Ama dört gün
kalıpkalamıyacağını kesin şekilde kestiremiyorsa, bu durumda bugün, yarın
ayrılırım düşüncesiyle kalıyorsa, o takdirde on sekiz gün seferi sayılır ve
ibadetini ona göre yerine getirir.[258]
c)
Hanbelilere göre: Yolculuk halinde olan kimse vardığı yerde mutlaka ikamete
niyet getirir, bir süre belirlemez olursa veya o yerde yirmi vakitten fazla
namaz kılacağına niyet ederse, o takdirde seferi olmaktan çıkar. Bunun gibi
giriş ve çıkış günleri dahil işinin ancak dört günde biteceğini sanan kimse de
seferi olmaktan çıkar. Ama ne zaman işinin ve hacetinin biteceğini
kestiremiyorsa, o takdirde seferi olma durumu devam eder.[259]
d)
Malikilere göre: Seferi olan kimse, gittiği yerde dört gün kalmaya niyet ettiği
takdirde şu iki şartla seferi olmaktan çıkar:
1- Giriş ve
çıkış günleri hariç dört tam gün kalmaya niyet etmiş olması
2- İkamet
süresinde yirmi vakit namaz kılma imkanı bulması, yani bu süreyi dolduruncaya
kadar kalmış olması.[260]
1- Seferi
olan kimse, Ramazan ayında bulunuyorsa, gittiği yerde ikamete niyet ederse,
seferi olmaktan çıkar ve hem orucunu tutar, hem de dört rek’atli farz namazları
tam olarak kılar. Bunun gibi mestlerinin mesh süresini birgün bir geceye
düşürür.
2- İkamete birden
fazla yer için niyet ederse, ilk bulunduğu yerde ikamet süresini dolduruyor ve
bunu önceden biliyorsa, o yerde seferi olmaktan çıkar. Ama ikamet süresi
dolmadan diğer yere giderse, isterse tekrar ilk yere dönmüş olsun seferi
olmaktan çıkmaz. Mesela, hac ibadeti için Mekke’ye giden kimse, orada ikamet
süresini doldurmak üzere niyet eder, ama bu arada Mina'ya giderse, seferi
olmaktan çıkmaz ve ikamet için yaptığı niyet hükümsüz kalır.
3- Şafîilere
göre, giriş, çıkış günleri hariç en az dört tam gün ikamete niyet ederse,
seferi olmaktan çıkar.
4-
Hanefilere göre, onbeş gün ikamete niyet ederse, seferi olmaktan çıkar.
5-
Hanbelilere göre, en az yirmi vakit namazını kılacak kadar kalmaya niyet
ederse seferi olmaktan çıkar.
6-
Malikilere göre de, giriş ve çıkış günleri hariç dört tam gün kalmaya niyet
ederse seferi olmaktan çıkar.
7- İkamete
niyet ettiği gün, sabah vakti değilse, yani fecir doğmuşsa, zeval vaktine kadar
oruca niyet getirme imkanı söz konusudur. Artık o gün oruç tutması vacip olur. [261]
İslam, kişinin
taşıyabileceğine göre teklifte bulunur; yapabileceği ölçüde onu ibadetle
mükellef tutar. Güç getiremiyeceği veya sağlığını kaybetmesine sebep olacağı,
çocuğuna bakamıyacak duruma gelmesini hızlandıracağı amellerde ya hafiflik
getirir, yada bu teklifi bir süre kaldırır.
O bakımdan oruç
tutamıyacak kadar yaşlanan erkek ve kadının bu ibadeti terketmesine ruhsat
verilmiş; oruç tutamıyacak kadar hasta olandan bu ibadeti kazaya bırakmasına
cevaz vermiştir. Bunun gibi, gebe olan kadma,karnında taşıdığı çocuğun
sağlıklı gelişmesi için orucu kazaya bırakmasını, süt emziren kadına da aynı
kolaylığı sağlayarak orucu geciktirmesini tavsiye edip ruhsat vermiştir.
Bunun için ilâhî ruhsata
uymakta büyük yarar vardır. Kişi bu ruhsatı aşarak kendini ibadet konusunda
zorlarsa, hatalı bir yol seçtiğinden hazan günahkar da olabilir. [262]
Enes b. Malik el-Kâbî
(r.a.) den yapılan rivayete göre, Re-sulüllah (s.a.ü.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur: "Şüphesiz ki Azîz ve Celıl olan Allah misafir (yolculuk)
halinde olan kimse) den orucu ve namazın yarısını kaldırmıştır. Gebeden ve süt
emzirenden ise orucu kaldırmıştır." [263]
Seleme b. Ekva' (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
" Fazla
yaşlılıktan veya iyileşmesi umulmayan bir hastalıktan doîayı) oruç tutmaya güç
getiremiyenlere bir yoksulu (sabah-akşanı) doyuracak fidye gerekir.."
mealindeki (Bakara Suresi 184.) ayet inince, ramazanda isteyen, (hasta ve yaşlı
olsun, olmasın) herkes fidye verip iftar edebiliyordu. Bunu izleyen ayet
inince bu hüküm kaldırıldı." [264]
Abdurrahman b. Ebî
Leyla'dan, onun da Muazb. Cebel (r.a.) den, Seleme hadisinin bir benzeri
rivayet edilmiştir. Bundan sonra Cenab-ı Hak: "Artık sizden kim bu aya
hazır olursa oruç tutsun.. " ayetini indirdi. Böylece Cenab-ı Hak ramazan
orucunu eyleşik olup sıhhati yerinde olan hakkında «abit kıldı. Hasta ve yolcu
için bu hususta ruhsat verdi. Ayrıca yaşlı olup oruç tutmaya gücü yetmiyen
kimse hakkında da miskinleri yedirmeyi sabit kıldı."[265]
Atâ'dan yapılan
rivayete göre, îbn Abbas'ın (r.a.) şu ayeti (Bakara:184) okuduğunu arkasından
şöyle dediğini duymuştur : "Bu ayetin hükmü kaldırılmamıştır. Bundan
maksat, yaşlı erkek ve yaşlı kadındır ki bunlar oruç tutmaya güçleri yetmemekte,
o yüzden her günün orucuna karşılık bir miskine bir fidye verip
yedirmektedirler."[266]
İkrime'den yapılan
rivayete göre, îbn Abbas'ın (r.a.) şöyle dediği tesbit edilmiştir: "Fidye,
gebe kadın ile, süt emziren kadın hakkında da sabit olmuştur." [267]
a)
Hanelilere Göre: Fazla hasta olup güç getiremiyen veya hastalığının
artacağından endişe eden kimse, oruç tutmayıp iftar eder. İleride sağlığına
kavuşursa, güne gün kaza eder. Müzmin bir hasatalık olup geçmesi söz konusu
değilse, o takdirde, hastanın malî durumu müsaitse her gün için sabahlı-akşamh
bir miskim doyuracak kadar fidye verir. Malî imkanı yoksa istiğfarla yetinir.
Bunun gibi, vücudundaki yaranın geç kapanacağından veya hastalığının devam
edeceğinden korkan kimse de iftar eder ve sonra sağlığına kavuşursa, güne gün
kaza eder.
Hamile kadın ile süt
emziren kadının oruç tuttukları takdirde hastalanmaktan, aklî dengelerinin
bozulmasından veya çocuğun aynı duruma düşmesinden korkarlarsa, iftar edip oruç
tutmamaları caiz olur. Süt emzirdiği ister kendi çocuğu olsun, isterse ona süt
anneliği yapsın fark etmez.
Bu husustaki korku ve
endişenin iki dayanağı söz konusudur. Biri, gaîebe-i zan, diğeri tecrübe veya
uzman tabibin haber vermesi.. Ancak bu tabibin de müslüman, uzman ve âdil
olması gerekir. [268]
b) Şafîiler de, hasta konusunda Hanefîlerle aynı
görüş ve ictihaddadırlar.
Hasta olmadığı halde,
oruç tuttuğu takdirde hastalanmaktan korkan kimsenin bu vaziyette iftar etmesi
caiz değildir. Ancak oruca başlayıp hastalık alameti kendini hissettirince, o
takdirde iftar edebilir. Diğer üç mezhebe göre, oruç tutmadan, tuttuğu takdirde
şiddetli hastalığa yakalanacağını zanneden kimsenin iftar etmesi caizdir. [269]
c)
Hanbelilere göre: Hamile ile süt emziren kadınlar, oruç tuttukları takdirde
kendi sağlıklarının tehlikeye girmesinden veya hem kendilerinin, hem de
çocuklarının helal: olmasından veya bir sakatlık, kötü bir hastalığın ortaya
çıkmasından veya sadece çocuğun başına bir kötülük, hastalık ve sakatlık
geleceğinden endişe ederlerse, oruç tutmayıp iftar ederler ve sonra normale
dönünce güne gün kaza ederler.
Ancak sadece çocuğun
,helak olmasından endişe ederler de o yüzden oruç tutmayıp iftar ederlerse,
kendilerine hem kaza, hem de fidye gerekir. Bu durumda süt emziren kadın ister
emzirdiği çocuk öz evladı olsun, ister bu iş için ücretle tutulmuş olsun fark
etmez. [270]
d) Malikilere göre:
Gebe kadınla süt emziren kadın, ramazanda oruç tuttukları takdirde
hastalanacaklarını veya sıkıntılı durumlarının'artacağını veya hem kendileri,
hem de çocuktan dolayı veya yalnız çocuktan dolayı bir hastalık, sakatlık
endişesi taşıdıkları takdirde oruç tutmayıp iftar edebilirler, ileride normal
duruma gelince güne gün kaza etmeleri gerekir. Gebe kadına fidye gerekmez, ama
süt emzirene gerekir. Ancak oruçtan dolayı kendilerinin helak olacağından veya
çocuğun helak olacağından korkarlar da ağır bir zarara uğrayacakları söz
konusu olunca iftar etmeleri caizdir ve fidye vermeleri gerekmez.
Yaşlı kişilere
gelince, oruç tutmaya güçleri yetmediği takdirde, iftar ederler ve fidye
vermeleri müstehab olur. Artık onlara tutmadıkları günler sayısınca kaza
etmeleri gei'ekmez. Hanbelilere göre, bunların fidye vermeleri vaciptir. Bu
durumda ileride oruç tutacak kadar kendilerinde bir güç dahi bulsalar artık
kaza etmezler. Ama fidye vermedikleri takdirde, böyle bir güce erişince kaza
etmeleri gerekir. [271][272]
1135 nolu Enes
hadisini Tirmizi hasenlemiştir. Aynı zamanda, İbn Malik'in Resulüllah (s.a.v.)
Efendimizden rivayet ettiği tek hadis de budur.
Ebu Hatim bu hadisin
muhtelefu fıh olduğunu belirtmiştir. el-Münzirî ise, Enes b. Malik adında beş
kişi biliyorum ki, yukarıdaki hadisi rivayet eden onlardan biridir, diyor.
O bakımdan müctehid
imamların önemli bir kısmı bu hadisle istidlal etmemiştir. Zira bu konudaki
diğer sahih hadislerden farklı bir hüküm taşımaktadır ki, o da yolculuk
yapandan oı*uç ibadetinin kaldırılmasıdır.
1136 nolu Seleme
hadisini de müctehidlerin çoğu dayanak olarak seçmemiş ve istidlale salih
görmemişlerdir.
1137 nolu Muaz
hadisinin isnadında hayli ihtilaf söz konusudur. Seleme hadisinde sözü edilen
"bundan sonra indirilen ayetle bu hüküm kaldırılmıştır" denilirken,
o nâsih olan ayet Muaz hadisinde açıklanmıştır. Seleme hadisinin bir benzerini
Buhari İbn Ömer (r.a.) dan muallak ve mevsûl olarak rivayet etmiştir. Ebu Nuaym, el-Müstahrac'de
ve Beyhakî kendi eserinde tahrîc etmişlerdir. Şöyle ki: "Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz Medine'ye geldiğinde, ramazan orucu henüz farz
kılınmamıştı. Müslümanlar her ay üç gün oruç tutuyorlardı. Bu hal ramazan orucu
farz kılmmcaya kadar devam etti. Ramazan orucu farz kılınınca müslümanlar onu
gözlerinde çok gördüler ve bu kendilerine sıkıntı ve meşakkat getirdi. O
bakımdan kim her gün bir miskini, yedirebiliyorduysa orucu terkediyordu ki,
bunlar oruç tutmaya gücü olan kimselerdi. Sonra Allah'ın şu emri o hükümü
kaldırdı: "Oruç tutarsanız sizin için hayırlı olur."
Böylece müslümanlar
oruç tutmakla emrohmdular.
Bu hadisi aynı zamanda
Ebu Davud, Şu'be ve el-Mes'ûdî tarikiyle A'meş'den daha uzun şekilde tahric
etmiştir.
Bunun da isnadında
hayli ihtilaf edilmiştir. Öyle ki, iftar ve ifâmın ruhsat olduğu takarrür
edince, sonra bu ruhsat kaldırılmış oluyor ki bu durumda orucun kesinlikle farz
olması gerekiyor. Oysa "Oruç tutarsanız sizin için hayırlı olur"
ayetinden bu farziyet hükmü çıkmıyor. Zira hayırlı olur sözü vücuba delalet
etmemektedir.
O halde en uygun
olanı, Seleme hadisinde kapalı, Cabir hadisinde açık olarak belirtilen
"Sizden kim ramazan ayma hazır olursa oruç tutsun" ayetiyle bu hükmün
kaldırıldığıdır. Nitekim İbn Ömer de bu ayetin o hükmü kaldıran nâsih ayet
olduğunu belirtmiştir.
Böylece cumhura göre:
Miskinleri yedirme anlamındaki fidyenin, oruç tutmaya gücü yetmiyenler hakkında
baki kaldığı ortaya çıkıyor.
Seleften imam Malik,
Ebu Sevr ve Davud dahil olmak üzere bir cemaat, it'âm hükmünün mensûh olduğuna
kaildirler. Yaşlı kimse oruç tutmaya gücü yetmediği takdirde her gün için bir
miskini yedirmekle yükümlü değildir.
Katade ise, "oruç
tutmaya gücü yeten yaşlı kişi için ruhsat verilmişti. Sonra onun hakkındaki bu
ruhsat hükmü kaldırıldı, sadece gücü yetmiyen yaşlılar hakkında baki
kaldı" demiştir.
îbn Abbas fr.a.) de bu
ayetin muhkem olduğunu, sadece yaşlı erkek ve yaşlı kadına has bir hüküm
taşıdığını belirtmiştir ki, nitekim 1138 nolu Ata' hadisinde bu husus
açıklanmıştır.
Zeyd b. Eşlem ile İmam
Malik de bu ayetin muhkem olduğunu, oruç tutamıyan ve iyileştikten sonra ikinci
ramazan girinceye kadar kaza etmiyen; ikinci ramazandan sonra kaza edip her
gün için bir fidye veren hasta hakkında inmiştir. O bakımdan hastalığı ikinci
ramazan girinceye kadar devam ederse, artık kendisine fidye gerekmez.[273]
Hasan el-Basrî ve
diğer bazı ilim adamları, "Ve ala'llezîne yutîkunehu" cümlesindeki
zamirin ifâma râci1 olduğunu, oruca râci' olmadığını; sonra da bu hükmün
kaldırıldığını söylemişlerdir.
Bu bapta Darekutnî ile
Hakim'in sahihlediği bir diğer Ibn Abbas hadisinde şöyle denilmektedir:
"Yaşlı adama iftar edip her gün için bir miskini doyurması hakkında ruhsat
verilmiş ve bundan dolayı üzerine oruç kazasının gerekmediği
belirtilmiştir."
Her günün orucuna
karşılık bir fidye verilmesi söz konusu olduğuna göre, fidyenin ölçü ve nisbeti
nedir? Sorusu ortaya çıkıyor.
a) Bazı ilim
adamlarına göre, hangi kut (geçim için gıda maddesi) olursa olsun, her gün için
bir fidye olarak yarım sâT (yaklaşık 1667 gı\) olarak belirlenir.
b) Bazısına
göre, buğdaydan yarım sâ', başka tahıldan bir sâ' ı belirlenir. Ebu Hanife'nin
de içtihadı bu doğrultudadır.
c) Buğdaydan
bir sâ', diğerlerinden yarım sâ' olarak belirlenir. İmam Şafiî de aynı
görüştedir. [274]
1- Oruç
tutamıyacak, yani ona gücü yetmiyecek kadar yaşlı olan kişilerin iftar etmesi
caizdir. Malî kudreti varsa, her günün orucuna karşılık fidye olarak bir
miskini doyurur. Kudreti yoksa, istiğfarla yetinir.
2- Hastalık geçici ise, fidye vermeğe gerek
yoktur. Tutamadığı oruçları, iyileşince, yani sağlığına kavuşup oruç tutacak
duruma gelince güne gün kaza eder.
3- Hamile kadın ile süt emziren kadın, oruç
tuttuları takdirde kendi canlarından veya çocuklarının canlarından veya hem
kendi, hem de çocuklarının canlarından endişe ederlerse, yani ağır hastalık,
felç, zafiyet, ölüm ve benzeri arazdan korkarlarsa, o takdirde oruç tutmayıp
iftar ederler ve ramazandan sonra normal duruma kavuşunca güne gün kaza
ederler. Ancak imam Ahmed'e göre, bu kadınlar sadece çocuk hakkında endişeden
dolayı oruç tutmuyorsa, kendilerine hem kaza, hem de fidye gerekir.
4- İmam
Malik'e göre, süt emziren kadın ölüm ve felç gibi bir endişeyle değil daha
hafif bir durumun ortaya çıkmasından dolayı endişe eder de oruç tutmazsa, ona
kaza ile birlikte fidye de gerekir.
5-
Malikilere göre, oruç tutamayan yaşlı kişilerin fidye vermeleri müstehabdır.
6-
Hanbelilere göre, bunların fidye vermesi vaciptir.
7- Gebe ve emzikli kadınların oruçtan dolayı
duydukları endişenin sıhhati iki şeyden biriyle sabit olur: Biri, zann-i galib
ve tecrübe; diğeri, uzman müslüman tabibin beyanı... [275]
Oruç tutmakla mükellef
olan her müslüman, bir arızadan dolayı ramazan orucunu tutamazsa, ramazandan
sonra o arıza kalkınca tutamadığı günleri birbiri ardınca kaza edebileceği
gibi, müteferrik (dağınık) olarak da kaza edebilir. Kaza bir borç anlamı
taşıdığına göre, fazla geciktirilmesi uygun olmaz. Çünkü her canlı gibi insan
da hayata pamuk ipliğiyle bağlı bulunuyor; bu ipin ne zaman, nerede kopacağını
bilemez. O halde insanların hayrına ve yararına farz
kılınan orucu ilk
fırsatta kaza etmenin sayılamayacak kadar faydaları
vardır.
Ancak bu konuda az
farklı tesbitler ve ictihadlar söz konusudur.
[276]
İbn Ömer (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Ramazan orucunun kazasını (oruç tutmayan kişi) isterse dağınık halde,
isterse birbiri ardınca yerine getirir." [277]
Buhari'nin îbn Abbas
(r.a.) dan yaptığı rivayete göre, adı geçenin şöyle dediği tesbit edilmiştir:
"Üzerinde oruç kazası bulunan kimsenin onu dağınık halde kaza etmesinde
bir sakınca yoktur. Çünkü Cenab-ı Hak: "Artık sizden kim bu aya hazır
olursa oruç tutsun. Kim de hasta olur veya yolculuk halinde bulunursa,
tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde (kaza etsin)" buyurmaktadır. [278]
Uz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Önce (Bakara
Suresi 185. ayette) 'Tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde birbiri ardınca
(tutup kaza etsin)" buyurulmuştu. Sonra "birbiri ardınca" hükmü
kaldırıldı." [279]
Yine Uz. Aişe (r.a.)
dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Ramazanda
üzerimde (borç) olarak oruç kalırdı. (Rasulüllah'm (s.a.v.) onun yanındaki
yeri, durumu ve onun da Rasulüllah (s.a.v.) efendimizle meşgul obuası sebebiyle)
o oruçları ancak şaban ayında kaza ederdim." [280]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan zayıf bir rivayete göre, bir adamın ramazanda hastalanması sebebiyle
iftar etmesi ve sonra sağlığına kavuşunca o oruçları kaza etmemesi ve ikinci
ramazanın girmesi üzerine Peygamber (s.a.v.) efendimiz ona şöyle buyurdu:
"İdrak ettiği
ramazanın orucunu tutar, sonra geçen yılın kazaya kalan ramazan orucunu tutup
kaza eder ve her güne karşılık bir miskini yedirir." [281]
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim, üzerinde ramazan ayı orucu bulunduğu halde Ölürse, onun her gününün
orucuna karşılık bir miskin doyurulsun." [282]
Îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Adam ramazanda
hasta olur da sonra oruç tutmadan ölürse, onun tutmadığı günlere göre miskinler
doyurulur, üzerinde kaza olmaz. Ancak adarsa, o takdirde onun velisi onun
yerine kaza eder." [283]
a)
Hanefilere göre: Hasta ve yolcu tutmayıp kaçırdığı günler sayısınca, -hasta
sağlığına kavuşunca, yolcu da evine dönüp eyleşik duruma geçince- kaza etmeleri
vacip olur. Ancak hasta iyileşip oruç tutacak güce kavuşunca, üzerindeki
oruçları kaza edecek kadar yaşarsa ve yolcu da eyleşik duruma geçtikten
sonra üzerindeki
oruçları kaza edecek kadar yaşarsa, o oruçların kazası vacip olur. Aksi halde
yaşadıkları süre içinde kaza edebildikleri günlex*i kaza etmeleri gerekir. Ama
o günlerde kaza etmeden ölürlerse, onların velisi olan kişi vasiyetleri gereği
o günlere karşılık fidye verir ki, her fidye bir fitre miktarıdır. Ölen kişi,
erişip de kaza yapmadığı günler sayısınca fidye verilmesini vasiyet ederse,
varisleri onun bu vasiyetini bıraktığı mal ve servetin üçte birinden çıkartıp
karşılarlar. Vasiyet etmediği takdirde, ne vasisine, ne de varisine bunu ödemek
gerekir. İmam Şafii bu görüşün hilafını izhar etmiştir.
Ancak ölenin velisi
veya varisi kendilerine isabet eden mirastan murislerinin tutma imkanı olduğu
halde ihmal edip kaza orucunu tutmadığı günler için fidye teberru edebilirler.
Bunda bir sakınca yoktur.
İmam Ebu Hanife'ye
göre, buna kıyasla farz ve vacip namazlar için de fidye teberru edilebilir.
Vasiyeti varsa, malının üçte birinden karşılanır. îmameyne göre vitir namazı
için fidye verilmez, çünkü bu namaz da bir bakıma sünnet namazlar gibidir.
Sahih olan da budur.
Bu durumda olup ölen
kimsenin velisi onun yerine, üzerinde kalan oruçları ve namazları kaza edemez.
İmam Şafii bunun hilafına bir görüş ortaya koymuştur.
Kazaya kalan ramazan
orucunu, kişi isterse dağınık halde, isterse üstüste tutup kaza edebilir. Ancak
üstüste tutması ef-daldır.
Kazaya kalan ramazan
orucunu, ikinci ramazan girinceye kadar kaza etmezse, bu durumda önce yeni
başlayan ramazan orucunu eda eder, o bitince üzerinde kazaya kalan bir önceki
ramazan orucunu kaza eder. Bu durumda da fidye vermesi gerekmez. İmam Şafii'ye
göre, özürsüz geciktirmişse, kendisine ayrıca fîdye de gerekir. [284]
Tuhfe sahibi diyor ki:
"Şer'î oruç
ondört çeşittir. Bunun sekiz çeşidi Allah'ın kitabında anılmıştır ki onlardan
dördü birbiri ardınca tutulur: Ramazan orucu, keffaret-i zihar orucu,
keffaret-i kati orucu ve keffa-ret-i ifsad-i savm. Diğer dört oruç ise,
sahibinin kendi arzusuna bırakılmıştır, isterse onları birbiri ardınca tutar,
isterse dağınık halde tutar. Bunlar ramazan orucunun kazası, mut'a orucu, avlanma
cezası orucu, yemin keffaret orucudur.
Altı tanesi ise
Sünnet'te anılmıştır: Ramazanda orucu kas-den bilerek bozmaktan dolayı gereken
keffaret orucu, adak orucu, tetavvu' oruç, yemin sebebiyle vacip olan oruç,
itikaf orucu, bozulan nafile orucun kazası.
imam Şafii bu konuda
üç yerde Hanefîlerle muhalif bir görüş ve ictihad ortaya koymuştur. Onlar da
şunlardır: Keffaret orucunu üstüste tutmak vacip değildir, dağınık halde de
tutulabilir. İtikaf orucu vacip değildir. Bozulan nafile orucu kaza etmek de
vacip değildir. [285]
b) Şafülere
göre: Ramazan orucundan tutamadığı günleri ramazandan sonra tutma imkanı
bulmadan ölen kimseye fidye ve kaza gerekmez. Aynı zamanda günahkar da
sayılmaz. Çünkü o günlerin orucunu kaza edecek kadar yaşama imkanı bulamadan
ölmüştür. Kaza etme imkanı bulduğu halde kaza etmeden ölürse, Kavl-i Cedid'e
göre, velisi onun yerine tutmaz da onun terikesin-den her gün orucuna bedel bir
müdd yiyecek verir. (Müdd: Bir fitre miktarıdır.) [286]
Adak ve keffaret oruçları böyledir; yani ölenin velisi onun yerine bu oruçları
tutmaz, geriye bıraktığı maldan fidye çıkartıp dağıtır. Ama yabancı bir kimse,
ölenin velisinin izniyle onun kazaya kalmış oruçlarını tutarsa, sahih olur.
İzinsiz tutması sahih değildir.
Adam ölür de üzerinde
namaz ve itikaf borcu, kazası bulunursa, onun yerine velisi veya varisi
bunları yapamaz. Aynı zamanda bunlardan dolayı fidye vermek de gerekmez. [287]
Böylece Hanefîlerle
Şafiiler arasında sözü edilen konu hakkında farklı görüş ve ictihad ortaya çıkmıştır
Ramazan orucunun
kazasını, ikinci ramazan girinceye kadar geciktiren kimseye, hem onu ikinci
ramazandan sonra kaza etmesi, hem de her gün için bir fidye vermesi gerekir.
Böylece yıllar tekerrür ettikçe fidye de tekerrür eder. Sahih olan da budur.
İmkan bulduğu halde
ramazan orucunu kaza etmez ve bu halde ölürse, terikesinden her güne karşılık
iki fidye çıkartılıp verilir. Biri tutmayıp kaçırdığı için, diğeri de
geciktirdiği için... Tabii fidye fakir ve miskinlere verilir. Fidyenin cinsi,
fitrenin cinsin-dendir. Birkaç fidyeyi bir şahsa vermekte bir sakınca yoktur. [288]
c) Hanbelilere göre: Üzerinde ramazan orucu
bulunan kimse Ölecek olursa, şu iki durumdan biri söz konusudur: a) Kazaya kalan orucu tutma imkanı
bulmadan ölmüş olması, b) Kaza etme imkanı olduğu halde kaza etmeden ölmesi...
Birinci şık, ya kaza edecek kadar zaman bulmadan veya arız olan hastalık, yolculuk
gibi bir durum ortaya çıkmasından dolayı olabilir ve üçüncü bir ihtimal söz
konusu değildir. Bu durumda ilim adamlarının çoğuna göre kendisine bir şey
gerekmez. İkinci şık, ortada açık bir ihmaldan kaynaklanmış demektir. O
bakımdan tutmadığı her gün orucuna karşılık, bıraktığı terikeden fakir veya
miskine doyuracak kadar fidye vermek gerekir. îlim adamlarının çoğunun da görüş
ve içtihadı bu doğrultudadır,
Hanbeliler bu konuda
Ibn Mace'nin îbn Ömer'den rivayet ettiği ve Tirmizi'nin sahihlediği hadisle
istidlal etmişlerdir: "Üzerinde oruç (borcu) bulunduğu halde ölen kimseden
yana her güne karşılık bir miskin yedirilsin."[289]
Üzerinde ramazan
orucunun kazası bulunduğu halde onu kaza etmeyip ikinci ramazan girmiş olur ve
sonra da ölürse, yine terikesinden her gün için bir miskin doyurularak fidyesi
ödenir. Ölenin velisi ve varisi onun yerine oruç tutmaz.
Birinci ramazan
orucundan kazaya kalanı tutmadan ikinci ramazan girer ve bunu bir Özür
olmaksızın geciktirirse, hem kazası gerekir, hem de her gün için bir miskini
doyurması vacip olur. Bir özürden dolayı geciktirirse, sadece kazası gerekir. [290]
Kazaya kalan ramazan
orucunu birbiri ardınca tutmak gerekli değildir; dağınık şekilde de kaza
edilebilir. Nitekim ashab ve tabiinden birçoğunun da görüş ve içtihadı bu
merkezdedir. îmam Malik, îmam Ebu Hanife, imam Sevri, îmam Evzai ve îmam
Şafii'nin de içtihadı böyledir. [291]
Hanbeliler bu meselede
1145 nolu îbn Ömer hadisiyle istidlal etmişlerdir.
d)
Malikilere göre: Ramazanda bir özürden dolayı oruç tutmayıp iftar eden
kimsenin özrü ortadan kalkar, mesela hasta ise iyileşir, yolcu ise evine dönmüş
olur, bununla beraber bir aylık bir süre yaşadığı halde kazaya kalan bir aylık
orucu tutmadan ölürse, bunun fidyesinin verilmesini vasiyet etmişse,
terikesinin üçte birinden çıkartılıp verilir. Vasiyet etmeden ölürse,
varisleri bu konuda muhayyerdirler, isterlerse kendilerine düşen hisseden onun
tutmadığı her güne karşılık bir fidye verirler, isterlerse bir şey vermezler ve
bu hususta icbar da edilemezler. Aynı zamanda murisleri yerine tutmadığı
oruçlarım da kaza etmezler..
Kazaya kalan ramazan
orucunu üstüste, birbiri ardınca tutmak vacip değildir. Ancak üstüste tutması
müstehab sayılabilir. [292]
Böylece Malikiler de
îbn Ömer ve Hz. Aişe hadisleriyle istidlal etmişlerdir. [293]
1145 nolu îbn Ömer hadisinin isnadında teferrüd
eden Süfyan b. Beşer bulunuyor. Darekutni ise, bu hadisi Ata'nm Ubeyd b.
Umeyr'den murselen rivayet ettiğini kaydetmiştir. Bu bakımdan isnadında bir
zaaf olduğu söylenirse de îbn Cevzi bunu sahihlemiş ve şöyle demiştir:
"Biz, Süfyan b. Beşer'i ta'n eden, ona zayıf diyen bir kimse
bilmiyoruz."
Bu anlamda bir diğer
hadisi Darekutni Abdullah b. Ömer'den rivayet etmiştir ki, isnadında Vakıdi ve
îbn Lehi'a bulunuyor. Bu iki zatın zayıf olduğu ilim çevresince bilinmektedir.
Ayrıca bu babda Ebu
Ubeyde, Muaz b. Cebel, Enes, Ebu Hüreyre ve Rafı' b. Hadic'den (Allah hepsinden
razı olsun) rivayet edilen hadisler bulunuyor. Tarikleri üzerinde birtakım
sözler söylense ve görüşler de belirtilse, biri diğerini kuvvetlendirmektedir.
O bakımdan istidlal ve ihticaca salih olduğu söylenebilir.
1146 nolu îbn Abbas
yorumu, îbn Ömer hadisini kuvvetlendirmektedir. Kaldı ki, bu konularda İbn
Abbas dört Abdullah'tan biridir.
Buna karşılık Hz.
Aişe'nin (r.a.) tetabbûun (kaza orucunu birbiri ardınca tutma) vacip olduğunu
söylediği rivayetler arasında bulunuyor. Nitekim îbn Münzir'in bu anlamda Hz.
Ali'den ve Hz. Aişe'den (r.a.) yaptığı rivayet bulunuyor. îbn Hacer ise, bu
manaya daha çok Zahiriler meyletmişlerdir diyor. [294]
Kazaya kalan ramazan
orucunun birbiri ardınca tutulmasının vücubuna kail olanların ihticac ettiği
rivayetlerden biri de, Darekutni'nin Ebu Hüreyre (r.a.) den tahric ettiği şu
hadistir:
"Kimin üzerinde
ramazandan kalma kaza orucu varsa, onu ardarda tutsun, arada kesinti
yapmasın."
Ancak Bey haki bu
hadisin sahih olmadığını, isnadında Ab-durrahman b. İbrahim el-Kadı bulunduğunu
ve bu zatın muhtelef fîh olduğunu belirtmiştir. [295]
Şevkani bu zatın
ismini belirtirken sonunda "el-Kadı" derken, Zehebi bunun el-Kas
olduğunu belirtmiştir. Böylece Zehebi de bu zatın zayıf ve münker olduğunu
yansıtarak birtakım nakillerde bulunmuştur. [296]
1148 nolu Hz. Aişe
hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir.
1149nolu Ebu Hüreyre
hadisini Darekutni tahric etmiştir. İsnadında Ömer b. Musa b. Vecih bulunuyor
ki, bu zat cidden zayıftır. Aynı zamanda ondan nakleden ravi îbrahim b. Nafi'de
zayıftır. Ebu Hüreyre'den mevkufen rivayet etmiştir. Ancak Darekutni bunu
sahihi emiş tir. Buhari, Ömer b. Musa'nın münkerü'l-hadis olduğunu; îbn Main
onun sıka (güvenilir) olmadığını; îbn Adiy, onun hadis uydurduğunu
belirtmişlerdir. [297]
İbrahim b.
Nafi'a gelince:
Ebu Hatim onun
yalancı olduğuna dikkat çekmiştir. [298]
1151 nolu îbn Abbas
rivayetini îbn Hacer sahihi emiştir. Aynı zamanda Darekutni, Said b. Mensur ve
Beyhaki tahric etmiş, Abdurrezzak mevsulen rivayet etmiştir.
Abdulhak kendi
Ahkam'ında diyor ki: "Oruç kazasını yerine getirmeden ölen kimsenin
tutmadığı günlere karşılık miskinlerin yedirilmesiyle ilgili hiçbir merfu
rivayet sahih kabul edilmez." [299]
1- Ramazanda
bir Özür ve arazdan dolayı oruç tutamayan veya tutmayan kimsenin Özrü kalkıp
araz giderilince, orucu kaza edecek kadar yaşadığı takdirde, kaza etmesi vacip
ölür.
2- Kaza
edecek zaman bulamadan ölen kimseden o oruçların kazası sakıt olur. Arkasından
fidye verilmesine gerek yoktur.
3- Kaza
edecek zamana eriştiği halde kaza etmez ve sonra da ölürse, o takdirde
vasiyyeti varsa, bu oruçların keffareti ve fidyesi onun malının üçte birinden
çıkartılıp fakirlere verilir.
4- imam
Şafii'ye göre, vasiyet etmeden ölse bile, malının üçte birinden çıkartılıp
fakirlere verilir.
5- Ölenin
veli ve vasisi, onun kılmadığı namazları kılamaz, tutmadığı oruçları onun
yerine tutamaz. Bu îmam Ebu Hanife'ye göredir. îmam Şafii'ye göre, onun yerine
oruç tutabilir, namaz kılabilir.
6- Kazaya
kalan ramazan orucunu kişi isterse ramazandan sonra üstüste, isterse dağınık
halde tutabilir. Bunda bir sakınca yoktur.
7- Kazaya
kalan ramazan orucunu kaza etmeyip ikinci ramazan başlarsa, o takdirde önce bu
ikinci ramazanın orucunu tutar, sonra da birinci ramazandan kazaya kalan orucu
ifa eder. Bu durumda olan kimsenin ayrıca fidye vermesine gerek yoktur.
8- îmam
Şafii'ye göre, özürsüz geciktirip ikinci ramazana kadar kaza etmediği
takdirde, hem kaza etmesi, hem de bu geciktirmeden dolayı fidye vermesi
gerekir.
9- Yabancı
bir kimse, ölenin üzerinde kazaya kalan oruçları, velisinin izniyle tutarsa, bu
îmam Şafii'ye göre sahih olur.
10- îmkan
bulduğu halde ramazan orucunu tutmaz ve kaza edecek kadar yaşadığı halde kaza
etmez de öylece ölürse, terike-sinden her güne karşılık iki fidye çıkartılıp
verilir. Biri tutmadığı, diğeri geciktirdiği için... Bu da imam Şafii'nin
kavlidir.
11- Üzerinde
ramazan orucunun kazası bulunduğu ve bunu kaza edecek kadar yaşadığı halde kaza
etmez ve Öylece ölürse, vasiyeti varsa aynen uygulanır; yoksa varisleri bu
hususta muhayyerdirler, isterlerse fidye verirler, isterlerse
vermeyebilirler. Bu, îmam Malik'in
içtihadıdır.
12- Kazaya
kalan ramazan orucunu
üstüste tutmak müstehabdır. Bu da
îmam Malik'e göredir. [300]
îslam fıkhında
"nezr" yani "adak" konusuna ayrı bir bab ayrılmıştır. Çünkü
kişi bu kavram çerçevesinde bir ibadeti veya bir hayrı kendisine vacip kılmakta
ve ödemekle kendisini yükümlü hale getirmektedir.
Diğer ibadetlerin,
daha çok mali olanların sosyal adaletten yana bir katılım anlamı taşıdığında
şüphe yoktur. Adağın da bir yönü bu hikmetle içice bulunuyor.
O halde bir ibadeti
veya hayrı adayan kimse, şartların gerçekleşmesiyle onu geciktirmeden yerine
getirmesi gerekir. Aksi halde borçlu kalır ve o bakımdan ödemeden ölecek
olursa, durum ne olur? İlgili hadislerle ve müctehidlerin istidlal ve
ihticaclarıyla bu sorunun cevabını görmüş olacağız. [301]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Bir kadın,
Rasulüllah'a (s.a.v.) dedi ki: 'Ya Rasulaüah! Doğrusu annem, üzerinde adak
oırucu bulunduğu halde öldü. Onun yerine o orucu tutabilir 'miyim?' Bunun
üzerine
Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz ona sordu: "Ne dersin, annen üzerinde borç (para veya mal)
bulunsaydı, sen de onu ödemiş olsaydın, ondan yana o borcu ödemiş olmaz
miydin?" O da: "Evet, ödemiş olurdum" dedi. Rasulüllah (s.â.v.)
ona: "O halde annenden yana o adak orucunu tut!" buyurdu". [302]
(r.aj d<m yapılan rivayete göre, Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kim, üzerinde oruç (kazası) bulunduğu
halde ölürse, onun yerine velisi oruç tutar." [303]
Büreyde (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Bir ara
Rasulüllah'ın (s.a.v.) yanında oturuyordum ki bir kadın çıkageldi ve şöyle
dedi: "Anneme bir cariye tasad-dukta bulundum ve annem Öldü."
Rasulüllah (s.a.v.) ona: "Ecrin (sevap ve mükafatın) sana vacib oldu ve
miras onu sana geri verir" buyurdu. Kadın devamla dedi ki: 'Ya
Rasu-lallahî Annemin üzerinde bir de bir ramazan ayı orucu (kaza) olarak
bulunuyordu; onun yerine o orucu tutayım
mı?" Rasulüllah
(s.a.v.) ona: "Evet (onun yerine) oruç tut" buyurdu. Kadın devamla
dedi ki: "Doğrusu annem hiç haccetmeden öldü, onun için haccedeyim
mi?" Rasulüllah (s.a.v.) şu cevabı verdi: "Onun yerine haccet." [304]
a)
Hanefîlere göre: Üzerinde ramazan veya adak orucu bulunduğu halde ölen
kimsenin yerine velisi ve vârisi oruç tutamaz. [305]
Mecmeu'l-Enhür sahibi
de bu konuya değinirken şöyle demiştir: "Üzerinde oruç kazası bulunduğu
halde ölen kimsenin yerine velisi ne oruç tutar, ne de onun kılmadığı namazları
kılar. Çünkü Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Hiç kimse
diğer bir kimsenin yerine oruç tutamaz ve hiç kimse diğerinin yerine namaz
kılamaz. Ama o oruç ve namazın (keffareti, fidyesi olarak) it'amda bulunur
(fakirlere fidye verebilir)." [306]
b) Şafülere
göre: Üzerinde ramazan orucu kaza olarak bulduğu ve onu kaza etmeye imkan
bulunduğu halde kaza etmeden ölen kimsenin yerine o orucu, kavl-i cedîd'e göre
velisi tutmaz. Kavl-i kadîm'e göre ise, tutabilir. Belki terikesinden her güne
karşılık bir müdd çıkarılıp fakire verilir. Adale-ve keffaret oruçları da
böyledir. [307]
Böylece imam Şafii,
kavl-i kadîm'inde yukarıdaki üç hadisle ihticac ve istidlal ederek, ölenin
velisinin onun yerine oruç tutmasının caiz'olduğunu soylemişse de, kavl-i
cedidinde bu istidlal ve içtihadından vaz geçerek, Hanefîlerin istidlal ettiği
hadis ve rivayetlerle istidlal etmiştir.
c)
Hanbelilere göre: Üzerinde adak orucu bulunduğu halde ölen kimsenin yerine
velisi oruç tutabilir. Bu, İbn Abbas,
Leys, Ebu Ubeyd, Ebu Sevr ve diğer birtakım fakihlerin kavlidir. Diğer ilim
adamları ise, oruç tutmaz da onun yerine fakirleri yedirir, yani her gün için
fitre miktarı bir fidye yiyecek verir, demişlerdir.
Hanbeliler bu konuda
yukarıda naklettiğimiz üç hadisle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır. [308]
Ramazan orucunun
kazasını ise, ölenin velisi tutmaz; ona karşılık her gün için bir fidye verir.
Bu da, Ölen kimse, kazaya kalan ramazan orucunu tutmaya imkan bulduğu halde
tutmayıp ölürse böyledir. îbn Abbas'm da görüş ve içtihadı böyledir. [309]
d) Maliküere
göre: Ölen kimseye vacip olan zekat ve diğer bütün şeyler hususunda, ölenin
vasiyeti yoksa, varislerin o vacipleri onun adına yerine getirmesi zorlanamaz.
Kendi arzularıyla yerine getirirlerse, bir sakınca yoktur. [310]
1166 nolu îbn Abbas
hadisi çeşitli tariklerden rivayet edilmiştir. Buhari'nin rivayetinde
"üzerinde (adak olarak) bir aylık oruç bulunuyor" lafzı yer
almaktadır. Buhari'nin diğer bir rivayetinde, "Bir adam Hz. Peygambere
(s.a.v.) geldi ve sordu..." cümlesi bulunmakta; bir başka rivayetinde ise,
"Annemin üzerinde onbeş günlük oruç bulunmaktadır" cümlesi
zikredilmektedir. Bir diğer rivayette ise, "Annemin üzerinde üstüste
tutulması gerekli iki aylık oruç bulunuyor" denilmektedir.
Bu değişik
rivayetlerin değişik kişilerle de ilgili olması kuvvetle muhtemeldir. Aynı
zamanda hadisle istidlale engel teşkil etmemektedir. Ancak bu durumu dikkate
alan müctehidlerin çoğu bu rivayetlerle istidlal etmemişlerdir.
11167 nolu Hz. Aişe
hadisine gelince, îmam Şafii bunu sa-hihlemiş ve istidlalde bulunmuştur. Ancak
kavl-i cedidinde bu istidlalinden vazgeçtiği anlaşılıyor.
Ebu Sevr, Evzai ve
Ahmed de bu rivayetle istidlalde bulunmuşlardır. Beyhaki, el-Hilafîyat'ta
şöyle demiştir: "Bu, sabit bir sünnettir ki hadis ehlinden bir kimsenin
bunun sıhhatinde farklı görüş izhar ettiğini bilmiyorum."
Oysa cumhur, ölen
kimsenin üzerindeki kaza, adak ve keffa-ret oruçlarının velisi tarafından
tutulmasının vacip olmadığını belirleyip hükme bağlamıştır. Nitekim İmam
Malik, îmam Ebu Ha-nife ve îmam Şafii (el-Cedid'de) ölen kişi adına mutlak
anlamda oruç tutulmayacağım belirtmişlerdir. Ancak îmam Leys, îmam
Ahmed, Ishak ve Ebu Ubeyd,
Ölen kimse üzerindeki oruçlardan sadece adak orucunun velisi tarafından
tutulacağını söylemişlerdir.
Birinciler bu konuda
daha çok Nesai'nin îbn Abbas (r.a.) dan yaptığı şu rivayetle istidlal
etmişlerdir: "Hiç kimse bir diğer kimse (üzerinde kalan) orucu tutmaz ve
hiç kimse diğer kimse üzerinde kalan namazı onun yerine kılmaz." Bu rivayetin
isnadının sahih olduğunu Nesai belirtmiştir. Ayrıca Abdur-rezzak'm îbn Ömer ve
Hz.Aişe (r.a.) dan rivayet ettiği şu hadisi de dayanak seçmişlerdir:
"Ölüîsriniz (üzerinde kalan) oruçları tutmayınız, o oruçlara bedel
fakirlere ('fidye vererek) ye-diriniz."
İbn Hacer ise, bu son
rivayetin zayıf olduğunu belirtmişse de bu hususta yalnız kalmıştır; yani ondan
başkası böyle bir tesbit ve görüş izhar etmemiştir.
1168 nolu Büreyde
hadisi üzerinde hayli durulmuş ve çeşitli yorumlar yapılmıştır. Daha çok hac
konusu işlenirken bu hadise yer verileceğinden burada ilim adamlarının görüş
ve.tesbitlerini nakletmeye lüzum görmedik. [311]
1- Üzerinde
oruç kazası bulunduğu halde ölen kimsenin yerine velisi o orucu, tutmaz,
ister.:3 bu orv.o, adak orucu olsun.
2- îmam
Şafii'nin kavî-i kadimine rû, tutabilir.
3- Ölen
kimsenin üzorifcdö kalan kaza oruçları için vasiyyeti varsa, o takdirde her
güne karşılık bir fidye verilir. Vasiyeti yoksa, varisleri bu konuda
muhayyerdirler, isterlerse fidye verirler, isterlerse vermezler.
4-
Hanbelilere göre, ölen kimsenin üzerinde adak orucu bulunuyorsa, velisi onun
yerine tutabilir, bunda bir sakınca yoktur. Ramazan orucu için .vasiyyoti varsa
tei'ikenin üçte birinden çıkartılıp verilir.
5- Maliküere
göre, zekat dahil bütün vacip amellerden ölen kimse üzerinde kalan borç ne ise,
onun varisleri sorumlu değildir; ne onun yerine o oruçları, ibadetleri
yaparlar, ne de fidye ve keifa-ret ödemek zorundadırlar. Ancnk vasiyyeti varsa,
bunlar onun terikesinin üçte birinden çıkartılıp verilir. [312]
Tetavvu': Tefe'ul
kalıbında, tekellüfle itaat etmek manasınadır. Bu münasebetle vacibe ve
lazimeden olmayan nesnede teberru' etmek anlamında kullanılır, teneffül gibi...
Mesela, "tetavvaa bihi" denilince, "onu teberru1 etti"
demek olur. Bu manayla nafile ibadete, vacip ve lazım olmadığı için
"tetavvu"' denilmiştir.
Böylece farz ve vacip
namazlardan başka olan namazlar genellikle tetavvu' kapsamına; farz ve vacip
oruçlardan başka oruçlar da yine bu kavramın kapsamına girmektedir.
İslam Dini, insan
hayatını maddi ve manevi alanlarda hareketli, dengeli ve faziletli kılmak için
farz ibadetlerden sonra birtakım tavsiye anlamında nafile ibadetler de
getirmiştir. Boş vakitlerini kahve köşelerinde, dünya ve ahirete fayda
vermeyen yerlerde harcamaktan uzak tutmak için nafile ibadetleri, kitap okumayı,
üretici olmanın yollarını aramayı tavsiye etmiş ve bunun için birtakım uhrevi
mükafaatlar vaadetmiştir. [313]
Ebu Eyyub (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim ramazan
orucunu tutar ve arkasından şevval ayından ona altı günlük oruç eklerse, işte
bu bütün bir senenin orucu olur." [314]
Sevban (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim ramazan orucunu ve bayramdan sonra altı gün orucunu tutarsa, senenin
tamamını oruçlu geçirmiş olur." "Kim bir iyilikle gelirse, ona onun
on misU vardır." [315]
Şevval ayında altı gün
nafile oruç tutmanın sünnet olup olmadığı hakkında farklı görüş ve tesbitler
olmuştur. [316]
a)
Hanefilere göre: îmanı Ebu Hanife'ye göre, ramazan bayramından sonra şevval
ayında ister üstüste, ister dağınık halde altı gün oruç tutmak mekruhtur. [317]
İmam Ebu Yusuf a göre,
altı günü üstüste tutmak mekruhsa da müteferrik (dağınık) halde tutmak mekruh
değildir. Bununla beraber nıüteehhirinin hemen hepsi bu altı gün orucunu
üstüste veya müteferrik tutmakta bir sakınca olmadığım belirtmişlerdir. Nitekim
aynı şekilde Bahriraik'de de konuya yer verilmiş bulunuyor. Serahsi'nin
el-Muhit'inde ise, en sahih tesbite göre, sözü edilen altı günlük orucu
tutmakta hiçbir sakınca olmadığına değinilerek bilgi verilmiştir. [318]
Nitekim Mecmeu'l-Enhür
sahibi bu konuda şöyle demiştir: "Muhtar olan kavle göre, bayramdan hemen
sonra şevval'dan altı gün oruç tutmak mekruh değildir. Çünkü bununla ramazan
orucu arasında fasıla olarak bayram günü bulunuyor. O bakımdan kitap ehline
benzeme söz konusu değildir ve mekruh da değildir, bilakis" müstehabdır ve
sünnettir. Çünkü bu babda hadis varid olmuştur. Mekruh olanı ise, ramazandan
sonra bayram günü iftar etmeyip oruç tutmak ve ona beş gün daha ilave etmektir.
Ancak şevval ayında
sözü edilen altı günlük nafile- orucu üstüste değil, dağınık vaziyette tutmak
efdaldır, çünkü bu durumda kerahetten ve kitap ehline benzemeğe özenmekten
uzaktır." [319]
Böylece İmam Ebu
Hanife rivayet edilen hadisleri haber-i ahad görüp istidlal etmemiştir. Diğer
imamlar ve özellikle ulem-i müteehhirin hadislerle istidlal edip bu konuda Ebu
Hanife'den ayrılmışlardır.
b) Şafiilere
göre: Şevval ayında altı gün oruç tutmak sünnettir. Bunları üstüste tutmak daha
faziletli ve sevaplıdır. Hatta bayramdan sonra üzerinde kaza veya adak orucu
varsa, onları şevval ayında tutarsa, yine de bu sünnetin sevabını elde etmiş
olur. [320]
Böylece îmam Şafii ve
arkadaşları yukarıdaki hadislerle istidlal etmiş bulunuyorlar.
c)
Hanbelilere göre: Şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehabdır. Bunu üstüste
tutmakta bir sakınca olmadığı gibi, müteferrik de tutulabilir ve böylece her
iyilik on misliyle karşılık göreceği dikkate alınarak senenin tamamının oruçlu
geçirilmiş olduğu ortaya çıkar.
Bu orucun müstehab
olduğu aynı zamanda Kâb el-Ahbar'dan, Şa'bi, Meymun b. Mehran ve îmam Şafii'den
de rivayet edilmiştir. îmam Malik ise, bu orucu mekruh saymıştır. [321]
Böylece Hanbeliler de
Eyyub ve Sevban hadisleriyle istidlal etmişlerdir.
d)
Malikilere göre: îmam Malik diyor ki: "Şevval ayında altı gün oruç tutmak
mekruhtur. Fıkıh ehlinden bir kimsenin bu orucu tuttuğunu görmediğim gibi,
seleften hiç kimseden de bu konuda bana birşey ulaşmış değildir. Hem ilim
adamları bunu mekruh saymakta ve bid'a olmasından endişe etmektedirler. Aynı
zamanda ramazandan olmayan bir orucu ramazana ilhak etmek söz konusu olur ki,
bu da doğru değildir." [322]
Ebu Cafer et-Tahavi,
îmam Ebu Hanife'ye çok bağlı bulunduğundan dolayı olsa gerek tetavvu oruçların
önemli bir kısmına yer verdiği halde şevval ayında tavsiye edilen altı gün
orucundan hiç söz etmemiştir. Ibn Dakiyk el-Iyd de bu konuya dokun-mamıştır.
Ebu Eyyub hadisi sahih
kabul edildiğinden müctehidlerin çoğu onunla istidlal etmiştir.
1176 nolu Sevban
hadisini aynı zamanda Nesai, Ahmed, Daremi ve Hafız Bezzar tahric etmişlerdir.
Bu babda imam Ahmed'in
Cabir'den yaptığı bir rivayet vardır, Abd b. Humeyd de onu rivayetleri arasına
almıştır. Ancak isnadında Amr b. Cabir bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Son
yıllarında bunadığı söylenir. O bakımdan îmam Ahmed, "Amr b. Cabir birçok
münker hadisler rivayet etmiştir. Ara sıra bu konuda
yalan söylediği de
haber verilmektedir" demiştir. Nesai onun sıka (güvenilir) olmadığını
belirtmiştir. Onu ancak Ebu Hatim tezkiye etmiş ve şöyle demiştir:
"Hadiste selah derecesindedir ve yirmi kadar hadis rivayeti vardır."[323]
Bu babda Bezzar, Ebu
Nuaym ve Taberani'nin Ebu Hüreyre'den; yine Taberani'nin el-Evsat'ta îbn Abbas
(r.a.) dan; Darekutni'nin Bera' b. Azib (r.a.) dan rivayet ettikleri hadisler
bulunuyor. Bütün bu rivayetleri bir araya getirip istidlal edenlere göre,
şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehabdır. Nitekim îmam Şafii, îmam Ahmed,
îmam Ebu Yusuf ve Davud ez-Zahiri bu görüşte olanlar arasında bulunuyor. [324]
1- Ramazan
bayramından sonra şevval ayında altı gün nafile oruç tutmak müstehabdır.
2- Bu oruç
üstüste tutulabileceği gibi, değişik günlerde de tutulabilir.
3- Üzerinde
ramazan orucu kazası veya adak orucu bulunan kimse sözü edilen ayda onlara
niyet edip kaza ederse, nafile orucun sevabına da erişmiş olur.
4- Ramazan
orucu tamamlanınca bayram günü mutlaka iftar edilmelidir. Çünkü bayram günü
oruç tutmak haramdır.
5- Bayram
gününden başlayarak altı gün oruç tutmak tahri-men mekruhtur.
6- îmam
Malik ve îmam Ebu Hanife'ye göre, Şevval ayında altı gün oruç tutmak mekruhtur.
Ancak bu iki imamın bu konudaki görüşleri ağırlık kazanmamış ve müctehidler
tarafından tasvip edilmemiştir.
7- Şevval
ayında altı gün orucu vacip saymak mekruhtur ve bu niyetle tutulması caiz
değildir.
8- Her
iyilik on misliyle karşılık göreceği müjdesinden hareketle, otuz gün ramazan,
altı gün de şevval orucu, toplam otuzaltı eder. Bunu onla çarptığımızda
karşımıza 360 sayısı çıkar. Böylece bu iki orucun bir seneyi kapsadığı
belirtilmiştu\
9- Kuvvetli bir ihtimalle sözü edilen altı günlük oruç hakkındaki
hadisler îmam Malik'e ulaşmamıştır. Bu konudaki ifadesinden böyle
anlaşılmaktadır.
10- Eshab-ı
Kiram'dan bazı kişilerin bu orucu tuttuğu rivayet yoluyla sabit olmuştm. [325]
Zilhicce, bilindiği
gibi hac aylarından biridir. İlk on gününde oruç tutmak suretiyle ibadet ve
taati artırmanın büyük sevapları söz konusudur. Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin
çoğu zaman devam edip kaçırmadıgı oruçlardan biri de, zilhiccenin ilk on günü
idi. Buna ilaveten bir de hac menasikiyle meşgul bulunmadığında arafe gününün
orucunu tutardı. Hac ibadetini yerine getirmek üzere Arafat'ta bulunan
hacıların o gün oruç tutması mekruh sayılmıştır. [326]
Hz. Hafsa (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Dört şey vardı
ki Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz onları hemen hemen hiç terketmedi:
1- Aşura
orucu,
2-
Zilhiccenin ilk on gün orucu,
3- Her
aydaki üç gün oruç,
4- Sabahın iki
rek'at (sünnet)ini." [327]
Katade (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Arafe günün orucu, biri geçmiş, diğeri gelecek olmak üzere iki yılın
(günah ve kusurlarını)
temizleyip bağışlatır.
Aşura günün orucu ise, geçen bir yılın (içinde işlenen günah ve kusurları)
temizleyip bağışlatır." [328]
Tabii kul hakkı bu genellemenin dışında kalır.
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayette adı geçen diyor ki: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz arafe
günü Arafat'ta oruç tutmayı yasakladı." [329]
Ümmü'1-Fazl (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, onlar birkaç kişi olarak RasulüUah'm (s.a.v.) arafe
gününde oruç tutup tutmadığında şüphe etmişler ve bu sebeple Ümmü'l-Fazl diyor
ki: Rasulüllah'a (s.a.v.) biraz süt gönderdim. O sırada Arafat'ta insanlara
hitap ediyordu. Gönderdiğim sütü alıp içti." [330]
Ukbe b. Amir (r.a.) ,
Rasulüllah'ın şöyle buyurduğunu haber vermiştir.
"Arafe günü,
bayram günü ve teşrik günleri biz İslam Ehli'nin bayramıdır. Bu günler yeme ve
içme günleridir."[331]
a)
Hanelilere göre: Zilhiccenin ilk dokuz gününde oruç tutmak müstehabdır. Hac
ibadetini yapmakta olanlar için Arâfe günü oruç tutmak mekruhtur. [332]
b) Şafİilere
göre: Arafe günü oruç tutmak sünnettir. Ancak yolculuk halinde olanla haç
ibadetini yerine getirmekte olan kimseye sünnet değildir. Yalnız, hacı mukim olur ve oruç tutması bünyesini
zayıflatmayacağına inanırsa, tutabilir. Bu durumda daha uygun olanı,
zilhiccenin sekizinci günü olan "yevm-i ter-viye"de de oruç tutmaktır.
[333]
c)
Hanbelilere göre: Arafe günü oruç tutmak müstehabdır. Aynı zamanda zilhiccenin
ilk on gününü de ibadetle geçirmek müstehabdır. Ancak vakfe için Arafat'ta
bulunan hacıya müstehab değildir. Zira oruç tuttuğu takdirde yeterince duada
bulunmaya takat getirmeyebilir. Rasulüllah'm da (s.a.v.) haccederken arafe günü
oruç tutmadığı sahih rivayetle sabit olmuştur. [334]
d) Malikilere göre: Arefe günü oruç tutmak
menduptur. Ancak hac ibadetini yapmakta olan kimseye, terviye günü oruç tutmak
mekruh olduğu gibi, bu günde mekruhtur. [335]
Şafîilerle Malikilerin
zilhiccenin ilk on gününde oruç tutmakla ilgili görüş ve kavilerini tesbit
edemedim. [336]
1184 nolu Hz. Hafsa
hadisini Ebu Davud da tahric etmişse de "Hafsa" isminden söz etmeyip
"Rasulüllah'm zevcelerinden bir kısmı" ifadesini kullanmıştır.
Hadisin lafzı şöyledir: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, zilhiccenin
dokuzuncu günü, Aşura günü, her aydan üç gün ve her ayın ilk pazartesi ve
perşembe günleri oruç tutardı." [337]
Müslim'in Hz. Aişe
(r.a.) dan yaptığı rivayette, yukarıda belirtilen mananın hilafına bir beyan
yer almaktadır. Şöyle ki: "Ben, Rasulüllah'm (s.a.v.) (zilhiccenin) on
gününde oruçlu olduğunu hiç görmedim.",
Diğer bir rivayette
ise şöyle denilmektedir: "Rasulüllah hiçbir zaman (zilhiccenin) ilk on
gününde oruç tutmadı."
ilim adamları, bu
hadisi, bir arazdan dolayı Rasulüllah'm (s.a.v.) tutmadığına hamletmişlerdir.
Zira sözü edilen günlerde oruç tutmanın, ibadeti artırmanın meşruiyetine
delalet eden sahih rivayetler vardır, onlardan bir kısmını nakletmiş
bulunuyoruz.
1185 nolu Katade
hadisi, ayrıca sahabeden Zeyd b. Erkan?, Sehl b. Sa'd, îbn Ömer ve daha birkaç
zattan da nakledilmiştir.
Ayrıca bu babda Enes
(r.a.) den ve başka sahabiden de hadis rivayet edilmiştir.
Gerek Hafsa, gerekse
Katade hadisleri sahihtir ve ihticaca salihtir.
1186 nolu Ebu Hüreyre hadisini Ebu Davud, Nesai,
Hakim ve Beyhaki tahric edip sahihlemişlerdir. Ayrıca îbn Huzeyme de
sahihlemiştir. Ancak isnadında Mehdi el-Hecerî bulunuyor ki, bu zatın meçhul
olduğu üzerinde durulmuştur. Nitekim Ebu Hatim: "Onu tanımıyorum"
derken, îbn Hazm: "O, Hilal'in oğludur ve meçhuldür" demiştir. [338] Ne
var ki, ravilerden birinin meçhul
sayılması, hadisin
sıhhatına bir halel getirmemektedir. Çünkü Mehdi'nin rivayet ettiği zat,
Mehdi'den rivayet eden zat sıkadır, yani güvenilir ravilerdir.
el-Akiylî ise, onu
zayıflar arasında rivayet etmiştir.
Şüphesiz Rasulüllah'm
(s.a.v.) arafe günü oruç tutmadığı is-nad-ı ceyyid ile sabit olmuş, ama
ümmetini bundan men'ettiği olmamıştır.
1187 nolu Ümmü'1-Fazi hadisinin bir benzerini
Buhari ve
ki: "Rasulüllâh
(s.a.v.) efendimizle birlikte haccettim, arefe günü oruç tutmadı. Ebu Bekir
(r.a.) ile birlikte haccettim, o da oruç tutmadı. Osman (r.a.) ile birlikte
haccettim, o da öyle... Ve ben de o gün oruç tutmuyorum. Aynı gamanda tutulmasını
emretmiyorum ve yasaklamıyorum da..."
îbn Ömer'in (r.a.) bu
açıklaması, hac ibadetim yapanlarla ü-. gili bulunuyor.
Sonuç olarak şöyle
diyebiliriz:
Arefe günü orucuyla
ilgili bütün hadisleri biraraya getirdiğimizde, onun müstehab olduğunu ve hac
ibadetini yapan kimseye mekruh olduğunu söyleyebiliriz.
Aynı zamanda îbn
Ömer'den, (r.a.) yapılan bir diğer rivayette, arefe gününde oruç tutulmasını
tavsiye ettiği belirtiliyor. Şöyle ki: Sehm diyor ki: "Ibn Ömer'den (r.a.)
şöyle dediğini işittim: "Kendisine cuma gününde ve bir de Arefe gününde
oruç tutmaktan soruldu. Bu iki orucun tutulmasını emir ve tavsiye etti." [339]
Ebu Cafer et-Tahavî bu
konuda on kadar rivayete yer vermiş ve rivayetlerin ağırlığının, arefe günü
oruç tutmanın meşruiyetine delalet ettiğine işarette bulunmuştur. [340]
Nitekim adı geçen zat,
imam Ebu Hanife, imam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'in kavlinin de bu doğrultuda
olduğunu kaydederek, Hanefîlerin görüş ve tesbitinin özetini vermekte ve böylece
konuyu bağlamaktadır. [341]
1- Hac
ibadetini yapmakta olanların arefe günü- oruç tutmaları mekruhtur.
2-Diğerleri
için mekruh değil, müstehabdır.
3- Zilhiccenin ilk on gününü oruç ve ibadetle
geçirmek de müstehabdır. Bu, daha çok Hanefîlerle Hanbelilere göredir.
4- Aşura
orucu da müstehabdır. Muharrem'in 9 ve 10. veya 10 ve 11. veya 9,10 ve'11.
günleri oruç tutmak sünnete uygundur.
5- Her ay üç
ğün oruç tutmak ve bu günleri kamerî ayın 13, 14 ve 15. günlerine rastlatmak
müstehabdır. .
6- Sabahın
iki rek'at sünneti, ise, hem müekkeddir, hem de fazileti çoktur.
ileride hem Aşura, hem
her ayda üç gün oruç konusuna geniş yer vereceğimizden burada sadece özetini
yazmakla yetindik. [342]
Bilindiği gibi,
Muharrem ayı, kamerî ayların birincisidir. Tarih boyunca bu ayda birtakım
Önemli olayların meydana geldiği rivayet edilir. Her şeyden önce Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz bu aya önem vermiş ve onu ibadetle süsleyerek gereken ilgiyi
göstermiştir.
Zamanın kutsallığı,
içinde cereyan eden olaylara nisbetledir. O bakımdan Muharrem ayında tecelli
eden ilahi gufran ve rahmetten nasibimizi almak istiyorsak, bu hususta
Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz'in sünnetine göre amel etmemiz söz konusudur. [343]
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimizden soruldu: "Ramazandan sonra hangi oruç daha
üstündür?" Rasulüllah (s.a.v.) soruyu sorana şu cevabı verdi:
"Allah'ın (mübarek saydığı) muharrem ayı..." [344]
îbnAbbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, kendisinden aşura orucu sorulduğunda şöyle demiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin tuttuğu hiçbir günün orucunun diğer
günler üzerinde bir üstünlüğünü arzu (ve beyan) ettiğini bilmiyorum, ancak bu
(aşura) günün orucu müstesna... Hiç bir ayın da (ibadet ve prucunu) diğer
aylardan üstün olduğunu arzu (ve beyan) ettiğini bilmiyorum, ancak ramazan ayı
müstesna..." [345]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Aşura günü öyle
bir gündür ki, Kureyş cahiliye döneminde o gün oruç tutardı. Rasulüllah
(s.a.v.} efendimiz de o gün oruç tutardı. Medine'ye (hicret edip) gelince, o
gün (yine) oruç tuttu ve insanlara o gün oruç tutmalarını emretti. Ramazan
orucu farz kılınınca, efendimiz bu defa şöyle buyurdu: "Artık isteyen
aşura orucunu tutar, isteyen bırakır»." [346]
Seleme b. Ekva' (r.a.)
den yapılan rivayette diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz Eşlem kabilesinden bir adama şöyle duyuruda bulunmasını
emretti: "Kim bugün birşeyler yem işse, günün geri kalan kısmında
(hürmeten) bir şey yemesin. Kim de bir şey yememişse oruç tutsun. Çünkü bugün
aşura günüdür." [347]
Alkame'den yapılan
rivayete göre, el-Eş'as b. Kays, Abdullah (b. Ömer) in yanına girdiğinde onun
aşura günü yemek yediğini görüyor ve soruyor: trYa Eba Abdirrahman! Bugün
şüphesiz aşura günüdür." Hz. Abdullah ona şöyle diyor: "Ramazan
orucunun farziyeti ile ilgili emir inmeden önce bu oruç tutuluyordu. Ramazan
orucunun farziyeti hakkındaki emir inince bu artık terkedildi. Eğer oruçlu
değilsen (otur) sen de yemek ye." [348]
îbn Ömer'den yapılan
rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Doğrusu cahiliye
devri halkı aşura orucunu tutuyorlardı. Aynı zamanda Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz ve müslümanlar da ramazan orucu farz kılınmadan önce bu orucu
tutuyorlardı. Ramazan orucu farz kılınınca, Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle
buyurdu: "Şüphesiz aşura günü, Allah'ın günlerinden bir gündür. Artık
dileyen o gün oruç tutar."
O bakımdan İbn Ömer
(r.a.) ancak tutmakta olduğu nafile oruçlar aşuraya denk gelirse, o günü de
oruçlu geçirirdi. [349]
Ebu Musa (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Aşura günü,
Yahudilerin ta'zim gösterdiği bir gündür ki onlar bu günü bayram edinirlerdi.
Bunun üzerine Ra-sulüllah (s.a.v.) efendimiz bizlere: "Sizler de bugün
oruç tutun!" diye buyurdu." [350]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) efendimiz (Medine'ye) geldiğinde, Yahudilerin aşura günü oruç
tuttuklarını gördü ve bunun üzerine onlara sordu: "Bu nedir (bugün hangi
gündür?)" Onlar da: "Bugün salih bir gündür ki Cenab-ı Hak Musa'yı ve
İsrailoğullarmı düşmanlarından kurtarmıştır. O bakımdan Musa Peygamber bugün
oruç tutmuştur" diye cevap vermişler. O sebeple Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz: "Musa'ya (yakınlıkta) ben sizden daha haklı bir düzeyde
bulunuyorum" buyurdu ve aşura günü oruç tuttu, oruç tutulmasını
emretti." [351]
Muaviye b. Ebi
Süfyan'dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimizden işittim, buyurdu ki: "Şüphesiz şu aşura gününde oruç
tutmanız size far? kılınmamıştır. Ben oruçluyum, kim arzu ederse oruç tutabilir,
kim de arzu ederse iftar edebilir." [352]
a)
Hanefîlere göre: Muharrem'in onuncu gününü dokuzuncu günüyle birlikte oruçlu
geçirmek sünnettir. Yalnız onuncu gününde oruç tutmak mekruhtur. [353]
b) Şafiilere göre: Muharrem'in onuncu ve
dokuzuncu günleri oruç tutmak sünnettir. [354]
Aynı zamanda dört
haram aylarında da oruç tutmak men-duptur. [355]
Muharrem de o dört aydan biridir.
Bilindiği gibi, haram
ayları dörttür; üçü ardarda gelir, biri ise münferiden gelir. Ardarda gelen üç
ay: Zilkade, Zilhicce, Muharrem. Münferiden geleni ise, Receb'dir. Hanefîlere
göre, bu aylarda oruç tutmak mendup değildir.
c)
Hanbelilere göre: Aşura günü oruç tutmak müstehabdır. Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz dokuzuncu günde de oruç tutardı. O bakımdan Muharrem'in dokuz ve
onuncu günleri oruç tutmak
müstehabdır. Nitekim
Ata'dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Dokuz ve onuncu günleri oruç tutun, yahudüere benzemeyin!" [356]
Zira. yahudiler Muharrem'in sadece onuncu gününde oruç tutarlardı.
Aşura orucuyla ilgili
emir, yani Rasulüllah'ın (s.a.v.) "sizler de bugün oruç tutun"
mealindeki emri, vücup için değil, tavsiye anlamındadır.
d)
Malikilere göre: Mu mezhebin görüş ve içtihadı da Han-beli Mezhebine uygundur.
Onlara göre de Muharrem'in dokuz ve onuncu günleri oruç tutmak, aynı zamanda
Muharrem ayını daha çok oruç ve benzeri ibadetlerle geçirmek müstehabdır. [357]
Yukarıdaki hadislerin
sıhhati ittifak halindedir. Bazılarında aşura orucunun vacip olduğu anlamı
kendini his s ettiriyorsa da, 1205 nolu sahih hadis bunun vacîp olmadığını net
şekilde ortaya koymaktadır.
Ve bütün bu
rivayetlerden, tetavvu' oruçlarının en üstününün ve en faziletlisinin Muharrem
ayında tutulan oruç olduğu anlaşılıyor. Tirmizi'nin Enes (r.a.) den rivayet
ettiği: "Rasulüllah1 dan (s.a.v.) soruldu: Ramazandan sonra hangi oruç
daha üstündür? Efendimiz cevap verdi: "Ramazana ta'zim olsun diye Şaban
ayında tutulan oruç" mealindeki hadise gelince, bu iki rivayet arasında
bir muaraza olduğu intibaını veriyor.
Ancak Tirmizi'nin bu
hadisinin isnadında Sadaka b. Musa bulunuyor ki, bu zatın kaviy olduğu
söylenir. Nitekim İbn Main onun zayıf olduğunu söylerken, Nesai'den de bu
anlamda bir tesbi-tin ortaya konduğunu görüyoruz. Ebu Hatim ise onun hakkında
şöyle demiştir: "Hadisleri yazılabilir, ancak kaviy değildir." [358]
Böylece tetavvu'
(nafile) oruçlardan, Muharrem orucunun daha faziletli olduğu ağırlık kazanıyor.
Bu konuda Tirmizi'nin
rivayet ettiği bir hadis de bu sonucu kuvvetlendirmekte ve şüpheleri
gidermektedir. Şöyle ki: Hz. Ali
(r.a.) den yapılan
rivayete göre, Rasulüllah'a (s.a.v.) soruldu veya bir adam Ondan sordu:
"Ya Rasulallah! Ramazan ayından sonra hangi ayda oruç tutmamı
emredersin?" Bunun üzerine efendimiz ona şöyle buyurdu: "Eğer ramazan
ayından sonra oruç tutmak istiyorsan, muharrem ayında oruç tut. Çünkü bü ay
Allah'ın ayıdır; onda bir gün vardır ki, Allah bir kavmin tevbesini kabul
buyurmuştur ve bir kavmin de tevbesini kabul buyuracaktır." [359]
Bununla beraber, Şaban
ayının faziletiyle ilgili rivayetler daha çoktur ve Rasulüllah (s.a.v.)
efendimiz daha çok o ay üzerinde durmuştur. îlim adamlarının araştırmasına
göre, Rasulüllah (s.a.v.) efendimizin Muharrem'in faziletiyle ilgili beyanlarının
daha çok ömrünün son yıllarına rastlattığı söz konusudur. Böylece önce Şaban
ayma ağırlık verirken, aldığı işaret üzerine bu ağırlığı Muharrem'e çevirip
teksif etmiştir. Çünkü îslam kültüründe, bu ayın ayrı bir yeri ve önemi vardır.
Bu ay aynı zamanda kameri ayların birinci ayı, yani yıl başıdır.
1199nolu Hz. Aişe
hadisiyle tarihi bir olaya atıf yapılıyor. Şüphesiz, gerek Hz. İbrahim'in Hanif
Dininin izleri, gerekse Nuh peygamberin gemisinin selametle yol alıp
Muharrem'in onunda Cudi'de karar kılması rivayeti araplar arasında az-çok
bilinmekteydi. O bakımdan cahiliye devrinde Kureyş kabilesinin de Muharrem'in
onuncu gününde kendi Ölçülerine göre oruç tuttukları olmuştur. îslam dini,
cahiliye devrine ait bütün kötü, çirkin ve zararlı adetleri kaldırırken,
faydalı olanlarına pek dokunmamış tır. . Bu da o faydalı olanlardan biri
olabilir.
Aşura kelimesi
"aşire" den ma'duldür. Bu şekle sokulması mübalağa ve ta'zîmi
yansıtmaya yöneliktir.
Hz. Aişe hadisi, aşura
orucunun sünnet veya müstehab olduğuna kesin biçimde delalet etmekte ve
"vaciptir" diyenlerin görüşünü reddetmektedir. ,
Böylece Rasulüllah
(s.a.v.) efendimizin Medine'ye hicret etmeden önce de aşura orucunu tuttuğu
ağırlık kazanmakta ve Medine'ye hicretinden birkaç ay sonra yahudilerin de o
gün oruç tuttuğunu görünce, onuncu güne dokuzuncuyu da ekleyerek iki gün oruç
tutmuş ve ashabına da bunu tavsiye etmiştir.
İbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayette ise, bu konu şöyle açıklanmaktadır:
"Rasulüllah
(s.a.v.) efendimiz aşura gününde oruç tutup ve oruç tutulmasını emrettiği
zaman, ashafc-ı kiram şöyle dedi: "Ya Rasulaliah! Bu öyle bir gündür ki,
yahudi ve nasara da ona ta'zim göstermektedir; (bu hususta bize neyi tavsiye
edersin?)" Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İnşaallah gelecek yıl olunca dokuzuncu günü de oruç tutarız."
Ibn Abbas (r.a.)
devamla diyor ki: "Önümüzdeki yıl gelmeden Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz
vefat etti." [360]
İmam Ahmed ve
Müslim'in rivayetinde ise konu şu lafızla belirtiliyor:
"Eğer önümüzdeki
seneye (sağ) kalırsam, mutlaka dokuzuncu gününde de oruç tutacağım." Bunu,
"aşura günü oruç tutacağım" şeklinde yorumladığı söylenir'. [361]
Bir diğer rivayette
ise, şöyle buyurmuştur: "Aşura günü oruç tutun ve Yahudilere muhalefet
edin; Onuncu günden bir gün önce ve bir gün de sonra oruç tutup (üç güne
çıkartın)." [362]
Ancak îmam Ahmed'in bu
son rivayeti zayıftır. Davud b. Ali tarikiyle rivayet edilmiştir ki, Davud oriu
babasından, o da dedesinden rivayet etmiştir. îbn Ebi Leyla da Davud'dan
rivayet etmiştir. îbn Main: "Umarım ki yalan söylememiştir" derken
el-Muhamilî, onun cahil olduğuna dikkat çekmiştir. [363]
Diğer iki hadis ise,
müctehidlerce ihticac ve istidlale salih görülmüştür. Nitekim bugün amel bu
hadislere göre sürdürülmektedir.
Nasârâ'nm da aşura
gününe ta'zimi, birçok konularda Tevrat ile amel ettiklerinden dolayıdır.
Çünkü îsa (a.s.), Israiloğullarma gönderilen bir peygamberdir ve Tevrat'ın bazı
hükümlerini değiştirmiştir, çoğuyla amel etmiştir.
îmam Ahmed'in tesbit
ve rivayetine göre: îbn Abbas (r.a.), Nuh (a.s) m gemisinin bugünde Cudi
üzerinde karar kıldığını ve Nuh (a.s.) in o gün oruç tuttuğunu* Musa (a.s.) m
da şükür olsun diye oruç tuttuğunu söylemiştir. [364]
1- Muharrem
ayını oruç ve ibadetle süslemek müstehabdır.
2-Muharrem
ayının onuncu günü, aşura günüdür. Yalnız bu günde oruç tutmak mekruhtur. îlim
adamlarının çoğunun görüş ve tesbiti bu doğrultudadır.
3-
Müharrem'in dokuz ve onuncu günleri oruç tutmak, sünnet veya müstehabdır.
4- Aynı
zamanda Müharrem'in dokuz, on ve onbirinci günleri oruç tutmak da müstehabdır.
5- Aşura
orucu vacip değildir.
6- îslam
birçok konuda olduğu gibi, aşura orucu konusunda da kitap ehlinden ayrılıp
kendine has bir sünnet meydana getirmiştir.
7- Böylece
hükmü kaldırılan konularda kitap ehline uymamız; diğer konularda onları taklîd
etmemiz caiz değildir. Ancak Kur'an'la Tevrat'ta aynı hükme yer verilmiş veya
Tevrat'taki bir hüküm nakledilip hadisle bizim için de geçerli olduğu belirtilmişse,
o takdirde bu sakınca söz konusu değildir.
8- Muharrem ayında bundan başka pazartesi ve
perşembe günleri oruç tutmanın ayrı bir fazileti vardır.
9- Muharrem
ayında hayır ve hasenatı çoğaltmamız, geniş rahmete ve gufrana kapı açar.
10- Bu ayda
Cenab-ı Hak, tevbe edip dönüş yapanların tev-besini daha çok kabul buyurur.
11-Bu ayda
tutulan oruçtan ve yapılan, ibadetten dolayı geride kalan bir yılda işlenen
küçük günahların bağışlanacağı umulur. Kul hakkı hariç büyük günahların da
bağışlanacağı söz konusudur. [365]
Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz Şaban ayma ayrı bir özellik vermiş ve Ramazandan sonra en çok bu ayı
oruçlu geçirmiştir. Aynı zamanda bu ayın fazileti hakkında hayli bilgiler
vermiş ve kendisi de bilfiil söylediklerim uygulamıştır.
Dört haram ayına da
ilgi göstermiş ve ihya edilmelerini tavsiye buyurmuştur.
Şüphesiz Şaban Ayı,
Ramazan'a hazırlanmaya yönelik bir hikmeti de taşımaktadır. Cenab-ı Hakk'm,
kendini ibadete veren mü'min kullarına Ramazan'da açacağı çok zengin manevi
sofradan yeterince nasip almamız için, ona Şaban ayında hazırlanmaya başlamamız
çok daha uygun olur. O bakımdan Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bu ayın ya
çoğunu, bazan da tamamını oruçlu geçirmiştir. Özellikle bu ayın yarısında yer
alan Berat Gecesi'nin dinimizde ayrı bir anlamı söz konusudur.
Konuyla ilgili
hadisler
Ümmü Seleme (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz yılın hiçbir ayını tam olarak oruç tutmazdı; ancak Şaban
ayını tam olarak tutar ve onu Ramazan'a ulaştırıp (bağlardı)." [366]
îbıı Mâce'nin
rivayetinde ise, hadisin son cümlesi şu lafızla nakledilmiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Şaban ve Ramazan ayında oruç tutardı."
Hz. Aişe I (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.av.) Efendimiz Şaban'da tuttuğu oruçtan fazlasını (başka aylarda) tutmazdı;
O, Şaban'ın tamamında oruç tutardı." [367]
Diğer bir rivayette
ise, şu sözler nakledilmiştir:
" Şabanda tuttuğu
oruç kadar hiçbir ayda tutmazdı; Bir
kaç gün dışında
Şaban'ın çoğunu oruçlu geçirirdi; hatta bu
ayın tamamım oruçlu
geçirirdi."
Başka bir rivayette
hadis şu lafızlarla nakledilmiştir: "Resulüllah'ın (s.a.v.) hiçbir ayın
değil Ramazan ayının
orucunu tamamen
tuttuğunu ve hiçbir ayda Şaban ayındaki
kadar oruç tutmadığını
gördüm." [368]
Bâhile Kabilesinden
bir adamdan yapılan rivayete göre, adı geç*en şöyle haber vermiştir, "
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e gittim ve şöyle dedim : H Ya Resulellah! Ben,
bir yıl önce size gelen adamım. " Bunun üzerine Efendimiz sordu : "
Bedeninin çok zayıfladığını görüyorum (neyin var). " Ben de şu cevabı
verdim : " Ya Resulellah! Gündüzleri hiçbir şey yemedim, sadece geceleri
yedim." Resulüllah (s.a.v.) :"Kendine azap etmeni kim sana emretti
?" diye sordu. Ben de şu cevabı verdim: "Şüphesiz benim gücüm (buna)
yetiyor" Efendimiz şöyle buyurdu : " Sabır ayı (ramazanda) oruç tut
ve ondan sonra da bir gün oruç tut." Ben de : " Ya Resulellah! Benim
gücüm (fazlasına) yetiyor" dedim. Buyurdu ki : "Sabır ayında ve ondan
sonra iki gün oruç tut." Ben yine "Bundan fazlasına gücüm
yetiyor" dedim. Bunun üzerine Efendimiz : "O halde
sabır ayında ve ondan
sonra, üc giin oruç tut ve bir de haram aylarında oruç tut buyurdu. [369]
Şâfrî, Mâliki ve
Hanefî mezhebine göre: Receb ve Şa'ban ayında oruç tutmak menduptur.
Hanbelîlere göre ise, yalnız Receb ayında oru£ tutmak mekruhtur. Ama bu ayda
bazan tutup bazan iftar etmekte bir sakınca yoktur.
Haram ayları olan
Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb'de oruç tutinak, İmam Şafiî, İmam Mâlik ve
İmam Ahmed'e göre menduptur. Haiıefî imamlanna göre, sadece bu aylardan her
birinde üçer gün oru£ tutmak menduptur; tamamını oruçlu geçirmek mendup
değildir.[370]
1 nolu Ümmu Seleme
hadisini Tirmizî hasenlemiştir. Hadisin ^delaletinden, Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz'in Şaban ayının tam-
amini oruçlu geçirdiği
anlaşılıyor. 2 nolu Hz. Aişe hadisinden de aynı mana anlaşılmakta ve biri
diğerini kuvvetlendirmektedir. Ancak Hz. Aişe'den yapılan diğer rivayetten,
Şaban'm çoğunu oruçlu geçirdiği
anlaşılıyor.
O bakımdan hadisteki
"tamamım" sözünden, "çoğunun" murad edildiği söylenebilir.
Tirmizî'nin yaptığı bir rivayette, İbn Mübarek'in . şöyle dediği
nakledilmiştir: "Arapça konuşma tarzında, bir ayın çoğunu oruçlu
geçirince, tamamını oruçlu geçirdi demek caizdir." Şüphesiz bu tür mecaz,
az kullanılan cinstendir.
Şaban ayının tamamını
veya çoğunu oruçlu geçiren Rasulüllah (s.a.v.J Efendimiz'in bunu daha çok
Ramazan'a ta'zim olsun diye yaptığı bilinmektedir. Nitekim Enes'in (r.a.)
yaptığı rivayete göre: Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den soruldu:
"Ramazan'dan sonra en üstün oruç hangisidir ?" Cevap verdi:
"Ramazan'a ta'zim olsun diye Şaban ayının orucu."[371]
Bunun bir diğer
hikmeti de, Receb ile Ramazan arasında yer alan Şaban ayından insanların gaflet
etmemesini sağlamaktır. Çünkü bu ayda, özellikle Berat Gecesi'nde ameller Cenab-ı Hakk'a
yükseltilir. O bakımdan Resulüllah (s.a.v.) ümmetinin oruçlu bulunduğu halde
amellerinin yükseltilmesini arzulamış ve sözü edilen ayın çoğunu oruçlu
geçirmiştir. Nitekim Üsâme
(r.a.) diyor ki: "Resulüllah'a (s.a.v.) dedim ki: Ya
Resulellah! Şaban'da oruç tuttuğun gibi hiçbir ayda o kadar oruç tuttuğunu
görmedim." Cevap verdi :" Bu ay, Receb ile Ramazan arasında bir aydır
ki insanlar ondan gaflet ederler. Bu öyle bir -aydır ki, ameller onda Cenab-ı
Rabbi'l-âlemîne yükseltilir. O bakımdan ben de oruçlu bulunduğum halde
amellerimin yükseltilmesini arzu ediyorum."[372]
Böylece Şaban ayında
oruç tutmak müstehab kapsamına giriyor. Nitekim selef-i sâîihîn bu istihbabı
dikkate alarak Şaban ayını oruç ve diğer ibadetlerle ihya etmeğe özen
göstermiştir.
Sonra genel anlatımla
Receb ayının orucuna yer verildiğini görüyoruz. Dört haram ayda ibadet ve oruca
teşvik eden sâri', onlardan biri olan Receb'i de anıp teşvik etmiş oluyor,
Receb ayının fazileti
hakkında rivayet edilen hadislerin çoğu merfu', bir kısmı da mursel olarak
nakledilmiş bulunuyor. Ancak bunların isnadı üzerinde hayli durulmuş ve güven
verici bir sonuç çıkarılmamıştır. Kimi bu rivayetlerin zayıf ve münker olduğunu
belirtirken, kimi de zayıf ve istidlale sâlih olmadıklarına dikkat çekmiştir.
Nitekim İbn Sübkî'nin Muhammed b. Mansûr es-Sem'ânî'den yaptığı rivayete göre,
adı geçen şöyle demiştir: " Receb ayında oruç tutmanın istihbabı hakkında
sabit bir sünnet varid olmamıştır. Bu konuda rivayet edilen hadislerin hemen
hepsi haber-i vahidir, hiçbir ilim adamı o riva-yetlerle ferahlık duymaz."[373]
İbn Ebî Şeybe'nin
rivayetine göre, Hz. Ömer (r.a.), Recep ayında oruç tutmak isteyenlere şöyle
demiştir: " Oruç tutmayıp yemek yeyi-niz. Çünkü bu ay, cahiliyye devrinde
ta'zim edilen bir aydı."
Zeyd b. Eşlem (r.a.)
diyor ki: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den Receb ayında oruçtan soruldu.
Şöyle buyurdu: " Şaban ayına bakın, ondan ne haber ?"[374]
İbn Mâce'nin İbn Abbas
(r.a.) dan yaptığı rivayete gelince, senedinde iki zayıf ravinin bulunduğu söz
konusudur. îbn Abbas (r.a.) diyor ki :" Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz
Receb ayında oruç tutmayı men'etti."
Evet bunun isnadında
Zeyd b. Abdülhamîd ve Dâvud b. Atâ' bulunuyor ki, bu iki zatın da zayıf olduğu
belirlenmiştir. Zehebî'nin tes-bitine göre, Zeyd sadece yukarıdaki hadisi
Süleyman b. Ali el-Emir'den rivayet etmiş ve Dâvud da bunu Zeyd'den rivayet
etmiştir. Dâvud hem zayıftır, hem de bu rivayette teferrüd etmiştir.[375]
4 nolu Bâhile'li
adamın hadisini aynı zamanda Nesâî tahric etmiştir.Ancak bu kişinin ismi
üzerinde farklı tesbitler ortaya çıkmıştır:
a) Ebûlkasım
el-Beğavî, Mu'cemü's-Sahabe'de, bunun Abdullah b. Hars olduğunu, Muceybe
el-Bahile'nin ondan rivayet ettiği belirtiliyor.
b) Ebû
Davud'un rivayetinde ise, Muceybe'nin babasından veya amcasından söz ediliyor.
Nesâî'nin rivayetinde, onun sadece amcasından rivayeti konu ediliyor.
Böylece ismi ve kimden
rivayeti ihtilaf konusu olunca artık o hadisle istidlal edilmiyor.
Hadiste: " Sabır
ayında ve ondan sonra üç gün oruç tut" cümlesinden, Ramazân'ı müteakip üç
gün oruç tutmanın müstehab olduğu anlaşılıyor. Oysa daha önceki hadislerle de
açıklandığı üzere, Şevval ayından altı gün oruç tutulması söz konusu idi. O
halde Şevval ayından üç veya altı gün oruç tutmakta kişinin serbest olduğu
neticesi çıkıyor.
Yine hadiste : "
Bir de haram aylarında oruç tut" deniliyor.
Bu, haram aylarının
hepsini oruçlu geçirmeğe delalet eden bir anlatım değildir. Zira bu aylardan
Muharrem'de zaten oruç tutmanın fazileti biliniyor ki, Aşûra orucu söz
konusudur. Zilhicce'nin ilk on gününü veya dokuz ve onuncu günlerini oruçlu
geçirmek de teşvik edilmiş bulunuyor. Receb ayında ise konu ihtilaflıdır.
Bununla beraber birkaç gün oruç tutmanın müstehab olduğu neticesine
varılmıştır. Zilkade ayında ise oruç tutmakla ilgili ona has bir rivayet
yoktur.
O halde haram
aylarında oruç tutmaktan maksat, bu ayların tamamını oruçlu geçirmek değil, onlardan
her birinde birkaç gün oruç tutmanın faziletini belirtmektir.
1- Şaban
ayının çoğunu, Receb ayının bir kısmını
oruçlu geçirmek menduptur.
Bu, üç imamın görüş ve
içtihadıdır.
2- Yalnız
Receb ayını oruçlu geçirmek mekruhtur. Ama bu ayın bazı günlerinde oruç
tutmakta bir sakınca yoktur.
3- Şaban
ayının tamamını veya Önemli bir kısmını oruçlu geçirmek müstehabtır.
4- Şaban
ayından gaflet etmemek ve bu ay girince, Ramazan'a ta'zinı olsun diye ibadeti
artırmak da müstehabtır.
5- Aynı zamada
Şaban ayının yarısında Berat Kandili'nin gecesini namaz ve teşbihle, dua ve
niyazla geçirmenin, gündüzünde oruç tutmanın büyük ecri ve sevabı vardır.
6- Üç aylar
diye anılan: Receb, Şaban ve Ramazan'ı oruçlu geçirmenin istihbabı üzerinde
durulmuştur. Şöyle ki, Ramazan ayını • oruçlu geçirmek zaten farzdır. Receb
ayının tamamını oruçlu geçirmenin müstehab olduğuna açıkça delalet eden sahih
bir rivayet yoktur. Ancak haram aylarında oruç tutmanın fazileti işlenirken,
do-layısıyle receb ayında da oruç tutmanın fazileti ortaya çıkıyor. Bu da
tamamını değil, bir kısmını oruçlu geçirmeğe yönelik bir anlatımdır. Şaban
ayının tamamını veya çoğunu oruçlu geçirmenin müstehab olduğuna dair sahih
hadisler mevcuttur.
O bakımdan üç aylar
orucu denilince belirttiğimiz manayı anlayıp ona göre bir yol tutmamız daha
uygun olur. Bununla beraber Receb ye Şaban'm tamamını oruçlu geçirmek isteyene
de "Böyle yapma. Receb'de birkaç gün oruç tut, Şaban'm çoğunu veya
tamamını oruçlu geçir" denilmez.
Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz, önemli bir olay ortaya çıkmadığ: sıkıcı ve üzücü bir durum söz
konusu olmadığı takdirde pazartesi v perşembe günlerini oruçlu geçirir ve bu
iki günde oruç tutulmasır tahrik ve teşvikte bulunui'du.
Hadislerde ifadesini
bulduğu üzere, bu iki günde günlük amelle rin Cenab-ı Hakk'a arzolunduğu söz
konusudur. O bakımdan mü'miı kişinin ameli arzolunurken onun oruçlu
bulunmasında büyük fayda lar vardır.
Amellerin
arzolunmasmdan maksat ne olabilir? Şüphesiz k Cenab-ı Hak olmuş ve olacak her
şeyi bildiği gibi, kullarının kalbind' ve kafasında dolaşan niyet ve
düşünceleri de bilir. Ancak o kainat çok du-yarlı bir cihaz gibi işler duruma
getirip şaşmayan belli kanun lar koymuş ve her şeyi o kanunlar çerçevesinde yerine
oturtarak bir takım kural ve esaslara bağlamıştır. Amellerin pazartesi v
perşembe günleri görevli melekler tarafından O'na arzedilmesi de bi kural
olarak belMenmiş bulunuyor. Artık kıyamete kadar bu kuralı: değişmesi veya
aksaması düşünülemez. Çünkü Cenab-ı Hakk'ı: yanında söz ve hüküm değişmeyeceği
gibi, O'nun koyduğu esas ve ku rallar da değişmez.
Hz. Aişe (r.a.)
dan.yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir "Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz pazartesi ve perşembe ora cunu seçip (devam ederdi).”[376]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Her pazartesi ve perşembe amell-;r arzolunur. Ben de oruçlu bulunduğum
halde (o günlerde) amellerimin arzolunmasını arzuluyorum."[377]
Ebû Katade (f.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Peygamber (s.a.v.)
Efendimizden pazartesi günü orucundan soruldu. Cevap olarak şöyle buyurdu:
" Pazartesi benim doğduğum gündür ve o günde (Kur'an veya vahiy) bana
indirildi."[378]
Bu üç rivayet dışında
iki sahih rivayet daha bulunuyor. Biri, Resulüllah'm (s.a.v.) sözü edilen iki
günde oruç tutmaya devam ettiğine; diğeri ise bu iki günde Cennet'in
kapılarının açık tutulduğuna dairdir. Şöyle ki:
" Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz perşembe ve pazartesi günleri oruç tutardı."[379].
Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz buyurdu :" Cennet'in kapıları pazartesi ve perşembe günleri
açılır."[380]
a) Hanefîlere göre: Pazartesi ve perşembe
günleri oruç tutmak müstehabtır. Çünkü bu iki gün, "eyyam-i fâzile"
den sayılır. Diğer günlere nisbetle bugünlerde tutulan orucun sevap ve fazileti
çok daha büyüktür. O bakımdan oruç tutmak suretiyle bu fazilete erişmek söz
konusudur .[381]
b) Şafîîlere göre: Her pazartesi ve her perşembe
günü oruç tutmak sünnettir.[382]
c)
Hanbelîlere göre; Pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmak sünnettir. Bunlar,
Ebû Davud'un Üsâme b. Zeyd (r.a.) den yaptığı şu rivayetle istidlal
«etmişlerdir :" Resulüllah (s.a.v.) pazartesi ve perşembe günleri oruç
tutardı. Kendisinden bu oruçtan sorulunca da şu cevabı verdi: " Şüphesiz
insanların amelleri pazartesi ve perşembe günleri arzolunur.'[383]
d)
Malİkîlere göre: Her hafta pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmak menduptur
ve bu orucun (ruh üzerinde olduğu kadar) bedenin sıhhati yönünden de olumlu
tesirleri söz konusudur.[384]
10 nolu Hz. Aişe
hadisim aynı zamanda İbn Hibban tahric edip sahihlemiş; Ibnü'l-Kattan ise,
isnadında Rabi'a el-Cereşî bulunduğu için hadisin muallet olduğuna dikkat
çekmiştir. Çünkü Rabi'a meçhul olarak kabul ediliyor. Hafız İbn Hacer, bu görüş
ve tesbiti reddederek diyor ki : " Îbnü'l-Kattan hata etmiştir. Zira
Rabi'a el-Cereşî sa-habîdir."[385]
Nitekim İmam Tirmizî,
Hz. Aişe'nin (r.a.) bu hadisiyle ilgili şöyle demiştir: "Hz. Aişe'nin (r.a.)
bu hadisi hasen ve sahihtir."
11 nolu Ebû Hüreyre
hadisini İmam Tirmizî "hadis-i garîb" olarak belirlerken, Hafız İbn
Hacer et-Telhîs'te bunu naklettikten sonra susup hakkında bir görüş ve tesbit
beyan etmemiştir.
12 nolu-Ebû Katade
hadisi de sahihtir. O bakımdan istidlale elverişli görülmüştür.
13 nolu Üsame b. Zeyd
hadisini Nesâî tahric etmiştir, isnadında 'meçhul bir adamın bulunduğu
söylenirse de muhaddis îbn Huzayme
onu sahihi
emiştir.
Bu konudaki
rivayetlerin tamamı, her hafta pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmanın
istihbabma delâlet etmektedir. Nitekim müctehidlerin görüş ve tesbiti de bu
doğrultuda cereyan etmiştir.
O halde sözü edilen
iki günde oruç tutmayı itiyad edinen kimsenin bu itiyadı Şaban ayının son
gününe rastlasa bile, şek günü olduğu dikkate alınmaksızın oruç tutmasında bir
sakınca yoktur.
1- Haftanın
pazartesi ve perşembe günlerinde oruç tutmak, kimine göre sünnet, kimine göre
müstehabdır.
2- Ameller
bu iki günde Cenab-ı Hakk'a arzolunur.
3- Haftada
iki gün oruç tutmak suretiyle ruha gıda, bedene zindelik ver-mek söz konusudur.
İslâm Dini, Cenab-ı
Hakk'ın insanlara en son, en kalıcı mesajı olarak seçilip belirlenince, O, bu
cihanşümul ve kalıcı özelliğiyle yürürlükten kaldırılan semavi dinlerin sadece
birçok hükümlerim ne-shetmekle kalmamış, Kitap Ehli'nin adet ve
geleneklerinden, birtakım ibadetlerinden de uzak kalıp yepyeni bir ruh, bir
dinamizm ve taze kan getirmiştir.
Cuma günü, mü'niinlerin
bir bakıma bayramı sayılır. O günü namaz ve hutbeyle değerlendirirken,
cemaatleşme hikmetine yönelik bir kaynaşmaya kapı açılır ve böylece mü'minler o
gün daha çok görüşme, buluşma, biraraya gelme imkanına erişir. Cuma namazından
sonra ise, günlük hayata yeni bir şevk, duygu, bilgi ve düşünceyle dönülür ve
daha güvenli bir ortamın vücut bulması sağlanır. O bakımdan cuma gününe ayrı
bir özellik daha verip o gün oruç tutmaya özen gösterilmemesi tavsiye
edilmiştir.
Cumartesi günü ise,
Yahudilerin kendilerine tatil ve' bayram seçtikleri gündür. Tevrat hükümlerine
göre, Yahudilerin o gün alım-satımda bulunması; pazar kurması yasaklanmıştır. O
bakımdan Müslümanlar'm cumartesi gününde oruç tutmak suretiyle o güne bir
özellik atfetmeleri sakıncalı görülmüş ve o günkü oruç kerahet kapsamına
alınmıştır.
Pazar günü hakkında da
birtakım rivayetler vardır; yeri gelince açıklanacaktır.
Muhammed b. Abbad b.
Cafer'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
" Cabir'e (r.a.)
sordum, dedim ki: Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz cuma günü oruç tutmayı
men'etti mi ?" Hz. Cabir şu cev-abı verdi: "Evet...[386]
Ebû Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:"
Cuma günü oruç tutmayın; ancak bir gün de evvelinden veya bir gün sonrasından
oruç tutmak suretiyle iki güne çıkararak (tutabilirsiniz)."[387].
Müslim'in rivayetinde
ise hadis şu sözlerle nakledilmiştir:
"Geceler
arasından cuma gecesini kalkıp ibadete has kılmayın (ayırmayın); gündüzler
arasından da cuma gününü oruç tutmaya ayırmayın. Ancak sizden birinizin itiyad
edip tutmakta olduğu oruç o güne rastlarsa (bunda bir sakınca yoktur)."[388].
İbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "
Yalnız cuma günü oruç tutmayın![389]
Cüveyriye (r.a.) dan
yapılan rivayete göre: "Adı geçenin oruçlu bulunduğu cuma gününde
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz onun yanına (hücresine) giriyor ve ona:" Dün
oruç tuttun mu?" diye soruyor. O da: " Hayır, tutmadım" diye
cevap veriyor. Peygamber (s.a.v.): " Yarın da oruç tutacak mısın ?"
diye soruyor. O yine: " Hayır, tutmayacağım" diye cevap veriyor.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona: " İftar et (orucunu) boz !"
diye emrediyor."[390]
" Cünadet el-Ezdî
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir :
"Cuma günü Ezd
Kabilesi'nden yedi kişiyle birlikte -ki bunlardan bir kısmı kadın idi-
Resulüllah'm (s.a.v.) yanına girdik. Efendimiz yemek yiyordu. Bize: 'Temeğe
geliniz" diye buyurdu. Biz O'na:" Ya Resulallah! Doğrusu biz
oruçluyuz" dedik. Bunun üzerine sordu: " Dün oruç tuttunuz mu
?" Biz de: "Hayır, tutmadık" dedik. Sonra bize: "Peki yarin
oruç tutacak mısınız?" diye sordu. Biz: " Hayır, tutmayacağız"
dedik. Re-sulüllab (s.a.v.) bize: " O halde iftar edin (orucunuzu)
bozun" buyurdu. Biz de O'nunla beraber oturup yemek yedik. Resulüllah
(s.a.v.) dışarı çıktı (Mescid'e girdi ve) minbere çıkıp bir tas su istedi. Su
getirilince kendisi minber üzerinde o ;ıyu içti ve oradakiler de ona
bakıyorlardı ve Peygamber (s.a.v.) onlara cuma gixnix oruç tutmadığını
gösteriyordu."[391]
Abdullah b. Büsr'den,
onun da kızkardeşi Samma'dan rivaye edildiğine göre, Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz şöyle buyurmuştur "Cumartesi günü oruç tutmayın; meğer ki size
farz kılınmış bir oruç ola... Cumartesi gününde biriniz ancak bir üzüm sap:
veya bir ağaç kabuğu bulsa onu ağzına atıp çiğnesin tutmasın)."[392].
İbn Mes'ud (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: 11 Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz
cuma günü pek az iftaı eder (o günü oruçlu geçirmez) di."[393]
a)
Hanefîlere göre: Yalnız cumartesi ve yalnız pazar gün oruç tutma konusunda ünlü
fakih Şemsüleimme el-Hulv?.nî diyor ki;1 Bu günlere ta'zim söz konusu değilse,
bir sakınca yoktur."[394].
Rivayetlerin tamamını
dikkate almak suretiyle yalnız cumt günü oruç tutmak, birçok fukahaya göre
müstehabdır. Pazartesi v< perşembe günleri gibi.. Nitekim Bahrirâik'de de bu
husus belirtil mistir.
Bunun gibi Haram
Aylar'mda perşembe, duma ve cumartes günleri de oruç tutmak müstehabdır. Haram
ayları dörttür: Zilkade Zilhicce, Muharrem ve Receb .[395]
Fetâvâ-yı Hindiyye'de
Hanefîlerin görüşü bu şekilde belirtilirken, El-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa
adlı eserde ise, Hanefî, Şafiî ve Hanbelî mezhebleriııin bu konuyla ilgili
görüş ve ictihadları şöyle nakledilmiştir:" Mekruh olan oruçlardan biri
de, yalnız cuma günü ve yalnız cumartesi günü oruç tutmaktır. Mâlikîler ise,
yalnız cuma veya başka bir günü oruçlu geçirmekte kerahet yoktur
demişlerdir."[396]
Bu iki ayrı tesbiti
şöyle telif edebiliriz : Sırf ta'zim olsun diye belirtilen günlerde oruç tutmak
mekruhtur. Ama kişinin böyle bir niyet ve itikadı yoksa, tutmasında bir sakınca
yoktur.
Anlaşılan ö ki, İmam
Ebû Hanife ve arkadaşları yukardaki hadislerle istidlal etmemişlerdir.
b) Şafiîlere
göre: Yalnız cuma günü ve yalnız cumartesi günü oruç tutmak mekruhtur. Aynı
zamanda yalnız pazar günü de oruç tutmak mekruhtur. Ama bunlardan birini
diğeriyle birleştirmek, yani cuma ile cumartesini veya cumartesi ile pazarı
birleştirmek suretiyle oruç tutmakta kerahet yoktur.[397]
c)
Hanbelîlere göre: Yalnız cumayı, yalnız cumartesini, şek gününü, Nevruz ve
Mihrican günlerini oruçlu geçirmek mekruhtur. Ancak itiyad edip tutmakta olduğu
oruç bu günlere tesadüf ederse, o takdirde bir sakınca söz konusu değildir.[398]
Hanbelîler de Şafüler
gibi, yukarıda konumuzu oluşturan hadislerle istidlal etmiş bulunuyorlar.
20 notu Muhammed
hadisi, 21 nolu Ebû Hüreyre hadisi, 22 nolu Müslim hadisi sahihtir ve istidlale
salihtir. O bakımdan muctehidlerin çoğu bunlarla istidlal etmişlerdir.
23 nolu İbn Abbas
hadisinin isnadında Hüseyin b. Abdillah b. Ubeydillah bulunuyor ki bu zat
hakkında farklı tesbitler söz konusudur : İbn Maîn onun sıka (güvenilir)
olduğunu belirtirken, diğer hadis imamları onun zayıf olduğuna dikkat
çekmişlerdir.[399]
Zehebî ise bu zat
hakkında şu bilgileri toplamıştır : Ahmed b. Hanbel'e göre, onun hayli münker
rivayeti vardır. Ebû Zür'a ve başkası onun kaviy olmadığını söylemiştir. Nesâî
ise, onun metruk olduğunu belirtmiştir.[400]
25 nolu Cünadet
hadisini aynı zamanda Hâkim tahric etmiş ve Nesâî, ricalinin sahih olduğunu
belirtmiştir.
İmam Mâlik ile İmam
Ebû Hanife bu konuda 27 nolu İbn Mes'ud hadisiyle istidlal etmişlerdir.
Yalnız cuma günü oruç
tutmanın mekruh olmasının sebeplerinden biri, o günün mü'minlerin bayramı
sayılmasıdır. Nitekim Re-sulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur :
"Şüphesiz cuma
günü bayram gününüzdür. Artık siz bayram gününüzü oruç gününüz
yapmayınız."[401]
26 nolu Abdullah
hadisini aynı zamanda îbn Hibban, Hâkim, Beyhakî tahric etmişlerdir ve İbn
Seken onu sahihlemiştir. Ebû Dâvud ise kendi süneninde, Mâlik'in şöyle dediğini
nakletmiştir: " Bu hadis yalandır, (uydurmadır).". Ayrıca hadisin
muzdarip olduğunu söyleyenler var.
Hafız İbn Hacer ise,
bu tesbit ve görüşlere katılmamıştır. Ebû Dâvud bu hadisin mensuh olduğunu
söylemiştir.[402]
Böylece yalnız cuma ve
yalnız cumartesi günleri oruç tutmanın mekruh olup olmadığı hakkında birçok
rivayetler vardır. Tirmizî'nin yaptığı rivayete güre. Hz. Aişe (r.a.) bu konuda
şöyle demiştir: " Re-sulüllah (s.a.v.) Efendimiz ay içinde cumartesi,
pazar ve pazartesi günlerinde ve bir diğer ay içinde ise salı, çarşamba ve
perşembe günleri oruç tutardı."
Ne var ki, konumuzu
oluşturan hadislerde yalnız cuma ve yalnız cumartesi günü oruç tutmanın mekruh
olduğu belirtilmektedir. Burada ise, hem cuma, hem de cumartesi gününü oruçlu
geçirmekte bir sakınca olmadığına işaret edilmektedir. Böylece rivayetler
arasını telif mümkün oluyor.
İbn Mes'ud hadisi de
kuvvetli bir ihtimalle bu ikinci şıkkı yansıtmakta ve Resulüllah'ın (s.a.v.) ay
içinde oruç tutarken bu iki günü pazartesiyle birlikte oruçlu geçirdiği
anlaşılmaktadır.
1-
Yalnız cuma ve yalnız
cumartesi günü oruç
tutmak nekrûhtur. Bu, imam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel'in içtihadıdır.
2- Yalnız
cuma ve yalnız cumartesi veya yalnız pazar günü oruç tutmakta bir
sakınca yoktur. Hanefilerin
çoğu bu görüşe katılmamıştır. Ancak bu günlere ta'zim olsun diye
tutulursa, o takdirde mekruhtur. Bu, İmam Ebû Hanife ile îmam Mâlik'in içtihadıdır.
3- Cuma ve
cumartesi günlerini ardarda oruçlu geçirmekte bîr sakınca yoktur.
4- Cumartesi
ve pazar gününü de ardarda oruçlu geçirmek Imekrûh değildir.
5- Yahudiler
ta'zim gösterip cumartesini dinlenme ve ibadet günü seçtikleri için onlara
özenerek bir müslümanm böyle bir itikad-la cumartesi günü oruç tutması tahrîmen
mekruhtur.
6- Cuma
günü, mü'mmlerin bir bakıma haftalık bayramıdır. O bakımdan bayram gününde oruç
tutmanın pek doğru olmayacağı söz konusudur.
7- İlim
adamlarından bir kısmına göre: Yahudiler cumartesi, Hristiyanlar da pazar günü
oruç tutmadıklarına göre, müslümanlarm onlara muhalefet olsun diye o günlerde
oruç tutmalarında bir sakmca-söz konusu değildir.
Ama bu görüş ve yorum
ağırlık kazanmamış ve ilim adamlarının çoğu buna iltifat etmemiştir.
İslam Dini, aylık
hayatımızı dengeli, düzenli geçirmemiz, ruhla beden arasındaki köprünün
sapasağlam kalabilmesi; dünya ilejahiret arasındaki irtibatın kopmaması ve tok
kelimeyle madde ile mana arasında yıkılmaz bir dengenin ouşturulması ve
korunması.için, günde beş vakit namaz kılmayı emrederken, bunun dışında nafile
namazları ve nafile oruçları da tavsiye etmiş bulunuyor. Farz oruç ile zekat
ve hac da şüphesiz bu dengenin omurgasını oluşturuyor.
O bakımdan hayatımızın
her ayını ibadetle süslememiz ve birkaç gününü oruçlu geçirmemiz kadar
faziletli, yönlendirici, yak-laştırıcı bir şey düşünülemez.
Kamerî ayın ]3, 14 ve
15, günlerine "Eyyam-1 Biyd" denilmiştir. Geceleri mehtaplı olup ay
yansıttığı v^'ikla çevremizi aydınlattığı için bu üç günü, ilahi düsen ve
düzenlemeyi daşünevek, O'nun sonsuz ku-di'etinin eserini görerek, her şeyi
insandan yana. yaratıp hizmete sev-kettiğini anlayarak oruç tutmak kadar güzel
ibadet ve asil kulluk düşünülemez.
Böylece ister her ayın
13, 14, 15. günlerini oruçlu geçirelim, isterse her ayda başka günlerde üç gün
oruç tutalım, her iyilik on misliyle karşılık göreceğine göre, biz
ibadetinizle aynı tamamını oruçlu geçirmiş gibi oluruz.
Ebû Zer (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Res'ulüllak (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur
:" Ya Ebâ Zer! Aydan üç gün oruç tutmak istediğinde, ayın oııüç, ondort
ve onbeşinci günleri oruç
tut."[403]
Ebû Katade (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v,) Efendimiz şöyle buyurmuştur:"
Her ay üç gün ve bir de ramazandan ramazana oruç tutmak, senenin tamamını
oruçlu geçirmek olur."[404]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: 1 Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bîr
aydan cumartesi, pazar ve pazartesi günlerinde; diğer aydan ise salı, çarşamba
ve perşembe günlerinde oruç tutardı."[405]
Ebû Zer (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "
Kim her aydan üç gün oruç tutarsa, bu senenin tamamını oruçlu geçirmek olur.
Çünkü Cenab-ı Hakk kendi kitabında bunu doğrulayarak şöyle buyurmuştur : "
Kim bir iyilikle gelirse, ona on katı vardır." Böylece her güne karşılık
on gün söz konusudur.[406]
a)
Hanefîlere göre: Kamerî ayın onüç. ondört ve onbeşjinci günleri oruç tutmak
müstehabtır.[407]
b) Şafiî ve
Hanbelî mezhebine göre: Her ayın onüç, on&ört ve onbeşinci günleri oruç
tutmak menduptur.
c)
Malikîlere göre, sözü edilen üç günü kasdedip oruç tutmak mekruhtur.[408]
İmam Mâlik bu konuda
Hz. Aişe Hadisiyle istidlal edip Resulüllah'm (s.a.v.) her ay mutlaka sözü
edilen üç günde değil, değişik üç günlerde de oruç tuttuğunu dikkate
almıştır.
37 nolu Ebû Zer
hadisini Ibn Hibban tahric edip sahihi emiştir. Nesâî ile Tirmizî sözü edilen
hadisi şu lafızla rivayet etmişlerdir:" Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz
bize aydan eyyam-ı biyd'de oruç tutmamızı emretti : Onüç, ondört ve onbeşinci
günler.."
38 nolu
Ebû Katade hadisi
sahih olup istidlale
salih görülmüştür.
39 nolu Hz. Aişe
hadisi mevkuf olarak rivayet edilmiştir. Ricali, rical-i sahihtir.
40 nolu Ebû Zer
hadisini İmam Tirmizî hasenlemiştir. Bu babta Sünen sahiplerinin Ibn Mes'ud
(r.a.) den rivayet ettikleri bir hadis daha bulunuyor ki, Ibn Huzayme onu
sahihi emiştir. Lafız olarak şöyledir :"Resulüllah (s.a.v.) her ayın
gurresinde üç gün oruç tutardı."
Gurre, birçok manalara
geldiği gibi, her ayın, yani kamerî ayın dolunayının ilk üç günü hakkında da
kullanılmıştır.
Bu bapta bir de Ebû
Dâvud ile Nesâî1 nin Hafsa (r.a.) dan yaptıkları rivayet vardır. Şöyle ki: "
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz her ay üç gün oruç tutardı: Pazartesi, perşembe
ve diğer cumadan pazartesi günü.."
Müslim'in bu konuda
Hz. Aişe1 den yaptığı rivayette, deniliyor ki:
ResulüÜah (s.a.v.)
Efendimiz her ay, hangi ay olursa olsun üç gün oruç utardı."
Nesâî'nin İbn Abbas
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz ne hazarda, ne seferde eyy-am-i biyde iftar ederdi (yani
orucunu bozmaz, tutardı)."
Böylece her ayda üç
gün oruç tutmak hakkındaki rivayetleri bi-raraya getirdiğimizde, kişi bu
hususta muhayyei'dir, dilerse kameri ayın 13, 14 ve 15. günlerini, dilerse
başka günlerden üç günü oruçlu geçirebilir.
1- Her ayın
13, 14 ve 15. günleri oruç tutmak menduptur. Bu, İmam Ahmed ile İmam Şafiî'nin
görüş ve içtihadıdır.
2- İmam Ebu
Hanife'ye göre, sözü edilen, günlerde oruç tutmak sünnettir.
3- İmam
Mâlik'e göre, kameri ayda hangi günler olursa olsun üç gün oruç tutmak
menduptur.
4- Her ay
içinde tutulan üç gün orucun cumartesi veya pazara rastlamasında bir sakınca
yoktur.
5- Kamerî
ayın Özellikle onüç, ondört ve onbeşinci günlerim tay-inen oruçlu geçirmek
mekruhtur. Bu İmam Mâlik'in görüş ve içtihadıdır.
6- Her
iyilik on misliyle olduğuna göre, her ay
üç gün oruç tutmak ajan tamamını oruçlu geçirmek gibi sevaplıdır.
Üzerimizde birçok
haklar vardır. Her hak sahibinin hakkını vermek ve ödemek zorundayız.
Rabbımızm, eşimizin, çocuklarımızın, yakınlarımızın, kendi nefsimizin,
komşularımızın, çevremizin ve Müslümanların birtakım hakları söz konusudur.
Kendini zühd-ü takva düzeyinde tutmak veya o düzeye ulaştırmak için geceleri
kalkıp namaz ve ibadette bulunmak, gündüzleri oruç tutmak suretiyle gününü
dolduran kimse, bir bakıma güzel ve faziletli amelde bulunuyorsa da, diğer
bakımdan kendini güçsüz düşürmekte ve dünyevî işlerini, hizmetlerim layıkıyla
yerine getirememektedir.
Oysa İslâm iki hayata
birden sarılmamızı, her ikisi içinde ge-rektiği ve emredildiği şekilde
çalışmamızı emretmektedir. Ne ahire ti dünyası için, ne de dünyayı ahireti için
terketmeğe cevaz verir. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyası için, yarın Ölecekmiş
gibi ahireti için çalışan mü'min, Resulüllah'm (s.a.v.) sünnet çizgisinde
bulunuyor demektir.
Sonra da yukarıda
sözünü ettiğimiz hak sahiplerinin haklarının neler olduğunu belirleyip onları
imkanlar elverdiği nisbette yerine getirmek vaciptir. Gece ve gündüz kendini
ibadete vererek çalışmayı, kazanmayı ihmal eden kimse, dolayısıyla eşini,
çocuklarını, hısımlarını Ve çevresini ihmal etmiş olur.
Bunu için Yüce İslâm
Dini senenin tamamım oruçlu geçirmeyi mekruh sayarken, bir gün oruç tutup bir
gün iftar etmeyi, bu konuda çok arzukâr olanlara müstehab saymıştır.
Abdullah b. Amr (r.a.)
dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz (ona) şöyle
buyurmuştur :" Her ay üç gün oruç tut!" Abdullah diyor ki: " Ben
bu tavsiyeye karşı şöyle dedim :
46 nolu Ebû Musa
hadisini aynı zamanda îbn Hibban, İbn Hu-zayme, Beyhakî ve İbn Ebî Şeybe
tahricetmişlerdir. Ayrıca Hafız Bez-zar ile Taberânî de kendi eserlerinde buna
yer vermişlerdir. Mecmeu'z-Zevâid'de Ebû Musa hadisinin ricalinin rical-i sahih
olduğu belirtilmiştir.[409]
Bu bapta imam Ahmed'in
ve İbn Hibban'm Abdullah b. Şehîr'den rivayet ettikleri bir hadis bulunuyor.
Şöyle ki: " Devamlı, bütün yıl oruç tutan kimse (gerçekte) ne oruç
tutmuştur, ne de iftar etmiştir."
Böylece Abdullah b,
Amr, Ebû Katade ve Ebû Musa hadisleri, bjatün seneyi oruçlu geçirmenin mekruh
olduğuna delalet etmektedir. Zira yukardaki hadisin manasını şöyle yorumlayanlar
olmuştur: Öylesine oruç sevabı hasıl olmamıştır. Çünkü muhalefet söz konusudur.
İftar etmemiştir, çünkü bir şey yemek ve içmekten kendini alıkoymuştur."
Nitekim Zahirîlerle
İshak bu rivayetlere dayanarak, bütün seneyi oruçlu geçirmenin mutlaka mekruh
olduğunu belirtmişlerdir, îmanı Ahmed'den de ayrıca buna yakın bir rivayet
yapılmıştır.
1- Bayram ve
teşrik günleri de dahil olmak üzere senenin tamamını oruçlu geçirmek haramdır.
Zira bayram ve teşrik günleri yeme Ve içme; meşru şekilde eğlenme ve Hakk'a
şükretme günleridir. O bakımdan bu günlerde oruç tutmak haram kılınmıştır.
2- Bayram ve
teşrik günleri hariç senenin tamamını oruçlu geçirmek mekruhtur. Bu,
Hanefîlerin görüş ve içtihadıdır.
3- Oruç
tutmaya gücü yetip güçsüz duruma düşmeyeceğinden . emin olan kimselerin bayram
ve teşrik günleri hariç bütün'seneyi oruçlu geçirmelerinde bir sakınca yoktur.
Bu, diğer üç mezhebin görüş ve içtihadıdır.
4- Yine
bayram ve teşrik günleri hariç bir gün oruç tutup bir gün iftar etmek suretiyle
oruca devam etmek mendup ve efdaldır. Dört mezhebin de görüşü budur.
Yolculuk halinde olan
kimseye, dinimiz sıkıntı ve meşakkat doğuracak bir takım amelleri yerine
getirmemesi için ruhsat vermiş ve birtakım amelleri hafifletmiştir. Zira dinin
hikmetinde ve Özünde kolaylık prensibi söz konusudur. Hem ibadet gönül
rahatlığı içinde sıkıntı duymadan, meşakkat çekmeden yapıldığı takdirde daha
çok huzur verir ve gönül yatışkanlığına vesile olur. Ancak bu kural mutlak
anlamda düşünülmemelidir. Bazı takva sahibi mü'minler daha çok meşakkatli
ibadetten zevk alıp huzur duyar ve daha çok gönül yatışkanlığma erişir. O
bakımdan kendine güvenip kudreti olanların seferde oruç tutması daha hayırlı
sayılmış ve bazı nıüctehidlere göre, dört rekatlı farz namazları tam olarak
kılmalarına cevaz verilmiştir.
Bunun gibi yolculuk
halinde olan veya savaş günlerini yaşayan kimseler, daha çok huzur ve güven
duyup daha çok Hakk'a yaklaşmayı arzuluyorlarsa, o takdirde nafile namaz ve
nafile oruç tutma-' lannda bir sakınca yoktur. Ancak böyle durumlarda oruç
onları güçten düşürüyor ve daha ciddi yol almalarına veya daha güçlü
savaşmalarına engel teşkil ediyorsa, o takdirde oruç tutmamaları hayırlı olur.
İbn Abbas (r,a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, hazarda olsun, seferde olsun eyyam-ı biyd (kameri ayların
13,14 ve 15. günleri) iftar etmeyip oruç tutmuştur."[410]
Ben bundan daha
güçlüyüm (daha fazla oruç tutabilirim)". Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.)
durmadan beni(m için günleri çoğaltıp) yükseltti; ta ki şöyle buyurdu: "
Bir gün oruç tut, bir gün iftar et. Çünkü bu, oruçların en üstünüdür. Bu,
kardeşim Dâvud (a.s.) in orucudur."[411].
Yine Abdullah b. Amr
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur :" Devamlı oruç tutan kimse oruç tutmamış olur."[412]
Ebû Katade (r.a.) den
yapılan rivayete göre, üz. Peygamber'e (s.a.v.):" Ya Resulallah! Senenin tamamını
oruçlu geçiren kimsenin durumu nasıl ve nedir ?" diye sordu. Efendimiz
ona şu cevabı verdi:" O ne oruç tutmuştur, ne de iftar etmiştir" veya
" O ne oruç tutuyor, ne de iftar ediyor."[413]
Ebû Musa (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur :
"Kim senenin tamamı (veya devamlı surette) oruç tutarsa cehennem onun
üzerine daraltılır". Efendimiz bu sözü söylerken avucunu yumarak ifadenin
anlaşılmasını kolaylaştırdı.[414]
a)
Hanefîlere göre: Bir gün oruç tutup bir gün iftar etmek müstehabtır. Bu tarz
oruç, Dâvud (a.s.) in orucudur. O da bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi.[415]
b) Şafiîlere
göre: Bayram ve Teşrik günleri dışında yılın tamamını oruçlu geçirmek,
kendisine bir zarar gelir veya bazı haklan yerine getiremez olur korku ve
endişesini duyan kimseye mekruhtur. Böyle bir korku hissetmeyen ve gücünü
muhafaza edebileceğinden emin olan kimse için müstehabtır. Bununla beraber,
bazı ilim adamlarının itimade daha uygun gördüğü gibi, bir gün oruç tutup bir
gün iftar etmek efdaldır.[416]
c)
Hanbelîlere göre: İmam Ahmed bu konuda şöyle demiştir:" İki bayram günü ve
bir de Teşrik günleri iftar edip senenin tamamını oruçlu geçirmekte bir sakınca
olmadığını umuyorum."
Hanbelî fakihlerinin
ileri gelenlerinden çoğu ise, bu orucu mekruh saymışlar. Çünkü böyle bir oruçta
meşakkat ve zaaf söz konusudur.
Ama Ebû Talha'mn
(r.a.), Resulüllah'm (s.a.v.) vefatından sonra kırk sene, bayram ve teşrik
günleri hariç bütün yılı oruçlu geçirdiği rivayetler arasında bulunuyor.[417]
Gücü yeten kimsenin
bir gün oruç tutup bir gün iftar etmesi, meııdup olan oruçların efdalıdır.[418]
d) İmanı
Mâlik'den de İmam Ahmed'den yapılan rivayetin bir benzeri yapılmıştır. Yani ona
göre, gücü yeten kimsenin bayram ve teşrik günleri dışında bütün seneyi oruçlu
geçirmesinde bir sakınca yoktur. Bir gün oruç tutup bir gün iftar etmek ise,
efdaldır.
Yukarıya
naklettiğimiz' dört hadisin de sahih olduğunu söyleyenler çoğunluktadır.
Eöû Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) lEfendimiz şöyle buyurmuştur :"
Kim Allah yolunda (savaş halinde) bir gün oruç tutarsa, Cenab-ı Hak onun
yüzünü Cehen-nem ateşinden yetmiş yıl uzaklaştırır."[419]
Dört mezhep imam ve
fakihlerine göre, seferi halde olan veya savaşa çıkan kimsenin kudreti yettiği
ve daha fazla manevi haz duyduğu takdirde nafile oruç tutmasında bir sakınca
yoktur. Nitekim Re-sulüllah'ıri (s.a.vT) bazı seferlerinde nafile oruç tuttuğu sahih
rivayetlerle sabit olmuştur.
52 nolu İbn Abbas
hadisinin isnadında Yakub b. Abdillah el-Kummî ve Cafer b. Ebî Muğire el-Kummî
bulunuyor ki, bu iki zat üzerinde birçok şey söylenmiştir.
Zehebî bu zatlar
hakkında şu bilgiyi vermiştir : Darekutnî onun hakkında: " Kaviy
değildir" derken, Nesâî: " Onun hadisini almakta bir sakınca
yoktur" demiştir. İmam Buharı ise onun rivayetini talikan tahric etmiştir.[420]
Böylece hadis, seferde
eyyam-i biydde (13, 14, 15. günler) oruç tutmanın müstehab olduğuna delalet
etmektedir.
53 nolu Ebû Said
hadisi ise, bunu, "kendisine zarar vermediği, güçten düşürmediği
takdirde" şeklinde yorumlamış ve bir hakkın elden gitmesine sebep
olmadığı şartıyla müstehab olabileceğini belirt-mıştn*.
1- Seferi
halde olan kimse, gücü yetiyor, işi aksamıyor ve sağlığı bozulmuyorsa, arzu
ettiği takdirde nafile oruç tutabilir.
2- Seferde
özellikle kameri ayların 13, 14 ve 15. günlerini oruçlu geçirmek müstehabtır.
3- Allah
yolunda cihad etmekte olan kimsenin de gücü yettiği, zaafa uğramadığı ve
savaşmasına bir engel teşkil etmediği takdirde oruç tutmasında bir sakınca
yoktur. Aksine bir durum ortaya çıktığı takdirde kerahet hükmü söz konusudur.
4- Böylece,
her iki durumda da kişi muhayyer bırakılmış ve bazı kıstaslarla nafile oruç
tutmasında bir sakınca olmadığı belirtilmiştir.
İslam fıkhında farz ve
vacip olmayan ibadetlere bazan "tatavvu", bazan de "nafile"
denilmektedir. Aslında bu ıkı kelime eş anlamlı sayılabilir; zira biri
diğerinin yerine kullanılmakta ve aynı manayı ifade etmektedir.
Şüphesiz başlanılan
farz veya vacip orucu tutmak vaciptir. Onu bozmak yeniden tutulmasını
gerektirir. Aksi halde kışının üzerinde ödenmesi vacip olan bir borç olarak
kalır. Nafile oruç ve namazlara gelince bu hususta müctehid imamlann ve diğer
fakıhlerm goruş ye tesbitleri farklıdır. Kimine göre, başlanıp da
tamamlanmadığı takdirde nafile vücuba dönüşür ve artık o bozulan orucun kazası
gerekir. Kimine göre ise, vücuba dönüşmez ve o bakımdan kazası da gerekmez.
Ebû Cuhayfe (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
11 Peygamber (ş.a.v.)
Efendimiz Selman ile Ebû Derda'y birbirine kardeş yapmıştı. Selman (r.a.), Ebû
Derda'yı ziya rete gitti ve (onun eşi) Ummu'd-Derda'yı perişan, lime Ume bi
mtari içinde gördü. Kadına: " Ne bu halin ?" dedi. O da şu ce\ labı
verdi: " Ne yapalım senin kardeşin Ebû Derda'nıı (dünyalık
konusunda bir haceti yoktur (dünyalıkla hiç meşgu (olmamaktadır). " Az
sonra Ebû Derda (r.a.) geldi ve Selma] Jiçin yemek yapıp hazırladıktan sonra
şöyle dedi: " Ya Selman JBuyur sen ye; çünkü ben orcum." Bunun
üzerine Selman ona: Sen yemeği yeyinceye kadar ben de yemem" dedi. Ebû
Derdi (ister istemez oturup onunla birlikte yemek yedi.
Gece olunca Ebû Derda
kalkıp ibadet etmek istedi. Sel i man ona: " Uyu" dedi. O da uyudu.
Bir süre sonra yine o kalki] ibadet etmek istedi. Selman ona: "Uyu"
dedi, o da uyudu. Gec enin sonuna doğru Selman ona seslendi: " Şimdi
kalk" dedi Kalkıp namaz kıldılar. Sonra Selman ona şöyle dedi: Şüphesiz ki
Rabbm senin üzerinde hakkı vardır, nefsin de se nin üzerinde hakkı vardır,
ehlin (eşin ve çocukların) da seniı üzerinde hakları vardır. Artık sen her hak
sahibinin hakkın vermeye bak."
Sonra Ebû Derda kalkıp
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'* geldi ve olup bitenleri O'na anlattı. Bunun
üzerine Resulüllal (s.a.v.}: " Selman doğru söylemiştir"
buyurdu."[421]
Ümmu Bani' (r.a.) dan
yapılan rivayete göre : "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bir ara Ümmu Hani'i
ziyarete gitmişti. Ondan içecek bir şey istedi ve verilen meşrubatı içtikten
sonra talanını Ümmu Hani'e verdi, o da alıp içti ve şöyle dedi: " Ya
feesulellah! Bana gelince, oruçlu idim!." ResulüÛah (s.a.v.) ona:
" Tetavvu1
(nafile) oruçlu olan kimse kendi emiridir. İsters oruç tutar, isterse iftar
eder" buyurdu."[422]
Diğer bir rivayette
ise aynı olay şu lafızla nakledilmiştir :
" Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz meşrubatı içti ve (arta ka| lanını) içsin diye Ümmu Hani'e
uzattı. Ümmu Hani': " Doğrusı ben oruçluyum, ama senin artığını reddetmeyi
hoş görmedim dedi. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: " Eğei
tutmakta olduğun ramazan kazası ise, onun yerine bir gül kaza ediver; eğer
tetavvu' (nafile) ise, istersen kaza et, ister sen kaza etme (bir sakıncası
yoktur)."[423]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir;
"Hafsa'ya bir
miktar yiyecek hediye edilmişti ve biz ikimiz de oruçlu olarak bulunuyorduk.
Bunun üzerine o yemeği yemek suretiyle orucumuzu bozduk. Biraz sonra Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz yanımıza geldi ve O'na şöyle dedik: " Ya Re-sulellah!
Doğrusu bize bir miktar (yiyecek) hediye edildi ve iştahımız çekti, iftar
ettik." Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:' Bozmanızda bir sakınca yoktur.
Onun yerine başka bir gün oruç tutunuz."[424]
a)
Hanefîlere göre: Tetavvu' (nafile) oruçta özürsüz iftar etmek (orucu bozmak)
helal olmaz. Serahsî'ye göre, en sahih kavi de budur. İmam Ebû Yusuf ileİmam
Muhammed'e göre, ziyafet özür sayılır. Mezhebin en açık görüşü de budur. Ancak
davet sahibi, sadece davet ettiği kişinin hazır bulunmasına razı olmakla
yetinir de önün yemek yemesi üzerinde durmazsa, o takdirde oruçlu bulunan
davetlinin iftar etmesi doğru olmaz. Bununla beraber davetli kişi, bozacağı
nafile orucu ileride kaza edeceğine güveniyorsa, davet tnünasebetiyle orucunu
bozar. Bu durumda davet sahibini üzmemiş olur/Nitekim Şemsüleimme el-Hulvanî bu
görüşü beğenip, sözü edilen konu hakkında en güzel kavi olarak belirlemiştir.
Şüphesiz bu da, zevaldan önce olursa mubahtır. ,Zevaldan sonra ise, ara yerde
ana-baba hakkı da söz konusu değilse artık bozmaz.
Vacip oruçta ise
ziyafet bir özür sayılmaz.[425]
Böylece Hanefîlere
göre, nafile oruca niyet ettikten sonra onu bozan kimseye kazası gerekir. Zira
niyet edip başlamakla onu kendine gerekli kılmış oluyor. Bozunca da kazası
gerekiyor.
b) Şafnlere
göre: Nafile oruç veya namaza başlayan kimse için !onları yarıda bırakıp kesmek
caizdir ve bundan dolayı kendisine o oruç veya namazın kazası da gerekmez.
Üzerindeki kaza orucuna başlayan kimsenin -bir özür söz konusu değilse- onu
bozması haramdır. Bozduğu takdirde kazası gerekir.[426]
c)
Hanbelîlere göre: Tetavvu' (nafile) oruca başlayan ve akşam olmadan Önce bozan
kimseye o orucu kaza etmek gerekmez. 'Ancak başladığı nafile orucu tamamlaması
nıüstehabtır. Hanbelîler de bu konuda Şafiîler gibi, konumuzu oluşturan
hadislerle istidlal etmişlerdir.
Nafile hac ve nafile
umre bu genellemenin dışındadır. Yani nafile hac veya umreye niyet edip başladıktan
sonra onu tamamlamadan yarıda
bırakan kimseye kazası
gerekir. Şafiîler de
aynı görüştedirler.[427]
d)
Mâiikîlere göre: Başlanılan nafile orucu tamamlamak farzdır. Onu kasden
bozduğu takdirde kaza edilmesi de farzdır. Ancak nafile oruca niyet edip
başladıktan sonra ana-babasmdan biri veya hocası, ona olan şefkatlarından
dolayı iftar etmesini emrederse, o takdirde bozmasında bir sakınca yoktur ve
kaza etmesi de gerekmez.[428]
56 nolu Ümmu Hani' hadisini
aynı zamanda Darekutnî, Ta-berânî ve Beyhakî tahric etmişlerdir. Ancak
isnadında Semmak bulunuyor ki, bu zat üzerinde farklı tesbitler yapılmıştır.
Nesâî: " Semmak rivayette yalnız kalınca ona pek itimad edilmez"
derken; Beyhakî: " Semmak'm isnadı hakkında söylenecek söz vardır"
demiştir. Tinnizî de aynı görüştedir.[429]
Ayrıca hadisin
isnadında Harun İbn Ümmi Hani' bulunuyor ki, İbn Kattan " Bu zat maruf
değildir" demiştir. İbn Hibban onu sıkat (güvenilir hadisçiler) arasında
anmamıştır,[430]
Yine aynı hadisin
isnadında Yezid b. Ebî Ziyad bulunuyor ki, bu zat üzerinde de hayli
durulmuştur. Ibn Adiy: " Onun hadisi yazılabilir" derken; Zehebî:
" Saduktur, ancak hafızası bozuktur" demiştir.[431]
O bakımdan İmam Ebû
Hanife bu rivayetle istidlal etmemiştir.
58 nolu Hz. Aişe
hadisini Nesâî tahric etmiştir. İsnadında ise, Zümeyl bulunuyor. İmam Buharı:
" Onun rivayeti hüccet olarak alınmaz" derken, İbn Hibban onun kaviy
olduğunu belirtmiştir. Zehebî onun münker rivayetlerinden biri de, Hz.
Aiye'den naklettiği hadistir ki, rivayetin sonunda, "onun yerine başka
bir gün oruç tutunuz" cümlesi ise, rivavetinin münker olduğunun bir başka
delilidir.[432]
Nitekim Mâlik b. Enes,
Ubeydullah b. Amr, Ziyad b. Sa'd ve başka ravilerin Hz. Aişe'den mürselen
yaptıkları rivayette sözü edilen cümle yoktur. En sahih olan da budur.
Sonuç olarak Zümeyl'in
rivayetiyle istidlal ve ihticac doğru değildir, diyebiliriz. Zira yetkili
muhaddisler onun rivayetinin münker veya zayıf olduğunu belirtmişlerdir.
1-
Başlanılan nafile orucu, ortada bir sebep yokken bozmak mubah değildir. Ona
niyet etmekle bir bakıma onu kendine vacip kılmış oluyor. O bakımdan bozduğu
takdirde kaza etmesi gerekir.
Bu, Hanefîlerle
Mâlikîlerin görüş ve içtihadıdır.
2-
Başlanılan nafile orucu, ziyafet ve benzeri sebeplerden dolaj^î bozmakta bir
sakınca yoktur. Aynı zamanda kazası gerekmem
Bu, Şafıîlerle
Hanbelîlerin görüş ve içtihadıdır.
3-Nafile
oruca niyet edip başladıktan sonra, ana-babasmdan biri veya hocası, ona olan
şefkatmdan dolayı orucunu bozmasını emrederse, bozar ve bundan dolayı o orucun
kazası da gerekmez.
4- Nafile
hac ve umreye başladıktan sonra onu yarıda bırakıp tamamlamayana, kazası vacip
olur.
İslâm, birtakım
ibadetleri iarz veya vacip kılarken, onları belli çerçeve içine almış ve
birtakım kurallara bağlamıştır. O bakımdan her mümin istediği şekilde bu
kuralların dışına çıkamaz veya o kurallardan bir kısmını kaldıramaz.
Bu bakımdan yılda bir
ay oruç farz kılınırken de bunun sınırları belirlenmiş ve sayılı günlerde
tutulması emredilmiştir. Artık biz o sayılı günleri ne aşma, ne de
noksanlaştırma hakkına sahip bulunuyoruz. Şöyle ki: Ramazan'ı, ona ta'zim
olsun diye bir veya iki gün oruç jtutmak suretiyle karşılamamız doğru olmadığı
gibi, ramazan olup ol-aııadığı kesinlik kazanmayan Şaban'm sonunda da -şek günü
olchfğundan- oruç tutmamız yasaklanmıştır.
Ehû Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.u.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "
Sizden biriniz elbette ramazanı bir gün veya iki gün orucuyla (karşılayıp) öne
almasın. Meğer ki, adam (itiyad edindiği günlerde oruç tutar da) orucu o güne
rastlarsa, bunda bir sakınca söz konusu değildir."[433]
Muaviye (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir :
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz ramazandan önce minber üzerinde bulunduğu bir sırada şöyle
buyurdu: " Oruç şu ve şu gündedir; biz ise (oruç tutmak suretiyle) öne
geçmiş bulunuyoruz. Artık isteyen (birkaç gün oruç tutmak suretiyle) öne
geçer, isteyen geri kalıp
(ramazan başlayınca tutmaya başlar).'[434]
îmran b. Husayn (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir :
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz, bir adama: " Bu ayın son kısmında oruç olarak bir şey
tuttun mu ?" diye sordu. Adam da: " Hayır..." diye cevap verdi.
Resulüllah (s.a.v.) ona: " Ramazanı (tamamlayıp) iftar edince, onun
yerine iki gün oruç tut" buyurdu."[435]
Diğer bir rivayette
hadisin bu son cümlesi şu lafızla nakledilmiştir: " Şaban'ın son günlerinde
oruç tuttun mu ?"
a)
Hanefîlere göre: Ramazanı bir veya iki oruç tutmak suretiyle karşılamak
mekruhtur. Ama adet edindiği oruç o günlere rastlarsa, bunda bir sakınca
yoktur.[436]
Ancak ilim
adamlarından bir kısmı ramazandan önce havassın birkaç gün oruç tutmasına fetva
verilebilir demişlerdir.[437]
b) Şafiîler
göre: Ramazandan önce bir veya iki gün oruç tutmak suretiyle onu karşılamak
haramdır.[438]
c)
Hanbelîlere göre: Ramazanı bir veya iki gün oruç tutarak karşılamak mekruhtur.[439]
d)
Mâlikîlere göre: Ramazandan önce bir veya iki gün oruç tutmak mekruh değildir.[440]
Üç mezhep 67 nolu Ebu
Hüreyre hadisyle; Mâlikîler ise Mua-viye ve Imran hadisiyle istidlal
etmişlerdir.
67 nolu Ebû Hüreyre hadisi
sahihtir ve istidlale elverişlidir. O bakımdan Mâlikîler dışında kalan
müctehidlerin hemen hepsi bu hadisle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.
68 nolu Muaviye
hadisinin isnadında Kasım b. Abdirrahman Ebû Abdirrahman Mevlâ Benî Ümeyye
bulunuyor ki, bu zat hakkında birçok şeyler söylenmiştir. Aynı zamanda Heysek
b. Hu-mayd bulunuyor ki, bu zatla ilgili farklı görüş ve tesbitler ortaya konmuştur.
Kasım b. Abdirrahman Ebû Abdirrahman'a gelince :
Ahmed b. Hanbel, İbn
Hibban onun birçok muaddalat rivayet ettiğine dikkat çekmişlerdir. İbn Main ise
onun sıka olduğunu belirtmiştir. Nitekim Tirmizî de aynı şeyi söylemiştir.[441]
Heysem'e gelince:
Ebû Dâvud onun
rivayette güvenilir olduğunu ve kaderi mezhebine bağlı bulunduğunu belirtirken
Ebû Müshir el-Gassanî, onun zayıf ve aynı zamanda kaderi olduğunu söylemiştir. [442]
O bakımdan
müctehidlerin önemli bir kısmı Muaviye hadisiyle istidlal etmemiştir.
Şafiîler bu konuda bir
diğer hadisle istidlal ederek, "Şaban ayının 16'sından itibaren oruç
tutmak mekruhtur" demişler ve bu hususta kesin bir ifade kullanmışlardır.
Onların dayandığı hadisi el-Alâ' b. Abdirrahman babasından, o da Ebû Hüreyre
(r.a.) den rivayetle Resulüllah'm (s.a.v.) şöyle buyurduğu belirtilmiştir.
"Şaban ayının
yarısı, olunca artık oruç tutmayınız!"[443]
Bu hadisi ashab-ı
sünen tahric etmiş ve ibn Hibban sahihle-miştir. O bakımdan Şafiîlerden
er-Revyânî şöyle demiştir: " Ramazandan bir veya iki gün önce oruç tutmak
haramdır." Zira bu bapta Ebû Hüreyre (r.a.) (67 nolu) hadisi bulunuyor.
Şabanın yarısından it-. ibaren oruç tutmak ise mekruhtur. Zira bu hususta yine
Ebû Hüreyre (r.a.) hadisi mevcuttur."[444]
Ebû Cafer et-Tahâvî
ise, bu konuda kırka yakın rivayeti toplayıp naklettikten sonra, Şaban ayının
yarısından sonra da oruç tutmanın mubah olduğuna dair rivayetlerin ağırlık
kazandığını ve sıhhat derecelerinde şüphe olmadığını belirterek Hanefîlerin bu
mesele hakkındaki görüş ve ictihadlarının isabetini belirtmiştir.[445]
Nitekim cumhur da
Şaban'm yarısından sonra da tetavvu' oruç tutmanın cevazına kail olmuş ve 78
nolu Ebû Hüreyre hadisinin zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. Aynı zamanda îmam
Ahmed ile ibn Main, sözü edilen hadisin münker olduğunu, Beyhakî ise, onun
zayıf hadisler arasında yer aldığını belirtmiştir.
1- Ramazanı
bir veya iki gün oruç tutmak suretiyle karşılamak mekruhtur.
2- Ancak
kişinin itiyad edindiği oruç günleri sözü edilen günlere rastlarsa, o takdirde
o günlerde oruç tutmasında bir sakınca yoktur,
3- Şaban
ayının tamamını oruçlu geçirenler için de aynı hüküm
söz konusudur.
4- Ramazanı
bir veya iki gün oruç tutmak suretiyle karşılamak haramdır. Bu, Şafiüerin görüş
ve içtihadıdır.
5- Ramazanı
bir veya iki gün oruç tutmak suretiyle karşılamak, mekruh değildir. Bu,
Mâlikîlerin görüşüdür.
6- Şaban
ayının yarısından sonra oruç tutmakta bir sakınca yoktur. Bu, üç mezhebin
görüşüdür.
7- Şaban
ayının yansından sonra oruç tutmak mekruhtur. Bu, Şafıîlerin görüş ve
içtihadıdır.
Ramazan ve Kurban
bayramı günleri, mü'minlerin birbirlerini ziyaret etme, çocukları sevindirme,
hısımlar arasında daha sıcak ve samimi ilgi kurma, dost ve yakınlarla birlikte
oturup yemek yeme ve meşru Ölçüler içinde eğlenme, aynı zamanda fakir ve
muhtaçları, kimsesizleri sevindirme günleridir. O bakımdan oruç tutulması yasaklanmış
ve umumi havaya katılınması emredilmiştir.
Böylece sâri', oruç
ibadetini Ramazan ayıyla sınırlarken, iki bayram ve teşrik günlerinde
mü'minlerin oruç tutmamasını bir hüküm olarak koymuş ve nafile ibadetlerin de
ne zaman yapılmasının uygun olduğunu belirlemiştir.
Ebû Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre: "Resulüllah (s.a.v.) ii bayram: Fıtr ve Nahr
günlerinde oruç tutmayı ıen'etmiştir."[446]
Fıtr, Ramazan Bayramı;
Nahr ise Kurban Bayramı demektir.
İmam Ahmed ve Buharı1
nin aynı hadisi rivayetinde şu lafızlara yer verilmiştir:
11 İki günde hiçbir
oruç (tutmak) meşru değildir."
Müslim'in rivayet ve
tesbitinde ise, şu lafızla belirlenmiştir : : " İki günde oruç tutmak
sahih değildir."
Ka'b b. Mâlik (r.a.)
den yapılan rivayette, adı geçenin şöyle dediği tesbit edilmiştir:"
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz onu ve Evs b. el-Harsan'ı teşrik günlerinde
görevlendirip göndererek (şöyle demelerini emir buyurdu): " Cennet'e ancak
mü'min olan girebilir. Mina günleri ise yeme, içme günleridir."[447]
Sa'd b. Ebî Vakkas
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir :
" Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz, Mina günlerinde, bu günlerin yeme ve içme günleri olduğunu,
bu günlerde hiçbir oruç tutulamayacağını duyurmamı emretti."[448]
Mina günlerinden
maksat, teşrik günleridir.
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir: " Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz yılda şu beş gün oruç tutmayı yasakladı: Fıtr günü, nahr
günü ve üç gün de teşrik günleri.."[449]
Hz. Aişe ile Hz. Ömer
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçenler şöyle demişlerdir : "Teşrik
günlerinde oruç tutmaya ruhsat verilmemiştir; ancak hediy bulamayan kimse
müstesna, (o, o günlerde oruç tutabilir)."[450].
Hediy, hacca niyet
eden kimsenin Mina'ya göndereceği kur-hanlıktır.
Buharı'nin Hz. Aişe
ile îbn Ömer'den yaptığı rivayette ise, şöyle dedikleri tesbit
edilmiştir:" Umre ile haccı birleştirip temettü*de bulunan kimseye, Arafe
gününe kadar oruç tutmaya (ruhsat verilmiştir). Hediy bulamadığı ve oruç da
tutmadığı takdirde Mina günleri (teşrik günleri) oruç tutar."[451]
a) Hanefîlere göre: Şek günü de dahil olmak
üzere şu altı günde oruç tutmak yasaklanmıştır :
1- Ramazan
bayramı günü,
2- Kurban
bayramı günü,
3- Teşrik
günleri (üç gün),
4- Şek
günü..
Her ne kadar İmam
Şafiî, teşrik günlerinde müt'a orucunu tutmak caizdir demişse de bu görüş ve
ictihad, Hanefîlere göre hükümsüzdür. Çünkü sözü edilen günlerde men edilen
oruç, bütün oruçları kapsamı içine almaktadır.[452]
b) Şafnlere
göre: Bayram günü ve bir de teşrik günleri oruç tutmak sahih olmaz. Bu, İmam
Şafiî'nin Kavl-i Cedîd'ine göredir. Kavl-i Kadîm'e göre ise, hacc-i temettü'
yapan kimsenin sözü edilen teşrik günlerinde oruç tutması caizdir; şu şartla
ki, hediy (kurbanlık hayvan) te'min edemiyor veya almaya gücü yetmiyor olsun. [453]
c)
Hanbelîlere göre: İki bayram günü ne farz, ne de nafile oruç tutmak caizdir.
Çünkü bu günlerde oruç tutmaktan men edilmiş bulunuyoruz. Buna rağmen biri bu
günlerde oruç tutarsa, asi sayılır ve tuttuğu oruç farz yerine geçmez, yeterli
olmaz.
Böylece bayram günü ne
nafile, ne adak, ne kaza, ne de keffaret orucu tutulur. Zira bu günlerde oruç
tutmak caiz değildir.
Teşrik günlerinde ise,
nafile oruç tutmak caiz değildir. Farz oruç tutmakta ise iki ayrı rivayet
vardır. Birine göre, caiz değildir; diğerine göre caizdir.
İkinci rivayetle amel
edenler, Hz. Aişe ile îbn Ömer hadisiyle istidlal etmişlerdir ve bu durumda
diğer farzlar da buna kıyas edilebilir.[454]
d)
Mâlikîlere göre: Teşrik günlerinden ilk gün hariç, diğer iki günde, oruç
tutacağını adayan kimsenin oruç tutması caizdir. Ama o günlerde ramazan orucu
kaza edilmez. Aynı zamanda zihar veya kati keffaret oruçlarına başlanılmaz.[455]
81 nolu Ebû Said
hadisi sahihtir. Bu bapta Ömer b. Hattab ile Ebû Hüreyre (r.a.) dan Buharî ve
Müslim'in yaptığı bir diğer rivayet bulunuyor. Ayrıca Müslim, aynı konuda Hz.
Aişe'den (r.a.) yaptığı bir diğer rivayetinde teferrüd etmiş bulunuyor. Nevevî,
Müslim'in bu rivayetinin sahih olduğunu Müslim şerhinde belirtmiştir.
Sonuç olarak
diyebiliriz ki; İki bayram,gününde oruç tutmanın haram olduğu hakkında ilim
adamlarının icma'ı vardır, ister bu iki günde nafile, ister adak, isterse
keffaret olsun hiçbir oruç tutulmaz. Nitekim İmam Şafiî ve cumhur, bu iki günde
oruç tutacağını adayan kimsenin adaması bir hüküm ifade etmez ve onu kaza
etmesi de gerekmez demişlerdir. İmam Ebû Hanife'ye göre, adaması bağlantı yapar
ve kazası gerekir. Aynı zamanda adadığı orucu bu iki günde tutarsa, kerahetle
yeterli olur.
82 nolu Ka'b b. Mâlik
hadisi üzerinde fazla durulmamıştır. Mu-haddislerin bir kısmına göre, istidlale
salihtir.
83 nolu Sa'd b. Ebî
Vakkas hadisini aynı zamanda Hafız Bezzar tahric etmiştir. Mecmeu'z-Zevâid'de
bunun ricalinin sahih olduğu belirtilmiştir.[456]
84 nolu Enes hadisinin isnadında Muhammed b.
Halid et-Tahhan bulunuyor ki, bu,zat zayıftır. Zehebî bu zat üzerinde durmamış
ve herhangi bir tesbitte bulunmamıştır.
Bu bapta Darekutnî'nin
Abdullah b. Hazafe'den yaptığı bir rivayet bulunuyor ki, lafzı şöyledir:
" Bu günlerde oruç tutmayın»
Çünkü bu günler yeme,
içme ve cinsel sevişme günüdür."
Ancak bu hadisin
isnadında Vâkıdî bulunuyor. O bakımdan zayıf kabul edilmiş ve istidlale salih
görülmemiştir.
Bu anlamda bir diğer
hadisi Darekutnî Ebû Hüreyre (r.a.) den rivayet etmiştir. Ancak onun da
isnadında Sa'd b. Selam bulunuyor ki, Vâkıdî ile aynı ayarda sayılmıştır.
Zehebî bu isim üzerinde de durmamıştır.
Taberâni'nin Ibn Abbas
(r.a.) dan yaptığı bir rivayet bulunuyor. Ancak onun isnadında İsmail b. Ebî
Habib bulunuyor. Bu zatın zayıf olduğuna Şevkanî dikkat çekmiştir.
Bu bapta Ebû Ya'la'nm
ve Abd b. Humeyd'in Amr b. Halde'den yaptıkları bir rivayet bulunuyor ki,
isnadında Musa b. Übeyde er-Rebezî yer almaktadır ki bu zatın.zayıf olduğu
söylenir. Nitekim Zehebî bu zat hakkında şu malumatı vermektedir : İmam Ahmed:
Onun hadisi yazılmaz" demiş; Nesâî: " O zayıftır" tesbitinde
bulunmuş; İbn Maîn :" O, kayda değer bir ravi değildir" görüşünü
ortaya koymuştur. İbn Sa'd ise, onu sıka (güvenilir) olduğunu, ancak rivayetinin
ihticace salih olmadığını söylemiştir. Yakub b. Şeybe ise: " O, saduktur,
ama zayıftır" diyerek tezkiye etmiştir.[457]
Bu konuda Müslim'in
kendi sahihinde rivayet edip İbn Hib-ban'ın tahric ettği bir diğer hadis de
şöyledir: 'Teşrik günleri yeme ve içme günleridir."[458].
îbn Hibban bu anlamda başka bir hadisi Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayet etmiştir.
Yine İbn Hibban, Hâkim ve Bezzar, Ukbe b. Amir (r.a.) dan şu hadisi rivayet
etmişlerdir: 'Teşrik günleri, yeme, içme ve namaz günleridir. Artık o günlerde
bir kimse oruç tutmasın."
Rivayet edilen bu ve
benzeri hadislerle istidlal edilerek, teşrik, günlerinde oruç tutmanın haram
olduğu hükmü ortaya konmuştur.
Bununla beraber
ashab-ı kiram'dan bu konuda, farklı görüş ve ictihadlarm rivayet edildiğini
görüyoruz :
- İbn Münzir'in Zübeyr
b. Avvam (r.a.) dan yaptığı rivayete göre, onun bu günlerde oruç tutmaya mutlak
cevaz verdiği anlaşılıyor. Ashabdan Ebû Talha'mn da aynı görüşte olduğu
nakledilmektedir.
- Hz, Ali, Abdullah b.
Amr ve birkaç sahabinin bu günlerde oruç tutmanın mutlaka caiz olmadığını
söyledikleri haber verilmektedir. İmam Şafiî'den de en meşhur olan kavi bu
doğrultudadır.
- îbn Ömer, Aişe ve Ubeyd b. Umeyr (Allah
hepsinden razı olsun), hacc-i temettü' yapıp kurban kesmeğe gücü yetmeyen kimse
dışında başkasının teşrik günlerinde oruç tutmasının caiz olmadığını
belirtmişlerdir[459].
İmam Mâlik de aynı görüştedir.
- İmam Evzâî ve onun
ekolünde yer alanlara göre, teşrik günlerinde muhsar ve karın olan hacılar da
oruç tutabilir.[460]
Böylece ilim
adamlarının bir kısmı Ka'b, Sa'd ve Enes hadisle-riyle; bir kısmı da Hz. Aişe
hadisiyle istidlal etmiştir. Dört mezhep imamları da bu konuda farklı ictihad
ortaya koymuşlardır. Hadis ve rivayetlerin hem çokluğu, hem de farklı anlam taşıması
bu konuda farklı görüş ve ictihadlarm ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
1- İki
bayram : Ramazan ve Kurban bayramı günleri oruç tutmak haramdır. Zira bu
günler yeme, içme ve meşru ölçüler içinde eğlenme, dost ve yakınlarla bir araya
gelme ve ikramda bulunma günleridir.
Bu, Hanefîlerin görüş
ve içtihadıdır.
2- Teşrik
günleri olan, zilhiccenin onbir, oniki ve onüçüncü günlerinde oruç tutmak
haramdır.
3- Şek günü
de oruç tutmak caiz değildir.
4- Hacc-i
temettü' yapan kimsenin, kurban kesmeye durumu müsait değilse, teşrik günleri
oruç tutabilir. Bu, İmam Şafiî'nin Kavl-i Kadîm'i ve İmam Mâlik'in görüşüdür.
5- Bayram
günlerinde hiçbir oruç tutulmaz. Teşrik günlerinde ise, nafile oruç tutmak
caizdir. Bu, Hanbelîlerin görüşüdür.
6-Böylece müctehidlerin
bir kısmına göre, bayram ve teşrik günlerinde oruç tutan kimse asi sayılır,
yani Resulüllah'm (s.a.v.) tavsiyesine uymayıp kendi arzusuna göre amel etmiş
olur. Ekserin görüş ve içtihadı bu doğrultudadır.
7- Bayram
veya teşrik günü oruç tutacağını adayan kimsenin de bu adağı hükümsüz sayılır.
Zira bu günlerde oruç tutmak yasaklanmıştır. Yine ekserin görüş ve içtihadı da
bu anlamdadır.
8- Sözü
edilen günlerde oruç tutmayı adayan kimsenin o günlerde oruç tutamayacağına
göre, bilahare adadığı orucu kaza etmesi gerekir mi? Müctehidlerin çoğuna göre
gerekmez.
İtikaf : Sözlük
olarak, iyi olsun, kötü olsun bir şeye gerekli olmak ve nefsi ona bağlamak
anlamına gelir. Terim olarak, Cenab-ı Hakk'a yakınlık sağlamak niyet ve azmiyle
cami ve mescide gerekli olup bir süre orada kalıp dışarıyla ilgiyi kesmektir.
İtikafin meşruiyeti
sünnet ile sabit olmuştur. Yapılan sahih rivayetlere göre, Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz her ramazanın son on gününde Mescid'e kapanıp itikaf niyetiyle orada
taat ve ibadetle meşgul olur ve zaruri ihtiyaçları dışında dünya işlerinden
uzak kalırdı.
Resulüllah (s.a.v.)
Efendimizle birlikte ashabından da bazı kişiler itikafta bulunurdu. O'nun
vefatından sonra da hem ashabı, hem de zevceleri bu sünneti sürdürmüşlerdir.
îtikaf : Vacip,
müekked sünnet ve müstehab olmak üzere üç kışıma ayrılır :
Vacip olan itikaf,
adanılan itikaftır. Müekked Sünnet olan itikaf, ramazanın son on gününde
yapılan itikaftır. Müstehab olanı ise, bu ikisi dışında yapılandır.[461]
İslâm, insan ruhunu
geliştirmek, kalbini kutsal hava ile doldurup yatışkanlığa kavuşturmak, onu
bir süre dünya dağdağasından uzak tutup Mevlası'yla başbaşa bırakmak ve
merhamet duygusunu, çok feyizli çizgiye yaklaştırmak ve onu arındırmak
suretiyle kamil olma düzeyine eriştirmek için birçok ibadetleri meşru
kılmıştır. İtikaf da o ibadetlerden biri ve merğub olanıdır.
Kendini bütünüyle
dünyalığa verip kutsal değerlerden, manevi nazlardan uzak kalan kişiler çok
sürmez maddeyi ilahlaştırma basiretsizliğine mübtela olurlar ve tedavisi çok
zor derûnî bir hastalığa yakalanırlar. Dönüş yapmadıkları, manen tedavi
görmedikleri takdirde gelecekleri çok karanlık olur.
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayette, adı geçenin şöyle haber verdiği bildirilmektedir :"
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, ramazanın son on gününde itikaf ederdi. Bunu
vefat edinceye kadar (böylece) sürdürdü" [462].
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyİjı demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, ramazanın sön on gününde itikaf ederdi,"[463]
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir :
"Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz ramazanın son o|iı gününde itikaf ederdi. Bir sene (ramazanda) itikaf
etmedi. Ama gelecek yü yirmi gün itikaf etti."[464]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir
"Resulüilah
(s.a.v.) Efendimiz itikaf etmek istediği zaman, sabah namazını kıldıktan sonra
itikaf edeceği yere girerdi. Ramzanın son on gününde itikaf etmeği murad
edince, kendisi için bir hibâ' (çadırımısı bir örtü) konulmasını emrederdi.
Nitekim Hz. Zeyneb de kendisi için bir hibâ' konulmasını emretti, onun için
hibâ' kondu. Peygamberin (s.a.v.) diğer zevceleri de hibâ' konulmasını
emrettiler ve onlar için de hibâ' konuldu. Resulüilah (s.a.v.) Efendimiz sabah
namazını kıldıktan sonra, bir de ne görsün, çadırunsı örtüler konulmuş. Bunun
üzerine şöyle buyurdu: " Onlar iyilik mi arzu ediyorlar?" Kendisi
için konulan hibâ'nın sökülmesini emretti. Böylece ramazan ayında itikaf
etmeyi terketti ve tâ ki Şevval ayının son on gününde itikaf etti."[465].
Tirmizl'nin yaptığı
rivayette şöyle deniliyor: " Resulüilah (s.a.v.) Efendimiz itikaf etmek
istediği zaman, sabah namazını kıldıktan sonra itikaf yerine girerdi."
Nâfi'in, îbn Ömer
(r.a.) dan yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi vermiştir "
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz itikaf etmek istediği zaman onun için (itikaf
edeceği yere) yatağı (döşeği) veya üzerinde yattığı şeriri Mescid'deki Tevbe
Ustüvanesi'nin .ju».'t«.A "ûWQ avirnsına konurdu."[466].
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen, ayhaii olduğu halde, hücresinde bulunup
Mescid'de itikaf etmekte olan Resulüilah (s.a.v.) Efendimiz'in o hücreye doğru
uzattığı başını tarardı... Hem Resulüilah (s.a.v.) Efendimiz itkaf halinde
bulunduğu süre içinde eve ancak insanın birtakım tabii ihtiyacı için
girerdi."[467].
Yine Hz. Aişe (r.a.)
diyor ki: " (İtikatta bulunduğum zaman) bir ihtiyaçtan dolayı eve girmem
gerektiğinde, içeride hasta bile bulunsa, onun halini sormaz ve öylece geçip
giderdim."[468].
Hz. Safiyye (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüilah
(s.a.v.) Efendimiz itikafta bulunuyordu, ben geceleyin gelip onu ziyaret edip
konuştum. Sonra evime dönmek üzere kalktım, Resulüilah (s.a.v.) Efendimiz de benimle
birlikte kalktı ve beni evime döndürmek üzere dışarı çıktık."[469]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir
"Resulüilah
(s.a.v) Efendimiz mu'tekif bulunduğu halde hastanın yanından geçer ve tavrını
değiştirmeksizin yoluna devam ederdi de hastayı sormak için ona
meyletmezdi.."[470].
Yine Hz Aişe (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
" Mu'tekife
(itikaf eden kimseye) sünnet olan şudur ki, hiçbir zaman hastayı ziyaret edip
sormamak, hiçbir cenazeye hazır olmamak ve hiçbir kadına dokunmamak ve onunla
cinsel yaklaşmaya yol açan davranışta bulunmamak va ancak lüzumlu olan
ihtiyacı için dışarı çıkmak. İtikaf ancak oruç ile olup (gerçekleşir) ve itikaf
ancak cemaati olan cami'de (caiz) olur."[471].
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre: "Ömer (r.a.), Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'den
sorarak şöyle demiştir " Ben ca-hiliyet döneminde Mescid-i Haram'da bir
gece itikaf etmek üzere nezretmiş (adamış)tım (Şimdi nezrimi yerine getirmem
gerekir mi ?). Efendimiz ona: " Nezrini yerine getir" buyurmuştur."
Buharı ise bu
rivayetin sonunda şu cümleyi de nakletmiştir: "
Ve bir gece itikaf
et."[472]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "
Mu'tekif (itikaf eden kimse) üzerine, adamadığı takdirde oruç gerekli
değildir." [473].
Huzeyfe (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçenin İbn Mes'ud'a (r.a.) şöyle dediği belirlenmiştir:
"Elbette sen çok iyi bilirsin ki, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur : " İtikaf ancak üç mescidde (sahih) olur " Veya
Resulüllah (s.a.v.): " İtikaf ancak cemaat mescidinde olur"
buyurmuştur.[474]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz kadınların (eşlerin)
den bazısı ile -eşi müstehaza olup kan gördüğü halde- birlikte itikaf etmiştir.
Hatta bazan müstehaza olan kadının, gelen kandan dolayı altına teşt (leğen)
koyduğu olurdu."[475]
a)
Hanefîlere göre: itikaf aslında sünnettir. Ama adamak suretiyle vacip olur.
Meselâ "Allah için bir gün veya bir hafta ya da bir ay itikaf etmeyi
kendime gerekli kılıyorum" derse, bu bir adamak olur ve belirlediği şekilde
itikaf etmesi gerekir. Veya "Allah hastama şifa verirse bir ay oruç
tutacağım" der ve hastası da şifa bulursa, bir ay oruç tutması vacip
olur.
îtikafm sıhhatinin
şartları şunlardır : îtikaf edecek kişinin müslüman, akıl olması, cenabetten,
ayhali ve loğusalıktan temizlenmiş bulunması.. Ayrıca itikafa niyet etmesi ve
vacip olan itikafta ise, mu'tekifîn oruçlu bulunması da şarttır.[476]
İtikaf : Vacip,
müekked sünnet ve müstehab olmak üzere üç kışıma ayrılır. Vacip olan itikaf,
adanılan itikaftır. Müekked olanı, ramazanın son on gününde yapılan itikaftır.
Müstehab olanı ise, bu ikisi dışında yapılan itikaftır.
Niyet edilip itikafa
giren kimsenin, yaptığı itikaf vacip ise, oruçlu olması ve itikafmın ezan ve
ikaamet okunup içinde cemaatle namaz kılman bir cami veya mescidde yerine
getirmesi gerekir.
Kadınlar ise, cami ve
mescidlerde değil, evlerinin uygun bir odasında itikafa girerler. Cami veya
mescidde itikafa girmeleri kerahetle caizdir.
İtikafa giren
kimsenin, itikaf süresinde cinsel temasta bulunması yasaktır.[477]
b) Şafîîlere
göre: ttikaf her vakitte müstehabdır. Kadir gece-si'nin feyiz ve rahmetine
erişmek için ramazanın son on gününde itikafa girmek ise efdaldır.
itikaf ancak mescidde
yerine getirilirse sahih olur. içinde cemaatle namaz kılınan cami'de yerine
getirilmesi daha uygun olur.
imam Şafiî'nin Kavl-i
Cedîd'ine göre, kadının evinde mescid olarak belirlenen ve ona göre düzenlenen
kısmında itikafa girmesi sahih olmaz.
Mescid-i Haram'da
itikafa gireceğini adayıp belirleyen kimsenin, onu aynen yerine getirmesi
vacip olur. Bunun gibi Mescid-i Nebî (Ravza-i Mutahhara) veya Mescid-i Aksa'da
itikafa gireceğini adayan kimsenin de bu adağını aynen yerine getirmesi
gerekir. Ancak bu iki nescidde itikafa gireceğini adayan kimsenin, onların
yerine Mescid-Haram'da itikafa girmesi yeterli olur. Mescid-i Haram'da itikafa
gireceğini adayan kimsenin ise, bu adağım ancak Mescid-i Haram'da perine
getirmesi gerekir.[478]
Itikaf için girilen
yerde kısa bir süre bile olsa durmak şarttır. Bazısına göre, en az bir gün bulunmak
şarttır.
Itikaf, cinsel temasla
hükümsüz olur. Cinsel temasa yol açan davranışlarda bulunup inzal vaki olursa,
yine de itikaf hükümsüz olur; En sahih kavi de budur.
İtikaf esnasında güzel
koku sürmenin, süslenmenin ve oruçlu bulunmamanın bir zararı yoktur, yani bu
gibi davranışlarda bulunmakta bir sakınca görülmemiştir. Yalnız geceleyin
itikafa girmek de sahihtir.
Oruçlu olarak itikaf
edeceğini adayan kimseye, oruçlu olarak itikafa girmesi vacip olur. .
Aynı zamanda itikafa
niyet etmek de şarttır. Zarurî ihtiyaç dışında itikafta bulunduğu yerden
çıkarsa itikafı bozulur, yeniden başlaması gerekir.
ttikafm sahih
olabilmesi için, itikafa giren kimsenin müslüman, âkil olması ve cenabetten,
ayhalinden temizlenmiş bulunması gerekir.
Birkaç gün üstüste
itikafa gireceğini adayan kimseye, o günleri ardarda itikafla geçirmesi vacip
olmaz. Adadığı günleri ayrı ayrı zamanlarda itikafa girerek tamamlayabilir.
Ama bir gün için itikafa gireceğini adayan kimsenin, o günün saatlannı
ayırarak aralıklı itikaf etmesi caiz olmaz, belirlediği günün tamamını itikafta
bulunarak tamamlaması gerekir.
îtikafta bulunduğu
yerden elini, ayağını veya başını dışarı çıkarmasında bir sakınca yoktur.[479]
c)
Hanbelîlere göre: İtikaf sünnettir. Ancak kişi onu adarsa vacip olur. Aynı
zamanda oruçsuz olarak itikafa girmek caizdir. Meğerki kişi itikafla birlikte
oruç tutmayı adamış olsun; o takdirde oruç tutması vacip olur.
îtikaf ancak cemaatle
namaz kılman cami'de caiz olur. Kadınlar ise, herhangi bir cami ve mescidde
itikafa girebilirler. Çünkü cemaatle namaz kılmak onlar üzerine vacip değildir.
Ancak kadın mescidde bulunduğu sürece kendisini gözlerden uzak tutup koruyacak
perde arkasında bulunması müstehaptır.
îtikaftan ancak belli
bir hacet veya cuma namazına katılmak için çıkılır. Lüzumlu ihtiyaçlar dışında
çıkmak caiz değildir. Aynı zamanda kişi itikaf süresince hastayı sormak üzere
çıkmaz ve cenaze namazına katılmaz.
Itikaf esnasında
cinsel temasta bulunmak, itikafı bozar. Vacip bir itikaf ise, yeniden
başlanması gerekir.
Itikaf günlerinde kişi
ticaretle ve sanatla meşgul olmaz. Namaz kılmak, Kur'an okumak, Allah'ı anmak,
Peygamber Efendimiz'e saîât-ü selam getirmekle vaktini değerlendirir.
İtikafa giren kimsenin
bulunduğu cami veya mescidde yemek yemesi, nikah akdinde bulunması caizdir.
Itikaf esnasında
bulunduğu cami veya mescidde ayhali olan kadın, o cami veya mescidi terkeder ve
cami avlusunda veya evinin bir odasında itikafını sürdürür.[480]
Böylece Şafiî ve
Hanbelî imamları, itikafa giren kimselerin oruçlu olmasının vacip olmadığı hususunda
107 nolu Ibn Abbas hadi-siyle istidlal etmişlerdir. Hanefî ve Mâliki imamları
ise, diğer hadislerle ve bir de Bakara Suresi 187. ayetle istidlal ve ihticac
etmişlerdir.
d)
Mâlikîlere göre: Itikaf ancak oruçlu bir vaziyette yapılır. Kasden orucunu
bozan kimsenin itikafı da bozulmuş olur. Bir hastalıktan dolayı orucunu
bozarsa, itikafını yarıda bırakır ve sonra sağlığına kavuşunca, kaldığı yerden
tamamlar.
îtikafa girmiş bulunan
kimse gece veya gündüz unutarak eşiyle cinsel temasta bulunursa itikafı bozulur
ve yeniden itikafa girmesi gerekir. Aynı zamanda itikafta bulunan kimsenin
kendi eşiyle cinsel temasa yol açacak şekilde oynaşması ve tenini onun tenine
dokundurması da itikafı bozar.
itikafta bulunan
kimsenin cuma günü cuma namazı içinçıkmasında ve ihtilam olup da elbisesini
yıkamak üzere bulunduğu yerden ayrılmasında bir sakınca yoktur. Diğer lüzumlu
ihtiyaçlarını gidermek veya karşılamak üzere çıkması ve işini bitirir bitirmez
itikaf yerine dönmesinde de bir sakınca görülmemiştir.
îtikafta bulunan
kimsenin cenaze namazına katılması ve hastayı ziyaret etmesi uygun
görülmemiştir. Ama kendisini meşgul etmeyecek kadar az ve hafif ölçüde
ahm-satımda bulunmasında bir sakınca yoktur. Saç ye tırnak kesmesi doğru
değildir. Güzel koku sürünmesi sakıncalı görülmemiştir. Bunun gibi nikah ahdi
yapması ve yaptırması da itikaii bozmaz.[481]
3 96, 97 ve 98 nolu
hadisler sahihtir ve istidlale salihtir. Hepsi de itikafın meşruiyetine delalet
etmekte ve onun sünnet olduğunu yansıtmaktadır. Aynı zamanda adanmadığı
takdirde vacip olmadığına dolaylı şekilde delalet vardır.
Ayrıca ramazanın son
on gününü itikaflı geçirmenin müstehab olduğu da bu rivayetlerden istidlal
edilmiştir. Ramazanda belirtilen son on günde itikafa girilmediği takdirde gelecek
yıl kaçırılan o iti-kafı kaza etmek de müstehab sayılmıştır. Ancak
müctehidlerin çoğu bu rivayetle istidlal etmemiştir.
99 nolu Hz. Aişe
hadisi sahih sayılmış ve birçok hükümler taşıması bakımından üzerinde hayli
durulmuştur. Bundan istidlal edilen hususlar şunlardır:
a) İtikafın
ilk vaktinin sabah namazından sonra olması müstehabdır. Nitekim İmam Evzâî ile
İmam Leys ve es-Sevrî'nin de ictihadlan bu doğrultudadır. Eimme-i Arbaa ise,
ilk vaktinin güneş batmadan biraz önce başlayacağını belirtmişler ve yukarıdaki
hadisi tevil edip Resulüllah'm (s.a.v.) gecenin evvelinde itikafa girdiğine
kail olmuşlardır. Ancak sabah namazından sonra kendisine itikaf için ayırdığı
yere çekildiği dikkate alınarak "sabah namazından hemen sonra itikafa
girerdi" denilmektedir.
b) Camilerde
itikafa giren kimsenin bir köşede perde asmak suretiyle kendine özel bir yer
ayırması müstehabdır.
c) Kişinin
zevceleriyle birlikte aynı yerde itikafa girmesi uygun değildir.
d)Ramazanın
son on gününde bir sebepten dolayı itikafa gire-miyen kimsenin Şevval ayının
son on gününde girmesinde bir sakınca yoktur.
Buharî'de ise,
Resulüllah'm (s.a.v.) ramazanın son on gününde terkettiği itikafı ŞevvaTm ilk
on gününde yerine getirdiği belirtilmektedir. Bu rivayetle istidlal eden ilim
adamları, itikafa girilen günlerde oruç tutmanın vacip olmadığını söylemişler
ve Şevval'in ilk gününün bayram günü olduğuna, o gün oruç tutmanın haram
olduğunu dikkate alarak hüküm çıkarmışlardır.[482]
Aynı zamanda bu
hadisle istidlal edenler şu hükmü de istinbat etmişlerdir:
İbadete başlanıp
girildikten sonra onu bırakıp çıkmak caizdir. Nitekim Resulüllah (s.a.v.)
itikafa niyet edip girdikten sonra onu bırakıp çıkmıştır,
100 nolu Nâfı1
hadisinin İbn Mâce Süneni'nde geçen ricalinin hepsi de sıka (güvenilir) dir.
Mescidde itikafa giren kimsenin kendine bir yaygı veya minder gibi bir şey
kullanması caizdir. Nitekim Resulüllah'm (s.a.v.) böyle yaptığı hadis
metninden açıkça anlaşılmaktadır. Böylece cami ve mescidde ibadet için bir yer
belirlemekte bir sakınca görmeyenler olmuşsa da bunun sadece itikada ilgili
bulunduğuna şüphe yoktur.
101 nolu
Hz. Aişe hadisi
sahihtir ve birkaç
hüküm taşımaktadır. Şöyle ki:
a) İtikafa
giren kimsenin itikaf süresince temizlenmesi, taranması ve güzel koku
sürünmesi caizdir, bunda bir sakınca yoktur.
b) îtikafta
bulunan kimsenin temizlenme hususunda başkasının yardımından yararlanmak için
başını veya bedeninin bir kısmım dışarı çıkarmasında bir sakınca yoktur.
c) Tabiî ve zaruri ihtiyaçları gidermek için
dışarı çıkmak da caizdir.
d) îtikafta
olan kimse, hacetini gidermek üzere dışarı çıkınca gittiği yerde bir hasta ile
karşılaşırsa, onu sormaz, ziyarette bulunmaz. Sadece yamndan geçip ne maksatla
çıkmışsa onu yerine getirir. Nitekim 102 nolu Hz. Aişe hadisi buna delalet
etmektedir.
103 nolu Hz. Safiyye
hadisi sahih kabul edilmiştir. Hadisten birkaç hüküm istinbat edilmiş ve
ihticace salih görülmüştür :
a) îtikafta
olan kimsenin eşinin veya bir yakınının gelip yardımcı olması, ihtiyaç görülen
konularda konuşması caizdir.
b) Gelen eşinin
yalnız başına gecenin karanlığında ayrılıp evine gitmesinde bir sakınca
görüyorsa, itikaftaki kişi onu evine kadar
götürebilir.
104 nolu Hz. Aişe
hadisi de, itikaftan çıkıp hacetim yerine getirmek isteyen kimsenin hasta
sormasının müstehab olmadığına delalet etmektedir.
Ancak bu hadisin
isnadında Leys b. Ebî Süleym bulunuyor ki bu zat hakkında bazı şeyler
söylenmiştir : îmam Ahmed'e göre, muzdari-bu'1-hadistir. Yahya b. Maîn ve
Nesâî'ye göre zayıftır. Abdülvaris'e göre, I^eys, ilim kabıdır.[483]
105 nolu hadisi aynı zamanda Nesâî tahric etmiş
ve ancak o, "es-sünnet" lafzını zikretmemiştir. Böylece bu hadisin
ravilerinden sadece Abdurrahman "kalet es-sünnetü" lafzını
nakletmiştir. Bu zat Medineli olup Kureyş Kabilesi'ndendir. Müslim kendi
sahihinde ondan rivayet tahric etmiş, Yahya b. Maîn onun sıka olduğunu
söylemiştir.
Böylece itikafa giren
kimsenin hasta ziyaret etmesi, cenaze na-anazma çıkması caiz değildir. Bazısına
göre, cuma namazına çıkması da caiz değildir; aksi halde itikafı bozulur.
Nitekim İbn Hacer'in Hz. Ali (r.a.) den yaptığı rivayette de bu hususlara yer
verilmiş ve onları işlemesi caiz değildir denilmiştir.[484]
Ne var ki,
müctehidlerin önemli bir kısmı bu hadisle stidlal ve 'ihticacda bulunmamıştır.
Nitekim İbn Mes'ud (r.a.), Hasan el-Basrî, İmam Şafiî, İmam Ahmed, îmam îshak
ve onlara uyanlara göre, itikaf için oruç şart ve vacip değildir. Zira bir
saat veya çok az bir süre bile itikafa girmek caizdir ve yeterlidir. Böyle kısa
bir süre içinde zaten oruç tutmak söz konusu olamaz. Bunlar bu konuda 96 ve 97
nolu hadislerle istidlal etmişlerdir. Aynı zamanda 98 nolu hadisi de şahit
olarak ele alıp ona göre istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.
İtikaf için orucun
şart olduğunu, ibn Abbas, İbn Ömer, îmam Mâlik, İmam Evzâî, îmam Sevrî ve îmam
Ebu Hanife istidlal etmişlerdir.
Hadisin son kısmında
"îtikaf ancak cemaati olan camide (caiz) olur" cümlesi üzerinde de
hayli durulmuştur. Hadisle istidlal etmeyenler bu cümleyle de istidlal
etmemişlerdir. O bakımdan konu hakkında müctehidierin görüş ve tesbitleri
farklıdır. Bununla beraber cumhura göre, her cami ve mescidde itikaf caizdir.
Ancak kadınların kendi ev ve odalarında itikafa grmeleri gerekir. îmam Ebu
Hanife bunu, evde mescid olarak ayrılan yer olarak belirtmiştir. Ayrıca îmam
Mâlik'e göre, erkeklerin de kendi evlerinde itikafa girmeleri caizdir. Çünkü
itikaf nafile bir ibadettir ve bu ibadet için en elverişli yer, kişinin kendi
evidir.
106 nolu îbn Ömer hadisi sahihtir. Buharî'nin
tesbit ve naklinde hadisin son kısmı şöyle belirtilmiştir: " O halde bir
gece itikaf eyle..". îlim adamları bu cümle üzerinde durarak itikafm
oruçsuz bir halde yerine getirilmesinde bir sakınca olmadığını söylemişlerdir.
Çünkü oruç gece değil ancak gündüz tutulabilir. Böylece nezre dayalı itikaf
için de orucun vacip olmadığı ortaya çıkıyor. Müslim'in bir rivayetinde ise
son cümle şu lafızla nakledilmiştir:" O halde bir g\Xn itikafa
gir.."
îbn Hibban bu iki
değişik rivayetin arasını te'ilf ederek şöyle demiştir :" Bu konularda
gece denilince gündüz, gündüz denilince gece söz konusu olur." [485]
Ancak Beyhakî'nin Said
b. Beşir tarikiyle yaptığı rivayette, Hz. Ömer'in (r.a.) şöyle dediği
belirtilmiştir :" Ömer şirk döneminde itikafa girmek ve oruç tutmak üzere
adamış bulunuyordu. Ömer (r.a.) islam'a girdikten sonra Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz ona yaptığı adamayı yerine getirmesini emretti."
Beyhakî, "Hadiste
oruçtan söz edilmesi gariptir ve Said b. Beşir bu rivayette yalnız
bulunuyor" demiştir. Nitekim Nesâî ile İbn Main bu rivayetin zayıf
olduğuna dikkat çekmişlerdir. [486]
107 nolu îbn Abbas
hadisini Darekutnî tahric etmiş, Beyhakî ise meykufen rivayet etmiştir. Hakim
ise merfuan rivayet ettikten sonra "îsnadı sahihtir" demiştir. [487]
Bu sahih rivayetle Ebu
Hanife de istidlal etmiştir.
106 nolu îbn Ömer
hadisiyle, kafirin küfür döneminde yaptığı adağın İslam'a girmesiyle sakıt
olmayacağı hükmü istidlal edilmiştir.
108 nolu Huzeyfe
hadisini aynı zamanda îbn Ebî Şeybe tahric etmiş ve fakat merfu1 olduğunu
belirtmemiştir. Hadisin son kısmında ravinin şüpheli bir anlatıma yer vermesi,
onunla istidlalde bulunmaya engel teşkil etmiş ve o bakımdan müctehid imamlar
bu rivayeti pek dikkate almamışlardır.
Zira rivayette şek, hadisin zayıf olduğunun bir başka delili ve illeti
sayılır. Ancak "Cemaati olan mescid" sözü, îmam Ebû Hanife ile îmam
Ahmed'in görüşünü kuvvetlendirmektedir. Ondan bir Önce "îtikaf ancak üç
mescidde (sahih) olur" cümlesine gelince : Üzerinde hayli durulmuş ve Ancak "üç mescid için hazırlık yapılıp
yola çıkılır.." hadisinde yer alan üç mescid için yola çıkmanın efdaliyeti,
onlarda itikaf etmenin lüzumuna delalet etmez.
109 nolu Hz. Aişe hadisi sahihtir. Kadının
kocasıyla birlikte mescidde itikafa girmesinin ve müstehaza (bir illetten
dolayı rahimden kan akan) kadının o vaziyette itikafa girmesinin caiz olduğu
anlaşılıyor. Ancak müctehid imamların bu konu hakkında tesbit ve ictihadları
farklıdır.
1- İtikaf
sünnettir. Ancak adandığı takdirde vacip olur. Üç mezhebin görüş ve içtihadı bu
anlamdadır,
2- îtikaf
müstehabdır. Ancak adamlırsâ vacip olur. Bu îmam Şafiî'nin görüş ve
içtihadıdır.
3- Ramazanın
son on gününde itikafa girmek müstehabdır.
4- Vacip
olan itikafin oruçlu bir halde yerine getirilmesi vaciptir. Bu, üç mezhebin
görüş ve içtihadıdır.
5- îtikaf
müstehab olsun, vacip olsun ancak oruçlu bir halde caiz ve sahih olur. Bu, îmam
Mâlik'in görüş ve içtihadıdır.
6- îtikaf
ancak cemaatle namaz kılınan bir camide yapılabilir. Kadınların cami ve
mescidde itikafa girmeleri mekruhtur. Bu, îmam Ebû Hanife ile İmam Şafiî ve
îmam Ahmed'in görüş ve içtihadıdır.
7- Mescid-i
Nebî veya Mescid-i Aksa'da itikafa gireceğini adayan kimsenin, bu mescidlerin
yerine Mescid-i Haram'da itikafa girmesi de jyeterli sayılır.
8- îtikafta
bulunan kimse cinsel temasta bulunursa, itikafı hükümsüz olur; yeniden itikafa
girmesi gerekir.
9- îtikafm
sıhhatinin şartlarına riayet gerekir. İtikafa girecek kimsenin müslüman, âkil
olması, cenabetten,1 ayhali ve loğusalıktan temizlenmiş bulunması şarttır.
10- Az bir
süre için niyet edip itikafa girmek de caizdir.
11- îtikafta
bulunan kimse ancak lüzumlu ve zarurî ihtiyaçları için çıkabilir.
12- îtikaf esnasında süslenmek ve güzel koku
sürünmekte bir sakınca yoktur.
13- Mu'tekifîn bulunduğu yerden başını veya el ve
ayağını dışarı çıkarmasında bir sakınca yoktur.
14- îtikaf
için perde ile çevrili bir yer düzenlemek müstehabdır.
15- İtikafta
bulunan kimse hasta ziyaretinde bulunmaz, cenaze namazına çıkıp katılmaz.
16-
Kadınların kendi evlerinde itikafa girmesi caizdir.
Ramazan bütünüyle
rahmet ve gufran ayıdır. Ruhları serinletecek, kalpleri yatıştıracak,
vicdanları geliştirecek, merhamet duygularını harekete geçirecek manevi,
kutsal hava bu ayda esmeye başlar. Kul ve millet hakkı dışında kalan günahlar
bu ayda bağışlanır, ilahi rahmet ve gufran kapıları bu ayda mü'minlerden yana
bütün genişliğiyle açık tutulur. Arınmak isteyenler için bütün imkanlar seferber
edilir. Melekler bu ayda durmacfan rahmet saçıp mü'minlerle kaynaşır.
O bakımdan Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz ramazan girince ibadetini daha da arttırır ve esen
rüzgardan daha cömert olurdu. Ramazanın son on gününde itikafa girer ve o
günleri daha çok ibadet, taat, zikir, teşbih ve tahmidle ihya eder; Cenab-ı
Hakk'ı razı etmenin bütün inceliklerini düşünür ve uygulardı.
Ramazanın son on gününde
gizlenen Kadir Gecesi ise, ilahi rahmetin haşmet ve genişliğiyle tecellisine
mazhar bir gecedir. Başta büyük melek Cibril (a.s.) olmak üzere sayısı belirsiz
rahmet melekleri bu gece yeryüzüne iner ve Cenab-ı Hakk'a yönelip ibadet eden
mü'minlerle müsafahada bulunur, rahmet kanatlarını onlara dokundururlar. Aynı
zamanda o mü'minler için rahmet ve gufran dilerler. Kadir Gecesi böylece fecir
doğuncaya kadar hep selam, selamet, rahmet ve gufranla dopdolu geçer.
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir :
'Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz, ramazanın son on günü girince geceyi ihya eder, ev halkını
uyandırır, eteğini toplayıp bütün ciddiyet ve heyecanıyla ibadete yönelirdi."
[488]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "
Kim Kadir Gecesi, inanarak ve sevabını yalnız Cenab-ı Hakk'tan bekleyerek
kalkar ( da ibadet ederse), geçmiş günahları bağışlanır."[489]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Ya Resulellah!
Eğer hangi gecenin Kadir gecesi olduğunu bilirsem, o gece ne diyeyim ? Bu
hususta ne dersiniz?*' dedim. O bana:" De ki: Allah'ım! Şüphesiz ki sen
affedicisin, affetmeyi seversin; beni de affet" diye tavsiyede bulundu. [490]
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:. “Kim
Kadir Gecesi'ni iştiyakla arzuluyorsa, onu yirmi yedinci gece arayıp
arzulasın!” Veya : " Onu yirmiyedinci gece arayıp arzulayın!" [491]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: Bir adam Peygamber (s.a.v.)
Efendimize gelerek şöyle dedi: " Ey Allah'ın Peygamberi ! Doğrusu ben
yaşlı bir kimseyim, aynı zamanda hastalıklı bir insanım; o bakımdan gece kalkıp
ibadet etmek bana çok zor geliyor. Artık sen bana bir gecede (ibadeti) emret
de umarım ki Cenab-ı Hakk o gecede beni Kadir Gecesine muvaffak kılar."
Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) ona " Sana gereken yedinci (yirmi
yedinci) gecedir (o geceyi ihya eyle)." [492]
Muaviye ö. Ebt Süfyan
(r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Kadir gecesi
hakkında şöyle buyurmuştur: " O, yirmi yedinci gecededir.." [493]
Zirr b. tiubeyş'den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor tur Ubey b. Kâb'ın (r.a.) şöyle dediğini
işittim : " Ona birisi diyor ki : Abdullah b. Mes'ud (r.a.) şöyle diyor :
" Kim bütün bir yıl gece kalkıp ibadet ederse, Kadir Gecesi'ne tesadüf
eder." Bunun üzerine Ubey (r.a.) şöyle diyor : " Kendisinden başka hiçbir
ilah olmayan Cenab-Hakk'a yemin ederim ki, Kadir Gecesi Ramazan'dadır...
Vallahi ben onun hangi gece olduğunu biliyorum, o yirmi yedinci gecedir.
Alametleri ise şunlardır : O gecenin sabahında güneş çok beyaz pırıl pırıl
doğar.." [494]
Ebû Said (r,a:) dan
yapılan rivayete göre: "Resulüllah (s.a.v) Efendimiz Ramazan'ın ilk on
gününde itikafa girdikten sonra ikinci on günde keçeden mamul küçük bir kubbede
itikafa girdi ki o kubbenin süddesi üzerinde hasır bulunuyordu. Resulüllah
(s.a.v) o hasırı eliyle tutup kubbe cihetine itti ve sonra başını dışarı
çıkartıp insanlara konuştu. İnsanlar da O'na yaklaşıp yerlerini aldılar.
Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu : " Doğrusu ben ilk on günde itikaf yaptım
ve bu geceyi arzu-layıp durdum. Sonra ikinci on günde itikaf yaptım. Sonra da
bana gelindi ve denildi ki : " Kadir gecesi Ramazan'ın son on
günündedir." Artık sizden kim itikafa girmek istiyorsa, itikafa
girsin." Bunun üzerine insanlar da Peygamber (s.a.v.) ile beraber itikafa
girdiler. Peygamber (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurdu : " Doğrusu o bana
tek gecede gösterildi ve ben o gecenin sabahında çamur ve su üzerinde secde
ediyorum." Peygamber (s.a.v.) yirmi birinci gecenin sabahı kalktı ve
yağmur yağıyordu ve Mescidde su damlıyordu ve böylece ben çamur ile suyu gördüm
ve o gece Ramazan'ın son on günü idi."[495]
Abdullah b. Üneys
(r.a.) den yapılan rivayete göre : Resulüllah (s.a.v) Efendimiz şöyle
buyurmuştur " Kadir Gecesi'ni gördüm, ama sonra bana unutturuldu ve
kendimi o gecenin sabahında su ve çamur üzerinde secde eder gördüm." Ravi
diyor ki : " Yirmi üçüncü gecede üzerimize yağmur yağdı ve Resulüllah
(s.a.v) Efendimiz bize namaz kıldırıp ayrıldığında alnında ve burnunda su ve
çamur izleri bulunuyordu." [496]
Ebû Bekir (r.a,) den
yapılan rivayete göre, o, Resulüllah' m (s.a.v) şöyle buyurduğunu işitmiştir:
"Kadir Gecesi'ni Ramazan'ın kalan dokuzunda veya yedisinde veya beşinde
veya üçünde ya da son gecesinde arzulayıp arayın."
Ravi diyor ki: "
Ebû Bekir (r.a.) Ramazan'ın ilk yirmi gününde yılın sair günlerindeki gibi
namaz kılar dua ederdi. Son ön gün girince büyük bir gayret gösterir namaz ve
ibadetini artırır." [497]
Ebû Nadre'nin Ebû
Said'den yaptığı rivayette, Ebû Said kendisinin rivayet ettiği hadiste diyor
ki; " Peygamber (s.a.v) nasm t (mü'minlerin) yanına çıka geldi ve şöyle
buyurdu: " Ey insanlar ! Şüphesiz Kadir Gecesi açıkça ortaya çıktı ve ben
de size
onu haber vermek üzere
çıktım; derken beraberlerinde şevtan bulunan iki adam tartışıp her biri kendisinin
haklı olduğunu savunuyordu. O yüzden Kadir Gecesi (nın hangi gece olduğu) mı
unuttum. Artık siz onu ramazanın son on günüde arzulayıp arayın: Dokuzunda,
beşinde, yedisinde... [498]
îbn Abbas (ra.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kadir Gecesi'ni Ramazanın son on gününde arzulayıp arayın : Kalan
yedinci, kalan dokuzuncu, kalan beşinci günlerde.." [499]
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre : Peygamber (s.a.y.) Efendimiz'in ashabından bazı adamlar
rüyalarında Kadir Gecesi'ni ramazanın kalan yedisinde görmüşlerdi. Bunun
üzerine ResulüUah (s.a.v) Efe ndimiz şöyle buyurdu; "Sizin gördüğünüz
rüyanın son yedi güne tevafuk ettiğini İörüyorum. Artık kim Kadir Gecesi'ni
arayıp görmek istiyorsa onu son yedi günde arasın."
Peygamber (s.a.v) bu
konuda şunu da buyurdu: " Sizin rüyanızın son on günle ilgili olduğunu
görüyorum. O halde I Kadir Gecesi'ni son on günün tek günlerinde arayın." [500]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
" Kadir Gecesi'ni
ramazanın son on gününde arzulayıp arayın.”[501]
Buharî'nin rivayetinde "Son on günün tek
sayılarında arayın... buyurulmuştur.
130 nolu Abdullah b. Üneys hadisini
kuvvetlendirir anlamda birçok rivayetler daha vardır. İshak'm kendi Müsned'inde
yaptığı rivayete göre, Benî Beyaze'den bir adam, Peygamber (s.a.v) Efendimize
şöyle demiştir: " Ya Resulellah! Benim bir çöl hayatım vardır ki (daha çok
orada) olurum. O bakımdan bana Kadir Geceâi'ni emir buyur.." Bunun üzerine
Resulüllah (s.a.v) ona : " Yirmi üçüncü geçe (mescide) in" buyurdu.
îbn Ömer'den merfuan
yapılan rivayette deniliyorki: " Kim Kadir Gecesi'ni arzu edip araştırmak
istiyorsa, yedinci gece araştırsın."
îbn Abbas'm (r.a.)
Ramazan'm yirmi üçüncü gece ev halkını uyandırdığı rivayet edilmiştir.
Abdurrezzak'm Yunus b. Seyf tarikiyle yaptığı rivayette, tabiînden Saîd b.
Müseyyeb şöyle demiştir : "Ashabın sözü, Kadir Gecesi'nin yirmi üçüncü
gece olduğu üzerinde bir doğrultu arzetmektedir." Tabiîn'den Mekhul da
Kadir Gecesi'ni Ramazan'm yirmi üçüncü gecesi olarak kabul ederdi. [502]
131 nolu Ebû Bekre
hadisini Tirmizî sahihlemiştir. Onu kuvvetlendirir anlamda Ahmed b. Hanbel'in
Ubade b. Samit (r.a.) den rivayet ettiği bir hadis bulunuyor. Böylece
Ramazan'da Kadir Gecesi'ni son on gün içinde ve daha çok ramazanın bitimine
dokuz, yedi ve beş veya üç gün kala aranması söz konusudur. Aynı zamanda en son
gece aranması da böyledir.
imam Şafiî diyor ki,
"Benim yanımda rivayetlerin en kuvvvetli-si, Kadir Gecesi'nin Ramazan'm
yirmi birinci gecesiyle ilgili olanıdır."
132 nolu Ebû Nadra hadisi sahihtir. Böylece mu
minlerin bir mesele üzerinde tartışıp iddialaşmaları; birinin diğerini
haksızlıkla ittiham edip sırf
kendini haklı göstermeye
çalışması iyi karşılanmamış ve
bu gibi davranışların manevi cezaya sebep olduğu ortaya çıkmıştır.
Böylece hadisin zahiri
delaletinden Kadir Gecesi'nin Ramazan'm son on günü içinde belirtilen üç
gecede aranması söz konusudur.
133 nolu îbn Abbas
hadisi 132 nolu Ebû Nadra hadisini kuvvetlendirmekte ve sözü edilen üç geceden
birinde Kadir Gecesi'nin tecelli edeceği neticesini vermektedir.
Buhari'de ise, bu
hadis şu lafizla rivayet edilmiştir; "Kadir Gecesi Ramazan'm son on
günündedir : Dokuz gün geçtikten veya yedi gün kala.." Bu, Kadir
Gecesi'nin Ramazanın yirmi birinci veya yirmi üçüncü gecesi olduğuna delalet
etmektedir.
134 nolu îbn Ömer
hadisi sahihtir ve istidlale elverişlidir. Kadir Gecesi'nin Ramazan'm son yedi
gününde aranmasına delalet etmekte ve diğer rivayetlerden kısmen ayrılmaktadır.
135 nolu Hz. Aişe
hadisi sahihtir ve ihticace salih görülmüştür. Kadir Gecesi'nin Ramazan'm son
on gününde tek sayılı günlerinde olduğuna delalet etmekte ve daha önceki
hadisleri kuvvetlendirmektedir.
Böylece Kadir
Gecesi'nin ramazanın son on gününde yıllara nis-betle yer değiştirdiği ve daha
çok tek günlerin gecesinde aranmasının isabetli olacağı ağırlık kazanmış
oluyor. Yirmi yedinci gecenin ise bu konuda ayii bir yeri ve anlamı söz
konusudur.
Cumhur bu sahih
rivayetlere dayanarak Kadir Gecesi'nin özel bir yeri ve anlamı bulunduğunu
hükme bağlamış ve buna muhalefet eden olmamıştır. Aynı zamanda bu gecenin
Muhammed (s.a.v.)
ümmeti için mahza
rahmet, gufran, inayet ve bereket kılındığını belirtmiştir,
1- Ramazan'm
son on gününü başta itikaf olmak üzere ihya etmek müstehabdır.
2- Kadir Gecesi
Ramazan'm son on gününün gecelerinden birine tesadüf etmektedir.
3- Kadir
Gecesi daha çok Ramazan'm son on gününün tek sayılı günlerinde arzulamak
müstehabdır.
4- Kadir
Gecesi'nin Ramazan'm yirmi yedinci gecesine tesadüf ettiği ağırlık kazanmıştır.
5- Kadir
Gecesi, yıllara nisbetle Ramazan'm son on gününde yer değiştirmekte ve daha çok
tek sayılı günlerde tezahür etmektedir.
6- Kadir
Gecesi'ni namaz ve sair ibadetle ihya etmek, o gecede bol bol dua ve istiğfarda
bulunmak, dilek ve temennileri arzetmek sünnettir.
7- Kadir
Gecesi rahmet meleklerinin yeryüzüne inip Cenab-ı Hakk'a yönelen mü'minler için
dua ve istiğfar ettiği bir gecedir.
8- Kadir
Gecesi'ni, inanarak ve sevabını yalnız Allah'tan bekleyerek ihya edenlerin
-kul ve millet hakkı dışında- diğer günahları affedilir.
9- Kadir
Gecesi'nde daha çok "Allah'ım ! Sen affedicisin, affetmeyi seversin; beni
de affeyle" duasını dile getirmek müstehabdır.
[1] Bakara suresi: 183
[2] Buhari/iman: 1, 2, tefsir-i sûre: 2, 30. Müslim/iman:
2.0, 21. Tirmİzi/iman: 3. Nesai/iman: 13. Ahmed: 2/26, 93, 120, 143
[3] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/499-500
[4] Nesai, Siyam: 13; Ahpmed: 1/376.
[5] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/501.
[6] Ebu Davıİ/savm: 6. Ahmed: 1/26
[7] Tirmizi/savm: 7. Nesai/siyam: 8
[8] Ebu Davud, Savm: 14; Ahmed: 6/126.
[9] Nesai/siyam: 8
[10] EbuDavud/savm:13
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/501-503.
[11] Kasani/Bedayiu's-Sanayi1:2/80
[12] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 2/80
fis-Siracü"l-Vehhac Ala Metni Mİnhac: 136
[13] İbn Kudame/el-Muğni: 3/4
[14] Şemsüddin/eş-Şerhü'l-Kebir: 3/8, 9
[15] Şemsüddin/eş-Şerhü'l-Kebir: 3/9
[16] Sahnun/el-Müdewenetü'l-Kübra: 1/193
[17] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/504-505.
[18] Bilgi için bak: Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/209
[19] Bilgi için bak: Şevkani/Neyiü'i-Evtar: 4/210 Ancak
Zehebi Mizanü'f-I'tidal'de Hafs b. Ömer isminde 31 ravi îesbit etmiştir ki,
bunların birçoğu güvenilir değildir. Darekutni bunlardan hangisini
kastetmiştir, bilemiyoruz.
[20] Ebu Davud/salat: 249. İbn Mace/siyam: 6. Ahmed: 5/57,
58'
[21] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/505-507.
[22] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/508.
[23] Buhari/savm: 5, 11. Müslim/siyam: 6, 9, 18. Ebu
Davud/savm: 4, 6, 7.
Tirmizi/savm: 2. Nesai/siyam: 9, 13, 17. İbn Mace/siyam: 7. Daremi/
savm: 2. Ahmed: 5/13, 63, 145 '
[24] Buhari/salat: 18, eyman: 20. Müslim/siyam: 5, 6, 7, 9.
Nesai/siyam: 14, 15. Ahmed: 1/218, 235, 340. 3/200, 6/33
[25] Buhari/salat: 18, eyman: 20. Müslim/siyam: 5, 6, 7, 9.
Nesai/siyam: 14, 15. Ahmed: 1/218, 235, 340, 3/200, 6/33
[26] Buhari/savm: 11. Ahmed: 2/456
[27] Ebu Davud/savm: 6, 7, 11. Tirmizi/savm: 2. Nesai/siyam:
13, 32, 37, 38.
Ahmed: 1/221,226. 4/314
[28] Ebu Davud/savm: 6, 7, 11. Tirmizi/savm: 2.
Nesai/siyam: 13, 32, 37, 38. Ahmed; 1/221,226,-4/314.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/508-510.
[29] Bilgi için bak: Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 2/81
[30] Bilgi için bak: Haşiyetü't-Tahtavi: 354
[31] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa'dan özetlenerek:
1/553, 554
[32] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa'dan özetlenerek:
1/553, 554
[33] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa'dan özetlenerek:
1/553, 554
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/510-512.
[34] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/213
[35] Ebu Davud/savm: 6, 7, 11. Tirmizi/savm:2. Nesai/siyam:
13, 32, 37, 38
[36] Tirmizi/savm: 3. Buhari/savm: 11. Nesai/siyam: 37
[37] Şevkani/Neyiü'l-Evtar: 4/215
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/513-514.
[38] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/514-515.
[39] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/516.
[40] Müslim/siyam: 28. Ebu Davud/savm: 9. Tirmizi/savm: 9.
Nesaİ/sİyam: 7. Tirmizi-Nesai/siyam:7. Ahmed: 1/306
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/516-517.
[41] Kasani/Bedayiu's-Sanayi1: 2/82, 83'den özetlenerek
[42] Fethü'l-Vehhab bi Şerhi Menheci't-Tullab: 1/11S
[43] es-Sİracü'l-VehhacAlaMetni'l-Minhac: 137
[44] İbnKudame/el-Muğoi:3/7
[45] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/550
[46] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/517-519.
[47] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/519.
[48] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/520.
[49] Tirmizi/savm: 33. Nesai/siyam: 66, 68. Daremi/savm: 10
[50] Ebu Davud/savm: 71. Müslim/siyam: 169,170.
Nesai/siyam: 67.
Ahmed: 6/49, 207
[51] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/221
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/520-521.
[52] Haşiyelü't-Tahtavi Ala Meraki'l-Felahl: 352, 353'den
özetlenerek
[53] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac Şerhün Ala
Metni'l-Minhac: 137, 138
[54] İbn Kudame/el-Muğni: 3/22-24'den özetlenerek
[55] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/522-523.
[56] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/219
[57] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/219
[58] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/523-525.
[59] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/525.
[60] Bakara Suresi: 286
[61] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/526.
[62] Buhari/savm: 47. Müslim/siyam: 136, 137
[63] İbn Mace/siyam: 52
[64] Ebu Davud/savm: 65
[65] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/526-528.
[66] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 2/87'den özetlenerek
[67] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 2/87'den Özetlenerek
[68] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/528-530.
[69] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/22.
[70] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/530.
[71] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/531.
[72] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/532.
[73] Buhari/savm: 32. Ebu Davud/savm: 28. Tirmizi/savm: 60.
İbn Mace/ siyam: 18. Daremi/savm: 26. Ahmed: 2/157
[74] Ahmed: 5/277, 280, 282, 283
[75] Ahmed: 2/157, 5/210, 276, 277
[76] Neylü'l-Evtar: 4/224
[77] Buhari/tıb: 11. Ebu Davud/savm: 28, 29, 30.
Tirmizi/savm: 59, 61. İbn Mace/siyam: 18. Taberani/siyam; 30, 32
[78] Buhari/savm: 32
[79] Ebu Davud/savm: 30. Ahmed: 5/363, 364. Buhari/savm:
32. Tirmizi/ savm: 59
[80] Müsned-i Ahmed: 6/282
[81] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/532-535.
[82] Mecmeu'l-Enhür: 1/248
[83] Mecmeu'l-Enhür; 1/240
[84] es-Siracü'l-Vehhac Şerhün Ala Metni'l-Minhac: 141
[85] İbn Kudame/el-Muğni: 3/36, 37'den özetlenerek.
[86] Sahnun/el-Müdevvenetü'I-Kübra: 1/198
[87] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/535-537.
[88] Şevkani/Fethü'l-Kadir: 4/225
[89] Zehebi/Mizanü'l-İ'tidal:3/71, 5641 nolu Atâ'
[90] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/225
[91] et-Tahav i/Şerh u Maani'l-Asar: 2/98-102'den
özetlenerek
[92] Bilgi için bak: Neylül-Evtar: 4/227
[93] Zehebi bu zat üzerinde durmamış ve herhangi bir
tesbiti nakletme mistir. Şevkani ise onun zayıf olduğuna dikkat çekmiştir.
Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/228
[94] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/537-540.
[95] Kan vermede boynuz kullanmak şart değildir. Bugün
artık bu konuda daha sıhhi aletlerle bu ameliye gerçekleştirilmektedir. Mesele,
kan vermek veya birinden kan almaktır.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/540.
[96] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/541
[97] Ebu Davud/savm: 33. Tirmizi/savm: 24, 25. fbn
Mace/siyam: 16. Daremi/savm: 25. Tâberani/siyam: 47. Ahmed: 2/498
[98] Ebu Davud/savm: 36, 37. Buhari/et-Tarih
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/541-542.
[99] Mecmeu'l-Enhür: 1/242
[100] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 2/92
[101] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 2/93
[102] Mecmeu'l-Enhür: 1/244'den özetlenerek
[103] Fetevay-i Hindiyye: 1/203
[104] Zekeriya el-Ensari/Fethü'l-Vehhab bi Şerhi
Menheci't-Tullab: 1/120
[105] el-Gamravi/es-Siracü'l-VehhacŞerhün Ala
Metni'l-Minhac: 140
[106] İbn Kudame/el-Muğni: 3/52
[107] İbn Kudame/el-Muğni: 3/38'den özetlenerek. eş-Şerhü'l-Kebir:
3/38
[108] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/197
[109] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/200
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/542-544.
[110] Bilgi için bak: Neylü'l-Hvtar: 4/229
[111] Zehebi/Mizanü'l-I'lidal: 2/274, 3701 nolu Şa'be
[112] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/544-546.
[113] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/546.
[114] Taberani/Sevban (r.a.) dan. Camİu's-Sağîr: 1/24
[115] Müsned-i Ahmed. Ebu Davud. Nesai. Ibn Mace/Camiu's-Sağîr:
1/24
[116] Müsned-i Ahmed. Ebu Davud/Camiu's-Sağîr: 1/24
[117] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/547.
[118] Buhari/savm: 26. Müslim/siyam: 171. Daremi/savm: 23.
Ahmed:'2/425
[119] Darekutni. Neylü'l-Evtar: 4/231
[120] Ebu Davud/savm: 39. Ibn Mace/siyam: 15. Daremİ/savm:
23
[121] Müsned-i Ahmed: 2/395
[122] İbn Mace/talak: 16
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/547-548.
[123] Haşiyetü't-Tahtavi:360
[124] el-Gamravi/es-Siracü'i-Vehhac Şerhün Ala
Metni'I-Minhac: 140
[125] Bilgi için bak: el-Muğni: 3/51
[126] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/208
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/549.
[127] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/231
[128] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/549-550.
[129] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/550.
[130] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/551.
[131] Nesai, Sıyam: 42; Ahmed: 2/283, 6/244; Buhari, Savm:
2; Müslim, Siyam: 120; Ebu Davud, Savm: 29; Taberani, Siyam: 57.
[132] Buhari, Tirmizi, Ebu Davud, İbn Mace, Camiu’s-Sağir:
2/181.
[133] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/551-552.
[134] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/553.
[135] Ebu Davud/savm: 33, 35, Ahmed: 1/21, 52
[136] Ebu Davuid. Ahmed: 3/292, 319, 379, 5/376, 6/96
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/553-554.
[137] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/248
[138] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac: 141
[139] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac: 140
[140] Îbn Kudame/el-Muğni: 3/44. eş-Şerhü'l-Kebir: 3/44
[141] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/200
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/554-555.
[142] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/235
[143] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/556.
[144] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/556.
[145] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/557.
[146] Buhari/savm: 23. Müslim/siyam: 65, 66, 71, 73.
Daremi/savm: 2. Ahmed:6/193, 256
[147] Buhari/savm: 23. Müslim/siyam; 32. İbn Mace/siyam: 20.
Daremi/ vudu': 81. Ahmed: 1/445, 6/40, 42, 59
[148] Müslim/siyam; 74, 79. Ahmed: 6/67, 122
[149] Ebu Davud/savm: 35. ibn Mace/siyam: 20
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/557-558.
[150] Bilgi için bak: Mecmeu'l-Enhür: 1/248.
HaşiyetüVTahtavi: 372
[151] Bilgi için bak: Şemsüddin İbn
Kudami/eş-Şerhü'i-Kebir:3/39
[152] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/195'den özetlenerek
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/559.
[153] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/237
[154] Bilgi için bak: Ebu Cafer et-Tahavi/Şerhü
Maani'l-Asar: 2/88-96
[155] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/559-560.
[156] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/560.
[157] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/561.
[158] Müslim/siyam: 79. Ahmed. Ebu Davud
[159] Buhari/savm: 25. Müslim/siyam: 78, 80. NesaiAaharet:
122. Ibn Mace/ siyam: 27. Taberani/siyam: 10, 12. Ahmed: 1/243, 6/36, 183, 216
[160] Buhari/savm: 25. Müslim/siyam: 75, 77. Ahmed: 6/308,
312
[161] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/561-562.
[162] Bakara Suresi: 187
[163] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 2/92'den özetlenerek
[164] el-Gamravi/es-Siracü'i-Vehhac: 141
[165] Ibn Kubame/el-Muğni: 3/75, 76'dan özetlenerek
[166] Bilgi için bak: Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/206
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/562-563.
[167] İbn Dakiyk el-lyd/İhkamü'l-Ahkam Umdetü'l-Ahkam: 2/210
[168] Buhari/savm:22, 35. Müslim/siyam: 75, 78, 80
[169] Zehebİ/Mizanü'l-İ'îidal: 4/426, 9701 nolu Yezid
[170] İbn Dakiyk el-Iyd/ Ihkamü'l-Ahkam Umdetü'l-Ahkam:
2/211
[171] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/239
[172] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/564-565.
[173] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/565.
[174] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/566.
[175] Buhari/savm: 30, neîakat: 13, edeb: 68, 95, keffaret:
2, 4. Müslim/siyam: 91. Ebu Davud/savm: 19. Taberani/siyam: 28, 29. Ahmed:
2/208, 241,281,516
[176] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/566-568.
[177] Mecmeu'l-EnhürŞerhü Miilteka'l-Ebhur: 1/240
[178] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/560
[179] Abdurrahman ei-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/561
[180] Abdurrahman ei-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/562
[181] Sahnun, Müdevvenetü’l-Kübra: 1/198, 199’dan
özetlenerek.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/568-571.
[182] Şevkani, Neylü’l-evtar: 4/240.
[183] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/241
[184] Ihkamü'l-Ahkam Umdetü'l-Ahkam: 2/214, 215. sahifeden özetlenerek.
[185] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/571-573.
[186] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/573-574.
[187] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/575.
[188] Buhari/savm: 49, temenni: 8. Müslim/siyam: 59. Ebu
Davud/savm: 24. Daremi/savm: 14. Taberani/siyam: 37. Ahmed: 2/23, 112, 261,
3/30, 59, 5/363, 6/89, 93
[189] Buhari/savm: 49. Müslim/siyam: 58. Daremi/savm: 14.
Taberani/siyam: 38. Ahmed: 2/231, 237, 244, 315, 345, 418
[190] Buhari/savm: 48, 49, 50. Müslim/siyam: 59, 60
[191] Buhari/savm: 48. Ebu Davud/savm: 24. Daremi/savm: 14.
Ahmed: 3/8
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/575-577.
[192] Kasani/Bedayiu's-Sanayİ':2/79
[193] Silgi için bak: İbn Kudame/ef-Muğni: 3/109
[194] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/559
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/577-578.
[195] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/245
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/578-579.
[196] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/579.
[197] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/580.
[198] Buhari/savm: 33, 43, 44. Ebu Davud/savm: 19, 30.
Müslim/siyanv 51 Ttrmızı/savm: 12 Ahmed: 1/39 48
[199] Tirmizi/savm: 13. Ahmed: 2/238, 329
[200] Ebu Davud/savm: 31. Ahmed: 2/450
[201] Tirmizi/savm: 10. Ebu Davud/savm: 21. Ahmed: 3/164
[202] Ebu Davud/savm: 21. Tirmizi/zekat: 26. Nesai/savm: 28.
!bn Mace/ siyam: 25. Ahmed: 2/17, 18
[203] Ebu Davud/savm: 22
[204] Müsned-iAhmed
[205] Nesai/siyam: 18, 19. Ibn Mace/siyam: 22. Daremi/savm:
9. Ahmed- 2/ 377, 477, 3/32
[206] Müslim/siyam: 46. Ebu Davud/savm: 15. Tirmizi/savm:
17. Nesai/ siyam: 27. Daremi/savm: 9. Ahmed: 4/197, 202
[207] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/580-583.
[208] Haşiyetü't-Tahtavi: 373
[209] Bilgi için bak: İbn Kudame/el-Muğni: 3/76-78.
eş-Şerhü'f-Kebir: 3/76. Abdurrahrnan el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibİ'i-Arbaa:
1/577
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/583-584.
[210] Bilgi için bak: Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/247
[211] Zehebi/Mizanü'l-l'tidal:2/7, 2606 nolu Davud
[212] Mizanü'l-ltidal: 2/214, 3493 nolu Süleyman
[213] İbn Mace/siyam: 22
[214] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/585-588.
[215] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/588.
[216] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/589.
[217] Buhari/savm:33. Müslim/siyam: 99, 103, 104, 105. Ebu
Davud/savm: 42. Nesai/siyam: 56, 58, 74, Ibn Mace/siyam: 10. Taberani/siyam:
24. Ahmed:6/46, 193,202,207
[218] Müslim/siyam: 108
[219] Buhari/savm"! 36. Ebu Davud/savm: 43.
Daremi/savm: 15. Ahmed: 3/ 317,319
[220] Buhari/savm: 37. Müslim/siyarn: 95, 99. Tirmizi/savm:
19. Ebu Davud/ savm: 42. Nesai/siyam: 59.Taberani/siyam: 23. AhmedO 3/45, 50
[221] Buhari/savm: 34, cihad: 106, meğazi/47. Müslim/siyam:
87, 88. Nesai/ siyam: 60. Taberani/siyam: 21. Daremi/savm: 15. Ahmed:1 / 266,
334,344, 5/376
[222] Buhari/büyu': 95. Müslim/siyam: 105. Nesai/siyam: 57.
Ahmed: 6/345
[223] Müslim/siyam: 97. Nesai/siyamO 59. Taberani/siyam: 26
[224] Ebu Davud/savm: 42. Müslim/siyam: 102. Ahmed: 3/35
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/589-592.
[225] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/249, 250'den
özetlenerek
[226] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac Şerhün Ala
Metni'l-Minhac: 143. Yahya Zekeriya el-Ensari/Fethü'l-Vahhab bi Şerhi
Menheci't-Tullab: 1/122
[227] Şemsuddin/eş-Şerhü'l'Kebir:3/17,19'dan özetlenerek
[228] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/202
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/592-594.
[229] Bilgi için bak: İbn Dakiyk el-lyd/lhkamü'l-Ahkam:
2/223
[230] Şerhü Meani'l-Asar: 2/63
[231] Bilgi için bak: Şerhü Meani'l-Asar: 2/62-71. sahifeler
[232] Şevkani/Fethü'l-Kadir: 4/252
[233] Şevkani/Fethü'l-Kadir: 4/252
[234] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/595-597.
[235] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/597-599.
[236] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/600.
[237] Müslim/siyam: 91, 92. Tirmizİ/savm: 18. Nesai/siyam:
49
[238] Müsned-i Ahmed:3/46
[239] Müsned-iAhmed: 1/366
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/600-602.
[240] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/602.
[241] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/602-603.
[242] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/603
[243] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/604.
[244] Buhari/hac: 82
[245] Tirmizi/savm:75
[246] Ebu Davud/savm: 45. Ahmed: 2/158, 165, 188, 210, 3/24,
5/409, 6/7
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/604-605.
[247] Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 2/94, 95'den özetlenerek
[248] el-Gamravia/es-Siracü'l-Vehhac Şerhün Ala
Meîni'l-Minhac: 143
[249] Şemsüddin İbn Kudame/eş-Şerhü'f-Kebir: 3/19
[250] Sahnun/el-Müdevvenetü't-Kübra: 1/202, 203
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/605-607.
[251] Bilgi İçin bak: Neylü'l-Evtar: 4/256
[252] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/607-608.
[253] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/608.
[254] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/609.
[255] Buhari/meğazi:47
[256] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/609-610.
[257] Bilgi için bak: el-Fikhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/478
[258] Bilgi için bak: el-Fıkhu ala’l-Mezahibi’l-Arbaa: 1/480.
[259] Bilgi için bak: el-Fıkhu ala’l-Mezahibi’l-Arbaa:
1/479.
[260] Kitabu’l-Fıkhi ala’l-Mezahibi’l-Arbaa: 1/479.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/610-611
[261] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/611-612.
[262] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/613.
[263] Ebu Davud/savm:44. Tirmizi/savm:21. Nesai/siyam: 51,
62. Ibn Mace/siyam: 12. Ahmed: 4/347, 5/29
[264] Buhari/tefsir: 2, 26. Müslim/siyam: 149. Ebu
Davud/savm: 2. Tirmizi/ savm: 75. Nesai/siyam: 63. Daremi/savm: 29
[265] Müsned-i Ahmed: 5/246
[266] Buhari/îefsir-isûre:2, 25
[267] Ebu Davud/savm: 3, 43
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
3/613-615.
[268] Haşiyetü't-Tahiavi Ala Meraki'l-Felah: 373, 374'den
özetlenerek
[269] Abdurrahman e!-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/573
[270] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/575'den
Özetlenerek.
[271] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/575, 576'dan özetlenerek
[272] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/615-616.
[273] Bilgi için bak: Neylü'I-Evtar: 4/259
[274] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/617-618.
[275] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/619.
[276] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/620.
[277] Darekutnia/Neylu'l-Evtar: 4/260
[278] Buhari/savm: 4O
[279] Darekutni/isnad-ı sahih ile/Neylü'l-Evtar: 4/260
[280] Buhari/savm: 40. Müslim/siyam: 154, 175, 177.
Tirmiz'i/savm: 65. Ahmed: 6/124, 131
[281]
Darekutni/İsnad-ı sahih, mevkuf. Neylü'l-Evîar: 4/261
[282] Tİrmizi/savm: 23. Ibn Mace/siyam: 50. Taberani/siyam:
53
[283] Ebu Davud/savm: 41
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/620-622.
[284] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur; 1/249, 250'den
özetlenerek
[285] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/250
[286] Müdd, fitre nisbetİnden farklıdır, ancak biz kolaylık
olsun diye onu fitre nisbetiyle yorumladık.
[287] el-Gamravi/es-Siracü'l-VehhacŞerhün Ala
Metni'l-Minhac: 144
[288] ei-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac: 145
[289] lbnKudame/el-Muğni:3/81,82
[290] Şemsüddjn Ibn Kudame/eş-Şerhü'l-Kebir: 3/83
[291] Şemsüddin Ibn Kudame/eş-Şerhü'l-Kebir: 3/88
[292] Sahnun/el-Müdevvenetü'i-Kübra: 1/212, 213'den
özetlenerek
[293] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/622-626.
[294] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/261
[295] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 4/261
[296] Zehebi/Mizanü'l-I'tidal: 2/545, 4803 nolu Abdurrahman
[297] Zehebi/Mizanü'l-f'tidal: 2/224, 6222 nolu Ömer
[298] Zehebi/Mizanü'l-İ'tidal: 1/69, 234, 235 nolu İbrahim
[299] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/626-627.
[300] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/627-628.
[301] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/629.
[302] Buhari/vasaya: 19. Ebu Davud/eyman: 24. Nesai/eyman:
35. Tabera ni/nüzûr: 1. Ahmed: 6/7
[303] Buhari/savm: 42. Mesai/siyam: 153. Ebu Davud/savm: 41.
Ibn Mace/ siyam: 50. Ahmed: 6/69
[304] Müslim/siyam: 158, selam: 35. Ebu Davud/vasaya: 12,
eyman: 24. İbn Mace/sadakat: 3. Ahmed: 5/349, 351, 361
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/629-631.
[305] Fetava-yi Hindiyye: 1/208
[306] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/250
[307] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac: 144
[308] Îbn Kudame/el-Muğni: 3/83
[309] ibn Kudame/el-Muğni: 3/82'den özetlenerek
[310] Sahnun/el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/212
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/631-632.
[311] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/632-633.
[312] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/633
[313] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/634
[314] Müslim/siyam: 204. Tirmizİ/savm: 52. Daremi/savm: 44.
Ahmed: 5/ 417,419
[315] ibn Mace/siyam: 33. Ahmed: 5/280
[316] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/634-635.
[317] Feteva-yi Hındiyye: 1/201
[318] Feteva-yi Hindiyye: 1/201
[319] Me'cmeu'l-EnhürŞerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/255
[320] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac Şerhün Ala
Metni'l-Minhac: 146
[321] el-Muğni: 3/102, 103. Şemsüddin Ibn
Kudame/eş-Şerhü'l-Kebir; 103' den Özetlenerek
[322] Şemsüddin Ibn Kudame/eş-Şerhü'l-Kebir: 3/10
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/635-636.
[323] Zehebi/Mizanul-I'tidal: 3/250, 6341 nolu Amr
[324] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/636-637.
[325] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/637.
[326] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/638.
[327] Nesai/siyam: 83. Ahmed: 6/287
[328] Ahmed: 5/226, 297, 304, 6/128
[329] Ebu Davud/savm: 63. Ibn Mace/siyam: 40. Ahmed: 2/304,
446
[330] Buhari/savm: 65, eşribe: 99. Müstim/siyam: 111, 112.
Ahmed: 6/339, 340
[331] Daremi/savm: 47. Ebu Davud/savm: 50. Tirmizi/savm: 58.
Nesai/ menasik: 195. Ahmed: 4/152
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/638-639.
[332] Feteva-yi Hindiyye: 1/201, 202. Abdurrahman
el-Cezifi/el-Fikhu Ala'l-Mezahribi'l-Arbaa: 1/556
[333] el-Gamravi/es-Siracü'!-Vehhac: 146. Ebu Yahya
Zekeriya/Fethü'l-Vehhab: 1/12.
[334] İbn Kudame/el-Muğni: 3/105, 106. Şemsüddin İbn
Kudame/eş-Şerhü'İ-Kebir: 3/105
[335] Abdurrahman el-Ceziri/ei-Fıkhu Ata'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/556
[336] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/640.
[337] Ebu Davud/savm: 61. Ahmed: 5/271, 288, 42.
[338] Zehebi/MizanÜ'J-llidal: 4/195, 8824 nolu Mehdi
[339] Ebu Cafer eMahtavi/Şerhu Maani'l-Asar: 2/72
[340] Fazla bilgi için bak: Ebu Cafer et-Tahtavi/Şerhu
Maani'l-Asar: 2/71, 73. sahifeierine
[341] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/640-642.
[342] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/642.
[343] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/643.
[344] Müslim/siyam: 202, 203
[345] Müsned-iAhmed: 1/222,312,367
[346] Buhari/tefsir.2,24, savrn:f, 69. Müslim/siyam: 111,
112, 116, 120, 121. Ebu Davud/savm: 63. Tİrmizi/savm: 48. Daremi/savm: 46. Tabe
rani/siyam: 33. Ahmed: 2/57, 143,4/29, 50
[347] Müslim/siyam: 124
[348] Buhari/savm: 69. Ebu Davud/savm: 63. Tirmizl/savm: 48.
Daremi/ savm: 46. Taberani/siyam: 33. Ahmed: 1/424. Müslim/siyam: 120, 121
[349] Müslim/siyam: 117. Ahmed: 2/143
[350] Buhari/savm:69
[351] Buhari/savm: 69, menakıb: 52, tefsir: 10, 20, enbiya:
24. Müslim/ siyam: 127, 130. Ebu Davud/savm: 63. Daremi/savm: 46. Ahmed: 1/
291,310,2/359,4/409
[352] Buhari/savm: 69. Taberani/siyam: 34. Ahmed: 4/95
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/643-647.
[353] Feteva-yi Hindiyye: 1/202
[354] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac: 146
[355] Abdurrahman el-Ceziri/el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arir
[356] t,n Kudame/el-Muğni. Şemsüddin İbn
Kudame/eş-Şerhü'l-Kebir: 3/104
[357] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbâa: 1/557
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 3/647-648.
[358] Zehebi/Mizanü'l-i'tidal: 2/31-2, 3879 nolu Sadaka
[359] Tirmizİ/savm:39
[360] Müslim/siyam: 132. Ibn Mace/siyam: 41. Ebu Davud
[361] Müsned-i Ahmed: 1/236
[362] Müsned-i Ahmed: 1/241
[363] Bilgi için bak: Zehebi/Mizaniri-I'tidal: 2/13, 2633
nolu Davud
[364] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/648-650.
[365] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 3/651.
[366] Ahmed: 5/201, 6/54,95. Ebû Dâvud/ savm: 57- NesâV
siyam: 35-Buharı/ savm :53-Müslim/siyam :35, 70-müsafirîn :139,141-Tirmizî/savm
: 56
[367] Buharî/savm :52- Müslim/siyam: 176- İbn Mâce/siyam: 4,
30
[368] Buharî/savm :52, Müslim/siyam :70-176- Ebû
Dâvud/savm:59-Tirmizî/ savm :36- İbn Mâce/siyam :30-Taberânî/siyam :56-Ahmed
:6/39, 84, 107, 128
[369] Ebû Dâvud- İbn Mâce/ siyam :43- Ahmed :5/ 28
[370] Abdurrahman el-Cezîrî/ el-fıkhu Alâ'l-Mezahibil-Arbaa
:1/ 557
[371] Tirmizî/zekât-zühd :28
[372] Nesâî/ siyam : 70- Ahmed :5/ 201
[373] Şevkanî/ Neylületvar :4/ 277
[374] Şevkanî/ Neylületvar :4/ 277
[375] Zehebî/ Mîzanü'l-i'tidal :2/104
[376] Tirmizî/savm :44- Nesâî/siyam: 36, 70- Ibn
Mâce/siyam:42-Ahmed:6/ 80, 106
[377] Tirmizî/ savm :44 -Ahmed :2/ 268, 329
[378] Ahmed:5/297,299
[379] Nesâî/siyam :70, 76, 83- Tirmizî/ savm :44- Ibn
Mâce/siyam :42- Ebû Dâvud/savm :53, 59, 68- Dâremî/savm :41-Ahmed
:2/329-5/200-6/80
[380] Müslim/ birr. :35-Ebû Dâvud/ edeb :47- Taberânî/
hüsnü'l-hulk :17, 18- Ahmed :2/ 268,389,40p, 465
[381] Fetâvâ-yı Hindiyye :1/ 201- Kâsânî/
Bedayİ'u's-Sanayi':2/79
[382] el-Ğamravî/es-Siracüivehhac :146
[383] İbn Kudame/el-Muğnî :3/108
[384] Bilgi için bak : el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa
:1/556
[385] Şevkanî- Neviülevtar: 4/ 278
[386] Buharı/savm :63- Müslim/siyam :145, 146- Tirmizî/savm
:40, 41- ibn siyam :37- Dâremî/savm : 39- Ahmed :2/248, 286, 303, 532-3/296
[387] Buharî/savm :63- Müslim/siyam :146- Ebû Dâvud/savm:50-
Ahmod :2i 422, 458, 495, 526
[388] Müslim/siyam :148- Ebû Dâvud/savm :50-Tirmizî/sa.\rm
-,41-Ahmed :1/288-2/ 365, 392, 394, 407, 422-3/ 313- 5/ 225- 6/444
[389] Müsned-i Ahmed :1/288
[390] Buharî/savm :63-Ebû Dâvud/savm :51- Ahmed ;2/l 89-
6/324, 368, 430
[391] Müsned-i Ahmed :5/ 81
[392] Ahmed :6/ 369- Ebû Dâvud/ savm :52- İbn Mâce/ siyam
:38- Dâremî/ savm :40
[393] Tirmizî/savm :41- Nesâî/siyam :70~ İbn Mâce/siyam :37-
Ahmed:1/406
[394] Fetâvâ-yı Hindiyye :1/201
[395] Felâvâ-yi Hindiyye :1/201
[396] El-Fıkhu Alâ'i-Mezahibi'l-Arbaa :1/ 558
[397] el-Ğamravî/ es-Siracülvehhac Şerhün Alâ Metni'l-Minhac
:146
[398] Şemsüddin İbn Kudame/ eş-Şerhülkebîr :3/107,108
[399] Şevkanî/ Neylülevtar :4/ 279
[400] Mîzanüi i'tidal :1/537- 2012 nolu Hüseyin
[401] Müsned-i Ahmed :2/ 302, 532
[402] Şevkanî/ Neylülevtar :4/ 282
[403] Ebu Dâvud/ siyam.:84- Tirmizi' s av m :53- Müsned-i
Ahmed :5/162
[404] Müslim/siyam :181, 195, 196, 203- Ebû Davud/savm :53,
56, 67-Müsned-i Ahmed :2/263, 384- 4/ 24, 25,26- 5/ 27, 28
[405] Tirmizî/ savm :44
[406] Tirmizî/ savm: 40,53- Ibn Mâce/ siyam :29- Ahmed :2/
90- 4/19- 5/34, 246, 247-6/146
[407] Fetâvâ-yı Hindiyye :1/201
[408] Abdurrahman el-Cezîrî/ el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa
:1/556
[409] Şevkani/Neylülevtar. 4/285
[410] Buhrani/cihad: 36-Müslim/ siyam:167. 168- Tirmizî/
fezail-i cihad :3- Nesaî/ siyam :44- Ahmed :2/315
[411] Buharî/ enbiya :37, savm :56, 57- Ebû Dâvud/ ramazan
:8, savm :53- Nesâî/ siyam :76, 77, 78, 85-Ahmed :2/158, 188, 189, 194, 195,
198,200,201,216
[412] Buharî/savm :57, 59-Müslim/siyam :186, 187-Nesâî/siyam
71, 78- Ibn Mâce/siyam :28- Ahmed :2/164, 189, 190, 199, 212- 6/ 455
[413] Tirmizî/ savm :56- Nesâî/ siyam :72, 73, 75- Müslim/
siyam :196, 197- Ebû Dâvud/ savm :53- Dâremî/ savm :37- Ahmed :4/24, 25, 26,
426, 431, 433-5/ 297,311
[414] Müsned-i Ahmed :4/ 25, 26, 414
[415] Kâsânî/ Bedayi'u's-Sanayi' :2/ 79
[416] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac :147
[417] Ibn Kudame/ el-Muğnî- Şemsüddin Ibn Kudame/
eş-Şerhülkebİr :3/111
[418] Abdurrahman el-Cezîrî/ el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa
:1/557
[419] Nesâî/siyam :70
[420] Zehebî/ M zanü'l-itidal :4/452- 9815 nolu Yakub
[421] Buharî/savm :51, menakıb-i ensar :50, edeb :67, 86-
Tirmizî/ zühd :64
[422] Müsned-iAhmed :6/341
[423] Müsned-i Ahmed :6/343, 424
[424] Müslim/ siyam :169- Ebû Davud/ savm :72- Tirmizî/ savm
:35- Nesâî/ siyam :67-Ahmed :6/49
[425] Fetâvâ-yı Hindiyye :1/208
[426] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac Şerhün Ala Metni'l-Minhac
;147
[427] Ibn Kudame/ el-Muğni :3/ 89
[428] Abdurrahman ei-Cezîrî/ el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa
:1 / 558
[429] Şevkanî/ Neylülevtar :4/ 289
[430] Bilgi için bak :Zehebl/ Mîzanü'l-itidal :4/288- 9179
nolu Harun
[431] Şevkanî/ Neylülevtar :4/ 289
[432] Bilgi için bak ıMîzanü'l-t'tidal :2/ 81- 2905 nolu
Zümeyl ve Neylülevtar :4/289
[433] Buharİ/savm :5, 14- Müslim/siyam :21- Ebû Davud/savm
:7, 11-Tirmizi
[434] ibn Mâce/ siyam :3
[435] Müsned-i Ahmed :4/432, 434, 442
[436] Kâaânî/Bedayi'us-Sanayi' :2/79
[437] Fetâvâ-yı Hindiyye :1/200
[438] Abdurrahman el-Cezîrî/ el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa
:1/ 559
[439] Abdurrahman el-Cezîrî/ el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa
:1/ 558
[440] Abdurrahman el-Cezîrî/ el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa
:1/ 558
[441] Zehebî/ Mîzanü'l-i'tidal :3/373- 6817 nolu Kasım
[442] Zehebî/ Mîzanü'l-i'tidal ;4/ 321- 9298 nolu Heysem
[443] Ebû Dâvud/ savm :12,35- Dâremî/ savm :34- Şerhu
Maahi'l-Asar :2/ 82
[444] Şevkanî/ Neylülevtar :4/291
[445] Ebû Cafer et-Tahâvî/ Şerhu Maanil-Asar :2/ 85
[446] Müslim/siyam :139, 141, 142-!bn Mâce/siyam :36-
Taberânî/ siyam :36, hac :136-Ahmed :2/511, 529-3-/46, 66, 67, 85, 96
[447] Müslim/siyam :144
[448] Müsned-i Ahmed- Neylülevtar ;4/293
[449] Darekutnî- Neylülevtar Al 293
[450] Sahih-i Buharî/siyam
[451] Buharî/ savm ;68- Taberânî :255
[452] Kâsânî/Bedayi:2/79
[453] el-Ğamravî/ es-Siracülvehhac :142
[454] Şemsüddin Îbn Kudame/ eş-Şerhü!kebir :3/110, 111
[455] Sahnûn/el-Müdevvenetü'l-Kübrâ :1/211
[456] Şevkanî/ Neylülevtar :4/ 292
[457] Zehebî/ Mîzanü'l-itidal :4/ 213- 8895 nolu Musa
[458] Müslim/siyam :142, 143- Dâremî/savm :47,
48-Taberânî/hac :135-Ahmed:4/152-5/75
[459] Bilgi İçin bak :Neylülevtar :4/294
[460] Muhsar :Bir sebepten dolayı hacdan alıkonan hacı adayı
[461] Celal YİLDİRİM/ Kaynaklarıyla İslam Fıkhı :2/ 239
[462] Buharı/ itikat :1, 6- Müslim/ itikaf :2- Ebû Dâvud/
savm :77, 78- Tirmizî/ savm:71-IbnMâce/siyam :58, 61-Ahmed :2/281
[463] ibn Mâce/ siyam :58- Ahmed :2/133, 281
[464] Tirmizî/ savm :78- Ebû Dâvud/ savm :77- Ahmed :5/141
[465] Buharî/ itikaf :6- Nesâî/ mesacid :18- Îbn Mâce/ siyam
:59- Ahmed :6/ 226
[466] Îbn Mâce/siyam. :61
[467] Buharî/ hayz :3, itikaf :19- Nesâî/hayz :20,21- tbn
Mâce/taharet :61
[468] Müslim/hayz :7- Îbn Mâce/ siyam :63-Ahmed :6/81
[469] Buharî/ bed'-i halk :11 - Ebû Davud/ savm: 78, edeb
:81 - Ahmed :6/ 337
[470]Ebû Davud/savm :80
[471] Ebû Davud/savm :81- Ahmed :6/168
[472] Buharî/itikaf :16-Ahmed :2/10
[473] Darekutnî- Neylülevtar :4/300
[474] Ebû Davud/savm :80-Sünen-i Said
[475] Buharî/hayz :10- Dâremî/ vüdu' :94
[476] Kâsânî/ Bedayi" :2/108,109'dan özetlenerek
[477] Celal Yıldırım/Kaynaklarıyla İslam Fıkhı :2/239-241
[478] el-Ğamravî/ es-Siracülvehhac Şerhün Alâ Metni'!-
Minhac :147, 148
[479] el-Ğamravî/es-Siracüivehhac :149, 150
[480] Ibn Kudame/ el-Muğnî :3/l 17-155
[481] Sahnun/ el-Müdevvenetülkübra :1/ 225, 230
[482] Bilgi için bak :Neylülevtar :4/297
[483] Zehebî/ MîzânüVı'tidal :3/420- 6997 nolu Leys
[484] Şevkanî/ Neylülevtar :4/ 299
[485] Şevkanî/ Neylülevtar :AI 300- Zeylâî/ Nasburrâye
:2/489
[486] Zeylâî/ Nasburrâye :2/ 489
[487] Şevkanî/ Neylülevtar :4/ 300
[488] Buharî/leyletü'l-kadr S- Müslim/itikaf ;7- Ebû
Davud/ramazan :1-Nesâî/ kıyamulleyl :17- İbn Mâce/ siyam :57- Ahmed :6/ 41, 67,
68
[489] Buharî/iman :25, 27, 28,35, savm :6, teravih :1,
leyleîü'l-kadr :1-Müslim/müsafirin :173, 176-Ebû Davud/ramazan :1-Tirmizî/savm
:1-Nesâî/ kıyamulleyl :3, savm :39, 40
[490] Tirmizî/daavat:84
[491] Buharî/ leyi eti)'l-kadr :2, 3, teheccüd :21 - Müslim/
siyam :205, 206- Ebü Davud/ ramazan :5- Tirmizî/ savm :7- Taberânî/ itikat
:10,11,14- Ahmed : 2/ 27, 74, 157, 158- 6/ 56, 73, 204
[492] Müşned-i Ahmed :1 / 240
[493] Müslim/ siyam :207
[494] Müslim/ müsafirin :79- Ahmed -.5/130
[495] Müslim/ siyam :214- Ibn Mâce/siyam :62
[496] Ahmed :3/24- Buharî/ezan :135, itikaf :9, leyletülkadr
:2- tbn Mâce/ siyam :56- Ahmed ;3/ 69, 74, 86
[497] Müsned-i Ahmed :2/37-Sünen-iTirmizî
[498] Müslim/ siyam :217- Ahmed :2/ 291 - 3/10
[499] Buharı/ leyletülkadr :3- Müslim/ siyam :209- Ahmed :6/
50
[500] Buharî/ leyletülkadr :2, tabir :8- Müslim/ siyam :205-
Taberânı/ itikat :14-Ahmed:2/17
[501] Buharî/ leyletülkadr :3- Müslim/ siyam :219-
Tirmızî/savm :72
[502] Bilgi için bşk :Neylülevtar :4/309