DİNLENME VE İSTİRAHATIN VASITA, YER VE ZAMANLARI:
Sükunet Ve İstirahat Zamanı Gece:
Dinlenme ve İstirahatin Mahalli
Ev:
ـ5757 ـ1ـ عن
عبادة بن تميم
عن عمه:
]أنَّهُ
أبْصَرَ
رَسُولَ
اللّهِ #
مُضْطَجِعاً
في الْمَسْجِدِ،
رَافِعاً
إحْدى
رِجْلَيْهِ
عَلى ا‘خْرى[.
أخرجه
الستة.وزاد
مالك فقال:
»وَبَلَغَنِي
عَنِ ابْنِ
الْمُسَيَّبِ
أنَّ عُمَرَ وَعُثْمَانَ
كَانَ
يَفْعََنِ
ذلِكَ« .
1. (5757)- Abbad İbnu
Temim'in amcasından naklettiğine göre, "amcası, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı mescidde, ayaklarından birini diğerinin üzerine koymuş vaziyette
sırtüstü yatarken görmüştür." [Buharî, Salat 85, İsti'zan 44; Müslim,
Libas 75, (2100); Muvatta, Kasru's-Salat 87, (1, 173); Ebu Davud, Edeb 36,
(4866); Tirmizî, Edeb 19, (2766); Nesâî, Mesacid 28, (2, 50).]
İmam Malik şu ziyadeyi kaydetmiştir: "İbnu'l-Müseyyeb'ten
bana ulaştığına göre Hz. Ömer ve Osman (radıyallahu anhümâ) da böyle
yaparlardı."[1]
ـ5758 ـ2ـ
وعن جابرٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: َ
يَسْتَلْقِ
أحَدُكُمْ ثُمَّ
يَضَعُ
إحْدَى
رِجْلَيْهِ
عَلى ا‘خْرى[.
أخرجه مسلم
وأبو داود
والترمذي.والنهى
عن ذلك إن كان
لباسه ا“زار
دون السراويل
خوفاً من
انكشاف
العورة. فأما
مع سبوغ ا“زار ولبس
السراويل ف.
وبه يصح الجمع
بين هذا الحديث
والذي قبله .
2. (5758)- Hz. Cabir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Biriniz sırtüstü uzanıp, sonra da ayak ayak üstüne atmasın." [Müslim, Libas 74,
(2099); Ebu Davud, Edeb 36, (4865); Tirmizî, Edeb 20, (2767, 2768).][2]
AÇIKLAMA:
Görüldüğü üzere birbirine muhalif iki hadisle karşı karşıyayız.
Birincisinde Aleyhissalâtu vesselâm'ın sırtüstü yatıp ayak ayak üstüne yattığı ifade edilirken, ikincide
bu şekilde yatmaktan yasaklandığı ifade edilmektedir. Bu mevzuda gelen
rivayetleri değerlendiren alimlerimiz, sırt üstü yatıp ayak ayak üstüne atmanın
mübah olduğunu, Cabir (radıyallahu anh) hadisindeki yasağın ise kıyafetle
ilgili olduğunu söylemişlerdir. Yani, kıyafet bu şekilde yatıldığı takdirde
avret mahallinin açılmasına müncer olacaksa bu, yasaktır. Ama söz gelimi şalvar
giymiş olmak gibi, avret mahallinin açılmasına meydan vermeyecek bir kıyafet
taşınıyor ise yasak değildir.
Kâdı İyaz, normal durumlarda, ashabının arasında Aleyhissalâtu
vesselâm'ın bağdaş kurarak veya dizlerini dikerken oturduğunu, bu çeşit oturuşunun zaruret, yorgunluk veya istirahat
arzusu gibi bir sebebe binaen olabileceğine dikkat çeker. Ancak Nevevî
hazretleri, Aleyhissalâtu vesselâm'ın bu tarz yatışta bir mahzur olmadığını,
ümmetine talim maksadıyla da böyle yatmış olabileceğini belirtir. Nitekim,
müteakiben görüleceği üzere bazı yatış
tarzlarını yasaklamıştır.[3]
ـ5759 ـ3ـ
وعن أبي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنه
قال: ]رَأى
رَسُولُ
اللّهِ #
رَجًُ
مُضْطَجِعاً
عَلى
بَطْنِهِ،
فقَالَ: إنَّ
هذِهِ
ضِجْعَةٌ َ يُحِبُّهَا
اللّهُ
تَعالى[.
أخرجه
الترمذي .
3. (5759)- Hz. Ebu Hureyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) karnı
üzerine yatmış bir adam görmüştü; hemen müdahale edip: "Bu Allah
Teala hazretlerinin sevmediği bir
yatıştır!" buyurdular."
[Tirmizî, Edeb 21, (2769).][4]
AÇIKLAMA:
Görüldüğü üzere, Aleyhissalâtu vesselâm yüzükoyun yatmayı
yasaklamıştır. Bu yatışın keraheti "Allah'ın sevmediği bir yatış"
olarak tavsif edilmek suretiyle belirtilirken, bir başka rivayette
"cehennem ehlinin yatışı"na benzetilerek belirtilmiştir. Yaîş İbnu
Tıhfe'nin babası, Tıhfe'den nakline göre, Tıhfe, Suffa ehlindendi ve mescidde
yatıp kalkıyordu. Birgün Aleyhissalâtu vesselâm onu yüzükoyun yatarken görüp
ayağıyla dürterek uyandırmış ve: "Bu Allah'ın buğzettiği bir
yatıştır" buyurmuştur. [5]
ـ5760 ـ4ـ
وعن جابرٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنه
قال: ]نَهى
رَسُولُ
اللّهِ # أنْ يَنَامَ
الرَّجُلُ
عَلى سَطْحٍ
لَيْسَ بِمَحْجُورٍ
عَلَيْهِ[.
أخرجه
الترمذي.»المَحجورُ
عليه« الذي له
حائط يمنع من
السقوط .
4. (5760)- Hz. Cabir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), kişinin
korkuluğu olmayan damda uyumasını nehyetti." [Tirmizî, Edeb 82, (2858).][6]
AÇIKLAMA:
Resulullah burada tehlikeye karşı tedbirli olmaya davet
etmektedir. Damda yatmak yasaklanmıyor, düşme ihtimali olan, düşmeye karşı
tedbiri olmayandam da yatmak yasaklanıyor.
Geceleyin yatmak yasaklanmış olması zihne gelse de, bu nevden bir kayıt olmadığı için ıtlakı üzere alıp,
"gece ve gündüz" diyebiliriz. Çok genişliği sebebiyle büyük damları istisna ederek, dar
olan küçük damlarla kayıtlamak bile mümkündür. Zira, Yahudilerin Hz. Ömer
zamanında Hayber'den sürülüşleriyle ilgili kıssada geçtiği üzere, sürgün
hadisesinin ele alınmasına, İbnu Ömer'in damda yatarken Yahudiler tarafından
aşağıya düşürülmesi hadisesi sebep olmuştur. Şu halde, Ashab, ihtiyaç duydukça
korkuluksuz da olsa damda yatmaya devam etmiş olmalıdır. Çünkü normalde damlara
korkuluk yapmak âdet değildir.[7]
ـ5761 ـ5ـ
وعن بعض آل أم
سلمة قال:
]كَانَ
فِرَاشُ رَسُولِ
اللّهِ #
نَحْواً
مِمَّا
يُوضَعُ ا“نْسَانُ
في قَبْرِهِ،
وَكانَ
الْمَسْجِدُ
عِنْدَ
رَأْسِهِ[.
أخرجه أبو
داود .
5. (5761)- Ümmü Seleme
ailesinden biri rivayet etmiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
yatağı, insanın kabrine konduğu şekildeydi, mescid de baş tarafındaydı." [Ebu Davud, Edeb
106, (5044).][8]
AÇIKLAMA:
1- Alimler bu hadisi farklı şekillerde anlamıştır:
* Ebu Davud, "insan uyku sırasında yönünü nereye
çevirmeli?" adını taşıyan bir bab başlığı altında kaydetmek suretiyle,
hadisten Resulullah'ın yatağının istikamet olarak, kişinin kabre konuşuna uygun
bir yönlendirmeye tabi tutulduğunu anlar.
* Bazıları, Resulullah'ın yatağı, ölenin kabrine konan yatak
nevindendi. Nitekim daha önce kaydettiğimiz üzere (5412), Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın kabrine, sağlığında uyku sırasında kullandığı
kırmızı renkli kadife serilmiştir.
* Aliyyu'l-Kâri, Mirkat'ta: "Resulullah'ın uyumak için
serdikleri, kabrine konanlara pek yakındı" der.
2- Hadisin ikinci kısmında, Resulullah uyumak üzere yattığı
zaman, başının mescid istikametine geldiği ifade edilmektedir.[9]
ـ5762 ـ6ـ
وعن ابن عبّاس
رَضِيَ
اللّهُ
عَنهما قال:
]قَامَ
رَسُولُ اللّهِ
# مِنَ
اللّيْلِ
فَقَضَى
حَاجَتَهُ
»يَعْنِى
بَالَ«
فَغَسَلََ
وَجْهَهُ
وَيَدَيْهِ
ثُمَّ نَامَ[.
أخرجه أبو
داود .
6. (5762)- İbnu Abbas
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) geceleyin
kalktı, kazayı hacette bulundu. Yani bevletti. Arkadan ellerini ve yüzünü
yıkadı. Sonra, tekrar uyudu" [Ebu Davud, Edeb 105, (5043).][10]
AÇIKLAMA:
Birkısım hadislerinde Resulullah, yatmazdan önce abdest almayı ve
böylece taharet üzere uyumayı tavsiye eder. Bu rivayette Aleyhissalâtu
vesselâm'ın geceleyin uyanma adabı nakledilmektedir: Kalkıp kazayı hacet
yapıyor, sonra yüz ve ellerini yıkayarak
tekrar yatıyor. Bu yüz ve elleri yıkamada bir abdest tazelemesi yoktur. Şayet
namaz abdesti almış olsaydı sarih olarak belirtilirdi.[11]
ـ5763 ـ7ـ
وعن ابن عمر
رَضِيَ
اللّهُ
عَنهما قال: ]رَأيْتُ
رَسُولَ
اللّهِ #
بِفِنَاءِ
الْكَعْبَةِ
مُحْتَبِياً
بِيَدَيْهِ
هكَذا، وَوَصَفَ
اŒحْتِبَاءَ
وَهُوَ
الْقُرْفُصَاءُ[.
أخرجه
البخاري .
7. (5763)- İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ): "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı Ka'be'nin
avlusunda gördüm, elleriyle şöyle ihtiba edip
oturmuştu" dedi ve ihtiba oturuşunu (göstererek) tarif etti. Bu
kurfusâ idi." [Buharî, İsti'zan 34.][12]
AÇIKLAMA:
İhtiba oturuşu Kamus'ta şöyle tarif edilir: "Bir adam
ihramına sarınıp bürünmek, bir kavle göre dülbend ve kemer makulesi ile sırtını ve baldırlarını sarıp
toparlamak manasındadır ki, dervişler ıstılahında kemende girmek tabir
olunur." Buhârî, rivayetine ihtibayı kurfusâ ile tefsir ediyor. Kurfusâ,
Kamus'un açıklamasına göre, çileye giren sufilerin oturması gibi, kabalarını yere koyup, uyluklarını karnına
kasıp ve dizlerini dikip, ellerini kemer gibi inciklerinden kucaklayarak
oturmağa denir. Bir kavle göre, dizleri üzere gergi gibi kapanarak karnını
uyluklarına yapıştırıp, ellerini koltuklarını kastığı halde oturmaktır ki,
bedevi oturuşudur.
Bu oturuş çeşidi, kırda,
bayırda dayanacak birşey bulamayan kimsenin, biraz dinlenmek için yaptığı bir
oturuştur
İbnu Ömer, Resulullah'ın bu oturuşunu bilfiil göstererek tarif etmiştir. İbnu
Hacer'in kaydettiği bir başka rivayette, bu tarif sırasında sağ eliyle sol elin
bileğinden tuttuğu belirtilir. Ayrıca, bazı rivayetlerde Resulullah'ın iki
eliyle ihtiba ettiği belirtilir. Şu halde iki veya tek elle ihtiba
yapılabilmektedir.
Üzerinde ihramdan başka giyeceği olmayan kimse ihtiba tarzıyla oturunca avret yerlerinin açılma
ihtimali vardır. Bu sebeple elleriyle halka yapıp üstten tutmak zorundadır.[13]
ـ5764 ـ8ـ
وعن عائشة
رَضِيَ
اللّهُ عَنها:
]أنَّهَا
كَانَتْ تَكْرَهُ
أنْ يَجْعَلَ
الرَّجُلُ
يَدَهُ عَلى خَاصِرَتِهِ،
وَكَانَتْ
تَقُولُ إنَّ
الْيَهُودَ
تَفْعَلُهُ[.
أخرجه رزين.
قلت: وَعلقه
البخاري في
ترجمة،
واللّه أعلم .
8. (5764)- Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ)'nin anlattığına göre, "Kişinin (namazda) elini boş
böğrüne koymasını mekruh addederdi ve: "Bunu Yahudiler yapar"
derdi." [Rezin tahric etmiştir. Ancak Buhari bunu bir bab başlığında
muallak olarak kaydetmiştir (Buhârî, Enbiya 50).][14]
AÇIKLAMA:
1- Hadis, namazda ihtisarın
mekruh olduğunu ifade eder. Bazı rivayetlerde: "Resulullah eli boş böğrü
üzere koymayı yasakladı" denmiştir. Farklı rivayetlerde yasaklanan husus
değişik kelimelerle gelmiştir; hasr, muhtasır, ihtisar gibi. Ulema çoğunlukla
hep: "Namazda eli boş böğür üzerine koymak" diye tefsir etmiştir.
Ancak Herevî, el-Garibeyn adlı eserinde, ihtisarı "namazın rekatlerinde
bir veya iki ayet okuyarak namazı kısa tutmak" diye cezmen tefsir edenleri
de hikâye etmiştir. Hatta bunu, namazda
tu'manine denen rüku ve sücudda yer verilen fasılaları kaldırıp bunları kısaltmak olarak tefsir eden de çıkmıştır. İhtisar
kelimesinin geçtiği vecihlerde bu
manalar caiz ise de, tehassur ve hasr
kelimelerinin geçtiği vecihlerde bu
tevcih mümkün değildir. İhtisarı, kıraatte geçen secde ayetlerini
hazfetmek şeklinde yorumlayan da olmuştur.
2- Elin böğre konması sadece namaz halinde
mekruh değil, namaz dışında da mekruhtur. Bazı rivayetler bunu namazla
kayıtlarken, birçok rivayetler namazla kayıtlamaz, namaz dışında da mekruh
olduğunu belirtir.
3- Eli boş böğür üzerine koymanın yasaklanışındaki
hikmet ve sebep nedir? Bu hususta ulema ihtilaf eder. Çünkü farklı rivayetler
gelmiştir.
* İblis mütehassır olarak yere indirildi,
denmiştir.
* Yahudiler bunu çokça yaptıkları için
onlara benzemekten nehyedilmiştir, denmiştir.
* Bu, cehennem ehlinin istirahatidir,
denmiştir.
* Nağme söyleyenler, ellerini böğürlerine
koyarak söylerler, denmiştir.
* Bu tarz tavrı mütekebbir olanlar takınır
denmiştir.
* Musibete düşenler böyle yapar denmiştir.
İbnu Hacer,
bunlar arasında Hz. Aişe'nin söylediği "Yahudiler yapar" sebebini en
kavi bulur. Ancak her görüşün bir haklılık yönünün olabileceğini de söyler.[15]
Kitabımızda uykuya müteallik bir bölüm ayrılmış olması üzerinde
durmak icab eder. İslam uyku meselesine hem Kur'an'da hem de hadislerde yer vermiştir. Kur'an iki ayrı
ayette uykunun istirahat için yaratıldığını belirtir. Gece uykusundan başka
kaylûle denen gündüz uykusu da her iki temel kaynağımızda medar-ı bahs edilir.
Uykunun vakitleri, miktarı, uyumanın adabı gibi pek çok teferruat hadislerde
işlenir.
Yorgun insanın, dinlenmek
için eğlence, mükeyyifat ve uyuşturucu gibi, bünyeyi daha da yorup yıpratan
vasıtalara kaçtığı bir devrede, uykunun dinlendirici yönüne dikkatleri çekmek,
uykuyu en verimli kılmanın ilmî yollarını aramak gerekmektedir.
Burada böyle bir iddiada bulunmaksızın, konunun, dinimizde
yukarıda kaydedilen sekiz hadis çerçevesinin dışında, çok daha geniş buutlar
içerisinde işlendiğine dikkat çekmek istiyoruz: [16]
DİNLENME
VE İSTİRAHATIN VASITA, YER VE ZAMANLARI:
"İslam, boş zaman kabul etmez" derken, istirahatı
reddeder manası çıkarılmamalıdır. Bizzat Kur'an-ı Kerim'de dinlenme ve
istirahate yer verilir. Hatta en iyi
dinlenmenin nerede, ne zaman ve hangi şekilde yapılacağına dair birkısım
teferruat bile açıklanır.[17]
Kur'an-ı Kerim'e göre, dinlenmenin en müessir vasıtası
"uyku"dur. Uykunun, bir istirahat ve dinlenme vasıtası olduğu iki
ayrı ayette ifade edilir: "Size geceyi örtü, uykuyu dinlenme (vasıtası),
gündüzü de çalışma zamanı yapan Allah'tır" (Furkan 47; Nebe 9).[18]
Kur'an-ı
Kerim, insan bedeninin muhtaç olduğu dinlenme için, öncelikle "uyku"dan
söz ettiğine göre, dinlenmede en mükemmel vasıta uyku olmalıdır. Öyle ise
dinlenmek maksadıyla tevessül edilen
eğlence, oyun gibi başka vasıtaların, her zaman gayeye hizmet etmeyeceği gibi,
uyku kadar müessir olamayacağı da anlaşılır.(10)[19]
Yukarıda temas ettiğimiz
ayetlerde uykunun dinlenme vasıtası olduğu açık olarak belirtilmiş ise
de, uyku vakti tasrih edilmemiştir. Fıtrî ve ağlebî duruma göre, gece vakti
uyku vaktidir. Ancak, Kur'an-ı Kerim, "Gündüz maişet vaktidir" dediği
halde "gece de uyku vaktidir" diye bir ifadede bulunmaz. Hatta bir
ayette: "Gece gündüz uyumanız ve onun fazlından nasib aramanız da
onun ayetlerindendir" (Rum 23)
buyrulur.
Burada, uykunun, gündüz de olabileceği açık olduğu gibi, Allah'ın
fazlından geceleyin de talepte bulunabileceği açık olarak ifade edilmiştir.
Hemen belirtelim ki, bu durum günümüzde, -bilhassa vardiyeli
çalışma düzenine girmiş fabrika ve büyük işyerlerinde olmak üzere- gece mesaisi
yapmak zorunda kalan muhitlerde büyük bir ehemmiyet arzetmektedir.
Kur'an-ı Kerim'in bu meseleye atfettiği ehemmiyetin derecesini,
öğle uykusu (kaylûle) ile alâkalı ayette daha açık olarak görmekteyiz. Nur
suresinde yer alan bu ayete göre, -gerçek dinlenme fırsatı olarak tavsif edilmiş bulunan- uyku
için, gün ortasında bir zaman ayrılmalıdır:"
(Ey iman edenler! Sağ elinizin malik olduğu (köle ve cariyeler)
bir de sizden olup da henüz büluğ çağına girmemiş küçükler şu üç vakitte: Sabah
namazından önce, öğle sıcağından elbiselerinizi çıkaracağınız zaman, bir de
yatsı namazından sonra (odanıza girecek olurlarsa) sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin için
avret (ve halvet vakitleri)dir. Bunlardan sonra ise, birbirinizi
dolaşmanızda ne sizin üzerinize, ne de onların üzerine bir vebal yoktur" (Nur 58).
Ayette işaret edilen "öğle sıcağında elbisenin çıkarılması
zamanı" gündüzleyin nısf-ı neharda
icra edilecek uykudur. Buna kaylûle denmektedir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) bilhassa gece kalkışına yardımcı olduğu için (İbnu Mace, Sıyam, 22)
buna çok ehemmiyet vermiştir. Rivayetler, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın kaylûleyi normalde öğle namazından sonra yaptığını, ancak sıcak zamanlarda öğle namazından önceye
aldığını (Fethu'l-Bari, 3/39, 80), cuma günleri ise, her defasında cum'a namazından sonraya bıraktığını belirtir.
Bu mevzuda gelen nasslar ve Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in tatbikatı, bize birkaç prensip vazetmektedir:
* Gecede kıyamu'lleyl yapılarak gecenin değerlendirilmesi gerektiği
gibi, gündüzleyin de kaylûle yapılarak istirahata zaman ayırmak gerekmektedir.
Kaylûle, bilhassa sıcak gün ve mevsimlerde ehemmiyetlidir. Ömrün azami
verimliliği buna bağlıdır.[20]
* Meseleye ayet-i kerimenin de yer vermesi, gündüz uykusunun çok
yönlü olarak (sağlık, verimlilik, zaman disiplini, ailevî sohbet ve terbiye
vs.) ehemmiyet taşıdığını gösterir.
* Gündüz istirahati, uyku şeklinde, evde ve de öğle vaktinde
olmalıdır.
* Nun suresinde gelen
ayette belirtilen üç vakit dışında istirahat zamanı ayırmayıp,
değerlendirilmesi esastır.
* Ev dahilinde istirahat
zamanında kılık kıyafette serbestlik esastır. Bu anlarda, büluğ çağını
aşmış aile efradının hususiyetlerinin korunması, birbirine "izin"le
uğramaları esastır.
* Gerçek istirahatin esas mahalli evdir, vakti gecedir,
vasıtası da uykudur.[21]
Yukarıda kaydettiğimiz ayetlerde dinlenmenin en iyi vasıtasının
uyku olduğu belirtilmektedir. Ancak, uyku, geceleyin de olabilir, gündüzleyin
de. Bu sebeple, Kur'an ayetleri çerçevesinde 24 saatlik gün içerisinde
istirahata tahsis edilmesi gereken asıl zaman bölümünü tesbitte bu ayetler tek
başlarına yeterli değildir. Esasen, bu meseleye daha pek çok
ayette temas edilmiştir. Üstelik
diğer ayetlerde meseleye "dinlenme vasıtası" açısından değil,
"istirahat zamanı" açısından temas edilir. Ve kullanılan kelime bile
değişir. Bu gruptaki ayetlerde, tam tamına "işten kesilme, çalışmayı
terk" yani dinlenme manasına gelen (Müfredat, 200) sübat kelimesiyle
değil, "hareketlilikten sonra sabitleşme, yerleşme" manasına gelen
seken kökünden gelen başka kelimelerle temas edilir ve gece vaktinin sükunet
için yaratıldığı belirtilir.
"O, geceyi, içinde sükun ve istirahat etmeniz için
(karanlık), gündüzüde (çalışıp kazanmanız için) aydınlık olarak yaratmıştır" (Yunus 67; Gafir
61).
"O sizin faidenize olarak, içinde sükun ve istirahat etmeniz
için geceyi ve fazl u kereminden (rızkınızı) aramanız için gündüzü yaratmıştır.
Bu, onun rahmetindendir. Belki artı şükredersiniz" (Kasas 73).
Şu halde, Kur'anî nasslara göre, günlük zamanın tanziminde, dinlenme
ve istirahat zamanlarının esas itibariyle geceye bırakılması gerekmektedir.
Ancak bu mutlak bir gereklilik değildir.[22]
Kur'an-ı Kerim, en iyi dinlenme vasıtasının "uyku"
olduğunu belirttiğine göre, en iyi dinlenme mahallini de belirtmiş olmaz mı?
diye bir soru hatıra gelebilir. Esasen bu sorunun cevabı, aynı ayette zımnen
verilmiş olmaktadır: "En iyi dinlenme mahalli, uyku uyunan yer, yani
evdir." Nitekim, yorumla ulaşılan bu cevap başka ayetlerde sarih olarak ifade
edilir: "Allah sizin için meskenlerinizi huzur ve sükun yeri kıldı"
(Nahl 80).
Kur'an'da ev manasına çokça kullanılan mesken kelimesi, sükunet
bulunan yer manasını ifade eder. Aynı manada kullanılmayan beyt kelimesi de
geceleyin sığınılacak yer demektir. Beyt kelimesi bilhassa müfred olarak
yeryüzündeki insan meskeni manasında nadiren kullanılır. Aile manası galibtir. Bir de
Kâbe manasında çokça kullanılmıştır.
Şu halde, Kur'an-ı Kerim, sükûnet ve dinlenme aranacak en mükemmel
mahal olarak "evleri" göstermiş olmaktadır. Kişinin günlük hayatında,
sükûn, huzur ve dinlenme maksadıyla evinden başka bir yer araması, bu düşünce
ile kahveye, sinemaya veya diğer eğlence yerlerine gitmesi temelde bir aldanma
olmaktadır.
Nitekim İslam'ın bütün şa'şaasıyla yaşandığı devirlerde umumi
eğlence yerleri ya yoktur veya son
derece sınırlıdır. Bugün en ücra köylere kadar girmiş bulunan kahvehaneler,
maddî ve bilhassa manevî bakımdan maruz kalınan tedenni durumlarıyla başlamış
ve ona bağlı olarak sayıca artmıştır[23].[24]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/167.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/167-168.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/168.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/168.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/168.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/169.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/169.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/169.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/169-170.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/170.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/170.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/170.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/170-171.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/171.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/171-172.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/172.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/173.
[18] Türkçe meâllerde "dinlenme" ,
"istirahat" diye tercüme edilen kelimelerin Kur'ânî aslı sübâttır ve
işten kesilme, çalışmayı terk mânalarına gelir (Müfredât: 220).10) Günümüzde,
dinlenmek üzere başvurulan oyun, eğlence, içki gibi vasıtaların gayeye ne
derece hizmet ettiği, iş hayatında verimliliğe ne ölçüde müessir olduğu,
yukarıda bahsettiğimiz İslâmî vasıtaların müessiriyet derecesi gerçekten
araştırmaya değer bir husustur. Şu kadarını hatırlatalım ki, Komünist Rusya,
1985 yılı içinde, içkinin iş hayatına olan menfi te'sirini gözönüne alarak içki
yasağı getirmiştir. İlgili haberin bir pasajını 23 Mayıs 1985 tarihli Hürriyet
Gazetesinden takip edelim: "...Sovyetler Birliği'nin bazı
cumhuriyetlerinde, alkol yüzünden fabrikalardaki üretim, hafta sonu tatillerinin
ardından yüzde 30'a indiği, iş kazalarının ise yüzde 50'lik bir artış
gösterdiği gene istatistiklerin ortaya koyduğu sonuçlardan. Ülkedeki
boşanmaların yüzde 50'si de eşlerden birinin alkolik olması nedeniyle
gerçekleşiyor."
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/173.
[20] Şu açıklama, kaylûlenin ehemmiyetini
belirtmekten başka miktar hakkında da fikir verdiği için burada kayda değer:
"...Bu uyku (kaylûle), hem ömrü, hem rızkı tezyîde medardır. Çünkü, yarım
saat kaylûle, iki saat gece uykusuna muadil gelir. Demek, ömrüne her gün bir
buçuk saat ilave ediyor. Rızkı için çalışmak müddetine, yine birbuçuk saati
ölümün kardeşi olan uykunun elinden kurtarıp yaşatıyor ve çalışmak zamanına
ilave ediyor" (Lem'alar, s.256).Şunu da belirtelim ki, müfessirler diğer
bâzı âyetlerin delâletine dayanarak "kaylûle" deyince mutlaka
"uyku" anlaşılması gerekmediğini, "uyku refakat etmese bile,
gündüzün sıcağı arttığı sırada, gün ortasında (nısf-u nehâr) yapılan istirâhate
kaylûle deneceği" ne dikkat çekmişlerdir (Râzî: 14/21).
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/173-175.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/175.
[23] Bugünkü kahvehanenin (veya daha kibar
adıyla kıraathanenin) ilk çıkışını işaretleyen bir kayda Ebu'l-Ferec
İsfehânî'nin (v. 356/966) el-Ağânî'sinde rastlarız. Şöyle der: "Abdülhakem
İbnu Amr İbn-i Abdillah İbn-i Safvânel-Cumahî bir beyt (ev) tanzim etti.
İçerisine santraç, tavla ve kırka (çocuklara mahsus bir oyun) takımları veiçerisinde
her ilimden bahseden defterler koydu. Duvar üzerine de askılık olarak çiviler
çaktı. Oraya gelenler, elbiselerinibunlardan birine astıktan sonra bir defter
alarak okuyor veya bir oyun takımı alarak arkadaşlarıyla oynuyordu"
(Accâc, es-Sünne Kable't-Tedvîn, s. 301, el-Ağânî'den naklen).
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/175-176.