ORUCUN VE RAMAZAN AYININ FAZİLETİ
ORUCUN FARZLARI, SÜNNETLERİ VE AHKÂMI
ORUCU BOZAN ŞEYLERDEN KAÇINMAK
ORUCU AÇMANIN MÜBAH OLMA ŞARTLARI
ORUCU YEMEYİ GEREKTİREN ŞEYLER
(Bu bölümde üç bab var)
*
BİRİNCİ BAB
ORUCUN VE RAMAZAN AYININ FAZİLETİ
*
İKİNCİ BAB
ORUCUN FARZLARI, SÜNNETLERİ VE AHKÂMI
*
FASIL
ORUCUN RÜKÜNLERİ
*
NİYYET
*
NAFİLE ORUCUN NİYYET
İ*
ORUCU BOZAN ŞEYLERDEN KAÇINMAK
*
ORUÇLUNUN ÖPMESİ VE MÜBAŞERET
İ*
UNUTARAK ORUCU BOZMA
*
ORUCUN ZAMANI
*
AŞURE ORUCU
*
RECEB ORUCU
*
ŞABAN ORUCU
*
ŞEVVALDEN ALTI GÜN
*
ZİLHİCCEDEN ON GÜN ORUCU
*
HAFTANIN GÜNLERİ
*
EYYAMÜ'L-BÎZ
*
ORUCUN HARAM OLDUĞU GÜNLER
*
ORUCUN SÜNNETLERİ
*
İFTAR VAKTİ
*
İFTARDA TÂCİL
*
ÜÇÜNCÜBAB
ORUCU AÇMANIN MÜBAH OLMA ŞARTLARI
*
ORUCU YEMEYİ GEREKTİREN ŞEYLER
*
KEFÂRET
Oruc'un Kur'ânî karşılığı savm ve sıyâm'dır. Lügat olarak masdar
olup (yemek, içmek, konuşmak, yürümek gibi şeylerden) kendini tutmak mânasına
gelir. Şer'î bir ıstılâh olarak, hususî bir zamanda hususî şeylerden, hususî
şartlarla hususî bir tutmak diye tarif edilmiştir. Râgıb el-İsfehânî:
"Savm, aslında fiilden kendini tutmaktır, bu sebeple yürümekten kaçınan
ata sâim (oruçlu) denmiştir" der. Şerîatte ise, mükellef kimsenin, şafağın
sökme anından (fecr), güneşin batma anına kadar, niyete mukarin olarak yemekten
ve içmekten vazgeçip, meni getirmek ve kusmaktan imtina etmesine savm
denmiştir.
Oruç, Hüseyin Kâzım Kadri'nin açıklamasına göre Azerî lehçesi'nden
bize geçmiştir ve Farsça bîze kelimesinden bozmadır.
Dinimiz,
orucu İslâm'ın ana rükünlerinden biri yapmıştır. Bedenle yerine getirilen bir
ibadettir. Kur'an-ı Kerim, eski milletlere de orucun farz edildiğini bildirir:
"Ey iman edenler oruç sizden öncekilere farz edildiği gibi.. size de farz
edildi." Ayette işaret edilen "sizden öncekiler"den maksad
sadece yahudi ve hıristiyanlar değildir. Belki Hz. Âdem'den beri yeryüzüne
gelen bütün insanlar kastedilmektedir, zira dinler tarihi, hemen hemen bütün
dinlerde bir nevi orucun varlığını ortaya çıkarmıştır.
* Resûlullah
orucun bedene sıhhat, eve bereket getireceğini haber verir: "Oruç tutun,
sıhhat bulun."
* Birçok hadiste, orucun insanda ruhî terbiye vasıtası olan, en
mühim erdemlerden "sabr"a alıştıracağı belirtilir. Bir hadis şöyle: ا"Oruç sabrın yarısıdır."
* Oruç günahlara karşı bir perde, bir siperdir: "Oruç bir
perdedir, mü'minin sığınacağı kalelerden bir'kaledir..."
* Oruç cehenneme karşı da bir perdedir: "Oruç ateşe karşı bir
perde, müstahkem bir kaledir"; "Oruç ateşe karşı (sağlam) bir perdedir,
yeter ki yalanla, gıybetle kişi onu yırtmamış olsun."
* Oruç en makbul, en sevaplı bir ibadettir: "Oruçlunun uykusu
ibadettir, susması tesbihtir, amelleri misliyle kabul edilir, duası makbuldür,
günahı affedilir." "Oruçta riya yoktur. Allah Teâla Hazretleri
buyurur ki: "Oruç benim içindir, onun mükâfaatını ben vereceğim, oruçlu
yiyecek ve içeceğini benim için bıraktı." "Oruçlunun yanında birisi
yemek yiyince melekler ona rahmet okurlar, bu hal, öbürü yemesini bitirinceye
kadar devam eder."[1]
ـ3107 ـ1 -عن
أبي هريرة
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
: كُلُّ
عَمَلِ ابْنُ
آدَمَ يُضَاعَفُ،
الْحَسَنَةُ
بِعَشْرِ
أَمْثَالِهَا
إِلَى
سَبْعِمِائَةِ
ضِعْفٍ. قَالَ
اللّهُ تَعَالَى:
إَِّ
الصَّوْمَ
فَإِنَّهُ
لِى وَأنَا
أَجْزِى بِهِ
يَدَعُ
شَهْوَتَهُ
وَطَعَامَهُ مِنْ
أَجْلِي:
لِلصَّائمِ
فَرْحَتَانِ،
فَرْحَةٌ
عِنْدَ
فِطْرِهِ،
وَفَرْحةٌ
عِنْدَ
لِقَاءِ
رَبِّهِ،
وَلَخُلُوفَ فَمِ
الصَّائِمِ
أطْيَبُ
عِنْدَ
اللّهِ مِنْ رِيحِ
المِسْكِ[.
1. (3107)- Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah'ı (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Ademoğlunun her ameli katlanır. (Zira Cenab-ı Hakk'ın bu
husustaki sünneti şudur:) Hayır ameller en az on misliyle yazılır, bu yediyüz
misline kadar çıkar. Allah Teâla Hazretleri (bir hadis-kudsîde) şöyle
buyurmuştur: "Oruç bu kaideden hariçtir. Çünkü o sırf benim içindir, ben
de onu (dilediğim gibi) mükâfaatlandıracağım. Kulum benim için şehvetini,
yiyeceğini terketti."
"Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki
sevincidir, diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. Oruçlunun ağzından
çıkan koku (halûf), Allah indinde misk kokusundan daha hoştur."[2]
ـ3108 ـ2
-وفي رواية:
]الصِّيَامُ
جُنَّةٌ،
فَإِذَا
كَانَ يَوْمُ
صَوْمِ
أَحَدِكُمْ
فََ يَرفُثْ ،
وََ
يَصْخَبْ،
فَإِنْ
شَاتَمَهُ
أَحَدٌ، أَوْ
قَاتَلَهُ
فَلْيَقُلْ
إِنِّي
صَائِمٌ.
إِنِّي
صَائِمٌ[.
أخرجه
الستة.وقوله
»الصَّوْمُ
لِي« أي لم
يشاركنى فيه
أحد، و عبد به
غيري، فإن
سائر العبادات
قد عبدت بـها
الكفار
آلهتها، فأنا
حينئذ أجزيه
على قدر
اختصـاصه بي،
وأنا أتولى
الجزاء عليه
بنفسي، و أكله
إلى أحد
غيري.»وَالخُلُوفُ«
بضم الخاء :
تغير ريح فم
الصائم من ترك
ا‘كل
والشرب.»وَالرَّفَثُ«
مخاطبة الرجل
المرأة بما
يريده منها، و
قيل: هو
التصريح بذكر
الجماع، وهو الحرام
في الحج على
المحرم، وأما
الّرفث في الكم
إذا لم يكن مع
امرأة ف يحرم
لكن يستحب تركه.»وَالصَّخَبُ«:
الضجة
والجلبة .
2. (3108)- Bir rivayette de
şöyle buyrulmuştur: "Oruç perdedir. Biriniz birgün oruç tutacak olursa
kötü söz sarfetmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf
edecek veya kavga edecek olursa "ben oruçluyum!" desin (ve ona
bulaşmasın)."[3]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet, gösterilen kaynaklarda, gerek temas edilen
meselelerin miktarı ve gerekse bu meselelerin tertibi yönünden farklı
şekillerde gelmiştir. Buharî'nin 9. babtaki rivayeti Teysir'in rivayetiyle daha
fazla uygunluk arzeder.
2- Cenab-ı Hakk'ın her bir hayır ameli en az on misliyle kabul
etmesine dâir sünneti Kur'an-ı Kerim'le sabittir: "Kim bir hayır yaparsa
ona on katı (sevap) verilir..." (En'am 160). Resûlullah bu âyete atıf
yapmış olmalıdır.
Hadisin devamında bunun, yediyüz katına kadar çıkacağı
belirtilmiştir. Bu rakam da Kur'an'da gelmiştir, ancak bu, "Allah'ın
dilemesi" şartına bağlanmıştır: "Mallarını Allah yolunda
sarfedenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren
tanenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir, Allah'ın lütfu
geniştir..." (Bakara 26l).
Hadis, orucun Allah nezdindeki hayır amelleri on misli ile yediyüz
misli arasında değişen katlarıyla kabul etme sünnetine girmediğini, yani
yediyüz mislinden daha fazla katlarıyla kabul edilecek bir amel olduğunu
belirtiyor. Kaf suresinde bu ziyadeye de temas edildiğini söyleyebiliriz:
"...Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır..." (Kadr 3).
Burada yapılan bir hayrın Allah tarafından otuzbin katıyla da
kabul edileceğinin Kur'anî bir delili mevcuttur. Hadiste Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Cenâb-ı Hakk'ın oruçlu hakkında, "Oruç bu
kaideden hariçtir... Ben onu dilediğim gibi mükâfatlandıracağım..."
dediğini belirttiğine göre, kulun ihlası nisbetinde orucu sebebiyle otuzbin
mislinden fazla bir mükâfaata bile mazhar olabileceği söylenebilir, İlahî
rahmetten bu umulabilir.
3- Orucun "perde" olmasına gelince: Bazı
rivayetlerde "ateşe karşı perdedir" şeklinde daha sarîh gelmiştir.
Bazı rivayetlerde ise: "Oruç, birinizin savaştaki zırhınız gibi ateşe
karşı zırhınızdır" veya: "Oruç, ateşe karşı kalkandır ve müstahkem
bir kaledir." Bazı rivayetlerde, "Oruç, gıybetle yırtmadığı müddetçe,
kişiye bir kalkan, bir sığınaktır" buyrulmuştur.
Hadislerin bazılarında orucun, sahibi için ateşe karşı bir
sığınak, (bir perde, bir zırhlı, bir kalkan) olduğu tasrih edilmiş ise de bir
kısmında mutlak gelmiştir. Şârihler bu ıtlaktan, başka yorumlara da
ulaşmışlardır: İbnu'l-Esir, en-Nihâye'de, orucun sâhibini eza veren
şehvetlerden koruduğunu belirterek, oruç tutan kimsede, nefsi kötülüklere
sevkeden şehvetlerin kırılacağına dikkat çeker.
Kurtubi'ye
göre oruç birkaç açıdan örtüdür:
* Orucun perdeye örtü olması, meşruluğu yönüyledir. Öyle ise
oruçluya, orucunu ifsad eden ve sevabını azaltan şeylerden koruması gerekir. Bu
hususa, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şu sözü işaret eder:
"Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarfetmesin, bağırıp
çağırmasın..."
* Orucun (hâsıl ettiği) fâide yönüyle de ona örtü denmesi
murad edilmiş olabilir, bu da sahihtir. Çünkü oruç, nefsin şehvetlerini
zayıflatır. Buna Aleyhissalâtu vesselâm'ın şu sözü işaret eder: "...Kulum
benim için şehvetini... terketti."
* Hâsıl olan sevap ve hasenatın katlanması sebebiyle de orucun örtü
olması murad edilmiş olabilir, bu da sahihtir.
Kadı İyaz, el-İkmâi'de: "Bunun mânası şudur: "Oruç,
günahlara karşı perdedir veya ateşe karşı perdedir veya bunların hepsine karşı
perdedir" der.
Nevevî, hepsine karşı perde olmasında cezmeder.
İbnu'l Ârabi der ki: "Oruç, ateşe karşı perdedir, çünkü o,
şehvetlerden kişinin kendisini tutmasıdır, ateş ise şehvetlerle kuşatılmıştır.
Hâsılı, kişi dünyada şehvetlerden kendini tutarsa, bu onun için âhirette ateşe
karşı bir perde olur."
Şunu da belirtelim ki, Ebu Ubeyde'den gelen bir rivayette, gıybetin
oruca zarar vereceği belirtilmiştir. Hz. Aişe'den gelen bir rivayette ise
gıybetin orucu bozacağı ifâde edilmiştir. İmam Evzâî bu hadisi esas alarak
gıybetle orucun bozulacağına, o gün tutulan orucun kaza edilmesinin gerektiğine
hükmetmiştir. Zâhirî fakihlerden İbnu Hazm daha da ileri giderek oruçlu
olduğunu bilerek fiilî veya kavlî herhangi bir günaha âmmden tevessül eden
oruçlunun orucunun bozulacağına hükmetmiştir. İbnu Hazm'ı bu hükme sevkeden
hususun, hadiste gelen "Kötü söz sarfetmesin, (bağırıp çağırmak gibi)
cahillik yapmasın" emrinin mutlak olmasıdır. Bir başka hadiste gelmiş
olan, Kim yalan söylemeyi, yalanla iş yapmayı bırakmazsa, Allah'ın onun
yemesini içmesini terketmesine ihtiyacı yoktur" ifadesi de İbnu Hazm'a
delil olmuştur.
Bu meselede cumhur, nehyi tahrime hamletmiş olmakla birlikte,
orucun bozulması meselesinde farklı düşünmüştür: Evet cumhura göre, orucun
bozulması üç sebepten biri ile meydana gelir: Yemek, içmek ve cima.
İbnu Abdilberr, orucun diğer ibadetlere üstünlüğünü beyan sadedinde
şöyle der: "O'nun faziletini anlamada, ateşe karşı örtü olması sana
kâfidir."
Nesâî'nin sahih bir senedle Ebu Ümâme'den kaydına göre:
"Ey Allah'ın Resûlü! dedim, senden alacağım müstesna bir amel
emret!" Bana:
"Sana orucu tavsiye ederim, çünkü onun emsâli yoktur!"
buyurdu." Cumhûr'un nezdinde meşhur olan, başka delile binaen namazın
tercihidir.
4- Oruçlunun ağız kokusunun, Allah'a misk kokusundan daha hoş
gelmesi ifadesi de üzerinde durmaya değer. Halûf, oruç sebebiyle oruçlunun
ağzından çıkan kokuya denmiştir. Allah nezdinde kokunun iyiliği kötülüğü
mevzubahis olamayacağına göre, bu ifâde ne demektir? İhtilaf edilmiş, farklı
izahlar ileri sürülmüştür. Bazıları şöyle:
* Bu bir mecazdır, güzel kokuların bize yakınlığını ifâde için
böyle bir mecaza başvurulması adet olmuştur. Orucun Allah'a yakınlığını ifâde
için, bundan bir istiâre yapılmıştır. Öyleyse mânâ şöyledir: "Oruç Allah
nezdinde, misk'in sizin nezdinizdeki iyiliğinden daha iyidir" veya
"misk'in size yakınlığından daha çok oruç Allah'a yakındır."
* Bu ifadeden maksad, bu melekler hakkındadır; yani onlar,
oruçlunun ağız kokusundan, sizin misk kokusundan hoşlandığınızdan daha çok
hoşlanırlar.
* Misk ve halûf'un Allah nezdindeki hükmü, sizin nezdinizdeki
hükümlerinin zıddıdır.
* Allah ona âhirette öyle bir mükâfaat verir ki, o sayede ağzının
kokusu misk kokusundan daha hoş bir hâl alır.
* Oruçlu öyle bir mükâfaata nail olur ki, bu misk kokusundan daha
hoştur
* Oruçlunun ağız kokusu, zikir ve ilim meclislerinde mûtad
olan misk kokusundan daha sevaplıdır.
Bu altı vecihten ortaya çıkan netice, "hoş" mânasının
kabul ve rızaya hamlidir. Yani "daha hoş" demekle "Allah'ın
kabûlüne ve rızasına daha uygun" denmiş olmaktadır. el-Kâdı Hüseyn'in
Ta'lîk'ında naklettiğine göre, "Kıyamet günü, bütün ibadetlerin kendilerine
has bir kokuları olacaktır. İşte orada orucun kokusu, diğer ibadetlere nazaran
misk kokusu gibi olacaktır."
Söylenen son üç hususu te'yid eden Kıyâmet günü..." Ziyâdesi,
bazı rivayetlerde gelmiştir. Müslim'in rivayeti şöyle: "Oruçlunun ağız
kokusu "Kıyamet günü" Allah yanında misk kokusundan daha
hoştur."
Son olarak şunu da kaydedelim: Bazı tabipler bu kokuyu, sıhhat
alâmeti görerek hayra yorarlar. Onlara göre vücuddaki fazla maddeler,
zayıflamış hücreler, zararlı birikimler açlık sebebiyle vücut tarafından
yakılarak temizlenirler Burna hoş gelmeyen bu koku, tabir câizse ileride,
kanser dahil çeşitli hastalıklara sebep olabilecek zararlı maddelerin
yakılmasından hâsıl olan dumanın kokusudur. Bunların oruçla yakılıp vücuttan
atılması, sıhhat kaynağıdır.
5- Hadiste Cenab-ı Hakk'ın, "Oruç benim içindir..."
buyurmasındaki maksad nedir? Bu hususta münakaşa edilmiş, farklı görüşler ileri
sürülmüştür:
* Bazıları: "Oruçta riya olmaz, diğer ibadetlerde
olabilir" demiştir. Ebu Ubeyd'in Garib'indeki sözü şöyle: "Biliyoruz
ki, hayır amellerin hepsi Allah içindir ve bunların mükâfatını da O verecektir.
Allah bilir ya, Rab Teâla, orucu kendine has kıldı, çünkü İbnu Adem oruç
tutunca, hâriçte görülen bir fiilde bulunmaz, oruç daha çok içte kalan bir
fiildir. Resûlullah, (aleyhissalâtu vesselâm)'ın "Oruçta riya yoktur"
hadisleri de bu hususu te'yid eder. Bu böyledir, çünkü oruç hâriç bütün ameller
hareketle vukûa gelir. Oruç ise,
insanlara saklı kalan niyyetle yapılır..."
* Bazıları: "... Orucun sevabını ben veririm..."
sözünden maksad "Onun sevabını, ecrinin ne kadar katlanacağını ben
bilirim" demektir" diye açıklamıştır. Diğer ibadetlerin sevabına bazı
kimselerin muttali olması mümkündür; nitekim âyetlerde haber vermiştir ki on
mislinden yediyüz misline kadar ücret verilmektedir. Oruç, bu takdirin dışında
tutulmuştur.
* Bazıları: "... Oruç benim içindir..." sözünün manası:
"Bana en sevgili, nezdimde en mûteber ibâdet" demektir"
demiştir, (bu husus yukarıda açıklandı).
* Bazıları: "Orucun Allah'a izafesi onu teşrif ve tazim
gayesini güder, tıpkı Beytullah tabirinde olduğu gibi..." demiştir.
* Bazıları: "şehvetlerden olan yemek vs.'den istiğna
Allah'a ait vasıflardandır. Şu halde oruçlu, O'na muvafık sıfatlarla Allah'a
yakınlık kazanınca, Allah o sıfatı kendine izafe etmiştir."Kurtubi der ki:
"Kulların amelleri, onların hallerine uygundur, oruç hâriç... Oruç,
Hakk'ın sıfatlarına uygun bir sıfattır. Sanki şöyle demiştir: "Oruçlu bana
uygun bir sıfatla bana yaklaşmaktadır."
* Bazıları: "Mâna böyledir. Ancak meleklere izafesi
şartıyla... Zira bu mâna meleklerin sıfatıdır" demiştir.
* Bazıları: "Bu, Allah'a hastır, kulların bunda hiçbir
nasibleri, hazları yoktur" demiştir.
* Bazıları: "Orucun Allah'a nisbet edilişinin sebebi,
oruçla başka şeylere ibadet edilmediği içindir. Halbuki namaz, sadaka, tavaf
vs. ile başka şeylere ibadet edile gelmiştir" demiştir. Ancak bazı yıldıza
ve heykellere tapanların oruçla da tapındıkları gösterilerek bu iddiaya itiraz
edilmiştir.
* Bazıları: "Oruç hâriç, kulların bütün ibadetleri, üzerindeki
kul haklarına verilir, oruç hâriç, o verilmez" demiştir. Bu mevzuya giren
bir rivayet şöyledir: "Kıyamet günü olunca, Allah kullarını hesaba çeker,
üzerindeki kul haklarını amellerinden karşılar, öyle ki oruç hâriç hiçbir şeyi
kalmaz. Allah bâki kalan hakları kendinden öder ve orucuna dokunmaz, onunla da
kulunu cennete koyar."
Bu açıklamaya Kurtûbî, bazı karînelere dayanarak itiraz ederse de
İbnu Hacer, daha başka karîneler göstererek itiraza hak vermez.[4]
ـ3 ـ425
-وعن رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
مَنْ صَامَ
يَوماً فِي
سَبِيلِ
اللّهِ تَعَالَى
جَعَلَ
اللّهُ
بَيْنَهُ
وَبَيْنَ النّارِ
خَنْدَقاً
كَمَا بَيْنَ
السَّمَاءِ وَا‘رْضِ[.
أخرجه
الترمذي.
3. (3109)- Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim Allah Teâla
yolunda bir gün oruç tutsa, Allah onunla ateş arasına, genişliği sema ile arz
arasını tutan bir hendek kılar."[5]
ـ3110 ـ4
-وعن أبى
أمامة رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ] قُلْتُ
يَا رَسُولُ
اللّهِ: مُرْنِي
بِأَمْرِ
يَنْفَعُنِي
اللّهُ
تَعَالَى
بِهِ،
فَقَالَ :
عَلَيْكَ
بِالصَّوْمِ
فَإِنَّهُ
عَدْلَ لهُ[.
أخرجه
النسائي .
4. (3110)- Ebu Ümâme
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, bana öyle bir amel
emret ki (yaptığım takdirde) Allah beni mükâfatlandırsın."
"Sana dedi, orucu tavsiye ederim, zira onun bir eşi
yoktur."[6]
ـ3111 ـ5
-وعن سهل بن
سعد رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ: إنَّ
فِي
الجَنَّةَ بَاباً
يُقَالُ لهُ
الرَّيَّانُ
َ يَدخُلُهُ
إَّ
الصَّائِمُونَ
، فَإِذَا
دَخَلُوا أُغْلِقَ
فََ يَدْخُلُ
مِنْهُ
أَحَدٌ[.
أخرجه الخمسة
إ أبا داود.
وزاد الترمذي:
»وَمنْ دَخَلَهُ
َ يَظْمَاُ
أبَدَاً« .
5. (3111)- Sehl İbnu Sa'd
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır. Oradan sadece
oruçlular girer. Oruçlular girdiler mi artık kapanır, kimse oradan
giremez."[7]
Tirmizî'nin rivayetinde şu ziyâde var: "Oraya kim girerse
ebediyyen susamaz."[8]
AÇIKLAMA:
Bazı rivayetlerde "Cennetin sekiz kapısı vardır. Bunlardan
biri, oruçluların girdiği Reyyân kapısıdır..." şeklinde gelmiştir. Reyyân
kelimesinin kökü reyy'dir, kana kana içmek, suya doymak mânasına gelir. Reyyân,
suya kanmış, susuzluğu olmayan gibi mânalara gelir.[9]
ـ3112 ـ6
-وعن أبى
هريرة رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال. ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
: منْ فَطَّرَ
صَائِماً
كان لهُ مثْلَ
أجْرهِ
غَيْرَ
أنَّهُ َ
يَنْقُصُ منْ
أجْرِ
الصَّائِمِ شَيئْاً
[. أخرجه
الترمذي .
6. (3112)- Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı
kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksiltme
olmaz."[10]
ـ3113 ـ7 -و
عنه رَضِىَ
اللّهُ عَنْه:
]قَالَ قَالَ رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
إِذَا دَخَلَ
رَمَضَانُ
فُتِّحَتْ
أَبْوَابُ
الجَنَّةِ،
وَغُلِّقَتْ
أَبْوَابُ
النَّارِ،
وَسُلْسِلَتِ
الشَّيَاطِينُ[.
أخرجه الستة إ
أبا داود .
7. (3113)- Yine Hz. Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır,
cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur."[11]
AÇIKLAMA:
1- Ramazanda "şeytanların bağlanması", "Cennet
kapılarının açılması", "Cehennem kapılarının kapanması" gibi
mefhumlar çeşitli yorumlara mevzu olmuştur. Biz burada sadece birkaç tanesini
kaydedeceğiz:
Kâdı İyaz der ki: "Bunların, zâhirî mânalarında olması,
kelimelerin ilk ifâde ettiği hakikat üzere olmaları ihtimalden uzak değildir.
Bütün bunlar, ramazan ayının girmesine ve hürmetinin büyüklüğüne ve mü'minlere
eziyetten şeytanın men edildiğine bir alâmet, bir işarettir. Keza, sevabın ve
affın çokluğuna bir işaret olması da ve şeytanın iğvalarını azaltmasına ve
onların zincire vurulmuşa döndüklerine bir işaret olması da muhtemeldir."
Kâdı İyaz sözlerine devamla der ki: "Bu ikinci ihtimali
Müslim'de gelen İbnu şihâb rivayetindeki bir ziyade teyid eder: "...Rahmet
kapıları açılır."
İyaz der ki: "Cennet kapılarının açılmasından maksadın;
cennete girmenin sebepleri olan ibadetleri, Allah'ın kullarına açması olması da
muhtemeldir. Keza cehennem kapılarının kapanmasından murad da himmetlerin,
sahiplerini ateşe atan isyanlardan çevrilmesidir. Şeytanların bağlanmasından
murad da onların mü'minleri şaşırtma ve şehvetleri tezyin gibi işlerden âciz
bırakılmasıdır."
Zeyn İbnu'l-Münir der ki: "Birinci görüş (yani zâhirin esas
alınması) evladır. Zira sözün zahirî mânasını bırakıp, te'vile gitmeye zorlayan
bir zaruret mevcut değildir."
2- Bazı rivayetlerde sema kapılarının açılması mevzubahistir.
Türbüşti, bundan maksadın rahmetin inmesi olduğunu, kapanma halinin
giderilmesinden maksadın da kulların amellerinin, bazan ilahi yardımla, bazan
da hüsn-ü kabûl ile yükselmesi olduğunu söyler. Devamla der ki: "Cehennem
kapılarının kapanması ile de, oruçluların nefislerinin çeşitli kötülüklerin
kirlerinden temizlenmesi ve şehvetlerin kırılması sonucu günaha sevkeden
sebeplerden kurtulması ifade edilmiştir."
Kurtubi de, hadisin zahire hamlini tercih ettikten sonra der ki:
"şayet: "Nasıl olur da ramazanda şerlerin ve isyanların çokça vukûunu
görmekteyiz, eğer şeytanlar bağlansaydı bunlar meydana gelmezdi?"
denilecek olursa cevabımız şöyle olur: "Evet, orucu şartlarına uyarak ve
âdabına riâyet ederek tutanlarda bu söylenen kötülükler çok az görülür. Bağlananlar
ise şeytanların bir kısmıdır, hepsi değildir. Nitekim bu husus bazı
rivayetlerde gelmiştir. Mamafih hadisten maksad, ramazanda kötülüklerin
azalmasını ifadedir. Bu azalma ise müşâhede ile tesbit edilen bir gerçektir.
Zira şerler bu ayda diğer aylara nazaran çok azalır. Esasen, hepsinin
bağlanmasından şer veya günahın zuhur etmeyeceği neticesi de çıkarılamaz. Çünkü
bunların şeytanlardan başka sebepleri de var: Kötü nefisler, çirkin âdetler,
insî şeytanlar gibi..."
Bazı âlimler, ramazanda şeytanların bağlanmasını şu şekilde te'vil
etmiştir: "Bu, mükelleften özrün kaldırıldığına bir işarettir. Sanki ona
şöyle denmektedir: "şeytanlar sana artık zarar yapamayacaklar, ne
ibâdetleri terk, ne de kötülükleri işlemede onları bahane edip kendine sebep
gösteremezsin."[12]
ـ3114 ـ8
-وفي اخرى
للنسائى :
]وَيُنَادِى
مُنَادٍ كُلِّ
لَيْلَةً :
يَا بَاغِىَ
الْخَيْرَ
هَلُمَّ،
وَيَا
بَاغِىَ
الشَّرِّ
أقْصَرْ[ .
8. (3114)- Nesâî'nin bir
rivayetinde şöyle gelmiştir: "Bir münâdi, her gece şöyle nida edip
bağırır: "Ey hayır isteyen, gel! Ey şer isteyen kendini şerden tut!"[13]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin baş kısmı Teysîr'de hazfedilmiş. Aslı şöyle:
"Ramazan ayında sema kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, her bir
âsi (mârid) şeytan zincire vurulur ve bir münadi her gece şöyle nida edip
bağırır: "Ey hayır arayan gel! Ey şer arayan, kendini şerden tut!"
2- "Ey hayır arayan gel!..." cümlesinin mânası:
"Ey hayır arayan, hayırlı işi yapmaya koş, işte sana hayır yapacak an.
Zira bu vakitte az bir amel sebebiyle sana çok mükâfat verilecektir. Ey bâtıl
arayan kişi, sen de bu işten vazgeç, kendini tut, zira şu anlar tevbe
zamanıdır."[14]
ـ3115 ـ9
-وعن أنس
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ] سُئِلَ
قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
أيُّ
الصَّوْمِ
أَفْضَلُ بَعْدَ
رَمَضَانَ ؟ قَالَ:
شَعْبَانَ
لِتَعبَانَ
رَمَضَانَ،
وَأىُّ
الصَّدَقَةِ
أَفْضَلُ؟
قَالَ في رَمَضَانَ[.
أخرجه
الترمذي .
9. (3115)- Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Ramazandan sonra hangi oruç efdaldir?" diye sorulmuştu, şu cevabı
verdi:
"Ramazanı ta'zim için şa'bân!" Tekrar soruldu:
"Hangi sadaka efdaldir?"
"Ramazanda verilen!" cevabını verdi."[15]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayette, ramazandan sonra en faziletli orucun şa'ban
ayında tutulacak nâfile orucu olduğu ifâde edilmiştir, çünkü başlanmış olan
oruca mutabakat (uygunluk) taşır.
Irakî der ki: "Müslim'de gelen Ebu Hüreyre hadisi buna
muâraza eder: "Ramazandan sonra en hayırlı oruç, Allah'ın ayı olan
Muharrem ayındaki oruçtur." Ancak (sadedinde olduğumuz) Enes hadisi
zayıftır, Ebu Hüreyre hadisi sahihtir, dolayısıyla bu, öncekine takdim
edilir."
Ebu't-Tayyib es-Sindî, bir başka nokta-i nazardan hareket ederek
bu iki hadis arasında teâruz görmez: "Mutlak olarak söylenince, ramazandan
sonra muharremin efdal olması, ramazan orucuna ta'zim kasdadilince şa'ban
ayında tutulan orucun efdal olması caizdir."[16]
ـ3116 ـ1 -عن
ابن عمر
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهما:
]أَنَّ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
ذَكَرَ
رَمَضَانَ
فَقَالَ: َ
تَصُومُوا
حَتَّى
تَرَوُا
الهـَِل، وََ
تُفْطَروا حَتّى
تَرَوْهُ،
فَإِنْ غُمَّ
عَلَيْكُمْ فَاقْدُرُوا
لَهُ [. أخرجه
الستة إ
الترمذي.وفي
رواية
للبخاري :
»فَإِنْ غُمَّ
عَلَيْكُمْ فَأَكْمَلُوا
ثََثَيْنَ«.ولمسلم
والنسائي عن
أبي هريرة :
»فَأنْ غُمَّ
علَيْكُمْ
فصُومُوا ثَثِينَ
يَوْماً«.
»غُمَّ
عَلَيْكُمْ«.
أي غطاه شئ من
السحاب، أو
غيم أو غيره
فلم يظهر .
1. (3116)- İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ramazanı zikrederek buyurdular ki: "Hilâli görünceye kadar oruç tutmayın,
yine (müteakip) hilâli görünceye kadar da yemeyin. Bulut araya girerse ayı
takdir edin."[17]
Buharî'nin bir rivayetinde: "Bulut, görmenize mâni olursa
sayıyı otuza tamamlayın" denmiştir.
Müslim ve Nesâî'nin Ebu Hüreyre'den kaydettikleri bir rivayette:
"Hava bulutlu ise otuz gün oruç tutun" denmiştir.[18]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin zâhiri, ramazan hilâli gündüz veya gece her ne
zaman görülürse oruca başlamayı âmirdir. Ancak âlimler, gece görülmesi halinde
ertesi gündüz oruca başlanması gereğine hamlederler.
Bazı âlimler zevâlden önce görülmesi ile sonra görülmesi arasını
tefrik ederler.
2- Hadis ramazan orucunu başlatmada da, sona erdirmede de
hilâlin görülmesinin vâcib olduğuna hükmetmektedir. Hilâlin şu veya bu sebeple
görülememesi halinde takip edilecek yol hakkında bazı farklı görüşler ileri
sürülmüştür:
Hilâlin görülmesi beklendiği halde, görülmemesi durumunda tereddüd
ortaya çıkar. Şâban ayından mı Ramazan ayından mı olduğu tam kestirilemeyen
bugüne yevm-i şekk denir. Resûlullah oruca başlamak için "hilâli
görme" yi şart koştuğu için yevm-i şekk'te oruç tutulması mekruh
addedilmiştir. Bununla birlikte Ashab'tan bazılarının yevm-i şekk'te oruç
tuttuğu da rivayet edilmiştir, Hz. Aişe, kızkardeşi Esmâ, Hz. Ebu Hüreyre, Hz.
Amr İbnu'l-As, Hz. Muâviye (radıyallahu anhüm) bunlardandır.
Hava bulutlu olur da hilâl görülmezse Kûfe ulemâsı, İmam Mâlik,
Şâfi'î, Evzâî ve Sevrî ve bir kavlinde Ahmed İbnu Hambel'e göre o gün oruç
tutmak vacib olmaz.
Ashab'tan İbnu Ömer, bir kavlinde Ahmed İbnu Hanbel ve başka bir
kısım âlimlere göre yevm-i şekk'te hava açık olursa -hilâl görülmediği için-
oruç tutulmaz, bulutlu olursa tutmak vâcib olur.
Hasan Basri, İbnu Sîrîn, bir rivayette Şa'bî ve bir kavlinde Ahmad
İbnu Hanbel ve diğer bazı alimlere göre yevm-i şekk'te oruç tutup tutmamak,
imamın kararına bağlıdır: İmam oruç tutarsa halk da tutar, tutmazsa halk da
tutmaz. İmam Şâfi'î, yevm-i şekk'te oruca niyet etmeden sabahlamayı, ancak
öğleye kadar yememeyi tavsiye eder: "Zevalden önce ramazan olduğu tebeyyün
ederse, kişi oruca niyet eder ve devam ettirir, tebeyyün etmezse yer."
Yevm-i şekk'te nâfile niyetiyle tutulacak oruç hususunda câiz mi,
değil mi ihtilaf edilmiştir.
Bazıları kişinin âdeti olan orucu, o güne rastlarsa oruç
tutmasında bir beis yoktur demiş, aksi halde nafile bile olsa tutmaması
efdaldir demiştir. Bu hüküm ramazandan önceki ilk iki gün hakkında mûteberdir.
Ancak ramazandan üç ve daha fazla gün önceden nâfile oruca niyet etmede kerâhet
görülmemiştir. Ancak Şâfi'î hazretleri, bu babta yasaklayıcı bir hadise
dayanarak "Şâbanın yarısından sonra oruç tutmayı mekruh addetmiştir.
Şâfiî hazretlerine göre ramazan üç yolla sübut bulur:
1- Bizzat hilâli görmek,
2- Adil şehâdet (bir kişi de olabilir),
3- Şâbân ayını otuz güne tamamlamak...
Ebu Hanife, İmam Mâlik, Evzâî, Sevrî gibi cumhuru teşkil eden pek
çok âlimin görüşü bu noktada birleşir.[19]
ـ3117 ـ2
-وعن حذيفة
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
: َ
تُقَدِّمُوا
الشَّهْرَ
حَتَّى
تَرَوُ
الهَِلَ،
أَوْ
تُكْمِلُوا
الْعِدَّةَ،
ثُمَّ
صُومُوا حَتَّى
تَرَوُا
الْهَِلَ،
أَوْ
تُكْمِلُوا
الْعِدَّةَ. [.
أخرجه أبو
داود
والنسائي.
2. (3117)- Huzeyfe
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Ramazan ayını, hilâli görmedikçe veya sayıyı ikmal
etmedikçe öne alıp başlatmayın. (Hilâli görüp veya sayıyı tamamladıktan; sonra
müteakip hilâli görünceye veya sayıyı tamamlayıncaya kadar orucu tutun."[20]
AÇIKLAMA:
Hadis, ramazan ayının girdiği kesinlik kazanmadan, ayın
başladığına hükmederek oruca başlamamayı emretmektedir. "Sayıyı
tamamlama", bulut vs. sebebiyle hilâlin görülmemesi durumuyla ilgilidir.
Şu halde ramazan hilâli görülemezse Şâban ayı otuza tamamlanıp, ramazana
başlanacaktır.
Keza ramazan ayının sonu da hilâlin görülmesi ile tâyin
edilecektir. Hilâl bulut vs. bir sebeple görülemezse ramazan ayı da otuza
tamamlanacaktır. Sadedinde olduğumuz hadisten çıkan hüküm bu... Bazı ihtilaflı
durumları bahsin sonunda göreceğiz.[21]
ـ3118 ـ3
-وعن عائشة
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]كَانَ
رَسَولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
يَتَحَفَّظُ
مِنْ
شَعْبَانَ
مَاَ يَتَحَفَّظُ
مِنْ
غَيْرِهِ،
ثُمَّ
يَصُومُ لِرُؤْيَةِ
رَمَضَانَ،
فَإِنْ غُمَّ
عَلَيْهِ عَدَّ
ثََثِينَ
يَوْماً
ثُمَّ صَامَ[.
أخرجه أبو
داود .
3. (3118)- Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Şâban
ayının günlerini hesapladığı kadar başka bir ayın günlerini hesaplamazdı. Sonra
ramazan hilâlini görünce oruca başlardı. Eğer bulut araya girer (hilâli
göremez) ise (Şâbanı) otuz gün olarak hesaplar, sonra ramazan orucuna
başlardı."[22]
ـ3119 ـ4
-وعن ابن عباس
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]جَاءَ
أَعْرَابِيٌّ
إِلَى
النّبيِّ
صَلَّي اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَقَالَ:
إِنِّي رَأَيْتُ
الْهَِلَ.
يَعْنِى
هَِلَ
رَمَضَانَ
فَقَالَ :
أَتَشْهَدُ
أنْ َ ألهَ
إَِّ اللّهُ؟
قَالَ: نَعَمْ
قَالَ:
أَتَشْهَدُ
أَنَّ مُحَمَّداً
رَسُولُ
اللّهِ؟
قَالَ:
نَعَمْ. قَالَ
يَا بَِلُ:
أَذِّنْ في
النَّاسِ
أَنْ يَصُومُوا
غَداً [. أخرجه
أصحاب السنن .
4. (3119)- İbnu Abbâs
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Bir Bedevî Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a gelerek:
"Ben hilâli yani ramazan hilâlini gördüm!" dedi.
Aleyhissalâtu vesselâm:
"Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet getirir misin?"
diye sordu. Adam "evet" deyince:
"Muhammed'in Allah Resûlü olduğuna da şehâdet eder
misin?" dedi. Adam buna da, "evet!" diye cevap verince,
Efendimiz:
"Ey Bilâl! dedi, halka yarın oruç tutmalarını ilân et!"[23]
AÇIKLAMA:
1- Şârihler, bedevînin havanın bulutlu olduğu bir günde
müracaat etmiş olacağına dikkat çekerler. Bedevî, çölde yaşayan kimse demektir.
2- Aliyyü'l-Kârî: "Hadiste, rü'yetin sübûtu için ihbarın
kifâyet ettiğine ve şehâdet lafzına hâcet olmadığına delil vardır" der.
Hattâbî de şöyle söylemiştir: "Hadiste, ramazan hilâlini
görme işini icra eden kimseye, "şehadet"le ilgili hükümlere uymak
mecburiyetinde olmayıp ihbar'la ilgili hükümlere uymasının kâfi geleceğine
delil vardır" der. Ayrıca ilave eder: "Hadiste keza, "müslüman
hakkında aslolan onun adâlet sahibi olmasıdır" diyenlerin görüşlerine de
delil mevcuttur. Çünkü Aleyhissalatu vesselam, bedevînin müslüman olup olmadığından
başka bir şey sormadı. Onun müslüman olduğunu öğrendikten sonra adalet sahibi
midir, doğru sözlü müdür, arâştırmadı."
Hemen belirtelim ki, kişinin getirdiği haberin makbul olması için,
şehadetinin kabul edilmesi için adalet sahibi olması gerekir. Bu da onun sıdkı
(doğru sözlülüğü), mürüvveti (insanî, ahlâkî, örfi değerlere bağlılığı) ve
ehl-i sünnet akidesinde olmasıyla tahakkuk eder.[24],[25]
ـ3120 ـ5
-وعن ابن عمر
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهما قال: ]تَرَاآى
النَّاسُ
الهَِلَ
فَأَخْبَرْتُ
رَسُولُ
اللّهِ
أَنِّى
رَأيْتُهُ،
فَصَامَ وَأمَرَ
النَّاسَ
بِصِيَامِهِ[.
أخرجه أبو
داود. )ـ52-
تيسير
الوصولجـ2(
5. (3120)- İbnu Ömer
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Halk hilâli görmek için gayret sarfetti.
Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gördüğümü (tek başıma) söyledim.
Sözüm üzerine oruç tuttu ve halka da oruç tutmalarını emretti."[26]
ـ3121 ـ6
-وعن حسين بن
الحارث
الجدلي عن
الحارث بن حاطب
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال:
]أَمَرَنَا
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
أَنْ
نَنْسُكَ
لِرُوْيَتِهِ،
فَإِنْ لَمْ
نَرَهُ،
وَشَهِدَ
شَاهِدًا
عَدْلٍ
نَسَكْنَا
بِشَهَادَتِهِمَا[.
أخرجه أبو داود.
))النُّسَكُ((
هنا الصوم .
6. (3121)- Hüseyin
İbnu'l-Hâris el-Cedelî, Hâris İbnu Hâtîb (radıyallahu anh)'den anlatıyor:
"Hâris dedi ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hilali, görünce
oruç tutmamızı emretti, eğer biz göremez de iki âdil şâhid gördükleri hususunda
şehâdet ederlerse, onların şehâdetlerine uyarak tutacaktık."[27]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste "oruç"
diye tercüme ettiğimiz kelime nüsük'tür. Nüsük ise ibadet demektir, daha ziyade
hacc'la ilgili ibâdetlerde kullanılır. Ancak, sadedin olduğumuz bahis oruç
üzerine olduğu ve Ebu Dâvud da, hadisî oruçla ilgili bölüme koyduğu için
nüsük'ten muradın oruç olduğu söylenebilir. Mamafih bunu, Hacc olarak da
anlayıp: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (zilhicce) hilâlini görünce
haccetmemizi emretti..." diye de tercüme etmemiz uygundur.
2- Hadis, hilalin görülmesinin kesinlik kazanması için iki
âdil şâhidin gerektiğini beyan etmektedir. Önceki hadisle bunun arasında teâruz
mevcuttur. Çünkü orada tek kişinin şehâdetinin hilalin rü'yetinde yeterli
olacağı ifade edilmektedir.
Hattâbî der ki: "şevvâl hilâlinin rü'yetinin sübut bulması
için iki âdil kişinin şehadetinin makbuliyeti hususunda ihtilaf bilmiyorum.
Ancak bir tek kişinin şehadetinde ihtilaf edilmiştir. Çoğunlukla âlimler
"iki âdil kişiden azının şehâdeti makbul değildir" derler. Ancak Hz.
Ömer'den yapılan rivayete göre o, kurban ve ramazan bayramlarını ilanda tek
kişinin şehâdetini kabul etmiştir. Bazı hadisçiler buna meyl ederek
"hilalin rü'yeti meselesini, ihbar meselesi zımnında görüp, bu şehâdet
meselesine girmez, (şehâdetteki şartlar bunda aranmaz)" demeye meyl
etmişlerdir. Öyleyse ramazan ayının hilalini görmede tek kişinin şehadeti
makbul olunca şevvâl ayının hilâlini görmede de makbul olur."
Bu istidlâle şöyle cevap verilmiştir: "Eğer bu, ihbâr
nev'inden olsa idi, o meselede şöyle söylemek câiz olurdu: "Falanca bana
haber verdi ki, hilali görmüştür." Hilalin rü'yetini isbatta başkasından
yapılan bu hikâye tarzı câiz olmaz. Şu halde, bu isbat işi ihbâr nev'inden
değildir. Buna delili de şudur: Hilali gören kimsenin ihbarının makbul olması
için: "şehâdet ederim ki, ramazan hilâlini şahsen gördüm" demelidir.
Bu muteberdir, çünkü bu meselede âdil olan tek kişi, bir grup âlim nezdinde,
yeterlidir. Bu âlimler, İbnu Ömer'in rivayetiyle de ihticac ederler"
(3120. hadise bak).
Rü'yet-i hilâl'in sübûtunda tek şâhidin beyanına itibar edenler
nezdinde kadın ve erkek müsâvidir.[28]
ـ7 ـ435 -و
عن أبي عمير
بن أنس عن
عمومة له من
أصحاب رَسولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
]أَنَّ
رَكْبـاً
أتَوْا
رَسُولُ اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ يَشْهَدُونَ
أنَّهُمْ
رَأَوُا
الهَِلَ بِا‘َمْسِ،
فَأمَرَهُمْ
أَنْ
يُفطِرُوا،
وَإِذَا
أَصْبَحُوا
أَنْ
يَغْدُوا
إِلَى مُصَّهُمْ[.
أخرجه داود
والنسائي .
7. (3122)- Ebu Umayr İbnu Enes,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabından olan amcalarından
naklettiğine göre, bir grup kimse Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
binekleriyle gelip: "Dün hilâli gördük" diye şehâdette bulundular.
Bunun üzerine, Efendimiz onlara oruçlarını açmalarını, sabah olunca da
musallaya (bayram namazına) gelmelerini emretti."[29]
AÇIKLAMA:
Bu rivayetin başka vecihlerinden anlaşıldığı üzere, ramazanın
otuzuncu günü, Medine'yi kaplayan bulut sebebiyle, hiç kimse hilâli göremez. Bu
sebeple herkes oruca niyet eder. Ancak öğleden sonra günün sonlarına doğru
gelen bir grup yolcu, bir gün önceden hilâli görmüş olduklarına şehâdette
bulunurlar. Resûlullah, bu şehadet üzerine o günü bayram ilan eder ve
oruçlarını yemelerini emreder. Ertesi sabah musallaya gelmelerini söylemesi,
bayram namazını kılmaları içindir. Yani ramazanın otuzbirinci sabahında namaz
kılınmış olacaktır.
Böylece bu hadis, bayramın girdiği, namaz vakti içinde belli
olmadığı durumlarda bayram namazının, bayramın ikinci gününde de kılınabileceğine
delil olmaktadır. Evzâî, Sevrî, Ahmed, İshak, Ebu Hanîfe, Ebu Yusuf ve Muhammed
bu görüştedirler. Bu aynı zamanda Şâfi'î merhumun da kavlidir.
Hadisin zahirine göre, ikinci günde kılınan bu namaz kaza değil,
edâdır.
Hattâbî'nin İmam Şâfi'î'den nakline göre, bazı âlimler:
"Bayramın girdiği, zevâlden önce bilinirse bayram namazı kılınır, aksi
halde ne o gün ne de ertesi günü nâmaz kılınmaz. Çünkü bayram namazı, vakti
içinde kılınır, başka vakitte kılınmaz" demiştir.
İmam Mâlik ve Ebu Sevr'in de bu görüşte olduğu belirtilir.
Hattâbî bu görüşleri naklettikten sonra: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın sünnetine uymak başkasının sünnetine uymaktan
evlâdır. Ebu Umayr hadisi sahihtir, ona uymak vâcibtir" der. Bu sözüyle
Hattâbî, "Bayramın, zevalden az önce bilinmesiyle zevalden sonra bilinmesi
arasında, Şâfi'î, Mâlik ve Ebu Sevr'in aksine olarak fark yoktur" demek
ister. Zira hadiste, onların hilâli sonra gördüklerine delâlet eden bir karine
yoktur.[30]
ـ3123 ـ8
-وعن كريب قال:
]اسْتَهَلَّ
عَليَّ
رَمَضَانُ
وَأنَا
بِالشَّامِ
فَرَأيْتُ
الهَِلَ
يَوْمَ الجُمُعَةَ،
ثُمَّ
قَدِّمْتُ
الْمَدِينَةَ
فِي آخِرِ
الشَّهْرِ،
فَسَألَنِي
ابْنُ عبَّاسِ
مَتَى
رَأيْتُمُ
الهَِلَ؟
قُلْتُ: يَومَ
الجُمُعَةَ
فَقَالَ :
أَنْتَ
رَايْتَهُ؟
فَقُلْتُ:
نَعَمْ،
وَرَآهُ
النَّاسُ وَصَامُوا
وَصَامَ
مُعَاوِيةُ رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ فَقَالَ:
لَكِنَّا
رَأيْنَاهُ
لَيْلَةَ السَّبْتِ
فََ نَزَالُ
نَصُومُ
حَتَّى
نُكَمِّلَ
ثََثِينَ،
أَوْنَرَاهُ
قُلْتُ: أَفََ
تَكْتَفِي
بِرُؤيَةِ
مُعَاوِيةَ
وَصِيَامِهِ؟
فَقَالَ:
هَكَذَا
أَمَرَنَا
رَسُولُ اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ[.
أخرجه الخمسة
إ البخاري،
وهكذا هو في
كتاب
الحميدي، يوم
الجمعة، وكلهم
قالوا ليلة
الجمعة وهو
الصحيح ، و
كذا هو في
جامع ا‘صول
ليلة الجمعة .
8. (3123)- Küreyb
(rahimehullah) anlatıyor: "Ben Şam'da iken ramazan hilali beklenmişti.
Hilali bir cum'a günü ben de gördüm. Sonra ayın sonunda Medîne'ye geldim. İbnu
Abbâs (radıyallahu anhümâ):
"Hilali ne zaman görmüştünüz?" diye sordu. Ben
"Cum'a günü!" dedim. İbnu Abbâs tekrar:
"Sen de hilali gördün mü?" dedi. Ben:
"Evet, hem ben, hem de halk gördü ve herkes oruç tuttu. Hz.
Muâviye (radıyallahu anh) de oruç tuttu!" dedim. İbnu Abbâs (radıyallahu
anhümâ):
"Ama biz hilâli cumartesi gecesi gördük. Öyleyse otuza
tamamlayıncaya veya hilali görünceye kadar tutmalıyız!" dedi. Ben:
"Hz. Muâviye'nin görmesiyle ve onun orucuyla iktifa etmiyor
musun?" dedim. Cevaben:
"Hayır! Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize böyle
emretti" dedi."[31]
AÇIKLAMA:
1- Görüldüğü üzere, bir iş için Şam'a giden Küreyb, orada
ramazan ayına girmiş ve herkesle birlikte hilali cum'a günü görerek oruca
başlamıştır. Medine'ye döndüğü zaman ramazan devam etmektedir ve burada oruca
bir gün sonra başlanmıştır.
Şam'da bir gün önce başlanmış olan ramazan meselesinde İbnu Abbâs,
Şam'a
uymaya
taraftar olmayıp, "hilali görünceye kadar"; görülmemesi halinde
"ramazanı otuza tamamlayıncaya kadar" oruca devam kararı veriyor.
"Şam'a niye uymuyorsun?" diye vâki olan suâle: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) (bu çeşit durumlarda, kendi rü'yetimize uymamızı)
böyle amel etmemizi emretti!" şeklinde cevap veriyor.
2- Bu hadis, "Ramazanı başlatma ve sona erdirmede her
belde kendi rü'yetine tâbidir, bir başka beldenin rü'yeti onu bağlamaz"
diyen âlimlerin dayanağı olmuştur. İbnu Abbâs, Kâsım İbnu Muhammed, Sâlim İbnu
Abdillah İbni Ömer, İkrime, İshâk İbnu Râhûye bu hadisin zahiriyle hükmederek
"Her beldenin rü'yeti kendine hastır" demişlerdir.
Ancak cumhur denen büyük ekseriyet: "Beldelerden birinde daha
önceden hilalin görülüp oruca başlandığına dair haber geldiği takdirde, oraya
uyulur, önceden yenen oruç da kaza edilir" hükmüne varmıştır. Ebu Hanîfe
ve ashabı, İmam Mâlik, Şâfi'î, Ahmed İbnu Hanbel bu görüştedirler.
3- "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize böyle
emretti" sözü ile İbnu Abbâs'ın: "Resûlullah bize, iftar hakkında bir
kişinin şehâdetini kabul etmemiz emretti" demek istediği muhtemel olduğu
gibi: "...beldemiz ehlinin rü'yetine itimad etmemizi, başka beldelerin
rü'yetine itibar etmememizi emretti" demiş olması da muhtemeldir. İhtimal,
istidlali bozacağı için, bunlardan biriyle cezmetmeyip kesin hükme gitmek
mümkün olmaz. Bu sebeple, bu mevzuda Resûlullah'tan rivayet edilen ve 3116
numarada kaydedilen Buhârî hadisidir: "Hilâli görmedikçe oruca başlamayın,
tekrar hilâl görmedikçe de oruca son vermeyin. Bulut görmenize mâni olursa
sayıyı otuza tamamlayın."[32]
ـ3124 ـ9
-وعن أبي
هريرة رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
النَّبِيُ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
الصَّومُ
يَومَ
تُصُومُونَ
وَالفِطْرُ
يَوْمَ
تُفْطِرونَ،
وَا‘َضْحَى
يَوْمَ
تُضَحُّونَ[.
أخرجه أبو
داود
والترمذي.
9. (3124)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"(Muteber) oruç, (hep beraber) tuttuğunuz gündekidir.
(Muteber) iftar, (hep beraber) ettiğiniz gündekidir. (Muteber) kurban (hep
beraber) kur'ban kestiğiniz gündekidir."[33]
AÇIKLAMA:
Tirmizî, hadisin mânasını, bazı ilim ehlinin: "Ramazan
orucunun başlama ve bitme günlerinin cemaatle ve insanların çoğunluğu ile
yapılması gerekir" diye anladığını belirtir. Mübârekfûrî, Tirmîzi şerhi'nde hadis
hakkında şu açıklamaları sunar: "Hattabî bu hadisin mânasını şöyle açar:
"İçtihada dayanılarak varılan hükümlerde düşülen hatanın sorumluluğu
halktan kaldırılmıştır. Sözgelimi bir kavm, hilâli görme hususunda gayret
sarfetmelerine (içtihad) rağmen hilâli göremeseler, bu durumda orucu otuza tamamlamadan
bayram yapmazlar. Sonradan ramazanın yirmidokuz gün olduğu nazarlarında
kesinlik kazansa, artık onlara ne günah, ne ayıplama hiçbir şey gerekmez,
oruçları da iftarları da olmuş bitmiştir.
Arafat'ta vakfe gününde hata yapılsa da hüküm aynıdır, vakfenin
iâdesi gerekmez.
Münzirî, Telhîsü's-Sünen'de der ki: "Dendi ki, bu hadiste
yevm-i şekkte ihtiyaten oruç tutulmayıp, herkesin oruç tutuğu günde oruç
tutmanın gereğine de işâret vardır."
Yine dendi ki: "Bu hadiste: "Hilâlin doğuşunu, ayın
menzillerinin hesabı yoluyla bilen kimseye, bilmeyenlerden ayrı olarak, bu
bilgisine göre oruca başlaması ve ramazanını sona erdirmesi câizdir"
diyene red vardır."
Yine dendi ki: "Tek bir şâhid, hilâli görecek olsa, hâkim de
onun şehâdetini muteber addetmese, onun bu şehâdetiyle tutulan oruç ne kendi
hakkında muteberdir, ne de onu esas alarak tutan halk hakkında
muteberdir."
Şevkânî der ki: "Bu sonuncu görüşü İmam Muhammed eş-Şeybânî
benimseyip dedi ki: "Bir kimsenin kendi yakînine muhalif bile olsa, halkın
hükmü ile, ayın hilâlinin görülmesi, o ferd için de, ister oruç ister hacc
hususlarında kesinlik kazanır." Atâ ve Hasan Basri'den de aynı görüş
rivayet edilmiştir. Ancak cumhur, bu noktada farklı hükmetmiştir. Derler ki:
"Yakîn kesbettiği hususta, kendisine şahsî hükmü ne ise o tahakkuk
eder." Hadisi cumhur, Hattâbi gibi tefsir eder."
Hadisin mânası hususunda şöyle diyen de olmuştur: "Bu,
insanların hiziplere ayrılıp Resûlullah'ın getirdiği hidâyete muhalefet
edeceklerini ihbar etmektedir. Bir kısmı hesapla amel edecek ve halktan bir
grup bunu benimseyecek; bir grup da onu ve Arafat'ta vakfeyi öne alacaklar ve
bunu kendilerine bir şiar kılacaklar ki, Bâtinîler böyle yapmışlardır. Açıktan
açığa hakkı iltizam eden bir grup da Resûlullah'ın hidayeti üzerine devam eder.
Hadisteki halk (nâs) kelimesinden de murad bunlardır. Bunlar sayıca az bile
olsalar sevâd-ı azam'ı (yani uyulması gereken çoğunluğu teşkil ederler."[34]
ـ3125 ـ10
-وعن ابن عمر
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهما قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ:
الشَّهْرُ
كَذَا
وَكَذَا
وَكَذَا ، وَصَفَّقَ
بِيَدَيْهِ
مَرَّتَيْنِ
بِكُلِّ أصَابِعِهِمَا،
وَنَقَصَ فِي
الصَّفْقَةِ الثَّالِثَةِ
إِبْهَامَ
الْيُمْنَيَ
أَوِ
الْيُسْرَى [.
أخرجه الخمسة
إ الترمذى .
10. (3125)- İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Ramazan ayı şöyle, şöyle şöyledir -bu sırada iki elini
bütün parmaklarıyla iki sefer çırptı, üçüncü çırpışta sağ veya sol başparmağını
yumdu.-"[35]
ـ3126 ـ11
-وفي رواية
لمسلم
والنسائي :
]إنَّا أُمَّةٌ
أُمِّيَّةٌ َ
نَكْتُبُ وََ
نَحْسُبُ
الشَّهْرَ هَكذَا
وَهَكَذا ،
يَعْنِي
مَرَّةً تِسْعاً
وَعِشْرِينَ
وَمَرَّةً
ثََثِينَ[.
11. (3126)- Müslim ve
Nesâî'de gelen bir rivayette: "Biz ümmî bir milletiz, ne yazı ne de hesap
biliriz. Ay, şöyle şöyledir" dedi. Yani bir defasında yirmidokuz, bir
defasında otuz gösterdi" denmiştir."[36]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah bu iki hadiste, ramazan ayının bazan 29, bazan
30 olduğunu parmaklarıyla göstererek tebliğ buyurmaktadır. Parmaklarıyla
göstermenin gerekçesini de ifâde etmiştir: "Biz ümmî bir milletiz, okuma
yazma bilmeyiz.
"Ümmî, hadisin de açıkladığı üzere okuma bilmeyen, yazı
bilmeyen mânalarına gelir. Kelimenin, "annesinden doğduğu gibi duran,
doğduktan sonra okuma yazma öğrenmemiş, doğduğu şekilde câhil kalmış"
mânasına geldiği de belirtilmiştir.
İbnu Hacer, hadiste geçen "Biz ümmî bir ümmetiz" sözü
ile, bu hadisin söylendiği andaki muhatapların veya Resûlullah'ın kendisinin
kastedilmiş olabileceğini belirtir. Ancak bazı âlimler: "Bundan maksad,
Arap kavmidir, çünkü yazı bilmezler" demiştir. Nitekim ayet-i kerime'de:
"Ümmîler arasından kendilerine ayetlerini okuyan... onlara Kitab'ı ve
hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur" (Cum'a 2). Ayet-i kerime'de
Arapların Ümmîler olarak tavsifi, onlarda okuma yazma bilenlerin nâdir
olmasından dolayıdır.[37]
2- İbnu Hacer oruç, bayram, hacc gibi takvime müteallik işlerde
hesaba değil, rü'yete itibar edilmesi gerektiğini, hadislerin zâhirlerinden
bunun anlaşıldığını belirtir. Ve: "Oruç hakkındaki bu hüküm, -sonradan
hesabı bilenler çıkmış olsa bile- devam etmiştir" der. Bu kanaatine delil
olarak 3116'da kaydettiğimiz Buhârî hadisinde geçen "Eğer bulut mânî
olursa orucunuzu otuza tamamlayın" ibâresini zikreder. "Bulut halinde
Resûlullah, "hesap bilenlere sorun!" demiyor" der. Ona göre bundaki
hikmet, bulut halinde, mükelleflerin sayı hususunda eşit durumda olmasından ve
otuza tamamlama ile herkesten aynı şekilde ihtilafın ve anlaşmazlıkların
kalkacağındandır.
Biz İbnu Hacer'in sözünden, onun: "Eğer, havanın bulutlu
olması halinde sayıyı değil hesabı esas aldığımız takdirde mü'minler arasında
ihtilaf çıkar, çünkü hesap işinde ittifak sağlanmaz" demek istediğini
anlamaktayız ki, hal-i hazırda, rü'yet-i hilâl meselesinde İslâm âlemindeki
kargaşayı ifade etmektedir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), hilâlin doğuşunun, başta
güneş, diğer bir kısım yıldızların rağmına olarak, önceden, herkesin ittifak
edeceği, şaşmaz bir şekilde hesap edilemeyip takvime bağlanamayacağını
gâyb-âşina nübüvvet nazarıyla görmüş, mucizâne bir surette bildirmiştir.[38]
ـ3127 ـ12
-وعن أبى بكرة
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ:
شَهْراً
عِيدٍ َ
يَنْقُصَانِ،
وَذُوا
الْحِجَّةِ[.
أخرجه الخمسة
إ النسائى.قيل.
أرد بهذا
تفضيل العمل
في عشر ذى
الحجة، وأنه ينقص في
ا‘ جر والثواب
عن شهر رمضان.
12. (3127)- Ebu Bekre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İki bayram ayı eksilmezler: Bunlar Ramazan ve Zü'l-Hicce
aylarıdır."[39]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadisi anlamada âlimler ihtilaf etmiştir. Bir kısmı Ramazan
ve Zilhicce aylarının daima otuz gün olduğunu iddia etmiştir. İbnu Hacer:
"Bu mevcut müşahedemize de terstir, binaenaleyh merduddur" der.
Ayrıca Resûlullah'ın 3116 numarada kaydedilen: "Hilâli görerek (ramazan)
orucuna başlayın, hilâli görerek bayram edin, eğer bulut araya girerse otuza
tamamlayın" hadisinin de bu merdûd görüşe muhâlefet ettiğini belirtir.
"Çünkü der, şayet ramazan ebediyyen otuz olsaydı bu açıklamaya ihtiyaç
kalmazdı."
Ebu'l-Hasen'in anlamasına göre, "Bu aylar, yirmidokuz veya
otuz olmasıyla faziletçe bir artışa veya eksikliğe uğramaz."
* Bazıları: "Bu iki ay birlikte artıp eksilmez. Yani biri
yirmidokuzsa diğeri otuzdur, bu muvâzene ebediyyen böyledir" demiştir.
* Bazıları; "Bunlarda yapılan amellerin sevabı yönüyle
bunlar noksan olmaz" demiştir.
Bu son iki görüş Selef'ten meşhurdur. Buhari nüshalarında
çoğunlukla aynen nakledilmiştir. Buhari: "İkisi de (bir yıl içinde) nâkıs
olarak bir araya gelmezler" demiştir. Tirmizî, bunu: "Biri nâkıs ise
yani 29 gün ise diğeri otuzdur" diye daha açık olarak ifade eder. Ahmed
İbnu Hanbel, İshak İbnu Râhûye böyle anlamışlardır.
* Ahmed İbnu Hanbel: "Ramazan eksikse (29 ise), Zilhicce
tamdır, zilhicce eksikse ramazan tamdır (30 gün)" der.
* İshak İbnu Râhuye: "Ay yirmidokuz da olsa tamdır"
demiştir: İshak'ın anlayışına göre, her iki ay da aynı yıl içerisinde eksik
yani 29'ar gün olarak gelebilir.
* Bazıları: "Otuz veya yirmidokuz olmasında ahkâm yönüyle bir
eksiklik hâsıl etmez" demiştir.
* Bazıları: "Nefsülemirde eksiklik yoktur, ancak hilâli
görmede mâni çıkar" demiştir.
* Bazıları: "Bunun mânası, kahir ekseriyete göre, bu iki ay
aynı yıl içerisinde eksik olarak gelmezler, ikisinin de eksik olmaları hâli pek
nâdirdir" demiştir. İbnu Hacer bu görüşün en doğru görüş olduğunu
belirtir. Nitekim Tahâvî der ki: "Hadisi zahiriyle almak veya ikisinden
birinin noksanlanmasına hamletmek tatminkâr olmaz, müşahedemiz bunu reddeder,
çünkü zaman zaman her iki ayın da aynı yıl içerisinde noksan geldiğini
görmekteyiz."
* Zeyn İbnu'l- Münir şöyle demiştir: "Bu söylenenlerin hiç
biri itirazdan paçayı kurtaramaz. Bunlardan gerçeğe en yakın olanı şöyle
demektir. "Murad şudur: Müşâhede edilen sayı noksanlığı, her iki ayın da
büyük bir bayram ayı olması sebebiyle, telâfi olunur. Öyle ise bunların, diğer
aylar gibi noksan diye tavsifleri câiz olmaz." Bu söz de netice itibâriyle
İshâk'ın sözünü te'yid eder.
* Beyhâkî der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu
iki ayı diğerlerinden ayrı olarak zikretmiştir zira oruç ve hac ahkâmı bunlarla
ilgilidir." Nevevî de buna cezmeder. Ve: "Doğru ve mûtemed görüş
budur" der. Bunun mânası şudur: Bu iki ayla ilgili olarak beyan edilen her
bir fazilet ve ahkâm, ramazan otuz veya yirmidokuz gün olsa da aynen hâsıl
olacaktır, vakfeler dokuzuncu veya bir başka güne tesâdüf etse de aynıdır.
Şurası da açıktır ki, bunun şartı, hilâlin aranmasında bir kusur olmamaya
bağlıdır.
2- Bu hadisin hâsıl ettiği faide, orucu yirmidokuz gün tutanla,
Arafat vakfesini arafe günü dışında yapan kimselerin içine gelen şekli izâle
etmesidir. İbnu Hacer der ki: "Bâzıları, sekiz zilhiccede vakfe imkanını
müşkil addettiler. Aslında müşkilat mevcut değildir, zira, bazı hallerde iki şâhidin
müşâhedesiyle mesela zilhiccenin başı perşembeye rastlamıştır, buna binaen cuma
günü vakfeye dururlar. Ancak sonradan bunların yalan şehâdette bulundukları
ortaya çıkabilir."
Tîbî bu mânayı daha açık olarak şöyle beyan eder: "Hadisin
zâhiri, bu iki ayın diğer aylarda bulunmayan meziyetle donatıldığını beyan
etmektedir. Burada maksat diğer aylarda yapılan ibadetin sevabının eksildiğini
bildirmek değildir. Bilakis burada kastedilen şey, bu iki ayda iki bayram
bulunması sebebiyle, bunlara terettüp edecek hükümde vukua gelecek hatalarda
zorluğu kaldırmaktır, çünkü bayramların günleri hakkında verilecek hükümde
hataya düşmek daima mümkündür. Bundan dolayı, Resûlullah "eksilmeyen iki
ay" dedikten sonra, "İki bayram ayı" dedi. Bunlar yerine
"Ramazan ve Zilhicce" demekle yetinmedi."
3- Hadiste ramazan ayına "bayram ayı" denmektedir.
Halbuki bayram, ramazanın içinde değildir. Bu, bayramın ramazana yakınlığı veya
bayram hilâlinin, bazan ramazanın sonunda görülmesi sebebiyledir. Ancak önceki
ihtimal kuvvetlidir, Nitekim, Resûlullah bir hadislerinde: "Akşam namazı,
gündüzün vitridir" buyurur. Halbuki akşam namazı cehridir ve gece
namazlarına dahildir, ve şer'î örfte güneşin batması ile gece başlar. Şu halde
Resûlullah'ın, akşamı bu hadiste gündüze dahil etmesi ona yakınlığı
sebebiyledir.
4- Hadisten Çıkarılan Bazı Hükümler:
* Bu hadiste, "sevap" daima meşakkatin varlığına bağlı
değildir, Allah dilerse, nâkıs ibadeti, tam olana sevapta dâhil edebilir.
* Bazı âlimler buna dayanarak "Ramazanda tek niyet kâfidir,
çünkü hadis, ayı bir bütün olarak tek bir ibadet kılmaktadır, öyleyse tek niyet
yeterlidir" demişlerdir.
* Bu hadis, yirmidokuz da olsa otuz da olsa, ramazan ayının
sevapça eşit olmasını, ay içerisinde işlenen sevaba bir bütün olarak bakılması
ile olduğunu, teker teker günlerin tafsiline nazarla olmadığını iktiza eder.[40]
ـ3128 ـ1 -عن
حفصة رَضِىَ
اللّهُ عَنْها
قالت: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ:
مَنْ لَمْ
يُجْمِعِ الصَّيَامَ
قَبْلَ
الْفَجْرِ
فََ صِيَامَ لَهُ[.
أخرجه أصحاب
السنن.
1. (3128)- Hz. Hafsa
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim orucu fecirden önce niyetle (kesin kılmazsa) onun
orucu yoktur."[41]
ـ3129 ـ2
-وعن عائشة
وحفصة رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهما قالتا:]
يَصُومُ إَ
مَنْ أجْمَعض
الصِّيَامَ
قَبْلَ
الْفَجْرِ[.
أخرجه
والنسائي .
2. (3129)- Hz. Aişe ve Hz.
Hafsa (radıyallahu anhümâ) buyurdular ki: "Sadece şafaktan önce niyet
edenlerin orucu muteberdir."[42]
AÇIKLAMA:
1- Hz. Hafsa'nın rivayeti, görüldüğü üzere mevkûf veya merfu
olma hususunda muzdariptir. Ancak sîkanın ziyadesi makbuldür kaidesi esas
alınarak ref'ine hükmedilmiştir.
2- Kaydettiğimiz iki hadis, orucun muteber olması için niyetin
şart olduğunu göstermektedir. Hadis mutlak geldiği için, zâhiri, farz veya
nâfile her çeşit namazı içine alır ve fecr-i sâdıktan önce niyet edilmediği
takdirde orucun muteber olmayacağını ifade eder. Nitekim İbnu Ömer, Câbir İbnu
Zeyd, İmam Mâlik, Müzenî, Dâvud-ı Zâhiri bu görüştedirler. Ancak, geri kalan
âlim ve imamlar, nafile orucun, gündüzleyin yapılacak niyetle sahih olacağına
hükmetmişlerdir. Onlar bu hükme giderken sadedinde olduğumuz hadisi Hz.Aişe
(radıyallahu anhâ)'nın şu rivayeti ile tahsis edip hükmün şümûlünü tahsis
ederler. "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana (gündüzleyin) gelir:
"Yanında yiyecek bir şey var mı?" diye sorardı. Ben, "yok!"
diye cevap verince: "Öyleyse ben oruç tutuyorum!" derdi."
3- Tirmizî şu açıklamayı kaydeder: "Bir kısım ilim ehline
göre ramazan orucunda, veya bunun kazasında veya nezir orucunda geceden
niyetini kesin şekilde yapmazsa orucu muteber değildir."
Hanefilere göre oruca niyetin vakti, güneşin batmasından ertesi
günü istîvâ anına (kaba kuşluk) kadar devam eder. İstîvâ anından sonra niyet
sahih değildir. Ancak namazın çeşidine göre, bazı tefrikte bulunurlar:
* Farz orucun niyeti güneşin batmasından kaba kuşluğa kadar
devam eder.
* Kaza, kefâret ve mutlak nezir oruçları için niyet, güneşin
batmasından fecr-i sâdık'a kadardır, daha sonra yapılamaz.
* Nâfile oruçlar için de güneşin batmasından ertesi günü
istîvâ zamanına kadar caizdir.
4- Şâfiîlere göre kişi, orucu bozan bir amelde bulunmadığı
müddetçe güneşin batmasına kadar nafile oruca niyette bulunabilir.
5- Mâlikîlere göre, nafile orucun da niyet vakti
Nısfu'n-Nehâr'a kadar uzatılamaz.[43]
ـ3130 ـ1 -عن
عائشة رَضِىَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّه صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
ذَاتَ يَوْمٍ
هَلْ عِنْدَ
كُمْ شَىْءٌ ؟
قُلْتُ: َ.
قَالَ رَضِىَ
اللّهُ عَنْه:
فَإِنِّي
صَائِمٌ،
فَلَمَّا
خَرَجَ أَهْدِيَتْ
لَنَا
هَدِيَّةٌ،
أَوْ
جَاءَنَا زَوْرٌ،
فَلَمَّا
رَجَعَ
رَسُولُ
اللّهِ صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قُلْتُ يَا رَسُولُ
اللّهِ:
أَهْدِيَتْ
لَنَا
هَدِيَّةٌ،
أَوْ جَاءَنَا
زَوْرٌ،
وَقَدْ
خَبَّأْتُ
لَكَ شَيْئاً.
قَالَ: مَا
هُوَ؟ قُلْتُ:
حَيْسٌ. قَالَ:
هَاتِيهِ،
فَجِئْتُ
بِهِ
فَأكَلَ،
ثُمَّ قَالَ:
كُنْتُ
أصْبَحْتُ
صَائِمَاً [.
قال مجاهد
رحمه اللّه
تعالى : إنما
ذلك بمنزلة
رجل يخرج
الصدقة من
ماله، فإن شاء
أمضاها، وإن
شاء أمسكها.
أخرجه الخمسة
إ البخاري .
1. (3130)- Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün
bana:
"Yanında (yiyecek), bir şey var mı?" diye sordu.
"Hayır!" demem üzerine: "Ben oruç tutacağım!"
buyurdu. Yanımdan çıkınca bize bir hediye geldi -veya bize bir grup misafir
geldi.- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) eve geri dönünce:
"Ey Allah'ın Resulü bize bir hediye geldi -veya bize
ziyaretçiler geldi- sana yiyecek bir şey hazırladım!" dedim.
"Nedir o?" diye sordu. Ben:
"Hays! (un, yağ, hurmadan yapılan bir yemek)" dedim.
"Getir onu!" buyurdu. Ben de getirdim. Aleyhissalâtu
vesselâm onu yedi, sonra:
"Oruçlu olarak sabahlamıştım" buyurdu."
Mücâhid (rahimehullah) der ki: "Bu, malından sadaka çıkaran
adam gibidir, o, dilerse çıkardığı sadakayı verir (yani kararını icra eder),
isterse vermekten vazgeçer."[44]
ـ3131 ـ2
-وعن أم الدر
داء قالت :
]كَانَ أَبُو
الدَّرْ
دَاءِ رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ
يَأتِي نَهَاراً،
فَيَقُولُ :
عِنْدَ كُمْ
طَعَامٌ ؟
فَإِنْ
قُلْنَا َ.
قَالَ: إِنِّى
صَائِمٌ يَوْمِى
هَذَا،
وَفَعَلَهُ
أبُو
طَلْحَةَ، وَأَبُو
هُرَيرَةَ،
وَابنُ
عَبَّاسٍ،
وَحُذَيفَةُ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُمْ[.
أخرجه البَخاري
في ترجمة.
2. (3131)- Ümmü'd-Derdâ
anlatıyor: "Ebu'd-Derdâ (radıyallahu anh) gündüzleyin gelir:
"Yanınızda yiyecek var mı?" diye sorardı. Şâyet biz: "Hayır,
yok!" diyecek olsak: "Öyleyse bugün ben oruçluyum!" derdi. Ebu
Talha, Ebu Hüreyre, İbnu Abbâs, Huzeyfe (radıyallahu anhüm) hep böyle
yaptılar."[45]
AÇIKLAMA:
1- Yukarıda kaydettiğimiz iki hadis, nâfile oruç için
gündüzleyin niyet edilebileceğini ifâde etmektedir, yeter ki imsak vaktinden
itibâren yeme, içme, ilaç alma gibi oruca mâni bir amelde bulunulmamış olsun.
Ancak gündüzleyin oruca niyet hususu âlimler arasında ihtilaf
edilmiştir. Yukarıdaki Ümmü'd-Derdâ rivayeti İbnu Ebî Şeybe'de senetli olarak
gelmiştir ve orada: "Ebu'd-Derdâ, bazan kuşluk vakti bize gelir ve yiyecek
bir şey sorardı" denilir. Böylece bu uğrama ve taleplerin öğleden önce
olduğunu anlamaktayız. Devamında: "Bazen olurdu bir şey veremezdik. O
zaman: "Öyleyse ben bugün oruç tutacağım derdi" denmektedir.
Yine İbnu Ebî Şeybe'de Hz. Enes, Ebu Talha ile ilgili olarak şunu
anlatır: "Ebu Talha, ehline gelip: "Yiyecek bir şey var mı?"
diye sorar, eğer "hayır!" derlerse o gününü oruçla geçirirdi."
Hz. Muâz, Hz. İbnu Abbâs, Ebu Hüreyre gibi başka bir kısım
sahâbilerden de yemek arayıp bulamayınca oruca niyet ettiklerine dair
rivayetler gelmiştir.
Önceki hadis (3130), bizzat Resûlullah'ın da aynı şekilde, yiyecek
bulamayınca oruca niyetlendiğini göstermektedir. Nevevî der ki: "Bu
hadiste, güneşin zevalinden öncesine kadar nâfile oruca niyet edilebileceğini
söyleyen cumhura delil mevcuttur."
Şâfiîler bu cevazı mutlak görürler. Yani öğleden önce de olur,
sonra da.
İmam Mâlik, Leys ve İbnu Ebi Zî'b'e göre ise geceden niyet
olmayınca tetavvû oruç câiz olmaz.
2- Önceki hadiste bazı ziyaretçilerin gelmesinin zikrinden
maksad, o ziyâretçilerin yiyecek hediye getirmiş olmasını söylemektir. Hz.
Peygamber'in, "Yiyecek bir şey var mı?" diye sorması orucunu bozmak
istemesi olarak te'vil edilmiştir. Ancak Nevevî bu te'vili tekellüflü bulur.
3- İmam Şâfiî ile ona muvafakat eden ulemâya göre, nâfile oruç
bozulabilir, herhangi bir telâfi de gerekmez. Bazı sahabelerle, Ahmed İbnu
Hanbel ve İshak İbnu Râhûye'nin görüşleri de buna muvafıktır. Ancak
tamamlanması müstehabtır.
Ebu Hanîfe'ye göre, nafile de olsa niyetten sonra oruç
bozulmamalıdır, bozacak olursa kaza etmesi gerekir. Mâlik, Hasan Basrî, İbrahim
Nehâî ve Mekhûl gibi başka bir kısım âlimler de bu görüştedirler.
İmam-ı Azam'a göre ziyafete çağırılmak, nafile orucu bozmaya meşru
bir özürdür.[46]
ـ3132 ـ1 -عن
أبي هريرة رضي
اللّهُ عنه
قال: ]قَالَ رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
مَنْ
ذَرَعَهُ الْقَيْءُ
فَلَيْسَ
عَلَيْهِ
قَضَاءُ،
وَمَنِ
اسْتَقَاءَ
عَمْداً
فَلْيَقْضِ[.
أخرجه أبو
داود
والترمذي.
»ذَرَعَهُ
الْقَىْءُ «
إذا غلبه من
غير استدعاء.
1. (3132)- Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim kendiliğinden kusacak olursa, üzerine kaza gerekmez.
Kim de isteyerek kusarsa orucunu kaza etsin."[47]
AÇIKLAMA:
1- Hadis kendiliğinden kusan kimsenin, orucunu kaza
etmeyeceğini ifade ediyor. Kendiliğinden vukûa gelen kusma hâdisesinde ferdin
bir taksiri olmadığı için kaza etmek terettüp etmediği halde, iradî olarak
kusana kaza terettüp etmektedir. İbnu'l-Münzir "Bu hususta icma var"
der.
Alimler büyük çoğunlukla bu hadisin zahirini esas almıştır. İradî
olarak kusana kefaret gerekip gerekmeyeceği münakaşa edilmiştir. Burada da
ekseriyet "Kefaret gerekmez" diye hükmetmiştir.
İbnu Abbâs ve İkrime, vücuda giren şeyin orucu iptal edeceğini,
çıkanın hiç bir zarar vermeyeceğini söylemişlerdir.[48]
ـ3133 ـ2
-وعن أبى سعيد
رضي اللّهُ
عنه قال:
]قَالَ رَسُولُ
اللّهِ صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ:
ثََثٌ َ يُفْطِرْنَ
الصَّائِمَ:
الْحِجَامَةُ،
وَالْقَىْءُ
،
وَاِحْتَِمُ
[. أخرجه
الترمذي .
2. (3133)- Ebu Sa'id
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Üç şey vardır orucu bozmaz: Hacamat olmak (kan aldırmak),
kusmak, ihtilam olmak."[49]
ـ3134
ـ3 -وعن معدان
بن طلحة:
]أَنَّ أَبَا
الدَرْدَاءِ
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ
حَدّثَهُ :
أَنَّ رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
قَاءَ
فَأفْطَرَ،
وَأَنَّهُ
سَأَلَ
ثَوْبَانَ
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
عَنْ ذَلِكَ
فَقَالَ:
صَدَقَ
أَنَا
صَبَبْتُ
لَهُ
وَضُوءَهُ [.
أخرجه أبو داود
والترمذي .
3. (3134)- Ma'dân İbnu
Talha, kendisine Ebu'd-Derdâ (radıyallahu anh)'nın şunu anlattığını
söylemiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kustu ve orucunu açtı.
Sevbân (radıyallahu anhâ) bu meseleyi sordu. Sevbân:
"Doğru söylemiş, o zaman abdest suyunu ben döktüm"
dedi."[50]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin Tirmizî'deki veçhi daha vâzıh olarak şöyle
gelmiştir: "Ebu'd-Derdâ anlatıyor: "Resûlullah kustu ve orucunu açtı.
Sonra da abdest aldı. Bilahare Dimeşk mescidinde, (Resûlullah'ın azadlısı olan)
Sevbân'a rastladım. Bu hâdiseyi ona anlattım. Sevbân:
"Doğru söylemiş, (hâdise öyle cereyan etti ve hattâ) abdest
suyunu ben döktüm" dedi."
2- Hadis, kusmanın abdesti bozacağına delil kılınmıştır. Ancak
bazı âlimler, hadisin bu hususta sarih bir delil teşkil edemiyeceğini
söylemiştir. Onlara göre, kusmadan sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
abdesti istihbâben veya tesâdüfen alma ihtimali de vardır. Keza tabirinde geçen
fe'nin sebep bildiren fe olması muhtemel ise de tâkip yani sıra bildiren fe
olma ihtimali de vardır.
Her hâl u kârda Seleften bir çok büyük, kusmanın abdesti
bozacağına hükmetmiştir: Zührî, Alkame, Esved, Şâbî, Urve İbnu'z-Zübeyr,
Neha'î, Katâde, Hammad, Sevrî, Hasan İbnu Sâlih, Evzâ'î vs. Hanefi görüşe göre
ağız dolusu kusulacak olursa abdest bozulur, yeniden alınmalıdır.
İmam Şâfiî ve İmam Mâlik'e göre, kusmak abdesti bozmaz. Cumhur,
"kusma kasda makrun olursa orucu bozar" demekte ittifak eder.[51]
ـ3135 ـ4
-وعن ابن عباس
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]إِحْتَجَمَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَهُوَ
مُحْرِمٌ
وَاحْتَجَمَ
وَهُوَ
صَائمٌ[.
أخرجه الخمسة
إ النسائي.
4. (3135)- İbnu Abbâs
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ihramlı olduğu halde hacamat oldu. Keza oruçlu iken de hacamat oldu."[52]
AÇIKLAMA:
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) bu rivayetle hacamat olmanın yani
kan aldırmanın orucu bozmayacağına işaret etmektedir. Bu meselede ulemâ ihtilaf
etmiş ise de cumhur, mutlak surette kan vermekle orucun bozulmayacağına
hükmetmiştir.
Hz. Ali, Atâ, Evzâî, Ahmed, İshak ve Ebu Sevr (rahimehullah):
"Hacamat yaptıran da yapan da orucunu bozar" diye hükmetmişlerdir.
Bunlara göre oruç bozulursa da kaza gerekir; Atâ ise, "kefaret gerekir"
demiştir. Ancak kefarete hükmetmede Atâ yalnız kalır.
Şu hususu da belirtelim ki, iki hadis sonra kaydedileceği üzere,
Hz. Peygamber'den sahih bir senedle "Hacamat yapan da yaptıran da orucunu
bozmuştur" hadisi de rivayet edilmiştir. Şarihler bu sonuncu hadisin
mensuh olduğuna hükmederler. "Zira derler, bu hadisin bazı tariklerinde,
Resûlullah'ın bu hadisi Veda Haccı sırasında irâd buyurduğu tasrih edilmiştir.
Diğeri ise daha önce yani Mekke fethi sırasında irâd edilmiştir. Öyle ise bunun
mensuh olacağı açıktır."[53]
ـ3136 ـ5
-وعن أنس
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]مَا كُنَّا
نَدَعُ
الحِجَامَةَ
للِصَّائِمِ
إَّ لِكَرَاهَةِ
الجَهْدِ[.
أخرجه
البخاري وأبو داود
.
5. (3136)- Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz oruçlunun hacamat olmasını, sâdece bitap
düşmesinden korkarak terkettik."[54]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet dahi, hacamat olmanın orucu bozmayacağını ifade eder.
Zira Hz. Enes, oruçlunun "Orucum bozulur" diye değil, "bitap
düşerim" korkusuyla hacamat olmaktan kaçındığını belirtmektedir. Oruçlunun
kan aldırmasına Resûlullah'ın ruhsatını ifade eden başka rivayetler de
mevcuttur.
Kan aldırmanın orucu bozmayacağı esas olmakla beraber, hacamat
sebebiyle zayıf düşeceğinden korkulan kimseler hakkında mekruh olduğu
belirtilmiştir. Böylece sadedinde olduğumuz hadisle, diğer ruhsat hadisleri cem
edilmiş olmaktadır. Bazı âlimlerimiz: "Eğer zayıflama orucun açılmasına
sebep olacak bir dereceye ulaşırsa kerâhet artar" demiştir. Şevkânî,
"her hâl u kârda oruçlunun hacamat olmaktan kaçınmasının evlâ olacağını..."
söyler.[55]
ـ6 ـ451
-وعن ابن أبي
ليلى عن رجل
صحابي قال:
]نَهَى رَسُولُ
اللّه عَنِ
الْحِجَامَةِ
وَالمُواَصَلَةِ،
وَلَمْ
يُحَرِّمْهُمَا
إِبْقَاءً
عَلَى
أَصْحَابِي[.
أخرجه أبو
داود .
6. (3137)- İbnu Ebî Leylâ, Sahâbî bir zâttan naklediyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hacamat olmaktan, muvâsaladan (üst
üste bir-kaç gün oruç açmamaktan) yasakladı. Ancak bunları Ashâbına haram
kılmadı. (Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü, sen sahûra kadar orucu devam
ettiriyorsun" denildi de şu cevabı verdi:
"Ben sahûra kadar uzatıyorum, zira Rabbim bana yedirip
içirmektedir."[56]
ـ3138 ـ7
-وعن رافع بن
خديج رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ :
أَفْطَرَ
الْحَاجِمُ
وَالْمَحْجُومُ[.
أخرجه
الترمذي
وصححه، أخرجه
داود عن ثوبان
و عن أوس
رَضِىَ
اللّهُ عَنْهما.
ومعنى »أفطَرَ
الحاجِمُ
وَالمَحْجُومُ«
عند من ذهب
ألى أن
الحجامة تفطر أنهما
تعرّضا لفطار.
أما المحجوم:
فللضعف الذى يلحقه
من ذلك ونحوه،
وأما الحاجم:
ف يأمن وصول شئ
من دم المحجوم
إلى حلقه
فيبلغه،
ونحوه ذلك.
7. (3138)- Râfi' İbnu Hadîc
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdular: "Hacamat ettiren de, hacamat eden de orucunu açmıştır."[57]
AÇIKLAMA:
Bu hadisin zâhirine göre hacamat olan da hacamat yapan da orucunu
açmış sayılmaktadır. Ahmed İbnu Hanbel gibi bazı âlimler hadisi zâhirine göre
anlayarak, kan aldıranın orucunun bozulacağına hükmetmiştir.
Ancak diğer bir kısım âlimler, bu hadisi şöyle anlamışlardır:
"Kan aldırmak orucu bozmaz. Hadisin mânası şudur: Kan alan da aldıran da
oruçlarının bozulmasına mâruzdurlar. Yani kan aldıran (mahcüm), bu sebeple
zaafa düşer ve orucu bozmak zorunda kalır. Kan alan da, kan aldıranın kanından
boğazına bir şeyler kaçabilir, o da yutar veya tadından bir şey boğazına
ulaşır. Şu halde her ikisi de oruçlarının bozulması tehlikesiyle başbaşadırlar.
Nitekim nefsini tehlikeye atan için "kendini helak etti" denilir.
Keza: "Kadı olan bıçaksız olarak kesilmiştir" sözü de kadılığın
muhatarası (riski) için söylenir. Öyle ise hadis, kan aldırmanın muhtemel
riskine dikkat çekmek için "kan alan da aldıran da orucunu bozmuştur"
diye mübalağalı olarak ifadede bulunmuştur" denmiştir.[58]
ـ3139 ـ8
-وعن أنس
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]جَاءَ رَجُلٌ
يَا رَسُولَ
اللّهِ: إِنَّ
عَيْنِي اشْتَكَتْ
فَأكْتَحِلُ،
وَأنَا
صَائمٌ ؟ قَالَ:
نَعَمْ[.
أخرجه
الترمذي وصححه
.
8. (3139)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam
gelerek: "Ey Allah'ın Resulü, gözüm ağrıyor, oruçlu olduğum halde sürme
çekiyorum (bu, orucumu bozar mı?)" diye sordu. Resûlullah: "Hayır
(bozmaz)" dedi."[59]
ـ3140 ـ9
-وعن عبد
الرحمن بن النعمان
بن معبد بن
هوذة عن أبيه
عن جده قال:
]أَمَرَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
بِا“ثْمِدِ
المُرَوَّحِ
عِنْدَ
النَّوْمِ
وَقَالَ:
لِيَتَّقِهِ
الصَّائِمُ[.
أخرجه أبو
داود.
»المُرَوَّحُ«
بالحاء المهملة
: المطيب
بالمسك.
9. (3140)- Abdurrahman
İbnu Nu'man İbni Ma'bed İbni Hevze an ebîhi an ceddihi anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) uyku sırasında gözlere miskle
karıştırılmış ismid (sürmesi) çekilmesini emir buyurdu ve:
"Oruçlu
bundan sakınsın!" dedi."[60]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis sürmenin orucu bozacağını ifade eder. İbnu Şübrüme
ve Abdurrahman İbnu Ebî Leylâ bununla ameli esas almışlardır. Ancak diğer
fukahâ ve muhaddisler bunlara muhalefet etmiş ve sürmenin orucu bozmayacağına
hükmetmiştir. Çoğunluk, bu hadisin ihticac edilemeyecek kadar zayıf olduğunu
söyler. İbnu Ebî Leylâ ve İbnu şübrüme şu hadisi de görüşlerinin delilleri
meyanında zikrederler: "Oruç, giren şey için, abdest de çıkan şey için
bozulur." Bu hadis, Buharî'de muallak olarak gelmiştir.
Diğer
taraftan, sürmenin orucu bozmayacağına hükmeden cumhûr, sadedinde olduğumuz
hadisin zayıf olduğunu söylemekle kalmaz, İbnu Mâce de Hz. Aişe'den gelen ve
Aleyhissalâtu vesselâm'ın ramazanda oruçlu iken sürme çektiğini ifade eden
hadisi delil olarak gösterir.
2- Hadiste geçen ismid, sürme yapılan taşın ismidir. Mürevvah,
misk katılarak kokulandırılmış demektir. Şu halde ismid yalnız sürülmüyor, misk
katılarak onun içerisinde kokulu hale getiriliyor.[61]
ـ3141 ـ1 -عن
عائشة رَضِىَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]إِنْ كَانَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
لَيُقَبِّلُ
بَعْضَ
أَزْوَاجِهِ
وَهُوَ صَائِمٌ،
ثُمَّ
ضَحِكَتْ[.
1. (3141)- Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) oruçlu
olduğu halde hanımlarından birini öperdi" (Hz. Aişe bunu söyleyip sonra
güldü.)[62]
ـ3142 ـ2
-وفي أخرى :
]وَيُبَاشِرُ
وَهُوَ
صَائِمٌ ،
وَكَانَ
أَمْلَكَكُمْ
“ِرْبِهِ[.
أخرجه الستة إ
النسائى ،
وهذا لفظ
الشيخين.
»ا“ِرْبُ« بكسر الهمزة،
وسكون الراء :
الذكر هنا،
وبفتحهما: الحاجة،
والمراد بها
هنا حاجة
الجماع.
2. (3142)- Bir başka
rivayette şöyle der: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), oruçlu iken
mübaşerette bulunurdu. O, nefsine hepinizden çok hâkim idi."[63]
AÇIKLAMA:
Mübâşeret: Derinin deriye değmesi demektir. El ele tutuşmak bir
mübâşerettir. Hadisler, toptan en sonda açıklanacak.[64]
ـ3 ـ454
-وعن جابر
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه:
]أَنَّ عُمَرَ
بْنِ
الْخَطَّابِ
رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُ
قَالَ: يَا
رَسُولُ
اللّهِ
صَنَعْتُ
الْيَومَ
أَمْرً
عَظِيماً،
قَبَّلْتُ
وَأَنَا صَائِمٌ؟
قَالَ:
أَرَأيْتَ
لَوْ
مَضْمَضتَ بِالْمَاءِ؟
قُلْتُ: َبَأسَ.
قالَ: فَمَهْ [.
أخرجه أبو
داود. وقوله
»فَمَهْ« أى
فماذا عليه،
والهاء للسكت.
3. (3143)- Hz. Câbir anlatıyor: "Hz. Ömer İbnu'l-Hattâb
(radıyallahu anhümâ) (bir gün telâşla gelerek):
"Ey Allah'ın Resulü! Bugün ben büyük bir hatada bulundum,
oruçlu iken (hanımımı) öptüm!" dedi. Resûlullah da şöyle cevapladı:
"Sen oruçlu iken mazmaza yapmaz mısın? (Bu orucunu bozar
mı?)"
(Ravilerden İsa İbnu Hammâd rivayetinde) der ki: "Dedim ki:
"Bunda bir beis yok!" Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Öyleyse niye (öpmeden telaşa düşüyorsun?)"[65]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet Hz. Ömer'in oruçlu iken hanımını öptüğünü, sonra da
büyük bir hata işlemiş olmanın zan ve telâşına düşerek Hz. Peygamber
aleyhissalâtu vessalâm'a müracaat ettiğini göstermektedir. Resûlullah, Hz.
Ömer'i ikna için, oruçlu iken abdest sırasında ağzına su alıp almadığını sorar
ve ağza alınıp sonra geri atılan suyun orucu bozmaması gibi, öpmenin de orucu
bozmayacağını belirtir. Bu cevapla Efendimiz: "Ağza su almak, içmenin
başlangıcıdır, ama içme demek değildir, öyle de öpmek, cimanın başlangıcıdır,
ama cima değildir" demiş olmaktadır.[66]
ـ3144 ـ4 -عن
أبي هريرة
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]سَأَلَ
رَجُلٌ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
عَنِ
الْمُبَاشَرَةِ
لِلصَّائِمِ
فَرَخَّصَ
لَهُ، فَأَتَاهُ
آخَرُ
فَسَألَهُ
فَنَهَاهُ،
وَكَانَ
الَّذِى
رَخَّصَ لَهُ
شَيْخاً
وَكَبِيـراً،
وَالَّذِى
نَهَاهُ
شَابّاً[.
أخرجه أبو
داود.
4. (3144)- Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a oruçlunun hanımıyla mübaşeretinden sordu. Aleyhissalatu vesselâm
ruhsat verdi.
Arkadan bir başkası geldi, o da aynı şeyi sordu. Buna mübâşereti
yasakladı.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ruhsat tanıdığı kimse yaşlı
birisiydi, yasakladığı kimse de gençti."[67]
ـ3145 ـ5
-وعن نافع :
]أنَّ عَبْدَ
اللّهِ بْنَ
عُمَرَ رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُماَ:
كَانَ
يَنْهَى عَنِ
الْقُبْلَةِ
الْمُبَاشَرَةِ
لِلصَّائِمِ[.
أخرجه مالك .
5. (3145)- Nâfî merhum
anlatıyor: "Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) oruçluyu öpme ve
mübaşeretten men ederdi."[68]
AÇIKLAMA:
1- Öpme orucu bozar mı, bozmaz mı? Bu husus âlimler arasında
münâkaşa edilmiştir. Hz. Aişe'den kaydedilen ilk iki rivayette (3141, 3142) Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in oruçlu iken hanımlarını öptüğü
belirtilmektedir. Ancak Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) ikinci rivayette,
Resûlullah'ın nefsine herkesten ziyâde hâkim olduğunu belirterek, oruçlu iken
öpmenin riskine dikkat çekmektedir. İbnu Ömer'in bu meseledeki tutumunu
aksettiren son rivayet (3145) de öpme ruhsatını kayıtlamaktadır: Yaşlıya câiz,
gence değil...
Âlimler rivayetlerdeki bu ihtiyatî kayıtları da nazara alarak
meseleyi yumuşak bir üslupla hükme bağlamışlardır. Nevevî şöyle der:
"Oruçlunun öpmesi, şehvetini tahrik etmeyene haram değildir. Ancak evlâ
olanı, terketmesidir. Mamafih bu ona mekruhtur da denemez. Şâfiî hazretleri:
"Oruçlunun öpmesi, hakkında evlâ olana muhâliftir. Gerçi Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın bunu yaptığı sâbittir, ancak onun, öpme hududunu
aşmayacağı hususunda emin olunduğu halde, başkasının aşacağından korkulur.
Nitekim Hz. Aişe, ßóÇäó "O nefsine en çok hâkim olanınız idi"
demiştir. Şehveti harekete geçen hakkında öpmek, sahih kavle göre
haramdır" der.
Kadı İyaz da şöyle demiştir: "Sahabe ve Tâbiînden bazıları
öpmenin oruçluya mutlak olarak mübah olduğunu söylemiştir. Ahmed, İshâk ve
Dâvud bunlardandır. Mutlak olarak mekruh addedenler de olmuştur, İmam Mâlik
bunlardandır. İbnu Abbâs, Ebu Hanîfe, Sevrî, Evzâî ve Şâfiî (rahimehümullah):
"Gence mekruh, yaşlıya değil" demişlerdir. Bu, İmam-ı Mâlik'in de bir
görüşüdür. İbnu Vehb, İmam Mâlik'in: "Nâfile oruçta mubah, nâfile
olmayanda değil" dediğini de nakleder.
Âlimler, öpme, meninin gelmesine sebep olmadıkça orucu bozmayacağı
hususunda ihtilaf etmezler. Bu görüşe 3143 numarada kaydedilen hadisle varırlar.
Orada görüldüğü üzere Resûlullah, öpmenin orucu bozup bozmayacağı sorulunca:
"Abdest sırasında mazmaza yapman (ağzını yıkaman) orucu bozar mı?.."
buyurarak: "Hep bilirsiniz ki, içmenin mukaddimesi olan mazmaza orucu
bozmaz, bunun gibi, cimanın mukaddimesi olan öpme de orucu bozmaz" demek
istemiştir.
Son olarak şunu da kaydedelim: Hattâbî'nin nakline göre, İbnu
Mes'ud ve Sa'îd İbnu Müseyyeb, öpene, öptüğü güne mukabil bir gün kaza etmesini
söylemişlerdir.[69]
ـ3146 ـ1 -عن
أبي هريرة
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
مَنْ نَسِيَ
وَهُوَ
صَائِمٌ
فَأكَلَ،
أَوْ شَرِبَ
فَلْيُتِمَّ
صَوْمَهُ،
فَإِنَّمَا
أَطْعَمَهُ
اللّهُ
وَسَقَاهُ[.
أخرجه الخمسة
إ النسائي.
1. (3146)- Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim oruçlu olduğu halde unutur ve yerse veya içerse
orucunu tamamlasın. Çünkü ona Allah yedirip içirmiştir."[70]
AÇIKLAMA:
1- Unutularak yendiği takdirde oruçluya terettüp edecek ahkâm hususu,
ulemâ arasında ihtilaflıdır. Cumhûr kaza gerekmeyeceğine hükmetmiştir. İmam
Mâlik, orucun bozulacağına ve kazanın vâcib olacağına hükmeder. İmam Mâlik'ten
meşhur olan görüş bu ise de Mâlikîler arasında mesele üzerine farklı görüşler
olmuştur. Bazıları farz ve nâfile orucu tefrik etmiştir. Dâvudî, bu görüşünde
imama katılmaz ve hatta: "Mâlik'e bu hadis ulaşmamış olabilir, yahut da
hadisi "günah'ın kalkmasıyla" te'vil etmiştir" der. İbnu
Dakiku'l-Îd ise imamın kıyasla bu hükme vardığını söyler. "Zira der,
burada orucun bir rüknü fevt olmuştur. Bu ise emredilenler durumundadır.
Kâideten unutmak, emredilenlerde müessir olmaz. Kazanın vacib olmadığını
söyleyenlerin dayanağı Ebu Hüreyre hadisidir. O hadis ise, orucun
tamamlanmasını emretmektedir. Şu halde hadis, tamamlananı "oruç"
olarak isimlendirmektedir... "İbnu'l-Arabi ise, İmam Mâlik'in, nezdinde
muteber bir prensipten hareketle bu hükme vardığını söyler. Prensibine göre:
"Haber-i vahid, kaidelere aykırı şekilde gelirse onunla amel edilmez.
Hadis, unutanın günaha girmeyeceğini beyan eden veçhiyle ma'mûlûn bih'dir. Ama
kaza edilmeyeceği hükmünde amele elverişli olmaz, çünkü orucun rüknünü ihlal
etmektedir. Nitekim namazın bir rek'ati unutulsa namaz yenilenir, rüknün
eksikliği sıhhate mânidir..." İbnu Hacer, bu mütalâaya katılmaz. Şâri'in,
oruca mahsus kaide koyduğunu, bunu namazla kıyaslamaya kalkmanın kaide içinden
kaide çıkarmak olacağını, bu yola gidildiği takdirde amele sâlih çok az hadis
kalacağını söyler.
2- Hz. Peygamber aleyhissalâtu
vesselâm'ın hadislerinde "unuturak yiyip içme"nin orucu bozmayacağı
tasrih edilmiştir. Hasan Basrî ve Mücâhid, "Unuturak hanımıyla cima
etmenin" de orucu bozmayacağı tasrih edilmiştir. Hasan-ı Basrî
(rahimehullah): "Bu, unutarak yiyip içenin durumundadır" demiştir. Ancak
Atâ'nın, soru üzerine: "Bu tamamen unutulamaz, ona kaza gerekir"
dediği rivayet edilmiştir. Bu görüşünde Atâ'ya Evzâ'î, Leys, Mâlik ve Ahmed'in
(rahimehullah) katıldıkları belirtilir. Şâfiî'nin bir görüşü de budur.
Görüldüğü üzere bu zikri geçenler yeme-içme ile cima'yı bir tutmamışlardır.
Ahmed İbnu Hanbel'den meşhur görüşe göre, unutarak cima edene kefaret de
gerekir.
Şunu
da kaydedelim ki, cimâ için de orucun kazası gerekmeyeceğine hükmeden bazı
Şâfiîler, bu hükme, hadisin bir veçhindeki ıtlakı delil gösterirler: "Kim
ramazan ayında unutarak orucunu açarsa..." Burada orucun "yeme,
içme" sebebiyle açılması kayıtlanmamış, orucu bozan bütün sebepler
kastedilmiş olmaktadır. Şu halde bazı hadislerde yeme-içme'nin zikri,
çoğunlukla bu iki şeyin vukua gelmesinden ve ağlebî durumda bunlardan
istiğnanın mümkün olmamasından dolayıdır.
3- Hadiste, Cenab-ı Hakk'ın kullarına olan lütfu, onlara
tanıdığı kolaylık görülmektedir. Meşakkat ve zorluğun kullar üzerinden
kaldırılmasının örneği de hadiste mevcuttur.
4- Ahmed İbnu Hanbel'in bir rivayetinde hadisin vürûd sebebi
de açıklanmaktadır: "Ümmü İshâk adında azadlı bir cariyenin anlatmasına
göre, câriye Resûlullah'ın yanında iken, Efendimize getirilen bir kap yemeği
beraberce yerler. Kadıncağız oruçlu olduğunu hatırlar. Zülyedeyn, kadına:
"Karnın doyduktan sonra mı?" deyince, Aleyhissalâtu vesselâm
câriyeye:
"Orucunu tamamla, bu Allah'ın sana gönderdiği bir
rızıktır" buyurur:"
İbnu Hacer der ki: "Bir rivayette, az yiyenle çok yiyen
arasında fark görmek isteyenlere red vardır."[71]
ـ3147 ـ1 -عن
أنس رَسُولُ
اللّه عنه
قال: ]كَانَ
رَسُولُ
اللّه صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
يُفْطُرِ
مِنَ
الشَّهْرِ
حَتَّى نَظُنَّ
أنَّهُ َ
يَصُومُ
مِنْهُ،
وَيَصُومُ
مِنْهُ حَتّى
نَظَنَّ
أنَّهُ َ
يُفْطِرُ
مِنْهُ
شَيْئاً،
وَكَانَ َ
تَشَاءُ أَنْ
تَرَاهُ مِنَ
اللَّيْلِ مُصَلِّياً
إِّ
رَأيْتَهُ،
وََ تَشَاءُ
أَنْ تَرَاهُ
نَائِماً
إَِّ
رَأيْتَهُ[.
أخرجه الشيخان
والترمذي.
1. (3147)- Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bazan
olurdu bir ay boyu oruç tutmazdı ve o aydan hiç oruç tutmayacağını zannederdik.
Bazan da (öylesine ara vermeden) tutardı ki, o aydan hiç bir günü oruçsuz
geçirmeyecek zannederdik. Sen onu, geceleyin namaz kılarken görmek istesen
mutlaka görürdün. Geceleyin uyur görmek istesen mutlaka görürdün."[72]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın nafile
oruçları nasıl tuttuğunu açıklıyor. Hadiste, bir ay boyu ara vermeden nafile
oruç tutmadığı görülmektedir. Ancak bazı aylar da sanki hiç ara
vermiyormuşçasına sıkı şekilde nâfile tutmaktadır. Müteakip hadiste görüleceği
üzere, bir ayı tam olarak oruçlu geçirme hali ramazana mahsustur, onun
dışındaki aylarda bu vâki olmamıştır.
2- Hadisin ikinci kısmında, Resûlullah'ın gece namazlarını ve
nâfile oruçlarını belli ve değişmez bir programa göre, gecenin hiç değişmeyen
muayyen vaktinde, ve ayin muayyen günlerinde icra etmediğini ifade etmektedir.
İbnu Hacer şu açıklamayı yapar: "Yani, Aleyhissalâtu
vesselâm'ın nâfile oruç ve nâfile namazdaki hali muhtelifti. Bazan gecenin
evvelinde namaza kalkardı, bazan ortasında, bazan da sonunda; tıpkı, bazen ayın
başında, bazan ortasında, bazan da âhirinde oruç tuttuğu gibi. Kim onu, gecenin
herhangi bir vaktinde namaz kılarken veya ayın herhangi bir vaktinde oruç
tutarken görmek istese ve onu peş peşe tâkip etse, muhakkak ki, gece namazında
veya nâfile orucunda görmek istediği şekilde görürdü. Hadis, Efendimizin orucu
peş peşe tuttuğunu veya bütün gece namaz kıldığını ifade etmez."[73]
ـ3148 ـ2
-وعن ابن عباس
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهما قال: ]مَاصَامَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
شَهْراً
كَامًِ قَطُّ
غَيْرَ
رَمَضَانَ [.
أخرجهالشَيخان
والنسائي.
2. (3148)- İbnu Abbâs
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
ramazan dışında hiçbir ayı tam olarak oruçlu geçirmedi."[74]
AÇIKLAMA:
Bu
hadisin Nesâi'deki veçhi hadisi daha anlaşılır kılmaktadır. Şöyle ki:
"İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah öyle (ısrarla
peş peşe) oruç tutardı ki (orucu hiç) açmayacak derdik. (Bâzan da öylesine peş
peşe) yerdi ki "oruç tutmak istemiyor" derdik. Medîne'ye geleliden
beri bir ay boyu tam olarak peş peşe hiç oruç tutmadı."
Bazı Fevâid:
Yukarıda kaydedilen iki hadiste şu hususlar gözükmektedir:
* Her ay nafile oruç tutmak müstehabtır.
* Nâfile orucun belli bir günü yoktur. Yasaklanan günler
dışında her gün oruç tutulabilir.
* Resûlullah savm-ı dehr (yıl orucu) hiç tutmamıştır.
* Hiç bir gece, gece boyu namaz kılmamıştır. Böyle yapışı,
daha önce de geçtiği üzere, sonradan gelenler bunu farz zannetmesinler gayesine
dayanıyordu. Aksi halde ümmete meşakkat verecek bir sünnet bırakmış olacaktı.
Halbuki, kendisine bu meşakkate tahammül edebilecek güç verilmiş idi. Örnek
olmak maksadıyla ibâdetlerde vasat bir yol tâkip etmiştir: Hem oruç tuttu, hem
yedi, hem gece namazı kıldı, hem de uyudu.[75]
ـ3149 ـ1 -عن
قتادة رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
: ]أنّ النّبىَّ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ قَالَ:
صِيَامُ
عَاشُورَاءَ
إِنِّى
أَحْتَسِبُ
عَلَى اللّهِ
أَنْ
يَكَفِّرَ
السَّنَةَ الَّتِى
قَبْلَهُ [.
أخرجه
الترمذي و
صححه .
1. (3149)- Katâde
(rahimehullah) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Aşûra orucunun önceki yılın günahlarına kefaret olacağını Allah(ın
rahmetin)den umarım."[76]
AÇIKLAMA:
Aşûra günü, İbnu Düreyd'e göre İslamî bir isimdir ve câhiliye
devrinde bilinmemektedir. Ancak İbnu Dıhye bu iddiayı reddeder, bunun câhiliye
devrinde mevcudiyetini gösteren deliller zikreder. Bunlardan biri Hz. Aişe'nin
rivayetidir. Müteakiben kaydedileceği üzere, Hz. Aişe cahiliye halkının Aşûra
orucu tuttuğunu belirtir.
Aşûre günü hangi güne tekabül eder? Bu da münâkaşa edilmiştir.
Ekseriyete göre, Muharrem'in onuncu günüdür.
Kurtubi der ki: "Aşûra, "âşire"den (onuncu)
alınmadır, mübâlağa ve ta'zim ifade eder. Aslında bu, onuncu gece için bir
sıfattır. Çünkü o kelime, akd'in ismi olan 'uşr'dan me'huzdur (alınmadır), gün
(yevm) kelimesi ona muzaf olmuştur. Yevm-i aşûra denince sânki onuncu gecenin
günü kastedilir. Şu kadar ki, bu bir sıfata bedel olunca isim olma hâli ona
galebe çaldı, bir de mevsufunu zikretme zahmetine gidilmeyip Leyl kelimesi
atıldı ve sadece Aşûra dendi. Bu kelime böylece aşûra günü'ne alem
oldu..."
Zeyn İbnu'l-Münîr der ki: "Alimlerin çoğu, "aşûra"
yı Muharrem ayının onuncu günü bilir. Bu aynı zamanda iştikak ve tesmiyenin de
gereğidir. Aşure'ye, Muharrem'in dokuzuncu günü diyen de olmuştur. Birinci
durumda gün, giden geceye muzaftır. İkinci durumda ise, gelecek geceye
muzaftır."
Bazıları: "Dokuzuncu güne aşûra denmesi, develerin içeri
alınmasındandır" demiştir. Deveyi sekiz gün boyu otlatıp sonra dokuzuncu
gün içeri alırlardı.
Hakem İbnu'l-A'rac anlatıyor: "İbnu Abbâs'a uğradım. O
ridasına dayanmış duruyordu.
"Bana Aşûra gününden haber ver!" dedim. Şu cevabı verdi:
"Muharrem hilâlini gördün mü, saymaya başla ve dokuzuncu günü
oruçlu olarak sabahla."
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) o gün oruç tutar
mıydı?" dedim.
"Evet!" cevabını verdi."
Bu rivayetin zâhirine göre, Aşûre günü dokuzuncu gündür.
Müslim'in bir başka rivayeti de bunu te'yid eder: "İbnu
Abbâs'tan gelen bir rivayete göre Aleyhissalâtu vesselâm "Önümüzdeki
seneye kadar yaşarsam Muharrem'in dokuzuncu gününde oruç tutacağım." Ve
Resûlullah bundan önce vefat etti."
Bu rivayetin zâhiri, Resûlullah'ın Muharrem'in onunda oruç
tuttuğunu, önümüzdeki seneye ulaşırsa dokuzunda tutmaya azmettiğini gösterir.
Bunun şu mânaya gelmesi muhtemeldir: Efendimiz sâdece dokuzla yetinmemiş,
aksine onu, onuncu güne de izafe etmiştir. Bu izâfe, ihtiyaten olabileceği gibi
hıristiyan ve yahudilere muhalefet olsun diye de olabilir. Bu ikinci ihtimal
ercah'tır. Müslim'in bazı rivayetleri de bunu te'yid eder. İbnu Abbâs'tan merfu
bir rivayette Efendimiz şöyle der: "Aşûra günü oruç tutun, yahudilere
muhalefet edin: Aşûradan bir gün önce veya bir gün sonra oruç tutun."
İbnu Hacer der ki: "Bu Resûlullah'ın son zamanlarda verdiği
bir emirdir. Aleyhissalâtu vesselâm, vahiy gelmeyen hususlarda ehl-i kitaba
muvafakat etmeyi severdi. Bu, bilhassa putperetslere muhalefet eden hususlarda
böyleydi. Ne zaman ki Mekke fethedildi, İslâm dini her yerde şöhret ve üstünlük
elde etti, derhal ehl-i kitaba muhalefeti de ilân etti. Bu meselede de öyle
oldu. Önce: "Biz, Hz. Musa'ya sizden daha layık ve ehakkız" diyerek
onlara benzemeyi tercih etti. Sonra onlara muhalefeti uygun buldu ve Aşûra'ya
bir gün önceden, bir gün de sonradan ilave yapılmasını emretti."
Bu hususu, Tirmizî'nin bir rivayeti te'yid eder: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bize, Muharrem'in onunda aşûra orucu tutmamızı
emretti."
Bazı âlimler demiştir ki: "Resûlullah'ın Müslim'deki:
"Eğer önümüzdeki seneye kadar yaşarsam Muharrem'in dokuzunda oruç
tutacağım" hadisi iki hususa muhtemeldir:
1- Resûlullah bununla, dokuzuncu geceyi onuncu geceye
nakletmeyi düşünmüş olabilir.
2- Dokuzuncu günü, oruçta onuncu güne ilave etmeyi düşünmüş
olabilir.
Resûlullah'ın, bunu beyan etmezden önce ölmüş olması sebebiyle,
iki günü oruçlu geçirmek ihtiyata muvafık düşer. Durum böyle olunca Aşura orucu
üç mertebede olmuş olmaktadır:
* En aşağısı: Sadece Aşure günü oruç tutmak.
* Bir üst derecesi: Aşûra ile birlikte dokuzuncu günde de oruç
tutmak.
* En üstünü: "Dokuz ve onbirinci günlerde de oruç
tutmak... Doğruyu Allah bilir." 3158 ve 3259 numaralı hadiste bazı ilave
açıklama gelecek.[77]
ـ3150 ـ2 -عن
عائشة رَضِىَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]كَانَ
عَاشُورَاءُ
يُصَامُ
قَبْلَ
رَمَضَانَ. فَلَمَّا
نَزَلَ
رَمَضَانُ
كَانَ مَنْ
شَاءَ صَامَ
وَمَنْ شَاءَ
أفْطَرَ[.
أخرجه الستة إ
النسائى .
2. (3150)- Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ramazan (farz olmazdan) önce Aşûra orucu
tutuluyordu. Ramazanın farziyeti indikten sonra onu dileyen tuttu, dileyen de
tutmadı."[78]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet, Buharî'nin bir rivayetinde daha sarih olarak
şöyle yer alır: "Hz. Aişe dedi ki: "Kureyş câhiliye devrinde Aşûra
orucu tutuyordu. Bunu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) da tutuyordu.
Medine'ye (hicrete) gelince, Aşûra'yı tuttu ve oradaki müslümanlara da
tutmalarını emretti. Ramazan orucu farz edilince, Aşûra'yı terketti. Artık
dileyen tuttu dileyen tutmadı."
Bu rivayette üç husus açıkça gözükmektedir:
* Aşûra orucu Mekkelilerce bilinmekte ve tutulmakta ise de
Medine'deki Araplarca tutulmamaktadır. Resûlullah'ın emretmesi bu mânaya gelir.
* Resûlullah, ramazan farz edilmezden önce Aşûra'yı nâfile bir amel
olarak değil, vâcib olarak tutmaktadır.
* Ramazan orucu farz olunca Aşûra yasaklanmıyor; dileyen
nâfile olarak tutmaya devam ediyor.
Başka rivâyetler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın buna
devam edenler arasında yer âldığını göstermektedir.
2- Bazı âlimler, bu rivayetten Resûlullah'ın Aşûre'yi
emrettiği zamanı da tahmin ederler. Buna göre, hicret rebiyyülevvel ayında
vukua geldiğine göre, Aşûra'yı tutma emri, hicretin ikinci senesinin başında
sâdır olmuş olmalıdır. Zaten ikinci sene içerisinde Ramazan orucu farz kılınmıştır.
Bu duruma göre, Aşûra'yı tutma emri sadece bir seneye mahsus olmaktadır. Ondan sonra
dileyenin tutmasına havale edilmiştir. Şu halde, farz edildiğine dair
rivayetlerin nefsülemirde sıhhati halinde, bu hadis, mezkur farzın
neshedildiğini gösterir. Kadı İyaz, Seleften Bazılarının Aşûra'nın
farziyyetinin devam etmekte olduğu kanaatini taşıdıklarını kaydeder. Ancak bu
görüşü devam ettiren âlim kalmamıştır.
İbnu Abdilberr, Aşûra'nın artık farz sayılmadığı hususunda
ülemânın icma ettiğini belirtir. İcma, onun müstehab olduğu merkezindedir.
Kureyş'in Aşûra orucu tutmasını İbnu Hacer şöyle izah eder:
"Onlar bunu, geçmiş bir şeriatten almış olabilirler. Nitekim onlar, o
günde ve başka günlerde Ka'be'nin örtüsüne tâzimde bulunuyorlardı."
İbnu Hacer, İkrime'den nakledilen şu rivayeti işittiğini kaydeder:
"İkrime'ye bu hususta sorulunca demiştir ki: "Kureyş, cahiliye
devrinde bir günah işledi. Bu onların çok ağırlarına gitti. Onlara, "Aşûra
orucu tutun, bu günahınıza kefaret olur" denmiş, (onlar da tutmaya
başlamışlar)."[79]
ـ3151 ـ3
-وعن ابن عباس
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهما قال: ]قَدِمَ
رَسُولُ
اللّهِ صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
الْمَدِينَة
فَرَأى
الْيَهُودَ
تَصُومُ
يَوْمَ عَاشُورَاءَ
فَقَالَ: مَا
هَذَا؟
قَالُوا يَوْمٌ
صَالِحٌ
نَجَّى
اللّهُ
تَعَالَى
فِيهِ بَنِى
إِسْرَائِيلَ
مِنْ
عَدُوِّهِمْ
فَصَامَهُ
مُوسَى.
فَقَالَ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ:
أَنَا
أَحَقُّ
بِمُوسَى
مِنْكُمْ
فَصَامَهُ
وَأمَرِ
بِصِيَامِهِ[.
أخرجه
الشيخان وأبو
داود .
3. (3151)- İbnu Abbâs
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Medine'ye gelince, yahudileri Aşûra günü oruç tutar gördü. Onlara:
"Bu da ne, (niçin oruç tutuyorsunuz)?" diye sordu.
"Bu, sâlih (hayırlı) bir gündür. Allah, o günde Benî İsrâil'i
düşmanlarından kurtardı. (Şükür olarak) Hz. Musa o gün oruç tuttu"
dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Ben Musa'ya sizden daha layığım" buyurup o gün oruç
tuttu ve müslümanlara da tutmalarını emretti."[80]
AÇIKLAMA:
Müslim'in bir rivayetinde, Aşûra gününün yahudilerin hangi
kurtuluşuna tekabül ettiği belirtilmiştir: Yahudiler Resûlullah'ın suâlini
şöyle cevaplandırırlar: "Bu, büyük bir gündür. O günde Allah Hz. Musa ve
kavmini kurtardı, Firavun ve kavmini de garkedip suda boğdu." Bir başka
rivayette: "... Biz Allah'a şükür olsun diye bu orucu tutuyoruz"
derler.
Ahmed İbnu Hanbel'in, Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den bir
rivayetinde şu ziyâde yer alır: "...Bu gün, Hz. Nuh'un gemisinin Cûdi
dağına oturduğu gündür. Hz. Nuh, o gün şükür orucu tuttu."
Bu rivayet, Resûlullah'ın Medine'ye Aşura esnasında gelmiş
olmasını gerektirdiği için zahirde bir müşkilat gözükmektedir. Halbuki
Aleyhissalâtu vesselâm, rebiyyülevvel ayında gelmiştir.
Bu müşkili İbnu Hacer şöyle açar: "Burada murad olan,
Resûlullah'ın onların Aşûra orucunu tuttuklarını ilk defa bilmesi zamanıdır.
Suâl sorma vak'ası ise hicretten sonra olmalıdır. Bu, hicretten önce bunu
bildiğini de ifade etmez. Rivayette mahzuf bazı kelimeler var. Şöyle takdir
edilebilir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine'ye geldi. Aşûra
gününe kadar ikamet etti. O gün yahudileri oruç tutar buldu..."
Bir başka te'vil de şöyle: "Şu da muhtemeldir: O Yahudiler,
Aşûra gününü şemsî takvime göre hesab ediyorlardı. Onların hesabınca Aşûra
günü, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Medine'ye geldiği güne tesadüf
etmiş olabilir." İbnu Hacer devamla der ki: "Bu, te'vil,
müslümanların Hz. Musa aleyhisselâm'a daha evlâ ve daha lâyık olduğunu ortaya
koyan hususlardan biridir. Çünkü buna göre, mezkur günü kaybetmiş
olmaktadırlar, müslümanlar ise o meselede Allah'ın irşadına mazhardırlar. Ne
var ki, hadislerin siyâkı bu te'vili reddeder, önceki te'vile itimad gerekir."
İbnu Hacer, bu değerlendirmesini, sonradan bulduğu bir rivayetle
şöyle cerheder: "Sonra Taberâni'nin el-Mu'cemu'l-Kebîr'inde, önce mezkur
ihtimali te'yid eden bir rivayet buldum: Bu rivayet, Zeyd İbnu Sâbit'in
tercüme-i hâl'i esnasında geçmektedir. Ebu'z-Zinâd babasından, o da Hârice İbnu
Zeyd İbni Sabit'den, o da babası Zeyd'den rivayet ediyor: "Aşura günü,
insanların Aşûra dedikleri gün değildir. O gün, Ka'be'nin örtüldüğü gündür. O
gün, sene içerisinde dönmekte idi. Bunun gününü (tesbit için) falanca yahudiye
gidip soruyorlardı. Tâ ki, o bunlara hesab ediversin. Yahudi ölünce Zeyd İbnu
Sâbit'e gelip ondan sordular. "Bu rivayetin senedi hasendir. Şeyhimiz
(Nureddin) el-Heysemî, Zevâidu'l-Mesânid'de der ki: "Ben bunun mânasını
bilmiyorum."
Derim ki: "Ben onun mânasını Ebu'r-Reyhân el-Bîrunî'nin,
Kitâbu'l-Âsârı'l-Kadîme'sinde buldum. Orada zikrettiği şeyin özeti şudur.
"Câhil yahudiler, oruçlarında ve bayramlarında yıldızların hesabına
dayanıyorlardı. Onların senesi şemsî idi, kamerî değil."
Derim ki: "İşte bundan ötürü, Aşûra meselesinde kendisine
itimad edecekleri hesap bilen birisine muhtaç oldular."(50)
İbnu Hacer, İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'ın rivayeti ile Hz.
Aişe'nin rivayeti arasında ihtilaf görmez. Ona göre, cahiliye Arapları ile
yahudilerin Aşûra gününde farklı sebeplerle oruç tutmada birleşmeleri
mümkündür. Nitekim Kurtubi der ki: "Kureyş, Aşûra orucunu tutmada geçmiş
bir şeriata -mesela Hz. İbrahim'in şerîatına- dayanmış olabilir. Resûlullah'ın
orucu da onlara muvafakat icabı olabilir. Nitekim, Haccda böyle olmuştur. Veya,
bu hayırlı bir amel olması sebebiyle, Allah o gün oruç tutmasına izin vermiş
olabilir. Hicret edince yahudileri de o gün oruç tutar bulunca, bunun sebebini
onlara sormuş, kendisi tutup, müslümanlara da tutmaları için emretmiş olabilir.
Böyle hareket etmesi, yahudileri kazanmak gayesini de güdebilir, nitekim onları
kazanmak maksadıyla bidayette onların kıblelerine yönelmiştir. Başka ihtimaller
de vardır."
İbnu Hacer der ki: "Her hâl u kârda, Aşûra'yı yahudilere
uymak için tutmuş değildir. Zira o günün orucunu eskiden beri tutuyordu. Ancak
bu ameli, yasaklanmayan hususlarda Ehl-i Kitab'a uygun olmayı sevdiği devreye
rastlar."
Şunu da belirtelim ki, Müslim'in bir rivayetinde Aşûra günü
"Yahudi ve Hıristiyanların kutladıkları büyük bir gün" olarak ifade
edilir. Bunun hıristiyanlarca da kutlanmasını, âlimler Hz. İsa'nın da o gün
oruç tutmuş olabileceği ve bunun Hz. Musa'nın şeriatından neshedilmeyen
hükümlerden olabileceği ihtimaliyle izah ederler.[81]
ـ3152 ـ4 -و
عن قيس بن سعد
بن عبادة
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]كُنَّا نَصُومُ
عَاشُورَاءَ،
وَنُؤَدِّى
زَكَاةَ الْفِطْرِ،
فَلَمَّا
نَزَلَ
رَمَضَانُ
وَنَزَلَتِ
الزّكَاةُ
لَمْ
نُءْمَرَ
بِهِ
وَلَمْ نَنْهُ
عَنْهُ،
وَكُنَّا
نَفَعْلُهُ [.
أخرجه
النسائى .
4. (3152)- Kays İbnu Sa'd
İbnu Ubâde (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Biz Aşura günü oruç tutuyor ve
sadaka-ı fıtri ödüyorduk. Ramazan orucunun farziyyeti ve zekat emri inince
artık onunla emredilmedik, ondan yâsaklanmadık da, biz onu yapıyorduk."[82],[83]
ـ3153 ـ1 -عن
عبادة بن حنيف
قال: ]سَألْتُ
سَعِيدَ بْنَ
جُبَيْرٍ
عَنْ صَومِ
رَجَبَ
فَقَالَ
سَمِعْتُ
ابْنَ عبَّاسٍ
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُمَا
يَقُولُ: كَانَ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
يَصُومُ
حَتَّى
نَقُولُ َ
يُفْطِرُ،
وَيفْطِرُ حَتَّى
نَقُولُ َ
يَصُومُ[.
أخرجه
الشيخان وأبو
داود .
1. (3153)- Abbâd İbnu Hanîf
anlatıyor: "Sa'îd İbnu Cübeyr (rahimehullah)'e Receb ayındaki oruçtan
sordum. Bana şu cevabı verdi:
"İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'ı dinledim, şöyle demişti:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Receb ayında bazı yıllarda öyle oruç
tutardı ki biz, "(Gâliba) hiç yemeyecek (ayın her gününde tutacak)"
derdik. (Bazı yıllarda da öyle) yerdi ki biz, "Gâliba) hiç
tutmayacak" derdik."[84]
AÇIKLAMA:
1- Burada hadis Abbâd İbnu Hanif'ten naklediliyor. Bunda bir
yanlışlık olsa gerek. Çünkü Müslim ve Ebu Dâvud'daki rivayetlerde Said İbnu
Cübeyr'e soruyu yönelten Osman İbnu Hakim el-Ensâri'dir. Hadis Buhari'de biraz
vecizdir, receb'in zikri geçmez.
2- Bu hadisle ilgili olarak İmam Nevevî şu açıklamayı sunar:
"Zâhir şu ki, Said İbnu Cübeyr bu açıklaması ile şunu istidlâl etmeyi
murad etmektedir: "Receb ayında oruç tutmak yasaklanmamıştır, ayrı bir
hususiyetle mendub da kılınmamıştır. Aksine o, diğer aylar gibidir. Receb
ayında tutulacak oruç için ne yasak ne de teşvik (nedb) edici bir rivayet sâbit
değildir. Ancak oruç asıl itibariyle (bütün aylarda) mendub kılınmıştır."
Sünen-i Ebu Dâvud'un bir rivayetinde ise: "Haram aylarında oruç tutmak
mendub kılınmıştır. Receb de haram aylarından biridir" denilmiştir.[85]
ـ3154 ـ1 -عن
عائشة رَضِىَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]كَانَ
رَسُولُ اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ يَصُومُ
حَتَّى
نَقُولَ َ
يُفْطِرُ،
وَيَفْطِرُ
حَتَّى
نَقُولُ َ
يَصُومُ،
وَمَا رَأَيْتَهُ
اسْتَكْمَلَ
صِيَامِ
شَهْرٍ قَطُّ إَّ
رَمَضَانَ
وَمَا
رَأيْتَهُ
فِي شَهْرٍ أَكْثَرَ
صِيَاماً
مِنْهُ فِي
شَعَبَانَ[.
أخرجه الستة.
1. (3154)- Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bazan)
oruca öyle devam ederdi ki, "(Bu ay) hiç yemiyecek" derdik. Bazan da
öyle devamlı yerdi ki, "(Bu ay) hiç tutmayacak" derdik. Ben, onun
ramazan dışında bir ayı tam olarak tuttuğunu görmedim. Herhangi bir ayda Şâban
ayında tuttuğundan daha fazla tuttuğunu da görmedim."[86]
AÇIKLAMA:
1- Burada Hz. Aişe (radıyallahu anhâ), Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın Ramazan dışında başka bir ayı tam olarak oruç
tutarak geçirmediğini beyanla birlikte, Şâban ayında diğer aylardan daha çok
oruç tuttuğunu belirtmektedir.
Öte yandan, müteakip hadiste (3155) görüleceği üzere, Ebu
Dâvud'un, Tirmizî'nin Sünen'lerinde Ümmü Seleme'den kaydedilen rivayette,
Resûlullah'ın Şâban ayını da tam tuttuğunu ifade etmektedir. Bu durumun
te'lifinde âlimler ihtilaf eder:
* İbnu Hacer "Yani, Şâban'ın büyük kısmını oruçla
geçirirdi" diye anlar. Nitekim, Tirmizî'nin nakline göre İbnu'l-Mübârek:
"Bir kimse, ayın yarısından fazlasını oruçlu geçirdiği takdirde:
"Ayın tamamını oruçla geçirdi" demek Arapça açısından caizdir;
nitekim: "Falan kişi, gecesinin tamamında namaz kıldı" denebilir;
halbuki yemek de yemiş ve başka bazı işleriyle de meşgul olmuştur. (Burada
verilen hüküm gâlib duruma bakar)" demiştir. Tirmizî der ki: "Sanki,
İbnu'l-Mübarek bu açıklamasıyla iki hadisi cem etmiştir."
* "Hepsi" diyerek "ekseriyet"i kastetme işini
-nâdir kullanılması sebebiyle - Tîbî kabul etmek istemez. Der ki: "Hepsi
(küll) kelimesi, şümûlü irade ve azla iktifayı defetmede başvurulan bir
te'kiddir. Öyle ise, bunun "bir kısmı (bâzısı)" ile tefsiri buna
aykırıdır." Tîbî devamla der ki: "Hadisi şu mânaya hamletmek gerekir:
"Efendimiz, Şâban ayını bazan tam olarak oruçlu geçirirdi, bazan da
ekseriyetini. Böyle yapardı, tâ ki insanlar bunun da Ramazan gibi farz olduğu
vehmine kapılmasınlar."
* Şöyle anlayan da olmuştur: "Hepsi" kelimesinden murad,
Resûlullah'ın bazan ayın başından, bazan ortasından, bazan da sonundan
tuttuğunu beyandır. Böylece ayın hiç bir kısmı oruçtan hâlî kalmamış ve keza
oruç da, hiçbir kısmına mahsus kılınmamış olmaktadır."
* Zeyn İbnu'l-Münir de: "Hz. Aişe'nin sözü ya mübâlağaya
hamledilip maksadın "ekseriyet" olduğu söylenecek, ya da ikinci
sözünün birincisine nazaran müteahhir olduğunu, böylece Resûlullah'ın
başlangıçta Şâban'ın çoğu kısmında oruç tuttuğu halde sonradan tamamını oruçla
geçirdiğini haber vermiştir" der.
İbnu Hacer, bu te'vilin bir zorlama olduğunu, en doğrusunun
birinci te'vil olduğunu ve bunu Hz. Aişe'nin Müslim'de gelen (ve 3154 numarada
kaydettiğimiz) şu rivayetinin desteklediğini söyler: "Medine'ye geleliden
beri ramazan dışında hiçbir ayı tam olarak oruçla geçirmedi."
2- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Şâban ayında niçin daha
çok oruç tutmakta idi? Bu husus farklı yorumlara sebep olmuştur:
* İbnu Battâl'a göre Efendimiz, her ayda tutmakta olduğu üç günlük
oruçları sefer gibi bazı sebeplerle zamanında tutamıyor ve bunlar birikiyordu.
İşte bunları toptan Şâban ayında tutuyordu. Bu te'vil de, Taberânî'de gelen bir
Hz. Aişe rivayetine dayanmıştır: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) her
ayda üç gün oruç tutardı. Bazan bunları te'hir eder ve böylece üzerinde bir
yıllık oruç birikir, o da Şâbanı oruçlu geçirirdi." Bu hadis zayıf bulunmuştur.
* Şöyle diyen de olmuştur: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bunu, Ramazan ayına tazim için yapardı." Bununla ilgili bir
hadis, Tirmizî'de gelmiştir: "Resûlullah'a Ramazandan sonra hangi orucun
daha efdal olduğu soruldu da şu cevabı verdi: "Ramazanı ta'zim sebebiyle
Şâban." Bu hadis de zayıftır ve ayrıca Müslim'de gelen bir Ebu Hüreyre
hadisine muhaliftir: "Ramazandan sonra en efdal oruç, Muharrem'dir."
* Şâban'da daha çok oruç tutmasının hikmeti hakkında şu da
söylenmiştir: "Resûlullah'ın hanımları, Ramazan ayında tutamadıkları
borçlarını Şâban ayında kaza ediyorlardı..." İbnu Hacer bunu da muvafık
bulmaz.
* Bundaki hikmet için şu açıklama da yapılmıştır: "Bu ayı,
Ramazan ayı takib etmektedir. Ramazan orucu farzdır. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Şâban ayındaki orucunu iki ayda tutulan nafile miktarınca artırmakta
idi. Sebebi, Ramazan ayında tutamayacağı nâfileleri de böylece telâfi etmek
istiyordu."
* İbnu Hacer, bu babta söylenecek en evlâ sözün şu olduğunu
kaydeder: "Bu babda Ebu Dâvud ve Nesâî'de kaydedilen şu hadis,
öncekilerden daha sahihtir: "Üsame İbnu Zeyd dedi ki:
"Ey Allah'ın Resulü! dedim, ben sizi hiçbir ayda Şâban'da
tuttuğunuz kadar çok oruç tutar göremiyorum (bunun sebebi nedir?.)"
Aleyhissalâtu vesselâm şöyle açıkladılar:
"Bu, halkın Ramazan'la Receb arasında gaflet ettiği bir
aydır. Halbuki bu ay, amellerin Rabbülâlemin'e yükseldiği bir aydır. Ben
amelimin, oruçlu olduğum halde yükselmesini istiyorum." (Bu hadisin metni
3156 numarada gelecek. )
3- Hadiste, Şâban'da oruç tutmanın fazileti anlatılmaktadır.
Nevevi, hadiste en hayırlı ayın Muharrem olduğu ifade edildiği halde,
Resûlullah'ın bu ayda orucu daha da artırmayışının sebebini şöyle açıklar:
"Muhtemelen, Aleyhissalâtu vesselâm bu hususu ömrünün sonunda öğrendi, böylece
Muharrem ayında daha çok oruç tutma imkânı bulamadı. Veya, Muharrem aylarında,
mesela yolculuk, hastalık gibi özürler ârız olmuş, fazla oruç tutmasına mâni
olmuş olabilir."[87]
ـ3155 ـ2
-وعن أم سلمة
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْها قالت: ] ماَ
رَأيْتُ
رَسُولُ
اللّهِ صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
يَصُومُ شَهْرَيْنِ
مُتَتَابِعَيْنِ
إَِّ
شَعْبَانَ وَرَمَضَانَ
[. أخرجه أصحاب
السنن،
واللفظ للترمذي
والنسائى.
2. (3155)- Ümmü Seleme
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
Şâban ve Ramazan dışında iki ayı peş peşe tam olarak oruçla geçirdiğini
görmedim."[88]
AÇIKLAMA:
Tirmizî bu hadisi, "Şâban ayını Ramazan ayı ile birleştirme
hususunda gelen rivayet(ler)" adını taşıyan bir babta kaydeder. Hadisin
Ebu Dâvud'daki veçhi de şöyle: "Resûlullah, sene içerisinde, Ramazandan
başka Şâban hariç hiçbir ayı tam olarak oruçla geçirmezdi. Şâban'ı tam tutar ve
Ramazanla birleştirirdi."
Böylece Resûlullah'ın üst üste iki ayı oruçlu geçirmiş olduğu bu
rivayetlerle kesinlik kazanmaktadır. Tirmizî, aynı hükmü ifade etmek üzere Ebu
Seleme ve Hz. Aişe'nin de rivayetlerine dikkat çeker ve Hz. Aişe'nin,
"Resûlullah'ın Şâban'da tuttuğundan daha fazla orucu bir başka ayda
tuttuğunu görmedim, O, Şâban'ın çok azı hariç hepsini, hatta tamamını tutardı" dediğini
kaydeder.
Daha fazla açıklama önceki hadiste geçti.[89]
ـ3156 ـ3
-وعن أسامة
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قُلْتُ
يَا رَسُولُ
اللّهِ لَمْ
أَرَكَ
تَصُومُ مِنْ
شَهْرٍ مِنَ
الشُّهُورِ
مَا تَصُومُ مِنْ
شَعْبَانَ ؟
قَالَ :
ذَلِكَ شَهرٌ
يَغْفُلُ
عَنْهُ
النَّاسُ
بَيْنَ
رَجَبَ وَرَمَضَانَ،
وَهُوَ
شَهْرٌ
تُرْفَعُ
فيهِ ا‘َعْمَالَ
الِى رَبِّ
الْعَالَمِينَ،
وَأُحِبُّ
أنْ يُرْفَعُ
عَمَلِى،
وَأَنَا صَائِمٌ[.
أخرجه
النسائى.
3. (3156)- Hz. Üsâme
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü dedim, Şâban ayında
tuttuğun kadar başka aylarda oruç tuttuğunu göremiyorum (sebebi nedir?)"
diye sordum. Şu cevabı verdi:
"Bu, Receb'le Ramazan arasında insanların gaflet ettikleri
bir aydır. Halbuki O, amellerin Rabbülâlemin'e yükseltildiği bir aydır. Ben,
oruçlu olduğum halde amelimin yükseltilmesini istiyorum."[90]
AÇIKLAMA için 3154 numaralı hadisin izahına bakılsın.
ـ3157 ـ1 -عن
أبوب رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
مَنْ صَامَ
رَمَضَانَ،
وَأتْبَعَهُ
بِسِتِّ مِنْ
شَوَّالٍ كَانَ
كَصِيَامِ
الدَّهْرِ[.
أخرجه مسلم
والترمذى .
1. (3157)- Eyub
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim Ramazan orucunu tutar ve ona şevval ayından altı gün
ilave ederse, sanki yıl orucu tutmuş olur."[91]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, Ramazan orucundan sonra şevval ayında altı gün daha
nâfile tutmayı teşvik etmektedir. Böylece, bir yıllık oruç tutmanın sevabı vaad
edilmektedir. Şarihler bunun izahını şöyle yaparlar: "Cenab-ı Hak,
Kur'an-ı Kerim'de her bir hayır ameli on misliyle kabul edeceğini
bildirmektedir (En'âm 160). Öyle ise Ramazan ayında tutulan oruç on ay yerine
geçer. Altı gün on misliyle altmış gün eder. Bu da iki ay demektir, neticede
Ramazan ve altı günlük şevvâl orucu tam bir yıla denk gelmektedir."[92]
ـ3158 ـ1
-عن
هنيدة بن
خالد عن
امرأته عن بعض
أزواج النبىِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قَالَتْ:
]كَانَ
رَسُولُ
اللّهِ صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
يَصُومُ تِسْعَ
ذِى
الحِجَّةِ،
وَيَوْمَ
عَاشُوَرَاءَ
وَثََثَةَ
أَيّامٍ مِنْ
كُلِّ شَهْرٍ
أَوَّلَ
اثْنَيْنِ
مِنَ
الشَّهْرِ
وَالخَمِيسَ[.
أخرجه داود
والنسائى .
1. (3158)-
Hüneyde İbnu Hâlid hanımından, o da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
zevcelerinden birinden anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Zilhicce'den dokuz günle Aşûra günü oruç tutardı. Bir de her aydan üç gün, ayın
ilk pazartesi ile perşembe günü oruç tutardı."[93]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, zilhiccenin ilk dokuz gününde
oruç tutmanın faziletli ameller arasında olduğunu belirtmektedir. Bazı
rivayetlerde "dokuz" değil, "on" denmişti. "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) (Zilhicce'den) on günü, her aydan üç günü: Pazartesi
ve iki perşembeyi oruçlu geçirirdi."
Diğer
taraftan Müslim'de Hz.Aişe'den rivayet edilen bir hadiste, mezkur on günde
Resûlullah'ın hiç oruç tutmadığı ifade edilmiştir: "Ben Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı (Zilhicce'nin ilk) on gününde hiç oruçlu
görmedim."
Nevevî'nin
açıklamasına göre, ulemâ şöyle demiştir: "Bu hadis, Zilhicce'nin on
gününde oruç tutmanın mekruh olduğunu ilham etmektedir. Buradaki
"on"dan murad, Zilhicce'nin evvelinden itibaren dokuz gündür. Bu
günlerde oruca teşvik eden rivayetler vardır, öyle ise sadedinde olduğumuz
hadis te'vile muhtaçtır. Zira, Zilhicce'nin ilk dokuz gününde oruç tutmak
mekruh değil, bilakis şiddetle müstehabtır. Bilhassa dokuzuncu gün, ki
Arafe'dir. O gün oruç tutmanın faziletiyle ilgili pekçok hadis var. Buharî'deki
bir rivayet şöyle: "Bunlardan yani Zilhicce'nin ilk on gününden daha
faziletli sâlih amel günü yoktur."
Öyle ise Hz. Aişe'nin "Bu on günde oruç tutmadı" sözü
te'vile muhtaçtır. Resûlullah'ın ya hastalık, sefer gibi bir sebeple oruç
tutmadığına veya oruç tuttuğu halde Hz. Aişe'nin görmediğine hamlolunur. Hz.
Aişe'nin görmemesi, Aleyhissalâtu vesselâm'ın oruç tutmadığına delil olmaz. Az
ileride 3 numaralı paragrafta Ahmed İbnu Hanbel'den kaydedeceğimiz rivayet de
bu te'vili destekler.
2- Aşûra'nın hangi güne tekâbül ettiği ve oruçla
karşılanmasının sebebi hususunda ulemanın ihtilafından daha önce bahsettik
(3149. hadis). Sahâbî ve Tâbiîn'in cumhuruna göre bu, Zilhicce'nin onuncu
günüdür. Ancak dokuz ve onbirinci günü olduğunu söyleyenler de olmuştur. Eba
İshâk, bu ihtilafi göz önüne alarak, Aşûra orucunu kaçırmamak için bir
evvelinden bir de sonrasından olmak üzere üç gün oruç tutarmış...
Bu güne Aşûre denmesinin sebebi, onun Muharrern'in onuncu günü
olmasındandır, zâhir de bunu gösterir. Ancak: "Allah Teâlâ Hazretleri o
günde peygamberlerinden on tanesine ikramda bulunduğu için böyle tesmiye
edilmiştir" diyen de olmuştur.
3- Rivayetin Nesâî'deki bir
veçhinde, Resûlullah'ın her ay tuttuğu üç oruç şöyle açıklanır: "...Her
ayın ilk pazartesi ve iki perşembesi..."
Ahmed
İbnu Hanbel'in Müsned'inde Hafsa validemizden rivayet edilen şu hadis,
sadedinde olduğumuz hadisi takviye eder:
"Dört
şey var ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (yaşadığı müddetçe) hiç
bırakmadı:
1- Aşûra orucu,
2- (Zilhicce'den) on gün,
3- Her aydan üç gün,
4- Sabah namazından önce iki rek'at.."
Aşûra'yı kutlamayı bid'at telâkki edenler de var. Münâvî şu
bilgileri dermeyan eder: "El-Mücellid el-Lügavi der ki: "Aşûra
gününde tutulan oruç, o gün kılınan namaz, o günkü infak, kına, sürünme,
sürmelenme üzerindeki rivayetler bid'attır. Bunları Hz. Hüseyin (radıyallahu
anh)'i katledenler ihdas ettiler. Hanefilerin el-Kunye adlı kitaplarında denir
ki: "Aşûra günü sürme çekmeyi terketmek gerekir, çünkü, Ehl-i Beyt'e buğz
alâmeti vardır."[94]
ـ2 ـ474
-وعن القاسم
بن محمد قال: ]
كَانَتْ
عَائِشَةُ
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهَا
تُصُومُ
يَوْمَ عَرَفَةَ،
وَلَقَدْ
رَأيْتَهَا
عَشِيَّةَ عَرَفَةَ
يَدْفَعُ
ا“مَامُ،
ثُمَّ تَقِفُ
حَتَّى
يَبْيضَّ مَا بَيْنَهَا
وَبَيْنَ
النّاَسِ
مِنَ ا‘رْضِ، ثُمَّ
تَدْعُو
بِالشَّرَابِ
فَتُفْطِرُ[.
أخرجه مالك.
2. (3159)- Kâsım İbnu Muhammed (rahimehullah) anlatıyor: "Hz.
Aişe (radıyallahu anhâ) Arefe günü oruç tutardı. Ben Arefe akşamı imamın (hacc
emîrinin, Müzdelife'ye gitmek üzere) hareket ettiği sırada Hz. Aişe'nin yerinde
kalarak, halkla kendi arasında bir boşluk açılana kadar bekleyip sonra içecek
birşeyler isteyerek iftar yaptığını gördüm."[95]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet Hz. Aişe'nin Arafat vakfesi sırasında oruç tuttuğunu
göstermektedir.
İmam Mâlik, Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin hacıların hareket
etmesini beklemekten maksadının, halkla arasında bir boşluğun hâsıl olması, ve
halk tarafından iftardan başka bir şeyinin görülmemesi olduğunu belirtir ve
ilave eder: "Bu teehhüründe, ay veya yıldız gibi bir şeyin doğmasını
beklemek mevzubahis değildir."
Abdullah İbnu Zübeyr, Osman İbnu Ebî'l-Âs ve İbnu Râhûye'nin de
Arafat'ta oruç tuttukları rivayet edilmiştir.
Katâde: "Duaya mâni olacak zayıflığa meydan vermiyorsa bunda
bir beis yoktur" demiştir.
Atâ da: "Arefe kışa rastlayınca oruç tutarım, yaza
rastlayınca tutmam" demiştir. Bu sözüyle, yaz sıcağında duaya mâni olacak
zayıflık olursa oruç tutmamayı tercih ettiğini kastediyor.
İbnu Abdilberr, İbnu Ömer (radıyallahu anh)'den şunu nakleder:
"Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Ebu Bekir, Ömer ve Osman
(radıyallahu anhümâ) ile birlikte hacc yaptım. Hiç biri de (o gün) oruç
tutmuyordu, ben de tutmuyorum."[96]
ـ3160 ـ3
-وعن أبى
قتفصس رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ:
صِيَامُ
يَومِ
عَرَفَةَ
إِنِّى
أَحْتَسِبُ
عَلَى اللّهِ
تَعَالَى
يُكَفِّرَ
السَّنَةَ الَّتِى
قَبْلُهُ،
الَّتِى
بَعْدَهُ[.
أخرجه
الترمذى .
3. (3160)- Ebu Katâde
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Arafat günü tutulan orucun, geçen yılın ve gelecek yılın
günahlarına kefâret olacağına Allah'ın rahmetinden ümidim var."[97]
AÇIKLAMA:
1- Nevevî'nin kaydettiğine göre âlimler, burada "Arafat
orucu ile affı ümid edilen günahların seğâir (küçük günahlar) olduğunu
belirtmiş, "Kişinin seğâiri
yoksa kebâirinin hafifletileceği umulur, kebairi de yoksa derecesi
yükseltilir" demişlerdir.
Aliyyü'l-Kârî: Mirkât'ta İmâmul-Harameyn'in: "Bu, seğâir için
kefaret olur" dediğini, Kadı İyaz'ın da: "Bu, Ehli's-Sünne
ve'l-Cemâat'in görüşüdür, kebaire ancak tevbe veya Allah'ın rahmeti keffâret
olur" dediğini kaydeder.
2- Hadis şöyle bir soruya açıktır: "Kişinin gelecek
seneden şimdilik bir günahı yokken, bu oruç ona nasıl kefâret olabilir?.."
Bu soruya şöyle bir cevap verilmiştir: "Bunun manası, "Kişiyi,
gelecek yıl Allah günah'tan korur" demektir." Şu da söylenmiştir:
"Yeni sene gelince günah işlerse geçmiş senenin kefareti kadar sevab ve
rahmet verilir" demektir."[98]
ـ3161 ـ1 -عن
عائشة رَضِىَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]كَانَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
يَتَحَرَّى
صِيَامَ
يَوْمِ اِثْنَيْنِ
وَالْخَمِيسِ[.
أخرجه
الترمذي والنسائى.
»التَّحَرّى«:
التقصد .
1. (3161)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) pazartesi ve Perşembe günlerinde oruç(la sevap) arardı."[99]
AÇIKLAMA:
Bu hadis,
Resûlullah'ın haftanın iki gününde kasıd ve azimle oruç tuttuğunu
göstermektedir. Kasıdla, azimle diyoruz, zira hadiste taharrî kelimesine yer
verilmiştir. Bu, daha iyiyi araştırma, ona yönelme, kastetme mânalarına gelir.
Bazı âlimler "taharrî, sevap taleb etmek, mübalağa ile ısrarla istemek
manasına da gelir" demiştir.
Bu babta Hz.
Hafsa, Ebu Katâde ve Üsame İbnu Zeyd'den de rivayetler mevcuttur.[100]
ـ3162 ـ2 -و
عن أبي هريرة
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]تُعْرَضُ
ا‘َعْمَالُ
عَلَى اللّهِ
تَعَالَى
يَومَ
اْثنَيْنِ
وَالخَمِيسِ،
فَأُحِبُّ
أَنْ
يُعْرِضَ
عَمَلِى،
وَأَنَا
صَائِمٌ[. أخرجه
الترمذي.
2. (3162)- Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Ameller Allah Teâla hazretlerine pazartesi ve perşembe
günleri arzedilir. Ben, amelimin oruçlu olduğum halde arzedilmesini
severim."[101]
AÇIKLAMA:
İbnu'l-Melek der ki: "Bu hadis, şu hadise muhalif değildir.
"Gece ameli, gündüz amelinden önce, gündüz ameli de gece amelinden önce
yükseltilir." Çünkü arzetme ile yükseltme arasında fark mevcuttur. Zira
ameller haftalık olarak toplanıp bu iki günde arzedilmektedir. Bir Müslim
hadisinde denir ki: İnsanların amelleri, haftada iki sefer, pazartesi ve
perşembe günleri arzedilir. Kardeşi ile arasında husumet bulunan kul hâriç her
mü'min mağfiret görür. Bunlar sulh yapıncaya kadar, "şu iki (zavallıya)
bakın!" denilir."
İbnu Hacer bu rivayetin, amellerin Şâban ayında yükseltileceğini
haber veren hadisle de (3156. hadis) ihtilafa düşmediğini belirtir ve ilaveten
der ki: "Çünkü haftalık amellerin ayrıca yükseltilmesi ve yıllık amellerin
de toptan yükseltilmesi câizdir."[102]
ـ3163 ـ1 -عن
عبد اللّه بن
قتادة بن
ملحان القيسي
عن أبيه رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]كَانَ
رَسُولُ اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ يَأْمُرُنَا
أَنْ نَصُومَ
أَيَّامَ
الْبِيضِ
ثََثَ
عَشْرَةَ
وَأرْبَعَ
عَشْرَةَ،
وَخَمْسَ
عَشْرَةَ،
وَقَالَ:
هُنَّ
كَهَيْئَةِ
الدَّهْرِ[.
أخرجه أبو
داود
والنسائي .
1. (3163)- Abdullah İbnu
Katâde İbni Milhân el-Kaysî, babası (radıyallahu anh)'ndan anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bize eyyam-ı bî'z'de yani ayın onüç,
ondört ve onbeşinci günlerinde oruç tutmamızı emrederdi ve "Bunlar yıl
orucu vaziyetindedir" derdi."[103]
AÇIKLAMA:
Bî'z
kelimesi dilimize de girmiş bulunan beyaz'dan gelir. Kamerî ayın 13. 14. ve 15.
geceleri ayın en parlak, en beyaz olduğu safhadır. Ay akşamdan sabaha kadar
gökyüzünden ayrılmaz, dünyayı aydınlatır. Bu sebeple o günlere, ayın en
aydınlık geceleri mânasında eyyâm-ı bî'z denmiştir. Daha doğru şekliyle
geceleri aydınlık olan günler denmesi gerekirken aydınlık, güne izafe edilerek
"eyyâmu'l-bî'z" (aydınlık günler) denilmiştir.
İşte
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu günlerde oruç tutmayı müstehab
addetmiştir. "Bu günlerde tutulacak oruçlar yıl orucu vaziyetindedir"
demek de, o günlerde oruç tutulduğu takdirde sanki bütün yıl boyu oruç tutulmuş
gibi sevap olur demektir. Bunun da hesabı, daha önce yaptığımız gibidir. Ayet-i
kerime (En'am 160) hayırlı amellerin on misliyle mükâfatlandırılacağını haber
verdiğine göre, ayda üç gün tutulan oruç, bir ay yerine geçer. Her ayda üç gün
tutulunca toplamı yıl orucu olur.[104]
ـ3164 ـ2 -و
عن ابن عباس
رَضِىَ اللّهُ
عَنْهما قال:
]كَانَ
رَسُولُ
اللّهِ صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ َ
يفْطِرُ أَيَامَ
الْبِيضِ فِي
حَضَرٍ، وََ
سَفَرٍ[. أخرجه
النسائى.
2. (3164)- İbnu Abbâs
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
eyyâmu'l- bî'z'de oruç tutmayı hazerde de seferde de bırakmazdı."[105]
ـ3165 ـ3 -و
عن معاذة
العدوية قالت:
]سَأَلْتُ
عَائِشَةَ
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهَا
أَكَانَ
النَبىُّ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ:
يَصُومُ مِنْ
كُلِّ شَهْرٍ
ثََثَةَ
أبَّمٍ؟ قَالَتْ:
نَعَمْ
قُلْتُ : مِنْ
أَىِّ أيَّامِ
الشَّهْرِ
كَانَ
يَصُومُ؟
قَالَتْ: لَمْ
يَكُنْ
يَبَالِى
مِنْ أَيِّ
ا‘َيَّامِ
يُصُومُ[.
أخرجه مسلم
وأبو داود
والترمذي .
3. (3165)-
Muâzetu'l-Adeviyye anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'den sordum:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) her ay üç gün oruç tutar mıydı?"
"Evet!" diye cevap verdi. Ben tekrar:
"Ayın hangi günlerinde tutardı?" dedim.
"Hangi günde oruç tuttuğuna ehemmiyet vermezdi" diye
cevap verdi."[106]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ay içerisinde
üç gün oruç tutmada ısrar ettiğini, ancak bu üç günün muayyen günlerde
olmamasına da şuurla dikkat ettiğini göstermektedir. Alimler, ayın belli
günlerinde ısrar etmemesini, farz telakki edilmesi endişesiyle izah ederler:
"Eğer hep aynı günlerde oruç tutsaydı halk bu günlerde oruç tutmayı farz
telâkki ederdi" derler.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın her ay farklı günlerde
nafile oruçlar tutmuş olması Ashab ve sonrakilerde farklı telakkiler hâsıl
etmiştir:
* Bazı rivayetler bu üç günü eyyâm-ı bî'z olarak tarif eder.
Bu günler kamerî ayın 13, 14 ve 15. günleridir.
* Bazılarına göre bunlar 12, 13 ve 14. günleridir.
* Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den gelen bir
rivayette eyyâm-ı bî'z'den murad ayın 12. günü ile ondan sonra gelen iki
perşembedir.
* Bu nafile oruçlar, Hasan Basrî'ye göre ayın başında, İbrahim
Nehâî'ye göre sonunda tutulmalıdır.
* Hz. Aişe'ye göre bir ay cumartesi, pazar ve pazartesi
günleri; müteakip ay salı, çarşamba ve perşembe günleri oruç tutulmalıdır.
* Ümmü Seleme'ye göre müstehab vakit, ayın ilk perşembesi ile
onu takip eden pazartesi günleridir.
* Bazılarına göre pazartesi ve perşembe günleri tutmak
müstehabtır.
* Her ayın ilk günü ile onuncu ve yirminci günleri oruç
tutmanın müstehab olduğunu söyleyen de olmuştur.
* Bir başka görüşe göre her ayın ilk günü ile onbir ve
yirmibirinci günlerindeki oruç müstehabtır.[107]
ـ3166 ـ4
-وعن أبى ذر
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ:
رَسُولُ
اللّه صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
مَنْ صَامَ
مِنْ كُلِّ
شَهْرٍ ثََثَةَ
أيَّامٍ
فَذَلِكَ
صِيَامُ
الدَّهْرِ،
فَأنْزَلَ
اللّهُ
تَعَالَى
تَصَدِيق
ذَلِكَ فِي
كِتَابِهِ:
مَنْ جَاءَ
بِالْحَسَنَةِ
فَلَهُ
عَشْرُ
أمْثَالِهَا.
اَلْيَوْمُ
بِعَشْرَةِ
أيّامٍ[.
أخرجه
الترمذي
والنسائى.
4. (3166)- Hz. Ebu Zerr
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Kim her ayda üç gün oruç tutarsa işte bu, yıl orucu olur. Allah Teâlâ
hazretleri bu hususu te'yiden kitabında şu ayeti indirdi: "Kim bir hayır
işlerse o kendisinden on misliyle kabul edilir" (En'am 160). Bir gün on
misliyle kabul ediliyor."[108]
ـ3167 ـ5
-وعن عامر بن
مسعود رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ :
اَلْغَنِيمَةُ
الْبَارِدَةُ
الصَّوْمُ
فِي
الشِّتَاءِ[.
أخرجه الترمذي
.
5. (3167)- Âmir İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Zahmetsiz ganimet kışta tutulan oruçtur."[109]
AÇIKLAMA:
Kışta tutulan oruç zahmetsiz ganimet'e benzetilmiştir. Çünkü kışta
susuzluk duyulmaz. Ayrıca günler kısa olduğu için açlık da çekilmez. Hadis;
kelimesi kelimesine tercüme edilince zahmetsiz ganimet değil, soğuk ganimet
demek gerekir. Bundan maksad savaşmadan, mukâtele ateşine maruz kalmadan elde
edilen ganimettir. Ayrıca Arapçada bârid (soğuk) kelimesi rahatlık, hoşluk gibi
mânalarda kullanılır. Soğuk su, soğuk hava bilhassa sıcağın şiddetli olduğu
memleketlerde hoşa giden, aranan şeylerdir. Bundan hareketle hoş ve âsûde hayat
manasına ayşun bârid (soğuk hayat) tabiri şâyi olmuştur.[110]
ـ3168 ـ6
-وعن ابن
مسعود رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قُلْتُ
لِعَائِشَةَ
رَضِىَ
اللّهُ عَنْهَا:
هَلْ كَانَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
يَخْتَصُّ
مِنَ ا‘َيَّامِ
شَيْئاً؟
قَالَتْ: َ.
كَانَ عَمَلُهُ
دِيَمَةً،
وَأيُّكُم
يُطِيقُ ما
كَانَ
رسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
يُطِيقُ[.
أخرجه
الشيخانَ.
»الدِّيمةُ« :
المطر الدائم
في سكون، تشبه
به ا‘عمال
الدائمة القصد
والرفق .
6. (3168)- İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'ye:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) herhangi bir güne ayrı bir ehemmiyet
verir miydi?" diye sordum.
"Hayır!" dedi ve ilave etti: "O'nun ameli hafif ve
devamlı yağan yağmur gibiydi. Hanginiz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
tahammül ettiği şeye dayanabilir?"[111]
AÇIKLAMA:
1- Burada Hz. Aişe (radıyallahu anhâ), Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın hafta veya ayın herhangi bir gününe hususi bir
ehemmiyet atfetmediğini, bütün günleri aynı şekilde değerlendirdiğini ifade
ediyor. Halbuki, yine bazı sahâbelerden ve hatta bizzat Hz. Aişe'den rivayet
edilen bir kısım hadislerde Resûlullah'ın bazan çok oruç tuttuğunu, bazan az
oruç tuttuğunu görmekteyiz. Nitekim 3154 numarada kaydettiğimiz hadiste:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bazan oruca öyle devam ederdi ki, bu
ay hiç yemiyecek derdik, bazan da öyle devamlı yerdi ki bu ay hiç tutmayacak
derdik" demiştir.
Aradaki ihtilafı kaldırmak için: "Resûlullah'ın, orucu bazan
az, bazan çok tutma hali devamlı idi" denmiştir. Şu şekilde bir te'lif de
yapılmıştır: "Resûlullah nefsine ibadeti bir vazife yapmış idi, ancak
zaman zaman araya bazı sebepler girerek O'nu meşgul etmiş, ibadetinden
alıkoymuştur. Fakat meşguliyet kalkınca ibadetine devam etmiştir. Resûlullah'ı
farklı durumlarda gören kimseler, farklı rivayetlerde bulunmuşlardır."
2- كَانَ
عَمَلُهُ
دِيمَةًtâbiri, üzerine durmaya değer.
Dîme, asıl itibariyle sakin sakin devamlı yağan yağmura denmektedir. Sağanak
dediğimiz çok yağan yağmur fazla devam etmez. Bol yağmur çoğu kere esintili de
olur, sükûnetten uzaktır. Ama hafif yağmur, sâkindir ve devamlıdır. İşte
Resûlullah'ın ameli buna benzetilmiştir. Nitekim Aleyhissalâtu vesselâm خَيْرُ
اُمُورِ
اَدْوَمُهَا
وإنْ قَلّ
"İşlerin ve amellerin en hayırlısı az da
olsa devamlı olanıdır" diyerek sistemli ve devamlı olan hayırlı amelleri
övmüştür. Bir işin az da olsa devamlı olması bir sistemin ifadesidir. Sistem
güven verir, netice hasıl eder. Bu sebeple geçici olan çok amele itibar
edilmemiş, tavsiye edilmemiştir.[112]
ـ3169 ـ1 -عن
أبي سعيد
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ: َ
يَصْلَحُ
الصِّيَامُ
فِي يَوْمَيْنِ:
يَومِ
الْفِطْرِ
وَيَومِ
النَّحْرِ[.
أخرجه الخمسة
إ النسائى،
وَهذا لفظ
مسلم .
1. (3169)- Ebu Sa'îd
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İki günde oruç câiz olmaz: Fıtır günü (Ramazan bayramının
birinci günü) ve Nahr günü."[113]
AÇIKLAMA:
Resûlullah
iki dînî bayramın birinci günlerinde oruç tutmayı yasaklamıştır.
Ancak,
bir kimse oruç tutmaya nezretse bu da bayram gününe tesadüf etse, bu nezri
yerine getirmesi şart mı? diye münakaşa edilmiştir.
Ulemâ
bu iki bayram gününde nezir, kefâret, tetavvû, kaza, temettü... her çeşit
orucun haram olduğunu söylemekte icmâ etmiştir. İhtilaf edilen husus, bu yasağa
rağmen bayram günü oruç tutan kimsenin durumudur:
* Ebu Hanîfe bu orucun "oruç" olduğuna hükmeder ve
nezrin mün'akid olduğunu söyler.
Cumhur muhalefet ederek: "Zeyd, "geldiğim gün oruç
tutacağım" diye nezretse ve bayram günü gelse bu nezir mün'akid
olmaz" der. Hanefiler: "Nezir mün'akid olur, orucu kaza etmesi
gerekir" der; bir rivayette "oruç tutması değil, fakir doyurması
gerekir" denmiştir. Evzâ'î'ye göre de kaza gerekir, ancak niyyeten bayramı
istisna etmişse kaza gerekmez. İmam Mâlik'ten bir rivayete göre kazaya niyet
etmişse kaza eder, değilse etmez dediği rivayet edilmiştir.
İbnu Ömer bu meselede sorulunca cevap vermemiş, tevakkuf etmiştir.
Bu meselede ihtilafın aslı: "Nehiy, kendisinden yasaklanan
şeyin sıhhatini iktiza eder mi?" sualine dayanır. Ekseriyet:
"Hayır!" demiştir. Muhammed İbnu'l-Hasan, "Evet!" der ve:
"Bayram günü oruç tutmanın mümkün olacağını, mümkün olunca da sıhhatinin
sâbit olacağını" söyler. Ancak, kendisine: "Bu imkân aklîdir, ihtilaf
ise şer'î bir şeydedir, şer'an yasaklanan şeyin yapılması şer'an mümkün
değildir" diye cevap verilmiştir.
Caiz görmeyenler şöyle bir delil daha getirirler: "Mutlak
olarak nâfile olan bir şey, yapılmaktan men edilirse, o artık mün'akid olmaz.
çünkü nehyedilen şeyin -tenzihen veya tahrimen haram olmasına bakılmadan- terki
madub olur, nâfile ise yapılması matlubtur, öyle ise iki zıd bir araya gelemez."
Nevevî, bahsi şöyle hülâsâ eder: "ulemâ, bu iki günde nezir,
tetavvu, kefâret vs. gibi herhangi bir maksadla oruç tutmanın haram, olduğunu
söylemekte icma eder. Bir kimse, o iki günde, müteammiden oruç tutmaya
nezredecek olsa, Şâfiî ve cumhur: "Nezri mün'akid olmaz (yani bu nezr
yerine getirilmesi gereken bir nezir değildir), kazası da gerekmez"
derler. Ebu Hanîfe ise, "nezir mün'akiddir, kazası gerekir" der ve
ilave eder: "şayet o iki günde oruç tutarsa, nezrini yerine getirmiş
olur." Ancak bütün ulemâ bu meselede Ebu Hanîfe'ye muhalefet
etmiştir."[114]
ـ3170 ـ2 -و
عن عقبة بن
عامر رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ :
يَومُ
عَرَفَةَ،
وَيَوْمُ النَّحْرِ
، وَيَوْمُ
النَّحْرِ،
وَأيَّامُ
التَّشْرِيقِ
عِيدُنَا
أَهْلَ
ا“ِسَْمِ، وَهِى
أَيّامُ
أَكْلٍ
وَشُرْبٍ[.
أخرجه أصحاب
السنن، وصححه
الترمذي.
2. (3170)- Ukbe İbnu Âmir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Arefe günü, kurban günü ve teşrik günleri, biz
müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme-içme günleridir."[115]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, burada kısmen bayram
tarifi sunmaktadır: Bayram, yeme ve içme günleridir. Bu sebeple de o iki günde
oruç tutmak yasaklanmıştır.
2- Bu hadiste teşrik günleri de bayram olarak tavsif
edilmektedir. Teşrik günlerine "eyyâmu'l Ma'dûdat" ve
"eyyâmu'l-Minâ" da denir. Zilhicce'nin 11, 12 ve 13. günlerine
tekâbül eder. Eyyâmu't-Teşrîk'in ta'yininde bazı ihtilaflar olmuş ise de esahh
olan yevm-i nahr'i tâkib eden üç gündür. Teşrîk, kurbanların etlerini güneşte
kurutmak, sermek mânasına gelir.
Eyyâmu't-teşrik'de oruç tutma meselesi ihtilaflıdır. Nevevî der
ki: "O günlerde, hiçbir suretle oruç helal olmaz diyenlere bu hadiste
delil vardır." Şâfiî mezhebi'nin iki görüşünden muteber olanı da budur.
Ebu Hanîfe, İbnu'l-Münzîr vs. de bu görüştedir. Bir kısım ulemâ: "Herkes
için, nafile ve diğer çeşit oruç tutmak câizdir" demiştir. Zübeyr
İbnu'l-Avvâm, İbnu Ömer ve İbnu Sîrîn'in de bu görüşte oldukları rivayet
edilmiştir. İmam Mâlik, Evzâî, İshâk İbnu Râhuye ve bir görüşünde Şâfi'î:
"Teşrik günlerinde oruç, hacc-ı temettü yapanlara -kurbanlık bulamadıkları
takdirde- câizdir, başkalarına değildir" demişlerdir. Adı geçenler mezkur
hükme giderken Buharî'de Hz. Aişe ve İbnu Ömer'den mevkuf olarak gelen şu
hadise istinâd ederler: "Teşrik günlerinde sadece kurbanlık bulamayanlara
oruç tutma ruhsatı verilir."[116]
ـ3171 ـ3 -و
عن نبيشة
الـهذلي
رَضِىَ اللّهُ
عَنْه قال:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
أيَّامُ
التَّشْرِيقِ
أيَّامُ
أَكْلٍ وَشُرْبٍ،
وَذِكْرِ
اللّهِ
تَعَالَى[.
أخرجه مسلم.
»أيَّامُ
التَّشِريقِ«:
ثثة أيام بعد
النحر، سميت
بذلك ‘نهم
كانوا
يشرّقون فيها
لحوم ا‘ضاحي
في الشمس .
3. (3171)- Nübeyşe
el-Hüzelî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Teşrik günleri, yeme-içme ve Allah'a zikretme
günleridir."[117]
AÇIKLAMA:
Burada İslamî bayramın bir vasfını daha görüyoruz: Allah Teâlâ'ya
zikir... Bunu İslâmî telâkkide bayram ve tatil anlayışını tesbitte ehemmiyetli
bir nokta olarak görüyoruz. Bayram sadece yeme, içme -ve günümüzün telâkkisinde
olduğu üzere eğlence- demek değil, aynı zamanda Allah'ın daha ziyâde
zikredileceği bir gündür. Bayram, gününü, farz olan mûtad sabah namazının
dışında bir ibadetle yani bayram namazı ile başlatmak bu açıdan mânidardır.
Nitekim, mü'minin haftalık bayramı olan cum'a günü de hususi bir namaz ve hutbe
ile başlar. Öyle ise mü'min Allah'a zikirle başlattığı bayram ve tatil gününü
dinî bir muhteva içerisinde geçirmelidir. Yeme, içme, ziyaret gibi diğer
davranışları dinî havayı bozmayacak şekilde yürütülmelidir.[118]
ـ4 ـ485
-وعن صلة بن
زفر قال:
]كُنَّا
عِنْدَ
عَمَّارٍ
رَضِىَ
اللّهُ عَنْ
فِي
الْيَوْمِ
الَّذِى
يُشَكُّ
فِيهِ مِنْ
شَعْبَانَ
أوْ رَمَضَانَ،
فَأُتِينَا
بِشَاةٍ
مَصْلِيَّةٍ،
فَتَنَحَّى
بَعْضُ
الْقَومِ،
فَقَالَ: إِنِّي
صَائِمٌ
فَقَالَ
عَمَّارٌ:
مَنْ صَامَ
هَذَا
الْيَوْمَ،
فَقَدْ عَصَى
أَبَا
الْقَاسِمِ[.
أخرجه أصحاب
السنن و صححه
الترمذي.
4. (3172)- Sıla İbnu Züfer
anlatıyor: "Biz, şabandan mı, Ramazandan mı olduğu şüphe edilen günde
Ammâr (radıyallahu anh)'ın yanında idik. Bize kızartılmış bir koyun getirildi.
Cemaatten biri: "Ben oruçluyum" diyerek geri çekildi. Ammâr:
"Kim bugün oruç tutarsa, muhakkak olarak Ebu'l-Kâsım aleyhissalâtu
vesselâm'a isyan etmiştir" dedi".[119]
AÇIKLAMA:
1- Buharî bu hadisi muallak olarak kaydetmiştir.
2- Daha önce de kaydedildiği üzere, ulemâ yevm-i şekk'de oruç
tutmayı haram olarak tavsif etmiştir. İbnu Hacer, hadisten bu hükme giderken,
ulemânın: "Sahâbe kendi hevâsına göre böyle davranmaz, bu hüküm
Resûlullah'tan olmalıdır" dediğini belirtir. Şu halde hadis, lafzen mevkuf
ise de hükmen merfudur.[120]
ـ3173 ـ5 -و
عن عمر رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهما
يرفعه: ]مَنْ
صَامَ ا‘َبَدَ
فََ صَامَ وََ
أَفْطَرَ[. أخرجه
النسائي.
5. (3173)- İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim ebed orucu tutarsa, ne oruç tutmuş, ne iftar
etmiştir."[121]
AÇIKLAMA:
Hadiste savmu'l-ebed tabiriyle ifade edilen ebed orucu ile,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bayram ve teşrik günleri dahil, yılın
her gününde tutulan orucu kastetmiş olacağını belirtirler. "Çünkü derler,
bu günlerde yedikten sonra yılın geri kalan günlerinde fasılasız oruç tutmak
câizdir."
Ebed orucu tutan hakkında, "orucu da iftarı da yoktur"
ifadesi, sevabın düşeceğini ifade eder. Bazı şârihler hadisi şöyle izah
ederler: "Sevabının azlığı sebebiyle hiç tutmamış gibidir, açlık ve
susuzluğa tahammülü sebebiyle de hiç iftar etmemiş gibidir." Bazıları:
"Hadis, bu oruçtan men etmek gayesini güden bir bedduadır" derken,
bazıları da: "Böyle oruç tutan kimseye oruçtan bir nasib kalmaz, çünkü
artık onun için oruç bir âdet hâlini almıştır. Yemesi de gerçek bir iftar
sayılmaz, o yönden de bir hazzı, nasibi yoktur" demiştir.
Bazıları: "Nehiy, sünnete muhalefet sebebiyle varid
olmuştur" demiştir.[122]
ـ3174 ـ6
-وعن أبى
هريرة رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ:
إِذَا
انْتَصَفَ
شَعْبَانُ فََ
تَصُومُوا[. أخرجه
أبو داود،
وهذا لفظه
والترمذي .
6. (3174)- Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Şaban ayı yarılandı mı artık oruç tutmayın."[123]
ـ3175 ـ7
-وعنه رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ : َ
يتَقَدَّمَنَّ
أَحَدُكُمْ
رَمَضَانَ
بِصَومٍ أَوْ
يَومَيْنِ
إَِّ أَنْ
يَكُونَ
رَجًُ كَانَ
يَصُوماً
صَوْمًا
فَلْيَصُمْهُ[.
أخرجه الخمسة.
7. (3175)- Yine Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sizden Kimse, ramazanı bir veya iki gün önceden oruç
tutarak karşılamasın. Eğer bir kimse, önceden oruç tutmakta idiyse, orucunu
tutsun."[124]
AÇIKLAMA:
Bu hadis ramazan ayının bir-iki gün öncesinden oruca başlamayı
yasaklamaktadır. Âlimler hadisten, yasaklamanın, ramazan olabilir endişesine
düşerek "ihtiyat düşüncesiyle" tutulacak oruca râci olduğunu
anlarlar. Nitekim hadisin devamında, o günlerde ikiden fazla oruç tutmaya
azmetmiş kimsenin önceden başladığı oruçlarını devam ettirerek Ramazan'dan
bir-iki gün öncesini de oruçlu geçirebileceğini belirtir. Tirmizî de hadisi
kaydettikten sonra: "Ehl-i ilm nezdinde amel bu hadise göredir, kişinin,
ramazan olabilir düşüncesiyle, daha ramazan girmeden orucu önceden başlatmasını
mekruh addettiler" der. Ayrıca şunu ilave eder: "Ancak, bir kimsenin
tutmakta olduğu orucu o günlere denk gelirse, bunu tutmasında âlimler bir beis
görmezler."
Bazıları: "Bir-iki gün önceden oruç tutma yasağındaki
hikmet'i: "Yemek suretiyle ramazan için kuvvet kazanmak, böylece oruç
ayına daha güçlü, daha canlı girmektir" diye açıklamış ise de İbnu Hacer:
"Bu, su götüren bir iddiadır, çünkü hadîse göre, kişi üç veya dört gün
önceden oruca başlayacak olsa bu, caizdir" der. Mezkur yasağı: "Farz
ile nâfilenin karışma korkusu var" diye izah eden de olmuş ise de:
"Nâfileyi adet edinene de cevaz verilmiştir" diyerek buna da itiraz
edilmiştir. Bazıları yasağı: "Ramazana hükmetmek, rü'yete yani hilâlin
görülmesine bağlanmıştır, kim bir-iki gün önceden başlarsa bu prensibe ta'n etmiş,
(aykırı hareket etmiş olur)" diye izah etmiştir. İbnu Hacer: "İtimad
edilecek görüş budur" der. Devamla der ki:
"Hadiste beyan edilen istisnanın mânası şudur: Kimin virdi
var ise ona ramazanda izin verilmiştir, çünkü ona alışmış ve ülfet peyda
etmiştir. Kişinin alıştığı şeyi terketmesi ağır gelir. Şu halde bu, hiç bir
şekilde ramazanı karşılamalı demek değildir. Vâcib oldukları için kaza ve nezir
oruçları da buna dahil edilir. Bazı âlimler: "Kaza ve nezir oruçları,
bunlara vefa göstermenin vâcib olduğunu gösteren kat'i delillerle istisna edilir,
kat'î olan zorla iptal olmaz" demiştir.[125]
ـ3176 ـ8
-وعن أيضاً
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]نَهَى
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
: عَنْ صَوْمِ
يَومٍ
عَرَفَةَ
بِعَرَفَةَ[.
أخرجه أبو
داود .
8. (3176)- Yine Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Arefe
günü Arafât'da oruç tutmayı yasakladı."[126]
AÇIKLAMA:
Hattabî, "bu nehyin, vücub ifade eden bir yasaklama olmayıp
istihbâb ifade eden yani uyulması müstehab olan bir yasaklama olduğunu"
söyler. "Çünkü der, muhrimi (ihramlı kimseyi) bundan nehyetti, tâ ki oruç
sebebiyle zayıf düşüp, bu mübarek makamda dua ve tazarrudan geri
kalmasın."
Kim de kuvvetli olur, oruç sebebiyle zaafa düşeceğinden
korkulmazsa o gün onun oruç tutmasının efdal olduğu umulur. Nitekim -daha önce
de geçtiği üzere- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Arefe gününde
tutulan oruç, geçen ve gelecek sene olmak üzere iki yılın günahına kefâret
olur" buyurmuştur.
Ulemâ, hacc yapan kimsenin Arefe günü tutacağı oruç hususunda
ihtilaf etmiştir. Osman İbnu Ebi'l-As ve İbnu'z-Zübeyr'in bu orucu tuttuğu
rivayet edilmiştir. Ahmed İbnu Hanbel: "Buna gücü yetip yapabilen tutar;
eğer yerse, o gün kuvvete ihtiyacı vardır" demiştir. İshak da bunu hacıya
müstehab bilirdi. Atâ "Kışta tutarım, yazda tutmam" demiştir. İmam
Mâlik, Süfyânu's-Sevrî ve Şafi'î, hacının Arafat'ta yemesini tercih ederler.[127]
ـ3177 ـ9
-وعن رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ: َ
يَصُومَنَّ
أَحَدُكُمْ
يَومَ الجُمُعَةِ
إَّ أنْ
يَصُومَ
يَوماً
قَبْلَهُ، أوْ
يَوْماً
بَعْدَهُ[.
أخرجه الخمسة
إ النسائي،
وهذا لفظ
البخاري .
9. (3177)- Yine Hz. Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sizden hiç kimse, cum'a günü oruç tutmasın. Ancak bir gün
önceden veya sonradan oruç tutuyorsa bu takdirde cum'a günü de oruç
tutabilir."[128]
ـ3178 ـ10
-وفي رواية
لمسلم : ]َ
تَخُصُّوا
لَيْلَةَ الجُمُعَةِ
بِقِيَامٍ
مِنْ بَيْنٍ
اللَّيَالِى،
وََ
تَخُصُّوا
يَومَ
الجُمُعَةِ
بِصِيَامٍ
مِنْ بَينٍ
ا‘َيَّامِ
اِ‘َّ أَنْ
يَكُونَ فِي
صَوْمٍ بَصُومُهُ
أَحَدُكُمْ[.
10. (3178)- Müslim'in bir
rivayetinde şöyle gelmiştir: "Cum'a gecesini, diğer geceler arasında gece
namazına tahsis etmeyin, cum'a gününü de diğer günler arasında oruç günü olarak
tayin etmeyin, ancak birinizin tutmakta olduğu oruç arasına denk gelirse o
hâriç."[129]
AÇIKLAMA:
Yukarıdaki iki hadis, cum'a günü oruç tutmaya yasak getirmektedir.
Yasak mûtlak olmayıp kayıtlıdır: Tutulacak bir oruç için cum'anın seçilmemesi
esastır. Aksi takdirde kaza, nezir veya nâfile niyetiyle başlanmış bulunan
muayyen miktar bir oruca devam edilirken cum'aya rastladığı takdirde cum'ayı
adamak suretiyle programın bölünmesi gerekmez, bu takdirde cum'a günü de oruç
tutulabilir. Cum'ayâ konan oruç yasağı, o günün de mü'minin haftalık bayramı
olmasındandır. Bayram, yeme-içme ve ibadet günüdür. Bu hususu Nevevî şöyle
açıklar: "Ulemâ dedi ki: "Bu yasaktaki hikmet şudur: Cum'a günü dua,
zikir ve ibadet günüdür. Gusûl ve namaza erkenden gidip onu bekleme, hutbeyi
dinleme, namazdan sonra "Namazı bitirince yeryüzüne dağılın, Allah'ın
fazlından arayın ve Allah'ı çok zikredin" (Cum'a 10) ayeti gereğince
Allah'ı çok zikretme gibi cum'aya mahsus işler var. Öyle ise bunların canlılık
ve şevk içinde yapılması, usanma ve yorgunluk hissedilmemesi için cuma günü
yemek müstehabtır."
İbnu Hacer de şu açıklamayı yapar: "Hadisin yer verdiği
istisnadan, cum'a gününden önce ve sonra oruç tutacak kimseye veya eyyam'l bî'z
gibi, oruç tutulması müstehab olan günler cum'aya rastlarsa veya arefe gibi
bazı günlerde oruç tutmayı adet edinen kimse, o günün cum'aya rastladığını
görürse cum'a günü oruç tutmaya cevaz çıkmaktadır. Keza bir kimse:
"Zeyd'in geldiği gün oruç tutacağım" dese, Zeyd de cum'a günü gelse
bu durumda da cevaz mevcuttur."[130]
ـ3179 ـ11
-وعن عبد
اللّه بن بسر
السلمي عن
أخته الصماء
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]قَالَ رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ: َ
تَصُومُوا
يَومَ
السَّبْتِ
إَّ
فِيَمَا
افْتَرَضَ
اللّهُ
علَيْكُمْ،
فَإِنَّ لَمْ
بَجٍدْ
أَحَدُكُمْ
إَّ لِحَاءَ
عِنَبَةٍ،
أَوْ عُودَ
شَجَرَةٍ
فَلْيَمْضُغْهُ[.
أخرجه أَبُو
داود ، وقال
إنه حديث
منسوخ، وحسنه
الترمذي.
»لِحَاءُ
الْعِنَبَةِ«.
قشرها .
11. (3179)- Abdullah İbnu
Büsr es-Sülemî, kızkardeşi es-Sammâ (radıyallahu anhâ)'dan naklediyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Cumartesi günü
oruç tutmayın, ancak Allah'ın size farzettiği şeyde o gün oruç tutarsınız.
Biriniz yiyecek nev'inden bir şey bulamaz da sadece üzüm (asması) kabuğu veya
bir ağaç çöpü bulacak olsa onu ağzında çiğnesin (ve yine de cumartesi günü
oruçlu olmasın)."[131]
AÇIKLAMA:
1- Burada da cumartesinin tek başına tutulması
yasaklanmaktadır. Âlimler, cum'ada olduğu gibi bunun da münferiden oruçlu
geçirilmesinin yasaklanmasındaki hikmeti "yahudilere muhalefet"le
açıklarlar. Cumhur, buradaki yasağın da tahrîmî değil tenzihî olduğuna hükmetmiştir.
"Allah'ın farzettiği" istisnasına farzlar, nezirler, borçların
kazası, kefâret gibi oruçların dâhil olduğu belirtilmiştir. Keza Arefe, Aşûra,
eyyâmu'l- bî'z gibi sünnet oruçların, vird dediğimiz ferdî nafile oruçlarımızın
rastlaması halinde yine cumartesi günü oruç tutulabileceği âlimlerce
belirtilmiş, bunların da mezkur istisnaya dâhil olduğu gösterilmiştir.
İbnu'l-Melek zilhicce'nin onu'nu, Dâvudî orucu da bunlara dahil eder ve
ilaveten der ki: "Yasaklanan şey, yahudilerin yaptığı üzere, cumartesi
günü oruç tutmayı vâcib bilircesine ona ziyâde bir itina ve alâka
göstermektir." Bazı âlimler, bu söylenen tarzda tutulacak cumartesi
orucunun tenzîhî bir yasak olmakla kalmayıp tahrimî olacağını söylemiştir.
2- Hadiste geçen لِحَاءَ
عِنَبَةٍtâbiri, bir üzüm
tanesinin kabuğu mânasına gelir ise de âlimler umumiyetle asma denen üzüm
ağacının kabuğundan bir istiâre olduğunu belirtirler. Zaten arkadan da herhangi
bir ağacın çöpü zikredilerek, gayenin o gün oruç tutmama gereğini te'kid etmek
olduğu belirtilmiştir. Yani: "Yiyecek hiç bir şey bulunmasa bile, ağaç
çöpü çiğneyerek oruç bozulmalıdır" denmekte, cumartesi orucundan
sakındırılmaktadır.[132]
ـ3180 ـ1
-وعن أنس
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
تَسَحَّرُوا
فَإِنَّ فِي
السَّحُورِ بَرَكَةً[.
أخرجه الخمسة
إ أبا داود .
1. (3180)- Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sahur yemeği yiyin, zira sahurda bereket var."[133]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) burada sahura kalkmayı emretmektedir. Âlimler, başka rivayetleri de
gözönüne alarak bu emrin vâcib ifade etmediğini, nedb ifade ettiğini söylerler.
Hatta, İbnu Hacer'in kaydına göre İbnu'l-Münzir "sahurun mendub oluşunda
ulemânın icmâını" nakletmiştir.
Sahura
kalkmak veya sahur yemeği yemek, oruç tutacak kimsenin, orucun başlama (imsak)
vakti olan fecirden önce bir şeyler yemesidir. Bundan murad çok şeyler yemek
değildir. Resûlullah: Bir yudum su ile de olsa sahur yapın" buyurmuştur.
İbnu Hacer: "Az miktardaki yiyecek ve içecekle de sahur yapılmış
olur" der. Ahmed İbnu Hanbel'in Ebu Saîdi'l-Hudrî (radıyallahu anh)'den
kaydettiği bir hadiste Aleyhissalâtu vesselâm: "Sahur berekettir, sakın
onu bırakmayın. Bir yudumluk su ile de olsa sahur yapın. Zira Allah ve
melekleri, sahur yapanlara rahmet okurlar" buyurmuştur.
2- İbnu Hacer, hadiste, sahur için vaadedilen bereketten
muradın ecr ve sevap olduğunu söyler. Sahurun vereceği güçle orucun daha canlı,
daha şevkli tutulacağını belirtir. Bazı âlimler bereketten maksadın sahur'un
sebep olduğu seher vakti uyanması ve duası olduğunu söylemiştir. Bazı âlimler
sahura kalkmakla çok cihetten bereket hâsıl olacağını söyler:
* Sünnete uymak.
* Ehl-i Kitab'a muhâlefet.
* İbadet etmeye sahur yemeği ile güç kazanmak.
* Şevk ve canlılıkta artış.
* Açlığın sebep olacağı ahlâkî düşüklüğün atılması.
* O sırada isteyeceklere, sadaka verme imkânına kavuşmak.
* Dua ve ibadetlerin kabul edilme vakti olan seher vaktinde dua ve
zikre sebebiyet.
* Uykudan önce ihmal edenlere oruca niyet etme imkanı... vs.[134]
ـ3181 ـ2
-وعن عمرو بن
العاص رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ :
فَصْلُ مَا
بَيْنَ
صِيَامِنَا
وَصِيَامِ
أهْلِ
الكِتَابِ
أكْلَةُ
السَّحَرِ[.
أخرجه الخمسة
إ البخاري .
2. (3181)- Amr İbnu'l-As
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Bizim orucumuzla Ehl-i Kitab'ın orucunu ayıran fark sahur
yemeğidir."[135]
AÇIKLAMA:
Hadiste ehl-i kitapdan yahudi ve hıristiyanlarla müslümanların oruçları
arasındaki farkın sahur yemeği olduğu söylenmektedir. Hadisin açıklanması
sadedinde Şârih Türbüştî der ki: "Mâna şudur: Sahur yemeği, bizim
orucumuzla ehl-i kitab'ın orucu arasında ayırdedici farktır. Çünkü Allah Teâlâ
hazretleri İslam'ın başında bize de haram iken sonradan helal kılmış ve sabatı
vakti girinceye kadar mübah saymıştır. Halbuki bunu onlara, uyuduktan sonra
veya mutlak olarak haram kılmış idi. Şu halde bizim onlara muhalefetimiz, bu
nimete karşı şükür yerine geçer." Aliyyu'l-Kârî, İbnu Hümâm'ın sahur
hakkındaki: "Bu, geçmiş peygamberlerin sünnetidir" sözünü,
"sahih değildir" diye reddeder.
Hattâbî, hadiste sahura teşvikten başka, İslam dininin kolaylık
olup, onda zorluğun bulunmadığına dair delil olduğunu belirtir.[136]
ـ3182 ـ3
-وعن زيد بن
ثابت رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال:
]تَسَحَّرْنَا
مَعَ رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ:
ثُمَّ
قُمْنَا
إِلَى الصََّةِ
قِيلَ كَمْ
كَانَ بَيْنَ
ذَلِكَ؟
قَالَ: قَدْرُ
خَمْسِيْنَ
آيَةً[. أخرجه
الخمسة إ أبا
داود .
3. (3182)- Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la birlikte sahur yemeği yedik, sonra
namaza kalktık." Kendisine: "(Yemekle sahur) arasında ne kadar zaman
geçti?" diye sorulmuştu, şu cevabı verdi: "Elli âyet (okuyacak) kadar!"[137]
AÇIKLAMA:
1-
Burada
sahur vaktinin sonu ile, sabah namazı vaktinin başı hakkında soru sorulmuş
olmaktadır.
2- Zeyd İbnu Sâbit'in "elli âyet (okuyacak) kadar"
şeklindeki tarifini İbnu Hacer şöyle açıklar: "Yani ne uzun ne kısa
olmayan orta uzunluktaki (mutavassıt) âyetlerden, ne çok hızlı ne de çok yavaş
olmayan orta hızla okunmak kaydıyla..."
Mühelleb ve diğer bazı âlimler der ki: "Bu hadiste bedenî
amellerle zaman takdiri vardır. Araplar vakti bu tarzda takdir ederlerdi:
"Bir keçi sağımı müddeti", "Bir deve kesimi müddeti..."
gibi. Zeyd İbnu Sâbit bu tarzı bırakarak Kur'an kıraatiyle takdire yer vermiş
bulunmakta ve böylece, o vaktin tilâvet yoluyla ibadet yapma vakti olduğuna da
dikkat çekmiş olmaktadır..."
İbnu Ebî Cemre bu ifadeyi değerlendirerek, Ashab'ın, zamanlarını
hep ibâdetle geçirdiklerine delil bulur.
Hadis, sahurun te'hirine de delildir. Geciktirmede sahur yemeğinin
gayesine ulaşması açısından fayda vardır. Âlimler, Resûlullah'ın her işte
ümmetine en kolay, en muvafık olanı seçtiği gibi burada da aynı şeyi yaptığını
belirtirler: "Sözgelimi derler, hiç sahura kalkmasaydı bu, ümmetinin bir
kısmına zor olurdu. Gece yarısında sahura kalksaydı bu da en azından uykunun
galebe çaldığı kimselere zor gelir ve sabah namazının terkine götürebilir veya
seher vaktinde kalkmak için hususi bir gayret gerektirebilirdi."
Kurtubî: "Hadiste, yemeği fecir vakti girmezden önce kesmeye
delil var" der.[138]
ـ3183 ـ4
-وعن سهل بن
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]كُنْتُ
أَتَسْحَّرُ
فِي أَهْلِي،
ثُمَّ تَكُونُ
بِي سُرْعَةٌ
أَنْ
أُدْرِكَ
صََةَ الفَجْرِ
مَعَ رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ[.
أخرجه
البخَاري .
4. (3183)- Sehl İbnu Sa'd
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben ailem içerisinde sahur yemeği yiyordum.
Sonra ben, sabah namazını Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la birlikte kılmak
için sür'atli yiyordum."[139]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, sahur yemeğinin şafak sökme anına yakın olarak
yenmesine Ashab'tan bir delil olmaktadır. Önceki rivayette de sahurun fecir
vaktine kadar uzamamak kaydıyla imkan nisbetinde te'hirinin müstehab olduğu belirtilmişti.
Bu rivâyet sabah namazını Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
karanlıkta ve vaktin başında kıldığına da delil olmaktadır.[140]
ـ3184 ـ5
-وعن زرّ بن
حبيش قال:
]قُلْنَا
لِحُذَيفَةَ
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ: أَيَّ
سَاعَةٍ تَسَحَّرْتَ
مَعَ
النَّبىِّ صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ؟
قَالَ: هُوَ
النَّهَارُ
إَِّ أَنَّ
الشَّمْسَ
لَمْ تَطْلُعْ[.
أخرجه
النسائى .
5. (3184)- Zirr İbnu Hubeyş
anlatıyor: "Huzeyfe (radıyallahu anh)'ye: "Sen Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte hangi vakitte sahur yedin?" diye
sorduk. Şu cevabı verdi: "Gündüzdü, ancak güneş doğmamıştı."[141]
AÇIKLAMA:
Sindî, buradaki nehâr (gündüz) kelimesi ile şer'î nehâr'ın
kastedilmiş olacağını,[142] şems (güneş) kelimesi
ile de fecr'in kastedilmiş olacağını belirtir. Ve der ki: "(Huzeyfe
(radıyallahu anh)'nin maksadı, fecrin doğmasına yakın sahur yediklerini
belirtmektir."
Kurtubî, bir önceki hadisle bu hadis arasında teâruz görür. Çünkü
orada fecrin doğmasından önce sahur yemeye son verildiği belirtilirken, burada
farklı kelimelere yer verilmektedir. İbnu Hacer şöyle bir açıklama getirir:
"Bu iki hadis arasında muâraza yoktur. Hadisler, farklı hallere
hamledilir. Bu rivayetlerden birinde (Resûlullah'ın sahura hep böyle) muntazam
şekilde devamını gösteren husus yoktur. Böylece anlaşılır ki, Hz. Huzeyfe'nin
anlattığı hâdise daha önce vukûa gelmiştir."
Aynî böylesi bir cevabı tatminkâr bulmaz ve der ki: "Bu cevap
yeterli değildir. Kesin cevap, Hâfız Ebu Câfer et-Tahâvî'nin verdiği cevaptır.
O, Huzeyfe hadisini rivayetten sonra der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'dan Huzeyfe'nin yaptığı rivayete muhalif rivayet de gelmiştir.
Bunlardan bazılarında Buharî ve Müslim ittifak eder. Mesela biri şudur: َ"Bilâl'in ezanı
yeyip içmenize mani olmasın, çünkü o, geceleyin okur, ta ki (sabahın yakın
olduğunu bildirerek) namaz kılmakta olanı istirahata göndersin, uyuyanızı da
uyandırsın." Bilâl hadisin şu âyetin nüzûlünden önceye ait olması
muhtemeldir: "Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırd
edilinceye kadar yiyin için" (Bakara 187). Ebu Bekr er-Râzi, hadisle
ilgili olarak özetle şöyle der: "Bu rivayet, âhad hadislerden olmaktan
başka, Hz. Huzeyfe'den sübûtu da kesin değildir. Bi'n-netice buna dayanarak
Kur'ân'a itiraz etmek câiz olmaz. Ayette "tan yerinde beyaz iplik siyah iplikten
sizce ayırd edilinceye kadar yiyin için" dendiğine göre, fecrin beyazlığı
kastedilmiş olan beyaz iplik'in ufuktan zuhurundan itibaren oruç vâcib olur,
öyleyse, Allah Teâlâ'nın Kur'ân'da bu şekilde haram kılması varken, fecir
doğduktan sonra yeyip içmek nasıl câiz olur?"[143]
ـ3185 ـ6
-وعن طلق بن
علي رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ:
كُلُوا
وَاشْرَبُوا،
وََ يَهيدَنَّكُمُ
السَّاطِعُ
المُصْعِدُ
حَتَّى
يعْتَرِضَ
لَكُمُ
ا‘َحْمَرُ[.
أخرجه أبو داود
والترمذي .
6. (3185)- Talk İbnu Ali
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Fecr-i kâzib size mâni olmasın, fecr-i sadık karşınıza
çıkıncaya kadar yiyin için."[144]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, geceleyin ufukta zuhur eden ilk aydınlığa aldanmamaya dikkat
çekmektedir. Zira, bu ilk aydınlık sabahın başlangıcı değil, belki
habercisidir. Bu ilk aydınlığa fecr-i kâzib (yalancı fecir) denmektedir.
Hadiste bu, Sâtı'u'l- mus'ıd diye ifade edilmiştir.
Fecr-i sâdık denen sabahın başlangıcı olan hakiki fecr, hadiste
ahmer kelimesiyle ifade edilmiştir. Ahmer, lügat olarak kızıl, kırmızı
mânâlarına gelir. Hadiste, başlangıcı kırmızı olan beyazlık kastedilir. Araplar
bazı durumlarda ahmer (kızıl) kelimesini beyaz mânasında kullanmışlardır.
Mesela hadiste Aleyhissalâtu vesselâm: "Ben kızıllara ve siyahlara
peygamber olarak gönderildim" buyurmuştur. Burada kızıl diye çevirdiğimiz
ahmer kelimesi "beyaz" mânasında kullanılmıştır. Mâna: "Ben
beyazlara da siyahlara da peygamber olarak gönderildim" demek olur. Keza
Araplar إمْرَأةٌ
حَمْرَاءُ
"kırmızı bir
kadın" tabiriyle beyaz bir kadın kastederler.Öyleyse hadis bize, sabahın
beyazlığı yani fecr-i sâdık ufukta görülünceye kadar yeyip içmeye devamı irşâd
buyurmaktadır.[145]
ـ7 ـ495
-وللشيخين عن
ابن مسعود
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]هُوَ
المُعْتَرِضُ،
وَلَيْسَ
بِالمُسْتَطِيلِ[.»َ
يَهِيدَنَّكُمْ«:
أى
يزعجكم الفجر
المستطيل
فإنه الصبح
الكذاب ف
تمتنعوا به عن
ا‘كل والشرب .
7. (3186)- Buhari ve
Müslim'in İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'dan rivayetlerine göre, Resûlullah,
fecr-i sâdık'ı tarif ederken: "O, enlemesine görülen aydınlıktır,
uzunlamasına görülen değil" buyurdu."[146]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, fecr-i kâzib ile fecr-i sâdık'ı tarif etmektedir.
Anlaşılacağı üzere fecr-i kâzib, ufukta yukarıdan aşağıya şâkûlî (dikey)
şekilde inen bir aydınlıktır. Bu, kaybolmakta ve yerine doğu ufkunda ufkî
(yatay) şekilde, ufuk boyunca uzanan bir aydınlık çıkmaktadır, işte bu fecr-i sâdık'tır. Bu,
gittikçe genişler ve aydınlık artar.
Şu halde, yukarıdan aşağı uzanan aydınlığın zuhur vakti geceye
dâhildir. O sırada yenilip içilebilir, henüz sabah vakti girmemiştir.[147]
ـ3187 ـ8
-وعن أبي
هريرة رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ:
إِذَا سَمِعَ
أَحَدُكُمُ
النِّداَءَ،
وَا“ِنَاءُ
عَلَى يَدِهِ
فََ يَضَعَهُ
حَتّى
يَقْضِي مِنْهُ
حَاجَتَهُ[.
أخرجه أبو
داود .
8. (3187)- Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Biriniz ezanı işitince (yiyip-içtiği) kap elinde ise,
ihtiyacını görünceye kadar onu bırakmasın."[148]
AÇIKLAMA:
Hattabî der ki: "Bu, Aleyhissalâtu vesselâm'ın "Bilâl
geceleyin ezân okur, siz İbnu Ümmi Mektum da ezân okuyuncaya kadar yiyin
için" sözüne racidir. Veya mânası şöyledir: "Kişi ezanı işitir de
sabah olup olmadığında şüpheye düşerse.." şöyle ki: Mesela sema bulutlu
olur, ezanı işitse de fecre delalet eden alametlerin yokluğu sebebiyle fecrin
doğduğu hususunda kesin bir bilgiye ulaşamaz; burada müezzine de güvenememekte
haklıdır. Çünkü, mezkur alâmetler müezzine görünse ona da görünecekti. Kendisi
bu alâmetleri göremediğine göre müezzin de görememiş, dolayısıyla ezanı yakîn
değil, tahmin üzerine okumuş demektir. Ancak, sabahın doğduğu hususunda yakîn
elde ederse, artık onun sabah vaktini bilmek için müezzinin ezanına ihtiyacı
kalmaz. Zira, ona göre beyaz iplik siyah iplikten ayrıldı mı, artık yiyip
içmekten uzak durmakla mükelleftir."
Beyhâkî der ki: "Bu rivayet sahih ise, cumhura göre bunu,
Aleyhissalâtu vesselâm'ın ezânın fecrin doğmasından önce okunduğu vakte
hamletmek gerekir, tâ ki kişinin yiyip içmesi fecrin doğuşundan evvelde
kalsın."
Azîmâbâdî der ki: "Kim, bu hadisi ve: "Size İbnu Ümmi
Mektum ezan okuyuncaya kadar yiyin için çünkü o şafak sökünceye kadar ezan
okumazdı" hadisini ve keza "Beyaz iplik siyah iplikten, yanınızda
ayrılıncaya kadar yiyin için..." mealindeki ayet-i kerimeyî düşünecek
olursa görür ki, bütün bu nasslarda mesele sabah vaktinin vuzuh kazanmasında
düğümleniyor, bu da, fecrin ilk anlarından bir miktar gecikir, müezzin ise,
beklemesi sebebiyle fecrin ilk anlarına tesâdüf eder, işte bu anda yiyip içmek,
fecrin vuzuh kazanma ânına kadar câiz olur. Ancak bu söylenen, ulemâ arasında
meşhur olana muhaliftir. Onlar bu çeşit bir açıklamaya itimad etmezler."
Aliyyu'l-Kâri der ki: "Aleyhissalâtu vesselâm'ın hadiste
geçen: "İhtiyacını görünceye kadar onu (kabı) elinden bırakmasın,"
sözü, fecrin henüz doğmadığı hususundaki bilgi veya zannının bulunma haline
bağlıdır." İbnu Melek de aynı şekilde: "Bu, sabahın tulûunu
bilmemesine bağlıdır. Şayet, doğduğunu bilir veya doğdu mu diye şekke düşerse,
bu câiz olmaz" der.
Hülasa etmek gerekirse, ulemâ ve hususan dört imâm, fecr'in doğuş
anında yemek ve içmekten sakınmak gerektiğine hükmetmişlerdir. Bu mâna İbnu
Abbâs ve Hz. Ömer (radıyallahu anhümâ)'den de rivayet edilmiştir.[149]
ـ3188 ـ1 -عن
عمر رَضِىَ
اللّهُ عَنْى
قال: ]قَالَ
رَسُولُ اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ: إِذَا
أَقْبَلَ
اللَّيْلُ
مِنْ
هَاهُنَا، وَأدْبَرَ
النَّهَارُ
مِنْ
هَاهُنَا،
وَغَرَبَتِ
الشَّمْسُ
فقدْ أفْطَرَ
الصَّائِمُ[. أخرجه
الخمسة إ
النسائى .
1. (3188)- Hz. Ömer (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Gece şu taraftan (doğudan) gelince, gündüz de şu taraftan (batıdan)
gidince, güneş de batınca oruçlu orucunu açmıştır."[150]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), iftar anını tarif
ederken üç ayrı vasfın tahakkukunu zikretmektedir:
* Gecenin gelmesi.
* Gündüzün gitmesi.
* Güneşin gitmesi...
Âlimler, bu üç şeyden her birinin diğerlerini gerektirdiğini, buna
rağmen üçünü de ayrı ayrı zikrettiğini, çünkü bazı şartlarda sâdece biri
tahakkuk ettiği halde akşamın gelmediğini belirtir. Mesela kişi bir vadi
içerisinde ise güneşin batmasını göremez, bu durumda karanlığın gelmesini ve
aydınlığın gitmesini esas alır.
2- "Oruçlu orucunu açmıştır" ifâdesini, Hattâbî:
"Oruçlu orucunu açmış hükmündedir, yemese bile..." diye anlar.
Bazıları: "Bu ifadenin mânası: "Oruçlu orucunu bozma vaktine
girmiştir, bozması câizdir" demiştir.
Hadiste, visâl denen hiç açmadan üst üste birkaç gün oruç tutmanın
bâtıl olduğuna delil vardır.
Aynî, Resûlullah'ın "oruçlu orucunu açmıştır" sözünün
tazammun ettiği mânayı şöyle açıklar: "Bu söz, kişinin iftar vaktine
girdiğini ifâde eder, orucu bozan bir şey almadıkça, güneşin kaybolmasıyla
orucun açıldığını değil..."[151]
ـ3189 ـ2
-وعن حميد بن
عبد الرحمن:
]أَنَّ عُمَرَ
وَعُثْمَانَ
رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُمَا:
كَانَا
يُصَلِّيَانِ
الَمَغْرِبَ
حِينَ
يَنْظُرَانِ
إِلَى
اللَّيْلِ
ا‘َسْوَدِ
قَبْلَ أَنْ
يُفْطِرَا،
ثُمَّ
يُفْطِرَانِ
بَعْدَ
الصََّةِ،
وَذَلِكَ فِي
رَمَضَانَ[.
أخرجه مالك.
2. (3189)- Humeyd İbnu
Abdirrahmân anlatıyor: "Hz. Ömer ve Hz. Osman (radıyallahu anhümâ), akşam
namazını, gecenin karanlığını (ufukta) görür görmez daha iftarı açmadan
kılarlar, namazdan sonra da oruçlarını açarlardı. Bunu ramazanda
yaparlardı."[152]
AÇIKLAMA:
1- "Gecenin karanlığı"ndan maksad, güneş batarken
doğu ufkunda görülen siyahlıktır. Bu siyahlığın belirmesi gecenin başlangıcı
olmaktadır. Tam ufukta beliren siyahlık gittikçe büyüyerek bütün semayı kaplar.
Gündüzle ilgili izler (aydınlık) batı ufkunda daralır ve tamamen kaybolunca yatsı
vakti girer.
2- Hz. Osman ve Hz. Ömer'in iftarı tehirleri, bunun meşru
olmasından ileri gelir. Eğer mekruh olsaydı bir yudum su ile de olsa acele
açarlar, sonra namaza dururlardı. Ebu'l-Velid el-Bâci, "iftarın
yıldızların cıvıldaşmasına kadar te'hir edilmesinin mekruh olduğunu"
söyler. Ancak şunu da belirtelim ki, Enes (radıyallahu anh)'in İbnu Ebî
Şeybe'de kaydedilen bir rivayetine göre, Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm,
bir yudum su ile de olsa iftar etmeden namaz kılmazmış. İbnu Abbâs (radıyallahu
anh) ve bir grup Selefin de iftardan önce namaz kılmadıkları rivayet
edilmiştir.
Görüldüğü üzere mesele ihtilaflıdır. Müteakip hadisler meseleye
daha da açıklık getirecektir.[153]
ـ3190 ـ1 -عن
سهل بن سعد
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ: َ
يَزَالُ
النَّاسُ
بِخَيْرٍ ماَ
عَجَّلُوا
الفِطْرَ[.
أخرجه الثثة
والترمذي .
1. (3190)- Sehl İbnu Sa'd
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İnsanlar iftarda ta'cile yer verdikleri müddetçe hayır
üzere devam ederler."[154]
ـ3191 ـ2
-وعن مالك أنه
سمع عبد
الكريم بن أبى
المخارق يقول:
]مِنْ عَمَلِ
النُّبُوَّةِ
تَعْجِيلُ
الْفِطْرِ،
وَا“سْتِينَاءُ
بِالسَّحُورِ[.
»اسْتِينَاءُ«:
التأني
والتأخير .
2. (3191)- İmam Mâlik'ten
anlatıldığına göre, Abdulkerim İbnu Ebî'l-Muhârik'in şöyle söylediğini
işitmiştir: "Nübüvvet (peygamberlik) amellerinden biri de iftarın ta'cili
(öne alınması), sahurun da te'hir edilmesidir."[155]
ـ3192 ـ3
-وعن أنس
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]كَانَ رَسُولُ
اللّهِ صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ:
يُفْطِرُ قَبْلَ
أَنْ
يُصَلِّي
عَلَى
رُطَبَاتٍ،
فَإِنْ لَمْ
يَكُنْ
فَعَلَى
تَمَراَتٍ
فَإِنْ لَمْ
يَجِدْ
حَسَوَاتٍ
مِنْ مَاءٍ[.
أخرجه أبو داود
والبرمذي
واللفظ له .
3. (3192)- Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), namaz
kılmazdan önce birkaç taze hurma ile orucunu açardı. Eğer taze hurma yoksa kuru
hurma ile açardı. Eğer kuru hurma da bulamazsa birkaç yudum su
yudumlardı."[156]
ـ3193
ـ4-وعن معاذ بن
زهرة قال:
]بَلَغَنِي
أَنَّ رَسُولُ
اللّهِ صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
كَانَ إِذَا أَفْطَرَ
قَالَ:
اَللَّهُمَّ
لَكَ صُمْتُ، وَعَلَى
رِزْقِكَ
أفْطَرْتُ[ .
4. (3193)- Mu'âz İbnu Zühre anlatıyor: "Bana ulaştı ki,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), iftar ettiği zaman şu duayı okurdu:
"Allahümme leke sumtü ve alâ rızkıke eftartü. (Ey Allahım senin rızan için
oruç tuttum ve senin rızkınla orucumu açıyorum.)"[157]
ـ3194 ـ5
-وعن مروان بن
سالم عن ابن
عمر رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]كَانَ
النَّبيُّ
صَلَّي اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ:
يَقُولُ
إِذَا أَفْطَرَ
: ذَهَبَ
الظَّمَأُ،
وَابْتَلَّتِ
الْعُرُوقُ،
وَثَبَتَ
ا‘َجْرُ إِنْ
شَاءَ اللّهُ
تَعَالَى [.
أخرجه أبو
داود. وزاد
رزين، في
أوله: »الحمْدُ
للّهِ« .
5. (3194)- Mervân İbnu
Sâlim, Hz. İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den naklediyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) orucunu açınca şöyle derdi: "Susuzluk gitti,
damarlar ıslandı, inşallah Teâlâ sevap kesinleşti."[158]
ـ3195 ـ6
-وعن أنس
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]وَاصَلَ
النَّبيُّ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فِي آخِرِ
شَهْرِ
رَمَضَانَ
فَوَاصَلَ
نَاسٌ مَعَهُ
فَبَلَغَهُ
ذَلِكَ
فَقَالَ: لَوْ
مُدَّ لَنَا الشَّهْرُ
لَوَاصَلْنَا
وِصَاً
يَدَعُ المُتَعَمِّقُونَ
تَعَمُّقَهُمْ. إِنِّى
لَسَتُ
مِثْلَكُمْ،
إِنِّى
أَظَلُّ يُطْعِمُنِي
رَبِّي
وَيُسْقِينِي.[.
أخرجه الشيخان
والترمذي.»المواصلةُ«:
هنا أن يصوم
يومين، أو
ثثة
يفطر فيها.و»التَّعَمُّقُ«:
المبالغة،
ومجاوزة الحد
في ا‘مر. ومعنى
»يُطْعِمُنِي
وَيُسْقِينِي«.
أى يعينني
ويقوّيني
عليه، فيكون
ذلك بمنزلة الطعام
والشراب لكم .
6. (3195)- Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ramazan
ayının sonunda oruçları vasletti (yani hiç bozmadan birkaç gün ardarda devam
ettirdi). Onunla birlikte halk da vasletti. Durum Resûlullah'a ulaşınca:
"Eğer Ramazan ayı bizim için uzatılsaydı biz onu öyle bir vaslederdik ki derine dalanlar (aşırılar) bundan (aşırdıklarından) vazgeçmek zorunda kalırlardı. Ben sizin gibi değilim. Ben gölgelenirim. Rabbim bana hem yedirir hem de içirir."[159]
AÇIKLAMA:
1- Sadedinde olduğumuz hadis, visâl'le ilgilidir. Oruçta visâl:
Birkaç gün üst üste hiç iftar yapmadan orucu devam ettirmektir. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bunu yapmış, fakat ümmetine tavsiye etmemiştir.
Kendisi istemediği halde visâl yapmada ısrar edenlere, yapamıyacaklarını
göstermek için izin vermiş, ancak Ramazan bitivermiştir. Bu husustaki adem-i
rızasını ifade için: "Eğer ay uzasaydı, (ceza olarak) öylesine müsaade
edecektim ki, bu meselede aşın gidenler tâkat getiremeyip hafifletilmesi için
talepde bulunacaklardı" mânasında beyanda bulunur.
İbnu Hacer, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu davranışını,
Taif Kuşatması sırasındaki davranışına benzetir. Bu kuşatmada Taifliler pek
müstahkem olan kalelerine çekilince, Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm,
kuşatmayı bırakıp geri çekilmeyi işâret buyurmuşlardı. Ancak askerler bundan
hoşnud olmadılar, kuşatmayı devam ettirmek istediler. Resûlullah da ertesi günü
erkenden savaşmayı emretti. Birçoğu yaralandı ve çeşitli meşakkatlerle
karşılaştılar. Bunun üzerine geri dönmeyi arzuladılar. Resûlullah bu arzuya
uygun olarak rücû emri verince hepsi de memnun kaldı.
2- Bu rivayette visâl yapmanın kesinlikle yasaklanmadığı
anlaşılmaktadır. Tahammül edebileceklere, tahammül edebilecekleri kadar visâl
yapmalarına ruhsat verilmiş gibi... Ancak إيّاكُمْ
وَالْوِصَالِ
إيّاكُمْ
وَالْوِصَالِ"Visâlden kaçının, visâlden
kaçının..." gibi daha sert ifadelerle visâl'i yasaklayan hadisler de var.
İbnu'l-Arabî, "Resûlullah'ın Ashabına visâl orucu tutma izni onlara bir
cezadır, ceza tarikiyle verilen müsaade şeriatten değildir, câiz değildir"
der.
3- Hadiste geçen ta'ammuk, lügatte derine dalmak mânasına
gelir; aşırı gitmek, mübalağa etmek, ölçünün dışına çıkmak gibi manalara gelir.[160]
ـ3196 ـ7
-وعن أبي بكر
بن عبدالرحمن:
]أَنَّ
أَبَاهُ
أخْبَرَ
مَرْوَانَ
أنَّ
عَائشَةَ
وَأُمَّ سَلَمَةَ
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُمَا
أَخْبَرَتَاهُ
أنّ
النَّبيَّ
صَلَّي اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
كَانَ
يُدْرِكُهُ
الْفَجْرُ
فِي
رَمَضَانَ
مِنْ غَيْرِ
حُلْمٍ
فَيَغْتَسِلُ
وَيَصُومُ[.
أخرجه الستة.
7. (3196)- Ebu Bekr İbnu
Abdirrahman'ın anlattığına göre, babası, Mervan'a "Hz. Aişe ve Ümmü Seleme
(radıyallahu anhümâ)'nin kendisine şunu haber verdiklerini söylemiştir:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ramazan ayında, rüya sebebiyle
olmaksızın cünüb olarak fecir vaktine ulaştığı olurdu da, kalkıp yıkanır ve
orucunu tutardı."[161]
AÇIKLAMA:
1- Hadis, cünüb olarak sabaha eren kimsenin orucu meselesine
temas etmektedir. Selef ulemâsı bu mevzuda ihtilaf etmiştir: Cünübün orucu
sahih mi, değil mi? Kasden olanla, unutarak olan veya farz oruçla nâfile oruç
arasında fark var mı yok mu?
Cumhur, bu meselede mutlak cevaza hükmetmiştir.
2- Hadiste geçen, rüya sebebiyle olmaksızın kaydını Ümmü
Seleme'nin bir başka rivayeti açıklığa kavuşturur: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) benden cünüb olarak sabaha erer, oruç tutar, bana da
tutmamı emrederdi."
Kurtubî bu rivayette iki fâide vardır der:
* Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ramazanda cinsî temasta
bulunmuş ve yıkanma işini âmmden fecrden sonraya bırakmıştır, gayesi bunun câiz
olduğunu ümmete göstermektir.
* Cünüb sabaha erme hâdisesi ihtilam sebebiyle değil, temas
sebebiyledir. Çünkü Aleyhissalâtu vesselâm ihtilâm olmazdı, çünkü ihtilâm
şeytandandır, O ise şeytana karşı ma'sumdur (korunmuştur).
Bazı âlimler "ihtilâmdan olmaksızın" kaydından
hareketle, "Bu ibârede Resûlullah'ın da ihtilâm olmasının caiz olduğuna
işaret vardır, aksi takdirde bu istisnanın mânası olmazdı" demiştir.
Kurtubî bunu: "İhtilâm şeytandandır, O, şeytana karşı masumdur" diye
reddetmiştir. Fakat kendisine şu cevap verilmiştir: "İhtilâm kelimesi
inzâl'e ıtlak olunur, nitekim inzâl rüyada hiçbir şey görmeksizin de vukua gelir.
Hz. Ümmü Seleme'nin cima ile kayıdlamaktan kasdı, bunu Ramazanda âmmden yapanın
ertesi günkü orucunu bozar diye inananları reddetmede mübâlağa içindir."[162]
ـ3197 ـ8
-وعن عامر بن
بيعة رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ] رَأيْتُ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
مَاَ
أَعُدُّ، وََ
أُحْصِي
يَسْتَاكُ
وَهُوَ
صَائِمٌ [.
أخرجه البخاري،
وأبو
والترمذي.
8. (3197)- Âmir İbnu Rebî'a
(radıyallahu anh) anlatıyor; "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı,
oruçlu iken misvaklandığını sayamayacağım kadar çok gördüm."[163]
ـ3198 ـ9
-وعن ابن عمر
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهما أنه قال:
]يَسْتَاكَ
الصَّائمُ
أوَّلَ
النَّهَارِ
وَآخِرَهُ[.
أخرجه
البخاري في
ترجمة.
9. (3198)- İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ) şöyle demiştir "Oruçlu, günün başında ve sonunda
misvak kullanır."[164]
AÇIKLAMA:
Bu iki rivayet, oruçlunun misvak kullanmasının câiz olduğunu
gösterir. Hattâbî, bazı âlimlerin günün sonuna doğru misvak kullanmanın mekruh
olduğuna hükmettiğini belirtir. Onların mekruh demedeki maksadları, oruçlunun
halûf denen ağız kokusunun iftar ânına kadar devamını temenni etmelerinden
ileri gelmektedir. İmam Şâfiî ve Evzâî'nin bu görüşte olduğu belirtilir. Ebu
Hüreyre'den yapılan şu rivayet, bu görüş sahiplerinin delili olmalıdır:
"(Radıyallahu anh) Atâ'ya demiştir ki: "Misvak sana ikindiye
kadardır. İkindiyi kıldın mı, artık onu bırak. Zira ben Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'dan şunu işittim: "Oruçlunun halûfu (ağzındaki
koku) Allah indinde, misk kokusundan daha hoştur."
Mevzu üzerinde sıhhatçe üstün başka rivâyetler de mevcuttur. Bu sebeple
ulemâ ekseriyet itibâriyle oruçlunun misvak kullanmasını mekruh addetmemiştir.[165]
ـ3199 ـ10
-وعن أبى
هريرة رَضِي
اللّه عنه قال
: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
مَنْ لَمْ
يَدَعْ
قَوْلَ
الزُّورِ
وَالْعَمَلَ
بِهِ،
فَلَيْسَ
للّهِ تَعَالَى
حَاجَةٌ فِي
أَنْ يَدَعَ
طَعَامَهُ
وَشَرَابَهُ
[. أخرجه
البخاري وأبو
داود والترمذي.
10. (3199)- Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim yalanı ve onunla ameli terketmezse (bilsin ki) onun yiyip
içmesini bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur."[166]
AÇIKLAMA:
1- Hadis, zâhirde yalan, gıybet gibi dînen yasaklanmış sözleri
bırakmayan kişinin orucu bırakmasını emrediyor gibidir. Ancak ulemâ bunu,
yalandan zecr ve yasaklama olarak anlamıştır.
İbnu Battâl der ki: "Hadisin mânası, öylesi kişilere
oruçlarını terketmeyi emretmek değildir. Asıl gayesi, yalandan ve onunla
birlikte zikredilenlerden sakındırmaktır."
"Birlikte zikredilenler"den maksad, hadisin başka
vecihlerinde gelen ziyadelerdir. Bazı rivayetlerde cehl, bazılarında hıyânet ve
kizb (yalan) ziyade olarak zikredilmiştir. Öyleyse hadisi: "Kim oruçlu iken yalan,
hıyânet ve cehalet gibi halleri bırakmaz, bunların mucibleriyle amel
ederse..." demek olur.
2- Hadiste geçen zûr'dan murad İbnu Hacer'e göre, kizb
(yalan), cehl ve sefeh'dir.
İbnu Hacer der ki: "Allah'ın... ihtiyacı yoktur" cümlesi
(kullanıldığı gâyede anlaşılmazsa) mânasızdır. Çünkü Allah hiçbir şeye muhtaç
değildir. Öyleyse onun mânası: "Allah, onun orucunu istemez"
demektir. Şu halde ihtiyaç kelimesi isteme (irade) kelimesi yerine konmuş
olmaktadır."
İbnu'l-Münir, bununla adem-i kabûlün kinâye edildiğini,
dolayısıyla o çeşit orucun makbul olmayacağını söyler.
İbnu'l-Arabî de: "Bu hadisin muktezası şudur: "Kim bu
söylenenleri yaparsa orucundan sevap elde edemez, öyleyse mânası: "Orucun
sevabı yalan ve beraberinde zikredilenlerin günahıyla terazide tartılamaz"
demiştir.
Beyzâvî daha farklı bir yaklaşıma yer verir: "Orucun
emredilmesinden maksad sâdece açlık değildir. Bilakis ona bağlı olarak
şehvetlerin (nefsânî arzuların) kırılması, nefs-i emmârenin nefs-i mutmainne'ye
itaat ettirilmesidir. Öyleyse bu söylenenler hâsıl olmazsa, Allah oruca kabul
nazarıyla bakmaz. "Allah'ın ihtiyacı yoktur" sözü adem-i kabul'den
mecazdır. Sebebi nefyederek müsebbebi kastetmiştir."
İbnu Hacer der ki: "Beyzâvî, böyle diyerek sevabın
azalacağına istidlal etmiştir. Ancak, büyük günahlardan içtinabla küçük
günahlar örtülür" denilerek tenkid edilmiştir." es-Sübkî el-Kebir bu
itiraza şu cevabı vermiştir: "Sadedinde olduğumuz hadiste -ve başkasında-
önceki görüşe kuvvetli delalet vardır. Zira müstehcen söz (nefes), bağırıp
çağırma, yalan ve yalanın gereğiyle amel mutlak olarak yasaklandığı bilinen
şeylerdendir. Oruç da mutlak olarak emredilen şeylerdendir. Eğer bu
yasaklananlar oruç esnasında yapıldığında oruç onlardan müteessir olmasaydı
onların hadiste "oruçta şartıyla" zikredilmelerinin anlaşılabilecek
bir mânası olmazdı. Bu hadislerde zikredilmeleri bizi iki hususta uyarmaktadır:
Biri: Bunların oruçta, diğer şeylere nazaran daha çirkin
oldukları;
Diğeri: Orucun bunlardan selâmetini aramak... Orucun bunlardan
selâmeti, oruçtaki mükemmelliğin artmasıdır. Öyle ise kelam, bütün gücüyle
bunun, oruç için çirkinliğini belirtmelidir. Bunun muhtevasına göre oruç,
onlardan sâlim kaldıkça mükemmelleşir." Sübkî devamla der ki:
"Öyleyse, oruç onlardan sâlim kalmazsa noksanlaşır." Sübkî sözüne
şöyle devam eder: "Şurası muhakkak ki teklifler muhtelif şekillerde ortaya
çıkar ve işaret yoluyla onlarla başkalarına da dikkat çekilir. Oruçtan maksad
-menhiyatta olduğu üzere - mutlak yokluk (el-ademu'l-mahz) değildir. Çünkü,
bi'l-icma, oruç için niyet şart kılınmıştır. Öyleyse, esas itibariyle
oruçtan kastedilen şey her çeşit muhâlif şeylerden uzak durmaktır. Ancak bu çok
zor olduğu için Allah Teâlâ hazretleri bu şartı hafifleştirecek orucu bozan
şeylerden kaçınmayı emretti, bunda gafil olanı da, oruca muhâlif olan şeylere
uzak durması için uyardı. Buna, Allah'ın muradını açıklayan hadislerin tazammun
ettiği muhteva irşadda bulunmaktadır. Böylece, orucu bozan şeylerden içtinâb
vâcib; oruca muhâlif şeylerden içtinâb da, orucu tamamlayıcı şeyler olur.
Doğruyu Allah bilir."
İbnu Hacer, başka nakillerle hadisin tahliline şöyle devam eder:
"Şeyhimiz, Şerhu't- Tirmizî'de der ki: "Tirmizî hazretleri bu hadisi
tahriç ettikten sonra şöyle bir bab başlığı koydu: "Oruçlunun gıybet
etmesinin şiddetle yasaklanması hususunda gelen hadîsler babı." Bu ifâde
müşkilat, getirmektedir. Çünkü gıybet, ne yalan sözdür, ne de onunla ameldir.
Çünkü gıybet, başkasını, hoşuna gitmeyecek şekilde zikretmektir. Halbuki yalan
söz kizbtir. Tirmizî, (bu davranışında) diğer Sünen sahiplerine muvafakat
etmiştir, onlar da gıybet diye başlık atıp, başlıktan sonra bu hadisi
zikretmişlerdir. Sanki bunlar, "yalan söz ve onunla amel"in zikrinden
"konuşma"nın yalandan korunmasının emredildiğini anladılar. Mamafih,
bunda, hadisin bazı tariklerinde gelen ziyadeye işaret etmek de düşünülmüş
olabilir. Bu ziyade cehl'dir. Cehl (cehalet, bilgisizlik) kelimesinin bütün
günahlara ıtlakı uygun düşer.
"Onunla amel" kelimesine gelince, bu "yalan"
kelimesine râcidir, "cehl" kelimesine dönmesi de muhtemeldir. Mamafih
her ikisine dönmesi de makuldür."[167]
ـ3200 ـ11
-وعنه رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ :
إِذَا دُعِيَ
أَحَدُكُمْ
إِلَى طَعَامٍ
، وَهُوَ
صَائمٌ
فَلْيَقُلْ :
إِنِّي صَائِمٌ.[.
أخرجه مسلم
وأبو داود .
11. (3200)- Yine Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Biriniz yemeğe davet edilince, oruçlu ise: "Ben
oruçluyum" desin."[168]
AÇIKLAMA:
Nevevî der ki: "Bu hadis, özrünü beyan etmek, durumunu
belirtmek maksadıyla böyle söylemesi gerektiğine hamledilir. Bu cevaptan sonra,
müsâmaha gösterilir, davette hazır bulunması için ısrar edilmezse, gitme
gereği, üzerinden düşer. Müsamaha edilmez ve ısrar edilirse dâvette hazır
bulunması gerekir. Oruç, dâvete icabet etmemekte bir mâzeret değildir. Ancak
davete katıldıktan sonra yemesi gerekmez, yememeye orucu bir mâzeret olur. Oruç
tutmayan kimse bilâkistir, ona yemeğe iştirak gerekir. Oruç tutanla tutmayan
arasında söylenen bu fark sahih hadislerde gelmiştir. Dâvetle ilgili bahiste bu
husus açıkça belirtilmiştir. Oruçlu hakkında efdal olanı, -eğer onun orucu- ziyafet
verene ağır gelecekse, orucunu açması müstehabtır, değilse açmamalıdır. Tabii
ki bu hüküm, tutulan orucun nâfile olması haliyle ilgilidir. Eğer orucu farz
ise, açması haramdır."
Bu hadis, ihtiyaç hâlinde oruç, namaz vesair nevden nâfile
ibâdetlerin izharında bir beis olmadığını da göstermektedir. Ancak şunu da
bilelim ki, bir gerçek olmadan nâfilelerin izharı mahzurludur, gizlenmesi
müstehabtır.
Hadis ayrıca, insanlarla iyi davranışa sevketmekte ve aradaki
dargınlıkların düzeltilmesine, gönül alıcı olmaya, makul sebep bulunduğu
takdirde en güzel şekilde özür beyanına irşadda bulunmaktadır.[169]
ـ3201 ـ12
-وعن عئشة
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْها قالت :
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ:
مَنْ نَزَلَ
بِقَوْمٍ فََ
يَصُومَنَّ
إَِّ
بِإِذْنِهِمْ[.
أخرجه
الترمذي ، وقال
: منكر
نعرف أحداً رواه من
الثقات غير
هشام بن عروة.
12. (3201)- Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim bir kavme misafir olursa, onlar müsaade etmedikçe
(nâfile) oruç tutmasın."[170]
AÇIKLAMA:
Görüldüğü üzere, misafir olan kimsenin, ev sahibinden izin
aldıktan sonra oruç tutması tavsiye edilmektedir. Bazı şârihler, yasağın
tenzihî bir nehiy olduğunu belirtirler. Nafile oruç için ev sâhibinden izin
istemek onların gönlünü almak içindir. Ebu't-Tayyib, yasakla ilgili olarak şu
açıklamayı yapar: "Oruç sebebiyle eve zahmet vermemek içindir. Çünkü oruç
tutan bazı kayıtlar getirir: Sahurda, iftar vaktinde kendisine hususi yemek
hazırlanır, oruçlu olmazsa ev sahibiyle birlikte yer içer ve onlara vereceği
zahmet kalmaz. Misâfirliğin âdabı ev sâhibine uymaktır, muhâlefet halinde bu
edebi terketmiş olur."[171]
ـ3202 ـ13
-وعن أمّ
عمارة بنت كعب
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
: ]أَنَّ
النَّبيَّ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
دَخَلَ
عَلَيْهَا،
فَقَدَّمَتْ
ألَيْهِ
طَعَامًاً ،
فَقَالَ
لَهَا: كُلِي؟
فقَالَتْ :
إنِّي
صَائِمَةٌ،
فَقَالَ:
إِنَّ الصَّائِمَ
إِذَا أُكِلَ
طَعَامُهُ
صَلَّتْ
عَلَيْهِ
الْمََئكَةُ
عَلَيْهِمُ
السََّمَ
حَتَّى
يَفْرَغُوا[
.وفى رواية:
»الصَّائمُ
إذا أكَلَ
عِنْدَهُ
المَفَاطِيرُ
صَلَّتْ
عَلَيْهِ
المََئكَةُ«
أخرجه
الترمذي .
13. (3202)- Ümmü Ammâre
Bintu Ka'b (radıyallahu anhâ)'ın anlattığına göre: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) yanına girmiştir. Ammâre yemek ikram edince,
Aleyhissalâtu vesselâm:
"Sen de ye!" demiş, kadın: "Ben oruç
tutuyorum" deyince Resûlullah şöyle buyurmuştur:
"Oruçlu kimse, başkasına ikramda bulunur ve yemeğinden
başkaları yerse yedikleri müddetçe melaike aleyhimüsselam oruçluya rahmet
duasında bulunurlar.
"Bir başka rivayette şöyle denmiştir: "Oruçlunun yanında
oruçsuzlar yemek yiyecek olurlarsa, melekler oruçluya rahmet okurlar."[172]
ـ3203 ـ14
-وعن أبن
هريرة رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ: َ
تَصَمِ
المَرأةُ
وَبَعْلُهَا
شَاهِدٌ إَّ
بِإِذْنِهِ[.
أخرجه الخمسة
إ النسائي.
وزاد دواد: »في
غَيْرِ
رَمَضَانَ«.
واللّه أعلم .
14. (3203)- Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kadın, kocası varken izin almadan (nâfile) oruç
tutmasın."[173]
AÇIKLAMA:
Hadis, kadın nafile oruç tutmak isteyince, beraber oldukları
takdirde, kocasından izin almasını şart koşmaktadır. Ramazan orucu için böyle
bir izin mevzubahis değildir. Bu husus bazı rivayetlerde tasrih edilmiştir: َ تَصُومُ
الْمَرْأةُ
غَيْرَ
رَمَضَانَ"Kadın ramazan orucu dışında... oruç
tutamaz." Vaktin darlığı hâlinde, ramazan dışındaki vâcibleri tutmak için
de izin istemeyeceği şârihlerce belirtilmiştir.
Cumhûr-u ulemâ, bu hadisten hareketle, kocanın rağmına tutulacak
nâfile orucun haram olacağı hükmünde ittifak eder. Nevevî, Şâfiî ülemâlarının
bazısının mekruh" dediğini kaydettikten sonra sahih olan kavlin
"tahrim" olduğunu belirtir.
Nevevî, Müslim şerhi'nde, bu tahrimin sebebini şöyle açıklar:
"Erkeğin; kadın üzerinde her an istimtâ hakkı vardır. Bu hak, fevrî olarak
(yani anında) ifası gereken bir haktır. Ne nâfile ibâdet sebebiyle ne de
bilâhare yapılabilecek bir vâcib sebebiyle bu hak fevt olmaz, ortadan kalkmaz.
Oruç, kocanın izni olmadan câiz olmaz. Eğer kendisinden istimtâ taleb ederse bu câiz
olur ve orucu bozulur. Adet olarak, müslüman erkek, orucu ifsad ederek bozmaktan
çekinir. Şurası da kesindir: Kendisi için evlâ olanı (oruç tutmasını)
istemediğini ifade eden sâbit bir delil yoksa bunun hilafına hareket etmesidir.
Sözgelimi koca yolcu idiyse, hadiste "kocası varken" kaydı, kadına
nâfile oruç tutmasını câiz kılar. Yoldan dönen erkek, kadınını oruçlu bulsa,
orucu bozdurma hakkına sahiptir, bu mekruh da değildir. Erkeğin cimaya muktedir
olamayacak şekilde hasta olması da onun yokluğu mânasına dâhildir."
Hadisteki yasağı tenzîhî kerâhet anlayan Mühelleb, hadisin zâhirine
ve dolayısıyla cumhura da ters düşen görüşünü şöyle ifade etmiştir: "Bu
yasak karı-koca arasındaki dirlik için vazedilmiştir. Kadın, farz dışında da,
erkeğe zamanı olmayan ve vazifelerini aksatmayan ibadetleri izin almaksızın
yapma hakkına sâhiptir. Erkeğin, kadının başladığı ibadetlerden hiçbirini, izin
almamış bile olsa, bozmaya hakkı yoktur."
Rivâyet, erkeğin kadın üzerindeki hakkını te'kid etmekte, bunun
yerine getirilmesinin, hayır yönüyle nâfile ibadetten üstün olduğunu ifade
etmektedir. Çünkü erkeğin hakkı vâcib olan bir haktır. Vacibi yerine getirmek,
nâfileyi yerine getirmekten önce gelir.[174]
ـ3204 ـ1 -عن
جابر رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ] خَرَجَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
: عَامَ
الْفَتْحِ
إِلَى
مَكَّةَ فِي
رَمَضَانَ فَصَامَ
حَتَّى
بَلَغَ
كُرَاعَ
الْغَمِيمِ
فَصَامَ
النَّاسُ،
ثُمَّ دَعَا
بِقَدَحٍ مِنْ
مَاءٍ
فَرَفَعَهُ
حَتّى نَظَرَ
النَّاسُ
ثُمَّ
شَرِبَ،
فَقِيلَ لَهُ
بَعْدَ ذَلِكَ:
إِنَّ بَعْضَ
النَّاسِ
قَدْ صَامَ
فَقَالَ:
أُولَئِكَ
الْعُصَاةُ،
أُولَئِكَ
العُصَاةُ[.
أخرجه مسلم
والترمذي .
1. (3204)- Hz. Câbir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) fetih
yılında Mekke'ye müteveccihen Ramazan ayında yola çıkmıştı. Kürâ'u'l-Gamîm nam
mevkiye gelinceye kadar kendisi de, beraberindekiler de oruç tuttular. Sonra
orada bir bardak su istedi ve bardağı kaldırdı. Herkes bardağa baktı. Sonra
sudan içti. Bundan sonra bazıları kendisine: "Halkın bir kısmı oruç
tuttu" diye haber verdi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Onlar âsilerdir! Onlar âsilerdir!" buyurdular."[175]
AÇIKLAMA:
1- Küra'u'l-Gamîm, Usfân yakınlarında bir vâdinin adıdır.
2- Burada yol sırasında başlanan ramazan orucunun bozulmasına
nebevî bir örnek görülmektedir. Nevevî, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
orucu bozmayanlar hakkında "Âsiler! Âsiler!" diye söylenerek
memnuniyetsizlik izhar etmiş olmasını iki ihtimalle izah eder:
* Oruç tutanlar, oruçları sebebiyle zarar görmüş olabilirler.
* Resûlullah onlara belli bir maslahata binaen kesin bir dille
orucu açmalarını emretmiştir de onlar bu emre rağmen oruçlarını açmamakta
direnmişlerdir. Elbette vâcib bir emre muhalefet isyandır ve Resûlullah'ın,
âsiler demesi yerindedir.
Her iki takdirde de, günümüzde yolcu, orucunu tuttuğu takdirde âsi
sayılmaz, yeter ki bundan zarar görmesin.
Nevevî'nin birinci te'vilini te'yid eden bir ziyade Tirmizî'nin
rivayetinde yer alır: "Resûlullah'a denildi ki: "Oruç halka zahmet
verir oldu."
3- Tirmizî, sefer sırasında tutulacak oruç hakkında ihtilaf
edildiğini, Ashab'tan ve sonrakilerden bir kısmının sefer sırasında yemenin
efdal olduğu kanaatinde olduklarını, öyle ki, tutanlara orucu iâde etmek
gerekeceğine hükmettiklerini, yine Ashab'tan ve sonrakilerden bir kısmının da,
kendinde güç bulanların yolculuk sırasında oruç tutmalarının efdal olduğuna,
yemelerinin de câiz olduğuna hükmettiklerini belirtir.
Ahmed ve İshak birinci görüşü, Süfyan-ı Sevri, İmam Mâlik ve
İbnu'l-Mubârek, Ebu Hanife, Şafiî de ikinci görüşü iltizam edenlerdendir.
Ömer İbnu Abdilaziz, يُرِيدُ
اللّهُ بِكُم
الْيُسْرَAllah sizin için
kolaylık diler, zorluk dilemez" (Bakara 185) âyetinden hareketle: "Bu
meselede efdali, kişiye kolay gelenidir, eğer yemek kolaysa hakkında efdal
olanı yemektir, oruç kolaysa o efdaldir; nitekim, bazılarına yolculuk da olsa
ayı içinde tutmak kolaydır, sonradan kaza etmek zor olur, bunun hakkında da
tutmak efdaldır" demiştir.[176]
ـ3205 ـ2
-وعن أنس
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]كُنَّا
مَعَ
النّبيُّ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
فِي سَفَرٍ
فَمِنَّا
الصَّائِمُ،
وَمِنَّا
المُفْطِرُ
فَنَزَلْنَا
مَنْزًِ فِي
يَومٍ
حَارٍّ،
أَكْثَرُنَا
ظَِّ صَاحِبُ
الْكِسَاءِ،
وَمِنَّا
مَنْ يَتَّقِي
الشَّمْسَ
بِيَدِهِ،
فَسَقَطَ
الصُّوَّامُ
وَقَامَ
المُفْطِرُونَ
فَضَرَبُوا ا‘بْنِيَةَ،
وسَقَوْا
الرِّكَابَ،
فقَالَ: ذَهَبَ
المُفْطِرُونَ
الْيَوْمَ
بِا‘َجْرِ [. أخرجه
الشيخان والنسائي
.
2. (3205)- Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz bir seferde Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ile beraberdik. Aramızda bir kısmı oruç tutuyor, bir kısmı da
tutmuyordu. Sıcak bir günde bir yerde konakladık. Gölgelenenlerin çoğu elbisesi
olanlardı. Bir kısmımız güneşe karşı eliyle korunuyordu. Derken oruçlular
yığılıp kaldılar, oruçsuzlar kalkıp çadırları kurdular, hayvanları suladılar.
Bunun üzerine, Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselâm:
"Bugün sevabı oruçsuzlar kazandı!" buyurdular."[177]
AÇIKLAMA:
Hadis, bir sefer sırasında karşılaşılan bir durumu aktarmaktadır:
Sıcağın tesiriyle çalışamaz hale gelen oruçlulara bedel, çadır kurmak, develeri
sulayıp yemlerini vermek, ordunun yemeğini hazırlamak gibi her çeşit hizmetleri
oruçsuzların görmesi ve buna karşılık sevâbı onların kazanması...
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu durumu "Bugün sevâbı
oruçsuzlar kazandı" cümlesi ile ifade buyurmuştur. Şârihler, "Bu
cümleyle diğerlerinin sevap kazanmadığı kastedilmemiş, aksine oruçsuzların daha
çok kazandığı belirtilmiştir" derler. Oruçsuzlar, hem hizmet sevabını ve
hem de öbürlerinin oruçtan kazandıklarının bir mislini kazandıkları için onlar
sevapça üstündürler.
* Bazı âlimler, bu hadise dayanarak: "Gazve sırasındaki
hizmetin nafile oruçtan üstün olduğunu" söylemiştir.
* Hadis, cihad sırasında yardımlaşmaya teşvik etmektedir.
* Seferde yemek, oruç tutmaktan evlâdır.
* Seferde oruç câizdir. Bu hadis "sefer sırasında tutulan
oruç, oruç sayılmaz" diyenleri yalanlar.[178]
ـ3206 ـ3
-وعن جابر
رضِي اللّهِ
عنْه قالَ:
]كَانَ
النَّبيُّ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فِي سَفَرٍ
فَرَأىَ
رَجًُ قَدْ
إجْتَمَعَ
عَلَيْهِ
النَّاسُ.
وَقَدْ ظُلِّلَ
عَلَيْهِ،
فَقَالَ
مَالَهُ؟
فَقَالُوا:
رَجُلٌ
صَائِمٌ،
فَقَالَ
رَسُولُ اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ :
لَيْسَ البِّرُّ
أَنْ
تَصُومُوا
فِي
السَّفَرِ[.
وفي رواية
»ليْسَ مِنْ
البِّرِ
الصَّوْمُ
فِي السَّفَرِ«.
أخرجه الخمسة
إ الترمذي .
3. (3206)- Hz. Câbir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir
seferdeydi. Etrafına insanların toplandığı bir adam gördü, ona gölge
yapıyorlardı.
"Nesi var?" diye sordu.
"Oruçlu biri!" dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm):
"Seferde oruç birr (Allah'ı memnun edecek dindarlık)
değildir!" buyurdular."
Bir rivayette: "Seferde oruç birr'den değildir"
denmiştir."[179]
AÇIKLAMA:
Hadisin başka vecihlerinde bu seferin Fetih Seferi olduğu
belirtilir. Oruç ağır geldiği için Hz. Peygamber adama bozmasını emreder. Bu
kıssada ihtiyaç olunca ruhsatla amel etmenin müstehab olduğu gözükmektedir.
Haliyle ruhsatın terki de mekruh olmaktadır. Nitekim hadisin bir veçhinde
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), "Allah'ın size tanıdığı ruhsata
uyun" buyurmuştur.[180]
ـ3207 ـ4
-وعن عائشة
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]سَأَلَ
حَمْزَةُ
بْنُ عَمْرٍو
ا‘َسْلَمِيُّ
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ
رَسُولُ اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ : عَنِ
الصَّومِ فِي
السَّفَرِ،
وَكَانَ كَثِيرَ
الصّيامِ ،
فَقَالَ إِنْ
شِئْتَ فَصُمْ،
وَإِنْ
شِئْتَ
فَأفْطِرْ [.
أخرجه الستة .
4. (3207)- Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Hamza İbnu Amr el-Eslemi (radıyallahu anh),
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan yolculuk sırasında tutulan orucu sordu.
Kendisi çok oruç tutan birisi idi. Resûlullah şöyle cevap verdiler:
"Dilersen tut, dilersen tutma."[181]
AÇIKLAMA:
Yukarıda geçen iki hadis, sefer sırasında tutulan oruçla
ilgilidir. Birinci rivayet, sefer sırasında tuttuğu orucu kendisine dokunan
kimse ile ilgilidir. Resûlullah ona orucu tecviz etmemiş ve bozmasını emretmiş,
"seferde oruç, Allah'ı razı edecek amel (birr) değildir" buyurmuştur.
İkinci hadis, herhangi bir vak'a olmaksızın, yolculuk sırasında tutulacak
orucun hükmü hakkında soran kimseye cevabı ihtiva ediyor. Bu cevap kişiye
ruhsattır: "Dileyen tutar, dileyen tutmaz."
Ancak hemen belirtelim ki, bu meselede selef ulemâsı ihtilaf
etmiştir. Bazıları sefer sırasında tutulan oruç farzın yerine geçmez, mutlaka
kazası gerekir diyecek kadar ifrat etmiştir. Bunlar Kur'an-ı Kerim'de gelen,فَعِدّةٌ
مِنْ اَيّامٍ
اُخَرْ
"Hasta veya
yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun.."
(Bakara 185) âyetinin zâhiri ile önceki rivayette kaydedilen, Resûlullah'ın لَيْسَ مِنَ
الْبِرّ
الصّيَامُ
فِي السّفَر
"seferde oruç
"birr"den değildir" hükmünü esas alırlar. Bunlara göre,
"Birr'in mukabili ism yani günahtır. Öyleyse, seferde oruç tutan
günahkârsa, tuttuğu oruç oruç sayılmaz, farzı ödemez, kaza edilmesi
gerekir." Ehl-i Zâhir'in bir kısmı bu kanaattedir.
Bu meseledeki farklı görüşleri 3204 numaralı hadisin açıklamasında
özet olarak kaydettiğimiz için tekrar etmeyeceğiz, oraya bakılsın.[182]
ـ3208 ـ5
-وعن أنس رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]كُنَّا
مَعَ
النَّبيِّ صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَمِنَّا
الصَّائِمُ،
وَمِنَّا
المُفْطِرُ
فََ الصَّائمُ
يَعِيبُ
عَلَي
المُفْطِرِ،
وََ
المُفْطِرُ
يَعِيبُ عَلَي
الصَّائِمِ[.
أخرجه الثثة
وأبو داود .
5. (3208)- Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile
beraber (seferde) idik. Bir kısmımız oruçlu bir kısmımız oruçsuz idi. Ne oruçlu
oruçsuzu ayıplıyor, ne de oruçsuz, oruçluyu kınıyordu."[183]
AÇIKLAMA:
Hadisin Ebu Dâvud'daki veçhinde, bu seferin Ramazan'da cereyan
ettiği tasrih edilir. Şu halde sefer sırasında tutulduğu belirtilen oruç, farz
oruçtur. Bu rivâyet de, yol sırasında dileyenin ramazan orucunu tutabileceğini
göstermektedir. Şu halde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın "sefer'de
oruç birr'den değildir" sözü (3206), oruca tahammül edemeyecekler, bitap
düşecekler hakkındadır. Bu durumda olmayanların oruç tutmalarına kimsenin bir
diyeceği yoktur. İbnu Hacer der ki: "Âlimlerin kanaati şudur: "Kim
kendinde oruç tutma gücü görürse tutar, zira bu, müstahsendir, kim kendini
zayıf hissederse o da yer, zira bu da müstahsendir." Sefer sırasındaki
oruç hakkında yapılan bu açıklama da daha önce belirtildiği üzere itimada
şayandır ve münâkaşayı kaldırıcı mahiyettedir."[184]
ـ3209 ـ6
-وعن أبى الدر
داء رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قالَ:
]خَرَجَنَا مَعَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
: فِي
رَمَضَانَ
فِي حَرٍّ
شَدِيدٍ أَنْ
كَانَ
إِخَدُنَا
لَيَضَعُ
يَدَهُ عَلَى
رَأْسِهِ
مِنْ شِدّةِ
الحَرِّ،
وَمَا فَينَا
صَائِمٌ إَِّ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ،
وَابْنُ
رَوَاحَةَ رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ[.
أخرجه
الشيخان وأبو
داود .
6. (3209)-
Ebu'd-Derdâ,(radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz çok şiddetli sıcak bir
mevsimde, Ramazan ayında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte
sefere çıktık. Hararetin şiddetinden herkes elini başına koyuyordu. Aramızda
oruçlu olarak sadece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile İbnu Ravâha
vardı."[185]
ـ3210 ـ7
-وعن عمر و بن
أُمية الضمري
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال:
]قَدِمْتُ
عَلَى
رَسُولُ
اللّهِ صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ :
مِنْ سَفَرٍ
فَقَالَ : انْتَظِرِ
الْغَدَاءَ
يَا أبَا
أُمَيَّةَ.
قُلْتُ يَا
رَسُولُ
اللّه :
إِنِّي
صَائِمٌ. قَالَ
: إِذاً
أُخْبِرَكَ
عَنِ
الْمُسَافِرِ،
أَنَّ اللّهَ
تَعَالَى
وَضَعَ
عَنْهُ
الصِّيَامَ
وَنِصْفَ
الصََّةِ[.
أخرجه
النسائى.
7. (3210)- Amr İbnu Ümeyye
ed-Damri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir sefer dönüşü Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a uğradım. Bana: "Ey Ebu Ümeyye, sabah yemeğini
bekle (beraber yiyelim)" buyurdular. Ben "Oruçluyum" dedim.
"Öyleyse gel yaklaş, sana yolcudan haber vereyim (de
dinle!" dedi ve devamla:) "Allah Teâla Hazretleri yolcudan orucu ve
namazın yarısını kaldırdı" buyurdu."[186]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin
Nesâî'de birkaç veçhi zikredilmiştir. Mâna aynı olsa da bazı ziyade ve
noksanlar var.
2- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) "orucu...
kaldırdı" demekle, "yolcuyu, yol esnasında oruç tutup tutmamak
arasında muhayyer bıraktı, yolculuk esnasında tutma mecburiyetini
kaldırdı" demiştir. Bu husus daha önceki hadislerde açıklandı. Değilse "yolcudan
orucun farziyyeti kaldırıldı" demek istenmiyor, zira bizzât ayet-i kerime
sonradan aynı miktarın tutulacağını belirtmiştir (Bakara 185). Namazın
yarısının kaldırılması, dört rek'atli farz namazların iki rek'at olarak
kısaltılması demektir.[187]
ـ3211 ـ8
-وعن رجل من
بني عبد اللّه
بن كعب بن
مالك اسمه أنس
بن مالك قال:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنَّ
اللّهَ
تَعَالَى وَضَعَ
شَطْرَ
الصََّةِ
عَنِ
الْمُسافِرِ،
وَارْخَصَ
لَهُ فِي
ا“ِفْطَارِ
وَأَرْخَصَ فِيهِ
لِلْمُرْضِعِ
وَالحُبْلَى
إِذَا خَافَتَا
عَلَى وَلَدَيْهِمَا[.
أخرجه أصحاب
السنن.
8. (3211)- Abudullah İbnu
Ka'b İbni Mâlikoğullarından ismi Enes İbnu Mâlik olan bir adamdan anlatıldığına
göre, demiştir ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Allah Teâla Hazretleri, yolcudan namazın yarısını kaldırdı, oruca da yeme
hususunda ruhsat tanıdı. Ayrıca çocuk emziren ve hamile kadınlara, çocukları
hususunda endişe ettikleri takdirde, orucu yeme ruhsatı tanıdı."[188]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, ramazan ayında oruç yemelerine ruhsat verilenlerden
bazılarını açıklamaktadır:
1- Yolcular: Bunlar hakkındaki teferruat daha önceki
rivayetlerde geçti.
2- Çocuk emziren kadınlar,
3- Hâmile kadınlar...
Emzikli ve hâmile kadınların ramazan orucunu yemelerine bu hadis
ruhsat tanımaktadır. Ancak, âlimler bunlar hakkında bazı farklı sonuçlara
ulaşırlar. Şöyle ki:
* Bazıları: "Bunlar oruçlarını kaza ederler ve fakir
doyururlar, çünkü yemeleri kendi nefisleri için değil" demiştir. Bunların,
kazadan başka fakir de doyurmaları gereğine hükmedenler arasında Mücâhid, Şâfiî
ve Ahmed İbnu Hanbel (rahimehumullah) hazerâtı vardır.
* İmam Mâlik: "Hamile kadın orucunu kaza eder, kefarette
bulunmaz, çünkü hasta mesâbesindedir, emzikli kadın ise hem kaza eder, hem de
kefârette bulunur" demiştir.
* Hasan-ı Basrî ve Atâ: "Hâmile ve emzikli kadınlar kaza
ederler, fakir doyurmazlar, tıpkı hastada olduğu gibi" derler.
Ebu Hanife ve ashabı ile Evzâî ve Süfyan-ı Sevrî'nin görüşü de
böyledir.[189]
ـ3212 ـ9
-وعن محمد بن
كعب قال:
]أتَيْتُ
أَنَسَ بِنْ
مَالِكِ
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ فِي
رَمَضَانَ وَهُوَ
يُرِيدُ
سَفَراً،
وَقَدْ
رُحِّلَتْ لَهُ
رَاحِلَةْ،
وَلِبِس
ثِيَابَ
سَفَرِهِ فَدَعَا
بِطَعَامٍ
فَأَكَلَ،
فَقُلْتُ: لَهُ
سُنَّةٌ؟
قَالَ: نَعَمْ
، ثُمَّ
رَكِبَ[. أخرجه
الترمذى .
9. (3212)- Muhammed İbnu
Ka'b anlatıyor: "Ramazan'da Enes İbnu Mâlik (radıyallahu anh)'in yanına
geldim. Sefer hazırlığı yapıyordu. Devesi hazırlandı, yolculuk elbisesini
giydi. Yemek getirtip yedi. Ben kendisine:
"(Yola çıkarken orucu bozmak) sünnet midir?" diye
sordum,
"Evet!" dedi ve bineğine atlayıp yola çıktı."[190]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, öncelikle Ramazanda sefere çıkan kimsenin daha evini
terketmeden orucunu açabileceğine delil olmaktadır. Nitekim, yolcunun ne zaman
müsâferet ahkâmına tâbi olacağı hususu münakaşalıdır ve "daha evinde iken
yolculuğu başlar" diyenlerin delillerinden biri de bu hadistir.
İbnu'l-Ârabî, Tirmizî şerhi el-Ârıza'da: "Hadis sahihtir ve
Ahmed İbnu Hanbel bununla amel etmiştir" dedikten sonra Mâlikîlerin buna
katılmadıklarını ve fakat daha evinde iken yiyen kimseye kefâret gerekip
gerekmiyeceğinde ihtilaf ettiklerini belirtir. İmam Mâlik: "Kefaret
gerekmez" demiştir. İbnu'l-Arabî, "gerekir" diyenleri de
belirttikten sonra: "Hadisin sahih olması sebebiyle gerekmemelidir"
der. Yolculuk, ekseriyete göre, ikamet edilen beldenin dış evlerini çıktıktan
sonra başlar.[191]
ـ3213 ـ10
-وعن مالك :
]أنَّهُ
بَلَغُهُ
أَنّ عُمَرَ رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ كَانَ
إِذَا كَانَ
فِي سَفَرٍ
فِي
رَمَضَانَ
فَعَلِمَ
أَنَّهُ دَاخِلُ
الْمَدِينَةِ
مِنْ أَوَّلِ
يَوْمِهِ
دَخَلَ
وَهُوَ
صَائِمٌ[ .
10. (3213)- İmam Mâlik'e
ulaştığına göre, Hz. Ömer (radıyallahu anh) Ramazan ayında yolcu ise ve
Medine'ye günün başında gireceğini tahmin etmişse, oruçlu olarak şehre
girerdi."[192]
ـ3214 ـ11
-وعن منصور
الكلبي : ]أَنّ
دِحْيَةَ
بْنَ خَلِيفَةَ
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ :
خَرَجَ مِنْ
قَرْيَةٍ
مِنْ
دِمِشْقَ
إِلَى قَدْرِ
قَرْيَةَ
عَقَبَةَ
مِنَ
الْفُسْطَاطِ،
وَذَلِكَ
ثََثَةُ
أَمْيَالٍ
فِي رَمَضَانَ
فَأفْطَرَ
وَافْطَرَ
مَعهُ نَاسٌ
كَثِيرٌ،
وَكَرِهَ
آخَرُونَ أنْ
يُفْطِرُوا، فَلَمَّا
رَجَعَ إِلَى
قَرْيَتِهِ.
قَالَ: وَاللّهُ
لَقَدْ
رَأيتُ
الْيَوْمَ
أَمْراً مَا
كُنْتُ أَظُنُّ
أَنَّى
أَرَاهُ :
إِنَّ
قَوْماً
رَغِبُوا عنْ
هَدْىِ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَأصْحَابِهِ.
أَللَّهُمَّ
اقْبِضْنِي
إِلَيْكَ [.
أخرجه أبو
داود .
11. (3214)- Mansûr el-Kelbî
anlatıyor: "Dıhye İbnu Halife (radıyallahu anh), Ramazan'da Dımeşk'e bağlı
köylerden (Mizze adındaki) birinden çıkıp Fustat'tan Akabe köyüne olan mesafe
kadar bir yol aldı. Bu mesafe üç millik bir uzaklıktı. Dıhye ve
beraberindekilerden bir kısmı (o gün) orucu yediler. Bir kısmı ise orucu yemeyi
uygun görmediler. Dıhye, köyüne dönünce;
"Vallahi bugün, vukûa geleceği hiç aklımdan geçmeyen bir
hadîse ile karşılaştım: Bir kısım kimseler Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın ve ashâbı'nın sünnetini beğenmediler" dedi. Bunu o gün orucu açmayanlar için söylemişti. Dıhye
(radıyallahu anh) bu hayıflanmasını şöyle noktaladı:
"Allahım artık beni yanına al!"[193]
AÇIKLAMA:
Hadis, Dıhye (radıyallahu anh)'nin üç millik bir mesafede orucu
yediğini, bazılarının da bu mesafeyi, oruç yemeyi meşru kılan bir uzaklık kabul
etmeyerek yemediklerini göstermektedir. Mevzu, münakaşa edilmiştir. Bazıları
gerek âyet ve gerekse hadiste "şer'î sefer"i tahdid eden mesafe ile
sınırlayan bir kaydın olmadığını iddia eder. Bu rivayeti de bir bakıma delil
gösterirler.
Hattabî der ki: "Bu rivayette, orucu yemenin câiz olduğu
seferi, muayyen bir mesafe ile sınırlandırmayanlara delil var. Bunlar sadece
"sefer" ismini esas alırlar ve zâhire dayanırlar. Bu görüşün Davud-ı
Zâhirî ile diğer Zâhirîlere ait olduğunu zannediyorum. Fakat fakihler, orucu
yeme ruhsatını sadece namazın kasredilmesini câiz kılan mesafedeki yolculuk
için tanırlar. Bu mesafe Irak ulemâsına göre üç günlük mesafedir. Hicaz
ulemâsınca iki gece veya buna yakın müddettir."
Hattâbî devamla der ki: "...Dıhye, hadiste Resûlullah'ın kısa
mesafede oruç açtığını zikretmiyor, "Bazı insanlar Resûlullah'ın
sünnetinden hoşlanmadılar" diyor; belki de bunlar aslında, orucu yemekle
ilgili ruhsatı kabul etmekten hoşlanmadılar. Ayrıca, Dıhye (radıyallahu anh)'nin
burada, "sefer (yolculuk)" kelimesinin lûgat manasını esas almış
olması da muhtemeldir. Nitekim, pek çok sahâbe ona bu meselede muhâlefet
etmiştir. İbnu Ömer, İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) dört berîd'den daha kısa
mesafeye yapılan yolculuklarla namazı kasretme ve orucu yeme hususunda ruhsat görmezlerdi.
Bu iki sahabi, fıkıhça ve ilimce Dıhye (radıyallahu anh)'den çok ileri
idiler."[194]
Bu hadisle ilgili olarak Beyhaki merhum da şunu söylemiştir:
"Bize Dıhyetü'l-Kelbî'den rivayet edilen hadise gelince, sanki o, bu
hadiste seferde ruhsat tanıyan ayetin zahirini esas almış gibi. Dolayısıyla,
"Resûlullah'ın ve ashabının sünnetinden yüz çevirdiler" sözüyle de,
orucun yendiği sefer müddetinin takdirinde değil, âyetin tanıdığı ruhsatı kabul
etmede sünnetten ayrıldıklarını kasdetmiş olmalıdır."[195]
ـ3215 ـ12
-وعن عبيد بن
جبير قال : ]
كُنْتُ مَعَ
أبِي بَصْرَةَ
الْغِفَّارِيِّ
صَاحِبِ
رَسُولُ اللّه
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ فِي
سَفِينَةٍ
مِنَ الْفُسْطَاطِ
فِي
رَمَضَانَ
فَدَفَعَ
فَقُرِّبَ
غَدَاؤُهُ،
فَقَالَ:
أَقْتَرِبْ.
قُلْتُ : أَلَسْتَ
تَرَى
الْبُيُوتَ؟
قَالَ:
أَتَرْغَبُ
عَنْ سُنَّةِ
رَسُولُ
اللّه صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ،
فَأكَلَ
وَأكَلْتُ[.
أخرجه أبو
داود.
12. (3215)- Ubeyd İbnu
Cübeyr rahimehullah anlatıyor: "Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın ashabından olan Ebu Basra el-Gıfârî (radıyallahu anh) ile
Fustât'tan yola çıkan bir gemide Ramazan'da beraberdik. (İskenderiye'ye gitmek
istiyordu. Ebu Basra ve beraberindekiler) gemiye çıkarıldı. (Daha evleri
tamamen geçmemişti ki sofra emretti.) Sabah yemeği getirildi. Bana da:
"Yaklaş (beraber yiyelim!) "dedi. Ben:
"Evleri hâlâ görmüyor musun?" dedim. Bana
"Yoksa sen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sünnetinden
hoşlanmıyor musun?" dedi. Bunun üzerine o yedi, ben de yedim."[196]
AÇIKLAMA:
Bu hadîste yola çıkan oruçlunun orucunu daha şehri tamamen
terketmeden açabileceğine delil var. Rivayetin Ebu Dâvud'daki aslında yer alan
-ve mevzuumuz açısından ehemmiyetli olan- bir ziyadeyi köşeli parantez
içerisine aldık. Rivayet gösteriyor ki, Ashab'tan bir kısmına göre oruçlu olan
kimse yola çıkacak olursa, daha evleri tamamen geride bırakmadan orucunu açması
sünnettir.
Hattâbî der ki: "Bu hadiste, oruçlu mukîm yola çıkacak olsa
aynı gün içinde orucunu açmalı" diyenlere delil var. Bu, şa'bî'nin
sözüdür. Ahmed İbnu Hanbel de bunu benimsemiştir. Hasan Basri hazretleri:
"Bu kimse dilerse, çıkmak istediği gün evinde iken orucunu açar" der.
İshak İbnu Râhûye: "Ayağını bineğine koyar koymaz açabilir" demiştir.
Ebu Hanife ve Ashâbı: "Yola çıkan aynı gün yemez"
demiştir. İmam Mâlik, Evzâî ve Şâfi'î de aynı görüştedir. Nehâî, Mekhûl ve
Zührî'den de bu görüş rivayet edilmiştir."[197]
ـ3216 ـ13
-وعن سلمة بن
المحبق
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه قال:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ:
مَنْ
أَدْرَكَهُ
رَمَضَانُ
فِي
السَّفَرِ
وَلَهُ حُمُولَةٌ
تَأْوي بِهِ
إِلَى شِبَعٍ
فَلْيَصُمْ
رَمَضَان
أَدْرَكُهُ[.
أخرجه أبو
داود.»الحُمُولَةُ«:
بِالضَّمَّ:
ا‘حمال،
وبالفَتح:
ا“بل يحمل
عليها. أى من
كان صاحب
أحمال .
13. (3216)- Seleme İbnu'l-
Muhabbak (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim sefer sırasında Ramazan'a erer ve beraberinde
kendisini karnını doyuracak yere götürecek bir bineği varsa nerede olursa olsun
orucunu tutsun."[198]
AÇIKLAMA:
Burada, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bineği olan yolcuları,
oruç tutmaya teşvik etmektedir. Yani kim biniti olduğu halde seyahat yapmakta
ve biniti de onu akşama evine ulaştırabilecek durumda ise ramazan orucunu
tutmalıdır. Ancak Tîbî, bu emrin, evlâ ve efdal olanı yapmaya bir teşvik
olduğunu söyler. "Çünkü der, seferde orucun yenmesine mutlak olarak
delalet eden nasslar var." Bazı âlimler, sefer müddeti her ne olursa
olsun, orucun yenmesine câiz olduğunu söylerler.[199]
ـ3217 ـ1 -عن
نافع : ]أَنَّ
ابْنَ عُمَرَ
رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُمَا
كَانَ
يَقُولُ:
يَصُومُ
رَمَضَانَ
مُتَتَابِعاً
مَنْ
أفْطَرَهُ
مِنْ مَرَضٍ
أوْ سَفَرٍ[.
1. (3217)- Nâfî anlatıyor:
"İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) diyor ki: "Ramazanı, hastalık ve
sefer sebebiyle yiyenler, onu peş peşe tutarlar."[200]
AÇIKLAMA:
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), Ramazan orucu meşru bir mazeretle
yenmişse, bunun kazasının peş peşe yapılmasının vâcib olduğu kanaatinde idi.
Hz. Ali, Hasan Basrî ve Şâbî de aynı kanaati ileri sürmüşlerdir. Bu aynı
zamanda Ehl-i Zâhir'in görüşüdür.
Eimme-i Erba'a (İmam-ı A'zam, Şâfi'î, Mâlik ve Ahmed İbnu Hanbel)
ve cumhûr bunun müstehab olduğuna inanırlar. Birçok sahabe de bu kanaattedir.
Her ne kadar kıyasa göre, edanın sıfatını kazanın sıfatına katmak ve borçtan
bir an önce kurtulmak için peş peşe tutmak icab ederse de...[201]
ـ3218 ـ2
-وعن ابن شهاب:
]أَنَّ أَبَا
هُرَيرَةَ
وَابْنَ
عَبَّاسٍ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُمَا اخْتَلَفَا
فِي قَضَاءِ
رَمَضَانَ،
فَقَالَ أَحَدُهُماَ:
يُفَرِّقُ،
بَيْنَهُ،
وَقَالَ
اŒخَرُ: َ
يُفَرَّقُ َ
أَدْرِى
أيُّهُمَا قَالَ
يُفَرَّقُ،
وََ
أيُّهُمَا
قَالَ
َ
يُفَرَّقُ[.
أخرجه مالك .
2. (3218)- İbnu Şihâb
anlatıyor: "Ebu Hüreyre ve İbnu Abbâs (radıyallahu anhüm) Ramazan orucunun
kazası hususunda ihtilaf ettiler. Biri: "Araları açılabilir" dedi.
Diğeri, "açılamaz!" dedi. Ben hangisinin "açılabilir"
dediğini bilmiyorum."[202]
AÇIKLAMA:
Ramazan orucu kaza edilirken peş peşe mi tutulacak, yoksa bazan
tutup bazan yemek suretiyle araları açılabilecek mi ihtilaf edilmiştir. Bu
rivayette İbnu Şihâb, Ebu Hüreyre ile İbnu Abbâs arasındaki ihtilafı
hatırlıyor, ancak hangisinin hangi görüşü ileri sürdüklerini hatırlayamıyor. İbnu
Abdilberr, İbnu Abbâs ve Ebu Hüreyre, her ikisinin de, Ramazan'ın kazasında
ayırmayı câiz gördüklerini, bu hususun sahih rivâyetle geldiğini belirtir.
Onlar, فَعِدّةٌ
مِنْ اَيّامٍ
اُخَرَ (Bakara
185) âyetine dayanarak ayırmada bir beis görmemişlerdir. Hz. Aişe, bu âyetin
önce فَعِدّةٌ
مِنْ اَيّامٍ
اُخَرَ
مُتَتَابِعَاتِşeklinde, yani:
"Hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde
"peş peşe" tutsun" şeklinde "peş peşe" kelimesiyle
indiğini sonradan "peş peşe" kelimesinin düştüğünü belirtir. Zürkani,
rivayetteki "düştü" اسقطتkelimesinin
muhtemelenنسخت"neshedildi" mânasında
kullanıldığını söyler. Nitekim Ramazandan borç kalan oruçların ayrı ayrı kaza
edilmeleri esas olmuştur.[203]
ـ3219 ـ3
-وعن عائشة رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قالت: ]كَانَ
يَكُونُ
عَلَيَّ
الصَّوْمُ
مِنْ رَمَضَانَ
فَمَا
أَسْتَطِيعُ
أَنْ اقْضِي إَِّ
فِي
شَعْبَانَ،
وَذَلِكَ
لِمَكَانِ رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ[.
أخرجه الستة .
3. (3219)- Hz. Aişe (radıyallahu
anhâ) anlatıyor: "Üzerimde Ramazan orucu bulunurdu da ben onları ancak
Şâban ayında kaza edebilirdim. Bu, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
mevkii sebebiyle idi."[204]
AÇIKLAMA:
Hz. Aişe, her kadın gibi Ramazanda tutamadığı oruçları Şâban'da
kaza ettiğini belirtiyor. Bu kaza işinin niçin Şâban ayına kaldığını farklı
rivayetlerde gelen ziyadeler aydınlatır: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Şâban ayının hemen hemen tamamını oruçla geçirmektedir. Resûlullah'ın
zevceleri, borçlarını, böylece Resûlullah'la birlikte Şâban ayında kaza
etmektedirler. Müslim'in bir rivayetinde Hz. Aişe: "Bizden (Resûlullah'ın
zevcelerinden) biri, Resûlullah'ın zamanında Ramazan'da orucunu yeyince,
Resûlullah'la birlikte (yani o hayatta iken), Şaban ayı gelinceye kadar orucunu
kaza etmeye muktedir olamazdı" demektedir. Tirmizî'nin rivayetinde bu
hâlin Resûlullah vefat edinceye kadar devam ettiği ifade edilmiştir.
İbnu Hacer, bazı âlimlerin, bu hadisten hareketle Hz. Aişe'nin
Şâban'dan önce hiç nafile oruç tutamadığını söylediklerini belirtir. "Zira
demişlerdir, üzerinde farz var iken nâfile tutması câiz değildi."
Bu hadisten, Ramazan'dan kalan borcun kazasının te'hir edilmesi
câiz görüştür. Te'hir için özürün olması olmaması farketmez. Câiz olmasaydı Hz. Aişe te'hir
etmezdi. Üstelik bu te'hirin Resûlullah'ın ittılâının dışında olması da mümkün
değildir. Hz. Aişe şer'î ruhsatın varlığını bilmese yapmazdı. Mutlaka bunu
biliyordu da öyle yaptı... şeklinde açıklama yapılmıştır.[205]
ـ3220 ـ4
-وعنها رَضِىَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ:
مَنْ مَاتَ
وَعَلَيْهِ
صَوْمٌ صَامَ
عَنْهُ
وَلِيُّهُ[.
أخرجه
الشيخان وَابو
داود.قيل
»صَامَ عَنْهُ
وَلِيُّهُ«
عَلى ظاهره،
وهو قول
الشافعي
القديم، وقيل:
المراد به
الكفارة فعبر
عنها بالصوم
إذ كانت تزمه،
وعليه أكثر
الفقهاء.
4. (3220)- Yine Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse, velîsi ona
bedel tutar."[206]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste, oruç borcu olduğu halde ölen kimseye bedel, velîsinin
oruç tutabileceği beyan edilmektedir. Ancak âlimler, bu mevzuda gelen diğer
rivayetleri de göz önüne alarak aralarında ihtilaf etmişlerdir. Çünkü şu çeşit
sorular mevzubahis olmaktadır: Bütün oruçlar oruçla mı ödenir, bazısı yemekle
olabilir mi, hepsi yemekle olamaz mı, mutlaka veli mi orucunu tutmalı, bir
başkası tutamaz mı? vs...
Bu sorulara cevap sadedinde Hasan Basrî: "Onun oruç borcunu
ödemek niyetiyle otuz kişi bir gün oruç tutsa bütün borcu ödenir, bu
câizdir" demiştir. Ashâbu'l-hadis, ölenin yerine oruç tutmanın câiz
olduğunu söyler.
İmam Şâfiî, kavl-i kadîminde "hadis sahihse câizdir"
der. Beyhâkî, bunun sahih olduğunu, bu hadisle amelin vacib olduğunu
söylemiştir. Bu görüşe göre, ölüye bedel oruç tutmak, velîsine müstehabtır ve
bu, ölüyü borçtan kurtarır. Nevevî, sadedinde olduğumuz hadisle müteâkiben
kaydedeceğimiz hadislere dayanarak bu görüşü tercih eder.
Ebu Hanife, Mâlik ve kavl-i cedîdinde Şâfiî hazerâtı: "Ölüye
bedel oruç tutulamaz" demişlerdir.
Ahmed, İshâk, Ebu Ubeyd ve kavl-i kadîminde Şâfiî: "Ölüye
bedel sadece nezir orucu tutulabilir" derler.
Bunu câiz görenler "velî"den murad nedir? Bu hususu
araştırmışlardır. "Her bir yakın", "vâris",
"asabe" gibi değişik şeyler söylemişlerdir. Birinci görüşe
"ercah" denmiştir.
Ayrıca: Bedenî ibâdette niyabetin olmayacağı esasından hareketle
bu, velilere mi has? diye sorulmuştur. Hayatta niyabet olmayınca ölünce de
olmaması esastır. Ancak rivayette sâbit delil vârid olan hususta bu prensip
geçersizdir. Öyle ise oruçta niyabet olabileceği hususunda bu rivayet geldiğine
göre, bu sınır içinde kalmak şartıyla câiz olacağına bazı âlimler hükmetmiştir.
Bunlar, velî bu hususta bir yabancıya başvurarak ölüsü adına oruç tutuvermesini
söylese, o da tutsa, haccda olduğu gibi oruçta da caiz olacağına hükmederler.
Müteakip hadis de bu görüşte olanları te'yid eder.[207]
ـ3221 ـ5
-وعن ابن عباس
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهما قال: ]رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُمَا
قَالَ:
جَاءَتِ اِمْرَأةٌ
إِلَى
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَقَالَتْ:
إِنَّ أُمِّي
مَاتَتْ
وَعَلَيْهاَ
صَوْمُ
نَذْرٍ،
أفَأَصُومُ
عَنْهَا ؟
قَالَتْ
:أَرَأيْتِ
لَوْ كَانَ
عَلَي
أُمِّكِ
دَيْنٌ
فَقَضَيْتَهِ
أَكَانَ
يُؤَدِّي
ذَلِكِ
عَنْهَا؟
قَالَتْ: نَعَمْ.
قَالَ:
فَصُومِي
عَنْ
أُمِّكِ[.
أخرجه الخمسة
.
5. (3221)- İbnu Abbâs
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Bir kadın Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a gelerek: "Annem vefat etti, üzerinde de nezir orucu borcu var,
kendisine bedel oruç tutabilir miyim?" dedi. Resûlullah:
"Annen üzerinde borç olsaydı da sen ödeyiverseydin, bu borç
onun yerine ödenmiş olur muydu?" diye sordu. Kadın:
"Evet!" deyince, Aleyhissalâtu vesselâm:
"Öyleyse annene bedel oruç tut!" buyurdu."[208]
AÇIKLAMA:
Buna benzer muhtelif rivayetler vârid olmuştur.
Bazılarında soru soran bir kadındır, Bazılarında bir erkek.
Bazılarında annenin yerine, Bazılarında kız kardeşin yerine oruç tutmaktan
sorulmuştur. Bazılarında nezir borcu mevzubahistir. Nezri, bir kısım âlimler
"oruç", bir kısım âlimler de "hacc" diye tefsir etmiştir
vs...
Bir kısım âlimler bu farklılıklara bakarak haberin muzdarib
olduğuna hükmetmiştir. Ancak İbnu Hacer, yaptığı tahkikle bu benzer
rivayetlerde farklı vak'aların mevzubahis olduğunu, aynı hükmün çıkarılacağı
değişik rivayetlerin yapılmış olduğunu söyler. Öyle ki kaynaklarını zikrederek
nezir orucundan soranla, nezir haccından soranın isimlerini ayrı ayrı belirtir
ve ızdırab iddiasını reddeder. Rivayetlerden çıkan hükümde ihtilaf olmadıktan
sonra soru soranların erkek mi kadın mı olduğu, soruların anneyle ilgili olarak
mı, kız kardeşle ilgili olarak mı sorulduğu hususlarında ihtilaf olmasının
menfi bir değer taşımayacağını da ayrıca belirtir.
Hülasa, İbnu Hacer'e göre ölen adına oruç tutulabilir, ancak bu
bir vecibe değildir, mendubtur.[209]
ـ3222 ـ6
-وعن مالك:
]أنَّهُ
بَلَغَهُ
أنَّ ابْنَ عُمَرَ
كَانَ
يُنكِرُ أنْ
يَصُومَ
أحَدٍ، أوْ
يُصَلِّي
أَحَدٌ عَنْ
أَحَدٍ[ .
6. (3222)- İmam Mâlik'e
ulaştığına göre İbnu Ömer (radıyallahu anh), bir kimsenin diğer bir kimse
yerine oruç tutmasını veya bir kimsenin başka bir kimse yerine namaz kılmasını
münker addederdi."[210]
AÇIKLAMA:
İbnu Ömer, hayatta olanların birbirlerine bedel ne namaz ne de
oruç ibadetlerini eda edemeyecekleri görüşündedir. Çünkü bu iki ibadet bedenî
amellerdir, şahsen icra edilmesi gerekir. Namazın, nâfileden bile olsa ne ölü
ne de diri adına kılınamayacağında icma edilmiştir. Diri adına oruç tutulabilir
mi bunda ihtilaf var. Ölü adına oruç tutulabilir mi? 3220 numaralı rivayette
kaydettiğimiz üzere cumhur, "Hayır!" demiştir. Ancak tutulabileceğini
söyleyenler de olmuştur.[211]
ـ3223 ـ7
-وعن عائشة
رَضِىَ
اللّهُ عَنْها
قالت: ]كُنْتُ
أَنَا
وَحَفْصَةُ
صَائِمَتَيْنِ
فَأُهْدِيَ
لَنَا
طَعَامٌ
فَأكَلْنَا
مِنهُ،
فَدَخَلَ
النَّبيُّ
صَلَّي اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَقَالَتْ
حَفْصَةُ:
وَبَدَرَتْنِي
بِالْكََمِ،
وَكَانَتْ
بِنْتَ
أَبِيهَا يَا
رَسُولُ
اللّهِ: إِنِّي
أَصْبَحْتُ أَنَا
وَعَائِشَةَ
صَائِمَتَيْنِ
مُتَطَوَّعَتَيْنِ
فَأُهْدِيَ
لَنَا
طَعَامٌ فَأفْطَرْنَا
عَلَيْهِ،
فَقَالَ
صَلَّي اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ:
اقْضِيَا
مَكَانَهُ
يَوْماً
آخَرَ[. أخرجه
مالك، وأبو
داود والترمذي
.
7. (3223)- Hz. Aişe
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben ve Hafsa oruçlu idik. Bize yiyecek
hediye edildi. Ondan yedik. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanımıza girdi.
Hafsa (cür'ette) babası gibiydi, sözde benden evvel davranıp:
"Ey Allah'ın Resulü, biz, Aişe ve ben nâfile oruca niyet
etmiş, bu niyetle sabaha kavuşmuştuk. Bize bir yemek hediye edildi. Biz de
ondan yedik" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bunun yerine bir başka gün, kaza orucu tutun!"
buyurdu."[212]
AÇIKLAMA:
Zürkânî, hadisin şerhinde şunu belirtir: "Buradaki emir vücûb
ifade eder.Yani, nâfile niyetiyle tutulan oruç bozulacak olursa bilahare kazası
vâcibtir." Ebu Hanîfe, Ebu Sevr, Mâlik böyle hükmetmişlerdir. İmam Şâfiî,
Ahmed İbnu Hanbel, İshak İbnu Râhûye: "Kaza gerekmez, ancak başlanan
nâfilenin bozulmayıp tamamlanması müstehabtır" demişlerdir. "Vacib
olur" diyenler, bu hadisten başka, Sonra orucu geceye kadar
tamamlayın" (Bakara 187); "Allah'ın yasaklarına kim saygı gösterirse
bu Rabb'inin katında onun hayrınadır" (Hacc 30) âyetlerini de hüccet
göstermişlerdir. Onların bu görüşlerini destekleyen başka hadisler de
mevcuttur. Biri şöyle: "Biriniz, yemeğe çağırılınca icâbet etsin, oruç
tutmuyor ise yemekten yesin." Birinci âyette, orucu tamamlama emri âmmdır;
farza da, nâfileye de şâmildir. İkinci ayette Allah'ın haramlarına saygı
emredilmektedir, "Orucun yenmesi saygı değildir" denmiştir.
"Nâfileyi yiyene kaza gerekmez" diyenler, Ümmü Hânî
tarafından rivayet edilen şu hadisle ihticâc etmişlerdir: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) yanıma girdi. Ben o sırada oruçluydum. Yanımda bir süt
kabı vardı. Ondan içti ve bana uzattı. Ben de içtim. "Ben oruçluydum,
ancak sizden gelen artığın reddi hoşuma gitmedi" dedim. Bana şu cevabı
verdi: "Orucun eğer ramazan kazası ise, sonra yerine bir gün oruç tutarak
kaza et. Başka bir oruçsa, dilersen kaza et, dilersen kaza etme."
Zürkânî bu bahsin açıklamasını geniş tutmuştur.[213]
ـ3224 ـ8
-وعن أسماء
بنت أبى بكر
رَضِىَ
اللّهُ عَنْها
قالت:
]أَفْطَرْنَا
عَلَى عَهْدِ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
يَوْمَ
غَيْمٍ،
ثُمَّ
طَلَعَتَ
الشَّمْسُ:
قِيلَ لِهِشَامٍ:
فَأُمِرُوا
بِالْقَضَاءِ
؟ قَالَ: بُدٌّ
مِنْ
قَضَاءٍ[.
أخرجه
البخاري،
وَأبو داود.
8. (3224)- Esma Bintu Ebî
Bekr (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah zamanında bulutlu bir
günde orucumuzu açtık. Sonra güneş doğdu. Hişâm'a: "Kaza emredildi mi?"
diye soruldu. "Kazasız olur mu?" diye cevap verdi."[214]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, bulut sebebiyle güneş battı zannıyla orucunu açtığı
halde, sonradan güneşin batmamış olduğu anlaşılan durumda terettüp edecek hükmü
belirtmektedir. Bu mesele ulemâ arasında ihtilaf konusu olmuş ise de Eimme-i
Erbaa' da yer aldığı cumhûr, bu şekilde hata ile erken açılan orucun bilahare
kazası vâcib olduğuna hükmetmiştir.[215]
ـ3225 ـ9
-وعن أسلن قال: ]
فَعَلَ
ذَلِكَ
عُمَرُ، يَعْنِي
الْقَضَاءَ،
وَقَالَ
الخَطْبُ
يَسِيِرٌ:
وَقَدِ اجْتهَدْنَا[.
أخرجه مالك.
»الخطْبُ«
ا‘مْر والشأن .
9. (3225)- Eslem
rahimehullah anlatıyor: "Ömer bunu, yani kazayı yerine getirdi ve dedi ki:
"Bu iş basittir, içtihadda bulunduk."[216]
AÇIKLAMA:
Burada, hadis özetlenerek kaydedilmiştir. Aslı şöyle: "Bir
gün Ramazanda, Hz. Ömer bulutlu bir günde orucunu açtı. Akşam oldu, güneş battı
biliyordu. Bir adam gelerek:
"Ey mü'minlerin emîri, güneş çıktı!" diye haber getirdi.
Hz. Ömer:
"Mesele basittir, (güneş battı diye) içtihad etmiştik"
diye cevap verdi."
İmam Mâlik şu açıklamayı yapar. "Hz. Ömer, mesele
basittir!" sözüyle, doğruyu Allah bilir ya, anladığımız kadarıyla, bu
orucun kazasını ve bunun hafif bir külfet olduğunu kastetmiş: "Bunun
yerine bir gün tutarız" demek istemiştir."
Bir başka rivayette Hz. Ömer şöyle demiştir: "Ey
muhataplarım! Kim orucunu açmış ise, bilsin ki bir günlük kaza kolaydır, kim de
henüz açmadı ise, orucunu tamamlasın."
Görüldüğü üzere, Hz. Ömer'den yapılan bu rivayette, Resûlullah'tan
yapılan önceki rivayet muhteva ve hüküm itibariyle farklı değiller.[217]
ـ3226 ـ10 -و
عن أبي هريرة
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ :
مَنْ
أَفْطَرَ
يَوْماً مِنْ رَمَضَانَ
مِنْ غَيْرِ
مَرَضٍ، وََ
رُخْصَةٍ،
لَمْ
يَقْضِهِ
صَوْمُ
الدَّهْرِ
كُلِّهِ،
وَإِنْ
صَامَهُ[. أخرجه
البخاري
تعليقاً،
وَأبو داود
والترمذي .
10. (3226)- Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Ramazan ayında, hasta veya ruhsat sahibi olmaksızın kim
bir günlük orucunu yerse, bütün zaman boyu oruç tutsa bu orucu kaza
edemez."[218]
AÇIKLAMA:
Hadis, Ramazanda meşru bir mazareti olmaksızın kasıtlı olarak oruç
yiyen kimsenin davranışının Allah indindeki kötülüğünü belirtmektedir:
Ramazanda yenen bir günlük orucu bütün dehir boyu (dehir sınırsız zaman demektir)
tutulacak oruçlar kaza edemiyor. İbnu'l-Münîr, bunu: "Yani, orucu
zamanında eda etmenin faziletini kaza suretiyle telâfi etmenin imkânı yok"
diye açıklar. İbnu Mes'ud'dan yapılan bir rivayette şöyle denmiştir:
"Ramazan ayında sebepsiz olarak bir gün yiyen Allah'a kavuşuncaya kadar
dehir orucu da tutsa onu karşılayamaz. Allah dilerse affeder, dilerse
azablandırır." Bu rivayet, görüldüğü üzere İbnu'l-Münir'in açıklamasından
biraz farklıdır, vakti içinde tutulamayacak Ramazan orucunun Allah'ın affı ile
telafi edilebileceğini ifade ederek, ümîd ve tevbe kapısını açık bırakmaktadır.[219]
ـ3227 ـ1 -عن
أبي هريرة
رَضِىَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]جَاءَ
رَجُلٌ إِلَى
النَّبيِّ
صَلَّي اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَقَالَ
رَسُولَ اللّهِ:
هَلَكْتُ.
قَالَ: مَا
أَهْلَكَكَ؟
قَالَ:
وَقَعْتُ
عَلَى
أَهْلِي
وَأنَا
صَائِمٌ،
فَقَالَ
رَسُولُ
اللّهِ
صَلَّي اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ:
هَلْ تَجِدُ
رَقَبَةً
تَعْتِقُهاَ؟
قَالَ : َ.
قَالَ: فَهَلْ
تَسْتَطِيعُ
أَنْ تَصُومَ
شَهْرَيْنِ
مُتَتَابِعَيْنِ؟
قَالَ: َ. هَلْ
تَجِدُ
إِطْعَامَ
سِتِّينَ
مِسْكِيناً؟
قَالَ: َ. قَال:
فَاجْلِسْ،
فَبَيْنَا
نَحْنُ عَلَى
ذَلِكَ إِذْ
أُتِي صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
بَعَرَقٍ
فِيهِ
تَمْرٌ،
فَقَالَ:
أَيْنَ
السَّائِلُ؟
قَالَ: أنَا.
قَالَ: خُذْ
هَذاَ
فَتَصَدّقْ
بِهِ. قَالَ:
أَعَلَى
أَفْقَرَ
مِنِّي، فَوَاللّهِ
مَا بَيْنَ
َبَتيْهَا
أَهْلُ
بَيْتٍ أفْقَرُ
مِنَّا،
فَصَحِكَ
رَسُولُ
اللّهِ صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ،
ثُمَّ قَالَ:
أَطْعِمْهُ
أَهْلَكَ[.
أخرجه الستة
النسائي.
»وَالْعَرَقُ«
الزّنبيل.»الََّبَةُ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ«
ا‘رض ذات الحجارة
السود
الكثيرة وهو
الحرة وبتا
المدينة:
حرّتاها من
جانبيها.
1. (3227)- Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir
adam geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü, helâk oldum" dedi. Aleyhissalâtu
vesselâm:
"Seni helak eden şey nedir?" diye sorunca:
"Oruçlu iken hanımıma temas ettim" dedi: Bunun üzerine
Resûlullah'la aralarında şu konuşma geçti:
"Azad edecek bir köle bulabilir misin?"
"Hayır!"
"Üst üste iki ay oruç tutabilir misin?"
"Hayır!"
"Altmış
fakiri doyurabilir misin?"
"Hayır!"
"Öyleyse
otur!" Biz bu minval üzere beklerken, Aleyhissalâtu vesselâm'a içerisinde
hurma bulunan bir büyük sepet getirildi.
"Soru
sahibi nerede?" diyerek adamı aradı. Adam:
"Benim!
Buradayım!" deyince, Aleyhissalâtu vesselâm:
"Şu
sepeti al, tasadduk et!" dedi. Adam:
"Benden
fakirine mi? Allah'a yemin ediyorum, Medine'nin şu iki kayalığı arasında benden
fakiri yok!" cevabını verdi. Bunun üzerine Resûlullah güldüler ve:
"Öyleyse
bunu ehline yedir!" buyurdular.”[220]
AÇIKLAMA:
1- Hadis Ramazan ayında oruçlu iken cimâ edene kefaret
gerektiğini ifade etmektedir. Âlimler kıyasla yeme ve içmenin de aynı hükme
girdiğini belirtmişlerdir.
Kefâret kelimesi, giymek, örtmek mânasına gelen ke-fe-re kökünden
gelir. Çiftçi, tohumu toprakla örttüğü; gece, eşyaları; bulut da güneşi örttüğü
için her üçüne de kâfir (örten) denir. Mesela "Güneş yıldızları
örttü" cümlesi, kelimenin kök mânasını anlamamıza yardımcı olur. Şu halde
kefâret, işlenen bazı günahların örtülmesini sağlayan ibâdet mânasına gelir.
Ancak bu, bir nevi cezadır. Sözgelimi, ramazanda tutmaya niyet ettiğimiz bir
orucu meşru bir mâzeret olmadan bozarsak bu bir günahtır, bunun cezası,
yukarıdaki hadiste de görüldüğü üzere ya bir köle azad etmek, ya altmış gün ard
arda oruç tutmak, ya da altmış fakirin bir günlük yiyeceğini karşılamaktır.
Bunlardan birini yerine getirmek suretiyle ramazanda niyetli orucunu bozma
günahını örtmüş olur. İşte bu cezaya kefaret denir.
Yemini bozmanın, zıhâr yemini yapmanın, hataen katlin de
kendilerine has kefâretleri var. Kefâreti yerine getiren kimse, o günahı
işlememiş gibi olur.
2- Resûlullah (Aleyhissalâtu vesselâm)'a durumunu arzedip sual
soran zâtın şahsiyeti kesinlikle bilinmemekle beraber bazı müellifler Süleyman
-veya Seleme- İbnu Sahr olduğunu söylemiştir.
3- Hadis farklı vecihlerden rivayet edilmiştir. Rivayetlerde
ziyade ve noksanlar olsa da, hadisten çıkarılacak hükme te'sir edecek değişiklik
yok, hepsi de ramazanda kasden oruç bozana kefâret gerektiğinde ittifak eder.
4- Burada kaydedeceğimiz bir husus, adamın cevapları
karşısında Efendimiz aleyhissalâtu vesselâm'ın gülmeleridir. Rivayetler bu
gülüşü "kesici dişleri görülünceye kadar", "azı dişleri
görülünceye kadar" gibi farklı şekillerde ifade ederler. Hatta bir
rivayette, "ön dişleri görüldü" tabiri kullanılmıştır.
Bu hadis vesilesiyle İbnu Hacer'in Resûlullah'ın gülmesi üzerine dermayan ettiği bazı açıklamaları kaydetmeyi faydalı buluyoruz: ثَنَايَاهُ"dişleri görüldü" ifadesi bir rivayet hatası olabilir. Bunun doğrusu kesici dişler انيابه olması daha, muvafıktır. Çünkü ön dişler umumiyetle tebessümle de ortaya çıkar. Halbuki hâdisenin siyâkı, tebessümün arttığını ifade etmeyi kasdetmektedir. Öte yandan Resûlullah'ın çoğunlukla tebessüm tarzında güldükleri, O'nun umumî vasıfları arasında bilinmektedir. Hatta: "Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm sadece âhirete müteallik şeylerde gülerdi, dünyevî olan meselelerde sadece tebessüm ederdi" denmiştir... Bazı âlimler: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu hâdisede gülüşünün sebebi, adamın halindeki mübâyenet (zıtlık) dır. Yaptığının neticesinden korkmuş ve elinden gelebilecek bütün imkanları seferber ederek hatasını telafi etmek arzusuyla geldiği halde Resûlullah'ta bulduğu ruhsat karşısında, cinayetinin kefâreti için tasadduk etmesi maksadıyla kendisine verilen şeyi bizzat yeme hususunda tamahkârlık gösterdi" demiştir. Bazı âlimler: "Resûlullah adamın sözlerindeki tatlılık, ağırbaşlılık ve hitaplarındaki gönül alıcılıkla, gayeye ulaşmadaki musırrâne tavrına gülmüş olmalıdır" demiştir.
5- HADİSTEN ÇIKARILAN İSTİFADELER:
* Hududa girmeyip, içtihada giren meselelerde fetva sormak
üzere gelen kimseye ta'zir ve ceza verilmez. Nitekim Aleyhissalâtu vesselâm
Ramazan'ın hürmetini ihlâl eden bedevîyi cezalandırmamıştır. İyâz der ki:
"Çünkü gelişinde, fetva soruşunda onun yaptığından pişmanlığı ve
vazgeçtiği gözükmektedir. Üstelik, fetva için her gelene ceza verilecek olsa
bunun korkusuyla kimse fetva sormaya gelmez. Hududa giren bir fiille gelecek
olursa o ayrı."
Buharî, bu hususla ilgili olarak Kitâbu'l-Muhâribin'de şu manada bir
bab açmıştır: "Had dışında bir günah işleyen, gelir imama haber verirse,
fetva sormak için geldikten sonra ceza verilmez babı."
* Kefâret mertebelidir. Yani imkânı olan köle azad eder,
olmayan iki ay ard arda oruç tutar, bunu yapamayacak durumda olan altmış fakiri
doyurur.
Sadece İmam Mâlik, bu üçten biriyle kefâretini yerine getirmede
ferdin muhayyer olduğunu söylemiştir. Diğerleri "Bu sıraya riayet
vacibtir" der.
* Kefârette fakire yardım edilir.
* Kefâretten yakınlara vermek câizdir.
* Hibe ve sadaka (akdinin gerçekleşmesinde) kabzetmek kâfidir,
dille "aldım kabul ettim" demeye gerek yoktur.
* Kefâret, nafakasını karşılamak mecburiyetinde olduğu
horantanın nafakasından artandan verilir. Bu kadar imkânı olmayana gerekmez.
* İnsan bir şeye taaccüb edince gülmede mübalağa edebilir.
* Yemin taleb edilmeden Allah'ın adına veya sıfatlarına yemin
etmek caizdir.
* Fakirlik iddiasında fakir ve miskinin sözüne itimad esastır,
tahkik yapılmaz. Nitekim adam: "Medine'nin iki kayalığı arasında benden
fakiri yok" deyince Resûlullah delil istemedi, tahkik yapmadı.
* Zann-ı galib üzerine yemin câizdir, kesin delillere dayalı
bilgisi olmasa bile. Çünkü hadiste adam, kendilerinden daha muhtaç kimse
olmadığı hususunda yemin etmiştir, halbuki daha fakir birinin olması mümkündür.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu yemin sebebiyle adama müdahale
etmemiştir.
* Çirkin işleri ifade ederken kinayeye başvurulmalıdır. Adam
fiilini, "Hanıma temas ettim" diye kinaye yolunu tercih etmiştir.
* Talebeye rıfkla muamele ve tâlimde tatlılık müstehabtır.
Teklif ediciler dine ısındırmak, günaha pişman kılmak, korku hissi duyurmak
hususunda titiz davranmalıdır.
* Mescidde, namazdan başka dînî maslahatlar için oturmak câizdir,
ilim neşri gibi...
* İbadette yardımlaşmak müstehabtır.
* Dara düşen müslümanın kurtuluşu için çalışmalıdır.
* Bir kişiye günlük ihtiyacından fazlası verilebilir.
* Kefâreti bir aileye vermek câizdir.
6- Hadisten Çıkan Hükümler:
Aynî, bu babta gelen hadislerden bazı farklı hükümlere gidildiğini
belirtir:[221]
1- Bir kısım âlimler, hadisin bazı vecihlerinde yer alan تَصَدّقْ
بِهَا ."Bunu
tasadduk et!" ifadesini esas almış ve Ramazanda gündüzleyin bilerek
temasta bulunan kimseye, "kefâret değil, sadece sadaka gerekir"
demiştir. Bir rivayette İmam Mâlik, Avf İbnu Mâlik el-Eşca'î, Abdullah İbnu
Rihem bu görüştedirler. Aynî, rivayetin Ebu Hüreyre'nin bazı ziyadelerle
kaydettiği veçhini esas alarak bunların isabetsizliğini belirtir.
Bazılarına göre, sadakanın tamamını ödemekten âciz olan kişinin
borcu, zenginlik anına kadar te'hir edilir. Bazıları, Resûlullah'ın bedevîye
emrini tetavvu olarak yaptığını, fakirliği sebebiyle o anda ödemesi gereken bir
vecibe kılmadığını; bu sebeple, verdiği hurmayı nefsi ve âilesi için
sarfetmesine izin verdiğini belirtirler.
Şâfiîler bu hususta iki görüşe yer vermiştir: Bir kısmı,
"Resûlullah'ın bu adama fakirliği sebebiyle kefâret hurmasını yeme izni
vermesi, ona mahsus bir ruhsattır, umumi bir kaide değildir" der. Bu
görüşe binâen İbnu'ş-Şihâb der ki: "Zamanımızda bir adam böyle bir iş
yapsa, bunun mutlaka kefâret ödemesi gerekir. Resûlullah'ın bu davranışına
"mensuhtur", "sadece o zata mahsustur" diyenler de
olmuştur. Ashabımızdan bazıları: "Bu adam kendine tanınan üç kolaylıkla
hususi bir imtiyaza mazhar kılınmıştır" der. O imtiyazlar şunlardır.
* Oruca gücü yettiği halde fakir doyurma ruhsatı,
* Kefâreti kendine sarfetmek,
* Onbeş sâ miktarıyla yetinme.[222]
2- Öncekiler, mezkur sadakanın miktarı hususunda ihtilaf
etseler de İmam Şâfiî ve Mâlik demişlerdir ki: "Bu husustaki vâcib miktar
her fakir için bir müdd'dür. Bir müdd ise bir sâ'ın dörtte biridir. Nitekim,
Ebu Dâvud'un Hişâm İbnu Sa'd'dan kaydettiği rivayette sepette. 15 sâ' olduğu
belirtilmiştir."
Şâfiîler bu açıklamayı, kefâret miktarının tesbitinde esas
yaparlar. Böylece 15 sâ', 60 müdd yapar. Halbuki Hanefilerde bir sadaka-i fıtır
miktarı, buğdaydan yarım sâ', hurmadan bir sâ'dır. Bunu tasrih eden rivayetler
mevcuttur. Darakutnî'nin İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'dan kaydettiği bir
rivayette kefâret-i zıhâr için şöyle denir: "Hergün, bir fakire bir sâ'
miktarında buğday verin."
3- Şâfiî, Dâvud-u Zâhirî ve diğer Zâhiriler bu hadisten
hareketle "cimâ sebebiyle kadın ve erkeğe ayrı ayrı birer kefâret
gerekmez, her ikisine bir kefâret yeterlidir, çünkü hadiste aleyhissalâtu
vesselâm, kadını hiç mevzubahis yapmamıştır, onun hakkında hükümde
bulunmamıştır" demiştir. Ebu Hanîfe, Mâlik, Ebu Sevr ise: "Kadına da
kefâret gerekir, çünkü kocanın teklifine itaat etti" demişlerdir. Evzâî,
rıza gösterenle, rızası hilafına mecbur kalan kadın arasında fark görmezken;
İmam Mâlik -mezhepteki meşhur görüşüne göre- "Erkek onun adına oruç
dışındaki kefâretlerden birini öder" der. Bazıları, "Zorlanan kadın
için, erkeğe de kadına da bir şey terettüp etmez" demiştir.
4- Kefâretin miktarı, altmış fakirin doyurulmasıdır. Hasan
Basrî'den yapılan bir rivayete göre kırk fakirin yirmi sâ' ile doyrulması
yeterlidir.
Ebu Hanife, altmış fakire verilecek miktarın bir fakire
verilmesini tecviz etmiştir. Ancak bu veriş defaten olmamalı, altmış ayrı günde
olmalıdır. Çünkü bunları ayrı ayrı vermek vâcibtir.
5- Kefârette tertip vâcibtir: Önce köle azad eder, bulamazsa
iki ay oruç tutar, gücü yetmezse altmış fakir doyurur. Ebu Hanîfe ve Şâfiî bu
görüştedir. İmam Mâlik bu meselede tahyîr'i esas alır.
6- Hadiste "köle azadı" derken, "köle"
kelimesinin mutlak gelmesi, azâd edilecek kölenin müslüman-kâfir, kadın-erkek,
büyük-küçük herhangi birinin olabileceğini ifade eder.
7- İki ayı üst üste tutmak şarttır. Arada Ramazan olmamalıdır.
Oruç tutulması haram olan bayram ve teşrik günleri de olmamalıdır. İbnu Ebî
Leyla dışında bütün âlimler bu görüştedir.
8- Yenen gün için iki aylık kefâret orucuna ilâveten, o günü
ayrıca kaza da etmek gerekir mi? ihtilaf edilmiştir: Ebu Hanîfe ve Ashabı, İmam
Mâlik, Süfyan-ı Sevrî, Ebu Sevr, Ahmed, İshâk (rahimehümullah), "Kaza da
gerekir" demişlerdir. Evzaî: "Köle azad ederek veya yemek vererek
kefâreti yerine getirmişse, yediği güne bedel bir gün oruç tutar, iki ay oruç
tutarak kefâret ödemişse, yediği gün buraya dahil olur, ayrıca bir de yediği
günün orucuna gerek yok" demiştir. Kaza gerekir diyenler, sadedinde
olduğumuz hadisin İbnu Mâce'de Ebu Hüreyre'den kaydedilen bir veçhinde yer alan
"Bozduğu güne bedel de bir gün oruç tutar" ziyadesini esas alırlar.
9- Bir ramazanda birkaç kere cimâda bulunan kimseye her defası
için ayrı kefâret gerekmez. Hatta, önceki ramazandan kefâret borcu olan kimse,
bunu ödemeden müteakip ramazanda tekrar kefâreti gerektiren fiilde bulunsa
hepsi için tek kefaret yeterlidir. Ancak Mâlik, Şâfiî ve Ahmed: "Her biri
için ayrı kefâret gerekir" derler. Hanefiler: "Bir kefâret borcu
ödendikten sonra tekrar kefâreti gerektiren bir fiil işlenmişse yeniden kefâret
gerekir" demiştir.
10- Sadedinde olduğumuz hadiste zımnî temlikin cevazına delil
var. تَصَدّقْ
بِهَذا"Sepetlerini
tasadduk et!" sözü bunu göstermektedir. Kurtubî der ki: "Bu sözden,
sepettekini, -kefaretine bedel- tasadduk etmesi için o adama temlik etmiş
olması lâzım gelir."[223]
ـ2 ـ533
-وعن مالك :
]أنَّهُ
بَلَغَهُ
أنَّ أَنَسَ بْنَ
مَالِكٍ
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ
كَبِرَ حَتَّى
كَانَ َ
يَقْدِرُ
عَلَى
الصِّيَامِ
فَكَانَ يَفْتَدِي[.
2. (3228)- İmam Mâlik'e ulaştığına göre, Enes İbnu Mâlik (radıyallahu
anh), yaşlanınca oruç tutamaz oldu. O zaman orucu yedi ve oruca bedel fidye
ödedi."[224]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah'ın hizmetçisi olan Enes İbnu Mâlik, Muâmmerîn
denen uzun müddet yaşayan sahâbîlerden biridir. Yaşı hususunda kaynaklar 99 ile
110 arasında farklı rakamlar verirler. Sadedinde olduğumuz rivayet, Hz. Enes'in
ömrünün sonlarında oruç tutamayacak kadar tâkattan kesildiğini, bu sırada orucu
yeyip fidye verdiğini belirtir. İmam Mâlik aynı rivayetin devamında, her bir
gün yerine müdd-ü Nebî aleyhissalâtu vesselâm ile bir müdd verdiğini tasrih
eder.
Ancak, İmam Mâlik, Hz. Enes'in, tutamadığı oruç için verdiği
fidyenin vacib olmadığını, yani bunu vermenin Enes'e vâcib olmadığını söyler ve
"Bunu güçlü iken yapması bana daha uygun geliyor" der.
İmam Mâlik'e göre, oruca tahammül edemiyecek durumda olan kimseye
oruç farz olmaz, dolayısıyla fidye de gerekmez. Onun nazarında Hz. Enes'in
verdiği fidye, bir müstehabı yerine getirmek içindir. Cenab-ı Hak, tâkat
getiremiyecek olana orucu vâcib kılmamıştır.
İbnu Abdilberr: "Oruç fidyesi, ne kitap, ne sahih sünnet ne
de icmâ ile sabit değildir. Farzlar ise, bu üç yoldan biriyle sübut bulur"
der.[225]
ـ3229 ـ3
-وعنه: ]أنَّهُ
بَلَغَهُ
أَنَّ عَبْدَ
اللّهِ بْنَ
عُمَرَ
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُماَ سُئِلَ
عَنِ
الْحَامِلِ
إِذَا
خَافَتْ
عَلَى وَلَدِهَا،
وَاشْتَدَّ
عَلَيْهَا
الصِّيَامُ،
فَقَالَ:
تُفْطِرُ
وَتُطْعِمُ
مَكَانَ
كُلِّ يَوْمٍ
مِسْكِيناً
مُدّا مِنْ
حِنْطَةٍ بِنُدِّ
النبِيِّ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ[.
3. (3229)- Yine İmam Mâlik'e
ulaştığına göre, Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'e "Hâmile kadın,
karnındaki çocuk için endişeye düşecek olur ve oruç da kendisine ağır gelmeye
başlarsa ne yapmalı?" diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi:
"Orucu yer, her gün için bir fakire, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın müddü ile bir müdd buğday verir."[226]
AÇIKLAMA:
İmam Mâlik, hadisin devamında, ilim ehlinin, hâmile kadın için:
"Bilahare kaza eder" diye hükmettiklerini belirtir. Delil olarak: Kim
de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde
tutsun" (Bakara 185) âyetini gösterir ve çocuğu hakkında korkan kadının
âyette geçen "hasta" grubundan sayılacağını söyler.
Hâmile ve hatta emzikli kadın için fukahâ "kaza" ya
hükmeder, "fidye gerekmez" der. Yukarıda kaydedilen âyetten çıkarılan
hükme göre, yolculuk ve hastalık gibi dinen meşru bir özürle orucunu yiyen
kimse, kaza edecek vakit bulamadan vefat edecek olsa fidye de gerekmez. Fidye
verilmesini vasiyet etmiş ise, terikesinin üçte birinden verilir. Aynı kimse,
bunu tamamen veya kısmen kaza edebilecek fırsat bulduğu halde kaza etmeden
vefat edecek olsa, malı varsa tutamadığı gün adedince fidye vermeyi vasiyet
etmesi gerekir. Bu da malının üçte birinden ödenir.[227]
ـ3230 ـ4
-وعن ابن عمر
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهما:
]عَنِ
النَبِيِّ
صَلَّي
اللّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قالَ: مَنْ
مَاتَ
وَعَلَيْهِ
صِيَامُ شَهْرِ
رَمَضَانَ،
فَلْيُطْعِمْ
مَكَانَ كُلِّ
يَومٍ
مِسْكِيناً [.
أخرجه
الترمذى،
وصحح وقفه على
ابن عمر .
4. (3230)- İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim, üzerinde Ramazan ayının orucu olduğu halde ölecek
olursa, (ölünün velisi) her bir gün yerine, bir fakire yiyecek versin."[228]
AÇIKLAMA:
Tirmizî, bu hadisi kaydettikten sonra şu açıklamaya yer verir:
"Bu meselede âlimler ihtilaf etmiştir. Bir kısmı, "ölenin yerine oruç
tutulur" demiştir. Ahmed İbnu Hanbel ve İshâk İbnu Râhûye bu
görüştedirler. Bunlar derler ki: "Ölü üzerinde şâyet nezir orucu varsa, bu
onun adına tutulur, eğer Ramazan orucundan borç varsa, bu ona bedel fidye
verilerek ödenir." İmam Mâlik, Süfyân ve İmam Şâfiî de: "Kimse,
kimsenin yerine oruç tutamaz" demişlerdir."
Hanefiler de hiç kimsenin bir başkasının yerine oruç
tutamıyacağına hükmetmiştir. ulemâ namaz, oruç gibi bedenî ibadetlerin, ölü
olsun, sağ olsun bir başkası adına yapılamayacağına hükmetmiştir. Ancak şu
kadar var ki, kişi kendisi için tuttuğu orucun veya kıldığı namazın sevabından
bir başkasına da bağışlayabilir, sırf onun adına niyet ederek oruç tutamaz,
namaz kılamaz.
Ancak, ölünün yerine oruç tutulacağını söyleyen âlimler de, bu
hususta vârid olan rivayetlere dayanırlar. Nitekim bunlardan birkaçını daha
önce kaydettik (3220, 3221). Gerekli açıklamaları orada yaptık.[229]
ـ3231 ـ5
-وعن القاسم
بن محمد:
]أَنَّهُ
كَانَ يَقُولُ:
مَنْ كَانَ
عَلَيْهِ
قَضَاءُ
رَمَضَانَ فَلَمْ
يَقْضِهِ
وَهُوَ
قَوِيٌ
عَلَى
صِيَامِهِ
حَتَّى جَاءَ
رَمَضَانَ آخَرُ،
فَإِنَّهُ
يُطْعِمُ
مَكَانَ
كُلِّ يَوْمٍ
مِسْكِيناً
مُدّاً مِنْ
حِنْطَةٍ، وَعَلَيْهِ
مَعَ ذَلِكَ
الْقَضَاءُ[.
أخرجه مالك .
5. (3231)- Kâsım İbnu
Muhammed rahimehullah'tan anlatıldığına göre şöyle diyordu: "Üzerinde
Ramazan borcu olan kimse, kaza edecek güç ve kuvvette olduğu halde, müteakip
Ramazan gelinceye kadar bunu tutmamış ise, her bir gün yerine bir fakire bir
müdd buğday vermeli ve orucu ayrıca kaza etmelidir."[230]
AÇIKLAMA:
1- Zürkânî hadisi açıklarken, Ebu Hanîfe ve iki ashabı (Ebu
Yusuf ve Muhammed) hariç, cumhûrun bu hadîsin hükmüne uygun şekilde, kazaya
kalan oruç için fidye olarak her bir güne bedel bir müdd buğday verilmesinde
ittifak ettiğini belirtir. Ebu Hanîfe ve ashabı ise, daha önce de belirttiğimiz
gibi, yarım sa' miktarı buğday demiştir. Eşheb ise "Medine'de bir müdd,
başka taraflarda bir tam ve üçte bir müd (1 1/3)" demiştir. Mekke'de
ödenecek miktar hakkındaki görüşte ihtilâf edilmiştir: Medine'deki miktarda mı,
başka taraflardaki miktarda mı?
2- Fidye ile birlikte kaza gerektiği meselesinde ihtilaf
edilmemiştir. Eimme-i Erbaa ve cumhûr, sıhhatli olduğu halde önceden oruç borcuyla
yeni Ramazan'a giren kimse için: "İkinci Ramazan'ı tutar, sonra öncekini
kaza eder, ayrıca fidye gerekmez" derler. Ancak cumhûra muhalefetle
"Sıhhatli olarak kavuşmuş olduğu ikinciyi tutar. Önceki borcu için fidye
verir, kaza gerekmez" diyen de olmuştur.
Ebu Hanîfe ve Ashabı: "Bu kimseye sadece kaza gerekir, ayrıca
fidye gerekmez, zira Allah Teâlâ Hazretleri, فَعِدّةٌ
مِنْ اَيّامٍ
اُخَرَHasta veya yolcu olan, tutamadığı
günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun" (Bakara 185) buyurmuş, -kazanın
gecikmesi sebebiyle- fidye ödeme hususunda sükût etmiştir" derler. Bu
mütâlaaya şöyle cevap verilmiştir: "Kur'an'da zikredilmemiş olması,
sünnette sabit olmamasını, o meseleyle ilgili olarak Resûlullah'tan hiçbir
şeyin bulunmamasını gerektirmez." Nitekim Dârakutnî ve başkaları Ebu
Hüreyre'den, Saîd İbnu Mansur ve Dârakutnî İbnu Abbâs'tan, Abdurrezzâk, Ömer
İbnu'l-Hattâb'tan bu durumdaki kimseye "fidye de gerekir" diye
rivayette bulunmuşlardır. İbnu Abdilberr: "Bu meselede altı sahâbiden
rivayet mevcuttur ve bunların hiç birinden mevzuyla ilgili bir muhalefet
bilinmemektedir" der.
Ulemâ, şu âyet hakkında da ihtilaf etmiştir: وَعَلى
الّذِينَ
يُطِيقُونَهُ
فِدْيَةٌ"Oruca
dayanamayanlar bir fakiri doyuracak kadar fidye verir" (Bakara)[231]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/418-419.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/419.
[3] Buhari, Savm: 2, 9,
Libas: 78; Müslim, Sıyâm: 164 (1151); Muvatta, Sıyâm: 58, (1, 310); Ebu Dâvud,
Savm: 25 (2363); Tirmizî, Savm: 55, (764); Nesâî, Sıyâm: 41, (2, 160-161); İbnu
Mâce, Sıyam: 1, (1638), Edeb: 58, (3823); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları: 9/420.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/420-424.
[5] Tirmizî, Cihâd: 3, (1624);
İbrahim Canan,
Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/425.
[6] Nesâî, Sıyam: 43, (4,
165); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/425.
[7] Buharî, Savm: 4, Bed'ü'l-
Halk: 9; Müslim, Sıyâm: 166, (1152); Nesâî, Sıyam: 43, (4, 168); Tirmizî, Savm:
55, (765).
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/425.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/425.
[10] Tirmizî, Savm: 82, (807);
İbnu Mâce, Sıyâm: 45, (1746); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/426.
[11] Buhari, Savm: 5, Bed'ü'l-
Halk: 11, Müslim, Sıyâm: 2, (1079); Nesâî, Sıyâm: 5, (4, 129); İbrahim Canan,
Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/426.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/426-427.
[13] Nesâî, Savm: 5, (4, 130);
İbrahim Canan,
Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/427.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/427-428.
[15] Tirmizî, Zekat: 28,
(663); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/428.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/428.
[17] Buharî, Savm: 11, 5, 13,
Talâk: 25; Müslim, Sıyâm: 9, (1080); Muvatta, Sıyâm: 1, (1, 286); Ebu Dâvud,
Savm: 4, (2320); Nesâî, Savm: 10, 11, (4, 134).
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/429.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/429-430.
[20] Ebu Davud, Savm: 6,
(2362); Nesâî, Savm: 13, (4, 135, 136); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları: 9/431.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/431.
[22] Ebu Dâvud, Savm: 6,
(2325); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/4321.
[23] Ebu Dâvud, Sıyâm: 14, (2340,
2341); Tirmizî, Savm: 7, (691); Nesâî, Savm: 8, (4, 132); İbnu Mace, Sıyâm: 6,
(1652); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/432.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/432-433.
[25] Adaletle ilgili teferruat
ikinci ciltte geçti (5, 6, 12. Sayfalarda). Şehâdet ve rivayet (ihbar) hakkında
da yine ikinci cilt 26-29. Sayfalarda bilgi verilmiştir.
[26] Ebu Dâvud, Savm: 14,
(2342); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/433.
[27] Ebu Dâvud, Savm: 13,
(2338); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/433.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/433-434.
[29] Ebu Davûd, Salât: 255,
(1157); Nesâi, Iydeyn: 2, (3, 180); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları: 9/435.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/435.
[31] Müslim, Sıyâm: 28, (1087);
Ebu Dâvud, Savm: 9, (2332); Tirmizî, Savm: 9, (693); Nesâî, Savm: 7, (4, 131);
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/436.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/436-437.
[33] Tirmizî, Savm: 11, (697);
Ebu Dâvud, Savm: 5, (2324); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/437.
[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/437-438.
[35] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/439.
[36] Buharî, Savm: 13, 5, 11, Talâk: 29; Müslim, Savm:
13-15, (1080); Ebu Dâvud, Savm: 4, (2319, 2320, 2321); Nesâî, Savm: 17, (4,
139, 140); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/439.
[37] Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) peygamber olduğu zaman Araplarda okuma yazma durumu ve Efendimizin bu
hususta aldığı tedbirlerle ilgili geniş açıklamayı birinci ciltte sunduk: (S,
24-26 veya S, 402 ve devamı.)
[38] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/439-440.
[39] Buharî, Savm: 12; Müslim,
Sıyâm: 31, (1089); Ebu Dâvud, Savm: 4, (2323); Tirmizî, Savm: 8, (692); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/440.
[40] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/440-442.
[41] Ebu Dâvud, Savm: 71, (2454);
Tirmizî, Savm: 33, (730); Nesâî, Savm: 68, (4, 196, 197); İbrahim Canan,
Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/443.
[42] Nesâî, Savm: 68, (4, 197, 198); Muvatta, Sıyâm: 5, (1,
288); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/443.
[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/443-444.
[44] Müslim, Sıyâm: 169, (1154);
Nesâî, Savm: 67, (4, 193-195); Tirmizî, Savm: 35, (733, 734); Ebu Dâvud, Savm:
72, (2455); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:
9/445.
[45] Buharî, Savm: 21,
(Tercümede, yani bir bab başlığında zikretmiştir); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/446.
[46] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/446-447.
[47] Ebu Dâvud, Savm: 32, (2380);
Tirmizî, Savm: 25, (720); İbnu Mâce, Savm: 16, (1676); İbrahim Canan, Kutub-i
Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/448.
[48] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/448.
[49] Tirmizî, Savm: 24, (719);
İbrahim Canan,
Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/448.
[50] Ebu Dâvud, Savm: 32,
(2381); Tirmizî, Tahâret: 64, (87); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları: 9/449.
[51] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/449.
[52] Buharî, Savm: 32, Tıbb: 11;
Müslim, Hacc: 87, (1202); Ebu Dâvud, Savm: 29, (2372, 2373); Tirmizî, Savm: 61,
(775, 776, 777); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları: 9/449.
[53] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/449-450.
[54] Ebu Dâvud, Savm: 29,
(2375); Buharî, Savm: 32; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/450.
[55] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/450.
[56] Ebu Dâvud, Savm: 29,
(2374); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/451.
[57] Tirmizî, Savm: 60, (774); Ebu
Dâvud, Savm: 28, (2367); İbnu Mâce, Savm: 18, (1679, 1680, 1681); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/451.
[58] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/451.
[59] Tirmizî, Savm: 30, (726);
İbrahim Canan, Kutub-i
Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/452.
[60] Ebu Dâvud, Savm: 31, (2377); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/452.
[61] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/452.
[62] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/453.
[63] Buharî, Savm: 24, 23;
Müslim, Sıyâm: 62-65, (1106); Muvatta, Sıyâm: 14, (1, 292); Ebu Dâvud, Savm:
33, (2382-2386); Tirmizî, Savm: 31, (727-729); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/453.
[64] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/453.
[65] Ebu Dâvud, Savm: 33,
(2385); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/454.
[66] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/454.
[67] Ebu Dâvud, Savm: 35,
(2387); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/454.
[68] Muvatta, Sıyâm: 20, (1,
293); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/454.
[69] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/455.
[70] Buhari, Savm: 26, Eyman:
15; Müslim, Sıyâm: 171, (1155); Tirmizî, Savm: 26, (721); Ebu Dâvud, Savm: 39,
(2398); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/456.
[71] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/456-457.
[72] Buharî, Savm: 53,
Teheccüd: 11; Müslim, Sıyâm: 180, (1158); Tirmizî, Savm: 57, (769); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/458.
[73] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/458.
[74] Buhari, Savm: 53; Müslim,
Savm: 178, (1157); Nesâî, Savm: 70, (4, 199); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları: 9/459.
[75] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/459.
[76] Tirmizî, Savm: 48, (752);
İbrahim Canan,
Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/460.
[77] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/460-462.
[78] Buharî, Savm: 69, Hacc: 1,
47, Menâkıbu'l-Ensâr: 26, Tefsir, Bakara: 24; Müslim, Sıyâm: 115; Muvatta, 33,
Ebu Dâvud, Savm: 64, (2442, 2443); Tirmizî, Savm: 49, (753); İbrahim Canan,
Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/462.
[79] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/462-463.
[80] Buharî, Savm: 69, Enbiya:
22, Fedâilu'l-Ashâb: 52, Tefsir, Yûnus: 1, Tâ-hâ: 1, Müslim, Sıyâm: 127,
(1130); Ebu Dâvud, Savm: 64, (2444); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve
Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/463.
[81] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/463-465.
[82] Nesâî, Zekât: 35, (5,
49); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/465.
[83] İbnu Hacer'in tercihi
olan önceki te'vil ile, bu rivayet sayesinde güçlenmiş olan ikinci te'vil
arasında ortaya çıkan açıklık hakkında yoruma girmeyişi dikkatimizi çekiyor.
[84] Buharî, Savm: 53; Müslim,
Sıyâm: 179, (1157); Ebu Dâvud, Savm: 55, (2430); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları: 9/466.
[85] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/466.
[86] Buharî, Savm: 52; Müslim,
Sıyâm: 175, (1156); Muvatta, Sıyâm: 56, (1, 309); Ebu Dâvud, Savm: 56, 59,
(2431, 2434); Tirmizî, Savm: 37, (736); Nesâî, Savm: 70, (4, 199, 200); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/467.
[87] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/467-469.
[88] Tirmizî, Savm: 37, (736);
Ebu Dâvud, Savm: 11, (2335); Nesâî, Savm: 70, (4, 200); İbrahim Canan, Kutub-i
Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/469.
[89] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/469-470.
[90] Nesâî, Savm: 70, (4,
201); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/470.
[91] Müslim, Sıyâm: 204,
(1164); Tirmizî, Savm: 53, (759); Ebu Dâvud, Savm: 58, (2432); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/471.
[92] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/471.
[93] Ebu Dâvud, Savm: 61, (2437);
Nesâî, Savm: 83, (4, 220); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları: 9/472.
[94] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/472-473.
[95] Muvatta, Hacc: 133, (1,
375); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/474.
[96] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/474.
[97] Tirmizî, Savm: 46, (749);
İbnu Mâce, Sıyâm: 40, (1730); Müslim, Sıyâm: 196, (1162); İbrahim Canan,
Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/474.
[98] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/474-475.
[99] Tirmizî, Savm: 44, (745);
Nesâî, Savm: 70, (4, 202, 203); İbnu Mâce, Sıyâm: 42, (1739); İbrahim Canan,
Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/476.
[100] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/476.
[101] Tirmizî, Savm: 44, (747);
İbrahim Canan,
Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/476.
[102] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/476-477.
[103] Ebu Dâvud; Savm: 68,
(2449); Nesâî, Savm: 83, (4, 220, 221); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları: 9/478.
[104] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/478.
[105] Nesâî, Savm: 70, (4,
198); brahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/478.
[106] Müslim, Sıyâm: 194, (1160);
Ebu Dâvud, Savm: 70, (2453); Tirmizî, Savm: 54, (763); İbrahim Canan, Kutub-i
Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/479.
[107] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/479-480.
[108] Tirmizî, Savm: 54, (761);
Nesâî, Savm: 82, (4, 219); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/480.
[109] Tirmizî, Savm: 74, (797);
İbrahim Canan,
Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/480.
[110] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/480.
[111] Buhari, Savm: 64; Rikâk: 18;
Müslim, Salâtu'l-Müsâfirin: 217, (783); Ebu Dâvud, Salât: 317, (1370); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/481.
[112] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/481.
[113] Buharî, Savm: 67, Fadlu's-
Salât: 6, Cezâu's- Sayd: 26; Müslim, Sıyâm: 288, (827); Ebu Dâvud, Savm: 48,
(2417); Tirmizî, Savm: 58, (772); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve
Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/482.
[114] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/482-483.
[115] Ebu Dâvud, Savm: 49,
(2419); Tirmizî; Savm: 59, (773); Nesâî, Menâsik: 195, (5, 252); Tirmizî,
hadisin sahih olduğunu söylemiştir; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları: 9/483.
[116] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/483-484.
[117] Müslim, Sıyâm: 144,
(1141); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/484.
[118] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/484.
[119] Ebu Dâvud, Savm: 10, (2334);
Tirmizî, Savm: 3, (686); Nesâî, Savm: 37, (4, 153); İbnu Mâce, Sıyâm: 3,
(1645); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/485.
[120] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/485.
[121] Nesâî, Savm: 71, (4, 205,
206); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/485.
[122] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/485.
[123] Ebu Dâvud, Savm: 12,
(2337); Tirmizî, Savm: 38, (738); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları: 9/486.
[124] Buharî, Savm: 14; Müslim,
Savm: 21, (1082); Ebu Dâvud, Savm: 11, (2335); Tirmizî, Savm: 2, (684); Nesâî,
Savm: 31, 32 (4, 149); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/486.
[125] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/486-487.
[126] Ebu Dâvud, Savm: 63,
(2440); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/487.
[127] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/487.
[128] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/488.
[129] Buharî, Savm: 63; Müslim,
Sıyâm: 147, 148; Ebu Dâvud, Savm: 50, (2420); Tirmizî, Savm: 42, (743); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/488.
[130] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/488.
[131] Ebu Dâvud, Savm: 51, (2421);
Tirmizî, Savm: 43, (7.44); İbnu Mâce, Sıyâm: 38, (1726); Ebu Dâvud hadisin
mensuh olduğunu söylemiştir. Tirmizî de hasen demiştir; İbrahim Canan, Kutub-i
Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/489.
[132] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/489.
[133] Buhari, Savm: 20, Müslim,
Sıyâm: 45, (1095); Tirmizî, Savm: 17, (708); Nesâî, Savm: 18, (4, 141); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/490.
[134] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/490-491.
[135] Müslim, Sıyâm: 46, (1096);
Ebu Dâvud, Savm: 15, (2343); Tirmizî, Savm: 17, (709); Nesâî, Savm: 27, (4,
146); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/491.
[136] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/491.
[137] Buharî, Savm: 19,
Mevâkitu's-Salât: 27, Teheccüd: 8; Müslim, Sıyâm: 47, (1097); Tirmizî, Savm:
14, (703); Nesâî, Savm: 21, 22, (4, 143); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme
ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/491.
[138] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/492.
[139] Buhari, Savm: 1.9, Mevâkît:
27; İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/492.
[140] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/492.
[141] Nesâi, Savm: 20, (4,
142); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/493.
[142] Şer'î örfde gündüz (nehar)
fecirle başlar ve akşam vaktinin girmesiyle sona erer. Şu halde akşamdan
yatsıya kadarki alaca karanlık, şer'an geceden sayıldığı gibi, fecirden güneşin
doğmasına kadarki sabahın alaca karanlığı da gündüzden sayılır. Bu husus Kadr
suresinde de görülür.
[143] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/493-494.
[144] Ebu Dâvud, Savm: 17,
(2348); Tirmizî, Savm: 15, (705); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları: 9/494.
[145] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/494.
[146] Buhari, Ezân: 13, Talâk: 24,
Haberu'l-Vâhid: 1; Müslim, Sıyâm: 40, (1093); Ebu Dâvud, Savm: 17, (2347);
Nesâî, Savm: 30, (4, 148); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları: 9/495.
[147] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/495.
[148] Ebu Dâvud, Savm: 18,
(2350); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/495.
[149] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/495-496.
[150] Buharî, Savm: 43; Müslim,
Sıyâm: 51, (1100); Ebu Dâvud, Savm: 19, (2351); Tirmizî, Savm: 12, (698);
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/497.
[151] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/497.
[152] Muvatta, Sıyâm: 8, (1, 289); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/498.
[153] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/498.
[154] Buharî, Savm: 45; Müslim,
Sıyân: 48, (1098); Muvatta, Sıyâm: 6, (1, 288); Tirmizî, Savm: 13, (699);
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/499.
[155] Muvatta, Kasru's-Salât:
46, (1, 158); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/499.
[156] Ebu Dâvud, Savm: 22,
(2556); Tirmizî, Savm: 10, (694); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları: 9/499.
[157] Ebu Dâvud, Savm: 22,
(2358); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/500.
[158] Ebu Dâvud, Savm: 22, (2357).
"Rezîn, duanın baş kısmına "Elhamdülillah" kelimesini ziyade etti.";
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/500.
[159] Buharî, Savm: 48; Temennî:
9; Müslim, Savm: 57-60, (1103-1105); Tirmizî; Savm: 62, (778); İbrahim Canan,
Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/500-501.
[160] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/501.
[161] Buharî, Savm: 22, 25;
Müslim, Sıyâm: 76, (1109); Muvatta, Sıyâm: 12, (1, 291); Ebu Dâvud, Savm: 36,
(2388, 2389); Tirmizî, Savm: 63, (779); Nesâî, Tahâret: 123, (1,108); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/501-502.
[162] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/502.
[163] Buharî, Savm: 27; Ebu Dâvud,
Savm: 26, (2364); Tirmizî, Savm: 29, (725); (Buharî'nin rivayeti muallaktır);
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/502.
[164] Buhari, Savm: 25 (bab
başlığında (tercüme) kaydetmiştir); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları: 9/503.
[165] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/503.
[166] Buhari, Savm: 8, Edeb: 51;
Ebu Dâvud, Savm: 25, (2326); Tirmizî, Savm: 16, (707); İbrahim Canan, Kutub-i
Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/503.
[167] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/503-505.
[168] Müslim, Sıyâm: 159, (1150);
Ebu Dâvud, Savm: 76, (2461); Tirmizî, Savm: 64, (780, 781); İbnu Mâce, Sıyâm:
47, (1750); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:
9/505.
[169] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/505-506.
[170] Tirmizî, Savm: 70, (789);
Tirmizî, hadis için: "Münkerdir, Hişam İbnu Urve dışında sâ biri
tarafından rivayet edildiğini görmedik"der; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/506.
[171] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/506.
[172] Tirmizî, Savm: 67, (784,
785, 786); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/507.
[173] Buharî, Nikâh: 84, 86;
Müslim, Zekât: 84, (1026); Ebu Dâvud, Savm: 74, (2485); Tirmizî, Savm: 65,
(782); Ebu Dâvud'un rivayetinde, "Ramazan dışında" ziyadesi vardır; İbrahim Canan, Kutub-i
Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/507.
[174] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/507-508.
[175] Müslim, Sıyâm: 90, (1114);
Tirmizî, Savm: 18, (710); Nesâî, Savm: 49, (4, 177); İbrahim Canan, Kutub-i
Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/509.
[176] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/509-510.
[177] Buharî, Cihâd: 71;
Müslim, Sıyâm: 100, (1119); Nesâî, Savm: 52, (4, 182): İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/510.
[178] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/510-511.
[179] Buharî, Savm: 36, Müslim,
Sıyam: 92, (1115); Ebu Dâvud, Savm: 43, (2407); Nesâî, Savm: 48, (4, 176);
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/511.
[180] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/511.
[181] Buharî, Savm: 33; Müslim,
Sıyâm: 103, (1121); Muvatta, Sıyâm: 24, (1, 295); Tirmizî, Savm: 19, (711); Ebu
Dâvud, Savm: 42, (2402); Nesâî, Savm: 56, (4, 185); İbrahim Canan, Kutub-i
Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/512.
[182] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/512.
[183] Buharî, Savm: 37, Müslim,
Sıyâm: 98, (1118); Muvatta, 23, (1, 295); Ebu Dâvud, Savm: 42, (2405); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/512.
[184] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/513.
[185] Buharî, Savm: 35; Müslim,
Savm: 108, (1122); Ebu Dâvud, Savm: 44, 2409); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları: 9/513.
[186] Nesâî, Savm: 50, (4,
178); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/513.
[187] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/514.
[188] Ebu Dâvud, Savm: 43,
(2408); Tirmizî, Savm: 21, (715); Nesâî, Savm: 51, (4, 180-182), 62, (4, 190);
İbnu Mâce, Sıyâm: 12, (1668); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/514.
[189] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/514-515.
[190] Tirmizî, Savm: 76, (799,
800); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/515.
[191] Sefer namazı bahsi daha
önce geçti (2896-2922); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/515.
[192] Muvatta, Sıyâm: 27, (1,
296); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/515.
[193] Ebu Dâvud, Savm: 46,
(2413); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/516.
[194] Bir berîd dört fersah,
bir fersah dört mil, bir mil dörtbin zirâdır. Yani bir berîd 64 bin zirâdır.
(Nihaye 1, 116).
[195] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/516-517.
[196] Ebu Dâvud, Savm: 45,
(2412); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/517.
[197] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/517-518.
[198] Ebu Dâvud, Savm: 44,
(2410, 2411); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/518.
[199] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/518.
[200] Muvatta, Sıyâm: 45, (1,
304); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/519.
[201] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/519.
[202] Muvatta, Savm: 46, (1,
304); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/519.
[203] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/519-520.
[204] Buharî, Savm: 40; Müslim,
Sıyâm: 151, (1146); Muvatta, Sıyâm: 54, (1, 308); Ebu Dâvud, Savm: 40, (2399);
Tirmizî, Savm: 66, (783); Nesâî, Savm: 64, (4, 191); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/520.
[205] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/520-521.
[206] Buharî, Savm: 42; Müslim,
Sıyâm: 153, (1174); Ebu Dâvud, Savm: 41, (2400); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları: 9/521.
[207] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/521-522.
[208] Buharî, Savm: 42; Müslim,
Savm: 156, (1148); Ebu Dâvud, Eymân: 25, (3307, 3308); Tirmizî, Savm: 22,
(716); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/522.
[209] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/522-523.
[210] Muvatta, Sıyâm: 43, (1,
303); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/523.
[211] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/523.
[212] Muvatta, Sıyâm: 50, (1,
306); Ebu Dâvud, Savm: 73, (2457); Tirmizî, Savm: 36, (735); İbrahim Canan,
Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/523.
[213] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/524.
[214] Buharî, Savm: 46; Ebu
Dâvud, Savm: 23, (2359); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/524.
[215] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/525.
[216] Muvatta, Sıyâm: 44, (1,
303); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/525.
[217] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/525.
[218] Buharî, Savm: 29;
Tirmizî, Savm: 27, (723); Ebu Dâvud, Savm: 38, (2396);
İbrahim Canan,
Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/526.
[219] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/526.
[220] Buhari, Savm: 29, 31, Hibe:
20, Nafakât: 13, Edeb: 68, 95, Kefaretu'l- Eymân: 3, 4, Hudud: 26; Müslim,
Sıyâm: 81, (1111); Muvatta, Sıyâm: 28, (1, 296, 297); Ebu Davud, Savm: 37,
(2390, 2391, 2392, 2393); Tirmizî, Savm: 28, (724); İbrahim Canan, Kutub-i
Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/528.
[221] Mühim noktalarını
özetleyerek kaydediyoruz.
[222] Sepetteki hurmanın onbeş
sâ' miktarında olduğu bazı rivayetlerde
tasrih edilmiştir.
[223] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/528-532.
[224] Muvatta, Sıyâm: 51, (1,
307); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/533.
[225] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/533.
[226] Muvatta, Sıyâm: 52, (1,
308); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/533.
[227] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/533-534.
[228] Tirmizî, Savm: 23, (718);
İbrahim Canan,
Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/534.
[229] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/534.
[230] Muvatta, Sıyâm: 53, (1,
308); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/535.
[231] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/535.