131) Selâmın Ve
Selâmlaşmayı Yaygınlaştırmanın Fazîleti
132) Selam Alıp
Vermenin Şekli
135) Evine Giren
Kimsenin Selâm Vermesi
136) Çocuklara Selâm
Verilmesi
140) Bir Eve
Girerken İzin İstemenin Gereği Ve Uyulması Gereken Edepler
“Ey iman edenler! Kendi
evlerinizden başka evlere, sahiplerinden izin almadan, selam vermeden
girmeyin...” (Nur: 24/27)
“... Evlere girdiğiniz vakit,
Allah tarafından bolluk bereket ve esenlik dileyerek, birbirinize mutlaka selam
verin...” (Nur: 24/61)
“Bir selam aldığınızda daha güzel bir selam ile
karşılık verin veya en azından benzeri ile...” (Nisa: 4/86)
“İbrahim (a.s.)’ın meleklerden
ağırladığı misafirlerinin haberi sana geldi mi? O elçiler İbrahim (a.s.)’a
gelip ona selam verdiklerinde size de selam olsun demişti...” (Zariyat: 51/24-25)
846. Abdullah İbni
Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Bir adam, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– İslâm’ın hangi özelliği daha
hayırlıdır, diye sordu? Resûl–i Ekrem:
“Yemek
yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir” buyurdu.[1]
847. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Allah
Teâlâ Âdem sallallahu aleyhi ve sellem’i yaratınca ona:
–
Git şu oturmakta olan meleklere selâm ver ve senin selâmına nasıl karşılık
vereceklerini de güzelce dinle; çünkü senin ve senin çocuklarının selâmı o
olacaktır, buyurdu. Âdem aleyhi’s–selâm meleklere:
–
es–Selâmü aleyküm, dedi. Melekler:
–
es–Selâmü aleyke ve rahmetullâh, karşılığını verdiler. Onun selâmına “ve
rahmetu’l–lâh”ı ilâve ettiler.”[2]
* Nisa: 4/86 ayetiyle öğretilen selamlaşma
şeklini Allah burada da melekle Hz. Adem arasında tatbikatlı olarak
göstermiştir. [3]
848. Ebû Umâre Berâ İbni Âzib radıyallahu anhümâ şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize şu yedi şeyi emretti: Hasta
ziyaretini, cenâzeye iştirak etmeyi, aksırana hayır dilemeyi, zayıfa yardım
etmeyi, mazluma yardımcı olmayı, selâmı yaygın hale getirmeyi ve yemin edenin
yemininin yerine gelmesini temin etmeyi.[4]
849. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Siz,
iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş
olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi?
Aranızda selâmı yayınız.”[5]
* Çünkü selam barışıklığın, dostluğun, karşılıklı
konuşma ve anlaşmaya hazır oluşun ilk göstergesidir. [6]
850. Ebû Yûsuf
Abdullah İbni Selâm radıyallahu anh
şöyle dedi:
Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i:
“Ey
insanlar! Selâmı yayınız, yemek yediriniz, akrabalarınızla alâkanızı ve onlara
yardımınızı devam ettiriniz. İnsanlar uyurken siz namaz kılınız. Bu sayede
selâmetle cennete girersiniz” buyururken işittim.[7]
851. Tufeyl İbni
Übey İbni Kâ’b, söylediğine göre Abdullah İbni Ömer’e gelir ve onunla birlikte
çarşıya çıkarlardı. Tufeyl sözüne şöyle devam etti:
Biz çarşıya çıktığımızda, Abdullah, eski
eşya satan, değerli mal satan, yoksul veya herhangi bir kimseye uğrasa mutlaka
selâm verirdi. Bir gün yine Abdullah İbni Ömer’in yanına gelmiştim. Çarşıya
gitmek için kendisine arkadaş olmamı istedi. Ona:
– Çarşıda ne yapacaksın? Alış verişe
vâkıf değilsin, malların fiyatlarını sormuyorsun, bir şey satın almak
istemiyorsun, çarşıdaki sohbet yerlerinde de oturmuyorsun? Şurada otur da,
birlikte konuşalım, dedim. Bunun üzerine Abdullah:
– Ey Ebû Batn! –Tufeyl, iri göbekli bir
kişi olduğu için böyle hitap etmiştir– Biz, sadece selâm vermek üzere çarşıya
çıkıyoruz; karşılaştığımız kimselere de selâm veriyoruz, cevabını verdi.[8]
* Sadece selam verip almak suretiyle sevap
kazanmak için çarşı ve pazara çıkıyor İbni Ömer. Şimdi ise ne maksatlarla çarşı
ve pazara çıkılıyor. [9]
852. İmrân İbni
Husayn radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve:
– es–Selâmü aleyküm, dedi. Hz. Peygamber
onun selâmına aynı şekilde karşılık verdikten sonra adam oturdu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
–
“On sevap kazandı” buyurdu. Sonra bir başka adam geldi, o da:
– es–Selâmü aleyküm ve rahmetullah, dedi.
Peygamberimiz ona da verdiği selâmın aynıyla mukâbelede bulundu. O kişi de
yerine oturdu. Hz. Peygamber:
–
“Yirmi sevap kazandı” buyurdu. Daha sonra bir başka adam geldi ve:
– es–Selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve
berekâtüh, dedi. Hz. Peygamber o kişiye de selâmının aynıyla karşılık verdi. O
kişi de yerine oturdu. Efendimiz:
–
“Otuz sevap kazandı” buyurdular.[10]
* Selamdaki ifadeler arttıkça sevap ta
artıyor. [11]
853. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:
–
“Şu zât Cibrîl aleyhi’s–selâm’dır; sana selâm ediyor” buyurdu. Ben
de:
– Ve aleyhi’s–selâm
ve rahmetullâhi ve berekâtüh, dedim.[12]
Bu hadis, Buhârî ve Müslim’in bir kısım
rivayetlerinde buradaki şekilde “ve
berekâtüh” ziyadesiyle, bazı rivayetlerde ise “ve berekâtüh” olmaksızın
nakledilmiştir. Kaide olarak, güvenilir râvilerin ziyadesi makbuldür.
854. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
bir söz söylediği zaman, onunla ne kasdettiğinin iyice anlaşılması için sözünü
üç defa tekrarlardı. Bir topluluğun yanına geldiğinde onlara üç defa selâm
verirdi.[13]
855. Mikdâd radıyallahu anh, uzun bir hadisinde
şöyle dedi:
Biz, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in süt hissesini ayırıp kaldırırdık.
Resûl–i Ekrem geceleyin gelir, uyuyanı uyandırmayacak, uyanık olanlara
işittirecek şekilde selâm verirdi. Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem bir gece geldi, yine her zamanki gibi selâm verdi.[14]
* Hiç kimseyi rahatsız etmemek peygamberimizin
adetlerindendi, selamla bile olsa... [15]
856. Esmâ Binti
Yezîd radıyallahu anhâ’dan rivayet
edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem bir gün mescide uğradı. Kadınlardan oluşan bir cemaat
orada oturmaktaydı. Hz. Peygamber onlara eliyle işaret ederek selâm verdi.[16]
857. Ebû Ümâme radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“İnsanların
Allah katında en makbulü ve O’na en yakın olanı, önce selâm verendir.”[17]
* Yakın olduğu zaman sesle selam verdiğine
dair rivayetler vardır. Burada ise kadınlar biraz uzakta olmuş olacaklar ki
eliyle de onları işaret ederek uyarmıştır. El ile işaret ederek selam verip
almak gayri müslimlerin adetidir. Fitne korkusu olmadığı takdirde kadınlara da
selam verilebilir. [18]
858. Ebû Cürey
el–Hüceymî radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldim ve:
– Aleyke’s–selâm yâ Resûlallah! dedim.
Peygamber Efendimiz:
–
“Aleyke’s–selâm deme; çünkü aleyke’s–selâm ölülere verilen selâmdır” buyurdu.[19]
859. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Binitli
olan yürüyene, yürüyen oturana, sayıca az olan çok olana selâm verir.”[20]
Buhârî’nin bir rivayetinde: “Küçük büyüğe selâm
verir” ilâvesi vardır.[21]
860. Ebû Ümâme
Suday İbni Aclân el–Bâhilî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İnsanların
Allah katında en makbul olanları, selâma ilk başlayanlardır.”[22]
Tirmizî’nin Ebû Ümâme radıyallahu anh’den rivayetine göre bir
adam:
– Yâ Resûlallah! İki kişi birbirleriyle
karşılaşınca onlardan hangisi daha önce selâm verir? diye sordu. Peygamber
Efendimiz de:
–
“Allah Teâlâ’ya daha yakın olan” buyurdu.[23]
861. Ebû Hüreyre radıyallahu anh, namazını, namazın
gerektirdiği edeplere riâyet etmeyerek kılan kimse hakkındaki hadisinde
belirttiğine göre, o kişi mescide gelip namaz kıldı, sonra Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına
geldi ve ona selâm verdi; Resûl–i Ekrem onun selâmına mukâbelede bulundu ve:
“Dön
ve namaz kıl, çünkü sen namaz kılmadın” buyurdu. Adam dönüp yeniden namaz kıldı,
sonra Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in
huzuruna gelip tekrar selâm verdi. Neticede bu durum üç defa tekrarlandı.[24]
862. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Sizden
biriniz din kardeşine rastladığında ona selâm versin. Eğer ikisinin arasına
ağaç, duvar ve taş girer de tekrar karşılaşırlarsa, tekrar selâm versin.”[25]
“...
evlere girdiğiniz vakit, Allah tarafından bolluk, bereket ve esenlik dileyerek,
birbirinize mutlaka selam veriniz...” (Nur: 24/61)
863. Enes radıyallahu anh şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:
“Yavrucuğum!
Kendi ailenin yanına girdiğinde onlara selâm ver ki, sana ve ev halkına bereket
olsun” buyurdu.[26]
864. Enes radıyallahu anh, çocuklara rastladığı
zaman onlara selâm verir ve:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem böyle yapardı, derdi.[27]
865. Sehl İbni Sa’d
radıyallahu anh şöyle demiştir:
Aramızda bir kadın –bir başka rivayette
yaşlı bir kadın– vardı. Pazı köklerini alır, onları güvecin içine koyup
pişirir, biraz da arpa öğütürdü. Biz cuma namazını kılıp döndüğümüz zaman ona
selâm verirdik. O da hazırladığı yemeği bize ikram ederdi.[28]
866. Ümmü Hânî
Fâhite Binti Ebû Tâlib radıyallahu anhâ
şöyle dedi:
Mekke’nin fethi günü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gelmiştim.
Resûl–i Ekrem yıkanıyor, Fâtıma da elinde bir örtüyle ona perde tutuyordu. Ben
selâmımı verdim.[29]
867. Esmâ Binti
Yezîd radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Kadınlarla birlikte otururken, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza
uğradı ve bize selâm verdi.[30]
868. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Yahudi
ve hıristiyanlara öncelikle siz selâm vermeyin. Yolda onlardan biriyle
karşılaştığınız zaman, eziyet etmemek şartıyla, onları yolun kenarından
yürümeye zorlayınız.”[31]
* Hadislerin genel muhtevası ve İslam
tarihindeki tatbikata göre müslümanlar ehli kitap denilen hristiyan ve
yahudilere selam vermemişler, onlar verirlerse “ve aleyküm” diye
alınması uygun görülmüştür. Onlara saygı ifadesi olarak yol vermek uygun
değildir. Allah’tan gelen son mesaja, İslama kulak vermedikleri ve kabul
etmediklerinden dolayı oların yeryüzünün gerçek sahibi olan müslümanlara da
hürmet edip yol vermeleri gerekir. Müslüman olmamız hasebiyle yoldan ve umumi
olarak istifade edilen yerlerden istifade hakkına ilk olarak Allah’ın son
mesajına itaat edenler layıktır. Diğerleri kenara zorlanarak müslümanlar yoldan
geçerler. [32]
869. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Kitap
ehli olanlar size selâm verdiklerinde, onlara: Ve aleyküm, deyiniz.”[33]
870. Üsâme radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem,
müslümanlar, müşrikler –puta tapanlar– ve yahudilerden oluşan bir topluluğa
rastladı ve onlara selâm verdi.[34]
871. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Sizden
biriniz bir meclise vardığında selâm versin. Oturduğu meclisten kalkmak
istediği zaman da selâm versin. Önce verdiği selâm, sonraki selâmından daha
üstün değildir.”[35]
* Bir yere girerken ve çıkarken selam verilmesi
peygamberimizin hem sözüyle hem de davranışıyla öğrendiğimiz sünnetlerdendir.
Her ikisi de fazilet ve sevap yönünden birbirinden farklı değildir. Bu selam
vermeler müslümanlar arasında iyi ilişkilerin geliştirilmesi ve devamını sağlayan
ahlaki kurallardandır.
İlk gelindiğinde verilen selam gelen kişinin iyi niyet ve hayır için
geldiğinin ve kötülük ve şer bulunmadığının bir ilanıdır. Ayrılırken verilen
selam ise kendisinin o kimseler yanında bulunmadığı sürece hem kendi
kötülüklerinden hem de her türlü kötülüklerden emniyette olmaları arzusunun bir
ilanı olduğunun işaretidir. Böylelikle iki selam arasında bir fark yoktur. [36]
“Ey iman edenler! Kendi
evlerinizden başka evlere sahiplerinden izin almadan, selam vermeden
girmeyin...” (Nur: 24/27)
872. Ebû Mûsa
el–Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet
edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İzin
istemek üç defadır. İzin verilirse girersin, verilmezse geri dönersin.”[37]
873. Sehl İbni Sa’d
radıyallahu anh’den rivayet
edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İzin
istemek göz(ün evin ayıplarını görmemesi) için şart kılınmıştır.”[38]
* Bu hadisi daha iyi anlamak için (Müslim,
Adab 43) de geçen “Bir kimse izni olmaksızın bir kimsenin evinin içine bakarsa o kimsenin
gözünü çıkarmak onlara helal olur.” Bugünkü ismiyle
röntgencilik yapmak haramdır. Çünkü bu iş bakan kimse için ahlaki düşüklük ve
hasta ruhluluk alameti, bakılan için ise mahcubiyet kaynağıdır. Eve girmek için
izin istemek böyle bir gerekçeden dolayıdır. [39]
874. Rib’î İbni
Hirâş şöyle dedi:
Benî Âmir’den bir adamın bize haber
verdiğine göre, bu zât, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem evde iken, “İçeri gireyim mi?” diye izin istemişti.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
hizmetçisine:
“Çık,
bu adama izin istemeyi öğret. Önce es–Selâmü aleyküm desin, sonra gireyim mi
diye sorsun?”, buyurdu. Adam Peygamberimizin söylediklerini duyarak:
es–Selâmü aleyküm, girebilir miyim? dedi.
Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem ona izin verdi o da içeri girdi.[40]
875. Kilde İbni
Hanbel radıyallahu anh şöyle dedi:
Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’in yanına gittim ve selâm vermeden huzuruna girdim. Bunun
üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
“Geri
dön ve es–selâmü aleyküm, gireyim mi de” buyurdu.[41]
876. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre, meşhur mi’rac hadisinde, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sonra
Cibrîl beni en yakın semâya çıkardı ve kapının açılmasını istedi.”
–
Kim o denilince:
–
Ben Cibrîl’im, dedi.
–
Yanındaki kim denildi.
–
Muhammed, dedi. Sonra ikinci kat semâya çıkardı ve kapının açılmasını istedi.
–
Kim o denildi.
–
Ben Cibrîl’im, diye karşılık verdi.
–
Yanındaki kim denildi.
–
Muhammed, dedi. Üçüncü, dördüncü ve diğer semâlara yükseldikçe, her birinin
kapısında:
–
Kim o deniliyordu. O da:
–
Ben Cibrîl’im cevabını veriyordu.[42]
877. Ebû Zer radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir gece dışarı çıkmıştım. Bir de ne
göreyim, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem tek başına yürüyor. Ben de ay ışığında yürümeye başladım. Resûlullah
başını çevirdi ve beni gördü:
–
“Kim o?”
diye seslendi. Ben:
– Ebû Zer, dedim.[43]
878. Ümmü Hânî
(Fâhite Binti Ebû Tâlib) radıyallahu anhâ
şöyle dedi:
(Mekke’nin fethi günü) Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gelmiştim.
Resûl–i Ekrem yıkanıyor, Fâtıma da onu insanların gözünden perdeliyordu. (Ben
selâmımı verdim. ) Peygamberimiz:
–
“Kim o?”
dedi. Ben:
– Ümmü Hânî’yim, diye cevap verdim.[44]
879. Câbir radıyallahu anh şöyle dedi:
Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’e geldim ve kapısını çaldım. Resûl–i Ekrem:
–
“Kim o?”
dedi.
– Benim, diye cevap verdim. Hz.
Peygamber:
–
“Benim benim!” diye tekrar etti. Galiba bu cevaptan hoşlanmamıştı.[45]
* Kapı çalarken veya bir yeri telefonla ararken
kim o, kimsiniz, sorusuna
kendimizi tanıtacak şekilde ismimizi söylemeliyiz. Aksi takdirde “Benim” diye
cevap vermek uygun olmuyor. Hadislerde yasaklanmış oluyor. Çünkü bu ifadeler
kapalı oluyor. Gerekirse isim, soyisim, memleket ve benzeri ifadelerle kendimizi
tanıtarak takdim etmeliyiz. [46]
880. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Şüphesiz
Allah aksıranı sever, fakat esneyeni sevmez. Sizden biriniz aksırır ve Allah
Teâlâ’ya hamdederse, onun hamdini işiten her müslümanın yerhamükellah demesi
üzerine bir vecîbedir. Esnemeye gelince, o şeytandandır. Sizden birinizin
esnemesi geldiği zaman, onu gücü yettiği kadar engellemeye çalışsın. Çünkü
sizden biriniz esnediği zaman şeytan ona güler.”[47]
* Esnemek bir sıhhat alameti olmayıp şeytandan
olduğunun söylenmesi insanların gaflet ve tenbelliğinin belirtisi olduğu
duyurulmuş oluyor. Esnemenin sebebi: Çok yiyip içme suretiyle vücudun hareket
kabiliyetinin azalması, uyku ve gafletin öne geçmesidir. Bu duruma şeytan
sevinir ve güler. O kişiyi esir aldığından ve dünyalık şeylere muhtaç
ettiğinden dolayı. Bu sebeple esnemek hoş karşılanmamış ve önüne geçilmesi
emredilmiştir. Dolayısıyla el ile ağız kapatmak gerekir. [48]
881. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Sizden
biriniz aksırdığı zaman: Elhamdülillah desin. Kardeşi veya arkadaşı da ona:
Yerhamükellah desin. Aksıran da: Yehdîkümullahu ve yuslihu bâleküm = Allah sizi
hidayette kılsın ve kalbinizi ıslah etsin, desin.”[49]
* Aksırmak bir nimet olup sıhhatli olmanın
alametidir. Her türlü nimete hamdettiğimiz gibi aksırma bu nimetine de
hamdetmemiz gerekir. [50]
882. Ebû Mûsa radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i:
“Sizden
biriniz aksırdığı zaman elhamdülillah derse, ona yerhamükellah deyiniz. Şayet
Allah’a hamdetmezse siz de yerhamükellah demeyiniz” buyururken
işittim.[51]
* Bir sünneti terkedene hatırlatmak ve yapmaya
teşvik için bu tehdit konulmuş oluyor. [52]
883. Enes radıyallahu anh şöyle demiştir:
Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’in yanında iki kişi aksırdı. Efendimiz onlardan birine yerhamükellah dedi, diğerine ise
söylemedi. Kendisine yerhamükellah demediği kişi:
– Filân kişi aksırdı, ona yerhamükellah
dedin; ben aksırdım, bana ise demedin, deyince Peygamberimiz:
–
“O kişi elhamdülillah dedi, sen ise demedin” buyurdular.[53]
884. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem aksırdıkları zaman elini veya mendilini
ağzına tutar, böylelikle sesini azaltmaya –veya ağzını yummaya– çalışırdı.[54]
885. Ebû Mûsâ radıyallahu anh şöyle dedi:
Yahudiler, kendilerine yerhamükümullah
diyeceğini ümit ederek, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in yanında yapmacıktan aksırırlardı. Peygamber Efendimiz
de onlara:
“Yehdîkümüllah
ve yüslıhu bâleküm = Allah size hidayet versin ve hâlinizi ıslah etsin” buyururdu.[55]
886. Ebû Saîd
el–Hudrî radıyallahu anh’den rivayet
edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden
biriniz esnediği zaman eliyle ağzını tutsun. Çünkü şeytan onun ağzına girer.”[56]
* Gaflet halinin belirtisi olan esnemekten
sakındırmak için söylenen bu hadiste de ağzımızı kapamamız emrediliyor. Ağzı
açarak karşımızdakilere çirkin bir durum sergilemekten bizi uzaklaştırıyor.
Şeytanın güleceği, sevineceği her türlü davranıştan uzak durma gayreti böylece
bize öğretilmiş oluyor. [57]
887. Ebü’l–Hattâb
Katâde şöyle dedi:
Ben Enes’e:
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbı arasında el sıkışma âdeti var
mıydı diye sordum. O da:
– Evet, diye cevap verdi.[58]
888. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
Yemen halkı gelince, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Size
Yemen halkı geldi, el sıkışma âdetini ilk başlatan onlardır.”[59]
889. Berâ radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“İki
müslüman karşılaştıklarında el sıkışırlarsa, birbirlerinden ayrılmadan önce
günahları bağışlanır.”[60]
890. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
– Bir adam:
– Yâ Resûlallah! Bizden bir kişi kardeşi
veya arkadaşıyla karşılaştığında onun için eğilebilir mi, diye sordu.
Peygamberimiz:
–
“Hayır eğilemez” buyurdu. Adam:
– Ona sarılıp öpebilir mi, diye sordu.
Efendimiz:
–
“Hayır”
buyurdular. Bu defa adam:
– Elini tutup musâfaha edebilir mi, dedi.
Peygamberimiz:
–
“Evet”
buyurdu.[61]
* Saygı ve hürmet maksadıyla rükû eder gibi
veya baş eğmek şeklinde bir kimsenin önünde eğilmek İslam’da caiz değildir.
Uzaktan gelen ve çoktandır görüşmeyen kimselerin veya uzun yolculuklardan dönen
kimsenin yakınlarıyla muanaka denilen kucaklaşması caizdir. Bu
kucaklaşma birbirine haram olan kimseler arasında olamaz. Yani
nikahlanabileceği kimselerden olmaması gerekir. Musafaha = Tokalaşmak
ise müslümanlar arasında sevgi ve saygıyı artıran sünnetlerden biridir. [62]
891. Safvân İbni
Assâl radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir yahudi kendisi gibi yahudi olan
arkadaşına:
– Gel şu peygambere gidelim, dedi. İkisi
birlikte Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’e geldiler ve müslümanlarla yahudiler arasında ortak olan dokuz
kesin âyeti sordular. Peygamberimiz cevapladıktan sonra onun elini ve ayağını
öperek:
– Şehâdet ederiz ki, sen gerçekten bir
peygambersin, dediler.[63]
* Kur’an’da İsra: 17/101 ve Neml: 27/12’de
geçen dokuz ayet dokuz mucize veya Hz. Musa’ya Allah’ın bildirdiği on emirden
birini saklayıp dokuzunu öğrenmek istemişlerdi. Peygamberimizin dokuzunu ve
sakladıkları onuncuyu da bildirince elini ve ayağını öpmüşlerdi. Bu on emir ve
on husus şunlardır. (1) Allah’a
hiçbir şeyi ortak koşmamak, (2)
Hırsızlık yapmamak, (3) Zina
etmemek, (4) Haksız yere adam
öldürmemek, (5) Bir kimseyi
öldürtmek için güç kuvvet sahibi bir kimsenin yanına gitmemek, (6) Sihir, büyü yapmamak, (7) Faiz yememek, (8) Evli ve namuslu bir kadına iffetsizdir diye iftira etmemek, (9) Savaş meydanından kaçmamak, (10) Bilhassa sizin gizlediğiniz
cumartesi yasağına saygısızlık etmemek. Peygamberimizin el ve ayaklarını öpen
bu yahudileri yasaklamayışından dolayı bazı alimler el öpmenin bazı durumlarda
caiz olabileceğini çıkarmışlardır. [64]
892. İbni Ömer radıyallahu anhümâ, başından geçen bir
olayı anlatırken şöyle dedi:
Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’e yaklaştık ve elini öptük.[65]
* Bir seriyye dönüşü cephede cereyan eden bazı
olayları ibni Ömer peygamberimize anlattıktan sonra özel bir durum olan el öpme
hadisesini anlatır. [66]
893. Âişe radıyallahu anhâ şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem benim evimde iken Zeyd İbni Hârise
Medîne’ye gelmişti. Sonra Resûl–i Ekrem’e gelip kapıyı çaldı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de
elbisesini sürüyerek ayağa kalktı, onu kucakladı ve öptü.[67]
* Çoktandır görüşmedikleri kölesi ve evlatlığı
olan çok sevdiği Zeyd’e böylece muamele etti. Bu özel muamele de böylece bize
aktarıldı. [68]
894. Ebû Zer radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:
“Kardeşini
güleryüzle karşılamak şeklinde bile olsa, hiçbir iyiliği küçük görme” buyurdu.[69]
* Her şey müslümana sevap kazandırır. İşte
güler yüzle bir kardeşini karşılamak da sevap kazandıran amellerdendir. [70]
895. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem, Hz. Ali’nin oğlu Hasan radıyallahu anhümâ’yı öpmüştü. Bunun üzerine Akra‘ İbni Hâbis:
– Benim on tane oğlum var, fakat
bunlardan hiçbirini öpmedim, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
–
“Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” buyurdu.[71]
* Büyükler küçüklere karşı daima şefkat ve
merhametle muamele etmeli, onları sarıp kucaklamalıdırlar. Efendimiz bu
davranışı hiç ihmal etmez ashabına da göstererek güzel örnek olurdu. Cahiliyye
döneminde arap toplumu o günlerde bu üstün insânî vasıflardan yoksun
bulunmaktaydılar. Bu yönde onları eğitip bu insani vasıfları kazandırmayı
hedeflemişti. Akra’ ibni Habis bunlardan biriydi. İçinde bulunduğu durumu dile
getirip açığa vurmuştu. Küçük çocukları sevgi ve şefkat gereği öpmek caizdir.
Bu merhametten mahrum olanlar sevaptan da mahrum kalırlar. Dünyada insanlara
merhamet etmeyenlere Allah ta kıyamet günü acımaz. [72]
[1] Buhârî, Îmân 20;
İsti‘zân 9, 19; Müslim, Îmân 63. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 131; Nesâî, Îmân
12.
550’de geçmiş, gerekli açıklama orada
verilmişti.
[2] Buhârî, Enbiyâ 1;
İsti’zân 1; Müslim, Cennet 28.
[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 262.
[4] Buhârî, Mezâlim 5;
Müslim, Libâs 3. Ayrıca. bk. Tirmizî, Edeb 45; Nesâî, Cenâiz 53.
Benzeri 894’de tekrar gelecek olan
bu hadis 241’de geçmişti.
[5] Müslim, Îmân 93. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Edeb 131; Tirmizî, İsti‘zân 1; İbni Mâce, Mukaddime 6, Edeb 11.
379’da geçmişti
[6] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 263.
[7] Tirmizî, Kıyâmet 42.
Ayrıca bk. İbni Mâce, İkâmet 174, Et’ime 1.
1167’de tekrar gelecektir.
[8] Mâlik, Muvatta’, Selâm 6.
[9] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 263.
[10] Ebû Dâvûd, Edeb 132;
Tirmizî, İsti’zân 2.
[11] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi:
263.
[12] Buhârî, Bed’ü’l–halk 6;
İsti’zân 16; Müslim, Fezâilü’s–sahâbe 90–91.
[13] Buhârî, İlm 30; İsti’zân
13. Ayrıca bk. Tirmizî, İsti’zân 28.
696’da geçmişti.
[14] Müslim, Eşribe 174.
Ayrıca bk. Tirmizî, İsti’zân 26.
[15] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 264.
[16] Tirmizî, İsti’zân 9.
Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned,
VI, 458.
865’de tekrar gelecektir.
[17] Ebû Dâvûd, Edeb 133.
Benzer bir rivayet için bk. Tirmizî, İsti’zân 6.
[18] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 264.
[19] Ebû Dâvûd, Libâs 24;
Tirmizî, İsti’zân 27.
Uzun olarak 796’da geçmişti, 858’de tekrar gelecek
[20] Buhârî, İsti’zân 5, 6;
Müslim, Selâm 1; Âdâb 46. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 134; Tirmizî, İsti’zân 14.
[21] Buhârî, İsti’zân 7.
[22] Ebû Dâvûd, Edeb 133.
Uzun olarak 796 ve 856’da geçmişti.
[23] Tirmizî, İsti’zân 6.
[24] Buhârî, Ezân 95, 122;
Eymân 15; İsti’zân 18; Müslim, Salât 45. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 110;
İsti’zân 4; Nesâî, İstiftâh 7; Tatbîk 15; Sehv 67; İbni Mâce, İkâmet 72.
[25] Ebû Dâvûd, Edeb 135.
[26] Tirmizî, İsti’zân 10.
[27] Buhârî, İsti’zân 15;
Müslim, Selâm 15. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 136; Tirmizî, İsti’zân 8; İbni
Mâce, Edeb 14.
604’de geçmişti
[28] Buhârî, İsti’zân 16,
Cum’a 40; Hars 21; Et’ime 17.
[29] Müslim, Hayz 70–71,
Salâtü’l–müsâfirîn 81–82. Ayrıca bk. Buhârî, Gusül 21; Salât 4; Tirmizî,
İsti’zân 34.
[30] Ebû Dâvûd, Edeb 137;
Tirmizî, İst’zân 9. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 14.
[31] Müslim, Selâm 13. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Edeb 138; Tirmizî, İsti‘zân 12; İbni Mâce, Edeb 13.
[32] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 266.
[33] Buhârî, İsti’zân 22,
Mürteddîn 4; Müslim, Selâm 6–9.
[34] Buhârî, İsti’zân 20;
Müslim, Cihâd 116.
[35] Ebû Dâvûd, Edeb 139;
Tirmizî, İsti’zân 15.
[36] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi:
267.
[37] Buhârî, İsti’zân 13;
Müslim, Edeb 33–37. Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Edeb 127, 130; Tirmizî, İsti’zân 3;
İbni Mâce, Edeb 17.
[38] Buhârî, İsti’zân 11;
Müslim, Edeb 41. Ayrıca bk. Tirmizî, İsti’zân 17.
[39] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 267.
[40] Ebû Dâvûd, Edeb 127.
Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned,
V, 369.
[41] Ebû Dâvûd, Edeb 127;
Tirmizî, İsti’zân 18.
[42] Buhârî, Bed’ü’l–halk 6;
Enbiyâ 43; Menâkıbü’l–ensâr 42; Müslim, Îmân 259–264. Ayrıca bk. Nesâî, Salât
1.
[43] Buhârî, Rikak 13;
Müslim, Zekât 33.
[44] Müslim, Hayz 70–71;
Müsâfirîn 81–82. Ayrıca bk. Buhârî, Gusül 21; Salât 4; Tirmizî, İsti’zân 34.
[45] Buhârî, İsti’zân 17;
Müslim, Âdâb 38–39. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 128.
[46] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 268.
[47] Buhârî, Edeb 125, 128;
Bed’ü’l–halk 11. Ayrıca bk. Tirmizî, Edeb 7.
[48] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 268.
[49] Buhârî, Edeb 126. Ayrıca
bk. Tirmizî, Edeb 3; İbni Mâce, Edeb 20.
[50] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 268.
[51] Müslim, Zühd 54.
[52] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 268.
[53] Buhârî, Edeb 127;
Müslim, Zühd 53. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 94; Tirmizî, Edeb 4.
[54] Ebû Dâvûd, Edeb 90;
Tirmizî, Edeb 6.
[55] Ebû Dâvûd, Edeb 93;
Tirmizî, Edeb 3.
[56] Müslim, Zühd 57–58.
Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Edeb 89.
[57] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 269.
[58] Buhârî, İsti’zân 27.
[59] Ebû Dâvûd, Edeb 143.
[60] Ebû Dâvûd, Edeb 143.
Ayrıca bk. Tirmizî, İsti’zân 31; İbni Mâce, Edeb 15.
[61] Tirmizî, İsti’zân 31.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 15; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 198.
[62] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 270.
[63] Tirmizî, İsti’zân 33.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 16; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 240.
[64] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 270.
[65] Ebû Dâvûd, Cihâd 96;
Edeb 148. Ayrıca bk. Tirmizî, Cihâd 36; İbni Mâce, Edeb 16.
[66] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 270.
[67] Tirmizî, İsti’zân 32.
[68] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 270.
[69] Müslim, Birr 144. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 24;
Tirmizî, Et’ime 30.
Önceden 121 ve 695’de geçmişti.
[70] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 270.
[71] Buhârî, Edeb 18; Müslim, Fezâil 65. Ayrıca. bk. Ebû
Dâvûd, Edeb 145; Tirmizî, Birr 12.
227’de geçmişti.
[72] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 270.