2- Namaz İçin Temizliğin Vücübu Babı
3- Abdestin Sıfatı ve Kemali Babı
4 - Abdestin ve Akabinde Namaz Kılmanın Fazileti Babı
6- Abdesti Müteakib (Okunması) Müstahab Olan Dualar Babı
7- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in Abdesti Hakkında Bir Bab
8- İstinsar ve İsticmarı Tek Yapma Babı
9- Ayakları Tastamam Yıkamanın Vücübü Babı
10- Yıkanacak Yerlerin Her Tarafını Kaplayarak Yıkamanın Vücubu Babı
11- Abdest Suyu İle Birlikte Günahların Çıkması Babı
12- Abdeste Guere ve Tahcili Uzatmanın Müstehab Olduğunu Beyan Babı.
13- Nur Abdest Suyunun Ulaştığı Yere Ulaşır, Hadis-i Babı
14- Zorluklara Rağmen Abdesti Yerli Yerince Almanın Fazileti Babı
18- Sağ Elle Taharetlenmekten Nehy Babı
19- Temizlik ve Sairede Sağdan Başlama Babı
20- Yollara ve Gölgelere Abdest Bozmaktan Nehiy Babı
21- Büyük Abdest Bozduktan Sonra Su Île Taharetlenme Babı
23- Alın ve Sarığın Üzerine Mesih Babı
24- Mestler Üzerine Meshin Vaktini Tayin Babı
25- Bütün Namazları Bir Abdestle Kılmanın Cevazı Babı
27- Köpeğin Kabı Yalanmasının Hükmü Babı
28- Durgun Suya Bevl Etmekten Nehiy Babı
29- Durgun Suda Yıkanmakdan Nehyi Babı
31- (Süt Emen Çocuğun Bevlinin Hükmü ve Nasıl Yıkanacağı Babı)
33- Kanın Pisliği ve Onu Yıkamanın Keyfiyeti Babı.
34- (Bevlin Necis ve Ondan İstibra Vacip Olduğuna Delil Babı)
Kitab:
kelimesi toplamak ve katmak mânasına mastardır. Bir yere toplanmış şeylerede
ıtlak edilir. Burada maksud olan da budur. İstilâh-ta; kitaptan murad
içerisinde ekseriya bâblar ve fasıllarda bulunan bir çok mes'elelerin
mecmu'udur.
Taharet:
Temizlik ve tenezzüh demektir. İstilâhta ise; temizlenmek isteyen bir kimsenin
gerek hakîkî pisliği, gerekse hades denilen manevî pisliği gidermek için meşru
bir surette şüyu veya toprağı yahut her ikisini birden kullanmasıdır.
Aslında bu kelime de
masdardır. Kitap kelimesi ile yan yana getirilerek bunlardan terkib-i izafi
yapılmıştır. İman bütün ibadetlerin şartı olduğu ve hepsinden şerefli
mertebede bulunduğu için İmam Müslim, Kitabına İman bahsile başlamış, ondan
sonra ibâdetleri sıralamıştır. Çünkü kul ancak ibadet için yaratılmıştır.
Vııdû kelimesi
vâtiâet'den alınmadır. Vâdâet: Güzellik ve temizlik demektir. Abdest de mü'mini
temizliyerek güzelleştirdiği için ona vudû' denilmiştir. Lügat ulemâsının
cumhuruna göre; abdest almaya vudû' abdest almak için kullanılan suya vadû'
derler. Bazıları bu kelimenin her iki mânada da vadû' şeklinde okunacağına
kaail olmuşlardır. Her iki mânâda vudû' okunacağını söyleyenler de vardır.
Tâhûr, kelimesi
hakkında dahi ayni ihtilâf câridir. Yani temizlenmek mânasına kullanılırsa; bu
kelime tuhûr; temizleyen su mânasında kulla-nılırsada tahûr okunur. Maamafih
her iki mânada da tuhûr okunur diyenler olduğu gibi her iki mânada tahûr
okunur diyenlerde vardır.
Gusle gelince: Bu
kelime ile yıkanılacak su kasdedilirse gayının zarri-mı ile gusl yıkanmak murad
edilirse gusl veya gasil okunur. Bazıları: «Masdar olarak kullanırsa gasil;
yıkanmak mânasına kullanılırsa gusl okunur» demişlerdir; «Yıkanmak mânasına bu
kelimeyi gusl şeklinde okumak hatadır» diyenler de varsada Nevevî'nin beyanına
göre hata kendilerindedir. Yıkanırken kullanılan hatmi otu sabun vesaireye de
«gısb» derler.
1- (223)
Bize İshâk b. Mansur rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hab-baıı b. [1] Hilâl
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebân [2]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya [3]
rivayet etti, ona da Zeyd rivayet etmiş, ona da Ebu Sellâm [4], Ebu
Malik-i Eşârî'den [5] naklen rivayet etmiş; Ebu
Malik şöyle demiş! Resulullâh (Saîlallahü Aleyhi ve Selleın) :
«Temizlik îmanın
yarısıdır. Elhamdülillah mizanı doldurur. Sübhanal-lâh ve elhamdülillah
göklerle yer arasını doldururlar. (Yahut doldurur.) Namaz bir nurdur. Sadaka
bir burhandır. Sabır bir ziyadır. Kur'an da senin ya lehine, ya aleyhine bir
hüccettir. Bütün insanlar sabahleyin kalkarlar, kimisi nefsini satar, kimisi
de onu ya azad eder, yahut helak!..» buyurdular.
Bu hadisi Nesaî ile
İbni Mâce'de tahriç etmişlerdir. Hadisin isnadı hakkında Dâre
Kutnî ile diğer bazı hadis
ulemâsı söz etmiş ve Ebu Sellâm ile Ebu Malik arasından râvi Abdurrahman b.
Gunm 'un düştüğünü söylemişlerdir, «Buna delil Muaviye b. Sellâm'in aynı hadisi
kardeşi Zeyd b. Sellâm 'dan, o da dedesi Ebu Sellâm 'dan, o da Abdurrahman
b.Gunm 'dan, o da Ebu Malik 'i Eş'Arî 'den naklen rivayet etmiş olmasıdır.
Hadisi Nesaî, İbni Mace ve -diğer imamlar bu şekilde tahriç etmişlerdir»
derler.
Nevevî: «Müslim
tarafından buna şöyle cevap verilebilir: Zâhî-re göre! Müslim bu hadisi Ebu
Sellâm'in Ebu Ma1ik'ten dinlediğini işitmiştir ve Ebu Sellâm bunu hem Ebu Malik
'ten hemde Abdurrahman b. Malik 'ten bazanda Abdurrahman b. Gunm 'dan rivayet
etmiştir. Ne olursa olsun bu metin sahihtir. Tâ'n edecek yeri yoktur.» diyor.
Hadis-i şerif İslâmm
en büyük esaslarından
birini takrir etmekte olup en
mühim, islâmî kaidelere şâmildir.
Şatr: asıl itibarı ile
yarı demektir. Burada Resulullâh (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem)'in
:
«Temizlik îmanın şatrıdir.»
Buyurmuş olmasının
mânası ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre; temizliğin ecr-ü mükafatı
katlana katlana imanın yarı ecri kadar olur. Bazıları: «Bunun mânası iman nasıl
önceki günahları yok ederse abdest de öylece yok eder. Çünkü abdest ancak imanla
beraber sahih olur. İmansızın abdesti muteber değildir. Binaenaleyh abdestin
imana mütevakkıf olması onun yarısı mânasına gelmiştir,» demiş; bir takımları
da buradaki imandan murad namaz olduğunu söylemişlerdir. Nitekim Teâlâ
hazretleri
«Allah sizin imanınızı
zayi' edecek değildir.» [6]
Âyet-i kerimesinde namaza imân demiştir. Namazın sahih olması için temizlik
şarttır. Binaenaleyh temizlik namazın yarısı gibi olmuştur. Temizliğe namazın
şartı denilmesinden onun hakikaten yarısı olması lâzım gelmez. Bu kavil bu
hususta söylenenlerin en güzelidir. Bazıları bu cümleyi şöyle izah etmişlerdir.
«İmanın iki şartı vardır. Biri nefsi kötülüklerden temizlemek diğeride azayı
temizlemek işte Allah'ın huzuruna durmak için bedenin zahirini temizlemek
bundan dolayı imanın yarısı sayılmıştır. Dış azasını temizliyen bir kimse
kalbini de kötü inançlardan temizlerse
imam bütünlenmîş olur. Suda muhtemeldir; İman kalbin tastiki ile zahiri uzuvların
inkıyadından ibarettir. Bu tastikle inkiyâd imanın birer şatrıdır. Temizlikte
namazı Tazammun ettiği cihetle o da zahirî âzânın inkiyâdı demektir.
«Elhamdülillah mizahı
doldurur.» cümlesinden murad onun ecir ve sevabının büyüklüğüdür. Yâni; mizanı
dolduran onun sevabıdır. Kur'an-ı Kerim ile sünnetin bir çok nassları amellerin
tartılacağını mizanların bazan ağır bazan hafif geleseğini ifade etmektedirler.
«Hamd'in, mânası;
kemâl sıfatlarından dolayı Allah'a sena etmektir. Bu mânayı düşünerek Allah
Teâlâ'ya hamd-ü senada bulunan bir kimsenin mizanı hasenetla dolar. Yani
hasenat cisim olsalar mizanı doldurdukları görülür.
«Sübhanallah ile
Elhamdülillah gökle yer arasını doldururlar (yahut doldurur.)»
Burada râvî şekk etmiş
Resul ullâh (SaUaîlahü Aleyhi ve Seîlem) tesniye sigasi kullanarak «doldururlar
mı» dedi yoksa müfret sigası ile «doldurur mu» dedi kestirememiştir. Mâna
birdir. Bu cümleden murad mizanı doldurduktan sonra hasenatın artacağını
beyandır. Çünkü mizanı yalnız hamd dolduracaktır. Ona bir de Sübhanellah ilâve
edilince mizan dolup taşacaktır. Göklerle yer arasını zikretmek sevabın
çokluğundan kinayedir. Nitekim Araplar çokluğu ifade etmek için bu ifadlyi
kullanırlar. Sevabın ziyadeliğini ulemâdan bazıları şöyle izah ederler.
Kulluğun esası marifet ve muhtaciyete dayanır. (Sübhanallah) diyerek teşbihte
bulunmak marifete delil olduğu gibi (elhamdülillah) demekte muhtaciyete delâlet
eder. Hadisin bir rivayetinde :
«Teşbih mizanın
yansıdır. Elhamdülillah mizanı doldurur. Tekbir ise gökle yer arasını
doldurur.» buyurulmuştur.
Übbî diyor ki;
«Sübühanallah»'m sevap itibari ile «elhamdülillâh»'tan ziyade olması onun
tenzih sıfatlarına aid bulunmasındandır. «Elhamdülillah» ise kemâl sıfatlarına
râcidir. Tevhidi işte bu iki kelime ifade eder.»
Namazın nur olmasından
murad Nurun ziyasından istifade ederek geceleyin insan nasıl yolunu bulursa
namaz da günahlardan fuhşiyat ve münkerattan men ederek insanı doğru yola
hidayet eder, demektir. Bazıları : «Namazın sevabı kıyamet gününde bir nur
olacak» demiş diğer bazılarıda «namaza nur denilmesi marifet nurlarının
parlamasına; kalbin inşirahına ve hakikatlerin kalbe münkeşif olmasına kulun
zahiriyle bâ-tınıyle Allah'a yönelmesine sebep olduğu içindir» demişlerdir.
Nitekim Teâlâ hazretleri :
«Siz sabır ve namazla
Allah'tan yardım dileyin. [7]
buyurmuştur.
Ulemâdan bazılarına
göre; namaza nur denilmesi namaz kılanların yüzlerinde hem dünyada hem kıyamet
gününde aşikâr bir nur parhyaca-ğı içindir. Nitekim bir hadisi şerifte :
«Kıyamet gününde
ümmetim namazdan dolayı alınlarından; abdest-ten dolayı abdest azalarından nur parlayarak haşrolunacaklardır.» buyu-
rulmuştur. Dünyada
sabah namazını -kılmayan bir adamın yüzü sabahleyin nursuz olur saçları bir
birine karışmış gözleri çapaklı ağzı burnu kir içinde uykudan kalkar. Fakat
vaktinde abdest alarak namazını kılanlarda bunların eseri bile görünmez;
yüzünden nur parlar.
«Sadaka bir burhandır»
ifadesini Müslim sarihlerinden Ebu Abdillâh Muhammed b. İsmail şöyle izah
ediyor: «Bu cümlenin mânası bir insan icabında nasıl hüccet ve burhana baş
vurursa; sadaka verende verdiği sadakaya iltica edecektir-. Yani kıyamet gününde
kula malını nerelere sarfettiği sorulunca; bu suale cevap hususunda dünyada
verdiği zekat ve sadakalar kendisine adetâ bir delil ve hüccet olacak ve ben
onları sadaka olarak verdim diyebilecektir. Maamafih malının zekatını
verenlere onları tanıtacak gibi bir sima verümeside caizdir. Bu sima ve alâmet
onlara bir burhan olurda mallarını nereye sar-fettikleri sorulmayabilir.»
Bazıları: «Bu cümleden
murad sadaka vermek verenin imanına hüccettir. Çünkü münafık zekata inanmadığı
için onu vermez. Binaenaleyh zekât vermesine bakılarak veren kimsenin imanında
sadık olduğuna istidlal» edilir demişlerdir.
«Sabır bir ziyadır»
cümlesindeki sabırdan murad şer'an matlub olan sabırdır ki; Allah'ın emirlerine
itaat nehiylerine inkıyad dünyanın çeşitli musibet ve belâlarına göğüs germekle
tehakkuk eder. Cümlenin mânası sabırm ziya kadar güzel bir. haslet olduğunu
sabredenin daima hidayet yolunda adeta ışıklar içinde yürür gibi devam edip
gittiğini beyandır.
. Bazıları sabrı;
kitap ve sünnet yolunda sebat etmektir diye tarif etmiş diğerleri «sabır,
belâyı güzel bir edeple karşılamaktır.» demişlerdir, Ebu Alî ed'Dekkâk.
(Rahimehuiîah) sabır hakkında şunları söyler: «Sabır, kadare itiraz etmemektir.
Şikayet yoluyla olmamak şar-tiyle başa gelen bir belâyı söylemek sabra münafi
değildir.» Teâlâ Hazretleri Eyyüb (Aîeyhisselâm) hakkında :
«Biz onu sabırlı
bulduk, o ine iyi kuldur.» [8]
Buyurmaktadır.
Halbuki Eyyüb (Aleyhisseîâm)
«Gerçekten başıma
belâ geldi.» [9]
diyerek arz-ı hal eylemişti.
Übdî diyor ki: « Kaadi'nin
sözünden anlaşıldığına göre ziya ile nur kelimelerinin arasında mânâca fark
yoktur. Fakat Hukema'nm kitaplarında bunların arasında fark vardır. Onlara
göre; Ziya birinci ışıktan, nur ikinci ışıktan meydana gelir.
Birinci ışık: Ziyadır
bir şeyin karşısına durulduğu zaman o şey'in bizzat kendisinden hasıl olur.
Güneşin karşısında duran dünyanın güneşten aldığı ışık gibi. Bu ışık olmasa
dünya haddizatında karanlıktır. İşte bu ışığın kuvvetlenmiş haline ziya derler.
Nitekim güneşin öyle zamanı saçtığı ışık ziyadır. Ziya zayıf olursa ona şua'
derler.
İkinci ışık:
Başkasından ziya âlân bir cismin karşısına durulduğu zaman hasıl olan ışıktır.
Nitekim ay ziyayı güneşten alır; yere aksettirir. İşte yerin aydan alctığı
ziyaya nur derler. Kur'an-ı Kerim de :
«Gür işi ziya, ayı nur
olarak yaratmıştır.» [10]
buyurulmuştur ki; bu da ziya ile nur arasında fark olduğunu gösterir. Ziya ile
nur arasında umum ve husus-u mutlak. vardır. Her ziya» nurdur fakat her nur
ziya değildir. Yani ziya ehastır. Çünkü onun nuru fazladır. Bundan dolayıdır
ki sabır. Ehass olan ziya ile tavsif edilmiştir. Zira kaide ehassı ehasla
eammıda eamla karşılaştırmaktır. Sabrın makamı Ehastır. Çünkü sabır; Nefsi taat
ve meşakkatlara hapsetmektir. Bu tefsire göre her sabreden namaz kılar fakat
her namaz kılan sabır etmez. Demek oluyor ki; ha-dis-i şerifte bu kaide
mucibince ehas olan sabır, ehas olan ziya ile tavsif buyurulmuştur.
«Kur'an'da senin ya
lehine, ya aleyhine bir hüccettir.» cümlesinin mânası açıktır. Yâni; onu okur ve
mucibince amel edersen faydasını görürsün; aksi takdirde senin aleyhine hüccet
olur; demektir. Maamafih münazaa ve münakaşa zamanında baş vurulacak bir
merci'dir. Onunla senin ya lehine ya aleyhine ihticac edilir mânasına da
gelebilir.
«Bütün insanlar sabahleyin
kalkarlar...» ifadesi mukadder bir suale cevap teşkil eden bir istinaf
cümlesidir. Sanki : «Yukarıda beyan edilenlerden hidayet ve dalâletin neler
olduğu anlaşıldı. Ya bundan sonra insanların hali ne olacak?» diye sorulmuş. Bu
suale cevaben : «Herkes sabahleyin kalkar...» yani işine
gücüne gider:
«Kimisi nefsini satar,
kimisi de onu ya âzâd eder, yahut helâle.» buyurulmuştur.
Bâyî'; kelimesi
arapçada hem satıcı hem de alıcı mânasına gelir. Burada ikisinede şamil olmak
üzere kullanılmış. Cevap da ona göre verilmiştir. Nefsini âzâd eden bayf
müşteri manasınadır. Yani insanlardan bazıları ibadet ve taatta bulunarak adeta
nefislerini cehennemden satın alır da âzâd ederler. Nefislerini helak eden
bayi'ler onları iflâsa sü-rükliyen bir bedelle satmış gibidirler. Çünkü
Allah'ın emir ve nelhiyle-rine râm olmayarak'isyan etmişlerdir.
İbni Mes'ûd
(Radiyaîiahu anh) 'dan rivayet edilen şu hadis te en veciz bir ifade ile aynı
mânayı beyan eder :
«İnsanlar sabahleyin
ilci kısım olarak kalkarlar, kimisi nefsini satar da helak eder; kimisi -de onun faydasına çalışarak âzâd
eyler.»
Belagat ulemâsına göre
bu hadis îcâz'm bir nev'idir. Maamafih bayi' kelimesinden yalnız satıcı mânası
da kasdedilmiş olabilir. Bu takdirde nefsini Allah'a satan onu âzâd etmiş olur. Nitekim
Teâlâ Hazretleri:
«Şüphesiz ki;
Allah mü'minlerden nefislerini safın almıştır.» [11] buyurmuştur. Nefsini şeytana satanda onu
helak etmiştir. Teâİâ Hazretleri : bu bâbtada:
«Nefislerini sattıkları
bedel ne fena bir şeydir.» [12]buyurmuştur.
;
(224) Bize
Sa'id b. Mansur ile Kuteybetü'bnü Sa'id ve Ebu Kâmil el-Cahderî rivayet ettiler
lâfız Sa'id'indir dediler ki: Bize Ebû Avane, Si-mâk b. Harb'den, o da Müs'ab
b. Sa'id' [13] dan naklen rivayet etti.
Demiş ki: Abdullah b. Ömer, İbni Âmir [14]
hasta iken onu dolaşım ya gitmiş. İbni Âmir: «Bana dua etmez misin? Ya İbni
Ömer!» demiş İbni Ömer:
— Ben Resulullâh
(Sallallahü A leyhi ve Sellern) 'i:
«Hiç bir namaz
taharetsiz kabul olunmaz; ganimetten aşırılan hiç bir maldan da sadaka kabul
edilmez.» buyururken işittim. Halbuki sen Basra'da valilik yapmış bir adamsın
cevabını vermiş.
(...) Bize
Muhammed b. El-Miisenna ile İbni Beşşar rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. H.
Bize Ebu Bekr b. Ebi
Şeybe'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyn b. Ali Zâide'den naklen rivayet
etti. Ebu Bekr Vekî'de İsrail' [15]den
rivayet etti dedi. Bunların hepsi bu hadisin mislini Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)Jden bu isnadla Simâk b. Harb'ten rivayet ettiler.
Bu hadis-i şerif namaz
kılmak için taharetin farz olduğunu ifade eden bir nastır. Namaz için taharetin
şart olduğuna icma-ı ümmet vardır. Kaadî
İyâz diyor ki:
«Namaz için taharetin
ne zaman farz olduğu ihtilaflıdır. İbni Cehm'e göre islâmiyetin başında abdest
sünnet olarak meşru idi. Sonra farziyeti teyemmüm âyeti ile nazil oldu.
Cumhur-u ulemâ ise; abdestin bu âyetin nüzulünden evvel farz kılındığına
kaildirler. Yalnız her namaza kalkan için abdest farz mıdır yoksa farziyet
abdestsiz olanlara mı mahsustur? Bu cihetle ihtilâf etmişlerdir. Selefin
bazılarına göre; her namaz için abdest almak farzdır. Delilleri :
«Namaza kalkmak
istediğiniz zaman yüzlerinizi yıkayın...» [16]
âyet-i kerîmesidir. Bazıları bu âyetin sonradan nesh edildiğini söylerler; bir
takımları âyetteki emrin nedb ifade ettiğine kaildirler. Bu takdirde her namaz
için abdest almak farz değil menduptur. Hatta bazıları: «Abdest yalnız abdesti
olmayanlar için meşru kılınmıştır; lâkin her namaz için yeni yeni abdest almak
müstehabtır» demişlerdir. Ehl-i fetva ulemâda bu kavil üzerine ittifak etmiş ve
aralarında hilaf kalmamıştır. Onlara göre; âyetin mânası: «Namaza kalkmak
istediğiniz zamana ödeştiniz yoksa — abdest alın demektir.»
Nevevî'de şunları söylüyor
: «Ulemâmız abdesti icab eden şeyler hakkında üç vecihle ihtilâf etmişlerdir:
1- Abdest
almak abdestsiz bulunmak sebebiyle müvessa yani geniş bir surette farz olur.
2- Abdest
almak yalnız namaza kalkmak
istenildiği zaman farz olur.
3- Abdest
almak her iki sebeblede farz olur. Ülemâmızca tercih edilen kavil budur. Su
veya toprakla abdest almadan namaz kılmanın haram olduğuna ümmetin ulemâsı
icma' etmişlerdir. Bu hususta farz ve nafile namazlarla secde-i tilâvet,
secde-i şükür ve cenaze namazları arasında hiç bir fark yoktur. Yalnız Şa'bî
ile Muhammed b. Ceriri Taberî
'nin cenaze namazını abdestsiz tecviz ettikleri rivayet olunmuşsa da bu mezheb
bâtıldır. Ulemâ bunun hilâfına icmâ etmişlerdir. Bir kimse özürsüz olarak
kasden namazı abdestsiz kılsa bizim mezhebe ve cumhur-u ulemâya göre kâfir
olmaz Ebu Hanife (Rphimehullah) 'den
kâfir olduğuna dair bir rivayet vardır. Çünkü
abdestsiz namaz kılmak namazla oynamaktır. Bizim delilimiz: Şu dur: Küfür
itikaddan doğar yani abdestin farz olmadığını itikad ederse kâfir olur. Halbuki
sözümüz itikadı sağlam olan kimsenin abdestsiz namaz kılması hususundadır.
Bütün bunlar abdestsiz namaz kılan kimsenin özrü bulunmadığına göredir. Su
veya toprak bulamamak gibi ciddî özürü bulunan bir kimse hakkında Şa'fiî
(Rahimehulîah) 'dan dört kavil vardır ki; ülemânm mezhebleride bunlardır. Yani
bu dört kavlin her birini kendine mezheb edinenler vardır.
Bizim ulemâmıza göre :
Bu kavillerin en
sahihi: Su veya toprak bulamıyan kimsenin abdestsiz haliyle namaz kılmasıdır.
Sonra abdest almaya imkân bulursa namazını yeniden kılmak farz olur.
İkinci kavle göre: Su
veya toprak bulamayan kimseye
abdestsiz namaz kılmak haramdır. Ona bilâhere su veya toprak bulduktan
sonra abdest alarak namazını kaza etmek farzdır.
Üçüncü kavle göre :
Abdestsiz hali ile namaz kılmak müstehap; sonra namazını kaza etmek farzdır.
Dördüncü kavle göre :
Abdestsiz haliyle namaz kılmak farzdır. Kazası lâzım değildir.
Müzeni bu kavli
ihtiyar etmiştir. Delil itibarı ile en kuvvetli olan kavilde budur. Abdest
alamadığı halde namaz kılmasının farz oluşu Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in:
«Ben size bir şey
emrettim mi onu hemen yapabildiğiniz kadar yapın.» hadisidir. Kazasının farz
oluşu yeni bir emre bağlıdır. Burada asıl olan böyle bir emrin yokluğudur. Yine
Müznnî diyor ki: Vakit içinde kılınması emredilen ve bir nev-i kusurla kılman
her namazın kazası farz değildir.» Allah-u Alem Abdestsiz namaz kılmak
Hanefîlere göre de küfrü icab etmez. Bu hâl pis elbise ile namaz kılmaya yahut
kıbleyi şaşırarak başka tarafa doğru namaza durmaya benzer. Çünkü bir farzın
terkinden dolayı küfür lâzım gelmez. Fakat alay ve istihza için abdestsiz namaz
kılan kâfir olur. Bu hüküm bütün ibadetlerde böyledir. Yani her hangi ibadetle
alay etmek küfrü mucibtir, su ve toprak bulamıyan kimse İmam Âzam'a göre
namazını kazaya bırakır. İmameyne göre, Namazını kılanlar gibi yatıp kalkar
sonra kaza eder. Maamafih İmam Âzam bu kavlinden İmameyriin sözüne rucu
etmiştir. İmam Ahmed'e göre su veya toprağı bulamıyan kılarsa kazası lâzım
gelmez. Kaza için ayrı delil lâzımdır.
«Ganimetten aşırıları
hiç bir maldan sadaka kabul edilmez.» Gûlüb; asıl itibarı ile henüz taksim
edilmeyen ganimet malından çalmak ve hıyanet etmektir. İbni Ömer (Radiyallahu
anhümâ)'nm Hz. İbni Âmir'e bu hadisle cevap vermesi ona bir nevi ihtardır.
Çünkü Abdullah b. Amir (Raâiyallahu anh) Basra'da valilik yapmıştır. Yani: «Sen
Basra'da valilik yaptın binaenaleyh gülülden ve kul hakkı yemekten hâli
değilsin bu sıfatta olan bir kimsenin duası ise kabul edilmez nitekim namazla
zekât ta ancak kendini günahtan koruyanlardan kabul edilir, demek istemiştir.
Nevevî İbni Ömer'in
maksadı —Allah'u Âlem— îbni Âmiri tövbeye teşvik etmek dine muhalif olan
şeyleri yapmamasını tembihte bulunmaktır. O, bu sözü ile Fâsıklara yapılan
duanın kat'i surette fayda vermiyeceğini kasdetmemiştir. Zira Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selletn) ile selef-i salihin ve onların halefleri kûffar
ile mü'-minlerin günahkârlarına hidayet yermesi için Allah'a dua
edegelmişler-dir.» diyor.
Bu hususta Sahih-i
Müslim sarihi Übbî de şunları söylemekledir : «Herhalde İbni Ömer
hazretlerinin mezhebi bu olacaktır Yani o Allah'ın emirlerine muhalefetle âsi
olanlara dua etmeyi caiz görmez. Aksi takdirde onlara dua etmek caizdir.
Bilirsin ki İbni Ömer din babında şiddetlidir. İbni Âmir'in bir zamanlar
Basra'da vali bulunduğunu söylemesi oranın gulül yeri olduğuna tarizdir.
Hadisin bazı tariklerinde, ona : «Sen Basra'da valiydin. Hiç zannetmem ki
oradan bir şey almamış olasın» dediği rivayet olunur., Haram maldan sadaka
vermek de ganimetten aşırılan maldan sadaka vermek, gibidir...» Übbî sözlerine
devamla şu hikayeyi anlatmıştır.
Halife Reşidin"
zevcesi ve oğlu Eminin annesi Zübeyde bin-ti Ebi Ca'f er-.il Mansur çok sadaka
veren köprüler yaptırmak fîsebilillâh ordu teçhiz etmek gibi hayır hasanetı
seven bir kadındı. Mansur b. Ammâr diyor ki: Harem-i Şerifte uyuyordum. Rüya
görmüşüm. Baktım ki bir kadın kırıta kınta yürüyor. Kendisine ayol bu yerde
böyle yürümekten utanrmyornıusun; Sen kimsin? dedim.
— Zübeydeyim cevabını verdi.
— Harun er-Raşidin zevcesi ve halifeler kızımı?
— Yere batsın o halifeler Mansur da kim oluyor.
Vallahi ben Aden'de bir çoban olmaya bundan çok daha razıyım.
— Niçin böyle söylüyorsun? Sen bunca sadakalar
verir bunca hayrat yaptırırdın.
— Onların hepsi tarumâr oldu. Vallahi
mizanımdan bir danenin bile uçarak sahibinin mizanına gittiğini gözümle gördüm.
Eğer Allah Teâlâ bana iki hasletim sebebiyle hayır ihsan etmeseydi bugün hâlim
yamandı.
— Nedir o iki haslet^
— Emîr
evlâdımı kucağımda kesti. Ben
buna sabrettim. Allah'ta bana sevap ihsan etti. Bir defada elim Reşidin elinde
tavaf ediyorduk. Bir de baktım bir kadıncağız yetimlerinin rızkı peşinde
çabalayıp duruyor. Hemen yüzüğümü parmağımdan
çıkararak o yetimlere tasadduk
ettim. Bu yüzük bana ecdadtan kalma mirastı. Ve kırkbin dirhem kıy-metindeydi.
Bundan dolayı da Allah bana sevap ihsan etti. Ben Allah'ın indinde evlât
ölümüne sabırla ve bu yetimlere verdiğim sadakadan benim için daha faydalı bir
şey göremedim dedi.
Müslim'in Muhammed b.
El-Müsenna tarikinde bunların hepsi Sımak b. Harb 'den rivayet ettiler...
denilmiştir. Bunların hepsinden murad; Şu'be, Zaide ve İsrail 'dir. Hatta Ebu
Bekr Veki 'den rivayet ederken «rivayet etti» bile demiyecek «Veki 'de» demekle
iktifa etmiştir. Cümle yukarıya atfedildiği İçin mâna doğrudur. «Veki'de
İsrail'den rivayet etti» demektir.
2- (225)
Bize Muhammed b. Rafi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-durrezzak b. Hemmam
rivayet etti. (Dedi ki): Bİze Ma'mer b. Raşid, Vehb b. Münebbih'in kardeşi
Hemmam b. Münebbih'ten naklen rivayet etti. Hemmam: Bize Ebu Hüreyre'nin
Muhammed Besulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den jdvayet ettiği budur
diyerek bir takım hadisler zikretmiş ve ezcümle şöyle demiş Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Abdesti bozulduğu
vakit abdest almadıkça sizden hiç birinizin namazı kabul olunmaz.» buyurdular.
Bu hadisi 'Buhârî
«Kitabu'l Hiyel» da tahriç etmiştir. Buhârî sarihi Kirmani onun şerhinde
şunları söylemiştir: «Bu hadisin bu bahisle alakası nedir dersen ben de derim
ki: ulemâ; Buhârî 'nin bundan maksadı Hanefîlere reddiyede bulunmak olduğunu
söylerler. Çünkü Hanefî 'ler namazın son celsesinde abdesti bozulanın namazı
sahih olduğuna kaildirler. Ve: Namazdan çıkmak namaz cinsinden olmayan her
fiille caizdir diyerek hile yaparlar ve abdestsiz namazdan çıkmayı caiz
görürler. Buhârî 'nin red cevabı şöyledir. Son oturuşta abdesti bozulan bir
kimse namaz içinde iken abdestsiz kalmıştır. Binaenaleyh o na mazdan çıkmak
namazın rükünlerinden biridir. Bir hadiste :
«Namazdan çıkmak selâm
vermekle olur.» buyurulmuştur.
Buhârî bunu birde
Hanefiyenin namazda abdesti bozulan kimsenin abdest alarak aynı namazı
tamamlamasını caiz görmelerine ve keza ibadet değildir bahanesiyle niyetsiz
alman abdestle namaz kılmayı sahih kabul etmelerine karşı tahriç etmiştir.»
İbni Battal ile başkaları da buna benzer sözler söylemişlerdir. Fakat Buhârî
sarihi Aynî kendilerine şu cevabı vermiştir: «Bu hadisle bahsin mevzu'u
arasında hiç bir mutabakat yoktur. Çünkü hadis hiç bir hileye delâlet etmemektedir.
Kirmanı 'nin Hanefiler hile yapıyor sözü kat'iyyen makbul olmayan merdüd bir
sözdür. Çünkü Hanefiler son oturuşta abdesti bozulan bir kimsenin namazına hile
bularak sahihtir dememişlerdir. Hilenin bu işte asla dahl-u tesiri yoktur.
Bilâkis onlar bu hükmü îbni Mes'ud (Radiyallahu anh)Jmn Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiği şu hadisten almışlardır:
«Bunu dedin mi yahut
bunu yaptın mı namazın tamam oldu demektir.»
Ayni hadisi Ebu Davut
«Sünen» inde ve İmam Ahmed b. Hanbe1 «Müsned» inde İbni Hibban «Sahih» inde
rivayet etmişlerdir. Bu hadîs namazdan çıkarken selâm vermenin farziyetine
mü-nafidir. Çünkü Ebu Davud'un rivayetinde Resölullâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Bunu dedin mi yahut bunu
eda ettin mi namazını edâ ettin sayılır. Kalkmak istersen kalk, oturmak
istersen otur.» buyurarak namaz kılanı muhayyer bırakmıştır. Aynî hadis :
«Selâm vermek
farzdır.» diyen İmâm Şafiî'nin aleyhine delildir. Bu zevatı bu esassız sözü
söylemeye sevkeden şey bâtıl taassuplarıdır. Buhârî'nin reddiyesini izah
sadedinde Kirmânî'nin: «Çünkü o kimsenin namazı içinde abdestî bozulmuştur;
Binaenaleyh o namaz sahih olmaz» sözü doğru değildir. Çünkü namazının sonunda
abdesti bozulan kimsenin namazı tamam olmuştur.
Hanefîlere reddiye
hususunda istidlal ettikleri hadiste: Namazın tah-rimesi (yani) giriş tekbirle
namazdan çıkışta selâm vermekle olur.» de-nilmişsede bu istidlal de doğru
değildir. Çünkü hadis haber-i vahidtir. Selâmın farz olduğuna delâlet edemez. Tahrimenin
farziyeti dahi bu hadisle değil Teâlâ hazretlerinin :
«Rabbine de tekbir
al.» [17]
âyet-i kerimesi ile sabit olmuştur. Âyetteki tekbirden murad namaz için tekbir
almaktır. Çünkü namaz dışında tekbir almak bütün müfessirlerin ittifakı ile
farz değildir. İftitah tekbirinden maada tekbirin farz olduğu hiç bir yer
yoktur.
Kirmânî 'nin «Abdest
ibâdet değildir bahanesiyle...», sözü dahi sakıt bir sözdür, çünkü Hanefiler
mutlak surette abdest ibâdet değildir. Dememiş;.yalnız abdestin müstakil bir
ibâdet değil namaza vesile olduğunu söylemişlerdir.»
Aynî; bundan sonra
Hanefilere itirazda bulunan İbni Battal
ve başkalarının sözlerini de birer birer çürütmüştür.
Bu hadiste Eesulullâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in toprağı zikretmeyip yalnız abdestten bahsetmesi
abdest esas olduğundandır. Çünkü namaz kılanlar ekseriyetle abdest alırlar.
Toprakla teyemmüme nadiren ihtiyaç messeder. Yoksa hadisin hükmünde teyemmüm
de dahildir. Yani: «Abdesti bozulduğu vakit abdest almadıkça...» ifadesinden
murad, «abdest almadıkça yahut icabında teyemmüm etmedikçe» demektir.
Übbî'nin beyanına
göre; hades insanın mutad yerlerinden çıkan pisliğe denildiği gibi pisliğin
çıkmasına ve âza ile kaim sayılan mukadder hükmî vasfa, keza bu üç şey'in
üzerine terettüp eden ibâdetten men etmek mânalarına gelir. Bu hadiste
abdestin hadesi giderdiğine işaret olunduğuna göre maksat ne çıkan pislik ne de
o pisliğin çıkmasıdır. Çünkü vâki olan bir şey kaldırılmaz. Binaenaleyh
hadisten maksad hadesi men etmek ve vasf-i hükmidir. Yani iabedete mani olan
şey'in izalesidir.
3- (226)
Bana Ebu't-Tahir Ahmed b. Amr b. Abdillâh b. Amr b. Şerh ile Harmeletü'bnü
Yahya Et-Tücîbî rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize İbni Vehb Yunus'tan, o da
İbni Şihap'tan naklen haber verdi. İbni Şihâb' ada Atâ' b. Yezîd el-Leysi, ona
da Osman'ın mevlâsı Humrân haber vermiş ki Osman b. Affan (Radiyallahu anh)
abdest suyu isteyerek abdest almış ve ellerini üç defa yıkamış sonra raazmaza
ve istinsar yapmış. Sonra yüzünü üç defa yıkamış sonra sağ kolunu dirsekleri
ile beraber üç defa sonra sol kolunu aynı şekilde üç defa yıkamış sonra başına
mesh etmiş sonra sağ ayağını topuklarıyla beraber üç defa sonra sol ayağımda
aynı şekilde (üç defa) yıkamış sonra şöyle demiş:
— Ben Resulullâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şu benim abdestim gibi abdest aldığını gördüm.
Sonra Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Her kim benim şu
abdestim gibi abdest alır da kalkar ve aklından bir şey geçirmeyerek iki rekât
namaz kılarsa, geçmiş günahları affolunur.» buyurdular.
îbni.Şihâb: «Ulemâmız
bu abdest bir kimsenin \ namaz için aldığı en güzel abdesttir derlerdi» demiş.
4- (...)
Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yakub b. İbrahim rivayet
etti. (Dedi ki): Bize babam İbni Şihâp'tan, o da Atâ' b, Sezici el-Leysî'den, o
da Osman'ın mevlâsı Humran'dan rivayet etti ki:
Humran Osman'ın bir
kab istediğini görmüş (bu kabtan)
avuçlarına üç defa su dökerek onları yıkamış sonra sağ avucunu kabın içine
daldırarak mazmaza ve istin sar yapmış sonra yüzünü üç defa; ellerini de
dirsekleri
ile beraber Üç defa
yıkamış. Sonra başına mesh etmiş. Sonra ayaklarını üçer defa yıkamış sonra
şöyle demiş. ResululIâh('S<3//û//a/i« Aleyhi ve Seîlem)
«Her kim benim şu
abdestim gibi abdesf alır da gönlünden hiç bir şey geçirmeyerek iki rekât
namaz kılarsa geçmiş
günahları affolunur.» buyurdular.
Bu hadisi Buhârî
«Kitabu't-Tahare» ile «Kitabu'l Vudu» ve «Ki-tabu's-Savm» da Ebu Davud ile
Nesaî de «Kitabu't-Tahare» de tahriç etmişlerdir.
Hadis-i şerif abdestin
sıfatı hakkında büyük bir esastır.
Mazmaza; suyu ağızda
çalkalamak demektir. Bunun hakikati suyu ağzına alarak ağzında çalkaladıktan
sonra döndürmek sonra dışarıya atmaktır. Oruçlu olmayanlara mazmaza ve
istinşakta mübalağa göstermek sünnettir, Mazmaza'nm mübalağası suyu boğazda
gargara yapmakla istin-şâkm mübalağasıda suyu genizlere çekmekle olur.
îstinşak; burnuna su
çekmek; istinsarda burundan suyu atmaktır. Lügat ve fıkıh ulemâsının cumhuru
buna kaildirler İbnü'I A'râbî ile İbni Kuteybe istinsarın istinşak demek
olduğunu söylemişlerdir. Nevevî- «Doğrusu birinei kavildir. Diğer bir
rivayette: îstinşak ve istinsar yaptı denilerek her ikisinin birden
zikredilmesi de bunu gösterir» demiştir. Fakat Aynî Nevevî 'nin bu sözünü
beğenmemiş, şu mütâleada bulunmuştur: «Doğrusu İbnû'l A'râbi'nin dediği gibidir.
Yanı istinsardan murad istinşaktır. Hadisin bir rivayetinde «istin-şar yaptı»
denilmesi Nevevî'nin iddiasına delil olamaz çünkü o rivayetteki istinsardan
murad burnuna su çektikten sonra onu dışarı atmaktır. İbni Seyyi 'de:
El'Muhas'sasda «İstinsar suyu burnuna çektikten sonra onu nefesle dışarıya
atmaktır.» demiştir.
Vech: Yüz denmektir.
Yüz, yüzleşmeden alınma olup karşısına duran insanın başından görülen yerdir.
Uzunluğuna yüzün hududu saç bittiği yerden alt çenenin aşağısına kadar
genişliğine hudududa iki kulak yumuşağının arasıdır.
Bu hadiste: «Ellerini
üç defa yıkamış sonra mazmaza ve istinsar yapmış sonra yüzünü Üç defa yıkamış»
denilmiş. Yani mazmaza ile istinşakın kaçar defa yapılacağı tasrih edilmemişse
de onların da üçer defa yapılacağı başka rivayetlerden anlaşılmaktadır.
Hadis-i şerifte evvelâ ellerin üç defa yıkandığını bildiren cümleler
birbirleri üzerine «Sümme» edatı ile atfedilmişlerdir. Sonra mânasına gelen bu
edat tertip ve mühlet bildirir. Yani azalar hadis-i şerifte gösterildiği
tertiple yıkanacaktır. Tertibin farz olup olmadığı ulemâ arasında
ihtilaflıdır. Hanefî lere göre tertibe riayet farz değildir. Burada şöyle bir
sual hatıra gelebilir.
Acaba niçin evvelâ
ağza sonra burna su çekilecek daha sonra yüz yıkanacaktır?
Ulemâ buradaki hikmeti
şöyle izah ederler :
Suyu evvelâ ağza sonra
burna çekmek onun vasıflarını denemek içindir. Çünkü renk gözle bilinir, tad
ağızla, koku da burunla anlaşılır. Bunların içerisinde en kuvvetlisi tad ondan
sonra koku ondan sonra renk gelir. Bu itibarla evvelâ suyun tadını denemek ve
abdeste elverişli olup olmadığını anlamak için işe ağızdan başlanmış daha
sonra kokusu varmı yok-mu anlamak için buruna geçilmiştir. Rengini zaten göz
görmektedir. Hadisin sonunda:
«Her kim şu abdestim
gibi abdest alır da sonra kalkar ve aklından hiç bir şey geçirmeyerek iki rekât
namaz kılarsa, geçmiş günahları afta' lunur.» Duyurulmuştur. Ulemâ aklından hiç
birşey geçirmemekten muradın ne olduğunu inceden inceye tahkik etmişlerdir.
Kaadî İyâz'a göre; bundan murad kasten düşünülerek hatıra getirilen şeylerdir.
Ekseriya kendiliğinden hatıra gelen şeyler değildir. Binaenaleyh onlar namazın
kemaline zarar vermezler. Bazıları kasıdsız olarak namazda hatıra gelen
şeylerin namaza zarar vermiyeceğini fakat o namazın hatıra hiç bir şey
gelmeksizin kılman namazdan sevap itibarı ile daha aşağı olacağını
söylemislerdir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mağfiret meselesinin
hatıra hiç bir şey gelmeksizin kılman namaza mahsus olduğunu bildirmiştir.
Böyle namaz kılmak hemen hemen Resu1u11âh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e
mahsus gibidir. Zira hatırına hiç bîr şey getirmeden namaz kılmak pek nadir
zevata müyesser olur.
Bu sözle namazda
Allah'a ihlâs kastedilmişte olabilir. Bu takdirde mâna şöyle olur. Sonra
halisane iki rekat namaz kılar bununla Allah'tan başka kimseden bir makam
beklemez, namaz kılıyorum diye ucûb getirip böbürlenmez bilâkis tevazu
gösterirse geçmiş günahları affolunur.
Bazıları: «Eğer bununla
dünya işlerine ait bir şey düşünmemek kasdedilmişse bu güç bir feydir. Ama
dünyaya dair bir şey hatırına gelirde onu hemen terkederse mânası kasdedilmişse
buna bir diyecek yoktur. Zira muhlis kulların yapacağı budur» demişlerdir.
Aynî diyor ki: «Bu meselede
tahkik şudur ki: Hatırdan geçen şeyler iki kısımdır. Bir kısmı istemiyerek
hatıra gelir. Bunları hatıra getirmemek imkânsızdır. Fakat hatıra geldiği gibi
üzerinde durmayarak onları hatırdan defetmek mümkündür. İşte hadis bu mânaya
hamlolunur. Çünkü kendiliğinden hatıra gelen şeyleri hiç hatıra getirmemek
elde değildir. Binaenaleyh onlar affolunur.»
Kaadî İyâz hadisten
murad; namazda hiç bir şey hatırına getirmemektir; Demiş ve bunu bazı ulemâdan
nakletmişse de Nevevî onu reddederek:' «Doğrusu istemiyerek hatıra gelen ve
fakat üzerinde durulmayan şeylerle bu fazilet yine hâsıl olur. Sonra namazda
hatıra gelen şeyler hem dünyevî hem uhrevî olabilir. Hadis yalnız dünyevî olanlara
hamledilmiştir. Nitekim'bu hadisin bir rivayetinde bu cihet tasrih edilmiş :
«Kıldığı iki rekât
namazda dünyaya ait bir şey düşünmezse.»denil.
mistir. Mezkûr hadisi
Tirmizi «Kitabu's-Salât» da
zikretmiştir.» demiştir.
Namazda âhiret umuruna
dair bir şey düşünmek huşua mâni değildir. Kur'an-i Kerîmin mânasını düşünerek
okumak dünya ve âhiret ahvaline dair mendup bir şeyi hatırına getirmek namazın
faziletine zarar vermez. Hz. Ömer (Radiyallahû anh) 'in: «Ben ordumu namazda
iken hazırlarım» dediği rivayet olunur.
Geçmiş günahlardan
murad: küçük günahlardır. Hadisin zahiri umum '"''iği için büyük küçük
bütün Piîn
Geçmiş günahlardan
murad-, bUdircngi için büyük Hadisin zâhin umum buyuk günahlar ondan tahsis
edilrniffe görünü^a da Kul haklanda sahibinin bağışlam ancak affolunur.
1- Asil
itibarı ile abdest uzuvlarını birer defa yıkamak farzdır. Birden fazlası
sünnettir. Çünkü sahih hadislerde azanın birer defa, ikişer defa ve üçer defa
yıkandığı rivayet edilmiştir. Bu rivayetler her birinin caiz olduğuna delildir.
Zira üç defa yıkamak kemal derecesidir. Bir defa yıkamak kifayet derecesini
gösterir.
Abdest iki şekilde
alınabilir; a) Büyük bir kabdan abdest alınır ve içinden suyu çıkaracak bir
alette bulunmazsa evvelâ eller yıkanır sonra o kabdan elle su alarak, abdestte
kullanılır. Bunun müstehab olduğunda ulemâ müttefiktir.
b) Evvelâ her iki elin
üzerine su dökülür. Bir rivayete göre sağ el ile sol elin üzerine su dökülür.
Sonra eller yıkanır. Ellerin berabercemi yoksa ayrı ayrı yıkarynası mı efdal
olduğu ihtilaflıdır.
2- Abdestde
mazmaza ve istinşak sünnettir. Ulemâdan Atâ , Zuhrî, İbni Ebî Leylâ, Hammâd ve
İshâk abdestte mazmazayı terkedenin yeniden abdest alması İcap ettiğine
kaildirler. Hasan-ı Basri,
Zührî, Katade, Rabia, Yahya el-Ensari-, İmam-ı Malik,
İmam-ı Şafiî, Evza'î ve son kavlinde Atâ abdestin iadesi lâzım gelmeyeceğine
kail olmuşlardır. İmam-ı Ahmed b. Hambel'e göre mazmazayı terkedene birşey
lâzım gelmezsede istinşakı terkedene ab-desti yeniden almak lâzım gelir. Ebu
Sevr ile Ebu ubpyd 'in kavilleride budur.
İmam Ebu Hanife ile Sevrî'ye gi mazmaza ve istinşak
abdestte terkedilirse iade lâzım gelmez. Fakat gu-sulde tekedilirse yeniden
gusul etmek vacip olur. İbnü'l Münzîr: «Ben İmam-ı Ahmed'in kavlini tercih
ederim» demiş İbni Hazm dahi bu kavlin hak olduğunu
söylemiştir. Onlara göre mazmaza farz değildir. Binaenaleyh onu terkedenin
abdesti ve namazı tamamdır. Bu hususta kasden terketmekle unutmak arasında da
bir fark yoktur. Çünkü bu bâbta
Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'den bir emir sâdır olmamıştır.
Mazmaza onun fiilî ile sabittir. Fiilleri ise; farziyet ifade etmez.
Fakat Aynî bu mütalaya
itiraz etmiş mazmaza hakkında Resu1u11âh (Sallalkthü Aleyhi ve Sellem) 'in emri
bulunduğunu söylemiştir. Filhakika
Ebu Davud 'un tahriç ettiği
merfu' bir hadiste:
«Abdest aldığın zaman
mazmaza yap.» buyurulmuştur. Bu hadisi Tirmizî de tahriç etmiş ve: «Bu hadis
hasen sahihtir demiştir. Aynı hadisi İbni Huzeyme İbni Hı.bbân ve İbni'l Câtûd
dahi tahriç etmişlerdir. Bagavi ve
Hâkim onun sahih olduğunu söylemişlerdir. Üstelik bu hadisle ve onun
râvileri ile İbni Hazm de ihticac etmiştir.
3- Mazmaza
istinşaktan evvel yapılır. Onun müstehapmı yoksa şartmı olduğu ve mazmaza ile
istinşakm nasıl yapılacağı hususunda Nevevî
beş vecih zikretmiştir.
a) Üç avuç su ile mazmaza ve istinşak yapılır.
Sahih kitaplarda ve başkalarında bu rivayet mevcuttur.
b) Bir avuç
su ile mazmaza ve istinşak yapılır. Yani bir avuç sudan üç defa mazmaza üç
defa istinşak yapılır. Bunu Ali b. Ebu Ta1ib (Radiyallahıt anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den
rivayet etmiştir. Yalnız senedinde za'af vardız.
c) Bir avuç
sudan hem mazmaza hem istinşak yapılır. Şöyle ki; evvelâ bir defa mazmaza
sonra istinşak yapılır. İkinci ve üçüncü defalarda da ayni şekilde hareket
edilir. Bunu Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'den Abdullah b. Zeyd
rivayet etmiştir. Hadis Tirmizî'dedir. Tirmizî onun hakkında: «Bu hadis hasen
gariptir» demiştir. Yine Tirmizî bu
hadisi İbni Abbas 'tan da tahriç etmiş ve: «Bu bâbta en
güzel ve en sahih hadis budur» demiştir.
d) Altı avuç
su ile mazmaza ve istinşak yapılır. Bunların üçü ayrı ayrı mazmazada üçüde
istinşakta kullanılır. Ancak bu bâbtaki rivayet zayıftır.
e) İki avuç
su ile mazmaza ve istinşak yapılır. Bunların biri üç defa mazmazada diğeride üç
defa istinşakta kullanılır.
Nevevî : «Sahih olan
vecih birincisidir. Buhârî Müslim ve diğer sahih hadis kitaplarında rivayet
edilen hadisler bunu göstermektedir» diyor.
Hanefîlere göre; her
mazmaza için ayrı ayrı üç avuç her istinşak içinde aynı şekilde üç avuç su
kullanılır. Delilleri : Tabaranî'-nin rivayet ettiği hadistir. Bu hadiste:
«Resulellâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest aldı ve üç defa mazmaza, üç defa da
istinşak yaptı. Bunların her bîri İçin ayrı ayrı su aldı.» denilmektedir,
4- Abdest
alınırken yüzü yıkamak bilittifak farzdır. Yüzün üç defa yıkanması sünnettir.
Sünnet olduğuna icma' vardır,
5- Abdestte
kollar dirseklerle beraber yıkanır. Kolların yıkanması bilittifak farz
isede; dirseklerin bunda dahil olup
olmadığı ihtilaflıdır. Dört büyük mezheb imamı ile cumhur-u ulemâya göre
dirsekleri yıkamakta farzdır.
Hanefîlerden İmam Züfer'e göre dirsekleri yıkamak farz değildir. Ebu
Bekr b. Davud ile bir rivayette îmam-ı
Ma1ik'in kavlide budur. Fakat Kaadî Abdulvahab İmam-ı Malik'e nisbet
edilen bu rivayetin asılsız olduğa-nu söylemiştir. Bu meseledeki hilaf abdest
âyetindeki edatından neş'et etmiştir. Mezkûr edat gaye bildirir, gayenin
mugayyada dahil olup olmadığı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Gayeden murad bir
şey'in hududu yani sınırıdır. Mugayyada o sınıra kadar devam eden şeydir.
İmam Züfer'e göre; gaye mugayyada dâhil
değildir. Nitekim
Teâlâ hazretleri:
«Sonra orucu geceye
kadar tamamlayın.» [18]
buyurmuştur. Gece bilittifak mugayya olan oruçta dahil değildir. Geceleyin
oruç tutulmaz burada da öyledir. Âyet-i kerimede :
«Ellerinizi dirseklerinize
kadar yıkayın. [19] buyurulmuştur. Binaenaleyh
kolları dirseklere kadar yıkamak farz dirsekleri yıkamak farz değildir.
Mugayya bir cisim veya vakit olursa gaye mugayyada dahil değildir. Fiil olursa
dahildir. Çünkü fiil müstekillen mevcudiyeti olmayan bir arazdır.
Fakat İmam Züfer'in bu
kavli bir çok şeylere muarızdır. Çünkü gayelerden bazıları mugayyada dahil
bazıları değildir. Meselâ :
«Kur'an'ı başından
sonuna kadar okudum.» sözünde gaye mugayyada dâhil, Teâlâ hazretlerinin :
«Şayet zevç fakirse
vakit hâl buluncaya kadar intizar edilir.» [20]
Ayet-i kerimesinde ise; dahil değildir. Oruç âyetinde de öyledir. Dirsekler
hakkındaki gaye bu iki ne'vin ikisinede benzemektedir. Binaenaleyh şek ile gaye
mugayyada dahil olamazsada bu hususta icmâ da vardır.
Hidaye sahibi
Merginâni 'nin beyanına göre: Hanefîye ulemâsı buradaki gayenin maverasını
iskat için yani gayeden sonra gelen kısmın hükümden hariç olduğunu beyan için
geldiğini söylemişlerdir. Çünkü o olmasaydı yikama vazifesi ta omuza kadar
bütün kolu istiab edecekti. Aynı edat ayaklar hakkında da vârid olduğu cihetle
:
«Ayaklarınızı da
topuklarınıza kadar yıkayın.» denilmeyerek sadece: «Ayaklarınızı yıkayın.»
buyurulmuş olsa bacaklarıda kasıklara kadar yıkamak icab ederdi. Her iki yerde
de hudut bildiren «ilâ» edatı vârid olduğuna göre
«Kollarınızı dirseklerinizle beraber yıkayın, ayaklarınızı
da topuklarınızla beraber
yıkayın.» buyurularak bu sınırların
arasında kalan taraf yıkama hükmünden hariç bırakılmıştır demektir.
Demek oluyor ki; gaye
iki nevidir. Biri gaye-i ıskat diğeri gaye-i is-bât Hangi gayenin iskat için
hangisinin isbat yani hükümde dahil olduğunu bildirmek için geldiği cümlenin
başından anlaşılır. Eğer cümlenin baştarafı mevzu bahis olan şeyin bütününe
şamilse o cümlede zikredilen gaye maverasını iskat içindir. Böyle değilse gaye
hükmün kendisinde nihayet bulduğunu bildirir ve kendisi o hükmünde dahil
değildir. Münakaşa edilen gaye iskat için olandır. Halbuki; örnek gösterilen
gaye iskat değil isbat ifade eder. Binaenaleyh kıyas sahih değildir.
Kavl-i Tahkika göre
gaye bildiren «ilâ»t,jl » edatı bazen beraberlik İfade eder. Nitekim burada da
öyledir. Bazan haddin mahdudda dâhil olduğunu bildirir. Gayeden önce ve sonra
gelen kısımlar aynı cinsten olursa gayenin bu mjinada kullanıldığını İman
Sibeveyh ve Müberred gibi lisan âlimleri beyan etmişlerdir. Araplara göre; el
parmakların uçlarından omuz başlarına kadar uzanan uzvun adıdır. Araplar ayak
ucundan kasıklara kadar uzayan uzuvlarada ayak derler. Bu itibarla da el ve
ayaklar hakkındaki gaye mugayyada dahildir. Bazen gayenin mugayyada dahil olup
olmadığını anlatmak için ayrı bir delil bulunmak icapeder. Burada gayenin
mugayyada dahil olduğuna üç vecihle delil vardır.
a) Ebu
Hüreyre (RadiyalUzhıı anh) 'dan rivayet edilen bir hadiste kendisinin abdest
aldığını ve kollarım ta bazulara varıncaya kadar yıkadığını ayaklarımda
baldırlarına varıncaya kadar yıkadıktan sonra : «Ben Resuhıllâh (Sallalkthü
Aleyhi ve Seîlem) 'i işte böyle abdest alırken gördüm» dediğini Müslim rivayet
etmiştir. Peygamber (Saİîaîlahü Aleyhi -ve Sellem)*in bu şekildeki abdesti
terkettiği rivayet olunmadığına göre; mezkur fiil gayenin mugayyada dahil
olduğunu beyan sayılır.
b) Dirsek;
kol ile bazu kemiklerinin birleştiği yerdir. Kol kemiğinin ucunu yıkamak farz
bazu kemiğinin başını yıkamaksa farz değildir. Fakat bu kemikleri birbirinden
ayırmak imkânsızdır. Binaenaleyh dirseği yıkamak icabeder. Çünkü bir vacip
neyle tamam olursa o şeyi yapmakta vacip olur,
c) Namaz
zimmette farz olmuştur. Taharet ise onun zimmetten sukutu için şarttır. Farz
olan bir şey şekk ile sakıt olamaz. Binaenaleyh dirseklerin yıkanması farz
olur.
Bazan gaye, hükmü kendisine
uzatmak için zikredilir. Bu takdirde gaye mugayyada dahil değildir. Nitekim
oruçta böyledir. Oruç hakikatta velev bir saat imsakle olsun tahakkuk ettiği
için :
«Orucu geceye kadar
tamamlayın.» âyet-i kerimesindeki gaye onu geceye kadar uzatmak içindir. Gece
hükümde dahil değildir. Gaye zikre-dilmediği takdirde mugayya ebediyyet yahut
gayeden fazlalık bildirirse,• gaye mugayyaya dahil olur ve oradaki gayeden
murad gayenin öte yanını hükümden iskat etmek içindir. Gayenin kendisi hükümde
dahildir. Elin dirseklere kadar yıkanması meselesi de bu kabildendir.
6- Abdest
alırken başı mesh etmek farzdır. Bu bâbtaki beyanat birkaç nev'e ayrılir.
Birinci Nevi: Hadisin
zahiri, mesh ederken bütün başı kaplamayı iktiza eder. Ancak kaplamak vacip
midir? Mendup mudur mes'elesinde ulemâ ikiye ayrılmışlardır. İmam Safiî'ye göre
isterse bir kıl mikda-rı olsun başa değmekle farz yerini bulur. Ona mukabil
İmam Malik ile Ahmed b. Hambele göre bütün başı kaplayarak mesh etmek farzdır.
Hanefîyye ulemâsından bu hususta iki kavil rivayet olunur. Bunlardan birinciye
göre başın dörtte birini ikinciye göre üç parmak miktarı yerini mesh etmek
farzdır. Başa mesh için önden arkaya doğru gidilir. Hasan b. Salih arkadan öne
doğru gelineceğini söylemiştir. Evza'i ile Leys'e göre başın ön tarafına mesh
edilir.
Hasılı başa mesh
meselesinde fukahanm kavilleri muhteliftir. Aynî bunları onüçe çıkarır. Mezkûr
onüç kavilden altısı Maliki mezhebine ait olup şunlardır :
a) Ma1ikîye Ulemâsından
İbni Mesleme: «Başın üçte ikisine mesh etmek kafidir»
demiştir.
b)
Eşheb ile Ebu'l
Ferac'e göre üçte birine,
c) Eşheb
'ten bir rivayete göre başın ön tarafına, meshetmek kâfidir Evza'i ile Leys'in
kavlide budur
d)
İmam-ı Malik'in mezhebinin zahirine
bakılırsa mesh ederken başı kaplamak lâzımdır.
e) Başa mesh
babında mesh adı verilebilecek enaz miktar kafidir.
f) Bütün
başı mesh etmek farzdır. Ancak az bir yerin mesh edilmeden kalması affolunur.
Mesh hakkında Şafiî1er
den iki kavil rivayet olunur.
a) Ekseri
Şafiîyye ulemâsına göre bir kıl mikdarı bile başa dokunmak mesh için kafidir.
Bunun nasıl olacağını tasavvur için Şafiîyye ulemâsı şöyle derler : Bir kimse
başına kına sürsede kınalanmadık yalnız bir tek kıl kalsa abdest alırken elini
o kılın üzerine değdirmesi kafi gelir. Farz olan mesh bununla ifa edilmiş
olur» Fakat bu rey
cidden zayıf
görülmüştür. Çünkü şeri'at de böyle tasavvuru bile güç olan nâdir meseleler
varid olmamıştır.
b) İbnü'l
Kaadî vacip olan meshin üç kıl mikdarı olduğunu söylemiştir ki; bu birinciden
biraz daha hafiftir. Yüzü yıkarken bu miktarın kat kat üstünde saç yıkanır. Bu
da sahiha göre başa mesh için kâfidir. Abdest alırken her Uzva sıra geldikçe
niyet etmek şafiîyye ulemâsının ittifakı ile şart değildir. Onlara göre abdest
azasını âyette sıralanan tertip üzere yıkamak ve mesh etmek farz İsede bu
husustaki delilleri zaiftir.
Hanefîlere göre başa
mesh'in mikdarı hususunda üç rivayet vardır.
a) Başa üç
parmak mikdarı mesh farzdır. Hişamın Ebu Hanife (Rahtmehullah) 'dan rivayeti
budur.
b) Kerhî ile
Tahâvî 'nin rivayetine göre nâsiye yani; alin mikdarı meshetmek farzdır.
Maamafih İmam-ı Züfer'in rivayetine göre Ebu Hani.fe ile
Ebu Yusuf bu mikdarın kafi gelmediğine kail olmuş; başın üçte biri yahut dörtte
birinin meshedilme-si lâzım geldiğini söylemişlerdir.
c) İmam-ı
Muhammed 'den bir rivayete göre mesh hususunda muteber olan mikdar başın
dörtte biridir. Ebu Bekr: «Bizde mesh
hakkında iki rivayet vardır. Dörtte bir ve üç parmak mikdarı demiş ve bazı
ulemânın üç parmak mikdarını bazılarınmda ihtiyaten dört parmak miktarı
rivayetini tercih ettiklerini söylemiştir.
d) «Cevamiü'l Fıkıh» adlı eserde İmam
Hasan 'den rivaye-ten başın ekserisine mesh etmenin vacih olduğu
bildirilmiştir. îmam-ı Ahmed b.
Hambel 'den iki rivayet vardır.
a) Bütün
başı mesh etmek vaciptir.
b) Başın bir
mikdarma mesh kafidir. Kadına sadece başının ön tarafına meshetmek kafidir.
Maamafih farz miktarının ne olduğu Hambe1iyye ulemâsı arasında ihtilaflıdır.
İmam Ahmed 'den bir rivayete göre herkes hakkında başın bütününü mesh etmek
farzdır. Diğer bir rivayette bir kısmına mesh etmesi kafidir. Ebu-1'Hâris diyor ki: îmam-ı
Ahmed'e «Bir adam başına mesh
ederde bir kısmını bırakırsa ne dersin?» dedim. «Kâfirdir» cevabını verdi.
Sonra şunu ilâve etti: «İmkânı olan
bütün başını mesh etmeli» İmam-ı Ahmed
'den gelen zahir rivayete göre erkeğe bütün başını mesh etmek farz kadına ise
başının ön tarafına mesh etmek kafidir.
İmam-ı Ahmed: «Başa mesh
hususunda kadına daha ziyade suhuletnu umarım» demiştir.
Fukahamn delillerine
gelince: Aynî 'nin beyanına göre; Peygamber (Satlallûhü Aleyhi ve Sellem) 'in
nasıl abdest aldığını bildiren rivayetler içersinde îmam-ı Şafiî 'nin başa
mesh hakkındaki kavline delil olabilecek bir hadis yoktur. Fakat îmam-ı Mâlik
ile Hanefîyye’nin hadisten delilleri vardır. Malik (Rahimehullah) Abdullah b.
Zeyd hadisi ile istidlal etmiştir. Bu hadiste :
«Başına mesh etti ve
ellerini bir defa Öne ve arkaya götürdü.» denilmektedir.
Hanefîyye nin delili;
ise Mugiretü'bn.ü Şu'be hadîsidir. Bu hadiste :
«Resulellâh
(Saltallahü Aleyhi ve Sellem) abdest aldı ve alnına mesh etti...» denilmiştir.
Hadisi Müslim, Ebu
Davud, Nesaî ve İbni Mace kimi muhtasar kimi mufassal olarak rivayet
etmişlerdir.. Birde Hanefiyye ulemâsı şöyle derler: «Başınıza mesnedin.» âyeti
mücmeldir. Resulullâh (Saîktllahü Aleyhi ve Sellem) 'in alnına mesh etmesi bu
mücmeli beyan etmiştir. Bu hadis haber-i vahid de olsa; kitabın mücmelini beyan
için kafidir. Âyetteki icmal mahalde değildir miktar hususundadır. Çünkü
Mahallin baş olduğu malumdur. Meselenin tahkiki şudur ki:
«Başlarınıza
meshedin.» âyet-i kerimesindeki edatı mâna itibarı ile bir şeyi diğer şeye
yapıştırmak demektir. Buna hususi tabiri ile ilsak derler. Mezkûr edat meshin
aleti olan ele girerse meselâ
«Elimle duvarı sildim»
denilirse mahalle müteaddi olur ve bütün mahalli kaplamayı icab eder; mesh
âyetinde olduğu gibi mahalle girerse; bütün mahalli kaplamayı icap etmez ve
şöyle takdir edilir: «Ellerinizi başlarınıza yapıştırın» Burada mesh bütün
mahalli kaplanmadığına göre ne miktar yerin meshedileceği' mücmel kalır. İşte
hadis bu mücmeli izah etmiş onun nâsiye miktarı olduğunu beyan buyurmuştur.
ikinci Nevi: Hadiste :
«Sonra başına
mesnetti.» denilmiştir. Bunun muktezası başa bir defa mesh etmektir. Nitekim
ulemâdan bir çokları bunu böyle anladığı gibi îmam-i'Ebu Hanife, İmam-ı.Malik
ve İmam Ahmed b. Hambel'in mezhebleride-budur. İmam-ı Şafiî'ye göre; sair âzâda olduğu gibi başı da üç defa mesh
etmek müstehabur.
Şafiî 'nin meşhur
kavli budur. Başa meshin bir defa yapılacağına dair bir çok sahih hadisler
varid olmuştur. Ebu Davud «Osman (Rahimehulîah) 'dan rivayet edilen sahih
hadislerin hepsi başa bir defa mesh edileceğine delâlet eder...» demiştir.
Filhakika o hadislerde her azanın üçer defa yıkanacağı zikredildiği halde başa
mesh hakkında hiç bir adet rivayet olunmamıştır. Kaasim b. Sellâm: «Başa üç
defa mesh edileceğini İbrahim et-T'eymî 'den başka selefin hiç birinden rivayet
edildiğini bilmiyoruz» demiştir. Fakat Aynî bu söze itiraz etmiş bir çok
hadislerde başa üç defa mesh edildiği bildirildiğini misaller göstererek isbat
etmiştir.
Hanefî lerden
Burhaneddin-i Mergînânî «el-Hidaye» namındaki meşhur eserinde İmam Ebu
Hanife'ye göre; bir suyla başa üç defa mesh etmenin memnu olduğunu söyler.
Başa iki defa mesh
edileceğini bildiren hadislerde vardır.
Üçüncü Nevi: Meshin
nasıl yapılacağı hakkında muhtelif hadisler rivayet edilmiştir. Nesaî 'nin
Abdullah b. Zeyd "den rivayet ettiği bir hadisten başın ön tarafına mesh
edileceği ve iki elle ön taraftan başlanarak arkaya doğru oradanda öne doğru
gidileceği anlaşılmaktadır. Taberânî 'nin rivayetinde ise; evvelâ arkadan öne
doğru sonra önden arkaya doğru1 yapıldığı bildiriliyor. Bir rivayette bütün
başm meshedildiği fakat saçlar hareket ettirilmeyerek hey'eti bozulmadığı başka
bir rivayette başa mesh edildiği fakat elleri ileriye geriye hareket
ettirilmediği bildirilmektedir. Nesaî 'nin kitabında Hz. Aişe (Radıyallahu
Anhâ) nin Resulu11âh (Sallaliahü Aleyhi ve Selîem) 'in nasıl abdest alındığını
anlatırken elini başının ön tarafına koyarak arkaya doğru çektiği sonra iki
elini kulaklarına indirdiği sonra yüzünün iki tarafına çektiği beyan ediliyor.
İbni Ömer (Radiyaîlahu Anhüma) 'nin dahi aynı şekilde abdest aldığı rivayet
olunur.
7- Abdestte
ayakları yıkamak farzdır. Topuklarda hükümde dahil-dir.Kollar hakkında verilen
tafsilât aynen burada da câridir.
Topuk mânasına gelen
kâb' kelimesinden nıurad ne olduğu hususunda iki kavil vardır. Ekser-T ulemâya
göre; bundan murad: Bildiğimiz topuk yani ayağın bacak kemiğine bağlandığı
yerdeki şişkin kemiktir. Ve her ayağın iki tarafında birer topuk bulunur.
Dalâlet fırkalarından İma-miyye île ayaklara mesh edileceğine fcâiî olanlara
göre topuktan murad ayakların üstünde ve bifaz yan taraflarında kalan hafif
çıkıntılardır. Ulemâ abdest âyetindeki topuklardan murad bu çıkıntılar
olmadığını mütead-did delillerle ispat etmişlerdir.
Abdest alırken
ayaklarda yapılacak vazife hususunda dört mezheb vardır:
a) Ayakları
yıkamak farzdır. Dört mezhebin imamları ile ehl-i sünnetin diğer birçok
ulemâsının mezhebi budur. Bu hususta muhalefet edenlerin kavline bakılmaz.
b) Şiilerin
İmamiye taifesine göre ayakları
mesh etmek farzdır.
c) Hasan-ı
Basri ile İbni Cerir- TaberS'yeve Ebu Ali Cübbai'ye göre abdest alan kimse
ayaklarını yıkamakla mesh etmek arasında muhayyerdir.
8-
Zahirîlere göre ayakları hem yıkamak hemde mesh etmek farzdır. Bir rivayette
Hasan-ı Basrî de buna kail olmuştur. İkrime dahi ayaklarına mesh eder.
Yıkanıazmış. Şa'bî : «Cibril (Aleyhisselâtü Vesselam) meshi indirdi» demiştir.
Katade 'nin de : «Allah iki yıkama ikide mesh. farz kılmıştır» dediği rivayet
olunur, îbrii Abbas (Radıyallahu anhüma) ayaklar hakkında: «Onlardaki vazife
iki yıkama ikide meshden ibarettir.» ibarettir.» demiştir : «Allah meshi
emretti. Ama insanlar yıkamadan başkasına razı olmadılar» de-diğide söylenir.
Rivayete nazaran Haccac Ehvazda bir hutbe okumuş hutbeside abdest âyetine
temasla: «Ayaklarınızın altını, üstünü ve ökçelerini yıkayın» demiş, bunu
duyan Enesb. Malık (Raâiyallahu anh) «Allah doğru söylemiştir Haccac yalan»
diyerek Haccac'm sözünü reddetmiştir.
Bu kavle zâhip
olanların bir delilide abdest âyetinde ayakların-, baş üzerine meshi bildiren
cümleye atfedilmesidir. Filhakika ayaklardaki vazifeyi bildiren cümle mansub
olarak şeklinde okunduğu gibi şeklinde mecrur; hâttâ şeklinde merfu' dahi
okunmuştur. Ancak bu kıraatlerin hiç birinden ayakların yıkanmayıp
meshedileceği mânası çıkmaz. Âyet mansup okunduğu takdirde iki vecihle izah
olunur :
a) Bu cümle
abdest âyetinin başında yüzün yıkanacağını bildiren cümle üzerine
atfedilmiştir. Binaenaleyh hükümde onunla birdir. Yani:
«Yüzlerinizi ve
ayaklarınızı yıkayın.» demektir. Onun arkasından zifo-redilmeyip arada başa
mesh meselesi beyân edildikten sonra zikredilmesi; ayakların başa mesh
edildikten sonra yıkanacağını bildirmek içindir. Bundan tertib anlaşılır ki;
abdest azalarını âyette zikredildikleri ter-tib üzre yıkamak bazı ulemâya göre
farz bazılarına göre müstehaptır.
b) Bu cümlenin
âmili mukadder «iğsilû» fiilidir. Cümlede atf yoktur. Doğrudan doğruya :
«Ayaklarıuızı yıkayın» takdirindedir.
Âyet mecrûr okunduğu
takdirde dahi ayaklara mesh edileceğine delâlet etmez. Bu da üç şekilde tevcih
edilir :
a) Buradaki
cerr kıraati mücaveret sureti iledir. Çünkü ondan Önceki kelime mecrurdur.
Yoksa hakikatta mansub okunmak icâb ederdi.
b) Âyet-i
kerime üst taraftaki:
«Başlarınıza mesh
edin.» cümlesi üzerine atfedil mistir. Fakat mânası başlarınıza mesh
ettiğiniz gibi ayakların ızada mesnedin
demek değil: Ayaklarınıza suyu
iktisatla dökerek israf etmeden yıkayın»
demektir. Çünkü ayaklar her yere basarak çabuk çabuk kirlendiği cihetle
onlara çok su harcayarak israf yapmak ihtimali vardır. Bu nükteden dolayı onlar
üst taraftaki mesh cümlesinin üzerine atfedilmiştir. Ayaklar hakkında şuraya
kadar yıkayın diyerek hudut bildirilmesi, başa mesh hakkında böyle bir had
teyin'edilmemeside atfedilen cümlenin hüküm itibari ile matufun aleyh olan
cümleye muhalif bulunduğunu gösterir.
Keşşaf sahibi Zemâhşerî 'nin
rey'ide budur.
c) Bu cümle
ayaklarına mest giymiş olanlara hamledilmiştir.
d) Mesh kelimesi
hafif yıkama mânasında da kullanılır. Abdest alan bir adama Araplar ellerini
ayaklarını mesh etti derler. Bu mâna Ebu
Zeyd ile İbni Kuteybe 'den ve Ebu A1i'yi Farisî 'den rivayet edilmiştir. Ancak
itirazdan salim değildir. İbni Abbas 'tan gelen rivayette zayıftır. Ondan gelen
sahih rivayete göre bu âyeti mansub okur. Ve mesh cümlesi üzerine değil ellerin
yıkanacağını bildiren ilk cümle üzerine ma'tuf olduğunu söylermiş. Sahih-i
Buharî'-deki bir hadiste İbni' Abbas (Radiyaîîahu anhümâ) 'nm abdest aldığı ve
ayaklarını yıkadığı sonra: «Ben Resülullâh
(Saliallahü Aleyhi ve Sellem)'i böyle abdest alırken gördüm» dediği rivayet olunmuştur.
Zaten âyet-i kerimenin nasb kıraeti meşhurdur.
9- Bu hadis
su getirmek için başkasından yardım istemenin caiz olduğuna delildir. Yardım
istemekte bilittifak kerahet yoktur.
10- Abdest
aldıktan, sonra mekruh vakitlere tesadüf ettirmemek şartiyle iki rekât namaz
kılmak müstahabtır. Mal. ikilere göre bu iki rekat namaz sünnetlerden sayılmaz.
11- Kılman
bu namaz için va'd buyrulan sevab iki
şarta bağlıdır.
a) Abdest
hadiste beyan edildiği şekilde alınacaktır.
b) Namaz
dahi hadiste beyan edildiği şekilde kılınacaktır.
12- Hadis-i
şerif insanın içinden birşeyler
geçirerek âdeta kendi kendine konuştuğunu ispat etmektedir ki ehl-i Hakkın
nıezhebide budur. Gönülden geçen şeylere hususi tabiriyle «Hadisü'n - Nefs»
derler.
13- Yine bu
hadis farzlarla sünnetler arasındaki tertibe delâlet etmektedir. Hadiste
zikredilen sünnetler mazmaza ve
istinşaktır. Bazıları farzlar arasındaki tertibe kail olmuş, sünnetler
arasındaki tertibe riayete lüzum görmemiştir. İmam Ma1ik'in mezhebide budur.
Malikiyye ulemâsı arasında abdestteki teftib .hakkında üç kavil vardır.
Bazılarına göre; tertib vâcib diğerlerine göre menduptur. Maliki1erce meşhur
olan kavilde budur. Bir takınılanda müstehâb, olduğunu söylemişlerdir.
Şafiilere göre tertip farzdır. Bu hususta Şafiî1erden. Müzeni muhalefet etmiş
ve tertibin farz olmadığına kail olmuştur.
5- (227)
Bize Kuteybetü'bnü Sa'id ile Osman b. Muhammed b. Ebi Şeybe ve İshâk b. İbrahim
El-Hanzalî rivayet ettiler. Lâfız kuteybe'nin-dir. İshâk (Ahberena) tabirini,
Ötekiler (Haddesena) yi kullandılar. Dediler ki: Bize Cerir, Hişâm b. Urveden,
o da Babasından, o da Osman'ın azadhsı Humran'dan naklen rivayet etti. Humran
şöyle demiş Osman b. Affan'ı mescid avlusunda ikem dinledim. İkindi zamanı
müezzin onun yanına geldi. Osman ondan abdest suyu istiyerek abdest aldı.
Sonra dedi ki:
— Vallahi size bir
hadis rivayet edeceğim. Eğer Allah'ın kitabında bir ayet olmasaydı onu size
rivayet etmezdim. Ben Resulellâh (Sallallahü Aieylü ve Sellem)"\ :
«Hiç bir Müslüman
.yoktur ki; tertemiz abdest alarak namaz kılsın da Allah onun o namazla ondan
sonra gelecek namaz arasındaki günahlarını
affetmesin.» buyururken İşittim.
(...) Bize
bu hadisi Ebu Kureyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu Usame rivayet etti.
H.
'Yine bize Züheyr b.
Harb ile Ebu Kureyb rivayet ettiler. Dediler kî: Bize Vekî' rivayet etti. H.
Bize İbni Ebi Ömer
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyan rivayet etti. Bunların hepsi bu
isnadla Hişâm'dan rivayet etmişler. Ebu Hüsanıc hadisinde :
«Tertemiz abdest
alır; sonra farz
namazı kılarsa.» cümleside
vardır.
6- (...)
Bize Züheyr b. Harb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yakub b. İbrahim rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize babam, Sâlihden rivayet etti. İbni Şihâb şöyle demiş:
— «Lâkin Urve'nİn Humran'dan rivayetine göre
Humran şöyle demiş: Osman abdest aldığı vakit:
— Vallahi size bir hadis rivayet edeceğim.
Vallahi Allah'ın kitabında bir âyet olmasaydı onu size rivayet etmezdim.
Gerçekten ben Resulullâh
(Salîallahü Aleyhi ve
Sellem)'i:
— «Hiç bir kimse yoktur ki; güzel
güzel abdest alarak sonra namazı kılsın da o namazla ondan sonra gelen namaz
arasındaki günahları
affolunmasın.» buyururken
işittim; dedi Urve:
— «Bu âyet:
«Allah'ın indirdiği
açık açık âyetleri ve doğruyu gizleyenler
yok mu?...» diye başlayan ve:
«Lânetçiler de lânef
ederler.» [21] cümlesine kadar devanı
eden âyettir.» demiş.
Finaû'I mescid:
mescidin etrafı avlusu
manasınadır. Osman
(Radfyalİahu anh)'m :
«Eğer Allah'ın kitabında bir âyet olmasaydı onu size rivayet etmezdim»
sözünden maksadı
«Eğer Allah Teâlâ bir
kimsenin bildiği bir ilmi başkasına tebliğ etmesini farz kılmasaydi size hadis
rivayet etmek istemez ve bu suretle sizin başınızı ağrıtmazdım» yahut; «bu
âyet olmasaydı haber vereceğim müjdeye itimad ederek ibadetleri terk-edersiniz
endişesi ile bu hadisi size söylemezdim» demektir.
Kaadiİyâz'ın beyanına
göre; «bu hadisi Bacî'den gayri bütün râvîler burada görüldüğü şekilde rivayet
etmişlerdir. Bacî'nin rivayetinde ise yerine denilmiştir. İmam-ı
Malik'ten rivayet eden râvîlerin bazısıda bu şekilde rivayet
etmişlerdir. Ulemâ bu iki şekil rivayetin te'vilinde ihtilâf etmişlerdir.
İmam-ı Malik: «El - Muvatta'» da: «Zannederim bu âyetten murad :
«Hem gündüzün ilk
kısmında ve gecenin bazı cüzlerinde namazı kıl.» [22]
âyet-i kerimesi olacaktır.» demiştir. Bu takdirde her iki rivayetin mânası
sahih olur. Ve «Levlâ ennehû» rivayetine göre mâna: «Eğer size anlatacağım
hadisin mânası Allah'ın kitabında bulunnıasaydı söyleyeceklerime itimad edip
ibadetleri bırakırsınız korkusu ile onu size söylemezdim» takdirinde olur.
Fakat Urve'nin okuduğu:
«Allah'ın indirdiği
açık açık âyetleri ve doğruyu kitapta biz insanlara beyan ettikten sonra
onları gizleyenler yok mu? İşte onlara hem Allah lanet edecek, hem de bütün
lânetçiler lanette bulunacaklar.» âyet-i kerimesine göre bu rivayet doğru
değildir. Bu âyet her ne kadar ehl-i kitap hakkında nazil olmuş olsada onda
yine ehl-i kitabın yaptıklarını yapmaktan yâni; Allah'ın indirdiği şeyi
gizlemekten ve onların yolundan gitmekten nehiy ve tahzir vardır. Peygamber
(SalkUİahü Aleyhi ve Sellem) meşhur bir hadisinde:
«Her kim bîr ilmi
gizlerse Allah onun ağzına ateşten bir gem vurur.» Buyurarak gizleme işinin
memnu olduğunu umumî bir şekilde beyan etmiştir.» Ebu Hüreyre 'nin Sahihaynda
şöyle bir sözü vardır: «Eğer Allah'ın Kur'anda inzal ettiği iki âyet olmasaydı
ben ebediyyen hiç bir hadis rivayet etmezdim.» O âyetlerin biri:
«Hani Allah
kendilerine kitap verilenlerden : Onu mutlaka insanlara btfyan edeceksiniz;
gizlemeyeceksiniz diye teminat almıştı...» [23]
âyet-i kerimesi dir demiş ötekininde buradaki âyet olduğunu söylemiştir.
Nevevî Hz. Urve 'nin te'vilini tercih etmekte ve: «Sahih olan Urve'nin
te'vili-dir> demektedir.
Resulullâh
fSallallahii Aleyhi ve Selletn) Bu hadiste bir-kimse tertemiz abdest alır ve
onunla iki rekat namaz kılarsa o namazla ondan sonra gelecek namaz arasındaki
günahlarının affedileceğini beyan buyurmuştur.
Halbuki bundan önceki
hadiste yine aynı hüküm ve hâdise hakkında : «Geçmiş günahları affolunur.»
buyurmuştu. Bu hadisin zahirî umum bildirmektedir. Yâni; tertemiz abdest alarak
iki rekat namaz kılan kimsenin bütün geçmiş günahları affedilecek demektir. Bu
noktadan iki rivayet arasında zahiren münâfât ve zıddiyet var gibi
görünüyorsada ha-kikatta hiç bir münafat ve zıddiyet yoktur. Hadislerin arası
şöyle bulunur. Umum bildiren hadiste muzaf hazfedilmiştir. Cümlenin takdiri:
«Allah o kimsenin o namazla mükellef olduğu zamanla gelecek namaz arasındaki
günahlarını affeder.» şeklindedir. Hadis-i Şerif müezzinin namaz vaktini haber
vermek için imama gidebileceğine ve zaruret olmadığı halde bazen yemin etmenin
caiz olduğuna delâlet etmektedir.
7- (228) Bize Ahd b. Humeyd ile Haccac b. Eş-Şâir ikisi
de Ebu'l Velid’den rivayet ettiler. Abd dedi ki .Bana Ebu'l Vehd [24]
rivayet etti
(Dedi ki) : Bise Ishâk b. Sa'id b. Amr b. Saîd b. EI-Âs
[25]
rivayet etti
(Dedi ki) Bana babam, babaSmdan rivayet etti. Şöyle
demi"!
— Osman'ın
yanındaydım. Abdest almak İçin su istedi ve şöyle dedi:
- Ben Resulellâh (Sallallahii Aleyhi ve Selletn) i
— «Hiç bir Müslüman yoktur ki; farz bir namazın
vakti geldiğinde o namazı tertemiz abdest alarak huşuu ile rükü'û ile kılsın da
büyük günah işlemedikçe o namaz ondan önceki günahlarına keffaret olmasın. Bu
her zaman için böyledir.» buyururken
işittim.
Tertemiz abdest almaktan
murad abdestin bütün kemal sıfatları ile adabına riayet etmektir.
«Büyük günah
işlemedikçe...» kaydından küçük günahların affedilmesi için büyük günah
işlememenin şart olduğu mânası anlaşılmamalıdır. Bundan murad küçük günahlar
affedilir. Büyükleri edilmez demektir. Çünkü büyük günahlar ya tevbe ile yahut
fadl~ı ilâhi ile affolunurlar.
Kaadi İyâz: «Bu
hadiste zikredüdiği vecihle küçük günahların affedilmesi büyüklerinin ise;
ancak tevbe yahut Allah'ın fadl-u rahmeti ile affolunması ehl-i sünnetin mezhebidir»
diyor. «Bu her zaman için böyledir» cümlesinden murad küçük günahların
affedilmesi her zaman bu suretle abdest alarak namaz kılmakla olur, yahut büyük
günah işlememek meselesi her zaman için böyledir demektir.
Bu ve emsali hadisler
abdest ve namazın bütün şerait ve adabına dikkat ederek ihtiyatla amel
edilmesine ve ibadetin bütün mezhep ulemâsına göre sahih olacak şekilde
yapılmasına teşvik mahiyetin de dirler.
8- (229)
Bize Kuteybetü'bnü Sa'id ile Ahmed b. Abdete'd-Dabbî rivayet ettiler. Dediler
ki : Bize Abdilaziz — ki Derâverdîdir — Zeyd b. Eşlemden, o da Osman'ın
azadlısı Humran'dan naklen rivayet etti. Humran şöyle demiş: Osman b. Affan'a
abdest suyu getirdim de abdest aldı sonra şunları söylem:
— Hakikaten bazı
insanlar Resulellâh (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) den bazı hadisler rivayet
ediyorlar 'ki; ben bunların mahiyetini bütniyorum. Yalnız
ben Kcstılııllfılı (SuUuUuhii
Aleyhi w Srl!cnı,"n\ şu benim nb-destim gibi abdest ;ıldi£mı gürdüm sonra
söyle buyurdular:
— «Her kim
böylece abdest alırsa; geçmiş
günahları affolunur. Kıldığı namazla mescide kadar yürümesi de
(kendisine) nafile (ibâdet) olur.»
İbni Abde'nin
rivayetinde :
— «Osman'a geldimde abdest aldı» cümlesi
vardır. Bu hadiste ;
«Kıldığı namazla
mescide kadar yürümesi de (kendisine) nafile (ibâdet) olur.» buyurulması
kılacağı namazdan ve mescide gitmesinden hâsıl olacak sevap nafile ibadet olur.
Manasınadır. Yoksa farz namaz nafileye tebdil edilir. Setlinde
anlaşılmamalıdır. Çünkü şeraitine riayetle alınan abdest geçmiş küçük günahlara
keffaret olunca; namazdan hasıl olacak sevap ziyade olarak kalır. Nafileden
murad d"a budur. Bununla o kulun ya âhiretteki dereceleri yükseltilir.
Yahut o namazdan sonra işleyeceği günahları affedilir. Ziyade edilen şeyin
mezidûn aleyh cinsinden olması şart değildir. Binaenaleyh kulun derecelerinin
yükseltilmesi günahlarına keffâratm üzerine ziyade edilmiş bir fazlalıkta
olabilir.
9 - (230)
Bİze Kuteybetü'bnü Sa'id ile Ebu Bekr b. Ebî Şeybe ve ZÜheyr b. Harb rivayet
ettiler. Lâfız Kuteybe ile Ebu Bekr'indir. Dediler ki: Bize Vekî' Süfyân' [26] dan,
o da Ebu'n-Nadr' [27] dan,
o da Ebu Enes' [28] ten naklen rivayet etti
ki; Osman peykeler üzerinde abdest almış ve:
— Size ResuluIIâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in abdest ini göstereyim mi? Demiş
sonra (her azayı) üçer defa (yıkayarak) abdest almış.
Kuteybe kendi
rivayetinde şunu ziyade etti:
— «Süfyan demiş ki:
Ebu'n-Nadr Ebu Enes'ten naklen rivayet etti. Ebu Enes : Osman'ın yanında
ResuluIIâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından bazı kimseler vardı»
demiş.
Hadiste zikri geçen
maka'ıd'den murad; bazılarına göre Hz. Osman (Radiyallahu anh) 'in evinin
önünde oturmak için hazırlanmış sedirlerdir. Bazıları mescid-i Nebeviye yakın
oturmak ve abdest almak için hazırlanmış bir yerdir. Demişlerdir.
Osman (Radiyallahu
anha) 'm her azayı üçer defa yıkayarak abdest alması abdestin sünnetlerinden
biride bu olduğunu anlatan büyük bir asıldır. Bu asla tebe'an abdest azalarını
üçer defa yıkamak bilittifak sünnet; birer defa yıkamaksa farzdır. Nevevî
diyorki: «Bu hadiste başa üç defa mesh etmek müstehaptır diyen Şafiî ile ona
muvafakat edenlere delil vardır. Buna benzeyen hadisler çoktur.,.»
Hadisin bir
rivayetinde: «Osman'ın yanında Resulallâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
ashabından bazı kimseler vardı» denilmesi: Hz . Osman (Radiyallahu anh) bu sözü
ashab-ı kiram arasında söyledi fakat ona hiç itiraz eden bulunmadı,
Manasınadır. Bu suretle üçer defa yıkamanın sünnet olduğuna oradaki ashab
ittifak etmiş oluyorlar. Filhakika Beyhakî ile başkalarının rivayetinde de
Osman (Radiyallahu anh) 'in her azayı üçer defa yıkayarak abdest aldığı ve
sonra eshab-ı ResuluIIâh (Sallallahü Aleyhi ve Selleın) 'e dönerek:
— «Siz
Resulellâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in böyle abdest aldığını
gördünüz mü?» dediğini onlarında :
— «Evet» cevabını verdikleri zikredilmektedir.
Bu hadisin isnadı
hakkında Dare Kutnî ve başkaları söz etmişlerdir. Bıfnlar Veki'in Ebu'n-Nadr
'dan sonra Ebu Enes'i zikretmesini onun bir vehmi olarak
vasıflandırmaktadırlar. Çünkü Ebu Alî el-Gassanî 'nin beyanına göre; Ebu'n-Nadr
bu hadisi Büsr b. Sa'id 'den, o da Osman (Radiyallahu anh) 'ten rivayet
etmiştir. İmam Ahmed b. Hambel ile başkalarının rivayetleri de bu tarzdadır.
10- (231)
Bize Ebu Küreyb Muhammed b. El-AIâ', ile İshâk b. İbrahim hep birlikte
Veki'den rivayet ettiler. Ebu Küreyb dedi ki: Bize Veki', Mis'ar' [29] dan,
o da Ebu Sahra Cami' b. Şeddâd'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Ben Humran
b. Ebandan dinledim. Şöyle dedi:
— Ben Osman'a abdest suyu koyardım gün geçmezdik!
üzerine biraz su dökünmesin. Osman dedi ki:
Resulallâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şu namazımızdan çıktıktan sonra
(Mis'ar zannederim bu namaz ikindiydi demiş) Bizimle konuşarak şöyle buyurdu:
— «Size bir şey söylesem mi? Yoksa sükût mu
etsem? bilmiyorum?» Biz:
— «Ya Resulallâh! Hayırsa söyle başka bir şeyse
Allah ve Kesulu bilir.» dedik. Resulallâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Temizlenerek Allah'ın farz kıldığı temizliği
tastamam yapan ve şu bes vakit namazı kılan hiç bir Müslüman yoktur ki; bu
namazlar aralarındaki günahlara
keffaret olmasınlar.»
buyurdular.
Nutfe : Az su
demektir. «Gün geçmezdiki üzerine biraz su dökmesin» cümlesinden murad
yıkanmağa devam ettiğini temizliğe çok ehemmiyet verdiğini bu suretle hadiste
kendi rivayet ettiği sevabı elde etmeğe çalıştığını anlatmaktır:
«Size bir şey söylesem
mi? Yoksa sükût mu etsem? Bilmiyorum.»
buyurması ihtimalki
bunu o anda onlara söylemekte bir fayda varıradır yokmudur,
kestiremediğindendir. Sonra fayda olduğunu anlamış ve söylemiştir. Hadisin
faydası Ashabı abdest vesair temizliklere teşvik o'lmasi-dir. Resulullâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir an tereddüt buyurması vereceği
müjdeye dayanarak ibâdet hususunda gevşeklik gösterirler endişesindende
olabilir. Daha doğrusu Resulullâh
(Sallallahü A-ieyhi ve Sellem) bu sözü
ile Ashabı neşat ve gayrete getirmek istemiştir. Ashab-j Kiram'in ; «Hayırsa
söyle» diye cevap vermeleri; eğer söy-liyeceğin müjde ise ve bizim daha ziyade
ibâdet etmemize sevap olarak neşatımızı arttıracak günahlardan biri men edecek
bir şeyse söyle de hayırlı işlere daha ziyade ehemmiyet verelim kötülüklerden
daha fazla kaçınalım, mânalarını ifade eder. «Başka bir şeyse» yani amellere
tergip ve terhibe aid birşey söylemiyeceksin sen bilirsin Ya Resulullâh!
Demektir.
Hadis-i şerif nefis
bir faide beyan etmektedir. Fayda şudur. Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:
«Allah'ın farz kıldığı
temizliği tastamam yapan...» buyurması abdest alırken yalnız farz olan yerleri
yıkayıp sünnet ve müstehaplara riayet etmeyen bir kimsenin bunlara riayet eden
kadar sevap ve fazilete nail olabileceğine delildir. Maamafih sünnet ve
müstehaplara riayet edenin sevabı elbetteki daha mükemmel ve günahları için
daha çok keffaret olur.
11- (...)
Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
el-Müsennâ İle İbni Beşşâr da rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b.
Ca'fer rivayet etti. Muaz'la Muhammed'İn ikisi de: Bize Şu'be, Camı* b.
Şeddâd'dan rivayet etti. Demişler Câmî' şunları söylemiş: Bfşr'in imareti
zamanında şu mescidde Humran b. Eba-nı Ebu Bürde.ye şunları anlatırken işittim
: Osman b. Aftan:
Resulullâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
— «Her kim Allah'ın
emrettiği gibi tastamam abdest alırsa farz namazlar, aralarındaki günahlara
keffaret olurlar.» buyurdular; demiş.
Bu hadîs Muâz'ındır.
Gunder'in hadîsinde «Bişr'in emirliği zamanında ve farz kılınmış» tâbirleri
yoktur.
12- (232)
Bize Harun b. Sa'id el-Eyli rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet
etti. Dedi ki: Bana Mahremetü'bnü Bükeyr, babasından, o da Osman'ın azadlısı
Humran'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Osman b. Affan bir gün güzel bir
abdest aldı. Sonra şunları söyledi: Ben Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve
SeUem)fin çok güzel bir şekilde abdest aldığını gördüm. Sonra şöyle buyurdular:
«Her kim bu şekilde
abdest alır da kendisini ancak namaz harekete geçirerek mescide
çıkarsa geçmiş günahları
affolunur.»
Bu hadisteki «Yen
hezu» fiilini bazıları «Yünhizu» şeklinde rivayet etmişsede «El - Metali'»
sahibi bunun hata olduğunu söylemiş sonra: «Bunun bir lûgât olduğunu
söyliyenlerde vardır demiştir.».Her iki rivayete göre kelimenin mânası:
«Hareket ettirmek» demektir. Hadis-i şerif ibadet ve taatlarda ihlâs ve
samimiyete teşvik etmektedir.
13- (...)
Bana Ebu't-Tahîr ile Yunus b. Abdİl A'Iâ da rivayet ettiler: Dediler ki : Bize
Abdullah b. Vehb, Amr b. El-Hûristen naklen haber verdi, ona da Hukeym b.
Abdillâh el-Kureşî [30]
rivayet etmiş. Ona da Nafî' b. Cübeyr ile Abdullah b. Ebi Seleme rivayet
etmişler, onlara da Muaz b. Abdirrahman [31]
Osman b. Affan'ın azatlısı Humran'dan , o da Osman b. Affan'dan naklen rivayet
etmiş. Osman şöyle demiş:
— Ben Kesuhdlâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Her kim namaz için
yerli yerince abdesf alır; sonra farz namazı kılmak için gider de onu
insanlarla, yahut cemaatla, yahut mescitte kılarsa Allah o kimsenin
günahlarını affeder.» buyururken işittim.
Burada Hafız İbni
Hacer şunları söylemiştir : «Hâsılı Hum-ran, Hz. Osman'dan iki hadis rivayet
etmiştir. Bunların birisi namazda bir şey hatırına getirmemekle mukayyet olan
iki rekât namaz; diğeri bu kayıddan hâlu bulunan farz namaz, yahud cemaatle
namaz hakkmdadır.> Hadis-i Şerif mâna itibariyle yukarıkiler gibidir.
14- (233)
Bize Yahya b. Eyyub ile Kuteybetü'bnü Saide ve Aliyyübnü Hucr hep birden
İsmail'den rivayet ettiler. İbni Eyyüb dedi ki: ^ Bize İsmail b. Ca'fer rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana Huraka'mn azadlısı Âla b. Abiirrahman b. Ya'kub,
babasından, o da Ebu Hüreyre'den naklen haber verdi ki Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Büyük günahlar
irîikâb edilmedikçe beş vakit namaz ve iki cuma, aralarındaki günahlara keffarettİr.»
buyurmuşlar.
15- (...)
Bana Nasr b. Aliy el'Cehdamî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdilâla' haber
verdi. Dedi ki: Bize Hişâm Muhammed'den, o da Ebu Hüreyre'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'den naklen rivayet etti ki:
«Beş vakit namazla iki
cuma aralarındaki günahlara keffaretdirler.» buyurmuşlar-
16- (...)
Bana Ebu't-Tahirile Harun b. Sa'id el-Eyli rivayet ettiler. Dcdilerki: Bize
İbni Vehb, Ebu Sahır' [32] dan
naklen haber verdi. Ona da Zaide'nin azadlısı Ömer b. İshâk [33]
babasından, o da Ebu Hüreyre'-den naklen haber vermiş ki Resulullâh
(ŞftllalUthü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyururlarmış:
«Büyük günahlardan
kaçınıldığı takdirde beş vakit namaz, iki cuma ve iki Ramazan, aralarındaki
günahlara keffâ retti Her.»
Yukarıdan beri
sıraladığımız bu rivayetlerin bazılarında abdestin bazılarında abdestten
sonra.: iki rekat namazın; bir kısmında beş vakit namazın diğerlerinde iki
cum'a ile iki Ramazanın küçük günahlara, keffâret olacakları bildirilmektedir
Neyevî diyor ki: «Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Mademki abdest geçmiş
küçük günahlara keffâret oluyor o halde namaz neye keffâret olacaktır? Namaz
küçük günahlara keffâret olursa cum'alarla ramazanlar neye keffâret olacaktır?
Hatta Arife günü oruç tutulursa; iki senenin" küçük günahlarına; Aşura
günü oruç tutulursa bir senenin günahlarına keffâret olacağı keza bir kulun
âmin demesi meleklerin âminine tesadüf ederse geçmiş günahları affolunacağı
bildiriliyor. Bunlar neye keffâret olacaktır? diye sorulabilir. Ulemâ bu suale
şu cevabı vermişlerdir: Bu zikredilenlerin her biri keffâret olmaya
elverişlidir. Eğer keffâret olacak küçük günahlar bulunursa onlara keffâret
olurlar. Kulun büyük veya küçük hiç bir günahı yoksa mezkûr abdest ve
namazlarla kula hasenat yazılır. Dereceleri yükseltilir. Küçük günahı yokta
büyük günahı bulunursa büyük günahların cezasını hafifleteceklerini ümit ederiz
Allah-u A'lem.
17- (234)
Bana Muhammed b. Hatim b. Meyimin rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahman
b. Mehdi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muavi-ye b. Salih [34] ,
Rabia' [35] dan
yani İbni Yezid'den, o da Ebu İdris el-Havlâni' [36] den,
o da Ukbetü'bnü Âmir' [37] den
naklen rivayet etti. H.
Bana Ebu Osman dahi
Cübeyr b. Nüfeyr' [38] den,
o da Ukbetü'bnü Â'mir'den naklen rivayet etti. Ükbe şöyle demiş. Üzerimizde
deve gütme vazifesi vardı. Nevbetim gelince akşamlayın develeri ağıllarına
götürdüm.
Sonra Resuhillâh
(SaüaİIahü Aleyhi ve Sel!em)'e ayakta cemaata bir şeyler söylerken yetiştim.
Yetiştiğim sözü şudur :
«Eğer bir Müslüman
tertemiz abdest alır, sonra kalkarak iki rekât namaz kılar, kalbi ve yüzüyle o
iki rekâta yönelirse o kimseye cennet vacip olur.» buyurdular. Ben :
— Bu ne güzel şey dedim. Birde baktım Önümde
biri : Bundan önceki daha güzeldi diyor!...
Baktım ki Ömer'miş
(bana) :
— Ben seni demin gelirken gördüm
Resulullâh (Sallalkthü Aleyhi ve
Selîem) sen gelmezden Önce şöyle
buyurdular, dedi.
«Eğer sizden biriniz
abdest alır, onu yerli yerince yapar, yahut tastamam icra eder de sonra :
"Ben Allah'tan başka ilâh olmadığına; Mu-hammed'in Allah'ın kulu ve resulü
olduğuna şehadet ederim." derse o kimseye cennetin sekiz kapısı (birden)
açılır. Onların hangisinden dilerse ondan girer.»
(...) Bize
bu hadisi Ebu Bekr b. Ebi Şeybe'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zeyd b.
Hubab, [39]
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muaviyetü'bnü Salih, Rabiatü'bnü Yezid'den, o
da Ebu İdris el-Havlânî ile Ebu Osman'dan, onlarda Cübeyr b. Nüfeyr b. Malik
el-Hadremi'den. o da Ukbetü'bnü Âmir el-Cühenîden naklen rivayet etti. Ukbe
Resulullâh (Satlallahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurdu diyerek bu hadisin
mislini rivayet etmiş. Şu kadar var ki o:
«Her kim abdest alır
da bir Allah'tan başka ilâh yoktur, onun şeriki yoktur; ben Muhammed'in onun
kulu ve resulü olduğuna şehadet ederim.»
buyurdu demiş.
Bu hadisi Ebu Davud
ile Tirmizî de tahriç etmişlerdir. Ulemâ hadisin birinci tarikindeki Ebu
Osman'in kim olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bazıları bu zat Muaviyetü'bnü
Sa1ih'tir demiş diğerleri
Rabiatü'bnü Yezid olduğunu söylemislerdir. Ebu Aliy el-Gassani
«Takyidü'l Mühmel» adlı eserinde : «Doğrusu bu zat Muaviyetü'bnü Salih 'tir»
demiş uzun uzadıya deliller getirerek onun Muaviyetü'bnü Salih olduğunu ispat
etmiştir.
Ukbetü'bnü Amir
(Radiyallahû anh) 'm : «Üzerimizde deve gütme vazifesi vardı» demesinden
anlaşılıyor ki; bir kaç deve sahibi birleşerek develerini bir yere katmışlar
ve nevbetle hergün içlerinden biri güder, diğerleri işlerine güçlerine giderlermiş,
o gün sıra Hz. Ukbe'de olduğu için develerle meşgul olurken Resulullâh
(Salldllahü Aleyhi ve Sellem)'m tebşiratmın bir kısmına yetişemiyerek Ömer
(Radiyallahû anh) 'tan öğrenmiş.
Bu hadiste Resulullâh
(Saltallahü Aleyhi ve Selîem) : «İki rekât namaz kılar, kalbi ve yüzüyle
o iki rekâta yönlenirse, o kim şeye cennet vacip olur.» buyurmuştur.
«Kalbi ve yüzüyle...»
(tâbirleri) dile son derece kolay gelen iki kelime isede bu iki kelime huşu ve
huzu'un bütün nevilerini ifade etmektedirler. Çünkü huzû' âzâda, huşu da
kalpte olur. Binaenaleyh türkçemiz-de sehl-i mümteni' denilen dile kolay fakat
bulup söylemesi pek güç olan bu kısa ibare Resulullâh (SallaİUthü Aleyhi ve
Selîem) 'e has olan «cevamiû-l'kelîme» madudturlar. Onun için H z . Ukbe hayran
kalarak «bu ne güzel şey» demiştir. Âmir (Radiyallahû anh) bununla ya bu söz ne
güzel yahut bu fayda veya müjde yahut ibadet ne güzel de mek istemiştir.
İbarenin güzelliği iki cihettendir. Birinci cihet; sehl-i mümtenÜ* olması
ikinci cihette üzerine büyük sevap terettüp etmesidir.
1- Abdest
alan kimsenin abdestin sonunda demesi, müstehaptır, Bunun müstehap olduğunda
bütü ulemâ müttefiktir.
2- Aynî
İndisin Tirmizî 'deki rivayetinde Nesiî
'nin rivayetinde ise "buyurulduğu cihetle bunları veya emsalini okumakta
müstehaptır.
3- Mezkûr
dualar gusulden sonrada müstehaptır.
18- (235)
Bana Muhammed b, Sabbah rivayet etti. (Dedi*ki) : Bize Halid b. Abdillâh [40], Amr
b. Yahya b. Uinarâ'dan, o da babasından, o da Abdullah b. Zeyd b. Âsim
el-Ensarî' [41] den — ki bu zat
sahâbidir. Naklen rivayet etti. Abdullah'a :
«Bize Resulullâh
(Saîlailahü Aleyhi ve Sellem)'in abdesti gibi abdest al» demişler. Bunun
üzerine Abdullah bir kap isteyerek ondan ellerine su dökmüş ve onları üç defa
yıkamış sonra elini kaba daldırarak ondan su almış ve bir avucundan hem
mazmaza hem istinşak yapmış. Bunu üç defa tekrarlamış. Sonra elinî kaba
daldırarak su almış ve yüzünü üç defa yıkamış sonra elini kaba daldırarak su
almış ve ellerini dirsekleriyle beraber ikişer ikişer yıkamış. Sonra yine
elini kaba daldırarak su çıkarmış ve başına mesh etmiş. (Mesh ederken) iki
elini öne ve arkaya götürmüş. Sonra ayaklarını topukları ile beraber yıkamış
bundan sonra:
«Resulellâh (Saîlailahü Aleyhi ve Sellem)'\n abdesti
işte böyle idi.» demiş
(...) Bana
Kasım b. Zekeriyya'da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâ-lid b. Mahled,
Süleyman'dan —ki İbni Bilâl'dır—, o da Amr b. Yahya'dan bu isnadla bu hadisin
mislini rivayet etti. (Yalnız) o topukları zikretmedi.
(...) Bana
İshâk b. Musa el-Ensârî [42] de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'n [43]
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Malik b. Enes, Amr b. Yahya'dan bu isnadla
rivayet etti. Ve :
«Üç defa mazmaza ve
istinşak yaptı.» dedi. «Bir avuçtan» kaydını söylemedi, «Ellerini öne ve
arkaya doğru» çekti» sözünden sonra: «Başının ön tarafından başladı sonra
ellerini kafasına doğru çekti. Sonra onları başladığı yere döndürdü.
Ayaklarımda yıkadı» ibaresini ziyade eyledi.
(...) Bize
Abdurrahman b. Bişr el-Abdiy rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Behz [44] rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Vüheyb [45]
rivayet etti ve: Bize Amr b. Yahya yukarıkilerin isnadları gibi bir isnadla
rivayet etti. diyerek hadisi söyledi. O bu hadiste :
«Üç avuçtan mazmaza ve
istinşak yaparak burnunu attı» dedi şunu dahi söyledi: «Başınada öne ve arkaya
giderek bir defa mesh etti.»
Behz: «Bana bu hadisi
Vüheyb yazdırdı» demiş Vüheyb de: Bana bu hadisi Amr b. Yahya iki defa yazdırdı
demiştir.
Bu hadisi Buharı
«Kitabu'l Vudu'» da ve taharet bâblannın muhtelif beş yerinde Ebu
Davud, Tirmizî, Nesaî ve İbni Mâce taharet bahsinde tahriç etmişlerdir.
Ravîlerden Abdullah İbnî Zeyd
hakkında Süfyan b. Üyene: «Bu zat ezan hadîsini rivayet eden
Abdullah b. Zeyd 'dir» de-mişsede bunun hatâ
olduğunu birçok hadis hafızları beyan ettiği gibi Buhârî de sahihinin
istiskaa bahsinde bunu tasrih etmiştir. Ezan hadisini rivayet eden zatın ismi
Abdullah b. Zeyd b. Abdî Rabbih'dir bu zatın ezan hadisinden başka hadis
rivayet etmediği söylenir. Hadisin buradaki
rivayetinde: «Elini daldırdı» denilmiştir. Buhârî'nin ekseri
rivayetlerinde de «el» kelimesi müfred olarak zik-redilmişsede bir rivayette
«iki elini» denilmiş, hatta İbni Ab bas
(Radiyallahu anh) rivayetinde : «Suyu
bir eliyle alarak öteki elini de ona kattığı» bildirilmiştir. Nevevî diyor ki:
«Bu gösteriyor ki; bunların üçüde caiz ve üçüde'sünnettir. Rivayetlerin
araları: «Bu abdestler ayrı ayrı zamanlarda alınmıştır.» Demek suretiyle
bulunur. Ulemâmız bu ve-cihlerin üçünede kail olmuşsada sahih ve meşhur olan ve
cumhurunda kat'î şekilde kabul ettikleri kavil; yüzü yıkamak için suyun iki
elle alınmasının müstehab olmasıdır. Çünkü bu hem daha kolay, hemde abdesti
usuliyle almaya daha muvafıktır. Ulemâmız yüzü üst kısmından başliya-rak
yıkamanın müstehab olduğunu söylerler. Çünkü üst kısmı daha şerefli ve suyun
bütün yüzü kaplamasına "daha müsaittir.»
Hadisin muhtelif
rivayetlerinden anlaşılıyor ki; Resu1ul1âh (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) Abdest
azasının bazılarını üç bazısını iki bazılarımda bir defa yıkamıştır. Bu
şekilde alınan abdestin sahih olduğunda şüphe yoksa da her uzvuu üçer üçer
yıkamak yinede müstehaptır. Peygamber (Saîlalîahü Aîeyhi ve "Sellem/in
muhtelif zamanlarda böyle muhtelif şekilde abdest alması her nev'in caiz
olduğunu beyan içindir. Vakıa bunları sözle bir defada da beyan edebilirdi.
Fakat sözün te'vile ihtimali vardır. Fiilde ise bu ihtimal olmadığı gibi Fiilin
ruh üzerindeki te'siri daha büyüktür. Bundan dolayı cevaz meselesini filen
göstermiştir.
cümlesinin ma'nası ;
«Başın alın
tarafından başhyarak arkaya doğru gitti
ve öne doğru döndü» demektir.
Gerçi arapçada «akbele» yüzünü göstererek geldi, «ed-bara» arkasını döndü
gitti, ma'nalarmadırlar. Hadiste başa mftsh tarif edilirken evvelâ «akbele»
denilmesi, başın arkasından başlıyarak öne doğru mesh ettiği zannını
veriyorsada bir çok' rivayetlerin mecmu'undan anlaşılan ma'na bunun aksinedir.
Yanî bu kelimenin hadislerdeki ma'nası ön taraftan başlıyarak arkaya doğru
gitti. Demektir. Hatta bazıları ön, arka gibi cihetlerin nisbî şeyler olduğuna
"bakarak bu kelimelerin yine aslî ma'nalarında kullanıldığını söylemiş;
başın arkasına nisbetle ön tarafından başhyarak arkaya doğru gitmeye (akbele)
denilebileceğini söylemişlerdir.
1-
Abdeste başlamazdan önce elleri yıkamak Tneşru'dur. Burada onların iki defa
yıkandığı, Ebu Hüreyre
hadisinde ise iki veya üç defa yıkandığı zikredilmiştir. Fakat bu
yıkayış abdestin farz veya sünnetlerinden değildir. İbnül-,Kasim abdeste başlamazdan önce el yıkamanın
teabbüd olduğunu yani ibadet için yapıldığını söylemiştir. îmam-Ma1ik'e göre
elleri iki defa yıkamak sünnettir Aynî 'nin-beyanına göre bu meselede beş kavil
vardır;
a) Abdestden
evvel elleri yıkamak sünnettir. Hanefîyye ulemâsının meşhur kavli budur.
Resu1u11âh (Saîlalîahü Aleyhi ve
Sellemyin ellerini yıkamadan hiç bir zaman abdest almadığıda bunu gösterir.
Bazıları abdestten evvel elleri bileklere kadar .yıkamanın, farz yerini
tutacağını beyan etmişlerdir.
b) El
yıkamak, ellerinin temiz olup olmadığında şüphe edenler için müstehaptır. Bir
rivayette İmam Malik'in mezhebi budur.
c) Gece
uygusundan uyanan kimseye ellerini yıkamak farzdır. Gündüz uykusundan uyanana
farz değildir. îmam Ahmed b. Harnbe1'in
mezhebi budur.
d) Eline
necaset bulaşıp bulaşmadığında şüphesi olan kimseye ellerini yıkamak farzdır.
İmam Malik'in meşhur kavli de budur..
e) Mutlak
surette her uykudan uyanan kimseye el yıkamak farzdır. Davûd-u Zahirî ile
arkadaşlarının mezhebi de budur.
2- Mazmaza
ile istinşak meşru'durlar. Bunlar abdestde sünnet g'u-sülde farzdır. Hanefî
'lerle Sevri 'nin- mezhebi budur. îmam Şafi-î ikisinde de sünnettir demiştir.
Şafiî 'nin bu kavlini İbnil-1'Münzir Hasan-ı Basrî 'den, Katâde, Rabbia, Yahya b. Saîd, İmam Malik,
Evzâî ve Leys'den de rivayet etmiştir. Bir rivayette İmam Ahmed
b. Hambel'in kavlide budur. Diğer rivayete göre; İmam
Ahmed mazmaza ile istinşakın hem abdesde hemde gusülde .farz olduklarına
kaildir. Nitekim İbni Ebi Leylâ, ile Hammad ve îsh â fc'ıft mezhepleride
budur.
Ebu Sevr ile Ebu
Ubeyd'e ve İmam Ahmed'in üçüncü bir kavline göre; abdest ve gusülde yalnız istinşak
farz,, mazmaza farz değildir.
3- Resu1ullâh
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) üç avuç su ile üç defa mazmaza ve
istinşakyapmiştır. Şafiî 'nin mezhebide budur. Bunun tatbiki hususunda iki
vecih vardır. Esah olan veçhe göre; bir avuç sudan üç defa mazmaza, ikinci
avuçtanda üç defa istinşak yapılır. Hanefî lere göre; mazmaza ile istinşak
altı avuç sudan yapılır. Yanı her mazmaza ve her istinşak için ayrı ayrı su
kullanılır. Hanefî lerin delili imam Tirmizî'nin rivayet ettiği bir hadistir.
Bir rivayette İmam Şafiî de Hanefî 'lerle beraberdir.
4 - Abdestde
yüzü üç defa yıkamak meşru' olmuştur. Bu bâb da hilaf yoktur.
5- Hadisi
şerif ellerin iki defa yıkanacağına delildir. Müslim'in bir rivayetinde
ellerin üç defa yıkanacağı bildirilmiştir. Acaba elleri abdestden Önce yıkamak
kâfi midir? yoksa abdeste başlarken tekrar yıkamak mı icap edecektir? Bu
hususta iki rivayet vardır. «Asi» in rivayetine göre yalnız kollar
yıkanacaktır.
Çünkü abdestten evvel
eller bileklere kadar yıkanmıştır. Onları tekrar yıkamaya lüzum yoktur.
«Ezzahire» Nam kitabın sahibi : «Bence esah olan ellerin içini ve dışını tekrar
yıkamaktır. Çünkü abdestten önce onları yıkamak, abdeste başlamak için
sünnettir. Abdest de elleri yıkamaksa farzdır. Binaenaleyh o sünnet bu farzın
yerini, tutamaz» diyor.
6- Dirsekleri
yıkamak ellerin hükmünde dâhildir. Cumhurun mezhebi budur. Nitekim Darakûtnî
'nin Câbir (Radiyâthhu anh) dan rivayet ettiği bir hadis de: Resul ull âh
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) «Abdest
aldığı vakit suyu dirseklerinin etrafına çevirirdi.» Buyurulmuştur. Bezzar ile
Taberanî 'nin Vai1 b. Hucr (Radiyallahu anh) 'dan rivayet ettikleri hadisde de:
«Kollarını dirsekleri geçinceye kadar yıkadı» denilmektedir. Bu husus da
ulemâdan muhalefet eden yalnız İmam
Züfer ile bir rivayette İmam Mâlik'tir.
7- Bu
hadisle İmam Mâlik ile İbni Uleyye ve bir rivayette İmam Ahmed b. Hanbel bütün
başa mesh etmenin farz olduğuna istidlal etmişlerdir. Maamafih mesele Malikîyye
ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Bazıları başın bir kısmına diğerleri üçte birine
mesh etmenin kâfi geleceğini söylemişlerdir. Hanefîlerle Şafiî lere görede
başın bir kısmına mesh etmek farz isede bu kısmın ne kadar olacağı
ihtilaflıdır. Hanefî lere göre başın dörtte biridir. Şâfiîlere göre ise! Islak
eliyle başının velev bir kılma dokunmakla farz yerini bulur. Meseleyi az
yukarıda tafsilatiyle görmüştük.
8- Başa mesh
ederken ön tarafından başlanacaktır. Bu bâb da bir çok hadisler rivayet
edilmiştir. Meselâ Nesai'nin Abdullah
b. Zeyd (Radiyallahu anh) 'dan tahriç
ettiği bir hadis de : «Başının Ön tarafından
başladı sonra ellerini kafaya doğru götürdü. Sonra gerisin geriye başladığı
yere getirdi» denilmektedir. İbni Ebu
Şeybe, Ebu Davud, Bzzâr İbni Kânı1 ve diğer hadis ülemâ-sıda kimi
önden arkaya doğru kimi arkadan Öne doğru mesh edileceğini göstt.en hadisler
tahriç etmişlerdir.
9- Ayakları
topuklara kadar yıkamak meşru' olmuştur. Topuklarla dirseklerin yıkama emrinde
dahil olup olmadığı az yukarıda görülmüştü,
10 - Abdest
almak için başkasından su istemek de, kerahet yoktur.
11- Bir şeyi
fiilen öğretmek caizdir.
12- Su
kabına eli daldırmakla kabdaki su müsta'mel olmaz.
13- Başın
bütününü mesh etmek nıeşru'dur. Yalnız farz değil sünnettir, Btf bâbda da
yukarıda tafsilât geçti.
14- Başa bir
defa mesh edilir.
19 — (236)
Bize Hârûn b. Ma'ruf rivayet etti. H.
Bana Hârûn b. Said
el-Eylî ile Ebu't-Tâhir de rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İbni Vehb rivayet
etti. (Dedi ki) Bana Amr b. El-Hâris haber verdi. Ona da Habbân [46] b.
Vasî' rivayet etmiş; ona da babası rivayet etmiş. Babası Abdullah b. Zeyd b.
Asım El Mâzinîyî şunları anlatırken dinlemiş Abdullah demiş ki: Resulullâh
(Salîallahü Aleyhi ve Sfllemfı abdest alırken gördüm. Mazmaza ve istinşak
yaptı. Sonra yüzünü üç defa, sağ elini üç defa, öteki elini de üç defa yıkadı.
Elinin artığı olmayan bir su ile başına mesh etti. Ayaklarımda temiz pak
edinceye kadar yıkadı. Ebu't-Tahir: «Bize İbni Vehb, Amr b. Haris'den rivayet
etti.» dedi.
Bu hadisin isnadında
Müslim (Rahimehuiîah) her zaman gösterdiği dikkat ve ihtiyatını ve derin
ilmiyle takvasını bir daha göstermiş ve ikisinin de ismi Harun olan şeyhlerini
bir birinden ayırarak birincisi hakkında : «Bize rivayet etti»; ikincisi
hakkında : «Bana rivayet etti» ta'birlerini kullanmıştır. Çünkü; hadisi birinci
Harun 'dan bir cemaatle birlikte; ikincisinden ise yalnız başına dinlemiştir.
Bu gibi hallerde aynı ta'birlerin kullanılmasının bilittifak müstehab olduğunu
kitabın baş ta-'. raflarında görmüştük.
Böyle incelikler İmam
Müslim (Rahimehuiîah) 'in hiç bir zaman gözünden kaçmamıştır. İleride inşallah
-bu gibi tenbihatın bir çok örnekleri gelecektir. Hatta yine bu hadisin
sonunda: «Ebu't Tabir: Bize İbni Vehb Amr b. Haris'den rivayet etti; dedi»
şeklinde verdiği izahatta bu kabildendir. Çünkü hadisi Harun'larla birlikte
Ebu't Tahir'de rivayet etnıişsede onun rivayetinde «bana haber, verdi» sözü
yoktur. O yalnız «Amr b. Haris'den» demekle iktifa etmiştir. Halbuki «bana
haber verdi» tâbiri ile «Fülândan naklen geldi» sözleri arasında fark vardır.
Birinci ta'bir bilittifak hadisin muttasıl. olduğunu bildirir. Fakat ikincisi
hakkında hadis ulemâsı -ihtilâf etmişlerdir. İşte İmam Müslim bu inceliğe de dikkat
ederek Ebu't Tahir'in bu hadisi, müttefe-kun aleyh olmayan ta'birle rivayet
ettiğini ayrıca göstermiştir.
«Elinin artığı olmayan
su» dan murad başına mesh etmek için avu-cuna yeni su aldığını anlatmaktır.
Nevevî diyor ki: «Bu
hadisle, ma'i müstamel denilen kullanılmış su ile taharet caiz olmayacağına
istidlal edilemez. Çünkü hadis1 başa mesh için yeni su kullandığını haber
veriyor. Bundan taharet- için suyun ma'i müstamel olmamasının şart kılındığı
ma'nası çıkmaz.»
Bu rivayetlerin hiç
birinde kulakların mesh edileceği zikredilmemiş-sede onların mesh edilmesininde
meşru' olduğunda hilaf yoktur. Yalnız îmam Malik ile bir çok ulemâya göre
kulaklar baştan ma'dûdtür. Onları yeni su ile mesh etmek sünnetdir. Bazıları
müstehab olduğuna kaildirler. Malikiyyeden bazıları: kulaklar başdan sayıldığı
için onlarıda mesh etmek farzdır. Başla beraber kulaklara mesh etmek kâfidir;
ayn su almaya hacet yoktur.» demişlerdir.
Şa'bi, İshâk ve Hasan
b. Salih: «Başın Önünde kalan ve yüz yüze gelince görünen kısmı yüzden sayılır
ve yıkanır; arkada kalan kısım baştan ma'dütdür, oraya mesh edilir.»
demişlerdir.
Keza bu rivayetlerin
hiç birinde besmeleye dair söz yoktur. İmam Ahmed b. Hanbel (RadiyaUahu anh):
Bu hususda senedi güzel hiç bir hadis bilmiyorum» demiştir. İmam Ma1ik'in
meşhur olan kavline göre abdestin başında besmele çekmek fazilettir. İmam Şafiî
ile Sevrinin kavlide budur. Hanefî lere göre kulaklara mesh etmek, abdeste
başlarken besmele çekmek ve niyet etmek sünnettir. Hadislerde niyete dairde
söz yoktur.
20- (237)
Bize Kuteybetü'bnü Said ile Amru'n-nâkid ve Muham-med b. Abdillâh b. Nümeyr
toptan İbni Uyeyne'den rivayet ettiler. Ku-teybe dedi ki: Bize Süfyan,
Ebu'z-zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebu Hüreyre'den, o da Peygamber
(Saiîaîlâhü Aleyhi ve Seltem)'den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:
«Biriniz taşla
taharetlenirse; tek taşla taharetlensin. Abdest aldığı zaman da burnuna su
çeksin, sonra sümkürsün.»
21- (...)
Bana Muhammed b. Raf i' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-durrazzak b. Hemmam
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den naklen haber
verdi. Hemmam: «Bize Ebu Hüreyre'nin Muhammed Resulullâh (SaîlalUchü Aleyhi ve
Seltem) 'den rivayet ettiği budur.» diyerek bir takım hadisler zikretmiş
ez-cümle Resulullâh (SallalJahü Aleyhi ve SeUem) :
«Biriniz abdest alırsa
her iki burun deliğine su çeksin; sonra sümkürsün.» buyurdular, demiş.
22- (...)
Bize Yahya bin Yahya rivayet etti. Dedi ki: tbni Şihâb'dan dinlediğim, onun da
Efau İdris Elhavlâni'den, onun da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet ettiği şu
hadisi MaÜk'e okudum. Resulullâh (SalUtllahü Aleyhi ve Sellem):
«Her kim ab dest
alırsa burnunu atsın; kim taşla
taharetlenirse (taş adedini) tek yapsın.»
buyurmuşlar.
(...) Bize
Sa'id b. Mansur rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Haspan b. İbrahim rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Yunus b. Yezid rivayet etti. H:
Bana Harmeletü'bnü
Yahya dahi rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Ibiû Vehb haber verdi. (Dedi ki) :
Bana Yunus, îbni Şihâb'dan naklen haber verdi. İbni Şihâb : Bana Ebü İdris El
Havlâni haber verdi ki, Ebu Hü-reyre ile Ebu. Sa'id-i Hudrîyi Resulullâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Şöyle buyurmuş diyerek bu hadisin mislini rivayet
ederlerken dinlemiş dedi.
Bu hadisi Buharı,
Nesâi ve İbni Mace «Kitabü'l Vudû'» da tahriç etmişlerdir.
İsticmar:
Taşla taharetlenmek demektir. Su, taş, toprak ve emsali şeylerle taharetlenmeye
istinca yahut «istitabe» derler. Rivayete nazaran Abdullah b. Ömer (Radiyallahû
Anhûm) buradaki isticmarı buhurdanla kokulamak ma'nasına te'vil edermiş.
Bazıları bu ma'naya alındığı takdirde dahi sayı tek olmasını müstehab
görmüşlerdir. Kokulanmanın tekliğinden murad ya bir defa kokuyu sürmekle
iktifa etmek yahut üç defa sürünmektir. Bu ma'na İmam Malik 'den dahi rivayet
olun-müşsa da hadisin asıl zahir ma'nası birinci ma'na yani taşla taharetlenmektir.
Taharetlenilecek ufak taşlar birden beşe kadar olabilir.
Kirmani: «Tek
taharetlenmekten murad taşların sayısı değil taharet yerinin silinmesidir.
Yani taharet yeri üç, beş, yahut daha ziyade tek adetle silinecektir.»
demiştir.
İstinsar:
Burundaki pislikleri dışarıya atmak yani sümkürmek. demektir. Ulemâ bundaki
hikmetin burunu temizlemek ve şeytanı kovmak olduğunu söylerler. Çünkü B uhâri 'nin rivayet "ettiği .bir
hadisde :
«Biriniz uykusundan
uyandı mı üç defa burnunu atsın, çünkü şeytan genizlerinde geceler.» buyurulmuştur.
Şafiî 'lerden Nevevî
şöyle diyor: «Bizim mezhebe göre üç taştan fazla tek taş kullanmak mustehabdır.
Hasıl-ı Mezheb şudur şudur ki, taharet yerini temizlemek farzdır. Üç kere
silmek farzdır. Eğer bununla temizlenmek hasıl olursa; ziyadeye lüzum yoktur.
Temizlenmezse ziyadeyi kullanmak icap eder, eğer temizlik üçden ziyade tek bir
adetle hasıl olursa daha ziyadeye hacet yoktur. Dört veya altı gibi çift adetle
temizlik hasıl olursa o adedi tek yapmak için bir taş daha kullanmak müstehab
olur. Ulemâmızdan bazıları isticmar için mutlak surette tek adedin vacip
olduğuna kaildirler. Delilleri bu hadistir. Cumhurun delili «Sünen»
kitaplarında tahriç edilen şu hadisdir : ResuTullâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Her kim tosla
taharetlenirse tek bıraksın, bunu yaparsa ne alâ, yapamayana bir şey yok.»
buyurmuşlardır. Onlar bu babın hadislerini farz olarak üç üçten fazlasmmda
mendüp olduğuna hamlederler.»
Yine Nevevî bu hadisle
istidlal ederek istinsar ile istinşakm başka başka mânalara geldiğini
söylüyor. Fakat Aynî bu kelimelerin aynı mânaya geldiğini bildirmiş ve muhtelif
hadislerden misaller göstererek müddeasınr isbat etmiştir.
Hadis-i şerif istinşak
mutlak surette vaciptir diyenlerin delilidir. «Vacip değildir» diyenler
buradaki emri nedip mânasına hamletmişlerdir.
1- Abdest
alırken burnunu atmak matluptur. Ancak vacip değildir. Bu hususta icma vardır.
Sol elle burun atmak müstehaptır. Burnunu elden başka bir şeyle atmak
mekruhtur. Bu kavil îmanı-ı Malik-tende rivayet olunmuştur. Çünkü hayvanların
fiiline benzer maamafih mekruh olmadığını söyleyenlerde vardır. Bazı hadislerde
burunun tek sa^ yi ile atılması. Buharî 'nin rivayetinde üç defa atılması emir
buyurul-' duğuna göre burun temizlenmek için tek adet olmak şartiyle üç defa veya
daha ziyade atılabilir.
2- İstinsarı
istinşak yani burnuna su çekmek diye tefsir edenler istinşakın vacip olduğunu
söylerler. Vacip değildir diyenler buradaki emri nedip mânasına hamlederler.
tbni Battal diyor ki:
«İstinsar burna çekilen suyu dışarıya atmaktır. Burada burna su çekmek
zikredilmişsede istinsar ona delâlet etmektedir. Çünkü istinsar ancak buruna
çekilen sudan dolayı yapılır...» Bu
hususta ki tafsilât
yukarıda geçti.
3-
İstincanın tek yapılması matluptur. Hanefilere göre bu hususta muayyen olarak
sünnet kılınmış bir âdet yoktur. Birede üçede tek âdet denilir. Hadis âdedin
yalnız tek olmasına delâlet etmektedir. Binaenaleyh tek adetle olmak şartiyle
temizlik kaç adetle tehakkuk ederse o adet taş kullanılır.
23- (238)
Bana Bişr b. Hakem el-Abdi rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Abdülaziz yani
ed-Deraverdi, tbni'I Hâddan, o da Muhammed b. İbrahim'den, o da İsâ b. Talha' [47] dan,
o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem):
«Biriniz uykusundan
uyandığı vakit hemen üç defa burnunu atsın; çünkü şeytan onun genizlerinde
geceler.» buyurmuşlar.
Bu hadisi Bu'hâri «Kitabu
Bedi'1-Halk» ta Nesaî ayni bahiste tahriç etmiştir.
Yerinde de görüldüğü
vecihle bazıları istinşak ile istinsarın aynı mânaya geldiğini söylemişlerdir.
Hatta Aynî bu bâbta bir çok hadisler bulunduğunu
söylemişti. Bazılarıda bunların ayrı ayrı mânalara geldiklerini ve istinşak
buruna su çekmek istinsar ise; onu burundan atmak mânasına geldiğini
söylemişlerdir. Bazıları bunların aynı mânaya geldiklerini kabul etmekle
beraber istinsarın daha şümullü ve daha çok fayda ifade ettiğini söylerler.
Çünkü istinsar istinşaktan ileri gelir. Fakat istin-sardah istinşak lâzım
gelmez. Bazanda istinşak yapılırda istinsar terkedi-lir. Binaenaleyh istinsar
istinşakm faydasını tamamlar. Aynî burada da istinsar ile istinşakm ayni mânaya
gelmediklerini söylemekte ve yine hadisle istidlal etmektedir: «Şu halde
anlaşılıyor ki bu iki kelime bir çok hadislerde aynı mânaya kullanılmış bazı
hadislerde de ayrı ayrı mânalara delâlet etmiştir demek» istiyor.
Hayşum; burunun
yukarısı yani geniz demektir. Bazıları bu kelimenin bütün burun mânasına
geldiğini diğer bazıları da burunun yukarısın daki kıkırdak kemikleri demek
olduğunu söylemişlerdir.
Kaadî İyâz diyor ki:
«Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in :
«Çünkü şeytan onun
genizlerinde geceler.» sözü hakikat mânasında kullanılmış olabilir. Çünkü burun
cismin kalbe götüren yollarından biridir. Bahusus burunla kulaklardan mâda
cismin her menfezi kapalıdır. Bir hadiste :
«Şeytan kapalı
kapıları açamaz.» buyurulmuş ve esnerken ağzın kapanması şeytan girmesin diye
emrolunmuştur. Maamafih bu sözün bir istiare olması ihtimalide vardır. Çünkü
burnun içersine biriken toz toprak ve pislik şeytana tevafuk eder. Binaenaleyh
bunlara istiare yoluyla şeytan denilmiştir.
Şafiî lerden
«Torpeşti» : «Edep ve nezaket, bu gibi hadisler hakkında bir şey
söylememektir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin sözleri esrar-ı
ilâhiyyenin hazineleridir. Garip mânaları Allah Teâlâ Resulüne tahsis etmiş
olmaktan akıl ve idrakin aciz kaldığı hakikatleri ancak ona bildirmiştir.»
diyor.
24- (239)
Bize İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. Rafi' rivayet et-' tiler. İbni Rafî' dedi
ki : Bize Abdurrezzak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnül-Cüreyc haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Ebu'z-Zubeyr haber verdiki Cabir b. Abdillâhi şöyle derken
işitmiş: Resulullâh (Sallallahü Aleyhi
ve
Seîlem) :
«Biriniz taşla taharetlenirse tek adetle taharetlensin.»
buyurdular.
25- (240)
Bize Harun b. Sa'id el-Eylî ile Ebu't-Tahir ve Ahmed h İsa rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize Abdullah b. Vehb, Mahremetü'bnii Bükeyr [48] den,
o da babasından o da Şeddad'in azatlısı Salim [49] den
naklen haber verdi. Salim şöyle demiş: Sa'd b. Ebî Vakkas'm vefat ettiği gün
peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliemyin zevcesi Aişenin yanma girdim.
(Benimle birlikte) Abdurrahman b. Ebi Bekr de girdi ve onun yanında abdest
aldı. Aişe:
— Ya Abdurrahmanî
Abdesti tes tekmil al; çünkü ben Resulellâh (Süllallahü Aleyhi ve Seüemyi
«Vay ateşten ökçelerin
haline!..» buyururken işittim dedi.
(...) Bana
Harmeletü'bnü Yahya da rivayet etti (Dediki) : Bize İbni Vehb rivayet etti:
(Dediki) : Bana Hayve haber verdi (Dediki): Bana Mu-hammed b. Abdurrahman haber
verdi, ona da Şeddad b. Hâd'ın azadlısı Ebu AbdiIIâh rivayet etmişki; kendisi
Aişenin yanma girmiş ve ondan naklen peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Seîlem)
'in; yukarıdaki gibi bir hadis söylediğini rivayet etmiş.
(...) Bana
Muhammed b. Hatim ile Ebu Mamer-er-Rekaasî de rivayet ettiler. Dedilerki: Bize
Ömer b. Yunus rivayet etti. (Dediki) : Bize İkri-metü'bnü Ammâr rivayet etti.
(Dediki) : Bana Yahya b. Ebi Kesir rivayet etti (Dediki) : Bana (yahut bize)
Ebu Selemete' bni Abdirrahman rivayet etti. (Dediki) : Bana Mehrî'nin azadhsı
Salim rivayet etti, Dediki; Abdurrahman b. Ebi Bekr ile ben Sa'dü'bnü Ebî
Vakkaas'ın cenazesine çıktık. Ve Aişenin evinin kapısı önünden geçtik. Salim
peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen Aişe'den bu hadisin mislini
dinlediğini söyledi.
(...) Bana
Selemetü'bnü Şebîb rivayet etti. (Dediki) : Bize Hasan b. A'yen [50]
rivayet etti. (Dediki) : Bize Füleyh [51]
rivayet etti. (Dediki) : Bana Nuaym b. AbdiIIâh [52]
Şeddâd b. Hâd'ın azadlısı Salim'den naklen rivayet etti. Sâlİm
«Ben Aişe (Radiyallahu
anhâ) 'nm yanındaydım» diyerek peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'den
naklen ondan bu hadisin mislini dinlediğini söylemiş.
Bu hadisi Buhârî
«Kitabu'I İlim» ve «Kitabu't-Tahare» de, Nesai «Kitabu'I-İlîm» de bazı lâfız farklarile muhtelif râvilerden
tahriç etmişlerdir.
Veyl: haksız yere dara
düşen bir kimseye acıyarak söylenilen bir sözdür. Ebu Said-i Hudri
(Radiyallahu arih) dan bunun cehennemde bir vadi olduğu rivayet edilir.
Bazıları: «Veyl cehennemliklerin tenlerinden akan irindir.» demişlerdir. Bu
kelime azâb ve helak manasına kullanılan mastarlardandır. Fiil olarak
kullanılmaz.
A'kaab; akib'in
cem'idir. Ökçeler demektir.
Buharı 'nin
rivayetinde Resulellâh (Sallaliahü Aleyhi ve Seîlem) : «Sesinin çıkabildiği
kadar iki veya üç defa:
«Vay ateşten ökçelerin
haline...» diye nida buyurdu» denilmiştir.
Anlaşılıyorki;
Resulüllâh (SallallahU Aleyhi ve Sellem) eshabınm ökçelerinde yıkanmadık kuru
yerler kaldığını müşahede etmiş. Allah'ın bu yüzden azap edeceğini kendilerine
hatırlatarak abdesti hiç kuru yer bırakmamak şartiyle tertemiz almalarını emir
buyurmuştur.
şeklinde de rivayet
olunmuştur. Bu takdirde ma'na :
«Ben Aişe'ye biat
ediyorum» demek olur.
1) Abdest
alırken ayakları yıkamak farzdır. Zira mesh etmek kâfi gelseydi Resulüllâh (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ayağın ökçesinde kalan bir parça kuru yerden
dolayı Ashab-ı kirama ihtarda bulunmazdı.
2) Abdest
alırken yıkanan âzanm, kuru yer kalmamak şartiyle her yerinin yıkanması
farzdır. Yıkanmadık yer bırakılırsa; abdest sahih değildir.
3) Dini
vazifelerini bilmeyenlere onları öğretmek ve irşadda bulunmak lâzımdır.
4) Ruhla
beraber cesed de azâb görecektir. Ehl-i sünnetin mezhebi de budur.
5) Âlim bir
zâtın farz ve sünnetler hususunda gördüğü kusurları söylemesi hatta ağır
sözlerle tekdirde bulunması caizdir.
Burada şöyle bir sual
hatıra gelebilir. Acaba niçin yalnız ökçelerin azâb göreceği tahsis
buyurulmuştur?.
Cevap : Çünkü
yıkanmadan bırakılan yerler ökçelerdir.
26- (241)
Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dediki) : Bize Ce-rir rivayet etti. H.
Bize İshâk da rivayet
etti. (Dediki) : Bize Cerir Mansur'dan o da Hilâl b. Yesâf [53] dan,
O da Ebu Yahya [54] dan, o da Abdullah b.
Amr'dan naklen haber verdi. Şöyle demiş: Resulüllâh (Sallaliahü Aleyhi ve
Sellem) ile birlikte Mekke'den Medine'ye döndük. Nihayet yol üzerinde bir suya
varınca: cemaat ikindi zamanı acele ederek çar çabuk abdest aldılar. Biz de
onların yanma vardık. Ökçelerine su değmediği görünüyordu. Bunun üzerine
Resulüllâh (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) :
«Vay ökçelerin ateşten
başına gelene!.. Abdesti testekmil alın» buyurdular.
lcâl, aclânın cem'idir
aclân. Aceleci manasına gelir.
İsbâğ: Örfen
tamamlamak, tekmil etmek mân alarmadır. Esas itibarı ile şümul bildiren bir
kelimedir. Şer'an: İstenilen miktarı tastamam yapmaktır. cümlesinde hazif
vardır. Bu cümle
«Vay ökçe sahiplerinin
haline...» takdirindedir. Ökçelerine su değmediği görünüyordu.» Cümlesi o
cemaatın ayaklarını yıkadıklarına delildir. Bu mes'ele az sonra tekrar ele
alınacaktır.
Hz. Abdullah b. Amr'in
anlattığı bu hâdise Veda Hacc'ın-da olmuştur. Gerçi Mekke'nin fethinde de böyle
bir şey olmuşsa da o zaman Medine'ye Cirâne'den dönülmüşdür.
Ömretû-l'Kadıyye'den olması ihtimalide vardır. Çünkü Hz. Abdullah o sıralarda
hicret etmişdi.
(...) Bize
bu hadisi Ebu Bekr b. Ebi Şeybe'de rivayet etti. (Dediki) : Bize Vekî',
Süfyân'dan rivayet etti. H.
Bize İbnü'l-Müsenna
ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Muhanımed b. Ca'fer
rivayet etti. Dediki: Bize Şu'be rivayet etti. Süf-yân'Ia Şu'be ikisi birden
Mansur'dan bu isnadla rivayet etmişler. Şu'benin hadisinde: «Abdesti testekmil alın»
cümlesi yoktur. Onun hadisinde: «Ebu Yahya el-A'rac'dan...» kaydı
vardır.
27- (...)
(Bize Şeyban b. Ferruh ile Ebû Kâmil -el câhderi hep birden Ebû Avâne'den
rivayet ettiler. Ebû Kâmil dedikİ: Bize Ebû Avâne Ebû Bişr [55]'den,
o da Yûsuf b. Mâhek [56]'ten,
o da Abdullah b. Amr'dan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş:
— Yola çıktığımız bir
seferde Peygamber (Sallallahü A leyhİ ve Seltem) bizden geri kaldı. Bize
yetiştiği zaman ikindi namazının vakti gelmişti. Biz hemen ayaklarımızın
üzerine mesh ederek acele abdest almağa başladık. Bunun üzerine
Resulüllâh (SaÜallahü Aleyhi ve Sellem)
:
«Vay ökçelerin ateşten
başına gelene» diye nida buyurdular.
Buradaki mesh'den ne
murad edildiği ihtilaflıdır, Kaadî Iyâz'a göre; maksat âbdes* âyetinde beyan
buyurulduğu şekilde ayakların yıkanmasıdır. Rivayetlerin muhtelif şekilde
olnıasıda buna delâlet eder. Kaadi Iyâz : Şöyle diyor: «Bunun mânâsı
bazılarının işaret ettiği gibi as-hab ayakları üzerine mesh ederdi de Peygamber
(SaÜallahü Aleyhi ve Sellem) kendilerini bundan nehy ve yıkamayı emir buyurdu,
demek değildir. Bunlar diyorlar ki; «Eğer Ashab ayaklarını yıkamış
olsalardı Peygamber (SaÜallahü Aleyhi
ve Sellem) abdesti yeniden almalarını
emrederdi» Halbuki: hadiste buna dair
bir delil yoktur. Zira Resulüllâh
(Sallallahiı Aleyhi ve Sellem)
onlara cehennem ateşinde yanmayı icap edecek bir iş yaptıklarını
anlatmıştırki; böyle bir azab ancak vacibi terk hususunda gelir. Üstelik:
«Abdesti testekmil alın» buyurarak
ayakları yıkamayıda emretmiştir. Hadiste eshabin o kusurlu abdestleri ile namaz
kıldıklarına dair birşey; veya öteden beri âdetlerinin bu olduğunu gösteren bir
delil yokturki; namazı yeniden kılın diye emir vermesi lâzım gelsin.»
Buharı buradaki
tehdidin ayaklara meşinden dolayı yapıldığına kaildir. Tahavi (238-321) Bu
hususta şunları söylemektedir: «Ashab-ı kiram tıpkı başlarına mesh ettikleri
gibi ayaklarına da mesh ederlerdi. Sonra Resulüllâh (Sallallahiı Aleyhi ve
Sellem) onları bundan men ederek ayaklarını yıkamalarını emir buyurdu. Buda
gösteriyorki; mesh meselesi evvelce varmış sonra nesh edilmiş.»
Fakat Tahâvî'nin bu mutaleası
itirazla karşılanmıştır. Çünkü hadiste beyân olunduğu vecihle ashabın:
«Ayaklarımıza mesh ederdik» sözleri hafifçe yıkardık da mesh gibi görünürdü
manasına gelebilir. Nitekim hadisin bir rivayetinde: «Resulüllâh (SaÜallahü
Aleyhi ve Sellem) abdest alan bir cemaat gördü. Galiba ayaklarmdan yıkanmadık
birşey bırakmış olacaktır...» denilmiştir. Bu hadis ashabın ayaklarını
yıkdığını lâkin mes-he yakın hafif bir şekilde üzerinden geçiverdiklerini
göstermektedir. Resulüllâh (SaÜallahü Aleyhi ve Sellem)'in abdesti testekmil
almalarını emir buyurmasıda bundandır. Filhakika cehennemle tehdid bir farz
terk edildiği zaman yapılır. Eğer ayakları yıkamak farz olmasaydı kendilerine
bu derece şiddetli bir inzar ve tehdid teveccüh etmez: «Artık meshden vaz geçinde
ayaklarınızı yıkayın» denilirdi Kaadi Iyâz 'in: «Buradaki meshten murad
yıkamaktır» demesi bundandır. Doğrusuda budur.
Hasılı: hadis-i şerif
ayakların meshe benzer bir şekilde üstünkörü de-ğilde tertemiz yıkanmasının
farz olduğuna delildir. Yalnız Aynî Kaadî Iyâz'ın bu mes'eleye: «Abdesti
testekmil alın» hadisiyle istidlalde bulunmasına itiraz etmiş: «Burada
ayakların yıkanması mezkur emirden değil; cehennemle tehditten alınmıştır.
«Abdesti testekmil alın.» cümlesini, ondan evvelki tehdit cümlesi üzerine
atfetmeme si de bunu gösterir. Yani Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
evvelâ ayakların yıkanacağını tehdit cümlesi ile ifade buyurmuş; sonra emir
cümlesi ile bu ifadeyi te'kid eylemiştir. Binaenaleyh mezkûr cümle gerek
ayakların ve diğer yıkanması gereken âzânm dikkatle ve tertemiz yıkanması
gerekse başa mesh hususunda dikkatli davranarak her vazifeyi yerli yerince
yapmayı bildiren umumi bir te'kid olmuş olur.» demişdir.
28- (242)
Bize Abdurrahman b. Sellâm el-Cumahî rivayet etti. (Dediki) : Bize Rabî' yani
İbni Müslim Muhammed'den -ki İbni Ziyaddır-o da Ebu Hüreyreden naklen rivayet
etti, ki Peygamber (SalMlahü Aleyhi ve Sellem) ökçelerini yıkamamış bir adam görerek:
«Vay ökçelerin ateşten
başına gelene» [57] buyurmuşlar.
29- (...)
Bize Kuteybe ile Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ve Ebu Küreyb rivayet ettiler.
Dedilerki: Bize Vekî', Şu'be'den o da Muhammed b. Ziyad'-dan, o da Ebu
Hüreyre'den naklen rivayet ettiki; Ebu Hüreyre mataradan abdest alan bir cemaat
görmüşde:
«Abdesti testekmîl
alnı. Çünkü ben Ebu'l Kaasim (Salkdlahü Aleyhi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Vay urkObların
ateşten başına gelene» buyururken işittim demiş.
Mithara, yahut mathara
abdest alınan her nevi kabdır. Mithara okunduğu takdirde bu kelime ismi alet;
mathara okunursa ismi mekân olur.
Ebul Kaasim Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in künyesi dir.
Arâkîb : Urkûb'un
cem'ıdır. Urkûb ökçenin, üzerindeki kaim sinirdir.
30- (...)
Bana. Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dediki) : Bize Cerir, Süheyl'den, o da
babasından, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş. ResulüIIâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Vay ökçelerin ateşten
başına gelene!..» buyurdular.
Müslim merhumun bu
rivayetleri- bir araya toplamasından maksadı abdest alırken ayakları yıkamanın
farz olduğuna istidlaldir. Onlara mesh etmek caiz değildir. Bunu mest üzerine
meshle karıştır manialıdır. Onun hükmü ileride gelecektir. Burada mevzu bahis
olan mes'ele çıblak ayak üzerine mesh meselesidir ki; bu bâbta ulemânın
ihtilâflarım az yukarıda gördük. Tekrarına lüzum görülürse derizki: Birçok
Fıkıh ve Fetva ulemâsı abdest alırken ayakların üzerine mesh etmenin caiz
olmadığını; ayakların topuklarla beraber yıkanmasının farz olduğunu söylemişlerdir.
Onlara göre; ayakları su ile yıkadıktan sonra üzerlerine birde mesh etmek vâcib
değildir. Bu hususta icma-i ümmet vardır. Fazla tafsilât için Âlûsî Tefsirine
müracaat edilebilir. [58].
İmamiyye taifesine
göre ayakları mesh etmek farzdır. Fakat bu söz Kurana mütevâtir sünnette ve
icmâ-ı ümmete muhaliftir.
Mu'tezilenin reisi
sayılan Cubbaî ile Muhammed b. Çerir 'e göre abdest alan kimse ayaklarını
yıkamakla mesh etmek arasında muhayyerdir.
Zahirîlerden
bazılarına göre; ayakları hem yıkamak hem mesh etmek farzdır. Ancak ehl-i
sünnete muhalefet eden bu cemaatin hiç bir delili-iti razdan salim kalmamıştır.
31- (243)
Bana Selemetü'bnü Şebîb rivayet etti. (Dediki) : Bize Ha-sen b. Muhammed b.
A'yen rivayet etti. (Dediki) : Bize Mâ'kıl, Ebu'z-Zü-beyr'den, o da Câbir'den
naklen rivayet etti. Cabir şöyle demiş: Bana Ömer b. Hattab haber verdiki;
biradam abdest almışda ayağının üzerinde (yıkanrnadık) tırnak kadar bir yer
bırakmış Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu görerek:
«Dön de abdestİnİ
tertemiz al» buyurmuşlar. Bunun üzerine o zat dönerek (tekrar abdest almış) ve
namaz kılmış.
Bu hadisi-i şerif
abdest alırken yıkanmadık az bir yer bırakan kimsenin abdesti sahîh olmadığına
delildir. Mes'ele ulemâ arasında ittifaki-dîr. Yalnız teyemmüm eden bir
kimsenin yüzünden bir yeri mesh etmeden bırakması ihtilaflıdır. Cumhur-u
ulemâya göre; teyemmüm de abdest gibidir. Binaenaleyh o da sahih olmaz. Bu
babta İmam-ı A'zam Ebu Ha-nifeden üç kavil rivayet edilmiştir:
1) Teyemmüm
ederken yüzün yansından az bir yer bırakılırsa o teyemmüm sahihtir.
2) Dirhem
miktarından az bir yer bırakılırsa teyemmüm sahihtir.
3) Yüzün
dörtte birini veya daha azını bırakırsa teyemmüm sahihtir.
Yine bu hadisle Ulemâ
cahili rifk-u mülayemetle öğretmek lâzım geldiğine ve keza abdest alırken
ayakların yıkanması farz olduğuna istidlal etmişlerdir. Kaadî Iyâz abdest
alırken muvâlaatm yani; her uzvu peşi peşine yıkamanın farz olduğuna bu hadisle
istidlal etmişsede N e -vevî onun bu istidlalini zaif hattâ bâtıl görmüştür.
Çünkü: «Abdestini tertemiz al» emri hem abdesti yeniden almaya nemde o abdesti
tamamlamaya ihtimalli bir sözdür. Bu ihtimallerden birini tercih etmek için
ortada bir delil yoktur. Fakat Nevevî bu itirazında haksız görülmüştür. Çünkü;
hadis abdesti yenilemek manasında kesindir. îmam Ahmedin iyi bir, isnâdla
rivayet ettiği Halid bin Ma'dan hadisinde; «Resulüllah (Sallaltahü Aleyhi ve
Seîlem) Namaz kılan bir adam gördü; ayağının üzerinde dirhem mikdarı su isabet
etmemiş bir yer vardı. Resulüllah (Sallaîlahii Aleyhi ve Seîlem) ona yeniden
abdest almasını emir buyurdu.» denilmektedir. Malîkîler bu hadisle istidlal
ederek muvalatm farz olduğunu söylemiş, diğer ulemâ ise; buradaki emri nedb
manasına almışlardır.
Tırnak manasına gelen
zufur; kelimesi zufr ve zıfr şekillerinde de okunabilir. Fakat meşhur kıraeti
zufurdur. Netekim kur'an-ı kerîmde de bu kiraet üzere varid olmuştur.
32- (244)
Bize Süveyd b. Said Malik b. Enesten rivayet etti. H.
Bize Ebu't-Tâhir'de
rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dediki) : Bize Abdullah b. Vehb, Malik b.
Enes'ten, o da Süheyl b. Ebi Salih'ten, o da babasından, o da Ebu Hüreyre'den
naklen haber verdiki: Resulüllah (Sallaüahü A leyhi ve Seîlem) :
Müslim yahut mü'min
bir kul abdest alır da yüzünü yıkarsa, gözleri ile baktığı her günah suyla
yahut suyun son damlası ile yüzünden çıkar. Ellerini yıkadığı vakit ellerinin
tuttuğu her günah su ile yahut suyun son damlası ile beraber ellerinden çıkar;
ayaklarını yıkadığı vakit ayaklarının yürüyerek işlediği her günah su ile
yahut suyun son damlasiyle birlikte çıkar. Nihayet o kul günahlardan temiz pâk
olup çıkar» buyurdular.
Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seîlem) «mü'min mi» dedi «müslim-nıi» ve keza, «suyla birliktemi»
yoksa «suyun son damlası» ile, birîiktemi» buyurdu bu cihetlerde râvî şek
etmiştir.
Hâtâyâ'dan murad küçük
günahlardır. Bu hususu biraz yukarıda görmüştük. Küçük günahların suyla
birlikte çıkması Kaadî Iyâz 'm beyanına göre; mecaz ve istiaredir. Bundan
murad; onların affedilmesidir. Günahlar cisim olmadıkları için hakikatta
onların çıkması tasavvur edi-lemiyeceğinden cisimlere benzetilmek suretiyle
istiare yapılmış ve onlarında çıktıkları beyan buyurulmuştur.
Bu hadis «ayakların
üzerine mesh farzdır» diyen Râfîzîlere karşı ehl-i sünnetin delilidir. Hadis-i
şerifte zikri geçen:
«Ellerinin tuttuğu ve
ayaklarının yürüdüğü» cümlelerinden murad ellerle ayakların irtikab ettiği
günahlardır.
İmam-ı Malik'in
«El-Muvatta»da ki rivayetinde günahların mazmaza ve istinşak ile hattâ
kirpikleriyle tırnaklarının altından ve kulaklarından dahi çıktığı beyan
buyurulmuştur. Hadisin zahirîne bakılırsa; keffaret ayrı ayrı her abdest
azasına mahsus gibi görülüyorsa da sonundaki «Nihayet o kul günahlardan
tertemiz pâk olup çıkar» buyurul-masi onun bütün vücûda âmin ve şâmil olduğunu
gösteriyor. Maamafih Keffaretın yinede abdest uzuvlarına mahsus olması, umum
vücüde şu-mülûnü ise, ihlâs ve huşu gibi karinelerin ifade etmeside mümkündür.
Yüzde ağız ve burun
gibi uzuvlar da olduğu halde bu hadiste yalnız gözlerin baktığı günahların
affedileceği zikredilmesi gözlerin cinayeti-daha büyük olduğu içindir. Büyük
cinayet affolununca; küçüğü dahi affolunur. Binaenaleyh gözlerin zikredilmesi
affedilecek şeylerin son haddi gibidir.
Bazıları bu hadisle
istidlal ederek ma-i müsta'meî yani abdestte kullanılmış su ile abdest
alınmıyacağmı söylemişlerdir. Çünkü bu su günahlarla mülevves olmuştur. Artık
onunla bir ibadet olan abdest alınamaz. İmam-ı A'zam'dan rivayete göre
müstamel su pistir.
33- (245)
Bize Muhammed b. Ma'mer b. Rıb'î el-Kaysî rivayet etti. (Dediki) : Bize Ebu
Hİşâm el-Mahzûmî [59]
Abdulvahİd [60] ten —ki; İbni Ziyad'dır—
rivayet etti (demişki): Bize Osman b. Hakim [61]
rivayet etti, (Dediki) : Bize Muhammed b. Münkedir [62],
Humran'dan, o da Osman b. Affan'dan naklen rivayet etti. Osman şöyle demiş.
Reşulüllâh (Salîalîahü Aleyhi ve Seliem):
«Her kim abdest alır
da onu tertemiz yaparsa; vücudundan günahları çıkar. Hattâ tırnaklarının
altından bile» buyurdular.
Kaadî lyâz'in beyanına
göre; bu hadisin senedindeki Ebû Hişam'ı ekseri râviler. Ebu Hâşim diye rivayet
etmişlersede bu doğru değildir. Doğrusu Ebu Hişâm el-Mahzûmî 'dir. Bu zat
tevazu'u ve sâlâh-u tek-vası ile maruftur. Günahlardan maksad: büyüklerini
işlememek şartiyla; küçük günahlardır. Nitekim tafsilâtını evvelce görmüştük.
34- (246)
Bana Ebu Küreyb Muhammed b. Ala' ile Kaasim b. Ze-keriyyâ b. Dinar ve Abd b.
Humeyd rivayet ettiler. De d iler ki: Bize Halid b. Mahled, Süleyman b.
Bilâl'dan rivayet etti. (Dediki) : Bana Umaratü'-bnü Gaziyyete'l-Ensarî [63],
Nuaym b. Abdillah el-Mücmir'den rivayet etti. Şöyle demiş: «Ebu
"Hureyre'yi abdest alırken gördüm güzünü yıkadı. Ve abdesti tertemiz aldı.
Sonra sağ elini ta bazuya geçinceye kadar yıkadı. Sonra sol elini bazuya
geçinceye kadar yıkadı. Sonra başına mesh etti. Sonra sağ ayağını tâ
baldırlarına kadar yıkadı, sonra sol ayağımda baldırına geçinceye kadar yıkadı
sonra:
«Ben Reşulüllâh
(Salîalîahü Aleyhi ve Seliem) 'in işte böyle abdest al-dığmı gördüm» dedi ve
şunu söyledi: Reşulüllâh (Salîalîahü Aleyhi ve Seliem) :
«Siz abdesti yerli
yerince aldığınızdan dolayı kıyamet gününde alınlarınız sakar, bacaklarınız
sckir (olarak) hasredileceksiniz. Binaenaleyh sizden kim yapabilirse sakar ve
sekirlİğinî uzatsın!..» buyurdu.
35- (...)
Bana Harun b. Said el-Eyli'de rivayet etti.
(Dediki): Ba- İbni Vehb rivayet etti. (Dediki) : Bana Amr b. Haris, Said
b. Ebi HiIâl [64] den o da Nuaym b.
AbdiİIâh'tan naklen haber verdi ki Nuaym Ebu Hureyre'yi Abdest alırken görmüş
yüzünü ve iki elini nerdeyse omuzlarına varacak kadar yıkamış Sonra ayaklarını
ta baldırlarına kadar yıkamış. Sonra şunları söylemiş: Ben Resulüllâh
(Sallaiîahü Aleyhi ve Selle m) :
«Ummefim kıyamet
gününde abdest eserinden yüzleri sakar, ayakları sekir olarak gelecekler.
Binaenaleyh sîzden hanginiz sakarlığını uzatq-bilirse bunu hemen yapsın» buyururken işittim.
Bu hadisi Buharı
«Kiiabu'I Vudû'» da tahriç etmiştir. Bazıları onu Ebû Hüreyreden maada yedi
sahâbî-i celîlin rivayet ettiğini söylerler. İbni Mendeh «Müstahrec»inde bu
zevatın; İbhi Mes'ud, Cabir b. Abdi11âh, Ebu Saidi- Hudri, Ebu TJmâmete'l-Bâhilî,
Ebu Zerr-i "gıfarı , Abdullah b. Yusr el-mâzini ve Huzeyf etü'bnü yemân
(Radiyallahu anhüm) hazeratı olduklarını söylemektedir.
Gurr: Kelimesi egamn
cem'idir. Egarr atın .alnındaki beyazlıktır. Buna türkçemizde birçok yerlerde
sakar denilir.
Muhaccel: Atın
ayaklarındaki beyazlıktır. -Bazıları atm üç ayağı beyaz olursa ona muhaccel
denildiğini söylemişlerdir. Türkçede bazı yerlerde buna sekir derler.
Hadis-i Şerifte abdest
azalarında parlayacak olan nur atın alnındaki ve bacaklarındaki beyaz yerlere
benzetilmek suretiyle bir teşbih-i beliğ yapılmıştır. Gurre kelimesi ile yüzün;
tahcil ile de ayakların nuru kinaye yoluyla ifade edilmiş olmasıda muhtemeldir.
Gurre ile tahcili
uzatmaktan murad abdest uzuvlarını yıkarken farz olan yerin ötesine geçmektir.
Ellerde bunun hududu dirsekleri biraz geçmek ayaklarda da topuklardan biraz
yukarıya çıkmaktır. İbni Battal. Kaadi Iyâz ve İbniTîn dirseklerle topuklardan
fazla yıkamanın müstahap olmadığına bütün ulemanın müttefik bulunduğunu
söylemişlersede Aynî bunu «batıl bir iddiadır» diyerek reddetmiştir. Filhakika
Resulüllâh (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem) Jin dirseklerle topuklardan yukarsını
yıkadığı sahih hadisle sabit olduğu gibi râvi Ebu Hüreyre (Radiyallahu anh) da bizzat abdest almak
suretiyle Gurre ve tahcîli göstermiş öteden beri ulema o şekilde abdest
alagel-mişlerdir. Sahabe-i kiramdan İbni Ömer (Radiyallahu anhümâ)'mn dahi
Gurre ve tahcilini uzatarak yani yıkanması farz olan yerlerin hududunu geçerek
abdest aldığı rivayet olunur. Binaenaleyh İbni Battal ile onun kavline zâhib
olanların icma' davası mezkûr davanın aksine münakit olan icma' ile sükût
etmiştir.
Gurre ve tahcilin
müstahab olan miktarı ulema arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre; kollar
omuzlara kadar, ayaklarda dizlere kdar yıkanacak-tır. Bu rivayet Hz. Ebu Hüreyr
e(Radiyallahû anh)dan sabit olmuştur. Bazıları: «Müstahab olan miktar kollarda
bazularm ayaklarda baldırların yarısına kadar yıkamaktır,» derler. Biraz daha
fazla gösterenlerde vardır. Bu kavil Bağavî 'den naklolunmuş tur. Saf illerden
bazıları bu hususta üç vecih olduğunu söylerler.
1-
Topuklarla dirseklerin biraz ötesine geçmek müstahaptır. Gurre ve tahcilin muayyen
hududu yoktur.
2- Kollar ve
bacaklar bazularla baldırların yarısına kadar yıkanırlar.
3- Kollar
omuzlara bacaklarda dizlere kadar yıkanır. Bu kavillerin hepsini iktiza eden
hadisler vardır. İmam Kuşeyri: «Hadiste
bazularla baldırların ne miktar yıkanacağını bildiren bir tahdit yoktur; Ebu
Hüreyre bu hadisi mutlak ve zahiri üzere yürütmüş ve omuzlara yakın
yıkamıştır. Ama bu miktar peygamber (Sallaiîahü Aleyhi-ve Sellem) 'den değil ekseriyetle sahabe ve tabiînin
fiilî olarak nakledilmiştir. Onun içindirki fukaha buna kail olmamışlardır.
Bazı kimselerin bu işin haddi bazu ile baldırın yarısıdır dediklerini gördüm»
diyorsada Al-lâme Aynî fukahâ kail olmamışlardır!» iddiasını kabul etmiyor. İbni Battal
ile Kaadî Iyâz'm
kavillerini dahi evhamdan ibaret diye vasıflandırıyor. Onlar Hz. Ebu
Hureyrenin kollarını koltuklarına kadar yıkamasını kabul etmemiş bu hususta
ona tabî' olan kimse bulunmadığını söylemişlersede İbni Ebi Şeybe 'nin Musannef»m-da Hz. İbni: Ömer (Radiyallahu arihümâ) 'adan
rivayet olunan bir hadiste îbni ömer'in yaz günleri abdest alırken kollarını
koltuklarına kadar yıkadığı görülmektedir. «Binaenaleyh sizden kim yapabilirse
sakar ve sekirliğini uzatsın» ibaresi hakkında râvilerden Nuaym: «bunun
Peygamber (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem)
in mi yoksa Ebû Hüreyre'nia sözü mü olduğunu bilmiyorum» demiştir. İbni Hacer:
«Bu cümleyi ön 'saha-biden ve Ebû Hüreyre'den rivayet edenler içinde Nuaym'in
bu rivayetinden başka nakleden görmedim» diyor.
1- Abdestin
sünnel ve müstehaplarma riayetle onu yerli yerince almak müstehabtır.
2- Bu
şekilde abdest alanlara Teâlâ
hazretleri kıyamet gününde hususi bir fazl-u keramet ihsan edecektir,
3- Abdest
alırken ayakların kat'i surette yıkanması gerekir.
4- Teâlâ
hazretleri Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Seîlem) efendimize hiç bir peygamberine bildirmediği
âhiret umurunu bldirmiştir.
5- Müstefiz
olan haber-i vahid hadisler makbuldür.
6- Hadis-i
şerif kıyamet ve haşrin vuku'una delildir.
7- Ulemâdan
bazıları abtestin bu ümmete mahsus hasâisten olduğuna bu hadisle istidlal
etmişlerdir. Bir takımları ise: «Bu ümmete mahsus olan, abdest değil yalnız
gurre ile tahcîldir» demişler ve Ulemanın meşhur kavli bu olduğunu iddia
etmişlerdir. Delilleri:
«İşte benim ve benden
önceki peygamberlerin abdesti budur» hadisidir. Maamafih bukavle iki vecihle
itiraz edilmiştir.
a) İhticac
ettikleri hadîs zayıftır.
b) Sahih'
bile olsa; bu hadiste zikredilen abdest yalnız peygamberlere mahsus olabilir.
Ümmet-i Muhammediyye ise; bu büyük şeref hususunda Peygamberlerle ortaktır.
Hatta gurre ve tahcille imtiyaz kesbet-miştir. Lâkin Buharı 'nin rivayet ettiği bir hadiste Hz.
Sâre'nin Melik kendisine yaklaşmak istediği vakit abdest alarak namaz kıldığı
zikredilmektedir. Bu takdirde peygamberleri ile beraber eski ümmetlere de
abdestin meşru olduğu anlaşılır, ki «Bu ümmete mahsus olan yalnız gurre ile
tahcîldir» diyenlerin kavlini te'yid eder.
36- (247)
Bize Süveyd b. Sa'id ile İbni Ebi Ömer hep birden mer-van el-Fezari'den rivayet
ettiler. İbni Ebi Ömer dediki bize Mervan ebu Maîik el-Eşca'ı Said b. Târiktari
o da Ebu Hazımdan o da Ebu Hureyre-den naklen rivayet ettiki: Resulüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlaı:
«Benim havzım Eyle ile
Aden [65]
arasından daha uzundur. O kardan daha beyaz, sütle karışık baldan daha
tatlıdır. Kabları yıldızların adedinden çoktur. Ben bir kimsenin kendi
havuzundan başkalarının develerini kovduğu gibi insanları ondan
kovacağım.» Ashab :
— Ya Resûlâllâh! O gün sen bizi
tanıyabilecekmisin? demişler Peygamber
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Evet, sizin (o gün} hiç bir ümmette
bulunmayan bir sımanız olacak. Benim yanıma abdest eserinden yüzleriniz ve
ayaklarınız nur içinde geleceksiniz.»
buyurmuşlar.
37- (...)
Bize Ebu Küreyb ile Vasıl b. Abdil A'lâ [66] da
rivayet ettiler. Lâfız VâsıFındır. Dedilerki bize İbni Fudayl, Ebu Malik-i
Eşca'ı'den, o da Ebû Hâzim'den, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebu
Hürey-re şöyle demiş; Resulüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Ümmetim havza,
benim yanıma gelecek. Ben de tıpkı bir adamın kendi develerinden başkasının
develerini kovduğu gibi insanları havuzumdan
kovacağım.» buyurdular. Ashab:
— «Ya Nebiyyallah! Sen bizi taniyabilecekmisin?»
dediler.
— «Evet, sizin başka hiç kimsede bulunmayan bir
simanız olacak, benim yanıma abdest
eserinden yüzleriniz ve ayaklarınız nurlu olarak geleceksiniz. Ama sizden
bir taife benim yanıma gelmekten
mutlaka men edilecek ve
gelemeyecekler. Ben: Ya Rabbi! Bunlar benim ashabımdan-dır, diyeceğim
bana bir melek cevap verecek :
— «Onların senden sonra ne (bidat) ler
çıkardıklarını biliyor musun?» diyecek.» buyurdular.
38- (248)
Bize Osman b. EM Şeybe dahi rivayet etti. (Dedikî)- Bize Ali b. Müshir, Sa'd
b. Tarık'tan o da Bib'ı b. Hıraş'tan o da Huzeyfe'-den naklen rivayet etti.
Huzeyfe şöyle demiş: Besulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem):
«Gerçekten benim
havzmı Eyle ile Aden arasından daha uzundur. Nefsim Jcabza-i kudretinde olan
Allah'a yemin ederim ki, ben bir takım ınsanlan kısmin yabana havuzundan
kovduğu gibi ondan kovacağım.» buyurdu. Ashab :
— «Ya Resulallâh! Sen
bizi tamyabilecekmisin ki?» dediler Fahr-i Kainat (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
-- «Evet, siz benim yanıma abdest eserinden yüzleriniz ayaklarınız nur içinde
geleceksiniz, bu hal sizden başka kimsede olmayacak.» buyurdular.
Bu hadisi Buharı
«Kİtabu'r-Rukak» da muhtelif lafızlarla muhtelif ravılerden tahric etmiştir.
Müslim onu burada Gurre ve tah-«1 e delil olmak üzere zikretmiştir. Yoksa asıl
yeri Havz-, kevser babında gelecektir.
Havz: Lügatte suyun
toplandığı yerdir. Burada ondan murad âhiret-te Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'e tahsis buyurulan Havz-, kevserdır. Nitekim Kevser süresindeki
kevserden muradda bir çok ulemaya göre bu havızdır. Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) muhtelif rivayetlerde Havz-ı kevseri ve onun suyunu tarif
buyurmuştur Bunların mecmu'undan
anlaşıldığına göre; Havz-ı kesver son derece büyük olup suyu kar'dan daha
soğuk, sütten daha beyaz baldan daha tatlıdır. Bardakları gökteki yıldızlar
gibidir. Bu havuzun başına evvelâ Sahib-i Ekrenıi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
efendimiz geçecek ve takım takım cemaatlar halinde gelen ümmetine ondan
şerbetler sunacaktır. Ondan içmek saadetine eren bahtiyarlar bir daha ebediyyen
susamak nedir bilmeyecekler. Yalnız bir takım insanlar havuza yaklaşmışken ona
varamıyacak araya bir mâni konularak ondan içemiyeceklerdir. Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu
görünce:
«Yarabbİ! Bunlar benim
ümmetİmdendir. Buraya gelmekten niçin men ediliyorlar?» diye niyazda bulunacak
fakat kendisine.
«Sen onların senden
sonra çıkardıkları bidatları, modaları bilmezsin.» diye cevap verilecek bu
cevabı alınca Fahr-i Alem
«Öyleyse benden sonra
benim yolumu değiştirenler benden uzak olsunlar.» diyerek havuzunun yanma
gelmekten onları hayvan kovar gibi kovacaktır.
Havz-ı kevseri ispat
eden hadisler mâ'nen tevatür derecesini bulmuşlardır. Binaenaleyh müslümanlarm
Havz-ı kevser'e inanıp itikad etmeleri farzdır.
Hadislerin beyanından
anlaşıldığına göre; Havz-ı kevser cennet kapılarının yanındadır. Ve bu gün
halk edilmiş hazır vaziyettedir. Bir takımları havzun sırattan sonra geldiğini
diğerleri sırattan önce olduğunu söylerler. Sahih kavle göre Havz-ı kevser
ikidir. Biri sırattan önce mahşer yerinde diğeri cennettedir. Bunların
ikisinede Havz-ı kevser denilir.
Havz-ı kevserin bizim
Peygamberimiz Muhammed Mustafa (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mahsus bir atâ-i
ilâhi olduğunda şüphe yoktur. Nitekim Teâlâ hazretleri Kevser suresinde Nebî-i
Ekrem'ine böyle misli görülmedik bir ihsanda bulunduğunu zikrederek imtinanda
bulunmuştur. Acaba sair Peygamberlerinde ümmetlerine şerbet sunacakları böyle
birer havzu varmıdır? İmam Tirmizinin Hz. Semura (Radiyalîahu anh) dan
rivayeten tahric ettiği bir hadisten anlaşıldığına göre; her Nebinin bir havzı
vardır. Yalnız mezkûr hadisin mevsul veya mürsel olduğu ihtilaflıdır. Esah
kavle göre; o hadis mürseldir. Maa-mafih İbni Ebi'd-Dünya 'nm sahih senedle
tahric ettiği rivayet mevsuldur. O rivayette: «Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Her peygamberin bir
havzı vardır. Havzının başında elinde asası olduğu halde duracak ve ümmetinden
tanıdıklarını davet edecektir. Dikkat edin ki, Peygamberler hangisinin ümmeti
çoksa onunla İftihar edeceklerdir. Ben onların içinde ümmeti en çok olmayı pek
arzu ederim.» buyurmuşlardır.
Ayni rivayeti Taberâni
dahi mevsul ve merfu olarak tahriç etmiştir. Yalnız isnadında bir parça
gevşeklik vardır. Bu rivayetler sa-hihde olsa Peygamberimi z(Saliallahü Aleyhi
ve Sellem) yine hiç birine nasip olmayan Havz-ı Kevserle onlardan temayüz
edecektir. Dalâlet fırkalarından Hâricilerle Mu'tezileden bazıları Havz-ı
Kevseri inkâr etmişlerdir. Irak emirlerinden Ubeydullah b. Ziyad'm da bu
münkirler arasında olduğu rivayet olunur. Mezkûr fırkalar Havz-ı kevseri inkâr
etmekle dalâlete düşmüş selefin icma'mı hiçe saydıktan mâada halef ulemânın
mezhebindende ayrılmışlardır. Halbuki; Havz-ı Kevseri ispat eden hadisler
elliden fazla eshab-ı kiram tarafından rivayet olunmuşlardır. Ki Ebu Bekr-i S iddik, Hamzatü'bnü Abdilmuttalip,
Ebu Sa'id-i Hudri,
Abdullah İbni Amr, Sehi b. Sa'd, Ümmül Mü'minin Ümmü Seleme, îbni Mes'ud,
Ukbetü'bnü Amîr, Huzeyf etü'bnü'l- Ye-man, Ebu Zerr-i Gıfar'ib Enes b. Malik,
Sev-ban, Cabir b. Semura, Zeyd b. Erkanı, Abdullah b. Zeyd. Ebu
Ümamete'l-Bâhilî, Bera1 b. Âzip, Esma binti EbiBekr, Havle binti Kays, İbni
Abbas, Ka'b b. Ucera, Büreyde, Ebu'd-Derdâ', Übey b. Ka'b,.. Üsametü'bnü Zeyd,
Zeyd b. Sabit, Hasan b. Ali, Ebu Bekre ve Havle binti Hâkim (Radiyalîahu anhüm) hazeratı bunlar
arasındadır.
Resulüllah (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem)'in Havz-ı Kevserden kovacağı fırkaların kimler olacağı ulemâ
arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre; bunlar münafıklarla mürtedlerdir. Çünkü
onlarında evvelâ mü'min-ler gibi Gurre ve tahcil ile yani yüzleri ve ayakları
nur içinde haşredil-meleri mümkindir. Fakat peygamber (Sallalîahü Aleyfyi ve
Sellem) kendilerini simalarından tanıyacak ve havzının başından kendilerini
hayvan kovar gibi kovarak rezil-i rüsvay edecektir. Diğer bazıları bunlardan
mu-rad: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında mü'min olupta
sonradan irtidad edenlerdir. Üzerlerinde abdest eseri olan nuru görünce
Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) onları tanıyacak ancak bunların
sonradan irtidad ettikleri kendisine haber verilince onları kovacaktır.» demişlerdir.
Hattâbi'nin beyanına
göre ashab-ı Kiramdan irtidad eden olmamıştır irtidad edenler Kaba saba çöl
araplarıdır. Bunların irtidâdı meşhur olan ashab-i kirama dokunmaz. Bir takım
ulemâya göre ise bunlardan murad mü'min olarak ölen büyük günah sahipleri ile
bidatları küfür derecesine varmayan ehl-i bidattir. Bu son kavle göre havzdan
kovulanların cehenneme girecekleri kafi değildir. İhtimalki yaptıklarına bir
ceza olmak üzere Havz-ı Kevserden kovulurlarda sonra Allah Teâla hazretleri
onlara rahmet buyurarak azab etmeden cennetine koyar.
İmam Ebu Amr İbni
Abdilber: «Haricilerle rafizi-ler ve sair dalâlet erbabı gibi dinde bİd'at
çıkaran her taife havz-ı kevserden kovulacaktır. Zulümde ileri gidenlerle hak
yiyenler ve irtikab ettikleri büyük günahları aşikâre yapanların dahi bu
zümreye dahil olacaklarından korkulur.» diyor.
1- Havz-ı
kevser haktır. Ve halen mahlûktur. Mesahası pek büyük suyu son derece lezzetli
beyaz ve soğuktur.
2- Bazı
kimseler Haz-ı Kevserden kovulacaklardır.
3-
Müminlerin dünyada aldıkları
abdestlerin eserleri nur olarak alınlarında ve ayaklarında parlıyac
aktır.
4- Din
namına değişiklikler ve modalar çıkaran bid'atçılar havz-ı kevserden
içemiyeceklerdir.
39- (249)
Bize Yahya b. Eyyub ile Süreye b. Yunus, Kuteybetü'bnü Said ve Ali b. Hucur
toptan İsmail b. Ca'ferden rivayet ettiler. İbni Fy-yup dediki bize İsmail
rivayet etti. (Dediki) : Bana Alâ' babasından o da Ebu Hüreyre'den naklen haber
verdi: Resulüllah (Saîialiahü Aleyhi ve Sellem) [67]
Kabristana gelerek:
«Selâm size ey
mü'minler diyarı! İnşaallah biz de size katılacağız, din kardeşlerimizi görmüş
olmayı çok arzu ederdim.» buyurmuş Ashab
:
«Biz senin din
kardeşlerin değilmiyiz Ya Resulüllah?» demişler Resulüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem):
«Siz benim
ashabınsınız, kçırdeşlerimizse henüz gelmeyenlerdir.» buyurmuşlar. Bunun
üzerine ashab:
«Ümmetinden Henüz
(saha-i cihana) gelmeyenleri nasıl tanıyacaksın Y" Hesulüllah?» demişler.
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Ne dersin, bir adamın
yağız ve doru at sürüsü içinde sakar ve se-kir bîr takım atları olsa, o adam
aflarını tanımaz mı?» buyurmuş. Ashab :
«Hay hay tanır Ya
Resulüllah» demişler.
«işte onlar da
abdestten dolayı böyle sakar ve sekİr gelecekler. Ben havuza onlardan önce
varacağım. Dikkat edin ki, bir takım adamlar benim havuzumun başından kayıp
develerin kovulduğu gibi kovulacaklar. Ben onlara Hey, beri gelin! diye nida
edeceğim. Bunun üzerine bana onlar senden sonra hakikaten (dinde) febdilâf
yaptılar, denilecek, ben de (öyleyse) uzak olsunlar! Uzak olsunlar!
Diyeceğim.» buyurmuşlar.
(...) Bize
Kuteybetü'bnü Said rivayet etti (Dediki) : Bize Abdülâziz yanî Derâverdi
rivayet etti H.
Bana İshak b. Musa
el-Ensari de rivayet etti. (Dediki) : Bize Ma'n rivayet etti. (Dediki) ; Bize
Malik rivayet etti. Bunlar hep birden Alâ' b. Abdirrahman'dan, o da babasından,
o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etmişler ki Resulüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) kabristana çıkarak:
«Selâm size ey
mü'minler diyarı: İnşallah biz de size katılacağız.» buyurmuş. Kavi hadisi
İsmail b. Ca'fer hadisi gibi rivayet etmiştir. Ancak Malik hadisi:
«Benim havuzumdan bir
takım adamlar behemahal koyulacaklardır.» Şeklindedir.
Terkibindeki (dar)
kelimesi ihtisas üzre mansubtur. Münâdâ
olmasıda muhtemeldir. Fakat ihtisas olması daha zahirdir. Üst taraftaki zamirden
bedel olmak üzere mecrur okunmasıda caizdir. Münâdâ veya bedel yapılırsa bu
kelimeden murad cemaat yahut o diyarda bulunanlar oîur. Ölümün geleceğinde asla
şüphe olmadığı halde Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in: «İnşallah
biz de size katılacağız.» buyurmasını ulemâ muhtelif suretlerde te'vil
etmişlerdir. Bu hususta söylenenlerin en güzeli şudur: Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) inşallah diyerek yaptığı bu istisna ile şekk kasdetmemiş
bununla teberrü-ken «Hiç bir şey için, ben bunu m uf I aka yarın yaparım, deme.
Ancak, inşallah yaparım, de.» ayet-i kerimesine imtisal için söylemiştir.
Hat-tabi ile başkalarının rivayetine göre; söz arasında, sözü güzelleştirmek
için inşallah demek Arapların âdetidir. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) de o âdeta uyarak böyle demiştir. Bazıları: «Buradaki insaallah
kelimesi ile yapılan istisna bu yerde yani bu kabristanda size katılırız, bizde
buraya defnolunuruz demektir» mutelaasmda bulunmuş bir takınılanda:
«İnşaallahın manası Allah dilediği vakit demektir.» Kanaatini ileri sürmüşlerdir.
Daha başka te'viller de vardır. Fakat bunların hepsi zayıftır.
Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) «Din kardeşlerimizi görmüş olmayı çok arzu ederdim.»
buyurmakla ileride gelecek olan mü'minleri dünya hayatında görmeyi arzu
ettiğini bildirmiştir. Kaadî Iyâz'm beyanına göre; bazıları bu temenniden murad
onları öldükten sonra görmek istemesidir, demişlerdir.
İmam Bâci diyor ki:
Resulüllah (Saîialiahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanındakilere: «Siz benîm
ashabımsınız.» buyurması onların kardeşliğini nefiy değildir. Lâkin sohbet
sebebiyle hasıl olan üstün mertebelerini zikretmiştir. Yani bunlar sahabe olan
din kardeşleri ileride gelecek olanlarda sahabe olmak saadetine eremeyen din
kardeşleridir» demek istemiştir. Nitekim Teâlâ hazretleride:
«Mü'minler ancak
birbirlerinin kardeşleridir.»
buyurmuştur.
İbni AbdilBer Bu ve
emsali hadislerle istidlal ederek âhir zamanda gelecek bazı müslümanların
üstünlüğüne hatta bir takımlarının bazı sahabeden bile efdal olabileceğine kail
olmuştur. Ona göre Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Sizin en hayırlınız
benim devrimde yaşayanlarınızda.» Hadis-i şerifi:
«İnsanların en
hayırlısı sâbikûn-u evvelûn yani ilk müslüman olan muhacirlerle ensar ve
onların yolunu tutanlardır.» manasına gelir.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) devrinde yaşayıpta hatali işler yapanlar yahut din hususunda
hiç bir varlık göstermiyenler Resulüllah (Salîallahü A İeyhi ve Sellem) i
görmüş olsalar bile onlardan sonra gelen mü'minîer içinde böylelerden daha
faziletlisi bulunabilir. Nitekim eserlerde buna delâlet etmektedir.
Kaadî Iyaz kelâm
ulemâsından bazılarının da buna kail olduğunu söyledikten sonra sözüne şöyle
devam ediyor: «Ulemânın ekserisi bunun hilâfına kail olmuş ve: Peygamber
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) i ömründe bir defa görerek sahâbilik meziyetine
nail olanlar o devirden sonra gelenlerin hepsinden efdaldırlar. Zira sahâbilik
faziletine muadil olacak hiç bir amel yoktur: Bu Allah'ın bir fadl-u keremidir.
Onu ancak dilediklerine ihsan eder» demişlerdir. Bu zevat Resulülla
h(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'in:
«Sizden biriniz Uhud
Dağı kadar altın infak efse yine ashab derecesine varamadığı gibi, onların
yarısı kadar da olamaz.» hadis-i şerifi ile istidlal etmişlerdir» diyor.
Dühm:
Edhemin cem'idir. Edhem karayağiz demektir.
Bühm: İse
bazılarına göre siyah demektir. Bir takımları düz renk yani içine başka renk
karışmiyan manasınadır. Siyah beyaz ve kırmızı da olabilir demişlerdir.
Helümme:
Kelimesi beri gelin manasınadır. Erkek kadın münferid veya cemaat hakkında hep
aynı şekilde kullanılır. Bazılarına göre tesniyesi ve cem'ı yapıldığı gibi
kadın hakkında da kadına mahsus zamirlerle kullanılır. Fakat birinci şekli
daha fasihtir.
Suhkan: Uzak olsun manasınadır.
Hadis-i Şerif bilhassa
hayırlı şleri temenninin ehl-İ salâh ulemâ ve fu-dalâyı görmek istemenin ve
kabir ziyaretinin caiz olduğuna delildir. Yine bu hadis bu ümmet için pek
büyük bir müjdeyi tazammün etmektedir. Ne mutlu Havz-ı kevserden içmek
seadetıne erenlere!..
40- (250) Bize
Kuteybetü'hnü Said rivayet etti. (Dediki) : Bize Halef yâni İbni Halife, Ebû
Mâlik el-Eşcaî'den o da ebu Hazim'den naklen rivayet etti. Ebû Hâzini şöyle
demiş. Ebu Hüreyre'nin arkasında idim. Namaz için abdest alıyordu. Elini ta
koltuğuna kadar ulaştırarak yıkıyordu. Kendisine:
— Ya Eba Hüreyre bu abdest ne dedim o da (bana)
:
— Ya benî Ferrûhî Siz
buradamisınız? Eğer sizin burada olduğunuzu bilsem böyle abdest almazdım. Ben
Halilim (Salîallahü Aleyhi ve Sellem): i.
— «Mü'mİnİn
nuru abdest suyunun ulaştığı
yere kadar varır.» buyururken
işittim dedi.
Rivayete nazaran
Ferrûh İbrahim (Ateyhisselâm) 'in İsmail ile İshâk (Aleyhimesseldm) dan başka
bir oğluymuş. Nesli çoğalmış Arap olmayan milletler onun neslinden türemişler.
Kaadî Iyaz'm beyanına
göre Ebu Hüreyre (Radiyallahû anh) bu sözü Ebu Hazim Süleyman el-A'rac'e
söyle-mişsede bununla mevâlîyi yani arap olmayan fakat islâmiyete canla başla
ve sadakatla hizmet eden müslümanları kasdetmiştir. Maksadı bir zaruretten
veya sıkıritıdan dolayı ruhsatla amel edenlerin onun bu şekil abdest aldığını
görerek onun herkesten ayrı bir mezheb olduğunu zannetmesinler diye cahil halk
huzurunda yapmak istemediğini anlatmaktır. Çünkü cahiller görürse bunu farz
zannederler.
Hz. Ebu Hüreyre 'nin
Resulüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) için Halilim demesi:
«Ben Halil edinseydim Ebu Bekr'i kendime Halil
yapardım.» hadisine muarız değildir.
Çünkü Resulüllah
(Salîallahü Aleyhi ve Sellemj'e hiç bir kimseyi Halil ittihaz etmesi caiz
olmamıştır. Fakat başkalarının onu Halil ittihaz etmesine bir mâni yoktur.
Bu sebeple Ebu Hüreyre
(Radiyalîahu anh)'m ona Halilim demesi caizdir. Halilin gayet yakın dost
manasına geldiğini yukarıda görmüştük.
Hilye ziynet demektir,
burada ondan murad gurreyi uzatmaktır. Ubbi
diyorki: «Ebu Hüreyre 'nin bu
hadisle istidlal etmesi:
«Sîzden biriniz
gurresinİ uzatabilirse bunu yapsın.»
sözünün.
Peygamber (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem) e âid olmadığını gösteriyor. Zira onun sözü olsaydı bu babta
o daha açık olduğu için onunla istidlal ederdi.»
41- (251)
Bize Yahya b. Eyyüb ile Kuteybe ve İbnî Hucr toptan İsmail b. Ca'fer'den
rivayet ettiler, tbni Eyüb dediki: Bize İsmail rivayet etti. (Dediki) : Bana
Ala' babasından, o da Ebu Hüreyre'den naklen haber verdiki: Resulüllâh
(SalUtllahü Aleyhi ve Selîem):
— «Size Allah'ın günahları
neyle imha ettiğini ve dereceleri neyle yükselttiğini göstereyim mi?»
buyurmuş Ashab:
— «Hay hay ya Resulüllah!» demişler.
— «Güçlüklere rağmen abdesti yerli yerince
almak, mescidlere doğru adımı çok atmak ve namazdan sonra (diğer) namazı
beklemektedir. İşte sizin ribatınız budur.»
buyurmuşlar.
(...) Bana
İshâk b. Mûsâ el-Ensari rivayet etti. (Dediki) : Bize ma'n rivayet etti.
Dediki: Bize Malik rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
el-Müsenna da rivayet etti. (Dediki) : Bize Mu-hammed b. Ca'fer rivayet etti.
(Dediki): Bize Şu'b rivayet etti. Bunlar ikisi birden Ala' b. Abdirrahman'dan
bu isnadla rivayet etmişler. (Yalnız) Şu'be'nin hadisinde ribatın zikri
geçmemiştir. Malik'in hadisinde se iki defa:
«İşte sizin ribahnız
budur, işte sizin ribatınız budur.»
Duyurulmuştur. "
Bu hadsin şerhinde
Kaadî Iyâz şunları söylemektedir: «Günahları mahvetmek onları aff-u mağfiret
buyurmaktan kinayedir. Maa-mafih onları hafaza meleklerinin defterlerinden
silmek de kasdedilmiş olabilir. Buda günahların affına cennete derecelerin
yükseltilmesine delildir. Zorluklar soğuğun şiddetinden, vücudun hastalık
sebebiyle elem ve kederinden ve buna benzer şeylerden neş'et eder.
Mescitlere doğru adımı
çok atmak evin onlara uzaklığı ve onlara çok gidip gelme sebebiyle olur.»
Ebu'l Velid el-Bâcî
namazdan sonra namaz beklemenin birbirine yakın namazlar hakkında olduğunu sair
namazlarda beklemenin âdet olmadığını söylüyor.
Ribât; nevbet yeri
manasınadır. Esas itibari ile bir şey'e kendini hapsetmek demektir. Namaz
kılan camie giden ve orada namaz vaktini bekleyen de kendini bu taatlere
hapsetmiş gibidir. Cihadın efdali nefisle yapılan cihaddır, denildiğine göre;
ibadet ve taatler hususunda yapılan ri-batın en faziletli ribat olması muhtemel
olduğu gibi buda ribat nevilerinden bîr nevidir, demek istenilmiş olması da
ihtimal dahilindedir.
Ribat meselesi Ebu
Hüreyre hadisinde bir, Malik hadisinde iki «el-Muvatta'da ise üç defa
zikredilmiştir. Tekrarın hikmeti bu meselenin pek mühim, şanının pek büyük
olduğunu bildirmektir, bazıları: «Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellemj'in
âdeti bir şey'İ anlatırken iyi anlaşılması için onu üç defa tekrar etmekti.
Buradada onun için tekrarlamıştır» derler.
42- (252)
Bize Kuteybetü'bnü Said ile Arar en-Nâkıd ve Züheyr h. Harp rivayet ettiler.
Dedilerki; Bize Süfyan, Ebu'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebu Hüreyre'den o
da, Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Seliem) 'den naklen rivayet etti. Şöyle
buyurmuşlar:
«Eğer mü'minlere —Züheyr'in
rivayetinde ümmetime— meşakkat vermeseydim her namaz için misvak tutunmalarını
onlara mutlaka emrederdim.
Bu hadisi Buhari
«Kitabu'I Cumua»da rivayet ettiği gibi sair sahih sahipleri de rivayet
etmişlerdir. Misvak babında İmam Tirmizi 17 sahabinin, hadis rivayet ettiğini
kaydeder.
Sivak hem misvak
tutunmaya hemde misvak çubuğuna Itlak edilen bir kelimedir. Misvak hususunda
ulemâ-i kiram bir çok vecihlerden söz etmişlerdir.
1- Misvak
kullanmak vacipmidir? Sünnetini? Bu suale ulemânın ekserisi vacip değildir
diye cevap vermişlerdir. Hatta vacip olmadığına ic-ma' bulunduğunu iddia
edenler olmuştur. Yalnız hadis ulemâsından î s -hâk b. Rahuye 'nin: «Her namaz
için misvak tutunmak vaciptir. Onu kasten terkedenin namazı batıl olur» dediği
rivayet olunur. Davudu Zahirî de «Misvak vaciptir lâkin şart değildir»
demiştir. Misvakın vacip olduğunu söyleyenler bu hususta hadislerde vârid olan
emirle ihticac ederler. Fakat kendilerine bu hadislerin sabit olmadığı söylenerek
itiraz edilmiştir. Buradaki hadis yalnız misvakın farz olmadığını
anlatmaktadır. Misvakın sünnet veya mendup olması bile başka delillerden
anlaşılır.
İmam Şafiî: «Hadis
misvakın vacip olmadığına delildir; çünkü vacib olsa ümmete meşakkat versin
vermesin Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) onu emrederdi.» demiştir.
Bazıları misvakın dini sünnetlerden olduğuna diğer bazıları abdestin
sünnetlerinden; bir takımları da namazın sünnetlerinden olduğunu söylerler.
Onun dini sünnetlerden olduğu İmam A'zam Ebu Hanife 'den bakledil-miştir. Bu
babta en kuvvetli kavilde budur.
2- Misvakın
ne zaman tutulacağı ulemâ arasında iktilâflıdır. Ekseriyetle Hanefiyye
ulemasına göre mazmaza sırasında kullanılır. Bazıları mutlak surette abdest
alırken tutunulacağını söylerler. İmanı-ı A'zam 'dan misvak tutunmanın dinî
sünnetlerden olduğu nakledildiğine göre her zaman misvak kullanılabilir.
Bazıları abdest almazdan Önce kullanılacağını söylemişlerdir. İmam Şafiî'ye göre
namaz kılınacağı zaman, abdest alırken ve ağız kokusunun değiştiği hallerde
misvak kullanmak sünnettir.
3- Hanefiyye
ulemâsına göre; misvak abdest alırken mazmaza sırasında dişlere uzunluğuna
değiîde genişliğine sürmek suretiyle kullanılır.
Delilleri bu bab Hz.
Aişe (Radıyalîahu Anhâ) dan rivayet edilen bir hadistir. Hadiste misvakın
kullanışı bu şekilde tarif edilmiştir.
İmamu'l Haremeyn
misvakın dişlerin hem uzunluğuna hem genişliğine yapılacağına kail olmuştur.
Şayet bunlardan birisiyle iktifa edilirse o zaman genişliğine doğru
kullanılacaktır. Sair Şafiîyye ulemâsı bu meselede Hanelilerle beraberdir.
Misvak sağ elle tutulur. Müste-hab olan ağza üç defa su alarak üç misvak
kullanmaktır.
4- Misvak
kullanmanın sayısı hakkında muayyen adet yoktur. Abdest alan, dişlerin
temizlendiğine kanaat getirinceye kadar misvak kullanabilir. Misvak
kullanırken o husustaki me'sûr duayı okumalıdır. Hane-fîlerin «el-Muhit» nammdaki fıkıh kitabında «kadının
sakız çiğnemesi misvak yerini
tutar: Çünkü kadının dişleri zayıftır. Misvak kullanırken düşeceğinden
korkulur, sakızda misvak gibi dişleri temizler ve diş etlerini kuvvetlendirir»
denilmektedir.
5- Misvak
bulamayan dişlerini parmağı ile ovalar.
Beyhak.î-n i n «Sünen» inde Ene s(Radiyallahû anh) dan rivayet ettiği
bir hadiste Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in:
«Misvak yerine
parmaklar kâfidir.» buyurduğu rivayet olunur. Bu hadis zaiftir. Fakat Tabaranî
'nin «el - Evsat» mda Hz. Aişe (Radıyalîahu Anhâ)d&n rivayet ettiği bir
hadistede:
«Parmağını ağzına
sokarak misvak yerine kullanır.» denilmiştir.
6- Ağzı
misvak ağacının çubuğu ile temizlemek müstehaptır. Buharı 'nin tarihinde zikredildiğine göre;
ashaptan bazıları Resu1ü11ah (SaUüUahü Aleyhi ve SellemJ'e misvak ağacından
çubuk takdim etmişler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bununla misvaklanm
buyurmuşlardır.» Tabaranî 'nin «el-Ev-sat»ında rivayet ettiği Muaz b. Cebel
(Radiyalîahû anh) hadisinde Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in zeytin
ağacından yapılan misvakı pek beğendiği ve onu tavsiye ederek:
«Bu hem benim, hem de
benden önce geçen peygamberlerin misvakıdır.»
buyurduğu rivayet olunur.
7- Misvak kullanmaktaki
hikmet hususunda İbni Dakikiliyd şunları söyler. «Namaz kılınacağı zaman misvak
kullanmanın müs-tehab oluşvmdaki hikmet bunun Allah'a tekarrup hâli olmasıdır.
Binaenaleyh İbadetin şerefini göstermek İçin bu halin kemal ve temizlikle
mut-tasıf olması icab eder. Filhakika Bezzar'm Hz. Ali (Radıyalîahu anh) 'tan
rivayet ettiği bir hadiste misvak kullanmanın Kur'an-ı kerimi dinleyen
melâikeye taallûk eden bir iş olduğu, melâikenin ona ağzını ağzına değdirecek
kadar yaklaştığı beyan ediliyor. Ebu Nuaym'ın Hz. Cabir (Radiyalla.hu anh) dan
mutemed raviler vasıtası ile rivayet ettiği bir hadistede:
«Bîriniz geceleyin
namaz kılmağa kalkarsa misvak kullansın. Çünkü o namaz kılmağa kalkınca
kendisine bir melek gelerek ağzını onun ağzına temas ettirir. Artık o kulun
ağzından çıkanlar melâikenin ağzına girer.»
bu vurulmuştur.
Kuşeyri'nin Ebu'd-Derda '(Radiyallahâ anh) dan isnadsız olarak
rivayet ettiği bir hadistede:
«Misvak tutunmaya
devam ediniz, çünkü misvakta yirmidört haslet vardır. Bunların en makbulü
Allah'ın razı olmasıdır. Hem namazı yetmiş yedi derece katlanır. Misvak vakit,
hal ve zenginliğe sebep olur. Ağız kokusu temizler. Diş etlerine zindelik
verir, baş ve diş ağrısını giderir; yüzü ve dişleri parladığı için melekler
kendisiyle musafahâ eder.» buyu-rulmuştur,
8- Misvakın
fazileti babında İmam Ahmed b. Hanbe1 ile İbni Hibban Hz. Aişe (Radıyallahu Anhâ)
dan şu hadisi rivayet ederler:
Resullüî1ah
(Sallallahü A leyhi ve Sellem):
«Misvak ağzın
temizliği, Teâlâ hazretlerinin rizasıdır.» buyurdular rivayet edilmiştir.
Ebu Ömer misvak kullanmanın
fazileti ittifakı olduğunu bu babta hiç bir ihtilâf bulunmadığını bütün ulemâya
göre misvak kullanarak kılman namazın misvaksız kılman namazdan efdal olduğunu
söylemiştir. Hatta Evzâî : Misvak
abdestin yarısıdır. Bâ husus namaz kılınacağı zaman, abdest alırken, kur'an
okurken, uykudan uyandıktan sonra ve ağzın kokusu değişince misvak kullanmak
te'kiden mutluptur. Gece namazlarının her iki rekatı arasında, cuma gününde ve
keza uykuya yatarken, vitir namazından sonra sabahleyin ve yemekten önce
misvak kullanmak müstehaptır.» demiştir.
9- Babımızın
hadisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in ümmetine olan sonsuz şefkat ve
merhametine delildir. Zira misvak kullanmayı
emr etmemesi ancak onlara meşakkat vermemek hikmetine
mebnidir.
10- Hadis-i
şerif Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
SeHem/e vahiy nazil olmadığı zaman içtihad etmenin caiz olduğuna delildir. Nitekim
misvak hususunda ictihadda bulunarak onu emretmemek için meşakkati sebep
göstermiştir. Eğer hüküm vermesi mutlaka bir nassa mütevakkıf olsaydı misvak
emrini verememesine sebep bu babta ayet bulunmamasını gösterirdi. Maamafih
bazılarına göre Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bu sözü meşakkat
bulunduğu için misvak kullanmanın emredilemediğini haber verme mahiyetindede
telakki edilebilir. Bu takdirde hadisin manâsı «eğer meşakkat olmasaydı Allah
misvak kullanmayı emreder ben de onun vacib olduğunu size haber verirdim»
demek olur. Fakat bu ihtimal uzak görülmüştür. Hadisin zahiri manası, meşakkat
olur endişesi ile misvakın emredilmediğîni gösteriyor. Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in emri hakikatta daima Allah'tan gelen emirdir. Çünkü onun
kendi heva hevesine göre söz söylemediği nass-ı Kur'anla sabittir.
11- Bu
hadisle Nesaî oruçlu bir kimsenin öğleden sonra misvak kullanmasının müstehab
olduğuna istidlal etmiştir. Çünkü hadis her namaza âmm ve şâmildir.
12- Hadis-i
şerif âmm olduğu için ulemâ farz ve nafile namazlarla bayram namazları istiskâ,
küsuf ve husuf namazlarında misvak kullanmanın müstehab olduğuna istidlal
etmişlerdir. Çünkü umumun muktezası budur.
13- Hadis-i
şerifte misvakın alelumum her namazda kullanılması matlup gösterildiği için
bazıları mescidde dahi kullanılmasının mubah olduğuna kail olmuşlardır. Mâli
kilerden bazıları ise; mescidi kirleteceği mülahazası ile orada misvak
kullanmayı kerih görmüşlerdir.
43- (253)
Bize Ebu Küreyb Muhammed b. Alâ1 rivayet etti (Dedi-ki) : Bize İbni Bişr, Mis'ardan,
o da M ikdam b. Şurayh [68] dan
o da babasından naklen rivayet etti. Babası şöyle demiş, Âişe'ye sordum
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)e\ine girdiği vakit ilk işe neden
başlardı?» dedim.
— «Misvaktan» cevabını
verdi.
44- (...)
Bana Ebi Bekr b. Nâfi'el-Abdî de rivayet etti. (Dediki) : Bize Abdurrahman,
Süfyân'dan, o da Mikdam b. Şüreyh'dan, o da babasından, o da Aişe'den naklen
rivayet ettiki Peygamber (Saİlalîahü Aleyhi ve Sellem, evine girdiği zaman ilk işi misvak tutunmak
olurmuş.
45- (254)
Bize Yahya b. Habib el-Hânsî rivayet etti. (Dediki): Bize Hammad b. Zeyd
Gaylân'dan [69] —ki İbni Cerîr
ma'velidir— O da Ebu Bürde'den, o da Ebu Musa'dan naklen rivayet etti. Ebu Musa
:
— «Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına girdim, Mis-vakinin bir ucu dilinin
Üzerinde idi» demiş.
46- (255)
Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dediki) : Bize Hüşeym Husayn'dan. o
da Ebu Vail'den, o da Huzeyfe'den naklen rivayet etti. Huzeyfe:
«Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) teheccüd namazı kılmaya kalktığı zaman ağzını
misvakla ovalardı» demiş.
(...) Bize
İshak b. İbrahim rivayet etti. (Dediki) : Bize Cerir Mansur'-dan naklen haber
verdi. H.
Bize İbni Nümeyr'de
rivayet etti. (Dediki) ; Bize babamla Ebu Mua-viyej A'meş'ten rivayet ettiler.
Mansurla A'meş'in ikiside Ebu vail'den, o da Huzeyfe'den naklen rivayet
etmişler. Huzeyfe:
«Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
geceleyin kalktığı vakit...»
diyerek bu hadisin mislini rivayet etmiş. (Yalnız) bu raviler: «Teheccüd namazı
kılmak için» dememişler.
47- (,..)Bize
Muhammed b. el-Müsenna ile İbni Beşşar rivayet ettiler. Dedilerki: Bize
Abdurrahman rivayet etti. (Dediki) : Bize Süfyân, Mansur'dan, Husayn ile
A'meş'de ebu Vail'den, o da Huzeyfeden naklen rivayet ettiler, ki Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin (namaza) kalktığı zaman ağzını
misvakla ovalarmış.»
Bütün bu rivayetler
her zaman misvak kullanmanın faziletli bir amel olduğuna; Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in buna pek ziyade ehemmiyet verirdiğine delâlet
etmektedirler. Nevevî'nin beyanına göre; misvak pek kuru pek te yaş
olmamalıdır. Çünkü pek kuru olursa diş etlerini yaralar pek yaş oluncada
dişleri temizleyemez. Misvakı dişlerin her tarafına ve kenarlarına gezdirerek
temizlemek ve bu işe sağ taraftan başlamak müstehaptır.
İzni olmak şartiyle
başkasının misvakını kullanmakta şer'an bir beis yoktur. Çocukları misvak
tutunmaya alıştırmak müstehaptır.
Kaadi Iyâz'm beyanına
göre; Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in evinde misvak kullanması halk
huzurunda bu işi yapmanın mürüvvete muhalif olmasındandır. Kurtubi: «Evinde ilk
iş olarak misvak kullanmasının sebebi mescitte nafile kılamamıgsa onu evinde
kıldığı için olsa gerekir» diyor. Bazıları Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) yolda konuşmazdı sükût ağız kokusunu değiştirir evinde misvak
kullanmasının vechide budur.» demişlersede bu kavli doğru değildir. Çünkü
Peygambe r (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ağız kokusu v.s. gibi şeylerden
münezzehidir. O bunu ancak ümmetine talim için yapmıştır. Binaenaleyh uzun
zaman sükût eden bir kimse birisi ile konuşmak istediği vakit misvak
kullanmalıdır.
Teheccüd: Geceleyin
kılman namazdır. Bu namaz Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsus
olmak üzere farz, ümmetine nafiledir. cümlesinden murad misvakla dişleri
genişliğine ovmaktır. Bazıları bunun yıkamak manasına geldiğini diğer bazıları
eyice temizlemek olduğunu söylemişlerdir.
48- (256)
Bize Abd b, Humeyd rivayet etti. (Dediki) : Bize Ebu Nu-aym rivayet etti. (Dediki)
: Bize İsmail b. Müslim [70]
rivayet etti. (Dediki) : Bize Ebu'l Mütevekkil [71]
rivayet etti. Önada İbni Abbas anlatmış. İbni Abbas bir akşam Peygamber (Saiîaîîahü Aleyhi ve Seîiem) in
evinde yatmış gecenin sonuna
doğru Nebiyullah (SalUtllahü Aleyhi ve Sellem) kalkarak
dışarı çıkmış ve gökyüzüne bir bakmış. Sonra Al-i îmran süresindeki şu ayeti
okumuş:
«Şüphesiz ki göklerle
yerin yaradılışında gece ife gündüzün gelip geçişinde akıl sahipleri İçin
alınacak ibretler vardır.» Ta «Bizi cehennemin azabından koru.» cümlesine kadar
Sonra eve dönerek
misvaklanmiş ve abdest almış. Sonra kalkarak namaz kılmış. Ve yatmış, sonra
tekrar kalkarak dışarı çıkmış ve almış ve semaya bakmış da bu ayeti yine okumuş
sonra dönerek misvaklanmış, abdest almış kalkıp namaz kılmış.
Bu hadis İmam-i Müslim'in «Kitabu's-Salât»da bütün tarikleri
ile rivayet ettiği bir hadisin muhtasarıdır. Hadis-i şerif bir çok nefis
hükümleri ihtiva etmektedir. Bunlar inşaallah orada görülecektir. Ez Cümle
geceleyin uykudan uyanan bir kimsenin
gök yüzünü temaşa ederek kudretullahın azametine delalet eden
sayısız yıldızlara ve nurtopu gibi
parlayan aya bakması sonra bu ayeti kerimeyi okuması müstahaptir. Uykudan
tekrar tekrar uyanan kimsenin aynı temaşayı ve ayeti tekrarlaması da müstahap
olur.
49- (257)
Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeybe ile Araru'n Nâkıd ve Züheyr b. Harp toptan
Süfyan'dan, rivayet ettiler. Ebu Bekr dediki: Bize İbni Uyeyne, Zühri'den, o da
Said b. el-Müseyyeb'den, o da İEbu Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'den nal den rivayet etti: Şöyle buyurmuşlar:
«Fıtrat beştir; (yahut
beş şey vardır ki, bunlar fıtrattandır) : Sünnet olmak, kasıkları traş etmek,
tırnak kesmek, koltuk altındaki kılları yolmak ve bıyıkları kısaltmak.»
50- (...)
Bana Ebu't Tabir ile Harmeletü'bnü Yahya rivayet ettiler. Dedilerki: Bize İbni
Vehb haber verdi. (Dediki) : Bana Yunus, İbni Şi-hab'dan, o da Said b.
el-Müseyyeb'den, o da Ebu Hüreyre'den, o da Resu-lüîlah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen haber verdit ki şöyle buyurmuşlar:
«Fıtrat beştir: Sünnet
olmak, kasıkları traş etmek, bıyıkları kısaltmak, tırnakları kesmek, koltuk
altlarını yolmak.»
51- (258)
Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybetü'bnü Said ikisi birden Ca'ferden rivayet
ettiler. Yahya dediki bize Ca'fer b. Süleyman, Ebu İm-ran el-Cevniden, o da
Enes b. Malikten naklen haber verdi. Dediki: Enes; Şunları söyledi.
Bıyık kısaltmak,
tırnak kesmek, koltuk altlarını yolmak ve kasıkları tıraş etmek hususunda
bunları kırk geceden fazla bırakmamamız bize müddet olarak tayin edildi.
Bu hadisi Buharı
«Kitabu'I Libas» da muhtelif şekillerde tahriç ettiği gibi Ebu Davud, Nesai ve
İbniMace'de Ebu Hüreyre (Radiyallahû anh) tarikiyle rivayet etmişlerdir.
Fıtrat yeni yaratmak
demektir. Bu makamda bugün orijinal
tabiri kullanılıyor. Burada ondan murad ne olduğu ihtilaflıdır. Hattabî ekseri
ulemâya göre burada ondan murad sünnettir, diyor. Sair ulemâya göre
peygamberlerin sünneti manasınadır. Fıtrat dindir
diyenlerde olmuştur. Hulâsa
fıtrat kelimesi, yeni keşif cibillet, din ve sünnet mânâlarına gelir, Kaadi
Beyzâvi bu mânâların hepsini toplayarak: «Fıtrat, bütün Peygamberlerin
benimsediği, şeriatlerin ittifakla kabul ettiği eski bir sünnettir. Sanki bu
sünnet cîbilli bir şey olup insanlar bunun üzerine yaratılmışlardır.»
demiştir.
Buradaki rivayetlerin
ikisinde fıtrattan olmak üzere beş şey; birinde dört, bundan sonra göreceğimiz bir rivayette on şey gösterilmiş isede; bunlar on adetine
münhasır değildir. Nitekim Resulüllah
(Sallallahil Aleyhi ve Sellem)
«Fıtrattandır» buyurmakla bunların yalnız on tane olmadıklarına işaret
etmiştir. Neveyi diyorki: «Bu hasletlerin ekserisi ulemâya göre vacip
değildir. Sünnet olmak mazmaza ve istinşak yapmak gibi bir kaçının vacip
olmadığında hilaf vardır. Maamafih vacip olmayan bir şeyi vacip olanla birlikte
zikretmek memnu, değildir. Nitekim: Teâlâ hazretler
,Enlam sûresi. Ayet:
«Mahsul verdiği zaman
onun mahsulünden yiyin, hasad günü gelince hakkını da verin.» buyurmuştur.
Mahsûlün öşrünü vermek
vacip fakat onu yemek vacip değildir. Meselenin tafsilatına gelince Şafiî ile
bir çok ulemâya göre hitan (yânî sünnet olmak) vacibtir. Malik ile ekseri
ulemâya göre ise sünnettir. Sünnet olmak Şafiîye göre hem erkeklere hem
kadınlara vaciptir. Erkeklerde, sünnet edilecek uzuvun haşefe miktarı tamamiyle
açılacak derecede üzerindeki deriyi kesmek vaciptir. Kadında ise fercin
üzerindeki deriden az bir miktar kesmek vacip olur. Mezhebimizin cumhuru
ule-masmca sahih olan kavle göre çocukları küçükken sünnet etmek vacip değil
caizdir. Mezhebimizin bir kavline göre çocuk bulûğa ermezden önce onu sünnet
ettirmek velisine vaciptir. Diğer bir kavle göre on yaşından önce çocuğu sünnet
ettirmek haramdır. Sahih kavile göre çocuğu doğumunun yedinci günü sünnet
ettirmek müstahabdır. Doğum gününün bu yedi günden sayılıp sayılmıyacağı
hususunda iki kavil vardır. Bunların makbul olanına göre; doğum günü de yedi
günde dahildir. Ulemâmız Hun-sâ-i müşkil [72]
hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre; bulûğdan sonra her iki aletini
keserek sünnet etmek vaciptir. Diğer bazılarına göre hangi tarafın galip
geleceği anlaşılmcaya kadar sünnet etmek caiz değildir. Makbul olan kavilde
budur. Bir kimsede vazife gören iki tane erkek-Ht aleti bulunursa ikisinide
sünnet etmek vacip olur. Biri vazife görür diğeri görmezse vazife gören alet
sünnet edilir. Vazife görmek dahi bir kavle göre bevlle diğer bir kavle göre
cima'la ölçülür.
Sünnet edilmeden ölen
bir insan hakkında ulemamızın üç kavli vardır. Bunların sahih ve meşhur
olanına göre ölen küçük olsun büyük olsun sünnet edilmeden defnolunur. İkinci
kavle göre, küçük sünnet edilmezse-de büyük sünnet edilir. Üçüncü kavle göre
küçük sünnet edilmezsede büyük sünnet edilir.
Hanefilere göre
«hitan» sünnettir; ve şeâir-i islâmiyyedendir. «Ed-Durr - ül muhtar» adlı
eserde: «Bir belde ahalisi çocuklarını sünnet ettirf memek için ittifak
etseler, hükümdar onlarla harb eder...» deniliyor. Ancak vakti hakkında İmam
Âzam «Bilgim yok» demiş diğer İmamlardan da bir şey nakledilmemiştir. Çocuğun
yedi yaşında on yaşında ve son had olarak oniki yaşında sünnet edilebileceğine
dair kaviller vardır. «Çocuğun taka-dma göredir» diyenler de olmuştur, ki en
güzel kavilde budur. Hanefüer-ce kadını sünnet ettirmek sadece erkeğe bir
ikramdır. Mamafih hitanın kadın için de sünnet olduğunu söyleyenler vardır.
İstihdât: kasıkları
tıraş etmektir. Bu iş için demir alet yani ustura kullanıldığından ona bu isim
verilmiştir. İstihdâd sünnettir. Bundan
murâd o yeri temizlemektir. Temizlik için tıraş etmek efdal isede kılları
makasla kesmek ve yolmakta caizdir.
Âne'den murad erkek ve
kadının fercîerinin etrafındaki kıllardır. Ebu'l-Abbas İbni Süreye'den
nakledilen bir rivayete göre âne dübürün etrafındaki kıllardır. Bunların
mecmu'undan anlaşılıyorki; insanın Ön ve ardındaki kılların hepsini tıraş
etmesi müstehaptır. Tıraş etme zamanı ihtiyaca göre tayin olunur. Kıllar uzadıkça
tıraş etmek icab eder.
Bıyıkları kısaltma,
koltuklan yolma ve tırnak kesnıeninde hükmü bu-dur. Nevevinin sözü burada sona
eriyor.
Bıyıkların kesilmesi
ihtilaflıdır. Tahavî: «Medinelilerden bir cemaat bıyıklan kesmenin muhtar
olduğuna kail olmuştur» diyor. Bu sözden maksadı Salim, Said b. el-Müseyyeb,
Urvetü'-bnü-Zübeyr, Ca'fer b. Zübeyr, Ubeydullah b. Abdillâh ve Ebu Bekr b.
Abdirr'ahman hazeraüdır. Çünkü bıyıkları kazımak değil kesmek müstahaptır diyenler
bunlardır. Umeyd b. Hilâl, Hasan-ı Basri, Muhammed b. Şîrîn ve Ata' b. Ebî
Rebâh hazeratınm mezhebide budur. v
Mezkûr kavil îmam-i Malik'tende rivayet olunur. Kaadi Iyâz: «Selefin bir
çokları bıyığı kökten tıraş etmenin memnun olduğuna kaildir ki, îmam Ma1ik'in
mezhebide budur. İmara-ı Malik bıyığı
kökten tıraş etmeyi bir âfet sayar bunu yapanların te'dip olunmasını
emredermiş ona göre bıyığı üst taraftan kesmekte mekruhtur. Müsta-hap olan
dudakların etrafını açmaktır.» diyor.
Tahavi sair ulemânın
bunlara muhalefet ettiğini ve bıyıkları tıraş et-nr.enın müstahab olduğunu
söylediklerini beyanla: «Biz de bunu makasla kesmekten efdal görüyoruz» diyor
Tahavî'nin sair ulemâdan muradı selef-i salihinin cumhurudur, ki Küfe'lilerden
Mekhûl, Muha'mmed b. Aclân, îbni Ömer
(Radiyaîlahû anh) nin azad-hsı'ı Nafi', Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve Muhammed
(Ratyimehumullah) bunlar meyanmdadır. Onlara göre bıyıklan tıraş etmek
kısaltmaktan efdaldır. Sahabe-i kiramdan Abdullah b. Ömer, Ebu Said-i Hudrî,
Rafi' b. Hadic, SeIemetü'-bnü Ekva!
Cabir b Abdillâh ve Abdullah b. Amr (Radiyaîlahû anhümâ)hazerahın bıyıklarını
tıraş ettiklerini İbni Ebî Şeybe müsned olarak rivayet etmiştir.
Tırnakları parmaklara
zarar vermemek şartiyle dipten kesmek müs-tehaptır. Tırnak keserken tertibe
riâyet olunacağına dair hadislerin hiçbirinde bir kayıt yoktur. Lâkin Nevevî
Müslim şerhinde evvelâ sağ elin şahadet parmağından başlayarak sonra orta,
sonra yüzük parmâğının daha sonra serçe parmağının tırnaklarını ondan baş parmağın
tırnağını kesmenin müstehab olduğunu sol elde ise bu işe küçük parmaktan
başlayarak şehadet parmağına doğru gidileceğini bildirmiştir. Ayak tırnakları
kesilirken sağ ayağın küçük parmağından başlayarak sıra ile ötekilere geçilecek
sol ayakta ise baş parmaktan sonrakinden başlanarak küçük parmağa doğru gidilecektir.
Yalnız Nevevî bu
şekilde tırnak kesmenin müstahab olduğunu gösteren bir sened zikretmemiştir.
Tırnak kesmek için
muayyen bir zaman tâyin edilmemiştir. Binaenaleyh bu hususta ihtiyaca göre
hareket edilecektir. Ancak Beyhaki'-nin Ebu Ca'feri Bakir 'dan mürsel olarak
tahriç ettiği bir hadiste: «Resulüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)
tırnaklarını cuma günü kesmeyi severdi» denilmiştir. İbnü'l Cevzî' nin Atâ'
tarikiyle Ebû Hüreyre (Radiyaîlahû' anh) dan rivayet ettiği bir hadiste de:
«Resulüllah (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Her kim tırnaklarını
cumartesi günü keserse, o kimseden dert gider deva gelir; kim tırnaklarını
pazar günü keserse o kimseden fakirlik gider yerine zenginlik gelir; kîm
tırnaklarını pazartesi günü keserse, o kimseden illet gider yerine sıhhat
gelir; kim tırnaklarını salı günü keserse ondan alacalık hastalığı gider,
kendisine afiyet gelir; kim tırnaklarını çarşamba günü keserse o kimseden
vesvese gider, yerine emniyet ve sıhhat gelir; kim tırnaklarını perşembe günü
keserse ondan cüzzam hastalığı gider, yerine afiyet gelir; ve kim tırnaklarını
cuma günü keserse o kimseye rahmet gelir, günahları çıkar.» buyurdu
denilmektedir.
Fakat İbnü'l Cevzî:
«Bu hadis Resulüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) üzerinden uydurma bir
hadistir. Uydurulan hadislerinde en çirkinlerinden ve en soğuklarından
biridir. Senedinde bir sürü meehûl. metruk ve zayıflar vardır» demiştir.
Müddet hakkında
babımız hadisinde bildirilen kırk günden başka bir vakit zikredilmemiştir.
Ancak bunu kırk gün tırnak ve bıyık kesilmeye-bilir. Koltuk ve kasıklar tıraş
edilmeyebilir şeklinde anlamaman dır. Çünkü hadisten murad bu işlerin kırk
günü bulacak kadar ihmal edilmemesidir.
Koltuk altlarındaki
kılları yolmak ulemânın ittifakı ile sünnettir, yo-lamıyanlar tıraş etmek veya
ilâç kullanmak suretiyle de temizlik yapabilirler.
Rivayete göre Yunus b.
A'lâ şöyle demiş:
« Şâfîî
(Rahimehullah)m yanına girdim berber koltuklarının altını tıraş ediyordu. Şafiî:
Bilirim koltukların altını yolmak sünnettir. Ama ben bunun acısına dayanamıyorum
dedi.»
Temizlik işine sağ
koltuktan başlamak müstehaptır. Bıyıkların hük-müde böyledir.
52- (259) Bize Muhammed b. el-M üs emi a rivayet
etti. (Dediki) : Bize Yahya yani İbni
Said rivayet etti. H.
Bize İbni Nümeyr de
rivayet etti. (Dediki) : Bize babam rivayet etti. Her iki râvî Ubeydullah'tan,
o da Nâfî'dan o da İbni Ömer'den, o da Peygamber (Saiîaîîahü Aleyhi ve Settem)
'den naklen rivayet etmişler. Peygamber (Saîîalîahü Aleyhi ve Seîlem):
«Bıyıkları fraş edin,
sakalları uzatın.» buyurmuşlar.
53- (...)
Bize bu hadisi Kuteybetü'bnü Said ve Malik b. Enes'ten, o da Ebû Bekr b.
Nafî'den, o da babasından, o da ibni Ömer'den, o da Peygamber (Saîlaîiahü
Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti ki. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bıyıkların tıraş edilmesini sakalında uzatılmasını emir buyurmuş.
54- (...)
Bize Sehl b. Osman rivayet etti. (Dediki) : Bize Yezid b. Zürey', Ömer b.
Muhammed "den rivayet etti. (Demişki) : Bize Nâfî', İbni Ömer'den naklen
rivayet etti. Dediki! Resulüllah
«Müşriklere muhalefet
edin; bıyıkları kısaltın; sakalları uzatın.» buyurdular.
55- (260)
Bana Ebu Bekr b. İshak rivayet etti. (Dediki) : Bize İbni Ebi Meryem haber
verdi. (Dediki) : Bize Muhammed b. Ca'fer haber verdi. (Dediki) : Bana
Hurâka'nın azadlısı Alâ' b. Abdirrahman b. Ya'kub babasından, o da Ebû
Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle demiş. Resulüllah (Saîlaîiahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Bıyıkları kesin,
sakalları salın, Mecusilere muhalefet edin.» buyurdular.
56- (261)
Bize Kuteybetü'bnü Said ile Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ve Züheyr b. Harb rivayet
ettiler. Dedilerki: Bize Vekî', Zekeriyya b. Ebi Zaide [73] den,
o da Mus'ab b. Şeybe'den [74], o
da Talk b. Habîb'den [75], o
da Abdullah b. Zübeyr'den, o da Aişe'den naklen rivayet etti; Şöyle demiş Resulüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
«On şey (vardır ki
bunlar) fıtrattandır : Bıyığı kesmek, sakalı uzatmak, misvak tutunmak, buruna
su çekmek, tırnak kesmek, parmak mafsallarını yıkamak, koltuk altını yolmak,
kasıkları traş etmek ve suyla taharetlenmek.» buyurdular.
Zekeriya demiş ki:
.«Mus'ab : Onuncuyu unuttum meğerki mazmaza ola dedi.»
Kuteybe: «Vekî'
intikasu'I-ma' yanı istinca' dedi» ibaresini ziyade etmiştir.
(...) Bize
bu hadisi Ebu Küreyb de rivayet etti. (Dediki) : Bize tbni Ebi Zaide,
babasından, o da Mus'ab b. Şeybe'den bu isnadda bu hadisin mislini haber verdi.
Şu kadar varki o babasının; «onuncuyu unuttum» dediğini söylemiş.
Hadisin bu
rivayetlerinde bıyıklan kesmekle beraber sakalın uzatılması da emir
buyurulmaktadır.
Taberî diyorki:
«Sakallan uzatın diye emir buyurmanın vechi nedir? bilirsinki İ'fâ çoğaltmak
demektir. İnsanlardan öyleleri vardırki «Sakalları uzatın hadisinin zahirine
tabi' olarak sakalının kıllarını haline bırakır, da sakal uzunluğuna ve
genişliğine çirkinleşir. Hattâ dile destan ve misal olur» dersen buna şöyle
cevap verilmiştir. Bu haber hususunda
Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)
den hüccet sabit olmuştur ki; sakalın fazla uzatılması memnu*
kısaltılması vaciptir. Yalnız bunun mikdari hususunda selefin ulemâsı ihtilâf
etmişlerdir. Bazılarına göre; kısaltılması icabeden sakalın haddî uzunluğuna
bir tutamdan fazla olmak genişliğine de etrafa dağılarak çirkin bir manzara
arzetmesidir, Bu kavil Ömer (Radiyallahû anh) tan rivayet olunmuştur. Hz. Ömer;
«sakalını uzatmış birini görerek sakalından çekmiş. Sonra bir adama emir
vererek onun bir tutamdan fazlasını kestirmiş. Sonra: O zata dönerek gitte
saçını düzelt yahut berbat et, sizden bazınız kendini yırtıcı hayvanlardan bir
hayvan gibi başıboş bırakıyor» demiş.
Ebu Hüreyre
(Radiyalîahû anh) sakalını tutar bir tutamdan fazlasını kesermiş İbni Ömer'in
dahi ayni şekilde hareket ettiği rivayet olunur. Ulemâdan bir takımları
sakalın uzunluğu ve genişliği çirkin bir şekil olmayacak derecede
kısaltılmasına kaildirler. Onlar bu hususta had hudut bildiren bir delil
bulamadıklarını söylerler. Bittabi bunun o memleketin âdetine muhalif olmaması
yani haddinden fazla kesilmemesi gerekir.
Ata': Sakal uzadığı
zaman onu eninden ve boyundan bir parça al-makıa beis yoktur: Çünkü hâli üzre
bırakmakta kendini başkalarının alay ve istihzasına mâruz bırakmak vardır»
demiş. Bu bâbta Amr b. Harün'un Üsametü'bnü
Zeyd tarikiyle Peygamber . (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)
den rivayet ettiği bir hadisle istidlal etmiştir. Mezkur hadiste «Peygamber (Saliallahü
Aleyhi ve Sellem) sakalının eninden ve boyundan bir parça alırdı» denilmektedir.
Hadisi Tirimizi tahric etmiş ve: «Bu hadis gariptir» demiştir.
Nevevi diyorki:
«Acemlerin âdeti sakallarını kesmekti. Şeri'at bunu Nehy etmiştir. Ulemâ
sakalda makbul olmayan ve her biri diğerinden daha çirkin olan on haslet
bulunduğunu söylerler. Bunların birincisi cihada niyeti olmadığı halde sakalı
siyaha boyamaktır. İkincisi sünnete ittiba' için değil de sulâhaya benzemek
için sakalı sarıya boyamaktır.
Üçüncüsü re'is olmak,
başkalarından ta'zim görmek ve kendisine ihtiyar süsü vermek için sakalı
kibritle ağartmaktır.
Dördüncüsü:
Sakalı yolmak yahut ustura ile tıraş etmektir, Buda sa-kalsızlığı ve güzel
görünmeyi terci'han yapılır.
Beşincisi:
Sakaldan beyaz kılları yolmaktır.
Altıncısı:
Kadınlara güzel görünmek için sakalı perçem perçem yapmak.
Yedincisi:
Sakalda ziyade ve noksan yapmak.
Sekizincisi:
Başkalarına iyi görünmek için sakalını tarayıp salmak.
Dokuzuncusu:
Âbid ve zahid görünmek ve kendine bakış görüş etmiyor zannını vermek için
sakalı karma karışık keçelenmiş bir halde bırakmak.
Onuncusu:
Sakalının siyahına ve beyazına bakarak bir cihetten gençlere bir cihetten
ihtiyarlara benzediği için böbürlenmek.
Onbirincisi:
Sakalını pelik gibi Örmektir.
Ancak kadının sakalı
ve bıyığı çıkarsa onları tıraş etmesi müstehab olur.
Berâcim:
Burcümenin cem'idir. Burcüme parmak mafsalları demektir. Gerek parmak
mafsallarını, gerekse kulakların kıvrıntı yerlerindeki kirleri temizlemek
sünnettir. Burun içi gibi kir, pas toplanan sair yerleri yıkamakta hükümde
dâhildir.
Hadiste geçen tabiri
muhtelif şekillerde tefsir edilmiştir Esas itibari ile suyun noksanlaşmas:
manâsına gelen bu terkibi veki' istinca diye tefsir etmiştir. Bazılarına göre,
bundan murad suyu kullanmak sebebiyle bevli kesmektir. Bir takımları su
serpmektir demişlerdir. Filhakika hadisin bir rivayetinde intikas yerine
intidah denilmiştir. Cumhura göre; abdestten sonra vesveseyi gidermek için
avret yerine biraz su serpmektir. İbnl
Esir hadisin şeklinde rivayet
edildiğini söylemiştir.
Bazıları doğrudan
rivayet budur derler. İnfikâs bevlettikten sonra o mahalli yıkıyarak bevliri
gelmesine mani olmaktır. Maamafih İbni Esir'in rivayeti şazdır. Savab olan
Nevevî'ninde beyan ettiği vecihle kelimenin intikas şeklindeki rivayetidir.
Hz. usab'm: «Onuncuyu
unuttum meğerki mazmaza ola» demesi bu hususta şekk ettiğinin ifadesidir.
Kaâdi Iy âz; «İhtimal bu onuncusu beş şeyle beraber zikredilen sünnet
olmalıdır.» demiştir,
Kırkdokuz numaralı
hadisde Hz. Ebu Hüreyre 'nin: «Fıtrat beştir yahut beş şey vardırki bunlar
fıtratdır» şeklindeki rivayeti dahi öylemi dedi böyle mi kestiremeyip şekk
ettiği içindir.
Ellibir numaralı hadisin
senedinde ismi geçen Ca'fer hakkında UkayIî söz götürür zira Bu zat hakkında
İbni Abdilber: «Bu hadisi Ca'fer b. Süleyman'dan başka kimse rivayet
etmemiştir. O da bel-leyişi zayıf ve hatası çok olduğu için hüccet olamaz
demiştir.» şeklinde mütalea yürütmüş ise de Nevevi bunu kabul etmemiş Ca'f eri
daha Önceki hadis imamlarından bir çoklarının mevsuk ve mutemed bulduğunu
söyledikten sonra: «Onu mevsuk kabul etmek için imam Müs-limin onunla ihticac
etmesi kâfidir. Halbuki bu bâbta başkalarıda Müs-lime ta'bi' olmuşlardır»
demiştir.
Bu hadisin muhtelif
rivayetlerinde sakalın uzatılması hakkında beş tane ayrı kelime kullanılmıştır.
Bunlar :
kelimeleridir ki;
hepsi sakalı kendi haline bırakır mânâsına gelirler. Hadisin zahiri bunu iktiza
ettiği gibi ulemâdan
bir çoklarının kavlide budur.
Kaadi Iyâz diyor ki:
«Sakalın kazıtılması ve yakılması mekruhtur. Ama uzaymca boyundan ve eninden
alınması iyi olur. Sakalını fazla kısaltarak kesmekle şöhret bulmak mekruh
olduğu gibi büyük sakallı olmakla şöhret bulmakta mekruhtur. Sakalın ne kadar
kesileceği hakkında selef ihtilâf etmişlerdir. Bazıları bu hususta hiç bir had
hudut beyan etmemiş- Yalnız dillere düşecek derecede kendi haline bırakılmayıp
biraz kesileceğini söylemişlerdir. İmam-ı Malik pek uzun sakal bırakmayı mekruh görmüştür.
Bir takımları sakal kesmeyi bir tutamla sınırlandırmış fazlasının kesilmesine
kail olmuştur. Hac ile ömreden başka sakalın hiç bir yerde kesilmiyeceğine
kail olanlarda vardır. Bıyıklara gelince seleften bir çoku onların kökten tıraş
edileceğine kail olmuşlardır...»
Nevevi sakalı kendi
haline bırakırsa ondan hiç bir şey kesmemeyi bıyığı ise dudakların etrafı
açılacak şekilde kesilmesini ihtiyar etmiştir.
57- (262)
Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeyhe rivayet etti. (Dediki) : Bize Ebu Muâviye ile Vekî',
A'meşten rivayet ettiler H.
Bize Yahya b. Yahya da
rivayet etti. Lâfız onundur. (Dediki) : Bize Ebu Muâviye, A'meşten, o da
İbrahim'den, o da Abdırrahman b. Yezid?-den, o da Selman'dan naklen haber
verdi. Selmana:
— Peygamberiniz
(Salialiahü Aleyhi ve Seîlem) size her şey'i hattâ kaza-i haceti bile öğretti
(değilmi?) demişler. Selman :
— «Evet, gerçekten
Resulüllah (Salîallahü Aleyhi ve Seîlem) kıbleye karşı kaza-i hacet veya bevl
etmekten, sağ elle taharetlenmekden, üçten az taşla taharetlenmekten, hayvan
tezeği veya kemikle taharetlenmekten bizi men etti.» demiş.
(...)Bize
Muhammed b. el-Müsenna rivayet etti. (Dediki) : Bize Ab-durrahman rivayet etti.
(Dediki): Bize Süfyân, A'meşle mansurdan, onlarda İbrahim'den, o da
Abdurrahman b. Yezid'den, o da Selman dan rivayet etti. Selman şöyle demiş:
— «Bize Müşrikler (den biri) : Görüyorum ki;
sahibiniz size herşeyi Öğretiyor. Hatta kaza-i haceti bile Öğretiyor.» dedi.
Selman şu cevabı vermiş:
— «Evet. Hakikaten o bizden birimizin sağ elle
taharetlenmesini ve kıbleye karşı kaza-i hacet etmesini men etti. Hayvan tersi
ve kemiklerle taharetlenmekten de men etti. Hem :
«Hiç biriniz üçten
aşağı taşla taharetlenmesin.»
58- (263)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dediki) : Bize Ravh b. Ubade [76]
rivayet etti. (Dediki) : Bize Zekeriyya b. İshâk rivayet etti (Dediki) : bize
Ebu'z-Zübeyr rivayet etti, ki Cabiri:
— «Resulüllah
(Sallalhhü Aleyhi ve Seîlem) bizi kemik veya hayvan tezeği ile taharetlenmekten
men etti» derken işitmiş,
Hadis-i Şerif-in
ikinci rivayetinden anlaşilıyorki Hz. Selman-i Farisi'ye suali soran
müşriklerden biriymiş. Müşrik bu suali alayet-mek için sormuştur. Binaenaleyh
Selman (Radiyalîahû anh)ona gerektiği gibi ağzının payını verir cevaba lüzum
görmeye bilirdi. Lakin o böyle yapmamış kâfirin istihzasına aldırış etmeyerek
sualini ciddi bir müsterşid suali gibi telâkki ederek şeri'atm hükmünü
kendisine anlatmış bu makamın istihza yeri olmadığını bu. suretle
göstermiştir.
Sel ma n (Radiyaîlahû
anh) cevabına «ecel» diyerek başlamıştır. Bu kelime «neam» gibi evet manasına
gelir. Hatta lügat ulemasından Ahfese göre haber hususunda «neam» dan daha
güzeldir. Sual hususundada «neam» ondan daha güzeldir. Bunların ikiside gerek
sübut gerekse nefiy hususunda tasdik ifade eden birer harftir.
Hırâe :
kaza-i hacet yani büyük abdest bozmaktır. Çıkan pisliğe ârap-\bt hara' yahut
hirâ' derler.
Hur: ve Har
diyenlerde vardır.
Gait: Çukur
yer demektir. Kaza-i hacet için böyle yerler arandığından helayâda gait
denilmiş. Sonra mecezen necasete de gait ıtlak edilmiştir. Selman (Radiyallahü
anh) m kazurat için gait kelimesini kullanması onun ismini söylemek ayıp
sayıldığı içindir. Bevl kelimesini kullan-maksa ayıp sayümadığı için onu kinaye
suretiyle değil kendi adiyle zikretmiştir.
Gerek küçük abdest
gerekse büyük abdest bozarken kıbleye karşı dönmenin hükmü hususunda ulemâ
ihtilâf etmişlerdir, şöyle ki:
1- İmam
Malik ile Şafiî hazeratına göre sahrada kıbleye karşı kaza-i hacet etmek
haramdır. Evlerde haram değildir. Bu kavil Abbas b. Abdil muttalip ve Abdullah
b. Ömer (Radiyallahü anhümâ)i\e Şa'bi', Ishâk b. Rahuye ve bir rivayette İmam Ahmed b.
Hambel'in mezhebidir.
2-
Bazılarına göre kırda da evde de kıbleye karşı kaza-i hacet caiz değildir.
Ashab-ı kiramdan Ebu Eyub el-Ensari (Radiyallahü anh) m mezhebi bu olduğu gibi
tabiînden Mücahit, İbrahim Nehaî, Süfyan-ı Sevrî,ve
Ebu Sevr de buna kaildirler. Bir rivayette İmam-ı
Ahmed b. Hambel dahi bu kavli
ihtiyar etmiştir.
3- Kırda ve
evde kıbleye karşı kaza-i hacet etmek caizdir. Urvetü'bnü'z-Zübeyr (Radiyallahü
anh) ile İmam-ı Malik'-dirler. Bir
rivayette İmam Ahmed b. Hambel dahi bu
dur.
4- Kıbleye
karşı kaza-i hacet etmek sahrada ve evde caiz değil fakat kıbleye arkasını
dönerek kaza-i hacet kırda da evde de caizdir. Bir rivayette İmam Azam
Ebu Hanife ile İmanı Ahmed b. Hanbe1'in mezhebleri budur. Diğer
rivayete göre Ebu Hanife nerede olursa
olsun kaza-i hacet esnasında kıbleyi önüne veya arkasına almayı memnu' sayar.
Kıbleye karşı kaza-i
hacedin mutlak surette memnun olduğunu söylenenler buradaki selman had,isi
gibi.mutlak surette kıbleye karşı kazâ-i haceti yasak eden Sahih hadislerle
istidlal ederler.
Ebu Hüreyre ile Ebû
Eyyub (Radiyallahu anhümâ) hadisleri de bunlardandır. Derlerki: «Kıbleye karşı
kaza-i hacetin men edilmesi kıblenin hürmetinden dolayıdır. Bu mânâ sahrada da
evlerde de mevcuttur. Eğer duvar ve saire gibi haller kıbleye karşı dönmek için
kafi gelseydi bu işin sahrada da caiz olması icabederdi. Çünkü Kabe ile bizim
aramızda nice dağlar vadiler v.s, haller vardır.»
Kıbleye karşı kaza-i
haceti mutlak surette mubah görenler babımız hadisleri meyânında gelecek İbni
Ömer (Radiyallahu anh) hadisi ile istidlal ederler. O hadiste İbni Ömer
(Radiyallahu anh)B, esulül-lah (Salîailahü Aleyhi ve Seilem)i Beyt-i Makdise
doğru dönerek kıbleyi arkasına almış vaziyette kaza-i hacet ederken gördüğünü
bildirmektedir.
Kıbleye Önünü dönerek
kaza-i hacet caiz değilse de arkasını dönerek kaza-i hacet caizdir. Diyenler
buradaki Se1man (Radiyallahu anh)hâdişi
ile istidlal etmişlerdir.
Sahrada kıbleye karşı
önünü veya arkasını dönerek kazâ-ı hacet caiz değildir. Fakat evlerde caizdir,
diyenler dahi mezkûr İbni Ömer hadisi ile ihticac ederler. Birde Hz. Câbir
(Radiyallahu anh) dan rivayet edilen bir hadiste Cabir'in: «Kesulüllah (Salîailahü Aleyhi ve Seilem) bizi kıbleye karşı bevl etmekten men etmişti.
Fakat ben onu vefatından bir sene Önce kıbleye karşı bevlederken gördüm»
demesini müd-deâlarına delil gösterirler. Bu hadisi Ebu Dâvud, Tirmızî ve başkaları güzel bir
isnadla tahric etmişlerdir Mervan-ı Asgâr hadisi de bunların delillerindendir.
Mervan şöyle demiş; «İbni Ömer
(Radiyallahu anhümâ)yi devesini çökerterek kıbleye karşı bevl ederken gördüm.
Kendisine:
— «Ya Eba Abdirrahman bu memnu' değilmi dedim.
— «Hayır. Bu ovada memnu'dur; seninle kıble
arasında seni örten bir şey varsa zarar etmez» dedi.
Bu hadisi Ebu Davud ve
başkaları rivayet etmişlerdir. Bu babtaki hadisler sahih olup evlerde bu işin
caiz olduğuna delâlet ederler. Kıbleye karşı kaza-ı hacetin memnu' olduğunu
bildiren Ebû Eyyub Se1man ve Ebû Hüreyre (Radiyallahu Anhüm) hadisleri
memnuiyetin sahraya ait olduğuna hamledilerek hadislerin arası cem edilir.
Hadislerin aralarını
bulmak mümkin olduğu takdirde onlarla amel etmenin vacip olduğunda ulema
müttefiktirler. Binaenaleyh bu hadislerle amel vacib olur. Bu kavle zahib
olanlar ova ile evleri mana itibari ile birbirinden farklı bulurlar, Çünkü
evlerde kıbleye karşı dönmemek güçtür sahrada ise bu iş kolaydır.
Kıbleye arkasını
dönerek kaza-i hacet etmeyi mubah görenlerin kavli sahih hadislerle
reddedilmiştir. Bu hadislerde kıbleye önünü veya arkasını dönerek kaza-i hacet
yasak edilmiştir.
Nevevi diyorki:.
«Gerek ovada gerekil evlerde kıbleye karşı ci-ma'da bulunmak caizdir. Bizim mezhebimiz
bu olduğu gibi Ebu Hanife ile Ahmed b. Hanbelin ve Dâvud-u Zâhiri'nin mezhebleride
budur. Ma1ikiyye ulemâsı bu mes'elede ihtilâf etmişlerdir
Maliki 'lerden İbni
K'aasinı'e göre caizdir. İbni Habib mekruh olduğunu söylemiştir. Fakat doğrusu
caiz olmaktır. Çünkü bir şey'in haram kılınması ancak şeriatla sabit olur.
Halbuki bu babta şeriat tarafından nehiy varid olmamıştır.
Kudüs'teki Beyt-i
Makdise önünü veya arkasını dönerek büyük ve küçük abdest bozmak haram değil
mekruhtur.
Haza-i hacet esnasında
kıbleye önünü veya arkasını dönmeyip taharet esnasında dönmek caizdir. Allahu
a'lem.»
Sağ elle
taharetlenmemek istincanın âdâbmdandır. Ulemâ sağ elle is-tincanın menhi ve
memnu' olduğunda müttefiktirler. Yalnız cumhura göre bu husustaki nehiy tahrim
için değil tenzih ve edep içindir. Zahirîlerden bazılarına göre sağ elle
istinca haramdır. Nevevi bazı Şafiîle-rinde buna işaret ettiğini fakat onların
işaretine itimad olunmadığını söyledikten sonra: «Ulemâmız istinca işlerinden
hiç bir hususta sağ elden istifade edilmemesinin müstehab olduğunu
söylememişlerdir. Yalnız özür hali müstesnadır. Birde suyla taharet yapılırsa
sağ elle dökülür; taharet sol elle yapılır. Taşla yapılırsa arkadaki taharet
sol elle öndeki ise mümkün olduğu takdirde taşı yere yahut ayakların arasına
koyarak silinmekle bu mümkin değilde taşı kaldırmak zarureti varsa sağ eline
alarak silmekle olur. Silinecek yer sol elle tutulur. Sağ el hareket
ettirilmez doğrusuda budur» diyor.
Bunun aksine kail
olanlar varsada Nevevî onların kavlinin sahih olmadığını söylüyor. Sağ elle
taharetlenmenin nehiy buyurulması onun kıymetine tembih ve onun pisliklerden
korumak içindir.
Hadiste «üçten az
taşla taharetlenmekten de bizi nehiy buyurdu» denilmesi taharetin üç taşla
yapılacağı hususunda nasstır. Mes'ele ulema arasında ihtilaflıdır. Şafiîlere
göre necasetin aynini giderinceye kadar taş kullanmak vaciptir. Fakat bir veya
iki defada temizlik hasıl olsa bile üçüncü taşı kullanmak yine vaciptir.
İmam Ahmed b. Hanbel
ile İsh.ak b. Râhuye ve Ebu Sevr'in mezhebleride budur. İmam-ı Malik ile
Davud-u Zahirî'ye göre istincada vacip olan o yerin temizlenmesidir.
Binaenaleyh temizlik bir tasla dahi hasıl olsa kifayet eder. Bu bab-daki
tafsilât yukarıda geçmişti.
Resu1ü11ah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) hayvan tersi ve kemikle taharetlenmeyi de men etmiştir.
Çünkü hayvan tersi necistir. Kemikde cinlerin yiyeceğidir. -Bu iki kelime
necaset ve yiyecek cinsleriyle taharet caiz olmadığına işarettir. Hayvanın
cüzleri ve sair yenilen şeyler bunda dahil olduğu gibi üzerine yazı yazılan
kağid gibi muhterem şeylerde hükümde dahildir. Ulemâdan bazıları on şeyle
istincaın mekruh olduğunu söylerler bunlar; 1- Kemik, 2- Pislik, 3- Hayvan
tezeği, 4- Yiyecek, 5- Kömür, 6- Cam. 7- Kağıt, 8- Kumaş parçası, 9- Ağaç yaprağı
ve 10- çiçektir.
Hz. Se1man
(Radiyallahû anh) «Bize müşrikler dedi» ifadesi ile ya müşriklerin sözcüsünü
yahut sözcü olmayan her hangi bir müşriki kas-detiniştir. Sair müşrikler bu
meselede ona muvafakat ettikleri için sîgayı cemî kullanmıştır.
59- (264)
Bize Züheyr b. Harb ile İbni Nümeyr de rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Süfyan
b. Uyeyne rivayet etti. H.
Bize Yahya b. Yahya da
rivayet etti. Lâfız onundur. Dediki Süfyân b. Uyeyne'ye: Sen Zühriyi Ata' b.
Yezil el-Leysiden, o da Ebu Eyyub'dan o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen şu hadisi rivayet ederken işitmişsin. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Helaya geldiğiniz
zaman küçük veya büyük abdest bozarken kıbleyi karşınıza veya arkanıza almayın.
Lâkin şarka veya garba dönün.» buyurmuşlar.
Ebu Eyyub :
— «Müteakiben Şama geldik (orada) kıbleye karşı
yapılmış helalar bulduk. Artık onların içinde kıbleden dönüyor ve Allaha
istiğfar ediyorduk demiş. (Öylemi?) » dedim. Süfvan :
— «Evet» cevabını verdi.
Bu hadisi Buharı
«Kitabu'1-vudu» ve «Kitabu's-Salat» da tah-ric ettiği gibi Ebu Dâvud, Tirmizi,
Nesâî ve İbni Mâce dahi «Kitabu'l vudû» da tahric etmişlerdir. Görülüyorki Hz.
Ebû. Eyyub (Radiyallahû anh) hadisi rivayet ettikten sonra Şam'a gittiklerini
orada helaların kıbleye" doğru yapıldığını görünce kıbleden dönerek
keza-i hacete oturduklarını ve Allah'a istiğfar ettiklerini bildirmiştir, ki
Ebu Hanife ile bir rivayette Ahmed b. Harabe1in mezhebleri de budur. Mes'elenin tafsilâtı az
yukarıda görüldü.
Şam: Kelimesinin esas
itibari ile Şam olduğunu oraya ilk varan Nuh (Aleyhisselâm) 'm oğlu Sam olduğu
için şehire bu isim verildiğini; Arapların Sini Sına tebdil ederek kelimeyi Sam
diye telâffuz ettiklerini söyleyenler vardır.
Hz. Ebu Eyyub
(Radiyallahû anh) m «istiğfarı» bazılarına göre helaları kıbleye karşı yapanlar
içindir. Çünkü günahkarlar için istiğfarda bulunmak sünnettir. Bazıları bu
istiğfarın kıbleye karşı oldukları için yapıldığını söylerler. Fakat hadisin-
zahirî mânâsına göre mezkûr istiğfarı yapanlar başkaları için değil kendi
nefisleri için yapmışlardır. Abdest bozmak günah olmadığı halde buradaki
istiğfara neden lûzüm görülmüştür? Sualine şöyle cevap verilmiştir:
Ehl-i Takva olanların
âdeti budur. Onlar günaha girmekten korunmak için kendilerini daima kusurlu
görerek istiğfarda bulunmuşlardır.
Ulemânın beyânına
göre.; abdest bozarken şarka veya garba dönme emri Medine'lilerle Medine
hizasında bulunupta şarka veya garba döndüğü zaman Kabe karşısına veya arkasına
gelmeyenler hakkındadır. Binaenaleyh dünyanın sair memleketlerinde yaşıyanlar
bu emre göre hareketle abdest bozarken Kâbenin Ön veya arka taraflarında
kalmamasına dikkat edeceklerdir. Hadisten murad budur. Şu Halde Kâbenin
şarkında veya garbında yaşayanlar cenube veya şimale döneceklerdir.
Bu husustaki mezhebler
bundan Önceki rivayette görüldüyse de Aynî onlardan maada üç mezheb daha zikretmektedir.
Şöyle ki:
1- İmam Ebu
Yûsuf 'tan rivayete göre yalnız evlerde Kâbeye arkasını dönerek bozmak caizdir.
2- Gerek
Kâbeye gerekse Kudüsteki Beyt-i makdise
Önünü veya arkasını dönerek kaza-i hacet etmek mutlak surette haramdır. İbni Şirin ile İbrahim
Nehâi 'nin buna kail oldukları söylenir.
3- Kâbeye
önünü veya arkasını dönerek abdest bozmak yalnız Medine'lilerle Medine
hizasında yaşıyanlara haramdır. Kâbenin şarkında veya garbında yaşıyanlara
haram değildir. Ebû Âvâne 'nîn kavli budur.
1- Kıbleye
ikram ve tâ'zimde bulunmak müslümanın daimi vazifesidir.
2- İslâm
âdap ve terbiyesini her hal-ü kârda muhafaza gerekir.
3- İbni Tın
Ay'la Güneşe karşı abdest bozmanın memnu olduğuna bu hadisle istidlal etmiştir.
Onun bu hükmü kıble meselesine kıyasen verdiği tahmin ediliyorsada bu kıyas
zahir değildir.
Kaza-i hacet esasında
avret mahallini güzelce örtmek, konuşmamak, sol elle taharetlenmek, istincadan
sonra eli toprak veya sabunla yıkamak.
Suya bevl etmemek,
yüzüğünde ismullah yazılı ise helaya girmezden Önce onu çıkarmak, Aya ve Güneşe
karşı keza ayakta ve halkın geçtiği yollara, gölgesinde oturulan ağaç altına,
meyvali ağacın altına ve dere kenarlarına abdest bozmamak adaptandır.
60- (265) Bize
Ahmed b. Hasen b. Hıraş [77] da
rivayet etti. (Dedi-ki) : Bize Ömer b. Abdilvahhab [78]
rivayet etti. (Dediki) : Bize Yezid yani İbnü Zürey' rivayet etti!. (Dediki) :
Bize Ravh Süheyl'den, o da Ka'kaa'dan o da, Ebu Salih'den, o da Ebu
Hüreyre'den, o da Resulülîah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet
etti. Şöyle buyurmuşlar:
«Sizden biriniz
hacetine oturduğu vakit kıbleyi
karşısına veya arkasına almasın.»
Bu rivayetin senedi
hakkında Dare-Kutnî şunları söylemiştir. Bu hadis Süheyl 'den mahfuz değildir.
Onu ancak İbni Aclân Ravh ve başkalarından rivayet etmiştir. «Ebu Said-i Herevî'nin
torunu Ebu'l Fadl ondaki hatanın Ömer b. Abdi1vahab'dan ne'şet ettiğini, hadisin
Muhammed b. Aclân tarikiyle Ka'kaa'dan rivayet edildiğini, Süheylin o isnatda.
zikri geçmediğini söylemektedir. Hadisi doğru olarak Ümeyyetü'-bnü Bistam Yezid
b. Zürey 'ren o tia Ravh 'tan, o da İbni Aclân 'dan, o da Ka'kaa 'dan, o da Ebu
Salih 'den, o da da Ebu Hüreyre 'den, o da Peygamber (Salîaîlahii Aleyhi ve
Seîlem) den uzun bir şekilde rivayet etmiştir. Ömer b. Abdi1lâh'm hadisi
muhtasardır. Fakat Nevevî burada hadise dokunacak bir şey görmemekte ve hadis,
Süheyl ile İbni Acîân'ın ikisinin birden dinlediklerine hamlolunur. Yalnız İbni
Aclân 'in rivayeti şöhret bulmuştur» demektedir.
61- (266)
Bize Abdullah b. Mesleme [79] b.
Ka'neb rivayet etti. (Dediki) : Bize Süleyman yani İbni Bilâl Yahya b.
Said'den, o da Muhammed b. Yahya'dan, o da amcası Vâsi' b. Habbân'dan [80]
naklen rivayet etti. Vâsi' şöyle demiş:
— «Mescidde namaz kılıyordum. Abdullah b.
Ömer'de sırtını kıbleye doğru dayamış oturuyordu. Ben namazımı bitirince
bulunduğum yerden (kalkarak) onun yanma gittim. Abdullah şunları söyledi:
— Bir takım insanlar, (tabiî) bir hacetini def
için oturursan kıbleye ve Beyt-i Makdise karşı oturma diyorlar. Vallahi ben bir
evin damına çık-dim da Kesulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) defi hacet için
heyt-ül makdese doğru iki kerpiç üzerinde otururken gördüm.»
62- (...)
Bize Ebû Bekr b. EH Şeybe rivayet etti. (Dediki) Bize Mu-hammed b. Bişr el-Abdî
rivayet etti. (Dediki) Bize Ubeydullah b. Ömer, Muhammed b. Yahya b.
Habban'dan, o da amcası Vâsi' b. Habban'dan o da İbnî Ömerden naklen rivayet
etti. İbni Ömer şöyle demiş:
«Kız kardeşim
Hafsa'nın evinin üstüne çıktım, ve BesuluIIâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) in
Samı önüne, kıbleyi de arkasına alarak kaza-i hacete oturduğunu gördüm.
İbni Ömer(Radiyallahu
anhümâ)nm Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)i kaza-i hacet ederken görmesi
tesadüfi olmuştur. Maamafih onun kaza-i hacet için ne şekilde oturduğunu görmek
için kasten evin üzerine çıkmış olmasıda muhtemeldir. Maksa.d onun yüzünü
görmekle hâsıl olmuştur.
Görülüyorki; hadisin
bazı rivayetlerinde kaza-i.hacet için kıbleyi Önüne veya arkasına almak
nehyedilmiş bazılarında ise; bizzat Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) in
Beyt-i Makdise doğru dönerek kaza-i hacet ettiği ispat edilmektedir. Medinede
Beyt-i Makdise doğru dönen bir kimse tabiî olarak kâbeyi arkasına almış olur.
Bu itibarla İbni Ömer rivayeti Kâbeye arka dönerek abdest bozmanın caiz
olduğuna delâlet ediyor. Hadis buna kail olanların delillerin dendir.
63- (267)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dediki) : Bize Abdur-rahman b. Mehdi,
Hemmamdan, o da Yahya b. Ebi Kesir'den, o da Abdullah b. Ebi Katade [81] den,
o da babasından naklen haber verdi. Şöyle demiş Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):
«Sakın biriniz bevl
ederken âletini sağ eliyle tutmasın, helada sağ eli ile silinmesin; kabın içine
de solumasın.» buyurdular.
Bu hadisi,Buhari
«Kitabu'l vudu», Kitabu't Tahare» ve «Kitabu'l-^Eşribe» de Müslim buradan mada
«Kitabu'l Eşribe» de Ebû Dâvud, Tirmizi, Nesaî ve İbni Mâce «Kitabu't-Tahare»
de tahric etmişlerdir.
Hadisin senedindeki
Hemmam'in tashif olduğu anlaşılmıştır. Doğrusu Hişâm'dır. Bu tashifi İmam
Müslim 'den rivayet eden biri yapmıştır. Hadisi Buhâri, Nesaî ve diğer imamlar
Hişam-ı Destevaî tarikiyle tahrîc ettikleri gibi bundan sonraki rivayette
Müslim dahi onu' aynı zattan tahriç etmiştir. Senetle tashif bulunduğunu
ulemâdan Ebû Muhammed Halef el-Vasitî izah etmiş ve şöyle demiştir: «Bu hadisi
Müslim Yahya b. Yahy a 'dan o da Abdurrahman b. Mehdi 'den, o da Hişâm'dan, ve
yine Müslim Yahya b. Yahya 'danf o da Vekî'den, o da Hişam'dan o da Yahya b.
Ebi Kesir 'den naklen rivayet etmiştir.» Bu suretle Müs1im'in bu hadisi her
iki tarikte Hişam-ı Destevaî 'den rivayet ettiği fakat sonradan Hişâm yerine
Hemmam denilerek tashif yapıldığı anlaşılmıştır.
«Sakın biriniz bevl
ederken âletini sağ eliyle tutmasın.» cümlesindeki nehiy kerahet-i tenzihiye
içindir. Bu babta yukarı ki hadiste izahat verilmişti. Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) sağ
elini daima yiyeceğini içeceğini ve giyeceğini onunla tutmak için necasetten ve
neca-setli yerlerden masun bulundururdu. Bedenin alt kısmındaki hizmete sol
elini tahsis etmişti. Kazurat ve temizlenmesi icap eden şeylerde onu kullanırdı.
Vakıa burada sağ elle yalnız bevl halinde bevl uzvunun tutulması nehy
edilmişsede Ebu Davud'un sahih bir senetle Hz. Aişe (Radıyallahu Anhâ) dan rivayet ettiği bir hadiste:
«Resulüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Seİlem) in sağ eli yiyeceğine içeceğine, sol eli de
helasına ve pislikleri temizlemeye tahsis buyurulmuştu» denilmektedir.
Ayni hadisi diğer
hadis imamlanda tahric etmişlerdir. Bu mânâda bir hadis Ümmü'l-Mü'minin Hafsa
(Radıyallahu Anhâ) dan da rivayet edilmiştir. Hadis burada bevl haliyle
mukayyetsede başka rivayetlerinde mutlak olarak varid olmuştur. Bu sebeple
ulemâdan bazıları mutlak rivayeti ile bazılanda mukayyed olanla amel
etmişlerdir. Mukayyed rivayeti ile amel edenler iki rivayetin aynı hadîsmi
yoksa ayrı ayrı hadiseler hakkında varid olmuş iki hadismi olduğunu tetkik
etmişler, râvî-lerin muhtelif, tahric edenin ise bir zat olmasına bakarak iki
rivayetin aynı hadis olduğuna hükmetmiş mutlak
rivayeti mukayyede hami eylemişlerdir. Çünkü mukayyed rivayetteki: «Bevl ederken» kaydı aynı hadiste âdil bir râvî tarafından
yapılmış bir ziyade olurki buda makbuldür. Rivayetler ayrı ayrı iki hadis bile
olsalar itlâk ve takyidin hükmü yine budur. Yani mutlak mukayyede hamledilir.
Hadisteki nehyin
cumhura göre kerahet-i tenzihiyeye hamledilmesi-nin iki sebebi vardır. Biri sağ
elin kıymetini yükseltmek diğeride iğrençliği gidermektir. Çünkü necaset sağ
elle temizlenirse yemek esnasında bu hatıra gelerek bir iğrençlik hasıl
olabilir.
Zahirîlere göre;
buradaki nehiy tahrim içindir. Onlara göre sağ elle taharetlenmek haramdır,
pnunla taharet yapmak caiz değildir. Hatta yapılmış olsa sol elle tekrar
iadesi lâzım gelir.
Şafiîlerle
Hanbelilerden bazıları da bu kavli ihtiyar etmişlerdir. Taharet esnasında sağ
elle silinmenin hükmü dahi cumhura göre kerahet-i tenzihiye ile mekruhtur.
Zahiriler bununda haram olduğuna kaildirler.
Burada Hattabî bir
işkâl mülâhaza ederek şöyle demiştir: «Taşlarla istinca yapan bir kimse sol
eline taşları alsa; sağ eli ile istinca yerini tutmak icabeder. îstinca yerini
sol eliyle tutsa bu seferde sağ eliyle taharetlenmesi gerekir. Halbuki
Peygamber (Sallaîîahü Aleyhi ve Selletn) in nehyi bu iki surete de şamildir.»
Bu işkâle yine kendisi şöyle cevap vermiştir. «Taharetlenen kimse
kaldırılamıyacak büyük taş ve duvar gibi şeylerle isticmar yapar ve bunları
sol eliyle tutar. Böyle birşey bulamazsa mak'admı yere sürerek isticmar
yapacağı şey'i Ökçeleri ile yahut ayakların başparmaklar ile tutarak sol
eliyle isticmar yapar. Bu suretle sağ elini hiç kullanmamış olur.»
Tıybi : «Sağ eli ile
istincanı men edilmesi arkaya mahsustur. Dokunmanın memnu olması da zekere
hastır. Binaenaleyh ortada işkâl yoktur.» demişsede Aynî buna itiraz etmiş; bir
hadiste: «Sağ eliyle istinca edemez» buyurulmuştur ki bu Tîbî'in sağ el ile
istinca arkaya mahsustur iddiasını reddeder» demiştir.
Bazıları Hattâbî'nin
işkâl meselesine verdiği cevabı çirkin hatta imkânsız bulmuşlardır. Bu hususta
en doğru hareket İmamu'1-Haremeyn ile ondan sonra gelen İmam Gazali ve Begavî
gibi zevatın söyledikleridir. Onlara göre temizlenecek aaa sol elle tutulacak
sağ elle tutulan bir şey üzerine silinecektir. Sağ elle tutulan şey yerinden
kal-dırılamıyan ağır bir cisim olduğu için taharetlenen kimse sağ elle isticmar
yapmış sayılmayacak sağ el hiç kullanılmamış gibi olacaktır. Bu hal taharetlenirken
sağ elle sol ele su dökmek gibidir.
Kabın içine soluma
meselesine gelince bu iki şekilde olur, ya su içerken kabı ağzından ayırmadan
içersine nefesini salar bu mekruhtur: Yahut suyu içerken ayrı ayrı üç nefeste
içer ve her nefeste kabı ağzından ayırarak nefesini dışarıya salar. Teneffüsün
hakikati soluğun ağzından çıkmasıdır. cümleleri merfû' olarak da rivayet edilmişlerdir.
Bu takdirde mânâ nehiy değil «silinmez» ve «nefes almaz» şekilde nefiy olur.
Maamafih her iki takdire görede maksat edep ve nezâketi talimdir. Çünkü kabın
içine soluyan bir kimsenin tükürüğü suya karışabilir. Çok defa ağzının kokusu
kabın içine sinebilir. Bu sebeple ondan sonra o kabtan su içecek olanlar bir
iğrenç ve tiksinti hissederler. Birde böyle suyun içine soluyarak içmek
hayvanların âdetidir. Su içmenin sünneti onu üç defada içmek ve her defasında
kabı ağzından alarak dışarıya solumaktır. Kabm dışına solumak en güzel bir edep
ve nezaket olduğu gibi üç defada içmek mide içinde en hafif ve el verişli bir
usuldür. Kabın içine soluyarak içildiği takdirde su birden boğaza dalarak
mideye ağırlık verir ciğerlere de dokunabilir. Solumak suretiyle hastalık
bulaşması teh-likeside vardır. Bazıları: «Su besmele ile içilir. Sonunda da
Allah'a hamd edilir. Suyu üç defada içen her defasında besmele ve hamd
edecektir. Halbuki bir defada içen yalnız başında ve sonunda bîr defa besmele
ve ham-düsena ile kalacaktır. Bu suretle aralardaki besmele ve hamdeleleri terk
ettiği için suyu bir defada içmek mekruh olmuştur» derler. Vakıa bu hadiste
yalnız su kabının içine solumak nehi buyurulmuş suyun kaç defa içileceği beyan
edilmemişse de başka bir hadiste suyun üç defada içileceği beyan edilmiştir.
Ulema üç defada içilen suyun hangi defasında daha çok durulacağı huşunda
ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre; birinci defada daha-çok ikincide az
durulacaktır. Diğerlerine göre bilâkis birinci növbette az ikincide ondan daha
çok üçüncüde bunların ikisinde çok durulacaktır. Bu suretle hem sünnete hemde
tıbba riayet edilmiş olur. Çünkü azar azar içilen su mideye zarar vermeden
vasıl olur. Suyu emerek içmenin bir hadiste emir buyurulnıasi bundandır.
Bu babta süt, şerbet
gibi içilen şeylerin hükmüde aynen suyun hükmü gibidir. Hattâ yemek kabının
içine solumak ve üfürmek de böyledir.
Tirmizî'nin sahih bir senetle Ebu Sa'id-i Hudrî (Radiyalîahû anh) dan rivayet ettiği bir hadiste Resulüllah
(Saîlaiİahü Aleyhi ve Seîîem)in «suyu üfleyen birini bundan men ettiği; o zatın
bunu suda gördüğü bir çöpten dolayı yaptığını söylerek özür dilediği bildiriliyor.
Fakat hadisin devamından anlaşıldığına göre Peygamber (Saîîallahü Aleyhi ve
Sellem) bu özürü kabul etmemiş suyu dökmesini emir buyurmuştur: Üfleyen zat:
«Amma ben bir nefeste
içmekle kanmıyorum» demiş. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Öyleyse bardağı
ağzından ayırarak iç.» buyurmuşlardır.
64- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dediki) : Bize Vekf Hi-şam ed-Destevai'den,
o da Yahya b. Ebi Kesirden, o da Abdullah b. Ebi Katâdeden, o da babasından
naklen haber verdi. Şöyle demiş. Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Biriniz helaya
girdiği vakit zekerini sağ etiyle tutmasın.» buyurdular.
65- (...)
Bize ibni Ebi ömer rivayet etti (Dedi ki) ; Bize Sekafi Eyyub'dan, o da Yahya
b. Ebi Kesir'den, o da Abdullah b. Ebi Katade'den, o da Ebu Katade'den naklen
rivayet etti, ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabın içine solumaktan
zekerini sağ eliyle tutmaktan ve sağ eliyle taharetlenmekten nehiy buyurmuşlar.
îmam-i Müslim bu
rivayetleri de helada sağ elle taharetlenmenin; su ve yemek kaplarının içine
solumanın memnu' olduğunu ispat için zikretmiştir. Hüküm itibarı ile bunlarda
yukarkinin aynıdırlar.
66- (268)
Bize Yahya b. Yahya et-Temimî de rivayet etti. (Dediki): Bize Ebu'I Ahvas,
Eş'as'tan, o da babasından, o da Mesruk'dan, o da Aişe'-den naklen haber verdi
şöyle demiş: Resulüllah (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem) temizleneceği zaman
temizliğinde taranacağı zaman taranışında ve ayakkabı giyeceği zaman onları
giymede sağdan başlamayı pek severdi.
67- (...)
Bize Ubeydullh b. Mu'az dahi rivayet etti. (Dediki) : Bize babam rivayet etti. (Dediki)
: Bize Şu'be, Eş'as'dan, o da babasından, o da Mesruk'tan, o da Aişe'den naklen
rivayet etti. Aİşe şöyle demiş: Resulül-lâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her
işinde:
Ayakkabı giymesinde,
taranmasında ve temizlenmesinde sağdan başlamayı severdi.
Bu hadisi Buharı
«Kitabu'I-Vudu» ile «Kitabus salât» da Ebu Dâvud «Kitabu'l Libas»da Tirmizî Salât
bahsinin sonunda,
Nesaî ile İbni Mâce'de Taharet bahsinde tahric
etmişlerdir.
Hadis-i Şerif Resulüllah
(Salkdlahü Aleyhi ve Sellem)in her işe sağdan başladığını te'kid sureti ile
ifade ediyorsada buradaki umûm haricî delillerle tahsis edilmiştir Nevevî
diyorki: «Sağdan başlama meselesi şerî'atm daimi bir kaidesidir. Kaide şudur.
Tekrim ve teşrif babından olan elbise, don ve mest giymek, mescide girmek,
misvak tutunmak, Ür-me çekinmek, tırnak kesmek, bıyık kısaltmak saç taramak,
koltuk yolmak, başı tir.aş etmek, namazda selâm vermek, taharet azalarını
yıkamak, heladan çıkmak, yiyip içmek, musafaha etmek, haceri esvedi öpmek
ve-sair bu manâdaki şeylerde sağdan başlamak müstahaptır. Bunun zıddı olan
helaya girmek, mescidden çıkmak, burnunu atmak, taharetlenmek, elbise, don ve
mest çıkarmak gibi şeylerde ise soldan başlamak müstehap-tir. Bütün bunlar sağ
tarafın keramet ve şerefindendir.»
Bazıları «bu meselenin
hakikati şudur: Yapılması maksut" ve matlup olan işlerde sağdan, başlamak
müstahaptır. Soldan başlanması müstahab olan fiiler matlûp değildir. Bunlar ya
terki matlûp yahut yapılması maksût olmayan fiillerdir» demişlerdir.
1- Sağ,
soldan şereflidir.
2- Başı
yıkarken, tıraş ederken ve tararken sağ tarafından başlamak müstahabtır. Vakıa
yıkamakta ve taramakta kiri gidermek tıraş ol-maktada saçı gidermek manası
olduğu binaenaleyh bunların izâle kabilinden gayri maksut fiiller sayılması
lâzım geldiği hatıra gelebilirsede haki-katta ba fiiller başı tezyin ve güzelleştirme maksadıyla
yapıldığından maksut fiillerden sayılırlar.
3- Ayakkabı
ve mest gibi şeyleride sağdan başlayarak giymek müs-tahabdır.
4- Abdestte
her uzvu sağdan başlayarak yıkamak müstehabdır. İbnü'l Münzir: «Abdest alırken soldan başlayana iade lâzım
gelmediğine ulemâ icma' etmişlerdir.» diyor. Filhâki' Hz. Ali ve İbni Mes'ûd (Radiyallahu anhümâ)-nın abdest alırken:
«Sağdan mı başladım ehemmiyet vermem» dedikleri rivayet olunur. Nevevî abdest
alırken sağdan başlamanın sünnet olduğuna bütün ulemanın ittifak ettiklerini;
bunu yapmayanın fazilete nail olmıyacağını maamafih abdestinin tamam olduğunu
söyler. Onun bütün ulemâdan muradı ehl-i sünnet ulema-sidir. Çünkü şiiîerin
mezhebine' göre sağdan başlamak farzdır. Ulemâ'dan
Râfi'i İmam Ahmed b.
Hanbelin de sağdan başlamanın vücubuna kail olduğu zannını veren sözler
soylemişsede bu iddia doğru değildir. Zira Hanbelilerden «El-Muğni» nam eserin
sahibi: «Sağdan başlamanın vacib olmadığı hususunda hiç bir hilaf bilmiyoruz»
demiştir.
Nevevî diyorki: Soldan
başlamak her ne kadar kifayette etse mekruhtur. îmam Şafii «El-Ümm» nam
eserinde bunu nassan tasrih etmiş sonra şunları söylemiştir: Malumun olsunki
abdest azalarının içinde sağdan başlanması müstahab olmayanlarda vardır. Bunlar
kulaklar, avuçlar ve yanaklardır. Mezkûr uzuvlar bir defada yıkanırlar. Şayet
bir defada yıkamak mümkün olmazsa o zaman sağdan başlanır.»
Ebû Dâvûd ile
Tirmizînin «Sünen» lerinde Ebû 'Hürey'e (Radiyaîlahû anh) dan güzel isnadlarla
rivayet olunan bir hadiste Rpsulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) :
«Elbise giydiğiniz
veya abdest aldığınız vakit sağ taraflarınızdan başlayın.» buyurmuştur,
Bu hadis sağdan
başlanmasının lüzumu hakkında nasstır. Binaenaleyh ona muhalif harekette
bulunmak ya meknm yahutta haram olacaktır. Muhalif hareketin haram olmadığı- a
icma' bulunduğuna göre onun mekruh olması icap eder.
68- (269) Bize
Yahya b. Eyyub ile Kuteybe ve İbni Hucur toptan İsmail b. Ca'ferden rivayet
ettiler. İbni Eyyüb dediki bize İsmail rivayet etti. (Dediki) : Bana Aiâ,
babasından ,o da Ebû Hüreyre'den naklen haber
verdi ki
Resulüllah (Saîlalîahu Aleyhi ve
Seilem) :
— «Çok lanet ettiren iki şeyden sakının.» buyurmuş Ashab:
— «Bu çok lanet ettiren iki şey nedir Ya
Resulâllah?» demişler Re-lüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem):
— «İnsanların yoluna veya gölgesine kaza-i
hacet edendir.» buyurmuşlar.
Bu hadisteki kelimesi
Ebu Davud 'un rivayetinde şeklinde zapt edilmiştir. Ve her iki
rivayette doğrudur. Bu kelimenin manâsı her iki rivayete görede lanet edenler
demektir. Ancak rada murad lanete sebeb olanlardır. Hattabî diyorki: «Buradaki
3â-net edenlerden murad lanete sebeb olan iki şeydir. Bunlar insanların lanet
etmesine-sebep olurlar. Çünkü bu iki şeyi yapana sövmek ve lanet etmek
insanların âdetidir. Bunlar lanete sebep oldukları için lanet kendilerine izafe
edilmiştir. Maamafih «lâ'in» kelimesinden mel'un mânâsı kastedilmiş de
olabilir. «Melâin» lanet yerleridir.»
Hattabî'nin şu izahına
göre hadisin mânâsı «failleri mel'un olan iki şeyden kaçının» demek olur. Ancak
Hattabî 'nin îzahı Ebû Davut 'un rivayetine göredir. Müs1im'in buradaki
rivayetine göre mâ'nâ şudur: «iki lanet sahibinin fi'Iinden kaçının çünkü
bunlar âdete nazaran insanların lanet ettikleri kimselerdir.» Biri âmmenin yolu
üzerine diğeri de ağaçlarının gölgesine kaza-i haoet eder.»
Buradaki gölgeden
murâd alelitlâk her ağaçm gölgesi değil, altında oturmak için tahsis edilen
ağaların gölgesidir. Zira Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem)- kaza-i
hacet için bir hurma kümesinin altına oturmuştur. Şüphesizki; onunda gölgesi
vardı. Her ağacın altında kaza-i hacet haram olsa Resulüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) bunu yapmazdı.
İnsanların geçtiği
yollarla gölgelik için tahsis ettikleri ağaçların altına kaza-i hacet etmenin
memnu olması tabiî ki pisliğin bulaşması ve kokmasından dır.
69- (270)
Bize Yahya b* Yahya rivayet etti* (^ediki) : B«e Halid b. Abdillah, Halidden, o
da Ata' b. Ebi Meymune [82] den,
o da Enes b.
Malikten naklen haber
verdiki şöyle demiş. Resulüllah (Sallallahü Aleyhive Sellem) bir bahçeye girdi.
Arkasından bir çocuk bir ibrikle onu takib ediyordu bu çocuk bizim en
küçüğümüzdü. İbriği bir ııebk ağacının yanına koydu Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'ûe kaza-i hacet eyledi. Müteakiben su ile taharetlenerek
bizim yanımıza geldi.
Gulâm :
Çocuk demektir. Bazıları doğduktan gençlik çağma erinceye kadar erkeklere gulâm
denildiğini diğer bazılarıda gulâmın bıyıkları terlemiş delikanlı manasına
geldiğini söylemişlerdir. Zemahşerîye göre; gulâm küçük çocuk demektir. Sakalı
bitinceye kadar ona bu isim verilir. Ondan sonra yine gulâm denilirse; kelime
onun hakkında mecaz olur. Bir takımları bulûğ çağma varmış çocuklara gulâm
denileceğini ondan sonra bu ismin onlar hakkında mecaz olacağını
söylemişlerdir. Hattâ sütten ayrıldıktan yedi yaşma kadar olan çocuklara gulâm
denilir diyenlerde olmuştur. Kıza gülâme denilir. Diyenler varsada bunu kabul
etmeyenlerde vardır.
Mîdât; ibrik
ve desti gibi abdest ve saire de kullanılan kaptır. Resulüllah (Saliallahü
Aleyhi ve Sellem) e su taşıyan çocuğun kim olduğu ihtilaflıdır. Ekseri ulemaya
göre İbni Mes'u't (Radiyallahû anh) hazretleridir. Gerçi Hz. İbni Mes'ud yaşça
Enes (Radiyallahû anh) dan. büyük idi. Fakat vücütce zaif ve nahif olduğu için
kendisine mecazen küçük çocuk denilmiş olabilir. Bazıları bunun Hz. Cabir b. Abdi11âh
bazıları da Ebu Hüreyre (Radiyallahû anh) lerler.
Hadis-i Şerif su ile
taharetlenmenin delillerindendir. Bu babtaki izahat hadisin diğer
rivayetlerini gördükten sonra verilecektir.
70- (271)
Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybede rivayet etti. (Dediki) : Bize Veki' ile Gunder,
Şu'beden rivayet ettiler. H.
Bize Muhammed b.
El-Müsenna dahi rivayet etti., Lâfız onundur. (Dediki) : Bize Muhammed b.
Ca'fer rivayet etti. (Dediki) : Bize Şu'be Atâ' b. Ebi Meymune'den rivayet
etti. O da Enes b. Maliki şöyle derken işitmiş: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) helaya girer
ben ve benim kadar bir çocukta bir su kabı ile ucu demirli bir değnek taşırdık
bu su ile istinca ederdi.
Bu hadisi Buhari
«Kitabu'l Vudu» da birkaç yerde, ve «Kita-bu's - Salât» da Ebû Davûd ile Nesai
de «Kitabu't-Tahare» da tahric etmişlerdir.
Idâve :
Deriden yapma küçük su tulumudur. Cevheri bunun matara olduğunu söyler.
Anaze : Ucu
demirli uzun değnek demektir. Kısa mızraktır. Diyenlerde olmuştur.
Resulüllah (Sallatlahü
Aleyhi ve Sellem) in değnek taşımasında bir çok hikmetler vardır. Şöyleki:
1- Sahrada
namaz kılarken onu önüne dikerek sütre yerine kullanırdı.
2- Onunla
münafıkların ve yahudilerin şerrinden korunurdu. Çünkü onlar Resul-u
Ekrem (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)i öldürmek için her an fırsat
kollardı. Bu değnek Resul-u Ekrem
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) önü sıra taşınırdı. Sonra Hulefâ-i Haşidin
hazeratıda mezkûr harbeyi önleri sıra taşıtmışlar nihayet Abdullah b. Zubeyr'in eline geçmiş ve katline kadar onun
elinde kalmıştır.
3- Resulüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) bu
değnekle zarar.Ii hayvanlardan korunurdu.
4- Onunla
kaza-i hacet için yeri eşerler üzerine bevl saçramasından korunurdu.
5- Hîn-i
hacette değneği yere dikerek eşyasını üzerine asardı.
6- Yorulduğu
zaman ona dayanırdı.
-Bu asayı ona Habeş hükümdarı
Necaşi''nin hediyye ettiği rivayet olunur. Bir rivayete göre Necâsî Resulüllah
. (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) e üç değnek etmiştir. O bunlardan bir tanesini
kendine bırakmış birini Hz. Ali'ye diğerinide Ömer (Radiyallahû anh) 'ya
vermiştir.
71- (...)
Bana Züheyr b. Harb İle Ebu Küreyb de rivayet ettiler. Lâfız Züheyr'indir.
(Dedilerki) : Bize İsmail yani İbni Uleyye rivayet etti. (Dediki) : Bana Bavh
b. Kaasim, Ata' b. EM Mey mim e'den, o da Enes b. Malik'ten Naklen rivayet
etti. Enes şöyle demiş: Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) defi hacet
için sahraya çıkar Bende kendisine su getirirdim. O bununla taheretlenirdi.
Bu hadisi Buharı
«Kitabu'l Vudu» da Ebû Dâvûd ile Nesâi de «Kitabu't-Tahare»da tahrîc etmişlerdir.
Yukarıdaki üç rivayet
Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) in su ile istinca ettiğini
göstermektedirler. Bazıları su ile istincânın mekruh olduğuna kail
olmuşlardır. Bunlar İbni Ebi Şeybe 'nin Sahih suretle Huzeyfetü'bnü Ye man
(Radiyallahû anh) dan rivayet ettiği bir hadisle istidlal etmişlerdir. Mezkûr
hadiste Hz. Huzeyfe'ye su ile istincanm hükmü sorulduğu onunda: Suyla istinca'
edersem elimden koku gitmez dediği bildirilir. Nâfi'in İbni Ömer (Radiyallahû
anh) dan rivayetine göre Hz. İbni Ömer'de su ile taharetlenmezmiş. İbnü'z-Zübeyr
(Radiyallahû anh)ında su ile istinca hakkında: «Biz bunu yapmazdık» dediği
naklolunur. İbni Tin'in rivayetine göre İmam Malik (Radiyallahû anh) Peygamber
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem). in su ile istinca ettiği rivayetini kabul
etmezmiş. Mali-kiyye ulemâsından İbni Habib dahi suyla istincâyı men edermiş.
Bazıları buradaki
rivayetlerde zikri geçen: O su ile istinca ederdi» sözünün Enes b. Malik
hazretlerine ait olmadığını bunu râvîler-den Ebu'l Velîd söylediğini binaenaleyh
Resulüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) .in o üu. istinca ettiği hadisten açık
ola: rak anlaşılmadığını iddia etmiş ve: «İhtimal ki o suyla abdest almış veya
ellerini yıkamıştır.» demişlersede bu söz doğru değildir. Çünkü Buharî 'nin
İbni Beşşar tarikiyle rivayet ettiği bir hadiste Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi
ve Sellem) in su ile istinca ettiği teşrih olunmuştur. Nitekim Müslimın Züheyr
b. Harp 'tan rivayet ettiği 71 numaralı Enes hadisinde de Enes (Radiyallahû
anh) m: «Ben de kendisine su getirirdim. O bununla taharetlenirdi» diyerek Resulüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) in su ile istinca ettiğini bildirmiştir. Bu ve
daha bir çok rivayetlerden anlaşılıyorki su ile istincâyı rivayet eden
ravilerden bir hangisi değil bizzat
Enes 'dir.
Peygamber (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) in su ile istinca ettiğini ve su ile istincâyı emir
buyurduğunu bildiren hadisler çoktur. Bunlardan bir kısmım Buhâri, Müslim,
Tirmîzî, İbni Hibban, Ebu Âvâne, İbni Mâce, İbni Habib ve diğer ulemâ rivayet
etmişlerdir.
1- Su ile
istinca caizdir. Selef ve halefin cumhuruna göre istincada efdal olan taşlarla
birlikte suyuda kullanmaktır. Evvelâ taşla necaset si-linmeli sonra suyla yeri
temizlenmelidir. Bu suretle necaset hafifletilmiş ve ele fazla bulaşmasının
Önüne geçilmiş olur. Bunlardan sade biriyle istinca yapmak isteyen ,şüyu
kullanmalıdır. Su necasetin hem aynini hem eserini temizlediği için'onu
kullanmak efdaldır. Taş ve saire necesetin yalnız aynini giderirler. Eseri
kalır. Yalnız pek az olduğu için affedilir. Tahâvî (Rahîmehuîlah) suyla
taharetlenmenin lüzumuna
«Orada temizlenmeyi
seven birtakım adamlar vardır; Aflah da temizlenenleri sever.» Tevbe sûresi âyet 108.
temizlenmeyi seven bir
takım adamlar vardır; Allah'ta temizlenenleri sever.» Ayet-i kerimesi ile istidlal
etmiştir. Çünkü Şa'bî (Rahimehullah) «Bu ayet-i kerime inincePeygamber
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) : «Ey Kuba'lilar! Allah'ın sizi bunca sena etmesi
acep nedendir? Diye sormuş. Kübalılar buna : Bizden hiç birimiz yoktur ki, su
ile istanca etmesin cevabını vermişlerdir.»
demiştir.
Ulemâdan bâzıları su
ile taharetlenmenin zamanımızda sünnet olduğunu söylerler. Delilleri, Hz. Al
i(Radiyallahû anh)m: «Sizden öncekilerin fışkıları katı olurdu; sizinkilerse
sıvı oluyor. Binaenaleyh taşlarla taharetden sonra su ile temizlenin.» Sözüdür.
Hz. Aişe dahi: «Kadınlarınıza pisliğin ve bevlin eserini yıkamalarını emredin;
Zira Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)
bunu yapardı.» demiştir.
2- Salih ve
fazıl bir zat kendisine tabi olanlardan bazılarını hizmetinde kullanabilir. Bu
hizmet onlar için bir şereftir. Şafîiyye ulemâsından Ru'yâni bir kimse küçük
çocuğunu onun hocasına hizmetkâr verebilir demiştir.
3- Hela
bulunmayan yerlerde gözden ırak yerlere
giderek kaza-i
hacet etmelidir.
4- Abdest
almak için başkasından yardım istemek caizdir.
5- Abdest
için ibrik vesaire gibi bir kap tahsis ederek onu daima yanında bulundurmak
caizdir.
72- (272)
Bize Yahya b. Yahya et-Temimî ile ishâk b. İbrahim ve Ebu Küreyb toptan Ebu
Muâviyedeı. rivayet ettiler. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebi
Şeybe de rivayet etti. (Dediki) : Bize Ebû Muâ-viye ile veki' rivayet ettiler.
Lâfız Yahya'nındır. Dediki: Bize Ebû Muâvi-ye, A'meş'ten, o da İbrahim [83] den,
o da Henımamdan naklen haber ver-dİ. Şöyle demiş: Cerir bevl etti sonra abdest
aldı ve mestlerinin üzerine nıesh etti. Kendisine sen bÖylemi yapıyorsun
dediler.
— Evet, ben Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) in bevl
ettiğini sonra abdest alarak mestleri üzerine nıesh ettiğini gördüm dedi. A'meş şöyle demiş:
— «İbrahim dediki: Bu hadis onların hoşuna
gidiyordu. Çünkü Ce-rir'in İslama girmesi Maide sûresinin nüzulünden sonra
idi.»
(...) Bu
hadisi bize İshâk b. İbrahim ile Ali b. Haşrem dahi rivayet ettiler. Dedilerki:
Bize İsa b. Yunus haber verdi. H.
Bu hadisi bize
Muhanımed b. Ebi Ömer'de rivayet etti. Dediki: Bize Süfyan rivayet etti. H.
Bize Mincap b. Haris
et-Temîmi de rivayet etti. (Dediki) : Bize İbni Müshir haber verdi. Bunların hepsi
A'meş'ten bu isnadla Ebi Muaviye hadisi mânâsında rivayette bulunmuşlar. Şu
kadar varki Isa ile Süfyân hadisinde:
«Abdullahın
arkadaşları bu hadisi beğeniyorlardı. Çünkü Cerir'in İslama girişi Maide
süresinin nüzulünden sonra idi, dedi» ibaresi vardır.
Bu hadisi Buhârî,
Tirmizî ve Nesaî «Kitabu's-Sâlat» da Ebû Dâvûd ile İbni Mâce de
«Kitabu't-Tahare» da tah-ric etmişlerdir.
Hadis-i şerif mest
üzerine mesh'in meşru olduğuna delildir. Hz. Cerir (Radiyaîiahû anh) ya «Sen
böylenıi yapıyorsun» diye soran zat Hemmam b. Haris 'tir. Nitekim Taberâni 'nin
Cafer b. Haris tarikiyle A'meşten rivayet ettiği hadiste ismi tasrih
edilmiştir. Hatta hadisin bir tarikinde soran zatın Hz. Cerir'i ayıpladığı
zikredilmiştir.
Hz, Cerir 'in hadisini
beğenen cemaat yanında bulunan ashab idi. Cerir de yeni müslüman olmuştu. Onun
islâmiyeti kabûlu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in dünyadan gittiği
seneye tesadüf eder. Hadisin bir rivayetinde: «Abdullah b. Mes'udun ashabı bu
hadisi beğeniyorlardı» denilmiştir. Müs1im'in rivayetinde: «Çünkü Ceririn
İslama girişi Mâide suresinin nüzulünden sonra idi», Ebû Dâvud'un rivayetinde
ise: «Bu iş yani Peygamber (Sallallahü. Aleyhi ve Sellem)\n mestleri üzerine
mesh etmesi maide sûresinin nüzulün dan sonra idi» denilmiş ve Cerîrin «ben
ancak maide sûresinin nuzûlundan sonra müslüman oldum,» dediği rivayet
edilmiştir.
Tirmizî bu hadisi
rivayet ettikten sonra şunları söyler: «B<u hadis müfesserdir. Çünkü mest
üzerine meshi inkâr edenlerden bazısı te'-vilde bulunarak ve peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in mest üzerine mesh etmesi maide süresindeki abdest ayeti
inmezden önce idi. Binaenaleyh bu mesele abdest ayeti ile mesh edilmişitr
demektedir. İşte Cerir bu hadisinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in
Mâide sûresi indikten sonra mestleri üzerine mest ettiğini gördüğünü anlatmıştır.
İbni Mes'ud'un arkadaşlarının Cerir hadisini beğenmeleri bu te'vücilere red
cevabını teşkil ettiğindendir.»
Abdest âyetinden murad t ...
«Yüzlerinizi
yıkayın, (.Herinizi de dirseklerinizle beraber yıkayın...»
ayet-i celilesidir.
Eğer Cerir (Radiyaîiahû anh) nın
müslümanlığı kabulü bu âyetin nüzulünden önce olsaydı o zaman mest
üzerine mesih meselesinin bu ayetle mensûb olması mevzu bahis edilebilirdi. Fakat
onun islâmiyeti kabulü âyet-i kerimenin nüzulünden sonradır. Binaenaleyh neshe
imkân yoktur. Hadisle amel etmek icab eder.
Beyhâkînin «Sünen»
inde İbrahim b. Ethem (Radiyaîiahû anh) in: «Mestler üzerine mesh hususunda
Cerir (Radiyaîiahû anh) hadisinden daha güzel bir şey işitmedim» dediği rivayet
olunuyor.
Mest üzerine mesh
babında bir çok hadisler varid olmuştur. Bunların sayısı bir çok ulemâya göre
tevatür derecesini bulmaktadır. İmam Ahmed b. Hanbel 'den Meymûnî 'nin
rivayetine göre mest üzerine meshin meşru olduğunu otuz yedi sahabi yine İmam-i
Ahmed 'den Hasan b. Muhammed'in rivayetine göre kırk ;saha-bi rivayet
etmiştir. Bez zar'm «Müsned» inde İbni Ebi Hâtim'in kırk bir sahabi dediği rivayet
olunduğu gibi Hasan-i Basrî'den bunların yetmiş Bedr gazisi olduğu rivayet
edilir.
İbni Ab dilber
diyorki: «Sair Bedr ve Hudeybiye gazileri ile onlardan başka Muhacirin ve
Ensar, tabiin. İslâm âleminin fukahası bilumum ulema ve muhaddisler mest
üzerine mest etmişlerdir. Bunu inkar edenler ancak müslümanlann cemaatından
ayrılan bid'atçılarla şaşkınlardır.»
Bu babtaki hadiser
tevatür derecesini bulduğu içindir ki İmam-i A'zam Ebu Hanife mest üzerine
meshe inanmayı ehl-i sünnet vel cemaatın şartlarından saymıştır. Hz. İmamın:
«Bana gündüzün ziyası gibi aşikâr olmadıkça meshe kail olmadım dediği rivayet
olunur. Bunu inkâr kibar-ı sahabeye muhalefet ve onları hataya nispet manasını
taşıdığından bid'attır. Hatta Kerhi! «Mest üzerine meshi caiz göremeyenin
küfründen korkarım» demiştir.
Mesih babında Nevevide
şunları söylüyor, «Seferde olsun hazarda olsun ve keza ihtiyar bulunsun
bulunmasın mest üzerine mesh etmenin caiz olduğuna sözüne itimad edilir ulemâ
icma' etmişlerdir. Hatta evinden çıkmayan kadına ve yürüyemiyen kötürüme dahi
bu caizdir. Onu yalnız şiüerle hariciler inkâr etmiştir ki; onların hilâfıda
nazar-ı itibar-a alınmaz. îmam-ı Mali k(Radiyalkıhu) den bir kaç kavil rivayet
edilmiştir. Meşhur kavle göre; onun mezhebide cumhur-u ulemânın mezhebi
gibidir. Mest üzerine mesihi ashabtan sayılmayacak kadar çok zevat rivayet etmişlerdir.»
Nevevî sözüne devamla: «Ulemâmest üzerine mesihmi yoksa onları çıkarıp
yıkamakmı efdal olduğunda ihtilâf etmişlerdir. Bizim ulemâmıza göre ayakları
yıkamak efdaldır. Çünkü asıl olan budur. Ashab-i kiramdan bir cemaatta buna
kaildir ki Ömerü'bnü'l-Hattab, oğlu
Abdullah ve Ebû Eyüb el-Ensarî (Radiyallahu anhüm) bunlar meyanmdadir.
Tabiinden bir çokları meshin efdal olduğuna kaildirler. Şâ'bî, Hakem ve Hammad'm
Mezhebleride budur. İmam-ı Ahmedden iki rivayet vardır. Esah rivayete göre mesh
efdaldir. İkinci rivayete göre mest üzerine mesh ile ayaklan yıkamak hükmen
müsavidirler. İbni'I Münzir 'de bu kavilihtiyar etmiştir.»
73- (273)-
Bize Yahya b. Yahya et-Temîmi rivayet etti. (Dedi-ki) : Bize Ebû Hayseme,
A'meş'ten, o da Şakik'tan, o da Huzeyfe'den naklen haber verdi. Huzeyfe şöyle
demiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte idim bir kavmin
çöplüğüne vararak ayakta bevl etti. Ben bir tarafa çekildim. Bunun üzerine
(bana) :
«Yaklaş» buyurdular.
Bende yaklaştım ve ökçelerinin- yanında durdum. (Müteakiben) Abdesr aldı ve mestlerinin üzerine mesh
etti.
Bu hadisi Buharı
«Kitabu'1-Vudu'» ve «Kitabu't-Tahare»de müteaddit yerlerde Ebû Dâvûd, Tirmizî,
Nesâi ve. îbni
Mâce dahi «Kitabu't
Tahare» da muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Hadis-i şerif ayakta
bevl etmenin ve mest üzerine meshin delillerin-dendir.
Sülâta : Mezbele
ve çöplük mânâsına gelir. Ve ekseriyetle evlere yakın yerlerde olur. Sahipli
olanları bulunduğu gibi komşular arasında müşterek bulunanlarıda vardır.
Ekseriyetle mezbeleler toprakla karışık kaba bir halde bulundukları için
üzerlerine bevl veya su gibi şeyler atıldığı zaman insanın üzerine sıçramaz.
Resulüllah (Salîûilahü Aleyhi ve Sellem) in ayakta bevl etmesinin sebebi
hususunda ulemâdan muhtelif kaviller rivayet olunmuştur. Bunları
Hattâbi, Beyhâkî ve başkaları nakletmişlerdir. ŞÖyleki;
1- Araplar
bel ağrısına iyi gelir ümidiyle ayakta bevî ederlerdi. O anda Re su 1 ali âh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
in de belinden muzdarip olması ihtimal dahilindedir. Bu kavil imam-i Şafiî'den de rivayet olunmuştur.
2- Zayıf bir
rivayete göre Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dizindeki bir illetten dolayı ayakta bevl
etmiştir.
3- Oturacak
bir yer bulamadığı için mecburen ayakta bevl etmiştir.
4- Ebu
Abdillâh Mâzîrî ile Kaadi îyâz'ın zikrettikleri
bir veçhe göre yakınında insanlar bulunduğu için oturarak bevl edildiği zaman
ekseriyetle vuku bulunan hal başa gelir endişesiyle ayakta bevl etmiştir. Bundan dolayıdır ki Hz. Ömer
(Radiyallahu anh) «Ayakta bevl etmek dübür için daha emniyetlidir»
demiştir.
5- İhtimal o
defa ayakta bevl etmesi; bununda caiz olduğunu göstermek içindir. Zîra Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in devam üzere adeti oturarak bevl
etmekti. Nitekim Âişe (Radiyallahu Arihâ) nın: «Size kim peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayakta bevl
ederdi derse inanmayın. O ancak oturarak bevl ederdi.» demeside bunu gösterir.
Bu haberi Ahmed b. Hambel, Tirmizî,
Nesaî ve diğer hadis imamları güzel bir senetle tahric etmişlerdir.
Vakıa bu babda sabit
olmayan bazı hadisler varsa da Hz. Aişeden rivayet edilen bu hadis Sahih ve
sabittir. Bundan dolayıdır ki; ulemâ ayakta bevl etmenin mekruh olduğunu
söylemişlerdir. Ancak bir özürden dolayı ayakta bevl etmek caizdir. Buradaki
kerahet, kerâhet-i tenzihiy-yedir. İbni-1' Münzir «El-İşrak» Nâra eserinde
şöyle demektedir. «Ayakta bevl hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Ömer b.
Hattab Zeyd b. Sabit. Abdullah b. Ömer ve Sehl b, Sa'd (Radiyallahu Anhüm)
hazerâtının ayakta bevl ettikleri sabit olmuştur. Bu fiîl Enes, Ali ve Ebû
Hüreyre (Radiyallahu Anhüm) den de rivayet edildiği gibi îbni Sîrinle
Urvetü'bnü Zübeyr dahi ayakta bevletmişlerdir.
İbni Mes'ud (Radiyallahu
anh) Şa'bî ve İbrahim b. Sa'd ayakta bevl etmeyi mekruh saymışlardır. Hattâ İbrahim
b. Sa'd ayakta bevl edenin şehadetini kabul etmezmiş. Burada üçüncü bir kavi
daha vardır. Bu kavle göre bevl edilen yer sert olup bevl insanın üzerine
sıçrarsa o yerde ayakta bevl etmek mekruhdur. Sıçramayacak bir yerde beis
yoktur İmam Malik'in kavlide budur. Bence oturarak bevl etmek daha iyidir. Ama
ayakta bevletmekde mubahtır. Zira'her iki şekilde Resulüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) den sabit olmuştur. İbni Münzir'in sözü burada sona erer.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in bir kavmin çöplüğüne bevl etmesine gelince: Bu hususta da
bir kaç kavi vardır:
1- O kavmin
çöplüklerine bevl edilmesinden razı hatta memnundular. Hali böyle olan
kimsenin yerine bevl etmek, onun meyve ve yiyeceğinden yemek mubahtır. Bunun
sünnetten misalleri saymakla bitmiyecek kadar çoktur. Nevevî bu kavli tercih etmektedir.
2- Çöplük
bir kavme mahsus değil umuma aitti. Yalnız o kavmin evlerine yakm olduğu için
onlara izafe olunmuştur.
3- Çöplük
bir kavmin malı da olsa oraya kâzâ-i hacet etmek için herkese izin vermişlerdir.
Resulüllah (Saiîaîiahü
Aleyhi ve Seîlem) in kaza-i hacet için uzaklara gitmek adeti olduğu halde o
defasında evlere yakın bir çöplüğe gitmesinin sebebi o yerde müslümanlarin
işleri ile meşgul olduğundandır. İhtimal meclis uzamış da kendisini bevl
sıkıştırmış ve uzaklara gidememiştir. Hz. Huzeyfe'yi arkasına almasıda
görünmesine mâni' olsun diyedir. Bu kavi Kaadi Iyaz 'indir. Ona «yaklaş»
emrini vermesini ulemâ bu suretle tefsir etmişlerdir. Çünkü Bevl hali adete
göre utanılan ve gizlenilen bir haldir.
1- Ayakta
bevletmek caizdir. Bu caiz olunca oturarak bevl etmek evleviyetle caizdir.
Çünkü oturarak bevl daha kolaydır. Vakıa bu hadise zahiren muarız olan bazı
hadiseler yok değildir. Bunların bazısı Aişe (Radiyallahu anhâ) dan bazısı Büreyde,
Ömer b. Hatta b ve Câbir (Radiyallahu Anhütn) hazeratından rivayet olunmuşlarsa
da bunlar münasip şekillerde te'vil edilmişlerdir.
2- Evlere
yakın bir yere bevletmek caizdir.
3- Bir
kimsenin sıkıntısı geldiği halde
sabrederek bevl etmemesi mekruhtur. Çünkü bunda zarar vardır.
4- Ayakta
bevleden bir kimsenin görülmesine
manî' olmak için onun arkasına durmak caizdir.
5- Kazâ-i
hacet esnasında örtıinma
74- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dediki) : Bize Cerir, Mansurdan, o da Ebû
Vâilden naklen haber verdi. Ebu Vail şöyle demiş: Ehû Musa bevl hususunda pek
şiddetli davranırdı. Bir şişeye bevl eder ve şöyle derdi. Beni İsrail'den
birinin cildine bevl bulaşırsa onu makaslarla kesermiş. Bunun üzerine Huzeyfe
şunları söyledi: Arkadaşınızın bu derece şiddet göstermemesini isterdim.
Vallah Ben Resulüllah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber yürüdüğümü
gÖrmüşümdür. Baktım ki; bir duvarın arkasındaki bir çöplüğe gitti, ve sizden
birinin yaptığı gibi ayakta bevletti. Ben kendisinden biraz öteye çekildim.
Fakat o bana işaret buyurdu. Bende gelerek hacetini defedinceye kadar
arkasında durdum.
Bu rivayette Hz.
Huzeyfe 'nin: «Bana işaret etti.» Demesinden bazıları bundan önceki
rivayetteki: «Yaklaş dedi» ifadesinin de işaretle olduğunu anlamışlarsada bu
doğru değildir. Çünkü Taberânî 'nin rivayetin de Resulüllah (Saiîaîiahü Aleyhi
ve Sellem) in Hz. Huzeyfe 'ye: «Beni ört.» dediği tasrih edilmiştir.
Binaenaleyh ona hem işaret etmiş hem de yaklaşmasını emir buyurmuş demektir.
İki rivayetin arasını bu suretle bulmak mümkündür. Hz. Huzeyfe 'yi sözle değil
işaretle çağırmıştır. Binaenaleyh bu hadiste bevl esnasında konuşmaya delâlet
yoktur; diyenlere Aynî şu cevabı vermiştir: «Bu söz düşünülmeden söylenmiştir.
Çünkü Resulüllah (Sallallahit Aleyhi ve Sellem) in Huzeyfe 'ye işareti yahut
(beni ört) demesi bevl esnasında değil ondan öncedir. Şu halde bundan nasıl
olurda bevl esnasında konuşmanın caiz olmadığı hükmü çıkarılabilir.
Aynî 'nin sözünden
bevl esnasında konuşmanın mubah olduğu mânâsı anlaşılmamalıdır. Çünkü onun
itirazı hükme değil bu hükmü onunla alâkası olmayan bir delilden çıkarmaya
çalışanadır. Yoksa kaza-i hacet esnasında konuşmak ona görede mekruhtur. Ancak bu
kerahet başka delilden anlaşılmıştır.
Ben-i İsrail kıssasındaki
cildden murad Kurtubî 'ye göre sırtlarına giydikleri kürktür. Bazıları
buradaki cildi zahiri mânâsına almışlardır. Yani Ben-i İsrail'den birinin
tenine bevl sıçrarsa onu makasla kesermiş, Ebu Davud 'un rivayet ettiği bir
hadis de zahirî-mânâyı te-kid etmektedir.
Huzeyfe (Radiyallahu
anh) m «Arkadaşınızın bu derece şiddet göstermemesini isterdim» demesi bu
şiddeti sünnete muhalif gördüğü içindir. Çünkü Peygamber (Saiîaîiahü Aleyhi ve
Sellem) ayakta bevl etmiştir. Şüphesizki ayakta bevl eden az çok bevlin
sıçramasına mâruzdur. Fakat Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu
ihtimale ehemmiyet vermemiş ve şişe içine bevl etmek tekellüfünde bulunmamıştır.
İbni Battal az
miktarda bevl sıçramasının ruhsat olduğuna bu hadisle istidlal eder. Zira
ayakta bevl eden kimsenin üzerine iğne ucu gibi ufak bevl sıçrayacağı malumdur.
Hadis-i Şerif bu
ümmete gösterilen semahat ve kolaylıklara delildir. Ben-i îsraile bunun zıddına
olarak isr-u iğlâl denilen meşakketli şeyler emrolunmuştu. Bevl sıçrayan yeri
makasla kesmek de bunlardan biri idi. Ulemâ iğne ucu kadar ufak bevl damlarının
hükmünde ihtilâfetmişlerdiı. İmam-ı Malike göre bunları yıkamak müstehaptır.
Şafiî'ler yıkamanın farz olduğuna kaildirler. İmam-ı Azam her necasetin az
miktarında olduğu gibi burada da suhulet göstermiş yıkamak lâzım olmadığını
söylemiştir. Sevri'nin dahi: «Selef bevlin az miktarına ruhsat verirlerdi»
dediği rivayet olunur.
75- (274)
Bize Kuteybetü'bnü Sa'id
rivayet etti. (Dediki) :
Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Rumb
b. el-Muhacir de rivayet etti. (Dediki)
: Bize Leys, Yahya b. Sa'id'den, o da Sa'd b. İbrahim'den, o da Nafi' b.
Cü-beyr'den, o da Urvetü'bnü Mugira'dan, o da babası Mugiratü'bnü Şu'be'-den, o
da ResuIÜllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) den naklen haber verdi ki Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) def-i hacet için dışarı çıkmış Mugirada
içinde su bulunan bir kapla onu takip etmiş. Kaza-i hacetten sonra ona su
dökmüş ResuIÜllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) abdest almış ve mestleri
üzerine mesh etmiş.
İbni Rumh'un rivayetinde «Hîyne» kelimesinin yerine «Hattâ». vardır.
(...) Bize
bu hadisi Muhammed b. el-Müsenna da rivayet etti. (Dediki) ; Bize Abdulvehhâb
rivayet etti. (Dediki) : Ben Yahya b, Sa'id'den bu isnadla duydum. Hem o şöyle
dedi:
«Mugire: Resul-u Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yüzünü ve ellerini yıkadı başınada mesh etti
sonra mestlerinin üzerine mest eyledi dedi.»
Bezzar, bu hadisi H z
. Muğîre 'den altmış zâtın rivayet ettiğini söyler. Kıssa Tebuk Gazasında
cereyan etmiştir. Abdest âyeti ise; Mûreysî Gazasında inmişti. Tebuk
Gazası-Müreysî'den muhakkak sonradır. Su halde Cerir (Radiyallahû anh) in
Hadisi gibi H z. Mugire hadisi dahi mest üzerine mesih hükmünün âyetle
neshedilme-diğini gösterir.
«Mugira içinde su
bulunan bir kapla onu takİb etmiş» sözü Mugira'nın Oğlu Urve'nindi. Bu gibi
ibarelere hadislerde çok tesadüf edilir. Râvî kendini ben diyerek göstermezde
gaib sığası ile ifade eder. Burada da Urve :
«Babam onu takib etmiş» diyecekken Muhaddislerin âdetine uyarak Mugira
onu takip etmiş demiştir.
İdave: İbrik ve desti
gibi küçük kaptır. Hadiste'nde anlaşıldığı vecihle Hz. Mugire Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e abdest alırken su dökmüştür. Hadisin bir
rivayetinde «suyu hacetini bitirinceye kadar döktü» denilmiştir. Bundan
ResuIÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ye istinca esnasında su döktü manası
anlaşılmamalıdır. Zira her iki rivayette de hacetten murad abdesttir. Nitekim
bundan sonraki rivayette su dökme işinin kaza-i hacetten dönüp geldikten sonra
abdest alırken vaki' olduğu tasrih edilmiştir.
Hadis-i Şerif abdest
almak için başkasından yardım istemenin caiz olduğuna delildir. Nevevî diyorki:
«Usametü'bnü Zeyd (Radiyallahû anh) in ResuIÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
e Arafattan dönüşünde abdest alırken su döktüğü dahi sabit olmuştur. Sûbut
bulmayan bazı hadislerde yardım istemenin nehiy edildiği görülmektedir. Ulemâmız
abdest almak için, yardım istemenin üç kısım olduğunu ediyor. Bunlardan.
Birincisi: Başkasından
kendisine abdest suyu getirmesini istemektir.
Bunda hiç bir kerahet
ve noksanlık yoktur.
İkincisi:
Abdest uzuvlarını başkasına yıkatmaktır. İhtiyaç olmadıkça bunu yapmak
mekruhtur.
Üçüncüsü:
Abdest alırken suyu başkasına döktürmektir. Bunu yapmamak evlâdır. Mekruh olup
olmaması hususunda iki kavil vardır. Ulemâmıza ve sair ulemâya göre abdest
alırken su döken kimse abdest alanın soluna duracaktır.
76- (...)
Bize Yahya I>. Yahya et-Teınîmî de rivayet etti. (Dediki) : Bize Ebu'I
Ahvas, Eş'as'dan, o da Esved b. Hilâl'dan, o da Mugiretü'bni Şu'be'den naklen
haber verdi. Mugira şöyle demiş:
— Bir gece ben
Resulüllah (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) île beraber bulunuyordum. Ansızın
indi, ve kaza-i hacet etti. Sonra geldi. Ben yanında bulunan bir kabdan ona su
döktüm abdest aldı ve mestlerinin üzerine mesh etti.
77- (...)
Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebu Küreyh de rivayet ettiler. Ebû Bekr dediki:
Bize Ebu Muaviye. Ameş'den, o da Müslim [84] den,
o da Mesruk'tan, o da Mugiratü'bnü Şu'beden naklen rivayet etti. Mugira şöyle
demiş:
— Bir
seferde Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ile beraberdim. (Bana) :
— «Ya Mugire
ibriği al dedi.» Bende aldım
sonra onunla beraber çıktım.
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) gözümden kayboluncaya kadar
gitti. Ve kaza-i hacet etti. Sonra geldi. Üzerinde dar yenli bir şam cübhesi
vardı. Ellerini onun yenlerinden çıkarmaya çalıştı. Fakat dar geldiği (için çıkaramadı) ve elini cübbenİn
aşağısından çıkardı. Ben kendisine su döktüm. Namaz abdesti gibi abdest aldı.
Sonra mestlerine mesh elti. Sonra namaz kıldı.
Bu hadisi Buhâri
(Taharet bahsi) nin müteaddit yerlerinde Müslim buradan maada (Namaz) bahsinde
tahric ettiği gibi Ebû Dâvûd Nesâ-i ve İbni Mâce dahi rivayet etmişlerdir.
Hadisin muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre; Hz. Mugîra'nın Resulüllah
(Salktllahü Aleyhi ve Sellem) in maiyetinde bulunduğu bu sefer Tebûk gazası
imiş. Bu hususta rivayetlerin bazısında tereddüt edilmişsede İmam-ı Malik,
Ahmed b. Hambel ve Ebû Dâvûd 'un rivayetleri tereddütsüz olarak seferin Tebuk
gazası olduğunu göstermektedirler. Bu gaza hicretin 9. senesinde vukuu
bulmuştur. Hâdise sabah namazı zamanında geçmiş Hz. Mugira Resu1ü11ah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yanından hiç ayrılmayan ve onun hizmeti ile
şerefyab olan havass-ı eshâbmdandır.
Peygamber (Sallallahü.
Aleyhi ve Sellem) in dar cübbe giymesi bazılarına göre o an için başkasını
bulamadığmdandır. Bazıları israftan kaçınmak için giydiğini söyler:
1- İhtiyaç
messedince dar elbise giymek ve abdest alırken kollarını cübbenin ağısından çıkarmak caizdir. Ancak bunu cemaat arasında değil yalnız bir yerde yapmalıdır.
İhtiyaç olmadığı zaman dar elbise giymek ve kollarını aşağısından çıkarmak
mürüvvet ve âdaba muhalif olacağı için bundan kaçınmalıdır.
2- Hadis-i
Şerif bütün rivayetleri ile mest üzerine meshin caiz olduğuna delâlet eder.
3- Bu
hadisler mest-üzerine meshin abdest ayeti ile nesh edildiğine kail olanların
aleyhine delildirler.
4- Harpte
dar elbise giymek caizdir. Çünkü harp için dar elbise daha elverişlidir.
5- Kaza-i
hacet için kimsenin görmiyeceği bir yere gitmek müstehaptır.
6- Büyüklere
emirleri olmaksızın hizmet etmek caizdir.
7-
Müslümanın daima abdestli gezmesi müstehaptır.
8- Abdest
uzuvlarının ekserisini yıkıyarak bazılarını bırakmak caiz değildir. Çünkü Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
kollarını yenlerinden çıkaramaymca cübbenin
aşağısından çıkararak yıkamıştır. Eğer bazı uzuvları yıkamadan bırakmak
caiz olsaydı bu külfete katlanmazdı.
78- (...)
Bize İshâk b, İbrahim ile Ali b. Haşrem dahi hep birden İsa b. Yunus'tan
rivayet ettiler. İshâk dedi ki: Bize
İsa haber verdi. (Dediki) : Bize A'meş, Müslim'den, o da Mesruk'tsn, o da
Muğiratü'bnü Şu'be'den naklen rivayet etti. Ş/u'be şöyle demiş: Resulüllah (Saîlaîiahü
Aleyhi ve Seîlem) kaza-i hacet için dışarı gıktı; döndüğü zaman ben kendisini
su kabı İle karşıladım ve ona su döktüm. Ellerini yıkadı, sonra yüzünü yıkadı,
sonra kollarını yıkamaya çalıştı. Fakat cübbe dar gelince onları cübfcenin
altından çıkardı da yıkadı. Başına ve mestleri üzerine mesh etti. Sonra bize
namaz kıldırdı.
79- (...)
Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (Dediki) : Bize'fcabam
rivayet etti. (Dediki) : Bize Zekeriya, Âmir'den naklen rivayet etti. Demişki
Bana Urvetü'bnü Mugire babasından naklen haber verdi. Babası şöyle demiş: Bir
gece peygamber (Saîlaîiahü Aleyhi ve Selle m)
ile birlikte yoldaydım. Bana:
«Yanında su var mı?»
diye sordu,
«Evet» dedim. Bunun
üzerine hayvanından indi ve gecenin karanlığında görünmez oluncaya kadar
gitti. Sonra geldi. Ben kendisine ibrikten su döktüm. Yüzünü yıkadı üzerinde
yünden mamul bir cübbe vardı ondan kollarını çıkaramadı. Nihayet onları
cübbenin aşağısından çıkararak yıkadı. Başına mesh etti. Sonra ben mestlerini
çıkarmak için eğildim... «Bırak onları, çünkü ben ayaklarımı temiz olarak
giydim.» buyurdu ve üzerlerine mesh etti.
80- (...)
Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dediki) : Bize İshâk b. Mansur rivayet
etti. (Dediki) : Bize Ömer b. Ebi Zaide, Şa'bi'den o da Urvetü'bnü Muğire'den,
o da babasından naklen rivayet ettiki babası Peygamber (Saîlaîiahü Aleyhi ve
Sellem) e abdest suyu dökmüş o da abdest almış ve mestlerinin üzerine mesh
etmiş Mugira bir şey diyecek olmuş fakat Resulüllah (Saîlaîiahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Ben ayaklarımı temiz
olarak giydim buyurdu.» buyurmuş.
Yukariki üç rivayet
dahi Tebûk seferine aiddir. Bu rivayetlerde görülen «Ben onları giydim.»
ibaresinden murad ayaklardır. Nitekim Ebû Dâvûd 'un rivayetinde ayaklar tasrih
edilerek:
«Ben ayaklarıma
mestleri ayaklarım temiz olarak giydim.» buyu-rulduğu gibi İmam Ahmed'in Hz.
Ebu Hüreyre'den rivayet ettiği bir Ha-disde: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Selîem) Abdest aldı ve Mestlerinin üzerine mesnetti. Ben: Ya Resulüllah,
ayaklarını yıkamıyacakmisın? dedim.
«Ben onları temiz
olarak giydim.» buyurdular denilmektedir.
Şafiî'ler bu
rivayetlerle istidlal ederek mest üzerine mesh caiz olabilmek için mestler
giyilmezden önce tam abdestli bulunmak şarttır. Çünkü bu hadis mest giyilmezden
Önce tam abdestli bulunmayı mesh için şart kılmıştır. Bir şarta muallâk olan
hüküm ancak o şart bulunduğu zaman sahih olur.» derler Hatta biri Hanefi'lerden
«Hidaye» sahibi Bürhanüddin Merginanî'ye itiraz ederek şöyle demiştir:
«Hanefilerden Hidaye sahibi: «Meshin mubah olması için onları tam taharetle
giymek şarttır. Tam taharetten murad giydiği vakit değil abdestin bozulduğu
vakittir» diyor. Bu hadis onun aleyhine delildir.» demiş ve kendi mezhebini
izah etmiştir. Allâme Aynî ona şu cevabı veriyor: «Biz evvelâ Hidaye sahibinin
sözünü ele alacağız sonra bu kaile cevap vereceğiz. Hidaye sahibinin
«Mestlerin tam. taharetle giyilmesi şarttır» sözü onları giyerken tam taharetin
şart kılındığını değil bilâkis tam taharetin abdest bozulduğu zaman şart
olduğunu ifade eder. Bizim mezhebimiz budur. Hatta bir kimse evvelâ ayaklarını
yıkayarak mestlerini giysede ondan sonra abdestini tamamlasa abdesti sahihtir.
Onu bozduktan sonra tekrar abdest alırken mestlerinin üzerine rnesh edebilir.
Çünkü mestler abdestsizliğin ayaklara sirayetine mâni olan -şeylerdir.
Binaenaleyh onlar ne zaman mani olacaklarsa tam taharette o zaman şarttır.
Mestlerin mâni olacakları zaman hades yani abdestsizlik zamanıdır.
Mu'terizm sözüne cevap
meşelisine gelince; bu hadis Hidaye sahibinin aleyhine delil olamaz. Çünkü
evvelâ biz de mest giymenin şartı tam abdestli bulunmaktır. Diyoruz. Bu hususta
hiç bir hilaf yoktur. Hilaf ancak mestler giyilirken mi yoksa abdest bozulduğu
zaman mı tam abdest şarttır mes'elesindedir.
Şafiî'ye göre mestleri giymezden
Önce tam abdestli bulunmak
şarttır. Bu hilafın semresi şurada
zahir olur. Bir kimse evvelâ ayaklarını yıkıyarak mestlerini giyse sonra
abdestini tamamlasa bize göre bir daha o mestlerin üzerine mesh edebilir.
Şafiî'ye göre edemez. Keza tertip üzere abdest alsada ayaklarının birini
yıkayarak mestini giyse sonra öteki ayağımda yıkıyarak ona da mestini giyse
bize göre caiz Şafiî'ye göre caiz değildir. Mu'terizm: «Şarta muallak olan bir
şey ancak o şartın bulunması ile sahih olur» sözünü kabul ediyoruz. Lâkin Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve Seilem) in
mestleri giyerken tam abdestli bulunmayı şart koştuğunu kabul etmiyoruz. Çünkü
nass-i hadisten böyle bir mânâ çıkmıyor. Hadiste nihayet R'e sulüllah (Saîlaliahü Aleyhi ve
Seilem) in ayakları temiz olarak
mestlerini giydiği bildiriliyor. Biz de mesh caiz olmak için ayakların temiz
olması şarttır. Diyoruz. Bu şartın mestleri giyerken yahut abdest bozulduğu zaman
bulunması bizce hükmen müsavidir. Şartı mestin giyildiği vakitle takyid, hadisten anlaşılmayan ziyade bir manadır. Bu böylece anlaşıldıktan sonra bu hadis Hidaye sahibinin aleyhine değil lehine delildir. Çünkü Hidaye sahibi
mesih için tahareti şart koşmuştur. Hadis Şefiî mu'terizin. aleyhine delildir.
Çünkü müddeasma delil olmayan bir şeyi bu hadisten almıştır. Talıavi : «ResulüLlah (Saîlaliahü Aleyhi ve Seilem) :
«Ben onları femiz olarak giydim.»
buyurarak ben onları evvelâ
yıkamıştım manasını
kasdetmiş olabilir. Şu halde onları abdestini tamam lamadan giy-mîş demektir.
Ayakların temizliğinden kiri, pası veya cünüplüğü kasdetmişde olabilir...»
diyor.
Yine ayni-mu'teriz
şunu söylüyor. «İbni Huzeyme 'nin Saf -van b. Gassandan rivayet ettiği bir
hadiste «Bize Resulüllah (Saîlaliahü Aleyhi ve Seilem): ayaklarımız temiz
olarak mestlerimizi giydiğimiz vakit sefer halinde üç gün mukîm iken bir gün
bir gece onların üzerine mesh etmemizi emir buyurdu» denilmektedir. İbni Huzeyme
bu hadisi Müzeni'ye sorduğunu Müzeni 'nin ona bu hadisi bizim ulemamız rivayet
etti; Şafiî'nin en kuvvetli delili budur dediğini söylüyor.»
Ben derim ki; eğer
Müzeni (Şafiî 'nin en kuvvetli delili budur) sözüyle mesih müddetini misafir
için üç gün, Mukim için bir gün bir gece olduğunu kastediyorsa; bunu kabul
ediyoruz; biz de buna kailiz. Fakat mestleri giyerken tam abdestli bulunmanın
şart olduğunu kasde-diyorsa kabul, etmiyoruz. Zira yukarıda da söylediğimiz
gibi nassı-ı hadisten bu mana çıkmaz.»
Aynî 'nin sözü burada sona erer.
Bu hadisler igaretden
mânâ anlaşılacağına da delildirler. Çünkü Hz. Mugîre Resulüllah (Saîlaliahü
Aleyhi ve Seilem) in mestlerini çıkarmak için eğildiği zaman onun ne yapmak
istediğini Peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Seilem) bu hareketinden anlamış ve
kendisine çıkarmaya lüzum olmadığını söylemiştir.
Bu mes'elede İmam-ı
Malik, İmam-ı Ahmed b. Hambel ve îshâk şafiilerle: Süfyân-ı, Sevrî Yahya
b.Adem, Müzeni, Ebu Sevr ve Dâvûd-u Zâhîride
Hanefîlerle beraberdir. Abdestsiz olarak giyilen mestlerin üzerine mesh
edilemiyeceği hususunda ise bütün ulema müttefiktirler.
81- (...)
Bana Muhammed b. Abdillâh b. Bezi [85] de
rivayet etti (Dediki) Bize Yezîd (yâni İbni Zürey') rivayet etti. (Dediki) :
Bize Hu-meyd et Tavîl [86]
rivayet etti. (Dediki) : Bize Bekr b. Abdillâh el - Mü-zenî, Urvetü'bnü
Mugireti'bni Şu'be'den, o da babasından naklen rivayet etti. Şöyle demiş.
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir seferde ordudan) geri kaldı ben
de onunla beraber kaldım. Kaza-i hacet ederek (bana):
— «Yanında su var mı?»
dedi. Kendilerine bir matara getirdim. Ellerini ve yüzünü yıkadı sonra
kollarını sıvamaya çalıştı. Fakat cübbenin yeni dar geldi. Bunun üzerine elini
cübbenin altından çıkardı ve cübbeyi omuzlarına attı da kollarını yıkadı. Alnına
sarığının üzerine ve mestlerine mesh etti. Sonra hayvanına bindi. Bende
bindim; Nihayet cemaatin yanına vardık. Ama onlar namaza durmuşlardı. Namazı
onlara Abdur-rahman b. Avf kıldırıyordu. Bir rekat ta kıldırmıştı. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in (geldiğini) hissedince gerilemeye başladı.
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle/n) işaret etti; o da cemaata namazı
kıldırdı. Selâm verince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayağa kalktı.
Bende kalktım ve yetişemediğimiz rekatı kıldık.
Buna benzer bir
hadîsi Buhar î «Babu-P Meshi Aie-1, Huffeyn» de tahric
etmiştir.
Müslim 'den başka
hadis imamları bu hadisin senedinde ona muhalefet ederek Urvetü'bnü Mugira
'nın yerine Hamza tûbnü Mûgîre'yı zikretmişlerdir. Dare Kutnî buradaki hatâyı
Müs1im'e değil raviierden Muhammed b. Abdillâh b. Bezia nispet etmiştir.
Kaadİ Iyâz dahi:
«Muhaddislerce sahîh olan kavle göre bu senetteki ravi Hamzetü'bnü Mugire başka
hadislerde olacaktır. Haraza ile Urve Muğîra 'nın iki oğludurlar. Bu hadis
onların ikisindende rivayet edilmiştir. Lâkin Bekr b. Abdillâh el-Müzenî 'nin
rivayeti yalnız Hamzatü'bnü m u -gîredandır. Birde isim zikretmeden
İbnü'l-Muğire diyerek rivayette bulunmuştur. Urve dememiştir. Onun Urve 'den
rivayet ettiğini söyleyen hatâ etmiştir. Bekr 'den gelen rivayet te ihtilaflıdır.
Rivayetin birine göre Mu'temir Bekr 'den o da Hasen'den oda İbni Mugire 'dan
nakletmiştir. Müslim bu rivayeti zikreder. Başkaları ise; Bekr vasıtası ile
Mugira 'dan rivayet etmişlerdir. Dâre Kutnî bununda vehm olduğunu söyler»
diyor.
Hadis-i Şerif sarık
ile mest üzerine meshin" caiz olduğunu bildirmektedir. Sarık üzerine mesh
meselesi ulemâ arasında ihtilaflıdır. İmam Ahmed b. Hambel'e göre; yalnız sarık
üzerine mesh caizdir. Ancak sarığın tam abdestli iken sarılmış olması şarttır.
Bunu caiz görmeyenler «Baslarınıza mesh edin.» âyet-i kerimesi ile istidlal
ederler. Sarık üzerine edilen mesh başa mesh değildir. Ulemâ teyemmümde yüzün
üzerindeki örtüye mesh etmenin caiz olmayacağına ittifak etmişlerdir. Başa meshde
öyledir Hattabî (319-388) : «Allah başa mesh etmeyi farz kılmıştır. Sarık
üzerine meshi bildiren hadis ise; te'vile muh-temildir. Binaenaleyh yakînen
malûm olan vazife bırakılıpta ihtimalli olanı yapılamaz» demiştir. İbnü'l
Münzîr: Ebu Bekr (Radiyallahû anh) m sarığı üzerine mesh ettiğini Ömer, Enes,
Ebû Ümâme, Sa'd b. Malik, Ebu'd-Derda ve Ömer b. Abdilâziz (Radiyallahû Anhüm)
ile Hasan-ı Bas-ri, Katade,, Mekhul, Evza'î ve Ebu Sevr haze-rat.ının da buna
kail olduklarını söylemiştir. Urve, îbrâhîm Nehaî. Şâbi, Kaasim, İmam-ı Mâlik,
İmâma Şafiî 've Hanefîler sarık üzerine meshi caiz görmezler. «El-Muğni» nam-ı
eserde şöyle deniliyor. «Sarık üzerine meshin iki şartı vardır.
Biri üst çenenin
altına kadar inmesidir. Büyük veya küçük olmasının farkı yoktur.
İkinci şartı bütün
başı kaplamasidır. Bundan ancak âdete göre açılması icab eden kulaklar ve
başın ön kısmı gibi yerler müstesnadır. Sarık üzerine mesh ederken başın açık
kısımlarını mesh etmekte müstehaptir. İmam Ahmed b. Hambel bunu nassan beyân etmiştir.
Ka-lensüve denilen külah üzerine mesih caiz değildir, tbnü'l Münzir : «Külah
üzerine meshin caiz olduğunu söyleyen hiç bir kimse bilmiyoruz. Yalnız Ene s
(Radiyallahû anh) külahının üzerine mesh etmiştir» diyor.
«Alnına ve sarığının
üzerine mesh etti.» ifadesi hakkında Nevevî Şunları söylüyor. «Bu hadis bütün
başa mesh etmek şart değil, bir kısmına mesh kâfidir diyen ulemâmızın
delillerindendir. Zira bütün başa mesh etmek farz olsa Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) sarığın üzerine mesh etmekle iktifa eylemezdi. Çünkü; bir
uzuvda hem aslı hem bedeli yapmak caiz değildir. Nitekim bir mestin üzerine
mesh ederek Öteki ayağı yıkamak da caiz değildir. Başa meshi sarığın üzerinden
tamamlamak İmam-ı Şafiî ile bir cemaata göre müstehaptır. Bu, taharet bütün
başı kaplasın diye yapıhr. Sarığın abdestli veya abdest-siz giyilmesinde hükmen
bir fark yoktur. Başında külah olan bir kimse onu çıkarmadan alnına mesh etse
yine caizdir. Yalnız meshi külahın üzeri-nede yaparak sarıkta olduğu gibi
tahareti tamamlamak müstehaptır. Sâde sarığın üzerine mesh eder vebasın hiç bir
yerine dokunmazsa bu bizim ulemâmıza göre bilit'.ifak kâfi değildir. Mâlik ile
Ebû Hanife 'nin ve ekseri ulemânın mezhebleride budur. İmam-ı Ahmed b. Hambe1
(Rahimehullah) yalnız sarığın üzerine meshi caiz görmüştür. Seleften bir
cemaatta bu hususta ona muvafakat etmişlerdir.»
Kadının baş örtüsü
üzerine mesh etmesi caizmidir değilmidir. Meselesi hususunda iki rivayet
vardır. Bunlardan birine göre caiz diğerine göre caiz değildir. Nâfi', Hammâd
b. Ebî Süleyman. Evza'i ve Saîd b. Abdiiaziz: «Başı korumak için sları-lan şey
üzerine bilittifak mesh caiz değildir. Bu babta hilaf bilmiyoruz. Çünkü bunu
çıkarmak güç değildir.» demişlerdir.
Şöyleki :
1) Kendinden
daha aşağı bir kimseye uyarak namaz kılmak caizdir.
2) Peygamber
(Salîaliahii Aleyhi ve Selîem) in
ümmetinden bazı kimselerin arkasında namaz kuması caizdir.
3) Namazı
vaktin evvelinde kılmak efdaldır.
4) İmam
vaktin evveline yetişemezse cemaatin aralarından birini imam seçerek namazı
kılmaları müstahaptır.
5) Namazın
bazı rekâtlarına yetişemiyen kimse imam selâm verdikten sonra kalkarak yetişemediği rekatları
tamamlıyacaktır. Böylesine mesbûk derler.
6) Mesbûk
bütün fiillerinde imâma tâbi' olacaktır.
7) Mesbûk
ancak imam selâm verdikten sonra ondan ayrılarak kalan rekatlarını
tamamlıyacaktır.
Bu hadiste Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seliem) in H z . Abdurrahman'a o namazı tamamlattığı
görülüyor. Halbuki Ebû Bek r(Radiyallahû anh)m mihrabtan çekilerek namaz
kıldırmayı kendisine bırakmasını kabul etmişti. Bunun sebebi Abdurrahman
(Radiyallahû anh)m bir rekat kıldırmış olmasıdır. Hz. Ebu Bekr ise; namaza yeni
niyetlenmişti. Buna namazda istihlâf denilirki; husûsî hallerde imamın namazdan
çıkarak yerine arkasındaki saftan birini geçirmesi demektir. Bu ciheti fıkıh
kitaplarından öğrenmelidir.
82- (...)
Bize Ümeyyetü'bnü Bistam ile Muhammed b. Abdil A'Iâ rivayet ettiler. Dediler
ki: Bize Mu'temir babasından rivayet etti. Demiş-ki: Bana Bekr b. Abdillâh,
İbni Muğira'dan, o da babasından, naklen rivayet etti ki Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem) Mestlerinin üzerine başının ön tarafına ve sarığına mesh
etmişler.
(...) Bize
Muhammed b. Abdil A'lâ'da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'temir babasından o
da Bekir'den, o da Hasen'den o da İbni Mugire'-dan, o da babasından o da
Peygamb'er (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) den naklen bu hadisin mislini rivayet
etti.
83- (...)Bize
Muhammed b. Beşşar ile Muhammed b. Hatim de hep birden Yahya el-Kattandan
rivayet ettiler. İbni Hatim dediki: Bize Yahya b. Said Teymi'den, o da Bekr b.
Abdillâh'dan, o da ,Hasan'dan, o da Mugiratü'bnü Şu'benin oğlundan o da
babasından naklen rivayet etti. Bekir:
— Ben İbni Muğira'dan
dinledim ki; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) abdest almış da alnma,
sarığına ve mestleri üzerine mesh etmiş dedi.
84- (275)
Bize Ebu Bekr b. Ebl Şeybe ile Muhammed b. Alâ' dahi rivayet ettiler. Dediler
ki: Bize Ebû Muâviye rivayet etti. H.
Bize İshak'ta rivayet
etti. Dediki bize îsâ b. Yunus haber verdi. Bunların ikisi birden A'meş'ten, o
da Hakemden, o da Abdurrahman b. EH Leylâ'dan o da Ka'b b. Ucra'dan [87], o
da Bilâl'dan naklen rivayet etmiş-lerki: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Selîem) mestleri ile sarığı üzerine mesh etmişler.
İsa'nın hadisinde:
«Bana Hakem rivayet etti (Dediki) : Bana Bilâl rivayet etti. Bu hadisi bana
Süveyd b. Sa'id de rivayet etti. (Dediki)': Bize Ali yani Abni Müshir,
A'meş'ten bu isnadla rivayet etti» ibaresi vardır. Bu hadiste Bilâl:
Resulüllah (Sattallahü
Aleyhi ve Seîîem) gördüm» demiştir.
İmam-i Müslim
(Rahimehuîîah) bu hadisin sonunda: «İsa'nın hadisinde» diye başlıyarak isnad
ilminin bir inceliğine işaret etmiştir. «Filancanın hadisinde» tabiri bu
inceliğin esasını teşkil eder. Yani burada A'meş biri Ebû Muâvi'ye diğeri İsa
b. Yunus olmak üzere iki kişiden rivayet etmektedir. Ebu Muâviye rivayetinde
«A'meş'ten naklen» ifâdesini kullanmış İsa ise: «Bana rivayet etti» demiştir.
Şüphesiz ki «bana rivayet etti» diyerek nakilde bulunmak «an» edatı ile
nakletmekten daha kuvvetlidir. Bâ husus A'meş gibi tedlisle şöhret bulmuş zevat
hakkında bu farkı göstermek pek mühimdir. Yerinde de arz ettiğimiz vecihle
tedlis yapan ravinin «haddeseni» diyerek rivayet ettiği hadisi makbuldür. İşte
îmam-ı Müslim A'meş 'ten hadisin bu ifadeylede rivayet edildiğini göstererek
itiraz kapısını kapamıştır.
Dare Kûtni «Kıtâbu-T
ilel» in de Müs1im 'in bu isnadı üzerinde söz etmiş senetteki Bi1â1'in bazı
rivayetlerde zikredilmedi-ğini bazılarında ise Bilâl zikredilerek senetten Kâ'b'm
düşürüldüğünü diğer bazılarında Bilâl ile İbni Ebi Leylâ arasında Berâ'm
zikredildiğini fakat ekseriyetin burada Müs1imi n yaptığı şekilde rivayet
ettiğini söylemiştir. Bu hadisi bazıları A1i b. Ebi Talip (Radiyallahû arûı)
vasıtasiyle Hz. Bilâl 'dan rivayet etmişlerdir.
Hadîste zikri geçen
hımâr esas itibarı ile kadın çemberi, başörtüsü manasma gelirsede burada ondan
murâd sarıktır. Sarık ta başı örttüğü için ona hımâr denilmiştir. Hadis-i Şerif
yukarıdaki rivayetler gibi mestlerle sarık üzerine mesh edilebileceğini
gösteren delillerdendir.
85- (276)
Bize İshak b. İbrahim el-Hanzalî de rivayet etti. (Dediki) :
Bize Abdürrezak haber
verdi. (Dediki) : Bize Sevrî Arar b, Kays el-Mii-Jâî'den [88], o
da Hakem b. Uteybe'den, o da Kaasim b. Muhaymire'den, o da Şureyh b. Hânı [89] den
naklen haber verdi, Şüreyh şöyle demiş:
— Mest üzerine mesh
meselesini sormak için Aişe'ye geldim. (Bana):
— İbni Ebî Talib'e gitte ona sor. Çünkü o Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile
birlikte sefer ediyordu dedi. Bizde ona sorduk.
— Resulüllah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) misafir İçin üç gün üç geceyi, Mukim
içinde bir gün bir geceyi müddet tayin etti» dedi,
Şureyh : «Süfyan Amr'i
andıkça onu medih ederdi, demiş.
(...) Bize
tshak da rivayet etti (Dediki) : Bize Zekeriyyâ b. Adiy, Ubeydullah b. Amr'dan,
o da Zeyd b. Ebi Üneyse' [90] den,
o da Hakemden bu isnadla bu hadisin mislini haber verdi.
(...) Bana
Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dediki) : Bize Ebû Mua-viye, A'meş'den, o da
Hakem'den o da Kaasim b. Muhaymire'den, o da Şureyh b. Hâni'den naklen rivayet
etdi, şöyle demiş:
Aişe'ye mestler
üzerine mesih meselesini sordum da : — Ali'ye git!.. Çünkü o bunu benden daha
iyi bilir; dedi. Ben de Ali'ye gittim... Şüreyh (Radiyallahû anh) Peygamber
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den bu hadisin mislini rivayet etmiş...
Hadis-i Şerif mest
üzerine meshin müddetini beyân etmektedir. Mes-hin müddeti misafir için üç gün
üç gece mukim içinde bir gün bir gecedir. E bu
Hanîfe, Şafiî ve
Ahmed b. Hanbel hazerâtı ile as-hâb-ı kiramın ve
onlardan sonra gelen ulemânın cumhuru buna kaildirler. İmam-ı Mâlikten rivayet
olunan meşhur kavle göre meshin müddeti yoktur. Bir kavle göre meshin
müddeti Cuma'dan Cuma'yadır. Yalnız cünüp olursa; mestleri çıkarır. İmam-ı
Şafiî 'nin de eskiden buna kail olduğu söylenir. Malik (Rahimehullah) in delili Ebul mâre hadisidir. Ebû
Dâvûd'la başkalarının tahric ettikleri bu hadîs bütün hadis ulemâsmca;
zayıftır.
Müddetin iptidası Şâfiî'lerle
Hanefîlere ve diğer bir çok ulemâya göre mestleri giydikten sonra ilk hades
yani abdest bozma zamanıdır. Çünkü meshe ihtiyaç o zaman başlar. Hadîs sîga
itibarı ile umûm ifâde edersede Safvân b. Gassal (Radiyallahû anh) hadîsi ile
tahsis edilmiş; cünüp olanın hükmü ondan çıkarılmıştır. Mezkûr hadiste Safvan
(Radiyallahû anh) «Bize Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) misafir
olduğumuz zaman cünüplük müstesna olmak üzere üç gün üç gece mestlerimizi
çıkarmamayı emir buyurdu» demiştir. Şu halde cünüplük-ten dolayı mest üzerine
mesh edilemez mest üzerine mesh kıyasa muhalif olarak nasla sabit olduğu için
abdeste de kıyas dilemez. Binaenaleyh bir kimse mestlerini tam taharet üzere
giydikten sonra cünüp olsa artık onların üzerine mesh edemez bu hususta
misafirle mukîmin hükmü birdir.
Hadis-i Şerif meshin
müddetinden mâda büyük bir edep ve nezaketi tâlim etmektedir, ki o da Hz.
Aişe(Radiyallahû Anhâ) nın mesh müddetini kendisine soranı Hz. Ali
(Radiyallahû anh) a gÖndermesicür. Ulemâ bununla istidlal ederek muhaddis
muallim ve müftü gibi bir zata şer'i bir mesele sorulurda kendinden daha
ehliyetli biri bulunursa soranı ona göndermenin müstahab olduğunu
söylemişlerdir. Sorulan meseleyi bilmeyen: «Ben onu filâna sorar sana söylerim»
demelidir.
İbni Abdilber: «Bu hadisin
merfu' veya. Hz, A1i'ye mevkuf olduğunda raviler ihtilâf etmiştir. Merfu olarak
rivayet, edenler daha belleyişli ve daha mazbuttırlar» demiştir.
86- (277)
Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (Dediki) : Bize babam
rivayet etti. (Dediki) : Bize Süfyan Alkamatü'bnü Mersed'den rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Hatim
de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dediki) : Bize Yahya b. Said süfyandan rivayet
etti; Demiş ki Bana Alkametü'bnü
Mersed, [91]
Süleyman b. Büreyde, [92] den,
o da babasından naklen rivayet ettîki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
fetih günü bütün namazları bir abdestle kılmış ve mestlerinin üzerine mesh
eylemiş. Ömer kendilerine: Vallahi sen bugün şimdiye kadar yapmadığın bir şeyi
yaptın demiş. ResulÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Ben bunu kasten
yaptım ya Ömer.» buyurmuşlar.
1- Mest
üzerine mesh caizdir.
2- Farz ve
nafile birçok namazları bir abdestle kılmak caizdir. Bu hususda sözlerine
itimad edilen ulemâ müttefiktirler. Yalnız
Ebû Câferi Tahâvî ile İbni Battal Buhârî şerhinde, bir takım ulemânın
her namaz için abdestli olana bile yeniden abdest almak farzdır, dediklerini
nakletmişlerdir. Bunların delili abdest ayetinde:
«Namaza kalkmak
istediğiniz vakit yüzlerinizi yıkayın...» buyurulmuş olmasıdır.
Fakat Nevevî: «Bu
mezhebin hiçbir kimseden sahih olarak nekledildiğini bilmiyorum. İhtimal bunlar
her namaz için yeni abdest almanın müstahab olduğunu söylemek istemişlerdir.»
diyor.
Cumhurun delili; sahih
hadislerdir ki, onlardan biri de izahı sadedinde bulunduğumuz bu hadîstir.
Buhârî'de Hz. Enes (Radiyallahû anh)
dan şu hadîs rivayet edilmiştir:
«ResulÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her namaz için
abdest alırdı. Bizden herhangi birimize abdestini bozmadıkça bir abdest
yeterdi.»
Yine Sahih-i Buharîde
Süveyd b. Nu'mandan ResulÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ikindi
namazını kıldıktan sonra karıştırma yediği sonra abdest tazelemeden akşam
namazı kıldığı rivayet edilmiştir. Bu mânâda hadîsler çoktur. Arafat ile
Müzdelifede iki namazı birden kıldığını, Hendek harbinde kazaya kalan beş vakit
namazı hep birden kaza ettiğini bildiren hadisler de buna delildir.
Abdest ayetine
gelince; ondan murad: Namaza kalktığınız vakit abdestiniz yoksa abdest alın.
demektir. Bazıları bu ayetin her namaz için yeni abdest almayı icap ettiğini
fakat sonradan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)m fi'ili ile nesh
olunduğunu söylemişlersede bu kavil pek zayıftır. Ayet-i kerime mensûh
değildir.
Ulemâ abdestli olan
bir kimsenin her namaz için abdest tazelemesinin müstahab olduğunu
söylemişlerdir. Abdest tazelemenin kimlere müstahab olduğu hususunda birkaç
kavil vardır.
a) Farz veya
nafile namaz kılmış olan kimseye abdest tazelemek müstehaptır.
b) Yalnız
farz kılmış olana müstahaptır.
c) Mushafı
ele almak ve secde-i tilâvet yapmak gibi abdestsiz caiz 'olmayacak bir şey
yapana abdest tazelemek müstahaptır.
d)
Abdestiyle hiçbir şey yapmamış bile olsa; üzerinden biraz vakit geçmiş bulunan
kimsenin abdestini tazelemesi müstahaptır. Sahih ve meşhur olan mezhebe göre;
böylesine abdest tazelemek müstahap değildir. Teyemmümün dahi tazelenmesinin
müstahap olup olmadığı hususunda iki kavil vardır. Meşhur olan kavle göre
müstahab değildir. Teyemmümün tazelenmesi hasta yaralı ve emsali mahzurlar
hakkında tasavvur olunabilir. Çünkü bunlar su bulunduğu halde teyemmümle namaz
kılmaya me'zundurlar.
3- Hz. Ömer(Radiyallahû
anh)m Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellerh)e: «Bugün şimdiye kadar hiç
yapmadığın bir işi yaptın» demesi Resul-u Ekremin efdal ile amel ederek her
namaz için abdest almaya devam ettiğini gösterir. O gün ise; bir abdestle bir
kaç namazın kılınması caiz olduğunu göstermek için öyle hareket etmiştir. Hz. Ömere:
«Ben bunu kasten yaptım ya Ömer!» buyurması bunun en sarîh ifadesidir.
4- Bir kimse
kendinden faziletçe daha üstün olan bir zatın bazı amellerini âdete muhalif
görerek «bunu niçin yaptın» diye sorabiUr. Çünkü bunları unutarak yapmış
olması ihtimali vardır. Bu takdirde sualden mütenebbih olur o işi bir daha
yapmaz. Bazende soranın bilmediği gizli bir mânâdan dolayı kasten yapmış
olabilir. O zamanda sebebini izah edince soran kimse müstefîd olur.
87- (278)
Bize Nasr b. Ali el-Cehdamî ile Hâmid b. Ömer el-Bek-râvi [93] de
rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Bişr b. el- Müfaddal Halid'den, o da Abdullah
b. Şâkiktan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet, etti ki: Peygamber
«Biriniz uykudan
uyandı mı elini üç defa yıkamadan kaba daldırmasın. Çünkü elinin nerede
gecelediğini bilmez.» buyurmuşlar.
(...) Bize
Ebû Küreyb ile Ebû Saîd el-Eşecc rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Vekî rivayet
etti. H.
Bize yine Ebû Küreyb
rivayet etti. (Dediki) : Bize Ebû Muâvİye rivayet etti. Vekî' iie Ebû
Muâviye'nin ikisi birden, A'meş'den, o da Ebû Rezîn [94] ile Ebû Sâlih'den, onlar da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etmiştir.
Ebû Muâviye hadisinde:
«Resulüllah, (SaUaUahü Aleyhi ve Seîlem) buyurdu dedi.» Vekî' hadisinde ise
«hadisin mislini re'f ederek dediki:» ibareleri vardır.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Amrun-Nâkıd ve Züheyr b. Harb da rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize Süfyan b. Uyeyne, Zührî'den, o da Ebu Seleme'den naklen
rivayet etti. H.
Bana bu hadisi
Muhammed b. Rafi'de rivayet etti. (Dediki) : Bize Abdürrezzak rivayet etti.
(Dediki) : Bize Ma'nıer, Zührî'den, o da İbni'l-Müseyyebden naklen haber verdi.
Ebû Seleme ile İbnü'l-MÜseyyebin ikisi birden Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem) den naklen bu hadisin mislini rivayet etmişler.
88- (...)
Bana Selemetü'bnü Şebib de rivayet etti. Dedi ki: Bize Hasan b. A'yen rivayet
etti. (Dediki) : Bize Ma'kil, Ebu'z-Zübeyr'den, o da Cabir'den, o da Ebu
Hüreyre'den naklen rivayet ettiki Ebû Hüreyre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) in :
«Biriniz uykudan
uyandı mı elini
kabına kaldırmadan hemen
onun üzerine üç defa su döksün. Çünkü elinin nerede gecelediğini
bilmez.» buyurduğunu Câbire haber vermiş.
(...) Bize
Kuteybetü'bnü Saîd de rivayet etti. (Dediki) : Bize Mu-ğira [95] yani
Hizâmî, Ebu'z-Zinâd'dan, o da A'raç'tan, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet
etti. H.
Bize Nasr b. Aliy'de
rivayet etti. (Dediki) : Bize Abdul A'la, Hişam-dan, oda Muhammed'den, o da Ebu
Hüreyre'den naklen rivayet etti. H.
Bana Ebu Kuteyb'de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid yani İbni Mahled, Muhammet! b. Ca'ferden,
o da Alâ'dan, o da babasından o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. H.
Bize Mulıammed b,
Rafi'de rivayet etti. (Dediki) : Bize Abdürrezzâk rivayet etti. (Dediki) : Bize
Ma'mer, Hemmam b. Münebbih'ten, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Hatim
de rivayet etti. (Dediki) : Bize Muham-med b. Bekr rivayet etti. H.
Bize Hulvânî ile İbni
Râfi' dahi rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Abdürrezzâk rivayet etti, Ikiside
dediler ki: Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dediki) : Bana Ziyâd haber verdi.
Ona da Abdurrahman b. Zeyd'in âzâd-lısı Sabit haber vermiş. Bütün bu râvîlerin
rivayetlerine göre Sabit Ebû Hüreyreyi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
den bu hadisi rivayet ederken dinlemiş.
Bu râvilerİn hepsi
hadisi:
«Elini kaba
daldırmadan önce yıkamadan...» diyerek rivayet etmişler. «Uç def a... »tâbirini
hiç biri söylememiştir. Yalnız yukarıda arz ettiğimiz Câbir, İbnü'I - Müseyyeb,
Ebû Seleme, Abdullah b. Şakîk, Ebu
Salih ve Ebu Rezîn rivayetleri müstesna. Çünkü onların hadislerinde «üç defa» tabiri zikredilmiştir.
Bu hadîsi bütün kütübü
sitte sahipleri yani Buhârî Müslim Ebû Dâvûd, Tirmîzî, Nesaî (215-303) ve İbni
Mâce muhtelif râvîlerden muhtelif lâfızlarla tahriç ettikleri gibi» Tahâ vî
«Maâni'l-Asar» nâm eserinde Dâre Kutnî
de «EI-Evsat»ında tahric
etmiş; Beyhakî, İbni Adiy ve İbni Ebî
Hatim gibi zevatta onu rivayet etmişlerdir.
Müs1im'in de işaret
ettiği gibi rivayetlerin bazısında «üç defa» kaydı yoktur. Bazılarında kaba
daldırmazdan önce besmele çekileceği de zikredilmiştir. İbni Adiy 'yin Hasan-ı
Basrî vasıtasiyle Ebû Hüreyre
(Radiyallahû anh) dan tahriç etliği merfû rivayette:
«Eğer elini yıkamadan
kaba daldmrsa o suyu döksün.» Duyurulmuştur.
Hadisin ekseri
rivayetleri Ebû Hüreyre (RadiyaUahû anh) dan gelmekle beraber onu Cabir ve İbni
Ömer (Radıyailahu Anhüma) dahi rivayet etmişlerdir. Câbir rivayetinde Resulül1ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Biriniz gece
uykusundan uyandığı vakit abdest almak isterse etini yıkamadan hemen kaba
daldırmasın. Çünkü elinin nerede gecelediğini ve onu nereye koyduğunu
bilemez.» buyurmuştur.
Bu hadîsi güzel bir
isnadla İbni Ömer hadisini de Dare-kutnî şu lâfızlarla rivayet eder. İbni Ömer
demiş ki: Resulül-lah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz uykusundan
uyandığı vakit elini üç defa yıkamadıkça onu hemen kabın içine daldırmasın;
çünkü elinin vücudunun neresinde gecelediğini yahut nerede dolaştığını
bilmez.» buyurdular.
Bunun üzerine bir
zât İbni Ömere:
— «Ya elimi bir havuza daldırırsam ne
buyurursun?» demiş îbni Ömer ona taş
atarak:
— «Ben
sana Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den hadîs
rivayet ediyorum sen bana ya elimi bir havuza daldirsam ne buyurursun
diyorsun. Cevabını vermiştir. Bu hadisin isnadıda güzeldir. Böyle bir hadisi Ebu'z. Zübeyr Aiş e (Radıyailahu Anhâ) dan da Merfü olarak
rivayet etmiştir.
Hadîsin muhtelif
rivayetlerinin bazılarında «Elini kaba sokmadan.» diğer bazılarında «Elinİ kaba
daldırmadan.» hatta Bezzârın rivayetinde kelimenin sonuna te'kid nûnu
getirilerek «Elini katiyyen kaba daldırmadan.» denilmiştir. Burada daldırmak
tâbiri elini sokmaktan daha vazıh görülmüştür. Çünkü mutlak surette eli kaba
daldırmaya kerahet terettüp etmez. Elinde maşraba veya bardak gibi bir şey
olurda suyu onunla alır. Bu surette eli kaba daldırmak tahakkuk e'der fakat kerahet
yoktur.
Beyzâvî diyorki: Bu sözde yıkama emrinin
verilmesine; necâset ihtimalinin sebep olduğuna işaret vardır. Çünkü sâri'
hazretleri bir hüküm beyan ederde arkasından bir illet gösterirse bu o hükme o
illetin sebep olduğuna delildir.» «Çünkü elinin nerede gecelediğini bilmez.»
cümlesi hakkında
Nevevî şunları söylemiştir.
îmam-ı Şafiî ile diğer
ulemânın beyânına göre Hicaz'lılar taşla ta-haretlenirlerdi. Onların memleketi
sıcaktır. Bir hangisi uyudumu terler ve uyku halinde elini o pis yere yahud bir
yara vesaire üzerine götürebilir. Elleri yıkama emri bundan dolayı
verilmiştir.
1- Abdeste
başlamazdan önce elleri yıkamak sünnettir. Bu şöyle izah olunur. Hadisin
evvelinde elleri yıkamadan kaba daldırmak nehiy buyurulmuştur. Bu onları
yıkamanın farz olduğunu gösterir. Fakat sonunda ta'lil yani: ellerinin nerede
gecelediğini bilmez cümlesi, el yıkamanın
müstahab olmasını iktiza eder. Bu suretle farziyet hükmü kalkınca el yıkamanın sünnet olduğu sübut bulur. Zira sünnet vacîb'-den daha aşağı mertebededir. Hattâbî
buradaki emrin müstahab manâsı ifade ettiğini söylemiştir. Çünkü Resulüllah
(Salktllahü Aleyhi ve Selîem)
hükmü şüpheye bağlamıştır. Şüphe arzeden bir emir farziyet ifade edemez
suda asıl olan onun temizliğidir. İnsanın bedeni hakkında hükümde böyledir.
Bir şeyin temizliği yakmen sabit olduktan sonra şüpheli bir emirle o yakın zail
olamaz. Filvaki' ekseriyetle ulemâ buradaki yıkama emrini istihbab mânâsına
almışlardır. Binaenaleyh abdest
almazdan Önce elleri yıkamak onlara göre müstahap olduğundan bir kimse abdest
almazdan Önce elini kaba daldırsa o su temizdir. Meğer ki; elinde necaset
bulunduğu yakmen malûm, ola. Ubeyde, İbni
Şirin. İbrahim Nehaî, Said b.
Cübeyr, Salim, Bera' b. Âzibve A'meş (Rahimehûmûlkth) hazeratmın
mezhebleri budur: Gündüz uykudan uyanan
hakkında, ihtilâf vardır. Hasan-ı Basrîye göre elini kaba daldırma hususunda
gece ile gündüz uykusu arasında fark yoktur. îmâm-ı Ahmed b. Hambel gündüz uykusu
hakkında teshilât göstermiş gece uykusundan uyandıktan sonra elleri yıkamadan
kaba daldırmayı men etmiştir. Davud-u Zahirî
ile Taberî abdestten Önce eller yıkanmasa bile onların
üzerine su dökmek farzdır, demişlerdir. İbni Hazm dahi buna kail olarak: «Uyku ile abdest
arasında zaman geçsin geçmesin hüküm birdir» demiştir. İbnü'l
Kaasim elleri yıkamanın ibadet
olduğuna kaildir.
İbni Büreyde 'nin
«el-Ahkâm» nâm eserinde şöyle denilmektedir: «Fukaha kaba daldırmazdan önce
elleri yıkamanın hükmünde ihtilâf etmişlerdir. Bir cemaata göre bu abdestin
sünnetlerindendir. Müstahap diyenler de vardır.
Bazıları mutlak
surette farzdır demişlerdir. Dâvud-u Zahi-r î ile arkadaşlarının mezhebi budur.
Bir takımları gece uykusundan uyanınca elleri yıkamak farz gündüz uykusundan
sonra farz değildir demişlerdir. İmam Ahmed 'in mezhebi de budur. Ellerin
beraber-mi yoksa ayrı ayrımı yıkanacağı hususunda iki kavil vardır. Bu babtaki
ihtilâf hadisin lâfızlarından neş'et etmiştir. Hadisin bazı tariklerinde:
«Ellerini ikişer defa yıkadı» denilmektedir. Bu onların ayrı ayrı yıkanmasını
iktizâ eder. Bazı rivayetlerinde İse: «Ellerini iki defa yıkadı» deniliyor. Bu
da beraber yıkamış olmasını iktiza eder.
2- Elleri yıkamadan
kaba daldırmak mutlak surette mekruhtur.
İmâm-ı Ahmed gündüz uykusunu istisna
etmiş onda bu kerahetin mevcut olmadığını söylemiştir. Delili Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Çünkü elinin nerede
gecelediğini bilemez.» hadisidir.
Gecelemek gece
uykusuna mahsustur. Birde insan gündüzün uyurken gece uykusunda olduğu gibi
açılıp saçılmaz. İmam-ı Neve-v î diyorki: «Bizim mezhebimize göre bu hüküm
uykudan uyanana bile mahsus değildir. Elleri yıkama hususunda muteber olan
onlara necaset bulaşıp bulaşmadığında şüphe etmektir. Böyle bir şüphe varsa
uykudan uyansın uyanmasın ellerini yıkamak müstahap olur. Çünkü Peygamber
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem):
«Elinin nerede
gecelediğini bilemez.» sözüyle bu işin illetine ten-bih buyurmuştur.
Bu sözün mânâsı «eline
necaset bulaşmadığından emin değildir.» demektir. Necaset bulaşması ihtimali
ise; yalnız uyku haline mahsus değil her zamana âmm ve şâmildir.
3- Hadiste
zikri geçen kaptan murad: Maşraba gibi küçük kap yahut yanında maşrabası
bulunan büyük küb olabilir. Kap büyük olurda ondan su almak için başka küçük
kap yoksa o zaman hadisteki nehiy mübalağalı şekilde daldırmasın mânâsına
hamlolunur. Meselâ sol elinin parmaklarını
bir araya toplayarak avucunu daldırmamak
şartıyle kaptan su alarak sağ
eline dökse ve parmaklarını birbirine oğuşturarak yıkasa sol elini de aynı
şekilde sağ eliyle dökerek yıkasa caizdir.
Hanefîy-y e 'nin mezhebi budur. Burada Nevevî şunları söylüyor. «Amma su
dökülmesi mümkün olmayacak büyük bir kapta olurda ona daldıracak başka küçük
kap ta bulunmazsa bu surette elleri yıkamanın yolu o kaptan ağzıyla su alarak
elerini yıkamaktır. Elbisesinin kenarıyla su almak veya başkasının yardımını
istemekte caizdir.»
Aynî Nevevî 'nin bu
sözüne karşı «bu kimsenin ağzıysa su alamadığını, elbisesinin temizliğine
itimad edemediğini ve yardım istiye-cek bir kimse bulamadığını farz edersek o
kimse ne yapacaktır?» diyor. Ve Hanefîlerin mezhebinin daha geniş ve daha güzel
olduğunu söylüyor.
4- Az suya
düşen necaset onun vasıflarından birini
değiştirmese de suyu pisler, iki külle yani iki küp suya düşen az necaset suyun
vasfını değiştirraesede onu pisler
diyen Hanefîlerin bu babta en kuvvetli delillerinden biri
budur. Pislememiş olsa elleri kaba daldırmaktan men etmenin bir faydası
kalmazdı.
5-
Pislikleri üç defa yıkamak müstahaptır. Zira pislendiği şüphe edilen ellerin üç
defa yıkanması emr edilince pislendiği muhakkak olan şeylerin yıkanması
evleviyette kalır. Üçten fazla ise; yalnız köpeğin ağzını soktuğu şeyler
hakkında vârid olmuştur. Bunun hükmü inşaattan ileride gelecektir.
6-
Pislendiği şüphe edilen şeyleri üç defa
yıkamak müstehaptır.
Üzerlerine yalnız su
serpmek kafi gelmez. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yıkamayı emr
etmiş su serpmeyi söylememiştir.
7- İbâdetler
hususunda ihtiyata riâyet etmek müstehaptır.
8- Suya
necaset düşmekle bil icma' su pis olur. Şayet pis bir şeyin üzerine su
atılırsa İmam-ı Şafiî'ye göre hüküm başkadır. Nevevî diyorki:
Pislik üzerine su atılması ile suya pislik atılmasının farkı vardır:
Pislik suya düşerse onu pisler. Su pisliğin üzerine düşerse o pisliği izale
eder. Bunun izahı şudur. Resulu1lah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in elleri yıkamadan kaba daldırmaktan men
etmesi pis olmamaları ihtimaline mebriîdir. Bu da suya düşen necasetin suyu
pislemiş olmasını iktiza eder. Kaba daldırmadan ellerin
yıkanmasını emir buyurması
temizlik içindir. Bu şekilde suyun ellere değmesi sırf oraya değmekle
pislenmemesini iktizâ eder, aksi takdirde temizlemekten rnak-sat hâsıl olmaz.»
Pislik üzerine düşen
suyun onu temizlemesi hususunda Hanefî-ler de Şafiî 'lerle beraber iselerde;.
onlara göre pisliği temizleyen, su artık pis olur.
Yine Nevevî: «Bu
hadiste az suya düşen necasetin onu pislediğine delâlet vardır.» demiştir.
9- Müstehcen
sayılan yerlerde kinaye sözler kullanmak müstehaptır. Onun içindir ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Elinin nerede
gecelediğini bitemez.» demekle iktifa etmiş «belki eli dübürüne veya zekerine
yahut necasete değmiştir.» dememiştir. Çünkü onun söylediği cümlede bu mâna
vardır. Ancak kinaye tarikiyle söylemek kinayeden maksadı anlayanlara göredir.
Kinayeden anlamayanlara maksadı açık söylemek icab eder. Bazı hadislerde
adeten müstehcen sayılan şeylerin sarahaten zikredilmesi bundandır.
10- Hadis-i
Şerifte kab kelimesi mutlak zikredilmişsede ondan muradın su kabı olduğu
karine ile anlaşılmıştır. Çünkü hadiste abdestten bahsedilmektedir. Bununla
beraber suyla sair mâyiat
arasında hüküm itibarı ile bir fark yoktur.
11- Taşlarla
yapılan istincanın yeri temizlenmez. Orada az miktarda necaset kalırsada namaz
hakkında bu kadarcığı affolunmuştur.
Ama silinen İstinca yeri ıslamrda elbiseye bulaşırsa o elbise pis olur.
Buna çok dikkat etmeli ve su ile taharetlenildiği zaman dahî temiz bir kuru
bezle silinmelidir.
12- Elleri
yıkamak mutlak zikredildiği için elin bağlı bağsız, eldivenli eldivensiz, her
şekline şâmildir. Yani eller mutlak surette yıkana-caktır.
13-
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in «biriniz» diye hitâb buyurması âkil
baliğ olan müslümanlara aiddir. Uykudan
uyanan kimse sabîy veya mecnûn yahut kâfir ise; onlar hakkında iki kavil
vardır. Bir kavle göre; bunlar da âkil baliğ müslüman gibidirler. Binaenaleyh
elerini yıkayacaklardır. İkinci kavle göre; bunların su kabına ellerini
sokmalanyle su neics olmaza Çünkü daldırmanın memnu oluşu ancak hitapla sübut
bulur. Bunlar hakkında ise hitap yoktur.
14- Hadiste
«sizden birijıiz» denilerek uykunun
ümmete izafe edilmesi Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve SeUew)in uykusunu hükümden hariç bırakmıştır. Çünkü onun
gözleri uyur; kalbi uyumazdı.
15- Uykunun
tasrîh buyurulması gaflet ye dalgınlık gibi şeylerin uyku hükmünde olmadığını
ifade eder.
16- Ellerin
niçin yıkanması emredildiği ihtilaflıdır. Bazılarına göre emrin illeti pislik
diğer bazılarına göre teabbud yâni kulluk icabıdır. Cumhura göre; buradaki emir necaset ihtimalinden dolayıdır.
Bunun muktezâsida necaset hususunda şüpheye düşeni bu hükme ilhak etmektir.
Yani elinin nerede gecelediğini bilen meselâ: Eline kalın eldiven giyerek
uykuya yatan kimse o halde uyanırsa elini yıkamadan abdeste başlaması mekruh
değildir. Bununla beraber yinede müstehaptır. Nitekim uyanık kimsenin hükmüde budur.
İmam-ı Ma1ik'in de dahil bulunduğu bir
cemaata göre buradaki emir teabbüd içindir. Onlara göre ellerinin necis
olduğunda şüphe edenle etmeyen müsavidir.
17-
Bâzılarına göre bu hadis uykunun abdesti bozduğuna delildir.
18- Bu hadîs
zekere dokunmak abdesti bozar diyenlerin
kavlini takviye eder. Bu kavli
Ebû Âvâne
Süf yan b. Uyeyne'-den rivayet etmişsede mezkûr kavil
pek zaif görülmüştür.
19- Şafiî
'lerden bâzısına göre az suya el sokmakla o su müsta'-mel olmaz yeter ki;
abdest için elini sokmuş olsun. Bu kavil dahi zaîf görülmüştür.
89- (279)
Bana Alî b. Hucr es-Sa'dî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Alî b. Müshir rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize A'meş Ebu Rezîn ile Ebû Salih'ten, onlarda Ebû
Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Kesulüllah
(Sallalkthü Aleyhi ve Selîem) :
«Birinizin kabına
köpek ağzını sokarsa onu hemen döksün. Sonra onu yedi defa yıkasın.» buyurdular.
(...) Bana
Muhammed b. Sabbah'ta rivayet etti. Dedi ki: Bize İsmail b. Zekeriyya A'meş'den
bu isnadla bu hadisin mislini rivayet etti.
Ama «onu döksün» demedi.
90- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlike Ebu'z- Zinâd'dan duyduğum,
onunda A'ractan, onunda Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ettiği şu hadisi okudum.
Resulüllah (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem):
«Birinizin kabından
köpek içti mi onu hemen yedi defa yıkasın.» buyurmuşlar.
91- (...)
Bize Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îs-mail b. İbrahim, Hişâm
b. Hassan'dan, o da Muhammed b. Sîrîn'den o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet
etti. Şöyle demiş. Resulüllah (Salîallahü A leyhi ve Sellem) :
«Birinizin kabına
köpek ağzını soktuğu vakit o kabın temizliği birincisi toprakla olmak şartıyla
onu yedi defa yıkamasidir.» buyurdular.
92- (...)
Bize Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrezzâk rivayet
etti. Dediki Bize Ma'mer Hemmâm b. Münebbih'ten rivayet etti.
Hemmam: Bize Ebu
Hüreyre'nin Muhammed Resulüllah
(Salîallahü Aleyhi ve
Sellem)den rivayet ettiği budur diyerek bir takım hadisler zikretmiş.
Ez Cümle Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi
ve Sellem) :
«Köpek yaladığı vakit
sizden birinizin kabının temizliği onu yedi defa yıkamasiyledir.» Buyurdu»
demiş.
93- (280)
Bize Ubeydullah b. Muaz'da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti.
(Dediki) : Bize Şu'be, Ebu't, Teyyah' [96] dan
rivayet etti. O da mutarrif b. Abdillâhı [97] İbni
Mugaffel' [98] den naklen rivayet
ederken işitmiş.
İbni Mügaffel :
«Resulullâh
(Saîlallahü Aleyhi ve Seîlem)köpekleri öldürmeyi emretti. Sonra:
«Onların köpeklerle ne
işi var?» buyurdu. Sonra av köpeği ile çoban köpeğine ruhsat verdi ve
«Köpek bir kabı
yalarsa onu hemen yedi defa yıkayın, sekizincide toprakla ovalayın.» buyurdular demiş.
(...) Bu
hadisi bana Yahya b. Habib El - Harisi de rivayet etti. (Dedi) ki) : Bize Hâlid
Yani İbni'l - Haris rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Hatim
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saİd rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. VelMF
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. Bh
râvilerin hepsi Şu'be'den bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. Şu
kadar var kî Yahya b. Said'in rivayetinde:
«Çoban köpeği ile av
ve ziraaf köpeği hakkında ruhsat verdi.» Ziyâdesi vardır. Rivayette
Yahya'dan başka «ekin»
kaydını zikreden yoktur.
Bu hadîsi Buharı, Müslim;
Ebû Dâvûd ve Tirmîzî Taharet bahsinin muhtelif yerlerinde biraz lâfız farkiyle
müte-addid râvİIerden tahriç etmişlerdir. Hadîs-i şerif muhtelif rivayetleri
ile köpeğin yaladığı veya içinden bir şey içtiği kabın hükmünü bildirmektedir.
Vülûğ: Dilinin kenarı
ile içmek demektir. Bâzı rivayetlerde bunun yerine içmek tabiri kullanılmıştır.
1- Bu hadis
köpeğin necis olduğuna delildir. Çünkü bir şeyin temizlenmesi ya hades yahut
necaset sebebiyle lâzım olur. Burada hades diye bir şey yoktur. Binaenaleyh
köpeğin yaladığı kap salyası necis olduğu için yıkanır.
2- Köpeğin
yaladığı kap pistir. Bu hususta av ve çoban köpeği ile sair köpeklerin arasında
fark yoktur. Köpeğin temiz olup olmaması hususunda Mâlikîlerden dört kavil rivayet olunur. Birinci! kavle
göre; köpek temizdir. İkinci kavle göre; necistir. Üçüncü kavle göre; evlerde
beslenmesine ruhsat verilen köpeğin artığı temizdir. Şâir köpeklerin artığı ise
necistir. Dördüncü kavle göre; ev köpeği ile yaban köpeğinin farkı vardır.
Râfiî: «İmam-ı Malike göre köpeğin
yaladığı kaptan başkasını yıkamak lâzım değildir. Çünkü Mâlik'e göre köpek temizdir. Onun
yaladığı kabı yıkamak teabdüdîdir» demiştir. Hattâbî ise: «Köpeğin suyu içtiği
dilinin necis olduğu sabit olunca; diğer uzuvlarınm-da dili hükmünde olduğu
anlaşılır. Binaenaleyh köpeğin bedeninden hangi cüz'ü bir şey'e temas
ederse onu yıkamak vacip,olur'.» demektedir.
3- İçinde
pis su bulunan kabı yıkamak vâcib olur.
4- Kirmanı
'ye göre bu hadis köpeği satmanın-haram olduğuna delâlet eder. Çünkü köpek
necis-i ayn yani kendisi necis olan bir hayvandır. Binaenaleyh o da sair
necasetler hükmündedir. Fakat Kİrmâ-ni'nin bu sözüne Hanefî 'lerden Aynî
itiraz etmiş ve şunları söylemiştir: «Bizim Ulemâmıza göre köpeği satmak
caizdir. Çünkü evleri korumak ve avlanmak hususunda ondan istifâdeye şer'an
ruhsat verilmiştir.» Vakıa bir zamanlar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seîlem) köpeği satmaktan men etmişti.
Fakat o zaman köpekten ne suretle olursa olsun istifade etmek haramdı.
Sonra'dan av ve bekçilik hususlarında ondan istifâdeye ruhsat verildi.
Tahavî'nin Amr b. Şuayb tarikiyle
Abdullah b. Ömer (Radiyallahu
anhümâ) dan rivayet ettiği bir hadiste: «İbni Ömer bir adamın Öldürdüğü bir av
köpeği için kırk dirhem, çoban köpeği içinde bir kaç para kıymet takdir etti»
denilmektedir. Yine İbni Ömer (Radiyallahû anh) m «köpeğin satış bedelini
almakta bir beis yoktur.» dediği rivayet olunur. Bu babta Hz. Osman
(Radiyallahû anh) tan da rivayet vardır.
5- Bu
hadisle Şafiî 'ler köpeğin yaladığı kabın yedi defa yıkanmasının vacip
olduğuna istidlal ederler. Onlarca köpeğin bir kabı ya1 aması veya içinden bir
şey içmesiyle onun bevlî, tersi, ter ve kanı arasında hiç bir fark görmezler.
Bir kaç köpek bir kabı yahut bir köpek bir kabı birkaç defa yalasa bu hususta
Şafiî 'lerden üç kavil vardır. Bunların sahih olanına göre; kabı yedi defa
yıkamak hepsi için kâfidir. İkinci kavle; göre; her köpek için o kap yedi defa
yıkanır. Üçüncü kavle; göre; bir köpeğin birkaç defa yaladığı kap için yedi
defa yıkamak kâfi fakat birkaç köpeğin yaladığı kap her köpek için yedi defa
yıkanır. Köpeğin yaladığı kaba başka bir necaset, düşse yedi defa yıkamak her
ikisi için kâfidir.
6- Hadîsin
bâzı rivayetlerinde köpeğin yaladığı kabın yedi defa yıkanacağı diğer bazı
rivayetlerinde yedi defa yıkanması, fakat birincide toprakla ovulması, başka
bir rivayette birinci veya sonuncu defada toprakla daha başka bir rivayetinde
yedincide toprakla ovulması hjr rivayetinde de yedi defa yıkanıp sekizincide
toprakla oğulması emir buyu-rulmuştur.
Nevevî diyorki:
(Sekizinci defa toprakla oğun) rivayeti bizim mezhebimizdir. Cumhur-u Ulemâ'nm
mezhebide budur. Çünkü hadîsten murâd: kabı yedi defa yıkayın bunlardan
birinde suyla toprağı karıştırın» demektir. Bu sebeple toprak bir defa yıkama
yerine geçmiş ve ona sekizinci yıkama denilmiştir. Bazıları Hanefilerle
Mâlikî'ler bu hadîsin zahirine muhalefet etmiştir. Onlar toprakla
yıkamaya" kail değildir. Fakat meşhur kavillerine göre; yedi defa-yıkamaya
kaildirler demişlerse-de kendilerine şu cevab verilmiştir:. Torakla yıkamak
İmam-ı Mâ1ik'in rivayetinde yoktur. Yedi defa yıkamakta ona göre mendup-tur.
Çünkü İmam-ı Mâlik köpeğin temiz olduğuna kaildir.
Mâlikilerden
bâzılarına göre; edinilmesine ruhsat verilmeyen köpeğin yaladığı kap yıkanır.
Edinilmesine ruhsat verilenin yaladığı yıkanmaz. Bir takımları da kuduz
köpeğin yaladığı kap yıkanır diğerleri yıkanmaz demişlerdir. Bunun hikmeti
tıbbidir.
Hanefî'lere gelince;
onlar toprakla yıkamanın vücubuna kail olmadıkları gibi yedi defa yıkamayada
kail değildirler» demişlerdir.
Bunlara; Aynî şu
mukabelede bulunmuştur: «Evet Hanefi'ler yedi defa yıkamanın vücubuna kail
olmamışlardır. Çünkü yedi defa yıkanacağını rivayet eden Ebû Hüreyre (Radiyallahû
anh) dan köpeğin yaladığı kabın üç defa yıkanacağı'da rivayet olunmuştur. Hem
bu rivayet ondan fi'len, kavlen, merfu'an ve mevkûfen iki tarikle rivayet
olunmuştur. Bunların birini Sahih isnadla Dâre-Kutnî Abdül Melik b. Ebî
Süleyman tarikiyle Ebû Hüreyre (Radiyallahû anh) dan tahriç etmiştir. Bu
rivayette:
«Köpek ağzını kabın
içine sokarsa o kabı hemen dök, sonra üç defa yıka.» buyurulmaktadır.
İkincisini: İbni Âdiy,
Hüse ym b. Ali tarikiyle Ebû Hüreyre 'dan tahric etmiştir. Bu hadîsde Ebû Hüreyre
şöyle demiştir: «Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîtem) :
«Köpek birinizin
kabını yalarsa onu hemen döksün ve üç defa yıkasın.» buyurdular.
Sonra bu hadîsi Ömer İbni
Şeybe dahi mevkuf olarak rivayet
etmiştir.
Ben derim ki; Beyhâkî
şunları söylüyor üç rivayetini Atâ'm arkadaşlarından y:alnız Abdülmelik rivayet
etmiştir. Sonra ondan Atâ'm arkadaşları sonra Ebu Hüreyre 'nin arkadaşları
nakletmişlerdir. Halbuki Atâ'ın mutemed arkadaşları ile Ebû Hüreyre 'nin
râvileri yedi defa yıkanacağına kaildirler. Bu gösteriyorki Abdülmelik b.
Süleymanın Atâ 'dan onunda Ebû Hüreyre 'den naklen rivayet ettiği üç meselesi
hatâdır. Zâten Abdülmelik hıfzı kuvvetli mûtemed râvilere muhalefette
bulunduğu için onun bu gibi râvilere muhalif olarak rivayet ettiği hadîsler
kabul olunmaz. Şu'bet ü'bnü'l-Haccâc ondan hadis rivayet etmediği gibi Buharî'de
onunla ihticacta bulunmamıştır.
Beyhâki 'nin sözü
budur. Fakat ben derimki: Abdülmelik i n hadisini İmam Müslim sahihinde tahriç
etmiştir. Ahnıed b. Abdi İlâh ile Sevrî dahi onun hafızlardan olduğunu
söylemişlerdir. Hattâ Sevrî 'nin onun hakkında: «Sikadır, fakih-tir, sağlamdır»
dediği Ahmed b. Abdillahın dahi hadiste onun mevsuk olduğunu söylediği rivayet
olunur. Sevrî ona; mizan dermiş.
Tahâvî hadisin mevkuf
rivayetini Abdülmelik b. Ebi Süleyman tarikiyle Ebû Hüreyre 'den tahrîc
ettikten sonra şöyle demiştir: «Yedi defa yıkamanın vücubu bu hadisle nesh
edilmiştir. Çünkü yedi lâfzını da Ebû Hüreyre rivayet etmişti. Râvi rivayet
ettiği hadîsin hilâfiyle amel eder veya fetva verirse bir daha o rivayetten x
hüccet olmaz. Zira sahâbînin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)den bir.
şey dinliyerek onun hilâfiyle amel etmesi veya fetva vermesi helâl olamaz.
Böyle bir hareket onun adaletini düşürür; bir daha rivayeti kabul olunmaz.
Bizim Ebû Hüreyre'ye hüsnü zannımız vardır. Şu halde üç defa yıkanacağını
bildiren bu hadis yedi defa yıkanacağını bildiren evvelki rivayetinin nesh
edildiğine delâlet eder.» Sonra Hanefî 'lere çatan bu kail Ebu Hüreyre
(Radiyallahû anh) hakkında: «ihtimalki Ebû Hüreyre yedi defa yıkamanın vacip
değil mendûp olduğunu îtikad ettiği için vaktiyle bununla fetva vermiş sonra o
rivayeti unutmuştur. İhtimalle nesh sabit olmaz» diyor. Bu sözü dahi Hz. Ebu
Hüreyre hakkında sû-izan olduğu için red edilir. Delilden neş'et etmeyen
ihtimale kulak asılmaz. Ta hâvi 'nin nesh iddiası ise; senetle İbni Şîrînden
naklettiği delille ispat edilmiştir. İbni Şirin'e Ebû Hüreyre (Radiyallahû
anh) dan rivayet ettiği bir hadis hakkında:
Bu hadis Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem) den midir?
Diye sorulduğu vakit:
«Ebu Hüreyre'nin her
hadisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den dir» cevabını vermiştir.
Tahâvî yedi
rivayetininin nesh edildiğini söyledikten sonra şöyle demiştir. Eğer yedi
rivayeti ile amel vacip olsaydı o zaman Abdullah b. Mugaffelin bu hususta
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den rivayet ettiği hadis Ebu Hüreyre
'nin rivayetinden daha makbul olurdu. Çünkü onun rivayetinde (sekizincide kabı
toprakla ovun( ziyadesi vardır, ziyade noksandan evlâdır. Hanefî'-lere
muhalefet eden bu zata da «köpeğin yaladığı kap sekiz defa hem sekizinciyi
toprakla karıştırarak yıkamakla temizlenir.» diyerek iki rivayet-lede amel
etmeliydi. Eğer İbni Mugaffel hadisini terk ettiyse; yedi defa yıkamayı terk
eden muhaliflerine lâzım gelen kendisinede lâzım gelir.
Şayet bu muarız
Beyhakî 'nin dediği gibi Ebû Hüreyre zamanının en belleyişlisi idi. Binaenaleyh
onun rivayeti daha şayan-ı kabuldür, derse buna da hayır cevabı verilir. Çünkü
İbni Mugaffelin rivayeti daha evlâdır İbni Mugaffel Ebû Hüreyre'den daha
fakihtir. H z. Ömer (Radiyallahû anh) Onu dokuz arkadaşı ile birlikte halka
ilim öğretmek için göndermiştir. Hz. îbni Mugaffel Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ağaç altında bey'at edenlerdendir. Onun rivayeti ile amel
etmek ihtiyata daha muvafıktır. Bundan dolayı Hasan-ı Basrî'de onun rivayeti
ile amel etmiştir. Onun bu hadisini İbni Menden Şu'be tarikiyle rivayet etmiş
ve: İsnadının sahih olduğuna ittifak edilmiştir» defrıiştir. Ayni hadisi
Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî
ve İbni Mâce de rivayet
etmişlerdir.
Ebû Hüreyre
(Radiyallahû anh) dan kedinin yaladığı kabın da yedi defa yıkanacağı rivayet
olunmuş; fakat muhalifler onunla amel etmemişlerdir. Onların bu hadise
verecekleri her cevap üçten ziyâdenin lâzım gelmiyeceği hususunda bizimde
cevabımızdır...»
Aynî bu babta daha bir
çok şeyler söylemiştir. Biz l^u kadarını nakille iktifa ettik.
Nevevî bu hadisin
şerhinde kendi mezhebini îzâh ederken domuzun hükmünede temas etmiş ve şunları
söylemiştir: «Domuza gelince; bu hususta onun hükmü de köpek gibidir. Bizim
mezhebimiz budur. Ulemânın ekserisi domuzun içtiği kabın yedi defa yıkanması
vacip olmadığına kaildirler. Şafiî 'nin kavli de budur. Delil itibârı ile bu
kavil kuvvetlidir. Ulemâmız diyor ki: Kabı toprakla yıkamanın mânâsı su
bulanın-caya kadar onun içine toprak karıştırmaktır. Suyu toprağın üzerine atmakla
toprağı suyun üzerine atmanın yahut bir yerden bulanık su alarak onunla
yıkamanın bir farkı yoktur. Fakat necaset yerini yalnız toprakla silmek kâfi
gelmez. Eli kabın içine sokmak ta vacip değildir. Topraklı suyu kabın içine
dökerek çalkalamak kafidir. Toprağı yedinci defaya bırakmamak müstehaptır.
Efdal olan ilk defa toprakla yıkamaktır. Köpek iki kulleden az olmayan çok
sudan içse o su pislenmez az sudan içer veya yemek kabından yer de bu su veya
yiyecek bir elbiseye, bedene yahut başka bir kaba bulaşırsa onlarıda biri
toprakla olmak şartiyle yedi defa yıkmak icap eder. Kuru yemekten yerse yediği
yerle etrafı atılarak geri klanından istifâde edilir. Nitekim donmuş yağın
içinde ölen farenin hük-müde budur.
Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in köpekleri Öldürmeyi emrettikten sonra: «Onların köpeklerle
ne İşi var?» buyurması sonra av köpeği ile çoban köpeğine, diğer rivayette
ziraat köpeğine ruhsat vermesi köpek edinmenin memnu' olduğunu gösterir. Bizim
ulemamızla başka mezhebler uleması ihtiyaç olmaksızın köpek edinmenin haram olduğuna
ittifak etmişlerdir. Meselâ; şeklini beğendiği için yahut öğünmek maksadiyle köpek
edinmek hilâfsız haramdır, [99]
Köpek edinmeyi tecviz eden ihtiyaca gelince:
Bu hadîs üç şeyden
biri için ruhsat verildiğini göstermektedir. Bunlarda, ekinliği korumak,
hayvanları korumak, ve avcılıktır. Mezkûr üç şey için köpek edinmek bilittifak
caizdir. Ulemâmız evleri ve mahalleleri korumak için köpek ve keza öğretmek
maksadi ile köpek yavrusu edinmenin caiz olup olmayacağında ihtilâf
etmişlerdir. Bazılarına göre; bu haramdır. Çünkü ruhsat yalnız üç sınıf
hakkındadır. Diğer bazıları bununda mubah olduğunu söylemişlerdirki; esah olan
da budur. Zira bunlar da ruhsata dahil olan üç sınıf mân asmadırlar. Avcılık
yapmadığı halde av köpeği edinenin hükmü dahi ihtilaflıdır.
Ulemâmıza göre; köpek
kuduz olursa öldürülür, kuduz değilse, öldürülmesi caiz değildir. Bu hususta
köpeğin faydalı veya faydasız olması müsavidir. İmamü-1 Haremeyn: Köpeklerin
öldürülmesi bâ-bmdaki emir nesh edilmiştir. Re s ul illi a h(Sallaîlahü Aleyhi
ve Sellem) in bir defa köpekleri öldürmeyi emrettiği sahihtir. Fakat sonra
onları öldürmekten nehy buyurduğu da sahihtir. Şeriat verdiğimiz tafsilât
üzere karar kılmıştır. Resulülla h (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) koyu siyah
köpeklerin öldürülmesini emretmişti. Bu hâdise İslâmın ilk zamanlarında idi.
Şimdi nesh edilmiştir» diyor. Bu tahkikin üzerine söz yoktur.»
94- (281)
Bize Yahya b. Yahya ile Mu hanime d b. Rumh rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Leys haber verdi. H.
Bize Kuteybe de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Ebu'z-Zübeyr-den o da Cabir'den, o da
Resûlullâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet ettiki Peygamber
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) Durgun suya bevl edilmesini nehiy buyurmuşlar.
95- (282)
Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Eİze Ce-rir Hişâm'dan, o da
İbni Şîrîn'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) den naklen
rivayet etti:
«Sakın biriniz durgun
suya bevl etmesin. Sonra ondan yıkanır.» buyurmuşlar.
96- (...)
Bize Muhammed b. Râfi'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize AbdÜrrezzâk rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Miineb-bih'ten rivayet etti. Dedi ki:
Ebû Hüreyre'nin Resulüllah Muhamnıed (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) den rivayet
ettikleri şunlardır. Diyerek bir takım hadisler zikretmiştir. Onlardan biride
şudur. Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):
«Akmayan durgun suya
bevl etme, sonra ondan yıkanırsın.» urdular.
Bu hadisi Buharı,
Ebû Dâvûd, Nesâî,
Tirmîzî,
İbni Mâce, Tahavî ve Taberânî
muhtelif râvilerden i tahriç
etmişlerdir.
Hadîsin bazı
rivayetlerinde durgun suya bevl etmek te'kid edatı ile bazılarında te'kitsiz
olarak zikir edilmiştir. Keza bazı rivayetlerde durgun su bazılarında onun
yerine daim su denilmiş ve bundan murâd akmayan durgun su olduğu nefs-i
rivayette tefsir buyurulmuştur. tO»J-âii/r»cümlesindeki fiili muzari' burada
merfû' olarak rivayet edilmiştir. Ulemâ bunun meczûm ve mansub da
okunabileceğini söylemişlerdir. Meczûm okunduğuna göre üst taraftaki meczûm
cümle üzerine atf olunur ve mânâ şöyle olur.
«Hiç biriniz durgun
suya bevl etmesin, sonra ondan yıkanmasın.» Mensûb okunduğu takdirde muzâri'in
başına nasb edatlarından (en) takdir edilir. (Sümme) edatına da (vav) hükmü
verilir. Bu takdirde mânâ şöyle olur.
«Hiç biriniz durgun suya bevl ederek ondan yıkanmak işini
yapmasın.» Cümlenin merfu' ve meczûm
okunmasına bir diyecek yok-sada mensûb okunmasına itiraz edilmiştir. Çünkü bu
takdirde suya bevl etmekle onda yıkanmanın ikisi birden yasak edilmiş oluyor.
Halbuki buna kail olan tek bir kimse yoktur. Yasak edilen. İster suyun içinde
yıkansın ister o sudan olarak dışarda yıkansın - suda yıkanmak değil yıkanılan
suya bevl etmektir.
1- Bevl
necistir.
2- Az suya
necaset düşerse, düşen necaset az olsun çok olsun o sudan abdest almak caiz
değildir.
3-
Şafiî'lerle Hanefî'lerce: Az suya az bile olsa mecâset karışsa o su pis olur.
Çok suya kansan necaset onun rengini tadını veya kokusunu değiştirmedikçe su
temiz hükmündedir. îki mezheb sâlikleri çok suyun tahdidi hususunda ihtilâf
etmişlerdir. Şafiî Jlere göre; iki külle su çok su hükmündedir. Hanefîlere göre
ise; büyük gol ismi verilen su çok ondan aşağısı az sudur. îki külle su az
hükmündedir Binaenaleyh az necasetin karışması ile dahî pis olur. Hadîs
mutlaktır. Aza da ço-kada, iki kulleyede şamildir. Eğer iki külle su az
necasetten pislenmez denilirse suya bevl etmekten mehyin bir faydası kalmaz.
Üstelik bu hadis «iki külle» hadisinden
daha sahihtir.
Şafiîlerden İbni
Kudânıe: «Bizim delilerimiz iki külle hadîsi ile Bi'r-i, budâ'a hadîsidir. Bu
iki hadis Hanefî 'lerin kail olduklarının hilâfına nastır... demiştir. Fakat
mezkûr hadislerin Hanefi mezhebinin hilâfına nass olduğu iddiası Hanefî'lerce
kabul olunmamıştır. Çünkü iki külle hadisini bazı hadis imamları sahih
bulmuşlarsa-da hakikatta o hadis hem senet hem metin itibarı ile muztariptir.
Haddizatında kulleden muradın ne olduğu dahi meçhuldür. Müttefekunaleyh sahih
olan hadisle amel etmek hem daha kuvvetli hem daha makbuldür. Bi'r-i budâ'a
hadisi ile Hanefîlerde amel etmişlerdir. Çünkü Bi'r-i budâ'a büyük bir kuyu
olup içersine pislik atılır. Fakat bir taraftan suyu aktığı için atılan
pislikler onun rengini, kokusunu ve tadını değiştirmezdi.
Ebû Dâvûd: «Suyun
takdiri hususunda her iki fırkaya delîl olacak bir hadîs hemen hemen sabit
olmamıştır.» demiştir. Hanefî1erden «Bedayî'» sahibi dahi: Kâşanî Bundan dolayı
ulemâmız suyun takdiri hususunda sem'i delillere değil hissî delillere mürâccat
etmişlerdir» diyor.
4-
Hanefîlerden İmam Ebu Yusu (Rahimehuîlah) bu hadisle mâ-i müstamel denilen
kullanılmış suyun pis olduğuna istidlal etmiştir. Çünkü hadîste durgun suda
yıkanmakla onun içine bevl etmenin hükmü beraber zikredilmiştir. Durgun suya
bevl etmek onu pisler. Yıkanmanın hükmüde budur. Ancak iki şeyin beraber zikredilmesinin
hükümde de müsavi olmalarını icap etmesi ulemâ arasında ihtilaflı bir meseledir.
î mâ m Ebû Yûsuf'la Müzeni'ye göre hüküm birdir. Diğer ulemâya göre bir
değildir. Bâzıları İmam Ebû Yûsuf 'un kavlini bütün Hanefîyye ulemâsına teşmil
etmişlerlerse-de bu doğru değildir.
5- Nevevî
hadisteki nehyin bazı sular hakkında tahrîm bazıları hakkında da kerahet ifâde
ettiğini söyler. Su çok olurda akarsa içine bevl etmek haram değildir. Lâkin
evlâ olan yinede o suya bevl etmemektir. Su az olurda akarsa Şafiilerden bir
cemaata göre; içine bevl etmek mekruh olur. Fakat muhtar olan kavle göre
haramdır. Çünkü Şafiî 'nin meşhur kavline göre o su necis olur. Su çok olurda
akmazsa Şafiî1ere göre; ona bevl etmek mekruhtur. Nevevî: «Haramdır denilse de
yeridir.» diyor. Az olan durgun suya bevl etmek Şafiîlerden bir cemaata göre
mekruhtur. Fakat muhtar olan kavle göre buda haramdır. Suya büyük abdest
bozmak bevl hükmünde hattâ ondan daha çirkindir. Bir kaba bevl ederek suya
atmak da suya bevl hükmündedir.
Bu hadîs âmmdır.
Bilittifak büyük su ile tahsis edilmek gerekir. Hanefîlere göre büyük su bir
tarafı hareket ettirildiği zaman o hareketin eseri öteki tarafa varmayan
sudur. Şafiîlere göre yukarıda söylediğimiz gibi iki külledir. Yahut hadis
suyun üç vasfından biri değişmedikçe temiz olduğunu bildiren umûmî delillerle
tahsis edilir. Nitekim İmam Mâlik buna kaildir.
Bâzıları suyun azla
çok miktarım ayırmak için iki külle hadîsi ile istidlal etmenin daha kuvvetli
olacağını söylemişlerdir. Bunlardan biri: «Çünkü külle hadisi sahihtir.
Hanefîlerden Tahâvî de bunu itiraf etmiş fakat külle sözü örf ve âdette
büyüğüne de küçüğüne de itlâh edildiği ve hadiste kullelerin miktarı sabit
olmadığı için bu hadîsle amel etmekten özür beyân eylemiştir.» demiş; Fakat Aynî:
«Bu zât kendi dâvasını kendi bozdu» diyerek ona cevap vermeye lüzum, görmemiştir.
6- Pis su
ile abdest almak ve yıkanmak haramdır.
7- Durgun
suya bevl etmek memnû'dur. Dâvûdu Zahiri bu hadisin zahirî ile istidlal ederek: «Nehîy yalnız bevle mahsustur. Durgun suya büyük abdestini
bozmak memnu' değildir. Bir kimse içine bevl ettiği sudan abdest alamasa da
başkası o sudan abdest alabilir. Keza bir kaba bevlederek suya atar yahut kenarına bevlederek suyun içine akarsa o su
ile abdest ala bilir». Demiştir. Ondan
nakil edilen kavillerin en çirkini budur.
8- Hadîste
cünüblükten yıkanmak zikredilmişsede hayız ve nifâs-dan sonra yıkanmak, cuma
namazı için ve keza cenaze yıkadıktan sonra yıkanmak farzdır diyenlere göre;
ondan dolayı yıkanmak da bu hükme ilhak edilmiştir. Mesnûn olan gusül
Zahirîlere göre bu hükme dahil değildir. Kıyasla amel edenler iki kısımdır.
Bunlardan nehyin illeti suyun müsta'mel olmasıdır, diyenler mesnûn olan guslü
hadisdeki gus-le ilhak ederler. Binaenaleyh içersine bevledilen durgun su ile
mesnûn olan gusülde caiz değildir. Nehyin illeti hadesi gidermektir, diyenlere
göre; bunun hükmü hadisde zikredilen gusle ilhak edilmez. Yalnız suyun
müsta'mel olup olmadığı hususunda İmam Ebû Yûsuf 'la, İmam Muhammed
arasında ki hilaf nazar-ı itibara alınır.
Nevevî diyorki: «Ulemâ
su kenarına büyük ve küçük abdest bozmayı mekruh görmüşlerdir. Velev ki pislik
suya vasıl olmasın. Çünkü Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seîîem) insanların
gezindiği yerlere büyük ve küçük abdest bozmayı yasak etmiştir. Bu oradan
gelip geçenleri rahatsız eder. Pisliğin suya karışması ihtimali de mevcuddur.
Bir kimse
taharetlenmek için suya girse bakılır: Eğer su azsa içinde taharetlenmekle o su
pis olur. Artık onu kullanmak haramdır. Şu çoksa taharetlenmekle pislenmez.
Akar su ise taharetlenmekde beis yoktur. Mââmafîh bu gibi halerden sakınmak
daha iyidir.»
97- (283)
Bize Harun b. Said El-Eylî ile Ebu't-Tahir ve Ahmed b. İsa toptan İbni Vehb den
rivayet ettiler. Harun dediki: Bize İbni Vehb rivayet etti (Dedi ki) : Bana Amr
b. Haris, Bükeyr b. Eşecc [100] den
naklen haber verdi. Bükeyrede Hişâm b. Zühre'nin âzadlısı Sâib rivayet etmiş
ki; Ebû Hureyreyi şöyle derken işitmiş: ResûluIIâh (Sallailahü A leyhi ve
Sellem) :
«Sizden biriniz cünüp
iken durgun suda yıkanamaz.»
buyurdular. Sâib:
«Nasıl yapacak ya Ebâ
Hüreyre?» diye sormuş Ebu Hüreyre: «Alıp alıp yıkanacak» demiş.
Bundan önceki hadisde
içine necaset karışan su ile yıkanmanın hükmünü görmüştük. Bu hadis durgun
suda yıkanmanın hükmünü beyan etmektedir ve müsta'mel suyun temizleyici
olmadığını gösteren en kuvvetli delillerden biridir. Bu su haddizatında temizse
de içersinde cünüblükten temizlenildiği için temizleyici olmakdan çıkar. Onunla
yıkanmakdan ne-hiy buyrulması da bundandır. Kendisiyle hades giderilen yâni
abdest alınan veya cünüblükden temizlenilen yahutta ibâdet niyetiyle
kullanılan suya fukahâ İstılahında mâ-i müsta'mel derler. Türkçesi;
«kullanılmış su» demektir. Hanefî imamları suyun ne suretle müsta'mel olacağı
hususunda ihtilâf etmişlerdir. İmam Ebû Yusuf'a göre su yukarıda söylediğimiz
şekilde müsta'mel olur. Bu kavil İmâmı Azamdan da rivayet olunmuştur. İmâm
Muhammede göre; su ancak bir kurbet (yani ibadet) te kullanılmakla müsta'mel
olur. Çünkü müsta'mel hükmü günâh kirlerinin suya intikaliyle verilir. Günâh
kirleri ise ibadetle giderilir.
Han.efilere göre;
abdest ve gusül gibi hadesten taharetler ma'i müsta'-elle caiz olamazlar. İmamı
Azamla Ebû Yusuf 'a göre ma'i müsta'mel pis sudur. Hatta İmam Azamdan bir
rivayete göre necaset-i galize hükmündedir. Hakîkî necasette kullanılmış olan
su ile hükmî necasette kulamlan ma-i müsta'mel arasında hiç bir fark yoktur.
Diğer rivayete göre ise; ma'i müsta'mel necâset-i hafife hükmündedir. İmam
Muhammede göre; ma-i müsta'mel temizdir. Fakat temizleyici değildir. Çünkü
onunla bir ibâdet yapıldığından sıfatı değişmiş temizleyici olmaktan
çıkmıştır. Fetva bu kavle göredir.
İmam Züfere göre; suyu
kullanan kimse abdestli ise yani abdest üzerine abdest alıyorsa ikinci abdestte
kullanılmış olan su hem temiz hem temizleyicidir. Fakat abdessiz ise
kullandığı su temizdir temizleyici değildir.
Meselenin Şafiîlere
göre; hükümlerini Nevevî şöyle anlatmaktadır: «Gerek bizim mezhebin gerekse
diğer mezheplerin ulemâsına göre az veya çok olan durgun suda yıkanmak
mekruhtur. Şafiî Hazretlerine göre; akan bir kaynakta yıkanmak ta mekruhtur.
Hz. İmam. Kuyu aksın akmasın cünüb bir kimsenin onda yıkanmasını kerih görürüm.
Akmayan durgun suda dahi az olsun çok olsun yıkanmayı kerih görürüm, demiştir.
Mezhebimizin diğer ulemâsıyle sair mezheplerin ulemâsı da bu ma'na da sözler
söylemişlerdir. Buradaki kerahet tahrim için değil keraheti tenzihiyyedir.
Böyle bir suda bir kimse cünüplükten yıkanırsa su müsta'mel olurnru olmazmı?
Bu hususta ulemâmız tafsilât vermişlerdir. ŞÖyle ki: Eğer su iki külle miktarı
yahut daha fazla ise; su müsta'mel olmaz velevki içinde bir çok kimseler
defalarca yıkanmış olsunlar. Ama su iki kulleden az olurda cünüb bir kimse niyetsiz olarak onun içine dalar.
Suyun altında cünüblükten temizlenmiye niyet ederse cünüplüğü gider. Su da
müsta'mel olur. Suya bilfarz dizlerine kadar girer de sonra niyet ederse
vücûdunun Sair uzuvları hakkında o su
derhal müstamel olur. Dizlerine kadar olan yerden cünüblük bilittifak temizlenmiştir.
Geri kalan yerlerden İse; suya tamamiyle daldığı takdirde sahih ve muhtar olan
kavle göre cünüblük yine kalkar. Çünkü temizlenene nispetle su ancak bedenden
ayrıldığı zaman müsta'mel olur-
Ulemâmızdan Ebû AbdilZâh
El Hudarî: «Geri kalan yerlerden cünüblük kalkmaz» demişsede doğrusu birinci
kavildir. Yalnız bu hüküm su bedenden ayrılmadan bütün vücûdun suya daldığına
göredir. Vücûdun bir kısmından sular damladıktan sonra geri kalan kısmım
yıkamak bilittifak gusül için kâfi değildir.
Tasavvuru caizse iki
adam iki kulleden daha az bir suyun altına-dalarak hep birden cünüplükten
temizlenmeyi niyet etseler ikisinin de cü-nüblülüğü zail ve su müsta'mel olur.
Biri diğerinden önce niyet ederse cünüblükten o temizlenir, diğerine nisbetle
su müsta'mel olacağı için sahih ve meşhur mezhebe göre o cünüb olarak
kalır...»
94- (284)
Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Hammâd-ki İbni Zeyddir -
Sâbit'ten, o da Enes'den naklen rivayet ettiki bedevinin biri mescidde bevl
etmiş cemaatın bir kısmı (Döğmek için) ona doğru ayaklanamışlar bunun Üzerine
Resulüllah (Salİaliahü Aleyhi ve Sellem)
«Bırakın onu, bevlini
kestirmeyin!» buyurmuşlar.
Enes : «A'rabi bevlini
bitirince (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir kova su istedi ve onu bevilin
üzerine döktü». Demiş.
99- (...)
Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivayet etti (Dediki) : Bize Yahya b. Saîd
El-Kattan, Yahya b. Saîd El Ensâriden rivayet etti. H.
Bize Yahya b. Yahya
ile Kuteybetü'bnü Saîd hep birden Derâverdî'-den rivayet ettiler. Yahya b.
Yahya dediki: Bize Abdülâziz b. Muhammed El - Medenî, Yahya b. Saîd'den naklen
haber verdiki Enes b. Mâliki şunları söylerken işitmiş: A'rabînin biri
mescidin bir tarafına durarak oraya bevl etti de cemâat kendisine seslendiler.
Bunun üzerine Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bırakın onu!» dedi.
A'rabi işini bitirince Resulüllah (Sallallahü Aleyhî ve Sellem) bir kova (su)
getirilmesini emir buyurdu ve kova bevlinin üzerine döküldü.»
100- (285)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dediki) : Bize Ömer b. Yûnus EI-Hanefî
rivayet etti. (Dedi ki) bize ikrimetü'bnü Ammâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
İshâk b. Ebî Talha [101]
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Enes b. Malik - ki İshâkın anıcasıdır - rivayet
etti. (Dedi ki) : Bir defa biz mescidde ResulüIIah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) birlikte bulunuyorduk. Ansızın bir bedevi çıka geldi ve mescidin içine
bevletmeğe kalkıştı. Bunun üzerine ResulüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Ashabı:
Heey... Heey!...
dediler. ResulüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Onun bevlini kesmeyin
: Bırakın onu!» buyurdular.
Ashâb da bevlini
bitirinciye kadar onu bıraktılar. Sonra ResulüIIah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) onu çağırarak kendisine şunları
söyledi*.
«Şüphesiz ki, bu
mescidler ne şu bu bevlden, ne de pislikten hiç bir şeye yaramazlar. Bunlar
ancak Allah Azze ve Celleyi anmak, namaz kılmak ve Kur'ân okumak için (bina
edilmişler) dîr.» Yahut ResulüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in dediği
gibidir. Müteakiben peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cemaattan birine
emir buyurdu o da bir kova su getirerek bevlin üzerine serpti.
Bu hadîsi Buhârî
taharet bahsinin bir kaç yerinde tahriç ettiği gibi Ebû Dâvûd, Tirmîzî, Nesâî
ve İbni Mâce ayni bahiste muhtelif râvîlerden az çok lâfız değişiklikleriyle
tahriç etmişlerdir. Hattâbî Ebû Dâvûd 'un onun için zayıf ve mursel dediğini
söylemişse de Ebû Dâvûd onun hakkında zayıf dememiş yalnız mürsel olduğunu
söylemiştir. Filvaki hadis iki tarikten mürsel olarak rivayet edilmiş fakat
buna mukabil iki tariktan da müsned olarak nakledilmiştir.
Evvelcede söylediğimiz
vecihle â'râbi çölde yaşayan ma'nasmadir. Arabî: ise Araba mensup olup
şehirlerde yaşayanlara ıtlak edilir.
Abdullah b. Nâfis
gelen a'râbinîn Akra' b. Habis (RadiyaUahû anh) olduğunu söylemişse de Ebû Musa
E1 Medînî onun Zülhuveysırate'l -Yemânî olduğunu bildirmektedir. Bu zat biraz
kaba sabaymış. Buhâri Sarihi Aynî bu rivayeti kabul etmiş: «Zülhuveysıra kaba
saba ve nezâketi az bir adam olduğu için bu işi onun yapmış olması ihtimalden
uzak değildir» demiştir. «Meh» vaz geç mânâsına gelen bir ismifiildir. Ekseriya
«meh meh» şeklinde kullanılır.
1- İmam
.Şafiî bu hadisten, yere pislik bulaşınca üzerine su dökmekle temizleneceği
hükmünü çıkarmıştır. Nevevî temizlik için yeri kazmanın da şart olmadığını söylüyor.
Şafiî 'lerden Rafiî'nin beyanına göre; yere necaset bulaşınca üzerine onu silip
süpürecek kadar bol su dökülürse yer suyu içtikten sonra temiz olur. Suyu içmeden
temiz olup olmadığı hususunda iki kavil vardır. Pislik temizleyen su temizdir.»
diyenlere göre; yer de temizdir; değildir diyenlerce ve yıkanan şeyin
sıkılmasını vâcib görenlerce yer temiz değildir. Bu takdirde yerin temizlenmesi
kurumasına bağlı değildir. Sıkılan elbise gibi üzerine bol su atmak yeter.
Hattâ bir kavle göre; bevlin üzerine atılan su, onun yedi misli olacaktır.
Diğer bir kavle göre; bir kişinin bevline büyük bir kova iki kişinin bevline
iki büyük kova su atılır. Kişi adedi çoğaldıkça kova adedi de o nisbette artar.
Hanefîlere göre; yere yaş: necaset bulaşırsa yer kaba olduğu takdirde pisliği
içinceye kadar üzerine su dökülür. Pislikten eser kalmayıp yer suyu içince
artık o yerin temizliğine hüküm olunur. Bu hususta kova sayısına itibar
yoktur. Yıkayanın ic-tihâdma ve zann-ı galibine göre hüküm verilir. Toprağın
suyu içmesi sıkmak yerine kaimdir.
Zâhir-i rivayete'kıyas
edilirse; toprağın üzerine üç defa su dökülür ve her defasında toprak suyu
içinceye kadar beklenir. Yer katı ve arızalı olursa; çukur yeri kazılarak
üzerine üç defa su dökülür. Ve her defasında toprak suyu içinceye kadar
beklenir. Sonra kazılan çukur gömülür. Yer suyu akıtmayacak derecede düz ise;
yıkamaktan bir fayda hasıl olmayacağı için hiç yıkamadan kazılır. İmam-ı A'zam
'dan bir rivayete göre pislikten hasıl olan ıslaklığın vardığı yere kadar
kazmadıkça ve toprak atılmadıkça yer temizlenmez,' Hâne fîl erin bu babtakî
delili Dâre-Kutnî 'nin rivayet ettiği iki hadistir. Merfu' olarak rivayet
edilen bu hadislerin birinde: «Bedevinin biri gelerek mescide bevl etti.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de bevl ettiği yerin kazılmasını emir
buyurdu derhal o yer kazılarak üzerine bir kova su döküldü» denilmekte,
diğerinde: «Bir a'râbî mescide bevl etti de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Onun yerini kazın,
sonra üzerine bir büyük kova su atın.» buyurdu denilmektedir.
Abdürrezzâk ,'in
rivayet ettiği bir hadiste de : «Bir bedevi mescide bevl etti; ashâb onu dövmek
istediler; bunun üzerine
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
:
«Onun yerini
kazın da üzerine
bir kova su atın, Öğretin ve kolaylaştırın, zorluk çıkarmayın.» buyurdular, deniliyor.
Zâten kıyas ta bu
hükmü iktizâ eder, Çünkü pislik temizleyen su pistir. Binâenaleyh evvelâ o yer
kazılıp toprak atılmadıkça temizlik hâsıl olmaz. Burada Hanefî 'lere şöyle bir
itiraz varid olabilir: «Siz sahih hadisi bıraktınızda zaif ve mürsel hadisle
istidlal ettiniz?» Bu itirazın ce-vabı şudur. Biz toprağı sert olan yerde sahih
hadisle toprağı kaba olan yerde de sizin zü'munuza göre zayif olan hadisle amel
ettik. Hadislerin her ikisi ile amel etmek birini terk ve ihmalden evlâdır,
Mürsel bize göre delildir. Mürsel hadisle amel etmeyenler hadislerin
ekserisini terk etmiş olurlar. Hadis ulemâsının istilâhina göre iki sahih
mürsel hadis, bir sahih müsned hadise muâraza ederse mürsel hadislerle amel
etmek evlâdır. Bu böyle olunca muaraza bulunmadığı zaman mürsele ne
denilebilir?
2- Şafiî
'lerden bâzıları bu hadisle istidlal ederek pislikleri temizlemek için suyun
teayyün ettiğini pisliği giderebilecek diğer mayi'ler-le yıkamanın caiz
olmayacağını söylemişlersede bu istidlal doğru değildir. Çünkü hadîste suyun
zikredilmesi ondan başkası ile bu işin yapıla-mıyacağına delâlet etmez. Burada
vacip olan vazife pisliği yok etmektir. Su pisliği tabiatı ile giderir.
Binaenaleyh pisliği gideren her mayi'de ona kıyas olunur. Zira pisliği giderme
vasfında müşterektirler. Birde
Şafiî'-lerin bu istidlali mefh'um-u muhalefete benzemektdir ki mefh'um-u
muhalefet hüccet değildir.
3- Şafiî
'lerden ve diğer ulemâdan müteşekkil
bir cemaat pisliği yıkayıp yere akan
suyun temiz olduğuna bu hadisle istidlal ederler; ve çünkü pisliğin üzerine
dökülen su damlaları yere düşerken birbirini iter ve bevlin bulaşmadığı yere
akar eğer bu su temiz olmasa pisliğin üzerine onu dökmek temizlemek değil
yaymak olurdu. Bu ise maksadın hilâfmadir. Necasetin yerde veya başka bir şeyde
bulunması hüküm itibarı ile müsavidir» derler. Ancak Hambelîler yere b'ilaşan
pislikle başka bir şeye bulaşan pislik arasında fark görürler. Pislik yere bulaşmışsa
bir rivayete göre İmam-ı Şafiî 'nin
mezhebi de budur. Başka bir şeye bulaşmışsa
Şafiî 'lerden iki kavil rivayet olunur.
İmam-ı Â'za m-'dan bir
rivayete göre; yere bulaşan pisliğin üzerine yalnız su dökmekle o pislik
temizlenmez. Onu ovuşturarak kuru bir çaput veya bezle üç defa kurulamak îcab
eder. Böyle yapılmazda üzerine çok su dökülür ve necasetin temizlendiğine
kanaat gelir; pisliğin kokusundan renginden eser kalmazsa kuruduğu zaman yer
temiz olur.
4- Yine
Şafiî 'lerden bazısı bu hadisle istidlal ederek pislikten dolayı yıkanan elbisenin
sıkılması vacip olmadığını
söylemişlerdir. Bu istidlal de doğru değildir. Zira elbise sıkılabilir.
Yer sıkılamaz. Binaenaleyh kıyâs ma'al farikdir. Elbiseyi yere kıyas etmek
doğru değildir.
5- Bâzıları
yere necaset bulaşipta güneş veya havadan kurursa temizlenmiş sayılmıyacağma
bu hadisle istidlal ederler. Bu kavil Ebû K11abe'den de rivayet olunmuştur. Bu
istidlal dahi fasiddir. Çünkü hadiste suyun
zikredilmesi mescidin derhal temizlenmesi îcâb ettiğinden-dir. Pisliğin kuruması
beklense bu vacip tehir edilmiş olurdu. Hal iki şey arasında tereddüd edince
alettâyin birine delîl olamaz.
6- Hadîs-i
Şerif mescidlerin pisliklerden muhafaza edilerek temiz tutulmasının vacip
olduğuna delildir. Resûlüllâ
h(SallaUahü Aleyhi ve Seîlem)
a'râbîye.
«Şüphesiz ki; bu
mescidler böyle bevl ve pisliklerden hiç bir şeye yaramaz, onlar ancak
zikrullah, namaz ve Kur'ân okumak içindir.» buyurması da bunu gösterir.
7- Hadiste
«Onlar ancak zikrullah, namaz ve Kur'ân okumak içindir.» buyurularak mevsûfun
sıfata kasr ve hasr edilmesi, camilerde bunlardan başka bir şey yapılmıyacağma
delildir. Yalnız zikir lâfzı araradır. Kur'ân okumaya ilim öğrenmeye ve
cemaata vaz'u nasihat etmeye şâmildir. Namaz dahi farz ve nâfillelere şamildir.
Lâkin nafileyi evde kılmak efdaldir. Bundan gayrı her şey meselâ: dünyaya ait
konuşmak gülmek itikâfa niyet etmeyerek durmak dünya işi ile meşgul olmak mubah
olmasa gerekir. Nitekim Safiler 'den bazılarının kavli de budur. Fakat sahîh kavle göre ibâdet için,
yahut ders okumak veya okutmak. va'z dinlemek ve namaz beklemek gibi sahih bir
maksatla camide oturmak müstahapjır. Bunlardan dolayı kula sevap yazılar.
Bunlardan başka bir şey için camide durmak mübahsa da terki evlâdır.
Camide uyumaya
gelince: İmam- Şafiî bunun caiz olmadığını El'-Üm nâm eserinde nassan
bildirmiştir. İbnü'l Münzir, Said b. Müseyyeb'le Hasan-ı Basri; Atâ' ve İmam-ı
Şafiî 'nin mescidde uyumaya ruhsat verdiklerini söyler. İbni Abbâs (Radiyallahu
anhümâ) «Mescidi merkad ittihaz etmeyin» demiştir. «Mescidde namaz için uyursa
beis yoktur» dediği de rivayet olunur. Evzâî'ye göre mescidde uyumak mekruhtur.
İmam-ı Malik: «Gurbet zedeler için mescidde uyumakta beis yoktur. Ama mukîm
olanlara bunu caiz göremem» demiştir. İmâm-ı Ahmed b. Hambel dahî misafir ve
misafire benzeyen kimseler hakkında mescidde uyumayı zararsız bulmuş fakat
mescidi yatakhane ittihaz etmeye cevaz vermemiştir. İshak b. Rahuye 'nin
mezhebi de budur. Yamürî diyorki: «Mescidde uyumayı caiz görenlerin delili Ali
b. Ebî Tâlib ile Abdullah b. Ömer,
Ehli soffa, Sümametü'bnü
Üsâl, Safvan b. Ümeyye
hazeratınm ve iki kadının mescid-de yatmalarıdır. Bu haberler sahih ve
meşhurdur.»
Mescidde abdest almak
hususunda İbnü'l Münzir şunları söyler: «Kendisinden ilim tahsil edilen her
âlim mescidde abdest almayı mubah görmüştür. Ancak bulunduğu yeri ıslatmak ve
bu suretle cemâaati rahatsız etmek mekruhtur.»
İbni Battal bu kavlin
İbni Ömer İbnİ Abbas (RadıyaUahu Anhüm) ile Atâ', Tavus, İbrahim Nehâ'i ve
Ma1ikî1er'den İbnü'l Kaassimden menkul olduğunu söylemektedir. İbni Sîrin
mescidi temiz tutmak için orada, abdest almayı kerih görürmüş. Hanefîlerden
bâzılarına göre; mescidde abdest almak için hazırlanmış yer varsa abdest
almakta beis yoktur. Böyle bir yer yoksa caiz değildir.
Tirmizî Şerhinde
mescidde kan aldırmaktan bahisle; «eğer kan bir kabın, içine alınmıyorsa
haramdır. Kabın içine almıyorsa mekruhtur. Mescidde bir kabın içine bevl ederse
bu hususta iki kavil vardır. Esah olanına göre haram diğer kavle £Öre
mekruhtur. Mescidde uzanmak, ayak uzatmak, parmaklarını biribirine geçirmek
caizdir. Bu babta sabit hadisler vardır.» deniliyor.
8- Hadis-i
Şerif emr-i bilma'ruf ve nehiy ani-lı münkere derhal teşebbüs edilmesi
lüzumuna delildir.
9-
Ashâb-ı kiram Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)
huzurunda nehiy ani-1' münkere şitabetmiş bu hususta onun re'yini bile almamışlardır.
Vakıa onların bu hareketi Allah ve Resulünün önüne geçmek kabilinden
değilmidir? Şeklinde bir sual hatıra gelebilirsede hakikatta değildir. Çünkü
bu mesele onlarca tekarrur etmiş malûm bir vazife ve şeri'atm muktezâsı idi.
Böyle şeriatın umûmî olarak izin verdiği yerlerde hususi izin şart değildir.
10- İki
mefsedetin büyük olanı küçüğüne katlanmakla def edildiği gibi iki maslahatın
büyük olanı da küçüğü terk edilmekle tahsil olunur. Çünkü mescide bevl etmek
bir mefsedettir. Fakat bevli kestirmek ondan daha büyük bir mefsedettir.
Binaenaleyh bevle katlanılmış; bu
suretle bevli kestirmekten doğacak' daha büyük mefsedetlerin Önüne
geçilmiştir. Keza mescidi temiz tutmak bir maslahattır. Fakat bevleden kimseyi
işini bitirinceye kadar serbest bırakmak ondan daha büyük bir maslahattır. Bu
büyük maslahatı elde etmek için küçüğüne katlanılmıştır.
11- Hadis-i
Şerif cahile karşı kolaylık göstermeyi ve daima kalpleri yatıştırma cihetine
gidilmesini ifade ediyor.
12- Manî
zail olunca; derhal mefsedetin giderilmesi icab eder. Çünkü â'râbî hacetini
kaza edince; derhal bevlinin üzerine su dökülmüştür.
101- (286)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Abdullah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hi-şâm babasından, o da
Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)in zevcesi Aişe'den naklen rivayet
ettiki: Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem'ys küçük çocuklar getirilir o
da onlara bereket duasında bulunur ve hurma çiğneyerek çocuğun damağını onunla
oğarmış. (birgün) Bir çocuk getirmişler. Çocuk Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi
ve Sellem) w. üzerine bevl etmiş. Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)
hemen su istiyerek suyu çocuğun bevlinin üzerine dökmüş, onu yıkamamış.
102- (...)
Bize Züheyr b. Harb da rivayet etti (Dedi ki) : Bize Cerîr Hişâm'dan o da
babasından, o da Aişe'den naklen rivayet etti. Aişe şöyle demiş: Resulüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) e henüz meme emen bir çocuk getirdiler. Çocuk
onun kucağına bevl etti. Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) hemen su istiyerek onu bevlin üzerine
döktü.»
(...) Bize
İshâk b. İbrahim de rivayet etti, (Dedi ki) : Bize İsa haber verdi. (Dedi ki) :
Bize Hişâm bu isnâdla İbni Nümeyr hadisinin mislini rivayet etti.
103- (287)
Bize Muhammed b. Runıh b. el-Muhâcir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, İbni
Şihap'tan, o da Ubeydullah b. Abdillâh'tan, o da Ümmü Kays binti Mihsan'dan
naklen haber verdi ki Ümmü Kays Resu-lüllah (Sailallahü Aleyhi ve SeUem)e henüz
yemek yemiyen bir oğlan çocuğunu getirerek onun kucağına oturtmuş. Çocuk bevl
etmiş, fakat Resu-lüllah (Sailallahü Aleyhi ve Seîlem) bevlin üzerine su
serpmekten fazla bir şey yapmamış,
(...) Bu
hadisi bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebi Şeybe, Amru'n-Nâkıd ve Züheyr b.
Harb dahî toptan tbni Uyeyne'den o da ZühriMen naklen bu isnadla rivayet
ettiler. Râvî:
«Resulüllah
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem) su istedi ve onu bevlin ürerine serpti» demiş.
b. Utbete'bni Mes'ûd
haber verdi. Önada Ümmü Kays [102]
binti M i lisan haber vermiş. (Bu kadın Resulüllah (Sailallahü Aleyhi ve
Sellem) e bey''at eden ilk muhacirlerdendir. Kendisi Ben-i Esed b. Huzeyme'den
bir zât olan Ukâşetü'bnü Mihsan'm kız kardeşidir) Ubeydullah demişki:
Ümmü Kays'ın bana
haber verdiğine göre; kendisi Resulüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) e henüz
yemek yiyecek çağa gelmeyen bir çocuğunu getirmiş. Bana haber verdi ki bu çocuk
Resulüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) in kucağına bevl etmiş. Bunun üzerine
Resulüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) su isteyerek onu elbisesinin üzerine
serpmiş; elbiseyi iyice yıkamamış.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'I Vudu'» da bir iki yerde tahriç ettiği gibi Nesaî 'de
«Kitabu't-Tahâre» da rivayet etmiştir.
Sabî: Bazılarına göre
süt emen çocuk demektir. Bâzıları yeni doğan çocuğa hem sabi hemde velid ve
tıfıl denildiğini söylerler. Cevherîye göre; sabî ile gulâm manâ itibârı ile
müteradiftirler. Sabinin cem'i sıbyândır. Dara-Kutnî 'nin rivayetine göre
Resulüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) in kucağına bevl eden çocuk Abdullah
b. Zübeyr'dir. Dâre-Kutnî bu hadisi Haccâc b. Ertâd'dan rivayet etmiştir.
Hadîsin devamında Hz. Aişe (Radıyallahu Arthâ)
«Ben çocuğu Resulüllah
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem)in kucağından Şiddetle çekip aldım. Bunun üzerine
«O daha yemek yemeye
başlamamıştır. Onun bevli zarar elmez.» buyurdular demektedir.
Bazıları çocuğun Hz.
Hasan bazılarıda Hz. Hüseyin (Radiyallahu atıhümâ) olduğunu söylerler. Müslim
'in Harmele tarikiyle Ubeydullah b. Abdillâh 'tan tahriç ettiği Ümmü Kays
hadîsinde bevleden çocuğun Ümmü K a y s 'm oğlu olduğu tasrih edildiğine göre
hâdisenin müteaddid defalar vuku bulduğu anlaşılıyor.
Resulüllah (Sailallahü
Aleyhi ve Sellem)küçük çocuklara hayır ve bereket duasında bulunur. Başlarını
mesh ederdi, Bereket: Hayırın sü-butu ve çokluğudur.
Tahnîk : Hurmayı
çiğniyerek onunla çocuğun damağını ovmaktır. Bundan maksat yine teberrüktür.
1- Küçük
çocuklara hurma veya benzeri bir şeyle tahnîk yapmak yani hurmayı çiğniyerek
onu çocuğun damağına sürmek müstehaptır.
2- Salâh ve
takva sahipleri ile teberrük etmek caizdir.
3- Küçük
çocukları teberrük için ulemâ ve fudalâya götürmek müs-tahaptır. Bu hususta
çocuğun yeni doğmuş olmasıyla büyümüş olması arasında fark yoktur.
4- Adab-ı
muaşerete riayet etmek, mütevâzi olmak, küçüklere rıfk-u mülâyemet büyüklere
hürmet göstermek mendûptur.
5- Sabinin
bevli üzrine su atmakla temiz olur. Şafiîler bu hadisle istidlal ederek
sabinin bevli 'üzerine su serpmekle temizleneceğine kail olmuş onu yıkamaya
lüzum görmemişlerdir. Hattâ Müs1imin buradaki rivayetlerinden birinde: «onu
iyice yıkamamış» denildiğine bakarak bâzıları «sabinin bevli temizdir»demişlerdir.
Nevevî bu hususta şu
malumatı vermektedir! «Çocuğun bevlinin necis olduğunda hilaf yoktur. Hattâ
bâzı ulemâmız sabinin bevlinin necis olduğuna da ulemânın ittifakı bulunduğunu
nakjetmişlerdir. Bu bâbta Dâvud-u Zahirî 'den başka muhalefet eden yoktur.
Ebu'l Ha-sen İbni Battal sonra Kaadi Iyâz ve başkaları İmam-ı Şafiî 'den naklen
çocuğun bevli temizdir. Onun üzerine yalnız su serpilir. Dediğini hikâye
etmişlersede bu hikâye kafi surette bâtıldır. Çocuğun bevli "hakkındaki
ihtilâf onun necis olup olmamasında değil nasıl temizleneceği hususundadır.»
Fakat Aynî Nevevî 'nin
«kat'ı surette batıldır.» Sözüne itiraz etmiş ve: «Bu söz delilsiz bir inkârdan
ibarettir. Çocuğun bevlinin temiz olduğu yalnız İmam-ıŞafiî 'den değil îmam-ı
Malik 'ten ve Evzaî ile Dâvud-u Zahirî 'den den nakledilmiştir.» demiştir.
Yine Nevevî çocuk
bevlinin nasıl temizleneceği hakkında şunları söylüyor; «Küçük kız ve oğlan
çocuklarının bevilleri nasıl temizleneceği hususunda üç mezheb vardır. Bu
babta bizim ulemâmızdan üç kavil naklolunur. Bunların sahih ve meşhur olanına
göre oğlanın bevli üzerine su serpmekle temizlenir. Fakat kızın bevlini sair
necasetler gibi mutlaka yıkamak icap eder ikinci kavle göre her ikisinede su
serpmek kâfi değildir. Fakat son iki kavil şâz ve zaiftirier. Oğlanla kızın
bevilleri arasında fark olduğuna Ali b. Ebî Ta1ib (Radiyaîiahû anh) Atâ'b. Ebî
Rabâh', Hasan- Basri, Ahmed b. Hambel, İshâk b. Râhuye ve Malikilerden İbni
Vehb (RahitnehümaUah) hazerâtıda
kaildirler. Bu kavil Ebû Hanîfe (Rahimehullah) tan.dahi rivayet olunmuştur.
Nevevi'nin beyanından
anlaşıhyorki Şafiî 'nin sahih kavline göre; henüz yemek yemiyen oğlan ve kız
çocuklarının bevilleri arasında hüküm itibari ile fark vardır. Ve oğlanın bevli
temiz; kızın bevli necistir. İmam- Ahmedle İshâk ve Ebû Sevrin mezhebleri de
budur. Bu zevat bir çok hadislerle istidlal etmişlerdir. Şöyle ki:
a- Hz. Aişe
hadisinde çocuğun bevli üzerine Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) in su
serptiği bildirilmiştir. Bu onu yıkamak değildir. Onun için de İmam-ı Müslimîn
bir rivayetinde: «Onu iyice yıkamadı» denilmiştir. Yıkamamak çocuğun bevlinin
temiz olduğuna delâlet eder.
b- Hz. Ali
(Radiyallahû anh)m Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve kellem) den rivayet ettiği
bir hadiste: «Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) süt emen çocuklar hakkında:
«Kızın bevli yıkanır.
Oğlanın bevli üzerine su dökülür.» buyurdular. Denilmektedir, Bu hadîsi Ebû
Dâvûd, Tirmizî ve
İbni Mâce tahrîç etmişlerdir.
c- Lübâbe
binti Haris den rivayet edilen bir hadiste Hz. Hüseyin'in Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in
kucağına bevl ettiği; bunun üzerine Hz. Lubabe 'nin: «Sen başka, bir elbise
giyde gömleğini bana ver yıkayayım» dediği
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Yıkamak kızın bevline
mahsustur. Oğlanın bevli üzerine su atılır.» buyurduğu bildiriliyor.
Mezkûr hadisi Ebû
Dâvûd, İbnî Mâce, İbni Hu-zeyme ve Beyhâki bir çok tarîklerden Tahâvî dahi iki
tarikten rivayet etmişlerdir.
Kızla oğlanın
bevilleri arasında hükmen fark görenler bunlardan maada Tabarânî 'nin tahrîc
ettiği Zeynep binti Cahş (Radiyallahû Anhâ) hadîsiyle, Ebû Dâvûd Nesaî ve İbni
Mâce 'nin tahric ettikleri Ebu's-Semh (Radiyallahû anh) hadîsiyle Taberânî
'nin »el-Evsat» mda tahric ettiği Abdullah b. Ömer (Radiyallahû anh) Dare-Kutnî
'nin rivayet ettiği İbni Abbâs , yine Taberâni 'nin «el-Kebir »inde tahrîc
ettiği Enes b. Malik ve Ebû Ümâme hadisleri ile ve daha başka hadislerle
istidlal ederler. Bunların hepsinde kızın bevli yıkanacağı oğlanın bevline su
serpileceği beyân olunmaktadır. Ebu Hanife ile arkadaşlarının ve İmam Ma1ik'in
mezhebine göre kızla oğlan'm bevilleri arasında hüküm itibarı ile hiç bir fark
yoktur. Her ikiside necistir. Ve ikisini de yıkamak icap eder. İmam Muhammed: «Henüz» yemek yemeye
başlamayan oğlanın bevli hakkında ruhsat verilmiş; kızın bevlî'nin ise yıkanması emir buyrulmuştur.
Fakat bizce her ikisini de yıkamak daha makbuldür.» demişdir. Ulemâdan İbrahim Nehâi,
Sa'id b. El-Müseyyeb, Hasan b. Hay ve Sevrî 'nin mezhebleride budur. Bunlar fark
görenlerin delillerine cevap vermiş ve; «Hadislerde zikredilen Nadh'dan murâd
suyu dökmektir. Ama bazan bununla yıkamak ta kast edilir. (Raşş) dahi suyu
serpmek demekse de bazen onunla da yıkamak manası kastedilir» demişler; bu iki
kelimenin yıkamak manasında kullanıldığını bir çok hadislerle İspat etmişlerdir
ki Ebu
Davud 'un Mikdad b. Esved tarikiyle Hz . Ali (Radiyallahû anh)
dan Tirmizî ve başkalarının Sehl b.
Hanif 'ten rivayet ettikleri hadislerle İbni Abbas (Radiyallahû Arthâ)
dan ve Hz. Esma binti Ebî Bekr 'den rivayet olunan hadisler bunlardandır.
Nevevî diyor ki:
«Burada Nadh'dan muradın ne olduğu ulemâmız arasında ihtilaflıdır. Ebû Muhammed
el-Cüveynî ile Kaadİ Hüseyin ve Bagavî'ye göre bunun mânâsı bevl bulaşan
şey'in şâir necasetlerde olduğu gibi sıkilsa su süzülecek şekilde suya
batırılmasıdır. İmamü'l-Haremeyn ile muhakkıklara göre ise su süzülmeyecek
şekilde üzerine su atmaktır. Sair necasetlerde hal böyle değildir. Onlarda
suyun necaset yerinden akması ve damlaması şart yıkanan şeyi sıkmak şart
değildir. Sahih ve muhtar olan kavil de budur.
Birde çocuk bevlinin
üzerine su atmakla temizlenmesi onun süt emdiği zamana mahsustur. Yemekle
beslenecek derecede yemeye başladığı zaman bevlini yıkamak bil ittifak vacip
olur.»
Görülüyorki Bağavi ile
Cüveynî 'nin tariflerine göre nadh-la yıkamanın biribirinden farkı yoktur. İbni
Dakîki'1-lyd Hanefilere tarizde bulunarak: «Onlar bu hususta kıyâsa tabi
oldular» diyor. Yani Hanefîler bu meselede sahih hadisleri bıraktılarda kıyâsla
amel ettiler ve Ümmü Kays'ın; «onu iyice yıkamadı» sözünü mübalâğalı şekilde yıkamadı
mânâsına alıyorlar. Halbuki bu hilâf-ı zahirdir. Demek istiyor. Bu tarize Aynî
şu cevabı vermiştir.:
«Böyle tarizlerle
muhaliflerin karnı doymaz. İbni Dakik'in «bu hususta kıyasa tabi oldular» sözü
doğru değildir. Çünkü Hanefîler bu babta kıyasa değil ancak hasımlarının
ihticâc ettikleri hadislere tâbi' olmuşlardır. Lâkin onların zikrettikleri
vecihlerden değil başka suretle ihticâc etmişlerdir. Filhakika tabiînden
bâzılarından rivayet edilen eserler bütün
bevllerin necaset olmakta müsavi olduğuna bu bâbta oğlanla kız bevlinin
arasında bir fark bulunmadığına delâlet etmektedir. O eserlerden biri Tahâvînin
Muhammed b. Huzeyme tarikiyle Saîd b. el-Müseyyeb 'den rivayet ettiği şu
sözdür. Said : «Bütün bevllerde serpmeye karşı serpme, dökmeye karşı dökme ile
mukabele olunur demiş ve hükümde bütün bevilleri birleştirmiştir. Onun bu
sözünden muradı serpilerek akan bevlin su serpmekle dökülerek; akan bevlin de
üzerine su dökmekle temizleneceğini anlatmaktır. Yoksa bevllerin bazısı temiz,
bazısı necistir demek istememiştir. Filvaki oğlanın bevli serpilerek kızın
bevli ise dökülerek akar, şu halde oğlanın bevli üzerine su serpilmek sureti
ile kızın bevlide bolca su dökmekle yıkanacak bu suretle serpmeye karşı serpme,
dökmeye karşı dökme ile mukabele olunacaktır.
105- (288)
Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Abdillâh, Hâlid [103]
den, o da Ebû Ma'şer' [104]
den, o da İbrahim'den, o da Alkame ile Esved'den naklen haber verdi ki; bir
zat Aişe'ye misafir olmuş ve sabahleyin elbisesini yıkamaya başlamış. Aişe
(ona) :
— «Eğer onu (menîyî)
gördünse yerini yıkaman sana yeterdi. Görme-dinse etrafını yıkardın. Vallahi
ben onu Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in elbisesinden ovalayarak
çıkardığımı bilirim. Sonra o elbise ile namaz kılardı» demiş.
106- (...)
Bize Ömer bin Hafs b. Gıyâs da rivayet etti. (Dediki) : Bize babam, A'meş'ten,
o da İbrahim'den, o da Esved [105] ile
Hemmâm'dan onlarda Aişc'dcıı menî hakkında rivayet ettiler: Âişe:
«Ben onu
Resulullah (Sallâllahü Aleyhi ve
Sellem) in elbisesinden ovalardım» demiş.
107- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dediki) : Bize Hammâd yânî İbni Zeyd,
Hişam b. Hassân'dan rivayet etti. H.
Bize İshâk b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdetü'bnû Süleyman [106]
haber verdi.'.(Dedi ki) : Bize İbni Ebî Arûbe rivayet etti. Bunlar hep beraber
Ebû Ma'şer'den,rivayet etmişler. H.
Bize Ebu Bekr b. Ebi
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyni, Mugire'den rivayet etti. H.
Bana Muhammed b..Hatim
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrah-man b. Mehdi Mehdi b. Meymun'dan, o
da Vasıl el-Ahdep'ten naklen rivayet etti. H.
Bana (yine) İbnî Hatim
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İshâk b. Mansur rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
İsrail, Mansur ile Mugire'den rivayet etti. Bunların hepsi İbrahim'den oda
Esved'dan o da Aişe'den naklen onun Re-sulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)
in elbisesinden meniyi ovuşturması hakkında Halid'in Ebu Ma'şer'den rivayet
ettiği hadis gibi rivayette bulunmuşlar.
(...) Bana
Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Uyeyne Mansur'dan, o
da İbrahim'den, o da Hemmâm'dan, o da Aişe'den naklen yukandakilerin hadisi
gibi rivayette bulundu.
108- (289)
Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bişr. Amr
b. Meymun'dan rivayet etti. Demişki: Süleyman b. Yesare bir adamın elbisesine
bulaşan meniyi sordum.
— Onu Yıkayacakmı;
yoksa elbiseyimi yıkayacak? (dedim) Süleyman şu cevabı verdi!.
Bana Aişe haber verdi.
(Dedi ki) : «Kesulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) meniyi yıkar sonra o
elbise ile namaza çıkardı. Ben elbisede yi kamanın eserini görürdüm.
(...) Bize
Ebû Kâmil el-Cahderî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dülvâhid yani İbni
Ziyâd rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Mübarek İbni Ebi Zaide'den naklen haber
verdi. Bunlar Amr b. Meymun'dan bu isnadla rivayet etmiştir.
İbni Ebi Zaide'nin
hadisi İbni Bişr'in dediği gibi: «Resulullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)
meniyi yıkardı» şeklindedir. İbni Mübarek ilfe Abdül Vahidin rivayetlerinde ise
Aişe (Radıyallahu Anhâ)
«Ben onu Resulullah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) in elbisesinden yıkardım» demiştir.
109- (290)
Bize Ebû Âsim Ahmed b. Cevvâs el-Hanefî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ebu'l-Ahvas, Şebib b. Garkâde'den [107], o
da Abdullah b. Şihâb el-Havlâniden naklen rivayet etti, Abdullah şöyle demiş:
Aişe'ye misafirliğe
gitmiştim. İki elbiseme birden ihtilâm olmuşum. Bunun üzerine onları suya
batırdun. Derken Aişe'nin bir cariyesi beni görerek ona haber verdi o da bana
haber göndererek (beni çağırttı ve) şöyle dedi:
«Elbiselerini böyle
yapmaya seni ne şevketti?» :
— «Uyuyan kimsenin uyku halinde gördüğünü
gördüm» dedim.
— «Elbiselerde bir şey gördün mü?» dedi.
— «Hayır» cevabını verdim.
— «Eğer br şey görmüş olsaydın onu yıkarmiydın.
Vallahi ben bizzat kendimin onu Besulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)m
elbisesinden kuru olarak tırnağımla iyice kazıdığımı bilirim» dedi.
Bu hadîsi Buharı
Taharet bahsinde muhtelif lâfızlarla muhtelif râvîlerden tahriç ettiği gibi Ebû
Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbni Mâce 'de ayni bahiste onu muhtelif ravilerden
tahriç etmişlerdir.
Hadis-i Şerif muhtelif
rivayetleri ile insan menisinin hükmünü bildirmektedir. Bu babta ulemâ ihtilâf
etmişlerdir. Hanef ilerle İmam-r Mâlik'e göre menî necistir. Yalnız İmâm-ı
Â'zama göre kuru olursa onu temizlemek için elbiseyi ovalamak kâfidir. Bir rivayette
İmâm-ı Ahmed in kavlide budur. İmâm-ı Mâlike göre yaş olsun kuru olsun mutlaka
yıkamak lâzımdır. İmam Ley s b. Sa'da göre menî necis isede ondan dolayı namazı
iade lâzım gelmez. Hasan b. Hay'ya göre dahi menî necistir. Lâkin elbiseye
bulaşan menî çok bile olsa namazı iade etmek lâzım değildir. Vücüde bulaşırsa
az bile olsa namazı iade lâzım gelir. Şafiî 'lere göre menî temizdir. Bu kavil
ashab-ı kiramdan Ali b. Ebî Tâlib, Sa'd b. Ebi Vakkas, Abdullah b. Ömer ve Aişe
(Radıyallahu Anhüm) ile Dâvud-u Zahirî 'den rivayet edilmiştir. Esah olan rivayete
göre İmam-ı Ahmed b. Hanbel'in mezhebi de budur.
Meninin necasetine
kail olanlar onun yıkandığını bildiren rivayetlerle istidlal ettikleri gibi,
temizliğine kail olanlar da ovalamakla iktifa edildiğini gösteren rivayetlerle
istidlal ederler. Tahâvî bu hadîsi on dört tarîkten rivayet etmiş ve menî
temizdir diyenlere şöyle cevap vermiştir: «Muhaliflerimiz diyorki: «Bu
hadislerde size hüccet olarak bir şey yoktur. Çünkü bunlar Re sulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seltem) in uyku esnasında giydiği elbiseler hakkında
varid olmuşlardır. Namaz kıldığı elbiseler hakkında onlarda bir şey yoktur.»
Halbuki kazurat bevl ve kan gibi necasetler bulaşmış elbise içinde uyumak bize
görede caizdir. Fakat onların içinde namaz'caiz değildir. Menî'nin hükmüde
öyle olabilir. Şayet biz bu gibi pis elbiselerin içinde uyumak caiz değildir,
Demiş olsaydık o zaman bu hadis bizim aleyhimize delil olurdu. Madem ki necis
elbise içinde uyumayı biz de mubah görürüyor ve sizin bu hususda Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den rivayet ettiğimiz hadislere uyuyor sonrada
böyle elbise içinde namaz kılınmaz diyoruz o halde bu habta Resu-lüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)den rivayet olunan hiç bir hadise muhalefet
etmiyoruz demektir. Şüphesiz ki Aişe (Radıyallahu Anhâ) dan Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in namaz kıldığı elbisesinden menîyi yıkadığı
rivayet olunmuştur. Bize Yûnus 'un Yahya b. Hassan 'dan, onun da Abdullah b.
Mübarek ile Bişr b. El-Muf addal 'dan, onların da Amr b. Meymun 'dan, onun da
Süleyman b. Yesâr 'dan onunda Aişe (Radıyallahu anhâ) dan rivayet ettiği bir hadiste
Aişe: «Ben Resulül1ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in elbisesinden meniyi
yıkardım. Müteakiben namaza çıkar elbisesinde suyun lekeleri belli olurAu»
demiştir. Bu hadisin isnadı Müs1im'in şartına göre sahihtir. Aynı hadisi bir
çok muhaddis-ler tahriç etmişlerdir. Görülüyor ki Aige (Radıyallahu Anhâ) Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in namaz kıldığı elbisesinden menîyi yıkar-mış.
Namaz kılmadığı elbisesinden de onu ovalamak sureti ile çıkarırmiş..»
Bâzıları meninin
yıkanmasını icâp eden hadislerle ovalanmasını icab eden hadislerin arasını
bulmaya kalkmış menî temizdir diyenlere göre onu yıkamayı ifade eden rivayetler
temizlik için yıkamanın müstahab olduğuna; meninin pisliğini ifâde eden
rivayetler yaş meninin yıkanmasına hami olunur demişlersede Aynî buna itiraz
ederek şunları söylemiştir. «İki hadis arasında tearuz bulunduğunu iddia eden
kimdir ki; onların arasını bulmaya hacet kalsın, biz bu babtaki hadislerin
aralarında tearuz bulunduğunu asla kabul etmiyoruz. Bilâkis yıkamayı bildiren
hadis meninin pis olduğuna delâlet eder. Buna kıyasen kuru meniyi de yıkamak
îcâb ederdi. Lâkin ovalamayı bildiren hadîs onu tahsis etmiştir. Binâenaleyh
hadislerin arasını bulmağa kalkışan zatın: «Yıkamak temizlik için müstahab
olduğuna hami edilir.» demesi boş sözdür. Şeriatta varid olan emirlerin
derecelerini bilmeyenlerin sözüdür. Emrin en yüksek dercesi vücüb en aşağı
derecesi-de ibâha ifade eder. Burada ikinci şıkka imkân yoktur. Çünkü Peygamber
(Saîlallahü Aleyhi ve Seliem) hiç bir zaman meniyi elbiselerinde bırakmamıştır.
Ondan sonra gelen sahâbe-i kiramın icrââtı da budur. Re-sulüllah (Salîalîahü
Aleyhi ve Seliem) in bir şey'i bırakmadan yapmaya devam etmesi münâkaşa
götürmez şekilde vücube delâlet eder, birde kelâmda kaide: Mutlak kemâline
munsarif olmaktır. Bir söz mutlak söylenirse delâlet ettiği mânânın kemaline
hami olunur. Yalnız başka mânâya geldiğine bir karine bulunursa o karineye
göre hüküm verilir. Usûl ulemasının: «Karinelerden mücerred mutlak emir vücüb
iade eder» sözlerinin mânâsı budur.
Aynî sözüne devamla
bazı mukadder suallere cevap vermiş ez cümle şöyle demiştir:
«Eğer menî
peygamberlerin ve evliyâullahın aslıdır. Binaenaleyh temiz olması icab eder;
dersen bende derim ki: Menî Nemrut, Firavun, Hâ-mân ve saire gibi düşmanların
da aslıdır. Şunu'da söyleyeyim ki kan pıhtısı insana meniden daha yakındır. O
da Peygamberan-ı Zişan Hazeratmm aslıdır. Bununla beraber ona temiz deyen
yoktur.» Hasılı menî'nin temizliğine kail olanlar da pis olduğunu
söyleyenlerde bu hadîsin muhtelif rivayetleri ile istidlal ederler. İki
tarafın delillerinden anlaşılan hulâsa şudur: Menî necisdir; hadislerde vârid
olan temizleme şekillerinden biri ile temizlenmesi icab eder.
Nevevî diyorki; «İnsan
menisinin hükmü budur. Bizim bu babta şaz ve zaif bir kavlimiz vardır: Kadının
menisi pis, erkeğin menisi temizdir., deriz. Bundan daha şazz olmak üzerede
erkek ve kadının menileri necîstir, demişizdir. Doğrusu bunların ikiside
temizdirler. Acaba temiz olan bu meniyi yemek de caiz midir?. Bu babta
ulemamızdan iki kavil vardır. Bunların makbul olanına göre meniyi yemek helâl
değildir. Çünkü menî iğrençtir. Bize haram kılman habais cümlesine dahildir.
Hayvanata gelince; köpek, Domuz ve onların menisinden doğan hayvanların menîsi
hilâfsız necistir, geri kalan hayvanların menisi hakkında üç kavil vardır.
Bunların esah olanına göre eti yensin yenmesin bu hayvanların mneisi temizdir.
İkinci kavle göre necistir. Üçüncü
kavle göre ise; eti yenilenlerin menisi temiz, yenmeyenlerin menisi
necistir...»
Hadîsin muhtelif
rivayetleri birbirini tefsir etmişdir. Bunların Mecmuundan anlaşıldığına göre
ilk rivayetde ismi zikredilmeden Hz. Âişe (Radiyallahû anha) ya misafir olduğu
bildirilen zat Abdullah b. Şihab el'Havlanî 'dir. Bu zat tabiinden olup
Kûfelidir. Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Seliem) zamanına eriştiği fakat onu
göremediğ'i rivayet olunur.
1-Kadın kocasının
elbisesini yıkamak ve onun hizmetinde bulunmak gibi kadına tealluk eden
vazifeleri yapar. Adabı muaşeret ve iyi ge-Çİnmenin yolu budur.
2 -Söylenmesi âdeten
utanç versede kendisine uyulan büyük bir zatın hâlleri başkalarına
nakledilebilir.
3-Elbisesinden menî
yıkanan kimse yıkanan yer kurumadan o elbise ile mescide girebilir.
110- (291) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Hişam b. Ürve rivayet etti. H.
Bana Muhammet! b.
Hatim de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saİd. Hişam b.
Urve'den rivayet etti Demiş ki: Bana Fatima, [108],
Esma [109] dan rivayet etti: Esma
şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîtetn) e bir kadm gelerek.
— Bizden birimizin
elbisesine Hayz kanı bulaşıyor. Onu ne yapacak?.. Dedi. Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Onu ovalar; sonra su
ile (ovalayıp) yıkar. Sonra üzerine su dökerek yıkar ve onunla namaz
kılar.» buyurdu.
(...) Bize
Ebû Küreyb de rivayet etti (Dedi ki) : Bize İbni Nümeyr rivayet etti. H.
Bana Ebu't - Tâhir'de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yahya b.
Abdillah b. Salim ile Mâlik b. Enes ve Amr b. Haris hep birden Hişam b.
Urve'den bu isnâdla Yahya b. Said hadisinin mislini haber verdiler.
Bu hadîsi Buhârî,
«Taharet, namaz» ve «Büyü'» bahislerinde; Ebû Dâvûd Tirmîzî, Nesâi ve İbni Mâce,
taharet bahsinde tahrîç etmişlerdir.
«Tehuttü» ovalar
demektir «tekrusu» dahî ovalamak mânâsına gelir-sede bazılarına göre aralarında
fark vardır. «Tehuttu» elle ovmak «tekru-su» ise parmakların uçları ile
oğuşturmaktır. Binâen Aleyh «tekrusu» kelimesinde ötekinden daha ince bir
dikkat mânâsı vardır. «Tendahu» Hat-tabiye göre yıkar demektir. Kurtubî ise
«Bundan murad: «üzerine su serpmektir.» demiştir. Hadis-i Şerifte evvelâ kan
bulaşan elbisenin elle ovulacağı-sonra su dökerek parmakların uçları ile ovalanarak
yıkanacağı bildirildiğine göre ondan sonra zikredilen «tendahu» kelimesinin
mânâsı her halde su dökmek olacaktır. Onun için de bu kelimeye Kur-tûbînin
verdiği mânâ daha makbul görülmüştür. Çünkü Hattabî'nin kavline göre
yıkama.emri lüzumsuz olarak iki defa tekrar edilmiş olsun.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)e gelen kadının Hz. Esma binti Ebi Bekr olduğu İmam-ı Şafiî
'nin Süfyan b. Uyeyne tarikiyle Hişamdan rivayet ettiği hadiste tasrih
edilmiştir Nevevî bunu kabul etmemiş ve o rivayeti zayıf bul-muşsada kabul
etmemek için sebep yoktur. Çünkü râvi kendi ismini müb-hem bırakabilir. Bunun
emsali bazı hadislerde görülmüştür. Binaenaleyh Hz. Esma: «Bir kadın geldi»
demekle kendini kastetmiş olabilir.
Bu hadisin rivayetleri
muhteliftir. Bazılarında burada olduğu gibi kan bulaşan elbiseyi elle ve tırnak
ucuyle ovuşturarak suyla yıkamak zikredilmiş diğer bazılarında suya sidr yani
nebk ağacının yaprağını katarak yıkamak emredilmiş; hatta bir rivayette:
«Sana su yeter, kanın
eseri zarar etmez.» buyurulmuştur.
1- Hattâb
î'ye göre pislikleri temizlemek için yalnız su kullanılır. Başka mayi'lerle
pislik temizlenemez. Çünkü bütün pislikler kan mesabesindedir. Hüküm itibârı
ile bilittifâk aralarında fark yoktur. Beyhâkî dahî Hattabî 'nin fikrindedir.
Onlar taharetin yalnız su ile yapılacağına bu hadisle istidlal ederlersede
hadis-i şerifde suyun zikredilmesi ekseriyetle temizlik onunla yapıldığı
içindir. Yoksa bir şeyi zikretmek hükmün yalnız ona mahsus olmasını
gerektirmez.
2- Elbiseden
pislikleri yıkamak farzdır. İbni Battal: « Esmâ hadisi ulemâya göre
elbiselerden pislikleri yıkama hususunda bir esastır» demiş sonra şunları
söylemiştir, Fukahâya göre bu hadis çok kana hamledilmiştir. Çünkü kanın, pis
olması için Allah Teâlâ hazretleri onun akıtılmış olmasını şart kılmıştır. Bu
onun akar derece çok olmasından kinayedir. Ancak fukahâ ne mikdar kanın
affolunduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Küfe'liler gerek kan gerekse şâir
necasetlerde azla çoku ayırmak için dirhem miktarından azı nazarı îtibâre
almışlardır. İmam Mâlik «kanın azı affolunmuştur. Fakat diğer necasetlerin azı
yıkanır» demektedir.
İbni Vehb 'den rivayet
olunduğuna göre hayız kanının azı da çoku gibidir. Nitekim diğer necasetlerin
hükmüde budur. Fakat şâir, .kanların hükmü böyle değildir. Hayz kanının azı da
çoku gibi olduğuna, delil Reisu1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Hz. Esma
'ya:
«Onu ovala, sonra parmak uçlarında ovuşturarak suyla yıka.»
Duyurmasıdır.
Resûl Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) burada kanın azı ile çokunü hüküm itibarı ile
biribirinden ayırmamış ne mikdar bulaştığını da Hz. Esmâ'ya sormamış; ve bu
hususta dirhem mikdarını hudûd tayin etmemiştir.
Fakat Aişe (Radiyallahû
anha) dan rivayet edilen bir hadîs İbni Vehb 'in bu sözünü reddetmektedir.
Buhârî ile Ebû Dâvûd 'un tahriç ettikleri bu hadîste Hz. Âişe : «Bizden her
hangi birimizin birden ziyade elbisesi yoktu; onun içinde hayz görür elbiseye
azı-cık kan bulaşırsa o kanı tükürüğü iîe ıslatır sonra silerdi.» demiştir. Bu
hadis kanın azla çokunun hükümde bir olmadığını gösterir, Beyhâki: «Bu hüküm
affedilen az miktardaki kan hakkındadır. Sahih rivayete göre çok kanı Hz. Aişe
yıkardı demiştir, ki buda fark görmeyenlerin aleyhine bir delil olduğu gibi:
«Az kan dahi şâir necasetler gibi yıkanır» diyen Şafiî 'nin aleyhine de
delildir. İmam-ı Safi î(Rahimehulîah) bu hükümden yalnız pire kanını istisna
etmiştir. Çünkü ondan korunmak mümkün değildir. Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) m
bir iki damla kanı namaza mâni görmezdiği rivayet olunur. İbni Ömer
(Radiyallahu anhümâ) bir sivilceyi sıkmış kan çıkınca onu eliyle silmiştir. Bu
rivayetlere bakarak Hanefîler tarafından Şâfiîlere cevap verilmiş ve: Şafiî
'ler elbette Ebû Hüreyre ile îbni Ömer hazerâtmdan daha ihtiyatlı ve onlardan
daha çok hadis rivayet etmiş değillerdir ki; bu hususta onlara muhalefette
bulunabilsinler» denilmiştir.
Birde az kanın hükmü
zarurete dahî girer. Çünkü ekseri hallerde insan sivilce yara ve cihandan yahut
pireden hâli kalmaz. Bu cihetle kanın az miktarı affedilmişdir.'Tealâ
Hazretlerinin akıtılan kanı haram kılması dahi akmayacak derecede az olan
kanın haram olmadığına delâlet eder. Hanefiye ulemâsının affedilecek miktarı
dirhemle takdir etmeleri Hz. Ali ile İbni Mesut (Radiyallahu anhümâ) mn necaseti
dirhemle takdir etmiş olmalarındandır. Kendilerine uymak için bu iki sahabî-i
celîl kâfidir.
Hz . Ömer (Radiyallahu
anh) in kanın azını tırnağı ile takdir ettiği rivayet olunur. «el-Muhît» nâm
eserde: «Onun tırnağı bizim avu-cumuza yakındı» denilmektedirki buda dirhem
miktarından az olan kanın namaza mâni sayılmayacağını gösterir. Vakı'a
Dâre-Kutni 'nin «Sünen» inde Hz. Ebû Hüreyre 'den rivayet ettiği bir hadiste Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ye Sellem) in:
«Dirhem miktarı kandan
dolayı namaz iade edilir.» buyurduğu söyleniyorsada Hanefiyye ulemâsı bu
hadisle ihticâc etmemişlerdir. Çünkü münkerdir. Hattâ Buharı onun hakkında!
«Bâtıldır» demiştir.
3- Hadis-i
Şerif kanın necis olduğuna delâlet etmektedir. Bu hususta ulemâ
müttefiktirler.
4- Necaseti temizlemek
için adet şart değildir. Kaç defada temizlendiğine kanaat hasıl olursa o kadar
yıkanır.
5- Kadın
elbisesinde kan eseri görmezse elbisenin üzerine su serperek onunla namaz
kılar.
6- Dini
hususatta kadının erkeğe bizzat sual sorması caizdir.
7- Şer'an
ihtiyaç messettiği takdirde kadının erkeğe sesini işittirmesi ve erkeğin de
onu dinlemesi caizdir.
111- (292)
Bize Ebû Sa'îdel-Eşecc ile Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ ve İshâk b. İbrahim rivayet
ettiler. İshâk bize haber verdi tâbrini kullandı. Ötekiler bize Vekî' A'meştn
rivayet etti, dediler. A'meş: Mücâhidi Tâ-vus'tan, o da İbni Abbas'tan naklen
rivayet ederken işittim demiş İbni Ab-bâs şunları söylemiş; Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki kabrin yanma uğradı veı
«Dikkat edin, bunlar
muhakkak azab görüyorlar. Hem 'de büyük bir şeyden dolayı azap görmüyorlar.
Bunlardan biri koğuculuk yapardı; diğeri de bevlinden korunmazdı.» buyurdular.
Sonra yaş bir hurma
dalı isteyerek onu ikiye yardı ve birini birinin birini de diğerinin üzerine
dikti ve:
«Umulur ki, bu dallar
kurumadıkça onların azapları hafifletile.» buyurdu.
(...) Bana
bunu Ahmed b. Yûsuf el-Ezdî rivayet etti. (Dediki) : Bize
Muallâ b. Esed
rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Abdülvâhid, Süleyman el-A'meş'den bu isnadla rivayet etti. Ya-lnız
o:
«Diğeri bevlden dolayı
yahut bevlden temizlenmezdi.» demiş.
Bu hadîsi Eimme-i
Sitte 'nin hepsi ve diğer bir çok ulemâ rivayet etmişlerdir. Buhârî onu Abdest
ve Taharet bahislerinin müteaddit yerlerinde Cenaze bahsinde ve «Kitabu'I Hac»
da Ebû Dâvûd, Tirmîzî ve Nesâî Taharet bahsinde yine Nesâi Tefsir ve Cenaze
bahislerinde, İbni Mâce Taharet bahsinde muhtelif râvilerden tahriç
etmişlerdir. İbni Mâce 'nin rivayetinde: «Resulüllâh (Sallailahü Aleyhi ve
Seİlem) iki yeni kabrin yanına uğradı» denilmiştir. Bu kayıd vakanın câhiliyet
devrinde geçmediğini gösterdiği gibi İmam Ahmed'in tahric ettiği Ebû Ümâme
hadisinde «Peygamber (Sallaîİahü Aleyh{ ve Seİlem) Bakî kabristanına uğradı da:
Bugün buraya kimi defnettiniz? diye sordu.» denilmesi de ölenlerin müslüman
olduğuna delâlet eder. Çünkü Bakî müslüman kabristanıdır. Resulüllâh
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) in kabirlere işaretle «Bunlar muhakkak azap
görüyorlar...» buyurması mahalli zikir hâlini irade kabilinden mecâz-i
mürseldir. Yani kabirleri göstermiş içindekilerin azab gördüğünü anlatmıştır.
Bundan sonra:
«Hem büyük bir şeyden
dolayı azab görmüyorlar.» buyurmuştur.
Ulemâ bu cümleyi iki
türlü te'vil etmişlerdir. Birinci te'vile göre cümlenin mânâsı: «Kabirde
yatanların telâkkilerince büyük bir şey sayılmayan sebeplerden dolayı azab
görüyorlar.» demektir. İkinciye göre-de: «sakınması kendilerine büyük bir şey
sayılmayacak sebeblerden dolayı azâb görüyorlar.» demektir. Kaadi Iyâz üçüncü
bir te'vil daha yapmıştır. Ona göre bu cümlenin manası: en büyük günahlardan
sayılmayan sebeplerle azap görüyorlar demektir. «Bu takdirde cümleden mu-râd
başkalarını men' ve tahzir olur. Yani zannedilmesin ki azap edilmek yalnız
büyük günahlara mahsustur. Küçük günahlardan dolayı da azâb edilir, demek olur.
Fahr-i Kâinat
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) hadisin üçüncü cümlesinde kabirdekilerin azabına
sebep birinin kovuculuk yapması diğerinin de bevlden korunmaması olduğunu
beyân buyurmuştur. Kovucu-, luk; yerinde gördüğümüz vecihle insanlar arasında
lâf taşımaktır. Nevevî: «Kovuculuk zarar getirmek kastiyle sözü başkasına
taşımaktır ki kabahatlarm en çirkinlerinden biridir.» diyor. Fakat Kirmanı buna
itiraz etmiş ve: «Fukahânm kaidesine göre bu söz doğru değildir. Çünkü onlar:
Büyük günâh haddi şer'iyi îcâb eden suçtur derler. Halbuki kovuculuk yapana had
vurulmaz. Ancak kovuculukta devam etmek onu büyük günah yapar denilirse o
başka. Çünkü küçük günâhı İsrarla yapmanın hükmü büyük günâhın hükmü gibidir.
Yahut buradaki kebîreden lstilâhi mânâsı kasdedilmemiştir» demiştir.
Bâzıları: « Kirmânî'nin
fukahâdan naklettiği söz bütün fukahânm sözü değildir. Lâkin Rafiî bu sözü
tercih ettiğine işaretle büyük günâhın tâ'rifinde iki vecih rivayet etmiştir.
Vecihlerin biri budur. İkinci veçhe göre irtikâbından dolayı şiddetli azâb
tehdidi vârid olan günaha büyük günâh derler. Rafiî: «Fukaha daha ziyade
birinci veçhe meylederlersede ikinci vecih büyük günahlar hakkında tafsilât
verirken onların söylediklerine daha muvafıktır» demiştir. Maamafih Kirmânî'nin
sözü umûmi mânâda söylendiği için hakkında yapılan bu tenkîd yersiz
görülmüştür.
Bevlden sakınmamanın
kabir azabına sebep olacak kadar büyük günâh olması namazın butlanını icâp
ettiği içindir. Çünkü namaz sahih olabilmek için necasetten temizlenmek
şarttır. Binâenaleyh bevlden sakınmayan namazsız kalacak demektir. Namazın
terki ise şüphesiz büyük günahtır. Kovuculuk yapan dahi insanları birbirine
katarak düşman ettiği ve bir çok vahim neticelere sebeb olduğu cihetle en
çirkin kabâhatlardan biridir.
Ulemânın beyânına göre
Fahr-i Âlem (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) efndimizin hurma dallarını
kabirlerinin üzerine dikmesi onlara şefaat içindir. O bu hususta Teâlâ
Hazretlerinden şefaat izni istemiş niyazı kabul edilerek o dallar kuruyuncaya
kadar azaplarının hafifletileceği va'ad buyurulmuştur. Müs1im'in kitabının
sonunda Hz. Cabir (Radiyallahû anh) dan tahriç ettiği uzun bir hadiste
Resulüllâh (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şefaat niyazım kabul
edildi ve bu dallar yaş kaldıkça azablarının hafifletileceği va'd buyuruldu.» demiştir.
Bâzıları: «İhtimâl
Resulüllâh (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) onlara bu müddet zarfında dua
etmiştir» demiş bir takımları da «yaş dalların dikilmesi kuruyuncaya kadar
teşbih edecekleri içindir. Kuruduktan sonra teşbih kalmaz» mütaleasmda
bulunmuşlardır. Ekseri ulemânın mezhebi de budur. Çünkü müfessirinin
ekserisine göre Teâlâ hazretlerinin
«Hiç bir şey yoktur
ki, Allah'ın hamdine bürünerek ona teşbih etmesin! Lâkin siz onların teşbihini
anlamazsınız.» ayet-i kerimesinin mânâsı diri olan herşey Allah'a teşbihte
bulunurlar demektir. Yine müfessirinin beyânına göre her şeyin hayatı kendine
göredir. Meselâ ağaç kurumadıkça, taş yerinden kırılıp çıkarılmadıkça
diridirler.
Muhakkikini ulemâya
göre âyet-i kerime umûmu üzerine câridir. Acaba bütün canlılar hakikaten teşbih
ederlermi yoksa onlar varlıkları ile Allah'ın birliğine delâlet ettikleri için
lisân-i halleri ilemi teşbih etmiş sayılırlar? Bu cihet ihtilaflı isede
muhakkikini ulemâya göre canlılar Allah'a hakikaten tesbîh ederler.
Teâlâ hazretleri bir
çok taşların Allah korkusundan çatlayarak yere düştüklerini haber vermiştir.
Akıl Allah'ın canlılara temyiz kuvveti verdiğini İmkansız kabul etmediğine,
nass-i ilâhi de bunu nâtık bulunduğuna göre canlıların hakikaten Allah'a teşbih
ettiklerine inanmak farzdır.
Kabir azabı hakkında
eshâb-ı kiramın bir çoklarından hadisler rivayet edilmiştir. Bezzâr'm zararsız
bir senetle Ubadetü'bnü Samit (RadiyaUahû anh) dan tahriç ettiği bir hadis ile
Müs1im'in buradaki rivayeti, Ebû Dâvûd 'un rivayet ettiği Ebû Muse'1 - Eşarî
hadisi, Ebû Mûse'1 - Medinî' nin «et - Tergîb ve't-Terhîb» nam eserinde rivayet
ettiği Ebû Ümâme ve Ebû Râfi' hadîsleri, İbni Mendeh'in «Kitabu't-tahara»da
rivayet ettiği Meymune hadisi bunlardandır.
1- Kabir
azabı haktır. Onu tasdik ederek inanmak farzdır. Ehl-i sünnet velcemaatın
mezhebi budur. Mu'tezile taifesinin" bu babta ehl-i sünnete muhalefet
ettikleri rivayet olunur. Lâkin -mu'tezilenin reisi sıyı-lan Kaadi Abdül Cebbar
«Tabakat» adlı kitabında şu izahatı vermektedir.
«Bize, sizin
mezhebiniz sizi kabir azabını inkâra kadar vardırdı. Halbuki bu mesele bütün
ümmetin kabul ettiği bir hakikattir denilirse tarafımızdan şöyle cevap verilir.
Bu meseleyi evvelâ Dır.a rb. Amr, Vâsı1'in arkadaşları arasında bulunduğu
sırada inkâr etmiştir. Başkaları da onu mu'tezile inkâr etti. Sanmıştır.
Halbuki hakikat öyle değildir. Mu'tezile iki kısımdır. Bir kısmı kabir azabını
hadislerde vârid'olduğu şekilde caiz görür bir kısmı ise kat'i surette inanır.
Üstâdlarımızın ekserisi kabir azabına kat'i olarak inanırlar. Onlar yalnız
insanların ölü olarak azâb göreceğini inkâr eden bir takım cahillerin sözüne
karşıdırlar. Onların dediğini akıl da kabul etmez.»
Bu babta Kurtubî de
şunları söylüyor: «Kabir azabını mülhid-lerle feylezoflarm yolunu tutanlar dahi
inkar ederler. Halbuki ona muhbiri
sadık (Saltailahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin haber verdiği, şekilde inanmak farz; Allah'ın
.kullarını dirilteceğine onlara hayat ve akıllarını iade edeceğine iman
lâzımdır. Bütün haberler bunu nâtıktır. Ehl-i sünnet vel cemaatın mezhebi de
budur...»
Mu'teziîeden Cübbaî
ile oğlu ve Be1hî kabir azabına kaildirler. Lâkin onlara göre bu azâb
mü'minlere değil kafirlerle fasiklara-dır. Yine mu'teziîeden bazıları kabir
azabını caiz görmüş fakat ruhsuz cesedin azâb göreceğini, ölünün ruhsuzda elem
duymasının caiz olduğunu iddia etmişlerdir.
Dalâlet fırkalarından
Kerrâmiye'nin mezhebide budur. Mu'teziîeden Bişr el Müreysi, Yahya b. Kâmil ve
daha başkaları kabir azabını tamamiyle inkâr ederler. İnkâr meselesinde
hâricilerle mür-ci'e taifesinden bâzıları da bunlarla beraberdir. Mezkûr
fırkaların bütün kavilleri fasittir. Sahih hadisler onları reddetmektedir.
Ehl-i Sünnete göre
kabirde cesed ya ayni ile yahut bir kısmına ruhun iadesiyle azâb görecektir.
Muhammed b. Cerir ile
bir taife buna muhalefet ederek: «Ruhun cesede iadesi şart değildir.»
demişlersede bu söz de fasittir.
2- Hadîs-i
şerîf az olsun çok olsun bütün bevllerin mutlak surette necis olduğuna
delildir. Umumiyetle1 fukahânın mezhebi budur. İbni Kaassim ile Muhanmed h. Ali
ve Şâ'bi biraz tes-hîlât tarafını iltizam etmişlerdir. İmâm-ı Â'zam ile İmâmeyn denilen Ebû Yûsuf
ve Muhammed'e göre meşakkat nazar-ı itibâra alınarak dirhem, miktarı bevl
zararsız sayılmıştır.
Sevrî: Ulemâ az
mikdardaki bevle ruhsat verirlerdi, Küfe'liler iğne ucu gibi ufak bevl
damlacıklarına ruhsat vermişlerdir» diyor. Mâ1ikiierin «el-Cevâhir» adlı
kitabında: «Yemek yiyen beni Ademin bevl ve kazuratı necistir; eti yenilen her
hayvanın kazuratı temizdir. Yenilmesi mekruh olan hayvanın pisliğide
mekruhtur. Hattâ bâzılarına göre necistir. Bilumum fukahâ hiç bir nevi kan
hususunda ruhsat vermemiş; yalnız az mikdardaki hayz kanına ruhsat vermişlerdir.
Mâ1ikiyye ulemâsı az miktarın neden ibaret olacağı hususunda ihtilâf
etmişlerdir. Bunun büyük dirhem miktarı olacağı söylenmiştir.» denilmektedir.
3- Hattâbi:
«Bu hadiste kabirlerin başında Kur'an-ı kerim okumanın müstahab olduğuna delil
vardır. Zira ağacın teşbihi sayesinde meyyitin azabı hafifletileceği me'mul
olursa kur'an-ı kerim okumak en büyük ümid ve berekettir.» diyor.
Bu mesele ulemâ
arasında ihtilaflıdır. İmam-ı A'zâm ile Ahmed b. Hambel hazerâtma göre Kur'an-ı
kerimin sevaba meyyite vâsıl olur. Delilleri Hz. Ali
(RadiyaUahû anh) dan rivayet olunan bir hadistir. Bu hadiste Peygamber
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem):
«Bir kimse
kabristandan geçer de onbir defa İhlâs sûresini okur ve sevabını ölülere
bağışlarsa, o kimseye ölülerin adedi kadar sevap verilir.» buyurmuştur.
Mezkûr hadisi Ebû Bekr
en-Neccâr «Sünen» nâmındaki eserinde rivayet etmiştir. Ayni eserde Ene
&(Radıyallahu Anhâ)dan rivayet edilen merfu' bir hadiste kabristandaki
Ölülere Yâsîn süresi okunursa o gün azablannm hafifletileceği bildirilmektedir.
Bu mânâda bir hadis Ebû Bekri Sıddık(Radıyallahu Anhâ)dan da rivayet
olunmuştur.
Nevevî ulemâdan bir
cemaata ve İmam-ı Şafiî 'nin meşhur kavlime göre okunan Kur'an ölülere vâsıl
olmaz» diyor. Lâkin duanın Ölülere vâsıl olduğu hususunda ulemâ
müttefiktirler. Oruçf sadaka ve köle âzâdı gibi ibadetlerin sevabı dahi vâsıl
olur. Bu hususta Ebû Bekr Neccâr'ın «Sünen» inde Amr b. Şuayb'in babasından
o-nunda dedesinden rivayet ettiği bir hadîste dedesinin Resulüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) e: «Ya Resulüllah Âs b. Vâil cahili yet devrinde yüz deve
kurban edeceğini adamıştı. Oğlu Hişâm kendi hissesine düşen elli deveyi
boğazlamış. Acaba bu onun için kâfimidir?» dediği; Resulüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) in :
«Senin baban Allah'ın birliğini
inkâr etse de onun namına oruç tut-san veya sadaka versen yahut köle âzâd etsen
bu ona varır mıydı?» buyurduğu bildiriliyor.
Dara-Kutnî 'nin
rivayetinde:
«Bir adam Ya
resulüllah:
— Annem babam Öldükten
sonra onlara nasıl iyilik edeyim? diye sordu Resulüllah (Sallailahü Aleyhi ve
Sellem):
«öldükten sonra
iyilik: Kendi namazınla beraber onlar için namaz kılman, orucunla beraber onlar
için oruç tutman; sadakanla beraber onlar için de sadaka vermendir.» buyurdular» deniliyor.
Bu hususta başka hadislerde
vardır.
4- İstincâ
vaciptir. Zira hadisteki «bevlden
korunmazdı» cümlesinden murâd
budur. İbni Battala
göre: «Bu cümlenin mânâsı: j Vücûdunu ve elbisesini bevl sıçramasından
korumazdı» demektir,
Begavî : «Bu hadîs
kazâ-i hacet ederken insanlar görmesin diye [örtünmenin vâcib olduğuna
delildir.» diyor.
Aynî istinca ile
örtünmenin ikisininde vacip olduğunu söylemek-Itedir.
5- Kovuculuk
haramdır. Bu hususta icma' vardır.
Hadîsin muhtelif
rivayetlerinden bu hadisenin ayrı ayrı zamanlarda iki veya üç defa vuku'
bulduğu anlaşılıyor.
6-
Kabirlerinde azab görenlerin seslerini
Resulüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) mucize kabilinden işitmiştir.
Azâb görenlerin mü'min olup olmadıkları ihtilaflıdır. Lâkin rivayetlerin
umûmundan bu hadisenin iki üç defa vâki' olduğu anlaşıldığına göre ihtilâfa hacet yoktur.
Çünkü bir defa uğradığı kabirlerde azâb görenler mü'min başka defa uğradığı
kabirlerdekiler, kafir veya fâsıktı denilebilir.
[1] Ebu Habib
Habban b. Hilâl el-Bahili:
Basrâ'lıdır. Sahihayn râvilerindendir. Vefat
tarihi 316'dır
[2] Ebu Yezid Ebân
b. Yezid: Basra'lıdır. Müslim'in
râvilerindendir
[3] Yahya b. Ebi
Kesir.
[4] Ebu
Sellâm Menıtıır el-Bahilî r
Dimaşk'lıdır. Kendisinden Yezİd
b. Sellâm hadîs rivayet etmiştir.
[5] Ebu Malik el-Es'ari
Amr b. Haris (R.A.): Şam'hdır. Sahabe-i kiramdandır.
[6] Bakara
sûresi, âyet : 143.
[7] Bakara
sûresi, âyet : 153.
[8] Sad
sûresi, âyet: 44
[9] Enbiya
sûresi, âyet: 83.
[10] Yunus
sûresi, âyet : 5.
[11] Tevbe
sûresi, âyet: 111
[12] Bakare sûresi,
âyet : 102.
[13] Ebu Ziirara
Mus'ab b. Sa'd b. Ebu Vakkas
ez-Ziihri: Hadîs itibarı ile Kûfe'-lilerden maduttur.
Sahihayn râvİIerindendir. Babasından
ve îbni Ömer
(R.A.) dan hadîs rivayet etmiştir.
[14] Abdullah
b. Âmir (R.A)
[15] Ebu Yusuf İsrail b. Yunus: Sahihayn râvilerinden olup,
dedesi Ebu İshak Es-Sebî'iden ve başkalarından hadîs
rivayet etmiştir
[16] Maide
sûresi, âyet: 6.
[17] Müddfissir
sûresi, âyet: 3
[18] Bakara sûresi, âyet:
187
[19] Maide
sûresi, âyet: 6.
[20] Bakare
sûresi, âyet: 280.
[21] Sûre-İ
Bakara, âyet: 159.
[22] Sûre-i Hûd,
âyet: 114
[23] Sûre-i Â]-i
Imrân, âyet: 187
[24] Sa'id b. Mina':
Mekkeli azadlılardandır. Sahihayn ravilerindendir
[25] İshak b. Sa’id b. Amr el-Kureşi : Sahihayn
ravilerinden
[26] Süfyan-ı Sevri.
[27] Etra'n Nadr
Salim h.
F.bi Cnıcyye: Amr
b. L'beydullah El-Kureşi'nin azadlısı-ılır. Ml'ıIijk'ikIiı'. Suhiha* ıı
\-,w İki imlenilir,
Vakufi'nin rivayetine göre
Mcrvâ'nm hilâfeti
[28] Ebu Enes Mâlik
b. Fbî Amir:
Im.ım-j Malik'în JcıloiJîr.
-Safıİh;ı>n râvilcrİndendir
[29] Ebu Sileme MıVar
b. Kcdânı.
[30] Ukeym b.
AbdiIIafa b. Kays'el-Kureşi: Müslim'in
râvilerindendir
[31] Muaz b. Abdumüunan et-Teymî el-Kureşî: Sahihayn
râvilerindendir.
[32] Ebu Sahr Humeyd
b. Ziyâd: Medİne'lidir. Müslim'in
râvilerindendir. Mısır'da
yaşamıştır
[33] Ömer b. İshâk:
Müslim'in râvilerindendir.
[34] Muaviye b.
Salih el-Hedrami: -Künyesi (Ebu Amr)
yahut Ebu Ömer'dir. Endülüs kadısıdır.
Mekke'ye gelmiş hadîsi orada rivayet etmiştir
[35] RabiatiTbuü
Yezid EI-Kasir: Dimâşk'Iıdır. Sahihayn
râvilerindendir
[36] Ebu İdris el-Halvânî:
Âizullâh b* Abdİllah b. Amr Şamlıdır. Dİmaşk'ta kadılık etmiştir.
[37] Ukbetü'bnü Âmir
(R.A.): Eshab-ı kiramdandır. Künyesi
ihtilaflıdır. Ebu'I Esed. ve
daha başka olduğunu
söyleyenler vardır. Mısır'da
valilik yapmıştır. Hz.
Muavjye zamanında 58 tarihînde
vefat ettiği söylenir.
[38] Cübeyr b.
Nüfeyr b. Malik el-Hadrami:
Künyesi Ebu Abdirrahman'dır. Cahi-liyet
devrine yetişenlerdendir
[39] Zeyd b. Hubab
et-Temimî, Künyesi: (Ebu'i
Hüseyin)'dir. Kûfe'lidin Müslim'in râvilerindendir.
[40] Ebu
Haysem HalM b.
AbdiJlâh b. Abdirrabman.
[41] Ebu Muhammed Abdullah b. Zeyd b. Âsim el-Ensarî
(R.A.): Eshab-ı kiramdan-
dır. Yemame harbinde
Müseylemetü'l-Kezzâb'ı bu zat tepelemiştir. 63 tarihinde şehid edilmiştir.
Ezan-i rivayet eden Abdullah ile bunu kanştirmamalıdır. Onun ismi Abdullah b.
Zeyd b.
Abdirabbih el-Ensari'dİr.
[42] Ebu Musa İshâk b.
Musa b. Abdillâh: Müslim'in
râvilerindendir. Kadılık etmiştir.
[43] Mân b. tsâ b. Yahya :
Azadlı kölelerdendir. Künyesi Ebu
Yahya el-Kazzaz'drK Medineİidir. Sahihayn
râvilerindendir,
[44] Behz b. Esed.
[45] Vüheyb b. Halid
b. Aclân
[46] Hafaban
b. Vasi b.
Habban el-Ensarî: Medine'lidir. Müslim'in
râvilerindendir.
[47] Ebu Muhammed
İsa b. Talba b. UbeydİHab:
Medine'nin faziletli âlimlerinden biridir. Halife Ömer b. Abdülaziz zamanında vefat etmiştir.
[48] Ebu'I Misver
Mahraraetü'bnü Bükeyr b. AbdiIIâh
el-Mahzûtnî: Azadlılardan-dır.
Medine'li sayrlır.
[49] Ebu AbdiIIab
Salim : Şeddâd-ı Mehrî'nin
azadlısıdır. Bazıları onu
Ebu Abdil-lâh künyesi ile
bazıları da «Mevle'I-Mehrî» diye anarlar. Ona : Mevlâ Mâlik, Sâiim-i Şeb-nân,
SâJim el-Berrâd, Salim b. AbdiIIâh»
diyenler de vardır. Mu'temed bir râvîdir.
Atâ' b. Sâib onun hakkında : «Bence kendimden daha mu'temeddir» dermiş.
[50] Ebu Alî Hasan b. Muhammed b. A'yeıı el-Kııraşi: AzadIilandandır.
[51] Ebu Yahya Fiiieyh
b. Süleyman : Asıl
ismi Abdülmelik'tir. Füfeyh lâkabı ile anılır.
Mekke'lidir.
[52] Ebu
AbdiIIâh Nuajm b.
AbdiIIâh El-Mücemmir: Medine'lidİr. Babası
Hz.
Ömerin azadlısıdır. Yernıük
harbinde vefat etmiştir.
[53] EbıTI-Hasen
Hilâl b. Yesaf
el-Eşca'i: Kûfe'li azadlılatdandır. ismi
Yisaf ve İsaf şeklinde rivayet
olunmuştur. Hadîs uleması
arasında isaf diye meşhgrdur.
[54] Ebu Yahya
Misda' (Ziyadii'i A'raç) diyenler de vardır.
[55] Ebu Bişr Ca'fer
b. Ebi Vahşiyyc :
Basra'Iıdir. Vasıflı diyenler
de vardır.
[56] Yusuf b. Mâhek
el-Fasrisi: Mekke'lidir.
[57] Bu
rivayet abdestte ayakların
yıkanacağına en açık
delİİdİr
[58] Rûhü'I-Meâni
Tefsiri, Mâİde sûresi
[59] Ebu Hişam el-Mahzıımî
MugiraiiiT)nü Seleme: Basra'lıdır. Sahihayn
râvîlerindendir.
[60] Ebu Bi$r Abdûlvahit
b. Ziyâd el-Abdi:
Basra'lı azadlılardandır
[61] Ebu Sehl Osman b. Hakim b. Abbad el-Ensar: Aslen Medine'lidir. Küfe
muhaddislerinden sayılır
[62] Ebu Bekr
Muhammed b, Münkedir b.
Abdillah : Medine'lidir.
[63] Umeratü'bnü
Gaziyyete'I-Ensarî:
Medine'iidir. Sahihayn râvîlerinden sika'
bir zattır
[64] Sa'id b. Ebu
Hilâl el-Leysi: Medine'lidir. 70
tarihinde Mısır'da doğmuş
130 'eya 135 tarihinde
Mısır'da vefat etmiştir.
Sahihayn râvîlerindendir.
[65] Eyle,
Kızıl Deniz —
Şap Denizi'nİn Şam tarafında eskiden
ma'mur bir şehir-miş. Şimdi harabdır.
Buradan yüklü develerle
günde bir konak
yürümek şartiyle Medine'ye
ayda vanlırmış.
Aden, Yemen'in
Hind Denizi sahilindeki
son şehridir.
[66] Ebul Kaasira
Vasıl b. Abdil A'lâ b. Vasıl :
Kûfe'iidİr. Müslim'in râvîlerinden-dir. 244
tarihinde vefat etmiştir.
[67] Kabristandan
murâd : Medine'deki «Ei-Bakf»
olsa gerektir.
[68] Bikdam b.
Şureyh b. Hâni:
Kûfe'lidir. Sahihayn râvîlerindendir.
[69] Gaylân fa. Cerir el-Ma'veü: Basra'iıdır. Sahihayn
râvîlerindendir.
[70] İsmail b. Müslim
el-Abdî: Basra'lidir. Yemame
taraflarında kadılık etmiştir. Müslim'in râvîlerindendir.
[71] Ebu'l-Mütevekkil
Ali b. Dâvud
— yahut — İbni Davud el-Basrî: Basra'lıdır. Sahihayn râvîlerindendir.
[72] Hunsa-i müşkil: Kendisinde hem erkeklik, hem kadınlık
âleti müsavi derecede bulunan kimsedir.
[73] Ebu Yahya Zekeriya b. Ebi Zaide: Kûfe'li
azadhlardandır. Sahihayn râvîlerindendİr.
148 veya 149 tarihinde vefat
etmiştir.
[74] Mus'ab b. Şeybe
Cübeyr: Müslim'in râvîlerindendİr
[75] Talk b. Habib
el-Anezî: Müslim'in
râvîlerindendİr.
[76] Ravh b. Ubade
b. Alâ': Basra'hdır. Sahihayn râvîlerin
dendir.
[77] Ebu Ca'fer
Ahmed b. Hasen b. Hıraş : Bağdat'lidır. Asfen Horasan'hdır, Müslim'in râv ierindendir.
[78] Ebu Hafs Ömer
b. Abdilvahhab: Basra'lidır. Müslim'in
râvîlerinden olup, yalnız bir
hadîs rivayet etmiştir.
[79] Ebu
Abdirrahman Abdullah b.
Mesleme b. Ka'neb
el-Harîsî: Aslen Medine'Iİ
oiup Basra'da yaşamış
Âbid ve Fadıl
bir zattır. Sahihayn râvîlerindeodİr. Mekke'de
221 tarihinde vefat etmiştir.
[80] Vasî' b.
Habban b. Munkiz:
Medine'lidir. Sahihayn râvîlerindendir.
[81] Abdullah
b. Ebi Katade
el-Haris b. Rib'i
el-Ensari: Sahihayn râvîlerindendir. Velid b. Abdil Meiİk'in
hilâfeti sonlarına doğru Medine'de vefat etmiştir
[82] Ebu Muaz At*
b, Ebi Meymune:
Enes'in azadhsidir. Basra'hd.r.
131 taıi-mnde Basra da zuhur eden taundan
sonra vefat etmiştir
[83] İbrahim Nehaî.
[84] Ebud' Duha
Müslim b. Sahih : Azaadlılardandır. Ravilerindendir. Ömer b.
Abdikıziz'İn hilâfeti zamanında vefat
etmiştir.
[85] Ebu
Abdillâh Muhammet b.
Abdiüâh b. Bcri,:
Basra,idır râv;
[86] Humeyd
et-Tavil b. Ebi
H-mcyd : Basral, azadlılardand.r. K,sa
boylu oldu gu için
kendisine tesmiye
bızzıt kabilinden uzun
lakabı venlmi^r. Sahihayn
râvîlerinden
[87] Ebu
Muhflmmed Ka'b b. Ucra't el-Ensarî (R.A.): Resulellâh
(S.A.V.) den Bu-hâri ve Müslim'de hadisleri vardır. EUİ
iki tarihinde doksanbeş
yaşında vefat etmiştir.
[88] Ebıı
Abdillâlı Amr b.
Kays el-Mülaî: Kûfe'Iİdir.
Müslim'in râvîlerindendir.
[89] Şureyb b. Hani
b. Yezid : Yemenli
Ben-i Haris kabilesine
mensuptur. Birkaç tane sahabeden
hadîs rivayet etmiştir.
Yeimİş sekiz tarihinde
108 yaşında olduğu
halde Sicistan'da katledilmiştir
[90] Ebu
Üsaıııe Zeyd b.
Ebi Üneyse : Azadi il ardandır. Müslim'in
râvîlerindendir
[91] Allcamerii'bnii
Mersed el-Hadrâmî; Kûfe'lidir.
Sahihayn râvîlerindendır.
[92] Süleyman
b. Biireydele'I-EsIemî: Hz.
Ömer zamanında kardeşi
Abdullah İle ikiz doğmuştur.
Müslim'in râvîlerindendir.
[93] Ebû Abdurrahman Hâlid b. Ömer b. Hafs el-Mekrâvi:,
Basra'hdır kî: Kirman'da kadiiık etmiştir.
Nisabur'da yalamış ve
233 tarihinde orada
vefat etmiştir, Sahihayn râvîlerindendir.
[94] Ebû Rezîn Mesh'ûd b. Malik el-Esedi: Kûfe'lidir. Ebu Vail Şakik b. Seleme'-nin azadlisıdır.
Müslim'in râvîlerindendir.
[95] Mugiretii'bnü
Abdirrahman el-Hİzami: Medine'Iidir. Sahihayn
râvîlerindefidir.
[96] Ebu't-Teyyah Yezid b. Humçyd ed-Duba'i: Basra'Iıdir.
Sahihayn râvîlerin-dendir.
[97] Ebu
Abdillâh Mutarrif b. Abdillâh
b. $ihhtf: Sahihayn
râvîlerindendir.
[98] Ebu Ziyad Abdullah
b. Mugaffel (R.A.):
Ashab-ı ki ramdandır. Muaviye'nin hilâfeti sonunda vefat etti.
[99] Ma'lesef bugün köpek edinme merafo salgın halini
almıştır. Bİr taraftan tıp köpek hastalığından, kuduzdan vesaİr
muzarraıieîci&n bahsededıırsun, millet alabildiğine varını yokunu sarfederek
köpek edinmektedir. Dinm im babtaki emr-i nehyİ kimsenin hatırına gelmediği
gibi, tıbbın avazlarına da aldırış eden yoktur. Birçok kimselerin köpekleri
koynunda yatırdıklarını bile işitiyoruz. Ne diyelim, Allah intibahlar versin.
Amîn.
[100] Ebu Yusuf Bükeyr
b. Abdillâh el-Eşec:
Azadhlardandir. Medine'lidir/
Sulahadan bir zattır. 117, 122 veya
129 tarihinde Medine'de vefat etmiştir.
[101] Ebu Yahya îshâk b.
AbdiIIâb b. Ebi
Talhate'I-Ensarî: Sahİhayn râvîlerindendir. İmam-ı Malik hadîste bu
zatın önüne kimseyi geçirmezmiş.
[102] îsmi
Cüzame'dİr. Âmine olduğunu
söyleyenler de vardır. Çocuğunun. ismi
mâ-Iıını değildir. Bu
çocuk Resûluüah (S.A.V.)
devrinde ölmüştür.
[103] Halid b. Mihran
el-Hazzâ'.
[104] Ebû Ma'şer
Ziyâd b.
Küleyb et-Temîmî: Kûfe'lidir.
Müsİim'in râvîlerindendir.
[105] Ebu Amr Esvcd b. Yczid b. Kays:
Kûfe'Iiidr. Alkame'nin kardeşi
oğludur.
[106] Ebu
Mııbanımed AbdetÜ'bnü Süleyman
el-Kilabî: Kûfe'lİdir. İsmi
Abdurrahman ise de Abde lâkabı
ile anılır.
[107] Sebİb b. GarkâdeVSülemi: Kûfe'lidİr.
Sahihayn râvîlerindendir
[108] Fatirae
binti Münzir: Hişam
b. Urve'nİn zevcesidİr.
[109] Esma binti Ebu
Bekr (Radıyallahıı Anhüma'dan)
hadîs rivayet etmiştir.