Peygamberler Büyük-Küçük Günahlardan Masum Mudurlar?
Peygamberlerin Sözlerinin Hatadan Masuniyyeti:
Peygamberlerin İşledikleri Hatadan Masuniyyeti:
(Bu bölümde üç fasıl vardır)
*
BİRİNCİ FASIL
YALANIN VE YALANCININ ZEMMİ
*
İKİNCİ FASIL
YALANIN MÜBAH OLDUGU YERLER
*
ÜÇÜNCÜ FASIL
RESULULLAH HAKKINDA YALAN
Kizb, yalan demektir. Dilimize kizb kelimesi aynen girmiştir.
Tekzib şekliyle yalanlama manasında daha çok kullanırız. Dinimiz yalancılığı
kötü huyların başında kabul eder ve şiddetle reddeder. Kur'an-ı Kerim'de küfr bazan kizble ifade edilir. Mükezzib
yani yalancı, "kâfir" manasındadır.
"Allah adına yalan söyleyen ve hak kendisine geldiği zaman
onu yalanlayan kimseden daha zalim kim
vardır? Kâfirler için cehennemde yer mi yok?" (Zümer 32) ayetinde kizb
küfür manasında kullanılmıştır.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir müslümanın hırsızlık,
zina, içki gibi hakkında had cezası gelen
en ağır suçları işleyenlerin bile cennete gidebileceğini belirtir, fakat
yalanı Müslümana bir türlü yakıştıramaz. Aleyhissalâtu vesselâm'ın
ifadelerinden, yalanın sayılan bu günahlardan çok daha çirkin, çok daha alçaltıcı bir cürüm, en bayağı bir
ahlaksızlık olduğunu anlamaktayız: "Mü' minde her huy bulunabilir, yalan ve hıyanet
hariç."
Kizb, sıdkın zıddıdır. Sıdkla ilgili olarak gerekli açıklamaları
yaparken, kizbten de bahsedilmiştir. Bu bahisle ilgili mütemmim malumat için
oraya bakılsın. [1]
ـ5202 ـ1ـ عن
صفوان بن
سلَيْمٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قُلْنَا
يَا رَسُولَ
اللّهِ:
أيَكُونُ
الْمُؤْمِنُ
جَباناً.
قَالَ:
نَعَمْ.
قُلْنَا:
أفَيَكُونُ
بَخِيً؟
قَالَ:
نَعَمْ.
قُلْنَا:
أفَيَكُونُ
كَذّاباً؟
قَال: َ[. أخرجه
مالك .
1. (5202)- Safvan İbnu
Süleym (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! dedik, mü'min
korkak olur mu?"
"Evet!" buyurdular. "Pekiyi cimri olur mu?"
dedik, yine:
"Evet!" buyurdular. Biz yine:
"Pekiyi yalancı olur mu?" diye sorduk. Bu sefer:
"Hayır! buyurdular." [Muvatta, Kelam 19, (2, 990).][2]
ـ5203 ـ2ـ
وعن مالكٍ
أنّهُ بلغهُ
أن ابن
مَسعودٍ رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]َ
يَزَالُ
الْعَبْدُ
يَكْذِبُ
وَيَتَحَرّى
الْكَذِبَ
فَيُنْكَتُ في
قَلْبِهِ
نُكْتَةٌ
سَوْدَاءُ
حَتّى يَسْوَدَّ
قَلْبُهُ
فَيُكْتَبُ
عِنْدَاللّهِ
مِنَ
الْكَذَّابِينَ[.»التَّحرِّي«
القصد .
2. (5203)- İmam Malik'e
ulaştığına göre, İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) şöyle demiştir: "Kul yalan
söylemeye ve yalan söyleme niyetini taşımaya devam edince bir an gelir ki,
kalbinde önce siyah bir nokta belirir. Sonra bu nokta büyür ve kalbinin tamamı
simsiyah olur. Sonunda Allah nezdinde "yalancılar" arasına
kaydedilir." [Muvatta, Kelam 18, (2, 990).][3]
AÇIKLAMA:
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) burada, söylenen her yalanla
kalpte bir kararma olduğunu belirtiyor. Bu kara noktalar çoğalınca kalbin
tamamı kararıyor. Hadiste yalana niyet ettikçe buyrulmakla, bu halden kaçınmaya
teşvik ediliyor. İnsan yalan söyleyince bidayette sıkıntı duyar. Bu sıkıntının
sevkiyle tevbe edip, yalancılıktan geri dönebilir. Ama yalana, yalan söyleme
hususunda cür'ete devam ettikçe kalp tamamen kararır. Yani, artık yalan söylemek
tabii hale gelir, sıkılma, üzülme diye bir şey kalmaz.
Bu hale gelince Allah nezdinde, yalancı olduğuna hükmedilir ve o
vasıfla yazılır. Şarihlere göre, bu vasıfla yazılması, mele-i a'la'da yalancı
olarak tanınıp, arz ehlinin kalplerine de onun yalancı olduğunun ilhamen
atılması, dillere yalancı olarak konması demektir. Tıpkı yeryüzüne kabul ve
buğzun da bu şekilde konması gibi. Bu
hal, ona alçalma olarak yeterlidir. Deylemî'de gelen merfu bir rivayette: "Yalancı, hep kendini
alçaltmaya yalan söyler" buyrulmuştur.[4]
ـ5204 ـ3ـ
وعن بهْز بن
حكيم عن أبيه
عن جدّهِ قال:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #:
وَيْلٌ
لِلّذِي
يُحَدِّثُ
بِالْحَدِىثِ
لِيَضْحَكَ
مِنْهُ الْقَوْمُ،
فَيَكْذِبُ.
وَيْلٌ لَهُ،
وَيْلٌ لَهُ[.
أخرجه أبو
داود
والترمذي .
3. (5204)- Behz İbnu Hakim
an ebihi an ceddihi anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Yazıklar olsun o kimseye ki, insanları güldürmek için
konuşur ve yalan söylerler! Yazık ona, yazık ona!" [Ebu Davud, Edeb 88,
(4990); Tirmizî, Zühd 10, (2316).][5]
AÇIKLAMA:
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), mü'minleri yalandan zecr
etmek için, insanları güldürmek için anlatılan sözlerdeki yalana bile şiddetli
vaidde bulunmaktadır. Mizah için söylenen yalan
böyle şiddetli vaide maruz ise, insanları aldatmak, menfaatler elde etmek
veya birkısımlarının hukukunu çiğnemek gibi ciddî meselelerdeki yalanın manevî
müeyyidesi çok daha ağır olmalıdır.
Hadisin mefhum-u muhalifinden, yalana yer vermeyen hak sözlerle
insanları güldürmenin caiz olduğu manası çıkmaktadır. Rivayetlerde bunun
örnekleri var. Resulullah zaman zaman çevresindeki insanlara mizahta
bulunmaktan geri kalmamıştır. Ancak
mizah ve şakalarında sıdktan ve haktan ayrılmamıştır. Gazalî, meşru olan mizah için, "haktan sapmama, kalp
kırmama ve ifrata kaçmama" şartlarını koşar. Bu takdirde mizahımızın
mizah-ı Muhammedî olacağına dikkat
çeker. Devamla der ki: "Ey muhatabım, eğer bu tarzla sınırlı olarak zaman
zaman mizah yapsan sana bir mahzur getirmez. Ancak, insanın, mizahı kendine bir
meslek yapıp üstünde devam etmesi ve onda aşırı gitmesi, sonra da Resulullah'ın
sünnetine temessük ettiğini söylemesi büyük hatadır. Bu kimse, danslarını
seyretmek için zencilerin peşini hiç bırakmayan, sonra da "Resulullah Hz.
Aişe'ye onların oyunlarını seyretmesi için izin vermiştir" diyerek sünnete uyduğunu söyleyen kimseye
benzer."[6]
ـ5205 ـ4ـ
وعن أسْمَاءَ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها: ]أنَّ
امْرَأةً
قَالَتْ: يَا
رَسُولَ
اللّهِ إنَّ
لي ضَرَّةً،
فَهَلْ
عَليَّ مِنْ
جُنَاحٍ إنْ
تَشَبَّعْتُ
مِنْ زَوْجِي
غَيْرَ الّذِي
يُعْطِينِي؟
فَقَالَ:
الْمُتَشَبِّعُ
بِمَا لَمْ
يُعْطَ
كََبِسِ
ثَوبَىْ
زُورٍ[. أخرجه
الخمسة إ
الترمذي .
4. (5205)- Esma
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Bir
kadın gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Benim bir kumam var. Ona karşı
(yalan söyleyerek) kocamın vermediği şeyle karnımı doyurmuş göstersem bana bir
mahzur getirir mi?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Verilmeyenle karnını
doyurmuş gösterip övünen, tıpkı, iki alan elbisesini giyen gibidir"
cevabını verdi." [Buhârî, Nikah 106; Müslim, Libas 127, (2130); Ebu Davud,
Edeb 91, (4997).][7]
AÇIKLAMA:
Hadis, kadının kumasına karşı bile olsa, yalan tavra girmesini
yasaklıyor. Müteşebbi, kendini tok gösteren demektir . Kinaye olarak
kullanılmış olması esastır. Bu durumda kendine verilmeyeni verilmiş göstererek veya elinde olmayanı var göstererek başkasına
karşı yapmacık, yalan tavır takınan
kastedilmiştir. Tabii ki bunun altında tefahur ve övünme yatmaktadır.
Aleyhissalâtu vesselâm bu davranışı tasvib etmiyor; iki yalan elbise giyene
benzetiyor. Yalan elbise insanı çıplak bırakır, rüsvay eder. Bunu "sahte
elbise, eyreti elbise" diye de anlamışlardır. Ancak yalan elbise diye
zahire uygun mana verilmesi daha hikmetli gözükmektedir.
Şu da var ki, yalan elbisesi tabirini, yalan sahibinin elbisesi,
yani zühd ehlinin elbisesini giyerek kendini zühd ehlindenmiş gibi göstermek suretiyle halka
karşı yalan söyleyen, riya yaparak çile çekenlerin elbisesiyle kendini onlardan
gösteren şeklinde de manalandıranlar olmuştur. Bazıları da: "Üzerinde tek
elbise olduğu halde iki elbise varmış gibi gösteren kastedilmiştir"
demiştir. Ezherî: "O kimse, yeninin üzerine bir yen daha diktirerek
kendisine bakana iki gömlek giyiyormuş görünen, halbuki aslında tek gömlek giyen
kimsedir" der.[8]
ـ5206 ـ5ـ
وعن
عبداللّهِ بن
عامر قال:
]دَعَتْنِي أُمِّي
يَوْماً
وَرَسُولُ
اللّهِ # قَاعِدٌ
في بَيْتِنَا.
فَقَالَتْ:
هَا تَعَالَ
أُعْطِيكَ.
فقَالَ لَهَا
#: مَا أرَدْتِ
أنْ
تُعْطِيهِ.
قَالَتْ:
أرَدْتُ أنْ
أُعْطِيَهُ
تَمْراً.
فقَالَ لَهَا:
أمَا إنَّكِ
لَوْ لَمْ
تُعْطِيهِ
شَيْئاً
كُتِبَتْ
عَلَيْكِ كَذْبَة[.
أخرجه أبو
داود .
5. (5206)- Abdullah İbnu
Amir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir gün, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm), evimizde otururken, annem beni çağırdı ve:
"Hele bir gel sana ne vereceğim!" dedi. Aleyhissalâtu
vesselâm anneme:
"Çocuğa ne vermek istemiştin?" diye sordu.
"Ona bir hurma vermek
istemiştim" deyince, Aleyhissalâtu vesselâm:
"Dikkat et! Eğer ona bir şey vermeyecek olursan üzerine bir
yalan yazılacak!" buyurdular." [Ebu Davud, Edeb 88, (4991).][9]
AÇIKLAMA:
Bu hadisin çocuk terbiyesiyle sıkı alâkası vardır. Yüce mürebbimiz,
terbiyede hiçbir surette yalana yer
verilmemesini irşad buyurmaktadır. Bilhassa ağlayan çocuklara bazan
yapılmayacak veya verilmeyecek şey vaadedilir, yahut da olmayacak şeyle
korkutulur. Bunların hepsi neticede "yalan" olmakta birleşir.
Resulullah bütün bunların haram olduğunu, çocuk terbiyesinde hiçbir surette
yalana yer verilmemesi gerektiğini ifade
buyurmaktadır.
Hadis, çocuğa, bu basit durumda bile olsa yalandan zecrederse,
ciddi durumlarda yalana yer vermenin nasıl bir haybet ve hasaret olduğunu
ifadede beliğ bir örnektir.[10]
ـ5207 ـ6ـ
وعن أبي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #:
يَكُونُ في
آخِرِ أُمَّتِي
أُنَاسٌ
دَجَّالُونَ
كَذَّابُونَ
يُحَدِّثُونَكُمْ
بِمَا لَمْ
تَسْمَعُوا أنْتُمْ
وََ
آبَاؤُكُمْ
فإيَّاكُمْ
وَإيَّاهُمْ.
َ يُضِلُّونَكُمْ
وََ
يَفْتِنُونَكُمْ[.
أخرجه مسلم.
6. (5207)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Ümmetimin sonunda yalancı deccaller olacak. Onlar, ne sizin
ne de atalarınızın hiç işitmediği şeyleri anlatacaklar. Onlardan sakının!"
[Müslim, Mukaddime 6, (6).][11]
ـ5208 ـ7ـ
وعن ابن
مسعودٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]إنَّ
الشَّيْطَانَ
لَيَتَمَثَّلُ
في صُورةِ
الرَّجُلِ
فَيأتِي
الْقَوْمَ
فَيُحَدِّثُهُمْ
الْكَذِبَ،
فَيَتَفَرَّقُونَ.
فَيَقُولُ
الْرَّجُلُ
مِنْهُمْ:
سَمِعْتُ
رَجًُ
أعْرِفُ
وَجْهَهُ وََ أعْرِفُ
اسْمَهُ
يُحَدِّثُ
كَذَا
وَكذَا[. أخرجه
مسلم .
7. (5208)- İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Şeytan insan suretinde temessül eder ve bir
cemaate gelerek onlara yalan şeyler söyler. Bir müddet sonra cemaattakiler
dağılırlar. Onlardan biri:
"Bir adam dinledim, yüzünü de tanırım ama ismini bilmiyorum.
Şöyle şöyle söylemişti" diyerek
(onun yalanını bilmeden tekrar eder)" [Müslim, Mukaddime 7. hadisin
arkasında).] [12]
ـ5209 ـ1ـ عن
أسماء بنت
يزيد رَضِيَ
اللّهُ عَنْها
قالت: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: يَا
أيُّهَا النّاسُ
مَا
يَحْمِلُكُمْ
عَلى أنْ
تَتَابَعُوا
عَلى
الْكَذِبِ
كَتَتابُعِ
الْفِرَاشِ
في النّارِ؟
الْكَذِبُ
كُلُّهُ عَلى
ابْنِ آدَمَ
حَرَامٌ اَِّ
في ثَثِ
خِصَالٍ:
رَجُلٌ
كَذَبَ عَلى
امْرَأتِهِ
لِيُرْضِيَهَا.
وَرَجُلٌ
كَذَبَ فِي
الْحَرْبِ،
فَإنَّ
الْحَربَ
خَدْعَةٌ،
وَرَجُلٌ
كَذَبَ بَيْنَ
مُسْلِمَيْنِ
لِيُصْلِحَ
بَيْنَهُمَا[.
أخرجه
الترمذي.»التّتابُع«
التهافت في امر.و»الفراشُ«
الطائر الذي
يتواقع في ضوء
السراج
فيحترق .
1. (5209)- Esma Bintu Yezid (radıyallahu anhâ) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Ey insanlar! Pervanenin
ateşe atılması gibi sizi yalanın peşine düşmeye sevkeden şey nedir?
Halbuki, üç yer hariç yalanın her çeşidi ademoğluna haramdır: Bu üç yere
gelince:
1) Erkeğin, rızasını sağlamak için hanımına yalanı,
2) Harpte söylenecek yalan.
Çünkü harp bir hileden ibarettir.
3) İki Müslümanın arasında sulhü sağlamak kasdıyla söylenen
yalan." [Tirmizî, Birr 26, (1940).][13]
AÇIKLAMA:
Yalan dinimizde her çeşit kötülük ve şerrin başı ve kaynağı kabul
edilerek şiddetle reddedilmiş olmasına rağmen bazı hallerde meşru kabul
edilmiştir. Bizzat Resulullah bu halleri
tâdad eder. Muhtelif tariklerden gelen rivayetler bu hususlarıbelirtir. Nevevî,
Müslim Şerhi'nde şu nakilleri kaydeder:
"Bu üç halde yalanın cevazında ihtilaf yoktur. Ancak buralardaki mübah
olan yalandan murad nedir? Bunda ihtilaf edilmiştir. Bir kısım ulema: "Bu
hadisin ıtlakı üzeredir" diyerek, bu üç durumda, maslahat için olmayacak
şeyin söylenmesini caiz görür ve "Mazmum olan yalan, zarar getiren
yalandır" derler. Bu görüşlerine Hz. İbrahim aleyhisselam'ın ayette gelen
şu sözleriyle delil getirirler: "Bunu yapsa yapsa şu büyükleri
yapmıştır..." (Enbiya 63),
"Ben hastayım (dedi)" (Saffat 89)[14]"
Yine Hz. İbrahim'in Mısır'a vardığı zaman, zevcesi Hz. Sare için
"O, kızkardeşimdir" demesi de başka bir örnektir. Bu meyanda
zikredilen bir başka Kur'anî örnek, Yusuf aleyhisselam'ın münadisinin sözüdür:
"Ey kervan sahipleri sizler hırsızsınız!" (Yusuf 70). Bu misalleri
veren alimler derler ki: "Şurası muhakkak ki bir zalim, bir adamı öldürmek
istese, o da bir şahsın yanında saklanmış olsa, mezkur şahsa, onun nerede
olduğunu bilmediği hususunda yemin etmek
vacib olur."
Diğer bir grup alim -ki Taberî de bunlar arasında yer alır- de
şöyle der: "Hayır, hiçbir şeyde yalan caiz olmaz. Bu sadedde mübaha
delalet zımnında gelen örneklerde asıl murad olan, tevriye ve meariz'in
(kapalı, birkaç manaya gelen kelimelerin) kullanılmasıdır, sarih yalan değildir. Mesela erkeğin hanımına ihsanda
bulunacağını, falan kumaştan alacağını vaadetmesi ve bu sırada "Allah
takdir ederse" diye niyetlenmesi gibi. Hasılı bu ruhsat, kişinin birkaç
manaya muhtemel bir kelam söyleyerek, muhatabın kendi hoşuna giden manada
anlamasına imkan tanımayadır. Arayı düzeltmeye çalışıyorsa, birinden diğerine
güzel sözler nakleder ve tevriyede bulunur. Savaştaki yalan da böyle. Sözgelimi, düşmanına "imamınız
öldü" der, ama bunu derken, geçmişte ölmüş bulunan imamlarını kasteder
veya: "Yarın bize imdad, yiyecek.. vs. gelecek" der. Bütün bunlar,
mübah olan meariza örnektir ve herbiri de caizdir. Bunlar Hz. İbrahim ve Hz.
Yusuf'un kıssalarını ve bu sadedde gelenleri meariza te'vil ettiler.
Kocanın kadına, kadının kocaya yalanı bir sevgi izharıyla, mutlaka olması
gerekmeyen bir hususta vaadde bulunmakla
ilgilidir. Yoksa kadın veya erkek üzerindeki bir hakkı ortadan
kaldıracak ve berikinin veya ötekinin olmayan bir hakkı gasbettirecek bir aldatma,
bütün Müslümanların icmaı ile haramdır."[15]
ـ5210 ـ2ـ
وعن أُمُّ
كلثُوم بنت
عقبة رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]سَمِعْتُ
رَسُولَ
اللّهِ # يَقُولُ:
لَيْسَ
بِالْكَذَّابِ
الّذِي يُصْلِحُ
بَيْنَ
إثْنَيْنِ،
فَيَقُولُ
خَيْراً أوْ
يَنْمِي
خَيْراً[.
أخرجه الخمسة
إ النسائي .
2. (5210)- Ümmü Külsüm Bintu
Ukbe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
işittim, diyordu ki:
"İki kişinin arasını düzelten, hayır söyleyip, hayır tebliğ
eden kimse yalancı değildir." [Buhârî, Sulh 2; Müslim, Birr 101, (2605);
Ebu Davud, Edeb 58, (4921); Tirmizî, Birr 26, (1939).] [16]
ـ5211 ـ3ـ
وعن صفوان بن
سليم الزهرى
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه: ]أنَّ
رَجًُ قَالَ:
يَا رَسُولَ
اللّهِ
أكْذِبُ
امْرَأتِى.
فقَالَ #: َ
خَيْرَ في الْكَذِبِ.
قَالَ:
فأعِدُهَا
وَأقُولُ
لَهَا؟ قَالَ
#: َ جُنَاحَ
عَلَيْكَ[.
أخرجه مالك .
3.
(5211)- Safvan İbnu Süleym
ez-Zührî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam: "Ey Allah'ın Resulü!
Ben karıma yalan söyleyeyim mi?" demişti. Aleyhissalâtu vesselâm :
"Yalanda hayır yoktur!" buyurdular. Adam:
"Vaadde bulunmama, lehinde söylememe
ne dersiniz?" diye tekrar sordu: Aleyhissalâtu vesselâm da: "Öyleyse
sana bir vebal yok!" buyurdular." [Muvatta, Kelam 18, (2, 990).][17]
AÇIKLAMA:
Burada Resulullah, yalanla vaadi
ayırdediyor, yalanı tecviz etmezken, vaadetmeye ruhsat veriyor. Şarihler,
yalanın daha çok geçmişe; vaadin ise geleceğe baktığını ve yerine getirilme
imkanının bulunması sebebiyle, tamamen yalan olmadığını belirtirler.[18]
ـ5212 ـ1ـ
وعن أبي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: لَمْ
يَكْذِبْ
إبْرَاهِيمُ
النَّبِيُّ
علَيْهِ السَّمُ
إَّ ثَثَ
كَذَبَاتٍ،
ثِنْتَانِ في
ذَاتِ
اللّهِ؛
قَوْلُهُ
إنِّى
سَقِيمٌ؛ وَقَولُهُ
بَلْ
فَعَلَهُ
كَبِيرُهُمْ
هذَا، وَوَاحِدَةٌ
في شَأنِ
سَارَةَ،
فإنَّهُ قَدِمَ
أرْضَ
جَبَّارٍ
وَمَعَهُ
سَارَةُ، وَكَانَتْ
ذَاتَ
حُسْنٍ؛
فقَالَ لَهَا:
إنَّ هذَا
الْجَبَّارَ
إنْ يَعْلَمْ
أنَّكِ
امْرَأتِي
يَغْلِبْنِي
عَلَيْكِ،
فإنْ سَألَكِ
فأخْبِريهِ
أنَّكِ
أُخْتِي
فإنَّكِ
أُخْتِي في
ا“سَْمِ، وإنِّي
َ أعْلَمُ في
ا‘رْضِ
مُسْلِماً
غَيْرِى
وَغَيْرَكِ
فَلَمَّا
دَخَلَ
أرْضَهُ رَآهُمَا
بَعْضُ أهْلِ
الْجَبَّارِ،
فأتَاهُ فقَالَ
لَهُ: دَخَلَ
أرْضَكَ
امْرَأةٌ َ
يَنْبَغِي
أنْ تَكُونَ
إَّ لَكَ،
فأرْسَلَ
إلَيْهَا،
فأُتِيَ
بِهَا،
وَقَامَ
إبْرَاهِيمُ
الى الصََّةِ.
فَلَمَّا أنْ
دَخَلَتْ
عَلَيْهِ
لَمْ يَتَمالَكْ
أنْ بَسَطَ
يَدَهُ
إلَيْهَا فَقُبِضَتْ
يَدَهُ
قَبْضَةً
شَديدةً
فقَالَ لَهَا:
اِدْعِي
اللّهَ أنْ
يَطْلِقَ
يَدِي وََ
أضُرُّكِ فَفَعَلَتْ
فَعَادَ،
فَقُبِضَتْ
يَدُهُ أشَدَّ
مِنَ ا‘وَّلِ.
فَقَالَ
لَهَا مِثْلَ
ذلِكَ،
فَفَعَلَتْ
فَعَادَ،
فَقُبِضَتْ
يَدُهُ
أشَدَّ مِنَ
ا‘وَّلَتَيْنِ.
فقَالَ لَهَا:
اِدْعِي
اللّهَ أنْ
يُطْلِقَ
يَدِي وََ أضُرُّكِ
فَفَعَلَتْ
وَأُطْلِقَتْ
يَدهُ،
فَدَعَا الّذِي
جَاءَ بِهَا.
فَقَالَ لَهُ:
إنَّكَ إنَّمَا
جِئْتَنِي
بِشَيْطَانٍ
وَلَمْ
تَأتِنِي
بِإنْسَانٍ
فأخْرِجْهَا
مِنْ أرْضِي،
وَأعْطَاهَا
هَاَجَر،
فأقْبَلَتْ
تَمْشِي،
فَلَمَّا
رَآهَا
إبْرَاهِيمُ.
قَالَ: مَهْيَمْ.
قَالَتْ: خَيْراً،
كَفَّ اللّهُ
تَعالى يَدَ
الْجَبّارِ
وَأخْدَمَ
خَادِماً.
قَالَ أبُو
هُرَيْرَةَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
فَتِلْكَ
أمُّكُمْ يَا
بَنِي مَاءِ
السّمَاءِ[.
أخرجه الخمسة
إ النسائي .
»مَهيمٌ«
كلمة يقال
معناها: ما
أمرك وما
حالك؟و»اَلْخَادِمُ«
يقع على العبد
وا‘مة.و»بَنُو
ماء السماء«
العرب ‘نّهم
كانوا يتبعون
قطر السماء
فينزلون حيث
كان .
4. (5212)- Hz. Ebu Hureyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"İbrahim aleyhisselam sadece üç yalan söylemiştir: Bunlardan
ikisi Allah'ın zatıyla ilgili; biri اِنِّى
سقِيمٌ sözüdür; diğeri de بَلْ
فَعَلَهُ
كَبِيرُ هُمْ
هذَا sözüdür.[19] Bir tanesi de zevce-i
pakleri Sare Hatun hakkındadır. Hz. İbrahim zalim birinin diyarına (Mısır'a)
beraberinde Sare de olduğu halde gelmişti. Sare güzel bir kadındı. Sare'ye:
"Bu cebbar herif, bilirse ki sen karımsın, senin için bana galebe çalar. Eğer sana soracak olursa,
kızkardeşim olduğunu söyle! Çünkü sen, zaten İslam yönünden kardeşimsin, din kardeşiyiz. Ben yeryüzünde senden ve
benden başka bir Müslüman bilmiyorum" dedi.
Bunlar zalim kralın memleketine girince, adamlarından biri bunları
gördü. Hemen gidip:
"Senin memleketine öyle güzel bir kadın girdi ki, sizden
başkasının olması münasib değildir" dedi. Kral derhal adamlar gönderip,
Sare'yi yanına getirtti. Hz. İbrahim namaza durdu. Sare adamın yanına girince,
kral (onu ayakta karşıladı, fakat) elini ona uzatamadı. Eli şiddetli şekilde
tutuldu. Sare'ye:
"Elimi salması için Allah'a
dua et! Sana zarar vermeyeceğim!" dedi. Sare de dediğini yaptı. Ama
kral tekrar Sare'ye sataşmak istedi.
Eli, öncekinden daha şiddetli tutulup kaldı. Sare'ye aynı şekilde ricada
bulundu. O da kabul etti. (Adam normal hale
dönünce tekrar) sataşmak istedi. Eli önceki iki seferden daha şiddetli
şekilde tutuldu. Sare'ye yine:
"Allah'a dua et, elimi salsın, sana zarar vermeyeceğim!"
diye rica etti. Sare dua etti, adamın elleri açıldı. Kral kadını getiren adamı
çağırdı ve ona: "Sen bana ihsan değil bir şeytan getirmişsin. Bunu
diyarımdan çıkar!" dedi. Sare'ye Hacer'i bağış olarak verdi.
Sare yürüyerek geldi. İbrahim onu görünce:
"Nasılsın, ne haber?" dedi. Sare:
"Hayır var! Allah cebbarın elini tuttu ve (bana) bir hadim
verdi!" dedi."
Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh)
der ki:
"Ey sema suyunun oğulları! Bu kadın (Hacer) sizin
annenizdir." [Buharî, Enbiya 9, Büyû 100, Hibe 36, Nikah 12, İkrah 6;
Müslim, Fezail 154, (2371).] Ebu Davud, Talak 16, (2212); Tirmizî, Tefsir,
Enbiya, (3165).][20]
AÇIKLAMA:
1- Burada bir peygamber olan Hz. İbrahim'e üç yalan nisbet
edildiğini görüyoruz. Bu yalanlardan
ikisi Kur'an-ı Kerim'de mezkurdur. Burada, bizzat Aleyhissalâtu vesselâm'ın Hz.
İbrahim'e "yalan" nisbet etmiş olması
ulema arasında "peygamberler yalan söyler mi?" meselesinin tahliline vesile olmuştur. Hadisi
tahlil eden Nevevî hazretleri şu açıklamaları
dermeyan eder: "Mazirî der ki: "Peygamberler Allah'tan gelen
hükümleri tebliğ hususunda yalandan beridirler. İlahî sıyanete (korunmaya)
mazhardırlar. Bu mevzuda yalan büyük olmuş, küçük olmuş, az olmuş, çok olmuş
farketmez, hepsine karşı korunma altındadırlar. Ancak tebliğ-i şeriata girmeyen
ve sıfattan addedilen meselelerde -söz
gelimi dünya işleriyle ilgili adi bir meselede bir kerecik bir yalan gibi-
kizbe gelince, bunun peygamberlerden
südur etmesinin imkanı veya bundan da ismetleri hususunda selef ve halef
nezdinde iki meşhur görüş var:
Kadı
İyaz der ki: "Sahih olan şudur:
Tebliğe müteallik meselelerde peygamberlerden kizbin vukuu tasavvur bile
edilemez. Küçük günahları onlara caiz görelim görmeyelim, keza söylenen yalan
az olsun çok olsun farketmez, hüküm budur. Çünkü peygamberlik makamı yalana
tenezzül etmekten pek yücedir. Bu meselede en küçük bir yalanın tecvizi,
onların sözlerine olan güveni ortadan kaldırır. Resulullah'ın: "Yalanın
ikisi Allah'ın zatıyla ilgili, biri de Sare ile ilgili" sözüne gelince, bunun manası şudur: Buradaki
sözler, muhatabın anlayışına göre yalandır. Nefsülemirde ise bunlar iki sebeple
dinin reddettiği mezmum yalanlar değildir. Biri: Hz. İbrahim bunlarla tevriye
yapmıştır. Mesela Sare hakkında: "İslam'da kardeşim" demiştir.
Buradaki kardeşlik batında sahihtir. İkincisi: Eğer bu tevriye değil de
gerçekten yalan olsaydı, yine de zalimin zulmünü defetme sadedinde caiz olurdu.
Nitekim fukaha şu hususta ittifak eder: "Bir zalim, gizlenmiş olan birini
öldürmek üzere veya emanet bir malı gasben almak üzere gelse ve bunların yerini
sorsa, bilen kimseye onları gizlemek ve bildiğini inkar etmek vacib olur."
Çünkü burada zalimin zulmünü defetmek mevzubahistir. Resulullah, Hz. İbrahim'in
yalanlarının mutlak olarak reddedilen mezmun yalana girmediği hususunda dikkat
çekmiştir.
Mazirî
der ki: "Bazı alimler bu kelimeleri
te'vil ederek "yalan" sınıfına
girmediklerini göstermeye çalışmıştır. Ancak, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın ıtlak ettiği bir lafızdan imtinaya kalkmanın bir manası yok."
Ben derim ki: "Onlara "yalan" kelimesinin ıtlakından kaçınmak
mümkün olmaz, çünkü bizzat hadiste bu gelmiştir. Onların te'villerine gelince,
bu da sahihtir, herhangi bir mani yoktur. Alimler der ki: "Sare hakkındaki
yalan da aslında Allah'n zatına aittir. Çünkü o da zalim kâfiri zinadan menetmek için söylenmiştir. Bu husus Müslim
dışındaki rivayetlerde açık olarak gelmiştir. Te'vilciler, peygamberimizin,
yalanın ikisi Allah'ın zatıyla ilgili biri değil diye ayırıma yer vermesini,
"onun da Allah'ın zatıyla ilgili olmasının yanında, Hz. İbrahim'in kendisi
için de bir haz ve menfaat bulunmaması sebebiyledir" diye açıklar.
Te'vilciler,
Hz. İbrahim'in "Ben hastayım" sözü için de şunu söylemiştir:
"Yani "Ben hasta olacağım" demek istemiştir. Çünkü her insan
hastalığa maruzdur. Bu sözüyle, müşriklerle
birlikte bayramlarına çıkıp, batıl ve küfür merasimlerinde hazır
bulunmamak için özür beyan etmiştir. (Ayet-i kerimenin ifadesiyle, bunu
yıldızlara baktıktan sonra söylemesi[21]
onlar üzerinde ikna edici tesir hasıl
etmiş, bize de hastalık
bulaşmasın diye, Hz. İbrahim'i koyup kaçmışlardır.) Alimler "Bunu
en büyükleri yapmıştır" sözü ile ilgili olarak da şu açıklamayı
yapmışlardır: "Hz. İbrahim burada, büyük putun yapmış olmasına, onun konuşmasını
şart kıldı ve şöyle söyledi: "Bunu yapsa yapsa şu büyükleri yapmıştır. Eğer konuşabiliyorlarsa
onlardan sorun." Yani: "Eğer bunlar konuşuyorlarsa büyükleri
yapmıştır, konuşmuyorlarsa bir başkası yapmıştır, konuşmadıklarına göre..
öyleyse bu sözde yalan yok" demek isterler. Ama çoğunlukla ulema zahiri
esas almak gereğine kaildir."
2- Ebu Hureyre'nin telaffuz
ettiği "sema suyunun oğulları" tabirini birçok alim şöyle izah
etmiştir: "Bundan Araplar muraddır, nesebleri saf ve halis olduğu için,
saf ve berrak olan sema suyuna benzetmiş olabilir." Bazıları da:
"Araplar çoğunlukla hayvancılıkla geçinir, hayatları meralara ve münbit
yerlere bağlı; bu da yağmur suyu ile hasıl olur. Göçebeler yağmur suyunun yeşerttiği yerleri kovalayarak
hayatlarını devam ettirdiği için, onlara sema suyunun oğulları demek
münasibtir" demiştir. el-Kâdı
der ki: "Bana göre en
doğrusu: "Bu tabirle kasdedilenlerin ensar olduğunu söylemektir. Çünkü
burada, onların ceddi Amir İbnu Haris İbni İmri'l-Kays İbni Sa'lebe İbni Mâzin
İbni'l-Eded'e bir nisbet var. O zat
Mâu's-Sema (sema suyu) olarak biliniyordu."
3- Alimler, hadisten şu hükümlerin çıktığına dikkat çekerler:
Din kardeşine kardeşim denebilir, bu tabirle din kardeşi
kastedilebilir.
Zalim hükümdarın ve müşrik kimsenin hediyesi kabul edilebilir.
Halisane ve ızdırar halinde
yapılan dua makbuldür.
Musibete uğrayan kimsenin
öncelikle namaz kılması menduptur. İbrahimî bir sünnettir.
Hadiste Hz. İbrahim aleyhisselam'ın mucizesi beyan edilmektedir.
Zalimin zulmünden kurtulmak için
yalan söylemek caizdir.[22]
Sadedinde olduğumuz hadiste bazı peygamberlerin günah işlediği mevzubahis
oldu. Halbuki peygamberlerle ilgili temel inançlardan biri ismettir. Sadece son
peygamber Hz. Muhammed Mustafa (aleyhissalâtu vesselâm)'nın
değil, Hz. Adem'den bu yana gelip geçen bütün peygamberlerin ismet sahibi
olduğunu yani günah işlemekten, yalan söylemekten uzak olduklarını, bu hususta İlahî himaye ve
muhafazaya mazhar bulunduklarını kabul etmek icabeder. Aksi takdirde
getirdikleri şeriata itimad ve güven sarsılır. Bu sebeple peygamberlerin büyük
günah işlemeyecekleri hususunda ulema müttefiktir. Küçük günah hususunda ise
bazı teferruatı bilmede fayda var. Bu maksadla yeri gelmişken Tecrid-i Sarih
mütercimlerinden merhum Kamil Miras'ın kıymetli bir tahlilini aşağıya aynen
kaydediyoruz.[23]
Mevzumuz bizi bu meseleyi de tedkike davet etmiştir, şöyle ki:
1) Enbiyayı kiram gerek kable'nnübüvve (peygamberlikten önce),
gerek ba'de'nnübüvve (peygamberlikten sonra), gerek celî (açık) ve gerek hafî (kapalı) küfürden
münezzeh ve mutahhardırlar. Bu babda icma vardır.
2) Yine Enbiyayı kiram gerek âmden ve gerek sehven, gerek
bilerek ve gerek bilmeyerek, gerek kable'nnübüvve gerek ba'de'nnübüvve, gerek
bir maslahata mebnî olsun ve gerek olmasın, hilaf-ı vakı ihbar etmekten ibaret
olan kizibden de masundurlar (korunmuşturlar). Yalnız bu ikinci hüküm muhtac-ı
tafsildir. Şöyle ki: "Enbiyanın âmden, bilerek ihtiyar-ı kizb
etmeyecekleri hakkında icma vardır. Fakat sehven ihtiyar-ı kizb etmekten
masuniyetleri cumhur-iulemanın mezhebidir. Bu babda icma yoktur. Sonra,
ba'de'nnübüvve kizbden masuniyetleri
hakkında da icma vardır. Çünkü bir peygamberin kizbine ihtimal vermek,
peygamberin istinadgâhı olan mucize mefhumunun muktezasına münafidir. Bir kısım
alimler, bir peygamberin kable'nnübüvve hayatında ne peygamberlik vasfı vardır, ne de ortada
mu'cize mefhumunun henüz müteallıkı olabilecek harikulâde bir emir vardır
ki, aralarında münafat aranılsın,
demişler. Ve bu nokta-i nazarı mebde-i hareket ittihaz ederek peygamberlerin
kable'nnübüvve bila-ihtiyar sehven kizbetmesindeki aklî bir imtinâ yoktur,
demişlerdir. Üçüncü bir kaydımız ki, bir maslahata müstenid olan ve olmayan
kizibden de peygamberlerin ma'suniyyeti
idi. Malumdur ki, Sa'di: دروغ
مصلحت آميز به
از راست فتنه
انكيز beytinde, fitne ve fesada badi olan
doğrudan, calib-i maslahat yalanın çok daha iyi olduğunu haber veriyor. Bu
calib-i maslahat yalan, ümmet hakında mücazdır. Fakat Cenab-ı Hak,
peygamberlerini bundan da sıyanet buyurmuştur.
Şimdi enbiyanın kebair ve sagairden masun olup olmadıklarına gelmiş
bulunuyoruz. Enbiya-ı kiram, günah-ı kebairin bütün enva ve efradından tamamen
ve bi'l-icma' ma'sundurlar. Bu babta ittifak eden alimler bu ma'suniyetin
sehven suduru mefruz olan kebaire de şümulü var mıdır? Yoksa âmden irtikab-ı
kebaire mi has? Seyyid-i Şerif gibi bir
kısım ulema, peygamberleri Cenab-ı Hak gerek âmden ve gerek sehven günah-ı kebair işlemekten
muhafaza buyurmuştur, ictihadında bulunmuşlardır. Fakat Sahib-i Mevakıf gibi
bir kısmı sehven sudurunu caiz görmüşlerdir.
Küçük günahlara gelince:Sagâir iki kısımdır:
1) Sagâir-i müteneffiredir (nefret edilen) ki, onu irtikab
edenlere karşı her görenin tab'ında nefret ve istikrah uyandıran sagirelerdir.
Gizlice bir lokma ekmek aşırmak; satılan bir şeyi tartarken mesela, bir iki
kiraz danesi eksik tartmak gibi masiyetler ki, bunlar ne kadar küçük olsalar da
yine bir kasa hırsızlığından daha ziyade
mürtekibinin hissetine ve denâet-i tab'ına delalet ettiklerinden, peygamberler
gerek âmden ve gerek sehven böyle iğrenç sagâirden de muhafaza buyurulmuşlardır.
2) Müneffir (nefret
ettirici) olmayan sagâire gelince, Enbiya-i Kirâm ba'de'lbi'se bunlardan
mahfuzdurlar. Teftazani Şerh-i Makasıd'da bu ictihadı iltizam etmiştir. Fakat
Şerh-i Akaid'de: Cumhura göre peygamberlerden âmden sagâirin suduru caiz görülmüştür deniliyor. Sonra sehven
sagâirin sudurunun cevazında ittifak bulunduğu bildiriliyor.
Celalüddin-i Devvânî, biraz uzamış olan şu izahımızı icmal ederek
diyor ki: Selef-i salihine ve ehl-i hadisin muhakkiklerine göre, Enbiya-i Kiram
ba's olunduklarından sonra günah-ı kebairin bütün enva ve efradından gerek
âmden ve gerek sehven sıyanet-i İlahiye ile
mahfuzdurlar. Yine böyle âmden sagâirden de mahfuzdurlar. Binaenaleyh
Enbiya-i Kiram'a kizib, ma'siyet isnadına dair bir rivayet naklolunursa, o
rivayet tarik-i ahad ile menkul ise
merduddur. Tevatür tarîki ile naklolunmuş bulunuyorsa müevveldir.
Kelam kitaplarından hülasa ettiğimiz bu izahatı arzettikten sonra
Kadı İyaz'ın bu mevzua dair Şifa'sındaki çok kıymetli malumatı da bervech-i ati
hülasa ediyoruz: Enbiyalar 1) İ'tikadiyyat, 2) Akval, 3)
A'mal hususlarında bir mahzur-i şer'ide bulunmaktan masumdurlar:
İ'tikadiyyat: Enbiya-i Kiram'ın, Cenab-ı Hakk'ın zatına, sıfatına,
ef'aline vukufu, yakin derecesinde bir
ilimdir. Bu babda, Enbiya-i Kiram'da şekk, cehil bulunması bil'icma mümtenidir.
İbrahim aleyhisselam "Ya Rabbi!
Senden ihya-i emvat mucizesini isteyişim, kemal-i kudretin hakkında kalbimi son
derece tatmin içindir" demesi, Cenab-ı Hakk'ın ihya-i emvat hususundaki
kudretinden gönlünde bir ukde-i istifham, bir şüphe ve tereddüd bulunduğundan
dolayı değildir, belki Cenab-ı Hakk'ın duasına icabet hususunda nezd-i
Bari'deki derecesini anlamak içindir.
Yakin, kuvvet ve za'fı kabil bir halet-i
ruhiyye olduğundan ilmü'lyakin derecesinden aynü'lyakin derecesine
yükselmek içindir.
Yine böyle Resul-i Ekrem
(aleyhissalâtu vesselâm) فَإنْ
كُنْتَ في
شَكٍّ مِمَّا
اَنْزَلْنَا
اِلَيْكَ
فَاسْئَلِ
الّذِىنَ
يَقْرَؤُنَ
الْكِتَابَ (Yunus 94) ayet-i kerimesi ile vaki olan hitab-ı İlahîde Resul-i Ekrem'in
gönlünde hakikaten bir şekk ve tereddüdün mevcud olduğundan dolayı değildir.
Belki bu ehl-i şekke böyle söylemesini ta'lim içindir قُلْ
يَا مُحَمّد
اِنْ كُنْتَ takdirindedir. Nasıl ki قُلْ
يَا أيُّهَا
النّاسُ اِنْ
كُنْتُمْ في
شَكٍّ مِنْ
دِىنِي "Ey
nâs! Tebliğ ettiğim din-i İslam hakkında şek ve tereddüdünüz varsa, de..."
ayet-i kerimesinde böyle ta'lim buyrulmuştur. Hülasa: Bu yolda varid olan
hitabat-ı ilahiyye(3)
hep bu yolda müevveldir
.Şu da ehl-i ilmin icmaı ile sabit bir hakikattir ki:
Enbiya-i Kiram'ın cisimleri şeytanın
zarar vermesinden masun olduğu gibi kalpleri de vesvese ilka etmesinden
mahfuzdur.[24]
______________3) ومنه
قوله تعالى
خطابا لمحمد
)صلى اللّه
عليه وسلم(
)وَلَوْ شَاءَ
اللّهُ
لَجَمَعَهُمْ
عَلى الْهُدى
فََ
تَكْونَنَّ مِنَ
الْجَاهِلينَ
( ولنوح عليه
السم ) فَ
تَسئَلنيِ
مَا لَيْسَ لَكَ
بِه عِلْمٌ
اِنَّى
اَعِظُكَ
اِنْ تَكُونَ
مِنَ
الْجَاهِلينَ
( ليس ثبات
الجهل لهما بل
المراد هو
الوعظ بعدم
التشبه في
امور بسمات الجاهلين.
Ya ahkâm-ı diniyyenin tebliğine aid olur ki, zevat-ı enbiya bu
babda âmden ve sehv ü nisyan suveriyle hata etmekten bi'l-icma masundur. Yahut
da umur-u dünyaya aid olur ki, bu babda da yine âmden veya nisyanen ve hataen
ister hal-i rızada, ister hal-i gadabda, iste ciddi, ister mizahi, ister hal-i
sıhhatte, ister hal-i marazda olsun
peygamberler yine masundurlar. Bu babda da selefin icmaı vardır. Halef, felsefî
yollarda dolaşırken ihtilaf etmişlerdir. Bu babda en ziyade meşgul eden şey de yukarıda mükerreren izah edilen
Zülyedeyn kıssasıdır. Bu hadisede Zülyedeyn
hazretlerinin "Namaz kısaldı mı, yoksa nisyan mı
buyurdunuz?" sualine karşı كُلُّ
ذَلِكَ لَمْ
يَكُنْ "Bunların ikisi de vaki değildir"
diye cevap vermişlerdir ki, nisyanın vukuu
muhakkak idi. Hatta bu hadisin bazı rivayet tariklerinde Zülyedeyn'in
"Bunun ikisinden birisi vaki olmuştur ya Resulullah" sözüyle nisyanın
vukuuna teşvik etmiştir. Bu hâdise de günâgûn tevcih ve te'vil edilmiştir.
Fakat en basiti bunun bir nisyan değil, sehiv olmasıdır. Buhârî bile bu mevzua
dair olan hadisleri (Babü'ssehiv) diye bir
ünvan-ı umumi altında toplamamış mı idi? (Babu'n-Nisyan) dememişti. Çünkü Sehiv ile nisyan arasında lügavi fark
vardır. Nisyan; bir gaflet, bir ruhî afettir. Sehiv ise, bir şuğl-i kalbîdir. Bunun için Resul-i Ekrem
namazda sehveder de, namazda nisyan
etmez.[25]
Bu da peygamberlerden tebliğ muktezası olmayarak varid olan
akval-i enbiyaya şamil olur ki, bi'l-icma peygamberlerin fevahiş ve kebairden masun bulunduklarını mükerreren
bildirmiştik. Yalnız ihtilaf, peygamberlerden ihtiyarlariyle veyahut muktedir
olmayarak measiden masuniyyetlerindedir. Bu da izah edilmiş idi.
Sagâire gelince, selef fukaha ve muhaddislerinden birkısmı bunda
bir masuniyyet aramamıştır, belki tecviz etmişlerdir. Bazıları tevakkuf
etmişlerdir. Ne lehte ne de aleyhte beyan-ı re'y etmemişlerdir. Selefin
muhakkikleri ise peygamberlerin kebairden masun oldukları gibi, sagâirden de
masun oldukları içtihadında bulunmuşlardır. Bunlar, peygamberlere mutlak ve
bilakayd ü şart ittiba bu suretle tahakkuk eder, demişlerdir ki, bu mevzuun
şaheser bir fikir ve içtihadıdır. İmam Ebu Hanife'nin, İmam Malik'in, İmam
Şafii'nin rahimehümullah mezhebi budur. Bu mevzu hakkındaki meslek-i muhaddisîn
üzerine izahımıza da burada nihayet veriyoruz." [26]
ـ5213 ـ1ـ عن
عَلِيّ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: َ
تَكْذِبُوا
عَلَيّ فإنَّهُ
مَنْ كَذَبَ
عَليّ يَلِجُ
النّارَ[. أخرجه
الشيخان
والترمذي .
1. (5213)- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Benim hakkımda yalan söylemeyin.
Zira benim üzerime yalan uyduran cehenneme girer." [Buhârî, İlm 38;
Müslim, Mukaddime 1, (1); Tirmizî, İlm 8, (2662).][27]
AÇIKLAMA:
Hadis, Resulullah'a yalan
nisbet etmeyi yasaklamaktadır. Yasağa yalanın her çeşidi dahildir. Bazı
cahillerin: "Şeriatının te'yidine yardım ediyoruz" gibi bahanelerle
tergib ve terhib hususunda hadis uydurmaya cüretleri, bu hadisin ıtlakı
karşısında hiçbir meşruiyet kazanamaz ve
Resulullah'ın "ateşe girer" tehdidinin dışında kalamaz. İbnu
Hacer der ki: "Resulullah'ın söylemediği
bir şeyi O'na söyletmek, Allah'a da yalan nisbet etmeyi gerektirir.
Çünkü bu, dinde şer'î bir hüküm koymak demektir; bu hüküm vücub ifade etsin,
nedb ifade etsin veya bunların mukabilleri haram ve mekruh olsun
farketmez.." İbnu Hacer, sadece sapık mezheplerden Kerramiye'nin tergib ve
terhib hususunda -Kur'an ve sünnette gelen meselelerin yerleşmesi için- hadis
uydurmayı tecviz edip "Bu davranış şeriatın aleyhine değil, lehine
olduğu" gerekçesini de eklediklerini belirtir. Ayrıca, bazılarının
sadedinde olduğumuz hadisin bazı tariklerinde yer alan "İnsanları sapıtmak
için, hakkımda yalan uyduranlar..." şeklindeki bir ziyadeyi kendilerine
delil yapmak istediklerini belirten İbnu Hacer, bu ziyadenin sahih senetle
gelmediğini belirtir.
Esasen Resulullah hakkında yalan söylemeyi yasaklayan hadisler
mütevatirdir.[28]
ـ5214 ـ2ـ
وعن ابنِ
الزُّبَيْر
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهما
قال: ]قُلْتُ
‘بِي مَالِي َ
أسْمَعُكَ
تُحَدِّثُ
عَنْ رَسُولِ
اللّهِ #
كَمَا يُحَدِّثُ
فَُنٌ
وَفَُنٌ؟
فَقَالَ: أمَا
إنِّي لَمْ
أُفَارِقْهُ
مُنْذَ
أسْلَمْتُ
وَلَكِنِّي
سَمِعْتُهُ
يَقُولُ: مَنْ
كَذَبَ عَليّ
مُتَعَمِّداً
فَلْيَتَبَوَّأ
مَقْعَدَهُ
مِنَ
النّارِ[.
أخرجه
البخاري وأبو
داود.»التَّبَوُّأْ«
اتخاذ المنزل
.
2. (5214)- İbnu'z-Zübeyr
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Babama dedim ki: "Ben niye senin
Resulullah'tan hadis rivayetini işitmiyorum. Halbuki falan ve falandan çokça
işitiyorum?" Bana şu cevabı verdi:
"Evet ben, Müslüman olduğum günden beri Aleyhissalâtu
vesselâm'ı hiç terketmedim. Hep beraber olduk. Ancak O'nun şöyle söylediğini de
işittim:
"Kim bile bile bana yalan nisbet ederse ateşteki yerini
hazırlasın." [Buhârî, İlm 38, Ebu Davud, İlm 4, (3651).][29]
AÇIKLAMA:
Burada, babasından "niye çok rivayet etmiyorsun?" diye
soran Abdullah'tır; babası da Hz. Zübeyr (radıyallahu anhümâ). Zübeyr'in
"Resulullah'tan ayrılmadım" sözü ekseriyeti ifade eder. Nitekim o
Habeşistan'a hicret ederek ayrılmıştır. Keza hicret sırasında Aleyhissalâtu vesselâm'la
beraberliği yoktur. Öyleyse "beraberliğimiz fazladır" demek
istemiştir. Bu beraberliğin hakkı çok rivayeti gerektirdiği halde, Hz. Zübeyr,
Resulullah'ın söylemediği bir şeyi O'na nisbet etme korkusuyla rivayetten
kaçınmıştır. Bu davranış sadece Hz. Zübeyr'e has değildir. Hz. Ebu Hureyre, Hz.
Aişe veya İbnu Abbas gibi kuvvetli hafızası olanlar Resululah'ın sözüne ilavede
bulunmaktan veya bazı eksikliklere yer vermekten korkarak imkân nisbetinde
hadis rivayetinden kaçınmışlardır. Bu hususu ileriki ciltlerde genişçe
açıklayacağız. Hz. Zübeyr, çok hadis rivayet etmeyişteki sebebin, bu mevzudaki
bir telakkiden, belli bir düşünce sisteminden ileri geldiğini, bu rivayetin bir
başka veçhinde daha açık beyan etmiştir. Şöyle der: "Oğulcuğum, Resulullah'la aramızda, bildiğin üzere, akrabalık ve manevî
bağlar da vardı. Onun halası annemdi. Zevcesi Hz Hatice halamdı. Annesi Amine
Bintu Vehb ve büyükannem Hale Bintu Vüheyb, Abdu Menaf İbnu Zühre'nin
kızlarıydı. Annen (Esma) yanımdaydı, onun kızkardeşi Aişe de Resulullah'ın
yanındaydı. Ne var ki ben Aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Bana bile bile yalan nisbet eden, cehennemdeki yerini
hazırlasın" dediğini işittim."
Buhârî'de müteammiden (bile bile) ibaresi mevcut değildir.
Hata yapanın günahkâr olmayacağı icma ile sabit olduğu halde,
Zübeyr'in hata yaparım korkusuyla rivayetten kaçınmasını İbnu Hacer şöyle
açıklar: "Hata yapan, bi'l-icma, günahkâr sayılmasa da Zübeyr, çok rivayet
sebebiyle farkına varmadan hata yapmaktan korkmuştur. Çünkü, hata sebebiyle
günahkâr olmasa da, bazan çok yapmaktan dolayı günahkâr olunur. Zira çok yapma
hata kaynağıdır. Güvenilir kişi (sika) hatalı rivayette bulunsa, bu da ondan
tahammül edilse (öğrenilip alınsa), o bunun hata olduğunu hissetmese, onun nakline güven sebebiyle bu hatalı rivayetle ilelebed amel edilir. Böylece, Şari'in
söylemediği bir şeyle amel etmeye sebep olmuş olur. Öyleyse, kim çok rivayetten
hataya düşme korkusuna kapıldığı halde çok rivayete yönelirse, onun günaha
düşmeyeceğinden emin olunamaz. Bu sebeple Zübeyr ve Ashab'tan daha birçokları
çok rivayetten kaçındılar. Sahabeden çok rivayet edenler, titiz davrandıkları
hususunda kendilerinden emin olmalarına hamledilir. Yahut da bunların ömrü
uzadığı için, bildiklerine ihtiyaç hasıl olunca onlardan sordular. Bunlar da sonuna
kadar ketum olmaya muvaffak olamadılar."
Bu noktada İbnu Hacer, müksirundan olan Enes hazretlerinin de çok
rivayet etmekten korkup, rivayetten kaçınanlardan olduğunu, ancak ömrü uzadığı
için, birkısım hadisleri ketmetmeye muktedir olamadığını belirtir. Kanaatini
te'yiden Ahmed İbnu Hanbel'de gelen bir rivayeti kaydeder: "Attab Mevla
Hürmüz demiştir ki: "Enes'in şöyle söylediğini işittim: "Hata
etmekten korkmasaydım, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)' ın söylediklerinden
sana çok şey rivayet ederdim..." Ahmed İbnu Hanbel bu rivayetle, Hz.
Enes'in nazarında sıhhati tahakkuk edenleri rivayet edip, şekke düştüklerini
terkettiğine işaret etmiştir. İbnu Hacer de: "Eğer Enes her duyduğunu
rivayet etmiş olsaydı, onun merviyyatı, bilineni kat kat aşardı" der.[30]
ـ5215 ـ3ـ
وعن
الْمُغِيرَة
بن شُعْبة
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه قال:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ # إنَّ
كَذِباً
عَليّ لَيْسَ
كَكَذِبٍ
عَلى أحَدٍ، فَمَنْ
كَذَبَ عَليّ
مُتَعَمِّداً
فَلْيَتَبَوَّأ
مَقْعَدَهُ
مِنَ
النّارِ[.
أخرجه الشيخان
والترمذي .
3. (5215)- Muğîre İbnu
Şu'be (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Benim üzerime söylenen yalan, bir başkası üzerine söylenen
yalan gibi değildir. Öyleyse kim bile bile bana yalan nisbet ederse
cehennemdeki yerini hazırlasın!" [Buhârî, Cenaiz 34; Müslim, Mukaddime 4,
(4); Tirmizî, İlm 9, (2664).][31]
AÇIKLAMA:
1- 5209 numaralı hadiste belirtilen üç durum dışında kizb,
dinimizde şiddetle yasaklanmış olmakla birlikte, Resulullah hakkındaki yalanın
daha büyük bir cinayet ve günah olacağına bu hadiste ayrıca dikkat
çekilmektedir. Bu hadis başkası hakkında yalan söylemeyi tecviz etmiş değildir.
Bilakis, başkası hakkında yalanın haram olduğu çeşitli naslarla tesbit ve
takrir edilen bir husustur. Öyleyse burada, yalanların günah itibariyle bir
olmadığı, Aleyhissalâtu vesselâm hakkındaki yalanın çok daha ağır cezayı
getireceği, kişinin ateşteki yerini kendi eliyle hazırlayacağı ifade
edilmiştir.
Şarihler emir sigasıyla olan
"hazırlasın!" ifadesinin haber şeklinde yani,
"hazırlayacaktır, hazırlamıştır" manasında da anlaşılmasının doğru
olacağına dikkat çekerler.
2- Şarihler Resulullah hakkındaki yalanın farklılığını izahta
iki nokta-i nazar zikrederler.
a) Alimlerden bir kısmına göre, Resulullah'a bile bile yalan nisbet eden kimse tekfir edilir. Ebu
Muhammed el-Cüveynî bu görüştedir. Ancak oğlu İmamu'l-Harameyn ve arkadan
gelenler bu görüşü zayıf bulmuşlardır. İbnu'l-Münir de Ebu Muhammed
el-Cüveyni'nin görüşüne meyletmiş, "Resulullah hakkında yalan söyleyen, bu
haramı helal addetme haline düçardır veya
helal addettiğine hamledilir, haramı helal addetmek küfürdür, küfre
hamletmek de küfürdür" açıklamasını getirmiştir. Bu görüş de su götürür
bulunmuştur. Bu sebeple cumhur, Resulullah'a yalan nisbet etmenin helal
olduğuna itikad ederse tekfir edileceğine,
aksi takdirde tekfir edilemeyeceğine hükmetmiştir.
b) İkinci açıklamaya göre: Aleyhissalâtu vesselâm hakkında
yalan, büyük günahtır, diğerleri
hakkındaki yalan ise küçük günahtır. Böylece iki yalan arasındaki fark ortaya
çıkar. Bu suretle anlaşılır ki, başkaları hakkında söylenen yalan ile
Resulullah hakkında söylenen yalanın "haram" olmakta birleşmeleri
bunlara terettüp edecek cezanın da eşit ve bir olmasını, cehennemdeki
yerlerinin ve o yerde kalış müddetlerinin
bir ve eşit olmasını gerektirmez. Gerçi Resulullah'ın
"hazırlasın!" ifadesinin zahiri cehennemde kalıştaki müddetin
uzunluğunu ifade eder. Çünkü ifadeye göre, kişi kendine bir başka yer
hazırlamamış olduğu için cehennemden çıkamayacaktır. Ne var ki, Kur'an ve
hadiste gelen kat'î deliller, cehennemde ebedî kalışın kâfirlere mahsus
olduğunu ifade etmektedir.
3- Bu hadis, pek çok tarikten gelen mütevatir hadislerden biridir. Bazıları
tevatür için koşulan şartları, kamil manada bu hadisin taşıdığını bile söylemiştir. Ancak İbnu Hacer
bu ifadeyi ifratkâr ve isabetsiz bulur. مَنْ
بَنَى للّهِ
مَسْجِداً keza المَسْحُ
عَلى
الْخُفَّيْنِ
keza رَفْعُ
الْيَدَيْنِ keza الشَّفَاعَةُ
keza الْحَوْضُ
keza رُؤْيَةُ
للّهِ keza اَ‘ئِمَّةُ
مِنْ قُرَيْش gibi nice hadislerin tevatür şartlarını taşıdığını
gösterir. Bu hadisi rivayet eden sahabelerin sayısı hususunda muhtelif tahkikler yapılmıştır.
Nevevî'nin nakline göre hadisi iki yüz sahabe rivayet etmiştir. Doğruyu Allah
bilir.[32]
ـ5216 ـ4ـ
وعن مُجَاهد
قال: ]جَاءَ
بُشَيْرٌ
الْعَدَوِيُّ
الى ابنِ
عَبّاسٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهما
فَجَعَلَ
يُحَدِّثُ
وَيَقُولُ
قَالَ رَسُولُ
اللّهِ #،
وَجَعَلَ
ابْنُ
عَبّاسٍ َ يَأذُنُ
لِحَدِيثِهِ
وََ يَنْظُرُ
إلَيْهِ. فَقَالَ
لَهُ
بُشَيْرٌ:
مَالِي
أرَاكَ َ تَسْمَعُ
لِحَدِيثِي،
أُحَدِّثُكَ
عَنْ رَسُولِ
اللّهِ # وََ
تَسْمَعُ.
فقَالَ ابْنُ
عَبّاسٍ:
إنَّا كُنَّا
مَرَّةً إذَا
سَمِعْنَا
رَجًُ يَقُولُ:
قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #
اِبْتَدَرَتْهُ
أبْصَارُنَا
وَأصْغَيْنَا
إلَيْهِ
بِأسْمَاعِنَا.
فَلَمَّا
رَكِبَ
النّاسُ
الصَّعْبَةَ
وَالذَّلُولَ
لَمْ نَأخُذْ
مِنَ النّاسِ
إَّ مَا
نَعْرِفُ[.
أخرجه مسلم.»َ
يَأذَنُ« أي يستمع.و»الصَّعْبَةُ
وَالذَّلُولُ«
شدائد ا‘مور
وضدها،
والمراد ترك
المباة با‘مور
وا“حتراز في
القول والفعل
.
4. (5216)- Mücahid merhum
anlatıyor: "Büşeyr el-Adevî, Hz. İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ya gelip:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki..."
diyerek birşeyler anlatmaya kalktı. Ancak İbnu Abbas onu konuşmaya
bırakmadı ve kendisine iltifat etmedi.
Büşeyr:
"Sözlerimi niye dinlemiyorsunuz? Ben size Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'dan anlatıyorum, hiç tınmıyorsunuz, niçin?" diye
sordu. İbnu Abbas ona şu cevabı verdi:
"Biz vaktiyle, bir kimsenin "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki" dediğini işitince, gözlerimizi ona çevirip
kulaklarımızı da dinlemek üzere uzatıyorduk. Ne zaman ki, insanlar hadis
rivayetinde laubalileştiler, biz de onlardan ancak bildiklerimizi almaya
başladık." [Müslim, Mukaddime 7, (7).][33]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, Resulullah'tan hadis rivayeti hususunda, daha Ashab devrinde titizliğin başladığını gösteren rivayetlerden
biridir. Daha nice emsali gibi bu da, hadis rivayetinin ta bidayette disiplin, kontrol ve itina ile
yapıldığını, muhaddisleri bu hassasiyete
bilhassa menfi faaliyetlerin sevkettiğini gösterir. Bir kısım alimler, fitne
ile ifade edilen menfi faaliyetlerden maksadın Hz. Osman'ın şehadeti olduğunu
belirtir. Şu halde hadiste titizlik ve
sened arama işini bu tarihe kadar indirmek mümkündür.
Bu hususun bilinmesi, hadisin üçüncü asra kadar rastgele rivayet
edilip, o asırda bir folklör derlemesi tarzında toplanıp yazıldığını söyleyen
Batılı müsteşriklerle, bu iddialara kapılan yerli cühelanın ne derece esassız
iddialara dayandıklarını anlamak için ehemmiyet taşır. [34]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/546.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/547.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/547.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/547-548.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/548.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/548-549.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/549.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/549-550
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/550.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/550.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/551.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/551.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/552.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/552-553.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/554.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/554.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/554.
[19] Bunlar 5209 numaralı hadisin Açıklama
kısmında kaydedildi.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/6-7.
[21] Hz. İbrahim'in kavmi,yıldız falına yer
verirdi. Yıldızlara bakmakla onların tarzına yer verip, ikna olmalarını
sağlamıştır.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/7-9.
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/9.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/9-11.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/12.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/12.
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/13.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/13.
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/14.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/14-15.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/15-16.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/16-17.
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/17-18.
[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/18.