Abdest Almak İsteyen Kimse Elini Su Kabına Sokabilir Mi?
Suyun Temizleyici Vasfının Ortadan Kalkması
Suyun Azlık ve Çokluk Mes'elesi :
Elin Ayasındaki Islaklıkla Başı Meshetmek
Erkeğin Kadından Artan Su İle Guslemesi
Resülüllah (A.S.) Efendimizin Ezvac-i Tahirattan Arta Kalan Su İle Abdest
Aldığı Vakidir
Pisliği Çitilemek, Su İle Yıkayıp Sıkmak Sonra Da Kalan Esaerini Afv
Kapsamına Almak
Necasetin Giderilmesinde Suyun Belirlenmesi
Pisliği Gidermede Suyun Belirlenmesi:
Necis Olan Yeri Çok Su İle Temizleme
Ayakkabını Altına Dokunan Necasetin Temizlenmesi
Henüz Yemek Yemiyen Erkek Çocuğun
Çiş Yaptığı Yere Su Serpmek
Eti Yenen Hayvanların Sidiğiyle İlgili Ruhsat
Meni Hakkında Varid Olan Rivayetler
Akıcı Kanı Olmayan Canlı, İçine Düşüp Öldüğü Sıvıyı Murdar Yapmaz
Müslümanın Ölüsü De, Kılı Da, Teri De Necis Değildir
Eti Yenmeyen Hayvanın Derisinden Yararlanma
Dibağat (Tabaklama) İle Temizleme
Eti Yenmeyen Hayvan Kesilince Necis Olmaktan Çıkmaz
Kapların Ağzını Örtmek Müstehabdır
Helaya Girme-Çıkma Adab ve Ahkamı
Helada Tabii İhtiyacı Giderirken Konuşulur mu?
Çölde, Kırda, Bayırda Tabii İhtiyaç Gidermek İçin Örtünmek ve Uzaklaşmak
Def-i Hacet Esnasında Ön ve Arkayı Kıbleye Döndürmek
Def-i Hacetten Sonra Necaseti
Giderip Temizlemek
Kemik ve Tezek’le Temizlenmek Yasaklanmıştır
Her Zaman Taş İle İstinca Şart Mıdır?
Kemik Cinlerin Yiyeceği, Tezek de Hayvanlarının Yiyeceğidir
Sivak Kullanmak ve Fıtratla İlgili Sünnetler
Bıyığını Fazlasını Almak Sakalını
Kendi Haline Bırakmak
Beyaz Kılları Yolmak Mekruhtur
Beyaz Kılları Kına ve Kütüm (veya Ketem) İle Boyayıp Değiştirmek
Saçları Kulak Yumuşağına Kadar Uzatmak
Başın Bir Kısmını Tıraş Edip Bir Kısmını Etmemek:
Sürme Çekmek Çiçek ve Benzeri
Bitkilerin Yağını Sürünmek-Güzel Koku Kullanmak
Ağzı Çalkalamadan Önce Elleri Yıkamanın İstihbabı
Abdestte Ağzı Çalkalamak, Burna Su Vermek
Sakaldan, Çeneyi Aşan Kısmının Abdestte Yıkanmasıyla İlgili Hadisler
Elleri Dirseklere Kadar Yıkamak ve Gurreyi Uzatmak
Abdest Alırken Parmaktaki Yüzüğü Hareket Ettirmek ve Abdest Azasını Ovmak
Başın Tamamını veya Bir Kısmını Meshetmek
Abdest Alırken Boynu Meshetmek
Sarık Üzerine Meshetmenin Cevazı
Abdestte İki Ayağı Yıkamak Farz’dır
Abdest Azasını Bir - İki ve Üç Defa Yıkamak
Abdest Azasını Ardarda Yıkamak
Abdestte Başkasını Yardımı Caiz Midir?
Abdest ve Gusülden Sonra Havluyla Kurulanmak
Dinî kurallara uygun
temizlik taharet adı altında toplanır. Kur'ân ve Hadîsler'de böyle bir
temizliğe geniş yer verilmiş, ilim adamları bunu müstakil bir bölüm halinde
işlemişlerdir
taharet, denilince,
tabii ihtiyacı giderdikten sonra yapılacak temizliği, necasetten arınmayı,
abdest ve guslü; ayhali ve lohusalık süresi bitince yıkanıp temizlenmeyi, namaz
ve bazı ibâdetler için cünüplüğü ve abdestsizliği gidermeyi; murdar sayılan
şeylerden sakınmayı, paklanmayı içine alır.
O bakımdan fukahaya
göre taharet iki çeşittir: Hükmî Taharet, Hakikî Taharet. Ab'destsizliği ve
cünüplüğü giderme birinci kısma; necis ve murdar şeyleri yıkayıp giderme ikinci
kısma girer. Birinciye, hadesten taharet, ikinciye necasetten taharet denir.
Hadesten taharet de üç kısımda toplanır : Abdest, gusül ve teyemmüm...[1]
«Temizlik imânın
yarısıdır» mealindeki hadis ise, taharetin dindeki yerini, imân ile sıkı
irtibatını, sağlıkla olan yakın münâsebetini bize hatırlatır. [2]
«Şüphesiz ki Allah
çokça tevtae edenleri ve çokça arınıp temizlenenleri sever.» mealindeki ayet
ise, manevî kir olan günahları ter-kedip tevbe edenlerle, Kitap ve Sünnete
uygun temizlenenlerin Allah tarafından sevildiklerini müjdeliyor. [3]
O halde Sünnetle
ilgili ahkâmı işlerken imanın yarısı ve gün-ak hayatımızın kopmaz parçası olan
TAHARET konusunu öne al-Lamız kadar tabii ne olabilir?
Hükmî Taharet daha çok
su ile, bulunmadığı takdirde temiz jprak ile gerçekleşir. Su denilince deniz,
ırmak, göl, akar, birikinti, ağmur gibi isimler akla gelir. Her su ile abdest
almak veya gus-btmek sahih midir? îşte bu hususu ilgili hadîslerden
öğreneceğiz, nşaallah...
Yapılan rivayete göre,
Ebû Hüreyre. (r.a.) diyor ki; Bir adam Resûlüllah Ca.s.) Efendimiz'e sorup dedi
ki -. «Ya Resûlellah! Doğrusu biz Cbazan gemi veya benzeri bir vasıtaya) binip
denizde seyrediyoruz. Beraberimizde az su taşıyabiliyoruz; onunla abdest
alacak olursak susuz kalıtız. Deniz suyuyla abdest alabilir miyiz?» Resûlüllah
ta.s.) Efendimiz şöyle buyurdu: «Deniz (var ya) onun suyu t a h û r 'dür, ölüsü
de helâldir.» [4]
Hadîs-i
şerif'in açık delâletinden üç ayrı hüküm anlaşılmaktadır:
1- Deniz suyu mutlak anlamda temizdir ve
temizleyicidir.
2- Denizde ölen balık türü helâldir.
3- Denizde ölü olarak bulunan her canlı
helâldir.
TAHÛR tabiri müctehid
imamlara göre ya MUTAHHÎR ya da TAHÎR mânasına gelir. Birinci manâ, deniz
suyunun hem temiz, hem temizleyici olduğunu ifade eder. İkinci manâ sadece
temiz olduğunu açıklar. O halde birinci yoruma göre, deniz suyu ile abdest
alı-
nır, gusledilir ve
murdar eşya onunla temizlenir. İkinci yoruma göre; onunla abdest almak veya
gusletmek mekruhtur.
İmam Şafiî ve İmam
Ahmed b. Hanbel'e göre, TAHÛR tabiri Kur'ân'da birinci mânaya delâlet eder
şekilde kullanılmıştır. [5] O
bakımdan deniz suyu ile hem abdest almak ve gusletmek, hem de murdar eşyayı
yıkayıp temizlemek ve diğer temizlik işlerinde kullanmak caizdir. Nitekim bu su
hakkında soru soran adam, sonunla abdest alabilir miyiz?» şeklinde bir ifade
kullanmış, ResûlüJ> lah (a.s.) Efendimiz de ona cevaben «Deniz suyu (var ya)
o t a h û r'f-dur» buyurarak onun temiz ve temizleyici olduğunu
söylemiştir- !
Ashab-ı Kirâm'dan
başta îbn Ömer (r.a.) olmak üzere bir kıs^ mı, bunu t a h i r anlamına
yorumlayarak deniz suyuyla abdest alıp gusletmenin caiz olmadığını
belirtmişlerdir. [6]
Ayrıca bu konuda
Abdullah b. Amr (r.a.)'den rivayet edilen, «Deniz suyu ne cenabeti kaldırmaya
yeter, ne de onunla abdest alınır. Çünkü denizin altında bir ateş ve ateşin
altında bir deniz var ve böylece yedi deniz ve yedi ateş sayıp sıralamıştır.»
mealindeki hadîsin asılsız olduğunu Ebû Hasen el-Kinanî eş~Şâfiî (H. ?- 963/M
1555) TENZİHÜ'Ş-ŞERİATÎ'L-MEREU'Â adlı eserinde belirtmiş ve Ebû Hüreyre'den
(r.a.) rivayet edilen «İki su var ki cenâbetliği kaldırmaya yeterli değildir.
Deniz suyu ve hamam suyu» mealindeki hadisin de hiçbir asla dayanmadığına
dikkatleri çekmiştir. [7]
Nitekim Ebu Hanîfe'nin
arkadaşlarından bazısı îmam Mâlik'ten naklen ve bazısı da kendi ictihad ve
yorumlarını ortaya koyarak, tahûr tabirini t ah ir ile yorumlamışlardır. [8]
Ancak İbn Ömer'den
yapılan rivayetin râvilerinin meçhul olduğunu Ebû Dâvud ileri sürerek, delil
olamıyacağma işaret etmiştir.
îmam Ebû Hanîfe de
deniz suyunun temizleyici olduğunu belirterek onunla abdest alıp gusletmekte
bir sakınca görülmediğini söylemiştir. Çünkü ilgili hadîsi sadece beş muhaddis
tarafından değil, aynı zamanda îbn Huzayme, İbn Carud, Hâkim, Dârekutnî, İbn
Ebî Şeybe de kendi eserlerinde rivayet etmişlerdir. İbn Münzir, İbn Mende ve
el-Beğavi gibi muhaddîsler de bunun sahih olduğunu a-çıklamışlardır. İbn Esir,
Şerhü'l-Müsned'de bu hadîsin hem sahih, hem meşhur olduğuna dikkatleri çekmiş,
müctehid imamlar bunu
kendi eserlerinde
zikrederek delil göstermişler ve ricalinin güvenilir olduklarını
söylemişlerdir.
Denizde yaşayıp orada
ölü olarak bulunan balık her türüyle helâldir şu şartla ki, sırtüstü yatık
vaziyette su üstüne çıkmış olmasın... [9]
Hadîsin açık
delâletinden, denizde yaşayan her canimin ölüsü de, dirisi de helâldir. Ancak
müctehid imamların ictihad ve tesbit-leri farklıdır: İmam Ebû Hanıfe'ye ve bazı
arkadaşlarına göre, sadece balık bütün türleriyle helâldir, diğer canlılar
«habâis» kapsamına girdiğinden haramdır. İmam Şafiî ve çoğu arkadaşlarına göre,
deniz köpeği, deniz domuzu dışında kalan diğer canlılar helâldir. Ayrıca bundan
Kurbağa, Kaplumbağa, Timsah, Yılan, Yengeç, İstakoz da istisna edilmiştir. [10] İmam
Mâlik'e göre, denizde yaşayan her canlı helâldir, eti yenilebilir.
Ancak Şevkanî'nin
Neylü'l-Evtar'da tesbitine göre, İmam Şafiî sıhhata kavuşturulmuş tesbitle
deniz domuzu, köpeği ve tilkisi dahil bütün hayvanlar helâldir, demiştir.
Şafiî bu içtihadına dayanak olarak yukarıdaki hadîsi göstermiştir. [11]
1- Deniz
suyu hem temizdir, hem temizleyicidir. O bakımdan onunla abdest alıp gusletmek
caizdir. Bana muhalefet edenler olmuşsa
da, birincilerin ictihad ve görüşleri ağırlık kazanmıştır. Sahih olan da
budur...
2- Denizde
yaşayıp bir hastalık ve zehirlenme dışında herhangi bir sebeple ölen balık
helâldir.
3- Denizde
yaşayıp istisna edilenlerden başka yine belirtilen iki sebep dışında herhangi
bir sebeple ölen diğer hayvanlar da eksere göre helâldir, [12]
4- İmam Şafiî'ye göre, ilgili hadîs taharet
ilminin yarısını o-luşturmaktadır. [13]
İslâm temizliğin ana
kurallarını koyan ve onu savunan son dindir. O kadar ki, abdest almak üzere su
kabına elini uzatan kimse, elini yıkamadan o kaba sokabilir mi? meselesi fukaha
arasında bir konu haline getirilmiş ve bu husustaki rivayetlerin toplanıp sonuç
çıkarılması istenmiştir.
Buharı ve Müslim'in
ittifakla rivayet ettikleri sahih hadis istidlalin en kuvvetü dayanağı olarak
seçilmiş ve görüşler ortaya konmuştur:
Ashab-ı Kirâm'dan Enes
b. Mâlik (r.a.) diyor ki: İkindi vakti yaklaşmış bir halde Resûlüllah Ca.s.)
Efendimizi gördüm, oradaki insanlar da abdest suyu arıyor fakat
bulamıyorlardı, derken Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e abdest suyu (bulunup)
getirildi. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz elini o su kabının içine koydu ve
oradaki insanlara o sudan abdest almalarını emretti. O sırada suyun O'nun
parmakları arasında kaynayıp aktığını gördüm, o kadar ki, hepsi sonuna kadar
abdestlermi aldılar.»
Hadîs-i
şerifin açık delâletinden üç ayrı hüküm anlaşılmaktadır :
1- Zaruri
hallerde mevcut suyu eşitlik ölçülerine göre kullanmak meşrudur.
2- Abdestsiz
kimsenin murdar olmayan elini az suya batırması, suyu müsta'mel (yani
kullanılmış) yapmaz.
3- Kutsal
veya mübarek sayılan su ile abdest almak caizdir. Zarurî hallerde mevcut az
suyu eşit şekilde kullanmak hususu, 3U hadisle istidlal edilmişse de üzerinde
tam ittifak hasıl olmamış-;ır. Çünkü insanlar abdest için su ararken bulunan
suyun Resûlül-.ah'a (a.s.) getirilmesi,
sahibinin rızasıyla mı olmuştur, yoksa rızası iışmda mı elinden alınmıştır?
Gerek ilgili hadîsin siyak ve sibakm-pan,
gerekse diğer hadîslerden bunun rıza dışı alındığına delâlet bden hiçbir
kayıt yoktur. Bunun aksine rızasına baş vurularak alındığı ise rivayetin
seyrinden anlaşılmaktadır. Çünkü
Resûlüllah (a.s.î Efendimizin başkasına ait bir şeyi cebren aldığı vaki
değildir. Aynı zamanda buradaki zarurî hal, insan hayatıyla alâkalı değil,
ibâdetle ilgilidir. Su bulunmadığı yerde
teyemmüme cevaz vardır. ıNeylü'l-Evtar'da,
«Bu, zarurî durumda mevcut suyu ortaklaşa kullanmaya delâlet eder» denilmesinin [14] üzerinde şüpheyle durmak gerekir, yani
kabule pek de şayan değildir.
Ölüm derecesi söz
konusu olduğu takdirde mevcut suyu veya herhangi bir yiyecek maddesini zaruret
miktarını aşmamak, başkasının bu hakkına tecavüz etmemek şartıyla ihtiyaç
sahiplerine eşit ölçülerle dağıtmakta bir sakınca yoktur.
Hz. Enes'in (r.a.)
rivayet ettiği bu hadîs daha çok Resûlüllah'-,m Ca.s.) mu'cizelerinden birini
yansıtmaktadır.
Abdestsiz kimsenin az
suya elini sokması, suyu müsta'mel eder mi? Resûlüllah (a.s.)
Efendimizin az bir suya elini sokup mu'cize | izhar etmesi, suyu
müsta'mel etmiyeceğine delâlet etmektedir. An-i cak ele bulaşık bir necaset söz
konusu olduğu takdirde o suyu mur-! dar edeceği kesindir. Nitekim altı hadis kitabında
rivayet edilen şu hadîs konuyu bize daha iyi açıklamakta ve her türlü şüphe ve
yanlış yorumu kaldırmaktadır:
«Sizden biri
uykusundan uyandığı zaman, üç defa yıkamadık-ça elini (içinde su bulunan) kaba
batırmasın. Çünkü o elinin nerede gecelediğini bilemez.» [15]
Geceleyin uyurken
elinin ön ve arka nahiyelerine dokunması neticesi bir takım murdar şeylerin
bulaşmasına neden olur. O takdirde iyice yıkamadan mevcut kaptaki suya
sokmakla su murdar
olur. Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz, az önce naklettiğimiz hadîste az suya elini sokup mu'cize
izhar etmesi, gündüzleyin cereyan etmiş, uyku uyuyup kalkarak bunu yaptığını
gösteren hiçbir kayıt tesbit edilememiştir. O halde bu iki durumu birbirinden
ayırd etmek gerekir. :
Kutsal veya mübarek
sayılan su ile abdest almakta dinen hiçbir sakınca yoktur. Nitekim Zemzem
suyuyla hem abdest alınmakta, hem de gusledümektedir. Resûlüllah'm (a.s.)
mübarek parmaklan arasından kaynayan su da kutsaldır, ilâhi kudretin
tecellilerinden biridir, bununla beraber bu tecelli ve mu'cize ashab-ı kirâm'm
abdest almalarını sağlamaya yöneliktir. Hiçbir sahabe bu su kut-sallaştı, biz
onunla abdest alamayız veya Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, bu ilâhî kudretin
yüksek tecellilerinden birini yansıtmakla mübarek bir hüviyet kazanmıştır,
artık onunla abdest almanız doğru olmaz, şeklinde bir uyarıda bulunmamıştır,
bilâkis «geliniz abdesti-nizi bu su ile alınız!» diye davet etmiştir.
Mezhep imamlarının bu
hadîsle ilgili ictihad ve istidlalleri :
îmam Ebu Hanîfe ile
îmam Şafiî, ele bulaşmış murdar bir şey olmadığı takdirde o eli az suya
sokmakla su müsta'mel olmaz. Bulaşık necis varsa, o az su necis olur, artık
hiçbir şeyde kullanılması doğru olmaz, demişlerdir.
Müsta'mel su, yani
abdest veya gusülde kullanılmış suyu abdest veya gusülde kullanmak caiz midir,
değil midir? Konusu bununla yakından ilgili bulunduğundan az ileride
açıklayacağız. İmam Mâlik'e göre, abdest niyetiyle elini sokup içinde yıkarsa
su müsta'mel olur, böyle bir suyu başkası abdest veya gusül için kerahetle
kullanabilir. Ahmed b. Hanbel'e göre, böyle bir suyu kullanmak caiz değildir,
ancak kişi unutur da onunla abdest alıp namaz kılarsa, kıldığı namaz sahihtir.
Ayrıca böyle bir su ile necaseti temizleyip gidermek de caizdir. [16]
Konumuza mesned teşkil
eden hadîsi her ne kadar Hz. Enes (r.a.) rivayet etmişse de delâlet ettiği
olaya birçok sahabi şahit olmuştur. O bakımdan sıhhatmda şüphe eden
çıkmamıştır. [17]
1- Üzerinde
necis bulunmayan temiz bir eli su dolu kaba sok-
nak suyu müsta'mel
etmiyeceğüıden o suyu abdest ve gusülde kullanmak caizdir.
2- Üzerinde
necis bulunan eli az suya sokmak suyu murdar Edeceğinden öyle bir su ile abdest
veya gusül caiz değildir.
3- Yolculuk esnasında
susuz kalma korkusu yoksa, abdestini aldıktan sonra arta kalan suyu
arkadaşlarına vermek sünnettir. [18]
Bilindiği gibi, abdest
ve gusül hükmü taharet bölümüne girer, !yani bir su ile abdest alan veya
gusleden manevî kirlerini temizlemiş olduğundan o suyu müsta'mel (kullanılmış)
yapar. İkinci bir defa o su ile abdest almak veya gusletmek üç mezhebe göre
caiz değildir. îmam Mâlik'e göre, kerahetle caizdir. Ancak o su murdar da
sayılmaz. Şer'i tabir olarak ona TAHÎR (temiz pak) denilir, ama MUTAHHÎR
(Temizleyici) denilmez; öyle ki -. O su artık hadesi kaldırmada temizleyici
değildir, o vasfım kaybetmiştir, ama temiz sayılır; bedene veya elbiseye ya da
namaz kılınan yere dokunduğu takdirde murdar etmez.
Bu konuyu açıklar ve
mesned kabul edilir mahiyette şu hadis rivayet edilmiştir;
«Cabir b. Abdiîlah
(r.a.)'dan yapılan rivayete göre, şöyle demiştir: Hasta olup kendimi
kaybettiğim (komaya girdiğim) bir halde idim ki, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz
beni sormaya gelmişti. Abdest aldıktan sonra o suyu benîm üzerime döktü... [19]
Hadîs-i Şerifin açık
delâletinden anlaşılan hükümler :
1- Abdestte
kullanılan su (mâ-î müsta'mel) temizleyici değil, sadece temizdir. Dokunduğu
yeri necis yapmaz.
2- Peygamber
(a.s.) Efendimiz'in abdest suyunda feyiz, bereket ve şifâ vardı. Ashab-ı
Kiramın onunla teberrük etmesi (uğurlu ve bereketli sayması) takrir
buyurulmuştur.
3- Abdest
suyu ile teberrük genellik ifade eden bir sünnet değil, Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'e has bir fiil ve takrirdir.
4- Abdest
alınan suyu içmek caiz midir? Mezhep imamlarına göre, bu suyun hükmü :
imam Ebu Hanîfe'ye
göre, temizdir. Ancak ikinci bir defa abdest veya gusletmek caiz değildir.
Hanefi imamlarından bir kısmına göre, necistir, temizleyici ve temiz olma
vasfını kaybetmiştir. Bunların dayanağı şu hadîstir : «Sizden biri cünüp İken
durgun suda elbette gusletmesin!» Diğer bir hadiste ise : «Sizden biri durgun
suya idrarını boşalttıktan sonra o suda gusletmesin!» [20]
Oysa durgun suda
gusletmek suyu necis yapar, idrarın necis yapacağı ise tartışılmaz. O bakımdan
abdest alman müsta'mel suyu buna kıyas etmek farklı bir kıyastır ki, doğru bir
hükme medar kabul edilmez.
îmam Mâlik'ten ve îmam
Şafiî'den yapılan rivayetlerden birine göre, abdest alman müsta'mel su, aynı
zamanda mutahhir, yani temizleyicidir de... [21]
îbn Hazm bu suyun
mutahhir olduğunu Süfyan es-Sevri'ye, Ebû Sevr'e ve bütün Zahirîlere nisbet
etmiştir. [22]
îmam Ahmed b. Hanbel'e
göre, böyle bir su ile abdest alınmaz ve gusledilmez. Ancak unutularak onunla
abdest alınıp namaz kı-lınırsa, o namaz sahih sayılır. Aynı zamanda sözü edilen
müsta'mel su ile necaseti giderip temizlemek de caizdir. [23]
Efendimizin abdest
suyunun özelliği :
Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz ilâhi rahmet ve inayete en çok maz-har olan bir peygamberdir. Kalbi,
Melek Cebrail'in rahmet elleriyle açılarak temizlenmiş ve ilâhî nur ve rahmetle
boyanmıştır. Kalbinde tecelli eden bu nur ve rahmet bütün hücrelerine sızmış,
bedeninin tamamını kaplamıştır. O bakımdan mübarek azasına dokunan
dest suyu, nur ve rahmetle
ittisal sağlamakta ve keyfiyeti bizce .inemiyecek bir özellik kazanmaktadır.
Aynı zamanda Cenâb-ı ygamber (a.s.) çok nezih ve temiz idi. Abdest suyuna
sümkürmez tükürmezdi. Sadece ağzına ve burnuna su verir, sümkürmek ge-ktiğinde
sol eli ile kabın dışına sümkürürdü.
îşte bu ve benzeri
hikmet ve özelliklerden dolayı O'nun abdest suyu Ashab-ı kiram tarafından
kapışılır, kalblerine kuvvet, bedenene sağlık ve yüzlerine letafet yansıtırdı.
Buna kıyasla
başkasının abdest aldığı suyu belirtilen şekilde ullanmak doğru olmaz. Çünkü
sözü edilen haller Resûlüllah (a.s.) fendimiz'in hasâisinden, yani
özelliklerindendir, ona kıyas yapıla-ak başkasının abdest aldığı suyun
belirtilen şekilde kullanılması-jın uygun olacağı söylenemez...
Abdest alman suyun
içilmesi caiz midir?
Yukarıda da
belirttiğimiz gibi, sözü edilen su temizdir, temizle-kci değildir. Onunla
necaseti giderip temizlemek caizse de hadesi, rani abdestsizlk ve cenâbetliği
gidermek caiz değildir. Bir zaruret »lmadıkça içilmesi de doğru değildir. Ancak
Resûlüllah'm (a.s.) îfendimiz'in abdest aldığı su bir istisna teşkil eder.
Nitekim bunun-a ilgili üç sahih hadîs nakledilmiştir :
Ebu Cuhayfe (r.a.)
diyor ki :
«Günortası sıcağında
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz yanımıza geldi. Kendisine abdest için su getirildi,
o da abdest aldı. İnsanlar O'nun abdest aldığı suyu kapış kapış alıp
(yüzlerine, kollarına, başlarına) sürdüler.»
[24]
Cumhur-i ulemâ sözü
edilen hususta bu hadîsi delil saymışlar-cür.
Ebu Musa (r.a.)'den
yapılan rivayette diyor ki :
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz, içinde su bulunan küçük bir kap istedi. Ellerini ve yüzünü o kapta
yıkadı, sonra da ağzına aldığı suyu ona boşalttıktan sonra o ikisine (Ebû Musa
ile Bilâl) bundan içiniz ve yüzünüze, göğsünüze boşaltınız!, buyurdu.» [25]
Hadîsin açık delâletinden,
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in burada
abdest almayıp sadece serinlemek için ellerini ve yüzünü yıkadığı anlaşılıyor.
Üçüncü hadîsi yine
Buharî naklediyor : Ashab-ı Kirâm'dan Sâ-ib b. Yezîd (r.a.) diyor ki: «Teyzem
beni alıp Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'e götürdü ve Ya Resûlellah! dedi,
doğrusu kızkardeşimin oğlu hastadır. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) başımı
okşadı ve benim için bereket ile duâ ettikten sonra abdest aldı. Ben de onun
abdest aldığı sudan içtim ve sonra da arkasına geçip durdum...» (23),[26]
İşte bütün bu
rivayetler, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in abdest aldığı suyun teharetine
delâlet etmektedir. Bu O'nun hasâisinden, yani özelliklerinden biridir ki
başkasının abdest suyu ona kıyas edilmez.
Şevkanî ise,
özelliklerle ilgili iddiayı pek geçerli kabul etmemiş ve aslolan o ki : Onunla
ilgili hüküm ümmetiyle ilgili hüküm birdir, meğer ki o fiilin ona has olduğunu
gösteren bir delil bulunsun; oysa belirtilen husus hakkında bir delil yoktur,
diyor, sonra da şunu ilâve ediyor: Bir şeyin necis olduğuyla ilgili hüküm,
şer'i hükümdür ki, delile muhtaçtır... diyor.
Bize göre, bu konuda
delil aramaya gerek yok. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in öyle halleri var ki,
onları izhar ederken «bunlar bana mahsus hallerdir» dememiştir. Ama Ashab-ı
Kiram, ona mahsus olduğunu idrâkten uzak kalmayıp aynı halleri izhar etmeyi düşünmemişlerdir.
O bakımdan cumhur, abdest alman suyun içilmesini veya yüze göze sürülmesini
Hz. Peygamber'e (A.S.) has bir hal olarak kabul etmiştir. [27]
1- Abdest
alman su müsta'meldir, onunla tekrar abdest alınmaz ve gusledilmez. Ancak
necaseti gidermede kullanılabilir. înıam Mâlik'e göre, abdest ve gusülde
kerahetle kullanılabilir.
2- Cumhura
göre, başkasının abdest aldığı suyu alıp içmek veya yüze göze sürmek mekruhtur.
Bu, -Peygamber'e (a.s.) has bir haldir
ki ümmetine teşmil edilmez.
3- Ahmed b.
Hanbel'e göre, böyle bir su ile unutur da abdest alır veya gusleder de namaz
kıldıktan sonra hatırlarsa, kıldığı namaz sahîh kabul edilir. [28]
Cünüplük insana arız
olan mânevi bir kirdir, zahirî bir mur-ırlık değildir. Böylesine manevî bir
kirden gusletmek suretiyle mmanın sayılmayacak kadar faydaları vardır. En
azından kalbe avvet, ruha cila, bedene sıhhat kazandırır. Gusleden kimse kul-[ndığı
suyu bedeninin her tarafına dokundurduğu için artık o su Lüsta'mel sayılır,
başka bir şeyde kullanılmaz.
Cünüplüğün zahiri bir
murdarlık olmadığına delâlet eden hadis-i şerif şöyledir:
Ashab-ı Kirâm'dan
Hüzeyfe b. Yeman (r.a.) şöyle anlatmıştır ;
«Rasûlüllah (a.s.)
Efendimiz onunla karşılaşınca, kendisi cünüp lulunuyormuş; o sebeple
Peygamber'den meyledip uzaklaşmış, gus-ettikten sonra gelmiş ve (Özür dileyerek
şöyle) demişti: Cünüb dim... Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) i «Doğrusu
müslüman necis ılmaz...» (24).[29]
Hadisin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Müslüman
bedeni itibariyle temizdir.
2- Kâfir
bedeni itibariyle de necistir. Nitekim Kur'ân'da: Muhakkak ki müşrikler
necistir.'» buyurulmuştur.
3- Müslüman
murdar şeylerden korunup arınmayı âdet edindiğinden temizdir. Müşrik ise bazı
murdar şeylerden korunmadığı, meselâ domuz eti yediği ve ona dokunduğu için
necistir.
4- Müslüman
itikad yönünden de temizdir. Müşrik ise bu yönüyle de murdardır. Tabii bu
murdarlık manevî anlamdadır.
5- Müslümamn
dirisi de, ölüsü de temizdir. Bazı Üim adamlarına göre, sadece dirisi
temizdir.
6- Müslümamn
içi dışı temiz olduğuna göre, abdest aldığı su da temizdir.
Müslüman cünüb de olsa
temiz sayılır. Çünkü cünüplük arızi bir hal ve mânevi bir kirdir. O halde cünüp
kimsenin elinin dokunduğu yer necis olmaz. »Doğrusu müslüman necis olmaz»
mealindeki hadis, buna delâlet eder. Çünkü zahirde bir murdarlık söz konusu
değildir.
Ayrıca müslüman zahirî
bir necaset taşımadığı, beden ve elbisesine necaset bulaşık olmadığı sürece
temiz sayılır. Gerçek müslüman zaten bu gibi murdar şeylerden kaçınmayı âdet
edinmiştir.
Müşriklerin çoğu bazı
zahirî necasetten korunmadıkları, hattâ bazı necis şeyleri temiz kabul
ettikleri için murdar sayılmışlardır. Ayette müşriklerin necis olduğu
belirtilirken hem zahirî, hem manevî murdarlığa işaret edilmiştir. Bazısına
göre, onların murdarlığı itikadi yöndendir.
Küfür manevî bir
murdarlıktır ki, kişinin kalbini ve ruhunu kirletir. îmân mânevi bir nur ve
temizliktir ki, kişinin kalbini ve ruhunu arındırıp tertemiz yapar. Bu bakımdan
cünüplük, küfür değildir, o halde kalbi ve ruhu kirletip karanlığa boğan bir
murdarlık sayılamaz. Sadece mânevi bir kirdir ki, gusletmekle temizlenir.
Müslüman temizliği
âdet edindiği, şer'î temizliğe dikkat gösterdiği için abdest aldığı su da
temiz kabul edilir.
Müctehid imamların ve
bazı ilim adamlarının ictihad ve görüşleri:
îmam Mâlik'e göre,
müslümanın aynı (zâtı, kendisi) temizdir, müşrikin ayni necistir. Cumhura göre,
müşrikin aynı necis değildir. Çünkü kitap ehli kadınla evlenmeyi Allah mubah
kılmıştır. Ayrıca onların hazırladığı necis olmayan yiyecekler bize helâl
kılınmıştır. Kestikleri hayvandan yememizde bir sakınca görülmemiştir.
îmam Mâlik ve aynı
görüşte olanlar, Ebu Sa'lebe'nin şu rivayetini delil olarak almışlardır; «Ya
Resûlellah! Biz kitap ehli olan bir kavmin topraklarında bulunuyoruz, onların
kaplarında bir şeyler yiyebilir miyiz? diye sorunca, Resûlüllah (a.s.) ona
şöyle buyurmuştur : «Başka kap bulabilirseniz onların kaplarında yemeyin, bulamazsanız,
yıkayın da öylece yiyin...» [30]
Cumhur ise, müşriklere
ait kapların mutlak anlamda necis olmadığına, o kaplarda domuz eti
pişirdikleri ve içki kullandıkları için murdar sayıldığına kail olmuştur.
Nitekim îmam Ahmed b. Hanbel ve Ebu Davud'un Sa'lebe'den rivayet ettikleri
hadiste şu sözler yer aImıştır:
«Bizim (eyleştiğimiz) yer, Kitap
ehlinin yeridir. Şüphesiz [i onlar domuz eti yiyorlar, şarap içiyorlar. Bu
durumda biz onla-ın kaplarını ve çömleklerini nasıl yapalım (kullanalım)?...» Bun-lan da anlaşılıyor ki,
müşrikler domuz eti yedikleri, ona bulaştıkla-I; şarap içtikleri ve oiıda'n
kaçınmadıkları için zahiren de murdar ayılmışlarsa da, böyle bir durumu olmayan müşriklerin zahiren
. hurdar sayılması söz konusu değildir. Nitekim Buharı ve MüslinV-n
tesbitlerine göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, müşrike bir kadına ait deriden
mamul su kabından abdest almıştır. Aynı zamanda müşrik olan Sümâme b. Esâl'ı
Mescid'deki hurma sütunlarından birine bağlamıştır. Hayber'in fethinde müşrike
kadının pişirip hazırladığı koyundan yemiştir. Hıristiyan ülkelerden satılık
için getirilen peynirden yemiştir.[31]
Her şeyden önce
Kur'ân'da en son inen Mâide sûresinde Kitap ehlinin yiyeceklerinin (helâl
maddeden olduğu takdirde) müslüman-lara helâl kılındığı açıklanarak her türlü
şüphe giderilmiştir. Müslümanm dirisi de, ölüsü de temizdir.
Müslümanm dirisinin
temiz olduğunda icma' vaki olmuştur. O balamdan aksini iddia eden çıkmamıştır.
Ölüsüne gelince, müctehid imamların istidlal ve görüşleri farklıdır:
a) İmam Ebû
Hanîfe ile imam Mâlik'e göre, necistir. Yıkan-madıkça üzerine Kur'ân okunmaz.
b) İmam
Şafii ile İmam Ahmed b. HanbeVe göre, temizdir. Yıkanmadan Önce de yanında
Kur'ân okunur.
Hz. Cabir.in ve Ebû
Hüreyre'nin cünüp bulundukları bir zamanda, Resûlüllah (A.S.) Efendimizle
karşılaştıklarında dönüp sapmaları, ona karşı olan üstün saygılarının bir
ifadesi, aynı zamanda Re-sûlüllah'm böyle karşılaşmalarda selâm verdikten
sonra el sıkışmasını ve karşısındaki
insan için dua etme âdetini bildikleri için öyle bir vaziyette, yani manevî bir
kirle huzurunda durmaktan haya etmelerinin açık belirtisidir. Nitekim Ebû
Hüreyre (R.AJ diyor ki: «Cünüp bulunduğum
bir halde Peygamber'le
(A.S.) karşılaştım. Elini
(musafaha için) bana uzatınca ben elimi ondan çektim ve doğrusu ben cünübüm,
dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.) :
Süb-hanellah! Müslüman necis
olmaz...» buyurdu. [32]
Abdest alman su her ne
kadar çoğu ilim adamlarınca temiz kabul edilmişse de onun bu temizliği sadece
gerektiğinde necaseti gidermede kullanma imkânına dayanır. O halde mecbur
kalınmadıkça onu hiçbir şeyde kullanmamak daha uygun olur. Zaten Ahmed b.
Hanbel, Leys, Evzaî, Şafii, Mâlik ve bir rivayette Ebû Hanife onu gayr-i
mutahhir saymışlardır.[33]
a) Cünüp
olan müslüman necis değildir. Sadece
arızî olarak mânevi bir kir taşımaktadır. O vaziyette elini ve ağzını yıkayarak
yemek yiyebilir, musafaha yapabilir, selâm verip alır. :
b) Müslüman
itikad yönünden de temizdir. Müşrik ise necistir.
c) Çoğu ilim
adamlarına göre, müslümanm dirisi de, ölüsü de temizdir. İmam Ebû Hanife
onun ölüsünü necis saymış, gusledildikten sonra temizlenir demiştir.
d) Müslümanm
abdest aldığı su temizdir, dokunduğu yeri murdar yapmaz. [34]
Suyun temiz ve
temizleyici vasfının ortadan kalkması üç
şeyden biriyle gerçekleşir :
1- Renginin
değişmesi,
2- Kokusunun
değişmesi,
3- Tadının
değişmesi,
Bundan, suyun iki
durumunun mevcudiyeti anlaşılıyor : Birincisi, suyun üç halinden hiç birinin
değişmemesi, mutlak şekilde kalmasıdır. İkincisi, üç vasfından birinin
değişmesiyle mutlakıyetini kaybetmesidir.
Bu konuda ilim
adamlarının dayanak olarak seçtikleri hadîsi Ebu Hüreyre (r.a.)
şöyle nakletmiştir:
«Sizden biri, cünüb
olduğu halde durgun suda elbette gusletmesin!»[35]
Ahmed b. Hanbel ile
Ebû Dâvud buna yakın şu rivayeti tesbitle addetmişlerdir: «Sizden biri elbette
durgun suya idrar etmesin ve suda cenabetten dolayı gusletmesin!»
Bunun üzerine dediler
ki;
— Ya Ebâ Hüreyre! O
zaman (cünüb kimse) ne yapar?
— Elini uzatıp (avuçlayarak veya bir kaba doldurarak) alır, liye cevap verdi.
Hadis-i
şerifin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Durgun
suda gusletmek men'edilmiştir.
2- Durgun
suda gusletmek suyu necis yapar; diğer bir tabirle müsta'mel hale sokar.
3- Durgun
suya gusletmek üzere giren kimse bedeninden bir kısmını yıkamakla suyu
müsta'mel, kullanılmaz hale getirir. Böylece guslünü tamamlayamaz.
4- Durgun
suya idrar etmek, onu necis edeceğinden men'edil-miştir.
5- Durgun
suda abdest almak aynı hükme, yani gusletmekle ilgili hükme girer mi?
Müctehid imamların
istidlal, görüş ve tesbitleri :
Durgun suda gusletmek
veya abdest almak suyu müsta'mel duruma getirir. Müsta'mel su ise ikinci bir
daha abdest ve gusül için kullanılamaz. Bu, îmam Ahmed b. Hanbel'in, Leys'in,
Evzâî'nin, Şafiî ve îmam Mâlik'in ictihad ve görüşüdür. Yapılan bir rivayette
ise îmam A'zam da aynı görüştedir. Sözü edilen imamlar belirttikleri hükmü bu
hadîse ve bir de, erkeğin, kadının abdest suyunun arta-nıyla abdest almasın,
mealindeki hadise dayanarak ihticac etmişlerdir.
Böyle bir durumda
abdest veya gusül için mutlak su bulunmadığında teyemmüm edilir. Sözü edilen
su ise, müctehid imamlardan Hasan Basri, Zührî, Nahaî, Mâlik, Şafii ve Ebû
Hanife'ye göre müs-
ta'meldir, fakat necis
değildir. Ebu Sevr ile Zahirî imamları da aynı görüştedir. [36]
Durgun suda gusletmek
men'edilmiştir; çünkü müctehid imamlardan çoğuna göre o su müsta'mel olur ve
müsta'mel su ile ne gusledilir, ne de abdest alınır, ancak necis sayılmaz.
Rengi, kokusu ya da tadı değişmedikçe temiz olma vasfını kaybetmez.
îmamlarm bir kısmı
ise, durgun suya gusletmek üzere giren ve bedeninden bir kısmını o niyetle
yıkayan kimse, suyu bir anda müsta'mel duruma sokarda guslünü tamamlayamaz.
Bir kısmına göre ise, guslünü yerine getirdikten sonra su müsta'mel duruma
girer. Çünkü gusül, bedenin tamamını yıkamaktır. Bir kısmını yıkamakla
gusletmiş ve böylece suyu müsta'mel duruma sokmuş sayılmaz. Sahih olan da
budur...
Durgun suya idrar
etmek onu murdar yapar. Ancak unutmamak gerekir ki, durgun suyun azlığının ve
çokluğunun bu hükmün değişmesinde te'siri vardır. Nitekim ileride bu husus
açıklanacaktır.
Durgun suda abdest
almak da aynı hükmü gerektirir, yani suyu müsta'mel duruma sokar, artık o
sudan abdest alınmaz, gusledilmez.
Kadının abdest veya
gusül suyunun fazlasıyla erkeğin abdest alması veya gusletmesi konusuna
gelince, bununla ilgili hadislerin tamamını biraraya getirdikten sonra neticeye
varmak mümkündür. Biz sıhhatlarmda şüphe olmayan iki hadîsi nakletmekle
yetiniyoruz:
Birincisi Müslim ve
Ahmed'in îbn Abbas'dan (r.a.) naklettikleri rivayettir: «Şüphesiz ki,
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, (ezvac-ı tahi-rattan) Meymune'nln (abdest veya
gusül suyunun) fazlasıyla gus-lederdi...»
Ayrıca Ahmed b. Hanbel
ve İbn Mâce ikinci bir rivayeti buna benzer bir anlatımla nakletmişlerdir.
İkincisi, Ahmed, Ebû
Dâvud, Nesâî ve Tirmizf nin sahîh kabul edip naklettikleri rivayettir :
«ResûlüUah (a.s.) Efendimiz'in zevcelerinden bazısı büyükçe bir çanak veya
teştte gusletti. Az sonra abdest almak veya gusletmek üzere Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz geldi. Eşi ona: Ya Resûlellah! Ben cünüb idim,» deyince, Efendimiz
(a.s.) i «Şüphesiz ki su cünüb olmaz.»
Gerek yukarıdaki
birinci hadiste «suyun fazlası» tabiri, gerekse kinci hadîste büyükçe çanak
veya teşt, tabiri bize ipucu vermekte-lir. Şöyle ki, Resûlüllah'm (a.s.) eşi
evdeki mevcut kaptan su alıp guslettikten sonra o kapta su artakalmış,
Resûlüllah da (a.s.) arta kalan o su ile gusletmiştir ki, mevcut su müta'mel
olmamıştır. İkinci hadîsi bununla birleştirip aynı hükmü çıkarmamız mümkündür.
'Çünkü durgun olup az suya girip abdest almak veya gusletmek men'edilmiş ve
suyun müsta'mel olacağı belirtilmiştir. Resûlüllah (a.s.) hem bundan men'eder,
hem de kendisi böyle bir suya girip gusleder mi?
Nitekim Ebû Dâvud ile
Nesâî'nin sahih isnadla çıkardıkları şu hadîs-i şerif yukarıdaki yorumumuza
ışık tutmakta ve isabetini kuvvetlendirmektedir:
«Peygamber'e (a.s.)
sahabiük etmiş bir adamdan rivayet ediliyor. O zat şöyle demiştir: Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz kadının erkekten artan su ile, erkeğin de kadından artan su
ile gusletmesini men*-etti. Beraberce suyu avuçlayarak alıp yıkansınlar, (buyurdu).»
Râvi burada
«beraberce» diye çevrisini yaptığımız «cemî'ân» tabirini kullanmıştır. Bu,
beraberce, birlikte, hep beraber, gibi sözlerle terceme edilebilir. Hadîsin
asıl delâlet ettiği hüküm şudur: Büyükçe bir teşt veya çanakta yıkanan kadın
veya erkek, o suyu müsta'mel etmiş olur. Ama kadın ve erkek birlikte o sudan
gusledecek olurlarsa, her ikisi de suyu müsta'mel etmemeye özen gösterir ve daha
önce yıkayıp temiz tuttukları avuçlarıyla onu dikkatle kullanırlar.[37]
Burada Ebu Hüreyre'nin
«yetanavelü tanavülen» tabiri hatıra gelir. Durgun suda gusletmeyin, diyerek
Peygamber (a.s.) mü'nıin-leri bundan men'ettiğini söyleyince, kendisine «o
takdirde ne yapılır?» diye sorulunca, tenavül tabirini kullanmış, yani elini
uzatıp alır da öylece gusleder. Ezvac-ı tahirat da yanlarına koydukları büyükçe
çanak veya teştten ellerini uzatıp su alarak gusletmişler ve kapta kalan fazla
su müsta'mel duruma gelmemiş, böylece Resûlüllah (a.s.) Efendimiz o suyla
gusletmiş veya abdest almıştır. Buna İbn Abbas (r.a.) «yağtesilü bi-fazli
Meymunete...» cümlesini ifade ederek kendine has bir tabir kullanmıştır. [38]
Bu durumlarda suyun
azlık ve çokluk meselesi söz konusudur.
Kütüb-i sitte'den
beşinin Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan yaptıkları rivayete bakılırsa, durgun su
iki kulle'yi bulursa pisliği taşımaz, hükmü ortaya çıkıyor. Hadîsin tam
tercemesi şöyledir : «Su iki külle olduğu zaman pisliği taşımaz.»
Ibn Huzeyme ile îbn
Hibban bu hadîsin sahîh olduğunu söyle-mişlerse de üç külle ve bir külle
şeklinde rivayetler de mevcuttur. Ayrıca Rabi' el-Müezzin bunu İbn Ömer'e kadar
götürmüş, Resû-lüllah'a (a.s.) ref etmemiştir.[39]
Diğer yandan Ebu Cafer
el-Ezdî'nin de dediği gibi, iki külle tabiri birkaç manaya delâlet eder:
Kamet, boy manasına, büyükçe küp anlamına gelir. Ama mâruf olan Hicaz'ın
topraktan mamul büyükçe küpleri demektir.
Yapılan ciddi inceleme
ve araştırmaya göre, hadîs hem sened, •hem metin yönünden muzdariptir. O
bakımdan Hanefîler bu hadisi kendilerine bu konuda dayanak seçmemişler ve amel
etmemişlerdir. Nitekim Ibn Abdilberr et-Temhîd'de diyor ki: «Şafiî'nin kendine
delil olarak seçtiği iki külle, hadîsi, nazar cihetiyle zayıf bir mezhep, eser
cihetiyle gayr-ı sabittir...»[40]
Bununla beraber
Şafiîler bu hadîse dayanarak, su iki kulleyi bulduğu takdirde rengi, kokusu
veya tadı değişmedikçe necis olmaz, demişlerdir.
Kulle'nin ne kadar
olduğuna gelince, Şafiî fukahasmm tesbiti-ne göre, Bağdat rıtlıyla 500
rıtıldır. Her rıtıl 130 dirhem ağırlığmda-dır. Kamus'un beyanına göre, her
tırıl 12 okkiyedir.[41]
Külle konusunda
rivayet edilen bir diğer hadîs ise şöyledir: «Su kırk kulleye ulaştığı zaman
artık pislik taşımaz...»
Görüldüğü gibi, bir
rivayette iki külle, bir başka rivayette üç külle denildiği halde bu rivayette
kırk külle denilmektedir. Yapılan ciddi araştırma neticesi Hz. Câbir'e isnad
edilen bu hadîsin sahîh olmadığı anlaşılmıştır. Nitekim Ebu Hasan el Kinanî
eş-Şâfiî (H. ?. - 963 / M. ? -1555) içindeki sözlerin çoğu şaz veya münkerdir,
râvilerinden Kasım b. Abdullah el-Umerî ise hem zayıf hem de çok hata yapan bir
kimse olarak bilinir, şeklinde ifade kullanarak sözü edilen hadîsin münker
olduğunu belirtmiştir.[42]
Şafii dışında diğer
mezhep imamları külle ile ilgili hadislerin muztarib ve münker olduklarını
dikkate alarak hükme medar kabul etmemişlerdir. Sahih olan da budur. Çünkü iki
külle su pislik taşımaz, sözü vakıa da ters düşmektedir. Allah daha iyisini
bilir...
Şâfiîler ise, su
müsta'mel bile olsa iki kulle'ye ulaştığı zaman müsta'mel olmaktan çıkar
mutahhir vasfını alır. Ayrıca onlara göre, bu miktar suya düşen necaset onun
üç vasfından birini değiştirmedikçe temiz ve temizleyici sayılır. Bu ictihad
su sıkıntısı çekilen yerlerde kolaylık sağlar.
Günümüzde gelişen
lâboratuvar çalışmaları, bakteriyolojik incelemeler de Şafii'lerin muzdarib
hadîse dayalı bu ictihadlannın isabetli olmadığını ortaya koymuştur. Bununla
beraber müctehid imamların ictihadlarma her zaman saygıhyızdır. Mikrobun henüz
tesbit edilmediği, mikroskobun icâd edilmediği ve parazitlerle basillerin
insana nasıl zarar verdiği, ne yoldan geçtiği pek iyi anlaşılmadığı bir çağda,
müctehid imamların örfe ve günün ilmine dayalı ictihadlannın çoğu yine de
isabetlidir, diyebiliriz. Çünkü Kur'ân ve Hadis-i şeriflerde ilme ışık tutan
anafikirleri mümkün olduğu ölçüde dikkate almış, ictihadlarma mesned
seçmişlerdir. Ruhları şad olsun!.. [43]
Bilindiği gibi, abdest
müsta'mel olmayan bir su ile alınır. O bakımdan bir azada kullanılan suyu
ikinci bir azada kullanmak caiz görülmemiştir. Baş da abdest azasından biridir;
yıkanmaz meshedi-lir. Çünkü bu hususta Kur'ân'da açık ve kesin beyân vardır.
Meselenin içyüzü,
anahattı bu olmakla beraber, abdest alıp kolları yıkadıktan sonra elleri
yeniden suya dokundurmadan mevcut ıslakhğıyla başı meshetmek farzı yerine
getirmek için yeterli mi-
dir? Bunun cevabını,
müctehid imamların ictihad ve teshillerini belirtirken vermeye çalışacağız.
Şimdi ise, konuyla ilgili hadis-i şerifi naklederek taşıdığı hükümleri
belirtelim :
Süfyan es-Sevrfden,
Abdullah b. Muhammed b. AkU'den rivayet edilmiştir. Abdullah: Rübeyyi' binti
Muâvviz b. Âfrâ' bana haber verdi, diyor ve sonra (naklettiği hadîste)
EesûîüUalı'm (a.s.) abdest alışını anlatıyor, ezcümle şunu bildiriyor:
«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz elinde abdest suyundan kalan ıslaklıkla iki defa
başını mesnetti, önce başının gerisinden başladı ve sonra alnına doğru çevirip
getirdi. Ayaklarını da üçer defa yıkadı.»
Bu hadîsi Ahmed ve Ebû
Dâvud muhtasaran rivayet etmişlerdir ki lâfzı şöyledir: «Şüphesiz ki
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ellerinde kalan suyun artamyla başını mesnetti.»
Tirmizi, «Abdullah b.
Muhammed b. Akü sadûk (doğru) dur..
Ancak bazıları onun hıfzı yönünü dikkate alarak hakkında konuşmuşlardır
(hafızasının biraz zayıf olduğunu
belirtmişlerdir),» diyor. İmam
Buharî ise: Ahmed, İshak ve
el-Humeydî, Abdullah'ın naklettiği
hadîsle ihticac edegelmişlerdir, demiştir.
Hadis-i
şerifin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Başı
meshetmek farzdır.
2- Başı
meshetmek için elleri kullanılmadık su ile ıslatmak gerekli değildir.
3- Bu durumda müsta'mel suyun abdestte
kullanılması caiz
fcdir?
4- Başı bir
defa mı, iki defa mı meshetmek farzdır?
5- Ayakları
yıkamak farzdır.
6- Ayakları
üçer defa yıkamak farz mıdır?
Bu
konuda müctehid imamların ictihad ve görüşleri :
a) İmam Ebû
Hanîfe'ye ve bazı arkadaşlarına göre, abdest lirken başı meshetmek için elleri
yeniden kullanılmadık su ile ısıtmaya gerek yoktur. Kollan yıkadıktan sonra
ellerde kalan ıslak-k bunun için yeterlidir. Ancak bu sırada başka bir
azasındaki ıs-kklığa dokunup onunla başını meshetmesi yeterli olmaz.[44]
Hanefîler, yukarıdaki
hadîsin sıhhatini dikkate alarak buna ce-raz vermişlerdir. Kullanılmadık yeni
bir su ile eli ıslatmanın şart ılmadığım belirterek bu farzın yerine gelebileceğini kabul etmiş-erdir. Ancak eli
kullanılmadık su ile ıslatarak öylece başı meshet-nenin daha uygun olacağına da
işarette bulunmuşlardır.
b) Hanefi
fukahasından el-Hâkimü'ş-Şehîd'e göre,
kolları yi-tadıktan sonra ellerde kalan
ıslaklıkla başı meshetmek caiz değil-ür. Ayrıca İmam Kerhi de Câmi-i Kebirinde,
Buhari ve Müslim'den yaptığı rivayetlerin ışığında abdest alırken ellerinde
kalan ıslaklıkla başı meshetmenin caiz olmadığına dikkatleri çekmiş, bu durumla
yeterli olmayacağını, herhalde kullanılmadık yeni bir suyla ıslatıp öylece
meshetmenin gerektiğini belirtmiştir.[45]
c) Mâlikî'lere göre, eldeki mevcut ıslaklıkla başı meshetmek kerahetle caizdir]
d)
Şafiî'lere göre, baştaki kıllardan
birkaçının ıslanması bile mesh yerine geçer. Onlardan bazısına göre ise, ıslak
bulunan elin dokunması da yeterlidir. Bununla beraber kullanılmadık bir su ile
ıslatıp meshetmek daha uygundur.
Başı meshetmek, Kitap
ve Sünnet, bir de icma' ile sabittir. Farz olduğunda şüphe yoktur. Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz her abdest aldığında ya başının tamamım ya da bir kısmını
mutlaka meshetmiştir.
Başı meshederken
ellerdeki mevcut ıslaklıkla yetinmek doğru
olur mu? Yukarıdaki
hadîsin açık anlatımından bunun yeterli olduğu anlaşılıyorsa da bu konuda
rivayet edilen ve kullanılmadık bir su ile ıslatıp meshedilmesini öngören
hadîsler vardır. Bunlardan dört kadarını nakletmekle yetinmek istiyoruz :
«Şüphesiz ki Peygamber
(a.s.) Efendimiz (abdest alırken) başını ellerindeki kalan sudan (ıslaklıktan)
başkasıyla meshetmiştir.»[46]
Abdullah b. Zeyd'den
(r.a.) yapılan rivayete göre, adı geçen, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in abdest
alıp başını ellerinde kalan suyla değil başkasıyla ıslatıp meshettiğini
gördüğünü bildirmiştir.[47]
«Doğrusu Peygamber
(a.s.) Efendimiz abdest aldı ve başını meshetmek için kullanılmadık yeni su
aldı...»[48]
«Şüphesiz ki Peygamber
(a.s.) Efendimiz abdest aldığında başını meshetmek için eline yeni su alıp
(öylece meshetmeyi gerçekleştirdi).»[49]
Bu rivayetleri
reddeden olmamıştır. O halde Resûlüllah (a.s.) Efendimiz çoğu zaman elini
yeniden ıslatarak, bazan da mevcut ıslaklıkla yetinerek başını meshetmiştir.
Çünkü eldeki mevcut ıslaklık bir bakıma müsta'mel sayılmaz, kullanılan sudan
arta kalanıdır. O bakımdan müctehid imamların bir kısmı mevcut ıslaklıkla
meshetmenin yeterli olacağına kail olmuşlardır.
Ayrıca yaptığımız
nakilleri kuvvetlendiren bir başka hadîs, emir sıygasıyla rivayet edilerek,
mesele daha da açıklığa kavuşturulmuştur :
«Başın için yeni bir
su al!»[50]
Eğer bu hadîs sahihse
—ki sahîh olduğunu sanıyorum— başı meshederken elleri kullanılmadık taze su ile
ıslatmak, bir emr-i Resuldür, Ne var ki, müctehid imamların çoğu bu hadîsi
sözü edilen meselede hüccet olarak almamıştır.
Hadîsi sened olarak
alırsak, ilk naklettiğimiz hadîste Peygamber (a.s.) Efendimiz'in elindeki
mevcut ıslaklıkla yetinerek başını Leshetmesini ona has bir fiil sayarız.
Nitekim Şevkani de aynı gö-üşü izhar ederek dikkatleri çekmek istemiştir. Çünkü
O'nun bazı filleri, ümmetine has sözlerine muarız olabilir, yani o fiil ona has
ilup ümmetine teşmil edilmez. Bununla beraber konunun başlangı-imda belirttiğimiz
gibi, ellerin mevcut ıslaklığı, müsta'mel sayılmayabilir. O takdirde mevcut
hadîsler arasında tezad kalkar, biri dikerini izah etmiş olur.
: Abdestte ayakları
yıkamak da farzdır. İlgili âyetle ve Resûlül-;ah (a.s.)'m kavli ve fiilî
hadîsleriyle sabit olmuştur. Üç^defa yıkan-tnası farz değildir, kemâl-i
teharete yönelik bir fiildir. Âyette sade-pe «ayaklarınızı da topuklara kadar
yıkayın!» emri yer almıştır ki bu üç defaya delâlet etmez; bir. defa iyice
yıkamakla emir gerçekleşmiş olur. İkinci ve üçüncü defa yıkamak belirttiğimiz
hikmete yönelik olarak sünnet kılınmıştır. Dört mezhep imamları bu hususta
müttefiktir.
Başm iki defa
meshedilmesine gelince:
ilgili hadisin açık
beyânına bakılırsa, Resûlüllah Ca.s.) Efendimiz abdest alırken başını iki defa
meshetmiştir. Tirmizi'nin Hz. Ali'den (r.a.) sahih senedle rivayet ettiği
hidîste ise, Resûlüllah (a.s.) Efendimizin başım bir defa meshettiği belirtilmiştir.[51]
O halde bu konuyu
namazın farzları bölümünde açıklamaya bırakıyoruz. Çünkü içinde bulunduğumuz
konu, müsta'mel suyun abdest ve gusülde kullanılıp kullamlmayacağıyla
ilgilidir. Ayrıca Ebû Davud'un Enes (r.a.)'den yaptığı sahih rivayette de
Resûlüllah'm (a.s.) elini ıslatıp sarığını çıkarmaksızm onun altına sokup
nasiye kısmını meshettiği ve bunu bir defa yaptığı görülmektedir. Allah daha
iyisini bilir... [52]
Gusletmeleri gereken
karı kocanın evlerindeki banyoda aynı kaptan su alıp birlikte yıkanmaları konu
edilirken, kullandıkları suyun müsta'mel olup olmayacağı üzerinde durulmuştur.
Bilindiği gibi
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz zamanında şimdiki gi-
bi evlerde
musluklardan su akmazdı. Büyükçe kaplara su doldurularak ihtiyaç giderilirdi.
Aynı zamanda yıkandıkları yer de evin bir köşesinde daracık bir bölümden
ibaretti. İçine iki kişi girince bir üçüncüsüne yer kalmazdı. Bazı evlerde ise
bu bölümler de yoktu, uygun olan bir köşesinde banyo yapılırdı. O bakımdan
yanıbaşla-rındaki kaptan su alıp yıkanırken vücuda dokunan suyun tekrar kaba
dökülmesi veya sıçraması her zaman mümkündü. Kadın yalnız başına yıkanırken
belki bu hususa dikkat etmeyebilir, böylece kapta artan suyun müsta'mel duruma
gelmesine neden olurdu. Fazla su bulmakta zorluk çeken o ailenin erkeği
gusletmesi gerektiğinde kalan su ile yıkanmak durumunda kalabilirdi.
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, hem kalan suyun müsta'mel olmaması, hem su
sıkıntısı çekilmemesi, hem de gönül rahatlığı içinde vâcib olan guslün yerine
getirilmesi için bazı uyarılarda bulunmuş ve fiilî örneklerini vermiştir.
Tabii ki, bu husus az
bir suyun mevcut olduğu zamanla ilgilidir. Göl, ırmak, büyükçe havuz gibi
yerlerde suyun müsta'mel, yani kullanılmış bir hale geçmesi söz konusu
olmayacağından karı koca hem birlikte, hem ayrı ayrı suyu avuçlamadan veya
ellerinde bir kap bulundurmadan yıkanabilirler. Aynı zamanda günümüzde birçok
evlerdeki mevcut banyolarda musluk bulunuyordur. Yıkanmak isteyen kadın veya
erkek yalnız başına istediği gibi yıkanabilir, suyun müsta'mel olması endişesi
akla bile gelmez.
Şimdi bu konuyla
ilgili hükme mesned kabul edilen hadis-i şerifi nakledelim, sonra da gereken
fıkhi hükümleri belirleyelim :
el-Hakem b. Artır
el-Gıffarî'den (r.a.) yapılan rivayete göre i Resûlüllah (a.s.) Efendimiz
erkeğin kadının abdest suyundan arta kalanı ile abdest almasını men'etmiştir.»[53]
Bu konuda sahîh kabul
edilen ikinci bir hadîs ise şöyledir : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz kadının
erkekten arta kalan su ile,
keğin de kadından arta
kalan su ile gusletmesini men'etmiştir,
leraberce suyu avuçlayıp (öylece yıkansınlar) buyurmuştur.»[54]
İki hadîsin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Abdest
alan veya gusleden kadından arta kalan su ile er-Bgin abdest alması veya
gusletmesi caiz değildir.
2- Bunun
aksine bir durumda da yine öyle...
3- Kadın ile
kocasının birlikte yıkanmasında bir sakınca yok-
ıır.
4- Birer
birer yıkandıkları zaman dikkatsizlik yüzünden arta :alan suya kullanılan suyun
akması veya serpilmesi neticesi müs-a'mel olabilir.
5- Kadın
ayhali ise arta kalan suya necaset karışmış olabilir.
6- Bunun gibi
erkek yalnız yıkandığında arta kalan suya yine iikkatsizlik sonucu tiksindirici
bazı şeyler karışmış olabilir.
Müctehid imamların
ictihad ve görüşleri :
a) Ahmed b.
Hanbel ve îshak, kadın yalnız başına yanındaki kaptan su alıp yıkanırsa,
bilâhare erkeğin o sudan abdest almasının veya gusletmesinin caiz olmadığını
söylemişlerdir.
b) İbn Ömer,
Şa'bî ve Evzâî'ye göre, kadın ayhalinde bulunuyorsa, o takdirde erkeğin arta
kalan sudan abdest alması veya gusletmesi caiz değildir...
Diğer müctehid
imamlar, bununla ilgili hadisi muztarib gördükleri için hükme mesned
seçmemişler, bunun aksine Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvud, Nesâi ve Tirmizî'nin
rivayet ettikleri CEFNE hadîsini sahih gördükleri için onunla ihticac edip
abdest alan veya gusleden kadından arta kalan su ile erkeğin ve erkekten arta
kalan su ile kadının abdest alması veya gusletmesinin cevazına kail olmuşlardır.
İleride sözünü ettiğimiz hadîsi ilgili meseleyi işlerken nakledeceğiz...
el-Hakem'den rivayet
edilen hadis hakkında Buharı: «Hakem1-in hadîsi sahih değildir» demiştir. İbn
Hibban ise bu hadîsin sahih olduğunu söylemiştir. îmam Nevevî ise bu husustaki
tesbitini şöyle
belirtmiştir: «Hadîs
hafızları bu hadisin zayıf olduğunda ittifak etmişlerdir.» İbn Hacer ise,
Nevevî'nin bu sözünü garip karşılamıştır. (45).[55]
Hadîsin sıhhatmda
şüphe ortaya çıkınca, Resûlüllah ta.s.) Efendimizin, ezvac-ı tahirattan
bazısının teştteki sudan guslettikten sonra onunla abdest alması ve «Doğrusu
su cünüb olmaz» buyurması bu konuda en sağlam hüccet olarak bulunuyordur.
O halde dikkat
edildiği takdirde abdest alan veya gusleden kadından arta kalan su ile
erkeğin; erkekten arta kalan su ile kadının abdest alması veya gusletmesi
caizdir. Ancak kadın ayhali olur ve yıkanırken suyun sıçrayıp serpilmesine
dikkat etmez, böylece kalan suyu müsta'mel duruma sokarsa o takdirde ondan
arta kalan su ile gusledilmez veya abdest alınmaz.
Kadın ile kocasının
beraber gusletmesi, bu vaziyette birarada bulunması sakıncalı değildir. Bu, hem
kavli, hem fiilî hadîslerle sabit olmuştur. [56]
a)Büyükçe
bir kaptaki sudan abdest alan veya gusleden veya erkek, kullandıkları suyun o
kaba sıçramasına, dökülmesine engel olup
dikkatlice hareket ettikleri
takdirde, birbirlerinden arta kalan su ile abdest almaları veya gusletmeleri
caizdir.
b) Kan koca
banyoda birlikte yıkanabilirler, birarada durup gusledebilirler. Bunda dinen
bir sakınca yoktur.
Buluğu'1-Meram sahibi
aynı hadîslere yer vermişse de yeterli bir açıklama ve doyurucu bir beyânda
bulunamamıştır. Meselenin ihtilaflı olduğunu söylemekle yetinmiştir.
Fethü'l-Allâm'da ise bazı açıklamalar yapılmıştır.[57]
Bu konuda muhaddîsler
dört hadîs naklederek üzerinde durmuşlar ve müctehid imamlar da ona göre
ictihad ve istidlalde bulunmuşlardır :
îbn Abbas (r.a.)
diyor ki: Resûlüllah (a.s.),
Meymune'den arta ,lan su ile guslederdi.»[58]
«Yine îbn Abbas'dan, o
da Meymune (r.a.) Man rivayetle diyor : Resûlüllah (as.) Efendimiz onun
(Meymune'ninî guslünden arkalan su ile abdest aldı.»[59]
«Yine îbni Abbas
(r.a.) 'dan yapılan rivayette diyor ki: Resû-lllah (a.s.) Efendimiz'in
zevcelerinden bazısı bir CEFNE (büyükçe inak, teşt, büyükçe tas) da
guslettiler. Az sonra Peygamber (a.s.) fendimiz o cefneden abdest almak veya
gusletmek için geldiğinde zevcesi ona dedi ki: Ya Resûlellah! Doği'usu ben
cünüb idim... Bu-un üzerine Efendimiz buyurdu ki: Şüphesiz ki su cünüb
olmaz...»[60]
«Şüphesiz ki Peygamber
(a.s.) ve (zevcesi) Meymune, ikisi bir ;aptan yıkandılar.»[61]
Birinci hadîsi Müslim
rivayet etmişse de önemli bir cemaat bu-Lun muallel olduğunu söylemiştir. Çünkü
râvîlerinden Amr b. Di-ıâr, «bildiğim kadariyle, hatırlayabildiğim kadar Ebu
Şa'sâ' bana ıaber verdi» şeklinde bir ifâde kullanmıştır. İkinci bir tarikle yanlan
rivayette ise böyle bir tereddüd izhar etmemiştir.
Yukarıda üç hadîs ile,
daha evvel bu konuda el-Hakem'den ri-râyet edilen hadîs arasında bir çatışma
söz konusudur, biri diğerine muarız gibidir. Ne var ki, Buhari, el-Hakem'in
rivayet ettiği o ha-iîsi sahih kabul etmemiştir. Bu bakımdan çatışma
kendiliğinden kalkmış oluyor. Böyle olmasa bile el-Hakem'in hadisini bunlara
uygun yorumlama imkânı her zaman mevcuttur.
Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in «Doğrusu su cünüb olmaz» buyurması, cünüb kimsenin o sudan alıp
gusletmesiyle su müsta'mel, Resûlüllah'm tabiriyle cünüb olmaz. Ancak yıkanan
kimse dikkat etmez, bedenine döktüğü su yanındaki kaba serpilir veya pislik
dokunursa, o takdirde müsta'mel veya necis olur.
Nitekim yukarıda bu
inceliğe dokunmuş, gereken yorum ve açıklamayı yapmış bulunuyoruz. -
Kadınla erkeğin, yani
karı kocanın birarada gusletmesinde bir
sakınca olmadığını
söylemiştik. Çünkü buna muhalefet eden olmamıştır. Nitekim Hz. Ummü Seleme
(r.a.) diyor ki; «Benle Resûlüllah (a.s.) Efendimiz cünüplükten dolayı bir
kaptan (su alıp) yıkanıyorduk.»[62]
Hz. Aişe Validemiz de
(r.a.) diyor ki :
«Benle Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz cünüplükten dolayı bir tek kaptan (su alıp) guslediyorduk ki
ellerimiz birbirini takip ediyordu.»[63]
îbn Ömer'den (r.a.)
yapılan rivayete göre, hicap âyeti inmeden önce, erkeklerle kadınlar birarada
abdest alırlardı, yani bunda bir sakınca görülmezdi. Hicap âyeti inince, ancak
karı koca aynı kaptan su alıp birarada abdest alır ve guslederlerdi.
Şovkani'de bu
rivayetleri naklettikten sonra şöyle bağlıyor -. En uygun cevap odur ki: «Hicap
âyeti inmeden önce kadınlarla erkeklerin biraraya gelmesine bir engel söz
konusu değildi. Hicap âyeti inince, bu biraraya gelme sadece kadınlarla
mahremlerine has kılındı...»[64]
Su hem en iyi
temizleyicidir, hem de mikropların barınıp çoğalması için en iyi ortamdır.
Aynı zamanda kimyasal olayların en belli başlı maddelerinden biridir.
Toprakaltı suları dışında diğerlerinin kullanılmadan önce ince kum, kil,
toprak, tuz, mikrop ve asalaklardan temizlenmesi gerekir. Aksi halde bazı
zararlı mikrop ve asalakların sindirim sistemine yerleşmesine imkân verilmiş
olur ki bu insan sağbğını bozar.
îslâm Dini, ondört
asır önce temizliği imânın yarısı olarak ilân ederken sudan yeterince
yararlanmayı emretmiş ve necasetten uzak temiz su ile nezafetin sağlanmasını
ibâdet saymıştır.
Ancak temiz ve necis
su hakkında birçok rivayetler vardır ki, bunların önemli bir kısmı hükme mesned
teşkil etmeyecek kadar zayıf ve muztariptir.
O halde Hz. Peygamberin (a.s.)
temiz su, mrdarsu ve bir suyun ne zaman ne ile murdar olabileceği
hakkm-a söylediklerini çok iyi bilmek ve bu hadisler üzerinde ciddî bir
raştırma yapmak gerekir. Aksi halde hem dini, hem O'nun Pey-amberini küçük
düşürmüş oluruz ki, bunun günâh ve vebali ta-ınmayacak kadar ağırdır. Buna bir
misal vermemizde yarar vardır:
Ashab-ı Kirâm'dan Ebû
Saîd el-Hudrî (R.A.)'den yapılan rivâ-rete göre, Büdâat kuyusundan abdest almak
isteyen Resülüllah İa.s.) Efendimize bir adam, «Ya Resûlellah! Budâat
kuyusundan ab-lest mi alıyorsun?! O öyle bir kuyudur ki içine ay halinde
kullanı-.an bez parçaları, köpek etleri ve kokmuş şeyler atılmaktadır...» Bunun
üzerine Peygamber Ca.s.) : «Su temizdir, hiçbir şey onu necis (murdar) yapmaz» buyurmuştur.
Bu hadîs üzerinde
durduğumuz zaman ilk nazarda ünlü mu-haddîslerden Ahmed b. HanbeVin, Ebû
Davut'un ve Tirmizî'nin naklettiğini görürüz. Böylece sahih olduğu kanaati
bizde doğar. Oysa gerçek hiç de öyle değildir. Çünkü muhaddis sahîh hadisleri toplarken
zayıf hadîsleri, hattâ bazan uydurma hadisleri de toplamış olabiliyor. O günkü
şartlar karşısında bazan ve nadiren kendi ölçülerine göre, zayıf bir hadisi
sahîh, mevzu' (uydurma) bir hadisi zayıf tesbit edebilmişlerdir. O bakımdan pek
kınanmazlar. Çünkü mevcut imkânları, şartları, rivayetleri dikkate alarak
kendi bilgi çerçevesine göre bir sonuca varabilmişlerdir. Yukarıda mealini
naklettiğimiz hadîs bunun örneklerinden sadece biridir.
Şöyleki : Bir yandan
yapılan sahih ve ciddi tesbitlere göre, Peygamber ta.s.) Efendimiz : «Sakın
sizden biri durgun suya idrar yapıp sonra da o suda yıkanmasın!» Diğer bir
sahîh hadîste ise : «Sakın sizden biri akmayan durgun suya idrar yapmasın,
sonra o suda yıkanabilir.» Üçüncü bir hadîste ise, «Sizden biriniz cünüp iken
durgun suda yıkanmasın!»
Bu üç hadisi Buharî,
Müslim ve Ebû Davut nakletmişlerdir. Cumhur bunların sahîh olduğunda
müttefiktir. Çünkü bu mânada bazı kelime değişikliğiyle bir kaç rivayet daha
tesbit edilmiştir ki onlar da şöyledir : «Peygamberimiz (a.s.î durgun suya
idrar yapmayı, sonra da o sudan abdest almayı yasakladı.» «Sizden biriniz
durgun suya idrar yapmasın, sonra da o su ile gusletmesin.! Cabir (r.a.3 ile
Ebû Hüreyre'den rivayet edilen bu iki hadîsi sahih kaynaklar alıp nakletmiştir.[65]
Yukarıdaki Budaâ
kuyusuyla ilgili rivayeti bu hadîslerle karşı-tırdığımız takdirde çözümü zor
bir tezat ile yüzyüze geliriz. Peygamber (a.s.) içine köpek etinden tutun da
kadınların ayhallerinde kullandıkları bezlere kadar her türlü murdar şeylerin
atıldığı durgun bir sudan abdest alır, kendisine bu hususta bilgi verilince de
: «Su temizdir, hiçbir şe onu necis yapmaz.» der ve sonra da «Sakın sizden
biriniz durgun suya idrar yapıp sonra da o suda yıkanmasın veya abdest
almasın!» der mi? Her sözü ve uyarısı ilme, medeniyete, ahlâk ve fazilete,
temizlik ve nezahete ışık tutan ve Allah'tan alıp öylece konuşan bir Peygamber,
böylesine bir tezada düşer mi? Elbette ki düşmez. Necm sûresinde belirtildiği
gibi, «Arkadaşınız (Muhammed) ne sapıttı, ne de azıttı. O kendi hevesine de
uyarak söz söylemez. O, tnun söylediği) ancak kendisine vahyolunan bir
vahiydir.»
Gerçek bu olunca Büdaâ
kuyusuyla ilgili hadîsi inceleyen ve sıhhat derecesini tesbite çalışan ilim
adamları, bunun isnadında Ebû Süfyan Tarîf b. Şihab'm bulunduğu, bu zatın zayıf
ve metruk olduğunu ortaya çıkarmışlardır. «Şüphesiz ki hiçbir şey suyu necis
yapmaz.» mealindeki hadîsin râvilerinden Ebû Süfyan'm hadis rivayetinde ne
kadar zayıf, muallel ve metruk olduğu ortaya çıkınca, metinde ne gibi değişiklikler
yapıldığı, nasıl bir tağyire uğradığı kendiliğinden anlaşılır. Aynı hadîsi
Ahmed b. Hanbel ise mevkufen rivayet etmiştir ki, bu da hükme mesned teşkil
etmez. Darekutnî ise sözü edilen hadisi şu değişik lafızlarla veya fazlalıkla
nakletmiştir: «Su temiz ve temizleyicidir, hiçbir şey onu necis yapmaz, ancak
(içine düşen şey) onun kokusuna gâlib gelir veya tadını değiştirirse, o
takdirde murdar olur.» Bu hadîsin isnadında Hadis îlmine göre METRUK bir râvi
vardır, o da Reşdin b. Sa'd'dir...[66]
îmam Nevevî bu hadîs
hakkında şöyle demiştir.: «Muhaddîsler bu hadîsin zayıf olduğunda
müttefiktirler.»
İlim adamlarının ise,
su az olsun çok olsun, içine düşen pislik onun rengini veya tadını, veya
kokusunu değiştirirse, o necis kabul edilir, diye icmâı vardır. Nitekim îbn
Abbas, Ebû Hüreyre, Hasan Basri, îbn Müseyyib, İkrime, Sevrî' Davut ez-Zahiri1
Nahaî, Cabir b. Zeyd, İmam Mâlik ve İmam Gazali de bu görüştedirler.
Bunlara karşı, az bir
suya necaset karıştığı takdirde sözü edi-en üç vasfından birini değiştirmese bile,
yine o su murdar olur, dikenlerin başında İbn Ömer, Müçahid, îmam Şafii, îmam
Ebû Hanî-fe, imam Hanbel ve İshak gelmektedir. Sahih ve isabetli olan da bu
faancilerin istihad ve görüşüdür. Buna birkaç örnek verelim: Az bir suya,
akmayan durgun bir suya koli basili veya veba mikrobu ya da benzeri bulaşıcı
bir hastalık doğuran mikrop girerse, o suyu 'kullanmak mutlak tehlike doğurur.
Koli basili bilindiği gibi insan dışkısında bulunur ve ondan suya bir miktar
karışmasıyla basiller en iyi vasata erişir. Durgun suya damlayan birkaç damla
idrar onun renk, koku ve tadını değiştirmez, ama necis olduğu için suyu
mur-,dar yapar. İkinciler yukarıda naklettiğimiz, «durgun suya idrar yapmasın»
hadîsine dayanmışlardır.
Su az değil de çok
olursa, o takdirde müctehid imamların hemen hepsi sözünü ettiğimiz üç vasıftan
birinin değişmesini dikkatealarak görüş ve ictihadlarmı belirlemişlerdir. Bunun
sebebi açıktır:
İslâm çağlara,
ülkelere, milletlere, medeniyetlere seslenen ve bunların mutlak surette önünde
yürüyen Allah'ın son dini ve son mesajıdır. Ona girenler yalnız şehirlerde,
bayındır yerlerde oturanlar değil, arzın her bucağında, köyde kentte, dağda,
ovada ve çölde oturanlar da vardır. Özellikle çölde pek az su bulunur, o da
rengi ve bazan kokusu değişmiş olur. Yeter ki bu değişme harici bir pislikten
dolayı olmasın. Orada yaşayanlar ister istemez onu kullanmak zorundadırlar,
islâm Dini çok suya düşen bir pislik onun üç vasfından birini değiştirmezse
-müctehid imamlardan bazısının farklı görüş ve ictihadları olsa bile- murdar
sayılmayacağına cevaz verdiği gibi, suyun bu vasıflarından bir veya ikisinin
necis olmayan bir sebeble değiştirmesiyle murdar olmayacağını ibâdette (abdest,
gu-sül gibi dini kurallara bağlı olan şeylerde) kullanılmasında bir sakınca
olmadığını bildirmiştir. Çünkü o değişme suyun bulunduğu yataktan
kaynaklanmakta, bir balama suyun tabiatını almaktadır. Yeterki insan ve hayvan
sağlığına zararlı olmasın...
Nitekim Müslümanlar
Medine'ye hicret ettiklerinde sıtma haslığına yakalandılar ve bu salgın halini
aldı. Araştırdılar, sebeb olarak Bathan su birikintisinden akıp gelen sudan
kullanmalarını gördüler ve bu sebeble onun önüne bir sed çekip kullanılmasını
yasakladılar. Çok geçmeden sıtma ortadan kalktı. Hz. Aişe (r.a.) vâlîde-
miz o sudan söz ederken
şöyle demiştir : «Gerçekten BathanMan
rengi değişik bir su akıyordu...»[67]
Islâmî hükümler celb-i
menafi', defi mefaside yönelik bir özellik taşımaktadır. İnsana zarar veren
hemen her şeyi ya haram, ya da mekruh; fayda sağlayan şeyi helâl ve mubah
saymıştır. Suyun günlük hayatımızın kopmaz bir parçası olduğuna bakılırsa,
dinimizin bu konuyla çok yakından ve de alabildiğine hassas ölçülerle ilgilenmesi
tabiidir. Ancak mevcut rivayetler üzerinde bilimsel ölçüde durup sıhhatlisini
zayıfından ve uydurmasından ayırd etmek şarttır.
Suya pislik
karışmasıyla ilgili bu geniş açıklamadan sonra asıl hükme mesned teşkil eden
hadîsi naklediyoruz :
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayete göre, diyor ki : Resû-lüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurdu :
«Sizden biri akmayan durgun suya bevl (idrar) etmesin; sonra o suda (ihtiyaç
duyar da) yı-nır.» (57)[68]
Tirmizî'nin
"tesbit ettiği lafz ise «Sonra o sudan abdest alır...» Diğerinin tesbit ve
nakli ise, «Sonra o suda (ihtiyaç duyar da) yıkanır.» şeklindedir.
Hadîs-i Şerifin açık
delaletinden şu hükümler anlaşılmaktadır;
1- Su az
olsun çok olsun ona idrar etmek (küçük abdesti onda bozmak) dinen yasaktır.
2- Dinin bu
yasağı tahrim ifade eder.
3-
İçine idrar ve dolayısıyla dışkı ya da benzeri bir necaset karışan sudan
abdest almak ve gusletmek caiz değildir.
Konuyla ilgili
müctehid imamların istidlal, ihticac ve ictihadları:
a) îmam
Şafii'ye göre, su iki kulleye ulaşırsa, içine düşen neca-ıet renk, koku ve tad
gibi vasıflarından birini değiştirmediği takdirle onu murdar yapmaz. CKulleyle
ilgili hadîslerin muztarip oldu-şunu daha önce belirtmiştik).
b) îmam
Nevevi'ye göre, dinin bu yasağı bazı sular hakkında tahrîm, bazısı hakkında
kerahet ifâde eder, su çok olup akar durumda ise, içine dökülen idrar onu
haram yapmaz. Bununla beraber o sudan sakınmak evlâdır. Az olup akar vaziyette
ise, Şafii'lerden bir cemaat onu mekruh saymıştır; ama muhtar olan kavle göre
o da haramdır. Çünkü idrar onu kirletip murdar yapmıştır. Hem erbabı tahkika ve
usûlculara göre, yasak tahrîmi gerektirir.
(58)[69]
c)
Hanefîlere göre, çok suya bu gibi necis şeyin karışması, onun üç
vasfından birini değiştirmediği takdirde necis olmaz. Az suya gelince, karışan
pislik az olsun çok olsun, onun
vasıflarını değiştirsin değiştirmesin mutlaka necis olur.[70]
d) îmam
Mâlik'e göre, temiz su necasetin karışmasıyla murdar olmaz, ancak ona karışan
necaset üç vasfından birini değiştirirse, o takdirde murdar yapar.[71] .Ona
göre buradaki yasak tah-rimi değil, keraheti ifade eder.
e) Zeydî
mezhebine bağlı olan ilim adamları, yukarıdaki hadisin zahirine bakarak,
durgun su az olsun çok olsun içine idrar karıştığı takdirde gusletmek
mekruhtur, demişler ve böylece
konuyla ilgili yasağı kerahete
hamletmişlerdir.[72]
Hadisin zahirinden, su
az olsun çok olsun durgun olduğu takdirde, içine idrar ve benzeri bir necis
karışırsa murdar olur ve o su ile abdest alınmaz, gusledilmez. Oysa göl ve
deniz de durgun su kapsamına girmektedir. Bunlara bir miktar necasetin
karışmasıyla murdar olacakları söylenemez. O halde hadîsi zahirinden çıkarıp
tahsis ve takyid etmek gerekir. Bunun için de sözü edilen konuyla ilgili başka
bir hadîsin bulunup bulunmadığı araştırılır. Gerçi bununla ilgili iki hadis
rivayet edilmiştir, ama biri muzdarip, diğeri de metruk belirlendiğinden onları
tahsis ve takyide mesned almak
istemiyoruz. Hadîste
gelen «el-Ma» kelimesi üzerinde durduğumuzda bazı ipuçları elde etmemiz
kolaylaşıyor : Oradaki «elif - lâm» istiğrak için değil, ya ahd-i zihnî, ya da
ahd-i harici içindir, yani umum ifade etmiyor, ya zihinde tasarlanan az
miktardaki durgun sular, ya da zihin haricinde bilinen ve belirlenen bazı
durgun sularla ilgili bir anlam taşıyor.
Dinin bu yasağı tahrim
mi, kerahet mi ifâde ediyor? Müctehid imamların ictihad ve görüşleri farklıdır.
Günün gelişen ilmi karşısında, yani suya karışan bir pisliğin ne gibi
mikroplar taşıdığı, insan sağlığını olumsuz yönde nasıl etkilediği gerçeği
önünde, tahrîm ifade ettiği daha uygun gelmektedir, İdrarda fazla zararlı mikroplar
yoksa da dışkı da bol miktarda koli basili vardır ve sağlığa mutlaka
zararlıdır.
Bu durumda içine
idrar, dışkı ve benzeri bir pislik karışan durgun su ile abdest almak veya
gusletmek caiz değildir.[73]
1- İçine
idrar ve benzeri bir pislik karışan durgun su, rengi, tadı ve kokusu
değişmiyecek kadar çok büyük olursa,
(göl ve deniz gibi) murdar olmaz. Onunla hem abdest alınır, hem
gusledilir.
2- İçine
idrar ve benzeri bir pislik karışan durgun su az miktarda olursa, (Şâfiîlerin
belirlediği gibi, iki kulleden az olursa)
mutlaka murdar olur.
3- İçine
idrar ve benzeri bir pislik karışan durgun su, az olsun çok olsun bu yüzden
rengi veya kokusu veya tadı değişirse, o ela murdar olur.
4- Murdar
olan bir su haram mı, yoksa mekruh mu sayılır? Bu hususta müctehid imamların ve
İlim adamlarının ictihad ve görüşleri farklıdır. [74]
Gerek evcil, gerek
yabanî hayvanlar evdeki ağzı açık su kaplarından ve dışarıdaki durgun ve akar
sulardan su ihtiyaçlarını giderirler. Böylece onlardan arta kalan suya Arapça
SÜ'R, Türkçe ARTIK SU denir. însan sağlığına çok önem veren ve koruyucu hekimliğe
ağırlık kazandıran islâm Dini, gerek Allah'a ibâdet husu-
sunda, gerekse günlük
su ihtiyacımızı gidermede hayvan artığı sulardan ne derece
yararlanabileceğimizi, bunların haram ya da lekrûh olup olmadığını özel bir
konu haline getirerek Âyet ve Ha-jdîslerin ışığı altında bir takım hükümler
koymuştur.
Öteden beri birçok
evlerde kedi ve köpek beslenir. Özellikle, lAvrupa kültürünün te'sirinde kalan
sosyete, köpek beslemeye hay-!li ilgi duymaktadır. Köylerde ise hem evi, bağ ve
bahçeyi, hem de : davarları hırsız ve canavardan korumak için köpek; fare ve
haşaratı temizlemesi için kedi beslenir. Bu iki evcil hayvan da bir takım
zararlı mikroplar taşıyabilir. Bilhassa kuduz mikrobu virüs cinsinden olup çok
tehlikelidir. Köpekte ve memeli hayvanlarda görülen bu mikrop salya ile
vücuttaki sıyrıktan kana geçer. Hastalık ortaya çıktıktan sonra tedavisi mümkün
değildir. O bakımdan İslâm Dini, mecbur kalmadıkça ciddi bir ihtiyaç duyulmadıkça
evlerde köpek beslenmemesini ısrarla tavsiye etmiş, hatta bu gibi evlere meleklerin
girmiyeceğini haber vermiştir.
Her şeye rağmen kedi,
köpek ve benzeri memeli hayvanları günlük hayatımızın tamamen dışında tutmamız
mümkün değildir. Bazıları zevk için, bazıları da ihtiyaca mebni beslenir ve
korunur.
Gerçek bu olunca, bu
hayvanların su dolu kaplardan içmesi neticesi kalan artık mekruh veya haram
olur mu? Bunun cevabı, ilgili hadîsleri nakledip delâlet ettiği hükümleri
açıkladıktan sonra kendiliğinden anlaşılmış olur.
Şimdi konuya ışık
tutan ve hükme mesned teşkil eden Hadîs-i Şerifi naklediyoruz:
«Birinizin kabına
köpek ağzını sokup yaladığı zaman içindeki-ni döksün, sonra da onu yedi defa
yıkasın.»[75]
Hadisin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Köpeğin
ağzını sokub salyasını dokundurmasından dolayı kaptaki mevcut su veya herhangi
bir yiyecek maddesini dökmek gerekir.
2-
Köpeğin ağzını dokundurup yaldığı kabı
yedi defa yıkamak vâcibdir.
3- Köpeğin
salyası necis olduğuna göre ağzı ve bedeninin diğer kısımları da necistir.
Bu konuda müctehid
imamların ve diğer ilim adamlarının ic-tihad, istidlal, ihticac ve görüşleri
şöyledir :
a) Ibn
Abbas, Ürve b. Zübeyir, Muhammed b.
Şirin, Tavus, Amr b. Dinar, Evzâî, İmam Şafii ve tmam Ahmed b. Hanbel'e göre,
köpeğin ağzını sokup salyasını dokundurduğu kabı veya herhangi bir eşyayı yedi
defa yıkamak vâcibdir. Ebu Sevr de aynı görüştedir.
b) İmam Ebû
Hanîfe ve bazı arkadaşlarına göre, köpeğin sal-yaşıyla diğer necis nesneler
arasında fark yoktur. Yedi defa yıkanması vücuba değil, nedbe hamledilir.
Ayrıca îmam Ebû Hanîfe bu hususta Ebû Hüreyre'nin, «Köpeğin ağzını sokup
salyasını dokundurmasından dolayı üç defa yıkanır...» mealindeki rivâyetiyle
ihticac edip görüş ve yorumlarının sıhhatma işaret etmiştir.
İkinci rivayet de
sahih kabul edildiğine ve ihticaca mesned teşkil ettiğine göre, yedi defa
yıkasın, emri neshedilmiş, yani hüküm kaldırılmış sayılır. Hem Hanefüer bu
konuda kıyasa da baş vurup şöyle demişlerdir: «İnsan ve hayvan dışkısı, köpeğin
salyasından daha fena ve ağır bir necasettir; oysa onların dokunduğu yerin yedi
defa yıkanması değil, temizleninceye kadar yıkanması emredilmiştir. Bu bir
defayla olabileceği gibi, üç defayla da olabilir.»
Köpek salyasının
dokunduğu suyu veya yiyeceği (sıvı halinde ise) dökmek gerekir. Çünkü salya
necistir, aynı zamanda kuduz veya başka bir virüs de taşıyabilir, ağızda çürük
diş, midede ülser gibi bir durum varsa kana karışması mümkündür. Yiyecek maddesi
katı türden ise, ağzının dokunduğu yeri iyice belirleyip atmak gerekir.
Ne var ki bu hususta
İkrime ile İmam Mâlik aksine bir görüş ve ictihad ortaya koymuşlardır: Onlara
göre, köpek necis değildir. Delilleri ise, Allah'ın şu buyruğudur : «Senden
kendilerine nelerin helâl kılındığını soruyorlar; de ki: Size temiz yararlı
şeyler helâl kılınmıştır. Eğittiğiniz ve Allah'ın size öğrettiğini öğrettiğiniz
avcı hayvanların sizden yana yakaladıklarını yeyiniz ve üzerine Allah'ın
ismini anınız (Besmele çekiniz).[76]
Anlaşılacağı gibi,
âyette talimli avcı hayvanların köpek dahil, Lkaladıkları avdan yememiz
emredilirken, onların ağzının dokun-hğu kısmı yıkamamız emredilmemiş tir.
Buna karşı cevap
verenler ise şöyle demişlerdir; âyette her şey cıklanmıyor. Hadîs-i Şerif umum
ifade eder mahiyette bir hüküm etirmiş ve böylece avcı köpeğin ağzıyla
yakalayıp getirdiği avı, okunan salyadan
temizlemenin vâcib olduğu anlaşılmıştır.
Çoğuna göre de, avcı
köpeğin yakaladığı avı, dokunan salya-Lan yıkamamak ]i>u hususta bir
ruhsattır.[77]
Bu görüş ağırlık
kazanmıştır.
Köpeğin ağzını sokup
salyasını dokundurduğu kabı veya baş-La bir eşyayı İmam Şafiî ile İmam Ahmed b.
Hanbel'e göre yedi de-a yıkama vâcibdir. İmam Ebû Hanife'ye göre en çok üç defa
kâ-İidir. îmanı Mâlik'e göre, hadîsin hükmü kaldırılmıştır. Köpek ne-pis
değildir.
Konuyla lgili diğer
hadîsler :
«Köpeğin ağzım
sokup salyasını dokundurması sebebiyle kap üç veya beş veya
yedi defa yıkanır.»[78]
«Köpek kaba ağzını
sokup yaladığı zaman, ondaki (suyu veya
yiyeceği dökünüz, sonra da onu üç defa yıkayınız.»[79]
«Köpek sizden birinin
kabına ağzını sokup yalarsa, onu döksün ve kabı üç defa yıkasın.!»[80]
«Köpek ağzını sokup
yaladığı zaman o kap, ilki veya sonu toprakla olmaz üzere yedi defa yıkanır.[81]
«Köpek ağzını sokup
yaladığı zaman sizden birinizin kabınızın 'temizlenip paklanması, onu yedi defa
yıkamasıdır.»[82]
Görüldüğü gibi
yukarıda naklettiğimiz beş hadîs arasında, köpek salyası dokunan kabın üç veya
beş veya yedi defa yıkanması gibi farklı sayılar yer almaktadır. Ayrıca ilki
veya sonu toprakla olmak üzere yedi defa yıkansın, gibi diğerlerinden çok
farklı bir diğer rivayet bulunmaktadır. Aynı konu hakkında beş altı hadîsin
hükme medar olan lafızları
arasında bunca farkın mevcudiyeti
onun muzdarip olduğunu
gösterir. Öyle olunca da en sahîh olanını seçip diğerlerini bırakmak uygun olur.
En sahihi hangisidir?
Hadîs âlimlerinin yaptıkları ciddî araştırma neticesinin belirlenmesi bize en
sağlıklı bilgiyi verir:
Darekutnî birinci
hadîsi naklettikten sonra, bu hadîsi İbn İyaş'-tan nakleden Abdulvahhab b.
Dahhak yalnız kalmıştır, o metruktür. Başkaları ise İbn İyâş'dan hadîsi şu
isnadla rivayet etmişlerdir: «Onu yedi defa yıkayınız...» Sahih olan da
budur...[83]
İkinci hadise gelince,
Şeyh Takıyüddîn, EL-İMÂM dlı eserde diyor ki: «Bu senedi sahih olan bir
rivayettir.» Çünkü râvisi bulunan Abdülmelik b. Ebî Süleyman'ın sıka
(güvenilir) olduğunu Esbab-ı sünen kabul etmiştir.
Üçüncü hadîsi
el-Karabisî'den başkası ref'etmediği için İbn Cevzi onun bu rivayetini gayr-i
sahîh kabul etmiştir.
Dördüncü ve beşinci
hadîsler ise, dördüncüsünü Kütüb-i Sitte, beşincisini Müslim ve Ebû Dâvud
rivayet etmiştir ki, ikisi de ilim adamlarınca sahîh kabul
edilmiştir.[84]
Fethül-Allâm'da ise
«yedincisi toprakla olmak üzere...» olan rivayetin muzdarib olduğu
belirtilmiştir; çünkü bazısında ilki veya sonu, bazısında birisi veya
yedincisi, bazısında da sekizincisi... şeklinde değişik ifadeler
kullanılmıştır.
îmam Ebû Hanîfe «üç
defa yıkayınız» hadîsini kendi kıyasına daha uygun görüp bu rivayeti mesned
seçmiştir.
îmam Şafiî ve
arkadaşları, «bir defası toprakla olmak üzere yedi defa yıkar...» rivayetini
mesned seçip ona göre bu konuda hüküm çıkarmıştır.[85]
îmam Ahmed b. Hanbel
de iki rivayetten birinde sadece yedi defa yıkamasıdır, mealindeki hükmü daha
uygun görüp hüküm çıkarmıştır.
Şafii'ler domuzu ve
köpekle domuzun birleşmesinden meydana gelen melezi bu konuda köpeğe kıyas
etmişlerdir.[86]
İmam Mâlik ise
el-Muvatta' da beşinci hadîsi «veleğe» yerine «şeribe» fiilini kullanarak
nakletmiştir. O halde o da yedi defa yıkanır, hükmünü çıkarmıştır,
Sonuç olarak,
topraksız yedi defa yıkanması ile yine topraksız iç defa yıkanması, ağırlık
kazanmakta ve hükme en sağlam mes-jıed gösterilmektedir. [87]
1- Köpeğin
ağzını sokup salyasını dokundurduğu kaptaki sunı veya sıvı maddeyi dökmek
gerekir, çünkü necis olmuştur. Katı madde ise, salyanın dokunduğu kısım
dikkatle çıkarılıp atılır.[88]
2- İmam Ebû
Hanîfe'ye göre, o kap üç defa itinayle yıkanır. İmam Şâfü ve diğer iki imam'a
göre yedi defa yıkanır. (İmam Şafiî'ye
göre, bir defası toprakla olmak üzere yedi defa yıkanır).
3- Şâfiîlere
göre, köpeğin aynı (cismi) necistir. îmam Mâlik'e göre necis değildir.
4-
Mâlikîlere göre, köpeğin ağzının dokunduğu, salyasının bulaştığı şeyi yedi
defa yıkamak vâcib değil, menduptur. Çünkü köpeğin aym necis; değildir. [89]
Kedi evcil hayvanların
en yaygın olanıdır. Tahılı ve evdeki eşyayı fare ve gider haşerattan koruduğu
için sevilir. Ağzım fare ve benzeri hayvanlara dokundurduğu için evdeki kap
kaçağı yalaması veya içinde su bulunan bir kaptan su içmesi veya katı yiyecek
maddesinden ısırması, şüpheyle karşılanır. Artığı mekruh mu olur, yoksa haram
mı sayılır? Bunun cevabını, ilgili hadîsleri nakledip müctehid imamların
ictihad, istidlal ve görüşlerini sıraladıktan sonra vereceğiz.
Şimdi ilgili hadîsi
naklediyoruz :
«Kâ'b b. Mâük'in kızı
Kebşe'den rivayet edilmiştir. Kendisi Ebu Katade'nin oğlu ile evli bulunuyordu.
Ebû Katade onun yanma geldi. Kadıncağız ona abdest suyu boşaltıp hazırladı,
derken bir kedi gelip o sudan içmeye başladı. Ebû Katade su kabını ona
meylettirip kolay içsin diye bıraktı. Kebşe diyor ki •. Benim baktığımı görünce
şöyle dedi: «Kardeşimin kıza! Buna hayret mi ettin?» Bende: «Evet...» diye
cevap verdiğim de şöyle dedi: «Şüphesiz ki Resûlüllah (a.s.) Efendimiz buyurdu
ki: Doğrusu kedi necis değildir; o gerçekten sizin etrafınızda çokça dönüp
dolaşanlardandır..»[90]
Hz, Aişe (r.a.)'dan
yapılan rivayete göre, Resûlüllah (a.s.î Efendimiz, su içsin diye kapı iyice
ona meylettirir, sonra da arta kalanı ile abdest alırdı.[91]
Hadîslerin açık delâletinden
şu hükümler anlaşılıyor :
1- Kendi
necis değildir.
2- Artığı da
necis olmaz, o bakımdan arta kalan su ile abdest alınır.
3- Kedinin
su ve gıda ihtiyacını karşılamak ve bu hususta kolaylık sağlamak sünnettir.
Konuyla ilgili
müctehid imamların ve diğer ilim adamlannm istidlal, ihticac, ictihad, tesbit
ve görüşleri :
a) İmam
Şafii'ye göre, kedi su içtikten sonra arta kalanı temizdir.
b) İmam Ebû
Hanîfe'ye göre, onun artığı da diğer yırtıcı hayvanların artığı gibi necistir,
ancak bunu biraz hafifleterek, mekruh saymıştır.
c) Kedi fareyi yakalayıp yedikten hemen
sonra ağzım suya dokundurursa, su necis olur. Bir süre bekledikten sonra
dokundu-rursa mekruh sayılır. İmam Ebû Yusuf ile îmam Muhammed'e göre de, fare
yedikten sonra ağzını suya dokundurursa, o su necis olur.[92]
Böyle bir durum yoksa, Ebû Yusuf'a göre artığı mekruh bile sayılmaz. Ondan hem
içilir, hem de abdest alınabilir.[93]
îmam Mâlik'e göre,
kedinin artığı temizdir, ancak ağzında bir icaset görülürse, o takdirde sakıncalıdır.[94]
îmam Ahmed b. Hanbel'e
göre, kedinin artığı temizdir, onunla .dest almak mekruh değildir.[95]
îmam Şafiî bu konuda
Ebû Katade'den rivayet edilen hadîsi Lhîh görüp kendine mesned seçmiştir. İmam
Ebû Hanîfe ise, tek analdan gelen ve râvilerinden Kebşe'nin biraz meçhul olması
se-ebiyle bu hadîsi hükme mesned seçmeyip Hâkim'in Müstedrek'te akledip sahih
kabul ettiği «Kedi de bir sebu' (yırtıcı bir canavar) -ir» mealindeki hadîsle
ihticac da bulunmayı tercih etmiştir. Diğer anavarlann artığı necis olduğuna
göre, kedinin de artığı necistir. tncak imam günlük hayatımızda geniş yeri olan
kedinin sık sık ;apları yaladığını dikkate alarak bu hükmü hafifletip
«mekruh»-ur demiştir. İmam Ebû Yusuf bu meselede ona muhalefet etmiştir.
Diğer müctehid iki
imam ise, Hz. Ayşe'den rivayet edilen ha-isle ihticac etmişlerdir.
Kedi artığı hakkında
rivayet edilen diğer hadîsler :
Hz. Aişe (r.a.) diyor
ki: «Benle Resûlüllah (a.s.î Efendimiz, da-
a önce kedinin ağzını
dokundurup su içtiği bir kaptan su alıp gus-
üttik.[96]
Urve b. Zübeyr'in Hz.
Aişe (r.a.)'dan yaptığı rivayete göre, şöy-e demiştir: «Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in yanından kedi geçerken su kabını ona iyice meylettirir, kedi su
içtikten sonra Efendimiz arta kalanı ile abdest alırdı.»[97]
Enes b. Malik
(r.a.)'den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir : Resûlüllah (a.s.) Efendimiz
Medine'de Bathan denilen yere çıktı ve «Ya Enes! Benim için abdest suyu
doldur,» buyurdu. Ben de suyu doldurup hazırladım. Resûlüllah (a.s.) tabii
ihtiyacını giderdikten sonra su kabına doğru gelirken bir kedi o kaptan su
içmeye başlamıştı. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s,), o su içinceye kadar durup
bekledi. Sonra ben bunun (hükmünü) sorduğumda buyurdu ki : «Ya Enes! Doğrusu
kedi de ev eşyasından biridir, bir şeyi kirletmez ve murdar da yapmaz...»[98]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre şöyle demiştir : Resûlüllah (a.s.) Efendimiz : Şüphesiz
ki kedi necis değildir, o da ev halkından bazısı gibidir,» buyurdu.[99]
«Kedi de bir sebu'
(yırtıcı br canavar) dır.»[100]
81 numaralı hadîsin râvileri arasında Hârice b.
Muhammed bulunuyor. Ahmed b. Hanbel, onun zayıf olduğunu söylerken İbn Mâ-în
da ona katılmıştır. Nesâî onun
metruk olduğunu belirtmiş,
Buharı ise, münkerül-hadîstir, bu yüzden hiç kimse ona itibar etmez, demiştir.
Böylece Darekutnî bu
râvi için «lâ-be'se» demişse de çoğu mu-haddîsler ona itibar etmediğinden,
rivayet ettiği bu hadisle ihticac edenler pek az olmuştur.
82 numaralı hadisin râvileri arasında Yakub (Ebu Yusuf)
ile Abdullah b. Saîd el-Makberi bulunuyordur. Zeylaî onun zayıf olduğunu
söylemiştir.[101]
83 numaralı hadisin zayıf olduğunu belirtir
mahiyette bir tes-bite rastlanmamıştır. Sahih olduğu ise çoğu ilim adamları
tarafından kabul edilmiştir. O bakımdan hükme mesned olabilir.
84 numaralı hadisi Hakim el-Müstedrek'te rivayet
ettikten sonra, îki Şeyh'in (Buharî ve
Müslim'in) şartlarına göre, sahihtir, demiştir.
Aynı hadîsi az değişik bir ibareyle Darekutnî kendi sünenin-de rivayet
etmiştir.
85 numaralı hadisi ise yalnız Ebû Davut zayıf
görmüş, diğerleri sahih kabul etmişlerdir. Bir rivayete göre, Ebû Hatim de
el-llel'de bunun zayıf olduğuna işarette bulunmuştur.
Rivayetlerin
tamamından kedinin necis olmadığı ağırlık kazanmaktadır.
Kedinin ağzının
dokunduğu kap veya benzeri bir eşyayı yıkamak gerekir mi? Bu hususta da hayli
farklı görüşler, tesbitler ve rivayetler vardır. Ebu Cafer el-Ezdî et-Tahavî
bunları Şerhu Maâ-ni'1-Asâr adlı kıymetli kitabında toplayıp şöyle sıralamıştır
-.
1- «Kedi
ağzını sokup yaladığında kabın temizliği bir veya iki fa yıkanmasıyla
gerçekleşir.»[102]
2- «Kedinin artığı dökülür ve kap da bir veya
iki defa yıkanır.»
3- Ebû
Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette demiştir ki : «Ke-nİn (ağzını sokup yalamasıyla) kap, köpeğin ağzını sokup yala-lasmdan dolayı
yıkandığı gibi yıkanır.»
Nitekim İbn Ömer
(r.a.) köpek ve kedinin artığıyla abdest
al-Laz, bunlardan başkasıyla (abdest almakta)
bir beis görmezdi.
4- Yine îbn
Ebî Davud'un yaptığı rivayete göre, îbn Ömer şöy-\ demiştir: «Merkebin, köpeğin
ve kedinin artığıyla abdest alma-înl»
5- İbrahim
b. Merzuk'un Katade'den, onun da Saîd'den yapığı rivayete göre Saîd şöyle
demiştir: «Kedi kaba başını sokup ya-adığmda onu iki ve üç defa yıka...»[103]
6- Yine
Katade diyor ki: Saîd b. Müseyyeb ve el-Hasan: «Ka-ıı üç defa yıka» demişlerdir.[104]
Birinci hadîsi Kurre
b. Hâlid, îbn Sirin'den rivayet ederken biraz şüphelenmiştir.
İkinci hadis mevkufen
rivayet edilmiş, Peygamber (a.s.) Efen-limiz'e ref edilmemiştir. Bunun gibi,
üçüncü hadis de öyle, Ebû tfureyre'ye kadar senedi götürülmüş, Peygamber (a.s.)
Efendimiz'e -ef edilmemiştir.
Dördüncü rivayet ise
îbn Ömer'in içtihadıdır.
Beşinci rivayet Saîd
b. Müseyyeb'in tesbit ve içtihadıdır. Altıncı rivayet de Sâid ve el-Hasan'm
tesbit ve ictihadlarıdır.
Ebû Cafer et Tahavî bu
rivayetleri sıraladıktan sonra kendi görüşünü şöyle açıklamıştır : «Doğrusu
biz eti dört gurupta topluyoruz.
a) Temiz
yenilen et: Deve, sığır, koyun ve keçi eti ...Bunların eti temiz olduğu gibi
artıkları da temizdir.
b) Temiz
olup yenilmeyen et: Ademoğlunun
eti... Eti temiz
olduğu için artığı da
temizdir. Çünkü artığı, temiz et ile temas sağlamıştır.
c) Haram
et: Domuz ve köpek eti... Bunların artığı da haramdır; çünkü
haram bir et ile temas sağlamıştır.
d) Yenilmesi
yasaklanan et: Evcil merkep ile parçalayıcı dişi olan her yırtıcı hayvan, Kedi
de o yırtıcılardan biridir. Böylece onun da eti sünnet ile yasaklanmıştır.
Diğerlerine kıyasla, kedinin artığının hükmü etinin hükmüdür-, çünkü artığı
mekruh bir et ile temas sağlamıştır. Böylece temas sağladığı şeyin hükmünü
almıştır.
İşte bundan kedi
artığının mekruh olduğu sabit' olmuştur ki bu îmam Ebû Hanîfe'nin kavlidir.[105]
îmanı Şafiî ise bu
rivayetlere itibar etmediği gibi, böyle bir kıyasa da lüzum görmemiş, ilgili
sahih hadisi sened olarak seçerek hüküm vaz'etmiştir.
Diğer müctehid
imamlardan Mâlik ve Ahmed 81, 82, 83 numaralı hadîslere dayanarak kedinin
artığının temiz olduğuna kail olmuşlardır. Ancak îmam Mâlik'e göre kedinin
ağzında necaset görülürse, o takdirde artığı tahir sayılmaz.[106]
1- Kedinin
artığı, yani ağzını dokundurduğu şey necis değildir; gerektiğinde o artık su
ile abdest alınır.
2- İmam Ebû
Hanîfe'ye göre, mekruhtur.
3- Yabanî
kedi bu hususta evcil kediye kıyas edilmez, onun artığı diğer yırtıcı
canavarların artığı gibidir.
4- İmam
Mâlik'e göre, kedinin de, diğer yırtıcıların da artığı temizdir; yeterki ağzında necaset görülmesin.
5- İmam
Şafiî'ye göre, kedi dahil diğer bütün yırtıcı hayvanların artığı
temizdir, ancak domuz ve köpek bu
genellemenin dışındadır.[107]
6- Fare ve
benzeri murdar bir şey yedikten sonra ağzını kap kaçağa dokundurursa, o
takdirde artığını kullanmamak ve o kabı yıkamak uygun olur. Nitekim bu hususta
Ebû Hanîfe, Ebû Yusuf ve Muhammed aynı görüştedirler,[108]
Konu, daha çok elbise
veya bir ev eşyasına dokunan pisliğin asıl, ne ile temizlenmesiyle ilgilidir.
îslâm ahkâmı günlük hayatınızın her bölümüyle yakından alâkadardır ve her
safhasıyla içice-Lir. Resûlüllah'm (a.s.) sünneti hayatımızın rehberi ve
değişmeyen ustasıdır (ölçüsüdür).
Temizlik hususunda
nasıl bir duyarlık gösterildiğini tekrar et-nemize gerek yoktur. Şimdi bu
kısımda elbiseye dokunan ayhali ianı ve benzeri bir pisliğin nasıl ve ne ile
giderileceği işlenecektir, ince istidlal, ihticac ve ictihad için mesned kabul
edilen hadîs-i şerifi naklediyoruz:
«Ebubekir kızı Esma
(r.a.)'dan yapılan rivayette diyor kii Bir kadın Peygamber (a.s.J Efendimiz'e
gelerek dedi ki: «Bizden birinin elbisesine ayhali kanından dokunuyor, ne
yapmalıyız?» Efendimiz ona şöyle buyurdu t «Kazıyıp atarsın, sonra su ile
çitilersin, sonra da üzerine (bol) su dökersin ve onunla namaz kılarsın.» (91)[109]
Hadîs-i Şerifin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Kan ve
benzeri pislikler daha çok su ile temizlenir.
2- Diğer
bütün pislikler kan mesabesindedir.
3- Bazı
pislikler sadece çitüemekle veya toprağa sürtmekle de temizlenebilir.
4- Ayhali
kanı Müslümanların icma'ıyla necistir.
5- Ayhali
kanı az bile olsa afv kapsamına alınmamış, temizlenmesi emredilmiştir.
6- Namaz
kılmak için elbisenin ve namaz kılınan yerin herhalde kan ve diğer
pisliklerden temiz olması şarttır. .
7- Ayhali kanım temizlemede toprağa sürtmekle
temizlik hasıl volmaz.
8- Ayhali
kanını ve diğer pislikleri (köpek salyası müstesna) yıkayıp temizlemede belli bir
sayı belirlenmemiştir. O bakımdan
temizleninceye kadar yıkanır,
9- Ayhali olan kadının elbisesine kan
dokunmamışsa, mutlaka o elbiseyi yıkaması gerekmez.
Konuyla ilgili
rnüctehid imamların ve diğer ilim adamlarının ictihad, istidlal ve ihticacları :
a) İmam Ebû
Hanîfe'ye ve İmam Ebû Yusuf'a göre, kan ve diğer necis şeyler temiz ve
temizleyici su ile yıkanıp giderileceği gibi, gülsuyu ve sirke gibi temiz
sıvılarla da yıkanıp temizlenebilir. Pisliği gidermede mutlaka su kullanmak şart değildir. Aynı
zamanda temizliğin sadece su ile yapılması hakkında bir delil de mevcut değildir.[110]
b) Diğer üç
mezhebin imamlarına göre, necaset temiz
ve temizleyici bir su ile yıkanıp paklanır.
c)
Hanefilere göre, diğer necis olan şeyler de kan gibidir.
d)
Mâlikilere göre de öyle...
e)
Hanbellere göre necis olan şeylerin
hepsi en az yedi defa su ile yıkanır.
f) Ayhali
kanının necis olduğunda dört mezhep müttefiktir, muhalefet eden olmamıştır.
Elbiseye dokunmadığı takdirde elbiseyi yıkamak şart değildir.
g)
Hanefîlere göre, gerek ayhali kam,
gerekse diğer pislikler bir elin ayasını aşacak ebadda olmazsa, namaza
engel teşkil etmez. Bununla beraber yıkanması evlâdır.[111]
h) Diğer üç
mezhebe göre, necasetin azı da, çoğu da namaza engeldir. Ancak gözle farkedilmeyecek
kadar küçük zerreler halinde beden ve elbiseye sıçrayanlar afv kapsamına
girer.
i)
Hanefî'lere göre, necis olan.şey, bir kapta yıkanıyorsa, üç ,efa yıkanır ve her
defasında suyu dışarı sıkılır. Akar suda yıkanı-orsa, necaset zail olduğu
takdirde bir defa kâfi gelir. Bununla be-aber üç defa tekrarlamak âdete uyma
bakımından uygun olur.
j) imam
Şafii'ye göre, elbiseye veya başka bir eşyaya dokunan pislik, gözle görülmeyen
cinsten ise, bir defa yıkamakla temizlenir. Köpek ve domuz salyası müstesna,
onun herhalde bir defası toprakla olmak üzere yedi defa yıkanması gerekir.[112]
k) İmam Ebû
Hanife'ye göre, elbise veya benzeri bir eşyaya İokunan pislik iyice yıkandıktan
sonra renk olarak izi kalırsa, bu afv kapsamına girer, çıkarılması gerekmez.
Hadîste de bu husus açıklanmıştır,
ı) îmam
Şafii'ye göre, eser giderilmedikçe temizlenmiş sayılmaz.[113]
m) îmam
Mâlik'e göre, necis olan şey temiz su ile yıkanır da çıkan su temiz akmaya
başlarsa, temizlenmiş sayılır. İsterse bu bir defada gerçekleşmiş olsun fark
etmez. Ancak necasetin tadını mutlaka gidermek gerekir. Aksi halde elbise
necis kalır. Renk ve kokusu ise çıkmadığı ve meşakkat arzettiği takdirde zarar
vermez. (Yani ma'fuvat kapsamına girer).[114]
n)
Hanbelîlere göre, necis olan şeyin rengi, kokusu ve tadı giderilinceye kadar en
az yedi defa yıkanır. Her defasında mümkün olduğu takdirde leğen dışına
çıkarılıp sıkılır.[115]
îmam Ebû Hanife göre
kan ve benzeri pisliklerin su ile temizlenebileceği gibi temiz olan gülsuyu ve
sirke gibi sıvılarla da temizlenebilir. Burada sıvıları temizleyici olma
cihetiyle suya kıyas etmiştir, böylece menatta birleşiyor, demektir. Diğer
imamlar kıyasa baş vurmayıp nassm zahirine bağlı kalmışlardır.
Necis olan elbise veya
benzeri bir eşyanın üç defa yıkanmasını söyleyen Ebû Hanîfe, hem şu hadîse
kıyas etmiş: «Sizden biri uykudan uyanınca elini su kabına sokmadan önce üç
defa yıkasın, çünkü elinin nerede gecelediğini bilemez...»[116] Hem
de gâlib-i âdete uymuştur.
Diğer üç imam ise,
nassm zahirine bağlı kahp hüküm vaz'et mislerdir. Yukarıda onların ictihad ve
görüşlerini nakletmiş bulunuyoruz.
Ayhali kanını
temizlemeyle ilgili diğer rivayetler :
Ebû Davud'un yaptığı
rivayette ise az değişik bir ifadeyle şöyle tesbit edilmiştir:
«Bir kadın Peygamber
(a.s.) Efendimiz'e gelerek dedi ki •. «Bizden birinin elbisesine ayhali
kanından dokunuyor, ne yapmalıyız?» Efendimiz ona şöyle buyurdu; «Onu kazıyıp
at, sonra (su ile) çitile, sonra da üzerine su dök.»
Yine Ebû Davud'un
tesbit ettiği bir başka rivayette, Peygamberimiz (a.s.) ona şöyle buyurmuştur:
«Elbisesinde kan görürse, onu su ile yıkayıp çitilesin. Görmediği kısmın ise
üzerine su döksün ve o elbiseyle namaz kılsın...»
îbn Ebî Şeybe'nin
yaptığı rivayette ise kadının sorusuna şu cevap verilmiştir «(Su ile) çitile
ve yıka, o elbiseyle namaz kıl!»
Bütün bu rivayetler
elbiseye dokunan pisliğin temizlenmesinin gereğine delâlet etmektedir. İmam
Beyhaki ise kendi Sünen'inde, Hanefîlere karşı bu hadisle istidlal ederek,
pisliğin ancak su ile temizleneceğini
savunmuştur.[117]
Hadîslerin sıhhat
derecesi üzerinde durulmamıştır. Hepsi de aynı hükmü taşımaktadır. Bunların
dışında farklı bir hükme delâ-leten şu hadis rivayet edilmiştir :
Ümmu Kays bint Muhsin
(r.a.), Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den elbiseye dokunan ayhali kanından
sormuş, Peygamberimiz (a.s) da ona şöyle buyurmuştur: «Taş ile kazıyıp çıkar ve
sonra da su ve sidir ile yıka!»
îbn Kattan bu hadîsin
isnadının son derece sıhhatli olduğunu ve herhangi bir illetin mevcudiyetini
bilmediğini belirtmiştir.[118]
Hadîs iki ayrı şeye
delâlet ediyor: Taş ile kazımak ve suya sidir (yaprağı kurutulur ve dövülerek
yıkama suyuna karıştırılan bir ağaç)
katıp öylece yıkayıp temizlemek.
Bütün bu az farklı
rivayetler, temizliğin çeşitli yönlerini ve öntemlerini ifade içindir.
Resûlüllah (a.s.) bunu dar bir çerçevenin alıp dondurmamış, iyi bir temizliğin
sağlanması için farklı tel-ânlerde bulunmuştur. Ama su ile temizlik başta
gelmektedir... [119]
1- Kan ve
benzeri pislikler, üç mezhebe göre temiz ve temizleyici su ile yıkanıp
paklanır. Hanefî mezhebine göre, diğer temiz sıvılarla da temizlik
sağlanabilir.
2- Galiz ve
hafif pislik diye ikiye ayrılır. îmam Ebû Hanîfe' hafif pislik konusunda çok
hafifletici hükümler getirmiştir. Galiz pislik hakkında ise yine
diğerlerine nisbetle bir kolaylık ortaya vazederek dirhem miktarı ve mıskal
ağırlığı gibi iki ölçü takdir etmiştir. Onun buradaki dayanağı Hz. Ömer'in baş parmağını göstererek, soru
sorana verdiği şu cevaptır.: «Şu tırnağım büyüklüğünde-pislik namaza engel
değildir...»[120]
Diğer mezhepler böyle
bir ayrım yapmamış, pisliğin azı ve çoğu diye kısımlara iltifat etmemişlerdir.
Onlara göre, elbise ve bedene dokunan pislik ne miktar olursa olsun, mutlaka
yıkanıp temizlenmesi gerekir. Ancak göz ile görülemiyecek kadar küçük zerrecikler
halinde olanlar bir istisna teşkil eder,
3- Ayhali
kanının bir dirhem miktarı, necise de olsa namaza I engel değildir. Bu hüküm
ikinci maddede belirttiğimiz gibi, Ebû Ha-nife'nin içtihadıdır. Diğer üç
mezhebe göre, mutlaka necistir, azı ve çoğu söz konusu değildir. Bunda icma'
vardır.
4- Elbiseye
veya namaz kılman yere veya bedene dokunan necaset namaza engel teşkil eder.
Ebu Hanîfe'nin yukarıdaki içtihadı müstesna, yani ona göre dirhem miktarını
aşmadığı takdirde öyledir. Diğer üç mezhep ayhali kanını mutlaka namaza engel
bir necis kabul etmişlerdir, azı ve çoğu fark etmez, demişlerdir. [121]
Daha önce de
belirttiğimiz gibi, su en iyi temizleyicidir. Beden ve elbiseye veya herhangi
bir şeye dokunan pisliğin giderilip paklanması daha çok su ile
gerçekleştirilir. Diyebiliriz ki, bu hususta
da suyun yerini alan
ve onun kadar paklayıcı olan ikinci bir sıvı yok gibidir. Nitekim Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'in temizlik konusuyla ve koruyucu hekimlikle ilgili
hadîslerinde suya geniş yer verildiğini görüyoruz. Allah da Kur'ân'da, gökten
(bulutlardan) temiz ve temizleyici bir su indirdiğini bildiriyor.
Konuyla alâkalı ve
hükme mesned teşkil eden iki hadîsi naklederek suyun temizlikte öne
alınmasını, necaseti gidermede bilhassa belirlenmesini açıklıyoruz :
Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan yapılan rivayette Ebû Sa'lebe (r.a.î Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e
şöyle demiştir î «Ya Resûlellah! Mecûsî'lerin kapları hakkında, onları
(kullanmaya) muztar kaldığımızda (ne yapmamız gerektiğiyle ilgili) bize fetva
ver...» Efendimiz ona şöyle buyurmuştur ı «Onların kaplarını (kullanmaya)
muztar kaldığınızda, onu su ile yıkayın ve (sonra da) içinde yemek pişirin...»[122]
Ebû Sa'lebe
el-Huşnî'den (r.a.) yapılan rivayete göre, o, Peygamber (a.s.) Efendimiz'e şöyle
demiştir: «Ya Resûlellah! Doğrusu biz Kitap Ehlinin topraklarında bulunuyor,
onların çömleklerinde yemek pişiriyor ve kaplarında su içiyoruz...» Resûlülîah
(a.s.) Efendimiz ona şöyle buyurmuştur: «Eğer başkasını bulamazsanız, onları
su ile iyice yıkayınız...»[123]
Konuyla lgili"
müctehid imamların ve ilim adamlarının ictihad, istidlal ve ihticaclan ve
hadîsin açık delâletinden anlaşılan hükümler :
1- Gerek
Kitap Ehli, gerekse müşriklerin kapları murdar sayılır.
2-
Murdar sayılan kapları su ile temizlemek gerekir ;
3-
Buradaki «yıkayınız» emri vücüb ifade eder.
4- Başka
temiz kap bulunduğu takdirde müşriklerin
kapları kullanılmaz. [124]
a) İmam
Ebû Hanife'ye göre, pisliği
gidermede mutlaka su kullanmak
şart değildir. Her ne kadar su en iyi paklayıcıysa da temiz olan gülsuyu, sirke ve benzeri sıvılarla da pisliği
gidermekte bir sakınca yoktur. Çünkü İslâm Şeriatı pisliği temizlemede yalnız
suyu belirlemiş olsaydı, birçok konularda zorluk ve sıkıntı başlardı. Onun
için toprak, ateş ve istihale (kimyevi değişme) de temizleyiciler arasında
kabul edilmiştir. Amaç dokunan necaseti teiniz bir şeyle gidermektir.
Tabiatıyla su başta gelir.
b) Diğer üç
mezhep imamları ise, Resûlüllah (a.s.)
nelerin neler ile temizleneceğim açıklamıştır. O, su ile temizleyin!
buyurduğu şeylerde elbetteki onunla temizlik yapmak gerekir; çünkü orada suyun kullanılması belirlenmiştir. Toprak
veya ateşle temizlenir, buyurduğu
yerlerde de onlarla o gibi şeyleri temizlemeye ruhsat verilmiştir, şeklinde ictihadda bulunmuşlardır.
Kitap Ehli ve
müşriklerin kaplarının necis olduğunun sebebi, onların domuz eti pişirip
yemeleri ve şarap içmeleri gösterilir. Necis sayılan bir şeyin bir kaba
konulması veya onda pişirilmesi o kabı da necis yapar.
Bu gibi pislikleri
gidermede suya öncelik verilir, yeni su bulunduğu takdirde gereken temizlik
onunla sağlanır. Su bulunmadığı takdirde
ateşte yakmakla da temizlik
sağlanabilir.
«Yıkayınız!» emrine
gelince, her emir vücubu gerektirmez. Ama konu haramı gidermek, pisliği
temizlemek olduğuna ve başka bir kayıt ta tasrîh edilmediğine göre, vücubu
gerektirdiği kesinlik kazanır.
Başka kap bulunmadığı
takdirde, onların kaplarını kullanmaları belirtilmiştir ki bu, Müslümanların
daha çok birbirleriyle ticari anlaşmalarda bulunmalarına, ekonomik işbirliği
kurmalarına yönelik bir uyarı mahiyetindedir.
Allah daha iyisini
bilir... [125]
İslâm Dini, yalnız
elbiseyi, bedeni değil, oturduğumuz, bastığımız, üzerinde gezindiğimiz yerleri
tertemiz tutmamızı emreder. Toprağa dokunan pisliğin nasıl, ne ile
temizlenebileceğim bildirir. Bu konuda sahih rivayetler mevcuttur. Müctehid
imamların, diğer ilim adamlarının delil gösterme bakımından dayandıkları
hadîslerden birkaçını nakledelim, sonra da gerekli açıklamaya geçelim:
«Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayete göre, diyor ki: Bir bedevî kalkıp Mescid'e
bevletti (idrarım boşalttı). Bunun
üzerine (orada hazır bulunan) insanlar
onunla kavga etmek üzere harekete geçtiler. Peygamberimiz (a.s.) onu (kendi
halinel bırakın, idrarı üzerine büyükçe bir kova (veya ağzına kadar su dolu büyük bir
kova) su dökün. Çünkü sizler ancak
kolaylaştırıcılar olarak gön-derildiniz,
zorluk çıkarıcılar olarak gönderilmediniz.»[126]
Hadîs-î Şerifin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Yere
dokunan sıvı bir necaset üzerine bol su dökmek te ili
2- însan
idrarı necistir. Bunda icma' vardır.
3- Toprağa
dokunan pislik rüzgarın kurutmasıyla veya günesin kurutup rengini değiştirmesiyle
temizlenmez, su ile temizlenir.
4- Dinî
hükümleri bilmeyenlere bir şeyler
öğretirken şefkat ve mülâyemet göstermek sünnettir.
5- Dinde
—esası zedeler mahiyette sakıncalı bir durum yoksa— kolaylık gösterilir,
zorluk ve sıkıntı çıkarılmaz.
6- Mescidlere
her zaman saygı gösterip tertemiz tutmak vâ-bdir.
Müctehid imamlann ve
diğer ilim adamlarının bu konudaki adislerle istidlal, ihticac ve görüşleri :
Yere dokunan necasetin
temizlenmesi su ile gerçekleşir. Hadîs una delâlet etmektedir. Ancak Ebû Hanîfe
ile Ebû Yusuf'a göre, üneşletme ve rüzgârın iyice esip kurutmasıyla da
temizlenir.
İmam Şafiî ve îmam
Mâlik'e göre, ancak su ile temizlenir. Bol lu döküp renk, koku ve diğer vasfı
giderilir. îmam Ahmed b. Han-iel de aynı görüştedir.[127]
îmam Ebû Hanife ve
talebesi Ebû Yusuf bu mevzuda şu hadisle stidlâl etmişlerdir: «Yerin temizliği kurumağıdır...» [128].
Zeylâî, bu hadîsin
garib olduğunu söyler.[129].
Abdurrezzak le kendi Musannaf inde Ma'mer'den, o da Eyyub'dan, o da Ebû
Ka-.abe'den, «Cüfûfu'l- arzı tuhûruha (veya tahuruha)» lafzıyla rivayet
etmiştir ki, iki hadis manâ yönünden birleşir. «Yerin kuruması, önün
temizliğidir veya onu temizleyicidir...»
Mescide bevl eden
bedeviyle ilgili rivayetlere gelince, sadece su ile temizlenmesi değil, kazıp
atılması, kazıp atıldıktan sonra üzerine su dökülmesi gibi rivayetler de
vardır ki bunların ikisi müs-ned, ikisi de mürsel yoluyladır. Müsned yoluyla
gelen rivayetten birini Sem'ân b. Mâlik, Ebû Vâil'den, o da Abdullah'tan
nakletmiş-dir: «Bir bedevi gelip Mescid'e bevl etti. Bunun üzerine Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz, emretti de o yer kazındı ve üzerine su döküldü.»
îbn Ebû Hatim kendi
İlel'inde, Ebû Zer'â'nm, bu hadisin mün-ker olup kuvvetli olmadığını
söylediğini belirtmiştir. Darekutnî de râvilerden Sem'ân'm meçhul olduğunu söyler.
Müsned yoluyla gelen
ikinci rivayet ise Abdulcebbar b. Alâ'-dan, o da îbn Uyeyne'den, o da
Yahya'dan, o da Enes (r.a.)'den nak-letmiştir: «Doğrusu bir bedevi Mescid'e
bevl etti. Bunun üzerine Peygamber (a.s.), onun (dokunduğu) yeri kazın, sonra
da üzerine büyük bir kova su dökün! buyurdu.»
[130].
Darekutnî bu hadîsle
ilgili şunu söylemiştir: «Abdulcebbar, îbn Uyeyne'ye karşı vehimde bulunmuştur.
Çünkü İbn Uyeyne'nin ashabı ondan bu hadisi «yeri kazın» cümlesi yer
almaksızın naklet-mişlerdir. Amr b. Dinar'ın ise ondan naklettiği rivayette bu
cümleye yer verilmiştir.
Mursel olan iki
rivayete gelince, onlardan birinin az önce Da-rekutnî'nin işarette bulunduğu
Abdurrezzak'm kendi Musannaf-mda rivayet ettiği hadîstir. Diğeri ise Ebû
Davud'un kendi Sünen'-inde Abdullah b. Ma'kal'den, «Bir bedevi namaz laldı...»
cümlesiyle başlayan ve son kısmında Hz. Peygamber'in (a.s.), «Onun bevl ettiği
yerdeki toprağı alıp atın ve o yerin üzerine su dökün!..» buyurduğu hadîstir.
Ebû Dâvud bu rivayeti
naklettikten sonra şöyle der -. «Bu, mür-seldir. Çünkü îbn Ma'kal, Peygamber
(a.s.) Efendimiz'e ulaşmamıştır.[131].
Görüldüğü gibi,
Mescid'in bir tarafına bevl eden bedeviyle ilgili rivayetler arasında lafız ve
mâna farkları mevcuttur. Bunların dışında şu rivayet de Enes b. Mâlik'ten
(r.a.) yapılmıştır:
«Biz bir ara Mescid'de
Resûlüllah (a.s.) Efendimizle beraber bulunurken, ansızın bir bedevi geldi ve
kalkıp Mescid'de bevl etmeye başladı. Bunun üzerine Resûlülîah'm ashabı ona
«vazgeç, vazgeç, yapma!» diye seslendiler. Resûlüllah (a.s.l Efendimiz, «onun
bevlini (yarıda bırakıp) kesmeyin, bırakın (tamamlasın)!» buyurdu. Ashab da o
bevlini yapıncaya kadar bıraktılar. Sonra da Resûlüllah (a.s.) onu çağırıp
şöyle dedi: «Şüphesiz ki bu mescidler şu bevl ve pislikten hiçbir şeye
yakışmaz, buralar ancak Allah'ı anmak, namaz kılmak ve Kur'ân okumak içindir.»
(Veya Resûlülîah'm (a.s.) buyurduğu gibi...).
Sonra Resûlüllah
(a.s.) oradaki topluluktan bir adama emretti, bir kova su getirip onun üzerine
döktü...[132].
Hadîs muttafakun aleyhse
de son kısmında «Şüphesiz ki bu mescidler...»
sözüyle başlayan cümleleri Buharı
almamıştır.
Konumuza mesned teşkil
eden Ebû Hüreyre hadîsiyle Enes b. Mâlk'ten rivayet edilen bu hadîs, toprağa
dokunan pisliğin su ile
kderiimesi
hususunu kuvvetlendirmektedir.
Diğer hadîslerin ise hhhat derecesi
bunlar kadar kuvvetli değildir.
Bununla beraber
müctehid imamlar hepsini dikkate alarak şu onucu çıkarmışlardır.
Malikî'lere göre,
necis olan yerin üzerine, pisliği ve vasıflarını giderecek miktarda bol su
dökülerek temizlenir. Şafiî'lere göre, yer, şarap veya sidik gibi bir necasetle
pislenmiş ve dokunduğu kısım o pisliği emip içine almışsa, üzerine bol miktarda
su dökülerek temizliği sağlanır. Emmemişse, dokunduğu yer kazınıp üzerine su
dökülür. Pislik kuru ise, toprağa bulaşma durumu olmamışsa, sadece oradan
kaldırılıp atılmakla yetinilebilir. Bununla beraber üzerine su dökmek de iyi
olur. [133]
1- İnsan
sidiği mutlaka necistir, dokunduğu yeri pis yapar.
2- Toprağa
veya benzeri bir şeye dokunduğu takdirde su ile (temizlenir. Üzerine bol su
dökülür. Toprağa nüfuz edip alta sızma [durumu varsa, o kısım kazılır ve sonra
da üzerine su dökülür.
3- İmam Ebû
Hanîfe'ye göre, böyle durumlarda sidiğin dokunduğu yer bir süre güneşlenir
veya rüzgâra terkedilirse, iyice kuruduktan
sonra temizlenmiş sayılır.
4-
Mescidler, Allah'ı anmak, namaz kılmak ve Kur'ân okumak içindir. Onların
kutsallığını bu açıdan değerlendirmek gerekir.
5-
Mescidlerin temiz tutulması vâcibdir.
6- Dinde
mümkün olduğu ölçüde kolaylık göstermek sünnettir.
7- Dinî
esasları bilmeyenlere bir şeyler öğretilirken şefkat ve mülâyemet göstermek
sünnettir.
8-
Mescidleri pisletmek isteyenlere
engel olmak sünnettir.
Ancak bunu yumuşak bir
tavırla gidermekte büyük yarar vardır.[134].
İslâm Dini, sadece
beden, elbise ve oturulan yerin değil, cadd0 ve sokakların da temiz tutulmasını
emreder. Pisliğin bulunduğu yerde sadece mikrop ve hastalık vardır; melek ve
rahmet yoktur.!
Buna rağmen cadde ve
sokaklarda yürürken ayakkabımıza pislik dokunabilir. Dinimiz bunun temizliği
hususunda bir takım kolaylıklar koymuş ve yollar göstermiştir. Önce konuyla
ilgili mesned kabul edilen hadîs-i şerifi nakledelim, sonra da gerekli
açıklamasını yapalım:
Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a,s Efendimizin şöyle buyurduğunu
söylemiştir ;
«Sizden biriniz
ayakkabıyla eziyet veren (bir pisliğe) basarsa, şüphesiz ki toprak onun için
temizleyicidir.» [135]
Diğer bir lafızla şöyle
buyurulmuştur:
«Eziyet veren (bir
pisliğe) ayakkablarıyla basarsa, o ayakkab-ların temizleyicisi topraktır.» [136]
Ebû Said (r.a.) 'den
yapılan rivayette Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Sizden
biriniz Mescid'e geldiğinde ayakkapları-nı çevirip baksın; bir pislik,
murdarlık görürse, onu yere sürtsün, sonra da onlarla namaz kıIsın[137]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1-
Ayakkaplarm altına dokunan pislik,
toprağa sürtülmek-temizlenir.
2- Bu hallerde toprak temizleyici vasıtalardan biridir.
3-
Ayakkaplar temiz olduğu takdirde çıkarılmadan namaz kı-aabilir.
4-
Özellikle cenaze namazında ayakkapların altı temizse çı-arılmadan namaz kılınır.
Müctehid imamların
istidlal ve ihticacları :
a)
Hanefîlere göre, dokunan pisliğin gözle görülen cirmi var-ıa, yaş olsun kuru
olsun ayakkabı yere sürtülmekle temizlenir. birmi yoksa, su ile yıkanması gerekir.[138]..
b)
Şafiî'lere göre, ayakkabıya dokunan pislik kuru ise, ayak-babı yere sürtülmekle
temizlenir, yaş pislik temizlenmez, yıkanması gerekir.[139]
c)
Malîkilere göre; temizlik genellikle su ile gerçekleştirilir, ancak hasır, mest
ve ayakkabı gibi eşya hakkında varid olan temizlenme usûlü ne ise o uygulanır.
Bununla beraber su ile onları yıkamak ihtiyata daha yakındır. [140]
d) îmam Ahmed,
Evzaî, Ebû Sevr ve îshak'a göre, pislik yaş olsun, kuru olsun ayakkabı toprağa
sürtünmekle temizlenir.[141].
Birinci hadîsi aynı
zamanda İbn Seken, Hâkim ve Beyhâkî rivayet etmişlerdir. Ancak hadîs
silsilesinde Evzaî üzerine ihtilâf vaki olmuştur. İbn Mace ise bu hadîsi Ebû
Hüreyre'den başka bir tarzda merfuan rivayet etmiştir ki tercemesi şöyledir:
«Yolun bir kısmı bir kısmını temizler...» Bunun isnadı zayıftır. Birinci
hadîsin isnadı ise meçhuldür.[142].
İkinci hadîsin rivayetinde ise Muham-med b. Aclan vardır ki Buharî ile Müslim
onun rivâyetiyle ihticac etmemişlerse de birçok hadîs âlimleri onu güvenilir
kabul etmiştir.
Ebû Sâîd'den rivayet
edilen hadîse gelince, Hakim ve İbn Hib-ban da aynı hadîsi nakletmişlerdir.
Ancak onun vasi ve irsalin-d e ihtilâf edilmiştir. Ebu Hatim kendi İlel'inde
onun mevsuliyetini tercih etmiştir.[143].
Bu manâda Beyhaki Beni
Abdileşel'den bir kadından rivayet etmiş, Darekutnî İbn Abbas'tan rivayetle ona
yakın bir ifade nak-letmiştir ki hepsi de zayıftır, Ancak bunların biraraya
gelmesi ve aynı manayı kuvvetlendirmesi ihticaca mesned teşkil etmiştir.
Ayakkabının dibine
dokunan pisliğin yere sürtülmesiyle temizleneceği hakkında vârid olan
hadîslerin kritiğini Zeylâî Nasbü'r-Raye'de yeterince yapmıştır. Geniş bilgi
edinmek isteyenlere onu tavsiye ederiz,[144]. [145]
İ
1- Sokak ve
caddeleri temiz tutmak sünnettir.
2-
Ayakkabıya dokunan pislik, yere
sürtülmek suretiyle temizlenir.
3-
Toprak da temizleyici vasıtalardan biridir.
4- Camilere
girilirken ayakkaplann altına dikkat etmek sünnettir. Murdar ve tiksindirici bir
şey dokunmuşsa onları giderip öylece içeri girmek tavsiye mahiyetinde
Resûlüllah'ın (a.s.) emridir. [146]
Henüz süt emen çocuğun
çişinin hafif necis olduğu üzerinde durulmuş, dokunduğu yere biraz su
serpilmesinin yeterli olacağı bildirilmiştir. Mama ve yemek yiyen çocukların
çişi, büyüklerin sidiği gibidir, yani ikisi de necis kabul edilmiştir. Ama mama
veya yemek yemiyen, anne sütüyle beslenen çocuğun özellikle erkek çocuğun çişi
bu ölçüde necis sayılmamıştır. Bunun iki sebebi vardır: Birincisi, elbise ve
oturulan yerleri çocukların çişinden korumak çok zordur, dinimiz o bakımdan bir
kolaylık getirmiştir. İkincisi, sözü edilen durumdaki çocukların çişleri,
necaset kapsamına girmeyecek kadar hafif ve zararsızdır.
Bu konuda ihticaca
mesned teşkil eden yedi tane hadis-i şerifi aladıktan sonra delâlet ettikleri
hükümleri açıklamaya çalışaca-
«Ümmü Kays bint
Mihsen'den Cr.a.) yapılan rivayete göre, bu ,dm henüz yemek yemiyen küçük
oğlunu alıp Resûlüllah (a.s.) iendimiz'e geldi. (Çocuğu kucağına alıp severken)
Resûlüllah'm bisesine çişetti. Bunun üzerine su istedi, elbisesinin o kısmı üze-cıe
serpti, yıkamada...» [147].
«Ali b. Ebî Talib (r.a.) 'den yapılan rivayette Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz buyurdu ki:
Süt emen erkek çocuğun çişi üzerine su serpilir. Süt emen kız çocuğun
çişinin dokunduğu yer yıkanır.»
Katade diyor ki, bu,
onlar yemek yemedikleri takdirde öyledir. Mama veya yemek yiyorlarsa o takdirde
çişlerinin dokunduğu yer yıkanır.[148].
«Hz. Aişe (r.a.)'dan
yapılan rivayete göre, demiştir ki ^ lah (a.s.) Efendimiz'e bir çocuk
getirildi, Efendimiz onun ağzına çiğnediği hurmadan sürerken üzerine çiş etti;
bunun üzerine hemen arkasından su döktü.» [149].
Hadîsi Buharî rivayet
etmiştir. Ahmed b. Hanbel ile İbn Mace de aynı rivayeti nakletmişler, ancak şu
fazlalığı ilâve etmişlerdir : «yıkamadı...»
Müslim'in tesbitine
göre: Çocuklar Peygamber (a.s.) Efendimiz'e getirilir, o da onlar için feyiz
ve bereketle dua eder, sonra da ağzında çiğnediği hurmadan onların ağzına
sürerdi. Bu arada ona bir çocuk getirildi, üzerine çişetti. Su istedi, çişin
dokunduğu yere akıttı, fakat yıkamadı.
Resûlüllah'a hizmet
eden Ebu's-Semh, Peygamber (a.s.) Efendimizin şöyle buyurduğunu söylemiştir :
«Kız çocuğun çişinden dolayı (elbise) yıkanır, erkek çocuğun çişinin dokunduğu
yere su serpilir.» [150]
Ümmu Kürz el-Huzâîyye
(r.a.) diyor ki : «Peygamber (a.s.) Efendimize bir erkek çocuğu getirildi,
üzerine çişetti. Bunun üzerine, o yere su serpilmesini emretti, böylece su
serpildi. Kendisine bir kız çocuğu getirildi, derken üzerine çişetti, dokunduğu
yerin yıkanmasını emretti, böylece o kısım yıkandı.»[151]
Yine Ümmu Kürz (r.a.)'dan
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir
: «Erkek çocuğun çişine su serpilir, kız çocuğun çişitnin dokunduğu yer)
yıkanır.»[152].
Ümmu'1-Fazl Lübabe
bint el-Hâris (r.a.)'dan yapılan rivayette öyle demiştir: «Ali'nin oğlu Hüseyin
(r.a.), Besûlüllah (a.s.) Efen-limiz'in kucağına çişetti. Bunun üzerine dedim
ki: Ya Resûlelleh! bbiseni bana ver, başka bir elbise giyin de bunu
yıkayayım... Buhurdu ki: Erkek çocuğun çişinden (dolayı) sadece su serpilir,
kız gocuğun çişinden dolayı yıkanır...»[153].
Hadis-i şeriflerin
açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Henüz süt
emen erkek çocuğun çişinin dokunduğu
yere sadece su serpilir.
2- Süt emen
kız çocuğun çişinin dokunduğu yer yıkanır.
3- Süt
emmekle beraber arada mama ve benzeri şeyler yedirilen erkek çocuğun çişinin
dokunduğu yer yıkanır.
4-Yeni doğan
çocukların annelerinin göğsünü tutabilmeleri, için önce tatlı bir şey
ağızlarına sürülür. Bu sünnettir. Peygamber
(a.s.) Efendimiz
ağzına hurma alıp iyice çiğnedikten sonra onun az kısmını parmağıyla çocuğun
ağzına sürer feyiz ve bereketle, hayr ve rahmetle dua ederdi. Bu hal ona
mahsustur. Çünkü ağzında mutlak şifâ ve rahmet mevcuttu. Ümmeti ise, çocuğun
ağzına sürecek tatlıyı kendi ağızlarına almadan sürmekle yetinir.
Müctehid imamların ve
diğer ilim adamlarının ilgili hadîslerin ışığında istidlal, ihticac ve
görüşleri :
a)
Hanefîlere göre, henüz süt emen çocuğun kız olsun erkek olsun çişinin dokunduğu
elbise ve benzeri şey su ile yıkanır.[154].
b)
Şafii'lere göre, erkek çocuk sadece süt
emiyor, mama ve benzeri şeyler
yedirilmiyorsa, yaşı da iki yıh aşmamışsa,
çişinin dokunduğu yere su serpilir, yıkanmasına gerek yoktur. Kız çocuğun
ve bir de hunsa (eşcinsel) olanın —ana sütünden başka bir şey yedirilsin, yedirilmesin— çişlerinin dokunduğu elbise ve benzeri
şeyler yıkanır. Şâfiîler Buharı ve Müslim'in Ümmu Kays'den yaptıkları hadîsle
istidlal etmişlerdir.[155].
c) Mâliki'lere
göre, henüz mama ve yemek yedirilmeyen sadece ana sütü emen erkek
çocuğun çişinin dokunduğu elbise ve benzeri şey üzerine su
serpilir; kız çocuğun çişinin dokunduğu şey ise yıkanır. İmam Mâlik de Ümmu
Kays bint Mihsen (r.a.)'dan yapılan rivayeti mesned seçerek istidlal etmiştir.[156].
d) Ahmed b.
Hanbel de aynı hadisi ve diğer rivayetleri dikkate alıp istidlal etmiştir,
yani ona göre de, erkek çocuğun —henüz yemek yedirilmiyorsa— çişinin dokunduğu
yere su serpmekle yeti-nilir; kız çocuğun ki ise yıkanır. [157]. Bu
aynı zamanda Hz. Ali'nin, Atâ'm, Zühri'nin, İshak'm ve İbn Vehb'm kavlidir, [158]
Ümmu Kürz (r.a.)'den
rivayet edilen iki hadiste inkıta' vardır. Şöyleki, her iki hadîs Amr b. Şuyb
tarikiyle rivayet edilmiştir ki Amr, ona yetişmemiştir.
Peygamberimiz'in
(a.s.) hizmetçisi Ebu's-Semh (r.a.)'dan rivayet edilen hadîsi Bezzar ve İbn
Huzeyme de şu lâfızla nakletmişler-dir: «Ben Resûlüllah'a (a.s.l hizmet
ediyordum; Hasan ile Hüseyin O'na getirildi. Peygamberin göğüs kısmına çişetti.
Bunun üzerine ben yıkamak üzere gelip (yaklaştığımda), Peygamberimiz (a.s.) :
Kız çocuğun çişinden dolayı yıkanır, erkek çocuğun çişinin dokunduğu yer
üzerine su serpilir, buyurdu.» el-Hâkim bu rivayetin sahih olduğunu tesbit
etmiştir, Ebu Zer'â ile Hafız Bezzar, Ebû Semh'-in bundan başka rivayeti
yoktur, o bakımdan pek tanınmaz, ismi anılmaz, demişlerdir.
Her ne kadar Ümmu
Kürz'den rivayet edilen hadîslerde inkıta' varsa da diğer rivayetler onu
te'yid etmektedir. Hepsi biraraya getirilince taşıdığı hükümler kuvvet
kazanmakta ve istidlale mesned seçilmektedir. O bakımdan diğer üç mezhep
imamları bu doğrultuda ihticac ve istidlal edip görüşlerini belirtmişlerdir.
İmam Ebû Hanîfe ise, rivâyetlerdeki bazı hususları dikkate alarak kıyas yolunu
tercih etmiştir.[159].
Yani erkek ve kız çocuğun çişi hükümde aynıdır.[160]
Süt emen çocuğun taam
yememiş olması hususuna gelince, bu tabir üzerinde farklı görüşler ortaya
konmuştur :
a) Emdiği
ana sütünden ve doğduktan sonra ağzına sürülen rtlıdan başka gıda maddeleri...[161].
b) Ana
sütünden başka olan yiyecekler...
c) Çocuğun
ana sütünden ve bir de ağzına sürülen tatlıdan aşka bir şey yemesi...
d)
Müstakilen sütten başka yediği yiyecek.
Hafız İbn Hacer,
(c) maddesinin hadîsin delâletine
daha uy-;un ve daha açık olduğunu belirtmiştir. [162]
1- Ana
sütünden başka bir şey yedirilmeyen erkek çocuğun işinin dokunduğu yerin
üzerine su serpilir. (Şafiî'lere göre,
iki ya-ını aşmamış olması, kaydı söz konusudur).
2- Sadece
ana sütü emsin veya başka bir şey yesin, iki yaşını işmiş olsun olmasın kız
çocuğunun çişinin dokunduğu yer yıkanır. (İmam Ebü Hanîfe'ye göre, her ikisinin
de yıkanır.
3- Yeni
doğan çocuğun ağzına tatlı sürmek sünnettir. Ayrıca onun için feyiz ve
bereketle, hayır ve rahmetle dua edilir.
Eti helâl olan
hayvanların teri ve salyası necis sayılmadığı gibi, sidikleri de necis
sayılmamıştır. İslâm, faydalı olanı helâl ve mubah kılar; zararlı olanı haram
ya da mekruh sayar, kaidesinden hareketle eti yenen hayvanların sütünde
besleyici maddeler ve şifâ bulunduğunda şüphe yoktur. Bazı hastalıklar için
sidiklerinde de şifâ vardır.
Önce ilim adamlarına
mesned kabul edilen ilgili hadisi nakledelim, sonra da gereken açıklamayı yapalım -.
Enes b. Mâlik (r.a.)
'den yapılan rivayete göre, diyor ki: «Ukül veya Ureyne kabilesinden ondan az
bir gurup insan Medine'ye geldiler, (ama) Medine'de kalmaktan hoşlanmadılar.
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, (onların yakalandıkları karın ağrısını ve sindirim
bozukluklarını dikkate alarak) onlar için sütü olan dişi develeri emretti ve
(Medine'den dışarı) çıkmalarını, o develerin sidiklerinden ve sütlerinden
içmelerini tavsiye buyurdu.» [163].
Ayrıca Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'in onlara: «Koyun ağılında namaz kılınız!» buyurduğu rivayeti
de vardır.[164]
Bunu kuvvetlendiren
diğer iki hadîs ise şöyledir:
«Müslümanlar develerin
sütleri ve sidiklerîyle kendilerini tedavi ederlerdi.» [165]
«Şüphesiz ki develerin
sidiklerinde ve sütlerinde şifâ vardır!»[166]
Hadîslerin delâlet
ettiği açık anlatımdan şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Deve
sütünde şifa vardır. Özellikle, sindirim sistemi bozuk olanlar için çok
yararlıdır.
2- Yine
karın ağrısı ve bozulan sindirim sistemi için deve sidiği yararlıdır.
3- O halde
deve sidiği necis değildir.
4- Diğer eti
yenen hayvanların sidiği buna kıyas edilir. Hadîslerin ışığında müctehid
imamların istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefî'lere göre, eti yenen hayvanların sidiği «necaset-i hafife» kısmına
girer. At'm sidiği de öyle. Bunların dokunduğu elbise veya bedene bakılır,
elbisenin veya bedenin dörtte birinden az kısma dokunmuşsa, namaza engel
değildir; dörtte birine veya fazlasına dokunmuşsa, yıkanması gerekir.[167].
Çünkü îraam Ebû
Hanîfe'ye göre, galiz necaset hakkında nass ârid olan pisliktir. Hafif necaset
ise, taharet ve necaseti hakkında ü nassm taaruz ettiği şeydir. Eti yenen
hayvanların sidiği hakkın-İa iki ayrı nass bulunduğunu dikkate alan imam, bunu
hafif ne-aset bölümüne sokmuştur. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'-ı göre,
galiz necaset, üzerinde ittifak edilenidir. Hafif necaset, üze-inde ilim
adamlarının ittifak etmediğidir.[168].
b)
Mâlikî'lere, Hanbelî'lere ve Şafiî'lerden İbn Huzeyme, İbn Uünzir ve İbn Hibban'a göre, eti yenen hayvanların sidiği temiz-iiir.
Nitekim İmam Nahaî ve İmam Evzaî de aynı görüştedirler.
Bu konuda nass sadece
deve sidiği hakkında varid olmuşsa da iiğer eti yenen hayvanlar buna kıyas
edilerek hükme bağlamıştır... '[169].
c) îbn
Teymiye, «Ashab-ı Kirâm'dan hiçbiri deve disiğinin ne-cis olduğunu
söylememiştir* diyerek diğer üç müctehid imamla birleşmiştir.[170].
d) İbn Münzir,
«deve sidiği sadece Ureyne
kabilesine mensup bir grup insana has
bir hükümdür» diye iddia eden olursa,
isabet etmiş olur; çünkü hasâis ancak delil ile sabit olur, diyerek
görüşünü belirtmiştir.
Şevkanî de eti yenen
her hayvanın sidiğinin temiz olduğunu söyleyerek üç mezhebin görüşüne
katılmıştır.[171].
Haramda şifâ yoktur:
Haramda şifâ
bulunmadığı, genel kaidelerden biridir. Çünkü Allah ve Peygamberi içinde cidden
şifa bulunan bir nesneyi haram kılıp yasaklamaz. Bazı harara maddelerde şifa
arayanlar veya iddia edenler hep aldanmışlardır. Ancak unutmamak gerekir ki,
haramda hiç şifâ yoktur, demiyoruz, belki şifa olacak bir yanı bulunabilir,
ama zararlı yanı çok daha büyük ve tehlikelidir. Az hayr için çok şerre
gidilmez. Az serden dolayı çok hayr terkedümez.
Eğer deve sütü ve
sidiğinde şifadan ziyâde zarar ve şer bulunsaydı, herhalde Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz, sindirim sistemleri iyice bozulup hastalanan o bedbaht adamlara
tavsiye etmezdi.
Nitekim Süveyd
el-Hadremî'den yapılan rivayete göre, demiştir ki: — Resûlüllah (a.s.)
EfendiımVe, «Ya Resûlellah! Gerçekten bizim bulunduğumuz bölgede çeşitli
üzümler var ki, biz onları sıkıp (içki yaparak) içiyoruz» (devam edelim mi?)
«Hayır!..» diye buyurdu. Ben tekrar müracaat ettim, O yine «Hayır!..» buyurdu.
Ben, «Ya Resûlellah! Doğrusu biz o sıkılan (içkiyle) hastamıza şifa arıyoruz»
dedim. Buyurdu ki -. «O hastalıktır, şifâ değildir...»[172].
Nitekim Abdullah Cb. Ömer)
(r.a.) şöyle demiştir:
—« Allah murdar şeyde
veya haram kıldığı mesnede şifa meydana getirecek değildir.»
Hz. Ayşe (r.a.)
validemiz de şöyle dua etmiştir: «Allah'ım! şarapta (alkollü maddelerde) şifa
arayana sen şifa verme!..»[173].
îbn Abbas (r.a.)'dan
yapılan rivayete göre, Resûlüllah (a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur: «Şüphesiz
ki develerin sütlerinde ve sidiklerinde ciğer ve karın hastalığına karşı şifâ
vardır.»[174].
Deve sidiği hakkında
vârid olan diğer hadîsler ve aralarındaki (nüans) farkları:
Bu konuda Müslim'in
Câbir b. Semure'den, Ebû Davud'un el-Berâ'dan rivayet ettikleri hadîs hakkında
Ahmed b. Hanbel, îshak ve İbrahim şöyle demişlerdir : «Bu babda sahih olanı,
Bera' b. Âzıb'-ın ve Câbir b, Semure'nin hadîsleridir.» Nitekim; deve sidiğinin
temiz olduğunu kabul edenler, bu iki hadîs ile istidlal etmişlerdir.
Darekutni'ye göre,
sözü edilen iki hadîsle birlikte, «Eti yenen hayvanın sidiğinde bir sakınca
yoktur...» mealindeki hadîsle istidlal edilmiştir. Ancak bu son hadîsin
râvileri arasında Amr b. el-Hüseyn bulunuyor ki, bu zât oldukça zayıftır. Ezdi
de onun zayıf olduğuna kaildir.
îlim adamları deve
sidiği hakkında hayli farklı görüşler, kıyaslar ve yorumlar ortaya
koymuşlardır. Kimine göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz her türlü habis (haram
ve murdar) ilâcı yasaklamıştır. O halde bir şeyin ilâç olarak kullanılmasının
yasaklanması onun necis olduğunu gerektirir; mubah sayılması ise helâl olduğunun
lüzumunu belirtir. Deve sidiğinin
tedavide kullanılmasının mubah
kılınması onun temiz olduğunun delilidir. Sonuç olarak, eti yenen hayvanların
sidiği deve sidiğine kıyasla temizdir.
Kimine göre ise, böyle
bir mantıksal kıyas ihtiyari hallerle ilgilidir; zarurî hallerde ise, mahzurlu
şeyler mubah sayılır Deve si-diğiyle tedavi cihetine gidilmesi, zarurî hallerle
ilgilidir; çünkü o gün için o grup hasta insanı başka bir şeyle tedavi etme
imkânı mevcut değildi. O halde eti yenen hayvanların sidiği deve sidiğine kıyas
edilerek temiz sayılır.
Birinci görüş ve yorum
ağırlık kazanmıştır. Müctehid imamların çoğu hadîslerin sıhhatim dikkate
alarak istidlalde bulunarak deve sidiğinin temiz olduğuna kail olmuşlardır.
Nitekim az yukarıda onların görüş ve istidlallerini açıklamış bulunuyoruz.
Bugün için üzerinde
durulacak tek şey, deve sidiğinin kimyevî tahlilinin yapılması, sindirim
sistemi üzerindeki olumlu te'sirlerinin ortaya çıkarılmasıdır... [175]
1- Deve
sidiği tedavide kullanılabilir.
2- Eti yenen
diğer hayvanların sidiği ise tedavide kullanılmasa bile necis sayılmaz.
3- Deve
sütünün mide hastalıklarına iyi geleceği, Resûlüllah'-ın (a.s.) tavsiyesi
cümlesindendir.
4- îmam Ebû
Hanîfe ve bazı arkadaşlarına göre, deve
sidiği dahil olmak üzere eti yenen hayvanların sidiği hafif necaset kapsamına
girer. Dokunduğu kısmın dörtte birinden az bir yeri kaplıyorsa, namaza engel
sayılmaz, dörtte bir miktarım buluyor ve aşıyorsa, engel sayılacağından
yıkanması gerekir. [176]
Bilindiği gibi, ön ve
arkadan çıkan şeyler iki kısma ayrılır -. Biri mu'tad, diğeri gayr-ı mutad
olan şeylerdir. Mutad şekilde çıkan şeylerden dolayı bazan gusül gerekir, bazan
da sadece abdest gerekir. Abdest gerektiren şeyler daha çok şu üç sıvıdır:
İdrar, mezyi ve vedyi... İdrar herkesçe bilinen bir sıvıdır. Mezyi, ince sarı
bir su-
dur ki, şehevi lezzet
duyulduğunda akar. Vedyî ise, beyazca kaün bir sıvıdır ki, çoğu zaman idrardan sonra akar.
Mezyi veya medyi
akınca gusül mü gerekir, abdest almak mı icab eder? Bunun cevabını vermeden
önce ilgili hadîsleri nakledelim :
Sehl b. Hüneyf
den (r.a.l yapılan rivayette diyor ki:
- Mezyi'den dolayı
akıntı ve meşakkatla karşılaşır ve bu yüzden çokça yıkanırdım. Bu halimi
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e an-latam, buyurdu ki: «Ondan dolayı sadece abdest
alnlaıı yeter...»
- Bunun üzerine dedim
ki: «Ya Resûlellah! ondan elbiseme dokunan il oîur?» Buyurdu ki : «Bir avuç su
alıp ondan elbisene dokundu-;u yere, gördüğün kadarıyla serp...»[177]
Aynı hadisi el-Esrem
şöyle rivayet etmiştir ;
— Ben nıezyiden dolayı hayli sıkıntıyla
karşılaşıyordum. O se-)eple Peygamber
(a.s.) Efendimiz'e geldim ve
Ona (durumumu) miattım. Buyurdu ki :
«İki avuç dolusu su alıp onun üzerine serp-ben sana yeter...» [178]
Hz. Ali b. Ebî
Tâlib (r.a.)'den, demiştir ki :
— Ben çok mezyisi akan bir adam idim, Peygamber
(a.s.) Efen-dimiz'den (bu hususu) sormayı unatımyorduni; o sebeble Mikdad b.
Esved'e Peygambef'cten sormasını söyledim, o da sormuş ve Peygamberimiz (a.s.)
şöyle buyurmuştur : «Onda abdest vardır»
(yani sadece abdest bozulur ve namaz için abdest almak gerekir).[179]
Müslim'in yaptığı
rivayette ise şu cümle yer almaktadır : «Tenasül aletini yıkar ve öylece
abdest alır...»
Ahmed b. Hanbel ile
Ebû Dâvut'un yaptıkları rivayet ve tesbit-te ise, şu cümlelere yer verilmiştir
: «Tenasül aletini ve erkeklik bezini yıkar, öylece abdest alır...»
Abdullah b. Sa'd'den
(r.a.) yapılan rivayette demiştir ki :
— Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den sudan sonra gelen
sudan (idrardan sonra gelen sıvıdan)
sordum. Buyurdu ki ; «O mezyiden bir kısımdır ve her erkek hayvandan
mezyi gelir. O bakımdan tercini (tenasül aletini) ve erkeklik bezini yıkar ve
namaz için alman abdest gibi bir abdest alırsın.»[180].
Hadîs-i şeriflerin
açık delâletinden şu hükümler anlaşılmakta-dir:
1- Şehevi
bir duygudan sonra akan ince sarımsı bir su (mezyi) dan dolayı gusül gerekmez.
2- Mezyin
akmasıyla abdest bozulur. Namaz için yeniden ab-det almak gerekir.
3- Mezyi
aktıktan sonra o nahiye üzerine su serpilir. Çünkü akan bu sıvı da necis kabul
edilmiştir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının istidlal, ihticac ve görüşleri :
a) Meniy
dışında akan mezyi ve vedyi'den dolayı gusül gerekmez. Abdest bozulur.
Mezhepler bu hususta müttefiktir, aynı zamanda icma' vaki olmuştur.[181].
b) Mezyi
necistir. O bakımdan dokunduğu yer üzerine su serpilir. Mezhep imamları bu
hususta da görüş birliği içindedir. Sadece îmamiyye buna muhalefet
ederek, «eğer mezyi necis olsaydı, herhalde dokunduğu yerin
yıkanması gerekirdi, oysa Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz, üzerine su serpiniz, buyurmuştur.
îmamiyye'nin bu yolda
ki kıyası isabetli değildir. Çünkü dinde öyle konular var ki, biri diğerine
kıyas edilemez, şârı'm beyanına uyularak amel edilir. Meselâ, ayakkabımn altına
dokunan necasetin su ile değil, yere sürtmekle temizleneceğini Resûlüllah
(a.s.) beyân buyurmuştur. Necaset olduğu için onu diğer eşyaya dokunan
pislikle kıyas edip herhalde yıkanması gerekir diye bir sonuç çıkaramayız...
c) Mezyi'nin
çıktığı yer ile o nahiye üzerine su serpilir. Elbiseye dokunduğu takdirde,
üzerine su serpmekle temizlenir mi? Bu hususta farklı ictihadlar vardır:
a) İmam Şafiî'ye göre, o elbisenin
mezyi dokunan kısmının yıkanması
gerekir. Nitekim Müslim ve Ahmed b. Hanbel'in rivayetlerinde, «tenasül
aletiyle erkeklik bezini yıkar...» cümlesi yer almaktadır. Oysa cumhur
buradaki «yıkar» sözünü, su serper manâsına hamletmiştir. Çünkü diğer sahih
hadîslerden birincisinde (147 no-lu
hadîs) «Bir avuç su alıp ondan elbisene
dokunan kısma görebildiğin kadarıyla
serp...» buyurulmuştur.
b)
Mâliki'lerle Hanbelî'lerden bir kısmı ve îmam Evzâî, mezyiden dolayı tenasül
aletiyle erkeklik bezlerinin tamamım yıkamak veya üzerine su serpmek gerekir.[182]Cumhura
göre ise, sadece bu nahiyede mezyin
dokunduğu yer yıkanır, yani üzerine su serpilir. İbn Hazm de aynı görüştedir.
Bu konuda rivayet
edilen hadîsler ve aralarındaki (nüans) farklan, diğer yandan Hanbelî'lerin
ictihad ve görüşünü yansıtan U'CEMÜT-FIKHİL-HANBELÎ'de el-MUĞMİJden özetlenerek
şöyle niliyor:
«İnsanın ön ve arkasındaki tabii yollardan çıkan idrar, dışkı mezyi veya medyi veya kan
bunların hepsi necistir, Mezyi (yi
filizlemede) su serpmek kâfidir. Bazısına göre, onu da yıkamak icibdir.»[183]
Mezyi konusunda
ağırlığı, Hz. Ali'den yapılan rivayetler oluş-iruyor. Ebu Cafer el-Ezdi
et-Tahâvî sekiz kadar rivayeti şu fark-ırla tesbit edip nakletmiştir:
1- Râfî' b.
Hudayc'den yapılan rivayete göre, Hz. Ali (r.a.), mmar vasıtasıyla Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'den mezyi hakkın-a sormasını istemiş, Peygamberimiz (a.s.),
«tenasül aletini yıkar e abdest alır» diye cevap vermiştir.
2- İbn
Abbas'dan yapılan rivayete göre, Hz. Ali bir adam va-ıtasıyla mezyi
hakkında Peygamber (a.s.)
Efendimiz'den sordur-iuş,
Peygamberimiz (a.s.) «onda abdest vardır» buyurmuştur.
3- Hz. Ali
(r.a,) aynı şeyi Mikdad b. el-Esved (r.a.) vasıtasıyla 'eygamber (a.s.)
Efendimizden sordurmuş,
Peygamberimiz (a.s.), Her
erkekden mezyi gelir. Meni olursa, onda gusül vardır. Mezyi lursa, onda abdest
vardır» buyurmuştur.
4- Ebu Abdurrahman'dan yapılan rivayette, Hz.
Ali (r.a.) öyle demiştir: «Ben
çok mezyisi olan bir adamdım. Yanımda Pey-;amber'in kızı bulunuyordu, (o bakımdan kendim sormaya utan-lım).
Peygamber'e haber gönderip (sordurdum). Buyurdu ki: «Ab-lest al ve orasını
yıka...»
5- İbn Ebî
Leylâ'dan yapılan rivayette Hz. Ali (r.a.)
diyor ki: «Peygamber (a.s.) Efendimiz'den mezyi hakkında
soruldu; buyur-iu ki: «Onda abdest, menî'de gusül vardır.»
6- Hâni' b.
Hani'den yapılan rivayete göre, Hz. Ali
(r.a.) deniştir ki: »Ben çok
mezyisi olan bir adamdım. Mezyim geldikçe ^uslederdim. Peygamber (a.s.) Efendimiz'e sordurdum. Buyurdu ki:
*Onda abdest vardır...»
7- Husayn b.
Kubeyse'den yapılan rivayete göre, Hz. Ali (r.a.) iemiştir ki: «Ben çok mezyisi
olan bir adamdım. Peygamber'e (a.s.) sordum, buyurdu ki: «Mezyi gördüğün zaman
abdest al ve tenasül aletini yıka. Meniy gördüğünde guslet...»[184],
| Görüldüğü gibi,
rivayetlerin hemen hepsi, mezyiden dolayı sa-iece abdest gerektiğini, guslü
icap ettirmediğini ifade etmektedir. Saniyen tenasül aletinin yıkanması
emredilmiştir. Bu, mezyin ne-cis olduğuna delâlet eder.
Diğer bir husus ise,
Hz. Ali'den bu konuyu işitenlerin (nüans) farkıyla ifadelerindeki farklar söz konusudur.
Ancak asıl temada bir değişiklik yoktur.
Sadece konunun
başlangıcında Sehl b. Hüneyf den yapılan rivayet zincirinde Muhammed b. İshak
yer almaktadır ki, bu zat zayıf kabul edilir. Çünkü isnadda tedlîs yaptığı
bilinmektedir[185].
1- Şehevî
duygudan dolayı akan ince san bir suya «mezyi» de-inir. Bundan dolayı gusül
gerekmez, sadece abdest gerekir.
2- Mezyi
cumhura göre necistir. Ancak temizlenme hususunda kıyasa değil, şâirin
beyanına göre amel edilir. O bakımdan tenasül aletini yıkamak veya o nahiyeye
su serpmek kâfidir. Elbiseye dokunan kısmı yıkamak gerekir.
3- Gençlerde
sık sık görülen böyle bir duruma dinimiz kolaylık getirmiş, hem gusül
gerektirmediğini, hem de o nahiyeye biraz su serpmekle pisliğin kalkacağını
hükme bağlamıştır.
4- Ön kısma
su serpilmesinin bir başka yararı, abdestten sonra yeni bir ıslaklığın meydana
gelme şüphesini kaldırmaktır.
5-
Kayınpedere karşı saygılı olmak, cinsel konuları onun yanında konuşmamak
müstehaptır, ahlâkî adaptandır.[186]
İslâm Dini. temizlik,
sağlık ve ibâdeti birleştirip ahlâk, adalet ve zilet rayına oturtmuştur. Bunlar
birbirini tamamlayan unsurlar-ir. Hepsi bir araya gelince bütünlük arzeder ve
asıl amacına ulaş-rılmış olur.
Az yukarıda kısmen belirttiğimiz
gibi, mutad yoldan akan dört yrı sudan dolayı ya abdest almak, ya da gusletmek
gerekir. Mezyi bdest almayı gerektirenlerden biridir, Medyî de onun gibi.
Menî'-e gelince, o guslü gerektiren sıvıdır. Dördüncüsü ise idrardır ki, nunla
ilgili hükümleri nakletmiş bulunuyoruz.
Meni daha çok şehvetle
fışkırıp tabii yoldan dışarı çıkan ka-ın san bir sıvıdır. Gerek temizlik, gerek
sağlık, gerekse ibâdet yö-ıünden önemli bir olaydır. O bakımdan dinimizde
onunla ilgili ay-ı bir bölüm meydana getirilmiştir.
Konuya mesned teşkil
eden ve ilim adamlarının istidlal ve ihraçlarına kaynak seçilen hadisler
şunlardır :
Hz. Ayşe (r.a.) 'dan
yapılan rivayette demiştir ki:
— «Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in elbisesindeki meniyi oğup çitüerdim, sonra da kalkıp gider
ve o elbiseyle namaz kılardı.»[187]
Ahmed b. Hanbel'in
naklettiği rivayette ise şöyle demiştir :
—«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz elbisesindeki meniyi İzhir otunun köküyle alıp giderir, sonra da o
elbiseyle namaz kılardı? ayrıca meni kuruyunca onu elbisesinden atıp
giderdikten sonra o elbiseyle namaz kılardı.»
Buhari ve Müslim'in
ittifakla aldıkları rivayette Hz. Ayşe (r.a.) şu lafızla demiştir ki :
«Ben, Resûlüllah'm
(a.s.) elbisesindeki meniyi yıkardım, o da hemen sonra namaza çıkar da
elbisedeki yıkamanın eseri (ıslak kısım olarak) kalırdı.»[188]
Darekutnî'nin Hz. Ayşe
(r.a.)'dan yaptığı rivayette ise, şöyle demiştir:
—«Resûlüllah'ın (a.s)
elbisesindeki meniyi kuruduğu zaman oğup eltilerdim. Yaş olduğu zaman
yıkardım.»
Ayrıca bu konuda İbn
Abbas (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki :
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'den elbiseye dokunan meniden soruldu. Buyurdu ki : O ancak sümük ve
balgam mesabesindedir. Onu bir bez parçasıyla silmen ve îzhir otuyla gidermen
sana yeter.»[189]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Elbiseye
dokunan meni şu üç şeyden biriyle giderilip temizlenir : a) Su ile yıkamak, b)
kurumuşsa oğup çitilemek, c) bir bez veya benzeri şeyle alıp gidermek...
2- Bu duruma
göre, meni necis midir, değil midir? Müctehid İmamların bu husustaki ictihadlan
farklıdır. Necistir diyenler olduğu gibi, temizdir, diyenler de var.
3-
Üzerindeki meni oğulnmş veya bir bezle giderilmiş elbiseyle namaz kılınır.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının ietihad, istidlal ve ihticacları:
a) İmam Ebû
Hanîfe ve İmam Mâlik'e göre meni necistir.
b) İmam
Şafiî ve îmam Ahmed'e göre, temizdir.
d) İmam Ebû
Hanife'ye göre, elbiseye dokunan meni kuru-ıuşsa, —hadîslerde belirtildiği
gibi— üç şeyden biriyle temizlemek terekir. Temizlenmeyip dirhem veya aya
miktarım aşarsa namaza İngel teşkil eder. Yaş ise, su ile yıkanması gerekir.[190]
İmam Mâlik'e göre, yaş
olsun, kuru olsun elbiseye dokunan me-liyi yıkamak gerekir, oğmak ve çitilemek,
ya da bir bezle gidermek reterli değildir.
e) İmam
Şâifcî ve tmam Ahmed'e göre meni temiz olmakla be-[aber üç şeyden jjbirîyle
giderilmesi sünnet veya müstehabdır.
Elbiseye dokunan
meninin herhalde yıkanmasını öngören ilim idamlarının mesned olarak seçtikleri
şu hadîsin râvileri arasında Sabit b. Hammad bulunuyor ki, bu zat cidden
zayıftır. Böylece aşa-jıdaki hadisin zayıf olduğu kabul edilmiştir.
Sâîd b. Müseyyeb'in
Ammar (r.a.Vdan yaptığı rivayette, diyor
ki:
—«Bineğime ibrikteki
sudan içirdiğim bir sırada Resûlüllah (a.s.) Efendimiz yanımdan geçiyordu,
derken öksürdüm ve ağzımdan çıkan sıvı elbiseme dokundu. Ben de yıkamaya
yöneldim. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.î Efendimiz şöyle buyurdu: «Ya Ammar!
Senin tükürüğün de balgamın da, göz yaşın da, ibriğindeki su mesabesindedir.
Elbise ancak şu beş şeyden dolayı yıkanır i İdrar, dışkı, menî, kan ve
kusmuk...»[191]
Ayrıca Zeylâî bu
hadîsle ilgili yaptığı araştırma neticesini şöyle belirtiyor: Ben bu hadîsi,
Hafız Bezzar'm sahih kabul edilen müs-nedinin iki ayrı. nüshasında buldum ki,
Sabit b. Hammad'dan rivayet ediliyor ve içinde menî'den bahsedilmiyor, sadece
dört şey zikrediliyor: Dışkı, idrar, kusmuk ve kan...»[192]
Diğer yandan Beyhakî
Sünen-i Kübrâ'smda, diğer sıvılar dışında su ile temizlik babında şöyle diyor:
Ammar b. Yâsir'in (r.a.) Peygamber (a.s.) Efendimiz'in ona: «Ya Ammar! Senin
tükrüğün de, balgamın da, göz yaşın da ibriğindeki su mesabesindedir...» mealindeki
söylediği hadis batıldır, hiçbir aslı yoktur... Çünkü Sabit b. Hammad bunu Ali
b. Zeyd'den rivayet etmiştir ki, Ali b. Zeyd'in
rivâyetiyle ihticac
edilmez... Sabit b. Hammad ise uydurma hadîsle ittiham edilenlerdendir...
Netice olarak sümük
veya tükrük, ibrikteki su mesabesindedir, sözü, bunların necis olmadığını beyân
içindir... [193]
Sonuç olarak, meninin
oğulup çitilenmesi veya su ile yıkanması arasında bir münaferet olmadığını
Hafız el-Feth'de şöyle açıklıyor : «Bu konuda yıkama hadîsiyle oğup çitüemek
hadîsi birbirine muarız değildir; ikisi arasını cem'etmek çok açıktır: Meniyi
temiz kabul edenlere göre, dokunduğu elbiseyi yıkamak vâcib değil,
müstehabdır. Buradaki emir ve tavsiye nezafeti sağlamaya yöneliktir. Nitekim
îmam Şafiî ve İmam Ahmed bu yolu seçmişlerdir. Menî'yi necis kabul edenlere
göre ise, yıkama emri veya tavsiyesi, yaş bulunduğu durumla ilgilidir, oğma
veya izhir ile giderme emri kuru bulunduğu durumla alâkalıdır.[194]
1- Menî
temizdir, dokunduğu yeri necis
yapmaz, sadece -ne-zafet
bakımından o yeri yıkamak, kurumuşsa oğmak müstehabdır. (Bu, İmam Şafiî ile
îmam Ahmed b. Hanbel'in içtihadıdır).
2- Menî
necistir, dokunduğu yeri murdar yapar, o bakımdan ıslaksa yıkanması, kurumuşsa
oğulup çitilenmesi gerekir. (Bu İmam Ebû
Hanîîfe'nin içtihadıdır).
3- İmam
Mâlik bu konuda «İâdetül-cünübi
es-salâte...^ bahsinde Hz. Ömer'in ihtîlâm
olduğunu elbisesinde gördüğü ıslaklıktan anlayınca, kıldığı namazı iade etmiş, aynı zamanda elbisesinin o kısmına
yıkamıştır, rivayetine dayanarak, meninin dokunduğu yeri —ıslak olsun, kuru
olsun— yıkanır, hükmünü getirmiştir.[195]
Sinek ve benzeri
haşere sür'âtle çoğalma isti'dadı taşırlar. Evleri ve çevreyi onlardan
tamamıyla korumak çok zor bazan da imkânsızdır, însan sağlığını tehdid eden
zararh şeylerle mücâdele sünnettir. Bununla beraber yiyecek ve içeceklerimize
konan, hatta içine
işüp ölen sinek ve
benzeri akıcı kam olmayan haşere ile karşıkar-va bulunuyoruzdur. Dinimiz her
konuda olduğu gibi bu hususta a, kolaylık getirmiş ve ilmin ancak çözebildiği
fikirler vermiş, arastalara ışık tutmuştur. Çünkü Allah'ın insanlığa son
mesajı olan ûâmiyet, medeniyetlerin, ilimlerin ve çağları önünde gitmektedir.
Başta sinek olmak
üzere birçok haşere mikrop taşımaktadır. pislikten pisliğe uçuşup konan
sineklerin ayaklarıyla, hortum ve kanatlarıyla nasıl zararlı bakteriler,
mikroplar taşıdığını anlatma-ra gerek yoktur. Gerçi insanların çoğu bu tür
mikroplara karşı nuâfiyet kesbetmiştir. Ona rağmen tehlikesizdir denilemez.
Ce-lâb-ı Hak, her derdin dermanını, her hastalığın şifâsım ve her mik-fobun
çaresini yaratmıştır. Araştırmasını, incelemesini, tahlilini ise İnsanoğluna
bırakmıştır.
Resûlüllah (a.s.)
Efendimizin, sinekle ilgili yaptığı uyarı, bunun kçık örneklerinden biridir.
Önce hadîs-i şerifi nakledelim, sonra da onun ışığında beliren görüş ve
ictihadları, istidlal ve ihticacları açıklayalım:
Ebu Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimizin şöyle buyurduğunu söylemiştir
:
«Sinek sizden
birinizin içeceğine düşecek olursa, onun tamamını o içeceğe daldırdıktan sonra
çıkarıp atsın; çünkü gerçekten onun kanatlarından birinde şifâ, diğerinde
hastalık vardır. (163).[196]
Aynı hadîsi
muhaddisler az farklı lâfızlarla şöyle rivayet etmişlerdir :
— Ebû Sâid (r.a.)'den
yapılan rivayette: «Sineğin kanatlarından birinde zehir, diğerinde şifâ
vardır. Yemeğe düştüğünde, onu o yemeğe daldırın. Çünkü sinek önce zehiri,
sonra şifâyı kullanır.»
şeklindedir. Aynı
lâfızlarla Nesâî, İbn Hibban, Beyhakî'de rivayette bulunmuşlardır. İsnadı
sahihtir.
Ebu Davut, İbn Huzeyme
ve îbn Hibban ise şu değişik lâfızlarla rivayet etmişlerdir: «Çünkü gerçekten
sinek, şifâ bulunan kanadını korur, o bakımdan tamamını daldırdıktan sonra
çıkarıp atsın.»
Dâremî ile İbn Mâce de
buna çok yakın lâfızlarla rivayet etmişlerdir. İbn Seken ise şu lâfızlarla
tesbit ve rivayette bulunmuştur : «Sinek sizden bîrinizin -kabına düşecek
olursa, onu iyice daldırsın içine; çünkü gerçekten onun kanatlarından birinde
hastalık, diğerinde şifâ vardır.»
Hadis-i Şeriflerin
açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Az su,
akıcı kanı olmayan bir canlının ölmesiyle necis olmaz.
Sinek ve benzeri
haşere yenilmez, haramdır. O bakımdan düştüğü kaptan veya sıvıdan çıkarılıp
atılır.
3- Sinek ve
benzeri bir haşere, yani akıcı kam olmayan bir canlı, bir sıvıya düştüğü zaman
o sıvıyı herhalde kullanmamız gerekiyorsa, sineği iyice ona daldırdıktan sonra
çıkarıp atarız ve sonra o sıvıyı kullanabiliriz. Pek lüzumlu değilse ve
döküldüğü takdirde israf savunuyorsa, o takdirde kullanmayız. Dinimiz bu
hususta serbest bırakmıştır.
4- Akıcı
kanı bulunan bir canlının düştüğü sıvı necis olur .
5- Çok
üreyen, bir çiftten milyonlarca çoğalan sineğin bir kanadında zehir, diğerinde
panzehir (toksin - antitoksin vardır. Cihan Peygamberi (a.s.) ondört asır önce
bunu belirtmiştir. Son yıllarda Japonya'da yapılan ciddi araştırmalar
neticesinde, sineğin bir kanadında toksin, diğerinde antitoksin olduğu
görülmüştür.
6- Hadiste
sadece sinek üzerinde durulmuş, diğer
akıcı kanı olmayan haşereden söz edilmemiştir. Fukaha bu babda kıyas yolunu
seçmiştir. Sineğin düştüğü sıvıyı necis etmemesinin sebep ve illeti, akıcı
kanının olmamasıdır. O halde akıcı kanı olmayan bir canlıyı sineğe kıyas
edebiliriz; çünkü menatta birleşmekteler.
7- Haşerenin
yenilmesinin haram olduğunda müctehid imamlar müttefiktir,[197]
ancak Ahmed b. Hanbel «o bütün eczası ve fazalatı ile temizdir» demiştir.[198]
İnsan mükerrem
yaratılmıştır. Çamuru Allah'ın kudret eliyle yuğralup şekillendirilmiş ve
meleklerin ona secde "etmesi emredilmiştir. «And olsun ki biz, Adem
oğullarım aziz, şerefli ve saygın kıldık...»[199].
Mealindeki âyet insanın diğer canlılardan ne kadar üstün kılındığım; Allah
katında şerefli bir yerinin bulunduğunu göstermektedir. Aynı zamanda insan,
Allah'ın yeryüzündeki halîf esidir.
Gerçek bu olunca,
küfür, nifak ve isyan onun ruhunu karartıp saygınlığını zedeler, kalbini
karartıp mânevi saydamlığım giderir, îmân, ahlâk ve ibâdet onun saygınlığını,
Allah katındaki şeref ve itibarını artırır, hattâ onu meleklerden üstün kılar.
Kendini Allah'a kul
olma düzeyine getirip, İslâmiyet çatısı altına giren bir mü'minin ölüsü de
dirisi gibi temizdir İlim adamlarının çoğu bu görüştedir. Onlar için mesned
kabul edilen hadîsler ise şöyledir:
Az yukarıda Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'in şu sözünü nakletmiştik : «Müslüman necis olmaz.»
İmam Buharı ve îbn
Abbas (r.a.), «Müslüman diri iken de Ölü iken de necis olmaz» demişlerdir.
Enes b. Mâlik (r.a,) 'den yapılan rivayette diyor ki:
Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz
Cemre'ye taş atıp kurbanını kestikten sonra tıraş )ldu. Önce sağ tarafım
berbere uzattı, berber onu tıraş etti. Sonra Übû Talha'yı çağırdı kesilen
kılları ona verdi. Sonra da sol tarafını azattı ve «tıraş et!» diye buyurdu.
Berber onu da tıraş etti ve (Peygamberimiz
(a.s.) kesilen kılları) Ebû Talha'ya vererek şöyle buyurdu: «Bunu
insanlar arasında taksim et!..»[200],
Yine Enes (r.a.)'den yapılan rivayette
demiştir ki: Haccam (hacametle kan alan kimse), Peygamber (a.s.)
Efen-uimiz'in başını tıraş etmek istediğinde Ebû Talha (r.a.),
ResûlüIIah'ın (a.s.) başının iki tarafından kendi eliyle saç aldı ve onu Ümmu
jSüleym'e getirip verdi.
Enes veya Ebû Talha diyor ki: Ümmu Süleym, Resûlüllah'm başından
alman kılları kendine ait güzel kokuya karıştırırdı.[201]
Enes b. Mâlik (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki:
«Ümmu Süleym (r.a.) sahtiyan döşeğini
serip hazırlar, Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz günortası o döşek üzerinde uyurdu. Kalkınca, Ümmu Süleym onun
terinden, kılından alıp bir şişede toplar, sonra onları misk karışık güzel
kokusuna yerleştirirdi.» [202]
Râvi devamla diyor ki:
«Enes b, Mâlik'e vefat hazır olunca (ölmek üzere iken) Ümmu Süleym'in o macun
haline getirdiği ve içinde Peygamber (a.s.)'m teri ve kılı bulunan güzel
kokuyu, kefen ve bedenine sürülmek üzere hazırlanan diğer güzel kokuya katılmasını
vasiyet etti.»
Hudeybiye sulhuyle
ilgili hadîste Misver b. Mahreme ve Mer-van b. Hakem'den yapılan rivayette
(deniliyor ki) ; «Ürve b, Mes'ûd, Resûlüllah'm (a.s.) yanından kalkınca
Ashabının ona neler (nasıl ilgi ve saygı) gösterdiğini gördü ki, ağzından bir
ıslaklık çıkmaya görsün mutlaka ona yarışırcasına acele koşuyorlardı, kıllarından
bir kıl düşmeye görsün, mutlaka onu alıyorlardı.»[203]
Osman b. Abdillâh b.
Mevheb (r.a,)'den yepılan rivayette demiştir ki:
«Ev halkımız beni
içinde su bulunan bir bardakla Ümmu Selence
me'ye Er.a.3
gönderdiler, gümüşten mamul çıngırağa benzer bir şey getirdi ki, içinde
Resûlüllah (a.s.l Efendimizin kılından bulunuyordu. Öyle ki, insana göz
değdiği veya bir şey dokunduğu zaman, Ümmu Seleme'ye bir kap gönderilirdi, o
da o gümüş kabı onun içine sokup hareket ettirir ve sonra o kimse ondan
içerdi. Gümüş kaba dikkatle baktığımda içinde kızıl renkte kıllar gördüm.»[204]
Abdullah b. Zeyd
(r.a.)'den —ki o ezan sahibidir— yapılan rivayette (deniliyor ki) : Kurban
kesilen yerde Resûlüllah'm (a.s.) yanında hazır bulunmuştu, Kureyş'ten bir adam
da oradaymış. Peygamber (a.s.) kesilen kurbanları taksim ediyor, ona da, arkadaşına
da bir şey isabet etmiyor (o kurbandan). Sonra Resûlüllah (a.s.) Efendimiz
başım kendine ait bir elbise içine tıraş ediyor, ondan Abdullah'a veriyor ve
bir kısmını da bazı adamlara dağıtıyor. Tırnaklarını kesip ondan Abdullah'ın
arkadaşına veriyor.
Abdullah b. Zeyd diyor
ki: «Şüphesiz ki Resûlüllah'm saçının telleri yanımızda kına ve ketem (mersin
yaprağına benzer boyalı bir bitki) ile
boyanmıştır.»[205]
Hâdîs-i Şeriflerin
açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Tıraş
olurken sağ taraftan başlamak müstehabdır,
2- İnsan
kılı temizdir, düştüğü sıvıyı necis yapmaz.
3-
Resûlüllah (a.s.) Efendimizin küıyla teberrük olunurdu. (Bereket
sayılırdı) Çünkü maddî ve manevî
yapısı ilâhî tecelliye, Melek Cibril'in nefes ve kokusuna mazhardı.
4-
Arkadaşlara hediye dağıtırken az çok
eşitliği gözetmek müstehabdır.
5- İnsan
ölünce kılları necis olmaz. Bu cumhura göredir. Şâ-fiîlere göre necis olur.
6- İnsan
teri de temizdir, düştüğü ve bulaştığı sıvıyı necis yapmaz.
7- Yeme içme
dışında süs için veya kıymetli bir şeyi muhafaza için gümüş kap kullanmak
caizdir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların istidlal, ihticac ve görüşleri:
a) Hanefîler
insan ölüsü hakkında ikiye ayrılmışlar, bir kıs-nma göre, «necaset-i hubs», bir
kısmına göre «necaset-i hades»'dir.[206]
İkincilerin görüşü
ağırlık kazanmıştır. Çünkü Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, Ashab-ı Kiram'dan vefat
eden Osman b. Maz'ûn'un (r.a.) yüzünü, alnını öpmüştür. Eğer ölü necis olsaydı,
o mübarek, dudaklarını ona dokundurur muydu?
Buna rağmen bu
mezhebin ileri gelenlerine göre, cenaze yıkanmadan yanında, başucunda Kur'ân
okumak mekruhtur. Çünkü yıkanmadan önce üzerinde herhangi bir necaset
bulunabilir.[207]
Yine bu konuda
ikinciler şu hadisle istidlal etmişlerdir : «Ölülerinizi necis saymayın, çünkü
mti'min ne diri, ne de Ölü iken necis olur.»[208]
Aynî, Buharî şerhinde,
Nevevî Müslim şerhinde diyorlar ki : «Müslüman'ın ölüsünün de, dirisinin de
temiz olduğu hakkında bu hadîs büyük bir asıl (temel dayanak) dır. Müslümanm
dirisinin temiz olduğu icma' ile sabit olmuştur. O kadar ki anasından düşük
olarak çıkan ıslak cenin bile temizdir. Ölüsüne gelince, bu necaset-i hadesle
yorumlanır. Çünkü insanın kerametine binaen ölüsü necis sayılmaz.[209]
Nitekim yıkanınca hadesle ilgili pislik üzerinden kalkıyor ve temiz kabul
ediliyor.
Ayrıca bu konuda
Hanefî imamlarının farklı görüşlerini ve dayandıkları delilleri görmek
isteyenlere Kasânî'nin (H. 587 - M.1191) Bedayi'u's-Sanayf Fi Tertibi1
ş-Şerayi' 1/299'u tavsiye ederiz.
b) Şâfiîlere
göre de henüz yıkanmadık ölü üzerine Kur'ân okunmaz. Çünkü bu durumda necis
sayılır. Şeyhülislâm Ebu Yahya Zekeriya el-Ansarî, Fethülvahhab şerhinde diyor
ki: «Ebû Davut ve İbn Hibbân'm rivayet edip sahih kabul ettikleri, (ölüleriniz
üzerine yâsîn okuyunuz!) mealindeki
hadîsten maksat, henüz ölmeyen ama ölmek üzere bulunanlardır.
Çünkü ölü üzerine (yıkanmadan) Kur'ân okunmaz.»[210]
c) Maliki ve
Hanbeli imamlarına göre de, ölü yıkanmadan üzerine Kur'ân okunmaz. Böylece dört
mezhebin bu hususta görüş birliği vardır.[211]
însan kılma gelince:
a) Cumhur-i
ulemâya göre, müslüman ölmekle kılları necis olmaz.
b) Şafii'lere göre,
necis olur.
însan terinin temiz
olduğu da ittifakla kabul edilmiştir. Bu hususta icma' vardır.[212]
Hadîslere dayalı
edille-i ahkâmı işleyen Buluğu'1-merâm' da ise bu i konuya hemen hemen yer
verilmemiş, sadece Beyhakî'nin rivayet ettiği ve Ahmed b. Hanbel'in îbn Abbas
hadîsiyle nesholundu-ğunu bildirdiği şu hadîsi nakletmiştir: «Size ölünüzü
yıkadığınız zaman, onu yıkamaktan dolayı gusül yoktur. Çünkü sizin ölünüz temiz
ölür. Pis değildir. O halde ellerinizi yıkayıvermek size yeter.» [213]
1- İnsan
kılı temizdir. Ölüsünün de kılı aynı hükme girer.
(Şafiî'lere göre ölen
kimsenin kılı necistir).
2- İnsan
teri temizdir, içine düştüğü sıvıyı necis yapmaz;
3- İnsan
ölüsü yıkanmadıkça necaset-i hades
sayılır. O bakımdan üzerine Kur'ân okunmaz,
4-
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in kılında, terinde ve ağız ıslaklığında feyiz ve
bereket, rahmet ve ilâhî inayetin tecellisi vardı, o bakımdan onunla teberrük
edilirdi. Diğer insanların bu tür şey-leriyle teberrük edilmez; başkalarını
Resûlüllah'a bu konuda kıyas etmemiz doğru olmaz. [214]
İslâm'ın insana
faydalı ve zararlı olan şeyler hakkında koyduğu ^ kaide birçok hususlarda ilim
adamlarına ışık tutmakta ve helâl ile haram; yasak ile mubah konularıyla ilgili
hadîsleri maksat ve hikmetine uygun anlamaya yardımcı olmaktadır.
Hayvanlar genellikle
iki kısma ayrılır : Eti yenen ve eti yenme-yenler. Birinci kısma girenlerin
hemen her şeyinden yararlanmaya cevaz verilmiştir. İkinci kısma girenlerin ise
sadece deri ve kıllarından, boynuz ve tırnaklarından istifade etmemiz ölçülü
ve sınırlı şekilde tavsiye edilmiştir.
Bilindiği gibi, eti
yenen ve yenmiyen hayvanların derileri diba-ğatle temizlenir ve kullanılır
duruma getirilir. Hattâ ölü bir hayvanın derisi bile dibağatle temizlenebilir.
Ancak bazı eti yenmeyen vahşi hayvanlar var ki, derileri lüks kapsamına girer
ve onu kullananlara bir böbürlenme, kendini üstün görme duygusu aşılar. Örneğin
kaplan ve çita'nın derileri oldukça süslü ve çekicidir. İslâm dini sosyal
adaleti sağlamak, kardeşlik bağlarını pekiştirmek, sınıf farkım kaldırmak için
lüks ve konforu yasaklamış, buna yol açan sebepler üzerinde durup dengeli,
düzenli en âdil bir hayat sistemi oluşturmuştur.
Derisi lüks sayılan
vahşi hayvanlarla ilgili hadîsleri açıklarken ve yorumda bulunurken bu yüce
hikmet ve amacı gözden uzak bulundurmamak gerekir. Şimdi ilgili hadîsleri
naklediyor, sonra da ilim adamlarının görüş ve yorumlarına yer vereceğiz:
Ebu'l-Melih b.
Üsâme'den, o da babasından rivayetle
demiştir ki:
— Şüphesiz ki
Resûlüllah fa.s.) Efendimiz yırtıcı hayvanların
derilerinden (bir bakıma
yararlanmayı) yasaklamıştır.»[215]
Tirmizî bu hadîsi şu
fazlalıkla rivayet etmiştir: «Resûlüllah j(a.s.) Efendimiz yırtıcı hayvanların
derilerini döşek ve yaygı yap-taıayı yasaklamıştır.
Muâviye b. Ebî
Süfyan'dan yapılan rivayette o, Peygamberimizin (a.s.) ashabından birkaç zata
diyor ki: «Siz, Resûlüllah'm (a.s.) kaplan derisi üzerine binmeyi (at eyeri,
döşek ve yaygı yapmayı) yasakladığım biliyor musunuz?» Onlar da : Evet, diye
cevap verdiler.»[216]
Ahmed b. Hanbel'in
başka bir rivayetinde ise şu lâfız değişikliğiyle tesbit edilmiştir; «Allah
adına sizden soruyorum, gerçekten Resûlüllah (a.s.) Efendimiz kaplan derisinden
kaplanmış (eyer, semer ve benzeri) şeye binmeyi yasakladı mı? Onlar da:
«Evet...» diye cevap verdiler.»[217]
. Bunun üzerine
Muâviye, »Ben de şehâ-det ederim ki
(Resûlüllah (a.s.) onu yasakladı), dedi.
Mikdam b. Ma'dî Kerîbe
(r.a.)'den yapılan rivayette, Muaviye1-ye şöyle demiştir: «Allah için senden
soruyorum, gerçekten Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in yırtıcı yabanî hayvanların
derilerini giyinmeyi ve o deriler (i eyer, semer, döşek yapıp) üzerine binmeyi
yasakladığını biliyor musun?» Muâviye'de ona: «Evet...» diye cevap veriyor.[218]
Yine Mikdam b. Ma'di
Keribe (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz
ipek, altun ve kaplan derisinden yapılan eyer yastığını (kullanmayı)
yasaklamıştır.»[219]
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz buyurdu ki: «Melekler içlerinde
kaplan derisi bulunan yol arkadaşlarına arkadaşlık etmezler.»[220]
Hadis-i Şeriflerin
açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Yırtıcı
yabanî hayvanların derisi dibağatle temizlenir. Ancak onlardan eyer, döşek,
yaygı ve benzeri şeyleri yapıp kullanmak yasaklanmıştır.
2- Ayrıca
sözü edilen hayvanların derilerinden
giyim eşyası-a imal edilmesi de yasak kapsamına girmektedir.
3- Aynı
zamanda bu hayvanların derilerinden imal edilen gi-n. eşyasını kullanmak da yasaktır.
4- Özellikle
kaplan derisinden sözü edilen hususlarda
yarar-cırnak men'edilmiştir.
5-
Yırtıcı yabanî hayvanlardan özellikle
kaplandan söz edil-.esi, bir kıstas
mıdır? Çünkü kaplan derisi gayet süslü, çekici ve 2 kıymetlidir. Nadir te'min
edilebilir. Çıta, puma ve benzeri güzel 3rili hayvanları buna kıyas edebilir
miyiz? Siba, kelimesi çoğul iarak bütün yırtıcı hayvanları kapsamına aldığına göre, kaplanan tasrihan söz
edilmesi, ta'mimden sonra bir tahsis midir, yoksa 3İif-lâm) ile
zikredilen es-siba'dan maksadın
kaplan ve benzeri prisi süslü kıymetli hayvanlar mıdır?
Bütün bu sorulan
sağlıklı biçimde cevaplayabilmek için mücte-id imamların ve söz sahibi ilim
adamlarının ictihad, istidlal, ihti-kc, görüş ve yorumlarını bilmemiz
gerekmektedir :
a)
Hanefî'lere göre, insan ve domuz derisi dışında bütün havanların, ölü
olsun, şer'î boğazlamayla
kesilsin derileri dibağatle emizlenir. Kerhî de aynı görüşü belirtmiştir.[221]
Dibağat edilen yani
tabaklanan bir deri necis olmaktan çıkıp emizlenince onu namazda ve başka
şeylerde kullanmak sahîh olur. ^.ncak yenilmesi yasaktır. Derinin üzerindeki
kıllar da temizdir.[222]
b)
Şafiî'lere göre, domuz, köpek ve bu ikisinin birleşmesinden neydana gelen
hayvan dışında bütün hayvanların derileri tabak-anmakla temizlenir, hem içi,
hem dışı tahir kabul edilir. Ancak
übağat yapıldıktan sonra deriyi yıkamak gerekir, çünkü tabaklan-niş deri necis
bir elbise hükmündedir, yıkamakla temizlenir.[223]
c)
Mâlikî'lere göre, deriyi tabaklamak temizleyici vasıtalardan sayılmaz. Hadîsteki
«taharet» tabiri nezafet mânasına
hamîe-ftlir.
Böylece tabaklanmış
deriyi kuru temiz şeyleri koymak ve muhafaza etmek için kullanmakta bir
sakınca yoktur, buna ruhsat verilmiştir. Domuz derisi hakkında ruhsat verilmez.
Mâlikî mezhebinin tahkik ehli ise, tabaklamayı temizleyici kabul etmişler ve
böylece tabaklanan derilerin temiz
olacağını belirmişlerdir.[224]
e)
Hanbelîler ise, ölü hayvanların derilerinin tabaklanmakla temizlenmiyeceğini
belirtmişler, böylece sözü edilen derilen için di-bağatm temizleyici bir vasıta
olmadığını söylemişlerdir. Bununla beraber ölü hayvan derisi tabaklandıktan
sonra kuru maddeler için kullanılabilir, demişlerse de bunda bir sakınca
görmemişlerdir. Deri üzerindeki kıl ve yün temizdir.[225]
Müctehid imamlar
haber-i vâhid ile rivayet edilen hadîslerdeki nehyi kerahet mânasına
yorumlamışlar, kaplan ve benzeri yırtıcı hayvanların derilerinin giyim
ktışamda, eyer ve semerde, döşek ve yaygı olarak kullanılmasını mekruh
saymışlardır. Çünkü derinin tabaklanması onun temizlenmesini sağlamakta ve
kullanılmasına imkân vermektedir, Kerahet veya tahrîmin amacı, derileri kıymetli
olup lüks sayılan kaplan ve benzeri hayvanları, insanoğlunun kendi süsü ve
konforu uğruna imhasına imkân vermemek, eti yenilmeyen bu hayvanları sırf
derilerini kullanmak için öldürmemek-tir. Çünkü İslâm her zaman lüks ve
konforun karşısmdadır. Ayrıca nesli tükenen her hayvan hayat dengesi düzeyinde
bir boşluk meydana getirmektedir. Hiçbir şey boşuna, lüzumsuz ve amaçsız yaratılmadığına
göre, Allah'ın kurduğu ve insandan yana hazırladığı dengeyi bozmaya hakkımız
yoktur.
Nitekim Mikdam b.
Ma'di Kereb'den rivayet edilen ikinci hadiste kaplan derisinden yapılan döşek,
eyer ve benzeri şeyler altın ve ipek gibi lüks eşyayla birlikte zikredilmiştir
ki, bu nehyin amacını daha iyi açıklamaktadır.
Bununla beraber ilim
adamlarının bir kısmı nehyi zahirî manasıyla alıp hükme bağlamıştır. Zeydî
mezhebine bağlı olanlar da aym görüştedir.
Dibağat (tabaklama)
bölümünde konuya ağırlık vereceğimizden fazla teferruata girmek istemedik. O
bakımdan arzu edenler ilgili bölüme müracaat etsinler. [226]
1- Eti yenen
ve yenmiyen, ölü veya şer'î boğazlamayla kesilen yvanların derisi dibağat
(tabaklanma) ile temizlenir.[227]
2-
Temizlenen bu deriler daha çok kuru maddeler için kulla-lır.
3- Domuz,
köpek ve bu ikisinden meydana gelen hayvanın tisi tabaklanmayla da temizlenmez.
(Mezhep imamlarının görüş rkları her zaman söz konusudur).
4- Kaplan ve
benzeri derisi süslü kıymetli hayvanların tabak-nan derilerini döşek ve eyer,
elbise ve yaygı olarak kullanmak
iekrûhtur.
5- Hem
yırtıcı vahşi hayvanların neslini tüketmek doğru de-ildir.
6- Diğer
yırtıcı hayvanların derilerini de kaplana kıyasla sö-ü edilen yerlerde
kullanmak bazılarına göre mekruhtur.
7- Kaplan ve
benzeri hayvan derileri ipek ve altun
gibi lük-e girdiğinden kullanılması yasaklanmıştır. [228]
Pislik bulaşan veya
murdar sayılan eşyayı temizleme yöntem-erinden biri de dibağat denilen
tabaklamadır. Bu hususta da İslâmiyet hem insan sağlığını korumayı, hem eşyayı
arındırmayı ne-ief seçerek bazı rahatlatıcı ve olumlu hükümler koymuştur. Taharet
bahsinin geniş tutulması, koruyucu hekimliğe ne kadar önem verildiğini
gösterir.
Bir hastalık veya
başka bir sebeple ölen hayvanın eti haramdır, yenilmez. Ancak o hayvanın
derisinden ve yününden veya kılından yararlanılır. Çünkü deriyi tabaklamakla,
kılları, tırnak ve boynuzları yıkamak suretiyle temizlemek mümkündür.
Bu konuda istidlale
kaynak teşkil eden hadîsler şunlardır:
İbn Abbas (r.a.)'dan
yapılan rivayete göre, ezvac-ı tahirattan Meymune (r.a.)'nm cariyesine (veya
kölesine) bir koyun tasadduk edilmişti. Çok geçmeden o koyun oluverdi. Bu arada
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz o koyunun yanından geçti ve: «Derisini alsaydımz
ya, onu tabaklayıp yararlanırdınız?!» buyurdu. Onlar da: «Doğrusu o koyun
ölüdür...» dediler Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurdu: «Onun ancak (etinin) yenmesi haramdır...» [229]
Ahmed b. Hanbel'in
rivayet ettiğinde ise şu lâfızlara yer verilmiştir : «Hz. Meymune'ye ait, eve
kendiliğinden gelen bir koyun oluverdi. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz: Onun derisinden istifade etseniz ya, onu tabaklasaydınız ya! Çünkü
gerçekten tabaklamak onun temizliğidir!» buyurdu.[230]
Bu anlatımda
tabaklama, o deride, şer'î boğazlamanın yaptığını yapar hususuna tenbîh vardır.
Ahmed ve Dârekutnî'nin
yaptıkları bir rivayette ise şöyle de-ıilmiştir: «O deriyi su ve karez
(sahtiyan dibağat edilen keskin bir bitki yaprağı) temizler.»
Dârekutnî bunu
başkasıyla birlikte rivayet ederek
şöyle demiştir: «Bunlar sahih
isnâdlardır...»
Hadîs-i Şeriflerin
açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- İster
şer'î boğazlamayla öldürülmüş olsun,
isterse kendiliğinden ölmüş bulunsun, eti yenen ve yenmiyen hayvanların derileri
tabaklanmakla temizlenir.
2-
Müctehidlerden kimine göre, domuz, köpek ve bu ikisinin birleşmesinden meydana
gelen hayvan bu genellemenin dışındadır.
3- Eti yenen
bir hayvanın şer'î kesme dışında başka bir sebeple ölmesiyle eti haram olur
yenilmez; ama kılı, yünü, boynuz ve tırnağı belirtilen şekilde temizlenirse,
temiz sayılır ve istifade edilir. Kemiklerini de buna katanlar var.
Müctehid imamların ve
diğer ilim adamlarının bu hadîslerin ışığı altında ortaya koydukları ictihad,
istinbat, istidlal, yorum ve görüşleri ise şöyledir:
a) İmam Şafiî'ye göre, domuz, köpek ve bu
ikisinin birleşmesinden meydana gelen hayvan
dışında diğer bütün hayvanların —eti yenilsin, yenilmesin— derileri
tabaklanmakla temizlenir. Domuz hakkında Kur'ân'da «r i c s » tabiri kullanılmıştır, onun hiçbir şeyi temizlenemez. Köpek de ona
kıyas edilir.
Nitekim Hz. Ali (r.a.)
ile îbn Mes'ud (r.a.)'dan da bu anlamda sahih rivayetler yapılmıştır.
b) İmam
Ahmed b. Hanbel'e göre, hiçbir deri dibağatla temizlenmez, Ancak tabaklanan
bir deri kuru maddeler için kullanılabilir.[231]
Bu aynı zamanda Ömer
b. Hattab'm Cr.a.), oğlu Abdullah'ın (r.a.) ve Hz. Ayşe (r.a.)'nın kavlidir. İmam Mâlik'den bu
anlamda
bir rivayet
yapılmıştır. Ahmed b. Hanbel bu hususta altı muhad-disin rivayet ettiği şu
hadîsle istidlal etmiştir: «Ölen hayvanın ne derisinden, ne de sinirlerinden yararlanın!» [232]
Aynı zamanda bu
hadîsin Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in vefatından bir ay önce söylendiği
tesbit edilmiştir.[233]
Bu tesbiti inceleyip
istidlale mesned olmayacağını iddia edenler ise şu cevabı vermişlerdir: «Sözü
edilen hadîs ızdırab ve irsal ile mualleldir, o bakımdan sahih hadîsleri nasha
yeterli değildir.[234].
Sözü edilen bu görüşün
ötesinde, tabaklamanın deriyi temizleyici olduğuna dair birçok sahih hadîsler
rivayet edilmiş, bunların 15'e ulaştığı ve İbn Abbas (r.a.)'dan iki hadîs
rivayet edildiği tesbit
edilmiştir.
c) İmam
Evzâi'ye göre, tabaklama ile sadece eti yenen hayvanların derisi temizlenir,
başkası değil. İbn Mübarek, Ebû Sevr ve İshak b. Râhûye de aynı
ictihaddadırlar. Onların bu husustaki de-lîli, dibağatm şer'î kesme gibi
temizleyici olduğu hakkındaki rivayettir.
Şer'î boğazlama dışında kesilen veya ölen bir hayvanı yemek nasıl
haramsa, eti yenmiyen bir hayvanın derisi de öylece haramdır, temizlenmez.
d) İmam Ebû
Hanîfe'ye göre, domuz dışında diğer bütün hayvanların derisi dibağatla
temizlenir. - O, bu husustaki sahih hadîslerle istidlal etmiştir ki, konunun
başında onları nakletmiş bulunuyoruz.
e) İmam
Mâlik'e göre, aslında dibağat
temizleyici değildir. Bununla beraber derinin dış kısmını temiz yapar,
iç kısmım değil. Böyle deriler ancak kuru maddeler için kullanılır.[235]
ilim adamlarına göre,
bu görüş bir açıklamadır ama dayanak arak sıhhatli bir: delile müstenid
değildir.
f) Başta
Dâvud olmak üzere Zahirî imamlarına göre, domuz i köpek dahil olmak üzere bütün
hayvanların derisi hem üstü hem İ itibariyle tabaklanmak suretiyle temizlenir.
Çünkü onlara göre, L konuda rivayet edilen sahih hadislerde böyle bir tefrik
yapılmamıştır. Oysa domuz Kur'ân'm açık beyanıyla «rics» kabul edil-Liştir.
Hiçbir hadîs mensûh olmayan bu âyetin hükmünü aşamaz.
İmam Zührî'ye göre,
her deriden, dibağat edilmese bile yararlan-ıak caizdir, Bu derileri hem sıvı
şeylerde, hem kuru nesnelerde kul-Lnmakta bir sakınca yoktur.
Anlaşılan îmam Zührî dibâğatle
ilgili sahih hadîslerden haber-Lzdir. Aynı zamanda onun bu görüşü icma'a da
ters düşmektedir.[236]
Konuyla ilgili diğer
hadîsler ve tahliller -.
Birkaç adam (ölü)
merkebi yerden sürükler gibi (ölü) bir kodunu sürükleyip götürüyorlarken
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in ya-ımdan geçtiler. Efendimiz onlara: «Derisini
alsaydımz ya!» buyur-lu. Onlar da: «Doğrusu bu ölüdür» dediler. Bunun üzerine
Peygamberimiz (a.s.), «onu su ile kar az (dibağatte kullanılan bir Ditki) temizler»
buyurdu.[237]
Katade'nin Seleme'den
yaptığı rivayette ise, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Derinin
tabaklanması onun Işer'î) kesilmesidir.»[238]
Ahmed b. Hanbel'in Ibn
Huzeyme, Hâkim ve Beyhâki'nin çıkardıkları rivayette deniliyor ki: Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz, bir tulumdan abdest almak istedi. Onun ölmüş bir hayvanın
derisi olduğu söylendi. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz. «Tabaklanması
onun murdarlığını veya pisliğini giderir» buyurdu. Hâkim ,ile Beyhâkî bu
hadîsin sahih olduğunu söylemişlerdir.
Nesâî, İbn Hibbân,
Taberânî' Darekutnî ve Beyhakî'nin rivayet ettikleri hadîste, «ölü hayvanın derisinin tabaklanması onu
temizler.»
Ahmed b. Hanbel'in
rivayetinde ise, aynı hadîs şu lâfızla nakledilmiştir: «Şüphesiz ki, derinin
tabaklanması onun temizleyicisi-dir.»[239]
Hicrî üçüncü asırda
yetişen ünlü muhaddîs ve fakih Ebu Cafer el-Ezdî et-Tahavî,
konuyla ilgili yirminin üstünde
hadîs toplayıp nakletmiştir. Bunlardan
altı tanesi ölü hayvanın hiçbir şeyinden
yararlanüamıyacağma, onbeş tanesi, ölü
hayvanın derisinin diba-ğatle temizleneceğine dairdir.
Adı geçen, dibağatin
temizleyici olduğunu savunurken diyor ki: «Şayet biri, dibağatin temizleyici
olması, ölü hayvanın haram kılınmasıyla ilgili inen hükümden öncedir, derse ona
hüccet olarak şu cevabı veririz; Sözü edilen hadîsler, ölü hayvanın eti haram
kılındıktan sonraya rastlar. Nitekim Hz. Şevde bint Zam'â'nm ölen koyunu
hakkında Resûlüllah'm (a.s.) «O'nun derisini alsaydımz ya! buyurması ve Hz.
Sevde'nin, «ölen bir koyunun derisini mi alalım?» diyerek hayretini izhar
etmesi üzerine Peygamber (A.S.), Efendimiz, ona Allah ancak şöyle buyurmuştur :
«De ki, bana vah-yolunanda ölü, akıtılmış kan, domuz eti -ki o murdardır- ilâhî
sının aşıp günah işleyerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan gayrisinin
yiyecek olarak bir kimseye haram kıhndığıyla ilgili (bir emir, bir belge)
bulamıyorum...»[240]
deyip âyeti okuduktan sonra şunu ilâve etmesi:
«Artık gerçekten onu
tabaklayıp istifade etmenizde hiçbir sakınca yoktur.»[241]
Bu uyarı üzerine Hz.
Şevde (R,A.) diyor ki : O koyuna bir kimse gönderip derisini yüzdürdüm ve
dibağat yaptırdım, sonra da ondan bir su kırbası edindim ve delininceye kadar
kullandım.»[242]. Böylece sözü edilen
olay, ölü hayvan derisinin dibâğatle temizleneceği hakkında vârid olan
hadîslerin ilgili tanrım âyetinden sonra söylendiğini açıkça göstermektedir, [243]
Eti yenen ve yenmeyen,
ölü veya şer'î şekilde kesilen hayvanların derilerinin dibağatle
temizleneceğine dair ve temizlenmiyeceği-le ilgili rivayetlerin geniş tahlilini
Zeylâi (H. 162-M, 1360) Nasbu'r-râye adlı eserinde yapmıştır. Geniş bilgi
edinmek isteyenlere adı geçen eserin 1/116-122. sahifelerine bakmalarını
tavsiye ederiz. [244]
1- İmam Ebû
Hanife'ye göre, domuz dışında diğer bütün hayvanların derisi dibağatle
temizlenir.
2- İmanı
Şafii'ye göre, domuz, köpek ve ikisinin birleşmesinden meydana gelen melez
dışında diğer bütün hayvanların derisi
dibağatle temizlenir.
3- İmam Ahmed b. Hanbel'e göre, hiçbir deri
dibağatla temizlenmez; ancak tabaklanan bir deri kuru maddeler için
kullanılabilir.
4- İmam
Mâlik'e göre, dibağat temizleyici değildir. Bununla beraber derinin dış kısmını temizler,
iç kısmını değil. O bakımdan tabaklanan deri ancak kuru maddeler için
kullanılabilir.[245]
5- Sonuç
olarak, bütün mezheplerin ictihad ve istidlalleri dikkate alındığında, domuz
dışında diğer hayvanların, —ölü olsun, eti
yensin, yenmesin, şer'î şekilde boğazlansın, boğazlanmasın— hepsinin
derisi dibağatla temizlenir.
6- Sözü
edilen hayvanların kılı, yünü, boynuzu ve tırnağı, iyice yıkandığı takdirde
temiz kabul edilir ve istifade edilmesinde bir sakınca yoktur. [246]
Günümüzün gelişen
teknik imkânları ve kimyacılığın gelişmesi karşısında dibağat (tabaklama) en
modern ve mükemmel şekilde yapılmakta, deriye yapışık bulunan et, yağ ve
benzeri şeyler en uygun biçimde temizlenmektedir.
Müctehid imamlar
zamanındaki imkânlar bu ölçüde değildi. Şap, karaz denilen bitki yaprağından,
mazı kozalağından yararla-
narak yapılırdı. Amaç
derideki yağ ve benzeri fazlalıkları giderip rutubetini almak ve kokmasını
önlemektir.
a)
Hanefî'lere göre, tabaklama iki türlü yapılır ki, derinin temizlenmesi her
ikisiyle de mümkündür: Birincisi hakikî dibağat ki şap veya karaz yaprağıyla;
ikincisi hükmî ki, toprakla veya güneş ve hava ile kurutmakla gerçekleşir.
b) Şâfiîlere
göre, tabaklamanın herhalde keskin yakıcı maddelerle yapılması,
derideki rutubetin ve fazlalıkların iyice
gideril-, mesi gerekir.[247]
Şer'î kesme, ancak eti
yenen hayvanların etinin yenmesini sağlar, Eti yenmiyen hayvanların etini
helâl kılmaz. Tabii bu hususta et ile deri, boynuz, tırnak ve kılı ayırd etmek
gerekir. Eti yenmeyen hayvanların derisinden boynuz ve tırnağından, bir de
kılından istifade etmek mubahtır; yeter ki, bunlar iyice yıkanıp temizlenmiş
olsun...
Bu hususta hükme
mesned kabul edilen hadîsler: Seleme b. el-Ekva' (r.a.) 'den yapılan rivayette demiştir ki:
«Hayberin kendilerine
fethedüdiği günün akşamı (ashabı kiram) birçok ateşler yaktılar. Bunun üzerine
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz sordu: «Bu ateş nedir, ne için yakıyorsunuz?»
Onlar da: «Et pişirmek için...» diye cevap verdiler. Resûlüllah (a.s.), «hangi
et için?» diye sorunca, «evcil eşeklerin eti için...» dediler. Resûlüllah
(a.s.î Efendimiz onlara şöyle emretti: «onu dökünüz ve (kabını) kırınız!»
Bu emir üzerine bir
adam dedi ki: «Ya Resûlellah! onu döküp kabı yıkasak ya!» Resûlüllah (a.s.) «o
da (olur) ya...» buyurdu. Diğer bir rivayette, «yıkayın» dedi.[248]
Enes (r.a.)'den
yapılan rivayette şöyle demiştir: «Evcil eşek etinden bize de (bir miktar)
isabet etti, yani Hayber'in fethedildiği gün. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in çağrıcısı şöyle seslendi: «Şüphesiz ki Allah ve Resulü sizi eşek
etinden men'ediyor, (onu size yasaklıyor); çünkü gerçekten o rica (murdar)dır
veya necistir.»[249]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Hayber'in
fethine kadar, m u t' a nikâhı mubah olduğu gibi, evcil eşeğin de eti helâl
idi. Hayber fethedildiği günün akşamı, evcil eşek eti Resûlüllah'm sünnetiyle
haram kılındı.
2- Haram
bir etin konulduğu veya kaynatıldığı, pişirildiği kaptaki nesneyi döktükten sonra
onu iyice yıkayıp temizlemek gerekir.
3- Bundan
anlaşılan ve ilgili hadîslerden elde
edilen sonuca göre, yabani eşeğin eti helâldir.
4- Eti haram
olan bir hayvanın sütü de haramdır.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ihticac, istinbat, istidlal ve görüşleri:
a) Ebû Cafer
et-Tahavî'ye göre (H. 229 - M.843) bu konuda kıyasın yeri yoktur, şöyle ki:
Ehlî olan bir hayvanın eti haramsa, aynı hayvanın yabanî olanının da eti
haramdır. Böylece evcil eşeğin etinin de helâl olması gerekirdi. Nitekim yabani
domuzun eti haram olduğu gibi, evcil domuzun da eti haramdır. Ama Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'den sarih ve sahih olarak gelen bir haber bu tür bir kıyasa
yer vermez, o, uyulmaya evlâdır.[250]
bî Ebû Hanîfe ile iki
talebesi İmam Ebû Yusuf ile İmam Mu-hammed'e göre de evcil eşeğin eti ve sütü
haramdır.[251]
c) Şâfiîlere
göre, evcil eşeğin eti helâl değildir. Çünkü Buharî ve Müslim'in rivayet ettikleri
hadîsle yasaklanmıştır[252] İmam Şafiî, Hz. Ali'den rivayet edilen
hadisle istidlal edip yabani eşeğin etinin helâl olduğunu söylemiştir[253]
d)
Hanbelîlere göre, Reslüllah'm
(A.S.) sünnetiyle haram kılman
hayvanlardan biri de evcil eşektir.[254]
Bunun gibi (evcil) eşeklerin sütü de
haramdır.[255]
e) İmam Mâlik'e1 göre, at, katır ve (ehli)
eşek eti yenilmez. Çünkü Allah,
Kur'ân'da : «Binesinız diye at, katır ve merkebi birer süs olarak yaratmıştır.»[256]. «O
Allah ki, bir kısmına binmeniz, bir kısmının etinden yemeniz için davarları
sizin için yarattı.»[257]
buyurmuştur. Böylece O, at, katır ve
eşeği binek ve zînet olmak üzere, davarları da binek ve yemek için yarattığım
belirtmiştir. (O halde bu üç evcil hayvanın eti yenilmez).[258].
Konuyla ilgili diğer
hadîsler, rivayetler ve tahliller :
Cabir h. Abdülah (r.a.)'den yapılan rivayette deniliyor ki:
«Ashab-ı kiram Hayber
gününde eşek, katır ve at kesmişlerdi. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz onları eşek ve katır (eti yemek) den men'etti! at (etin) den men'etmedi.»[259]
Hz. AH (r.a.) 'den yapılan rivayette, demiştir ki:
«Şüphesiz ki,
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz Hayber (in fethedildiği) günü kadınlarla mut'a
şekilde (muvakkat nikâhla) evlenmeyi ve bir de evcil eşek etini yemeği
yasakladı.» [260]
Ancak Buharî'de «Hayber yılında», «Hayber zamanında* gibi .âfızlar
geçmektedir.
Bu sahîh hadîslerin
karşısında tam aksine bir hüküm ifade eden şu hadîs rivayet edilmiştir-.
Gâlib b. Ebcer'den
yapılan rivayette, demiştir ki:
«Kıtlık bize dokundu
(bulunduğumuz yerde kıtlık başgösterdi.) Malımdan çoluk çocuğuma yedireceğim
hiçbir şey yoktu, sadece eşekler bulunuyordu. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ise,
evcil eşeklerin etini haram kılmış idi. Bunun üzerine kalkıp geldim ve dedim
ki; «Ya Resûlellah! Bize kıtlık dokundu; yanımda çoluk çocuğuma semiz eşekten
başka yedireceğim bir şey yoktur. Siz ise evcil eşek etini haram kılmış
bulunuyorsunuz.» Buyurdu ki: «Çoluk çocuğuna eşeklerinden semiz olanı yedir;
ben onları ancak köy ke-; normdaki pisliklerden dolayı haram kıldım!»
Bu hadîsin isnadında
hayli farklı tesbitler ve farklı lafızlar bu-lunuyordur: Kimi «Ubeyd
Ebû'1-Hasen'den rivayetle», kimi «Ubeyd b. Hasan'dan» demekle, kimi «Abdullah
b. Ma'kal'den...», kimi Ab-durrahman b. Ma'kal'den», kimi «îbn Ma'kal Galib b.
Ebcer'den...», : kimi «Galib b. Zerîh'den...» kimi, «Galib b. Zeyh'den»
diyerek, kimi, «Müzeyne'den bazı adamlardan» ifadesini kullanarak rivayet etmiştir.
Kimi, Müzeyne'den bir adam, kimi de iki adam Peygamber (A.S.) Efendimiz'e
geldi, demiştir.
Bütün bu farklı tesbit
ve rivayetler Taberânî'nin el-Mu'cem'in-de ve İbn Ebî Şeybe'nin
el-Musannef'inde zikredilmiştir.
Aynı farklı durum
hadîsin lâfızmda da görülmektedir. : Kimi, «Malın semizinden ye ve ehline
yedir.» diye, kimi «Malın semizini ye» diye, kimi «Çoluk çocuğuna malın
semizinden yedir »diye rivayet etmiştir.
Bundan dolayı Beyhakî
el-Ma'rife'de, Gâlib b. Ebcer'in isnadı sahih de olsa muzdariptir; ona ancak
zaruret halinde ruhsat verilmiştir. Çünkü zarurî hallerde ölü hayvan eti bile
mubah, demiştir.
Sonuç olarak Câbir
(R.A.)'dan rivayet edilen hadîs, Halid'den rivayet edilene muarızdır. Tercih,
evcil eşeğin etinin haram olmasıdır. Çünkü Câbir'in hadîsi sahîh, Hâlid'in
hadîsi gerek isnad, gerekse metin yönünden üzerinde konuşulan, tenkide kapı
açan bir muhtevadadır.[261]
1- Evcil
eşeğin eti haramdır.
2- Evcil
eşeğin sütü, onun etine kıyasla haramdır.
3- Haram
bir etin pişirildiği kap murdar olur,
temizlenmesi için iyice yıkanması gerekir.
4- Zarurî
hallerde, ölüm tehlikesi baş gösterdiğinde ölmeyecek kadar haram gıdadan
yenilmesi mubahtır. [262]
Daha önce de
belirttiğimiz gibi, îslâm Dini, kitabıyla, sünnetiy-le, icmaıyla lüks ve
konforun karşısmdadır. Meskende, mâbedde sadeliğe önem veren, insanın bir süs
eşyası olarak yaratılmadığım bildiren bir hayat nizamıdır. Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz, Mekke döneminin o fırtınalı günlerinde, ekonomik abluka altında
neler giyip, neler yediyse, Medine'ye hicret edip İslâm Devleti'nin temelini
atıp ilk yazılı anayasayı ortaya koyduğunda ve fütuhata girişip Arap
Yarımadası'nı dize getirdikten sonra da aynı şeyleri, aynı sadelik içinde giydi
ve yedi. Evi sade, mescidi sade, giyim ve kuşamı da sade idi. Lükse asla
iltifat etmedi, kısa ömür içinde insanoğlunun yapacağı, başaracağı çok daha
önemli şeylerin bulunduğunu söyleyerek 63 yıllık hayatını yüce dâvaların,
kutsal değerlerin gerçekleşmesine, insanları kardeş yapıp dünyaya sulh ve
sükûn getirmeye yöneltti. Allah'a imândan büyük devlet, kulluktan daha şerefli
makam ve servet, insanlığa Allah rızası için hizmetten daha iyi niyet
olmayacağım ilân etti.
O bakımdan insanı
lüzumsuz oyalayan, hayatı amacından saptıran, kadını bir süs veya seks aracı
haline getiren her türlü lüks ve aşırılığı yasakladı; insan olmanın ciddiyet,
kudsiyet ve vakarına yakışanı emretti.
Bu cümleden olmak
üzere altın ve gümüş kapların kullanılmasını haram kılıp komşular, toplumlar
ve aileler arasında bu tür yarışmayı günâh saydı. Evde bir hatıra veya
dolapta, büfede bir süs eşyası olarak konulmasını bile kınadı.
Ashab-ı Kiram'dan
Huzayfe tr.a.)'den yapılan rivayette,
diyor iki:
«Resülüllah (a.s.î
Efendimiz'den işittim, buyurdu ki: İpek
ve dîbac (dallı çiçekli kalınca
ipek kumaş) giymeyin; altın ve gümüş
kaplarda içmeyin? altın ve gümüş çanaklarda yemek yemeyin. Çünkü gerçekten
bunlar Dünya'da (o inkarcı) olanlar içindir, Âhiret'-i te de sizin
içindir.»[263]
Ümmu Seleme (r.a;)dan
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Doğrusu o
kimse ki gümüş kapta (su veya başka bir meşrubat) içer, o ancak karnında
Cehennem ateşini lıkırdatır.»[264]
Müslim'in rivayetinde
ise şöyledir: «O kimse ki altun ve gümüş kapta yer ve içer...»
Hz. Ayşe (r.a.)'dan
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur; «O kimse ki
gümüş kapta içer, sanki karnında ateş lıkırdatır.»[265]
Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- İpek ve
bol miktarda ipek karışımı dallı çiçekli kumaş erkeklere haramdır. Kadınlara
ise, aşın gitmedikleri takdirde helâl-çhr. Çünkü diğer bir hadîste Resülüllah
(a.s.) Efendimiz bu tahrî-bün erkeklere has olduğunu şöyle açıklamıştır: «İpek
elbise ve altun ümmetimin erkeklerine
haram kılınmıştır.»[266]
2- Altun
eşya kullanmak erkeklere haram kılınmıştır. Altun yüzük, altun kolye, altun
saat bu cümledendi.
3- Altun ve
gümüş kaplardan su içmek, meşrubat içmek için altun ve gümüş bardak
kullanmak kadın, erkek her müslümana
haram kılınmıştır.
4- Altun ve
gümüş kaplarda yemek yemek de kadın ve erkeklere haram kılınmıştır.
5- İpek,
dîbac, altın ve gümüş gibi süs eşyasını giyim, kuşam olarak kullanmak,
bunlardan ev ve sokak elbisesi edinmek erkeklere haram kılınmıştır. Kadınların zînetlerini ve süs yerlerini teşhir
etmemek şartiyle kullanmalarına ruhsat verilmiştir.
6- İpek ve
dîbac gibi nadide kumaşlardan elbise giyinmek; altun ve gümüş kaplarda yemek
yemek, ,su içmek ve bunlardan günlük yaşamlarında erkeklerin süs eşyası olarak
üzerlerinde kullanması, daha çok Âhiret'te nasibi olmayan, Dünya hayatını tek
amaç olarak seçen inkarcılara yakışır. İkinci hayatı kabul etmeyip sadece
Dünya hayatının bütün nimetlerinden fütursuzca yararlanmak isteyenler için bu
gibi lüks eşya ne güzel şey! Ahiret'e inanıp Dünya hayatının ona bir hazırlık
dönemi olduğuna inanan mü'minler için ne fena şey!..
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ictihad, istinbat ve görüşleri :
Bilindiği gibi, eşyada
aslolan taharettir. Sağlığa, aile düzenine sosyal yapıya, birlik ve beraberlik
prensiplerine zararlı görülen şeyler sâri' tarafından haram veya mekruh
sayılmıştır. Altun, gümüş, ipek ve dibâc da öyle...
a)
Hanefîlere göre, altun ve gümüşten mamul kapları kullanmak hem erkeklere, hem
kadınlara haramdır. Bunun sebebi açıktır:
bce altun ve gümüş
aynı zamanda İslâm'da nakit para olarak da [ulandırdı. Fakir, zengin, köylü,
kentli hemen herkes bu iki made-\ yakından tanır ve bilirdi. Ayrıca kötü niyet
sahiplerinin dikka-bi çeker, hırsızlık ve soysuzluğa yol açar. Fakirle zengin
arasm-kki mesafeyi genişletir. Çünkü onlar zaruri ihtiyaçlarım güçlük-ir içinde
karşılarken ve toprak, bakır kaplar kullanırken, zengin-irin altun ve gümüş
kaplar kullanması doğru olmaz. Aynı zaman-a bu iki madeni sözü edilen yerlerde
kullanmakta aşın bir israf pz konusudur.
Bu ve benzeri
nedenlerle İslâm Dini, altundan ve gümüşten malul kap, çatal, kaşık, bardak ve
benzeri eşyanın günlük işlerde kul-bnlmasını haram kılmıştır.
Günlük işlerde
kullanmamak şartıyla evde süs eşyası —aşırı İmamak şartıyla— bulundurmak
mubahtır. Ama bunlarla kendi eviyelerinden dünyalıkça aşağı olanlara karşı bir
üstünlük taslatıyor, gurura, böbürlenmeye vesile oluyorsa o takdirde
mekruhtur.[267]
Mushaf'ın cilt
kapağını altun ve gümüşle süslemek mubahtır. ^ma iç yapraklarını altunla
süslemek veya onunla yazmak, bazı mamlarca mekruh görülmüştür.
Düşen veya çürüyen
dişin yerine altın veya gümüşten diş yap-ınp takmak caizdir. Bunun gibi burnu
kopan kimsenin de bu iki nadenden biriyle burun yaptırıp takmasında bir sakınca
görülme-niştir. Ayrıca iki dirhem (6.4 gr.) ağırlıkta gümüş yüzük kullan-nak
sünnettir. Bundan fazla ağır olursa, ıenzîhen mekruhtur.[268]
Şafülere göre :
b) Altun ve
gümüş dışında diğer temiz kapları kullanmak helâldir. Altun ve gümüşten mamul
kap kullanmak ise haramdır. Bunun gibi altun ve gümüşten mamul kap, (kaşık,
çatal, bardak ve benzeri eşya) edinmek
de en sahih kavle göre haramdır.
Altun ve gümüş ile
yaldızlanan kaplan (ve benzeri eşyayı) kullanmak helâldir. Yakut gibi kıymetli
maden ve taşlardan yapılan kapları kullanmak mubahtır. (Lükse ve böbürlenmeye
vasıta kümmadıkça böyledir).
Süslenmek için altun
ve gümüşle büyük çapta yamanan kap4 lan kullanmak da haram kabul edilmiştir.
Küçük çapta olup ihtij yaca mebni yamamışsa, onu kullanmak helâldir, sahih kavi
de bu-î dur...
Kaplarda kullanılan
kısmın yaması, yine en sahih kavle göre' diğer yerleri gibidir. Şerefüddin
Yayha Nevevi'ye göre ise, altun yama az olsun çok olsun mutlaka haramdır. Allah
daha iyisini bif lir. [269]
c)
Hanbelîlere göre, altun ve gümüş kap edinmek hem err keklere, hem kadınlara
haramdır. Kap altun ve gümüşten değil de bunlardan biriyle yamanmış ve
ekseriyetini altun ve gümüş oluşturmuşsa, öylesini de yeme ve içme hususunda
kullanmak haramadır,
Yamanan kabın gümüşü
az olursa, ihtiyaç için kullanılması mubahtır. Bazısına göre, ihtiyaç olmasa
bile mubahtır. Yamanan kabın azı altun olursa ancak zaruri hallerde
kullanılması mubahtır. ,
Altun ve gümüş
kaplarda yemek yemek, bir şeyler içmek vb diğer (günlük)
işlerde kullanmak haramdır.[270]
Ayrıca Hanbelîlere
göre, gümüş yüzük erkeklerce kullanılabilir. Altun yüzük onlara kesinlikle
haramdır. Yüzüğün taşının altın olmasına cevaz verenler olmuştur. [271] ;
d) Mâlikîler
ise, Umnıu Seleme'den (r.a.) yapılan şu rivayetle istidlal ederek gümüş
kaptan (bir şeyler) içilmesini haram saymışlardır
«Gümüş kaptan içen
kimse karnında ancak Cehennem ateşini lıkırdatır.» [272]
Hadîs âlimlerinden
Yahya diyor ki: Mâlik'den işittim, şöyle diyordu : «Doğrusu ben oğlan
çocuklarının altundan bir şey giyinmelerini (taknımaiannı) mekruh görüyorum.
Çünkü Resülüllah'ın (a.s.) altun yüzük
takınmayı men'ettiği haberi bana ulaşmış bulu-
uyordur. O bakımdan
ben altunu büyük-küçük olsun her erkeğe Lekrûh sayıyorum.»[273].
Bu mezhebe göre,
kılıç, kama ve benzeri silâhı altun veya gü-ıüşle işlemek mekruh değildir.
Bunun gibi, diğer silâhlar hakkm-a kıyas yoluyla aynı hüküm câridir.[274]
Konuyla ilgili; diğer
hadîsler ve tahliller :
Müslimin rivayetinde :
«Kim altun veya gümüş kapta içerse..,»
neâlindedir ki, burada
sadece su veya başka bir meşrubat içmek 3öz konusudur. Müslim'in ikinci
rivayetinde ise, «O kimse ki, altun ve gümüş kapta yer ve içerse..» mealinde
olup yeme ve içme konu
edilmiştir. Buharı ise
yemeği ve altunu zikretmeyip sadece gümüş kapta... şeklinde rivayet etmiştir.
Böylece belirtilen
sahih hadisler, Buharı' Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî' İbn Mâce ve Nesâî'nin Hz.
Huzayfe (r.a.)'den rivayet ettikleri ve konumuzun başında naklettiğimiz
hadîsle bütünleşmekte, her türlü şüphe ve tereddüdü kaldırmaktadır.
Bununla beraber Zahirî
imamı Dâvud, sadece bu kaplardan su içmenin haram olduğunu, yemek yemenin haram
olmadığını söylemiştir. Oysa sahih hadîsler onun bu ictihad ve görüşünü
reddetmektedir. Kuvvetli bir ihtimalle sözü edilen hadîsler ona kadar ulaşmamıştır.
Nitekim İmam Nevevî diyor ki: Altın veya gümüş kapta yemenin, içmenin ve bu
kapları kullanmanın tahrîmi bi'1-icmâ' sabit I olmuştur. Ancak Dâvud'dan
yapılan bir rivayet bunun dışındadır, ! o sadece bu kaplarda (bir şeyler)
içmeyi haram kabul etmiştir ki i herhalde yemek yemenin tahrîmiyle
ilgili hadîs ona ulaşmamıştır.
İmam Şafiî de «kavl-i
kadîm»inde yalnız bu kaplarda bir şeyler : içmenin tahrîmine kail olmuş, sonra
bu içtihadından dönüp sahih | hadîslerin doğrultusunda bunlardan yemek yemenin
de haram ol-i duğunu, diğer günlük
şeylerde kullanmanın da aym hüküm kap-! samına girdiğini «kavl-i cedîd»'inde
belirtmiştir. İmam Şafiî, Altun ve gümüş kapta abdest almak, bir şey yiyip
içmek (tahrimen) mekruhtur derken
o suyun veya yiyeceğin haram olmadığını, ancak o fiilin haram olduğunu
belirtmiştir.[275]
1- Altın ve
gümüş kap, kaşık, çatal, bardak ve benzeri şeyler kullanmak haramdır. Bu
hükümde erkek ve kadın eşittir.
2- Altın ve
gümüş dışında diğer madenlerden imal edilen kapları kullanmakta —sağlığı
bozucu bir yanı yoksa— sakınca görülmemiştir.
3- Altın ve
gümüşten imal edilen kap ve benzeri eşyayı günlük işlerde, yeme ve içme dışında
da kullanmak haramdır.
4- Aşırı
olmamak kaydıyla evlerde süs eşyası olarak bulundurmakta bir beis
görülmemiştir. Nitekim Enes (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in üsküresi kırılınca kırık yerine gümüş zencir (veya tel) den bir parça konulup tesbit
edildi.[276]
Âsim el-Ahvel'den
yapılan rivayette diyor ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in üsküresini Enes'in
yanında gördüm, üzerinde gümüşten bir yama bulunuyordu.[277].
(Bu, İmam Ebû Hanîfe'nin kavlidir.)
5- Süs eşyası olarak altun erkeklere haram,
kadınlara helâl kılınmıştır.
6- İpek ve
dîbac erkeklere haram, kadınlara helâl kılınmıştır.
7-
Peygamber (A.S.) Efendimiz'in bakırdan
mamul bir leğendeki su ile abdest aldığını Abdullah b. Zeyd (R.A.) şöyle
rivayet etmiştir :
Resûlüllah (A.S.l
Efendimiz bize geldi. Ona ağzı büyükçe bakır bir kap çıkardık, abdest aldı.»[278]
Hz. Zeyneb (R.A.) da
diyor ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bakır leğende abdest alırdı».., [279]
Müctehid. imamlar bu
hadîslerin ışığında, altun ve gümüş dışındaki diğer madenlerden, topraktan
imal edilen kaplarda yemek yemeyi, su içmeyi, abdest almayı ve günlük işlerde
kullanmayı mubah kabul etmişlerdir. Çünkü aksine bir delil sabit olmadıkça
eşyada aslolan taharettir. Kaldı ki Resûlüllah (A.S.) Efendimiz altun ve gümüş
dışındaki kaplan kullanmış ve kullananlara engel olmamıştır. [280]
tslâm Dini, insanın
ruhuyla, kalbiyle meşgul olduğu kadar mn bedeniyle de ilgilenir; sağlığını
tehdid eden şeyleri yasaklar; 1a sıhhat ve zindelik kazandıran şeyleri mubah
kılar. Böylece Lruyucu hekimliğe fazlasiyle önem verir.
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz, Allah'ın insanlığa son rahmet he-tyesi ve en son mesajının
tebliğatçısıdır. Allah'tan alır öyle konu-ar. Kendiliğinden bir hüküm koymaz,
kendi keyfine göre bir şeyi elâl veya mubah saymaz. O, onbeş asır önce bulaşıcı
hastalığa ne-en olan mikrop ve virüsleri, koli ve benzeri basilleri dikkate
ala-ak koruyucu hekimlikle ilgili yetmişin üstünde emir ve tavsiyede
iulunmuştur. Onlardan biri de, özellikle içinde yiyecek ve içecek lulunan
kapların ağzım kapalı tutmamızı emretmesidir.
O'nun bu emrini yansıtan
ve müctehid imamlar için istidlal :aynağı olan hadîsler şöyledir :
«Ashab-ı Kirâm'dan
Câbir b. Abdillah (R.A.Vdan yapılan
rivâ-rette, Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Gönden mamul su
kabının ağzını iple sıkıca bağla ve Allah'ın ismini an; kabın üzerine örtü ört,
Allah'ın ismini an, isterse bu örtmen onun üzerine bir çubuk koymanla olsun
(ihmal etme)!»[281]
Müslim'in yaptığı
rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur : «Kabı iyice örtün,
su kabının ağzım iyice bağlayın. Çünkü yılda öyle bir gece var M onda veba
(bulaşıcı hastalık yapan mikrop) iner de üzerinde Örtü (kapak) olmayan bir
kaba, ağzı sıkıca bağlı olmayan bir su kabına uğramaya görsün mutlaka onun içine
o vebadan iner (girer).»[282]
Hadis-i şeriflerin
açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Su ve
gıda maddesi konan kapların ağzını
örtmek sünnettir. Açık bırakmak mekruhtur.
2- Kapların
gerek ağzını örterken, gerek açarken Allah'ın ismini anmak, Bismillah demek
sünnettir.
3- Bulaşıcı
hastalık yapan veya insan sağlığını tehdîd eden şpylerden korunmaya çalışmak,
tedbir almak ve sonra da Allah'a güvenip dayanmak sünnettir.
4- Veba,
kelimesi, bulaşıcı hastalıkların genel adıdır. Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz, «yılda bir gece var ki, o gecede veba iner..»
buyurması, çok
anlamlıdır. Kadir gecesi ramazan ayında gizlendiği gibi, salgın hastalık yapan
mikropların hangi gece ineceği, kaplara gireceği belli değildir. O halde her
gece inebilir endişesiyle kapları iyice örtmek gerekir. Böylece Kadir Gecesi ne
kadar feyizli ve bereketli se, salgın hastalık yapan mikroplar da o nisbette
kırıcı, öldürücü ve yıkıcıdır.
5- İslâm
Dini ve Onun Peygamberi ondörtı onbeş asır önce salgın hastalık yapan, insan
sağlığını tehdid edip tehlikeye düşüren mikroplara, virüslere «veba» tabiriyle dikkatleri çekmiştir.
Müctehid imamların ve
diğer ilim adamlarının istidlal ve görüşleri :
a) Müctehid
imamların hepsi içinde yiyecek ve içecek bulunan, kapların örtülü tutulmasını,
özellikle geceleri açık tutulmama-sını sünnet kabul etmişler; ancak onlardan az
bir kısmı bunu müs-tehab olarak
vasıflandırmışlardır,
.
b) İlim
adamlarımızın hemen hepsi Resûlüllah
(a,s.) Efendimiz'in uyarıcı ve
öğütleyici hadislerinin ışığı altında koruyucu he-
kimliğin bazan sünnet,
bazı hallerde vâcib, bazı hallerde farz, bazı allerde de müstehab olduğunu
söylemişlerdir.
Salgın hastalık
tehlikesi doğuran veya ölüme sebep olan tehli-elere karşı korunmak farzdır.
Bunun dışında insan sağlığını kıs-ıen tehdîd edip ihmal edildiği takdirde
tehlikeli sonuçlar doğura-ilen konularda tedbir almak vâcibdir. Gusletmek,
abdest almak arzdır. Haftada hiç olmasa bir defa banyo yapmak, yemekten ön-e ve
sonra elleri iyice yıkamak sünnettir. Abdest alıp yatağa uzanmak müstehabdır.
Bu misalleri çoğaltmak
mümkündür, ne var ki kitabımızın hac-Lü müsait değildir. O bakımdan genel kaide
niteliğinde bazı misaller vermekle yetinmeyi uygun gördük.
Konuyla ilgili diğer
rivayetler ve tahliller -
«Kapını kilitle ve
Allah'ın ismini an. Çünkü gerçekten şeytan kilitli bir kapıyı açamaz.
(Yatarken) çıranı söndür ve Allah'ın ismini an. Kabının üzerini ört, isterse
üzerine koyacağın bir çubukla olsun (ihmal etme) ve Allah'ın ismini an. Su
kabının ağzını iyice bağla ve Allah'ın ismini an...»[283].
«Şüphesiz ki şeytan
hiçbir kilitli yeri açamaz, ağzı bağlı hiçbir su kabına giremez ve örtülü
hiçbir kabı açamaz. Ve gerçekten fa-sıkcık (fare, haşere ve mikrop) insanların
üzerine evlerini yakıp yakıp tutuştururlar!»[284].
Câbir (r.a.)'dan yapılan rivayette demiştir ki:
Resûlüllah (a.s.)
Efendimizle beraber bulunuyorduk. îçmek için su istedi. Oradakilerden bir adam,
«size hurma şırası içireyim mi?» diye sordu. O da : «evet» deyince adam bütün
gücüyle çıktı ve çok geçmeden içinde hurma şırası bulunan bir bardakla geldi...
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ona : «Üzerine koyacağın bir çubukla bile olsa onu
örtseydin ya!» buyurdu. [285].
Naklettiğimiz bu
hadîslerin sıhhati üzerinde tartışan olmamıştır. O bakımdan farklı görüş
ortaya koyan da pek yoktur.
Resülüüah (a.s.)
Efendimiz, koruyucu hekimlikte ümmetini aydınlatırken, konumuzu teşkil eden
hadîslerde özellikle üç şey üzerinde durmuştur:
1- îçinde
yiyecek veya su bulunan kapların ağzını örtülü bulundurmak.
2- Bir yere
gidildiğinde veya uykuya yatıldığmda kapıları kilitlemek.
3-
Lâmba, çıra ve benzeri şeyleri söndürüp öylece uyumak veya evden
ayrılmak.
Bu tedbirlerin
yanısıra bir de mânevi koruyucu vasıfta olan ikinci bir tedbiri telkin
etmiştir: Belirtilen hususlarda tedbir alırken Allah'ın ismini anmak(
Bismillah) demek... Allah'ın ismini anmak, koruyucu meleklerin gelmesini
sağlar. Bu da gösteriyor ki, biz Allah'ı hatırlayıp ondan yardım istediğimiz
takdirde, tedbir alıp kendisine yönelen kullarım rahmet melekleriyle korur. Ne
yazık ki, insanların çoğu Allah'ın bu yüksek inayet ve rahmetinin tezahüründen
haberi yoktur. [286]
İslâm, günlük
hayatımızın hemen her bölüm ve safhasıyla yakından ilgilidir. Sabahleyin
yataktan kalkıp akşam üzeri evimize dönünceye ve tekrar yatağımıza uzanmcaya
kadar bütün söz ve davranışlarımıza ışık tutar, yön verir ve bizi en iyiye, en
güzele, en doğruya çevirip yönlendirir.
Tabii ihtiyacımızı
gidermek için helaya bile girip çikmamızla ilgili adâb ve kurallar koymuş,
hemen her yerde ve her konuda Allah'ı hatırlamamızı, O'na güvenip sığınmamızı,
O'nun yardımını dilememizi emretmiştir. Çünkü varlık âleminde her şey insan
için, insan da Allah için yaratılmıştır. O, Allah'ın yeryüzünde halîfesi
kılınmış, ne yaparsa O'nun rızası doğrultusunda yapması emredilmiştir.
Helaya girip - çıkma
adâb ve ahkâmı bizi birçok mikroplardan, basillerden ve pisliklerden korumaya
yöneliktir. Koruyucu hekimlikle içiçedir.
Bütün bunlar şunu
gösteriyor: İslâm Dini, ondört asır önce ıedeniyetin, insanca yaşamanın,
sağlığı koruyup sıhhatli bir ömür örmenin; ilmin ve ahlâkın temelini atmış,
dünya milletlerine ön-ülûk ederek cehaleti boğmuştur.
Şimdi konumuza mesned
teşkil eden ve ilim adamlarının istidlalinin kaynağım oluşturan
hadîs-i şerifleri naklediyoruz:
Ashab-ı Kirâm'dan Enes
b. Mâlik (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah la.s.)
Efendimiz helaya girdiği zaman şöyle derdi: ALLAHÎM! Doğrusu ben hubs ve
habâis'ten sana sığınıyorum.»[287].
Said b. Mensur ise
kendi Sünen'inde şunu rivayet etmiştir:
«Resûlüllah (a.s.î
Kfendimis (Helaya girdiği zaman) şöyle derdi: BİSMİLLAH, ALLAH'IM! ŞÜPHESİZ Kİ
BEN HUBS VE HABAİSDEN SANA SIĞINIYORUM.[288]
Aişe (r.a.)'dan yapılan rivayette demiştir ki:
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz heladan çıkınca «Gufrâneke = Senin mağfiretini dilerim» derdi.»[289]
Bu istek, helada
bulunduğu sürece Allah'ı anamadığmın, zikirde bulunamadığının mahviyet ve ince
duygusunun tezahürü sayılır. .
îbn Huzeyme ve İbn
Hibbân bu hadîsin sahih olduğunu belirtmişlerdir.[290]
Yine Enes b. Mâlik
(R.A.) 'den yapılan rivayette, demiştir ki :
«Resûlüllah (A.S.Î
Efendimiz heladan çıktığı zaman şöyle derdi : BENDEN EZİYETİ GİDEREN VE BANA
AFİYET VEREN ALLAH'A HAMD OLSUN!»[291]
Bu hadîsin
râvilerinden Harun b. îshak'm güvenilir olduğunu Nesâî belirtmiştir.
Abdurrahman el-Muharibî'nin güvenilir olduğunu hem Nesâî, hem de îbn Maîn
tesbit etmişlerdir.
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz, tabii ihtiyacını giderdikten sonra, aldığı gıdalardan vücuda yararlı
olanının vücuda yayılmasını, yararlı olmayanının dışarı atılmasını sağlayan
Allah'a hamdederek her olayda, her şeyde O'nun yüksek kudretini, eşsiz sanatını
görmekteydi. Böylece gerçek mü'minin hemen her şeyde Allah'ın kudret ve azamet,
sanat ve latafet damgasını gören kimse olduğu ortaya çıkıyor. Çok mükemmel bir
plân ve programa göre vücut mekanizmasının çalıştığını idrak ederek Allah'a
hamdetmek kadar tabii ne olabilir?..
Hadîs-i şeriflerin
açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Helaya
girerken Allah'ın ismini anmak sünnettir.
2- Helaya
sol ayak atılarak girilir. Bu kimine göre sünnet, kimine göre müstehabdır.
3- Heladan
sağ ayak atılarak çıkılır. Bu da ya
sünnet veya müstehabdır.
4-
Helaya girilirken henüz avret
yerini açmadan, hubs ve habâis 'den
Allah'a sığınmak sünnettir.
5- Heladan
çıkıldığında, eziyeti giderip afiyet
veren Allah'a hamd etmek sünnettir.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların istidlal, ictihad ve görüşleri
a)
Hanefilere göre, helaya girerken sol ayağını atıp girer, çıkarken sağ ayağım
atıp çıkar. Helaya girmeden önce kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır. Şöyle ki:
içeri girmeden, avret yerini henüz açmadan ve taavvuzdan önce Allah'ın ismini
anar (Bismillah der). Sonra da hubs've habâis'den (her türlü murdarlıktan, cin
ve Şeytandan, mikrop ve hastalıktan)
Allah'a sığınırım, der.[292].
Yine Hanefi mezhebine
göre, Fetavâ-yı Hindiyye'de şöyle de-biliyor: «Helaya sol ayak atılarak
girilirken şöyle dua etmek müs-tehabdır: ALLAHIM! HUBS VE HABAİSDEN SANA
SIĞINIRIM. Heladan çıkarken şöyle duâ eder: HAMD OLSUN O ALLAH'A KÎ, BENDEN
BANA EZİYET VERENİ GİDERDİ VE BANA AFİYET VERİP YARARLI OLANI BIRAKTI.[293].
b)
Şafiî'lere göre, helaya giren kimse sol ayağını atıp girer; çıkarken sağ
ayağını atıp çıkar. Beraberinde ZİKRULLAH (âyet, es-mâ-i hüsnâ, Allah ve
peygamber »ismi) dan bir şey taşımaz. Helada konuşmaz. Aksine hareket etmek
mekruhtur, haram değildir. Bununla beraber yanında ZÎKRULLAH bulunduğu halde
girer ( girmek zorunda kalır) se, elini onun üzerine kapatır veya sarığının
içine yerleştirir. (Cebinde ve
cüzdanında bulundurur).
Zaruret olmadıkça,
Kur'ân'a üstün saygı ve tekrîm bakımından Mushaf'la birlikte helaya girmek haramdır. .[294].
Tabii ihtiyacını
gideren kimsenin helaya sol ayağını atarak girmesi ve sağ ayağını atarak
çıkması; üzerine ta'zîme değer (âyet, Allah ve Peygamber ismi gibi kutsal)
şeyleri bulundurmaması sünnettir. Bunları taşıması (helaya girerken üzerinde
bulundurması) mekruhtur.[295]
Hanbelilere göre,
helaya girerken sol ayağı, çıkarken sağ ayağı atmak; girerken «HUBS ve
HABÂİS'ten, kovulmuş şeytanın murdarlık ve pisliğinden Allah'a sığınırım»;
dışarı çıkarken «Senin mağfiretini dilerim! Benden eziyeti giderip afiyet veren
Allah'a hamd olsun» demek müstehabdır.[296].
Mâlikîler de aynı görüştedirler...
Konuyla ilgili diğer
rivayetler ve tahliller.
Enes b. Mâlik (R.A.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki :
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz helaya girdiğinde yüzüğünü çıkarırdı.»[297]
Tirmizi bu hadîsin
sahih olduğunu söylemiştir. Çünkü Resûlüllah (a.s.) yüzüğünün üzerinde
MUHAMMED RESÛLÜLLAH ibaresinin yazılı olduğu sahih rivayetlerle sabit
olmuştur. Üzerinde Allah ve Resul isimleri bulunan bir yüzükle helaya girmemiş,
bununla hem üstün saygısını ifâde etmiş, hem de ümmetine yol gösterip ışık
tutmuştur.
Aynı hadîsi ibn Hibbân
ve Hâkim de ihraç etmişlerdir. Nesâi, bunun gayr-i mahfuz bir hadîs olduğuna
kail olmuştur. Ebû Dâ-vud ise bunu m ü n k e r saymıştır.[298].
Dârekutnî bundaki
ihtilâfı zikredip şaz olduğuna işaret etmiştir. Bilindiği gibi, güvenilir bir
râvînin aynı konuda güvenilir olan diğer râvilere muhalif olarak rivayet ettiği
hadîse ŞAZ denir. Gayr-i sahih denilmez.
İmam Münzirî ise, bu
hadîsin râvîlerinin hemen hepsinin sıka yani güvenilir olduğunu söyleyerek
sahih kabul etmiştir. Ebu'1-Feth el-Kuşeyri de bu görüş ve tesbitte ona
uymuştur. Nitekim İmam Beyhakî buna bir şâhid çıkararak zayıflığına ve fakat
ricalinin güvenilir olduğuna işarette bulunmuştur. Hâkim de bu mânaya yakın şu
rivayeti yapmıştır: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bir yüzük takınmıştı ki,
üzerindeki nakış MUHAMMED RESÛLÜLLAH idi. Helaya gireceği zaman onu
parmağından çıkarıp bir kenara kordu.»
Hâkim'in bu rivayeti
üzerinde durulmuş, el Cevzekanî zayıf olduğunu söylemiştir. Ricali güvenilir
kişilerse de aralarında metruk kabul edilen Muhammed b. ibrahim er-Râzî
bulunuyordur.
Bütün bu tahlillerle
beraber, Resûlüllah'ın (a.s.) yüzüğünün üzerinde böyle bir ibarenin bulunduğu
kesinlik kazanmıştır.[299].
O bakımdan müctehid
imamlar bu rivayetlere dayanarak, üzerinde Allah ve peygamber ismi ve bir âyet
yazılı bulunan yüzük ve benzeri eşyayı kaybolma tehlikesi yoksa, ortam müsaitse
çıkarıp öylece helaya girmenin müstehab olduğuna kail olmuşlar. Nitekim Ahmed
b. Hanbel, bu kabil şeyleri koruyabileceğini, yere düşürmeyeceğini kestirse
bile, bir zaruret yokken beraberinde helaya taşıması mekruhtur; çıkarıp dışarı
koyması müstehabdır. Ancak üzerinde bu kabil ibare bulunan dirhemle birlikte
helaya girmekte bir sakınca yoktur, demiştir.[300].
Helada zaruret
olmadıkça konuşmak mekruhtur. Çünkü orası sohbet yeri değildir. Verilen selâm
bile cevaplandırılmaz. Ancak çıkıp abdest aldıktan sonra selâm veren orada
bulunuyorsa, reddi yapılır.
Bu konuda mesned
olarak şu rivayetlere itibar edilmiştir :
îbn Ömer (r.a.)'dan yapılan rivayette demiştir ki :
Resûlüllah (a,s.)
Efendimiz idrar yaparken (küçük abdestini bozarken) bir adam oradan geçiyordu,
selâm verdi, Peygamberimiz (a.s.) onun selâmım cevaplamadı...»[301]
Ebu Davut, îbn Ömer
(r.a.) tarikiyle fazla olarak şunu da nak-letmiştir : «Şüphesiz ki Resûlüllah
(a.s.î teyemmüm ettikten sonra o adamm selâmını alıp cevapladı.» Yine Ebû Davut
Muhacirin tarikiyle yaptığı rivayette şu lâfızları nakletmiştir : «Peygamber
(a.s.) Efendimiz idrarını yaparken onlardan biri Peygamber'e gelip selâm
vermiş, Peygamber (a.s.) abdest aldıktan sonra onun selâmını alıp cevaplamış,
sonra da özür dileyerek şöyle demiştir. : Aziz ve Celü olan Allah'ı gayr-i
tahir bir vaziyette anmak istemedim...»
Aynı rivayeti Nesâî
ile İbn Mâce de ihraç (tahrîc) etmişlerdir.
Böylece tabii ihtiyacı
giderirken Allah'ın ismini anmanın mekruh olduğu hükmü ortaya çıkıyor, isterse
o ismi anmak vâcib olsun, selâmı ahp cevaplamak gibi, farketmez...
Diğer ilim adamları bu
konuda hadîslere dayanarak şöyle istidlal etmişlerdir: Tabii ihtiyacı
giderirken, ister zikir, ister bunun dışında bir söz olsun konuşmaktan mutlaka
sakınmalıdır. O kadar ki, verilen selâmı cevaplamaz, müezzini takip etmez.
Ancak önemli ve zarurî haller bu genellemenin dışındadır. Meselâ, iki gözden
yoksun bir adamın tehlikeli bir yere yaklaşıp yuvarlanmak üzere olduğunu
gördüğünde onu uyarır. Kendisi aksırdığmda içinden Allah'a hamdeder, dilini
hareket ettirmez.[302].
Nitekim Resûlüllah Ca.s.) Efendimiz Ebû
Saîd'in (r.a.) yaptığı rivayete göre,
şöyle buyurmuştur :
«İki adam büyük abdest
bozmak üzere avret (utanç) yerleri açık olup konuştukları bir halde (helaya)
gitmesinler (tabii ihtiyâçlarım giderirken konuşmasınlar), Çünkü gerçekten
Allah böyle bir davranışa gazao eder.»[303].
Müslim kendi sahihinde
bu hadîsin râvilernıden İkrime b. Am-mar'a yer vermiştir ve onun rivâyetiyle
ihticac etmiştir. Bazı hadis hafızları ise onu zayıf saymışlardır .
Hadîsin açık
delâletinden, tabii ihtiyacı giderirken avret yerlerini örtmenin ve o esnada
konuşmayı bırakmanın vücubu anla-1
siliyor. Çünkü Allah'ın gazabına
sebep olan bir fiil genel kaide
uyarınca haram sayılır. Ancak
müctehidlerin çoğu bunu mekruh saymıştır. Ahmed b. Hanbel konuşmamayı müstehab
kabul etmiş, aksine bir tutumun mekruh olacağını belirtmiştir. Diğer müctehid
imamlar da sünnet ve müstehab tabirlerini kullanmışlardır. Hane-filer zaruri
bir hal olmadıkça o vaziyette konuşmaz,
şeklinde bir ifade kullanmışlar ki bu sünnetin terkini gerektiren bir
davranıştan kişiyi men1 etmeye yöneliktir.[304].
İslâm, yollara,
ağaçların altına, su kenarlarına, akar ve durgun sulara büyük ve küçük abdest
bozmayı yasaklamış ve buna uymayanları lânetlemiştir. «İki lânetçiden (lanete
lâyık olan iki kimsenin fiilinden) . İnsanların gelip geçtiği yola veya
gölgelerine def’i hacet edenden sakının.[305]
«Üç lanet yerinden sakının: Sizden herhangi
biri gölgelendiği Ibir gölgeliğe veya yola veya su birikintisine def-i hacet
için oturmaktan sakınsın...» [306]. .
Nitekim Câbir b.
Abdülah (r.a.)'den yapılan rivayette
demiştir ki:
«Resûlüllah ta.s.)
Efendimizde beraber bir sefere çıkmıştık. Tabii ihtiyacım gidermek için (gözlerden
kayboluncaya kadar uzaklaşır, görünmez olurdu.»[307]
Bu hadîsin ricali îbn
Mâce'ye göre sıka ve sahih kimselerdir. Sadece İsmail b. Abdülmelik el-Kûfî
müstesna. Bununla beraber Buhâri, onun hadisi yazılır. Ebû Hatim ise «o kaviy
değildir» demiştir. et-Takrîb'de ise, «o çok doğru bir adamdır, ancak çok
vehimlidir» denilmiştir. Nesâi, Ebû Davut ve Tirmizî de ondan hadîs tah-ric
etmişlerdir.
Ebû Dâvut'un yaptığı
bir başka rivayette, bu hadîsi te'yid eder mahiyette şöyle denilmiştir :
«Resûlüllah (a.s.) defi hacete çıktığında hiçbir kimse tarafından görülmeyecek
kadar gidip uzaklaşırdı.»
Efendimiz'in bu
hareketi, edep ve terbiyeyi, temizlik ve neza-feti, insanlara karşı saygıyı
yansıtır.
îbn Mâce'nin tesbit
ettiği bir rivayette ise şöyle deniliyor: «Peygamber (a.s.î Efendimiz tabii ihtiyacını gidermek
için çıktığında hayli uzaklaşırdı.[308] [309]
1- Helaya
sol ayak atılarak girilir, sağ ayak
atılarak çıkılır. Bu çoğuna göre sünnettir. Müstehab diyenler de var.
2-
Helaya girilirken, kutsal anlam taşıyan
âyet, hadis, Allah ve Peygamber ismi yazılı şeyler mümkünse dışarı konulur. Bir
tehlike söz konusu olduğu yerlerde onu cebinde, cüzdanında ve benzeri
yerlerde örtüp korur. Bu da sünnettir. Terkinde kerahet vardır.
3- Helaya
girilirken bazı müctehidlere göre, Besmele çekilir, sonra da sözü edilen
şekilde hubs ve habâis 'den Allah'a sığınılır. Heladan çıkınca, Peygamber
(a.s.) Efendimiz'den rivayet edildiği şekilde Allah'a hamd edilir. Bütün
bunları yerine getirmek sünnettir.
4- Tabii
ihtiyaç giderilirken konuşmak
mekruhtur. Bazı ilim adamlarına
göre haramdır. Konuşmamak
sünnettir. Selâm verilmez,
verilen selâm o vaziyette cevaplanmaz. Ancak çok önemli bir olay ortaya çıkarsa
konuşmasında bir sakınca yoktur.
5- Çölde,
kır ve bayırda, tenha yerlerde tabii ihtiyacı gidermek için uzaklaşmak, müsait
yer arayıp bulmak sünnettir.
6-
İnsanların gelip geçtiği yollara, gölgelendikleri yerlere, ağaç altlarına,
durgun ve akar sulara, görülebilen semtlere küçük ve büyük abdest bozmak
mekruhtur, aksine hareket edenler lanetlenmiştir.
7- Açık
yerde bulunuyorsa, örtünmek,
başkasının görmesine imkân vermemek sünnettir. [310]
Kabe, Allah'a ibâdet
için yeryüzüne konulan ilk mâbeddir. Allah tarafından Tevhîd İnancı'nın
fışkırdığı yer olarak kutsal kılınmıştır. O bakımdan Kıyâmet'e kadar kutsal
kalacaktır.
Başta İbrahim
Peygamber olmak üzere birçok peygamberlerin ayak bastığı, ibâdet edip gözyaşı
akıttığı bir makam-ı muâlladır. Rahmet meleklerinin en çok indiği, feyiz ve
rahmet saçtığı bir evdir. Beytullah unvanıyla şereflendirilmiş, makam-ı
İbrahim'le belgelendirilmiştir.
Namazda saf olup o
ulvî mabede yönelmemiz, İslâm adına cihan kardeşliğinin, sulh ve selâmetin
.birlik ve dirliğin ifadesidir. O halde bunca yüce amaçlar için var kılman,
kutsal sayılan Kâbe'y6 hürmet etmek, imanımızın gereğidir. O tarafa müteveccih
iken tü-kürmemek .sümkürmemek; tabii ihtiyacı giderirken ön ve arkayı o cihete
çevirmemek bir emr-i Resuldür, uymamızda mânevi feyiz ve hmet vardır.
Allah Resulünden bu
konuda rivayet edilen hadîsler :
Ebu Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) üfendimiz şöyle buyurmuştur :
«Sizden biriniz haceti
için (tabii ihtiyacını gidermek için) otur-luğu zaman önünü ve arkasını kıbleye
çevirmesin.»[311]
«Ben ancak sizin
babanız mesabesindeyim ; Sizden biri dışkısını yapmaya gittiğinde önünü ve
arkasını kıbleye döndürmesin ve îağ eliyle temizlenmeyi arzu etmesin.»[312]
Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz, (def-i hacetten sonra) üç taş ile (temizlenmeyi emreder ve tezek,
kemik (ile temizlenmeyi yasak-tardı.»[313]
Ebu Eyyub el-Ansarî
(r.a.)'den yapılan rivayette, Peygamber (a.s.)
Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir :
«Def-i hacet için
(helaya) gittiğinizde, ön ve arkanızı kıbleye çevirmeyin, fakat doğu veya
batıya döndürün.»
Ebû Eyyub (r.a.) diyor
ki : «Şam'a gittiğimizde hela ve gasilha-nelerin Kabe cihetine yönelik
yapıldığını gördük, o sebeple Kabe cihetinden başka tarafa kendimizi döndürdük
ve Allah'a istiğfar edip avf ve mağfiretini diledik.» [314]
Hadîslerin açık delâletinden şu
hükümler anlaşılmaktadır :
1-
Def-i hacet esnasında ön ve arkayı
kıbleye çevirmek haramdır.
2- Zarurî
hallerde bir sakınca görülmemiştir.
3- Aynı hüküm açık
ve kapalı yerlerde câridir.
(Müctehid-lerin bu husustaki ictihad ve istidlalleri farklıdır).
4- Sağ el
ile taharette bulunmak mekruhtur. Tezek ve kemikle temizlenmekte kerahet
vardır.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının ictihad, istinbat, istidlal, ve
görüşleri:
a) İmam
Ahmed, Ebu Sevr, Nahaî ve îbrahime
göre, çölde, kırda, bayırda ve benzeri açık yerlerde ön ve arkayı kıbleye çevirmek
caiz değildir, kapalı yerlerde bir beis yoktur. Bu aynı zamanda bir rivayete
göre ashabdan Ebû Eyyub el-Ansarî ile tabiinden Mücahid'in kavlidir. Ayrıca
İmam Ahmed'den başka bir rivayet daha yapılmıştır. Nevevî de aynı hususu
Müslim şerhinde belirtmiştir.
îbn Hazm ise
el-Muhallâ'da Ebû Hüreyre, İbn Mes'ûd, Süraka b. Mâlik Ata, ve Avzai'den bu
anlamda rivayetler tesbit edip nakletmiş tir.
b) Davud
ez-Zâhirî'ye göre, gerek açık yerlerde,
gerekse kapalı yerlerde ön ve arkayı kıbleye çevirmekte sakınca yoktur.
Nitekim Urve ile Mâlik'in şeyhi Rebî'â'nın da mezhebi bu hükmü benimsemiştir.
îmam Şafii ve Mâlik'e
göre:
d) Çöl ve
benzeri yerlerde haramdır, binalarda, kapalı yerlerde haram değildir. Ahmed b.
Hanbel'den de bu anlamda bir rivayet yapılmıştır.
Fıkıh kitaplarında ise
iki mezheple ilgili tesbitler şöyledir: Şâere göre, küçük ve büyük abdest
bozarken ön ve arkayı kıbleye tıdürmek yasaklanmışsa da bundan dolayı gereken
temizlik ya-lırken döndürmek
yasaklanmamıştır.[315].
Çevresinde kendini örten bir örtü bulunursa,
ön ve arkasım bleye döndürmesi sadece mekruhtur. Açık yerde ise haramdır.[316].
Mâlikîlere göre, def-i
hacet esnasında ön ve arkayı güneş ve r'a döndürmek mekruh değildir, ancak
kişiye uygun olan ve yaşan böyle yapmamasıdır, [317].
Nitekim tbn Ömer'den yapılan vâyette, Hz. Peygamberin Beytülmakdîs'e yönelik
bir halde def-i ıcet ettiği görülmüştür. (268)[318].
Kapalı yerde ise ön ve arkayı kıb-ye döndürmek haranı değildir.
e)
Hanefilere göre, açık ve kapalı yerde def-i hacet esnasında ve arkayı kıbleye
çevirmek tahrîmen mekruhtur. İstinca
(ilgili
imizlik) yaparken de kıbleye döndürülmez. Çünkü bu husustaki
adîs umum ifade
etmektedir.[319].
Tahtâvî bu hususta
imam Ebû Hanife'den farklı rivayetlerin ulunduğuna temasla diyor ki: Mutlaka
yasaktır ve bu rivayetin âhir olanıdır. Mutlaka sakınca yoktur, sadece
mekruhtur. Yalnız-rkayı döndürmek mekruhtur. (270)[320].
Nitekim yapılan
tesbitlere göre, imam Ebû Yusuf'a göre kapalı .erlerde arkayı kıbleye döndürmek
caizdir. [321]. f) İbn Sirîn'e göre, Beytülmakdîs de dahil Kabe'ye ön ve ar-iayı
çevirmek mutlaka haramdır.
g) Buradaki
tahrîm sadece Medine halkına ve o semtte yaşananlara mahsustur. Ebu Âvâne bu
görüştedir.[322].
imam Ahmed ve onun
görüşünde olanlar, Ebû Hüreyre'den ve Sbû Eyyub el-AnsarîJden rivayet edilen
hadîslerle ihticac etmişler-Ür. Hadîslerdeki yasak onlara göre hürmeti ifâde
eder.
Dâvud es-Zahirî, ibn
Ömer. Cabir ve Hz Ayşe (r.a.)'dan rivayet edilen hadîsle ihticac etmiştir. Ona
göre, Ebû Hüreyre ile Ebû EVyub'dan rivayet edilen hadîsler bunlarla
nasholunmuştur.[323].
i îmam Ebû Hanîfe ve
arkadaşlarından bazısı, Sahih-i Müslim'de Şelmân'dan yapılan rivayetle istidlal
etmişlerdir. Ancak imamın tu hadîsle istidlalden sonra vazgeçtiği de söz
konusudur, imam Ebû Yusuf ise bu hadisle istidlal edip az yukarıda
belirttiğimiz gibi, kapalı yerlerde arkayı döndürmek caizdir, demiştir. Çünkü
mezkûr hadiste sadece ön tarafı çevirmek men'ediimiştir.
| îbn Sirîn ise, Ebû
Davud'un rivayet ettiği şu hadisle ihticac etmiştir : «Küçük ve büyük abdest
bozarken iki kıbleye Kabe ve Beytülmakdîs)
Önümüzü çevirmeyi Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz yasak-
amıştır.»[324].
Ebû Âvâne ise, Ebû Eyyub
(r.a.)'den yapılan rivayette «şarriku iv ğarrîbû» emirleriyle istidlal
etmiştir.
Bu konuda rivayet
edilen diğer hadisler ve tahliller : İbn Ömer'den (r.a.)
yapılan rivayette demiştir ki:
«Bir gün tkızkardeşimî
Hafsa'nın evinin üstüne (damına) çıktım, Peygamberi (a.s.) önünü Şam, arkasını
Kabe cihetine çevirmiş bir halde
(def'-i hacet ederken) gördüm.»[325].
İlim adamları bu
hadîsin delâlet ettiği hükmü dikkate alıp farklı istidlalde bulunmuşlardır:
Kimi ön ve arkayı Kabe'ye çevirmek caizdir ve bu hadîsin nâsıh olduğuna
kaildir. O bakımdan ön ve arkayı kıbleye çevirmenin mubah olduğuna itikâd eder.
Kimi de | açık yerlerde bunun ciz olmadığım, kapalı yerlerde sadece ön kısmı
çevirmenin yasak olduğuna kaildir.
Câbir b. Abdillah (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki:
«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bevl ederken kıbleye yönelmemizi
men'etti. Sonra ben onu vefatından bir yıl önce kıbleye yönelik .ir halde (bevl)
ettiğini gördüm.» [326]
Aynı hadîsi Bezzar,
İbn Carûd, İbn Huzayme, îbn Hibban, Hâlim ve Darekutnî tahric etmişlerdir.
Tirmizi hasen olduğunu beli?t-niştir. Bezzar da sahih olduğuna kaildir. Nevevi
ise tavakkuf et-biştir. Çünkü râviler arasında Anâne b. îshak bulunuyordur. îbn
kbdilberr, Ebban b. Sâlih'den dolayı hadîsin zayıf olduğunu söylemiştir. Diğer
ilim adamları Ebban b. Salih'in ittifakla sıka (güvenilir) olduğunu
belirtmişlerdir. İbn Hazm ise bu kişinin meçhul olduğunu iddia etmiştir. Oysa
yanılmıştır, çünkü tanınan râvilerden biridir.
Zahirîler bu hadîsle
istidlal edip açık ve kapalı yerlerde def-i hacet esnasında ön ve arkayı
kıbleye çevirmenin caiz olduğunu ve bunun diğer hadîslerden sonra söylendiğini
dikkate alarak nâsıh durumunda bulunduğunu
söylemişlerdir.
Önce ibn Ömer'in
rivayetinde, Resûlüllah'm (a.s.) küçük veya büyük abdestten hangisini bozduğu
açıklanmamıştır. En kuvvetli ihtimale göre, bevl ederken İbn Ömer onu o
vaziyette görmüştür. Bu, kapalı yerlerde kıbleye müteveccih bevl etmenin
sakıncalı olmadığını gösterir.
Câbir'in (r.a.)
rivayetinde ise, Resûlüllah'm (a.s.) açık veya kapalı yerden hangisinde kıbleye
yönelik bir halde bevl ettiği açıklanmamıştır. Bunun da kapalı yer olması
ihtimali fazladır. Çünkü Resûlüllah (a.s.) Efendimiz açık yerde kimselerin
göremeyeceği kadar uzaklaşır ve uygun bir siper veya çukur seçerdi.
Nitekim Mervan
el-Asfar'dan yapılan rivayette demiştir ki:
«İbn Ömer'i gördüm,
devesini kıbleye doğru çökertti ve ona doğru önünü çevirip idrarını yaptı.
Bunun üzerine ben ona: Ya Ebâ Abdirrahmân! Bundan men'olunmamış mıydı? Evet,
dedi, bu ancak çölde (açık yerlerde) yasaklandı, ama seninle kıble arasında
seni setredecek bir şey bulunursa bir sakınca yoktur...»[327]
İbn Ömer'in bu
açıklaması, yukarıdaki hadîsleri vuzuha kavuşturuyor ve kapalı yerde idrar
ederken kıbleye yönelmekte bir sakınca bulunmadığı hükmünü kuvvetlendiriyor.
Hadîsi rivayet eden
Ebû Dâvud, susup bir şey söylememiştir. Çünkü ihticaca elverişli olan
rivayetlerde susmak onun âdetidir. Öyle olmasaydı mutlaka görüş ve tesbitini
açıklardı. Aynı zamanda İmam el-Münzirî'de kendi sünen'inde bunu naklederken
susup bir şey söylememiştir. Hafız îbn Hacer de et-Telhis'de aynı şeyi yapmış,
yani hadîs üzerinde bir yorum yapmamıştır.
Ayrıca Nâfi'm İbn
Ömer'den (r.a.) yaptığı rivayette, îbn Ömer şöyle demiştir: «Hafsa'nm evine
girdiğimde Resûlüllah'm ta.s.) kenîfini
(hela) kıble cihetine müteveccih
gördüm.»
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
: «Sizden biriniz def-i hacete gittiğinde (o esnada) önünü ve arkasını kıbleye
çevirmesin!» mealindeki rivayet doğru ve sahihtir, ancak bu çöle (açık
yerlere) hasbirhüküm taşımaktadır.
Diğer yandan Hz. Ayşe
(r.a.) validemizden yapılan rivayette demiştir ki:
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'e bazı insanların ferçleriyle (utanç yerleriyle) kıbleye yönelmeyi
hoş karşılamadıkları anlatıldı. Bunun üzerine sordu: «Sahi öyle yaptılar mı?
Benim oturağımı (idrar yapılan oturak) kıble cihetine döndürünüz!»[328].
îbn Hazm el-Muhallâ'da
bu hadisin sakıt olduğunu; râvilerin-den Halid el-Haza' sıka (güvenilir) dir,
onun rivayet ettiği Halid Ebusalt ise meçhuldür, kim olduğunu bilmiyoruz,
demiştir.
Abdurrezzak ise Hâlid
el-Haza'dan ve o da Kesîr b. Salt'dan rivayetle bir silsile ortaya koymuştur
ki, bu daha da bâtıldır. Çünkü Halid el-Haza' Kesîr b. Salt'a ulaşmamıştır.
Bir an düşünelim ki,
hadîs sahihtir, ama yine de hüccet olamaz. Çünkü o takdirde bu, Peygamber
(a.s.) Efendimiz henüz kıbleye ön ve arkayı döndürmeyi men'etmeden önce cereyan
etmiş bir olay sayılır ki, mensûhtur. Resûlüllah (a.s.) Efendimizin her zaman
kavli fiiline, fiili de kavline uymuştur. Mümkün müdür ki, Resûlüllah (a.s.)
def'-i hacet esnasında ümmetini ön ve arkalarım kıbleye çevirmekten men'etsin
de kendisi bunun tam tersini yapsın? Bunu ne bir müslüman, ne de akıl sahibi
bir kişi kabul eder veya öyle düşünebilir...
Yine bir an bunun
sahîh olduğunu kabul edelim, o takdirde sa-:e ön kısmım kıbleye çevirmek mubah
sayılmış olur, arka kısmı
Zehebi, onbir bin
râvinin kritiğini yaptığı Mizânü'l-t'tidal'ında âlid b. Ebisalt tercemesinde bu
hadîsin münker olduğunu belirtmiştir.[329]
1- Çölde kır
ve bayırda def-i hacet esnasında ön
ve arkayı Lbleye döndürmek caiz
değildir. Kapalı yerlerde bir sakınca yok-Lr.
Bu, İmam Ahmed'in, Ebû
Sevr ve İmam Nahaî'nin ictihad ve İtidlâlidir.
2- Çöl ve
benzeri açık yerlerde haramdır. Binalarda, kapalı erlerde haram değildir, Bu, İmam
Şafiî'nin içtihadıdır. Ayrıca Şâ-İîlere göre, def'-i hacetten sonra gereken
temizliği yaparken ön ve trkayı kıbleye çevirmek yasaklanmıştır.
3- İmam Ebû
Hanîfe'den farklı rivayetler yapılmışsa da, za-iir olanı, tahrîmen mekruh
rivayetidir. İmam Ebû Yusuf'a göre, tapalı yerde sadece arkayı kıbleye
çevirmekte bir sakınca yoktur.
4-
Mâlikî'lere göre, kapalı yerde ön ve arkayı kıbleye dön-iürmek haram değildir,
bunda tenzihi bir kerahat söz konusudur. Süneş ve ay'a döndürmekte ise hiçbir
sakınca yoktur. [330]
Bu konuda farklı
rivayetler vardır. Peygamber (a.s.) Efendimizin çoğu defa oturarak bazan de
ayakta bevl ettiği tesbit edilmiştir. Her iki şeklin de caiz olduğunu
gösterir. Ancak hüküm eksere göredir, yani oturarak bevl etmek daha uygundur.
Unutmamak gerekir ki, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in günlük hayatı ve içinde
geçen safhaları tertemiz yaşamanın en güzel ölçüsünü yansıtır. Çoğu insan
sağlığıyla içiçedir.
Konuyu aydınlatan ve istidlale kaynak sayılan hadîsler
Hz. Ayşe (r.a.) 'dan yapılan virâyette demiştir ki:
«Kim size Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz ayakta bevl etmiştir, der-sakm onu tasdik etmeyin. O ancak
oturarak üevl ederdi.»[331]
Tirmizî bu bapta en
güzel ve en sahih rivayet budur! demiştir. Hz. Ömer'den (r.a.) yapılan rivayette şöyle demiştir:
«Ayakta bevl-ederken
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz beni gördü şöyle buyurdu: Ya Ömer!
Ayakta bevl etme... Ben de ondan son-
bir daha ayakta bevl
etmedim.»[332]
Tirmizî bu hadîsin
sıhhati hakkında diyor ki: Bunu Abdülke-riıjn b. Ebî Maharik refetmiştir ki, o
hadîs ehline göre zayıftır. Eyyub es-Sahtiyanî de onu zayıf saymış ve üzerinde
konuşmuştur.
Ayrıca Ma'mer diyor
ki: Eyyub onun hakkında bana şöyle söyledi: «Abdulkerîm'den (rivayet) taşıma.
Çünkü o (hadîs ricali arasında) bir şey
değildir.»
Zehebî onun bu halini
Mızanü'l-i'tidâl : 2/646 -1572 numarada belirtmiştir.
O halde mâna yönünden
sahihse de metin ve rical yönünden zayıftır, ihticaca dayanak seçilmez.
Abdullah'ın Nâfi'den,
onun da İbn Ömer'den (r.a.) yaptığı rivayete göre, İbn Ömer şöyle demiştir:
İslâm'a girdiğimden buyana ayakta bevl etmedim!..»[333]
Bu, Abdükerîm'in
rivayet ettiği hadisten daha sahihtir.
Rica-inde zayıf kimse tesbit edilememiştir.
Büreyde'nin rivayet
ettiği şu hadîs ise gayr-i mahfuzdur:
«Üç şey cefadandır:
Adamın ayakta bevl etmesi veya namazını bitirmeden alnını meshetmesi (eliyle
alnını silmesi) veya secdesinde
(yerdeki çer çöpü) üflemesi...»[334]
Abdullah b. Mes'ud
(r.a.)'den yapılan rivayette ise şöyle demiştir :
«Adamın ayakta bevl
etmesi cefâdan bir bölümdür.»
Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Ayakta
durup bevl etmek mekruhtur.
2- Bir
sıkıntı ve zorluk olmadığı takdirde oturup bevl etmek müstehab veya sünnettir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların istidlal, ictihad ve görüşleri :
a)
Hanefî'lere göre, bir özür yokken ayakta bevl etmek mekruhtur.
Mirkat şerhinde ise bu
husustaki yasağın tenzih, bazısına göre tahrim için olduğu belirtilmiştir.
Tahtâvî'ye göre, ayakta bevl etmekte bir
sakınca yoktur.[335]
b)
Mâlikflere göre, İbn Ömer'in
(r.a.) ayakta bevl ettiğiyle ilgili Abdullah b. Dîner'in
rivayeti istidlale uygun görülerek bunun mekruh olmadığına kail olmuşlardır. (285).[336]
c)
Hanbeli'lere göre, üzerine sıçramaması için adamın oturarak bevl etmesi
müstehabdır. Ibn Mes'ud (r.a.) : «Ayakta
durup bevl etmek cefâdan bir bölümdür» demiştir. Said b. İbrahim, ayakta
bevl edenin şehâdetini tecviz etmemiştir.[337]
Bu konuda Şafii'lerin
net bir görüşünü tesbit edemedim. Ancak bu mezhepte elbise veya bedene dokunan
az idrar bile namaza
engel olduğuna göre,
necasetten sakınmak için çömelip bevl etmek sünnettir, diyebiliriz.
Diğer ilgili hadisler
ve tahliller :
Câbir (r.a.) 'dan
yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah a.s.) Efendimiz adamın ayakta durup
bevl etmesini yasaklamıştır.»[338]
Bu hadîsin râvileri
arasında Adiy b. Fazl vardır ki, bu zat metruktür. O bakımdan, Hafız İbn
Hacer, bu hadîsle istidlal edilmez, demiştir. îbn Main ve Ebu Hatim onun
hakkında «Metrûkü'l-hadîs» derken; Yahya, «Onun hadisi yazılmaz» diyerek
uyarıda bulunmuştur.[339]
Abdurrahman b. Hasan'm
rivayetinde Resûlüllah (a.s.) Efendimiz oturarak bevl ederken ashabdan bir
kısmı onu o vaziyette görüyordu ve : «Bakın kadınlar bevl eder gibi bevl
ediyor» demişlerdi.[340]
Nesâî, îbn Mâce ve
başkasının ihraç ettiği bu rivayetten, Arapların âdetlerinden biri de ayakta
bevl etmek olduğu anlaşılıyor, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz onlara bu hususta
da örnek olup kavli ve fiilî hadîsler beyân etmiştir.
Abdurrahman'm rivayet
ettiği bu hadîs sahihtir. Nitekim Da-rekutnî ve başka muhaddîsler bunun
sıhhatma kail olmuşlardır. Bunu kuvvetlendirir mâna ve muhtevada Hz. Ayşe
(r.a.)'dan yapılan şu rivayettir: «Resûlülah (a.s.) Efendimiz, kendisine
Kur'ân indiği günden beri ayakta durup bevl etmemiştir.» Aynı rivayeti Hakim
kendi Müstedrek'inde naklederek sahih olduğunu belirtmiştir.
Bununla beraber
Ashab'dan Ebû Hüreyre, Tabün'den eş-Şa'bi ve tbn Şirin ayakta bevl etmenin
mekruh olmadığına kaildirler.
Hz. Huzayfe (r.a.)'den
yapılan rivayette şöyle demiştir :
«Resûlüllah (a.s.î
Efendimiz bir kavmin çöplüğüne kadar gitti ve ayakta durup bevl etti. O
sebeple ben biraz uzak durmaya çalıştım, "yaklaş" diye buyurdu.
Yaklaştım o kadar ki gelip ökçesinin
lemen yanında durdum.
Abdest aldı ve ayaklarındaki mestleri mes-Letti.»[341]
Huzayfnin (r.a.) naklettiği bu rivayetin zayıf
olduğunu iddia ^ yoktur, sahih olduğu ise, cumhur tarafından kabul edilmiş-iir.
Yukarıdaki naklettiğimiz diğer sahih rivayet ve hadîslerde bturarak bevl
edilmesi emredilirken ona muhalif olarak Resûlüllah'm (a.s.) ayakta durup bevl
etmesi düşünülemez. Ancak bu :>nun hayatında bir iki defa görülmüştür. Umumi
kaideyi bozmaz. Sfâsıh da sayılmaz, yani diğer hadîslerin hükmünü kaldırdığı da
söylenemez. Çünkü kronolojik sıra bu imkânı vermemektedir.
O halde çöplükte
ayakta bevl etmesinin birtakım sebeb ve illetleri vardır. İlim adamları onları
şöyle belirtmeye çalışmışlardır :
a) Zaman
zaman şartlar elvermediğinde ayakta durup bevl btmekte bir sakınca yoktur.
Kuvvetli bir ihtimalle çöplükte rahat çömelip idrar yapma imkânı pek mevcut
değilmiş.
b) Yanındaki
adamlardan daha fazla uzağa gidip idrar etme imkânı olmadığından onlara yakın
yerde bulunan çöplükte bevl ederken ayakta durmayı tercih etmiş, otururken
sesli yellenme imkânını dikkate almıştır.
c) Çöplükte
idrarın sıçramamasına uygun çukurların bulunuşu, ayakta durup bevl etmeyi daha
da kolaylaştırmış olabilir. Çünkü Resûlüllah (a.s.) Efendimiz idrarın elbiseye
sıçramamasına çok dikkat eder ve bu hususta sık sık ashabını uyarırdı. Nitekim
îbn Abbas'm yaptığı rivayette diyor ki :
Resûlüllah (a.s.î
Efendimiz iki kabrin yanından geçerken şöy-jle buyurdu : Şüphesiz ki bu ikisi
azâb edilmekteler, büyük t>ir gü-naktan dolayı azâb edilmiyorlar; onlardan
biri bevlden sakınmak için bir sütre edinmezdi. Diğeri ise, koğuculuk yapıp söz
götürüp getirirdi.»[342]
Ebu Dâvut'un
rivayetinde "lâ-yestetirü" yerine "lâ-yestenzihü" lafzı yer
almaktadır ki mânası, "Kendini uzak tutup korunmazdı" demektir.
Birincisi ise, "Kendisiyle idrarı arasında br sütre, bir engel
bulundurmazdı, demektir.
Bilindiği gibi ayakta
idrar edildiği takdirde etrafa sıçrayan bevl zerreciklerinden korunmak mümkün
değildir. O bakımdan Resûlüllah (a.s.) çöplükte ayakta durması hem bir istisna
teşkil eder, hem de o vaziyette durmayı zorlayan bazı sebebler söz konusudur.
Kabirdeki kişilerin
isminden bahsetmemesi, onların o gizli halini ifşa etmekle yakından ilgilidir.
Ancak o iki kabirde yatan kişilerin müslüman oldukları rivayetlerin mecmuundan
anlaşılmaktadır. Nitekim Ahmed b. Hanbel'in Ebû Ümâme (r.a.)'den yaptığı rivayette,
«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz daha yeni gömülmüş iki kabrin yanından
geçerken...» lâfzı yer almaktadır ki, yine aynı rivayetin bir benzerinde
«Bakî' kabristanından geçerken...» denilmektedir .Bilindiği gibi Medine'de o
dönemde müslümanların kabristanına gayr-i müslim'ler gömülmezdi. Özellikle
Baki' kabristanı tamamıyla müslümanlara aittir.[343]
Ayrıca Enes (r.a.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Bevl'den sakınıp uzak durun. Çünkü kabir azâbınm umumu ondandır.»[344]
İbn Mâce, Ahmed ve
Hâkim'in rivayetlerinde ise, «Kabir azabının çoğu» lafzı yer almaktadır.
Dârekutni hadîsin "sahîhü'l-irsal" olduğunu belirtmiştir. Ebu Hatim
de aynı görüştedir.
Ubâde b. Sâmit'ten
(r.a.) yapılan rivayette ise, şöyle denilmiştir : «Resûlüllah (a.s.)
Efendimizden bevl'den sorduk. Buyurdu ki : Ondan size bir şey dokunup
yapışırsa, yıkayınız. Çünkü ben kabir azabının ondan olduğunu sanıyorum (veya
kesin biliyorum.)»[345]
1- Çömelip
bevl etmek sünnettir veya müstehabdır.
2- Zorlayıcı
bir sebep yokken ayakta durup bevl etmek mekruhtur.
3- Müctehid
imamların ve diğer ilgili ilim adamlarının bu hususta ittifakı yoktur: Kimine
göre mekruh, kimine göre, mekruh değildir.
4- Ayakta
durup bevl etmenin tahrimine kail olan yoktur. Ağırlık mekruhtur, diyenlerin
tesbit ve görüşündedir. [346]
îslâm, sular üzerinde
durduğu kadar, def-i hacetten sonra necaseti giderip temizlenme üzerinde
durmuş, bunun için bir takım adâb düzeyinde kurallar koymuştur. Unutmamak
gerekir ki, gelişi güzel bir temizlik istenilen sonucu vermeyebilir. Ayrıca
nelerin kullanılması mubah, nelerin mekruhtur, bilinmesinde büyük yarar vardır.
Çünkü bazı şeyler israfa, bazısı da sağlığı bozmaya yol açabilir.
Özellikle köylerde ve
geri kalmış bölgelerde sokaklara, yol kenarlarına ve çöplüklere bol miktarda
kemik ve tezek atılır. Evlerinde normal hela teşkilâtı olmayan o yerlerde
insanlar def-i hacet ettikleri yerde ellerine geçen herhangi bir maddeyle
temizlenmeye çalışır .İslâm yalnız şehirliye, okumuşa, kültürlüye değil, her
sınıf insana gönderilmiş ve her sınıf insana seslenen cihanşümul bir dindir. O
bakımdan müslümanları eğitip bilgili, kültürlü kılmak, onları medenî seviyeye
getirmek için günlük hayatlarının her bölüm ve safhasıyla yakından ilgilenir,
bir takım esaslar, prensipler, kurallar, adâb ve erkân vaz'eder.
İslâmiyeti bu açıdan
ele almayan, incelemeyen bazı kişiler, bu kadar basit şeylerle uğraşması neye?
diyebilirler. Oysa hiç kimse anasından bilgili, kültürlü ve medenî doğmaz. [347]
Sadece kurutulmuş
sığır tersi olan tezek değil, diğer hayvanların kurutulmuş dışkısı da aynı
yasağın kapsamına girer. Biz kolay anlaşılsın diye TEZEK tabirini kullandık,
hem de ortalıkta daha çok yaygın olanı odur.
Bilindiği gibi gerek
tezek veya hayvan dışkısı, gerekse kemik bir takım tehlikeli mikroplar
taşırlar. Örneğin TETANOS, ateşli ve oldukça tehlikeli bir hastalıktır. Bunun
mikrobu daha çok toprağın insan ve hayvan dışkısıyla bulaştığı yerlerde ve
geviş getiren hayvanların ve bir de insanların dışkısında, bağırsaklarında
bulunur. Çeşitli yaralarla, sıyrıklarla vücuda girer. Tezek ve benzeri kurumuş
hayvan dışkısı taharette (mak'âdi temizlemede) kullanıldığı takdirde oy kısımda
tahriş yapabilir ve bunun neticesi TETANOS mikrobunun oradan
vücuda kolayca girmesine yardımcı olur. Bunun dışında tehlikeli bazı mikroplar
da taşıyabilir.
Kemik ise, az yağlı
bulunduğu için bir çok haşerenin ilgisini çeker. Ayrıca kedi, köpek, gibi
hayvanların en çok ilgi duyduğu bir maddedir. Memeli hayvanlar özellikle köpek
zaman zaman kuduz mikrobu taşırlar. Salyaları vasıtasıyla kemiğe bulaşabilir. Onunla mak'ad temizlenmeye kalkışılınca, yine bir sıyrık ve tahriş olayı meydana gelebilir. Bunun dışında bazı hastalık yapan mikroplar
da bulaşmış olabilir. O nedenle İslâm Peygamberi Hz. Muhammed (a.s.) bu iki
maddeyle taharet yapılmasını yasaklamıştır.
İlim adamlarının
istidlal ve ihticacma mesned olan hadisler:
Câbir b. Abdillâh (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:
«ResûlÜUah (a.s.) Efendimiz
(def-i hacetten sonra inak1 âdın)
kemikleveya ba're (deve, koyun, keçi
dışkısı ve diğer hayvanların dışkısı)
ile silinip temizlenmeyi yasaklamıştır.»[348].
Ebû Hüreyre (r.a.) 'den yapılan
rivayette demiştir ki: «Peygamber
(a.s.) Efendimiz (dışkı yapıldıktan sonra mak'â-dınî tezek
veya kemikle temizlenmesini men'etti ve bu ikisi temizlemez, buyurdu.» [349]
Bu ikinci hadisi aynı
lâfızla Ibn Huzeyme de tahric etmiştir. Buharı, Nesâî, Müslim, Ebû Dâvud,
Tirmizî, İbn Mâce, Dâremî ve Ahmed b. Hanbel aynı anlamda, fakat değişik
lâfızla şu hadîsi rivâyet etmişlerdir: «Resûlüllah ta.s.) Efendimiz, sizden birinizin ke-aik
veya tezek ile temizlenip arınmasını men'etmiştir.»[350]
Buharı meb'âs babında
«Şüphesiz ki, bu ikisi cinlerin yiyeceği- cümlesini fazla olarak rivayet
etmiştir. Müslim İbn. Mes'ud'dan -ivâyet etmiştir. Ebû Dâvud, Darekutnî ve
Hakim de ondan tahrîc-e nakletırdşlerdir. Taberâni sened-i zayıf ile Zübeyr'den
rivayet et-[nistir. Ebû Dâvud ile Nesâî Rufayi'den rivayet etmişlerdir.
Rivayetlerin tamamı,
hadîsin sıhhatini kuvvetlendirir manâ e muhtevadadır.
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır -.
1- Hayvan
dışkısıyla ve kemikle mak'âdi temizlemek mekruhtur. Hadislerin zahiri bunlardan kaçınmanın vâcib olduğuna delâlet
etmektedir.
2- Bu gibi
şeylerin bulunduğu yerlerde def-i hacet etmek de mekruhtur. Çünkü çevreyi ve
semtleri kirletir, hastalık doğurur.
3- Hayvan
dışkısı da necistir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ihticac, istidlal ve görüşleri:
a)
Hanefîlere göre, temiz eşya ile taharet sünnettir. Taş, ağaç, ! toprak, eskimiş
bez parçaları bu cümledendir. Hayvan dışkısı ve kemikle temizlenmek mekruhtur.
Bununla beraber bu ikisinden biriyle temizlenecek olursa, itibar edilir. Bir
cihetle (temizlenme hususunda) sünneti yerine getirmiş, bir cihetle de (sünnet
ile yasaklanan bir maddeyle temizlendiği için) kerahet işlemiş olur. İpek ve
benzeri kıymetli kumaşlarla, buğday, arpa gibi insan yiyeceği gibi maddelerle;
yaş ve kuru ot gibi hayvan yenileriyle taharet (mak'â-di temizlemek) mekruhtur.
Çünkü bu gibi şeyleri zaruret olmadığı halde kullanmak, temiz şeyleri murdar
etmeye sebep olur.[351]
Ayrıca bu mezhebe
göre, mak'adı necasetten temizlerken sayı söz konusu değildir. Amaç pisliği
gidermektir. Bu bir, iki yıkamak
veya silmekle
gerçekleşeceği gibi, beş ve yedi defa yıkamakla da olabilir.[352]
b) Şâfiîlere
göre, hayvan dışkısının kendisi necistir, onunla başka bir necaset nasıl
giderilip temizlik yapılabilir? Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, def-i
hacetten sonra îbn Mes'ud'dan üç taş istemiş, o da arayıp iki taş ve bir parça
sığır veya deve tersi bulup getirmişti. Peygamber (a.s.) taşları almış, tezeği
kullanmayıp atmış ve «Şüphesiz ki, o murdardır» buyurmuştu.[353]. O
halde tezek ve deve fışkısıyla temizlenen kimse, bunu müteakip taşlat veya su
ile) he temizlenmezse, o vaziyette namazı caiz olmaz.[354]
Temizlenmede sayıya
riâyet şarttır. İki taş kullanmak suretiyle temizlik olsa bile üçü tamamlamak
gerekir. Çünkü Hz. Peygamber (a.s.) hem üç taşla temizlenmeyi, hem de böyle bir
temizlikte tek Şsayıya riâyeti emretmiştir. Nitekim Ebû Hüreyre (r.a.) diyor
ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bizden birimiz def-i hacete gittiğinde üç taş
ile (temizlensin diye) bize emrederdi.»[355]
Ayrıca, «Kim (mak'adını) temizlemeyi istiyorsa, tek sayıya riâyet etsin!» buyurmuştur.[356]
Yine Şâfiîlere göre,
bu husustaki temizlenme su veya temiz katı olup muhterem sayılmayan madde ile
yapılması vâcibdir. Sol el jile temizlenmeyi ve mümkün olduğu takdirde taş ile
suyu birleş-itirmeyi gerçekleştirmek sünnettir. Sağ el ile taharette bulunmak
mekruhtur.[357]
Kendisiyle temizlik
yapılacak maddelerin evsafı hakkında, el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa adlı
eserin birinci cilt, doksan dokuzuncu sayfada geniş bilgi verilmiştir. Biz
özetleyerek naklediyoruz :
Temizlenmede
kullanılacak şeyin katı temiz bir madde olması şarttır. Aynı zamanda necaseti
yerinden kaldırıp giderici bir özellik taşıması, ıslak olmaması gerekir.
Şer'ân muhterem sayılan herhangi bir madde olmaması da şarttır. Meselâ ekmek,
kemik, üze-
ne fıkıh ve ona vesile
teşkil eden sarf, nahiv, hesap, tıb ve ben-;ri ilimlerden biri şeyler yazılı
kâğıt bu cümledendir.
c) Hanbeiîlere göre, ön ve arkadan çıkan yel ve
menî dışın-kki şeylerden dolayı temizlenmek vâcibdir. Çıkan şey ister idrar b
dışkı gibi mutad şeyler olsun, isterse çakıl taşı, kurt, kıl gibi adir bir madde olsun fark
etmez, hepsinden dolayı
mak'adı te-lizlemek gerekir.
Sözünü ettiğimiz maddelerin yaş ve
kuru ol-ıası bu hükmü değiştirmez.
îlim adamlarının
çoğuna göre, mak'âdı temizlemede insan su e taştan birini veya her ikisini
kullanmakta serbesttir. Ancak bi-Lyle yetinmek istediğinde suyu tercih etmesi
efdaldir.[358]
îmam Ahmed b. Hanbel'e
göre, Hanefîler'de olduğu gibi, te-lizlenmede sayı şart değil, temizliğin
sağlanması gereklidir. Bu üç defa ile olabileceği gibi, yedi defa ile de
olabilir.[359]
Mak'adı temizlemede
necaseti gidericilikte ağaç, bez ve ben-eri şeyler taş gibidir, hepsiyle de
yapılabilir.[360] Hürmete şa-ran olan fıkıh,
hadîs ve benzeri ilimlerin yazılı bulunduğu kâğıt-arla taharet caiz değildir.[361]
d) İmam
Mâlik'e göre, tezek ve kemik temiz olursa onlarla stinca
yapmanın (nıak'adm necasetini temizlemenin) mubah ol-luğunu İbn Kudame el-Muğnîıde
belirtmişse de, Abdurrahman el-Üezerî'nin dört mezheple ilgili fıkıh kitabında Malikîlerin bu ko-ıuyla
ilgili istinbat, istidlal ve görüşleri şöyle açıklanmıştır: Şu beş izelliği
taşıyan maddelerle istinca caiz olur: Taş, pamuk ve yün gi-)i kuru madde
olacak. Çamur gibi yaş maddeyle temizlenmek caiz leğildir. Çünkü bu gibi
maddeler necaseti büsbütün etrafa yayar. D bakımdan yaş bir maddeyle istincadan sonra herhalde mak'adı su ile
yıkamak gerekir. İstinca yapılacak şeyin temiz olması şarttır. 31müş hayvan
kemiği ve eti haram olan hayvanın dışkısı bu cüm-.edendir. Bunlar kuru olduğu
halde istinca için kullanılır, mak'âd-3aki pislik de giderilmiş olursa kâfi
gelir, ^ama kişi günahkâr olur. Bir diğer özelliği ise, şer'ân muhterem bir
madde olmaması gerekir. insan yiyeceği, yazılı kâğıt bu cümledendir.[362]
e) Dâvud
ez-Zahirî'ye göre, def-i hacetten sonra temizlenmek için ancak taş yeterlidir.
Çünkü bu husustaki emir vücubu gerektirir, tıpkı toprakla teyemmüm etme emri
gibi...[363]
Konuyla ilgili diğer
hadîsler ve tahliller :
İmam Ebû Hanîfe,
tezeğin ve dolayısıyla eti yenin hayvanların dışkısının necis olduğunu bildiren
İbn Mes'ud'un (r.a.) şu hadisiy-le istidlal etmiştir: «Peygamber (a.s.) ile
beraber oturuyordum. Def-i hacet için gitti ve bana üç taş getir, buyurdu. Ben
de aradım ancak iki taş ve bir de tezek parçası bulabildim. Peygamber (a.s.)
taşları aldı ve tezeği attıktan sonra BU MURDARDIR, dedi.»[364]
Daha çok tezeğin
cinlerin yiyeceği olduğunu bildiren hadisleri dikkate alarak onunla taharet
yapmanın sadece mekruh olduğunu, necaseti giderdiği takdirde temizliğin
sağlanmış sayılacağım söylemiştir.
Hanefîlerden et-Tahavi
ise yukarıdaki hadisle istidlal edip istin-caba taş sayısı şart değildir.
Nitekim İbn Mes'ûd (r.a.) 'nın getirdiği iki taş ile temizliğin sağlandığı
anlaşılıyor, demiştir. Hanefî fukaha-sınm çoğu da bu görüşü benimsemiştir.
îmam Şâfî, tezeğin
necis olduğu hakkında İbn Mes'ûd (r.a.) İhadîsiyle istidlal ederek, necasetin
necasetle giderilemiyeceğini be-|yân etmiştir. Üç taş ile temizlenmenin şart
olduğu hususunda ise Ebü Hüreyre'den rivayet edilen şu hadisle istidlal
etmiştir: «Sizden biriniz def-i hacet için çıktığında beraberinde üç taş
götürsün de onlarla paklansın, çünkü o üç taş ona kâfi gelecektir.»[365]
Ahmed b. Hanbel'e
göre, üç taş ile temizlenmeyle ilgili emir, vücubi değil istihsanîdir. Üç
sayısı, ortalama bir takdirdir. Bu daha çok ve daha az da olabilir. Çünkü maksat, temizliktir.
Mâlikîlere göre eti
yenen hayvanların dışkısı —bilhassa kuru olursa— necis değildir. Kuru oldukları
takdirde istinca yapılabilir, ancak hadîsle men'edüdiği için mekruhtur. Böylece
Mâlikîler de îbn Mes'ud'un (r.a.) rivayet ettiği hadisle değil, kemik ve
tezeğin cinlere ait, olduğuyla ilgili hadîsle istidlal etmişlerdir. [366]
îslâm her sınıf insana,
her bölgede yaşayana hitap ettiğinden ıa göre kolaylaştırıcı hükümler
koymuştur. Taşla temizlenme, kır, bayırda, çölde ve benzeri yerlerde yeterince
su bulunmadığı kkate alınarak sünnet kılınmıştır. Böylece insanların sözü
edilen xh&, çok susuz yerlerde rastgele şeylerle mak'adlarını temizleme-.
zararlı görmüş, koruyucu hekimlik doğrultusunda taşla temiz-nineyi en uygun yol
olarak belirlemiştir.
Bu konuda taş, temiz
cisimlerden yana bir ölçüdür. Şer'ân muh-5rem olmayan temiz katı maddelerle
istinca yapmakta bir sakınca yoktur. Su bulunduğu yerlerde ise hem taş, hem su
ile temizlenme avsiye edilmiş, fakat mutlaka böyle olması gereklidir diye bir
hü-;üm vaz'edilmemiştir. O halde yalnız taşla temizlenme yapılabile-ıeği gibi,
yalnız su ile de temizlenme yapılabilir. İkisinden birini ercin etmek
gerektiğinde su ile temizlenmenin afdal olduğunu umhur kabul etmiştir.
Nitekim Enes b.
Mâlik'den (r.aJ yapılan rivayette demiştir ki: Resûlüllah (a.s.) Efendimiz
helaya girer, ben ve benim benzerim sir oğlan su matarası ve bir de mizrak
kadar bir değnek taşırdık. kesûlüllah
(a.s.) Efendimiz su ile
temizlenirdi.»[367]
j Ancak hadisin
sonundaki (mizrak kadar değnek) kelimesi, Snes'den değil de, râvilerden
Ebu'l-Velîd'in sözü olduğu söylenir, Jünkü Amr b. Merzuk tarikiyle sabit olan
aynı hadiste «âneze» ke-imesi yoktur. Ayrıca Müslim'in de Hâlid el-Hazza!
tarikiyle yaptığı rivayette de bu kelimeye yer verilmemiştir.- Böylece sahih
olduğu kabul edilen bu hadîs, su ile istincanm sübutuna açık şekilde delâlet
etmektedir. İmam Mâlik ise Peygamber'in (a.s.) şu ile istinca etmediğini iddia
etmişse de sahih isnadlarla Huzayfe b. Yemân (r.a.)'-den yapılan rivayette,
kendisinden su ile istinca hakkında sorulunca şu cevabı verdiği sabit
olmuştur: «O takdirde (yani su ile temizlenmediğimde) elimdeki koku giderilmiş olmaz...»[368]
Mâliki fukahasmdan bir
kısmı, su bulunmadığı yerlerde taş ile istinca yapılması sünnettir, diyerek
suya öncelik vermişlerdir.[369]
Şâfiîler ise,
mak'addan çıkan pislik dübür kısmını aşarsa, o tak-
dirde su ile
temizlenmek gereklidir, demişlerdir. Hanefilerden çoğu da bu görüştedir. Oysa
su ile temizlenmenin efdal olduğu, bulunduğu yerlerde onunla temizlenmenin
daha uygun olacağı çeşitli sahih rivayetlerle sabit olmuştur. O bakımdan
müctehid imamlardan bir kısmı bu rivayetlerle istidlal etmişlerdir. Ahmed b.
Hanbel ve Tirmizî'nin tahric ettiği, Nesâî'nin sahih kabul ettiği rivayette Hz.
Ayşe (r.a.) validemiz kadınlara şöyle tevsiyede bulunmuştur: «Kocalarınıza su
ile istinca yapmalarını (def'-i hacetten sonra su ile mak'âdlarmı yıkayıp
temizlemelerini söyleyin, çünkü ben onlardan utanıyorum (da söyleyemiyorum).
Şüphesiz ki Resûlüllah (a.s.) öyle yapardı...» (Neylü'l-evtar)
Ayrıca bu istidlal ve
görüşü te'yîd eden Küba hadisi söz konusudur. Şöyle ki : Küba halkı def'-i
hacetten sonra su ile temizlenirlerdi. Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan
rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir -. Şu
âyet Küba ehli hakkında inmiştir: «Orada temizlenmeyi sevenler vardır. Âlah da
çokça temizlenenleri sever.» Resûlüllah (a.s.) devamla şöyle buyurdu: «Onlar
(Küba halkı) su ile istinca eder (def'-i hacetten sonra su ile temizlenir)
lerdi. O bakımdan bu âyet onlar hakkında inmiştir.»[370]
Tirmizi hadîsin garip
olduğunu söylemiş, Bezzar ise değişik bir anlatımla İbn Abbas'dan rivayet
etmiştir. Küba halkının, «biz taşla temizlendikten sonra su ile temizleniriz»
şeklinde bir ifade kullandıkları rivayeti ise zayıftır. Sahih rivayetle tesbit
edilende sadece yukarıda naklettiğimiz gibi, «def'-i hacetten sonra su ile
temizlenirlerdi» cümlesi yer almaktadır. O bakımdan Nevevî İbn Rıfaî, Küba
halkının temizlenmede taş ile su arasını cem'ettikleri kaydı yoktur. Hadis
kitaplarında buna rastlanmaz, demişlerdir.[371]
Zeylaî, bu hadis
hakkında îmam Nevevi'nin zühul ettiğini belirttikten sonra senedi hasen olan
rivayeti şöyle nakleder: İbn Mâ-ce'nin kendi süneninde tahric ettiği hadisi
Utbe b. Ebi Hakem'den, o da Talha b. Nâfı'dan rivayetle Ebû Eyyub'un ona şöyle
haber verdiğini belirterek Cabir b. Abdillah ve Enes b. Mâlik'in şöyle dediklerini
tahdîs etmiştir : «Orada temizlenmeyi sevenler vardır...» mealindeki âyet
inince Resûlüllah (a.s.) Efendimiz Ansar'a şöyle buyurdu: «Ey Ansar topluluğu!
Şüphesiz ki Allah temizlik hakkında sizi övdü. Temizliğiniz nelerdir?» Onlar
da şu cevabı verdiler: «Namaz için abdest alırız, cenabetten dolayı yıkanırız,
su ile istinca eder (mak'âdımızı yıkarız)» Bunun üzerine Peygamber (a.s.) şte
(övüldüğünüz şey) budur! Artık ona gerekli olunuz...» buyur-u.
Gerçi râvilerden Utbe
b. Ebî Hakanı halikında bazı sözler söy-bnmiştir: Ebû Hatim,' «onun hadisi
sahihtir» derken, îbn Âdiy, onun rivayetinde hiçbir beis yoktur» demiştir.
Nesâi ise onu za-ıf saymıştır. Hâkim ise onun rivayetini el-Müstedrek'te tahrîç
edip ahih olduğunu belirtmiştir.[372]
Cinlerin neler yediği
hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. "Yalın ıteşten, yani ışından
yaratıldıklarına bakılırsa, hilkattaki özelliklerine göre onlar için besleyici
bazı gıdalar da yaratılmıştır. îstinca konusuyla ilgili hadislerde kemik ve
tezekle temizlenme men'edil-niş, illet olarak iki ayrı husus belirtilmiştir:
Birincisi, «tezek necis-tir» denilmiş; ikincisi, «Kemik ve tezek cinlerin
yiyeceğidir», diye cevap verilmiştir.
Kemik üzerinde
cinlerin gıdalanacağı bir yiyecekten söz ediliyor ki, onların atılan kemiklere
uğradıkları zaman Allah tarafından o kemikler üzerinde birtakım yiyecek
mahiyetinde şeyler vü-cud buluyor. Tezek ise onların hayvanlarının yemidir.
Rivayetlerin
tamamından bu mâna çıkmaktadır. Biz şimdi ilgili hadîsleri naklediyoruz :
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, deniliyor ki; Ebû Hü-reyre, Resûlüllah (a.s.) Efendimizle
beraber (çıkarak) abdest alması ve hacetini gidermesi için yanında su matarası
taşırdı. (Bir defasında) o, matarasıyla Resûlüllah'ı arkadan takip ediyordu.
Peygamber (a.s.) : «O kimdir?» diye sordu. O da : «Ben Ebû Hüreyre...» diye
cevap verdi. Resûlüllah O'na: «Benim için birkaç taş ara ki onlarla (necaseti)
silkip gidereyim. Sakın bana kemik ve tezek getirme!» buyurmuştur.
Ebû Hüreyre (r.a.)
devamla demiştir ki: «Elbisemin bir ucuna onun için birkaç taş koyup taşıdım ve
getirip iki yanma koyduktan
sonra ayrıldım.
Peygamber (a.s.) işini bitirince, (kendisine doğru) yürüdüm ve «kemikle tezeğin
nesi vardır?» dedim. Buyurdu ki . «O ikisi cinlerin yiyeceğidir. Hem gerçekten
Nusaybin cinlerinden temsilci olarak bir grup cin bana geldi ki onlar ne güzel
cinlerdi! Benden yol azığını istediler. Ben de onlar için Allah'a dua ettim ki
bir kemiğe veya bir tezeğe uğramaya görsünler, mutlaka üzerinde yiyecek
bulurlar...»[373]
Müslimin Alkame
hadîsinden yaptığı rivayette nebîz (şıra) ile abdest almayla ilgili İbn Mes'ud
(r.a.) rivayetinde bu konuya temas edildikten sonra cinler, Peygamber (a.s.)
Efendimiz'den yol azığı istemişler. Peygamberimiz (a.s.) onlara şöyle
buyurmuştur: «Her kemik size ve her (eti yenen hayvanın) fışla ve dışkısı sizin
hayvanınıza yemdir.» Sonra da devamla şöyle buyurmuştur: «Kemik ve fışkıyla
istinca etmeyiniz, çünkü o ikisi tein) kardeşlerinizin yiyeceğidir.»
Tirmizî'nin
rivayetinde şu fazlalık vardır: «Tezek ve kemikle istinca etmeyin. Çünkü o
ikisi cinlerden tdin) kardeşlerinizin azığıdır.»[374]
Böylece kemikle tezek
hakkında muhtelif rivayetlerden şu sonuç çıkmaktadır: Bir hadiste bu ikisiyle
temizlik sağlanamıyacağı, bir hadîste tezeğin necis olduğu açıklanmıştır. Üç
hadîste ise, kemiğin cinlerin azığı veya yiyeceği, tezeğin de onların
hayvanlarının yemi olduğu farklı ifadelerle belirtilmiştir.
Ağırlık son üç
hadîstedir. O bakımdan bu iki maddeyle istinca-nın iki ayrı illeti
bulunuyordur: Birincisi: temiz olmadıkları veya onlarla temizliğin
sağlanamıyacağı, ikincisi; onların cinlere ait bulunduğudur. Günümüzde gelişen
bilimsel araştırmalar, mikrop, virüs, bakteri üzerinde elde edilen müsbet
sonuçlar karşısında her iki illetin de geçerli olduğu, istidlale elverişli
bulunduğu muhakkaktır.
Daha önce de
belirttiğimiz gibi, hayvan dışkısında TETANOS mikrobu; kemiklerde ise
köpeklerin salyasıyla KUDUZ mikrobunun bulaşmış olabileceği söz konusudur. [375]
l- Def-i
hacetten sonra mak'âdı tezek, fışkı ve kemikle temizlemek mekruhtur.
2- Çoğu ilim
adamlarına göre tezek ve fışkı necistir, Necaset îcasetle giderilmez.
3- Taşla
istinca etmek müstehabdır. Su bulunan yerlerde taş-ı istincaya gerek yoktur. Su
daha temizleyicidir. Müctehid imam-ardan bir kısmı suyun tercih edilmesini
hükme bağlamıştır.
4- İsrafa
yol açan, şer'ân muhterem sayılan maddelerle istin-a yapmak, bazan tahrîmen,
bazan da tenzîhen mekruhtur. Bu, iaddenin özelliğine göredir.
5- Taşla
istinca yaparken, müctehid imamların
çoğuna göre, ayı şart değil, temizlenme şarttır. Sayı artıp, eksilebilir.
6- Müctehid
imamların çoğuna göre, yazılı olmayan
kâğıtla |stinca yapmakta bir sakınca yoktur. Sahih olan da budur. [376]
SÎVAK tabiri, dişleri
temizlemede kullanılan erak veya benzeri bir çubuk anlamına geldiği gibi,
mücerred dişleri temizlemeye de denilir. Diğer bir anlatımla, dişleri
misvaklama anlamında da kullanılır. O halde s i v a k denilince yalnız ERAK
ağacının çubuğu hatıra gelmemeli, sert ve diş kirlerini, sarılığını giderici
özellikte olan her cismi kapsamına alır. O bakımdan günümüzde kullanılan fırça
dâ bu sünneti yerin© getirebilir.
İslâm, ilim, irfan ve
medeniyet dinidir. Bin döryüz yıl önce temizliğe, koruyucu hekimliğe verdiği
öneme ve koyduğu kurallar[377]a
dikkat ettiğimizde onun bütünüyle ilâhî olduğunu anlamakta gecikmeyiz.
Diş temizliği de
ilgilenilmesi gereken önemli konulardan biridir. Sindirim sisteminin normal
çalışabilmesi ve korunabilmesi için dişlerin sağlam ve sağlıklı olması
gerekir. O bakımdan cihan peygamberi Hz. Muhammed Ca.s.) günlük hayatının
bölümlerinde sık sık sivak veya misvak kullanır ve ümmetine bunu tavsiye
ederdi. Sabahleyin uykudan kalkınca, abdest alınca, namaza başlarken, Kur'-ân
okumaya hazırlanırken, yemek yedikten sonra, ağzının tadı ve kokusu değiştiği
zaman mutlaka sivak kullanırdı.
Konuya mesned teşkil
eden hadisler:
Hz. Aişe
(r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah
(a.s.) Efendi-miz'in şöyle
buyurduğunu söylemiştir:
«Misvak, ağız
temizliği ve Ratabın rızasıdır.»[378]
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«Eğer ümmetime
meşakkat vermem (hususu) olmasaydı, her namazda
onlara misvak kullanmalarını
emrederdim.
Ahmed b. Hanbel'in
rivayetinde ise, «her abdestle beraber onlara misvak kullanmalarını
emrederdim,» buyurulmuştur.
Zeyd b. Haüd
(r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur :
«Ümmetime meşakkat
vermem (hususu) olmasaydı, yatsı namazını gecenin üçte birine geciktirirdim ve
her namazda misvak kullanmalarını kendilerine emrederdim.»[379]
Şüreyh'den yapılan
rivayette diyor ki: Hz. Aişe (r.a.) validemize,
— Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz evine girince
ilk ne gibi şeye başlardı? Sorduğumda şu cevabı verdi :
— Misvak ile başlardı...[380]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Sivak,
yalnız erak ağacının dalından, çubuğundan elde edi-3n değil, dişleri
temizleyecek, sarılığı giderecek,
ağzın kokusunu Leğiştirecek özellikte olan her aleti kapsayan bir tabirdir.
2- bu
manâyla fırça da bir sivak veya misvak'ttr.
3- Allah,
ağzını, dişlerim temizleyen
kullarını sever.
4- Din
kolaylığı emreder, meşakkat vermekten kaçınır. O bakımdan çok lüzumlu olmakla
beraber misvak sünnet kılınmıştır.
5- Her namaza kalkıldığında misvak
kullanmak müekked
sünnettir.
6- Her abdest alınmaya başlandığında misvak
kullanmak müekked sünnettir.
7- Her eve
girildiğinde, gece kalkıldığında, sabahleyin uykudan uyanıldığmda misvak
kullanmak sünnettir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların istidlal, ihticac ve görüşleri :
a)
Hanefîlere göre:
Abdestin
sünnetlerinden biri de misvak kullanmaktır. Kişi dilendiği zaman, dilediği
misvakla dişlerini temizler. Misvak kuru olsun, i ıslak olsun; kullanan oruçlu
bulunsun ve oruçsuz olsun; onu zeval-dan Önce veya sonra kullansın fark etmez.
Çünkü bu husustaki nass-lar mutlaktır. Şafiî'ye göre oruçlu kimsenin zevalden
sonra kullanması mekruhtur.[381]
b) Şâfiîlere
göre:
Abdestin sünnetlerinden
biri de dişlere enine sürülecek şekilde sivak kullanmaktır. Bu, temizleyici,
sarılığı giderici ve ağız kokusunu değiştirici özellikte herhangi bir alet
olabilir. En sahih kavi de budur.
Misvak namaz için,
ağzın tadını ve kokusunu değiştirmek için sünnettir. Oruçlu için ancak zevaldan
sonra mekruhtur.[382]
Misvak'm erak
ağacından olması daha iyidir. Misvaki şu yerlerde kullanmak müekked sünnettir.
1- Kur'ân-ı
Kerîm okumaya başlarken.
2- Eve
girerken.
3- Uykudan
kalkarken.
4- Uyumak
üzere döşeğe uzanırken.[383]
c) Mâlikîlere göre:
Abdestten önce erak
ağacı veya benzeri bir cisimle dişleri oğ-mak faziletlidir. Böyle bir cisim
bulunmadığı takdirde parmakla oğ-mak yeterlidir. Sağ el ile tutup dişlere enine
sürülmesi müstehab-dır. Namaz kılmaya, Kur'ân okumaya başlarken, uykudan kalkınca,
ağzın tadı ve kokusu değişince misvak kullanmak müstehabdır. [384]
d)
Hanbelî'lere göre:
Misvak kullanmak
müekked sünnettir. Onun kullanılmasındaki istinbat, namaza başlarken, uykudan
kalkarken, ağız kokusu değişirken daha da kuvvetlenir.[385]
îlim adamlarından çoğu
misvak kullanmayı sünnet kabul etmiştir. Ancak İshak ve Zahirîlerden Dâvud
vâcib olduğuna kaildirler. Onların delili şudur : Biz misvak kullanmakla
emrolunduk. Emir ise vücubu gerektirir.
Oruçlu ise öğle
namazından güneş batmcaya kadar kullanmaz.[386]
Gece namazına kalkan,
cuma namazına giden kimsenin misvak kullanması müstehabdır. Ayrıca misvakın
yumuşak bir ağaçtan olması, dişlerin kirini ve sarılığını giderici bulunması
da müs-tehab sayılmıştır.[387]
Böylece mezheplerin bu
konuyla ilgili ictihad ve istidlallerini özetlemiş olduk. Geniş bilgi için
fıkıh kitaplarına Abdestin Sünnetleri bahsine bakmaları tavsiye olunur.
Misvak mevzuunda diğer
ilgili hadîsler ve tahliller:
«Misvak tutunun; çünkü
misvak ağzın temizliği, Rabbın da n-asıdir.»[388]
Yukarıdaki hadîsi İbn
Mâce tahrîc etmiştir, onda bir zaaf söz :onusudur. Ancak misvak kullanmayı
emreden rivayetlerin birçok jâhitleri vardır ki, reddi mümkün değildir.
el-Bedrü'-lMünir'de si-fakla ilgili yüzün üstünde hadîs rivayet edildiği
belirtilmiştir.[389]
Şürayh'in Hz.
Aişe (r.a.)'dan yaptığı rivayette,
demiştir ki:
«Resûlüllah ta.s.l
Efendimiz geceleyin (ibâdet için) kalkınca ığzına misvak sürerdi.»[390]
Bu hadisin sıhhatında
ittifak vardır.
Yine Hz. Aişe (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki:
«Resûlüllah îa.s.)
Efendimiz gece veya gündüz her uykudan kalktığında abdest almadan önce mutlaka
misvak kullanırdı.»[391]
İbn Ömer (r.a.)'daıı
yapılan rivayette demiştir ki:
«Resûlüllah Ca.s.î
Efendimiz uyumaya görsün; mutlaka misvak yanında bulunurdu. Uyuyunca da misvak
kullanmaya başlardı,[392]
Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in hemen her halü kârda misvak 'kullandığı, geceleyin başucundan
ayırmadığı; dışarı çıkarken, eve girerken, namaza başlarken, abdest alırken
mutlaka kullandığı görülmüştür. Bu hususta birçok sahih hadîsler rivayet
edilmiştir. Hepsini buraya nakletmeye gerek görmedik. Fazla bilgi edinmek isteyenler,
Zeylaî'nin Nasbu'r-râye'sinin birinci cilt 7 ve 8. sahifelerine; Şevkani'nin
Neylü'l-Evtar'ınm birinci cilt 122-127. sahifelerine; ayrıca îbn Kudarne'nin
el-Müğnî'sinin birinci cilt MİSVAK bahsine bakabilirler.
îmam en-Nevevî bu
hadîslerin ışığında, hemen her zaman misvak kullanmanın sünnet
olduğunu, ama şu beş yerde müekked sünnet sayıldığını belirtmiştir:
1- Namaza
başlarken.
2- Abdest
alırken.
3- Kur'ân-ı Kerîm okumaya başlarken.
4- Uykudan uyanıp kalkıldığında.
5- Ağzın kokusu ve tadı değiştiğinde...
Nitekim Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz: «Şüphesiz ki ağızlarınız Kur'ân (okumanın) yollarıdır. O
halde onu misvakla güzelleştiğin!»
buyurmuştur. [393]
Diğer bir hadîste ise
: «Dört şey peygamberlerin sünnetlerinden-dir: Haya (utanmak) güzel koku
sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek...»[394]
Âmir b. Rabi'â'dan
(r.a.) yapılan rivayette demiştir ki:
«Besûlüllah'ı (a.s.)
oruçlu iken sayamıyacağım kadar misvak kullanır halde gördüm.»[395]
Yine Resûlüllah'ın
(a.s.) misvakla ilgili hadîslerinden birini Hz. Aişe (r.a.) şöyle rivayet
ediyor : «Oruçlunun hayırlı hasletlerinden biri de misvak kullanmasıdır.»[396]
1- Dişleri
temizlemek, ağzın kokusunu gidermek için
e r a k ağacı şart değildir. Bu iki özelliği olan her ağaç veya maddeyle
—yeter ki necis olmasın bu sünneti
yeiine getirmekte bir sakınca yoktur.
Nitekim îmam Şafii ile İmam Mâlik'in istidlal ve ictihad-ları bu anlamdadır.
2- Fırça misvak yerine geçer, ilim adamlarının çoğunun görüş birliği
vardır.
3- Misvak
kullanmak sünnettir. Aynı zamanda abdestin sünnetlerinden biridir. Dört mezheb
imamları bu hususta müttefiktir.
4- Yukarıda
belirttiğimiz gibi, beş yerde kullanılması müek-ted sünnettir.
5- Diş
temizliğini sağlamak ve dişlerin
sağlığını korumak (nüekked sünnetlerden biridir.
6- Oruçlu
kimsenin misvak kullanmasında bir sakınca olmamakla beraber aynı zamanda
müstehab veya sünnettir. Ancak Şafii ve Hanbeli mezheplerine göre, zevaldan
güneş batıncaya kadar kullanılması tenzîhen mekruhtur. Diğer iki mezhebe göre
mekruh değildir.
Er ak ağacı, daha çok
Arabistan'da yetişir. Gövdesi üzün, çok dikenli ve yapraklıdır; yumuşak esnek
dallarından misvak yapılır. .Kendine has nefis bir kokusu ve antiseptik bir
özelliği vardır. ;O bakımdan, fırça ve macun bulunmadığında, hatta bulunduğu
za-jman bile bu ağaçtan elde edilen misvakı kullanmakta yarar vardır. [397]
Fıtrat, birkaç mânaya
gelmekle beraber daha çok hadîslerde «tevhid dini» kasdedilmiştir. Çünkü
Allah'ın varlığına ve birliğine inanmak ezelde insanın ruhuna enjekte
edilmiştir, hılkatta bu duygu insanda mevcuttur. Sonra ana - baba, çevre ve
eğitim bu duyguyu ya geliştirir, ya da köreltir.
O bakımdan her
gönderilen peygamber mutlaka TEVHÎD DİNİ üzere gelmiş ve insanları bu inanca
davet etmiştir.
Peygamberlerden,
tevhîd inancı doğrultusunda devam edege-len birtakım güzel sünnetler var ki,
Hz. Âdem'den la.s.), son peygamber Hz. Muhammed'e (a.s.) kadar tazeliğiyle
sürüp gelmiş, her peygamber onları uygulamış ve tavsiye etmiştir.
Bununla ilgili
hadîsler şöyledir:
Ebû Hüreyre (r.a.)
'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
«Beş şey fıtrat
'tandır; Kasığı traş etmek, sünnet olmak, bıyığı (dudak kırmızılığı görülecek
şekilde) kesmek, koltuk altı kıllarım gidermek ve tırnakları kesmek.»[398]
Enes b. Mâlik (r.a.)
'den yapılan rivayette, demiştir ki. «Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz bıyık kırkmak, tırnaklan kesmek, koltuk altı kıllarını
gidermek, kasık traşı yapmak için bize vakit belirledi -. Kırk geceden daha
çok Ibunlan kendi haline)
terketme-memizi emretti.»[399]
Hz. Aişe (r.a.)'dan yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur :
«On şey fıtrat
'tandır. Bıyığı kırkmak, sakalı kendi haline bırakıp çoğaltmak, misvak
kullanmak, burna su çekmek, tırnakları kesmek, parmaklardaki boğumları
yıkamak, koltuk altı kıllarım gidermek, kasığı traş etmek, intikas-ımâ, (yani
az su ile de olsa mak'âdı temizlemek veya apış arasına su serpmek.)
Râvî Zekeriyya diyor
ki, râvi Mus'âb dedi ki : «Onuncuyu unuttum, meğer ki ağzı su ile çalkamak
ola...»[400]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Bıyığı
dudak kırmızılığı gözükecek şekilde kesmek, koltuk altının kıllarını
gidermek, kasığı tıraş etmek, tırnakları kesmek
sünnettir.
2- Bunları
en çok kırk gün geçmeden kesmek emredilmiştir. (Daha çok ortam müsait olmadığı
zamanlarla ilgilidir.)
3- Sünnet
olma dışındaki şeyleri yerine getirmek
müctehid imamların ittifakıyla sünnettir.
Hitan (sünnet olmak) hakkında
farklı görüşler vardır, yeri gelince gerekli
açıklama yapılacaktır.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefîlere göre :
Tırnakları, koltuk altı
ve kasık kılları uzadığında kesmek; tır-
akların etle bitişen
kısımlarında biriken kirleri temizlemek sün-ettir. Ancak savaş halinde
bulunanların bir süre kesmeyip tır-aklarını o vaziyette korumasına cevaz
verilmiştir. O da savaş esasında göğüs göğüse boğuşma anlarında ve bir yerlere
tırman-ıa durumlarında işe yarayacağı düşüncesiyle ruhsat verilmiş; hat-L bu
durumlarda kesilmemesinin mendup olduğu söylenmiştir.
Tırnakları ve sözü
edilen yerlerdeki kılları giderme hususun-ia en uygun olanı, haftada bir genel
temizlik yapmaktır. Bu müm-cün olmadığında 15 günde bir yerine getirilmesi
sünnettir. Kırk pönü geçiren kimsenin ise özrü makbul değildir. Çünkü
(Resûlül-ah (a.s.) Efendimiz her perşembe tırnaklarını keser, uzayan kılar
varsa giderirdi. Tırnakları uzamış tırnakla et arasında kir bi-ikmiş bir halde
huzuruna gelenleri mutlaka uyarmıştır.
O halde haftada bu tür
bir temizlik yapmak afdaldır. 15 günle bir yapmak fazilettir, kırk günde bir
yapmak ise sünnet sınırını ışmaktır.
Koltuk ve kasık
kıllarını gidermede arsenik kullanılmasına ce-iraz verilmiştir. Bununla beraber
kesici bir aletle giderilmesinde bir iakmca yoktur.[401]
b) Şâfiîlere
göre de sözü edilen hususları haftada veya onbeş ?ünde bir yerine getirmek
sünnettir. Kırk gün bunun azamî süresidir.
c) Hanbelîlere göre:
Kasığı tıraş etmek
müstehabdır. Çünkü fıtratın ilgili sünnetlerinden biridir. Terki doğru
değildir. Uzanan kıllar ne ile giderilirse giderilsin farketmez. Çünkü amaç
kılları giderip temizlemektir.
Koltuk altı kıllarını
gidermek sünnettir. O da fıtrattandır. Herhangi bir şekilde giderilebilir.
Yolmak suretiylede gidermek efdal-dır.
Tırnakları kesmek
müstehabdır. O da fıtrattandır. Nitekim Peygamber (a.s.) Efendimiz, tırnaklarım
kesmeyip etle tırnakları arasında kir biriken bir adamı yüzüne karşı
kınamıştır. Hz. Ali (r.a) diyor ki: «Peygamber (a.s.) Efendimiz perşembe günü
tırnaklarını keser sonra da bana şöyle buyururdu: «Ya Ali! Tırnağı kesmek,
koltuk altı lallarını gidermek, kasığı tıraş etmek perşembe gününde; gusledip, güzel koku sürünmek ve iyeni)
elbise giyinmek cuma gününde tyapılırî.»[402]
d)
Mâlikî'İere göre :
Fıtrattan olan beş şey
: Tırnakları kesmek, bıyığı kırkmak, koltuk altı kıllarını gidermek, kasığı
tıraş etmek ve sünnet olmak sünnettir.
İmam Mâlik'in Said b.
Müseyyeb'den yaptığı rivayette şöyle demiştir: «ilk misafir edinen, ilk sünnet
olan, ilk bıyığını (dudaklar gözükecek) şekilde kesen ve ilk beyaz kılları
görüp «Ya Rab! bu nedir?» diye soran İbrahim Peygamberdir. Allah ona: Bu beyazlık
vakardır, ya İbrahim!» buyurmuş, o da «ya Rab! Vakarımı artır» demiştir.
Muhaddis Yahya b. Main
diyor ki: Malik'den işittim, diyordu ki: Bıyığından dudak kırmızılığı gözükecek
kadar kırk (veya kes).[403]
Diğer, ilgili
hadisler, rivayetler ve tahliller:
Ebû Cafer
et-Tahavi'nin yaptığı rivayete göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz uzun bıyıklı
bir adam gördü. Bunun üzerine bir misvak, bir de keskin bıçak istedi. Adamın
bıyığını o misvake göre kesip kısalttı.[404]
Yukarıda konunun baş
kısmında Enes b. Malik'den rivayet edilen hadiste kırk gün gibi uzun bir
süreden söz ediliyor ve dolayısıyla tırnakların da kırk günde bir kesilmesi
tavsiyesi yer alıyor. Oysa Peygamber (a.s.) her perşembe tırnaklarını
kesmiştir. Ayrıca yukarıda bıyıklarım uzatan adamın bıyıklarına müdahale edip
ona çeki düzen vermiştir. Ciddî araştırmalarla sözü edilen Enes hadîsinin
râvileri arasında Sadaka b. Musa Ebu'1-Muğîre bulunuyor-dur ki, buna Ebû
Muhanımed el-Basrî ed-Dakikî de denir, bu zât zayıf kabul edilmiştir. Yahya b.
Maîn, «o kayde değer bir şey değildir» derken Nesâî, « o zayıftır» Tirmizî' «o
hafız değildir» demiştir. Ebu Hatim er-Razî ise «o yumuşak hadîslidir, hadîsi
yazılabilir, ancak onunla ihticac edilmez, çünkü kaviy
değildir, demişlerdir.
İmam Nevevî ise sözü
edilen hadîsi yorumlarken şöyle demiş-
tir O, kırk günde bir
sözü edilen temizlikler yapılsın demek değil, imali kırk günü geçmemelidir,
demektir. Muhtar olan odur ki :
tıllar ve tırnaklar
uzadıkça kesmektir.
Şevkanî'ye göre,
Resûlüllah'm zapt ettiği kırk gün,
vakıtlan-
hrma süresidir. Kırk günü
aşmak caiz değildir. Kırk güne kadar belirtilen yerlerini tıraş etmeyen,
tırnaklarını kesmeyen kimse iünnete muhalefet etmiş sayılmaz.
Bize göre, Nevevî'nin
yorumu, diğer rivayetlerle daha çok uyum sağlamakta ve İslâm'ın temizliğe,
koruyucu hekimliğe verdiği örie-poi yansıtmaktadır[405]
1-
Tırnakları haftada bir kesmek, sünnete daha uygundur. Nitekim Peygamberimiz
(a.s.) haftada bir özellikle perşembe günleri tırnakları keser, gereken
temizliği yapardı.
2- Kasık
kıllarını uzadığı zaman, kırk günü geçmemek kaydıyla traş etmek
sünnettir. Bu süre geçinceye kadar
terkedilirse, kerahet işlemiş olur.
3-
Bıyığı, dudakların kırmızılığım
örtecek kadar uzadığında fazla kısımlarını kırkmak sünnettir. Bilindiği gibi,
rüzgarla birlikte gelen toz ve mikroplar daha çok vücudumuzda kulak boşluğuna
ve kıvrımlarına, göz pınarlarına, burun deliklerine ve bıyık ve sakala
yerleşir. Bıyıklar ağzımızı
örtüyorsa, aldığımız gıdalara oraya yerleşen toz ve mikroplar
karışabilir. O bakımdan da bıyıkları belirtilen sınırı aşar şekilde uzatmak
doğru değildir.
4- Koltuk
altını —kıllar uzayıp nahoş bir görünüm arzetti-ğinde— gidermek
sünnettir. Bu da en çok kırk günü aşmamalıdır. Aksi halde kerahet işlenmiş
olur.
5- Vakti
gelince erkek çocuğunu sünnet etmek de müekked bir sünnettir. Bu konu ayrıca mezheplerin istidlal ve ictihadları
doğrultusunda işlenecektir.
6- Sakalı kesmeyip kendi halinde bırakmak da
sünnettir. Bu konuda ayrı bir bölümde işlenecektir;
7- Diş
sağlığı ve temizliği bakımından misvak veya fırça kullanmak, özellikle abdest alırken ve namaza
durulurken; uykudan
kalkıldığında ve
yatağa girileceği zaman müekked sünnettir' O bakımdan fukaha misvak kullanmayı
abdestin sünnetleri arasında . saymıştır.
8- Burna su
çekip temizlik yapmak, özellikle
abdest alırken bu amelyeyi yerine getirmek sünnettir.
9- Ellerdeki
oynak, eklem yerleri ve biraz
şişmanlıktan ileri gelen bu yerlerdeki boğumlan iyice yıkamak da sünnettir.
Çünkü bu kısımlar bilhassa kirin ve mikrobun
yerleşmesine uygun bir vasat sayılır.
10-Ağzı
çalkamak da öyle. Bir de küçük ve büyük abdest bozduktan sonra iyice
temizlenmek veya küçük abdest bozduktan sanra idrardan iyice korunup şüpheyi
gidermek için apış arasına biraz su serpmek müstehabdır.
Bütün bunlar insan sağlığıyla
içiçedir. İslâm Dini, ibâdetle temizliği, ibâdetle insan sağlığını korumayı ve
dolayısıyla koruyucu hekimliği birleştirmiştir[406]
Bilindiği gibi sünnet,
erkeklerde cinsiyet organının ucundaki derinin kesilmesi anlamında kullanılır.
Başta Müslümanlık olmak üzere, Musevüik'te de dinî bir töredir. Her ne kadar
Matta, Markos, Luka ve Yuhanna incillerinde sünnetten söz edilmese de Barnaba
İncil'inde İsâ Peygamber'in yedi günlükken sünnet edildiği yazılır.[407]
Yapılan tarihî
araştırmalardan sünnet 'in çok eski bir âdet olduğu ve Afrika halkı tarafından
da uygulandığı anlaşılmaktadır. Peygamberlerden ilk sünnet olan İbrahim
Peygamber'dir, denilmektedir. Oysa Kütüb-i Sitte'nin ittifakla rivayet
ettikleri fıtrat hadîsinde sünnet'in de gelip geçen peygamberlerden, Tevhid
Dini gereği kalan sünnetlerden biri olduğu açıklanır. Hadîsin açık delâletinden
bu sünnetin ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem'le (a.s.) başladığı anlaşılıyor.
Konumuzla ilgili hadîs-i şerifler:
Ebû' Hüreyre
(r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah Ca.s.) fendimiz buyurdu ki ; «İbrahim
Halîlü'r-Eahmân üzerine seksen il geldikten tseksen yaşına girdikten) sonra
sünnet oldu. Keser e (kendini) sünnet etmişti.»[408]
Sahîh-i Müslim'de ise
«seksen yıl» tabiri zikredilmemiştir.
Yine Ebû Hüreyre
(r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Ifendimiz buyurdu ki: «Beş şey
fıtrat'tandır: Kasığı tıraş et-nek,sünnet olmak, bıyığı (dudak kırmızılığı
gözükecek şekilde) cesmek, koltuk altı kıllarını gidermek ve tırnakları
kesmek.»[409]
İbn Cüreyc'den yapılan
rivayette, Usaym ona haber vermiş, )na da babası, ona da dedesi haber vermiştir
ki dedesi, Peygamber [a.sJEfendimiz'e gelerek: «Gerçekten ben müslüman oldum!
Denişti. Peygamberimiz de ona: «Kendinden küfür kıllarını at,» bu-furdu.
Bununla ona «tıraş ol!» diyordu. (351).
Onunla beraber bulunan
bir başkasına ise Peygamberimiz (a.s.) şöyle emretti: «Kendinden küfür
kıllarını at ve sünnet ol!» [410]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Sünnet olmak fıtrattandır, peygamberlerden
bize kadar gelen Tevhid Diniyle ilgili olan bir sünnettir.
2-
Peygamberlerden ilk sünnet olanın ibrahim Peygamber olduğu söylenir. Hadîsin
açık anlatımı bir bakıma bunu ifâde etmek-
tedir. Ancak fıtrat
hadisinden bunun ilk peygamberle
başlayıp günümüze kadar sürüp gelen bir sünnet olduğu anlaşılıyor.
3-
îslâmiyeti din olarak seçip iman eden kimsenin küfür dönemindeki âdetlere
uyarak tıraş etmeyip bıraktığı kılları kesmesi, İslâm'a göre kendine çeki düzen
vermesi ve sünnet olması vâcibdir. Çünkü bu hususta Resûlüllah'ın sarih emri
vardır ve emir de vü-cubu gerektirir.
4- Naklettiğimiz hadislerde çocuğun ne zaman, kaç yaşında veya kaç
aylık iken sünnet edilmesi açıklanmamış, mutlak bırakılmıştır. Ancak bu
hususta Resûlüllah'ın (a.s.) fiilî ve
takriri hadîsleri vardır.
5- İbrahim
Peygamberin (a.s.) kadûm ile
sünnet olduğu belirtilmiştir. Bu tabir üzerinde durulmuş, bazı ilim
adamlarına ve Kamus'un beyânına göre, İbrahim Peygamberin sünnet olduğu yerin
adıdır. Ancak kelimenin «keser» manâsına delâleti daha zahirdir. Bu da sünnet
için belirlenmiş bir yaş olmadığını gösterir. Cumhur da bu görüştedir .
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının istidlal, ictihad ve ihticacları
■.
a) İmam Ebû
Hanîfe ve İmam MâÜk'e göre, hem oğlan, hem kız çocuklarını sünnet etmek, sünnettir.
b) İmam
Şafiî'den bu mes'ele hakkında iki ayrı rivayet vardır : Birincisi, erkek
çocuklar için vâcib, kız çocukları için sünnettir. İkincisi, her ikisine de
sünnettir. Birinci kavli daha sahîh
kabul edilmiştir.[411]
c)
Hanbelilere göre -.
Erkek çocuklara vâcib,
kız çocukları için şeref ve vakardır. Bu, birçok ilim adamlarının kavlidir.
İmam Ahmed demiştir ki: Sünnet olmak erkek çocuklar için çok daha lüzumlu ve
önemlidir. Çünkü erkek çocuk sünnet olmadığı zaman haşefeyi kapatır ve altında
biriken pislik temizlenmez. Kadının durumu ise böyle değildir, onun sünnet
olmasa da temizliği kolaydır. Ebû Abdillâh diyor ki : îbn Abbas (r.a.) sünnet
hususunda çok hassas ve katı davranır, kişi sünnet olmadığı takdirde onun ne
namazı, ne de haccı makbuldür, derdi. el-Hasan ise bu hususta daha hoşgörülü davranıp
şi İslâm'a girdikten
sonra artık onun sünnet olup olmadığına k aldırış edilmez.
Sonuç olarak,
erkeklere sünnet olmak vâcibdir, çünkü
müslü-anların şiarından sayılır.[412]
Kız çocuklarının
sünnet edilmesiyle ilgili rivayetleri nakletme-3 lüzum görmüyorum. Çünkü gerek
selef-i sâlihîn, gerekse müctehid namlar da üzerinde fazla durmamışlar ve
onunla ilgili hadîsler zerinde farklı tesbit ve tenkitlerde bulunmuşlardır.
Tahlil bölü-ıünde kısmen açıklamada bulunacağız.
Ancak bu konuda fazla
bilgi edinmek isteyenlere, îbn Kudame'-in el-Muğni adlı eserinin birinci cilt,
71. sâhifesini ve Seyyid Sa-ak'm Fıkhü's-Sünnet adlı üç ciltlik kitabının 1/37.
sâhifesini tav-iye ederiz.
Çocukları ne zaman,
kaç yaşında sünnet etmek uygun olur?
Bu hususta da farklı
rivayetler, tesbitler, istidlal ve ictihadlar
rardır:
a) Cumhura
nemiştir.
göre, sünnet müddeti
belli bir vakta tahsis edil-
b)
Hanefilerin çoğuna göre, çocukları
sünnet etmenin ilk ^akti, yedi
yaşında başlar, on iki yaşma kadar devam eder. Muh-;ar olan görüş budur.[413].
Ancak bu yaş kesin bir sınır değildir. Herhangi bir yaşta çocuk sünnet edilebilir; belirtilen yaştan önce ie sonra da sünnet
yerine getirilebilir.
Fukahanın çoğu ise bu
hususta müstehab olan ciheti dikkate alarak doğumundan yedi gün sonra sünnet
edilmesini tavsiye etmişlerdir.[414]
c) İmam
Şafiî'ye göre, çocuğun doğumunun
yedinci günü sünnet olması müstehab vakittir.[415] Aynı zamanda çocuk henüz bulûğa ermeden
velisinin onu sünnet ettirmesi vâcibdir.[416]
Nitekim sahih
tesbitlere göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz torunları Hasan ile Hüseyni
doğumlarının yedinci gününde sünnet
ettirmiştir. Ayrıca bu
hususu Hakim ve Beyhaki Hz. Aişe (r.a.) hadîsinden tahrîcle
nakletmişlerdir; Beyhakî aynı
rivayeti Cabir
(r.a.)'den yapmıştır.
ı ! Konuyla ilgili diğer hadisler, rivayetler ve tahliller:
Sünnet olmayı vâcib
kabul edenlerin delili, 352. dip notla naklettiğimiz «Kendinden küfür kıllarını
at ve sünnet ol!» mealindeki hadîs ile Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet edilen,
«Kim İslâm'a girerse, sünnet olsun!»
mealindeki hadîstir.
Bu iki hadisin zayıf
olduğu birçok ilim adamları tarafından tesbit edilmiştir. Bilindiği gibi, zayıf
hadîs hükme hüccet alınmıyor.[417]
Çocukların sünnet
edilmesinin sünnet olduğuna kail olanların delîli ise şu hadîstir: «Sünnet
olmak erkekler için sünnettir, kadınlar için şeref ve vakardır.»[418]
Ahmed bin Hanbel ve
Beyhaki bu hadîsi Haccac bin Ertat'dan rivayet etmişlerdir İd, bu adam
müdellistir, yani tedlîste bulunmuştur. Görüştüğü fakat hadîs işitmediği halde
«işittim» demesi veya görüşmediği halde hadîs işittim diye iddia etmesi, kişiyi
müdellis düzeyine getirir ve rivayeti hüccet kabul edilmez. Katâde ise bu rivayette
ızdırabda bulunmuş, bir rivayetinde Şeddad b. Evs'den söz etmediği halde, diğer
bir rivayetinde bu zatın ismini anıp bir fazlalık yapmıştır. İbn Ebî Hatim
er-Râzi el-îlel'de bunu tahrîc etmiştir.
Beyhakî ise bu hadîsin
zayıf ve munkati' olduğunu belirtmiştir. Öyle ki: senedinden bir râvi düşmüştür
veya mübhem bir kişi zikredilmiştir.
Böylece sünnettir,
diyenlerin görüşüne ağırlık kazandıran en sahih hadîs, fıtrat hadîsidir ki,
orada işlenmesi kesinlikle sünnet kabul edilen tırnak kesmek, bıyığı kısaltmak,
etek ve koltuk tıraşı yapmakla birlikte anılmıştır,
Zühri'den rivayet
edilen şu hadîsle de ihticac eden olmamıştır: «İslâm'a giren kimse, yaşı büyük
de olsa sünnet olsun!» Nitekim Tabiin'in ileri gelenlerinden Hasan el-Basri
Hazretleri bu konuda ilmî selâhiyetine dayanarak şöyle demiştir: «Resûlüllah
(a.s.) Efen-
mize uyarak birçok
kimseler İslâm'a girdi: Siyahı, beyazı, Roraa-;ı, İranlısı, Habeşlisi... Ama
bunlardan hiçbirinin sünnet olup ol-adığı araştırılmadı, üzerinde de durulmadı.
Eğer sünnet olmak ıcib olsaydı, sözü edilenler sünnet olmadan İslâm'a kabul
edilmez-r (veya kabul edildikten sonra hemen sünnet edilmeleri emredildi...
Oysa böyle bir emir ve hüküm mevcut değildir...)»[419]
Ayrıca ilim
adamlarının ihticac ve istidlallerinin geniş çapta tıklanmasını Şevkanî
Neylü'l-Evtar da yapmıştır. Arzu edenler raya HİTAN bölümüne müracaat etsinler. [420]
1- Erkek
çocukları ergen olmadan önce sünnet etmek müek-ed bir sünnettir. Kız
çocuklarını sünnet etmek müstehabdır.
2- İmam
Şafiî'ye göre, erkek çocukları sünnet etmek vâcibdir.
3- İslâm'a
gi^ren kimse sünnet olmakla zorlanmaz. Kendi ira-lesine bırakılır. Oumhur bu
görüştedir. .. [421]
Resûlüllah (aj.s.)
Efendimiz zamanında Arap Yarımadası'nda yaşayan kabilelerin çoğu sakal
bırakırdı. Yüzde tüy bitmeye başla-iığı günden itibaren sakal kendi haline
terkedilir, kişilerin, aile ve aşiretlerin kendi âdet ve gelenekleri
doğrultusunda uzayan sakala ?eki düzen verilirdi. Bir kısmı da hiç dokunmayıp
salıverirdi. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz kıyafet inkılâbı yapmadığı gibi,
bıyık ve sakal inkılâbı da yapmamıştır. O, ipek, atlas, dibâc gibi lüks
sayılan vq değeri yüksek olan kumaştan yapılan elbiseleri giymemiş, aynı
zamanda ümmetinin erkeklerine haram kılmıştır. Ayrıca erkek ve kadın için
tesettürü getirmiş, bunun herbirine göre ölçülerini belirlemiştir. Yoksa
putperest Arapların kıyafetine karşı çıkmamış, Şam ve Yemen taraflarında
dokunan kumaşlar, hazırlanan entariler ve
üstlükler Mekke ve
Medine pazarlarında satılmış; bunu putperestler dokumuş veya dikmiş, şunu
Hıristiyanlar hazırlamış diye bir ayrım yapılmamıştır. Onun gibi bıyık ve sakal
konusuda sadece ıslâh edilmiş, dudakların kırmızılığı gözükecek şekilde
bıyıkların kırpılması, boyun ve yanakların az da olsa gözükmesi şeklinde sakalların
düzeltilmesine gidilerek temizliğe, koruyucu hekimliğe önem verilmiştir.
Kirli paslı, üst
başları yağlı ve boyalı Araplara medenîce giyinmeleri, elbise ve vücutlarını
tertemiz tutmaları öğretilmiştir. İslâm Dini, şekilci değildir, o şekle ve
surete değil, imân ve amele değer verir. Ancak pejmürdelikten kurtarıp temiz ve
düzenli giyilmesini emreder. Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, İslâm'ın
şekilcilikten uzak, cihanşümul bir din olduğunu, kalb ve kafaları aydınlatır mahiyette
Allah'ın insanlara son mesajı bulunduğunu şöyle belirtmiştir : «Şüphesiz ki
Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, ama O, kalblerinize ve
amellerinize bakar.»[422]
İlk nazarda Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz sakal bıraktığı ve onu düzene sokup çekicilik kazandırdığı
için sakal güzel sünnetlerden biri sayılır. Sonra da o devirde İran
Mecûsüeriyle, Hıristiyan Romalılardan kimi bıyık ve sakal hiç bırakmaz, kimi
de bıyıkları ağzını örtecek şekilde bırakırdı. Hatta Bizans'tan gelen iki
kişiyi bıyıksız ve sakalsız gören Peygamber (a.s,) Efendimiz'in bu hali çok
yadırgadığı ve «sizi bu hale kimler soktu?!» diyerek hayretini belirttiği bazı
siyer kitaplarında geçer. Gerçekten erkeğe yakışan ve fıtratında mevcut olan
bıyık ve sakal, onu kadınlara benzemekten korumakta ve şahsiyet
kazandırmaktadır.
Konuyu bu açıdan
değerlendirirken özetliyecek olursak: Arap-larda câri bir âdet halinde
süregelen sakal, Peygamberimiz (a.s.) Efendimiz tarafından da benimsenmiş ve
ona çeki düzen, temizlik ve güzel bir görünüm verilerek ıslâh edilmiştir.
Böylece Müslümanlara, Peygamberlerine uyma bakımından güzel sünnetlerden biri
olarak miras kalmıştır.
Diyebiliriz ki, sakal
ve bıyık hakkında birçok ictihadlar, istidlaller ve görüşler vardır. İlim
adamları, dinî konuların her bölüm ve dalında olduğu gibi, bu kabil sünnetler
üzerinde de yeterince durmuş ve tesbitler yapmışlardır. Hepsini nakletmeye ne
vaktimiz, ne de kitabımızın hacmi müsaittir. Biz sadece sahih rivayetleri
nak-îtmek, zayıf görüşleri belirlemek ve müctehid imamların farklı örüş ve
ictihadlarını ortaya koymakla yetineceğiz.
Konuyla ilgili
hadisler ve rivayetler:
Zeyd b. Erkam (r.a.Vden yapılan- rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
«Bıyığından (fazlasını kesip) almayan bizden değildir.»[423].
Tirmizi bu hadîs için «hadîsün hasenün» demiştir.
Ebû Hüreyre
(r.a.)'den yapılan rivayette,
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz
şöyle buyurmuştur:
«Bıyıkları (dudak kırmızılığı gözükecek şekilde) kesin, sakalı salıverin de Mecûsiye muhalefet
©din!»[424]
îbn Ömer (r.aJ'den yapılan rivayette Peygamber (a.s.)
Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«Müşriklere muhalefet
edin, sakalı çoğaltın, bıyıkları (dudak kırmızılığı gözükecek şekilde) iyice kırkın.» [425]
Buharı bu hadîsin
sonuna şunu ilâve etmiştir: «îbn Ömer (r,a.) haccettiği veya umre yaptığı zaman
eliyle sakalını tutar da bir tutamdan fazlasını kesip alırdı.»
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1-
Dudakların kırmızılığı gözükecek şekilde bıyığı kırkıp düzeltmek sünnettir. Bunun aksine dudakları
örtecek şekilde uzatmak mekruhtur.
2- Mecûsî'ye
muhalefet için sakalı kendi haline bırakıp uzatmak sünnettir. Ateşe, ineğe,
timsaha ve benzeri eşyaya tapanlara ve
daha çok ateşperest olanlara m e c û s î denir ki o devirde bıyıklarını iyice
uzatır, sakallarını ya çok kısa bırakır, ya da tamamen keserlerdi.
3- Allah'a
eş-ortak koşan müşriklere sakal ve bıyık hususunda da muhalefet sünnettir.
Putperest Araplar saç ve sakallarına çeki düzen vermez, gelişigüzel
bırakırlardı.
4- Sakalın
bir tutamdan fazlasını kesmekte bir sakınca yoktur.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamla-i raim tesbit, istidlal, ihticac ve
görüşleri:
a) Selef-i sâlihînden
birçoğu hadîsteki «ahfû» emrinin zahiri-, ne bakıp bıyığın çok az kalacak
şekilde kökünden kesilmesine kail1 olmuşlardır.[426]
Selef bu hususta
«isti'sal» tabirini kullanmış ki, kökünden kes-| mek, kesmekte mübalâğa etmek,
iyice sonuna varmak gibi mâna-! lara delâlet eder.
b) İmam
Mâlik, hadîste geçen «ahfû» emrini mutlak mânaya hamletmemiş, diğer fiilî ve
takriri hadîslerle birleştirip dudak kırmızılığı gözükecek şekilde kesip
kısaltınız, şeklinde mânalandırarak kayıtlamıştır. Hattâ bıyığım kökünden
kesenin te'dîb edilmesi gej rektiğini belirterek sünnete muhalefetin doğru
olmayacağını söylef mistir.
b) îmam
Nevevî, bıyığın kökünden kesümeyip dudak kırmızılığı gözükecek şekilde
kesilmesiyle ilgili kavlin muhtar olduğunu söylemiştir. «Ahfû'ş-şâribe» cümlesindeki emrin mânası,
dudaklara
ığru sarkıp aşan
kısmın kesilmesiyle ilgili olduğunu ayrıca belirt-iştir.
Nitekim İmam Mâlik de
el-Muyatta'da, dudakların etrafı gözü- şekilde bıyık kesilip kısaltılır,
demiştir.
c) îmanı Ebû
Hanîfe, İmam Züfer, îmam Ebû Yusuf ve îmam tuhammed'e göre, gerek baştaki
saçların, gerekse bıyığın kökünün kesilmesi efdaldir. Bununla beraber kırkıp az bırakmakta da ir
sakınca yoktur.[427].
d) Mâlikî'lerden
bazısı Şafiî mezhebinin bıyık konusundaki örüşü, Hanefîlerinkinin aynıdır,
demişlerdir. et-Tahavî diyor ki: Bu
hususta îmam Şafii'den kesin bir şey bulamadım, ancak onun akın
arkadaşları el-Müzenî ve er-Rabi'nin bıyıklarını kökünden
estiklerini gördüm. Bu da onların kendi imamlarına uyduğuna elâlet eder.»
Ebû Cafer et-Tahâvi
yine bu konuyla ilgili hadisleri ve ashab-ı irâmdan bıyıklarını kökünden
kesenleri misal vererek şöyle diyor: Bıyığı kırkıp kısaltmak iyidir, ama onu
tamamen kesmek daha iyi e afdaldır.»[428].
«Ve bu, Ebû Hanîfe'nin, Ebû Yusuf'un ve Mu-tammed'in mezhebidir.» Diye ilâve
ediyor.[429]
el-Esrem'in İmanı
Ahmed b. Hanbel'den yaptığı rivayete göre,' mam Ahmed bıyıklarını iyice
kökünden keserdi. Bununla beraber piraz kırkıp biraz bırakmakta da bir beis yok
derdi.
O bakımdan Ebû
Muhammed îbn Kudame el-Muğnî'de bu ko-imya temas ederek şöyle diyor: «Kişi
bıyığını kökünden kesmekle iz bırakmak arasında muhayyerdir.»[430]
Sakalla ilgili
istidlal ve görüşler:
Hadîslerde daha çok şu
dört emir kipi kullanılmıştır -.
1) A'fû, 2) Evfû, 3)
Erhû, 4) Veffiru...
Eş anlamlı fiiller
olup, kendi haline terketmek anlamına gelirler.
Sakal ve bıyık
hakkındaki emrin illeti bir yerde
Mecûsî'lere,
bir yerde müşriklere,
bir yerde de Yahudilere benzemeyip muhalif kalma gösterilmiştir. Nitekim
Şevkani'nin de belirttiği gibi, o devirde Fürs (İran mecûsî) lerinin yaygın
olan âdetlerinden biri de sakalı iyice kırkıp az şey bırakmaktı. O bakımdan
sâri' onlara bu hususta da uymamak veya benzememek için sakalı iyice uzatmayı
emretmiştir.
a) Kadı Iyaz
diyor ki: «Sakalı tıraş etmek, kırkıp kısaltmak, yakmak mekruhtur. Ama boyundan ve eninden biraz alıp düzeltmek
iyidir.»
b) Selef-i
sâlihîn ise sakal hakkında farklı görüş ortaya koymuştur : Kimine göre
uzatılır ama göbek seviyesine kadar
değil, fazla kısımları kesilir. Kimi de bir tutamdan fazlası kesilir, demiştir.
c) îmam
Mâlik çok uzatmayı mekruh görmüştür. Nitekim Tenvîrü'l-Havalik
müellifi İmam Süyutî diyor ki: «Sakal cidden fazla uzadığı takdirde ne yapılır?
Diye Mâlik'e sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: Fazlasının kesilip alınmasını,
uygun görüyorum.»[431]
d)
Şâfiîlerden çoğuna göre, sakalın,
bıyığın kenarlarını tıraş etmek veya kırkmak, çeneyle dudak arasındaki kılları
tıraş etmek veya bunları yolmak mekruhtur.
Sakalı tamamen kesip
tıraş etmek îmam Şafiî'ye göre haramdır.[432]
e) Hanefilere
göre, sakal bırakmak sünnettir. Müstehab diyenler de olmuştur. Bir tutamdan
fazlasını kesmekte bir sakınca yoktur. Bununla beraber bir tutamı aşar şekilde
bırakılması da caizdir. İmanı Muhammed'e göre, bir tutamdan fazlasını kesmek
sünnettir. İmam Ebû Hanîfe'den de bu anlamda bir rivayet söz konusudur.[433]
Diğer hadîsler ve
tahliller:
Amr b. Şuayb'üı
babasından, dedesinden yaptığı rivayette, dedesi demiştir ki: «Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz sakalının eninden ve boyundan fazla kılları alır. (ona çeki düzen verir) di.»[434]
Tirmizî bu
hadîsin garip olduğunu
kaydetmiştir. et-Takrîb'-
ie bunun metruk olduğu
belirtilmişse de tarafdar bulmamıştır. An-sak bu gibi kayıtlar şüphe
uyandırdığından yukarıdaki hadîsle ih-ticac edilmemiştir.
Bıyık ve sakalla
ilgili hadislerin çoğunu toplayan Ebû Cafer et-Tahâvî, Muğîre İbn Şu'be'den
yapılan rivayete yer verip şu olayı naklediyor: «Uzun bıyıklı bir adam
Peygamber (a.s.î Efendimiz'e geldi. Bunun üzerine Peygamber (a.s.) bir misvak,
bir de keskin bıçak istedi, getirilince, adamın bıyığını o misvake göre kırkıp
düzeltti.»[435]
Sonra da şu açıklamayı
yapıyor: Medine halkından bir cemaat bu rivayete dayanarak bıyıklarını
tamamıyla kesmek değil, onu kısaltıp çeki düzen vermek suretiyle bırakmak daha
uygundur, demişlerdir. Diğer bir cemaat
onlara muhalefet ederek, bıyıklan kökünden kesmenin müstehab olduğunu
söylemişlerdir.
İkinciler şu
rivayetlerle ihticac etmişlerdir:
— Ibn Abbas
Cr.a.) diyor ki: »Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz bıyıklarını keserdi. İbrahim Peygamber de (a.s.)
bıyıklarını kesmiştir.»[436]
— îbn Ömer (r.a.)'dan yapılan rivayette
Resûlüllah (a.s.) şöyle
buyurmuştur: «Bıyıkları kesin, sakalı
salıverin!»[437]
Enes b. Mâlik'den
(r.a.) yapılan rivayette ise şu fazlalık vardır: «Yahudilere benzemeyin, onlara
benzemeye Özenmeyin!» . Tahavî bu mealde dört hadîs daha rivayet ettikten sonra
kendi görüşünü şöyle açıklıyor: «Naklettiğimiz hadîslerin hemen hepsim biraraya
getirdiğimizde şu sonuç çıkar: «Bıyıkları kökünden kesmek, onu kırkıp
düzeltmekten afdaldır.» Hanefî imamlarından üçünün de mezhebi budur.
Sonra da Ashab-ı
Kiram'dan bıyıklarını kökünden kesenleri mi-sjal vererek bu görüşünü
kuvvetlendiriyor.[438]
1-Bıyığı kökünden kesmek caizdir, bazı müctehidlere göre, daha uygundur.
2- Bıyığı
dudakları gözükecek şekilde kesip kısaltmak.
3- Çeneyle
alt dudak arasındaki kısmın kıllarını tıraş etmek
mekruhtur.
4- Sakalı
bir tutamdan fazla, göbeği aşmayacak
şekilde bırakmakta bir sakınca yoktur. Bir tutamdan fazlasını kesmekte de bir
sakınca yoktur, hattâ bazı müctehidlere göre, sünnet veya müs-
tehabdır.
5- Sakal ye bıyık hususunda Yahudilere,
putperestlere, mecusîlere muhalefet etmek sünnettir.
6-Sakalın
boy ve eninden kırkmak caizdir. [439]
Baş ve sakalda beliren
beyaz kıllar yaşlılığın başlıca belirtilerinden biridir. Bazan soyçekimi
doğrultusunda kıllar erken ağarmaya başlar. Saç genellikle Allah'ın insanlara
lütfettiği güzel nimetlerden biridir. Gerek estetik, gerek başın güneşten
korunması için lüzumlu bir vücut örtüşüdür denilebilir. Ayrıca düzenli saç ve
sakal insana vakar ve ihtişam verir.
Saçların beyazlaşması,
diğer bir tabirle saçlara ak düşmesinin birçok yararları söz konusudur: Önce insana artık yaşlandığını hatırlatır ve böylece daha
temkinli, daha dikkatli olmayı ilham eder. Ölümü
hatırlatarak Ahiret için hazırlıklı olmayı fısıldar. Toplum içinde daha
saygılı davranmaya, havâi şeylerden uzak kalmaydı, gençlik çağının çok
gerilerde kaldığına, çılgınca yaşamanın bir anlam taşımadığına çağrıda bulunur.
Aklaşan saçların bir
diğer yararı, ilâhi sanatın yüceliğini simgelerken imân düzeyinde iyi yolda
bir ömür geçirdikten sonra her beyaz kıl imân meşalesinin birer kandili, ilâhî
nurun birer belirtisi sayılmasıdır". O bakımdan Sevgili Peygamberimiz
(a.s.) beyaz kılları yolmayı yasaklamıştır.
Bu konudakij hadisler
şöyledir :
Amr b. Şuayb
(r.a.)'den, o da babasından, o da dedesinden yaptığı rivayette] Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz şöyle buyurmuştur :
«Beyaz kılları yolmayın,
çünkü gerçekten o, müslümanın nurudur. Bir müslüman İslâm'da yaşlanıp saçı
ağarmaya görsün, mutlaka Allah onun1 için o beyaz kıllardan herbiriııe karşılık
bir iyilik yazar, bir derecesini onunla yükseltir ve o sebeple bîr günahı
silip atar.»[440].
Hecametçi, Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'in bıyığından uzanan kısınılan kesip alırken mübarek sakalında
beyaz bir kıla gözü ilişti
1 ve onu almak için
eğilince Resûlüllah (a.s.) onun elinden
tutarak şöyle buyurdu: «Kim İslâmiyette yaşlanıp bir kılı ağarırsa, o, onun
için Kıyamet gününde bir nûr olur.»[441].
Diğer bir hadîslerinde
ise şöyle buyurmuştur:
«Kim İslâmiyette
yaşlanıp (saçı sahalı) ağarırsa, bu onun için Kıyamet gününde nûr olur.» [442].
Bunun üzerine bir adam Peygamberimiz'e (a.s.) dedi ki: «Doğrusu bazı erkekler
beyaz kılları yoluyorlar!» Peygamberimiz (a.s.) : «Artık isteyen kendi nurunu
yolsun...» buyurdu.
Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1-Saç ve
sakaldaki beyaz kılları yolmak veya bir şeyle gidermek tahrimen mekruhtur.
Çoğu ilim adamlarına göre, tenzîhen mekruhtur.
2-Bıyık, kaş
ve zülüf de saç sakal hükmündedir.
Buralarda aklaşan kılları koparmak veya yolmak mekruhtur.
3 u hususta
kadın erkek farkı yoktur, - her iki cins içir de beyaz
kılları yolmak yasaklanmıştır. Çünkü hadîs umum ifâde etmektedir.
Hadîslerin ışığında
mezhep imamlarının ve ilim adamlarının
istidlal ve görüşleri:
a)
Hanefîlere göre, saç ve sakaldaki
beyaz kılları yolmak
mekruhtur.
b)
Mâlikîlere göre de mekruhtur.
c) Şâfiîlere
göre, İmam Şafiî, sakalı kökünden kazımayı, yolmayı haram saydığı gibi, beyaz kılları çekip yolmayı da haram saymıştır.[443]
d)Hanbelî'lere göre, beyaz kılları çekip
yolmak mekruhtur. Nitekim Amr b. Şuayb'den yapılan sahih rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz beyaz kılları yolmayı
yasaklamıştır. Hacemetçi'nin elinden tutup sakalında beliren beyaz kılı
koparmasına engel olması da öyle... [444]
e) Diğer
ilim adamlarına göre,
beyaz kılları ister sakalda,
ister başta olsun kendi haline bırakmak sünnettir. Kadın ve erkek bu hususta eşittir. Nitekim
Amr b. Şuayb'den yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) saç ve sakalın ağarmasını
nûr ile yorumlamış ve İslâmiyette saç ve sakalını ağartanlara müjdeler
vermiştir. Hz. Enes (r.a.) diyor ki:
«Biz adamın kendi başındaki ve sakalmdaki beyaz kılı yolmasını mekruh
karşılardık...»[445].
1-Hanefî,
Mâliki ve Hanbelî'lere göre, saç ve
sakaldaki beyaz kılları yolmak, koparmak mekruhtur. Kadınlar da aynı hükmün kapsamına girer.
2- Bıyık ve
kaşlarda, zülüf ve şakakda beliren beyaz
kılları gidermek de aynı hükmün kapsamına sokularak mekruh sayılmıştır. Çünkü
hadîs-i şerif umum ifade etmektedir.
3-İmara
Şafiî, sakalı kökünden kesmeyi, yolmayı haram say-Lgı gibi, saç ve sakaldaki
beyaz kılları da koparmayı, yolmayı ha-un. saymıştır. [446]
Saç ve sakalı kına ve
kütüm (veya ketem)[447].
ile boyayıp rengini değiştirmek, daha çok savaşlarda uygun karşılanmış, sa-raş
dışında da Resûlüllah'm (a.s.) takririyle müstehab sayılmıştır. İu hususta
kavli sünnetlerinin de rivayet edildiği bilinmektedir. lasgele boyalarla saç ve
sakalı boyamayı yasaklayan Peygambe-imiz (a.s.), saçların kökünü kuvvetlendiren
ve deriyi koruyan :ına ve kütümü uygun görmüştür.
Konuyla ilgili
hadisler:
Câbir b. Abdillâh (r.a.) 'den yapılan rivayette demiştir ki -.
«Mekke fethedüdiği gün
Ebû Kuhafe, Resûlüllah (a.s.î Efen-limiz'e getirildiğinde başı (öylesine
aklaşmıştı ki) s e gam e gibiy-ii.[448].
Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyur-İu: «Onu hanımlarından
birine götürün de başındaki saçları (nın Rengini) bir şey ile değiştirsin ve
onu siyah (boyadan) uzak bulundurun!» [449].
Bu rivayeti biraz daha
geniş şekilde Muhammed b. Sirîn, Enes b. Mâlik'den Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in
saç ve sakalını boyayıp boyamadığı hakkında sorulan soruya verdiği cevâbı şöyle
rivayet etmiştir: «Şüphesiz ki Resûlüllah (a.s.) Efendimiz pek az yaşlanmış pe
çok az aklaşmıştı. Ama Ebûbekir ile Ömer (r.a.î ondan sonra (saç ve
sakallarını) kına ve kütüm ile boyarlardı.»
(388)[450].
Ahmed b. Hanbel aynı
konu hakkındaki rivayeti şu fazlalıkla nakletmiştir:
«Ebûbekir Sıddîk,
(babası) Ebû Kuhafe'yi, Mekke fethedüdiği gün sırtına alıp Peygamber (a.s.)
Efendimiz'e getirerek önüne koydu... Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz, Ebûbekir'e şöyle buyurdu: Bu çok yaşh zatı evinde oturtsaydm da biz
ona giderdik! (Bunu sırf Ebûbekir'e olan sevgi ve saygısından dolayı ifade buyurdu)
. Ebû Kuhafe müslüman oldu. Başı ve sakalı seğame gibi bembeyazdı. Resûlüllah
(a.s.) : Saç ve sakalının (rengini kına ve kütüm ile) değiştirin, siyah (boyadan) uzak bulundurun.»
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler
anlaşılmaktadır:
1- İyice
ağaran saç ve sakalın rengini değiştirmekte bir sakınca yoktur.
2- ve sakalı
daha çok kına ve kütüm (veya
ketem) ile boyamak müstehabdır.
3- Saç ve
sakalı siyah boya ile boyamak mekruhtur.
4- O dönemde
yaşayan Yahudi ve Hıristiyanlar ağaran
saç ve sakallarını boyamazlardı, ona muhalefet olsun diye, kına ve kütüm
tavsiye edilmiştir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve ilim adamlarının tesbit, istidlal, ictihad ve görüşleri:
a) Hanefüere
göre, aklaşan saç ve sakalı siyaha boyamak mekruhtur. Kına ve kütüm sürmekte
bir sakınca yoktur.
b) Şâfülere
göre, beyaz kılları siyaha boyamak haramdır. Kadınlara gelince, kocalarının
müsaadesiyle boyayabilirler.[451].
Erkeklerin ve eşcinsel
olanların ellerini ve ayaklarını —ciddi bir ihtiyaç ortada yokken— boyamaları
haramdır. Ancak Şâfiüer-den Maverdî, Sahibülbeyan ve Râüî buna cevaz vermişlerdir.[452].
c)
Hanbelüere göre, beyaz kılları
siyahtan başka bir şeyle boyamak müstehabdır. Bu konuda îmam Ahmed şöyle demiştir : «Doğrusu saç ve
sakalı (kına ve benzeri bir şeyle) boyanmış bir yaşlı gördüğümde ferahlık
duyuyorum.
Yine İmam Ahmed, bir
adamla müzakerede bulunurken ona':
— Neden saç ve sakalını boyamıyorsun? Diye
sormuş, o da:
— Utanıyorum, diye cevap
vermiştir. Bunun üzerine îmanı
ona:
— Sübhanellah! Bu,
Resûlüllah'm (a.s.) sünnetidir, diye
hatır-tmada bulunmuştur.[453].
(Saç ve sakalı) kına
ve kütüm (veya ketem) ile boyamak üstehabdır. Nitekim el-Hilâl ve İbn Mâce'nin
Temîm b. Abdullah'-n yaptıkları rivayette demiştir ki: Ümmu Seleme'nin (r.a.)'
yalına girdiğimde bize, kına ve kütüm ile boyanmış ResûlüUah'a ait ırkaç kıl
çıkarıp gösterdi.
Ebûbekir (r.a.) de
kına ve kütüm ile boyamıştır. Ver s ve ; a' f e r a n[454] ile
boyamakta da bir sakınca yoktur. Çünkü Ebû tfâlik el-Eşca'î demiştir ki: «Bizim
Resûlüllah (a.s.) Efendimizle be-aber boyanmamız, vers ve za'feran ile olurdu.»
[455].
d) Mâlikî'lere
göre:
Saç ve sakalı siyahtan
başkasıyla boyamak müstehabdır. İmam Mâlik saçı boyama hakkında şöyle demiştir:
«Bu hususta malum bir şey işitmedim. Ancak siyahtan başkasıyla boyamak bana daha
sevimlidir... Boyamayı bütünüyle terketmekte vüs'at vardır; in-jaallah
insanlara bir sıkıntı ve zorluk yoktur.»
Ayrıca îmam Mâlik
diyor ki: «Resûlüllah (a.s.) saç ve sakalını boyanıamıştır. Eğer boyamış
olsaydı, Hz. Aişe (r.a.) onu Abdur-rahman b. Esved'e gönderirdi.»[456].
Konuyla ilgili diğer
hadisler, rivayetler ve tahliller:
Beyaz kılları
boyamanın meşru' olduğu kesinlik kazanıyor. Aynı zamanda bu yalnız sakala has
bir cevaz değil, baştaki saçları da içine almaktadır. Ancak siyahla boyamanın
mekruh olduğunu unutmamak gerekir. İmam Nevevî bu hususta diyor ki: «Doğru
olanı, siyaha boyamanın haranı sayıimasıdır...»
Nitekim İbn Abbas
(r.a.)'dan yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«Son zamanda bazı kavimler (milletler saç ve
sakallarını) siyah ile
boyayacaklar, tıpkı güvercin göğüslerindeki siyahlık gibi. Onlar Cennetin
kokusunu alamıyacaklardır[457].
Bu hadîsin isnadında
Abdülkerim'in bulunduğu ve onun da zayıf olduğu üzerinde durulmuştur. O
bakımdan istidlale pek uygun görülmemiş ve siyah boya ile saç sakalı boyamanın
haram değil, mekruh olduğu belirtilmiştir.
Saç ve sakalın
beyazlığım değiştirmenin illetlerinden birinin, Yahudi ve Hıristiyanlar1 a
muhalefet olarak gösterilmiştir: ■ «Doğrusu Yahudi ve Nasârâ (saç ve
sakallarını) boyamazlar,, o bakımdan onlara muhalefet ediniz!»[458].
Bu hususta onlara
muhalefet tek illet değildir, başka sebepleri de söz konusudur. O bakımdan
bugün Yahudi veya Hıristiyanlar saç ve sakallarını boyuyorlarsa, bizim
boyamamamız icab eder. Müctehid imamlar ise, böyle bir durum söz konusu
olduğunda kına ve kütüm (veya ketem) ile boyamayı terketmemiz hakkında bir
hüküm koymamışlardır. Yukarıda belirttiğimiz gibi, onlara muhalefet sadece
illetlerden biridir.
Tirmizî'nin yaptığı
rivayette ise şu lâfızlarla nakledilmiştir:
«Aklığı (saç ve
sakaldaki beyaz kılları) değiştirin, Yahudilere benzemeye Özenmeyin!»[459].
Tirmizi bu hadîsin
hasen olduğunu kaydetmiştir.
Ayrıca yine
Tirmizî'nin hasen kaydettiği, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâcenin rivayet ettikleri
hadîste Allah Resulü şöyle buyurmuştur :
«Şu aklığı
değiştirmede (kullanılacak) en güzel şey, kına ve kütüm (veya ketem)dir...»[460].
Nitekim bu hadîsin
sıhhatini güçlendiren İbn Ömer rivayeti, müctehidlerce istidlale kaynak
seçilmiştir: «İbn Ömer sakalını sa-rmıtrak renge boyar ve şöyle derdi:
Peygamber (a.s.) Efendimiz'i bununla sakalını boyadığını gördüm, bu renk onun
için oldukça sevimliydi. Elbisesini de onunla boyardı.» (399)[461].
Bunun aksini ifade
eden bir başka rivayet ise Hz. Enes'den .a.) şöyle yapılmıştır: «Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz (saç ve saka-ıı) boyamadı ve zaten ondaki aklık çok az bir
(sayıya) ulaşmış-Eğer isteseydim onun başındaki siyaha karışık beyaz kılları
sa~ ıbilirdim.»[462].
îbn Mes'ud'dan (r.a.)
da bu manâyı kuvvetlendirir mahiyette ir rivayet yapılmıştır. Böylece birbirine
muarız olan hadîslerin [hhatmda ise şüphe yoktur. O bakımdan ilim adamları saç
sakal oyama hususunda farklı görüş ve istidlalde bulunmuşlardır:
: a) Kadı Iyaz'm
yaptığı tesbite göre, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. bûbekir'den yapılan rivayete
göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz saç e sakalı boyamayı yasaklamış ve kendileri
de aklaşan saçlarının engini (boya ve benzeri şeyle) değiştirmemişlerdir. O
bakımdan klaşan saç ve sakalı boyamamak daha faziletlidir.
b) Ashab-ı Kirâm'dan
ve Tabiîn'den bir cemaat ise, aklaşan aç ve sakalı kına, kütüm ve benzeri
şeylerle boyamak daha fazî-stlidir, demişlerdir. Çünkü sözü edilen konuyla
ilgili hayli sahîh ivâyetler mevcuttur.
Saç ve sakalı
boyamanın efdal olduğunu kabul ettiğimizde, Langi renge boyamanın daha uygun
olacağı hakkında bizi aydın-a,tır mahiyette sahih rivayetler vardır. Yapılan
ciddi araştırma ve esbitlere göre, başta İbn Ömer ve Ebû Hüreyre (Allah
ikisinden Le razı olsun) olmak üzere birçok sahabe sarı renge boyamışlar-lır. O
bakımdan çoğu, saçları koyu sarı renge çeviren kına ve kü-;üm kullanmışlardır.
Bir kısmı ise yine saçları sarıya çeviren za'-!eran ile boyamıştır.
Böylece îbn Cerir
Taberî saç sakalı boyamayla ilgili birbirine nuarız gibi görünen hadîsleri
te'lîf ederek şu açıklamayı yapmış-,ır : «Doğrusu o ki, aklaşan saç ve sakalı
(bir boya ile) değiştirme ;avsiyesi ve yine bundan menedümeyle ilgili sözler
bütünüyle sa-lihtir, aralarında herhangi bir tenakuz yoktur. Saç ve sakalı bir
Doya ile değiştirme emri, Ebûbekir SIDDÎK'm (r.a.) babası gibi sapı sakalı
iyice ağaran kimselere; boyamaktan men'edilme ise saç ve sakalına henüz tek tek
ak düşmüş kişilere yöneliktir. Selefin bu husustaki farklı söz ve fiili,
yaşlarının ihtilafıyla ilgilidir: Çok yaşlı olup saç sakalı iyice ağaranlar
onu kına ve kütüm gibi şeylerle
boyamışlar ve bazısı
da sarı boya ya da za'feran kullanarak rengini değiştirmiştir. Henüz yeni
ağaranlar ise kına, za'feran ve benzeri bir boya kullanmaktan Bakınmışlardır.
Çünkü konuyla ilgili emir ve nehiy vücub için değildir, bunda icma' vardır... [463].
1- Saç ve
sakalda beliren beyaz kılları yolmak
veya koparmak mekruhtur.
2- Saç ve
sakalı siyah boyaya boyamak, kimine
göre mekruh, kimine göre haramdır.
3- Saç ve
sakalı iyice ağaran kimse onu kına, kütüm, kahveye çalan sarı ve za'feranla
boyayabilir, bunda bir sakınca yoktur.
4-
Siyah boya dışında san, kahverengi
ve bu
ikisine yakın renkleri kullanmaya cevaz verilmiştir. [464]
Kadınların saçlarım
kesmeyip uzatması kavlî ve takriri sünnetle emredilmiştir. Erkeklerin ise
kulak yumuşaklarına ve bazan da orayı aşar şekilde uzatması sünnettir. Temiz
tutulup bakımı iyice yapılan saç hem erkeğin, hem kadının süsüdür. Başı güneşten
korur, görünümü güzelleştirir. Kişiye şahsiyet kazandırır.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Ebû Vemse'den (r.a.)
yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimizin saçı omuzlarına ulaşırdı.»[465]
Hz. Aişe (r.a.) 'dan
yapılan rivayette demiştir ki:
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in saçı kulaklarını veya kulak ımuşaklarını aşar, (fakat) omuzlarına
ulaşmaz uzunlukta îdi,»[466].
Enes b. Mâlik
«Şüphesiz ki 1
(r.a.)den yapılan
rivayette, demiştir ki: eygamber (a.s.)
Efendimiz'in saçı omuzlarına okunur şekilde uzun idi.»
Diğer bir lâfızla
şöyle denilmiştir: «Resûlüllah (a.s.) Efendi-aiz'in saçı hafif dalgalı idi, ne
tam kıvırcık, ne de tam düz idi. İki [ulağı ve omuzu arasındaki kısma kadar
uzun idi.»[467].
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Saçları
kesmeyip uzatmak sünnettir.
2- Saçları
kulak yumuşaklarına veya onu biraz aşar şekilde uzatmak müstehabdır.
3-Saçları
kişinin görünümünü güzelleştiriyorsa
omuz başlarına kadar uzatmakta bir sakınca yoktur.
Hadislerin ışığında
müctehidlerin ve ilim adamlarının görüş ve ictihadlan:
a) Şâfiîlere Igöre:
Saçı tıraş etmek mekruhtur, ancak hacc
menâsikini yerine ge-[tirirken ve bir de çocuğun doğumunun yedinci gününde
tıraş etmek sünnettir.[468].
b) Hanbelîlere göre :
Enseyi tıraş etmek
mekruhtur. Ama başının tamamını tıraş eden kimsenin veya bir hastalık, kan
aldırma gibi bir sebepten dolayı o kısmı tıraş ettirmek zorunda kalan kimsenin
ensesini tıraş etmesinde bir sakınca yoktur.
Mervezi diyor ki: Ebû
Abdillah'a ense turası hakkında sordum,
Not s Hacde saçları iaraç etmek İmam Şafiî'ye göre, sünnettir,
vâcib değildir.
bana şu cevabı verdi:
«O, mecusi'nin yaptığı bir şeydir. Kim bir kavme benzemeye özenirse o da
onlardandır.» Yüzdeki kılları (bir takım yapışkan maddelerle veya benzeri
şeylerle almak hakkında sordum, dedi ki: «Kadınlar için bir sakınca yoktur. Ama
erkeklere mekruhtur, diyorum.»[469].
c) Malikîlere göre:
Bu konuda İmam Mâlik,
Ansar'dan Ebû Katade'nin (r.a.), «Resûlüllah'a (a.s.) dedim ki: Doğrusu benim
kulak yumuşağına kadar uzanan bir saçım var, onu tarayıp düzenli tutayım mı?
Efendimiz : «Evet, onu tara ve düzenli tut, (onun bakımını yaparak) ikramda
bulun!» buyurdu, mealindeki hadîse dayanarak saçları tertemiz, bakımlı tutup
uzatmanın müstehab olduğunu söylemiştir.[470]
Bu konuda diğer
hadîsler, rivayetler ve tahliller •.
Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in saçı genellikle kulaklarını aşar şekilde uzun ve dalgalı idi.
Bakımına son derece dikkat eder, özen gösterirdi. Nitekim Berâ' b. Âzıb'dan
(r.a.) yapılan sahih rivayette adı geçen diyor ki: «Kırmızıca hülle içinde saçı
kulaklarını aşan kimse olarak Resûlüllah t a.s.) Efendimiz'den daha güzelini
görmedim.»[471]
Aynı rivayet silsilesinde Muhammed b. Süleyman
fazla olacak şunu rivayet etmiştir: «O'nun bir saçı vardı ki, omuzlarına
üokunurdu.»
Şu'be ise şöyle demiştir: «O'nun saçı kulak
yumuşağına kadar Ulaşırdı.[472].
Enes'den (r.a.) yapılan rivayette demiştir ki:
«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in saçı kulaklarının yarısına kadar ulaşırdı.»[473]
Yine Bera' (r.a.)
yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah |(a.s.) Efendimiz'in bir saçı vardı
ki, kulaklarının yumuşaklarına kadar ulaşırdı.»[474]
Bütün bu rivayetlerin
sıhhati dikkate alınınca, Resûlüllah (a.s.) endimiz bazan omuzlarına kadar,
bazan kulaklarım aşar şekilde, izan da kulak yumuşaklarına kadar saçını
uzatmıştır. En çok salttığı zaman ise, kulaklarının yansına kadar olanıdır. [475]
Yukarıda da
belirttiğimiz gibi, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in ,çları çok bakımlı idi. Sık
sık tarar ve yıkardı. Ümmetinin de ay-
dikkat ve itinayı
göstermesi için şöyle tavsiyede bulunduğu ri-iyet edilmiştir:
«Kimin saçı varsa, ona
ikramda bulunsun!» [476].
^Bu hadîsin isnadı
hasen kabul edilmiş ve bir takım şahidleri e söz konusudur. Nitekim Ebû Dâvud
bu hadîs üzerinde konuş-nayıp susmayı tercih etmiştir. Çünkü ona göre, ihticaca
elverişli ilan bir rivayet hakkında susmak daha uygundur. Diğer yandan rapılan
araştırmada hadîsin ricalinin sıka (güvenilir kişiler) ol-Luğu anlaşılmıştır.
Böylece saçları
tarayıp düzenli tutmak, yıkayıp temizliğini konmak müstehab sayılmıştır.
Saça ikramda
bulunmanın bir diğer manâsı, fazla uzaymca :esip düzene sokmaktır. Nitekim
Ashab-ı Kirâm'dan Vâil b. Hacer Hyor ki: «Kesûlüllah (a.s.) Efendinıiz'e
geldiğimizde uzunca bir |açım bulunuyordu. Beni o vaziyette görünce ZÜBÂB,
ZÜBÂB [uğursuzluk ve şer, uğursuzluk ve şer)! buyurdu. Bunun üzerine beri dönüp
saçımı kestim ve sonra da ertesi gün Peygamber fa.s.) Efendimiz'e geldim. Bana:
Ben (böyle yapmam) kasdetmedim, ama 5u daha güzel!» Buyurdu.
(413)[477].
Hadîsin isnadında Âsim
b. Kelibe (veya Küleybe) bulunuyor-lur ki, bu zat hakkında farklı görüş ve
tesbit yapılmıştır: Müslim kendi sahihinde onun rivâyetiyle ihticacda
bulunmuştur. İmam Ahmed, «onun rivayetinde bir sakınca yoktur» demiştir. Ebû Hatim
er-Râzî: «Onun hadîsi sahihtir» demiştir. Ali b. el-Medenî ise, «o yalnız
başına rivayet ettiğinde, hadîsiyle ihticac edilmez» demiştir.
O bakımdan saçların tamamen kesilmesi müstehab sayılmamış ve farklı görüşler ortaya
çıkmıştır. Ancak Mâlik'in Atâ' b. Yesar'-da!n yaptığı rivayette adı geçen
demiştir ki: «Saç sakalı birbirine karışmış bir halde bir adam Peygamber (a.s.)
Efendimiz'e geldiğinde, Efendimiz ona işarette bulundu, sanki ona, saç ve
sakalını islâh etmesini emrediyordu. Adam da gidip saç ve sakalını düzelttikten
sonra dönüp geldi. Peygamberimiz (a.s.î ona: «Bu halin, sizden birinizin saçı
dağınık ve karışık şekilde şeytana benzer gibi (bir görünümde) gelmesinden hayırlı değil midir?» buyurdu.
Abdullah b.
el-Muğaffel'den yapılan rivayette demiştir ki: »Resûlüllah (a.s.) Efendimiz,
ğibb = haftada bir defa (veya gün aşırı) dışında saçı tarayıp düzeltmeyi
men'etmiştir.».[478]
Bu hadîs, diğer
rivayetlere bazı yönden muarızdır. Çünkü Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in hemen
her gün saç ve sakalını tarayıp düzelttiği, güzel koku süründüğü kesinlik
kazanmıştır. îbn Mu-ğaffel'in (r.a.) yukarıdaki rivayeti ise buna ancak.
haftada bir defa cevaz vermeye delâlet etmektedir. O bakımdan ilim adamlarının
bu rivayet üzerindeki tesbit ve görüşleri farklıdır, aynı zamanda diğer
hadislerle teârüz halinde olduğundan, değişik ifadelerle bazı sahih
rivayetlerin de mevcut bulunduğuna göre, muzdariptir.
İbn Hibbân sahîh kabul
etmiştir. Nesâî mursel olarak çıkarmıştır. Ebu'l-Velîd el-Bâcî, «bunun
râvileri her ne kadar sıka (güvenilir) sa da hadîsin kendisi pek sübut
bulmamıştır, aynı zamanda el-Hasen'in Abdullah b. Muğaffel'den yaptığı
rivayetler ve naklettiği hadîsler üzerinde (şüpheyle) durmak gerekir»
demiştir. Nitekim Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Mâîn ve Ebû Hatim er-Râzî ise
şöyle demişlerdir: «Şüphesiz ki el-Hasen, Abdullah b. Muğaffel'den işitmiştir,
ancak hadîsin isnadında ızdırab vardır. O bakımdan ihticaca sâlih değildir.»
Bu konuda ihticaca
sâlih olan hadîslerden biri de Ebû Katade'-den yapılan şu rivayettir: «Ebû
Katade'nin omuzuna kadar uzanan gür bir saçı vardı. Peygamber (a.s.)
Efendimiz'den (onu ne yapacağım) sorduğunda, Efendimiz ona güzel davranmasını
(yani bakımını iyi yapmasını) ve her gün tarayıp düzeltmesini emretmiştir.»[479]
Nesâi'nin rivayet
ettiği bu hadîsin isnad ve ricali sahihtir. Aylı, rivayeti îmam Mâlik,
el-Muvatta' da nakletrniştir.[480]
Bu hususta birkaç
rivayet nakledilmiştir. Nâfi'in İbn Ömer'den r.a.) yaptığı rivayette, îbn Ömer
(r.a.) şöyle demiştir: «Kesûlüllah ta.s.) Efendimiz kaza'i yasaklamıştır.»
Bunun üzerine kendisine ienildi ki.: «Kaza' nedir?» Cevap verdi: «Başın bir
kısmının tıraş Bdilip bir kısmının kendi haline bırakılmasıdır.»[481].
Yine îbn Ömer'den
yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.î Efendimiz başının bir kısmı
tıraş edilmiş, bir kısmı kendi aaline bırakılmış bir erkek çocuk gördü ve
onları bundan men'et-ti de şöyle buyurdu; Ya hepsini tıraş edin ya da hepsini
kendi haline terkedinl»[482].
Önce kaza' sözü üzerinde durup asıl delâlet
ettiği mânayı belirtmemizde yarar vardır. Sonra da ilim adamlarının ve
mücte-hid imamların görüş ve istidlallerini nakletmeye çalışalım. Çünkü
kelimenin o dönemde hangi manâda kullanıldığı bilinmedikçe delâlet ettiği
hüküm anlaşılmaz.
a) Ebû Dâvud
kendi Sünen'inde bu kelimeyi şöyle tefsir etmiştir : «Çocuğun başının tıraş
edilip sadece züâbesinin terkedilme-jsidir.» Züâbe, bilindiği gibi şakaklardan
sarkan zülüfe denilir. Bundan anlaşılan odur ki, başın orta kısımlarım tıraş
edip şakaklara doğru olan kısmını kendi haline bırakmak yasaklanmıştır. Cidden
bu tarzda bir tıraş insanın hem görünümünü bozar, hem, de sünnete aykırı
düşer. Nitekim bu şekilde tıraş olanların halâ doğu böl-belerinin dağlık ve
ücra yerlerinde bulunduğu bir vakıadır.
Enes b. Mâlik'in
uzanan zülüflerini, zaman zaman Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in mübarek eliyle
tutup okşadığını dikkate alan annesinin onları kesmeyip kendi haline bıraktığım
yine Ebû Dâvud rivayet etmektedir. Bu iki rivayet arasında bir taaruz söz
konusu değildir. Çünkü Peygamber (a.s.) Efendimiz'in yasakladığı bu değil,
başın orta kısımlarını tıraş edip sadece zülüflerini bırakmaktır.
b) Kamus'ta
ise bu kelime şöyle açıklanmıştır: Başı tıraş edip bazı kısımlarını müteferrik
biçimde bırakmaktır ki, bu daha çok sa|çaklanıp
bir birinden ayrılan buluta benzetilmiştir.
c) Nevevî
Müslim şerhinde başın bir kısmım tıraş etmek demektir, ister orta kısmı tıraş
edilip zülüfler bırakılsın, ister başka bir kısmı tıraş edilip başka bir kısmı
kendi haline bırakılsın hepsi de bu tabirin kapsamına girer, şeklinde yorumda
bulunmuştur.
d) Buharı'de
ise kaza' kelimesinin tefsiri yapılırken demiştir ki: Ubeydullah başının Ön
kısmına ve iki yanına işaret ederek şöyle dedi: «Çocuğun başı tıraş edildiğinde
şurada biraz saç, burada biraz saç
bırakılması demektir.»
Nesâi'nin sahih
senedle rivayet ettiği hadîste Ziyad b. Hasın babasından naklen diyor ki: «Ben
küçük yaşta iken babam beni alıp Peygamber (a.s.) Efendimiz'e götürmüş,
Peygamber (a.s.) elini benim zülüflerim üzerine koyarak okşamış, ad verip duâ
etmiştir.»
Böylece İmam Nevevi
belirtilen şekilde başın bir kısmını tıraş edip bir kısmını bırakmayı tenzîhen
mekruh saymıştır. İmam Mâlik ise, böyle bir tıraşın hem erkek, hem kız
çocuklar hakkında mekruh olduğunu belirtmiştir. Mâlikî'lerden bazısı erkek
çocuklar hakkında mekruh olmadığına kail olmuştur.
Kerahetin illet ve
sebebi üzerinde de farklı yorumlar yapılmıştır : Kimine göre, Yahudilere,
kimine göre müşriklere benzememek için Peygamber (a.s.) Efendimiz kaza'
tıraşını men'etmiştir. Kimine göre, insanın çehresini değiştirdiği, görünümünü
bozduğu için yasaklanmıştır. Allah daha iyisini bilir. [483]
1- Saçları
kulak yumuşaklarına kadar veya kulak yumuşağını aşar şekilde uzatmak
müstehabdır.
2- Saçların
her gün bakımını yapmak, tarayıp temiz tutmak sünnettir.
3- Başın
tamamını tıraş etmekte bir sakınca yoktur.
4- Başın
orta kısmını tıraş edip şakaklardan yana olan kısmını bırakmak mekruhtur. [484]
İslâm Dini,
medeniyetlerin önünde yürür. İnsanca yaşamanın bütün esas ve prensiylerini
beraberinde taşır. Öylece imânı ibâdetle; bu ikisini hak ve hukuka riâyetle,
temizlik, düzenlik ve güzel bir görünümle birleştirip bütünleştirmiştir.
Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'in hayatı bu ölçüler içinde geçmiş, medenice
yaşamanın en ince misallerini sergileyerek ömrünü noktalamıştır.
İslâm Peygamberi Hz.
Muhammed (a.s.) temizlik ve sağlıkla ilgili konularda çok duyarlı davranmış,
ümmetinden çoğunun veya bir kısmının düzenli şekilde yerine getiremiyeceğini
dikkate alarak bazı şeyleri vâcib kılmayıp sünnet derecesinde bırakmıştır.
Böylece O, öğretmek istediği hususların önemini belirterek insan için ne kadar
lüzumlu olduğuna işarette bulunmuştur.
Gözleri güneşin
te'sîrinden korumak ve yüze güzellik, çekicilik kazandırmak için sürme çekmeyi;
aile ve toplum içinde şahsiyetli, vakarlı ve nezaketli bir adam hüviyetini
korumak için beden ve elbiseyi tertemiz tutmayı, güzel koku sürünmeyi sünnet kılmıştır.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
«Kim sürme çekerse onu
tek sayıda tutsun. Kim böyle yaparsa güzel yapmış olur; kim de yapmazsa
(bunda) bir sakınca yoktur.»[485].
îbn Abbas (r.a.) 'dan yapılan rivayette demiştir ki:
«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in bir sürmedanlığı vardı, hemen
her gece onunla üç defa şuna, üç defa da buna (sağ ve sol gözüne) sürme çekerdi.»[486].
Ahmed b. Hanbel'in bu
husustaki rivayeti ise şu lâfızlarladır : «Resûlüllah (a.s.) her gece uyumadan
önce gözlerine sürme çekerdi; her gözüne üç defa mil ile sürerdi.»
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur -.
«Kime güzel koku arzulanırsa onu geri çevirmesin; çünkü o taşınması
hafif, kokusu çok güzeldir.»[487].
Misk hakkında ise
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyur «O sizin güzel
kokularınızın en iyisidir.»[488]
d b Ali de diyor ki : Hz. Aişe (r.a.) validemize sor i üel koku sürünürmuştur : «O sizin
Muhammed b, Ali de
diyor ki : Hz. Aişe (r.a.) validem
dum, dedim ki: «Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz güzel koku
sürünür müydü?» Cevap verdi : Evet, o ,misk ve anberin erkeğe yakışanını
sürünürdü.»[489].
Yine Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir : «Şüphesiz ki erkeklerin
güzel kokusu, kokusu zahir olup rengi gizli kalanıdır. Kadınların güzel kokusu
ise, rengi zahir olup kokusu gizli kalanıdır.»[490].
Hadislerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Göze
sürme çekmek sünnettir.
2- Her akşam
yatarken gözlere üçer defa sürme çekmek müstehabdır.
3- Beden ve
elbiseye güzel koku sürmek sünnettir.
4-
Erkeklerin kendilerine yakışan kokuyu, kadınların da kendilerine yakışan
kokuyu sürmeleri müstehabdır.
5- Güzel
kokulardan misk ve anberi tercih etmek müstehabdır.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamla-•ının istidlal, üıticac ve görüşleri:
a) Dört
mezhebe göre, göze sürme çekmek, beden ve elbise-re mubah olan güzel kokulardan
sürünmek müstehabdır. Mücte-ıidlerden
bir kısmı bunu sünnet saymıştır. Nitekim İmam Ebû Ha-hîfe ve İmam Ahmed b.
Hanbel bu görüştedir.
b) Hanbeli
imamları konuyu şöyle belirtmişlerdir:
i Tek sayıda tutarak
sürme çekmek, günaşırı güzel koku sürünmek, aynaya bakmak sünnettir. Tek sayı
üçtür. Her göze üç defa iardarda sürme mili çekilir; Bazısına göre, sağ göze
üç, sol göze iki ıdefa çekilerek tek
sayı sağlanır.[491].
c) Mâliki
imamları ise şöyle demişlerdir: fıtratla ilgili sünnetlerden biri de, misk ve
benzeri; insana neş'e veren, göğsü açan, irûhu uyaran, bedene neşat ve kuvvet
veren misk ve benzeri koku sürünmektir. Çünkü Enes'in Cr.a.) rivayet ettiği
hadîste Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Dünyadan bana kadın, güzel
koku sevdirilmiş ve namaz da gözümün aydınlığı kılınmıştır.»[492].
Ebû Hüreyre'den (r.a.) yapılan rivayette de şöyle buyurmuştur : «Kime güzel
koku arzolunursa onu reddetmesin! Çünkü güzel kokunun taşınması hafif,
rayihası güzeldir.»[493]
Besûlüllah (a.s.)
Efendimiz misk hakkında ise şöyle buyurmuştur : «O güzel kokuların en iyisidir.»[494].
Konuyla ilgili diğer
rivayetler ve tahliller :
418 no'lu hadîsin isnadında Ebû Saîd
el-Hibrâni el-Hımsî er-;Razî bulunuyor ki, onun meçhul olup olmadığı, tartışma
mevzuu olmuştur. Ebû Zer'â, «onu tanımıyorum» demiştir. Bazısına göre
sahabîdir. îbn Hibban onu s ı k a t arasında zikretmiştir. Darekutnî ise
el-İlel'de onun hakkında farklı görüş ve tesbitlerin bulunduğunu belirtmiştir.
419 no'lu hadîsin
rical ve senedi sahih kabul edilmiştir. O bakımdan ilim adamları her gece
uyumak üzere hazırlanırken sürme çekmeyi, üç sayıda tutmayı, ve ismid (antimon)
maddesinden kullanmayı müstehab
saymışlardır.
425 no'lu hadisin
râvileri arasında Seyyar b. Hatim ve Selâm b. Miskîn bulunuyor ki, bunlar zayıf
kabul edilmişlerdir. Darekutnî el-Ilel'inde ikisinin zuâfadan olduğuna işaret
etmiştir. el-Hâfız tbn Hacer ise et-Telhîs'te, hadîsin isnadının hasen olduğunu
kaydetmiştir. Diğer ilim adamlarından önemli bir kısmı hadîste geçen «selâse»
kelimesinin mânayı ifsad ettiğini söylemişlerdir.[495].
420 no'lu hadîs ise
çoğu muhâddîslere göre murseldir, yani senedinden bir sahabi düşürülmüştür.
Böylece senedi muttasıl olmadığından onu zayıf kabul edenler olmuştur. Çünkü
râvî Hannan bunu Ebû Osman en-Nehdî'den rivayet etmiştir ki, Ebû Osman her ne
kadar Peygamber zamanına ulaşmışsa da onu görmemiştir, o halde doğrudan
Peygamber'den naklettiği kabul edilemez; ancak ashabdan birinden işittiği
mümkündür, o ashabın isminden bahsedilmediği için de hadîs mursel olarak
kalmıştır.
Ancak Hz. Enes'in
kendisine ikram edilen güzel kokuyu reddetmediği ve, «Şüphesiz ki Peygamber
(a.s.) Efendimiz (kendisine sunulan) güzel kokuyu reddetmezdi» dediği sahih
rivayetle sabit olmuştur. Nitekim Tirmizî onun bu rivayetinin hasen olduğunu
kaydederek sıhhatmda şüphe bulunmadığını belirtmiştir. O bakımdan 420 no'lu
hadîs her ne kadar mursel de olsa, manâ yönünden sahih olduğunda şüphe yoktur.
Ayrıca İmam Buharî güzel kokuyu reddetmeme konusunu özel bir babda zikrederek
rivayetlerin sıhhatma dikkatleri çekmiştir.
423 no'lu hadîs
üzerinde de çok durulmuş, muhtelif tarikden geldiğini Tirmizi belirterek İmran
b. Husayn'dan (r.a.) yapılan rivayeti şöyle nakletmiştir: «Şüphesiz ki
erkeklerin en hayırlı kokusu, kokusu zahir olup, rengi gizli kalanıdır.
Kadınların güzel kokusunun en hayırlısı, rengi zahir olup, kokusu gizli
kalanıdır.» Tirmizî bu hadis için «hasenün garibün» demiştir. Böylece muhtelif
tariklerden rivayet edilen bu manâdaki hadîslerin sahîh olduğu ağırlık
kazanmıştır. [496]
1- Gözlere
tek sayıya dikkat ederek sürme çekmek sünnettir.
2- Özellikle
yatağa uyumak üzere uzanırken sürme çekmek müstehab
sayılmıştır.
3-Güzel koku
sürünmek sünnettir.
4-
Erkeklerin daha çok kokusu belirgin olup rengi pek çıp-ak
gözle görülmeyen kokuları sürünmeleri, kadınların ise bunun Iksine koku
kullanmaları müstehabdır.
5- Misk ve
anber gibi kokuları tercihte yarar vardır.
6-Kadınların
güzel koku sürünüp sokağa çıkmaları mekruhtur, bu kerahetin tahrîmi olduğu ise
ağırlık kazanmıştır. [497]
Abdest namazın
şartlarından biridir. O bakımdan farzdır. Arapça buna vudû1 denir Abdest
suyuna ise (vav) harfinin üstünüy-le v e d û' tesmiye olunur.
Abdest'in hem kendisi
bir ibâdettir, hem de önemli bir ibâdet olan namaz kılmaya, Kabe'yi tavaf
etmeye, Mushaf'a el sürmeye geçiş sağlayan bir vasıtadır. O bakımdan beden ve
ruh sağlığı üzerinde ciddi te'sirleri. kalbi kuvvetlendirmede nazım rolü,
sinir sistemini yatıştırıp normale çevirmede tartışmasız etkisi söz konusudur.
Mü'minden cin ve şeytanları, mikrop ve zararlı bakterileri uzaklaştırır.
Meleklerin daha çok yaklaşmasını kolaylaştırır. Kısacası manevî bir silâh
olarak kişiyi birçok maddi ve mânevi düşmanlardan, tehlikelerden korur.
Abdest'in
meşruiyetinin delili:
Abdestin meşruiyeti şu
üç delille sabit olmuştur:
1- Kitab-ı
Kerîm (Kur'ân),
2- Sünnet-i
Nebevi (Hadis),
3- İcma'-i
ümmet... Birinci delil:
«Ey imân edenler!
Namaza kalkmayı dilediğinizde yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi yıkayın.
Başlarınıza meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın...» [498].
İkinci delil:
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) "endimiz şöyle buyurmuştur • «Allah
sizden birinizin namazını, bdesti bozulduğunda abdest almadıkça kabul etmez.» [499].
Üçüncü delil :
Müslüman âlimleri ve
fakihleri Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den ünümüze kadar abdeatin meşruiyeti üzerinde icma' etmiştir. [500]
Ameller niyetlere göre
değer kazanır, sıhhat bulur. Niyet bir akıma ibâdetle âdeti birbirinden ayırır.
Abdest de bir ibâdet oluğuna göre, niyete ihtiyaç vardır. Bu hususta müctehid
imamla-.n istidlal ettiği hadîs şudur:
Ömer b. Hattab
(r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah Ca.s.) Sfendimiz'in şöyle buyurduğunu
işittiğini söylemiştir:
«Ameller ancak niyete
göredir ve ancak her kişiye niyet ettiği cardır. O halde kimin hicreti Allah'a
ve Resulüne ise, onun hicreti Allah'a ve Resûlünedir. Kimin de hicreti elde
edeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadına ise, onun da hicreti hicret
ettiği şeyedir.»[501].
Hadisin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1-Cümledeki
h a s r mantukıyle mi, mefhumuyla mı, manaya konulmuştur, lafzıyla mı bir ifade
taşımaktadır? Hakikat mıdır, mecaz mıdır? Muhakkiklere göre mantukıyla hakikî
mânayı ifade etmektedir.
2- Ameller
ancak niyete göredir; niyetsiz amel ya
sahih değildir, ya da kemâl anlamında değildir.
3- Cümle
hazf-ı muzaf üzeredir, o da ya «sıhhat» ya da «kemâl» olabilir. Birinci lâfız mahzuftur diyenlere
göre, niyetsiz amel sahih sayılmaz. İkinci lâfız mahzuftur diyenlere göre,
niyetsiz amel kâmil değildir, ama yine de sahihtir.
4- Niyet makasidde
mi, vesailde mi şarttır? Makasidde şarttır
diyenlere göre, abdestte niyet şart değildir. Çünkü abdest bizatihi maksad
değil, maksada vesile ve vasıtadır. Vesailde de şarttır, diyenlere göre,
abdestte niyet şarttır.
5- Niyet
kalben bir şeyi kasdetmektir. O halde niyetin yeri kalbdir. İster makasidde,
ister vesailde kalben niyet getirmek yeterlidir;
dil ile getirmeye gerek yoktur. Diğer bir tabirle niyet; kalben bir şeye
azmetmektir. Şeriatta ise, niyet Allah'ın rızasını arzulayarak ve hükmüne
imtisal ederek irâdenin fiile yönelmesi demektir. Ama hadîste niyet, sözlük
mânasına hamledilir.
6- Amel
niyetle sıhhat veya kemal bulacağı gibi, ıhlâs da gereklidir. Ihlâssız bir amel, ilâhî rızaya uygun
olmadığı gibi, gaye ve hikmetinden de çok uzaktır.
7- Fiil ve
amel niyete göre karşılık görür. Yolda bir yitik mala veya düşürülen bir
paraya rastlayan kimse onu kendine malet-mek üzere alırsa günahkâr olur,
sahibini arayıp bulmak ve kendisine ulaştırmak için alırsa, bir sakıncası yoktur. Hüküm niyete göredir.
8- Hicret'in
hadîsteki manâsı, Allah'ın yasakladığı şeyleri ter-kedip uzaklaşmaktır.
Hadîslerin ışığı
altında müctehid imamların ve ilim adamlarının istidlal, ihticac ve görüşleri:
a) Hanefîlere göre:
Abdest için niyet
sünnettir. Niyet asla racî'dir; kurbiyet ve ibâdet asılla ilgilidir; abdestte
gerekli değildir. Nitekim âyette abdestin farzları açıklanırken su ile yıkamak
ve meshetmek mutlak anımda emredilmiş, niyet şart koşulmamıştır.[502].
b) Şafii'lere göre:
Abdest alırken «ref'-i
hades = (abdestsizliği kaldırmaya) ni-et getirmek farzdır. Veya «tuhre
(temizliğe) muhtaç olan şeyi mıbah kılmaya niyet» edilir ki, bu abdestin
farzlarından biridir.
Niyetin vakti yüzü
yıkamaya başlarkendir. Bazısına göre, yüz-len önce bir sünnet yerine getirilirken,
örneğin ağzı çalkalarken /eya burna su çekerken de niyet getirmek kâfidir.[503].
c) Hanbelüere
göre:
Niyet, kasd ve azim
manâsına gelir. «Sefere niyet ettim» demek, ona kasd ve azmettim, demektir.
Niyetin bütün hadeslerden temizlenirken getirilmesi şarttır. O bakımdan
niyetsiz abdest, gu-sül ve teyemmüm sahih değildir.
d) îmam
Mâlik, Rabi'a, Şâfü" Leys, İshak, Ebû Ubeyd ve îbn Münzir de aynı
görüştedirler. Sevri ve rey
tarafdarlarma göre, su ile taharette niyet şart değildir; teyemmümde ise şarttır.
Çünkü Cenâb-ı Hak «Namaza kalkınca
yüzlerinizi yıkayın...» buyurarak
abdestin şartlarını zikretmiş, bu arada niyeti anmamıştır.[504].
İlgili hadîs
hakkındaki diğer görüşler:
Buharî'de hadîsin
başında nefy-u isbatı ifade eden ünnemâ) edatı zikredilmemiştir. Diğer hadîs
kitaplarından bir kısmında «niyet» kelimesi
çoğul olarak nakledilmiştir.
Hafız Ebû Said
Muhammed b. Ali el-Haşşab diyor ki: «Bu hadîsi, Yahya b. Saîd'den 250'ye yakın
insan rivayet etmiştir.
Ebû İsmail el-Herevi
Abdullah b. Muhammed el-Ansari diyor ki: «Ben bu hadîsi, Yahya b. Saîd'in
arkadaşlarından 700 kişiye yakın râvîden dinleyip yazdım.
îbn Mende kendi
Müstahrec'inde bu hadîsi yirmiden fazla sa-habinin Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den rivayet ettiğini yazar.
Hadis taşıdığı mâna ve
hükümlerle îslâm kavaidinden önemli
bir kaideyi kendinde
taşır. Bazı ilim adamlarına göre, îslâm fıkhı'-nın üçte birini teşkil
etmektedir. [505]
1- Ameller
niyete göre sıhhat ve kemal kazanır. Niyetsiz bir amel üç mezheb imamına göre, sahih
değildir. Ebû Hanîfe'ye göre, kâmil değildir, ama sahihtir.
2- Fiiller
niyete göre karşılık görür. Nitekim yapılan bir akid-de kasdedilen mâna başka,
lâfız da başka olursa, itibar mânayadır, kaidesi bu hadîse dayanır. Ayrıca
«Bir işten maksad ne ise hüküm ona göredir»
kaidesi de aynı hadisin kapsamına girenlerden biridir. Meselâ bir şey
hem helâllik, hem haramlık vasfım taşıyorsa bunlardan hangisi kasdedilerek
işlenmişse ona göre hüküm alır. Yerde bulunan bir eşyayı, sahibini bulup vermek
için almak helâldir. Kendine maletmek
için almak ise haramdır.[506].
3- Hadîsteki
hazf-ı muzaf «sıhhat» takdir edilince,
abdestte niyet farz olur; «kemal» takdir
edilince sünnet olur. O bakımdan üç mezhebe göre, abdestte niyet farzdır. Hanefî mezhebine göre, sünnettir.
4-
Fenalıkları terketmek bir hicrettir. Kim ilâhî rızayı tahsili kasdederek
kötülüklerden kaçınırsa, onun hicreti
Allah ve Re-sülünedir. Kim de dünyalık elde etmek veya bir kadınla evlenmek
niyetiyle yola çıkarsa, onun hicreti dünyalığa ve kadınadır. [507]
BESMELE,
«Bismillâhi'r-Rahmani'r-Rahîm»in veya «BÎSMİLLÂHλnin kısaltılmışıdır. Allah'ın
mülkünde O'nun verdiği nimetlerden yararlanırken, bir işe başlarken O'nun
adını anmak kadar tabii ne olabilir? O bakımdan BESMELE; işe başarı, rızka
feyiz, ömre berekettir. Onsuz başlanan her iş kısır ve feyizsizdir.
Özellikle ibâdete
başlarken Allah'ın ismini anmak, ibâdetin maksad ve amacını yansıtır.
Abdest almaya
başlarken besmele çekmek sünnet midir, vâcib midir, yoksa müstehab mıdır?
İlgili hadîsleri nakledip müc tehid imamların İve diğer ilim adamlarının görüş ve yorumlarım
ıçıkladıktan sonra, bu
sorunun cevabı anlaşılır.
İlgili hadisle»:
Ebû Hüreyreı
(r.a.)'den yapılan rivayette,
Resûlüllah (a.s.) Sfendimiz'in
şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Abdesti olmayanın
namazı yoktur; üzerine Besmele çekmeyenin abdesti yoktur.»[508]
Aynı mealde bir diğer
hadîsi Ahmed b. Hanbel ve İbn Mâce Saîd b. Zeyd'den (r.a.) rivayet etmişlerdir.
Ayrıca Ebû Saîd'den de (r.a.) bu mealde bir
hadîs rivayet edilmiştir.
îmam Buharı ise şöyle
demiştir: «Bu konuda en güzel şey, Re-bah b, Abdurrahmân'm hadîsidir ki, bundan
Saîd b. Zeyd'in rivayet ettiği hadîsi kastedmiştir.[509]
İshak b. Rahuye'den,
Tesmiye hakkında en sahih hadîs hangisidir? diye sorulduğunda o, Ebû Saîd'in
rivayet ettiği hadîsi zikretmiştir,
Hadİs-i şerîfjin açık
delâletinden şu hüküm anlaşılmaktadır:
1- Abdest
üzerine Besmele çekmek vacibdir.
2-
Besmelesiz abdest sahih değildir.
Hadîsin zahirinden bu
hüküm anlaşılmaktaysa da konuyla ilgili diğer hadîsler dikkate alındığında
başka hükümler ortaya çıkmaktadır. O bakımdan rivayet edilen hadîslerin
ışığında müctehid imamların ve ilim adamlarının istidlal, ihticac ve
görüşlerini tesbit etmek gerekir:
a)
Hanelilere göre:
Abdestin
sünnetlerinden biri de Besmele'dir. Resûlüilah (a.s.) Efendimiz abdeste
başlarken Besmele çekmiş ve buna devam etmiştir. Bu da abdestte Besmele
çekmenin sünnet olduğuna delildir.[510]
b)
Mâlikî'lere göre:
Abdest üzerine Besmele
çekmek farz (vâcili)dir. Ajıcak kişi abdest alırken unutursa, o takdirde
zorluğu savmak için kalb ile tesmiye, lisan ile tesmiye yerine geçer. Çünkü
Peygamber (a.s.) Efendimiz, «Besmele çekmeyenin abdesti yoktur...» buyurmuştur.[511]
c) Şafiî'lere göre:
Abdestin başlangıcında
Besmele çekmek sünnettir. Başlangıçta bunu terkederse abdest esnasında çeker.[512]
îmam Şafiî diyor ki:
«Adamın abdestinin başında Aziz ve Celîl olan Allah adını anmasını müstehab
(sünnet)[513] görüyorum. Yanılır da
anmazsa, eğer abdestini henüz bitirmemişse hatırladığı yerde anar, Besmele'yi
unutarak veya kasden terkederse —inşâal-lah— abdesti bozulmaz.»[514]
d)
Hanbelî'lere göre:
Ahmed b. Hanbel'in
mezhebinin zahirine göre, her türlü hades-ten taharette Besmele çekmek
sünnettir. Bu, onun arkadaşlarından bir cemaatten rivayet edilmiştir. El-Hılâl
diyor ki: «imamdan yapılan müstekarr rivayette, Besmele'nin terkinde bir
sakınca olmadığı yolundadır.»
İmamdan yapılan diğer
bir rivayette ise abdestte Besmele çekmenin vâcib olduğu belirtilmiştir.
Ebûbekir bu rivayeti seçmiştir. El-Hasen ve îshak'ın da mezheplerinin görüşü bu doğrultudadır.
îmam Ahmed, b. Hanbel,
«Bu babda Ebû Saîd'in hadîsi en gü3İidir!»
demiştir.[515]
Konuyla ilgili j
hadîslerin tenkidi ve ilgili rivâyeterin tahlili :
Ebû Cafer et-'Tahavî
436 nolu hadîsi iki ayrı tarikten rivayet emiştir: Birincisi, Rebah tarikiyle
Abdurrahman b. Ebî Süfyan'-fcan, o da babaannesinden rivayetle Ebû Hüreyre'nin
Resûlüllah a.s.) Efendimiz'den işittiği şeklindedir. İkincisi, Abdurrahman b.
Ebi Süfyan'ın babaannesinin doğrudan Resûlüllah (a.s,) Efendi-niz'den işittiği
şeklindedir. Bir üçüncüsü ise, yine Rebah tarikiyle bn Sevbân'dan, o da Ebû
Hüreyre'den (r.a.) rivayetidir.
Bir cemaat bu üç
rivayete dayanarak, namaz için alınan ab-lest üzerine Besmele çekmeyen kimsenin
abdesti yeterli değildir, lliyerek ihticacda bulunmuşlardır. Diğer bir cemaat
ise onlara mu-nalefet ederek abdesti üzerine Besmele çekmeyen kimse sadece
isabet etmiş sayılır, demişlerdir[516]
İkinciler bu konuda şu
rivayetle ihticac etmişlerdir: «Muhacir b, Kunfuz (r.a.) demiştir ki:
Resûlüllah (a.s.) abdest alırken ken-[disine selâm verdim, selâmımı
cevaplamadı. Abdestini bitirince buyurdu ki: «Selâmım cevaplamam hususunda beni
engelleyen bir şey yoktu, ancak abdestsiz bir halde Allah'ı anmayı hoş görmedim
de ondan selâmını cevaplamadım.»
Bu rivayet
Resûlüllah'ın (a.s.) abdest alırken Besmele çekmediğine, çünkü abdest aimadan
Allah'ın ismini anmayı hoş görmediğine delâlet etmekteyse de sıhhat derecesi
üzerinde durulmuş ve cumhur bu hadîsin ihticaca dayanak olamıyacağını belirtmiştir.»[517]
Yine 436. hadis
anlamında Darekutni ve Beyhakî şu hadisi nak-letmişlerdir : «Üzerine Allah'ın
ismini anmayan kimse abdest almamıştır. Abdest almayan kimse de namaz
kılmamiştır.»
Bunun isnadında
Malımud b. Muhammed ez-Zaferî vardır ki bu zat kaviy değildir. Darekutnî de
aynı görüştedir. Zehebi onun bu halini
Mîzanü'l-İ'tidal'de belirtmiştir.
Taberâni'nin el-Evsat'ta Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yaptığı rivâyette Resûlüllah (a.s.) ona şöyle buyurmuştur: «Ya Ebâ
Hüreyre! Abdest aldığın zaman BİSMİLLAH ve el-HAMDU LİLLÂH söyle. Çünkü senin
amelini yazan Hafeze melekleri, abdestin bozulunca-ya kadar aldığın o abdestten
dolayı senin için devamlı iyilik yazarlar.»
Bu hadîsin rivayetinde
Amr b. Ebî Seleme, İbrahim b. Muham-med'den rivayet etmiştir ki, bu zâtın yani
Amr'm isnadı vahidir, (boş ve esassız)[518] îbn
Maîn, onun zayıf olduğunu söylerken îbn Hibban onu sıkat arasında anmıştır. Ebû
Hatim ise, «O'nun ri-vâyetiyle ihtacac yapılmaz» demiştir.[519]
Abdest alırken Besmele
çekme hakkında ilim adamlarının tesbitleri!
— Hafız Bezzar diyor ki: Bu babda yapılan bütün rivayetler kaviy
değildir.
— el-Akiylî diyor ki: Bu babdaki isnadlarda bir yumuşaklık
vardır, yani pek sağlam değildir.
— Ahmed b. Hanbel diyor ki: Bu babda en güzel şey, Ebû Sa-id'in
hadîsidir. Bununla beraber Abdest'te Besmele çekmek hakkında sahih bir hadîs
bilmiyorum. Bu hususta en kuvvetlisi
Kesîr b. Zeyd'in hadisidir.
— îshak diyor ki: Ebû Sâid'in hadîsi, bu babda
en sahih olanıdır. İsnadında ise iki meçhul söz konusudur.
— Buharî diyor k: Bu babda en güzel şey, Rebah
b. Abdurrah-man'ın hadîsidir.[520]
Bu mealde Kesîr b.
Zeyd'den rivayet edilen hadîs hakkında Hakim kendi Müstedrek'inde hasîh olarak
belirlemiştir.
Tirmizi
el-Ilelü'1-Kebîr'inde Muhammed b. İsmail'den şunu nakletmiştir: «Rebah b.
Abdurrahman münkerü'l-hadistir.»
Görüldüğü gibi, abdest
alırken Besmele çekmekle ilgili hadîsler üzerinde hayli görüş ve tesbitler
mevcuttur; kimi sahih olmadığını, kimi kaviy olmadığını belirtmiştir. Kimi de
sıhhatma kail olmuştur. Bunların hepsini biraraya getirdiğimizde karşımıza
reddi mümkün olmayan bir sonuç çıkar, o da,
abdest alırken besmele
ekmenin sünnet
olduğudur.[521] Çünkü bir konu hakkında
sözü edilen doğrultuda birden fazla rivayetlerin mânaları birbirini
kuv-etlendirdiği takdirde, zayıf kaviy kabul edilir ve hükme medar sayılır. [522]
1- Abdest'te
Besmele çekmek sünnettir,
2- Besmelesiz
abdest almak kâmil anlamda bir abdest sayılnaz. [523]
Ellerimiz eşya ile en
çok temas halinde olan organımızdır. O bakımdan sık sık' yıkanması ve temiz
tutulması gerekir. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz yemekten önce ve sonra ellerini
yıkamayı ihmal et-. mediği gibi, abdestten önce de onları üç kere iyice
yıkamayı ihmal etmemiştir. Çünkü kir ve mikroplardan arınmış bir elle ağza su
almak, burna su çekmek ve diğer organları yıkamak çok daha sinindir.
Konuyla ilgili hadisler
:
Evs b. Evs
es-Sakafî (r.a.)'den yapılan rivayette
demiştir ki:
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'i abdest alırken gördüm,
(önce) âvucuna su alıp iki elini üç defa yıkadı.»[524]
Ebû Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
«Sizden biriniz
uykusundan uyandığında elini üç defa yıkama-
dakça (içinde abdest suyu bulunan kaba)
daldırmasın; çünkü o elinin nerede gecelediğini bilmez[525]
Buharı de aynı hadîsi
rivayet etmiş ancak «üç defa» sözünü zik-retmemiştir. Tirmizî ve İbn Mâce'nin
rivayetinde ise, hadîsin baş kısmı şu lâfızla yazılmıştır: «Sizden biriniz gece
(uykusun)dan uyandığında...»
îbn Ömer (r.a.)'dan
yapılan rivayette ise buna yakın bir ifâde kullanılarak Resûlüllah'm (a.s.)
şöyle buyurduğu belirtilmiştir:
«Sizden biriniz
uykusundan uyandığında, elini üç defa yıka-madıkça kaba sokmasın; çünkü o
elinin nerede gecelediğini veya nerede dolaştığını bilme[526]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Abdest
almadan önce elleri üç defa yıkamanın
meşru, bir sünnet olduğu ortaya çıkıyor.
2- Abdestten
önce elleri yıkamak vâcib veya sünnettir.
3- Her
uykudan uyanıldığmda elleri yıkamak müstehab veya vâcibdir.
4- Sadece
gece uykusundan değil, gündüz uykusundan uyanıldığmda da elleri yıkamak sünnet
veya vâcibdir.
5- Buradaki
illet ellera necasetin bulaşma şüphesidir. O halde ellere murdar bir şey
dokunduğunda üç defa yıkamak gerekir.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının ihticac, istidlal ve görüşleri:
a) Hanefîlere
göre:
Abdestin
sünnetlerinden biri de, uykudan uyanan kimsenin ellerini su kabına sokmadan
önce bileklere kadar yıkamasıdır. Farzdır diyenler de var. Onlardan kimine
göre gece ve gündüz uykusundan uyanan kimse için, kimine göre sadece gece
uykusundan uyanan kimse için farzdır. Çünkü hadîste yıkamadan ellerin kaba sokulması
yasaklanmıştır, bu da onun farz olduğuna delâle eder.
Biz Hanefîlere göre,
eğer elleri kaba sokmadan yıkamak vâcib olsaydı, bu ya hadesten, ya da necisten
dolayı olurdu. Birincisine yol yoktur. Zira hadesten dolayı yıkamak ancak bir
defa vâcibdir. Uykudan uyanan için ellerini yıkamasını vâcib kılacak olursak, o
takdirde hadesten dolayı iki defa yıkama vâcib olur ki, bu ikinci defaya yol
yoktur. Necis ise belli değildir, sadece mevhumdur. Nitekim hadîste de «Elinin
nerede gecelediğini bilmez...» cümlesiyle buna işaret edilmiştir. Hem asıl olan
taharettir. Necaset şüpheyle sabit olmaz. O bakımdan hadîsteki yasak
tenzihidir, tahrimî değildir.[527]
b) Şâfillere
göre :
Abdestten önce iki eli
bileklere kadar yıkamak sünnettir. Eğer ellerinin temiz olduğuna kesin bilgisi
yoksa, o takdirde üç defa yıkamadan içinde az su bulunan kaba daldırması
mekruhtur.[528]
c)
Mâlikîlere göre:
Mükellefin işlediği zaman
sevaba ereceği, terkettiği takdirde azaba uğramıyacağı müekked sünnetlerden
biri, abdestten önce iki eli bileklere kadar yıkamasıdır. Bu sünnet ancak eller
kaba sokulmadan önce gerçekleşir.[529]
d)
Hanbelüere göre:
Abdestin evvelinde
—uykudan kalkılmış olsun olmasın— iki eli yıkamak sünnettir. Çünkü kaba
daldırılan ve abdest azasına su taşıyan ellerdir. O bakımdan ellerin yıkanması
abdestin bütünüyle ilgilidir. Nitekim Peygamber (a.s.) Efendimiz öyle yapardı.
Hz. Osman (r.a.), Peygamber'in (a.s.) abdestini vasfedip anlatırken de-"
mistir ki: «Peygamberimiz abdest için su ister, önce iki eline üç defa döküp
yıkadıktan sonra onları kaba sokardı.»
Uykudan kalkıldığının
dışında, Buharı ve Müslim'in ittifakla aldıkları rivayette, elleri yıkamak
vâcib değildir. Uykudan kalkıldığında ise vücubu hakkındaki rivayetler
farklıdır: İmam Ahmed'in bunun vücubuna kail olduğu rivayet edilmiştir ki,
mezhebin zahir olanı da budur. Ebûbekir de (r.a.) bu kavli ihtiyar etmiştir.
Aynı zamanda İbn Ömer, Ebû Hüreyre ve Hasan el-Basrî'nin de mezhebi bu
doğrultudadır. el-Hasan'a göre, bu
hususta gece uykusuyla gündüz uykusu arasında fark yoktur.[530]
Konuyla ilgili diğer hadîsler ve rivayetler: Buharî'nin Mâlik tarikıyla Ebû
Hüreyre'den (r.a.) yaptığı rivayette,
yukarıda geçen hadîsleri kuvvetlendirir mahiyette şöyle bu-yurulmuştur: «Sizden
biri abdest aldığı zaman burnuna su çektikten sonra sümkürsün. Kim de abdest
bozduktan sonra temizlendiğinde onu tek sayıda tutsun. Sizden biri uykusundan
uyandığında, ellerini (su) kabına
sokmadan yıkasın. Çünkü sizden
biri elinin nerede gecelediğini bilmez.»
Müslim'in Ebû Salih
tarikıyla Ebû Hüreyre'den (r.a.) yaptığı rivayette ise şöyle buyurulmuştur:
«Sizden biri (uykusundan) kalktığı zaman, ellerini üç defa yıkamadıkça (su)
kabına daldırmasın! Çünkü o elinin nerede gecelediğini bilmez.»
îbn Mâce'nin Ebû
Zübeyr hadisinden naklen Câbir
(r.a.)'den yaptığı rivayette buyurulmuştur ki: «Sizden biri uykudan kalktığı
zaman abdest almak istiyorsa, elini yıkamadan (su) kabına sokma-- sın. Çünkü o, elinin nerede veya neyin
üzerinde gecelediğini bilmez.»
«Elini daldırmasın»
cümlesi, sadece Bezzar'm Müsnedinde te'-kîd nun'uyla rivayet edilmiştir. Hafız
Bezzar Hişam b. Hasan hadîsini Ebû Hüreyre'den merfuân rivayetle şöyle
nakletmiştir . «Sizden biri uykusundan uyandığı zaman elini, elbette, üzerine
su döküp yıkamadıkça abdest suyuna daldırmasın!»
Hadîslerin hepsi de
sahihtir. Ancak abdestten önce elleri üç defa yıkamak uykudan kalkıldığı
zamana mı hastır, yoksa her abdest alındığı zamanlara da mı şâmildir? ilim adamlarının (nüans) farklı görüşleri vardır. Gerek îbn Hacer, gerekse şârih Ebulhayr
Nurü'l-Hasan, Hz. Osman'ın (r.a.)
Peygamber (a.s.) Efendimiz'in abdestini vasfederken su
istediğini ve önce iki elini üç defa yıkadığını delil göstererek, abdestten
önce iki üç defa yıkamanın sünnet olduğunu ve ilim adamlarının bu hususta ittifak ettiklerim belirtmişlerdir.[531]
Ahmed b. Hianbel ise,
gece uykusundan kalkıldığında elleri yıkamadan su kabına sokmanın tahrîmen
mekruh, gündüz uykusun-
m kalkıldığında ise
tenzîhen mekruh olduğunu söylemiştir. Çün-"x hadîste gece uykusu tasrîh
edilmiştir.
Şevkanfye göre,
abdestten önce elleri üç defa yıkamak gece ve-ı gündüz uykusundan kalkıldığı
zamana has olmayıp ellerde ne-ıset şüphesi olduğu her zamanla ilgilidir, o
bakımdan ne zaman inde necaset şüphesi doğarsa, onu yıkamadan kaba sokması
nıek-Ihtur.[532]
Cumhura göre,
abdestten önce elleri üç defa yıkamak mendub-ur. Ahmed b. Hanbel ise, hadîsteki
emri vücuba hamletmiştir.
Yapılan sahih
tesbitlere göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in ab-lestten önce, uykudan
kalkmış olsun olmasın, ellerini üç defa yı-:adığı anlaşılmıştır. Böylece
hadîsteki emir, uykudan kalkıldığı za-nan için te'kîd ifade eder, sair zamanlarda
te'kîd söz konusu değildir. :
Çünkü «yıkasuı» emri,
necis olduğu kesin bilinmeyen elleri yıkamakla ilgilidir, jo halde n e d b
ifade eder. Bu manâyla «daldırmasın, sokmasın» emri de kerahet ifade eder.
Necis olduğu kesin bilin-liği takdirde, yıkanması mutlaka vâcib olur. Hadîste
ise, «ellerinin ıerede gecelediğini veya neyin üzerinde gecelediğini bilmez»
cüm-esi emrin ve nehyin illetini beyân içindir ki, ellerin murdar bir yere
dokunmuş oabileceği şüphesini yansıtır. O bakımdan cumhurun görüşü daha
sıhhatlidir. [533]
1- Gece
uykusundan uyanıldığmda abdest almak isteyen kimsenin iki elini —abdest
alacağı su kabına daldırmadan önce— üç defa yıkaması müekked sünnettir.
2-
Gündüz uykusundan kalkıldığı zaman, buna kıyas
edilerek aynı hükmü taşır.
3- Sair
zamanlarda abdestten önce elleri üç defa yıkamak mendubdur. Sünnet diyenler
de var. Nitekim îmam Şafiî'ye göre,
sünnet ve mendub eşanlamlı kelimelerdir.
4- Abdest
dışındaki zamanlarda da ağzı çalkalamak,
burna su çekmek isteyen kimsenin önce ellerini üç defa yıkaması sağlık
yönünden müstehabdır.[534]
Ağız ve burun
mikropların en çok girdiği kanallardır. Havayı devamlı içindeki tozuyla,
mikrobuyla teneffüs etme yollarıdır. O bakımdan sık sık su ile yıkanıp
temizlenmeleri emredilmiştir. Özellikle günde birkaç defa abdest aldığımızda
bu iki organı temiz su ile üçer defa yıkayıp temizlememiz son derece önemlidir,
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bu temizliği hiçbir abdestinde ihmal etmemiştir.
Ancak ağza su alıp çalkalamak, burna su verip sümkürmek sünnet midir, yoksa
vâcib midir? sorusu hatıra gelebilir. Konuyla ilgili müctehid imamların
istidlal ve ihticaclarını naklettiğimizde bu sorunun cevabı verilmiş olacaktır.
Şimdi ilgili sahih hadîsleri naklediyoruz:
Osman b. Affan
(r.a.)'dan yapılan rivayette, o bir (su kabı) istedi ve önce üç defa iki eline
döküp yıkadıktan sonra sağ elini kaba sokup (su aldı ve) ağzını çalkaladı,
burnuna su verdi. Sonra yüzünü üç defa yıkadı; iki elini dirseklere kadar üç
defa yıkadı, sonra başını meshetti, sonra da iki ayağını topuklara kadar üç
defa yıkadı ve sonra şöyle dedi : Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'i benim bu
abdestim gibi abdest aldığını gördüm ve abdestten sonra buyurdu ki : «Kim benim
bu abdestim gibi abdest alır, sonra iki rek'ât namaz kılar da kendi nefsinden
söz etmez (nefsini dünya işleriyle meşgul etmez) se, Allah onun geçmiş
günâhlarını bağışlar.»[535]
AH (r.a.)'den yapılan
rivayette, o abdest suyu istedi ve ağzını çalkaladı, burnuna su verip sol
eliyle sümkürdü ve bunu üç defa tekrarladıktan sonra şöyle dedi: «Bu, Peygamber
(a.s.) Efendimiz'-n abdestidir!»[536]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
.
1- Abdestten
önce elleri üç defa yıkamak sünnettir.
2- Abdest
alırken ağza su alıp çalkalamak, burna su verip süm-kürmek sünnettir. (Kimine göre vâcibdir).
3- Yüze, iki
kolu dirseklere kadar, ayaklan topuklarına kadar birer defa yıkamak farz,
ikinci ve üçüncü defa yıkamak sünnettir.
4- Başı
meshetmek farzdır. Bu bir defa yapılır, ikinci ve üçüncü defa meshetmek meşru
kılınmamıştır.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının istidlal, ihticac ve görüşleri:
a)
Hanefîlere göre:
Abdestin
sünnetlerinden biri de, ağıza su alıp çalkalamak, burna su çekip sümkürmektir.
Hadîsçilere göre, bunlar hem abdestte, hem gusülde farzdır. Ahmed b. Hanbel de
onlardan biridir. îmanı Şafiî bu ikincisinin hem abdestte, hem gusülde sünnet
olduğuna kaildir. Hadîsçiler, Resûlüllah (a.s.) abdestte ağıza su verip
çalkalamaya, buruna su çekip sümkürmeye devam ettiğiyle ihticac etmişlerdir,
îmam Şafiî ise, cenabetten dolayı gusletme emri bedenin zahiriyle ilgilidir,
bâtmıyla değil, diyerek ağız ve burunun iç kısmının bedenin batınından
olduğunu dikkate almıştır. O bakımdan abdest ve gusülde ağız ve burnun iç kısmım
yıkamanın vâcib olmadığı görüşünü ortaya koymuştur.
Biz hanefîlere göre
ise, abdest konusunda vâcib (bu tabirden maksad farzdır) olan, üç azayı yıkamak
ve başı meshetmektir, ağız ve burnun içi bu azaya dahil değildir. Gusülde ise
durum böyle değildir[537]
b) Şâfiîlere
göre:
Abdestte ağzı
çalkalamak, burna su verip sümkürmek sünnettir.
Buharî ve Müslim'in
naklettikleri rivayet bunların sünnet olduğuna delâlet etmektedir. «Ağzınıza
su jıhp çalkalayın, burnunuza su çekip sümkürüıı!» mealindeki rivayet ise zayıftır.
Abdestte ağız ve burnu ardarda üçer avuç su ile veya birer avuç su ile üçer
defa yıkamak efdaldır.[538]
Bu konuda Şafiî'lerden
el-Gamravî ise şöyle demiştir: Abdest-in sünnetlerinden biri de ağıza su alıp
çalkalamak, buruna su çekip sümkürmektir. Mezhebin daha zahir kavline göre,
ikisi arasını az bir fasılayla ayırmak, yani önce ağızı yıkayıp bitirmek, sonra
burnu yıkamak efdaldır. Ayrıca bu hususta en sahîh tesbite göre, bir avuç su
ile ağzı üç defa çalkalamak ve yine bir avuç su ile burnu belirtilen şekilde
yıkamak kâfi gelir.[539]
c)
Hanbelî'lere göre:
Ağız ile burun yüzden
sayılır. O halde ağza su alıp çalkalamak burna su çekip sümkürmek abdestte ye
gusülde vâcibdir. Çünkü her iki taharette de yüzü yıkamak vâcibdir. Ağız ve
burun yüzden bir kısımdır. Mezhebin meşhur kavli budur.[540]
Ağzı çalkalamada,
burna su çekmede mübalâğa ise müstehabdır; öyleki ağza bol su alınıp iyice
çalkalanır. Buruna bol su çekilerek her defasında sol el ile sümkürülür.[541]
d)
Mâlikilere göre:
Ağza su verip
çalkalayarak dökmek, burna su çekip sümkürmek sünnettir. Sadece ağıza su alıp
çalkalamak, burna su verip nefesle çekmemek yeterli değildir.[542]
Hanefîlere göre, yeterliyse de afdal olanı terkedilmiş sayılır.
e) Ibn Ebi
Leylâ, Hammad b. Süleyman ve İshak'a göre, ağız ve burnu abdest alırken yıkamak
vâcibdir. Şevkanî de aynı görüştedir,
f) Ebû
Sevr, Ebû Übeyd, Davud ez-Zahiri ve Ebûbekir b. Münzir'e göre, burna su
çekip sümkürmek hem abdestte, hem gusülde vâcibdir. Ağzı yıkamak ise bu
ikisinde de sünnettir.[543]
Bunlar Ebû Hüreyre'den
rivayet edilen şu sahih hadîsle istid-
etmişlerdir; «Sizden
biri atadest aldığında burnuna su çektikten tmra sümkürsün!» «Abdest aldığın
zaman burnuna su çekip süm-İir!»[544]
Sünnettir diyenler
ise, daha çok «On şey fıtrattandır...» hadî-iyle istidlal etmişlerdir. Hafız
ise et-Telhis'te bu rivayeti reddede-ek, hadisin başında «On şey» lâfzı yoktur,
demiştir. Sadece «Fıtrat-andır...» lafzıyla rivayet tesbit edilmiştir. Ayrıca
İbn Abbas'dan r.a.) rivayet edilen şu'hadîsle de istidlal etmişlerdir : «Ağzı
çalkala-nak, burna su çekmek sünnettir.»[545]
Hafız îbn. Hacer bu
hadîsin zayıf olduğunu söylemiştir. Ancak £ur'ân'da ağza su alıp çalkalamak,
burna su vermek zikredilmemiş-ir. Sadece Peygamber Efendimiz'in sünnetiyle
sübût bulmuştur.
Vâcibdir diyenlerin
istidlal ettikleri hadîslerden biri de Hz. Ai-?e (r.a.) validemizden rivayet
edilmiştir ki, Resûlüllah'm (a.s.) şöyle Duyurduğunu söylemiştir : «Ağza su
alıp çalkalamak, burna su verip sümkürmek mutlaka gerekli olan abdesttendir.»[546]
Bunun da sayıf olduğu söylenir.
Abdest azasını üç defa
yıkamak vâcib midir? İlim adamları, abdest azasını bir defa yıkamanın vâcib
olduğunda icma' etmiştir. İkinci ve üçüncü defa yıkamanın sünnet olduğunda
ittifakları vardır. Çünkü yapılan sahih tesbitlere göre, Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz bazan abdest azasını birer defa yıkamakla yetinmiştir. İkişer defa
yıkadığı da vakidir. Eğer vacib olsaydı mutlaka üçer defa yıkardı. Hem
âyetteki emir tekrarı gerektirmiyor.
Konuyla ilgili iki
sahih hadîs daha rivayet edilmiştir; «Sizden biriniz abdest aldığı zaman
burnuna su alıp sümkürsün.» [547]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
yapılan rivayette demiştir ki: «Besûlül-lah (a.s.) Efendimiz abdestte ağzı su
ile çalkalamayı, burna su çekip sümkürmeyi emretti.»[548]
Bu husustaki emir,
te'kîd anlammadır, yani abdestte ağız ve burnu yıkamamızı te'kiden sünnet
kılmıştır, demektir.[549]
1- Abdestte
ağza su alıp çalkalamak kimine göre vâcib, kimine göre sünnettir.
2- Abdestte
ağız ve burnu üçer defa yıkamak sünnettir.
3- Ağzın ve
burnun içi, kimine göre bedenin zahirinden,
kimine göre batınmdandır. Birincilere göre, abdest ve gusülde bu iki
akayı yıkamak vâcibdir. İkincilere göre, sünnettir.
4- Abdest
azasını birer defa yıkamak farzdır; ikinci ve üçüncü defa yıkamak sünnettir.
5- Başı bir
defa meshetmek farzdır. İkinci ve üçüncü defa mes-lıetmek meşru kılınmamıştır. [550]
Burun daha önce de
belirttiğimiz gibi, havayı teneffüs etme ve toku alma organımızdır. O bakımdan
havada gözle görülemiyecek kadar küçük olan bazı mikropları, bakterileri
teneffüs edilen havayla birlikte ciğerlerimize, hiç değilse burnumuzun
derinliklerine aktarmaktayız. Burundaki kıllar ve sümüksü doku toz ve mikropların jhemen ciğere inmesine engel teşkil eder. Öyleki,
hava burundan igeçerken ısınır, ıslanır, tozları temizlenir. Bununla beraber
burnu-jmuzu birkaç defa iyice yıkayıp temizlememiz, sağlığımızı koruma
bakımından çok önemlidir. İslâm Dini, abdest ile bu imkânı sağlamıştır.
Resûlüllah (a.s.3 Efendimiz her abdest aldığında hem ağzına
iyice su doldurup çalkalar, hem de burnuna bol miktarda su çekip temizlerdi.
Bu O'nun güzel sünnetlerinden ve koruyucu hekimlikle ilgili tavsiyelerinden
biridir. İlgili hadîsler:
Lakıyt b. Sabrete'den
(r.a.) yapılan rivayette şöyle nakletmiş-tir:
Peygamberimiz (a.s.)
Efendimiz'e, Ya Resûlellah! Abdestten bana haber ver, dedim Buyurdu ki:
«Tastamam abdest al, parmaklar arasını hilâlle ve burna su çekip temizlemede
mübalağa yap, me-
;r ki oruçlu bulunasm
(o takdirde burnuna fazla ve mübalağa ile ( çekme)»[551]
İbn Abbas (r.d.)'den
yapılan rivayette ise, Peygamber (a.s.) fendimiz şöyle buyurmuştur: «(Abdest
alırken) burna iki veya üç bfa mübalağayla su çekip sümkürün!»[552]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Her
organı üç defa kapsarcasma yıkamak müekked sünnet-r. Bir defa yıkamak ise
farzdır.
2- El ve
ayak parmaklan arasına su nüfuz edecek şekilde dikkat gösterip hilâllemek de
sünnettir. Bu, parmaklar arasındaki kir-îri iyice gidermeye yönelik bir
emirdir.
3- Buruna
iyice ve bol miktarda su çekip yeterince temizlik apmak da sünnettir. Buna
vâcib diyenler de olmuştur. Ahmed b. [anbel de onlardan biridir.
4- Gerek
ağız ve burnu, gerekse diğer abdest azasını üç defa ıkamak vâcib değildir.
Çünkü Peygamber (a.s.) «Buruna ki veya
üç defa mübalağayla su çekip sümkürün!» buyurmuştur a, bu farzın hir defayla
gerçekleştiğine, ikinci ve üçüncü defa yıkamanın farzı ikmal etmek için sünnet
olduğuna delâlet eder. Ni-ekim diğer sahih rivayetlerde de Resûlüllah'm (a.s.)
bazan abdest Lzasını bir defa yıkadığı görülmüştür. Bununla ümmetine o konula
bilgi ve ölçü verdiği kesindir.
Diğer rivayetler:
a) 473 no'lu
hadîsi aynı zamanda îmam Şafiî, İbn Cârud, îbn îuzeyme, îbn Hibban, Hâkim ve
Beyhakı îsmail b. Kesir el-Mekkî iarıkıyle Âsim b. Lakıyt'ten rivayet
etmişlerdir.
Râvî Âsım'dan sadece
İsmail rivayet etmiştir; o balamdan pek tanınmamış sayılır. Hafız İbn Hacer ise
yaptığı araştırma neticesi, Daşkasmm da ondan rivayet ettiğini tesbit etmiştir.
Tirmizi ise, fVsım'dan yapılan rivayetin sahîh olduğunu söylemiş, İbn Kattan
da ona katılmıştır.
b) Bu konuda
ed-Devlâbfnin es-Sevrî hadîsini rivayetle şu lâfızları nakletmiştir: «Ağzı
çalkalamaktp, ve burna su çekmekte mübalağa eyle, meğer ki oruçlu bulunasm...»
c) Ebu
Davud'un Ebû Âsim tarikiyle İbn
Cüreyc'den, onun da İsmail b. Kesîr'den yaptığı rivayette ise şöyle denilmiştir
: «Abdest adığın zaman ağzına su alıp çalkala!»
îbn Hacer bu rivayetin
isnadının sahîh olduğunu tesbit etmiştir. İmam Nevevî de 473 no'lu Lakıyt b.
Sabrete'nin hadîsinin isnad-lannın sahîh olduğuna dikkatleri çekmiştir. İbn
Sa'd de râvilerinin sıkat güvenilir) olduğunu söylemiş, Ebû Hatim de aynı
kanaati belirtmiştir. [553]
Saç ve sakal da ince
tozların, mikropların yerleştiği yerlerden biridir. O bakımdan, saç ve sakalı
günde birkaç defa yıkayıp temizlemek, tarayıp güzel koku sürmek sünnet
kılınmıştır. Özellikle ab-destte bu gibi yerlerin temizlenmesine atıflar
yapılmış, tavsiyelerde bulunulmuştur.
Amr b. Anbese
(r.a.)'den yapılan rivayette şöyle nakletmiştir : Ya Resûlellah! Abdest
hakkında bana bir şeyler anlat. Bunun üzerine Efendimiz buyurdu ki: «Sizden
herhangi bir adam abdestini (Hakk'ın rızasını umup) kurbiyet sağlamak için
alır, ağzına su alıp çalkalar, burnuna su çekip sümkürürse mutlaka ağzındaki ve
burun deliklerindeki hatâları su ile beraber düşüp gider. Sonra Allah'ın
emrettiği şekilde yüzünü yıkarsa, mutlaka yüzündeki hatâları sakalının
kenarlarından su ile birlikte dökülüp gider. Sonra iki elini dirseklere kadar
yıkarsa, mutlaka ellerindeki hatalar parmak uçlarından su ile birlikte düşüp
gider. Sonra başını meshederse, mutlaka başındaki hatâlar kıllarının
kenarlarından su ile birlikte düşüp gider. Sonra da ayaklarını topuklarına
kadar yıkarsa, mutlaka ayaklarındaki hatâlar parmak uçlarından su ile birlikte
düşüp gider.[554]
Hadisin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1-
Hatâlardan maksad, küçük günâhlardır. Toz ve mikropları la buna ekleyebiliriz.
Çünkü diğer rivayetlerde: «büyük günâhlar-lan kaçındığı sürece» diye bir tahsis
yapılmıştır.
2- Ayakları
yıkamak farzdır. Abdestte ayaklan meshetmenin âcib olduğunu söyleyenlerin görüş
ve istidlalini reddetmektedir.
3- Yüzü
yıkarken sakalın her tarafını yıkamak da kimine gö-e vâcib, kimine göre
sünnettir.
4- Ağzın ve
burunun iç kısmı yüzden değildir.
5- Abdestte
tertibe riâyet vâcib veya sünnettir.
6- Başın
tamamını meshetmek vâcib veya sünnettir.
Hadîsin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının görüş, istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefîlere göre:
Abdestte tertip
sünnettir. Çünkü Peygamber (a.s.) Efendimiz buna devam etmiştir. Âyetteki
sıralamada «vav-ı atıf» kullanılmıştır ki, bu mutlak cem'a delâlet eder. O
bakımdan tertip vâcib değildir.
Parmak aralarını
hilâllemek sünnettir. Böylece tahlil, farzı ikmale yönelik bir sünnet olarak
belirleniyor. Sakalı hilâllamak da sünnettir. Hattâ İmam Ebû Hamfe ile îmam
Muhammed'e göre, âdabdandır. (Çünkü yıkama kapsamına girmemekte ve bir tavsiye
mahiyetinde emredilmektedir).[555]
Başın tamamım
meshetmek sünnettir. İmam Mâlik'e göre, farzdır.[556]
b) Şâfiîlere
göre:
Resûlüllah'a (a.s.)
uymak için başın tamamını meshetmek sünnettir. Sık olan sakalı da Resûlüllah'a
uymak için hüâllamak sünnettir. Parmaklar arasını hilâllamak da öyle. Çünkü
Lakıyt b. Sab-rete'deıı rivayet edilen hadîste, «abdesti tastamam al, parmak
aralarını hilâlle» buyurulmuştur.[557]
Îmam Şafiî başın da üç
defa meshedilmesini müstehab saymıştır.[558]
c)
Hanbelîlere göre :
Sakal seyrek olup deri
az çok gözüküyorsa altını yıkamak vâ-cibdir. Sık ve gür ise altım yıkamak vâcib
değil, sünnettir. Sakalı hilâllamak müstehabdır. Nitekim îbn Ömer, İbn Abbas,
el-Hasen, Enes, îbn Ebî Leylâ, Ata' b. Sâib abdest aldıkları zaman sakallarını
hüâllarlardı. Ebû Davud'un rivayetine göre, Peygamber (a.s.) abdest aldığı
zaman bir avuç su alıp çenesinin altına sokarak sakalını hüâllar ve şöyle
buyururdu: «Aziz ve Celîl olan Allah bana böyle emretti...»[559]
1- Abdestte
parmak aralarını ve sakalı hiîâllamak sünnettir.
2- Ağza su
alıp çalkalamak, burna su çekip sümkürmek de sünnettir. .
3- Kolları
dirseklere kadar (dirsekler dahil) yıkamak farzdır.
4- Yüzü de
belirlenen sınırlarına kadar yıkamak farzdır.
5- Başın
tamamını meshetmek sünnet veya müstehabdır. Mâ-likilere göre farzdır.
6- Ayakları
topuklarına kadar (topuklar dahil) yıkamak farzdır. Ayaklar meshedilmez, ancak
mest giyildiği takdirde mestler üzerine meshedilir.
7-
Belirtilen abdest azasını birer defa yıkamak farz, ikinci ve üçüncü defa
yıkamak sünnettir. Başın dörtte birini bir defa meshetmek farzdır. Sünnet
olarak baş ikinci ve üçüncü defa meshedilmez. îmam Şâfi"ye göre, edilir.
Bu konuda bizi daha
iyi aydınlatan bir diğer rivayet İbn Ab-bas'dan (r.a.) yapılmıştır. Öyleki: îbn
Abbas (r.a.) abdest almış, önce yüzünü yıkamış, bir avuç su alıp onunla ağzını
çalkalamış burnuna çekip sümkürmüş; sonra bir avuç su alıp sağ eline aktararak
onunla yüzünü yıkamış-, sonra bir avuç su alıp onunla sağ elini yıkamış, sonra
bir avuç su alıp onunla sol elini yıkamış, sonra da başını meshetmiş; sonra bir
avuç su alıp onu sağ ayağı üzerine dö-lüp yıkamış, sonra bir avuç daha su alıp
onunla sol ayağını yı-[amıştır ve sonra da şöyle demiştir : «Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'-ti böyle abdest aldığını gördüm.»[560]
Hadîsin açık
delâletinden şunları anlıyoruz
Birinci defa yüzünü
yıkadığı, farz ve sünneti içine alan bir yı-tamadır, genel bir anlam
taşımaktadır. İkinci defa yüzünü yıkadığı ise, asıl farz olanı beyân içindir.
Birer avuçla abdest
azasını yıkaması, farz olanı göstermek için-lir. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz
bazan iki ve üç defa yıkamanın 'arz olmadığını göstermek için abdest azasını
birer defa yıkamakla yetinmiştir. O rivayetlerden biri de İbn Abbas'dan (r.a.)
yukarıda nakledilenidir.
Ağzı ve burnu yıkamada
bir tek avuç su kullandığı, ikisini cem'-ıtmenin cevazına işarettir.
Ayakları yıkaması,
onları meshetmenin meşru' olmadığına delâlet eder. [561]
Abdest suyu bedene
sağlık, kalbe kuvvet ve ruha ciladır. Dokunduğu yerler Âhiret'te pırıl pırıl
bembeyazdır. O bakımdan abdest alırken ilgili organları iyice yıkayıp
tamamlamak gerekir.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Osman (r.a.)'den
yapılan rivayette demiştir ki: «Yaklaşın da size Resûlüllah'ın (a.s.) abdesti
(gibi) abdest alayım; Önce yüzünü ve ellerini yıkadı, kollarını yıkarken
dirseklerin etrafına elini sürüp (iyice ıslanmasını sağladı). Sonra başını
mesnetti, sonra da ellerini iki kulağı Üe sakalı üzerinden iyice geçirdi, sonra
da iki ayağını yıkadı.»[562]
Ebü Hüreyre'den (r.a.) yapılan rivayette, adı geçen, abdest
al-
di, yüzünü yıkadı ve
abdestini tastamam yerine getirdi. Sonra sağ elini, dirseğe suyu ulaştırıp
ıslatmcaya kadar yıkadı. Sonra sol elini yine dirseğe suyu ulaştırıp
ıslatmcaya kadar yıkadı. Sonra başını mesnetti. Sonra sağ ayağını suyu
topuğuna ulaştırıp ıslatmcaya kadar yıkadı. Sonra sol ayağını, suyu yine
topuğa ulaştırıp ıslatmcaya kadar yıkadı. Sonra da şöyle dedi: «İşte
Resûlüllah (a.s.î Efendimizi böye abdest alırken gördüm ve şöyle buyurdu: Sizler Kıyamet
gününde abdesti tastamam yerine getirmenizden dolayı yüzünüz, kollarınız ve
ayaklarınız pırıl pırıl, bembeyaz olanlarsınız. Artık sizden kim güç
getirebilirse gurre ve tanenini uzatsın!
t Yani alnını, kollar ve ayaklarının pırıl pırıl beyazlığını çoğaltsın).»[563]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Abdest
alırken kolları dirseklerle beraber yıkamak vâcibdir.
2- Ayakları
topuklarla beraber yıkamak vâcibdir.
(Bu tabirden maksat farzdır.)
3- Başın
meshinde tekrar yoktur. :
4- Kulakları
nıeshetmek meşru'dur.
5- Sakalı
hilâllamak müstehabdır.
6-
Dirseklerden ve topuklardan yukarı kısmı
az da olsa yıkamak müstehabdır. Öyleki
kolları yıkayınca dirsekleri aşacak şekilde, ayakları yıkarken topukları
aşacak şekilde yıkamak tavsiye
edilmiştir.
Hadîslerin ışığında
müetehid imamların istidlal, ihticac ve görüşleri -.
a) Hanefüere
göre :
Abdestte kulakların
içini ve dışını, başın meshinden elde kalan ıslaklıkla meshetmek sünnettir. Hz.
Ali'den (r.a.) yapılan rivayette deniliyor ki: Resûlüllah (a.s.) Efendimiz,
başını meshettiği ıs-lakıkla kulaklarını mesnetti.[564]
Kolları dirseklerle
birlikte yıkamak farzdır. îmam Züfer'e göre, dirsek kola dahil değildir.' Oysa
Resûlüllah ta.s.) Efendimiz'in fiili, Kur'ân'm bu husustaki mücmelini tefsir
etmektedir.[565]
Hanefî imamları
abdestte dirsekten üst taraf hakkında görüş-ini pek belirtmemişlerdir veya biz
tesbit edemedik.
b) Şâfiîlere
göre:
Hem başı, hem
kulakları meshetmek için elleri yeni bir su ile latmak sünnettir.[566]
îki eli kollarla
dirseğin tamamını içine alacak şekilde yıkamak ,rzdır. Çünkü «gaye mugayyaye
dahildir» kaidesi uyarınca dirikler kolların kapsamına girer. Dirsekten yukarı
kısmı yıkamak le, tahcîli muhafaza için sünnettir.[567].
Bunun gibi iki ayağı to-Lıkları içine alacak şekilde yıkamak farzdır.[568]
c)
Hanbelîlere göre:
Kulakları mesh için
yeni su alıp kullanmak müstehabdır imam Jımed de «Abdest alan kimsenin
kulakları için yeni su alıp kullan-ıasını müstehab görüyorum» demiştir.[569]
d)
Malikilerei göre:
Kulaklar için
"yeni su kullanmak müstehabdır. Kolları dirsek-^rle birlikte yıkamak
farzdır.[570] Ayakları topuklarla
birlikte ıkamak farzdır, çünkü topuklar bu hususta ayaklara dahildir.[571]
İlgili rivayetler ve
tahliller:
482 no'lu hadîsin
isnadında İbn îshak bulunuyordur ki, tahdîs e istima' sözleri belirtilmeden
rivayet edilmiştir; o bakımdan mu'-n'an sayılmıştır. Bununla beraber istidlal
ve ihticaca elverişlidir.
: Kulakların yeni su
ile meshedilmesiyle ilgili rivayetlere gelin-se, Abdullah b. Zeyd'den yapılan
rivayette adı geçen şöyle demiş-ir: «Besûlüllah'ı (a.s.) gördüm abdest alıyordu;
kulakları için ba-ına meshettiği sudan başkasıyla meshetti (elini yeniden
ıslatıp ku-aklarmı meshetti).» [572]
Hâkim bu hadîsin
Müslim'in şartına göre sahih olduğunu be-
yân etmiştir
Beyhâkî'de kendi Sünen'inde bunu senediyle, metniyle rivayet ettikten sonra
«isnadı sahihtir» demiştir.
İmam Mâlik ise
Muvatta' da Yahya b. Bekir'den, o da Nâfi'den, o da İbn Ömer (r.a.)'den
rivayetle şöyle demiştir: «İbn Ömer (r.a.) abdest aldığı zaman kulaklarını
meshetmek için parmaklarıyla su alırdı, (parmaklarını yeni suya sokup ıslatır,
öylece kulaklarını meshederdi.»[573]
Beyhakî aynı anlamdaki
hadîsi Malik tankıyla şu lâfızla rivayet etmiştir: «İbn Ömer abdestte
parmaklarım yeniden suya çevirip ıslatır da öylece kulaklarım meshederdi.»
Bu rivayetler sahih
kabul edilmişse de, kulakları meshetmek için eli yeniden ıslatmaya gerek
olmadığına dair rivayetler hayli çoktur. O bakımdan müctehid imamların çoğu bu
ikinci şıkkı istidlale daha elverişli bulmuşlardır. Elin yeniden ıslatılması
bir balama bunun cevazını ifade etmek içindir.[574]
1- Abdest
alırken kolları dirseklerle beraber yıkamak farzdır.
2-
Dirseklerden yukarı kısmı yıkamak fazilettir, tahcîli artırmaktır.
3- Başı taze
su ile bir defa meshetmek farzdır. Tamamını meshetmek kimine göre vâcib, kimine
göre sünnet veya müstehabdır. îmanı Şafiî'ye göre, başın meshini üç defa
tekrarlamak müstehabdır.
4- Kulakları
başın meshinden arta kalan ıslaklıkla
meshetmek sünnettir. Kimine göre, kulakları mesh için elleri yeniden ıslatmak
sünnettir. [575]
Abdest'ten maksat bir
bakıma beden temizliği ve sağlığıdır. O bakımdan abdest azasını yıkarken ovmak
tavsiye edilmiştir. Sadece suyun dokunması farzın yerine gelmesini sağlasa
bile, isteni-
en temizliği sağlamış
olmaz. Resûlüllah (a.s.) Efendimizin abdest ızasını ovduğu rivayet yoluyla
bilinmektedir. Parmaktaki yüzücün, kulaktaki küpenin, koldaki bileziğin
hareket ettirilmesi de bu ^ayeye yöneliktir. Aynı zamanda abdest azasının her
yanı ıslana- . bak şekilde yıkanması farzdır. Kuru bir yerin kalması, abdestin
noksan kalmasına delâlet eder ki, o yer yıkanmadıkça namaz kılmak sahih olmaz.
İlgili hadîsler:
Ebû Râfi'den Cr.a.)
yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz abdest aldığı zaman yüzüğünü
oynatırdı.[576]
İbn Abbas Cr.a.)'dan
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu haber
vermiştir: «Abdest aldığın zaman ellerin ve ayakların parmaklarını
hilâlle!...»[577]
Müstevrid b.
Şeddad'dan (r.a.) yapılan rivayette demiştir ki :
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimizi abdest aldığı zaman ayak parmaklarını serçe parmağıyla
hılâlladığını gördüm.»[578]
Hadislerin açık delâletinden
şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Abdest
alırken, hem abdest azasının tamamı yıkansın, hem ! de kirler giderilsin diye
parmağa biraz dar gelen yüzük ve benzeri takıları oynatmak müstehabdır.
2-
Parmağa (gümüş) yüzük takmak müstehabdır.
3- Abdestte
ayaklar yıkanırken serçe parmakla ayak parmaklının arasını hılâllamak
müstehabdır.
4- Abdest azasını
yıkarken ovmak müstehabdır.
Hadislerin
ışığında müctehid imamların istidlal
ve görüşleri ;
a)
Hanefîlere göre
Parmaklar arasını, su
iyice ulaştıktan sonra hılâllamak sünnettir. Çünkü böyle yapmak farzı ikmâl
ile ilgilidir. O bakımdan sünnet sayılmıştır.
Parmaktaki yüzük
genişse oynatmaya gerek yoktur; dar ise, suyun onun altına iyice girmesini
sağlamak için herhalde oynatılması gerekir.[579]
b) Şâf ülere
göre.
Parmak aralarını
hılâllamak sünnettir. Çünkü bu hususta Tir-mizi ve diğer muhaddîslerin rivayet
ettiği ve sahih olduğunu tes-
bit ettikleri hadîs
vardır.
Ayak parmaklarının alt
kısmından giriş yapılarak sol elin serçe parmağıyla sağ ayağm serçe
parmağından başlanıp sol ayağın serçe parmağına kadar hılâllanır.[580]
c) Hanbelîlere göre .
Abdestte el ve ayak
parmaklarını hılâllamak sünnettir. Ayak parmakları daha müekkeddir, yani
hılâllanması te'kiden sünnettir. Çünkü, bu hususta Peygamber (a.s.)
Efendimiz'in Lakıyt b. Sabre-te'ye (r.a.) -. «Abdesti tastamam al ve
parmakları hılâllaî» diye emirleri olmuştur. Aynı zamanda Müstevrid de (r.a.),
Peygamber (a.s.) abdest alırken serçe
parmağıyla ayak parmaklarını hılâllayıp ovduğunu rivayet etmiştir.
İmam Ahmed'e, «Abdest
alan kimse yüzüğünü oynatır mı?» diye soruldu. O da şu cevabı
verdi: «Dar ise herhalde oynatılması
gerekir. Genişse ve su altına giriyorsa, o takdirde oynatılmasına gerek
yoktur.»[581]
d)
Mâlikîlere göre:
Erkeğin iki dirhem
ağırlığını geçmeyen gümüş yüzüğü bir tane ise, —dar olsun, geniş olsun,
su altına girsin veya girmesin— oynatılması vâcib değildir. Bu gusülde de böyledir. Ama abdesti
tamamladıktan sonra yüzüğü çıkarır ve o da dar ise, yeri herhalde yıkanır.
Genişse yıkanmaz.
Yüzük, haram olur
(meselâ altından imal edilen yüzük) veya gümüşten olur da iki dirhemi aşarsa veya
iki dirhem ağırlığında bulunur fakat birden fazla kullanılırsa, geniş ise
oynatılması kâfidir, kapsadığı yeri ovmak gerekmez. Dar ise yerinden oynatıp
kapsadığı kısmı ovmak farzdır.[582]
Rivayetler ve
tahliller:
496 no'lu tbn
;Abbas tr.a.) hadîsini
el-Hâkim de nakletmiştir.
avüeri arasında jSalih
Mevle't-Teveme bulunuyor ki bu zat zayıf-r. Ne var ki, Buharı bu rivayeti hasen
saymıştır.
497 no'lu Müstevrid
hadisini ise Beyhakf Ebulbeşer ed-Devlâbî fe Darekutnî, Mâlik'in garaibi
arasında saymışlardır. İbn Katan iunun sahih olduğunu söylemiştir.
Bu konuda Abdullah b.
Zeyd'den yapılan rivayette ise şöyle lemistir : Resûlüllah (a.s.) Efendimiz
abdest alırken, «işte böyle ıvulur» buyurarak
(abdest azasını ovuyordu).
Ahmed b. Hanbel'in
kendi Müsned'inde naklettiği bu hadîs, Abdullah b. Zeyd b, Âsım'm (r.a.) meşhur hadîslerinden biridir.
Rivayet edilen diğer
hadîsler üzerinde yapılan inceleme ve araştırmada çoğunun zayıf olduğu tesbit
edilmiştir. Ne var ki, başka sahih hadîslerden Lakıyt rivayeti olmak üzere hepsi
biraraya gelince kuvvet kazanmakta ve reddi mümkün olmayan bir derecece
varmaktadır. [583]
1- Abdest
alındığı zaman parmaktaki dar yüzüğü
oynatmak sünnettir. Geniş yüzüğü oynatmakta yarar vardır.
2- Gümüş
yüzük takmakta bir sakınca yoktur. Erkekler için altın yüzük haramdır.
3- El ve
ayak parmaklarım hılâllamak sünnettir.[584]
Abdestte üç azanın
yıkanması emredilirken başın meshedilme-si emredilmiştir. Bu, sıcak ve soğuk
mevsimlerle ilgili ve koruyucu hekimliğe yönelik bir emirdir. Başın her abdest
alırken diğer organlar gibi yıkanması emredilseydi, özellikle soğuk
mevsimlerde, rakımı çok yüksek yerlerde hayli zorluk, sıkıntı ve rahatsızlığa
se-
bep olabilirdi. însan
sağlığına çok önem veren dinimiz böylece başın meshedilmesiyle yetinmemizi,
hatta bunun bir abdestte tekrar edilmemesini buyurmuştur.
Yukarıda bazı konuları
işlerken bu arada başın meshedilme-sine de dokunulmuş, bazı açıklamalar
yapılmıştı. Ne var ki, konu üzerinde hayli inceleme, araştırma, istidlal ve
görüşler bulunmaktadır. O bakımdan onu müstakil bir başlık altında izah
etmemize lüzum vardır.
ilgili hadîsler ve
rivayetler:
Abdullah b.
Zeyd'den (r.a.) yapılan rivayette, şöyle demiştir :
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz başını eliyle mesnetti, önce öne doğru, sonra arkaya doğru götürdü;
başının Ön cephesinden başladı, sonra iki elini kafasına (başının arka
kısmına) doğru götürdü, sonra da ilk başladığı yere doğru çevirip getirdi.[585]
Rübeyyi, bint
Muâvviz'den (r.a.) yapılan rivayette şöyle deniliyor :
«Resûlüllah (a.s.)
onun yanında abdest alıp başını meshetmiş : Başının tamamını saçların üstünden
her tarafını sonuna kadar meshedip bu arada (üstüste taranmış bulunan) saçların
duruşunu oynatmamıştır.»[586]
Enes (r.a.) 'den
yapılan rivayette şöyle demiştir :
«Resûlüllah (a.s.î
Efendimiz'i abdest alırken gördüm, üzerinde Kıtriyye sarığı bulunuyordu. Elini
sarığın altına sokup başının ön kısmını mesnetti, sarığı çözüp açmadı.»[587]
Hadîslerin ışığında
irıüctehid imamların istidlal, ihticac ve görüşleri:
a)
Hanefîlere göre :
Başı bir defa
meshetmek farzdır. Kur'ân'da bu hususta ilâhî nir ve beyân vardır. Mutlak emir
ise tekrarı gerektirmez. Meshte Irz olan. miktar üzerinde farklı görüşler
ortaya konmuştur: el-Asü'-a, bunun elin üç parmağının kapsayacağı miktar olarak
belirtilmiş-r. el-Hasen'in Ebû Hanîfe'den yaptığı rivayete göre, İmam bunu aşın
dörtte biri olarak takdir etmiştir. Züfer'in de kavli bu doğ-altudadır. Kerhî
ile Tahavî, Hanefî imamlarından naklen nasiye uktan olduğunu söylemişlerdir.
îmam Mâlik başın
tamamı, hiç değilse çoğu meshedilmediği ikdirde farz yerine gelmez ve yapılan
mesh caiz olmaz, demiştir. nrıam Şafiî ise, mesh denilecek kadar el
dokundurulursa, farz -yeme gelmiş olur; isterse baştaki saçtan üç kıla
dokunulmuş olsun, :tihadındadır.[588]
Başın tamamını
kaplarcasma meshetmek sünnettir. Nitekim Abdullah b. Zeyd (r.a.), Resûlüllah
(a.s.) Efendimizin başının ta-aammı meshettiğini, iki elini ıslatıp başının
üzerinde götürüp ge-irdiğini rivayet etmiştir.
Başın meshinde ön
kısımdan başlamak da sünnettir Nitekim
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in de
öyle yaptığı tesbit
edilmiştir.-^ünkü abdest azasını yıkamada ve gusülde hep sağdan ve azanın
şaşından başlamak sünnettir; o halde meşinde de başın ön kısmın-lan başlamak aynı
hükme dahildir.[589]
Aynı zamanda başın bir
defa meshedilmesi, tekrar edilmeme-îi sünnettir. Üç defa meshedilmesi
mekruhtur.[590]
b)
Şafiî'lere göre;
Başın tamamını
meshetmek sünnettir. Bu hususta Buharı ve Müslim'in rivayet ettikleri Sünnet-i
îttiba' söz konusudur. İki eli başın ön kısmı üzerine koyup arka kısmına doğru
götürerek tekrar başladığı yere döndürmekle bu sünnet gerçekleşir.
Sarığı çıkarmakta
zorluk varsa, eli sarığın altına sokup nasi-
yeyi (başın ön
cephesi) meshettikten sonra sarığın üzerine sürmekle sünnet yerine
getirilebilir.
Afdal olanı ise, başın
meshinde nasiyeden daha az bir kısımla yetinmemektir. Böylece hilaftan
çıkılmış olur.[591]
c)
Hanbelîlere göre -.
Abdestte başın
meshedilmesi hususunda hiçbir hilaf söz konusu değildir, yani buna muhalefet
eden olmamıştır. Çünkü Cenâb-ı Hak «Başınızı mesnedin!» buyurarak kesin beyânda
bulunmuştur. Ancak ne miktar meshedileceği hakkında farklı görüş ve içtihatlar
vardır. İmam Ahmed'den yapılan bir rivayete göre, herkes hakkında başın
tamamını meshetmek vâcibdir. Bu aynı zamanda el-Hara-kî'nin de sözünün
zahiridir. îmam Mâlik'in de mezhebidir. İmam Ahmed'den yapılan bir diğer
rivayette ise, başın bir kısmını meshetmek yeterlidir, şeklinde tesbit
edilmiştir. Yine İmam Ahmed'in bu husustaki içtihadı şöyledir: Erkeklerin
başlarının tamamını, kadınların ise ön kısmını meshetmeleri vâcibdir.[592]
d)
Mâlikîlere göre;
Başın tamamını
meshetmek abdestin dördüncü farzıdır. Sınırı ise, ön cepheden mutad saç
bitiminden başlar ensedeki saç bitimine kadar sürer. Göz ile kulak arasında
zülüf ve zülüfle kulak arasındaki beyazlık, aynı zamanda üs kesimden kulak ile
baş arasındaki beyazlık bu sınıra dahildir. Uzun saç, az olsun çok olsun
meshedi-lir, bu vâcibdir.[593]
e) el-Müzenî ve İbn Aliyye
de tamamının meshedilmesinin vâcib olduğunu söyleyenler arasında
bulunuyor.
f) Sevrî ve
Evzaî'ye göre, başın bir kısmını meshetmek kâfi gelir. Özellikle ön cepheyi
meshetmekle farz yerine gelmiş olur. Leys de aynı görüştedir.[594]
Vâcibdir diyenler, hem
âyetin açık delâletine, hem de fiil-î Re-sûlüllah'a dayanmışlardır. Çünkü
«Başınızı mesnediniz!»' cümlesin-da geçen «baş» tabiri, hakikî mânada başın
tamamı hakkında konulmuştur. Bir kısmını kasdetmek mecaz anlamdadır.
Sünnettir diyenler,
«bi-rüûsiküm»deki (b) harfini tab'iz mânana alıp bununla başın bir kısmını
meshetmekle farzın yerine gelecine kail olmuşlardır. İmam Sibveyh'i ise, (b)
harfinin burada Zb'iz mânasına geldiğini red ve inkâr etmiştir.
Bununla beraber âyetin
delâletinde bir mücmellik söz konusu 5e, Resûlüllah'm fiili bunu beyân
etmektedir. «Vacib olan mücme-t beyân da vâcibdir» kaidesi hatıra gelir. Ancak
âyetin mücmel ol-luğu kabul edilmemiş, birçoğu tarafından reddedilmiştir. Çünkü
:ümle olarak başın tamamına da, bir kısmına da delâlet etmekte-lir. Bu durumda
vâcib olan, mutlak meshtir, bu başın tamamı da >labilir, bir kısmı da
olabilir. Hangisi yerine getirilirse, emre uyul-nuş sayılır.
Nitekim Ebû Davud'un
Enes (r.a.) 'den yaptığı rivayette, adı pçen şöyle demiştir: «Peygamber (a.s.)
Efendimiz elini sarığının altına sokup başının ön kısmını meshetti, sangını
çözmedi...»[595]
Müslim, Ebû Dâvud ve
Tirmizî'nin naklettikleri Muğîre hadîsinde ise şöyle denilmektedir:
«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz abdest aldı, nasiyesi üzerine ve sarığı üzerine
meshetti.[596]
Sahih kabul edilen bu
iki rivayet, başın tamamının meshedile-bileceği gibi, bir kısmının da
meshedilmesinde bir sakınca olmadığını göstermektedir. Nitekim 504 no'lu
hadîs, başın tamamının-meshedilme sinin cevazına delâlet etmektedir.
Başın meshinde tekrar
olmadığını söyleyenler ekseriyettedir. Sadece İmam Şafiî ve bazı arkadaşları
diğer abdest azasında olduğu gibi, üç defa tekrarlanır, demiştir. Tekrarı
mekruhtur diyenler bu hususta birçok deliller serdederek Ebû Habbe'nüı
rivâyetiyle ihticac etmişlerdir. Adı geçen şöyle demiştir: «Hz. Ali'yi *r.a.)
abdest alırken gördüm, iki elini iyice temizleyinceye kadar yıkadı, sonra
ağzına üç defa su alıp çalkadı, üç defa burnuna su çekip süm-kürdü. Yüzünü üç
defa yıkadı, kollarını da üç defa yıkadı. Başını bir defa meshetti. Sonra da
ayaklarını topuklarına kadar yıkadıktan sonra şöyle dedi: Resûlüllah (a,s.)
Efendimiz'in abdestinin nasıl olduğunu"size göstermek istedim...»[597]
Ayrıca Taberâni
el-Evsat'da Enes'den, Peygamber (a.s.) Efendimiz «başım bir defa meshetti»
mealindeki rivayeti nakletmiştir. Hafız îbn Hacer, bu Hadisin isnadının sahih
olduğunu belirterek istidlale elverişli
bulunduğunu söylemiştir.
Diğer yandan Ebû
Dâvud, îbn Ebî Leylâ tankıyla şu rivayeti yapmıştır: «Ali'yi (r.a.) abdest
alırken gördüm... Başım bir defa meshettikten sonra ^öyle dedi: İşte Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz böyle abdest almıştır...»
Nesâî ise Hüseyin b.
Ali'den Cr.a.) rivayetle Hz. Ali'nin abdest alırken başını bir defa
meshettiğini nakletmiştir.
İmam Şafiî ise, bu
hususta diğer bir rivayetle istidlal etmiştir. O da, Hz. Osman ile Hz. Ali'nin
(r.a.) abdest alırken başlarım üçer defa meshettiği şeklindedir. Bu rivayetin
üzerinde hayli durulmuş ve sıhhatli olup olmadığı söz götürür, denilmiştir.
Ancak Ebû Dâvud, Bezzar ve Darekutnî'nin yaptıkları rivayette, Hz, Osman'ın
(r.a.) abdest alırken «başım üç defa meshetti» denilmektedir ki, bu rivayetin
sahîh olduğu kabul edilmiştir. İsnadında Abdurrahman b. Verdan bulunuyorsa da,
Ebû Hatim onun rivayetinde beis yoktur. İbn Mâin ise, onun rivayet ve isnadı
sahihtir, demiştir. Îbn Hibban onu sıkat (güvenilir râviler) arasında
zikretmiştir. Darekutnî onun kavi olmadığını söylemiştir.[598]
Aynı rivayetin Ebû
Alkame'den nakledildiği de söz konusudur ki, Abdulkerim tarikiyle Hamran'dan
rivayet edilmiş ve isnadının zayıf olduğu belirlenmiştir. [599]
1- Başı
mutlak anlamda meshetmek farzdır..
2- Başın
tamamını meshetmek sünnettir.
3- Meshi
tekrarlamak mekruhtur. Abdest azası üçer defa yıkanırsa da mesh ancak bir defa
yapılır. (İmanı Şafiî'ye göre, tekrarlanması
müstehabdır.)
4- Meshden
maksad, kullanılmadık suya batırılan
ıslak elle başa dokunmaktır.
5- İmam Ebû
Hanîfe'ye göre, başın dörtte birini meshetmekle farz yerine gelmiş olur. İmam Şafiî'ye göre, bir parmakla olsun meshetmekle farz
gerçekleşmiş olur. İmam Mâlik'e göre ve bir rivayette İmam Ahmed'e göre, başın
tamamını meshetmek farzdır. [600]
Kulak işitme
organımızdır. Hilkati itibariyle kepçe ve kıvrımlı kulak hava dalgasıyla gelip
çarpan sesleri toplayıp kulak deline iletir ve içindeki zara ulaşmasını
sağlar. O bakımdan kulak ivayla birlikte gelen ince tozlan ve bazı mikropları
da deliğinde kıvrımlarında muhafaza eder. İslâm, temizliğe ve insan sağhğı-
dolayısiyle koruyucu
hekimliğe çok önem verdiğinden hemen br gün beş vakit namaz için abdest
aldığımızda ve gerektiğinde [isletmemizde mutlaka kulakların temizlenmesini
emretmiştir. Is-Ik parmaklarla iyice kulağın içini ve dışını ovup meshetmemiz,
te-[izlenmesini sağlamaya yarar. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz her ab-sst aldıkça
mutlaka kulaklarını belirttiğimiz şekilde ovup meshet-liştir.
Konuyla ilgili
hadisler:
İbn Abbas (r.a.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki:
Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz başım ve kulağının hem içini, hem Lşmı mesnetti.»[601]
Resûlüllah fa.s.)
Efendimiz başını ve kulaklarının içini şehadet jarmağıyla, dışını baş
parmağıyla mesnetti.»[602]
îbn Abbas (r.a.)'dan
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendi-iiz şöyle buyurmuştur: «İki kulak
baştandır (başa dahildir).»[603]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
l- Abdestte
iki kulağı meshetnıek sünnettir.
2-
Kulaklarımeshetnıek için başın meshinden
sonra ellerde çalan ıslaklık kâfi gelir, çünkü kulaklar baştan bir bölümdür.
3- Kulakları
teya müstehabdır.
kullanılmadık bir su ile meshetmek sünnettir
4- Kulaklarıi}i
hem içi, hem dışı meshedilir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının istidlal, ihticac ve
görüşleri:
a) Hanefnere
göre:
Başın meshinden arta
kalan ıslaklıkla kulakların hem içini, hem dışını meshedip ovmak sünnettir.
Delilleri ise, Hz. Ali (r.a.)'-den yapılan şu rivayettir : «Şüphesiz ki
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz kulaklarım, başını meshettiği su ile meshetti...»[604]
b) Safilere
göre :
Abdestin
sünnetlerinden biri de, başın tamamını meshetmek-tir.
Başın meshinden sonra
kullanılmadık bir su ile kulakların içini ve dışını belirlendiği şekilde
meshetmek sünnettir. Sarığı çıkarmak güç olduğu takdirde, elini sarığın altına
sokup başının ön kısmını meshettikten sonra ıslak elini sarığının üzerine
dokundurup meshederek başın tamamının meshini sağlar[605]
Baştan arta kalan
ıslaklıkla kulaklarını meshetmez. Çünkü bu hususta Seyhakî ve Hâkim'in rivayet
ettikleri sahih hadiste, kulakların kullanılmadık su ile meshedilmesi
belirtilmiştir. Ona uymak sünnettir.[606]
îmam Şafiî, mevcut rivayetlerle
istidlalde bulunarak kulakların müstakil organlar olduğunu, baştan bir kısım
olmadığını söylemiştir. Başın bir kısmını meshetmek, başın tamamını meshetmek
anlammadır. Oysa sadece kulakları meshetmek başın meshi yerine geçmemektedir.[607]
c) Hanbelîlere
göre :
İki kulak baştan bir
kısımdır, onun hükmüne dahildir. Mezhebin kıyası, başın meshiyle birlikte iki
kulağı meshetmek vâcibdir. Hanbelî imamlarından el-Hılâl diyor ki : «Mezheb
imamlarının hemen hepsi Ebu Abdillah (îmam AhmedVden naklederek şunu söylemişlerdir
: Kulaklarının meshedilmeşini kasden veya unutarak terkeden kimseye sadece
başını meshetmek kâfi gelir. Çünkü kulak başa tabi'dir.»
Ancak evlâ olanı,
kulakları başı meshederken meshetmektir. inkü Resûlüllah (a.s.) Efendimiz
kulaklarım başını mesheder-^n meshetmiştir. Nitekim er-Rebî' Cr.a.),
Peygamber'in (a.s.) ba-hı önden arkaya, arkadan öne götürüp getirmek suretiyle
başını [esnettiğini, zülüf ve kulaklarını da başıyla birlikte bir defa
mes-bttiğini gördüğünü nakletmiştir. îbn Abbas.dan da bu mealde bir vâyet
yapılmıştır ki, Tirmizî ikisini de sahih kabul etmiştir.[608]
d)
Malikilere göre :
Kulakların dışını ve
içini kullanılmadık taze su ile meshetmek linnettir. Başın meshinden arta kalan
ıslaklıkla kulakları meshet-iek yeterli değildir. Ayrıca kulakları meshederken
içini dışını kapar şekilde meshetmek sünnette daha uygundur.[609]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler ve tahliller .
Abdullah b. Zeyd'den
(r.a.) yapılan rivayette, adı geçen demiş-ir ki : «Resûlüllah'ı (a.s.) abdest
alırken gördüm, kulaklarını, ba-mi meshetmek için aldığı sudan başkasıyla su
ahp mesnetti (ku-aklan için yeni bir su kullandı.)*
Hâkim bu hadîsi
rivayet ettikten sonra, «Müslim'in şartı üzerne sahihtir» diyerek hadîsin
sıhhatim belirtmiştir. Beyhakî de aynı netni rivayetle isnadı sahihtir,
demiştir.
Ayrıca Abdullah kendi
Ahkâm'mda diyor ki : «Kulaklar için myu tazeleme hakkında Nemran b. Cariye
hadîsiyle emir varid Dİmuştur. Oysa bunun isnadı zayıftır. Nitekim îbn Kattan
el-Vehm ve'1-İhâm adlı eserinde diyor ki : «Bu hadîsin ne aslı vardır, ne de
senedi...»
Kuvvetli bir ihtimalle
Abdülhak, Nemran b. Cariye ile Cariye b. Züfer'i birbirine karıştırmışa
benziyor. Cariye b. Züfer'den yapılan rivayette, «Baş için yeni bir su alıp
kullanın!» denilmektedir ki, bunun sahih olmadığı, aslını bile tesbitin zor
olduğu bilinmektedir. Nemran b. Çariye'nin hadîsini ise Taberânî kendi
Mu'cem'in-de nakletmiştir.
İmam Mâlik ise
el-Muvatta'da Yahya b. Bekir'den yaptığı rivayette îbn Ömer'in (r.a.) abdest
aldığı zaman kulakları için parmaklarıyla yeni su alıp meshettiği
belirtilmektedir. Malık tarikıy-
le de aynı hadîsi
Beyhakî şu lafızla rivayet ediyor : «İbn Ömer, parmaklarını, yeniden suya
döndürür ve onlarla kulaklarını mesheder-di.»[610]
1-
Kulakları mesthetmek sünnettir. Parmakların ıslaklığıyla hem içi, hem dışı
ovularak meshedilir.
2- Kulakları
yeni bir su ile meshetmek sünnettir. Bazı imamlara göre, baştan arta kalan
ıslaklıkla meshedilir, [611]
Abdest azasının bir
kısmının yıkanması, bir kısmının meshe-dilmesi, sağlık yönünden aydınlatıcı
bilgiler vermekte, sinir sistemini düzeltmeye yönelik, vücuda zindelik
kazandırmaya müteveccih hikmetler taşımaktadır.
Boyun/beyne giden
sinirerin toplanıp geçtiği önemli bir organdır. Abdest alırken ıslak ellerle
onu meshetmenin birçok faydaları söz konusudur. Konumuz sağlıkla ilgili
olmadığından bunu erbabına bırakıp ilgili hadisleri naklediyorum :
Leys'den, o da Taîha
b. Musarnf'dan, o da dedesinden rivayetle, dedesinin şöyle dediğini nakletmiştir:
«Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'in başını gerisine varıncaya kadar ve ondan Öte
boynun mukaddemine kadar meshettiğini görmüştür.»
Ebû Nuaym'm Tarih-i
Esbahan'da tahrîc ettiğine göre, İbn Ömer (r.a.) şu hadîsi rivayet etmiştir:
«Kim abdest alır da boynunu meshederse, Kıyamet günü zincirlerle
zincirlenmez.»
Hafız îbn Hacer diyor
ki: Bir cüzde okuduğuma göre, Ebû Hüyn b. Fâris, Füleyh b. Süleyman'dan
rivayetle Nâfı'dan, o da îbn mer'den (r.a.) rivayet ederek Peygamber (a.s.)
Efendimiz'in şöy-\ buyurduğunu söylemiştir: «Kim abdest alır da elleriyle
boynunu leshederse, Kıyamet günündeki
zincirden korunmuş olur.» İnşâ-
İlah bu hadîs
sahihtir.
Hadislerin açık
delâletinden şu hüküm anlaşılmaktadır :
1- Abdestte
başı meshedip kulakları ovduktan sonra ıslak ılın serçe parmağından yana gerisiyle boynu meshetmek müste-
Labdır.
Hadîslerin ışığında
mezhep imamlarının görüşleri:
a)
Hanefilere göre :
İslâmî ilimlerde söz
sahibi olan meşayih bu konuda ihtilâf et-niştir : Ebubekir el-A'meş «Boynu
meshetmek sünnettir» derken, Ebubekir el-İskâf «O, abdestin adabmdandır»
demiştir.[612]
b)
Hanbelüere göre : Abdestte boynu
meshetmek müstehab mıdır? Bu hususta iki ayrı rivayet vardır : Birincisi,
müstehab olduğuna dairdir. Delilleri
ise Leys'den o da Talha b. Musarnf tan yapılan şu rivayettir :
«Resûlüllah Ca.s.) Efendimiz başını
gerisine varıncaya kadar ve ondan öte boynun
mukaddemine kadar mes-hetmiştir. «Bunu Ahmed b. Hanbel kendi Müsned'inde
Leys b. Ebî Selîm'den rivayet etmiştir ki,
bu hadîs üzerinde söz söylenmiştir. Diğer bir rivayette ise
Resûlüllah (a.s.) «Boyunlarınızı, (Ahirette-ki) zincir endişesiyle mesnediniz!»[613]
buyurmuştur.
İkinci rivayet,
müstehab olmadığı hakkındadır. Çünkü Cenâ,-b-ı Hakk, abdestin farzlarını beyân
ederken boynu meshetmeyi anmamıştır. Aynı zamanda Resûlüllah Ca.s.)
Efendimiz'in abdest alma keyfiyetini nakleden Hz. Osman, Hz. Ali, Abdullah b.
Zeyd ve İbn Abbas (Allah hepsinden razı olsun), boynunu meshettiğinden söz
etmemişlerdir ve bu konuda (sahih) bir hadîs de sabit olmamıştır.[614]
c) Şâfülere
göre:
İmam Şafii, el-Ümm
adlı kitabında baş ve kulakların meshin-den geniş çapta
bahsetmişse de boynu meshetmeyi anmamıştır.
Bundan da anlaşılıyor
ki, ilgili hadîslerin sıhhatmda şüphe ettiğinden istidlale uygun görmemiştir.
d)
Mâlikîlere göre:
İmam Mâlik,
el-Muvatta'da baş ve kulakları meshetmekle ilgili sahîh hadîsleri nakletmişse
de boynu meshetmekle ilgili hiçbir rivayete yer vermemiştir.
İlgili diğer
rivayetler ve tahliller :
Leys'den, onun da
Talha b. Musarrıf'taıı rivayet ettiği hadîsin isnad silsilesinde Leys b. Ebi
Selim bulunuyordur ki, bu zât zayıf kabul edilmiştir.
Nitekim İmam Nevevî
TEHZÎBÜ'L-ESMÂ'da diyor ki: 4lim adamları bu zatm zaif olduğunda ittifak
etmişlerdir.[615]
Aynı hadisi tahric
eden Ebû Dâvud, onun için başka bir illet zikrederek Ahmed b. Hanbel'den şunu
naklediyor: «îbn Uyeyne râviyi inkâr ederek kim bu Talha b. Musarnf?» demiştir.
Râvî Talha'mn
dedesinin Resûlüllah'm (a.s.) sohbetinde bulun-duğuda çok şüphelidir. Çoğuna
göre, o sohbede nail olamamıştır.
İbn Salah da boyunla
ilgili rivayetin Peygamber (a.s.) Efendi-miz'den ma'ruf olmadığını, seleften
bazı kişilere ait bulunduğunu söylemiştir. İmam Nevevi Şerh-i Muhezzeb'de bu
hadîsin mevzu' olduğunu belirtmiştir. O bakımdan Nevevi'ye göre, abdestte boynu
meshetmek sünnet değil, bid'attır.
Hafız İbn Hacer'e göre
hadîs mevkufsa da refi' hükmündedir ve bu ölçüye göre murseldir.[616] Az
yukarıda da naklettiğimiz gibi, Hafız îbn Hacer, Nafi' tarikiyle îbn Ömer'den
rivayet edilen hadîs için «inşâallah bu sahihtir» demiştir.
et-Tecrîd'de ise Hz.
Ali'den (r.a.) Muhammed b. Hanîfe tankıyla şöyle rivayet edilmiştir : «Hz. Ali
(r.a.) başını meshettiğinde boynunu da mesnetti ve Muhammed b. Hanîfe'ye şöyle
dedi: Benim şu yaptığım gibi yap!»
Boynu meshetme
hakkında bu birkaç rivayeti biraraya geti-irsek az-çok bir kuvvet kazanır. O
bakımdan imam Nevevî'nin iid'a demesi biraz ölçüsüz kalır. Aynı zamanda İmam
Şafiî ve bası değerli ilim adamları boynu meshetmenin bid'at olduğunu
söyle-nemişlerdir. Ancak Hidaye gibi ciddi fıkıh kitabında sözü edilen Ladîsler
nakledilmediği için Zeylâî herhangi bir tahlilde bulunmaniştir. [617]
1- Başıve
kulakları meshettikten sonra eldeki
ıslaklıkla boylu meshetmek müstehabdır.
2- Terkinde
kerahet yoktur. [618]
îslâm hemen her konuda
kolaylığı emreder. İbâdetten maksat sıkıntıya düşmek, meşakkat çekmek ve hayatı
bir tarafa itmek değildir. O bütünüyle ruhî tehzibe, bedeni sağlığa, kalbi
takviyeye, imânı artırmaya, ahlâkı korumaya, adaleti ve kardeşliği sağlamaya;
aile ve toplumu huzurlu, güvenli bir düzeyde tutmaya yöneliktir.
Abdest alırken başa
giyilen sarık ve benzeri şeyleri hemen çıkarmak bir meşakkat arzediyorsa,
ıslak eli sarığın veya benzeri şeyin altına sokup başın ön kısmını meshetmek
kâfidir, bu arada sünneti tamamen icra etmek istiyorsa, aynı ıslak elini
sarığının üzerine dokundurup meshedebilir. Bu bir kolaylıktır.
İlgili hadîsler:
Arnr b. Ümeyye
ad-Damirî (r.a.)'den yapıan rivayette demiştir ki:
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz sanği/ve ayağına giydiği mestler üzerine meshederdi.»[619]
Ahmed b. Hanbel'in
kendi Müsned'inde yaptığı rivayette, Hz. Bilâl (r.a.), Peygamber Ca.s.)'ın
şöyle buyurduğunu haber vermiştir : «(Ayaklarınıza giydiğiniz) mestler ve
(başınıza örttüğünüz) örtü üzerine mesnediniz!»[620]
Yine Bilâl'dan (r.a.)
yapılan bir diğer rivayette : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz mestler ve başörtüsü
üzerine meshetmiştir.»[621]
Muğîre b. Şu'be'den
(r.a.) yapılan rivayette, demiştir ki:
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz mestleri ve başörtüsü üzerine mesnetti.»[622]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Abdest
alırken başta sarık, örtü ve benzeri bir şey bulunursa, çözmeden üzerine
meshetmek caizdir.
2- Bu hem
erkekler, nem kadınlar için meşru' bir kolaylıktır.
3- Sarığa,
örtüye yapılan mesh, başa yapılacak meshin yerine geçer..
4- Ayaktaki
mest ve benzeri ayakkabı üzerine meshetmek caizdir.
5-
Şartlarına uygun giyilen mest ve benzeri ayakkabı üzerine meshetmek, çıplak
ayağı yıkamak yerine geçer. Bu da hem erkekler, hem kadınlar için meşru' bir
sünnettir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının istidlal, ihticac ve görüşleri •.
a) Hanefüere
göre:
Baştaki sarık, külah
ve benzeri giysi üzerine meshetmek câizl değildir. Çünkü bu gibi eşya suyun
saça dokunmasına engeldir,] bnuıı gibi, kadınların da başlarındaki örtü üzerine
meshetmelerî bâiz değildir. Nitekim yapılan rivayete göre, Hz. Aişe (r.a.)
abdest alırken elini ıslatıp örtüsünün altına sokarak başını mesnetti ve ^öyle
dedi: «Resûlüllah (a.sJ Efendimiz böyle yapmamı bana emretti.
Ancak baş örtüsü ince
olur da suyun veya ıslaklığın saça geçmesine
engel olmazsa, o takdirde üzerine mesh caiz olur...[623]
b) Şâfiilere
göre :
Abdestte başın bir
kısmını meshetmek farzdır. Saç varsa saçın, yoksa derinin ıslanması gereklidir.
Başın tamamını meshetmek sünnettir. Bununla beraber baştaki sarık ve benzeri
şeyi çıkarmakta zorluk varsa, ıslak elini sarığın altına sokup başın bir
kısmını mes-hettikten sonra sünneti yerine getirmek için ıslak elle sarık veya
örtü üzerine meshederek başın tamamını meshetmiş sayılır. Sadece ;sarık veya
örtü üzerine meshetmek caiz değildir.[624] ,
Ancak İmam Şafiî'nin
şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Eğer sa-irık üzerine meshetme hakkında
Resûlüllah'dan (a.s.) sahih bir ri-jvâyet varsa, ben onunla hükmedip amelde
bulunurum.»[625]
c)
Hanbelîlere göre:
Hanbeli mezhebinde en
mutemed eserlerden el-Muğnî, eş-Şer-hü'1-Kebîr ve Mu'cemül-Fıkhil-Hanbelî adlı
kitaplarda başın mes-hine geniş yer verildiği halde sarık veya başörtüsü
üzerine meshetme konusu işlenmemiş, sadece eş-Şerhü'-Kebîr'de (1/138) Muğîre
b. Şube'den rivayet edilen hadîsle, Hz. Aişe (r.a.) validemizin elini ıslatıp
örtüsünün altına sokarak başım meshettiği hakkındaki rivayet nakledilmiş,
herhangi bir yorum yapılmamıştır.
Şevkânî'nin tesbitine
göre, Ahmed b. Hanbel'e, İshak ve Ebû
i Sevr'e, Dâvud b. Ali'ye göre, sarık ve örtü üzerine meshetmenin caiz olduğu
anlaşılıyor. Aynı zaman bunun ashab-ı
Kirâm'dan Ebû-bekir, Ömer ve Enes'in (Allah hepsinden razı olsun) görüşüdür.
İbn
Reslân aynı hususu Ebû
Ümâme'den, Sa'd b. Mâlik'den ve Ebû Der-dâ, Ömer b. Abdülaziz, el-Hasen,
İCatade ve Mekhul'den rivayet etmiştir. Hanbelî imamlarından el-Hüâl ise, Hz.
Ömer'den (r.a.) şu rivayeti nakletmiştir: «Sarılı üzerine mesh kimi tahir
yapmıyorsa, artık Allah onu tahir yapmasın!» Aynı husus el-Feth'de Taberi-den,
İbn Huzayme ve İbn Münzir'den rivayet edilmiştir.[626]
Ancak sarık ya da
başörtüsü üzerine meshetmenin taharet üzere olup olmaması hakkında görüş
ayrılığı söz konusu olmuştur; Ebû Sevr'e göre, mestlere kıyasla ancak
abdest aldıktan sonra sarık başa konulmuşsa, o takdirde o abdest bozulduğu
takdirde ikinci abdest için sarığı çıkarmaya veya çözmeye gerek yoktur,
üzerine mes-hedilir. Diğerleri ise böyle bir şart ileri sürmemişlerdir. Sarık üzerine
mestıin süresi hakkında da sözünü ettiğimiz ilim adamları farklı
görüşler ortaya koymuşlardır: Yine Ebû
Sevr'e göre, mest süresi sarık üzerine
mesh için de bir ölçüdür, ona kıyasla süre belirlenir. Aynı husus Hz. Ömer'den de rivayet edilmiştir.
Diğerleri ise böyle bir sürenin gerekli olmadığını belirtmişlerdir.
Sarık üzerine mesh
müddetiyle ilgili Taberânî'nin rivayet ettiği şu hadis : «Şüphesiz ki
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz mestleri ve sarığı üzerine seferde üç günde bir,
hazarde bîr gün bir gecede bir
meshederdi.»
Yapılan inceleme, ve
araştırmada bu hadîsin râvileri arasında Mervan Ebu-Seleme bulunuyordur ki, İbn
Ebi Hâtim'e göre, kaviy değildir. Buharî ise, onun «münkerü'l-hadis» olduğunu
söylemiştir. el-Ezdî, onun kayde değer bir râvi olmadığını belirtmiştir. Sözü
edilen hadîs Ahmed b. Hanbel'den sorulduğunda şu cevabı vermiştir ; «Sahih
değildir.»
İbn Hazm ise,
Resûlüllah'ın (a.s.) mest ve sarık üzerine mes-hettiğini, ancak
bunlar için bir müddet belirlemediğini yazar.
Cumhura göre, sarık
veya başörtüsü üzerinde meshetmekle yetinmek caiz değildir. Ama başın ön
kısmından bir miktar mes-hedildiği takdirde, ıslak elle sarık veya başörtüsü
üzerine meshe-dilebiür. îmanı Tirmizî de diyor ki •. «Resûlüllah'm ashabından
birçoğu, başla birlikte ancak sarık üzerine meshetmenin caiz oduğu-nu
söylemişlerdir. Nitekim Süfyan Sevrî'nin de içtihadı bu doğrul-
d) İmam
Mâlik'e göre, başla birlikte sarık veya başörtüsü rine meshetmekj caizdir. Nitekim İmam Ebû Hanîfe ile îmam
ifiî de aynı anlanlda
ictihad ve istidlalde bulunmuşlardır. Zira bu imama göre, Allah Kur'ân'da başı
nıeshetmeyi emretmiştir. Sa-
ve örtü baş yerine
kaim olmaz. Ancak mücaveret alakasıyla
cazî anlamda baş
denilebilir.
Bu konuda diğer
hadîsler ve rivayetler:
Selman (r.a.)'den
yapılan rivayette, adı geçen, bir adamın ab-istinin bozulduğunu, onun için
abdest almaya hazırlandığım ve ı yüzden ayağındaki mestleri çıkarmaya
eğildiğini görüyor, ona Sm mestleri, hem sarığı üzerine meshetmesini emrediyor
ve son-L da şöyle diyor: «Resûlüllah'ı (a.s.) hem mestleri, hem sarığı çerine
meshederken gördüm...»[627]
Sevbân (r.a.) 'den
yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah ı.s.) Efendimizi abdest alırken
mestleri ve başındaki örtü üzerine Leshederken gördüm...»[628]
Yine Sevbân (r.a.)
'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Resû-illah (a.s.) Efendimiz bir bölük
askerî bir tarafa göndermişti. On-Lr soğuğa tutulmuşlardı. Dönüp geldiklerinde
durumu Hz. Pey-amber'e (a.s.) arzettiler. Bunun üzerine Efendimiz onlara,
ayak-aplan ve sarıkları üzerine meshetmelerini
emretti...»[629]
538 no'lu Selmân hadîsini İmam Tirmizi
el-Ilel'de zikretmiştir, snadında Ebû Şürayh vardır ki, bu zat zayıf kabul
edilir. Tirmizi iyor ki, bu zat hakkında Muhammed b. İsmâü (Buharı) den sor-uğumda, şu cevabı
verdi. «Bilmiyorum ve ismini
tanımıyorum...» ayrıca sözü edilen hadîsin isnadında Ebû Müslim Mevlâ Zeyd b.
avhan bulunuyorj ki, bu zat meçhuldür. Tirmizî, «Ben bu zatın ne amini bilirim,
ne İde bundan başka bir hadîs rivayetini...»
demiştir.
539 no'lu
Sevbân hadisini aynı zamanda
Hâkim ve Taberânî ivâyet etmişlerdir. İkinci hadisi (540 no'lu) ise, isnadında
Râşid b, Sa'd vardır ki, bu zatm Hz.
Sevban'a ulaştığı şüphelidir. Nitekim mam Ahmed el-Ilel'de, Sevban'm çok
önce vefat ettiğini, Râşid'in >na ulaşmadığını belirtmiştir. [630]
1- Sarık
üzerine meshetmek caizdir. Bu, Evzâî,
Ahmed b. Hanbel, İshak, Ebû Sevr ve Davud b. Ali'nin görüş ve
içtihadıdır.
2- Başın bir
kısmını meshettikten sonra ıslak elle sünneti tamamlamak için sarık veya
başörtüsü üzerine meshetmek caizdir. Bu aynı zamanda İmam Ebû Hanîfe, İmam
Şafii ve İmam Mâlik'-in ictihad ve görüşüdür. Nitekim Buharı ve Müslim'in ittifakla naklettikeri Muğîre b. Şu'be (r.a.)
hadîsiyle istidlal etmişlerdir ki, meâlen şöyledir: «Peygamber (a.s.)
nasiyesi (başının ön cephesi)ni meshettikten sonra sarığı ve mestleri üzerine
de mesnetti.» [631]
Ayaklar dış
organlarımızın en önemlilerinden biridir. Vücudumuzun bütün yükünü onlar
taşır. Ayaklarımızı da en azından ellerimiz kadar temiz tutmamız ve bakımına
itina göstermemiz gerekir. Rahat yürüyebilmemiz, rahat uyuyabilmemiz ve
sağlıklı iş görebilmemiz için ayakarımızm sağlıklı olmasını kim inkâr edebilir?
O bakımdan İslâm Dini,
günde beş vakit namaz için abdest alındığında ayakları yıkamamızı emretmiş,
ayrıca Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bu yıkamayı kendi sünnetiyle üçe çıkarmış ve
parmaklar arasını hıllâllamamızı tavsiye etmiştir. Ondört asır önce insan
sağlığına ne kadar bilimsel ölçüde önem verildiğine başka delil aramaya gerek
var mıdır? Daha yirminci asrın ancak son yarısında Batı ve Amerika ilim
adamları sabah ve akşam ayakları yıkamanın gerek uyku, gerekse sağlık
bakımından çok lüzumlu olduğunu keşfedebildiler.
Abdestte ayakları topuklara
kadar yıkamanın farz olduğu âyet, hadîs ve icma' ile sabit omuştur. Ancak
İmamiyye mezhebine bağlı olanlar, âyette «Ve ercüliküm» sözünü mecrur okuyarak,
«bi-rüûsiküm» üzerine atfederek ayakların meshedilmesine kail olmuşlardır.
İleride bu husus açıklanacaktır.
İlgili hadisler :
Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan yapılan rivayette demiştir ki :
«Bir sefer Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz bizden biraz geride kalmıştı. Kendisine (dönüp) vardığımızda
ikindi vaktini geciktirmiş bulunuyorduk (ikindi vakti iyice yaklaşmıştı.)
Abdest almaya başladık ve ayaklarımız üzerine meshediyorduk derken Resûlüllah
(a.s.) yüksekçe bir sesle iki veya üç defa «Veyl (yazık) topuklara ateşten...»
Diye seslendi.[632]
Ebu Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, diyor ki : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz topuğunu yıkamamış
bir adam gördü, ona şöyle buyurdu : «Veyl
(yazık topuklara ateşten!.»[633]
Cabir b. Abdillah (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki:
Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz, abdest alıp topuklarına su dokundurmayan bir topluluk gördü ve
onlara şöyle seslendi: «Veyl (yazık) topuklara ateşten!»[634]
Abdullah b. Haris
(r.a.)'dan yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s) Efendimizin şöyle dediğini
işittim, demiştir : «Veyl (yazık) topuklara ve ayak tabanlarına ateşten!» [635]
Cerîr b. Hâzim'den, o
da Katade'den o da Enes b. Mâlik'den rivayetle, Hz. Enes (r.a.) demiştir ki: Bir adam, Peygamber
(a.s.)
Efendimiz'e geldi,
abdest almıştı da ayağının üstünde bir tırnak kadar kuru yer bırakmıştı. Bunun
üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ona şöyle buyurdu: «Dön de abdestini
güzelce al!» [636]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Abdestte
ayakları yıkamak farzdır.
2- Ayaklan
belirlenen yere kadar tamamen yıkamak vâcib-dir. Az da olsa
kuru bir yer kaldığı takdirde abdest tamamlanmamış olur.
3- Laubali
şekilde, dikkatsizce abdest almak Âhiret'te insanın muâhaza edilmesine sebep
olabilir.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının istidlal, ihticac ve görüşleri:
a)
Hanefîlere göre :
Abdestin dördüncü
farzı, iki ayağı birer defa yıkamaktır. Çünkü Cenâb-ı Hakk, «Ayakarmızı
topukara kadar yıkayın» buyurmuştur. Böylece atıf vavı'yla «ercül» kelimesi
«vucüheküm» kelimesine atfedilmiştir. Mutlak emir ise tekrarı gerektirmez.
îmamiyye mezhebine bağlı olanlar, ayakları meshetmek farzdır, demişler. Hasan
el-Basrî, kişi ayağını abdestte yıkamakla meshetmek arasında serbesttir,
demiştir. Müteahhîrinden bir kısmı ikisini birlikte yapmanın uygun olacağım
savunmuşlardır.[637]
Böylece Hanefîlere
göre, abdestte ayakları yıkamak farzdır, meshetmek ise caiz değildir,
b) Şâfülere
göre :
İmam Şafiî diyor ki:
Abdest alan kimseye ancak ayaklanılın üzerini, altını ökçe ve topuklarını
birlikte yıkamak kâfi gelir. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den, iki ayağının
üzerine meshettiği rivayeti de yapılmıştır.[638]
Böylece Şafii
mezhebinde, ayağında mest bulunmayan
kimsenin abdest alırken iki ayağını topuklarıyla birlikte yıkaması,
abdes-;in beşinci farzıdır. O bakımdan ayak çatlaklarmdaki kirleri, tırnak
Utlarında biriken yabancı maddeleri gidermek vâcibdir. Aksi halde ıbdest yerine
geçmiş olmaz.[639]
c) Hanefüere
göre:
Abdestte iki ayağı
yıkamak, ilim ehlinden çoğuna göre vâcibdir. Abdurrahman b. Ebî Leylâ diyor ki:
«Resûlüllah'm ashabı iki ayağı yıkama hususunda icma' etmiştir.» Hz. Ali'den
tr.a.) rivayet edildiğine göre, o, abdestte iki ayakkabısı ve iki ayağı
üzerinde meshedi-yor, sonra mescide girince ayakkaplarım çıkarıp namaz
kılıyor.» îbn Abbas (r.a.)'dan nakledildiğine göre, şöyle demiştir: «Ben, Allah'ın
kitabında iki yıkama ve iki de mesh'den başka bir (hüküm) bulamıyorum.» Enes
b. Mâlik'den rivayet edildiğine göre, ona Haccac'-m, «iki ayağınızın zahirini
de bâtınını, da yıkayın, parmaklar arasını hılâlleyin. Çünkü gerçekten
âdemoğlunun murdarlığa en yakın olan organı ayaklarıdır», sözü anlatılınca,
şöyle demiştir: «Allah doğru söylemiştir, Haccac ise yalan söylemiştir». Sonra
da abdest âyetini okudu. Şa'bî'den nakledildiğine göre, şöyle demiştir: «Abdest
iki yıkama veikimeshtenibarettir. İki nıesh teyemmümde sakıt olur.»
îbn Kudame, bunları naklettikten
sonra diyor ki: «Şu bahsettiklerimizin dışında Müslüman fakihlerinden iki
ayağı meshetmenin cevazına kail olan başka bir kimse bilinmiyor. Ancak îbn
Cerîr'den nakledildğine göre, o şöyle demiştir : «Abdest alan kimse meshle
yıkama arasında serbesttir. «îbn Cerîr, âyetin zahiriyle ihticac etmiştir :
Hz. Osman (r.a.)
hadisinde, «Resûlüllah (a.s.) sonra iki ayağını üç defa yıkadı» cümlesi yer
almaktadır ki, bunu Buharı ve Müslim ittifakla nakletmişlerdir.[640]
Böylece Hanbelî
imamlarına göre, abdestte iki ayağı yıkamak farzdır. Meshetmek caiz değildir.
d)
Mâlikîlere göre:
Abdestin beşinci
farzı, iki ayağı topuklara kadar yıkamaktır.[641] Bu
konuda İmam Mâlik, Süheyl b. Ebî Salih'ten, o da baba-
smdan, o da Ebû
Hüreyre'den, (r.a.) şu hadîsi rivayet ederek ayakları yıkamanın farz olduğunti
belirtmiştir : «Mü'min kul abdest aldığı zaman, yüzünü yıkayınca, iki gözüyle
baktığı yüzündeki bütün günâhlar su ile veya en son damla üe çıkar
..................... iki
ayağını yıkayınca,
ikisiyle yürüyüp (kazandığı) bütün günâhlar su üe veya en son damla ile çıkar
da böylece günâhlardan arınmış olarak çıkar.»[642]
e) Şevkanî
diyor ki:
Hemen bütün asırlarda
ve beldelerde fetva ehli bütün fakihier, iki ayağı topuklarla birlikte
yıkamanın vâcib olduğuna kaildirler. Abdestte iki ayağı meshetmek yeterli
değildir. Aynı zamanda hem yıkamak, hem meshetmek de caiz değildir. Bunun
hilâfına icmâ'da ilmine itibar edilen bir görüş bir kimseden sübût bulmamıştır.
Hz. Ali'den İbn Abbas ve Enes'den (Allah hepsinden razı olsun) yapılan rivayete
gelince, bu görüşlerinden rücu' ettikleri (yapılan ciddî araştırmayla) sabit
olmuştur. Nitekim Abdurrahman b. Ebi Leylâ, «Resûlüllah'm ashabı abdestte iki
ayağı yıkama hususunda icma' etmişlerdir,» demiştir.[643]
Ebû Cafer et-Tahavî'
Merzuk tarikiyle Nezal b. Sabre'nin, «Ali'yi (r.a.) gördüm, öğle namazım
kıldıktan sonra genişçe bir yere oturup etrafındaki insanlara (göstermek içini
kendisine su getirildi. Önce onunla yüzünü ve iki kolunu meshetti ;başını ve
iki ayağını mesnetti ve arta kalanı ayakta içtikten sonra şöyle dedi: «İnsanlardan
bir kısmı bunun mekruh olduğunu iddia ediyor. Şüphesiz ki,
ben
Resûlüllah'tan (a.s.) gördüm, benim yaptığım gibi yapıyordu.»[644]
Mealindeki rivayetini naklettikten sonra diyor ki: Bize göre, bu ayakları
meshetmenin farz olduğuna dair delil sayılmaz. Çünkü rivayetin seyrinde, «su
getirildi, onunla yüzünü ve kollarım meshetti...» deniliyor. Burada meshten
maksat su ile yıkamaktır. O bakımdan rivayetin son kısmında ayaklarını
meshettiden de maksat su ile yıkamaktır. Bu ihtimali göz önünde
bulundurmalıyız, yani ayağını meshetmesi,
yüzünü meshetmesi anlamında olabilir.[645]
Sonra da Ebû Cafer
el-Tahavi konuyla ilgili 55 kadar rivâyetle-
ve hadîsleri
sıraladıktan sonra, ayakların mesh değil, yıkanma-m vâcib olduğunu belirterek
geniş çapta bilgi veriyor.
îbn Haznı, meshle
ilgili rivayetleri dikkate aldıktan sonra, bu-Şn hükmü kaldırılmıştır, diyor.
îmamiyye mezhebine
bağlı olanlar, ayakları meshetmenin vü-buna kaildirler. Âyetteki atıfla ve Hz,
Ali'nin (r.a.) fiiliyle istidlal nekteler.
îbn Cerîr Taberî,
Cübâî ve Hasen el-Basrî'ye göre, yukarıda da ıret ettiğimiz gibi, abdest alan
kimse ayaklan yıkamakla meshet-b arasında serbesttir. Zahirîlerden bir kısmı
ise, hem yıkamayı, im meshetmeyi vâcib saymışlardır. [646]
1- Abdestte
ayakları yıkamak farzdır.
2- Topuklara
kadar yıkanması (topuklar dahil) gereklidir.
3-
Belirtilen sınır içinde kuru bir yer kalırsa, onunla kılmam ınıaz iade edilir.
4- Cumhura
göre, abdestte çıplak ayakları meshetmek caiz sğildir. [647]
Bilindiği gibi, sağ
sağdan başlama, sağ el ile verip alma, sağ yağı atıp yürüme uğur ve bereketin,
feyiz ve inayetin, başarı ve ıazhariyetin sembolüdür. Kur'ân'da birkaç yerde
«ashab- yenim» iye söz edilmesi, bu mazhariyete erenleri belirtmeye yöneliktir.
Hayırlı, feyizli ve
faydalı işlere sağ el ile başlamak sünnettir. Lesûlüllah (a.s.) Efendimiz
hayatı boyunca bu sünnetini devam ettir-liştir. O bakımdan abdest gibi ibâdete
kapı açan bir işe başlarken .ynı mazhariyeti düşünmemek mümkün mü? Fukah
sünnetin bu »ölümünü bir konu haline sokup takdim etmişlerdir.
îlgili hükümler:
Hz. Aişe (r.a.) 'den
yapılan rivayette, demiştir ki:
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in ayakkabı giyinmesinde, taranmasında, temizlenmesinde ve her
işinde sağdan başlamak çok hoşuna giderdi.»[648]
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber
vermiştir: «Elbise giyindiğinizde, abdest aldığınızda sağ tarafınızdan
başlayın!»[649]
Yine Ebû Hüreyre
(r.a.)'den yapılan rivayette Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«Abdest aldığınız zaman sağ tarafınızdan başlayın!»[650]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Abdest
alırken sağ taraftan başlamak sünnettir.
2- Bazu
hususlar dışında hemen her şeye sağ el ile, sağ taraftan başlamak sünnettir.
3- Tekrîm ve
tezyin ifade eden her işte sağdan başlamak şer'î bir kaidedir ki, müstehab
sayılmıştır.
4- Abdest,
gusül ve teyemmümde soldan başlamak
mekrûh-rûhtur.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının görüş ve tesbitleri, istidlal ve
ihticacları:
a)
Hanefîlere göre:
Abdestin
sünnetlerinden biri de, elleri ve ayakları yıkarken sağ-
dan başlamaktır, Zira
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz buna hep devam etmiştir. O bakımdan sağdan başlamak
hem abdestte, hem diğer (tekrîm ifade eden) amellerde sünnettir. Nitekim
Resûlüllah (a.s.) her işte, hattâ ayakkabı giymesinde ve taranmasında sağdan
başlamayı çok severdi. Bu, sahih rivayetlerle sabit olmuştur.[651]
b) Şâfiîlere
göre:
Abdestte mutlaka, yani
bütün azada sağdan başlamak; özellikle elleri ve ayakları yıkarken buna riâyet
etmek sünnettir. Nitekim Resûlüllah Ca.s.) Efendimiz imkân nisbetinde hemen her
işinde —bazı özel durumlar dışında— sağdan başlamaktan çok hoşlanırdı, o kadar
ki, temizlenmede, ayakkabı giymede, taranmada sağdan başlardı... O'nun bu
sünnetini Buharı ve Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.[652]
c)
Hanbelüere göre -.
Sağdan başlamanın
müstehab olduğu hakkında ilim ehli arasında farklı görüşte olan yoktur.
Bildiğimiz kadarıyla bunda ittifak vardır. Gerek Medme'li, gerek Irak'lı ve
gerekse Şam'lı ilim adamlarıyla rey tarafdarı olan ilim adamları, abdestte
soldan başlandığı takdirde iade gerekmiyeceği hakkında icma' etmişlerdir .Bu
konuda istihbabm aslı, Resûlüllah (a,s.) Efendimiz'in hemen her işinde sağdan
başlamayı çok sevip hoşlanması, rivayetidir.
Hz. Ali ile Hz.
Osman'dan (r.a.) nakledildiğine göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in nasıl
abdest aldığını vasfederlerken önce sağdan başladığını ifâde etmişlerdir.[653]
Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz misvakta, temizlenmede, ayakkabı giymede ve mescide girmede hep
sağdan başlardı. Nitekim Hz. Ai-şe'den (r.a.) ve Ebû Hüreyre'den (r.a.) yapılan
sahih rivayetlerden Peygamberimizin (a.s.) ayakkabı giymesinde, taranmasında,
temizlenmesinde ve hemen her işinde sağdan başlamayı çok sevip hoşlandığı
belirtilmiştir.[654]
d)
Mâlikilere göre :
Abdestin fezailinden
biri de önce sağdan başlamaktır. Sağ elin
ve sağ ayağın
yıkanması sol el ve sol ayak üzerine takdim edilir.[655]
Anlaşıldığı gibi,
Mâlikiler sağdan başlamayı, sünnetler arasında değil de, fazail arasında
arimışlardır. Böylece bu konuda diğer üç mezheple aralarında (nüans)
faJkı vardır.
Konuyla ilgili diğer
hadisler, rivayetler ve tahliller:
Ahmed b. Hanbel'in
rivayet ettiği hadîste, «Elbiseni giydiğinde sağdan başla!» buyurulmuştur.[656]
Yine Ahmed b.
Hanbel'in rivayetinde, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz : «Ayakkabım giydiğinde sağdan başla!»
buyurmuştur.[657]
Yine Ahmed b.
Hanbel'in tesbit ettiği bir diğer rivayette, Peygamberimiz (a.s.) «Elbise
giydiğinde sağdan başla!», buyurmuştur.[658]
Nesâî'nin tesbit ve
rivayetinde, Efendimiz (a.s.) hakkında şöyle denilmiştir: «O sağ eliyle alır
ve sağ eliyle verirdi.»[659]
Müslim'in rivayetinde
ise, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz guslettiğinde sağ tarafından başlardı,
denilmektedir.[660]
Nesâî ile Tirmizî'nin
Ebû Hüreyre (r.a.)'den yaptıkları rivayette demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz bir elbise giydiğinde sağdan başlardı.»
Bütün bu rivayetlere
dayanarak emrin vücub ifade ettiğini söyleyenler olmuşsa da, Hz. Aişe ve Ebû
Hüreyre'den rivayet edilen sahih hadislerden bunun sünnet olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
Yapüan rivayete göre,
Hz, Ali (r.a.) şöyle demiştir: «Ben abdesti dosdoğru yerine getirip
tamamladıktan sonra sağımdan mı, solumdan mı başladığıma pek aldırış etmem!»[661]
Beyhaki bu rivayeti
naklettikten sonra «munkati1» olduğunu söylemiştir. Senedinden bir kişinin
düştüğü tesbit edilmiştir. O bakımdan zayıf sayılır.
Ebû Ubeyde'nin abdest
bahsinde naklettiği bir diğer husus da yle: Ebû Hüreyre (gerek abdestte, gerek
tekrîme lâyık işlerde) \ğdan başlardı. Onun böyle yaptığı Hz. Ali'ye (r.a)
ulaşınca, tab-Istte el ve ayaklanın yıkarken) soldan başladı.»
Ayni rivayeti Ahnıed b. Haııbel Hz. Ali'den (r.a.) yapmıştır.
af iz îbn Hacer
yaptığı incelemede bunun "münkati" olduğunu test etmiştir. O balamdan
rivayet zayıftır, istidlale uygun değildir. [662]
1- Abdest
alırken önce sağ kolu ve sağ ayağı yıkamak sünnettir, yani bu organları
yıkarken sağdan başlanır.
2- Giyim
kuşamda, temizlikte, mabede ve eve
girildiğinde iğ ayak atılarak girilir, bu da sünnettir.
3-
Gusledilirken sağ taraftan başlamak sünnettir.
4- Bunları
terketmek ve aksini yapmak mekruhtur. [663]
Kur'ân'da abdest
emredilirken dört azadan söz edilir, üçünün ıkanması, birinin meshedümesi
emredilir. Bilindiği gibi, hilâfına .elil olmadıkça emir tekrarı gerektirmez. O
bakımdan abdest azamı birer defa yıkamak farzdır. İkinci ve üçüncü defalar ise
sün-Lettir. Amaç iyi bir temizliktir. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, Alah'-n.
kendi kullarına sağladığı kolaylığı hep dikkate alarak ümmeti-Le kolaylık
getirmiştir. Abdest konusunda da ikinci ve üçüncü de-a yıkamayı sünnet
kılmıştır. Çok soğuk yerlerde veya mevsimlerle abdest azasını üçer defa soğuk
su ile yıkamaya herkes tahammül edemez. O bakımdan o gibi yerlerde veya o
mevsimlerde birer lefa yıkamakla yetinilir. Farz yerine gelince abdest
tamamlanmış ;ayılır.
Resûlüllah'm (a.s.)
abdest aldığına birçok defalar şahit olan ^.shab-ı Kirâm'dan bize kadar ulaşan
sahih rivayetlerden bir kıs-nını nakledelim :
İbn Abbas (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki :
Resûlülîah (a.s.)
Efendimiz (abdest azasını)
birer defa yıkamak suretiyle abdest aldı.»[664].
Abdullah b.
Zeyd'den (r.a.) yapılan rivayette demiştir ki :
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz tabdest azasını) ikişer defa yıkamak suretiyle abdest aldı.»[665]
Hz. Osman (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki :
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz (abdest azasını)
üçer defa yıkamak suretiyle abdest aldı...»[666]
Amr b. Şuayb'dsn, o da
babasından ve dedesinden rivayetle demiştir ki : Bir bedevi, Resûlüllah (a.s.)
Efendimize gelerek ab-destten sordu. Peygamberimiz (a.s.) ona abdesti (azayı
üçer defa yıkamak suretiyle gösterdi ve şöyle buyurdu : «İşte bu abdest-tir.
Artık kim bundan fazlasını yaparsa isaet işler, sınırı aşar, haksızlık
eder...»[667]
Hadîslerin delâlet
ettiği hükümler :
1- Abdest
azasını birer defa yıkamak kafidir, farz yerine gelmiş olur.
2- Abdest
azasını ikişer defa yıkamakla yetinmek de caizdir.
3- Abdest
azasını üçer defa yıkamak meşru'dur.
4- Üç
defadan fazla yıkamak mekruhtur.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların istidlal ve görüşleri:
a) Hanefilere
göre -.
Abdest azasını üçer
defa yıkamak sünnettir. Nitekim rivayet indiğine göre, Resûlüllah Ca.s.) Efendimiz
abdest azasını birer de-, yıkamak suretiyle abdest aldıktan sonra şöyle
buyurmuştur: «Bu r abdesttir ki, Allah namazı ancak bununla kabul eder.» Sonra
adest azasını ikişer defa yıkamış ve şöyle buyurmuştur: «Bu bir jdesttir ki,
Allah böyle abdest alanın ecrini iki kat artırır.» Sonra ne abdest alıp azasını
üçer defa yıkamış ve şöyle buyurmuştur -.
3u, benim ve benden
önceki peygamberlerin abdestidir. Artık kim m nisbeti sünnet görmeyip de) daha
fazlasını yapar veya noksan ılarsa, o cidden (sünnet sınırım) aşıp haksızlık
etmiş olur.»[668].
Alâuddi nel-Kâsâni bu
hadîsi açıklarken, Peygamber'in (a.s.) ^rtık kim daha fazlasını yapar veya
noksan kılarsa, o cidden sı-ırı aşıp haksızlık etmiş olur,» cümlesini i'tikadi
anlamda yorumla-ıış, «Kim bu nisbeti sünnet görmeyip daha fazla yapar ve
noksan-tştırırsa haksızlık etmiş olur» demiştir. Çünkü abdest üzerine ab-est
almada üçten fazla yapılmış oluyor ve Peygamber (a.s.) bunu ûr üstüne nûr diye
vasfediyor. Aynı zamanda ikişer defa yı-amayı, sevabın, iki kat artmasına vesile
olacağım beyân buyur-ıuştur. O halde üçten daha çok veya azla ilgili vaîd,
i'tikadî anlamadır.[669].
Bu açıklamadan
anlaşılıyor ki, Hanefî imamları abdest azasını ■irer defa yıkamakta bir
sakınca görmedikleri gibi, ikişer defa yı-anmasmda da bir sakınca
görmemişlerdir. Üç defa yıkanması ise, ünnettir ve sevabı o nisbette fazladır.
b) Şafiîlere
göre:
Abdestte gerek üç
azayı yıkarken, gerek başı meshederken, ge-ekse sakal ve parmak aralarını
hılâllayıp ovmak sünnettir. Çünkü îahîh-i Müslim'in rivayet ettiği hadîste
«Peygamber ta.s.) üçer üçer
abdes aldı» buyurulmuştur ki, bu
yalnız yıkamakla ilgili değil,
mesh ve tahlili de içine alır, mutlak anlamda söylenmiştir.
Buharî'nin rivayet
ettiği hadîste ise «Peygamber (a.s.) birer defa (yıkamak suretiyle) abdest
aldı ve ikişer defa (yıkamak suretiyle) abdest aldı...» denilmektedir. Ayrıca
Peygamber (a.s.) yüzünü üç defa, kollarını iki defa yıkadığı ve başını
meshettiği rivayeti de söz konusudur.
O halde abdest
azasının üçer defa yıkanması bazan terkedile-bilir, yani bir veya iki defayla
yetinilebilir; namaz vakti daraldığında veya su az olduğunda bunda bir sakınca
yoktur.[670]
c) Hanbelüere
göre :
Abdest azasını birer
defa yıkamak kâfi gelir; üçer defa yıkamak afdaldır. Bu, ilim ehlinden çoğunun
kavlidir. Ancak İmam Mâlik, bir, iki ve üç defa yıkamak için vakit ta'yin
etmemiş, yani vakit daraldığında bir defa, müsait zamanlarda üçer defa yıkanır,
diye bir ayırım yapmamıştır.
Evzai ve Said b.
Abdulaziz, abdest azası üçer defa yıkanır, ancak ayak müstesna, çünkü onun
herhalde iyice temizlenmesi, kirden arınması gerekir, demişlerdir.[671]
İbn Kudame, konunun
başında naklettiğimiz İbn Abbas ve Ebû Hüreyre hadîslerini naklettikten ve Hz.
Osman'ın (r.a.) abdest azasını üçer defa yıkayıp «Resûlüllah'ı (a.s.) benim abdest
aldığım gibi abdest alırken gördüm» dediğini delil olarak gösteriyor.
Müellif İbn Kudame
devamla diyor ki: «Abdest azasından bir kısmım bir defa, bir kısmım daha fazla
yıkamak caizdir. Çünkü bir defa veya üç defa yıkamak bütün azalar hakkında caiz
olunca, bazısı hakkında da caiz olması tabiidir. Nitekim Abdullah b. Zeyd'in
hadisinde Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in abdest alırken yüzünü üç defa ellerini
ikişer defa yıkadığı, başını bir defa meshettiği belirtilmiştir.
İmam Ahmed diyor ki:
Abdest azasını üçten fazla ancak (şüphe ve vesvese) rahatsızlığı içinde
bulunan bir kimse yıkar. İbn Mübarek de şöyle demiştir: «Üçten fazla yıkayan
kimse günahkâr olmaktan emin olmasın.»[672].
eş-Şerhü'1-Kebîr'de de
tbn Kudame'nin naklettiği rivayetlere aynen yer verilmiş ve Hanbelilerin görüşü
o istikamette belirtilmiştir.[673].
İlgili diğer
rivayetler ve tahliller:
Zeylâi 573 no'lu
hadîsin son cümlesi üzerinde durarak, bu yönüyle hadis gariptir; çünkü hadîsin
yukarı kısmını Ashabdan bir cemaat rivayet etmiştir ki, çoğunda «f emen zade
alâ hazâ ev naka-sa...» lafzı yer almamıştır. Abdullah b. Ömer, Ubey b. Kâ'b,
Zeyd b. Sabit ve Ebü Hüreyre'den rivayet edilen metinde bu lafızlar mevcut
değildir, diyor.
Bu konuda İbn Ömer'den
rivayet edilen hadîs ravileri arasında Museyyeb b. Vazıh teferrüd etmiştir ki,
zayıftır. el-Ka'rife adlı kitapta ise, bu zatın rivâyetiyle ihticac edilmez,
denilmiştir. İbn Ebi Hatim ise el-Musayyab'm saduk fakat çok hata yapan bir
kimse olduğuna dikkatleri çekmiştir.[674]
Sözü edilen konuda
birkaç tariktan rivayet edilen hadîslerin çoğu zayıftır, ancak Amr b. Şuayb'm
babasından ve dedesinden yaptığı rivayeti Şeyh Takıyüddin el-îmam adlı eserinde
naklederek, «Amr b. Şuayb'm hadîsini sahihlayanlara göre sahihtir, çünkü
isnadı sıhhatli görülmüştür, diyor.[675].
Amr b. Şuayb'm rivayet
ettiği hadis mealen şöyledir:
Bir adam, Peygamber
(a.s.) Efendimiz'e gelerek, Abdest nasıl alınır? diye sordu. Bunun üzerine
Resûlüllah (a.s.) bir kapta su istedi, ellerini üç defa yıkadı, sonra yüzünü
üç defa yıkadı, sonra kollarını üçer defa yıkadı, sonra başım meshetti,
şahadet parmaklarıyla kulaklarını; baş parmaklarıyla kulaklarının dışım,
şehadet parmaklarıyla içini yıkadı. Sonra da iki ayağını üçer defa yıkadıktan
sonra şöyle buyurdu: İşte abdest böyledir. Artık kim bundan fazlasını yapar
veya noksan bırakırsa, o cidden isaet işler, haksızlık yapmış olur.
Konuyla ilgili birçok
rivayetleri Zeylaî Nasburraye'de, Şevkanî Neylül-evtar'da nakletmiş
bulunuyorlar. Hepsini buraya almamız mümkün değildir. Ancak konuyu vuzuha kavuşturacak
kadar nakil ve açıklamaya yer vermiş bulunuyoruz. Fazla bilgi için adı geçen
eserlere müracaat edilmesini tavsiye ederiz.
1- Abdest
azasını birer defa yıkamak farzdır.
2_ Vakit
daraldığa veya su^^ da birer def, makla yetinilebilir, bunda bir sakınca
yoktur.
3- «a, 1—
iki defa y—ta^da ^^
"aması ümmetine kolaylık göstermek ve bildirmek
içindir.
4- üç azayı
üçer defa ^^^^«inde bir sakınca fS^S
ocunda icm, vaki olmuştur. [676]
AM.,tisrssrsir
üstüste yapıldığı takdirde am b&şka
rjss=?s
ederdi.
Bununla ilgili
hadîsler ve rivayetler -.
Halid b. Ma'dan
(r.a.)' o da Resûlüllah'm bazı zevcelerinden rivayetle şöyle nakletmiştir:
«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, namaz kılmakta olan bir adamın ayağının üzerinde
bir dirhem miktarı yıkanmadık kuru yer gördü, ona abdestini iade etmesini emretti.»[677].
Bir rivayette,
namazını da iade etmesini emretmiştir.» el-Esrem diyor ki, bu hadîs hakkında
îmam Ahmed'e sordum, dedim ki, «İsnadı ceyyid midir?» «Evet, ceyyiddir» dedi.
Ömer b. Hattab (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki :
«Bir adam abdest aldı, derken ayağının üzerinde bir tırnak büyüklüğünde
yıkanmadık kuru yer bıraktı. Peygamberimiz (a.s.) onu görünce şöyle buyurdu i
«Dön de atadestini güzelce al!» Bu
uyarı izerine adam dönüp abdest aldıktan sonra namaz kıldı.»[678]
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamla-inın tesbit, istidlal ve görüşleri :
a) Hanefilere
göre :
Abdestin sünnetlerinden biri de, muvalattır,
yani abdest azası-tu ardarda yıkayıp arayerde başka şeyle -meşgul olmamaktır.
Çünkü Peygamber (a.s.) Efendimiz böyle yapmıştır.
Bazısı da «muvalatı»
şöyle tefsir etmiştir: Yıkanan bir aza ku-ruyuncaya kadar oturup beklememek, o
kurumadan diğer azayı yıkamaya başlamaktır. Aksi halde bu sünnet terkedilmiş
olur.[679].
b) Şâfiîlere
göre:
Hava ve mizaç mutedil
olduğu takdirde yıkanan bir aza kurumadan diğerine başlamak sünnettir. İmam
Şafiî'nin «Kavl-i kadîm» inde ise muvalat vâcib kabul edilmiştir.[680].
c) Hanbelilere
göre:
Vâcib olan muvalat,
mutedil zamanda, bir aza kuruyuncaya kadar diğer azayı yıkamayı
terketmemektir. Sıcak mevsimde yıkanan aza çarçabuk kuruyabüir, bazı zamanlarda
ise bir süre kurumaz. İbn Akîl'e göre, abdesti hükümsüz kılan tefrik (iki aza arasını
ayırıp birini yıkadıktan sonra diğerini bir süre yıkamayıp kendi haline
bırakmak), âdet cihetiyle fahiş olanıdır.
Taharette bir vâcible
veya sünnetle meşgul olurken yıkanan aza kurursa, abdest iade edilmez; tıpkı
namaz kılarken onun rükünlerinden birini uzatan kimseye namazı iade etmek
gerekmediği gibi.. İmam Ahmed ise şöyle demiştir: Bir önceki azanın kurumasının
sebebi abdestin kendisi ise bir sakınca yoktur. Bir vesveseden dolayı ise yine
öyledir Çünkü o da abdestte titizlik göstermek sebebine dayanır. Ama sünnet
üzerine zaid bir şeyden veya abdest dışı bir meşguliyetten dolayı ise, tefrik
sayılır. (Yani abdesti iade etmesi gerekir).[681].
d)
Mâlikîlere göre -.
Muvalat, yani abdest
azasını ardarda biri kurumadan diğerini hemen yıkamak farzdır. Ancak bu, yer,
mevsim ve mizacın mutedil olması halinde böyledir. Çok sıcak bölgelerde veya
mevsimde, fırın, demirci ocağı ve benzeri ısı derecesi yüksek olan bir vasatta
ardarda yıkansa bile, biri kurumadan diğerim yıkamak pek mümkün olmayabilir. O
takdirde farz yerine gelmemiş denilmez. Çünkü amaç, abdest azasını vakit
kaybetmeden, başka bir şeyle meşgul olmadan peşpeşe yıkamaktır. Şartlar
elverdiği ölçüde bu gerçekleşir.[682].
Ayrıca abdest alan
kimse, bir hastalıktan dolayı abdest azasını ardarda biri kurumadan diğerini
yıkama kudretine sahip değilse, mazur sayılacağından farzı yerine getirmiş
sayılır. Bunun gibi, abdest suyunu kullanırken yüzünü yıkayınca su biter,
yeniden su bulup getirmek için biraz oyalandığında yüzünün ıslaklığı kurursa,
bu da farzı ihlâl etmez. Çünkü elde olmayan bir sebep söz konusudur.[683].
Hanbelî ve Mâlikî
imamları, konunun başında naklettiğimiz hadîslerle istidlal etmişlerdir. Abdest
aldıktan sonra ayağının üzerinde bir dirhem miktarı kuru yer kalan adama Hz.
Peygamber'in (a.s.) yeniden abdest almasını emretmesi, bir bakıma muvalatm,
yani abdest azasını biri kurumadan diğerinin yıkanması gereğini ortaya
koymuştur.
İmam Ebû Hanîfe ile
İmam Şafiî ise, İkinci hadîs, yani Ömer b. Hattab'm (r.a) naklettiği hadîsle
istidlal etmişler, abdest alıp ayağında bir tırnak miktarı kuru yer kalan adam
Peygamber'in (a.s.) : «Dön de abdestini güzel al!» buyurması, yeniden abdest almayı
gerektirmiyor. Kişi bu durumda dilerse yeniden abdest alır, dilerse sadece kuru
yeri yıkamakla yetinir.
Ayrıca, Ahmed b.
Hanbel ile İmam Mâlik, İbn Ömer (r.a.) ile Ubey b. Kâ'b (r.a.)'den rivayet
edilen hadîse dayanarak ictihadda bulunmuşlardır. Bu rivayete göre, Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz, abdest azasını ardarda yıkayıp abdest aldıktan sonra şöyle
buyurdu: «Bu bir abdesttir ki, Allah namazı ancak onunla kabul eder.»
Diğer bir rivayette
ise, «Bu, Allah'ın size farz kıldığı abdesttir!» denilmektedir. Ne var M, İbn
Ebi Hatim diyor ki: Bu rivayetin sıh-aat derecesini Ebu Zer'a'dan sorduğumda şu
cevabı verdi: «Müıı-ker ve zayıftır.» Diğer bazı hadîs araştırıcılarına göre,
hiçbir aslı foktur.[684].
581 no'lu hadîs için
Darekutnî şöyle demiştir: «Bunun rivayetinde Katade'den nakleden Cerir yalnız
kalmakla beraber o sıkadır, yani güvenilir bir râvîdir.»
Aynı hadisin son kısmı
şu ifadeyle nakledilmiştir: «Dön de ab-destini tamamla!» Ne var ki bu, el-Vazı'
b. Nâfi' rivâyetiyle nakledilmiştir ki. Nesâî onun zayıf olduğunu söyler.
Ahmed b. Hanbel, îbn Main, Ebû Hatim ve Darekutni de aynı görüştedirler.
Taberânî bu rivayeti mu1 ceminde tahrîs etmiştir,[685].
.
1- Abdest
azasını ardarda yıkamak kimine göre vâcib, kimine göre sünnettir.
2- Abdest alırken
abdest dışı başka şeylerle meşgul olmak mekruhtur. Bu, yıkanan azanın
kurumasına kadar devam ederse, Maliki ve Hanbeli imamlarına göre, farz
terkedildiğinden abdesti iade etmek gerekir.
3- Abdest
aldıktan sonra abdest azasından birinde yıkanmadık kuru bir yer kaldığı
görülürse, o takdirde İmam Ebû Hanîfe ile İmam Şafii'ye göre, sadece o kuru
yeri yıkamakla yetinilir. Diğer iki imama göre, abdesti iade etmek gerekir. [686]
İslâm, hayatı baştan
sonuna hareket kabul eder; hareketi bil-giye ve ilme bağlar; bilgi ve ilmi
Allah'a imânla birleştirip bütünleştirir. Abdest hem ibâdete bir ön hazırlık
anlamındadır, hem de bedene, hareket ve zindelik sağlamaya yönelik bir
faaliyettir. O bakımdan başkasının pek lüzum yoktur. Kişi hastalık ve benzeri
sebepten dolayı bu hususta başkasından yardım görebilir. Normal hallerde de bir
başkasının veya sevdiği yakının abdest suyu dökmesinde bir sakınca yoktur.
Nitekim Ashab-ı
Kirâm'dan Muğire b. Şu'be (r.a.)'den yapılan rivayette demliyor ki: Muğîre, bir
yolculukta Peygamber (a.s.) Efendimizle beraber bulunuyordu. Cenâb-ı Peygamber
(a.s.) ihtiyacını gidermeye gitti. Sonra da Mugire su döktü, o da abdest almaya
başladı, yüzünü ve ellerini yıkadı, başını meshetti ve ayak-larmdaki mestler
üzerine meshetti.»[687].
Safvan b. Assai (r.a.)'den yapılan rivayette şöyle demiştir:
«Gerek seferde,
gerekse hazerde Peygamberimiz (a.s.) abdest aldığında ben su dökerdim.»[688].
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Abdest alırken
başkasının —kendi rızasıyla— yardım etmesinde
bir sakınca yoktur.
2- İhtiyaç
duyulduğu zamanlarda ise, yine hizmet edenin rızasıyla ondan yardım talep
etmekte bir sakınca yoktur.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların istidlal ve tesbitleri, ihticac ve görüşleri :
a) Hanefîlere
göre :
Abdestin adabından
biri de, abdest alan kimsenin bu hususta hiçkimseden yardım istememesidir.
Çünkü yapılan rivayete göre Ebûl-Cenûb (r.a.) demiştir ki : «Hz. Ali'nin (r.a.)
abdest için su istediğini gördüğümden koşup ona su bulmak istedim, bana : Ya
Ebâ'l-Cenûb, bırak, getirme. Çünkü ben de Hz. Ömer'in (r.a.) abdest için su
istediğini gördüğüm zaman kalkıp ona su bulmak istediğimde bana : Bırak Ya
Eba'l-Hasan! Çünkü ben de Resûlüllah (a.s.) Efendirniz'i abdest için su
istediğinde gördüğüm zaman koşup ona abdest suyu te'nıin etmek istedimse de
bana : «Bırak Ya Ömer! Doğrusu ben namazımı eda etmek istediğimde hiç kimsenin
bana yardım etmesini istemiyorum, buyurdu» [689]
Hanefî imamları bu
hadîsle istidlal ederek başkasının yardım etmesini adaba muhalif saymışlardır.
b) Şâfiîlere göre :
Abdest için su
kullanırken başkasının yardımını bırakmak ı sünnettir. Çünkü birinin su
dökmesi, abdest alan kimse için bir İtereffüh sayılır ki, ibâdet etmek isteyene
yakışmaz. Ancak eli kesik olanla benzeri kimseler hakkında mekruh değildir.
Ücretle de olsa yine hüküm böyledir.[690].
c) Hanbelîlere göre:
Abdest almak için
başkasının yardımcı olmasında bir sakınca yoktur. Nitekim Ashab-ı Kirâm'dan
Muğîre b. Şu'be Cr.a.), hem I seferde, hem hazerde Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'e abdest alması için su getirip dökmüştür. Aynı şekilde Safvan b.
Assai da yapmıştır. Diğer yandan Peygamberimiz'in (a.s.) kerimesi Rukıyye'nin
cariyesi Ümmu İyaş (r.a.) diyor ki: «Ben ayakta, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz
de oturduğu halde su dökerdim, o da abdest alırdı.»[691].
Ahmed b. Hanbel'den
yapılan rivayete göre, o şöyle demiştir : «Abdest" alırken başkasının bana
yardımcı olmasından hoşlanmam. Nitekim Hz. Ömer'de (r.a.)
böyle söylemiştir.»[692].
Konuyla ilgili diğer
rivayetler ve tahliller:
Mezhep imamlarının
çoğunun istidlal ettiği Ömer b. Hattab (r.a.) hadîsi üzerinde hayli durulmuş,
İmam Nevevî el-Mühezzeb şerhinde, bu hadîsin bâtıl olup hiçbir aslı
bulunmadığını söylemiştir. Aynı hadîsi Bezzar ve Ebû Ya'lâ kendi müsnedlerinde
Nadir b. Mansûr tarikiyle tahrîc etmişlerdir. Oysa Nadir zayıf ve meçhuldür,
onun rivâyetiyle ihticac yapılmaz.
Osman ed-Dâremî de
diyor ki, bu hadisin râvisi Nadir b. Mensur hakkında ünlü hadîs âlimi İbn
Mani'den sorduğumda şöyle dedi :
«Bunlar odun taşıyanlardır.»
Ayrıca sözünü
ettiğimiz mezhep imamları îbn Abbas'm (r.a.) şu rivâyetiyle de istidlal
etmişlerdir: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz abdest hususunda hiç kimseye yük
olmazdı.»[693].
Bu hadîsin râvileri
arasında Mutahhar b. Haysem bulunuyor ki, bu zat zayıftır.[694]
Çünkü Resûlüllah'ın (a.s.) abdest alırken Zeyd oğlu Üsâme'den yardımcı
olmasını, yani,abdest için su dökmesini istediği sahih rivayetle sabit
olmuştur. Nitekim Sahihayn'de bu rivayete yer verilmiştir. Ayrıca Muevvız kızı
Rebi'in de Peygamberimizin eline abdest için su döktüğünü Daremî, îbn Mâce ve
Ebû Müslim rivayet etmişlerdir.
Ümmu îyaş (r.a.)
hadîsine gelince, Hafız İbn Hacer isnadının zayıf oduğunu tesbit etmiştir. Aynı
şekilde Safvan b. Assai hadîsinin de zayıf olduğunu belirtmiştir. O da
isnadında Hüzeyfe b. Ebû Hüzeyfe bulunduğuiçindir. Çünkü bu zat zayıf kabul
edilmiştir.[695].
1- Abdest alırken
—zaruri bir hal olmadıkça—
başkasından yardım beklememek sünnettir.
2-
Resûlüllah'ın (a.s.) abdest alırken başkasının su döktüğü, yardım ettiği
rivayeti zayıftır. O bakımdan Hanbelî imamları dışında diğer mezhep imamlarına
göre, başkasının su döküp yardımcı olması
tenzîhen mekruhtur. Hanbelüere göre bir
sakınca yoktur. [696]
Abdest ve gusülden
sonra organları ve vücudu bir havluyla kurulamanın bir takım faydalan vardır:
a) Vücudun
kirini iyice alır.
b) Soğuk
mevsimde üşümeyi önler, elbisenin ıslanmasına meydan vermez.
c) îç çamaşırının temiz kalmasını sağlar.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Kays b. Sa'd
(r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlül-ıh (a.s.) Efendimiz evimizde
bizi ziyaret etti. Sa'd Peygamber (a.s) ?in yıkanma suyu istedi, getirilip
konuldu, Peygamber de (a.s.) yi-andıktan sonra Sa'd ona çarşaf misali za'feran
veya revs ile bo-alı bir örtü takdim etti, Peygamber (a.s.) onu bedenine sarıp
ku-ulandı.»[697].
Enes (r.a.) 'den
yapılan rivayette demiştir ki :
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz, abdest aldıktan sonra yüzünü nendU ile meshedip (kurulamazdı).
EbûBekir, Ömer, Ali ve İbn tfes'ud da (Allah hepsinden razı olsun) yüzlerini
mendille kurula-nazlardı.» [698].
Hz. Ayşe (r.a.) validemizden yapılan rivayette şöyle
demiştir : «Resûlüllah (a.s.)
Efendimizin bir bez parçası vardı, abdestten sonra onunla kurulanırdı.»[699].
Muâz (r.a.)'den
yapılan rivayette demiştir ki;
«Resûlüllah (a.s.) Efendimizi, abdest aldığı zaman yüzünü elbisesinin bir
ucuyla kuruladığını gördüm.»[700].
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Abdest
aldıktan veya guslettikten sonra bir
havluyla kurulanmak sünnettir.
2- Havlu
bulunmadığı zaman, bunu mendille yerine getirmekte bir sakınca yoktur.
3- Mendil de
bulunmadığı zaman elbisenin bir ucuyla kurulanmak müstehabdır.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların tesbit, görüş, istidlal ve ihticacları:
a) Hanefilere göre:
Abdestten sonra
kurulanmayı terketmek tenzihen mekruhtur. İmam Muhammed'in eserlerinde Ebû
Hanife'den, onun da Ham-mad'dan, onun da İbrahim'den yaptığı rivayette, abdest
aldıktan sonra yüzünü bir bezle kurulayan adam hakkında sorulmuş, o da «bir
sakınca yoktur» demiştir. İmam Muhammed, «biz bu kavli (se-ned) seçip tutuyoruz
ve abdestten sonra kurulanmakta bir salanca görmüyoruz,» demiştir. İmam Ebû
Hanîfe'nin de kavli bu anlamdadır.
el-Haniye kitabında
demliyor ki: «Abdest alan ve gusleden kimsenin mendil ile kurulanmasında
hiçbir sakınca yoktur. Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimizin böyle yaptığı
rivayet edilmiştir ki, sa-hîh olan da budur. Ancak ne var ki, bu hususta fazla
mübalağa etmeyip abdestin eseri aza üzerinde kalacak şekilde kurulanması daha
uygun olur.»[701].
Abdurrahman el-Cezerî
ise bu konuda Hanefilerin görüşünü şöyle tesbit etmiştir: «Abdest azasmdaki
ıslaklığı mendil veya benzeri bir şeyle, fazla mübalağa yapmaksızın ve
elindeki abdest suyunu silmeksizin kurulamak menduptur.[702].
b) Safilere göre :
Abdest aldıktan sonra
ellerde kalan ıslaklığı silkmek suretiyle gidermek mekruhtur. Çünkü böyle
yapmak bîr bakıma ibâdetten teberri anlamına gelir. O da hilaf-i evlâ sayılır.
et-Tahkik'de buna kesinlik kazandırılmıştır. Müslim ve el-Vesit şerhinde ve
görüşün daha meşhur olduğu kaydedilirken el-Ravza'da böyle yapmakla yapmamak
arasında bir fark yoktur, yani yapılmasında bir sakınca söz konusu değildir,
denilmiştir.
Bir Özür yoksa abdest
azasmdaki islaklığı kurulamamak sünnettir.
Çünkü Resûlüllah (a.s.) Efendimiz
guslettikten sonra Hz.Lteymu'ne'nin getirdiği bir havluyu kullanmayarak iade etmiştir.[703]
c) Hanbelîlere göre :
Abdest azasının
ıslaklığını bir mendil veya benzeri bir şeyle kurulamakta bir sakınca yoktur.
Gusülden sonra da kurulanmakta bir beis görülmemiştir. Hanbelî imamlarından
el-Hılâl, Ahmed b. Hanbel'den şunu nakletmiştir : «Abdestten sonra kurulanmakta
bir sakınca yoktur.» Yine yapılan rivayete göre, abdestten sonra kurulanmak
için mendil kullanan sahabi şunlardır : Hz. Osman, Hz. Hasan b. Ali, Enes
(Allah hepsinden razı olsun). Bu paralelde birçok ilim adamı da mendil
kullanmıştır.
Ashabdan ve onlardan
spnra gelen ilim adamlarından şunlar kurulanmayı men'etmişlerdir : Câbir b.
Abdullah (r.a.), Abdurrah-man b. Mehdi ve önemli bir cemaa... Bunların istidlal
ettiği rivayet ise, Hz. Meymune (r.a.) hadîsidir. Bilindiği gibi bu hadîsi
Buharı ve Müslim ittifakla nakletmişlerdir.
Birincilerin görüş ve
tesbiti daha sahihtir. Çünkü asıl olan iba-hadır. Peygamber (a.s.) Efendimiz'in
(bir kere) kurulanmayı ter-ketmesi kerahete delâlet etmez; çünkü Peygamber
(a.s.) Efendimiz bazan mubah olan şeyi terketmiştir.
Nitekim Ebubekir,
eş-Şâfi adlı eserde, Hz. Urve'ye isnâd ettirdiği rivayette Hz. Aişe
Vâlidemiz'in (r.a.) şöyle dediğini nakletmiştir : «Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in bir hırkası (büyükçe bez parçasıl vardı ki onunla abdestten sonra
kurulanırdı.»
Ahmed b. Hanbel'den bu
hadis hakkında "ne dersin?" diye sorulunca "münker"dir,
diye cevap vermiştir.[704]
Kays İbn Sa'd'den
yapılan rivayette demiştir ki : «Peygamber (a.s.) Efendimiz guslettikten sonra
vers adındaki bitkiyle boyanmış bir çarşaf getirdik ona sarılıp (kurulandı).»
Ne var ki İmam
Tirmizî, bu babda hiçbir rivayetin sahih olmadığını söylemiştir.
Bununla beraber
bedendeki ıslaklığı elle. silkip gidermekte bir
sakınca yoktur. Çünkü
bu huşta Meymune (r.a.) hadîsinde Resû-lüllah'm
(a.s.) öyle yaptığım
belirtmiştir.[705].
eş-Şehü'1-Kebîr'de ise
buna yakın bir ifade kullanılarak deni-liyorki : «Abdest azasını kurulamak
mubahtır, müstehab değildir.»[706].
İlgili diğer
rivayetler ve tahliller:
597 no'lu hadîsi İmam Nevevi el-Hulasa adlı
kitapta «Zayıf hadîsler» bölümünde zikretmiştir. Hafız İbn Hacer ise Ebû
Davud'un rivayetinde ricalin sahîh olduğunu belirtmiştir.
598 no'lu hadîsin ise isnadının zayıf olduğunu
Hafız İbn Hacer belirterek istidlale uygun olmadığına dikkatleri çekmiştir.
Bu hadîs'e muarız olan
Hz. Aişe (r.a.) hadîsi ise, râvileri arasında Ebû Muâz bulunduğu için zayıf
kabul edilmiştir. Nitekim Tir-mizî de daha önce belirttiğiniz gibi, bu hususta
sahîh bir şeyin bulunmadığını söylemişti.
600 no'lu hadîs'e gelince,
yine Hafız îbn Hacer onun da isnadının zayıf olduğunu kaydetmiştir.
Konuyla ilgili rivayet
edilen şu hadîs de üzerinde dikkatle durulanlardan biridir: «Abdest aldığınız
zaman ellerinizdeki (ıslaklığı)
silkmeyin; çünkü o ıslaklık şeytanı uzaklaştırıcıdır.»
îbn Ebî Hatim bunu
el-Hel'de zikretmiş ve baş kısmında şu fazlalığı nakletmiştir: «Abdest
aldığınızda gözlerinize labdestî suyundan içiriniz!»
İbn Hibban bu hadîsi
«zayıf hadîsler» arasında zikretmiştir. Çünkü râvî Bahterî'nin zayıf olduğu ilim
adamlarınca kabul edilmiştir. O bakımdan onun hadîsiyle ihticac helâl olmaz.
Ancak İbn Salah ve Nevevî, sözü edilen râvînin özgeçmişi hakkında ciddi bir
incelemenin yapılmadığını, daha doğrusu bu hususta bir itana gösterilmediğini
söylemişlerdir.[707].
1- Hadis ve
rivayetlerin tamamı dikkate alınınca, zayıf da oi-alar, abdest ve gusülden
sonra bir bez veya havlu ile kurulanma-nn mekruh olmadığı ağırlık kazanır.
Nitekim Hanefîlerle Hanbelî-erin istidlal ve ihticacları bu anlamdadır. [708]
[1] Kitabu Bedâyi's—Sanayi' fi Tertibi'ş-Şerayi' 1/3
[2] Darimî : Abdest: 2. Ahmed b. Hanbel; 5/342 - 344
[3] Bakara Süresi i 222
[4] Kütüb-i sitto'den beşi rivayet etmiştir. Tinnizi'ye
göre» hadîs hasen ve sahlh'tir.
[5] Bak j Furkan Sûresi 48. âyet...
[6] Hâşiyetü't Tahtavî Ala Merakı'l Felah 1/13.
[7] Tenzihü'ş-Şeriati'l-Merfu'â An
Ahâdlsi'ş-Şeniâti'l-Mevzu'â : 2/6&-
[8] Neylül-Evtar i 1/26
[9] Bu, Hanefilere göredir. Konu kendi bölümünde
açıklanmıştır. O kısma bakılması...
[10] Fazla bilgi
için bak ; Şeyhülislâm Ebu Yahya
Zekeriya ei-Ansarî'nin Menhecü't Tullab
Şerhi Fethülvahhab j 2/191 Mısır :
1948-1367
[11] Neylü'I-Evtar : 1/27. — Fethülvahhab : 2/191 — Mısır s
1&48.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/13-16.
[12] Seyd, ve
zebayilı bölümünde bu
konu yeterince açıklartmıgtir..
[13] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/16.
[14] Neylü'l-Evtar t 1/28.
[15] Kütüb-i Sittö - Nasbü'r-Râ.ye : l/2
[16] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa : 1/29
[17] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/17-19.
[18] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/ 19-20.
[19] Buhari-Müslim...
[20] Neylü'l-Evtar j 1/30.
[21] Fıkhü's-Sünne : 1/19.
[22] Fıkhü's-Sünne i 1/19
[23] el-Fikhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa . 1/29.
[24] Buhari : Ebu Cuhayfe hadisi...
[25] Buhari-. Ebu Musa (R.A )'dea...
[26] Buharî Sâib b.
Yezid (RA.)'den. Bu hususta geniş bilgi için bak: Ney-lül'l-Evtar 1/30'a...
[27] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/20-23.
[28] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/23.
[29] Buharı ve Tirmizi müstesna el-eemaa rivayet etmiştir.
Ayrıca bu konuda Ebû Hüreyre'den rivayet vardır.
[30] Bu konu. Kâfirlere ait kaplar bahsinde açıklanacak ve
hadîsin kaynağı orada verilecektir
[31] Bu ve benzeri rivayetleri Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvud
nakletmişlerdir. Geniş bilgi için
«Aniyetü.'1-Küffar» bahsine
bakılmasi...
[32] Şerhu Maâni'1-Asâr : 1/13.
[33] Neylü'l-Evtar s 1/33.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/24-27.
[34] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/27.
[35] Müslim — Ibni Mâce — Ahmed b. Haobel — Ebû Dâvud.
[36] Neylü'l-Evtar: 1/34
[37] Fazla bilgi için Fethü'l-Allam'a Taharet bahsine
müracaat e<lilmesi tevsiye olunur.
[38] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/27-30.
[39] Şerhu Meâ.ni'1-Asâr : 1/16
[40] Fıkhü's-Süıme : 1/20.
[41] Geniş bilgi için bak:
es-Siracü'l-Vahhac — Şeyh Muhammed ez-Zehri el-Gamravi •. 1/9 -10.
[42] Tenzihü'ş-Sen&ta-Merfu'â An Ahâdîsi'ş-Şeniâti'l
Mevzu'a : 2/69
[43] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/31-32.
[44] el-Fikhü Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa ; 1/56.
[45] Hâşiyetü't-Tahtâvî Ala Merakı'L-Felâh : 1/34.
[46] Sahîh-i Müslim.
[47] Tirmizî: Abdullah b. Zeyd (r.a.)'den.
[48] Tirmizi: Abdullah b. Zeyd (r.a.)'den.
[49] Ibn Hibbân kendi Sahihinde rivayet etmiştir...
[50] Tirmizi - Taberâni : Ibn Câriye rivayetinden naklen...
[51] Tirmizi : Ebu Habbe'den rivayet etmiş ve «h&dîsün
sahîhün» demiştir.
[52] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/32-36.
[53] Kütüb-i Sitte'den beşi rivayet etmiştir. Ancak îbn
Mâce ile Nesâi «TAHUR* yerine -VEDU» lâfzını söylemişlerdir. Tirmizi bu hadisin
kasen olduğunu belirtmiştir
[54] Ebû Dâ-vud - Nesâi / İsnad-i sahih ile bir sahabiden
rivayet etmişler.
[55] Geniş bilgi için bak.: Fethülbarî Taharet bahsine...
[56] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/36-39.
[57] Bülûğü'l-Meram ; l/18-ü«. / İstanbul Sönmez Neşriyat
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/39-41.
[58] Ahmed b. Hanbel — Müslim : îbn Abbas tr.a.) 'den.
[59] Ahmed b. Hanbel — îbn Mâce : îbn Abbas (r.a.)'den.
[60] Ahmed b. Hanbel — Ebû Davut - Nesâi - Tinnizi :
Hadîsün hasenün sahihün
[61] Buhart - Müslim.
[62] Buhâri -Müslim- Neylül-Evtar : 1/39.
[63] Buhâri -Müslim- Neylü'l-Evtar : .1/39.
Not: Hz. Ayşe
(R.A.) hadîsin sonunda«tahtelifü eydlna» cümlesini kullanmıştır ki, biz ona
«ellerimiz birbirini takip ediyordu- şeklinde tercemeyi uygun bulduk.
[64] Neylü'l-Evtar : 0/39.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/
[65] Şerhu Maani'l Asar -. 1/15. - Sübülü's Selâm :
l/16Taharet bölümü.
[66] Fazla bilgi için bak : Neylü'l-Evtar : 1/40 - Şerhu
Maani'1-Asâr : 1/16.
Ebu Cafer el-ezdi et-Tahavî, bunu «Resdîn b. Sa'd» şeklinde değilde,
«Râşid ta. Sa'd» olarak belirlemiştir.
[67] Bu konuda fazla bilgi için bak : el-Fikhı
Alâ'l-Mezabibi'l arbaa ; 1/33 Mısır baskı
[68] Buharı: Ebû Hüreyre (R.A.)'den.
[69] Neylü'l-Evtar = 1/45,
[70] el-Fıkhu Al&'l-Mezahâibi'l - arbaa . 1/41-42
[71] el-Fıklıu Alâ,'L-Mezahibi'l - arbaa : 1/41-42.
[72] Neylü'l-Evtar : 1/45
[73] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/41-47.
[74] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/47.
[75] Müslim - Nesââ: Eİ3Û Hüreyre (r.a.)'den.
[76] Mâide Sûresi: 4.
[77] Geniş bügi için bak: Neylü'l-Evtar : 1/47.
[78] Darekutnî ; Ebû Hüreyre (R.A.)'den
[79] Darekutnî s Ebû Hüreyre IR.AJ 'den.
[80] îbn Âdiy el-Kâmil'de ; Ebû Hüreyre (R.AJ 'den
[81] Kütüb-i Sitte : EbûHüreyre (r.aj'den
[82] Müslim-Ebû Davut :
[83] Nasbü'r-Raye Li-Ahadîsi'l-Hidâye • 1/131.
[84] Fazla bilgi için bak « Nasbü'r-Râye : 1/132
[85] Fethü'l-Vahhab Bi-şerhi Menheci't-Tullab . 1 /20-21.
[86] Fethü'l-Vahhab Bi şerhi Menheci't-Tullab » 1 /20-21.
[87] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/47-52.
[88] Fıkhü's-Sünne: 1/29.
[89] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/52.
[90] Kütüb-i Sitte'den beşi rivayet etmiştir. Tinnizî bunun
hasen sahîh olduğunu söylemiştir.
[91] Darekutnî » Hz. Aişe (R.A.)'den
[92] Bedayiû's-Sanayi, Fi Tertibi'ş-Şerayi' •. 1/65
(78)^ Haşiyetü't-Tahtâvî 11/18.
[93] Haşiyetü’t-Tahtavi :
1/65
[94] Tenuiru'l-Havâlik :. 1/46
[95] Mu'cemü'l-Fıkhu'l-Hanbel: 1/944-Kuveyt : 1973
[96] Şerhu Mââni'1-Asâr 11/19.
[97] Nasbu'r-Râye . 1/133.
[98] Taberânî / el-Mu'cemü's-Sağîr'de i Enes b. Mâlik'den
(r.a.) Zeylâî Nasbu'r-Râye'de aynı hadîsi nakletmiştir 11/134.
[99] îbn Huzeyıne kendi Sahihinde rivayet etmiştir.
Nasbu'r-Râye ı 1/134,
[100] Hâkim el-Müstedrek'te : Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayet etmiş ve hadîs sahih diye belirtmiştir
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/52-55.
[101] Nasbu'r-Râye * î/133.
[102] Şerhu Maâni'1-Asâr ı 1/19
[103] Sâid'den maksat, Tabiî'nin ileri gelenlerinden Saîd b,
Müseyyeb'dir
[104] Yukarıda sıraladığımız altı rivayeti, Ebû Cafer
et-Tahavî'nin Şerhu Maa-ni'1-Asar t
1/19-21'den terceme ederek aldık...
[105] Ebu Cafer et-Tahavî'nin Şerhu Maâni'l-Asâri'nden kısaltılarak alınmıştır! 1/21.
[106] Fazla hilgi için bakî Mu'cemü'I-Fıkhi'l-Hanbeü" ,
2/944-Tenvirül-Havâlik 1/46.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/55-57.
[107] Bedayiu's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerâyi' i 1/64.
[108] Bedayiu's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerâyi' 11/64.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/57.
[109] Buharî / Hayz t 19. - Müslim / Hacc : 382, Ridâ. t
67,70 Esma bint Ebubekir (r.a.)
[110] Neylü'l-Evtar : 1/52. — el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Ai'baa
: 1/23.
[111] Bedayi'uVSanayi' Fi Tertibi'ş-Şerâyi'. 1/80
[112] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayt' : 1/87.
[113] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayi1 : 1/88
[114] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa : 1/23.
[115] el-Fıkhu Alâl-Mezahibi'1-Arbaa ; 1/24.
[116] Kütüb-i Sitte
[117] Nasbu'r-Raye : 1/207.
[118] Ahmed b. Hanbel - Ebü Davut - Nesâî - îbn Mâce - îbn
Kuzeyine - îbn Hibban: Ümmu Kays bint
Muhsin'den.. Ayrıca bu konuda bak; Şevkani'nin
Neylü'l-Evtar: 1/52.
[119] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
1/58-62.
[120] Bedayi'u's-Sanayi, Fi Tertibi'ş-Şerayi,; 1/79
[121] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/62.
[122] Ahmed b. Hanbel: Abdullah, b. Ömer (r.aj 'dan.
[123] Tiirmizî Ebû Sa'lebe el-Huşnî (r.a.)'dan/Hasen ve
sahihtir...
[124] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/62-64.
[125] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/64.
[126] el-Cemaa
(Müslim dışında diğer beşil rivayet etmiştir. Buhâri / Abdest: 55 ed&b :
80. Ebû Dâvud / Taharet : 136. Tirmizİ / Taharet:. 112. Ahmed.3/239.
[127] Neylül-Evtar: 1/56
[128] Îbn Ebi Şeybe kendi Musannaf : Ebu Cafer Muhammed b
A.li'den
[129] Nasbür'r-Raye ; 1/211.
[130] Darekutnİ / Taharet bahsinde Yere Dokunan Bevl
-babında: 60.
[131] Ebû Dâvud / Taharet: 136.
[132] Buharî / Vuzû' : 57 - 58 - Edeb : 31-80. Müslim /
Taharet: 98 -100.
[133] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/65-68.
[134] Geniş bilgi için bak : Selâmet Yollan : 1/24-26.
Fıkhü's-Sünne : 1/30 Nasbü'r-Raye : 1/212
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/68.
[135] Ebû Dâvud / Taharet: 137.
[136] Ebû Dâvud / Taharet: 137.
[137] Ahmed b. Haabel: 3/92. Daremi / Salat: 103
[138] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'L-Arbaa 11/22-23.
[139] Neylü'l-Evtar ;1/58.
[140] el-Fıkhu
Alâ'l-Mezahibil-Arbaa j 1/24
[141] Neylü'l-Evtar ; 1/58.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/69-70.
[142] Neylü'l-Evtar i 1/58.
[143] MEVSUL,
senedini oluşturan ravileri noksansız olan hadistir. MÜRSEL ise, sened
silsilesinde sahabî atlanmış olan hadîstir.
[144] Nasbu’r-Raye 1/207-208-Babü’l-Encas
[145] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/70-71.
[146] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/71.
[147] Buharî / Vudu' : 59 -Müslim/ / Taharet : 104- -Ebû
Davut / Taharet: 135--Nesâî / Taharet : 188- -Daremi / Vudu' : 63- -Taberâni /
Taharet : 110- Ah-med: 6/356-464.
[148] Ebû Dâvud /
Taharet : 135 -Tirmizî / Cumua ■.
77- -İbn Mace / Taharet: 77-Ahmed: 1/76-97-137.
[149] Müslim / Taharet : 101 -EM Davut/Edeb : 107- Ahmed :
6/213
[150] İbn Mace / Taharet : 77 -Müslim / Taharet -. 103- -Ebû
Davut / Taharet: 135--Tirmizi / Taharet : 54- -Nesâi / Taharet : 189- Darekutnİ
/ Vudu': 105- Ah-med; 6/250
[151] Ebû Davut /
Taharet: 135 -Buharî / Vudu'; 59-
-Tirmizî, Cumua: 78-
[152] İbn Mâc©: 76-77-97-137. Ahmed : 6/229
[153] Ahmed b, Hanbel - Ebû Davut - İbni Mâce/Taharet: 77.
[154] Hâşiyetü't-Tahtavi ı 83 / Babü'l-Encas
[155] Fethülvahhab toi-Şerhi Menhecu t-tullab ; 1/21.
[156] Tenvîrül-havâiik Şerhtin ala Muvatta'i Mâlik : 1/83. .
(132) Neylü'l-Evt&r ; 1/61
[157] Neyü’l-Evtar: 1/61
[158] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/71-75.
[159] Beniş bilgi için bak . Neylü'l-Evtâr : 1/60 -
Fettıülvahhab : 1/21. ( X ) Bak ; Şerhu Maâni'1-Asâr : 1/93.îmam Ebu Yusuf ile
îmam Muhammed'de İmam Azam'in, kavlini tercih etmişlerdir.
[160] Bak: Şerhu Meani’l-Âsar: 1/93.
İmam Yusuf ile İmam Muhammed’de İmam Azam’ın kavlini tercih etmişlerdir.
[161] Nevevl / Şerh-i
Müslim'de
[162] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/75-76.
[163] Buharı / Vudu. : 66 -Zekât -. 8-9-68- -Mağazi : 36-
Diyet, 33- -Hudud, 15--Tıb : 6-29- -Ebu Davut / Hudud; 3- -Tirmizi / Et'ime:
38- -Mesâi/Tahrim-i dem: -7 ibn Mâce /
Tib : 30.
[164] Müslim/Hayz; 97
-Ebu Davut/Taharet : 71- -Salât: 143- ibn Mâce
/Me-sacid: 12. Dâremî/Saîat ■. 113. Ahmed b. HaabeL :3/451-491.
[165] Buharî/Tıb; 57. İbn Mâce/Tıb ; 30.
[166] Ahmed b. Hanbel; 1/293.
[167] Haşiyetü't-Tahtavî Alâ Meraki'L-Felâh : 84
[168] Bedayi'u's-Sanayi Fi-Tertibi'ş-Şerayi1 11/80.
[169] Geniş bilgi için bak: Neylü'l-Evtâr : 1/63.
[170] Fıkhü's-Sünne ı 1/28.
[171] Füîhü's-Sünne ; 1/28.
[172] Ebu Cafer el-Ezdi et Tahavî ; ibn Ebî Davut1 dan/Ş
erhu Maâni'l-Asar: 1/108
[173] Ebu Cafer el-Ezdî el-Tahavî Şerhu Maâni'1-Asar : 1/108
[174] Ebu Cafer el-Ezdi el-Tahavî Şerhu Maâni'1-Asar : 1/108
-109 -110
[175] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/76-80.
[176] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/80.
[177] Eb» Dâvud / Taharet: 82. Tinnizii / Taharet: 84. Ibn
Mace / Taharet; 70. Baremi / Vudu': 49. Ahmed: 3/484.
[178] Ebû Davud / Taharet: 51,90,69,128,180. Nesâî / Taharet:
101. Taberâni / Ci-hâd: 50. Ahmed b. Hatibe!: 1/7,129. 3/73,215,279. 5/2,241,242,247
[179] Buharî/tiimı
51, vudu's 34, gusül: 13,
hayzt 17, Taharet
82 Nesâî/Taha-ret: 111-119,
gusül , 28.
Ahmed ı 1/80-82-87-107-125-129-145- 6/5 Müslim...
[180] Ebû Dâvut/Taharet: 82. Ahmet, 1/145. 4/342
[181] Geniş bilgi için bak t el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa
i 1/79 Nasbu'r Râ-ye -. 1/67
[182] İmam Mâlik, bu hususta Abdullah b. Ömer'den yapılan
rivayeti seçmiştir. Bak : Tenvîrü'l-Havâlik Şerhün Ala Muvatta'i Mâlik •. 1/63
[183]
Mu'cemü'l-Fıkhı'l-Hanbeli: 1/944. el-Muğni : 2/86,87
[184] Ebu Cafer el-Ezdî et-Tahavî-Şerhu Maâni'1-Asâr t
1/45-46
[185]MtideUes hadîs, biri isnadda, diğeri şuyûhta tedlîs
olmak üzere ikiye ayrılır. Birincisi, râvinin muasırı olup görüştüğü halde
ondan hadîs almadığı veya muasırı olduğu halde görüşmediği kimseden hadîs
işittiğini yansıtır ve sanır şekilde rivayet ettiği hadîstir. İkincisi, ravinin
kendi şeyhini künyesinden başka bir künyeyle anması veya onu taşımadığı yüksek
vasıflarla belirtmesidir. Muhammed b.
Ishak'm bu tarz bir tutumu olmuştur. (Fıkhü's Sünne s 1/26-27)
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/80-85.
[186] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/85.
[187] Ebu Dâvut/Taharet
s 134. Ahmet =. 6/125-133-213-239-263. Nesâî/Taharet -. 1S7. Müslim/Taharet
[188] Buharî/Vudu1 64-65. Nesâî/Taharet, 18S Ahmed :
6/142,235.
[189] Darekutıü îbn
Abbas ti\a.) 'dan.
[190] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahîbi'l-Arbaa: 1/23.
[191] Zeylaî/Nasbu'r-Râye
1/210-2X1
[192] Zeylaî/Nasbu'r-Râye • 1/211
[193] Geniş bilgi için bak i Neylü'l-Evtâr : 1/69.
[194] Bilgi için bak . Neylü'l-Evtar : 1/70.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/86-89.
[195] Tenvirü'l-Havâlik Şerhün Alâ Muvatta'i Malik •,
1/69-70.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/89.
[196] Buharı / Bed'ü'I-halk : 17. Taberânî r 58. Ebû Davut /
Et'ime = 48. Nesâî/Feri' 11. İbn
Mâce/Tıb : 31. Dâremî / Et'ime : 12. Ahıned s 2/229-248-263
34O-355-388-390-443-3/34
[197] Geniş bilgi için bak . Feth.ü'1-vahhab /
Kitabu'l-Et'ime : 2/192
[198] Mu’cemü’l-fıkhı’l-Hanbeli :2/945
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/89-91.
[199] îsrâ Sûresi t 70
[200] Buharî/Maraz i 16. Müslim/Hacc : 86,323 Ahmed t
1/204-3/123-127. { X ) Müsned-i Ahmed
* 3/146-229-287.
[201] Müsned-i Ahmed * 3/146-229-287.
[202] Buharî / İstidan : 41. Fazâil; 85. Ahmet, 3/287.
[203] Ahmed b. Hanbel s 4/342
[204] Buharî / Libas ı 66.
Not : ResûlüIIah'ın
saçlarından bir kaç kılın kızıl renkte görülmesi kına ve ketem ile boyandığındandır.
[205] Ahmed b. Hanbel-Müsned * 4/42.
[206] Nacaset-i hubs, murdar bir necaset necaset-i hades, abdestsizlik ve gusül-
süzlüfc murdarlığı demektir
[207] Haşiyetü't-Tahtâvî: 1/307-308.
[208] el-Hâkim / Müstedrek'te ibn
Abbas (r.a.)'dan... Haşiyetü't-Tahtâvî ı
1/309.
[209] Geniş bilgi için bak t el-Aynî ve en-Nevevî şerhleri
cenaze bahsine.
[210] Fethülvahhab Şerhi! 1/89
[211] el-Fıkhu Alâ'-Mezâhibil-Arbaa ı 1/501. Fıkhu's-Sünne:
1/502
[212] NeyUTl-Evtar s 1/73.
[213] Bülûğu'l-merâm tercemesi ve şerhi 1105/İstanbuI.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/92-97.
[214] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/97.
[215] Ahmed ; 5/74-75-45. Dâremi /Udhiye t 19. Nesâi/Feri' ı
7. Tirmizî/Libas; 31
[216] Ahmed . 4/95,99. Ebû Davut.
[217] Ahmed ı 4/96.
[218] Ahmed = 4/101. 5/74,75. Ebû Dâvut/Libas s 40, menâsik
s 23. Nesâi/Feri' i 7 Tirmizî/Libas 31. Dâremî/Udlııyye 119.
[219] Ahmed : 4/132. Nesâi/Feri' ,7.
[220] Ebû Dâvut/Libas : 40.
[221] Bedayi'ü's-Sanayi' Fi TerUbi'ş-Şerâyf . î/85.
[222] el-Fikhu Alâ'I -Mezâhibi'l- Arbaaj, 1/26.
[223] Fethülvahhab Bi
-Şerhi Menheci't- Tullab :
1/20. -el-Fıkhu Al&'l -
Mezahi-bi'1-Arbaa -. 1/27.
[224] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa 11/27.
[225] el-Fıkhu Alâ'i-Mezahibi'l-Arbaa : 1/27.
[226] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/98-101.
[227] İmam Mâlik ile İmam Ahmed'e göre temizlenmez, ancak
kuru maddeleri içine koymakta bir sakınca yoktur.
[228] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/102.
[229] Müslim / Hayz: 100,102,104, Ebû Dâvud/Libaa : 38.
Nesâî / Feri': 5. Ahmed : 4/329, 334, 336.
[230] Müslim/Hayz 103. Ahmed : 1/227, 366.
[231] Mu'cemü'l-Fıkhı'l-Hanbeli : 2/950
[232] Buharî/Büyû' : 15, zebayih: 30. Tirmizi/Libas, 7. Ebu
Dâvud / Libas; 33,39.
Nesâî / Feri':
4,5. İbn Mâce/Libas:
25,26. Dâremî/Udhiye: 20.
Ahmed 4/310, 311.
[233] Neylül-Evtar: 1/77.
[234] îrsalen malûl olması, senedinde bir sahabenin
düşmesidir. Iztıraben ma'-lûl olması,
birçok râviler tarafından
(nüans) farkıyla fakat birbirine
eşit ölçüde yaptıkları rivayettir ki, aralarında bir tercih yapma imkânı hemen
hemen yoktur. Nitekim sözü edilen hadis bazan Hz. Peygamber'in (A.S.)
mektubundan, bazan da Cuheyneii
meşayihten rivayet edilmiştir.
Ayrıca Peygamberimizin
vefatından bir ay, iki ay: kırk gün, üç ay, üç gün gibi farklı sayılar
yer almaktadır.
[235] el-Fıkhu Alâ'l -Mezahibi'l- Arbaa : 1/27 -
Neyiü'l-Evtar : 1/78
[236] İmam Zührl her şeye rağmen ihatalı bir ilim adamıdır.
Hadiste kaynak kabul edilir. Şam ile Hicaz arasında Eyle'de yaşamıştır. Hicrî
123 veya 125'de vefat ettiği söylenir ki, o zaman hadîslerin, tamamı henüz
toplanmamıştı...
[237] Ebû Dâvud - Ibn Hibban - Darekutnî : Meymune
Cr.aJ'dan. Hakim bunun sahih olduğunu belirtmiştir,
[238] Ebû Dâvud - Nesât - Beyhaki. Sahih olduğunu iddi a
edenler bulunduğu gibi muallel olduğunu söyleyenler de var.
Bak: Neylü'l-Evtar : 1/76.
[239] Ahmed : 1/372, 3/476, 5/6.
[240] En'âm sûresi •. 145.
[241] Şerhu Meâni'1-Asar t İbn Abbas (r.a.l'dan 11/471.
[242] Şerhu Meâni'1-Asar : İbn Abbas (r.a.) 'dan j 1/471
[243] Geniş
bilgi için aynı
eserin 1/468-473 sahifelerine müracaat
edilmesini tavsiye ederiz
[244] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/102-108.
[245] îmanı Mâlik, bu konuyla ilgili Meyimme (R.A.)
hadisini, Zeyd b. Eşlem hadisini ve Hz. Ayşe (R.A.) hadisini Muvatta'a olarak derinin,
bir bakıma dibağatla temizleneceğini belirtmiştir. [Tenvirül-HavâJİk ■. 2/44
[246] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/108-109.
[247] Bu konuda geniş bilgi için bak :. el-Fıkhu'AIâ'l
-^ezahibi'l- Arbaa: 1/26,27.
[248] Buhârî/Cihad i 130. Mağazî -. 35. Nikâh t 31. Zebayih
■- 27,28 Müslim/Sayd : 23,30,36. Nikâh ■., 29,32. Ebû Dâvud t
Et'ime ı 25,32. Tirmizî/Nikâh; 29. Sayd? 9. Et'ime ! 6. Nesâî/Taharet -. 54.
Sayd = 29,31. Udhiye 43. Nikâh; 71. İbn Mâce/Zebayih •. 13. Nikâh : 44. Taberânî/Nikâh
: 41. Ahmed ı 1/79,103,142, 147. 2/21,102,143.
[249] Buharî/Cihad -. 48,130. Humus : 20. Menakib 28. Magazî 31. Zebayih : 27. İ'tisam î 24. Müslim/Sayd
% 26.
[250] Şerhu Meâni'1-Asâr t 4/210.
[251] Bedayİ'us-Sanayi' Vi Tertibi'ş-Şerayi'/Zebayih: 5/18.
[252] Minhacü't-tâlibîn ve Ümdetü'l-müftîn / Et'ime : 131.
Fethülvahhab bi-şerhi
Menheci't-tullâb / Et'ime j
2/192.
[253] el-Ümm: 2/251
[254] Mu'cemü'l-fikhî'l-Hanbelî / 7792—C , 2/645.
[255] Mu'cemü'l-fikhi'1-Hanbelî / 7784—C : 2/645.
[256] NahI Sûresi :8
[257] Mü'min Sûresi -. 79.
[258] Tenvîrü'l-Hevâlilc Şerhun Alâ Muvatta'İ Mâlik/Et'ime :
2/43.
[259] Hakim el-Müstedrek'te Câbir (r.a.)'den rivayet etmiş ve Müslim'in
şartına göre sahîh'tir, demiştir.
[260] Buharî / Hayber gazası, Müslim / Zebâyih'te ve her
ikisi ayrıca Nikâh bahs-lerinde zikretmişlerdir.
[261] Bu husustta geniş bilgi için bak : Nasbur'r-Râye t
4/198
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/109-112.
[262] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/113.
[263] Buharı/Libas : 25. İbn Mâce/Libas! 16,
[264] Buhari/Eşribe* ' ■. 28. Müslim/Libas :, 1. îbn
Mâce/Eşribe: 17. Dâremi/Eşribe,25
Taberânî/Selâtü'n-Nebiy , 11. Ahmed:, 6/98, 301,302,304
[265] Ahmed b. Hanbel — İbn Mâce ■. Hz. Aişe (r.a.1
'den.
[266] Tirmizî/Libas : 1,2. îbn Mâce/Libas , 19
[267] Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı ı C.4/109.110.
[268] Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı. 4/110 -1718.
[269] es-Siracü'l-vahhac Alâ Metni'l-Minhac -, 10,H./Mısır,
1933. Fethülvahhab bi-Şerhi Menhecü'l-Tullâb •. 1/6,7. Mısır : 1948.
[270] Mu'cemti'l-Fıkhı'l-Hanbelî •. 1/358 — Kuveyt*1973 -1933.
[271] Kaynaklarıyla îslâm Fıkhı: 4/111 - 1710/Celâl YILDIRIM
[272] Tenvîrü'l-Havâlik Şerhün Alâ Muvatta'î Mâlik: 3/110
[273] Tenvîrü'l-Havâlik Şerhün Ala Muvatta'î Mâlik-, 3/102
[274] Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı: 4/110 -1718 / Celâl
YILDIRIM
[275] el-Ümm- ı/ıo.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/113-118.
[276] Buharî/Humus î 5,
[277] Ahmed b.Hanbel: 3/139,155,259.
[278] Buharî/Vudû' :45. Ebü Dâvud/Taharet: 47.tbn
Mâce/Taharet-. 61
[279] Ahmed b. Haabel.
[280] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
1/119.
[281] Buharî/Bed'ü'1-halk: 11. Ebû Dâvud/Eşrlbe: 22
[282] Müslim / Eşribe • 96,99. İbn Mâce / Eşribe ( 16. Ahmed
: 3-355.
[283] Buhaı-î/Bed'ül-halk : 15, Eşribe : 22. Ebû Dâvud •.
Eşribe 22. Ahmed; a/301,319
[284] Ebû Dâvut/Eşribe
: 22. Tinnizî/Et'ime : 15. Taberânî/Sifatu'n-Nebiy t 21 Ahmed :
3/386,395.
[285] Müslim/Eşribe : 94. Ebû Dâvut/Eşribe t 22. Ahmed ,
3/314.
[286] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/120-123.
[287] Buhan/Vudû < 9,10. Miislim/Hayz i 122. Ebû Davut/Taharet = 3. Tirmizi/
Taharet; 4. Nesâî/Taharet 17.
[288] Hubs ve habâis •, Her çeşit pislik, murdarlık,
hastalık, mikrop, zararlı cin ve şeytan demektir.
[289] Müslim/Hayz : 118,121. Ebu Davut/Taharet : 190. Et’ime
: 11. Tirmiz/Taharet : 5.10,170. Daremi/Vudu’ : 1/282,327,349,359. 3-443,
4-224, 237,. 6/189
[290] Neylü'l-Evtar * 1/89-90.
[291] İbn Mâce/Taharet 110.40
[292] Hâşiyetü't-Tahtâvi * 28,29
[293] Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı / Celâl Yıldırım , 1/146.
(Birinci baskı), Fetavâ-yı Hindiyye : 1/50
[294] es-Siracü'1-vahhac Ala Metni'l-Minhac s 1/13.
[295]
Hâşiyetü't-Tahtâvî t 28,29.
[296] Mu'cemü'l-Fıkhı'l-Hanbelî .
i/65 eİ-Muğnî / İbn Kudâme s I -
162,167^168.
[297] Tirmizî/Libas : 16,17. Ebü Dâvud/Taharet ı 10. Nesâî -
Zînet ; 53. îbn Mâce -Taharet i 8,11,71. Dâremî/Vudu, s 10. Ahmed , 2/311,454.
3/99,101,282. 4/373, 383.
[298] Münker hadîs Zayıf bir râvinin güvenilir bir râviye
muhalif olarak rivayet ettiği hadîstir.
(Hadîs ilimler ve Hadîs İstılahları ■. 162).
[299] Fazla bilgi için bak ■ Neylü'l-Evtar : 1/90,91.
[300] Bilgi için bak
: Mu'cemü'I-Fıkhî'l-Hanbeli =
1/65.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/123-128.
[301] Ebû Davut/Taharet :
8. Tirmizi/Taharet : 67. Isti'zan : 27. Nesâî/Taharet ; 32,33. İbn
Mâce/Taharet -. 27. Dâremi/Isti'zan ; 13. Ahmed : 5/225.
[302] Fıkhü's-Sünnet : 1/32.
[303] Ebû Dâvut/Taharet; 7. Alımed : 3/36.
[304] Fazla "bilgi için bak : Mü'cemu'ı Fıkhı'
1-Haabeli : 1/65. Haşiyetü't Tahtâvî kenarı Meraku'1-Mâh •. 29.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/128-129.
[305] Müslim/Taharet :
68. Ebû Dâvut/Taharet : 15. Ahmed : 3/382
[306] Ebû Dâvut/Taharet :
14. îbn Mâce/Taharet .- 21.
[307] îbn Mâce
[308] İbn Mâce/Taharet : 72.
[309] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/129-130.
[310] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/130-131.
[311] Müslim/Taharet, 60. Ahmed 5/416,421
[312] Euharî/Vudu' 111. Nesâî/Talıaret ı 20. Ahmed ■
5/416,421
[313] Nesâİ/Tfüıaret 34. Buharî/Vudu' ı 21. Müslim/Taharet s
58. Ebû Davut Ta^ haret : 4. Tirmizj/Taharet = 14. îbn Mâce/Taharet , 16.
Dâremî/Vudu. ; 12. Aluned ı 2/247,250. 5/438.
[314] Buharî/Vudû : 11,60. Salat : 29.
Müslim/Taharet : 59. Ebû Dâvut/Tahare 4. Tirmizi/Taharet : 6.
Nesâî/Taharet : 19,60. İbn Mâce/Talıaret : 17
[315] el-Fıkhu Ala'1-Mezahibi'l-Arbaa ; 1/96.
[316] Fethulvahhab :
1/9. es-Siracü'1-vahhac Ala Metni Minhac : 1/13
[317] eî-Fıkhu Alâ'1-Mezahibi'l Arbaa : 1/97.
[318] Muvatta' : 1/200.
[319] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibil-Arbaa ; 1/95.
[320] Tahtâvi Ala Merakil-felâh ; 29.
[321] Neyü’l-Evtar
[322] Neylü'l-Evtar
1/95
[323] İbn Ömer
(r.a.), Peygamber (a.s.)
def-i hacet ederken önünü Şam'a arkasını Kabe cihetine çevirmiş bir halde gördüm» demiştir. Bunu, kütüb-i
.sitte almıştır. Cabir'den yapılan rivayette ise, demiştir ki :
«Peygamber (a.s.) küçük abdest bozarken kıbleye yönelmemizi menetti. Vefatından
bir yıl önce kendisini kıbleye yönelik bir halde bevl ederken gördüm.» Kütüb-i
sitteden beşi rivayet etmiştir.
[324] Ebû Davut - İbn Mâce/Taharet : 17. Ahmed : 4/210.
[325] el-Cemaat rivayet etmiştir...
[326] Kütüb-i sitte rivayet etmiştir, Nesâi hariç..
[327] Ebu Davut - Taberânî/Taharet 1/2.
[328] îbn Mâce - Ahmed : 6/219,227,239.
[329] Münker hadis, zayıf bir râvinin ayni hadîsi sıka
(güvenilir) râviye muhalif olarak
rivayet ettiği hadistir. Mîzanü'l-I'tidal: 1/232 - 2432 nohı Hâlid... Geniş
bilgi için bak : Neylü'l-Evtar : 1/100,101.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/131-136.
[330] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/136.
[331] Nesâî/Taharet : 24.
Tirmizî/Taharet : 8. İbn
Mâce/Taharet : 14. Ahmed 6/192,213.
[332] Tirmizî/Taharet: 8. İbn Mâce/Taharet: 14.
[333] Tirmizî/Taharet : 8. İbn Mâce/Taharet =14.
[334] Hafız Bezzar : Büreyde'den tr.a.1 rivayet etmiştir
[335] Hâşiyetü't-Tahtâvî Alft Meraki' 1-Felah : 30.
[336] Bilgi için bak : Tenvirü'l-Hevâlik : 1/84.
[337] El-Mugnl ve Eş-Şerhü'l Kebîr : 1/156.
Mu'cemül-Fıkhi'l-Hanbeliİ : 1/64
[338] İbn Mâce : Cabir (i\a.)'dan.
[339] Mizanü'l-İ'tidal: 3/62-5593 nolu Adiy...
[340] Ebû Dâvut/Taharet : 11. Nesâî/Taharet : 25. İbn
Mâce/Taharet : 14.26. Ah-med -.4/196.
[341] Buharî/Vudû' : 60, Mezalim : 27. Müslim/Taharet :
73,74. Ebû Dâvut/Taharet : 12. Tirmizi/Taharet : 9. Nesâî/Taharet : 16,23. Îbn
Mâce/ Taharet 13. Daremî/Vudû' : 9.
Ahmed ; 4/246. 5/283,394,402.
[342] Buhari/Vudû' 55.56. Cenâiz •. 81,88. Edeb : 46,49.
Müslim/Taharet : 111. Ebû Dâvut/Taharet : 11. Tirmizî/Taharet : 53. Nesâi/Taharet
: 26, cenâiz ; 116. îbn Mâce/Taharet :
26. Dâremî/Vudû, : 61. Ahmed : 1/225. 5/266.
[343] İbn Mâce- Ahmed b. Hanbel: Ebû Ümâme Cr.a.)'den.
[344] Darekutni; Enes (r.a.)'den
[345] Müsned-i Bezzar : Ubâde b. S&mıt (r.a.) 'den.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/138-143.
[346] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/143.
[347] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/144.
[348] Müslim/Taharet -. 158. Ebû Davut/Taharet ı 20. Ahmed
b. Hanbel...
[349] Dârekutnî t, Ebû Hüreyre (r.a.)'den. İsnad-i ceyyid
ile...
[350] Buharî/Vudû' : 21. Nesâî/Taharet , 34, Müslim/Taharet
ı 58. Ebû DâvutA Taharet : 4.
Tirmizi/Taharet : 14. İbn Mâce/Taharet : 16. Dâremî/Vudû' -, 12. Ahmed . 2/247,250. 5/438.
[351] Bedayiü's-Sanayi'
Fi-Tertibi'ş-Şerâyi' , 1/18.
el-Filthu Alâ'l-Mezahibi'I-Ar-baa
* 1/98.
[352] BedatiiÜVSanayi'
Fi-Tertibi'ş-Şerâyi, : 1/18.
[353] Şerhu Maâni'I-Asâr : 1/122.
[354] Bedâyi'u's-Sanayi' Fî-Tertibi'ş-Şerâyf : 1/18.
[355] Fethülvahhab bi-Şerhı Menheci't-Tullab -. l/io.
[356] Şerhu Maânı'I-Asâr , 1/121.
[357] Fethülvahhab s 1/10-11. el-Fıkhu Alâ'I Mezahibfl-Arbaâ
; 1/99.
[358] Mu'cemü'l-Fıkhi'I-Hanbelî . 1/85.
[359] Mu'cemti'I-Fıkhi'l-Hîüıbelî ,. 1/66
[360] el-Muğuî ve'ş-Şerhü'1-Kebîr : 1/147
[361] el-Muğnî ve'ş-Şerhü'1-Kebîr ı 1/149.
[362] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l Arbaa . 1/99,100.
[363] el-Muğnî, eş-Şerhii'1-Kebîr v 1/147
[364] Şerhu Maâni'1-Asâr i 1/122. Buharî/Vudu' , 21. Tirmizî/Tiüıaret -.
13. Ne-sâî/Taharet s 37. Ahmed ,
1/388,418,427,450,465.
[365] Ebû 'ıDâvut/Taharet f 21, Nesâî/Taharet * 33. Dâremî/Vudu, , 11.
Ahmed; 1/133.
[366] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/144-149.
[367] Buhari/Menakıb , 25. Vudu' t 15,16. Salat t 93.
Müslim/Zühd ; 75. Dâremî/-Vudu' i 15. Ebû Dâvut/Taharet -, 60.
[368] Nsylü'I-Evtar ,
1/120.
[369] Neylü'l-Evtâr * 1/120.
[370] Tevbe Sûresi : 108. / Ebû Dâvut/Taharet . 23. İbn
Mâce/Taharet ı 28, Tir-imizî...
[371] Neylii'i-Evtar . 1/121.
[372] Fazla bilgi İçin bak ; Nasbu'r-Raye Sı 1/218,219.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
1/150-152.
[373] Buharî/Menakibü'kAnsar t 32.
[374] Müslim/Taharet ,
14. Dâremî/Vudû' : 12. Ahmed
3/487.
[375] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/152-153.
[376] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/153-154.
[378] Buh&rî/Savnı
: 27. Nesâî/Taharet i 4. İbn Mâce/Taharet ( 7. Dâremî/Vu-du ı 19. Ahmed ;
1/3,10. 6/47,62,124,146,238.
[379] Tirmizî — Ebû Dâvud / Taharet: 25. Nesâî/Mevakit =20,
tbn Mâce / SalatiS. Ahmed -. 2/245.
[380] Buharî ve Tirmizi müstesna Kütüb-i Sitte sahipleri
rivayet etmişlerdir.
[381] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Teıtibi'ş-Şerâyî' , 1/19..
[382] es-Siracü'1-vahhac Ala
Metni'l-Minhac t 17. el-Fikhu
AJâ'l-Mezahibi'l Ar-baa ı 1/72.
[383] Fethülvahhab bi-Şerhi
Menheci't-Tullab : 1/13.
[384] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa , 1/74,75.
[385] Mıi'cemül-Fikhi'l-Hanbelî t 17477,478.
[386] el-Muğnî ve eş-Şerhü'1-KeİJÎr s 1/78,
79.
[387] Mu'cemü'I-Fıkhi'I-Hanbelî : 1/478.
[388] îbn Mâce
[389] Bu hususta geniş bilgi için bak i, Fethü'İ-allâm :
1/22.
[390] Buharî / Vudü' 73, Tahareti 46,47. Teheccüd t 9. Ebû
Dâvud / Taharet: 30. Nesâî / Taharet t ı, Kıyamü'1-leyl: 10,11. İbn Mâce /
Taharet , 7. Ahmed 5 / 382, 390, 402,
407.
[391] Ebû Dâvud kendi Sünen'inde : Ali b. Zeyd'den...
[392] Ebû Dâvud kendi Sünen'inde: Ahmed s 2/117 - Müsned-i
Ebû Ya'Iâel-Musilî.
[393] İbn Mâce / Taharet i 7.
[394] Tirmizî / Nikâh ı 1. Ahmed ■. S/421.
[395] Tirmizi/Savm > 29. Ahmed , 3/445
[396] Ebû Dâvud / Savni! 26. Tirmizî / Savm- 29. İbn Mâce /
Siyam s 17.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/154-159.
[397] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/159-160.
[398] Buharı / Libas j 51,63,64. Müslim / Tahareti 49,50.
Ebû Dâvud Tereccül: 1Û Tirmizî / Edeb : 14. Nesâî / Taharet j 8,10. Zinet-.
1,55. İbn Mâce / Taha-! ret
: 8. Taberânî / Sıfatü'n-Nebiy , 3. Ahmed , 2/229,239,283,410,489.
[399] Müslim / Taharet : 51. İbn Mâce / Taharet-. 8.
[400] Müslim / Taharet: 56. Ebû Dâvud / Taharet: 29. Tinnizî
/ Edeb: 14, Nesâî/ i Zînet : 1, îbn Mâce
/ Taharet t 8. Ahmed t 6/137.
[401] Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı: 4/205,^06. Günlük ve
haftalık Temizlik.
[402] el-Muğni ve
eş-Şerhü'1-Kebîr t 1/70,72.
[403] Tenvîril-Havâlik
Şerhün Alâ Muvatta'î
Mâlik; 3/107,108.
[404] Şerhu Meâni'1-Asâr . 4/229 — Kitabü'l-Kerahet
[405] Fazla bilgi
için bak: Neylü'l-Evtar . 1/132.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/160-164.
[406] hususta geniş bilgi için bakı el-Muğnî/Faslün
Fi'1-Fitrat t 1/70-73,
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
1/164-165.
[407] Barnaba İncil'i = 5/1-4.
[408] Buharî / Enbiya ı 8, îstl'zan, 51. Müslim /
Fezâil, 151. Ahmedi 2/322,418,
435. Taberânî / Sıfatü'n-Nebiy s 4.
[409] Kaynak olarak 339 nolu nota bakılması...
[410] Ebû Dâvud /
Taharet 1 129. Ahmedı
3/415.
[411] Feyzü'l-kadir
Şurtm CamiTs-Sağir t 3/503 —
Beyrut ( 1972,
[412] el-Muğnî (
1/70,71.
[413] Fetâvâ-yı Hindiyye ı 5/357
[414] Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı / Celâl YILDIRIM ,
4/70-1678.
[415] Fıkhü's-SÜnnet . 1/37 -Sünenü'l-Fıtrat bölümü.
[416] Neylü'l-Evtari: 1/134.
[417] Geniş bilgi için bak : Neylü'l-Evtar : 1/135.
[418] Ahmed > 5/75. Ebû Dâvut/Edeb :. 167 .
[419] İslâm'da Aile Eğitimi / Prof. Abdullah ULVAN, Mütercim
. Celâl yıldırım i 1/120.
[420] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
1/165-170.
[421] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/170.
[422] Müslim/Bü-r î 33. Ahmed b. Hanbel : 2/285,539.
[423] Ttrmizî/Edeb : 16. Nesâi/Taharet -, 12, zînet s 2.
Ahmed ; 4/366,368'4lQ
[424] Müsned-i Ahmed -K 2/365,386. Müslim / Taharet: 55.
[425] Buhârî/Libas t 64. Müslim Taharet ; 54.
[426] Neylü'l-Evtar j 1/137.
[427] Neylü'l-Evtar s i/137
[428] Şerhu Meâni'1-Asâr
4/231.
[429] Şerhu Meânl'1-Asâr * 4/231
[430] Dİ-Muğnî * 1/73-74.
[431] Tenvîrü'l-Hevâlik Şerhün Alâ Muvatta'i Mâlik , 3/123.
[432] Üsmüdü'I-Ayneyn / îbn Hacer el-Heytemî j 8i -Mısır :
1355- 1936.
[433] Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı : 4/207.
[434] Tirmizî
[435] Şerhu Maâni'1-Asâr
[436] Şerhu Maâni'1-Asâr :
[437] Şerhu Maâni'1-Asâr
[438] Fazla bilgi için bak /229. 4/230. 4/230. ı Şerhu
Maâni'1-Asâr4/229-232,
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/170-176.
[439] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/176-177.
[440] Ahmed t
2/179507,210. Ebû Dâvut/Tereccül , 17, Tirmizî/Fazâil-i cihâd : 9.
[441] el-Hıl&i
kendi Cami'inde Tank b. Habib'den
rivayet etmiştir. Neylü'Iev-tar ,
1/139. j
[442] Bezzar-Tabelrânî ■ Fazale b. Ubeyd'den
[443] Buğyetü'l-müsterşİdîn/Hisalü'l-fıtrat t 19,20.
[444] el-Mugnî i 1/75.
[445] Fikhü's-Sünnet t 1/39.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/177-179.
[446] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/179-180.
[447] Kütüm-. Mersin yaprağına benzer yaprağı olup nefis
kokusu ve boyası olan bir bitkidir ki, Araplar onu kınayla karıştırıp
kullanırlardı
[448] S e ğ â m e s Çiçeği ve yemişi beyaz olan bir bitkidir
ki, daha çok Arabistan'da yetişir. Ebu Kuhafe ise, Ebûbekir SIDDÎK'ın babasıdıi1 ki Mekke'nin
fethinde İslâmİyeti kabul etmiştir
[449] İbn Mâce / Libas : 33. Ebu Davut- Nesâî,
[450] Ahmed s 3/160. Buharı, M,üslim..
[451] Üsmüdü'l-ayneyn îbn Hacer el-Heytemi . 78. / Mısır :
1936
[452] Gayeti! Telhiai'l - murad / İbn Ziyad: 78 / Mısır :
1936,
[453] el-Mugnî ve eş-Şerhti'1-Kebîr : î/75.
[454] Vers ı Güzel
kokulu, san renkli bir bitkidir. İyisi
kızılımtırak ve yumuşak olur. Daha çok Yemen bölgesinde yetişir. Za'feran :
Çok güzel kokulu olup sarı kırmızı
karışımı bir rengi vardın daha çok
boyacılıkta kullanılır.
[455] el-Muğnî ve eş-Şerhü'1-Kebîr : 1/76.
[456] Tenvîrü'l-Havâlik Şerhün Alâ Muvatta'i Mâlik : 3/125.
[457] Ebû Dâvud/Tereccül : 20, Nesâî/Zinet i 15. Ahmed t
1-273,
[458] Buharî/Enbiya : 50, Libas , 67. Müslim/Libas j 80. Ebû
Dâvut-Tereccül; 18. Nesaî/Zînet ( 14. îbn Mâce/Libas ■. 32. Ahmed
■. 2-240
[459] Tirmizî/Libas : 20. Nesâî/Zînet ı 14. Ahmed , 1-165,
2-261,356,499.
[460] Ebû Dâvud/Tereccül ■. 18, Tirmizî / Libas t 20.
Nesâî - Zinet: 16. îbn Mâce/Libas t 32. Ahmed : 5/147,150,154,156,169.
[461] Ahmed : 2/97,126. Nesâî Zinet i 30
[462] Buharî/Menakıb : 23, Libas ■. 66. Müslim/Fazail - 101,102. Nesâî-Zİnet ; 17. İbn Mâce/Libas i
35,
[463] Neylü'l-evtar i
1/141
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
1/180-185.
[464] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/185.
[465] Ahmed b. Hanbel : Ebu Vemse'den.
[466] Buharı, Mislim, Tirmizî, Ebû Davut, Ibn Mâce :
Aişe (r.a.)'dan.
[467] Ahmed ı 5/123. Nesâî/Zînet t 21. Tirmizî-Libas ,2i.
[468] Buğyetü'l-müsterşidîn / Hîsalü'l-fıtrat ■. 19.
[469] el-Muğnî ve eş-Şerhü'1-Kebîr s 1/75.
[470] Geniş bilgi için bak s Tenvirü'l-Havalik : 3/124.
[471] Müslim/Fazail ; 92. Ebû Dâvut/Tereccül ■. 9.
Tirmizî-Libas ■ 4, menâkib i 8.
[472] Neylü'l-evtâr ; 1/146
[473] Müslim, Ebû Davut, Nesâî î Enes (r.a.)'den.
[474] Buharî/Menakib ı 23, Libas ı 68. Ebû Davut/Libas s 17. tereccül ; 9. Ahmed : 3/249. Müslim
[475] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/185-188.
[476] Ebû Dâvut/Tereccül s 3
[477] Ebû Dâvut/Tereccül : 11, Nesâi/Zînet •. 6. İbn
Mâce-Libas -. 37.
[478] Ebu Dâvut/Tereccül : 1. Tirmizî/Libas : 22.
Nesâi-Zinet : 7. Ahmed ; 4-86. Ğibb s Haftada bir, gün aşırı, araiukh gibi
mânalara delâlet eder.
[479] Nesâî i Ebu Katade'den...
[480] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/188-190.
[481] Buharî/Libas s 72. Müslim/Libas : 72,113. Ebü Dâvud -
Tereccül ; 14. Ne-sât/Zmet * 5,58. îbn Mâce/Libas , 38. Ahmed s
2-29,55,67,82,83,101,118,137, 143,154.
[482] Ahmed b. Hanbel, Ebû Davut, Nesâi : İbn Ömer (r.a.)'dan.
[483] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/190-191.
[484] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/191.
[485] Ebû Davut/Taharet : 19. îbn Mâce/Taharet -. 23.
Taberânî ; 26. Dâremi-Vu-du ı 5. Ahmed : 2/37.
[486]Tirmiz/Tıb : 9,libas:23.İbn Mace/Tıb; 26. Ahmed;1-354
[487] Ebu Davud/Tereccül:6. Nesai/Zinet: 76.Ahmed
[488] Nesai/Zinet.74.
[489] Nesai/Zinet>:31.
[490] Ebu Davud/ nikah:49, libas;8. Tirmiz/Edeb:36.Zinet ;
32. Ahmed;2/541,4/442
[491] el-Muğnî ve Eş-Şerhü'1-Kebîr : 1/76
Mucemü'l-Fıkhi'l-Hanbeli ; 2/830.
[492] Nesâl - Ahmed :
6/72.
[493] Ebû Dâvud / Tereccül: 6. Nesâi / Zînet: 73. Ahmed :
2-32
[494] Fıkhü's-Sünne:
1/40'dan özetlenerek nakledilmiştir.
[495] Sözü edilen hadîs hakkında geniş bilgi edinmek
isteyenlere Neylü'I-Evtar birinci cilt 152. sahifeye bakmalarını tavsiye ederiz;
[496] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/192-195.
[497] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/195-196.
[498]Mâİde Sûresi t 6.
[499] Bulıarî / Hiyelj 2, taharet: 58. Müslim / Taharet: ı.
Ahmed; 2—318. Ne-sâî / Taharet: 103.
İbn Mâce / Taharet ■ 2
[500] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/197-198.
[501] Buharı / İmân : 41,
Itık , 6,, Menâkib-i ashab . 45.
Nikâh; 5 Eyman; 41. Müslim / İmaret : 153. Ehû Dâvud / Talak , 11. Tirmizî —
Fazâil-i cihadı 16. Nesâî / Taharet : 59, Talâk , 24, Eyman , 19. İbn Mâce /
Zühd; 26. Ahmed j 1/23,43
[502] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayt' : 1 / 19.
[503] es-Siracü'1-vahhac ,
15 — Fethülvahhab bi-şerhi Menheci't-Tullâbî i/ii
[504] el-Mugnî
ve eş-Şerhü'I-Kebîr -. 1/91
[505] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/198-201
[506] Kaynaklarıyla İslâm. Fıkhı — Celâl YILDIRIM i 4/419.
[507] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/201.
[508]
Ebû Dâvud / Tah ; 48. Tirmizî / Tah t 20. İbn Mâce — Tah; 41. Dâremî;
Vudû1 i
25. Ahmed : 2/
418, 3, 41, 90, 5,382, 6,382.
[509] Neylü'l-Evtar ı 1/159.
[510] Bedayi'u's-Saımyi, Fi Tertibi'ş-Şerayi' ı 1/20.
[511] Bedayi'uVSanayi1 Fi Tertibi'ş-Şerayi, -. 1/20,
[512] es-Siractilvahlıac Ala Metni Minhac : 1/17.
[513] îmam
Şafiî'ye göre, sünnet,
aıüstehab, mendup tabirleri
eşanlamlı kelimelerdir, biri
diğerinin yerinde kullanılabilir. Bak
t el-Fıkhu, aİâ'I Mezar hibi'l-arbaa t
1/70.
[514] el-Ümm t 1/31
[515] el-Mu£ni ve j eş-Şerhü'1-Kebîr : 1/84.
[516] Şerhu Maâni'1-asar ı 1/27.
[517] Fazla bilgi
için aynı eserin ayni sahifesine
bakılması...
[518] Neylü'l-evtar , 1/159.
[519] Fazla bilgi için bak s Mizanü'l-i'tidal i 3/201-6127
nolu Amr maddesine...
[520] Nasbü'r-râye . 1/4.
[521]
Geniş bilgi için bak ', Zeylâî/Nasbü'r-râye t 1/3,4,5. Neylû'l-evtar :. l/ıl59,
160,161.
[522] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/201-206.
[523] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/206.
[524] Nesâî - Ahmed : 4/9.
[525] Buharî/Vudû, . 26, bedü'1-halk : 11. Müslim/Taharet r
87,88. Ebû Davut/-Taharet : 50. Tirmizî/Taharet : 19. Nesâî/Taharet -. 72. İbn
Mâce/Taharetî 40,112. Daremî/Vudû1 : 78. Taberanî/Taharet i 9, Ahmed t
2/241,253,265, 271,284,316,382,395,403,455,465,471,500,507.
[526] a.g.e
[527] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayt1 . 1/20
[528] e3-Siracülvehhac
Ala Metnil-Minhac -. 17
-Fethülvahhab bi- Şerhi
Men-heci't-Tullâb 1 1/13.
[529] el-Fıkhu Alâ'l-Mezhabi'l-Arbaa j 1/68,
69.
[530] el-Muğnî
ve eş-Şerhü'I-Kebîr s
1/80, 81.
[531] Fethii'1-AUâm Li-Şerhi Bülûği'l-Meram 11/22.
[532] Neylü'l-evtar . 1/163.
[533] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/206-210.
[534] Fazla bilgi
için bak: Fethü'1-AUâm Li-Şerhi Bülûği'I-Meram :
1/21,22,23 Neylti'l-evtâr ı 1/162,163,164.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/210.
[535] Buharı / Vudû' j 24,28. Savun 28. Rıkak: 8.
Müslim/Taharet; 3,8. Ebû Dâ-vud / Taharet : 51. Nesaî / Taharet : 67,68. îbn
Mâce / Taharet: 6. Ahmed:
1/59,64,66,68,71.
[536] Ahmed b. Hanbel — Nesâî: Ali (r.a.î 'den.
[537] Bedayi'Ü's-Sanayi'Fi-T,ertîbi'ş-Şerayi' 1/21.
[538] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab 11/14.
[539] es-Siracülvahhac Ala metni’l-minhac :17
[540] el-Mu&nî ve eş-Şerhiil-Kebîr 11/102.
[541] el-Muğnî ve eş-Şerhül-Kebîr i 1/86.
[542] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa *1/69.
[543] Neylü'l-evtar; 1/165.
[544] Birinci hadîsi
Buharı île Müslim, ikinci hadîsi Tirmizî ile Nesâİ
rivayet etmişlerdir.
[545] Darekutnî ı İbn Abbas (r.a.) 'dan
[546] Beyhakî s Hz. Ayşe (r.a.)'dan.
[547] Buharı / Vudû' -. 26. Müslim / Taharet.: 20, Ebû Dâvud
/ Taharet* 53. Ne-
sâi / Taharet; 69. Taberânî / Taharet: 4.
[548] Darekutnî . Hammad b. Seleme'den o da Ammar b. Ebî
Ammar'dan, o da Ebû Hüreyre Ir.aJ'den
rivayet etmiştir.
[549] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/211-215.
[550] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/215.
[551] Buharı / Eyman: 15, isti'zailî 18, vudû' : 29. Müslim
/ Taharet : 23,263 Sa-lat i 46. Ebû Dâvud / Taharet: 46,56, salatj 144. Tirmİzî
/ Savms 68. Nesâi/ Taharet: 55,70,108,91,105.
İbn Mâce / Taharet: 44. Taberânl / Taharet -. 5. Daremî-/ Vudû'
:. 34,35. Ahmed: 1/78, 4/23,211, 6/40,81,84,99,112,258.
[552] Ehû Dâvud / Taharet: 56. İbn Mâce / Tahareti 44.
Ahmed: 1/228.
[553] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/215-217.
[554] Ahmed 4/114,235,348
[555] Kitabü BedayiVs-Sanayi', Fi Tertibi'ş-Şerayi' -.
1/22,23.
[556] Kitabü BedayiYs-Sanayi', Fi Tertibi'ş-Şerayi' î 1/22.
[557] Pethülvahhab bi-Şerhi Mehneci't-Tullab , 1/14.
[558] el-Ümm : 1/32.
[559] el-Muğnî ve eş-Şerhü'l-Kebir: 1/86.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/217-219.
[560] Buharı / Vudû' ı 7,41,46.
[561] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/219-220.
[562] Dârekutnî i Osman (r.a.)'den.
[563] Buharı Vudû' -. 3. Müslim/Taharet , 34. Ahmed •.
2/334,362,400,523.
[564] Bedayi'u's-Sanayi, Fi Tertibi'ş-Şerayi, -. 1/4.
[565] Bedayi'u's-Sanayi, Fi Tertibi'ş-Şerayi, , 1/23.
[566] Eedayi'u's-Sanayi, Fi Tertibi'ş-Şerayi, ı 1/23.
[567] Fethülvahhab
bi-Şerhi Menheci't-Tullab f
1/12.
[568] Fethülvahhab
bi-Şerhi Menheci't-Tullab : 1/12.
[569] el-Muğnî f 1/107.
[570] el-Muğnî ı 1/87.
[571] eş-Şerhü'1-Kebîr, 1/142.
[572] el-Hâkün/Müstedrek'te...
[573] el-Muvatta, : 1/11
[574] Geniş bilgi için :
Nasbu'r-râyeli-Ahadîsi'l-Hidaye 1/22
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/220-223.
[575] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/223.
[576] İbn Mâce/Taharet : 54. îkaamet » 25. Ahmed ;
1/16,242,358.
[577] ibn Mace/Taharet: 54. Tirmizî/Taharet î 30. Ahmed :
4/229.
[578] Ebu Davut/Taharet ; 59. Tirmizî/Taharet t 30. tbn
Mâce/Taharet : 54. Da-rekutnî/Mukaddeme :. 35.
[579] Bedayi’u’s-Sanayi’Fi- Tertibi-Şerayi’ .1/22
[580] Fethülvahhab bi-Şerhi Men heci,t-Tullab :1/14
[581] el-Muğni ve eş-Şerü’l-Kebir :1/89
[582] el-Fıkhu Ala2l-Mezahibi’l-Arbaa :1/69
[583] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/223-226.
[584] Geniş bilgi için bak -, Nasbu'r-raye
Li-Ahadisi'-Hidâye s 1/27,28. Neyiü'1-ev-tar : 1/182.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/226.
[585] Buharî/Vudû' i 41. Ebû Davud/Taharet t 51.
Tirmizî/Taharet : 26.
[586] Buharî/Vudu' i. 7,28,35,38,42,45,46. Müslim/Taharetr'
: 3,4,18,19,34,75,78,79. Ebu Dâvut/Taharet : 51,53,60. Tirmizî/Taharet :
24,29,36,37. Nesâî/Taharet: 67,68,74,76,78,81,92,93,95,93. İbn Mâce/Taharet t
6,39,46,51,53,57. Daremî/Vudû': 27,36,37,41. Taberânî/Taharet !
1,30,39,41,43,44,78. Ahmed : 1/59,61,66,68,73 74, 83, 110, 122, 123, 127, 135,
139, 142, 154, 156, 160, 214, 268, 369, 379, 2/348, 3/435, 436, 443, 481, 4/19,
25, 38, 42, 94, 112, 114, 122, 159, 201, 223, 237, 245, 247, 248, 251, 255,
288, 348, 349, 5/31, 34, 49, 68, 77, 263, 268, 306, 341, 342 6/358, 359,
[587] Ebu Dâvut/Taharet s 58. İbn Mâce/Taharet :. 89. KITRÎY
veya KATARI : İçinde kırmızı hat bulunan
bir çeşit sarık, veya Bahreyn civarında Katar'dan getirilen bir çeşit kumaştan
yapılan sarık.
[588] Bedayi'u's-Sanayi, Fi-Tertibi'ş-Şereyi' 1/4.
[589] Bedayi'u's-Sanayi, Fi-Tertibi'ş-Şereyi' 1/22.
[590] Bedayi'u's-Sanayi, Fi-Tertibi'ş-Şereyi' * 1/32.
[591] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab , 1/14.
[592] el-Muğni ı 1/lll'den özetlenerek çevrilmiştir.
[593] el-Fikhu Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa :. 1/S8.
[594] Neylü'I-evtar i 1/183.
[595] Ebu Davut/Taharet: 58. ıbn Mâce/Taharet t 89.
[596] Ebû Dâvut/Taharet ı 59. İbn Mâce/Taharet ; 89.
Daremî/Vudû* : 38. Tabe-rânî/ Vudû' •. 38. Nesâî/Taharet » 85. Müslim,
Tirmizî...
[597] Tinnizî -. Ebu Habbe'den rivayet etmiş ve sahîh
olduğunu kaydetmiştir.
[598] Mizanü'l - î'tidal: 2/596 - 4997 nolu Abdurrahman
[599] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/226-231.
[600] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/231.
[601] Buharı / Vudtf' : 7,24,28,35,38,42,45,46, Müslim /
Taharet: 3,4,18,19,34,78,79. Ebü Dâyud / Taharet: 51,^3,60. Tirmizî / Taharet:
24,29,36,37. Nesâi / Taharet: 67,68,74, 76,81,84,92,93,95,96.
[602] Nesâî / Tahare^t: 67,68,74,76,81,84,92,33,95,98.
[603] Ebû Dâvud/Taharet: 51. Tirmizi/Taharet: 29. îbn
Mace/Taharet: 53
[604] BedayiVs-Sanayi' Fi-Tertibi!'ş-Şerayi' : 1/23. Mülteka
: 7..
[605] es-Siracü'1-vehhac Ala Metnil-Minhac . 1/18.
[606] Fethülvahlıab bi-Şerhi MenheciVTuIlab i 1/14.
[607] Fazla
bilgi için bak: Fethülvahhab'ın ilgili sahif esine ve Bedayi'in 1/23.
sahifesine.
[608] el-Muğnî :. l/119'dan özetlenerek nakledilmiştir,
[609] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa ı 1/69'dan özetlenerek
alınmıştır
[610] Eu konuda geniş bilgi için bak : Nasbu'r-raye . 1/22.
NeylÜ'l-evtar s 1/10,191. el-Mugnî : 1/119. el-Bedayİ1 -. 1/23 Şerhu
Meâni'1-asâr =1/3233.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/232-235.
[611] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/235.
[612] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibf-ş-Şerâyt1; 1/23.
[613] İbn Akiyi kendi FüsûTtmdan nakletmiştir
[614] eş-Şerhü'I-kebîr ı 1/140.
[615] Ahmed b. Hansbel,
«o, muzdaribü'l hadistir» demiştir. Yahya ve
Nesâi, onun zayıf olduğunu belirtmişlerdir.
Geniş bilgi için ayrıca bak : Mizanü'l-i'tidal : 3/420-6997 nolu Leys...
[616]
Refi', merfu' anlamına gelir ki, doğrudan Peygamber'e (a.s.)
izafe edilen hadistir. Mursel ise, senedinden, bir sahabinin zikredilmeyip
düşürüldüğü hadîstir.
[617] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/235-238.
[618] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/238.
[619] Buharî/VudıV : 48. Ahmed : 4/244,248,250,251. 6/13,14.
[620] Buhari/Vudû' : 35, 43. salat : 7. mağâzî : 81.
Müslim/Taharet : 72,73,75,80, 82,84,86. Ebû
Davut/Taharet : 12,60,61,63,66.
Tirmizi/Taharet : 70,73,75.
Ne-sâî/Taharet : .15,16,23,62,65,85,87,96. Ibn
Mâce/Taharet •:
39,48,87,89.Daremi/-Vudû1 ; 3,38,41,42,43,45. Ahmed
:
1/14,15,20,29,32,35,44,49,54,
100,113,186,323, 366. 4/139,179,240,244.
[621] Müslim/Taharet :
84. Tirmizi/Taharet :. 73.
Nesai/Taharet : 89. Ahmed
: 4/135 5/281,288,439,440. 6/12,13,14,15.
[622] Buhari/Vudû' : 35,48.salat : 7,25. cihad : 90. mağazî
: 81. libas : 105. Ebu Da-vud/Taharet
: U2,57,60,61,63,66. Tirmizi/Taharet : 71,73,75.
Nesâi/Taharet :
15,16,23,62,65,85,87,95,98. Kıble :
23. Ibn Mace/Taharet
: 39,84,86,87,89. Dâ-remi/Mukaddeme : 32,vudû' : 3,
Taberanî/Taharet : 39,42,45. Ahmed : 1/14, 15,20,29,39,42.
[623] Bedayi'u's-Sanayi1 Fi Tertibi'ş-Şerayt': 1/5.
[624] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb : 1/13,14.
[625] Neylü'l-evtar! 1/195.
[626] Geniş bilgi için bak :, Neylü'l-evtâr -. 1/195-1Ö6.
[627] Ahmed b. Hanbel: 4/135. 1539)
[628] Müsned-i Ahmed •. 4/135,244,248,250. 6/13,14
[629] Ebû Dâvud — Ahmed
s
1/14,15,20,29,32,33,49,100,113,186,322,366, 4/129,170,240, 251.
[630] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/238-242.
[631] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/243.
[632] Buharî / İlim: 3,30. Vudûs 27,29. Müslim / Tahareti
25,28,30. Ebû Dâvud/ Taharet î 46. Tu-mizî/Taharet : 31. Nesâî/Taharet : 88.
îbn Mace/Taharet: 55. Daremî/ Vudû'
■. 35: Taberânî/Taharet i 5. Ahmed •. 2/193,201,205,211,
226,228,284,389,406,407,409,430,468,498.
3/316,390,426. 4/191,
5/425. 6/81,84,99 112,182,258.
[633] Müslim/Taharet i 25,28,30
[634] Ahmed -. 2/193, 201, 211, 226, 284, 389, 406, 407,
409, 430, 468, 498. 3/316, 390, 426. 4/191. 5/425. 6/81, 84, 99, 112, 192, 258
[635] a.g.e. —Darekutnî.
[636] a.g.e. —Darekutnî.
[637] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibİ'ş-Şerayi' 11/5,6.
NOT : Âyet mealinde
«kâ'beyn» kelimesini «iki topuk» diye terceme ediyoruz. Kâ'bden maksat, ayakla
bilek bitişiğindeki iki yuvarlak kemiktir. Topuktan da bunu kasdetmiş
bulunuyoruz.
[638] el-Ümm: 1/28.
[639] es-Siracülvehhac Ala Metnl'l-Minhac 117.
[640] el-Muğnî ve eş-Şerhti'-l-Kebîr s 1/120,121.
[641] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa t 1/58
[642] Tenvîrü'î-Havalik Şerhim Alâ Muvatta'-i Malik , 1/53.
[643] Neylü'I-evtar 11/98.
[644] Şerhü Meâni'1-Asâr j 1/34.
[645] Şerhu Meâni'1-Asâr * 1/34.
[646] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/243-248.
[647] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/248.
[648] Buharı, Müslim / Taharet: 66. Tirmizî / Cumu'a ı 75.
îbn Mâce / Taharet 42. Ahmed : 6/210
[649] Ebû Dâvud / Libas : 41. Ahmed : 2/384.
[650] Dört muhaddis tahıic etmiş, İbn Huzeyme sahîh olduğunu
belirtmiştir
[651] Bedayi'uVSanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayi' 11/22
[652] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tuîlab ; 1/14.
[653] el-Muğnî ve Eş-Şerhü'1-Kebîr : 1/90
[654] eş-Şerhü'1-Kebîr . 1/110.
[655] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa 11/74.
[656] MÜsned-i Ahmed . 2/88.
[657] Müsned-i Ahmed i 2/430.
[658] Müsned-i Ahmed * 2/409
[659] Nesâi / Zînet ı 8.
[660] Müslim / Hayz : 43.
[661] Darekutnî — Neylü'l-Evtar — Beyhaki — Fethü'l-allâm :
1/30.
[662] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/248-252.
[663] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/252.
[664] Buharî, Ebû Dâvud, ibn Nesâi, ibn Ahmed b. Hanbel.
[665] Buharî, Ahmed b. Hanbel
[666] Müslim, Ahmed b. Hanbel
[667] Ahmed, Nesâî, îbn Mâce.
[668] Ebû Dâvud / Taharet -. 52.
[669] Betİayi'u's-Sanayi' Fi tertibi'ş-Şerayi' j 1/22.
[670] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-TuUab 11/14.
[671] el-Muğnî . 1/129,130.
[672] el-Muğnî ı 1/130
[673]eş-Şerhü'1-Kebîr i 1/ 144.
[674] Zehebî
Mizanü'l-l'tidal'da, yedi tane Müseyyeb'den söz etmiş, hemen hepsinin
de zayıf veya meçhul veya mtinker olduğunu belirtmiştir. 4/114-116.
[675] Nasburraye 11-28,29.
[676] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/252-257.
[677] Ebû Dâvud / Taharet: 66. Ahmed ■. 3/424. İbn
Mâce / Taharet 1138.
[678] Müslim / Taharet s 31. Etaû Dâvud / Tahareti 66. Ahmed -. 1/21,23. 3/146.
[679] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayi'. j/22. —
Haşiyetü't-Tahtâvî: 40.
[680] es-Siracülvahhac Alâ Metni'l-Minhac i 18.
— Fethülvahhab bi-Şerhi Men-heci't-Tullab, 1/15.
[681] el-Muğnî t 1/128.
[682] Fazla bigli için bak -. el-Fıkhu
Alâ'l-Mezakibi'l-Arbaa : 1/58.
[683] Fazla bigli için bak: el-Fılihu Alâ'l-Mezakibi'l-Arbaa
: 1/59.
[684] Geniş bilgi için bak j Neylü'l-evtar : 1/206.
[685] Fazla bilgi için bak s Nasbürraye 11/36
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/257-260..
[686] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/260.
[687] Buharı
/Vudû1 •. 34,35. Gusül : 24,27.
Müslim / Salatj 162. Ebü Dâvud/
Taharet. 48,56,88. Tirmizî / Taharet: 48. Nesâî / İftitah •. 56.
[688] İbn Mâce / Taharet: 39.
[689] Bedâyi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerâyî'; 1/23.
[690] Fethülvahhab bi-Şerhi MenheciVTuIIab s 1/15
[691] İbn Mâce/Taharet s 39,40
[692] el-Muğnî * 1131.
[693] İbn Mâce - Darekutnî.
[694] Ebu Said, onun
«Metrükü'l-hadîs» olduğunu söylemiştir. Mizanü'l-İ'tidal 4/129
[695] Fazla bilgi için bak ■, Neylü'l-evtar .
1/207,208.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/2.260-263.
[696] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/263.
[697] Ebu Dâvud/Edep , 128. Ahmed i 3/421
[698] Ibn Şahin / en-Nasıh ve'1-Mensuh... TİrmizI/Taharet t
40.
[699] Tirmizî/Taharet ı 40
[700] Tirmizîı Muâz (r.a.)den.
[701] Haşiyetü't-Tahtâvî
Alâ MeraM'l-felah : 44.
[702] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa 11/75.
[703] Fethülvahhab bİ-Şerhi Menheci't-Tullab : 1/15.
es-Siracülvahhac : 18.
[704] Münker hadîs : Zayıf bir râvinin güvenilir bir râviye
muhalif olarak rivayet ettiği hadîstir
[705] el-Muğnl » 1/131,132
[706] eş-ŞerhÜ'1-Kebîr ı 1/146
[707] Hidaye bu konuya yer vermediği için, ilgili hadisleri
de almamıştır.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/263-267.
[708] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/268.