1- TAHARET.. 4

Abdest Almak İsteyen Kimse Elini Su Kabına Sokabilir Mi?. 5

Abdest Alınmış Su Temizdir. 6

Cünüb Kimse Necis Sayılır Mı?. 8

Suyun Temizleyici Vasfının Ortadan Kalkması. 9

Suyun Azlık ve Çokluk Mes'elesi :. 10

Elin Ayasındaki Islaklıkla Başı Meshetmek. 11

Erkeğin Kadından Artan Su İle Guslemesi. 13

Resülüllah (A.S.) Efendimizin Ezvac-i Tahirattan Arta Kalan Su İle Abdest Aldığı Vakidir  14

Suya Necaset Karışması. 15

Hayvanların Artık Suları. 17

Kedi Artığı. 19

Pisliği Çitilemek, Su İle Yıkayıp Sıkmak Sonra Da Kalan Esaerini Afv Kapsamına Almak  22

Necasetin Giderilmesinde Suyun Belirlenmesi. 23

Pisliği Gidermede Suyun Belirlenmesi:. 24

Necis Olan Yeri Çok Su İle Temizleme. 24

Ayakkabını Altına Dokunan Necasetin Temizlenmesi. 26

Henüz Yemek Yemiyen Erkek Çocuğun  Çiş Yaptığı Yere Su Serpmek. 27

Eti Yenen Hayvanların Sidiğiyle İlgili Ruhsat. 29

Tenasül Aletinden Akan Mezyi. 30

Meni Hakkında Varid Olan Rivayetler. 32

Akıcı Kanı Olmayan Canlı, İçine Düşüp Öldüğü Sıvıyı Murdar Yapmaz. 34

Müslümanın Ölüsü De, Kılı Da, Teri De Necis Değildir. 34

Eti Yenmeyen Hayvanın Derisinden Yararlanma. 36

Dibağat (Tabaklama) İle Temizleme. 38

Dibağat Ne İle Yapılır?. 40

Eti Yenmeyen Hayvan Kesilince Necis Olmaktan Çıkmaz. 41

Altın ve Gümüş Kaplar. 42

Kapların Ağzını Örtmek Müstehabdır. 45

Helaya Girme-Çıkma Adab ve Ahkamı. 46

Helada Tabii İhtiyacı Giderirken Konuşulur mu?. 48

Çölde, Kırda, Bayırda Tabii İhtiyaç Gidermek İçin Örtünmek ve Uzaklaşmak. 48

Def-i Hacet Esnasında Ön ve Arkayı Kıbleye Döndürmek. 49

Ayakta Bevl Etmek. 52

Def-i Hacetten  Sonra Necaseti Giderip Temizlemek. 54

Kemik ve Tezek’le Temizlenmek Yasaklanmıştır. 54

Her Zaman Taş İle İstinca Şart Mıdır?. 56

Kemik Cinlerin Yiyeceği, Tezek de Hayvanlarının Yiyeceğidir. 57

Sivak Kullanmak ve Fıtratla İlgili Sünnetler. 58

Fıtratla  İlgili Sünnetler. 61

Erkek Çocukları Sünnet Etmek. 63

Bıyığını  Fazlasını Almak Sakalını Kendi Haline Bırakmak. 65

Beyaz Kılları Yolmak Mekruhtur. 67

Beyaz Kılları Kına ve Kütüm (veya Ketem) İle Boyayıp Değiştirmek. 68

Saçları Kulak Yumuşağına Kadar Uzatmak. 70

Başın Bir Kısmını Tıraş Edip Bir Kısmını Etmemek:. 72

Sürme Çekmek Çiçek ve Benzeri  Bitkilerin Yağını Sürünmek-Güzel Koku Kullanmak  73

Abdest. 75

Abdestte Niyetin Vücubu. 75

Abdest Alırken Besmele Çekmek. 77

Ağzı Çalkalamadan Önce Elleri Yıkamanın İstihbabı. 78

Abdestte Ağzı Çalkalamak, Burna Su Vermek. 80

Burna Su Çekmede Mübalağa. 82

Sakaldan, Çeneyi Aşan Kısmının Abdestte Yıkanmasıyla İlgili Hadisler. 83

Elleri Dirseklere Kadar Yıkamak ve Gurreyi Uzatmak. 84

Abdest Alırken Parmaktaki Yüzüğü Hareket Ettirmek ve Abdest Azasını Ovmak  85

Başın Tamamını veya Bir Kısmını Meshetmek. 87

Kulakları Meshetmek. 89

Abdest Alırken Boynu Meshetmek. 90

Sarık Üzerine Meshetmenin Cevazı. 92

Abdestte İki Ayağı Yıkamak Farz’dır. 94

Abdestte Sağdan Başlamak. 96

Abdest Azasını Bir - İki ve Üç Defa Yıkamak. 97

Abdest Azasını Ardarda Yıkamak. 99

Abdestte Başkasını Yardımı Caiz Midir?. 101

Abdest ve Gusülden Sonra Havluyla Kurulanmak. 102


1- TAHARET

 

Dinî kurallara uygun temizlik taharet adı altında toplanır. Kur'ân ve Hadîsler'de böyle bir temizliğe geniş yer verilmiş, ilim adamları bunu müstakil bir bölüm halinde işlemişlerdir

taharet, denilince, tabii ihtiyacı giderdikten sonra yapılacak temizliği, necasetten arınmayı, abdest ve guslü; ayhali ve lohusalık süresi bitince yıkanıp temizlenmeyi, namaz ve bazı ibâdetler için cünüplüğü ve abdestsizliği gidermeyi; murdar sayılan şeylerden sa­kınmayı, paklanmayı içine alır.

O bakımdan fukahaya göre taharet iki çeşittir: Hükmî Ta­haret, Hakikî Taharet. Ab'destsizliği ve cünüplüğü giderme birinci kısma; necis ve murdar şeyleri yıkayıp giderme ikinci kısma girer. Birinciye, hadesten taharet, ikinciye necasetten taha­ret denir. Hadesten taharet de üç kısımda toplanır : Abdest, gusül ve teyemmüm...[1]

«Temizlik imânın yarısıdır» mealindeki hadis ise, taharetin din­deki yerini, imân ile sıkı irtibatını, sağlıkla olan yakın münâsebetini bize hatırlatır. [2]

«Şüphesiz ki Allah çokça tevtae edenleri ve çokça arınıp temiz­lenenleri sever.» mealindeki ayet ise, manevî kir olan günahları ter-kedip tevbe edenlerle, Kitap ve Sünnete uygun temizlenenlerin Allah tarafından sevildiklerini müjdeliyor. [3]

O halde Sünnetle ilgili ahkâmı işlerken imanın yarısı ve gün-ak hayatımızın kopmaz parçası olan TAHARET konusunu öne al-Lamız kadar tabii ne olabilir?

Hükmî Taharet daha çok su ile, bulunmadığı takdirde temiz jprak ile gerçekleşir. Su denilince deniz, ırmak, göl, akar, birikinti, ağmur gibi isimler akla gelir. Her su ile abdest almak veya gus-btmek sahih midir? îşte bu hususu ilgili hadîslerden öğreneceğiz, nşaallah...

Yapılan rivayete göre, Ebû Hüreyre. (r.a.) diyor ki; Bir adam Resûlüllah Ca.s.) Efendimiz'e sorup dedi ki -. «Ya Resûlellah! Doğru­su biz Cbazan gemi veya benzeri bir vasıtaya) binip denizde seyre­diyoruz. Beraberimizde az su taşıyabiliyoruz; onunla abdest alacak olursak susuz kalıtız. Deniz suyuyla abdest alabilir miyiz?» Resû­lüllah ta.s.) Efendimiz şöyle buyurdu: «Deniz (var ya) onun suyu t a h û r 'dür, ölüsü de helâldir.» [4]

Hadîs-i şerif'in açık delâletinden üç ayrı hüküm anlaşılmakta­dır:

1-  Deniz suyu mutlak anlamda temizdir ve temizleyicidir.

2-  Denizde ölen balık türü helâldir.

3-  Denizde ölü olarak bulunan her canlı helâldir.

TAHÛR tabiri müctehid imamlara göre ya MUTAHHÎR ya da TAHÎR mânasına gelir. Birinci manâ, deniz suyunun hem temiz, hem temizleyici olduğunu ifade eder. İkinci manâ sadece temiz olduğu­nu açıklar. O halde birinci yoruma göre, deniz suyu ile abdest alı-

nır, gusledilir ve murdar eşya onunla temizlenir. İkinci yoruma gö­re; onunla abdest almak veya gusletmek mekruhtur.            

İmam Şafiî ve İmam Ahmed b. Hanbel'e göre, TAHÛR tabiri Kur'ân'da birinci mânaya delâlet eder şekilde kullanılmıştır. [5] O bakımdan deniz suyu ile hem abdest almak ve gusletmek, hem de murdar eşyayı yıkayıp temizlemek ve diğer temizlik işlerinde kullanmak caizdir. Nitekim bu su hakkında soru soran adam, so­nunla abdest alabilir miyiz?» şeklinde bir ifade kullanmış, ResûlüJ> lah (a.s.) Efendimiz de ona cevaben «Deniz suyu (var ya) o t a h û r'f-dur» buyurarak onun temiz ve temizleyici olduğunu söylemiştir-    !

Ashab-ı Kirâm'dan başta îbn Ömer (r.a.) olmak üzere bir kıs^ mı, bunu t a h i r anlamına yorumlayarak deniz suyuyla abdest alıp gusletmenin caiz olmadığını belirtmişlerdir. [6]

Ayrıca bu konuda Abdullah b. Amr (r.a.)'den rivayet edilen, «Deniz suyu ne cenabeti kaldırmaya yeter, ne de onunla abdest alı­nır. Çünkü denizin altında bir ateş ve ateşin altında bir deniz var ve böylece yedi deniz ve yedi ateş sayıp sıralamıştır.» mealindeki hadîsin asılsız olduğunu Ebû Hasen el-Kinanî eş~Şâfiî (H. ?- 963/M 1555) TENZİHÜ'Ş-ŞERİATÎ'L-MEREU'Â adlı eserinde belirtmiş ve Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayet edilen «İki su var ki cenâbetliği kal­dırmaya yeterli değildir. Deniz suyu ve hamam suyu» mealindeki hadisin de hiçbir asla dayanmadığına dikkatleri çekmiştir. [7]

Nitekim Ebu Hanîfe'nin arkadaşlarından bazısı îmam Mâlik'ten naklen ve bazısı da kendi ictihad ve yorumlarını ortaya koyarak, tahûr tabirini t ah ir ile yorumlamışlardır. [8]

Ancak İbn Ömer'den yapılan rivayetin râvilerinin meçhul ol­duğunu Ebû Dâvud ileri sürerek, delil olamıyacağma işaret etmiştir.

îmam Ebû Hanîfe de deniz suyunun temizleyici olduğunu be­lirterek onunla abdest alıp gusletmekte bir sakınca görülmediğini söylemiştir. Çünkü ilgili hadîsi sadece beş muhaddis tarafından de­ğil, aynı zamanda îbn Huzayme, İbn Carud, Hâkim, Dârekutnî, İbn Ebî Şeybe de kendi eserlerinde rivayet etmişlerdir. İbn Münzir, İbn Mende ve el-Beğavi gibi muhaddîsler de bunun sahih olduğunu a-çıklamışlardır. İbn Esir, Şerhü'l-Müsned'de bu hadîsin hem sahih, hem meşhur olduğuna dikkatleri çekmiş, müctehid imamlar bunu

kendi eserlerinde zikrederek delil göstermişler ve ricalinin güvenilir olduklarını söylemişlerdir.

Denizde yaşayıp orada ölü olarak bulunan balık her türüyle helâldir şu şartla ki, sırtüstü yatık vaziyette su üstüne çıkmış olma­sın...  [9]

Hadîsin açık delâletinden, denizde yaşayan her canimin ölüsü de, dirisi de helâldir. Ancak müctehid imamların ictihad ve tesbit-leri farklıdır: İmam Ebû Hanıfe'ye ve bazı arkadaşlarına göre, sa­dece balık bütün türleriyle helâldir, diğer canlılar «habâis» kapsa­mına girdiğinden haramdır. İmam Şafiî ve çoğu arkadaşlarına gö­re, deniz köpeği, deniz domuzu dışında kalan diğer canlılar helâldir. Ayrıca bundan Kurbağa, Kaplumbağa, Timsah, Yılan, Yengeç, İs­takoz da istisna edilmiştir. [10] İmam Mâlik'e göre, denizde yaşa­yan her canlı helâldir, eti yenilebilir.

Ancak Şevkanî'nin Neylü'l-Evtar'da tesbitine göre, İmam Şafiî sıhhata kavuşturulmuş tesbitle deniz domuzu, köpeği ve tilkisi da­hil bütün hayvanlar helâldir, demiştir. Şafiî bu içtihadına dayanak olarak yukarıdaki hadîsi göstermiştir. [11]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Deniz suyu hem temizdir, hem temizleyicidir. O bakımdan onunla abdest alıp gusletmek caizdir.  Bana muhalefet edenler ol­muşsa da, birincilerin ictihad ve görüşleri ağırlık kazanmıştır. Sa­hih olan da budur...

2- Denizde yaşayıp bir hastalık ve zehirlenme dışında herhan­gi bir sebeple ölen balık helâldir.

3- Denizde yaşayıp istisna edilenlerden başka yine belirtilen iki sebep dışında herhangi bir sebeple ölen diğer hayvanlar da ek­sere göre helâldir, [12]

4-  İmam Şafiî'ye göre, ilgili hadîs taharet ilminin yarısını o-luşturmaktadır. [13]

 

Abdest Almak İsteyen Kimse Elini Su Kabına Sokabilir Mi?

 

İslâm temizliğin ana kurallarını koyan ve onu savunan son din­dir. O kadar ki, abdest almak üzere su kabına elini uzatan kimse, elini yıkamadan o kaba sokabilir mi? meselesi fukaha arasında bir konu haline getirilmiş ve bu husustaki rivayetlerin toplanıp sonuç çıkarılması istenmiştir.

Buharı ve Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri sahih hadis is­tidlalin en kuvvetü dayanağı olarak seçilmiş ve görüşler ortaya konmuştur:

Ashab-ı Kirâm'dan Enes b. Mâlik (r.a.) diyor ki: İkindi vak­ti yaklaşmış bir halde Resûlüllah Ca.s.) Efendimizi gördüm, orada­ki insanlar da abdest suyu arıyor fakat bulamıyorlardı, derken Re­sûlüllah (a.s.) Efendimiz'e abdest suyu (bulunup) getirildi. Resû­lüllah (a.s.) Efendimiz elini o su kabının içine koydu ve oradaki in­sanlara o sudan abdest almalarını emretti. O sırada suyun O'nun parmakları arasında kaynayıp aktığını gördüm, o kadar ki, hepsi sonuna kadar abdestlermi aldılar.»

Hadîs-i şerifin açık delâletinden üç ayrı hüküm anlaşılmakta­dır :

1- Zaruri hallerde mevcut suyu eşitlik ölçülerine göre kullan­mak meşrudur.

2- Abdestsiz kimsenin murdar olmayan elini az suya batırma­sı, suyu müsta'mel (yani kullanılmış) yapmaz.

3- Kutsal veya mübarek sayılan su ile abdest almak caizdir. Zarurî hallerde mevcut az suyu eşit şekilde kullanmak hususu, 3U hadisle istidlal edilmişse de üzerinde tam ittifak hasıl olmamış-;ır. Çünkü insanlar abdest için su ararken bulunan suyun Resûlül-.ah'a (a.s.)  getirilmesi, sahibinin rızasıyla mı olmuştur, yoksa rızası iışmda mı elinden alınmıştır? Gerek ilgili hadîsin siyak ve sibakm-pan,  gerekse diğer hadîslerden bunun rıza dışı alındığına delâlet bden hiçbir kayıt yoktur. Bunun aksine rızasına baş vurularak alın­dığı ise rivayetin seyrinden    anlaşılmaktadır.     Çünkü    Resûlüllah (a.s.î Efendimizin başkasına ait bir şeyi cebren aldığı vaki değildir. Aynı zamanda buradaki zarurî hal, insan hayatıyla alâkalı değil, ibâdetle ilgilidir.  Su bulunmadığı yerde teyemmüme cevaz vardır. ıNeylü'l-Evtar'da,  «Bu, zarurî durumda mevcut suyu ortaklaşa kul­lanmaya delâlet eder»   denilmesinin [14]     üzerinde şüpheyle dur­mak gerekir, yani kabule pek de şayan değildir.

Ölüm derecesi söz konusu olduğu takdirde mevcut suyu veya herhangi bir yiyecek maddesini zaruret miktarını aşmamak, başka­sının bu hakkına tecavüz etmemek şartıyla ihtiyaç sahiplerine eşit ölçülerle dağıtmakta bir sakınca yoktur.

Hz. Enes'in (r.a.) rivayet ettiği bu hadîs daha çok Resûlüllah'-,m Ca.s.) mu'cizelerinden birini yansıtmaktadır.

Abdestsiz kimsenin az suya elini sokması, suyu müsta'mel eder mi? Resûlüllah  (a.s.)  Efendimizin az bir suya elini sokup mu'cize | izhar etmesi, suyu müsta'mel etmiyeceğine delâlet etmektedir. An-i cak ele bulaşık bir necaset söz konusu olduğu takdirde o suyu mur-! dar edeceği kesindir. Nitekim altı hadis kitabında rivayet edilen şu hadîs konuyu bize daha iyi açıklamakta ve her türlü şüphe ve yan­lış yorumu kaldırmaktadır:

«Sizden biri uykusundan uyandığı zaman, üç defa yıkamadık-ça elini (içinde su bulunan) kaba batırmasın. Çünkü o elinin nere­de gecelediğini bilemez.» [15]

Geceleyin uyurken elinin ön ve arka nahiyelerine dokunması neticesi bir takım murdar şeylerin bulaşmasına neden olur. O tak­dirde iyice yıkamadan mevcut kaptaki suya sokmakla su murdar

olur. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, az önce naklettiğimiz hadîste az suya elini sokup mu'cize izhar etmesi, gündüzleyin cereyan etmiş, uyku uyuyup kalkarak bunu yaptığını gösteren hiçbir kayıt tesbit edilememiştir. O halde bu iki durumu birbirinden ayırd etmek ge­rekir.                                                                                     :

Kutsal veya mübarek sayılan su ile abdest almakta dinen hiç­bir sakınca yoktur. Nitekim Zemzem suyuyla hem abdest alınmak­ta, hem de gusledümektedir. Resûlüllah'm (a.s.) mübarek parmak­lan arasından kaynayan su da kutsaldır, ilâhi kudretin tecellilerin­den biridir, bununla beraber bu tecelli ve mu'cize ashab-ı kirâm'm abdest almalarını sağlamaya yöneliktir. Hiçbir sahabe bu su kut-sallaştı, biz onunla abdest alamayız veya Resûlüllah (a.s.) Efendi­miz, bu ilâhî kudretin yüksek tecellilerinden birini yansıtmakla mü­barek bir hüviyet kazanmıştır, artık onunla abdest almanız doğru olmaz, şeklinde bir uyarıda bulunmamıştır, bilâkis «geliniz abdesti-nizi bu su ile alınız!» diye davet etmiştir.

Mezhep imamlarının bu hadîsle ilgili ictihad ve istidlalleri :

îmam Ebu Hanîfe ile îmam Şafiî, ele bulaşmış murdar bir şey olmadığı takdirde o eli az suya sokmakla su müsta'mel olmaz. Bu­laşık necis varsa, o az su necis olur, artık hiçbir şeyde kullanılması doğru olmaz, demişlerdir.

Müsta'mel su, yani abdest veya gusülde kullanılmış suyu abdest veya gusülde kullanmak caiz midir, değil midir? Konusu bununla yakından ilgili bulunduğundan az ileride açıklayacağız. İmam Mâ­lik'e göre, abdest niyetiyle elini sokup içinde yıkarsa su müsta'mel olur, böyle bir suyu başkası abdest veya gusül için kerahetle kulla­nabilir. Ahmed b. Hanbel'e göre, böyle bir suyu kullanmak caiz de­ğildir, ancak kişi unutur da onunla abdest alıp namaz kılarsa, kıl­dığı namaz sahihtir. Ayrıca böyle bir su ile necaseti temizleyip gi­dermek de caizdir. [16]

Konumuza mesned teşkil eden hadîsi her ne kadar Hz. Enes (r.a.) rivayet etmişse de delâlet ettiği olaya birçok sahabi şahit ol­muştur. O bakımdan sıhhatmda şüphe eden çıkmamıştır. [17]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Üzerinde necis bulunmayan temiz bir eli su dolu kaba sok-

nak suyu müsta'mel etmiyeceğüıden o suyu abdest ve gusülde kul­lanmak caizdir.

2- Üzerinde necis bulunan eli az suya sokmak suyu murdar Edeceğinden öyle bir su ile abdest veya gusül caiz değildir.

3- Yolculuk esnasında susuz kalma korkusu yoksa, abdestini aldıktan sonra arta kalan suyu arkadaşlarına vermek sünnettir. [18]

 

Abdest Alınmış Su Temizdir

 

Bilindiği gibi, abdest ve gusül hükmü taharet bölümüne girer, !yani bir su ile abdest alan veya gusleden manevî kirlerini temizle­miş olduğundan o suyu müsta'mel (kullanılmış) yapar. İkinci bir defa o su ile abdest almak veya gusletmek üç mezhebe göre caiz değildir. îmam Mâlik'e göre, kerahetle caizdir. Ancak o su murdar da sayılmaz. Şer'i tabir olarak ona TAHÎR (temiz pak) denilir, ama MUTAHHÎR (Temizleyici) denilmez; öyle ki -. O su artık hadesi kal­dırmada temizleyici değildir, o vasfım kaybetmiştir, ama temiz sa­yılır; bedene veya elbiseye ya da namaz kılınan yere dokunduğu takdirde murdar etmez.

Bu konuyu açıklar ve mesned kabul edilir mahiyette şu hadis rivayet edilmiştir;

«Cabir b. Abdiîlah (r.a.)'dan yapılan rivayete göre, şöyle demiştir: Hasta olup kendimi kaybettiğim (komaya girdiğim) bir halde idim ki, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz beni sormaya gelmişti. Abdest aldıktan sonra o suyu benîm üzerime döktü... [19]

Hadîs-i Şerifin açık delâletinden anlaşılan hükümler :

1- Abdestte kullanılan su (mâ-î müsta'mel) temizleyici değil, sadece temizdir. Dokunduğu yeri necis yapmaz.

2- Peygamber (a.s.) Efendimiz'in abdest suyunda feyiz, bere­ket ve şifâ vardı. Ashab-ı Kiramın onunla teberrük etmesi (uğurlu ve bereketli sayması) takrir buyurulmuştur.

3- Abdest suyu ile teberrük genellik ifade eden bir sünnet de­ğil, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e has bir fiil ve takrirdir.

4- Abdest alınan suyu içmek caiz midir? Mezhep imamlarına göre, bu suyun hükmü :

imam Ebu Hanîfe'ye göre, temizdir. Ancak ikinci bir defa ab­dest veya gusletmek caiz değildir. Hanefi imamlarından bir kısmı­na göre, necistir, temizleyici ve temiz olma vasfını kaybetmiştir. Bunların dayanağı şu hadîstir : «Sizden biri cünüp İken durgun su­da elbette gusletmesin!» Diğer bir hadiste ise : «Sizden biri durgun suya idrarını boşalttıktan sonra o suda gusletmesin!» [20]

Oysa durgun suda gusletmek suyu necis yapar, idrarın necis yapacağı ise tartışılmaz. O bakımdan abdest alman müsta'mel su­yu buna kıyas etmek farklı bir kıyastır ki, doğru bir hükme medar kabul edilmez.

îmam Mâlik'ten ve îmam Şafiî'den yapılan rivayetlerden birine göre, abdest alman müsta'mel su, aynı zamanda mutahhir, yani te­mizleyicidir de... [21]

îbn Hazm bu suyun mutahhir olduğunu Süfyan es-Sevri'ye, Ebû Sevr'e ve bütün Zahirîlere nisbet etmiştir. [22]

îmam Ahmed b. Hanbel'e göre, böyle bir su ile abdest alınmaz ve gusledilmez. Ancak unutularak onunla abdest alınıp namaz kı-lınırsa, o namaz sahih sayılır. Aynı zamanda sözü edilen müsta'mel su ile necaseti giderip temizlemek de caizdir. [23]

Efendimizin abdest suyunun özelliği :

Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ilâhi rahmet ve inayete en çok maz-har olan bir peygamberdir. Kalbi, Melek Cebrail'in rahmet elleriyle açılarak temizlenmiş ve ilâhî nur ve rahmetle boyanmıştır. Kalbin­de tecelli eden bu nur ve rahmet bütün hücrelerine sızmış, bedeni­nin tamamını kaplamıştır. O bakımdan mübarek azasına dokunan

dest suyu, nur ve rahmetle ittisal sağlamakta ve keyfiyeti bizce .inemiyecek bir özellik kazanmaktadır. Aynı zamanda Cenâb-ı ygamber (a.s.) çok nezih ve temiz idi. Abdest suyuna sümkürmez tükürmezdi. Sadece ağzına ve burnuna su verir, sümkürmek ge-ktiğinde sol eli ile kabın dışına sümkürürdü.

îşte bu ve benzeri hikmet ve özelliklerden dolayı O'nun abdest suyu Ashab-ı kiram tarafından kapışılır, kalblerine kuvvet, beden­ene sağlık ve yüzlerine letafet yansıtırdı.

Buna kıyasla başkasının abdest aldığı suyu belirtilen şekilde ullanmak doğru olmaz. Çünkü sözü edilen haller Resûlüllah (a.s.) fendimiz'in hasâisinden, yani özelliklerindendir, ona kıyas yapıla-ak başkasının abdest aldığı suyun belirtilen şekilde kullanılması-jın uygun olacağı söylenemez...

Abdest alman suyun içilmesi caiz midir?

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, sözü edilen su temizdir, temizle-kci değildir. Onunla necaseti giderip temizlemek caizse de hadesi, rani abdestsizlk ve cenâbetliği gidermek caiz değildir. Bir zaruret »lmadıkça içilmesi de doğru değildir. Ancak Resûlüllah'm (a.s.) îfendimiz'in abdest aldığı su bir istisna teşkil eder. Nitekim bunun-a ilgili üç sahih hadîs nakledilmiştir :

Ebu Cuhayfe  (r.a.)  diyor ki :

«Günortası sıcağında Resûlüllah (a.s.) Efendimiz yanımıza gel­di. Kendisine abdest için su getirildi, o da abdest aldı. İnsanlar O'­nun abdest aldığı suyu kapış kapış alıp (yüzlerine, kollarına, baş­larına) sürdüler.»  [24]

Cumhur-i ulemâ sözü edilen hususta bu hadîsi delil saymışlar-cür.

Ebu Musa (r.a.)'den yapılan rivayette diyor ki :

«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, içinde su bulunan küçük bir kap istedi. Ellerini ve yüzünü o kapta yıkadı, sonra da ağzına aldığı su­yu ona boşalttıktan sonra o ikisine (Ebû Musa ile Bilâl) bundan içi­niz ve yüzünüze, göğsünüze boşaltınız!, buyurdu.» [25]

Hadîsin açık delâletinden, Resûlüllah (a.s.)  Efendimiz'in burada abdest almayıp sadece serinlemek için ellerini ve yüzünü yıka­dığı anlaşılıyor.

Üçüncü hadîsi yine Buharî naklediyor : Ashab-ı Kirâm'dan Sâ-ib b. Yezîd (r.a.) diyor ki: «Teyzem beni alıp Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'e götürdü ve Ya Resûlellah! dedi, doğrusu kızkardeşimin oğ­lu hastadır. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) başımı okşadı ve be­nim için bereket ile duâ ettikten sonra abdest aldı. Ben de onun ab­dest aldığı sudan içtim ve sonra da arkasına geçip durdum...» (23),[26]

İşte bütün bu rivayetler, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in abdest aldığı suyun teharetine delâlet etmektedir. Bu O'nun hasâisinden, yani özelliklerinden biridir ki başkasının abdest suyu ona kıyas edil­mez.

Şevkanî ise, özelliklerle ilgili iddiayı pek geçerli kabul etmemiş ve aslolan o ki : Onunla ilgili hüküm ümmetiyle ilgili hüküm birdir, meğer ki o fiilin ona has olduğunu gösteren bir delil bulunsun; oy­sa belirtilen husus hakkında bir delil yoktur, diyor, sonra da şunu ilâve ediyor: Bir şeyin necis olduğuyla ilgili hüküm, şer'i hüküm­dür ki, delile muhtaçtır... diyor.

Bize göre, bu konuda delil aramaya gerek yok. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in öyle halleri var ki, onları izhar ederken «bunlar bana mahsus hallerdir» dememiştir. Ama Ashab-ı Kiram, ona mah­sus olduğunu idrâkten uzak kalmayıp aynı halleri izhar etmeyi dü­şünmemişlerdir. O bakımdan cumhur, abdest alman suyun içilme­sini veya yüze göze sürülmesini Hz. Peygamber'e (A.S.) has bir hal olarak kabul etmiştir. [27]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Abdest alman su müsta'meldir, onunla tekrar abdest alın­maz ve gusledilmez. Ancak necaseti gidermede kullanılabilir. înıam Mâlik'e göre, abdest ve gusülde kerahetle kullanılabilir.

2- Cumhura göre, başkasının abdest aldığı  suyu  alıp içmek veya yüze göze sürmek mekruhtur. Bu, -Peygamber'e  (a.s.) has bir haldir ki ümmetine teşmil edilmez.

3- Ahmed b. Hanbel'e göre, böyle bir su ile unutur da abdest alır veya gusleder de namaz kıldıktan sonra hatırlarsa, kıldığı na­maz sahîh kabul edilir. [28]

 

Cünüb Kimse Necis Sayılır Mı?

 

Cünüplük insana arız olan mânevi bir kirdir, zahirî bir mur-ırlık değildir. Böylesine manevî bir kirden gusletmek suretiyle mmanın sayılmayacak kadar faydaları vardır. En azından kalbe avvet, ruha cila, bedene sıhhat kazandırır. Gusleden kimse kul-[ndığı suyu bedeninin her tarafına dokundurduğu için artık o su Lüsta'mel sayılır, başka bir şeyde kullanılmaz.

Cünüplüğün zahiri bir murdarlık olmadığına delâlet eden hadis-i şerif şöyledir:

Ashab-ı Kirâm'dan Hüzeyfe b. Yeman (r.a.) şöyle anlatmıştır ;

«Rasûlüllah (a.s.) Efendimiz onunla karşılaşınca, kendisi cünüp lulunuyormuş; o sebeple Peygamber'den meyledip uzaklaşmış, gus-ettikten sonra gelmiş ve (Özür dileyerek şöyle) demişti: Cünüb dim... Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) i «Doğrusu müslüman necis ılmaz...» (24).[29]

Hadisin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Müslüman bedeni itibariyle temizdir.

2- Kâfir bedeni itibariyle de necistir. Nitekim Kur'ân'da: Muhakkak ki müşrikler necistir.'» buyurulmuştur.

3- Müslüman murdar şeylerden korunup arınmayı âdet edin­diğinden temizdir. Müşrik ise bazı murdar şeylerden korunmadığı, meselâ domuz eti yediği ve ona dokunduğu için necistir.

4- Müslüman itikad yönünden de temizdir. Müşrik ise bu yö­nüyle de murdardır. Tabii bu murdarlık manevî anlamdadır.

5- Müslümamn dirisi de, ölüsü de temizdir. Bazı Üim adamla­rına göre, sadece dirisi temizdir.

6- Müslümamn içi dışı temiz olduğuna göre, abdest aldığı su da temizdir.

Müslüman cünüb de olsa temiz sayılır. Çünkü cünüplük arızi bir hal ve mânevi bir kirdir. O halde cünüp kimsenin elinin dokun­duğu yer necis olmaz. »Doğrusu müslüman necis olmaz» mealinde­ki hadis, buna delâlet eder. Çünkü zahirde bir murdarlık söz ko­nusu değildir.

Ayrıca müslüman zahirî bir necaset taşımadığı, beden ve elbi­sesine necaset bulaşık olmadığı sürece temiz sayılır. Gerçek müslü­man zaten bu gibi murdar şeylerden kaçınmayı âdet edinmiştir.

Müşriklerin çoğu bazı zahirî necasetten korunmadıkları, hattâ bazı necis şeyleri temiz kabul ettikleri için murdar sayılmışlardır. Ayette müşriklerin necis olduğu belirtilirken hem zahirî, hem ma­nevî murdarlığa işaret edilmiştir. Bazısına göre, onların murdarlığı itikadi yöndendir.

Küfür manevî bir murdarlıktır ki, kişinin kalbini ve ruhunu kirletir. îmân mânevi bir nur ve temizliktir ki, kişinin kalbini ve ruhunu arındırıp tertemiz yapar. Bu bakımdan cünüplük, küfür de­ğildir, o halde kalbi ve ruhu kirletip karanlığa boğan bir murdarlık sayılamaz. Sadece mânevi bir kirdir ki, gusletmekle temizlenir.

Müslüman temizliği âdet edindiği, şer'î temizliğe dikkat gös­terdiği için abdest aldığı su da temiz kabul edilir.

Müctehid imamların ve bazı ilim adamlarının ictihad ve görüş­leri:

îmam Mâlik'e göre, müslümanın aynı (zâtı, kendisi) temizdir, müşrikin ayni necistir. Cumhura göre, müşrikin aynı necis değildir. Çünkü kitap ehli kadınla evlenmeyi Allah mubah kılmıştır. Ayrıca onların hazırladığı necis olmayan yiyecekler bize helâl kılınmıştır. Kestikleri hayvandan yememizde bir sakınca görülmemiştir.

îmam Mâlik ve aynı görüşte olanlar, Ebu Sa'lebe'nin şu rivaye­tini delil olarak almışlardır; «Ya Resûlellah! Biz kitap ehli olan bir kavmin topraklarında bulunuyoruz, onların kaplarında bir şeyler yiyebilir miyiz? diye sorunca, Resûlüllah (a.s.) ona şöyle buyurmuş­tur : «Başka kap bulabilirseniz onların kaplarında yemeyin, bula­mazsanız, yıkayın da öylece yiyin...» [30]

Cumhur ise, müşriklere ait kapların mutlak anlamda necis ol­madığına, o kaplarda domuz eti pişirdikleri ve içki kullandıkları için murdar sayıldığına kail olmuştur. Nitekim îmam Ahmed b. Hanbel ve Ebu Davud'un Sa'lebe'den rivayet ettikleri hadiste şu sözler yer aImıştır:  «Bizim  (eyleştiğimiz) yer, Kitap ehlinin yeridir. Şüphesiz [i onlar domuz eti yiyorlar, şarap içiyorlar. Bu durumda biz onla-ın kaplarını ve çömleklerini nasıl yapalım  (kullanalım)?...» Bun-lan da anlaşılıyor ki, müşrikler domuz eti yedikleri, ona bulaştıkla-I; şarap içtikleri ve oiıda'n kaçınmadıkları için zahiren de murdar ayılmışlarsa da, böyle bir durumu  olmayan müşriklerin  zahiren   . hurdar sayılması söz konusu değildir. Nitekim Buharı ve MüslinV-n tesbitlerine göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, müşrike bir kadına ait deriden mamul su kabından abdest almıştır. Aynı zamanda müş­rik olan Sümâme b. Esâl'ı Mescid'deki hurma sütunlarından birine bağlamıştır. Hayber'in fethinde müşrike kadının pişirip hazırladığı koyundan yemiştir. Hıristiyan ülkelerden satılık için getirilen pey­nirden yemiştir.[31]

Her şeyden önce Kur'ân'da en son inen Mâide sûresinde Kitap ehlinin yiyeceklerinin (helâl maddeden olduğu takdirde) müslüman-lara helâl kılındığı açıklanarak her türlü şüphe giderilmiştir. Müslümanm dirisi de, ölüsü de temizdir.

Müslümanm dirisinin temiz olduğunda icma' vaki olmuştur. O balamdan aksini iddia eden çıkmamıştır. Ölüsüne gelince, müctehid imamların istidlal ve görüşleri farklıdır:

a) İmam Ebû Hanîfe ile imam Mâlik'e göre, necistir. Yıkan-madıkça üzerine Kur'ân okunmaz.

b) İmam Şafii ile İmam Ahmed b. HanbeVe göre, temizdir. Yı­kanmadan Önce de yanında Kur'ân okunur.

Hz. Cabir.in ve Ebû Hüreyre'nin cünüp bulundukları bir zaman­da, Resûlüllah (A.S.) Efendimizle karşılaştıklarında dönüp sapmala­rı, ona karşı olan üstün saygılarının bir ifadesi, aynı zamanda Re-sûlüllah'm böyle karşılaşmalarda selâm verdikten sonra  el sıkış­masını ve karşısındaki insan için dua etme âdetini bildikleri için öyle bir vaziyette, yani manevî bir kirle huzurunda durmaktan haya etmelerinin açık belirtisidir. Nitekim Ebû Hüreyre  (R.AJ diyor ki: «Cünüp     bulunduğum  bir halde Peygamber'le   (A.S.)   karşılaştım. Elini (musafaha için) bana uzatınca ben elimi ondan çektim ve doğ­rusu ben cünübüm, dedim. Bunun üzerine Resûlüllah  (A.S.) : Süb-hanellah!  Müslüman necis olmaz...»  buyurdu. [32]

Abdest alman su her ne kadar çoğu ilim adamlarınca temiz ka­bul edilmişse de onun bu temizliği sadece gerektiğinde necaseti gi­dermede kullanma imkânına dayanır. O halde mecbur kalınmadık­ça onu hiçbir şeyde kullanmamak daha uygun olur. Zaten Ahmed b. Hanbel, Leys, Evzaî, Şafii, Mâlik ve bir rivayette Ebû Hanife onu gayr-i mutahhir saymışlardır.[33]

 

Çıkarılan Hükümler :

 

a) Cünüp olan müslüman necis değildir.  Sadece arızî olarak mânevi bir kir taşımaktadır. O vaziyette elini ve ağzını yıkayarak yemek yiyebilir, musafaha yapabilir, selâm verip alır.                       :

b) Müslüman itikad yönünden de temizdir. Müşrik ise necis­tir.

c) Çoğu ilim adamlarına göre, müslümanm dirisi de, ölüsü de temizdir. İmam Ebû  Hanife  onun ölüsünü necis saymış, gusledil­dikten sonra temizlenir demiştir.

d) Müslümanm abdest aldığı su temizdir, dokunduğu yeri murdar yapmaz. [34]

 

Suyun Temizleyici Vasfının Ortadan Kalkması

 

Suyun temiz ve temizleyici  vasfının ortadan kalkması üç şey­den biriyle gerçekleşir :

1- Renginin değişmesi,

2- Kokusunun değişmesi,

3- Tadının değişmesi,

Bundan, suyun iki durumunun mevcudiyeti anlaşılıyor : Birin­cisi, suyun üç halinden hiç birinin değişmemesi, mutlak şekilde kal­masıdır. İkincisi, üç vasfından birinin değişmesiyle mutlakıyetini kaybetmesidir.

Bu konuda ilim adamlarının dayanak olarak seçtikleri hadîsi Ebu Hüreyre  (r.a.)  şöyle nakletmiştir:

«Sizden biri, cünüb olduğu halde durgun suda elbette guslet­mesin!»[35]

Ahmed b. Hanbel ile Ebû Dâvud buna yakın şu rivayeti tesbitle addetmişlerdir: «Sizden biri elbette durgun suya idrar etmesin ve suda cenabetten dolayı gusletmesin!»

Bunun üzerine dediler ki;

— Ya Ebâ Hüreyre! O zaman (cünüb kimse) ne yapar?

— Elini uzatıp   (avuçlayarak veya bir kaba doldurarak)  alır, liye cevap verdi.

Hadis-i şerifin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Durgun suda gusletmek men'edilmiştir.

2- Durgun suda gusletmek suyu necis yapar; diğer bir tabir­le müsta'mel hale sokar.

3- Durgun suya gusletmek üzere giren kimse bedeninden bir kısmını yıkamakla suyu müsta'mel, kullanılmaz hale getirir. Böy­lece guslünü tamamlayamaz.

4- Durgun suya idrar etmek, onu necis edeceğinden men'edil-miştir.

5- Durgun suda abdest almak aynı hükme, yani gusletmekle ilgili hükme girer mi?

Müctehid imamların istidlal, görüş ve tesbitleri :

Durgun suda gusletmek veya abdest almak suyu müsta'mel du­ruma getirir. Müsta'mel su ise ikinci bir daha abdest ve gusül için kullanılamaz. Bu, îmam Ahmed b. Hanbel'in, Leys'in, Evzâî'nin, Şa­fiî ve îmam Mâlik'in ictihad ve görüşüdür. Yapılan bir rivayette ise îmam A'zam da aynı görüştedir. Sözü edilen imamlar belirttikleri hükmü bu hadîse ve bir de, erkeğin, kadının abdest suyunun arta-nıyla abdest almasın, mealindeki hadise dayanarak ihticac etmişler­dir.

Böyle bir durumda abdest veya gusül için mutlak su bulunma­dığında teyemmüm edilir. Sözü edilen su ise, müctehid imamlardan Hasan Basri, Zührî, Nahaî, Mâlik, Şafii ve Ebû Hanife'ye göre müs-

ta'meldir, fakat necis değildir. Ebu Sevr ile Zahirî imamları da aynı görüştedir. [36]

Durgun suda gusletmek men'edilmiştir; çünkü müctehid imam­lardan çoğuna göre o su müsta'mel olur ve müsta'mel su ile ne gus­ledilir, ne de abdest alınır, ancak necis sayılmaz. Rengi, kokusu ya da tadı değişmedikçe temiz olma vasfını kaybetmez.

îmamlarm bir kısmı ise, durgun suya gusletmek üzere giren ve bedeninden bir kısmını o niyetle yıkayan kimse, suyu bir anda müs­ta'mel duruma sokarda guslünü tamamlayamaz. Bir kısmına göre ise, guslünü yerine getirdikten sonra su müsta'mel duruma girer. Çünkü gusül, bedenin tamamını yıkamaktır. Bir kısmını yıkamak­la gusletmiş ve böylece suyu müsta'mel duruma sokmuş sayılmaz. Sahih olan da budur...

Durgun suya idrar etmek onu murdar yapar. Ancak unutma­mak gerekir ki, durgun suyun azlığının ve çokluğunun bu hükmün değişmesinde te'siri vardır. Nitekim ileride bu husus açıklanacak­tır.

Durgun suda abdest almak da aynı hükmü gerektirir, yani su­yu müsta'mel duruma sokar, artık o sudan abdest alınmaz, gusle­dilmez.

Kadının abdest veya gusül suyunun fazlasıyla erkeğin abdest alması veya gusletmesi konusuna gelince, bununla ilgili hadislerin tamamını biraraya getirdikten sonra neticeye varmak mümkündür. Biz sıhhatlarmda şüphe olmayan iki hadîsi nakletmekle yetiniyoruz:

Birincisi Müslim ve Ahmed'in îbn Abbas'dan (r.a.) naklettikleri rivayettir: «Şüphesiz ki, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, (ezvac-ı tahi-rattan) Meymune'nln (abdest veya gusül suyunun) fazlasıyla gus-lederdi...»

Ayrıca Ahmed b. Hanbel ve İbn Mâce ikinci bir rivayeti buna benzer bir anlatımla nakletmişlerdir.

İkincisi, Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî ve Tirmizf nin sahîh kabul edip naklettikleri rivayettir : «ResûlüUah (a.s.) Efendimiz'in zevce­lerinden bazısı büyükçe bir çanak veya teştte gusletti. Az sonra ab­dest almak veya gusletmek üzere Resûlüllah (a.s.) Efendimiz geldi. Eşi ona: Ya Resûlellah! Ben cünüb idim,» deyince, Efendimiz (a.s.) i «Şüphesiz ki su cünüb olmaz.»

Gerek yukarıdaki birinci hadiste «suyun fazlası» tabiri, gerekse kinci hadîste büyükçe çanak veya teşt, tabiri bize ipucu vermekte-lir. Şöyle ki, Resûlüllah'm (a.s.) eşi evdeki mevcut kaptan su alıp guslettikten sonra o kapta su artakalmış, Resûlüllah da (a.s.) arta kalan o su ile gusletmiştir ki, mevcut su müta'mel olmamıştır. İkin­ci hadîsi bununla birleştirip aynı hükmü çıkarmamız mümkündür. 'Çünkü durgun olup az suya girip abdest almak veya gusletmek men'edilmiş ve suyun müsta'mel olacağı belirtilmiştir. Resûlüllah (a.s.) hem bundan men'eder, hem de kendisi böyle bir suya girip gusleder mi?

Nitekim Ebû Dâvud ile Nesâî'nin sahih isnadla çıkardıkları şu hadîs-i şerif yukarıdaki yorumumuza ışık tutmakta ve isabetini kuvvetlendirmektedir:

«Peygamber'e (a.s.) sahabiük etmiş bir adamdan rivayet edili­yor. O zat şöyle demiştir: Resûlüllah (a.s.) Efendimiz kadının erkek­ten artan su ile, erkeğin de kadından artan su ile gusletmesini men*-etti. Beraberce suyu avuçlayarak alıp yıkansınlar,  (buyurdu).»

Râvi burada «beraberce» diye çevrisini yaptığımız «cemî'ân» tabirini kullanmıştır. Bu, beraberce, birlikte, hep beraber, gibi söz­lerle terceme edilebilir. Hadîsin asıl delâlet ettiği hüküm şudur: Bü­yükçe bir teşt veya çanakta yıkanan kadın veya erkek, o suyu müs­ta'mel etmiş olur. Ama kadın ve erkek birlikte o sudan gusledecek olurlarsa, her ikisi de suyu müsta'mel etmemeye özen gösterir ve da­ha önce yıkayıp temiz tuttukları avuçlarıyla onu dikkatle kullanır­lar.[37]

Burada Ebu Hüreyre'nin «yetanavelü tanavülen» tabiri hatıra gelir. Durgun suda gusletmeyin, diyerek Peygamber (a.s.) mü'nıin-leri bundan men'ettiğini söyleyince, kendisine «o takdirde ne yapı­lır?» diye sorulunca, tenavül tabirini kullanmış, yani elini uzatıp alır da öylece gusleder. Ezvac-ı tahirat da yanlarına koydukları bü­yükçe çanak veya teştten ellerini uzatıp su alarak gusletmişler ve kapta kalan fazla su müsta'mel duruma gelmemiş, böylece Resûlül­lah (a.s.) Efendimiz o suyla gusletmiş veya abdest almıştır. Buna İbn Abbas (r.a.) «yağtesilü bi-fazli Meymunete...» cümlesini ifade ederek kendine has bir tabir kullanmıştır. [38]

 

Suyun Azlık ve Çokluk Mes'elesi :

 

Bu durumlarda suyun azlık ve çokluk meselesi söz konusudur.

Kütüb-i sitte'den beşinin Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan yaptık­ları rivayete bakılırsa, durgun su iki kulle'yi bulursa pisliği taşımaz, hükmü ortaya çıkıyor. Hadîsin tam tercemesi şöyledir : «Su iki kül­le olduğu zaman pisliği taşımaz.»

Ibn Huzeyme ile îbn Hibban bu hadîsin sahîh olduğunu söyle-mişlerse de üç külle ve bir külle şeklinde rivayetler de mevcuttur. Ayrıca Rabi' el-Müezzin bunu İbn Ömer'e kadar götürmüş, Resû-lüllah'a (a.s.) ref etmemiştir.[39]

Diğer yandan Ebu Cafer el-Ezdî'nin de dediği gibi, iki külle ta­biri birkaç manaya delâlet eder: Kamet, boy manasına, büyükçe küp anlamına gelir. Ama mâruf olan Hicaz'ın topraktan mamul büyükçe küpleri demektir.

Yapılan ciddi inceleme ve araştırmaya göre, hadîs hem sened, •hem metin yönünden muzdariptir. O bakımdan Hanefîler bu hadi­si kendilerine bu konuda dayanak seçmemişler ve amel etmemiş­lerdir. Nitekim Ibn Abdilberr et-Temhîd'de diyor ki: «Şafiî'nin ken­dine delil olarak seçtiği iki külle, hadîsi, nazar cihetiyle zayıf bir mezhep, eser cihetiyle gayr-ı sabittir...»[40]

Bununla beraber Şafiîler bu hadîse dayanarak, su iki kulleyi bulduğu takdirde rengi, kokusu veya tadı değişmedikçe necis ol­maz, demişlerdir.

Kulle'nin ne kadar olduğuna gelince, Şafiî fukahasmm tesbiti-ne göre, Bağdat rıtlıyla 500 rıtıldır. Her rıtıl 130 dirhem ağırlığmda-dır. Kamus'un beyanına göre, her tırıl 12 okkiyedir.[41]

Külle konusunda rivayet edilen bir diğer hadîs ise şöyledir: «Su kırk kulleye ulaştığı zaman artık pislik taşımaz...»

Görüldüğü gibi, bir rivayette iki külle, bir başka rivayette üç külle denildiği halde bu rivayette kırk külle denilmektedir. Yapılan ciddi araştırma neticesi Hz. Câbir'e isnad edilen bu hadîsin sahîh olmadığı anlaşılmıştır. Nitekim Ebu Hasan el Kinanî eş-Şâfiî (H. ?. - 963 / M. ? -1555) içindeki sözlerin çoğu şaz veya münkerdir, râvilerinden Kasım b. Abdullah el-Umerî ise hem zayıf hem de çok hata yapan bir kimse olarak bilinir, şeklinde ifade kullanarak sö­zü edilen hadîsin münker olduğunu belirtmiştir.[42]

Şafii dışında diğer mezhep imamları külle ile ilgili hadislerin muztarib ve münker olduklarını dikkate alarak hükme medar ka­bul etmemişlerdir. Sahih olan da budur. Çünkü iki külle su pislik taşımaz, sözü vakıa da ters düşmektedir. Allah daha iyisini bilir...

Şâfiîler ise, su müsta'mel bile olsa iki kulle'ye ulaştığı zaman müsta'mel olmaktan çıkar mutahhir vasfını alır. Ayrıca onlara gö­re, bu miktar suya düşen necaset onun üç vasfından birini değiş­tirmedikçe temiz ve temizleyici sayılır. Bu ictihad su sıkıntısı çeki­len yerlerde kolaylık sağlar.

Günümüzde gelişen lâboratuvar çalışmaları, bakteriyolojik in­celemeler de Şafii'lerin muzdarib hadîse dayalı bu ictihadlannın isabetli olmadığını ortaya koymuştur. Bununla beraber müctehid imamların ictihadlarma her zaman saygıhyızdır. Mikrobun henüz tesbit edilmediği, mikroskobun icâd edilmediği ve parazitlerle basil­lerin insana nasıl zarar verdiği, ne yoldan geçtiği pek iyi anlaşılma­dığı bir çağda, müctehid imamların örfe ve günün ilmine dayalı ictihadlannın çoğu yine de isabetlidir, diyebiliriz. Çünkü Kur'ân ve Hadis-i şeriflerde ilme ışık tutan anafikirleri mümkün olduğu ölçüde dikkate almış, ictihadlarma mesned seçmişlerdir. Ruhları şad olsun!.. [43]

 

Elin Ayasındaki Islaklıkla Başı Meshetmek

 

Bilindiği gibi, abdest müsta'mel olmayan bir su ile alınır. O ba­kımdan bir azada kullanılan suyu ikinci bir azada kullanmak caiz görülmemiştir. Baş da abdest azasından biridir; yıkanmaz meshedi-lir. Çünkü bu hususta Kur'ân'da açık ve kesin beyân vardır.

Meselenin içyüzü, anahattı bu olmakla beraber, abdest alıp kol­ları yıkadıktan sonra elleri yeniden suya dokundurmadan mevcut ıslakhğıyla başı meshetmek farzı yerine getirmek için yeterli mi-

dir? Bunun cevabını, müctehid imamların ictihad ve teshillerini be­lirtirken vermeye çalışacağız. Şimdi ise, konuyla ilgili hadis-i şe­rifi naklederek taşıdığı hükümleri belirtelim :

Süfyan es-Sevrfden, Abdullah b. Muhammed b. AkU'den rivayet edilmiştir. Abdullah: Rübeyyi' binti Muâvviz b. Âfrâ' bana haber verdi, diyor ve sonra (naklettiği hadîste) EesûîüUalı'm (a.s.) abdest alışını anlatıyor, ezcümle şunu bildiriyor: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz elinde abdest suyundan kalan ıslaklıkla iki defa başını mesnetti, önce başının gerisinden başladı ve sonra alnına doğru çe­virip getirdi. Ayaklarını da üçer defa yıkadı.»

Bu hadîsi Ahmed ve Ebû Dâvud muhtasaran rivayet etmişler­dir ki lâfzı şöyledir: «Şüphesiz ki Resûlüllah (a.s.) Efendimiz elle­rinde kalan suyun artamyla başını mesnetti.»

Tirmizi, «Abdullah b. Muhammed b. Akü sadûk  (doğru) dur.. Ancak bazıları onun hıfzı yönünü dikkate alarak hakkında konuş­muşlardır (hafızasının biraz  zayıf  olduğunu  belirtmişlerdir),»  di­yor. İmam Buharî ise: Ahmed,  İshak ve el-Humeydî,  Abdullah'ın naklettiği hadîsle ihticac edegelmişlerdir, demiştir.

Hadis-i şerifin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Başı meshetmek farzdır.

2- Başı meshetmek için elleri kullanılmadık su ile ıslatmak ge­rekli değildir.

3- Bu   durumda müsta'mel suyun abdestte kullanılması caiz

fcdir?

4- Başı bir defa mı, iki defa mı meshetmek farzdır?

5- Ayakları yıkamak farzdır.

6- Ayakları üçer defa yıkamak farz mıdır?

Bu konuda müctehid imamların ictihad ve görüşleri :

a) İmam Ebû Hanîfe'ye ve bazı arkadaşlarına göre, abdest lirken başı meshetmek için elleri yeniden kullanılmadık su ile ıs­ıtmaya gerek yoktur. Kollan yıkadıktan sonra ellerde kalan ıslak-k bunun için yeterlidir. Ancak bu sırada başka bir azasındaki ıs-kklığa dokunup onunla başını meshetmesi yeterli olmaz.[44]

Hanefîler, yukarıdaki hadîsin sıhhatini dikkate alarak buna ce-raz vermişlerdir. Kullanılmadık yeni bir su ile eli ıslatmanın şart ılmadığım belirterek bu farzın yerine  gelebileceğini kabul etmiş-erdir. Ancak eli kullanılmadık su ile ıslatarak öylece başı meshet-nenin daha uygun olacağına da işarette bulunmuşlardır.

b) Hanefi fukahasından  el-Hâkimü'ş-Şehîd'e göre, kolları  yi-tadıktan sonra ellerde kalan ıslaklıkla başı meshetmek caiz değil-ür. Ayrıca İmam Kerhi de Câmi-i Kebirinde, Buhari ve Müslim'den yaptığı rivayetlerin ışığında abdest alırken ellerinde kalan ıslaklık­la başı meshetmenin caiz olmadığına dikkatleri çekmiş, bu durum­la yeterli olmayacağını, herhalde kullanılmadık yeni bir suyla ıs­latıp öylece meshetmenin gerektiğini belirtmiştir.[45]

c)  Mâlikî'lere göre, eldeki  mevcut ıslaklıkla  başı meshetmek kerahetle caizdir]

d) Şafiî'lere  göre, baştaki kıllardan birkaçının ıslanması bile mesh yerine geçer. Onlardan bazısına göre ise, ıslak bulunan elin dokunması da yeterlidir. Bununla beraber kullanılmadık bir su ile ıslatıp meshetmek daha uygundur.

Başı meshetmek, Kitap ve Sünnet, bir de icma' ile sabittir. Farz olduğunda şüphe yoktur. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz her abdest al­dığında ya başının tamamım ya da bir kısmını mutlaka meshetmiştir.

Başı meshederken ellerdeki mevcut ıslaklıkla yetinmek doğru

olur mu? Yukarıdaki hadîsin açık anlatımından bunun yeterli ol­duğu anlaşılıyorsa da bu konuda rivayet edilen ve kullanılmadık bir su ile ıslatıp meshedilmesini öngören hadîsler vardır. Bunlardan dört kadarını nakletmekle yetinmek istiyoruz :

«Şüphesiz ki Peygamber (a.s.) Efendimiz (abdest alırken) ba­şını ellerindeki kalan sudan (ıslaklıktan) başkasıyla meshetmiştir.»[46]

Abdullah b. Zeyd'den (r.a.) yapılan rivayete göre, adı geçen, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in abdest alıp başını ellerinde kalan suyla değil başkasıyla ıslatıp meshettiğini gördüğünü bildirmiştir.[47]

«Doğrusu Peygamber (a.s.) Efendimiz abdest aldı ve başını meshetmek için kullanılmadık yeni su aldı...»[48]

«Şüphesiz ki Peygamber (a.s.) Efendimiz abdest aldığında ba­şını meshetmek için eline yeni su alıp (öylece meshetmeyi gerçek­leştirdi).»[49]

Bu rivayetleri reddeden olmamıştır. O halde Resûlüllah (a.s.) Efendimiz çoğu zaman elini yeniden ıslatarak, bazan da mevcut ıs­laklıkla yetinerek başını meshetmiştir. Çünkü eldeki mevcut ıslak­lık bir bakıma müsta'mel sayılmaz, kullanılan sudan arta kalanı­dır. O bakımdan müctehid imamların bir kısmı mevcut ıslaklıkla meshetmenin yeterli olacağına kail olmuşlardır.

Ayrıca yaptığımız nakilleri kuvvetlendiren bir başka hadîs, emir sıygasıyla rivayet edilerek, mesele daha da açıklığa kavuştu­rulmuştur :

«Başın için yeni bir su al!»[50]

Eğer bu hadîs sahihse —ki sahîh olduğunu sanıyorum— başı meshederken elleri kullanılmadık taze su ile ıslatmak, bir emr-i Re­suldür, Ne var ki, müctehid imamların çoğu bu hadîsi sözü edilen meselede hüccet olarak almamıştır.

Hadîsi sened olarak alırsak, ilk naklettiğimiz hadîste Peygamber (a.s.) Efendimiz'in elindeki mevcut ıslaklıkla yetinerek başını Leshetmesini ona has bir fiil sayarız. Nitekim Şevkani de aynı gö-üşü izhar ederek dikkatleri çekmek istemiştir. Çünkü O'nun bazı filleri, ümmetine has sözlerine muarız olabilir, yani o fiil ona has ilup ümmetine teşmil edilmez. Bununla beraber konunun başlangı-imda belirttiğimiz gibi, ellerin mevcut ıslaklığı, müsta'mel sayılma­yabilir. O takdirde mevcut hadîsler arasında tezad kalkar, biri di­kerini izah etmiş olur.

: Abdestte ayakları yıkamak da farzdır. İlgili âyetle ve Resûlül-;ah (a.s.)'m kavli ve fiilî hadîsleriyle sabit olmuştur. Üç^defa yıkan-tnası farz değildir, kemâl-i teharete yönelik bir fiildir. Âyette sade-pe «ayaklarınızı da topuklara kadar yıkayın!» emri yer almıştır ki bu üç defaya delâlet etmez; bir. defa iyice yıkamakla emir gerçek­leşmiş olur. İkinci ve üçüncü defa yıkamak belirttiğimiz hikmete yö­nelik olarak sünnet kılınmıştır. Dört mezhep imamları bu hususta müttefiktir.

Başm iki defa meshedilmesine gelince:

ilgili hadisin açık beyânına bakılırsa, Resûlüllah Ca.s.) Efendi­miz abdest alırken başını iki defa meshetmiştir. Tirmizi'nin Hz. Ali'­den (r.a.) sahih senedle rivayet ettiği hidîste ise, Resûlüllah (a.s.) Efendimizin başım bir  defa meshettiği belirtilmiştir.[51]

O halde bu konuyu namazın farzları bölümünde açıklamaya bıra­kıyoruz. Çünkü içinde bulunduğumuz konu, müsta'mel suyun ab­dest ve gusülde kullanılıp kullamlmayacağıyla ilgilidir. Ayrıca Ebû Davud'un Enes (r.a.)'den yaptığı sahih rivayette de Resûlüllah'm (a.s.) elini ıslatıp sarığını çıkarmaksızm onun altına sokup nasiye kısmını meshettiği ve bunu bir defa yaptığı görülmektedir. Allah daha iyisini bilir... [52]

 

Erkeğin Kadından Artan Su İle Guslemesi

 

Gusletmeleri gereken karı kocanın evlerindeki banyoda aynı kaptan su alıp birlikte yıkanmaları konu edilirken, kullandıkları su­yun müsta'mel olup olmayacağı üzerinde durulmuştur.

Bilindiği gibi Resûlüllah (a.s.) Efendimiz zamanında şimdiki gi-

bi evlerde musluklardan su akmazdı. Büyükçe kaplara su dolduru­larak ihtiyaç giderilirdi. Aynı zamanda yıkandıkları yer de evin bir köşesinde daracık bir bölümden ibaretti. İçine iki kişi girince bir üçüncüsüne yer kalmazdı. Bazı evlerde ise bu bölümler de yoktu, uygun olan bir köşesinde banyo yapılırdı. O bakımdan yanıbaşla-rındaki kaptan su alıp yıkanırken vücuda dokunan suyun tekrar kaba dökülmesi veya sıçraması her zaman mümkündü. Kadın yal­nız başına yıkanırken belki bu hususa dikkat etmeyebilir, böylece kapta artan suyun müsta'mel duruma gelmesine neden olurdu. Faz­la su bulmakta zorluk çeken o ailenin erkeği gusletmesi gerektiğin­de kalan su ile yıkanmak durumunda kalabilirdi. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, hem kalan suyun müsta'mel olmaması, hem su sıkıntısı çekilmemesi, hem de gönül rahatlığı içinde vâcib olan guslün ye­rine getirilmesi için bazı uyarılarda bulunmuş ve fiilî örneklerini vermiştir.

Tabii ki, bu husus az bir suyun mevcut olduğu zamanla ilgili­dir. Göl, ırmak, büyükçe havuz gibi yerlerde suyun müsta'mel, yani kullanılmış bir hale geçmesi söz konusu olmayacağından karı koca hem birlikte, hem ayrı ayrı suyu avuçlamadan veya ellerinde bir kap bulundurmadan yıkanabilirler. Aynı zamanda günümüzde bir­çok evlerdeki mevcut banyolarda musluk bulunuyordur. Yıkanmak isteyen kadın veya erkek yalnız başına istediği gibi yıkanabilir, su­yun müsta'mel olması endişesi akla bile gelmez.

Şimdi bu konuyla ilgili hükme mesned kabul edilen hadis-i şe­rifi nakledelim, sonra da gereken fıkhi hükümleri belirleyelim :

el-Hakem b. Artır el-Gıffarî'den (r.a.) yapılan rivayete göre i Resûlüllah (a.s.) Efendimiz erkeğin kadının abdest suyundan arta kalanı ile abdest almasını men'etmiştir.»[53]

Bu konuda sahîh kabul edilen ikinci bir hadîs ise şöyledir : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz kadının erkekten arta kalan su ile,

keğin de kadından arta kalan su ile  gusletmesini men'etmiştir, leraberce suyu avuçlayıp     (öylece  yıkansınlar)     buyurmuştur.»[54]

İki hadîsin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Abdest alan veya gusleden kadından arta kalan su ile er-Bgin abdest alması veya gusletmesi caiz değildir.

2- Bunun aksine bir durumda da yine öyle...

3- Kadın ile kocasının birlikte yıkanmasında bir sakınca yok-

ıır.

4- Birer birer yıkandıkları zaman dikkatsizlik yüzünden arta :alan suya kullanılan suyun akması veya serpilmesi neticesi müs-a'mel olabilir.

5- Kadın ayhali ise arta kalan suya necaset karışmış olabilir.

6- Bunun gibi erkek yalnız yıkandığında arta kalan suya yine iikkatsizlik sonucu tiksindirici bazı şeyler karışmış olabilir.

Müctehid imamların ictihad ve görüşleri :

a) Ahmed b. Hanbel ve îshak, kadın yalnız başına yanındaki kaptan su alıp yıkanırsa, bilâhare erkeğin o sudan abdest almasının veya gusletmesinin caiz olmadığını söylemişlerdir.

b) İbn Ömer, Şa'bî ve Evzâî'ye göre, kadın ayhalinde bulunu­yorsa, o takdirde erkeğin arta kalan sudan abdest alması veya gus­letmesi caiz değildir...

Diğer müctehid imamlar, bununla ilgili hadisi muztarib gör­dükleri için hükme mesned seçmemişler, bunun aksine Ahmed b. Han­bel, Ebû Dâvud, Nesâi ve Tirmizî'nin rivayet ettikleri CEFNE hadî­sini sahih gördükleri için onunla ihticac edip abdest alan veya gus­leden kadından arta kalan su ile erkeğin ve erkekten arta kalan su ile kadının abdest alması veya gusletmesinin cevazına kail olmuş­lardır. İleride sözünü ettiğimiz hadîsi ilgili meseleyi işlerken nak­ledeceğiz...

el-Hakem'den rivayet edilen hadis hakkında Buharı: «Hakem1-in hadîsi sahih değildir» demiştir. İbn Hibban ise bu hadîsin sahih olduğunu söylemiştir. îmam Nevevî ise bu husustaki tesbitini şöyle

belirtmiştir: «Hadîs hafızları bu hadisin zayıf olduğunda ittifak et­mişlerdir.» İbn Hacer ise, Nevevî'nin bu sözünü garip karşılamıştır. (45).[55]

Hadîsin sıhhatmda şüphe ortaya çıkınca, Resûlüllah ta.s.) Efen­dimizin, ezvac-ı tahirattan bazısının teştteki sudan guslettikten son­ra onunla abdest alması ve «Doğrusu su cünüb olmaz» buyurması bu konuda en sağlam hüccet olarak bulunuyordur.

O halde dikkat edildiği takdirde abdest alan veya gusleden ka­dından arta kalan su ile erkeğin; erkekten arta kalan su ile kadının abdest alması veya gusletmesi caizdir. Ancak kadın ayhali olur ve yıkanırken suyun sıçrayıp serpilmesine dikkat etmez, böylece ka­lan suyu müsta'mel duruma sokarsa o takdirde ondan arta kalan su ile gusledilmez veya abdest alınmaz.

Kadın ile kocasının beraber gusletmesi, bu vaziyette birarada bulunması sakıncalı değildir. Bu, hem kavli, hem fiilî hadîslerle sa­bit olmuştur. [56]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

a)Büyükçe bir kaptaki sudan abdest alan veya gusleden ve­ya erkek, kullandıkları suyun o kaba sıçramasına, dökülmesine en­gel olup  dikkatlice  hareket ettikleri takdirde, birbirlerinden arta kalan su ile abdest almaları veya gusletmeleri caizdir.

b) Kan koca banyoda birlikte yıkanabilirler, birarada durup gusledebilirler. Bunda dinen bir sakınca yoktur.

Buluğu'1-Meram sahibi aynı hadîslere yer vermişse de yeterli bir açıklama ve doyurucu bir beyânda bulunamamıştır. Meselenin ihtilaflı olduğunu söylemekle yetinmiştir. Fethü'l-Allâm'da ise bazı açıklamalar yapılmıştır.[57]

 

Resülüllah (A.S.) Efendimizin Ezvac-i Tahirattan Arta Kalan Su İle Abdest Aldığı Vakidir

 

Bu konuda muhaddîsler dört hadîs naklederek üzerinde dur­muşlar ve müctehid imamlar da ona göre ictihad ve istidlalde bu­lunmuşlardır :

îbn Abbas  (r.a.)  diyor ki: Resûlüllah  (a.s.), Meymune'den arta ,lan su ile guslederdi.»[58]

«Yine îbn Abbas'dan, o da Meymune (r.a.) Man rivayetle diyor : Resûlüllah (as.) Efendimiz onun (Meymune'ninî guslünden ar­kalan su ile abdest aldı.»[59]

«Yine îbni Abbas (r.a.) 'dan yapılan rivayette diyor ki: Resû-lllah (a.s.) Efendimiz'in zevcelerinden bazısı bir CEFNE (büyükçe inak, teşt, büyükçe tas) da guslettiler. Az sonra Peygamber (a.s.) fendimiz o cefneden abdest almak veya gusletmek için geldiğinde zevcesi ona dedi ki: Ya Resûlellah! Doği'usu ben cünüb idim... Bu-un üzerine Efendimiz buyurdu ki: Şüphesiz ki su cünüb olmaz...»[60]

«Şüphesiz ki Peygamber (a.s.) ve (zevcesi) Meymune, ikisi bir ;aptan yıkandılar.»[61]

Birinci hadîsi Müslim rivayet etmişse de önemli bir cemaat bu-Lun muallel olduğunu söylemiştir. Çünkü râvîlerinden Amr b. Di-ıâr, «bildiğim kadariyle, hatırlayabildiğim kadar Ebu Şa'sâ' bana ıaber verdi» şeklinde bir ifâde kullanmıştır. İkinci bir tarikle ya­nlan rivayette ise böyle bir tereddüd izhar etmemiştir.

Yukarıda üç hadîs ile, daha evvel bu konuda el-Hakem'den ri-râyet edilen hadîs arasında bir çatışma söz konusudur, biri diğeri­ne muarız gibidir. Ne var ki, Buhari, el-Hakem'in rivayet ettiği o ha-iîsi sahih kabul etmemiştir. Bu bakımdan çatışma kendiliğinden kalkmış oluyor. Böyle olmasa bile el-Hakem'in hadisini bunlara uygun yorumlama imkânı her zaman mevcuttur.

Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in «Doğrusu su cünüb olmaz» bu­yurması, cünüb kimsenin o sudan alıp gusletmesiyle su müsta'mel, Resûlüllah'm tabiriyle cünüb olmaz. Ancak yıkanan kimse dikkat etmez, bedenine döktüğü su yanındaki kaba serpilir veya pislik dokunursa, o takdirde müsta'mel veya necis olur.

Nitekim yukarıda bu inceliğe dokunmuş, gereken yorum ve açıklamayı yapmış bulunuyoruz. -

Kadınla erkeğin, yani karı kocanın birarada gusletmesinde bir

sakınca olmadığını söylemiştik. Çünkü buna muhalefet eden olma­mıştır. Nitekim Hz. Ummü Seleme (r.a.) diyor ki; «Benle Resûlül­lah (a.s.) Efendimiz cünüplükten dolayı bir kaptan (su alıp) yıka­nıyorduk.»[62]

Hz. Aişe Validemiz de (r.a.) diyor ki :

«Benle Resûlüllah (a.s.) Efendimiz cünüplükten dolayı bir tek kaptan (su alıp) guslediyorduk ki ellerimiz birbirini takip ediyordu.»[63]

îbn Ömer'den (r.a.) yapılan rivayete göre, hicap âyeti inmeden önce, erkeklerle kadınlar birarada abdest alırlardı, yani bunda bir sakınca görülmezdi. Hicap âyeti inince, ancak karı koca aynı kaptan su alıp birarada abdest alır ve guslederlerdi.

Şovkani'de bu rivayetleri naklettikten sonra şöyle bağlıyor -. En uygun cevap odur ki: «Hicap âyeti inmeden önce kadınlarla erkek­lerin biraraya gelmesine bir engel söz konusu değildi. Hicap âyeti inince, bu biraraya gelme sadece kadınlarla mahremlerine has kı­lındı...»[64]

 

Suya Necaset Karışması

 

Su hem en iyi temizleyicidir, hem de mikropların barınıp çoğal­ması için en iyi ortamdır. Aynı zamanda kimyasal olayların en belli başlı maddelerinden biridir. Toprakaltı suları dışında diğerlerinin kullanılmadan önce ince kum, kil, toprak, tuz, mikrop ve asalaklar­dan temizlenmesi gerekir. Aksi halde bazı zararlı mikrop ve asalak­ların sindirim sistemine yerleşmesine imkân verilmiş olur ki bu insan sağbğını bozar.

îslâm Dini, ondört asır önce temizliği imânın yarısı olarak ilân ederken sudan yeterince yararlanmayı emretmiş ve necasetten uzak temiz su ile nezafetin sağlanmasını ibâdet saymıştır.

Ancak temiz ve necis su hakkında birçok rivayetler vardır ki, bunların önemli bir kısmı hükme mesned teşkil etmeyecek kadar zayıf ve muztariptir.    O halde   Hz. Peygamberin  (a.s.)    temiz su, mrdarsu ve bir suyun ne zaman ne ile murdar olabileceği hakkm-a söylediklerini çok iyi bilmek ve bu hadisler üzerinde ciddî bir raştırma yapmak gerekir. Aksi halde hem dini, hem O'nun Pey-amberini küçük düşürmüş oluruz ki, bunun günâh ve vebali ta-ınmayacak kadar ağırdır. Buna bir misal vermemizde yarar vardır:

Ashab-ı Kirâm'dan Ebû Saîd el-Hudrî (R.A.)'den yapılan rivâ-rete göre, Büdâat kuyusundan abdest almak isteyen Resülüllah İa.s.) Efendimize bir adam, «Ya Resûlellah! Budâat kuyusundan ab-lest mi alıyorsun?! O öyle bir kuyudur ki içine ay halinde kullanı-.an bez parçaları, köpek etleri ve kokmuş şeyler atılmaktadır...» Bunun üzerine Peygamber Ca.s.) : «Su temizdir, hiçbir şey onu ne­cis  (murdar) yapmaz» buyurmuştur.

Bu hadîs üzerinde durduğumuz zaman ilk nazarda ünlü mu-haddîslerden Ahmed b. HanbeVin, Ebû Davut'un ve Tirmizî'nin nak­lettiğini görürüz. Böylece sahih olduğu kanaati bizde doğar. Oysa gerçek hiç de öyle değildir. Çünkü muhaddis sahîh hadisleri toplar­ken zayıf hadîsleri, hattâ bazan uydurma hadisleri de toplamış ola­biliyor. O günkü şartlar karşısında bazan ve nadiren kendi ölçüleri­ne göre, zayıf bir hadisi sahîh, mevzu' (uydurma) bir hadisi zayıf tesbit edebilmişlerdir. O bakımdan pek kınanmazlar. Çünkü mev­cut imkânları, şartları, rivayetleri dikkate alarak kendi bilgi çer­çevesine göre bir sonuca varabilmişlerdir. Yukarıda mealini naklet­tiğimiz hadîs bunun örneklerinden sadece biridir.

Şöyleki : Bir yandan yapılan sahih ve ciddi tesbitlere göre, Pey­gamber ta.s.) Efendimiz : «Sakın sizden biri durgun suya idrar yapıp sonra da o suda yıkanmasın!» Diğer bir sahîh hadîste ise : «Sakın sizden biri akmayan durgun suya idrar yapmasın, sonra o suda yıkanabilir.» Üçüncü bir hadîste ise, «Sizden biriniz cünüp iken durgun suda yıkanmasın!»

Bu üç hadisi Buharî, Müslim ve Ebû Davut nakletmişlerdir. Cum­hur bunların sahîh olduğunda müttefiktir. Çünkü bu mânada bazı kelime değişikliğiyle bir kaç rivayet daha tesbit edilmiştir ki onlar da şöyledir : «Peygamberimiz (a.s.î durgun suya idrar yapmayı, son­ra da o sudan abdest almayı yasakladı.» «Sizden biriniz durgun su­ya idrar yapmasın, sonra da o su ile gusletmesin.! Cabir (r.a.3 ile Ebû Hüreyre'den rivayet edilen bu iki hadîsi sahih kaynaklar alıp nakletmiştir.[65]

Yukarıdaki Budaâ kuyusuyla ilgili rivayeti bu hadîslerle karşı-tırdığımız takdirde çözümü zor bir tezat ile yüzyüze geliriz. Pey­gamber (a.s.) içine köpek etinden tutun da kadınların ayhallerinde kullandıkları bezlere kadar her türlü murdar şeylerin atıldığı dur­gun bir sudan abdest alır, kendisine bu hususta bilgi verilince de : «Su temizdir, hiçbir şe onu necis yapmaz.» der ve sonra da «Sakın sizden biriniz durgun suya idrar yapıp sonra da o suda yıkanmasın veya abdest almasın!» der mi? Her sözü ve uyarısı ilme, medeniye­te, ahlâk ve fazilete, temizlik ve nezahete ışık tutan ve Allah'tan alıp öylece konuşan bir Peygamber, böylesine bir tezada düşer mi? Elbette ki düşmez. Necm sûresinde belirtildiği gibi, «Arkadaşınız (Muhammed) ne sapıttı, ne de azıttı. O kendi hevesine de uyarak söz söylemez. O, tnun söylediği) ancak kendisine vahyolunan bir vahiydir.»

Gerçek bu olunca Büdaâ kuyusuyla ilgili hadîsi inceleyen ve sıhhat derecesini tesbite çalışan ilim adamları, bunun isnadında Ebû Süfyan Tarîf b. Şihab'm bulunduğu, bu zatın zayıf ve metruk olduğunu ortaya çıkarmışlardır. «Şüphesiz ki hiçbir şey suyu necis yapmaz.» mealindeki hadîsin râvilerinden Ebû Süfyan'm hadis ri­vayetinde ne kadar zayıf, muallel ve metruk olduğu ortaya çıkınca, metinde ne gibi değişiklikler yapıldığı, nasıl bir tağyire uğradığı kendiliğinden anlaşılır. Aynı hadîsi Ahmed b. Hanbel ise mevkufen rivayet etmiştir ki, bu da hükme mesned teşkil etmez. Darekutnî ise sözü edilen hadisi şu değişik lafızlarla veya fazlalıkla nakletmiştir: «Su temiz ve temizleyicidir, hiçbir şey onu necis yapmaz, ancak (içine düşen şey) onun kokusuna gâlib gelir veya tadını değiştirirse, o takdirde murdar olur.» Bu hadîsin isnadında Hadis îlmine göre METRUK bir râvi vardır, o da Reşdin b. Sa'd'dir...[66]

îmam Nevevî bu hadîs hakkında şöyle demiştir.: «Muhaddîsler bu hadîsin zayıf olduğunda müttefiktirler.»

İlim adamlarının ise, su az olsun çok olsun, içine düşen pislik onun rengini veya tadını, veya kokusunu değiştirirse, o necis kabul edilir, diye icmâı vardır. Nitekim îbn Abbas, Ebû Hüreyre, Hasan Basri, îbn Müseyyib, İkrime, Sevrî' Davut ez-Zahiri1 Nahaî, Cabir b. Zeyd, İmam Mâlik ve İmam Gazali de bu görüştedirler.

Bunlara karşı, az bir suya necaset karıştığı takdirde sözü edi-en üç vasfından birini değiştirmese bile, yine o su murdar olur, di­kenlerin başında İbn Ömer, Müçahid, îmam Şafii, îmam Ebû Hanî-fe, imam Hanbel ve İshak gelmektedir. Sahih ve isabetli olan da bu faancilerin istihad ve görüşüdür. Buna birkaç örnek verelim: Az bir suya, akmayan durgun bir suya koli basili veya veba mikrobu ya da benzeri bulaşıcı bir hastalık doğuran mikrop girerse, o suyu 'kullanmak mutlak tehlike doğurur. Koli basili bilindiği gibi insan dışkısında bulunur ve ondan suya bir miktar karışmasıyla basiller en iyi vasata erişir. Durgun suya damlayan birkaç damla idrar onun renk, koku ve tadını değiştirmez, ama necis olduğu için suyu mur-,dar yapar. İkinciler yukarıda naklettiğimiz, «durgun suya idrar yapmasın» hadîsine dayanmışlardır.

Su az değil de çok olursa, o takdirde müctehid imamların hemen hepsi sözünü ettiğimiz üç vasıftan birinin değişmesini dikkatealarak görüş ve ictihadlarmı belirlemişlerdir. Bunun sebebi açıktır:

İslâm çağlara, ülkelere, milletlere, medeniyetlere seslenen ve bunların mutlak surette önünde yürüyen Allah'ın son dini ve son mesajıdır. Ona girenler yalnız şehirlerde, bayındır yerlerde oturan­lar değil, arzın her bucağında, köyde kentte, dağda, ovada ve çölde oturanlar da vardır. Özellikle çölde pek az su bulunur, o da rengi ve bazan kokusu değişmiş olur. Yeter ki bu değişme harici bir pislik­ten dolayı olmasın. Orada yaşayanlar ister istemez onu kullanmak zorundadırlar, islâm Dini çok suya düşen bir pislik onun üç vas­fından birini değiştirmezse -müctehid imamlardan bazısının farklı görüş ve ictihadları olsa bile- murdar sayılmayacağına cevaz verdi­ği gibi, suyun bu vasıflarından bir veya ikisinin necis olmayan bir sebeble değiştirmesiyle murdar olmayacağını ibâdette (abdest, gu-sül gibi dini kurallara bağlı olan şeylerde) kullanılmasında bir sa­kınca olmadığını bildirmiştir. Çünkü o değişme suyun bulunduğu yataktan kaynaklanmakta, bir balama suyun tabiatını almaktadır. Yeterki insan ve hayvan sağlığına zararlı olmasın...

Nitekim Müslümanlar Medine'ye hicret ettiklerinde sıtma has­lığına yakalandılar ve bu salgın halini aldı. Araştırdılar, sebeb ola­rak Bathan su birikintisinden akıp gelen sudan kullanmalarını gör­düler ve bu sebeble onun önüne bir sed çekip kullanılmasını yasak­ladılar. Çok geçmeden sıtma ortadan kalktı. Hz. Aişe (r.a.)  vâlîde-

miz o sudan söz ederken şöyle demiştir :    «Gerçekten BathanMan rengi değişik bir su akıyordu...»[67]

Islâmî hükümler celb-i menafi', defi mefaside yönelik bir özel­lik taşımaktadır. İnsana zarar veren hemen her şeyi ya haram, ya da mekruh; fayda sağlayan şeyi helâl ve mubah saymıştır. Suyun günlük hayatımızın kopmaz bir parçası olduğuna bakılırsa, dinimi­zin bu konuyla çok yakından ve de alabildiğine hassas ölçülerle il­gilenmesi tabiidir. Ancak mevcut rivayetler üzerinde bilimsel ölçü­de durup sıhhatlisini zayıfından ve uydurmasından ayırd etmek şarttır.

Suya pislik karışmasıyla ilgili bu geniş açıklamadan sonra asıl hükme mesned teşkil eden hadîsi naklediyoruz :

Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayete göre, diyor ki : Resû-lüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurdu : «Sizden biri akmayan dur­gun suya bevl (idrar) etmesin; sonra o suda (ihtiyaç duyar da) yı-nır.»  (57)[68]

Tirmizî'nin "tesbit ettiği lafz ise «Sonra o sudan abdest alır...» Diğerinin tesbit ve nakli ise, «Sonra o suda (ihtiyaç duyar da) yı­kanır.» şeklindedir.

Hadîs-i Şerifin açık delaletinden şu hükümler anlaşılmaktadır;

1- Su az olsun çok olsun ona idrar etmek (küçük abdesti on­da bozmak) dinen yasaktır.

2- Dinin bu yasağı tahrim ifade eder.

3- İçine   idrar ve dolayısıyla   dışkı ya da benzeri bir necaset karışan sudan abdest almak ve gusletmek caiz değildir.

Konuyla ilgili müctehid imamların istidlal, ihticac ve ictihadları:

a) îmam Şafii'ye göre, su iki kulleye ulaşırsa, içine düşen neca-ıet renk, koku ve tad gibi vasıflarından birini değiştirmediği takdir­le onu murdar yapmaz. CKulleyle ilgili hadîslerin muztarip oldu-şunu daha önce belirtmiştik).

b) îmam Nevevi'ye göre, dinin bu yasağı bazı sular hakkında tahrîm, bazısı hakkında kerahet ifâde eder, su çok olup akar du­rumda ise, içine dökülen idrar onu haram yapmaz. Bununla bera­ber o sudan sakınmak evlâdır. Az olup akar vaziyette ise, Şafii'ler­den bir cemaat onu mekruh saymıştır; ama muhtar olan kavle gö­re o da haramdır. Çünkü idrar onu kirletip murdar yapmıştır. Hem erbabı tahkika ve usûlculara göre, yasak tahrîmi gerektirir.   (58)[69]

c) Hanefîlere göre, çok  suya bu    gibi necis şeyin karışması, onun üç vasfından birini değiştirmediği takdirde necis olmaz. Az suya gelince, karışan pislik az olsun çok olsun,    onun vasıflarını değiştirsin değiştirmesin mutlaka necis olur.[70]

d) îmam Mâlik'e göre, temiz su necasetin karışmasıyla mur­dar olmaz, ancak ona karışan necaset üç vasfından birini değişti­rirse, o takdirde murdar yapar.[71] .Ona göre buradaki yasak tah-rimi  değil,  keraheti ifade eder.

e) Zeydî mezhebine bağlı olan ilim adamları, yukarıdaki ha­disin zahirine bakarak, durgun su az olsun çok olsun içine idrar karıştığı takdirde gusletmek mekruhtur,   demişler ve  böylece  ko­nuyla ilgili yasağı kerahete  hamletmişlerdir.[72]

Hadisin zahirinden, su az olsun çok olsun durgun olduğu tak­dirde, içine idrar ve benzeri bir necis karışırsa murdar olur ve o su ile abdest alınmaz, gusledilmez. Oysa göl ve deniz de durgun su kapsamına girmektedir. Bunlara bir miktar necasetin karışmasıy­la murdar olacakları söylenemez. O halde hadîsi zahirinden çıkarıp tahsis ve takyid etmek gerekir. Bunun için de sözü edilen konuyla ilgili başka bir hadîsin bulunup bulunmadığı araştırılır. Gerçi bu­nunla ilgili iki hadis rivayet edilmiştir, ama biri muzdarip, diğeri de metruk belirlendiğinden onları tahsis ve takyide mesned almak

istemiyoruz. Hadîste gelen «el-Ma» kelimesi üzerinde durduğu­muzda bazı ipuçları elde etmemiz kolaylaşıyor : Oradaki «elif - lâm» istiğrak için değil, ya ahd-i zihnî, ya da ahd-i harici içindir, yani umum ifade etmiyor, ya zihinde tasarlanan az miktardaki durgun sular, ya da zihin haricinde bilinen ve belirlenen bazı durgun su­larla ilgili bir anlam taşıyor.

Dinin bu yasağı tahrim mi, kerahet mi ifâde ediyor? Müctehid imamların ictihad ve görüşleri farklıdır. Günün gelişen ilmi kar­şısında, yani suya karışan bir pisliğin ne gibi mikroplar taşıdığı, in­san sağlığını olumsuz yönde nasıl etkilediği gerçeği önünde, tah­rîm ifade ettiği daha uygun gelmektedir, İdrarda fazla zararlı mik­roplar yoksa da dışkı da bol miktarda koli basili vardır ve sağlığa mutlaka zararlıdır.

Bu durumda içine idrar, dışkı ve benzeri bir pislik karışan dur­gun su ile abdest almak veya gusletmek caiz değildir.[73]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- İçine idrar ve benzeri bir pislik karışan durgun su, rengi, tadı ve kokusu değişmiyecek kadar çok büyük olursa,   (göl ve de­niz gibi) murdar olmaz. Onunla hem abdest alınır, hem gusledilir.

2- İçine idrar ve benzeri bir pislik karışan durgun su az mik­tarda olursa, (Şâfiîlerin belirlediği gibi, iki kulleden  az olursa) mutlaka murdar olur.

3- İçine idrar ve benzeri bir pislik karışan durgun su, az ol­sun çok olsun bu yüzden rengi veya kokusu veya tadı değişirse, o ela murdar olur.

4- Murdar olan bir su haram mı, yoksa mekruh mu sayılır? Bu hususta müctehid imamların ve İlim adamlarının ictihad ve gö­rüşleri farklıdır. [74]

 

Hayvanların Artık Suları

 

Gerek evcil, gerek yabanî hayvanlar evdeki ağzı açık su kap­larından ve dışarıdaki durgun ve akar sulardan su ihtiyaçlarını gi­derirler. Böylece onlardan arta kalan suya Arapça SÜ'R, Türkçe ARTIK SU denir. însan sağlığına çok önem veren ve koruyucu he­kimliğe ağırlık kazandıran islâm Dini, gerek Allah'a ibâdet husu-

sunda, gerekse günlük su ihtiyacımızı gidermede hayvan artığı su­lardan ne derece yararlanabileceğimizi, bunların haram ya da lekrûh olup olmadığını özel bir konu haline getirerek Âyet ve Ha-jdîslerin ışığı altında bir takım hükümler koymuştur.

Öteden beri birçok evlerde kedi ve köpek beslenir. Özellikle, lAvrupa kültürünün te'sirinde kalan sosyete, köpek beslemeye hay-!li ilgi duymaktadır. Köylerde ise hem evi, bağ ve bahçeyi, hem de : davarları hırsız ve canavardan korumak için köpek; fare ve haşa­ratı temizlemesi için kedi beslenir. Bu iki evcil hayvan da bir takım zararlı mikroplar taşıyabilir. Bilhassa kuduz mikrobu virüs cinsin­den olup çok tehlikelidir. Köpekte ve memeli hayvanlarda görülen bu mikrop salya ile vücuttaki sıyrıktan kana geçer. Hastalık ortaya çıktıktan sonra tedavisi mümkün değildir. O bakımdan İslâm Dini, mecbur kalmadıkça ciddi bir ihtiyaç duyulmadıkça evlerde köpek beslenmemesini ısrarla tavsiye etmiş, hatta bu gibi evlere melek­lerin girmiyeceğini haber vermiştir.

Her şeye rağmen kedi, köpek ve benzeri memeli hayvanları günlük hayatımızın tamamen dışında tutmamız mümkün değildir. Bazıları zevk için, bazıları da ihtiyaca mebni beslenir ve korunur.

Gerçek bu olunca, bu hayvanların su dolu kaplardan içmesi ne­ticesi kalan artık mekruh veya haram olur mu? Bunun cevabı, ilgili hadîsleri nakledip delâlet ettiği hükümleri açıkladıktan sonra ken­diliğinden anlaşılmış olur.

Şimdi konuya ışık tutan ve hükme mesned teşkil eden Hadîs-i Şerifi naklediyoruz:

«Birinizin kabına köpek ağzını sokup yaladığı zaman içindeki-ni döksün, sonra da onu yedi defa yıkasın.»[75]

Hadisin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Köpeğin ağzını sokub salyasını dokundurmasından dolayı kaptaki mevcut su veya herhangi bir yiyecek maddesini dökmek gerekir.

2- Köpeğin  ağzını dokundurup  yaldığı kabı  yedi defa yıka­mak vâcibdir.

3- Köpeğin salyası necis olduğuna göre ağzı ve bedeninin di­ğer kısımları da necistir.

Bu konuda müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının ic-tihad, istidlal, ihticac ve görüşleri şöyledir :

a) Ibn Abbas, Ürve b. Zübeyir,    Muhammed b. Şirin, Tavus, Amr b. Dinar, Evzâî, İmam Şafii ve tmam Ahmed b. Hanbel'e göre, köpeğin ağzını sokup salyasını dokundurduğu kabı veya herhangi bir eşyayı yedi defa yıkamak vâcibdir. Ebu Sevr de aynı görüştedir.

b) İmam Ebû Hanîfe ve bazı arkadaşlarına göre, köpeğin sal-yaşıyla diğer necis nesneler arasında fark yoktur. Yedi defa yıkan­ması vücuba değil, nedbe hamledilir. Ayrıca îmam Ebû Hanîfe bu hususta Ebû Hüreyre'nin, «Köpeğin ağzını sokup salyasını dokun­durmasından dolayı üç defa yıkanır...» mealindeki rivâyetiyle ih­ticac edip görüş ve yorumlarının sıhhatma işaret etmiştir.

İkinci rivayet de sahih kabul edildiğine ve ihticaca mesned teş­kil ettiğine göre, yedi defa yıkasın, emri neshedilmiş, yani hüküm kaldırılmış sayılır. Hem Hanefüer bu konuda kıyasa da baş vurup şöyle demişlerdir: «İnsan ve hayvan dışkısı, köpeğin salyasından daha fena ve ağır bir necasettir; oysa onların dokunduğu yerin yedi defa yıkanması değil, temizleninceye kadar yıkanması emredilmiş­tir. Bu bir defayla olabileceği gibi, üç defayla da olabilir.»

Köpek salyasının dokunduğu suyu veya yiyeceği (sıvı halinde ise) dökmek gerekir. Çünkü salya necistir, aynı zamanda kuduz veya başka bir virüs de taşıyabilir, ağızda çürük diş, midede ülser gibi bir durum varsa kana karışması mümkündür. Yiyecek mad­desi katı türden ise, ağzının dokunduğu yeri iyice belirleyip atmak gerekir.

Ne var ki bu hususta İkrime ile İmam Mâlik aksine bir görüş ve ictihad ortaya koymuşlardır: Onlara göre, köpek necis değildir. Delilleri ise, Allah'ın şu buyruğudur : «Senden kendilerine nelerin helâl kılındığını soruyorlar; de ki: Size temiz yararlı şeyler helâl kılınmıştır. Eğittiğiniz ve Allah'ın size öğrettiğini öğrettiğiniz avcı hayvanların sizden yana yakaladıklarını yeyiniz ve üzerine Allah'­ın ismini anınız  (Besmele çekiniz).[76]

Anlaşılacağı gibi, âyette talimli avcı hayvanların köpek dahil, Lkaladıkları avdan yememiz emredilirken, onların ağzının dokun-hğu kısmı yıkamamız emredilmemiş tir.

Buna karşı cevap verenler ise şöyle demişlerdir; âyette her şey cıklanmıyor. Hadîs-i Şerif umum ifade eder mahiyette bir hüküm etirmiş ve böylece avcı köpeğin ağzıyla yakalayıp getirdiği avı, okunan  salyadan temizlemenin vâcib olduğu  anlaşılmıştır.

Çoğuna göre de, avcı köpeğin yakaladığı avı, dokunan salya-Lan yıkamamak ]i>u hususta bir ruhsattır.[77]   

Bu görüş ağırlık kazanmıştır.

Köpeğin ağzını sokup salyasını dokundurduğu kabı veya baş-La bir eşyayı İmam Şafiî ile İmam Ahmed b. Hanbel'e göre yedi de-a yıkama vâcibdir. İmam Ebû Hanife'ye göre en çok üç defa kâ-İidir. îmanı Mâlik'e göre, hadîsin hükmü kaldırılmıştır. Köpek ne-pis değildir.

Konuyla lgili diğer hadîsler :

«Köpeğin ağzım sokup   salyasını   dokundurması sebebiyle kap üç veya beş veya yedi defa yıkanır.»[78]

«Köpek kaba ağzını sokup yaladığı zaman, ondaki  (suyu veya yiyeceği dökünüz, sonra da onu üç defa yıkayınız.»[79]

«Köpek sizden birinin kabına ağzını sokup yalarsa, onu döksün ve kabı üç defa yıkasın.!»[80]

«Köpek ağzını sokup yaladığı zaman o kap, ilki veya sonu top­rakla olmaz üzere yedi defa yıkanır.[81]

«Köpek ağzını sokup yaladığı zaman sizden birinizin kabınızın 'temizlenip paklanması, onu yedi defa yıkamasıdır.»[82]

Görüldüğü gibi yukarıda naklettiğimiz beş hadîs arasında, kö­pek salyası dokunan kabın üç veya beş veya yedi defa yıkanması gibi farklı sayılar yer almaktadır. Ayrıca ilki veya sonu toprakla olmak üzere yedi defa yıkansın, gibi diğerlerinden çok farklı bir diğer rivayet bulunmaktadır. Aynı konu hakkında beş altı hadîsin hükme medar olan    lafızları arasında    bunca farkın mevcudiyeti

onun muzdarip olduğunu gösterir. Öyle olunca da en sahîh olanını seçip   diğerlerini bırakmak uygun olur.

En sahihi hangisidir? Hadîs âlimlerinin yaptıkları ciddî araştır­ma neticesinin belirlenmesi bize en sağlıklı bilgiyi verir:

Darekutnî birinci hadîsi naklettikten sonra, bu hadîsi İbn İyaş'-tan nakleden Abdulvahhab b. Dahhak yalnız kalmıştır, o metruk­tür. Başkaları ise İbn İyâş'dan hadîsi şu isnadla rivayet etmişlerdir: «Onu yedi defa yıkayınız...» Sahih olan da budur...[83]

İkinci hadise gelince, Şeyh Takıyüddîn, EL-İMÂM dlı eserde di­yor ki: «Bu senedi sahih olan bir rivayettir.» Çünkü râvisi bulunan Abdülmelik b. Ebî Süleyman'ın sıka (güvenilir) olduğunu Esbab-ı sünen kabul etmiştir.

Üçüncü hadîsi el-Karabisî'den başkası ref'etmediği için İbn Cevzi onun bu rivayetini gayr-i sahîh kabul etmiştir.

Dördüncü ve beşinci hadîsler ise, dördüncüsünü Kütüb-i Sitte, beşincisini Müslim ve Ebû Dâvud rivayet etmiştir ki, ikisi de ilim adamlarınca sahîh  kabul   edilmiştir.[84]

Fethül-Allâm'da ise «yedincisi toprakla olmak üzere...» olan rivayetin muzdarib olduğu belirtilmiştir; çünkü bazısında ilki veya sonu, bazısında birisi veya yedincisi, bazısında da sekizincisi... şek­linde değişik ifadeler kullanılmıştır.

îmam Ebû Hanîfe «üç defa yıkayınız» hadîsini kendi kıyasına daha uygun görüp bu rivayeti mesned seçmiştir.

îmam Şafiî ve arkadaşları, «bir defası toprakla olmak üzere ye­di defa yıkar...» rivayetini mesned seçip ona göre bu konuda hü­küm çıkarmıştır.[85]

îmam Ahmed b. Hanbel de iki rivayetten birinde sadece yedi defa yıkamasıdır, mealindeki hükmü daha uygun görüp hüküm çı­karmıştır.

Şafii'ler domuzu ve köpekle domuzun birleşmesinden meydana gelen melezi bu konuda köpeğe kıyas etmişlerdir.[86]

İmam Mâlik ise el-Muvatta' da beşinci hadîsi «veleğe» yerine «şeribe» fiilini kullanarak nakletmiştir. O halde o da yedi defa yı­kanır, hükmünü çıkarmıştır,

Sonuç olarak, topraksız yedi defa yıkanması ile yine topraksız iç defa yıkanması, ağırlık kazanmakta ve hükme en sağlam mes-jıed gösterilmektedir. [87]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Köpeğin ağzını sokup salyasını dokundurduğu kaptaki sunı veya sıvı maddeyi dökmek gerekir, çünkü necis olmuştur. Katı madde ise, salyanın dokunduğu kısım dikkatle çıkarılıp atılır.[88]

2- İmam Ebû Hanîfe'ye göre, o kap üç defa itinayle yıkanır. İmam Şâfü ve diğer iki imam'a göre yedi defa yıkanır.  (İmam Şa­fiî'ye göre, bir defası toprakla olmak üzere yedi defa yıkanır).

3- Şâfiîlere göre, köpeğin aynı (cismi) necistir. îmam Mâlik'e göre necis değildir.

4- Mâlikîlere göre, köpeğin ağzının dokunduğu, salyasının bu­laştığı şeyi yedi defa yıkamak vâcib değil, menduptur. Çünkü kö­peğin aym necis; değildir. [89]

 

Kedi Artığı

 

Kedi evcil hayvanların en yaygın olanıdır. Tahılı ve evdeki eş­yayı fare ve gider haşerattan koruduğu için sevilir. Ağzım fare ve benzeri hayvanlara dokundurduğu için evdeki kap kaçağı yalaması veya içinde su bulunan bir kaptan su içmesi veya katı yiyecek mad­desinden ısırması, şüpheyle karşılanır. Artığı mekruh mu olur, yoksa haram mı sayılır? Bunun cevabını, ilgili hadîsleri nakledip müctehid imamların ictihad, istidlal ve görüşlerini sıraladıktan son­ra vereceğiz.

Şimdi ilgili hadîsi naklediyoruz :

«Kâ'b b. Mâük'in kızı Kebşe'den rivayet edilmiştir. Kendisi Ebu Katade'nin oğlu ile evli bulunuyordu. Ebû Katade onun yanma gel­di. Kadıncağız ona abdest suyu boşaltıp hazırladı, derken bir kedi gelip o sudan içmeye başladı. Ebû Katade su kabını ona meylettirip kolay içsin diye bıraktı. Kebşe diyor ki •. Benim baktığımı görünce şöyle dedi: «Kardeşimin kıza! Buna hayret mi ettin?» Bende: «Evet...» diye cevap verdiğim de şöyle dedi: «Şüphesiz ki Resûlüllah (a.s.) Efendimiz buyurdu ki: Doğrusu kedi necis değildir; o gerçek­ten sizin etrafınızda çokça dönüp dolaşanlardandır..»[90]

Hz, Aişe (r.a.)'dan yapılan rivayete göre, Resûlüllah (a.s.î Efendimiz, su içsin diye kapı iyice ona meylettirir, sonra da arta ka­lanı ile abdest alırdı.[91]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılıyor :

1- Kendi necis değildir.

2- Artığı da necis olmaz, o bakımdan arta kalan su ile abdest alınır.

3- Kedinin su ve gıda ihtiyacını karşılamak ve bu hususta ko­laylık sağlamak sünnettir.

Konuyla ilgili müctehid imamların ve diğer ilim adamlannm istidlal, ihticac, ictihad, tesbit ve görüşleri :

a) İmam Şafii'ye göre, kedi su içtikten sonra arta kalanı te­mizdir.

b) İmam Ebû Hanîfe'ye göre, onun artığı da diğer yırtıcı hay­vanların artığı gibi necistir, ancak bunu biraz hafifleterek, mekruh saymıştır.

c) Kedi  fareyi yakalayıp yedikten  hemen  sonra ağzım suya dokundurursa, su necis olur. Bir süre bekledikten sonra dokundu-rursa mekruh sayılır. İmam Ebû Yusuf ile îmam Muhammed'e gö­re de, fare yedikten sonra ağzını suya dokundurursa, o su necis olur.[92] Böyle bir durum yoksa, Ebû Yusuf'a göre artığı mekruh bile sayılmaz. Ondan hem içilir, hem de abdest alınabilir.[93]

îmam Mâlik'e göre, kedinin artığı temizdir, ancak ağzında bir icaset görülürse,  o takdirde sakıncalıdır.[94]

îmam Ahmed b. Hanbel'e göre, kedinin artığı temizdir, onunla .dest almak mekruh değildir.[95]

îmam Şafiî bu konuda Ebû Katade'den rivayet edilen hadîsi Lhîh görüp kendine mesned seçmiştir. İmam Ebû Hanîfe ise, tek analdan gelen ve râvilerinden Kebşe'nin biraz meçhul olması se-ebiyle bu hadîsi hükme mesned seçmeyip Hâkim'in Müstedrek'te akledip sahih kabul ettiği «Kedi de bir sebu' (yırtıcı bir canavar) -ir» mealindeki hadîsle ihticac da bulunmayı tercih etmiştir. Diğer anavarlann artığı necis olduğuna göre, kedinin de artığı necistir. tncak imam günlük hayatımızda geniş yeri olan kedinin sık sık ;apları yaladığını dikkate alarak bu hükmü hafifletip «mekruh»-ur demiştir. İmam Ebû Yusuf bu meselede ona muhalefet etmiştir.

Diğer müctehid iki imam ise, Hz. Ayşe'den rivayet edilen ha-isle ihticac etmişlerdir.

Kedi artığı hakkında rivayet edilen diğer hadîsler :

Hz. Aişe (r.a.) diyor ki: «Benle Resûlüllah (a.s.î Efendimiz, da-

a önce kedinin ağzını dokundurup su içtiği bir kaptan su alıp gus-

üttik.[96]

Urve b. Zübeyr'in Hz. Aişe (r.a.)'dan yaptığı rivayete göre, şöy-e demiştir: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in yanından kedi geçerken su kabını ona iyice meylettirir, kedi su içtikten sonra Efendimiz ar­ta kalanı ile abdest alırdı.»[97]

Enes b. Malik (r.a.)'den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir : Resûlüllah (a.s.) Efendimiz Medine'de Bathan denilen yere çıktı ve «Ya Enes! Benim için abdest suyu doldur,» buyurdu. Ben de suyu doldurup hazırladım. Resûlüllah (a.s.) tabii ihtiyacını giderdikten sonra su kabına doğru gelirken bir kedi o kaptan su içmeye başla­mıştı. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s,), o su içinceye kadar durup bekledi. Sonra ben bunun (hükmünü) sorduğumda buyurdu ki : «Ya Enes! Doğrusu kedi de ev eşyasından biridir, bir şeyi kirletmez ve murdar da yapmaz...»[98]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre şöyle demiştir : Resû­lüllah (a.s.) Efendimiz : Şüphesiz ki kedi necis değildir, o da ev hal­kından bazısı gibidir,» buyurdu.[99]

«Kedi de bir sebu' (yırtıcı br canavar) dır.»[100]

 

Tahlil  :

 

81  numaralı hadîsin râvileri arasında Hârice b. Muhammed bu­lunuyor. Ahmed b. Hanbel, onun zayıf olduğunu söylerken İbn Mâ-în da ona katılmıştır. Nesâî onun   metruk   olduğunu belirtmiş, Buharı ise, münkerül-hadîstir, bu yüzden hiç kimse ona itibar et­mez, demiştir.

Böylece Darekutnî bu râvi için «lâ-be'se» demişse de çoğu mu-haddîsler ona itibar etmediğinden, rivayet ettiği bu hadisle ihticac edenler pek az olmuştur.

82  numaralı hadisin râvileri arasında Yakub  (Ebu Yusuf)  ile Abdullah b. Saîd el-Makberi bulunuyordur. Zeylaî onun zayıf oldu­ğunu söylemiştir.[101]

83  numaralı hadisin zayıf olduğunu belirtir mahiyette bir tes-bite rastlanmamıştır. Sahih olduğu ise çoğu ilim adamları tarafın­dan kabul edilmiştir. O bakımdan hükme mesned olabilir.

84  numaralı hadisi Hakim el-Müstedrek'te rivayet ettikten son­ra, îki Şeyh'in  (Buharî ve Müslim'in)  şartlarına göre, sahihtir, de­miştir. Aynı hadîsi az değişik bir ibareyle Darekutnî kendi sünenin-de rivayet etmiştir.

85  numaralı hadisi ise yalnız Ebû Davut zayıf görmüş, diğerle­ri sahih kabul etmişlerdir. Bir rivayete göre, Ebû Hatim de el-llel'de bunun zayıf olduğuna işarette bulunmuştur.

Rivayetlerin tamamından kedinin necis olmadığı ağırlık kazan­maktadır.

Kedinin ağzının dokunduğu kap veya benzeri bir eşyayı yıka­mak gerekir mi? Bu hususta da hayli farklı görüşler, tesbitler ve rivayetler vardır. Ebu Cafer el-Ezdî et-Tahavî bunları Şerhu Maâ-ni'1-Asâr adlı kıymetli kitabında toplayıp şöyle sıralamıştır -.

1- «Kedi ağzını sokup yaladığında kabın temizliği bir veya iki fa yıkanmasıyla gerçekleşir.»[102]

2-  «Kedinin artığı dökülür ve kap da bir veya iki defa yıkanır.»

3- Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette demiştir ki : «Ke-nİn  (ağzını sokup yalamasıyla)  kap, köpeğin ağzını sokup yala-lasmdan dolayı yıkandığı gibi yıkanır.»

Nitekim İbn Ömer (r.a.)  köpek ve kedinin artığıyla abdest al-Laz, bunlardan başkasıyla (abdest almakta)  bir beis görmezdi.

4- Yine îbn Ebî Davud'un yaptığı rivayete göre, îbn Ömer şöy-\ demiştir: «Merkebin, köpeğin ve kedinin artığıyla abdest alma-înl»

5- İbrahim b. Merzuk'un Katade'den, onun da Saîd'den yap­ığı rivayete göre Saîd şöyle demiştir: «Kedi kaba başını sokup ya-adığmda onu iki ve üç defa yıka...»[103]

6- Yine Katade diyor ki: Saîd b. Müseyyeb ve el-Hasan: «Ka-ıı üç defa yıka»  demişlerdir.[104]

Birinci hadîsi Kurre b. Hâlid, îbn Sirin'den rivayet ederken biraz şüphelenmiştir.

İkinci hadis mevkufen rivayet edilmiş, Peygamber (a.s.) Efen-limiz'e ref edilmemiştir. Bunun gibi, üçüncü hadis de öyle, Ebû tfureyre'ye kadar senedi götürülmüş, Peygamber (a.s.) Efendimiz'e -ef edilmemiştir.

Dördüncü rivayet ise îbn Ömer'in içtihadıdır.

Beşinci rivayet Saîd b. Müseyyeb'in tesbit ve içtihadıdır. Altın­cı rivayet de Sâid ve el-Hasan'm tesbit ve ictihadlarıdır.

Ebû Cafer et Tahavî bu rivayetleri sıraladıktan sonra kendi gö­rüşünü şöyle açıklamıştır : «Doğrusu biz eti dört gurupta topluyo­ruz.

a) Temiz yenilen et: Deve, sığır, koyun ve keçi eti ...Bunların eti temiz olduğu gibi artıkları da temizdir.

b) Temiz olup yenilmeyen et:    Ademoğlunun eti...  Eti temiz

olduğu için artığı da temizdir. Çünkü artığı, temiz et ile temas sağ­lamıştır.

c) Haram et:  Domuz ve köpek   eti... Bunların artığı da ha­ramdır; çünkü haram bir et ile temas sağlamıştır.

d) Yenilmesi yasaklanan et: Evcil merkep ile parçalayıcı dişi olan her yırtıcı hayvan, Kedi de o yırtıcılardan biridir. Böylece onun da eti sünnet ile yasaklanmıştır. Diğerlerine kıyasla, kedinin artı­ğının hükmü etinin hükmüdür-, çünkü artığı mekruh bir et ile te­mas sağlamıştır. Böylece temas sağladığı şeyin hükmünü almıştır.

İşte bundan kedi artığının mekruh olduğu sabit' olmuştur ki bu îmam Ebû Hanîfe'nin kavlidir.[105]

îmanı Şafiî ise bu rivayetlere itibar etmediği gibi, böyle bir kı­yasa da lüzum görmemiş, ilgili sahih hadisi sened olarak seçerek hüküm vaz'etmiştir.

Diğer müctehid imamlardan Mâlik ve Ahmed 81, 82, 83 numa­ralı hadîslere dayanarak kedinin artığının temiz olduğuna kail ol­muşlardır. Ancak îmam Mâlik'e göre kedinin ağzında necaset gö­rülürse, o takdirde artığı tahir sayılmaz.[106]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Kedinin artığı, yani ağzını dokundurduğu şey necis değil­dir; gerektiğinde o artık su ile abdest alınır.

2- İmam Ebû Hanîfe'ye göre, mekruhtur.

3- Yabanî kedi bu hususta evcil kediye kıyas edilmez, onun artığı diğer yırtıcı canavarların artığı gibidir.

4- İmam Mâlik'e göre, kedinin de, diğer yırtıcıların da artığı temizdir;  yeterki ağzında necaset görülmesin.

5- İmam Şafiî'ye göre, kedi dahil diğer bütün yırtıcı hayvan­ların artığı temizdir,    ancak domuz ve köpek bu genellemenin dı­şındadır.[107]

6- Fare ve benzeri murdar bir şey yedikten sonra ağzını kap kaçağa dokundurursa, o takdirde artığını kullanmamak ve o kabı yıkamak uygun olur. Nitekim bu hususta Ebû Hanîfe, Ebû Yusuf ve Muhammed aynı görüştedirler,[108]

 

Pisliği Çitilemek, Su İle Yıkayıp Sıkmak Sonra Da Kalan Esaerini Afv Kapsamına Almak

 

Konu, daha çok elbise veya bir ev eşyasına dokunan pisliğin asıl, ne ile temizlenmesiyle ilgilidir. îslâm ahkâmı günlük hayatı­nızın her bölümüyle yakından alâkadardır ve her safhasıyla içice-Lir. Resûlüllah'm (a.s.) sünneti hayatımızın rehberi ve değişmeyen ustasıdır (ölçüsüdür).

Temizlik hususunda nasıl bir duyarlık gösterildiğini tekrar et-nemize gerek yoktur. Şimdi bu kısımda elbiseye dokunan ayhali ianı ve benzeri bir pisliğin nasıl ve ne ile giderileceği işlenecektir, ince istidlal, ihticac ve ictihad için mesned kabul edilen hadîs-i şerifi naklediyoruz:

«Ebubekir kızı Esma (r.a.)'dan yapılan rivayette diyor kii Bir kadın Peygamber (a.s.J Efendimiz'e gelerek dedi ki: «Bizden birinin elbisesine ayhali kanından dokunuyor, ne yapmalıyız?» Efendimiz ona şöyle buyurdu t «Kazıyıp atarsın, sonra su ile çitilersin, sonra da üzerine (bol) su dökersin ve onunla namaz kılarsın.»  (91)[109]

Hadîs-i Şerifin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Kan ve benzeri pislikler daha çok su ile temizlenir.

2- Diğer bütün pislikler kan mesabesindedir.

3- Bazı pislikler sadece çitüemekle veya toprağa sürtmekle de temizlenebilir.

4- Ayhali kanı Müslümanların icma'ıyla necistir.

5- Ayhali kanı az bile olsa afv kapsamına alınmamış, temiz­lenmesi emredilmiştir.

6- Namaz kılmak için elbisenin ve namaz kılınan yerin her­halde kan ve diğer pisliklerden temiz olması şarttır. .

7-  Ayhali kanım temizlemede toprağa sürtmekle temizlik ha­sıl volmaz.

8- Ayhali kanını ve diğer pislikleri (köpek salyası müstesna) yıkayıp temizlemede belli bir sayı belirlenmemiştir.    O bakımdan temizleninceye kadar yıkanır,

9-  Ayhali olan kadının elbisesine kan dokunmamışsa, mutla­ka o elbiseyi yıkaması gerekmez.

Konuyla ilgili rnüctehid imamların ve diğer ilim adamlarının ictihad, istidlal ve ihticacları :

a) İmam Ebû Hanîfe'ye ve İmam Ebû Yusuf'a göre, kan ve di­ğer necis şeyler temiz ve temizleyici su ile yıkanıp giderileceği gi­bi, gülsuyu ve sirke gibi temiz sıvılarla da yıkanıp temizlenebilir. Pisliği gidermede    mutlaka su kullanmak şart değildir.    Aynı za­manda   temizliğin    sadece su ile yapılması   hakkında bir delil de mevcut değildir.[110]

b) Diğer üç mezhebin imamlarına göre,   necaset temiz ve te­mizleyici bir su ile yıkanıp paklanır.

c) Hanefilere göre, diğer necis olan şeyler de kan gibidir.

d) Mâlikilere göre de öyle...

e) Hanbellere göre necis olan   şeylerin hepsi en az yedi defa su ile yıkanır.

f) Ayhali kanının necis olduğunda dört mezhep müttefiktir, muhalefet eden olmamıştır. Elbiseye dokunmadığı takdirde elbiseyi yıkamak şart değildir.

g) Hanefîlere göre, gerek ayhali kam,  gerekse diğer pislikler bir elin ayasını aşacak ebadda olmazsa, namaza engel teşkil etmez. Bununla beraber yıkanması evlâdır.[111]

h) Diğer üç mezhebe göre, necasetin azı da, çoğu da namaza engeldir. Ancak gözle farkedilmeyecek kadar küçük zerreler halin­de beden ve elbiseye sıçrayanlar afv kapsamına girer.

i) Hanefî'lere göre, necis olan.şey, bir kapta yıkanıyorsa, üç ,efa yıkanır ve her defasında suyu dışarı sıkılır. Akar suda yıkanı-orsa, necaset zail olduğu takdirde bir defa kâfi gelir. Bununla be-aber üç defa tekrarlamak âdete uyma bakımından uygun olur.

j) imam Şafii'ye göre, elbiseye veya başka bir eşyaya doku­nan pislik, gözle görülmeyen cinsten ise, bir defa yıkamakla temiz­lenir. Köpek ve domuz salyası müstesna, onun herhalde bir defası toprakla olmak üzere yedi defa yıkanması gerekir.[112]

k) İmam Ebû Hanife'ye göre, elbise veya benzeri bir eşyaya İokunan pislik iyice yıkandıktan sonra renk olarak izi kalırsa, bu afv kapsamına girer, çıkarılması gerekmez. Hadîste de bu husus açıklanmıştır,

ı) îmam Şafii'ye göre, eser giderilmedikçe temizlenmiş sayıl­maz.[113]

m) îmam Mâlik'e göre, necis olan şey temiz su ile yıkanır da çıkan su temiz akmaya başlarsa, temizlenmiş sayılır. İsterse bu bir defada gerçekleşmiş olsun fark etmez. Ancak necasetin tadını mut­laka gidermek gerekir. Aksi halde elbise necis kalır. Renk ve ko­kusu ise çıkmadığı ve meşakkat arzettiği takdirde zarar vermez. (Yani ma'fuvat kapsamına girer).[114]

n) Hanbelîlere göre, necis olan şeyin rengi, kokusu ve tadı giderilinceye kadar en az yedi defa yıkanır. Her defasında müm­kün olduğu takdirde leğen dışına çıkarılıp sıkılır.[115]

îmam Ebû Hanife göre kan ve benzeri pisliklerin su ile temizle­nebileceği gibi temiz olan gülsuyu ve sirke gibi sıvılarla da temizle­nebilir. Burada sıvıları temizleyici olma cihetiyle suya kıyas etmiş­tir, böylece menatta birleşiyor, demektir. Diğer imamlar kıyasa baş vurmayıp nassm zahirine bağlı kalmışlardır.

Necis olan elbise veya benzeri bir eşyanın üç defa yıkanmasını söyleyen Ebû Hanîfe, hem şu hadîse kıyas etmiş: «Sizden biri uy­kudan uyanınca elini su kabına sokmadan önce üç defa yıkasın, çünkü elinin nerede gecelediğini bilemez...»[116] Hem de gâlib-i âdete uymuştur.

Diğer üç imam ise, nassm zahirine bağlı kahp hüküm vaz'et mislerdir. Yukarıda onların ictihad ve görüşlerini nakletmiş bulu­nuyoruz.

Ayhali kanını temizlemeyle ilgili  diğer rivayetler :

Ebû Davud'un yaptığı rivayette ise az değişik bir ifadeyle şöyle tesbit edilmiştir:

«Bir kadın Peygamber (a.s.) Efendimiz'e gelerek dedi ki •. «Biz­den birinin elbisesine ayhali kanından dokunuyor, ne yapmalıyız?» Efendimiz ona şöyle buyurdu; «Onu kazıyıp at, sonra (su ile) çitile, sonra da üzerine su dök.»

Yine Ebû Davud'un tesbit ettiği bir başka rivayette, Peygam­berimiz (a.s.) ona şöyle buyurmuştur: «Elbisesinde kan görürse, onu su ile yıkayıp çitilesin. Görmediği kısmın ise üzerine su döksün ve o elbiseyle namaz kılsın...»

îbn Ebî Şeybe'nin yaptığı rivayette ise kadının sorusuna şu ce­vap verilmiştir «(Su ile) çitile ve yıka, o elbiseyle namaz kıl!»

Bütün bu rivayetler elbiseye dokunan pisliğin temizlenmesinin gereğine delâlet etmektedir. İmam Beyhaki ise kendi Sünen'inde, Hanefîlere karşı bu hadisle istidlal ederek, pisliğin ancak su ile te­mizleneceğini  savunmuştur.[117]

Hadîslerin sıhhat derecesi üzerinde durulmamıştır. Hepsi de aynı hükmü taşımaktadır. Bunların dışında farklı bir hükme delâ-leten şu hadis rivayet edilmiştir :

Ümmu Kays bint Muhsin (r.a.), Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den elbiseye dokunan ayhali kanından sormuş, Peygamberimiz (a.s) da ona şöyle buyurmuştur: «Taş ile kazıyıp çıkar ve sonra da su ve sidir ile yıka!»

îbn Kattan bu hadîsin isnadının son derece sıhhatli olduğunu ve herhangi bir illetin mevcudiyetini bilmediğini belirtmiştir.[118]

Hadîs iki ayrı şeye delâlet ediyor: Taş ile kazımak ve suya si­dir (yaprağı kurutulur ve dövülerek yıkama suyuna karıştırılan bir ağaç)  katıp öylece yıkayıp temizlemek.

Bütün bu az farklı rivayetler, temizliğin çeşitli yönlerini ve öntemlerini ifade içindir. Resûlüllah (a.s.) bunu dar bir çerçevenin alıp dondurmamış, iyi bir temizliğin sağlanması için farklı tel-ânlerde bulunmuştur. Ama su ile temizlik başta gelmektedir... [119]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Kan ve benzeri pislikler, üç mezhebe göre temiz ve temizle­yici su ile yıkanıp paklanır. Hanefî mezhebine göre, diğer temiz sı­vılarla da temizlik sağlanabilir.

2- Galiz ve hafif pislik diye ikiye ayrılır. îmam Ebû Hanîfe' hafif pislik konusunda çok hafifletici  hükümler  getirmiştir. Galiz pislik hakkında ise yine diğerlerine nisbetle bir kolaylık ortaya vaz­ederek dirhem miktarı ve mıskal ağırlığı gibi iki ölçü takdir etmiş­tir. Onun buradaki dayanağı Hz.  Ömer'in baş parmağını göstere­rek, soru sorana verdiği şu cevaptır.: «Şu tırnağım büyüklüğünde-pislik namaza engel değildir...»[120]

Diğer mezhepler böyle bir ayrım yapmamış, pisliğin azı ve ço­ğu diye kısımlara iltifat etmemişlerdir. Onlara göre, elbise ve be­dene dokunan pislik ne miktar olursa olsun, mutlaka yıkanıp te­mizlenmesi gerekir. Ancak göz ile görülemiyecek kadar küçük zer­recikler halinde  olanlar bir istisna teşkil eder,

3- Ayhali kanının bir dirhem miktarı, necise de olsa namaza I engel değildir. Bu hüküm ikinci maddede belirttiğimiz gibi, Ebû Ha-nife'nin içtihadıdır. Diğer üç mezhebe göre, mutlaka necistir, azı ve çoğu söz konusu değildir. Bunda icma' vardır.

4- Elbiseye veya namaz kılman yere veya bedene dokunan necaset namaza engel teşkil eder. Ebu Hanîfe'nin yukarıdaki içti­hadı müstesna, yani ona göre dirhem miktarını aşmadığı takdirde öyledir. Diğer üç mezhep ayhali kanını mutlaka namaza engel bir necis kabul etmişlerdir, azı ve çoğu fark etmez, demişlerdir. [121]

 

Necasetin Giderilmesinde Suyun Belirlenmesi

 

Daha önce de belirttiğimiz gibi, su en iyi temizleyicidir. Beden ve elbiseye veya herhangi bir şeye dokunan pisliğin giderilip pak­lanması daha çok su ile gerçekleştirilir. Diyebiliriz ki, bu hususta

da suyun yerini alan ve onun kadar paklayıcı olan ikinci bir sıvı yok gibidir. Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in temizlik konu­suyla ve koruyucu hekimlikle ilgili hadîslerinde suya geniş yer ve­rildiğini görüyoruz. Allah da Kur'ân'da, gökten (bulutlardan) temiz ve temizleyici bir su indirdiğini bildiriyor.

Konuyla alâkalı ve hükme mesned teşkil eden iki hadîsi nakle­derek suyun temizlikte öne alınmasını, necaseti gidermede bilhassa belirlenmesini açıklıyoruz :

Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan yapılan rivayette Ebû Sa'lebe (r.a.î Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e şöyle demiştir î «Ya Resûlellah! Mecûsî'lerin kapları hakkında, onları (kullanmaya) muztar kaldı­ğımızda (ne yapmamız gerektiğiyle ilgili) bize fetva ver...» Efendi­miz ona şöyle buyurmuştur ı «Onların kaplarını (kullanmaya) muztar kaldığınızda, onu su ile yıkayın ve (sonra da) içinde yemek pişirin...»[122]

Ebû Sa'lebe el-Huşnî'den (r.a.) yapılan rivayete göre, o, Pey­gamber (a.s.) Efendimiz'e şöyle demiştir: «Ya Resûlellah! Doğrusu biz Kitap Ehlinin topraklarında bulunuyor, onların çömleklerinde yemek pişiriyor ve kaplarında su içiyoruz...» Resûlülîah (a.s.) Efen­dimiz ona şöyle buyurmuştur: «Eğer başkasını bulamazsanız, on­ları su ile iyice yıkayınız...»[123]

Konuyla lgili" müctehid imamların ve ilim adamlarının ictihad, istidlal ve ihticaclan ve hadîsin açık delâletinden anlaşılan hü­kümler :

1- Gerek Kitap Ehli, gerekse müşriklerin kapları murdar sa­yılır.

2- Murdar  sayılan kapları  su ile temizlemek  gerekir ;

3- Buradaki  «yıkayınız»  emri vücüb ifade  eder.

4- Başka temiz kap bulunduğu takdirde  müşriklerin kapları kullanılmaz. [124]

 

Pisliği Gidermede Suyun Belirlenmesi:

 

a) İmam Ebû  Hanife'ye  göre, pisliği  gidermede mutlaka  su kullanmak şart değildir. Her ne kadar su en iyi paklayıcıysa da te­miz olan gülsuyu,  sirke ve benzeri sıvılarla da pisliği gidermekte bir sakınca yoktur. Çünkü İslâm Şeriatı pisliği temizlemede yalnız suyu belirlemiş olsaydı, birçok konularda zorluk ve sıkıntı başlar­dı. Onun için toprak, ateş ve istihale (kimyevi değişme) de temiz­leyiciler arasında kabul  edilmiştir. Amaç dokunan  necaseti teiniz bir şeyle  gidermektir.  Tabiatıyla su başta gelir.

b) Diğer üç mezhep imamları ise,    Resûlüllah  (a.s.)   nelerin neler ile temizleneceğim açıklamıştır. O, su ile temizleyin! buyur­duğu şeylerde elbetteki onunla temizlik yapmak gerekir; çünkü ora­da  suyun kullanılması belirlenmiştir. Toprak veya  ateşle temizle­nir, buyurduğu yerlerde de onlarla o gibi şeyleri temizlemeye ruh­sat verilmiştir,  şeklinde ictihadda bulunmuşlardır.

Kitap Ehli ve müşriklerin kaplarının necis olduğunun sebebi, onların domuz eti pişirip yemeleri ve şarap içmeleri gösterilir. Ne­cis sayılan bir şeyin bir kaba konulması veya onda pişirilmesi o kabı da necis yapar.

Bu gibi pislikleri gidermede suya öncelik verilir, yeni su bu­lunduğu takdirde gereken temizlik onunla sağlanır. Su bulunma­dığı takdirde  ateşte yakmakla da temizlik  sağlanabilir.

«Yıkayınız!» emrine gelince, her emir vücubu gerektirmez. Ama konu haramı gidermek, pisliği temizlemek olduğuna ve başka bir ka­yıt ta tasrîh edilmediğine göre, vücubu gerektirdiği kesinlik kazanır.

Başka kap bulunmadığı takdirde, onların kaplarını kullanmala­rı belirtilmiştir ki bu, Müslümanların daha çok birbirleriyle ticari anlaşmalarda bulunmalarına, ekonomik işbirliği kurmalarına yöne­lik bir uyarı mahiyetindedir.

Allah daha iyisini bilir... [125]

 

Necis Olan Yeri Çok Su İle Temizleme

 

İslâm Dini, yalnız elbiseyi, bedeni değil, oturduğumuz, bastığımız, üzerinde gezindiğimiz yerleri tertemiz tutmamızı emreder. Toprağa dokunan pisliğin nasıl, ne ile temizlenebileceğim bildirir. Bu konuda sahih rivayetler mevcuttur. Müctehid imamların, diğer ilim adamlarının delil gösterme bakımından dayandıkları hadîsler­den birkaçını nakledelim, sonra da gerekli açıklamaya geçelim:

«Ebû Hüreyre  (r.a.)'den    yapılan rivayete göre, diyor ki: Bir bedevî kalkıp Mescid'e bevletti   (idrarım boşalttı). Bunun üzerine (orada hazır bulunan)  insanlar onunla kavga etmek üzere hareke­te geçtiler. Peygamberimiz (a.s.) onu (kendi halinel bırakın, idrarı üzerine büyükçe bir kova  (veya ağzına kadar su dolu büyük bir kova)   su  dökün. Çünkü sizler ancak kolaylaştırıcılar  olarak gön-derildiniz, zorluk  çıkarıcılar olarak  gönderilmediniz.»[126]

Hadîs-î Şerifin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Yere dokunan sıvı bir necaset üzerine bol su dökmek te­ ili

2- însan idrarı necistir.  Bunda icma'  vardır.

3- Toprağa dokunan pislik rüzgarın kurutmasıyla veya günesin kurutup rengini değiştirmesiyle temizlenmez, su ile temizle­nir.

4- Dinî hükümleri  bilmeyenlere  bir şeyler  öğretirken şefkat ve  mülâyemet  göstermek sünnettir.

5- Dinde —esası zedeler mahiyette sakıncalı bir durum yok­sa— kolaylık gösterilir, zorluk ve sıkıntı çıkarılmaz.

6- Mescidlere her zaman saygı gösterip tertemiz tutmak vâ-bdir.

Müctehid imamlann ve diğer ilim adamlarının bu konudaki adislerle istidlal, ihticac ve görüşleri :

Yere dokunan necasetin temizlenmesi su ile gerçekleşir. Hadîs una delâlet etmektedir. Ancak Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf'a göre, üneşletme ve rüzgârın iyice esip kurutmasıyla da temizlenir.

İmam Şafiî ve îmam Mâlik'e göre, ancak su ile temizlenir. Bol lu döküp renk, koku ve diğer vasfı giderilir. îmam Ahmed b. Han-iel de aynı görüştedir.[127]

îmam Ebû Hanife ve talebesi Ebû Yusuf bu mevzuda şu hadisle stidlâl etmişlerdir:  «Yerin temizliği kurumağıdır...» [128].

Zeylâî, bu hadîsin garib olduğunu söyler.[129]. Abdurrezzak le kendi Musannaf inde Ma'mer'den, o da Eyyub'dan, o da Ebû Ka-.abe'den, «Cüfûfu'l- arzı tuhûruha (veya tahuruha)» lafzıyla riva­yet etmiştir ki, iki hadis manâ yönünden birleşir. «Yerin kuruması, önün temizliğidir veya onu temizleyicidir...»

Mescide bevl eden bedeviyle ilgili rivayetlere gelince, sadece su ile temizlenmesi değil, kazıp atılması, kazıp atıldıktan sonra üze­rine su dökülmesi gibi rivayetler de vardır ki bunların ikisi müs-ned, ikisi de mürsel yoluyladır. Müsned yoluyla gelen rivayetten birini Sem'ân b. Mâlik, Ebû Vâil'den, o da Abdullah'tan nakletmiş-dir: «Bir bedevi gelip Mescid'e bevl etti. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, emretti de o yer kazındı ve üzerine su döküldü.»

îbn Ebû Hatim kendi İlel'inde, Ebû Zer'â'nm, bu hadisin mün-ker olup kuvvetli olmadığını söylediğini belirtmiştir. Darekutnî de râvilerden   Sem'ân'm meçhul olduğunu söyler.

Müsned yoluyla gelen ikinci rivayet ise Abdulcebbar b. Alâ'-dan, o da îbn Uyeyne'den, o da Yahya'dan, o da Enes (r.a.)'den nak-letmiştir: «Doğrusu bir bedevi Mescid'e bevl etti. Bunun üzerine Peygamber (a.s.), onun (dokunduğu) yeri kazın, sonra da üzerine büyük bir kova su dökün! buyurdu.»   [130].

Darekutnî bu hadîsle ilgili şunu söylemiştir: «Abdulcebbar, îbn Uyeyne'ye karşı vehimde bulunmuştur. Çünkü İbn Uyeyne'nin as­habı ondan bu hadisi «yeri kazın» cümlesi yer almaksızın naklet-mişlerdir. Amr b. Dinar'ın ise ondan naklettiği rivayette bu cüm­leye yer verilmiştir.

Mursel olan iki rivayete gelince, onlardan birinin az önce Da-rekutnî'nin işarette bulunduğu Abdurrezzak'm kendi Musannaf-mda rivayet ettiği hadîstir. Diğeri ise Ebû Davud'un kendi Sünen'-inde Abdullah b. Ma'kal'den, «Bir bedevi namaz laldı...» cümlesiy­le başlayan ve son kısmında Hz. Peygamber'in (a.s.), «Onun bevl ettiği yerdeki toprağı alıp atın ve o yerin üzerine su dökün!..» bu­yurduğu hadîstir.

Ebû Dâvud bu rivayeti naklettikten sonra şöyle der -. «Bu, mür-seldir. Çünkü îbn Ma'kal, Peygamber (a.s.) Efendimiz'e ulaşma­mıştır.[131].

Görüldüğü gibi, Mescid'in bir tarafına bevl eden bedeviyle il­gili rivayetler arasında lafız ve mâna farkları mevcuttur. Bunların dışında şu rivayet de Enes b. Mâlik'ten (r.a.) yapılmıştır:

«Biz bir ara Mescid'de Resûlüllah (a.s.) Efendimizle beraber bu­lunurken, ansızın bir bedevi geldi ve kalkıp Mescid'de bevl etmeye başladı. Bunun üzerine Resûlülîah'm ashabı ona «vazgeç, vazgeç, yapma!» diye seslendiler. Resûlüllah (a.s.l Efendimiz, «onun bevlini (yarıda bırakıp) kesmeyin, bırakın (tamamlasın)!» buyurdu. Ashab da o bevlini yapıncaya kadar bıraktılar. Sonra da Resûlüllah (a.s.) onu çağırıp şöyle dedi: «Şüphesiz ki bu mescidler şu bevl ve pislikten hiçbir şeye yakışmaz, buralar ancak Allah'ı anmak, namaz kılmak ve Kur'ân okumak içindir.» (Veya Resûlülîah'm (a.s.) buyurduğu gibi...).

Sonra Resûlüllah (a.s.) oradaki topluluktan bir adama emretti, bir kova su getirip onun üzerine döktü...[132].

Hadîs muttafakun aleyhse de son kısmında «Şüphesiz ki bu mescidler...»  sözüyle başlayan   cümleleri   Buharı  almamıştır.

Konumuza mesned teşkil eden Ebû Hüreyre hadîsiyle Enes b. Mâlk'ten rivayet edilen bu hadîs, toprağa dokunan pisliğin su ile

kderiimesi hususunu  kuvvetlendirmektedir. Diğer  hadîslerin ise hhhat derecesi bunlar  kadar kuvvetli  değildir.

Bununla beraber müctehid imamlar hepsini dikkate alarak şu onucu çıkarmışlardır.

Malikî'lere göre, necis olan yerin üzerine, pisliği ve vasıflarını giderecek miktarda bol su dökülerek temizlenir. Şafiî'lere göre, yer, şarap veya sidik gibi bir necasetle pislenmiş ve dokunduğu kısım o pisliği emip içine almışsa, üzerine bol miktarda su dökülerek te­mizliği sağlanır. Emmemişse, dokunduğu yer kazınıp üzerine su dö­külür. Pislik kuru ise, toprağa bulaşma durumu olmamışsa, sadece oradan kaldırılıp atılmakla yetinilebilir. Bununla beraber üzerine su dökmek de iyi olur. [133]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- İnsan sidiği mutlaka necistir, dokunduğu yeri pis yapar.

2- Toprağa veya benzeri bir şeye dokunduğu takdirde su ile (temizlenir. Üzerine bol su dökülür. Toprağa nüfuz edip alta sızma [durumu varsa, o kısım kazılır ve sonra da üzerine su dökülür.

3- İmam Ebû Hanîfe'ye göre, böyle durumlarda sidiğin dokun­duğu yer bir süre güneşlenir veya rüzgâra terkedilirse, iyice kuru­duktan  sonra  temizlenmiş  sayılır.

4- Mescidler, Allah'ı anmak, namaz kılmak ve Kur'ân oku­mak içindir. Onların kutsallığını bu açıdan değerlendirmek gerekir.

5- Mescidlerin temiz tutulması  vâcibdir.

6- Dinde mümkün olduğu ölçüde kolaylık göstermek sünnet­tir.

7- Dinî esasları bilmeyenlere bir şeyler öğretilirken şefkat ve mülâyemet  göstermek   sünnettir.

8- Mescidleri pisletmek isteyenlere    engel    olmak sünnettir.

Ancak bunu yumuşak bir tavırla gidermekte büyük yarar vardır.[134].

 

Ayakkabını Altına Dokunan Necasetin Temizlenmesi

 

İslâm Dini, sadece beden, elbise ve oturulan yerin değil, cadd0 ve sokakların da temiz tutulmasını emreder. Pisliğin bulunduğu yerde sadece mikrop ve hastalık vardır; melek ve rahmet yoktur.!

Buna rağmen cadde ve sokaklarda yürürken ayakkabımıza pis­lik dokunabilir. Dinimiz bunun temizliği hususunda bir takım ko­laylıklar koymuş ve yollar göstermiştir. Önce konuyla ilgili mesned kabul edilen hadîs-i şerifi nakledelim, sonra da gerekli açıklaması­nı yapalım:

Ebû Hüreyre     (r.a.)'den    yapılan rivayette, Resûlüllah     (a,s Efendimizin şöyle buyurduğunu söylemiştir ;

«Sizden biriniz ayakkabıyla eziyet veren (bir pisliğe) basarsa, şüphesiz ki toprak onun için temizleyicidir.»  [135]

Diğer bir lafızla şöyle buyurulmuştur:

«Eziyet veren (bir pisliğe) ayakkablarıyla basarsa, o ayakkab-ların temizleyicisi topraktır.» [136]

Ebû Said (r.a.) 'den yapılan rivayette Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Sizden biriniz Mescid'e geldiğinde ayakkapları-nı çevirip baksın; bir pislik, murdarlık görürse, onu yere sürtsün, sonra da onlarla namaz kıIsın[137]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Ayakkaplarm altına  dokunan pislik, toprağa  sürtülmek-temizlenir.

2- Bu  hallerde toprak temizleyici  vasıtalardan biridir.

3- Ayakkaplar temiz olduğu takdirde çıkarılmadan namaz kı-aabilir.

4- Özellikle  cenaze  namazında ayakkapların altı  temizse çı-arılmadan namaz kılınır.

Müctehid imamların istidlal ve ihticacları :

a) Hanefîlere göre, dokunan pisliğin gözle görülen cirmi var-ıa, yaş olsun kuru olsun ayakkabı yere sürtülmekle temizlenir. birmi yoksa,  su ile yıkanması gerekir.[138]..

b) Şafiî'lere göre, ayakkabıya dokunan pislik kuru ise, ayak-babı yere sürtülmekle temizlenir, yaş pislik temizlenmez, yıkanma­sı gerekir.[139]

c) Malîkilere göre; temizlik genellikle su ile gerçekleştirilir, ancak hasır, mest ve ayakkabı gibi eşya hakkında varid olan te­mizlenme usûlü ne ise o uygulanır. Bununla beraber su ile onları yıkamak ihtiyata daha yakındır.  [140]

d) îmam Ahmed, Evzaî, Ebû Sevr ve îshak'a göre, pislik yaş olsun, kuru olsun ayakkabı toprağa sürtünmekle temizlenir.[141].

 

Tahliller:

 

Birinci hadîsi aynı zamanda İbn Seken, Hâkim ve Beyhâkî ri­vayet etmişlerdir. Ancak hadîs silsilesinde Evzaî üzerine ihtilâf va­ki olmuştur. İbn Mace ise bu hadîsi Ebû Hüreyre'den başka bir tarzda merfuan rivayet etmiştir ki tercemesi şöyledir: «Yolun bir kısmı bir kısmını temizler...» Bunun isnadı zayıftır. Birinci hadîsin isnadı ise meçhuldür.[142]. İkinci hadîsin rivayetinde ise Muham-med b. Aclan vardır ki Buharî ile Müslim onun rivâyetiyle ihticac etmemişlerse de birçok hadîs âlimleri onu güvenilir kabul etmiştir.

Ebû Sâîd'den rivayet edilen hadîse gelince, Hakim ve İbn Hib-ban da aynı hadîsi nakletmişlerdir. Ancak onun vasi ve irsalin-d e ihtilâf edilmiştir. Ebu Hatim kendi İlel'inde onun mevsuliyetini tercih etmiştir.[143].

Bu manâda Beyhaki Beni Abdileşel'den bir kadından rivayet etmiş, Darekutnî İbn Abbas'tan rivayetle ona yakın bir ifade nak-letmiştir ki hepsi de zayıftır, Ancak bunların biraraya gelmesi ve aynı manayı kuvvetlendirmesi ihticaca mesned teşkil etmiştir.

Ayakkabının dibine dokunan pisliğin yere sürtülmesiyle temiz­leneceği hakkında vârid olan hadîslerin kritiğini Zeylâî Nasbü'r-Raye'de yeterince yapmıştır. Geniş bilgi edinmek isteyenlere onu tavsiye ederiz,[144]. [145]

 

Çıkarılan Hükümler:

                                             İ

1- Sokak ve caddeleri temiz tutmak sünnettir.

2- Ayakkabıya  dokunan pislik,  yere  sürtülmek suretiyle  te­mizlenir.

3- Toprak  da  temizleyici vasıtalardan biridir.

4- Camilere girilirken ayakkaplann altına dikkat etmek sün­nettir. Murdar  ve tiksindirici  bir  şey dokunmuşsa onları giderip öylece içeri girmek tavsiye mahiyetinde Resûlüllah'ın (a.s.) emri­dir. [146]

 

Henüz Yemek Yemiyen Erkek Çocuğun  Çiş Yaptığı Yere Su Serpmek

 

Henüz süt emen çocuğun çişinin hafif necis olduğu üzerinde durulmuş, dokunduğu yere biraz su serpilmesinin yeterli olacağı bildirilmiştir. Mama ve yemek yiyen çocukların çişi, büyüklerin sidiği gibidir, yani ikisi de necis kabul edilmiştir. Ama mama veya yemek yemiyen, anne sütüyle beslenen çocuğun özellikle erkek ço­cuğun çişi bu ölçüde necis sayılmamıştır. Bunun iki sebebi vardır: Birincisi, elbise ve oturulan yerleri çocukların çişinden korumak çok zordur, dinimiz o bakımdan bir kolaylık getirmiştir. İkincisi, sözü edilen durumdaki çocukların çişleri, necaset kapsamına gir­meyecek kadar hafif ve zararsızdır.

Bu konuda ihticaca mesned teşkil eden yedi tane hadis-i şerifi aladıktan sonra delâlet ettikleri hükümleri açıklamaya çalışaca-

«Ümmü Kays bint Mihsen'den Cr.a.) yapılan rivayete göre, bu ,dm henüz yemek yemiyen küçük oğlunu alıp Resûlüllah (a.s.) iendimiz'e geldi. (Çocuğu kucağına alıp severken) Resûlüllah'm bisesine çişetti. Bunun üzerine su istedi, elbisesinin o kısmı üze-cıe serpti, yıkamada...» [147].

«Ali b. Ebî Talib  (r.a.) 'den yapılan rivayette Resûlüllah   (a.s.)

Efendimiz buyurdu ki: Süt  emen    erkek çocuğun çişi  üzerine su serpilir. Süt emen kız çocuğun çişinin dokunduğu yer yıkanır.»

Katade diyor ki, bu, onlar yemek yemedikleri takdirde öyledir. Mama veya yemek yiyorlarsa o takdirde çişlerinin dokunduğu yer yıkanır.[148].

«Hz. Aişe (r.a.)'dan yapılan rivayete göre, demiştir ki ^ lah (a.s.) Efendimiz'e bir çocuk getirildi, Efendimiz onun ağzına çiğnediği hurmadan sürerken üzerine çiş etti; bunun üzerine he­men arkasından su döktü.» [149].

Hadîsi Buharî rivayet etmiştir. Ahmed b. Hanbel ile İbn Mace de aynı rivayeti nakletmişler, ancak şu fazlalığı ilâve etmişlerdir : «yıkamadı...»

Müslim'in tesbitine göre: Çocuklar Peygamber (a.s.) Efendi­miz'e getirilir, o da onlar için feyiz ve bereketle dua eder, sonra da ağzında çiğnediği hurmadan onların ağzına sürerdi. Bu arada ona bir çocuk getirildi, üzerine çişetti. Su istedi, çişin dokunduğu yere akıttı, fakat yıkamadı.

Resûlüllah'a hizmet eden Ebu's-Semh, Peygamber (a.s.) Efen­dimizin şöyle buyurduğunu söylemiştir : «Kız çocuğun çişinden do­layı (elbise) yıkanır, erkek çocuğun çişinin dokunduğu yere su serpilir.» [150]

Ümmu Kürz el-Huzâîyye (r.a.) diyor ki : «Peygamber (a.s.) Efendimize bir erkek çocuğu getirildi, üzerine çişetti. Bunun üze­rine, o yere su serpilmesini emretti, böylece su serpildi. Kendisine bir kız çocuğu getirildi, derken üzerine çişetti, dokunduğu yerin yıkanmasını emretti, böylece o kısım yıkandı.»[151]

Yine Ümmu Kürz (r.a.)'dan yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir : «Erkek çocuğun çişine su serpilir, kız çocuğun çişitnin dokunduğu yer) yıkanır.»[152].

Ümmu'1-Fazl Lübabe bint el-Hâris (r.a.)'dan yapılan rivayette öyle demiştir: «Ali'nin oğlu Hüseyin (r.a.), Besûlüllah (a.s.) Efen-limiz'in kucağına çişetti. Bunun üzerine dedim ki: Ya Resûlelleh! bbiseni bana ver, başka bir elbise giyin de bunu yıkayayım... Bu­hurdu ki: Erkek çocuğun çişinden (dolayı) sadece su serpilir, kız gocuğun çişinden dolayı yıkanır...»[153].

Hadis-i şeriflerin açık delâletinden şu  hükümler  anlaşılmak­tadır:

1- Henüz süt emen erkek çocuğun    çişinin dokunduğu yere sadece su serpilir.

2- Süt emen kız çocuğun çişinin dokunduğu yer yıkanır.

3- Süt emmekle beraber arada mama ve benzeri şeyler yedi­rilen erkek çocuğun çişinin dokunduğu yer yıkanır.

4-Yeni doğan çocukların annelerinin  göğsünü  tutabilmeleri, için önce tatlı bir şey ağızlarına sürülür. Bu sünnettir. Peygamber

(a.s.) Efendimiz ağzına hurma alıp iyice çiğnedikten sonra onun az kısmını parmağıyla çocuğun ağzına sürer feyiz ve bereketle, hayr ve rahmetle dua ederdi. Bu hal ona mahsustur. Çünkü ağzın­da mutlak şifâ ve rahmet mevcuttu. Ümmeti ise, çocuğun ağzına sürecek tatlıyı kendi ağızlarına almadan sürmekle yetinir.

Müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının ilgili hadîslerin ışığında istidlal, ihticac ve görüşleri :

a) Hanefîlere göre, henüz süt emen çocuğun kız olsun erkek olsun çişinin dokunduğu elbise ve benzeri şey su ile yıkanır.[154].

b) Şafii'lere göre, erkek çocuk sadece  süt emiyor, mama ve benzeri  şeyler yedirilmiyorsa,  yaşı da iki yıh  aşmamışsa,  çişinin dokunduğu yere su serpilir, yıkanmasına gerek yoktur. Kız çocu­ğun ve bir de hunsa (eşcinsel) olanın —ana sütünden başka bir şey yedirilsin,  yedirilmesin—     çişlerinin dokunduğu elbise ve benzeri şeyler yıkanır. Şâfiîler Buharı ve Müslim'in Ümmu Kays'den yap­tıkları hadîsle istidlal etmişlerdir.[155].

c) Mâliki'lere göre, henüz mama ve yemek yedirilmeyen sa­dece ana sütü  emen erkek  çocuğun  çişinin  dokunduğu elbise ve benzeri şey üzerine su serpilir; kız çocuğun çişinin dokunduğu şey ise yıkanır. İmam Mâlik de Ümmu Kays bint Mihsen (r.a.)'dan ya­pılan rivayeti mesned seçerek istidlal etmiştir.[156].

d) Ahmed b. Hanbel de aynı hadisi ve diğer rivayetleri dik­kate alıp istidlal etmiştir, yani ona göre de, erkek çocuğun —henüz yemek yedirilmiyorsa— çişinin dokunduğu yere su serpmekle yeti-nilir; kız çocuğun ki ise yıkanır. [157]. Bu aynı zamanda Hz. Ali'­nin, Atâ'm, Zühri'nin, İshak'm ve İbn Vehb'm kavlidir, [158]

 

Tahlilleri;

 

Ümmu Kürz (r.a.)'den rivayet edilen iki hadiste inkıta' var­dır. Şöyleki, her iki hadîs Amr b. Şuyb tarikiyle rivayet edilmiştir ki Amr, ona yetişmemiştir.

Peygamberimiz'in (a.s.) hizmetçisi Ebu's-Semh (r.a.)'dan riva­yet edilen hadîsi Bezzar ve İbn Huzeyme de şu lâfızla nakletmişler-dir: «Ben Resûlüllah'a (a.s.l hizmet ediyordum; Hasan ile Hüseyin O'na getirildi. Peygamberin göğüs kısmına çişetti. Bunun üzerine ben yıkamak üzere gelip (yaklaştığımda), Peygamberimiz (a.s.) : Kız çocuğun çişinden dolayı yıkanır, erkek çocuğun çişinin dokun­duğu yer üzerine su serpilir, buyurdu.» el-Hâkim bu rivayetin sa­hih olduğunu tesbit etmiştir, Ebu Zer'â ile Hafız Bezzar, Ebû Semh'-in bundan başka rivayeti yoktur, o bakımdan pek tanınmaz, ismi anılmaz, demişlerdir.

Her ne kadar Ümmu Kürz'den rivayet edilen hadîslerde inkı­ta' varsa da diğer rivayetler onu te'yid etmektedir. Hepsi biraraya getirilince taşıdığı hükümler kuvvet kazanmakta ve istidlale mes­ned seçilmektedir. O bakımdan diğer üç mezhep imamları bu doğ­rultuda ihticac ve istidlal edip görüşlerini belirtmişlerdir. İmam Ebû Hanîfe ise, rivâyetlerdeki bazı hususları dikkate alarak kıyas yolunu tercih etmiştir.[159]. Yani erkek ve kız çocuğun çişi hüküm­de aynıdır.[160]

Süt emen çocuğun taam yememiş olması hususuna gelince, bu tabir üzerinde farklı görüşler ortaya konmuştur :

a) Emdiği ana sütünden ve doğduktan sonra ağzına sürülen rtlıdan başka  gıda maddeleri...[161].

b) Ana sütünden başka olan yiyecekler...

c) Çocuğun ana sütünden ve bir de ağzına sürülen tatlıdan aşka bir şey yemesi...

d) Müstakilen sütten başka yediği yiyecek.

Hafız  İbn Hacer,   (c)  maddesinin hadîsin delâletine daha uy-;un ve daha açık olduğunu belirtmiştir. [162]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Ana sütünden başka bir şey yedirilmeyen erkek çocuğun işinin dokunduğu yerin üzerine su serpilir.  (Şafiî'lere göre, iki ya-ını aşmamış olması, kaydı söz konusudur).

2- Sadece ana sütü emsin veya başka bir şey yesin, iki yaşını işmiş olsun olmasın kız çocuğunun çişinin dokunduğu yer yıkanır. (İmam Ebü Hanîfe'ye göre, her ikisinin de yıkanır.

3- Yeni doğan çocuğun ağzına tatlı sürmek sünnettir. Ayrıca onun için feyiz ve bereketle, hayır ve rahmetle dua  edilir.

 

Eti Yenen Hayvanların Sidiğiyle İlgili Ruhsat

 

Eti helâl olan hayvanların teri ve salyası necis sayılmadığı gi­bi, sidikleri de necis sayılmamıştır. İslâm, faydalı olanı helâl ve mu­bah kılar; zararlı olanı haram ya da mekruh sayar, kaidesinden hareketle eti yenen hayvanların sütünde besleyici maddeler ve şi­fâ bulunduğunda şüphe yoktur. Bazı hastalıklar için sidiklerinde de şifâ vardır.

Önce ilim adamlarına mesned kabul edilen ilgili hadisi nak­ledelim, sonra da gereken açıklamayı  yapalım -.

Enes b. Mâlik (r.a.) 'den yapılan rivayete göre, diyor ki: «Ukül veya Ureyne kabilesinden ondan az bir gurup insan Medine'ye gel­diler, (ama) Medine'de kalmaktan hoşlanmadılar. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, (onların yakalandıkları karın ağrısını ve sindirim bo­zukluklarını dikkate alarak) onlar için sütü olan dişi develeri em­retti ve (Medine'den dışarı) çıkmalarını, o develerin sidiklerinden ve sütlerinden içmelerini tavsiye buyurdu.» [163].

Ayrıca Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in onlara: «Koyun ağılında namaz kılınız!» buyurduğu rivayeti de vardır.[164]

Bunu kuvvetlendiren diğer iki hadîs ise şöyledir:

«Müslümanlar develerin sütleri ve sidiklerîyle kendilerini teda­vi ederlerdi.» [165]

«Şüphesiz ki develerin sidiklerinde ve sütlerinde şifâ vardır!»[166]

Hadîslerin delâlet ettiği açık anlatımdan şu hükümler anlaşıl­maktadır :

1- Deve sütünde şifa vardır. Özellikle, sindirim sistemi bozuk olanlar için çok yararlıdır.

2- Yine karın ağrısı ve bozulan sindirim sistemi için deve si­diği yararlıdır.

3- O halde deve sidiği necis değildir.

4- Diğer eti yenen hayvanların sidiği buna kıyas edilir. Hadîslerin ışığında müctehid imamların istidlal ve ihticacları:

a) Hanefî'lere göre, eti yenen hayvanların sidiği «necaset-i hafife» kısmına girer. At'm sidiği de öyle. Bunların dokunduğu el­bise veya bedene bakılır, elbisenin veya bedenin dörtte birinden az kısma dokunmuşsa, namaza engel değildir; dörtte birine veya faz­lasına dokunmuşsa, yıkanması  gerekir.[167].

Çünkü îraam Ebû Hanîfe'ye göre, galiz necaset hakkında nass ârid olan pisliktir. Hafif necaset ise, taharet ve necaseti hakkında ü nassm taaruz ettiği şeydir. Eti yenen hayvanların sidiği hakkın-İa iki ayrı nass bulunduğunu dikkate alan imam, bunu hafif ne-aset bölümüne sokmuştur. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'-ı göre, galiz necaset, üzerinde ittifak edilenidir. Hafif necaset, üze-inde ilim adamlarının ittifak etmediğidir.[168].

b) Mâlikî'lere, Hanbelî'lere ve Şafiî'lerden İbn Huzeyme,  İbn Uünzir ve İbn Hibban'a göre,  eti yenen hayvanların sidiği temiz-iiir. Nitekim İmam Nahaî ve İmam Evzaî de aynı görüştedirler.

Bu konuda nass sadece deve sidiği hakkında varid olmuşsa da iiğer eti yenen hayvanlar buna kıyas edilerek hükme bağlamıştır... '[169].

c) îbn Teymiye, «Ashab-ı Kirâm'dan hiçbiri deve disiğinin ne-cis olduğunu söylememiştir*   diyerek     diğer üç müctehid imamla birleşmiştir.[170].

d) İbn  Münzir,  «deve sidiği sadece  Ureyne kabilesine  men­sup bir grup insana has bir hükümdür»    diye iddia eden olursa, isabet etmiş olur; çünkü  hasâis   ancak delil ile sabit olur, diye­rek görüşünü belirtmiştir.

Şevkanî de eti yenen her hayvanın sidiğinin temiz olduğunu söyleyerek üç mezhebin görüşüne katılmıştır.[171].

Haramda şifâ yoktur:

Haramda şifâ bulunmadığı, genel kaidelerden biridir. Çünkü Allah ve Peygamberi içinde cidden şifa bulunan bir nesneyi haram kılıp yasaklamaz. Bazı harara maddelerde şifa arayanlar veya id­dia edenler hep aldanmışlardır. Ancak unutmamak gerekir ki, ha­ramda hiç şifâ yoktur, demiyoruz, belki şifa olacak bir yanı bulu­nabilir, ama zararlı yanı çok daha büyük ve tehlikelidir. Az hayr için çok şerre gidilmez. Az serden dolayı çok hayr terkedümez.

Eğer deve sütü ve sidiğinde şifadan ziyâde zarar ve şer bulun­saydı, herhalde Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, sindirim sistemleri iyi­ce bozulup hastalanan o bedbaht adamlara tavsiye etmezdi.

Nitekim Süveyd el-Hadremî'den yapılan rivayete göre, demiş­tir ki: — Resûlüllah (a.s.) EfendiımVe, «Ya Resûlellah! Gerçekten bizim bulunduğumuz bölgede çeşitli üzümler var ki, biz onları sı­kıp (içki yaparak) içiyoruz» (devam edelim mi?) «Hayır!..» diye buyurdu. Ben tekrar müracaat ettim, O yine «Hayır!..» buyurdu. Ben, «Ya Resûlellah! Doğrusu biz o sıkılan (içkiyle) hastamıza şifa arıyoruz» dedim. Buyurdu ki -. «O hastalıktır, şifâ değildir...»[172].

Nitekim Abdullah  Cb. Ömer)   (r.a.)  şöyle demiştir:

—« Allah murdar şeyde veya haram kıldığı mesnede şifa mey­dana getirecek değildir.»

Hz. Ayşe (r.a.) validemiz de şöyle dua etmiştir: «Allah'ım! şa­rapta  (alkollü maddelerde)   şifa  arayana sen şifa verme!..»[173].

îbn Abbas (r.a.)'dan yapılan rivayete göre, Resûlüllah (a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur: «Şüphesiz ki develerin sütlerinde ve sidiklerinde ciğer ve karın hastalığına karşı şifâ vardır.»[174].

Deve sidiği hakkında vârid olan diğer hadîsler ve aralarındaki (nüans) farkları:

Bu konuda Müslim'in Câbir b. Semure'den, Ebû Davud'un el-Berâ'dan rivayet ettikleri hadîs hakkında Ahmed b. Hanbel, îshak ve İbrahim şöyle demişlerdir : «Bu babda sahih olanı, Bera' b. Âzıb'-ın ve Câbir b, Semure'nin hadîsleridir.» Nitekim; deve sidiğinin te­miz olduğunu kabul edenler, bu iki hadîs ile istidlal etmişlerdir.

Darekutni'ye göre, sözü edilen iki hadîsle birlikte, «Eti yenen hayvanın sidiğinde bir sakınca yoktur...» mealindeki hadîsle istid­lal edilmiştir. Ancak bu son hadîsin râvileri arasında Amr b. el-Hüseyn bulunuyor ki, bu zât oldukça zayıftır. Ezdi de onun zayıf olduğuna kaildir.

îlim adamları deve sidiği hakkında hayli farklı görüşler, kıyas­lar ve yorumlar ortaya koymuşlardır. Kimine göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz her türlü habis (haram ve murdar) ilâcı yasakla­mıştır. O halde bir şeyin ilâç olarak kullanılmasının yasaklanması onun necis olduğunu gerektirir; mubah sayılması ise helâl olduğu­nun lüzumunu belirtir.  Deve    sidiğinin    tedavide  kullanılmasının mubah kılınması onun temiz olduğunun delilidir. Sonuç olarak, eti yenen hayvanların sidiği deve sidiğine kıyasla temizdir.

Kimine göre ise, böyle bir mantıksal kıyas ihtiyari hallerle il­gilidir; zarurî hallerde ise, mahzurlu şeyler mubah sayılır Deve si-diğiyle tedavi cihetine gidilmesi, zarurî hallerle ilgilidir; çünkü o gün için o grup hasta insanı başka bir şeyle tedavi etme imkânı mevcut değildi. O halde eti yenen hayvanların sidiği deve sidiğine kıyas edilerek temiz sayılır.

Birinci görüş ve yorum ağırlık kazanmıştır. Müctehid imamla­rın çoğu hadîslerin sıhhatim dikkate alarak istidlalde bulunarak de­ve sidiğinin temiz olduğuna kail olmuşlardır. Nitekim az yukarıda onların görüş ve istidlallerini açıklamış bulunuyoruz.

Bugün için üzerinde durulacak tek şey, deve sidiğinin kimyevî tahlilinin yapılması, sindirim sistemi üzerindeki olumlu te'sirlerinin ortaya çıkarılmasıdır... [175]

 

Çıkarılan Hükümler-

 

1- Deve sidiği tedavide kullanılabilir.

2- Eti yenen diğer hayvanların sidiği ise tedavide kullanılma­sa bile necis sayılmaz.

3- Deve sütünün mide hastalıklarına iyi geleceği, Resûlüllah'-ın (a.s.) tavsiyesi cümlesindendir.

4- îmam Ebû Hanîfe ve bazı arkadaşlarına göre,  deve sidiği dahil olmak üzere eti yenen hayvanların sidiği hafif necaset kap­samına girer. Dokunduğu kısmın dörtte birinden az bir yeri kaplı­yorsa, namaza engel sayılmaz, dörtte bir miktarım buluyor ve aşı­yorsa, engel sayılacağından yıkanması gerekir. [176]

 

Tenasül Aletinden Akan Mezyi

 

Bilindiği gibi, ön ve arkadan çıkan şeyler iki kısma ayrılır -. Bi­ri mu'tad, diğeri gayr-ı mutad olan şeylerdir. Mutad şekilde çıkan şeylerden dolayı bazan gusül gerekir, bazan da sadece abdest ge­rekir. Abdest gerektiren şeyler daha çok şu üç sıvıdır: İdrar, mezyi ve vedyi... İdrar herkesçe bilinen bir sıvıdır. Mezyi, ince sarı bir su-

dur ki, şehevi lezzet duyulduğunda akar. Vedyî ise, beyazca kaün bir sıvıdır ki,  çoğu zaman idrardan sonra akar.

Mezyi veya medyi akınca gusül mü gerekir, abdest almak mı icab eder? Bunun cevabını vermeden önce ilgili hadîsleri naklede­lim :

Sehl b. Hüneyf den  (r.a.l   yapılan rivayette diyor ki:          

- Mezyi'den dolayı akıntı ve meşakkatla karşılaşır ve bu yüz­den çokça yıkanırdım. Bu halimi Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e an-latam, buyurdu ki: «Ondan dolayı sadece abdest alnlaıı yeter...»

- Bunun üzerine dedim ki: «Ya Resûlellah! ondan elbiseme dokunan il oîur?» Buyurdu ki : «Bir avuç su alıp ondan elbisene dokundu-;u yere, gördüğün kadarıyla serp...»[177]

Aynı hadisi el-Esrem şöyle rivayet etmiştir ;

  Ben nıezyiden dolayı hayli sıkıntıyla karşılaşıyordum. O se-)eple Peygamber   (a.s.)    Efendimiz'e geldim ve Ona  (durumumu) miattım. Buyurdu ki : «İki avuç dolusu su alıp onun üzerine serp-ben sana yeter...» [178]

Hz. Ali b. Ebî Tâlib  (r.a.)'den, demiştir ki :

  Ben çok mezyisi akan bir adam idim, Peygamber (a.s.) Efen-dimiz'den  (bu hususu)   sormayı unatımyorduni; o sebeble Mikdad b. Esved'e Peygambef'cten sormasını söyledim, o da sormuş ve Pey­gamberimiz (a.s.) şöyle buyurmuştur : «Onda abdest vardır»  (yani sadece abdest bozulur ve namaz için abdest almak gerekir).[179]

Müslim'in yaptığı rivayette ise şu cümle yer almaktadır : «Te­nasül aletini yıkar ve öylece abdest alır...»

Ahmed b. Hanbel ile Ebû Dâvut'un yaptıkları rivayet ve tesbit-te ise, şu cümlelere yer verilmiştir : «Tenasül aletini ve erkeklik be­zini yıkar, öylece abdest alır...»

Abdullah b. Sa'd'den (r.a.) yapılan rivayette demiştir ki :

  Resûlüllah (a.s.)    Efendimiz'den sudan sonra    gelen sudan (idrardan sonra gelen sıvıdan)  sordum. Buyurdu ki ; «O mezyiden bir kısımdır ve her erkek hayvandan mezyi gelir. O bakımdan ter­cini (tenasül aletini) ve erkeklik bezini yıkar ve namaz için alman abdest gibi bir abdest alırsın.»[180].

Hadîs-i şeriflerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmakta-dir:

1- Şehevi bir duygudan sonra akan ince sarımsı bir su (mezyi) dan dolayı gusül gerekmez.

2- Mezyin akmasıyla abdest bozulur. Namaz için yeniden ab-det almak gerekir.

3- Mezyi aktıktan sonra o nahiye üzerine su serpilir. Çünkü akan bu sıvı da necis kabul edilmiştir.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla­rının istidlal, ihticac ve görüşleri :

a) Meniy dışında akan mezyi ve vedyi'den dolayı gusül gerek­mez. Abdest bozulur. Mezhepler bu hususta müttefiktir, aynı zaman­da icma' vaki olmuştur.[181].

b) Mezyi necistir. O bakımdan dokunduğu yer üzerine su ser­pilir. Mezhep imamları bu hususta da görüş birliği içindedir. Sade­ce îmamiyye buna muhalefet ederek,    «eğer mezyi necis  olsaydı, herhalde dokunduğu yerin yıkanması    gerekirdi, oysa Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, üzerine su serpiniz, buyurmuştur.

îmamiyye'nin bu yolda ki kıyası isabetli değildir. Çünkü dinde öyle konular var ki, biri diğerine kıyas edilemez, şârı'm beyanına uyularak amel edilir. Meselâ, ayakkabımn altına dokunan necase­tin su ile değil, yere sürtmekle temizleneceğini Resûlüllah (a.s.) be­yân buyurmuştur. Necaset olduğu için onu diğer eşyaya dokunan pislikle kıyas edip herhalde yıkanması gerekir diye bir sonuç çıka­ramayız...

c) Mezyi'nin çıktığı yer ile o nahiye üzerine su serpilir. Elbi­seye dokunduğu takdirde, üzerine su serpmekle temizlenir mi? Bu hususta farklı ictihadlar vardır:

a) İmam  Şafiî'ye göre,  o elbisenin  mezyi dokunan  kısmının yıkanması gerekir. Nitekim Müslim ve Ahmed b. Hanbel'in rivayet­lerinde, «tenasül aletiyle erkeklik bezini yıkar...» cümlesi yer almak­tadır. Oysa cumhur buradaki «yıkar» sözünü, su serper manâsına hamletmiştir. Çünkü diğer sahih hadîslerden birincisinde   (147 no-lu hadîs)  «Bir avuç su alıp ondan elbisene dokunan kısma görebil­diğin kadarıyla  serp...»  buyurulmuştur.

b) Mâliki'lerle Hanbelî'lerden bir kısmı ve îmam Evzâî, mez­yiden dolayı tenasül aletiyle erkeklik bezlerinin tamamım yıkamak veya üzerine su serpmek gerekir.[182]Cumhura göre ise,  sadece bu nahiyede mezyin dokunduğu yer yıkanır, yani üzerine su serpi­lir. İbn Hazm de aynı görüştedir.

Bu konuda rivayet edilen hadîsler ve aralarındaki (nüans) farklan, diğer yandan Hanbelî'lerin ictihad ve görüşünü yansıtan U'CEMÜT-FIKHİL-HANBELÎ'de el-MUĞMİJden özetlenerek şöyle niliyor:

«İnsanın  ön ve arkasındaki tabii yollardan çıkan  idrar, dışkı mezyi veya medyi veya kan bunların hepsi necistir, Mezyi  (yi filizlemede)  su serpmek kâfidir.  Bazısına göre,  onu da yıkamak icibdir.»[183]

Mezyi konusunda ağırlığı, Hz. Ali'den yapılan rivayetler oluş-iruyor. Ebu Cafer el-Ezdi et-Tahâvî sekiz kadar rivayeti şu fark-ırla tesbit edip  nakletmiştir:

1- Râfî' b. Hudayc'den yapılan rivayete göre, Hz. Ali (r.a.), mmar vasıtasıyla Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den mezyi hakkın-a sormasını istemiş, Peygamberimiz (a.s.), «tenasül aletini yıkar e abdest alır» diye cevap vermiştir.

2- İbn Abbas'dan yapılan rivayete göre, Hz. Ali bir adam va-ıtasıyla mezyi hakkında  Peygamber   (a.s.)  Efendimiz'den  sordur-iuş, Peygamberimiz  (a.s.)  «onda abdest vardır» buyurmuştur.

3- Hz. Ali (r.a,) aynı şeyi Mikdad b. el-Esved (r.a.) vasıtasıyla 'eygamber   (a.s.)   Efendimizden sordurmuş,  Peygamberimiz   (a.s.), Her erkekden mezyi gelir. Meni olursa, onda gusül vardır. Mezyi lursa, onda abdest vardır» buyurmuştur.

4- Ebu    Abdurrahman'dan    yapılan rivayette,  Hz.  Ali  (r.a.) öyle demiştir: «Ben çok mezyisi olan bir adamdım. Yanımda Pey-;amber'in kızı bulunuyordu,    (o bakımdan kendim sormaya utan-lım). Peygamber'e haber gönderip (sordurdum). Buyurdu ki: «Ab-lest al ve orasını yıka...»

5- İbn Ebî Leylâ'dan yapılan rivayette Hz. Ali (r.a.)  diyor ki: «Peygamber  (a.s.)   Efendimiz'den mezyi  hakkında  soruldu; buyur-iu ki: «Onda abdest, menî'de gusül vardır.»

6- Hâni' b. Hani'den yapılan rivayete göre, Hz. Ali   (r.a.)  de­niştir ki: »Ben çok mezyisi  olan bir adamdım. Mezyim  geldikçe ^uslederdim. Peygamber  (a.s.) Efendimiz'e sordurdum. Buyurdu ki: *Onda abdest vardır...»

7- Husayn b. Kubeyse'den yapılan rivayete göre, Hz. Ali (r.a.) iemiştir ki: «Ben çok mezyisi olan bir adamdım. Peygamber'e (a.s.) sordum, buyurdu ki: «Mezyi gördüğün zaman abdest al ve tena­sül aletini yıka. Meniy gördüğünde guslet...»[184],

| Görüldüğü gibi, rivayetlerin hemen hepsi, mezyiden dolayı sa-iece abdest gerektiğini, guslü icap ettirmediğini ifade etmektedir. Saniyen tenasül aletinin yıkanması emredilmiştir. Bu, mezyin ne-cis olduğuna delâlet eder.

Diğer bir husus ise, Hz. Ali'den bu konuyu işitenlerin (nüans) farkıyla ifadelerindeki farklar söz konusudur. Ancak asıl temada bir değişiklik yoktur.

Sadece konunun başlangıcında Sehl b. Hüneyf den yapılan ri­vayet zincirinde Muhammed b. İshak yer almaktadır ki, bu zat za­yıf kabul edilir. Çünkü isnadda tedlîs yaptığı bilinmektedir[185].

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Şehevî duygudan dolayı akan ince san bir suya «mezyi» de-inir. Bundan dolayı gusül gerekmez,  sadece abdest gerekir.

2- Mezyi cumhura göre necistir. Ancak temizlenme hususun­da kıyasa değil, şâirin beyanına göre amel edilir. O bakımdan tena­sül aletini yıkamak veya o nahiyeye su serpmek kâfidir. Elbiseye dokunan kısmı yıkamak gerekir.

3- Gençlerde sık sık görülen böyle bir duruma dinimiz kolay­lık getirmiş, hem gusül gerektirmediğini, hem de o nahiyeye biraz su serpmekle pisliğin kalkacağını hükme bağlamıştır.

4- Ön kısma su serpilmesinin bir başka yararı, abdestten son­ra yeni bir ıslaklığın meydana gelme şüphesini kaldırmaktır.

5- Kayınpedere karşı saygılı olmak, cinsel konuları onun ya­nında konuşmamak müstehaptır,  ahlâkî adaptandır.[186]

 

Meni Hakkında Varid Olan Rivayetler

 

İslâm Dini. temizlik, sağlık ve ibâdeti birleştirip ahlâk, adalet ve zilet rayına oturtmuştur. Bunlar birbirini tamamlayan unsurlar-ir. Hepsi bir araya gelince bütünlük arzeder ve asıl amacına ulaş-rılmış olur.

Az yukarıda kısmen belirttiğimiz gibi, mutad yoldan akan dört yrı sudan dolayı ya abdest almak, ya da gusletmek gerekir. Mezyi bdest almayı gerektirenlerden biridir, Medyî de onun gibi. Menî'-e gelince, o guslü gerektiren sıvıdır. Dördüncüsü ise idrardır ki, nunla ilgili hükümleri nakletmiş  bulunuyoruz.

Meni daha çok şehvetle fışkırıp tabii yoldan dışarı çıkan ka-ın san bir sıvıdır. Gerek temizlik, gerek sağlık, gerekse ibâdet yö-ıünden önemli bir olaydır. O bakımdan dinimizde onunla ilgili ay-ı bir bölüm meydana getirilmiştir.

Konuya mesned teşkil eden ve ilim adamlarının istidlal ve ih­raçlarına kaynak seçilen hadisler şunlardır :

Hz. Ayşe (r.a.) 'dan yapılan rivayette demiştir ki:

— «Resûlüllah    (a.s.)    Efendimiz'in   elbisesindeki   meniyi oğup çitüerdim, sonra da kalkıp gider ve o elbiseyle namaz kılardı.»[187]                   

Ahmed b. Hanbel'in naklettiği rivayette ise şöyle demiştir :

—«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz elbisesindeki meniyi İzhir otu­nun köküyle alıp giderir, sonra da o elbiseyle namaz kılardı? ayrıca meni kuruyunca onu elbisesinden atıp giderdikten sonra o elbisey­le namaz kılardı.»

Buhari ve Müslim'in ittifakla aldıkları rivayette Hz. Ayşe (r.a.) şu lafızla demiştir ki :

«Ben, Resûlüllah'm (a.s.) elbisesindeki meniyi yıkardım, o da hemen sonra namaza çıkar da elbisedeki yıkamanın eseri (ıslak kı­sım olarak) kalırdı.»[188]

Darekutnî'nin Hz. Ayşe (r.a.)'dan yaptığı rivayette ise, şöyle demiştir:

—«Resûlüllah'ın (a.s) elbisesindeki meniyi kuruduğu zaman oğup eltilerdim. Yaş olduğu zaman yıkardım.»

Ayrıca bu konuda İbn Abbas (r.a.)'dan yapılan rivayette, de­miştir ki :

«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den elbiseye dokunan meniden so­ruldu. Buyurdu ki : O ancak sümük ve balgam mesabesindedir. Onu bir bez parçasıyla silmen ve îzhir otuyla gidermen sana yeter.»[189]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Elbiseye dokunan meni şu üç şeyden biriyle giderilip te­mizlenir : a) Su ile yıkamak, b) kurumuşsa oğup çitilemek, c) bir bez veya benzeri şeyle alıp gidermek...

2- Bu duruma göre, meni necis midir, değil midir? Müctehid İmamların bu husustaki ictihadlan farklıdır. Necistir diyenler ol­duğu gibi, temizdir,  diyenler de var.

3- Üzerindeki meni oğulnmş veya bir bezle giderilmiş elbisey­le namaz kılınır.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamları­nın ietihad, istidlal ve ihticacları:

a) İmam Ebû Hanîfe ve İmam Mâlik'e göre meni necistir.

b) İmam Şafiî ve îmam Ahmed'e göre, temizdir.

d) İmam Ebû Hanife'ye göre, elbiseye dokunan meni kuru-ıuşsa, —hadîslerde belirtildiği gibi— üç şeyden biriyle temizlemek terekir. Temizlenmeyip dirhem veya aya miktarım aşarsa namaza İngel teşkil eder. Yaş ise, su ile yıkanması gerekir.[190]

İmam Mâlik'e göre, yaş olsun, kuru olsun elbiseye dokunan me-liyi yıkamak gerekir, oğmak ve çitilemek, ya da bir bezle gidermek reterli değildir.

e) İmam Şâifcî ve tmam Ahmed'e göre meni temiz olmakla be-[aber üç şeyden jjbirîyle giderilmesi sünnet veya müstehabdır.

Elbiseye dokunan meninin herhalde yıkanmasını öngören ilim idamlarının mesned olarak seçtikleri şu hadîsin râvileri arasında Sabit b. Hammad bulunuyor ki, bu zat cidden zayıftır. Böylece aşa-jıdaki hadisin zayıf olduğu kabul edilmiştir.

Sâîd b. Müseyyeb'in Ammar  (r.a.Vdan yaptığı rivayette, diyor ki:

—«Bineğime ibrikteki sudan içirdiğim bir sırada Resûlüllah (a.s.) Efendimiz yanımdan geçiyordu, derken öksürdüm ve ağzım­dan çıkan sıvı elbiseme dokundu. Ben de yıkamaya yöneldim. Bu­nun üzerine Resûlüllah (a.s.î Efendimiz şöyle buyurdu: «Ya Am­mar! Senin tükürüğün de balgamın da, göz yaşın da, ibriğindeki su mesabesindedir. Elbise ancak şu beş şeyden dolayı yıkanır i İdrar, dışkı, menî, kan ve kusmuk...»[191]

Ayrıca Zeylâî bu hadîsle ilgili yaptığı araştırma neticesini şöy­le belirtiyor: Ben bu hadîsi, Hafız Bezzar'm sahih kabul edilen müs-nedinin iki ayrı. nüshasında buldum ki, Sabit b. Hammad'dan ri­vayet ediliyor ve içinde menî'den bahsedilmiyor, sadece dört şey zikrediliyor: Dışkı, idrar, kusmuk ve kan...»[192]

Diğer yandan Beyhakî Sünen-i Kübrâ'smda, diğer sıvılar dışın­da su ile temizlik babında şöyle diyor: Ammar b. Yâsir'in (r.a.) Peygamber (a.s.) Efendimiz'in ona: «Ya Ammar! Senin tükrüğün de, balgamın da, göz yaşın da ibriğindeki su mesabesindedir...» me­alindeki söylediği hadis batıldır, hiçbir aslı yoktur... Çünkü Sabit b. Hammad bunu Ali b. Zeyd'den rivayet etmiştir ki, Ali b. Zeyd'in

rivâyetiyle ihticac edilmez... Sabit b. Hammad ise uydurma hadîsle ittiham edilenlerdendir...

Netice olarak sümük veya tükrük, ibrikteki su mesabesindedir, sözü, bunların necis olmadığını beyân içindir... [193]

Sonuç olarak, meninin oğulup çitilenmesi veya su ile yıkan­ması arasında bir münaferet olmadığını Hafız el-Feth'de şöyle açık­lıyor : «Bu konuda yıkama hadîsiyle oğup çitüemek hadîsi birbi­rine muarız değildir; ikisi arasını cem'etmek çok açıktır: Meniyi temiz kabul edenlere göre, dokunduğu elbiseyi yıkamak vâcib de­ğil, müstehabdır. Buradaki emir ve tavsiye nezafeti sağlamaya yö­neliktir. Nitekim îmam Şafiî ve İmam Ahmed bu yolu seçmişler­dir. Menî'yi necis kabul edenlere göre ise, yıkama emri veya tavsi­yesi, yaş bulunduğu durumla ilgilidir, oğma veya izhir ile giderme emri kuru bulunduğu durumla alâkalıdır.[194]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Menî temizdir, dokunduğu yeri necis  yapmaz,  sadece -ne-zafet bakımından o yeri yıkamak, kurumuşsa oğmak müstehabdır. (Bu, İmam Şafiî ile îmam Ahmed b. Hanbel'in içtihadıdır).

2- Menî necistir, dokunduğu yeri murdar yapar, o bakımdan ıslaksa yıkanması, kurumuşsa oğulup çitilenmesi gerekir.  (Bu İmam Ebû Hanîîfe'nin içtihadıdır).

3- İmam Mâlik bu konuda  «İâdetül-cünübi es-salâte...^  bah­sinde Hz. Ömer'in ihtîlâm olduğunu elbisesinde gördüğü ıslaklıktan anlayınca,  kıldığı namazı iade etmiş,  aynı zamanda elbisesinin o kısmına yıkamıştır, rivayetine dayanarak, meninin dokunduğu ye­ri —ıslak olsun, kuru olsun— yıkanır, hükmünü getirmiştir.[195]

 

Akıcı Kanı Olmayan Canlı, İçine Düşüp Öldüğü Sıvıyı Murdar Yapmaz

 

Sinek ve benzeri haşere sür'âtle çoğalma isti'dadı taşırlar. Ev­leri ve çevreyi onlardan tamamıyla korumak çok zor bazan da im­kânsızdır, însan sağlığını tehdid eden zararh şeylerle mücâdele sün­nettir. Bununla beraber yiyecek ve içeceklerimize konan, hatta içine

işüp ölen sinek ve benzeri akıcı kam olmayan haşere ile karşıkar-va bulunuyoruzdur. Dinimiz her konuda olduğu gibi bu hususta a, kolaylık getirmiş ve ilmin ancak çözebildiği fikirler vermiş, aras­talara ışık tutmuştur. Çünkü Allah'ın insanlığa son mesajı olan ûâmiyet, medeniyetlerin, ilimlerin ve çağları önünde gitmektedir.

Başta sinek olmak üzere birçok haşere mikrop taşımaktadır. pislikten pisliğe uçuşup konan sineklerin ayaklarıyla, hortum ve kanatlarıyla nasıl zararlı bakteriler, mikroplar taşıdığını anlatma-ra gerek yoktur. Gerçi insanların çoğu bu tür mikroplara karşı nuâfiyet kesbetmiştir. Ona rağmen tehlikesizdir denilemez. Ce-lâb-ı Hak, her derdin dermanını, her hastalığın şifâsım ve her mik-fobun çaresini yaratmıştır. Araştırmasını, incelemesini, tahlilini ise İnsanoğluna bırakmıştır.

Resûlüllah (a.s.) Efendimizin, sinekle ilgili yaptığı uyarı, bunun kçık örneklerinden biridir. Önce hadîs-i şerifi nakledelim, sonra da onun ışığında beliren görüş ve ictihadları, istidlal ve ihticacları açıklayalım:

Ebu Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimizin şöyle buyurduğunu söylemiştir :

«Sinek sizden birinizin içeceğine düşecek olursa, onun tama­mını o içeceğe daldırdıktan sonra çıkarıp atsın; çünkü gerçekten onun kanatlarından birinde şifâ, diğerinde hastalık vardır.  (163).[196]

Aynı hadîsi muhaddisler az farklı lâfızlarla şöyle rivayet et­mişlerdir :

— Ebû Sâid (r.a.)'den yapılan rivayette: «Sineğin kanatların­dan birinde zehir, diğerinde şifâ vardır. Yemeğe düştüğünde, onu o yemeğe daldırın. Çünkü sinek önce zehiri, sonra şifâyı kullanır.»

şeklindedir. Aynı lâfızlarla Nesâî, İbn Hibban, Beyhakî'de rivayette bulunmuşlardır. İsnadı sahihtir.

Ebu Davut, İbn Huzeyme ve îbn Hibban ise şu değişik lâfızlar­la rivayet etmişlerdir: «Çünkü gerçekten sinek, şifâ bulunan kana­dını korur, o bakımdan tamamını daldırdıktan sonra çıkarıp atsın.»

Dâremî ile İbn Mâce de buna çok yakın lâfızlarla rivayet etmiş­lerdir. İbn Seken ise şu lâfızlarla tesbit ve rivayette bulunmuştur : «Sinek sizden bîrinizin -kabına düşecek olursa, onu iyice daldırsın içine; çünkü gerçekten onun kanatlarından birinde hastalık, diğe­rinde şifâ vardır.»

Hadis-i Şeriflerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmak­tadır :

1- Az su, akıcı kanı olmayan bir canlının ölmesiyle necis ol­maz.

Sinek ve benzeri haşere yenilmez, haramdır. O bakımdan düş­tüğü kaptan veya sıvıdan çıkarılıp atılır.

3- Sinek ve benzeri bir haşere, yani akıcı kam olmayan bir canlı, bir sıvıya düştüğü zaman o sıvıyı herhalde kullanmamız ge­rekiyorsa, sineği iyice ona daldırdıktan sonra çıkarıp atarız ve son­ra o sıvıyı kullanabiliriz. Pek lüzumlu değilse ve döküldüğü takdir­de israf savunuyorsa, o takdirde kullanmayız. Dinimiz bu hususta serbest bırakmıştır.

4- Akıcı kanı bulunan bir canlının düştüğü sıvı necis olur .

5- Çok üreyen, bir çiftten milyonlarca çoğalan sineğin bir ka­nadında zehir, diğerinde panzehir (toksin - antitoksin vardır. Cihan Peygamberi (a.s.) ondört asır önce bunu belirtmiştir. Son yıllarda Japonya'da yapılan ciddi araştırmalar neticesinde, sineğin bir ka­nadında toksin, diğerinde antitoksin olduğu görülmüştür.

6- Hadiste sadece  sinek üzerinde durulmuş, diğer akıcı kanı olmayan haşereden söz edilmemiştir. Fukaha bu babda kıyas yolu­nu seçmiştir. Sineğin düştüğü sıvıyı necis etmemesinin sebep ve il­leti, akıcı kanının olmamasıdır. O halde akıcı kanı olmayan bir can­lıyı sineğe kıyas edebiliriz; çünkü menatta birleşmekteler.

7- Haşerenin yenilmesinin haram olduğunda müctehid imam­lar müttefiktir,[197] ancak Ahmed b. Hanbel «o bütün eczası ve fazalatı ile temizdir» demiştir.[198]

 

Müslümanın Ölüsü De, Kılı Da, Teri De Necis Değildir

 

İnsan mükerrem yaratılmıştır. Çamuru Allah'ın kudret eliyle yuğralup şekillendirilmiş ve meleklerin ona secde "etmesi emredil­miştir. «And olsun ki biz, Adem oğullarım aziz, şerefli ve saygın kıl­dık...»[199]. Mealindeki âyet insanın diğer canlılardan ne kadar üstün kılındığım; Allah katında şerefli bir yerinin bulunduğunu göstermektedir. Aynı zamanda insan, Allah'ın yeryüzündeki halîf esidir.

Gerçek bu olunca, küfür, nifak ve isyan onun ruhunu karartıp saygınlığını zedeler, kalbini karartıp mânevi saydamlığım giderir, îmân, ahlâk ve ibâdet onun saygınlığını, Allah katındaki şeref ve itibarını artırır, hattâ onu meleklerden üstün kılar.

Kendini Allah'a kul olma düzeyine getirip, İslâmiyet çatısı al­tına giren bir mü'minin ölüsü de dirisi gibi temizdir İlim adamları­nın çoğu bu görüştedir. Onlar için mesned kabul edilen hadîsler ise şöyledir:

Az yukarıda Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şu sözünü naklet­miştik : «Müslüman necis olmaz.»

İmam Buharı ve îbn Abbas (r.a.), «Müslüman diri iken de Ölü iken de necis olmaz» demişlerdir.

Enes b. Mâlik  (r.a,) 'den yapılan rivayette diyor ki: Resûlüllah

(a.s.) Efendimiz Cemre'ye taş atıp kurbanını kestikten sonra tıraş )ldu. Önce sağ tarafım berbere uzattı, berber onu tıraş etti. Sonra Übû Talha'yı çağırdı kesilen kılları ona verdi. Sonra da sol tarafını azattı ve «tıraş et!» diye buyurdu. Berber onu da tıraş etti ve (Pey­gamberimiz  (a.s.)   kesilen kılları)   Ebû Talha'ya vererek şöyle bu­yurdu: «Bunu insanlar arasında taksim et!..»[200], Yine Enes  (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki: Haccam   (hacametle kan  alan kimse), Peygamber  (a.s.)  Efen-uimiz'in başını tıraş etmek istediğinde Ebû Talha (r.a.), ResûlüIIah'­ın (a.s.) başının iki tarafından kendi eliyle saç aldı ve onu Ümmu jSüleym'e getirip verdi.

Enes  veya Ebû Talha  diyor ki: Ümmu Süleym, Resûlüllah'm başından alman kılları kendine ait güzel kokuya karıştırırdı.[201]

Enes b. Mâlik  (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki: «Ümmu Süleym (r.a.) sahtiyan  döşeğini serip hazırlar, Resû­lüllah (a.s.)  Efendimiz günortası o döşek üzerinde uyurdu. Kalkın­ca, Ümmu Süleym onun terinden, kılından alıp bir şişede toplar, sonra onları misk karışık güzel kokusuna yerleştirirdi.» [202]

Râvi devamla diyor ki: «Enes b, Mâlik'e vefat hazır olunca (ölmek üzere iken) Ümmu Süleym'in o macun haline getirdiği ve içinde Peygamber (a.s.)'m teri ve kılı bulunan güzel kokuyu, kefen ve bedenine sürülmek üzere hazırlanan diğer güzel kokuya katıl­masını vasiyet etti.»

Hudeybiye sulhuyle ilgili hadîste Misver b. Mahreme ve Mer-van b. Hakem'den yapılan rivayette (deniliyor ki) ; «Ürve b, Mes'ûd, Resûlüllah'm (a.s.) yanından kalkınca Ashabının ona neler (na­sıl ilgi ve saygı) gösterdiğini gördü ki, ağzından bir ıslaklık çıkma­ya görsün mutlaka ona yarışırcasına acele koşuyorlardı, kılların­dan bir kıl düşmeye görsün, mutlaka onu alıyorlardı.»[203]

Osman b. Abdillâh b. Mevheb  (r.a,)'den yepılan rivayette  de­miştir ki:

«Ev halkımız beni içinde su bulunan bir bardakla Ümmu Sele­nce   

me'ye Er.a.3 gönderdiler, gümüşten mamul çıngırağa benzer bir şey getirdi ki, içinde Resûlüllah (a.s.l Efendimizin kılından bulunuyor­du. Öyle ki, insana göz değdiği veya bir şey dokunduğu zaman, Üm­mu Seleme'ye bir kap gönderilirdi, o da o gümüş kabı onun içine so­kup hareket ettirir ve sonra o kimse ondan içerdi. Gümüş kaba dik­katle baktığımda içinde kızıl renkte kıllar gördüm.»[204]

Abdullah b. Zeyd (r.a.)'den —ki o ezan sahibidir— yapılan ri­vayette (deniliyor ki) : Kurban kesilen yerde Resûlüllah'm (a.s.) yanında hazır bulunmuştu, Kureyş'ten bir adam da oradaymış. Peygamber (a.s.) kesilen kurbanları taksim ediyor, ona da, arkada­şına da bir şey isabet etmiyor (o kurbandan). Sonra Resûlüllah (a.s.) Efendimiz başım kendine ait bir elbise içine tıraş ediyor, ondan Ab­dullah'a veriyor ve bir kısmını da bazı adamlara dağıtıyor. Tırnak­larını kesip ondan Abdullah'ın arkadaşına veriyor.

Abdullah b. Zeyd diyor ki: «Şüphesiz ki Resûlüllah'm saçının telleri yanımızda kına ve ketem (mersin yaprağına benzer boyalı bir bitki)  ile boyanmıştır.»[205]

Hâdîs-i Şeriflerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmakta­dır :

1- Tıraş olurken sağ taraftan başlamak müstehabdır,

2- İnsan kılı temizdir, düştüğü sıvıyı necis yapmaz.

3- Resûlüllah (a.s.) Efendimizin küıyla teberrük olunurdu. (Bereket sayılırdı)    Çünkü maddî ve manevî yapısı ilâhî tecelliye, Melek Cibril'in nefes ve kokusuna mazhardı.

4- Arkadaşlara hediye dağıtırken   az   çok   eşitliği   gözetmek müstehabdır.

5- İnsan ölünce kılları necis olmaz. Bu cumhura göredir. Şâ-fiîlere göre necis olur.

6- İnsan teri de temizdir, düştüğü ve bulaştığı sıvıyı necis yap­maz.

7- Yeme içme dışında süs için veya kıymetli bir şeyi muha­faza için gümüş kap kullanmak caizdir.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların istidlal, ihticac ve görüşleri:

a) Hanefîler insan ölüsü hakkında ikiye ayrılmışlar, bir kıs-nma göre, «necaset-i hubs», bir kısmına göre «necaset-i hades»'dir.[206]

İkincilerin görüşü ağırlık kazanmıştır. Çünkü Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, Ashab-ı Kiram'dan vefat eden Osman b. Maz'ûn'un (r.a.) yüzünü, alnını öpmüştür. Eğer ölü necis olsaydı, o mübarek, du­daklarını ona dokundurur muydu?

Buna rağmen bu mezhebin ileri gelenlerine göre, cenaze yıkan­madan yanında, başucunda Kur'ân okumak mekruhtur. Çünkü yı­kanmadan önce üzerinde herhangi bir necaset bulunabilir.[207]

Yine bu konuda ikinciler şu hadisle istidlal etmişlerdir : «Ölü­lerinizi necis saymayın, çünkü mti'min ne diri, ne de Ölü iken necis olur.»[208]

Aynî, Buharî şerhinde, Nevevî Müslim şerhinde diyorlar ki : «Müslüman'ın ölüsünün de, dirisinin de temiz olduğu hakkında bu hadîs büyük bir asıl (temel dayanak) dır. Müslümanm dirisinin te­miz olduğu icma' ile sabit olmuştur. O kadar ki anasından düşük olarak çıkan ıslak cenin bile temizdir. Ölüsüne gelince, bu neca­set-i hadesle yorumlanır. Çünkü insanın kerametine binaen ölüsü necis sayılmaz.[209] Nitekim yıkanınca hadesle ilgili pislik üzerin­den kalkıyor ve temiz kabul ediliyor.

Ayrıca bu konuda Hanefî imamlarının farklı görüşlerini ve da­yandıkları delilleri görmek isteyenlere Kasânî'nin (H. 587 - M.1191) Bedayi'u's-Sanayf Fi Tertibi1 ş-Şerayi'  1/299'u tavsiye  ederiz.

b) Şâfiîlere göre de henüz yıkanmadık ölü üzerine Kur'ân okunmaz. Çünkü bu durumda necis sayılır. Şeyhülislâm Ebu Yahya Zekeriya el-Ansarî, Fethülvahhab şerhinde diyor ki: «Ebû Davut ve İbn Hibbân'm rivayet edip sahih kabul ettikleri, (ölüleriniz üze­rine yâsîn  okuyunuz!)   mealindeki  hadîsten  maksat,   henüz ölmeyen ama ölmek üzere bulunanlardır. Çünkü ölü üzerine (yı­kanmadan) Kur'ân okunmaz.»[210]

c) Maliki ve Hanbeli imamlarına göre de, ölü yıkanmadan üzerine Kur'ân okunmaz. Böylece dört mezhebin bu hususta gö­rüş birliği vardır.[211]

însan kılma gelince:

a) Cumhur-i ulemâya  göre, müslüman  ölmekle kılları  necis olmaz.

b) Şafii'lere   göre,  necis  olur.

însan terinin temiz olduğu da ittifakla kabul edilmiştir. Bu hu­susta icma' vardır.[212]

Hadîslere dayalı edille-i ahkâmı işleyen Buluğu'1-merâm' da ise bu i konuya hemen hemen yer verilmemiş, sadece Beyhakî'nin riva­yet ettiği ve Ahmed b. Hanbel'in îbn Abbas hadîsiyle nesholundu-ğunu bildirdiği şu hadîsi nakletmiştir: «Size ölünüzü yıkadığınız zaman, onu yıkamaktan dolayı gusül yoktur. Çünkü sizin ölünüz temiz ölür. Pis değildir. O halde ellerinizi yıkayıvermek size yeter.» [213]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- İnsan kılı temizdir. Ölüsünün de kılı aynı hükme girer.

(Şafiî'lere göre ölen kimsenin kılı necistir).

2- İnsan teri temizdir, içine düştüğü sıvıyı necis yapmaz;

3- İnsan ölüsü yıkanmadıkça  necaset-i hades sayılır.   O  ba­kımdan üzerine Kur'ân okunmaz,

4- Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in kılında, terinde ve ağız ıs­laklığında feyiz ve bereket, rahmet ve ilâhî inayetin tecellisi vardı, o bakımdan onunla teberrük edilirdi. Diğer insanların bu tür şey-leriyle teberrük edilmez; başkalarını Resûlüllah'a bu konuda kıyas etmemiz doğru olmaz. [214]

 

Eti Yenmeyen Hayvanın Derisinden Yararlanma

 

İslâm'ın insana faydalı ve zararlı olan şeyler hakkında koyduğu ^ kaide birçok hususlarda ilim adamlarına ışık tutmakta ve helâl ile haram; yasak ile mubah konularıyla ilgili hadîsleri mak­sat ve hikmetine uygun anlamaya yardımcı olmaktadır.

Hayvanlar genellikle iki kısma ayrılır : Eti yenen ve eti yenme-yenler. Birinci kısma girenlerin hemen her şeyinden yararlanmaya cevaz verilmiştir. İkinci kısma girenlerin ise sadece deri ve kılların­dan, boynuz ve tırnaklarından istifade etmemiz ölçülü ve sınırlı şe­kilde tavsiye edilmiştir.

Bilindiği gibi, eti yenen ve yenmiyen hayvanların derileri diba-ğatle temizlenir ve kullanılır duruma getirilir. Hattâ ölü bir hay­vanın derisi bile dibağatle temizlenebilir. Ancak bazı eti yenmeyen vahşi hayvanlar var ki, derileri lüks kapsamına girer ve onu kul­lananlara bir böbürlenme, kendini üstün görme duygusu aşılar. Ör­neğin kaplan ve çita'nın derileri oldukça süslü ve çekicidir. İslâm dini sosyal adaleti sağlamak, kardeşlik bağlarını pekiştirmek, sınıf farkım kaldırmak için lüks ve konforu yasaklamış, buna yol açan sebepler üzerinde durup dengeli, düzenli en âdil bir hayat sistemi oluşturmuştur.

Derisi lüks sayılan vahşi hayvanlarla ilgili hadîsleri açıklarken ve yorumda bulunurken bu yüce hikmet ve amacı gözden uzak bu­lundurmamak gerekir. Şimdi ilgili hadîsleri naklediyor, sonra da ilim adamlarının görüş ve yorumlarına yer vereceğiz:

Ebu'l-Melih b. Üsâme'den,  o da babasından rivayetle demiştir ki:

— Şüphesiz ki Resûlüllah   fa.s.)  Efendimiz yırtıcı hayvanların derilerinden   (bir   bakıma  yararlanmayı)   yasaklamıştır.»[215]

Tirmizî bu hadîsi şu fazlalıkla rivayet etmiştir: «Resûlüllah j(a.s.) Efendimiz yırtıcı hayvanların derilerini döşek ve yaygı yap-taıayı yasaklamıştır.

Muâviye b. Ebî Süfyan'dan yapılan rivayette o, Peygamberimi­zin (a.s.) ashabından birkaç zata diyor ki: «Siz, Resûlüllah'm (a.s.) kaplan derisi üzerine binmeyi (at eyeri, döşek ve yaygı yapmayı) yasakladığım biliyor musunuz?» Onlar da : Evet, diye cevap verdi­ler.»[216]

Ahmed b. Hanbel'in başka bir rivayetinde ise şu lâfız değişik­liğiyle tesbit edilmiştir; «Allah adına sizden soruyorum, gerçekten Resûlüllah (a.s.) Efendimiz kaplan derisinden kaplanmış (eyer, se­mer ve benzeri) şeye binmeyi yasakladı mı? Onlar da: «Evet...» diye cevap verdiler.»[217]

. Bunun üzerine Muâviye, »Ben de şehâ-det ederim ki  (Resûlüllah (a.s.) onu yasakladı), dedi.

Mikdam b. Ma'dî Kerîbe (r.a.)'den yapılan rivayette, Muaviye1-ye şöyle demiştir: «Allah için senden soruyorum, gerçekten Resûlül­lah (a.s.) Efendimiz'in yırtıcı yabanî hayvanların derilerini giyin­meyi ve o deriler (i eyer, semer, döşek yapıp) üzerine binmeyi ya­sakladığını biliyor musun?» Muâviye'de ona: «Evet...» diye cevap veriyor.[218]

Yine Mikdam b. Ma'di Keribe (r.a.)'den yapılan rivayette de­miştir ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ipek, altun ve kaplan derisin­den yapılan eyer yastığını   (kullanmayı)  yasaklamıştır.»[219]

Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen­dimiz buyurdu ki: «Melekler içlerinde kaplan derisi bulunan yol arkadaşlarına arkadaşlık etmezler.»[220]

Hadis-i Şeriflerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmakta­dır :

1- Yırtıcı yabanî hayvanların derisi dibağatle temizlenir. An­cak onlardan eyer, döşek, yaygı ve benzeri şeyleri yapıp kullanmak yasaklanmıştır.

2- Ayrıca sözü edilen hayvanların derilerinden  giyim eşyası-a imal edilmesi de yasak kapsamına girmektedir.

3- Aynı zamanda bu hayvanların derilerinden imal edilen gi-n. eşyasını kullanmak da yasaktır.

4- Özellikle kaplan  derisinden sözü edilen hususlarda yarar-cırnak men'edilmiştir.

5- Yırtıcı  yabanî hayvanlardan özellikle kaplandan söz  edil-.esi, bir kıstas mıdır? Çünkü kaplan derisi gayet süslü, çekici ve 2 kıymetlidir. Nadir te'min edilebilir. Çıta, puma ve benzeri güzel 3rili hayvanları buna kıyas edebilir miyiz? Siba, kelimesi çoğul iarak bütün yırtıcı hayvanları kapsamına  aldığına göre, kaplan­an tasrihan söz edilmesi, ta'mimden sonra bir tahsis midir, yoksa 3İif-lâm)  ile  zikredilen es-siba'dan    maksadın kaplan ve benzeri prisi süslü kıymetli hayvanlar mıdır?

Bütün bu sorulan sağlıklı biçimde cevaplayabilmek için mücte-id imamların ve söz sahibi ilim adamlarının ictihad, istidlal, ihti-kc, görüş ve yorumlarını bilmemiz gerekmektedir :

a) Hanefî'lere göre, insan ve domuz derisi dışında bütün hav­anların,  ölü  olsun, şer'î  boğazlamayla kesilsin derileri dibağatle emizlenir. Kerhî de aynı görüşü belirtmiştir.[221]

Dibağat edilen yani tabaklanan bir deri necis olmaktan çıkıp emizlenince onu namazda ve başka şeylerde kullanmak sahîh olur. ^.ncak yenilmesi yasaktır. Derinin üzerindeki kıllar da temizdir.[222]

b) Şafiî'lere göre, domuz, köpek ve bu ikisinin birleşmesinden neydana gelen hayvan dışında bütün hayvanların derileri tabak-anmakla temizlenir, hem içi, hem    dışı tahir kabul edilir. Ancak übağat yapıldıktan sonra deriyi yıkamak gerekir, çünkü tabaklan-niş deri necis bir elbise hükmündedir, yıkamakla temizlenir.[223]

c) Mâlikî'lere   göre,  deriyi tabaklamak  temizleyici vasıtalar­dan sayılmaz. Hadîsteki «taharet»  tabiri nezafet mânasına hamîe-ftlir.

Böylece tabaklanmış deriyi kuru temiz şeyleri koymak ve mu­hafaza etmek için kullanmakta bir sakınca yoktur, buna ruhsat verilmiştir. Domuz derisi hakkında ruhsat verilmez. Mâlikî mezhe­binin tahkik ehli ise, tabaklamayı temizleyici kabul etmişler ve böylece tabaklanan derilerin temiz  olacağını belirmişlerdir.[224]

e) Hanbelîler ise, ölü hayvanların derilerinin tabaklanmakla temizlenmiyeceğini belirtmişler, böylece sözü edilen derilen için di-bağatm temizleyici bir vasıta olmadığını söylemişlerdir. Bununla beraber ölü hayvan derisi tabaklandıktan sonra kuru maddeler için kullanılabilir, demişlerse de bunda bir sakınca görmemişlerdir. De­ri üzerindeki kıl ve yün temizdir.[225]

Müctehid imamlar haber-i vâhid ile rivayet edilen hadîslerdeki nehyi kerahet mânasına yorumlamışlar, kaplan ve benzeri yırtıcı hayvanların derilerinin giyim ktışamda, eyer ve semerde, döşek ve yaygı olarak kullanılmasını mekruh saymışlardır. Çünkü deri­nin tabaklanması onun temizlenmesini sağlamakta ve kullanılma­sına imkân vermektedir, Kerahet veya tahrîmin amacı, derileri kıy­metli olup lüks sayılan kaplan ve benzeri hayvanları, insanoğlunun kendi süsü ve konforu uğruna imhasına imkân vermemek, eti ye­nilmeyen bu hayvanları sırf derilerini kullanmak için öldürmemek-tir. Çünkü İslâm her zaman lüks ve konforun karşısmdadır. Ayrıca nesli tükenen her hayvan hayat dengesi düzeyinde bir boşluk mey­dana getirmektedir. Hiçbir şey boşuna, lüzumsuz ve amaçsız yara­tılmadığına göre, Allah'ın kurduğu ve insandan yana hazırladığı dengeyi bozmaya hakkımız yoktur.

Nitekim Mikdam b. Ma'di Kereb'den rivayet edilen ikinci ha­diste kaplan derisinden yapılan döşek, eyer ve benzeri şeyler altın ve ipek gibi lüks eşyayla birlikte zikredilmiştir ki, bu nehyin ama­cını daha iyi açıklamaktadır.

Bununla beraber ilim adamlarının bir kısmı nehyi zahirî ma­nasıyla alıp hükme bağlamıştır. Zeydî mezhebine bağlı olanlar da aym görüştedir.

Dibağat (tabaklama) bölümünde konuya ağırlık vereceğimiz­den fazla teferruata girmek istemedik. O bakımdan arzu edenler ilgili bölüme müracaat etsinler. [226]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Eti yenen ve yenmiyen, ölü veya şer'î boğazlamayla kesilen yvanların derisi dibağat (tabaklanma) ile temizlenir.[227]

2- Temizlenen bu deriler daha çok kuru maddeler için kulla-lır.

3- Domuz, köpek ve bu ikisinden meydana gelen hayvanın tisi tabaklanmayla da temizlenmez. (Mezhep imamlarının görüş rkları her zaman söz konusudur).

4- Kaplan ve benzeri derisi süslü kıymetli hayvanların tabak-nan derilerini döşek ve eyer, elbise  ve yaygı olarak kullanmak iekrûhtur.

5- Hem yırtıcı vahşi hayvanların neslini tüketmek doğru de-ildir.

6- Diğer yırtıcı hayvanların derilerini de kaplana kıyasla sö-ü edilen yerlerde kullanmak bazılarına göre mekruhtur.

7- Kaplan ve benzeri hayvan derileri  ipek ve altun gibi lük-e girdiğinden kullanılması yasaklanmıştır. [228]

 

Dibağat (Tabaklama) İle Temizleme

 

Pislik bulaşan veya murdar sayılan eşyayı temizleme yöntem-erinden biri de dibağat denilen tabaklamadır. Bu hususta da İslâ­miyet hem insan sağlığını korumayı, hem eşyayı arındırmayı ne-ief seçerek bazı rahatlatıcı ve olumlu hükümler koymuştur. Taha­ret bahsinin geniş tutulması, koruyucu hekimliğe ne kadar önem verildiğini gösterir.

Bir hastalık veya başka bir sebeple ölen hayvanın eti haram­dır, yenilmez. Ancak o hayvanın derisinden ve yününden veya kı­lından yararlanılır. Çünkü deriyi tabaklamakla, kılları, tırnak ve boynuzları yıkamak suretiyle temizlemek mümkündür.

Bu konuda istidlale kaynak teşkil eden hadîsler şunlardır:

İbn Abbas (r.a.)'dan yapılan rivayete göre, ezvac-ı tahirattan Meymune (r.a.)'nm cariyesine (veya kölesine) bir koyun tasadduk edilmişti. Çok geçmeden o koyun oluverdi. Bu arada Resûlüllah (a.s.) Efendimiz o koyunun yanından geçti ve: «Derisini alsaydımz ya, onu tabaklayıp yararlanırdınız?!» buyurdu. Onlar da: «Doğrusu o koyun ölüdür...» dediler Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurdu: «Onun ancak  (etinin) yenmesi haramdır...» [229]

Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiğinde ise şu lâfızlara yer veril­miştir : «Hz. Meymune'ye ait, eve kendiliğinden gelen bir koyun oluverdi. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz: Onun deri­sinden istifade etseniz ya, onu tabaklasaydınız ya! Çünkü gerçek­ten tabaklamak onun temizliğidir!» buyurdu.[230]

Bu anlatımda tabaklama, o deride, şer'î boğazlamanın yaptığını yapar hususuna tenbîh vardır.

Ahmed ve Dârekutnî'nin yaptıkları bir rivayette ise şöyle de-ıilmiştir: «O deriyi su ve karez (sahtiyan dibağat edilen keskin bir bitki yaprağı) temizler.»

Dârekutnî bunu başkasıyla birlikte rivayet ederek  şöyle  de­miştir: «Bunlar sahih isnâdlardır...»

Hadîs-i Şeriflerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmak­tadır :

1- İster şer'î boğazlamayla öldürülmüş  olsun, isterse kendili­ğinden ölmüş bulunsun, eti yenen ve yenmiyen hayvanların derile­ri tabaklanmakla temizlenir.

2- Müctehidlerden kimine göre, domuz, köpek ve bu ikisinin birleşmesinden meydana gelen hayvan bu genellemenin dışındadır.

3- Eti yenen bir hayvanın şer'î kesme dışında başka bir se­beple ölmesiyle eti haram olur yenilmez; ama kılı, yünü, boynuz ve tırnağı belirtilen şekilde temizlenirse, temiz sayılır ve istifade edi­lir. Kemiklerini de buna katanlar var.

Müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının bu hadîslerin ışığı altında ortaya koydukları ictihad, istinbat, istidlal, yorum ve görüşleri ise şöyledir:

a)  İmam Şafiî'ye göre, domuz, köpek ve bu ikisinin birleşme­sinden meydana gelen hayvan    dışında diğer bütün hayvanların —eti yenilsin, yenilmesin— derileri tabaklanmakla temizlenir. Do­muz hakkında Kur'ân'da «r i c s »  tabiri kullanılmıştır,  onun hiç­bir şeyi temizlenemez. Köpek de ona kıyas edilir.

Nitekim Hz. Ali (r.a.) ile îbn Mes'ud (r.a.)'dan da bu anlamda sahih rivayetler yapılmıştır.

b) İmam Ahmed b. Hanbel'e göre, hiçbir deri dibağatla temiz­lenmez, Ancak tabaklanan bir deri kuru maddeler için kullanıla­bilir.[231]

Bu aynı zamanda Ömer b. Hattab'm Cr.a.), oğlu Abdullah'ın (r.a.) ve Hz. Ayşe  (r.a.)'nın kavlidir. İmam Mâlik'den bu anlamda

bir rivayet yapılmıştır. Ahmed b. Hanbel bu hususta altı muhad-disin rivayet ettiği şu hadîsle istidlal etmiştir: «Ölen hayvanın ne derisinden, ne de  sinirlerinden yararlanın!» [232]

Aynı zamanda bu hadîsin Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in vefa­tından bir ay önce söylendiği tesbit edilmiştir.[233]

Bu tesbiti inceleyip istidlale mesned olmayacağını iddia edenler ise şu cevabı vermişlerdir: «Sözü edilen hadîs ızdırab ve irsal ile mualleldir, o bakımdan sahih hadîsleri nasha yeterli değildir.[234].

Sözü edilen bu görüşün ötesinde, tabaklamanın deriyi temizle­yici olduğuna dair birçok sahih hadîsler rivayet edilmiş, bunların 15'e ulaştığı ve İbn Abbas (r.a.)'dan iki hadîs rivayet edildiği tesbit

edilmiştir.

c) İmam Evzâi'ye göre, tabaklama ile sadece eti yenen hay­vanların derisi temizlenir, başkası değil. İbn Mübarek, Ebû Sevr ve İshak b. Râhûye de aynı ictihaddadırlar. Onların bu husustaki de-lîli, dibağatm şer'î kesme gibi temizleyici olduğu hakkındaki riva­yettir.  Şer'î boğazlama dışında kesilen veya ölen bir hayvanı ye­mek nasıl haramsa, eti yenmiyen bir hayvanın derisi de öylece ha­ramdır, temizlenmez.

d) İmam Ebû Hanîfe'ye göre, domuz dışında diğer bütün hay­vanların derisi dibağatla temizlenir. - O, bu husustaki sahih hadîs­lerle istidlal etmiştir ki, konunun başında onları nakletmiş bulunu­yoruz.

e) İmam Mâlik'e göre,   aslında    dibağat  temizleyici değildir. Bununla beraber derinin dış kısmını temiz yapar, iç kısmım değil. Böyle deriler ancak kuru maddeler için kullanılır.[235]

ilim adamlarına göre, bu görüş bir açıklamadır ama dayanak arak sıhhatli bir: delile müstenid değildir.

f) Başta Dâvud olmak üzere Zahirî imamlarına göre, domuz i köpek dahil olmak üzere bütün hayvanların derisi hem üstü hem İ itibariyle tabaklanmak suretiyle temizlenir. Çünkü onlara göre, L konuda rivayet edilen sahih hadislerde böyle bir tefrik yapılma­mıştır. Oysa domuz Kur'ân'm açık beyanıyla «rics» kabul edil-Liştir. Hiçbir hadîs mensûh olmayan bu âyetin hükmünü aşamaz.

İmam Zührî'ye göre, her deriden, dibağat edilmese bile yararlan-ıak caizdir, Bu derileri hem sıvı şeylerde, hem kuru nesnelerde kul-Lnmakta bir sakınca yoktur.

Anlaşılan îmam Zührî dibâğatle ilgili sahih hadîslerden haber-Lzdir. Aynı zamanda onun bu görüşü icma'a da ters düşmektedir.[236]

Konuyla ilgili diğer hadîsler ve tahliller -.

Birkaç adam (ölü) merkebi yerden sürükler gibi (ölü) bir ko­dunu sürükleyip götürüyorlarken Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in ya-ımdan geçtiler. Efendimiz onlara: «Derisini alsaydımz ya!» buyur-lu. Onlar da: «Doğrusu bu ölüdür» dediler. Bunun üzerine Pey­gamberimiz (a.s.), «onu su ile kar az (dibağatte kullanılan bir Ditki)   temizler»  buyurdu.[237]

Katade'nin Seleme'den yaptığı rivayette ise, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Derinin tabaklanması onun Işer'î) kesilmesidir.»[238]

Ahmed b. Hanbel'in Ibn Huzeyme, Hâkim ve Beyhâki'nin çı­kardıkları rivayette deniliyor ki: Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, bir tulumdan abdest almak istedi. Onun ölmüş bir hayvanın derisi ol­duğu söylendi. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz. «Tabak­lanması onun murdarlığını veya pisliğini giderir» buyurdu. Hâkim ,ile Beyhâkî bu hadîsin sahih olduğunu söylemişlerdir.

Nesâî, İbn Hibbân, Taberânî' Darekutnî ve Beyhakî'nin rivayet ettikleri hadîste,  «ölü hayvanın derisinin tabaklanması onu temiz­ler.»

Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde ise, aynı hadîs şu lâfızla nak­ledilmiştir: «Şüphesiz ki, derinin tabaklanması onun temizleyicisi-dir.»[239]

Hicrî üçüncü asırda yetişen ünlü muhaddîs ve fakih Ebu Cafer el-Ezdî  et-Tahavî,  konuyla ilgili yirminin   üstünde hadîs   toplayıp nakletmiştir. Bunlardan altı tanesi ölü  hayvanın hiçbir şeyinden yararlanüamıyacağma, onbeş tanesi,  ölü hayvanın derisinin diba-ğatle temizleneceğine dairdir.

Adı geçen, dibağatin temizleyici olduğunu savunurken diyor ki: «Şayet biri, dibağatin temizleyici olması, ölü hayvanın haram kılınmasıyla ilgili inen hükümden öncedir, derse ona hüccet olarak şu cevabı veririz; Sözü edilen hadîsler, ölü hayvanın eti haram kı­lındıktan sonraya rastlar. Nitekim Hz. Şevde bint Zam'â'nm ölen koyunu hakkında Resûlüllah'm (a.s.) «O'nun derisini alsaydımz ya! buyurması ve Hz. Sevde'nin, «ölen bir koyunun derisini mi ala­lım?» diyerek hayretini izhar etmesi üzerine Peygamber (A.S.), Efendimiz, ona Allah ancak şöyle buyurmuştur : «De ki, bana vah-yolunanda ölü, akıtılmış kan, domuz eti -ki o murdardır- ilâhî sının aşıp günah işleyerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan gayrisinin yiyecek olarak bir kimseye haram kıhndığıyla ilgili (bir emir, bir belge) bulamıyorum...»[240] deyip âyeti okuduktan son­ra şunu ilâve etmesi:

«Artık gerçekten onu tabaklayıp istifade etmenizde hiçbir sa­kınca yoktur.»[241]

Bu uyarı üzerine Hz. Şevde (R,A.) diyor ki : O koyuna bir kim­se gönderip derisini yüzdürdüm ve dibağat yaptırdım, sonra da on­dan bir su kırbası edindim ve delininceye kadar kullandım.»[242]. Böylece sözü edilen olay, ölü hayvan derisinin dibâğatle temizlene­ceği hakkında vârid olan hadîslerin ilgili tanrım âyetinden sonra söylendiğini açıkça göstermektedir, [243]

Eti yenen ve yenmeyen, ölü veya şer'î şekilde kesilen hayvanların derilerinin dibağatle temizleneceğine dair ve temizlenmiyeceği-le ilgili rivayetlerin geniş tahlilini Zeylâi (H. 162-M, 1360) Nasbu'r-râye adlı eserinde yapmıştır. Geniş bilgi edinmek isteyenlere adı geçen eserin 1/116-122. sahifelerine bakmalarını tavsiye ederiz. [244]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- İmam Ebû Hanife'ye göre, domuz dışında diğer bütün hay­vanların derisi dibağatle temizlenir.

2- İmanı Şafii'ye göre, domuz, köpek ve ikisinin birleşmesin­den meydana gelen melez dışında diğer bütün hayvanların derisi

dibağatle temizlenir.

3-  İmam Ahmed b. Hanbel'e göre, hiçbir deri dibağatla temiz­lenmez; ancak tabaklanan bir deri kuru maddeler için kullanılabilir.

4- İmam Mâlik'e  göre,   dibağat temizleyici değildir.  Bununla beraber derinin dış kısmını temizler, iç kısmını değil. O bakımdan tabaklanan deri ancak kuru maddeler için kullanılabilir.[245]

5- Sonuç olarak, bütün mezheplerin ictihad ve istidlalleri dik­kate alındığında, domuz dışında diğer hayvanların, —ölü olsun, eti  yensin, yenmesin, şer'î şekilde boğazlansın, boğazlanmasın— hepsinin derisi dibağatla temizlenir.

6- Sözü edilen hayvanların kılı, yünü, boynuzu ve tırnağı, iyi­ce yıkandığı takdirde temiz kabul edilir ve istifade edilmesinde bir sakınca yoktur. [246]

 

Dibağat Ne İle Yapılır?

 

Günümüzün gelişen teknik imkânları ve kimyacılığın gelişme­si karşısında dibağat (tabaklama) en modern ve mükemmel şekil­de yapılmakta, deriye yapışık bulunan et, yağ ve benzeri şeyler en uygun biçimde temizlenmektedir.

Müctehid imamlar zamanındaki imkânlar bu ölçüde değildi. Şap, karaz denilen bitki yaprağından, mazı kozalağından yararla-

narak yapılırdı. Amaç derideki yağ ve benzeri fazlalıkları giderip rutubetini almak ve kokmasını önlemektir.

a) Hanefî'lere göre, tabaklama iki türlü yapılır ki, derinin te­mizlenmesi her ikisiyle de mümkündür: Birincisi hakikî dibağat ki şap veya karaz yaprağıyla; ikincisi hükmî ki, toprakla veya güneş ve hava ile kurutmakla gerçekleşir.

b)  Şâfiîlere  göre, tabaklamanın herhalde keskin yakıcı mad­delerle yapılması, derideki rutubetin ve fazlalıkların iyice  gideril-, mesi gerekir.[247]

 

Eti Yenmeyen Hayvan Kesilince Necis Olmaktan Çıkmaz

 

Şer'î kesme, ancak eti yenen hayvanların etinin yenmesini sağ­lar, Eti yenmiyen hayvanların etini helâl kılmaz. Tabii bu hususta et ile deri, boynuz, tırnak ve kılı ayırd etmek gerekir. Eti yenme­yen hayvanların derisinden boynuz ve tırnağından, bir de kılından istifade etmek mubahtır; yeter ki, bunlar iyice yıkanıp temizlenmiş olsun...

Bu hususta hükme mesned kabul edilen hadîsler: Seleme b. el-Ekva'  (r.a.) 'den yapılan rivayette demiştir ki:

«Hayberin kendilerine fethedüdiği günün akşamı (ashabı ki­ram) birçok ateşler yaktılar. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efen­dimiz sordu: «Bu ateş nedir, ne için yakıyorsunuz?» Onlar da: «Et pişirmek için...» diye cevap verdiler. Resûlüllah (a.s.), «hangi et için?» diye sorunca, «evcil eşeklerin eti için...» dediler. Resûlüllah (a.s.î Efendimiz onlara şöyle emretti: «onu dökünüz ve (kabını) kırınız!»

Bu emir üzerine bir adam dedi ki: «Ya Resûlellah! onu döküp kabı yıkasak ya!» Resûlüllah (a.s.) «o da (olur) ya...» buyurdu. Diğer bir rivayette, «yıkayın» dedi.[248]

Enes (r.a.)'den yapılan rivayette şöyle demiştir: «Evcil eşek etinden bize de (bir miktar) isabet etti, yani Hayber'in fethedildiği gün. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in çağrıcısı şöyle seslendi: «Şüphesiz ki Allah ve Resulü sizi eşek etinden men'ediyor, (onu size yasaklıyor); çünkü gerçekten o rica (murdar)dır veya necistir.»[249]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Hayber'in fethine kadar, m u t' a nikâhı mubah olduğu gi­bi, evcil eşeğin de eti helâl idi. Hayber fethedildiği günün akşamı, evcil eşek eti Resûlüllah'm sünnetiyle haram kılındı.

2- Haram bir  etin konulduğu    veya kaynatıldığı,   pişirildiği kaptaki nesneyi döktükten sonra onu iyice yıkayıp temizlemek ge­rekir.

3- Bundan anlaşılan ve ilgili hadîslerden  elde edilen sonuca göre, yabani eşeğin eti helâldir.

4- Eti haram olan bir hayvanın sütü de haramdır.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ihticac, istinbat, istid­lal ve görüşleri:

a) Ebû Cafer et-Tahavî'ye göre (H. 229 - M.843) bu konuda kı­yasın yeri yoktur, şöyle ki: Ehlî olan bir hayvanın eti haramsa, ay­nı hayvanın yabanî olanının da eti haramdır. Böylece evcil eşeğin etinin de helâl olması gerekirdi. Nitekim yabani domuzun eti ha­ram olduğu gibi, evcil domuzun da eti haramdır. Ama Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den sarih ve sahih olarak gelen bir haber bu tür bir kıyasa yer vermez, o, uyulmaya evlâdır.[250]

bî Ebû Hanîfe ile iki talebesi İmam Ebû Yusuf ile İmam Mu-hammed'e göre de evcil eşeğin eti ve sütü haramdır.[251]

c) Şâfiîlere göre, evcil eşeğin eti helâl değildir. Çünkü Buharî ve Müslim'in rivayet ettikleri hadîsle yasaklanmıştır[252]  İmam Şafiî, Hz. Ali'den rivayet edilen hadisle istidlal edip yabani eşeğin etinin helâl olduğunu söylemiştir[253]

d) Hanbelîlere göre, Reslüllah'm   (A.S.)  sünnetiyle haram kı­lman hayvanlardan biri de evcil eşektir.[254] Bunun gibi  (evcil) eşeklerin sütü de haramdır.[255]

e)  İmam Mâlik'e1 göre, at, katır ve  (ehli)  eşek    eti yenilmez. Çünkü Allah, Kur'ân'da : «Binesinız diye at, katır ve merkebi birer süs olarak yaratmıştır.»[256]. «O Allah ki, bir kısmına binmeniz, bir kısmının etinden yemeniz için davarları sizin için yarattı.»[257] buyurmuştur.    Böylece O, at, katır ve eşeği binek ve zînet olmak üzere, davarları da binek ve yemek için yarattığım belirtmiştir. (O halde bu üç evcil hayvanın eti yenilmez).[258].

Konuyla ilgili diğer hadîsler, rivayetler ve tahliller :

Cabir h. Abdülah  (r.a.)'den yapılan rivayette deniliyor ki:

«Ashab-ı kiram Hayber gününde eşek, katır ve at kesmişlerdi. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz onları eşek ve katır (eti yemek) den men'etti! at  (etin) den men'etmedi.»[259]

Hz. AH  (r.a.) 'den yapılan rivayette, demiştir ki:

«Şüphesiz ki, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz Hayber (in fethedil­diği) günü kadınlarla mut'a şekilde (muvakkat nikâhla) evlenmeyi ve bir de evcil eşek etini yemeği yasakladı.» [260]

Ancak  Buharî'de «Hayber yılında»,   «Hayber zamanında* gibi .âfızlar geçmektedir.

Bu sahîh hadîslerin karşısında tam aksine bir hüküm ifade eden şu hadîs rivayet edilmiştir-.

Gâlib b. Ebcer'den yapılan rivayette, demiştir ki:

«Kıtlık bize dokundu (bulunduğumuz yerde kıtlık başgösterdi.) Malımdan çoluk çocuğuma yedireceğim hiçbir şey yoktu, sadece eşekler bulunuyordu. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ise, evcil eşek­lerin etini haram kılmış idi. Bunun üzerine kalkıp geldim ve de­dim ki; «Ya Resûlellah! Bize kıtlık dokundu; yanımda çoluk çocuğu­ma semiz eşekten başka yedireceğim bir şey yoktur. Siz ise evcil eşek etini haram kılmış bulunuyorsunuz.» Buyurdu ki: «Çoluk ço­cuğuna eşeklerinden semiz olanı yedir; ben onları ancak köy ke-; normdaki pisliklerden dolayı haram kıldım!»

Bu hadîsin isnadında hayli farklı tesbitler ve farklı lafızlar bu-lunuyordur: Kimi «Ubeyd Ebû'1-Hasen'den rivayetle», kimi «Ubeyd b. Hasan'dan» demekle, kimi «Abdullah b. Ma'kal'den...», kimi Ab-durrahman b. Ma'kal'den», kimi «îbn Ma'kal Galib b. Ebcer'den...», : kimi «Galib b. Zerîh'den...» kimi, «Galib b. Zeyh'den» diyerek, kimi, «Müzeyne'den bazı adamlardan» ifadesini kullanarak rivayet et­miştir. Kimi, Müzeyne'den bir adam, kimi de iki adam Peygamber (A.S.) Efendimiz'e geldi, demiştir.

Bütün bu farklı tesbit ve rivayetler Taberânî'nin el-Mu'cem'in-de ve İbn Ebî Şeybe'nin el-Musannef'inde zikredilmiştir.

Aynı farklı durum hadîsin lâfızmda da görülmektedir. : Kimi, «Malın semizinden ye ve ehline yedir.» diye, kimi «Malın semizini ye» diye, kimi «Çoluk çocuğuna malın semizinden yedir »diye riva­yet etmiştir.

Bundan dolayı Beyhakî el-Ma'rife'de, Gâlib b. Ebcer'in isnadı sahih de olsa muzdariptir; ona ancak zaruret halinde ruhsat veril­miştir. Çünkü zarurî hallerde ölü hayvan eti bile mubah, demiştir.

Sonuç olarak Câbir (R.A.)'dan rivayet edilen hadîs, Halid'den rivayet edilene muarızdır. Tercih, evcil eşeğin etinin haram olması­dır. Çünkü Câbir'in hadîsi sahîh, Hâlid'in hadîsi gerek isnad, ge­rekse metin yönünden üzerinde konuşulan, tenkide kapı açan bir muhtevadadır.[261]

 

Çıkarılan   Hükümler:

 

1- Evcil eşeğin eti haramdır.

2- Evcil eşeğin sütü, onun etine kıyasla haramdır.

3- Haram bir  etin pişirildiği kap murdar olur, temizlenmesi için iyice yıkanması gerekir.

4- Zarurî hallerde,  ölüm tehlikesi baş  gösterdiğinde ölmeye­cek kadar haram gıdadan yenilmesi mubahtır. [262]

 

Altın ve Gümüş Kaplar

 

Daha önce de belirttiğimiz gibi, îslâm Dini, kitabıyla, sünnetiy-le, icmaıyla lüks ve konforun karşısmdadır. Meskende, mâbedde sa­deliğe önem veren, insanın bir süs eşyası olarak yaratılmadığım bil­diren bir hayat nizamıdır. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, Mekke dö­neminin o fırtınalı günlerinde, ekonomik abluka altında neler giyip, neler yediyse, Medine'ye hicret edip İslâm Devleti'nin temelini atıp ilk yazılı anayasayı ortaya koyduğunda ve fütuhata girişip Arap Yarımadası'nı dize getirdikten sonra da aynı şeyleri, aynı sadelik içinde giydi ve yedi. Evi sade, mescidi sade, giyim ve kuşamı da sade idi. Lükse asla iltifat etmedi, kısa ömür içinde insanoğlunun yapacağı, başaracağı çok daha önemli şeylerin bulunduğunu söy­leyerek 63 yıllık hayatını yüce dâvaların, kutsal değerlerin gerçek­leşmesine, insanları kardeş yapıp dünyaya sulh ve sükûn getirme­ye yöneltti. Allah'a imândan büyük devlet, kulluktan daha şerefli makam ve servet, insanlığa Allah rızası için hizmetten daha iyi ni­yet olmayacağım ilân etti.

O bakımdan insanı lüzumsuz oyalayan, hayatı amacından sap­tıran, kadını bir süs veya seks aracı haline getiren her türlü lüks ve aşırılığı yasakladı; insan olmanın ciddiyet, kudsiyet ve vakarına yakışanı emretti.

Bu cümleden olmak üzere altın ve gümüş kapların kullanılma­sını haram kılıp komşular, toplumlar ve aileler arasında bu tür ya­rışmayı günâh saydı. Evde bir hatıra veya dolapta, büfede bir süs eşyası olarak konulmasını bile kınadı.

Ashab-ı Kiram'dan Huzayfe  tr.a.)'den yapılan rivayette, diyor iki:

«Resülüllah   (a.s.î   Efendimiz'den işittim, buyurdu ki: İpek  ve dîbac   (dallı çiçekli kalınca ipek kumaş)  giymeyin; altın ve gümüş kaplarda içmeyin? altın ve gümüş çanaklarda yemek yemeyin. Çün­kü gerçekten bunlar Dünya'da  (o inkarcı)   olanlar içindir, Âhiret'-i te de sizin içindir.»[263]

Ümmu Seleme (r.a;)dan yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Doğrusu o kimse ki gümüş kapta (su veya başka bir meşrubat) içer, o ancak karnında Cehennem ateşini lıkırdatır.»[264]

Müslim'in rivayetinde ise şöyledir: «O kimse ki altun ve gümüş kapta yer ve içer...»

Hz. Ayşe (r.a.)'dan yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efen­dimiz şöyle buyurmuştur; «O kimse ki gümüş kapta içer, sanki kar­nında ateş lıkırdatır.»[265]

Hadîslerin açık  delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- İpek ve bol miktarda ipek karışımı dallı çiçekli kumaş er­keklere haramdır. Kadınlara ise, aşın gitmedikleri takdirde helâl-çhr. Çünkü diğer bir hadîste Resülüllah (a.s.) Efendimiz bu tahrî-bün erkeklere has olduğunu şöyle açıklamıştır: «İpek elbise ve al­tun ümmetimin erkeklerine  haram kılınmıştır.»[266]

2- Altun eşya kullanmak erkeklere haram kılınmıştır. Altun yüzük, altun kolye, altun saat bu cümledendi.

3- Altun ve gümüş kaplardan su içmek, meşrubat içmek için altun ve gümüş bardak kullanmak    kadın, erkek her müslümana haram kılınmıştır.

4- Altun ve gümüş kaplarda yemek yemek de kadın ve erkek­lere haram kılınmıştır.

5- İpek, dîbac, altın ve gümüş gibi süs eşyasını giyim, kuşam olarak kullanmak, bunlardan ev ve sokak elbisesi edinmek erkek­lere haram kılınmıştır.  Kadınların zînetlerini ve süs yerlerini teş­hir etmemek şartiyle kullanmalarına ruhsat verilmiştir.

6- İpek ve dîbac gibi nadide kumaşlardan elbise giyinmek; al­tun ve gümüş kaplarda yemek yemek, ,su içmek ve bunlardan gün­lük yaşamlarında erkeklerin süs eşyası olarak üzerlerinde kullan­ması, daha çok Âhiret'te nasibi olmayan, Dünya hayatını tek amaç olarak seçen inkarcılara yakışır. İkinci hayatı kabul etmeyip sade­ce Dünya hayatının bütün nimetlerinden fütursuzca yararlanmak isteyenler için bu gibi lüks eşya ne güzel şey! Ahiret'e inanıp Dün­ya hayatının ona bir hazırlık dönemi olduğuna inanan mü'minler için ne fena şey!..

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ictihad, istinbat ve gö­rüşleri :

Bilindiği gibi, eşyada aslolan taharettir. Sağlığa, aile düzenine sosyal yapıya, birlik ve beraberlik prensiplerine zararlı görülen şeyler sâri' tarafından haram veya mekruh sayılmıştır. Altun, gü­müş, ipek ve dibâc da öyle...

a) Hanefîlere göre, altun ve gümüşten mamul kapları kullan­mak hem erkeklere, hem kadınlara haramdır. Bunun sebebi açıktır:

bce altun ve gümüş aynı zamanda İslâm'da nakit para olarak da [ulandırdı. Fakir, zengin, köylü, kentli hemen herkes bu iki made-\ yakından tanır ve bilirdi. Ayrıca kötü niyet sahiplerinin dikka-bi çeker, hırsızlık ve soysuzluğa yol açar. Fakirle zengin arasm-kki mesafeyi genişletir. Çünkü onlar zaruri ihtiyaçlarım güçlük-ir içinde karşılarken ve toprak, bakır kaplar kullanırken, zengin-irin altun ve gümüş kaplar kullanması doğru olmaz. Aynı zaman-a bu iki madeni sözü edilen yerlerde kullanmakta aşın bir israf pz konusudur.

Bu ve benzeri nedenlerle İslâm Dini, altundan ve gümüşten ma­lul kap, çatal, kaşık, bardak ve benzeri eşyanın günlük işlerde kul-bnlmasını haram kılmıştır.

Günlük işlerde kullanmamak şartıyla evde süs eşyası —aşırı İmamak şartıyla— bulundurmak mubahtır. Ama bunlarla kendi eviyelerinden dünyalıkça aşağı olanlara karşı bir üstünlük tasla­tıyor, gurura, böbürlenmeye vesile oluyorsa o takdirde mekruhtur.[267]

Mushaf'ın cilt kapağını altun ve gümüşle süslemek mubahtır. ^ma iç yapraklarını altunla süslemek veya onunla yazmak, bazı mamlarca mekruh görülmüştür.

Düşen veya çürüyen dişin yerine altın veya gümüşten diş yap-ınp takmak caizdir. Bunun gibi burnu kopan kimsenin de bu iki nadenden biriyle burun yaptırıp takmasında bir sakınca görülme-niştir. Ayrıca iki dirhem (6.4 gr.) ağırlıkta gümüş yüzük kullan-nak sünnettir. Bundan fazla ağır olursa, ıenzîhen mekruhtur.[268]

Şafülere göre :

b) Altun ve gümüş dışında diğer temiz kapları kullanmak he­lâldir. Altun ve gümüşten mamul kap kullanmak ise haramdır. Bu­nun gibi altun ve gümüşten mamul kap, (kaşık, çatal, bardak ve benzeri eşya)  edinmek de en sahih kavle göre haramdır.

Altun ve gümüş ile yaldızlanan kaplan (ve benzeri eşyayı) kullanmak helâldir. Yakut gibi kıymetli maden ve taşlardan yapı­lan kapları kullanmak mubahtır. (Lükse ve böbürlenmeye vasıta kümmadıkça böyledir).

Süslenmek için altun ve gümüşle büyük çapta yamanan kap4 lan kullanmak da haram kabul edilmiştir. Küçük çapta olup ihtij yaca mebni yamamışsa, onu kullanmak helâldir, sahih kavi de bu-î dur...                                                                                                 

Kaplarda kullanılan kısmın yaması, yine en sahih kavle göre' diğer yerleri gibidir. Şerefüddin Yayha Nevevi'ye göre ise, altun yama az olsun çok olsun mutlaka haramdır. Allah daha iyisini bif lir. [269]                                                                                            

c) Hanbelîlere göre, altun ve gümüş kap edinmek hem err keklere, hem kadınlara haramdır. Kap altun ve gümüşten değil de bunlardan biriyle yamanmış ve ekseriyetini altun ve gümüş oluş­turmuşsa, öylesini de yeme ve içme hususunda kullanmak harama­dır,

Yamanan kabın gümüşü az olursa, ihtiyaç için kullanılması mubahtır. Bazısına göre, ihtiyaç olmasa bile mubahtır. Yamanan kabın azı altun olursa ancak zaruri hallerde kullanılması mubah­tır.                                       ,                                                

Altun ve gümüş kaplarda yemek yemek, bir şeyler içmek vb diğer   (günlük)  işlerde kullanmak haramdır.[270]                        

Ayrıca Hanbelîlere göre, gümüş yüzük erkeklerce kullanılabi­lir. Altun yüzük onlara kesinlikle haramdır. Yüzüğün taşının altın olmasına cevaz verenler olmuştur. [271]                                       ;

d) Mâlikîler ise, Umnıu Seleme'den  (r.a.)  yapılan şu rivayet­le istidlal ederek gümüş kaptan  (bir şeyler) içilmesini haram say­mışlardır

«Gümüş kaptan içen kimse karnında ancak Cehennem ateşini lıkırdatır.» [272]                                                                            

Hadîs âlimlerinden Yahya diyor ki: Mâlik'den işittim, şöyle di­yordu : «Doğrusu ben oğlan çocuklarının altundan bir şey giyinme­lerini (taknımaiannı) mekruh görüyorum. Çünkü Resülüllah'ın (a.s.)  altun yüzük takınmayı men'ettiği haberi bana ulaşmış bulu-

uyordur. O bakımdan ben altunu büyük-küçük olsun her erkeğe Lekrûh sayıyorum.»[273].

Bu mezhebe göre, kılıç, kama ve benzeri silâhı altun veya gü-ıüşle işlemek mekruh değildir. Bunun gibi, diğer silâhlar hakkm-a kıyas yoluyla aynı hüküm câridir.[274]

Konuyla ilgili; diğer hadîsler ve tahliller :

Müslimin rivayetinde : «Kim altun veya gümüş kapta içerse..,»

neâlindedir ki, burada sadece su veya başka bir meşrubat içmek 3öz konusudur. Müslim'in ikinci rivayetinde ise, «O kimse ki, altun ve gümüş kapta yer ve içerse..» mealinde olup yeme ve içme konu

edilmiştir. Buharı ise yemeği ve altunu zikretmeyip sadece gümüş kapta... şeklinde rivayet etmiştir.

Böylece belirtilen sahih hadisler, Buharı' Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî' İbn Mâce ve Nesâî'nin Hz. Huzayfe (r.a.)'den rivayet ettik­leri ve konumuzun başında naklettiğimiz hadîsle bütünleşmekte, her türlü şüphe ve tereddüdü kaldırmaktadır.

Bununla beraber Zahirî imamı Dâvud, sadece bu kaplardan su içmenin haram olduğunu, yemek yemenin haram olmadığını söyle­miştir. Oysa sahih hadîsler onun bu ictihad ve görüşünü reddetmek­tedir. Kuvvetli bir ihtimalle sözü edilen hadîsler ona kadar ulaşma­mıştır. Nitekim İmam Nevevî diyor ki: Altın veya gümüş kapta ye­menin, içmenin ve bu kapları kullanmanın tahrîmi bi'1-icmâ' sabit I olmuştur. Ancak Dâvud'dan yapılan bir rivayet bunun dışındadır, ! o sadece bu kaplarda  (bir şeyler)  içmeyi haram kabul etmiştir ki i herhalde yemek yemenin tahrîmiyle ilgili hadîs  ona ulaşmamıştır.

İmam Şafiî de «kavl-i kadîm»inde yalnız bu kaplarda bir şeyler : içmenin tahrîmine kail olmuş, sonra bu içtihadından dönüp sahih | hadîslerin doğrultusunda bunlardan yemek yemenin de haram ol-i duğunu,  diğer günlük şeylerde kullanmanın da aym hüküm kap-! samına girdiğini «kavl-i cedîd»'inde belirtmiştir. İmam Şafiî, Altun ve gümüş kapta abdest almak, bir şey yiyip içmek (tahrimen) mek­ruhtur derken  o  suyun veya  yiyeceğin haram  olmadığını, ancak o fiilin haram olduğunu belirtmiştir.[275]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Altın ve gümüş kap, kaşık, çatal, bardak ve benzeri şeyler kullanmak haramdır. Bu hükümde erkek ve kadın eşittir.

2- Altın ve gümüş dışında diğer madenlerden imal edilen kap­ları kullanmakta —sağlığı bozucu bir yanı yoksa— sakınca görül­memiştir.

3- Altın ve gümüşten imal edilen kap ve benzeri eşyayı günlük işlerde, yeme ve içme dışında da kullanmak haramdır.

4- Aşırı olmamak kaydıyla evlerde süs eşyası olarak bulundur­makta bir beis görülmemiştir. Nitekim Enes (r.a.)'den yapılan riva­yette, Resûlüllah   (a.s.)  Efendimiz'in üsküresi kırılınca kırık yerine gümüş zencir  (veya tel) den bir parça konulup tesbit edildi.[276]

Âsim el-Ahvel'den yapılan rivayette diyor ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in üsküresini Enes'in yanında gördüm, üzerinde gümüş­ten bir yama bulunuyordu.[277]. (Bu, İmam Ebû Hanîfe'nin kavli­dir.)

5- Süs  eşyası olarak altun erkeklere haram, kadınlara helâl kılınmıştır.

6- İpek ve dîbac erkeklere haram, kadınlara helâl kılınmıştır.

7- Peygamber  (A.S.) Efendimiz'in bakırdan mamul bir leğen­deki su ile abdest aldığını Abdullah b. Zeyd (R.A.) şöyle rivayet et­miştir :

Resûlüllah (A.S.l Efendimiz bize geldi. Ona ağzı büyükçe ba­kır bir kap çıkardık, abdest aldı.»[278]

Hz. Zeyneb (R.A.) da diyor ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bakır leğende abdest alırdı».., [279]

Müctehid. imamlar bu hadîslerin ışığında, altun ve gümüş dı­şındaki diğer madenlerden, topraktan imal edilen kaplarda yemek yemeyi, su içmeyi, abdest almayı ve günlük işlerde kullanmayı mubah kabul etmişlerdir. Çünkü aksine bir delil sabit olmadıkça eşyada aslolan taharettir. Kaldı ki Resûlüllah (A.S.) Efendimiz al­tun ve gümüş dışındaki kaplan kullanmış ve kullananlara engel olmamıştır. [280]

 

Kapların Ağzını Örtmek Müstehabdır

 

tslâm Dini, insanın ruhuyla, kalbiyle meşgul olduğu kadar mn bedeniyle de ilgilenir; sağlığını tehdid eden şeyleri yasaklar; 1a sıhhat ve zindelik kazandıran şeyleri mubah kılar. Böylece Lruyucu hekimliğe fazlasiyle önem verir.

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, Allah'ın insanlığa son rahmet he-tyesi ve en son mesajının tebliğatçısıdır. Allah'tan alır öyle konu-ar. Kendiliğinden bir hüküm koymaz, kendi keyfine göre bir şeyi elâl veya mubah saymaz. O, onbeş asır önce bulaşıcı hastalığa ne-en olan mikrop ve virüsleri, koli ve benzeri basilleri dikkate ala-ak koruyucu hekimlikle ilgili yetmişin üstünde emir ve tavsiyede iulunmuştur. Onlardan biri de, özellikle içinde yiyecek ve içecek lulunan kapların ağzım kapalı tutmamızı emretmesidir.

O'nun bu emrini yansıtan ve müctehid imamlar için istidlal :aynağı olan hadîsler şöyledir :

«Ashab-ı Kirâm'dan Câbir b. Abdillah  (R.A.Vdan yapılan rivâ-rette, Resûlüllah (A.S.)  Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:                                              

«Gönden mamul su kabının ağzını iple sıkıca bağla ve Allah'ın ismini an; kabın üzerine örtü ört, Allah'ın ismini an, isterse bu ört­men onun üzerine bir çubuk koymanla olsun (ihmal etme)!»[281]

Müslim'in yaptığı rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöy­le buyurmuştur : «Kabı iyice örtün, su kabının ağzım iyice bağla­yın. Çünkü yılda öyle bir gece var M onda veba (bulaşıcı hastalık yapan mikrop) iner de üzerinde Örtü (kapak) olmayan bir kaba, ağzı sıkıca bağlı olmayan bir su kabına uğramaya görsün mutlaka onun içine o vebadan iner  (girer).»[282]

Hadis-i şeriflerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmakta­dır :

1- Su ve gıda maddesi konan kapların ağzını   örtmek sünnet­tir. Açık bırakmak mekruhtur.

2- Kapların gerek ağzını örterken, gerek açarken Allah'ın is­mini anmak, Bismillah demek sünnettir.

3- Bulaşıcı hastalık yapan veya insan sağlığını tehdîd eden şpylerden korunmaya çalışmak, tedbir almak ve sonra da Allah'a güvenip dayanmak sünnettir.

4- Veba, kelimesi,  bulaşıcı  hastalıkların genel adıdır. Resû­lüllah (A.S.) Efendimiz, «yılda bir gece var ki, o gecede veba iner..»

buyurması, çok anlamlıdır. Kadir gecesi ramazan ayında gizlen­diği gibi, salgın hastalık yapan mikropların hangi gece ineceği, kap­lara gireceği belli değildir. O halde her gece inebilir endişesiyle kapları iyice örtmek gerekir. Böylece Kadir Gecesi ne kadar feyizli ve bereketli se, salgın hastalık yapan mikroplar da o nisbette kırıcı, öldürücü ve yıkıcıdır.

5- İslâm Dini ve Onun Peygamberi ondörtı onbeş asır önce salgın hastalık yapan, insan sağlığını tehdid edip tehlikeye düşü­ren mikroplara, virüslere «veba»    tabiriyle dikkatleri çekmiştir.

Müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının istidlal ve gö­rüşleri :

a) Müctehid imamların hepsi içinde yiyecek ve içecek bulu­nan, kapların örtülü tutulmasını, özellikle geceleri açık tutulmama-sını sünnet kabul etmişler; ancak onlardan az bir kısmı bunu müs-tehab olarak   vasıflandırmışlardır,                 .

b) İlim adamlarımızın hemen hepsi Resûlüllah   (a,s.)  Efendi­miz'in uyarıcı ve öğütleyici hadislerinin ışığı altında koruyucu he-

kimliğin bazan sünnet, bazı hallerde vâcib, bazı hallerde farz, bazı allerde de müstehab olduğunu söylemişlerdir.

Salgın hastalık tehlikesi doğuran veya ölüme sebep olan tehli-elere karşı korunmak farzdır. Bunun dışında insan sağlığını kıs-ıen tehdîd edip ihmal edildiği takdirde tehlikeli sonuçlar doğura-ilen konularda tedbir almak vâcibdir. Gusletmek, abdest almak arzdır. Haftada hiç olmasa bir defa banyo yapmak, yemekten ön-e ve sonra elleri iyice yıkamak sünnettir. Abdest alıp yatağa uzan­mak müstehabdır.

Bu misalleri çoğaltmak mümkündür, ne var ki kitabımızın hac-Lü müsait değildir. O bakımdan genel kaide niteliğinde bazı misal­ler vermekle yetinmeyi uygun gördük.                       

Konuyla ilgili diğer rivayetler ve tahliller -                            

«Kapını kilitle ve Allah'ın ismini an. Çünkü gerçekten şeytan kilitli bir kapıyı açamaz. (Yatarken) çıranı söndür ve Allah'ın is­mini an. Kabının üzerini ört, isterse üzerine koyacağın bir çubukla olsun (ihmal etme) ve Allah'ın ismini an. Su kabının ağ­zını iyice bağla ve Allah'ın ismini an...»[283].

«Şüphesiz ki şeytan hiçbir kilitli yeri açamaz, ağzı bağlı hiçbir su kabına giremez ve örtülü hiçbir kabı açamaz. Ve gerçekten fa-sıkcık (fare, haşere ve mikrop) insanların üzerine evlerini yakıp yakıp tutuştururlar!»[284].

Câbir  (r.a.)'dan yapılan rivayette demiştir ki:

Resûlüllah (a.s.) Efendimizle beraber bulunuyorduk. îçmek için su istedi. Oradakilerden bir adam, «size hurma şırası içireyim mi?» diye sordu. O da : «evet» deyince adam bütün gücüyle çıktı ve çok geçmeden içinde hurma şırası bulunan bir bardakla geldi... Re­sûlüllah (a.s.) Efendimiz ona : «Üzerine koyacağın bir çubukla bile olsa onu örtseydin ya!» buyurdu. [285].

Naklettiğimiz bu hadîslerin sıhhati üzerinde tartışan olmamış­tır. O bakımdan farklı görüş ortaya koyan da pek yoktur.

Resülüüah (a.s.) Efendimiz, koruyucu hekimlikte ümmetini aydınlatırken, konumuzu teşkil eden hadîslerde özellikle üç şey üze­rinde durmuştur:

1- îçinde yiyecek veya su bulunan kapların ağzını örtülü bu­lundurmak.

2- Bir yere gidildiğinde veya uykuya yatıldığmda kapıları ki­litlemek.

3- Lâmba,  çıra ve benzeri    şeyleri söndürüp öylece uyumak veya evden ayrılmak.

Bu tedbirlerin yanısıra bir de mânevi koruyucu vasıfta olan ikinci bir tedbiri telkin etmiştir: Belirtilen hususlarda tedbir alır­ken Allah'ın ismini anmak( Bismillah) demek... Allah'ın ismini an­mak, koruyucu meleklerin gelmesini sağlar. Bu da gösteriyor ki, biz Allah'ı hatırlayıp ondan yardım istediğimiz takdirde, tedbir alıp kendisine yönelen kullarım rahmet melekleriyle korur. Ne yazık ki, insanların çoğu Allah'ın bu yüksek inayet ve rahmetinin teza­hüründen haberi yoktur. [286]

 

Helaya Girme-Çıkma Adab ve Ahkamı

 

İslâm, günlük hayatımızın hemen her bölüm ve safhasıyla ya­kından ilgilidir. Sabahleyin yataktan kalkıp akşam üzeri evimize dönünceye ve tekrar yatağımıza uzanmcaya kadar bütün söz ve davranışlarımıza ışık tutar, yön verir ve bizi en iyiye, en güzele, en doğruya çevirip yönlendirir.

Tabii ihtiyacımızı gidermek için helaya bile girip çikmamızla ilgili adâb ve kurallar koymuş, hemen her yerde ve her konuda Allah'ı hatırlamamızı, O'na güvenip sığınmamızı, O'nun yardımını dilememizi emretmiştir. Çünkü varlık âleminde her şey insan için, insan da Allah için yaratılmıştır. O, Allah'ın yeryüzünde halîfesi kılınmış, ne yaparsa O'nun rızası doğrultusunda yapması emredil­miştir.

Helaya girip - çıkma adâb ve ahkâmı bizi birçok mikroplardan, basillerden ve pisliklerden korumaya yöneliktir. Koruyucu hekim­likle içiçedir.

Bütün bunlar şunu gösteriyor: İslâm Dini, ondört asır önce ıedeniyetin, insanca yaşamanın, sağlığı koruyup sıhhatli bir ömür örmenin; ilmin ve ahlâkın temelini atmış, dünya milletlerine ön-ülûk ederek cehaleti boğmuştur.

Şimdi konumuza mesned teşkil eden ve ilim adamlarının istid­lalinin kaynağım  oluşturan  hadîs-i şerifleri naklediyoruz:

Ashab-ı Kirâm'dan Enes b. Mâlik (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah la.s.) Efendimiz helaya girdiği zaman şöy­le derdi: ALLAHÎM! Doğrusu ben hubs ve habâis'ten sana sı­ğınıyorum.»[287].

Said b. Mensur ise kendi Sünen'inde şunu rivayet etmiştir:

«Resûlüllah (a.s.î Kfendimis (Helaya girdiği zaman) şöyle derdi: BİSMİLLAH, ALLAH'IM! ŞÜPHESİZ Kİ BEN HUBS VE HABAİSDEN SANA SIĞINIYORUM.[288]

Aişe  (r.a.)'dan yapılan rivayette demiştir ki:

«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz heladan çıkınca «Gufrâneke = Se­nin mağfiretini dilerim» derdi.»[289]

Bu istek, helada bulunduğu sürece Allah'ı anamadığmın, zikir­de bulunamadığının mahviyet ve ince duygusunun tezahürü sayı­lır.                      .

îbn Huzeyme ve İbn Hibbân bu hadîsin sahih olduğunu belirt­mişlerdir.[290]

Yine Enes b. Mâlik (R.A.) 'den yapılan rivayette, demiştir ki :

«Resûlüllah (A.S.Î Efendimiz heladan çıktığı zaman şöyle der­di : BENDEN EZİYETİ GİDEREN VE BANA AFİYET VEREN ALLAH'A HAMD OLSUN!»[291]

Bu hadîsin râvilerinden Harun b. îshak'm güvenilir olduğunu Nesâî belirtmiştir. Abdurrahman el-Muharibî'nin güvenilir oldu­ğunu hem Nesâî, hem de îbn Maîn tesbit etmişlerdir.

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, tabii ihtiyacını giderdikten sonra, aldığı gıdalardan vücuda yararlı olanının vücuda yayılmasını, ya­rarlı olmayanının dışarı atılmasını sağlayan Allah'a hamdederek her olayda, her şeyde O'nun yüksek kudretini, eşsiz sanatını gör­mekteydi. Böylece gerçek mü'minin hemen her şeyde Allah'ın kud­ret ve azamet, sanat ve latafet damgasını gören kimse olduğu or­taya çıkıyor. Çok mükemmel bir plân ve programa göre vücut me­kanizmasının çalıştığını idrak ederek Allah'a hamdetmek kadar tabii ne olabilir?..

Hadîs-i şeriflerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmakta­dır :

1- Helaya girerken Allah'ın ismini anmak sünnettir.

2- Helaya sol ayak atılarak girilir. Bu kimine göre sünnet, ki­mine göre müstehabdır.

3- Heladan sağ ayak atılarak çıkılır.   Bu da ya sünnet veya müstehabdır.

4- Helaya  girilirken henüz avret yerini  açmadan, hubs ve habâis 'den Allah'a sığınmak sünnettir.

5- Heladan çıkıldığında, eziyeti giderip    afiyet veren Allah'a hamd etmek sünnettir.

Hadislerin ışığında müctehid imamların istidlal, ictihad ve gö­rüşleri

a) Hanefilere göre, helaya girerken sol ayağını atıp girer, çı­karken sağ ayağım atıp çıkar. Helaya girmeden önce kovulmuş şey­tandan Allah'a sığınır. Şöyle ki: içeri girmeden, avret yerini henüz açmadan ve taavvuzdan önce Allah'ın ismini anar (Bismillah der). Sonra da hubs've habâis'den (her türlü murdarlıktan, cin ve Şeytandan, mikrop ve hastalıktan)  Allah'a sığınırım,  der.[292].

Yine Hanefi mezhebine göre, Fetavâ-yı Hindiyye'de şöyle de-biliyor: «Helaya sol ayak atılarak girilirken şöyle dua etmek müs-tehabdır: ALLAHIM! HUBS VE HABAİSDEN SANA SIĞINIRIM. Heladan çıkarken şöyle duâ eder: HAMD OLSUN O ALLAH'A KÎ, BENDEN BANA EZİYET VERENİ GİDERDİ VE BANA AFİYET VE­RİP YARARLI OLANI BIRAKTI.[293].

b) Şafiî'lere göre, helaya giren kimse sol ayağını atıp girer; çıkarken sağ ayağını atıp çıkar. Beraberinde ZİKRULLAH (âyet, es-mâ-i hüsnâ, Allah ve peygamber »ismi) dan bir şey taşımaz. Helada konuşmaz. Aksine hareket etmek mekruhtur, haram değildir. Bu­nunla beraber yanında ZÎKRULLAH bulunduğu halde girer ( gir­mek zorunda kalır) se, elini onun üzerine kapatır veya sarığının içine yerleştirir.  (Cebinde ve cüzdanında bulundurur).

Zaruret olmadıkça, Kur'ân'a üstün saygı ve tekrîm bakımından Mushaf'la birlikte helaya girmek  haramdır. .[294].

Tabii ihtiyacını gideren kimsenin helaya sol ayağını atarak girmesi ve sağ ayağını atarak çıkması; üzerine ta'zîme değer (âyet, Allah ve Peygamber ismi gibi kutsal) şeyleri bulundurmaması sün­nettir. Bunları taşıması (helaya girerken üzerinde bulundurması) mekruhtur.[295]

Hanbelilere göre, helaya girerken sol ayağı, çıkarken sağ aya­ğı atmak; girerken «HUBS ve HABÂİS'ten, kovulmuş şeytanın mur­darlık ve pisliğinden Allah'a sığınırım»; dışarı çıkarken «Senin mağfiretini dilerim! Benden eziyeti giderip afiyet veren Allah'a hamd olsun»  demek müstehabdır.[296].

Mâlikîler de aynı görüştedirler...

Konuyla ilgili diğer rivayetler ve tahliller.

Enes b. Mâlik  (R.A.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki :

«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz helaya girdiğinde yüzüğünü çıka­rırdı.»[297]

Tirmizi bu hadîsin sahih olduğunu söylemiştir. Çünkü Resû­lüllah (a.s.) yüzüğünün üzerinde MUHAMMED RESÛLÜLLAH iba­resinin yazılı olduğu sahih rivayetlerle sabit olmuştur. Üzerinde Allah ve Resul isimleri bulunan bir yüzükle helaya girmemiş, bu­nunla hem üstün saygısını ifâde etmiş, hem de ümmetine yol gös­terip ışık tutmuştur.

Aynı hadîsi ibn Hibbân ve Hâkim de ihraç etmişlerdir. Nesâi, bunun gayr-i mahfuz bir hadîs olduğuna kail olmuştur. Ebû Dâ-vud ise bunu m ü n k e r saymıştır.[298].

Dârekutnî bundaki ihtilâfı zikredip şaz olduğuna işaret etmiş­tir. Bilindiği gibi, güvenilir bir râvînin aynı konuda güvenilir olan diğer râvilere muhalif olarak rivayet ettiği hadîse ŞAZ denir. Gay­r-i sahih denilmez.

İmam Münzirî ise, bu hadîsin râvîlerinin hemen hepsinin sıka yani güvenilir olduğunu söyleyerek sahih kabul etmiştir. Ebu'1-Feth el-Kuşeyri de bu görüş ve tesbitte ona uymuştur. Nitekim İmam Beyhakî buna bir şâhid çıkararak zayıflığına ve fakat ricalinin gü­venilir olduğuna işarette bulunmuştur. Hâkim de bu mânaya yakın şu rivayeti yapmıştır: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bir yüzük ta­kınmıştı ki, üzerindeki nakış MUHAMMED RESÛLÜLLAH idi. He­laya gireceği zaman onu parmağından çıkarıp bir kenara kordu.»

Hâkim'in bu rivayeti üzerinde durulmuş, el Cevzekanî zayıf ol­duğunu söylemiştir. Ricali güvenilir kişilerse de aralarında metruk kabul edilen Muhammed b. ibrahim er-Râzî bulunuyordur.

Bütün bu tahlillerle beraber, Resûlüllah'ın (a.s.) yüzüğünün üzerinde böyle bir ibarenin bulunduğu kesinlik kazanmıştır.[299].

O bakımdan müctehid imamlar bu rivayetlere dayanarak, üze­rinde Allah ve peygamber ismi ve bir âyet yazılı bulunan yüzük ve benzeri eşyayı kaybolma tehlikesi yoksa, ortam müsaitse çıka­rıp öylece helaya girmenin müstehab olduğuna kail olmuşlar. Ni­tekim Ahmed b. Hanbel, bu kabil şeyleri koruyabileceğini, yere dü­şürmeyeceğini kestirse bile, bir zaruret yokken beraberinde helaya taşıması mekruhtur; çıkarıp dışarı koyması müstehabdır. Ancak üzerinde bu kabil ibare bulunan dirhemle birlikte helaya girmek­te bir sakınca yoktur, demiştir.[300].

 

Helada Tabii İhtiyacı Giderirken Konuşulur mu?

 

Helada zaruret olmadıkça konuşmak mekruhtur. Çünkü ora­sı sohbet yeri değildir. Verilen selâm bile cevaplandırılmaz. Ancak çıkıp abdest aldıktan sonra selâm veren orada bulunuyorsa, reddi yapılır.

Bu konuda mesned olarak şu rivayetlere itibar edilmiştir :

îbn Ömer   (r.a.)'dan yapılan rivayette demiştir ki :

Resûlüllah (a,s.) Efendimiz idrar yaparken (küçük abdestini bozarken) bir adam oradan geçiyordu, selâm verdi, Peygamberi­miz  (a.s.)  onun selâmım cevaplamadı...»[301]

Ebu Davut, îbn Ömer (r.a.) tarikiyle fazla olarak şunu da nak-letmiştir : «Şüphesiz ki Resûlüllah (a.s.î teyemmüm ettikten sonra o adamm selâmını alıp cevapladı.» Yine Ebû Davut Muhacirin ta­rikiyle yaptığı rivayette şu lâfızları nakletmiştir : «Peygamber (a.s.) Efendimiz idrarını yaparken onlardan biri Peygamber'e gelip se­lâm vermiş, Peygamber (a.s.) abdest aldıktan sonra onun selâmı­nı alıp cevaplamış, sonra da özür dileyerek şöyle demiştir. : Aziz ve Celü olan Allah'ı gayr-i tahir bir vaziyette anmak istemedim...»

Aynı rivayeti Nesâî ile İbn Mâce de ihraç  (tahrîc)  etmişlerdir.

Böylece tabii ihtiyacı giderirken Allah'ın ismini anmanın mek­ruh olduğu hükmü ortaya çıkıyor, isterse o ismi anmak vâcib olsun, selâmı ahp cevaplamak gibi, farketmez...

Diğer ilim adamları bu konuda hadîslere dayanarak şöyle is­tidlal etmişlerdir: Tabii ihtiyacı giderirken, ister zikir, ister bunun dışında bir söz olsun konuşmaktan mutlaka sakınmalıdır. O kadar ki, verilen selâmı cevaplamaz, müezzini takip etmez. Ancak önem­li ve zarurî haller bu genellemenin dışındadır. Meselâ, iki gözden yoksun bir adamın tehlikeli bir yere yaklaşıp yuvarlanmak üzere olduğunu gördüğünde onu uyarır. Kendisi aksırdığmda içinden Al­lah'a hamdeder, dilini hareket ettirmez.[302]. Nitekim Resûlüllah Ca.s.)  Efendimiz Ebû Saîd'in (r.a.)  yaptığı rivayete göre, şöyle bu­yurmuştur :

«İki adam büyük abdest bozmak üzere avret (utanç) yerleri açık olup konuştukları bir halde (helaya) gitmesinler (tabii ihtiyâç­larım giderirken konuşmasınlar), Çünkü gerçekten Allah böyle bir davranışa gazao eder.»[303].

Müslim kendi sahihinde bu hadîsin râvilernıden İkrime b. Am-mar'a yer vermiştir ve onun rivâyetiyle ihticac etmiştir. Bazı ha­dis hafızları ise onu zayıf saymışlardır .

Hadîsin açık delâletinden, tabii ihtiyacı giderirken avret yer­lerini örtmenin ve o esnada konuşmayı bırakmanın vücubu anla-1  siliyor. Çünkü Allah'ın gazabına    sebep olan bir fiil  genel kaide uyarınca haram sayılır.  Ancak müctehidlerin çoğu bunu mekruh saymıştır. Ahmed b. Hanbel konuşmamayı müstehab kabul etmiş, aksine bir tutumun mekruh olacağını belirtmiştir. Diğer müctehid imamlar da sünnet ve müstehab tabirlerini kullanmışlardır. Hane-filer zaruri bir hal olmadıkça o vaziyette konuşmaz,    şeklinde bir ifade kullanmışlar ki bu sünnetin terkini gerektiren bir davranıştan kişiyi men1 etmeye yöneliktir.[304].

 

Çölde, Kırda, Bayırda Tabii İhtiyaç Gidermek İçin Örtünmek ve Uzaklaşmak

 

İslâm, yollara, ağaçların altına, su kenarlarına, akar ve durgun sulara büyük ve küçük abdest bozmayı yasaklamış ve buna uymayanları lânetlemiştir. «İki lânetçiden (lanete lâyık olan iki kimsenin fiilinden) . İnsanların gelip geçtiği yola veya gölgelerine def’i hacet edenden sakının.[305]

 «Üç lanet yerinden sakının: Sizden herhangi biri gölgelendiği Ibir gölgeliğe veya yola veya su birikintisine def-i hacet için otur­maktan sakınsın...» [306].                                         .                   

Nitekim Câbir b. Abdülah  (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki:

«Resûlüllah ta.s.) Efendimizde beraber bir sefere çıkmıştık. Ta­bii ihtiyacım gidermek için (gözlerden kayboluncaya kadar uzak­laşır, görünmez olurdu.»[307]

Bu hadîsin ricali îbn Mâce'ye göre sıka ve sahih kimselerdir. Sadece İsmail b. Abdülmelik el-Kûfî müstesna. Bununla beraber Buhâri, onun hadisi yazılır. Ebû Hatim ise «o kaviy değildir» demiş­tir. et-Takrîb'de ise, «o çok doğru bir adamdır, ancak çok vehimli­dir» denilmiştir. Nesâi, Ebû Davut ve Tirmizî de ondan hadîs tah-ric etmişlerdir.

Ebû Dâvut'un yaptığı bir başka rivayette, bu hadîsi te'yid eder mahiyette şöyle denilmiştir : «Resûlüllah (a.s.) defi hacete çıktığın­da hiçbir kimse tarafından görülmeyecek kadar gidip uzaklaşırdı.»

Efendimiz'in bu hareketi, edep ve terbiyeyi, temizlik ve neza-feti, insanlara karşı saygıyı yansıtır.

îbn Mâce'nin tesbit ettiği bir rivayette ise şöyle deniliyor: «Peygamber  (a.s.î Efendimiz tabii ihtiyacını gidermek için çık­tığında hayli uzaklaşırdı.[308] [309]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Helaya sol ayak atılarak girilir,  sağ ayak atılarak çıkılır. Bu çoğuna göre sünnettir. Müstehab diyenler de var.

2- Helaya  girilirken, kutsal anlam taşıyan âyet, hadis, Allah ve Peygamber ismi yazılı şeyler mümkünse dışarı konulur. Bir teh­like söz konusu olduğu yerlerde onu cebinde, cüzdanında ve ben­zeri yerlerde örtüp korur. Bu da sünnettir. Terkinde kerahet vardır.

3- Helaya girilirken bazı müctehidlere göre, Besmele çekilir, sonra da sözü edilen şekilde hubs ve habâis 'den Allah'a sığı­nılır. Heladan çıkınca, Peygamber (a.s.) Efendimiz'den rivayet edil­diği şekilde Allah'a hamd edilir. Bütün bunları yerine getirmek sün­nettir.

4- Tabii ihtiyaç giderilirken   konuşmak mekruhtur. Bazı ilim adamlarına  göre  haramdır.  Konuşmamak  sünnettir.  Selâm veril­mez, verilen selâm o vaziyette cevaplanmaz. Ancak çok önemli bir olay ortaya çıkarsa konuşmasında bir sakınca yoktur.

5- Çölde, kır ve bayırda, tenha yerlerde tabii ihtiyacı gider­mek için uzaklaşmak, müsait yer arayıp bulmak sünnettir.

6- İnsanların gelip geçtiği yollara, gölgelendikleri yerlere, ağaç altlarına, durgun ve akar sulara, görülebilen semtlere küçük ve büyük abdest bozmak mekruhtur, aksine hareket edenler lanet­lenmiştir.

7- Açık yerde bulunuyorsa, örtünmek,    başkasının görmesine imkân vermemek sünnettir. [310]

 

Def-i Hacet Esnasında Ön ve Arkayı Kıbleye Döndürmek

 

Kabe, Allah'a ibâdet için yeryüzüne konulan ilk mâbeddir. Allah tarafından Tevhîd İnancı'nın fışkırdığı yer olarak kutsal kılınmıştır. O bakımdan Kıyâmet'e kadar kutsal kalacaktır.

Başta İbrahim Peygamber olmak üzere birçok peygamberlerin ayak bastığı, ibâdet edip gözyaşı akıttığı bir makam-ı muâlladır. Rahmet meleklerinin en çok indiği, feyiz ve rahmet saçtığı bir ev­dir. Beytullah unvanıyla şereflendirilmiş, makam-ı İbrahim'le belgelendirilmiştir.

Namazda saf olup o ulvî mabede yönelmemiz, İslâm adına ci­han kardeşliğinin, sulh ve selâmetin .birlik ve dirliğin ifadesidir. O halde bunca yüce amaçlar için var kılman, kutsal sayılan Kâbe'y6 hürmet etmek, imanımızın gereğidir. O tarafa müteveccih iken tü-kürmemek .sümkürmemek; tabii ihtiyacı giderirken ön ve arkayı o cihete çevirmemek bir emr-i Resuldür, uymamızda mânevi feyiz ve hmet vardır.

Allah Resulünden bu konuda rivayet edilen hadîsler :           

Ebu Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) üfendimiz şöyle buyurmuştur :

«Sizden biriniz haceti için (tabii ihtiyacını gidermek için) otur-luğu zaman önünü ve arkasını kıbleye çevirmesin.»[311]

«Ben ancak sizin babanız mesabesindeyim ; Sizden biri dışkısı­nı yapmaya gittiğinde önünü ve arkasını kıbleye döndürmesin ve îağ eliyle temizlenmeyi arzu etmesin.»[312]

Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, (def-i hacetten sonra) üç taş ile (temizlenmeyi emreder ve tezek, kemik (ile temizlenmeyi yasak-tardı.»[313]

Ebu Eyyub el-Ansarî (r.a.)'den yapılan rivayette, Peygamber (a.s.)  Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir :

«Def-i hacet için (helaya) gittiğinizde, ön ve arkanızı kıbleye çevirmeyin, fakat doğu veya batıya döndürün.»

Ebû Eyyub (r.a.) diyor ki : «Şam'a gittiğimizde hela ve gasilha-nelerin Kabe cihetine yönelik yapıldığını gördük, o sebeple Kabe cihetinden başka tarafa kendimizi döndürdük ve Allah'a istiğfar edip avf ve mağfiretini diledik.»  [314]

Hadîslerin  açık delâletinden  şu  hükümler anlaşılmaktadır  :

1- Def-i  hacet esnasında ön ve arkayı kıbleye çevirmek ha­ramdır.

2- Zarurî hallerde bir sakınca  görülmemiştir.

3- Aynı  hüküm açık  ve kapalı yerlerde câridir.   (Müctehid-lerin bu husustaki ictihad ve istidlalleri farklıdır).

4- Sağ el ile taharette bulunmak mekruhtur. Tezek ve kemikle temizlenmekte kerahet vardır.

Hadislerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla­rının ictihad, istinbat, istidlal, ve görüşleri:

a) İmam Ahmed, Ebu Sevr,    Nahaî ve îbrahime göre, çölde, kırda, bayırda ve benzeri açık yerlerde ön ve arkayı kıbleye çevir­mek caiz değildir, kapalı yerlerde bir beis yoktur. Bu aynı zaman­da bir rivayete göre ashabdan Ebû Eyyub el-Ansarî ile tabiinden Mücahid'in kavlidir. Ayrıca İmam Ahmed'den başka bir rivayet da­ha yapılmıştır. Nevevî de aynı hususu Müslim şerhinde belirtmiş­tir.

îbn Hazm ise el-Muhallâ'da Ebû Hüreyre, İbn Mes'ûd, Süraka b. Mâlik Ata, ve Avzai'den bu anlamda rivayetler tesbit edip nak­letmiş tir.

b) Davud ez-Zâhirî'ye göre, gerek açık yerlerde,  gerekse ka­palı yerlerde ön ve arkayı kıbleye çevirmekte sakınca yoktur. Ni­tekim Urve ile Mâlik'in şeyhi Rebî'â'nın da mezhebi bu hükmü be­nimsemiştir.

îmam Şafii ve Mâlik'e göre:

d) Çöl ve benzeri yerlerde haramdır, binalarda, kapalı yer­lerde haram değildir. Ahmed b. Hanbel'den de bu anlamda bir ri­vayet yapılmıştır.

Fıkıh kitaplarında ise iki mezheple ilgili tesbitler şöyledir: Şâere göre, küçük ve büyük abdest bozarken ön ve arkayı kıbleye tıdürmek yasaklanmışsa da bundan dolayı gereken temizlik ya-lırken  döndürmek yasaklanmamıştır.[315].                                

 Çevresinde kendini örten bir örtü bulunursa, ön ve arkasım bleye döndürmesi sadece mekruhtur. Açık yerde ise haramdır.[316].

Mâlikîlere göre, def-i hacet esnasında ön ve arkayı güneş ve r'a döndürmek mekruh değildir, ancak kişiye uygun olan ve ya­şan böyle yapmamasıdır, [317]. Nitekim tbn Ömer'den yapılan vâyette, Hz. Peygamberin Beytülmakdîs'e yönelik bir halde def-i ıcet ettiği görülmüştür. (268)[318]. Kapalı yerde ise ön ve arkayı kıb-ye döndürmek haranı değildir.

e) Hanefilere göre, açık ve kapalı yerde def-i hacet esnasında ve arkayı kıbleye çevirmek tahrîmen mekruhtur. İstinca  (ilgili

imizlik)  yaparken de kıbleye  döndürülmez. Çünkü bu husustaki

adîs umum ifade etmektedir.[319].

Tahtâvî bu hususta imam Ebû Hanife'den farklı rivayetlerin ulunduğuna temasla diyor ki: Mutlaka yasaktır ve bu rivayetin âhir olanıdır. Mutlaka sakınca yoktur, sadece mekruhtur. Yalnız-rkayı döndürmek mekruhtur. (270)[320].

Nitekim yapılan tesbitlere göre, imam Ebû Yusuf'a göre kapalı .erlerde arkayı kıbleye döndürmek caizdir. [321]. f) İbn Sirîn'e göre, Beytülmakdîs de dahil Kabe'ye ön ve ar-iayı çevirmek mutlaka haramdır.

g) Buradaki tahrîm sadece Medine halkına ve o semtte yaşa­nanlara mahsustur. Ebu Âvâne bu görüştedir.[322].

imam Ahmed ve onun görüşünde olanlar, Ebû Hüreyre'den ve Sbû Eyyub el-AnsarîJden rivayet edilen hadîslerle ihticac etmişler-Ür. Hadîslerdeki yasak onlara göre hürmeti ifâde eder.

Dâvud es-Zahirî, ibn Ömer. Cabir ve Hz Ayşe (r.a.)'dan riva­yet edilen hadîsle ihticac etmiştir. Ona göre, Ebû Hüreyre ile Ebû EVyub'dan rivayet edilen hadîsler bunlarla nasholunmuştur.[323].

i îmam Ebû Hanîfe ve arkadaşlarından bazısı, Sahih-i Müslim'de Şelmân'dan yapılan rivayetle istidlal etmişlerdir. Ancak imamın tu hadîsle istidlalden sonra vazgeçtiği de söz konusudur, imam Ebû Yusuf ise bu hadisle istidlal edip az yukarıda belirttiğimiz gibi, ka­palı yerlerde arkayı döndürmek caizdir, demiştir. Çünkü mezkûr hadiste sadece ön tarafı çevirmek men'ediimiştir.

| îbn Sirîn ise, Ebû Davud'un rivayet ettiği şu hadisle ihticac et­miştir : «Küçük ve büyük abdest bozarken iki kıbleye Kabe ve Bey­tülmakdîs)  Önümüzü çevirmeyi Resûlüllah   (a.s.)  Efendimiz yasak-

amıştır.»[324].

Ebû Âvâne ise, Ebû Eyyub (r.a.)'den yapılan rivayette «şarriku iv ğarrîbû» emirleriyle istidlal etmiştir.

Bu konuda rivayet edilen diğer hadisler ve tahliller : İbn Ömer'den  (r.a.)  yapılan rivayette demiştir ki:

«Bir gün tkızkardeşimî Hafsa'nın evinin üstüne (damına) çık­tım, Peygamberi (a.s.) önünü Şam, arkasını Kabe cihetine çe­virmiş bir halde  (def'-i hacet ederken)  gördüm.»[325].

İlim adamları bu hadîsin delâlet ettiği hükmü dikkate alıp fark­lı istidlalde bulunmuşlardır: Kimi ön ve arkayı Kabe'ye çevirmek caizdir ve bu hadîsin nâsıh olduğuna kaildir. O bakımdan ön ve arkayı kıbleye çevirmenin mubah olduğuna itikâd eder. Kimi de | açık yerlerde bunun ciz olmadığım, kapalı yerlerde sadece ön kısmı çevirmenin yasak olduğuna kaildir.

Câbir b. Abdillah  (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah  (a.s.)  Efendimiz bevl ederken kıbleye yönelmemizi men'etti. Sonra ben onu vefatından bir yıl önce kıbleye yönelik .ir halde  (bevl)  ettiğini gördüm.»  [326]

Aynı hadîsi Bezzar, İbn Carûd, İbn Huzayme, îbn Hibban, Hâ­lim ve Darekutnî tahric etmişlerdir. Tirmizi hasen olduğunu beli?t-niştir. Bezzar da sahih olduğuna kaildir. Nevevi ise tavakkuf et-biştir. Çünkü râviler arasında Anâne b. îshak bulunuyordur. îbn kbdilberr, Ebban b. Sâlih'den dolayı hadîsin zayıf olduğunu söyle­miştir. Diğer ilim adamları Ebban b. Salih'in ittifakla sıka (güveni­lir) olduğunu belirtmişlerdir. İbn Hazm ise bu kişinin meçhul ol­duğunu iddia etmiştir. Oysa yanılmıştır, çünkü tanınan râvilerden biridir.

Zahirîler bu hadîsle istidlal edip açık ve kapalı yerlerde def-i hacet esnasında ön ve arkayı kıbleye çevirmenin caiz olduğunu ve bunun diğer hadîslerden sonra söylendiğini dikkate alarak nâsıh durumunda bulunduğunu  söylemişlerdir.

Önce ibn Ömer'in rivayetinde, Resûlüllah'm (a.s.) küçük veya büyük abdestten hangisini bozduğu açıklanmamıştır. En kuvvetli ihtimale göre, bevl ederken İbn Ömer onu o vaziyette görmüştür. Bu, kapalı yerlerde kıbleye müteveccih bevl etmenin sakıncalı ol­madığını gösterir.

Câbir'in (r.a.) rivayetinde ise, Resûlüllah'm (a.s.) açık veya kapalı yerden hangisinde kıbleye yönelik bir halde bevl ettiği açıklanmamıştır. Bunun da kapalı yer olması ihtimali fazladır. Çün­kü Resûlüllah (a.s.) Efendimiz açık yerde kimselerin göremeyeceği kadar uzaklaşır ve uygun bir siper veya çukur seçerdi.

Nitekim Mervan el-Asfar'dan yapılan rivayette demiştir ki:

«İbn Ömer'i gördüm, devesini kıbleye doğru çökertti ve ona doğ­ru önünü çevirip idrarını yaptı. Bunun üzerine ben ona: Ya Ebâ Abdirrahmân! Bundan men'olunmamış mıydı? Evet, dedi, bu an­cak çölde (açık yerlerde) yasaklandı, ama seninle kıble arasında seni setredecek bir şey bulunursa bir sakınca yoktur...»[327]

İbn Ömer'in bu açıklaması, yukarıdaki hadîsleri vuzuha kavuş­turuyor ve kapalı yerde idrar ederken kıbleye yönelmekte bir sa­kınca bulunmadığı hükmünü kuvvetlendiriyor.

Hadîsi rivayet eden Ebû Dâvud, susup bir şey söylememiştir. Çünkü ihticaca elverişli olan rivayetlerde susmak onun âdetidir. Öyle olmasaydı mutlaka görüş ve tesbitini açıklardı. Aynı zaman­da İmam el-Münzirî'de kendi sünen'inde bunu naklederken susup bir şey söylememiştir. Hafız îbn Hacer de et-Telhis'de aynı şeyi yap­mış, yani hadîs üzerinde bir yorum yapmamıştır.

Ayrıca Nâfi'm İbn Ömer'den (r.a.) yaptığı rivayette, îbn Ömer şöyle demiştir: «Hafsa'nm evine girdiğimde Resûlüllah'm ta.s.) kenîfini   (hela)  kıble cihetine müteveccih gördüm.»

Ebû Hüreyre (r.a.)'den : «Sizden biriniz def-i hacete gittiğinde (o esnada) önünü ve arkasını kıbleye çevirmesin!» mealindeki ri­vayet doğru ve sahihtir, ancak bu çöle (açık yerlere) hasbirhüküm taşımaktadır.

Diğer yandan Hz. Ayşe (r.a.) validemizden yapılan rivayette demiştir ki:

«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e bazı insanların ferçleriyle (utanç yerleriyle) kıbleye yönelmeyi hoş karşılamadıkları anlatıldı. Bunun üzerine sordu: «Sahi öyle yaptılar mı? Benim oturağımı (idrar ya­pılan oturak) kıble cihetine döndürünüz!»[328].

îbn Hazm el-Muhallâ'da bu hadisin sakıt olduğunu; râvilerin-den Halid el-Haza' sıka (güvenilir) dir, onun rivayet ettiği Halid Ebusalt ise meçhuldür, kim olduğunu bilmiyoruz, demiştir.

Abdurrezzak ise Hâlid el-Haza'dan ve o da Kesîr b. Salt'dan ri­vayetle bir silsile ortaya koymuştur ki, bu daha da bâtıldır. Çünkü Halid el-Haza' Kesîr b. Salt'a ulaşmamıştır.

Bir an düşünelim ki, hadîs sahihtir, ama yine de hüccet olamaz. Çünkü o takdirde bu, Peygamber (a.s.) Efendimiz henüz kıbleye ön ve arkayı döndürmeyi men'etmeden önce cereyan etmiş bir olay sayılır ki, mensûhtur. Resûlüllah (a.s.) Efendimizin her zaman kav­li fiiline, fiili de kavline uymuştur. Mümkün müdür ki, Resûlüllah (a.s.) def'-i hacet esnasında ümmetini ön ve arkalarım kıbleye çe­virmekten men'etsin de kendisi bunun tam tersini yapsın? Bunu ne bir müslüman, ne de akıl sahibi bir kişi kabul eder veya öyle düşünebilir...

Yine bir an bunun sahîh olduğunu kabul edelim, o takdirde sa-:e ön kısmım kıbleye çevirmek mubah sayılmış olur, arka kısmı

Zehebi, onbir bin râvinin kritiğini yaptığı Mizânü'l-t'tidal'ında âlid b. Ebisalt tercemesinde bu hadîsin münker olduğunu belirt­miştir.[329]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Çölde kır ve bayırda def-i hacet  esnasında ön ve  arkayı Lbleye döndürmek caiz değildir. Kapalı yerlerde bir sakınca yok-Lr.

Bu, İmam Ahmed'in, Ebû Sevr ve İmam Nahaî'nin ictihad ve İtidlâlidir.

2- Çöl ve benzeri açık yerlerde haramdır. Binalarda, kapalı erlerde haram değildir, Bu, İmam Şafiî'nin içtihadıdır. Ayrıca Şâ-İîlere göre, def'-i hacetten sonra gereken temizliği yaparken ön ve trkayı kıbleye çevirmek yasaklanmıştır.

3- İmam Ebû Hanîfe'den farklı rivayetler yapılmışsa da, za-iir olanı, tahrîmen mekruh rivayetidir. İmam Ebû Yusuf'a göre, tapalı yerde sadece arkayı kıbleye çevirmekte bir sakınca yoktur.

4- Mâlikî'lere göre, kapalı yerde ön ve arkayı kıbleye dön-iürmek haram değildir, bunda tenzihi bir kerahat söz konusudur. Süneş ve ay'a döndürmekte ise hiçbir sakınca yoktur. [330]

 

Ayakta Bevl Etmek

 

Bu konuda farklı rivayetler vardır. Peygamber (a.s.) Efendi­mizin çoğu defa oturarak bazan de ayakta bevl ettiği tesbit edil­miştir. Her iki şeklin de caiz olduğunu gösterir. Ancak hüküm ek­sere göredir, yani oturarak bevl etmek daha uygundur. Unutma­mak gerekir ki, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in günlük hayatı ve içinde geçen safhaları tertemiz yaşamanın en güzel ölçüsünü yan­sıtır. Çoğu insan sağlığıyla içiçedir.

Konuyu aydınlatan  ve istidlale kaynak  sayılan hadîsler

Hz. Ayşe   (r.a.) 'dan yapılan virâyette demiştir ki:

«Kim size Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ayakta bevl etmiştir, der-sakm onu tasdik etmeyin. O ancak oturarak üevl ederdi.»[331]

Tirmizî bu bapta en güzel ve en sahih rivayet budur! demiştir. Hz. Ömer'den  (r.a.) yapılan rivayette şöyle demiştir:

«Ayakta bevl-ederken Resûlüllah  (a.s.)  Efendimiz beni gördü şöyle buyurdu: Ya Ömer! Ayakta bevl etme... Ben de ondan son-

bir daha ayakta bevl etmedim.»[332]

Tirmizî bu hadîsin sıhhati hakkında diyor ki: Bunu Abdülke-riıjn b. Ebî Maharik refetmiştir ki, o hadîs ehline göre zayıftır. Eyyub es-Sahtiyanî de onu zayıf saymış ve üzerinde konuşmuştur.

Ayrıca Ma'mer diyor ki: Eyyub onun hakkında bana şöyle söyledi: «Abdulkerîm'den (rivayet) taşıma. Çünkü o (hadîs ricali arasında)  bir şey değildir.»

Zehebî onun bu halini Mızanü'l-i'tidâl : 2/646 -1572 numarada belirtmiştir.

O halde mâna yönünden sahihse de metin ve rical yönünden zayıftır, ihticaca dayanak seçilmez.

Abdullah'ın Nâfi'den, onun da İbn Ömer'den (r.a.) yaptığı ri­vayete göre, İbn Ömer şöyle demiştir: İslâm'a girdiğimden buyana ayakta bevl etmedim!..»[333]

Bu, Abdükerîm'in rivayet  ettiği hadisten daha sahihtir. Rica-inde zayıf kimse tesbit edilememiştir.

Büreyde'nin rivayet ettiği şu hadîs ise gayr-i mahfuzdur:

«Üç şey cefadandır: Adamın ayakta bevl etmesi veya nama­zını bitirmeden alnını meshetmesi (eliyle alnını silmesi) veya sec­desinde   (yerdeki çer çöpü) üflemesi...»[334]

Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'den yapılan rivayette ise şöyle de­miştir :

«Adamın ayakta bevl etmesi cefâdan bir bölümdür.»

Hadîslerin açık  delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Ayakta durup bevl etmek mekruhtur.

2- Bir sıkıntı ve zorluk olmadığı takdirde oturup bevl etmek müstehab veya sünnettir.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların istidlal, ictihad ve gö­rüşleri :

a) Hanefî'lere göre, bir özür yokken ayakta bevl etmek mek­ruhtur.

Mirkat şerhinde ise bu husustaki yasağın tenzih, bazısına göre tahrim için olduğu belirtilmiştir. Tahtâvî'ye göre, ayakta bevl et­mekte bir  sakınca yoktur.[335]

b) Mâlikflere  göre,  İbn Ömer'in   (r.a.)   ayakta bevl  ettiğiyle ilgili Abdullah b. Dîner'in rivayeti istidlale uygun görülerek bunun mekruh olmadığına kail olmuşlardır.  (285).[336]

c) Hanbeli'lere göre, üzerine sıçramaması için adamın otura­rak bevl etmesi müstehabdır. Ibn Mes'ud  (r.a.) :    «Ayakta    durup bevl etmek cefâdan bir bölümdür» demiştir. Said b. İbrahim, ayak­ta bevl edenin şehâdetini tecviz etmemiştir.[337]

Bu konuda Şafii'lerin net bir görüşünü tesbit edemedim. An­cak bu mezhepte elbise veya bedene dokunan az idrar bile namaza

engel olduğuna göre, necasetten sakınmak için çömelip bevl etmek sünnettir, diyebiliriz.

Diğer ilgili hadisler ve tahliller :

Câbir (r.a.) 'dan yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah a.s.) Efendimiz adamın ayakta durup bevl etmesini yasaklamıştır.»[338]

Bu hadîsin râvileri arasında Adiy b. Fazl vardır ki, bu zat met­ruktür. O bakımdan, Hafız İbn Hacer, bu hadîsle istidlal edilmez, demiştir. îbn Main ve Ebu Hatim onun hakkında «Metrûkü'l-hadîs» derken; Yahya, «Onun hadisi yazılmaz» diyerek uyarıda bulunmuş­tur.[339]

Abdurrahman b. Hasan'm rivayetinde Resûlüllah (a.s.) Efen­dimiz oturarak bevl ederken ashabdan bir kısmı onu o vaziyette gö­rüyordu ve : «Bakın kadınlar bevl eder gibi bevl ediyor» demişlerdi.[340]

Nesâî, îbn Mâce ve başkasının ihraç ettiği bu rivayetten, Arap­ların âdetlerinden biri de ayakta bevl etmek olduğu anlaşılıyor, Re­sûlüllah (a.s.) Efendimiz onlara bu hususta da örnek olup kavli ve fiilî hadîsler beyân etmiştir.

Abdurrahman'm rivayet ettiği bu hadîs sahihtir. Nitekim Da-rekutnî ve başka muhaddîsler bunun sıhhatma kail olmuşlardır. Bunu kuvvetlendirir mâna ve muhtevada Hz. Ayşe (r.a.)'dan yapı­lan şu rivayettir: «Resûlülah (a.s.) Efendimiz, kendisine Kur'ân indiği günden beri ayakta durup bevl etmemiştir.» Aynı rivayeti Hakim kendi Müstedrek'inde naklederek sahih olduğunu belirtmiş­tir.

Bununla beraber Ashab'dan Ebû Hüreyre, Tabün'den eş-Şa'bi ve tbn Şirin ayakta bevl etmenin mekruh olmadığına kaildirler.

Hz. Huzayfe (r.a.)'den yapılan rivayette şöyle demiştir :

«Resûlüllah (a.s.î Efendimiz bir kavmin çöplüğüne kadar git­ti ve ayakta durup bevl etti. O sebeple ben biraz uzak durmaya ça­lıştım, "yaklaş" diye buyurdu. Yaklaştım o kadar ki gelip ökçesinin

lemen yanında durdum. Abdest aldı ve ayaklarındaki mestleri mes-Letti.»[341]

 Huzayfnin (r.a.) naklettiği bu rivayetin zayıf olduğunu iddia ^ yoktur, sahih olduğu ise, cumhur tarafından kabul edilmiş-iir. Yukarıdaki naklettiğimiz diğer sahih rivayet ve hadîslerde bturarak bevl edilmesi emredilirken ona muhalif olarak Resûlüllah'm (a.s.) ayakta durup bevl etmesi düşünülemez. Ancak bu :>nun hayatında bir iki defa görülmüştür. Umumi kaideyi bozmaz. Sfâsıh da sayılmaz, yani diğer hadîslerin hükmünü kaldırdığı da söylenemez. Çünkü kronolojik sıra bu imkânı vermemektedir.

O halde çöplükte ayakta bevl etmesinin birtakım sebeb ve illet­leri vardır. İlim adamları onları şöyle belirtmeye çalışmışlardır :

a) Zaman zaman şartlar elvermediğinde ayakta durup bevl btmekte bir sakınca yoktur. Kuvvetli bir ihtimalle çöplükte rahat çömelip idrar yapma imkânı pek mevcut değilmiş.

b) Yanındaki adamlardan daha fazla uzağa gidip idrar etme imkânı olmadığından onlara yakın yerde bulunan çöplükte bevl ederken ayakta durmayı tercih etmiş, otururken sesli yellenme im­kânını dikkate almıştır.

c) Çöplükte idrarın sıçramamasına uygun çukurların bulu­nuşu, ayakta durup bevl etmeyi daha da kolaylaştırmış olabilir. Çünkü Resûlüllah (a.s.) Efendimiz idrarın elbiseye sıçramamasına çok dikkat eder ve bu hususta sık sık ashabını uyarırdı. Nitekim îbn Abbas'm yaptığı rivayette diyor ki :

Resûlüllah (a.s.î Efendimiz iki kabrin yanından geçerken şöy-jle buyurdu : Şüphesiz ki bu ikisi azâb edilmekteler, büyük t>ir gü-naktan dolayı azâb edilmiyorlar; onlardan biri bevlden sakınmak için bir sütre edinmezdi. Diğeri ise, koğuculuk yapıp söz götürüp getirirdi.»[342]

Ebu Dâvut'un rivayetinde "lâ-yestetirü" yerine "lâ-yestenzihü" lafzı yer almaktadır ki mânası, "Kendini uzak tutup korunmazdı" demektir. Birincisi ise, "Kendisiyle idrarı arasında br sütre, bir en­gel bulundurmazdı, demektir.

Bilindiği gibi ayakta idrar edildiği takdirde etrafa sıçrayan bevl zerreciklerinden korunmak mümkün değildir. O bakımdan Resû­lüllah (a.s.) çöplükte ayakta durması hem bir istisna teşkil eder, hem de o vaziyette durmayı zorlayan bazı sebebler söz konusudur.

Kabirdeki kişilerin isminden bahsetmemesi, onların o gizli ha­lini ifşa etmekle yakından ilgilidir. Ancak o iki kabirde yatan kişi­lerin müslüman oldukları rivayetlerin mecmuundan anlaşılmakta­dır. Nitekim Ahmed b. Hanbel'in Ebû Ümâme (r.a.)'den yaptığı ri­vayette, «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz daha yeni gömülmüş iki kab­rin yanından geçerken...» lâfzı yer almaktadır ki, yine aynı riva­yetin bir benzerinde «Bakî' kabristanından geçerken...» denilmek­tedir .Bilindiği gibi Medine'de o dönemde müslümanların kabrista­nına gayr-i müslim'ler gömülmezdi. Özellikle Baki' kabristanı ta­mamıyla müslümanlara aittir.[343]

Ayrıca Enes (r.a.)'den yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Bevl'den sakınıp uzak durun. Çünkü kabir azâbınm umumu ondandır.»[344]

İbn Mâce, Ahmed ve Hâkim'in rivayetlerinde ise, «Kabir aza­bının çoğu» lafzı yer almaktadır. Dârekutni hadîsin "sahîhü'l-irsal" olduğunu belirtmiştir. Ebu Hatim de aynı görüştedir.

Ubâde b. Sâmit'ten (r.a.) yapılan rivayette ise, şöyle denilmiş­tir : «Resûlüllah (a.s.) Efendimizden bevl'den sorduk. Buyurdu ki : Ondan size bir şey dokunup yapışırsa, yıkayınız. Çünkü ben kabir azabının ondan olduğunu sanıyorum (veya kesin biliyorum.)»[345]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Çömelip bevl etmek sünnettir veya müstehabdır.

2- Zorlayıcı bir sebep yokken ayakta durup bevl etmek mek­ruhtur.

3- Müctehid imamların ve diğer ilgili ilim adamlarının bu hu­susta ittifakı yoktur: Kimine göre mekruh, kimine göre, mekruh değildir.

4- Ayakta durup bevl etmenin tahrimine kail olan yoktur. Ağırlık mekruhtur, diyenlerin tesbit ve görüşündedir. [346]

 

Def-i Hacetten  Sonra Necaseti Giderip Temizlemek

 

îslâm, sular üzerinde durduğu kadar, def-i hacetten sonra ne­caseti giderip temizlenme üzerinde durmuş, bunun için bir takım adâb düzeyinde kurallar koymuştur. Unutmamak gerekir ki, geli­şi güzel bir temizlik istenilen sonucu vermeyebilir. Ayrıca nelerin kullanılması mubah, nelerin mekruhtur, bilinmesinde büyük yarar vardır. Çünkü bazı şeyler israfa, bazısı da sağlığı bozmaya yol aça­bilir.

Özellikle köylerde ve geri kalmış bölgelerde sokaklara, yol ke­narlarına ve çöplüklere bol miktarda kemik ve tezek atılır. Evlerin­de normal hela teşkilâtı olmayan o yerlerde insanlar def-i hacet ettikleri yerde ellerine geçen herhangi bir maddeyle temizlenmeye çalışır .İslâm yalnız şehirliye, okumuşa, kültürlüye değil, her sınıf insana gönderilmiş ve her sınıf insana seslenen cihanşümul bir din­dir. O bakımdan müslümanları eğitip bilgili, kültürlü kılmak, onla­rı medenî seviyeye getirmek için günlük hayatlarının her bölüm ve safhasıyla yakından ilgilenir, bir takım esaslar, prensipler, kural­lar, adâb ve erkân vaz'eder.

İslâmiyeti bu açıdan ele almayan, incelemeyen bazı kişiler, bu kadar basit şeylerle uğraşması neye? diyebilirler. Oysa hiç kimse anasından bilgili, kültürlü ve medenî doğmaz. [347]

 

Kemik ve Tezek’le Temizlenmek Yasaklanmıştır

 

Sadece kurutulmuş sığır tersi olan tezek değil, diğer hayvan­ların kurutulmuş dışkısı da aynı yasağın kapsamına girer. Biz ko­lay anlaşılsın diye TEZEK tabirini kullandık, hem de ortalıkta da­ha çok yaygın olanı odur.

Bilindiği gibi gerek tezek veya hayvan dışkısı, gerekse kemik bir takım tehlikeli mikroplar taşırlar. Örneğin TETANOS, ateşli ve oldukça tehlikeli bir hastalıktır. Bunun mikrobu daha çok toprağın insan ve hayvan dışkısıyla bulaştığı yerlerde ve geviş getiren hay­vanların ve bir de insanların dışkısında, bağırsaklarında bulunur. Çeşitli yaralarla, sıyrıklarla vücuda girer. Tezek ve benzeri kuru­muş hayvan dışkısı taharette (mak'âdi temizlemede) kullanıldığı takdirde oy kısımda tahriş   yapabilir   ve bunun neticesi TETANOS mikrobunun oradan vücuda kolayca girmesine yardımcı olur. Bunun dışında tehlikeli bazı mikroplar da taşıyabilir.

Kemik ise, az yağlı bulunduğu için bir çok haşerenin ilgisini çe­ker. Ayrıca kedi, köpek, gibi hayvanların en çok ilgi duyduğu bir maddedir. Memeli hayvanlar özellikle köpek zaman zaman kuduz mikrobu taşırlar. Salyaları vasıtasıyla  kemiğe bulaşabilir.  Onunla mak'ad    temizlenmeye kalkışılınca,    yine bir sıyrık ve tahriş olayı meydana gelebilir.    Bunun dışında bazı hastalık yapan mikroplar da bulaşmış olabilir. O nedenle İslâm Peygamberi Hz. Muhammed (a.s.) bu iki maddeyle taharet yapılmasını yasaklamıştır.

İlim adamlarının istidlal ve ihticacma mesned olan hadisler:

Câbir b. Abdillâh  (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «ResûlÜUah   (a.s.)   Efendimiz   (def-i hacetten sonra  inak1 âdın) kemikleveya ba're  (deve, koyun, keçi dışkısı ve diğer hayvanların dışkısı)   ile silinip temizlenmeyi yasaklamıştır.»[348]. Ebû Hüreyre  (r.a.) 'den yapılan rivayette demiştir ki: «Peygamber  (a.s.)  Efendimiz     (dışkı yapıldıktan sonra mak'â-dınî tezek veya kemikle temizlenmesini men'etti ve bu ikisi temiz­lemez, buyurdu.» [349]

Bu ikinci hadisi aynı lâfızla Ibn Huzeyme de tahric etmiştir. Buharı, Nesâî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, Dâremî ve Ahmed b. Hanbel aynı anlamda, fakat değişik lâfızla şu hadîsi rivâyet etmişlerdir: «Resûlüllah  ta.s.) Efendimiz, sizden birinizin ke-aik veya tezek ile temizlenip arınmasını men'etmiştir.»[350]

Buharı meb'âs babında «Şüphesiz ki, bu ikisi cinlerin yiyeceği- cümlesini fazla olarak rivayet etmiştir. Müslim İbn. Mes'ud'dan -ivâyet etmiştir. Ebû Dâvud, Darekutnî ve Hakim de ondan tahrîc-e nakletırdşlerdir. Taberâni sened-i zayıf ile Zübeyr'den rivayet et-[nistir. Ebû Dâvud ile Nesâî Rufayi'den rivayet etmişlerdir.

Rivayetlerin tamamı, hadîsin  sıhhatini  kuvvetlendirir manâ e muhtevadadır.

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır -.

1- Hayvan dışkısıyla ve    kemikle    mak'âdi temizlemek mek­ruhtur.  Hadislerin zahiri bunlardan     kaçınmanın vâcib olduğuna delâlet etmektedir.

2- Bu gibi şeylerin bulunduğu yerlerde def-i hacet etmek de mekruhtur. Çünkü çevreyi ve semtleri kirletir, hastalık doğurur.

3- Hayvan dışkısı da necistir.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ihticac, istidlal ve görüşleri:

a) Hanefîlere göre, temiz eşya ile taharet sünnettir. Taş, ağaç, ! toprak, eskimiş bez parçaları bu cümledendir. Hayvan dışkısı ve kemikle temizlenmek mekruhtur. Bununla beraber bu ikisinden bi­riyle temizlenecek olursa, itibar edilir. Bir cihetle (temizlenme husu­sunda) sünneti yerine getirmiş, bir cihetle de (sünnet ile yasakla­nan bir maddeyle temizlendiği için) kerahet işlemiş olur. İpek ve benzeri kıymetli kumaşlarla, buğday, arpa gibi insan yiyeceği gibi maddelerle; yaş ve kuru ot gibi hayvan yenileriyle taharet (mak'â-di temizlemek) mekruhtur. Çünkü bu gibi şeyleri zaruret olmadığı halde kullanmak, temiz şeyleri murdar etmeye sebep olur.[351]

Ayrıca bu mezhebe göre, mak'adı necasetten temizlerken sayı söz konusu değildir. Amaç pisliği gidermektir. Bu bir, iki yıkamak

veya silmekle gerçekleşeceği gibi, beş ve yedi defa yıkamakla da olabilir.[352]

b) Şâfiîlere göre, hayvan dışkısının kendisi necistir, onunla başka bir necaset nasıl giderilip temizlik yapılabilir? Nitekim Resû­lüllah (a.s.) Efendimiz, def-i hacetten sonra îbn Mes'ud'dan üç taş istemiş, o da arayıp iki taş ve bir parça sığır veya deve tersi bulup getirmişti. Peygamber (a.s.) taşları almış, tezeği kullanmayıp atmış ve «Şüphesiz ki, o murdardır» buyurmuştu.[353]. O halde tezek ve deve fışkısıyla temizlenen kimse, bunu müteakip taşlat veya su ile) he temizlenmezse, o vaziyette namazı caiz olmaz.[354]

Temizlenmede sayıya riâyet şarttır. İki taş kullanmak suretiyle temizlik olsa bile üçü tamamlamak gerekir. Çünkü Hz. Peygamber (a.s.) hem üç taşla temizlenmeyi, hem de böyle bir temizlikte tek Şsayıya riâyeti emretmiştir. Nitekim Ebû Hüreyre (r.a.) diyor ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bizden birimiz def-i hacete gittiğinde üç taş ile (temizlensin diye) bize emrederdi.»[355] Ayrıca, «Kim (mak'adını) temizlemeyi istiyorsa, tek sayıya riâyet etsin!» buyur­muştur.[356]

Yine Şâfiîlere göre, bu husustaki temizlenme su veya temiz ka­tı olup muhterem sayılmayan madde ile yapılması vâcibdir. Sol el jile temizlenmeyi ve mümkün olduğu takdirde taş ile suyu birleş-itirmeyi gerçekleştirmek sünnettir. Sağ el ile taharette bulunmak mekruhtur.[357]

Kendisiyle temizlik yapılacak maddelerin evsafı hakkında, el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa adlı eserin birinci cilt, doksan do­kuzuncu sayfada geniş bilgi verilmiştir. Biz özetleyerek naklediyo­ruz :

Temizlenmede kullanılacak şeyin katı temiz bir madde olması şarttır. Aynı zamanda necaseti yerinden kaldırıp giderici bir özel­lik taşıması, ıslak olmaması gerekir. Şer'ân muhterem sayılan her­hangi bir madde olmaması da şarttır. Meselâ ekmek, kemik, üze-

ne fıkıh ve ona vesile teşkil eden sarf, nahiv, hesap, tıb ve ben-;ri ilimlerden biri şeyler yazılı kâğıt bu  cümledendir.

c)  Hanbeiîlere göre, ön ve arkadan çıkan yel ve menî dışın-kki şeylerden dolayı temizlenmek vâcibdir. Çıkan şey ister idrar b dışkı gibi mutad şeyler olsun, isterse çakıl taşı, kurt,  kıl gibi adir bir madde olsun fark etmez,  hepsinden  dolayı  mak'adı te-lizlemek  gerekir. Sözünü ettiğimiz    maddelerin yaş ve kuru  ol-ıası bu hükmü  değiştirmez.

îlim adamlarının çoğuna göre, mak'âdı temizlemede insan su e taştan birini veya her ikisini kullanmakta serbesttir. Ancak bi-Lyle yetinmek istediğinde suyu tercih etmesi efdaldir.[358]

îmam Ahmed b. Hanbel'e göre, Hanefîler'de olduğu gibi, te-lizlenmede sayı şart değil, temizliğin sağlanması gereklidir. Bu üç defa ile olabileceği gibi, yedi defa ile de olabilir.[359]

Mak'adı temizlemede necaseti gidericilikte ağaç, bez ve ben-eri şeyler taş gibidir, hepsiyle de yapılabilir.[360] Hürmete şa-ran olan fıkıh, hadîs ve benzeri ilimlerin yazılı bulunduğu kâğıt-arla taharet caiz değildir.[361]

d) İmam Mâlik'e göre, tezek  ve  kemik temiz olursa onlarla stinca yapmanın   (nıak'adm necasetini    temizlemenin)  mubah ol-luğunu İbn Kudame el-Muğnîıde belirtmişse de, Abdurrahman el-Üezerî'nin dört mezheple ilgili   fıkıh kitabında Malikîlerin bu ko-ıuyla ilgili istinbat, istidlal ve görüşleri şöyle açıklanmıştır: Şu beş izelliği taşıyan maddelerle istinca caiz olur: Taş, pamuk ve yün gi-)i kuru madde olacak. Çamur gibi yaş maddeyle temizlenmek caiz leğildir. Çünkü bu gibi maddeler necaseti büsbütün etrafa yayar. D bakımdan yaş bir maddeyle   istincadan sonra herhalde mak'adı su ile yıkamak gerekir. İstinca yapılacak şeyin temiz olması şarttır. 31müş hayvan kemiği ve eti haram olan hayvanın dışkısı bu cüm-.edendir. Bunlar kuru olduğu halde istinca için kullanılır, mak'âd-3aki pislik de giderilmiş olursa kâfi gelir, ^ama kişi günahkâr olur. Bir diğer özelliği ise, şer'ân muhterem bir madde olmaması gerekir. insan yiyeceği, yazılı kâğıt bu cümledendir.[362]

e) Dâvud ez-Zahirî'ye göre, def-i hacetten sonra temizlenmek için ancak taş yeterlidir. Çünkü bu husustaki emir vücubu gerek­tirir, tıpkı toprakla teyemmüm etme emri gibi...[363]

Konuyla ilgili diğer hadîsler ve tahliller :

İmam Ebû Hanîfe, tezeğin ve dolayısıyla eti yenin hayvanların dışkısının necis olduğunu bildiren İbn Mes'ud'un (r.a.) şu hadisiy-le istidlal etmiştir: «Peygamber (a.s.) ile beraber oturuyordum. Def-i hacet için gitti ve bana üç taş getir, buyurdu. Ben de aradım ancak iki taş ve bir de tezek parçası bulabildim. Peygamber (a.s.) taşları aldı ve tezeği attıktan sonra BU MURDARDIR, dedi.»[364]

Daha çok tezeğin cinlerin yiyeceği olduğunu bildiren hadisleri dikkate alarak onunla taharet yapmanın sadece mekruh olduğunu, necaseti giderdiği takdirde temizliğin sağlanmış sayılacağım söyle­miştir.

Hanefîlerden et-Tahavi ise yukarıdaki hadisle istidlal edip istin-caba taş sayısı şart değildir. Nitekim İbn Mes'ûd (r.a.) 'nın getirdiği iki taş ile temizliğin sağlandığı anlaşılıyor, demiştir. Hanefî fukaha-sınm çoğu da bu görüşü benimsemiştir.

îmam Şâfî, tezeğin necis olduğu hakkında İbn Mes'ûd (r.a.) İhadîsiyle istidlal ederek, necasetin necasetle giderilemiyeceğini be-|yân etmiştir. Üç taş ile temizlenmenin şart olduğu hususunda ise Ebü Hüreyre'den rivayet edilen şu hadisle istidlal etmiştir: «Sizden biriniz def-i hacet için çıktığında beraberinde üç taş götürsün de onlarla paklansın, çünkü o üç taş ona kâfi gelecektir.»[365]

Ahmed b. Hanbel'e göre, üç taş ile temizlenmeyle ilgili emir, vücubi değil istihsanîdir. Üç sayısı, ortalama bir takdirdir. Bu da­ha çok ve daha az da olabilir.  Çünkü maksat, temizliktir.

Mâlikîlere göre eti yenen hayvanların dışkısı —bilhassa kuru olursa— necis değildir. Kuru oldukları takdirde istinca yapılabilir, ancak hadîsle men'edüdiği için mekruhtur. Böylece Mâlikîler de îbn Mes'ud'un (r.a.) rivayet ettiği hadisle değil, kemik ve tezeğin cinlere ait, olduğuyla ilgili hadîsle istidlal etmişlerdir. [366]

 

Her Zaman Taş İle İstinca Şart Mıdır?

 

îslâm her sınıf insana, her bölgede yaşayana hitap ettiğinden ıa göre kolaylaştırıcı hükümler koymuştur. Taşla temizlenme, kır, bayırda, çölde ve benzeri yerlerde yeterince su bulunmadığı kkate alınarak sünnet kılınmıştır. Böylece insanların sözü edilen xh&, çok susuz yerlerde rastgele şeylerle mak'adlarını temizleme-. zararlı görmüş, koruyucu hekimlik doğrultusunda taşla temiz-nineyi en uygun yol olarak belirlemiştir.

Bu konuda taş, temiz cisimlerden yana bir ölçüdür. Şer'ân muh-5rem olmayan temiz katı maddelerle istinca yapmakta bir sakınca yoktur. Su bulunduğu yerlerde ise hem taş, hem su ile temizlenme avsiye edilmiş, fakat mutlaka böyle olması gereklidir diye bir hü-;üm vaz'edilmemiştir. O halde yalnız taşla temizlenme yapılabile-ıeği gibi, yalnız su ile de temizlenme yapılabilir. İkisinden birini ercin etmek gerektiğinde su ile temizlenmenin afdal olduğunu umhur kabul etmiştir.

Nitekim Enes b. Mâlik'den (r.aJ yapılan rivayette demiştir ki: Resûlüllah (a.s.) Efendimiz helaya girer, ben ve benim benzerim sir oğlan su matarası ve bir de mizrak kadar bir değnek taşırdık. kesûlüllah  (a.s.)  Efendimiz su ile temizlenirdi.»[367]

j Ancak hadisin sonundaki (mizrak kadar değnek) kelimesi, Snes'den değil de, râvilerden Ebu'l-Velîd'in sözü olduğu söylenir, Jünkü Amr b. Merzuk tarikiyle sabit olan aynı hadiste «âneze» ke-imesi yoktur. Ayrıca Müslim'in de Hâlid el-Hazza! tarikiyle yaptığı rivayette de bu kelimeye yer verilmemiştir.- Böylece sahih olduğu kabul edilen bu hadîs, su ile istincanm sübutuna açık şekilde delâ­let etmektedir. İmam Mâlik ise Peygamber'in (a.s.) şu ile istinca et­mediğini iddia etmişse de sahih isnadlarla Huzayfe b. Yemân (r.a.)'-den yapılan rivayette, kendisinden su ile istinca hakkında sorulun­ca şu cevabı verdiği sabit olmuştur: «O takdirde (yani su ile temiz­lenmediğimde)  elimdeki koku giderilmiş olmaz...»[368]

Mâliki fukahasmdan bir kısmı, su bulunmadığı yerlerde taş ile istinca yapılması sünnettir, diyerek suya öncelik vermişlerdir.[369]

Şâfiîler ise, mak'addan çıkan pislik dübür kısmını aşarsa, o tak-

dirde su ile temizlenmek gereklidir, demişlerdir. Hanefilerden çoğu da bu görüştedir. Oysa su ile temizlenmenin efdal olduğu, bulundu­ğu yerlerde onunla temizlenmenin daha uygun olacağı çeşitli sa­hih rivayetlerle sabit olmuştur. O bakımdan müctehid imamlardan bir kısmı bu rivayetlerle istidlal etmişlerdir. Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî'nin tahric ettiği, Nesâî'nin sahih kabul ettiği rivayette Hz. Ayşe (r.a.) validemiz kadınlara şöyle tevsiyede bulunmuştur: «Kocalarınıza su ile istinca yapmalarını (def'-i hacetten sonra su ile mak'âdlarmı yıkayıp temizlemelerini söyleyin, çünkü ben onlardan utanıyorum (da söyleyemiyorum). Şüphesiz ki Resûlüllah (a.s.) öy­le yapardı...»   (Neylü'l-evtar)

Ayrıca bu istidlal ve görüşü te'yîd eden Küba hadisi söz konu­sudur. Şöyle ki : Küba halkı def'-i hacetten sonra su ile temizlenir­lerdi. Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir -. Şu âyet Küba ehli hak­kında inmiştir: «Orada temizlenmeyi sevenler vardır. Âlah da çokça temizlenenleri sever.» Resûlüllah (a.s.) devamla şöyle buyurdu: «On­lar (Küba halkı) su ile istinca eder (def'-i hacetten sonra su ile te­mizlenir) lerdi. O bakımdan bu âyet onlar hakkında inmiştir.»[370]

Tirmizi hadîsin garip olduğunu söylemiş, Bezzar ise değişik bir anlatımla İbn Abbas'dan rivayet etmiştir. Küba halkının, «biz taşla temizlendikten sonra su ile temizleniriz» şeklinde bir ifade kullan­dıkları rivayeti ise zayıftır. Sahih rivayetle tesbit edilende sadece yukarıda naklettiğimiz gibi, «def'-i hacetten sonra su ile temizle­nirlerdi» cümlesi yer almaktadır. O bakımdan Nevevî İbn Rıfaî, Kü­ba halkının temizlenmede taş ile su arasını cem'ettikleri kaydı yok­tur. Hadis kitaplarında buna rastlanmaz, demişlerdir.[371]

Zeylaî, bu hadis hakkında îmam Nevevi'nin zühul ettiğini be­lirttikten sonra senedi hasen olan rivayeti şöyle nakleder: İbn Mâ-ce'nin kendi süneninde tahric ettiği hadisi Utbe b. Ebi Hakem'den, o da Talha b. Nâfı'dan rivayetle Ebû Eyyub'un ona şöyle haber verdiğini belirterek Cabir b. Abdillah ve Enes b. Mâlik'in şöyle de­diklerini tahdîs etmiştir : «Orada temizlenmeyi sevenler vardır...» mealindeki âyet inince Resûlüllah (a.s.) Efendimiz Ansar'a şöyle buyurdu: «Ey Ansar topluluğu! Şüphesiz ki Allah temizlik hakkın­da sizi övdü. Temizliğiniz nelerdir?» Onlar da şu cevabı verdiler: «Namaz için abdest alırız, cenabetten dolayı yıkanırız, su ile istinca eder (mak'âdımızı yıkarız)» Bunun üzerine Peygamber (a.s.) şte (övüldüğünüz şey) budur! Artık ona gerekli olunuz...» buyur-u.

Gerçi râvilerden Utbe b. Ebî Hakanı halikında bazı sözler söy-bnmiştir: Ebû Hatim,' «onun hadisi sahihtir» derken, îbn Âdiy, onun rivayetinde hiçbir beis yoktur» demiştir. Nesâi ise onu za-ıf saymıştır. Hâkim ise onun rivayetini el-Müstedrek'te tahrîç edip ahih olduğunu belirtmiştir.[372]

 

Kemik Cinlerin Yiyeceği, Tezek de Hayvanlarının Yiyeceğidir

 

Cinlerin neler yediği hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. "Yalın ıteşten, yani ışından yaratıldıklarına bakılırsa, hilkattaki özelliklerine göre onlar için besleyici bazı gıdalar da yaratılmıştır. îstinca konusuyla ilgili hadislerde kemik ve tezekle temizlenme men'edil-niş, illet olarak iki ayrı husus belirtilmiştir: Birincisi, «tezek necis-tir» denilmiş; ikincisi, «Kemik ve tezek cinlerin yiyeceğidir», diye cevap verilmiştir.

Kemik üzerinde cinlerin gıdalanacağı bir yiyecekten söz edili­yor ki, onların atılan kemiklere uğradıkları zaman Allah tarafın­dan o kemikler üzerinde birtakım yiyecek mahiyetinde şeyler vü-cud buluyor. Tezek ise onların hayvanlarının yemidir.

Rivayetlerin tamamından bu mâna çıkmaktadır. Biz şimdi ilgili hadîsleri naklediyoruz :

Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, deniliyor ki; Ebû Hü-reyre, Resûlüllah (a.s.) Efendimizle beraber (çıkarak) abdest al­ması ve hacetini gidermesi için yanında su matarası taşırdı. (Bir defasında) o, matarasıyla Resûlüllah'ı arkadan takip ediyordu. Pey­gamber (a.s.) : «O kimdir?» diye sordu. O da : «Ben Ebû Hüreyre...» diye cevap verdi. Resûlüllah O'na: «Benim için birkaç taş ara ki on­larla (necaseti) silkip gidereyim. Sakın bana kemik ve tezek ge­tirme!» buyurmuştur.

Ebû Hüreyre (r.a.) devamla demiştir ki: «Elbisemin bir ucuna onun için birkaç taş koyup taşıdım ve getirip iki yanma koyduktan

sonra ayrıldım. Peygamber (a.s.) işini bitirince, (kendisine doğru) yürüdüm ve «kemikle tezeğin nesi vardır?» dedim. Buyurdu ki . «O ikisi cinlerin yiyeceğidir. Hem gerçekten Nusaybin cinlerinden temsilci olarak bir grup cin bana geldi ki onlar ne güzel cinlerdi! Benden yol azığını istediler. Ben de onlar için Allah'a dua ettim ki bir kemiğe veya bir tezeğe uğramaya görsünler, mutlaka üzerinde yiyecek bulurlar...»[373]

Müslimin Alkame hadîsinden yaptığı rivayette nebîz (şıra) ile abdest almayla ilgili İbn Mes'ud (r.a.) rivayetinde bu konuya temas edildikten sonra cinler, Peygamber (a.s.) Efendimiz'den yol azığı istemişler. Peygamberimiz (a.s.) onlara şöyle buyurmuştur: «Her kemik size ve her (eti yenen hayvanın) fışla ve dışkısı sizin hay­vanınıza yemdir.» Sonra da devamla şöyle buyurmuştur: «Kemik ve fışkıyla istinca etmeyiniz, çünkü o ikisi tein) kardeşlerinizin yi­yeceğidir.»

Tirmizî'nin rivayetinde şu fazlalık vardır: «Tezek ve kemikle istinca etmeyin. Çünkü o ikisi cinlerden tdin) kardeşlerinizin azı­ğıdır.»[374]

Böylece kemikle tezek hakkında muhtelif rivayetlerden şu so­nuç çıkmaktadır: Bir hadiste bu ikisiyle temizlik sağlanamıyacağı, bir hadîste tezeğin necis olduğu açıklanmıştır. Üç hadîste ise, ke­miğin cinlerin azığı veya yiyeceği, tezeğin de onların hayvanlarının yemi olduğu farklı ifadelerle belirtilmiştir.

Ağırlık son üç hadîstedir. O bakımdan bu iki maddeyle istinca-nın iki ayrı illeti bulunuyordur: Birincisi: temiz olmadıkları veya on­larla temizliğin sağlanamıyacağı, ikincisi; onların cinlere ait bulun­duğudur. Günümüzde gelişen bilimsel araştırmalar, mikrop, virüs, bakteri üzerinde elde edilen müsbet sonuçlar karşısında her iki il­letin de geçerli olduğu, istidlale elverişli bulunduğu muhakkaktır.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, hayvan dışkısında TETANOS mikrobu; kemiklerde ise köpeklerin salyasıyla KUDUZ mikrobunun bulaşmış olabileceği söz konusudur. [375]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

l- Def-i hacetten sonra mak'âdı tezek, fışkı ve kemikle temiz­lemek mekruhtur.

2- Çoğu ilim adamlarına göre tezek ve fışkı necistir, Necaset îcasetle giderilmez.

3- Taşla istinca etmek müstehabdır. Su bulunan yerlerde taş-ı istincaya gerek yoktur. Su daha temizleyicidir. Müctehid imam-ardan bir kısmı suyun tercih edilmesini hükme bağlamıştır.

4- İsrafa yol açan, şer'ân muhterem sayılan maddelerle istin-a yapmak, bazan tahrîmen, bazan da    tenzîhen   mekruhtur. Bu, iaddenin özelliğine göredir.

5- Taşla istinca yaparken,    müctehid imamların çoğuna göre, ayı şart değil, temizlenme şarttır. Sayı artıp, eksilebilir.

6- Müctehid imamların çoğuna göre,    yazılı olmayan kâğıtla |stinca yapmakta bir sakınca yoktur. Sahih olan da budur. [376]

 

Sivak Kullanmak ve Fıtratla İlgili Sünnetler

 

SÎVAK tabiri, dişleri temizlemede kullanılan erak veya ben­zeri bir çubuk anlamına geldiği gibi, mücerred dişleri temizlemeye de denilir. Diğer bir anlatımla, dişleri misvaklama anlamında da kullanılır. O halde s i v a k denilince yalnız ERAK ağacının çubuğu hatıra gelmemeli, sert ve diş kirlerini, sarılığını giderici özellikte olan her cismi kapsamına alır. O bakımdan günümüzde kullanılan fırça dâ bu sünneti yerin© getirebilir.

İslâm, ilim, irfan ve medeniyet dinidir. Bin döryüz yıl önce te­mizliğe, koruyucu hekimliğe verdiği öneme ve koyduğu kurallar[377]a dikkat ettiğimizde onun bütünüyle ilâhî olduğunu anlamakta ge­cikmeyiz.         

Diş temizliği de ilgilenilmesi gereken önemli konulardan biridir. Sindirim sisteminin normal çalışabilmesi ve korunabilmesi için diş­lerin sağlam ve sağlıklı olması gerekir. O bakımdan cihan peygam­beri Hz. Muhammed Ca.s.) günlük hayatının bölümlerinde sık sık sivak veya misvak kullanır ve ümmetine bunu tavsiye ederdi. Sa­bahleyin uykudan kalkınca, abdest alınca, namaza başlarken, Kur'-ân okumaya hazırlanırken, yemek yedikten sonra, ağzının tadı ve kokusu değiştiği zaman mutlaka sivak kullanırdı.

Konuya mesned teşkil eden hadisler:

Hz.  Aişe  (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah  (a.s.)   Efendi-miz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

«Misvak, ağız temizliği ve Ratabın rızasıdır.»[378]

Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette Resûlüllah (a.s.) Efen­dimiz şöyle buyurmuştur:

«Eğer ümmetime meşakkat vermem (hususu) olmasaydı, her namazda  onlara misvak kullanmalarını  emrederdim.

Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde ise, «her abdestle beraber on­lara misvak kullanmalarını emrederdim,» buyurulmuştur.

Zeyd b. Haüd (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur :

«Ümmetime meşakkat vermem (hususu) olmasaydı, yatsı na­mazını gecenin üçte birine geciktirirdim ve her namazda misvak kullanmalarını kendilerine emrederdim.»[379]

Şüreyh'den yapılan rivayette diyor ki: Hz. Aişe (r.a.) valide­mize,

  Resûlüllah    (a.s.)    Efendimiz evine girince ilk ne gibi şeye başlardı? Sorduğumda şu cevabı verdi :

  Misvak ile başlardı...[380]

Hadislerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Sivak, yalnız erak ağacının dalından, çubuğundan elde edi-3n değil, dişleri temizleyecek, sarılığı    giderecek, ağzın kokusunu Leğiştirecek özellikte olan her aleti kapsayan bir tabirdir.

2- bu manâyla fırça da bir sivak veya misvak'ttr.

3- Allah, ağzını,  dişlerim temizleyen kullarını  sever.

4- Din kolaylığı emreder, meşakkat vermekten kaçınır. O ba­kımdan çok lüzumlu olmakla beraber misvak sünnet kılınmıştır.

5-  Her namaza kalkıldığında     misvak    kullanmak  müekked

sünnettir.

6-  Her abdest alınmaya başlandığında misvak kullanmak mü­ekked sünnettir.

7- Her eve girildiğinde, gece kalkıldığında, sabahleyin uyku­dan uyanıldığmda misvak kullanmak sünnettir.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların istidlal, ihticac ve gö­rüşleri :

a) Hanefîlere göre:

Abdestin sünnetlerinden biri de misvak kullanmaktır. Kişi dile­ndiği zaman, dilediği misvakla dişlerini temizler. Misvak kuru olsun, i ıslak olsun; kullanan oruçlu bulunsun ve oruçsuz olsun; onu zeval-dan Önce veya sonra kullansın fark etmez. Çünkü bu husustaki nass-lar mutlaktır. Şafiî'ye göre oruçlu kimsenin zevalden sonra kullan­ması mekruhtur.[381]

b)    Şâfiîlere  göre:

Abdestin sünnetlerinden biri de dişlere enine sürülecek şekilde sivak kullanmaktır. Bu, temizleyici, sarılığı giderici ve ağız koku­sunu değiştirici özellikte herhangi bir alet olabilir. En sahih kavi de budur.

Misvak namaz için, ağzın tadını ve kokusunu değiştirmek için sünnettir. Oruçlu için ancak zevaldan sonra mekruhtur.[382]

Misvak'm erak ağacından olması daha iyidir. Misvaki şu yer­lerde kullanmak müekked sünnettir.

1- Kur'ân-ı Kerîm okumaya başlarken.

2- Eve girerken.

3- Uykudan kalkarken.

4- Uyumak üzere döşeğe uzanırken.[383]

c)  Mâlikîlere göre:

Abdestten önce erak ağacı veya benzeri bir cisimle dişleri oğ-mak faziletlidir. Böyle bir cisim bulunmadığı takdirde parmakla oğ-mak yeterlidir. Sağ el ile tutup dişlere enine sürülmesi müstehab-dır. Namaz kılmaya, Kur'ân okumaya başlarken, uykudan kalkın­ca, ağzın tadı ve kokusu değişince misvak kullanmak müstehabdır. [384]

d) Hanbelî'lere göre:

Misvak kullanmak müekked sünnettir. Onun kullanılmasında­ki istinbat, namaza başlarken, uykudan kalkarken, ağız kokusu de­ğişirken daha da kuvvetlenir.[385]

îlim adamlarından çoğu misvak kullanmayı sünnet kabul et­miştir. Ancak İshak ve Zahirîlerden Dâvud vâcib olduğuna kaildir­ler. Onların delili şudur : Biz misvak kullanmakla emrolunduk. Emir ise vücubu gerektirir.

Oruçlu ise öğle namazından güneş batmcaya kadar kullanmaz.[386]

Gece namazına kalkan, cuma namazına giden kimsenin mis­vak kullanması müstehabdır. Ayrıca misvakın yumuşak bir ağaç­tan olması, dişlerin kirini ve sarılığını giderici bulunması da müs-tehab sayılmıştır.[387]

Böylece mezheplerin bu konuyla ilgili ictihad ve istidlallerini özetlemiş olduk. Geniş bilgi için fıkıh kitaplarına Abdestin Sünnet­leri bahsine bakmaları tavsiye olunur.

Misvak mevzuunda diğer ilgili hadîsler ve tahliller:

«Misvak tutunun; çünkü misvak ağzın temizliği, Rabbın da n-asıdir.»[388]

Yukarıdaki hadîsi İbn Mâce tahrîc etmiştir, onda bir zaaf söz :onusudur. Ancak misvak kullanmayı emreden rivayetlerin birçok jâhitleri vardır ki, reddi mümkün değildir. el-Bedrü'-lMünir'de si-fakla ilgili yüzün üstünde hadîs rivayet edildiği belirtilmiştir.[389]

Şürayh'in Hz. Aişe  (r.a.)'dan yaptığı rivayette, demiştir ki:

«Resûlüllah ta.s.l Efendimiz geceleyin (ibâdet için) kalkınca ığzına misvak sürerdi.»[390]

Bu hadisin sıhhatında ittifak vardır.

Yine Hz. Aişe  (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki:

«Resûlüllah îa.s.) Efendimiz gece veya gündüz her uykudan kalktığında abdest almadan önce mutlaka misvak kullanırdı.»[391]

İbn Ömer (r.a.)'daıı yapılan rivayette demiştir ki:

«Resûlüllah Ca.s.î Efendimiz uyumaya görsün; mutlaka misvak yanında bulunurdu. Uyuyunca da misvak kullanmaya başlardı,[392]

Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in hemen her halü kârda misvak 'kullandığı, geceleyin başucundan ayırmadığı; dışarı çıkarken, eve girerken, namaza başlarken, abdest alırken mutlaka kullandığı gö­rülmüştür. Bu hususta birçok sahih hadîsler rivayet edilmiştir. Hep­sini buraya nakletmeye gerek görmedik. Fazla bilgi edinmek iste­yenler, Zeylaî'nin Nasbu'r-râye'sinin birinci cilt 7 ve 8. sahifelerine; Şevkani'nin Neylü'l-Evtar'ınm birinci cilt 122-127. sahifelerine; ay­rıca îbn Kudarne'nin el-Müğnî'sinin birinci cilt MİSVAK bahsine bakabilirler.

îmam en-Nevevî bu hadîslerin ışığında, hemen her zaman misvak kullanmanın  sünnet  olduğunu,    ama şu beş yerde  müekked sünnet sayıldığını belirtmiştir:

1- Namaza başlarken.

2- Abdest alırken.

3-  Kur'ân-ı Kerîm okumaya başlarken.

4-  Uykudan uyanıp kalkıldığında.

5-  Ağzın kokusu ve tadı değiştiğinde...

Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimiz: «Şüphesiz ki ağızlarınız Kur'ân (okumanın) yollarıdır. O halde onu misvakla güzelleştiğin!»

buyurmuştur. [393]

Diğer bir hadîste ise : «Dört şey peygamberlerin sünnetlerinden-dir: Haya (utanmak) güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek...»[394]

Âmir b. Rabi'â'dan (r.a.) yapılan rivayette demiştir ki:

«Besûlüllah'ı (a.s.) oruçlu iken sayamıyacağım kadar misvak kullanır halde gördüm.»[395]

Yine Resûlüllah'ın (a.s.) misvakla ilgili hadîslerinden birini Hz. Aişe (r.a.) şöyle rivayet ediyor : «Oruçlunun hayırlı hasletlerinden biri de misvak kullanmasıdır.»[396]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Dişleri temizlemek, ağzın kokusunu gidermek için   e r a k ağacı şart değildir. Bu iki özelliği olan her ağaç veya maddeyle —ye­ter ki necis olmasın  bu sünneti yeiine   getirmekte bir sakınca yoktur. Nitekim îmam Şafii ile İmam Mâlik'in istidlal ve ictihad-ları bu anlamdadır.

2-  Fırça misvak yerine geçer,  ilim adamlarının çoğunun gö­rüş birliği vardır.

3- Misvak kullanmak sünnettir. Aynı zamanda abdestin sün­netlerinden biridir. Dört mezheb imamları bu hususta müttefiktir.

4- Yukarıda belirttiğimiz gibi, beş yerde kullanılması müek-ted sünnettir.

5- Diş temizliğini  sağlamak  ve dişlerin    sağlığını korumak (nüekked sünnetlerden biridir.

6- Oruçlu kimsenin misvak kullanmasında bir sakınca olma­makla beraber aynı zamanda müstehab veya sünnettir. Ancak Şa­fii ve Hanbeli mezheplerine göre, zevaldan güneş batıncaya kadar kullanılması tenzîhen mekruhtur. Diğer iki mezhebe göre mekruh değildir.

Er ak ağacı, daha çok Arabistan'da yetişir. Gövdesi üzün, çok dikenli ve yapraklıdır; yumuşak esnek dallarından misvak yapı­lır. .Kendine has nefis bir kokusu ve antiseptik bir özelliği vardır. ;O bakımdan, fırça ve macun bulunmadığında, hatta bulunduğu za-jman bile bu ağaçtan elde edilen misvakı kullanmakta yarar vardır. [397]

 

Fıtratla  İlgili Sünnetler

 

Fıtrat, birkaç mânaya gelmekle beraber daha çok hadîsler­de «tevhid dini» kasdedilmiştir. Çünkü Allah'ın varlığına ve birliğine inanmak ezelde insanın ruhuna enjekte edilmiştir, hılkatta bu duygu insanda mevcuttur. Sonra ana - baba, çevre ve eğitim bu duyguyu ya geliştirir, ya da köreltir.

O bakımdan her gönderilen peygamber mutlaka TEVHÎD DİNİ üzere gelmiş ve insanları bu inanca davet etmiştir.

Peygamberlerden, tevhîd inancı doğrultusunda devam edege-len birtakım güzel sünnetler var ki, Hz. Âdem'den la.s.), son pey­gamber Hz. Muhammed'e (a.s.) kadar tazeliğiyle sürüp gelmiş, her peygamber onları uygulamış ve tavsiye etmiştir.

Bununla ilgili hadîsler şöyledir:

Ebû Hüreyre (r.a.) 'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

«Beş şey fıtrat 'tandır; Kasığı traş etmek, sünnet olmak, bı­yığı (dudak kırmızılığı görülecek şekilde) kesmek, koltuk altı kıl­larım gidermek ve tırnakları kesmek.»[398]

Enes b. Mâlik (r.a.) 'den yapılan rivayette, demiştir ki. «Resûlüllah  (a.s.)  Efendimiz bıyık kırkmak, tırnaklan kesmek, koltuk altı kıllarını gidermek, kasık traşı yapmak için bize vakit belirledi -. Kırk geceden daha çok  Ibunlan kendi haline) terketme-memizi emretti.»[399]

Hz. Aişe  (r.a.)'dan yapılan rivayette,    Resûlüllah (a.s.)  Efendi­miz şöyle buyurmuştur :

«On şey fıtrat 'tandır. Bıyığı kırkmak, sakalı kendi haline bırakıp çoğaltmak, misvak kullanmak, burna su çekmek, tırnakla­rı kesmek, parmaklardaki boğumları yıkamak, koltuk altı kıllarım gidermek, kasığı traş etmek, intikas-ımâ, (yani az su ile de olsa mak'âdı temizlemek veya apış arasına su serpmek.)

Râvî Zekeriyya diyor ki, râvi Mus'âb dedi ki : «Onuncuyu unut­tum, meğer ki ağzı su ile çalkamak ola...»[400]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Bıyığı dudak kırmızılığı gözükecek şekilde kesmek, koltuk altının kıllarını gidermek,    kasığı tıraş etmek,    tırnakları kesmek

sünnettir.

2- Bunları en çok kırk gün geçmeden kesmek emredilmiştir. (Daha çok ortam müsait olmadığı zamanlarla ilgilidir.)

3- Sünnet olma dışındaki     şeyleri yerine getirmek müctehid imamların ittifakıyla sünnettir.  Hitan   (sünnet olmak) hakkında farklı görüşler vardır, yeri  gelince  gerekli  açıklama yapılacaktır.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların istidlal ve ihticacları:

a) Hanefîlere göre :

Tırnakları, koltuk altı ve kasık kılları uzadığında kesmek; tır-

akların etle bitişen kısımlarında biriken kirleri temizlemek sün-ettir. Ancak savaş halinde bulunanların bir süre kesmeyip tır-aklarını o vaziyette korumasına cevaz verilmiştir. O da savaş es­asında göğüs göğüse boğuşma anlarında ve bir yerlere tırman-ıa durumlarında işe yarayacağı düşüncesiyle ruhsat verilmiş; hat-L bu durumlarda kesilmemesinin mendup olduğu söylenmiştir.

Tırnakları ve sözü edilen yerlerdeki kılları giderme hususun-ia en uygun olanı, haftada bir genel temizlik yapmaktır. Bu müm-cün olmadığında 15 günde bir yerine getirilmesi sünnettir. Kırk pönü geçiren kimsenin ise özrü makbul değildir. Çünkü (Resûlül-ah (a.s.) Efendimiz her perşembe tırnaklarını keser, uzayan kıl­ar varsa giderirdi. Tırnakları uzamış tırnakla et arasında kir bi-ikmiş bir halde huzuruna gelenleri mutlaka uyarmıştır.

O halde haftada bu tür bir temizlik yapmak afdaldır. 15 gün­le bir yapmak fazilettir, kırk günde bir yapmak ise sünnet sınırını ışmaktır.

Koltuk ve kasık kıllarını gidermede arsenik kullanılmasına ce-iraz verilmiştir. Bununla beraber kesici bir aletle giderilmesinde bir iakmca yoktur.[401]

b) Şâfiîlere göre de sözü edilen hususları haftada veya onbeş ?ünde bir yerine getirmek sünnettir. Kırk gün bunun azamî süre­sidir.

c)  Hanbelîlere göre:

Kasığı tıraş etmek müstehabdır. Çünkü fıtratın ilgili sünnetle­rinden biridir. Terki doğru değildir. Uzanan kıllar ne ile giderilirse giderilsin farketmez. Çünkü amaç kılları giderip temizlemektir.

Koltuk altı kıllarını gidermek sünnettir. O da fıtrattandır. Her­hangi bir şekilde giderilebilir. Yolmak suretiylede gidermek efdal-dır.

Tırnakları kesmek müstehabdır. O da fıtrattandır. Nitekim Peygamber (a.s.) Efendimiz, tırnaklarım kesmeyip etle tırnakları arasında kir biriken bir adamı yüzüne karşı kınamıştır. Hz. Ali (r.a) diyor ki: «Peygamber (a.s.) Efendimiz perşembe günü tırnak­larını keser sonra da bana şöyle buyururdu: «Ya Ali! Tırnağı kes­mek, koltuk altı lallarını gidermek, kasığı tıraş etmek perşembe gününde;   gusledip, güzel koku sürünmek ve   iyeni)   elbise  giyinmek cuma gününde  tyapılırî.»[402]

d) Mâlikî'İere göre :

Fıtrattan olan beş şey : Tırnakları kesmek, bıyığı kırkmak, koltuk altı kıllarını gidermek, kasığı tıraş etmek ve sünnet olmak sünnettir.

İmam Mâlik'in Said b. Müseyyeb'den yaptığı rivayette şöyle demiştir: «ilk misafir edinen, ilk sünnet olan, ilk bıyığını (dudak­lar gözükecek) şekilde kesen ve ilk beyaz kılları görüp «Ya Rab! bu nedir?» diye soran İbrahim Peygamberdir. Allah ona: Bu be­yazlık vakardır, ya İbrahim!» buyurmuş, o da «ya Rab! Vakarımı artır» demiştir.

Muhaddis Yahya b. Main diyor ki: Malik'den işittim, diyordu ki: Bıyığından dudak kırmızılığı gözükecek kadar kırk (veya kes).[403]

Diğer, ilgili hadisler, rivayetler ve tahliller:

Ebû Cafer et-Tahavi'nin yaptığı rivayete göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz uzun bıyıklı bir adam gördü. Bunun üzerine bir misvak, bir de keskin bıçak istedi. Adamın bıyığını o misvake göre kesip kı­salttı.[404]

Yukarıda konunun baş kısmında Enes b. Malik'den rivayet edi­len hadiste kırk gün gibi uzun bir süreden söz ediliyor ve dolayı­sıyla tırnakların da kırk günde bir kesilmesi tavsiyesi yer alıyor. Oysa Peygamber (a.s.) her perşembe tırnaklarını kesmiştir. Ayrı­ca yukarıda bıyıklarım uzatan adamın bıyıklarına müdahale edip ona çeki düzen vermiştir. Ciddî araştırmalarla sözü edilen Enes ha­dîsinin râvileri arasında Sadaka b. Musa Ebu'1-Muğîre bulunuyor-dur ki, buna Ebû Muhanımed el-Basrî ed-Dakikî de denir, bu zât zayıf kabul edilmiştir. Yahya b. Maîn, «o kayde değer bir şey değil­dir» derken Nesâî, « o zayıftır» Tirmizî' «o hafız değildir» demiştir. Ebu Hatim er-Razî ise «o yumuşak hadîslidir, hadîsi yazılabilir, ancak onunla ihticac edilmez, çünkü   kaviy    değildir, demişlerdir.

İmam Nevevî ise sözü edilen hadîsi yorumlarken şöyle demiş-

tir O, kırk günde bir sözü edilen temizlikler yapılsın demek değil, imali kırk günü geçmemelidir, demektir. Muhtar olan odur ki :

tıllar ve tırnaklar uzadıkça kesmektir.

Şevkanî'ye göre, Resûlüllah'm  zapt ettiği kırk  gün,  vakıtlan-

hrma süresidir. Kırk günü aşmak caiz değildir. Kırk güne kadar belirtilen yerlerini tıraş etmeyen, tırnaklarını kesmeyen kimse iünnete muhalefet etmiş sayılmaz.

Bize göre, Nevevî'nin yorumu, diğer rivayetlerle daha çok uyum sağlamakta ve İslâm'ın temizliğe, koruyucu hekimliğe verdiği örie-poi yansıtmaktadır[405]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Tırnakları haftada bir kesmek, sünnete daha uygundur. Nitekim Peygamberimiz (a.s.) haftada bir özellikle perşembe gün­leri tırnakları keser, gereken temizliği yapardı.

2- Kasık kıllarını uzadığı zaman, kırk günü geçmemek kay­dıyla traş etmek sünnettir.    Bu süre geçinceye kadar terkedilirse, kerahet işlemiş olur.

3- Bıyığı,    dudakların kırmızılığım örtecek kadar uzadığında fazla kısımlarını kırkmak sünnettir. Bilindiği gibi, rüzgarla birlik­te gelen toz ve mikroplar daha çok vücudumuzda kulak boşluğu­na ve kıvrımlarına, göz pınarlarına, burun deliklerine ve bıyık ve sakala yerleşir.     Bıyıklar ağzımızı örtüyorsa,     aldığımız  gıdalara oraya yerleşen toz ve mikroplar karışabilir. O bakımdan da bıyık­ları belirtilen sınırı aşar şekilde uzatmak doğru değildir.

4- Koltuk altını    —kıllar uzayıp  nahoş bir görünüm arzetti-ğinde— gidermek sünnettir. Bu da en çok kırk günü aşmamalıdır. Aksi halde kerahet işlenmiş olur.

5- Vakti gelince erkek çocuğunu sünnet etmek de müekked bir sünnettir.    Bu konu ayrıca   mezheplerin istidlal ve ictihadları doğrultusunda işlenecektir.

6-  Sakalı kesmeyip kendi halinde bırakmak da sünnettir. Bu konuda ayrı bir bölümde işlenecektir;

7- Diş sağlığı ve temizliği bakımından misvak veya fırça kul­lanmak,  özellikle abdest alırken ve namaza durulurken; uykudan

kalkıldığında ve yatağa girileceği zaman müekked sünnettir' O ba­kımdan fukaha misvak kullanmayı abdestin sünnetleri arasında . saymıştır.

8- Burna su çekip temizlik yapmak,    özellikle abdest alırken bu amelyeyi yerine getirmek sünnettir.

9- Ellerdeki oynak, eklem   yerleri ve biraz şişmanlıktan ileri gelen bu yerlerdeki boğumlan iyice yıkamak da sünnettir. Çünkü bu kısımlar bilhassa kirin ve mikrobun    yerleşmesine uygun bir vasat sayılır.

10-Ağzı çalkamak da öyle. Bir de küçük ve büyük abdest bozduktan sonra iyice temizlenmek veya küçük abdest bozduktan sanra idrardan iyice korunup şüpheyi gidermek için apış arasına biraz su serpmek müstehabdır.

Bütün bunlar insan sağlığıyla içiçedir. İslâm Dini, ibâdetle te­mizliği, ibâdetle insan sağlığını korumayı ve dolayısıyla koruyucu hekimliği birleştirmiştir[406]

 

Erkek Çocukları Sünnet Etmek

 

Bilindiği gibi sünnet, erkeklerde cinsiyet organının ucun­daki derinin kesilmesi anlamında kullanılır. Başta Müslümanlık olmak üzere, Musevüik'te de dinî bir töredir. Her ne kadar Matta, Markos, Luka ve Yuhanna incillerinde sünnetten söz edilmese de Barnaba İncil'inde İsâ Peygamber'in yedi günlükken sünnet edil­diği yazılır.[407]

Yapılan tarihî araştırmalardan sünnet 'in çok eski bir âdet olduğu ve Afrika halkı tarafından da uygulandığı anlaşılmakta­dır. Peygamberlerden ilk sünnet olan İbrahim Peygamber'dir, de­nilmektedir. Oysa Kütüb-i Sitte'nin ittifakla rivayet ettikleri fıt­rat hadîsinde sünnet'in de gelip geçen peygamberlerden, Tevhid Dini gereği kalan sünnetlerden biri olduğu açıklanır. Hadîsin açık delâletinden bu sünnetin ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem'le (a.s.)  başladığı anlaşılıyor.

Konumuzla  ilgili hadîs-i  şerifler:

Ebû' Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah Ca.s.) fendimiz buyurdu ki ; «İbrahim Halîlü'r-Eahmân üzerine seksen il geldikten tseksen yaşına girdikten) sonra sünnet oldu. Keser e   (kendini)  sünnet etmişti.»[408]

Sahîh-i Müslim'de  ise  «seksen yıl»  tabiri  zikredilmemiştir.

Yine Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Ifendimiz buyurdu ki: «Beş şey fıtrat'tandır: Kasığı tıraş et-nek,sünnet olmak, bıyığı (dudak kırmızılığı gözükecek şekilde) cesmek, koltuk altı kıllarını gidermek ve tırnakları kesmek.»[409]

İbn Cüreyc'den yapılan rivayette, Usaym ona haber vermiş, )na da babası, ona da dedesi haber vermiştir ki dedesi, Peygamber [a.sJEfendimiz'e gelerek: «Gerçekten ben müslüman oldum! De­nişti. Peygamberimiz de ona: «Kendinden küfür kıllarını at,» bu-furdu. Bununla ona «tıraş ol!»  diyordu.  (351).

Onunla beraber bulunan bir başkasına ise Peygamberimiz (a.s.) şöyle emretti: «Kendinden küfür kıllarını at ve sünnet ol!» [410]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1-  Sünnet olmak fıtrattandır, peygamberlerden bize kadar ge­len Tevhid Diniyle ilgili olan bir sünnettir.

2- Peygamberlerden ilk sünnet olanın ibrahim Peygamber ol­duğu söylenir. Hadîsin açık anlatımı bir bakıma bunu ifâde etmek-

tedir. Ancak fıtrat hadisinden   bunun ilk peygamberle başlayıp günümüze kadar sürüp gelen bir sünnet olduğu anlaşılıyor.

3- îslâmiyeti din olarak seçip iman eden kimsenin küfür dö­nemindeki âdetlere uyarak tıraş etmeyip bıraktığı kılları kesmesi, İslâm'a göre kendine çeki düzen vermesi ve sünnet olması vâcibdir. Çünkü bu hususta Resûlüllah'ın sarih emri vardır ve emir de vü-cubu gerektirir.

4-  Naklettiğimiz hadislerde    çocuğun ne zaman, kaç yaşında veya kaç aylık iken sünnet edilmesi açıklanmamış, mutlak bırakıl­mıştır. Ancak bu hususta Resûlüllah'ın (a.s.)  fiilî ve takriri hadîs­leri vardır.

5- İbrahim Peygamberin   (a.s.)     kadûm ile  sünnet olduğu belirtilmiştir. Bu tabir üzerinde durulmuş, bazı ilim adamlarına ve Kamus'un beyânına göre, İbrahim Peygamberin sünnet olduğu ye­rin adıdır. Ancak kelimenin «keser» manâsına delâleti daha zahir­dir. Bu da sünnet için belirlenmiş bir yaş olmadığını gösterir. Cum­hur da bu görüştedir .

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla­rının istidlal, ictihad ve ihticacları ■.

a) İmam Ebû Hanîfe ve İmam MâÜk'e göre, hem oğlan, hem kız çocuklarını sünnet etmek,  sünnettir.

b) İmam Şafiî'den bu mes'ele hakkında iki ayrı rivayet var­dır : Birincisi, erkek çocuklar için vâcib, kız çocukları için sünnettir. İkincisi, her ikisine de sünnettir.    Birinci kavli daha sahîh kabul edilmiştir.[411]

c) Hanbelilere göre -.

Erkek çocuklara vâcib, kız çocukları için şeref ve vakardır. Bu, birçok ilim adamlarının kavlidir. İmam Ahmed demiştir ki: Sün­net olmak erkek çocuklar için çok daha lüzumlu ve önemlidir. Çün­kü erkek çocuk sünnet olmadığı zaman haşefeyi kapatır ve altın­da biriken pislik temizlenmez. Kadının durumu ise böyle değildir, onun sünnet olmasa da temizliği kolaydır. Ebû Abdillâh diyor ki : îbn Abbas (r.a.) sünnet hususunda çok hassas ve katı davranır, kişi sünnet olmadığı takdirde onun ne namazı, ne de haccı mak­buldür, derdi. el-Hasan ise bu hususta    daha hoşgörülü davranıp

şi İslâm'a girdikten sonra artık    onun  sünnet olup olmadığına k aldırış edilmez.

Sonuç olarak, erkeklere sünnet olmak vâcibdir,  çünkü müslü-anların şiarından sayılır.[412]

Kız çocuklarının sünnet edilmesiyle ilgili rivayetleri nakletme-3 lüzum görmüyorum. Çünkü gerek selef-i sâlihîn, gerekse müctehid namlar da üzerinde fazla durmamışlar ve onunla ilgili hadîsler zerinde farklı tesbit ve tenkitlerde bulunmuşlardır. Tahlil bölü-ıünde kısmen açıklamada bulunacağız.

Ancak bu konuda fazla bilgi edinmek isteyenlere, îbn Kudame'-in el-Muğni adlı eserinin birinci cilt, 71. sâhifesini ve Seyyid Sa-ak'm Fıkhü's-Sünnet adlı üç ciltlik kitabının 1/37. sâhifesini tav-iye ederiz.

Çocukları ne zaman, kaç yaşında sünnet etmek uygun olur?

Bu hususta da farklı rivayetler, tesbitler, istidlal ve ictihadlar

rardır:

a) Cumhura nemiştir.

göre, sünnet müddeti belli bir vakta tahsis edil-

b) Hanefilerin çoğuna  göre,  çocukları    sünnet     etmenin ilk ^akti, yedi yaşında başlar, on iki yaşma kadar devam eder. Muh-;ar olan görüş budur.[413]. Ancak bu yaş kesin bir sınır değildir. Herhangi bir yaşta  çocuk sünnet edilebilir;  belirtilen yaştan önce ie sonra da sünnet yerine getirilebilir.

Fukahanın çoğu ise bu hususta müstehab olan ciheti dikkate alarak doğumundan yedi gün sonra sünnet edilmesini tavsiye et­mişlerdir.[414]

c) İmam Şafiî'ye  göre, çocuğun    doğumunun    yedinci günü sünnet olması müstehab vakittir.[415]    Aynı zamanda çocuk he­nüz bulûğa ermeden velisinin onu sünnet ettirmesi vâcibdir.[416]

Nitekim sahih tesbitlere göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz to­runları Hasan ile Hüseyni doğumlarının yedinci  gününde sünnet

ettirmiştir. Ayrıca bu hususu Hakim ve Beyhaki Hz.  Aişe  (r.a.) hadîsinden  tahrîcle  nakletmişlerdir;     Beyhakî aynı rivayeti Cabir

(r.a.)'den yapmıştır. ı !   Konuyla ilgili diğer  hadisler, rivayetler ve tahliller:

Sünnet olmayı vâcib kabul edenlerin delili, 352. dip notla naklettiğimiz «Kendinden küfür kıllarını at ve sünnet ol!» mealin­deki hadîs ile Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet edilen, «Kim İslâm'a girerse,  sünnet olsun!» mealindeki hadîstir.

Bu iki hadisin zayıf olduğu birçok ilim adamları tarafından tesbit edilmiştir. Bilindiği gibi, zayıf hadîs hükme hüccet alınmı­yor.[417]

Çocukların sünnet edilmesinin sünnet olduğuna kail olanların delîli ise şu hadîstir: «Sünnet olmak erkekler için sünnettir, kadın­lar için şeref ve vakardır.»[418]

Ahmed bin Hanbel ve Beyhaki bu hadîsi Haccac bin Ertat'dan rivayet etmişlerdir İd, bu adam müdellistir, yani tedlîste bulunmuş­tur. Görüştüğü fakat hadîs işitmediği halde «işittim» demesi veya görüşmediği halde hadîs işittim diye iddia etmesi, kişiyi müdellis düzeyine getirir ve rivayeti hüccet kabul edilmez. Katâde ise bu ri­vayette ızdırabda bulunmuş, bir rivayetinde Şeddad b. Evs'den söz etmediği halde, diğer bir rivayetinde bu zatın ismini anıp bir faz­lalık yapmıştır. İbn Ebî Hatim er-Râzi el-îlel'de bunu tahrîc etmiş­tir.

Beyhakî ise bu hadîsin zayıf ve munkati' olduğunu belirtmiştir. Öyle ki: senedinden bir râvi düşmüştür veya mübhem bir kişi zik­redilmiştir.

Böylece sünnettir, diyenlerin görüşüne ağırlık kazandıran en sahih hadîs, fıtrat hadîsidir ki, orada işlenmesi kesinlikle sünnet kabul edilen tırnak kesmek, bıyığı kısaltmak, etek ve koltuk tıraşı yapmakla birlikte anılmıştır,

Zühri'den rivayet edilen şu hadîsle de ihticac eden olmamıştır: «İslâm'a giren kimse, yaşı büyük de olsa sünnet olsun!» Nitekim Tabiin'in ileri gelenlerinden Hasan el-Basri Hazretleri bu konuda ilmî selâhiyetine dayanarak şöyle demiştir: «Resûlüllah (a.s.) Efen-

mize uyarak birçok kimseler İslâm'a girdi: Siyahı, beyazı, Roraa-;ı, İranlısı, Habeşlisi... Ama bunlardan hiçbirinin sünnet olup ol-adığı araştırılmadı, üzerinde de durulmadı. Eğer sünnet olmak ıcib olsaydı, sözü edilenler sünnet olmadan İslâm'a kabul edilmez-r (veya kabul edildikten sonra hemen sünnet edilmeleri emredi­ldi... Oysa böyle bir emir ve hüküm mevcut değildir...)»[419]

Ayrıca ilim adamlarının ihticac ve istidlallerinin geniş çapta tıklanmasını Şevkanî Neylü'l-Evtar da yapmıştır. Arzu edenler raya HİTAN bölümüne müracaat etsinler. [420]

 

Çıkarılan   Hükümler:

 

1- Erkek çocukları ergen olmadan önce sünnet etmek müek-ed bir sünnettir. Kız çocuklarını sünnet etmek müstehabdır.

2- İmam Şafiî'ye göre, erkek çocukları sünnet etmek vâcibdir.

3- İslâm'a gi^ren kimse sünnet olmakla zorlanmaz. Kendi ira-lesine bırakılır. Oumhur bu görüştedir. .. [421]

 

Bıyığını  Fazlasını Almak Sakalını Kendi Haline Bırakmak

 

Resûlüllah (aj.s.) Efendimiz zamanında Arap Yarımadası'nda yaşayan kabilelerin çoğu sakal bırakırdı. Yüzde tüy bitmeye başla-iığı günden itibaren sakal kendi haline terkedilir, kişilerin, aile ve aşiretlerin kendi âdet ve gelenekleri doğrultusunda uzayan sakala ?eki düzen verilirdi. Bir kısmı da hiç dokunmayıp salıverirdi. Resû­lüllah (a.s.) Efendimiz kıyafet inkılâbı yapmadığı gibi, bıyık ve sa­kal inkılâbı da yapmamıştır. O, ipek, atlas, dibâc gibi lüks sayılan vq değeri yüksek olan kumaştan yapılan elbiseleri giymemiş, aynı zamanda ümmetinin erkeklerine haram kılmıştır. Ayrıca erkek ve kadın için tesettürü getirmiş, bunun herbirine göre ölçülerini belir­lemiştir. Yoksa putperest Arapların kıyafetine karşı çıkmamış, Şam ve Yemen taraflarında dokunan kumaşlar, hazırlanan entariler ve

üstlükler Mekke ve Medine pazarlarında satılmış; bunu putperest­ler dokumuş veya dikmiş, şunu Hıristiyanlar hazırlamış diye bir ayrım yapılmamıştır. Onun gibi bıyık ve sakal konusuda sadece ıslâh edilmiş, dudakların kırmızılığı gözükecek şekilde bıyıkların kırpılması, boyun ve yanakların az da olsa gözükmesi şeklinde sa­kalların düzeltilmesine gidilerek temizliğe, koruyucu hekimliğe önem verilmiştir.

Kirli paslı, üst başları yağlı ve boyalı Araplara medenîce giyin­meleri, elbise ve vücutlarını tertemiz tutmaları öğretilmiştir. İslâm Dini, şekilci değildir, o şekle ve surete değil, imân ve amele değer verir. Ancak pejmürdelikten kurtarıp temiz ve düzenli giyilmesini emreder. Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, İslâm'ın şekilcilikten uzak, cihanşümul bir din olduğunu, kalb ve kafaları aydınlatır ma­hiyette Allah'ın insanlara son mesajı bulunduğunu şöyle belirtmiş­tir : «Şüphesiz ki Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, ama O, kalblerinize ve amellerinize bakar.»[422]

İlk nazarda Resûlüllah (a.s.) Efendimiz sakal bıraktığı ve onu düzene sokup çekicilik kazandırdığı için sakal güzel sünnetlerden biri sayılır. Sonra da o devirde İran Mecûsüeriyle, Hıristiyan Roma­lılardan kimi bıyık ve sakal hiç bırakmaz, kimi de bıyıkları ağzını örtecek şekilde bırakırdı. Hatta Bizans'tan gelen iki kişiyi bıyıksız ve sakalsız gören Peygamber (a.s,) Efendimiz'in bu hali çok yadır­gadığı ve «sizi bu hale kimler soktu?!» diyerek hayretini belirttiği bazı siyer kitaplarında geçer. Gerçekten erkeğe yakışan ve fıtratın­da mevcut olan bıyık ve sakal, onu kadınlara benzemekten koru­makta ve şahsiyet kazandırmaktadır.

Konuyu bu açıdan değerlendirirken özetliyecek olursak: Arap-larda câri bir âdet halinde süregelen sakal, Peygamberimiz (a.s.) Efendimiz tarafından da benimsenmiş ve ona çeki düzen, temizlik ve güzel bir görünüm verilerek ıslâh edilmiştir. Böylece Müslüman­lara, Peygamberlerine uyma bakımından güzel sünnetlerden biri olarak miras kalmıştır.

Diyebiliriz ki, sakal ve bıyık hakkında birçok ictihadlar, istid­laller ve görüşler vardır. İlim adamları, dinî konuların her bölüm ve dalında olduğu gibi, bu kabil sünnetler üzerinde de yeterince durmuş ve tesbitler yapmışlardır. Hepsini nakletmeye ne vaktimiz, ne de kitabımızın hacmi müsaittir. Biz sadece sahih rivayetleri nak-îtmek, zayıf görüşleri belirlemek ve müctehid imamların farklı örüş ve ictihadlarını ortaya koymakla yetineceğiz.

Konuyla ilgili hadisler ve rivayetler:

Zeyd b. Erkam   (r.a.Vden yapılan-   rivayette, Resûlüllah  (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

«Bıyığından   (fazlasını kesip)   almayan bizden değildir.»[423]. Tirmizi bu hadîs için «hadîsün hasenün» demiştir.

Ebû    Hüreyre    (r.a.)'den yapılan rivayette,   Resûlüllah    (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

«Bıyıkları  (dudak kırmızılığı    gözükecek şekilde)  kesin, sakalı salıverin de Mecûsiye muhalefet ©din!»[424]

îbn Ömer   (r.aJ'den yapılan rivayette Peygamber  (a.s.)   Efen­dimiz şöyle buyurmuştur:

«Müşriklere muhalefet edin,    sakalı çoğaltın, bıyıkları  (dudak kırmızılığı gözükecek şekilde)   iyice kırkın.» [425]

Buharı bu hadîsin sonuna şunu ilâve etmiştir: «îbn Ömer (r,a.) haccettiği veya umre yaptığı zaman eliyle sakalını tutar da bir tu­tamdan fazlasını kesip alırdı.»

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Dudakların kırmızılığı gözükecek şekilde bıyığı kırkıp  dü­zeltmek sünnettir. Bunun aksine dudakları örtecek şekilde uzatmak mekruhtur.

2- Mecûsî'ye muhalefet için sakalı kendi haline bırakıp uzat­mak sünnettir. Ateşe, ineğe, timsaha   ve benzeri eşyaya tapanlara ve daha çok ateşperest olanlara m e c û s î denir ki o devirde bıyık­larını iyice uzatır, sakallarını ya çok kısa bırakır, ya da tamamen keserlerdi. 

3- Allah'a eş-ortak koşan müşriklere sakal ve bıyık hususun­da da muhalefet sünnettir. Putperest Araplar saç ve sakallarına çe­ki düzen vermez, gelişigüzel bırakırlardı.   

4- Sakalın bir tutamdan fazlasını kesmekte bir sakınca yoktur.                 

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla-i raim tesbit, istidlal, ihticac ve görüşleri:

a) Selef-i sâlihînden birçoğu hadîsteki «ahfû» emrinin zahiri-, ne bakıp bıyığın çok az kalacak şekilde kökünden kesilmesine kail1 olmuşlardır.[426]                                                                          

Selef bu hususta «isti'sal» tabirini kullanmış ki, kökünden kes-| mek, kesmekte mübalâğa etmek, iyice sonuna varmak gibi mâna-! lara delâlet eder.                                                                         

b) İmam Mâlik, hadîste geçen «ahfû» emrini mutlak mânaya hamletmemiş, diğer fiilî ve takriri hadîslerle birleştirip dudak kır­mızılığı gözükecek şekilde kesip kısaltınız, şeklinde mânalandırarak kayıtlamıştır. Hattâ bıyığım kökünden kesenin te'dîb edilmesi gej rektiğini belirterek sünnete muhalefetin doğru olmayacağını söylef mistir.                                                                                              

b) îmam Nevevî, bıyığın kökünden kesümeyip dudak kırmızı­lığı gözükecek şekilde kesilmesiyle ilgili kavlin muhtar olduğunu söylemiştir.  «Ahfû'ş-şâribe» cümlesindeki emrin mânası, dudaklara

ığru sarkıp aşan kısmın kesilmesiyle ilgili olduğunu ayrıca belirt-iştir.

Nitekim İmam Mâlik de el-Muyatta'da, dudakların etrafı gözü- şekilde bıyık kesilip kısaltılır, demiştir.

c) îmanı Ebû Hanîfe, İmam Züfer, îmam Ebû Yusuf ve îmam tuhammed'e göre, gerek baştaki saçların, gerekse bıyığın kökün­ün kesilmesi efdaldir.    Bununla beraber kırkıp az bırakmakta da ir sakınca yoktur.[427].

d) Mâlikî'lerden bazısı Şafiî mezhebinin   bıyık   konusundaki örüşü, Hanefîlerinkinin aynıdır, demişlerdir.    et-Tahavî diyor ki: Bu hususta îmam Şafii'den kesin bir şey bulamadım, ancak onun akın arkadaşları  el-Müzenî    ve er-Rabi'nin bıyıklarını kökünden estiklerini gördüm.    Bu da onların   kendi imamlarına uyduğuna elâlet eder.»

Ebû Cafer et-Tahâvi yine bu konuyla ilgili hadisleri ve ashab-ı irâmdan bıyıklarını kökünden kesenleri misal vererek şöyle diyor: Bıyığı kırkıp kısaltmak iyidir, ama onu tamamen kesmek daha iyi e afdaldır.»[428]. «Ve bu, Ebû Hanîfe'nin, Ebû Yusuf'un ve Mu-tammed'in mezhebidir.» Diye ilâve ediyor.[429]

el-Esrem'in İmanı Ahmed b. Hanbel'den yaptığı rivayete göre,' mam Ahmed bıyıklarını iyice kökünden keserdi. Bununla beraber piraz kırkıp biraz bırakmakta da bir beis yok derdi.

O bakımdan Ebû Muhammed îbn Kudame el-Muğnî'de bu ko-imya temas ederek şöyle diyor: «Kişi bıyığını kökünden kesmekle iz bırakmak arasında muhayyerdir.»[430]

Sakalla ilgili istidlal ve görüşler:

Hadîslerde daha çok şu dört emir kipi kullanılmıştır -.

1) A'fû, 2) Evfû, 3) Erhû, 4) Veffiru...

Eş anlamlı fiiller olup, kendi haline terketmek anlamına gelir­ler.

Sakal ve bıyık hakkındaki emrin illeti    bir yerde Mecûsî'lere,

bir yerde müşriklere, bir yerde de Yahudilere benzemeyip muhalif kalma gösterilmiştir. Nitekim Şevkani'nin de belirttiği gibi, o devir­de Fürs (İran mecûsî) lerinin yaygın olan âdetlerinden biri de saka­lı iyice kırkıp az şey bırakmaktı. O bakımdan sâri' onlara bu husus­ta da uymamak veya benzememek için sakalı iyice uzatmayı em­retmiştir.

a) Kadı Iyaz diyor ki: «Sakalı tıraş etmek, kırkıp kısaltmak, yakmak mekruhtur.   Ama boyundan ve eninden biraz alıp düzelt­mek iyidir.»

b) Selef-i sâlihîn ise sakal hakkında farklı görüş ortaya koy­muştur : Kimine göre uzatılır    ama göbek seviyesine kadar değil, fazla kısımları kesilir. Kimi de bir tutamdan fazlası kesilir, demiştir.

c) îmam Mâlik çok uzatmayı    mekruh    görmüştür. Nitekim Tenvîrü'l-Havalik müellifi İmam Süyutî diyor ki:     «Sakal  cidden fazla uzadığı takdirde ne yapılır? Diye Mâlik'e sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: Fazlasının kesilip alınmasını, uygun görüyorum.»[431]

d) Şâfiîlerden  çoğuna göre, sakalın, bıyığın kenarlarını tıraş etmek veya kırkmak, çeneyle dudak arasındaki kılları tıraş etmek veya bunları yolmak mekruhtur.

Sakalı tamamen kesip tıraş etmek îmam Şafiî'ye göre haram­dır.[432]

e) Hanefilere göre, sakal bırakmak sünnettir. Müstehab diyen­ler de olmuştur. Bir tutamdan fazlasını kesmekte bir sakınca yok­tur. Bununla beraber bir tutamı aşar şekilde bırakılması da caiz­dir. İmanı Muhammed'e göre, bir tutamdan fazlasını kesmek sün­nettir. İmam Ebû Hanîfe'den de bu anlamda bir rivayet söz konusu­dur.[433]

Diğer hadîsler ve tahliller:

Amr b. Şuayb'üı babasından, dedesinden yaptığı rivayette, de­desi demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz sakalının eninden ve boyundan fazla kılları alır.  (ona çeki düzen verir) di.»[434]

Tirmizî   bu   hadîsin   garip   olduğunu   kaydetmiştir.   et-Takrîb'-

ie bunun metruk olduğu belirtilmişse de tarafdar bulmamıştır. An-sak bu gibi kayıtlar şüphe uyandırdığından yukarıdaki hadîsle ih-ticac edilmemiştir.

Bıyık ve sakalla ilgili hadislerin çoğunu toplayan Ebû Cafer et-Tahâvî, Muğîre İbn Şu'be'den yapılan rivayete yer verip şu olayı naklediyor: «Uzun bıyıklı bir adam Peygamber (a.s.î Efendimiz'e geldi. Bunun üzerine Peygamber (a.s.) bir misvak, bir de keskin bı­çak istedi, getirilince, adamın bıyığını o misvake göre kırkıp düzelt­ti.»[435]

Sonra da şu açıklamayı yapıyor: Medine halkından bir cemaat bu rivayete dayanarak bıyıklarını tamamıyla kesmek değil, onu kı­saltıp çeki düzen vermek suretiyle bırakmak daha uygundur,  de­mişlerdir. Diğer bir cemaat onlara muhalefet ederek, bıyıklan kö­künden kesmenin müstehab olduğunu söylemişlerdir.

İkinciler şu rivayetlerle ihticac etmişlerdir:

  Ibn Abbas   Cr.a.)  diyor ki: »Resûlüllah  (a.s.)   Efendimiz bı­yıklarını keserdi. İbrahim Peygamber de  (a.s.)   bıyıklarını kesmiş­tir.»[436]

  îbn Ömer (r.a.)'dan yapılan rivayette Resûlüllah  (a.s.) şöy­le buyurmuştur:  «Bıyıkları kesin, sakalı salıverin!»[437]

Enes b. Mâlik'den (r.a.) yapılan rivayette ise şu fazlalık vardır: «Yahudilere benzemeyin, onlara benzemeye Özenmeyin!» . Tahavî bu mealde dört hadîs daha rivayet ettikten sonra kendi görüşünü şöyle açıklıyor: «Naklettiğimiz hadîslerin hemen hepsim biraraya getirdiğimizde şu sonuç çıkar: «Bıyıkları kökünden kes­mek, onu kırkıp düzeltmekten afdaldır.» Hanefî imamlarından üçü­nün de mezhebi budur.

Sonra da Ashab-ı Kiram'dan bıyıklarını kökünden kesenleri mi-sjal vererek bu görüşünü kuvvetlendiriyor.[438]

   

Çıkarılan Hükümler:

 

1-Bıyığı  kökünden kesmek    caizdir, bazı müctehidlere göre, daha uygundur.

2- Bıyığı dudakları gözükecek şekilde kesip kısaltmak.

3- Çeneyle alt dudak arasındaki kısmın kıllarını tıraş etmek

mekruhtur.

4- Sakalı bir tutamdan fazla,    göbeği aşmayacak şekilde bı­rakmakta bir sakınca yoktur. Bir tutamdan fazlasını kesmekte de bir sakınca yoktur, hattâ bazı müctehidlere göre, sünnet veya müs-

tehabdır.

5-  Sakal ye bıyık hususunda Yahudilere, putperestlere, mecusîlere muhalefet etmek sünnettir.

6-Sakalın boy ve eninden kırkmak caizdir. [439]

 

Beyaz Kılları Yolmak Mekruhtur

 

Baş ve sakalda beliren beyaz kıllar yaşlılığın başlıca belirtile­rinden biridir. Bazan soyçekimi doğrultusunda kıllar erken ağar­maya başlar. Saç genellikle Allah'ın insanlara lütfettiği güzel ni­metlerden biridir. Gerek estetik, gerek başın güneşten korunması için lüzumlu bir vücut örtüşüdür denilebilir. Ayrıca düzenli saç ve sakal insana vakar ve ihtişam verir.

Saçların beyazlaşması, diğer bir tabirle saçlara ak düşmesinin birçok yararları söz konusudur:    Önce insana artık    yaşlandığını hatırlatır ve böylece daha temkinli,    daha  dikkatli olmayı ilham eder. Ölümü hatırlatarak Ahiret için hazırlıklı olmayı fısıldar. Top­lum içinde daha saygılı davranmaya, havâi şeylerden uzak kalma­ydı, gençlik çağının çok gerilerde kaldığına,    çılgınca    yaşamanın bir  anlam taşımadığına  çağrıda bulunur.

Aklaşan saçların bir diğer yararı, ilâhi sanatın yüceliğini sim­gelerken imân düzeyinde iyi yolda bir ömür geçirdikten sonra her beyaz kıl imân meşalesinin birer kandili, ilâhî nurun birer belirti­si sayılmasıdır". O bakımdan Sevgili Peygamberimiz (a.s.) beyaz kılları yolmayı yasaklamıştır.

Bu konudakij hadisler şöyledir :

Amr b. Şuayb (r.a.)'den, o da babasından, o da dedesinden yaptığı rivayette] Resûlüllah   (a.s.)   Efendimiz şöyle buyurmuştur :

«Beyaz kılları yolmayın, çünkü gerçekten o, müslümanın nu­rudur. Bir müslüman İslâm'da yaşlanıp saçı ağarmaya görsün, mutlaka Allah onun1 için o beyaz kıllardan herbiriııe karşılık bir iyilik yazar, bir derecesini onunla yükseltir ve o sebeple bîr güna­hı silip atar.»[440].

Hecametçi, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in bıyığından uzanan kısınılan kesip alırken mübarek sakalında beyaz bir kıla gözü ilişti

1 ve onu almak için eğilince Resûlüllah (a.s.)  onun elinden tutarak şöyle buyurdu: «Kim İslâmiyette yaşlanıp bir kılı ağarırsa, o, onun için Kıyamet gününde bir nûr olur.»[441].

Diğer bir hadîslerinde ise  şöyle buyurmuştur:

«Kim İslâmiyette yaşlanıp (saçı sahalı) ağarırsa, bu onun için Kıyamet gününde nûr olur.» [442]. Bunun üzerine bir adam Pey­gamberimiz'e (a.s.) dedi ki: «Doğrusu bazı erkekler beyaz kılları yoluyorlar!» Peygamberimiz (a.s.) : «Artık isteyen kendi nurunu yolsun...»  buyurdu.

Hadîslerin açık  delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1-Saç ve sakaldaki beyaz kılları yolmak veya bir şeyle gider­mek tahrimen mekruhtur. Çoğu ilim adamlarına göre, tenzîhen mekruhtur.

2-Bıyık, kaş ve zülüf  de saç sakal hükmündedir. Buralarda aklaşan kılları koparmak veya yolmak mekruhtur.

3 u hususta kadın erkek    farkı    yoktur, - her iki cins içir de beyaz kılları yolmak yasaklanmıştır. Çünkü hadîs umum ifâde etmektedir.

Hadîslerin ışığında mezhep    imamlarının ve ilim adamlarının istidlal ve görüşleri:

a) Hanefîlere göre,  saç ve  sakaldaki    beyaz    kılları yolmak

mekruhtur.

b) Mâlikîlere göre de mekruhtur.

c) Şâfiîlere göre, İmam Şafiî, sakalı kökünden kazımayı, yol­mayı haram saydığı gibi,    beyaz kılları çekip   yolmayı da haram saymıştır.[443]

d)Hanbelî'lere  göre, beyaz kılları  çekip  yolmak mekruhtur. Nitekim Amr b. Şuayb'den    yapılan sahih rivayette,     Resûlüllah (a.s.)  Efendimiz beyaz kılları yolmayı yasaklamıştır. Hacemetçi'nin elinden tutup sakalında beliren beyaz kılı koparmasına engel ol­ması da öyle... [444]

e) Diğer ilim  adamlarına  göre,    beyaz kılları  ister sakalda, ister başta olsun kendi haline bırakmak sünnettir.    Kadın ve er­kek bu hususta eşittir. Nitekim Amr b. Şuayb'den yapılan rivayet­te, Peygamber (a.s.) saç ve sakalın ağarmasını nûr ile yorumlamış ve İslâmiyette saç ve sakalını ağartanlara müjdeler vermiştir. Hz. Enes  (r.a.)   diyor ki:  «Biz adamın kendi başındaki ve sakalmdaki beyaz kılı yolmasını mekruh karşılardık...»[445].

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1-Hanefî, Mâliki ve Hanbelî'lere göre, saç ve  sakaldaki be­yaz kılları yolmak, koparmak mekruhtur.    Kadınlar da aynı hük­mün kapsamına girer.

2- Bıyık ve kaşlarda,  zülüf ve şakakda beliren beyaz kılları gidermek de aynı hükmün kapsamına sokularak mekruh sayılmış­tır. Çünkü hadîs-i şerif umum ifade etmektedir.

3-İmara Şafiî, sakalı kökünden kesmeyi, yolmayı haram say-Lgı gibi, saç ve sakaldaki beyaz kılları da koparmayı, yolmayı ha-un. saymıştır. [446]

 

Beyaz Kılları Kına ve Kütüm (veya Ketem) İle Boyayıp Değiştirmek

 

Saç ve sakalı kına ve kütüm (veya ketem)[447]. ile boyayıp rengini değiştirmek, daha çok savaşlarda uygun karşılanmış, sa-raş dışında da Resûlüllah'm (a.s.) takririyle müstehab sayılmıştır. İu hususta kavli sünnetlerinin de rivayet edildiği bilinmektedir. lasgele boyalarla saç ve sakalı boyamayı yasaklayan Peygambe-imiz (a.s.), saçların kökünü kuvvetlendiren ve deriyi koruyan :ına ve kütümü uygun görmüştür.

Konuyla ilgili hadisler:

Câbir b. Abdillâh  (r.a.) 'den yapılan rivayette demiştir ki -.

«Mekke fethedüdiği gün Ebû Kuhafe, Resûlüllah (a.s.î Efen-limiz'e getirildiğinde başı (öylesine aklaşmıştı ki) s e gam e gibiy-ii.[448]. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyur-İu: «Onu hanımlarından birine götürün de başındaki saçları (nın Rengini) bir şey ile değiştirsin ve onu siyah (boyadan) uzak bulun­durun!» [449].

Bu rivayeti biraz daha geniş şekilde Muhammed b. Sirîn, Enes b. Mâlik'den Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in saç ve sakalını boyayıp boyamadığı hakkında sorulan soruya verdiği cevâbı şöyle rivayet etmiştir: «Şüphesiz ki Resûlüllah (a.s.) Efendimiz pek az yaşlanmış pe çok az aklaşmıştı. Ama Ebûbekir ile Ömer (r.a.î ondan sonra (saç ve sakallarını) kına ve kütüm ile boyarlardı.»  (388)[450].

Ahmed b. Hanbel aynı konu hakkındaki rivayeti şu fazlalıkla nakletmiştir:

«Ebûbekir Sıddîk, (babası) Ebû Kuhafe'yi, Mekke fethedüdiği gün sırtına alıp Peygamber (a.s.) Efendimiz'e getirerek önüne koy­du... Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, Ebûbekir'e şöyle buyurdu: Bu çok yaşh zatı evinde oturtsaydm da biz ona giderdik! (Bunu sırf Ebûbekir'e olan sevgi ve saygısından dolayı ifade bu­yurdu) . Ebû Kuhafe müslüman oldu. Başı ve sakalı seğame gi­bi bembeyazdı. Resûlüllah (a.s.) : Saç ve sakalının (rengini kına ve kütüm ile)  değiştirin, siyah (boyadan) uzak bulundurun.»

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler  anlaşılmaktadır:

1- İyice ağaran saç ve sakalın rengini değiştirmekte bir sa­kınca yoktur.

2- ve sakalı daha çok   kına ve kütüm (veya ketem)  ile boyamak müstehabdır.

3- Saç ve sakalı siyah boya ile boyamak mekruhtur.

4- O dönemde yaşayan    Yahudi ve Hıristiyanlar ağaran saç ve sakallarını boyamazlardı, ona muhalefet olsun diye, kına ve kü­tüm tavsiye edilmiştir.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve ilim adamlarının tesbit, istidlal, ictihad ve görüşleri:

a) Hanefüere göre, aklaşan saç ve sakalı siyaha boyamak mekruhtur. Kına ve kütüm sürmekte bir sakınca yoktur.

b) Şâfülere göre, beyaz kılları siyaha boyamak haramdır. Kadınlara gelince,  kocalarının    müsaadesiyle boyayabilirler.[451].

Erkeklerin ve eşcinsel olanların ellerini ve ayaklarını —ciddi bir ihtiyaç ortada yokken— boyamaları haramdır. Ancak Şâfiüer-den Maverdî, Sahibülbeyan ve Râüî buna cevaz vermişlerdir.[452].

c) Hanbelüere  göre, beyaz  kılları    siyahtan başka bir şeyle boyamak müstehabdır. Bu konuda îmam  Ahmed şöyle demiştir : «Doğrusu saç ve sakalı  (kına ve benzeri bir şeyle)  boyanmış bir yaşlı gördüğümde ferahlık duyuyorum.

Yine İmam Ahmed, bir adamla müzakerede bulunurken ona':

  Neden saç ve sakalını boyamıyorsun? Diye sormuş, o da:

  Utanıyorum, diye  cevap    vermiştir.    Bunun üzerine îmanı ona:

— Sübhanellah! Bu, Resûlüllah'm (a.s.)  sünnetidir, diye hatır-tmada bulunmuştur.[453].

(Saç ve sakalı) kına ve kütüm (veya ketem) ile boyamak üstehabdır. Nitekim el-Hilâl ve İbn Mâce'nin Temîm b. Abdullah'-n yaptıkları rivayette demiştir ki: Ümmu Seleme'nin (r.a.)' ya­lına girdiğimde bize, kına ve kütüm ile boyanmış ResûlüUah'a ait ırkaç kıl çıkarıp gösterdi.

Ebûbekir (r.a.) de kına ve kütüm ile boyamıştır. Ver s ve ; a' f e r a n[454] ile boyamakta da bir sakınca yoktur. Çünkü Ebû tfâlik el-Eşca'î demiştir ki: «Bizim Resûlüllah (a.s.) Efendimizle be-aber boyanmamız, vers ve za'feran ile olurdu.» [455].

d) Mâlikî'lere göre:

Saç ve sakalı siyahtan başkasıyla boyamak müstehabdır. İmam Mâlik saçı boyama hakkında şöyle demiştir: «Bu hususta malum bir şey işitmedim. Ancak siyahtan başkasıyla boyamak bana da­ha sevimlidir... Boyamayı bütünüyle terketmekte vüs'at vardır; in-jaallah insanlara bir sıkıntı ve zorluk yoktur.»

Ayrıca îmam Mâlik diyor ki: «Resûlüllah (a.s.) saç ve sakalı­nı boyanıamıştır. Eğer boyamış olsaydı, Hz. Aişe (r.a.) onu Abdur-rahman b. Esved'e gönderirdi.»[456].

Konuyla ilgili diğer hadisler, rivayetler ve tahliller:

Beyaz kılları boyamanın meşru' olduğu kesinlik kazanıyor. Aynı zamanda bu yalnız sakala has bir cevaz değil, baştaki saçla­rı da içine almaktadır. Ancak siyahla boyamanın mekruh olduğu­nu unutmamak gerekir. İmam Nevevî bu hususta diyor ki: «Doğ­ru olanı, siyaha boyamanın haranı sayıimasıdır...»

Nitekim İbn Abbas (r.a.)'dan yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Son zamanda bazı kavimler (milletler saç ve  sakallarını)   siyah ile boyayacaklar, tıpkı güvercin göğüslerindeki siyahlık gibi. Onlar Cennetin kokusunu alamıyacaklardır[457].

Bu hadîsin isnadında Abdülkerim'in bulunduğu ve onun da zayıf olduğu üzerinde durulmuştur. O bakımdan istidlale pek uy­gun görülmemiş ve siyah boya ile saç sakalı boyamanın haram de­ğil, mekruh olduğu belirtilmiştir.

Saç ve sakalın beyazlığım değiştirmenin illetlerinden birinin, Yahudi ve Hıristiyanlar1 a muhalefet olarak gösterilmiştir: ■ «Doğ­rusu Yahudi ve Nasârâ (saç ve sakallarını) boyamazlar,, o bakım­dan onlara muhalefet ediniz!»[458].

Bu hususta onlara muhalefet tek illet değildir, başka sebepleri de söz konusudur. O bakımdan bugün Yahudi veya Hıristiyanlar saç ve sakallarını boyuyorlarsa, bizim boyamamamız icab eder. Müctehid imamlar ise, böyle bir durum söz konusu olduğunda kı­na ve kütüm (veya ketem) ile boyamayı terketmemiz hakkında bir hüküm koymamışlardır. Yukarıda belirttiğimiz gibi, onlara muhalefet sadece illetlerden biridir.

Tirmizî'nin yaptığı rivayette ise şu lâfızlarla nakledilmiştir:

«Aklığı (saç ve sakaldaki beyaz kılları) değiştirin, Yahudilere benzemeye  Özenmeyin!»[459].

Tirmizi bu hadîsin hasen olduğunu kaydetmiştir.

Ayrıca yine Tirmizî'nin hasen kaydettiği, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâcenin rivayet ettikleri hadîste Allah Resulü şöyle buyur­muştur :

«Şu aklığı değiştirmede (kullanılacak) en güzel şey, kına ve kütüm  (veya ketem)dir...»[460].

Nitekim bu hadîsin sıhhatini güçlendiren İbn Ömer rivayeti, müctehidlerce istidlale kaynak seçilmiştir: «İbn Ömer sakalını sa-rmıtrak renge boyar ve şöyle derdi: Peygamber (a.s.) Efendimiz'i bununla sakalını boyadığını gördüm, bu renk onun için oldukça sevimliydi. Elbisesini de onunla boyardı.»   (399)[461].

Bunun aksini ifade eden bir başka rivayet ise Hz. Enes'den .a.) şöyle yapılmıştır: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz (saç ve saka-ıı) boyamadı ve zaten ondaki aklık çok az bir (sayıya) ulaşmış-Eğer isteseydim onun başındaki siyaha karışık beyaz kılları sa~ ıbilirdim.»[462].

îbn Mes'ud'dan (r.a.) da bu manâyı kuvvetlendirir mahiyette ir rivayet yapılmıştır. Böylece birbirine muarız olan hadîslerin [hhatmda ise şüphe yoktur. O bakımdan ilim adamları saç sakal oyama hususunda farklı görüş ve istidlalde bulunmuşlardır:

: a) Kadı Iyaz'm yaptığı tesbite göre, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. bûbekir'den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz saç e sakalı boyamayı yasaklamış ve kendileri de aklaşan saçlarının engini (boya ve benzeri şeyle) değiştirmemişlerdir. O bakımdan klaşan saç ve sakalı boyamamak daha faziletlidir.

b) Ashab-ı Kirâm'dan ve Tabiîn'den bir cemaat ise, aklaşan aç ve sakalı kına, kütüm ve benzeri şeylerle boyamak daha fazî-stlidir, demişlerdir. Çünkü sözü edilen konuyla ilgili hayli sahîh ivâyetler mevcuttur.

Saç ve sakalı boyamanın efdal olduğunu kabul ettiğimizde, Langi renge boyamanın daha uygun olacağı hakkında bizi aydın-a,tır mahiyette sahih rivayetler vardır. Yapılan ciddi araştırma ve esbitlere göre, başta İbn Ömer ve Ebû Hüreyre (Allah ikisinden Le razı olsun) olmak üzere birçok sahabe sarı renge boyamışlar-lır. O bakımdan çoğu, saçları koyu sarı renge çeviren kına ve kü-;üm kullanmışlardır. Bir kısmı ise yine saçları sarıya çeviren za'-!eran ile boyamıştır.

Böylece îbn Cerir Taberî saç sakalı boyamayla ilgili birbirine nuarız gibi görünen hadîsleri te'lîf ederek şu açıklamayı yapmış-,ır : «Doğrusu o ki, aklaşan saç ve sakalı (bir boya ile) değiştirme ;avsiyesi ve yine bundan menedümeyle ilgili sözler bütünüyle sa-lihtir, aralarında herhangi bir tenakuz yoktur. Saç ve sakalı bir Doya ile değiştirme emri, Ebûbekir SIDDÎK'm (r.a.) babası gibi sa­pı sakalı iyice ağaran kimselere; boyamaktan men'edilme ise saç ve sakalına henüz tek tek ak düşmüş kişilere yöneliktir. Selefin bu husustaki farklı söz ve fiili, yaşlarının ihtilafıyla ilgilidir: Çok yaş­lı olup saç sakalı iyice ağaranlar onu kına ve kütüm gibi şeylerle

boyamışlar ve bazısı da sarı boya ya da za'feran kullanarak rengi­ni değiştirmiştir. Henüz yeni ağaranlar ise kına, za'feran ve ben­zeri bir boya kullanmaktan Bakınmışlardır. Çünkü konuyla ilgili emir ve nehiy vücub için değildir, bunda icma' vardır... [463].

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Saç ve sakalda beliren    beyaz kılları yolmak veya kopar­mak mekruhtur.

2- Saç ve sakalı siyah boyaya    boyamak, kimine göre mek­ruh, kimine göre haramdır.

3- Saç ve sakalı iyice ağaran kimse onu kına, kütüm, kahve­ye çalan sarı ve za'feranla boyayabilir, bunda bir sakınca yoktur.

4- Siyah  boya dışında san, kahverengi ve  bu  ikisine yakın renkleri kullanmaya cevaz verilmiştir. [464]

 

Saçları Kulak Yumuşağına Kadar Uzatmak

 

Kadınların saçlarım kesmeyip uzatması kavlî ve takriri sün­netle emredilmiştir. Erkeklerin ise kulak yumuşaklarına ve bazan da orayı aşar şekilde uzatması sünnettir. Temiz tutulup bakımı iyice yapılan saç hem erkeğin, hem kadının süsüdür. Başı güneş­ten korur,  görünümü güzelleştirir.  Kişiye şahsiyet kazandırır.

Konuyla ilgili hadîsler:

Ebû Vemse'den   (r.a.)  yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.)  Efendimizin saçı omuzlarına ulaşırdı.»[465]

Hz. Aişe (r.a.) 'dan yapılan rivayette demiştir ki:

«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in saçı kulaklarını veya kulak ımuşaklarını aşar, (fakat) omuzlarına ulaşmaz uzunlukta îdi,»[466].

Enes b. Mâlik «Şüphesiz ki 1

(r.a.)den yapılan rivayette, demiştir ki: eygamber  (a.s.) Efendimiz'in saçı omuzlarına okunur şekilde uzun idi.»

Diğer bir lâfızla şöyle denilmiştir: «Resûlüllah (a.s.) Efendi-aiz'in saçı hafif dalgalı idi, ne tam kıvırcık, ne de tam düz idi. İki [ulağı ve omuzu arasındaki kısma kadar uzun idi.»[467].

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Saçları kesmeyip uzatmak sünnettir.

2- Saçları kulak yumuşaklarına veya onu biraz aşar şekilde uzatmak müstehabdır.

3-Saçları kişinin görünümünü    güzelleştiriyorsa omuz başla­rına kadar uzatmakta bir sakınca yoktur.

Hadislerin ışığında müctehidlerin ve ilim adamlarının görüş ve ictihadlan:

a)  Şâfiîlere Igöre:

 Saçı tıraş etmek mekruhtur, ancak hacc menâsikini yerine ge-[tirirken ve bir de çocuğun doğumunun yedinci gününde tıraş et­mek sünnettir.[468].

b)  Hanbelîlere göre :

Enseyi tıraş etmek mekruhtur. Ama başının tamamını tıraş eden kimsenin veya bir hastalık, kan aldırma gibi bir sebepten do­layı o kısmı tıraş ettirmek zorunda kalan kimsenin ensesini tıraş etmesinde bir sakınca yoktur.

Mervezi diyor ki: Ebû Abdillah'a ense turası hakkında sordum,  

Not s  Hacde saçları iaraç  etmek İmam Şafiî'ye göre, sünnettir, vâcib  de­ğildir.

bana şu cevabı verdi: «O, mecusi'nin yaptığı bir şeydir. Kim bir kavme benzemeye özenirse o da onlardandır.» Yüzdeki kılları (bir takım yapışkan maddelerle veya benzeri şeylerle almak hakkında sordum, dedi ki: «Kadınlar için bir sakınca yoktur. Ama erkeklere mekruhtur, diyorum.»[469].

c)    Malikîlere göre:

Bu konuda İmam Mâlik, Ansar'dan Ebû Katade'nin (r.a.), «Resûlüllah'a (a.s.) dedim ki: Doğrusu benim kulak yumuşağına kadar uzanan bir saçım var, onu tarayıp düzenli tutayım mı? Efen­dimiz : «Evet, onu tara ve düzenli tut, (onun bakımını yaparak) ikramda bulun!» buyurdu, mealindeki hadîse dayanarak saçları tertemiz, bakımlı tutup uzatmanın müstehab olduğunu söylemiştir.[470]

Bu konuda diğer hadîsler, rivayetler ve tahliller •.

Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in saçı genellikle kulaklarını aşar şekilde uzun ve dalgalı idi. Bakımına son derece dikkat eder, özen gösterirdi. Nitekim Berâ' b. Âzıb'dan (r.a.) yapılan sahih rivayette adı geçen diyor ki: «Kırmızıca hülle içinde saçı kulaklarını aşan kimse olarak Resûlüllah t a.s.) Efendimiz'den daha güzelini gör­medim.»[471]

 Aynı rivayet silsilesinde Muhammed b. Süleyman fazla ola­cak şunu rivayet etmiştir: «O'nun bir saçı vardı ki, omuzlarına üokunurdu.»

 Şu'be ise şöyle demiştir: «O'nun saçı kulak yumuşağına kadar Ulaşırdı.[472].

 Enes'den (r.a.) yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in saçı kulaklarının yarısına kadar ulaşırdı.»[473]

Yine Bera' (r.a.) yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah |(a.s.) Efendimiz'in bir saçı vardı ki, kulaklarının yumuşaklarına kadar ulaşırdı.»[474]

Bütün bu rivayetlerin sıhhati dikkate alınınca, Resûlüllah (a.s.) endimiz bazan omuzlarına kadar, bazan kulaklarım aşar şekilde, izan da kulak yumuşaklarına kadar saçını uzatmıştır. En çok salttığı zaman ise, kulaklarının yansına kadar olanıdır. [475]

 

Saç Bakımı:

 

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in ,çları çok bakımlı idi. Sık sık tarar ve yıkardı. Ümmetinin de ay-

dikkat ve itinayı göstermesi için şöyle tavsiyede bulunduğu ri-iyet edilmiştir:

«Kimin saçı varsa, ona ikramda bulunsun!» [476].

^Bu hadîsin isnadı hasen kabul edilmiş ve bir takım şahidleri e söz konusudur. Nitekim Ebû Dâvud bu hadîs üzerinde konuş-nayıp susmayı tercih etmiştir. Çünkü ona göre, ihticaca elverişli ilan bir rivayet hakkında susmak daha uygundur. Diğer yandan rapılan araştırmada hadîsin ricalinin sıka (güvenilir kişiler) ol-Luğu anlaşılmıştır.

Böylece saçları tarayıp düzenli tutmak, yıkayıp temizliğini ko­nmak müstehab  sayılmıştır.

Saça ikramda bulunmanın bir diğer manâsı, fazla uzaymca :esip düzene sokmaktır. Nitekim Ashab-ı Kirâm'dan Vâil b. Hacer Hyor ki: «Kesûlüllah (a.s.) Efendinıiz'e geldiğimizde uzunca bir |açım bulunuyordu. Beni o vaziyette görünce ZÜBÂB, ZÜBÂB [uğursuzluk ve şer, uğursuzluk ve şer)! buyurdu. Bunun üzerine beri dönüp saçımı kestim ve sonra da ertesi gün Peygamber fa.s.) Efendimiz'e geldim. Bana: Ben (böyle yapmam) kasdetmedim, ama 5u daha güzel!»  Buyurdu.   (413)[477].

Hadîsin isnadında Âsim b. Kelibe (veya Küleybe) bulunuyor-lur ki, bu zat hakkında farklı görüş ve tesbit yapılmıştır: Müslim kendi sahihinde onun rivâyetiyle ihticacda bulunmuştur. İmam Ahmed, «onun rivayetinde bir sakınca yoktur» demiştir. Ebû Ha­tim er-Râzî: «Onun hadîsi sahihtir» demiştir. Ali b. el-Medenî ise, «o yalnız başına rivayet ettiğinde, hadîsiyle ihticac edilmez» de­miştir.

O  bakımdan saçların tamamen kesilmesi  müstehab sayılmamış ve farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Ancak Mâlik'in Atâ' b. Yesar'-da!n yaptığı rivayette adı geçen demiştir ki: «Saç sakalı birbirine karışmış bir halde bir adam Peygamber (a.s.) Efendimiz'e geldi­ğinde, Efendimiz ona işarette bulundu, sanki ona, saç ve sakalını islâh etmesini emrediyordu. Adam da gidip saç ve sakalını düzelt­tikten sonra dönüp geldi. Peygamberimiz (a.s.î ona: «Bu halin, sizden birinizin saçı dağınık ve karışık şekilde şeytana benzer gibi (bir görünümde)  gelmesinden hayırlı değil midir?»  buyurdu.

Abdullah b. el-Muğaffel'den yapılan rivayette demiştir ki: »Re­sûlüllah (a.s.) Efendimiz, ğibb = haftada bir defa (veya gün aşırı) dışında saçı tarayıp düzeltmeyi men'etmiştir.».[478]

Bu hadîs, diğer rivayetlere bazı yönden muarızdır. Çünkü Re­sûlüllah (a.s.) Efendimiz'in hemen her gün saç ve sakalını tarayıp düzelttiği, güzel koku süründüğü kesinlik kazanmıştır. îbn Mu-ğaffel'in (r.a.) yukarıdaki rivayeti ise buna ancak. haftada bir de­fa cevaz vermeye delâlet etmektedir. O bakımdan ilim adamları­nın bu rivayet üzerindeki tesbit ve görüşleri farklıdır, aynı zaman­da diğer hadislerle teârüz halinde olduğundan, değişik ifadelerle bazı sahih rivayetlerin de mevcut bulunduğuna göre, muzdariptir.

İbn Hibbân sahîh kabul etmiştir. Nesâî mursel olarak çıkar­mıştır. Ebu'l-Velîd el-Bâcî, «bunun râvileri her ne kadar sıka (gü­venilir) sa da hadîsin kendisi pek sübut bulmamıştır, aynı zamanda el-Hasen'in Abdullah b. Muğaffel'den yaptığı rivayetler ve naklet­tiği hadîsler üzerinde (şüpheyle) durmak gerekir» demiştir. Nite­kim Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Mâîn ve Ebû Hatim er-Râzî ise şöyle demişlerdir: «Şüphesiz ki el-Hasen, Abdullah b. Muğaffel'den işitmiştir, ancak hadîsin isnadında ızdırab vardır. O bakımdan ih­ticaca sâlih değildir.»

Bu konuda ihticaca sâlih olan hadîslerden biri de Ebû Katade'-den yapılan şu rivayettir: «Ebû Katade'nin omuzuna kadar uza­nan gür bir saçı vardı. Peygamber (a.s.) Efendimiz'den (onu ne yapacağım) sorduğunda, Efendimiz ona güzel davranmasını (yani bakımını iyi yapmasını) ve her gün tarayıp düzeltmesini emret­miştir.»[479]

Nesâi'nin rivayet ettiği bu hadîsin isnad ve ricali sahihtir. Ay­lı, rivayeti îmam Mâlik, el-Muvatta' da nakletrniştir.[480]

 

Başın Bir Kısmını Tıraş Edip Bir Kısmını Etmemek:

 

Bu hususta birkaç rivayet nakledilmiştir. Nâfi'in İbn Ömer'den r.a.) yaptığı rivayette, îbn Ömer (r.a.) şöyle demiştir: «Kesûlüllah ta.s.) Efendimiz kaza'i yasaklamıştır.» Bunun üzerine kendisine ienildi ki.: «Kaza' nedir?» Cevap verdi: «Başın bir kısmının tıraş Bdilip bir kısmının kendi haline bırakılmasıdır.»[481].

Yine îbn Ömer'den yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.î Efendimiz başının bir kısmı tıraş edilmiş, bir kısmı kendi aaline bırakılmış bir erkek çocuk gördü ve onları bundan men'et-ti de şöyle buyurdu; Ya hepsini tıraş edin ya da hepsini kendi ha­line terkedinl»[482].

 Önce kaza' sözü üzerinde durup asıl delâlet ettiği mânayı belirtmemizde yarar vardır. Sonra da ilim adamlarının ve mücte-hid imamların görüş ve istidlallerini nakletmeye çalışalım. Çünkü kelimenin o dönemde hangi manâda kullanıldığı bilinmedikçe de­lâlet ettiği hüküm anlaşılmaz.

a) Ebû Dâvud kendi Sünen'inde bu kelimeyi şöyle tefsir et­miştir : «Çocuğun başının tıraş edilip sadece züâbesinin terkedilme-jsidir.» Züâbe, bilindiği gibi şakaklardan sarkan zülüfe denilir. Bun­dan anlaşılan odur ki, başın orta kısımlarım tıraş edip şakaklara doğru olan kısmını kendi haline bırakmak yasaklanmıştır. Cidden bu tarzda bir tıraş insanın hem görünümünü bozar, hem, de sün­nete aykırı düşer. Nitekim bu şekilde tıraş olanların halâ doğu böl-belerinin dağlık ve ücra yerlerinde bulunduğu bir vakıadır.

Enes b. Mâlik'in uzanan zülüflerini, zaman zaman Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in mübarek eliyle tutup okşadığını dikkate alan annesinin onları kesmeyip kendi haline bıraktığım yine Ebû Dâvud rivayet etmektedir. Bu iki rivayet arasında bir taaruz söz konusu değildir. Çünkü Peygamber (a.s.) Efendimiz'in yasakladığı bu de­ğil, başın orta kısımlarını tıraş edip sadece zülüflerini bırakmaktır.

b) Kamus'ta ise bu kelime şöyle açıklanmıştır: Başı tıraş edip bazı kısımlarını müteferrik biçimde bırakmaktır ki, bu daha çok sa|çaklanıp  bir birinden ayrılan buluta benzetilmiştir.

c) Nevevî Müslim şerhinde başın bir kısmım tıraş etmek de­mektir, ister orta kısmı tıraş edilip zülüfler bırakılsın, ister başka bir kısmı tıraş edilip başka bir kısmı kendi haline bırakılsın hepsi de bu tabirin kapsamına girer, şeklinde yorumda bulunmuştur.

d) Buharı'de ise kaza' kelimesinin tefsiri yapılırken demiş­tir ki: Ubeydullah başının Ön kısmına ve iki yanına işaret ederek şöyle dedi: «Çocuğun başı tıraş edildiğinde şurada biraz saç, bura­da biraz saç  bırakılması demektir.»

Nesâi'nin sahih senedle rivayet ettiği hadîste Ziyad b. Hasın babasından naklen diyor ki: «Ben küçük yaşta iken babam beni alıp Peygamber (a.s.) Efendimiz'e götürmüş, Peygamber (a.s.) eli­ni benim zülüflerim üzerine koyarak okşamış, ad verip duâ etmiş­tir.»

Böylece İmam Nevevi belirtilen şekilde başın bir kısmını tıraş edip bir kısmını bırakmayı tenzîhen mekruh saymıştır. İmam Mâ­lik ise, böyle bir tıraşın hem erkek, hem kız çocuklar hakkında mekruh olduğunu belirtmiştir. Mâlikî'lerden bazısı erkek çocuklar hakkında mekruh olmadığına kail olmuştur.

Kerahetin illet ve sebebi üzerinde de farklı yorumlar yapılmış­tır : Kimine göre, Yahudilere, kimine göre müşriklere benzememek için Peygamber (a.s.) Efendimiz kaza' tıraşını men'etmiştir. Ki­mine göre, insanın çehresini değiştirdiği, görünümünü bozduğu için yasaklanmıştır. Allah daha iyisini bilir. [483]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Saçları kulak yumuşaklarına kadar veya kulak yumuşağı­nı aşar şekilde uzatmak müstehabdır.

2- Saçların her gün bakımını yapmak, tarayıp temiz tutmak sünnettir.

3- Başın tamamını tıraş etmekte bir sakınca yoktur.

4- Başın orta kısmını tıraş edip şakaklardan yana olan kısmı­nı bırakmak mekruhtur. [484]

 

Sürme Çekmek Çiçek ve Benzeri  Bitkilerin Yağını Sürünmek-Güzel Koku Kullanmak

 

İslâm Dini, medeniyetlerin önünde yürür. İnsanca yaşamanın bütün esas ve prensiylerini beraberinde taşır. Öylece imânı ibâdet­le; bu ikisini hak ve hukuka riâyetle, temizlik, düzenlik ve güzel bir görünümle birleştirip bütünleştirmiştir. Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'in hayatı bu ölçüler içinde geçmiş, medenice yaşamanın en ince misallerini sergileyerek ömrünü noktalamıştır.

İslâm Peygamberi Hz. Muhammed (a.s.) temizlik ve sağlıkla ilgili konularda çok duyarlı davranmış, ümmetinden çoğunun veya bir kısmının düzenli şekilde yerine getiremiyeceğini dikkate alarak bazı şeyleri vâcib kılmayıp sünnet derecesinde bırakmıştır. Böyle­ce O, öğretmek istediği hususların önemini belirterek insan için ne kadar lüzumlu olduğuna işarette bulunmuştur.

Gözleri güneşin te'sîrinden korumak ve yüze güzellik, çekicilik kazandırmak için sürme çekmeyi; aile ve toplum içinde şahsiyetli, vakarlı ve nezaketli bir adam hüviyetini korumak için beden ve elbiseyi tertemiz tutmayı,  güzel koku sürünmeyi sünnet kılmıştır.

Konuyla ilgili hadîsler:

Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

«Kim sürme çekerse onu tek sayıda tutsun. Kim böyle yapar­sa güzel yapmış olur; kim de yapmazsa (bunda) bir sakınca yok­tur.»[485].

îbn Abbas  (r.a.) 'dan yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah   (a.s.)  Efendimiz'in bir sürmedanlığı vardı, hemen her gece onunla üç defa şuna, üç defa da buna (sağ ve sol gözüne) sürme  çekerdi.»[486].

Ahmed b. Hanbel'in bu husustaki rivayeti ise şu lâfızlarladır : «Resûlüllah (a.s.) her gece uyumadan önce gözlerine sürme çeker­di; her gözüne üç defa mil ile sürerdi.»

Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur -.

«Kime  güzel koku arzulanırsa    onu geri çevirmesin; çünkü o taşınması hafif, kokusu çok güzeldir.»[487].

Misk hakkında ise Resûlüllah  (a.s.)   Efendimiz şöyle buyur­ «O sizin güzel kokularınızın en iyisidir.»[488]

d b   Ali de diyor ki : Hz. Aişe  (r.a.) validemize sor­ i      üel koku sürünürmuştur : «O sizin

Muhammed b, Ali de diyor ki : Hz. Aişe  (r.a.) validem dum,  dedim ki:  «Resûlüllah  (a.s.)   Efendimiz güzel koku sürünür müydü?» Cevap verdi : Evet, o ,misk ve anberin erkeğe yakışanını

sürünürdü.»[489].

Yine Ebû Hüreyre  (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir : «Şüphesiz ki erkeklerin güzel kokusu, kokusu zahir olup rengi gizli kalanıdır. Kadınların güzel kokusu ise, rengi zahir olup kokusu gizli kalanıdır.»[490]. Hadislerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Göze sürme çekmek sünnettir.

2- Her akşam yatarken gözlere üçer defa sürme çekmek müstehabdır.

3- Beden ve elbiseye güzel koku sürmek sünnettir.

4- Erkeklerin kendilerine yakışan kokuyu, kadınların da ken­dilerine yakışan kokuyu sürmeleri müstehabdır.

5- Güzel kokulardan misk ve anberi tercih etmek müstehabdır.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla-•ının istidlal, üıticac ve görüşleri:

a) Dört mezhebe göre, göze sürme çekmek, beden ve elbise-re mubah olan güzel kokulardan sürünmek müstehabdır.  Mücte-ıidlerden bir kısmı bunu sünnet saymıştır. Nitekim İmam Ebû Ha-hîfe ve İmam Ahmed b. Hanbel bu görüştedir.

b) Hanbeli imamları konuyu  şöyle belirtmişlerdir:

i Tek sayıda tutarak sürme çekmek, günaşırı güzel koku sürün­mek, aynaya bakmak sünnettir. Tek sayı üçtür. Her göze üç defa iardarda sürme mili çekilir; Bazısına göre, sağ göze üç, sol göze iki ıdefa çekilerek  tek sayı sağlanır.[491].

c) Mâliki imamları ise şöyle demişlerdir: fıtratla ilgili sün­netlerden biri de, misk ve benzeri; insana neş'e veren, göğsü açan, irûhu uyaran, bedene neşat ve kuvvet veren misk ve benzeri koku sürünmektir. Çünkü Enes'in Cr.a.) rivayet ettiği hadîste Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Dünyadan bana kadın, gü­zel koku sevdirilmiş ve namaz da gözümün aydınlığı kılınmıştır.»[492]. Ebû Hüreyre'den (r.a.) yapılan rivayette de şöyle buyurmuş­tur : «Kime güzel koku arzolunursa onu reddetmesin! Çünkü güzel kokunun taşınması hafif, rayihası  güzeldir.»[493]

Besûlüllah (a.s.) Efendimiz misk hakkında ise şöyle buyurmuş­tur :  «O güzel kokuların en iyisidir.»[494].

Konuyla ilgili diğer rivayetler ve tahliller :

 418 no'lu hadîsin isnadında Ebû Saîd el-Hibrâni el-Hımsî er-;Razî bulunuyor ki, onun meçhul olup olmadığı, tartışma mevzuu olmuştur. Ebû Zer'â, «onu tanımıyorum» demiştir. Bazısına göre sahabîdir. îbn Hibban onu s ı k a t arasında zikretmiştir. Darekutnî ise el-İlel'de onun hakkında farklı görüş ve tesbitlerin bulunduğu­nu belirtmiştir.

419 no'lu hadîsin rical ve senedi sahih kabul edilmiştir. O ba­kımdan ilim adamları her gece uyumak üzere hazırlanırken sürme çekmeyi, üç sayıda tutmayı, ve ismid (antimon) maddesinden kul­lanmayı müstehab  saymışlardır.

425 no'lu hadisin râvileri arasında Seyyar b. Hatim ve Selâm b. Miskîn bulunuyor ki, bunlar zayıf kabul edilmişlerdir. Darekut­nî el-Ilel'inde ikisinin zuâfadan olduğuna işaret etmiştir. el-Hâfız tbn Hacer ise et-Telhîs'te, hadîsin isnadının hasen olduğunu kay­detmiştir. Diğer ilim adamlarından önemli bir kısmı hadîste geçen «selâse» kelimesinin mânayı ifsad ettiğini söylemişlerdir.[495].

420 no'lu hadîs ise çoğu muhâddîslere göre murseldir, yani se­nedinden bir sahabi düşürülmüştür. Böylece senedi muttasıl olma­dığından onu zayıf kabul edenler olmuştur. Çünkü râvî Hannan bunu Ebû Osman en-Nehdî'den rivayet etmiştir ki, Ebû Osman her ne kadar Peygamber zamanına ulaşmışsa da onu görmemiştir, o halde doğrudan Peygamber'den naklettiği kabul edilemez; ancak ashabdan birinden işittiği mümkündür, o ashabın isminden bah­sedilmediği için de hadîs mursel olarak kalmıştır.

Ancak Hz. Enes'in kendisine ikram edilen güzel kokuyu red­detmediği ve, «Şüphesiz ki Peygamber (a.s.) Efendimiz (kendisine sunulan) güzel kokuyu reddetmezdi» dediği sahih rivayetle sabit olmuştur. Nitekim Tirmizî onun bu rivayetinin hasen olduğunu kaydederek sıhhatmda şüphe bulunmadığını belirtmiştir. O ba­kımdan 420 no'lu hadîs her ne kadar mursel de olsa, manâ yönün­den sahih olduğunda şüphe yoktur. Ayrıca İmam Buharî güzel ko­kuyu reddetmeme konusunu özel bir babda zikrederek rivayetlerin sıhhatma dikkatleri çekmiştir.

423 no'lu hadîs üzerinde de çok durulmuş, muhtelif tarikden geldiğini Tirmizi belirterek İmran b. Husayn'dan (r.a.) yapılan ri­vayeti şöyle nakletmiştir: «Şüphesiz ki erkeklerin en hayırlı ko­kusu, kokusu zahir olup, rengi gizli kalanıdır. Kadınların güzel kokusunun en hayırlısı, rengi zahir olup, kokusu gizli kalanıdır.» Tirmizî bu hadis için «hasenün garibün» demiştir. Böylece muhte­lif tariklerden rivayet edilen bu manâdaki hadîslerin sahîh oldu­ğu ağırlık kazanmıştır.  [496]

                                        

Çıkarılan Hükümler:  

                      

1- Gözlere tek sayıya dikkat ederek sürme çekmek sünnettir.

2- Özellikle yatağa  uyumak  üzere uzanırken sürme çekmek müstehab sayılmıştır.

3-Güzel koku sürünmek sünnettir.

4- Erkeklerin  daha  çok kokusu belirgin olup rengi pek çıp-ak gözle görülmeyen kokuları sürünmeleri, kadınların ise bunun Iksine koku kullanmaları müstehabdır.

5- Misk ve anber gibi kokuları tercihte yarar vardır.

6-Kadınların güzel koku sürünüp sokağa çıkmaları mek­ruhtur, bu kerahetin tahrîmi olduğu ise ağırlık kazanmıştır. [497]

 

Abdest

 

Abdest namazın şartlarından biridir. O bakımdan farzdır. Arap­ça buna vudû1 denir Abdest suyuna ise (vav) harfinin üstünüy-le v e d û' tesmiye olunur.

Abdest'in hem kendisi bir ibâdettir, hem de önemli bir ibâdet olan namaz kılmaya, Kabe'yi tavaf etmeye, Mushaf'a el sürmeye geçiş sağlayan bir vasıtadır. O bakımdan beden ve ruh sağlığı üze­rinde ciddi te'sirleri. kalbi kuvvetlendirmede nazım rolü, sinir sis­temini yatıştırıp normale çevirmede tartışmasız etkisi söz konusu­dur. Mü'minden cin ve şeytanları, mikrop ve zararlı bakterileri uzaklaştırır. Meleklerin daha çok yaklaşmasını kolaylaştırır. Kısa­cası manevî bir silâh olarak kişiyi birçok maddi ve mânevi düş­manlardan,  tehlikelerden korur.

Abdest'in meşruiyetinin delili:

Abdestin meşruiyeti şu üç delille sabit olmuştur:

1- Kitab-ı Kerîm (Kur'ân),

2- Sünnet-i Nebevi  (Hadis),

3- İcma'-i ümmet... Birinci delil:

«Ey imân edenler! Namaza kalkmayı dilediğinizde yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınıza meshedip, topukla­ra kadar ayaklarınızı yıkayın...» [498].

İkinci delil:

Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) "endimiz şöyle buyurmuştur • «Allah sizden birinizin namazını, bdesti bozulduğunda abdest almadıkça kabul etmez.» [499].

Üçüncü delil :

Müslüman âlimleri ve fakihleri Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den ünümüze kadar  abdeatin meşruiyeti üzerinde icma' etmiştir. [500]

 

Abdestte Niyetin Vücubu

 

Ameller niyetlere göre değer kazanır, sıhhat bulur. Niyet bir akıma ibâdetle âdeti birbirinden ayırır. Abdest de bir ibâdet ol­uğuna göre, niyete ihtiyaç vardır. Bu hususta müctehid imamla-.n istidlal ettiği hadîs şudur:

Ömer b. Hattab (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah Ca.s.) Sfendimiz'in şöyle buyurduğunu işittiğini söylemiştir:

«Ameller ancak niyete göredir ve ancak her kişiye niyet ettiği cardır. O halde kimin hicreti Allah'a ve Resulüne ise, onun hicreti Allah'a ve Resûlünedir. Kimin de hicreti elde edeceği bir dünya­lık veya evleneceği bir kadına ise, onun da hicreti hicret ettiği şe­yedir.»[501].

Hadisin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1-Cümledeki h a s r mantukıyle mi, mefhumuyla mı, manaya konulmuştur, lafzıyla mı bir ifade taşımaktadır? Hakikat mıdır, mecaz mıdır? Muhakkiklere göre mantukıyla hakikî mânayı ifade etmektedir.

2- Ameller ancak niyete göredir; niyetsiz amel ya  sahih de­ğildir, ya da kemâl anlamında değildir.

3- Cümle hazf-ı muzaf üzeredir, o da ya «sıhhat» ya da «ke­mâl»  olabilir. Birinci lâfız mahzuftur diyenlere göre, niyetsiz amel sahih sayılmaz. İkinci lâfız mahzuftur diyenlere göre, niyetsiz amel kâmil değildir, ama yine de sahihtir.

4- Niyet makasidde mi, vesailde  mi şarttır? Makasidde şart­tır diyenlere göre, abdestte niyet şart değildir. Çünkü abdest biza­tihi maksad değil, maksada vesile ve vasıtadır. Vesailde de şarttır, diyenlere göre, abdestte niyet şarttır.

5- Niyet kalben bir şeyi kasdetmektir.  O  halde niyetin yeri kalbdir. İster makasidde, ister vesailde kalben niyet  getirmek ye­terlidir; dil ile getirmeye gerek yoktur. Diğer bir tabirle niyet; kal­ben bir şeye azmetmektir. Şeriatta ise, niyet Allah'ın rızasını ar­zulayarak ve hükmüne imtisal ederek irâdenin fiile yönelmesi de­mektir. Ama hadîste niyet, sözlük mânasına hamledilir.

6- Amel niyetle sıhhat veya kemal bulacağı gibi, ıhlâs da ge­reklidir.   Ihlâssız bir amel, ilâhî rızaya uygun olmadığı gibi,    gaye ve  hikmetinden de çok uzaktır.

7- Fiil ve amel niyete göre karşılık görür. Yolda bir yitik ma­la veya düşürülen bir paraya rastlayan kimse onu kendine malet-mek üzere alırsa günahkâr olur, sahibini arayıp bulmak ve ken­disine ulaştırmak için alırsa, bir  sakıncası yoktur. Hüküm niyete göredir.

8- Hicret'in hadîsteki manâsı, Allah'ın yasakladığı şeyleri ter-kedip uzaklaşmaktır.

Hadîslerin ışığı altında müctehid imamların ve ilim adamları­nın istidlal, ihticac ve görüşleri:

a)    Hanefîlere göre:

Abdest için niyet sünnettir. Niyet asla racî'dir; kurbiyet ve ibâ­det asılla ilgilidir; abdestte gerekli değildir. Nitekim âyette abdestin farzları açıklanırken su ile yıkamak ve meshetmek mutlak an­ımda emredilmiş, niyet şart koşulmamıştır.[502].

b)  Şafii'lere göre:

Abdest alırken «ref'-i hades = (abdestsizliği kaldırmaya) ni-et getirmek farzdır. Veya «tuhre (temizliğe) muhtaç olan şeyi mıbah kılmaya niyet» edilir ki, bu abdestin farzlarından biridir.

Niyetin vakti yüzü yıkamaya başlarkendir. Bazısına göre, yüz-len önce bir sünnet yerine getirilirken, örneğin ağzı çalkalarken /eya burna su çekerken de niyet getirmek kâfidir.[503].

c)  Hanbelüere  göre:

Niyet, kasd ve azim manâsına gelir. «Sefere niyet ettim» de­mek, ona kasd ve azmettim, demektir. Niyetin bütün hadeslerden temizlenirken getirilmesi şarttır. O bakımdan niyetsiz abdest, gu-sül ve teyemmüm sahih değildir.

d) îmam Mâlik, Rabi'a, Şâfü" Leys, İshak, Ebû Ubeyd ve îbn Münzir de  aynı  görüştedirler.     Sevri ve rey tarafdarlarma göre, su ile taharette niyet şart değildir; teyemmümde ise şarttır. Çünkü Cenâb-ı Hak   «Namaza kalkınca yüzlerinizi yıkayın...»   buyurarak abdestin şartlarını zikretmiş, bu arada niyeti anmamıştır.[504].

İlgili hadîs hakkındaki diğer görüşler:

Buharî'de hadîsin başında nefy-u isbatı ifade eden ünnemâ) edatı zikredilmemiştir. Diğer hadîs kitaplarından bir kısmında «ni­yet» kelimesi  çoğul olarak nakledilmiştir.

Hafız Ebû Said Muhammed b. Ali el-Haşşab diyor ki: «Bu ha­dîsi, Yahya b. Saîd'den 250'ye yakın insan rivayet etmiştir.

Ebû İsmail el-Herevi Abdullah b. Muhammed el-Ansari diyor ki: «Ben bu hadîsi, Yahya b. Saîd'in arkadaşlarından 700 kişiye yakın râvîden dinleyip yazdım.

îbn Mende kendi Müstahrec'inde bu hadîsi yirmiden fazla sa-habinin Resûlüllah  (a.s.) Efendimiz'den rivayet ettiğini yazar.

Hadis taşıdığı mâna ve hükümlerle îslâm kavaidinden önemli

bir kaideyi kendinde taşır. Bazı ilim adamlarına göre, îslâm fıkhı'-nın üçte birini teşkil etmektedir. [505]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Ameller niyete göre sıhhat ve kemal kazanır. Niyetsiz bir amel üç mezheb imamına göre, sahih değildir. Ebû Hanîfe'ye gö­re, kâmil değildir, ama sahihtir.

2- Fiiller niyete göre karşılık görür. Nitekim yapılan bir akid-de kasdedilen mâna başka, lâfız da başka olursa, itibar mânaya­dır, kaidesi bu hadîse dayanır. Ayrıca «Bir işten maksad ne ise hü­küm ona göredir»  kaidesi de aynı hadisin kapsamına girenlerden biridir. Meselâ bir şey hem helâllik, hem haramlık vasfım taşıyor­sa bunlardan hangisi kasdedilerek işlenmişse ona göre hüküm alır. Yerde bulunan bir eşyayı, sahibini bulup vermek için almak he­lâldir.  Kendine maletmek için almak ise haramdır.[506].

3- Hadîsteki hazf-ı muzaf «sıhhat»  takdir edilince, abdestte niyet farz olur;  «kemal» takdir edilince sünnet olur. O bakımdan üç mezhebe göre, abdestte niyet farzdır.    Hanefî mezhebine göre, sünnettir.

4- Fenalıkları terketmek bir hicrettir. Kim ilâhî rızayı tahsi­li kasdederek kötülüklerden kaçınırsa,    onun hicreti Allah ve Re-sülünedir. Kim de dünyalık elde etmek veya bir kadınla evlenmek niyetiyle yola çıkarsa, onun hicreti dünyalığa ve kadınadır. [507]

 

Abdest Alırken Besmele Çekmek

 

BESMELE, «Bismillâhi'r-Rahmani'r-Rahîm»in veya «BÎSMİLLÂHλnin kısaltılmışıdır. Allah'ın mülkünde O'nun verdiği nimet­lerden yararlanırken, bir işe başlarken O'nun adını anmak kadar tabii ne olabilir? O bakımdan BESMELE; işe başarı, rızka feyiz, ömre berekettir. Onsuz başlanan her iş kısır ve feyizsizdir.

Özellikle ibâdete başlarken Allah'ın ismini anmak, ibâdetin maksad ve amacını yansıtır.

Abdest almaya başlarken besmele çekmek sünnet midir, vâcib midir, yoksa müstehab mıdır? İlgili hadîsleri nakledip müc tehid imamların İve  diğer ilim adamlarının görüş ve yorumlarım

ıçıkladıktan sonra, bu sorunun cevabı anlaşılır.

İlgili hadisle»:

Ebû Hüreyreı (r.a.)'den   yapılan   rivayette,    Resûlüllah    (a.s.) Sfendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

«Abdesti olmayanın namazı yoktur; üzerine Besmele çekmeye­nin abdesti yoktur.»[508]

Aynı mealde bir diğer hadîsi Ahmed b. Hanbel ve İbn Mâce Saîd b. Zeyd'den (r.a.) rivayet etmişlerdir. Ayrıca Ebû Saîd'den de (r.a.)  bu mealde bir hadîs rivayet edilmiştir.

îmam Buharı ise şöyle demiştir: «Bu konuda en güzel şey, Re-bah b, Abdurrahmân'm hadîsidir ki, bundan Saîd b. Zeyd'in riva­yet ettiği hadîsi kastedmiştir.[509]

İshak b. Rahuye'den, Tesmiye hakkında en sahih hadîs hangi­sidir? diye sorulduğunda o, Ebû Saîd'in rivayet ettiği hadîsi zik­retmiştir,    

Hadİs-i şerîfjin açık delâletinden şu hüküm anlaşılmaktadır:

1- Abdest üzerine Besmele  çekmek vacibdir.

2- Besmelesiz  abdest sahih değildir.

Hadîsin zahirinden bu hüküm anlaşılmaktaysa da konuyla il­gili diğer hadîsler dikkate alındığında başka hükümler ortaya çık­maktadır. O bakımdan rivayet edilen hadîslerin ışığında müctehid imamların ve ilim adamlarının istidlal, ihticac ve görüşlerini tesbit etmek gerekir:

a) Hanelilere göre:

Abdestin sünnetlerinden biri de Besmele'dir. Resûlüilah (a.s.) Efendimiz abdeste başlarken Besmele çekmiş ve buna devam et­miştir. Bu da abdestte Besmele çekmenin sünnet olduğuna delildir.[510]                                                                         

b) Mâlikî'lere  göre:                                    

Abdest üzerine Besmele çekmek farz (vâcili)dir. Ajıcak kişi abdest alırken unutursa, o takdirde zorluğu savmak için kalb ile tesmiye, lisan ile tesmiye yerine geçer. Çünkü Peygamber (a.s.) Efendimiz, «Besmele çekmeyenin abdesti yoktur...» buyurmuştur.[511]

c)  Şafiî'lere göre:

Abdestin başlangıcında Besmele çekmek sünnettir. Başlangıçta bunu terkederse abdest esnasında çeker.[512]

îmam Şafiî diyor ki: «Adamın abdestinin başında Aziz ve Celîl olan Allah adını anmasını müstehab (sünnet)[513] görüyorum. Yanılır da anmazsa, eğer abdestini henüz bitirmemişse hatırladığı yerde anar, Besmele'yi unutarak veya kasden terkederse —inşâal-lah— abdesti bozulmaz.»[514]

d) Hanbelî'lere göre:

Ahmed b. Hanbel'in mezhebinin zahirine göre, her türlü hades-ten taharette Besmele çekmek sünnettir. Bu, onun arkadaşlarından bir cemaatten rivayet edilmiştir. El-Hılâl diyor ki: «imamdan ya­pılan müstekarr rivayette, Besmele'nin terkinde bir sakınca olma­dığı yolundadır.»

İmamdan yapılan diğer bir rivayette ise abdestte Besmele çek­menin vâcib olduğu belirtilmiştir. Ebûbekir bu rivayeti seçmiştir. El-Hasen ve îshak'ın da  mezheplerinin görüşü bu doğrultudadır.

îmam Ahmed, b. Hanbel, «Bu babda Ebû Saîd'in hadîsi en gü3İidir!»   demiştir.[515]

Konuyla ilgili j hadîslerin tenkidi ve ilgili rivâyeterin tahlili :

Ebû Cafer et-'Tahavî 436 nolu hadîsi iki ayrı tarikten rivayet emiştir: Birincisi, Rebah tarikiyle Abdurrahman b. Ebî Süfyan'-fcan, o da babaannesinden rivayetle Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah a.s.) Efendimiz'den işittiği şeklindedir. İkincisi, Abdurrahman b. Ebi Süfyan'ın babaannesinin doğrudan Resûlüllah (a.s,) Efendi-niz'den işittiği şeklindedir. Bir üçüncüsü ise, yine Rebah tarikiyle bn Sevbân'dan, o da Ebû Hüreyre'den  (r.a.) rivayetidir.

Bir cemaat bu üç rivayete dayanarak, namaz için alınan ab-lest üzerine Besmele çekmeyen kimsenin abdesti yeterli değildir, lliyerek ihticacda bulunmuşlardır. Diğer bir cemaat ise onlara mu-nalefet ederek abdesti üzerine Besmele çekmeyen kimse sadece isabet etmiş sayılır, demişlerdir[516]

İkinciler bu konuda şu rivayetle ihticac etmişlerdir: «Muhacir b, Kunfuz (r.a.) demiştir ki: Resûlüllah (a.s.) abdest alırken ken-[disine selâm verdim, selâmımı cevaplamadı. Abdestini bitirince buyurdu ki: «Selâmım cevaplamam hususunda beni engelleyen bir şey yoktu, ancak abdestsiz bir halde Allah'ı anmayı hoş gör­medim de ondan selâmını cevaplamadım.»

Bu rivayet Resûlüllah'ın (a.s.) abdest alırken Besmele çekme­diğine, çünkü abdest aimadan Allah'ın ismini anmayı hoş görme­diğine delâlet etmekteyse de sıhhat derecesi üzerinde durulmuş ve cumhur bu hadîsin ihticaca dayanak   olamıyacağını   belirtmiştir.»[517]

Yine 436. hadis anlamında Darekutni ve Beyhakî şu hadisi nak-letmişlerdir : «Üzerine Allah'ın ismini anmayan kimse abdest alma­mıştır. Abdest almayan kimse de namaz kılmamiştır.»

Bunun isnadında Malımud b. Muhammed ez-Zaferî vardır ki bu zat kaviy değildir. Darekutnî de aynı görüştedir. Zehebi onun bu  halini Mîzanü'l-İ'tidal'de belirtmiştir.

Taberâni'nin  el-Evsat'ta Ebû Hüreyre   (r.a.)'den  yaptığı rivâyette Resûlüllah (a.s.) ona şöyle buyurmuştur: «Ya Ebâ Hüreyre! Abdest aldığın zaman BİSMİLLAH ve el-HAMDU LİLLÂH söyle. Çünkü senin amelini yazan Hafeze melekleri, abdestin bozulunca-ya kadar aldığın o abdestten dolayı senin için devamlı iyilik ya­zarlar.»

Bu hadîsin rivayetinde Amr b. Ebî Seleme, İbrahim b. Muham-med'den rivayet etmiştir ki, bu zâtın yani Amr'm isnadı vahidir, (boş ve esassız)[518] îbn Maîn, onun zayıf olduğunu söylerken îbn Hibban onu sıkat arasında anmıştır. Ebû Hatim ise, «O'nun ri-vâyetiyle ihtacac yapılmaz»  demiştir.[519]

Abdest alırken Besmele çekme hakkında ilim adamlarının tesbitleri!

  Hafız Bezzar diyor ki:    Bu babda yapılan bütün rivayetler kaviy değildir.

  el-Akiylî diyor ki:    Bu babdaki isnadlarda bir yumuşaklık vardır, yani pek sağlam değildir.

  Ahmed b. Hanbel diyor ki:   Bu babda en güzel şey, Ebû Sa-id'in hadîsidir. Bununla beraber Abdest'te Besmele çekmek hakkın­da sahih bir hadîs bilmiyorum.   Bu hususta en kuvvetlisi Kesîr b. Zeyd'in hadisidir.

  îshak diyor ki: Ebû Sâid'in hadîsi, bu babda en sahih olanı­dır. İsnadında ise iki meçhul söz konusudur.

  Buharî diyor k: Bu babda en güzel şey, Rebah b. Abdurrah-man'ın hadîsidir.[520]

Bu mealde Kesîr b. Zeyd'den rivayet edilen hadîs hakkında Ha­kim kendi Müstedrek'inde hasîh olarak belirlemiştir.

Tirmizi el-Ilelü'1-Kebîr'inde Muhammed b. İsmail'den şunu nakletmiştir: «Rebah b. Abdurrahman münkerü'l-hadistir.»

Görüldüğü gibi, abdest alırken Besmele çekmekle ilgili hadîs­ler üzerinde hayli görüş ve tesbitler mevcuttur; kimi sahih olmadı­ğını, kimi kaviy olmadığını belirtmiştir. Kimi de sıhhatma kail ol­muştur. Bunların hepsini biraraya getirdiğimizde karşımıza reddi mümkün olmayan bir sonuç çıkar, o da,    abdest   alırken besmele

ekmenin sünnet olduğudur.[521] Çünkü bir konu hakkında sözü edilen doğrultuda birden fazla rivayetlerin mânaları birbirini kuv-etlendirdiği takdirde, zayıf kaviy kabul edilir ve hükme medar sayılır. [522]

 

Çıkarılan  Hükümler:

 

1- Abdest'te Besmele çekmek sünnettir,

2- Besmelesiz abdest almak kâmil anlamda bir abdest sayılnaz. [523]

 

Ağzı Çalkalamadan Önce Elleri Yıkamanın İstihbabı

 

Ellerimiz eşya ile en çok temas halinde olan organımızdır. O bakımdan sık sık' yıkanması ve temiz tutulması gerekir. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz yemekten önce ve sonra ellerini yıkamayı ihmal et-. mediği gibi, abdestten önce de onları üç kere iyice yıkamayı ihmal etmemiştir. Çünkü kir ve mikroplardan arınmış bir elle ağza su al­mak, burna su çekmek ve diğer organları yıkamak çok daha sin­indir.

Konuyla ilgili hadisler :

Evs b. Evs es-Sakafî  (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki:

«Resûlüllah  (a.s.)  Efendimiz'i abdest alırken gördüm,   (önce) âvucuna su alıp iki elini üç defa yıkadı.»[524]

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

«Sizden biriniz uykusundan uyandığında elini üç defa yıkama-

dakça  (içinde abdest suyu bulunan kaba) daldırmasın; çünkü o eli­nin nerede gecelediğini bilmez[525]

Buharı de aynı hadîsi rivayet etmiş ancak «üç defa» sözünü zik-retmemiştir. Tirmizî ve İbn Mâce'nin rivayetinde ise, hadîsin baş kısmı şu lâfızla yazılmıştır: «Sizden biriniz gece (uykusun)dan uyandığında...»

îbn Ömer (r.a.)'dan yapılan rivayette ise buna yakın bir ifâde kullanılarak Resûlüllah'm  (a.s.)   şöyle buyurduğu belirtilmiştir:

«Sizden biriniz uykusundan uyandığında, elini üç defa yıka-madıkça kaba sokmasın; çünkü o elinin nerede gecelediğini veya nerede dolaştığını bilme[526]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Abdest almadan önce elleri üç   defa yıkamanın meşru, bir sünnet olduğu ortaya çıkıyor.

2- Abdestten önce elleri yıkamak vâcib veya sünnettir.

3- Her uykudan uyanıldığmda elleri yıkamak müstehab veya vâcibdir.

4- Sadece gece uykusundan değil, gündüz uykusundan uyanıl­dığmda da elleri yıkamak sünnet veya vâcibdir.

5- Buradaki illet ellera necasetin bulaşma şüphesidir. O halde ellere murdar bir şey dokunduğunda üç defa yıkamak gerekir.

Hadislerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamları­nın ihticac, istidlal ve görüşleri:

a) Hanefîlere göre:

Abdestin sünnetlerinden biri de, uykudan uyanan kimsenin el­lerini su kabına sokmadan önce bileklere kadar yıkamasıdır. Farz­dır diyenler de var. Onlardan kimine göre gece ve gündüz uykusun­dan uyanan kimse için, kimine göre sadece gece uykusundan uya­nan kimse için farzdır. Çünkü hadîste yıkamadan ellerin kaba so­kulması yasaklanmıştır, bu da onun farz olduğuna delâle eder.

Biz Hanefîlere göre, eğer elleri kaba sokmadan yıkamak vâcib olsaydı, bu ya hadesten, ya da necisten dolayı olurdu. Birincisine yol yoktur. Zira hadesten dolayı yıkamak ancak bir defa vâcibdir. Uykudan uyanan için ellerini yıkamasını vâcib kılacak olursak, o takdirde hadesten dolayı iki defa yıkama vâcib olur ki, bu ikinci defaya yol yoktur. Necis ise belli değildir, sadece mevhumdur. Ni­tekim hadîste de «Elinin nerede gecelediğini bilmez...» cümlesiyle buna işaret edilmiştir. Hem asıl olan taharettir. Necaset şüpheyle sabit olmaz. O bakımdan hadîsteki yasak tenzihidir, tahrimî değildir.[527]                                              

b) Şâfillere göre :

Abdestten önce iki eli bileklere kadar yıkamak sünnettir. Eğer ellerinin temiz olduğuna kesin bilgisi yoksa, o takdirde üç defa yı­kamadan içinde az su bulunan kaba daldırması mekruhtur.[528]

c) Mâlikîlere göre:

Mükellefin işlediği zaman sevaba ereceği, terkettiği takdirde azaba uğramıyacağı müekked sünnetlerden biri, abdestten önce iki eli bileklere kadar yıkamasıdır. Bu sünnet ancak eller kaba sokul­madan önce gerçekleşir.[529]

d) Hanbelüere göre:

Abdestin evvelinde —uykudan kalkılmış olsun olmasın— iki eli yıkamak sünnettir. Çünkü kaba daldırılan ve abdest azasına su ta­şıyan ellerdir. O bakımdan ellerin yıkanması abdestin bütünüyle ilgilidir. Nitekim Peygamber (a.s.) Efendimiz öyle yapardı. Hz. Os­man (r.a.), Peygamber'in (a.s.) abdestini vasfedip anlatırken de-" mistir ki: «Peygamberimiz abdest için su ister, önce iki eline üç de­fa döküp yıkadıktan sonra onları kaba sokardı.»

Uykudan kalkıldığının dışında, Buharı ve Müslim'in ittifakla aldıkları rivayette, elleri yıkamak vâcib değildir. Uykudan kalkıldı­ğında ise vücubu hakkındaki rivayetler farklıdır: İmam Ahmed'in bunun vücubuna kail olduğu rivayet edilmiştir ki, mezhebin zahir olanı da budur. Ebûbekir de (r.a.) bu kavli ihtiyar etmiştir. Aynı zamanda İbn Ömer, Ebû Hüreyre ve Hasan el-Basrî'nin de mezhebi bu doğrultudadır. el-Hasan'a göre,    bu hususta gece uykusuyla gündüz uykusu arasında fark yoktur.[530] Konuyla ilgili diğer hadîsler ve rivayetler: Buharî'nin Mâlik tarikıyla Ebû Hüreyre'den  (r.a.) yaptığı riva­yette, yukarıda geçen hadîsleri kuvvetlendirir mahiyette şöyle bu-yurulmuştur: «Sizden biri abdest aldığı zaman burnuna su çektik­ten sonra sümkürsün. Kim de abdest bozduktan sonra temizlendi­ğinde onu tek sayıda tutsun. Sizden biri uykusundan uyandığında, ellerini  (su)  kabına  sokmadan yıkasın.    Çünkü sizden biri elinin nerede gecelediğini bilmez.»

Müslim'in Ebû Salih tarikıyla Ebû Hüreyre'den (r.a.) yaptığı rivayette ise şöyle buyurulmuştur: «Sizden biri (uykusundan) kalktığı zaman, ellerini üç defa yıkamadıkça (su) kabına daldırma­sın! Çünkü o elinin nerede gecelediğini bilmez.»

îbn Mâce'nin Ebû Zübeyr hadisinden    naklen Câbir (r.a.)'den yaptığı rivayette buyurulmuştur ki: «Sizden biri uykudan kalktığı zaman abdest almak istiyorsa, elini yıkamadan (su) kabına sokma--  sın. Çünkü o, elinin nerede veya neyin üzerinde gecelediğini bil­mez.»

«Elini daldırmasın» cümlesi, sadece Bezzar'm Müsnedinde te'-kîd nun'uyla rivayet edilmiştir. Hafız Bezzar Hişam b. Hasan hadî­sini Ebû Hüreyre'den merfuân rivayetle şöyle nakletmiştir . «Sizden biri uykusundan uyandığı zaman elini, elbette, üzerine su döküp yıkamadıkça abdest suyuna daldırmasın!»

Hadîslerin hepsi de sahihtir. Ancak abdestten önce elleri üç de­fa yıkamak uykudan kalkıldığı zamana mı hastır, yoksa her abdest alındığı zamanlara da mı  şâmildir? ilim adamlarının  (nüans) farklı görüşleri vardır.    Gerek îbn Hacer, gerekse şârih Ebulhayr Nurü'l-Hasan, Hz. Osman'ın  (r.a.) Peygamber  (a.s.)  Efendimiz'in abdestini vasfederken su istediğini ve önce iki elini üç defa yıkadı­ğını delil göstererek, abdestten önce iki üç defa yıkamanın sünnet olduğunu ve ilim adamlarının   bu hususta ittifak ettiklerim belirt­mişlerdir.[531]

Ahmed b. Hianbel ise, gece uykusundan kalkıldığında elleri yı­kamadan su kabına sokmanın tahrîmen mekruh, gündüz uykusun-

m kalkıldığında ise tenzîhen mekruh olduğunu söylemiştir. Çün-"x hadîste gece uykusu tasrîh edilmiştir.

Şevkanfye göre, abdestten önce elleri üç defa yıkamak gece ve-ı gündüz uykusundan kalkıldığı zamana has olmayıp ellerde ne-ıset şüphesi olduğu her zamanla ilgilidir, o bakımdan ne zaman inde necaset şüphesi doğarsa, onu yıkamadan kaba sokması nıek-Ihtur.[532]

Cumhura göre, abdestten önce elleri üç defa yıkamak mendub-ur. Ahmed b. Hanbel ise, hadîsteki emri vücuba hamletmiştir.

Yapılan sahih tesbitlere göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in ab-lestten önce, uykudan kalkmış olsun olmasın, ellerini üç defa yı-:adığı anlaşılmıştır. Böylece hadîsteki emir, uykudan kalkıldığı za-nan için te'kîd ifade eder, sair zamanlarda te'kîd söz konusu değildir.                       :

Çünkü «yıkasuı» emri, necis olduğu kesin bilinmeyen elleri yı­kamakla ilgilidir, jo halde n e d b ifade eder. Bu manâyla «daldırma­sın, sokmasın» emri de kerahet ifade eder. Necis olduğu kesin bilin-liği takdirde, yıkanması mutlaka vâcib olur. Hadîste ise, «ellerinin ıerede gecelediğini veya neyin üzerinde gecelediğini bilmez» cüm-esi emrin ve nehyin illetini beyân içindir ki, ellerin murdar bir yere dokunmuş oabileceği şüphesini yansıtır. O bakımdan cumhu­run görüşü daha sıhhatlidir. [533]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Gece uykusundan uyanıldığmda abdest almak isteyen kim­senin iki elini —abdest alacağı su kabına daldırmadan önce— üç defa yıkaması müekked sünnettir.

2- Gündüz  uykusundan kalkıldığı zaman,  buna kıyas  edile­rek aynı hükmü taşır.

3- Sair zamanlarda abdestten önce    elleri    üç defa yıkamak mendubdur. Sünnet diyenler de var.  Nitekim îmam Şafiî'ye göre, sünnet ve mendub  eşanlamlı kelimelerdir.

4- Abdest dışındaki zamanlarda  da ağzı  çalkalamak,   burna su çekmek isteyen kimsenin önce ellerini üç defa yıkaması sağlık yönünden müstehabdır.[534]

 

Abdestte Ağzı Çalkalamak, Burna Su Vermek

 

Ağız ve burun mikropların en çok girdiği kanallardır. Havayı devamlı içindeki tozuyla, mikrobuyla teneffüs etme yollarıdır. O bakımdan sık sık su ile yıkanıp temizlenmeleri emredilmiştir. Özel­likle günde birkaç defa abdest aldığımızda bu iki organı temiz su ile üçer defa yıkayıp temizlememiz son derece önemlidir, Resûlül­lah (a.s.) Efendimiz bu temizliği hiçbir abdestinde ihmal etmemiş­tir. Ancak ağza su alıp çalkalamak, burna su verip sümkürmek sünnet midir, yoksa vâcib midir? sorusu hatıra gelebilir. Konuyla ilgili müctehid imamların istidlal ve ihticaclarını naklettiğimizde bu sorunun cevabı verilmiş olacaktır. Şimdi ilgili sahih hadîsleri naklediyoruz:

Osman b. Affan (r.a.)'dan yapılan rivayette, o bir (su kabı) istedi ve önce üç defa iki eline döküp yıkadıktan sonra sağ elini kaba sokup (su aldı ve) ağzını çalkaladı, burnuna su verdi. Sonra yüzünü üç defa yıkadı; iki elini dirseklere kadar üç defa yıkadı, son­ra başını meshetti, sonra da iki ayağını topuklara kadar üç defa yıkadı ve sonra şöyle dedi : Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'i benim bu abdestim gibi abdest aldığını gördüm ve abdestten sonra buyurdu ki : «Kim benim bu abdestim gibi abdest alır, sonra iki rek'ât na­maz kılar da kendi nefsinden söz etmez (nefsini dünya işleriyle meşgul etmez) se, Allah onun geçmiş günâhlarını bağışlar.»[535]

AH (r.a.)'den yapılan rivayette, o abdest suyu istedi ve ağzını çalkaladı, burnuna su verip sol eliyle sümkürdü ve bunu üç defa tekrarladıktan sonra şöyle dedi: «Bu, Peygamber (a.s.) Efendimiz'-n abdestidir!»[536]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:   .

1- Abdestten önce elleri üç defa yıkamak sünnettir.

2- Abdest alırken ağza su alıp çalkalamak, burna su verip süm-kürmek sünnettir.   (Kimine göre vâcibdir).

3- Yüze, iki kolu dirseklere kadar, ayaklan topuklarına kadar birer defa yıkamak farz, ikinci ve üçüncü defa yıkamak sünnettir.

4- Başı meshetmek farzdır. Bu bir defa yapılır, ikinci ve üçün­cü defa meshetmek meşru kılınmamıştır.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla­rının istidlal, ihticac ve görüşleri:

a) Hanefîlere göre:

Abdestin sünnetlerinden biri de, ağıza su alıp çalkalamak, burna su çekip sümkürmektir. Hadîsçilere göre, bunlar hem abdestte, hem gusülde farzdır. Ahmed b. Hanbel de onlardan biridir. îmanı Şafiî bu ikincisinin hem abdestte, hem gusülde sünnet olduğuna kaildir. Hadîsçiler, Resûlüllah (a.s.) abdestte ağıza su verip çalkalamaya, buruna su çekip sümkürmeye devam ettiğiyle ihticac etmişlerdir, îmam Şafiî ise, cenabetten dolayı gusletme emri bedenin zahiriyle ilgilidir, bâtmıyla değil, diyerek ağız ve burunun iç kısmının bede­nin batınından olduğunu dikkate almıştır. O bakımdan abdest ve gusülde ağız ve burnun iç kısmım yıkamanın vâcib olmadığı görü­şünü ortaya koymuştur.

Biz hanefîlere göre ise, abdest konusunda vâcib (bu tabirden maksad farzdır) olan, üç azayı yıkamak ve başı meshetmektir, ağız ve burnun içi bu azaya dahil değildir. Gusülde ise durum böyle değildir[537]

b) Şâfiîlere göre:

Abdestte ağzı çalkalamak, burna su verip sümkürmek sünnettir.

Buharî ve Müslim'in naklettikleri rivayet bunların sünnet olduğu­na delâlet etmektedir. «Ağzınıza su jıhp çalkalayın, burnunuza su çe­kip sümkürüıı!» mealindeki rivayet ise zayıftır. Abdestte ağız ve burnu ardarda üçer avuç su ile veya birer avuç su ile üçer defa yıkamak efdaldır.[538]

Bu konuda Şafiî'lerden el-Gamravî ise şöyle demiştir: Abdest-in sünnetlerinden biri de ağıza su alıp çalkalamak, buruna su çekip sümkürmektir. Mezhebin daha zahir kavline göre, ikisi arasını az bir fasılayla ayırmak, yani önce ağızı yıkayıp bitirmek, sonra bur­nu yıkamak efdaldır. Ayrıca bu hususta en sahîh tesbite göre, bir avuç su ile ağzı üç defa çalkalamak ve yine bir avuç su ile burnu belirtilen şekilde yıkamak kâfi gelir.[539]

c) Hanbelî'lere göre:

Ağız ile burun yüzden sayılır. O halde ağza su alıp çalkalamak burna su çekip sümkürmek abdestte ye gusülde vâcibdir. Çünkü her iki taharette de yüzü yıkamak vâcibdir. Ağız ve burun yüzden bir kısımdır. Mezhebin meşhur kavli budur.[540]

Ağzı çalkalamada, burna su çekmede mübalâğa ise müstehabdır; öyleki ağza bol su alınıp iyice çalkalanır. Buruna bol su çekilerek her defasında sol el ile sümkürülür.[541]

d) Mâlikilere göre:

Ağza su verip çalkalayarak dökmek, burna su çekip sümkür­mek sünnettir. Sadece ağıza su alıp çalkalamak, burna su verip nefesle çekmemek yeterli değildir.[542] Hanefîlere göre, yeterliy­se de afdal olanı terkedilmiş sayılır.

e) Ibn Ebi Leylâ, Hammad b. Süleyman ve İshak'a göre, ağız ve burnu abdest alırken yıkamak vâcibdir. Şevkanî de aynı görüş­tedir,

f) Ebû Sevr,    Ebû Übeyd, Davud ez-Zahiri     ve Ebûbekir b. Münzir'e göre, burna su çekip sümkürmek hem abdestte, hem gu­sülde vâcibdir. Ağzı yıkamak ise bu ikisinde de sünnettir.[543]

Bunlar Ebû Hüreyre'den rivayet edilen şu sahih hadîsle istid-

etmişlerdir; «Sizden biri atadest aldığında burnuna su çektikten tmra sümkürsün!» «Abdest aldığın zaman burnuna su çekip süm-İir!»[544]

Sünnettir diyenler ise, daha çok «On şey fıtrattandır...» hadî-iyle istidlal etmişlerdir. Hafız ise et-Telhis'te bu rivayeti reddede-ek, hadisin başında «On şey» lâfzı yoktur, demiştir. Sadece «Fıtrat-andır...» lafzıyla rivayet tesbit edilmiştir. Ayrıca İbn Abbas'dan r.a.) rivayet edilen şu'hadîsle de istidlal etmişlerdir : «Ağzı çalkala-nak, burna su çekmek sünnettir.»[545]

Hafız îbn. Hacer bu hadîsin zayıf olduğunu söylemiştir. Ancak £ur'ân'da ağza su alıp çalkalamak, burna su vermek zikredilmemiş-ir. Sadece Peygamber Efendimiz'in sünnetiyle sübût bulmuştur.

Vâcibdir diyenlerin istidlal ettikleri hadîslerden biri de Hz. Ai-?e (r.a.) validemizden rivayet edilmiştir ki, Resûlüllah'm (a.s.) şöyle Duyurduğunu söylemiştir : «Ağza su alıp çalkalamak, burna su verip sümkürmek mutlaka gerekli olan abdesttendir.»[546] Bunun da sayıf olduğu söylenir.

Abdest azasını üç defa yıkamak vâcib midir? İlim adamları, ab­dest azasını bir defa yıkamanın vâcib olduğunda icma' etmiştir. İkinci ve üçüncü defa yıkamanın sünnet olduğunda ittifakları var­dır. Çünkü yapılan sahih tesbitlere göre, Resûlüllah (a.s.) Efendi­miz bazan abdest azasını birer defa yıkamakla yetinmiştir. İkişer defa yıkadığı da vakidir. Eğer vacib olsaydı mutlaka üçer defa yı­kardı. Hem âyetteki emir tekrarı gerektirmiyor.

Konuyla ilgili iki sahih hadîs daha rivayet edilmiştir; «Sizden biriniz abdest aldığı zaman burnuna su alıp sümkür­sün.» [547]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) yapılan rivayette demiştir ki: «Besûlül-lah (a.s.) Efendimiz abdestte ağzı su ile çalkalamayı, burna su çekip sümkürmeyi emretti.»[548]

Bu husustaki emir, te'kîd anlammadır, yani abdestte ağız ve bur­nu yıkamamızı te'kiden sünnet kılmıştır, demektir.[549]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Abdestte ağza su alıp çalkalamak kimine göre vâcib, kimine göre sünnettir.

2- Abdestte ağız ve burnu üçer defa yıkamak sünnettir.

3- Ağzın ve burnun içi, kimine göre bedenin zahirinden,   ki­mine göre batınmdandır. Birincilere göre, abdest ve gusülde bu iki akayı yıkamak vâcibdir. İkincilere göre, sünnettir.

4- Abdest azasını birer defa yıkamak farzdır; ikinci ve üçüncü defa yıkamak sünnettir.

5- Başı bir defa meshetmek farzdır. İkinci ve üçüncü defa mes-lıetmek meşru kılınmamıştır. [550]

 

Burna Su Çekmede Mübalağa

 

Burun daha önce de belirttiğimiz gibi, havayı teneffüs etme ve toku alma organımızdır. O bakımdan havada gözle görülemiyecek kadar küçük olan bazı mikropları, bakterileri teneffüs edilen havay­la birlikte ciğerlerimize, hiç değilse burnumuzun derinliklerine aktar­maktayız. Burundaki kıllar ve sümüksü    doku toz ve mikropların jhemen  ciğere inmesine engel teşkil eder. Öyleki, hava burundan igeçerken ısınır, ıslanır, tozları temizlenir. Bununla beraber burnu-jmuzu birkaç defa iyice yıkayıp temizlememiz, sağlığımızı koruma bakımından çok önemlidir. İslâm Dini, abdest ile bu imkânı sağla­mıştır. Resûlüllah   (a.s.3  Efendimiz her abdest aldığında hem ağzı­na iyice su doldurup çalkalar, hem de burnuna bol miktarda su çe­kip temizlerdi. Bu O'nun güzel sünnetlerinden ve koruyucu hekim­likle ilgili tavsiyelerinden biridir. İlgili hadîsler:

Lakıyt b. Sabrete'den (r.a.) yapılan rivayette şöyle nakletmiş-tir:

Peygamberimiz (a.s.) Efendimiz'e, Ya Resûlellah! Abdestten ba­na haber ver, dedim Buyurdu ki: «Tastamam abdest al, parmaklar arasını hilâlle ve burna su çekip temizlemede mübalağa yap, me-

;r ki oruçlu bulunasm (o takdirde burnuna fazla ve mübalağa ile ( çekme)»[551]

İbn Abbas (r.d.)'den yapılan rivayette ise, Peygamber (a.s.) fendimiz şöyle buyurmuştur: «(Abdest alırken) burna iki veya üç bfa mübalağayla su çekip sümkürün!»[552]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Her organı üç defa kapsarcasma yıkamak müekked sünnet-r. Bir defa yıkamak ise farzdır.

2- El ve ayak parmaklan arasına su nüfuz edecek şekilde dikkat gösterip hilâllemek de sünnettir. Bu, parmaklar arasındaki kir-îri iyice gidermeye yönelik bir emirdir.

3- Buruna iyice ve bol miktarda su çekip yeterince temizlik apmak da sünnettir. Buna vâcib diyenler de olmuştur. Ahmed b. [anbel de onlardan biridir.

4- Gerek ağız ve burnu, gerekse diğer abdest azasını üç defa ıkamak vâcib değildir. Çünkü Peygamber    (a.s.) «Buruna ki veya üç defa mübalağayla su çekip sümkürün!» buyurmuştur a, bu farzın hir defayla gerçekleştiğine, ikinci ve üçüncü defa yı­kamanın farzı ikmal etmek için sünnet olduğuna delâlet eder. Ni-ekim diğer sahih rivayetlerde de Resûlüllah'm (a.s.) bazan abdest Lzasını bir defa yıkadığı görülmüştür. Bununla ümmetine o konu­la bilgi ve ölçü verdiği kesindir.

Diğer rivayetler:

a) 473 no'lu hadîsi aynı zamanda îmam Şafiî, İbn Cârud, îbn îuzeyme, îbn Hibban, Hâkim ve Beyhakı îsmail b. Kesir el-Mekkî iarıkıyle Âsim b. Lakıyt'ten rivayet etmişlerdir.

Râvî Âsım'dan sadece İsmail rivayet etmiştir; o balamdan pek tanınmamış sayılır. Hafız İbn Hacer ise yaptığı araştırma neticesi, Daşkasmm da ondan rivayet ettiğini tesbit etmiştir. Tirmizi ise, fVsım'dan yapılan rivayetin sahîh olduğunu söylemiş, İbn Kat­tan da ona katılmıştır.

b) Bu konuda ed-Devlâbfnin es-Sevrî hadîsini rivayetle şu lâ­fızları nakletmiştir: «Ağzı çalkalamaktp, ve burna su çekmekte mü­balağa eyle, meğer ki oruçlu bulunasm...»

c) Ebu Davud'un Ebû Âsim    tarikiyle İbn Cüreyc'den, onun da İsmail b. Kesîr'den yaptığı rivayette ise şöyle denilmiştir : «Ab­dest adığın zaman ağzına su alıp çalkala!»

îbn Hacer bu rivayetin isnadının sahîh olduğunu tesbit etmiş­tir. İmam Nevevî de 473 no'lu Lakıyt b. Sabrete'nin hadîsinin isnad-lannın sahîh olduğuna dikkatleri çekmiştir. İbn Sa'd de râvilerinin sıkat güvenilir) olduğunu söylemiş, Ebû Hatim de aynı kanaati be­lirtmiştir. [553]

 

Sakaldan, Çeneyi Aşan Kısmının Abdestte Yıkanmasıyla İlgili Hadisler

 

Saç ve sakal da ince tozların, mikropların yerleştiği yerlerden biridir. O bakımdan, saç ve sakalı günde birkaç defa yıkayıp temiz­lemek, tarayıp güzel koku sürmek sünnet kılınmıştır. Özellikle ab-destte bu gibi yerlerin temizlenmesine atıflar yapılmış, tavsiyelerde bulunulmuştur.

Amr b. Anbese (r.a.)'den yapılan rivayette şöyle nakletmiştir : Ya Resûlellah! Abdest hakkında bana bir şeyler anlat. Bunun üze­rine Efendimiz buyurdu ki: «Sizden herhangi bir adam abdestini (Hakk'ın rızasını umup) kurbiyet sağlamak için alır, ağzına su alıp çalkalar, burnuna su çekip sümkürürse mutlaka ağzındaki ve burun deliklerindeki hatâları su ile beraber düşüp gider. Sonra Allah'ın emrettiği şekilde yüzünü yıkarsa, mutlaka yüzündeki hatâları sa­kalının kenarlarından su ile birlikte dökülüp gider. Sonra iki elini dirseklere kadar yıkarsa, mutlaka ellerindeki hatalar parmak uçla­rından su ile birlikte düşüp gider. Sonra başını meshederse, mutla­ka başındaki hatâlar kıllarının kenarlarından su ile birlikte düşüp gider. Sonra da ayaklarını topuklarına kadar yıkarsa, mutlaka ayaklarındaki hatâlar parmak uçlarından su ile birlikte düşüp gi­der.[554]

Hadisin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Hatâlardan maksad, küçük günâhlardır. Toz ve mikropları la buna ekleyebiliriz. Çünkü diğer rivayetlerde: «büyük günâhlar-lan kaçındığı sürece» diye bir tahsis yapılmıştır.

2- Ayakları yıkamak farzdır. Abdestte ayaklan meshetmenin âcib olduğunu söyleyenlerin görüş ve istidlalini    reddetmektedir.

3- Yüzü yıkarken sakalın her tarafını yıkamak da kimine gö-e vâcib, kimine göre sünnettir.

4- Ağzın ve burunun iç kısmı yüzden değildir.

5- Abdestte tertibe riâyet vâcib veya sünnettir.

6- Başın tamamını meshetmek vâcib veya sünnettir.

Hadîsin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının görüş, istidlal ve ihticacları:

a) Hanefîlere göre:

Abdestte tertip sünnettir. Çünkü Peygamber (a.s.) Efendimiz buna devam etmiştir. Âyetteki sıralamada «vav-ı atıf» kullanılmış­tır ki, bu mutlak cem'a delâlet eder. O bakımdan tertip vâcib değil­dir.

Parmak aralarını hilâllemek sünnettir. Böylece tahlil, farzı ik­male yönelik bir sünnet olarak belirleniyor. Sakalı hilâllamak da sünnettir. Hattâ İmam Ebû Hamfe ile îmam Muhammed'e göre, âdabdandır. (Çünkü yıkama kapsamına girmemekte ve bir tavsiye mahiyetinde emredilmektedir).[555]

Başın tamamım meshetmek sünnettir. İmam Mâlik'e göre, farz­dır.[556]

b) Şâfiîlere göre:

Resûlüllah'a (a.s.) uymak için başın tamamını meshetmek sün­nettir. Sık olan sakalı da Resûlüllah'a uymak için hüâllamak sün­nettir. Parmaklar arasını hilâllamak da öyle. Çünkü Lakıyt b. Sab-rete'deıı rivayet edilen hadîste, «abdesti tastamam al, parmak arala­rını hilâlle» buyurulmuştur.[557]

Îmam Şafiî başın da üç defa meshedilmesini müstehab say­mıştır.[558]

c) Hanbelîlere göre :

Sakal seyrek olup deri az çok gözüküyorsa altını yıkamak vâ-cibdir. Sık ve gür ise altım yıkamak vâcib değil, sünnettir. Sakalı hilâllamak müstehabdır. Nitekim îbn Ömer, İbn Abbas, el-Hasen, Enes, îbn Ebî Leylâ, Ata' b. Sâib abdest aldıkları zaman sakallarını hüâllarlardı. Ebû Davud'un rivayetine göre, Peygamber (a.s.) ab­dest aldığı zaman bir avuç su alıp çenesinin altına sokarak saka­lını hüâllar ve şöyle buyururdu: «Aziz ve Celîl olan Allah bana böyle emretti...»[559]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Abdestte parmak aralarını ve sakalı hiîâllamak sünnettir.

2- Ağza su alıp çalkalamak, burna su çekip sümkürmek de sünnettir. .

3- Kolları dirseklere kadar  (dirsekler dahil)  yıkamak farzdır.

4- Yüzü de belirlenen sınırlarına kadar yıkamak farzdır.

5- Başın tamamını meshetmek sünnet veya müstehabdır. Mâ-likilere göre farzdır.

6- Ayakları topuklarına kadar (topuklar dahil) yıkamak farz­dır. Ayaklar meshedilmez, ancak mest giyildiği takdirde mestler üze­rine meshedilir.

7- Belirtilen abdest azasını birer defa yıkamak farz, ikinci ve üçüncü defa yıkamak sünnettir. Başın dörtte birini bir defa meshet­mek farzdır. Sünnet olarak baş ikinci ve üçüncü defa meshedilmez. îmam Şâfi"ye göre, edilir.

Bu konuda bizi daha iyi aydınlatan bir diğer rivayet İbn Ab-bas'dan (r.a.) yapılmıştır. Öyleki: îbn Abbas (r.a.) abdest almış, önce yüzünü yıkamış, bir avuç su alıp onunla ağzını çalkalamış bur­nuna çekip sümkürmüş; sonra bir avuç su alıp sağ eline aktararak onunla yüzünü yıkamış-, sonra bir avuç su alıp onunla sağ elini yı­kamış, sonra bir avuç su alıp onunla sol elini yıkamış, sonra da başını meshetmiş; sonra bir avuç su alıp onu sağ ayağı üzerine dö-lüp yıkamış, sonra bir avuç daha su alıp onunla sol ayağını yı-[amıştır ve sonra da şöyle demiştir : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'-ti böyle abdest aldığını gördüm.»[560]

Hadîsin açık delâletinden şunları anlıyoruz

Birinci defa yüzünü yıkadığı, farz ve sünneti içine alan bir yı-tamadır, genel bir anlam taşımaktadır. İkinci defa yüzünü yıkadı­ğı ise, asıl farz olanı beyân içindir.

Birer avuçla abdest azasını yıkaması, farz olanı göstermek için-lir. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bazan iki ve üç defa yıkamanın 'arz olmadığını göstermek için abdest azasını birer defa yıkamakla yetinmiştir. O rivayetlerden biri de İbn Abbas'dan (r.a.) yukarıda nakledilenidir.

Ağzı ve burnu yıkamada bir tek avuç su kullandığı, ikisini cem'-ıtmenin cevazına işarettir.

Ayakları yıkaması, onları meshetmenin meşru' olmadığına delâ­let eder. [561]

 

Elleri Dirseklere Kadar Yıkamak ve Gurreyi Uzatmak

 

Abdest suyu bedene sağlık, kalbe kuvvet ve ruha ciladır. Do­kunduğu yerler Âhiret'te pırıl pırıl bembeyazdır. O bakımdan ab­dest alırken ilgili organları iyice yıkayıp tamamlamak gerekir.

Konuyla ilgili hadîsler:

Osman (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki: «Yaklaşın da size Resûlüllah'ın (a.s.) abdesti (gibi) abdest alayım; Önce yüzü­nü ve ellerini yıkadı, kollarını yıkarken dirseklerin etrafına elini sürüp (iyice ıslanmasını sağladı). Sonra başını mesnetti, sonra da ellerini iki kulağı Üe sakalı üzerinden iyice geçirdi, sonra da iki ayağını yıkadı.»[562]

Ebü Hüreyre'den  (r.a.) yapılan rivayette, adı geçen, abdest al-

di, yüzünü yıkadı ve abdestini tastamam yerine getirdi. Sonra sağ elini, dirseğe suyu ulaştırıp ıslatmcaya kadar yıkadı. Sonra sol eli­ni yine dirseğe suyu ulaştırıp ıslatmcaya kadar yıkadı. Sonra ba­şını mesnetti. Sonra sağ ayağını suyu topuğuna ulaştırıp ıslatmca­ya kadar yıkadı. Sonra sol ayağını, suyu yine topuğa ulaştırıp ıs­latmcaya kadar yıkadı. Sonra da şöyle dedi: «İşte Resûlüllah (a.s.î Efendimizi böye abdest alırken  gördüm ve şöyle buyurdu: Sizler Kıyamet gününde abdesti tastamam    yerine  getirmenizden dolayı yüzünüz, kollarınız ve ayaklarınız pırıl pırıl, bembeyaz olanlarsınız. Artık sizden kim güç getirebilirse gurre ve tanenini uzatsın!  t Yani alnını, kollar ve ayaklarının pırıl pırıl beyazlığını çoğaltsın).»[563]

Hadîslerin  açık  delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Abdest alırken kolları dirseklerle beraber yıkamak vâcibdir.

2- Ayakları topuklarla beraber yıkamak vâcibdir.   (Bu tabir­den maksat farzdır.)

3- Başın meshinde tekrar yoktur.       :

4- Kulakları nıeshetmek meşru'dur.

5- Sakalı hilâllamak müstehabdır.

6- Dirseklerden  ve topuklardan yukarı kısmı az  da olsa yı­kamak müstehabdır. Öyleki kolları yıkayınca dirsekleri aşacak şe­kilde, ayakları yıkarken topukları aşacak şekilde yıkamak tavsiye

edilmiştir.

Hadîslerin ışığında müetehid imamların istidlal, ihticac ve gö­rüşleri -.

a) Hanefüere göre :

Abdestte kulakların içini ve dışını, başın meshinden elde kalan ıslaklıkla meshetmek sünnettir. Hz. Ali'den (r.a.) yapılan rivayet­te deniliyor ki: Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, başını meshettiği ıs-lakıkla kulaklarını mesnetti.[564]

Kolları dirseklerle birlikte yıkamak farzdır. îmam Züfer'e gö­re, dirsek kola dahil değildir.' Oysa Resûlüllah ta.s.) Efendimiz'in fiili, Kur'ân'm bu husustaki mücmelini tefsir etmektedir.[565]

Hanefî imamları abdestte dirsekten üst taraf hakkında görüş-ini pek belirtmemişlerdir veya biz tesbit edemedik.

b) Şâfiîlere göre:

Hem başı, hem kulakları meshetmek için elleri yeni bir su ile latmak sünnettir.[566]

îki eli kollarla dirseğin tamamını içine alacak şekilde yıkamak ,rzdır. Çünkü «gaye mugayyaye dahildir» kaidesi uyarınca dir­ikler kolların kapsamına girer. Dirsekten yukarı kısmı yıkamak le, tahcîli muhafaza için sünnettir.[567]. Bunun gibi iki ayağı to-Lıkları içine alacak şekilde yıkamak farzdır.[568]

c) Hanbelîlere göre:

Kulakları mesh için yeni su alıp kullanmak müstehabdır imam Jımed de «Abdest alan kimsenin kulakları için yeni su alıp kullan-ıasını müstehab görüyorum» demiştir.[569]

d) Malikilerei göre:

Kulaklar için "yeni su kullanmak müstehabdır. Kolları dirsek-^rle birlikte yıkamak farzdır.[570] Ayakları topuklarla birlikte ıkamak farzdır, çünkü topuklar bu hususta ayaklara dahildir.[571]

İlgili rivayetler ve tahliller:

482 no'lu hadîsin isnadında İbn îshak bulunuyordur ki, tahdîs e istima' sözleri belirtilmeden rivayet edilmiştir; o bakımdan mu'-n'an sayılmıştır. Bununla beraber istidlal ve ihticaca elverişlidir.

: Kulakların yeni su ile meshedilmesiyle ilgili rivayetlere gelin-se, Abdullah b. Zeyd'den yapılan rivayette adı geçen şöyle demiş-ir: «Besûlüllah'ı (a.s.) gördüm abdest alıyordu; kulakları için ba-ına meshettiği sudan başkasıyla meshetti (elini yeniden ıslatıp ku-aklarmı meshetti).» [572]

Hâkim bu hadîsin Müslim'in şartına göre sahih olduğunu be-

yân etmiştir Beyhâkî'de kendi Sünen'inde bunu senediyle, metniy­le rivayet ettikten sonra «isnadı sahihtir»  demiştir.

İmam Mâlik ise Muvatta' da Yahya b. Bekir'den, o da Nâfi'den, o da İbn Ömer (r.a.)'den rivayetle şöyle demiştir: «İbn Ömer (r.a.) abdest aldığı zaman kulaklarını meshetmek için parmaklarıyla su alırdı, (parmaklarını yeni suya sokup ıslatır, öylece kulaklarını meshederdi.»[573]

Beyhakî aynı anlamdaki hadîsi Malik tankıyla şu lâfızla riva­yet etmiştir: «İbn Ömer abdestte parmaklarım yeniden suya çevi­rip ıslatır da öylece kulaklarım meshederdi.»

Bu rivayetler sahih kabul edilmişse de, kulakları meshetmek için eli yeniden ıslatmaya gerek olmadığına dair rivayetler hayli çoktur. O bakımdan müctehid imamların çoğu bu ikinci şıkkı is­tidlale daha elverişli bulmuşlardır. Elin yeniden ıslatılması bir ba­lama bunun cevazını ifade etmek içindir.[574]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Abdest alırken kolları dirseklerle beraber yıkamak farzdır.

2- Dirseklerden yukarı kısmı yıkamak fazilettir, tahcîli artırmaktır.

3- Başı taze su ile bir defa meshetmek farzdır. Tamamını mes­hetmek kimine göre vâcib, kimine göre sünnet veya müstehabdır. îmanı Şafiî'ye göre, başın meshini üç defa tekrarlamak müstehab­dır.

4- Kulakları başın meshinden    arta kalan ıslaklıkla meshet­mek sünnettir. Kimine göre, kulakları mesh için elleri yeniden ıslatmak sünnettir. [575]

 

Abdest Alırken Parmaktaki Yüzüğü Hareket Ettirmek ve Abdest Azasını Ovmak

 

Abdest'ten maksat bir bakıma beden temizliği ve sağlığıdır. O bakımdan abdest azasını yıkarken ovmak tavsiye edilmiştir. Sa­dece suyun dokunması farzın yerine gelmesini sağlasa bile, isteni-

en temizliği sağlamış olmaz. Resûlüllah (a.s.) Efendimizin abdest ızasını ovduğu rivayet yoluyla bilinmektedir. Parmaktaki yüzü­cün, kulaktaki küpenin, koldaki bileziğin hareket ettirilmesi de bu ^ayeye yöneliktir. Aynı zamanda abdest azasının her yanı ıslana- . bak şekilde yıkanması farzdır. Kuru bir yerin kalması, abdestin noksan kalmasına delâlet eder ki, o yer yıkanmadıkça namaz kıl­mak sahih olmaz.

İlgili hadîsler:

Ebû Râfi'den Cr.a.) yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.)  Efendimiz abdest aldığı zaman yüzüğünü oynatırdı.[576]

İbn Abbas Cr.a.)'dan yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir: «Abdest aldığın za­man ellerin ve ayakların parmaklarını hilâlle!...»[577]

Müstevrid b. Şeddad'dan  (r.a.)   yapılan rivayette demiştir ki :

«Resûlüllah (a.s.) Efendimizi abdest aldığı zaman ayak par­maklarını serçe parmağıyla hılâlladığını gördüm.»[578]

Hadislerin açık  delâletinden  şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Abdest alırken, hem abdest azasının tamamı yıkansın, hem ! de kirler giderilsin diye parmağa biraz dar gelen yüzük ve benze­ri takıları oynatmak müstehabdır.

2- Parmağa  (gümüş)  yüzük takmak müstehabdır.

3- Abdestte ayaklar yıkanırken serçe parmakla ayak parmak­lının arasını hılâllamak müstehabdır.

4- Abdest azasını yıkarken ovmak müstehabdır.

Hadislerin ışığında  müctehid imamların istidlal ve  görüşleri ;

a) Hanefîlere göre

Parmaklar arasını, su iyice ulaştıktan sonra hılâllamak sünnet­tir. Çünkü böyle yapmak farzı ikmâl ile ilgilidir. O bakımdan sün­net sayılmıştır.

Parmaktaki yüzük genişse oynatmaya gerek yoktur; dar ise, suyun onun altına iyice girmesini sağlamak için herhalde oynatıl­ması gerekir.[579]

b) Şâf ülere göre.

Parmak aralarını hılâllamak sünnettir. Çünkü bu hususta Tir-mizi ve diğer muhaddîslerin rivayet ettiği ve sahih olduğunu tes-

bit ettikleri hadîs vardır.

Ayak parmaklarının alt kısmından giriş yapılarak sol elin ser­çe parmağıyla sağ ayağm serçe parmağından başlanıp sol ayağın serçe parmağına kadar hılâllanır.[580]

c)    Hanbelîlere göre .

Abdestte el ve ayak parmaklarını hılâllamak sünnettir. Ayak parmakları daha müekkeddir, yani hılâllanması te'kiden sünnettir. Çünkü, bu hususta Peygamber  (a.s.)  Efendimiz'in Lakıyt b. Sabre-te'ye (r.a.) -. «Abdesti tastamam al ve parmakları hılâllaî» diye emir­leri olmuştur. Aynı zamanda Müstevrid de (r.a.), Peygamber (a.s.) abdest alırken serçe  parmağıyla ayak parmaklarını hılâllayıp ov­duğunu rivayet etmiştir.

İmam Ahmed'e,     «Abdest  alan kimse yüzüğünü oynatır mı?» diye soruldu. O da şu cevabı verdi:  «Dar ise herhalde oynatılma­sı gerekir. Genişse ve su altına giriyorsa, o takdirde oynatılmasına gerek yoktur.»[581]

d) Mâlikîlere göre:

Erkeğin iki dirhem ağırlığını geçmeyen gümüş yüzüğü bir ta­ne ise, —dar olsun,  geniş olsun,  su altına girsin veya girmesin— oynatılması vâcib değildir.    Bu gusülde de böyledir. Ama abdesti tamamladıktan sonra yüzüğü çıkarır ve o da dar ise, yeri herhal­de yıkanır. Genişse yıkanmaz.

Yüzük, haram olur (meselâ altından imal edilen yüzük) veya gümüşten olur da iki dirhemi aşarsa veya iki dirhem ağırlığında bulunur fakat birden fazla kullanılırsa, geniş ise oynatılması kâ­fidir, kapsadığı yeri ovmak gerekmez. Dar ise yerinden oynatıp kapsadığı kısmı ovmak farzdır.[582]

Rivayetler ve tahliller:

496 no'lu tbn ;Abbas  tr.a.)  hadîsini    el-Hâkim de nakletmiştir.

avüeri arasında jSalih Mevle't-Teveme bulunuyor ki bu zat zayıf-r. Ne var ki, Buharı bu rivayeti hasen saymıştır.

497 no'lu Müstevrid hadisini ise Beyhakf Ebulbeşer ed-Devlâbî fe Darekutnî, Mâlik'in garaibi arasında saymışlardır. İbn Katan iunun sahih olduğunu söylemiştir.

Bu konuda Abdullah b. Zeyd'den yapılan rivayette ise şöyle lemistir : Resûlüllah (a.s.) Efendimiz abdest alırken, «işte böyle ıvulur» buyurarak  (abdest azasını ovuyordu).

Ahmed b. Hanbel'in kendi Müsned'inde naklettiği bu hadîs, Abdullah b. Zeyd b, Âsım'm (r.a.)  meşhur hadîslerinden biridir.

Rivayet edilen diğer hadîsler üzerinde yapılan inceleme ve araştırmada çoğunun zayıf olduğu tesbit edilmiştir. Ne var ki, başka sahih hadîslerden Lakıyt rivayeti olmak üzere hepsi biraraya gelince kuvvet kazanmakta ve reddi mümkün olmayan bir derece­ce varmaktadır. [583]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Abdest alındığı  zaman parmaktaki dar yüzüğü oynatmak sünnettir. Geniş yüzüğü oynatmakta yarar vardır.

2- Gümüş yüzük takmakta bir sakınca yoktur. Erkekler için altın yüzük haramdır.

3- El ve ayak parmaklarım hılâllamak sünnettir.[584]

 

Başın Tamamını veya Bir Kısmını Meshetmek

 

Abdestte üç azanın yıkanması emredilirken başın meshedilme-si emredilmiştir. Bu, sıcak ve soğuk mevsimlerle ilgili ve koruyucu hekimliğe yönelik bir emirdir. Başın her abdest alırken diğer or­ganlar gibi yıkanması emredilseydi, özellikle soğuk mevsimlerde, rakımı çok yüksek yerlerde hayli zorluk, sıkıntı ve rahatsızlığa se-

bep olabilirdi. însan sağlığına çok önem veren dinimiz böylece ba­şın meshedilmesiyle yetinmemizi, hatta bunun bir abdestte tekrar edilmemesini buyurmuştur.

Yukarıda bazı konuları işlerken bu arada başın meshedilme-sine de dokunulmuş, bazı açıklamalar yapılmıştı. Ne var ki, konu üzerinde hayli inceleme, araştırma, istidlal ve görüşler bulunmak­tadır. O bakımdan onu müstakil bir başlık altında izah etmemize lüzum vardır.

ilgili hadîsler ve rivayetler:

Abdullah b. Zeyd'den  (r.a.)   yapılan rivayette, şöyle demiştir :

«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz başını eliyle mesnetti, önce öne doğru, sonra arkaya doğru götürdü; başının Ön cephesinden başla­dı, sonra iki elini kafasına (başının arka kısmına) doğru götürdü, sonra da ilk başladığı yere doğru çevirip getirdi.[585]

Rübeyyi, bint Muâvviz'den (r.a.) yapılan rivayette şöyle deni­liyor :

«Resûlüllah (a.s.) onun yanında abdest alıp başını meshetmiş : Başının tamamını saçların üstünden her tarafını sonuna kadar meshedip bu arada (üstüste taranmış bulunan) saçların duruşunu oynatmamıştır.»[586]

Enes (r.a.) 'den yapılan rivayette şöyle demiştir :

«Resûlüllah (a.s.î Efendimiz'i abdest alırken gördüm, üzerinde Kıtriyye sarığı bulunuyordu. Elini sarığın altına sokup başının ön kısmını mesnetti, sarığı çözüp açmadı.»[587]

Hadîslerin ışığında irıüctehid imamların istidlal, ihticac ve görüşleri:

a) Hanefîlere göre :

Başı bir defa meshetmek farzdır. Kur'ân'da bu hususta ilâhî nir ve beyân vardır. Mutlak emir ise tekrarı gerektirmez. Meshte Irz olan. miktar üzerinde farklı görüşler ortaya konmuştur: el-Asü'-a, bunun elin üç parmağının kapsayacağı miktar olarak belirtilmiş-r. el-Hasen'in Ebû Hanîfe'den yaptığı rivayete göre, İmam bunu aşın dörtte biri olarak takdir etmiştir. Züfer'in de kavli bu doğ-altudadır. Kerhî ile Tahavî, Hanefî imamlarından naklen nasiye uktan olduğunu söylemişlerdir.

îmam Mâlik başın tamamı, hiç değilse çoğu meshedilmediği ikdirde farz yerine gelmez ve yapılan mesh caiz olmaz, demiştir. nrıam Şafiî ise, mesh denilecek kadar el dokundurulursa, farz -ye­me gelmiş olur; isterse baştaki saçtan üç kıla dokunulmuş olsun, :tihadındadır.[588]

Başın tamamını kaplarcasma meshetmek sünnettir. Nitekim Abdullah b. Zeyd (r.a.), Resûlüllah (a.s.) Efendimizin başının ta-aammı meshettiğini, iki elini ıslatıp başının üzerinde götürüp ge-irdiğini rivayet etmiştir.

Başın meshinde ön kısımdan başlamak da sünnettir    Nitekim Resûlüllah    (a.s.)    Efendimiz'in   de   öyle yaptığı   tesbit edilmiştir.-^ünkü abdest azasını yıkamada ve gusülde hep sağdan ve azanın şaşından başlamak sünnettir; o halde meşinde de başın ön kısmın-lan başlamak aynı hükme dahildir.[589]

Aynı zamanda başın bir defa meshedilmesi, tekrar edilmeme-îi sünnettir. Üç defa meshedilmesi mekruhtur.[590]

b) Şafiî'lere göre;

Başın tamamını meshetmek sünnettir. Bu hususta Buharı ve Müslim'in rivayet ettikleri Sünnet-i îttiba' söz konusudur. İki eli başın ön kısmı üzerine koyup arka kısmına doğru götürerek tek­rar başladığı yere döndürmekle bu sünnet gerçekleşir.

Sarığı çıkarmakta zorluk varsa, eli sarığın altına sokup nasi-

yeyi (başın ön cephesi) meshettikten sonra sarığın üzerine sürmek­le sünnet yerine getirilebilir.

Afdal olanı ise, başın meshinde nasiyeden daha az bir kısımla yetinmemektir. Böylece hilaftan çıkılmış  olur.[591]

c) Hanbelîlere göre -.

Abdestte başın meshedilmesi hususunda hiçbir hilaf söz konu­su değildir, yani buna muhalefet eden olmamıştır. Çünkü Cenâb-ı Hak «Başınızı mesnedin!» buyurarak kesin beyânda bulunmuştur. Ancak ne miktar meshedileceği hakkında farklı görüş ve içtihatlar vardır. İmam Ahmed'den yapılan bir rivayete göre, herkes hakkın­da başın tamamını meshetmek vâcibdir. Bu aynı zamanda el-Hara-kî'nin de sözünün zahiridir. îmam Mâlik'in de mezhebidir. İmam Ahmed'den yapılan bir diğer rivayette ise, başın bir kısmını mes­hetmek yeterlidir, şeklinde tesbit edilmiştir. Yine İmam Ahmed'in bu husustaki içtihadı şöyledir: Erkeklerin başlarının tamamını, kadınların ise ön kısmını meshetmeleri vâcibdir.[592]

d) Mâlikîlere göre;

Başın tamamını meshetmek abdestin dördüncü farzıdır. Sınırı ise, ön cepheden mutad saç bitiminden başlar ensedeki saç bitimine kadar sürer. Göz ile kulak arasında zülüf ve zülüfle kulak arasın­daki beyazlık, aynı zamanda üs kesimden kulak ile baş arasındaki beyazlık bu sınıra dahildir. Uzun saç, az olsun çok olsun meshedi-lir, bu vâcibdir.[593]

e)  el-Müzenî ve İbn    Aliyye    de tamamının meshedilmesinin vâcib olduğunu söyleyenler arasında bulunuyor.

f) Sevrî ve Evzaî'ye göre, başın bir kısmını meshetmek kâfi gelir. Özellikle ön cepheyi meshetmekle farz yerine gelmiş olur. Leys de aynı görüştedir.[594]

Vâcibdir diyenler, hem âyetin açık delâletine, hem de fiil-î Re-sûlüllah'a dayanmışlardır. Çünkü «Başınızı mesnediniz!»' cümlesin-da geçen «baş» tabiri, hakikî mânada başın tamamı hakkında ko­nulmuştur. Bir kısmını kasdetmek mecaz anlamdadır.

Sünnettir diyenler, «bi-rüûsiküm»deki (b) harfini tab'iz mâna­na alıp bununla başın bir kısmını meshetmekle farzın yerine gele­cine kail olmuşlardır. İmam Sibveyh'i ise, (b) harfinin burada Zb'iz mânasına geldiğini red ve inkâr etmiştir.

Bununla beraber âyetin delâletinde bir mücmellik söz konusu 5e, Resûlüllah'm fiili bunu beyân etmektedir. «Vacib olan mücme-t beyân da vâcibdir» kaidesi hatıra gelir. Ancak âyetin mücmel ol-luğu kabul edilmemiş, birçoğu tarafından reddedilmiştir. Çünkü :ümle olarak başın tamamına da, bir kısmına da delâlet etmekte-lir. Bu durumda vâcib olan, mutlak meshtir, bu başın tamamı da >labilir, bir kısmı da olabilir. Hangisi yerine getirilirse, emre uyul-nuş sayılır.

Nitekim Ebû Davud'un Enes (r.a.) 'den yaptığı rivayette, adı pçen şöyle demiştir: «Peygamber (a.s.) Efendimiz elini sarığının altına sokup başının ön kısmını meshetti, sangını çözmedi...»[595]

Müslim, Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin naklettikleri Muğîre hadîsin­de ise şöyle denilmektedir: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz abdest al­dı, nasiyesi üzerine ve sarığı üzerine meshetti.[596]

Sahih kabul edilen bu iki rivayet, başın tamamının meshedile-bileceği gibi, bir kısmının da meshedilmesinde bir sakınca olmadı­ğını göstermektedir. Nitekim 504 no'lu hadîs, başın tamamının-meshedilme sinin cevazına delâlet etmektedir.

Başın meshinde tekrar olmadığını söyleyenler ekseriyettedir. Sadece İmam Şafiî ve bazı arkadaşları diğer abdest azasında ol­duğu gibi, üç defa tekrarlanır, demiştir. Tekrarı mekruhtur diyen­ler bu hususta birçok deliller serdederek Ebû Habbe'nüı rivâyetiyle ihticac etmişlerdir. Adı geçen şöyle demiştir: «Hz. Ali'yi *r.a.) ab­dest alırken gördüm, iki elini iyice temizleyinceye kadar yıkadı, sonra ağzına üç defa su alıp çalkadı, üç defa burnuna su çekip süm-kürdü. Yüzünü üç defa yıkadı, kollarını da üç defa yıkadı. Başını bir defa meshetti. Sonra da ayaklarını topuklarına kadar yıkadık­tan sonra şöyle dedi: Resûlüllah (a,s.) Efendimiz'in abdestinin na­sıl olduğunu"size göstermek istedim...»[597]

Ayrıca Taberâni el-Evsat'da Enes'den, Peygamber (a.s.) Efen­dimiz «başım bir defa meshetti» mealindeki rivayeti nakletmiştir. Hafız îbn Hacer, bu Hadisin isnadının sahih olduğunu belirterek istidlale  elverişli bulunduğunu söylemiştir.

Diğer yandan Ebû Dâvud, îbn Ebî Leylâ tankıyla şu rivayeti yapmıştır: «Ali'yi (r.a.) abdest alırken gördüm... Başım bir defa meshettikten sonra ^öyle dedi: İşte Resûlüllah (a.s.) Efendimiz böyle abdest almıştır...»

Nesâî ise Hüseyin b. Ali'den Cr.a.) rivayetle Hz. Ali'nin abdest alırken başını bir defa meshettiğini nakletmiştir.

İmam Şafiî ise, bu hususta diğer bir rivayetle istidlal etmiştir. O da, Hz. Osman ile Hz. Ali'nin (r.a.) abdest alırken başlarım üçer defa meshettiği şeklindedir. Bu rivayetin üzerinde hayli durulmuş ve sıhhatli olup olmadığı söz götürür, denilmiştir. Ancak Ebû Dâ­vud, Bezzar ve Darekutnî'nin yaptıkları rivayette, Hz, Osman'ın (r.a.) abdest alırken «başım üç defa meshetti» denilmektedir ki, bu rivayetin sahîh olduğu kabul edilmiştir. İsnadında Abdurrahman b. Verdan bulunuyorsa da, Ebû Hatim onun rivayetinde beis yoktur. İbn Mâin ise, onun rivayet ve isnadı sahihtir, demiştir. Îbn Hibban onu sıkat (güvenilir râviler) arasında zikretmiştir. Darekutnî onun kavi olmadığını söylemiştir.[598]

Aynı rivayetin Ebû Alkame'den nakledildiği de söz konusudur ki, Abdulkerim tarikiyle Hamran'dan rivayet edilmiş ve isnadının zayıf olduğu belirlenmiştir. [599]

 

Çıkarılan   Hükümler:

 

1- Başı mutlak anlamda meshetmek farzdır..

2- Başın tamamını meshetmek sünnettir.

3- Meshi tekrarlamak mekruhtur. Abdest azası üçer defa yı­kanırsa da mesh ancak bir defa yapılır.    (İmanı Şafiî'ye göre, tek­rarlanması müstehabdır.)

4- Meshden maksad,    kullanılmadık suya batırılan ıslak elle başa dokunmaktır.

5- İmam Ebû Hanîfe'ye göre, başın dörtte birini meshetmekle farz yerine gelmiş olur.    İmam Şafiî'ye göre,   bir parmakla olsun meshetmekle farz gerçekleşmiş olur. İmam Mâlik'e göre ve bir ri­vayette İmam Ahmed'e göre, başın tamamını meshetmek farzdır. [600]

 

Kulakları Meshetmek

 

Kulak işitme organımızdır. Hilkati itibariyle kepçe ve kıvrımlı kulak hava dalgasıyla gelip çarpan sesleri toplayıp kulak deli­ne iletir ve içindeki zara ulaşmasını sağlar. O bakımdan kulak ivayla birlikte gelen ince tozlan ve bazı mikropları da deliğinde kıvrımlarında muhafaza eder. İslâm, temizliğe ve insan sağhğı-

dolayısiyle koruyucu hekimliğe çok önem verdiğinden hemen br gün beş vakit namaz için abdest aldığımızda ve gerektiğinde [isletmemizde mutlaka kulakların temizlenmesini emretmiştir. Is-Ik parmaklarla iyice kulağın içini ve dışını ovup meshetmemiz, te-[izlenmesini sağlamaya yarar. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz her ab-sst aldıkça mutlaka kulaklarını belirttiğimiz şekilde ovup meshet-liştir.

Konuyla ilgili hadisler:

İbn Abbas (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:

Resûlüllah (a.s.) Efendimiz başım ve kulağının hem içini, hem Lşmı mesnetti.»[601]

Resûlüllah fa.s.) Efendimiz başını ve kulaklarının içini şehadet jarmağıyla, dışını baş parmağıyla mesnetti.»[602]

îbn Abbas (r.a.)'dan yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendi-iiz şöyle buyurmuştur: «İki kulak baştandır (başa dahildir).»[603]

Hadîslerin açık delâletinden  şu hükümler anlaşılmaktadır:

l- Abdestte iki kulağı meshetnıek sünnettir.

2- Kulaklarımeshetnıek için başın  meshinden sonra ellerde çalan ıslaklık kâfi gelir, çünkü kulaklar baştan bir bölümdür.

3- Kulakları teya müstehabdır.

kullanılmadık     bir su ile meshetmek sünnettir

4- Kulaklarıi}i hem içi, hem dışı meshedilir.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla­rının istidlal,  ihticac ve  görüşleri:

a) Hanefnere göre:

Başın meshinden arta kalan ıslaklıkla kulakların hem içini, hem dışını meshedip ovmak sünnettir. Delilleri ise, Hz. Ali (r.a.)'-den yapılan şu rivayettir : «Şüphesiz ki Resûlüllah (a.s.) Efendimiz kulaklarım, başını meshettiği su ile meshetti...»[604]

b) Safilere göre :

Abdestin sünnetlerinden biri de, başın tamamını meshetmek-tir.

Başın meshinden sonra kullanılmadık bir su ile kulakların içi­ni ve dışını belirlendiği şekilde meshetmek sünnettir. Sarığı çıkar­mak güç olduğu takdirde, elini sarığın altına sokup başının ön kıs­mını meshettikten sonra ıslak elini sarığının üzerine dokundurup meshederek başın tamamının meshini sağlar[605]

Baştan arta kalan ıslaklıkla kulaklarını meshetmez. Çünkü bu hususta Seyhakî ve Hâkim'in rivayet ettikleri sahih hadiste, ku­lakların kullanılmadık su ile meshedilmesi belirtilmiştir. Ona uy­mak sünnettir.[606]

îmam Şafiî, mevcut rivayetlerle istidlalde bulunarak kulakla­rın müstakil organlar olduğunu, baştan bir kısım olmadığını söy­lemiştir. Başın bir kısmını meshetmek, başın tamamını meshetmek anlammadır. Oysa sadece kulakları meshetmek başın meshi yeri­ne geçmemektedir.[607]

c) Hanbelîlere göre :

İki kulak baştan bir kısımdır, onun hükmüne dahildir. Mezhe­bin kıyası, başın meshiyle birlikte iki kulağı meshetmek vâcibdir. Hanbelî imamlarından el-Hılâl diyor ki : «Mezheb imamlarının he­men hepsi Ebu Abdillah (îmam AhmedVden naklederek şunu söy­lemişlerdir : Kulaklarının meshedilmeşini kasden veya unutarak terkeden kimseye sadece başını meshetmek kâfi gelir. Çünkü ku­lak başa tabi'dir.»

Ancak evlâ olanı, kulakları başı meshederken meshetmektir. inkü Resûlüllah (a.s.) Efendimiz kulaklarım başını mesheder-^n meshetmiştir. Nitekim er-Rebî' Cr.a.), Peygamber'in (a.s.) ba-hı önden arkaya, arkadan öne götürüp getirmek suretiyle başını [esnettiğini, zülüf ve kulaklarını da başıyla birlikte bir defa mes-bttiğini gördüğünü nakletmiştir. îbn Abbas.dan da bu mealde bir vâyet yapılmıştır ki, Tirmizî ikisini de sahih kabul etmiştir.[608]

d) Malikilere göre :

Kulakların dışını ve içini kullanılmadık taze su ile meshetmek linnettir. Başın meshinden arta kalan ıslaklıkla kulakları meshet-iek yeterli değildir. Ayrıca kulakları meshederken içini dışını kap­ar şekilde meshetmek sünnette daha uygundur.[609]

Konuyla ilgili diğer rivayetler ve tahliller .

Abdullah b. Zeyd'den (r.a.) yapılan rivayette, adı geçen demiş-ir ki : «Resûlüllah'ı (a.s.) abdest alırken gördüm, kulaklarını, ba-mi meshetmek için aldığı sudan başkasıyla su ahp mesnetti (ku-aklan için yeni bir su kullandı.)*

Hâkim bu hadîsi rivayet ettikten sonra, «Müslim'in şartı üzerne sahihtir» diyerek hadîsin sıhhatim belirtmiştir. Beyhakî de aynı netni rivayetle isnadı sahihtir, demiştir.

Ayrıca Abdullah kendi Ahkâm'mda diyor ki : «Kulaklar için myu tazeleme hakkında Nemran b. Cariye hadîsiyle emir varid Dİmuştur. Oysa bunun isnadı zayıftır. Nitekim îbn Kattan el-Vehm ve'1-İhâm adlı eserinde diyor ki : «Bu hadîsin ne aslı vardır, ne de senedi...»

Kuvvetli bir ihtimalle Abdülhak, Nemran b. Cariye ile Cariye b. Züfer'i birbirine karıştırmışa benziyor. Cariye b. Züfer'den ya­pılan rivayette, «Baş için yeni bir su alıp kullanın!» denilmektedir ki, bunun sahih olmadığı, aslını bile tesbitin zor olduğu bilinmekte­dir. Nemran b. Çariye'nin hadîsini ise Taberânî kendi Mu'cem'in-de nakletmiştir.

İmam Mâlik ise el-Muvatta'da Yahya b. Bekir'den yaptığı riva­yette îbn Ömer'in (r.a.) abdest aldığı zaman kulakları için par­maklarıyla yeni su alıp meshettiği belirtilmektedir.  Malık tarikıy-

le de aynı hadîsi Beyhakî şu lafızla rivayet ediyor : «İbn Ömer, par­maklarını, yeniden suya döndürür ve onlarla kulaklarını mesheder-di.»[610]

 

Çıkarılan   Hükümler:

 

1- Kulakları  mesthetmek sünnettir.   Parmakların ıslaklığıyla hem içi, hem dışı ovularak meshedilir.

2- Kulakları yeni bir su ile meshetmek sünnettir. Bazı imam­lara göre, baştan arta kalan ıslaklıkla meshedilir, [611]

 

Abdest Alırken Boynu Meshetmek

 

Abdest azasının bir kısmının yıkanması, bir kısmının meshe-dilmesi, sağlık yönünden aydınlatıcı bilgiler vermekte, sinir siste­mini düzeltmeye yönelik, vücuda zindelik kazandırmaya mütevec­cih hikmetler taşımaktadır.

Boyun/beyne giden sinirerin toplanıp geçtiği önemli bir organ­dır. Abdest alırken ıslak ellerle onu meshetmenin birçok faydaları söz konusudur. Konumuz sağlıkla ilgili olmadığından bunu erba­bına bırakıp ilgili hadisleri naklediyorum :

Leys'den, o da Taîha b. Musarnf'dan, o da dedesinden rivayet­le, dedesinin şöyle dediğini nakletmiştir: «Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'in başını gerisine varıncaya kadar ve ondan Öte boynun mu­kaddemine kadar meshettiğini görmüştür.»

Ebû Nuaym'm Tarih-i Esbahan'da tahrîc ettiğine göre, İbn Ömer (r.a.) şu hadîsi rivayet etmiştir: «Kim abdest alır da boynu­nu meshederse, Kıyamet günü zincirlerle zincirlenmez.»

Hafız îbn Hacer diyor ki: Bir cüzde okuduğuma göre, Ebû Hüyn b. Fâris, Füleyh b. Süleyman'dan rivayetle Nâfı'dan, o da îbn mer'den (r.a.) rivayet ederek Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöy-\ buyurduğunu söylemiştir: «Kim abdest alır da elleriyle boynunu leshederse, Kıyamet   günündeki zincirden  korunmuş olur.»  İnşâ-

İlah bu hadîs sahihtir.

Hadislerin açık delâletinden şu hüküm anlaşılmaktadır :

1- Abdestte başı meshedip kulakları ovduktan sonra ıslak ılın serçe parmağından yana     gerisiyle boynu meshetmek müste-

Labdır.

Hadîslerin ışığında mezhep imamlarının görüşleri:

a) Hanefilere göre :

İslâmî ilimlerde söz sahibi olan meşayih bu konuda ihtilâf et-niştir : Ebubekir el-A'meş «Boynu meshetmek sünnettir» derken, Ebubekir el-İskâf «O, abdestin adabmdandır» demiştir.[612]

b) Hanbelüere göre :    Abdestte boynu meshetmek müstehab mıdır? Bu hususta iki ayrı rivayet vardır : Birincisi, müstehab ol­duğuna dairdir.  Delilleri ise  Leys'den o da Talha b.  Musarnf tan yapılan şu rivayettir : «Resûlüllah  Ca.s.) Efendimiz başını gerisine varıncaya kadar ve ondan öte boynun   mukaddemine kadar mes-hetmiştir. «Bunu Ahmed b. Hanbel kendi Müsned'inde Leys b. Ebî Selîm'den rivayet etmiştir ki,    bu hadîs üzerinde söz söylenmiştir. Diğer bir rivayette ise Resûlüllah  (a.s.)   «Boyunlarınızı,   (Ahirette-ki)  zincir endişesiyle mesnediniz!»[613] buyurmuştur.

İkinci rivayet, müstehab olmadığı hakkındadır. Çünkü Cenâ,-b-ı Hakk, abdestin farzlarını beyân ederken boynu meshetmeyi an­mamıştır. Aynı zamanda Resûlüllah Ca.s.) Efendimiz'in abdest al­ma keyfiyetini nakleden Hz. Osman, Hz. Ali, Abdullah b. Zeyd ve İbn Abbas (Allah hepsinden razı olsun), boynunu meshettiğinden söz etmemişlerdir ve bu konuda (sahih) bir hadîs de sabit olma­mıştır.[614]

c) Şâfülere göre:

İmam Şafii, el-Ümm adlı kitabında baş ve kulakların meshin-den geniş  çapta  bahsetmişse de    boynu meshetmeyi  anmamıştır.

Bundan da anlaşılıyor ki, ilgili hadîslerin sıhhatmda şüphe ettiğin­den istidlale uygun görmemiştir.

d) Mâlikîlere göre:

İmam Mâlik, el-Muvatta'da baş ve kulakları meshetmekle ilgi­li sahîh hadîsleri nakletmişse de boynu meshetmekle ilgili hiçbir rivayete yer vermemiştir.

İlgili diğer rivayetler ve tahliller :

Leys'den, onun da Talha b. Musarrıf'taıı rivayet ettiği hadîsin isnad silsilesinde Leys b. Ebi Selim bulunuyordur ki, bu zât zayıf kabul edilmiştir.

Nitekim İmam Nevevî TEHZÎBÜ'L-ESMÂ'da diyor ki: 4lim adamları bu zatm zaif olduğunda ittifak etmişlerdir.[615]

Aynı hadisi tahric eden Ebû Dâvud, onun için başka bir illet zikrederek Ahmed b. Hanbel'den şunu naklediyor: «îbn Uyeyne râviyi inkâr ederek kim bu Talha b. Musarnf?» demiştir.

Râvî Talha'mn dedesinin Resûlüllah'm (a.s.) sohbetinde bulun-duğuda çok şüphelidir. Çoğuna göre, o sohbede nail olamamıştır.

İbn Salah da boyunla ilgili rivayetin Peygamber (a.s.) Efendi-miz'den ma'ruf olmadığını, seleften bazı kişilere ait bulunduğunu söylemiştir. İmam Nevevi Şerh-i Muhezzeb'de bu hadîsin mevzu' olduğunu belirtmiştir. O bakımdan Nevevi'ye göre, abdestte boynu meshetmek sünnet değil, bid'attır.

Hafız İbn Hacer'e göre hadîs mevkufsa da refi' hükmündedir ve bu ölçüye göre murseldir.[616] Az yukarıda da naklettiğimiz gibi, Hafız îbn Hacer, Nafi' tarikiyle îbn Ömer'den rivayet edilen hadîs için «inşâallah bu sahihtir»  demiştir.

et-Tecrîd'de ise Hz. Ali'den (r.a.) Muhammed b. Hanîfe tan­kıyla şöyle rivayet edilmiştir : «Hz. Ali (r.a.) başını meshettiğinde boynunu da mesnetti ve Muhammed b. Hanîfe'ye şöyle dedi: Be­nim şu yaptığım gibi yap!»

Boynu meshetme hakkında bu birkaç rivayeti biraraya geti-irsek az-çok bir kuvvet kazanır. O bakımdan imam Nevevî'nin iid'a demesi biraz ölçüsüz kalır. Aynı zamanda İmam Şafiî ve ba­sı değerli ilim adamları boynu meshetmenin bid'at olduğunu söyle-nemişlerdir. Ancak Hidaye gibi ciddi fıkıh kitabında sözü edilen Ladîsler nakledilmediği için Zeylâî herhangi bir tahlilde bulunmaniştir. [617]

 

Çıkarılan   Hükümler:

 

1- Başıve kulakları meshettikten  sonra eldeki ıslaklıkla boy­lu meshetmek müstehabdır.

2- Terkinde kerahet yoktur. [618]

 

Sarık Üzerine Meshetmenin Cevazı

 

îslâm hemen her konuda kolaylığı emreder. İbâdetten maksat sıkıntıya düşmek, meşakkat çekmek ve hayatı bir tarafa itmek de­ğildir. O bütünüyle ruhî tehzibe, bedeni sağlığa, kalbi takviyeye, imânı artırmaya, ahlâkı korumaya, adaleti ve kardeşliği sağlama­ya; aile ve toplumu huzurlu, güvenli bir düzeyde tutmaya yönelik­tir.

Abdest alırken başa giyilen sarık ve benzeri şeyleri hemen çı­karmak bir meşakkat arzediyorsa, ıslak eli sarığın veya benzeri şeyin altına sokup başın ön kısmını meshetmek kâfidir, bu arada sünneti tamamen icra etmek istiyorsa, aynı ıslak elini sarığının üzerine dokundurup meshedebilir. Bu bir kolaylıktır.

İlgili hadîsler:

Arnr b. Ümeyye ad-Damirî (r.a.)'den yapıan rivayette demiş­tir ki:

«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz sanği/ve ayağına giydiği mestler üzerine meshederdi.»[619]

Ahmed b. Hanbel'in kendi Müsned'inde yaptığı rivayette, Hz. Bilâl (r.a.), Peygamber Ca.s.)'ın şöyle buyurduğunu haber vermiş­tir : «(Ayaklarınıza giydiğiniz) mestler ve (başınıza örttüğünüz) örtü üzerine mesnediniz!»[620]

Yine Bilâl'dan (r.a.) yapılan bir diğer rivayette : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz mestler ve başörtüsü üzerine meshetmiştir.»[621]

Muğîre b. Şu'be'den (r.a.) yapılan rivayette, demiştir ki:

«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz mestleri ve başörtüsü üzerine mesnetti.»[622]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Abdest alırken başta sarık, örtü ve benzeri bir şey bulu­nursa, çözmeden üzerine meshetmek caizdir.

2- Bu hem erkekler, nem kadınlar için meşru' bir kolaylıktır.

3- Sarığa, örtüye yapılan mesh, başa yapılacak meshin yeri­ne geçer..

4- Ayaktaki mest ve benzeri ayakkabı üzerine meshetmek ca­izdir.

5- Şartlarına uygun giyilen mest ve benzeri ayakkabı üzerine meshetmek, çıplak ayağı yıkamak yerine geçer. Bu da hem erkek­ler, hem kadınlar için meşru' bir sünnettir.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla­rının istidlal, ihticac ve görüşleri •.

a) Hanefüere göre:

Baştaki sarık, külah ve benzeri giysi üzerine meshetmek câizl değildir. Çünkü bu gibi eşya suyun saça dokunmasına engeldir,] bnuıı gibi, kadınların da başlarındaki örtü üzerine meshetmelerî bâiz değildir. Nitekim yapılan rivayete göre, Hz. Aişe (r.a.) abdest alırken elini ıslatıp örtüsünün altına sokarak başını mesnetti ve ^öyle dedi: «Resûlüllah (a.sJ Efendimiz böyle yapmamı bana em­retti.

Ancak baş örtüsü ince olur da   suyun veya ıslaklığın saça geç­mesine engel olmazsa, o takdirde üzerine mesh caiz olur...[623]

b) Şâfiilere göre :

Abdestte başın bir kısmını meshetmek farzdır. Saç varsa saçın, yoksa derinin ıslanması gereklidir. Başın tamamını meshetmek sün­nettir. Bununla beraber baştaki sarık ve benzeri şeyi çıkarmakta zorluk varsa, ıslak elini sarığın altına sokup başın bir kısmını mes-hettikten sonra sünneti yerine getirmek için ıslak elle sarık veya örtü üzerine meshederek başın tamamını meshetmiş sayılır. Sadece ;sarık veya örtü üzerine meshetmek caiz değildir.[624] ,

Ancak İmam Şafiî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Eğer sa-irık üzerine meshetme hakkında Resûlüllah'dan (a.s.) sahih bir ri-jvâyet varsa, ben onunla hükmedip amelde bulunurum.»[625]

c) Hanbelîlere göre:

Hanbeli mezhebinde en mutemed eserlerden el-Muğnî, eş-Şer-hü'1-Kebîr ve Mu'cemül-Fıkhil-Hanbelî adlı kitaplarda başın mes-hine geniş yer verildiği halde sarık veya başörtüsü üzerine meshet­me konusu işlenmemiş, sadece eş-Şerhü'-Kebîr'de (1/138) Muğîre b. Şube'den rivayet edilen hadîsle, Hz. Aişe (r.a.) validemizin elini ıs­latıp örtüsünün altına sokarak başım meshettiği hakkındaki riva­yet nakledilmiş, herhangi bir yorum yapılmamıştır.

Şevkânî'nin tesbitine göre,    Ahmed b. Hanbel'e, İshak ve Ebû i Sevr'e, Dâvud b. Ali'ye göre, sarık ve örtü üzerine meshetmenin ca­iz olduğu anlaşılıyor. Aynı zaman   bunun ashab-ı Kirâm'dan Ebû-bekir, Ömer ve Enes'in (Allah hepsinden razı olsun) görüşüdür. İbn

Reslân aynı hususu Ebû Ümâme'den, Sa'd b. Mâlik'den ve Ebû Der-dâ, Ömer b. Abdülaziz, el-Hasen, İCatade ve Mekhul'den rivayet et­miştir. Hanbelî imamlarından el-Hüâl ise, Hz. Ömer'den (r.a.) şu rivayeti nakletmiştir: «Sarılı üzerine mesh kimi tahir yapmıyorsa, artık Allah onu tahir yapmasın!» Aynı husus el-Feth'de Taberi-den, İbn Huzayme ve İbn Münzir'den rivayet edilmiştir.[626]

Ancak sarık ya da başörtüsü üzerine meshetmenin taharet üze­re olup olmaması hakkında    görüş    ayrılığı söz konusu olmuştur; Ebû Sevr'e göre, mestlere kıyasla ancak abdest aldıktan sonra sarık başa konulmuşsa, o takdirde o abdest bozulduğu takdirde ikinci ab­dest için sarığı çıkarmaya veya çözmeye gerek yoktur, üzerine mes-hedilir. Diğerleri ise böyle bir şart ileri sürmemişlerdir. Sarık üze­rine mestıin  süresi hakkında da     sözünü ettiğimiz ilim adamları farklı görüşler  ortaya koymuşlardır: Yine Ebû Sevr'e göre,  mest süresi sarık üzerine mesh için de bir ölçüdür, ona kıyasla süre be­lirlenir.  Aynı husus Hz. Ömer'den de rivayet edilmiştir. Diğerleri ise böyle bir sürenin gerekli olmadığını belirtmişlerdir.

Sarık üzerine mesh müddetiyle ilgili Taberânî'nin rivayet etti­ği şu hadis : «Şüphesiz ki Resûlüllah (a.s.) Efendimiz mestleri ve sarığı üzerine seferde üç günde bir, hazarde bîr gün bir gecede bir

meshederdi.»

Yapılan inceleme, ve araştırmada bu hadîsin râvileri arasında Mervan Ebu-Seleme bulunuyordur ki, İbn Ebi Hâtim'e göre, kaviy değildir. Buharî ise, onun «münkerü'l-hadis» olduğunu söylemiştir. el-Ezdî, onun kayde değer bir râvi olmadığını belirtmiştir. Sözü edilen hadîs Ahmed b. Hanbel'den sorulduğunda şu cevabı vermiş­tir ; «Sahih değildir.»

İbn Hazm ise, Resûlüllah'ın   (a.s.)  mest ve sarık üzerine mes-hettiğini, ancak bunlar için bir müddet belirlemediğini yazar.

Cumhura göre, sarık veya başörtüsü üzerinde meshetmekle yetinmek caiz değildir. Ama başın ön kısmından bir miktar mes-hedildiği takdirde, ıslak elle sarık veya başörtüsü üzerine meshe-dilebiür. îmanı Tirmizî de diyor ki •. «Resûlüllah'm ashabından bir­çoğu, başla birlikte ancak sarık üzerine meshetmenin caiz oduğu-nu söylemişlerdir. Nitekim Süfyan Sevrî'nin de içtihadı bu doğrul-

d) İmam Mâlik'e göre, başla birlikte sarık veya başörtüsü rine meshetmekj caizdir.    Nitekim İmam Ebû Hanîfe ile îmam

ifiî de aynı anlanlda ictihad ve istidlalde bulunmuşlardır. Zira bu imama göre, Allah Kur'ân'da başı nıeshetmeyi emretmiştir. Sa-

ve örtü baş yerine kaim olmaz.   Ancak mücaveret   alakasıyla

cazî anlamda baş denilebilir.

Bu konuda diğer hadîsler ve rivayetler:

Selman (r.a.)'den yapılan rivayette, adı geçen, bir adamın ab-istinin bozulduğunu, onun için abdest almaya hazırlandığım ve ı yüzden ayağındaki mestleri çıkarmaya eğildiğini görüyor, ona Sm mestleri, hem sarığı üzerine meshetmesini emrediyor ve son-L da şöyle diyor: «Resûlüllah'ı (a.s.) hem mestleri, hem sarığı çerine meshederken  gördüm...»[627]

Sevbân (r.a.) 'den yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah ı.s.) Efendimizi abdest alırken mestleri ve başındaki örtü üzerine Leshederken gördüm...»[628]

Yine Sevbân (r.a.) 'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Resû-illah (a.s.) Efendimiz bir bölük askerî bir tarafa göndermişti. On-Lr soğuğa tutulmuşlardı. Dönüp geldiklerinde durumu Hz. Pey-amber'e (a.s.) arzettiler. Bunun üzerine Efendimiz onlara, ayak-aplan ve sarıkları  üzerine meshetmelerini emretti...»[629]

538   no'lu Selmân hadîsini İmam Tirmizi el-Ilel'de zikretmiştir, snadında Ebû Şürayh vardır ki, bu zat zayıf kabul edilir. Tirmizi iyor ki, bu zat hakkında Muhammed b. İsmâü    (Buharı) den sor-uğumda, şu cevabı verdi.  «Bilmiyorum ve ismini tanımıyorum...» ayrıca sözü edilen hadîsin isnadında Ebû Müslim Mevlâ Zeyd b. avhan bulunuyorj ki, bu zat meçhuldür. Tirmizî, «Ben bu zatın ne amini bilirim, ne İde bundan başka bir hadîs rivayetini...»  demiştir.                         

539  no'lu  Sevbân hadisini aynı    zamanda Hâkim ve Taberânî ivâyet etmişlerdir. İkinci hadisi (540 no'lu) ise, isnadında Râşid b, Sa'd vardır ki, bu zatm Hz.  Sevban'a ulaştığı şüphelidir. Nitekim mam Ahmed el-Ilel'de, Sevban'm çok önce vefat ettiğini, Râşid'in >na ulaşmadığını belirtmiştir. [630]

 

Çıkarılan   Hükümler:

 

1- Sarık üzerine meshetmek caizdir. Bu, Evzâî,  Ahmed b. Hanbel, İshak, Ebû Sevr ve Davud b. Ali'nin görüş ve içtihadıdır.

2- Başın bir kısmını meshettikten sonra ıslak elle sünneti ta­mamlamak için sarık veya başörtüsü üzerine meshetmek caizdir. Bu aynı zamanda İmam Ebû Hanîfe, İmam Şafii ve İmam Mâlik'-in ictihad ve görüşüdür. Nitekim Buharı ve Müslim'in    ittifakla naklettikeri Muğîre b. Şu'be  (r.a.)  hadîsiyle istidlal etmişlerdir ki, meâlen şöyledir: «Peygamber (a.s.) nasiyesi (başının ön cephesi)ni meshettikten sonra sarığı ve mestleri üzerine de mesnetti.» [631]

 

Abdestte İki Ayağı Yıkamak Farz’dır

 

Ayaklar dış organlarımızın en önemlilerinden biridir. Vücudu­muzun bütün yükünü onlar taşır. Ayaklarımızı da en azından el­lerimiz kadar temiz tutmamız ve bakımına itina göstermemiz ge­rekir. Rahat yürüyebilmemiz, rahat uyuyabilmemiz ve sağlıklı iş görebilmemiz için ayakarımızm sağlıklı olmasını kim inkâr edebi­lir?

O bakımdan İslâm Dini, günde beş vakit namaz için abdest alındığında ayakları yıkamamızı emretmiş, ayrıca Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bu yıkamayı kendi sünnetiyle üçe çıkarmış ve parmak­lar arasını hıllâllamamızı tavsiye etmiştir. Ondört asır önce insan sağlığına ne kadar bilimsel ölçüde önem verildiğine başka delil aramaya gerek var mıdır? Daha yirminci asrın ancak son yarısın­da Batı ve Amerika ilim adamları sabah ve akşam ayakları yıka­manın gerek uyku, gerekse sağlık bakımından çok lüzumlu oldu­ğunu keşfedebildiler.

Abdestte ayakları topuklara kadar yıkamanın farz olduğu âyet, hadîs ve icma' ile sabit omuştur. Ancak İmamiyye mezhebine bağlı olanlar, âyette «Ve ercüliküm» sözünü mecrur okuyarak, «bi-rüûsiküm» üzerine atfederek ayakların meshedilmesine kail olmuşlardır. İleride bu husus açıklanacaktır.

İlgili hadisler :

Abdullah b. Ömer  (r.a.)'dan yapılan rivayette demiştir ki :

«Bir sefer Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bizden biraz geride kal­mıştı. Kendisine (dönüp) vardığımızda ikindi vaktini geciktirmiş bulunuyorduk (ikindi vakti iyice yaklaşmıştı.) Abdest almaya baş­ladık ve ayaklarımız üzerine meshediyorduk derken Resûlüllah (a.s.) yüksekçe bir sesle iki veya üç defa «Veyl (yazık) topuklara ateşten...» Diye seslendi.[632]

Ebu Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, diyor ki : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz topuğunu yıkamamış bir adam gördü, ona şöyle buyurdu : «Veyl  (yazık topuklara ateşten!.»[633]

Cabir b. Abdillah  (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki:

Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, abdest alıp topuklarına su dokun­durmayan bir topluluk gördü ve onlara şöyle seslendi: «Veyl (ya­zık) topuklara ateşten!»[634]

Abdullah b. Haris (r.a.)'dan yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s) Efendimizin şöyle dediğini işittim, demiştir : «Veyl (yazık) topuk­lara ve ayak tabanlarına ateşten!» [635]

Cerîr b. Hâzim'den, o da Katade'den o da Enes b. Mâlik'den rivayetle, Hz. Enes  (r.a.) demiştir ki: Bir adam, Peygamber (a.s.)

Efendimiz'e geldi, abdest almıştı da ayağının üstünde bir tırnak kadar kuru yer bırakmıştı. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efen­dimiz ona şöyle buyurdu: «Dön de abdestini güzelce al!» [636]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Abdestte ayakları yıkamak farzdır.

2- Ayaklan belirlenen  yere  kadar tamamen yıkamak vâcib-dir. Az da olsa kuru bir yer kaldığı takdirde abdest tamamlanma­mış olur.

3- Laubali şekilde, dikkatsizce abdest almak Âhiret'te insanın muâhaza edilmesine sebep olabilir.

Hadislerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla­rının istidlal, ihticac ve görüşleri:

a) Hanefîlere göre :

Abdestin dördüncü farzı, iki ayağı birer defa yıkamaktır. Çün­kü Cenâb-ı Hakk, «Ayakarmızı topukara kadar yıkayın» buyur­muştur. Böylece atıf vavı'yla «ercül» kelimesi «vucüheküm» kelime­sine atfedilmiştir. Mutlak emir ise tekrarı gerektirmez. îmamiyye mezhebine bağlı olanlar, ayakları meshetmek farzdır, demişler. Ha­san el-Basrî, kişi ayağını abdestte yıkamakla meshetmek arasında serbesttir, demiştir. Müteahhîrinden bir kısmı ikisini birlikte yap­manın uygun olacağım savunmuşlardır.[637]

Böylece Hanefîlere göre, abdestte ayakları yıkamak farzdır, meshetmek ise caiz değildir,

b) Şâfülere göre :

İmam Şafiî diyor ki: Abdest alan kimseye ancak ayaklanılın üzerini, altını ökçe ve topuklarını birlikte yıkamak kâfi gelir. Resû­lüllah (a.s.) Efendimiz'den, iki ayağının üzerine meshettiği rivayeti de yapılmıştır.[638]

Böylece Şafii mezhebinde, ayağında mest bulunmayan  kimsenin abdest alırken iki ayağını topuklarıyla birlikte yıkaması, abdes-;in beşinci farzıdır. O bakımdan ayak çatlaklarmdaki kirleri, tırnak Utlarında biriken yabancı maddeleri gidermek vâcibdir. Aksi halde ıbdest yerine geçmiş olmaz.[639]

c) Hanefüere göre:

Abdestte iki ayağı yıkamak, ilim ehlinden çoğuna göre vâcibdir. Abdurrahman b. Ebî Leylâ diyor ki: «Resûlüllah'm ashabı iki ayağı yıkama hususunda icma' etmiştir.» Hz. Ali'den tr.a.) rivayet edildi­ğine göre, o, abdestte iki ayakkabısı ve iki ayağı üzerinde meshedi-yor, sonra mescide girince ayakkaplarım çıkarıp namaz kılıyor.» îbn Abbas (r.a.)'dan nakledildiğine göre, şöyle demiştir: «Ben, Alla­h'ın kitabında iki yıkama ve iki de mesh'den başka bir (hüküm) bu­lamıyorum.» Enes b. Mâlik'den rivayet edildiğine göre, ona Haccac'-m, «iki ayağınızın zahirini de bâtınını, da yıkayın, parmaklar ara­sını hılâlleyin. Çünkü gerçekten âdemoğlunun murdarlığa en yakın olan organı ayaklarıdır», sözü anlatılınca, şöyle demiştir: «Allah doğru söylemiştir, Haccac ise yalan söylemiştir». Sonra da abdest âyetini okudu. Şa'bî'den nakledildiğine göre, şöyle demiştir: «Ab­dest iki yıkama veikimeshtenibarettir. İki nıesh teyemmümde sa­kıt olur.»

îbn Kudame, bunları naklettikten sonra diyor ki: «Şu bahset­tiklerimizin dışında Müslüman fakihlerinden iki ayağı meshetmenin cevazına kail olan başka bir kimse bilinmiyor. Ancak îbn Cerîr'den nakledildğine göre, o şöyle demiştir : «Abdest alan kimse meshle yıkama arasında serbesttir. «îbn Cerîr, âyetin zahiriyle ihticac et­miştir :

Hz. Osman (r.a.) hadisinde, «Resûlüllah (a.s.) sonra iki ayağını üç defa yıkadı» cümlesi yer almaktadır ki, bunu Buharı ve Müslim ittifakla nakletmişlerdir.[640]

Böylece Hanbelî imamlarına göre, abdestte iki ayağı yıkamak farzdır. Meshetmek caiz değildir.

d) Mâlikîlere göre:

Abdestin beşinci farzı, iki ayağı topuklara kadar yıkamaktır.[641] Bu konuda İmam Mâlik, Süheyl b. Ebî Salih'ten, o da baba-

smdan, o da Ebû Hüreyre'den, (r.a.) şu hadîsi rivayet ederek ayak­ları yıkamanın farz olduğunti belirtmiştir : «Mü'min kul abdest al­dığı zaman, yüzünü yıkayınca, iki gözüyle baktığı yüzündeki bü­tün günâhlar su ile veya en son damla üe çıkar ..................... iki

ayağını yıkayınca, ikisiyle yürüyüp (kazandığı) bütün günâhlar su üe veya en son damla ile çıkar da böylece günâhlardan arınmış ola­rak çıkar.»[642]

e) Şevkanî diyor ki:

Hemen bütün asırlarda ve beldelerde fetva ehli bütün fakihier, iki ayağı topuklarla birlikte yıkamanın vâcib olduğuna kaildirler. Abdestte iki ayağı meshetmek yeterli değildir. Aynı zamanda hem yıkamak, hem meshetmek de caiz değildir. Bunun hilâfına icmâ'da ilmine itibar edilen bir görüş bir kimseden sübût bulmamıştır. Hz. Ali'den İbn Abbas ve Enes'den (Allah hepsinden razı olsun) yapı­lan rivayete gelince, bu görüşlerinden rücu' ettikleri (yapılan ciddî araştırmayla) sabit olmuştur. Nitekim Abdurrahman b. Ebi Leylâ, «Resûlüllah'm ashabı abdestte iki ayağı yıkama hususunda icma' etmişlerdir,» demiştir.[643]

Ebû Cafer et-Tahavî' Merzuk tarikiyle Nezal b. Sabre'nin, «Ali'­yi (r.a.) gördüm, öğle namazım kıldıktan sonra genişçe bir yere oturup etrafındaki insanlara (göstermek içini kendisine su getiril­di. Önce onunla yüzünü ve iki kolunu meshetti ;başını ve iki ayağını mesnetti ve arta kalanı ayakta içtikten sonra şöyle dedi: «İnsanlar­dan bir kısmı bunun mekruh olduğunu iddia ediyor. Şüphesiz ki,

ben Resûlüllah'tan  (a.s.)  gördüm, benim yaptığım gibi yapıyordu.»[644] Mealindeki rivayetini naklettikten sonra diyor ki: Bize göre, bu ayakları meshetmenin farz olduğuna dair delil sayılmaz. Çünkü rivayetin seyrinde, «su getirildi, onunla yüzünü ve kollarım meshet­ti...» deniliyor. Burada meshten maksat su ile yıkamaktır. O bakım­dan rivayetin son kısmında ayaklarını meshettiden de maksat su ile yıkamaktır. Bu ihtimali göz önünde bulundurmalıyız, yani aya­ğını meshetmesi,  yüzünü meshetmesi anlamında olabilir.[645]

Sonra da Ebû Cafer el-Tahavi konuyla ilgili 55 kadar rivâyetle-

ve hadîsleri sıraladıktan sonra, ayakların mesh değil, yıkanma-m vâcib olduğunu belirterek geniş çapta bilgi veriyor.

îbn Haznı, meshle ilgili rivayetleri dikkate aldıktan sonra, bu-Şn hükmü kaldırılmıştır, diyor.

îmamiyye mezhebine bağlı olanlar, ayakları meshetmenin vü-buna kaildirler. Âyetteki atıfla ve Hz, Ali'nin (r.a.) fiiliyle istidlal nekteler.

îbn Cerîr Taberî, Cübâî ve Hasen el-Basrî'ye göre, yukarıda da ıret ettiğimiz gibi, abdest alan kimse ayaklan yıkamakla meshet-b arasında serbesttir. Zahirîlerden bir kısmı ise, hem yıkamayı, im meshetmeyi vâcib saymışlardır. [646]

 

Çıkarılan  Hükümler:

 

1- Abdestte ayakları yıkamak farzdır.

2- Topuklara kadar yıkanması (topuklar dahil) gereklidir.

3- Belirtilen sınır içinde kuru bir yer kalırsa, onunla kılmam ınıaz iade edilir.

4- Cumhura göre,  abdestte    çıplak ayakları meshetmek caiz sğildir. [647]

 

Abdestte Sağdan Başlamak

 

Bilindiği gibi, sağ sağdan başlama, sağ el ile verip alma, sağ yağı atıp yürüme uğur ve bereketin, feyiz ve inayetin, başarı ve ıazhariyetin sembolüdür. Kur'ân'da birkaç yerde «ashab- yenim» iye söz edilmesi, bu mazhariyete erenleri belirtmeye yöneliktir.

Hayırlı, feyizli ve faydalı işlere sağ el ile başlamak sünnettir. Lesûlüllah (a.s.) Efendimiz hayatı boyunca bu sünnetini devam ettir-liştir. O bakımdan abdest gibi ibâdete kapı açan bir işe başlarken .ynı mazhariyeti düşünmemek mümkün mü? Fukah sünnetin bu »ölümünü bir konu haline sokup takdim etmişlerdir.

îlgili hükümler:

Hz. Aişe (r.a.) 'den yapılan rivayette, demiştir ki:

«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in ayakkabı giyinmesinde, taran­masında, temizlenmesinde ve her işinde sağdan başlamak çok ho­şuna giderdi.»[648]

Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir: «Elbise giyindi­ğinizde, abdest aldığınızda sağ tarafınızdan başlayın!»[649]

Yine Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Abdest aldığınız zaman sağ tarafı­nızdan başlayın!»[650]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Abdest alırken sağ taraftan başlamak sünnettir.

2- Bazu hususlar dışında hemen her şeye sağ el ile, sağ ta­raftan başlamak sünnettir.

3- Tekrîm ve tezyin ifade eden her işte sağdan başlamak şer'î bir kaidedir ki, müstehab sayılmıştır.

4- Abdest, gusül ve teyemmümde    soldan başlamak mekrûh-rûhtur.

Hadislerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla­rının görüş ve tesbitleri, istidlal ve ihticacları:

a) Hanefîlere göre:

Abdestin sünnetlerinden biri de, elleri ve ayakları yıkarken sağ-

dan başlamaktır, Zira Resûlüllah (a.s.) Efendimiz buna hep devam etmiştir. O bakımdan sağdan başlamak hem abdestte, hem diğer (tekrîm ifade eden) amellerde sünnettir. Nitekim Resûlüllah (a.s.) her işte, hattâ ayakkabı giymesinde ve taranmasında sağdan başla­mayı çok severdi. Bu, sahih rivayetlerle sabit olmuştur.[651]

b) Şâfiîlere göre:

Abdestte mutlaka, yani bütün azada sağdan başlamak; özellik­le elleri ve ayakları yıkarken buna riâyet etmek sünnettir. Nitekim Resûlüllah Ca.s.) Efendimiz imkân nisbetinde hemen her işinde —bazı özel durumlar dışında— sağdan başlamaktan çok hoşlanırdı, o kadar ki, temizlenmede, ayakkabı giymede, taranmada sağdan başlardı... O'nun bu sünnetini Buharı ve Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.[652]

c) Hanbelüere göre -.

Sağdan başlamanın müstehab olduğu hakkında ilim ehli ara­sında farklı görüşte olan yoktur. Bildiğimiz kadarıyla bunda ittifak vardır. Gerek Medme'li, gerek Irak'lı ve gerekse Şam'lı ilim adam­larıyla rey tarafdarı olan ilim adamları, abdestte soldan başlandığı takdirde iade gerekmiyeceği hakkında icma' etmişlerdir .Bu konu­da istihbabm aslı, Resûlüllah (a,s.) Efendimiz'in hemen her işinde sağdan başlamayı çok sevip hoşlanması, rivayetidir.

Hz. Ali ile Hz. Osman'dan (r.a.) nakledildiğine göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in nasıl abdest aldığını vasfederlerken önce sağdan başladığını ifâde etmişlerdir.[653]

Resûlüllah (a.s.) Efendimiz misvakta, temizlenmede, ayakkabı giymede ve mescide girmede hep sağdan başlardı. Nitekim Hz. Ai-şe'den (r.a.) ve Ebû Hüreyre'den (r.a.) yapılan sahih rivayetlerden Peygamberimizin (a.s.) ayakkabı giymesinde, taranmasında, temiz­lenmesinde ve hemen her işinde sağdan başlamayı çok sevip hoş­landığı belirtilmiştir.[654]

d) Mâlikilere göre :

Abdestin fezailinden biri de önce sağdan başlamaktır. Sağ elin

ve sağ ayağın yıkanması sol el ve sol ayak üzerine takdim edilir.[655]

Anlaşıldığı gibi, Mâlikiler sağdan başlamayı, sünnetler arasın­da değil de, fazail arasında arimışlardır. Böylece bu konuda diğer üç mezheple aralarında  (nüans)  faJkı vardır.

Konuyla ilgili diğer hadisler, rivayetler ve tahliller:

Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği hadîste, «Elbiseni giydiğinde sağdan başla!»  buyurulmuştur.[656]

Yine Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde, Resûlüllah (a.s.) Efendi­miz :  «Ayakkabım giydiğinde sağdan başla!» buyurmuştur.[657]

Yine Ahmed b. Hanbel'in tesbit ettiği bir diğer rivayette, Pey­gamberimiz (a.s.) «Elbise giydiğinde sağdan başla!», buyurmuştur.[658]

Nesâî'nin tesbit ve rivayetinde, Efendimiz (a.s.) hakkında şöy­le denilmiştir: «O sağ eliyle alır ve sağ eliyle verirdi.»[659]

Müslim'in rivayetinde ise, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz gusletti­ğinde sağ tarafından başlardı, denilmektedir.[660]

Nesâî ile Tirmizî'nin Ebû Hüreyre (r.a.)'den yaptıkları rivayette demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bir elbise giydiğinde sağ­dan başlardı.»

Bütün bu rivayetlere dayanarak emrin vücub ifade ettiğini söy­leyenler olmuşsa da, Hz. Aişe ve Ebû Hüreyre'den rivayet edilen sa­hih hadislerden bunun sünnet olduğu  açıkça anlaşılmaktadır.

Yapüan rivayete göre, Hz, Ali (r.a.) şöyle demiştir: «Ben abdesti dosdoğru yerine getirip tamamladıktan sonra sağımdan mı, solum­dan mı başladığıma pek aldırış etmem!»[661]

Beyhaki bu rivayeti naklettikten sonra «munkati1» olduğunu söylemiştir. Senedinden bir kişinin düştüğü tesbit edilmiştir. O ba­kımdan zayıf sayılır.

Ebû Ubeyde'nin abdest bahsinde naklettiği bir diğer husus da yle: Ebû Hüreyre (gerek abdestte, gerek tekrîme lâyık işlerde) \ğdan başlardı. Onun böyle yaptığı Hz. Ali'ye (r.a) ulaşınca, tab-Istte el ve ayaklanın yıkarken) soldan başladı.»

Ayni rivayeti   Ahnıed b. Haııbel   Hz. Ali'den (r.a.) yapmıştır.

af iz îbn Hacer yaptığı incelemede bunun "münkati" olduğunu test etmiştir. O balamdan rivayet zayıftır, istidlale uygun değildir. [662]

 

Çıkarılan Hükümler :

 

1- Abdest alırken önce sağ kolu ve sağ ayağı yıkamak sünnettir, yani bu organları yıkarken sağdan başlanır.

2- Giyim kuşamda, temizlikte, mabede ve eve  girildiğinde iğ ayak atılarak girilir, bu da sünnettir.

3- Gusledilirken sağ taraftan başlamak sünnettir.

4- Bunları terketmek ve aksini yapmak mekruhtur. [663]

 

Abdest Azasını Bir - İki ve Üç Defa Yıkamak

 

Kur'ân'da abdest emredilirken dört azadan söz edilir, üçünün ıkanması, birinin meshedümesi emredilir. Bilindiği gibi, hilâfına .elil olmadıkça emir tekrarı gerektirmez. O bakımdan abdest aza­mı birer defa yıkamak farzdır. İkinci ve üçüncü defalar ise sün-Lettir. Amaç iyi bir temizliktir. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, Alah'-n. kendi kullarına sağladığı kolaylığı hep dikkate alarak ümmeti-Le kolaylık getirmiştir. Abdest konusunda da ikinci ve üçüncü de-a yıkamayı sünnet kılmıştır. Çok soğuk yerlerde veya mevsimler­le abdest azasını üçer defa soğuk su ile yıkamaya herkes taham­mül edemez. O bakımdan o gibi yerlerde veya o mevsimlerde birer lefa yıkamakla yetinilir. Farz yerine gelince abdest tamamlanmış ;ayılır.

Resûlüllah'm (a.s.) abdest aldığına birçok defalar şahit olan ^.shab-ı Kirâm'dan bize kadar ulaşan sahih rivayetlerden bir kıs-nını nakledelim :

İbn Abbas   (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki :

Resûlülîah   (a.s.)  Efendimiz   (abdest  azasını)  birer defa yıka­mak suretiyle abdest aldı.»[664].

Abdullah b. Zeyd'den  (r.a.)  yapılan rivayette demiştir ki :

«Resûlüllah   (a.s.)   Efendimiz  tabdest azasını)  ikişer defa yıka­mak suretiyle abdest aldı.»[665]

Hz. Osman  (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki :

«Resûlüllah   (a.s.)   Efendimiz   (abdest  azasını)  üçer defa yıka­mak suretiyle abdest aldı...»[666]

Amr b. Şuayb'dsn, o da babasından ve dedesinden rivayetle demiştir ki : Bir bedevi, Resûlüllah (a.s.) Efendimize gelerek ab-destten sordu. Peygamberimiz (a.s.) ona abdesti (azayı üçer de­fa yıkamak suretiyle gösterdi ve şöyle buyurdu : «İşte bu abdest-tir. Artık kim bundan fazlasını yaparsa isaet işler, sınırı aşar, hak­sızlık eder...»[667]

Hadîslerin delâlet ettiği hükümler :

1- Abdest azasını birer defa yıkamak kafidir, farz yerine gel­miş olur.

2- Abdest azasını ikişer defa yıkamakla yetinmek de caizdir.

3- Abdest azasını üçer defa yıkamak meşru'dur.

4- Üç defadan fazla yıkamak mekruhtur.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların istidlal ve görüşleri:

a) Hanefilere göre -.

Abdest azasını üçer defa yıkamak sünnettir. Nitekim rivayet indiğine göre, Resûlüllah Ca.s.) Efendimiz abdest azasını birer de-, yıkamak suretiyle abdest aldıktan sonra şöyle buyurmuştur: «Bu r abdesttir ki, Allah namazı ancak bununla kabul eder.» Sonra adest azasını ikişer defa yıkamış ve şöyle buyurmuştur: «Bu bir jdesttir ki, Allah böyle abdest alanın ecrini iki kat artırır.» Sonra ne abdest alıp azasını üçer defa yıkamış ve şöyle buyurmuştur -.

3u, benim ve benden önceki peygamberlerin abdestidir. Artık kim m nisbeti sünnet görmeyip de) daha fazlasını yapar veya noksan ılarsa, o cidden (sünnet sınırım) aşıp haksızlık etmiş olur.»[668].

Alâuddi nel-Kâsâni bu hadîsi açıklarken, Peygamber'in (a.s.) ^rtık kim daha fazlasını yapar veya noksan kılarsa, o cidden sı-ırı aşıp haksızlık etmiş olur,» cümlesini i'tikadi anlamda yorumla-ıış, «Kim bu nisbeti sünnet görmeyip daha fazla yapar ve noksan-tştırırsa haksızlık etmiş olur» demiştir. Çünkü abdest üzerine ab-est almada üçten fazla yapılmış oluyor ve Peygamber (a.s.) bunu ûr üstüne nûr diye vasfediyor. Aynı zamanda ikişer defa yı-amayı, sevabın, iki kat artmasına vesile olacağım beyân buyur-ıuştur. O halde üçten daha çok veya azla ilgili vaîd, i'tikadî anlam­adır.[669].

Bu açıklamadan anlaşılıyor ki, Hanefî imamları abdest azasını ■irer defa yıkamakta bir sakınca görmedikleri gibi, ikişer defa yı-anmasmda da bir sakınca görmemişlerdir. Üç defa yıkanması ise, ünnettir ve sevabı o nisbette fazladır.

b) Şafiîlere göre:

Abdestte gerek üç azayı yıkarken, gerek başı meshederken, ge-ekse sakal ve parmak aralarını hılâllayıp ovmak sünnettir. Çünkü îahîh-i Müslim'in rivayet ettiği hadîste «Peygamber ta.s.) üçer üçer

abdes aldı»   buyurulmuştur ki,     bu  yalnız yıkamakla ilgili   değil, mesh ve tahlili de içine alır, mutlak anlamda söylenmiştir.

Buharî'nin rivayet ettiği hadîste ise «Peygamber (a.s.) birer de­fa (yıkamak suretiyle) abdest aldı ve ikişer defa (yıkamak suretiy­le) abdest aldı...» denilmektedir. Ayrıca Peygamber (a.s.) yüzünü üç defa, kollarını iki defa yıkadığı ve başını meshettiği rivayeti de söz konusudur.

O halde abdest azasının üçer defa yıkanması bazan terkedile-bilir, yani bir veya iki defayla yetinilebilir; namaz vakti daraldığın­da veya su az olduğunda bunda bir sakınca yoktur.[670]

c) Hanbelüere göre :

Abdest azasını birer defa yıkamak kâfi gelir; üçer defa yıka­mak afdaldır. Bu, ilim ehlinden çoğunun kavlidir. Ancak İmam Mâlik, bir, iki ve üç defa yıkamak için vakit ta'yin etmemiş, yani vakit daraldığında bir defa, müsait zamanlarda üçer defa yıkanır, diye bir ayırım yapmamıştır.

Evzai ve Said b. Abdulaziz, abdest azası üçer defa yıkanır, an­cak ayak müstesna, çünkü onun herhalde iyice temizlenmesi, kir­den arınması gerekir, demişlerdir.[671]

İbn Kudame, konunun başında naklettiğimiz İbn Abbas ve Ebû Hüreyre hadîslerini naklettikten ve Hz. Osman'ın (r.a.) abdest azasını üçer defa yıkayıp «Resûlüllah'ı (a.s.) benim abdest aldığım gibi abdest alırken gördüm» dediğini delil olarak gösteriyor.

Müellif İbn Kudame devamla diyor ki: «Abdest azasından bir kısmım bir defa, bir kısmım daha fazla yıkamak caizdir. Çünkü bir defa veya üç defa yıkamak bütün azalar hakkında caiz olunca, ba­zısı hakkında da caiz olması tabiidir. Nitekim Abdullah b. Zeyd'in hadisinde Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in abdest alırken yüzünü üç defa ellerini ikişer defa yıkadığı, başını bir defa meshettiği belir­tilmiştir.

İmam Ahmed diyor ki: Abdest azasını üçten fazla ancak (şüp­he ve vesvese) rahatsızlığı içinde bulunan bir kimse yıkar. İbn Mü­barek de şöyle demiştir: «Üçten fazla yıkayan kimse günahkâr ol­maktan emin olmasın.»[672].

eş-Şerhü'1-Kebîr'de de tbn Kudame'nin naklettiği rivayetlere aynen yer verilmiş ve Hanbelilerin görüşü o istikamette belirtilmiş­tir.[673].

İlgili diğer rivayetler ve tahliller:

Zeylâi 573 no'lu hadîsin son cümlesi üzerinde durarak, bu yö­nüyle hadis gariptir; çünkü hadîsin yukarı kısmını Ashabdan bir cemaat rivayet etmiştir ki, çoğunda «f emen zade alâ hazâ ev naka-sa...» lafzı yer almamıştır. Abdullah b. Ömer, Ubey b. Kâ'b, Zeyd b. Sabit ve Ebü Hüreyre'den rivayet edilen metinde bu lafızlar mev­cut değildir, diyor.

Bu konuda İbn Ömer'den rivayet edilen hadîs ravileri arasında Museyyeb b. Vazıh teferrüd etmiştir ki, zayıftır. el-Ka'rife adlı ki­tapta ise, bu zatın rivâyetiyle ihticac edilmez, denilmiştir. İbn Ebi Hatim ise el-Musayyab'm saduk fakat çok hata yapan bir kimse ol­duğuna dikkatleri çekmiştir.[674]

Sözü edilen konuda birkaç tariktan rivayet edilen hadîslerin çoğu zayıftır, ancak Amr b. Şuayb'm babasından ve dedesinden yaptığı rivayeti Şeyh Takıyüddin el-îmam adlı eserinde naklede­rek, «Amr b. Şuayb'm hadîsini sahihlayanlara göre sahihtir, çünkü isnadı sıhhatli görülmüştür, diyor.[675].

Amr b. Şuayb'm rivayet ettiği hadis mealen şöyledir:

Bir adam, Peygamber (a.s.) Efendimiz'e gelerek, Abdest nasıl alınır? diye sordu. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) bir kapta su is­tedi, ellerini üç defa yıkadı, sonra yüzünü üç defa yıkadı, sonra kol­larını üçer defa yıkadı, sonra başım meshetti, şahadet parmaklarıy­la kulaklarını; baş parmaklarıyla kulaklarının dışım, şehadet par­maklarıyla içini yıkadı. Sonra da iki ayağını üçer defa yıkadıktan sonra şöyle buyurdu: İşte abdest böyledir. Artık kim bundan faz­lasını yapar veya noksan bırakırsa, o cidden isaet işler, haksızlık yapmış olur.

Konuyla ilgili birçok rivayetleri Zeylaî Nasburraye'de, Şevkanî Neylül-evtar'da nakletmiş bulunuyorlar. Hepsini buraya almamız mümkün değildir. Ancak konuyu vuzuha kavuşturacak kadar na­kil ve açıklamaya yer vermiş bulunuyoruz. Fazla bilgi için adı ge­çen eserlere müracaat edilmesini tavsiye ederiz.

 

Çıkarılan   hükümler:

 

1- Abdest azasını birer defa yıkamak farzdır.

2_ Vakit daraldığa veya su^^ da birer def, makla yetinilebilir, bunda bir sakınca yoktur.

3- «a, 1— iki defa y—ta^da ^^

"aması   ümmetine kolaylık göstermek ve bildirmek içindir.

4- üç azayı üçer defa ^^^^«inde bir sakınca  fS^S ocunda icm, vaki olmuştur. [676]

 

Abdest Azasını Ardarda Yıkamak

 

AM.,tisrssrsir

 üstüste yapıldığı takdirde am                      b&şka

rjss=?s

ederdi.

Bununla ilgili hadîsler ve rivayetler -.

Halid b. Ma'dan (r.a.)' o da Resûlüllah'm bazı zevcelerinden ri­vayetle şöyle nakletmiştir: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, namaz kıl­makta olan bir adamın ayağının üzerinde bir dirhem miktarı yı­kanmadık kuru yer gördü, ona abdestini    iade etmesini emretti.»[677].

Bir rivayette, namazını da iade etmesini emretmiştir.» el-Esrem diyor ki, bu hadîs hakkında îmam Ahmed'e sordum, dedim ki, «İs­nadı ceyyid midir?» «Evet, ceyyiddir» dedi.

Ömer b. Hattab  (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki : «Bir adam abdest aldı, derken ayağının üzerinde bir tırnak bü­yüklüğünde yıkanmadık kuru yer bıraktı. Peygamberimiz (a.s.) onu görünce şöyle buyurdu i «Dön de atadestini güzelce al!»    Bu uyarı izerine adam dönüp abdest aldıktan sonra namaz kıldı.»[678]

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla-inın tesbit, istidlal ve görüşleri :

a) Hanefilere göre :

 Abdestin sünnetlerinden biri de, muvalattır, yani abdest azası-tu ardarda yıkayıp arayerde başka şeyle -meşgul olmamaktır. Çün­kü Peygamber  (a.s.)   Efendimiz böyle yapmıştır.

Bazısı da «muvalatı» şöyle tefsir etmiştir: Yıkanan bir aza ku-ruyuncaya kadar oturup beklememek, o kurumadan diğer azayı yı­kamaya başlamaktır. Aksi halde bu sünnet terkedilmiş olur.[679].

b) Şâfiîlere göre:

Hava ve mizaç mutedil olduğu takdirde yıkanan bir aza kuru­madan diğerine başlamak sünnettir. İmam Şafiî'nin «Kavl-i ka­dîm» inde ise muvalat vâcib kabul edilmiştir.[680].

c) Hanbelilere göre:

Vâcib olan muvalat, mutedil zamanda, bir aza kuruyuncaya ka­dar diğer azayı yıkamayı terketmemektir. Sıcak mevsimde yıkanan aza çarçabuk kuruyabüir, bazı zamanlarda ise bir süre kurumaz. İbn Akîl'e göre, abdesti hükümsüz kılan tefrik (iki aza arasını ayı­rıp birini yıkadıktan sonra diğerini bir süre yıkamayıp kendi hali­ne bırakmak), âdet cihetiyle fahiş olanıdır.

Taharette bir vâcible veya sünnetle meşgul olurken yıkanan aza kurursa, abdest iade edilmez; tıpkı namaz kılarken onun rükünle­rinden birini uzatan kimseye namazı iade etmek gerekmediği gibi.. İmam Ahmed ise şöyle demiştir: Bir önceki azanın kurumasının sebebi abdestin kendisi ise bir sakınca yoktur. Bir vesveseden dola­yı ise yine öyledir Çünkü o da abdestte titizlik göstermek sebebine dayanır. Ama sünnet üzerine zaid bir şeyden veya abdest dışı bir meşguliyetten dolayı ise, tefrik sayılır. (Yani abdesti iade etmesi gerekir).[681].

d) Mâlikîlere göre -.

Muvalat, yani abdest azasını ardarda biri kurumadan diğerini hemen yıkamak farzdır. Ancak bu, yer, mevsim ve mizacın mutedil olması halinde böyledir. Çok sıcak bölgelerde veya mevsimde, fı­rın, demirci ocağı ve benzeri ısı derecesi yüksek olan bir vasatta ar­darda yıkansa bile, biri kurumadan diğerim yıkamak pek mümkün olmayabilir. O takdirde farz yerine gelmemiş denilmez. Çünkü amaç, abdest azasını vakit kaybetmeden, başka bir şeyle meşgul olmadan peşpeşe yıkamaktır. Şartlar elverdiği ölçüde bu gerçekle­şir.[682].

Ayrıca abdest alan kimse, bir hastalıktan dolayı abdest azasını ardarda biri kurumadan diğerini yıkama kudretine sahip değilse, mazur sayılacağından farzı yerine getirmiş sayılır. Bunun gibi, ab­dest suyunu kullanırken yüzünü yıkayınca su biter, yeniden su bu­lup getirmek için biraz oyalandığında yüzünün ıslaklığı kurursa, bu da farzı ihlâl etmez. Çünkü elde olmayan bir sebep söz konusudur.[683].

Hanbelî ve Mâlikî imamları, konunun başında naklettiğimiz hadîslerle istidlal etmişlerdir. Abdest aldıktan sonra ayağının üze­rinde bir dirhem miktarı kuru yer kalan adama Hz. Peygamber'in (a.s.) yeniden abdest almasını emretmesi, bir bakıma muvalatm, yani abdest azasını biri kurumadan diğerinin yıkanması gereğini ortaya koymuştur.

İmam Ebû Hanîfe ile İmam Şafiî ise, İkinci hadîs, yani Ömer b. Hattab'm (r.a) naklettiği hadîsle istidlal etmişler, abdest alıp ayağında bir tırnak miktarı kuru yer kalan adam Peygamber'in (a.s.) : «Dön de abdestini güzel al!» buyurması, yeniden abdest al­mayı gerektirmiyor. Kişi bu durumda dilerse yeniden abdest alır, dilerse sadece kuru yeri yıkamakla yetinir.

Ayrıca, Ahmed b. Hanbel ile İmam Mâlik, İbn Ömer (r.a.) ile Ubey b. Kâ'b (r.a.)'den rivayet edilen hadîse dayanarak ictihadda bulunmuşlardır. Bu rivayete göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, ab­dest azasını ardarda yıkayıp abdest aldıktan sonra şöyle buyurdu: «Bu bir abdesttir ki, Allah namazı ancak onunla kabul eder.»

Diğer bir rivayette ise, «Bu, Allah'ın size farz kıldığı abdesttir!» denilmektedir. Ne var M, İbn Ebi Hatim diyor ki: Bu rivayetin sıh-aat derecesini Ebu Zer'a'dan sorduğumda şu cevabı verdi: «Müıı-ker ve zayıftır.» Diğer bazı hadîs araştırıcılarına göre, hiçbir aslı foktur.[684].

581 no'lu hadîs için Darekutnî şöyle demiştir: «Bunun rivaye­tinde Katade'den nakleden Cerir yalnız kalmakla beraber o sıkadır, yani güvenilir bir râvîdir.»

Aynı hadisin son kısmı şu ifadeyle nakledilmiştir: «Dön de ab-destini tamamla!» Ne var ki bu, el-Vazı' b. Nâfi' rivâyetiyle nakle­dilmiştir ki. Nesâî onun zayıf olduğunu söyler. Ahmed b. Hanbel, îbn Main, Ebû Hatim ve Darekutni de aynı görüştedirler. Taberânî bu rivayeti mu1 ceminde tahrîs etmiştir,[685].

.

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Abdest azasını ardarda yıkamak kimine göre vâcib, kimi­ne göre sünnettir.

2- Abdest alırken abdest dışı başka şeylerle meşgul olmak mekruhtur. Bu, yıkanan azanın kurumasına kadar devam ederse, Maliki ve Hanbeli imamlarına göre, farz terkedildiğinden abdesti iade etmek gerekir.

3- Abdest aldıktan sonra abdest azasından birinde yıkanma­dık kuru bir yer kaldığı görülürse, o takdirde İmam Ebû Hanîfe ile İmam Şafii'ye göre, sadece o kuru yeri yıkamakla yetinilir. Diğer iki imama göre, abdesti iade etmek gerekir. [686]

 

Abdestte Başkasını Yardımı Caiz Midir?

 

İslâm, hayatı baştan sonuna hareket kabul eder; hareketi bil-giye ve ilme bağlar; bilgi ve ilmi Allah'a imânla birleştirip bütün­leştirir. Abdest hem ibâdete bir ön hazırlık anlamındadır, hem de bedene, hareket ve zindelik sağlamaya yönelik bir faaliyettir. O bakımdan başkasının pek lüzum yoktur. Kişi hastalık ve benzeri sebepten dolayı bu hususta başkasından yardım görebilir. Normal hallerde de bir başkasının veya sevdiği yakının abdest su­yu dökmesinde bir sakınca yoktur.

Nitekim Ashab-ı Kirâm'dan Muğire b. Şu'be (r.a.)'den yapılan rivayette demliyor ki: Muğîre, bir yolculukta Peygamber (a.s.) Efendimizle beraber bulunuyordu. Cenâb-ı Peygamber (a.s.) ihti­yacını gidermeye gitti. Sonra da Mugire su döktü, o da abdest al­maya başladı, yüzünü ve ellerini yıkadı, başını meshetti ve ayak-larmdaki mestler üzerine meshetti.»[687].

Safvan b. Assai  (r.a.)'den yapılan rivayette şöyle demiştir:

«Gerek seferde, gerekse hazerde Peygamberimiz (a.s.) abdest aldığında ben su dökerdim.»[688].

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Abdest alırken  başkasının —kendi rızasıyla— yardım et­mesinde bir sakınca yoktur.

2- İhtiyaç duyulduğu zamanlarda ise, yine hizmet edenin rıza­sıyla ondan yardım talep etmekte bir sakınca yoktur.

Hadislerin ışığında müctehid imamların istidlal ve tesbitleri, ihticac ve görüşleri :

a) Hanefîlere göre :

Abdestin adabından biri de, abdest alan kimsenin bu hususta hiçkimseden yardım istememesidir. Çünkü yapılan rivayete göre Ebûl-Cenûb (r.a.) demiştir ki : «Hz. Ali'nin (r.a.) abdest için su is­tediğini gördüğümden koşup ona su bulmak istedim, bana : Ya Ebâ'l-Cenûb, bırak, getirme. Çünkü ben de Hz. Ömer'in (r.a.) abdest için su istediğini gördüğüm zaman kalkıp ona su bulmak istediğim­de bana : Bırak Ya Eba'l-Hasan! Çünkü ben de Resûlüllah (a.s.) Efendirniz'i abdest için su istediğinde gördüğüm zaman koşup ona abdest suyu te'nıin etmek istedimse de bana : «Bırak Ya Ömer! Doğrusu ben namazımı eda etmek istediğimde hiç kimsenin bana yardım etmesini istemiyorum, buyurdu» [689]

Hanefî imamları bu hadîsle istidlal ederek başkasının yardım etmesini adaba muhalif saymışlardır.

b)    Şâfiîlere göre :

Abdest için su kullanırken başkasının yardımını bırakmak ı sünnettir. Çünkü birinin su dökmesi, abdest alan kimse için bir İtereffüh sayılır ki, ibâdet etmek isteyene yakışmaz. Ancak eli kesik olanla benzeri kimseler hakkında mekruh değildir. Ücretle de olsa yine hüküm böyledir.[690].

c)    Hanbelîlere göre:

Abdest almak için başkasının yardımcı olmasında bir sakın­ca yoktur. Nitekim Ashab-ı Kirâm'dan Muğîre b. Şu'be Cr.a.), hem I seferde, hem hazerde Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e abdest alması için su getirip dökmüştür. Aynı şekilde Safvan b. Assai da yapmış­tır. Diğer yandan Peygamberimiz'in (a.s.) kerimesi Rukıyye'nin ca­riyesi Ümmu İyaş (r.a.) diyor ki: «Ben ayakta, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz de oturduğu halde su dökerdim, o da abdest alırdı.»[691].

Ahmed b. Hanbel'den yapılan rivayete göre, o şöyle demiştir : «Abdest" alırken başkasının bana yardımcı olmasından hoşlanmam. Nitekim Hz. Ömer'de  (r.a.)  böyle söylemiştir.»[692].

Konuyla ilgili diğer rivayetler ve tahliller:

Mezhep imamlarının çoğunun istidlal ettiği Ömer b. Hattab (r.a.) hadîsi üzerinde hayli durulmuş, İmam Nevevî el-Mühezzeb şerhinde, bu hadîsin bâtıl olup hiçbir aslı bulunmadığını söylemiş­tir. Aynı hadîsi Bezzar ve Ebû Ya'lâ kendi müsnedlerinde Nadir b. Mansûr tarikiyle tahrîc etmişlerdir. Oysa Nadir zayıf ve meçhul­dür, onun rivâyetiyle ihticac yapılmaz.

Osman ed-Dâremî de diyor ki, bu hadisin râvisi Nadir b. Men­sur hakkında ünlü hadîs âlimi İbn Mani'den sorduğumda şöyle de­di :  «Bunlar odun taşıyanlardır.»

Ayrıca sözünü ettiğimiz mezhep imamları îbn Abbas'm (r.a.) şu rivâyetiyle de istidlal etmişlerdir: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz abdest hususunda hiç kimseye yük olmazdı.»[693].

Bu hadîsin râvileri arasında Mutahhar b. Haysem bulunuyor ki, bu zat zayıftır.[694] Çünkü Resûlüllah'ın (a.s.) abdest alırken Zeyd oğlu Üsâme'den yardımcı olmasını, yani,abdest için su dökme­sini istediği sahih rivayetle sabit olmuştur. Nitekim Sahihayn'de bu rivayete yer verilmiştir. Ayrıca Muevvız kızı Rebi'in de Peygam­berimizin eline abdest için su döktüğünü Daremî, îbn Mâce ve Ebû Müslim rivayet etmişlerdir.

Ümmu îyaş (r.a.) hadîsine gelince, Hafız İbn Hacer isnadının zayıf oduğunu tesbit etmiştir. Aynı şekilde Safvan b. Assai hadîsi­nin de zayıf olduğunu belirtmiştir. O da isnadında Hüzeyfe b. Ebû Hüzeyfe bulunduğuiçindir. Çünkü bu zat zayıf kabul edilmiştir.[695].

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Abdest  alırken  —zaruri bir  hal olmadıkça— başkasından yardım beklememek sünnettir.

2- Resûlüllah'ın (a.s.) abdest alırken başkasının su döktüğü, yardım ettiği rivayeti zayıftır. O bakımdan Hanbelî imamları dışın­da diğer mezhep imamlarına göre, başkasının su döküp yardımcı olması  tenzîhen mekruhtur. Hanbelüere göre bir  sakınca yoktur. [696]

 

Abdest ve Gusülden Sonra Havluyla Kurulanmak

 

Abdest ve gusülden sonra organları ve vücudu bir havluyla ku­rulamanın bir takım faydalan vardır:

a) Vücudun kirini iyice alır.

b) Soğuk mevsimde üşümeyi önler, elbisenin ıslanmasına mey­dan vermez.

c)  îç çamaşırının temiz kalmasını sağlar.

Konuyla ilgili hadîsler:

Kays b. Sa'd (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlül-ıh (a.s.) Efendimiz evimizde bizi ziyaret etti. Sa'd Peygamber (a.s) ?in yıkanma suyu istedi, getirilip konuldu, Peygamber de (a.s.) yi-andıktan sonra Sa'd ona çarşaf misali za'feran veya revs ile bo-alı bir örtü takdim etti, Peygamber (a.s.) onu bedenine sarıp ku-ulandı.»[697].

Enes (r.a.) 'den yapılan rivayette demiştir ki :

«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, abdest aldıktan sonra yüzünü nendU ile meshedip (kurulamazdı). EbûBekir, Ömer, Ali ve İbn tfes'ud da (Allah hepsinden razı olsun) yüzlerini mendille kurula-nazlardı.» [698].

Hz. Ayşe  (r.a.) validemizden yapılan rivayette şöyle demiştir : «Resûlüllah  (a.s.) Efendimizin bir bez parçası vardı, abdestten sonra onunla kurulanırdı.»[699].

Muâz (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki;

«Resûlüllah  (a.s.) Efendimizi,  abdest aldığı zaman yüzünü el­bisesinin bir ucuyla kuruladığını gördüm.»[700].

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Abdest aldıktan veya guslettikten sonra bir  havluyla ku­rulanmak sünnettir.

2- Havlu bulunmadığı zaman, bunu mendille yerine getirmek­te bir sakınca yoktur.

3- Mendil de bulunmadığı zaman elbisenin bir ucuyla kuru­lanmak müstehabdır.

Hadislerin ışığında müctehid imamların  tesbit,   görüş, istidlal ve ihticacları:

a)    Hanefilere göre:

Abdestten sonra kurulanmayı terketmek tenzihen mekruhtur. İmam Muhammed'in eserlerinde Ebû Hanife'den, onun da Ham-mad'dan, onun da İbrahim'den yaptığı rivayette, abdest aldıktan sonra yüzünü bir bezle kurulayan adam hakkında sorulmuş, o da «bir sakınca yoktur» demiştir. İmam Muhammed, «biz bu kavli (se-ned) seçip tutuyoruz ve abdestten sonra kurulanmakta bir salanca görmüyoruz,» demiştir. İmam Ebû Hanîfe'nin de kavli bu anlamda­dır.

el-Haniye kitabında demliyor ki: «Abdest alan ve gusleden kim­senin mendil ile kurulanmasında hiçbir sakınca yoktur. Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimizin böyle yaptığı rivayet edilmiştir ki, sa-hîh olan da budur. Ancak ne var ki, bu hususta fazla mübalağa etmeyip abdestin eseri aza üzerinde kalacak şekilde kurulanması daha uygun olur.»[701].

Abdurrahman el-Cezerî ise bu konuda Hanefilerin görüşünü şöyle tesbit etmiştir: «Abdest azasmdaki ıslaklığı mendil veya ben­zeri bir şeyle, fazla mübalağa yapmaksızın ve elindeki abdest su­yunu silmeksizin kurulamak menduptur.[702].

b)    Safilere göre :

Abdest aldıktan sonra ellerde kalan ıslaklığı silkmek suretiyle gidermek mekruhtur. Çünkü böyle yapmak bîr bakıma ibâdetten teberri anlamına gelir. O da hilaf-i evlâ sayılır. et-Tahkik'de buna ke­sinlik kazandırılmıştır. Müslim ve el-Vesit şerhinde ve görüşün da­ha meşhur olduğu kaydedilirken el-Ravza'da böyle yapmakla yap­mamak arasında bir fark yoktur, yani yapılmasında bir sakınca söz konusu değildir, denilmiştir.

Bir Özür yoksa abdest azasmdaki islaklığı kurulamamak sün­nettir.    Çünkü Resûlüllah  (a.s.)  Efendimiz    guslettikten sonra Hz.Lteymu'ne'nin getirdiği  bir havluyu kullanmayarak iade etmiştir.[703]

c)    Hanbelîlere göre :

Abdest azasının ıslaklığını bir mendil veya benzeri bir şeyle ku­rulamakta bir sakınca yoktur. Gusülden sonra da kurulanmakta bir beis görülmemiştir. Hanbelî imamlarından el-Hılâl, Ahmed b. Hanbel'den şunu nakletmiştir : «Abdestten sonra kurulanmakta bir sakınca yoktur.» Yine yapılan rivayete göre, abdestten sonra kurulanmak için mendil kullanan sahabi şunlardır : Hz. Osman, Hz. Hasan b. Ali, Enes (Allah hepsinden razı olsun). Bu paralelde birçok ilim adamı da mendil kullanmıştır.

Ashabdan ve onlardan spnra gelen ilim adamlarından şunlar kurulanmayı men'etmişlerdir : Câbir b. Abdullah (r.a.), Abdurrah-man b. Mehdi ve önemli bir cemaa... Bunların istidlal ettiği riva­yet ise, Hz. Meymune (r.a.) hadîsidir. Bilindiği gibi bu hadîsi Buha­rı ve Müslim ittifakla nakletmişlerdir.

Birincilerin görüş ve tesbiti daha sahihtir. Çünkü asıl olan iba-hadır. Peygamber (a.s.) Efendimiz'in (bir kere) kurulanmayı ter-ketmesi kerahete delâlet etmez; çünkü Peygamber (a.s.) Efendimiz bazan mubah olan şeyi terketmiştir.

Nitekim Ebubekir, eş-Şâfi adlı eserde, Hz. Urve'ye isnâd et­tirdiği rivayette Hz. Aişe Vâlidemiz'in (r.a.) şöyle dediğini naklet­miştir : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in bir hırkası (büyükçe bez parçasıl vardı ki onunla abdestten sonra kurulanırdı.»

Ahmed b. Hanbel'den bu hadis hakkında "ne dersin?" diye so­rulunca "münker"dir, diye cevap vermiştir.[704]

Kays İbn Sa'd'den yapılan rivayette demiştir ki : «Peygamber (a.s.) Efendimiz guslettikten sonra vers adındaki bitkiyle boyan­mış bir çarşaf getirdik ona sarılıp (kurulandı).»

Ne var ki İmam Tirmizî, bu babda hiçbir rivayetin sahih olma­dığını söylemiştir.

Bununla beraber bedendeki ıslaklığı elle. silkip gidermekte bir

sakınca yoktur. Çünkü bu huşta Meymune (r.a.) hadîsinde Resû-lüllah'm  (a.s.)   öyle yaptığım belirtmiştir.[705].

eş-Şehü'1-Kebîr'de ise buna yakın bir ifade kullanılarak deni-liyorki : «Abdest azasını kurulamak mubahtır, müstehab değildir.»[706].

İlgili diğer rivayetler ve tahliller:

597  no'lu hadîsi İmam Nevevi el-Hulasa adlı kitapta «Zayıf ha­dîsler» bölümünde zikretmiştir. Hafız İbn Hacer ise Ebû Davud'un rivayetinde ricalin sahîh olduğunu belirtmiştir.

598  no'lu hadîsin ise isnadının zayıf olduğunu Hafız İbn Hacer belirterek istidlale uygun olmadığına dikkatleri çekmiştir.

Bu hadîs'e muarız olan Hz. Aişe (r.a.) hadîsi ise, râvileri ara­sında Ebû Muâz bulunduğu için zayıf kabul edilmiştir. Nitekim Tir-mizî de daha önce belirttiğiniz gibi, bu hususta sahîh bir şeyin bu­lunmadığını söylemişti.

600 no'lu hadîs'e gelince, yine Hafız îbn Hacer onun da isna­dının zayıf olduğunu kaydetmiştir.

Konuyla ilgili rivayet edilen şu hadîs de üzerinde dikkatle du­rulanlardan biridir: «Abdest aldığınız zaman ellerinizdeki (ıslaklı­ğı)   silkmeyin; çünkü o ıslaklık şeytanı uzaklaştırıcıdır.»

îbn Ebî Hatim bunu el-Hel'de zikretmiş ve baş kısmında şu faz­lalığı nakletmiştir: «Abdest aldığınızda gözlerinize labdestî suyun­dan içiriniz!»

İbn Hibban bu hadîsi «zayıf hadîsler» arasında zikretmiştir. Çünkü râvî Bahterî'nin zayıf olduğu ilim adamlarınca kabul edil­miştir. O bakımdan onun hadîsiyle ihticac helâl olmaz. Ancak İbn Salah ve Nevevî, sözü edilen râvînin özgeçmişi hakkında ciddi bir incelemenin yapılmadığını, daha doğrusu bu hususta bir itana gös­terilmediğini söylemişlerdir.[707].

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadis ve rivayetlerin tamamı dikkate alınınca, zayıf da oi-alar, abdest ve gusülden sonra bir bez veya havlu ile kurulanma-nn mekruh olmadığı ağırlık kazanır. Nitekim Hanefîlerle Hanbelî-erin istidlal ve ihticacları bu anlamdadır. [708]

 

 

 



[1] Kitabu Bedâyi's—Sanayi' fi Tertibi'ş-Şerayi' 1/3

[2] Darimî : Abdest: 2. Ahmed b. Hanbel; 5/342 - 344

[3] Bakara Süresi i 222

[4] Kütüb-i sitto'den beşi rivayet etmiştir. Tinnizi'ye göre» hadîs hasen ve sahlh'tir.

[5] Bak j Furkan Sûresi 48. âyet...

[6] Hâşiyetü't Tahtavî Ala Merakı'l Felah 1/13.

[7] Tenzihü'ş-Şeriati'l-Merfu'â An Ahâdlsi'ş-Şeniâti'l-Mevzu'â : 2/6&-

[8] Neylül-Evtar i 1/26

[9] Bu, Hanefilere göredir. Konu kendi bölümünde açıklanmıştır. O kısma bakılması...

[10] Fazla bilgi  için bak ; Şeyhülislâm Ebu  Yahya Zekeriya  ei-Ansarî'nin Menhecü't Tullab Şerhi Fethülvahhab j 2/191 Mısır :  1948-1367

[11] Neylü'I-Evtar : 1/27. — Fethülvahhab : 2/191 — Mısır s 1&48.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/13-16.

[12] Seyd, ve  zebayilı  bölümünde  bu   konu yeterince   açıklartmıgtir..

[13] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/16.

[14] Neylü'l-Evtar t 1/28.

[15] Kütüb-i Sittö - Nasbü'r-Râ.ye : l/2

[16] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa : 1/29

[17] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/17-19.

[18] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/ 19-20.

[19] Buhari-Müslim...

[20] Neylü'l-Evtar j 1/30.

[21] Fıkhü's-Sünne : 1/19.

[22] Fıkhü's-Sünne i 1/19

[23] el-Fikhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa . 1/29.

[24] Buhari : Ebu Cuhayfe hadisi...

[25] Buhari-. Ebu Musa (R.A )'dea...

[26] Buharî  Sâib b. Yezid (RA.)'den. Bu hususta geniş bilgi için bak:   Ney-lül'l-Evtar 1/30'a...

[27] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/20-23.

[28] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/23.

[29] Buharı ve Tirmizi müstesna el-eemaa rivayet etmiştir. Ayrıca bu konuda Ebû Hüreyre'den rivayet vardır.

[30] Bu konu. Kâfirlere ait kaplar bahsinde açıklanacak ve hadîsin kaynağı ora­da verilecektir

[31] Bu ve benzeri rivayetleri Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvud nakletmişlerdir. Geniş bilgi için   «Aniyetü.'1-Küffar»  bahsine bakılmasi...

[32] Şerhu Maâni'1-Asâr : 1/13.

[33] Neylü'l-Evtar s 1/33.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/24-27.

[34] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/27.

[35] Müslim — Ibni Mâce — Ahmed b. Haobel — Ebû Dâvud.

[36] Neylü'l-Evtar: 1/34

[37] Fazla bilgi için Fethü'l-Allam'a Taharet bahsine müracaat e<lilmesi tevsiye olunur.

[38] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/27-30.

[39] Şerhu Meâ.ni'1-Asâr : 1/16

[40] Fıkhü's-Süıme : 1/20.

[41] Geniş bilgi için bak:  es-Siracü'l-Vahhac — Şeyh Muhammed ez-Zehri el-Gamravi •. 1/9 -10.

[42] Tenzihü'ş-Sen&ta-Merfu'â An Ahâdîsi'ş-Şeniâti'l Mevzu'a : 2/69

[43] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/31-32.

[44] el-Fikhü Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa ; 1/56.

[45] Hâşiyetü't-Tahtâvî Ala Merakı'L-Felâh : 1/34.

[46] Sahîh-i Müslim.

[47] Tirmizî: Abdullah b. Zeyd (r.a.)'den.

[48] Tirmizi: Abdullah b. Zeyd (r.a.)'den.

[49] Ibn Hibbân kendi Sahihinde rivayet etmiştir...

[50] Tirmizi - Taberâni : Ibn Câriye rivayetinden naklen...

[51] Tirmizi : Ebu Habbe'den rivayet etmiş ve «h&dîsün sahîhün» demiştir.

[52] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/32-36.

[53] Kütüb-i Sitte'den beşi rivayet etmiştir. Ancak îbn Mâce ile Nesâi «TAHUR* yerine -VEDU» lâfzını söylemişlerdir. Tirmizi bu hadisin kasen olduğunu belirtmiştir

[54] Ebû Dâ-vud - Nesâi / İsnad-i sahih ile bir sahabiden rivayet etmişler.

[55] Geniş bilgi için bak.: Fethülbarî Taharet bahsine...

[56] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/36-39.

[57] Bülûğü'l-Meram ; l/18-ü«. / İstanbul Sönmez Neşriyat

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/39-41.

[58] Ahmed b. Hanbel — Müslim : îbn Abbas tr.a.) 'den.

[59] Ahmed b. Hanbel — îbn Mâce : îbn Abbas (r.a.)'den.

[60] Ahmed b. Hanbel — Ebû Davut - Nesâi - Tinnizi : Hadîsün hasenün sahihün

[61] Buhart - Müslim.

[62] Buhâri -Müslim- Neylül-Evtar : 1/39.

[63] Buhâri -Müslim- Neylü'l-Evtar : .1/39.

Not: Hz. Ayşe (R.A.) hadîsin sonunda«tahtelifü eydlna» cümlesini kullanmış­tır ki, biz ona «ellerimiz birbirini takip ediyordu- şeklinde tercemeyi uy­gun bulduk.

[64] Neylü'l-Evtar : 0/39.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/

[65] Şerhu Maani'l Asar -. 1/15. - Sübülü's Selâm : l/16Taharet bölümü.

[66] Fazla bilgi için bak : Neylü'l-Evtar : 1/40 - Şerhu Maani'1-Asâr : 1/16.

Ebu Cafer el-ezdi et-Tahavî, bunu «Resdîn b. Sa'd» şeklinde değilde, «Râşid ta. Sa'd» olarak belirlemiştir.

[67] Bu konuda fazla bilgi için bak : el-Fikhı Alâ'l-Mezabibi'l arbaa ; 1/33 Mı­sır baskı

[68] Buharı: Ebû Hüreyre (R.A.)'den.

[69] Neylü'l-Evtar = 1/45,

[70] el-Fıkhu Al&'l-Mezahâibi'l - arbaa . 1/41-42

[71] el-Fıklıu Alâ,'L-Mezahibi'l - arbaa : 1/41-42.

[72] Neylü'l-Evtar : 1/45

[73] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/41-47.

[74] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/47.

[75] Müslim - Nesââ: Eİ3Û Hüreyre (r.a.)'den.

[76] Mâide Sûresi: 4.

[77] Geniş bügi için bak: Neylü'l-Evtar : 1/47.

[78] Darekutnî ; Ebû Hüreyre (R.A.)'den

[79] Darekutnî s Ebû Hüreyre IR.AJ 'den.

[80] îbn Âdiy el-Kâmil'de ; Ebû Hüreyre (R.AJ 'den

[81] Kütüb-i Sitte : EbûHüreyre (r.aj'den

[82] Müslim-Ebû Davut :

[83] Nasbü'r-Raye Li-Ahadîsi'l-Hidâye • 1/131.

[84] Fazla bilgi için bak « Nasbü'r-Râye : 1/132

[85] Fethü'l-Vahhab Bi-şerhi Menheci't-Tullab . 1 /20-21.

[86] Fethü'l-Vahhab Bi şerhi Menheci't-Tullab » 1 /20-21.

[87] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/47-52.

[88] Fıkhü's-Sünne: 1/29.

[89] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/52.

[90] Kütüb-i Sitte'den beşi rivayet etmiştir. Tinnizî bunun hasen sahîh olduğu­nu söylemiştir.

[91] Darekutnî » Hz. Aişe (R.A.)'den

[92] Bedayiû's-Sanayi, Fi Tertibi'ş-Şerayi' •. 1/65 (78)^   Haşiyetü't-Tahtâvî 11/18.

[93] Haşiyetü’t-Tahtavi :  1/65

[94] Tenuiru'l-Havâlik :. 1/46

[95] Mu'cemü'l-Fıkhu'l-Hanbel: 1/944-Kuveyt : 1973

[96] Şerhu Mââni'1-Asâr 11/19.

[97] Nasbu'r-Râye . 1/133.

[98] Taberânî / el-Mu'cemü's-Sağîr'de i Enes b. Mâlik'den (r.a.) Zeylâî Nasbu'r-Râye'de aynı hadîsi nakletmiştir 11/134.

[99] îbn Huzeyıne kendi Sahihinde rivayet etmiştir. Nasbu'r-Râye ı 1/134,

[100] Hâkim el-Müstedrek'te : Ebû Hüreyre'den  (r.a.)  rivayet etmiş ve hadîs sa­hih diye belirtmiştir

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/52-55.

[101] Nasbu'r-Râye * î/133.

[102] Şerhu Maâni'1-Asâr ı 1/19

[103] Sâid'den maksat, Tabiî'nin ileri gelenlerinden Saîd b, Müseyyeb'dir

[104] Yukarıda sıraladığımız altı rivayeti, Ebû Cafer et-Tahavî'nin Şerhu Maa-ni'1-Asar t  1/19-21'den  terceme  ederek aldık...

[105] Ebu  Cafer  et-Tahavî'nin Şerhu Maâni'l-Asâri'nden   kısaltılarak   alınmıştır! 1/21.

[106] Fazla hilgi için bakî Mu'cemü'I-Fıkhi'l-Hanbeü" , 2/944-Tenvirül-Havâlik 1/46.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/55-57.

[107] Bedayiu's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerâyi' i 1/64.

[108] Bedayiu's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerâyi' 11/64.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/57.

[109] Buharî / Hayz t 19. - Müslim / Hacc : 382, Ridâ. t 67,70 Esma bint Ebubekir (r.a.)

[110] Neylü'l-Evtar : 1/52. — el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Ai'baa : 1/23.

[111] Bedayi'uVSanayi' Fi Tertibi'ş-Şerâyi'. 1/80

[112] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayt' : 1/87.

[113] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayi1 : 1/88

[114] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa : 1/23.

[115] el-Fıkhu Alâl-Mezahibi'1-Arbaa ; 1/24.

[116] Kütüb-i Sitte

[117] Nasbu'r-Raye : 1/207.

[118] Ahmed b. Hanbel - Ebü Davut - Nesâî - îbn Mâce - îbn Kuzeyine - îbn Hibban:  Ümmu Kays bint Muhsin'den.. Ayrıca bu konuda bak; Şevkani'nin

Neylü'l-Evtar: 1/52.

[119] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/58-62.

[120] Bedayi'u's-Sanayi, Fi Tertibi'ş-Şerayi,; 1/79

[121] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/62.

[122] Ahmed b. Hanbel: Abdullah, b. Ömer (r.aj 'dan.

[123] Tiirmizî Ebû Sa'lebe el-Huşnî (r.a.)'dan/Hasen ve sahihtir...

[124] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/62-64.

[125] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/64.

[126]  el-Cemaa (Müslim dışında diğer beşil rivayet etmiştir. Buhâri / Abdest: 55 ed&b : 80. Ebû Dâvud / Taharet : 136. Tirmizİ / Taharet:. 112. Ahmed.3/239.

[127] Neylül-Evtar: 1/56

[128] Îbn Ebi Şeybe kendi Musannaf : Ebu Cafer Muhammed b A.li'den

[129] Nasbür'r-Raye ; 1/211.

[130] Darekutnİ / Taharet bahsinde Yere Dokunan Bevl -babında: 60.

[131] Ebû Dâvud / Taharet: 136.

[132] Buharî / Vuzû' : 57 - 58 - Edeb : 31-80. Müslim / Taharet: 98 -100.

[133] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/65-68.

[134] Geniş bilgi için bak : Selâmet Yollan : 1/24-26. Fıkhü's-Sünne : 1/30 Nasbü'r-Raye : 1/212

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/68.

[135] Ebû Dâvud / Taharet: 137.

[136] Ebû Dâvud / Taharet: 137.

[137] Ahmed b. Haabel: 3/92. Daremi / Salat: 103

[138] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'L-Arbaa 11/22-23.

[139] Neylü'l-Evtar ;1/58.

[140]  el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibil-Arbaa j 1/24

[141] Neylü'l-Evtar ; 1/58.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/69-70.

[142] Neylü'l-Evtar i 1/58.

[143]  MEVSUL, senedini oluşturan ravileri noksansız olan hadistir. MÜRSEL ise, sened silsilesinde sahabî atlanmış olan hadîstir.

[144] Nasbu’r-Raye 1/207-208-Babü’l-Encas

[145] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/70-71.

[146] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/71.

[147] Buharî / Vudu' : 59 -Müslim/ / Taharet : 104- -Ebû Davut / Taharet: 135--Nesâî / Taharet : 188- -Daremi / Vudu' : 63- -Taberâni / Taharet : 110- Ah-med: 6/356-464.

[148] Ebû  Dâvud / Taharet :   135 -Tirmizî / Cumua ■. 77- -İbn Mace / Taharet: 77-Ahmed: 1/76-97-137.

[149] Müslim / Taharet : 101 -EM Davut/Edeb : 107- Ahmed : 6/213

[150] İbn Mace / Taharet : 77 -Müslim / Taharet -. 103- -Ebû Davut / Taharet: 135--Tirmizi / Taharet : 54- -Nesâi / Taharet : 189- Darekutnİ / Vudu': 105- Ah-med; 6/250

[151] Ebû  Davut / Taharet:   135  -Buharî / Vudu';  59-  -Tirmizî, Cumua:   78-

[152] İbn Mâc©: 76-77-97-137. Ahmed : 6/229

[153] Ahmed b, Hanbel - Ebû Davut - İbni Mâce/Taharet: 77.

[154] Hâşiyetü't-Tahtavi ı 83 / Babü'l-Encas

[155] Fethülvahhab toi-Şerhi Menhecu t-tullab ; 1/21.

[156] Tenvîrül-havâiik Şerhtin ala Muvatta'i Mâlik : 1/83. . (132)    Neylü'l-Evt&r ; 1/61

[157] Neyü’l-Evtar: 1/61

[158] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/71-75.

[159] Beniş bilgi için bak . Neylü'l-Evtâr : 1/60 - Fettıülvahhab : 1/21. ( X ) Bak ; Şerhu Maâni'1-Asâr : 1/93.îmam Ebu Yusuf ile îmam Muhammed'de İmam Azam'in, kavlini tercih etmişlerdir.

[160] Bak: Şerhu Meani’l-Âsar: 1/93.

İmam Yusuf ile İmam Muhammed’de İmam Azam’ın kavlini tercih etmişlerdir.

[161]  Nevevl / Şerh-i Müslim'de

[162] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/75-76.

[163] Buharı / Vudu. : 66 -Zekât -. 8-9-68- -Mağazi : 36- Diyet, 33- -Hudud, 15--Tıb : 6-29- -Ebu Davut / Hudud; 3- -Tirmizi / Et'ime: 38- -Mesâi/Tahrim-i dem:   -7 ibn Mâce / Tib : 30.

[164] Müslim/Hayz;  97 -Ebu Davut/Taharet : 71- -Salât: 143- ibn Mâce  /Me-sacid: 12. Dâremî/Saîat ■. 113. Ahmed b. HaabeL :3/451-491.

[165] Buharî/Tıb; 57. İbn Mâce/Tıb ; 30.

[166] Ahmed b. Hanbel; 1/293.

[167] Haşiyetü't-Tahtavî Alâ Meraki'L-Felâh : 84

[168] Bedayi'u's-Sanayi Fi-Tertibi'ş-Şerayi1 11/80.

[169] Geniş bilgi için bak: Neylü'l-Evtâr : 1/63.

[170] Fıkhü's-Sünne ı 1/28.

[171] Füîhü's-Sünne ; 1/28.

[172] Ebu Cafer el-Ezdi et Tahavî ; ibn Ebî Davut1 dan/Ş erhu Maâni'l-Asar: 1/108

[173] Ebu Cafer el-Ezdî el-Tahavî Şerhu Maâni'1-Asar : 1/108

[174] Ebu Cafer el-Ezdi el-Tahavî Şerhu Maâni'1-Asar : 1/108 -109 -110

[175] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/76-80.

[176] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/80.

[177] Eb» Dâvud / Taharet: 82. Tinnizii / Taharet: 84. Ibn Mace / Taharet; 70. Baremi / Vudu': 49. Ahmed: 3/484.

[178] Ebû Davud / Taharet: 51,90,69,128,180. Nesâî / Taharet: 101. Taberâni / Ci-hâd:   50.  Ahmed b. Hatibe!:   1/7,129. 3/73,215,279. 5/2,241,242,247

[179] Buharî/tiimı  51, vudu's 34, gusül:  13, hayzt  17,  Taharet    82  Nesâî/Taha-ret:   111-119,   gusül   ,  28.   Ahmed  ı  1/80-82-87-107-125-129-145- 6/5  Müslim...

[180] Ebû Dâvut/Taharet: 82. Ahmet, 1/145. 4/342

[181] Geniş bilgi için bak t el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa i 1/79 Nasbu'r Râ-ye -. 1/67

[182] İmam Mâlik, bu hususta Abdullah b. Ömer'den yapılan rivayeti seçmiş­tir. Bak : Tenvîrü'l-Havâlik Şerhün Ala Muvatta'i Mâlik •. 1/63

[183]  Mu'cemü'l-Fıkhı'l-Hanbeli: 1/944. el-Muğni : 2/86,87

[184] Ebu Cafer el-Ezdî et-Tahavî-Şerhu Maâni'1-Asâr t 1/45-46

[185]MtideUes hadîs, biri isnadda, diğeri şuyûhta tedlîs olmak üzere ikiye ayrı­lır. Birincisi, râvinin muasırı olup görüştüğü halde ondan hadîs almadığı veya muasırı olduğu halde görüşmediği kimseden hadîs işittiğini yansıtır ve sanır şekilde rivayet ettiği hadîstir. İkincisi, ravinin kendi şeyhini kün­yesinden başka bir künyeyle anması veya onu taşımadığı yüksek vasıflar­la belirtmesidir.    Muhammed b. Ishak'm bu tarz bir    tutumu    olmuştur. (Fıkhü's Sünne s 1/26-27)

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/80-85.

[186] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/85.

[187] Ebu Dâvut/Taharet   s   134.  Ahmet =. 6/125-133-213-239-263.   Nesâî/Taharet -. 1S7. Müslim/Taharet

[188] Buharî/Vudu1 64-65. Nesâî/Taharet, 18S Ahmed : 6/142,235.

[189] Darekutıü   îbn Abbas ti\a.) 'dan.

[190] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahîbi'l-Arbaa: 1/23.

[191] Zeylaî/Nasbu'r-Râye    1/210-2X1

[192] Zeylaî/Nasbu'r-Râye • 1/211

[193] Geniş bilgi için bak i Neylü'l-Evtâr : 1/69.

[194] Bilgi için bak . Neylü'l-Evtar : 1/70.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/86-89.

[195] Tenvirü'l-Havâlik Şerhün Alâ Muvatta'i Malik •, 1/69-70.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/89.

[196] Buharı / Bed'ü'I-halk : 17. Taberânî r 58. Ebû Davut / Et'ime = 48. Nesâî/Fe­ri'    11. İbn Mâce/Tıb : 31. Dâremî / Et'ime : 12. Ahıned s 2/229-248-263 34O-355-388-390-443-3/34

[197] Geniş bilgi için bak . Feth.ü'1-vahhab / Kitabu'l-Et'ime : 2/192

[198] Mu’cemü’l-fıkhı’l-Hanbeli :2/945

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/89-91.

[199] îsrâ Sûresi t 70

[200] Buharî/Maraz i 16. Müslim/Hacc : 86,323 Ahmed t 1/204-3/123-127. { X )    Müsned-i Ahmed * 3/146-229-287.

[201] Müsned-i Ahmed * 3/146-229-287.

[202] Buharî / İstidan : 41. Fazâil; 85. Ahmet, 3/287.

[203] Ahmed b. Hanbel s 4/342

[204] Buharî / Libas ı 66.

Not : ResûlüIIah'ın saçlarından bir kaç kılın kızıl renkte görülmesi kına ve ketem ile boyandığındandır.

[205] Ahmed b. Hanbel-Müsned * 4/42.

[206] Nacaset-i hubs, murdar bir necaset  necaset-i hades, abdestsizlik ve gusül-

süzlüfc murdarlığı demektir

[207] Haşiyetü't-Tahtâvî: 1/307-308.

[208] el-Hâkim / Müstedrek'te   ibn   Abbas    (r.a.)'dan...   Haşiyetü't-Tahtâvî  ı   1/309.

[209] Geniş bilgi için bak t el-Aynî ve en-Nevevî şerhleri cenaze bahsine.

[210] Fethülvahhab Şerhi! 1/89

[211] el-Fıkhu Alâ'-Mezâhibil-Arbaa ı 1/501. Fıkhu's-Sünne: 1/502

[212] NeyUTl-Evtar s 1/73.

[213] Bülûğu'l-merâm tercemesi ve şerhi 1105/İstanbuI.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/92-97.

[214] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/97.

[215] Ahmed ; 5/74-75-45. Dâremi /Udhiye t 19. Nesâi/Feri' ı 7. Tirmizî/Libas; 31

[216] Ahmed . 4/95,99. Ebû Davut.

[217] Ahmed ı 4/96.

[218] Ahmed = 4/101. 5/74,75. Ebû Dâvut/Libas s 40, menâsik s 23. Nesâi/Feri' i 7 Tirmizî/Libas 31. Dâremî/Udlııyye 119.

[219] Ahmed : 4/132. Nesâi/Feri' ,7.

[220] Ebû Dâvut/Libas : 40.

[221] Bedayi'ü's-Sanayi' Fi TerUbi'ş-Şerâyf . î/85.

[222] el-Fikhu Alâ'I -Mezâhibi'l- Arbaaj, 1/26.

[223] Fethülvahhab  Bi -Şerhi Menheci't-  Tullab  :  1/20. -el-Fıkhu  Al&'l - Mezahi-bi'1-Arbaa -. 1/27.

[224] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa 11/27.

[225] el-Fıkhu Alâ'i-Mezahibi'l-Arbaa : 1/27.

[226] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/98-101.

[227] İmam Mâlik ile İmam Ahmed'e göre temizlenmez, ancak kuru maddeleri içine koymakta bir sakınca yoktur.

[228] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/102.

[229] Müslim / Hayz: 100,102,104, Ebû Dâvud/Libaa : 38. Nesâî / Feri': 5. Ahmed : 4/329, 334, 336.

[230] Müslim/Hayz 103. Ahmed : 1/227, 366.

[231] Mu'cemü'l-Fıkhı'l-Hanbeli : 2/950

[232] Buharî/Büyû' : 15, zebayih: 30. Tirmizi/Libas, 7. Ebu Dâvud / Libas; 33,39.

Nesâî   /   Feri':   4,5.   İbn   Mâce/Libas:   25,26.   Dâremî/Udhiye:   20.  Ahmed 4/310, 311.

[233] Neylül-Evtar: 1/77.

[234] îrsalen malûl olması, senedinde  bir sahabenin  düşmesidir. Iztıraben ma'-lûl olması,  birçok râviler tarafından   (nüans)   farkıyla fakat birbirine eşit ölçüde yaptıkları rivayettir ki, aralarında bir tercih yapma imkânı hemen hemen yoktur. Nitekim sözü edilen hadis bazan Hz. Peygamber'in (A.S.) mektubundan,   bazan da Cuheyneii meşayihten  rivayet  edilmiştir.  Ayrıca Peygamberimizin    vefatından bir ay, iki ay: kırk gün, üç ay, üç gün gibi farklı sayılar yer almaktadır.

[235] el-Fıkhu Alâ'l -Mezahibi'l- Arbaa : 1/27 - Neyiü'l-Evtar : 1/78

[236] İmam Zührl her şeye rağmen ihatalı bir ilim adamıdır. Hadiste kaynak kabul edilir. Şam ile Hicaz arasında Eyle'de yaşamıştır. Hicrî 123 veya 125'de vefat ettiği söylenir ki, o zaman hadîslerin, tamamı henüz toplanmamıştı...

[237] Ebû Dâvud - Ibn Hibban - Darekutnî : Meymune Cr.aJ'dan. Hakim bunun sahih olduğunu belirtmiştir,

[238] Ebû Dâvud - Nesât - Beyhaki. Sahih olduğunu iddi a edenler bulunduğu gibi muallel olduğunu söyleyenler de  var.  Bak:  Neylü'l-Evtar :  1/76.

[239] Ahmed : 1/372, 3/476, 5/6.

[240] En'âm sûresi •. 145.

[241] Şerhu Meâni'1-Asar t İbn Abbas (r.a.l'dan 11/471.

[242] Şerhu Meâni'1-Asar : İbn Abbas (r.a.) 'dan j 1/471

[243] Geniş  bilgi   için   aynı   eserin   1/468-473   sahifelerine   müracaat  edilmesini tavsiye   ederiz

[244] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/102-108.

[245] îmanı Mâlik, bu konuyla ilgili Meyimme (R.A.) hadisini, Zeyd b. Eşlem hadisini ve Hz. Ayşe (R.A.) hadisini Muvatta'a olarak derinin, bir bakıma dibağatla temizleneceğini belirtmiştir.   [Tenvirül-HavâJİk ■. 2/44

[246] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/108-109.

[247] Bu konuda geniş bilgi için bak :. el-Fıkhu'AIâ'l -^ezahibi'l- Arbaa: 1/26,27.

[248] Buhârî/Cihad i 130. Mağazî -. 35. Nikâh t 31. Zebayih ■- 27,28 Müslim/Sayd : 23,30,36. Nikâh ■., 29,32. Ebû Dâvud t Et'ime ı 25,32. Tirmizî/Nikâh; 29. Sayd? 9. Et'ime ! 6. Nesâî/Taharet -. 54. Sayd = 29,31. Udhiye 43. Nikâh; 71. İbn Mâce/Zebayih •. 13. Nikâh : 44. Taberânî/Nikâh : 41. Ahmed ı 1/79,103,142, 147. 2/21,102,143.

[249] Buharî/Cihad -. 48,130. Humus : 20. Menakib    28. Magazî    31. Zebayih : 27. İ'tisam î 24. Müslim/Sayd % 26.

[250] Şerhu Meâni'1-Asâr t 4/210.

[251] Bedayİ'us-Sanayi' Vi Tertibi'ş-Şerayi'/Zebayih: 5/18.

[252] Minhacü't-tâlibîn ve Ümdetü'l-müftîn / Et'ime : 131. Fethülvahhab bi-şerhi

Menheci't-tullâb  /  Et'ime j   2/192.

[253] el-Ümm: 2/251

[254] Mu'cemü'l-fikhî'l-Hanbelî / 7792—C , 2/645.

[255] Mu'cemü'l-fikhi'1-Hanbelî / 7784—C : 2/645.

[256] NahI Sûresi :8

[257] Mü'min Sûresi -. 79.

[258] Tenvîrü'l-Hevâlilc Şerhun Alâ Muvatta'İ Mâlik/Et'ime : 2/43.

[259] Hakim el-Müstedrek'te Câbir   (r.a.)'den rivayet etmiş ve Müslim'in şartına göre sahîh'tir, demiştir.

[260] Buharî / Hayber gazası, Müslim / Zebâyih'te ve her ikisi ayrıca Nikâh bahs-lerinde zikretmişlerdir.

[261] Bu husustta geniş bilgi için bak : Nasbur'r-Râye t 4/198

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/109-112.

[262] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/113.

[263] Buharı/Libas : 25. İbn Mâce/Libas! 16,

[264] Buhari/Eşribe* ' ■. 28. Müslim/Libas :, 1. îbn Mâce/Eşribe: 17. Dâremi/Eşribe,25

Taberânî/Selâtü'n-Nebiy , 11. Ahmed:, 6/98, 301,302,304

[265] Ahmed b. Hanbel — İbn Mâce ■. Hz. Aişe (r.a.1 'den.

[266] Tirmizî/Libas : 1,2. îbn Mâce/Libas , 19

[267] Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı ı C.4/109.110.

[268] Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı. 4/110 -1718.

[269] es-Siracü'l-vahhac Alâ Metni'l-Minhac -, 10,H./Mısır, 1933. Fethülvahhab bi-Şerhi Menhecü'l-Tullâb •. 1/6,7. Mısır : 1948.

[270] Mu'cemti'l-Fıkhı'l-Hanbelî •. 1/358 — Kuveyt*1973 -1933.

[271] Kaynaklarıyla îslâm Fıkhı: 4/111 - 1710/Celâl YILDIRIM

[272] Tenvîrü'l-Havâlik Şerhün Alâ Muvatta'î Mâlik: 3/110

[273] Tenvîrü'l-Havâlik Şerhün Ala Muvatta'î Mâlik-, 3/102

[274] Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı: 4/110 -1718 / Celâl YILDIRIM

[275] el-Ümm- ı/ıo.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/113-118.

[276] Buharî/Humus î 5,

[277] Ahmed b.Hanbel: 3/139,155,259.

[278] Buharî/Vudû' :45. Ebü Dâvud/Taharet: 47.tbn Mâce/Taharet-. 61

[279] Ahmed b. Haabel.

[280] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/119.

[281] Buharî/Bed'ü'1-halk: 11. Ebû Dâvud/Eşrlbe: 22

[282] Müslim / Eşribe • 96,99. İbn Mâce / Eşribe ( 16. Ahmed : 3-355.

[283] Buhaı-î/Bed'ül-halk : 15, Eşribe : 22. Ebû Dâvud •. Eşribe 22. Ahmed; a/301,319

[284] Ebû Dâvut/Eşribe  : 22.   Tinnizî/Et'ime :   15. Taberânî/Sifatu'n-Nebiy t 21 Ahmed : 3/386,395.

[285] Müslim/Eşribe : 94. Ebû Dâvut/Eşribe t 22. Ahmed , 3/314.

[286] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/120-123.

[287] Buhan/Vudû < 9,10. Miislim/Hayz i   122. Ebû Davut/Taharet = 3. Tirmizi/ Taharet; 4. Nesâî/Taharet 17.

[288] Hubs ve habâis •, Her çeşit pislik, murdarlık, hastalık, mikrop, zararlı cin ve şeytan demektir.

[289] Müslim/Hayz : 118,121. Ebu Davut/Taharet : 190. Et’ime : 11. Tirmiz/Taharet : 5.10,170. Daremi/Vudu’ : 1/282,327,349,359. 3-443, 4-224, 237,. 6/189

[290] Neylü'l-Evtar * 1/89-90.

[291] İbn Mâce/Taharet 110.40

[292] Hâşiyetü't-Tahtâvi * 28,29

[293] Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı / Celâl Yıldırım , 1/146. (Birinci baskı), Fetavâ-yı Hindiyye : 1/50

[294] es-Siracü'1-vahhac Ala Metni'l-Minhac s 1/13.

[295]  Hâşiyetü't-Tahtâvî t 28,29.

[296] Mu'cemü'l-Fıkhı'l-Hanbelî  .   i/65 eİ-Muğnî / İbn Kudâme s  I - 162,167^168.

[297] Tirmizî/Libas : 16,17. Ebü Dâvud/Taharet ı 10. Nesâî - Zînet ; 53. îbn Mâce -Taharet i 8,11,71. Dâremî/Vudu, s 10. Ahmed , 2/311,454. 3/99,101,282. 4/373, 383.

[298] Münker hadîs Zayıf bir râvinin güvenilir bir râviye muhalif olarak ri­vayet ettiği hadîstir.  (Hadîs ilimler ve Hadîs İstılahları ■. 162).

[299] Fazla bilgi için bak ■ Neylü'l-Evtar : 1/90,91.

[300] Bilgi için bak  :  Mu'cemü'I-Fıkhî'l-Hanbeli = 1/65.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/123-128.

[301] Ebû Davut/Taharet :  8. Tirmizi/Taharet : 67. Isti'zan : 27. Nesâî/Taharet ; 32,33. İbn Mâce/Taharet -. 27. Dâremi/Isti'zan ; 13. Ahmed : 5/225.

[302] Fıkhü's-Sünnet : 1/32.

[303] Ebû Dâvut/Taharet; 7. Alımed : 3/36.

[304] Fazla "bilgi için bak : Mü'cemu'ı Fıkhı' 1-Haabeli : 1/65. Haşiyetü't Tahtâvî kenarı Meraku'1-Mâh •. 29.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/128-129.

[305] Müslim/Taharet :  68. Ebû Dâvut/Taharet : 15. Ahmed : 3/382

[306] Ebû Dâvut/Taharet :  14. îbn  Mâce/Taharet  .- 21.

[307] îbn Mâce

[308] İbn Mâce/Taharet : 72.

[309] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/129-130.

[310] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/130-131.

[311] Müslim/Taharet, 60. Ahmed 5/416,421

[312] Euharî/Vudu' 111. Nesâî/Talıaret ı 20. Ahmed ■ 5/416,421

[313] Nesâİ/Tfüıaret 34. Buharî/Vudu' ı 21. Müslim/Taharet s 58. Ebû Davut Ta^ haret : 4. Tirmizj/Taharet = 14. îbn Mâce/Taharet , 16. Dâremî/Vudu. ; 12. Aluned ı 2/247,250. 5/438.

[314] Buharî/Vudû : 11,60. Salat :  29.  Müslim/Taharet : 59. Ebû Dâvut/Tahare 4. Tirmizi/Taharet : 6. Nesâî/Taharet : 19,60. İbn Mâce/Talıaret : 17

[315] el-Fıkhu Ala'1-Mezahibi'l-Arbaa ;  1/96.

[316] Fethulvahhab :  1/9. es-Siracü'1-vahhac Ala Metni Minhac : 1/13

[317] eî-Fıkhu Alâ'1-Mezahibi'l Arbaa : 1/97.

[318] Muvatta' : 1/200.

[319] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibil-Arbaa ; 1/95.

[320] Tahtâvi Ala Merakil-felâh ; 29.

[321] Neyü’l-Evtar

[322] Neylü'l-Evtar  1/95

[323] İbn Ömer   (r.a.),  Peygamber  (a.s.)   def-i hacet ederken önünü Şam'a ar­kasını Kabe cihetine  çevirmiş bir halde gördüm»  demiştir. Bunu, kütüb-i

.sitte almıştır. Cabir'den yapılan rivayette ise, demiştir ki : «Peygamber (a.s.) küçük abdest bozarken kıbleye yönelmemizi menetti. Vefatından bir yıl önce kendisini kıbleye yönelik bir halde bevl ederken gördüm.» Kütüb-i sitteden beşi rivayet etmiştir.

[324] Ebû Davut - İbn Mâce/Taharet :  17. Ahmed : 4/210.

[325] el-Cemaat rivayet etmiştir...

[326] Kütüb-i sitte rivayet etmiştir, Nesâi hariç..

[327] Ebu Davut - Taberânî/Taharet 1/2.

[328] îbn Mâce - Ahmed : 6/219,227,239.

[329] Münker hadis, zayıf bir râvinin ayni hadîsi sıka (güvenilir)  râviye muha­lif olarak rivayet ettiği hadistir. Mîzanü'l-I'tidal: 1/232 - 2432 nohı Hâlid... Geniş bilgi için bak : Neylü'l-Evtar : 1/100,101.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/131-136.

[330] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/136.

[331] Nesâî/Taharet : 24.  Tirmizî/Taharet :  8. İbn Mâce/Taharet : 14. Ahmed 6/192,213.

[332] Tirmizî/Taharet: 8. İbn Mâce/Taharet: 14.

[333] Tirmizî/Taharet : 8. İbn Mâce/Taharet =14.

[334] Hafız Bezzar : Büreyde'den tr.a.1 rivayet etmiştir

[335] Hâşiyetü't-Tahtâvî Alft Meraki' 1-Felah : 30.

[336] Bilgi için bak : Tenvirü'l-Hevâlik : 1/84.

[337] El-Mugnl ve Eş-Şerhü'l Kebîr :   1/156.  Mu'cemül-Fıkhi'l-Hanbeliİ :  1/64

[338] İbn Mâce : Cabir (i\a.)'dan.

[339] Mizanü'l-İ'tidal: 3/62-5593 nolu Adiy...

[340] Ebû Dâvut/Taharet : 11. Nesâî/Taharet : 25. İbn Mâce/Taharet : 14.26. Ah-med -.4/196.

[341] Buharî/Vudû' : 60, Mezalim : 27. Müslim/Taharet : 73,74. Ebû Dâvut/Taharet : 12. Tirmizi/Taharet : 9. Nesâî/Taharet : 16,23. Îbn Mâce/ Taharet   13. Daremî/Vudû' : 9. Ahmed ; 4/246. 5/283,394,402.

[342] Buhari/Vudû' 55.56. Cenâiz •. 81,88. Edeb : 46,49. Müslim/Taharet : 111. Ebû Dâvut/Taharet : 11. Tirmizî/Taharet : 53. Nesâi/Taharet : 26, cenâiz ;  116. îbn Mâce/Taharet : 26. Dâremî/Vudû, : 61. Ahmed : 1/225. 5/266.

[343] İbn Mâce- Ahmed b. Hanbel: Ebû Ümâme Cr.a.)'den.

[344] Darekutni; Enes (r.a.)'den

[345] Müsned-i Bezzar : Ubâde b. S&mıt (r.a.) 'den.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/138-143.

[346] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/143.

[347] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/144.

[348] Müslim/Taharet -. 158. Ebû Davut/Taharet ı 20. Ahmed b. Hanbel...

[349] Dârekutnî t, Ebû Hüreyre (r.a.)'den. İsnad-i ceyyid ile...

[350] Buharî/Vudû' : 21. Nesâî/Taharet , 34, Müslim/Taharet ı  58. Ebû DâvutA Taharet : 4. Tirmizi/Taharet :  14.  İbn Mâce/Taharet : 16.  Dâremî/Vudû' -, 12. Ahmed . 2/247,250. 5/438.

[351] Bedayiü's-Sanayi'  Fi-Tertibi'ş-Şerâyi'  ,   1/18.     el-Filthu   Alâ'l-Mezahibi'I-Ar-baa * 1/98.

[352] BedatiiÜVSanayi'   Fi-Tertibi'ş-Şerâyi,  :  1/18.

[353] Şerhu Maâni'I-Asâr : 1/122.

[354] Bedâyi'u's-Sanayi' Fî-Tertibi'ş-Şerâyf : 1/18.

[355] Fethülvahhab bi-Şerhı Menheci't-Tullab -.  l/io.

[356] Şerhu Maânı'I-Asâr , 1/121.

[357] Fethülvahhab s 1/10-11. el-Fıkhu Alâ'I Mezahibfl-Arbaâ ; 1/99.

[358] Mu'cemü'l-Fıkhi'I-Hanbelî . 1/85.

[359] Mu'cemti'I-Fıkhi'l-Hîüıbelî  ,. 1/66

[360] el-Muğuî ve'ş-Şerhü'1-Kebîr : 1/147

[361] el-Muğnî ve'ş-Şerhü'1-Kebîr ı 1/149.

[362] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l Arbaa . 1/99,100.

[363] el-Muğnî, eş-Şerhii'1-Kebîr v 1/147

[364] Şerhu Maâni'1-Asâr i 1/122.    Buharî/Vudu' , 21. Tirmizî/Tiüıaret -. 13.    Ne-sâî/Taharet s 37. Ahmed , 1/388,418,427,450,465.

[365] Ebû 'ıDâvut/Taharet f 21,    Nesâî/Taharet * 33. Dâremî/Vudu, , 11. Ahmed; 1/133.                                                                                                            

[366] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/144-149.

[367] Buhari/Menakıb , 25. Vudu' t 15,16. Salat t 93. Müslim/Zühd ; 75. Dâremî/-Vudu' i 15. Ebû Dâvut/Taharet -, 60.

[368] Nsylü'I-Evtar ,  1/120.

[369] Neylü'l-Evtâr * 1/120.

[370] Tevbe Sûresi : 108. / Ebû Dâvut/Taharet . 23. İbn Mâce/Taharet ı 28, Tir-imizî...

[371] Neylii'i-Evtar . 1/121.

[372] Fazla bilgi İçin bak ; Nasbu'r-Raye Sı 1/218,219.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/150-152.

[373] Buharî/Menakibü'kAnsar t 32.

[374] Müslim/Taharet ,  14. Dâremî/Vudû' : 12. Ahmed    3/487.

[375] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/152-153.

[376] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/153-154.

 

[378] Buh&rî/Savnı  :  27. Nesâî/Taharet i 4.  İbn Mâce/Taharet  ( 7. Dâremî/Vu-du  ı 19. Ahmed ;  1/3,10. 6/47,62,124,146,238.

[379] Tirmizî — Ebû Dâvud / Taharet: 25. Nesâî/Mevakit =20, tbn Mâce / SalatiS. Ahmed -. 2/245.

[380] Buharî ve Tirmizi müstesna Kütüb-i Sitte sahipleri rivayet etmişlerdir.

[381] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Teıtibi'ş-Şerâyî' , 1/19..

[382] es-Siracü'1-vahhac Ala  Metni'l-Minhac t   17.  el-Fikhu   AJâ'l-Mezahibi'l  Ar-baa ı 1/72.

[383] Fethülvahhab bi-Şerhi  Menheci't-Tullab  :  1/13.

[384] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa , 1/74,75.

[385] Mıi'cemül-Fikhi'l-Hanbelî  t 17477,478.

[386] el-Muğnî ve eş-Şerhü'1-KeİJÎr s  1/78,   79.

[387] Mu'cemü'I-Fıkhi'I-Hanbelî  : 1/478.

[388] îbn Mâce

[389] Bu hususta geniş bilgi için bak i, Fethü'İ-allâm : 1/22.

[390] Buharî / Vudü' 73, Tahareti 46,47. Teheccüd t 9. Ebû Dâvud / Taharet: 30. Nesâî / Taharet t ı, Kıyamü'1-leyl: 10,11. İbn Mâce / Taharet , 7. Ahmed 5  / 382, 390, 402, 407.

[391] Ebû Dâvud kendi Sünen'inde : Ali b. Zeyd'den...

[392] Ebû Dâvud kendi Sünen'inde: Ahmed s 2/117 - Müsned-i Ebû Ya'Iâel-Musilî.

[393] İbn Mâce / Taharet i 7.

[394] Tirmizî / Nikâh ı 1. Ahmed ■. S/421.

[395] Tirmizi/Savm > 29. Ahmed , 3/445

[396] Ebû Dâvud / Savni! 26. Tirmizî / Savm- 29. İbn Mâce / Siyam s 17.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/154-159.

[397] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/159-160.

[398] Buharı / Libas j 51,63,64. Müslim / Tahareti 49,50. Ebû Dâvud Tereccül: 1Û Tirmizî / Edeb : 14. Nesâî / Taharet j 8,10. Zinet-. 1,55. İbn Mâce / Taha-!           ret :  8. Taberânî /  Sıfatü'n-Nebiy , 3. Ahmed , 2/229,239,283,410,489.

[399] Müslim / Taharet : 51. İbn Mâce / Taharet-. 8.

[400] Müslim / Taharet: 56. Ebû Dâvud / Taharet: 29. Tinnizî / Edeb: 14, Nesâî/ i  Zînet : 1, îbn Mâce / Taharet t 8. Ahmed t 6/137.

[401] Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı: 4/205,^06. Günlük ve haftalık Temizlik.

[402] el-Muğni ve  eş-Şerhü'1-Kebîr t 1/70,72.

[403] Tenvîril-Havâlik  Şerhün  Alâ  Muvatta'î  Mâlik;   3/107,108.

[404] Şerhu Meâni'1-Asâr . 4/229 — Kitabü'l-Kerahet

[405] Fazla bilgi   için bak:  Neylü'l-Evtar .  1/132.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/160-164.

[406] hususta geniş bilgi için bakı el-Muğnî/Faslün Fi'1-Fitrat t  1/70-73,

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/164-165.

[407] Barnaba İncil'i = 5/1-4.

[408] Buharî / Enbiya ı 8, îstl'zan, 51. Müslim / Fezâil,  151. Ahmedi   2/322,418,

435. Taberânî / Sıfatü'n-Nebiy s 4.

[409] Kaynak olarak 339 nolu nota bakılması...

[410]   Ebû Dâvud / Taharet 1   129.  Ahmedı  3/415.

[411] Feyzü'l-kadir  Şurtm CamiTs-Sağir t 3/503  — Beyrut  ( 1972,

[412] el-Muğnî (   1/70,71.

[413] Fetâvâ-yı Hindiyye ı 5/357

[414] Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı / Celâl YILDIRIM , 4/70-1678.

[415] Fıkhü's-SÜnnet . 1/37 -Sünenü'l-Fıtrat bölümü.

[416] Neylü'l-Evtari: 1/134.

[417] Geniş bilgi için bak : Neylü'l-Evtar : 1/135.

[418] Ahmed > 5/75. Ebû Dâvut/Edeb :. 167 .

[419] İslâm'da Aile Eğitimi / Prof. Abdullah ULVAN, Mütercim . Celâl yıldırım i 1/120.

[420] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/165-170.

[421] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/170.

[422] Müslim/Bü-r î 33. Ahmed b. Hanbel : 2/285,539.

[423] Ttrmizî/Edeb : 16. Nesâi/Taharet -, 12, zînet s 2. Ahmed ; 4/366,368'4lQ

[424] Müsned-i Ahmed -K 2/365,386. Müslim / Taharet: 55.

[425] Buhârî/Libas t 64. Müslim Taharet ; 54.

[426] Neylü'l-Evtar j 1/137.

[427] Neylü'l-Evtar s i/137

[428] Şerhu Meâni'1-Asâr   4/231.

[429] Şerhu Meânl'1-Asâr * 4/231

[430] Dİ-Muğnî * 1/73-74.

[431] Tenvîrü'l-Hevâlik Şerhün Alâ Muvatta'i Mâlik , 3/123.

[432] Üsmüdü'I-Ayneyn / îbn Hacer el-Heytemî j 8i -Mısır : 1355- 1936.

[433] Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı : 4/207.

[434] Tirmizî

[435] Şerhu Maâni'1-Asâr

[436] Şerhu Maâni'1-Asâr :

[437] Şerhu Maâni'1-Asâr

[438] Fazla bilgi için bak /229. 4/230. 4/230. ı Şerhu Maâni'1-Asâr4/229-232,

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/170-176.

[439] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/176-177.

[440]  Ahmed t 2/179507,210. Ebû Dâvut/Tereccül , 17, Tirmizî/Fazâil-i cihâd : 9.

[441] el-Hıl&i  kendi  Cami'inde Tank b. Habib'den rivayet etmiştir.   Neylü'Iev-tar , 1/139. j

[442] Bezzar-Tabelrânî ■ Fazale b. Ubeyd'den

[443] Buğyetü'l-müsterşİdîn/Hisalü'l-fıtrat t 19,20.

[444] el-Mugnî i 1/75.

[445] Fikhü's-Sünnet t 1/39.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/177-179.

[446] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/179-180.

[447] Kütüm-. Mersin yaprağına benzer yaprağı olup nefis kokusu ve boyası olan bir bitkidir ki, Araplar onu kınayla karıştırıp kullanırlardı

[448] S e ğ â m e s Çiçeği ve yemişi beyaz olan bir bitkidir ki, daha çok Ara­bistan'da yetişir. Ebu Kuhafe ise,  Ebûbekir SIDDÎK'ın babasıdıi1 ki Mek­ke'nin fethinde   İslâmİyeti kabul etmiştir

[449] İbn Mâce / Libas : 33. Ebu Davut- Nesâî,

[450] Ahmed s 3/160. Buharı, M,üslim..

[451] Üsmüdü'l-ayneyn îbn Hacer el-Heytemi . 78. / Mısır : 1936

[452] Gayeti! Telhiai'l - murad / İbn Ziyad: 78 / Mısır : 1936,

[453] el-Mugnî ve eş-Şerhti'1-Kebîr : î/75.

[454] Vers  ı Güzel kokulu, san renkli bir bitkidir.  İyisi kızılımtırak ve yumu­şak olur. Daha çok Yemen bölgesinde yetişir. Za'feran : Çok güzel koku­lu  olup sarı kırmızı karışımı bir rengi vardın  daha çok boyacılıkta kul­lanılır.

[455] el-Muğnî ve eş-Şerhü'1-Kebîr : 1/76.

[456] Tenvîrü'l-Havâlik Şerhün Alâ Muvatta'i Mâlik : 3/125.

[457] Ebû Dâvud/Tereccül : 20, Nesâî/Zinet i 15. Ahmed t 1-273,

[458] Buharî/Enbiya : 50, Libas , 67. Müslim/Libas j 80. Ebû Dâvut-Tereccül; 18. Nesaî/Zînet ( 14. îbn Mâce/Libas ■. 32. Ahmed ■. 2-240

[459] Tirmizî/Libas : 20. Nesâî/Zînet ı 14. Ahmed , 1-165, 2-261,356,499.

[460] Ebû Dâvud/Tereccül ■. 18, Tirmizî / Libas t 20. Nesâî - Zinet: 16. îbn Mâ­ce/Libas t 32. Ahmed : 5/147,150,154,156,169.

[461] Ahmed : 2/97,126. Nesâî Zinet i 30

[462] Buharî/Menakıb : 23, Libas ■.  66. Müslim/Fazail -  101,102. Nesâî-Zİnet ; 17. İbn Mâce/Libas i 35,

[463] Neylü'l-evtar i  1/141

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/180-185.

[464] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/185.

[465] Ahmed b. Hanbel : Ebu Vemse'den.

[466] Buharı, Mislim, Tirmizî, Ebû Davut, Ibn Mâce : Aişe  (r.a.)'dan.

[467] Ahmed ı 5/123. Nesâî/Zînet t 21. Tirmizî-Libas ,2i.

[468] Buğyetü'l-müsterşidîn / Hîsalü'l-fıtrat ■. 19.

[469] el-Muğnî ve eş-Şerhü'1-Kebîr s 1/75.

[470] Geniş bilgi için bak s Tenvirü'l-Havalik : 3/124.

[471] Müslim/Fazail ; 92. Ebû Dâvut/Tereccül ■. 9. Tirmizî-Libas ■ 4, menâkib i 8.

[472] Neylü'l-evtâr ; 1/146

[473] Müslim, Ebû Davut, Nesâî î Enes (r.a.)'den.

[474] Buharî/Menakib ı 23, Libas ı 68.    Ebû Davut/Libas s  17. tereccül ; 9. Ah­med :  3/249. Müslim

[475] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/185-188.

[476] Ebû Dâvut/Tereccül s 3

[477] Ebû Dâvut/Tereccül : 11, Nesâi/Zînet •. 6. İbn Mâce-Libas -. 37.

[478] Ebu Dâvut/Tereccül : 1. Tirmizî/Libas : 22. Nesâi-Zinet : 7. Ahmed ; 4-86. Ğibb s Haftada bir, gün aşırı, araiukh gibi mânalara delâlet eder.

[479] Nesâî i Ebu Katade'den...

[480] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/188-190.

[481] Buharî/Libas s 72. Müslim/Libas : 72,113. Ebü Dâvud - Tereccül ; 14. Ne-sât/Zmet * 5,58. îbn Mâce/Libas , 38. Ahmed s 2-29,55,67,82,83,101,118,137, 143,154.

[482] Ahmed b. Hanbel, Ebû Davut, Nesâi : İbn Ömer  (r.a.)'dan.

[483] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/190-191.

[484] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/191.

[485] Ebû Davut/Taharet : 19. îbn Mâce/Taharet -. 23. Taberânî ; 26. Dâremi-Vu-du ı 5. Ahmed : 2/37.

[486]Tirmiz/Tıb : 9,libas:23.İbn Mace/Tıb; 26. Ahmed;1-354

[487] Ebu Davud/Tereccül:6. Nesai/Zinet: 76.Ahmed

[488] Nesai/Zinet.74.

[489] Nesai/Zinet>:31.

[490] Ebu Davud/ nikah:49, libas;8. Tirmiz/Edeb:36.Zinet ; 32. Ahmed;2/541,4/442

[491] el-Muğnî ve Eş-Şerhü'1-Kebîr : 1/76 Mucemü'l-Fıkhi'l-Hanbeli ; 2/830.

[492] Nesâl   -   Ahmed :  6/72.

[493] Ebû Dâvud / Tereccül: 6. Nesâi / Zînet: 73. Ahmed : 2-32

[494] Fıkhü's-Sünne:   1/40'dan  özetlenerek  nakledilmiştir.

[495] Sözü edilen hadîs hakkında geniş bilgi edinmek isteyenlere Neylü'I-Evtar birinci cilt 152. sahifeye bakmalarını tavsiye  ederiz;

[496] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/192-195.

[497] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/195-196.

[498]Mâİde Sûresi t 6.

[499] Bulıarî / Hiyelj 2, taharet: 58. Müslim / Taharet: ı. Ahmed; 2—318. Ne-sâî  / Taharet:  103.   İbn Mâce / Taharet ■  2

[500] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/197-198.

[501] Buharı / İmân : 41,  Itık , 6,, Menâkib-i ashab .  45. Nikâh; 5 Eyman; 41. Müslim / İmaret : 153. Ehû Dâvud / Talak , 11. Tirmizî — Fazâil-i cihadı 16. Nesâî / Taharet : 59, Talâk , 24, Eyman , 19. İbn Mâce / Zühd; 26. Ah­med j 1/23,43

[502] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayt' : 1 / 19.

[503] es-Siracü'1-vahhac ,  15 — Fethülvahhab bi-şerhi Menheci't-Tullâbî i/ii

[504] el-Mugnî   ve  eş-Şerhü'I-Kebîr -.   1/91

[505] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/198-201

[506] Kaynaklarıyla İslâm. Fıkhı —  Celâl YILDIRIM i 4/419.

[507] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/201.

[508] Ebû Dâvud / Tah ; 48. Tirmizî / Tah t 20. İbn Mâce — Tah; 41. Dâremî; Vudû1   i  25.  Ahmed   :  2/ 418, 3, 41, 90, 5,382, 6,382.

[509] Neylü'l-Evtar ı 1/159.

[510] Bedayi'u's-Saımyi, Fi Tertibi'ş-Şerayi' ı 1/20.

[511] Bedayi'uVSanayi1 Fi Tertibi'ş-Şerayi, -. 1/20,

[512] es-Siractilvahlıac Ala Metni Minhac : 1/17.

[513] îmam  Şafiî'ye  göre,  sünnet,  aıüstehab,  mendup   tabirleri  eşanlamlı   keli­melerdir, biri diğerinin yerinde  kullanılabilir. Bak t  el-Fıkhu, aİâ'I Mezar hibi'l-arbaa t 1/70.

[514] el-Ümm t 1/31

[515] el-Mu£ni ve j eş-Şerhü'1-Kebîr : 1/84.

[516] Şerhu Maâni'1-asar ı 1/27.

[517]  Fazla bilgi için aynı  eserin ayni sahifesine bakılması...

[518] Neylü'l-evtar , 1/159.

[519] Fazla bilgi için bak s Mizanü'l-i'tidal i 3/201-6127 nolu Amr maddesine...

[520] Nasbü'r-râye . 1/4.

[521] Geniş bilgi için bak ', Zeylâî/Nasbü'r-râye t 1/3,4,5. Neylû'l-evtar :. l/ıl59, 160,161.

[522] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/201-206.

[523] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/206.

[524] Nesâî - Ahmed : 4/9.

[525] Buharî/Vudû, . 26, bedü'1-halk : 11. Müslim/Taharet r 87,88. Ebû Davut/-Taharet : 50. Tirmizî/Taharet : 19. Nesâî/Taharet -. 72. İbn Mâce/Taharetî 40,112. Daremî/Vudû1 : 78. Taberanî/Taharet i 9, Ahmed t 2/241,253,265, 271,284,316,382,395,403,455,465,471,500,507.

[526] a.g.e

[527] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayt1  .  1/20

[528] e3-Siracülvehhac   Ala Metnil-Minhac   -.   17   -Fethülvahhab  bi-  Şerhi  Men-heci't-Tullâb 1 1/13.

[529] el-Fıkhu Alâ'l-Mezhabi'l-Arbaa j  1/68,  69.

[530] el-Muğnî   ve  eş-Şerhü'I-Kebîr   s  1/80, 81.

[531] Fethii'1-AUâm Li-Şerhi Bülûği'l-Meram 11/22.

[532] Neylü'l-evtar . 1/163.

[533] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/206-210.

[534] Fazla bilgi   için bak:  Fethü'1-AUâm     Li-Şerhi Bülûği'I-Meram  :  1/21,22,23 Neylti'l-evtâr ı 1/162,163,164.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/210.

[535] Buharı / Vudû' j 24,28. Savun 28. Rıkak: 8. Müslim/Taharet; 3,8. Ebû Dâ-vud / Taharet : 51. Nesaî / Taharet : 67,68. îbn Mâce / Taharet: 6. Ahmed:

1/59,64,66,68,71.

[536] Ahmed b. Hanbel — Nesâî: Ali (r.a.î 'den.

[537] Bedayi'Ü's-Sanayi'Fi-T,ertîbi'ş-Şerayi'   1/21.

[538] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab 11/14.

[539] es-Siracülvahhac Ala metni’l-minhac :17

[540] el-Mu&nî ve eş-Şerhiil-Kebîr 11/102.

[541] el-Muğnî ve eş-Şerhül-Kebîr i 1/86.

[542] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa *1/69.

[543] Neylü'l-evtar; 1/165.

[544] Birinci hadîsi  Buharı île  Müslim, ikinci  hadîsi Tirmizî ile  Nesâİ  rivayet etmişlerdir.

[545] Darekutnî ı İbn Abbas (r.a.) 'dan

[546] Beyhakî s Hz. Ayşe (r.a.)'dan.

[547] Buharı / Vudû' -. 26. Müslim / Taharet.: 20, Ebû Dâvud / Taharet* 53. Ne-

sâi / Taharet; 69. Taberânî / Taharet: 4.

[548] Darekutnî . Hammad b. Seleme'den o da Ammar b. Ebî Ammar'dan, o da Ebû Hüreyre   Ir.aJ'den rivayet etmiştir.

[549] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/211-215.

[550] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/215.

[551] Buharı / Eyman: 15, isti'zailî 18, vudû' : 29. Müslim / Taharet : 23,263 Sa-lat i 46. Ebû Dâvud / Taharet: 46,56, salatj 144. Tirmİzî / Savms 68. Nesâi/ Taharet: 55,70,108,91,105.  İbn Mâce / Taharet: 44. Taberânl / Taharet -. 5. Daremî-/   Vudû'  :. 34,35.   Ahmed:   1/78, 4/23,211, 6/40,81,84,99,112,258.

[552] Ehû Dâvud / Taharet: 56. İbn Mâce / Tahareti 44. Ahmed: 1/228.

[553] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/215-217.

[554] Ahmed 4/114,235,348

[555] Kitabü BedayiVs-Sanayi', Fi Tertibi'ş-Şerayi' -. 1/22,23.

[556] Kitabü BedayiYs-Sanayi', Fi Tertibi'ş-Şerayi' î 1/22.

[557] Pethülvahhab bi-Şerhi Mehneci't-Tullab , 1/14.

[558] el-Ümm : 1/32.

[559] el-Muğnî ve eş-Şerhü'l-Kebir: 1/86.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/217-219.

[560] Buharı / Vudû' ı 7,41,46.

[561] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/219-220.

[562] Dârekutnî i Osman (r.a.)'den.

[563] Buharı Vudû' -. 3. Müslim/Taharet , 34. Ahmed •. 2/334,362,400,523.

[564] Bedayi'u's-Sanayi, Fi Tertibi'ş-Şerayi, -. 1/4.

[565] Bedayi'u's-Sanayi, Fi Tertibi'ş-Şerayi, , 1/23.

[566] Eedayi'u's-Sanayi, Fi Tertibi'ş-Şerayi, ı 1/23.

[567] Fethülvahhab  bi-Şerhi Menheci't-Tullab f   1/12.

[568] Fethülvahhab  bi-Şerhi Menheci't-Tullab :  1/12.

[569] el-Muğnî f 1/107.

[570] el-Muğnî ı 1/87.

[571] eş-Şerhü'1-Kebîr, 1/142.

[572] el-Hâkün/Müstedrek'te...

[573] el-Muvatta, : 1/11

[574] Geniş bilgi için : Nasbu'r-râyeli-Ahadîsi'l-Hidaye    1/22

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/220-223.

[575] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/223.

[576] İbn Mâce/Taharet : 54. îkaamet » 25. Ahmed ; 1/16,242,358.

[577] ibn Mace/Taharet: 54. Tirmizî/Taharet î 30. Ahmed : 4/229.

[578] Ebu Davut/Taharet ; 59. Tirmizî/Taharet t 30. tbn Mâce/Taharet : 54. Da-rekutnî/Mukaddeme :. 35.

[579] Bedayi’u’s-Sanayi’Fi- Tertibi-Şerayi’ .1/22

[580] Fethülvahhab bi-Şerhi Men heci,t-Tullab :1/14

[581] el-Muğni ve eş-Şerü’l-Kebir :1/89

[582] el-Fıkhu Ala2l-Mezahibi’l-Arbaa :1/69

[583] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/223-226.

[584] Geniş bilgi için bak -, Nasbu'r-raye Li-Ahadisi'-Hidâye s 1/27,28. Neyiü'1-ev-tar : 1/182.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/226.

[585] Buharî/Vudû' i 41. Ebû Davud/Taharet t 51. Tirmizî/Taharet : 26.

[586] Buharî/Vudu' i. 7,28,35,38,42,45,46. Müslim/Taharetr' : 3,4,18,19,34,75,78,79. Ebu Dâvut/Taharet : 51,53,60. Tirmizî/Taharet : 24,29,36,37. Nesâî/Taharet: 67,68,74,76,78,81,92,93,95,93. İbn Mâce/Taharet t 6,39,46,51,53,57. Daremî/Vudû': 27,36,37,41. Taberânî/Taharet ! 1,30,39,41,43,44,78. Ahmed : 1/59,61,66,68,73 74, 83, 110, 122, 123, 127, 135, 139, 142, 154, 156, 160, 214, 268, 369, 379, 2/348, 3/435, 436, 443, 481, 4/19, 25, 38, 42, 94, 112, 114, 122, 159, 201, 223, 237, 245, 247, 248, 251, 255, 288, 348, 349, 5/31, 34, 49, 68, 77, 263, 268, 306, 341, 342 6/358,  359,

[587] Ebu Dâvut/Taharet s 58. İbn Mâce/Taharet :. 89. KITRÎY veya KATARI :  İçinde kırmızı hat bulunan bir çeşit sarık, veya Bahreyn civarında Katar'dan getirilen bir çeşit kumaştan yapılan sarık.

[588] Bedayi'u's-Sanayi, Fi-Tertibi'ş-Şereyi'    1/4.

[589] Bedayi'u's-Sanayi, Fi-Tertibi'ş-Şereyi'   1/22.

[590] Bedayi'u's-Sanayi, Fi-Tertibi'ş-Şereyi' * 1/32.

[591] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab , 1/14.

[592] el-Muğni ı 1/lll'den özetlenerek çevrilmiştir.

[593] el-Fikhu Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa :. 1/S8.

[594] Neylü'I-evtar i 1/183.

[595] Ebu Davut/Taharet: 58. ıbn Mâce/Taharet t 89.

[596] Ebû Dâvut/Taharet ı 59. İbn Mâce/Taharet ; 89. Daremî/Vudû* : 38. Tabe-rânî/ Vudû' •. 38. Nesâî/Taharet » 85. Müslim, Tirmizî...

[597] Tinnizî -. Ebu Habbe'den rivayet etmiş ve sahîh olduğunu kaydetmiştir.

[598] Mizanü'l - î'tidal: 2/596 - 4997 nolu Abdurrahman

[599] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/226-231.

[600] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/231.

[601] Buharı / Vudtf' : 7,24,28,35,38,42,45,46, Müslim / Taharet: 3,4,18,19,34,78,79. Ebü Dâyud / Taharet: 51,^3,60. Tirmizî / Taharet: 24,29,36,37. Nesâi / Taharet: 67,68,74, 76,81,84,92,93,95,96.

[602] Nesâî / Tahare^t: 67,68,74,76,81,84,92,33,95,98.

[603] Ebû Dâvud/Taharet: 51. Tirmizi/Taharet: 29. îbn Mace/Taharet: 53

[604] BedayiVs-Sanayi' Fi-Tertibi!'ş-Şerayi' : 1/23. Mülteka : 7..

[605] es-Siracü'1-vehhac Ala Metnil-Minhac . 1/18.

[606] Fethülvahlıab bi-Şerhi MenheciVTuIlab i 1/14.

[607] Fazla  bilgi  için bak:  Fethülvahhab'ın   ilgili sahif esine ve Bedayi'in 1/23. sahifesine.

[608] el-Muğnî :. l/119'dan özetlenerek nakledilmiştir,

[609] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa ı 1/69'dan özetlenerek alınmıştır

[610] Eu konuda geniş bilgi için bak : Nasbu'r-raye . 1/22. NeylÜ'l-evtar s 1/10,191. el-Mugnî : 1/119. el-Bedayİ1 -. 1/23 Şerhu Meâni'1-asâr =1/3233.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/232-235.

[611] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/235.

[612] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibf-ş-Şerâyt1; 1/23.

[613] İbn Akiyi kendi FüsûTtmdan nakletmiştir

[614] eş-Şerhü'I-kebîr ı 1/140.

[615] Ahmed b. Hansbel,   «o, muzdaribü'l hadistir»     demiştir. Yahya  ve  Nesâi, onun zayıf olduğunu belirtmişlerdir.

Geniş bilgi için ayrıca bak : Mizanü'l-i'tidal : 3/420-6997 nolu Leys...

[616] Refi', merfu' anlamına gelir ki, doğrudan Peygamber'e   (a.s.)  izafe edilen hadistir. Mursel ise, senedinden, bir sahabinin  zikredilmeyip  düşürüldüğü hadîstir.

[617] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/235-238.

[618] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/238.

[619] Buharî/VudıV : 48. Ahmed : 4/244,248,250,251. 6/13,14.

[620] Buhari/Vudû' : 35, 43. salat : 7. mağâzî : 81. Müslim/Taharet : 72,73,75,80, 82,84,86. Ebû  Davut/Taharet :   12,60,61,63,66. Tirmizi/Taharet : 70,73,75.  Ne-sâî/Taharet :   .15,16,23,62,65,85,87,96.  Ibn   Mâce/Taharet •:   39,48,87,89.Daremi/-Vudû1   ;   3,38,41,42,43,45.   Ahmed  :   1/14,15,20,29,32,35,44,49,54,      100,113,186,323, 366. 4/139,179,240,244.

[621] Müslim/Taharet :   84. Tirmizi/Taharet  :. 73. Nesai/Taharet  :  89. Ahmed  : 4/135 5/281,288,439,440. 6/12,13,14,15.

[622] Buhari/Vudû' : 35,48.salat : 7,25. cihad : 90. mağazî : 81. libas : 105. Ebu Da-vud/Taharet   :  U2,57,60,61,63,66.  Tirmizi/Taharet :  71,73,75.   Nesâi/Taharet  : 15,16,23,62,65,85,87,95,98.   Kıble   :   23.   Ibn   Mace/Taharet  :   39,84,86,87,89.   Dâ-remi/Mukaddeme : 32,vudû' : 3, Taberanî/Taharet : 39,42,45. Ahmed : 1/14, 15,20,29,39,42.

[623] Bedayi'u's-Sanayi1 Fi Tertibi'ş-Şerayt': 1/5.

[624] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb : 1/13,14.

[625] Neylü'l-evtar! 1/195.

[626] Geniş bilgi için bak :, Neylü'l-evtâr -. 1/195-1Ö6.

[627] Ahmed b. Hanbel: 4/135. 1539)

[628] Müsned-i Ahmed •. 4/135,244,248,250. 6/13,14

[629] Ebû Dâvud — Ahmed  s   1/14,15,20,29,32,33,49,100,113,186,322,366, 4/129,170,240, 251.

[630] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/238-242.

[631] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/243.

[632] Buharî / İlim: 3,30. Vudûs 27,29. Müslim / Tahareti 25,28,30. Ebû Dâvud/ Taharet î 46. Tu-mizî/Taharet : 31. Nesâî/Taharet : 88. îbn Mace/Taharet: 55. Daremî/ Vudû'   ■.  35:  Taberânî/Taharet i 5. Ahmed   •. 2/193,201,205,211, 226,228,284,389,406,407,409,430,468,498.    3/316,390,426. 4/191,   5/425.   6/81,84,99 112,182,258.

[633] Müslim/Taharet i 25,28,30

[634] Ahmed -. 2/193, 201, 211, 226, 284, 389, 406, 407, 409, 430, 468, 498. 3/316, 390, 426. 4/191. 5/425. 6/81, 84, 99, 112, 192, 258

[635] a.g.e. —Darekutnî.

[636] a.g.e. —Darekutnî.

[637] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibİ'ş-Şerayi' 11/5,6.

NOT : Âyet mealinde «kâ'beyn» kelimesini «iki topuk» diye terceme edi­yoruz. Kâ'bden maksat, ayakla bilek bitişiğindeki iki yuvarlak kemiktir. Topuktan da bunu kasdetmiş bulunuyoruz.

[638] el-Ümm: 1/28.

[639] es-Siracülvehhac Ala Metnl'l-Minhac 117.

[640] el-Muğnî ve eş-Şerhti'-l-Kebîr s 1/120,121.

[641] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa t 1/58

[642] Tenvîrü'î-Havalik Şerhim Alâ Muvatta'-i Malik , 1/53.

[643] Neylü'I-evtar 11/98.

[644] Şerhü Meâni'1-Asâr j 1/34.

[645] Şerhu Meâni'1-Asâr * 1/34.

[646] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/243-248.

[647] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/248.

[648] Buharı, Müslim / Taharet: 66. Tirmizî / Cumu'a ı 75. îbn Mâce / Taharet 42. Ahmed : 6/210

[649] Ebû Dâvud / Libas : 41. Ahmed : 2/384.

[650] Dört muhaddis tahıic etmiş, İbn Huzeyme sahîh olduğunu belirtmiştir

[651] Bedayi'uVSanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayi' 11/22

[652] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tuîlab ; 1/14.

[653] el-Muğnî ve Eş-Şerhü'1-Kebîr : 1/90

[654] eş-Şerhü'1-Kebîr . 1/110.

[655] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa 11/74.

[656] MÜsned-i Ahmed . 2/88.

[657] Müsned-i Ahmed i 2/430.

[658] Müsned-i Ahmed * 2/409

[659] Nesâi / Zînet ı 8.

[660] Müslim / Hayz : 43.

[661] Darekutnî — Neylü'l-Evtar — Beyhaki — Fethü'l-allâm : 1/30.

[662] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/248-252.

[663] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/252.

[664] Buharî, Ebû Dâvud, ibn Nesâi, ibn Ahmed b. Hanbel.

[665] Buharî, Ahmed b. Hanbel

[666] Müslim, Ahmed b. Hanbel

[667] Ahmed, Nesâî, îbn Mâce.

[668] Ebû Dâvud / Taharet -. 52.

[669] Betİayi'u's-Sanayi' Fi tertibi'ş-Şerayi' j 1/22.

[670] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-TuUab 11/14.

[671] el-Muğnî . 1/129,130.

[672] el-Muğnî ı 1/130

[673]eş-Şerhü'1-Kebîr i 1/ 144.

[674] Zehebî  Mizanü'l-l'tidal'da, yedi tane Müseyyeb'den söz etmiş, hemen hep­sinin de zayıf veya meçhul veya mtinker olduğunu belirtmiştir. 4/114-116.

[675] Nasburraye 11-28,29.

 

[676] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/252-257.

[677] Ebû Dâvud / Taharet: 66. Ahmed ■. 3/424. İbn Mâce / Taharet 1138.

[678] Müslim / Taharet s 31. Etaû Dâvud / Tahareti 66.  Ahmed -. 1/21,23. 3/146.

[679] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayi'. j/22. — Haşiyetü't-Tahtâvî: 40.

[680] es-Siracülvahhac Alâ Metni'l-Minhac  i 18.  — Fethülvahhab bi-Şerhi Men-heci't-Tullab, 1/15.

[681] el-Muğnî t 1/128.

[682] Fazla bigli için bak -. el-Fıkhu Alâ'l-Mezakibi'l-Arbaa : 1/58.

[683] Fazla bigli için bak: el-Fılihu Alâ'l-Mezakibi'l-Arbaa : 1/59.

[684] Geniş bilgi için bak j Neylü'l-evtar :   1/206.

[685] Fazla bilgi için bak s Nasbürraye 11/36

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/257-260..

[686] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/260.

[687] Buharı     /Vudû1   •. 34,35. Gusül :   24,27.  Müslim / Salatj  162. Ebü Dâvud/ Taharet. 48,56,88. Tirmizî / Taharet: 48. Nesâî / İftitah •. 56.

[688] İbn Mâce / Taharet: 39.

[689] Bedâyi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerâyî'; 1/23.

[690] Fethülvahhab bi-Şerhi MenheciVTuIIab s 1/15

[691] İbn Mâce/Taharet s 39,40

[692] el-Muğnî * 1131.

[693] İbn Mâce - Darekutnî.

[694] Ebu Said,   onun «Metrükü'l-hadîs»   olduğunu söylemiştir.     Mizanü'l-İ'tidal 4/129

[695] Fazla bilgi için bak ■, Neylü'l-evtar . 1/207,208.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/2.260-263.

[696] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/263.

[697] Ebu Dâvud/Edep , 128. Ahmed i 3/421

[698] Ibn Şahin / en-Nasıh ve'1-Mensuh... TİrmizI/Taharet t 40.

[699] Tirmizî/Taharet ı 40

[700] Tirmizîı Muâz (r.a.)den.

[701] Haşiyetü't-Tahtâvî   Alâ  MeraM'l-felah  :  44.

[702] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa 11/75.

[703] Fethülvahhab bİ-Şerhi Menheci't-Tullab : 1/15. es-Siracülvahhac : 18.

[704] Münker hadîs : Zayıf bir râvinin güvenilir bir râviye muhalif olarak riva­yet ettiği hadîstir

[705] el-Muğnl » 1/131,132

[706] eş-ŞerhÜ'1-Kebîr ı 1/146

[707] Hidaye bu konuya yer vermediği için, ilgili hadisleri de almamıştır.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/263-267.

[708] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/268.