Vaad,
dilimizde vaadetmek veya söz vermek diye ifade edilir. Dinimiz, mensuplarına
vaadinde durmayı emreder. Kişinin İslamını tamamlayan hususlardan biri de
budur. Kur'an-ı Kerim'de Hz. İsmail bu
vasfıyla nazarlara arzedilir. "Kitapta İsmail'i de an. Muhakkak ki
o, vaadinde sadıktı ve Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdi"
(Meryem 54). Birkısım alimlerimiz, vaadini yerine getirmemeyi şu mealde ayette
zikredilen duruma benzetmiştir: "Yapamayacağınız şeyi söylemeniz Allah
katında pek büyük bir gazab sebebidir" (Saf 3). Kur'an'da ahidlerin yerine
getirilmesiyle ilgili birçok ayet vardır. Bir tanesini mealen kaydediyoruz:
"Ahdi de yerine getirin. Muhakkak ki ahidden dolayı mesuliyet
vardır" (İsra 34). Hadiste de sözünü tutmamak, münafıklık alâmetlerinden
bir olarak zikredilmiştir.
Bazı alimler,
kişinin vaadini, kendisi üzerine bir şehadeti olarak değerlendirmiştir. Vaadin
yerine getirilmesini bütün ulema dinî bir emir olarak değerlendirmiş, fakat
farz olmadığını söylemiştir. Ancak, şunu da belirtelim ki, bazı alimlere göre,
mevzu üzerine varid olan ayet ve hadislerin delaleti, onun vacib olmasınadır.
Böylesi şiddetli vaidlerle vaade riayet emredilirken, vaade uymamanın kerahet-i
tenzihiyeye hamli, bazılarınca çelişki olarak değerlendirilmiş: "Hele bir
bakılsın. Vaadden dönmeye haram derken vaade uymak vacib değildir denebilir mi,
veya uyulması vacib olmayan bir vaadi tutmamakla günaha girilir denebilir
mi?" denmiştir.
Şu halde vaadi
yerine getirmenin vacib olduğunu söyleyen de olmuştur. Bazı Malikî alimler:
"Vaad bir sebebe bağlı ise, o vaade uymak vacibtir, değilse değildir"
demiştir. Sözgelimi kim: "Benimle
evlenirsen sana şunu alacağım"
dese, o da kabul etse bu vaadin yerine getirilmesi vacibtir."
Hibe,
kabzedildikten sonra mı daha önce mi kişinin mülküne girer, münakaşa edilmiştir.Vaad ile ilgili bazı
vecizeler:[1]
Bin kere va'dedeceğine bir kere va'dini yerine getir!
Verilen sözde durma, insan olmanın gereğidir.
Yüzüpgezen zeminde birşey bitmez.Va'dini yerine getirme hassasiyeti
imandan, va'dinden dönme de nifaktan kaynaklanmaktadır.İnsanların bir kısmı
bütün bir hayat boyu vicdanlarında akdettikleri muâhedenin gereğini yerine
getirmeye çalışır; bir kısmı da böyle bir muâhededen habersiz yaşar. İşte bu
noktada mü'min, münafıktan ayrılır.(26)
ـ5805 ـ1ـ عن
عبداللّهِ بن
أبى الحمساءَ
رَضِيَ اللّهُ
عَنه قال:
]بَايَعْتُ
رَسُولَ
اللّهِ #
بِبَيْعٍ
قَبْلَ أنْ
يُبْعَثَ،
وَبَقِيَتْ
لَهُ
بَقِيَّةٌ،
فَوَعَدْتُهُ
أنْ آتِيَهُ
بِهَا في
مَكَانِهِ،
فَنَسِيتُ
ثُمَّ
ذَكَرْتُ
بَعْدَ ثَثٍ، فَجِئْتُ
فَإذَا هُوَ
فِي
مَكَانِهِ،
فَقَالَ: يَا
فَتَى لَقَدْ
شَقَقْتَ
عَلَيَّ أنَا
ههُنَا
مُنْذُ ثَثٍ
أنْتَظِرُكَ[.
أخرجه أبو
داود .
1. (5805)- Abdullah İbnu
Ebi'l-Hamsa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a daha bi'set (peygamberlik) gelmezden önce bir
şey satın almıştım. O alışverişten
ona hâlâ bir miktar (borç) bakiyesi kalmıştı. Ben o kalanı, kendisine yerinde
vermeyi vaadettim. Ama bunu unuttum. Üç gün geçtikten sonra hatırladım,
geldiğimde o hâlâ (sözleştiğimiz) yerindeydi.
"Ey genç bana meşakkat verdin, ben üç gündür burada seni
bekliyorum!" buyurdular." [Ebu Davud, Edeb 90, (4996).][2]
AÇIKLAMA:
Hadis, sözünde durma meselesine fevkalâde çarpıcı bir örnek
vermektedir: Buluşmak üzere anlaşılan yere zamanında gelip beklemek ve bu
bekleyişi üç gün devam ettirmek. Şarihler bu uzun bekleyişi alacağını kurtarmak
maksadıyla değil, vaadindeki sıdk sebebiyle yaptığını belirtirler. Nevevî der
ki: "Ulema şu hususta icma
etmiştir: "Bir kimse, bir başkasına dinen yasaklanmamış olan herhangi bir
şey vaadetmişse, bu vaadini tutması gerekir. Bu, vacib midir, müstehab mıdır
hususunda ihtilaf edilmiştir:
* İmam Şafii, Ebu Hanife hazretleri ve cumhur
"Müstehabtır, terkeden faziletten mahrum kalır, şiddetli bir mekruh
işlemiş olur. Hulfu'lvaad yönüyle günah işlemez. Ancak, eza vermek
kastıyla bunu yapmışsa o zaman günahkâr
olur" demiştir.
* Bir grup alim, bunun vacib olduğuna hükmetmiştir. Ömer İbnu
Abdilaziz bunlardandır.
* Bazı alimler: "Tafsil gerekir, şartlara göre yukarıda
söylenen hükümlerden biri terettüp eder" demiştir.
Birinci veçhi te'yid eden bir rivayete göre Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) söz verince
"Umulur ki" derdi. İbnu Mes'ud'un bir rivayetine göre de
inşaallah demedikçe vaadde bulunmazdı.
Buna rağmen muhatap, vaadden cezm (kesinlik) anlamış ise, bir zorluk yoksa yine de vaadi
yerine getirmek gerekir. Vaadettiği sırada, içinden, yapmama hususunda kesin
kararlı ise, bu münafıklıktır."[3]
ـ5806 ـ2ـ
وعن جابر
رَضِيَ
اللّهُ عَنه
قال: ]قَالَ رَسُولُ
اللّهِ #: لَوْ
قَدْ جَاءَ
مَالُ
الْبَحْرَيْنِ
لَقَدْ أعْطَيْتُكَ
هكَذَا
وَهكَذَا،
ثَثاً. فَلَمْ
يَقْدَمْ
مَالُ
الْبَحْرَيْنِ
حَتّى قُبِضَ
رَسُولُ
اللّهِ #،
فَلَمَّا
قَدِمَ عَلى
أبِي بَكْرٍ
أمَرَ
مُنَادِياً
فَنَادَى:
مَنْ كَانَ
لَهُ عِنْدَ
رَسُولِ
اللّهِ #
عِدَةٌ أوْ
دَيْنٌ
فَلْيَأتِنِي.
قَالَ
جَابِرٌ:
فَجِئْتُ أبَا
بَكْر
فأخْبَرْتُهُ
أنَّ
النّبِيَّ #
قَالَ: لَوْ
قَدْ جَاءَ
مَالُ
الْبَحْرَيْنِ
أعْطَيْتُكَ
هكَذَا
وَهكَذَا
ثَثاً قَالَ:
فَأعْطَانِي.
قَالَ
جَابِرٌ:
فَلَقِيتُ
أبَا بَكْرٍ
بَعْدَ ذلِكَ
فَسَألْتُهُ
فَلَمْ يَعْطِنِى.
ثُمَّ
أتَيْتُهُ
فَلَمْ
يُعْطِنِي.
ثُمَّ أتَيْتُهُ
الثَّالِثَةَ
فَلَمْ
يُعْطِنِي. فَقُلْتُ
لَهُ: قَدْ
أتَيْتُكَ
فَلَمْ تُعْطِنِي،
ثُمَّ
أتَيْتُكَ
فَلَمْ
تُعْطِنِي،
ثُمَّ
أتَيْتُكَ
فَلَمْ
تُعْطِنِي،
فإمَّا أنْ
تُعْطِيَنِي
وَإمَّا أنْ
تَبْخَلَ عَنِّي.
فقَالَ:
أقُلْتَ
تَبْخَلُ
عَنِّي؟
وَأيُّ دَاءٍ
أدْوَأُ مِنَ
الْبُخْلِ؟
قَالَهَا
ثَثاً؛ مَا
مَنَعْتُكَ
مِنْ مَرَّةٍ
إَّ وَأنَا
أُرِيدُ أنْ
أُعْطِيََكَ[
.
2. (5806)- Hz. Cabir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Bahreyn'in sadaka malı geldi mi sana şöyle şöyle (avuç avuç)
vereceğim" dedi ve üç kere eliyle gösterdi. Bahreyn'in malı gelmezden önce
Aleyhissalâtu vesselâm vefat etti. Mal Hz. Ebu Bekr'e gelince, bir münadi ile
halka şöyle ilanda bulundu:
"Kime Resulullah'ın bir vaadi veya bir borcu var idiyse bana
gelsin!"
Cabir der ki: "Ben hemen Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anhümâ)'e
gittim ve Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Bahreyn'in sadaka malı
geldi mi ben sana şöyle şöyle vereceğim" deyip üç kere iki eliyle işaret yaptığını söyledim. Bunun
üzerine Hz. Ebu Bekr bana derhal verdi.
Cabir der ki: "Bundan sonra da Ebu Bekr'e rastladım ve yine
istedim. Ama bu sefer vermedi. Sonra tekrar ona geldim, yine vermedi, sonra
üçüncü sefer geldim yine vermedi. Ben
de:
"Sana bir geldim vermedin, sonra bir daha geldim yine
vermedin, bir kere daha geldim yine vermedin. Ya bana verirsin, ya da seni bana
karşı cimri bileceğim"dedim. Bunun üzerine:
"Bana karşı cimri bileceğim mi dedin? Cimrilikten daha kötü
hangi hastalık var?" dedi ve bunu üç kere tekrar etti ve devam etti:
"Ben seni reddettiğim her defasında (içimden) sana vermek
istedim" dedi". [Bana bir avuç avuçlayıp verdi].[4]
ـ5807 ـ3ـ
وعن محمد بن
علي قال:
]سَمِعْتُ
جَابِرَ بْنَ
عَبْدِاللّهِ
يَقُولُ:
جِئْتُهُ.
فقَالَ لِي
أبُو بَكْرٍ:
عُدَّهَا
فَعَدَدْتُهَا
فَوَجَدْتُهَا
خَمْسَمِائَةٍ.
فَقَالَ: خُذْ
مِثْلَهَا
مَرَّتَيْنِ[.
أخرجه
الشيخان .
3. (5807)- Muhammed İbnu
Ali anlatıyor: "Cabir İbnu Abdillah'ı dinledim. Diyordu ki:
"Hz. Ebu Bekr'e geldim. Ebu Bekr bana [birkaç avuç avuçlayıp
verdikten sonra] "Şunları bir say!" dedi. Ben de saydım. Hepsi beş
yüz taneydi. Hz. Ebu Bekr: "Bunun iki mislini al!" dedi."
[Buharî, Hibe 18, Kefalet 3, Şehadat 28, Humus 17; Müslim, Fezail 60, (2314).][5]
AÇIKLAMA:
1- Hz. Ebu Bekr, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
vaadini yerine getiriyor. Bunu yaparken Hz. Cabir'den herhangi bir delil
istemiyor. Esasen, Hz. Cabir bunu, Resulullah'ın bir borcu değil, bir vaadi
olarak istemiştir. Bu hâdise, İslam'da devlet reisinin hazineden tasarrufta
geniş yetki sahibi olduğunu gösterir.
2- Hz. Ebu Bekr, ikinci sefer talebi karşısında Cabir
(radıyallahu anhümâ)'e ihsan etme işini geciktirmiş, üç sefer istedikten ve hatta "cimrilik"
ithamını işittikten sonra vermiştir. Bu geciktirmenin sebebini İbnu Hacer:
"Ya bundan daha mühim bir iş sebebiyle yahut da hemen verseydi, bu hal,
Cabir'i tekrar isteme hırsına iter diye korkmuştur veya bu çeşit durumlarda
isteyenler çok olmasın diye düşünmüştür, değilse mutlak şekilde vermemek
düşüncesinden değildir. Nitekim Hz. Ebu Bekir de: "Ben seni reddettiğim her defasında (içimden) sana
vermek istemiştim" dedi"
diyerek açıklar.
3- Hz. Ebu Bekr'in verdiği avuç, tek elin avucu değildir. حثية iki elle yapılan
ve koç avuç dediğimiz avuçtur. [6]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/269.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/270.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/270-271.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/271-272.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/272.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/272.