İSLAMÎ VAKFIN MÜHİM BİR HUSUSİYETİ:
UMUMİ AÇIKLAMA:
Vakf, kelime olarak durdurmak manasına gelir. Istılah olarak,
İmameyn'in tarifine göre, "Bir mülkün menfaatini halka tahsis edip aynını
Allah Teala'nın mülkü hükmünde olarak temlik ve temellükten müebbeden menetmektir" diye tarif edilmiştir. Bu
tarif İslam fukahasının vakıf anlayışını ifade eder. Ancak herkesin
istifadesine sunulan müessese manasında vakıf, insanlık kadar eskidir. Tarihî
vesikalar, vakfın önce dinî olarak başladığını, sonradan insanî, medenî,
içtimâî sahalara yayıldığını gösterir. İlk vakıfları, herkesin müştereken
ibadet yaptığı mabedlerin teşkil ettiği söylenmektedir.
Vakıf İslam'la birlikte ayrı bir gelişme göstermiştir. Hiçbir
medeniyette vakıf müessesesi, İslam'da
olduğu kadar gelişme ve cemiyete küllî hizmet kaydetmemiştir. Bu durumda, dinin
vakfa verdiği önem rol oynamıştır. Dinimiz vakfa ayrı bir kudsiyet atfetmiş, imkan sahiplerini vakıf yapmaya fevkalâde
teşvik etmiş, vakıf yapacakların koyacakları şartları "şari'in hükmü"
gibi addederek, istediği şartlarla vakıf yapma selahiyeti tanımış ve bu şartın
kıyamete kadar değiştirilemeyeceği
garantisini vermiştir.
İslam'da ilk fiilî vakıf örneğini bizzat Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) vermiştir. Resulullah, önce Medine'de sahip olduğu
yedi ayrı akarını, daha sonra da Fedek ve Hayber hurmalıklarından hissesine
düşeni Allah yolunda vakıf buyurmuşlardır.
Peygamberlerinden gördükleri bu güzel sünnete imkanları ölçüsünde
uymaya çalışan Ashap'tan pekçoğu, kıymetli
akarlarını vakfetmişlerdir. Hz.Cabir (radıyallahu anh): "Muhacir ve
ensardan imkan sahibi olup da vakıfta bulunmayan
tek kişi bilmiyorum" der.
Bu meyanda, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in Hayber'de sahip olduğu
"Kasm" adındaki pek kıymetli hurmalıkla ilgili vakfı bilhassa meşhur
olmuştur. İslam'ın neşrine hizmet eden Daru'l-Erkam da bu vakıflar arasında yer
alır.
İslam tarihinde vakıflar, çeşitli
maksadlara hizmet eder. Fakirleri himaye etmek, yolcuların ihtiyaçlarını
karşılamak, yetimleri büyütmek, talebelere burs, sükna vs. temin etmek, işsizlere
iş bulmak, çırak yetiştirmek, müflis ve borçlulara yardımcı olmak, bekârları
evlendirmek, hayvanları himaye etmek vs. Medrese, han, cami, çeşme, yol, köprü
gibi ammenin menfaatine hizmet eden müesseseler kurmak, bunların ayakta
kalmaları için gerekli masraflarını karşılamak gayesiyle de çok sayıda vakıflar
kurulmuştur. Bu çeşit vakfın ilk örneğini hicrî 88 (miladî 706) yılında Velid
Bin Abdülmelik vermiştir: Şam'da
yaptırdığı meşhur Ümeyye Camii'nin masraflarını karşılamak üzere birkısım köy
ve mezrayı vakfetmiştir.
İçtimâî müesseselerin ihtiyaçlarını karşılamaya matuf bu çeşit
vakıfların İslam tarihinde îfa ettiği hizmetin büyüklüğüne ayrıca parmak basmak
gerekir. Zira, devletlerin dış ve iç gaileler sebebiyle maddeten zayıf ve
yorgun düştükleri, me'murlarının maaşlarını bile ödeyemeyecek hale geldikleri
dönemlerde bile, bu müesseseler,
vakıfları sayesinde sarsılmadan hizmetlerini yürütebilmişler, böylece ilmî
hayat ve dinî hizmetler en kritik, en
fena şartlarda bile aksamadan devam edebilmiştir.
Günümüzde bilhassa maarif hizmetlerinin yürütülmesinde,
devletimizin halkın katkılarını ısrarla teşvik etmeye başlaması, devlethalk
işbirliği ile ortaya konmaya başlayan müesseselerin bir teşvik unsuru olarak
bilhassa propaganda edilip tanıtılması, vakfın ehemmiyetinin tekrar
anlaşılmasında oldukça manidar bir gelişmedir.[1]
İSLAMÎ
VAKFIN MÜHİM BİR HUSUSİYETİ:
İslam'da vakfın gayesi Allah'ın rızasını kazanmaktır. Malını vakfeden Müslümanlar, bidayetten beri hep bu
maksadı gütmüşler ve vakfiyelerinde bunu açık bir şekilde belirtmişlerdir.
Halbuki, diğer dinlerde, yapılan hayrattan, her seferinde uhrevî mükâfaat
düşünülmemiş, dünyevî maksad, re'fet (acıma) hissi, insaniyet fikri de ön plana
alınmıştır. Müslümanlıkta ise "takarrüb ilallah" tabirinden
vecizeleştirilen "Allah'a yaklaşmak, O'nun rızasını aramak" gayesi
esas alınmış ve bu, İslamî manadaki vakfın sıhhat şartlarından biri addedilmiştir.
Bu hususu, vakıf kurmak veya kurulmuş vakıflara bağışlarıyla
yardım etmek isteyen Müslümanların iyi bilmeleri gerekir.
İslam alimleri, ehemmiyetine binaen, vakfı tarif ederken bu manayı zihne getirecek
tabire yer vermeye bilhassa itina göstermişlerdir: Zira elbirlik kabul edilen tarife göre,
"Vakıf: Menfaati ibadullaha ait olmak üzere bir aynı (malı) Cenab-ı
Hakk'ın mülkü hükmünde olarak temlik ve temellükten ilelebet hapsetmektir." Tarifte görüldüğü üzere,
Müslümanların yaptığı vakıf tarih boyunca hep malı Allah'ın kılma manasını taşımıştır.
Atalarımızın,
mallarını vakfederken dünyevî başka maksadlar da güttüğü şeklinde ileri sürülen
iddialar tamamen indîdir ve gerçeği aksettirmekten çok uzaktır.
"Sevdiklerinizden
İnfak Etmedikçe Hayra, Sevaba Eremezsiniz" (ayet): Şunu hemen belirtelim
ki, İslam dünyasında mevcut her hayırlı müessesenin esas kaynağını Kur'an ve
sünnet teşkil eder. Vakıf müessesesinin kaynağı da böyledir. Resulullah devriyle ilgili çok
sayıda rivayet gösteriyor ki: "Sevdiklerinizden infak etmedikçe hayra,
sevaba eremezsiniz" ayeti indiği zaman, Ashab çoğunlukla Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e müracaat ederek en çok sevdikleri şeyleri Allah
rızası için bağışladıklarını bildirmişlerdir. Bu bağışların bir kısmı sadaka,
bir kısmı köle azadı şeklinde yapılırken, bir kısmı da vakıf şeklinde
gerçekleşmiştir. On dört asırdan beri Cenab-ı Hakk'ın: "Sevdiklerinizden
infak etmedikçe hayra, sevaba erişemezsiniz" hitabı, mü'min vicdanları çınlatarak hayır keselerini
açık tutmalarını sağlamış, kıyamete kadar da aynı inançlı gönüllerde makes
bulmaya, çınlamaya devam edecektir: Sevdiklerinizden infak etmedikçe hayra,
sevaba ulaşamazsınız.[2]
Durmadan akan hayır çeşmesi: Bazı çeşmeler, pınarlar vardır, akar
da akar; belki de dünyanın kurulduğu günde başlamıştır akmaya. O kadar bol, o
kadar zengindir ki, kıyamete kadar serin suyu, tatlı şırıltısı, güzel manzarasıyla susamış
ciğerlere hayat, kederli gönüllere haz ve
ümit, aşık ruhlara ilham vereceğinden herkes emindir.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), Allah yolunda yapılacak
bir kısım hayırları bu çeşmeye benzetir. Ancak bu çeşme, başka çeşmedir; bu
çeşme hayır çeşmesidir, bu çeşme sadece insanlara dünyevî hizmet vermez,
kurucularına da ebedî nur ve gıda akıtır. Bu, kıyamete kadar akacak, aktıkça
sahibinin amel defterini, hayır havuzunu da dolduracak, onu ebedî nura boğacak bir çeşmedir, bu çeşme,
SADAKA-İ CARİYE'dir.
Nedir bu sadaka-i cariye? Bu Allah rızası için, insanlara hizmet
veren bir eser bırakmaktır. Bu, ilimdir, ilmî müessesedir, yoldur, köprüdür,
kütüphanedir, müessese kurarak, burs vererek yetiştirilmiş insandır,
fedakârlıklara katlanarak hayırlı şekilde büyütülmüş evlattır. İşte
Resulullah'ın müjdesi; kendi kelamlarıyla: "Kişi öldüğü vakit, üç sayfası
hariç bütün amel defteri kapanır. Açık
kalan amel sayfalarından biri sadaka-i cariyedir, biri insanların faydalanacağı
bir ilimdir, üçüncüsü de kendine dua eden hayırlı evlattır."
İslam alimleri çoklukla
sadaka-i cariye ile vakfın kastedildiğini söylerler. [3]
Bir babanın emriyle, beş kardeşten biri lambanın şisesini, diğeri
camını, üçüncüsü gazyağını, dördüncüsü fitilini alsa, beşincisi de kibrit
getirip yaksa.
Bu lamba kimindir?
Lambadan istifade edenler, lambanın sahibine dua etseler, dua ve
teşekküre hepsi de hak sahibi değil midir?
Evet Allah yolunda yapılan hayır işleri, vakıflar, müesseseler de
böyledir. Biri düşünür, teşebbüsü başlatır. Diğer pekçokları yardımla
müesseseyi kurarlar. Derken bir hizmet çarkı
işlemeye başlar. Bir tuğla, bir civata ile de buna katkıda bulunan,
niyetiyle o hayır fabrikasının manevî gelirine ortak olur. Hayır müesseselerine
yardımın gerçek manası budur.
Cenab-ı Hak, hayır yolunda verilen bir tuğla veya cıvatanın bir
bina veya fabrikaya dönüşebileceğini, atılan bir tohumun bir harman mahsül
olabileceğini şu ayetle haber verir:
"Mallarını Allah yolunda harcayanların hali, yedi başak
bitiren, her başakta yüz tane bulunan bir tek tohumun hali gibidir. Allah kime
dilerse ona kat kat verir. Allah, ihsanı bol olan, hakkıyla bilendir."
Resulullah da başta vakıf olmak üzere, dine hizmet etmek, Allah
rızasını aramak maksadıyla başlatılan teşebbüslerin desteklenmesini teşvik
maksadıyla: "Kim Allah rızası için bir bağırtlak kuşunun yuvası kadar bir
mescid inşa ederse, Allah onun için cennette bir köşk inşa eder"
buyurmuştur.
Tek başına fitil, lamba olmayacağı gibi, kuş yuvası kadar mekanda tek başına mescid olamaz. Ama
Allah'ın rızası niyetiyle teşkil edilen, harmana atılan imkan daneleriyle her
şey olur. Hayır vakıflarını
desteklemenin manası budur.[4]
ـ5809 ـ1ـ عن
ابن عمر
رَضِيَ
اللّهُ
عَنهما قال:
]أصَابَ
عُمَرُ
رَضِيَ
اللّهُ عَنهُ
أرْضاً بِخَيْبَرَ
فأتَى
النّبيّ #
فقَالَ: يَا
رَسُولَ
اللّهِ! إنّي
أصَبْتُ
أرْضاً
بِخَيْبَرَ لَمْ
أُصِبْ مَاً
قَطُّ هُوَ
أنْفَسُ
عِنْدِي
مِنْهُ فَمَا
تَأمُرُنِي بِهِ؟
قَالَ: إنْ
شِئْتَ
حَبَّسْتَ
أصْلَهَا
وَتَصَدَّقْتَ
بِهَا قَالَ:
فَتَصَدَّقَ بِهَا
عُمَرُ
رَضِيَ
اللّهُ عَنهُ
أنَّهُ
يُبَاعُ
أصْلُهَا،
وََ تُبَاعُ،
وََ تَوُرثُ
وََ
تُوَهبُ.
قَالَ:
فَتَصَدَّقَ
عُمَرُ في
الْفُقَرَاءِ،
وَفِي
الْقُرْبَى،
وَفِي الرِّقَابِ،
وَفِي
سَبِيلِ
اللّهِ
وَابْنِ السَّبِيلِ.
زَاد في
رواية:
وَالضّيْفِ.
َ جُنَاحَ
عَلى مَنْ
وَلِيَهَا
أنْ يَأكُلُ
مِنْهَا
بِالْمَعْرُوفِ
أوْ يُطْعِمَ
صَدِيقاً
غَيْرُ مُتَأثِّلٍ
مَاً[. أخرجه
الخمسة.»المُتَأثِّلُ«
الذي يدّخر
المال
ويقتنيه .
1. (5809)- İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) Hayber'de
(ganimetten) bir arazi sahibi oldu. (Bunu tasadduk etmesini emreden bir
rüyayı üst üste üç gün görmesi üzerine)
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek:
"Ey Allah'ın Resulü! Ben Hayber'de bir tarlaya sahip oldum.
Şimdiye kadar yanımda böylesine değerli
bir arazim hiç olmadı. Bu tarla için bana ne emir buyurursunuz?"
diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Dilersen onun aslını (Allah için) hapset ve [gelirini]
tasadduk et!" buyurdular. Bunu
üzerine Hz. Ömer (radıyallahu anh) araziyi tasadduk etti ve aslının
satılamayacağını ve satın alınamayacağını, varis olunamayacağını, hibe
edilemeyeceğini söyledi.
Ravi der ki: "Ömer bu araziyi fakirlere, akrabalara,
kölelere, Allah yolunda harcamalara ve yolculara bağışladı. -Bir rivayette
misafirlere de denmiştir-. Onun işlerini
üzerine alanın ondan maruf üzere yemesinde veya bir dostuna yedirmesinde bir
beis yoktur, yeter ki, malı kendine
sermaye yapmasın." [Buharî, Şurût 19, Vesaya 28, İman 33; Müslim,
Vasiyyet 15, (1632); Ebu Davud, Vesaya13 (2878); Tirmizî, Ahkam 36, (1375);
Nesâî, Ahbas 1, (6, 230); İbnu Mace, Sadakat 4, (2396).][5]
AÇIKLAMA:
Hz. Ömer'in vakfettiği bu nefis
arazi ganimet yoluyla kendisine intikal etmiş, ancak o yeni iştiralarla
normal hissesini genişletmiştir. Araziyi vakfedince Hz. Ömer, gelirinin, şartına uygun olarak
tasarruf yetkisini kızı Hz. Hafsa'ya
bırakır, ondan sonra da Hz. Ömer ailesinden büyüklere verilmesini belirtir.
Bazı rivayetlere göre, bu vakfiyenin metni şöyledir:
"Emîru'lmü'minîn, Allah'ın kölesi Ömer'in, Semğ adlı arazi
hakkında yazdığı namedir. Bunun tedviri
yaşadığı müddetçe Hafsa'yadır. Hafsa onun gelirini Allah'ın gösterdiği
yerlere infak edecektir. Hafsa vefat edince (arazinin tedviri) onun ehlinden
re'y sahibi olan birine geçecektir."
Hz. Ömer, üst üste üç gün gördüğü rüya üzerine bu değerli
arazisini vakfetmeye karar verir. Rivayetler, rüyada onun Semğ'i tasadduk etme emrini aldığını
belirtir. Şunu da belirtelim ki, Hz. Ömer'in vakfı sadece Semğ değildir. Değerce ondan geri
kalmayan Sırma İbnu'l-Ekva arazisini de vakfetmiştir. Ahmed İbnu Hanbel'in bir
rivayetine göre "İslam'da vakıf şeklinde yapılan ilk sadaka Hz. Ömer'in
sadakasıdır."
İbnu Hacer, "Cahiliye devrinde vakıf var mı, bilmiyoruz"
der. İmam Şafii, vakfın Müslümanlara ait bir hususiyet olduğunu söylemiştir.[6]
ـ5810 ـ2ـ
وعن يحيى بن
سعيد قال:
]نَسخَ لِي
عَبْدُ الْحَمِيدِ
بْنُ عَبْدِ
اللّهِ )ابْنُ
عَبْدِ
اللّهِ( ابْنِ
عُمَرَ بْنِ
الخَطّابِ رَضِيَ
اللّهُ
عَنهُمْ
صَدقََةَ
عُمَرَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنه:
بِسْمِ
اللّهِ الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِ:
هذَا مَا
كَتَبَ عَبْدُاللّهُ
عُمَرُ فِي
ثَمْغٍ
فَقصَّ مِنْ خَبَرِهِ
نَحْوَ
حَدِيثِ
نَافِعٍ عَنِ
ابْنِ عُمَرَ
وَقَالَ: غَيْرُ
مُتَأثِّلٍ
مَا،
وَفِيهَا
فَمَا عَفَا
عَنْهُ مِنْ
ثَمَرَةٍ
فَهُوَ
لِلسَّائِلِ
وَالْمَحْرُومِ،
قَالَ:
وَسَاقَ
الْقِصَّةَ،
قَالَ: وَإنْ
شَاءَ
وَلِيُّ
ثَمْغٍ اشْتَرَى
مِنْ
ثَمَرِهِ
رَقِيقاً
لِعَمَلِهِ،
وَكَتَبَ
مُعَيْقِيبٌ،
وَشَهِدَ
عَبْدُاللّهِ
بْنُ ا‘رْقَمِ
بِسْمِ
اللّهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِ،
هذَا مَا
وَصَّى بِهِ
عَبْدُاللّهِ
عُمَرُ
أمِيرُ
الْمُؤْمِنِينَ
إنْ حَدَثَ
بِهِ حَدَثٌ
أنَّ ثَمْغاً
وَصِرْمَةَ
ابْنَ ا‘كْوَعِ
وَالْعَبْدَ
الّذِي فيهِ،
وَالْمَائَةَ
السَّهْمَ
الّذِي
بِخَيْبَرَ
وَرَقِيقَهُ
الّذِى فيهِ،
وَالْمِائَةَ
الّتِي
أطْعَمَهُ
مَحُمّدٌ #
بِالْوَادِي،
تَلِيهِ
حَفْصَةُ مَا
عَاشَتْ.
ثُمَّ
يَلِيهِ ذُو
الرَّأىِ
مِنْ أهْلِهَا،
أنْ َ يُبَاعُ
وََ
يُشْتَرَى،
يُنْفِقُهُ
حَيْثُ رَأى
مِنَ
السَّائِلِ
وَالْمَحْرُومِ
وَذِى
الْقُرْبَى،
وََ حَرَجَ
عَلى مَنْ
وَلِيَهُ إنْ
أكَلَ أوْ
آكَلَ أوْ
اشْتَرَى
رَقِيقاً
مِنْهُ[.
أخرجه أبو
داود.»عفَا« أى
زاد وفضل.
و»المَحرومُ«:
الممنوع الذي
صرف عنه الرزق.و»ثمغٌ
وصِرمةُ ابنُ
ا‘كوعِ« مان
بالمدينة
معروفان كانا
لعمر رَضِيَ
اللّهُ عَنه
فوقفهما .
2. (5810)- Yahya İbnu Said anlatıyor:
"Abdulhamid İbnu Abdillah (İbni Abdillah) İbni Ömer İbni'l-Hattab
(radıyallahu anhümâ), Hz. Ömer'in sadaka (kıldığı arazinin vakfiyesini) bana
istinsah ediverdi. Şöyle yazılıydı: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
Bu, Allah'ın kulu Ömer'in Semğ (nam
arazi) hakkında yazdığı (vakfiyename)dir." Burada (Ravi Yahya İbnu Said)
Hz. Ömer'le ilgili haberinde Nafi'in
İbnu Ömer' den naklettiğinin benzerini anlattı ve: "Bir malı kendinin
kılmaksızın" dedi. Yine o
vakfiyenamede şu da vardı: "(Mütevellinin ihtiyacından sonra) onun
mahsulünden her ne artarsa, bu, (sayılan diğer ödeme mahallerinden başka) dilenciler ve yoksullar
içindir."
Devamla der ki: "Kıssayı aynen nakletti ve dedi ki:
"Semğ'in velisi dilerse, oranın mahsulünden ödeyerek köle satın alıp,
arazinin işlenmesinde kullanır. Bunu Muaykib yazdı, Abdullah İbnu'l-Erkam şahid
oldu."
Bismillahirrahmanirrahim: Bu, Allah'ın kulu mü'minlerin emîri
Ömer'in vasiyetidir. Eğer ona (Ömer'e)
bir şey olursa (yani Ömer ölürse), Semğ, Sırma İbnu'l-Ekva ve orada(ki
işleri yürütmek üzere) bulunan köle, Hayber'de bulunan yüz hisse ve orada
bulunan köle, Vadi(l-Kura) da Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'in bana taam
olarak verdiği yüz (vask)ın idaresi, yaşadığı müddetçe Hafsa'ya aittir.
(Hafsa'dan) sonra onun idaresi Hafsa'nın ailesinden re'y sahibi birine aittir,
o şartla ki bu emval satılmaz, satın
alınmaz. (Mütevelli, ihtiyaçtan artan mahsül) dilenci, muhtaç ve akrabalardan
münasib gördüklerine infak eder. (Bu vakfın idaresini üzerine alan
mütevellinin) bundan yemesinde, yedirmesinde veya o paradan köle satın
almasında bir mahzur yoktur." [Ebu
Davud, Vesaya 13, (2879).][7]
AÇIKLAMA:
1- Ebu Davud merhum, burada Hz. Ömer'in vakfiyesi ile ilgili
iki ayrı rivayet metnini birleştirerek kaydetmiş durumda. Birinci metin
"Rahman, Rahim olan Allah'ın adıyla..." diyerek tercümesini
verdiğimiz birinci besmele ile başlayıp "Abdullah İbnu'l-Erkam şahid
oldu" ibaresine kadar devam eden kısımdır.
İkinci metin ise "Bismillahirrahmanirrahim" diye
başlayıp "...O paradan köle satın
almasında bir mahzur yoktur" ibaresine kadar olan kısımdır.
Görüldüğü üzere ikinci vesikada, birincide olmayan bazı ziyadeler
var. Meseleye temas eden eski ve yeni
kaynaklar, umumiyetle her iki rivayete de yer vermektedirler. Rivayetin
bidayetinde görüldüğü üzere Abdulhamid İbnu Abdullah, her iki vasikayı da Yahya
İbnu Said için istinsah etmiştir.
2- Vakfiyede biri Semğ semtinde, diğeri de Sırma İbnu'l-Ekva
semtinde olmak üzere başlıca iki arazinin ismi geçmektedir. Hz. Ömer her
ikisini de vakfetmiş olmaktadır. Bazı rivayetler Semğ arazisinin hurmalık olduğunu tasrih eder.
3- İslam'da ilk vakfiye mahiyetini taşıyan bu kıymetli
vesikada, sonradan fevkalâde gelişecek olan vakfiyenamelerin hususiyetlerini
rüşeym halinde bulmak mümkündür:
* Mütevelli belirleniyor: Hz. Hafsa'dır. Demek ki bir vakfın
birinci derecede sorumlusu (mütevelli, müdür, kayyim...) bir kadın olabiliyor.
* Mütevelli, vakıftan şahsî ihtiyaçlarını görecektir, bunda
bir mahzur yoktur.
* Masraf yani harcama yerleri belirleniyor. Bu, vakfa meşru olan, dilediği harcama yerlerini
göstermede, vakfa gaye tayininde hürriyet tanıyor. Hz. Ömer'in vakfiyesinde,
sadaka (devlet gelirleri)nin harcama yerlerini (masraflarını) gösteren ayete
atıf yapılmaktadır (Tevbe 60). Nitekim vakfiyenin daha baş kısmında
"dilenciler ve yoksullar"
tabiri yine Kur'an'dan alınmış olmakla birlikte Tevbe suresi altmışıncı
ayette sayılanlara bir ilave olmaktadır.
* Vakfedilen malın temellük edilemeyeceği, satılamayacağı,
satın alınamayacağı da ayrıca belirtilen hususlar arasında yer almaktadır.
* Vakfın işletilmesi, geliştirilmesi için gerekli istihdamlar
yapılacak, bunun masrafı vakıftan karşılanabilecektir.
* Vakıf belli bir müddet için değil, ebediyyen vakfedilmiştir
* Vakıf, hukuki bir akiddir, şahidlerin huzurunda yazılan bir
vesika ile tescil edilmiştir.
Ancak burada şu hususu açıklamamız gerekmektedir. Bazı rivayetler
vakfın Hz. Peygamber zamanında ve hatta "İslam'da ilk" olarak
yapıldığını ifade ettiği halde yukarıda metinde Hz. Ömer kendisini emîrü'lmü'minîn
olarak tavsif etmekte ve vakfiyenin katibi olarak, Hz. Ömer'in hilafeti esnasında resmî katipliğini yapmış olan
Muaykib (radıyallahu anh)'in ismi zikredilmiştir. Bu durum, mezkur emvalin, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın sağlığında şifahî olarak vakfedildiğini, vakfiyenamenin hilafeti
sırasında yazıya geçirildiğini ortaya
koyar.
Muaykib ilk Müslümanlardan biridir. Hem Habeşistan'a, hem de
Medine'ye hicret eden bahtiyarlardandır. Resulullah'la birlikte gazvelere
katılmıştır. Hz. Ömer zamanında hem katiplik hem de hazinedarlık yapmıştır.
Abdullah İbnu'l-Erkam da meşhur
sahabelerdendir, Hz. Ömer'in beytu'lmal memurlarındandır, radıyallahu anhüm
ecmain. [8]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/275-276.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/276-277.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/277.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/278.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/279.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/279-280.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/281.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/281-283.