(TAHARET     BAHSİ). 3

1- Abdestin Fazileti Babı. 3

2- Namaz İçin Temizliğin Vücübu Babı. 5

3- Abdestin Sıfatı ve Kemali Babı. 8

4 - Abdestin ve Akabinde Namaz Kılmanın Fazileti Babı. 13

5- Büyük Günahlardan Kaçınmak Şartı Île Beş Vakit Namazların ve Cuma Namazının Gelecek Cumaya, Ramazanın da Gelecek Ramazana Kadar Aralarındaki Günahlara Kefaaret Olmaları Babı. 17

6- Abdesti Müteakib (Okunması) Müstahab Olan Dualar Babı. 17

7- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in Abdesti Hakkında Bir Bab. 18

8- İstinsar ve İsticmarı Tek Yapma Babı. 21

9- Ayakları Tastamam Yıkamanın Vücübü Babı. 23

10- Yıkanacak Yerlerin Her Tarafını Kaplayarak Yıkamanın Vücubu Babı. 25

11- Abdest Suyu İle Birlikte Günahların Çıkması Babı. 26

12- Abdeste Guere ve Tahcili Uzatmanın Müstehab Olduğunu Beyan Babı. 27

13- Nur Abdest Suyunun Ulaştığı Yere Ulaşır, Hadis-i Babı. 31

14- Zorluklara Rağmen Abdesti Yerli Yerince Almanın Fazileti Babı. 31

15- (Misvak Babı). 32

16- (Fıtrat Hasletleri Babı). 35

17- İstinca Babı. 38

18- Sağ Elle Taharetlenmekten Nehy Babı. 42

19- Temizlik ve Sairede Sağdan Başlama Babı. 44

20- Yollara ve Gölgelere Abdest Bozmaktan Nehiy Babı. 44

21- Büyük Abdest Bozduktan Sonra Su Île Taharetlenme Babı. 45

22- Mestler Üzerine Mesh Babı. 46

23- Alın ve Sarığın Üzerine Mesih Babı. 52

24- Mestler Üzerine Meshin Vaktini Tayin Babı. 54

25- Bütün Namazları Bir Abdestle Kılmanın Cevazı Babı. 55

55

26- Abdest Alanın ve Başka Bir Kimsenin Pislendiği Şüpheli Olan Elini Üç Defa, Yıkamadan Kaba Daldırmasının Keraheti Babı. 56

27- Köpeğin Kabı Yalanmasının Hükmü Babı. 59

28- Durgun Suya Bevl Etmekten Nehiy Babı. 62

29- Durgun Suda Yıkanmakdan Nehyi Babı. 63

30- Bevl ve Diğer Necasetler Mescidde Vuku Bulursa Onları Yıkamanın Vücübü ve Yerin Kazmaya Hacet Kelmaksızın Su İle Temizleneceği Babı. 64

31- (Süt Emen Çocuğun Bevlinin Hükmü ve Nasıl Yıkanacağı Babı). 67

32- (Meninin Hükmü Babı). 69

33- Kanın Pisliği ve Onu Yıkamanın Keyfiyeti Babı. 71

34- (Bevlin Necis ve Ondan İstibra Vacip Olduğuna Delil Babı). 72


(TAHARET     BAHSİ)

 

Kitab: kelimesi toplamak ve katmak mânasına mastardır. Bir yere toplanmış şeylerede ıtlak edilir. Burada maksud olan da budur. İstilâh-ta; kitaptan murad içerisinde ekseriya bâblar ve fasıllarda bulunan bir çok mes'elelerin mecmu'udur.

Taharet: Temizlik ve tenezzüh demektir. İstilâhta ise; temizlen­mek isteyen bir kimsenin gerek hakîkî pisliği, gerekse hades denilen ma­nevî pisliği gidermek için meşru bir surette şüyu veya toprağı yahut her ikisini birden kullanmasıdır.

Aslında bu kelime de masdardır. Kitap kelimesi ile yan yana getiri­lerek bunlardan terkib-i izafi yapılmıştır. İman bütün ibadetlerin şartı ol­duğu ve hepsinden şerefli mertebede bulunduğu için İmam Müslim, Kitabına İman bahsile başlamış, ondan sonra ibâdetleri sıralamıştır. Çün­kü kul ancak ibadet için yaratılmıştır.

 

1- Abdestin Fazileti Babı

 

Vııdû kelimesi vâtiâet'den alınmadır. Vâdâet: Güzellik ve temizlik demektir. Abdest de mü'mini temizliyerek güzelleştirdiği için ona vudû' denilmiştir. Lügat ulemâsının cumhuruna göre; abdest almaya vudû' ab­dest almak için kullanılan suya vadû' derler. Bazıları bu kelimenin her iki mânada da vadû' şeklinde okunacağına kaail olmuşlardır. Her iki mânâda vudû' okunacağını söyleyenler de vardır.

Tâhûr, kelimesi hakkında dahi ayni ihtilâf câridir. Yani temizlenmek mânasına kullanılırsa; bu kelime tuhûr; temizleyen su mânasında kulla-nılırsada tahûr okunur. Maamafih her iki mânada da tuhûr okunur di­yenler olduğu gibi her iki mânada tahûr okunur diyenlerde vardır.

Gusle gelince: Bu kelime ile yıkanılacak su kasdedilirse gayının zarri-mı ile gusl yıkanmak murad edilirse gusl veya gasil okunur. Bazıları: «Masdar olarak kullanırsa gasil; yıkanmak mânasına kullanılırsa gusl okunur» demişlerdir; «Yıkanmak mânasına bu kelimeyi gusl şeklinde okumak hatadır» diyenler de varsada Nevevî'nin beyanına göre hata kendilerindedir. Yıkanırken kullanılan hatmi otu sabun vesaireye de «gısb» derler.

 

1- (223) Bize İshâk b. Mansur rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hab-baıı b. [1] Hilâl rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebân [2] rivayet etti. (De­di ki): Bize Yahya [3] rivayet etti, ona da Zeyd rivayet etmiş, ona da Ebu Sellâm [4], Ebu Malik-i Eşârî'den [5] naklen rivayet etmiş; Ebu Ma­lik şöyle demiş! Resulullâh (Saîlallahü Aleyhi ve Selleın) :

«Temizlik îmanın yarısıdır. Elhamdülillah mizanı doldurur. Sübhanal-lâh ve elhamdülillah göklerle yer arasını doldururlar. (Yahut doldurur.) Namaz bir nurdur. Sadaka bir burhandır. Sabır bir ziyadır. Kur'an da se­nin ya lehine, ya aleyhine bir hüccettir. Bütün insanlar sabahleyin kalkar­lar, kimisi nefsini satar, kimisi de onu ya azad eder, yahut helak!..» buyurdular.

Bu hadisi Nesaî ile İbni Mâce'de tahriç etmişlerdir. Ha­disin isnadı hakkında   Dâre   Kutnî   ile diğer bazı hadis ulemâsı söz etmiş ve Ebu Sellâm ile Ebu Malik arasından râvi Abdurrahman b. Gunm 'un düştüğünü söylemişlerdir, «Buna delil Muaviye b. Sellâm'in aynı hadisi kardeşi Zeyd b. Sellâm 'dan, o da dedesi Ebu Sellâm 'dan, o da Abdur­rahman b.Gunm 'dan, o da Ebu Malik 'i Eş'Arî 'den naklen rivayet etmiş olmasıdır. Hadisi Nesaî, İbni Mace ve -diğer imamlar bu şekilde tahriç etmişlerdir» derler.

Nevevî: «Müslim tarafından buna şöyle cevap verilebilir: Zâhî-re göre! Müslim bu hadisi Ebu Sellâm'in Ebu Ma1ik'ten dinlediğini işitmiştir ve Ebu Sellâm bunu hem Ebu Malik 'ten hemde Abdurrahman b. Malik 'ten bazanda Abdurrahman b. Gunm 'dan rivayet etmiştir. Ne olursa olsun bu metin sahihtir. Tâ'n edecek yeri yoktur.» diyor.

Hadis-i  şerif İslâmm  en  büyük  esaslarından  birini  takrir etmekte olup en mühim, islâmî kaidelere şâmildir.

Şatr: asıl itibarı ile yarı demektir.  Burada   Resulullâh (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem)'in :

«Temizlik  îmanın şatrıdir.»

Buyurmuş olmasının mânası ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre; temizliğin ecr-ü mükafatı katlana katlana imanın yarı ecri kadar olur. Bazıları: «Bunun mânası iman nasıl önceki günahları yok ederse abdest de öylece yok eder. Çünkü abdest ancak imanla beraber sahih olur. İmansızın abdesti muteber değildir. Binaenaleyh abdestin imana mütevakkıf olması onun yarısı mânasına gelmiştir,» demiş; bir takım­ları da buradaki imandan murad namaz olduğunu söylemişlerdir. Nite­kim Teâlâ hazretleri

«Allah sizin imanınızı zayi' edecek değildir.» [6] Âyet-i kerimesin­de namaza imân demiştir. Namazın sahih olması için temizlik şarttır. Binaenaleyh temizlik namazın yarısı gibi olmuştur. Temizliğe namazın şartı denilmesinden onun hakikaten yarısı olması lâzım gelmez. Bu ka­vil bu hususta söylenenlerin en güzelidir. Bazıları bu cümleyi şöyle izah etmişlerdir. «İmanın iki şartı vardır. Biri nefsi kötülüklerden temizle­mek diğeride azayı temizlemek işte Allah'ın huzuruna durmak için bede­nin zahirini temizlemek bundan dolayı imanın yarısı sayılmıştır. Dış aza­sını temizliyen bir kimse kalbini  de kötü inançlardan temizlerse imam bütünlenmîş olur. Suda muhtemeldir; İman kalbin tastiki ile zahiri uzuv­ların inkıyadından ibarettir. Bu tastikle inkiyâd imanın birer şatrıdır. Temizlikte namazı Tazammun ettiği cihetle o da zahirî âzânın inkiyâdı demektir.

«Elhamdülillah mizahı doldurur.» cümlesinden murad onun ecir ve se­vabının büyüklüğüdür. Yâni; mizanı dolduran onun sevabıdır. Kur'an-ı Kerim ile sünnetin bir çok nassları amellerin tartılacağını mizanların bazan ağır bazan hafif geleseğini ifade etmektedirler.

«Hamd'in, mânası; kemâl sıfatlarından dolayı Allah'a sena etmektir. Bu mânayı düşünerek Allah Teâlâ'ya hamd-ü senada bulunan bir kimse­nin mizanı hasenetla dolar. Yani hasenat cisim olsalar mizanı doldurduk­ları görülür.

«Sübhanallah ile Elhamdülillah gökle yer arasını doldururlar (yahut doldurur.)»

Burada râvî şekk etmiş Resul ullâh (SaUaîlahü Aleyhi ve Seîlem) tesniye sigasi kullanarak «doldururlar mı» dedi yoksa müfret sigası ile «doldurur mu» dedi kestirememiştir. Mâna birdir. Bu cümleden murad miza­nı doldurduktan sonra hasenatın artacağını beyandır. Çünkü mizanı yalnız hamd dolduracaktır. Ona bir de Sübhanellah ilâve edilince mizan dolup taşacaktır. Göklerle yer arasını zikretmek sevabın çokluğundan kinaye­dir. Nitekim Araplar çokluğu ifade etmek için bu ifadlyi kullanırlar. Se­vabın ziyadeliğini ulemâdan bazıları şöyle izah ederler. Kulluğun esası marifet ve muhtaciyete dayanır. (Sübhanallah) diyerek teşbihte bulun­mak marifete delil olduğu gibi (elhamdülillah) demekte muhtaciyete de­lâlet eder. Hadisin bir rivayetinde :

«Teşbih mizanın yansıdır. Elhamdülillah mizanı doldurur. Tekbir ise gökle yer arasını doldurur.» buyurulmuştur.

Übbî diyor ki; «Sübühanallah»'m sevap itibari ile «elhamdülillâh»'tan ziyade olması onun tenzih sıfatlarına aid bulunmasındandır. «Elhamdü­lillah» ise kemâl sıfatlarına râcidir. Tevhidi işte bu iki kelime ifade eder.»

Namazın nur olmasından murad Nurun ziyasından istifade ederek geceleyin insan nasıl yolunu bulursa namaz da günahlardan fuhşiyat ve münkerattan men ederek insanı doğru yola hidayet eder, demektir. Ba­zıları : «Namazın sevabı kıyamet gününde bir nur olacak» demiş diğer bazılarıda «namaza nur denilmesi marifet nurlarının parlamasına; kalbin inşirahına ve hakikatlerin kalbe münkeşif olmasına kulun zahiriyle bâ-tınıyle Allah'a yönelmesine sebep olduğu içindir» demişlerdir. Nitekim Teâlâ hazretleri :

«Siz sabır ve namazla Allah'tan yardım  dileyin. [7] buyurmuştur.

Ulemâdan bazılarına göre; namaza nur denilmesi namaz kılanların yüzlerinde hem dünyada hem kıyamet gününde aşikâr bir nur parhyaca-ğı içindir. Nitekim bir hadisi şerifte :

«Kıyamet gününde ümmetim namazdan dolayı alınlarından; abdest-ten  dolayı abdest azalarından  nur parlayarak haşrolunacaklardır.» buyu-

rulmuştur. Dünyada sabah namazını -kılmayan bir adamın yüzü sabahle­yin nursuz olur saçları bir birine karışmış gözleri çapaklı ağzı burnu kir içinde uykudan kalkar. Fakat vaktinde abdest alarak namazını kılanlar­da bunların eseri bile görünmez; yüzünden nur parlar.

«Sadaka bir burhandır» ifadesini Müslim sarihlerinden Ebu Abdillâh Muhammed b. İsmail şöyle izah ediyor: «Bu cümlenin mânası bir insan icabında nasıl hüccet ve burhana baş vurur­sa; sadaka verende verdiği sadakaya iltica edecektir-. Yani kıyamet günün­de kula malını nerelere sarfettiği sorulunca; bu suale cevap hususunda dünyada verdiği zekat ve sadakalar kendisine adetâ bir delil ve hüccet olacak ve ben onları sadaka olarak verdim diyebilecektir. Maamafih ma­lının zekatını verenlere onları tanıtacak gibi bir sima verümeside caiz­dir. Bu sima ve alâmet onlara bir burhan olurda mallarını nereye sar-fettikleri sorulmayabilir.»

Bazıları: «Bu cümleden murad sadaka vermek verenin imanına hüc­cettir. Çünkü münafık zekata inanmadığı için onu vermez. Binaenaleyh zekât vermesine bakılarak veren kimsenin imanında sadık olduğuna is­tidlal» edilir demişlerdir.

«Sabır bir ziyadır» cümlesindeki sabırdan murad şer'an matlub olan sabırdır ki; Allah'ın emirlerine itaat nehiylerine inkıyad dünyanın çeşitli musibet ve belâlarına göğüs germekle tehakkuk eder. Cümlenin mânası sabırm ziya kadar güzel bir. haslet olduğunu sabredenin daima hidayet yo­lunda adeta ışıklar içinde yürür gibi devam edip gittiğini beyandır.

. Bazıları sabrı; kitap ve sünnet yolunda sebat etmektir diye tarif et­miş diğerleri «sabır, belâyı güzel bir edeple karşılamaktır.» demişlerdir, Ebu Alî ed'Dekkâk. (Rahimehuiîah) sabır hakkında şunları söyler: «Sabır, kadare itiraz etmemektir. Şikayet yoluyla olmamak şar-tiyle başa gelen bir belâyı söylemek sabra münafi değildir.» Teâlâ Haz­retleri Eyyüb (Aîeyhisselâm) hakkında :

«Biz onu sabırlı bulduk, o ine iyi kuldur.» [8] Buyurmaktadır.

Halbuki Eyyüb    (Aleyhisseîâm)

«Gerçekten  başıma   belâ  geldi.» [9] diyerek arz-ı hal eylemişti.

Übdî diyor ki: « Kaadi'nin sözünden anlaşıldığına göre ziya ile nur kelimelerinin arasında mânâca fark yoktur. Fakat Hukema'nm ki­taplarında bunların arasında fark vardır. Onlara göre; Ziya birinci ışık­tan, nur ikinci ışıktan meydana gelir.

Birinci ışık: Ziyadır bir şeyin karşısına durulduğu zaman o şey'in bizzat kendisinden hasıl olur. Güneşin karşısında duran dünyanın güneş­ten aldığı ışık gibi. Bu ışık olmasa dünya haddizatında karanlıktır. İşte bu ışığın kuvvetlenmiş haline ziya derler. Nitekim güneşin öyle zamanı saçtığı ışık ziyadır. Ziya zayıf olursa ona şua' derler.

İkinci ışık: Başkasından ziya âlân bir cismin karşısına durulduğu zaman hasıl olan ışıktır. Nitekim ay ziyayı güneşten alır; yere aksettirir. İşte yerin aydan alctığı ziyaya nur derler. Kur'an-ı Kerim de :

«Gür işi ziya, ayı nur olarak yaratmıştır.» [10] buyurulmuştur ki; bu da ziya ile nur arasında fark olduğunu gösterir. Ziya ile nur arasında umum ve husus-u mutlak. vardır. Her ziya» nurdur fakat her nur ziya de­ğildir. Yani ziya ehastır. Çünkü onun nuru fazladır. Bundan dolayıdır ki sabır. Ehass olan ziya ile tavsif edilmiştir. Zira kaide ehassı ehasla eammıda eamla karşılaştırmaktır. Sabrın makamı Ehastır. Çünkü sabır; Nefsi taat ve meşakkatlara hapsetmektir. Bu tefsire göre her sabreden namaz kılar fakat her namaz kılan sabır etmez. Demek oluyor ki; ha-dis-i şerifte bu kaide mucibince ehas olan sabır, ehas olan ziya ile tavsif buyurulmuştur.

«Kur'an'da senin ya lehine, ya aleyhine bir hüccettir.» cümlesinin mânası açıktır. Yâni; onu okur ve mucibince amel edersen faydasını gö­rürsün; aksi takdirde senin aleyhine hüccet olur; demektir. Maamafih münazaa ve münakaşa zamanında baş vurulacak bir merci'dir. Onunla senin ya lehine ya aleyhine ihticac edilir mânasına da gelebilir.

«Bütün insanlar sabahleyin kalkarlar...» ifadesi mukadder bir suale cevap teşkil eden bir istinaf cümlesidir. Sanki : «Yukarıda beyan edi­lenlerden hidayet ve dalâletin neler olduğu anlaşıldı. Ya bundan sonra insanların hali ne olacak?» diye sorulmuş. Bu suale cevaben :    «Herkes sabahleyin kalkar...» yani işine gücüne gider:

«Kimisi nefsini satar, kimisi de onu ya âzâd eder, yahut helâle.» buyurulmuştur.

Bâyî'; kelimesi arapçada hem satıcı hem de alıcı mânasına gelir. Bu­rada ikisinede şamil olmak üzere kullanılmış. Cevap da ona göre veril­miştir. Nefsini âzâd eden bayf müşteri manasınadır. Yani insanlardan bazıları ibadet ve taatta bulunarak adeta nefislerini cehennemden sa­tın alır da âzâd ederler. Nefislerini helak eden bayi'ler onları iflâsa sü-rükliyen bir bedelle satmış gibidirler. Çünkü Allah'ın emir ve nelhiyle-rine râm olmayarak'isyan etmişlerdir.

İbni Mes'ûd (Radiyaîiahu anh) 'dan rivayet edilen şu hadis te en veciz bir ifade ile aynı mânayı beyan eder :

«İnsanlar sabahleyin ilci kısım olarak kalkarlar, kimisi nefsini satar da helak eder;  kimisi -de onun faydasına çalışarak âzâd eyler.»

Belagat ulemâsına göre bu hadis îcâz'm bir nev'idir. Maamafih bayi' kelimesinden yalnız satıcı mânası da kasdedilmiş olabilir. Bu takdirde nefsini Allah'a satan onu âzâd etmiş olur.  Nitekim  Teâlâ Hazretleri:

«Şüphesiz ki; Allah  mü'minlerden  nefislerini safın  almıştır.» [11]     bu­yurmuştur. Nefsini şeytana satanda onu helak etmiştir. Teâİâ Hazretleri : bu bâbtada:

«Nefislerini sattıkları bedel ne fena bir şeydir.» [12]buyurmuştur. ;

 

2- Namaz İçin Temizliğin Vücübu Babı

 

(224) Bize Sa'id b. Mansur ile Kuteybetü'bnü Sa'id ve Ebu Kâmil el-Cahderî rivayet ettiler lâfız Sa'id'indir dediler ki: Bize Ebû Avane, Si-mâk b. Harb'den, o da Müs'ab b. Sa'id' [13] dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Abdullah b. Ömer, İbni Âmir [14] hasta iken onu dolaşım ya gitmiş. İbni Âmir: «Bana dua etmez misin? Ya İbni Ömer!» demiş İbni Ömer:

— Ben Resulullâh (Sallallahü A leyhi ve Sellern) 'i:

«Hiç bir namaz taharetsiz kabul olunmaz; ganimetten aşırılan hiç bir maldan da sadaka kabul edilmez.» buyururken işittim. Halbuki sen Basra'da valilik yapmış bir adamsın cevabını vermiş.

 

(...) Bize Muhammed b. El-Miisenna ile İbni Beşşar rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be ri­vayet etti. H.

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyn b. Ali Zâide'den naklen rivayet etti. Ebu Bekr Vekî'de İsrail' [15]den rivayet etti dedi. Bunların hepsi bu hadisin mislini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Jden bu isnadla Simâk b. Harb'ten rivayet ettiler.

Bu hadis-i şerif namaz kılmak için taharetin farz olduğunu ifade eden bir nastır. Namaz için taharetin şart olduğuna icma-ı ümmet vardır. Kaadî   İyâz   diyor ki:

«Namaz için taharetin ne zaman farz olduğu ihtilaflıdır. İbni Cehm'e göre islâmiyetin başında abdest sünnet olarak meşru idi. Son­ra farziyeti teyemmüm âyeti ile nazil oldu. Cumhur-u ulemâ ise; abdestin bu âyetin nüzulünden evvel farz kılındığına kaildirler. Yalnız her namaza kalkan için abdest farz mıdır yoksa farziyet abdestsiz olanlara mı mah­sustur? Bu cihetle ihtilâf etmişlerdir. Selefin bazılarına göre; her namaz için abdest almak farzdır. Delilleri :

«Namaza kalkmak istediğiniz zaman yüzlerinizi yıkayın...» [16] âyet-i kerîmesidir. Bazıları bu âyetin sonradan nesh edildiğini söylerler; bir ta­kımları âyetteki emrin nedb ifade ettiğine kaildirler. Bu takdirde her na­maz için abdest almak farz değil menduptur. Hatta bazıları: «Abdest yalnız abdesti olmayanlar için meşru kılınmıştır; lâkin her namaz için ye­ni yeni abdest almak müstehabtır» demişlerdir. Ehl-i fetva ulemâda bu kavil üzerine ittifak etmiş ve aralarında hilaf kalmamıştır. Onlara göre; âyetin mânası: «Namaza kalkmak istediğiniz zamana ödeştiniz yoksa — abdest alın demektir.»

Nevevî'de şunları söylüyor : «Ulemâmız abdesti icab eden şeyler hak­kında üç vecihle ihtilâf etmişlerdir:

1- Abdest almak abdestsiz bulunmak sebebiyle müvessa yani geniş bir surette farz olur.

2- Abdest almak yalnız namaza   kalkmak istenildiği  zaman  farz olur.

3- Abdest almak her iki sebeblede farz olur. Ülemâmızca tercih edilen kavil budur. Su veya toprakla abdest almadan namaz kılmanın haram olduğuna ümmetin ulemâsı icma' etmişlerdir. Bu hususta farz ve nafile namazlarla secde-i tilâvet, secde-i şükür ve cenaze namazları arasında hiç bir fark yoktur. Yalnız   Şa'bî   ile   Muhammed b. Ceriri Taberî 'nin cenaze namazını abdestsiz tecviz ettikleri riva­yet olunmuşsa da bu mezheb bâtıldır. Ulemâ bunun hilâfına icmâ etmiş­lerdir. Bir kimse özürsüz olarak kasden namazı abdestsiz kılsa bizim mezhebe ve cumhur-u ulemâya göre kâfir olmaz Ebu Hanife (Rphimehullah) 'den  kâfir olduğuna  dair  bir rivayet vardır.  Çünkü  ab­destsiz namaz kılmak namazla oynamaktır. Bizim delilimiz: Şu dur: Kü­für itikaddan doğar yani abdestin farz olmadığını itikad ederse kâfir olur. Halbuki sözümüz itikadı sağlam olan kimsenin abdestsiz namaz kılması hususundadır. Bütün bunlar abdestsiz namaz kılan kimsenin özrü bulun­madığına göredir. Su veya toprak bulamamak gibi ciddî özürü bulunan bir kimse hakkında Şa'fiî (Rahimehulîah) 'dan dört kavil vardır ki; ülemânm mezhebleride bunlardır. Yani bu dört kavlin her birini kendine mezheb edinenler vardır.

Bizim ulemâmıza göre :

Bu kavillerin en sahihi: Su veya toprak bulamıyan kimsenin ab­destsiz haliyle namaz kılmasıdır. Sonra abdest almaya imkân bulursa namazını yeniden kılmak farz olur.

İkinci kavle göre: Su veya  toprak bulamayan  kimseye  abdestsiz namaz kılmak haramdır. Ona bilâhere su veya toprak bulduktan sonra abdest alarak namazını kaza etmek farzdır.

Üçüncü kavle göre : Abdestsiz hali ile namaz kılmak müstehap; son­ra namazını kaza etmek farzdır.

Dördüncü kavle göre : Abdestsiz haliyle namaz kılmak farzdır. Ka­zası lâzım değildir.

Müzeni bu kavli ihtiyar etmiştir. Delil itibarı ile en kuvvetli olan kavilde budur. Abdest alamadığı halde namaz kılmasının farz oluşu Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:

«Ben size bir şey emrettim mi onu hemen yapabildiğiniz kadar ya­pın.» hadisidir. Kazasının farz oluşu yeni bir emre bağlıdır. Burada asıl olan böyle bir emrin yokluğudur. Yine Müznnî diyor ki: Vakit içinde kılınması emredilen ve bir nev-i kusurla kılman her namazın ka­zası farz değildir.» Allah-u Alem Abdestsiz namaz kılmak Hanefîlere gö­re de küfrü icab etmez. Bu hâl pis elbise ile namaz kılmaya yahut kıble­yi şaşırarak başka tarafa doğru namaza durmaya benzer. Çünkü bir farzın terkinden dolayı küfür lâzım gelmez. Fakat alay ve istihza için abdestsiz namaz kılan kâfir olur. Bu hüküm bütün ibadetlerde böyledir. Yani her hangi ibadetle alay etmek küfrü mucibtir, su ve toprak bula­mıyan kimse İmam Âzam'a göre namazını kazaya bırakır. İmameyne gö­re, Namazını kılanlar gibi yatıp kalkar sonra kaza eder. Maamafih İmam Âzam bu kavlinden İmameyriin sözüne rucu etmiştir. İmam Ahmed'e göre su veya toprağı bulamıyan kılarsa kazası lâzım gelmez. Kaza için ayrı delil lâzımdır.

«Ganimetten aşırıları hiç bir maldan sadaka kabul edilmez.» Gûlüb; asıl itibarı ile henüz taksim edilmeyen ganimet malından çalmak ve hı­yanet etmektir. İbni Ömer (Radiyallahu anhümâ)'nm Hz. İbni Âmir'e bu hadisle cevap vermesi ona bir nevi ihtardır. Çünkü Abdullah b. Amir (Raâiyallahu anh) Basra'da valilik yapmıştır. Yani: «Sen Basra'da valilik yaptın binaenaleyh gülülden ve kul hakkı yemekten hâli değilsin bu sıfatta olan bir kimsenin duası ise kabul edil­mez nitekim namazla zekât ta ancak kendini günahtan koruyanlardan ka­bul edilir, demek istemiştir.

Nevevî İbni Ömer'in maksadı —Allah'u Âlem— îbni Âmiri tövbeye teşvik etmek dine muhalif olan şeyleri yapmamasını tembihte bulunmaktır. O, bu sözü ile Fâsıklara yapılan duanın kat'i su­rette fayda vermiyeceğini kasdetmemiştir. Zira Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) ile selef-i salihin ve onların halefleri kûffar ile mü'-minlerin günahkârlarına hidayet yermesi için Allah'a dua edegelmişler-dir.» diyor.

Bu hususta Sahih-i Müslim sarihi Übbî de şunları söylemekle­dir : «Herhalde İbni Ömer hazretlerinin mezhebi bu olacaktır Yani o Allah'ın emirlerine muhalefetle âsi olanlara dua etmeyi caiz gör­mez. Aksi takdirde onlara dua etmek caizdir. Bilirsin ki İbni Ömer din babında şiddetlidir. İbni Âmir'in bir zamanlar Basra'da vali bulunduğunu söylemesi oranın gulül yeri olduğuna tarizdir. Hadisin ba­zı tariklerinde, ona : «Sen Basra'da valiydin. Hiç zannetmem ki oradan bir şey almamış olasın» dediği rivayet olunur., Haram maldan sadaka vermek de ganimetten aşırılan maldan sadaka vermek, gibidir...» Übbî sözlerine devamla şu hikayeyi anlatmıştır.

Halife Reşidin" zevcesi ve oğlu Eminin annesi Zübeyde bin-ti Ebi Ca'f er-.il Mansur çok sadaka veren köprüler yaptır­mak fîsebilillâh ordu teçhiz etmek gibi hayır hasanetı seven bir kadındı. Mansur b. Ammâr diyor ki: Harem-i Şerifte uyuyordum. Rüya görmüşüm. Baktım ki bir kadın kırıta kınta yürüyor. Kendisine ayol bu yerde böyle yürümekten utanrmyornıusun; Sen kimsin? dedim.

  Zübeydeyim cevabını verdi.

  Harun er-Raşidin zevcesi ve halifeler kızımı?

  Yere batsın o halifeler Mansur da kim oluyor. Vallahi ben Aden'­de bir çoban olmaya bundan çok daha razıyım.

  Niçin böyle söylüyorsun? Sen bunca sadakalar verir bunca hay­rat yaptırırdın.

  Onların hepsi tarumâr oldu. Vallahi mizanımdan bir danenin bile uçarak sahibinin mizanına gittiğini gözümle gördüm. Eğer Allah Teâlâ bana iki hasletim sebebiyle hayır ihsan etmeseydi bugün hâlim yamandı.

  Nedir o iki haslet^

  Emîr  evlâdımı kucağımda  kesti. Ben buna sabrettim. Allah'ta bana sevap ihsan etti. Bir defada elim Reşidin elinde tavaf ediyorduk. Bir de baktım bir kadıncağız yetimlerinin rızkı peşinde çabalayıp duru­yor. Hemen yüzüğümü parmağımdan  çıkararak  o yetimlere tasadduk ettim. Bu yüzük bana ecdadtan kalma mirastı. Ve kırkbin dirhem kıy-metindeydi. Bundan dolayı da Allah bana sevap ihsan etti. Ben Allah'ın indinde evlât ölümüne sabırla ve bu yetimlere verdiğim sadakadan be­nim için daha faydalı bir şey göremedim dedi.

Müslim'in Muhammed b. El-Müsenna tarikinde bunların hepsi Sımak b. Harb 'den rivayet ettiler... denilmiştir. Bunların hepsinden murad; Şu'be, Zaide ve İsrail 'dir. Hatta Ebu Bekr Veki 'den rivayet ederken «rivayet etti» bile demiyecek «Veki 'de» demekle iktifa etmiştir. Cümle yukarıya at­fedildiği İçin mâna doğrudur. «Veki'de İsrail'den rivayet etti» demektir.

 

2- (225) Bize Muhammed b. Rafi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-durrezzak b. Hemmam rivayet etti. (Dedi ki): Bİze Ma'mer b. Raşid, Vehb b. Münebbih'in kardeşi Hemmam b. Münebbih'ten naklen rivayet etti. Hemmam: Bize Ebu Hüreyre'nin Muhammed Besulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den jdvayet ettiği budur diyerek bir takım hadisler zik­retmiş ve ezcümle şöyle demiş Resulullâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Abdesti bozulduğu vakit abdest almadıkça sizden hiç birinizin na­mazı kabul olunmaz.»  buyurdular.

Bu hadisi 'Buhârî «Kitabu'l Hiyel» da tahriç etmiştir. Buhârî sa­rihi Kirmani onun şerhinde şunları söylemiştir: «Bu hadisin bu ba­hisle alakası nedir dersen ben de derim ki: ulemâ; Buhârî 'nin bun­dan maksadı Hanefîlere reddiyede bulunmak olduğunu söylerler. Çünkü Hanefî 'ler namazın son celsesinde abdesti bozulanın namazı sahih ol­duğuna kaildirler. Ve: Namazdan çıkmak namaz cinsinden olmayan her fiille caizdir diyerek hile yaparlar ve abdestsiz namazdan çıkmayı caiz görürler. Buhârî 'nin red cevabı şöyledir. Son oturuşta abdesti bo­zulan bir kimse namaz içinde iken abdestsiz kalmıştır. Binaenaleyh o na mazdan çıkmak namazın rükünlerinden biridir. Bir hadiste :

«Namazdan çıkmak selâm vermekle olur.» buyurulmuştur.

Buhârî bunu birde Hanefiyenin namazda abdesti bozulan kim­senin abdest alarak aynı namazı tamamlamasını caiz görmelerine ve ke­za ibadet değildir bahanesiyle niyetsiz alman abdestle namaz kılmayı sa­hih kabul etmelerine karşı tahriç etmiştir.» İbni Battal ile baş­kaları da buna benzer sözler söylemişlerdir. Fakat Buhârî sarihi Ay­nî kendilerine şu cevabı vermiştir: «Bu hadisle bahsin mevzu'u arasında hiç bir mutabakat yoktur. Çünkü hadis hiç bir hileye delâlet etmemekte­dir. Kirmanı 'nin Hanefiler hile yapıyor sözü kat'iyyen makbul ol­mayan merdüd bir sözdür. Çünkü Hanefiler son oturuşta abdesti bozulan bir kimsenin namazına hile bularak sahihtir dememişlerdir. Hilenin bu iş­te asla dahl-u tesiri yoktur. Bilâkis onlar bu hükmü îbni Mes'ud (Radiyallahu anh)Jmn Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiği şu hadisten almışlardır:

«Bunu dedin mi yahut bunu yaptın mı namazın tamam oldu demektir.»

Ayni hadisi Ebu Davut «Sünen» inde ve İmam Ahmed b. Hanbe1 «Müsned» inde İbni Hibban «Sahih» inde rivayet et­mişlerdir. Bu hadîs namazdan çıkarken selâm vermenin farziyetine mü-nafidir. Çünkü Ebu Davud'un rivayetinde Resölullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bunu dedin mi yahut bunu eda ettin mi namazını edâ ettin sayılır. Kalkmak istersen kalk, oturmak istersen otur.» buyurarak namaz kılanı muhayyer bırakmıştır. Aynî hadis :

«Selâm vermek farzdır.» diyen İmâm Şafiî'nin aleyhine delildir. Bu zevatı bu esassız sözü söylemeye sevkeden şey bâtıl taassuplarıdır. Buhârî'nin reddiyesini izah sadedinde Kirmânî'nin: «Çünkü o kimsenin namazı içinde abdestî bozulmuştur; Binaenaleyh o namaz sahih olmaz» sözü doğru değildir. Çünkü namazının sonunda abdesti bozulan kimse­nin namazı tamam olmuştur.

Hanefîlere reddiye hususunda istidlal ettikleri hadiste: Namazın tah-rimesi (yani) giriş tekbirle namazdan çıkışta selâm vermekle olur.» de-nilmişsede bu istidlal de doğru değildir. Çünkü hadis haber-i vahidtir. Selâmın farz olduğuna delâlet edemez. Tahrimenin farziyeti dahi bu ha­disle değil Teâlâ hazretlerinin :

«Rabbine de tekbir al.» [17] âyet-i kerimesi ile sabit olmuştur. Âyette­ki tekbirden murad namaz için tekbir almaktır. Çünkü namaz dışında tekbir almak bütün müfessirlerin ittifakı ile farz değildir. İftitah tekbi­rinden maada tekbirin farz olduğu hiç bir yer yoktur.

Kirmânî 'nin «Abdest ibâdet değildir bahanesiyle...», sözü dahi sakıt bir sözdür, çünkü Hanefiler mutlak surette abdest ibâdet değildir. Dememiş;.yalnız abdestin müstakil bir ibâdet değil namaza vesile oldu­ğunu söylemişlerdir.»

Aynî; bundan sonra Hanefilere itirazda bulunan İbni Bat­tal   ve başkalarının sözlerini de birer birer çürütmüştür.

Bu hadiste Eesulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in toprağı zikretmeyip yalnız abdestten bahsetmesi abdest esas olduğundandır. Çün­kü namaz kılanlar ekseriyetle abdest alırlar. Toprakla teyemmüme na­diren ihtiyaç messeder. Yoksa hadisin hükmünde teyemmüm de dahil­dir. Yani: «Abdesti bozulduğu vakit abdest almadıkça...» ifadesinden mu­rad, «abdest almadıkça yahut icabında teyemmüm etmedikçe» demektir.

Übbî'nin beyanına göre; hades insanın mutad yerlerinden çıkan pisliğe denildiği gibi pisliğin çıkmasına ve âza ile kaim sayılan mukadder hükmî vasfa, keza bu üç şey'in üzerine terettüp eden ibâdetten men etmek mâna­larına gelir. Bu hadiste abdestin hadesi giderdiğine işaret olunduğuna göre maksat ne çıkan pislik ne de o pisliğin çıkmasıdır. Çünkü vâki olan bir şey kaldırılmaz. Binaenaleyh hadisten maksad hadesi men etmek ve vasf-i hükmidir. Yani iabedete mani olan şey'in izalesidir.

 

3- (Abdestin Sıfatı ve Kemali Babı)

 

3- (226) Bana Ebu't-Tahir Ahmed b. Amr b. Abdillâh b. Amr b. Şerh ile Harmeletü'bnü Yahya Et-Tücîbî rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize İbni Vehb Yunus'tan, o da İbni Şihap'tan naklen haber verdi. İbni Şihâb' ada Atâ' b. Yezîd el-Leysi, ona da Osman'ın mevlâsı Humrân haber ver­miş ki Osman b. Affan (Radiyallahu anh) abdest suyu isteyerek abdest al­mış ve ellerini üç defa yıkamış sonra raazmaza ve istinsar yapmış. Sonra yüzünü üç defa yıkamış sonra sağ kolunu dirsekleri ile beraber üç defa sonra sol kolunu aynı şekilde üç defa yıkamış sonra başına mesh etmiş sonra sağ ayağını topuklarıyla beraber üç defa sonra sol ayağımda aynı şe­kilde (üç defa) yıkamış sonra şöyle demiş:

— Ben Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şu benim abdestim gibi abdest aldığını gördüm. Sonra Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Her kim benim şu abdestim gibi abdest alır da kalkar ve aklından bir şey geçirmeyerek iki rekât namaz kılarsa, geçmiş günahları affolunur.» buyurdular.

îbni.Şihâb: «Ulemâmız bu abdest bir kimsenin \ namaz için aldığı en güzel abdesttir derlerdi» demiş.

 

4- (...) Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yakub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam İbni Şihâp'tan, o da Atâ' b, Sezici el-Leysî'den, o da Osman'ın mevlâsı Humran'dan rivayet etti ki:

Humran Osman'ın bir kab istediğini görmüş  (bu kabtan) avuçlarına üç defa su dökerek onları yıkamış sonra sağ avucunu kabın içine daldırarak mazmaza ve istin sar yapmış sonra yüzünü üç defa; ellerini de dirsekleri

ile beraber Üç defa yıkamış. Sonra başına mesh etmiş. Sonra ayaklarını üçer defa yıkamış sonra şöyle demiş. ResululIâh('S<3//û//a/i« Aleyhi ve Seîlem)

«Her kim benim şu abdestim gibi abdesf alır da gönlünden hiç bir şey geçirmeyerek iki rekât namaz   kılarsa   geçmiş   günahları   affolunur.» buyurdular.

Bu hadisi Buhârî «Kitabu't-Tahare» ile «Kitabu'l Vudu» ve «Ki-tabu's-Savm» da Ebu Davud ile Nesaî de «Kitabu't-Tahare» de tahriç etmişlerdir.

Hadis-i şerif abdestin sıfatı hakkında büyük bir esastır.

Mazmaza; suyu ağızda çalkalamak demektir. Bunun hakikati suyu ağzına alarak ağzında çalkaladıktan sonra döndürmek sonra dışarıya at­maktır. Oruçlu olmayanlara mazmaza ve istinşakta mübalağa göstermek sünnettir, Mazmaza'nm mübalağası suyu boğazda gargara yapmakla istin-şâkm mübalağasıda suyu genizlere çekmekle olur.

îstinşak; burnuna su çekmek; istinsarda burundan suyu atmaktır. Lü­gat ve fıkıh ulemâsının cumhuru buna kaildirler İbnü'I A'râbî ile İbni Kuteybe istinsarın istinşak demek olduğunu söylemiş­lerdir. Nevevî- «Doğrusu birinei kavildir. Diğer bir rivayette: îstinşak ve istinsar yaptı denilerek her ikisinin birden zikredilmesi de bu­nu gösterir» demiştir. Fakat Aynî Nevevî 'nin bu sözünü beğen­memiş, şu mütâleada bulunmuştur: «Doğrusu İbnû'l A'râbi'nin dediği gi­bidir. Yanı istinsardan murad istinşaktır. Hadisin bir rivayetinde «istin-şar yaptı» denilmesi Nevevî'nin iddiasına delil olamaz çünkü o rivayette­ki istinsardan murad burnuna su çektikten sonra onu dışarı atmaktır. İbni Seyyi 'de: El'Muhas'sasda «İstinsar suyu burnuna çektikten sonra onu nefesle dışarıya atmaktır.» demiştir.

Vech: Yüz denmektir. Yüz, yüzleşmeden alınma olup karşısına duran insanın başından görülen yerdir. Uzunluğuna yüzün hududu saç bittiği yerden alt çenenin aşağısına kadar genişliğine hudududa iki kulak yumu­şağının arasıdır.

Bu hadiste: «Ellerini üç defa yıkamış sonra mazmaza ve istinsar yap­mış sonra yüzünü Üç defa yıkamış» denilmiş. Yani mazmaza ile istinşakın kaçar defa yapılacağı tasrih edilmemişse de onların da üçer defa ya­pılacağı başka rivayetlerden anlaşılmaktadır. Hadis-i şerifte evvelâ elle­rin üç defa yıkandığını bildiren cümleler birbirleri üzerine «Sümme» eda­tı ile atfedilmişlerdir. Sonra mânasına gelen bu edat tertip ve mühlet bil­dirir. Yani azalar hadis-i şerifte gösterildiği tertiple yıkanacaktır. Terti­bin farz olup olmadığı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Hanefî lere göre tertibe riayet farz değildir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir.

Acaba niçin evvelâ ağza sonra burna su çekilecek daha sonra yüz yı­kanacaktır?

Ulemâ buradaki hikmeti şöyle izah ederler :

Suyu evvelâ ağza sonra burna çekmek onun vasıflarını denemek için­dir. Çünkü renk gözle bilinir, tad ağızla, koku da burunla anlaşılır. Bun­ların içerisinde en kuvvetlisi tad ondan sonra koku ondan sonra renk gelir. Bu itibarla evvelâ suyun tadını denemek ve abdeste elverişli olup olma­dığını anlamak için işe ağızdan başlanmış daha sonra kokusu varmı yok-mu anlamak için buruna geçilmiştir. Rengini zaten göz görmektedir. Hadi­sin sonunda:

«Her kim şu abdestim gibi abdest alır da sonra kalkar ve aklından hiç bir şey geçirmeyerek iki rekât namaz kılarsa, geçmiş günahları afta' lunur.» Duyurulmuştur. Ulemâ aklından hiç birşey geçirmemekten mu­radın ne olduğunu inceden inceye tahkik etmişlerdir. Kaadî İyâz'a göre; bundan murad kasten düşünülerek hatıra getirilen şeylerdir. Ek­seriya kendiliğinden hatıra gelen şeyler değildir. Binaenaleyh onlar nama­zın kemaline zarar vermezler. Bazıları kasıdsız olarak namazda hatıra ge­len şeylerin namaza zarar vermiyeceğini fakat o namazın hatıra hiç bir şey gelmeksizin kılman namazdan sevap itibarı ile daha aşağı olacağını söylemislerdir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mağfiret me­selesinin hatıra hiç bir şey gelmeksizin kılman namaza mahsus olduğunu bildirmiştir. Böyle namaz kılmak hemen hemen Resu1u11âh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsus gibidir. Zira hatırına hiç bîr şey getirmeden na­maz kılmak pek nadir zevata müyesser olur.

Bu sözle namazda Allah'a ihlâs kastedilmişte olabilir. Bu takdirde mâna şöyle olur. Sonra halisane iki rekat namaz kılar bununla Allah'tan başka kimseden bir makam beklemez, namaz kılıyorum diye ucûb getirip böbürlenmez bilâkis tevazu gösterirse geçmiş günahları affolunur.

Bazıları: «Eğer bununla dünya işlerine ait bir şey düşünmemek kas­dedilmişse bu güç bir feydir. Ama dünyaya dair bir şey hatırına gelirde onu hemen terkederse mânası kasdedilmişse buna bir diyecek yoktur. Zi­ra muhlis kulların yapacağı budur» demişlerdir.

Aynî diyor ki: «Bu meselede tahkik şudur ki: Hatırdan geçen şey­ler iki kısımdır. Bir kısmı istemiyerek hatıra gelir. Bunları hatıra getir­memek imkânsızdır. Fakat hatıra geldiği gibi üzerinde durmayarak onları hatırdan defetmek mümkündür. İşte hadis bu mânaya hamlolunur. Çün­kü kendiliğinden hatıra gelen şeyleri hiç hatıra getirmemek elde değil­dir. Binaenaleyh onlar affolunur.»

Kaadî İyâz hadisten murad; namazda hiç bir şey hatırına ge­tirmemektir; Demiş ve bunu bazı ulemâdan nakletmişse de Nevevî onu reddederek:' «Doğrusu istemiyerek hatıra gelen ve fakat üzerinde durulmayan şeylerle bu fazilet yine hâsıl olur. Sonra namazda hatıra ge­len şeyler hem dünyevî hem uhrevî olabilir. Hadis yalnız dünyevî olan­lara hamledilmiştir. Nitekim'bu hadisin bir rivayetinde bu cihet tasrih edil­miş :

«Kıldığı iki rekât namazda dünyaya ait bir şey düşünmezse.»denil.

mistir. Mezkûr hadisi Tirmizi    «Kitabu's-Salât» da zikretmiştir.» demiştir.

Namazda âhiret umuruna dair bir şey düşünmek huşua mâni değil­dir. Kur'an-i Kerîmin mânasını düşünerek okumak dünya ve âhiret ah­valine dair mendup bir şeyi hatırına getirmek namazın faziletine zarar vermez. Hz. Ömer (Radiyallahû anh) 'in: «Ben ordumu namazda iken hazırlarım» dediği rivayet olunur.

Geçmiş günahlardan murad: küçük günahlardır. Hadisin zahiri umum '"''iği için büyük küçük bütün Piîn

Geçmiş günahlardan murad-, bUdircngi için büyük Hadisin zâhin umum buyuk günahlar ondan tahsis edilrniffe görünü^a da Kul haklanda sahibinin bağışlam ancak affolunur.

 

Hadis-i Şeriften Aşağıdaki Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Asil itibarı ile abdest uzuvlarını birer defa yıkamak farzdır. Bir­den fazlası sünnettir. Çünkü sahih hadislerde azanın birer defa, ikişer de­fa ve üçer defa yıkandığı rivayet edilmiştir. Bu rivayetler her birinin caiz olduğuna delildir. Zira üç defa yıkamak kemal derecesidir. Bir defa yıkamak kifayet derecesini gösterir.

Abdest iki şekilde alınabilir; a) Büyük bir kabdan abdest alınır ve içinden suyu çıkaracak bir alette bulunmazsa evvelâ eller yıkanır sonra o kabdan elle su alarak, abdestte kullanılır. Bunun müstehab olduğunda ulemâ müttefiktir.

b) Evvelâ her iki elin üzerine su dökülür. Bir rivayete göre sağ el ile sol elin üzerine su dökülür. Sonra eller yıkanır. Ellerin berabercemi yoksa ayrı ayrı yıkarynası mı efdal olduğu ihtilaflıdır.

2- Abdestde mazmaza ve istinşak sünnettir. Ulemâdan Atâ , Zuhrî, İbni Ebî Leylâ, Hammâd ve İshâk ab­destte mazmazayı terkedenin yeniden abdest alması İcap ettiğine kaildir­ler.   Hasan-ı   Basri,   Zührî,   Katade,   Rabia, Yahya el-Ensari-, İmam-ı Malik, İmam-ı Şa­fiî, Evza'î ve son kavlinde Atâ abdestin iadesi lâzım gelme­yeceğine kail olmuşlardır. İmam-ı Ahmed b. Hambel'e göre mazmazayı terkedene birşey lâzım gelmezsede istinşakı terkedene ab-desti yeniden almak lâzım gelir. Ebu Sevr ile Ebu ubpyd 'in kavilleride budur.   İmam   Ebu   Hanife ile Sevrî'ye gi mazmaza ve istinşak abdestte terkedilirse iade lâzım gelmez. Fakat gu-sulde tekedilirse yeniden gusul etmek vacip olur.   İbnü'l   Münzîr: «Ben İmam-ı Ahmed'in kavlini tercih ederim» demiş   İbni   Hazm dahi bu kavlin hak olduğunu söylemiştir. Onlara göre mazmaza farz de­ğildir. Binaenaleyh onu terkedenin abdesti ve namazı tamamdır. Bu hu­susta kasden terketmekle unutmak arasında da bir fark yoktur. Çünkü bu bâbta    Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'den bir emir sâdır ol­mamıştır. Mazmaza onun fiilî ile sabittir. Fiilleri ise; farziyet ifade etmez.

Fakat Aynî bu mütalaya itiraz etmiş mazmaza hakkında Resu1u11âh (Sallalkthü Aleyhi ve Sellem) 'in emri bulunduğunu söylemiş­tir. Filhakika   Ebu   Davud 'un tahriç ettiği merfu' bir hadiste:

«Abdest aldığın zaman mazmaza yap.» buyurulmuştur. Bu hadisi Tirmizî de tahriç etmiş ve: «Bu hadis hasen sahihtir demiştir. Aynı hadisi İbni Huzeyme İbni Hı.bbân ve İbni'l Câtûd dahi tahriç etmişlerdir. Bagavi ve    Hâkim onun sahih olduğunu söylemişlerdir. Üstelik bu hadisle ve onun râvileri ile İbni Hazm de ihticac etmiştir.

3- Mazmaza istinşaktan evvel yapılır. Onun müstehapmı yoksa şartmı olduğu ve mazmaza ile istinşakm nasıl yapılacağı hususunda Nevevî   beş vecih zikretmiştir.

a)  Üç avuç su ile mazmaza ve istinşak yapılır. Sahih kitaplarda ve başkalarında bu rivayet mevcuttur.

b) Bir avuç su ile mazmaza ve istinşak yapılır. Yani bir avuç su­dan üç defa mazmaza üç defa istinşak yapılır. Bunu Ali b. Ebu Ta1ib (Radiyallahıt anh)   Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet etmiştir. Yalnız senedinde za'af vardız.

c) Bir avuç sudan hem mazmaza hem istinşak yapılır. Şöyle ki; ev­velâ bir defa mazmaza sonra istinşak yapılır. İkinci ve üçüncü defalarda da ayni şekilde hareket edilir. Bunu Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den   Abdullah b. Zeyd rivayet etmiştir. Hadis Tirmizî'dedir. Tirmizî onun hakkında: «Bu hadis hasen gariptir» demiştir. Yine   Tirmizî bu hadisi   İbni   Abbas 'tan da tahriç etmiş ve: «Bu bâbta en güzel ve en sahih hadis budur» demiştir.

d) Altı avuç su ile mazmaza ve istinşak yapılır. Bunların üçü ayrı ayrı mazmazada üçüde istinşakta kullanılır. Ancak bu bâbtaki rivayet za­yıftır.

e) İki avuç su ile mazmaza ve istinşak yapılır. Bunların biri üç defa mazmazada diğeride üç defa istinşakta kullanılır.

Nevevî : «Sahih olan vecih birincisidir. Buhârî Müslim ve diğer sahih hadis kitaplarında rivayet edilen hadisler bunu göstermek­tedir» diyor.

Hanefîlere göre; her mazmaza için ayrı ayrı üç avuç her is­tinşak içinde aynı şekilde üç avuç su kullanılır. Delilleri : Tabaranî'-nin rivayet ettiği hadistir. Bu hadiste:

«Resulellâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest aldı ve üç defa maz­maza, üç defa da istinşak yaptı. Bunların her bîri İçin ayrı ayrı su aldı.» denilmektedir,

4- Abdest alınırken yüzü yıkamak bilittifak farzdır. Yüzün üç de­fa yıkanması sünnettir. Sünnet olduğuna icma' vardır,

5- Abdestte kollar dirseklerle beraber yıkanır. Kolların yıkanması bilittifak farz isede;    dirseklerin bunda dahil olup olmadığı ihtilaflıdır. Dört büyük mezheb imamı ile cumhur-u ulemâya göre dirsekleri yıka­makta farzdır.   Hanefîlerden İmam Züfer'e göre dirsekleri yıkamak farz değildir. Ebu Bekr b. Davud ile bir rivayette îmam-ı   Ma1ik'in kavlide budur. Fakat Kaadî Abdulvahab İmam-ı Malik'e nisbet edilen bu rivayetin asılsız olduğa-nu söylemiştir. Bu meseledeki hilaf abdest âyetindeki edatından neş'et etmiştir. Mezkûr edat gaye bildirir, gayenin mugayyada dahil olup olmadığı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Gayeden murad bir şey'in hu­dudu yani sınırıdır. Mugayyada o sınıra kadar devam eden şeydir. İmam   Züfer'e göre; gaye mugayyada dâhil değildir.    Nitekim

Teâlâ hazretleri:

«Sonra orucu geceye kadar tamamlayın.» [18] buyurmuştur. Gece bil­ittifak mugayya olan oruçta dahil değildir. Geceleyin oruç tutulmaz bu­rada da öyledir. Âyet-i kerimede :

«Ellerinizi dirseklerinize kadar yıkayın. [19] buyurulmuştur. Binaena­leyh kolları dirseklere kadar yıkamak farz dirsekleri yıkamak farz değil­dir. Mugayya bir cisim veya vakit olursa gaye mugayyada dahil değildir. Fiil olursa dahildir. Çünkü fiil müstekillen mevcudiyeti olmayan bir araz­dır.

Fakat İmam Züfer'in bu kavli bir çok şeylere muarızdır. Çün­kü gayelerden bazıları mugayyada dahil bazıları değildir. Meselâ :

«Kur'an'ı başından sonuna kadar okudum.» sözünde gaye mugayya­da dâhil, Teâlâ hazretlerinin :

«Şayet zevç fakirse vakit hâl buluncaya kadar intizar edilir.» [20] Ayet-i kerimesinde ise; dahil değildir. Oruç âyetinde de öyledir. Dirsek­ler hakkındaki gaye bu iki ne'vin ikisinede benzemektedir. Binaenaleyh şek ile gaye mugayyada dahil olamazsada bu hususta icmâ da vardır.

Hidaye sahibi Merginâni 'nin beyanına göre: Hanefîye ulemâsı buradaki gayenin maverasını iskat için yani gayeden sonra ge­len kısmın hükümden hariç olduğunu beyan için geldiğini söylemişlerdir. Çünkü o olmasaydı yikama vazifesi ta omuza kadar bütün kolu istiab ede­cekti. Aynı edat ayaklar hakkında da vârid olduğu cihetle :

«Ayaklarınızı da topuklarınıza kadar yıkayın.» denilmeyerek sadece: «Ayaklarınızı yıkayın.» buyurulmuş olsa bacaklarıda kasıklara kadar yıka­mak icab ederdi. Her iki yerde de hudut bildiren «ilâ» edatı vârid olduğu­na göre

«Kollarınızı  dirseklerinizle  beraber yıkayın,  ayaklarınızı  da  topuklarınızla beraber yıkayın.»   buyurularak bu sınırların arasında kalan taraf yıkama hükmünden hariç bırakılmıştır demektir.

Demek oluyor ki; gaye iki nevidir. Biri gaye-i ıskat diğeri gaye-i is-bât Hangi gayenin iskat için hangisinin isbat yani hükümde dahil oldu­ğunu bildirmek için geldiği cümlenin başından anlaşılır. Eğer cümlenin baştarafı mevzu bahis olan şeyin bütününe şamilse o cümlede zikredilen gaye maverasını iskat içindir. Böyle değilse gaye hükmün kendisinde ni­hayet bulduğunu bildirir ve kendisi o hükmünde dahil değildir. Müna­kaşa edilen gaye iskat için olandır. Halbuki; örnek gösterilen gaye is­kat değil isbat ifade eder. Binaenaleyh kıyas sahih değildir.

Kavl-i Tahkika göre gaye bildiren «ilâ»t,jl » edatı bazen beraber­lik İfade eder. Nitekim burada da öyledir. Bazan haddin mahdudda dâ­hil olduğunu bildirir. Gayeden önce ve sonra gelen kısımlar aynı cinsten olursa gayenin bu mjinada kullanıldığını İman Sibeveyh ve Müberred gibi lisan âlimleri beyan etmişlerdir. Araplara göre; el parmakların uçlarından omuz başlarına kadar uzanan uzvun adıdır. Arap­lar ayak ucundan kasıklara kadar uzayan uzuvlarada ayak derler. Bu iti­barla da el ve ayaklar hakkındaki gaye mugayyada dahildir. Bazen ga­yenin mugayyada dahil olup olmadığını anlatmak için ayrı bir delil bu­lunmak icapeder. Burada gayenin mugayyada dahil olduğuna üç vecihle delil vardır.

a) Ebu Hüreyre (RadiyalUzhıı anh) 'dan rivayet edilen bir ha­diste kendisinin abdest aldığını ve kollarım ta bazulara varıncaya ka­dar yıkadığını ayaklarımda baldırlarına varıncaya kadar yıkadıktan son­ra : «Ben Resuhıllâh (Sallalkthü Aleyhi ve Seîlem) 'i işte böyle abdest alır­ken gördüm» dediğini Müslim rivayet etmiştir. Peygamber (Saİîaîlahü Aleyhi -ve Sellem)*in bu şekildeki abdesti terkettiği rivayet olun­madığına göre; mezkur fiil gayenin mugayyada dahil olduğunu beyan sa­yılır.

b) Dirsek; kol ile bazu kemiklerinin birleştiği yerdir. Kol kemiğinin ucunu yıkamak farz bazu kemiğinin başını yıkamaksa farz değildir. Fa­kat bu kemikleri birbirinden ayırmak imkânsızdır. Binaenaleyh dirseği yıkamak icabeder. Çünkü bir vacip neyle tamam olursa o şeyi yapmakta vacip olur,

c) Namaz zimmette farz olmuştur. Taharet ise onun zimmetten su­kutu için şarttır. Farz olan bir şey şekk ile sakıt olamaz. Binaenaleyh dir­seklerin yıkanması farz olur.

Bazan gaye, hükmü kendisine uzatmak için zikredilir. Bu takdirde gaye mugayyada dahil değildir. Nitekim oruçta böyledir. Oruç hakikatta velev bir saat imsakle olsun tahakkuk ettiği için :

«Orucu geceye kadar tamamlayın.» âyet-i kerimesindeki gaye onu geceye kadar uzatmak içindir. Gece hükümde dahil değildir. Gaye zikre-dilmediği takdirde mugayya ebediyyet yahut gayeden fazlalık bildirirse,• gaye mugayyaya dahil olur ve oradaki gayeden murad gayenin öte yanı­nı hükümden iskat etmek içindir. Gayenin kendisi hükümde dahildir. Elin dirseklere kadar yıkanması meselesi de bu kabildendir.

6- Abdest alırken başı mesh etmek farzdır. Bu bâbtaki beyanat bir­kaç nev'e ayrılir.

Birinci Nevi: Hadisin zahiri, mesh ederken bütün başı kaplamayı iktiza eder. Ancak kaplamak vacip midir? Mendup mudur mes'elesinde ulemâ ikiye ayrılmışlardır. İmam Safiî'ye göre isterse bir kıl mikda-rı olsun başa değmekle farz yerini bulur. Ona mukabil İmam Malik ile Ahmed b. Hambele göre bütün başı kaplayarak mesh et­mek farzdır. Hanefîyye ulemâsından bu hususta iki kavil riva­yet olunur. Bunlardan birinciye göre başın dörtte birini ikinciye göre üç parmak miktarı yerini mesh etmek farzdır. Başa mesh için önden ar­kaya doğru gidilir. Hasan b. Salih arkadan öne doğru geline­ceğini söylemiştir. Evza'i ile Leys'e göre başın ön tarafına mesh edilir.

Hasılı başa mesh meselesinde fukahanm kavilleri muhteliftir. Aynî bunları onüçe çıkarır. Mezkûr onüç kavilden altısı Maliki mezhebi­ne ait olup şunlardır :

a) Ma1ikîye   Ulemâsından   İbni   Mesleme:    «Başın üçte ikisine mesh etmek kafidir» demiştir.

b) Eşheb   ile   Ebu'l   Ferac'e   göre üçte birine,

c) Eşheb 'ten bir rivayete göre başın ön tarafına, meshetmek kâ­fidir Evza'i ile Leys'in kavlide budur

d) İmam-ı   Malik'in mezhebinin zahirine bakılırsa mesh eder­ken başı kaplamak lâzımdır.

e) Başa mesh babında mesh adı verilebilecek enaz miktar kafidir.

f) Bütün başı mesh etmek farzdır. Ancak az bir yerin mesh edilme­den kalması affolunur.

Mesh hakkında Şafiî1er den iki kavil rivayet olunur.

a) Ekseri Şafiîyye ulemâsına göre bir kıl mikdarı bile ba­şa dokunmak mesh için kafidir. Bunun nasıl olacağını tasavvur için Şa­fiîyye ulemâsı şöyle derler : Bir kimse başına kına sürsede kınalan­madık yalnız bir tek kıl kalsa abdest alırken elini o kılın üzerine değdir­mesi kafi gelir. Farz olan mesh bununla ifa edilmiş olur» Fakat bu rey

cidden zayıf görülmüştür. Çünkü şeri'at de böyle tasavvuru bile güç olan nâdir meseleler varid olmamıştır.

b) İbnü'l Kaadî vacip olan meshin üç kıl mikdarı olduğunu söylemiştir ki; bu birinciden biraz daha hafiftir. Yüzü yıkarken bu mik­tarın kat kat üstünde saç yıkanır. Bu da sahiha göre başa mesh için kâ­fidir. Abdest alırken her Uzva sıra geldikçe niyet etmek şafiîyye ulemâ­sının ittifakı ile şart değildir. Onlara göre abdest azasını âyette sırala­nan tertip üzere yıkamak ve mesh etmek farz İsede bu husustaki delille­ri zaiftir.

Hanefîlere göre başa mesh'in mikdarı hususunda üç rivayet vardır.

a) Başa üç parmak mikdarı mesh farzdır. Hişamın Ebu Hanife (Rahtmehullah) 'dan rivayeti budur.

b) Kerhî ile Tahâvî 'nin rivayetine göre nâsiye yani; alin mikdarı meshetmek farzdır. Maamafih   İmam-ı   Züfer'in rivayeti­ne göre Ebu Hani.fe ile Ebu Yusuf bu mikdarın kafi gelmediğine kail olmuş; başın üçte biri yahut dörtte birinin meshedilme-si lâzım geldiğini söylemişlerdir.

c) İmam-ı Muhammed 'den bir rivayete göre mesh husu­sunda muteber olan mikdar başın dörtte biridir. Ebu Bekr:  «Biz­de mesh hakkında iki rivayet vardır. Dörtte bir ve üç parmak mikdarı demiş ve bazı ulemânın üç parmak mikdarını bazılarınmda ihtiyaten dört parmak miktarı rivayetini tercih ettiklerini söylemiştir.

d)  «Cevamiü'l Fıkıh» adlı eserde   İmam   Hasan 'den rivaye-ten başın ekserisine mesh etmenin vacih olduğu bildirilmiştir.   îmam-ı Ahmed   b.   Hambel 'den iki rivayet vardır.

a) Bütün başı mesh etmek vaciptir.

b) Başın bir mikdarma mesh kafidir. Kadına sadece başının ön ta­rafına meshetmek kafidir. Maamafih farz miktarının ne olduğu Hambe1iyye ulemâsı arasında ihtilaflıdır. İmam Ahmed 'den bir rivayete göre herkes hakkında başın bütününü mesh etmek farzdır. Diğer bir rivayette bir kısmına mesh etmesi kafidir.   Ebu-1'Hâris diyor ki:   îmam-ı   Ahmed'e    «Bir adam başına mesh ederde bir kısmını bırakırsa ne dersin?» dedim. «Kâfirdir» cevabını verdi. Sonra şu­nu ilâve etti:    «İmkânı olan bütün başını mesh etmeli»   İmam-ı Ahmed 'den gelen zahir rivayete göre erkeğe bütün başını mesh et­mek farz kadına ise başının ön tarafına mesh etmek kafidir.   İmam-ı Ahmed:    «Başa mesh hususunda kadına daha ziyade suhuletnu umarım» demiştir.

Fukahamn delillerine gelince: Aynî 'nin beyanına göre; Peygamber (Satlallûhü Aleyhi ve Sellem) 'in nasıl abdest aldığını bildiren rivayetler içer­sinde îmam-ı Şafiî 'nin başa mesh hakkındaki kavline delil olabilecek bir hadis yoktur. Fakat îmam-ı Mâlik ile Hane­fîyye’nin hadisten delilleri vardır. Malik (Rahimehullah) Abdul­lah b. Zeyd hadisi ile istidlal etmiştir. Bu hadiste :

«Başına mesh etti ve ellerini bir defa Öne ve arkaya götürdü.» denilmektedir.

Hanefîyye nin delili; ise Mugiretü'bn.ü Şu'be hadîsidir. Bu hadiste :

«Resulellâh (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) abdest aldı ve alnına mesh etti...»   denilmiştir.

Hadisi Müslim, Ebu Davud, Nesaî ve İbni Mace kimi muhtasar kimi mufassal olarak rivayet etmişlerdir.. Bir­de Hanefiyye ulemâsı şöyle derler: «Başınıza mesnedin.» âyeti mücmeldir. Resulullâh (Saîktllahü Aleyhi ve Sellem) 'in alnına mesh etmesi bu mücmeli beyan etmiştir. Bu hadis haber-i vahid de olsa; kitabın mücmelini beyan için kafidir. Âyetteki icmal mahalde değildir miktar hususundadır. Çünkü Mahallin baş olduğu malumdur. Meselenin tahkiki şudur ki:

«Başlarınıza meshedin.» âyet-i kerimesindeki edatı mâna itibarı ile bir şeyi diğer şeye yapıştırmak demektir. Buna hususi tabiri ile ilsak derler. Mezkûr edat meshin aleti olan ele girerse meselâ

«Elimle duvarı sildim» denilirse mahalle müteaddi olur ve bütün ma­halli kaplamayı icab eder; mesh âyetinde olduğu gibi mahalle girerse; bü­tün mahalli kaplamayı icap etmez ve şöyle takdir edilir: «Ellerinizi baş­larınıza yapıştırın» Burada mesh bütün mahalli kaplanmadığına göre ne miktar yerin meshedileceği' mücmel kalır. İşte hadis bu mücmeli izah et­miş onun nâsiye miktarı olduğunu beyan buyurmuştur.

ikinci Nevi: Hadiste :

«Sonra başına mesnetti.» denilmiştir. Bunun muktezası başa bir defa mesh etmektir. Nitekim ulemâdan bir çokları bunu böyle anladığı gibi îmam-i'Ebu Hanife, İmam-ı.Malik ve İmam Ahmed b. Hambel'in mezhebleride-budur. İmam-ı Şafiî'ye göre;    sair âzâda olduğu gibi başı da üç defa mesh etmek müstehabur.

Şafiî 'nin meşhur kavli budur. Başa meshin bir defa yapılacağına dair bir çok sahih hadisler varid olmuştur. Ebu Davud «Osman (Rahimehulîah) 'dan rivayet edilen sahih hadislerin hepsi başa bir de­fa mesh edileceğine delâlet eder...» demiştir. Filhakika o hadislerde her azanın üçer defa yıkanacağı zikredildiği halde başa mesh hakkında hiç bir adet rivayet olunmamıştır. Kaasim b. Sellâm: «Başa üç defa mesh edileceğini İbrahim et-T'eymî 'den başka selefin hiç birinden rivayet edildiğini bilmiyoruz» demiştir. Fakat Aynî bu söze itiraz etmiş bir çok hadislerde başa üç defa mesh edildiği bildirildi­ğini misaller göstererek isbat etmiştir.

Hanefî lerden Burhaneddin-i Mergînânî «el-Hidaye» namındaki meşhur eserinde İmam Ebu Hanife'ye göre; bir suyla başa üç defa mesh etmenin memnu olduğunu söyler.

Başa iki defa mesh edileceğini bildiren hadislerde vardır.

Üçüncü Nevi: Meshin nasıl yapılacağı hakkında muhtelif hadisler rivayet edilmiştir. Nesaî 'nin Abdullah b. Zeyd "den rivayet ettiği bir hadisten başın ön tarafına mesh edileceği ve iki elle ön taraftan başlanarak arkaya doğru oradanda öne doğru gidileceği anlaşılmaktadır. Taberânî 'nin rivayetinde ise; evvelâ arkadan öne doğru sonra önden arkaya doğru1 yapıldığı bildiriliyor. Bir rivayette bütün başm meshedildiği fakat saçlar hareket ettirilmeyerek hey'eti bozulmadığı başka bir rivayet­te başa mesh edildiği fakat elleri ileriye geriye hareket ettirilmediği bil­dirilmektedir. Nesaî 'nin kitabında Hz. Aişe (Radıyallahu Anhâ) nin Resulu11âh (Sallaliahü Aleyhi ve Selîem) 'in nasıl abdest alın­dığını anlatırken elini başının ön tarafına koyarak arkaya doğru çektiği sonra iki elini kulaklarına indirdiği sonra yüzünün iki tarafına çektiği be­yan ediliyor. İbni Ömer (Radiyaîlahu Anhüma) 'nin dahi aynı şe­kilde abdest aldığı rivayet olunur.

7- Abdestte ayakları yıkamak farzdır. Topuklarda hükümde dahil-dir.Kollar hakkında verilen tafsilât aynen burada da câridir.

Topuk mânasına gelen kâb' kelimesinden nıurad ne olduğu hususun­da iki kavil vardır. Ekser-T ulemâya göre; bundan murad: Bildiğimiz to­puk yani ayağın bacak kemiğine bağlandığı yerdeki şişkin kemiktir. Ve her ayağın iki tarafında birer topuk bulunur. Dalâlet fırkalarından İma-miyye île ayaklara mesh edileceğine fcâiî olanlara göre topuktan murad ayakların üstünde ve bifaz yan taraflarında kalan hafif çıkıntılardır. Ule­mâ abdest âyetindeki topuklardan murad bu çıkıntılar olmadığını mütead-did delillerle ispat etmişlerdir.

Abdest alırken ayaklarda yapılacak vazife hususunda dört mezheb vardır:

a) Ayakları yıkamak farzdır. Dört mezhebin imamları ile ehl-i sün­netin diğer birçok ulemâsının mezhebi budur. Bu hususta muhalefet eden­lerin kavline bakılmaz.

b) Şiilerin İmamiye taifesine göre ayakları  mesh  etmek farzdır.

c) Hasan-ı Basri ile İbni Cerir- TaberS'yeve Ebu Ali Cübbai'ye göre abdest alan kimse ayaklarını yıka­makla mesh etmek arasında muhayyerdir.

8- Zahirîlere göre ayakları hem yıkamak hemde mesh etmek farz­dır. Bir rivayette Hasan-ı Basrî de buna kail olmuştur. İkrime dahi ayaklarına mesh eder. Yıkanıazmış. Şa'bî : «Cibril (Aleyhisselâtü Vesselam) meshi indirdi» demiştir. Katade 'nin de : «Allah iki yıkama ikide mesh. farz kılmıştır» dediği rivayet olunur, îbrii Abbas (Radıyallahu anhüma) ayaklar hakkında: «Onlardaki vazife iki yıkama ikide meshden ibarettir.» ibarettir.» demiştir : «Allah meshi emretti. Ama insanlar yıkamadan başkasına razı olmadılar» de-diğide söylenir. Rivayete nazaran Haccac Ehvazda bir hutbe okumuş hutbeside abdest âyetine temasla: «Ayaklarınızın altını, üstünü ve ökçe­lerini yıkayın» demiş, bunu duyan Enesb. Malık (Raâiyallahu anh) «Allah doğru söylemiştir Haccac yalan» diyerek Haccac'm sözünü red­detmiştir.

Bu kavle zâhip olanların bir delilide abdest âyetinde ayakların-, baş üzerine meshi bildiren cümleye atfedilmesidir. Filhakika ayaklardaki va­zifeyi bildiren cümle mansub olarak şeklinde okun­duğu gibi şeklinde mecrur; hâttâ şeklinde merfu' dahi okunmuştur. Ancak bu kıraatlerin hiç birinden ayak­ların yıkanmayıp meshedileceği mânası çıkmaz. Âyet mansup okunduğu takdirde iki vecihle izah olunur :

a) Bu cümle abdest âyetinin başında yüzün yıkanacağını bildiren cümle üzerine atfedilmiştir. Binaenaleyh hükümde onunla birdir. Yani:

«Yüzlerinizi ve ayaklarınızı yıkayın.» demektir. Onun arkasından zifo-redilmeyip arada başa mesh meselesi beyân edildikten sonra zikredil­mesi; ayakların başa mesh edildikten sonra yıkanacağını bildirmek için­dir. Bundan tertib anlaşılır ki; abdest azalarını âyette zikredildikleri ter-tib üzre yıkamak bazı ulemâya göre farz bazılarına göre müstehaptır.

b) Bu cümlenin âmili mukadder «iğsilû» fiilidir. Cümlede atf yok­tur. Doğrudan doğruya : «Ayaklarıuızı yıkayın» takdirindedir.

Âyet mecrûr okunduğu takdirde dahi ayaklara mesh edileceğine de­lâlet etmez. Bu da üç şekilde tevcih edilir :

a) Buradaki cerr kıraati mücaveret sureti iledir. Çünkü ondan Ön­ceki kelime mecrurdur. Yoksa hakikatta mansub okunmak icâb ederdi.

b) Âyet-i kerime üst taraftaki:

«Başlarınıza mesh edin.» cümlesi üzerine atfedil mistir. Fakat mânası başlarınıza  mesh  ettiğiniz  gibi  ayakların ızada  mesnedin   demek  değil: Ayaklarınıza suyu iktisatla dökerek israf etmeden yıkayın»    demektir. Çünkü ayaklar her yere basarak çabuk çabuk kirlendiği cihetle onlara çok su harcayarak israf yapmak ihtimali vardır. Bu nükteden dolayı on­lar üst taraftaki mesh cümlesinin üzerine atfedilmiştir. Ayaklar hakkın­da şuraya kadar yıkayın diyerek hudut bildirilmesi, başa mesh hakkın­da böyle bir had teyin'edilmemeside atfedilen cümlenin hüküm itibari ile matufun aleyh olan cümleye muhalif bulunduğunu gösterir.    Keşşaf sahibi   Zemâhşerî 'nin rey'ide budur.

c) Bu cümle ayaklarına mest giymiş olanlara hamledilmiştir.

d) Mesh kelimesi hafif yıkama mânasında da kullanılır. Abdest alan bir adama Araplar ellerini ayaklarını mesh etti derler.  Bu mâna Ebu Zeyd ile İbni Kuteybe 'den ve Ebu A1i'yi Farisî 'den rivayet edilmiştir. Ancak itirazdan salim değildir. İbni Abbas 'tan gelen rivayette zayıftır. Ondan gelen sahih rivayete göre bu âyeti mansub okur. Ve mesh cümlesi üzerine değil ellerin yıkanacağı­nı bildiren ilk cümle üzerine ma'tuf olduğunu söylermiş. Sahih-i Buharî'-deki bir hadiste   İbni' Abbas  (Radiyaîîahu anhümâ) 'nm abdest al­dığı ve ayaklarını yıkadığı sonra: «Ben Resülullâh   (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)'i böyle abdest alırken gördüm»  dediği rivayet  olunmuştur.  Za­ten âyet-i kerimenin nasb kıraeti meşhurdur.

9- Bu hadis su getirmek için başkasından yardım istemenin caiz olduğuna delildir. Yardım istemekte bilittifak kerahet yoktur.

10- Abdest aldıktan, sonra mekruh vakitlere tesadüf ettirmemek şartiyle iki rekât namaz kılmak müstahabtır. Mal. ikilere göre bu iki rekat namaz sünnetlerden sayılmaz.

11- Kılman bu namaz için va'd buyrulan   sevab iki şarta bağlıdır.

a) Abdest hadiste beyan edildiği şekilde alınacaktır.

b) Namaz dahi hadiste beyan edildiği şekilde kılınacaktır.

12- Hadis-i şerif insanın içinden  birşeyler geçirerek âdeta kendi kendine konuştuğunu ispat etmektedir ki ehl-i Hakkın nıezhebide budur. Gönülden geçen şeylere hususi tabiriyle «Hadisü'n - Nefs» derler.

13- Yine bu hadis farzlarla sünnetler arasındaki tertibe delâlet et­mektedir. Hadiste zikredilen sünnetler mazmaza ve  istinşaktır. Bazıları farzlar arasındaki tertibe kail olmuş, sünnetler arasındaki tertibe riayete lüzum görmemiştir. İmam Ma1ik'in mezhebide budur. Malikiyye ulemâsı arasında abdestteki teftib .hakkında üç kavil vardır. Bazılarına göre; tertib vâcib diğerlerine göre menduptur. Maliki1erce meşhur olan kavilde budur. Bir takınılanda müstehâb, olduğu­nu söylemişlerdir. Şafiilere göre tertip farzdır. Bu hususta Şafiî1erden. Müzeni muhalefet etmiş ve tertibin farz olmadığına kail olmuştur.

 

4 - Abdestin ve Akabinde Namaz Kılmanın Fazileti Babı

 

5- (227) Bize Kuteybetü'bnü Sa'id ile Osman b. Muhammed b. Ebi Şeybe ve İshâk b. İbrahim El-Hanzalî rivayet ettiler. Lâfız kuteybe'nin-dir. İshâk (Ahberena) tabirini, Ötekiler (Haddesena) yi kullandılar. De­diler ki: Bize Cerir, Hişâm b. Urveden, o da Babasından, o da Osman'ın azadhsı Humran'dan naklen rivayet etti. Humran şöyle demiş Osman b. Affan'ı mescid avlusunda ikem dinledim. İkindi zamanı müezzin onun ya­nına geldi. Osman ondan abdest suyu istiyerek abdest aldı. Sonra dedi ki:

— Vallahi size bir hadis rivayet edeceğim. Eğer Allah'ın kitabında bir ayet olmasaydı onu size rivayet etmezdim. Ben Resulellâh (Sallallahü Aieylü ve Sellem)"\ :

«Hiç bir Müslüman .yoktur ki; tertemiz abdest alarak namaz kılsın da Allah onun o namazla ondan sonra gelecek namaz arasındaki gü­nahlarını  affetmesin.»  buyururken İşittim.

 

(...) Bize bu hadisi Ebu Kureyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu Usame rivayet etti. H.

'Yine bize Züheyr b. Harb ile Ebu Kureyb rivayet ettiler. Dediler kî: Bize Vekî' rivayet etti. H.

Bize İbni Ebi Ömer dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyan rivayet etti. Bunların hepsi bu isnadla Hişâm'dan rivayet etmişler. Ebu Hüsanıc hadisinde :

«Tertemiz abdest alır;  sonra  farz  namazı   kılarsa.» cümleside vardır.

 

6- (...) Bize Züheyr b. Harb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yakub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam, Sâlihden rivayet etti. İbni Şihâb şöyle demiş:

  «Lâkin Urve'nİn Humran'dan rivayetine göre Humran şöyle demiş: Osman abdest aldığı vakit:

  Vallahi size bir hadis rivayet edeceğim. Vallahi Allah'ın kitabında bir âyet olmasaydı onu size rivayet etmezdim. Gerçekten ben Resulullâh

(Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'i:

  «Hiç bir kimse yoktur ki;    güzel  güzel abdest alarak sonra  na­mazı  kılsın da o namazla ondan sonra gelen namaz arasındaki günah­ları  affolunmasın.»   buyururken işittim; dedi Urve:

  «Bu âyet:

«Allah'ın   indirdiği   açık   açık   âyetleri ve doğruyu   gizleyenler   yok mu?...»   diye başlayan ve:

«Lânetçiler de lânef ederler.» [21] cümlesine kadar devanı eden âyettir.» demiş.

Finaû'I  mescid:     mescidin  etrafı  avlusu   manasınadır.    Osman

(Radfyalİahu anh)'m : «Eğer Allah'ın kitabında bir âyet olmasaydı onu si­ze rivayet etmezdim» sözünden maksadı

«Eğer Allah Teâlâ bir kimsenin bildiği bir ilmi başkasına tebliğ etmesini farz kılmasaydi size hadis riva­yet etmek istemez ve bu suretle sizin başınızı ağrıtmazdım» yahut; «bu âyet olmasaydı haber vereceğim müjdeye itimad ederek ibadetleri terk-edersiniz endişesi ile bu hadisi size söylemezdim» demektir.

Kaadiİyâz'ın beyanına göre; «bu hadisi Bacî'den gayri bütün râvîler burada görüldüğü şekilde rivayet etmişlerdir. Bacî'nin rivayetin­de ise yerine denilmiştir.   İmam-ı   Malik'ten rivayet eden râvîlerin bazısıda bu şekilde rivayet etmişlerdir. Ulemâ bu iki şekil rivayetin te'vilinde ihtilâf etmişlerdir. İmam-ı Malik: «El - Muvatta'» da: «Zannederim bu âyetten murad :

«Hem gündüzün ilk kısmında ve gecenin bazı cüzlerinde namazı kıl.» [22] âyet-i kerimesi olacaktır.» demiştir. Bu takdirde her iki rivayetin mânası sahih olur. Ve «Levlâ ennehû» rivayetine göre mâna: «Eğer size anlatacağım hadisin mânası Allah'ın kitabında bulunnıasaydı söyleyecek­lerime itimad edip ibadetleri bırakırsınız korkusu ile onu size söylemez­dim» takdirinde olur. Fakat Urve'nin okuduğu:

«Allah'ın indirdiği açık açık âyetleri ve doğruyu kitapta biz insan­lara beyan ettikten sonra onları gizleyenler yok mu? İşte onlara hem Al­lah lanet edecek, hem de bütün lânetçiler lanette bulunacaklar.» âyet-i kerimesine göre bu rivayet doğru değildir. Bu âyet her ne kadar ehl-i ki­tap hakkında nazil olmuş olsada onda yine ehl-i kitabın yaptıklarını yap­maktan yâni; Allah'ın indirdiği şeyi gizlemekten ve onların yolundan git­mekten nehiy ve tahzir vardır. Peygamber (SalkUİahü Aleyhi ve Sellem) meşhur bir hadisinde:

«Her kim bîr ilmi gizlerse Allah onun ağzına ateşten bir gem vurur.» Buyurarak gizleme işinin memnu olduğunu umumî bir şekilde beyan et­miştir.» Ebu Hüreyre 'nin Sahihaynda şöyle bir sözü vardır: «Eğer Allah'ın Kur'anda inzal ettiği iki âyet olmasaydı ben ebediyyen hiç bir hadis rivayet etmezdim.» O âyetlerin biri:

«Hani Allah kendilerine kitap verilenlerden : Onu mutlaka insanlara btfyan edeceksiniz; gizlemeyeceksiniz diye teminat almıştı...» [23] âyet-i keri­mesi dir demiş ötekininde buradaki âyet olduğunu söylemiştir. Nevevî Hz. Urve 'nin te'vilini tercih etmekte ve: «Sahih olan Urve'nin te'vili-dir> demektedir.

Resulullâh fSallallahii Aleyhi ve Selletn) Bu hadiste bir-kimse tertemiz abdest alır ve onunla iki rekat namaz kılarsa o namazla ondan sonra gelecek namaz arasındaki günahlarının affedileceğini beyan buyur­muştur.

Halbuki bundan önceki hadiste yine aynı hüküm ve hâdise hakkında : «Geçmiş günahları affolunur.» buyurmuştu. Bu hadisin zahirî umum bildirmektedir. Yâni; tertemiz abdest alarak iki rekat namaz kılan kim­senin bütün geçmiş günahları affedilecek demektir. Bu noktadan iki ri­vayet arasında zahiren münâfât ve zıddiyet var gibi görünüyorsada ha-kikatta hiç bir münafat ve zıddiyet yoktur. Hadislerin arası şöyle bulunur. Umum bildiren hadiste muzaf hazfedilmiştir. Cümlenin takdiri: «Allah o kimsenin o namazla mükellef olduğu zamanla gelecek namaz arasında­ki günahlarını affeder.» şeklindedir. Hadis-i Şerif müezzinin namaz vak­tini haber vermek için imama gidebileceğine ve zaruret olmadığı halde bazen yemin etmenin caiz olduğuna delâlet etmektedir.

7- (228)  Bize Ahd b. Humeyd ile Haccac b. Eş-Şâir ikisi de Ebu'l Velid’den rivayet ettiler. Abd dedi ki .Bana Ebu'l Vehd [24] rivayet etti

(Dedi ki)   : Bise Ishâk b. Sa'id b. Amr b. Saîd b. EI-Âs [25] rivayet etti

(Dedi ki)    Bana babam, babaSmdan rivayet etti. Şöyle demi"!

— Osman'ın yanındaydım. Abdest almak İçin su istedi ve şöyle dedi:

- Ben  Resulellâh (Sallallahii Aleyhi ve Selletn) i

  «Hiç bir Müslüman yoktur ki; farz bir namazın vakti geldiğinde o namazı tertemiz abdest alarak huşuu ile rükü'û ile kılsın da büyük gü­nah işlemedikçe o namaz ondan önceki günahlarına keffaret olmasın. Bu her zaman için böyledir.»   buyururken işittim.

Tertemiz abdest almaktan murad abdestin bütün kemal sıfatları ile adabına riayet etmektir.

«Büyük günah işlemedikçe...» kaydından küçük günahların affedilme­si için büyük günah işlememenin şart olduğu mânası anlaşılmamalıdır. Bundan murad küçük günahlar affedilir. Büyükleri edilmez demektir. Çünkü büyük günahlar ya tevbe ile yahut fadl~ı ilâhi ile affolunurlar.

Kaadi İyâz: «Bu hadiste zikredüdiği vecihle küçük günahla­rın affedilmesi büyüklerinin ise; ancak tevbe yahut Allah'ın fadl-u rah­meti ile affolunması ehl-i sünnetin mezhebidir» diyor. «Bu her zaman için böyledir» cümlesinden murad küçük günahların affedilmesi her zaman bu suretle abdest alarak namaz kılmakla olur, yahut büyük günah işle­memek meselesi her zaman için böyledir demektir.

Bu ve emsali hadisler abdest ve namazın bütün şerait ve adabına dik­kat ederek ihtiyatla amel edilmesine ve ibadetin bütün mezhep ulemâsına göre sahih olacak şekilde yapılmasına teşvik mahiyetin de dirler.

 

8- (229) Bize Kuteybetü'bnü Sa'id ile Ahmed b. Abdete'd-Dabbî ri­vayet ettiler. Dediler ki : Bize Abdilaziz — ki Derâverdîdir — Zeyd b. Eş­lemden, o da Osman'ın azadlısı Humran'dan naklen rivayet etti. Humran şöyle demiş: Osman b. Affan'a abdest suyu getirdim de abdest aldı son­ra şunları söylem:

— Hakikaten bazı insanlar Resulellâh (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) den bazı hadisler rivayet ediyorlar 'ki; ben bunların mahiyetini bütniyorum.  Yalnız   ben   Kcstılııllfılı (SuUuUuhii Aleyhi w Srl!cnı,"n\ şu  benim  nb-destim gibi abdest ;ıldi£mı gürdüm sonra söyle  buyurdular:

  «Her kim  böylece abdest alırsa;  geçmiş günahları  affolunur.  Kıl­dığı namazla mescide kadar yürümesi de (kendisine) nafile (ibâdet) olur.»

İbni Abde'nin rivayetinde :

  «Osman'a geldimde abdest aldı» cümlesi vardır. Bu hadiste ;

«Kıldığı namazla mescide kadar yürümesi de (kendisine) nafile (ibâ­det) olur.» buyurulması kılacağı namazdan ve mescide gitmesinden hâsıl olacak sevap nafile ibadet olur. Manasınadır. Yoksa farz namaz nafileye tebdil edilir. Setlinde anlaşılmamalıdır. Çünkü şeraitine riayetle alınan abdest geçmiş küçük günahlara keffaret olunca; namazdan hasıl olacak sevap ziyade olarak kalır. Nafileden murad d"a budur. Bununla o kulun ya âhiretteki dereceleri yükseltilir. Yahut o namazdan sonra işleyeceği gü­nahları affedilir. Ziyade edilen şeyin mezidûn aleyh cinsinden olması şart değildir. Binaenaleyh kulun derecelerinin yükseltilmesi günahlarına keffâratm üzerine ziyade edilmiş bir fazlalıkta olabilir.

 

9 - (230) Bİze Kuteybetü'bnü Sa'id ile Ebu Bekr b. Ebî Şeybe ve ZÜheyr b. Harb rivayet ettiler. Lâfız Kuteybe ile Ebu Bekr'indir. Dediler ki: Bize Vekî' Süfyân' [26] dan, o da Ebu'n-Nadr' [27] dan, o da Ebu Enes' [28] ten naklen rivayet etti ki; Osman peykeler üzerinde abdest al­mış ve:

— Size    ResuluIIâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in  abdest ini göstere­yim mi? Demiş sonra (her azayı) üçer defa (yıkayarak) abdest almış.

Kuteybe kendi rivayetinde şunu ziyade etti:

— «Süfyan demiş ki: Ebu'n-Nadr Ebu Enes'ten naklen rivayet etti. Ebu Enes : Osman'ın yanında ResuluIIâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in as­habından bazı kimseler vardı» demiş.

Hadiste zikri geçen maka'ıd'den murad; bazılarına göre Hz. Os­man (Radiyallahu anh) 'in evinin önünde oturmak için hazırlanmış se­dirlerdir. Bazıları mescid-i Nebeviye yakın oturmak ve abdest almak için hazırlanmış bir yerdir. Demişlerdir.

Osman (Radiyallahu anha) 'm her azayı üçer defa yıkayarak abdest alması abdestin sünnetlerinden biride bu olduğunu anlatan büyük bir asıldır. Bu asla tebe'an abdest azalarını üçer defa yıkamak bilittifak sünnet; birer defa yıkamaksa farzdır. Nevevî diyorki: «Bu hadiste başa üç defa mesh etmek müstehaptır diyen Şafiî ile ona muvafakat edenlere delil vardır. Buna benzeyen hadisler çoktur.,.»

Hadisin bir rivayetinde: «Osman'ın yanında Resulallâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabından bazı kimseler vardı» denilmesi: Hz . Osman (Radiyallahu anh) bu sözü ashab-ı kiram arasında söyledi fa­kat ona hiç itiraz eden bulunmadı, Manasınadır. Bu suretle üçer defa yı­kamanın sünnet olduğuna oradaki ashab ittifak etmiş oluyorlar. Filhaki­ka Beyhakî ile başkalarının rivayetinde de Osman (Radiyallahu anh) 'in her azayı üçer defa yıkayarak abdest aldığı ve sonra eshab-ı Re­suluIIâh (Sallallahü Aleyhi ve Selleın) 'e dönerek:

  «Siz    Resulellâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in böyle ab­dest aldığını gördünüz mü?» dediğini onlarında :

  «Evet» cevabını verdikleri zikredilmektedir.

Bu hadisin isnadı hakkında Dare Kutnî ve başkaları söz et­mişlerdir. Bıfnlar Veki'in Ebu'n-Nadr 'dan sonra Ebu Enes'i zikretmesini onun bir vehmi olarak vasıflandırmaktadırlar. Çünkü Ebu Alî el-Gassanî 'nin beyanına göre; Ebu'n-Nadr bu hadisi Büsr b. Sa'id 'den, o da Osman (Radiyallahu anh) 'ten rivayet etmiştir. İmam Ahmed b. Hambel ile baş­kalarının rivayetleri de bu tarzdadır.

 

10- (231) Bize Ebu Küreyb Muhammed b. El-AIâ', ile İshâk b. İb­rahim hep birlikte Veki'den rivayet ettiler. Ebu Küreyb dedi ki: Bize Veki', Mis'ar' [29] dan, o da Ebu Sahra Cami' b. Şeddâd'dan naklen riva­yet etti. Demiş ki: Ben Humran b. Ebandan dinledim. Şöyle dedi:

  Ben Osman'a abdest suyu koyardım gün geçmezdik! üzerine biraz su dökünmesin. Osman dedi ki:    Resulallâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şu namazımızdan çıktıktan sonra (Mis'ar zannederim bu namaz ikindiydi demiş) Bizimle konuşarak şöyle buyurdu:

  «Size bir şey söylesem mi? Yoksa sükût mu etsem? bilmiyorum?» Biz:

  «Ya Resulallâh! Hayırsa söyle başka bir şeyse Allah ve Kesulu bi­lir.» dedik. Resulallâh  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

  «Temizlenerek Allah'ın farz kıldığı temizliği tastamam yapan ve şu bes vakit namazı kılan hiç bir Müslüman yoktur ki; bu namazlar ara­larındaki günahlara  keffaret olmasınlar.»   buyurdular.

Nutfe : Az su demektir. «Gün geçmezdiki üzerine biraz su dökmesin» cümlesinden murad yıkanmağa devam ettiğini temizliğe çok ehemmiyet verdiğini bu suretle hadiste kendi rivayet ettiği sevabı elde etmeğe çalış­tığını anlatmaktır:

«Size bir şey söylesem mi? Yoksa sükût mu etsem? Bilmiyorum.»

buyurması ihtimalki bunu o anda onlara söylemekte bir fayda varıradır yokmudur, kestiremediğindendir. Sonra fayda olduğunu anlamış ve söyle­miştir. Hadisin faydası Ashabı abdest vesair temizliklere teşvik o'lmasi-dir.    Resulullâh  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir an tereddüt buyurması vereceği müjdeye dayanarak ibâdet hususunda gevşeklik gös­terirler endişesindende olabilir. Daha doğrusu   Resulullâh (Sallallahü A-ieyhi ve Sellem)  bu sözü ile Ashabı neşat ve gayrete getirmek istemiş­tir. Ashab-j Kiram'in ; «Hayırsa söyle» diye cevap vermeleri; eğer söy-liyeceğin müjde ise ve bizim daha ziyade ibâdet etmemize sevap olarak neşatımızı arttıracak günahlardan biri men edecek bir şeyse söyle de ha­yırlı işlere daha ziyade ehemmiyet verelim kötülüklerden daha fazla ka­çınalım, mânalarını ifade eder. «Başka bir şeyse» yani amellere tergip ve terhibe aid birşey söylemiyeceksin sen bilirsin Ya Resulullâh! Demektir.

Hadis-i şerif nefis bir faide beyan etmektedir. Fayda şudur. Resulullâh  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:

«Allah'ın farz kıldığı temizliği tastamam yapan...» buyurması abdest alırken yalnız farz olan yerleri yıkayıp sünnet ve müstehaplara riayet et­meyen bir kimsenin bunlara riayet eden kadar sevap ve fazilete nail ola­bileceğine delildir. Maamafih sünnet ve müstehaplara riayet edenin se­vabı elbetteki daha mükemmel ve günahları için daha çok keffaret olur.

 

11- (...) Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. el-Müsennâ İle İbni Beşşâr da rivayet ettiler. De­diler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. Muaz'la Muhammed'İn ikisi de: Bize Şu'be, Camı* b. Şeddâd'dan rivayet etti. Demişler Câmî' şunları söylemiş: Bfşr'in imareti zamanında şu mescidde Humran b. Eba-nı Ebu Bürde.ye şunları anlatırken işittim : Osman b. Aftan:

Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Her kim Allah'ın emrettiği gibi tastamam abdest alırsa farz na­mazlar, aralarındaki günahlara keffaret olurlar.» buyurdular; demiş.

Bu hadîs Muâz'ındır. Gunder'in hadîsinde «Bişr'in emirliği zamanın­da ve farz kılınmış» tâbirleri yoktur.

 

12- (232) Bize Harun b. Sa'id el-Eyli rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. Dedi ki: Bana Mahremetü'bnü Bükeyr, babasın­dan, o da Osman'ın azadlısı Humran'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Osman b. Affan bir gün güzel bir abdest aldı. Sonra şunları söyledi: Ben Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)fin çok güzel bir şekilde abdest aldığını gördüm. Sonra şöyle buyurdular:

«Her kim bu şekilde abdest alır da kendisini ancak namaz harekete geçirerek  mescide  çıkarsa  geçmiş  günahları  affolunur.»

Bu hadisteki «Yen hezu» fiilini bazıları «Yünhizu» şeklinde rivayet etmişsede «El - Metali'» sahibi bunun hata olduğunu söylemiş sonra: «Bu­nun bir lûgât olduğunu söyliyenlerde vardır demiştir.».Her iki rivayete göre kelimenin mânası: «Hareket ettirmek» demektir. Hadis-i şerif iba­det ve taatlarda ihlâs ve samimiyete teşvik etmektedir.

 

13- (...) Bana Ebu't-Tahîr ile Yunus b. Abdİl A'Iâ da rivayet ettiler: Dediler ki : Bize Abdullah b. Vehb, Amr b. El-Hûristen naklen haber ver­di, ona da Hukeym b. Abdillâh el-Kureşî [30] rivayet etmiş. Ona da Nafî' b. Cübeyr ile Abdullah b. Ebi Seleme rivayet etmişler, onlara da Muaz b. Abdirrahman [31] Osman b. Affan'ın azatlısı Humran'dan , o da Osman b. Affan'dan naklen rivayet etmiş. Osman şöyle demiş:

— Ben Kesuhdlâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:

«Her kim namaz için yerli yerince abdesf alır; sonra farz namazı kılmak için gider de onu insanlarla, yahut cemaatla, yahut mescitte kı­larsa Allah  o kimsenin  günahlarını  affeder.»   buyururken işittim.

Burada Hafız İbni Hacer şunları söylemiştir : «Hâsılı Hum-ran, Hz. Osman'dan iki hadis rivayet etmiştir. Bunların birisi namazda bir şey hatırına getirmemekle mukayyet olan iki rekât namaz; diğeri bu kayıddan hâlu bulunan farz namaz, yahud cemaatle namaz hakkmdadır.> Hadis-i Şerif mâna itibariyle yukarıkiler gibidir.

 

5- Büyük Günahlardan Kaçınmak Şartı Île Beş Vakit Namazların ve Cuma Namazının Gelecek Cumaya, Ramazanın da Gelecek Ramazana Kadar Aralarındaki Günahlara Kefaaret Olmaları Babı

 

14- (233) Bize Yahya b. Eyyub ile Kuteybetü'bnü Saide ve Aliyyübnü Hucr hep birden İsmail'den rivayet ettiler. İbni Eyyüb dedi ki: ^ Bize İsmail b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Huraka'mn azadlısı Âla b. Abiirrahman b. Ya'kub, babasından, o da Ebu Hüreyre'den naklen haber verdi ki Resulullâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Büyük günahlar irîikâb edilmedikçe beş vakit namaz ve iki cuma, aralarındaki günahlara  keffarettİr.»  buyurmuşlar.

 

15- (...) Bana Nasr b. Aliy el'Cehdamî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdilâla' haber verdi. Dedi ki: Bize Hişâm Muhammed'den, o da Ebu Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'den naklen ri­vayet etti ki:                                                                                             

«Beş vakit namazla iki cuma aralarındaki günahlara keffaretdirler.» buyurmuşlar-

 

16- (...) Bana Ebu't-Tahirile Harun b. Sa'id el-Eyli rivayet ettiler. Dcdilerki: Bize İbni Vehb, Ebu Sahır' [32] dan naklen haber verdi. Ona da Zaide'nin azadlısı Ömer b. İshâk [33] babasından, o da Ebu Hüreyre'-den naklen haber vermiş ki Resulullâh (ŞftllalUthü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyururlarmış:

«Büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde beş vakit namaz, iki cuma ve iki Ramazan, aralarındaki günahlara keffâ retti Her.»

Yukarıdan beri sıraladığımız bu rivayetlerin bazılarında abdestin ba­zılarında abdestten sonra.: iki rekat namazın; bir kısmında beş vakit na­mazın diğerlerinde iki cum'a ile iki Ramazanın küçük günahlara, keffâret olacakları bildirilmektedir Neyevî diyor ki: «Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Mademki abdest geçmiş küçük günahlara keffâret olu­yor o halde namaz neye keffâret olacaktır? Namaz küçük günahlara kef­fâret olursa cum'alarla ramazanlar neye keffâret olacaktır? Hatta Arife günü oruç tutulursa; iki senenin" küçük günahlarına; Aşura günü oruç tutulursa bir senenin günahlarına keffâret olacağı keza bir kulun âmin demesi meleklerin âminine tesadüf ederse geçmiş günahları affolunacağı bildiriliyor. Bunlar neye keffâret olacaktır? diye sorulabilir. Ulemâ bu suale şu cevabı vermişlerdir: Bu zikredilenlerin her biri keffâret olmaya elverişlidir. Eğer keffâret olacak küçük günahlar bulunursa onlara keffâ­ret olurlar. Kulun büyük veya küçük hiç bir günahı yoksa mezkûr abdest ve namazlarla kula hasenat yazılır. Dereceleri yükseltilir. Küçük günahı yokta büyük günahı bulunursa büyük günahların cezasını hafifletecekle­rini ümit ederiz Allah-u A'lem.

 

6- Abdesti Müteakib (Okunması) Müstahab Olan Dualar Babı

 

17- (234) Bana Muhammed b. Hatim b. Meyimin rivayet etti. (De­di ki) : Bize Abdurrahman b. Mehdi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muavi-ye b. Salih [34] , Rabia' [35] dan yani İbni Yezid'den, o da Ebu İdris el-Havlâni' [36] den, o da Ukbetü'bnü Âmir' [37] den naklen rivayet etti. H.

Bana Ebu Osman dahi Cübeyr b. Nüfeyr' [38] den, o da Ukbetü'bnü Â'mir'den naklen rivayet etti. Ükbe şöyle demiş. Üzerimizde deve gütme vazifesi vardı. Nevbetim gelince akşamlayın develeri ağıllarına götürdüm.

Sonra Resuhillâh (SaüaİIahü Aleyhi ve Sel!em)'e ayakta cemaata bir şeyler söylerken yetiştim. Yetiştiğim sözü şudur :

«Eğer bir Müslüman tertemiz abdest alır, sonra kalkarak iki rekât namaz kılar, kalbi ve yüzüyle o iki rekâta yönelirse o kimseye cennet va­cip olur.»   buyurdular. Ben :

  Bu ne güzel şey dedim. Birde baktım Önümde biri : Bundan önceki daha güzeldi diyor!...

Baktım ki Ömer'miş (bana) :

  Ben seni demin gelirken gördüm Resulullâh   (Sallalkthü Aleyhi ve Selîem)   sen gelmezden Önce şöyle buyurdular, dedi.

«Eğer sizden biriniz abdest alır, onu yerli yerince yapar, yahut tas­tamam icra eder de sonra : "Ben Allah'tan başka ilâh olmadığına; Mu-hammed'in Allah'ın kulu ve resulü olduğuna şehadet ederim." derse o kimseye cennetin sekiz kapısı (birden) açılır. Onların hangisinden diler­se ondan girer.»

 

(...) Bize bu hadisi Ebu Bekr b. Ebi Şeybe'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zeyd b. Hubab, [39] rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muaviyetü'bnü Sa­lih, Rabiatü'bnü Yezid'den, o da Ebu İdris el-Havlânî ile Ebu Osman'dan, onlarda Cübeyr b. Nüfeyr b. Malik el-Hadremi'den. o da Ukbetü'bnü Âmir el-Cühenîden naklen rivayet etti. Ukbe Resulullâh (Satlallahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurdu diyerek bu hadisin mislini rivayet etmiş. Şu ka­dar var ki o:

«Her kim abdest alır da bir Allah'tan başka ilâh yoktur, onun şeriki yoktur; ben Muhammed'in onun kulu ve resulü olduğuna şehadet ede­rim.»   buyurdu demiş.

Bu hadisi Ebu Davud ile Tirmizî de tahriç etmişlerdir. Ulemâ hadisin birinci tarikindeki Ebu Osman'in kim olduğu husu­sunda ihtilâf etmişlerdir. Bazıları bu zat Muaviyetü'bnü Sa1ih'tir demiş diğerleri  Rabiatü'bnü   Yezid   olduğunu söylemislerdir. Ebu Aliy el-Gassani «Takyidü'l Mühmel» adlı eserinde : «Doğrusu bu zat Muaviyetü'bnü Salih 'tir» demiş uzun uzadıya deliller getirerek onun Muaviyetü'bnü Salih olduğunu ispat etmiştir.

Ukbetü'bnü Amir (Radiyallahû anh) 'm : «Üzerimizde deve gütme vazifesi vardı» demesinden anlaşılıyor ki; bir kaç deve sahibi birle­şerek develerini bir yere katmışlar ve nevbetle hergün içlerinden biri gü­der, diğerleri işlerine güçlerine giderlermiş, o gün sıra Hz. Ukbe'de olduğu için develerle meşgul olurken Resulullâh (Salldllahü Aleyhi ve Sellem)'m tebşiratmın bir kısmına yetişemiyerek Ömer (Radiyallahû anh) 'tan öğrenmiş.

Bu hadiste   Resulullâh   (Saltallahü Aleyhi ve Selîem) : «İki rekât namaz kılar, kalbi ve yüzüyle o iki rekâta yönlenirse, o kim şeye cennet vacip olur.»  buyurmuştur.

«Kalbi ve yüzüyle...» (tâbirleri) dile son derece kolay gelen iki ke­lime isede bu iki kelime huşu ve huzu'un bütün nevilerini ifade etmek­tedirler. Çünkü huzû' âzâda, huşu da kalpte olur. Binaenaleyh türkçemiz-de sehl-i mümteni' denilen dile kolay fakat bulup söylemesi pek güç olan bu kısa ibare Resulullâh (SallaİUthü Aleyhi ve Selîem) 'e has olan «cevamiû-l'kelîme» madudturlar. Onun için H z . Ukbe hayran kalarak «bu ne güzel şey» demiştir. Âmir (Radiyallahû anh) bununla ya bu söz ne güzel yahut bu fayda veya müjde yahut ibadet ne güzel de mek istemiştir. İbarenin güzelliği iki cihettendir. Birinci cihet; sehl-i mümtenÜ* olması ikinci cihette üzerine büyük sevap terettüp etmesidir.

 

Haids-i Şerif  Şu Hükümleri İhtiva Eder:

 

1- Abdest alan kimsenin abdestin sonunda demesi, müstehaptır, Bunun müstehap olduğunda bütü ulemâ müttefiktir.

2- Aynî İndisin  Tirmizî 'deki rivayetinde Nesiî 'nin rivayetinde ise "buyurulduğu cihetle bunları veya emsalini okumakta müstehaptır.

3- Mezkûr dualar gusulden sonrada müstehaptır.

 

7- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in Abdesti Hakkında Bir Bab

 

18- (235) Bana Muhammed b, Sabbah rivayet etti. (Dedi*ki) : Bize Halid b. Abdillâh [40], Amr b. Yahya b. Uinarâ'dan, o da babasından, o da Abdullah b. Zeyd b. Âsim el-Ensarî' [41] den — ki bu zat sahâbidir. Nak­len rivayet etti. Abdullah'a :

«Bize Resulullâh (Saîlailahü Aleyhi ve Sellem)'in abdesti gibi abdest al» demişler. Bunun üzerine Abdullah bir kap isteyerek ondan ellerine su dökmüş ve onları üç defa yıkamış sonra elini kaba daldırarak ondan su al­mış ve bir avucundan hem mazmaza hem istinşak yapmış. Bunu üç defa tekrarlamış. Sonra elinî kaba daldırarak su almış ve yüzünü üç defa yıkamış sonra elini kaba daldırarak su almış ve ellerini dirsekleriyle be­raber ikişer ikişer yıkamış. Sonra yine elini kaba daldırarak su çıkarmış ve başına mesh etmiş. (Mesh ederken) iki elini öne ve arkaya götürmüş. Sonra ayaklarını topukları ile beraber yıkamış bundan sonra:

«Resulellâh   (Saîlailahü Aleyhi ve Sellem)'\n abdesti işte böyle idi.» demiş

 

(...) Bana Kasım b. Zekeriyya'da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâ-lid b. Mahled, Süleyman'dan —ki İbni Bilâl'dır—, o da Amr b. Yahya'dan bu isnadla bu hadisin mislini rivayet etti. (Yalnız) o topukları zikretmedi.

 

(...) Bana İshâk b. Musa el-Ensârî [42] de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'n [43] rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Malik b. Enes, Amr b. Yahya'dan bu isnadla rivayet etti. Ve :

«Üç defa mazmaza ve istinşak yaptı.» dedi. «Bir avuçtan» kaydını söy­lemedi, «Ellerini öne ve arkaya doğru» çekti» sözünden sonra: «Başının ön tarafından başladı sonra ellerini kafasına doğru çekti. Sonra onları başla­dığı yere döndürdü. Ayaklarımda yıkadı» ibaresini ziyade eyledi.

 

(...) Bize Abdurrahman b. Bişr el-Abdiy rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Behz [44] rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vüheyb [45] rivayet etti ve: Bize Amr b. Yahya yukarıkilerin isnadları gibi bir isnadla rivayet etti. diyerek hadisi söyledi. O bu hadiste :

«Üç avuçtan mazmaza ve istinşak yaparak burnunu attı» dedi şunu dahi söyledi: «Başınada öne ve arkaya giderek bir defa mesh etti.»

Behz: «Bana bu hadisi Vüheyb yazdırdı» demiş Vüheyb de: Bana bu hadisi Amr b. Yahya iki defa yazdırdı demiştir.

Bu hadisi   Buharı   «Kitabu'l Vudu'» da ve taharet bâblannın muhtelif beş yerinde   Ebu   Davud,   Tirmizî,   Nesaî ve İbni Mâce   taharet bahsinde tahriç etmişlerdir. Ravîlerden   Ab­dullah   İbnî   Zeyd   hakkında   Süfyan   b. Üyene: «Bu zat ezan hadîsini rivayet eden Abdullah b. Zeyd 'dir» de-mişsede bunun hatâ    olduğunu birçok hadis hafızları beyan ettiği gibi Buhârî de sahihinin istiskaa bahsinde bunu tasrih etmiştir. Ezan hadisini rivayet eden zatın ismi Abdullah b. Zeyd b. Abdî Rabbih'dir bu zatın ezan hadisinden başka hadis rivayet etmediği söylenir. Hadisin buradaki  rivayetinde: «Elini daldırdı» denilmiştir. Buhârî'nin ekseri rivayetlerinde de «el» kelimesi müfred olarak zik-redilmişsede bir rivayette «iki elini» denilmiş, hatta İbni   Ab bas (Radiyallahu anh)   rivayetinde : «Suyu bir eliyle alarak öteki elini de ona kattığı» bildirilmiştir. Nevevî diyor ki: «Bu gösteriyor ki; bunların üçüde caiz ve üçüde'sünnettir. Rivayetlerin araları: «Bu abdestler ayrı ayrı zamanlarda alınmıştır.» Demek suretiyle bulunur. Ulemâmız bu ve-cihlerin üçünede kail olmuşsada sahih ve meşhur olan ve cumhurunda kat'î şekilde kabul ettikleri kavil; yüzü yıkamak için suyun iki elle alın­masının müstehab olmasıdır. Çünkü bu hem daha kolay, hemde abdesti usuliyle almaya daha muvafıktır. Ulemâmız yüzü üst kısmından başliya-rak yıkamanın müstehab olduğunu söylerler. Çünkü üst kısmı daha şeref­li ve suyun bütün yüzü kaplamasına "daha müsaittir.»

Hadisin muhtelif rivayetlerinden anlaşılıyor ki; Resu1ul1âh (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) Abdest azasının bazılarını üç bazısını iki ba­zılarımda bir defa yıkamıştır. Bu şekilde alınan abdestin sahih olduğun­da şüphe yoksa da her uzvuu üçer üçer yıkamak yinede müstehaptır. Peygamber (Saîlalîahü Aîeyhi ve "Sellem/in muhtelif zamanlarda böyle muh­telif şekilde abdest alması her nev'in caiz olduğunu beyan içindir. Vakıa bunları sözle bir defada da beyan edebilirdi. Fakat sözün te'vile ihtimali vardır. Fiilde ise bu ihtimal olmadığı gibi Fiilin ruh üzerindeki te'siri da­ha büyüktür. Bundan dolayı cevaz meselesini filen göstermiştir.

cümlesinin ma'nası ;

«Başın alın tarafından  başhyarak arkaya  doğru gitti  ve  öne doğru döndü» demektir. Gerçi arapçada «akbele» yüzünü göstererek geldi, «ed-bara» arkasını döndü gitti, ma'nalarmadırlar. Hadiste başa mftsh tarif edilirken evvelâ «akbele» denilmesi, başın arkasından başlıyarak öne doğ­ru mesh ettiği zannını veriyorsada bir çok' rivayetlerin mecmu'undan an­laşılan ma'na bunun aksinedir. Yanî bu kelimenin hadislerdeki ma'nası ön taraftan başlıyarak arkaya doğru gitti. Demektir. Hatta bazıları ön, arka gibi cihetlerin nisbî şeyler olduğuna "bakarak bu kelimelerin yine aslî ma'nalarında kullanıldığını söylemiş; başın arkasına nisbetle ön ta­rafından başhyarak arkaya doğru gitmeye (akbele) denilebileceğini söy­lemişlerdir.

 

Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Eder:

 

1- Abdeste  başlamazdan önce elleri  yıkamak Tneşru'dur. Burada onların iki defa yıkandığı,   Ebu   Hüreyre   hadisinde ise iki veya üç defa yıkandığı zikredilmiştir. Fakat bu yıkayış abdestin farz veya sün­netlerinden değildir. İbnül-,Kasim   abdeste başlamazdan önce el yıkamanın teabbüd olduğunu yani ibadet için yapıldığını söylemiştir. îmam-Ma1ik'e göre elleri iki defa yıkamak sünnettir Aynî 'nin-beyanına göre bu meselede beş kavil vardır;

a) Abdestden evvel elleri yıkamak sünnettir. Hanefîyye ulemâsının meşhur kavli budur. Resu1u11âh     (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellemyin ellerini yıkamadan hiç bir zaman abdest almadığıda bunu gös­terir. Bazıları abdestten evvel elleri bileklere kadar .yıkamanın, farz yeri­ni tutacağını beyan etmişlerdir.

b) El yıkamak, ellerinin temiz olup olmadığında şüphe edenler için müstehaptır. Bir rivayette İmam Malik'in mezhebi budur.

c) Gece uygusundan uyanan kimseye ellerini yıkamak farzdır. Gün­düz uykusundan uyanana farz değildir. îmam   Ahmed b. Harnbe1'in mezhebi budur.

d) Eline necaset bulaşıp bulaşmadığında şüphesi olan kimseye ellerini yıkamak farzdır. İmam Malik'in meşhur kavli de budur..

e) Mutlak surette her uykudan uyanan kimseye el yıkamak farzdır. Davûd-u Zahirî ile arkadaşlarının mezhebi de budur.

2- Mazmaza ile istinşak meşru'durlar. Bunlar abdestde sünnet g'u-sülde farzdır. Hanefî 'lerle Sevri 'nin- mezhebi budur. îmam Şafi-î ikisinde de sünnettir demiştir. Şafiî 'nin bu kavlini İbnil-1'Münzir Hasan-ı Basrî 'den,   Katâde, Rabbia, Yahya b. Saîd, İmam Malik, Evzâî ve Leys'den de rivayet etmiştir. Bir rivayette İmam  Ahmed   b. Hambel'in kavlide budur. Diğer rivayete göre;   İmam   Ahmed mazmaza ile istinşakın hem abdesde hemde gusülde .farz olduklarına kail­dir. Nitekim İbni Ebi Leylâ, ile Hammad ve îsh â fc'ıft mezhepleride budur.

Ebu Sevr ile Ebu Ubeyd'e ve İmam Ahmed'in üçüncü bir kav­line göre; abdest ve gusülde yalnız istinşak farz,, mazmaza farz değildir.

3- Resu1ullâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) üç avuç su ile üç defa mazmaza ve istinşakyapmiştır. Şafiî 'nin mezhebide budur. Bu­nun tatbiki hususunda iki vecih vardır. Esah olan veçhe göre; bir avuç su­dan üç defa mazmaza, ikinci avuçtanda üç defa istinşak yapılır. Ha­nefî lere göre; mazmaza ile istinşak altı avuç sudan yapılır. Yanı her mazmaza ve her istinşak için ayrı ayrı su kullanılır. Hanefî lerin deli­li imam Tirmizî'nin rivayet ettiği bir hadistir. Bir rivayette İmam Şafiî   de   Hanefî 'lerle beraberdir.

4 - Abdestde yüzü üç defa yıkamak meşru' olmuştur. Bu bâb da hi­laf yoktur.

5- Hadisi şerif ellerin iki defa yıkanacağına delildir. Müslim'in bir ri­vayetinde ellerin üç defa yıkanacağı bildirilmiştir. Acaba elleri abdestden Önce yıkamak kâfi midir? yoksa abdeste başlarken tekrar yıkamak mı icap edecektir? Bu hususta iki rivayet vardır. «Asi» in rivayetine göre yal­nız kollar yıkanacaktır.

Çünkü abdestten evvel eller bileklere kadar yıkanmıştır. Onları tek­rar yıkamaya lüzum yoktur. «Ezzahire» Nam kitabın sahibi : «Bence esah olan ellerin içini ve dışını tekrar yıkamaktır. Çünkü ab­destten önce onları yıkamak, abdeste başlamak için sünnettir. Abdest de elleri yıkamaksa farzdır. Binaenaleyh o sünnet bu farzın yerini, tutamaz» diyor.

6- Dirsekleri yıkamak ellerin hükmünde dâhildir. Cumhurun mez­hebi budur. Nitekim Darakûtnî 'nin Câbir (Radiyâthhu anh) dan rivayet ettiği bir hadis de: Resul ull âh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)   «Abdest aldığı vakit suyu dirseklerinin etrafına çevirirdi.» Buyurulmuştur. Bezzar ile Taberanî 'nin Vai1 b. Hucr (Radiyallahu anh) 'dan rivayet ettikleri hadisde de: «Kollarını dirsekle­ri geçinceye kadar yıkadı» denilmektedir. Bu husus da ulemâdan muhale­fet eden yalnız   İmam Züfer ile bir rivayette İmam Mâlik'tir.

7- Bu hadisle İmam Mâlik ile İbni Uleyye ve bir rivayette İmam Ahmed b. Hanbel bütün başa mesh etme­nin farz olduğuna istidlal etmişlerdir. Maamafih mesele Malikîyye ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Bazıları başın bir kısmına diğerleri üçte bi­rine mesh etmenin kâfi geleceğini söylemişlerdir. Hanefîlerle Şafiî lere görede başın bir kısmına mesh etmek farz isede bu kısmın ne kadar olacağı ihtilaflıdır. Hanefî lere göre başın dörtte biridir. Şâfiîlere göre ise! Islak eliyle başının velev bir kılma dokunmakla farz yerini bulur. Meseleyi az yukarıda tafsilatiyle görmüştük.

8- Başa mesh ederken ön tarafından başlanacaktır. Bu bâb da bir çok hadisler rivayet edilmiştir. Meselâ Nesai'nin   Abdullah b. Zeyd  (Radiyallahu anh) 'dan tahriç ettiği bir hadis de :   «Başının Ön ta­rafından başladı sonra ellerini kafaya doğru götürdü. Sonra gerisin geri­ye başladığı yere getirdi» denilmektedir.   İbni   Ebu   Şeybe, Ebu Davud,  Bzzâr  İbni Kânı1 ve diğer hadis ülemâ-sıda kimi önden arkaya doğru kimi arkadan Öne doğru mesh edileceğini göstt.en hadisler tahriç etmişlerdir.

9- Ayakları topuklara kadar yıkamak meşru' olmuştur. Topuklarla dirseklerin yıkama emrinde dahil olup olmadığı az yukarıda görülmüştü,

10 - Abdest almak için başkasından su istemek de, kerahet yoktur.

11- Bir şeyi fiilen öğretmek caizdir.

12- Su kabına eli daldırmakla kabdaki su müsta'mel olmaz.

13- Başın bütününü mesh etmek nıeşru'dur. Yalnız farz değil sün­nettir, Btf bâbda da yukarıda tafsilât geçti.

14- Başa bir defa mesh edilir.

 

19 — (236) Bize Hârûn b. Ma'ruf rivayet etti. H.

Bana Hârûn b. Said el-Eylî ile Ebu't-Tâhir de rivayet ettiler. Dedi­ler ki: Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) Bana Amr b. El-Hâris haber verdi. Ona da Habbân [46] b. Vasî' rivayet etmiş; ona da babası ri­vayet etmiş. Babası Abdullah b. Zeyd b. Asım El Mâzinîyî şunları anlatır­ken dinlemiş Abdullah demiş ki: Resulullâh (Salîallahü Aleyhi ve Sfllemfı abdest alırken gördüm. Mazmaza ve istinşak yaptı. Sonra yüzünü üç defa, sağ elini üç defa, öteki elini de üç defa yıkadı. Elinin artığı olmayan bir su ile başına mesh etti. Ayaklarımda temiz pak edinceye kadar yıkadı. Ebu't-Tahir: «Bize İbni Vehb, Amr b. Haris'den rivayet etti.» dedi.

Bu hadisin isnadında Müslim (Rahimehuiîah) her zaman göster­diği dikkat ve ihtiyatını ve derin ilmiyle takvasını bir daha göstermiş ve ikisinin de ismi Harun olan şeyhlerini bir birinden ayırarak birin­cisi hakkında : «Bize rivayet etti»; ikincisi hakkında : «Bana rivayet etti» ta'birlerini kullanmıştır. Çünkü; hadisi birinci Harun 'dan bir cemaat­le birlikte; ikincisinden ise yalnız başına dinlemiştir. Bu gibi hallerde ay­nı ta'birlerin kullanılmasının bilittifak müstehab olduğunu kitabın baş ta-'. raflarında görmüştük.

Böyle incelikler İmam Müslim (Rahimehuiîah) 'in hiç bir za­man gözünden kaçmamıştır. İleride inşallah -bu gibi tenbihatın bir çok örnekleri gelecektir. Hatta yine bu hadisin sonunda: «Ebu't Tabir: Bize İbni Vehb Amr b. Haris'den rivayet etti; dedi» şeklinde verdiği izahatta bu kabildendir. Çünkü hadisi Harun'larla birlikte Ebu't Tahir'de riva­yet etnıişsede onun rivayetinde «bana haber, verdi» sözü yoktur. O yal­nız «Amr b. Haris'den» demekle iktifa etmiştir. Halbuki «bana haber verdi» tâbiri ile «Fülândan naklen geldi» sözleri arasında fark vardır. Bi­rinci ta'bir bilittifak hadisin muttasıl. olduğunu bildirir. Fakat ikincisi hakkında hadis ulemâsı -ihtilâf etmişlerdir. İşte İmam Müslim bu inceliğe de dikkat ederek Ebu't Tahir'in bu hadisi, müttefe-kun aleyh olmayan ta'birle rivayet ettiğini ayrıca göstermiştir.

«Elinin artığı olmayan su» dan murad başına mesh etmek için avu-cuna yeni su aldığını anlatmaktır.

Nevevî diyor ki: «Bu hadisle, ma'i müstamel denilen kullanılmış su ile taharet caiz olmayacağına istidlal edilemez. Çünkü hadis1 başa mesh için yeni su kullandığını haber veriyor. Bundan taharet- için suyun ma'i müstamel olmamasının şart kılındığı ma'nası çıkmaz.»

Bu rivayetlerin hiç birinde kulakların mesh edileceği zikredilmemiş-sede onların mesh edilmesininde meşru' olduğunda hilaf yoktur. Yalnız îmam Malik ile bir çok ulemâya göre kulaklar baştan ma'dûdtür. Onları yeni su ile mesh etmek sünnetdir. Bazıları müstehab olduğuna kaildir­ler. Malikiyyeden bazıları: kulaklar başdan sayıldığı için onlarıda mesh etmek farzdır. Başla beraber kulaklara mesh etmek kâfidir; ayn su al­maya hacet yoktur.» demişlerdir.

Şa'bi, İshâk ve Hasan b. Salih: «Başın Önünde ka­lan ve yüz yüze gelince görünen kısmı yüzden sayılır ve yıkanır; arka­da kalan kısım baştan ma'dütdür, oraya mesh edilir.» demişlerdir.

Keza bu rivayetlerin hiç birinde besmeleye dair söz yoktur. İmam Ahmed b. Hanbel (RadiyaUahu anh): Bu hususda senedi güzel hiç bir hadis bilmiyorum» demiştir. İmam Ma1ik'in meşhur olan kavline göre abdestin başında besmele çekmek fazilettir. İmam Şa­fiî ile Sevrinin kavlide budur. Hanefî lere göre kulaklara mesh etmek, abdeste başlarken besmele çekmek ve niyet etmek sünnettir. Ha­dislerde niyete dairde söz yoktur.

 

8- İstinsar ve İsticmarı Tek Yapma Babı

 

20- (237) Bize Kuteybetü'bnü Said ile Amru'n-nâkid ve Muham-med b. Abdillâh b. Nümeyr toptan İbni Uyeyne'den rivayet ettiler. Ku-teybe dedi ki: Bize Süfyan, Ebu'z-zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebu Hüreyre'den, o da Peygamber (Saiîaîlâhü Aleyhi ve Seltem)'den naklen ri­vayet etti. Şöyle buyurmuşlar:

«Biriniz taşla taharetlenirse; tek taşla taharetlensin. Abdest aldığı za­man da burnuna su çeksin, sonra sümkürsün.»

 

21- (...) Bana Muhammed b. Raf i' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-durrazzak b. Hemmam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den naklen haber verdi. Hemmam: «Bize Ebu Hüreyre'nin Mu­hammed Resulullâh (SaîlalUchü Aleyhi ve Seltem) 'den rivayet ettiği budur.» diyerek bir takım hadisler zikretmiş ez-cümle Resulullâh (SallalJahü Aleyhi ve SeUem) :

«Biriniz abdest alırsa her iki burun deliğine su çeksin; sonra sümkür­sün.»   buyurdular, demiş.

 

22- (...) Bize Yahya bin Yahya rivayet etti. Dedi ki: tbni Şihâb'dan dinlediğim, onun da Efau İdris Elhavlâni'den, onun da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet ettiği şu hadisi MaÜk'e okudum. Resulullâh (SalUtllahü Aleyhi ve Sellem):

«Her kim ab dest alırsa  burnunu atsın; kim taşla taharetlenirse (taş adedini) tek yapsın.»   buyurmuşlar.

 

(...) Bize Sa'id b. Mansur rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Haspan b. İb­rahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yunus b. Yezid rivayet etti. H:

Bana Harmeletü'bnü Yahya dahi rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Ibiû Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yunus, îbni Şihâb'dan naklen haber verdi. İbni Şihâb : Bana Ebü İdris El Havlâni haber verdi ki, Ebu Hü-reyre ile Ebu. Sa'id-i Hudrîyi Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Şöyle buyurmuş diyerek bu hadisin mislini rivayet ederlerken dinlemiş dedi.

Bu hadisi Buharı, Nesâi ve İbni Mace «Kitabü'l Vudû'» da tahriç etmişlerdir.

İsticmar: Taşla taharetlenmek demektir. Su, taş, toprak ve emsali şeylerle taharetlenmeye istinca yahut «istitabe» derler. Rivayete nazaran Abdullah b. Ömer (Radiyallahû Anhûm) buradaki isticmarı bu­hurdanla kokulamak ma'nasına te'vil edermiş. Bazıları bu ma'naya alın­dığı takdirde dahi sayı tek olmasını müstehab görmüşlerdir. Kokulanma­nın tekliğinden murad ya bir defa kokuyu sürmekle iktifa etmek yahut üç defa sürünmektir. Bu ma'na İmam Malik 'den dahi rivayet olun-müşsa da hadisin asıl zahir ma'nası birinci ma'na yani taşla taharetlen­mektir. Taharetlenilecek ufak taşlar birden beşe kadar olabilir.

Kirmani: «Tek taharetlenmekten murad taşların sayısı değil ta­haret yerinin silinmesidir. Yani taharet yeri üç, beş, yahut daha ziyade tek adetle silinecektir.» demiştir.

İstinsar: Burundaki pislikleri dışarıya atmak yani sümkürmek. demektir. Ulemâ bundaki hikmetin burunu temizlemek ve şeytanı kovmak olduğunu söylerler. Çünkü   B uhâri 'nin rivayet "ettiği .bir hadisde :

«Biriniz uykusundan uyandı mı üç defa burnunu atsın, çünkü şeytan genizlerinde geceler.»  buyurulmuştur.

Şafiî 'lerden Nevevî şöyle diyor: «Bizim mezhebe göre üç taştan fazla tek taş kullanmak mustehabdır. Hasıl-ı Mezheb şudur şudur ki, taharet yerini temizlemek farzdır. Üç kere silmek farzdır. Eğer bunun­la temizlenmek hasıl olursa; ziyadeye lüzum yoktur. Temizlenmezse zi­yadeyi kullanmak icap eder, eğer temizlik üçden ziyade tek bir adetle hasıl olursa daha ziyadeye hacet yoktur. Dört veya altı gibi çift adetle temizlik hasıl olursa o adedi tek yapmak için bir taş daha kullanmak müs­tehab olur. Ulemâmızdan bazıları isticmar için mutlak surette tek adedin vacip olduğuna kaildirler. Delilleri bu hadistir. Cumhurun delili «Sünen» kitaplarında tahriç edilen şu hadisdir : ResuTullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Her kim tosla taharetlenirse tek bıraksın, bunu yaparsa ne alâ, ya­pamayana bir şey yok.» buyurmuşlardır. Onlar bu babın hadislerini farz olarak üç üçten fazlasmmda mendüp olduğuna hamlederler.»

Yine Nevevî bu hadisle istidlal ederek istinsar ile istinşakm baş­ka başka mânalara geldiğini söylüyor. Fakat Aynî bu kelimelerin aynı mânaya geldiğini bildirmiş ve muhtelif hadislerden misaller göste­rerek müddeasınr isbat etmiştir.

Hadis-i şerif istinşak mutlak surette vaciptir diyenlerin delilidir. «Va­cip değildir» diyenler buradaki emri nedip mânasına hamletmişlerdir.

 

Hadis-i Şeriften Aşağıdaki Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Abdest alırken burnunu atmak matluptur. Ancak vacip değildir. Bu hususta icma vardır. Sol elle burun atmak müstehaptır. Burnunu el­den başka bir şeyle atmak mekruhtur. Bu kavil îmanı-ı Malik-tende rivayet olunmuştur. Çünkü hayvanların fiiline benzer maamafih mekruh olmadığını söyleyenlerde vardır. Bazı hadislerde burunun tek sa^ yi ile atılması. Buharî 'nin rivayetinde üç defa atılması emir buyurul-' duğuna göre burun temizlenmek için tek adet olmak şartiyle üç defa ve­ya daha ziyade atılabilir.

2- İstinsarı istinşak yani burnuna su çekmek diye tefsir edenler istinşakın vacip olduğunu söylerler. Vacip değildir diyenler buradaki emri nedip mânasına hamlederler.

tbni Battal diyor ki: «İstinsar burna çekilen suyu dışarıya at­maktır. Burada burna su çekmek zikredilmişsede istinsar ona delâlet etmektedir. Çünkü istinsar ancak buruna çekilen sudan dolayı yapılır...» Bu

hususta ki tafsilât yukarıda geçti.

3- İstincanın tek yapılması matluptur. Hanefilere göre bu hususta muayyen olarak sünnet kılınmış bir âdet yoktur. Birede üçede tek âdet denilir. Hadis âdedin yalnız tek olmasına delâlet etmektedir. Binaenaleyh tek adetle olmak şartiyle temizlik kaç adetle tehakkuk ederse o adet taş kullanılır.

 

23- (238) Bana Bişr b. Hakem el-Abdi rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Abdülaziz yani ed-Deraverdi, tbni'I Hâddan, o da Muhammed b. İbra­him'den, o da İsâ b. Talha' [47] dan, o da Ebu Hüreyre'den naklen riva­yet etti ki, Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem):

«Biriniz uykusundan uyandığı vakit hemen üç defa burnunu atsın; çünkü şeytan onun genizlerinde geceler.» buyurmuşlar.

Bu hadisi Bu'hâri «Kitabu Bedi'1-Halk» ta Nesaî ayni ba­histe tahriç etmiştir.

Yerinde de görüldüğü vecihle bazıları istinşak ile istinsarın aynı mâ­naya geldiğini söylemişlerdir. Hatta   Aynî   bu bâbta bir çok hadisler bulunduğunu söylemişti. Bazılarıda bunların ayrı ayrı mânalara geldik­lerini ve istinşak buruna su çekmek istinsar ise; onu burundan atmak mânasına geldiğini söylemişlerdir. Bazıları bunların aynı mânaya geldik­lerini kabul etmekle beraber istinsarın daha şümullü ve daha çok fayda ifade ettiğini söylerler. Çünkü istinsar istinşaktan ileri gelir. Fakat istin-sardah istinşak lâzım gelmez. Bazanda istinşak yapılırda istinsar terkedi-lir. Binaenaleyh istinsar istinşakm faydasını tamamlar.   Aynî   burada da istinsar ile istinşakm ayni mânaya gelmediklerini söylemekte ve yine hadisle istidlal etmektedir: «Şu halde anlaşılıyor ki bu iki kelime bir çok hadislerde aynı mânaya kullanılmış bazı hadislerde de ayrı ayrı mânalara delâlet etmiştir demek» istiyor.

Hayşum; burunun yukarısı yani geniz demektir. Bazıları bu kelimenin bütün burun mânasına geldiğini diğer bazıları da burunun yukarı­sın daki kıkırdak kemikleri demek olduğunu söylemişlerdir.

Kaadî İyâz diyor ki: «Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in :

«Çünkü şeytan onun genizlerinde geceler.» sözü hakikat mânasında kullanılmış olabilir. Çünkü burun cismin kalbe götüren yollarından bi­ridir. Bahusus burunla kulaklardan mâda cismin her menfezi kapalıdır. Bir hadiste :

«Şeytan kapalı kapıları açamaz.» buyurulmuş ve esnerken ağzın ka­panması şeytan girmesin diye emrolunmuştur. Maamafih bu sözün bir is­tiare olması ihtimalide vardır. Çünkü burnun içersine biriken toz toprak ve pislik şeytana tevafuk eder. Binaenaleyh bunlara istiare yoluyla şey­tan denilmiştir.

Şafiî lerden «Torpeşti» : «Edep ve nezaket, bu gibi hadis­ler hakkında bir şey söylememektir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin sözleri esrar-ı ilâhiyyenin hazineleridir. Garip mânaları Al­lah Teâlâ Resulüne tahsis etmiş olmaktan akıl ve idrakin aciz kaldığı ha­kikatleri ancak ona bildirmiştir.» diyor.

 

24- (239) Bize İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. Rafi' rivayet et-' tiler. İbni Rafî' dedi ki : Bize Abdurrezzak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnül-Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Ebu'z-Zubeyr haber verdiki Cabir b. Abdillâhi şöyle derken işitmiş: Resulullâh   (Sallallahü Aleyhi ve

Seîlem) :

«Biriniz taşla  taharetlenirse tek adetle taharetlensin.» buyurdular.

 

9- Ayakları Tastamam Yıkamanın Vücübü Babı

 

25- (240) Bize Harun b. Sa'id el-Eylî ile Ebu't-Tahir ve Ahmed h İsa rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdullah b. Vehb, Mahremetü'bnii Bükeyr [48] den, o da babasından o da Şeddad'in azatlısı Salim [49] den naklen haber verdi. Salim şöyle demiş: Sa'd b. Ebî Vakkas'm vefat ettiği gün peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliemyin zevcesi Aişenin yanma gir­dim. (Benimle birlikte) Abdurrahman b. Ebi Bekr de girdi ve onun ya­nında abdest aldı. Aişe:

— Ya Abdurrahmanî Abdesti tes tekmil al; çünkü ben Resulellâh (Süllallahü Aleyhi ve Seüemyi

«Vay ateşten ökçelerin haline!..»   buyururken işittim dedi.

 

(...) Bana Harmeletü'bnü Yahya da rivayet etti (Dediki) : Bize İbni Vehb rivayet etti: (Dediki) : Bana Hayve haber verdi (Dediki): Bana Mu-hammed b. Abdurrahman haber verdi, ona da Şeddad b. Hâd'ın azadlısı Ebu AbdiIIâh rivayet etmişki; kendisi Aişenin yanma girmiş ve ondan naklen peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Seîlem) 'in; yukarıdaki gibi bir hadis söylediğini rivayet etmiş.

 

(...) Bana Muhammed b. Hatim ile Ebu Mamer-er-Rekaasî de rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Ömer b. Yunus rivayet etti. (Dediki) : Bize İkri-metü'bnü Ammâr rivayet etti. (Dediki) : Bana Yahya b. Ebi Kesir rivayet etti (Dediki) : Bana (yahut bize) Ebu Selemete' bni Abdirrahman rivayet etti. (Dediki) : Bana Mehrî'nin azadhsı Salim rivayet etti, Dediki; Abdur­rahman b. Ebi Bekr ile ben Sa'dü'bnü Ebî Vakkaas'ın cenazesine çıktık. Ve Aişenin evinin kapısı önünden geçtik. Salim peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen Aişe'den bu hadisin mislini dinlediğini söyledi.

 

(...) Bana Selemetü'bnü Şebîb rivayet etti. (Dediki) : Bize Hasan b. A'yen [50] rivayet etti. (Dediki) : Bize Füleyh [51] rivayet etti. (De­diki) : Bana Nuaym b. AbdiIIâh [52] Şeddâd b. Hâd'ın azadlısı Salim'den naklen rivayet etti. Sâlİm

«Ben Aişe (Radiyallahu anhâ) 'nm yanındaydım» diyerek peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen ondan bu hadisin mislini dinle­diğini söylemiş.

Bu hadisi    Buhârî    «Kitabu'I İlim» ve «Kitabu't-Tahare» de, Nesai «Kitabu'I-İlîm»  de bazı lâfız farklarile muhtelif râvilerden tahriç etmişlerdir.

Veyl: haksız yere dara düşen bir kimseye acıyarak söylenilen bir söz­dür. Ebu Said-i Hudri (Radiyallahu arih) dan bunun cehennemde bir vadi olduğu rivayet edilir. Bazıları: «Veyl cehennemliklerin tenlerin­den akan irindir.» demişlerdir. Bu kelime azâb ve helak manasına kulla­nılan mastarlardandır. Fiil olarak kullanılmaz.

A'kaab; akib'in cem'idir. Ökçeler demektir.

Buharı 'nin rivayetinde Resulellâh (Sallaliahü Aleyhi ve Seîlem) : «Sesinin çıkabildiği kadar iki veya üç defa:

«Vay ateşten ökçelerin haline...» diye nida buyurdu» denilmiştir.

Anlaşılıyorki; Resulüllâh (SallallahU Aleyhi ve Sellem) eshabınm ök­çelerinde yıkanmadık kuru yerler kaldığını müşahede etmiş. Allah'ın bu yüzden azap edeceğini kendilerine hatırlatarak abdesti hiç kuru yer bı­rakmamak şartiyle tertemiz almalarını emir buyurmuştur.

şeklinde de rivayet olunmuştur. Bu takdirde ma'na :

«Ben Aişe'ye biat ediyorum»  demek olur.

 

Hadis-i Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Eder

 

1) Abdest alırken ayakları yıkamak farzdır. Zira mesh etmek kâfi gelseydi Resulüllâh    (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)  ayağın ökçesinde kalan bir parça kuru yerden dolayı Ashab-ı kirama ihtarda bulunmazdı.

2) Abdest alırken yıkanan âzanm, kuru yer kalmamak şartiyle her yerinin yıkanması farzdır. Yıkanmadık yer bırakılırsa; abdest sahih de­ğildir.

3) Dini vazifelerini bilmeyenlere onları öğretmek ve irşadda bulun­mak lâzımdır.

4) Ruhla beraber cesed de azâb görecektir. Ehl-i sünnetin mezhebi de budur.

5) Âlim bir zâtın farz ve sünnetler hususunda gördüğü kusurları söylemesi hatta ağır sözlerle tekdirde bulunması caizdir.

Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Acaba niçin yalnız ökçelerin azâb göreceği tahsis buyurulmuştur?.

Cevap : Çünkü yıkanmadan bırakılan yerler ökçelerdir.

 

26- (241) Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dediki) : Bize Ce-rir rivayet etti. H.

Bize İshâk da rivayet etti. (Dediki) : Bize Cerir Mansur'dan o da Hilâl b. Yesâf [53] dan, O da Ebu Yahya [54] dan, o da Abdullah b. Amr'dan naklen haber verdi. Şöyle demiş: Resulüllâh (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte Mekke'den Medine'ye döndük. Nihayet yol üzerinde bir suya va­rınca: cemaat ikindi zamanı acele ederek çar çabuk abdest aldılar. Biz de onların yanma vardık. Ökçelerine su değmediği görünüyordu. Bunun üze­rine Resulüllâh (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) :

«Vay ökçelerin ateşten başına gelene!.. Abdesti testekmil alın» buyurdular.

lcâl, aclânın cem'idir aclân. Aceleci manasına gelir.

İsbâğ: Örfen tamamlamak, tekmil etmek mân alarmadır. Esas itibarı ile şümul bildiren bir kelimedir. Şer'an: İstenilen miktarı tastamam yap­maktır. cümlesinde hazif vardır. Bu cümle

«Vay ökçe sahiplerinin haline...» takdirindedir. Ökçelerine su değme­diği görünüyordu.» Cümlesi o cemaatın ayaklarını yıkadıklarına delil­dir. Bu mes'ele az sonra tekrar ele alınacaktır.

Hz. Abdullah b. Amr'in anlattığı bu hâdise Veda Hacc'ın-da olmuştur. Gerçi Mekke'nin fethinde de böyle bir şey olmuşsa da o za­man Medine'ye Cirâne'den dönülmüşdür. Ömretû-l'Kadıyye'den olması ih­timalide vardır. Çünkü Hz. Abdullah o sıralarda hicret etmişdi.

 

(...) Bize bu hadisi Ebu Bekr b. Ebi Şeybe'de rivayet etti. (Dediki) : Bize Vekî', Süfyân'dan rivayet etti. H.

Bize İbnü'l-Müsenna ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. Dedilerki: Bi­ze Muhanımed b. Ca'fer rivayet etti. Dediki: Bize Şu'be rivayet etti. Süf-yân'Ia Şu'be ikisi birden Mansur'dan bu isnadla rivayet etmişler. Şu'benin hadisinde:    «Abdesti testekmil  alın»      cümlesi yoktur. Onun hadisin­de: «Ebu Yahya el-A'rac'dan...» kaydı vardır.

 

27- (...) (Bize Şeyban b. Ferruh ile Ebû Kâmil -el câhderi hep birden Ebû Avâne'den rivayet ettiler. Ebû Kâmil dedikİ: Bize Ebû Avâne Ebû Bişr [55]'den, o da Yûsuf b. Mâhek [56]'ten, o da Abdullah b. Amr'dan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş:

— Yola çıktığımız bir seferde Peygamber (Sallallahü A leyhİ ve Seltem) bizden geri kaldı. Bize yetiştiği zaman ikindi namazının vakti gelmişti. Biz hemen ayaklarımızın üzerine mesh ederek acele abdest almağa baş­ladık. Bunun üzerine Resulüllâh   (SaÜallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Vay ökçelerin ateşten başına gelene» diye nida buyurdular.

Buradaki mesh'den ne murad edildiği ihtilaflıdır, Kaadî Iyâz'a göre; maksat âbdes* âyetinde beyan buyurulduğu şekilde ayakların yıkan­masıdır. Rivayetlerin muhtelif şekilde olnıasıda buna delâlet eder. Kaadi Iyâz : Şöyle diyor: «Bunun mânâsı bazılarının işaret ettiği gibi as-hab ayakları üzerine mesh ederdi de Peygamber (SaÜallahü Aleyhi ve Sellem) kendilerini bundan nehy ve yıkamayı emir buyurdu, demek değildir. Bun­lar diyorlar ki; «Eğer Ashab ayaklarını yıkamış olsalardı   Peygamber (SaÜallahü Aleyhi ve Sellem)   abdesti yeniden almalarını emrederdi»  Hal­buki: hadiste buna dair bir delil yoktur. Zira Resulüllâh     (Sallallahiı Aleyhi ve Sellem)     onlara cehennem ateşinde yanmayı icap edecek bir iş yaptıklarını anlatmıştırki; böyle bir azab ancak vacibi terk hususunda ge­lir. Üstelik: «Abdesti testekmil alın»   buyurarak ayakları yıkamayıda emretmiştir. Hadiste eshabin o kusurlu abdestleri ile namaz kıldıklarına dair birşey; veya öteden beri âdetlerinin bu olduğunu gösteren bir delil yokturki; namazı yeniden kılın diye emir vermesi lâzım gelsin.»

Buharı buradaki tehdidin ayaklara meşinden dolayı yapıldığına kaildir. Tahavi (238-321) Bu hususta şunları söylemektedir: «Ashab-ı ki­ram tıpkı başlarına mesh ettikleri gibi ayaklarına da mesh ederlerdi. Sonra Resulüllâh (Sallallahiı Aleyhi ve Sellem) onları bundan men ederek ayaklarını yıkamalarını emir buyurdu. Buda gösteriyorki; mesh meselesi evvelce varmış sonra nesh edilmiş.»

Fakat Tahâvî'nin bu mutaleası itirazla karşılanmıştır. Çünkü ha­diste beyân olunduğu vecihle ashabın: «Ayaklarımıza mesh ederdik» söz­leri hafifçe yıkardık da mesh gibi görünürdü manasına gelebilir. Nitekim hadisin bir rivayetinde: «Resulüllâh (SaÜallahü Aleyhi ve Sellem) abdest alan bir cemaat gördü. Galiba ayaklarmdan yıkanmadık birşey bırakmış olacaktır...» denilmiştir. Bu hadis ashabın ayaklarını yıkdığını lâkin mes-he yakın hafif bir şekilde üzerinden geçiverdiklerini göstermektedir. Re­sulüllâh (SaÜallahü Aleyhi ve Sellem)'in abdesti testekmil almalarını emir buyurmasıda bundandır. Filhakika cehennemle tehdid bir farz terk edildiği zaman yapılır. Eğer ayakları yıkamak farz olmasaydı kendileri­ne bu derece şiddetli bir inzar ve tehdid teveccüh etmez: «Artık meshden vaz geçinde ayaklarınızı yıkayın» denilirdi Kaadi Iyâz 'in: «Bura­daki meshten murad yıkamaktır» demesi bundandır. Doğrusuda budur.

Hasılı: hadis-i şerif ayakların meshe benzer bir şekilde üstünkörü de-ğilde tertemiz yıkanmasının farz olduğuna delildir. Yalnız Aynî Kaadî Iyâz'ın bu mes'eleye: «Abdesti testekmil alın» hadisiyle istidlalde bulun­masına itiraz etmiş: «Burada ayakların yıkanması mezkur emirden değil; cehennemle tehditten alınmıştır. «Abdesti testekmil alın.» cümlesini, ondan evvelki tehdit cümlesi üzerine atfetmeme si de bunu gösterir. Yani Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evvelâ ayakların yıkanaca­ğını tehdit cümlesi ile ifade buyurmuş; sonra emir cümlesi ile bu ifadeyi te'kid eylemiştir. Binaenaleyh mezkûr cümle gerek ayakların ve diğer yıkanması gereken âzânm dikkatle ve tertemiz yıkanması gerekse başa mesh hususunda dikkatli davranarak her vazifeyi yerli yerince yapmayı bildiren umumi bir te'kid olmuş olur.» demişdir.

 

28- (242) Bize Abdurrahman b. Sellâm el-Cumahî rivayet etti. (Dediki) : Bize Rabî' yani İbni Müslim Muhammed'den -ki İbni Ziyaddır-o da Ebu Hüreyreden naklen rivayet etti, ki Peygamber (SalMlahü Aleyhi ve Sellem)    ökçelerini yıkamamış bir adam görerek:

«Vay ökçelerin ateşten başına gelene» [57] buyurmuşlar.

 

29- (...) Bize Kuteybe ile Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ve Ebu Küreyb rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Vekî', Şu'be'den o da Muhammed b. Ziyad'-dan, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet ettiki; Ebu Hüreyre mataradan abdest alan bir cemaat görmüşde:

«Abdesti testekmîl alnı. Çünkü ben Ebu'l Kaasim (Salkdlahü Aleyhi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Vay urkObların ateşten başına gelene» buyururken işittim demiş.

Mithara, yahut mathara abdest alınan her nevi kabdır. Mithara okun­duğu takdirde bu kelime ismi alet; mathara okunursa ismi mekân olur.

Ebul Kaasim Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kün­yesi dir.

Arâkîb : Urkûb'un cem'ıdır. Urkûb ökçenin, üzerindeki kaim sinirdir.

 

30- (...) Bana. Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dediki) : Bize Cerir, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş. ResulüIIâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Vay ökçelerin ateşten başına gelene!..»  buyurdular.

Müslim merhumun bu rivayetleri- bir araya toplamasından mak­sadı abdest alırken ayakları yıkamanın farz olduğuna istidlaldir. Onlara mesh etmek caiz değildir. Bunu mest üzerine meshle karıştır manialıdır. Onun hükmü ileride gelecektir. Burada mevzu bahis olan mes'ele çıblak ayak üzerine mesh meselesidir ki; bu bâbta ulemânın ihtilâflarım az yu­karıda gördük. Tekrarına lüzum görülürse derizki: Birçok Fıkıh ve Fet­va ulemâsı abdest alırken ayakların üzerine mesh etmenin caiz olmadı­ğını; ayakların topuklarla beraber yıkanmasının farz olduğunu söylemiş­lerdir. Onlara göre; ayakları su ile yıkadıktan sonra üzerlerine birde mesh etmek vâcib değildir. Bu hususta icma-i ümmet vardır. Fazla tafsilât için Âlûsî Tefsirine müracaat edilebilir. [58].

İmamiyye taifesine göre ayakları mesh etmek farzdır. Fakat bu söz Kurana mütevâtir sünnette ve icmâ-ı ümmete muhaliftir.

Mu'tezilenin reisi sayılan Cubbaî ile Muhammed b. Çe­rir 'e göre abdest alan kimse ayaklarını yıkamakla mesh etmek arasında muhayyerdir.

Zahirîlerden bazılarına göre; ayakları hem yıkamak hem mesh etmek farzdır. Ancak ehl-i sünnete muhalefet eden bu cemaatin hiç bir delili-iti razdan salim kalmamıştır.

 

10- Yıkanacak Yerlerin Her Tarafını Kaplayarak Yıkamanın Vücubu Babı

 

31- (243) Bana Selemetü'bnü Şebîb rivayet etti. (Dediki) : Bize Ha-sen b. Muhammed b. A'yen rivayet etti. (Dediki) : Bize Mâ'kıl, Ebu'z-Zü-beyr'den, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Cabir şöyle demiş: Bana Ömer b. Hattab haber verdiki; biradam abdest almışda ayağının üzerinde (yıkanrnadık) tırnak kadar bir yer bırakmış Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu görerek:

«Dön de abdestİnİ tertemiz al» buyurmuşlar. Bunun üzerine o zat dönerek (tekrar abdest almış) ve namaz kılmış.

Bu hadisi-i şerif abdest alırken yıkanmadık az bir yer bırakan kim­senin abdesti sahîh olmadığına delildir. Mes'ele ulemâ arasında ittifaki-dîr. Yalnız teyemmüm eden bir kimsenin yüzünden bir yeri mesh etme­den bırakması ihtilaflıdır. Cumhur-u ulemâya göre; teyemmüm de abdest gibidir. Binaenaleyh o da sahih olmaz. Bu babta İmam-ı A'zam Ebu Ha-nifeden üç kavil rivayet edilmiştir:

1) Teyemmüm ederken yüzün yansından az bir yer bırakılırsa o teyemmüm sahihtir.

2) Dirhem miktarından az bir yer bırakılırsa teyemmüm sahihtir.

3) Yüzün dörtte birini veya daha azını bırakırsa teyemmüm sahih­tir.

Yine bu hadisle Ulemâ cahili rifk-u mülayemetle öğretmek lâzım gel­diğine ve keza abdest alırken ayakların yıkanması farz olduğuna istidlal etmişlerdir. Kaadî Iyâz abdest alırken muvâlaatm yani; her uzvu peşi peşine yıkamanın farz olduğuna bu hadisle istidlal etmişsede N e -vevî onun bu istidlalini zaif hattâ bâtıl görmüştür. Çünkü: «Abdestini tertemiz al» emri hem abdesti yeniden almaya nemde o abdesti tamam­lamaya ihtimalli bir sözdür. Bu ihtimallerden birini tercih etmek için ortada bir delil yoktur. Fakat Nevevî bu itirazında haksız görülmüştür. Çünkü; hadis abdesti yenilemek manasında kesindir. îmam Ahmedin iyi bir, isnâdla rivayet ettiği Halid bin Ma'dan hadisinde; «Resulüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Seîlem) Namaz kılan bir adam gördü; ayağının üze­rinde dirhem mikdarı su isabet etmemiş bir yer vardı. Resulüllah (Sallaîlahii Aleyhi ve Seîlem) ona yeniden abdest almasını emir buyurdu.» denilmektedir. Malîkîler bu hadisle istidlal ederek muvalatm farz oldu­ğunu söylemiş, diğer ulemâ ise; buradaki emri nedb manasına almışlardır.

Tırnak manasına gelen zufur; kelimesi zufr ve zıfr şekillerinde de okunabilir. Fakat meşhur kıraeti zufurdur. Netekim kur'an-ı kerîmde de bu kiraet üzere varid olmuştur.

 

11- Abdest Suyu İle Birlikte Günahların Çıkması Babı

 

32- (244) Bize Süveyd b. Said Malik b. Enesten rivayet etti. H.

Bize Ebu't-Tâhir'de rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dediki) : Bize Ab­dullah b. Vehb, Malik b. Enes'ten, o da Süheyl b. Ebi Salih'ten, o da baba­sından, o da Ebu Hüreyre'den naklen haber verdiki: Resulüllah (Sallaüahü A leyhi ve Seîlem) :

Müslim yahut mü'min bir kul abdest alır da yüzünü yıkarsa, gözleri ile baktığı her günah suyla yahut suyun son damlası ile yüzünden çıkar. Ellerini yıkadığı vakit ellerinin tuttuğu her günah su ile yahut suyun son damlası ile beraber ellerinden çıkar; ayaklarını yıkadığı vakit ayakları­nın yürüyerek işlediği her günah su ile yahut suyun son damlasiyle bir­likte çıkar. Nihayet o kul günahlardan temiz pâk olup çıkar» buyurdular.

Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) «mü'min mi» dedi «müslim-nıi» ve keza, «suyla birliktemi» yoksa «suyun son damlası» ile, birîiktemi» buyurdu bu cihetlerde râvî şek etmiştir.

Hâtâyâ'dan murad küçük günahlardır. Bu hususu biraz yukarıda gör­müştük. Küçük günahların suyla birlikte çıkması Kaadî Iyâz 'm beyanına göre; mecaz ve istiaredir. Bundan murad; onların affedilmesidir. Günahlar cisim olmadıkları için hakikatta onların çıkması tasavvur edi-lemiyeceğinden cisimlere benzetilmek suretiyle istiare yapılmış ve on­larında çıktıkları beyan buyurulmuştur.

Bu hadis «ayakların üzerine mesh farzdır» diyen Râfîzîlere karşı ehl-i sünnetin delilidir. Hadis-i şerifte zikri geçen:

«Ellerinin tuttuğu ve ayaklarının yürüdüğü» cümlelerinden murad el­lerle ayakların irtikab ettiği günahlardır.

İmam-ı Malik'in «El-Muvatta»da ki rivayetinde günahların mazmaza ve istinşak ile hattâ kirpikleriyle tırnaklarının altından ve ku­laklarından dahi çıktığı beyan buyurulmuştur. Hadisin zahirîne bakılır­sa; keffaret ayrı ayrı her abdest azasına mahsus gibi görülüyorsa da so­nundaki «Nihayet o kul günahlardan tertemiz pâk olup çıkar» buyurul-masi onun bütün vücûda âmin ve şâmil olduğunu gösteriyor. Maamafih Keffaretın yinede abdest uzuvlarına mahsus olması, umum vücüde şu-mülûnü ise, ihlâs ve huşu gibi karinelerin ifade etmeside mümkündür.

Yüzde ağız ve burun gibi uzuvlar da olduğu halde bu hadiste yalnız gözlerin baktığı günahların affedileceği zikredilmesi gözlerin cinayeti-daha büyük olduğu içindir. Büyük cinayet affolununca; küçüğü dahi af­folunur. Binaenaleyh gözlerin zikredilmesi affedilecek şeylerin son haddi gibidir.

Bazıları bu hadisle istidlal ederek ma-i müsta'meî yani abdestte kul­lanılmış su ile abdest alınmıyacağmı söylemişlerdir. Çünkü bu su günahlarla mülevves olmuştur. Artık onunla bir ibadet olan abdest alına­maz. İmam-ı A'zam'dan rivayete göre müstamel su pistir.

 

33- (245) Bize Muhammed b. Ma'mer b. Rıb'î el-Kaysî rivayet etti. (Dediki) : Bize Ebu Hİşâm el-Mahzûmî [59] Abdulvahİd [60] ten —ki; İbni Ziyad'dır— rivayet etti (demişki): Bize Osman b. Hakim [61] rivayet etti, (Dediki) : Bize Muhammed b. Münkedir [62], Humran'dan, o da Os­man b. Affan'dan naklen rivayet etti. Osman şöyle demiş. Reşulüllâh (Salîalîahü Aleyhi ve Seliem):

«Her kim abdest alır da onu tertemiz yaparsa; vücudundan günahla­rı çıkar. Hattâ tırnaklarının altından bile»  buyurdular.

Kaadî lyâz'in beyanına göre; bu hadisin senedindeki Ebû Hişam'ı ekseri râviler. Ebu Hâşim diye rivayet etmişlersede bu doğru değildir. Doğrusu Ebu Hişâm el-Mahzûmî 'dir. Bu zat tevazu'u ve sâlâh-u tek-vası ile maruftur. Günahlardan maksad: büyüklerini işlememek şartiyla; küçük günahlardır. Nitekim tafsilâtını evvelce görmüştük.

 

12- Abdeste Guere ve Tahcili Uzatmanın Müstehab Olduğunu Beyan Babı.

 

34- (246) Bana Ebu Küreyb Muhammed b. Ala' ile Kaasim b. Ze-keriyyâ b. Dinar ve Abd b. Humeyd rivayet ettiler. De d iler ki: Bize Halid b. Mahled, Süleyman b. Bilâl'dan rivayet etti. (Dediki) : Bana Umaratü'-bnü Gaziyyete'l-Ensarî [63], Nuaym b. Abdillah el-Mücmir'den rivayet etti. Şöyle demiş: «Ebu "Hureyre'yi abdest alırken gördüm güzünü yıkadı. Ve abdesti tertemiz aldı. Sonra sağ elini ta bazuya geçinceye kadar yıka­dı. Sonra sol elini bazuya geçinceye kadar yıkadı. Sonra başına mesh etti. Sonra sağ ayağını tâ baldırlarına kadar yıkadı, sonra sol ayağımda bal­dırına geçinceye kadar yıkadı sonra:

«Ben Reşulüllâh (Salîalîahü Aleyhi ve Seliem) 'in işte böyle abdest al-dığmı gördüm» dedi ve şunu söyledi: Reşulüllâh (Salîalîahü Aleyhi ve Seliem) :

«Siz abdesti yerli yerince aldığınızdan dolayı kıyamet gününde alın­larınız sakar, bacaklarınız sckir (olarak) hasredileceksiniz. Binaenaleyh sizden kim yapabilirse sakar ve sekirlİğinî uzatsın!..»   buyurdu.

 

35- (...) Bana Harun b. Said el-Eyli'de rivayet etti.  (Dediki): Ba- İbni Vehb rivayet etti. (Dediki) : Bana Amr b. Haris, Said b. Ebi HiIâl [64] den o da Nuaym b. AbdiİIâh'tan naklen haber verdi ki Nuaym Ebu Hureyre'yi Abdest alırken görmüş yüzünü ve iki elini nerdeyse omuz­larına varacak kadar yıkamış Sonra ayaklarını ta baldırlarına kadar yı­kamış. Sonra şunları söylemiş: Ben Resulüllâh (Sallaiîahü Aleyhi ve Selle m) :

«Ummefim kıyamet gününde abdest eserinden yüzleri sakar, ayakla­rı sekir olarak gelecekler. Binaenaleyh sîzden hanginiz sakarlığını uzatq-bilirse bunu hemen yapsın»  buyururken işittim.

Bu hadisi Buharı «Kiiabu'I Vudû'» da tahriç etmiştir. Bazıları onu Ebû Hüreyreden maada yedi sahâbî-i celîlin rivayet etti­ğini söylerler. İbni Mendeh «Müstahrec»inde bu zevatın; İbhi Mes'ud, Cabir b. Abdi11âh, Ebu Saidi- Hudri, Ebu TJmâmete'l-Bâhilî, Ebu Zerr-i "gıfarı , Ab­dullah b. Yusr el-mâzini ve Huzeyf etü'bnü yemân (Radiyallahu anhüm) hazeratı olduklarını söylemektedir.

Gurr: Kelimesi egamn cem'idir. Egarr atın .alnındaki beyazlıktır. Buna türkçemizde birçok yerlerde sakar denilir.

Muhaccel: Atın ayaklarındaki beyazlıktır. -Bazıları atm üç ayağı beyaz olursa ona muhaccel denildiğini söylemişlerdir. Türkçede bazı yer­lerde buna sekir derler.

Hadis-i Şerifte abdest azalarında parlayacak olan nur atın alnındaki ve bacaklarındaki beyaz yerlere benzetilmek suretiyle bir teşbih-i beliğ yapılmıştır. Gurre kelimesi ile yüzün; tahcil ile de ayakların nuru kina­ye yoluyla ifade edilmiş olmasıda muhtemeldir.

Gurre ile tahcili uzatmaktan murad abdest uzuvlarını yıkarken farz olan yerin ötesine geçmektir. Ellerde bunun hududu dirsekleri biraz geç­mek ayaklarda da topuklardan biraz yukarıya çıkmaktır. İbni Bat­tal. Kaadi Iyâz ve İbniTîn dirseklerle topuklardan faz­la yıkamanın müstahap olmadığına bütün ulemanın müttefik bulunduğu­nu söylemişlersede Aynî bunu «batıl bir iddiadır» diyerek reddet­miştir. Filhakika Resulüllâh (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem) Jin dir­seklerle topuklardan yukarsını yıkadığı sahih hadisle sabit olduğu gibi râvi Ebu Hüreyre   (Radiyallahu anh) da bizzat abdest almak suretiyle Gurre ve tahcîli göstermiş öteden beri ulema o şekilde abdest alagel-mişlerdir. Sahabe-i kiramdan İbni Ömer (Radiyallahu anhümâ)'mn dahi Gurre ve tahcilini uzatarak yani yıkanması farz olan yerlerin hu­dudunu geçerek abdest aldığı rivayet olunur. Binaenaleyh İbni Bat­tal ile onun kavline zâhib olanların icma' davası mezkûr davanın ak­sine münakit olan icma' ile sükût etmiştir.

Gurre ve tahcilin müstahab olan miktarı ulema arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre; kollar omuzlara kadar, ayaklarda dizlere kdar yıkanacak-tır. Bu rivayet Hz. Ebu Hüreyr e(Radiyallahû anh)dan sabit olmuş­tur. Bazıları: «Müstahab olan miktar kollarda bazularm ayaklarda bal­dırların yarısına kadar yıkamaktır,» derler. Biraz daha fazla gösterenler­de vardır. Bu kavil Bağavî 'den naklolunmuş tur. Saf illerden bazıla­rı bu hususta üç vecih olduğunu söylerler.

1- Topuklarla dirseklerin biraz ötesine geçmek müstahaptır. Gur­re ve tahcilin muayyen hududu yoktur.

2- Kollar ve bacaklar bazularla baldırların yarısına kadar yıkanır­lar.

3- Kollar omuzlara bacaklarda dizlere kadar yıkanır. Bu kavillerin hepsini iktiza eden hadisler vardır. İmam   Kuşeyri: «Hadiste bazularla baldırların ne miktar yıkanacağını bildiren bir tahdit yoktur; Ebu Hüreyre bu hadisi mutlak ve zahiri üzere yürütmüş ve omuz­lara yakın yıkamıştır. Ama bu miktar peygamber  (Sallaiîahü Aleyhi-ve Sellem)   'den değil ekseriyetle sahabe ve tabiînin fiilî olarak nakledilmiş­tir. Onun içindirki fukaha buna kail olmamışlardır. Bazı kimselerin bu işin haddi bazu ile baldırın yarısıdır dediklerini gördüm» diyorsada Al-lâme   Aynî  fukahâ kail olmamışlardır!»    iddiasını kabul    etmiyor. İbni   Battal   ile   Kaadî   Iyâz'm   kavillerini dahi evhamdan ibaret diye vasıflandırıyor. Onlar Hz. Ebu Hureyrenin kollarını koltukla­rına kadar yıkamasını kabul etmemiş bu hususta ona tabî' olan kimse bu­lunmadığını söylemişlersede İbni Ebi Şeybe 'nin   Musannef»m-da  Hz. İbni: Ömer (Radiyallahu arihümâ) 'adan rivayet olunan bir ha­diste îbni ömer'in yaz günleri abdest alırken kollarını koltukları­na kadar yıkadığı görülmektedir. «Binaenaleyh sizden kim yapabilirse sakar ve sekirliğini uzatsın» ibaresi hakkında râvilerden Nuaym: «bunun Peygamber   (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem) in mi yoksa Ebû Hüreyre'nia sö­zü mü olduğunu bilmiyorum» demiştir. İbni Hacer: «Bu cümleyi ön 'saha-biden ve Ebû Hüreyre'den rivayet edenler içinde Nuaym'in bu rivayetin­den başka nakleden görmedim» diyor.

 

Hadisi Şerif Gurre ve Tahcilden Maada Şu Hükümleri İhtiva Etmektedir:

 

1- Abdestin sünnel ve müstehaplarma riayetle onu yerli yerince almak müstehabtır.

2- Bu şekilde abdest alanlara    Teâlâ hazretleri kıyamet gününde hususi bir fazl-u keramet ihsan edecektir,

3- Abdest alırken ayakların kat'i surette yıkanması gerekir.

4- Teâlâ hazretleri Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Seîlem)  efendi­mize hiç bir peygamberine bildirmediği âhiret umurunu bldirmiştir.

5- Müstefiz olan haber-i vahid hadisler makbuldür.

6- Hadis-i şerif kıyamet ve haşrin vuku'una delildir.

7- Ulemâdan bazıları abtestin bu ümmete mahsus hasâisten oldu­ğuna bu hadisle istidlal etmişlerdir. Bir takımları ise: «Bu ümmete mah­sus olan, abdest değil yalnız gurre ile tahcîldir» demişler ve Ulemanın meşhur kavli bu olduğunu iddia etmişlerdir. Delilleri:

«İşte benim ve benden önceki peygamberlerin abdesti budur» hadisidir. Maamafih bukavle iki vecihle itiraz edilmiştir.

a) İhticac ettikleri hadîs zayıftır.

b) Sahih' bile olsa; bu hadiste zikredilen abdest yalnız peygamberle­re mahsus olabilir. Ümmet-i Muhammediyye ise; bu büyük şeref husu­sunda Peygamberlerle ortaktır. Hatta gurre ve tahcille imtiyaz kesbet-miştir. Lâkin   Buharı 'nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Sâre'nin Me­lik kendisine yaklaşmak istediği vakit abdest alarak namaz kıldığı zikre­dilmektedir. Bu takdirde peygamberleri ile beraber eski ümmetlere de abdestin meşru olduğu anlaşılır, ki «Bu ümmete mahsus olan yalnız gurre ile tahcîldir» diyenlerin kavlini te'yid eder.

 

36- (247) Bize Süveyd b. Sa'id ile İbni Ebi Ömer hep birden mer-van el-Fezari'den rivayet ettiler. İbni Ebi Ömer dediki bize Mervan ebu Maîik el-Eşca'ı Said b. Târiktari o da Ebu Hazımdan o da Ebu Hureyre-den naklen rivayet ettiki: Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlaı:

«Benim havzım Eyle ile Aden [65] arasından daha uzundur. O kardan daha beyaz, sütle karışık baldan daha tatlıdır. Kabları yıldızların adedin­den çoktur. Ben bir kimsenin kendi havuzundan başkalarının develerini kovduğu gibi insanları ondan kovacağım.»  Ashab :

  Ya Resûlâllâh! O gün sen bizi tanıyabilecekmisin?   demişler Pey­gamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem):

  «Evet, sizin (o gün} hiç bir ümmette bulunmayan bir sımanız ola­cak. Benim yanıma abdest eserinden yüzleriniz ve ayaklarınız nur içinde geleceksiniz.»  buyurmuşlar.

 

37- (...) Bize Ebu Küreyb ile Vasıl b. Abdil A'lâ [66] da rivayet et­tiler. Lâfız VâsıFındır. Dedilerki bize İbni Fudayl, Ebu Malik-i Eşca'ı'den, o da Ebû Hâzim'den, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebu Hürey-re şöyle demiş; Resulüllah  (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem):

— «Ümmetim havza, benim yanıma gelecek. Ben de tıpkı bir ada­mın kendi develerinden başkasının develerini kovduğu gibi insanları ha­vuzumdan  kovacağım.»   buyurdular. Ashab:

  «Ya Nebiyyallah! Sen bizi taniyabilecekmisin?» dediler.

  «Evet, sizin başka hiç kimsede bulunmayan bir simanız  olacak, benim yanıma abdest eserinden yüzleriniz ve ayaklarınız nurlu olarak ge­leceksiniz. Ama  sizden  bir taife benim  yanıma  gelmekten  mutlaka  men edilecek ve gelemeyecekler.  Ben: Ya  Rabbi! Bunlar benim ashabımdan-dır, diyeceğim bana bir melek cevap verecek :

  «Onların senden sonra ne (bidat) ler çıkardıklarını biliyor musun?» diyecek.» buyurdular.

 

38- (248) Bize Osman b. EM Şeybe dahi rivayet etti. (Dedikî)- Bi­ze Ali b. Müshir, Sa'd b. Tarık'tan o da Bib'ı b. Hıraş'tan o da Huzeyfe'-den naklen rivayet etti. Huzeyfe şöyle demiş: Besulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem):

«Gerçekten benim havzmı Eyle ile Aden arasından daha uzundur. Nefsim Jcabza-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben bir takım ınsanlan kısmin yabana havuzundan kovduğu gibi ondan kovacağım.» buyurdu. Ashab :                                                                           

— «Ya Resulallâh! Sen bizi tamyabilecekmisin ki?» dediler Fahr-i Kainat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

-- «Evet,   siz benim yanıma abdest eserinden  yüzleriniz ayaklarınız nur içinde geleceksiniz, bu hal sizden başka kimsede olmayacak.» buyurdular.

Bu hadisi Buharı «Kİtabu'r-Rukak» da muhtelif lafızlarla muh­telif ravılerden tahric etmiştir. Müslim onu burada Gurre ve tah-«1 e delil olmak üzere zikretmiştir. Yoksa asıl yeri Havz-, kevser babında gelecektir.

Havz: Lügatte suyun toplandığı yerdir. Burada ondan murad âhiret-te Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e tahsis buyurulan Havz-, kevserdır. Nitekim Kevser süresindeki kevserden muradda bir çok ule­maya göre bu havızdır. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) muhtelif rivayetlerde Havz-ı kevseri ve onun suyunu tarif buyurmuştur  Bunların mecmu'undan anlaşıldığına göre; Havz-ı kesver son derece büyük olup suyu kar'dan daha soğuk, sütten daha beyaz baldan daha tatlıdır. Bardak­ları gökteki yıldızlar gibidir. Bu havuzun başına evvelâ Sahib-i Ekrenıi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimiz geçecek ve takım takım cemaat­lar halinde gelen ümmetine ondan şerbetler sunacaktır. Ondan içmek saadetine eren bahtiyarlar bir daha ebediyyen susamak nedir bilmeye­cekler. Yalnız bir takım insanlar havuza yaklaşmışken ona varamıyacak araya bir mâni konularak ondan içemiyeceklerdir. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)    bunu görünce:

«Yarabbİ! Bunlar benim ümmetİmdendir. Buraya gelmekten niçin men ediliyorlar?» diye niyazda bulunacak fakat kendisine.

«Sen onların senden sonra çıkardıkları bidatları, modaları bilmezsin.» diye cevap verilecek bu cevabı alınca Fahr-i Alem

«Öyleyse benden sonra benim yolumu değiştirenler benden uzak ol­sunlar.» diyerek havuzunun yanma gelmekten onları hayvan kovar gi­bi kovacaktır.

Havz-ı kevseri ispat eden hadisler mâ'nen tevatür derecesini bulmuş­lardır. Binaenaleyh müslümanlarm Havz-ı kevser'e inanıp itikad etmele­ri farzdır.

Hadislerin beyanından anlaşıldığına göre; Havz-ı kevser cennet ka­pılarının yanındadır. Ve bu gün halk edilmiş hazır vaziyettedir. Bir ta­kımları havzun sırattan sonra geldiğini diğerleri sırattan önce olduğunu söylerler. Sahih kavle göre Havz-ı kevser ikidir. Biri sırattan önce mahşer yerinde diğeri cennettedir. Bunların ikisinede Havz-ı kevser denilir.

Havz-ı kevserin bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafa (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mahsus bir atâ-i ilâhi olduğunda şüphe yok­tur. Nitekim Teâlâ hazretleri Kevser suresinde Nebî-i Ekrem'ine böyle misli görülmedik bir ihsanda bulunduğunu zikrederek imtinanda bulun­muştur. Acaba sair Peygamberlerinde ümmetlerine şerbet sunacakları böyle birer havzu varmıdır? İmam Tirmizinin Hz. Semura (Radiyalîahu anh) dan rivayeten tahric ettiği bir hadisten anlaşıldı­ğına göre; her Nebinin bir havzı vardır. Yalnız mezkûr hadisin mevsul veya mürsel olduğu ihtilaflıdır. Esah kavle göre; o hadis mürseldir. Maa-mafih İbni Ebi'd-Dünya 'nm sahih senedle tahric ettiği rivayet mevsuldur. O rivayette:  «Resulüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Her peygamberin bir havzı vardır. Havzının başında elinde asa­sı olduğu halde duracak ve ümmetinden tanıdıklarını davet edecektir. Dik­kat edin ki, Peygamberler hangisinin ümmeti çoksa onunla İftihar edecek­lerdir. Ben onların içinde ümmeti en çok olmayı pek arzu ederim.» buyurmuşlardır.

Ayni rivayeti Taberâni dahi mevsul ve merfu olarak tahriç etmiştir. Yalnız isnadında bir parça gevşeklik vardır. Bu rivayetler sa-hihde olsa Peygamberimi z(Saliallahü Aleyhi ve Sellem) yine hiç birine nasip olmayan Havz-ı Kevserle onlardan temayüz edecektir. Dalâ­let fırkalarından Hâricilerle Mu'tezileden bazıları Havz-ı Kevseri inkâr etmişlerdir. Irak emirlerinden Ubeydullah b. Ziyad'm da bu münkirler arasında olduğu rivayet olunur. Mezkûr fırkalar Havz-ı kevseri inkâr et­mekle dalâlete düşmüş selefin icma'mı hiçe saydıktan mâada halef ulemâ­nın mezhebindende ayrılmışlardır. Halbuki; Havz-ı Kevseri ispat eden hadisler elliden fazla eshab-ı kiram tarafından rivayet olunmuşlardır. Ki Ebu  Bekr-i S iddik, Hamzatü'bnü   Abdilmuttalip,

Ebu Sa'id-i Hudri, Abdullah İbni Amr, Sehi b. Sa'd, Ümmül Mü'minin Ümmü Seleme, îbni Mes'ud, Ukbetü'bnü Amîr, Huzeyf etü'bnü'l- Ye-man, Ebu Zerr-i Gıfar'ib Enes b. Malik, Sev-ban, Cabir b. Semura, Zeyd b. Erkanı, Abdul­lah b. Zeyd. Ebu Ümamete'l-Bâhilî, Bera1 b. Âzip, Esma binti EbiBekr, Havle binti Kays, İbni Abbas, Ka'b b. Ucera, Büreyde, Ebu'd-Derdâ', Übey b. Ka'b,.. Üsametü'bnü Zeyd, Zeyd b. Sabit, Hasan b. Ali, Ebu Bekre ve Havle bin­ti   Hâkim (Radiyalîahu anhüm) hazeratı bunlar arasındadır.

Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'in Havz-ı Kevserden kovacağı fırkaların kimler olacağı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre; bunlar münafıklarla mürtedlerdir. Çünkü onlarında evvelâ mü'min-ler gibi Gurre ve tahcil ile yani yüzleri ve ayakları nur içinde haşredil-meleri mümkindir. Fakat peygamber (Sallalîahü Aleyfyi ve Sellem) kendi­lerini simalarından tanıyacak ve havzının başından kendilerini hayvan kovar gibi kovarak rezil-i rüsvay edecektir. Diğer bazıları bunlardan mu-rad: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında mü'min olupta sonradan irtidad edenlerdir. Üzerlerinde abdest eseri olan nuru görünce Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) onları tanıyacak ancak bunların sonradan irtidad ettikleri kendisine haber verilince onları kovacaktır.» de­mişlerdir.

Hattâbi'nin beyanına göre ashab-ı Kiramdan irtidad eden olmamıştır irtidad edenler Kaba saba çöl araplarıdır. Bunların irtidâdı meşhur olan ashab-i kirama dokunmaz. Bir takım ulemâya göre ise bunlardan murad mü'min olarak ölen büyük günah sahipleri ile bidatları küfür derecesine varmayan ehl-i bidattir. Bu son kavle göre havzdan kovulanların cehenneme girecekleri kafi değildir. İhtimalki yaptıklarına bir ceza olmak üzere Havz-ı Kevserden kovulurlarda sonra Allah Teâla hazretleri onlara rahmet buyurarak azab etmeden cennetine koyar.

İmam Ebu Amr İbni Abdilber: «Haricilerle rafizi-ler ve sair dalâlet erbabı gibi dinde bİd'at çıkaran her taife havz-ı kevser­den kovulacaktır. Zulümde ileri gidenlerle hak yiyenler ve irtikab ettik­leri büyük günahları aşikâre yapanların dahi bu zümreye dahil olacak­larından korkulur.» diyor.

 

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder.

 

1- Havz-ı kevser haktır. Ve halen mahlûktur. Mesahası pek büyük suyu son derece lezzetli beyaz ve soğuktur.

2- Bazı kimseler Haz-ı Kevserden kovulacaklardır.

3- Müminlerin dünyada aldıkları    abdestlerin eserleri nur olarak alınlarında ve ayaklarında parlıyac aktır.

4- Din namına değişiklikler ve modalar çıkaran bid'atçılar havz-ı kevserden içemiyeceklerdir.

 

39- (249) Bize Yahya b. Eyyub ile Süreye b. Yunus, Kuteybetü'bnü Said ve Ali b. Hucur toptan İsmail b. Ca'ferden rivayet ettiler. İbni Fy-yup dediki bize İsmail rivayet etti. (Dediki) : Bana Alâ' babasından o da Ebu Hüreyre'den naklen haber verdi: Resulüllah (Saîialiahü Aleyhi ve Sellem) [67] Kabristana gelerek:

«Selâm size ey mü'minler diyarı! İnşaallah biz de size katılacağız, din kardeşlerimizi görmüş olmayı  çok arzu ederdim.» buyurmuş Ashab :

«Biz senin din kardeşlerin değilmiyiz Ya Resulüllah?» demişler Re­sulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Siz benim ashabınsınız,  kçırdeşlerimizse  henüz gelmeyenlerdir.» buyurmuşlar. Bunun üzerine ashab:

«Ümmetinden Henüz (saha-i cihana) gelmeyenleri nasıl tanıyacaksın Y" Hesulüllah?» demişler. Resulüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ne dersin, bir adamın yağız ve doru at sürüsü içinde sakar ve se-kir bîr takım atları olsa, o adam aflarını tanımaz mı?» buyurmuş. As­hab :

«Hay hay tanır Ya Resulüllah» demişler.

«işte onlar da abdestten dolayı böyle sakar ve sekİr gelecekler. Ben havuza onlardan önce varacağım. Dikkat edin ki, bir takım adamlar be­nim havuzumun başından kayıp develerin kovulduğu gibi kovulacaklar. Ben onlara Hey, beri gelin! diye nida edeceğim. Bunun üzerine bana onlar senden sonra hakikaten (dinde) febdilâf yaptılar, denilecek, ben de (öyleyse) uzak olsunlar! Uzak olsunlar! Diyeceğim.»  buyurmuşlar.

 

(...) Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti (Dediki) : Bize Abdülâziz yanî Derâverdi rivayet etti H.

Bana İshak b. Musa el-Ensari de rivayet etti. (Dediki) : Bize Ma'n rivayet etti. (Dediki) ; Bize Malik rivayet etti. Bunlar hep birden Alâ' b. Abdirrahman'dan, o da babasından, o da Ebu Hüreyre'den naklen riva­yet etmişler ki Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabristana çıkarak:

«Selâm size ey mü'minler diyarı: İnşallah biz de size katılacağız.» buyurmuş. Kavi hadisi İsmail b. Ca'fer hadisi gibi rivayet etmiştir. Ancak Malik hadisi:

«Benim havuzumdan bir takım adamlar behemahal koyulacaklardır.» Şeklindedir.

Terkibindeki (dar) kelimesi ihtisas üzre mansubtur.   Münâdâ olmasıda muhtemeldir. Fakat ihtisas olması daha zahirdir. Üst taraftaki zamirden bedel olmak üzere mecrur okunmasıda caizdir. Münâdâ veya bedel yapılırsa bu kelimeden murad cemaat yahut o diyarda bulunanlar oîur. Ölümün geleceğinde asla şüphe olmadığı halde Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in: «İnşallah biz de size katılacağız.» buyur­masını ulemâ muhtelif suretlerde te'vil etmişlerdir. Bu hususta söylenen­lerin en güzeli şudur: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in­şallah diyerek yaptığı bu istisna ile şekk kasdetmemiş bununla teberrü-ken «Hiç bir şey için, ben bunu m uf I aka yarın yaparım, deme. Ancak, in­şallah yaparım, de.» ayet-i kerimesine imtisal için söylemiştir. Hat-tabi ile başkalarının rivayetine göre; söz arasında, sözü güzelleştirmek için inşallah demek Arapların âdetidir. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de o âdeta uyarak böyle demiştir. Bazıları: «Buradaki insaallah kelimesi ile yapılan istisna bu yerde yani bu kabristanda size katılırız, bizde buraya defnolunuruz demektir» mutelaasmda bulunmuş bir takınılanda: «İnşaallahın manası Allah dilediği vakit demektir.» Ka­naatini ileri sürmüşlerdir. Daha başka te'viller de vardır. Fakat bunların hepsi zayıftır.

Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Din kardeşlerimizi görmüş olmayı çok arzu ederdim.» buyurmakla ileride gelecek olan mü'minleri dünya hayatında görmeyi arzu ettiğini bildirmiştir. Kaadî Iyâz'm beyanına göre; bazıları bu temenniden murad onları öldükten son­ra görmek istemesidir, demişlerdir.

İmam Bâci diyor ki: Resulüllah (Saîialiahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanındakilere: «Siz benîm ashabımsınız.» buyurması onların kardeş­liğini nefiy değildir. Lâkin sohbet sebebiyle hasıl olan üstün mertebele­rini zikretmiştir. Yani bunlar sahabe olan din kardeşleri ileride gelecek olanlarda sahabe olmak saadetine eremeyen din kardeşleridir» demek is­temiştir. Nitekim Teâlâ hazretleride:

«Mü'minler ancak birbirlerinin kardeşleridir.»  buyurmuştur.

İbni AbdilBer Bu ve emsali hadislerle istidlal ederek âhir zamanda gelecek bazı müslümanların üstünlüğüne hatta bir takımlarının bazı sahabeden bile efdal olabileceğine kail olmuştur. Ona göre Resu­lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Sizin en hayırlınız benim devrimde yaşayanlarınızda.» Hadis-i şerifi:

«İnsanların en hayırlısı sâbikûn-u evvelûn yani ilk müslüman olan mu­hacirlerle ensar ve onların yolunu tutanlardır.» manasına gelir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devrinde yaşayıpta hatali işler yapanlar yahut din hususunda hiç bir varlık göstermiyenler Resulüllah (Salîallahü A İeyhi ve Sellem) i görmüş olsalar bile onlar­dan sonra gelen mü'minîer içinde böylelerden daha faziletlisi bulunabilir. Nitekim eserlerde buna delâlet etmektedir.

Kaadî Iyaz kelâm ulemâsından bazılarının da buna kail oldu­ğunu söyledikten sonra sözüne şöyle devam ediyor: «Ulemânın ekserisi bunun hilâfına kail olmuş ve: Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) i ömründe bir defa görerek sahâbilik meziyetine nail olanlar o devirden sonra gelenlerin hepsinden efdaldırlar. Zira sahâbilik faziletine muadil olacak hiç bir amel yoktur: Bu Allah'ın bir fadl-u keremidir. Onu ancak dilediklerine ihsan eder» demişlerdir. Bu zevat Resulülla h(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'in:

«Sizden biriniz Uhud Dağı kadar altın infak efse yine ashab dere­cesine varamadığı gibi, onların yarısı kadar da olamaz.» hadis-i şerifi ile istidlal etmişlerdir» diyor.

Dühm: Edhemin cem'idir. Edhem karayağiz demektir.

Bühm: İse bazılarına göre siyah demektir. Bir takımları düz renk ya­ni içine başka renk karışmiyan manasınadır. Siyah beyaz ve kırmızı da olabilir demişlerdir.

Helümme: Kelimesi beri gelin manasınadır. Erkek kadın münferid ve­ya cemaat hakkında hep aynı şekilde kullanılır. Bazılarına göre tesniyesi ve cem'ı yapıldığı gibi kadın hakkında da kadına mahsus zamirlerle kul­lanılır. Fakat birinci şekli daha fasihtir.

Suhkan:   Uzak olsun manasınadır.

Hadis-i Şerif bilhassa hayırlı şleri temenninin ehl-İ salâh ulemâ ve fu-dalâyı görmek istemenin ve kabir ziyaretinin caiz olduğuna delildir. Yi­ne bu hadis bu ümmet için pek büyük bir müjdeyi tazammün etmektedir. Ne mutlu Havz-ı kevserden içmek seadetıne erenlere!..

 

13- Nur Abdest Suyunun Ulaştığı Yere Ulaşır, Hadis-i Babı

 

40- (250) Bize Kuteybetü'hnü Said rivayet etti. (Dediki) : Bize Ha­lef yâni İbni Halife, Ebû Mâlik el-Eşcaî'den o da ebu Hazim'den naklen rivayet etti. Ebû Hâzini şöyle demiş. Ebu Hüreyre'nin arkasında idim. Namaz için abdest alıyordu. Elini ta koltuğuna kadar ulaştırarak yıkıyor­du. Kendisine:

  Ya Eba Hüreyre bu abdest ne dedim o da (bana) :

— Ya benî Ferrûhî Siz buradamisınız? Eğer sizin burada olduğunuzu bilsem böyle abdest almazdım. Ben Halilim (Salîallahü Aleyhi ve Sellem): i.

 «Mü'mİnİn  nuru  abdest suyunun  ulaştığı  yere  kadar varır.» buyururken işittim dedi.

Rivayete nazaran Ferrûh İbrahim (Ateyhisselâm) 'in İsmail ile İshâk (Aleyhimesseldm) dan başka bir oğluymuş. Nesli çoğalmış Arap olmayan milletler onun neslinden türemişler.

Kaadî Iyaz'm beyanına göre Ebu Hüreyre (Radiyallahû anh) bu sözü Ebu Hazim Süleyman el-A'rac'e söyle-mişsede bununla mevâlîyi yani arap olmayan fakat islâmiyete canla baş­la ve sadakatla hizmet eden müslümanları kasdetmiştir. Maksadı bir zaru­retten veya sıkıritıdan dolayı ruhsatla amel edenlerin onun bu şekil ab­dest aldığını görerek onun herkesten ayrı bir mezheb olduğunu zannet­mesinler diye cahil halk huzurunda yapmak istemediğini anlatmaktır. Çün­kü cahiller görürse bunu farz zannederler.

Hz. Ebu Hüreyre 'nin Resulüllah  (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)   için Halilim demesi:

«Ben  Halil edinseydim Ebu Bekr'i kendime Halil yapardım.» hadisine muarız değildir.

Çünkü Resulüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellemj'e hiç bir kim­seyi Halil ittihaz etmesi caiz olmamıştır. Fakat başkalarının onu Halil it­tihaz etmesine bir mâni yoktur.

Bu sebeple Ebu Hüreyre (Radiyalîahu anh)'m ona Halilim demesi caizdir. Halilin gayet yakın dost manasına geldiğini yukarıda gör­müştük.

Hilye ziynet demektir, burada ondan murad gurreyi uzatmaktır. Ubbi    diyorki:  «Ebu Hüreyre 'nin bu hadisle istidlal etmesi:

«Sîzden biriniz gurresinİ uzatabilirse bunu yapsın.»  sözünün.

Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) e âid olmadığını gös­teriyor. Zira onun sözü olsaydı bu babta o daha açık olduğu için onunla istidlal ederdi.»

 

14- Zorluklara Rağmen Abdesti Yerli Yerince Almanın Fazileti Babı

 

41- (251) Bize Yahya b. Eyyüb ile Kuteybe ve İbnî Hucr toptan İsmail b. Ca'fer'den rivayet ettiler, tbni Eyüb dediki: Bize İsmail rivayet etti. (Dediki) : Bana Ala' babasından, o da Ebu Hüreyre'den naklen ha­ber verdiki: Resulüllâh (SalUtllahü Aleyhi ve Selîem):

  «Size Allah'ın   günahları   neyle imha ettiğini ve dereceleri neyle yükselttiğini göstereyim mi?» buyurmuş Ashab:

  «Hay hay ya Resulüllah!» demişler.

  «Güçlüklere rağmen abdesti yerli yerince almak, mescidlere doğ­ru adımı çok atmak ve namazdan sonra (diğer) namazı beklemektedir. İş­te sizin ribatınız budur.»  buyurmuşlar.

 

(...) Bana İshâk b. Mûsâ el-Ensari rivayet etti. (Dediki) : Bize ma'n rivayet etti. Dediki: Bize Malik rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. el-Müsenna da rivayet etti. (Dediki) : Bize Mu-hammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dediki): Bize Şu'b rivayet etti. Bunlar ikisi birden Ala' b. Abdirrahman'dan bu isnadla rivayet etmişler. (Yalnız) Şu'be'nin hadisinde ribatın zikri geçmemiştir. Malik'in hadisinde se iki defa:

«İşte sizin ribahnız budur, işte sizin ribatınız budur.»  Duyurulmuştur. "

Bu hadsin şerhinde Kaadî Iyâz şunları söylemektedir: «Gü­nahları mahvetmek onları aff-u mağfiret buyurmaktan kinayedir. Maa-mafih onları hafaza meleklerinin defterlerinden silmek de kasdedilmiş olabilir. Buda günahların affına cennete derecelerin yükseltilmesine de­lildir. Zorluklar soğuğun şiddetinden, vücudun hastalık sebebiyle elem ve kederinden ve buna benzer şeylerden neş'et eder.

Mescitlere doğru adımı çok atmak evin onlara uzaklığı ve onlara çok gidip gelme sebebiyle olur.»

Ebu'l Velid el-Bâcî namazdan sonra namaz beklemenin birbirine yakın namazlar hakkında olduğunu sair namazlarda beklemenin âdet olmadığını söylüyor.

Ribât; nevbet yeri manasınadır. Esas itibari ile bir şey'e kendini hap­setmek demektir. Namaz kılan camie giden ve orada namaz vaktini bek­leyen de kendini bu taatlere hapsetmiş gibidir. Cihadın efdali nefisle ya­pılan cihaddır, denildiğine göre; ibadet ve taatler hususunda yapılan ri-batın en faziletli ribat olması muhtemel olduğu gibi buda ribat nevilerin­den bîr nevidir, demek istenilmiş olması da ihtimal dahilindedir.

Ribat meselesi Ebu Hüreyre hadisinde bir, Malik ha­disinde iki «el-Muvatta'da ise üç defa zikredilmiştir. Tekrarın hikmeti bu meselenin pek mühim, şanının pek büyük olduğunu bildirmektir, bazıları: «Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellemj'in âdeti bir şey'İ anlatır­ken iyi anlaşılması için onu üç defa tekrar etmekti. Buradada onun için tekrarlamıştır» derler.

 

15- (Misvak Babı)

 

42- (252) Bize Kuteybetü'bnü Said ile Arar en-Nâkıd ve Züheyr h. Harp rivayet ettiler. Dedilerki; Bize Süfyan, Ebu'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebu Hüreyre'den o da, Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Seliem) 'den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:

«Eğer mü'minlere —Züheyr'in rivayetinde ümmetime— meşakkat ver­meseydim her namaz için misvak tutunmalarını onlara mutlaka emreder­dim.

Bu hadisi Buhari «Kitabu'I Cumua»da rivayet ettiği gibi sair sa­hih sahipleri de rivayet etmişlerdir. Misvak babında İmam Tirmizi 17 sahabinin, hadis rivayet ettiğini kaydeder.

Sivak hem misvak tutunmaya hemde misvak çubuğuna Itlak edilen bir kelimedir. Misvak hususunda ulemâ-i kiram bir çok vecihlerden söz etmişlerdir.

1- Misvak kullanmak vacipmidir? Sünnetini? Bu suale ulemânın ek­serisi vacip değildir diye cevap vermişlerdir. Hatta vacip olmadığına ic-ma' bulunduğunu iddia edenler olmuştur. Yalnız hadis ulemâsından î s -hâk b. Rahuye 'nin: «Her namaz için misvak tutunmak vaciptir. Onu kasten terkedenin namazı batıl olur» dediği rivayet olunur. Davudu Zahirî de «Misvak vaciptir lâkin şart değildir» demiştir. Misvakın vacip olduğunu söyleyenler bu hususta hadislerde vârid olan emirle ihticac ederler. Fakat kendilerine bu hadislerin sabit olmadığı söy­lenerek itiraz edilmiştir. Buradaki hadis yalnız misvakın farz olmadığını anlatmaktadır. Misvakın sünnet veya mendup olması bile başka deliller­den anlaşılır.

İmam Şafiî: «Hadis misvakın vacip olmadığına delildir; çünkü vacib olsa ümmete meşakkat versin vermesin Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) onu emrederdi.» demiştir. Bazıları misvakın dini sünnetlerden olduğuna diğer bazıları abdestin sünnetlerinden; bir ta­kımları da namazın sünnetlerinden olduğunu söylerler. Onun dini sün­netlerden olduğu İmam A'zam Ebu Hanife 'den bakledil-miştir. Bu babta en kuvvetli kavilde budur.

2- Misvakın ne zaman tutulacağı ulemâ arasında iktilâflıdır. Ek­seriyetle Hanefiyye ulemasına göre mazmaza sırasında kullanılır. Bazıları mutlak surette abdest alırken tutunulacağını söylerler. İmanı-ı A'zam 'dan misvak tutunmanın dinî sünnetlerden olduğu nakledildiğine göre her zaman misvak kullanılabilir. Bazıları abdest al­mazdan Önce kullanılacağını söylemişlerdir. İmam Şafiî'ye göre namaz kılınacağı zaman, abdest alırken ve ağız kokusunun değiştiği hallerde misvak kullanmak sünnettir.

3- Hanefiyye ulemâsına göre; misvak abdest alırken mazmaza sı­rasında dişlere uzunluğuna değiîde genişliğine sürmek suretiyle kullanılır.

Delilleri bu bab Hz. Aişe (Radıyalîahu Anhâ) dan rivayet edilen bir hadistir. Hadiste misvakın kullanışı bu şekilde tarif edilmiştir.

İmamu'l Haremeyn misvakın dişlerin hem uzunluğuna hem genişliğine yapılacağına kail olmuştur. Şayet bunlardan birisiyle ik­tifa edilirse o zaman genişliğine doğru kullanılacaktır. Sair Şafiîyye ule­mâsı bu meselede Hanelilerle beraberdir. Misvak sağ elle tutulur. Müste-hab olan ağza üç defa su alarak üç misvak kullanmaktır.

4- Misvak kullanmanın sayısı hakkında muayyen adet yoktur. Ab­dest alan, dişlerin temizlendiğine kanaat getirinceye kadar misvak kulla­nabilir. Misvak kullanırken o husustaki me'sûr duayı okumalıdır. Hane-fîlerin  «el-Muhit» nammdaki fıkıh kitabında  «kadının  sakız  çiğnemesi misvak yerini tutar: Çünkü kadının dişleri zayıftır. Misvak kullanırken düşeceğinden korkulur, sakızda misvak gibi dişleri temizler ve diş etleri­ni kuvvetlendirir» denilmektedir.

5- Misvak bulamayan dişlerini parmağı ile ovalar.   Beyhak.î-n i n   «Sünen» inde   Ene s(Radiyallahû anh) dan rivayet ettiği bir hadis­te   Resulüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in:

«Misvak yerine parmaklar kâfidir.» buyurduğu rivayet olunur. Bu hadis zaiftir. Fakat Tabaranî 'nin «el - Evsat» mda Hz. Aişe (Radıyalîahu Anhâ)d&n rivayet ettiği bir hadistede:

«Parmağını ağzına sokarak misvak yerine kullanır.» denilmiştir.

6- Ağzı misvak ağacının çubuğu ile temizlemek müstehaptır.   Bu­harı 'nin tarihinde zikredildiğine göre; ashaptan bazıları Resu1ü11ah (SaUüUahü Aleyhi ve SellemJ'e misvak ağacından çubuk takdim et­mişler.    Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bununla misvaklanm buyurmuşlardır.» Tabaranî 'nin «el-Ev-sat»ında rivayet ettiği Muaz b. Cebel (Radiyalîahû anh) hadisinde Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in zeytin ağacından yapılan mis­vakı pek beğendiği ve onu tavsiye ederek:

«Bu hem benim, hem de benden önce geçen peygamberlerin misva­kıdır.»  buyurduğu rivayet olunur.

7- Misvak kullanmaktaki hikmet hususunda İbni Dakikiliyd şunları söyler. «Namaz kılınacağı zaman misvak kullanmanın müs-tehab oluşvmdaki hikmet bunun Allah'a tekarrup hâli olmasıdır. Binaena­leyh İbadetin şerefini göstermek İçin bu halin kemal ve temizlikle mut-tasıf olması icab eder. Filhakika Bezzar'm Hz. Ali (Radıyalîahu anh) 'tan rivayet ettiği bir hadiste misvak kullanmanın Kur'an-ı kerimi dinleyen melâikeye taallûk eden bir iş olduğu, melâikenin ona ağzını ağ­zına değdirecek kadar yaklaştığı beyan ediliyor. Ebu Nuaym'ın Hz. Cabir (Radiyalla.hu anh) dan mutemed raviler vasıtası ile riva­yet ettiği bir hadistede:

«Bîriniz geceleyin namaz kılmağa kalkarsa misvak kullansın. Çünkü o namaz kılmağa kalkınca kendisine bir melek gelerek ağzını onun ağ­zına temas ettirir. Artık o kulun ağzından çıkanlar melâikenin ağzına girer.»   bu vurulmuştur.

Kuşeyri'nin   Ebu'd-Derda '(Radiyallahâ anh) dan isnadsız olarak rivayet ettiği bir hadistede:

«Misvak tutunmaya devam ediniz, çünkü misvakta yirmidört haslet vardır. Bunların en makbulü Allah'ın razı olmasıdır. Hem namazı yetmiş yedi derece katlanır. Misvak vakit, hal ve zenginliğe sebep olur. Ağız kokusu temizler. Diş etlerine zindelik verir, baş ve diş ağrısını giderir; yü­zü ve dişleri parladığı için melekler kendisiyle musafahâ eder.» buyu-rulmuştur,

8- Misvakın fazileti babında İmam Ahmed b. Hanbe1 ile İbni Hibban Hz. Aişe (Radıyallahu Anhâ) dan şu ha­disi rivayet ederler:

Resullüî1ah (Sallallahü A leyhi ve Sellem):

«Misvak ağzın temizliği, Teâlâ hazretlerinin rizasıdır.» buyurdular rivayet edilmiştir.

Ebu Ömer misvak kullanmanın fazileti ittifakı olduğunu bu babta hiç bir ihtilâf bulunmadığını bütün ulemâya göre misvak kullana­rak kılman namazın misvaksız kılman namazdan efdal olduğunu söyle­miştir. Hatta Evzâî :   Misvak abdestin yarısıdır. Bâ husus namaz kı­lınacağı zaman, abdest alırken, kur'an okurken, uykudan uyandıktan son­ra ve ağzın kokusu değişince misvak kullanmak te'kiden mutluptur. Gece namazlarının her iki rekatı arasında, cuma gününde ve keza uykuya ya­tarken, vitir namazından sonra sabahleyin ve yemekten önce misvak kul­lanmak müstehaptır.» demiştir.

9- Babımızın hadisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in ümmetine olan sonsuz şefkat ve merhametine delildir.    Zira misvak kullanmayı emr etmemesi ancak onlara meşakkat vermemek hikmetine

mebnidir.

10- Hadis-i şerif   Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHem/e vahiy nazil olmadığı zaman içtihad etmenin caiz olduğuna delildir. Nite­kim misvak hususunda ictihadda bulunarak onu emretmemek için meşak­kati sebep göstermiştir. Eğer hüküm vermesi mutlaka bir nassa mütevak­kıf olsaydı misvak emrini verememesine sebep bu babta ayet bulunma­masını gösterirdi. Maamafih bazılarına göre Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bu sözü meşakkat bulunduğu için misvak kullanma­nın emredilemediğini haber verme mahiyetindede telakki edilebilir. Bu takdirde hadisin manâsı «eğer meşakkat olmasaydı Allah misvak kullan­mayı emreder ben de onun vacib olduğunu size haber verirdim» demek olur. Fakat bu ihtimal uzak görülmüştür. Hadisin zahiri manası, meşakkat olur endişesi ile misvakın emredilmediğîni gösteriyor. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in emri hakikatta daima Allah'tan gelen emirdir. Çünkü onun kendi heva hevesine göre söz söylemediği nass-ı Kur'anla sabittir.

11- Bu hadisle Nesaî oruçlu bir kimsenin öğleden sonra mis­vak kullanmasının müstehab olduğuna istidlal etmiştir. Çünkü hadis her namaza âmm ve şâmildir.

12- Hadis-i şerif âmm olduğu için ulemâ farz ve nafile namazlarla bayram namazları istiskâ, küsuf ve husuf namazlarında misvak kullanma­nın müstehab olduğuna istidlal etmişlerdir. Çünkü umumun muktezası budur.

13- Hadis-i şerifte misvakın alelumum her namazda kullanılması matlup gösterildiği için bazıları mescidde dahi kullanılmasının mubah ol­duğuna kail olmuşlardır. Mâli kilerden bazıları ise; mescidi kirleteceği mü­lahazası ile orada misvak kullanmayı kerih görmüşlerdir.

 

43- (253) Bize Ebu Küreyb Muhammed b. Alâ1 rivayet etti (Dedi-ki) : Bize İbni Bişr, Mis'ardan, o da M ikdam b. Şurayh [68] dan o da baba­sından naklen rivayet etti. Babası şöyle demiş, Âişe'ye sordum «Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)e\ine girdiği vakit ilk işe neden başlardı?» dedim.

— «Misvaktan» cevabını verdi.

 

44- (...) Bana Ebi Bekr b. Nâfi'el-Abdî de rivayet etti. (Dediki) : Bize Abdurrahman, Süfyân'dan, o da Mikdam b. Şüreyh'dan, o da babasın­dan, o da Aişe'den naklen rivayet ettiki Peygamber (Saİlalîahü Aleyhi ve Sellem,   evine girdiği zaman ilk işi misvak tutunmak olurmuş.

 

45- (254) Bize Yahya b. Habib el-Hânsî rivayet etti. (Dediki): Bize Hammad b. Zeyd Gaylân'dan [69] —ki İbni Cerîr ma'velidir— O da Ebu Bürde'den, o da Ebu Musa'dan naklen rivayet etti. Ebu Musa :

— «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına girdim, Mis-vakinin bir ucu dilinin Üzerinde idi» demiş.

 

46- (255) Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dediki) : Bize Hüşeym Husayn'dan. o da Ebu Vail'den, o da Huzeyfe'den naklen rivayet etti. Huzeyfe:

«Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) teheccüd namazı kılmaya kalktığı zaman ağzını misvakla ovalardı» demiş.

 

(...) Bize İshak b. İbrahim rivayet etti. (Dediki) : Bize Cerir Mansur'-dan naklen haber verdi. H.

Bize İbni Nümeyr'de rivayet etti. (Dediki) ; Bize babamla Ebu Mua-viyej A'meş'ten rivayet ettiler. Mansurla A'meş'in ikiside Ebu vail'den, o da Huzeyfe'den naklen rivayet etmişler. Huzeyfe:

«Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)    geceleyin    kalktığı vakit...» diyerek bu hadisin mislini rivayet etmiş. (Yalnız) bu raviler: «Teheccüd namazı kılmak için» dememişler.

 

47- (,..)Bize Muhammed b. el-Müsenna ile İbni Beşşar rivayet et­tiler. Dedilerki: Bize Abdurrahman rivayet etti. (Dediki) : Bize Süfyân, Mansur'dan, Husayn ile A'meş'de ebu Vail'den, o da Huzeyfeden naklen rivayet ettiler, ki Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin (na­maza) kalktığı zaman ağzını misvakla ovalarmış.»

Bütün bu rivayetler her zaman misvak kullanmanın faziletli bir amel olduğuna; Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in buna pek ziyade ehemmiyet verirdiğine delâlet etmektedirler. Nevevî'nin beyanına göre; misvak pek kuru pek te yaş olmamalıdır. Çünkü pek kuru olur­sa diş etlerini yaralar pek yaş oluncada dişleri temizleyemez. Misvakı diş­lerin her tarafına ve kenarlarına gezdirerek temizlemek ve bu işe sağ taraftan başlamak müstehaptır.

İzni olmak şartiyle başkasının misvakını kullanmakta şer'an bir beis yoktur. Çocukları misvak tutunmaya alıştırmak müstehaptır.

Kaadi Iyâz'm beyanına göre; Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in evinde misvak kullanması halk huzurunda bu işi yapmanın mürüvvete muhalif olmasındandır. Kurtubi: «Evinde ilk iş olarak misvak kullanmasının sebebi mescitte nafile kılamamıgsa onu evinde kıl­dığı için olsa gerekir» diyor. Bazıları Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yolda konuşmazdı sükût ağız kokusunu değiştirir evin­de misvak kullanmasının vechide budur.» demişlersede bu kavli doğru değildir. Çünkü Peygambe r (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ağız ko­kusu v.s. gibi şeylerden münezzehidir. O bunu ancak ümmetine talim için yapmıştır. Binaenaleyh uzun zaman sükût eden bir kimse birisi ile konuş­mak istediği vakit misvak kullanmalıdır.

Teheccüd: Geceleyin kılman namazdır. Bu namaz Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsus olmak üzere farz, ümmetine nafi­ledir. cümlesinden murad misvakla dişleri genişliğine ovmak­tır. Bazıları bunun yıkamak manasına geldiğini diğer bazıları eyice te­mizlemek olduğunu söylemişlerdir.

 

48- (256) Bize Abd b, Humeyd rivayet etti. (Dediki) : Bize Ebu Nu-aym rivayet etti. (Dediki) : Bize İsmail b. Müslim [70] rivayet etti. (Dedi­ki) : Bize Ebu'l Mütevekkil [71] rivayet etti. Önada İbni Abbas anlatmış. İbni Abbas bir akşam   Peygamber (Saiîaîîahü Aleyhi ve Seîiem) in evinde yatmış gecenin sonuna    doğru    Nebiyullah   (SalUtllahü Aleyhi ve Sellem) kalkarak dışarı çıkmış ve gökyüzüne bir bakmış. Sonra Al-i îmran süre­sindeki şu ayeti okumuş:

«Şüphesiz ki göklerle yerin yaradılışında gece ife gündüzün gelip ge­çişinde akıl sahipleri İçin alınacak ibretler vardır.» Ta «Bizi cehennemin azabından koru.» cümlesine kadar

Sonra eve dönerek misvaklanmiş ve abdest almış. Sonra kalkarak na­maz kılmış. Ve yatmış, sonra tekrar kalkarak dışarı çıkmış ve almış ve semaya bakmış da bu ayeti yine okumuş sonra dönerek misvaklanmış, abdest almış kalkıp namaz kılmış.

Bu hadis İmam-i   Müslim'in «Kitabu's-Salât»da bütün tarik­leri ile rivayet ettiği bir hadisin muhtasarıdır. Hadis-i şerif bir çok nefis hükümleri ihtiva etmektedir. Bunlar inşaallah orada görülecektir. Ez Cüm­le geceleyin uykudan uyanan bir kimsenin    gök yüzünü temaşa ederek kudretullahın azametine delalet eden sayısız    yıldızlara ve nurtopu gibi parlayan aya bakması sonra bu ayeti kerimeyi okuması müstahaptir. Uy­kudan tekrar tekrar uyanan kimsenin aynı temaşayı ve ayeti tekrarlama­sı da müstahap olur.

 

16- (Fıtrat Hasletleri Babı)

 

49- (257) Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeybe ile Araru'n Nâkıd ve Züheyr b. Harp toptan Süfyan'dan, rivayet ettiler. Ebu Bekr dediki: Bize İbni Uyeyne, Zühri'den, o da Said b. el-Müseyyeb'den, o da İEbu Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den nal den rivayet etti: Şöyle buyurmuşlar:

«Fıtrat beştir; (yahut beş şey vardır ki, bunlar fıtrattandır) : Sünnet olmak, kasıkları traş etmek, tırnak kesmek, koltuk altındaki kılları yolmak ve bıyıkları kısaltmak.»

 

50- (...) Bana Ebu't Tabir ile Harmeletü'bnü Yahya rivayet ettiler. Dedilerki: Bize İbni Vehb haber verdi. (Dediki) : Bana Yunus, İbni Şi-hab'dan, o da Said b. el-Müseyyeb'den, o da Ebu Hüreyre'den, o da Resu-lüîlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen haber verdit ki şöyle buyur­muşlar:

«Fıtrat beştir: Sünnet olmak, kasıkları traş etmek, bıyıkları kısaltmak, tırnakları kesmek, koltuk altlarını yolmak.»

 

51- (258) Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybetü'bnü Said ikisi birden Ca'ferden rivayet ettiler. Yahya dediki bize Ca'fer b. Süleyman, Ebu İm-ran el-Cevniden, o da Enes b. Malikten naklen haber verdi. Dediki: Enes; Şunları söyledi.

Bıyık kısaltmak, tırnak kesmek, koltuk altlarını yolmak ve kasıkları tıraş etmek hususunda bunları kırk geceden fazla bırakmamamız bize müddet olarak tayin edildi.

Bu hadisi Buharı «Kitabu'I Libas» da muhtelif şekillerde tahriç ettiği gibi Ebu Davud, Nesai ve İbniMace'de Ebu Hüreyre (Radiyallahû anh) tarikiyle rivayet etmişlerdir.

Fıtrat yeni yaratmak demektir.    Bu makamda bugün orijinal tabiri kullanılıyor. Burada ondan murad ne olduğu ihtilaflıdır. Hattabî ekseri ulemâya göre burada ondan murad sünnettir, diyor. Sair ulemâya göre peygamberlerin  sünneti manasınadır. Fıtrat  dindir  diyenlerde  ol­muştur. Hulâsa fıtrat kelimesi, yeni keşif cibillet, din ve sünnet mânâla­rına gelir, Kaadi Beyzâvi bu mânâların hepsini toplayarak: «Fıtrat, bü­tün Peygamberlerin benimsediği, şeriatlerin ittifakla kabul ettiği eski bir sünnettir. Sanki bu sünnet cîbilli bir şey olup insanlar bunun üzerine ya­ratılmışlardır.» demiştir.

Buradaki rivayetlerin ikisinde fıtrattan olmak üzere beş şey; birinde dört, bundan sonra   göreceğimiz bir rivayette on şey   gösterilmiş isede; bunlar on adetine münhasır değildir. Nitekim   Resulüllah (Sallallahil Aleyhi ve Sellem)      «Fıtrattandır»     buyurmakla  bunların yalnız on tane olmadıklarına işaret etmiştir. Neveyi diyorki: «Bu hasletlerin ekserisi ule­mâya göre vacip değildir. Sünnet olmak mazmaza ve istinşak yapmak gibi bir kaçının vacip olmadığında hilaf vardır. Maamafih vacip olmayan bir şeyi vacip olanla birlikte zikretmek memnu, değildir. Nitekim: Teâlâ haz­retler

,Enlam sûresi. Ayet:

«Mahsul verdiği zaman onun mahsulünden yiyin, hasad günü gelin­ce hakkını da verin.»  buyurmuştur.

Mahsûlün öşrünü vermek vacip fakat onu yemek vacip değildir. Meselenin tafsilatına gelince Şafiî ile bir çok ulemâya göre hitan (yânî sünnet olmak) vacibtir. Malik ile ekseri ulemâya göre ise sünnettir. Sünnet olmak Şafiîye göre hem erkeklere hem kadınlara vaciptir. Erkeklerde, sünnet edilecek uzuvun haşefe miktarı tamamiyle açılacak derecede üzerindeki deriyi kesmek vaciptir. Kadında ise fercin üzerindeki deriden az bir miktar kesmek vacip olur. Mezhebimizin cumhuru ule-masmca sahih olan kavle göre çocukları küçükken sünnet etmek vacip de­ğil caizdir. Mezhebimizin bir kavline göre çocuk bulûğa ermezden önce onu sünnet ettirmek velisine vaciptir. Diğer bir kavle göre on yaşından önce çocuğu sünnet ettirmek haramdır. Sahih kavile göre çocuğu doğu­munun yedinci günü sünnet ettirmek müstahabdır. Doğum gününün bu yedi günden sayılıp sayılmıyacağı hususunda iki kavil vardır. Bunların makbul olanına göre; doğum günü de yedi günde dahildir. Ulemâmız Hun-sâ-i müşkil [72] hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre; bulûğdan sonra her iki aletini keserek sünnet etmek vaciptir. Diğer bazılarına göre hangi tarafın galip geleceği anlaşılmcaya kadar sünnet etmek caiz değil­dir. Makbul olan kavilde budur. Bir kimsede vazife gören iki tane erkek-Ht aleti bulunursa ikisinide sünnet etmek vacip olur. Biri vazife görür diğeri görmezse vazife gören alet sünnet edilir. Vazife görmek dahi bir kavle göre bevlle diğer bir kavle göre cima'la ölçülür.

Sünnet edilmeden ölen bir insan hakkında ulemamızın üç kavli var­dır. Bunların sahih ve meşhur olanına göre ölen küçük olsun büyük olsun sünnet edilmeden defnolunur. İkinci kavle göre, küçük sünnet edilmezse-de büyük sünnet edilir. Üçüncü kavle göre küçük sünnet edilmezsede bü­yük sünnet edilir.                                                                                         

Hanefilere göre «hitan» sünnettir; ve şeâir-i islâmiyyedendir. «Ed-Durr - ül muhtar» adlı eserde: «Bir belde ahalisi çocuklarını sünnet ettirf memek için ittifak etseler, hükümdar onlarla harb eder...» deniliyor. Ancak vakti hakkında İmam Âzam «Bilgim yok» demiş diğer İmamlardan da bir şey nakledilmemiştir. Çocuğun yedi yaşında on yaşında ve son had olarak oniki yaşında sünnet edilebileceğine dair kaviller vardır. «Çocuğun taka-dma göredir» diyenler de olmuştur, ki en güzel kavilde budur. Hanefüer-ce kadını sünnet ettirmek sadece erkeğe bir ikramdır. Mamafih hitanın kadın için de sünnet olduğunu söyleyenler   vardır.

İstihdât: kasıkları tıraş etmektir. Bu iş için demir alet yani ustura kul­lanıldığından ona bu isim verilmiştir. İstihdâd sünnettir.   Bundan murâd o yeri temizlemektir. Temizlik için tıraş etmek efdal isede kılları makasla kesmek ve yolmakta caizdir.

Âne'den murad erkek ve kadının fercîerinin etrafındaki kıllardır. Ebu'l-Abbas İbni Süreye'den nakledilen bir rivayete göre âne dübürün et­rafındaki kıllardır. Bunların mecmu'undan anlaşılıyorki; insanın Ön ve ar­dındaki kılların hepsini tıraş etmesi müstehaptır. Tıraş etme zamanı ih­tiyaca göre tayin olunur. Kıllar uzadıkça tıraş etmek icab eder.

Bıyıkları kısaltma, koltuklan yolma ve tırnak kesnıeninde hükmü bu-dur. Nevevinin sözü burada sona eriyor.

Bıyıkların kesilmesi ihtilaflıdır. Tahavî: «Medinelilerden bir cemaat bıyıklan kesmenin muhtar olduğuna kail olmuştur» diyor. Bu söz­den maksadı Salim, Said b. el-Müseyyeb, Urvetü'-bnü-Zübeyr, Ca'fer b. Zübeyr,    Ubeydullah b. Abdillâh ve Ebu Bekr b. Abdirr'ahman hazeraüdır. Çünkü bıyıkları kazımak değil kesmek müstahaptır diyenler bunlardır. Umeyd b. Hilâl, Hasan-ı Basri, Muhammed b. Şîrîn ve Ata' b. Ebî Rebâh   hazeratınm mezhebide budur. v Mezkûr kavil îmam-i Malik'tende rivayet olunur. Kaadi Iyâz: «Selefin bir çokları bıyığı kökten tıraş etmenin memnun olduğuna kaildir ki, îmam Ma1ik'in mezhebide budur. İmara-ı   Malik bıyığı kökten tıraş etmeyi bir âfet sayar bunu yapanların te'dip olunması­nı emredermiş ona göre bıyığı üst taraftan kesmekte mekruhtur. Müsta-hap olan dudakların etrafını açmaktır.» diyor.

Tahavi sair ulemânın bunlara muhalefet ettiğini ve bıyıkları tıraş et-nr.enın müstahab olduğunu söylediklerini beyanla: «Biz de bunu makasla kesmekten efdal görüyoruz» diyor Tahavî'nin sair ulemâdan mura­dı selef-i salihinin cumhurudur, ki Küfe'lilerden Mekhûl,   Muha'mmed b. Aclân, îbni Ömer (Radiyaîlahû anh) nin azad-hsı'ı Nafi', Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve Muhammed (Ratyimehumullah) bunlar meyanmdadır. Onlara göre bıyıklan tıraş etmek kısaltmaktan efdaldır. Sahabe-i kiramdan Abdullah b. Ömer, Ebu Said-i Hudrî, Rafi' b.   Hadic, SeIemetü'-bnü Ekva! Cabir b Abdillâh ve Abdullah b. Amr (Radiyaîlahû anhümâ)hazerahın bıyıklarını tıraş ettiklerini İbni Ebî Şeybe müsned olarak rivayet etmiştir.

Tırnakları parmaklara zarar vermemek şartiyle dipten kesmek müs-tehaptır. Tırnak keserken tertibe riâyet olunacağına dair hadislerin hiç­birinde bir kayıt yoktur. Lâkin Nevevî Müslim şerhinde evve­lâ sağ elin şahadet parmağından başlayarak sonra orta, sonra yüzük parmâğının daha sonra serçe parmağının tırnaklarını ondan baş parmağın tırnağını kesmenin müstehab olduğunu sol elde ise bu işe küçük parmak­tan başlayarak şehadet parmağına doğru gidileceğini bildirmiştir. Ayak tırnakları kesilirken sağ ayağın küçük parmağından başlayarak sıra ile ötekilere geçilecek sol ayakta ise baş parmaktan sonrakinden başlanarak küçük parmağa doğru gidilecektir.

Yalnız Nevevî bu şekilde tırnak kesmenin müstahab olduğunu göste­ren bir sened zikretmemiştir.

Tırnak kesmek için muayyen bir zaman tâyin edilmemiştir. Binaena­leyh bu hususta ihtiyaca göre hareket edilecektir. Ancak Beyhaki'-nin Ebu Ca'feri Bakir 'dan mürsel olarak tahriç ettiği bir ha­diste: «Resulüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) tırnaklarını cuma günü kesmeyi severdi» denilmiştir. İbnü'l Cevzî' nin Atâ' tarikiyle Ebû Hüreyre (Radiyaîlahû' anh) dan rivayet ettiği bir hadiste de: «Resulüllah   (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) :

«Her kim tırnaklarını cumartesi günü keserse, o kimseden dert gider deva gelir; kim tırnaklarını pazar günü keserse o kimseden fakirlik gider yerine zenginlik gelir; kîm tırnaklarını pazartesi günü keserse, o kimseden illet gider yerine sıhhat gelir; kim tırnaklarını salı günü keserse ondan alacalık hastalığı gider, kendisine afiyet gelir; kim tırnaklarını çarşamba günü keserse o kimseden vesvese gider, yerine emniyet ve sıhhat gelir; kim tırnaklarını perşembe günü keserse ondan cüzzam hastalığı gider, ye­rine afiyet gelir; ve kim tırnaklarını cuma günü keserse o kimseye rahmet gelir, günahları çıkar.» buyurdu denilmektedir.

Fakat İbnü'l Cevzî: «Bu hadis Resulüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) üzerinden uydurma bir hadistir. Uydurulan hadisle­rinde en çirkinlerinden ve en soğuklarından biridir. Senedinde bir sürü meehûl. metruk ve zayıflar vardır» demiştir.

Müddet hakkında babımız hadisinde bildirilen kırk günden başka bir vakit zikredilmemiştir. Ancak bunu kırk gün tırnak ve bıyık kesilmeye-bilir. Koltuk ve kasıklar tıraş edilmeyebilir şeklinde anlamaman dır. Çün­kü hadisten murad bu işlerin kırk günü bulacak kadar ihmal edilmeme­sidir.

Koltuk altlarındaki kılları yolmak ulemânın ittifakı ile sünnettir, yo-lamıyanlar tıraş etmek veya ilâç kullanmak suretiyle de temizlik yapabi­lirler.

Rivayete göre Yunus b. A'lâ şöyle demiş:

« Şâfîî (Rahimehullah)m yanına girdim berber koltuklarının altını tıraş ediyordu.  Şafiî:   Bilirim koltukların altını yolmak sünnet­tir. Ama ben bunun acısına dayanamıyorum dedi.»

Temizlik işine sağ koltuktan başlamak müstehaptır. Bıyıkların hük-müde böyledir.

 

52- (259)  Bize Muhammed b. el-M üs emi a rivayet etti.   (Dediki) : Bize Yahya yani İbni Said rivayet etti. H.

Bize İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dediki) : Bize babam rivayet etti. Her iki râvî Ubeydullah'tan, o da Nâfî'dan o da İbni Ömer'den, o da Pey­gamber (Saiîaîîahü Aleyhi ve Settem) 'den naklen rivayet etmişler. Pey­gamber (Saîîalîahü Aleyhi ve Seîlem):

«Bıyıkları fraş edin, sakalları uzatın.» buyurmuşlar.

 

53- (...) Bize bu hadisi Kuteybetü'bnü Said ve Malik b. Enes'ten, o da Ebû Bekr b. Nafî'den, o da babasından, o da ibni Ömer'den, o da Pey­gamber (Saîlaîiahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti ki. Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bıyıkların tıraş edilmesini sakalında uza­tılmasını emir buyurmuş.

 

54- (...) Bize Sehl b. Osman rivayet etti. (Dediki) : Bize Yezid b. Zürey', Ömer b. Muhammed "den rivayet etti. (Demişki) : Bize Nâfî', İbni Ömer'den naklen rivayet etti. Dediki! Resulüllah

«Müşriklere muhalefet edin; bıyıkları kısaltın; sakalları uzatın.» buyurdular.

 

55- (260) Bana Ebu Bekr b. İshak rivayet etti. (Dediki) : Bize İbni Ebi Meryem haber verdi. (Dediki) : Bize Muhammed b. Ca'fer haber ver­di. (Dediki) : Bana Hurâka'nın azadlısı Alâ' b. Abdirrahman b. Ya'kub ba­basından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle demiş. Resulüllah (Saîlaîiahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bıyıkları kesin, sakalları salın, Mecusilere muhalefet edin.» buyurdular.

 

56- (261) Bize Kuteybetü'bnü Said ile Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ve Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Vekî', Zekeriyya b. Ebi Za­ide [73] den, o da Mus'ab b. Şeybe'den [74], o da Talk b. Habîb'den [75], o da Abdullah b. Zübeyr'den, o da Aişe'den naklen rivayet etti; Şöyle demiş Resulüllah    (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

«On şey (vardır ki bunlar) fıtrattandır : Bıyığı kesmek, sakalı uzat­mak, misvak tutunmak, buruna su çekmek, tırnak kesmek, parmak mafsal­larını yıkamak, koltuk altını yolmak, kasıkları traş etmek ve suyla taha­retlenmek.» buyurdular.

Zekeriya demiş ki: .«Mus'ab : Onuncuyu unuttum meğerki mazmaza ola dedi.»

Kuteybe: «Vekî' intikasu'I-ma' yanı istinca' dedi» ibaresini ziyade et­miştir.

 

(...) Bize bu hadisi Ebu Küreyb de rivayet etti. (Dediki) : Bize tbni Ebi Zaide, babasından, o da Mus'ab b. Şeybe'den bu isnadda bu hadisin mislini haber verdi. Şu kadar varki o babasının; «onuncuyu unuttum» de­diğini söylemiş.

Hadisin bu rivayetlerinde bıyıklan kesmekle beraber sakalın uzatıl­ması da emir buyurulmaktadır.

Taberî diyorki: «Sakallan uzatın diye emir buyurmanın vechi nedir? bilirsinki İ'fâ çoğaltmak demektir. İnsanlardan öyleleri vardırki «Sakal­ları uzatın hadisinin zahirine tabi' olarak sakalının kıllarını haline bıra­kır, da sakal uzunluğuna ve genişliğine çirkinleşir. Hattâ dile destan ve misal olur» dersen buna şöyle cevap verilmiştir.    Bu haber hususunda Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)   den hüccet sabit olmuştur ki; sakalın fazla uzatılması memnu* kısaltılması vaciptir. Yalnız bunun mikdari hususunda selefin ulemâsı ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre; kı­saltılması icabeden sakalın haddî uzunluğuna bir tutamdan fazla olmak genişliğine de etrafa dağılarak çirkin bir manzara arzetmesidir, Bu kavil Ömer (Radiyallahû anh) tan rivayet olunmuştur. Hz. Ömer; «sa­kalını uzatmış birini görerek sakalından çekmiş. Sonra bir adama emir vererek onun bir tutamdan fazlasını kestirmiş. Sonra: O zata dönerek gitte saçını düzelt yahut berbat et, sizden bazınız kendini yırtıcı hayvanlar­dan bir hayvan gibi başıboş bırakıyor» demiş.

Ebu Hüreyre (Radiyalîahû anh) sakalını tutar bir tutamdan faz­lasını kesermiş İbni Ömer'in dahi ayni şekilde hareket ettiği riva­yet olunur. Ulemâdan bir takımları sakalın uzunluğu ve genişliği çirkin bir şekil olmayacak derecede kısaltılmasına kaildirler. Onlar bu hususta had hudut bildiren bir delil bulamadıklarını söylerler. Bittabi bunun o memleketin âdetine muhalif olmaması yani haddinden fazla kesilmemesi gerekir.

Ata': Sakal uzadığı zaman onu eninden ve boyundan bir parça al-makıa beis yoktur: Çünkü hâli üzre bırakmakta kendini başkalarının alay ve istihzasına mâruz bırakmak vardır» demiş. Bu bâbta Amr b. Harün'un Üsametü'bnü   Zeyd   tarikiyle   Peygamber . (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) den rivayet ettiği bir hadisle istidlal etmiş­tir. Mezkur hadiste «Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) sa­kalının eninden ve boyundan bir parça alırdı» denilmektedir. Hadisi Tirimizi tahric etmiş ve: «Bu hadis gariptir» demiştir.

Nevevi diyorki: «Acemlerin âdeti sakallarını kesmekti. Şeri'at bunu Nehy etmiştir. Ulemâ sakalda makbul olmayan ve her biri diğerin­den daha çirkin olan on haslet bulunduğunu söylerler. Bunların birincisi cihada niyeti olmadığı halde sakalı siyaha boyamaktır. İkincisi sünnete ittiba' için değil de sulâhaya benzemek için sakalı sarıya boyamaktır.

Üçüncüsü re'is olmak, başkalarından ta'zim görmek ve kendisine ih­tiyar süsü vermek için sakalı kibritle ağartmaktır.

Dördüncüsü: Sakalı yolmak yahut ustura ile tıraş etmektir, Buda sa-kalsızlığı ve güzel görünmeyi terci'han yapılır.

Beşincisi: Sakaldan beyaz kılları yolmaktır.

Altıncısı: Kadınlara güzel görünmek için sakalı perçem perçem yap­mak.

Yedincisi: Sakalda ziyade ve noksan yapmak.

Sekizincisi: Başkalarına iyi görünmek için sakalını tarayıp salmak.

Dokuzuncusu: Âbid ve zahid görünmek ve kendine bakış görüş etmi­yor zannını vermek için sakalı karma karışık keçelenmiş bir halde bırak­mak.

Onuncusu: Sakalının siyahına ve beyazına bakarak bir cihetten genç­lere bir cihetten ihtiyarlara benzediği için böbürlenmek.

Onbirincisi: Sakalını pelik gibi Örmektir.

Ancak kadının sakalı ve bıyığı çıkarsa onları tıraş etmesi müstehab olur.

Berâcim: Burcümenin cem'idir. Burcüme parmak mafsalları demek­tir. Gerek parmak mafsallarını, gerekse kulakların kıvrıntı yerlerindeki kirleri temizlemek sünnettir. Burun içi gibi kir, pas toplanan sair yerleri yıkamakta hükümde dâhildir.

Hadiste geçen tabiri muhtelif şekillerde tefsir edilmiştir Esas itibari ile suyun noksanlaşmas: manâsına gelen bu terkibi veki' istin­ca diye tefsir etmiştir. Bazılarına göre, bundan murad suyu kullanmak sebebiyle bevli kesmektir. Bir takımları su serpmektir demişlerdir. Filhaki­ka hadisin bir rivayetinde intikas yerine intidah denilmiştir. Cumhura göre; abdestten sonra vesveseyi gidermek için avret yerine biraz su serp­mektir. İbnl  Esir  hadisin şeklinde rivayet edildiğini söylemiştir.

Bazıları doğrudan rivayet budur derler. İnfikâs bevlettikten sonra o ma­halli yıkıyarak bevliri gelmesine mani olmaktır. Maamafih İbni Esir'in rivayeti şazdır. Savab olan Nevevî'ninde beyan ettiği vecihle ke­limenin intikas şeklindeki rivayetidir.

Hz. usab'm: «Onuncuyu unuttum meğerki mazmaza ola» de­mesi bu hususta şekk ettiğinin ifadesidir. Kaâdi Iy âz; «İhtimal bu onuncusu beş şeyle beraber zikredilen sünnet olmalıdır.» demiştir,

Kırkdokuz numaralı hadisde Hz. Ebu Hüreyre 'nin: «Fıtrat beştir yahut beş şey vardırki bunlar fıtratdır» şeklindeki rivayeti dahi öylemi dedi böyle mi kestiremeyip şekk ettiği içindir.

Ellibir numaralı hadisin senedinde ismi geçen Ca'fer hakkında UkayIî söz götürür zira Bu zat hakkında İbni Abdilber: «Bu hadisi Ca'fer b. Süleyman'dan başka kimse rivayet etmemiştir. O da bel-leyişi zayıf ve hatası çok olduğu için hüccet olamaz demiştir.» şeklinde mütalea yürütmüş ise de Nevevi bunu kabul etmemiş Ca'f eri daha Önceki hadis imamlarından bir çoklarının mevsuk ve mutemed bul­duğunu söyledikten sonra: «Onu mevsuk kabul etmek için imam Müs-limin onunla ihticac etmesi kâfidir. Halbuki bu bâbta başkalarıda Müs-lime ta'bi' olmuşlardır» demiştir.

Bu hadisin muhtelif rivayetlerinde sakalın uzatılması hakkında beş tane ayrı kelime kullanılmıştır. Bunlar :

kelimeleridir ki; hepsi sa­kalı kendi haline bırakır mânâsına gelirler.  Hadisin zahiri bunu iktiza

ettiği gibi ulemâdan bir çoklarının kavlide budur.

Kaadi Iyâz diyor ki: «Sakalın kazıtılması ve yakılması mekruh­tur. Ama uzaymca boyundan ve eninden alınması iyi olur. Sakalını fazla kısaltarak kesmekle şöhret bulmak mekruh olduğu gibi büyük sakallı ol­makla şöhret bulmakta mekruhtur. Sakalın ne kadar kesileceği hakkında selef ihtilâf etmişlerdir. Bazıları bu hususta hiç bir had hudut beyan et­memiş- Yalnız dillere düşecek derecede kendi haline bırakılmayıp biraz kesileceğini söylemişlerdir. İmam-ı Malik   pek uzun sakal bırakmayı mekruh görmüştür. Bir takımları sakal kesmeyi bir tutamla sınırlan­dırmış fazlasının kesilmesine kail olmuştur. Hac ile ömreden başka saka­lın hiç bir yerde kesilmiyeceğine kail olanlarda vardır. Bıyıklara gelince seleften bir çoku onların kökten tıraş edileceğine kail olmuşlardır...»

Nevevi sakalı kendi haline bırakırsa ondan hiç bir şey kesmeme­yi bıyığı ise dudakların etrafı açılacak şekilde kesilmesini ihtiyar etmiş­tir.

 

17- İstinca Babı

 

57- (262) Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeyhe rivayet etti. (Dediki) : Bize Ebu Muâviye ile Vekî', A'meşten rivayet ettiler H.

Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dediki) : Bize Ebu Muâviye, A'meşten, o da İbrahim'den, o da Abdırrahman b. Yezid?-den, o da Selman'dan naklen haber verdi. Selmana:

— Peygamberiniz (Salialiahü Aleyhi ve Seîlem) size her şey'i hattâ kaza-i haceti bile öğretti (değilmi?) demişler. Selman :

— «Evet, gerçekten Resulüllah (Salîallahü Aleyhi ve Seîlem) kıbleye karşı kaza-i hacet veya bevl etmekten, sağ elle taharetlenmekden, üçten az taşla taharetlenmekten, hayvan tezeği veya kemikle taharetlenmekten bizi men etti.» demiş.

 

(...)Bize Muhammed b. el-Müsenna rivayet etti. (Dediki) : Bize Ab-durrahman rivayet etti. (Dediki): Bize Süfyân, A'meşle mansurdan, on­larda İbrahim'den, o da Abdurrahman b. Yezid'den, o da Selman dan riva­yet etti. Selman şöyle demiş:

  «Bize Müşrikler (den biri) : Görüyorum ki; sahibiniz size herşeyi Öğretiyor. Hatta kaza-i haceti bile Öğretiyor.» dedi. Selman şu cevabı ver­miş:

  «Evet. Hakikaten o bizden birimizin sağ elle taharetlenmesini ve kıbleye karşı kaza-i hacet etmesini men etti. Hayvan tersi ve kemiklerle taharetlenmekten de men etti. Hem :

«Hiç biriniz üçten aşağı taşla taharetlenmesin.»

 

58- (263) Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dediki) : Bize Ravh b. Ubade [76] rivayet etti. (Dediki) : Bize Zekeriyya b. İshâk rivayet etti (Dediki) : bize Ebu'z-Zübeyr rivayet etti, ki Cabiri:

— «Resulüllah (Sallalhhü Aleyhi ve Seîlem) bizi kemik veya hayvan tezeği ile taharetlenmekten men etti» derken işitmiş,

Hadis-i Şerif-in ikinci rivayetinden anlaşilıyorki Hz. Selman-i Farisi'ye suali soran müşriklerden biriymiş. Müşrik bu suali alayet-mek için sormuştur. Binaenaleyh Selman (Radiyalîahû anh)ona gerek­tiği gibi ağzının payını verir cevaba lüzum görmeye bilirdi. Lakin o böyle yapmamış kâfirin istihzasına aldırış etmeyerek sualini ciddi bir müsterşid suali gibi telâkki ederek şeri'atm hükmünü kendisine anlatmış bu maka­mın istihza yeri olmadığını bu. suretle göstermiştir.

Sel ma n (Radiyaîlahû anh) cevabına «ecel» diyerek başlamıştır. Bu kelime «neam» gibi evet manasına gelir. Hatta lügat ulemasından Ahfese göre haber hususunda «neam» dan daha güzeldir. Sual hususundada «neam» ondan daha güzeldir. Bunların ikiside gerek sübut gerekse nefiy hususunda tasdik ifade eden birer harftir.

Hırâe : kaza-i hacet yani büyük abdest bozmaktır. Çıkan pisliğe ârap-\bt hara' yahut hirâ' derler.

Hur: ve Har diyenlerde vardır.

Gait: Çukur yer demektir. Kaza-i hacet için böyle yerler arandığın­dan helayâda gait denilmiş. Sonra mecezen necasete de gait ıtlak edilmiş­tir. Selman (Radiyallahü anh) m kazurat için gait kelimesini kullan­ması onun ismini söylemek ayıp sayıldığı içindir. Bevl kelimesini kullan-maksa ayıp sayümadığı için onu kinaye suretiyle değil kendi adiyle zik­retmiştir.

Gerek küçük abdest gerekse büyük abdest bozarken kıbleye karşı dönmenin hükmü hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir, şöyle ki:

1- İmam Malik ile Şafiî hazeratına göre sahrada kıbleye karşı kaza-i hacet etmek haramdır. Evlerde haram değildir. Bu kavil Abbas b. Abdil muttalip ve Abdullah b. Ömer (Radiyallahü anhümâ)i\e Şa'bi', Ishâk b.   Rahuye ve bir rivayette İmam Ahmed b. Hambel'in mezhebidir.

2- Bazılarına göre kırda da evde de kıbleye karşı kaza-i hacet caiz değildir. Ashab-ı kiramdan Ebu Eyub el-Ensari (Radiyallahü anh) m mezhebi bu olduğu gibi tabiînden  Mücahit,   İbrahim Nehaî, Süfyan-ı  Sevrî,ve   Ebu Sevr de buna kail­dirler. Bir rivayette   İmam-ı   Ahmed b. Hambel   dahi bu kavli ihtiyar etmiştir.

3- Kırda ve evde kıbleye karşı kaza-i hacet etmek caizdir. Urvetü'bnü'z-Zübeyr (Radiyallahü anh) ile İmam-ı   Malik'-dirler. Bir rivayette İmam Ahmed b. Hambel dahi   bu dur.

4- Kıbleye karşı kaza-i hacet etmek sahrada ve evde caiz değil fa­kat kıbleye arkasını dönerek kaza-i hacet kırda da evde de caizdir. Bir ri­vayette İmam  Azam  Ebu Hanife ile İmanı Ah­med b. Hanbe1'in mezhebleri budur. Diğer rivayete göre Ebu Hanife   nerede olursa olsun kaza-i hacet esnasında kıbleyi önüne ve­ya arkasına almayı memnu' sayar.

Kıbleye karşı kaza-i hacedin mutlak surette memnun olduğunu söyle­nenler buradaki selman had,isi gibi.mutlak surette kıbleye karşı kazâ-i ha­ceti yasak eden Sahih hadislerle istidlal ederler.

Ebu Hüreyre ile Ebû Eyyub (Radiyallahu anhümâ) ha­disleri de bunlardandır. Derlerki: «Kıbleye karşı kaza-i hacetin men edil­mesi kıblenin hürmetinden dolayıdır. Bu mânâ sahrada da evlerde de mevcuttur. Eğer duvar ve saire gibi haller kıbleye karşı dönmek için kafi gelseydi bu işin sahrada da caiz olması icabederdi. Çünkü Kabe ile bizim aramızda nice dağlar vadiler v.s, haller vardır.»

Kıbleye karşı kaza-i haceti mutlak surette mubah görenler babımız hadisleri meyânında gelecek İbni Ömer (Radiyallahu anh) hadisi ile istidlal ederler. O hadiste İbni Ömer (Radiyallahu anh)B, esulül-lah (Salîailahü Aleyhi ve Seilem)i Beyt-i Makdise doğru dönerek kıble­yi arkasına almış vaziyette kaza-i hacet ederken gördüğünü bildirmekte­dir.

Kıbleye Önünü dönerek kaza-i hacet caiz değilse de arkasını dönerek kaza-i hacet caizdir. Diyenler buradaki   Se1man (Radiyallahu anh)hâdişi ile istidlal etmişlerdir.

Sahrada kıbleye karşı önünü veya arkasını dönerek kazâ-ı hacet caiz değildir. Fakat evlerde caizdir, diyenler dahi mezkûr İbni Ömer hadisi ile ihticac ederler. Birde Hz. Câbir (Radiyallahu anh) dan rivayet edilen bir hadiste   Cabir'in: «Kesulüllah  (Salîailahü Aleyhi ve Seilem)  bizi kıbleye karşı bevl etmekten men etmişti. Fakat ben onu vefa­tından bir sene Önce kıbleye karşı bevlederken gördüm» demesini müd-deâlarına delil gösterirler. Bu hadisi   Ebu Dâvud, Tirmızî ve başkaları güzel bir isnadla tahric etmişlerdir Mervan-ı Asgâr hadisi de bunların delillerindendir. Mervan şöyle demiş;  «İbni Ömer (Radiyallahu anhümâ)yi devesini çökerterek kıbleye karşı bevl ederken gördüm. Kendisine:

  «Ya Eba Abdirrahman bu memnu' değilmi dedim.

  «Hayır. Bu ovada memnu'dur; seninle kıble arasında seni örten bir şey varsa zarar etmez» dedi.

Bu hadisi Ebu Davud ve başkaları rivayet etmişlerdir. Bu babtaki hadisler sahih olup evlerde bu işin caiz olduğuna delâlet ederler. Kıbleye karşı kaza-ı hacetin memnu' olduğunu bildiren Ebû Ey­yub Se1man ve Ebû Hüreyre (Radiyallahu Anhüm) hadisleri memnuiyetin sahraya ait olduğuna hamledilerek hadislerin arası cem edi­lir.

Hadislerin aralarını bulmak mümkin olduğu takdirde onlarla amel etmenin vacip olduğunda ulema müttefiktirler. Binaenaleyh bu hadislerle amel vacib olur. Bu kavle zahib olanlar ova ile evleri mana itibari ile birbirinden farklı bulurlar, Çünkü evlerde kıbleye karşı dönmemek güç­tür sahrada ise bu iş kolaydır.

Kıbleye arkasını dönerek kaza-i hacet etmeyi mubah görenlerin kavli sahih hadislerle reddedilmiştir. Bu hadislerde kıbleye önünü veya arka­sını dönerek kaza-i hacet yasak edilmiştir.

Nevevi diyorki:. «Gerek ovada gerekil evlerde kıbleye karşı ci-ma'da bulunmak caizdir. Bizim mezhebimiz bu olduğu gibi Ebu Hanife ile Ahmed b. Hanbelin ve Dâvud-u Zâhiri'nin mezhebleride budur. Ma1ikiyye ulemâsı bu mes'elede ihti­lâf etmişlerdir

Maliki 'lerden İbni K'aasinı'e göre caizdir. İbni Habib mekruh olduğunu söylemiştir. Fakat doğrusu caiz olmaktır. Çünkü bir şey'in haram kılınması ancak şeriatla sabit olur. Halbuki bu babta şeriat tarafından nehiy varid olmamıştır.

Kudüs'teki Beyt-i Makdise önünü veya arkasını dönerek büyük ve küçük abdest bozmak haram değil mekruhtur.

Haza-i hacet esnasında kıbleye önünü veya arkasını dönmeyip taha­ret esnasında dönmek caizdir. Allahu a'lem.»

Sağ elle taharetlenmemek istincanın âdâbmdandır. Ulemâ sağ elle is-tincanın menhi ve memnu' olduğunda müttefiktirler. Yalnız cumhura gö­re bu husustaki nehiy tahrim için değil tenzih ve edep içindir. Zahirîler­den bazılarına göre sağ elle istinca haramdır. Nevevi bazı Şafiîle-rinde buna işaret ettiğini fakat onların işaretine itimad olunmadığını söyledikten sonra: «Ulemâmız istinca işlerinden hiç bir hususta sağ elden istifade edilmemesinin müstehab olduğunu söylememişlerdir. Yalnız özür hali müstesnadır. Birde suyla taharet yapılırsa sağ elle dökülür; taharet sol elle yapılır. Taşla yapılırsa arkadaki taharet sol elle öndeki ise müm­kün olduğu takdirde taşı yere yahut ayakların arasına koyarak silinmek­le bu mümkin değilde taşı kaldırmak zarureti varsa sağ eline alarak sil­mekle olur. Silinecek yer sol elle tutulur. Sağ el hareket ettirilmez doğ­rusuda budur» diyor.

Bunun aksine kail olanlar varsada Nevevî onların kavlinin sa­hih olmadığını söylüyor. Sağ elle taharetlenmenin nehiy buyurulması onun kıymetine tembih ve onun pisliklerden korumak içindir.

Hadiste «üçten az taşla taharetlenmekten de bizi nehiy buyurdu» de­nilmesi taharetin üç taşla yapılacağı hususunda nasstır. Mes'ele ulema arasında ihtilaflıdır. Şafiîlere göre necasetin aynini giderinceye kadar taş kullanmak vaciptir. Fakat bir veya iki defada temizlik hasıl olsa bile üçün­cü taşı kullanmak yine vaciptir.

İmam Ahmed b. Hanbel ile İsh.ak b. Râhuye ve Ebu Sevr'in mezhebleride budur. İmam-ı Malik ile Davud-u Zahirî'ye göre istincada vacip olan o yerin temizlenme­sidir. Binaenaleyh temizlik bir tasla dahi hasıl olsa kifayet eder. Bu bab-daki tafsilât yukarıda geçmişti.

Resu1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayvan tersi ve kemik­le taharetlenmeyi de men etmiştir. Çünkü hayvan tersi necistir. Kemikde cinlerin yiyeceğidir. -Bu iki kelime necaset ve yiyecek cinsleriyle taharet caiz olmadığına işarettir. Hayvanın cüzleri ve sair yenilen şeyler bunda dahil olduğu gibi üzerine yazı yazılan kağid gibi muhterem şeylerde hü­kümde dahildir. Ulemâdan bazıları on şeyle istincaın mekruh olduğunu söylerler bunlar; 1- Kemik, 2- Pislik, 3- Hayvan tezeği, 4- Yiye­cek, 5- Kömür, 6- Cam. 7- Kağıt, 8- Kumaş parçası, 9- Ağaç yap­rağı ve 10- çiçektir.

Hz. Se1man (Radiyallahû anh) «Bize müşrikler dedi» ifadesi ile ya müşriklerin sözcüsünü yahut sözcü olmayan her hangi bir müşriki kas-detiniştir. Sair müşrikler bu meselede ona muvafakat ettikleri için sîgayı cemî kullanmıştır.

 

59- (264) Bize Züheyr b. Harb ile İbni Nümeyr de rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Süfyan b. Uyeyne rivayet etti. H.

Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. Lâfız onundur. Dediki Süfyân b. Uyeyne'ye: Sen Zühriyi Ata' b. Yezil el-Leysiden, o da Ebu Eyyub'dan o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen şu hadisi rivayet ederken işitmişsin. Resulüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Helaya geldiğiniz zaman küçük veya büyük abdest bozarken kıbleyi karşınıza veya arkanıza almayın. Lâkin şarka veya garba dönün.» buyurmuşlar.

Ebu Eyyub :

  «Müteakiben Şama geldik (orada) kıbleye karşı yapılmış helalar bulduk. Artık onların içinde kıbleden dönüyor ve Allaha istiğfar ediyor­duk demiş. (Öylemi?) » dedim. Süfvan :

  «Evet» cevabını verdi.

Bu hadisi Buharı «Kitabu'1-vudu» ve «Kitabu's-Salat» da tah-ric ettiği gibi Ebu Dâvud, Tirmizi, Nesâî ve İbni Mâce dahi «Kitabu'l vudû» da tahric etmişlerdir. Görülüyorki Hz. Ebû. Eyyub (Radiyallahû anh) hadisi rivayet ettikten sonra Şam'a git­tiklerini orada helaların kıbleye" doğru yapıldığını görünce kıbleden dö­nerek keza-i hacete oturduklarını ve Allah'a istiğfar ettiklerini bildirmiş­tir, ki Ebu Hanife ile bir rivayette Ahmed b. Harabe1in   mezhebleri de budur. Mes'elenin tafsilâtı az yukarıda görüldü.

Şam: Kelimesinin esas itibari ile Şam olduğunu oraya ilk varan Nuh (Aleyhisselâm) 'm oğlu Sam olduğu için şehire bu isim verildiğini; Arapların Sini Sına tebdil ederek kelimeyi Sam diye telâffuz ettik­lerini söyleyenler vardır.

Hz. Ebu Eyyub (Radiyallahû anh) m «istiğfarı» bazılarına göre helaları kıbleye karşı yapanlar içindir. Çünkü günahkarlar için istiğfarda bulunmak sünnettir. Bazıları bu istiğfarın kıbleye karşı oldukları için ya­pıldığını söylerler. Fakat hadisin- zahirî mânâsına göre mezkûr istiğfarı yapanlar başkaları için değil kendi nefisleri için yapmışlardır. Abdest boz­mak günah olmadığı halde buradaki istiğfara neden lûzüm görülmüştür? Sualine şöyle cevap verilmiştir:

Ehl-i Takva olanların âdeti budur. Onlar günaha girmekten korun­mak için kendilerini daima kusurlu görerek istiğfarda bulunmuşlardır.

Ulemânın beyânına göre.; abdest bozarken şarka veya garba dönme emri Medine'lilerle Medine hizasında bulunupta şarka veya garba döndüğü zaman Kabe karşısına veya arkasına gelmeyenler hakkındadır. Binaenaleyh dünyanın sair memleketlerinde yaşıyanlar bu emre göre ha­reketle abdest bozarken Kâbenin Ön veya arka taraflarında kalmamasına dikkat edeceklerdir. Hadisten murad budur. Şu Halde Kâbenin şarkında veya garbında yaşayanlar cenube veya şimale döneceklerdir.

Bu husustaki mezhebler bundan Önceki rivayette görüldüyse de Aynî onlardan maada üç mezheb daha zikretmektedir. Şöyle ki:

1- İmam Ebu Yûsuf 'tan rivayete göre yalnız evlerde Kâbeye arkasını dönerek bozmak caizdir.

2- Gerek Kâbeye gerekse Kudüsteki Beyt-i  makdise Önünü veya arkasını dönerek kaza-i hacet etmek mutlak surette  haramdır. İbni Şirin  ile İbrahim   Nehâi 'nin buna kail oldukları söylenir.

3- Kâbeye önünü veya arkasını dönerek abdest bozmak yalnız Medine'lilerle Medine hizasında yaşıyanlara haramdır. Kâbenin şarkında ve­ya garbında yaşıyanlara haram değildir.   Ebû   Âvâne 'nîn kavli bu­dur.

 

Hadis-i Şerif Kaza-i Hacet Meselesinden Maada Şu Hükümleri de İhtiva Eder.

 

1- Kıbleye ikram ve tâ'zimde bulunmak müslümanın daimi vazife­sidir.

2- İslâm âdap ve terbiyesini her hal-ü kârda muhafaza gerekir.

3- İbni Tın Ay'la Güneşe karşı abdest bozmanın memnu olduğuna bu hadisle istidlal etmiştir. Onun bu hükmü kıble meselesine kıyasen ver­diği tahmin ediliyorsada bu kıyas zahir değildir.

Kaza-i hacet esasında avret mahallini güzelce örtmek, konuşmamak, sol elle taharetlenmek, istincadan sonra eli toprak veya sabunla yıkamak.

Suya bevl etmemek, yüzüğünde ismullah yazılı ise helaya girmezden Önce onu çıkarmak, Aya ve Güneşe karşı keza ayakta ve halkın geçtiği yollara, gölgesinde oturulan ağaç altına, meyvali ağacın altına ve dere kenarlarına abdest bozmamak adaptandır.

 

60- (265) Bize Ahmed b. Hasen b. Hıraş [77] da rivayet etti. (Dedi-ki) : Bize Ömer b. Abdilvahhab [78] rivayet etti. (Dediki) : Bize Yezid ya­ni İbnü Zürey' rivayet etti!. (Dediki) : Bize Ravh Süheyl'den, o da Ka'kaa'dan o da, Ebu Salih'den, o da Ebu Hüreyre'den, o da Resulülîah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:

«Sizden  biriniz  hacetine oturduğu vakit kıbleyi  karşısına veya arka­sına almasın.»

Bu rivayetin senedi hakkında Dare-Kutnî şunları söylemiştir. Bu hadis Süheyl 'den mahfuz değildir. Onu ancak İbni Aclân Ravh ve başkalarından rivayet etmiştir. «Ebu Said-i He­revî'nin torunu Ebu'l Fadl ondaki hatanın Ömer b. Abdi1vahab'dan ne'şet ettiğini, hadisin Muhammed b. Aclân tarikiyle Ka'kaa'dan rivayet edildiğini, Süheylin o isnatda. zikri geçmediğini söylemektedir. Hadisi doğru olarak Ümeyyetü'-bnü Bistam Yezid b. Zürey 'ren o tia Ravh 'tan, o da İbni Aclân 'dan, o da Ka'kaa 'dan, o da Ebu Salih 'den, o da da Ebu Hüreyre 'den, o da Peygamber (Salîaîlahii Aleyhi ve Seîlem) den uzun bir şekilde rivayet etmiştir. Ömer b. Abdi1lâh'm ha­disi muhtasardır. Fakat Nevevî burada hadise dokunacak bir şey görmemekte ve hadis, Süheyl ile İbni Acîân'ın ikisinin birden dinlediklerine hamlolunur. Yalnız İbni Aclân 'in rivayeti şöhret bulmuştur» demektedir.

 

61- (266) Bize Abdullah b. Mesleme [79] b. Ka'neb rivayet etti. (Dediki) : Bize Süleyman yani İbni Bilâl Yahya b. Said'den, o da Mu­hammed b. Yahya'dan, o da amcası Vâsi' b. Habbân'dan [80] naklen riva­yet etti. Vâsi' şöyle demiş:

  «Mescidde namaz kılıyordum. Abdullah b. Ömer'de sırtını kıbleye doğru dayamış oturuyordu. Ben namazımı bitirince bulunduğum yerden (kalkarak) onun yanma gittim. Abdullah şunları söyledi:

  Bir takım insanlar, (tabiî) bir hacetini def için oturursan kıbleye ve Beyt-i Makdise karşı oturma diyorlar. Vallahi ben bir evin damına çık-dim da Kesulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) defi hacet için heyt-ül makdese doğru iki kerpiç üzerinde otururken gördüm.»

 

62- (...) Bize Ebû Bekr b. EH Şeybe rivayet etti. (Dediki) Bize Mu-hammed b. Bişr el-Abdî rivayet etti. (Dediki) Bize Ubeydullah b. Ömer, Muhammed b. Yahya b. Habban'dan, o da amcası Vâsi' b. Habban'dan o da İbnî Ömerden naklen rivayet etti. İbni Ömer şöyle demiş:

«Kız kardeşim Hafsa'nın evinin üstüne çıktım, ve BesuluIIâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) in Samı önüne, kıbleyi de arkasına alarak kaza-i hacete oturduğunu gördüm.

İbni Ömer(Radiyallahu anhümâ)nm Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)i kaza-i hacet ederken görmesi tesadüfi olmuştur. Maamafih onun kaza-i hacet için ne şekilde oturduğunu görmek için kasten evin üzerine çıkmış olmasıda muhtemeldir. Maksa.d onun yüzünü görmek­le hâsıl olmuştur.

Görülüyorki; hadisin bazı rivayetlerinde kaza-i.hacet için kıbleyi Önü­ne veya arkasına almak nehyedilmiş bazılarında ise; bizzat Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) in Beyt-i Makdise doğru dönerek kaza-i ha­cet ettiği ispat edilmektedir. Medinede Beyt-i Makdise doğru dönen bir kimse tabiî olarak kâbeyi arkasına almış olur. Bu itibarla İbni Ömer rivayeti Kâbeye arka dönerek abdest bozmanın caiz olduğuna delâlet edi­yor. Hadis buna kail olanların delillerin dendir.

 

18- Sağ Elle Taharetlenmekten Nehy Babı

 

63- (267) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dediki) : Bize Abdur-rahman b. Mehdi, Hemmamdan, o da Yahya b. Ebi Kesir'den, o da Ab­dullah b. Ebi Katade [81] den, o da babasından naklen haber verdi. Şöyle demiş Resulüllah   (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):

«Sakın biriniz bevl ederken âletini sağ eliyle tutmasın, helada sağ eli ile silinmesin; kabın içine de solumasın.» buyurdular.

Bu hadisi,Buhari «Kitabu'l vudu», Kitabu't Tahare» ve «Kitabu'l-^Eşribe» de Müslim buradan mada «Kitabu'l Eşribe» de Ebû Dâvud, Tirmizi, Nesaî ve İbni Mâce «Kitabu't-Tahare» de tahric etmişlerdir.

Hadisin senedindeki Hemmam'in tashif olduğu anlaşılmıştır. Doğ­rusu Hişâm'dır. Bu tashifi İmam Müslim 'den rivayet eden biri yapmıştır. Hadisi Buhâri, Nesaî ve diğer imamlar Hişam-ı Destevaî tarikiyle tahrîc ettikleri gibi bundan sonraki riva­yette Müslim dahi onu' aynı zattan tahriç etmiştir. Senetle tashif bulun­duğunu ulemâdan Ebû Muhammed Halef el-Vasitî izah etmiş ve şöyle demiştir: «Bu hadisi Müslim Yahya b. Yahy a 'dan o da Abdurrahman b. Mehdi 'den, o da Hişâm'dan, ve yine Müslim Yahya b. Yahya 'danf o da Vekî'den, o da Hişam'dan o da Yahya b. Ebi Kesir 'den naklen riva­yet etmiştir.» Bu suretle Müs1im'in bu hadisi her iki tarikte Hişam-ı Destevaî 'den rivayet ettiği fakat sonradan Hişâm ye­rine Hemmam denilerek tashif yapıldığı anlaşılmıştır.

«Sakın biriniz bevl ederken âletini sağ eliyle tutmasın.» cümlesin­deki nehiy kerahet-i tenzihiye içindir. Bu babta yukarı ki hadiste izahat verilmişti.   Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) sağ elini daima yiyeceğini içeceğini ve giyeceğini onunla tutmak için necasetten ve neca-setli yerlerden masun bulundururdu. Bedenin alt kısmındaki hizmete sol elini tahsis etmişti. Kazurat ve temizlenmesi icap eden şeylerde onu kul­lanırdı. Vakıa burada sağ elle yalnız bevl halinde bevl uzvunun tutulması nehy edilmişsede Ebu Davud'un sahih bir senetle Hz. Aişe (Radıyallahu Anhâ)  dan rivayet ettiği bir hadiste:

«Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Seİlem) in sağ eli yiyeceğine içeceği­ne, sol eli de helasına ve pislikleri temizlemeye tahsis buyurulmuştu» denilmektedir.

Ayni hadisi diğer hadis imamlanda tahric etmişlerdir. Bu mânâda bir hadis Ümmü'l-Mü'minin Hafsa (Radıyallahu Anhâ) dan da ri­vayet edilmiştir. Hadis burada bevl haliyle mukayyetsede başka rivayet­lerinde mutlak olarak varid olmuştur. Bu sebeple ulemâdan bazıları mut­lak rivayeti ile bazılanda mukayyed olanla amel etmişlerdir. Mukayyed rivayeti ile amel edenler iki rivayetin aynı hadîsmi yoksa ayrı ayrı ha­diseler hakkında varid olmuş iki hadismi olduğunu tetkik etmişler, râvî-lerin muhtelif, tahric edenin ise bir zat olmasına bakarak iki rivayetin aynı hadis olduğuna hükmetmiş mutlak   rivayeti mukayyede hami eyle­mişlerdir. Çünkü mukayyed rivayetteki:   «Bevl ederken»   kaydı aynı ha­diste âdil bir râvî tarafından yapılmış bir ziyade olurki buda makbuldür. Rivayetler ayrı ayrı iki hadis bile olsalar itlâk ve takyidin hükmü yine budur. Yani mutlak mukayyede hamledilir.

Hadisteki nehyin cumhura göre kerahet-i tenzihiyeye hamledilmesi-nin iki sebebi vardır. Biri sağ elin kıymetini yükseltmek diğeride iğrenç­liği gidermektir. Çünkü necaset sağ elle temizlenirse yemek esnasında bu hatıra gelerek bir iğrençlik hasıl olabilir.

Zahirîlere göre; buradaki nehiy tahrim içindir. Onlara göre sağ elle taharetlenmek haramdır, pnunla taharet yapmak caiz değildir. Hatta ya­pılmış olsa sol elle tekrar iadesi lâzım gelir.

Şafiîlerle Hanbelilerden bazıları da bu kavli ihtiyar etmişlerdir. Ta­haret esnasında sağ elle silinmenin hükmü dahi cumhura göre kerahet-i tenzihiye ile mekruhtur. Zahiriler bununda haram olduğuna kaildirler.

Burada Hattabî bir işkâl mülâhaza ederek şöyle demiştir: «Taş­larla istinca yapan bir kimse sol eline taşları alsa; sağ eli ile istinca yerini tutmak icabeder. îstinca yerini sol eliyle tutsa bu seferde sağ eliyle ta­haretlenmesi gerekir. Halbuki Peygamber (Sallaîîahü Aleyhi ve Selletn) in nehyi bu iki surete de şamildir.» Bu işkâle yine kendisi şöyle cevap vermiştir. «Taharetlenen kimse kaldırılamıyacak büyük taş ve du­var gibi şeylerle isticmar yapar ve bunları sol eliyle tutar. Böyle birşey bulamazsa mak'admı yere sürerek isticmar yapacağı şey'i Ökçeleri ile ya­hut ayakların başparmaklar ile tutarak sol eliyle isticmar yapar. Bu su­retle sağ elini hiç kullanmamış olur.»

Tıybi : «Sağ eli ile istincanı men edilmesi arkaya mahsustur. Dokun­manın memnu olması da zekere hastır. Binaenaleyh ortada işkâl yoktur.» demişsede Aynî buna itiraz etmiş; bir hadiste: «Sağ eliyle istinca ede­mez» buyurulmuştur ki bu Tîbî'in sağ el ile istinca arkaya mahsustur id­diasını reddeder» demiştir.

Bazıları Hattâbî'nin işkâl meselesine verdiği cevabı çirkin hat­ta imkânsız bulmuşlardır. Bu hususta en doğru hareket İmamu'1-Haremeyn ile ondan sonra gelen İmam Gazali ve Begavî gibi zeva­tın söyledikleridir. Onlara göre temizlenecek aaa sol elle tutulacak sağ elle tutulan bir şey üzerine silinecektir. Sağ elle tutulan şey yerinden kal-dırılamıyan ağır bir cisim olduğu için taharetlenen kimse sağ elle isticmar yapmış sayılmayacak sağ el hiç kullanılmamış gibi olacaktır. Bu hal ta­haretlenirken sağ elle sol ele su dökmek gibidir.

Kabın içine soluma meselesine gelince bu iki şekilde olur, ya su içer­ken kabı ağzından ayırmadan içersine nefesini salar bu mekruhtur: Ya­hut suyu içerken ayrı ayrı üç nefeste içer ve her nefeste kabı ağzından ayırarak nefesini dışarıya salar. Teneffüsün hakikati soluğun ağzından çıkmasıdır. cümleleri merfû' olarak da rivayet edil­mişlerdir. Bu takdirde mânâ nehiy değil «silinmez» ve «nefes almaz» şe­kilde nefiy olur. Maamafih her iki takdire görede maksat edep ve nezâ­keti talimdir. Çünkü kabın içine soluyan bir kimsenin tükürüğü suya ka­rışabilir. Çok defa ağzının kokusu kabın içine sinebilir. Bu sebeple ondan sonra o kabtan su içecek olanlar bir iğrenç ve tiksinti hissederler. Birde böyle suyun içine soluyarak içmek hayvanların âdetidir. Su içmenin sün­neti onu üç defada içmek ve her defasında kabı ağzından alarak dışarıya solumaktır. Kabm dışına solumak en güzel bir edep ve nezaket olduğu gi­bi üç defada içmek mide içinde en hafif ve el verişli bir usuldür. Kabın içine soluyarak içildiği takdirde su birden boğaza dalarak mideye ağırlık verir ciğerlere de dokunabilir. Solumak suretiyle hastalık bulaşması teh-likeside vardır. Bazıları: «Su besmele ile içilir. Sonunda da Allah'a hamd edilir. Suyu üç defada içen her defasında besmele ve hamd edecektir. Hal­buki bir defada içen yalnız başında ve sonunda bîr defa besmele ve ham-düsena ile kalacaktır. Bu suretle aralardaki besmele ve hamdeleleri terk ettiği için suyu bir defada içmek mekruh olmuştur» derler. Vakıa bu ha­diste yalnız su kabının içine solumak nehi buyurulmuş suyun kaç defa içileceği beyan edilmemişse de başka bir hadiste suyun üç defada içile­ceği beyan edilmiştir. Ulema üç defada içilen suyun hangi defasında da­ha çok durulacağı huşunda ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre; birinci defada daha-çok ikincide az durulacaktır. Diğerlerine göre bilâkis birinci növbette az ikincide ondan daha çok üçüncüde bunların ikisinde çok duru­lacaktır. Bu suretle hem sünnete hemde tıbba riayet edilmiş olur. Çünkü azar azar içilen su mideye zarar vermeden vasıl olur. Suyu emerek içme­nin bir hadiste emir buyurulnıasi bundandır.

Bu babta süt, şerbet gibi içilen şeylerin hükmüde aynen suyun hükmü gibidir. Hattâ yemek kabının içine solumak ve üfürmek de böyle­dir.  Tirmizî'nin sahih bir senetle Ebu Sa'id-i Hudrî (Radiyalîahû anh)  dan rivayet ettiği bir hadiste Resulüllah (Saîlaiİahü Aleyhi ve Seîîem)in «suyu üfleyen birini bundan men ettiği; o zatın bunu suda gördüğü bir çöpten dolayı yaptığını söylerek özür dilediği bildirili­yor. Fakat hadisin devamından anlaşıldığına göre Peygamber (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem) bu özürü kabul etmemiş suyu dökmesini emir buyur­muştur: Üfleyen zat:

«Amma ben bir nefeste içmekle kanmıyorum» demiş. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Öyleyse bardağı ağzından ayırarak iç.» buyurmuşlardır.

 

64- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dediki) : Bize Vekf Hi-şam ed-Destevai'den, o da Yahya b. Ebi Kesirden, o da Abdullah b. Ebi Katâdeden, o da babasından naklen haber verdi. Şöyle demiş. Resulüllah

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Biriniz helaya girdiği vakit zekerini sağ etiyle tutmasın.» buyurdular.

 

65- (...) Bize ibni Ebi ömer rivayet etti (Dedi ki) ; Bize Sekafi Eyyub'dan, o da Yahya b. Ebi Kesir'den, o da Abdullah b. Ebi Katade'den, o da Ebu Katade'den naklen rivayet etti, ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabın içine solumaktan zekerini sağ eliyle tutmaktan ve sağ eliyle taharetlenmekten nehiy buyurmuşlar.

îmam-i Müslim bu rivayetleri de helada sağ elle taharetlen­menin; su ve yemek kaplarının içine solumanın memnu' olduğunu ispat için zikretmiştir. Hüküm itibarı ile bunlarda yukarkinin aynıdırlar.

19- Temizlik ve Sairede Sağdan Başlama Babı

 

66- (268) Bize Yahya b. Yahya et-Temimî de rivayet etti. (Dediki): Bize Ebu'I Ahvas, Eş'as'tan, o da babasından, o da Mesruk'dan, o da Aişe'-den naklen haber verdi şöyle demiş: Resulüllah (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem) temizleneceği zaman temizliğinde taranacağı zaman taranışında ve ayakkabı giyeceği zaman onları giymede sağdan başlamayı pek severdi.

 

67- (...) Bize Ubeydullh b. Mu'az dahi rivayet etti. (Dediki) : Bize babam rivayet etti. (Dediki) : Bize Şu'be, Eş'as'dan, o da babasından, o da Mesruk'tan, o da Aişe'den naklen rivayet etti. Aİşe şöyle demiş: Resulül-lâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  her işinde:

Ayakkabı giymesinde, taranmasında ve temizlenmesinde sağdan başlamayı severdi.

Bu hadisi Buharı «Kitabu'I-Vudu» ile «Kitabus salât» da Ebu Dâvud   «Kitabu'l Libas»da Tirmizî Salât bahsinin    sonunda,

Nesaî  ile İbni Mâce'de Taharet bahsinde tahric etmişlerdir.

Hadis-i Şerif Resulüllah (Salkdlahü Aleyhi ve Sellem)in her işe sağdan başladığını te'kid sureti ile ifade ediyorsada buradaki umûm haricî delillerle tahsis edilmiştir Nevevî diyorki: «Sağdan başlama mese­lesi şerî'atm daimi bir kaidesidir. Kaide şudur. Tekrim ve teşrif babından olan elbise, don ve mest giymek, mescide girmek, misvak tutunmak, Ür-me çekinmek, tırnak kesmek, bıyık kısaltmak saç taramak, koltuk yol­mak, başı tir.aş etmek, namazda selâm vermek, taharet azalarını yıkamak, heladan çıkmak, yiyip içmek, musafaha etmek, haceri esvedi öpmek ve-sair bu manâdaki şeylerde sağdan başlamak müstahaptır. Bunun zıddı olan helaya girmek, mescidden çıkmak, burnunu atmak, taharetlenmek, elbise, don ve mest çıkarmak gibi şeylerde ise soldan başlamak müstehap-tir. Bütün bunlar sağ tarafın keramet ve şerefindendir.»

Bazıları «bu meselenin hakikati şudur: Yapılması maksut" ve matlup olan işlerde sağdan, başlamak müstahaptır. Soldan başlanması müstahab olan fiiler matlûp değildir. Bunlar ya terki matlûp yahut yapılması mak­sût olmayan fiillerdir» demişlerdir.

 

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder:

 

1- Sağ, soldan şereflidir.

2- Başı yıkarken, tıraş ederken ve tararken sağ tarafından başla­mak müstahabtır. Vakıa yıkamakta ve taramakta kiri gidermek tıraş ol-maktada saçı gidermek manası olduğu binaenaleyh bunların izâle kabilin­den gayri maksut fiiller sayılması lâzım geldiği hatıra gelebilirsede haki-katta ba fiiller başı   tezyin ve güzelleştirme   maksadıyla   yapıldığından maksut fiillerden sayılırlar.

3- Ayakkabı ve mest gibi şeyleride sağdan başlayarak giymek müs-tahabdır.

4- Abdestte her uzvu sağdan başlayarak yıkamak müstehabdır. İbnü'l Münzir:  «Abdest alırken soldan başlayana iade lâzım gel­mediğine ulemâ icma' etmişlerdir.» diyor. Filhâki' Hz. Ali ve İbni Mes'ûd   (Radiyallahu anhümâ)-nın abdest alırken: «Sağdan mı baş­ladım ehemmiyet vermem» dedikleri rivayet olunur. Nevevî abdest alır­ken sağdan başlamanın sünnet olduğuna bütün ulemanın ittifak ettikle­rini; bunu yapmayanın fazilete nail olmıyacağını maamafih abdestinin ta­mam olduğunu söyler. Onun bütün ulemâdan muradı ehl-i sünnet ulema-sidir. Çünkü şiiîerin mezhebine' göre sağdan başlamak farzdır. Ulemâ'dan

Râfi'i İmam Ahmed b. Hanbelin de sağdan başlama­nın vücubuna kail olduğu zannını veren sözler soylemişsede bu iddia doğ­ru değildir. Zira Hanbelilerden «El-Muğni» nam eserin sahibi: «Sağdan başlamanın vacib olmadığı hususunda hiç bir hilaf bilmiyoruz» demiştir.

Nevevî diyorki: Soldan başlamak her ne kadar kifayette etse mekruhtur. îmam Şafii «El-Ümm» nam eserinde bunu nassan tasrih etmiş sonra şunları söylemiştir: Malumun olsunki abdest azalarının içinde sağdan başlanması müstahab olmayanlarda vardır. Bunlar kulak­lar, avuçlar ve yanaklardır. Mezkûr uzuvlar bir defada yıkanırlar. Şayet bir defada yıkamak mümkün olmazsa o zaman sağdan başlanır.»

Ebû Dâvûd ile Tirmizînin «Sünen» lerinde Ebû 'Hürey'e (Radiyaîlahû anh) dan güzel isnadlarla rivayet olunan bir hadiste Rpsulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) :

«Elbise giydiğiniz veya abdest aldığınız vakit sağ taraflarınızdan baş­layın.» buyurmuştur,

Bu hadis sağdan başlanmasının lüzumu hakkında nasstır. Binaena­leyh ona muhalif harekette bulunmak ya meknm yahutta haram olacak­tır. Muhalif hareketin haram olmadığı- a icma' bulunduğuna göre onun mekruh olması icap eder.

 

20- Yollara ve Gölgelere Abdest Bozmaktan Nehiy Babı

 

68- (269) Bize Yahya b. Eyyub ile Kuteybe ve İbni Hucur toptan İsmail b. Ca'ferden rivayet ettiler. İbni Eyyüb dediki bize İsmail rivayet etti. (Dediki) : Bana Aiâ, babasından ,o da Ebû Hüreyre'den naklen haber

verdi ki Resulüllah   (Saîlalîahu Aleyhi ve Seilem) :

 «Çok lanet ettiren iki şeyden sakının.»   buyurmuş Ashab:

  «Bu çok lanet ettiren iki şey nedir Ya Resulâllah?» demişler Re-lüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Seilem):

  «İnsanların yoluna veya gölgesine kaza-i hacet edendir.» buyurmuşlar.

Bu hadisteki kelimesi Ebu   Davud 'un rivayetinde  şeklinde zapt edilmiştir. Ve her iki rivayette doğrudur. Bu kelimenin manâsı her iki rivayete görede lanet edenler demektir. Ancak rada murad lanete sebeb olanlardır. Hattabî diyorki: «Buradaki 3â-net edenlerden murad lanete sebeb olan iki şeydir. Bunlar insanların lanet etmesine-sebep olurlar. Çünkü bu iki şeyi yapana sövmek ve lanet etmek insanların âdetidir. Bunlar lanete sebep oldukları için lanet kendilerine izafe edilmiştir. Maamafih «lâ'in» kelimesinden mel'un mânâsı kastedil­miş de olabilir. «Melâin» lanet yerleridir.»

Hattabî'nin şu izahına göre hadisin mânâsı «failleri mel'un olan iki şeyden kaçının» demek olur. Ancak Hattabî 'nin îzahı Ebû Davut 'un rivayetine göredir. Müs1im'in buradaki rivayetine göre mâ'nâ şudur: «iki lanet sahibinin fi'Iinden kaçının çünkü bunlar âdete nazaran insanların lanet ettikleri kimselerdir.» Biri âmmenin yolu üze­rine diğeri de ağaçlarının gölgesine kaza-i haoet eder.»

Buradaki gölgeden murâd alelitlâk her ağaçm gölgesi değil, altında oturmak için tahsis edilen ağaların gölgesidir. Zira Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem)- kaza-i hacet için bir hurma kümesinin altı­na oturmuştur. Şüphesizki; onunda gölgesi vardı. Her ağacın altında ka­za-i hacet haram olsa Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu­nu yapmazdı.

İnsanların geçtiği yollarla gölgelik için tahsis ettikleri ağaçların altı­na kaza-i hacet etmenin memnu olması tabiî ki pisliğin bulaşması ve kok­masından dır.

 

21- Büyük Abdest Bozduktan Sonra Su Île Taharetlenme Babı

 

69- (270) Bize Yahya b* Yahya rivayet etti* (^ediki) : B«e Halid b. Abdillah, Halidden, o da Ata' b. Ebi Meymune [82] den, o da Enes b.

Malikten naklen haber verdiki şöyle demiş. Resulüllah (Sallallahü Aleyhive Sellem) bir bahçeye girdi. Arkasından bir çocuk bir ibrikle onu takib ediyordu bu çocuk bizim en küçüğümüzdü. İbriği bir ııebk ağacının yanı­na koydu Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ûe kaza-i hacet eyledi. Müteakiben su ile taharetlenerek bizim yanımıza geldi.

Gulâm : Çocuk demektir. Bazıları doğduktan gençlik çağma erinceye kadar erkeklere gulâm denildiğini diğer bazılarıda gulâmın bıyıkları ter­lemiş delikanlı manasına geldiğini söylemişlerdir. Zemahşerîye göre; gulâm küçük çocuk demektir. Sakalı bitinceye kadar ona bu isim verilir. Ondan sonra yine gulâm denilirse; kelime onun hakkında mecaz olur. Bir takımları bulûğ çağma varmış çocuklara gulâm denileceğini on­dan sonra bu ismin onlar hakkında mecaz olacağını söylemişlerdir. Hattâ sütten ayrıldıktan yedi yaşma kadar olan çocuklara gulâm denilir diyen­lerde olmuştur. Kıza gülâme denilir. Diyenler varsada bunu kabul etme­yenlerde vardır.

Mîdât; ibrik ve desti gibi abdest ve saire de kullanılan kaptır. Re­sulüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) e su taşıyan çocuğun kim olduğu ihtilaflıdır. Ekseri ulemaya göre İbni Mes'u't (Radiyallahû anh) haz­retleridir. Gerçi Hz. İbni Mes'ud yaşça Enes (Radiyallahû anh) dan. büyük idi. Fakat vücütce zaif ve nahif olduğu için kendisine mecazen küçük çocuk denilmiş olabilir. Bazıları bunun Hz. Cabir b. Ab­di11âh bazıları da Ebu Hüreyre (Radiyallahû anh) lerler.

Hadis-i Şerif su ile taharetlenmenin delillerindendir. Bu babtaki iza­hat hadisin diğer rivayetlerini gördükten sonra verilecektir.

 

70- (271) Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybede rivayet etti. (Dediki) : Bi­ze Veki' ile Gunder, Şu'beden rivayet ettiler. H.

Bize Muhammed b. El-Müsenna dahi rivayet etti., Lâfız onundur. (Dediki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dediki) : Bize Şu'be Atâ' b. Ebi Meymune'den rivayet etti. O da Enes b. Maliki şöyle derken işitmiş: Resulüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) helaya girer ben ve benim kadar bir çocukta bir su kabı ile ucu demirli bir değnek taşırdık bu su ile istinca ederdi.

Bu hadisi Buhari «Kitabu'l Vudu» da birkaç yerde, ve «Kita-bu's - Salât» da Ebû Davûd ile Nesai de «Kitabu't-Tahare» da tahric etmişlerdir.

Idâve : Deriden yapma küçük su tulumudur. Cevheri bunun matara olduğunu söyler.

Anaze : Ucu demirli uzun değnek demektir. Kısa mızraktır. Diyenler­de olmuştur.

Resulüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) in değnek taşımasında bir çok hikmetler vardır. Şöyleki:

1- Sahrada namaz kılarken onu önüne dikerek sütre yerine kulla­nırdı.

2- Onunla münafıkların ve yahudilerin şerrinden korunurdu. Çün­kü onlar   Resul-u   Ekrem (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)i öldürmek için her an fırsat kollardı. Bu değnek   Resul-u   Ekrem   (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) önü sıra taşınırdı. Sonra Hulefâ-i Haşidin hazeratıda mezkûr harbeyi önleri sıra taşıtmışlar nihayet Abdullah b.   Zubeyr'in eline geçmiş ve katline kadar onun elinde kalmıştır.

3- Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)  bu değnekle zarar.Ii hayvanlardan korunurdu.

4- Onunla kaza-i hacet için yeri eşerler üzerine bevl saçramasından korunurdu.

5- Hîn-i hacette değneği yere dikerek eşyasını üzerine asardı.

6- Yorulduğu zaman ona dayanırdı.

-Bu asayı ona Habeş hükümdarı Necaşi''nin hediyye ettiği riva­yet olunur. Bir rivayete göre Necâsî Resulüllah . (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) e üç değnek etmiştir. O bunlardan bir tanesini kendine bı­rakmış birini Hz. Ali'ye diğerinide Ömer (Radiyallahû anh) 'ya vermiştir.

 

71- (...) Bana Züheyr b. Harb İle Ebu Küreyb de rivayet ettiler. Lâfız Züheyr'indir. (Dedilerki) : Bize İsmail yani İbni Uleyye rivayet et­ti. (Dediki) : Bana Bavh b. Kaasim, Ata' b. EM Mey mim e'den, o da Enes b. Malik'ten Naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) defi hacet için sahraya çıkar Bende kendisine su geti­rirdim. O bununla taheretlenirdi.

Bu hadisi Buharı «Kitabu'l Vudu» da Ebû Dâvûd ile Nesâi de «Kitabu't-Tahare»da tahrîc etmişlerdir.

Yukarıdaki üç rivayet Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) in su ile istinca ettiğini göstermektedirler. Bazıları su ile istincânın mek­ruh olduğuna kail olmuşlardır. Bunlar İbni Ebi Şeybe 'nin Sahih suretle Huzeyfetü'bnü Ye man (Radiyallahû anh) dan rivayet ettiği bir hadisle istidlal etmişlerdir. Mezkûr hadiste Hz. Huzeyfe'ye su ile istincanm hükmü sorulduğu onunda: Suyla istinca' edersem elimden koku gitmez dediği bildirilir. Nâfi'in İbni Ömer (Radiyallahû anh) dan rivayetine göre Hz. İbni Ömer'de su ile taharetlenmezmiş. İbnü'z-Zübeyr (Radiyallahû anh)ında su ile istin­ca hakkında: «Biz bunu yapmazdık» dediği naklolunur. İbni Tin'in rivayetine göre İmam Malik (Radiyallahû anh) Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem). in su ile istinca ettiği rivayetini kabul etmezmiş. Mali-kiyye ulemâsından İbni Habib dahi suyla istincâyı men edermiş.

Bazıları buradaki rivayetlerde zikri geçen: O su ile istinca ederdi» sö­zünün Enes b. Malik hazretlerine ait olmadığını bunu râvîler-den Ebu'l Velîd söylediğini binaenaleyh Resulüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) .in o üu. istinca ettiği hadisten açık ola: rak anlaşılmadığını iddia etmiş ve: «İhtimal ki o suyla abdest almış veya ellerini yıkamıştır.» demişlersede bu söz doğru değildir. Çünkü Buharî 'nin İbni Beşşar tarikiyle rivayet ettiği bir hadiste Resu­lüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) in su ile istinca ettiği teşrih olun­muştur. Nitekim Müslimın Züheyr b. Harp 'tan rivayet et­tiği 71 numaralı Enes hadisinde de Enes (Radiyallahû anh) m: «Ben de kendisine su getirirdim. O bununla taharetlenirdi» diyerek Re­sulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) in su ile istinca ettiğini bildir­miştir. Bu ve daha bir çok rivayetlerden anlaşılıyorki su ile istincâyı riva­yet eden ravilerden bir hangisi değil bizzat   Enes 'dir.

Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) in su ile istinca ettiğini ve su ile istincâyı emir buyurduğunu bildiren hadisler çoktur. Bunlardan bir kısmım Buhâri, Müslim, Tirmîzî, İbni Hibban, Ebu Âvâne, İbni Mâce, İbni Habib ve diğer ulemâ rivayet etmişlerdir.

 

Yukarıdaki Üç Rivayetten Çıkarılan Hükümler Şunlardır

 

1- Su ile istinca caizdir. Selef ve halefin cumhuruna göre istincada efdal olan taşlarla birlikte suyuda kullanmaktır. Evvelâ taşla necaset si-linmeli sonra suyla yeri temizlenmelidir. Bu suretle necaset hafifletilmiş ve ele fazla bulaşmasının Önüne geçilmiş olur. Bunlardan sade biriyle is­tinca yapmak isteyen ,şüyu kullanmalıdır. Su necasetin hem aynini hem eserini temizlediği için'onu kullanmak efdaldır. Taş ve saire necesetin yal­nız aynini giderirler. Eseri kalır. Yalnız pek az olduğu için affedilir. Tahâvî (Rahîmehuîlah) suyla taharetlenmenin lüzumuna

«Orada temizlenmeyi seven birtakım adamlar vardır; Aflah da temiz­lenenleri sever.»  Tevbe sûresi âyet 108.

temizlenmeyi seven bir takım adamlar vardır; Allah'ta temizlenenleri sever.» Ayet-i kerimesi ile istidlal etmiştir. Çünkü Şa'bî (Rahimehullah) «Bu ayet-i kerime inincePeygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) : «Ey Kuba'lilar! Allah'ın sizi bunca sena etmesi acep nedendir? Diye sormuş. Kübalılar buna : Bizden hiç birimiz yoktur ki, su ile istanca et­mesin cevabını vermişlerdir.»  demiştir.

Ulemâdan bâzıları su ile taharetlenmenin zamanımızda sünnet oldu­ğunu söylerler. Delilleri, Hz. Al i(Radiyallahû anh)m: «Sizden önceki­lerin fışkıları katı olurdu; sizinkilerse sıvı oluyor. Binaenaleyh taşlarla taharetden sonra su ile temizlenin.» Sözüdür. Hz. Aişe dahi: «Kadın­larınıza pisliğin ve bevlin eserini yıkamalarını emredin; Zira Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)  bunu yapardı.» demiştir.

2- Salih ve fazıl bir zat kendisine tabi olanlardan bazılarını hizme­tinde kullanabilir. Bu hizmet onlar için bir şereftir. Şafîiyye ulemâsından Ru'yâni bir kimse küçük çocuğunu onun hocasına hizmetkâr verebi­lir demiştir.

3- Hela bulunmayan yerlerde    gözden ırak yerlere giderek kaza-i

hacet etmelidir.

4- Abdest almak için başkasından yardım istemek caizdir.

5- Abdest için ibrik vesaire gibi bir kap tahsis ederek onu daima yanında bulundurmak caizdir.

 

22- Mestler Üzerine Mesh Babı

 

72- (272) Bize Yahya b. Yahya et-Temimî ile ishâk b. İbrahim ve Ebu Küreyb toptan Ebu Muâviyedeı. rivayet ettiler. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe de rivayet etti. (Dediki) : Bize Ebû Muâ-viye ile veki' rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Dediki: Bize Ebû Muâvi-ye, A'meş'ten, o da İbrahim [83] den, o da Henımamdan naklen haber ver-dİ. Şöyle demiş: Cerir bevl etti sonra abdest aldı ve mestlerinin üzerine nıesh etti. Kendisine sen bÖylemi yapıyorsun dediler.

  Evet, ben Resulüllah   (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) in bevl ettiğini sonra abdest alarak mestleri üzerine nıesh    ettiğini gördüm dedi. A'meş şöyle demiş:

  «İbrahim dediki: Bu hadis onların hoşuna gidiyordu. Çünkü Ce-rir'in İslama girmesi Maide sûresinin nüzulünden sonra idi.»

 

(...) Bu hadisi bize İshâk b. İbrahim ile Ali b. Haşrem dahi rivayet ettiler. Dedilerki: Bize İsa b. Yunus haber verdi. H.

Bu hadisi bize Muhanımed b. Ebi Ömer'de rivayet etti. Dediki: Bize Süfyan rivayet etti. H.

Bize Mincap b. Haris et-Temîmi de rivayet etti. (Dediki) : Bize İbni Müshir haber verdi. Bunların hepsi A'meş'ten bu isnadla Ebi Muaviye ha­disi mânâsında rivayette bulunmuşlar. Şu kadar varki Isa ile Süfyân ha­disinde:

«Abdullahın arkadaşları bu hadisi beğeniyorlardı. Çünkü Cerir'in İs­lama girişi Maide süresinin nüzulünden sonra idi, dedi» ibaresi vardır.

Bu hadisi Buhârî, Tirmizî ve Nesaî «Kitabu's-Sâlat» da Ebû Dâvûd ile İbni Mâce de «Kitabu't-Tahare» da tah-ric etmişlerdir.

Hadis-i şerif mest üzerine mesh'in meşru olduğuna delildir. Hz. Cerir (Radiyaîiahû anh) ya «Sen böylenıi yapıyorsun» diye soran zat Hemmam b. Haris 'tir. Nitekim Taberâni 'nin Cafer b. Haris tarikiyle A'meşten rivayet ettiği hadiste ismi tasrih edilmiştir. Hatta hadisin bir tarikinde soran zatın Hz. Cerir'i ayıpladığı zikredilmiştir.

Hz, Cerir 'in hadisini beğenen cemaat yanında bulunan ashab idi. Cerir de yeni müslüman olmuştu. Onun islâmiyeti kabûlu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in dünyadan gittiği seneye te­sadüf eder. Hadisin bir rivayetinde: «Abdullah b. Mes'udun ashabı bu hadisi beğeniyorlardı» denilmiştir. Müs1im'in rivayetinde: «Çünkü Ceririn İslama girişi Mâide suresinin nüzulünden sonra idi», Ebû Dâvud'un rivayetinde ise: «Bu iş yani Peygamber (Sallallahü. Aleyhi ve Sellem)\n mestleri üzerine mesh etmesi maide sûresinin nüzulün dan sonra idi» denilmiş ve Cerîrin «ben ancak maide sûresinin nuzûlundan sonra müslüman oldum,» dediği rivayet edilmiştir.

Tirmizî bu hadisi rivayet ettikten sonra şunları söyler: «B<u hadis müfesserdir. Çünkü mest üzerine meshi inkâr edenlerden bazısı te'-vilde bulunarak ve peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in mest üzerine mesh etmesi maide süresindeki abdest ayeti inmezden önce idi. Binaenaleyh bu mesele abdest ayeti ile mesh edilmişitr demektedir. İşte Cerir bu hadisinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Mâide sûresi indikten sonra mestleri üzerine mest ettiğini gördüğünü an­latmıştır. İbni Mes'ud'un arkadaşlarının Cerir hadisini beğen­meleri bu te'vücilere red cevabını teşkil ettiğindendir.»

Abdest âyetinden  murad t ...

«Yüzlerinizi yıkayın,  (.Herinizi  de dirseklerinizle  beraber yıkayın...»

ayet-i celilesidir. Eğer Cerir (Radiyaîiahû anh) nın  müslümanlığı kabulü bu âyetin nüzulünden önce olsaydı o zaman mest üzerine mesih meselesinin bu ayetle mensûb olması mevzu bahis edilebilirdi. Fa­kat onun islâmiyeti kabulü âyet-i kerimenin nüzulünden sonradır. Bina­enaleyh neshe imkân yoktur. Hadisle amel etmek icab eder.

Beyhâkînin «Sünen» inde İbrahim b. Ethem (Radiyaîiahû anh) in: «Mestler üzerine mesh hususunda Cerir (Radiyaîiahû anh) hadisinden daha güzel bir şey işitmedim» dediği rivayet olunuyor.

Mest üzerine mesh babında bir çok hadisler varid olmuştur. Bunların sayısı bir çok ulemâya göre tevatür derecesini bulmaktadır. İmam Ahmed b. Hanbel 'den Meymûnî 'nin rivayetine göre mest üzerine meshin meşru olduğunu otuz yedi sahabi yine İmam-i Ah­med 'den Hasan b. Muhammed'in rivayetine göre kırk ;saha-bi rivayet etmiştir. Bez zar'm «Müsned» inde İbni Ebi Hâtim'in kırk bir sahabi dediği rivayet olunduğu gibi Hasan-i Basrî'den bunların yetmiş Bedr gazisi olduğu rivayet edilir.

İbni Ab dilber diyorki: «Sair Bedr ve Hudeybiye gazileri ile onlardan başka Muhacirin ve Ensar, tabiin. İslâm âleminin fukahası bilu­mum ulema ve muhaddisler mest üzerine mest etmişlerdir. Bunu inkar edenler ancak müslümanlann cemaatından ayrılan bid'atçılarla şaşkınlar­dır.»

Bu babtaki hadiser tevatür derecesini bulduğu içindir ki İmam-i A'zam Ebu Hanife mest üzerine meshe inanmayı ehl-i sünnet vel cemaatın şartlarından saymıştır. Hz. İmamın: «Bana gündü­zün ziyası gibi aşikâr olmadıkça meshe kail olmadım dediği rivayet olu­nur. Bunu inkâr kibar-ı sahabeye muhalefet ve onları hataya nispet ma­nasını taşıdığından bid'attır. Hatta Kerhi! «Mest üzerine meshi caiz göremeyenin küfründen korkarım» demiştir.

Mesih babında Nevevide şunları söylüyor, «Seferde olsun hazarda ol­sun ve keza ihtiyar bulunsun bulunmasın mest üzerine mesh etmenin caiz olduğuna sözüne itimad edilir ulemâ icma' etmişlerdir. Hatta evinden çıkmayan kadına ve yürüyemiyen kötürüme dahi bu caizdir. Onu yalnız şiüerle hariciler inkâr etmiştir ki; onların hilâfıda nazar-ı itibar-a alınmaz. îmam-ı Mali k(Radiyalkıhu) den bir kaç kavil rivayet edilmiştir. Meş­hur kavle göre; onun mezhebide cumhur-u ulemânın mezhebi gibidir. Mest üzerine mesihi ashabtan sayılmayacak kadar çok zevat rivayet et­mişlerdir.» Nevevî sözüne devamla: «Ulemâmest üzerine mesihmi yoksa onları çıkarıp yıkamakmı efdal olduğunda ihtilâf etmişlerdir. Bizim ule­mâmıza göre ayakları yıkamak efdaldır. Çünkü asıl olan budur. Ashab-i kiramdan bir cemaatta buna kaildir ki   Ömerü'bnü'l-Hattab, oğlu Abdullah ve Ebû Eyüb el-Ensarî (Radiyallahu anhüm) bunlar meyanmdadir. Tabiinden bir çokları meshin efdal oldu­ğuna kaildirler. Şâ'bî, Hakem ve Hammad'm Mezhebleride budur. İmam-ı Ahmedden iki rivayet vardır. Esah rivayete göre mesh efdaldir. İkinci rivayete göre mest üzerine mesh ile ayaklan yıkamak hükmen müsavidirler. İbni'I Münzir 'de bu kavilihtiyar etmiştir.»

 

73- (273)- Bize Yahya b. Yahya et-Temîmi rivayet etti. (Dedi-ki) : Bize Ebû Hayseme, A'meş'ten, o da Şakik'tan, o da Huzeyfe'den nak­len haber verdi. Huzeyfe şöyle demiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte idim bir kavmin çöplüğüne vararak ayakta bevl etti. Ben bir tarafa çekildim. Bunun üzerine (bana) :

«Yaklaş» buyurdular. Bende yaklaştım ve ökçelerinin- yanında dur­dum. (Müteakiben)   Abdesr aldı ve mestlerinin üzerine mesh etti.

Bu hadisi Buharı «Kitabu'1-Vudu'» ve «Kitabu't-Tahare»de mü­teaddit yerlerde Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâi ve. îbni

Mâce dahi «Kitabu't Tahare» da muhtelif râvilerden tahric etmişler­dir.

Hadis-i şerif ayakta bevl etmenin ve mest üzerine meshin delillerin-dendir.

Sülâta : Mezbele ve çöplük mânâsına gelir. Ve ekseriyetle evlere ya­kın yerlerde olur. Sahipli olanları bulunduğu gibi komşular arasında müş­terek bulunanlarıda vardır. Ekseriyetle mezbeleler toprakla karışık kaba bir halde bulundukları için üzerlerine bevl veya su gibi şeyler atıldığı za­man insanın üzerine sıçramaz. Resulüllah (Salîûilahü Aleyhi ve Sellem) in ayakta bevl etmesinin sebebi hususunda ulemâdan muhtelif kaviller rivayet olunmuştur.   Bunları   Hattâbi,   Beyhâkî   ve başkaları nakletmişlerdir. ŞÖyleki;

1- Araplar bel ağrısına iyi gelir ümidiyle ayakta bevî ederlerdi. O anda   Re su 1 ali âh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in de belinden muzdarip olması ihtimal dahilindedir. Bu kavil imam-i   Şafiî'den de rivayet olunmuştur.

2- Zayıf bir rivayete göre    Resulüllah    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   dizindeki bir illetten dolayı ayakta bevl etmiştir.

3- Oturacak bir yer bulamadığı için mecburen ayakta bevl etmiştir.

4- Ebu Abdillâh  Mâzîrî ile Kaadi îyâz'ın zik­rettikleri bir veçhe göre yakınında insanlar bulunduğu için oturarak bevl edildiği zaman ekseriyetle vuku bulunan hal başa gelir endişesiyle ayak­ta bevl etmiştir.   Bundan dolayıdır ki  Hz. Ömer   (Radiyallahu anh) «Ayakta bevl etmek dübür için daha emniyetlidir» demiştir.

5- İhtimal o defa ayakta bevl etmesi; bununda caiz olduğunu gös­termek içindir. Zîra    Resulüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in de­vam üzere adeti oturarak bevl etmekti. Nitekim Âişe (Radiyallahu Arihâ) nın: «Size kim peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayakta bevl eder­di derse inanmayın. O ancak oturarak bevl ederdi.» demeside bunu göste­rir. Bu haberi Ahmed b. Hambel, Tirmizî,  Nesaî ve diğer hadis imamları güzel bir senetle tahric etmişlerdir.

Vakıa bu babda sabit olmayan bazı hadisler varsa da Hz. Aişeden rivayet edilen bu hadis Sahih ve sabittir. Bundan dolayıdır ki; ulemâ ayakta bevl etmenin mekruh olduğunu söylemişlerdir. Ancak bir özürden dolayı ayakta bevl etmek caizdir. Buradaki kerahet, kerâhet-i tenzihiy-yedir. İbni-1' Münzir «El-İşrak» Nâra eserinde şöyle de­mektedir. «Ayakta bevl hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Ömer b. Hattab Zeyd b. Sabit. Abdullah b. Ömer ve Sehl b, Sa'd (Radiyallahu Anhüm) hazerâtının ayakta bevl ettikleri sabit olmuştur. Bu fiîl Enes, Ali ve Ebû Hüreyre (Radiyallahu Anhüm) den de rivayet edildiği gibi îbni Sîrinle Urvetü'bnü Zübeyr dahi ayakta bevletmişlerdir.

İbni Mes'ud (Radiyallahu anh) Şa'bî ve İbrahim b. Sa'd ayakta bevl etmeyi mekruh saymışlardır. Hattâ İbrahim b. Sa'd ayakta bevl edenin şehadetini kabul etmezmiş. Burada üçüncü bir kavi daha vardır. Bu kavle göre bevl edilen yer sert olup bevl insanın üzerine sıçrarsa o yerde ayakta bevl etmek mekruhdur. Sıçramayacak bir yerde beis yoktur İmam Malik'in kavlide budur. Bence oturarak bevl etmek daha iyidir. Ama ayakta bevletmekde mubahtır. Zira'her iki şekilde Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den sabit olmuştur. İbni Münzir'in sözü burada sona erer.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bir kavmin çöplüğü­ne bevl etmesine gelince: Bu hususta da bir kaç kavi vardır:

1- O kavmin çöplüklerine bevl edilmesinden razı hatta memnundu­lar. Hali böyle olan kimsenin yerine bevl etmek, onun meyve ve yiyeceğinden yemek mubahtır. Bunun sünnetten misalleri saymakla bitmiyecek kadar çoktur. Nevevî   bu kavli tercih etmektedir.

2- Çöplük bir kavme mahsus değil umuma aitti. Yalnız o kavmin evlerine yakm olduğu için onlara izafe olunmuştur.

3- Çöplük bir kavmin malı da olsa oraya kâzâ-i hacet etmek için herkese izin vermişlerdir.

Resulüllah (Saiîaîiahü Aleyhi ve Seîlem) in kaza-i hacet için uzak­lara gitmek adeti olduğu halde o defasında evlere yakın bir çöplüğe git­mesinin sebebi o yerde müslümanlarin işleri ile meşgul olduğundandır. İhtimal meclis uzamış da kendisini bevl sıkıştırmış ve uzaklara gideme­miştir. Hz. Huzeyfe'yi arkasına almasıda görünmesine mâni' ol­sun diyedir. Bu kavi Kaadi Iyaz 'indir. Ona «yaklaş» emrini ver­mesini ulemâ bu suretle tefsir etmişlerdir. Çünkü Bevl hali adete göre utanılan ve gizlenilen bir haldir.

 

Hadis Şerif Mest Üzerine Meshin Cevazından Ma'ada Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Eder.

 

1- Ayakta bevletmek caizdir. Bu caiz olunca oturarak bevl etmek evleviyetle caizdir. Çünkü oturarak bevl daha kolaydır. Vakıa bu hadise zahiren muarız olan bazı hadiseler yok değildir. Bunların bazısı Aişe (Radiyallahu anhâ) dan bazısı Büreyde, Ömer b. Hatta b ve Câbir (Radiyallahu Anhütn) hazeratından rivayet olunmuşlarsa da bun­lar münasip şekillerde te'vil edilmişlerdir.

2- Evlere yakın bir yere bevletmek caizdir.

3- Bir kimsenin sıkıntısı geldiği halde    sabrederek bevl etmemesi mekruhtur. Çünkü bunda zarar vardır.

4- Ayakta bevleden bir kimsenin    görülmesine manî' olmak için onun arkasına durmak caizdir.

5- Kazâ-i hacet esnasında örtıinma

 

74- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dediki) : Bize Cerir, Mansurdan, o da Ebû Vâilden naklen haber verdi. Ebu Vail şöyle demiş: Ehû Musa bevl hususunda pek şiddetli davranırdı. Bir şişeye bevl eder ve şöyle derdi. Beni İsrail'den birinin cildine bevl bulaşırsa onu makaslarla kesermiş. Bunun üzerine Huzeyfe şunları söyledi: Arkadaşınızın bu dere­ce şiddet göstermemesini isterdim. Vallah Ben Resulüllah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber yürüdüğümü gÖrmüşümdür. Baktım ki; bir duvarın arkasındaki bir çöplüğe gitti, ve sizden birinin yaptığı gibi ayakta bevletti. Ben kendisinden biraz öteye çekildim. Fakat o bana işaret buyurdu. Ben­de gelerek hacetini defedinceye kadar arkasında durdum.

Bu rivayette Hz. Huzeyfe 'nin: «Bana işaret etti.» Demesin­den bazıları bundan önceki rivayetteki: «Yaklaş dedi» ifadesinin de işa­retle olduğunu anlamışlarsada bu doğru değildir. Çünkü Taberânî 'nin rivayetin de Resulüllah (Saiîaîiahü Aleyhi ve Sellem) in Hz. Huzeyfe 'ye: «Beni ört.» dediği tasrih edilmiştir. Binaenaleyh ona hem işaret etmiş hem de yaklaşmasını emir buyurmuş demektir. İki ri­vayetin arasını bu suretle bulmak mümkündür. Hz. Huzeyfe 'yi sözle değil işaretle çağırmıştır. Binaenaleyh bu hadiste bevl esnasında ko­nuşmaya delâlet yoktur; diyenlere Aynî şu cevabı vermiştir: «Bu söz düşünülmeden söylenmiştir. Çünkü Resulüllah (Sallallahit Aleyhi ve Sellem) in Huzeyfe 'ye işareti yahut (beni ört) demesi bevl esna­sında değil ondan öncedir. Şu halde bundan nasıl olurda bevl esnasında konuşmanın caiz olmadığı hükmü çıkarılabilir.

Aynî 'nin sözünden bevl esnasında konuşmanın mubah olduğu mâ­nâsı anlaşılmamalıdır. Çünkü onun itirazı hükme değil bu hükmü onunla alâkası olmayan bir delilden çıkarmaya çalışanadır. Yoksa kaza-i hacet esnasında konuşmak ona görede mekruhtur. Ancak bu kerahet başka de­lilden anlaşılmıştır.

Ben-i İsrail kıssasındaki cildden murad Kurtubî 'ye göre sırtla­rına giydikleri kürktür. Bazıları buradaki cildi zahiri mânâsına almışlar­dır. Yani Ben-i İsrail'den birinin tenine bevl sıçrarsa onu makasla keser­miş, Ebu Davud 'un rivayet ettiği bir hadis de zahirî-mânâyı te-kid etmektedir.

Huzeyfe (Radiyallahu anh) m «Arkadaşınızın bu derece şiddet göstermemesini isterdim» demesi bu şiddeti sünnete muhalif gördüğü içindir. Çünkü Peygamber (Saiîaîiahü Aleyhi ve Sellem) ayakta bevl etmiştir. Şüphesizki ayakta bevl eden az çok bevlin sıçramasına mâruz­dur. Fakat Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu ihtimale ehemmiyet vermemiş ve şişe içine bevl etmek tekellüfünde bulunmamış­tır.

İbni Battal az miktarda bevl sıçramasının ruhsat olduğuna bu hadisle istidlal eder. Zira ayakta bevl eden kimsenin üzerine iğne ucu gibi ufak bevl sıçrayacağı malumdur.

Hadis-i Şerif bu ümmete gösterilen semahat ve kolaylıklara delildir. Ben-i îsraile bunun zıddına olarak isr-u iğlâl denilen meşakketli şeyler emrolunmuştu. Bevl sıçrayan yeri makasla kesmek de bunlardan biri idi. Ulemâ iğne ucu kadar ufak bevl damlarının hükmünde ihtilâfetmişlerdiı. İmam-ı Malike göre bunları yıkamak müstehaptır. Şafiî'ler yı­kamanın farz olduğuna kaildirler. İmam-ı Azam her necasetin az miktarında olduğu gibi burada da suhulet göstermiş yıkamak lâzım ol­madığını söylemiştir. Sevri'nin dahi: «Selef bevlin az miktarına ruh­sat verirlerdi» dediği rivayet olunur.

 

75- (274) Bize  Kuteybetü'bnü  Sa'id  rivayet  etti.   (Dediki) :  Bize Leys rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Rumb b. el-Muhacir de rivayet etti.  (Dediki) : Bize Leys, Yahya b. Sa'id'den, o da Sa'd b. İbrahim'den, o da Nafi' b. Cü-beyr'den, o da Urvetü'bnü Mugira'dan, o da babası Mugiratü'bnü Şu'be'-den, o da ResuIÜllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen haber ver­di ki Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) def-i hacet için dışarı çık­mış Mugirada içinde su bulunan bir kapla onu takip etmiş. Kaza-i hacet­ten sonra ona su dökmüş    ResuIÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   abdest almış ve mestleri üzerine mesh etmiş.

İbni   Rumh'un rivayetinde «Hîyne»   kelimesinin yerine «Hattâ». vardır.

 

(...) Bize bu hadisi Muhammed b. el-Müsenna da rivayet etti. (Dedi­ki) ; Bize Abdulvehhâb rivayet etti. (Dediki) : Ben Yahya b, Sa'id'den bu isnadla duydum. Hem o şöyle dedi:

«Mugire: Resul-u Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yüzünü ve el­lerini yıkadı başınada mesh etti sonra mestlerinin üzerine mest eyledi dedi.»

Bezzar, bu hadisi H z . Muğîre 'den altmış zâtın rivayet ettiğini söyler. Kıssa Tebuk Gazasında cereyan etmiştir. Abdest âyeti ise; Mûreysî Gazasında inmişti. Tebuk Gazası-Müreysî'den muhakkak sonra­dır. Su halde Cerir (Radiyallahû anh) in Hadisi gibi H z. Mu­gire hadisi dahi mest üzerine mesih hükmünün âyetle neshedilme-diğini gösterir.

«Mugira içinde su bulunan bir kapla onu takİb etmiş» sözü Mugira'nın Oğlu Urve'nindi. Bu gibi ibarelere hadislerde çok tesa­düf edilir. Râvî kendini ben diyerek göstermezde gaib sığası ile ifade eder. Burada da Urve :    «Babam onu takib etmiş» diyecekken Muhaddislerin âdetine uyarak   Mugira   onu takip etmiş demiştir.

İdave: İbrik ve desti gibi küçük kaptır. Hadiste'nde anlaşıldığı vecihle Hz. Mugire Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e abdest alırken su dökmüştür. Hadisin bir rivayetinde «suyu hacetini bitirince­ye kadar döktü» denilmiştir. Bundan ResuIÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ye istinca esnasında su döktü manası anlaşılmamalıdır. Zira her iki rivayette de hacetten murad abdesttir. Nitekim bundan sonraki riva­yette su dökme işinin kaza-i hacetten dönüp geldikten sonra abdest alır­ken vaki' olduğu tasrih edilmiştir.

Hadis-i Şerif abdest almak için başkasından yardım istemenin caiz olduğuna delildir. Nevevî diyorki: «Usametü'bnü Zeyd (Radiyallahû anh) in ResuIÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e Arafattan dönüşünde abdest alırken su döktüğü dahi sabit olmuştur. Sûbut bulma­yan bazı hadislerde yardım istemenin nehiy edildiği görülmektedir. Ule­mâmız abdest almak için, yardım istemenin üç kısım olduğunu ediyor. Bunlardan.

Birincisi: Başkasından kendisine abdest suyu getirmesini istemektir.

Bunda hiç bir kerahet ve noksanlık yoktur.

İkincisi: Abdest uzuvlarını başkasına yıkatmaktır. İhtiyaç olmadık­ça bunu yapmak mekruhtur.

Üçüncüsü: Abdest alırken suyu başkasına döktürmektir. Bunu yap­mamak evlâdır. Mekruh olup olmaması hususunda iki kavil vardır. Ule­mâmıza ve sair ulemâya göre abdest alırken su döken kimse abdest ala­nın soluna duracaktır.

 

76- (...) Bize Yahya I>. Yahya et-Teınîmî de rivayet etti. (Dediki) : Bize Ebu'I Ahvas, Eş'as'dan, o da Esved b. Hilâl'dan, o da Mugiretü'bni Şu'be'den naklen haber verdi. Mugira şöyle demiş:

— Bir gece ben Resulüllah (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) île beraber bulunuyordum. Ansızın indi, ve kaza-i hacet etti. Sonra geldi. Ben yanın­da bulunan bir kabdan ona su döktüm abdest aldı ve mestlerinin üzerine mesh etti.

 

77- (...) Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebu Küreyh de rivayet et­tiler. Ebû Bekr dediki: Bize Ebu Muaviye. Ameş'den, o da Müslim [84] den, o da Mesruk'tan, o da Mugiratü'bnü Şu'beden naklen rivayet etti. Mugira şöyle demiş:

  Bir  seferde  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)    ile  beraber­dim. (Bana) :

  «Ya Mugire  ibriği al dedi.»    Bende aldım sonra onunla beraber çıktım.   Resulüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gözümden  kayboluncaya kadar gitti. Ve kaza-i hacet etti. Sonra geldi. Üzerinde dar yenli bir şam cübhesi vardı. Ellerini onun yenlerinden çıkarmaya çalıştı. Fakat dar gel­diği  (için çıkaramadı) ve elini cübbenİn aşağısından çıkardı. Ben kendi­sine su döktüm. Namaz abdesti gibi abdest aldı. Sonra mestlerine mesh elti. Sonra namaz kıldı.

Bu hadisi Buhâri (Taharet bahsi) nin müteaddit yerlerinde Müslim buradan maada (Namaz) bahsinde tahric ettiği gibi Ebû Dâvûd Nesâ-i ve İbni Mâce dahi rivayet etmişlerdir. Hadisin muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre; Hz. Mugîra'nın Resulüllah (Salktllahü Aleyhi ve Sellem) in maiyetinde bu­lunduğu bu sefer Tebûk gazası imiş. Bu hususta rivayetlerin bazısında tereddüt edilmişsede İmam-ı Malik, Ahmed b. Hambel ve Ebû Dâvûd 'un rivayetleri tereddütsüz olarak seferin Tebuk gazası olduğunu göstermektedirler. Bu gaza hicretin 9. senesinde vukuu bulmuştur. Hâdise sabah namazı zamanında geçmiş Hz. Mu­gira Resu1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yanından hiç ay­rılmayan ve onun hizmeti ile şerefyab olan havass-ı eshâbmdandır.

Peygamber (Sallallahü. Aleyhi ve Sellem) in dar cübbe giymesi bazılarına göre o an için başkasını bulamadığmdandır. Bazıları israftan kaçınmak için giydiğini söyler:

 

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder.

 

1- İhtiyaç messedince dar elbise giymek ve abdest alırken kolları­nı cübbenin  ağısından çıkarmak  caizdir. Ancak bunu cemaat  arasında değil yalnız bir yerde yapmalıdır. İhtiyaç olmadığı zaman dar elbise giy­mek ve kollarını aşağısından çıkarmak mürüvvet ve âdaba muhalif ola­cağı için bundan kaçınmalıdır.

2- Hadis-i Şerif bütün rivayetleri ile mest üzerine meshin caiz ol­duğuna delâlet eder.

3- Bu hadisler mest-üzerine meshin abdest ayeti ile nesh edildiğine kail olanların aleyhine delildirler.

4- Harpte dar elbise giymek caizdir. Çünkü harp için dar elbise daha elverişlidir.

5- Kaza-i hacet için kimsenin görmiyeceği bir yere gitmek müstehaptır.

6- Büyüklere emirleri olmaksızın hizmet etmek caizdir.

7- Müslümanın daima abdestli gezmesi müstehaptır.

8- Abdest uzuvlarının ekserisini yıkıyarak bazılarını bırakmak caiz değildir. Çünkü   Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kollarını yenlerinden  çıkaramaymca  cübbenin  aşağısından  çıkararak  yıkamıştır. Eğer bazı uzuvları yıkamadan bırakmak caiz olsaydı bu külfete katlan­mazdı.

 

78- (...) Bize İshâk b, İbrahim ile Ali b. Haşrem dahi hep birden İsa b. Yunus'tan rivayet ettiler. İshâk dedi ki:     Bize İsa haber verdi. (Dediki) : Bize A'meş, Müslim'den, o da Mesruk'tsn, o da Muğiratü'bnü Şu'be'den naklen rivayet etti. Ş/u'be şöyle demiş: Resulüllah (Saîlaîiahü Aleyhi ve Seîlem) kaza-i hacet için dışarı gıktı; döndüğü zaman ben ken­disini su kabı İle karşıladım ve ona su döktüm. Ellerini yıkadı, sonra yü­zünü yıkadı, sonra kollarını yıkamaya çalıştı. Fakat cübbe dar gelince on­ları cübfcenin altından çıkardı da yıkadı. Başına ve mestleri üzerine mesh etti. Sonra bize namaz kıldırdı.

 

79- (...) Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (De­diki) : Bize'fcabam rivayet etti. (Dediki) : Bize Zekeriya, Âmir'den nak­len rivayet etti. Demişki Bana Urvetü'bnü Mugire babasından naklen ha­ber verdi. Babası şöyle demiş: Bir gece peygamber (Saîlaîiahü Aleyhi ve Selle m)   ile birlikte yoldaydım. Bana:

«Yanında su var mı?» diye sordu,

«Evet» dedim. Bunun üzerine hayvanından indi ve gecenin karanlı­ğında görünmez oluncaya kadar gitti. Sonra geldi. Ben kendisine ibrikten su döktüm. Yüzünü yıkadı üzerinde yünden mamul bir cübbe vardı ondan kollarını çıkaramadı. Nihayet onları cübbenin aşağısından çıkararak yıkadı. Başına mesh etti. Sonra ben mestlerini çıkarmak için eğildim... «Bırak onları, çünkü ben ayaklarımı temiz olarak giydim.» buyurdu ve üzerlerine mesh etti.

 

80- (...) Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dediki) : Bize İshâk b. Mansur rivayet etti. (Dediki) : Bize Ömer b. Ebi Zaide, Şa'bi'den o da Urvetü'bnü Muğire'den, o da babasından naklen rivayet ettiki babası Peygamber (Saîlaîiahü Aleyhi ve Sellem) e abdest suyu dökmüş o da abdest almış ve mestlerinin üzerine mesh etmiş Mugira bir şey diyecek olmuş fakat Resulüllah (Saîlaîiahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ben ayaklarımı temiz olarak giydim buyurdu.»  buyurmuş.

Yukariki üç rivayet dahi Tebûk seferine aiddir. Bu rivayetlerde gö­rülen «Ben onları giydim.» ibaresinden murad ayaklardır. Nitekim Ebû Dâvûd 'un rivayetinde ayaklar tasrih edilerek:

«Ben ayaklarıma mestleri ayaklarım temiz olarak giydim.» buyu-rulduğu gibi İmam Ahmed'in Hz. Ebu Hüreyre'den rivayet ettiği bir Ha-disde: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) Abdest aldı ve Mestlerinin üzerine mesnetti. Ben: Ya Resulüllah, ayaklarını yıkamıyacakmisın? de­dim.

«Ben onları temiz olarak giydim.» buyurdular denilmektedir.

Şafiî'ler bu rivayetlerle istidlal ederek mest üzerine mesh caiz olabil­mek için mestler giyilmezden önce tam abdestli bulunmak şarttır. Çünkü bu hadis mest giyilmezden Önce tam abdestli bulunmayı mesh için şart kılmıştır. Bir şarta muallâk olan hüküm ancak o şart bulunduğu zaman sahih olur.» derler Hatta biri Hanefi'lerden «Hidaye» sahibi Bürhanüddin Merginanî'ye itiraz ederek şöyle demiştir: «Hanefilerden Hidaye sahibi: «Meshin mubah olması için onları tam taharetle giymek şarttır. Tam ta­haretten murad giydiği vakit değil abdestin bozulduğu vakittir» diyor. Bu hadis onun aleyhine delildir.» demiş ve kendi mezhebini izah etmiştir. Allâme Aynî ona şu cevabı veriyor: «Biz evvelâ Hidaye sahibinin sö­zünü ele alacağız sonra bu kaile cevap vereceğiz. Hidaye sahibinin «Mestlerin tam. taharetle giyilmesi şarttır» sözü onları giyerken tam taharetin şart kılındığını değil bilâkis tam taharetin abdest bozulduğu zaman şart olduğunu ifade eder. Bizim mezhebimiz budur. Hatta bir kimse ev­velâ ayaklarını yıkayarak mestlerini giysede ondan sonra abdestini ta­mamlasa abdesti sahihtir. Onu bozduktan sonra tekrar abdest alırken mestlerinin üzerine rnesh edebilir. Çünkü mestler abdestsizliğin ayaklara sirayetine mâni olan -şeylerdir. Binaenaleyh onlar ne zaman mani ola­caklarsa tam taharette o zaman şarttır. Mestlerin mâni olacakları zaman hades yani abdestsizlik zamanıdır.

Mu'terizm sözüne cevap meşelisine gelince; bu hadis Hidaye sahibi­nin aleyhine delil olamaz. Çünkü evvelâ biz de mest giymenin şartı tam abdestli bulunmaktır. Diyoruz. Bu hususta hiç bir hilaf yoktur. Hilaf an­cak mestler giyilirken mi yoksa abdest bozulduğu zaman mı tam abdest şarttır mes'elesindedir.  Şafiî'ye göre mestleri giymezden  Önce  tam ab­destli bulunmak şarttır.   Bu hilafın semresi şurada zahir olur. Bir kimse evvelâ ayaklarını yıkıyarak mestlerini giyse sonra abdestini tamamlasa bize göre bir daha o mestlerin üzerine mesh edebilir. Şafiî'ye göre ede­mez. Keza tertip üzere abdest alsada ayaklarının birini yıkayarak mestini giyse sonra öteki ayağımda yıkıyarak ona da mestini giyse bize göre caiz Şafiî'ye göre caiz değildir. Mu'terizm: «Şarta muallak olan bir şey ancak o şartın bulunması ile sahih olur» sözünü kabul ediyoruz. Lâkin   Pey­gamber (Salîaîlahü Aleyhi ve Seilem) in mestleri giyerken tam abdest­li bulunmayı şart koştuğunu kabul etmiyoruz. Çünkü nass-i hadisten böy­le bir mânâ çıkmıyor. Hadiste nihayet   R'e sulüllah (Saîlaliahü Aleyhi ve Seilem)    in ayakları temiz olarak mestlerini giydiği bildiriliyor. Biz de mesh caiz olmak için ayakların temiz olması şarttır. Diyoruz. Bu şartın mestleri giyerken yahut abdest bozulduğu zaman bulunması bizce hük­men müsavidir. Şartı mestin giyildiği vakitle  takyid, hadisten  anlaşıl­mayan ziyade bir manadır.    Bu böylece anlaşıldıktan    sonra bu hadis Hidaye sahibinin aleyhine  değil lehine delildir. Çünkü Hidaye sahibi mesih için tahareti şart koşmuştur. Hadis Şefiî mu'terizin. aleyhine delil­dir. Çünkü müddeasma delil olmayan bir şeyi bu hadisten almıştır. Talıavi :    «ResulüLlah (Saîlaliahü Aleyhi ve Seilem) : «Ben onları femiz olarak giydim.»         buyurarak ben onları evvelâ

yıkamıştım manasını kasdetmiş olabilir. Şu halde onları abdestini tamam lamadan giy-mîş demektir. Ayakların temizliğinden kiri, pası veya cünüplüğü kasdetmişde olabilir...» diyor.

Yine ayni-mu'teriz şunu söylüyor. «İbni Huzeyme 'nin Saf -van b. Gassandan rivayet ettiği bir hadiste «Bize Resulüllah (Saîlaliahü Aleyhi ve Seilem): ayaklarımız temiz olarak mestlerimizi giy­diğimiz vakit sefer halinde üç gün mukîm iken bir gün bir gece onların üzerine mesh etmemizi emir buyurdu» denilmektedir. İbni Hu­zeyme bu hadisi Müzeni'ye sorduğunu Müzeni 'nin ona bu hadisi bizim ulemamız rivayet etti; Şafiî'nin en kuvvetli delili budur de­diğini söylüyor.»

Ben derim ki; eğer Müzeni (Şafiî 'nin en kuvvetli delili bu­dur) sözüyle mesih müddetini misafir için üç gün, Mukim için bir gün bir gece olduğunu kastediyorsa; bunu kabul ediyoruz; biz de buna kailiz. Fakat mestleri giyerken tam abdestli bulunmanın şart olduğunu kasde-diyorsa kabul, etmiyoruz. Zira yukarıda da söylediğimiz gibi nassı-ı ha­disten bu mana çıkmaz.»    Aynî 'nin sözü burada sona erer.

Bu hadisler igaretden mânâ anlaşılacağına da delildirler. Çünkü Hz. Mugîre Resulüllah (Saîlaliahü Aleyhi ve Seilem) in mest­lerini çıkarmak için eğildiği zaman onun ne yapmak istediğini Pey­gamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Seilem) bu hareketinden anlamış ve ken­disine çıkarmaya lüzum olmadığını söylemiştir.

Bu mes'elede İmam-ı Malik, İmam-ı Ahmed b. Hambel ve îshâk şafiilerle: Süfyân-ı, Sevrî Yahya b.Adem,    Müzeni, Ebu Sevr ve Dâvûd-u Zâhîride Hanefîlerle  beraberdir. Abdestsiz  olarak giyilen mestlerin üzerine mesh edilemiyeceği hususunda ise bütün ulema müttefiktirler.

 

23- Alın ve Sarığın Üzerine Mesih Babı

 

81- (...) Bana Muhammed b. Abdillâh b. Bezi [85] de rivayet etti (Dediki) Bize Yezîd (yâni İbni Zürey') rivayet etti. (Dediki) : Bize Hu-meyd et Tavîl [86] rivayet etti. (Dediki) : Bize Bekr b. Abdillâh el - Mü-zenî, Urvetü'bnü Mugireti'bni Şu'be'den, o da babasından naklen rivayet etti. Şöyle demiş. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir seferde ordudan) geri kaldı ben de onunla beraber kaldım. Kaza-i hacet ederek (bana):

— «Yanında su var mı?» dedi. Kendilerine bir matara getirdim. El­lerini ve yüzünü yıkadı sonra kollarını sıvamaya çalıştı. Fakat cübbenin yeni dar geldi. Bunun üzerine elini cübbenin altından çıkardı ve cübbeyi omuzlarına attı da kollarını yıkadı. Alnına sarığının üzerine ve mestleri­ne mesh etti. Sonra hayvanına bindi. Bende bindim; Nihayet cemaatin yanına vardık. Ama onlar namaza durmuşlardı. Namazı onlara Abdur-rahman b. Avf kıldırıyordu. Bir rekat ta kıldırmıştı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in (geldiğini) hissedince gerilemeye başladı. Resulül­lah (Sallallahü Aleyhi ve Selle/n) işaret etti; o da cemaata namazı kıldırdı. Selâm verince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayağa kalktı. Ben­de kalktım ve yetişemediğimiz rekatı kıldık.

Buna benzer bir hadîsi    Buhar î    «Babu-P Meshi Aie-1, Huffeyn» de tahric etmiştir.

Müslim 'den başka hadis imamları bu hadisin senedinde ona mu­halefet ederek Urvetü'bnü Mugira 'nın yerine Hamza tûbnü Mûgîre'yı zikretmişlerdir. Dare Kutnî buradaki hatâyı Müs1im'e değil raviierden Muhammed b. Abdil­lâh b. Bezia    nispet etmiştir.

Kaadİ Iyâz dahi: «Muhaddislerce sahîh olan kavle göre bu senetteki ravi Hamzetü'bnü Mugire başka hadislerde ola­caktır. Haraza ile Urve Muğîra 'nın iki oğludurlar. Bu ha­dis onların ikisindende rivayet edilmiştir. Lâkin Bekr b. Abdil­lâh el-Müzenî 'nin rivayeti yalnız Hamzatü'bnü m u -gîredandır. Birde isim zikretmeden İbnü'l-Muğire di­yerek rivayette bulunmuştur. Urve dememiştir. Onun Urve 'den rivayet ettiğini söyleyen hatâ etmiştir. Bekr 'den gelen rivayet te ih­tilaflıdır. Rivayetin birine göre Mu'temir Bekr 'den o da Hasen'den oda İbni Mugire 'dan nakletmiştir. Müslim bu rivayeti zikreder. Başkaları ise; Bekr vasıtası ile Mugira 'dan rivayet etmişlerdir. Dâre Kutnî bununda vehm olduğunu söy­ler» diyor.

Hadis-i Şerif sarık ile mest üzerine meshin" caiz olduğunu bildirmek­tedir. Sarık üzerine mesh meselesi ulemâ arasında ihtilaflıdır. İmam Ahmed b. Hambel'e göre; yalnız sarık üzerine mesh caizdir. Ancak sarığın tam abdestli iken sarılmış olması şarttır. Bunu caiz görme­yenler «Baslarınıza mesh edin.» âyet-i kerimesi ile istidlal ederler. Sa­rık üzerine edilen mesh başa mesh değildir. Ulemâ teyemmümde yüzün üzerindeki örtüye mesh etmenin caiz olmayacağına ittifak etmişlerdir. Başa meshde öyledir Hattabî (319-388) : «Allah başa mesh et­meyi farz kılmıştır. Sarık üzerine meshi bildiren hadis ise; te'vile muh-temildir. Binaenaleyh yakînen malûm olan vazife bırakılıpta ihtimalli ola­nı yapılamaz» demiştir. İbnü'l Münzîr: Ebu Bekr (Radiyallahû anh) m sarığı üzerine mesh ettiğini Ömer, Enes, Ebû Ümâme, Sa'd b. Malik, Ebu'd-Derda ve Ömer b. Abdilâziz (Radiyallahû Anhüm) ile Hasan-ı Bas-ri, Katade,, Mekhul, Evza'î ve Ebu Sevr haze-rat.ının da buna kail olduklarını söylemiştir. Urve, îbrâhîm Nehaî. Şâbi, Kaasim, İmam-ı Mâlik, İmâma Şafiî 've Hanefîler sarık üzerine meshi caiz görmezler. «El-Muğni» nam-ı eserde şöyle deniliyor. «Sarık üzerine meshin iki şartı var­dır.

Biri üst çenenin altına kadar inmesidir. Büyük veya küçük olması­nın farkı yoktur.

İkinci şartı bütün başı kaplamasidır. Bundan ancak âdete göre açıl­ması icab eden kulaklar ve başın ön kısmı gibi yerler müstesnadır. Sarık üzerine mesh ederken başın açık kısımlarını mesh etmekte müstehaptir. İmam Ahmed b. Hambel bunu nassan beyân etmiştir. Ka-lensüve denilen külah üzerine mesih caiz değildir, tbnü'l Münzir : «Külah üzerine meshin caiz olduğunu söyleyen hiç bir kimse bil­miyoruz. Yalnız Ene s (Radiyallahû anh) külahının üzerine mesh etmiş­tir» diyor.

«Alnına ve sarığının üzerine mesh etti.» ifadesi hakkında Nevevî Şunları söylüyor. «Bu hadis bütün başa mesh etmek şart değil, bir kısmına mesh kâfidir diyen ulemâmızın delillerindendir. Zira bütün başa mesh etmek farz olsa Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sarığın üzerine mesh etmekle iktifa eylemezdi. Çünkü; bir uzuvda hem aslı hem bedeli yapmak caiz değildir. Nitekim bir mestin üzerine mesh ederek Öteki ayağı yıkamak da caiz değildir. Başa meshi sarığın üzerin­den tamamlamak İmam-ı Şafiî ile bir cemaata göre müstehaptır. Bu, taharet bütün başı kaplasın diye yapıhr. Sarığın abdestli veya abdest-siz giyilmesinde hükmen bir fark yoktur. Başında külah olan bir kimse onu çıkarmadan alnına mesh etse yine caizdir. Yalnız meshi külahın üzeri-nede yaparak sarıkta olduğu gibi tahareti tamamlamak müstehaptır. Sâde sarığın üzerine mesh eder vebasın hiç bir yerine dokunmazsa bu bizim ulemâmıza göre bilit'.ifak kâfi değildir. Mâlik ile Ebû Hanife 'nin ve ekseri ulemânın mezhebleride budur. İmam-ı Ahmed b. Hambe1 (Rahimehullah) yalnız sarığın üzerine meshi caiz görmüş­tür. Seleften bir cemaatta bu hususta ona muvafakat etmişlerdir.»

Kadının baş örtüsü üzerine mesh etmesi caizmidir değilmidir. Mese­lesi hususunda iki rivayet vardır. Bunlardan birine göre caiz diğerine gö­re caiz değildir. Nâfi', Hammâd b. Ebî Süleyman. Evza'i ve Saîd b. Abdiiaziz: «Başı korumak için sları-lan şey üzerine bilittifak mesh caiz değildir. Bu babta hilaf bilmiyoruz. Çünkü bunu çıkarmak güç değildir.» demişlerdir.

 

Hadis-i Şerif Bir Çok Faideleri İhtiva Etmektedir

 

Şöyleki :

1) Kendinden daha aşağı bir kimseye uyarak namaz kılmak caizdir.

2) Peygamber (Salîaliahii Aleyhi ve Selîem) in  ümmetinden bazı kim­selerin arkasında namaz kuması caizdir.

3) Namazı vaktin evvelinde kılmak efdaldır.

4) İmam vaktin evveline yetişemezse cemaatin aralarından birini imam seçerek namazı kılmaları müstahaptır.

5) Namazın bazı rekâtlarına yetişemiyen kimse imam selâm verdik­ten  sonra kalkarak yetişemediği  rekatları  tamamlıyacaktır. Böylesine mesbûk derler.

6) Mesbûk bütün fiillerinde imâma tâbi' olacaktır.

7) Mesbûk ancak imam selâm verdikten sonra ondan ayrılarak kalan rekatlarını tamamlıyacaktır.

Bu hadiste Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) in H z . Abdurrahman'a o namazı tamamlattığı görülüyor. Halbuki Ebû Bek r(Radiyallahû anh)m mihrabtan çekilerek namaz kıldırmayı kendisi­ne bırakmasını kabul etmişti. Bunun sebebi Abdurrahman (Radiyallahû anh)m bir rekat kıldırmış olmasıdır. Hz. Ebu Bekr ise; namaza yeni niyetlenmişti. Buna namazda istihlâf denilirki; husûsî hallerde imamın namazdan çıkarak yerine arkasındaki saftan birini geçir­mesi demektir. Bu ciheti fıkıh kitaplarından öğrenmelidir.

 

82- (...) Bize Ümeyyetü'bnü Bistam ile Muhammed b. Abdil A'Iâ rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Mu'temir babasından rivayet etti. Demiş-ki: Bana Bekr b. Abdillâh, İbni Muğira'dan, o da babasından, naklen ri­vayet etti ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Mestlerinin üzeri­ne başının ön tarafına ve sarığına mesh etmişler.

 

(...) Bize Muhammed b. Abdil A'lâ'da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'temir babasından o da Bekir'den, o da Hasen'den o da İbni Mugire'-dan, o da babasından o da Peygamb'er (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) den naklen bu hadisin mislini rivayet etti.

 

83- (...)Bize Muhammed b. Beşşar ile Muhammed b. Hatim de hep birden Yahya el-Kattandan rivayet ettiler. İbni Hatim dediki: Bize Yah­ya b. Said Teymi'den, o da Bekr b. Abdillâh'dan, o da ,Hasan'dan, o da Mugiratü'bnü Şu'benin oğlundan o da babasından naklen rivayet etti. Bekir:

— Ben İbni Muğira'dan dinledim ki; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) abdest almış da alnma, sarığına ve mestleri üzerine mesh etmiş dedi.

 

84- (275) Bize Ebu Bekr b. Ebl Şeybe ile Muhammed b. Alâ' dahi rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye rivayet etti. H.

Bize İshak'ta rivayet etti. Dediki bize îsâ b. Yunus haber verdi. Bun­ların ikisi birden A'meş'ten, o da Hakemden, o da Abdurrahman b. EH Leylâ'dan o da Ka'b b. Ucra'dan [87], o da Bilâl'dan naklen rivayet etmiş-lerki: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) mestleri ile sarığı üze­rine mesh etmişler.

İsa'nın hadisinde: «Bana Hakem rivayet etti (Dediki) : Bana Bilâl rivayet etti. Bu hadisi bana Süveyd b. Sa'id de rivayet etti. (Dediki)': Bi­ze Ali yani Abni Müshir, A'meş'ten bu isnadla rivayet etti» ibaresi vardır. Bu hadiste Bilâl:

Resulüllah (Sattallahü Aleyhi ve Seîîem) gördüm» demiştir.

İmam-i Müslim (Rahimehuîîah) bu hadisin sonunda: «İsa'nın hadisinde» diye başlıyarak isnad ilminin bir inceliğine işaret etmiştir. «Filancanın hadisinde» tabiri bu inceliğin esasını teşkil eder. Yani bura­da A'meş biri Ebû Muâvi'ye diğeri İsa b. Yunus olmak üzere iki kişiden rivayet etmektedir. Ebu Muâviye riva­yetinde «A'meş'ten naklen» ifâdesini kullanmış İsa ise: «Ba­na rivayet etti» demiştir. Şüphesiz ki «bana rivayet etti» diyerek nakilde bulunmak «an» edatı ile nakletmekten daha kuvvetlidir. Bâ husus A'meş gibi tedlisle şöhret bulmuş zevat hakkında bu farkı göstermek pek mü­himdir. Yerinde de arz ettiğimiz vecihle tedlis yapan ravinin «haddeseni» diyerek rivayet ettiği hadisi makbuldür. İşte îmam-ı Müslim A'meş 'ten hadisin bu ifadeylede rivayet edildiğini göstererek itiraz kapısını kapamıştır.

Dare Kûtni «Kıtâbu-T ilel» in de Müs1im 'in bu isnadı üzerinde söz etmiş senetteki Bi1â1'in bazı rivayetlerde zikredilmedi-ğini bazılarında ise Bilâl zikredilerek senetten Kâ'b'm düşürül­düğünü diğer bazılarında Bilâl ile İbni Ebi Leylâ ara­sında Berâ'm zikredildiğini fakat ekseriyetin burada Müs1imi n yaptığı şekilde rivayet ettiğini söylemiştir. Bu hadisi bazıları A1i b. Ebi Talip (Radiyallahû arûı) vasıtasiyle Hz. Bilâl 'dan riva­yet etmişlerdir.

Hadîste zikri geçen hımâr esas itibarı ile kadın çemberi, başörtüsü manasma gelirsede burada ondan murâd sarıktır. Sarık ta başı örttüğü için ona hımâr denilmiştir. Hadis-i Şerif yukarıdaki rivayetler gibi mestler­le sarık üzerine mesh edilebileceğini gösteren delillerdendir.

 

24- Mestler Üzerine Meshin Vaktini Tayin Babı

 

85- (276) Bize İshak b. İbrahim el-Hanzalî de rivayet etti. (Dediki) :

Bize Abdürrezak haber verdi. (Dediki) : Bize Sevrî Arar b, Kays el-Mii-Jâî'den [88], o da Hakem b. Uteybe'den, o da Kaasim b. Muhaymire'den, o da Şureyh b. Hânı [89] den naklen haber verdi, Şüreyh şöyle demiş:

— Mest üzerine mesh meselesini sormak için Aişe'ye geldim. (Bana):

  İbni Ebî Talib'e gitte ona sor.    Çünkü o Resulüllah       (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile birlikte sefer ediyordu dedi. Bizde ona sorduk.

  Resulüllah  (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) misafir İçin üç gün üç ge­ceyi, Mukim içinde bir gün bir geceyi müddet tayin etti» dedi,

Şureyh : «Süfyan Amr'i andıkça onu medih ederdi, demiş.

 

(...) Bize tshak da rivayet etti (Dediki) : Bize Zekeriyyâ b. Adiy, Ubeydullah b. Amr'dan, o da Zeyd b. Ebi Üneyse' [90] den, o da Hakem­den bu isnadla bu hadisin mislini haber   verdi.

 

(...) Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dediki) : Bize Ebû Mua-viye, A'meş'den, o da Hakem'den o da Kaasim b. Muhaymire'den, o da Şu­reyh b. Hâni'den naklen rivayet etdi, şöyle demiş:

Aişe'ye mestler üzerine mesih meselesini sordum da : — Ali'ye git!.. Çünkü o bunu benden daha iyi bilir; dedi. Ben de Ali'ye gittim... Şüreyh (Radiyallahû anh) Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den bu hadisin mislini rivayet etmiş...

Hadis-i Şerif mest üzerine meshin müddetini beyân etmektedir. Mes-hin müddeti misafir için üç gün üç gece mukim içinde bir gün bir gecedir. E bu   Hanîfe,   Şafiî   ve   Ahmed   b.   Hanbel hazerâtı ile as-hâb-ı kiramın ve onlardan sonra gelen ulemânın cumhuru buna kaildirler. İmam-ı Mâlikten   rivayet   olunan meşhur kavle göre meshin müddeti yoktur. Bir kavle göre meshin müddeti Cuma'dan Cuma'yadır. Yalnız cünüp olursa; mestleri çıkarır.  İmam-ı   Şafiî 'nin de eski­den buna kail olduğu söylenir. Malik (Rahimehullah)   in delili Ebul mâre hadisidir.  Ebû   Dâvûd'la başkalarının tahric ettikleri bu hadîs bütün hadis ulemâsmca; zayıftır.

Müddetin iptidası Şâfiî'lerle Hanefîlere ve diğer bir çok ulemâya göre mestleri giydikten sonra ilk hades yani abdest bozma za­manıdır. Çünkü meshe ihtiyaç o zaman başlar. Hadîs sîga itibarı ile umûm ifâde edersede Safvân b. Gassal (Radiyallahû anh) hadîsi ile tahsis edilmiş; cünüp olanın hükmü ondan çıkarılmıştır. Mezkûr hadiste Safvan (Radiyallahû anh) «Bize Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) misafir olduğumuz zaman cünüplük müstesna olmak üzere üç gün üç ge­ce mestlerimizi çıkarmamayı emir buyurdu» demiştir. Şu halde cünüplük-ten dolayı mest üzerine mesh edilemez mest üzerine mesh kıyasa muha­lif olarak nasla sabit olduğu için abdeste de kıyas dilemez. Binaenaleyh bir kimse mestlerini tam taharet üzere giydikten sonra cünüp olsa artık onların üzerine mesh edemez bu hususta misafirle mukîmin hükmü bir­dir.

Hadis-i Şerif meshin müddetinden mâda büyük bir edep ve nezaketi tâlim etmektedir, ki o da Hz. Aişe(Radiyallahû Anhâ) nın mesh müd­detini kendisine soranı Hz. Ali (Radiyallahû anh) a gÖndermesicür. Ulemâ bununla istidlal ederek muhaddis muallim ve müftü gibi bir zata şer'i bir mesele sorulurda kendinden daha ehliyetli biri bulunursa soranı ona göndermenin müstahab olduğunu söylemişlerdir. Sorulan meseleyi bilmeyen: «Ben onu filâna sorar sana söylerim» demelidir.

İbni Abdilber: «Bu hadisin merfu' veya. Hz, A1i'ye mevkuf olduğunda raviler ihtilâf etmiştir. Merfu olarak rivayet, edenler daha belleyişli ve daha mazbuttırlar» demiştir.

 

25- Bütün Namazları Bir Abdestle Kılmanın Cevazı Babı

 

86- (277) Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (De­diki) : Bize babam rivayet etti. (Dediki) : Bize Süfyan Alkamatü'bnü Mersed'den rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dediki) : Bize Yahya b. Said süfyandan rivayet etti; Demiş ki   Bana Alkametü'bnü

Mersed, [91] Süleyman b. Büreyde, [92] den, o da babasından naklen ri­vayet ettîki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fetih günü bütün namazları bir abdestle kılmış ve mestlerinin üzerine mesh eylemiş. Ömer kendilerine: Vallahi sen bugün şimdiye kadar yapmadığın bir şeyi yap­tın demiş. ResulÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Ben bunu kasten yaptım ya Ömer.»  buyurmuşlar.

 

Hadisi Şerif Bir Abdestle Bir Çok Namazların Kılınabileceğine Delildir. ve Bir Kaç Nevi Hüküm İfade Etmektedir.  Şöyleki:

 

1- Mest üzerine mesh caizdir.

2- Farz ve nafile birçok namazları bir abdestle kılmak caizdir. Bu hususda sözlerine itimad edilen ulemâ müttefiktirler. Yalnız   Ebû Câferi Tahâvî ile İbni Battal Buhârî şerhinde, bir ta­kım ulemânın her namaz için abdestli olana bile yeniden abdest almak farzdır, dediklerini nakletmişlerdir. Bunların delili abdest ayetinde:

«Namaza kalkmak istediğiniz vakit yüzlerinizi yıkayın...» buyurulmuş olmasıdır.

Fakat Nevevî: «Bu mezhebin hiçbir kimseden sahih olarak nekledildiğini bilmiyorum. İhtimal bunlar her namaz için yeni abdest al­manın müstahab olduğunu söylemek istemişlerdir.» diyor.

Cumhurun delili; sahih hadislerdir ki, onlardan biri de izahı sadedin­de bulunduğumuz bu hadîstir. Buhârî'de Hz. Enes (Radiyallahû anh)   dan şu hadîs rivayet edilmiştir:

«ResulÜllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her namaz için abdest alır­dı. Bizden herhangi birimize abdestini bozmadıkça bir abdest yeterdi.»

Yine Sahih-i Buharîde Süveyd b. Nu'mandan Re­sulÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ikindi namazını kıldıktan sonra karıştırma yediği sonra abdest tazelemeden akşam namazı kıldığı rivayet edilmiştir. Bu mânâda hadîsler çoktur. Arafat ile Müzdelifede iki namazı birden kıldığını, Hendek harbinde kazaya kalan beş vakit namazı hep birden kaza ettiğini bildiren hadisler de buna delildir.

Abdest ayetine gelince; ondan murad: Namaza kalktığınız vakit abdestiniz yoksa abdest alın. demektir. Bazıları bu ayetin her namaz için yeni abdest almayı icap ettiğini fakat sonradan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)m fi'ili ile nesh olunduğunu söylemişlersede bu kavil pek zayıftır. Ayet-i kerime mensûh değildir.

Ulemâ abdestli olan bir kimsenin her namaz için abdest tazelemesinin müstahab olduğunu söylemişlerdir. Abdest tazelemenin kimlere müstahab olduğu hususunda birkaç kavil vardır.

a) Farz veya nafile namaz kılmış olan kimseye abdest tazelemek müstehaptır.

b) Yalnız farz kılmış olana müstahaptır.

c) Mushafı ele almak ve secde-i tilâvet yapmak gibi abdestsiz caiz 'olmayacak bir şey yapana abdest tazelemek müstahaptır.

d) Abdestiyle hiçbir şey yapmamış bile olsa; üzerinden biraz vakit geçmiş bulunan kimsenin abdestini tazelemesi müstahaptır. Sahih ve meşhur olan mezhebe göre; böylesine abdest tazelemek müstahap değil­dir. Teyemmümün dahi tazelenmesinin müstahap olup olmadığı hususun­da iki kavil vardır. Meşhur olan kavle göre müstahab değildir. Teyem­mümün tazelenmesi hasta yaralı ve emsali mahzurlar hakkında tasavvur olunabilir. Çünkü bunlar su bulunduğu halde teyemmümle namaz kıl­maya me'zundurlar.

3- Hz. Ömer(Radiyallahû anh)m Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellerh)e: «Bugün şimdiye kadar hiç yapmadığın bir işi yaptın» de­mesi Resul-u Ekremin efdal ile amel ederek her namaz için abdest al­maya devam ettiğini gösterir. O gün ise; bir abdestle bir kaç namazın kılınması caiz olduğunu göstermek için öyle hareket etmiştir.   Hz. Ömere:  «Ben bunu kasten yaptım ya Ömer!» buyurması bunun en sarîh ifadesidir.

4- Bir kimse kendinden faziletçe daha üstün olan bir zatın bazı amellerini âdete muhalif görerek «bunu niçin yaptın» diye sorabiUr. Çün­kü bunları unutarak yapmış olması ihtimali vardır. Bu takdirde sualden mütenebbih olur o işi bir daha yapmaz. Bazende soranın bilmediği gizli bir mânâdan dolayı kasten yapmış olabilir. O zamanda sebebini izah edince soran kimse müstefîd olur.

 

26- Abdest Alanın ve Başka Bir Kimsenin Pislendiği Şüpheli Olan Elini Üç Defa, Yıkamadan Kaba Daldırmasının Keraheti Babı

 

87- (278) Bize Nasr b. Ali el-Cehdamî ile Hâmid b. Ömer el-Bek-râvi [93] de rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Bişr b. el- Müfaddal Halid'den, o da Abdullah b. Şâkiktan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet, etti ki: Peygamber

«Biriniz uykudan uyandı mı elini üç defa yıkamadan kaba daldırma­sın. Çünkü elinin nerede gecelediğini bilmez.»  buyurmuşlar.

 

(...) Bize Ebû Küreyb ile Ebû Saîd el-Eşecc rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Vekî rivayet etti. H.

Bize yine Ebû Küreyb rivayet etti. (Dediki) : Bize Ebû Muâvİye ri­vayet etti. Vekî' iie Ebû Muâviye'nin ikisi birden, A'meş'den, o da Ebû Rezîn  [94]  ile Ebû Sâlih'den, onlar da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etmiştir.

Ebû Muâviye hadisinde: «Resulüllah, (SaUaUahü Aleyhi ve Seîlem) buyurdu dedi.» Vekî' hadisinde ise «hadisin mislini re'f ederek dediki:» iba­releri vardır.

 

(...) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Amrun-Nâkıd ve Züheyr b. Harb da rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyan b. Uyeyne, Zührî'den, o da Ebu Seleme'den naklen rivayet etti. H.

Bana bu hadisi Muhammed b. Rafi'de rivayet etti. (Dediki) : Bize Abdürrezzak rivayet etti. (Dediki) : Bize Ma'nıer, Zührî'den, o da İbni'l-Müseyyebden naklen haber verdi. Ebû Seleme ile İbnü'l-MÜseyyebin ikisi birden Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) den naklen bu hadisin mislini rivayet etmişler.

 

88- (...) Bana Selemetü'bnü Şebib de rivayet etti. Dedi ki: Bize Hasan b. A'yen rivayet etti. (Dediki) : Bize Ma'kil, Ebu'z-Zübeyr'den, o da Cabir'den, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet ettiki Ebû Hüreyre Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) in :

«Biriniz  uykudan  uyandı    elini  kabına  kaldırmadan  hemen  onun üzerine üç defa su döksün. Çünkü elinin nerede gecelediğini bilmez.» buyurduğunu Câbire haber vermiş.

 

(...) Bize Kuteybetü'bnü Saîd de rivayet etti. (Dediki) : Bize Mu-ğira [95] yani Hizâmî, Ebu'z-Zinâd'dan, o da A'raç'tan, o da Ebu Hüreyre'­den naklen rivayet etti. H.

Bize Nasr b. Aliy'de rivayet etti. (Dediki) : Bize Abdul A'la, Hişam-dan, oda Muhammed'den, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. H.

Bana Ebu Kuteyb'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid yani İbni Mahled, Muhammet! b. Ca'ferden, o da Alâ'dan, o da babasından o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. H.

Bize Mulıammed b, Rafi'de rivayet etti. (Dediki) : Bize Abdürrezzâk rivayet etti. (Dediki) : Bize Ma'mer, Hemmam b. Münebbih'ten, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dediki) : Bize Muham-med b. Bekr rivayet etti. H.

Bize Hulvânî ile İbni Râfi' dahi rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Ab­dürrezzâk rivayet etti, Ikiside dediler ki: Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dediki) : Bana Ziyâd haber verdi. Ona da Abdurrahman b. Zeyd'in âzâd-lısı Sabit haber vermiş. Bütün bu râvîlerin rivayetlerine göre Sabit Ebû Hüreyreyi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den bu hadisi riva­yet ederken dinlemiş.

Bu râvilerİn hepsi hadisi:

«Elini kaba daldırmadan önce yıkamadan...» diyerek rivayet etmişler. «Uç def a... »tâbirini hiç biri söylememiştir. Yalnız yukarıda arz ettiğimiz Câbir, İbnü'I - Müseyyeb, Ebû Seleme,   Abdullah b. Şakîk, Ebu Salih ve Ebu Rezîn rivayetleri müstesna. Çünkü onların hadislerinde   «üç defa» tabiri zikredilmiştir.

Bu hadîsi bütün kütübü sitte sahipleri yani Buhârî Müslim Ebû Dâvûd, Tirmîzî, Nesaî (215-303) ve İbni Mâce muhtelif râvîlerden muhtelif lâfızlarla tahriç ettikleri gibi» Tahâ vî «Maâni'l-Asar» nâm eserinde   Dâre   Kutnî   de    «EI-Evsat»ında tahric etmiş;    Beyhakî, İbni Adiy ve İbni Ebî Ha­tim gibi zevatta onu rivayet etmişlerdir.

Müs1im'in de işaret ettiği gibi rivayetlerin bazısında «üç defa» kaydı yoktur. Bazılarında kaba daldırmazdan önce besmele çekileceği de zikredilmiştir. İbni Adiy 'yin Hasan-ı Basrî vasıtasiyle Ebû    Hüreyre (Radiyallahû anh) dan tahriç etliği merfû rivayette:

«Eğer elini yıkamadan kaba daldmrsa o suyu döksün.» Duyurulmuştur.

Hadisin ekseri rivayetleri Ebû Hüreyre (RadiyaUahû anh) dan gelmekle beraber onu Cabir ve İbni Ömer (Radıyailahu Anhüma) dahi rivayet etmişlerdir. Câbir rivayetinde Resulül1ah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Biriniz gece uykusundan uyandığı vakit abdest almak isterse etini yıkamadan hemen kaba daldırmasın. Çünkü elinin nerede gecelediğini ve onu nereye koyduğunu bilemez.»   buyurmuştur.

Bu hadîsi güzel bir isnadla İbni Ömer hadisini de Dare-kutnî şu lâfızlarla rivayet eder. İbni Ömer demiş ki: Resulül-lah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Biriniz uykusundan uyandığı vakit elini üç defa yıkamadıkça onu hemen kabın içine daldırmasın; çünkü elinin vücudunun neresinde gece­lediğini yahut nerede dolaştığını bilmez.»   buyurdular.

Bunun üzerine bir zât   İbni   Ömere:

  «Ya elimi bir havuza daldırırsam ne buyurursun?» demiş îbni Ömer   ona taş atarak:

   «Ben  sana  Resulüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den  hadîs  ri­vayet ediyorum sen bana ya elimi bir havuza daldirsam ne buyurursun diyorsun. Cevabını vermiştir. Bu hadisin isnadıda güzeldir.     Böyle bir hadisi   Ebu'z. Zübeyr   Aiş e (Radıyailahu Anhâ) dan da Merfü olarak rivayet etmiştir.

Hadîsin muhtelif rivayetlerinin bazılarında «Elini kaba sokmadan.» diğer bazılarında «Elinİ kaba daldırmadan.» hatta Bezzârın ri­vayetinde kelimenin sonuna te'kid nûnu getirilerek «Elini katiyyen kaba daldırmadan.» denilmiştir. Burada daldırmak tâbiri elini sokmak­tan daha vazıh görülmüştür. Çünkü mutlak surette eli kaba daldırmaya kerahet terettüp etmez. Elinde maşraba veya bardak gibi bir şey olurda suyu onunla alır. Bu surette eli kaba daldırmak tahakkuk e'der fakat ke­rahet yoktur.

Beyzâvî   diyorki: Bu sözde yıkama emrinin verilmesine; necâset ihtimalinin sebep olduğuna işaret vardır. Çünkü sâri' hazretleri bir hüküm beyan ederde arkasından bir illet gösterirse bu o hükme o illetin sebep olduğuna delildir.»   «Çünkü elinin nerede gecelediğini bilmez.»

cümlesi hakkında Nevevî şunları söylemiştir.

îmam-ı Şafiî ile diğer ulemânın beyânına göre Hicaz'lılar taşla ta-haretlenirlerdi. Onların memleketi sıcaktır. Bir hangisi uyudumu terler ve uyku halinde elini o pis yere yahud bir yara vesaire üzerine götüre­bilir. Elleri yıkama emri bundan dolayı verilmiştir.

 

Hadisi Şeriften Aşağıdaki Hükümler Çıkarılmıştır.

 

1- Abdeste başlamazdan önce elleri yıkamak sünnettir. Bu şöyle izah olunur. Hadisin evvelinde elleri yıkamadan kaba daldırmak nehiy buyurulmuştur. Bu onları yıkamanın farz olduğunu gösterir. Fakat so­nunda ta'lil yani: ellerinin nerede gecelediğini     bilmez cümlesi, el yı­kamanın müstahab olmasını iktiza eder. Bu suretle farziyet hükmü kal­kınca el    yıkamanın sünnet    olduğu sübut bulur.    Zira sünnet    vacîb'-den daha aşağı mertebededir. Hattâbî buradaki emrin müstahab manâsı ifade ettiğini söylemiştir. Çünkü   Resulüllah    (Salktllahü Aleyhi ve Selîem)     hükmü şüpheye bağlamıştır. Şüphe arzeden bir emir farziyet ifa­de edemez suda asıl olan onun temizliğidir. İnsanın bedeni hakkında hü­kümde böyledir. Bir şeyin temizliği yakmen sabit olduktan sonra şüpheli bir emirle o yakın zail olamaz. Filvaki' ekseriyetle ulemâ buradaki yıka­ma emrini istihbab mânâsına almışlardır.    Binaenaleyh abdest almazdan Önce elleri yıkamak onlara göre müstahap olduğundan bir kimse abdest al­mazdan Önce elini kaba daldırsa o su temizdir. Meğer ki; elinde necaset bulunduğu yakmen malûm, ola.   Ubeyde,   İbni   Şirin. İb­rahim Nehaî, Said  b. Cübeyr, Salim, Bera' b. Âzibve A'meş (Rahimehûmûlkth) hazeratmın mezhebleri  budur: Gündüz uykudan uyanan hakkında, ihtilâf vardır. Hasan-ı Basrîye göre elini kaba daldırma hususunda gece ile gündüz uykusu ara­sında fark yoktur. îmâm-ı Ahmed b. Hambel gündüz uy­kusu hakkında teshilât göstermiş gece uykusundan uyandıktan sonra el­leri yıkamadan kaba daldırmayı men etmiştir. Davud-u Zahi­rî   ile   Taberî   abdestten Önce eller yıkanmasa bile onların üzerine su dökmek farzdır, demişlerdir. İbni Hazm   dahi buna kail olarak: «Uyku ile abdest arasında zaman geçsin geçmesin hüküm birdir» demiş­tir.   İbnü'l   Kaasim   elleri yıkamanın ibadet olduğuna kaildir.

İbni Büreyde 'nin «el-Ahkâm» nâm eserinde şöyle denilmekte­dir: «Fukaha kaba daldırmazdan önce elleri yıkamanın hükmünde ihti­lâf etmişlerdir. Bir cemaata göre bu abdestin sünnetlerindendir. Müsta­hap diyenler de vardır.

Bazıları mutlak surette farzdır demişlerdir. Dâvud-u Zahi-r î ile arkadaşlarının mezhebi budur. Bir takımları gece uykusundan uyanınca elleri yıkamak farz gündüz uykusundan sonra farz değildir de­mişlerdir. İmam Ahmed 'in mezhebi de budur. Ellerin beraber-mi yoksa ayrı ayrımı yıkanacağı hususunda iki kavil vardır. Bu babtaki ihtilâf hadisin lâfızlarından neş'et etmiştir. Hadisin bazı tariklerinde: «Ellerini ikişer defa yıkadı» denilmektedir. Bu onların ayrı ayrı yıkan­masını iktizâ eder. Bazı rivayetlerinde İse: «Ellerini iki defa yıkadı» de­niliyor. Bu da beraber yıkamış olmasını iktiza eder.

2- Elleri yıkamadan kaba    daldırmak mutlak surette mekruhtur. İmâm-ı Ahmed   gündüz uykusunu istisna etmiş onda bu kerahe­tin mevcut olmadığını söylemiştir. Delili   Resulüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

«Çünkü elinin nerede gecelediğini bilemez.»  hadisidir.

Gecelemek gece uykusuna mahsustur. Birde insan gündüzün uyur­ken gece uykusunda olduğu gibi açılıp saçılmaz. İmam-ı Neve-v î diyorki: «Bizim mezhebimize göre bu hüküm uykudan uyanana bile mahsus değildir. Elleri yıkama hususunda muteber olan onlara necaset bulaşıp bulaşmadığında şüphe etmektir. Böyle bir şüphe varsa uykudan uyansın uyanmasın ellerini yıkamak müstahap olur. Çünkü Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem):

«Elinin nerede gecelediğini bilemez.» sözüyle bu işin illetine ten-bih buyurmuştur.

Bu sözün mânâsı «eline necaset bulaşmadığından emin değildir.» de­mektir. Necaset bulaşması ihtimali ise; yalnız uyku haline mahsus de­ğil her zamana âmm ve şâmildir.

3- Hadiste zikri geçen kaptan murad: Maşraba gibi küçük kap ya­hut yanında maşrabası bulunan büyük küb olabilir. Kap büyük olurda ondan su almak için başka küçük kap yoksa o zaman hadisteki nehiy mü­balağalı şekilde daldırmasın mânâsına hamlolunur. Meselâ sol elinin par­maklarını  bir araya  toplayarak avucunu  daldırmamak  şartıyle  kaptan su alarak sağ eline dökse ve parmaklarını birbirine oğuşturarak yıkasa sol elini de aynı şekilde sağ eliyle dökerek yıkasa caizdir.   Hanefîy-y e 'nin mezhebi budur. Burada Nevevî şunları söylüyor. «Amma su dökülmesi mümkün olmayacak büyük bir kapta olurda ona daldıracak başka küçük kap ta bulunmazsa bu surette elleri yıkamanın yolu o kaptan ağzıyla su alarak elerini yıkamaktır. Elbisesinin kenarıyla su al­mak veya başkasının yardımını istemekte caizdir.»

Aynî Nevevî 'nin bu sözüne karşı «bu kimsenin ağzıysa su alamadığını, elbisesinin temizliğine itimad edemediğini ve yardım istiye-cek bir kimse bulamadığını farz edersek o kimse ne yapacaktır?» diyor. Ve Hanefîlerin mezhebinin daha geniş ve daha güzel olduğunu söylüyor.

4- Az suya düşen necaset  onun vasıflarından birini değiştirmese de suyu pisler, iki külle yani iki küp suya düşen az necaset suyun vas­fını değiştirraesede onu   pisler diyen   Hanefîlerin   bu babta en kuvvetli delillerinden biri budur. Pislememiş olsa elleri kaba daldırmak­tan men etmenin bir faydası kalmazdı.

5- Pislikleri üç defa yıkamak müstahaptır. Zira pislendiği şüphe edilen ellerin üç defa yıkanması emr edilince pislendiği muhakkak olan şeylerin yıkanması evleviyette kalır. Üçten fazla ise; yalnız köpeğin ağ­zını soktuğu şeyler hakkında vârid olmuştur. Bunun hükmü inşaattan ile­ride gelecektir.

6- Pislendiği şüphe  edilen şeyleri üç defa yıkamak müstehaptır.

Üzerlerine yalnız su serpmek kafi gelmez. Çünkü Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yıkamayı emr etmiş su serpmeyi söylememiştir.

7- İbâdetler hususunda ihtiyata riâyet etmek müstehaptır.

8- Suya necaset düşmekle bil icma' su pis olur. Şayet pis bir şeyin üzerine su atılırsa   İmam-ı   Şafiî'ye göre hüküm başkadır. Ne­vevî  diyorki:    Pislik üzerine su atılması ile suya pislik atılmasının farkı vardır: Pislik suya düşerse onu pisler. Su pisliğin üzerine düşerse o pisliği izale eder. Bunun izahı şudur. Resulu1lah     (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in elleri yıkamadan kaba daldırmaktan men etmesi pis olmamaları ihtimaline mebriîdir. Bu da suya düşen necasetin suyu pisle­miş olmasını iktiza eder. Kaba daldırmadan  ellerin  yıkanmasını  emir buyurması temizlik içindir. Bu şekilde suyun ellere değmesi sırf oraya değmekle pislenmemesini iktizâ eder, aksi takdirde temizlemekten rnak-sat hâsıl olmaz.»

Pislik üzerine düşen suyun onu temizlemesi hususunda Hanefî-ler de Şafiî 'lerle beraber iselerde;. onlara göre pisliği temizleyen, su artık pis olur.

Yine Nevevî: «Bu hadiste az suya düşen necasetin onu pisledi­ğine delâlet vardır.» demiştir.

9- Müstehcen sayılan yerlerde kinaye sözler kullanmak müstehap­tır.     Onun içindir ki    Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Elinin nerede gecelediğini bitemez.» demekle iktifa etmiş «belki eli dübürüne veya zekerine yahut necasete değmiştir.» dememiştir. Çünkü onun söylediği cümlede bu mâna vardır. Ancak kinaye tarikiyle söylemek kinayeden maksadı anlayanlara göredir. Kinayeden anlama­yanlara maksadı açık söylemek icab eder. Bazı hadislerde adeten müs­tehcen sayılan şeylerin sarahaten zikredilmesi bundandır.

10- Hadis-i Şerifte kab kelimesi mutlak zikredilmişsede ondan mu­radın su kabı olduğu karine ile anlaşılmıştır. Çünkü hadiste abdestten bahsedilmektedir. Bununla beraber  suyla  sair mâyiat  arasında hüküm itibarı ile bir fark yoktur.

11- Taşlarla yapılan istincanın yeri temizlenmez. Orada az miktar­da necaset kalırsada namaz hakkında bu kadarcığı affolunmuştur.    Ama silinen İstinca yeri ıslamrda elbiseye bulaşırsa o elbise pis olur. Buna çok dikkat etmeli ve su ile taharetlenildiği zaman dahî temiz bir kuru bezle silinmelidir.

12- Elleri yıkamak mutlak zikredildiği için elin bağlı bağsız, eldi­venli eldivensiz, her şekline şâmildir. Yani eller mutlak surette yıkana-caktır.

13- Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in «biriniz» diye hitâb buyurması âkil baliğ olan müslümanlara aiddir.  Uykudan uyanan kimse sabîy veya mecnûn yahut kâfir ise; onlar hakkında iki ka­vil vardır. Bir kavle göre; bunlar da âkil baliğ müslüman gibidirler. Bi­naenaleyh elerini yıkayacaklardır. İkinci kavle göre; bunların su kabına ellerini sokmalanyle su neics olmaza Çünkü daldırmanın memnu oluşu ancak hitapla sübut bulur. Bunlar hakkında ise hitap yoktur.

14- Hadiste «sizden birijıiz»  denilerek uykunun ümmete izafe edilmesi    Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUew)in uykusunu hü­kümden hariç bırakmıştır. Çünkü onun gözleri uyur; kalbi uyumazdı.

15- Uykunun tasrîh buyurulması gaflet ye dalgınlık gibi şeylerin uyku hükmünde olmadığını ifade eder.

16- Ellerin niçin yıkanması emredildiği ihtilaflıdır. Bazılarına gö­re emrin illeti pislik diğer bazılarına göre teabbud yâni kulluk icabıdır. Cumhura göre; buradaki  emir necaset ihtimalinden  dolayıdır.     Bunun muktezâsida necaset hususunda şüpheye düşeni bu hükme ilhak etmek­tir. Yani elinin nerede gecelediğini bilen meselâ: Eline kalın eldiven giye­rek uykuya yatan kimse o halde uyanırsa elini yıkamadan abdeste baş­laması mekruh değildir. Bununla beraber yinede müstehaptır. Nitekim uyanık kimsenin hükmüde budur. İmam-ı   Ma1ik'in de dahil bulunduğu bir cemaata göre buradaki emir teabbüd içindir. Onlara göre ellerinin necis olduğunda şüphe edenle etmeyen müsavidir.

17- Bâzılarına göre bu hadis uykunun abdesti bozduğuna delildir.

18- Bu hadîs zekere dokunmak abdesti  bozar     diyenlerin  kavlini takviye eder. Bu kavli    Ebû   Âvâne    Süf yan    b.    Uyeyne'-den rivayet etmişsede mezkûr kavil pek zaif görülmüştür.

19- Şafiî 'lerden bâzısına göre az suya el sokmakla o su müsta'-mel olmaz yeter ki; abdest için elini sokmuş olsun. Bu kavil dahi zaîf gö­rülmüştür.

 

27- Köpeğin Kabı Yalanmasının Hükmü Babı

 

89- (279) Bana Alî b. Hucr es-Sa'dî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Alî b. Müshir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş Ebu Rezîn ile Ebû Sa­lih'ten, onlarda Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şöy­le demiş: Kesulüllah (Sallalkthü Aleyhi ve Selîem) :

«Birinizin kabına köpek ağzını sokarsa onu hemen döksün. Sonra onu yedi defa yıkasın.»   buyurdular.

 

(...) Bana Muhammed b. Sabbah'ta rivayet etti. Dedi ki: Bize İsmail b. Zekeriyya A'meş'den bu isnadla bu hadisin mislini rivayet etti.

Ama «onu döksün»   demedi.

 

90- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlike Ebu'z- Zinâd'dan duyduğum, onunda A'ractan, onunda Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ettiği şu hadisi okudum.

Resulüllah   (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem):

«Birinizin kabından köpek içti mi onu hemen yedi defa yıkasın.» buyurmuşlar.

 

91- (...) Bize Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îs-mail b. İbrahim, Hişâm b. Hassan'dan, o da Muhammed b. Sîrîn'den o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş. Resulüllah (Salîallahü A leyhi ve Sellem) :

«Birinizin kabına köpek ağzını soktuğu vakit o kabın temizliği birin­cisi toprakla olmak şartıyla onu yedi defa yıkamasidir.»  buyurdular.

 

92- (...) Bize Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrezzâk rivayet etti. Dediki Bize Ma'mer Hemmâm b. Münebbih'ten ri­vayet  etti.  Hemmam:     Bize  Ebu  Hüreyre'nin     Muhammed  Resulüllah

(Salîallahü Aleyhi ve Sellem)den  rivayet ettiği  budur diyerek bir takım hadisler zikretmiş. Ez Cümle Resulüllah  (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) :

«Köpek yaladığı vakit sizden birinizin kabının temizliği onu yedi de­fa yıkamasiyledir.» Buyurdu» demiş.

 

93- (280) Bize Ubeydullah b. Muaz'da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dediki) : Bize Şu'be, Ebu't, Teyyah' [96] dan riva­yet etti. O da mutarrif b. Abdillâhı [97] İbni Mugaffel' [98] den naklen ri­vayet ederken işitmiş.

İbni Mügaffel :

«Resulullâh (Saîlallahü Aleyhi ve Seîlem)köpekleri öldürmeyi emret­ti. Sonra:

«Onların köpeklerle ne işi var?» buyurdu. Sonra av köpeği ile ço­ban köpeğine ruhsat verdi ve

«Köpek bir kabı yalarsa onu hemen yedi defa yıkayın, sekizincide toprakla ovalayın.»  buyurdular demiş.

 

(...) Bu hadisi bana Yahya b. Habib El - Harisi de rivayet etti. (Dedi) ki) : Bize Hâlid Yani İbni'l - Haris rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saİd rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. VelMF dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muham­med b. Ca'fer rivayet etti. Bh râvilerin hepsi Şu'be'den bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. Şu kadar var kî Yahya b. Said'in ri­vayetinde:

«Çoban köpeği ile av ve ziraaf köpeği hakkında ruhsat verdi.» Ziyâdesi vardır. Rivayette Yahya'dan  başka     «ekin»  kaydını  zikreden yoktur.

Bu hadîsi Buharı, Müslim; Ebû Dâvûd ve Tirmîzî Taharet bahsinin muhtelif yerlerinde biraz lâfız farkiyle müte-addid râvİIerden tahriç etmişlerdir. Hadîs-i şerif muhtelif rivayetleri ile köpeğin yaladığı veya içinden bir şey içtiği kabın hükmünü bildirmekte­dir.

Vülûğ: Dilinin kenarı ile içmek demektir. Bâzı rivayetlerde bunun yerine içmek tabiri kullanılmıştır.

 

Hadisi Şerifin Muhtalif Rivayetlerinden Aşağıdaki Hükümler Çıkarılmıştır.

 

1- Bu hadis köpeğin necis olduğuna delildir. Çünkü bir şeyin temiz­lenmesi ya hades yahut necaset sebebiyle lâzım olur. Burada hades di­ye bir şey yoktur. Binaenaleyh köpeğin yaladığı kap salyası necis olduğu için yıkanır.

2- Köpeğin yaladığı kap pistir. Bu hususta av ve çoban köpeği ile sair köpeklerin arasında fark yoktur. Köpeğin temiz olup olmaması hu­susunda   Mâlikîlerden   dört kavil rivayet olunur. Birinci! kavle göre; köpek temizdir. İkinci kavle göre; necistir. Üçüncü kavle göre; ev­lerde beslenmesine ruhsat verilen köpeğin artığı temizdir. Şâir köpeklerin artığı ise necistir. Dördüncü kavle göre; ev köpeği ile yaban köpeğinin farkı vardır. Râfiî:  «İmam-ı Malike göre köpeğin yaladığı kaptan başkasını yıkamak lâzım değildir.    Çünkü Mâlik'e göre köpek temizdir. Onun yaladığı kabı yıkamak teabdüdîdir» demiştir. Hattâbî ise: «Köpeğin suyu içtiği dilinin necis olduğu sabit olunca; diğer uzuvlarınm-da dili hükmünde olduğu anlaşılır.    Binaenaleyh köpeğin    bedeninden hangi cüz'ü bir şey'e temas ederse onu yıkamak vacip,olur'.» demektedir.

3- İçinde pis su bulunan kabı yıkamak vâcib olur.

4- Kirmanı 'ye göre bu hadis köpeği satmanın-haram olduğu­na delâlet eder. Çünkü köpek necis-i ayn yani kendisi necis olan bir hayvandır. Binaenaleyh o da sair necasetler hükmündedir. Fakat Kİrmâ-ni'nin bu sözüne   Hanefî 'lerden   Aynî   itiraz etmiş ve şunları söylemiştir: «Bizim Ulemâmıza göre köpeği satmak caizdir. Çünkü evleri korumak ve avlanmak hususunda ondan istifâdeye şer'an ruhsat veril­miştir.» Vakıa bir zamanlar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)   kö­peği satmaktan men etmişti. Fakat o zaman köpekten ne suretle olursa olsun istifade etmek haramdı. Sonra'dan av ve bekçilik hususlarında on­dan istifâdeye ruhsat verildi.

Tahavî'nin   Amr b. Şuayb   tarikiyle   Abdullah   b. Ömer (Radiyallahu anhümâ) dan rivayet ettiği bir hadiste: «İbni Ömer bir adamın Öldürdüğü bir av köpeği için kırk dirhem, çoban köpeği içinde bir kaç para kıymet takdir etti» denilmektedir. Yine İbni Ömer (Radiyallahû anh) m «köpeğin satış bedelini almakta bir beis yoktur.» de­diği rivayet olunur. Bu babta Hz. Osman (Radiyallahû anh) tan da rivayet vardır.

5- Bu hadisle Şafiî 'ler köpeğin yaladığı kabın yedi defa yı­kanmasının vacip olduğuna istidlal ederler. Onlarca köpeğin bir kabı ya1 aması veya içinden bir şey içmesiyle onun bevlî, tersi, ter ve kanı ara­sında hiç bir fark görmezler. Bir kaç köpek bir kabı yahut bir köpek bir kabı birkaç defa yalasa bu hususta Şafiî 'lerden üç kavil vardır. Bunların sahih olanına göre; kabı yedi defa yıkamak hepsi için kâfidir. İkinci kavle; göre; her köpek için o kap yedi defa yıkanır. Üçüncü kavle; göre; bir köpeğin birkaç defa yaladığı kap için yedi defa yıkamak kâfi fakat birkaç köpeğin yaladığı kap her köpek için yedi defa yıkanır. Kö­peğin yaladığı kaba başka bir necaset, düşse yedi defa yıkamak her ikisi için kâfidir.

6- Hadîsin bâzı rivayetlerinde köpeğin yaladığı kabın yedi defa yı­kanacağı diğer bazı rivayetlerinde yedi defa yıkanması, fakat birincide toprakla ovulması, başka bir rivayette birinci veya sonuncu defada top­rakla daha başka bir rivayetinde yedincide toprakla ovulması hjr riva­yetinde de yedi defa yıkanıp sekizincide toprakla oğulması emir buyu-rulmuştur.

Nevevî diyorki: (Sekizinci defa toprakla oğun) rivayeti bizim mezhebimizdir. Cumhur-u Ulemâ'nm mezhebide budur. Çünkü ha­dîsten murâd: kabı yedi defa yıkayın bunlardan birinde suyla toprağı ka­rıştırın» demektir. Bu sebeple toprak bir defa yıkama yerine geçmiş ve ona sekizinci yıkama denilmiştir. Bazıları Hanefilerle Mâlikî'ler bu hadî­sin zahirine muhalefet etmiştir. Onlar toprakla yıkamaya" kail değildir. Fakat meşhur kavillerine göre; yedi defa-yıkamaya kaildirler demişlerse-de kendilerine şu cevab verilmiştir:. Torakla yıkamak İmam-ı Mâ1ik'in rivayetinde yoktur. Yedi defa yıkamakta ona göre mendup-tur. Çünkü İmam-ı Mâlik köpeğin temiz olduğuna kaildir.

Mâlikilerden bâzılarına göre; edinilmesine ruhsat verilmeyen köpe­ğin yaladığı kap yıkanır. Edinilmesine ruhsat verilenin yaladığı yıkan­maz. Bir takımları da kuduz köpeğin yaladığı kap yıkanır diğerleri yıkan­maz demişlerdir. Bunun hikmeti tıbbidir.

Hanefî'lere gelince; onlar toprakla yıkamanın vücubuna kail olmadıkları gibi yedi defa yıkamayada kail değildirler» demişlerdir.

Bunlara; Aynî şu mukabelede bulunmuştur: «Evet Hanefi'ler yedi defa yıkamanın vücubuna kail olmamışlardır. Çünkü yedi defa yıkanacağını rivayet eden Ebû Hüreyre (Radiyallahû anh) dan köpeğin yala­dığı kabın üç defa yıkanacağı'da rivayet olunmuştur. Hem bu rivayet on­dan fi'len, kavlen, merfu'an ve mevkûfen iki tarikle rivayet olunmuştur. Bunların birini Sahih isnadla Dâre-Kutnî Abdül Melik b. Ebî Süleyman tarikiyle Ebû Hüreyre (Radiyallahû anh) dan tahriç etmiştir. Bu rivayette:

«Köpek ağzını kabın içine sokarsa o kabı hemen dök, sonra üç defa yıka.»  buyurulmaktadır.

İkincisini: İbni Âdiy, Hüse ym b. Ali tarikiyle Ebû Hüreyre 'dan tahric etmiştir. Bu hadîsde Ebû Hüreyre şöyle demiştir: «Resulüllah    (Sallallahü Aleyhi ve Seîtem) :

«Köpek birinizin kabını yalarsa onu hemen döksün ve üç defa yıka­sın.»  buyurdular.

Sonra bu hadîsi  Ömer İbni   Şeybe   dahi mevkuf olarak rivayet etmiştir.

Ben derim ki; Beyhâkî şunları söylüyor üç rivayetini Atâ'm arkadaşlarından y:alnız Abdülmelik rivayet etmiştir. Sonra ondan Atâ'm arkadaşları sonra Ebu Hüreyre 'nin arkadaşları nakletmişlerdir. Halbuki Atâ'ın mutemed arkadaşları ile Ebû Hü­reyre 'nin râvileri yedi defa yıkanacağına kaildirler. Bu gösteriyorki Abdülmelik b. Süleymanın Atâ 'dan onunda Ebû Hü­reyre 'den naklen rivayet ettiği üç meselesi hatâdır. Zâten Abdül­melik hıfzı kuvvetli mûtemed râvilere muhalefette bulunduğu için onun bu gibi râvilere muhalif olarak rivayet ettiği hadîsler kabul olun­maz. Şu'bet ü'bnü'l-Haccâc ondan hadis rivayet etmediği gi­bi Buharî'de onunla ihticacta bulunmamıştır.

Beyhâki 'nin sözü budur. Fakat ben derimki: Abdülme­lik i n hadisini İmam Müslim sahihinde tahriç etmiştir. Ahnıed b. Abdi İlâh ile Sevrî dahi onun hafızlardan olduğu­nu söylemişlerdir. Hattâ Sevrî 'nin onun hakkında: «Sikadır, fakih-tir, sağlamdır» dediği Ahmed b. Abdillahın dahi hadiste onun mevsuk olduğunu söylediği rivayet olunur. Sevrî ona; mizan der­miş.

Tahâvî hadisin mevkuf rivayetini Abdülmelik b. Ebi Süleyman tarikiyle Ebû Hüreyre 'den tahrîc ettikten sonra şöyle demiştir: «Yedi defa yıkamanın vücubu bu hadisle nesh edilmiş­tir. Çünkü yedi lâfzını da Ebû Hüreyre rivayet etmişti. Râvi ri­vayet ettiği hadîsin hilâfiyle amel eder veya fetva verirse bir daha o ri­vayetten x hüccet olmaz. Zira sahâbînin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)den bir. şey dinliyerek onun hilâfiyle amel etmesi veya fetva vermesi helâl olamaz. Böyle bir hareket onun adaletini düşürür; bir daha rivayeti kabul olunmaz. Bizim Ebû Hüreyre'ye hüsnü zannımız vardır. Şu halde üç defa yıkanacağını bildiren bu hadis yedi de­fa yıkanacağını bildiren evvelki rivayetinin nesh edildiğine delâlet eder.» Sonra Hanefî 'lere çatan bu kail Ebu Hüreyre (Radiyallahû anh) hakkında: «ihtimalki Ebû Hüreyre yedi defa yıkamanın vacip değil mendûp olduğunu îtikad ettiği için vaktiyle bunun­la fetva vermiş sonra o rivayeti unutmuştur. İhtimalle nesh sabit olmaz» diyor. Bu sözü dahi Hz. Ebu Hüreyre hakkında sû-izan ol­duğu için red edilir. Delilden neş'et etmeyen ihtimale kulak asılmaz. Ta hâvi 'nin nesh iddiası ise; senetle İbni Şîrînden nakletti­ği delille ispat edilmiştir. İbni Şirin'e Ebû Hüreyre (Radiyallahû anh) dan rivayet ettiği bir hadis hakkında:

Bu hadis    Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) den midir?  Diye sorulduğu vakit:

«Ebu Hüreyre'nin her hadisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den dir» cevabını vermiştir.

Tahâvî yedi rivayetininin nesh edildiğini söyledikten sonra şöyle demiştir. Eğer yedi rivayeti ile amel vacip olsaydı o zaman Abdul­lah b. Mugaffelin bu hususta Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den rivayet ettiği hadis Ebu Hüreyre 'nin rivayetinden daha makbul olurdu. Çünkü onun rivayetinde (sekizincide kabı top­rakla ovun( ziyadesi vardır, ziyade noksandan evlâdır. Hanefî'-lere muhalefet eden bu zata da «köpeğin yaladığı kap sekiz defa hem se­kizinciyi toprakla karıştırarak yıkamakla temizlenir.» diyerek iki rivayet-lede amel etmeliydi. Eğer İbni Mugaffel hadisini terk ettiyse; yedi defa yıkamayı terk eden muhaliflerine lâzım gelen kendisinede lâ­zım gelir.

Şayet bu muarız Beyhakî 'nin dediği gibi Ebû Hüreyre zamanının en belleyişlisi idi. Binaenaleyh onun rivayeti daha şayan-ı ka­buldür, derse buna da hayır cevabı verilir. Çünkü İbni Mugaf­felin rivayeti daha evlâdır İbni Mugaffel Ebû Hüreyre'den daha fakihtir. H z. Ömer (Radiyallahû anh) Onu dokuz ar­kadaşı ile birlikte halka ilim öğretmek için göndermiştir. Hz. îbni Mugaffel Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ağaç altında bey'at edenlerdendir. Onun rivayeti ile amel etmek ihtiyata daha muvafık­tır. Bundan dolayı Hasan-ı Basrî'de onun rivayeti ile amel et­miştir. Onun bu hadisini İbni Menden Şu'be tarikiyle riva­yet etmiş ve: İsnadının sahih olduğuna ittifak edilmiştir» defrıiştir.  Ayni  hadisi    Müslim, Ebû   Dâvûd,  Nesâî   ve İbni    Mâce de rivayet etmişlerdir.

Ebû Hüreyre (Radiyallahû anh) dan kedinin yaladığı kabın da yedi defa yıkanacağı rivayet olunmuş; fakat muhalifler onunla amel et­memişlerdir. Onların bu hadise verecekleri her cevap üçten ziyâdenin lâzım gelmiyeceği hususunda bizimde cevabımızdır...»

Aynî bu babta daha bir çok şeyler söylemiştir. Biz l^u kadarını nakille iktifa ettik.

Nevevî bu hadisin şerhinde kendi mezhebini îzâh ederken do­muzun hükmünede temas etmiş ve şunları söylemiştir: «Domuza gelince; bu hususta onun hükmü de köpek gibidir. Bizim mezhebimiz budur. Ule­mânın ekserisi domuzun içtiği kabın yedi defa yıkanması vacip olmadı­ğına kaildirler. Şafiî 'nin kavli de budur. Delil itibârı ile bu kavil kuv­vetlidir. Ulemâmız diyor ki: Kabı toprakla yıkamanın mânâsı su bulanın-caya kadar onun içine toprak karıştırmaktır. Suyu toprağın üzerine at­makla toprağı suyun üzerine atmanın yahut bir yerden bulanık su alarak onunla yıkamanın bir farkı yoktur. Fakat necaset yerini yalnız toprakla silmek kâfi gelmez. Eli kabın içine sokmak ta vacip değildir. Topraklı suyu kabın içine dökerek çalkalamak kafidir. Toprağı yedinci defaya bı­rakmamak müstehaptır. Efdal olan ilk defa toprakla yıkamaktır. Köpek iki kulleden az olmayan çok sudan içse o su pislenmez az sudan içer ve­ya yemek kabından yer de bu su veya yiyecek bir elbiseye, bedene yahut başka bir kaba bulaşırsa onlarıda biri toprakla olmak şartiyle yedi defa yıkmak icap eder. Kuru yemekten yerse yediği yerle etrafı atılarak geri klanından istifâde edilir. Nitekim donmuş yağın içinde ölen farenin hük-müde budur.

Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in köpekleri Öldürmeyi emrettikten sonra: «Onların köpeklerle ne İşi var?» buyurması sonra av köpeği ile çoban köpeğine, diğer rivayette ziraat köpeğine ruhsat ver­mesi köpek edinmenin memnu' olduğunu gösterir. Bizim ulemamızla başka mezhebler uleması ihtiyaç olmaksızın köpek edinmenin haram ol­duğuna ittifak etmişlerdir. Meselâ; şeklini beğendiği için yahut öğünmek maksadiyle köpek edinmek hilâfsız haramdır, [99] Köpek edinmeyi tecviz eden ihtiyaca gelince:

Bu hadîs üç şeyden biri için ruhsat verildiğini göstermektedir. Bun­larda, ekinliği korumak, hayvanları korumak, ve avcılıktır. Mezkûr üç şey için köpek edinmek bilittifak caizdir. Ulemâmız evleri ve mahalleleri korumak için köpek ve keza öğretmek maksadi ile köpek yavrusu edin­menin caiz olup olmayacağında ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre; bu haramdır. Çünkü ruhsat yalnız üç sınıf hakkındadır. Diğer bazıları bu­nunda mubah olduğunu söylemişlerdirki; esah olan da budur. Zira bun­lar da ruhsata dahil olan üç sınıf mân asmadırlar. Avcılık yapmadığı hal­de av köpeği edinenin hükmü dahi ihtilaflıdır.

Ulemâmıza göre; köpek kuduz olursa öldürülür, kuduz değilse, öldü­rülmesi caiz değildir. Bu hususta köpeğin faydalı veya faydasız olması müsavidir. İmamü-1 Haremeyn: Köpeklerin öldürülmesi bâ-bmdaki emir nesh edilmiştir. Re s ul illi a h(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) in bir defa köpekleri öldürmeyi emrettiği sahihtir. Fakat sonra onları öl­dürmekten nehy buyurduğu da sahihtir. Şeriat verdiğimiz tafsilât üzere karar kılmıştır. Resulülla h (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) koyu siyah köpeklerin öldürülmesini emretmişti. Bu hâdise İslâmın ilk zamanlarında idi. Şimdi nesh edilmiştir» diyor. Bu tahkikin üzerine söz yoktur.»

 

28- Durgun Suya Bevl Etmekten Nehiy Babı

 

94- (281) Bize Yahya b. Yahya ile Mu hanime d b. Rumh rivayet et­tiler. Dediler ki: Bize Leys haber verdi. H.

Bize Kuteybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Ebu'z-Zübeyr-den o da Cabir'den, o da Resûlullâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) den nak­len rivayet ettiki Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) Durgun suya bevl edilmesini nehiy buyurmuşlar.

 

95- (282) Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Eİze Ce-rir Hişâm'dan, o da İbni Şîrîn'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygam­ber   (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti:

«Sakın biriniz durgun suya bevl etmesin. Sonra ondan yıkanır.» buyurmuşlar.

 

96- (...) Bize Muhammed b. Râfi'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize AbdÜrrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Miineb-bih'ten rivayet etti. Dedi ki: Ebû Hüreyre'nin Resulüllah Muhamnıed (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) den rivayet ettikleri şunlardır. Diyerek bir takım hadisler zikretmiştir. Onlardan biride şudur. Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):

«Akmayan durgun suya bevl etme, sonra ondan yıkanırsın.» urdular.

Bu hadisi   Buharı,   Ebû   Dâvûd,   Nesâî,   Tirmîzî,

İbni   Mâce, Tahavî   ve  Taberânî   muhtelif râvilerden i     tahriç etmişlerdir.

Hadîsin bazı rivayetlerinde durgun suya bevl etmek te'kid edatı ile bazılarında te'kitsiz olarak zikir edilmiştir. Keza bazı rivayetlerde dur­gun su bazılarında onun yerine daim su denilmiş ve bundan murâd akma­yan durgun su olduğu nefs-i rivayette tefsir buyurulmuştur. tO»J-âii/r»cümlesindeki fiili muzari' burada merfû' olarak rivayet edil­miştir. Ulemâ bunun meczûm ve mansub da okunabileceğini söylemişler­dir. Meczûm okunduğuna göre üst taraftaki meczûm cümle üzerine atf olunur ve mânâ şöyle olur.

«Hiç biriniz durgun suya bevl etmesin, sonra ondan yıkanmasın.» Mensûb okunduğu takdirde muzâri'in başına nasb edatlarından (en) takdir edilir. (Sümme) edatına da (vav) hükmü verilir. Bu takdirde mâ­nâ şöyle olur.    «Hiç biriniz durgun suya bevl ederek ondan yıkanmak işini yapmasın.»      Cümlenin merfu' ve meczûm okunmasına bir diyecek yok-sada mensûb okunmasına itiraz edilmiştir. Çünkü bu takdirde suya bevl etmekle onda yıkanmanın ikisi birden yasak edilmiş oluyor. Halbuki bu­na kail olan tek bir kimse yoktur. Yasak edilen. İster suyun içinde yıkan­sın ister o sudan olarak dışarda yıkansın - suda yıkanmak değil yıkanılan suya bevl etmektir.

 

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder  :

 

1- Bevl necistir.

2- Az suya necaset düşerse, düşen necaset az olsun çok olsun o su­dan abdest almak caiz değildir.

3- Şafiî'lerle Hanefî'lerce: Az suya az bile olsa mecâset karışsa o su pis olur. Çok suya kansan necaset onun rengini tadını veya kokusunu değiştirmedikçe su temiz hükmündedir. îki mezheb sâlikleri çok suyun tahdidi hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şafiî Jlere göre; iki külle su çok su hükmündedir. Hanefîlere göre ise; büyük gol ismi veri­len su çok ondan aşağısı az sudur. îki külle su az hükmündedir Binaena­leyh az necasetin karışması ile dahî pis olur. Hadîs mutlaktır. Aza da ço-kada, iki kulleyede şamildir. Eğer iki külle su az necasetten pislenmez de­nilirse suya bevl etmekten mehyin bir faydası kalmaz. Üstelik bu hadis «iki külle»   hadisinden daha sahihtir.

Şafiîlerden İbni Kudânıe: «Bizim delilerimiz iki külle hadîsi ile Bi'r-i, budâ'a hadîsidir. Bu iki hadis Hanefî 'lerin kail ol­duklarının hilâfına nastır... demiştir. Fakat mezkûr hadislerin Hanefi mezhebinin hilâfına nass olduğu iddiası Hanefî'lerce kabul olunma­mıştır. Çünkü iki külle hadisini bazı hadis imamları sahih bulmuşlarsa-da hakikatta o hadis hem senet hem metin itibarı ile muztariptir. Haddi­zatında kulleden muradın ne olduğu dahi meçhuldür. Müttefekunaleyh sahih olan hadisle amel etmek hem daha kuvvetli hem daha makbuldür. Bi'r-i budâ'a hadisi ile Hanefîlerde amel etmişlerdir. Çünkü Bi'r-i budâ'a büyük bir kuyu olup içersine pislik atılır. Fakat bir taraf­tan suyu aktığı için atılan pislikler onun rengini, kokusunu ve tadını de­ğiştirmezdi.

Ebû Dâvûd: «Suyun takdiri hususunda her iki fırkaya delîl olacak bir hadîs hemen hemen sabit olmamıştır.» demiştir. Hanefî1erden «Bedayî'» sahibi dahi: Kâşanî Bundan dolayı ulemâmız suyun takdiri hususunda sem'i delillere değil hissî delillere mürâccat etmiş­lerdir» diyor.

4- Hanefîlerden İmam Ebu Yusu (Rahimehuîlah) bu hadisle mâ-i müstamel denilen kullanılmış suyun pis olduğuna istidlal etmiştir. Çünkü hadîste durgun suda yıkanmakla onun içine bevl etme­nin hükmü beraber zikredilmiştir. Durgun suya bevl etmek onu pisler. Yıkanmanın hükmüde budur. Ancak iki şeyin beraber zikredilmesinin hükümde de müsavi olmalarını icap etmesi ulemâ arasında ihtilaflı bir meseledir. î mâ m Ebû Yûsuf'la Müzeni'ye göre hüküm bir­dir. Diğer ulemâya göre bir değildir. Bâzıları İmam Ebû Yû­suf 'un kavlini bütün Hanefîyye ulemâsına teşmil etmişlerlerse-de bu doğru değildir.

5- Nevevî hadisteki nehyin bazı sular hakkında tahrîm bazıları hakkında da kerahet ifâde ettiğini söyler. Su çok olurda akarsa içine bevl etmek haram değildir. Lâkin evlâ olan yinede o suya bevl etmemektir. Su az olurda akarsa Şafiilerden bir cemaata göre; içine bevl etmek mek­ruh olur. Fakat muhtar olan kavle göre haramdır. Çünkü Şafiî 'nin meşhur kavline göre o su necis olur. Su çok olurda akmazsa Şafiî1ere göre; ona bevl etmek mekruhtur. Nevevî: «Haramdır denil­se de yeridir.» diyor. Az olan durgun suya bevl etmek Şafiîlerden bir cemaata göre mekruhtur. Fakat muhtar olan kavle göre buda haram­dır. Suya büyük abdest bozmak bevl hükmünde hattâ ondan daha çirkin­dir. Bir kaba bevl ederek suya atmak da suya bevl hükmündedir.

Bu hadîs âmmdır. Bilittifak büyük su ile tahsis edilmek gerekir. Hanefîlere göre büyük su bir tarafı hareket ettirildiği zaman o ha­reketin eseri öteki tarafa varmayan sudur. Şafiîlere göre yukarıda söy­lediğimiz gibi iki külledir. Yahut hadis suyun üç vasfından biri değişme­dikçe temiz olduğunu bildiren umûmî delillerle tahsis edilir. Nitekim İmam    Mâlik   buna kaildir.

Bâzıları suyun azla çok miktarım ayırmak için iki külle hadîsi ile is­tidlal etmenin daha kuvvetli olacağını söylemişlerdir. Bunlardan biri: «Çünkü külle hadisi sahihtir. Hanefîlerden Tahâvî de bu­nu itiraf etmiş fakat külle sözü örf ve âdette büyüğüne de küçüğüne de itlâh edildiği ve hadiste kullelerin miktarı sabit olmadığı için bu hadîsle amel etmekten özür beyân eylemiştir.» demiş; Fakat Aynî: «Bu zât kendi dâvasını kendi bozdu» diyerek ona cevap vermeye lüzum, görme­miştir.

6- Pis su ile abdest almak ve yıkanmak haramdır.

7- Durgun suya bevl etmek memnû'dur. Dâvûdu Zahiri bu hadisin zahirî ile istidlal ederek:  «Nehîy yalnız bevle    mahsustur. Durgun suya büyük abdestini bozmak memnu' değildir. Bir kimse içine bevl ettiği sudan abdest alamasa da başkası o sudan abdest alabilir. Keza bir kaba bevlederek suya atar yahut    kenarına bevlederek suyun içine akarsa o su ile abdest ala bilir». Demiştir.   Ondan nakil edilen kavillerin en çirkini budur.

8- Hadîste cünüblükten yıkanmak zikredilmişsede hayız ve nifâs-dan sonra yıkanmak, cuma namazı için ve keza cenaze yıkadıktan sonra yıkanmak farzdır diyenlere göre; ondan dolayı yıkanmak da bu hükme ilhak edilmiştir. Mesnûn olan gusül Zahirîlere göre bu hükme dahil değildir. Kıyasla amel edenler iki kısımdır. Bunlardan nehyin ille­ti suyun müsta'mel olmasıdır, diyenler mesnûn olan guslü hadisdeki gus-le ilhak ederler. Binaenaleyh içersine bevledilen durgun su ile mesnûn olan gusülde caiz değildir. Nehyin illeti hadesi gidermektir, diyenlere gö­re; bunun hükmü hadisde zikredilen gusle ilhak edilmez. Yalnız suyun müsta'mel olup olmadığı hususunda İmam Ebû Yûsuf 'la, İmam   Muhammed   arasında ki hilaf nazar-ı itibara alınır.

Nevevî diyorki: «Ulemâ su kenarına büyük ve küçük abdest boz­mayı mekruh görmüşlerdir. Velev ki pislik suya vasıl olmasın. Çünkü Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seîîem) insanların gezindiği yerlere bü­yük ve küçük abdest bozmayı yasak etmiştir. Bu oradan gelip geçenleri rahatsız eder. Pisliğin suya karışması ihtimali de mevcuddur.

Bir kimse taharetlenmek için suya girse bakılır: Eğer su azsa içinde taharetlenmekle o su pis olur. Artık onu kullanmak haramdır. Şu çoksa taharetlenmekle pislenmez. Akar su ise taharetlenmekde beis yoktur. Mââmafîh bu gibi halerden sakınmak daha iyidir.»

 

29- Durgun Suda Yıkanmakdan Nehyi Babı

 

97- (283) Bize Harun b. Said El-Eylî ile Ebu't-Tahir ve Ahmed b. İsa toptan İbni Vehb den rivayet ettiler. Harun dediki: Bize İbni Vehb rivayet etti (Dedi ki) : Bana Amr b. Haris, Bükeyr b. Eşecc [100] den nak­len haber verdi. Bükeyrede Hişâm b. Zühre'nin âzadlısı Sâib rivayet etmiş ki; Ebû Hureyreyi şöyle derken işitmiş: ResûluIIâh (Sallailahü A leyhi ve Sellem) :

«Sizden biriniz cünüp iken durgun suda yıkanamaz.»       buyurdular. Sâib:

«Nasıl yapacak ya Ebâ Hüreyre?» diye sormuş Ebu Hüreyre: «Alıp alıp yıkanacak» demiş.

Bundan önceki hadisde içine necaset karışan su ile yıkanmanın hük­münü görmüştük. Bu hadis durgun suda yıkanmanın hükmünü beyan et­mektedir ve müsta'mel suyun temizleyici olmadığını gösteren en kuvvetli delillerden biridir. Bu su haddizatında temizse de içersinde cünüblükten temizlenildiği için temizleyici olmakdan çıkar. Onunla yıkanmakdan ne-hiy buyrulması da bundandır. Kendisiyle hades giderilen yâni abdest alı­nan veya cünüblükden temizlenilen yahutta ibâdet niyetiyle kullanılan suya fukahâ İstılahında mâ-i müsta'mel derler. Türkçesi; «kullanılmış su» demektir. Hanefî imamları suyun ne suretle müsta'mel olacağı hu­susunda ihtilâf etmişlerdir. İmam Ebû Yusuf'a göre su yuka­rıda söylediğimiz şekilde müsta'mel olur. Bu kavil İmâmı Azam­dan da rivayet olunmuştur. İmâm Muhammede göre; su an­cak bir kurbet (yani ibadet) te kullanılmakla müsta'mel olur. Çünkü müs­ta'mel hükmü günâh kirlerinin suya intikaliyle verilir. Günâh kirleri ise ibadetle giderilir.

 

Hükmüne Gelince

 

Han.efilere göre; abdest ve gusül gibi hadesten taharetler ma'i müsta'-elle caiz olamazlar. İmamı Azamla Ebû Yusuf 'a göre ma'i müsta'mel pis sudur. Hatta İmam Azamdan bir rivayete göre necaset-i galize hükmündedir. Hakîkî necasette kullanılmış olan su ile hükmî necasette kulamlan ma-i müsta'mel arasında hiç bir fark yok­tur. Diğer rivayete göre ise; ma'i müsta'mel necâset-i hafife hükmünde­dir. İmam Muhammede göre; ma-i müsta'mel temizdir. Fakat temizleyici değildir. Çünkü onunla bir ibâdet yapıldığından sıfatı değiş­miş temizleyici olmaktan çıkmıştır. Fetva bu kavle göredir.

İmam Züfere göre; suyu kullanan kimse abdestli ise yani abdest üzerine abdest alıyorsa ikinci abdestte kullanılmış olan su hem te­miz hem temizleyicidir. Fakat abdessiz ise kullandığı su temizdir temiz­leyici değildir.

Meselenin Şafiîlere göre; hükümlerini Nevevî şöyle an­latmaktadır: «Gerek bizim mezhebin gerekse diğer mezheplerin ulemâsı­na göre az veya çok olan durgun suda yıkanmak mekruhtur. Şafiî Hazretlerine göre; akan bir kaynakta yıkanmak ta mekruhtur. Hz. İmam. Kuyu aksın akmasın cünüb bir kimsenin onda yıkanmasını kerih görü­rüm. Akmayan durgun suda dahi az olsun çok olsun yıkanmayı kerih gö­rürüm, demiştir. Mezhebimizin diğer ulemâsıyle sair mezheplerin ulemâ­sı da bu ma'na da sözler söylemişlerdir. Buradaki kerahet tahrim için değil keraheti tenzihiyyedir. Böyle bir suda bir kimse cünüplükten yıka­nırsa su müsta'mel olurnru olmazmı? Bu hususta ulemâmız tafsilât ver­mişlerdir. ŞÖyle ki: Eğer su iki külle miktarı yahut daha fazla ise; su müsta'mel olmaz velevki içinde bir çok kimseler defalarca yıkanmış ol­sunlar. Ama su iki kulleden az olurda cünüb bir   kimse niyetsiz olarak onun içine dalar. Suyun altında cünüblükten temizlenmiye niyet ederse cünüplüğü gider. Su da müsta'mel olur. Suya bilfarz dizlerine kadar girer de sonra niyet ederse vücûdunun Sair uzuvları    hakkında o su derhal müstamel olur. Dizlerine kadar olan yerden cünüblük bilittifak temizlen­miştir. Geri kalan yerlerden İse; suya tamamiyle daldığı takdirde sahih ve muhtar olan kavle göre cünüblük yine kalkar. Çünkü temizlenene nis­petle su ancak bedenden ayrıldığı zaman müsta'mel olur-

Ulemâmızdan Ebû AbdilZâh El Hudarî: «Geri kalan yerlerden cünüblük kalkmaz» demişsede doğrusu birinci kavildir. Yalnız bu hüküm su bedenden ayrılmadan bütün vücûdun suya daldığına göre­dir. Vücûdun bir kısmından sular damladıktan sonra geri kalan kısmım yıkamak bilittifak gusül için kâfi değildir.

Tasavvuru caizse iki adam iki kulleden daha az bir suyun altına-da­larak hep birden cünüplükten temizlenmeyi niyet etseler ikisinin de cü-nüblülüğü zail ve su müsta'mel olur. Biri diğerinden önce niyet ederse cünüblükten o temizlenir, diğerine nisbetle su müsta'mel olacağı için sa­hih ve meşhur mezhebe göre o cünüb olarak kalır...»

 

30- Bevl ve Diğer Necasetler Mescidde Vuku Bulursa Onları Yıkamanın Vücübü ve Yerin Kazmaya Hacet Kelmaksızın Su İle Temizleneceği Babı

 

94- (284) Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Hammâd-ki İbni Zeyddir - Sâbit'ten, o da Enes'den naklen rivayet ettiki bedevinin biri mescidde bevl etmiş cemaatın bir kısmı (Döğmek için) ona doğru ayaklanamışlar bunun Üzerine Resulüllah    (Salİaliahü Aleyhi ve Sellem)

«Bırakın onu, bevlini kestirmeyin!»  buyurmuşlar.

Enes : «A'rabi bevlini bitirince (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir kova su istedi ve onu bevilin üzerine döktü». Demiş.

 

99- (...) Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivayet etti (Dediki) : Bi­ze Yahya b. Saîd El-Kattan, Yahya b. Saîd El Ensâriden rivayet etti. H.

Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybetü'bnü Saîd hep birden Derâverdî'-den rivayet ettiler. Yahya b. Yahya dediki: Bize Abdülâziz b. Muhammed El - Medenî, Yahya b. Saîd'den naklen haber verdiki Enes b. Mâliki şun­ları söylerken işitmiş: A'rabînin biri mescidin bir tarafına durarak oraya bevl etti de cemâat kendisine seslendiler. Bunun üzerine Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Bırakın onu!» dedi. A'rabi işini bitirince Resulüllah (Sallallahü Aleyhî ve Sellem) bir kova (su) getirilmesini emir buyurdu ve kova bevlinin üzerine döküldü.»

 

100- (285) Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dediki) : Bize Ömer b. Yûnus EI-Hanefî rivayet etti. (Dedi ki) bize ikrimetü'bnü Ammâr ri­vayet etti. (Dedi ki) : Bize İshâk b. Ebî Talha [101] rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Enes b. Malik - ki İshâkın anıcasıdır - rivayet etti. (Dedi ki) : Bir defa biz mescidde ResulüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) birlikte bulu­nuyorduk. Ansızın bir bedevi çıka geldi ve mescidin içine bevletmeğe kal­kıştı. Bunun üzerine ResulüIIah     (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Ashabı:

Heey... Heey!... dediler. ResulüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Onun bevlini kesmeyin : Bırakın onu!» buyurdular.

Ashâb da bevlini bitirinciye kadar onu bıraktılar. Sonra ResulüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   onu çağırarak kendisine şunları söyledi*.

«Şüphesiz ki, bu mescidler ne şu bu bevlden, ne de pislikten hiç bir şeye yaramazlar. Bunlar ancak Allah Azze ve Celleyi anmak, namaz kıl­mak ve Kur'ân okumak için (bina edilmişler) dîr.» Yahut ResulüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in dediği gibidir. Müteakiben peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cemaattan birine emir buyurdu o da bir kova su getirerek bevlin üzerine serpti.

Bu hadîsi Buhârî taharet bahsinin bir kaç yerinde tahriç ettiği gibi Ebû Dâvûd, Tirmîzî, Nesâî ve İbni Mâce ayni bahiste muhtelif râvîlerden az çok lâfız değişiklikleriyle tahriç et­mişlerdir. Hattâbî Ebû Dâvûd 'un onun için zayıf ve mursel dediğini söylemişse de Ebû Dâvûd onun hakkında zayıf dememiş yalnız mürsel olduğunu söylemiştir. Filvaki hadis iki tarikten mürsel ola­rak rivayet edilmiş fakat buna mukabil iki tariktan da müsned olarak nakledilmiştir.

Evvelcede söylediğimiz vecihle â'râbi çölde yaşayan ma'nasmadir. Arabî: ise Araba mensup olup şehirlerde yaşayanlara ıtlak edilir.

Abdullah b. Nâfis gelen a'râbinîn Akra' b. Habis (RadiyaUahû anh) olduğunu söylemişse de Ebû Musa E1 Medînî onun Zülhuveysırate'l -Yemânî olduğunu bil­dirmektedir. Bu zat biraz kaba sabaymış. Buhâri Sarihi Ay­nî bu rivayeti kabul etmiş: «Zülhuveysıra kaba saba ve nezâketi az bir adam olduğu için bu işi onun yapmış olması ihtimalden uzak değildir» demiştir. «Meh» vaz geç mânâsına gelen bir ismifiildir. Ekseriya «meh meh» şeklinde kullanılır.

 

Hadisi  Şerifin Muhtelif Rivayetleri Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Etmektedir

 

1- İmam .Şafiî bu hadisten, yere pislik bulaşınca üzerine su dökmekle temizleneceği hükmünü çıkarmıştır. Nevevî temizlik için yeri kazmanın da şart olmadığını söylüyor. Şafiî 'lerden Rafiî'nin beyanına göre; yere necaset bulaşınca üzerine onu silip süpüre­cek kadar bol su dökülürse yer suyu içtikten sonra temiz olur. Suyu iç­meden temiz olup olmadığı hususunda iki kavil vardır. Pislik temizleyen su temizdir.» diyenlere göre; yer de temizdir; değildir diyenlerce ve yıka­nan şeyin sıkılmasını vâcib görenlerce yer temiz değildir. Bu takdirde yerin temizlenmesi kurumasına bağlı değildir. Sıkılan elbise gibi üzerine bol su atmak yeter. Hattâ bir kavle göre; bevlin üzerine atılan su, onun yedi misli olacaktır. Diğer bir kavle göre; bir kişinin bevline büyük bir kova iki kişinin bevline iki büyük kova su atılır. Kişi adedi çoğaldıkça kova adedi de o nisbette artar. Hanefîlere göre; yere yaş: neca­set bulaşırsa yer kaba olduğu takdirde pisliği içinceye kadar üzerine su dökülür. Pislikten eser kalmayıp yer suyu içince artık o yerin temizliği­ne hüküm olunur. Bu hususta kova sayısına itibar yoktur. Yıkayanın ic-tihâdma ve zann-ı galibine göre hüküm verilir. Toprağın suyu içmesi sık­mak yerine kaimdir.

Zâhir-i rivayete'kıyas edilirse; toprağın üzerine üç defa su dökülür ve her defasında toprak suyu içinceye kadar beklenir. Yer katı ve arızalı olursa; çukur yeri kazılarak üzerine üç defa su dökülür. Ve her defasında toprak suyu içinceye kadar beklenir. Sonra kazılan çukur gömülür. Yer su­yu akıtmayacak derecede düz ise; yıkamaktan bir fayda hasıl olmayacağı için hiç yıkamadan kazılır. İmam-ı A'zam 'dan bir rivayete göre pislikten hasıl olan ıslaklığın vardığı yere kadar kazmadıkça ve toprak atılmadıkça yer temizlenmez,' Hâne fîl erin bu babtakî delili Dâre-Kutnî 'nin rivayet ettiği iki hadistir. Merfu' olarak rivayet edilen bu hadislerin birinde: «Bedevinin biri gelerek mescide bevl etti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de bevl ettiği yerin kazılmasını emir buyurdu derhal o yer kazılarak üzerine bir kova su döküldü» de­nilmekte, diğerinde: «Bir a'râbî mescide bevl etti de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Onun yerini kazın, sonra üzerine bir büyük kova su atın.» buyurdu denilmektedir.

Abdürrezzâk ,'in rivayet ettiği bir hadiste de : «Bir bedevi mescide bevl etti; ashâb onu dövmek istediler;    bunun üzerine Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Onun  yerini  kazın  da  üzerine  bir kova su atın, Öğretin ve kolay­laştırın,  zorluk çıkarmayın.»   buyurdular, deniliyor.

Zâten kıyas ta bu hükmü iktizâ eder, Çünkü pislik temizleyen su pis­tir. Binâenaleyh evvelâ o yer kazılıp toprak atılmadıkça temizlik hâsıl olmaz. Burada Hanefî 'lere şöyle bir itiraz varid olabilir: «Siz sahih hadisi bıraktınızda zaif ve mürsel hadisle istidlal ettiniz?» Bu itirazın ce-vabı şudur. Biz toprağı sert olan yerde sahih hadisle toprağı kaba olan yerde de sizin zü'munuza göre zayif olan hadisle amel ettik. Hadislerin her ikisi ile amel etmek birini terk ve ihmalden evlâdır, Mürsel bize göre de­lildir. Mürsel hadisle amel etmeyenler hadislerin ekserisini terk etmiş olurlar. Hadis ulemâsının istilâhina göre iki sahih mürsel hadis, bir sahih müsned hadise muâraza ederse mürsel hadislerle amel etmek evlâdır. Bu böyle olunca muaraza bulunmadığı zaman mürsele ne denilebilir?

2- Şafiî 'lerden bâzıları bu hadisle istidlal ederek pislikleri te­mizlemek için suyun teayyün ettiğini pisliği giderebilecek diğer mayi'ler-le yıkamanın caiz olmayacağını söylemişlersede bu istidlal doğru değil­dir. Çünkü hadîste suyun zikredilmesi ondan başkası ile bu işin yapıla-mıyacağına delâlet etmez. Burada vacip olan vazife pisliği yok etmektir. Su pisliği tabiatı ile giderir. Binaenaleyh pisliği gideren her mayi'de ona kıyas olunur. Zira pisliği giderme vasfında müşterektirler. Birde   Şafiî'-lerin bu istidlali mefh'um-u muhalefete benzemektdir ki mefh'um-u mu­halefet hüccet değildir.

3- Şafiî 'lerden ve diğer ulemâdan    müteşekkil bir    cemaat pisliği yıkayıp yere akan suyun temiz olduğuna bu hadisle istidlal eder­ler; ve çünkü pisliğin üzerine dökülen su damlaları yere düşerken birbi­rini iter ve bevlin bulaşmadığı yere akar eğer bu su temiz olmasa pisliğin üzerine onu dökmek temizlemek değil yaymak olurdu. Bu ise maksadın hilâfmadir. Necasetin yerde veya başka bir şeyde bulunması hüküm iti­barı ile müsavidir» derler. Ancak Hambelîler yere b'ilaşan pis­likle başka bir şeye bulaşan pislik arasında fark görürler. Pislik yere bu­laşmışsa bir rivayete göre İmam-ı  Şafiî 'nin mezhebi de budur. Başka bir şeye bulaşmışsa   Şafiî 'lerden iki kavil rivayet olunur.

İmam-ı Â'za m-'dan bir rivayete göre; yere bulaşan pisliğin üze­rine yalnız su dökmekle o pislik temizlenmez. Onu ovuşturarak kuru bir çaput veya bezle üç defa kurulamak îcab eder. Böyle yapılmazda üzerine çok su dökülür ve necasetin temizlendiğine kanaat gelir; pisliğin koku­sundan renginden eser kalmazsa kuruduğu zaman yer temiz olur.

4- Yine Şafiî 'lerden bazısı bu hadisle istidlal ederek pislikten dolayı yıkanan  elbisenin  sıkılması  vacip  olmadığını  söylemişlerdir. Bu istidlal de doğru değildir. Zira elbise sıkılabilir. Yer sıkılamaz. Binaena­leyh kıyâs ma'al farikdir. Elbiseyi yere kıyas etmek doğru değildir.

5- Bâzıları yere necaset bulaşipta güneş veya havadan kurursa te­mizlenmiş sayılmıyacağma bu hadisle istidlal ederler. Bu kavil Ebû K11abe'den de rivayet olunmuştur. Bu istidlal dahi fasiddir. Çünkü ha­diste suyun  zikredilmesi mescidin derhal temizlenmesi  îcâb ettiğinden-dir. Pisliğin kuruması beklense bu vacip tehir edilmiş olurdu. Hal iki şey arasında tereddüd edince alettâyin birine delîl olamaz.

6- Hadîs-i Şerif mescidlerin pisliklerden muhafaza edilerek temiz tutulmasının vacip olduğuna delildir.    Resûlüllâ h(SallaUahü Aleyhi ve Seîlem)    a'râbîye.

«Şüphesiz ki; bu mescidler böyle bevl ve pisliklerden hiç bir şe­ye yaramaz, onlar ancak zikrullah, namaz ve Kur'ân okumak içindir.» buyurması da bunu gösterir.

7- Hadiste «Onlar ancak zikrullah, namaz ve Kur'ân okumak için­dir.» buyurularak mevsûfun sıfata kasr ve hasr edilmesi, camilerde bunlardan başka bir şey yapılmıyacağma delildir. Yalnız zikir lâfzı arara­dır. Kur'ân okumaya ilim öğrenmeye ve cemaata vaz'u nasihat etmeye şâmildir. Namaz dahi farz ve nâfillelere şamildir. Lâkin nafileyi evde kıl­mak efdaldir. Bundan gayrı her şey meselâ: dünyaya ait konuşmak gül­mek itikâfa niyet etmeyerek durmak dünya işi ile meşgul olmak mubah olmasa gerekir. Nitekim Safiler 'den bazılarının kavli de  budur. Fakat sahîh kavle göre ibâdet için, yahut ders okumak veya okutmak. va'z dinlemek ve namaz beklemek gibi sahih bir maksatla camide otur­mak müstahapjır. Bunlardan dolayı kula sevap yazılar. Bunlardan başka bir şey için camide durmak mübahsa da terki evlâdır.

Camide uyumaya gelince: İmam- Şafiî bunun caiz olmadı­ğını El'-Üm nâm eserinde nassan bildirmiştir. İbnü'l Münzir, Said b. Müseyyeb'le Hasan-ı Basri; Atâ' ve İmam-ı Şafiî 'nin mescidde uyumaya ruhsat verdiklerini söyler. İbni Abbâs (Radiyallahu anhümâ) «Mescidi merkad ittihaz etmeyin» demiştir. «Mes­cidde namaz için uyursa beis yoktur» dediği de rivayet olunur. Evzâî'ye göre mescidde uyumak mekruhtur. İmam-ı Malik: «Gurbet zedeler için mescidde uyumakta beis yoktur. Ama mukîm olanlara bunu caiz göremem» demiştir. İmâm-ı Ahmed b. Hambel dahî misafir ve misafire benzeyen kimseler hakkında mescidde uyumayı zarar­sız bulmuş fakat mescidi yatakhane ittihaz etmeye cevaz vermemiştir. İshak b. Rahuye 'nin mezhebi de budur. Yamürî diyorki: «Mescidde uyumayı caiz görenlerin delili Ali b. Ebî Tâlib ile Abdullah   b.   Ömer,   Ehli   soffa,   Sümametü'bnü

Üsâl, Safvan b. Ümeyye hazeratınm ve iki kadının mescid-de yatmalarıdır. Bu haberler sahih ve meşhurdur.»

Mescidde abdest almak hususunda İbnü'l Münzir şunları söyler: «Kendisinden ilim tahsil edilen her âlim mescidde abdest almayı mubah görmüştür. Ancak bulunduğu yeri ıslatmak ve bu suretle cemâaati rahatsız etmek mekruhtur.»

İbni Battal bu kavlin İbni Ömer İbnİ Abbas (RadıyaUahu Anhüm) ile Atâ', Tavus, İbrahim Nehâ'i ve Ma1ikî1er'den İbnü'l Kaassimden menkul olduğunu söy­lemektedir. İbni Sîrin mescidi temiz tutmak için orada, abdest al­mayı kerih görürmüş. Hanefîlerden bâzılarına göre; mescidde ab­dest almak için hazırlanmış yer varsa abdest almakta beis yoktur. Böyle bir yer yoksa caiz değildir.

Tirmizî Şerhinde mescidde kan aldırmaktan bahisle; «eğer kan bir kabın, içine alınmıyorsa haramdır. Kabın içine almıyorsa mekruhtur. Mescidde bir kabın içine bevl ederse bu hususta iki kavil var­dır. Esah olanına göre haram diğer kavle £Öre mekruhtur. Mescidde uzan­mak, ayak uzatmak, parmaklarını biribirine geçirmek caizdir. Bu babta sabit hadisler vardır.» deniliyor.

8- Hadis-i Şerif emr-i bilma'ruf ve nehiy ani-lı münkere derhal te­şebbüs edilmesi lüzumuna delildir.

9- Ashâb-ı   kiram  Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) huzurun­da nehiy ani-1' münkere şitabetmiş bu hususta onun re'yini bile almamış­lardır. Vakıa onların bu hareketi Allah ve Resulünün önüne geçmek kabi­linden değilmidir? Şeklinde bir sual hatıra gelebilirsede hakikatta değil­dir. Çünkü bu mesele onlarca tekarrur etmiş malûm bir vazife ve şeri'atm muktezâsı idi. Böyle şeriatın umûmî olarak izin verdiği yerlerde hususi izin şart değildir.

10- İki mefsedetin büyük olanı küçüğüne katlanmakla def edildiği gibi iki maslahatın büyük olanı da küçüğü terk edilmekle tahsil olunur. Çünkü mescide bevl etmek bir mefsedettir. Fakat bevli kestirmek ondan daha büyük bir mefsedettir. Binaenaleyh bevle  katlanılmış;  bu  suretle bevli kestirmekten doğacak' daha büyük mefsedetlerin Önüne geçilmiştir. Keza mescidi temiz tutmak bir maslahattır. Fakat bevleden kimseyi işini bitirinceye kadar serbest bırakmak ondan daha büyük bir maslahattır. Bu büyük maslahatı elde etmek için küçüğüne katlanılmıştır.

11- Hadis-i Şerif cahile karşı kolaylık göstermeyi ve daima kalple­ri yatıştırma cihetine gidilmesini ifade ediyor.

12- Manî zail olunca; derhal mefsedetin giderilmesi icab eder. Çün­kü â'râbî hacetini kaza edince; derhal bevlinin üzerine su dökülmüştür.

 

31- (Süt Emen Çocuğun Bevlinin Hükmü ve Nasıl Yıkanacağı Babı)

 

101- (286) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet et­tiler. Dediler ki: Bize Abdullah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hi-şâm babasından, o da Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)in zevcesi Aişe'den naklen rivayet ettiki: Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem'ys küçük çocuklar getirilir o da onlara bereket duasında bulunur ve hurma çiğneyerek çocuğun damağını onunla oğarmış. (birgün) Bir çocuk getir­mişler. Çocuk Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) w. üzerine bevl et­miş. Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) hemen su istiyerek suyu ço­cuğun bevlinin üzerine dökmüş, onu yıkamamış.

 

102- (...) Bize Züheyr b. Harb da rivayet etti (Dedi ki) : Bize Cerîr Hişâm'dan o da babasından, o da Aişe'den naklen rivayet etti. Aişe şöyle demiş: Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) e henüz meme emen bir çocuk getirdiler. Çocuk onun kucağına bevl etti. Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)   hemen su istiyerek onu bevlin üzerine döktü.»

 

(...) Bize İshâk b. İbrahim de rivayet etti, (Dedi ki) : Bize İsa haber verdi. (Dedi ki) : Bize Hişâm bu isnâdla İbni Nümeyr hadisinin mislini rivayet etti.

 

103- (287) Bize Muhammed b. Runıh b. el-Muhâcir rivayet etti. (De­di ki) : Bize Leys, İbni Şihap'tan, o da Ubeydullah b. Abdillâh'tan, o da Ümmü Kays binti Mihsan'dan naklen haber verdi ki Ümmü Kays Resu-lüllah (Sailallahü Aleyhi ve SeUem)e henüz yemek yemiyen bir oğlan ço­cuğunu getirerek onun kucağına oturtmuş. Çocuk bevl etmiş, fakat Resu-lüllah (Sailallahü Aleyhi ve Seîlem) bevlin üzerine su serpmekten fazla bir şey yapmamış,

 

(...) Bu hadisi bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebi Şeybe, Amru'n-Nâkıd ve Züheyr b. Harb dahî toptan tbni Uyeyne'den o da ZühriMen nak­len bu isnadla rivayet ettiler. Râvî:

«Resulüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) su istedi ve onu bevlin üreri­ne serpti» demiş.

b. Utbete'bni Mes'ûd haber verdi. Önada Ümmü Kays [102] binti M i lisan haber vermiş. (Bu kadın Resulüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) e bey''at eden ilk muhacirlerdendir. Kendisi Ben-i Esed b. Huzeyme'den bir zât olan Ukâşetü'bnü Mihsan'm kız kardeşidir) Ubeydullah demişki:

Ümmü Kays'ın bana haber verdiğine göre; kendisi Resulüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) e henüz yemek yiyecek çağa gelmeyen bir çocuğunu getirmiş. Bana haber verdi ki bu çocuk Resulüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) in kucağına bevl etmiş. Bunun üzerine Resulüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) su isteyerek onu elbisesinin üzerine serpmiş; elbiseyi iyice yıkamamış.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'I Vudu'» da bir iki yerde tahriç ettiği gibi Nesaî 'de «Kitabu't-Tahâre» da rivayet etmiştir.

Sabî: Bazılarına göre süt emen çocuk demektir. Bâzıları yeni do­ğan çocuğa hem sabi hemde velid ve tıfıl denildiğini söylerler. Cevherîye göre; sabî ile gulâm manâ itibârı ile müteradiftirler. Sabinin cem'i sıbyândır. Dara-Kutnî 'nin rivayetine göre Resulüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) in kucağına bevl eden çocuk Abdullah b. Zübeyr'dir. Dâre-Kutnî bu hadisi Haccâc b. Ertâd'dan rivayet etmiştir. Hadîsin devamında Hz. Aişe (Radıyallahu Arthâ)

«Ben çocuğu Resulüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)in kucağından Şiddetle çekip aldım. Bunun üzerine

«O daha yemek yemeye başlamamıştır. Onun bevli zarar elmez.» buyurdular demektedir.

Bazıları çocuğun Hz. Hasan bazılarıda Hz. Hüseyin (Radiyallahu atıhümâ) olduğunu söylerler. Müslim 'in Harmele tarikiyle Ubeydullah b. Abdillâh 'tan tahriç ettiği Ümmü Kays hadîsinde bevleden çocuğun Ümmü K a y s 'm oğlu olduğu tasrih edildiğine göre hâdisenin müteaddid defalar vuku bulduğu anlaşılı­yor.

Resulüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)küçük çocuklara hayır ve bereket duasında bulunur. Başlarını mesh ederdi, Bereket: Hayırın sü-butu ve çokluğudur.

Tahnîk : Hurmayı çiğniyerek onunla çocuğun damağını ovmaktır. Bun­dan maksat yine teberrüktür.

 

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder

 

1- Küçük çocuklara hurma veya benzeri bir şeyle tahnîk yapmak yani hurmayı çiğniyerek onu çocuğun damağına sürmek müstehaptır.

2- Salâh ve takva sahipleri ile teberrük etmek caizdir.

3- Küçük çocukları teberrük için ulemâ ve fudalâya götürmek müs-tahaptır. Bu hususta çocuğun yeni doğmuş olmasıyla büyümüş olması ara­sında fark yoktur.

4- Adab-ı muaşerete riayet etmek, mütevâzi olmak, küçüklere rıfk-u mülâyemet büyüklere hürmet göstermek mendûptur.

5- Sabinin bevli üzrine su atmakla temiz olur. Şafiîler bu ha­disle istidlal ederek sabinin bevli 'üzerine su serpmekle temizleneceğine kail olmuş onu yıkamaya lüzum görmemişlerdir. Hattâ Müs1imin buradaki rivayetlerinden birinde: «onu iyice yıkamamış» denildiğine ba­karak bâzıları «sabinin bevli temizdir»demişlerdir.

Nevevî bu hususta şu malumatı vermektedir! «Çocuğun bevlinin necis olduğunda hilaf yoktur. Hattâ bâzı ulemâmız sabinin bevlinin necis olduğuna da ulemânın ittifakı bulunduğunu nakjetmişlerdir. Bu bâbta Dâvud-u Zahirî 'den başka muhalefet eden yoktur. Ebu'l Ha-sen İbni Battal sonra Kaadi Iyâz ve başkaları İmam-ı Şafiî 'den naklen çocuğun bevli temizdir. Onun üzerine yalnız su serpi­lir. Dediğini hikâye etmişlersede bu hikâye kafi surette bâtıldır. Çocuğun bevli "hakkındaki ihtilâf onun necis olup olmamasında değil nasıl temiz­leneceği hususundadır.»

Fakat Aynî Nevevî 'nin «kat'ı surette batıldır.» Sözüne itiraz etmiş ve: «Bu söz delilsiz bir inkârdan ibarettir. Çocuğun bevlinin temiz olduğu yalnız İmam-ıŞafiî 'den değil îmam-ı Malik 'ten ve Evzaî ile Dâvud-u Zahirî 'den den nakledilmiştir.» de­miştir.

Yine Nevevî çocuk bevlinin nasıl temizleneceği hakkında şun­ları söylüyor; «Küçük kız ve oğlan çocuklarının bevilleri nasıl temizlene­ceği hususunda üç mezheb vardır. Bu babta bizim ulemâmızdan üç kavil naklolunur. Bunların sahih ve meşhur olanına göre oğlanın bevli üzerine su serpmekle temizlenir. Fakat kızın bevlini sair necasetler gibi mutlaka yıkamak icap eder ikinci kavle göre her ikisinede su serpmek kâfi değil­dir. Fakat son iki kavil şâz ve zaiftirier. Oğlanla kızın bevilleri arasında fark olduğuna Ali b. Ebî Ta1ib (Radiyaîiahû anh) Atâ'b. Ebî Rabâh', Hasan- Basri, Ahmed b. Hambel, İshâk b. Râhuye ve Malikilerden İbni Vehb (RahitnehümaUah)         hazerâtıda kaildirler. Bu kavil Ebû Hanîfe (Rahimehullah) tan.dahi rivayet olunmuştur.

Nevevi'nin beyanından anlaşıhyorki Şafiî 'nin sahih kavline göre; henüz yemek yemiyen oğlan ve kız çocuklarının bevilleri arasında hüküm itibari ile fark vardır. Ve oğlanın bevli temiz; kızın bevli necistir. İmam- Ahmedle İshâk ve Ebû Sevrin mezhebleri de budur. Bu zevat bir çok hadislerle istidlal etmişlerdir. Şöyle ki:

a- Hz. Aişe hadisinde çocuğun bevli üzerine Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) in su serptiği bildirilmiştir. Bu onu yıkamak değildir. Onun için de İmam-ı Müslimîn bir rivayetinde: «Onu iyice yıkamadı» denilmiştir. Yıkamamak çocuğun bevlinin temiz olduğu­na delâlet eder.

b- Hz. Ali (Radiyallahû anh)m Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve kellem) den rivayet ettiği bir hadiste: «Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   süt emen çocuklar hakkında:

«Kızın bevli yıkanır. Oğlanın bevli üzerine su dökülür.» buyurdular. Denilmektedir, Bu hadîsi   Ebû   Dâvûd,   Tirmizî   ve   İb­ni   Mâce   tahrîç etmişlerdir.

c- Lübâbe binti Haris den rivayet edilen bir hadiste Hz. Hüseyin'in   Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ku­cağına bevl ettiği; bunun üzerine Hz. Lubabe 'nin: «Sen başka, bir elbise giyde gömleğini bana ver yıkayayım» dediği   Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

«Yıkamak kızın bevline mahsustur. Oğlanın bevli üzerine su atılır.» buyurduğu bildiriliyor.

Mezkûr hadisi Ebû Dâvûd, İbnî Mâce, İbni Hu-zeyme ve Beyhâki bir çok tarîklerden Tahâvî dahi iki ta­rikten rivayet etmişlerdir.

Kızla oğlanın bevilleri arasında hükmen fark görenler bunlardan maa­da Tabarânî 'nin tahrîc ettiği Zeynep binti Cahş (Radiyallahû Anhâ) hadîsiyle, Ebû Dâvûd Nesaî ve İbni Mâce 'nin tahric ettikleri Ebu's-Semh (Radiyallahû anh) hadî­siyle Taberânî 'nin »el-Evsat» mda tahric ettiği Abdullah b. Ömer (Radiyallahû anh) Dare-Kutnî 'nin rivayet ettiği İbni Abbâs , yine Taberâni 'nin «el-Kebir »inde tahrîc ettiği Enes b. Malik ve Ebû Ümâme hadisleri ile ve daha başka hadislerle istidlal ederler. Bunların hepsinde kızın bevli yıkanacağı oğla­nın bevline su serpileceği beyân olunmaktadır. Ebu Hanife ile arkadaşlarının ve İmam Ma1ik'in mez­hebine göre kızla oğlan'm bevilleri arasında hüküm itibarı ile hiç bir fark yoktur. Her ikiside necistir. Ve ikisini de yıkamak icap eder.    İmam Muhammed: «Henüz» yemek yemeye başlamayan oğlanın bevli hak­kında ruhsat verilmiş;   kızın bevlî'nin ise yıkanması emir buyrulmuştur. Fakat bizce her ikisini de yıkamak daha makbuldür.» demişdir. Ulemâdan İbrahim Nehâi, Sa'id b. El-Müseyyeb,  Hasan b. Hay ve  Sevrî 'nin mezhebleride budur. Bunlar fark görenlerin de­lillerine cevap vermiş ve; «Hadislerde zikredilen Nadh'dan murâd suyu dökmektir. Ama bazan bununla yıkamak ta kast edilir. (Raşş) dahi suyu serpmek demekse de bazen onunla da yıkamak manası kastedilir» demiş­ler; bu iki kelimenin yıkamak manasında kullanıldığını bir çok hadislerle İspat etmişlerdir ki   Ebu   Davud 'un   Mikdad b. Esved   ta­rikiyle Hz . Ali (Radiyallahû anh) dan   Tirmizî   ve başkalarının Sehl   b.   Hanif 'ten rivayet ettikleri hadislerle İbni Abbas (Radiyallahû Arthâ) dan ve Hz. Esma binti Ebî Bekr 'den rivayet olunan hadisler bunlardandır.

Nevevî diyor ki: «Burada Nadh'dan muradın ne olduğu ulemâmız arasında ihtilaflıdır. Ebû Muhammed el-Cüveynî ile Kaadİ Hüseyin ve Bagavî'ye göre bunun mânâsı bevl bu­laşan şey'in şâir necasetlerde olduğu gibi sıkilsa su süzülecek şekilde suya batırılmasıdır. İmamü'l-Haremeyn ile muhakkıklara göre ise su süzülmeyecek şekilde üzerine su atmaktır. Sair necasetlerde hal böyle değildir. Onlarda suyun necaset yerinden akması ve damlaması şart yı­kanan şeyi sıkmak şart değildir. Sahih ve muhtar olan kavil de budur.

Birde çocuk bevlinin üzerine su atmakla temizlenmesi onun süt em­diği zamana mahsustur. Yemekle beslenecek derecede yemeye başladığı zaman bevlini yıkamak bil ittifak vacip olur.»

Görülüyorki Bağavi ile Cüveynî 'nin tariflerine göre nadh-la yıkamanın biribirinden farkı yoktur. İbni Dakîki'1-lyd Hanefilere tarizde bulunarak: «Onlar bu hususta kıyâsa tabi oldular» diyor. Yani Hanefîler bu meselede sahih hadisleri bıraktılarda kıyâsla amel ettiler ve Ümmü Kays'ın; «onu iyice yıkamadı» sözünü müba­lâğalı şekilde yıkamadı mânâsına alıyorlar. Halbuki bu hilâf-ı zahirdir. Demek istiyor. Bu tarize Aynî şu cevabı vermiştir.:

«Böyle tarizlerle muhaliflerin karnı doymaz. İbni Dakik'in «bu hu­susta kıyasa tabi oldular» sözü doğru değildir. Çünkü Hanefîler bu babta kıyasa değil ancak hasımlarının ihticâc ettikleri hadislere tâbi' ol­muşlardır. Lâkin onların zikrettikleri vecihlerden değil başka suretle ih­ticâc etmişlerdir. Filhakika tabiînden bâzılarından   rivayet edilen eserler bütün bevllerin necaset olmakta müsavi olduğuna bu bâbta oğlanla kız bevlinin arasında bir fark bulunmadığına delâlet etmektedir. O eserlerden biri Tahâvînin Muhammed b. Huzeyme tarikiyle Saîd b. el-Müseyyeb 'den rivayet ettiği şu sözdür. Said : «Bütün bevllerde serpmeye karşı serpme, dökmeye karşı dökme ile mu­kabele olunur demiş ve hükümde bütün bevilleri birleştirmiştir. Onun bu sözünden muradı serpilerek akan bevlin su serpmekle dökülerek; akan bevlin de üzerine su dökmekle temizleneceğini anlatmaktır. Yoksa bevlle­rin bazısı temiz, bazısı necistir demek istememiştir. Filvaki oğlanın bevli serpilerek kızın bevli ise dökülerek akar, şu halde oğlanın bevli üzerine su serpilmek sureti ile kızın bevlide bolca su dökmekle yıkanacak bu suretle serpmeye karşı serpme, dökmeye karşı dökme ile mukabele olunacaktır.

 

32- (Meninin Hükmü Babı)

 

105- (288) Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Abdillâh, Hâlid [103] den, o da Ebû Ma'şer' [104] den, o da İbrahim'­den, o da Alkame ile Esved'den naklen haber verdi ki; bir zat Aişe'ye mi­safir olmuş ve sabahleyin elbisesini yıkamaya başlamış. Aişe (ona) :

— «Eğer onu (menîyî) gördünse yerini yıkaman sana yeterdi. Görme-dinse etrafını yıkardın. Vallahi ben onu Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in elbisesinden ovalayarak çıkardığımı bilirim. Sonra o elbise ile namaz kılardı» demiş.

 

106- (...) Bize Ömer bin Hafs b. Gıyâs da rivayet etti. (Dediki) : Bize babam, A'meş'ten, o da İbrahim'den, o da Esved [105] ile Hemmâm'dan onlarda Aişc'dcıı menî hakkında rivayet ettiler: Âişe:

«Ben onu Resulullah   (Sallâllahü Aleyhi ve Sellem) in elbisesinden ova­lardım» demiş.

 

107- (...) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dediki) : Bize Hammâd yânî İbni Zeyd, Hişam b. Hassân'dan rivayet etti. H.

Bize İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdetü'bnû Süleyman [106] haber verdi.'.(Dedi ki) : Bize İbni Ebî Arûbe rivayet etti. Bunlar hep beraber Ebû Ma'şer'den,rivayet etmişler. H.

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyni, Mugire'den rivayet etti. H.

Bana Muhammed b..Hatim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrah-man b. Mehdi Mehdi b. Meymun'dan, o da Vasıl el-Ahdep'ten naklen riva­yet etti. H.

Bana (yine) İbnî Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İshâk b. Mansur rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsrail, Mansur ile Mugire'den rivayet etti. Bunların hepsi İbrahim'den oda Esved'dan o da Aişe'den naklen onun Re-sulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) in elbisesinden meniyi ovuşturması hakkında Halid'in Ebu Ma'şer'den rivayet ettiği hadis gibi rivayette bulun­muşlar.

 

(...) Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Uyeyne Mansur'dan, o da İbrahim'den, o da Hemmâm'dan, o da Aişe'den naklen yukandakilerin hadisi gibi rivayette bulundu.

 

108- (289) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bişr. Amr b. Meymun'dan rivayet etti. Demişki: Süleyman b. Yesare bir adamın elbisesine bulaşan meniyi sordum.

— Onu Yıkayacakmı; yoksa elbiseyimi yıkayacak? (dedim) Süleyman şu cevabı verdi!.

Bana Aişe haber verdi. (Dedi ki) : «Kesulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) meniyi yıkar sonra o elbise ile namaza çıkardı. Ben elbisede yi kamanın   eserini görürdüm.

 

(...) Bize Ebû Kâmil el-Cahderî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dülvâhid yani İbni Ziyâd rivayet etti. H.

Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Mübarek İbni Ebi Zaide'den naklen haber verdi. Bunlar Amr b. Meymun'dan bu isnadla rivayet etmiştir.

İbni Ebi Zaide'nin hadisi İbni Bişr'in dediği gibi: «Resulullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) meniyi yıkardı» şeklindedir. İbni Mübarek ilfe Abdül Vahidin rivayetlerinde ise Aişe (Radıyallahu Anhâ)

«Ben onu Resulullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) in elbisesinden yı­kardım» demiştir.

 

109- (290) Bize Ebû Âsim Ahmed b. Cevvâs el-Hanefî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'l-Ahvas, Şebib b. Garkâde'den [107], o da Abdullah b. Şihâb el-Havlâniden naklen rivayet etti, Abdullah şöyle demiş:

Aişe'ye misafirliğe gitmiştim. İki elbiseme birden ihtilâm olmuşum. Bunun üzerine onları suya batırdun. Derken Aişe'nin bir cariyesi beni gö­rerek ona haber verdi o da bana haber göndererek (beni çağırttı ve) şöyle dedi:

«Elbiselerini böyle yapmaya seni ne şevketti?» :

  «Uyuyan kimsenin uyku halinde gördüğünü gördüm» dedim.

  «Elbiselerde bir şey gördün mü?» dedi.

  «Hayır» cevabını verdim.

  «Eğer br şey görmüş olsaydın onu yıkarmiydın. Vallahi ben bizzat kendimin onu Besulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)m elbisesinden kuru olarak tırnağımla iyice kazıdığımı bilirim» dedi.

Bu hadîsi Buharı Taharet bahsinde muhtelif lâfızlarla muhtelif râvîlerden tahriç ettiği gibi Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbni Mâce 'de ayni bahiste onu muhtelif ravilerden tahriç etmiş­lerdir.

Hadis-i Şerif muhtelif rivayetleri ile insan menisinin hükmünü bildir­mektedir. Bu babta ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Hanef ilerle İmam-r Mâlik'e göre menî necistir. Yalnız İmâm-ı Â'zama göre kuru olursa onu temizlemek için elbiseyi ovalamak kâfidir. Bir riva­yette İmâm-ı Ahmed in kavlide budur. İmâm-ı Mâlike göre yaş olsun kuru olsun mutlaka yıkamak lâzımdır. İmam Ley s b. Sa'da göre menî necis isede ondan dolayı namazı iade lâzım gel­mez. Hasan b. Hay'ya göre dahi menî necistir. Lâkin elbiseye bulaşan menî çok bile olsa namazı iade etmek lâzım değildir. Vücüde bula­şırsa az bile olsa namazı iade lâzım gelir. Şafiî 'lere göre menî temiz­dir. Bu kavil ashab-ı kiramdan Ali b. Ebî Tâlib, Sa'd b. Ebi Vakkas, Abdullah b. Ömer ve Aişe (Radıyallahu Anhüm) ile Dâvud-u Zahirî 'den rivayet edilmiştir. Esah olan ri­vayete göre İmam-ı Ahmed b. Hanbel'in mezhebi de budur.

Meninin necasetine kail olanlar onun yıkandığını bildiren rivayetlerle istidlal ettikleri gibi, temizliğine kail olanlar da ovalamakla iktifa edildiği­ni gösteren rivayetlerle istidlal ederler. Tahâvî bu hadîsi on dört tarîkten rivayet etmiş ve menî temizdir diyenlere şöyle cevap vermiştir: «Muhaliflerimiz diyorki: «Bu hadislerde size hüccet olarak bir şey yoktur. Çünkü bunlar Re sulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) in uyku es­nasında giydiği elbiseler hakkında varid olmuşlardır. Namaz kıldığı elbi­seler hakkında onlarda bir şey yoktur.» Halbuki kazurat bevl ve kan gibi necasetler bulaşmış elbise içinde uyumak bize görede caizdir. Fakat onla­rın içinde namaz'caiz değildir. Menî'nin hükmüde öyle olabilir. Şayet biz bu gibi pis elbiselerin içinde uyumak caiz değildir, Demiş olsaydık o zaman bu hadis bizim aleyhimize delil olurdu. Madem ki necis elbise içinde uyu­mayı biz de mubah görürüyor ve sizin bu hususda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den rivayet ettiğimiz hadislere uyuyor son­rada böyle elbise içinde namaz kılınmaz diyoruz o halde bu habta Resu-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)den rivayet olunan hiç bir hadise mu­halefet etmiyoruz demektir. Şüphesiz ki Aişe (Radıyallahu Anhâ) dan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in namaz kıldığı elbisesinden menîyi yıkadığı rivayet olunmuştur. Bize Yûnus 'un Yahya b. Hassan 'dan, onun da Abdullah b. Mübarek ile Bişr b. El-Muf addal 'dan, onların da Amr b. Meymun 'dan, onun da Süleyman b. Yesâr 'dan onunda Aişe (Radıyallahu anhâ) dan rivayet ettiği bir hadiste Aişe: «Ben Resulül1ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in elbisesinden meniyi yıkardım. Müteakiben namaza çıkar elbisesinde suyun lekeleri belli olurAu» demiştir. Bu hadisin isnadı Müs1im'in şartına göre sahihtir. Aynı hadisi bir çok muhaddis-ler tahriç etmişlerdir. Görülüyor ki Aige (Radıyallahu Anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in namaz kıldığı elbisesinden menîyi yıkar-mış. Namaz kılmadığı elbisesinden de onu ovalamak sureti ile çıkarırmiş..»

Bâzıları meninin yıkanmasını icâp eden hadislerle ovalanmasını icab eden hadislerin arasını bulmaya kalkmış menî temizdir diyenlere göre onu yıkamayı ifade eden rivayetler temizlik için yıkamanın müstahab olduğu­na; meninin pisliğini ifâde eden rivayetler yaş meninin yıkanmasına hami olunur demişlersede Aynî buna itiraz ederek şunları söylemiştir. «İki hadis arasında tearuz bulunduğunu iddia eden kimdir ki; onların arasını bulmaya hacet kalsın, biz bu babtaki hadislerin aralarında tearuz bulun­duğunu asla kabul etmiyoruz. Bilâkis yıkamayı bildiren hadis meninin pis olduğuna delâlet eder. Buna kıyasen kuru meniyi de yıkamak îcâb ederdi. Lâkin ovalamayı bildiren hadîs onu tahsis etmiştir. Binâenaleyh hadislerin arasını bulmağa kalkışan zatın: «Yıkamak temizlik için müstahab olduğuna hami edilir.» demesi boş sözdür. Şeriatta varid olan emirlerin derecelerini bilmeyenlerin sözüdür. Emrin en yüksek dercesi vücüb en aşağı derecesi-de ibâha ifade eder. Burada ikinci şıkka imkân yoktur. Çünkü Peygam­ber (Saîlallahü Aleyhi ve Seliem) hiç bir zaman meniyi elbiselerinde bı­rakmamıştır. Ondan sonra gelen sahâbe-i kiramın icrââtı da budur. Re-sulüllah (Salîalîahü Aleyhi ve Seliem) in bir şey'i bırakmadan yapmaya devam etmesi münâkaşa götürmez şekilde vücube delâlet eder, birde ke­lâmda kaide: Mutlak kemâline munsarif olmaktır. Bir söz mutlak söylenir­se delâlet ettiği mânânın kemaline hami olunur. Yalnız başka mânâya gel­diğine bir karine bulunursa o karineye göre hüküm verilir. Usûl uleması­nın: «Karinelerden mücerred mutlak emir vücüb iade eder» sözlerinin mâ­nâsı budur.

Aynî sözüne devamla bazı mukadder suallere cevap vermiş ez cüm­le şöyle demiştir:

«Eğer menî peygamberlerin ve evliyâullahın aslıdır. Binaenaleyh te­miz olması icab eder; dersen bende derim ki: Menî Nemrut, Firavun, Hâ-mân ve saire gibi düşmanların da aslıdır. Şunu'da söyleyeyim ki kan pıhtı­sı insana meniden daha yakındır. O da Peygamberan-ı Zişan Hazeratmm aslıdır. Bununla beraber ona temiz deyen yoktur.» Hasılı menî'nin temizli­ğine kail olanlar da pis olduğunu söyleyenlerde bu hadîsin muhtelif riva­yetleri ile istidlal ederler. İki tarafın delillerinden anlaşılan hulâsa şudur: Menî necisdir; hadislerde vârid olan temizleme şekillerinden biri ile te­mizlenmesi icab eder.

Nevevî diyorki; «İnsan menisinin hükmü budur. Bizim bu babta şaz ve zaif bir kavlimiz vardır: Kadının menisi pis, erkeğin menisi temizdir., de­riz. Bundan daha şazz olmak üzerede erkek ve kadının menileri necîstir, demişizdir. Doğrusu bunların ikiside temizdirler. Acaba temiz olan bu me­niyi yemek de caiz midir?. Bu babta ulemamızdan iki kavil vardır. Bunların makbul olanına göre meniyi yemek helâl değildir. Çünkü menî iğrençtir. Bize haram kılman habais cümlesine dahildir. Hayvanata gelince; köpek, Domuz ve onların menisinden doğan hayvanların menîsi hilâfsız necistir, geri kalan hayvanların menisi hakkında üç kavil vardır. Bunların esah olanına göre eti yensin yenmesin bu hayvanların mneisi temizdir. İkinci kavle göre necistir. Üçüncü   kavle göre ise; eti yenilenlerin menisi temiz, yenmeyenlerin menisi necistir...»

Hadîsin muhtelif rivayetleri birbirini tefsir etmişdir. Bunların Mec­muundan anlaşıldığına göre ilk rivayetde ismi zikredilmeden Hz. Âişe (Radiyallahû anha) ya misafir olduğu bildirilen zat Abdullah b. Şihab el'Havlanî 'dir. Bu zat tabiinden olup Kûfelidir. Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Seliem) zamanına eriştiği fakat onu göremediğ'i riva­yet olunur.

 

Hadisi Şerifden Meninin Hükmünden Maada Şu Hükümler Çıkarılmıştır.

 

1-Kadın kocasının elbisesini yıkamak ve onun hizmetinde bulun­mak gibi kadına tealluk eden vazifeleri yapar. Adabı muaşeret ve iyi ge-Çİnmenin yolu budur.

2 -Söylenmesi âdeten utanç versede kendisine uyulan büyük bir zatın hâlleri başkalarına nakledilebilir.

3-Elbisesinden menî yıkanan kimse yıkanan yer kurumadan o el­bise ile mescide girebilir.

 

33- Kanın Pisliği ve Onu Yıkamanın Keyfiyeti Babı.

 

110- (291) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişam b. Ürve rivayet etti. H.

Bana Muhammet! b. Hatim de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saİd. Hişam b. Urve'den rivayet etti Demiş ki: Bana Fatima, [108], Esma [109] dan rivayet etti: Esma şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîtetn)   e bir kadm gelerek.

— Bizden birimizin elbisesine Hayz kanı bulaşıyor. Onu ne yapacak?.. Dedi. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Onu ovalar; sonra su ile (ovalayıp) yıkar. Sonra üzerine su dökerek yıkar ve onunla namaz kılar.»   buyurdu.

 

(...) Bize Ebû Küreyb de rivayet etti (Dedi ki) : Bize İbni Nümeyr ri­vayet etti. H.

Bana Ebu't - Tâhir'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yahya b. Abdillah b. Salim ile Mâlik b. Enes ve Amr b. Haris hep birden Hişam b. Urve'den bu isnâdla Yahya b. Said hadisinin mislini haber verdiler.

Bu hadîsi Buhârî, «Taharet, namaz» ve «Büyü'» bahislerinde; Ebû Dâvûd Tirmîzî, Nesâi ve İbni Mâce, taharet bahsinde tahrîç etmişlerdir.

«Tehuttü» ovalar demektir «tekrusu» dahî ovalamak mânâsına gelir-sede bazılarına göre aralarında fark vardır. «Tehuttu» elle ovmak «tekru-su» ise parmakların uçları ile oğuşturmaktır. Binâen Aleyh «tekrusu» ke­limesinde ötekinden daha ince bir dikkat mânâsı vardır. «Tendahu» Hat-tabiye göre yıkar demektir. Kurtubî ise «Bundan murad: «üzerine su serpmektir.» demiştir. Hadis-i Şerifte evvelâ kan bulaşan elbisenin elle ovulacağı-sonra su dökerek parmakların uçları ile ovalanarak yıkanacağı bildirildiğine göre ondan sonra zikredilen «tendahu» kelimesi­nin mânâsı her halde su dökmek olacaktır. Onun için de bu kelimeye Kur-tûbînin verdiği mânâ daha makbul görülmüştür. Çünkü Hattabî'nin kavline göre yıkama.emri lüzumsuz olarak iki defa tekrar edilmiş olsun.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e gelen kadının Hz. Esma binti Ebi Bekr olduğu İmam-ı Şafiî 'nin Süfyan b. Uyeyne tarikiyle Hişamdan rivayet ettiği hadiste tasrih edilmiştir Nevevî bunu kabul etmemiş ve o rivayeti zayıf bul-muşsada kabul etmemek için sebep yoktur. Çünkü râvi kendi ismini müb-hem bırakabilir. Bunun emsali bazı hadislerde görülmüştür. Binaenaleyh Hz. Esma: «Bir kadın geldi» demekle kendini kastetmiş olabilir.

Bu hadisin rivayetleri muhteliftir. Bazılarında burada olduğu gibi kan bulaşan elbiseyi elle ve tırnak ucuyle ovuşturarak suyla yıkamak zikre­dilmiş diğer bazılarında suya sidr yani nebk ağacının yaprağını katarak yıkamak emredilmiş; hatta bir rivayette:

«Sana su yeter, kanın eseri zarar etmez.» buyurulmuştur.

 

Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder :

 

1- Hattâb î'ye göre pislikleri temizlemek için yalnız su kullanı­lır. Başka mayi'lerle pislik temizlenemez. Çünkü bütün pislikler kan me­sabesindedir. Hüküm itibârı ile bilittifâk aralarında fark yoktur. Beyhâkî dahî Hattabî 'nin fikrindedir. Onlar taharetin yalnız su ile yapılacağına bu hadisle istidlal ederlersede hadis-i şerifde suyun zikre­dilmesi ekseriyetle temizlik onunla yapıldığı içindir. Yoksa bir şeyi zikret­mek hükmün yalnız ona mahsus olmasını gerektirmez.

2- Elbiseden pislikleri yıkamak farzdır. İbni Battal: « Esmâ hadisi ulemâya göre elbiselerden pislikleri yıkama hususunda bir esastır» demiş sonra şunları söylemiştir, Fukahâya göre bu hadis çok kana hamledilmiştir. Çünkü kanın, pis olması için Allah Teâlâ hazretle­ri onun akıtılmış olmasını şart kılmıştır. Bu onun akar derece çok olmasın­dan kinayedir. Ancak fukahâ ne mikdar kanın affolunduğu hususunda ih­tilâf etmişlerdir. Küfe'liler gerek kan gerekse şâir necasetlerde azla çoku ayırmak için dirhem miktarından azı nazarı îtibâre almışlardır. İmam Mâlik «kanın azı affolunmuştur. Fakat diğer necasetlerin azı yıkanır» demektedir.

İbni Vehb 'den rivayet olunduğuna göre hayız kanının azı da çoku gibidir. Nitekim diğer necasetlerin hükmüde budur. Fakat şâir, .kanların hükmü böyle değildir. Hayz kanının azı da çoku gibi olduğuna, delil Reisu1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Hz. Esma 'ya:

«Onu ovala, sonra  parmak uçlarında ovuşturarak suyla yıka.» Duyurmasıdır.

Resûl Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) burada kanın azı ile çokunü hüküm itibarı ile biribirinden ayırmamış ne mikdar bulaştığını da Hz. Esmâ'ya sormamış; ve bu hususta dirhem mikdarını hudûd tayin etmemiştir.

Fakat Aişe (Radiyallahû anha) dan rivayet edilen bir hadîs İbni Vehb 'in bu sözünü reddetmektedir. Buhârî ile Ebû Dâ­vûd 'un tahriç ettikleri bu hadîste Hz. Âişe : «Bizden her hangi birimizin birden ziyade elbisesi yoktu; onun içinde hayz görür elbiseye azı-cık kan bulaşırsa o kanı tükürüğü iîe ıslatır sonra silerdi.» demiştir. Bu ha­dis kanın azla çokunun hükümde bir olmadığını gösterir, Beyhâki: «Bu hüküm affedilen az miktardaki kan hakkındadır. Sahih rivayete göre çok kanı Hz. Aişe yıkardı demiştir, ki buda fark görmeyenlerin aleyhine bir delil olduğu gibi: «Az kan dahi şâir necasetler gibi yıkanır» diyen Şafiî 'nin aleyhine de delildir. İmam-ı Safi î(Rahimehulîah) bu hükümden yalnız pire kanını istisna etmiştir. Çünkü ondan korunmak mümkün değildir. Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) m bir iki dam­la kanı namaza mâni görmezdiği rivayet olunur. İbni Ömer (Radiyallahu anhümâ) bir sivilceyi sıkmış kan çıkınca onu eliyle silmiştir. Bu rivayetlere bakarak Hanefîler tarafından Şâfiîlere ce­vap verilmiş ve: Şafiî 'ler elbette Ebû Hüreyre ile îbni Ömer hazerâtmdan daha ihtiyatlı ve onlardan daha çok hadis rivayet etmiş değillerdir ki; bu hususta onlara muhalefette bulunabilsinler» denil­miştir.

Birde az kanın hükmü zarurete dahî girer. Çünkü ekseri hallerde insan sivilce yara ve cihandan yahut pireden hâli kalmaz. Bu cihetle kanın az miktarı affedilmişdir.'Tealâ Hazretlerinin akıtılan kanı haram kılması da­hi akmayacak derecede az olan kanın haram olmadığına delâlet eder. Hanefiye ulemâsının affedilecek miktarı dirhemle takdir etmeleri Hz. Ali ile İbni Mesut (Radiyallahu anhümâ) mn necaseti dir­hemle takdir etmiş olmalarındandır. Kendilerine uymak için bu iki sahabî-i celîl kâfidir.

Hz . Ömer (Radiyallahu anh) in kanın azını tırnağı ile takdir ettiği rivayet olunur. «el-Muhît» nâm eserde: «Onun tırnağı bizim avu-cumuza yakındı» denilmektedirki buda dirhem miktarından az olan ka­nın namaza mâni sayılmayacağını gösterir. Vakı'a Dâre-Kutni 'nin «Sünen» inde Hz. Ebû Hüreyre 'den rivayet ettiği bir hadis­te   Resulüllah  (Sallallahü Aleyhi ye Sellem) in:

«Dirhem miktarı kandan dolayı namaz iade edilir.» buyurduğu söyleniyorsada Hanefiyye ulemâsı bu hadisle ihticâc etmemişlerdir. Çünkü münkerdir. Hattâ Buharı onun hakkında! «Bâtıldır» demiş­tir.

3- Hadis-i Şerif kanın necis olduğuna delâlet etmektedir. Bu husus­ta ulemâ müttefiktirler.

4- Necaseti temizlemek için adet şart değildir. Kaç defada temizlen­diğine kanaat hasıl olursa o kadar yıkanır.

5- Kadın elbisesinde kan eseri görmezse elbisenin üzerine su ser­perek onunla namaz kılar.

6- Dini hususatta kadının erkeğe bizzat sual sorması caizdir.

7- Şer'an ihtiyaç messettiği takdirde kadının erkeğe sesini işittir­mesi ve erkeğin de onu dinlemesi caizdir.

 

34- (Bevlin Necis ve Ondan İstibra Vacip Olduğuna Delil Babı)

 

111- (292) Bize Ebû Sa'îdel-Eşecc ile Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ ve İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. İshâk bize haber verdi tâbrini kullan­dı. Ötekiler bize Vekî' A'meştn rivayet etti, dediler. A'meş: Mücâhidi Tâ-vus'tan, o da İbni Abbas'tan naklen rivayet ederken işittim demiş İbni Ab-bâs şunları söylemiş; Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki kabrin yanma uğradı veı

«Dikkat edin, bunlar muhakkak azab görüyorlar. Hem 'de büyük bir şeyden dolayı azap görmüyorlar. Bunlardan biri koğuculuk yapardı; diğe­ri de bevlinden korunmazdı.»  buyurdular.

Sonra yaş bir hurma dalı isteyerek onu ikiye yardı ve birini birinin birini de diğerinin üzerine dikti ve:

«Umulur ki, bu dallar kurumadıkça onların azapları hafifletile.» buyurdu.

 

(...) Bana bunu Ahmed b. Yûsuf el-Ezdî rivayet etti. (Dediki) : Bize

Muallâ b. Esed rivayet  etti.   (Dedi ki):  Bize Abdülvâhid,  Süleyman  el-A'meş'den bu isnadla rivayet etti. Ya-lnız o:

«Diğeri bevlden dolayı yahut bevlden temizlenmezdi.»  demiş.

Bu hadîsi Eimme-i Sitte 'nin hepsi ve diğer bir çok ulemâ rivayet etmişlerdir. Buhârî onu Abdest ve Taharet bahislerinin müteaddit yerlerinde Cenaze bahsinde ve «Kitabu'I Hac» da Ebû Dâvûd, Tirmîzî ve Nesâî Taharet bahsinde yine Nesâi Tefsir ve Cenaze bahislerinde, İbni Mâce Taharet bahsinde muhtelif râvilerden tahriç etmişlerdir. İbni Mâce 'nin rivayetinde: «Resulüllâh (Sallailahü Aleyhi ve Seİlem) iki yeni kabrin yanına uğradı» denilmiştir. Bu kayıd vakanın câhiliyet devrinde geçmediğini gösterdiği gibi İmam Ahmed'in tahric ettiği Ebû Ümâme hadisinde «Peygamber (Sallaîİahü Aleyh{ ve Seİlem) Bakî kabristanına uğradı da: Bugün buraya kimi defnettiniz? diye sordu.» denilmesi de ölenlerin müslüman olduğu­na delâlet eder. Çünkü Bakî müslüman kabristanıdır. Resulüllâh (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) in kabirlere işaretle «Bunlar muhakkak azap görüyorlar...» buyurması mahalli zikir hâlini irade kabilinden mecâz-i mürseldir. Yani kabirleri göstermiş içindekilerin azab gördüğü­nü anlatmıştır. Bundan sonra:

«Hem büyük bir şeyden dolayı azab görmüyorlar.»   buyurmuştur.

Ulemâ bu cümleyi iki türlü te'vil etmişlerdir. Birinci te'vile göre cümlenin mânâsı: «Kabirde yatanların telâkkilerince büyük bir şey sa­yılmayan sebeplerden dolayı azab görüyorlar.» demektir. İkinciye göre-de: «sakınması kendilerine büyük bir şey sayılmayacak sebeblerden dola­yı azâb görüyorlar.» demektir. Kaadi Iyâz üçüncü bir te'vil daha yapmıştır. Ona göre bu cümlenin manası: en büyük günahlardan sayıl­mayan sebeplerle azap görüyorlar demektir. «Bu takdirde cümleden mu-râd başkalarını men' ve tahzir olur. Yani zannedilmesin ki azap edilmek yalnız büyük günahlara mahsustur. Küçük günahlardan dolayı da azâb edilir, demek olur.

Fahr-i Kâinat (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) hadisin üçüncü cümlesinde kabirdekilerin azabına sebep birinin kovuculuk yapması diğe­rinin de bevlden korunmaması olduğunu beyân buyurmuştur. Kovucu-, luk; yerinde gördüğümüz vecihle insanlar arasında lâf taşımaktır. Nevevî: «Kovuculuk zarar getirmek kastiyle sözü başkasına taşımaktır ki kabahatlarm en çirkinlerinden biridir.» diyor. Fakat Kirmanı buna itiraz etmiş ve: «Fukahânm kaidesine göre bu söz doğru değildir. Çünkü onlar: Büyük günâh haddi şer'iyi îcâb eden suçtur derler. Halbuki kovuculuk yapana had vurulmaz. Ancak kovuculukta devam etmek onu büyük günah yapar denilirse o başka. Çünkü küçük günâhı İsrarla yap­manın hükmü büyük günâhın hükmü gibidir. Yahut buradaki kebîreden lstilâhi mânâsı kasdedilmemiştir» demiştir.

Bâzıları: « Kirmânî'nin fukahâdan naklettiği söz bütün fuka­hânm sözü değildir. Lâkin Rafiî bu sözü tercih ettiğine işaretle bü­yük günâhın tâ'rifinde iki vecih rivayet etmiştir. Vecihlerin biri budur. İkinci veçhe göre irtikâbından dolayı şiddetli azâb tehdidi vârid olan gü­naha büyük günâh derler. Rafiî: «Fukaha daha ziyade birinci veçhe meylederlersede ikinci vecih büyük günahlar hakkında tafsilât verirken onların söylediklerine daha muvafıktır» demiştir. Maamafih Kirmânî'nin sözü umûmi mânâda söylendiği için hakkında yapılan bu tenkîd yersiz görülmüştür.

Bevlden sakınmamanın kabir azabına sebep olacak kadar büyük gü­nâh olması namazın butlanını icâp ettiği içindir. Çünkü namaz sahih ola­bilmek için necasetten temizlenmek şarttır. Binâenaleyh bevlden sakın­mayan namazsız kalacak demektir. Namazın terki ise şüphesiz büyük gü­nahtır. Kovuculuk yapan dahi insanları birbirine katarak düşman ettiği ve bir çok vahim neticelere sebeb olduğu cihetle en çirkin kabâhatlardan biridir.

Ulemânın beyânına göre Fahr-i Âlem (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) efndimizin hurma dallarını kabirlerinin üzerine dikmesi onlara şefaat içindir. O bu hususta Teâlâ Hazretlerinden şefaat izni istemiş niyazı kabul edilerek o dallar kuruyuncaya kadar azapları­nın hafifletileceği va'ad buyurulmuştur. Müs1im'in kitabının sonun­da Hz. Cabir (Radiyallahû anh) dan tahriç ettiği uzun bir hadiste Resulüllâh (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) :

«Şefaat niyazım kabul edildi ve bu dallar yaş kaldıkça azablarının hafifletileceği va'd  buyuruldu.» demiştir.

Bâzıları: «İhtimâl Resulüllâh (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) on­lara bu müddet zarfında dua etmiştir» demiş bir takımları da «yaş dalla­rın dikilmesi kuruyuncaya kadar teşbih edecekleri içindir. Kuruduktan sonra teşbih kalmaz» mütaleasmda bulunmuşlardır. Ekseri ulemânın mez­hebi de budur. Çünkü müfessirinin ekserisine göre Teâlâ    hazretlerinin

«Hiç bir şey yoktur ki, Allah'ın hamdine bürünerek ona teşbih etmesin! Lâkin siz onların teşbihini anlamazsınız.» ayet-i kerimesinin mânâsı diri olan herşey Allah'a teşbihte bulunurlar demektir. Yine mü­fessirinin beyânına göre her şeyin hayatı kendine göredir. Meselâ ağaç kurumadıkça, taş yerinden kırılıp çıkarılmadıkça diridirler.

Muhakkikini ulemâya göre âyet-i kerime umûmu üzerine câridir. Acaba bütün canlılar hakikaten teşbih ederlermi yoksa onlar varlıkları ile Allah'ın birliğine delâlet ettikleri için lisân-i halleri ilemi teşbih etmiş sayılırlar? Bu cihet ihtilaflı isede muhakkikini ulemâya göre canlılar Al­lah'a hakikaten tesbîh ederler.

Teâlâ hazretleri bir çok taşların Allah korkusundan çatlayarak yere düştüklerini haber vermiştir. Akıl Allah'ın canlılara temyiz kuvveti ver­diğini İmkansız kabul etmediğine, nass-i ilâhi de bunu nâtık bulunduğuna göre canlıların hakikaten Allah'a teşbih ettiklerine inanmak farzdır.

Kabir azabı hakkında eshâb-ı kiramın bir çoklarından hadisler riva­yet edilmiştir. Bezzâr'm zararsız bir senetle Ubadetü'bnü Samit (RadiyaUahû anh) dan tahriç ettiği bir hadis ile Müs1im'in buradaki rivayeti, Ebû Dâvûd 'un rivayet ettiği Ebû Muse'1 - Eşarî hadisi, Ebû Mûse'1 - Medinî' nin «et - Tergîb ve't-Terhîb» nam eserinde rivayet ettiği Ebû Ümâme ve Ebû Râfi' hadîsleri, İbni Mendeh'in «Kitabu't-tahara»da rivayet ettiği Meymune hadisi bunlardandır.

 

Hadis-i Şerif  Şu Hükümleri İhtiva Eder

 

1- Kabir azabı haktır. Onu tasdik ederek inanmak farzdır. Ehl-i sünnet velcemaatın mezhebi budur. Mu'tezile taifesinin" bu babta ehl-i sünnete muhalefet ettikleri rivayet olunur. Lâkin -mu'tezilenin reisi sıyı-lan Kaadi Abdül Cebbar «Tabakat» adlı kitabında şu iza­hatı vermektedir.

«Bize, sizin mezhebiniz sizi kabir azabını inkâra kadar vardırdı. Hal­buki bu mesele bütün ümmetin kabul ettiği bir hakikattir denilirse tara­fımızdan şöyle cevap verilir. Bu meseleyi evvelâ Dır.a rb. Amr, Vâsı1'in arkadaşları arasında bulunduğu sırada inkâr etmiştir. Baş­kaları da onu mu'tezile inkâr etti. Sanmıştır. Halbuki hakikat öyle değil­dir. Mu'tezile iki kısımdır. Bir kısmı kabir azabını hadislerde vârid'ol­duğu şekilde caiz görür bir kısmı ise kat'i surette inanır. Üstâdlarımızın ekserisi kabir azabına kat'i olarak inanırlar. Onlar yalnız insanların ölü olarak azâb göreceğini inkâr eden bir takım cahillerin sözüne karşıdırlar. Onların dediğini akıl da kabul etmez.»

Bu babta Kurtubî de şunları söylüyor: «Kabir azabını mülhid-lerle feylezoflarm yolunu tutanlar dahi inkar ederler. Halbuki ona muh­biri  sadık (Saltailahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin  haber verdiği, şekilde inanmak farz; Allah'ın .kullarını dirilteceğine onlara hayat ve akıllarını iade edeceğine iman lâzımdır. Bütün haberler bunu nâtıktır. Ehl-i sünnet vel cemaatın mezhebi de budur...»

Mu'teziîeden Cübbaî ile oğlu ve Be1hî kabir azabına kail­dirler. Lâkin onlara göre bu azâb mü'minlere değil kafirlerle fasiklara-dır. Yine mu'teziîeden bazıları kabir azabını caiz görmüş fakat ruhsuz cesedin azâb göreceğini, ölünün ruhsuzda elem duymasının caiz olduğu­nu iddia etmişlerdir.

Dalâlet fırkalarından Kerrâmiye'nin mezhebide budur. Mu'teziîeden Bişr el Müreysi, Yahya b. Kâmil ve daha başkaları kabir azabını tamamiyle inkâr ederler. İnkâr meselesinde hâricilerle mür-ci'e taifesinden bâzıları da bunlarla beraberdir. Mezkûr fırkaların bütün kavilleri fasittir. Sahih hadisler onları reddetmektedir.

Ehl-i Sünnete göre kabirde cesed ya ayni ile yahut bir kısmına ruhun iadesiyle azâb görecektir.

Muhammed b. Cerir ile bir taife buna muhalefet ederek: «Ruhun cesede iadesi şart değildir.» demişlersede bu söz de fasittir.

2- Hadîs-i şerîf az olsun çok olsun bütün bevllerin mutlak surette necis olduğuna delildir. Umumiyetle1 fukahânın mezhebi budur. İbni Kaassim ile Muhanmed h. Ali ve Şâ'bi biraz tes-hîlât tarafını iltizam etmişlerdir.   İmâm-ı Â'zam ile İmâmeyn denilen Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre meşak­kat nazar-ı itibâra alınarak dirhem, miktarı bevl zararsız sayılmıştır.

Sevrî: Ulemâ az mikdardaki bevle ruhsat verirlerdi, Küfe'liler iğne ucu gibi ufak bevl damlacıklarına ruhsat vermişlerdir» diyor. Mâ1ikiierin «el-Cevâhir» adlı kitabında: «Yemek yiyen beni Ademin bevl ve kazuratı necistir; eti yenilen her hayvanın kazuratı temizdir. Ye­nilmesi mekruh olan hayvanın pisliğide mekruhtur. Hattâ bâzılarına göre necistir. Bilumum fukahâ hiç bir nevi kan hususunda ruhsat vermemiş; yalnız az mikdardaki hayz kanına ruhsat vermişlerdir. Mâ1ikiyye ulemâsı az miktarın neden ibaret olacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bunun büyük dirhem miktarı olacağı söylenmiştir.» denilmektedir.

3- Hattâbi: «Bu hadiste kabirlerin başında Kur'an-ı kerim okumanın müstahab olduğuna delil vardır. Zira ağacın teşbihi sayesinde meyyitin azabı hafifletileceği me'mul olursa kur'an-ı kerim okumak en büyük ümid ve berekettir.» diyor.

Bu mesele ulemâ arasında ihtilaflıdır. İmam-ı A'zâm ile Ahmed b. Hambel hazerâtma göre Kur'an-ı kerimin sevaba meyyite vâsıl olur. Delilleri Hz.  Ali   (RadiyaUahû anh) dan rivayet olunan bir hadistir. Bu hadiste    Peygamber   (SallaUahü Aleyhi ve Sellem):

«Bir kimse kabristandan geçer de onbir defa İhlâs sûresini okur ve sevabını ölülere bağışlarsa, o kimseye ölülerin adedi kadar sevap verilir.» buyurmuştur.

Mezkûr hadisi Ebû Bekr en-Neccâr «Sünen» nâmındaki eserinde rivayet etmiştir. Ayni eserde Ene &(Radıyallahu Anhâ)dan ri­vayet edilen merfu' bir hadiste kabristandaki Ölülere Yâsîn süresi okunursa o gün azablannm hafifletileceği bildirilmektedir. Bu mânâda bir hadis Ebû Bekri Sıddık(Radıyallahu Anhâ)dan da rivayet olunmuştur.

Nevevî ulemâdan bir cemaata ve İmam-ı Şafiî 'nin meşhur kavlime göre okunan Kur'an ölülere vâsıl olmaz» diyor. Lâkin duanın Ölü­lere vâsıl olduğu hususunda ulemâ müttefiktirler. Oruçf sadaka ve köle âzâdı gibi ibadetlerin sevabı dahi vâsıl olur. Bu hususta Ebû Bekr Neccâr'ın «Sünen» inde Amr b. Şuayb'in babasından o-nunda dedesinden rivayet ettiği bir hadîste dedesinin Resulüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) e: «Ya Resulüllah Âs b. Vâil cahili yet dev­rinde yüz deve kurban edeceğini adamıştı. Oğlu Hişâm kendi hissesine dü­şen elli deveyi boğazlamış. Acaba bu onun için kâfimidir?» dediği; Resu­lüllah   (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) in :

«Senin baban Allah'ın birliğini inkâr etse de onun namına oruç tut-san veya sadaka versen yahut köle âzâd etsen bu ona varır mıydı?» buyurduğu bildiriliyor.

Dara-Kutnî 'nin rivayetinde:

«Bir adam Ya resulüllah:

— Annem babam Öldükten sonra onlara nasıl iyilik edeyim? diye sor­du Resulüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):

«öldükten sonra iyilik: Kendi namazınla beraber onlar için namaz kılman, orucunla beraber onlar için oruç tutman; sadakanla beraber on­lar için de sadaka vermendir.»  buyurdular» deniliyor.

Bu hususta başka hadislerde vardır.

4- İstincâ vaciptir. Zira hadisteki   «bevlden korunmazdı»    cümle­sinden murâd budur.   İbni   Battala   göre: «Bu cümlenin mânâsı: j Vücûdunu ve elbisesini bevl sıçramasından korumazdı» demektir,

Begavî : «Bu hadîs kazâ-i hacet ederken insanlar görmesin diye [örtünmenin vâcib olduğuna delildir.» diyor.

Aynî istinca ile örtünmenin ikisininde vacip olduğunu söylemek-Itedir.

5- Kovuculuk haramdır. Bu hususta icma' vardır.

Hadîsin muhtelif rivayetlerinden bu hadisenin ayrı ayrı zamanlarda iki veya üç defa vuku' bulduğu anlaşılıyor.

6- Kabirlerinde    azab    görenlerin    seslerini   Resulüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) mucize kabilinden işitmiştir. Azâb görenle­rin mü'min olup olmadıkları ihtilaflıdır. Lâkin rivayetlerin umûmundan bu hadisenin iki üç defa vâki' olduğu    anlaşıldığına göre ihtilâfa hacet yoktur. Çünkü bir defa uğradığı kabirlerde azâb görenler mü'min başka defa uğradığı kabirlerdekiler, kafir veya fâsıktı denilebilir.

 



[1] Ebu Habib  Habban b. Hilâl  el-Bahili: Basrâ'lıdır. Sahihayn râvilerindendir. Ve­fat  tarihi 316'dır

[2] Ebu  Yezid   Ebân  b.   Yezid:   Basra'lıdır.   Müslim'in   râvilerindendir

[3] Yahya b. Ebi  Kesir.

[4] Ebu   Sellâm   Menıtıır   el-Bahilî r  Dimaşk'lıdır.   Kendisinden   Yezİd   b.   Sellâm   ha­dîs rivayet   etmiştir.

[5] Ebu  Malik  el-Es'ari  Amr b.  Haris (R.A.):  Şam'hdır. Sahabe-i  kiramdandır.

[6] Bakara   sûresi,   âyet :    143.

[7] Bakara   sûresi,   âyet :   153.

[8] Sad   sûresi,   âyet:   44

[9] Enbiya  sûresi,   âyet:   83.

[10] Yunus   sûresi,   âyet :   5.

[11] Tevbe   sûresi,   âyet:   111

[12] Bakare sûresi,  âyet :   102.

[13] Ebu  Ziirara Mus'ab b. Sa'd b.  Ebu Vakkas ez-Ziihri:  Hadîs itibarı  ile Kûfe'-lilerden   maduttur.   Sahihayn   râvİIerindendir.   Babasından  ve   îbni   Ömer   (R.A.)   dan  hadîs rivayet etmiştir.

[14] Abdullah  b.  Âmir   (R.A)

[15] Ebu Yusuf İsrail b. Yunus:  Sahihayn râvilerinden  olup,  dedesi  Ebu  İshak Es-Sebî'iden ve başkalarından  hadîs  rivayet  etmiştir

[16] Maide   sûresi,   âyet:   6.

[17] Müddfissir   sûresi,   âyet:   3

[18] Bakara  sûresi,   âyet:   187

[19] Maide  sûresi,   âyet:   6.

[20] Bakare  sûresi,   âyet:   280.

[21] Sûre-İ   Bakara,   âyet:   159.

[22] Sûre-i  Hûd, âyet:   114

[23] Sûre-i Â]-i  Imrân,  âyet:   187

[24] Sa'id  b.  Mina':  Mekkeli azadlılardandır. Sahihayn ravilerindendir

[25] İshak b. Sa’id b. Amr el-Kureşi : Sahihayn ravilerinden

[26] Süfyan-ı  Sevri.

[27] Etra'n   Nadr Salim  h.  F.bi   Cnıcyye:   Amr  b.   L'beydullah   El-Kureşi'nin   azadlısı-ılır.    Ml'ıIijk'ikIiı'.   Suhiha* ıı    \-,w İki imlenilir,   Vakufi'nin   rivayetine   göre   Mcrvâ'nm   hilâfeti

[28] Ebu   Enes   Mâlik   b.   Fbî   Amir:   Im.ım-j   Malik'în   JcıloiJîr.   -Safıİh;ı>n   râvilcrİndendir

[29] Ebu  Sileme   MıVar  b.   Kcdânı.

[30] Ukeym b.  AbdiIIafa  b. Kays'el-Kureşi:   Müslim'in  râvilerindendir

[31] Muaz b.  Abdumüunan  et-Teymî el-Kureşî:  Sahihayn  râvilerindendir.

[32] Ebu   Sahr   Humeyd   b.   Ziyâd:   Medİne'lidir.   Müslim'in   râvilerindendir.   Mısır'da yaşamıştır

[33] Ömer   b.   İshâk:   Müslim'in   râvilerindendir.

[34] Muaviye b.  Salih el-Hedrami: -Künyesi (Ebu Amr)  yahut Ebu Ömer'dir.  Endü­lüs  kadısıdır.   Mekke'ye   gelmiş   hadîsi orada rivayet   etmiştir

[35] RabiatiTbuü   Yezid   EI-Kasir:   Dimâşk'Iıdır.   Sahihayn   râvilerindendir

[36] Ebu İdris el-Halvânî:  Âizullâh b* Abdİllah  b.  Amr Şamlıdır.   Dİmaşk'ta kadı­lık   etmiştir.

[37] Ukbetü'bnü Âmir  (R.A.):   Eshab-ı   kiramdandır.   Künyesi  ihtilaflıdır.  Ebu'I  Esed. ve   daha  başka   olduğunu  söyleyenler  vardır.   Mısır'da  valilik   yapmıştır.   Hz.   Muavjye za­manında   58  tarihînde   vefat  ettiği   söylenir.

[38] Cübeyr b.  Nüfeyr b.  Malik  el-Hadrami:   Künyesi   Ebu  Abdirrahman'dır.   Cahi-liyet   devrine  yetişenlerdendir

[39] Zeyd  b.  Hubab  et-Temimî,   Künyesi:   (Ebu'i   Hüseyin)'dir.   Kûfe'lidin   Müslim'in râvilerindendir.

[40] Ebu   Haysem   HalM   b.   AbdiJlâh   b.   Abdirrabman.

[41] Ebu Muhammed Abdullah b. Zeyd b. Âsim el-Ensarî (R.A.): Eshab-ı kiramdan-

dır. Yemame harbinde Müseylemetü'l-Kezzâb'ı bu zat tepelemiştir. 63 tarihinde şehid edil­miştir. Ezan-i rivayet eden Abdullah ile bunu kanştirmamalıdır. Onun ismi Abdullah b. Zeyd  b.  Abdirabbih  el-Ensari'dİr.

[42] Ebu Musa İshâk b.  Musa b.  Abdillâh:  Müslim'in  râvilerindendir.  Kadılık et­miştir.

[43] Mân b. tsâ b. Yahya :  Azadlı kölelerdendir.  Künyesi Ebu Yahya el-Kazzaz'drK Medineİidir.   Sahihayn   râvilerindendir,

[44] Behz   b.   Esed.

[45] Vüheyb  b.  Halid  b.   Aclân

[46] Hafaban   b.   Vasi   b.   Habban   el-Ensarî:   Medine'lidir.   Müslim'in   râvilerindendir.

[47] Ebu Muhammed  İsa b.  Talba b.  UbeydİHab:  Medine'nin   faziletli  âlimlerinden biridir.  Halife Ömer b.  Abdülaziz zamanında vefat  etmiştir.

[48] Ebu'I  Misver Mahraraetü'bnü  Bükeyr b.  AbdiIIâh  el-Mahzûtnî:  Azadlılardan-dır. Medine'li sayrlır.

[49] Ebu AbdiIIab  Salim :   Şeddâd-ı   Mehrî'nin   azadlısıdır.   Bazıları  onu   Ebu  Abdil-lâh künyesi ile bazıları da «Mevle'I-Mehrî» diye anarlar. Ona : Mevlâ Mâlik, Sâiim-i Şeb-nân, SâJim  el-Berrâd, Salim b.  AbdiIIâh»  diyenler de vardır.  Mu'temed  bir râvîdir.  Atâ' b. Sâib onun hakkında : «Bence kendimden daha mu'temeddir» dermiş.

[50] Ebu  Alî   Hasan b. Muhammed b.  A'yeıı el-Kııraşi: AzadIilandandır.

[51] Ebu   Yahya  Fiiieyh  b.  Süleyman :   Asıl   ismi   Abdülmelik'tir.   Füfeyh lâkabı   ile anılır.   Mekke'lidir.

[52] Ebu   AbdiIIâh   Nuajm   b.   AbdiIIâh   El-Mücemmir:     Medine'lidİr.     Babası   Hz.

Ömerin   azadlısıdır.   Yernıük   harbinde  vefat  etmiştir.

[53] EbıTI-Hasen  Hilâl   b.  Yesaf   el-Eşca'i:   Kûfe'li   azadlılatdandır.     ismi  Yisaf  ve İsaf şeklinde  rivayet  olunmuştur.  Hadîs uleması arasında isaf  diye  meşhgrdur.

[54] Ebu  Yahya Misda' (Ziyadii'i A'raç) diyenler de vardır.

[55] Ebu   Bişr  Ca'fer  b.   Ebi   Vahşiyyc :   Basra'Iıdir.   Vasıflı   diyenler  de  vardır.

[56] Yusuf  b.  Mâhek  el-Fasrisi:   Mekke'lidir.

[57] Bu   rivayet   abdestte   ayakların   yıkanacağına  en   açık   delİİdİr

[58] Rûhü'I-Meâni   Tefsiri,   Mâİde   sûresi

[59] Ebu  Hişam   el-Mahzıımî  MugiraiiiT)nü  Seleme:   Basra'lıdır.   Sahihayn   râvîlerindendir.

[60] Ebu  Bi$r  Abdûlvahit  b.  Ziyâd   el-Abdi:  Basra'lı  azadlılardandır

[61] Ebu  Sehl  Osman b. Hakim b. Abbad  el-Ensar: Aslen Medine'lidir. Küfe muhaddislerinden sayılır

[62] Ebu  Bekr Muhammed  b,  Münkedir b.  Abdillah :  Medine'lidir.

[63] Umeratü'bnü   Gaziyyete'I-Ensarî:   Medine'iidir.   Sahihayn   râvîlerinden   sika'   bir zattır

[64] Sa'id   b.   Ebu   Hilâl   el-Leysi:   Medine'lidir.   70   tarihinde   Mısır'da   doğmuş   130 'eya   135  tarihinde  Mısır'da vefat  etmiştir. Sahihayn  râvîlerindendir.

[65] Eyle,  Kızıl  Deniz      Şap Denizi'nİn Şam tarafında eskiden  ma'mur bir şehir-miş.   Şimdi   harabdır.   Buradan   yüklü   develerle   günde   bir   konak  yürümek  şartiyle  Medi­ne'ye  ayda  vanlırmış.

Aden,  Yemen'in   Hind  Denizi  sahilindeki  son  şehridir.

[66] Ebul   Kaasira Vasıl  b. Abdil A'lâ b.  Vasıl :  Kûfe'iidİr.  Müslim'in  râvîlerinden-dir.   244  tarihinde vefat etmiştir.

[67] Kabristandan   murâd :   Medine'deki   «Ei-Bakf»   olsa  gerektir.

[68] Bikdam  b. Şureyh  b.  Hâni:  Kûfe'lidir.  Sahihayn  râvîlerindendir.

[69] Gaylân  fa.   Cerir el-Ma'veü:   Basra'iıdır.   Sahihayn  râvîlerindendir.

[70] İsmail   b.   Müslim   el-Abdî:   Basra'lidir.   Yemame   taraflarında   kadılık   etmiştir. Müslim'in râvîlerindendir.

[71] Ebu'l-Mütevekkil  Ali  b.  Dâvud  — yahut — İbni Davud  el-Basrî:     Basra'lıdır. Sahihayn  râvîlerindendir.

[72] Hunsa-i müşkil: Kendisinde hem erkeklik, hem kadınlık âleti müsavi dere­cede   bulunan   kimsedir.

[73] Ebu Yahya Zekeriya b. Ebi Zaide: Kûfe'li azadhlardandır. Sahihayn râvîlerin­dendİr.   148 veya  149 tarihinde vefat etmiştir.

[74] Mus'ab b. Şeybe  Cübeyr: Müslim'in râvîlerindendİr

[75] Talk b. Habib  el-Anezî:  Müslim'in râvîlerindendİr.

[76] Ravh b.  Ubade b. Alâ': Basra'hdır.  Sahihayn râvîlerin dendir.

[77] Ebu  Ca'fer Ahmed b. Hasen b. Hıraş : Bağdat'lidır. Asfen Horasan'hdır, Müs­lim'in   râv ierindendir.

[78] Ebu Hafs  Ömer b. Abdilvahhab:  Basra'lidır.  Müslim'in  râvîlerinden olup,  yal­nız bir hadîs rivayet etmiştir.

[79] Ebu  Abdirrahman  Abdullah  b.  Mesleme  b.  Ka'neb  el-Harîsî: Aslen  Medine'Iİ oiup   Basra'da  yaşamış   Âbid  ve  Fadıl  bir zattır.  Sahihayn  râvîlerindeodİr.   Mekke'de  221 tarihinde vefat etmiştir.

[80] Vasî' b.  Habban  b.  Munkiz:  Medine'lidir.  Sahihayn râvîlerindendir.

[81] Abdullah  b.  Ebi  Katade  el-Haris  b.  Rib'i  el-Ensari:   Sahihayn   râvîlerindendir. Velid b. Abdil Meiİk'in hilâfeti sonlarına doğru Medine'de vefat etmiştir

[82] Ebu   Muaz   At*   b,   Ebi  Meymune:   Enes'in   azadhsidir.   Basra'hd.r.   131   taıi-mnde  Basra da zuhur eden  taundan  sonra vefat etmiştir

[83] İbrahim  Nehaî.

[84] Ebud' Duha  Müslim b. Sahih : Azaadlılardandır. Ravilerindendir. Ömer b. Abdikıziz'İn   hilâfeti zamanında vefat etmiştir.

[85] Ebu   Abdillâh   Muhammet   b.   Abdiüâh   b.   Bcri,:   Basra,idır    râv;

[86] Humeyd   et-Tavil   b.   Ebi   H-mcyd :   Basral,   azadlılardand.r.   K,sa   boylu   oldu gu   için   kendisine   tesmiye   bızzıt    kabilinden  uzun   lakabı   venlmi^r.   Sahihayn   râvîlerinden

[87] Ebu  Muhflmmed  Ka'b b.  Ucra't el-Ensarî (R.A.):  Resulellâh  (S.A.V.) den Bu-hâri  ve   Müslim'de hadisleri vardır.  EUİ  iki  tarihinde  doksanbeş  yaşında vefat  etmiştir.

[88] Ebıı   Abdillâlı   Amr  b.  Kays   el-Mülaî:   Kûfe'Iİdir.   Müslim'in   râvîlerindendir.

[89] Şureyb   b.   Hani   b.  Yezid :   Yemenli   Ben-i   Haris   kabilesine   mensuptur.   Birkaç tane   sahabeden   hadîs   rivayet   etmiştir.   Yeimİş   sekiz   tarihinde   108   yaşında  olduğu   halde Sicistan'da   katledilmiştir

[90] Ebu   Üsaıııe   Zeyd   b.   Ebi   Üneyse :   Azadi il ardandır.   Müslim'in   râvîlerindendir

[91] Allcamerii'bnii   Mersed   el-Hadrâmî;   Kûfe'lidir.   Sahihayn   râvîlerindendır.

[92] Süleyman   b.   Biireydele'I-EsIemî:   Hz.   Ömer   zamanında   kardeşi   Abdullah   İle ikiz   doğmuştur.   Müslim'in   râvîlerindendir.

[93] Ebû Abdurrahman Hâlid b. Ömer b. Hafs el-Mekrâvi:, Basra'hdır kî: Kirman'da   kadiiık   etmiştir.   Nisabur'da   yalamış   ve   233   tarihinde   orada  vefat  etmiştir,   Sahihayn râvîlerindendir.

[94] Ebû Rezîn Mesh'ûd b. Malik el-Esedi:  Kûfe'lidir. Ebu Vail  Şakik b. Seleme'-nin  azadlisıdır.  Müslim'in  râvîlerindendir.

[95] Mugiretii'bnü   Abdirrahman   el-Hİzami:   Medine'Iidir.   Sahihayn   râvîlerindefidir.

[96] Ebu't-Teyyah Yezid b. Humçyd ed-Duba'i: Basra'Iıdir. Sahihayn râvîlerin-dendir.

[97] Ebu  Abdillâh  Mutarrif b.  Abdillâh  b.  $ihhtf:  Sahihayn  râvîlerindendir.

[98] Ebu   Ziyad   Abdullah   b.   Mugaffel   (R.A.):   Ashab-ı   ki ramdandır.   Muaviye'nin hilâfeti sonunda vefat etti.

[99] Ma'lesef bugün köpek edinme merafo salgın halini almıştır. Bİr taraftan tıp köpek hastalığından, kuduzdan vesaİr muzarraıieîci&n bahsededıırsun, millet alabildiğine varını yokunu sarfederek köpek edinmektedir. Dinm im babtaki emr-i nehyİ kimsenin ha­tırına gelmediği gibi, tıbbın avazlarına da aldırış eden yoktur. Birçok kimselerin köpek­leri koynunda yatırdıklarını bile işitiyoruz. Ne diyelim, Allah intibahlar versin. Amîn.

[100] Ebu  Yusuf  Bükeyr  b.  Abdillâh  el-Eşec:  Azadhlardandir.   Medine'lidir/ Sulahadan bir zattır.   117,  122 veya   129 tarihinde Medine'de vefat etmiştir.

[101] Ebu  Yahya  îshâk b.  AbdiIIâb  b.   Ebi  Talhate'I-Ensarî:  Sahİhayn  râvîlerindendir. İmam-ı Malik hadîste bu zatın önüne kimseyi geçirmezmiş.

[102] îsmi  Cüzame'dİr.  Âmine  olduğunu  söyleyenler de vardır. Çocuğunun. ismi  mâ-Iıını  değildir.   Bu  çocuk  Resûluüah  (S.A.V.)  devrinde  ölmüştür.

[103] Halid   b.   Mihran   el-Hazzâ'.

[104] Ebû  Ma'şer Ziyâd  b.  Küleyb  et-Temîmî:   Kûfe'lidir.  Müsİim'in  râvîlerindendir.

[105] Ebu Amr Esvcd b. Yczid b.   Kays:  Kûfe'Iiidr.  Alkame'nin  kardeşi  oğludur.

[106] Ebu   Mııbanımed   AbdetÜ'bnü   Süleyman   el-Kilabî:   Kûfe'lİdir.   İsmi   Abdurrahman  ise de  Abde lâkabı  ile anılır.

[107] Sebİb   b.   GarkâdeVSülemi:   Kûfe'lidİr.   Sahihayn   râvîlerindendir

[108] Fatirae  binti  Münzir:   Hişam   b.   Urve'nİn   zevcesidİr.

[109] Esma  binti  Ebu  Bekr  (Radıyallahıı  Anhüma'dan)  hadîs  rivayet etmiştir.