YASAKLAR.. 4

254) Sakınılması Gereken Şeyler. 4

255) Gıybet Dinleme Yasağı, Gerektiğinde O Toplantıyı Terketme Gereği 7

256) Gıybetin Mübah Olabileceği Haller. 8

257) İnsanlar Arasında Söz Taşımanın Yasaklığı 10

258) İdarecilere Söz Taşıma Yasağı 10

259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi 11

260) Yalan Söylemenin Haram Oluşu. 11

261) Yalan Söylemenin Câiz Olduğu Yerler. 14

262) Sözü Sağlamlaştırmaya Teşvik. 14

263) Yalan Şahitliğin Şiddetle Yasak Oluşu. 15

264) Belli Bir İnsan Veya Hayvana Lânet Etme Yasağı 16

265) İsim Belirtmeksizin Günahkarlara Lanet Etmenin Caiz Oluşu. 17

266) Müslümana Sövme Yasağı (Haksız Olarak Bir Müslümana Söğüp Sayma Yasağı) 18

267) Ölülere Sövme Yasağı (Haksız Yere, Bid'at Ve Günahına Ortak Olmaktan Sakındırmak Gibi Dinî Bir İyilik Maksadı Da Bulunmaksızın Ölülere Sövüp Saymanın Nehyedilmiş Olduğu) 19

268) Müslümanlara Eziyet Etmemek Ve İncitmemek. 19

269) Müslümanlara Buğuz Etme İlişki Kesme Ve Sırt Çevirmenin Yasaklığı 19

270) Bir Kimsenin Sahip Olduğu Dini Ve Dünyevi Nimetlerin Elinden Çıkmasını İstemenin Haram Kılındığı 20

271) Gizli Şeyleri Araştırmanın Ve Duyulması İstenmeyen Şeyleri Duymaya Çalışmanın Yasak Oluşu  20

272) Müslümanlara Gereksiz Yere Sûizanda Bulunma Yasağı 22

273) Müslümanı Küçük Görme Ve Aşağılamanın Yasak Oluşu. 22

274) Müslümanın Felâketini Sevinçle Karşılama Yasağı (Müslümanın Başına Gelen Bir Felâketten Dolayı Sevinç Gösterisinde Bulunmanın Nehyedilmiş Olduğu) 23

275) Neseb' e Dil Uzatmanın Haram Oluşu. 23

276) Hile Yapma Ve Aldatma Yasağı 24

277) Sözden Cayma, Ahdi Bozma Yasağı 25

278) Bağış Ve Benzeri İyilikleri Başa Kakma Yasağı 26

279) Övünmek Ve Haksız Yere Taşkınlık Yapmanın Yasaklığı 27

280) Üç Günden Fazla Müslümanlarla İlgiyi Kesmenin Yasak Oluşu. 27

281) Fısıldaşma Yasağı 28

282) Gereksiz Ve Aşırı Cezalandırma Yasağı (Bir Uşağı, Hayvanı, Kadını Ve Çocuğu Meşrû Bir Sebebe Dayanmadan Veya Terbiye Sınırını Aşacak Şekilde Cezalandırma Yasağı) 29

283) Canlıları Yakma Yasağı (Karınca Ve Benzerleri Dahil Herhangi Bir Canlıyı Ateşle Yakmanın Haram Olduğu) 31

284) Zenginin Borcunu Geciktirmesi (Alacaklının İsteği Karşısında Zengin Bir Kimsenin Borcunu Geciktirmesinin Haram Olduğu) 31

285) Bağıştan Dönmenin Kerâheti (Bir İnsanın, Hibe Ettiği Kişiye Henüz Teslim Etmediği Bağışından Vaz Geçmesinin; Teslim Etmiş Olsun Olmasın Kendi Çocuğuna Yaptığı Hibeden Dönmesinin Mekruh Olduğu Ve Yine Sadaka, Zekat, Kefâret V. S. Olarak Çıkarıp Verdiklerinin Bir Kısmını Verdiği Kişiden Satın Almasının Mekruh Olduğu Ama Bunların Kendisine İntikal Etmiş Olduğu Bir Üçüncü Şahıs Veya Kurumdan Satın Alınmasında Herhangi Bir Sakınca Ve Kerâhetin Bulunmadığı) 32

286) Yetim Malı Yemenin Haram Oluşu. 32

287) Faizin Haram Oluşu. 33

288) Gösterişin (Riya) Haramlığı 34

289) Riyâ Olmadığı Halde Riyâ Sanılan Durumlar. 35

290) Yabancı Kadın Ve Genç Çocuklara Şehvetle Bakmanın Yasak Oluşu. 36

291) Yabancı Bir Kadınla Başbaşa Kalma Yasağı 37

292) Kadın – Erkek Benzeşmesi Yasağı (Giyim – Kuşamda, Hal – Hareket Ve Benzeri Konularda Erkeklerin Kadınlara, Kadınların Erkeklere Benzemesinin Haram Olduğu) 38

293) Şeytana Ve Kâfirlere Benzeme Yasağı 38

294) Boyama Yasağı (Müslüman Erkek Ve Kadınların Saçlarını Siyaha Boyamalarının Yasaklanmış Olduğu) 39

295) Yarım Tıraş Yasağı (Başın Bir Kısmını Tıraş Edip Bir Kısmını Bırakmanın Nehyedildiği Ve Kadın İçin Değil Erkek İçin Saçlarının Tamamını Tıraş Etmenin Mübah Olduğu) 39

296) İğreti Saç Takma Ve Dövme Yaptırma, Dişlerini Süslü Görünsün Diye Törpületmenin Yasaklığı 40

297) Beyaz Kılları Yolma Yasağı (Saç, Sakal Ve Başka Yerlerdeki Beyaz Kılları Koparmanın Ve Gençlerin Yüzlerinde İlk Çıkan Tüyleri Yolmalarının Mekruh Olduğu) 42

298) Sağ Elle Tahâretlenmenin Kerâheti (Özrü Olmadığı Halde Sağ Elle İstinca Yapmanın, Sağ Elle Tenâsül Organını Tutmanın Mekruh Olduğu) 42

299) Tek Ayakkabı İle Gezmenin Mekruh Olduğu (Özürsüz Olarak Tek Ayakkabı Ve Mest İle Gezmenin Ve Yine Özürsüz Ayakta Ayakkabı Veya Mest Giymenin Mekruh Olduğu) 42

300) Ateşi Yanar Halde Bırakma Yasağı (Uyku Zamanı Evde Lamba Ve Ocak Gibi Parlamaya Elverişli Nesneleri Yanar Halde Bırakmanın Nehyedildiği) 43

301) İş Ve Sözde Faydasız Yükler Yüklemenin Yasaklığı 44

302) Ölüye Ağıt Yakma Yasağı (Ölünün Arkasından Bağıra–Çağıra Ağlamanın, Yüzünü Tırmalamanın, Yaka–Paça Yırtmanın, Saçını Yolmanın, Kazıtmanın Ve "Kahrolayım, Helâk Olayım" Diye Beddua Etmenin Haram Olduğu) 44

303) Falcılara Ve Kâhinlere İnanma Yasağı (Gaybden Haber Verdiğini Söyleyen Kâhinlere, Müneccimlere, Gizli İşleri Ortaya Çıkaracağını İddia Edenlere, Kum, Çakıl, Arpa Ve Benzeri Şeylerle Falcılık Yapanlara Gitmenin Ve Söylediklerine İnanmanın Nehyedilmiş Olduğu) 46

304) Uğursuzluğa İnanma Yasağı 47

305) Canlı Resmi Yapma Ve Bulundurma Yasağı (Yaygı, Taş, Elbise, Gümüş Veya Altın Para, Yastık, Minder Gibi Eşyâya Canlı Resmi Çizmenin Haramlığı Ve Yine Duvar, Tavan, Perde, Sarık, Elbise Ve Benzeri Yer Ve Eşyâ Üzerinde Resim Bulundurmanın Haramlığı Ve Sûretleri Yok Etmeyi Emretmek) 48

306) Köpek Edinme Yasağı (Av, Çoban Ve Ziraat Köpekleri Dışında Köpek Edinmenin Yasaklanmış Olduğu) 50

307) Hayvanlara Çan Takmanın Kerâheti (Deve Ve Benzeri Hayvanlara Çan Takmanın Ve Yolculukta Köpek Ve Çan Bulundurmanın Mekruh Olduğu) 50

308) Pislik Yiyen Deveye Binme Yasağı (Dışkı Yemeye Alışmış Erkek Veya Dişi Deveye Binmenin Mekruh Olduğu. Böyle Bir Hayvan Temiz Yem Yer De Etinden Pislik Kokusu Giderse Kerâhetin De Kalmayacağı) 51

309) Mescide Tükürme Yasağı (Mescide Tükürmeyi Yasaklamak, Mescidde Görülen Tükrüğün Giderilmesini Ve Mescidlerin Her Türlü Pislikten Arındırılmasını Tavsiye Etmek) 51

310) Mescidde Gürültü Yapmanın Kerâheti (Mescidde Tartışmak, Yüksek Sesle Konuşmak, Yitik Soruşturmak, Mal Alıp Satmak, Ev Kiralamak Gibi Birtakım Faaliyetlerde Bulunmanın Mekruh Olduğu) 52

311) Kötü Kokularla Mescide Gelme Yasağı (Zarûrî Haller Dışında, Sarmısak, Soğan, Pırasa Ve Benzeri Kötü Kokulu Şeyler Yiyen Kimsenin Koku Kaybolmadan Mescide Girmesinin Nehyedildiği) 53

312) Hutbe Okunurken Dizlerini Dikip Oturmanın Kerâheti (Cuma Günü İmam Hutbe Okurken, Uyku Getireceği, Hutbeyi Dinlemeye Engel Olacağı Ve Abdestin Bozulmasına Vesile Olacağı Endişesi Sebebiyle Dizleri Dikip Elleri Dizler Üzerine Bağlayarak Oturmanın Mekruh Olduğu) 54

313) Kurban Kesmek İsteyerek Zilhicce Ayının Onuna Ulaşan Kimsenin Kurbanı Kesinceye Kadar Saçından Ve Tırnaklarından Bir Şey Almasının Nehyedilmiş Olduğu. 54

314) Üzerine Yemin Edilmesi Yasaklananlar (Peygamber, Kâbe, Melekler, Gökyüzü, Ecdat, Hayat, Ruh, Başkan, Sultanın Hayatı, Sultanın Nimeti, Bir Kimsenin Türbesi Ve Emanete Yemin Etmenin Yasak Oluşu) 54

315) Bilerek Yalan Yere Yemin Etmenin Büyük Günah Oluşu. 55

316) Yemini Bozup Kefâretini Vermek (Bir Konuda Yemin Eden Kişinin Ondan Başkasını Daha Hayırlı Görürse, Hayırlı Gördüğünü Yapıp, Sonra Yemininin Kefâretini Vermesinin Mendup Oluşu) 56

317) Söz Arasında Yemin Maksadı Olmaksızın Söylenen Sözlerin Yemin Sayılmayacağı 56

318) Doğru Bile Olsa Alış Verişte Yemin Mekruhtur. 57

319) Allah Rızası İçin İstemek (Allah Rızâsı İçin Cennetten Başka Bir Şey İstemenin Mekruhluğu, İstemesine Allah'ı Vesile Kılarak Allah Adı İle İsteyen Kimseyi Geri Çevirmenin Hoş Görülmeyişi) 57

320) Sultana Ve Başkalarına Şehinşah Demenin Haram Oluşu (Sultana Ve Diğer Yöneticilere Şehinşah Demenin Haram Kılındığı, Çünkü Bunun Anlamının Melikler Meliki Demek Olduğu Ve Bununla Yüce Allah'tan Başkasının Nitelendirilemeyeceği) 58

321) Fâsık, Bid'atçı Ve Bunlar Gibilerine Seyyid Ve Benzeri Adlarla Hitap Edilmesinin Yasaklanması 58

322) Ateşli Hastalıklara Sövmenin Mekruhluğu. 58

323) Rüzgâra Sövmenin Yasaklığı Ve Rüzgâr Estiğinde Ne Denileceği 58

324) Horoza Sövmenin Mekruh Oluşu. 59

325) İnsanın "Şu Yıldız Sayesinde Yağmura Kavuştuk" Demesi Yasaklanmıştır. 59

326) Müslümana Kâfir Demenin Haram Oluşu. 59

327) Kötü Söz Ve Fena Konuşmanın Yasak Oluşu. 60

328) Konuşmada Dikkat Edilmesi Gereken Özellikler (Ağzını Yayarak, Kendini Sanatlı Konuşmaya Zorlayarak, Halkın Anlayamayacağı Kelimeler Kullanarak, Dil Bilimin İnceliklerinden Bahsederek Konuşmanın Mekruh Olduğu) 60

329) "Nefsim Murdar Oldu" Demenin Mekruh Oluşu. 61

330) Üzüme Kerm Demenin Mekruh Oluşu. 61

331) Bir Kadının Güzelliğini Bir Erkeğe Anlatmanın Yasak Oluşu (Bir Kadının Güzelliklerini Bir Erkeğe Anlatmanın Yasaklandığı Ancak O Kadını Nikahlamak Gibi Şeriata Uygun Bir Maksatla Buna İhtiyaç Duyulursa Anlatılmasına İzin Verildiği) 62

332) İnsanın Dua Ederken, "Allahım Dilersen Beni 62

Bağışla" Demesinin Mekruhluğu Ve İsteğini Kesin Bir Dille İfade Etmenin Gerektiği 62

333) "Allah Ve Filanca Dilerse" Demenin Mekruh Oluşu. 63

334) Yatsıdan Sonra Allah’ın Rızası Olmayan Konuşmaların Mekruh Olduğu. 63

335) Kadının Kocasının Çağrısına Uyma Zorunda Oluşu (Dini Bir Özrü Bulunmadığı Sürece Bir Kadının Kocası Kendisini Çağırdığı Vakit Onun Yatağına Gitmemesinin Haram Oluşu) 63

336) Kocası Yanında Bulunan Bir Kadının Onun İznini Almadan Nafile Oruç Tutmasının Haram Olduğu  64

337) İmama Uyan Kimsenin İmamdan Önce Başını Rükû Ve Secdeden Kaldırmasının Haram Oluşu  64

338) Namazda Eli Böğüre Koymanın Mekruh Oluşu. 64

339) Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Haller (Yemek Hazırken Ve Canı Yemek Arzu Ederken, Büyük Veya Küçük Abdest Bozma Sıkıntısı Varken Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu) 65

340) Namazda Gözleri Semaya Dikmenin Yasak Oluşu. 65

341) Bir Mazereti Olmaksızın Namazda Başını Sağa Sola Çevirmenin Mekruh Oluşu. 65

342) Kabirlere Doğru Namaz Kılmanın Yasak Olduğu. 65

343) Namaz Kılan Kimsenin Önünden Geçmenin Haram Oluşu. 66

344) Müezzin Kâmete Başlayınca Nafile Kılmanın Mekruh Oluşu (Müezzin Farz Namaz İçin Kâmete Başladıktan Sonra İmama Uyacak Kişinin O Farz Namazın Sünneti Bile Olsa Nafile Kılmaya Başlamasının Mekruh Oluşu) 66

345) Orucu Sadece Cuma Günü Tutmanın Ve Cuma Gecesini Namaza Ayırmanın Mekruh Oluşu  66

346) İftar Etmeden Orucu Birbirine Eklemenin Haram Oluşu (Yiyip İçmeksizin İki Veya Daha Fazla Günün Oruçlarını Birbirine Eklemenin Haram Oluşu) 67

347) Kabir Üzerine Oturmanın Haram Oluşu. 67

348) Kabri Kireçlemenin Ve Üzerine Bina Yapmanın Yasak Oluşu. 67

349) Kölenin Efendisinden Kaçmasının Ağır Bir Haram Oluşu. 67

350) Şer'î Cezaların Uygulanmaması İçin Aracı Olmanın Haram Oluşu. 68

351) Halkın Geçeceği Yola, Gölgeleneceği Yere, Su Kenarlarına Ve Benzeri Yerlere Abdest Bozmanın Yasak Oluşu. 68

352) Durgun Suları İdrar Ve Benzeri Pisliklerle Kirletmenin Yasak Oluşu. 69

353) Bir Babanın Mal Bağışlarken Çocukları Arasında Ayırım Yapmasının Doğru Olmadığı 69

354) Yas Tutmanın Yasak Oluşu (Bir Kadının Kocası Dışında Bir Ölü İçin Üç Günden Fazla Yas Tutmasının Haram Oluşu, Sadece Kocası İçin Dört Ay On Gün Yas Tutabileceği) 70

355) Simsarlık Ve Satış Üzerine Satış Yapmanın Yasak Oluşu (Şehirlinin Köylüye Simsarlık Etmesinin, Pazara Mal Getiren Köylüleri Pazar Dışında Karşılayıp Mallarını Ucuza Almanın, Kardeşinin Satışı Üzerine Satış Yapmanın, Başkasının Nişanladığı Bir Kadına, Nişanlayan İzin Vermeden Veya Onu Terk Etmeden Talip Olmanın Haram Oluşu) 70

356) Şeriatın İzin Verdiği Yerlerden Başka Alanda Malı Telef Etmenin Yasak Oluşu. 71

357) Silâhla Şakalaşmanın Yasak Oluşu (Ciddî Veya Şaka Olarak Bir Müslümana Silâh Ve Benzeri Şeylerle İşaret Etmenin Ve Kınından Çıkmış Kılıcı Alıp Vermenin Yasaklığı) 72

358) Ezandan Sonra Mescidden Çıkmanın Mekruh Oluşu (Ezan Okunduktan Sonra Bir Özür Olmadıkça Farz Namaz Kılınıncaya Kadar Mescidden Çıkmanın Mekruh Olduğu) 72

359) Özrü Olmaksızın Güzel Kokuyu Reddetmenin Mekruh Olduğu. 73

360) Kişiyi Yüzüne Karşı Övmek (Kendini Beğenmesinden Ve Benzeri Hallerinden Korkulan Kimseyi Yüzüne Karşı Övmenin Mekruhluğu, Bu Hususta Güvenilen Kimseyi Övmenin Câiz Olduğu) 73

361) Bulaşıcı Hastalık Olan Yerden Dışarı Kaçmanın Ve Böyle Bir Yere Girmenin Mekruh Olduğu  74

362) Sihir Ve Büyü Yapmanın Kesinlikle Haram Olduğu. 75

363) Düşman Eline Geçmesinden Korkulduğunda Mushaf İle Kâfirlerin Yurduna Yolculuğun Yasak Kılındığı 75

364) Altın Ve Gümüş Kap Kullanmanın Yasak Oluşu (Yemede, İçmede, Taharette Ve Benzeri Yerlerde Altın Ve Gümüş Kap Kullanmanın Haram Olduğu) 76

365) Erkeğin Sarı Renk İle Boyanmış Elbise Giymesinin Haram Oluşu. 76

366) Gün Boyu Konuşmadan Susup Durmanın Yasak Oluşu. 77

367) Kendi Babası Olmayan Birini Babası Diye Göstermenin, Kendi Efendisi Olmayan Birini Efendi Kabul Etmenin Haram Olduğu. 77

368) Allah Ve Resûlü’nün Yasakladığı Şeylerden Sakınmak. 78

369) İlâhî Bir Yasağı Çiğneyen Kimsenin Ne Diyeceği 78


YASAKLAR

 

254) Sakınılması Gereken Şeyler

 

Bu bölümdeki üç ayet ve on yedi hadis-i şeriften müslümanların birbirlerini çekiştirmemeleri gerektiğini, bu işin ölü eti yemek gibi tiksindirici olduğunu, bilinmeyen bir konunun arkasına düşülmemesi gerektiğini, çünkü göz, kulak ve kalbin yaptıklarından sorumlu tutulacaklarını, insanın her söylediği sözün anında mutlaka gözetleyen ve kaydeden bir meleğin bulunduğunu ve kaydettiklerini, müslümanın mutlaka hayır söyleyip yahut susması gerektiğini, en değerli müslümanın başkalarının elinden ve dilinden emniyette olduğu kimse olduğunu, diliyle üreme organını korumaya söz verene Allah Rasulü'nün cennet sözü verdiğini, düşünmeksizin söylenen sözlerden dolayı kişinin cehenneme düşebileceğini, aynı şekilde Allah'ın hoşnud olduğu bir cümle söylemekle de ahiretteki derecenin artacağını, Rabbim Allah'tır diyerek dosdoğru olmanın gerektiğini, Allah'ı hatırlamaksızın geçireceğimiz hiçbir zaman olmadığını, kurtuluş reçetesinin aleyhte olacak şeylerden uzakta kalınmasını, günah ortamlarından uzak durulmasını, günahlarımız için pişmanlık gözyaşları dökülmesini, insanın bütün uzuvlarının dilden şikayetçi olduklarını, dil vasıtasıyla doğrulup yine onunla yamuklaşacaklarını, kişiyi cehennemden uzaklaştırıp cennete sokacak amelin şirke düşmeksizin Allah'a kul olunması, namaz, zekat ve oruçla haccın yerine getirilmesi olduğunu, gece yarısı kılınacak namazın günahları söndüreceğini, namazın ve cihadsız müslümanın müslümanlık olmayacağını, en tehlikeli uzvun dil olduğunu, onun korunması gerektiğini, gıybet edilmemesi gerektiğini, müslümanın müslümana kanı, canı ve namusunun haram olduğunu, insanları çekiştirme ve taklid yapmanın yasak olduğunu, gıybet yapanların kıyametteki cezalarının ne olduğunu öğreneceğiz. [1]

 

"Ey iman edenler! Birbiriniz hakkında yersiz zanda bulunmaktan kaçının, çünkü bazı zan ve şüphe vardır ki, günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın ve birbirinizi arkadan çekiştirmeyin. Biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Hayır, siz ondan iğrenirsiniz. Öyleyse adam çekiştirmekten de öylece iğrenin ve yolunuzu Allah'ın  kitabıyla bulmaya çalışın. Şüphesiz Allah tevbeleri kabul eden ve acıyandır." (Hucurat: 49/12)

"Bilmediğin şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve kalp, hepsi sorumludur. Kıyamette sorguya çekilecektir." (İsra: 17/36)

"İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen, dediklerini zapteden bir melek hazır bulunmasın." (Kaf: 50/18)

 

1514. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah'a ve âhiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun."[2]

 

* Mü'min ve müslüman olduğunu söyleyen kimse daima insanlara faydalı olandır. Herşeyiyle faydalı olan müslüman diliyle de faydalı olmalıdır, faydalı olmayanlarsa veya zararı olanlarsa da susmalıdır. [3]

 

1515. Ebû Mûsâ radıyallahu anh şöyle dedi:

– Ey Allah'ın Resûlü! Hangi müslüman en üstündür? diye sordum.

– "Dilinden ve elinden müslümanların emniyette olduğu kimse" cevabını verdi.[4]

 

* Gerçek müslümanın elinden, dilinden müslümanlar zarar görmezler. Müslümanın yaşantısı ve ahlakı böyledir ve böyle olmalıdır. [5]

 

1516. Sehl İbni Sa'd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iki budu arasındaki (üreme) organını koruma sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm."[6]

 

* İnsan hayatını büyük ölçüde etkileyen iki organ olan dil ile tenasül uzvu, kendilerine has meşru sınırlar içinde tutulmalı ve kullanılmalıdır. Helal yolda ve sevap işleyecek tarzda kullanılmalarından dolayı cennete girebileceği müjdesi verilmiştir. Bu demektir ki müslümanı cennetten mahrum bırakan iki organ bunlardır. [7]

 

1517. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre o, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinlemiştir:

"Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin, doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer gider."[8]

 

* Bir önceki hadiste de belirtildiği üzere kişi dili vasıtasıyla haram mı helal mı, hayır mı şer mi, kötü mü iyi mi olduğunu bilmediği bir sözü söylemekle Cehennemin doğu-batı arasından daha uzak bir tarafına atılabilir, bu söylediğiyle şirke, küfre, münafıklığa, sapıklığa düşmüş olacağından dolayı, kişi söyleyeceklerini İslamın kitap-sünnet terazisinde tartarak bin düşünüp bir söylemek modeliyle söylemesi uygun olmaktadır. Müslüman her ağzına geleni söylememelidir. Dilini tuttuğu için zarar gören kimse çok azdır, fakat diline hakim olamayıp şirke, küfre, nifaka düşenlerin sayısını tesbite imkan yoktur. Söylenecek sözün Allah'ın rızasını mı yoksa gazabını mı kazandıracağına çok dikkat edilmelidir. [9]

 

1518. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî salallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kul, Allah'ın hoşnut olduğu bir sözü önemsemeksizin söyleyiverir de Allah onun derecesini yüceltir. Yine bir kul Allah'ın gazabını gerektiren bir sözü hiç önemsemeksizin söyleyiverir de Allah onu bu sözü sebebiyle cehennemin dibine atar."[10]

 

* Küfür, şirk, nifak ve her türlü sapıklığa götürecek sözleri söylemeleri yüzünden Allah ya bu dünyada veya ahirette mutlaka cezasını verir.[11]

 

1519. Ebû Abdurrahman Bilâl İbni'l–Hâris el–Müzenî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kul, Allah'ın hoşnut olduğu bir sözü söyler, fakat onunla Allah'ın rızâsını kazanacağı hiç aklına gelmez. Halbuki Allah, o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyamet gününe kadar o kimseden hoşnut olur.

Yine bir kul da Allah'ın gazabını gerektiren bir söz söyler fakat o sözün kendisini Allah'ın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah, o kimseye o kötü söz sebebiyle kendisine kavuşacağı kıyamet gününe kadar gazap eder."[12]

 

* Allah'a ve Allah'ın dinine karşı gelmek suretiyle kişi cehennemin dibine düşeceği gibi çok basit gördüğü bir işinden dolayı Allah'ı razı edebilir. [13]

 

1520. Süfyân İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:

– Ey Allah'ın Resûlü! Bana kesinlikle yapmam gereken bir iş söyle dedim. Efendimiz:

– "Rabbim Allah'tır de, sonra dosdoğru ol!" buyurdu. Ben:

– Ey Allah'ın Resûlü! Hakkımda (zararını göreceğimden) en çok endişe ettiğin şey nedir? dedim. Efendimiz, o güzel dilini eliyle tuttu ve:

– "İşte budur!" buyurdu.[14]

 

* Bir kelime veya bir cümleyle kişi Allah'ı gazaplandırarak küfre, şirke düşmez. Allah'ı gazaplandırmış olabilir, bu işte sadece dil vasıtasıyla gerçekleşir. İnsanları yüzüstü cehenneme yuvarlayan tek ve küçük organ dildir. [15]

 

1521. İbn Ömer radıyallahu anhümâ "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu" dedi:

"Allah'ı anmaksızın çok konuşmayın. Allah'ın zikri dışında çok söz söylemek, kalbi katılaştırır. Katı kalpli olanların ise, Allah'dan en uzak kimseler olduğu kesindir."[16]

 

* Allah ve dinini hatırlatan herşey faydalı ve kişiyi rahatlatır. Onun dışında söylenen diğer sözler kalbi katılaştırıp stres ve bunalımları artırır.[17]

 

1522. Ebû Hüreyre radıyallahu anh, "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu" demiştir:

"Allah kimi, iki çenesi ve iki budu arasındakinin şerrinden korursa, o kişi cennete girer."[18]

 

1523. Ukbe İbni Âmir radıyallahu anh şöyle dedi:

– Ey Allah'ın Resûlü! Kurtuluş (sebebi) nedir? dedim.

– "Aleyhine olacak sözlerden dilini tut, evinde kalmayı yeğle, kendi günahın için pişmanlık duyarak göz yaşı dök!" buyurdu.[19]

 

* Müslümanın 24 saatlik nefis muhasebesinde yapacağı işler tekrarlanıyor. [20]

 

1524. Ebû Said el–Hudrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İnsan sabahlayınca, bütün organları dil'e baş vurur ve (âdeta ona) şöyle derler: Bizim haklarımızı korumakta Allah'dan kork. Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz, sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz."[21]

 

* Günlük hayatın başlama saati olan sabahın erken saatlerinden başlıyarak tüm insanın uzuvlarının kendi aleyhlerine olacak bir söz söylememesi için başvurdukları dilin insan vücudu üzerindeki etkinliğinin temsîlî bir anlatımıdır bu hadis. Dil kalbin tercümanıdır, o sebeple 588 numaralı hadisle açıklanan gerçekle bu hadisin bir zıdlığı yoktur. Çünkü dilin dışarı vurdukları aslında kalpte oluşan karar, arzu ve meyillerden ibarettir. Kalp bedenin reisidir, tüm organları etkiler. Dil kalbin sözcüsüdür. (Müsned III, 198'de "Kalbi dürüst olmadıkça kulun imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz" hadisi bu gerçeği ortaya koymuş oluyor. Kişi sözünün esiridir. Ağızdan çıkan her söz diğer organları da bağlar. Dile hakim olup onu Allah ve Rasulü'nün istediği doğrultuda kullanmak dünya ve ahiret mutluluğu için vazgeçilmez şartlardandır. [22]

 

1525. Muâz İbni Cebel radıyallahu anh şöyle dedi:

– Ya Resûlallah! Beni cennete girdirecek, cehennemden uzaklaştıracak bir iş (amel) söyle bana, dedim.

– "Çok büyük bir şey istiyorsun. Ancak bu, Allah'ın kolay kıldığı kişi için pek kolaydır: Hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnızca Allah'a kulluk edersin. Namazı dosdoğru kılarsın. Zekâtı verirsin. Ramazan orucunu tutarsın. Gücün yeter, imkân bulabilirsen haccedersin" buyurdu. Sonra sözüne devamla:

"Şimdi sana hayır kapılarını haber vereyim mi?: Oruç kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi günahın azâbını söndürür. Kişinin gece yarısı kıldığı namaz da günahı söndürür" buyurdu.

Bundan sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Korkuyla ve umutla Rablerine kulluk ettikleri için vücutları yataklarından uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez" (Secde: 32/16, 17) âyetini okudu.

Daha sonra Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu:

 – "Sana bütün işlerin başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim mi?" Ben:

– Evet, bildiriniz Ya Resûlallah! dedim.

– "İşin başı İslâm, direği namaz, doruğu cihaddır" buyurdu.

Sonra:

– "Sana bütün bunların kıvamının kendisine bağlı olduğu şeyi (can damarını) bildireyim mi?" dedi.

 Ben:

– Evet, bildir Ya Resûlallah! dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber dilini tuttu ve:

– "Şunu koru!” buyurdu. Ben:

– Ya Resûlallah! Biz konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız? dedim.

– "Annen yokluğuna yansın ey Muaz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir!" buyurdu.[23]

 

* İslamsız hiçbir şeyin anlamı ve kıymeti yoktur. Müslümanlar yaptıkları güzel işlerin sonuçlarını güzelce görebilmeleri için dillerini tutmak mecburiyetindedirler. İnsan hem dünyada, hem ahirette sıkıntıya sokan şey, dilinden kontrolsüz dökülen sözlerdir. Dolayısıyla diline dikkat etmelidir. [24]

 

1526. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– "Gıybet nedir, bilir misiniz?"

– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. Hz. Peygamber:

– "Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır" buyurdu.

– Söylenen ayıp eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?" diye soruldu.

– "Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa, o zaman ona iftira ettin demektir," buyurdu.[25]

 

1527. Ebû Bekir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Vedâ haccında Mina'da kurban kesme gününde îrad ettiği hutbesinde şöyle buyurdu:

"Bu gününüz, bu ayınız ve bu beldeniz saygı değer ve dokunulmaz olduğu gibi (aranızda) kanlarınız, canlarınız ve namusunuz da saygı değer ve dokunulmazdır. Tebliğ ettim mi?"[26]

 

* Bu sayılanlar sadece müslümana mahsus olan başka din mensuplarında bulunmayan hususiyetlerdir. [27]

 

1528. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

–Ey Allah'ın Resûlü! Safiyye'nin şöyle şöyle oluşu sana yeter, dedim. –Ravilerden biri, bu sözle Hz. Âişe'nin, onun kısa boylu oluşunu kastettiğini söylüyor–. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

– "Ey Âişe! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denize karışsa idi onun suyunu bozardı" buyurdu.

Âişe dedi ki, ben bir başka gün de kendisine bir insanın durumunu takliden hikâye etmiştim. Bunun üzerine de Hz. Peygamber:

– "Bana dünyanın en kıymetli şeylerini verseler, ben yine de bir insanı hoşlanmayacağı bir şekilde taklid edip anmayı kesinlikle istemem" buyurdu.[28]

 

* Bir kimseyi hoşlanmayacağı bir şekilde anmak gıybettir. Tek kelimeyle bile olsa gıybet gıybettir, günahı büyüktür. Gıybet sadece sözle değil, el, kol, göz-kaş hareketleriyle de olabilir. Bütün gıybet çeşitleri yasaklanmıştır. (Bkz. Hucurat: 49/12) [29]

 

1529. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Mi'raca çıkarıldığımda ben bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluğun yanından geçtim.

– Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir? diye sordum."

– Bunlar, (gıybet etmek suretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve namuslarıyla oynayanlardır, cevabını verdi.[30]

 

* Kılıç yarası iyi olur. Dil yarası iyi olmaz. Yani tesiri çok uzun zaman kalır. Bu sebeple her müslümanın kanı, malı, canı ve namusu birbirlerine haramdır. Müslümanların dokunulmaz haklarına yapılacak sözlü veya fiili tecavüz büyük suçtur. Bu sebeple gıybet müslümanın hakkına tecavüz sayıldığı için yasaklanmıştır. [31]

 

1530. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Her müslümanın öteki müslümana kanı, ırzı (namusu) ve malı haramdır!"[32]

 

255) Gıybet Dinleme Yasağı, Gerektiğinde O Toplantıyı Terketme Gereği

 

Bu bölümdeki dört ayet ve üç hadisi şeriften, müslümanın boş söz işittiğinde ondan yüz çevirmesi gerektiğini, kulak, göz ve bütün uzuvların sorumlu olacaklarını, ayetler ve din hakkında ileri geri konuşanların yanında durulmaması gerektiğini, din kardeşinin ırz ve namusunu gıybet edene karşı kim savunursa onun da Allah tarafından cehennemden korunacağını, dış görünüşüyle müslüman olduğu bilinen bir kimseye münafık denemeyeceğini, yine bir müslümanın yüzüne karşı söylenemeyecek bir sözün arkasından da söylenmemesi gerektiğini öğreneceğiz. [33]

 

"Onlar ki, boş ve anlamsız söz işittikleri zaman ondan, yüz çevirip bizim işlediklerimizin hesabı bize; sizin yapıp ettiklerinizin cezası da size ait derler..." (Kasas: 28/55)

"Onlar ki boş, anlamsız söz ve işlerden yüz çevirirler." (Mü'minun: 23/3)

"Bilmediğin şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalb hepsi sorumludur, kıyamette sorguya çekilecektir." (İsra: 17/36)

"Şimdi mesajlarımız hakkında ileri-geri konuşan, kimselere rastladığın zaman, bu kimseler başka değişik konulara geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana yapman gerekeni unutturursa, hiç değilse hatırladıktan sonra artık varoluş gayesine aykırı hareket eden böyle bir topluluğun içinde yer alma." (En'am: 6/68) Ayrıca Bkz. Nisa: 4/140.

 

1531. Ebû'd–Derdâ radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim, (din) kardeşinin ırz ve namusunu onu gıybet edene karşı savunursa, Allah da kıyamet günü o kimseyi cehennemden korur."[34]

 

* Gıybet etmek haramdır, dinlemek de haramdır. Bunun için öyle bir mecliste bulunan kimse gıybet edene engel olmalıdır. Bu hadis gıybeti yapılan müslümanı savunmanın ahiretteki sonucunu bildirmektedir. Müslümanın ırz, namus, haysiyet ve şerefine söz söylememek bir görev, söyletmemek ise ayrıca bir görevdir. Bir müslümanı bu yönde koruyanı Allah da yarın cehennemden korur. Dinimiz böylece insanın haysiyet ve şerefine çok büyük önem vermiştir. [35]

 

1532. İtbân İbni Mâlik radıyallahu anh'den "Allah'ın Rahmetini Ümit Etmek" bahsinde geçen uzun hadisinde rivayet edildiğine göre şöyle dedi:

(Bizim evde) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kalkıp namaz kıldırdı. (Namazdan sonra otururken) cemaattan biri:

– Mâlik İbni Duhşûm, nerede? dedi. Bir başkası:

– O Allah ve Resûlünü sevmeyen bir münâfıktır, dedi.

Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– "Öyle deme! Görmüyor musun o, Allah'ın rızasını dileyerek Lâ ilâhe illallah diyor. Rızasını umarak Lâ ilâhe illallah diyen kimseyi Allah, cehenneme haram kılmıştır" buyurdu.[36]

 

1533. Kâ'b İbni Mâlik radıyallahu anh'den tövbe mâcerasına dair "Tevbe" bahsinde geçen uzunca hadisinde rivayet edildiğine göre şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük'te ashâbı arasında otururken:

"Kâ'b İbni Mâlik ne yaptı?" diye sormuş. Benî Selime'den bir adam:

– Ya Resûlallah! Elbiselerine ve sağına soluna bakıp gururlanması onu Medine'de alıkoydu, demiş. Bunun üzerine Muâz İbni Cebel ona:

– Ne kötü söyledin! diye çıkışmış, sonra da Peygamber aleyhisselâm'a dönerek:

– Yâ Resûlallah! Biz onun hakkında hep iyi şeyler biliyoruz, demişti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise, hiçbir şey söylememiş, sükût etmişti.[37]

 

256) Gıybetin Mübah Olabileceği Haller

 

Bu bölümdeki beş hadis-i şerif ve İslamın bu konudaki hükümlerinden zulüm gören kimsenin zulüm gördüğü kimseyi şikayet etmesinin gıybet olmayacağını, kötülüğün önlenmesi için yardımlaşılırken bunun bu kötülüğünü önleyelim denilmesi, dünürlük, ortaklık, komşuluk vb. işlerde danışılan kimsenin bildiğini gizlememesi öğüt ve nasihat maksadı güdülen tavsiyelerin hepsinde günahkarlığı ve bid'atçiliği açık olan kimsenin içinde bulunduğu halleri söylemek, bir de tarif için topal, aksak, şaşı diyerek tanıtma yollarının gıybet sayılmayacağını öğreneceğiz. [38]

 

1534. Âişe radıyallahu anhâ'dan rivayet edildiğine göre bir adam Hz. Peygamber'in yanına girmek için izin istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

– "Kabilesinin kötü adamıdır ama, izin verin ona" buyurdu.[39]

 

1535. Yine Âişe radıyallahu anhâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Falan ve falanın dinimizden birşey bildiklerini sanmam."[40]

 

1536. Fâtıma Binti Kays radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e geldim ve:

– Ebü'l–Cehm ve Muâviye İbni Ebû Süfyân beni istiyorlar (ne dersiniz) dedim. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– "Muâviye malı olmayan fakirin biridir. Ebü'l–Cehm ise, sopasını omuzundan indirmez" buyurdu.[41]

 

Müslim’in bir rivâyetinde “Ebu’l–Cehm, kadınları çokca döven biridir” ifadesi bulunmaktadır.

 

* Mübah olan yani söylenebilen gıybet türü şu yollarda caizdir:

1. Zulme uğrayanın kendisine yardımcı olabilecek kimseye yapılan açıklama,

2. Kötülüğün önlenmesi için yetkililere o işten alıkonulması için haber vermesi,

3. Müslümanı şerden sakındırmak ve iyiliğini istemek için nasihat,

4. Fasık ve bid'atçılığı açık olan kimsenin durumunu anlatmak ve ihbar için,

5. Bir insanı tarif edebilmek için kör, şaşı, topal, çolak vb. ifadeler,

6. Dünürlük, ortaklık, komşuluk vb. işlerde doğru bildiğini söylemek,

7. Hadis ravisi durumunda olan bir kimsenin durumunu ihbar etmek veya dini bid'atçı bir kimseden öğrenmeye çalışan talebeye nasihat ederek o kimsenin durumunu söylemek gıybet sayılmaz.

8. Müslümanları uyarmak ve muhtemel zararlardan korumak maksadıyla bazı kimseler hakkında bazı bilgileri açıklamak da gıybet sayılmaz.

9. Peygamberimiz 1533 nolu hadis ile din hakkında bilgisi olmayanların halkı yanıltmasını önleyici açıklama yaptığını da görüyoruz. 1534 nolu hadiste ise dünürlük yapan bir kimsenin gerçek bildiği yönünü bildirmesi gerektiğini öğreniyoruz. [42]

 

1537. Zeyd İbni Erkam radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in maiyyetinde bir sefere çıkmıştık. Müslümanlar büyük bir yokluk ve sıkıntı içindeydi. Asker arasında bulunan Abdullah İbni Übey, yandaşlarına:

– Allah'ın elçisinin çevresindekilere sakın bir şey vermeyin ki, onu terketsinler. Eğer Medine'ye dönersek, güçlü olanlar güçsüzleri oradan mutlaka çıkarıp atacaktır, dedi.

Ben de gidip bu olayı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e haber verdim. Peygamber aleyhisselâm Abdullah'a adam gönderip durumu soruşturdu. O böyle bir söz söylemediğine dair yemin üstüne yemin etti. Bunun üzerine sahâbîlerden bazıları "Zeyd, Hz. Peygamber'e yalan söyledi" dediler. Allah Teâlâ, benim doğru söylediğimi tasdik eden "Münâfıklar sana geldikleri zaman…" diye başlayan Münâfıkûn sûresi'ni Nebî sallallahu aleyhi ve selleme indirinceye kadar, onların bu sözlerinden dolayı son derece üzüldüm. Daha sonra, Hz. Peygamber kendilerine istiğfar etmek için onları davet etti, fakat onlar buna da yanaşmadılar.[43]

 

* Münafikun suresinin sebeb-i nüzulu olan bu hadise Zeyd'i tasdik edip münafıkların kesin yalan söylediklerini haber veren bu sure gelince, peygamberimiz Zeyd'i çağırıp kulaklarını okşayarak, "Allah kulaklarını doğruladı" buyurmuştur. Cephede ve diğer zamanlarda İslam ordusu aleyhindeki söz ve faaliyetleri komutana haber vermek gereklidir. Münafıklığı belli olan kimselerin söz ve davranışlarını yetkililere ulaştırmak gıybet değildir. [44]

 

1538. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Ebû Süfyân'ın hanımı Hind, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e:

– Ey Allah'ın Resûlü! Ebû Süfyân çok cimri bir adam. Onun haberi olmadan benim aldığım dışında bana ve çocuğuma yetecek derecede bir şey vermiyor. (Benim bu yaptığım doğru mu? ) dedi. Hz. Peygamber de:

– "Örfe göre kendine ve çocuğuna yetecek kadar al!" buyurdu.[45]

 

* Bir durum hakkında fetva almak veya o işte ne yapılacağını öğrenmek için bir kimseyi içinde bulunduğu vasıflarla anmak da gıybet değildir. Ailenin reisi örfe göre hanımının ve çocuklarının nafakasını temin etmekle yükümlüdür. [46]

 

257) İnsanlar Arasında Söz Taşımanın Yasaklığı

 

Bu bölümdeki iki ayet ve üç hadisten; laf taşıyanlara itaat edilmemesi gerektiğini, her söylenmekte olan sözün mutlaka kaydedilmekte olduğunu, laf taşıyanların cennete giremeyeceklerini ve bu yüzden kabir azabı çeken kimseler olduğunu öğreneceğiz. [47]

 

"O halde itaat edip uyma çok yemin edip duran alçaklara, ayıp arayan kovuculukla söz getirip götürenlere, hayra engel olan saldırgan günahkarlara..." (68 Kalem, 10-12)

"İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen ve dediklerini kayda geçiren bir melek bulunmasın." (50 Kaf, 18)

 

1539. Huzeyfe radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Koğuculuk yapan cennete giremez."[48]

 

* İnsanların arasını bozmak için laf götürüp getiren kimsenin asla cennete giremeyeceği böyle bir ahlaki düşüklüğün müzevircilik ve koğuculuğun ne kötü bir düşük ahlak olduğu belirtilmektedir. [49]

 

1540. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

 Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanından geçmekte olduğu iki mezar hakkında şöyle buyurdu:

– "Bu ikisi, kendilerince büyük olmayan birer günahtan dolayı azâb görüyorlar. Evet, aslında (günahları) büyüktür. Biri koğuculuk yapardı. Diğeri ise, idrarından sakınmaz, iyice temizlenmezdi."[50]

 

* Koğuculuk yapanın mezarda da rahat olmayıp azablandırılacağı beyan edilen bu hadiste görülen azabın kendilerince büyük olmadığını, fakat gerçekten büyük olduğunu Peygamberimiz bildirmiştir. Bugün pekçok müslüman işledikleri günahları küçük görüyorlar. Bir iki damla değil mi, ne olacak diye küçümserler. Bir iki söz değil mi, ne çıkar bundan diye davranırlar. Nur: 24/15'de belirtildiği gibi Hz. Aişe validemize iftira edilmesi dolayısıyla bazı müslümanların yaptıklarını önemsiz saymalarını halbuki bu ayetle büyük bir suç işlendiğinin bildirilmesi de bu gerçeği hatırlatır. İnsanlar küçük görecekleri, değer vermedikleri bazı şeyler dolayısıyla azaplandırılıyorlar. [51]

 

1541. İbni Mes'ud radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– "Size el–adh kelimesinin ne demek olduğunu söyleyeyim mi? O, insanların arasını bozmak için laf taşımak demektir."[52]

 

258) İdarecilere Söz Taşıma Yasağı

 

Bu bölümdeki ayet ve hadisten idareci ve yönetici durumda olan kişilere ispiyonculuk yapmanın hoş karşılanmadığını öğreneceğiz. [53]

 

"...Kötülüğü ve düşmanlığı artırmada yardımlaşmayın..." (Maide: 5/2)

 

1542. İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Ashâbımdan hiç kimse, bir diğeri hakkında hoşlanmayacağım bir şeyi bana ulaştırmasın. Zira ben, gönül huzuru ile sizin yanınıza çıkmak istiyorum."[54]

 

* İdareci durumunda olan kişiye umuma aid düzeltilmesi gerekli aksaklıkların duyurulması gerekir, burada yasaklanan husus tek kişi veya kişilerin durumlarıyla alakalı hususlar idareci durumunda olan kişiye ulaştırılırsa idareci gönül huzuru açısından rahat olamayacağını, halbuki onların toplumun karşısına rahat bir şekilde çıkmasının esas olduğunu ortaya koymaktadır

Bu hadisten bazı alimlerimiz Rasûlullah (s.a.v.)'ın ashabından razı olarak dünyadan ayrılmak istediği, onlardan hiçbirine karşı içinde bir kırgınlık bulunmamasını arzu ettiği anlamını çıkarmışlardır.

Doğması muhtemel bir kötülük söz konusu olmadıkça halkın işlerini yöneticilere ulaştırmak doğru değildir. [55]

 

259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi

 

Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebileceklerini, fakat Allah'tan gizlemelerinin mümkün olmadığını, insanların da madenler gibi cins cins değişik karakterlerde olduklarını, en kötü insanların iki yüzlü kimseler olduğunu, idarecilere yanlarında başka türlü, yanlarından çıkınca başka türlü konuşmanın Rasûlullah (s.a.v.) zamanında nifak alameti sayıldığını öğreneceğiz. [56]

 

"Onlar yaptıklarını insanlardan gizleyebildiler ama Allah'tan gizleyemezler. Çünkü gecenin karanlığında Allah (c.c.)'ın razı olmadığı düşünce ve inançları her ne zaman tasarlasalar, Allah onların yanı başındadır ve Allah onların tüm yaptıklarını ilmiyle kuşatır. Sizler belki bu dünya hayatında onları savunabilirsiniz, ya kıyamet günü kim onları Allah'a karşı savunacak, kim onların vekili olacaktır." (Nisa: 4/108-109)

 

1543. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Siz insanları madenler (gibi cins cins) bulursunuz. Onların Câhiliye döneminde hayırlı ve değerli olanları, şayet dini hükümleri iyice hazmederlerse İslâmiyet devrinde de hayırlıdırlar. Siz yine en hayırlı kişileri, yöneticilik işinden hiç hoşlanmayanlar olarak bulursunuz. Siz, en kötü kişileri de iki yüzlüler olarak bulursunuz ki onlar, birilerine bir yüzle diğerlerine bir başka yüzle gider gelirler."[57]

 

1544. Muhammed İbni Zeyd'den nakledildiğine göre bazı kişiler, dedesi Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhümâ'ya gelip:

– Biz idarecilerimizin yanına girer ve onlara karşı, oradan çıktığımız zaman söylediklerimizin tam tersi sözler söyleriz, dediler. Bunun üzerine Abdullah İbni Ömer:

– Bu sizin yaptığınızı biz, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında iki yüzlülük sayardık, cevabını verdi.[58]

 

* İki yüzlü davrananlar insanların en kötüleridir. (4/143) Cehennemde en derinde yanacaklardır. İkiyüzlülük ashab tarafından münafıklık olarak değerlendirilmiştir. Müslüman her zaman ve her yerde mert, doğru sözlü ve dürüst davranışlı olmalıdır. [59]

 

260) Yalan Söylemenin Haram Oluşu

 

Bu bölümdeki iki ayet ve beş hadis-i şeriften, gerçek bilgi sahibi olunmayan şeyin ardına düşülmemesi gerektiğini, insanın her söylediği sözün her an kaydedici melekler tarafından kaydedildiğini, sözde ve işte doğru olmanın hayırlara vesile olduğunu, hayatı boyunca doğru dürüst olanın doğrulardan yazılacağını, hayatı boyunca yalancılık yapanın da meslek edindiği yalancılardan yazılacağını, münafıkta bulunan alametleri, değil gerçekleri, rüyaları bile saptırarak yalan söyleyenlere ahirette zor işler verileceğini, başkalarının duyması istenmeyen sözü dinlemeye çalışanın kulağına eritilmiş kurşun döküleceğini, canlı resim yapanlara kıyamette bunun canını ver deneceğini, Rasulullah'ın rüyasında gördüğü bazı gerçekleri nasıl yorumladığını öğreneceğiz. [60]

 

"Bilmediğin şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve kalp hepsi sorumludur. Kıyamette sorguya çekilecektir." (İsra: 17/36)

"İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında onu gözetleyen, dediklerini kayda geçiren bir melek hazır bulunmasın." (Kaf: 50/18)

 

1545. Abdullah İbni Mes'ûd radıyallâhu anh''den rivâyet edildiğine göre Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– "Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık yoldan çıkmaya (fucûr) sürükler. Fucûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır".[61]

 

1546. Abdullah İbni Amr İbni'l–Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Dört huy vardır ki bunlar kimde bulunursa o kişi tam münâfık olur. Kimde de bu huylardan biri bulunursa, onu terkedinceye kadar o kişide münâfıklıktan bir sıfat bulunmuş olur:

Kendisine bir şey emânet edildiği zaman ona ihanet eder.

Konuştuğunda yalan söyler.

Söz verince sözünden döner.

Düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar."[62]

 

1547. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim görmediği bir rüyayı gördüm deyip anlatırsa, âhirette yerine getirmesi mümkün olmayan bir işe, iki arpa tanesini birbirine düğümleme cezasına çarptırılır.

Kim, bir topluluğun duyulmasını istemedikleri bir sözü öğrenmeye çalışır (kulak hırsızlığı yapar)sa, kıyamet günü kulaklarına eritilmiş kurşun dökülür.

Kim de herhangi bir canlının resim (ve heykelini) yaparsa, o da kıyamette, yapamayacağı halde, "haydi buna can ver " diye zorlanarak azâb edilir."[63]

 

1548. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"En büyük yalan, görmediği düşü gördüm diye kişinin gözlerine iftira etmesidir."[64]

 

* Görmediği bir rüyayı gördüm diyerek kendi gözlerine iftira edenler ve onları kendi yalanlarına şahid tutmaları büyük bir günahtır, bunun için iki arpayı düğümlemekle cezalandırılacaklardır.

Bir şahsın veya topluluğun duyulmasını istemedikleri bir konuşmayı dinleyen veya bir cihana kaydedip ortaya dökenler kıyamet günü kulaklarına eritilmiş kurşun dökülmek suretiyle cezalandırılırlar.

Yine canlı yaratıkların resim ve heykellerini yapan kimselere de “haydi bu yaptıklarınızın canını verin” diye yapamayacakları bir teklifle azap edileceklerdir.

Bu üç husus ta sahtecilik ve sahtekarlıktır. Her biri kendisine uygun bir ceza ile cezalandırılacaklardır. Müslüman gerçeklerin peşinde olmalı, her türlü sahtecilikten uzak durmalıdır. Sanat ve sanatkarlık adı altında sahteciliği meşrulaştırmak mümkün değildir, haramdır. [65]

 

1549. Semüre İbni Cündeb radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ashâbına:

– "Düş göreniniz var mı?" diye sorup, "gördüm" diyenin düşünü, Allah'ın dilediği şekilde yorumlardı. Bir sabah bize şöyle buyurdu:

– "Bu gece düşümde bana iki kişi gelerek "haydi yürü, gidiyoruz" dediler. Ben de onlarla beraber gittim. Yanı üzerine yatmış bir adamın yanına vardık. Elinde bir kaya parçası bulunan bir başka adam, onun başı ucunda ayakta duruyor, elindeki kayayı, yanı üzerine yatmış olan adamın tepesine indiriyor, başını yarıyordu. Taş yuvarlanıp gidiyor, adam taşı arkasından koşup alıyor, o geri gelinceye kadar ötekinin başı iyileşiyor, eski haline geliyordu. Adam, önce yaptığını aynen tekrarlayıp duruyordu. Ben yanımdakilere:

– “Sübhânellah! Bu nedir?” dedim.

–Yürü, yürü hele dediler. Yürüdük. Derken sırt üstü yatmış bir adamın yanına vardık. Başucunda da, elinde demir çengel bulunan bir başkası duruyordu. Bu adam, yatan kişinin bir tarafına geçip elindeki çengelle avurdunu, burnunu ve gözünü ta ensesine kadar yarıyor sonra öbür tarafına geçip orasını da aynı şekilde parçalıyordu. Bir tarafını yarıncaya kadar önceki yardığı taraf eski haline geliyor adam da sürekli aynı şekilde parçalamaya devam ediyordu. Ben:

– “Sübhânellah! Bunlar ne ? dedim.

– Yürü, yürü hele! dediler. Yürüdük. Fırın gibi bir yapıya vardık.

(Râvi diyor ki, sanıyorum Peygamber Efendimiz sözlerine şöyle devam etti:)

Orada ne söylenildiği anlaşılamayan çığlıklar, feryadlar birbirine karışıyordu. O yapının içinde çıplak bir sürü erkek ve kadınların bulunduğunu anladık. Altlarından alevler geldikçe, onlar çığlık atıyor, feryat koparıyorlardı. Ben:

– Bunlara ne oluyor? dedim.

– Yürü, yürü hele! dediler. Yürüdük. Nihayet bir nehire vardık. (Ravi, herhalde "kan kırmızısı bir nehir" buyurdu, diyor. ) Nehrin içinde yüzen bir adam, kıyısında da yanına birçok taş yığmış bir başka adam… Nehirde yüzen kişi, yüzeceği kadar yüzdükten sonra kıyıya geliyor ve ağzını açıyordu. Kıyıdaki adam da onun ağzına bir taş koyuyor, yüzen kişi dönüp yüzmesine devam ediyor, sonra dönüp yine kenara geliyor, ağzını açıyor öteki de ağzına bir taş daha atıyor, o da dönüp gidiyordu. Ben, yanımdaki iki kişiye:

– "Bu ikisinin hali nedir böyle? dedim.

– Yürü, yürü hele! dediler. Yürüdük. Çirkin –gördüğünüz adamların en çirkini de diyebilirsiniz– bir adamın yanına vardık. Adam, sürekli ateş yakıyor ve ateşin etrafında dolanıp duruyordu. Ben:

– "Bu adam neci?" dedim.

– Yürü, yürü hele! dediler. Yürüdük; içinde baharın tüm çiçek çeşitlerinin bulunduğu geniş yemyeşil bir bahçeye vardık. Bahçenin ortasında gayet uzun boylu bir adam vardı. O kadar ki, göğe uzanan başını nerede ise göremeyecektim. Adamın etrafında, hayatımda hiç görmediğim kadar çok çocuk bulunuyordu. Ben:

– "Bu adam ve bu çocuklar kim, (ne yapıyorlar)?" dedim.

– Yürü, yürü hele! dediler. Yürüdük, Gide gide büyük bir ağaçlığa vardık ki ben onun gibi güzel ve geniş bir ağaçlık görmüş değilim. Beni götürenler, "Gir oraya!" dediler. Birlikte girdik ve bir tuğlası altın bir tuğlası gümüşten örülmüş bir şehirle karşılaştık. Şehrin kapısına varıp açılmasını istedik. Kapı açıldı, biz de girdik. Bizi, vücutlarının yarısı bugüne kadar gördüklerinizin en güzeli, diğer tarafı bugüne kadar gördüklerinizin en çirkini birtakım adamlar karşıladı. Yanımdaki iki kişi onlara:

– Gidip şu nehre girin! dediler. Bir de ne göreyim, suyu süt gibi, bembeyaz, enine doğru akan bir nehir. Adamlar gidip nehre girdiler sonra çıkıp yanımıza geldiler. Çirkinlikleri tamamen gitmiş, hepsi de son derece güzelleşmişlerdi.

 Resûli Ekrem sallalahu aleyhi ve sellem sözlerine şöyle devam etti:

Beni götüren iki kişi bana:

– Burası adn cennetidir, şurası da senin konağındır, dediler. Başımı kaldırıp baktım, bir de ne göreyim; beyaz buluta benzeyen bir köşk.

– İşte burası senindir, dediler. Ben o iki kişiye:

– "Allah size büyük hayırlar ihsan etsin, bırakınız da beni oraya gireyim, " dedim.

– Hayır, şimdi değil! Sen oraya daha sonra gireceksin, dediler. Bunun üzerine ben:

– "Bu gece boyunca hayret verici çok şey gördüm. Gördüklerimin anlamı nedir?" dedim. Onlar:

– Anlatalım, dediler ve anlattılar:

– "İlk önce yanına vardığın kafası taşla yarılan adam var ya, o, Kur'an'ı öğrendiği halde terkeden ve farz namaz vaktini uyku ile geçiren kimsedir.

Avurdu, burnu ve gözleri demir çengelle yarılan adam, evinden çıkıp etrafa yalanlar yayan kişidir.

Fırın içindeki çıplak erkek ve kadınlar ise, zina eden erkek ve kadınlardır.

Nehirde yüzüp yüzüp de taş yutan adam, faiz yiyen kişidir.

Yanındaki ateşi sürekli yakıp, etrafında dolaşıp duran çirkin görünüşlü kişi, cehennemin görevlisi Mâlik'tir.

Bahçedeki uzun boylu adam, İbrahim aleyhisselâm'dır. Etrafındaki çocuklar da İslam fıtratı üzere ölen küçük yavrulardır."

Berkânî'nin rivayetinde, "fıtrat üzere doğan" kaydı bulunmaktadır.

Müslümanlardan biri:

– Ey Allah'ın elçisi! Müşrik çocukları da bunlara dahil mi? diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– "Müşriklerin çocukları da dahildir" buyurdu.

Vücutlarının yarısı güzel, yarısı çirkin olan adamlara gelince bunlar, güzel işleri kötü işlere karıştıran kimselerdir. (Ancak) Allah onları bağışlamıştır."[66]

Buhârî'nin bir başka rivayetinde Efendimiz'in "Bu gece bana iki adam gelip beni kutsal bir yere çıkardılar" buyurduğu ve sonra oraya nasıl çıktığını şöyle anlattığı bildirilmektedir:

"Biz, üstü dar, altı geniş ve alt kısmında ateş yanan fırına benzer bir deliğin yanına vardık. Alevler yükseldikçe insanlar da yükseliyor, neredeyse delikten çıkacak hale geliyorlar, alevler sakinleşince dibe iniyorlardı."

Bu rivayette , "Orada çıplak erkekler ve kadınlar bir arada bulunuyorlardı" ifadesi de bulunmaktadır.

Yine bu rivayette kesin bir ifade ile "Nihayet kandan bir nehire ulaştık" denilmektedir. "Nehrin ortasında ayakta duran bir adam, nehrin kenarında da önünde bir yığın taş bulunan bir başka adam vardı. Nehirdeki adam çıkmak isteyince, kıyıdaki onun ağzına bir taş atıyor ve onu yerine geri çeviriyordu. Çıkmak için kenara her gelişinde aynı şeyi yapıyor ağzına bir taş atıyor, o da geri dönüyordu."

Yine aynı rivayette şu ifadeler bulunmaktadır:

"O iki kişi beni ağaca çıkardılar ve beni, daha güzelini hiç görmediğim bir eve soktular. İçinde yaşlı ve genç insanlar vardı."

"Şu ağzının parçalandığını gördüğün adam var ya, o yalancının biriydi. Sürekli yalan söylerdi. Onun yalanları ufukları kaplıyordu. İşte o yalancı adam, kıyamet gününe kadar böyle azâb olunacaktır."

"Bir de şu başının ezildiğini gördüğün adam var ya, ona da Allah Kur'an'ı öğretmişti, o geceleri hep uyku ile geçirip Kur'an okumamış, gündüz de Kur'an'la amel etmemiştir. Ona da kıyamet gününe kadar böyle azâb edilir."

"Girdiğin birinci ev, mü'minlerin; şu ev ise, şehidlerin evidir. Ben Cebrâil'im, bu da Mikâil'dir. Kaldır başını! dedi. Başımı kaldırdım bir de ne göreyim, üstümde buluta benzer bir şey duruyor. Burası da senin konağındır" dediler. Ben:

– Bırakın beni, oraya gireyim, dedim.

– "Hayır, sen henüz ömrünü tamamlamadın. Onu tamamlayınca konağına gireceksin" dediler.[67]

 

261) Yalan Söylemenin Câiz Olduğu Yerler

 

İnsan ve topluma büyük değer veren dinimiz mevcut şartlar içinde en ideal toplum ve cemaatı oluşturmanın esaslarını getirmiş bulunmaktadır. Böylece birbirini seven, birbiriyle iyi geçinen cemaat ruhuna sahip bir ümmet gerçekleştirilmiş olmaktadır. Aşağıdaki hadis-i şerifte göreceğimiz üzere üç halde yalan söylemeye ruhsat verilmiş olması yalanı helal  kılmak anlamında değildir. Yalan yalandır ama taşıdığı gayeler ve varmak istediği hedefler bakımından söyleyenin cezaya çarptırılmayacağı bildirilmektedir. Yalanın meydana getireceği dostluk olmaz olsun denilemez. “İş bitirip ümmetin huzurunu sağlayan yalan fitnelere sebep olan doğrudan daha iyidir.” Allah’ın istediği bir maksada ulaşmak mübah ise, yalan da mübahtır; vacip ise, yalan söylemek de vaciptir. Bir zalimin öldürmek istediği bir insanı diğer bir müslümanın zulmü önlemek için saklaması veya yalan söylemesi vacip olur.[68]

 

1550. Ümmü Külsûm radıyallahu anhâ’dan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittiği nakledilmiştir:

"İnsanların arasını düzeltmek maksadıyla birinden ötekine uygun sözler taşıyan (veya hayırlı konuşan) yalancı sayılmaz."[69]

 

Müslim'in rivayetinde[70] şu ifadeler yer almaktadır:

Ümmü Külsûm şöyle dedi:

"Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, şu üç hal dışında, halkın yalan söylemesine ruhsat verdiğini hatırlamıyorum:

Harbte,

Kişilerin arasını düzeltmekte,

(Aile dirliğini sağlamak için) kocanın hanımına, hanımın kocasına söylediği sözlerde."

 

262) Sözü Sağlamlaştırmaya Teşvik

 

Bu bölümdeki iki ayet ve üç hadisten, iyice bilinmeyen bir şeyin peşine düşülmemesi gerektiğini, ağızdan çıkan her sözün mutlaka kayda geçirildiğini, her duyduğunu nakletmesi kişiye yalan olarak yeteceğini, yalan olduğunu bildiği bir sözü peygambere nispet ederek söyleyen kimsenin yalancılardan olduğunu, kendisine verilmeyen bir şey ile övünen kimsenin sahte elbise giyerek gösteri yapan kimse gibi olduğunu öğreneceğiz. [71]

 

"Bilmediğin şeyin ardına düşme, çünkü göz, kulak ve kalp hepsi sorumludur, mutlaka sorguya çekilecektir." (İsra: 17/36)

"İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen ve dediklerini kayda geçen bir melek hazır bulunmasın." (Kaf: 50/18)

 

1551. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Her duyduğunu nakletmesi kişiye yalan olarak yeter."[72]

 

* Bu hadis, herhangi bir araştırma yapmadan her söyleneni aktarmanın yalan söylemek anlamına geldiğini çok kesin bir şekilde ortaya koymaktadır. Yalan söylemenin yolu duyulanları iyice tahkik etmekten geçer. [73]

 

1552. Semüre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Yalan olduğunu zannettiği bir hadisi benden nakleden kimse yalancılardan biridir. "[74]

 

* Herşeyde olduğu gibi peygamberin sözlerinde de daha fazla araştırıp tatbik etmek gerekir. [75]

 

1553. Esmâ radıyallahu anhâ şöyle dedi: Bir kadın:

– Ey Allah'ın Resûlü! Benim bir kumam var. Kocamın bana vermediği bir şeyi, verdi diye kumama karşı gösteriş yapsam, bunun bana bir günahı olur mu? diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– "Kendisine verilmemiş bir şey ile doymuş görünen kişi, iki sahte elbise giyerek gösteriş yapan kimse gibidir" buyurdu.[76]

 

* Aile içerisinde kumaların birbirlerine karşı aslı olmayan şeylerle efendileri adına gösterişe kalkışmaları çifte yalancılık hükmündedir. Gerek söz, gerek davranış her durumda müslümana gerçekçi olmak yaraşır. Bu hadis nüfuz, servet, ilim, fazilet, mevki ve şöhret sahtekarları hakkında edebî değeri yüksek bir darbı meseldir. [77]

 

263) Yalan Şahitliğin Şiddetle Yasak Oluşu

 

Bu bölümdeki beş ayet ve bir hadis-i şeriften yalan söz ve yalan şahitliğinden kesinlikle kaçınılması gerektiğini, iyice bilmediğimiz bir işin ve sözün ardına düşülmemesi gerektiğini, söylediğimiz her söz için görevlilerin zabıt tuttuklarını, Rabbimizin de devamlı gözetlemekte olduğunu, gerçek mü'minlerin yalan şahitliği yapmadıklarını, en büyük günahlardan olan Allah'a şirk koşmak, ana-babaya itaatsizlikten sonra gelen büyük günahın, yalan söz ve yalan şahitliği olduğunu öğreneceğiz. [78]

 

"... Yalan sözden mutlaka sakının." (Hacc: 22/30)

"Bilmediğin şeyin ardına düşme, çünkü göz, kulak ve kalp hepsi sorumludur, mutlaka sorguya çekilecektir." (İsra: 17/36)

"İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen ve dediklerini kayda geçen bir melek hazır bulunmasın." (Kaf: 50/18)

"Çünkü Rabbin her zaman gözetleyip durmaktadır." (Fecr: 89/14)

"Onlar ki yalan ve asılsız olan şeylere tanıklıkta bulunmazlar..." (Furkan: 25/72)

 

1554. Ebû Bekre radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :

– "En büyük günahı size haber vereyim mi?" buyurdu. Biz:

– Evet, yâ Resûlallah, dedik. Resûl–i Ekrem:

– "Allah'a şirk koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek" buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve "İyi belleyin, bir de yalan söylemek, yalancı şâhitlik yapmaktır" buyurdu. Bu son cümleyi sürekli tekrarladı. Biz daha fazla üzülmesini arzu etmediğimiz için "keşke sussa" diye temennide bulunduk.[79]

 

* Kur'an ve hadislerde günahlar büyük ve küçük olarak ikiye ayrılmaktadır. Ağır tehdid, lanet ve ceza öngörülen suçlar büyük günah olarak kabul edilmektedir. Burada üç tanesi açıklanan büyük günahlar diğer hadislerde sayısı beşe ve yediye çıkarılmaktadır. Allah Rasulu ve ashabı bunların sayısını kırka kadar çıkarmışlardır. Ayrıca bu konuda pekçok eserler de kaleme alınmıştır. Zehebi'nin el-Kebair'i ve İbni Hacer el-Heytemi'nin ez-Zevacir an İktirafi'l-Kebair'i bunların en önemlilerindendir. Bu ikinci eserde büyük günahların sayısı 467'ye kadar çıkarılmıştır.

Lokman: 31/13'de en büyük zulmün şirk olduğu belirtilmiştir. Hac: 22/30'da da yalan söz söylemekten sakınmak emrolunmaktadır. [80]

 

264) Belli Bir İnsan Veya Hayvana Lânet Etme Yasağı

 

Bu bölümdeki sekiz hadis-i şeriften mü'min kimseye lanet etmenin onu öldürmek gibi olduğunu, özü sözü doğru olan müslümana lanetçi olmasının yakışmayacağını, lanet edicilerin kıyamet günü ne şefaatçi, ne de şahid olabileceklerini, müslümanların birbirlerine lanet, gazab ve cehennem azabı şeklinde beddua etmelerinin yasaklandığını, gerçek mü'minin kötüleyici, lanetçi ve kötü söz sahibi olmayacağını, kul herhangi bir şeye lanet ettiğinde lanet gökyüzüne çıkar. Semanın kapıları ona kapanır. Sonra sağa sola bakınır, girecek yer bulamaz. Lanet edilen kişiye döner, gerçekten o kişi lanete layık ise onda kalır, değilse, lanet eden kimseye geri döner hadisindeki gerçeği, kendisine lanet okunan devenin, bırakın gitsin denilerek binilmesinin yasaklandığını öğreneceğiz. [81]

 

1555. Rıdvân bîatında bulunan sahâbîlerden Ebû Zeyd Sâbit İbni'd–Dahhâk el–Ensârî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim İslâm'dan başka bir din adına bilerek yalan yere yemin ederse, o kişi dediği gibi (yalancının biri)dir. Kim, ne ile intihar ederse, kıyamet günü onunla azâb olunur. Sahip olmadığı bir şeyi adayanın adağı geçersizdir. Mü'mine lânet etmek, onu öldürmek gibidir."[82]

 

* Müslümana lanet etmek onu öldürmek gibi büyük günahlardandır. Müslüman müslümana lanet değil, rahmet dilemelidir. Kişi bu dünyada ne ile intihar ederse ahirette aynı şeyle azaplandırılır. Elinde bulunmayan veya sahip olması çok güç olan bir şeyi nezredenin nezri geçersizdir. İslamdan başka bir sistem adına yemin eden kimse yalan yere yemin etmiş olur. [83]

 

1556. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sıddîka lânetçi olması yakışmaz."[84]

 

* Özü sözü doğru olan bir kimseye yani gerçek müslümana lanet etmek yakışmaz. Çünkü peygamberimize pek çok eziyetler eden müşriklere lanet okuması teklif edilince, "Ben lanetçi olarak değil, rahmet olarak gönderildim." (Müslim, Birr, 87) demiştir. Böyle bir peygamberin ümmeti de ona uyarak lanet etmemelidir. [85]

 

1557. Ebu'd–Derdâ radıyallahu anh'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Lânetçiler, kıyamet günü ne şefaatçı ne de şâhit olurlar."[86]

 

* Kıyamette şefaatçi ve de şahitlikten mahrum kalacak kimseler olduğu anlaşılan ve bu tür mutluluktan mahrum olan bu kimseler böylece cezalarını çekeceklerdir. [87]

 

1558. Semüre İbni Cündeb radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Birbirinize Allah'ın lâneti, gazâbı ve cehennem azâbı ile lânet ve beddua etmeyiniz!"[88]

 

* Müslümanın müslümana bu ifadelerle hiçbir zaman felaket tellallığı yapmamalıdır. [89]

 

1559. İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Olgun mü'min, yerici, lânetçi, kötü iş ve kötü söz sahibi olamaz."[90]

 

* Gerçekten İslam ahlakını benimseyen kimsenin bu tür haddi aşmak gibi ahlaksızlık yapması mümkün değildir. [91]

 

1560. Ebu'd–Derdâ radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kul, herhangi bir şeye lânet ettiğinde o lânet gökyüzüne çıkar. Semânın kapıları ona kapanır. Sonra yere iner, yeryüzünün kapıları da ona kapanır. Sonra sağa sola bakınır, girecek yer bulamaz da lânet edilen kişiye döner. Eğer gerçekten lânete lâyık ise onda kalır, değilse lânet edene döner."[92]

 

* Lanetin sonuçta lanetçiye dönmesidir. Çünkü lanet kendisine gökyüzünde ve yeryüzünde yer bulamadığını ve kişinin böylece kendi ağzı ve dili ile kendi felaketini hazırlamış olduğunu görüyoruz. Gerçek mü'min bizleri gülünç ve acı bir duruma düşürmek istemez ve düşürmemelidir. Bunun da en kısa yolu kimseye lanet etmemektir. [93]

 

1561. İmrân İbni Husayn radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Bir seferde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in maiyyetinde bulunuyorduk. Devesinin üzerindeki Medineli bir hanım, devesinden sıkılarak ona lânet etti. Resûlullah sallahu aleyhi ve sellem kadının sözünü duyunca:

–"Üzerindekileri alın, deveyi salın gitsin. Çünkü o deve lânetlenmiştir" buyurdu.

İmrân der ki: O deve hâlâ gözümün önündedir, insanların arasında gezinirdi de kimse ona ilişmezdi.[94]

 

* (1559-1560) Dinimizde lanet yasağı sadece insanlara yönelik değildir. Hayvanlara da lanet edilmemelidir. Lanetlenmiş bir hayvanın bile bize yol arkadaşlığı etmesi uygun olmaz diyen peygamberimiz, laneti müslümanın hayatından tamamen kaldırmayı hedeflemektedir. Yani İslam toplumunda lanetlenmiş bir kimse ve hayvan bulunmamalıdır. İslam gerçekten insan ve hayvan haklarını koruyan tek dindir. [95]

 

1562. Ebû Berze Nadle İbni Ubeyd el–Eslemî radıyallahu anh şöyle dedi:

Genç bir hanım, üzerinde müslümanların birtakım eşyalarının da bulunduğu bir deve üstünde bulunuyorken, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'i görüverdi. Dağ yolunun dar yerine gelmişlerdi. Kadın:

– "Deeh, Allahım bu hayvana lanet et!" deyip hayvanı sürmeye çalıştı. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm:

– "Lânetlenmiş bir deve bizimle birlikte bulunmasın!" buyurdu.[96]

 

265) İsim Belirtmeksizin Günahkarlara Lanet Etmenin Caiz Oluşu

 

Bu bölümdeki iki ayet ve numaraları verilmemiş değişik yollardan bize sahih olarak intikal eden bazı hadislerin parçalarından, Allah'ın rahmetinden uzak olmanın (lanetin) varoluş gayesi dışında yaşayanlara ait olacağını, ahirette de bir çağırıcı yaradılış gayesi dışında yaşayanlara Allah'ın rahmetinden uzak olmalarını isteyeceğini, peruk takana ve taktırana, faiz yiyene, canlıların resim ve heykellerini yapanlara, bahçe ve tarlalardaki sınırları gizlice değiştirip bozanlara, Allah'ın lanet ettiğini ayrıca çelik miğfer veya yumurta çalana, ana babasına lanet edene, kestiğini Allah adına kesmeyenlere, Allah'a ve Rasulüne isyan etmiş olan kabilelere, peygamber mezarını mescid edinen yahudilere ve erkeklere benzemeye çalışan kadınlarla kadınlara benzemeye çalışan erkeklere Allah'ın lanet ettiğini öğreneceğiz. [97]

 

"...Dikkat edin ve unutmayın! Allah'ın rahmetinden uzak olup cehennemde azap görmek, yaradılış gayesine aykırı hareket edenler üzerinedir." (Hud: 11/18)

"...Bunun üzerine, içlerinden bir seslenici haykıracak: Allah'ın rahmetinden uzak kalıp cehennemde azap görmek, siz yaradılış gayesine aykırı hareket edenleredir." (A'raf: 7/44)

 

Bu konuda sahih hadislerden:

1. Allah iğreti saç, peruk takana ve taktıranlara lanet etsin. (Rahmetinden uzak kılsın) (Bu kitapta 1644-1646 nolu hadislerden)

2. Faiz yiyene de Allah lanet etsin. (Rahmetinden uzak kılsın) Bu kitapta 1617 no'lu hadise bakınız.

3. Canlıların resim ve heykellerini yapanlara da Allah lanet etsin. (Bu kitapta 1680-1688 nolu hadislere bakınız.)

4. Bahçe ve tarlalardaki izleri ve sınırları gizlice bozup değiştirenlere de Allah lanet etsin. (Rahmetinden uzak kılsın.)[98]

5. Çelik miğfer veya küçücük yumurta bile çalarak hırsızlığı alışkanlık haline getirenlere de Allah lanet etsin.[99]

6. Ana babasına lanet edene Allah lanet etsin.[100]

7. Kestiğini Allah'tan başkası adına kesene de Allah lanet etsin.[101]

8. Bütün meleklerin ve tüm insanların laneti Medine'de bidat çıkaran veya bir bidatçıyı barındıran kimse üzerine olsun.[102]

9. Ey Allah’ım, Allah'a ve Rasûlüne isyan etmiş olan Ri'l, Zekvan ve Usayye'ye lanet et.[103]

10.  Peygamberlerin kabirlerini mescid edinen Yahudilere Allah lanet etsin.[104]

11. Kadınlara benzemeye çalışan erkeklere ve erkeklere benzemeye kalkışan kadınlara lanet olsun.[105]

Biraz  bilgi vermek için iktibaslar yapılarak sıralanmış bulunan hadislere numaralar verdik, zulüm ve günah çeşitlerinden bir kısmına lanet edilebileceğini böylece öğrenmiş olacağız. [106]

 

 

 

266) Müslümana Sövme Yasağı (Haksız Olarak Bir Müslümana Söğüp Sayma Yasağı)

 

Bu bölümdeki bir ayet ve beş hadis-i şeriften, müslümanlara eziyete iftira etmenin büyük günah olduğunu ve küfre götürebileceğini, müslümana kafir ve fasık denilmemesi gerektiğini, sövüşenlerin günahı sövmeyi ilk başlatana aid olduğunu, şer'i ceza ile cezalandırılan bir kimseye dahi kötü sözler söylenmemesi gerektiğini, köle ve işçisine zina iftirasında bulunana kıyamet günü ceza uygulanacağını öğreneceğiz. [107]

 

"Mü'min erkekleri ve mü'min kadınları yapmadıkları bir fiilden dolayı suçlayanlara gelince, onlar iftira atma suçu işlemiş ve böylece açık bir günaha girmiş olurlar." (Ahzab: 33/58)

Bu ayet bize şunu da hatırlatıyor: "Ama kim bir hata yapar, günah işler de sonra onu suçsuz bir kimsenin üzerine atarsa, iftira suçu ve hatta daha da iğrenç bir günah yüklenmiş olur." (Nisa: 4/112)

 

1563. İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Müslümana sövmek fâsıklık, onunla savaşmak küfürdür."[108]

 

1564. Ebû Zer radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre o, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işitmiştir:

"Hiç kimse, bir başkasına fâsık veya kâfir demesin. Şayet itham altında bırakılan kişide bu sıfatlar yoksa, o söz onu söyleyene döner."[109]

 

1565. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Birbirine söven iki kişinin söylediklerinin günahı, mazlum olan haddi tecâvüz etmedikçe, sövüşmeyi ilk başlatana yazılır."[110]

 

1566. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Bir defasında Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e içki içmiş bir kişi getirdiler. Hz. Peygamber, orada bulunanlara:

– "Dövün şu adamı!" buyurdu.

Ebû Hüreyre dedi ki: Bunun üzerine bizden kimileri eliyle, kimileri papuçlarıyla, kimileri de elbiselerinin ucuyla adama vurmaya başladı. Dayak faslı bittikten sonra oradakilerin birisi:

– "Allah seni rezil etsin, kahretsin!" diye söylendi. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:

– "Hayır, öyle demeyiniz, adam aleyhinde böyle şeyler söyleyip de şeytana yardımcı olmayın!" buyurdu.[111]

 

1567. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi: Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim:

"Kim, köle ve câriyesine (memlûküne) zina iftirasında bulunursa, köle ve câriyede böyle bir kusur bulunmadığı takdirde kıyamet günü o kişiye had cezası uygulanır."[112]

 

* İslamda cezaların herkesin önünde uygulanıp caydırıcı oluşu, gerçeğiyle seyredenlerin ibret alıp böyle bir duruma düşmemeleri temin edilmiş olur. Cezayı çeken ise utanıp mahçup olur ve bir daha suç işlememeye karar verebilir. Peygamberimiz ceza uygulattığı kimseye sahabenin beddua etmesini yasaklamış ve uygun görmemiştir. Bu sebeple cezasını dünyada çekmeye razı olan ve çeken kimseye bir de hakaret ve beddua hoş olmaz. Bu tip suçluları toplumdan dışlamamak ve onlara merhamet ve şefkatle yaklaşmak uygundur. Bu tür suçları işleyenlere ceza uygulama yetkisi İslam devletine ait olup, kişiler devletsiz kendi başlarına bu işi yapamazlar. [113]

 

267) Ölülere Sövme Yasağı (Haksız Yere, Bid'at Ve Günahına Ortak Olmaktan Sakındırmak Gibi Dinî Bir İyilik Maksadı Da Bulunmaksızın Ölülere Sövüp Saymanın Nehyedilmiş Olduğu)

 

1568. Âişe radıyallahu anhâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Ölülere sövmeyin! Çünkü onlar, önceden âhirete göndermiş olduklarının sonuçlarıyla başbaşadırlar."[114]

 

268) Müslümanlara Eziyet Etmemek Ve İncitmemek

 

Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadisten mü'minlere eziyet edip rahatsız edenlerin büyük bir günah yüklendiklerini, gerçek müslümanın elinden ve dilinden başkalarının emniyette olduğu kimse olduğunu, müslüman kendisine karşı nasıl davranılmasından hoşlanıyorsa, başkalarına da öyle davranması gerektiğini öğreneceğiz. [115]

 

"Mü'min erkekleri ve mü'min kadınları, yapmadıkları bir fiilden dolayı suçlayanlara gelince, onlar iftira atma suçu işlemiş ve böylece açık bir günaha girmiş olurlar." (Ahzab: 33/58)

 

1569. Abdullah İbni Amr İbni'l–Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"(İyi) müslüman, dilinden ve elinden müslümanların emin olduğu kişidir. (Asıl) muhâcir de Allah'ın yasakladıklarını terkedendir."[116]

 

* İnsanlara zarar vermemek de bir faydadır. Gerçek muhacir Allah'ın yasakladığı şeyleri günahları terkedenlerdir. Müslümanın müslümanı her yönden incitmesi yasaklanmıştır. Müslüman güvenilir kimsedir. [117]

 

1570. Yine Abdullah İbni Amr İbni'l–Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim, cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulmayı isterse, ölümünü, Allah'a ve âhirete inanmış olarak karşılasın. Bir de başkalarına karşı, kendisine nasıl davranılmasından hoşlanıyorsa öyle davransın."[118]

 

* Ahirette mutluluğa ermek, iman üzere ölenler içindir. Ölüme imanla kavuşabilmek için hayatı iman üzere yaşayıp bitirmek gerekir. Toplumsal ilişkilerde herkes kendisine yapılmasını istediği şeyleri başkalarına yapmayı prensip haline getirmelidir. Kendisine iğne batırmayan başkasına çuvaldızı hiç batıramaz. [119]

 

269) Müslümanlara Buğuz Etme İlişki Kesme Ve Sırt Çevirmenin Yasaklığı

 

Bu bölümdeki üç ayet ve iki hadisten mü'minlerin ancak kardeş olduklarını ve kendi aralarında alçak gönüllü olmaları gerektiğini kafirlere ise çetin ve onurlu olunmasını, kin, haset, alaka kesme ve üç günden fazla dargın durmanın helal olmadığını, iki mü'minin barışıncaya kadar affedilmeleri için beklendiğini öğreneceğiz. [120]

 

"Tüm mü'minler kardeştir, o halde her ne zaman araları açılırsa kardeşlerinizin arasını düzeltin..." (Hucurat: 49/10)

"...O mü'minler mü'minlere karşı alçak gönüllü, Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenlere karşı ise onurlu ve şiddetlidirler." (Maide: 5/54)

"Muhammed Allah'ın elçisidir. Onunla beraber olanlar, Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenlerin tümüne karşı, kararlı ve tavizsiz; ama birbirlerine karşı daima merhametlidirler." (Feth: 48/29)

 

1571. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Birbirinize kin tutmayınız, hased etmeyiniz, sırt dönmeyiniz ve ilginizi kesmeyiniz. Ey Allah'ın kulları, kardeş olunuz. Bir müslümanın, din kardeşini üç günden fazla terketmesi helâl değildir."[121]

 

* Şahsi konularda küsüp konuşmama müddetinin en uzunu üç günden daha fazlası müslümanlar arasında olmaz. Dini maksatlarla küsmek tartışmasız caizdir. (Ka'b ibni Malik ve iki arkadaşına müslümanların konuşmamaları gibi) [122]

 

1572. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Pazartesi ve perşembe günleri cennet kapıları açılır. Din kardeşi ile aralarında düşmanlık bulunan kişi dışında Allah'a şirk koşmayan her kulun günahları bağışlanır. (Meleklere) siz şu iki kişiyi birbiriyle barışıncaya kadar tehir edin, evet siz bunları birbiriyle barışıncaya kadar tehir edin! buyurulur."[123]

 

* Müslümanlar düşmanlıktan vazgeçip aralarını düzeltinceye kadar bağışlanma dışı bırakılmaktadırlar. Her hafta iki kere bağışlanma fırsatını kaçıran kimsenin felaket ve mahrumiyetinden daha büyük ne olabilir? Şirk koşan yani Allah'la beraber başka kanun koyucular tanıyanlar ne affedilirler, ne de amelleri kabul olunur. (Bu hususta bakınız Zümer: 39/65, Enam: 6/88, Hud: 11/16, Araf: 7/147, Tevbe: 9/17, Tevbe: 9/69, Kehf: 18/105, Ahzab: 33/19) [124]

 

270) Bir Kimsenin Sahip Olduğu Dini Ve Dünyevi Nimetlerin Elinden Çıkmasını İstemenin Haram Kılındığı

 

Bu bölümdeki tek ayet ve tek hadisten Allah'ın verdiği nimetlere karşı hased edilmemesi gerektiğini, çünkü hasedin aynen ateşin odunu yiyip tükettiği gibi iyilikleri yiyip bitireceğini öğreneceğiz. [125]

 

"Yoksa onlar Allah'ın lütfundan verdiği şeyler için insanları kıskanıyorlar mı?..." (Nisa: 4/54)

 

1573. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Haset etmekten sakının. Zira, ateşin odunu (veya otları) yiyip bitirdiği gibi haset de iyilikleri yer bitirir."[126]

 

* Ateş için odun ve otları yakıp kül etmek ne kadar kolay ise hasetçilik = çekememezlik duygusu da müslümanın tüm yaptığı iyilikleri öylece tüketir. Hasetçi kişi haset ettiği kimselerin gıybet ve dedikodusunu yapar. Aleyhinde bulunur ve böylece kendi kayıp ve zararını haset ettiği kimsenin de nimet ve sevabını artırır. Böylece hased edenin hem dünyası hem de ahireti mahrumiyetle neticelenir. Tedavi edilmezse kişinin imanını da ifsad edip yok olmasına sebep olabilir. Bu sebeple şiddetle yasaklanmıştır. (Hucurat, Felak vb. sureleri bir tefsirden mutlaka okuyunuz) Gıbta ise caizdir. Başkalarının sahip olduğu nimetlerin yok olmasını istemek, hased aynı şeylerin kendisinde olmasını istemek ise gıbtadır. [127]

 

271) Gizli Şeyleri Araştırmanın Ve Duyulması İstenmeyen Şeyleri Duymaya Çalışmanın Yasak Oluşu

 

Bu bölümdeki iki ayet ve üç hadisten, müslümanların birbirlerinin gizli hallerini araştırmamaları gerektiğini, mü'minlerin birbirlerine iftira ve eziyet etmelerinin apaçık günah yüklenme olduğunu, haset edilmemesi, kin tutulmaması, haksızlık edilmemesi, müşteri kızıştırılmaması, kardeş olunması, alaka kesilmemesi, başkasının pazarlığı üzerine satış yapılmaması, müslümanların gizli durumlarının araştırılması halinde ahlâken bozukluğun yaygınlaşacağını ayıp ve kusur araştırmaktan menedildiğimizi öğreneceğiz. [128]

 

"... Ey mü'minler birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın..." (Hucurat: 49/12)

"Mü'min erkekleri ve mü'min kadınları yapmadıkları bir işten dolayı suçlayanlara gelince, onlar iftira atma suçu işlemiş ve böylece açık bir günaha girmiş olurlar." (Ahzab: 33/58)

 

1574. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Zandan sakınınız. Çünkü zan (yersiz itham), sözlerin en yalan olanıdır. Başkalarının konuştuklarını dinlemeyin, ayıplarını araştırmayın, birbirinize karşı öğünüp böbürlenmeyin, birbirinizi kıskanmayın, kin tutmayın, yüz çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları! Allah'ın size emrettiği gibi kardeş olun.

Müslüman müslümanın kardeşidir: Ona haksızlık etmez, onu yardımsız bırakmaz, küçük görmez. (Göğsüne işâret ederek) Takvâ buradadır, takvâ buradadır!”

"Kişiye, müslüman kardeşini hor görmesi kötülük olarak yeter. Müslümanın her şeyi, kanı, namusu ve malı müslümana haramdır.”

"Şüphesiz ki Allah, sizin bedenlerinize, görünüşünüze ve mallarınıza değil, kalblerinize kıymet verir."

Bir rivâyette şöyle buyurulur: "Birbirinize haset etmeyin, kin tutmayın. Başkalarının ayıplarını araştırmayın, konuştuklarını dinlemeyin, müşteri kızıştırmayın. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun."[129]

 

Bir rivayette de şöyle buyurulur:

"Birbirinizle alâkayı kesmeyin! Birbirinize sırt dönmeyin! Birbirinize kin tutmayın! Haset etmeyin. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun!”[130]

 

Bir rivayette de şöyle buyurulur:

"Birbirinizle alâkayı kesmeyin! Biriniz bir başkasının satış pazarlığı üzerine satış yapmasın!"[131]

Müslim bu rivâyetlerin tamamını[132], Buhârî de büyük bir kısmını rivayet etmiştir.

 

* Bu hadisin kısa şekli 7 numarada geçmiş ve gerekli açıklamalar orada verilmişti. 1575'de kısa bir şekli de gelecektir. [133]

 

1575. Muâviye radıyallahu anh şöyle dedi: Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim:

"Müslümanların ayıplarının, gizli durumlarının peşine düşer, araştırmaya kalkışırsan, onların ahlâkını bozarsın veya onları buna zorlamış olursun."[134]

 

* Yönetimlerin istihbarat teşkilatları ülke insanlarını dış düşmanlara karşı korumak maksadıyla çalıştırılmalıdır. Toplumlarından şüphelenen bir yönetim aslında kendisinden şüpheleniyor demektir. Bu da halkla beraber yönetimin bizzat yöneticiler tarafından bozulması anlamına gelir. Birkaç müslümanın bir araya gelmesinden kuşku duyan yönetim ve yöneticilerin ne tür sıkıntılara sebebiyet verdikleri henüz unutulmuş değildir. Dün, bugün ve yarın aynı konuma düşüldüğü görülmüştür. Kendilerine hak ve hürriyet verilmeyen kimselere baskı ve fişleme tehdidleriyle düzeltmek mümkün değildir. Böylesi ortamlarda yöneticiler aslında kendi acizlik ve dengesizliklerini ortaya koymuş olurlar. Ayıp ve kusur araştırmak, toplumların ahlakını ifsad  eder. Yöneticiler ve yönetimler halkın kusurunu araştırmakla değil, huzurunu temin etmekle meşgul olmalılar. Toplumundan kuşkulu yöneticiler ne kendileri huzur bulur, ne de toplumlarına huzur verirler. (Hucurat: 49/ 6) [135]

 

1576. İbni Mes'ûd radıyallahu anh, bir gün kendisine bir adam getirilerek, "Bu, sakalından şarap damlayan falanca kişidir" denildiğini bunun üzerine kendisinin de şu cevabı verdiğini bildirmektedir:

"Biz ayıp ve kusur araştırmaktan menedildik. Kendiliğinden bir kusur veya ayıp ortaya çıkarsa biz onun gereğini yaparız."[136]

 

* Günah ve kusur araştırıcılığı yapmak yasaktır. Açığa çıkmış hata ve günahların cezasını vermek yeterlidir. Apaçık hatalara ses çıkarmayıp da gizli kusur aramayı hüner sayanlar toplumun ahlaken bozulmasını hızlandırmaktan başka birşey yapmazlar. [137]

 

272) Müslümanlara Gereksiz Yere Sûizanda Bulunma Yasağı

 

Bu bölümdeki bir ayet ve bir hadisten, kötü zandan uzak durulması gerektiğini, çünkü zannın bir kısmının günah olduğunu, sözlerin en yalan olanının zan olduğunu öğrenmiş olacağız. [138]

 

"Ey iman edenler! birbirinizin hakkında, yersiz zanda  bulunmaktan kaçının, çünkü bazı zan ve şüphe vardır ki, günahtır." (Hucurat: 49/12)

 

1577. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Zandan sakının. Çünkü zan, sözlerin en yalan olanıdır.”[139]

 

* Yunus: 10/36'da ve Necm: 53/23'de anlatılan zan "kötü zandır" 1549 no'lu hadiste beyan edilen husus da yine kişinin tetkik ve tahkik etmeden her sözü söylemesinin uygun olmadığı meydandadır. [140]

 

273) Müslümanı Küçük Görme Ve Aşağılamanın Yasak Oluşu

 

Bu bölümdeki iki ayet ve üç hadis-i şeriften mü'minlerin birbirlerini asla alaya almamaları gerektiğini, kötü lakaplarla çağırmamak gerektiğini, arkadan çekiştirip göz kaş hareketleriyle alay ve eğlence konusu edinenlere büyük azaplar hazırlandığını, bir kimseye kötülük olarak müslüman kardeşini hor görmesinin yeteceğini, kalbinde zerre kadar kibir olanın cennete giremeyeceğini, bir müslümanın bağışlanmayacağı hakkında kim yemin ederse amellerinin boşa gideceğini, diğer kimsenin ise affedileceğini öğreneceğiz. [141]

 

"Ey iman edenler! Hiçbir insan başka insanları alaya alıp küçümsemesin, belki o alaya alıp küçümsedikleri, kendilerinden daha hayırlı olabilirler. Ve hiçbir kadın da başka kadınları küçümseyip alaya almasın, belki de onlar kendilerinden daha hayırlı olabilirler. Ve hiçbirinin başka birinde ayıplar arayıp onu karalamasın ve kınamasın. Kötü lakaplarla sataşıp atışıp birbirinizi aşağılamayın. İman ettikten sonra kötü bir ad sahibi olmak ne çirkin şeydir. Artık her kim bu yasak ettiği şeylerden tevbe edip dönmezse, işte onlar yaratılış gayesine aykırı yaşayanlardır." (Hucurat: 49/11)

"Ayıp kusur arayan ve göz  kaş işaretleriyle alay edenlerin vay haline..." (Hümeze: 104/1)

 

1578. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Müslüman kardeşini hor görmesi kişiye kötülük olarak yeter."[142]

 

* Müslüman, müslüman kardeşini asla hor ve hakir görmemelidir. Çünkü en büyük kötülük budur, böyle yapılınca müslümanlar arasına kötülük tohumu ekilmeye başlanmış demektir. Müslümanlar birbirleriyle bir binanın parçaları gibi sağlamca kenetlenmiş kişilerdir. Birbirlerini hor görmeleri, hakir görmeleri uygun olmaz. Gerçek müslümanlar arasında bu tür davranışlar görülmez, görülmemelidir.

Ama müslüman olmayıp din ayrılığı yönünden müslümanı küçük gören laik demokrat çağdaş kimseler de vardır ki bu konumuzun dışındadır. Her peygamber ve ümmeti kendi döneminin inanmayanları tarafından küçümsenmişlerdir. Peygamberimize bile Allah'tan bu konuda tavsiyeler gelmiştir. Bkz. Enam: 6/52, Hud: 11/29-31, Şuara: 26/114, Kehf: 18/28. [143]

 

1579. İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– "Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez."

Bunun üzerine bir sahâbî:

– İnsan elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını arzu eder, dedi. Resûl–i Ekrem de şöyle buyurdu:

– "Allah güzeldir güzeli sever. Kibir ise, hakkı kabul etmemek ve insanları hor görmektir."[144]

 

* Kibir: Hakkı tanımamak ve insanları küçük görmek olarak tarif edilir. Zerre kadarı bile insanları cennetten mahrum edecek olan bu ahlaki hastalık çok tehlikelidir. Kişinin elbise veya ayakkabısının güzel olmasını istemesi kibir kapsamına girmediği de açıklanmıştır. [145]

 

1580. Cündeb İbni Abdullah radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Bir kişi:

– Vallahi, Allah falan adamı bağışlamaz, diye yemin etti. Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah da:

– "Falanı bağışlamayacağım hakkında benim adıma kim (yemin edip) hüküm verebilir? Ben onu bağışladım, senin amelini de boşa çıkardım" buyurdu.[146]

 

* Bu hadis hiçbir kimsenin hiçbir kimseyi mevcud haline bakarak Allah'ın rahmet ve mağfiretinden uzak görmeye ve göstermeye Allah adına hüküm vermeye, hakkı ve haddi olmadığını ortaya koymaktadır. Bu kişinin kendisini belli bir mertebede görerek büyüklük taslayarak yapması büsbütün hatadır. Allah'ın ve peygamberinin bir açıklamasına uyar bir hali olmaksızın insanların cennetlik ve cehennemlik olduklarını söylemek asla caiz değildir. İnsanlar kendi ayıp ve kusurlarıyla meşgul olup bağışlatmak için uğraşacakları yerde başkalarının hatalarını büyük görüp cehennemlik olduklarını söyleyebilmektedirler. Bu hadis bu türden davranış sahiplerini bekleyen büyük tehlikeyi haber vermekte ve Allah'ın işine karışmaya kalkışmanın çok ağır bedelini hatırlatmaktadır. Bu davranış Allah korusun gazabı ilahiyi celbedecek büyük bir kusurdur. Müslümanı hor gören kendisini horluğa, ateşe mahkum eder.[147]

 

274) Müslümanın Felâketini Sevinçle Karşılama Yasağı (Müslümanın Başına Gelen Bir Felâketten Dolayı Sevinç Gösterisinde Bulunmanın Nehyedilmiş Olduğu)

 

Bu bölümdeki iki ayet ve bir hadisten, mü'minlerin ancak kardeş olduklarını, kötü söz ve hayasızlığın mü'minler arasında yayılmasından sevinç duyanlara dünyada da ahirette de bir azabın beklediğini, müslümanın müslüman kardeşinin uğradığı felaketi sevinçle karşılamaması gerektiğini, aksi halde o kimseyi o dertten kurtarıp diğer şahsı o derde uğratabileceğini öğreneceğiz. [148]

 

"Bütün mü'minler ancak kardeştirler." (Hucurat: 49/10)

"Mü'minler arasında, kötü şeylerin yayılmasından hoşlananlara bu dünyada da, ahirette de can yakıcı bir azap vardır." (Nur: 24/19)

 

1581. Vâsile İbni'l–Eskâ radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kardeşinin uğradığı felâketi sevinçle karşılama! Allah onu rahmetiyle o felâketten kurtarır da seni derde uğratır."[149]

 

* Müslümanlar kardeştirler, sevinç ve üzüntüde ortaktırlar. "Gülme komşuna, gelir başına" atasözü unutulmamalıdır. Allah dilerse felakete uğrayanı kurtarır, felakete sevineni ise o tür bir felakete uğratabilir. [150]

 

275) Neseb' e Dil Uzatmanın Haram Oluşu

 

Bu bölümdeki bir ayet ve bir hadisten mü'minlere eziyet etmenin apaçık günah olduğunu, neseblere dile uzatmak ve ölülere yaka paça yırtarak ağlamanın küfür vasfı taşıyan iki huy olduğunu öğreneceğiz. [151]

 

"Mü'min erkekleri ve mü'min kadınları yapmadıkları bir işten dolayı suçlayanlara gelince, onlar iftira atma suçu işlemiş ve böylece açık bir günaha girmiş olurlar." (Ahzab: 33/58)

 

1582. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallalllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Nesebe dil uzatmak ve yüksek sesle ölüye ağlamak, halk arasında yerleşmiş küfür niteliği taşıyan iki huydur."[152]

 

* Müslüman olmayan kafir ve müşriklerin adet ve hareketleri cümlesinden olan iki kötü uygulama ortaya konmuştur. Müslüman toplumlarda bu iki kötü huy asla bulunmaz. Hiçbir müslüman diğer müslümanın sahih nesebine dil uzatma, laf söyleme hakkına sahip değildir ve müslümana yapılacak en büyük kötülük te budur. Bu da iki şekilde olur. Biri, kişinin kendi öz babasını bırakıp babasının başka birisi olduğunu söylemesi veya bu izlenimi verecek şekilde konuşmasıdır. İkincisi ise birilerinin kalkıp bir başkasının nesebi hakkında ileri geri söz söylemesidir. İkisi de yasak ve haramdır. Müslüman bunun yasak olduğunu bile bile ve helal sayarak böyle bir iddiada bulunursa açıkça küfre girmiş olur. Helal kabul etmeyip böyle davranırsa cahiliye insanları ve kafirlerde görülen bir işi yapmış olur. Bir kimsenin gayri meşru bir şekilde dünyaya geldiğini ifade eden her türlü söz de bu kapsama girer.

Ölüye bağırıp çağırıp yaka paça yolarak ağlamak da yasaklanmış olup, İslam'da sadece gözyaşı ve üzüntü şeklinde teessür hali vardır. Gerisi taşkınlıktır, yasaklanmıştır. [153]

 

276) Hile Yapma Ve Aldatma Yasağı

 

Bu bölümdeki bir ayet ve beş hadis-i şeriften, mü'minlere eziyet vermenin apaçık günah olduğunu, müslümana silah çeken ve aldatanın müslümanlardan olamayacağını, müşteri kızıştırmamak gerektiğini, devamlı aldatılan kimsenin alışveriş yaparken ne demesi gerektiğini, bir müslümanın karısını ve kölesini aldatan kimsenin müslümanlardan olamayacağını öğreneceğiz. [154]

 

"Mü'min erkekleri ve mü'min kadınları yapmadıkları bir işten dolayı suçlayanlara gelince, onlar iftira atma suçu işlemiş ve böylece açık bir günaha girmiş olurlar." (Ahzab: 33/58)

 

1583. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bize silah çeken bizden değildir. Bize hile yapıp aldatan da bizden değildir."[155]

 

Müslim'in bir başka rivâyetinde şöyle denilmektedir:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem pazarda bir buğday sergisine uğradı. Elini buğday yığınının içine daldırdı, parmakları ıslandı. Bunun üzerine satıcıya:

– "Ey zâhîreci! Bu ıslaklık nedir?" buyurdu. Adam:

– Ey Allah'ın Resûlü! Yağmur ıslattı, dedi. Resûl–i Ekrem:

– "İnsanların görüp aldanmaması için o ıslak kısmı ekinin üstüne çıkarsaydın ya! Kim bizi aldatırsa, bizden değildir" buyurdu.[156]

 

* Aldatmanın her türlüsü İslam'da yasaklanmıştır. Malın iyisini öne, kötüsünü arkaya ve alta koymaktan tutun da kalitesi farklı malı kaliteli diye satmaya kadar yalan söylemekle müşterinin aldatılmasına göre her çağın ve her dönemin aldatma modellerinin hepsi yasaktır. Silah çekmek de aynı şekilde tecavüz olması dolayısıyla bir farkı yoktur. [157]

 

1584. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Müşteri kızıştırmayın!"[158]

 

1585. İbni Ömer radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem müşteri kızıştırmayı nehyetmiştir.[159]

 

1586. Yine İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek alış–veriş yaparken kendisinin sürekli aldatıldığını söyledi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– "Kimden alış–veriş yaparsan ona 'İslâm'da aldatma yoktur' de!" buyurdu.[160]

 

* Her yaptığı alışverişlerde aldandığından şikayette bulunan bir sahabinin müracaatı üzerine peygamberimiz, alışveriş yaparken böyle söylemesi gerektiğini bildirmiştir. Böyle bir kaidenin alışveriş esnasında hatırlatılması doğacak sorumluluğun bu kaideye uymayan kimseye ait olacağının dile getirilmesi demektir.

Herkesin her konuda gerekli  bilgiye sahip olması, mal ve eşya hakkında yeterli teknik bilgiye sahip olması mümkün değildir. Satıcı olan kimsenin de alıcının bu bilgisizliğinden yararlanmaya kalkması doğru olmaz. Alıcı böyle söyleyerek, sorumluluğu satıcıya yüklerken satıcı da inançları doğrultusunda dürüst davranıp helal kazanmaya ve kimseyi aldatmamaya çalışacaktır.

Gözünü kazanma hırsı bürümüş, haram helal ver Allahım, kulun seçmez yer Allahım, inancıyla hareket edenlere tesiri olmasa bile Allah korkusu ve hak hukuk mefhumunu yitirmemiş kimselere inşaallah tesiri olur. [161]

 

1587. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim, bir adamın karısını veya kölesini ayartıp aldatırsa bizden değildir."[162]

 

* (1582-83) Alıcı olmadığı halde sadece müşteri kızıştırmak için müşteri gibi davranıp yüksek fiat vermek suretiyle malın fazla fiatla satılmasına ve böylece gerçek alıcıların zarara uğramasına vesile olmak yasaklanmıştır. İki esnaf arasında pazar yerlerinde yabancı müşterilere fazla fiatla mal satmak için uygulanan bu islamî metodla yasak getirilerek hiçbir kimsenin aldatılmasına meydan vermemiştir. Bugünkü reklamlar da meşhur şahısların çıkıp ben de aldım, ben de kullandım demek suretiyle toplumu aldatmaları ve o firmanın malına revaç kazandırmaları da bu aldatma içerisine girer. [163]

 

277) Sözden Cayma, Ahdi Bozma Yasağı

 

Bu bölümdeki iki ayet ve dört hadis-i şeriften Allah'a ve insanlara verilen sözlerin yerine getirilmesi gerektiğini, verilen söz ve anlaşmalardan sorumlu olduğumuzu, münafıkta bulunan hususiyetlerden birinin de sözünde durmamak olduğunu, sözünde durmayanların kıyamet günü bir bayrak dikilerek tanıtılacağını, sözünde durmaması ölçüsünde bu bayrağın yükseltileceğini, kamu yöneticisi durumunda olanların vefasızlıklarının daha büyük olacağını öğreneceğiz. [164]

 

"Ey inananlar, Allah'a ve insanlara olan akitlerinizi titizlikle yerine getirin." (Maide: 5/1)

"...Ey inananlar, verdiğiniz sözü yerine getirin, çünkü verdiğiniz her sözden hesap gününde mutlaka sorguya çekileceksiniz." (İsra: 17/34)

 

1588. Abdullah İbni Amr İbni’l–Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Dört huy vardır ki bunlar kimde bulunursa o kişi tam münâfık olur. Kim de bu huylardan biri bulunursa, onu terkedinceye kadar o kişide münâfıklıktan bir sıfat bulunmuş olur:

Kendisine bir şey emanet edildiği zaman ona ihânet eder.

Konuştuğunda yalan söyler.

Söz verince sözünden döner.

Düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar.”[165]

 

1589. İbni Mes'ûd, İbni Ömer ve Enes radıyallahu anhüm'den rivayet olunduğuna göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Ahdini bozan herkes için kıyamet günü bir bayrak dikilip bu falanın vefâsızlık alâmetidir diye ilân olunacaktır."[166]

 

* Sözünde durmayan kimselerin kıyamet gününde nasıl teşhir edileceği anlatılmaktadır. Sancak ve bayraklar altında teşhir edilmek ne büyük rüsvaylıktır. [167]

 

1590. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kıyamet günü her vefâsız kişinin arkasında bir bayrak bulunacak ve vefâsızlığı ölçüsünde o bayrak yükseltilecektir. Bilin ki, vefâsızlık açısından kamu yöneticisinden daha büyük vefâsız yoktur."[168]

 

* Her sözünde durmayan kimseye bir bayrak yükseltilecek, toplumun yönetimini üstlenmiş müslüman ve idareci olmuş kişilerin verdikleri söze, girdikleri taahhütlere ve yönelttikleri insanlara, yaptıkları vaadlere uymamaları halinde onların vefasızlığı bir anda o toplumun fertleri adedince büyüyecektir. Yani onların ihanetlerini belgeleyen bayrakları herkesinkinden daha yüksekçe olacaktır. [169]

 

1591. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, "Allah Teâlâ şöyle buyurdu" demiştir:

"Ben kıyamet günü şu üç (grup) insanın düşmanıyım:

Benim adıma and içtikten sonra sözünden cayan kişi.

Hür bir insanı köle diye satıp parasını yiyen kişi.

Ücretle bir işçi tutup işini gördüren ve işçinin ücretini vermeyen kişi."[170]

 

* Allah'ın üç sınıf insanın hasmı olacağını bildiren bu kudsi hadiste Allah bu büyük felaketi haber vermektedir. Ne büyük, çaresiz bir felakettir:

1. İnsanları Allah adına söz verip sözünden dönenler ve,

2. İnsanları zorla ekonomik ve kültürel yollarla köleleştirip sahip oldukları doğal zenginlerini sömürenler ve,

3. İşçilerin alınterlerini istismar edenler de aynı şekilde Allah'ın düşmanlığı kazanan kimseler olacaklardır. [171]

 

278) Bağış Ve Benzeri İyilikleri Başa Kakma Yasağı

 

Bu bölümdeki 2 ayet ve bir hadis-i şeriften yapılan iyiliklerin başa kakmak suretiyle geçersiz olacağını, başa kakmayanların büyük mükafatlar elde edeceklerini, yaptığı iyilikleri başa kakanlarla kıyamet gününde Allah’ın konuşmayacağını ve yüzlerine dahi bakmayacağını ve acıklı bir azapla azaplanacaklarını öğreneceğiz. [172]

 

“Ey iman edenler! yaptığınız iyiliği başa kakarak ve muhtaç kimsenin duygularını inciterek, yardımlarınızı değersiz ve geçersiz hale getirmeyiniz.” (Bakara: 2/264)

“Mallarını Allah yolunda harcayıp, sonra başa kakmayan ve eziyet etmeyenler, mükafatlarını Rableri katında bulacaklardır...” (Bakara: 2/262)

 

1592. Ebû Zer radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Üç sınıf insan vardır ki kıyamet günü Allah, onlarla konuşmaz, yüzlerine bakmaz, onları temize çıkarmaz. Hem de onlar için can yakıcı bir azab vardır."

Râvî dedi ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu cümleyi üç kere tekrarladı.

 Ebû Zer:

– Bu kimseler tam bir mahrumiyete ve hüsrana uğramışlar. Bunlar kimlerdir, Ey Allah'ın Resûlü? diye sordu. Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de:

– "Elbisesini kibirle yerlerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve yalan yere yemin ederek ticaret malını iyi bir fiyatla satmaya çalışandır" cevabını verdi.[173]

 

Müslim’in Îman bölümündeki 171. hadisin ikinci rivâyetinde "izârını yerde sürükleyen" kaydı bulunmaktadır. Bu da çalım satmak maksadıyla elbisesini topuklarından aşağıya uzatan anlamına gelir.

 

* Bu hadis ve benzerlerine benzer bir ayet-i kerime  Al-i İmran: 3/77’de yer almaktadır. Tüm bu hadislerde pek çok çeşit insan grubundan bahsedilmektedir ve böyle büyük bir nasipsizliğe mahkum olan bu insanları bize örnek olarak verilmekle bu kimselerden olmamamız gerektiği bizlere duyurulmuş oluyor. [174]

 

279) Övünmek Ve Haksız Yere Taşkınlık Yapmanın Yasaklığı

 

Buradaki iki ayet ve iki hadisten kişinin kendisini övüp temize çıkarmaması gerektiğini, kimin Allah katında daha iyi müslüman olduğunu Allah'ın bildiğini; yeryüzünde taşkınlık yapanlara acıklı azabın hazırlandığını müslümanların birbirlerine karşı mütevazi ve alçak gönüllü olmaları gerektiğini, “kendini büyük görerek, başkalarını hiçe sayan insanlar helak olmuşlar” diyen kimsenin kendisinin helak olduğunu öğreneceğiz. [175]

 

“...Ey mü’minler öyleyse kendinizi temize çıkarmaya kalkmayın. O, kimin yolunu kendi kitabıyla bulmaya çalıştığını en iyi bilendir.” (Necm: 53/32)

“Ceza ve sorumluluk ancak, insanlara haksızlık edip, yeryüzünde haksız yere azgınlıkta bulunanlaradır. İşte bunlara ahirette can yakıcı bir azap vardır.” (Şura: 42/42)

 

1593. Iyâz İbni Hımâr radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah Teâlâ bana:

Birbirinize karşı öylesine alçak gönüllü olun ki, hiç bir kişi diğerine karşı haddi aşıp zulmetmesin. Yine hiç bir kimse, bir başkasına karşı böbürlenip üstünlük taslamasın diye vahyetti."[176]

 

1594. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir kimse (kendini üstün görüp diğerlerini küçümseyerek) insanlar helâk oldu derse, kendisi onların en önce helâk olanı olur."[177]

 

* Bir kimse yüksekten atıp ahkam keserek “tüm insanlar bozuldu, helak oldu” demesin. İbadet ve taatına güvenip böyle söylemesiyle büyük bir yanılgı içinde olmuş olur ve bu sözü iddia edeni vurur.  Kendi kusuruyla meşgul olmayı unutanların helakı herkesten önce gerçekleşir. Felaket tellallığı yapmak kimseye fayda getirmez. Kişinin içinde bulunduğu maddi ve manevi hiçbir nimet ona kendini başkalarından üstün görme hakkını vermez.[178]

 

280) Üç Günden Fazla Müslümanlarla İlgiyi Kesmenin Yasak Oluşu

 

Buradaki iki ayet ve yedi hadis-i şeriften; mü’minlerin ancak kardeş olduklarını böylece kardeşlerin arasını bulmak gerektiğini, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmaması gerektiğini müslümanların birbirlerine karşı ilgilerini kesmeyip, sırt dönmeyip haset etmeyip, üç günden fazla dargın durmamaları gerektiğini, dargınlıktan sonra ilk olarak selam verenin daha hayırlı olduğunu, selamı alınırsa her ikisinin de sevap kazanacağını selamı alınmazsa almayanın günaha gireceğini, Pazartesi ve Perşembe günleri dargın ve şirk koşanlar haricinde herkesin bağışlanacağını, şeytanın insanları devamlı birbirine düşürmek için faaliyette bulunduğunu, üç günden fazla küsüp kardeşini terkeden, o hal üzere ölürse cehenneme gireceğini, müslümanın müslüman kardeşine uzun bir süre küserse kanını dökmüş gibi günaha gireceğini öğreneceğiz. [179]

 

“Tüm mü’minler kardeştir. O halde her ne zaman araları açılırsa kardeşlerinin arasını düzeltin.” (Hucurat: 49/10)

“...Ey iman edenler! Kötülük, düşmanlık ve günaha girmede yardımlaşmayın...” (Maide: 5/2)

 

1595. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Birbirinizle ilginizi kesmeyiniz, sırt dönmeyiniz, kin tutmayınız, ve hased etmeyiniz. Ey Allah'ın kulları, kardeş olunuz. Bir müslümanın, din kardeşini üç günden fazla terkedip küs durması helâl değildir."[180]

 

1596. Ebû Eyyûb radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir müslümanın, din kardeşini üç gün üç geceden fazla terkedip küs durması helâl değildir: İki müslüman karşılaşırlar biri bir tarafa öteki öbür tarafa döner. Halbuki o ikisinin en iyisi önce selâm verendir."[181]

 

1597. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Her Pazartesi ve perşembe günü ameller Allah'a arzolunur. Din kardeşi ile arasında düşmanlık bulunan kişi dışında Allah'a şirk koşmayan her kulun günahları bağışlanır. (Meleklere) siz şu iki kişiyi birbiriyle barışıncaya kadar tehir edin, buyurulur."[182]

 

1598. Câbir radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim demiştir:

"Şeytan, Arap yarımadasında müslümanların kendisine kulluk etmelerinden ümidini kesmiştir. Fakat onları birbirlerine düşürmeye, aralarını açmaya çalışacaktır."[183]

 

1599. Ebû Hüreyre radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim demiştir:

"Müslümanın din kardeşine üç günden fazla küs durması helâl olmaz. Kim müslüman kardeşini üç günden fazla terkeder ve o hal üzere ölürse cehenneme girer."[184]

 

* Küsmek kişiyi cehenneme götürecek kadar büyük hatalardandır. [185]

 

1600. Sahâbî Ebû Hırâş Hadred İbni Ebû Hadred el–Eslemî (es–Sülemî de denir), radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittiğini söylemiştir:

"Kim, din kardeşini bir yıl terkedip küs durursa, onun kanını dökmüş gibi günaha girer."[186]

 

* Yine aynı şekilde müslümanın kanını dökmüş gibi günaha götürür. [187]

 

1601. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir mü'minin, din kardeşini üç günden fazla terkedip küs durması helâl değildir. Üç gün geçmişse, onunla karşılaşıp selâm versin. Eğer selâmını alırsa, her ikisi de sevapta ortak olurlar. Yok eğer selâmını almazsa, almayan günaha girmiş olur. Selâm veren ise küs durmaktan çıkmış olur."[188]

 

281) Fısıldaşma Yasağı

 

Buradaki bir ayet ve iki hadisten gizli konuşmaların şeytandan olduğunu, üç kişi bir arada iken iki kişinin fısıltı ile konuşmaması gerektiğini öğreneceğiz. [189]

 

“O gizli konuşmalar ve fısıldaşmalar şeytandandır...” (Mücadele: 58/10)

 

1602. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Üç kişi bir arada iken, diğerini bırakıp ikisi fısıldaşmasın."[190]

 

Hadisi Ebû Dâvûd şu ziyâde ile rivâyet etti[191]:

Râvilerden Ebû Sâlih dedi ki; İbni Ömer'e "Peki dört kişi olurlarsa?" diye sordum. "O zaman sakıncası yoktur" dedi.

 

İmam Mâlik Muvatta'da[192] Abdullah İbni Dînâr'ın şöyle dediğini nakleder:

Bir gün ben Abdullah İbni Ömer ile birlikte Hâlid İbni Ukbe'nin çarşı içindeki evinde bulunuyordum. Bir kişi gelip İbni Ömer'in yanında benden başka kimse olmadığı halde onunla gizlice konuşmak istedi. Bunun üzerine İbni Ömer, derhal bir başkasını çağırdı, biz evde dört kişi olduk. İbni Ömer, bana ve çağırdığı kişiye, "Siz biraz birlikte oyalanınız. Zira ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, "Üç kişi bir arada iken, ikisi öbüründen ayrı olarak fiskos etmesin" buyurduğunu işittim, dedi.

 

* Mücadele suresi 9. Ayette fısıldaşmanın yasaklandığını biliyoruz. Çünkü üç kişi bir arada iken iki kişinin gizli konuşmaları üçüncü kişiyi ilişkilendirir. Kendisi hakkında kötü bir şey planlandığını zanneder. Böyle bir durum olmazsa bile en azından kendisini konuşmalarına ortak etmedikleri için üzülür ve oradaki insanlar arasında soğukluğa ve güvensizliğe sebep olabilir. Bu sebeple Rasûlullah bu tür fiskosu yasaklamıştır. Yine aynı şekilde böyle bir toplantıda üçüncü şahsın bilmediği bir dille konuşması da aynı hükümdedir. Üçten fazla kişinin bulunduğu yerlerde iki kişinin fısıldaşması yasak değildir. [193]

 

1603. İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Üç kişi bir arada bulunduğunuz vakit, başka insanlara karışıncaya kadar, (içinizden) iki kişi, diğerini bırakıp fısıldaşmasın. Çünkü bu fısıldaşma, o kişiyi üzer."[194]

 

282) Gereksiz Ve Aşırı Cezalandırma Yasağı (Bir Uşağı, Hayvanı, Kadını Ve Çocuğu Meşrû Bir Sebebe Dayanmadan Veya Terbiye Sınırını Aşacak Şekilde Cezalandırma Yasağı)

 

Bu bölümdeki bir ayet ve dokuz hadis-i şeriften; herkese karşı iyi davranmanın gerekliliğini, böbürlenenleri Allah'ın sevmediğini, bir kadının hapsederek hiçbir gıda almasına izin vermediği ve bu yüzden ölen bir kedi yüzünden cehenneme girdiğini, canlı hayvanları hedef yapıp atış yapanlara lanet edildiğini, köle ve hizmetçilerin dövülmemesi gerektiğini, dövülürse o işin keffaretinin o köleyi azad etmek olacağını, insanlara haksız yere azab ve işkence edenlere Allah'ın mutlaka azab edeceğini, hayvanların yüzlerinin dağlamak suretiyle damgalanmaması gerektiğini ve böyle yapan kimselere Allah'ın lanet edeceğini öğreneceğiz. [195]

 

“... Anaya, babaya, yakın akrabanıza yetimlere, muhtaçlara, kendi çevrenizden olan komşulara, uzak komşulara, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve elinizin altındaki hizmetçi ve işçilere iyilik yapın, iyi davranın. Doğrusu Allah, kendini beğenen ve böbürlenenleri sevmez.” (Nisa: 4/36)

 

1604. İbni Ömer radıyallahu anhümâ' dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir kadın ölünceye kadar hapsettiği bir kedi yüzünden azâb edildi ve bu sebeple cehenneme girdi. Hayvanı hapsettiğinde ona bir şey yedirmemiş, içirmemiş, yerdeki haşereleri yemesine bile izin ve imkân vermemişti."[196]

 

* Hiçbir hayvan gereksiz yere cezalandırılamaz. Savunması olmayan bu tür hayvanlara yapılan zulüm asla cezasız kalmaz, Allah mutlaka cezasını verir. [197]

 

1605. Yine İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Kendisi birgün, bir kuşu hedef olarak dikip ona ok atan Kureyşli gençlerin yanına uğramıştı. Hedefe isabet etmeyen her ok için kuş sahibine bir ödeme yapıyorlardı. Gençler, İbni Ömer'in geldiğini görünce etrafa dağıldılar. İbni Ömer arkalarından şöyle seslendi:

– Bunu yapan kim? Allah ona lânet etsin. Şu bir gerçektir ki, Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem canlı bir hayvanı hedef olarak dikip ona atış yapana lânet okudu.[198]

 

* Atış talimleri ve savaş oyunları canlı hedeflere değil maketlere yapılması gerekir. İyiler bu tür şeylerde ikaz etmeli ve duyurmalıdırlar. Çünkü iyilerin tembelliği kötülerin faaliyetidir denmiştir. [199]

 

1606. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem öldürmek maksadıyla hayvanları bir yere hedef olarak bağlamayı yasakladı.[200]

 

* Zulüm kime ve neye yapılırsa yapılsın zulümdür ve mutlaka sorumluluk gerektirir. [201]

 

1607. Ebû Ali Süveyd İbni Mukarrin radıyallahu anh şöyle dedi:

Ben, Mukarrinoğullarının yedinci çocuğu idim. Bizim hepimizin sadece bir kölesi vardı. (Bir gün) en küçüğümüz onu tokatladı. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize o köleyi âzâd etmemizi emretti.[202]

 

Müslim'in bir rivâyetinde[203] "yedincisi" yerine "kardeşlerimin yedincisi idim" ifadesi yer almaktadır.

 

* Köle, uşak, hizmetçi gibi insanlara hiçbir hakkın tanınmadığı bir ortamda insanların sebepsiz yere dövülmelerinin keffareti olarak hürriyetlerine kavuşturma tavsiyesi çok ciddi bir dini tedbirdir. [204]

 

1608. Ebû Mes'ûd el–Bedrî radıyallahu anh şöyle dedi:

Kölemi kamçı ile döverken arkamdan "Ey Ebû Mes'ûd, bilesin ki…" diye bir ses duydum. Ancak kızgınlığımdan sesin sahibini çıkaramadım, sözün gerisini de anlamadım. Yaklaşınca bir de ne göreyim Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem değil mi! Ve bana, "Ey Ebû Mes'ûd! Bilesin ki Allah'ın gücü sana, senin bu köleye gücünün yettiğinden çok daha fazla yeter!" diyordu.

Bunun üzerine ben, "Bundan böyle bir daha asla köle dövmeyeceğim" dedim.

 

Müslim'deki bir rivayette, "Onun heybetinden elimdeki kırbaç yere düşüverdi" ifadesi bulunmaktadır.

 

Başka bir rivayette[205]: Bunun üzerine ben, " Ey Allahın Resûlü! Allah rızâsı için bu köleyi kölelikten âzat ettim" dedim. Resûl–i Ekrem de:

– "Beri bak! Eğer böyle yapmasaydın seni mutlaka ateş yakardı (ya da cehennem ateşi seni sarardı)" buyurdu.[206]

 

1609. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim, işlemediği bir suçtan ötürü cezalandırmak maksadıyla kölesini döver veya sebepsiz yere tokatlarsa, bunun kefâreti o köleyi âzat etmesidir."[207]

 

1610. Hişâm İbni Hakîm İbni Hizâm radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre kendisi, Şam'da, başlarına zeytinyağı döküldükten sonra güneş altında beklemeye mahkum edilmiş çiftçilere rastladı.

– Bu ne haldir? diye sordu.

– Arazi vergisi (haraç) yüzünden bir rivâyette ise baş vergisi (cizye) yüzünden cezalandırılıyorlar, denildi.

Bunun üzerine Hişâm:

– Andolsun ki ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in:

"İnsanlara haksız yere dünyada azâb edenlere Allah, mutlaka azâb eder" buyurduğunu işittim dedi ve Emîr'in huzuruna çıkıp durumu ona arzetti. Emîr de çiftçilerin serbest bırakılmalarını emretti.[208]

 

* Gereksiz ve haksız cezalar sona erdirilmelidir. Buna son verilmesine vasıta olmak gerekir. [209]

 

1611. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yüzü ateşle dağlanarak damgalanmış bir merkep gördü ve durumu çirkin buldu, onaylamadı.

Bunun üzerine İbni Abbas (kendi kendine), Allah'a yemin ederim ki ben bundan böyle hayvanın yüzünden uzak bir yerine damga vuracağım, dedi. Merkebinin uyluklarına damga vurduttu. İbni Abbâs böylece uyluklara damga vurduran ilk kişi oldu.[210]

 

1612. Yine İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, yüzüne damga vurulmuş bir merkebin yanından geçti. Bunun üzerine;

"Bu hayvanın yüzünü dağlayana Allah lânet etsin!" buyurdu.[211]

Müslim'in bir başka rivayetinde de[212]; "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yüze vurmayı ve yüzü damgalamayı yasakladı" denilmektedir.

 

* Hayvancılıkla uğraşan yörelerimizde adet olan bu gelenek yüze olmamak şartı ile ve büyük ve derin olmamak şartıyla onaylanmıştır. İnsan vücuduna dövme yaptırmak ise haram kılınmıştır ve lanetlenmiştir. [213]

 

283) Canlıları Yakma Yasağı (Karınca Ve Benzerleri Dahil Herhangi Bir Canlıyı Ateşle Yakmanın Haram Olduğu)

 

Buradaki iki hadisten hiçbir canlının yakılarak imha edilmemesini ateşle azabı ancak Allah'ın yapacağını öğreneceğiz. [214]

 

1613. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir keresinde bizi bir seriyye içinde savaşa gönderdi. Kureyşlilerden iki kişinin adını vererek:

– "Falan ve falanı ele geçirirseniz ateşte yakınız!" buyurdu.

Sonra yola çıkacağımız sırada:

– "Ben daha önce size falan ve falanı ele geçirdiğinizde ateşte yakmanızı emretmiştim. Halbuki ateşle ancak Allah azâb eder. Bu sebeple siz o iki kişiyi ele geçirdiğinizde (yakmayın) öldürün!" buyurdu.[215]

 

1614. İbni Mes'ûd radıyallahu anh şöyle dedi:

Bir seferde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem' in maiyyetinde bulunuyorduk. Hz. Peygamber abdest bozmak için yanımızdan uzaklaştı. Bu sırada biz iki yavrusu olan küçük bir kaya kuşu gördük, yavruları aldık. Kuşcağız yavrularını kurtarmak için çırpınmaya başladı. Tam bu sırada Nebî sallallahu aleyhi ve sellem geldi ve:

– "Bu kuşu yavrularını almak suretiyle kim tedirgin etti? Verin ona yavrularını!" buyurdu.

 Bir kere de yaktığımız karınca yuvasını gördü ve:

– "Karıncaları kim yaktı?" diye sordu.

– Biz, dedik.

– "Gerçek şu ki, ateşle azâb etmek, ateşin yaratıcısından başka hiç kimse için uygun ve meşrû değildir" buyurdu.[216]

 

* Hiçbir sistem ve hiçbir şahıs suçun cezasız kalmasını istemez. İslam ise her suça uygun ve caydırıcı cezalar tayin etmiştir. Öldürülmeyi hak eden hayvanlar yakılarak ve değişik işkencelerle değil en uygun yolla öldürülmelidir. Çünkü yakarak öldürmek ancak Allah'a mahsustur. Tarla ve orman yakmak bir çok canlıyı da ateşte yakmak ve cezalandırmak demek olduğu için çok büyük bir sorumluluk doğurur. Dinimiz her alanda şefkatli ve merhametli olmayı emreder. [217]

 

284) Zenginin Borcunu Geciktirmesi (Alacaklının İsteği Karşısında Zengin Bir Kimsenin Borcunu Geciktirmesinin Haram Olduğu)

 

Buradaki iki ayet ve bir hadisten emanetleri ehline vermemizi Allah'ın emrettiğini, zenginin borcunu ertelemesinin zulüm olduğunu, alacaklı kimsenin başka birine havale edildiği takdirde alacağını oradan almak üzere borçluyu terk etmesinin iyi olduğunu öğreneceğiz. [218]

 

“Gerçekten Allah size, emanetleri ehil olanlara vermenizi emreder...” (Nisa: 4/58)

“...Eğer birbirinize güveniyorsanız, kendisine güven duyulan, bu güvene uygun davransın ve borcunu ödesin...” (Bakara: 2/283)

 

1615. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Zenginin borcunu ödemeyi ertelemesi zulümdür. Sizin biriniz hali vakti yerinde olan birine havâle edildiğinde, bu havâleyi kabullenip o kişiye müracaat etsin."[219]

 

* Burada zengin kelimesi borcunu ödemeye mali yönden gücü yeten kimse demektir. Ödeyeceği para malen elinde olan fakat bugün yarın diye atlatarak sürekli geciktirmesi alacaklıya karşı işlenmiş bir suç teşkil etmektedir.

Borçlu, alacaklı tarafından alacağı istendikten sonra borcunu ödemezse tüm sorumluluğu üstlenmiş olur. Alacaklı zengin bile olsa borcun geciktirilmesine sebep teşkil etmez, yapılan iş tek kelimeyle zulümdür. Yani Allah'ın yarattığı kullarının yapmalarını istediği bir davranışı yapmamaktır, haksızlıktır. Yani verilen süre içinde ödenmelidir ve ödenecektir.

Ödenmeyip uzatılması halinde senet veya çek ne olursa olsun kaç kişi tarafından ciro edilmişse hepsinin hakkı ödenmeyen kişiye geçer. Kişi onların her biriyle özel helalleşmek suretiyle hepsinin haklarını helal ettirmelerini istemesi gerekir. Değilse, helalleşmezse Allah'ın huzuruna kul hakkıyla çıkmış olur.

Hadisin ikinci bölümünde başka birine havale edildiyse alacaklı kimsenin bunu anlayışla karşılaması gerekir. Ben başkasını tanımam sen ödeyeceksin gibi ilk borçluyu zorlaması uygun değildir. Havale edilenden alacağını almalıdır. [220]

 

285) Bağıştan Dönmenin Kerâheti (Bir İnsanın, Hibe Ettiği Kişiye Henüz Teslim Etmediği Bağışından Vaz Geçmesinin; Teslim Etmiş Olsun Olmasın Kendi Çocuğuna Yaptığı Hibeden Dönmesinin Mekruh Olduğu Ve Yine Sadaka, Zekat, Kefâret V. S. Olarak Çıkarıp Verdiklerinin Bir Kısmını Verdiği Kişiden Satın Almasının Mekruh Olduğu Ama Bunların Kendisine İntikal Etmiş Olduğu Bir Üçüncü Şahıs Veya Kurumdan Satın Alınmasında Herhangi Bir Sakınca Ve Kerâhetin Bulunmadığı)

 

Buradaki iki hadis-i şeriften bağışından dönen kimsenin kusmuğunu yalayan köpeğe benzediğini, bağış olarak verilen bir şeyin hiçbir şekilde geri alınmaması gerektiğini öğreneceğiz. [221]

 

1616. İbni Abbas radıyallahu anhümâ' dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bağışından dönen kimse, kusmuğunu yalayan köpeğe benzer."[222]

 

Müslim'in bir rivâyetinde[223], "Verdiği sadakadan dönen kimse, yediğini kustuktan sonra dönüp onu yiyen köpeğe benzer" buyurulur.

 

Bir başka rivâyette[224] ise, "Bağışından dönen, kusmuğunu yiyen gibidir" denilmektedir.

 

1617. Ömer İbni'l–Hattâb radıyallahu anh şöyle dedi:

Ben iyi cins bir atımı Allah rızâsı için bir mücâhide vermiştim. O zât ata iyi bakamadı, onu zayıflattı. Bunun üzerine ben hayvanı para ile satın almak istedim. Ucuza vereceğini de tahmin ediyordum. Durumu Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e arzettim. O şöyle buyurdu:

– "Bir dirheme bile verse, sakın onu satın alma, verdiğin sadakadan asla dönme! Zira bağışından dönen, kustuğunu yalayan gibidir."[225]

 

* Yukarıdaki her iki hadiste de “Hibe” kavramı hukuki bir akit ve muameledir. Ahlaki ve hayra yönelik yönü de vardır. Hadislerdeki benzetme yapılan için çok çirkin olduğunu gösterir. Yani o kişi köpeğinin yaptığı pis ve iğrenç işi yapmış olur. İkinci hadiste Rasûlullah’ın bir dirheme verse bile satın alma demesinden; Allah rızası için yapılan iyiliğin sonuna kadar o vasıfta kalmasını temin içindir. Böylece Rasûlullah; hem işin içine herhangi bir ticari endişenin girmemesini hem de müslümanlar arası ilişkilerin en iyi şekilde korunmasını hedeflemiştir. [226]

 

286) Yetim Malı Yemenin Haram Oluşu

 

Buradaki üç ayet ve bir hadis-i şeriften; haksızlıkla yetim malı yiyenlerin karınlarına ateş doldurmuş olacaklarını, onların mal ve işlerinin idaresine iyi niyetlerle yaklaşılması gerektiğini, insanı helak edecek ya da büyük günahtan birinin de haksız yere yetim malı yemek olduğunu öğreneceğiz. [227]

 

“Doğrusu yetimlerin mallarını haksızca yiyip bitirenler, karınlarına sadece ateşle doldurmuş olurlar. Onlar öteki dünyada da çılgın bir ateşe gireceklerdir.” (Nisa: 4/10)

“Erginlik çağına erişinceye kadar, yetimin mal varlığına onun iyiliği için olmadıkça dokunmayın.” (Enam: 6/152)

“... Yetimlere nasıl davranacağınız hakkında sana sorarlar. De ki: “Onların durumlarını düzeltmek en hayırlı olandır.” Ve onların hayatlarını paylaşırsanız unutmayın ki, onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah bozgunculuk yapanları da düzeltmeye çalışanları da en iyi bilir.” (Bakara: 2/220)

 

1618. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– "Yedi helâk ediciden kaçının!" Sahâbîler:

– Ey Allahın Resûlü! Bunlar nelerdir? diye sordular. Hz. Peygamber:

– "Allah'a ortak koşmak, sihir (büyü) yapmak, Allah'ın haram kıldığı bir nefsi haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, namuslu ve hiç bir şeyden haberi olmayan kadınlara zina isnad etmektir,” buyurdu.[228]

 

* Yedi büyük günah, yedi helak edici şeylerin sıralaması yapılan bu hadisimizin bu bölümde geçmesi yetim malının da aynı günah olması dolayısıyladır. Yukarıdaki ayetlerde de durumun dehşet ve vehameti bildirilmektedir. Dolayısıyla özet olarak söylemek gerekirse müslümanın her türlü şer ve kötülükten uzak durması gerekmektedir. Büyük günahlar yedi sayısıyla sınırlandırılmış değildir. Burada anlatılmak istenen şu yedi şey büyük günahlardandır demektir. [229]

 

287) Faizin Haram Oluşu

 

Bu bölümdeki bir ayet ve bir hadisten; faiz yiyenlerin yataklarından ve kabirlerinden kalkarken şeytan çarpması gibi kalkacaklarını, Allah'ın alışverişi helal, faizi haram kıldığını, Rabbinden gelen faiz yasağı emrine uyan kimsenin işinin Allah'a kaldığını bu işte ısrar edenin ebedi cehennemlik olduğunu, Allah'ın faizli kazançları mahvettiğini, sadakaları bereketlendirdiğini ve müslüman kimsenin faizden mutlaka çekinmesi gerektiğini ve peygamberimizin de faizi alana verene lanet ettiğini öğreneceğiz. [230]

 

“Faiz yiyenler ancak şeytanın dokunup çarptığı kimseler gibi davranırlar. Çünkü onlar; “Alışveriş de bir tür faizdir” derler, halbuki Allah alışverişi helal sayarken, faizi haram kılmıştır. Kim Rabbinin öğüdünü dinler ve hemen faizden vazgeçerse, artık geçmişte aldığı faizler kendisine aittir. Ve onun hakkında karar vermek, artık Allah'a kalır. Kim de faize tekrar dönerse; içinde yaşayıp kalacakları ateşe mahkum olanlar işte böyleleridir.

Allah faizli kazançları bereketten mahrum eder, ama karşılıksız yardımları, sadakaları kat kat arttırarak bereketlendirir. Allah gerçekleri örtbas edenleri ve günahkarların hiçbirini sevmez. İman edenler, doğru ve yararlı işler yapanlar, namazlarında dikkatli ve devamlı olanlar, karşılıksız yardımda bulunanlar, işte onlar mükafatlarını Rablerinden alacaklardır ve onlara ne korku vardır ne de üzülürler.

Ey inananlar! Yolunuzu Allah ve kitabıyla bulun ve eğer mü’minseniz faizden doğan kazançların tümünden vazgeçin.” (Bakara: 2/275-278)

 

1619. İbni Mes'ûd radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem faiz alana da verene de lânet etti.[231]

Tirmizî ve diğer muhaddisler, "şâhitlerine ve kâtibine de" kelimelerini ilave ettiler.

 

* Faiz konusundaki ayetlerin de içki kanunu gibi tedricen geldiğini unutmayalım. Bu konuda önce Rum: 30/39 sonra Âl-i İmran: 3/130, 131 daha sonra Nisa: 4/160, 161 ve en sonunda da Bakara: 2/275 ayet nazil olmuştur. [232]

 

Bu konuda değişik hadisler (1616 ve 1617. Hadislerin yanısıra:)

3: Rasûlullah (s.a.v.) faizi yiyen ve yedirene lanet etti.[233]

4: Öyle bir zaman gelecek ki faiz yemeyen hiçbir kimse kalmayacak, yemeseler bile buharından veya tozundan bir şey bulaşacaktır.[234]

5: Rasûlullah (s.a.v.) faizi yiyeni, yedireni, faiz akdini yazanı, zekata mani olanı, dövme yapan ve yaptıranı, hulle yapan ve yaptıranı lanetledi.[235]

6: İsra gecesinde karınları evler gibi olan, içinde yılanların da dolaştığı kişilerin kimler olduğunu Cebrail’e sordum. Faiz yiyenlerdir dedi.[236]

7: Faiz yetmiş küsür günahtan oluşur. En hafifi kişinin kendi annesiyle zina etmesidir.[237]

8: Faiz yetmiş üç çeşittir. (Net gelir, gecikme zammı, komisyon, kazanç, nema ve benzeri gibi isimlerle aynı faiz olmasına rağmen çeşidi çoğalacak)[238]

9: Faizden mal çoğaltanın malı azalır.[239]

10: Bile bile bir dirhem faiz yemek otuz üç zinadan daha beterdir.[240]

11: Bile bile bir dirhem faiz yemek otuz altı zinadan daha beterdir.[241]

 

288) Gösterişin (Riya) Haramlığı

 

Bu bölümdeki üç ayet ve beş hadis-i şeriften, dinin, hayat tarzının yalnızca Allah'a has kılınacak şekilde olması gerektiğini, mallarını gösteriş için harcayanların durumunun nasıl olduğunu, münafıkların gösteriş yaparak insanları aldattıklarını, Allah'ın kendisi hakkında yapılacak hiçbir ortaklığı kabul etmeyip reddettiğini, kişilerin yaptıkları amellerin Allah rızası olmaksızın olduğu takdirde boşa gideceğini, savaş, ilim, öğrenmek ve infak etmekle de neticenin aynı olduğunu, hangi hareket ve davranışların münafıklık olacağını, kişinin işlediği hayrı halkın takdirini kazanmak için başkalarına göstermesiyle Allah'ın onun riyakarlığını ortaya çıkaracağını, Allah rızasını kazanma haricinde başka maksatlar elde etmek için yapılacak işlerde cennetin kokusunun bile duyulmayacağını öğreneceğiz.[242]

 

“Oysa kendilerine yalnızca Allah'a ibadet etmeleri, bütün içtenlikleriyle yalnız ona iman ederek batıl olan her şeyden uzak durmaları, namazlarında devamlı ve duyarlı olmaları ve mallarının bencillik kirinden arındırılması için karşılıksız harcama denilen zekatı vermekle emrolunmuşlardı. İşte bu dosdoğru dindir.” (Beyyine: 98/5)

“Ey iman edenler! Malını gösteriş ve övgü için harcayan, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kişinin yaptığı gibi, yaptığınız iyiliği başa kakarak ve muhtaç kimsenin duygularını inciterek, yaptığınız yardımlarınızı değersiz hale sokmayın. Böyle kimselerin hali; üzerinde biraz toprak bulunan kaygan bir kayanın hali gibidir. Bir yağmur ona dokunursa onu çıplak bırakıverir.” (Bakara: 2/264)

“... O münafıklar Allah'ı kandırmaya çalışırlar. Halbuki Allah onların kendi kendilerini kandırmalarını sağlıyor. Onlar namaz için kalktıklarında insanlar görüp takdir etsinler diye gösteriş için kılarlar. Allah'ı da pek az hatıra getirirler.” (Nisa: 4/142)

 

1620. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi: Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim:

Allah Teâlâ buyurdu ki: “Ben, ortakların ortaklıktan en uzak olanıyım. Kim işlediği amelde benden başkasını bana ortak koşarsa, o kişiyi de ortak koştuğunu da reddederim.”[243]

 

1621. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim dedi:

“Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehit düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allah Teâlâ ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Cenâb–ı Hak:

– Peki, bunlara karşılık ne yaptın? buyurur.

– Şehit düşünceye kadar senin uğrunda cihad ettim, diye cevap verir.

– Yalan söylüyorsun. Sen, "babayiğit adam" desinler diye savaştın, o da denildi, buyurur. Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme atılır. Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur‘an okumuş bir kişi huzura getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da:

– Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın? diye sorar.

– İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızân için Kur'an okudum, cevabını verir.

– Yalan söylüyorsun. Sen "âlim" desinler diye ilim öğrendin, "ne güzel okuyor" desinler diye Kur'an okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi, buyurur. Sonra emrolunur o da yüzüstü cehenneme atılır.

(Daha sonra) Allah'ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder.

– Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın? buyurur.

– Verilmesini sevdiğin, razı olduğun hiç bir yerden esirgemedim, sadece senin rızânı kazanmak için verdim, harcadım, der.

– Yalan söylüyorsun. Halbuki sen, bütün yaptıklarını "ne cömert adam" desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi, buyurur. Emrolunur bu da yüzüstü cehenneme atılır.”[244]

 

* Kitabımızın bir numaralı hadisi her zaman olduğu gibi bu hadisi okurken de daima aklımızda olmalıdır. Birilerine duyurmak maksadıyla veya bu kimse şöyledir, böyledir desinler diye yapılan işlerden hiçbir sevap beklenemez. Bunların değeri yoktur. Sonuçta azap ve pişmanlıktan başka bir işe yaramaz. Şehidlik, alimlik, zenginliklerini sırf gösteriş uğruna kullananlar kıyamet günü yalanlanarak yüzüstü cehenneme atılacaklardır. [245]

 

1622. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre birtakım insanlar kendisine gelip "Biz idarecilerimizin yanına girer ve onlara karşı, oradan çıktığımız zaman söylediklerimizin tam zıddı olan sözler söyleriz”, dediler. Bunun üzerine İbni Ömer:

– "Biz bu sizin yaptığınızı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında iki yüzlülük sayardık" cevabını verdi.[246]

 

1623. Cündeb İbni Abdullah İbni Süfyân radıyallahu anh‘den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim işlediği hayrı şöhret kazanmak için halka duyurursa, Allah onun gizli işlerini duyurur. Kim de işlediği hayrı halkın takdirini kazanmak için başkalarına gösterirse, Allah da onun riyakârlığını açığa vurur."[247]

 

1624. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Azîz ve celîl olan Allah'ın hoşnudluğunu kazanmaya yarayan bir ilmi, sırf dünyalık elde etmek için öğrenen kimse, kıyamet günü cennetin kokusunu bile alamaz."[248]

 

* Amellerin makbul oluşları Allah rızası için yapılmalarına bağlıdır. Dolayısıyla müslüman her işinde gösteriş ve “şöyle desinler” diye arzusundan uzak olmalıdır. Çünkü bu durumlar kişiyi münafıklık durumuna düşürür. Riya ve Süm’a = Şöyle şöyle desinler niyeti dini şeyleri istismar etmek demektir. İhlas ve samimiyet her amelin başı ve her türlü kötü duyguların düşmanıdır. Allah'ın rızası ancak ihlas ve samimiyetle kazanılır. [249]

 

289) Riyâ Olmadığı Halde Riyâ Sanılan Durumlar

 

1625. Ebû Zer radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e:

– Bir kimse, bir hayır yapar da halk bu sebeple onu överse, buna ne buyurursunuz? dediler. O da:

– "Bu, mü'min için peşin bir müjdedir" buyurdu.[250]

 

* Yapılan hizmet ve iyilikler takdir edilmezse hizmet ve iyilik yapacak kimse zor bulunur. Kişi iyilik yapınca takdir edilmesini istememeli fakat başkaları takdir edince o iyilik sahibinin elde edeceği yegane sonuç mudur? Yoksa onun Allah katında bir ecri de var mıdır? İşte bu kuşkudan dolayı kaynaklanan soruya Rasûlullah (s.a.v.) çok güzel bir cevap vermiştir. “Bu mü’min için peşin bir müjdedir.” Yani Allah’ın kabul ettiğinin peşin göstergesidir. Çünkü o kimse reklam ve propaganda yapmayı hiç aklından geçirmemiş bu konuda herhangi bir teşebbüs ve müdahalede bulunmamıştır. Allah rızası için yaptığı işi Allah'ın sevdirmesi sonucu toplum kendiliğinden sevmiş ve övmüştür.  Bu işler o kimsenin ahiretteki sevabının müjdesidir. [251]

 

290) Yabancı Kadın Ve Genç Çocuklara Şehvetle Bakmanın Yasak Oluşu

 

Bu bölümdeki dört ayet ve altı hadis-i şeriften; mü’minlerin tümünün harama bakmamaları gerektiğini, kulak, göz ve gönül hepsinin yaptıklarından sorumlu tutulacaklarını, Allah'ın her türlü bakışı bildiğini ve her an gözetlemede olduğunu, Ademoğlunun her uzvunun zina edebildiğini, en sonunda üreme organını bunların işlediklerini, ya gerçekleştirdiğini veya yalanladığını, yollarda oturulmaması gerektiğini, oturulursa hakkının verilmesi gerektiğini, bu hakkın birinin de gözü haramdan sakınmak olduğunu, harama ani bakışın affedileceğini, fakat hemen gözü başka tarafa çevirmek gerektiğini, erkeğin erkeklerin mahrem yerlerine, kadınların da kadınların mahrem yerlerine bakmalarının haram olduğunu, bir örtü altında bir erkeğin başka bir erkekle, bir kadının da başka bir kadınla yatmasının haram olduğunu öğreneceğiz. [252]

 

“İnananlara söyle, gözlerini kendilerine helal olmayan şeylerden sakınsınlar.” (Nur: 24/30)

“Bilmediğin şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb hepsi sorumludur. Kıyamette sorguya çekilecektir.” (İsra: 17/36)

“Allah, art niyetli bakışların ve kalblerin gizlediği düşüncelerin farkındadır.” (Mü’min: 40/19)

“Çünkü Rabbin her zaman gözetleyip durmaktadır.” (Fecr: 89/14)

 

1626. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Âdemoğluna zinadan nasibi takdir olunmuştur. O buna mutlaka erişir. Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayakların zinası yürümektir. Kalbe gelince o, arzu eder, ister. Üreme organı ise, bunu ya gerçekleştirir, ya da boşa çıkarır."[253]

 

* Yani her organın asli faaliyetini meşru çerçeve dışında yürütmesi bir tür zina olmaktadır. Söz konusu organların suçları haram olmakla birlikte ayrıca ceza takdir edilmemiştir. Necm: 53/32’de bu tür suçlara “lemem” denilmektedir. Bunların bir cezası olmayıp kılınan namazlar bunları siler ve temizler. (Bkz. 435 numaralı hadisle 1044 numaralı hadis ve açıklaması) [254]

 

1627. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallalahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– "Yollarda oturmaktan kaçının!" Sahâbîler:

– Biz buna mecbûruz. Meselelerimizi orada konuşuyoruz, dediler. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– "Oturmaktan vazgeçemeyecekseniz o halde yolun hakkını verin!" buyurdu.

– Yolun hakkı nedir Ey Allah'ın Resûlü? dediler.

– "Harama bakmamak, gelip geçenleri incitmemek, selâm almak, mârufu emredip münkerden nehyetmektir" buyurdu.[255]

 

1628. Ebû Talha Zeyd İbni Sehl radıyallahu anh şöyle dedi:

Biz sokak başlarında, evlerin önlerinde oturup konuşurduk. Bir keresinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem geldi, başımızda durdu ve:

– "Size ne oluyor ki, böyle sokaklarda oturuyorsunuz. Buralarda oturmaktan kaçının!" buyurdu. Biz:

– Sakıncasız şeyler için oturduk, müzâkerelerde bulunuyor, konuşuyoruz, dedik.

– "Eğer sokaklarda oturmaktan vazgeçmeyecekseniz, hiç değilse hakkını verin. Buraların hakkı, gözü haramdan sakınmak, selâm almak ve güzel şeyler söylemektir" buyurdu.[256]

 

* İslamın ilk dönemlerinde ve cahiliye döneminde insanların kendilerinin değişik işlerini halledebilecekleri sosyal tesisler yoktu ve bu tür işler sokak ve caddelerde yapılıyordu. Bu sebeple sahabi sokakta oturma adetlerinin zaruretten kaynaklandığını ifade ettiler. O da bu durum karşısında yolun hakkından bahsetmek zorunda kaldı ve sıraladı: Kadınlara bakmamak suretiyle harama karşı gözlerinizi yumun, yaya ve vasıta geçişlerine engel olmayan selam alışverişlerine dikkat edip dinimizin hoş gördüğü ve iyi dediği şeyleri emrederek kötülüklerden de insanları sakındırın. Başka hadis-i şeriflerle bunlara birkaç madde daha sıralayabiliriz. İyi ve güzel söz söylemek, aciz ve mazlumlara yardımcı olmak, boş iş ve sözlerden sakınmak, yol sorana yol tarif etmek, aksıran kimse elhamdülillah derse yerhamukallah demek gibi hasletler. [257]

 

1629. Cerîr radıyallahu anh şöyle dedi:

 Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e ansızın görmenin hükmünü sordum.

– "Hemen gözünü başka tarafa çevir!" buyurdu.[258]

 

1630. Ümmü Seleme radıyallahu anhâ şöyle dedi:

 Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında bulunuyordum. Meymûne de vardı. İbni Ümmi Mektum çıkageldi. Bu olay, biz örtünmekle emrolunduktan sonra idi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bize:

– "Örtünün!" buyurdu. Biz:

– O âmâ biri değil mi, Ey Allah'ın Resûlü? Bizi göremez, bilemez, dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

– "Siz ikiniz de mi âmâsınız, onu görmüyor musunuz?" buyurdu.[259]

 

* Bu iki hadis gözü haramdan sakındırma tavsiyesinde bulunuyor. İlk hadis sorulan soru üzerine, gözünü başka tarafa çevir cevabıyla bir anlık görmenin sorumluluk doğurmayacağını, bakmanın isteyerek devam etmesi halinde haram işleyeceğini bildirmiştir. Aynı yasaklamayı zaten Nur: 24/30. ayetinde de görmekteyiz.

İkinci hadiste efendimiz harama bakma yasağının sadece erkeklere ait olmadığını, kadınların da namahreme bakmamaları gerektiğini bildirmek üzere “Siz ikiniz de mi âmasınız, onu görmüyor musunuz?” buyurmuştur. Nur: 24/30. Ayet kadınlar için de aynı yasaklamayı getirmiştir. Bu durum peygamber hanımlarına mahsus değerlendirilmiştir. Esasen (Ebu Davut, Libas 34’de geçtiği üzere) Fatma binti Kays’ın ibni Ümmi Mektum’un evinde iddet beklemesini emretmiş ve “O âma bir insandır, onun yanında diğer erkekler gibi davranmasan da olabilir” buyurmuşlar âmâ bir erkeğin yanında örtünmek sadece peygamber hanımlarına has bir görevdir diyen alimler olduğu gibi her zaman ve her kadın için geçerlidir diyen alimler de vardır. [260]

 

1631. Ebû Saîd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Erkek, erkeğin avret yerine, kadın da kadının avret yerine bakamaz. Bir erkek başka bir erkekle; bir kadın da başka bir kadınla bir örtü altında yatamaz."[261]

 

* Erkek erkeğin, kadın kadının avret yerine bakmamalıdır. Ayrıca homoseksüellik ve lezbiyenlik gibi sapık ilişkilere yol açacağı için aynı cinsten iki kişinin bir örtü altında vücutları birbirine değecek şekilde çıplak yatmaları da yasaklanmıştır. Bu hadis gerek aynı cinsler gerek farklı cinsler arasındaki cinsel sapmalara tedbir olması için baştan tedbir almaktadır. Bu tedbirlere başvurmayan bugünkü dünyanın her türlü rezaletle karşı karşıya kaldığı ve öldürücü cinsel hastalıklarla uğraştığı günümüzün gerçeklerindendir. [262]

 

291) Yabancı Bir Kadınla Başbaşa Kalma Yasağı

 

Bu bölümdeki bir ayet ve üç hadis-i şeriften; yabancı kadınlarla başbaşa kalınabilecek ortamlardan mutlaka kaçınmak gerektiğini, onlarla yalnız başına kalmanın ölüm gibi dehşetli sonuçlar doğurabileceğini, müslümanın müslümana malı, canı ve namusunun da haram olduğunu öğreneceğiz. [263]

 

“... Peygamber hanımlarından bir şey isteyeceğiniz veya soracağınız zaman, perde arkasından isteyin ve sorun...” (Ahzap: 33/53)

 

1632. Ukbe İbni Âmir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

–"(Yanında mahremi bulunmayan) Kadınların yanına girmekten sakının!"

Bunun üzerine ensardan birisi:

– Ey Allah'ın Resûlü! Kocanın erkek akrabası hakkında ne dersiniz? dedi.

– "Onlarla halvet, ölüm demektir" buyurdu.[264]

 

* Evli kardeşlerin askerlik ve yurt dışında çalışmak gibi uzun süre evden dışarıda kalması gibi durumlarda dikkat edilmediği takdirde büyük perişanlıklar yaşandığı bir gerçektir. “Herkes şeytan değildir ama hiç kimse de melek değildir” denilmiştir. [265]

 

1633. İbni Abbas radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Hiçbiriniz, yanında mahremi bulunmayan bir kadınla başbaşa kalmasın."[266]

 

1634. Büreyde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Cihada çıkan erkeklerin geride bıraktıkları hanımları, cihada çıkmayan erkeklere kendi anneleri gibi haramdır. Bunlardan bir erkek, mücâhidlerden birinin âilesine bakmayı üzerine alır da hiyânet ederse kıyamet günü bu adam durdurulur, o mücâhid bunun amelinden dilediğini alır." Büreyde diyor ki, sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize döndü ve "Ne zannediyordunuz?" buyurdu.[267]

 

* Dini ve cephe gerisindeki değerleri korumak için cepheye giden mücahidin geride bıraktığı aile efradı sefere iştirak etmeyen kişiler için kendi anne ve kardeşleri hükmündedir. Onlar dokunulmazlar kesimini oluştururlar. Hadisin sonunda “Ne zannediyorsunuz?” buyurmakla hıyanetin büyüklüğüne hem de cezanın büyüklüğüne işaret etmektedir. İslamın hedefi zina ve zinaya götürecek bütün yolları kapamak suretiyle toplumu cinsel ahlaksızlıklardan arındırmaktadır. [268]

 

292) Kadın – Erkek Benzeşmesi Yasağı (Giyim – Kuşamda, Hal – Hareket Ve Benzeri Konularda Erkeklerin Kadınlara, Kadınların Erkeklere Benzemesinin Haram Olduğu)

 

Bu bölümdeki üç hadis-i şeriften birbirine benzemeye çalışan erkek ve kadınlara Rasulullah’ın lanet ettiğini, kılık kıyafetle cehennemlik oldukları belirtilen insan çeşitlerini öğreneceğiz. [269]

 

1635. İbni Abbas radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara lânet etti.

Buhârî'nin bir başka rivayetinde de[270] "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kadınlara benzemeye çalışan erkeklere ve erkeklere benzemeye çalışan kadınlara lânet etti" denilmektedir.[271]

 

1636. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kadın gibi giyinen erkeğe, erkek gibi giyinen kadına lânet etti.[272]

 

1637. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Cehennemliklerden kendilerini dünyada henüz görmediğim iki grup vardır: Biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluk. Diğeri, giyinmiş oldukları halde çıplak görünen ve öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete giremedikleri gibi, şu kadar uzak mesafeden hissedilen kokusunu bile alamazlar."[273]

 

* Çağdaşlık ve modernlik sanılan çağımızın hastalıkları cümlesinden olan moda evleri ve yaptığı işlevler, mankenler ve görevleri, TV kanalları ve sergilenen ahlaksızlıklar, renkli basın ve kepazelikleri, kum torbası misali giyinme şekilleri ve vücud çorabı giyercesine giyinmiş fakat çıplak görünümlü kadınların sokaklara döküldüğü şu günümüzdeki durumlara 14 asır önce Rasûlullah’ın dilinden lanet edildiğini görüyoruz. Yine zamanımızda yeryüzünün değişik dilimlerinde özel ceza timleri ve işkence vasıtalarıyla insanlara yapılan zulüm ve işkenceler de gözlerimizin önündedir. Ayrıca saçlarını deve hörgücü misali yaptıran kimseler sokakları doldurmuş vaziyettedir ki değil cennet kokusunu bile duyamayacakları bildirilmektedir. [274]

 

293) Şeytana Ve Kâfirlere Benzeme Yasağı

 

Bu bölümdeki üç hadisten şeytanın sol eliyle yiyip içtiğini, bizim ona benzememeksizin sağ elle yememiz gerektiğini, Yahudi ve Hıristiyanların şekil ve yöntem olarak  yaptıklarının yapılmaması gerektiğini öğreneceğiz.[275]

 

1638. Câbir radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sol elinizle yemeyin. Zira şeytan soluyla yer!"[276]

 

1639. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Hiçbiriniz kesinlikle sol eliyle yiyip içmesin. Zira şeytan soluyla yer, soluyla içer."[277]

 

* Bu iki hadis şeytana benzememeyi bize tavsiye ediyor. Çünkü onun yemesi ve içmesi sol eliyle oluyor. Biz ise sağ elimizle yiyip içeceğiz. Çünkü şeytan müslümanı Allah'ın dosdoğru yolundan uzaklaştırmak için çalışan şer güçlerin temsilcisi ve başıdır. Şeytanın hangi hareketine uyulursa uyulsun mutlaka kişi doğru yoldan sapmış olur. Bugün Avrupa filmlerinin hepsinde insanları sol elle yemeye ve içmeye yönlendiren sahneler pek çoktur. İnsan ve cin şeytanları tümüyle kendi yandaşlarının kendilerine benzemesini isterler ve öylece onları bu işlere alıştırırlar. Çağdaş şeytani güçler ve onların temsilcileri bu işlerinde şuurlu ve ısrarlı hareket etmekte ve lokantalarda servisleri sol elle yiyip içecek şekilde yapmaktadırlar. (Bu konuda 160-613 ve 741 nolu hadislere bakılabilir.) [278]

 

1640. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Yahudi ve hıristiyanlar saçlarını hiç boyamazlar. Siz onlar gibi yapmayın."[279]

 

* Peygamberimiz kendisine vahiy gelmemiş konularda Ehli kitap gibi davranmamayı ilke edinmişti. Bugün için müşrik durumunda olan ehli kitaba muhalefet edilmesi gerektiğini yine başka bir hadisten öğreniyoruz. Yine “Kim kime benzemeye çalışırsa onlardandır” hadisine göre bugünkü Yahudi ve Hıristiyanlara benzemek olacağından müslümanlar onlara benzemeye çalışıp onlar gibi olamaz. [280]

 

294) Boyama Yasağı (Müslüman Erkek Ve Kadınların Saçlarını Siyaha Boyamalarının Yasaklanmış Olduğu)

 

1641. Câbir radıyallahu anh şöyle dedi:

Mekke'nin fethedildiği gün Ebû Bekir es–Sıddîk'in babası Ebû Kuhâfe'yi, saçı sakalı bembeyaz olmuş bir halde Hz. Peygamber'in huzuruna getirdiler. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– "Bunları boyamak suretiyle değiştirin fakat siyaha boyamayın!"[281]

 

* Saç ve sakalları siyaha boyamak yasaktır. Çünkü bu bir aldatmacadır. Siyah boya sadece cihadda düşmana dehşet vermek maksadıyla kullanılabilir, aksi halde haramdır. Saç sakal boyasında tercih edilen renk kırmızımtrak renk olan kına rengidir. Pamuk tarlası gibi bembeyaz olan saç ve sakalların boyanması uygun olur. Bir memlekette boyamak adet ise orada boyamamak karşı çıkmak gibi olacağından mekruh sayılmış yine bir memlekette boyamamak adet ise aynı gerekçe ile boyamak mekruh sayılmıştır. Bu işte çevre ve örf-adetler de nazarı itibara alınarak esnek bir değerlendirme yapılmıştır. Bu yüzden bu boyama işi İslam ülkelerinin hepsinde aynı şekilde revaç bulmamıştır. 1638 nolu hadisten ve açıklamasından da anlaşılacağı üzere Müslüman bugünkü ehli kitap dediğimiz kafir Yahudi ve Hıristiyanlara benzememek için elinden geleni yapmalıdır. Traş olmada da yine müslüman; (1640-1443) hadisleri gözönüne alarak onlara benzememeye çalışmalıdır. [282]

 

295) Yarım Tıraş Yasağı (Başın Bir Kısmını Tıraş Edip Bir Kısmını Bırakmanın Nehyedildiği Ve Kadın İçin Değil Erkek İçin Saçlarının Tamamını Tıraş Etmenin Mübah Olduğu)

 

Bu bölümdeki hadis-i şeriflerden perçem bırakılmak suretiyle traş olmanın yasak olduğunu, ya hep traş edilmek suretiyle ya da tam uzatmak suretiyle traş olunması gerektiğini kadınların saçlarının kökten traş edilmesini yasakladığını öğreneceğiz. [283]

 

1642. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem başın bir kısmını tıraş edip bir kısmının (perçem olarak) bırakılmasını yasakladı.[284]

 

1643. Yine İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün saçının bır kısmı tıraş edilmiş bir kısmı bırakılmış bir çocuk gördü, aile fertlerini böyle yapmaktan menedip şöyle buyurdu:

– "Ya hep tıraş edin ya hep bırakın!"[285]

 

1644. Abdullah İbni Cafer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Cafer (İbni Ebû Tâlib)'in çoluk çocuğuna üç gün yas süresi tanımıştı. Sonra onlara geldi ve:

– "Kardeşim Cafer için bugünden sonra artık ağlamayın!" buyurdu. Sonra:

– "Bana kardeşimin çocuklarını çağırın!" diye emretti.

Bizi toplayıp getirdiler. Biz kendimizi annelerini yitirmiş kuş yavruları gibi hissediyorduk. Sonra:

– "Bana bir berber çağırın!" buyurdu.

 Gelen berbere emretti, berber bizim başlarımızı tamamen tıraş etti.[286]

 

1645. Ali radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kadının saçlarını tıraş etmesini, (saçlarını kökünden kestirmesini) yasakladı.[287]

 

* Dört hadisi şerifin hepsi bize müslüman olmayan toplumların hareket davranış ve şekillerine benzememek gerekir. Amerikan traşı denilen bugünkü bazı gençlerde görülen traş şekline itibar etmemeli, müslüman, kafirlerin yaptığı her şeyden uzak durmalıdır. [288]

 

296) İğreti Saç Takma Ve Dövme Yaptırma, Dişlerini Süslü Görünsün Diye Törpületmenin Yasaklığı

 

Buradaki bir ayet ve dört hadisi şeriften; şeytanın insanları nasıl aldatıp boş emellerle kendisine dost edindiğini ve fıtratı, yaratılışı bozduğunu, rahatsızlık bile olsa iğreti saç takmanın Allah'ın lanetini gerektirdiğini, İsrailoğulları, kadınlarının bu tür şeyleri kullandıkları için helak olduklarını, peruk kullanan ve dövme yaptıranlara da Allah Rasulü (s.a.v.)’in lanet okuduğunu, yine fıtratı değiştirmek için yapılan her şeyden dolayı da lanet ettiğini öğreneceğiz. [289]

 

“Onlar Allah'ı bırakıp, yalnızca dişilere  ve dişi saydıkları putlara ibadet edip yalvarıp yakarıyorlar. Böylece de inatçı şeytandan başkasına tapmış olmazlar. Ki o şeytanı Allah, şöyle dediği için rahmetinden uzaklaştırmıştır: “Senin kullarından belirli bir pay edineceğim, onları saptıracağım, boş hevesler ve özlemlerle dolduracağım. Ben onlara emredeceğim, onlar da putperestçe bir kurban âdeti olarak, hayvanların kulaklarını yaracaklar ve onlara yine emredeceğim, Allah'ın yaradılıştaki kanun ve prensiplerini değiştirecekler...” (Nisa: 4/117-119)

 

* Ayetteki, Allah'ın yarattığı şeyleri yani mahlukatını; veya Allah'ın yaratmadaki prensip ve programını değiştirecekler.” (Nisa: 4/119) tefsir ederken Elmalılı Merhum tefsirinde şöyle diyor:

“Yaradılışın şeklini veya sıfatını değiştirerek durumunu başka şekle sokacaklar, fıtratının kemaline götürecek yerde bozacaklar, çığırından çıkaracaklar. Tefsirlerde gelen misallere bakarak kadını erkek, erkeği kadın yapmaya çalışacaklar; kadın yerine erkek, erkek yerine kadın kullanacaklar; bıyıklarını ve sakallarını yolup traş edecekler; kulak burun kesip göz çıkaracaklar, erkekleri iğdiş edip hadım ağası yapacaklar, uzuvlarını yaradılış görevlerinin dışında kullanacaklar, nikah yerine zina edecekler, temizi bırakıp pisliklere koşacaklar, menfaatı bırakıp zararı seçecekler, ciddilikleri atıp eğlenceye heves edecekler, vazifeden kaçıp oyuna gidecekler, doğruluğu budalalık, eğriliği hüner sayacaklar, helala haram, harama helal, iyiye kötü, kötüye iyi diyecekler, hayır yerine şer işleyecekler, imar edilmesi gerekeni yıkıp, yıkılması gerekeni imar edecekler, kanunu istifa (seçme kanunu) yı kötüye kullanmak suretiyle yaradılışın zıddına alışkanlıklar edinecekler, yaradılış kanunu zıddına işler yapacaklar, ruhlarının yaradılışındaki selamet ve saflıklarını bozacaklar, hak kanunu olan Rum: 30/30 kuvvetli dini doğru yolu hakka tapmayı bırakacaklar, yaradılanı yaratıcı yerine koyacaklar, tevhid dininden çıkacak, batıl dinler ve fikirler arkasından koşacaklar, şuna buna tapınacaklar, şeytanlık peşinde dolaşacaklar, Rum: 30/30 “Allah'ın yaratmasının değiştirilemez” olduğunu bilmeyecekler, bilseler bile tanımayacaklar. O inatçı melun şeytan lanetlenince Allah'a karşı bu beş sözü haliyle veya sözlü olarak yemin ile söyledi. Bu şekilde Allah'ın kullarına musallat olarak onlardan belli bir hisse almaya karar verdi ki işte şirkin başı ve sapıklığın kaynağı budur.......” [290]

 

1646. Esmâ radıyallahu anhâ'dan rivayet edildiğine göre bir hanım Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e:

– Ey Allah'ın Resûlü! Yakalandığı bir hastalık sebebiyle kızımın saçları döküldü. Ben onu evlendirmiştim de. Ona iğreti saç taktırayım mı? diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

– "İğreti saç takana da taktırana da Allah lânet etmiştir" buyurdu.

Âişe radıyallahu anhâ'dan da benzeri bir rivayet nakledilmiştir.[291]

 

* Bir aile saadetinin artırılmasına yönelik dökülen saçların yerine peruk taktırmak için izin isteyen bir anne görülüyor. Müslümanlara şefkat ve merhametiyle düşkün olan peygamberimiz bu husustaki yasağın ciddiyetini bildirerek kesin ve net “lanet edileceği” bildirilmiştir. [292]

 

1647. Humeyd İbni Abdurrahman'dan nakledilmiştir ki, Muâviye radıyallahu anh hac yaptığı sene Medine'de bir zâbıta memurunun elinde bulunan bir tutam alın saçını alıp Medine Mescidi Minberinden halka şöyle hitabetmiştir:

– Ey Medineliler! Âlimleriniz nerede? (Niçin bunları önlemezler?) Ben Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in bu tür saçlardan halkı menederek şöyle buyurduğunu duymuşumdur:

– "İsrailoğulları, kadınları bu tür şeyleri kullanmaya başladıkları zaman helâk olmuşlardır!"[293]

 

* Devrin halifesi Muaviye o günün Medine’sinde insanların peruk kullandıklarını görünce kızıyor ve “alimleriniz nerede?” diye sesleniyor. Kesin ve net biçimde yasaklanmış şeylerin kullanımına nasıl izin veriyorlar diye bir yakınma, ikaz ve tehdidi içeren konuşmasını yapıyor. Halkı uyarıp ilim adamlarını göreve çağırıyor. [294]

 

1648. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem saçlarına saç ekleten ve ekleyen, döğme yapan ve yaptıran kadınlara lânet etmiştir.[295]

 

* Güzel görünsün diye vücudun değişik yerlerine, değişik boyalarla dövme yaptırmanın lanetlendiğini bildiren hadisimiz konuya bu kadar şiddet gösterilmesinin temelinde yatan sebep Allah'ın yarattığı fıtri güzelliği değiştirme niteliği taşımasıdır. Müslümanların tabii olan ve her türlü sahtecilik ve yapmacılıktan uzak durarak yaşamaları istenmektedir. En güzel şekil “Ahseni takvim”de yaratılan insanoğlu fıtrat ve yaratılış gereği bu güzel şeklini muhafaza ederek değiştirmeksizin yaşantısını sürdürecektir. Değilse çağın çağdaşlığını ve modanın maskarası olarak rezil olacak demektir. [296]

 

1649. İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den nakledildiğine göre kendisi, "Döğme yapan, yaptıran, yüzünün tüylerini yolan, güzel görünsün diye dişlerini seyrekleştiren, Allah'ın yarattığını bozan kadınlara Allah lânet etsin" demişti. Bir kadının İbni Mes'ûd'u aşırı gitmekle suçlaması üzerine bu defa; "Peygamberin lânet ettiği kimseye niçin lânet etmeyecek mişim? Peygamberi izlemek Allah'ın kitabında emredilmiştir. Allah Teâlâ; "Peygamber size ne verirse onu alın, sizi nehyettiğinden de uzak durun!" (Haşr: 59/7) buyurdu, demiştir.[297]

 

* Bugün insanlık değişiklik olsun diye pek çok maskaralığı denemek ve ortaya koymak durumundadır. Güzellik salonları adı altında pek çok masraflarla güzel görünme duyguları istismar edilerek pek çok kadının bu sektörlerin kurbanı olduğu malumdur.

Allah'ın yarattığı güzelim kaş ve kipriklere değişik şekiller vermek suretiyle maskara haline gelenler, yaptırdıkları dövmelerle suret ve el kol şekillerini değiştirerek maskara olanlar, dişlerini törpületip değişik görünüm sağlamaya kalkan bir maskaralıktan medet uman ve dikkat çekmeye çalışan zavallı kimselerdir.

Bu hadisin değişik ve geniş bir şekli (Müslim, Libas 120)’de geçmektedir. Olay şöyle cereyan etmiştir: Ümmü Yakup isimli bir hanım İbni Mes’udun lanetlediği bu tür kadınlar hakkında müdafa edercesine: “Ben Kur’an’ı baştan sona okudum, bu sayılan işleri yapan hanımlara lanet edildiğine rastlamadım”, diye itiraz etmiştir. İbni Mes’ud da böylesi hanımlara peygamberimizin lanet ettiğine, lanet etmekten asla çekinmeyeceğini söyledikten sonra bu hususun Allah'ın kitabına da uygun olduğunu bildirerek Haşr: 59/7 ayeti okumuştur. Ümmü Yakup isimli hanım buna itiraz edememiş ve senin hanımında bile bu lanetlenen şeylerden birisi belki vardır, diyerek işi ileri götürmesi üzerine: “Haydi git benim hanımıma bak” demesi üzerine kadın gidip bakmış ve “Hanımında bundan bir şey görmedim” demesi üzerine İbni Mes’ud o kadına: “Bana bak böyle bir şey olsaydı, biz onunla beraber olmazdık” demiştir.

Bu ayetin nüzül sebebinin özel bir olay olması hükmünün genel olmasına asla mani değildir. Keşke bizler de İbni Mes’ud gibi “Peygamberin söylediği bir sözü ve yaptığı bir işi niçin söyleyip yapmayayım ki” diyebilecek teslimiyet ve iman üzere olabilsek ve ölebilsek... [298]

 

297) Beyaz Kılları Yolma Yasağı (Saç, Sakal Ve Başka Yerlerdeki Beyaz Kılları Koparmanın Ve Gençlerin Yüzlerinde İlk Çıkan Tüyleri Yolmalarının Mekruh Olduğu)

 

1650. Amr İbni Şuayb'ın, babası vasıtasıyla dedesinden rivayet ettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Beyaz saçları yolmayın. Zira o beyaz saç, kıyamet günü müslümanın nûrudur."[299]

 

* Ağaran saç ve sakal tecrübe ve belli bir olgunluğun delilidir. Ve müslümanı ahiret amellerine ağırlık vermeye ve kulluğunu artırmaya sevkeder. Hayatın normal akışına razı olan müslüman ağaran kılları yolma ve koparma yoluna gitmez, ihtiyarlama alameti olarak ağaran saç ve sakal tellerinin yolunması genç görünmeye çalışmanın bir sonucu olup, bir nevi sahtekarlıktır. Boyama işi Yahudilere benzememek için caiz kılınmıştır. Koparma işi ise yasaklanmıştır. İslamda olmayan bu tür bir adeti  yapmak yasaktır ve reddolunmuştur. [300]

 

1651. Aişe (r.anha)'dan bize bildirildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.)şöyle buyurdu:

“Kim bizim emrimiz ve uygulamamıza aykırı bir hareket yaparsa bu yaptığı reddedilmiştir. Kabul edilmez.” [301]

 

* Dinimizde olmayan herşey reddedilir. İnanç olsun amel olsun farketmez. Namaz kılmaktaki yapılan değişiklikten tutun, saç ve sakaldaki beyazlaşan kılları yolmaya varıncaya kadar hepsi bidattır, dinden değildir, reddedilir ve kabul edilmez. [302]

 

298) Sağ Elle Tahâretlenmenin Kerâheti (Özrü Olmadığı Halde Sağ Elle İstinca Yapmanın, Sağ Elle Tenâsül Organını Tutmanın Mekruh Olduğu)

 

1652. Ebû Katâde radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Hiç biriniz küçük abdest bozarken erkeklik uzvunu kesinlikle sağ eliyle tutmasın, sağ eliyle silinmesin, bir şey içerken kabın içine solumasın!"[303]

 

* Sağ el ile yeme ve içmeyle alakalı hadisler önceden geçmişti. Sol elin kullanılacağı yerler olarak da burun silmek ve abdest bozduktan sonra temizlenirken kullanılacağını da bu hadisten öğrenmiş oluyoruz. Giyim kuşam ve her hayırlı işinde sağdan başlamayı alışkanlık haline getiren peygamberimiz, bu tür temizlik işlerini görürken de sol elini kullanmayı adet haline getirmişti. Biz müslümanlar da bu edeb kaidesine uymak mecburiyetindeyiz.

Meşrubat içerken de kabın içine üflenmemesi edebi de hadisin ikinci bölümünde bize öğretilmiş oluyor. İğrenme, tiksinmeye  sebep olan ve değişik mikropların kaçmasına sebep olacağından değişik hastalıkların yayılmasına sebep olur. İçerken besmele çekip sonuçta Elhamdülillah demeliyiz. [304]

 

299) Tek Ayakkabı İle Gezmenin Mekruh Olduğu (Özürsüz Olarak Tek Ayakkabı Ve Mest İle Gezmenin Ve Yine Özürsüz Ayakta Ayakkabı Veya Mest Giymenin Mekruh Olduğu)

 

Tek ayakkabı ve pabuçla dolaşılmaması gerektiğini ya ikisini de çıkarıp veya ikisini de giymek gerektiğini, tamiratı yapılıncaya kadar bile olsa tek pabuç giyilmemesi gerektiğini ve bir tarafa dayanıp yaslanmaksızın ayakta ayakkabı giyilmesinin yasak olduğunu öğreneceğiz. [305]

 

1653. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden biriniz tek ayakkabı ile dolaşmasın. Ya ikisini de giysin veya ikisini de çıkarsın!"[306]

 

* Müslüman her tavrında ciddidir, sokaklarda ve insanlar arasında dolaşırken de aynı ciddiyeti sergilmelidir. Her türlü dengesizliğe karşı çıkan dinimiz ve peygamberimiz insanın yürüyüş dengesini bozacağı için bu tür hareketi yasaklamıştır. [307]

 

1654. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh: Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, "Herhangi biriniz ayakkabısının bağı koptuğu zaman onu onarıncaya kadar (bile olsa) tek ayakkabıyla gezmesin!" buyurduğunu işittim, demiştir.[308]

 

* Yine aynı dengesizliği ortadan kaldırmak için ayakkabısı tamir oluncaya kadar tek ayakla tek ayakkabıyla Müslümanın dolaşmaması gerektiği bildirilmektedir. Böylece gülünç duruma düşmekten müslüman kurtulabilir. [309]

 

1655. Câbir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir kimsenin ayakta ayakkabı giymesini yasaklamıştır.[310]

 

* Mest, ayakkabı, bot, çizme, uzun bağcıklı ayakkabı gibi kişiyi fazla uğraştıracak olan ayakkabı türleri giyilirken kişi oturmalıdır. Ayakta olursa dengesini kaybedip düşebileceği için ya oturarak veya bir tarafa dayanarak giyilmesi tavsiye ediliyor ki, umulmadık bir durum ortaya çıkmasın. Yani düşüp elbisesinin kirlenmesi veya kırık çıkık gibi bir durumla karşılaşılmaması için. İslam, her işte olduğu gibi ayakkabı giymede bile edeb kurallarına önem verir. [311]

 

300) Ateşi Yanar Halde Bırakma Yasağı (Uyku Zamanı Evde Lamba Ve Ocak Gibi Parlamaya Elverişli Nesneleri Yanar Halde Bırakmanın Nehyedildiği)

 

1656. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Uyumak istediğiniz zaman evlerinizde yanar halde ateş bırakmayınız!"[312]

 

1657. Ebû Mûsâ el–Eş'arî radıyallahu anh şöyle dedi:

Medine'de gece vakti bir ev yandı. Ev sahiplerinin durumu Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e haber verildi. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:

"Gerçekten bu ateş sizin düşmanınızdır; uyumak istediğiniz zaman onu söndürünüz!" buyurdu.[313]

 

* Değişik ihmaller sonucu pekçok insan yanarak ölmüş, pekçok servet yok olmuştur. Hava gazı, tüpgazı, elektrik, odun, kömür sobaları vs. konusunda daha tedbirli ve dikkatli davranmanın bir vazife olduğu bize bu hadisle bildirilmektedir. Yerleşim bölgelerinde böyle olduğu gibi, tarlalar ve ormanlarda da aynı hassasiyeti göstermeliyiz. Çünkü küçük bir ihmal ne büyük zararlara yol açıyor. Uyumadan önce meskûn mahallerdeki ısıtıcıların ve her türlü aletlerin şartel, dedantör vs.'lerini kapatarak tedbir almak gerekir. Arazi ve ormanlarda da piknik yapanlar ve sigara kullananlar çok dikkatli davranmalıdırlar. Ateşin düşman olarak nitelendirilmesi mala ve cana verdiği zarardan dolayıdır. Çünkü düşman da mala ve cana en büyük zararı verir. Müslüman her türlü düşmanına karşı gerekli tedbiri almakla yükümlüdür. [314]

 

1658. Câbir radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kapların ağzını örtün. Tulumları bağlayın. Kapıları kapatın ve lambaları söndürün! Çünkü şeytan bağı çözemez, kapıyı açamaz ve kapağı kaldıramaz. Eğer herhangi biriniz, kabının üzerine bir çalı–çırpı parçası koymaktan ve besmele çekmekten başka bir çare bulamazsa, bunları yapsın. (Lambaları da söndürsün) Çünkü fâre, içeridekilerin üzerine evi yakabilir."[315]

 

* Hadisimiz her coğrafya ve her kesimdeki geçerli güvenlik tedbirlerinin alınmasını bize bildirmektedir. Her türlü kötülük ve şerrin temsilcisi olan şeytan böylece (besmeleyle) tedbiri alınan şeylere zarar veremez denilerek bu gerçek te bize bildirilmektedir. Bir eve girilir selam verilir ve besmele çekilirse “şeytan bu evde bize iş kalmadı, ne barınabiliriz ne de yiyebiliriz der ve avanelerini o evden sakındırır (Bkz. 730 no'lu hadis). Dolayısıyla müslüman kendisini ve çevresindekileri şeytana karşı sigorta altına almalıdır. Alınan maddi tedbirler manevi tedbir olan besmeleyle desteklenmektedir. Müslüman her zaman bilhassa evinden uzaklaşacağı uzun zamanlarda bu tür tedbirlere mutlaka başvurmalı ve ihmal etmemelidir. [316]

 

301) İş Ve Sözde Faydasız Yükler Yüklemenin Yasaklığı

 

“De ki, Ey Peygamber! Bu mesaj, tebliğime karşılık sizden bir ücret istemiyorum ve ben yapmacık uydurmalarla peygamberlik taslayanlardan veya kendiliğimden bir yükümlülük getirenlerden de değilim.” (Sa'd: 38/86)

 

* Peygamberimiz insan fıtratına ve kapasitesine göre ortaya konan bu dinin kurallarını asla zorlaştırmamış, “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız” kaidesini koymuş ve insanlara zorluk ve meşakkat getirmemiştir. (Gerekirse ayetin tefsirine tefsir kitaplarından bakınız.) Böylece peygamberimiz yetkili, bilgili, bir öğütçü ve tebliğcidir. Zorla ve yapmacık hareketlerle ortaya birşey koymaya çalışan iddiacı ve dayatmacı olmamıştır. [317]

 

1659. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

"Biz, tekellüften nehy olunduk."[318]

 

* Bu hadisten peygamberimiz (s.a.v.)’in zorluk ve dayatmacı zorba olmadığını biz ümmetinin de zorba, dayatmacı ve yük getiren insanlar olmamamız gerektiğini anlıyoruz. Her alanda bilhassa dini alanda işleri yokuşa süren, engel çıkaran, sürekli tartışan ve yük getiren kişilerin yaptığı bu olayların hepsi tekellüfdür. Tekellüf, sözde ve özde sahtekarlık olduğu için yasaklanmıştır. [319]

 

1660. Mesrûk şöyle dedi:

Abdullah İbni Mes'ûd radıyallahu anh' ın yanına gitmiştik. O bize şunları söyledi:

Dostlar! Bilen, bildiğini söylesin. Bilmeyen de "Allah bilir " desin. Zira insanın bilmediği konuda "Allah bilir" demesi de bir ilimdir. Allah Teâlâ, Peygamber'i sallallahu aleyhi ve sellem'e şöyle buyurmuştur: "De ki: Kur'ân'ı tebliğden ötürü sizden bir ücret istemiyorum. Ben, kendiliğinden bir şeyler uydurup size dayatmak isteyen biri de değilim."[320]

 

* Bu hadiste bize insanların bilmedikleri konularda biliyormuş gibi davranıp anlaşılması zor kelimeler kullanarak bilgiçlik taslamasına da tekellüf diyoruz. Bu bir zorlamadır ve yasaklanmıştır. Öyleyse müslüman biliyorsa bildiğini söylemeli, bilmeyenler ise mutlak ilim sahibi olan Allah'a Allah bilir diyerek havale etmeleri bir edep ve sorumluluk göstergesidir. Din hakkında malumatı olmayan pekçok entel görüntülü kişilerin günümüzde din konusunda ahkam kesmeleri, bu yasağın ne kadar anlamlı olduğunu bize bildirir. Bilmediği konularda Allah bilir demenin de kişiyi küçültmeyeceğini, aksine yücelteceğini de bilmeliyiz. [321]

 

302) Ölüye Ağıt Yakma Yasağı (Ölünün Arkasından Bağıra–Çağıra Ağlamanın, Yüzünü Tırmalamanın, Yaka–Paça Yırtmanın, Saçını Yolmanın, Kazıtmanın Ve "Kahrolayım, Helâk Olayım" Diye Beddua Etmenin Haram Olduğu)

 

Bu bölümdeki onbir hadis-i şeriften, arkasından feryad edildiğinde ölüye azab edileceğini, baygınlık geçiren bir kimseye böyle bir şey yapıldığında da onun sorgulandığını, ölü arkasından ağlayanlar "Efendimiz, dayanağımız" diye övmeye başladılar mı ölünün başucuna iki melek görevlendirilip "Sen böyle biri misin" diye tartaklanacaklarını, küfür ve cahiliye dönemi adetlerinden birinin nesebe sövmek, diğerinin de ölüye yüksek sesle ağlamak olduğunu, yaka paça yırtıp çığlıklarla ölü arkasından ağlamanın cahiliye adeti olduğunu, böyle yapan kimselerin ikaz edilmesi gerektiğini, Rasulullah'ın kadınlarla bey'at yaparken ölü arkasından yüksek sesle ağlamayacaklarına dair söz aldığını, ölü için kalbin teessüründen dolayı gözyaşı dökülebileceğini, bunun da Allah tarafından bağışlanacağını, ölüler arkasından ağıtçılık yapan kimseler tevbe etmeden ölürlerse katrandan bir gömlek ve uyuzdan bir zırh olduğu halde mezarlarından kaldırılacaklarını öğreneceğiz. [322]

 

1661. Ömer İbni'l–Hattâb radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Arkasından koparılan feryat (ve yakılan ağıt) sebebiyle ölüye kabrinde azâb olunur."[323]

Bir rivâyette[324] "ölüye ağlandığı sürece" denilmektedir.

 

1662. İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Ölenin arkasından yüzünü gözünü tırmalayan, yakasını paçasını yırtan, Câhiliye insanı gibi bağıra – çağıra ağıt yakıp kendisine beddua eden, bizden, bizim yolumuzu izleyenlerden değildir."[325]

 

1663. Ebû Bürde şöyle dedi:

(Babam) Ebû Mûsâ el–Eş'arî hastalandı ve başı hanımlarından birinin kucağında iken bayıldı. Bunun üzerine hanım, bir çığlık atıp yüksek sesle ağlamaya başladı. Fakat Ebû Mûsâ, kadını bundan men edecek durumda değildi. Ayılınca:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hoşlanmayıp uzak kaldığı şeyden ben de hoşlanmam ve uzak olurum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vâveylâcı, saçını yolan, üstünü başını yırtan kadınlardan uzaktı, diye hanımını ikaz etti.[326]

 

1664. Mugîre İbni Şu'be radıyallahu anh, "Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem' i şöyle buyururken dinledim" dedi:

"Kimin arkasından bağıra–çağıra ağıt yakılırsa, kendisi adına yapılan bu feryattan dolayı o kişiye kıyamet günü azab olunur."[327]

 

1665. Ümmü Atiyye Nüseybe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bey'at sırasında, ölüye yüksek sesle ağlamayacağımıza dair biz kadınlardan söz aldı.[328]

 

1666. Nu'mân İbni Beşîr radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Abdullah İbni Revâha radıyallahu anh'ın baygınlık geçirmesi üzerine kız kardeşi, "Vah dağ gibi kardeşim, vah şöyle şöyle olan kardeşim" diye onu överek yüksek sesle ağlamaya başladı. Abdullah İbni Revâha ayıldığı zaman kız kardeşine; "Senin hakkımda söylediğin her övgü için ben, ‘sen gerçekten böyle biri misin?’ diye sorgulandım" dedi.[329]

 

1667. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Sa'd İbni Ubâde radıyallahu anh hastalanmıştı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Abdurrahman İbni Avf, Sa'd İbni Ebû Vakkâs ve Abdullah İbni Mes'ûd ile birlikte Sa'd'ı ziyârete geldi. Yanına girdiğinde onu elem ve ıstırap içinde, ailesi tarafından etrafı kuşatılmış bir halde buldu. Bunun üzerine:

– "Öldü mü?" buyurdu.

– Hayır, ey Allah'ın Resûlü (ölmedi), dediler.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (Sa'd'ın bu ağır durumuna üzülerek) ağladı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem 'in ağladığını görünce oradakiler de ağladılar. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:

"Bilmez misiniz, gerçekten Allah, gözyaşı ve kalbin hüznü sebebiyle insana azâb etmez. Fakat –eliyle diline işâret ederek– işte bunun yüzünden azâb eder veya bağışlar" buyurdu.[330]

 

* Yukarıdaki 7 hadisi şeriften üzülme sonucu sessiz gözyaşı dökmenin azaba vesile olmadığı ve normal karşılandığını öğreniyoruz, yaka paça yırtarak ağlamanın zarar verdiği ve yasaklandığı da ortaya çıkmıştır. Bu yasaklama En’am: 6/164, İsra: 17/15, Furkan: 25/18, Zümer: 39/7 ve Necm: 53/38. ayetlerine ters düşmez. Müslümanlar bu hadislerdeki yasaklığı bilip vasiyet etmeli ve ölümünden sonra böyle şeyler yapılmamasını tenbih etmeliler, arkaya kalanlar da hem bu hadisleri bilmeli, hem de ölünün bu vasiyetine uymalıdırlar. (Bkz.Tecrid Terc. IV, 387-420) [331]

 

1668. Ebû Mâlik el–Eş‘arî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Ağıtçı, ölmeden önce tövbe etmezse, kıyamet günü üzerinde katrandan bir elbise ve uyuzlu bir gömlek olduğu halde mezarından kaldırılır."[332]

 

* Yani değişik bir azap modeliyle azaplandırılacaklar. [333]

 

1669. Üseyd İbni Ebû Üseyd et–Tâbiî'nin, Hz. Peygamber'e biat etmiş kadınlardan birinden naklettiğine göre o hanım sahâbî şöyle demiştir:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ma‘rufta itaat konusunda bizden aldığı biat içinde, iyilikte kendisine isyan etmeyeceğimiz, felâket anında yüz tırmalamayacağımız, ah–vah diye vâveyla koparmayacağımız, yaka–paça yırtmayacağımız ve saç–baş yolmayacağımız sözü de vardı.[334]

 

* Rasûlullah'ın siyasi otoritesini kabul eden kişilerden değişik zamanlarda değişik şeyler üzerine biat aldığını biliyoruz, burada da bu hususlar üzerine biat alınıyor ve bunların hiç yapılmaması isteniyor. [335]

 

1670. Ebû Mûsa radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Ölen herhangi bir kişinin arkasından ağlayıcılar, ey kendisine dayandığımız, ey efendimiz vs. diye onu övmeye başladılar mı, adamın başına iki melek görevlendirilip dikilir ve onu tartaklayarak "Sen böyle biri miydin?" derler."[336]

 

* Yani eğlenceye alırcasına melekler hakaret etmiş olurlar. [337]

 

1671. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İnsanlar arasında iki âdet vardır ki bunlar küfür dönemi âdetidir: Nesebe sövmek, ölüye yüksek sesle ağlamak."[338]

 

303) Falcılara Ve Kâhinlere İnanma Yasağı (Gaybden Haber Verdiğini Söyleyen Kâhinlere, Müneccimlere, Gizli İşleri Ortaya Çıkaracağını İddia Edenlere, Kum, Çakıl, Arpa Ve Benzeri Şeylerle Falcılık Yapanlara Gitmenin Ve Söylediklerine İnanmanın Nehyedilmiş Olduğu)

 

Bu bölümdeki altı hadis-i şeriften falcılara inanmanın doğru olmadığını, bu tür insanlara inanan kimsenin kırk gün namazının kabul olunmayacağını, falcılığın her türlüsünün sihir çeşidinden olduğunu, yıldızname türü bilgileri elde edenlerin günahlarının da arttığını, haram olan ücretlerden birinin de falcılık ücreti olduğunu öğreneceğiz. [339]

 

1672. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Bazı insanlar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e kâhinleri (n yaptıkları hakkında fikrini) sordular da Resûl–i Ekrem:

– "Aslı olan, (doğru) bir şey değildir" buyurdu.

– Ey Allah'ın Resûlü! Ama onların bize verdikleri geleceğe ait bazı haberler söyledikleri gibi çıkıyor, dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

– "Onların bu tür haberleri (görevli meleğin ilham ettiği) gerçeklerdendir. Onu bir cin meleklerden kaparak kâhin dostunun kulağına fısıldar. O kâhinler de bir doğruya yüz yalan karıştırır (halka sunar) lar" cevabını verdi.[340]

 

1673. Safiyye Binti Ebû Ubeyd, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in bir eşinden naklen Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu bildirmiştir:

"Kim, çalıntı veya yitik bir malın yerini haber veren kimseye (arrâfa) gidip ondan bir şey sorar, söylediğini de tasdik ederse, o kişinin kırk gün hiçbir namazı kabul olunmaz."[341]

 

1674. Kabîsa İbni'l–Muhârık radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim, demiştir:

"Kuşları ürkütüp isimlerinden, seslerinden ve hareketlerinden mânalar çıkarmak, uğursuzluğa inanmak, kum üzerine çizgiler çizerek geleceğe yönelik hükümler çıkarmak bir çeşit sihir ve kehânettir."[342]

 

1675. İbni Abbas radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Yıldızlardan bir bilgi edinen, bir parça sihir elde etmiş olur. Bilgisi arttıkça günahı da artar."[343]

 

1676. Muâviye İbni'l–Hakem radıyallahu anh şöyle dedi:

– Ey Allah'ın Resûlü! Ben, yeni müslüman olmuş biriyim. Allah Teâlâ bizi İslâm ile şereflendirdi. Bizden öyle kimseler vardır ki, kâhinlere gider, onların söylediklerine inanırlar, dedim.

– "Artık onlara gitmeyin (söylediklerine de inanmayın)!" buyurdu. Ben:

– Bizden kimileri de kuşların ötmesini, sağa –sola uçmasını uğursuzluk sayarlar, dedim.

– "Bu, içlerinde buldukları bir zan, bir duygudur; bu his onlara mâni olmasın" buyurdu. Ben:

– Bizden kum üzerine birtakım çizgiler çizen ve öylece hüküm çıkarmaya çalışanlar da var, dedim.

– "Peygamberlerden biri de çizgi çizerdi. Kimin çizgisi onun çizgisine uygun düşerse o isabet etmiş olur" cevabını verdi.[344]

 

1677. Ebû Mes'ûd el–Bedrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, köpek parasını, fuhuş gelirini ve falcılık ücretini yasaklamıştır.[345]

 

* Bu bölümün altı hadisinden Kahin ve Arraf dediğimiz sihirbaz, müneccim, falcı kimselerin sözlerinin % 99'unun yalan ve yakıştırma olduğunu öğreniyoruz. Her dönemde insanlar gelecekte nelerin olacağını önceden bilip öğrenmek istemişlerdir. Bu istekten dolayı da toplumlarda sihirbazlar revaç bulmuş ve yaygınlaşmıştır. Günümüzde de aynı istekten dolayı gazetelerde ve televizyonlarda astroloji, yıldızname ve falcılık yaygınlaşmış olup, insanlar bunları takip edip durmaktadırlar. Gerçeklerin (Allah ve Peygamber sözlerinin) unutulduğu dönem ve yörelerde bu tür hurafeler çok yaygınlaşmıştır ve toplumu yönlendirenler kahinler ve sihirbazlar olmuşlardır. Bugün 20. asrın sihirbazları diyebileceğimiz Medya da (yani Basın ve TV kanalları) aynı işi yapmakta ve toplumu yönlendirmektedir. Müslüman bunların haber ve programlarını kitap ve sünnet ölçüsüyle ölçmeden kabul etmemeli ve bunlara aldanarak hem dünya, hem de ahiretini perişan etmemelidir. Müslüman istihare dediğimiz usulle hakkında karar veremediği şeyleri halleder. [346]

 

304) Uğursuzluğa İnanma Yasağı

 

Bu bölümdeki dört hadis-i şeriften, hastalıkların kendiliklerinden bulaşmasının olmadığını, uğursuzluğun olmadığını, herşeyi güzel ve olumlu sözlerle hayra yormanın sünnet olduğunu, uğursuzluk olacak olsaydı insanların en çok vehmettikleri üç konuda (ev, kadın ve binit) olabileceğini, uğursuzluk inancıyla kişinin işlerini terketmemesi gerektiğini ve hayırda duaya devam etmesi gerektiğini öğreneceğiz. [347]

 

1678. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Hastalığın kendiliğinden bulaşması yoktur. Uğursuzluk da yoktur. Ben hayra yormayı yeğlerim." Sahâbîler:

– Hayra yorma (tefe'ül) nedir? dediler.

– "Güzel, olumlu sözdür" buyurdu.[348]

 

1679. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Hastalığın kendiliğinden bulaşması yoktur. Uğursuzluk da yoktur. Eğer bir şeyde uğursuzluk olacak olsaydı evde, kadında ve atta olurdu."[349]

 

* Bu hadis-i şerifteki inceliği daha güzel anlayabilmek için; “Uğursuz saymak şirktir”[350] “Cennete hesapsız girecek 70 bin kişiden bir kısmının da uğursuzluğa inanmayanlar”[351] olduğunu, ayrıca Sehl ibni Sa’d rivayetinde bu hadis “Eğer uğursuzluk olacak olsaydı” denilerek cahiliye döneminde bu üç şey dışında kılıç, dil, Şevval ayında nikah gibi hususlarda da bu inanç geçerli idi. Hz. Aişe (r.anha) annemiz tüm bu uğursuz sayma adetlerini Hadid: 57/22. ayetini okuyarak reddetmişti. “Ayrıca uğursuzluk yoktur, üç şeyde uğur olabilir”[352] hadisi Hz. Aişe’nin bu görüşünü destekler mahiyettedir.[353]

 

1680. Büreyde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem uğursuzluğu kabul etmezdi.[354]

 

1681. Urve İbni Âmir radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in huzurunda uğursuzluktan söz edildi. Bunun üzerine:

"En güzeli hayra yormadır. Uğursuzluk, hiçbir müslümanı teşebbüsünden vazgeçirmesin. Herhangi biriniz hoşlanmadığı bir şey gördüğü zaman; "Allahım! İyilikleri sadece sen verirsin; kötülükleri yalnız sen giderirsin. Günahtan kaçacak güç, ibâdet edecek kuvvet ancak senin yardımınla kazanılabilir" diye dua etsin, buyurdu.[355]

 

* Bugün halk arasında pazartesi yola çıkılmaz, perşembe çamaşır yıkanmaz gibi inanışlar batıldır. Birinci hadiste, “hastalıkların kendiliğinden bulaşması yoktur” denilerek bu işe insanlar sebep olur, dolayısıyla karantina esasları getirilmelidir denmek istenmektedir. Uğursuzluk kabul edilmeyip güzel ve olumlu sözle hayat idare edilmelidir. İkinci hadise göre uğursuzluk olsaydı denilerek sayılan ev, kadın ve at insanların uzun süre beraber yaşadıkları ve içiçe oldukları bu nesnelerde olabilirdi denmektedir. İnsanların en çok uğursuzluk vehmettikleri üç nesne hususundaki genel ve yaygın kanaati ortaya koyup bunun asılsız olduğunu anlatmak istemiştir. Uğursuzluk vehmi hiçbir müslümanı teşebbüslerinden vazgeçirmemeli, hayra yorup uğurlu sayacak hayatı devam ettirmelidir. Hadiseler hakkında uğursuzluk kabul etmek, Allah'a kötü zanda bulunmak demektir.[356]

 

305) Canlı Resmi Yapma Ve Bulundurma Yasağı (Yaygı, Taş, Elbise, Gümüş Veya Altın Para, Yastık, Minder Gibi Eşyâya Canlı Resmi Çizmenin Haramlığı Ve Yine Duvar, Tavan, Perde, Sarık, Elbise Ve Benzeri Yer Ve Eşyâ Üzerinde Resim Bulundurmanın Haramlığı Ve Sûretleri Yok Etmeyi Emretmek)

 

Bu bölümdeki on hadis-i şeriften, resim ve heykel yapanlara kıyamet günü yaptıklarınıza can verin, diye azap edileceğini, en şiddetli azaba uğrayacak olanların bunlar olduğunu, yapılan her resim için ayrı ayrı azap edileceğini, resim yapanlara kıyamette yaptığı resme can vermesi isteneceğini, resim ve köpek bulunan eve melek girmeyeceğini, Rasulullah (s.a.v.)'ın canlı resimleri tanınmaz hale getirmek ve yüksek kabirleri yerle bir etme vazifesini Hz. Ali'ye verdiğini öğreneceğiz. [357]

 

1682. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bu sûretleri (resim ve heykelleri) yapanlar, kıyamet günü, ‘bu yaptıklarınıza can verin, haydi!’ diye azâb edileceklerdir."[358]

 

1683. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir seferden dönmüştü. Ben de odamın önündeki sekiyi resimli bir perde ile örtmüştüm. Bunu görünce Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yüzünün rengi değişti ve şöyle buyurdu:

– "Ey Âişe! Kıyâmet günü Allah katında insanların en şiddetli azâba uğrayacak olanları, Allah'ın yarattığı şeyi taklide kalkışanlardır."

Bunun üzerine biz de o örtüyü kesip bir (veya iki) yastık yaptık.[359]

 

1684. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ, "Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim" dedi:

"Her sûret yapan cehennemdedir. Yaptığı her sûret için orada bir kişi yaratılarak ona cehennemde azâb edecektir."

İbni Abbâs, (kendisinden fetvâ isteyen ve tek işi resim yapmak olan kişiye) şöyle dedi:

– Eğer mutlaka resim yapman gerekiyorsa, ağaçların ve cansız şeylerin resimlerini yap!"[360]

 

1685. Yine İbni Abbâs radıyallahu anhümâ, "Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim" dedi:

"Kim dünyada bir canlı resmi yaparsa, kıyamet günü yaptığı resme can vermeye zorlanır. O ise, buna aslâ can veremez."[361]

 

1686. İbni Mes'ûd radıyallahu anh, "Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim" dedi:

"Kıyamet günü azâbı en şiddetli olanlar, sûret yapanlardır."[362]

 

1687. Ebû Hüreyre radıyallahu anh, "Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim" dedi:

"Allah Teâlâ:

Benim yarattığım gibi yaratmaya kalkışandan daha zâlim kim vardır? Haydi bir zerre, yahut bir habbe veya bir arpa tanesini yoktan yaratsınlar (bakalım!), buyurdu."[363]

 

1688. Ebû Talha radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İçinde köpek ve sûret bulunan eve melekler girmez."[364]

 

1689. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

 Cebrâil aleyhisselâm, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e geleceğini söylemişti. Gecikti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çok üzüldü ve dışarı çıkınca Cebrâil ile karşılaştı ve gecikmesinden şikayetçi oldu. Bunun üzerine Cebrâil aleyhisselâm:

"Biz melekler, içinde köpek ve sûret bulunan eve girmeyiz" cevabını verdi.[365]

 

* Yukarıdaki sekiz hadis-i şeriften anlaşılan iki boyutlu resim ve fotoğraf ile üç boyutlu heykel büst gibi şeylerin İslam'da yasak oluşu ve tevhid inancını zedeleyen ve şirke düşüren konumda olmaları hasebiyle sert uyarılar ve tehdidlerle müslümanların bu tür şeylerden vazgeçmeleri istenmiştir. Putperestliğin yeniden ortaya çıkmasına sebep teşkil edecek olan canlı resimlerin bulunduğu tablolar her türlü fotoğraflar ve üç boyutlu heykel ve büstlerin evlerde bulundurulması kesinlikle haramdır.

Sadece nüfus cüzdanı, ehliyet, pasaport gibi zaruri evraklarla paralarda bulunan resimlerle, çocukların oyuncak bebeklerinin alım-satımı ve oynanması zaruret olduğu için haram sınırı dışındadır denmiştir.

Dolayısıyla müslüman evine melek girmesini temin için ne resim, ne de büst, heykel gibi üç boyutlu canlı temsillerini evinde dükkanında ve bürosunda bulundurması haramdır. Avcı ve koyun köpeği (ziraat köpeği) haricinde de köpek besleyemez. Batı hayranlığıyla süs köpekleri taşımak pekçok paralar masrafıyla onları beslemek müslümana yakışmayan kafir adetlerindendir.[366]

 

1690. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

 Cebrâil aleyhisselâm, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e belli bir saatte geleceğini vadetmişti. Vakit gelmiş ama Cebrâil gelmemişti. Resûlullah elinde bulunan sopayı yere attı ve "Allah da Resûlleri de va'dinden caymaz!" dedi. Sonra etrafa bakınmaya başladı. Bir de ne görsün, sedirinin altında bir köpek eniği. Bunun üzerine:

– "Ey Âişe! Bu enik buraya ne zaman girdi?" diye seslendi. Ben:

– Allaha yemin ederim ki, bilmiyorum, dedim.

Emir verdi, köpek yavrusu evden çıkarıldı. Cebrâil aleyhisselâm da hemen geldi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– "Bana söz verdin, ben de bekledim, ama gelmedin, " dedi. Cebrâil:

– "Gelmemi, evindeki köpek engelledi. Biz melekler içinde köpek ve sûret bulunan eve girmeyiz" cevabını verdi.[367]

 

1691. Ebü'l–Heyyâc Hayyân İbni Husayn şöyle dedi: Ali İbni Ebû Tâlib radıyallahu anh bana:

"Seni, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in beni memur ettiği bir işi yapmakla görevlendireyim mi? Nerede canlı sûreti bulursan onu tanınmaz hale getir, rastladığın yüksek kabirleri de yerle bir et!" dedi.[368]

 

* Tevhid inancının muhafazası, şirk ve putperestlik sistemlerinin değişik biçimlerinin topluma yansıyan görüntülerinin ayıklanması anlamına gelen tüm bu yasaklamalar ve uyarılar, tevhid inancının muhafaza ve korunmasına yönelik tedbirlerdir. Resimli eşya türleri tamamen yasaklanmış olup böylece peygamberimiz (s.a.v.) şirkle mücadelenin benzersiz mücadelesini göstermiş oluyordu, böylece İslam'ın şirke galebesi gerçekleşmiş oluyordu.

Ve müsaade edilen ağaç, taş, eşya ve manzara resimleri serbest bırakılmıştı. [369]

 

306) Köpek Edinme Yasağı (Av, Çoban Ve Ziraat Köpekleri Dışında Köpek Edinmenin Yasaklanmış Olduğu)

 

1692. İbni Ömer radıyallahu anhümâ, "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim" dedi:

"Av veya çoban köpeği dışında her kim köpek edinirse her gün o kimsenin ecir ve sevabından iki kırat eksilir."[370]

 

1693. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim köpek edinirse, her gün o kimsenin amelinin sevabından bir kırat eksilir. Ancak ziraat veya koyun köpeği olursa o başka…"[371]

Müslim'in bir rivayetine göre[372]; "Av, koyun ve ziraat köpeği hariç, kim köpek edinirse, gerçekten onun ecir ve sevabından her gün iki kırat eksilir" buyurdu.

 

* Hiçbir ihtiyaç (ziraat ve hayvanlar için) olmadığı halde sadece eğlence ve süs olması için evde köpek bulundurmanın yapılan iyiliklerin sevabından bir ölçek veya iki ölçek veya bir birim veya iki birim eksileceği haber verilmektedir. Bu farklı eksilme işi köpeğin diğer insanlara verdiği rahatsızlığa, havlamasına, pis şeyler yemesine, pis kokmasına, kendisinin ve salyasının pis (necis) olmasına göre yaptığı amellerin sevabı bir kat veya iki kat azalır. Her gün bu azalmanın miktarı böyle olunca, zamanla bu kaybın ne kadar büyüyeceği daha iyi tahmin edilebilir.

Bu konudaki tüm hadisler değerlendirildiğinde Koyun veya (çoban köpeği) ziraat köpeği ve av köpeği haricinde köpek edinmek yasaklanmıştır. 1675 numaralı hadisle de köpek alışverişinden dolayı kazanılan paranın da yasaklandığını bilmekteyiz.

İslamî gelenekte herşey kişiye sevap kazandırır. Kişinin sevabının azalmasına vesile olan herşey ve kişiye günah kazandıran herşey İslami olmayan hayat tarzlarının, adet ve yaşantı biçimleridir. Bunların tümünden uzak durmak gerekir. Zevk için köpek besleyen, devamlı bir zarar içindedir. “Her kim bir toplumun örf ve adetlerine uyarsa onlara benzemeye çalışırsa o onlardandır.” hadisini de gözden ve gönülden uzak tutmamak gerekir. [373]

 

307) Hayvanlara Çan Takmanın Kerâheti (Deve Ve Benzeri Hayvanlara Çan Takmanın Ve Yolculukta Köpek Ve Çan Bulundurmanın Mekruh Olduğu)

 

1694. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Yanlarında köpek ve çan bulunan bir topluluğa melekler arkadaşlık etmez."[374]

 

1695. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Çan, şeytan çalgılarındandır."[375]

 

* Bu iki hadis, yolculukta köpek ve çan bulundurmanın, rahmet meleklerinin o yolculara eşlik etmesine mani olduğunu bildirmekte ve çanın şeytan çalgılarından olduğu anlatılmaktadır. Yolculukta hayvanlara çan takmak, devamlı gürültü çıkararak o insanların Allah'ı anmaktan uzaklaştıracağını, rahmet meleklerinin onlara eşlik etmeyeceğini öğrendik. Hem rahmet meleklerinin bulunmaması hem de insanları zikir ve fikir gibi ciddi işlerden alıkoyması müslümanın gününü zararla karartması demektir. Ses ve gürültünün meydana getirdiği gerginlikler ve çevrecilik yapanlar bu hadislerden ibret ve ders almak zorundadırlar. Askeri harekatlar ve her türlü yolculuklar da sessizlik emniyet açısından ve dikkatleri dağıtmamak yönünden çok önemlidir. [376]

 

308) Pislik Yiyen Deveye Binme Yasağı (Dışkı Yemeye Alışmış Erkek Veya Dişi Deveye Binmenin Mekruh Olduğu. Böyle Bir Hayvan Temiz Yem Yer De Etinden Pislik Kokusu Giderse Kerâhetin De Kalmayacağı)

 

1696. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem pislik yemeye dadanmış deveye binmeyi yasakladı.[377]

 

* Cellale: Her türlü pislik, daha doğrusu insan ve hayvan pislikleri de yiyen (domuz gibi) ve bu işe alışmış olan, etinde, sütünde ve terinde ve tersinde bunların etkisi görülen hayvan demektir. Bu hayvanlar küçükbaş ve büyükbaş da olabilirler. Bunların eti ve sütü yasaklanmıştır. Binilmemesi, herhalde teri vasıtasıyla insanlara bu pisliğin koku ve nem olarak bulaşması olabilir. Bunların etleri ve sütlerinin gıda olarak kullanılabilmesi için herbir hayvan için değişik zaman birimlerinde hapsedilmeleri uygun görülmüştür. Temiz ahırlarda temiz gıdalar verilmek suretiyle bir hafta ile kırk gün arasında besiye alınan bu hayvanlar ancak kesilip yenebilir.

Müslüman yediği, içtiği ve kullandığı herşeyin temiz olmasına son derece dikkat eder. [378]

 

309) Mescide Tükürme Yasağı (Mescide Tükürmeyi Yasaklamak, Mescidde Görülen Tükrüğün Giderilmesini Ve Mescidlerin Her Türlü Pislikten Arındırılmasını Tavsiye Etmek)

 

1697. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Mescide tükürmek bir günahtır; kefâreti de onu ortadan kaldırmaktır."[379]

 

1698. Âişe radıyallahu anhâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir keresinde mescidin kıble duvarında sümük veya tükrük ya da balgam görmüş, hemen onu bir taş parçasıyla kazımıştır.[380]

 

1699. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bu mescidler, abdest bozmak ve sair tiksinti verecek şeyler için yapılmış yerler değildir. Buralar ancak Allah Teâlâyı zikretmek, (namaz kılmak) ve Kur‘ân okumak içindir."

Râvî, "Yahut da Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in buyurduğu gibi" demiştir.[381]

 

* Birinci hadis tükürmenin günah olduğunu, o işin keffaretinin de “Onun temizlenmesi” olduğunu öğreniyoruz. Namaz kılınan yerin zemini halı, kilim, beton, mermer, toprak, kum her ne ise onun izi kalmayacak şekilde yok edilmesi esastır. Namaz dışında ve içinde bir kimsenin başına böyle bir durum gelirse onu kağıt, bez vb. bir şeyle gidermesi gerekir, orada bırakması uygun olmaz.İkinci hadiste balgam, tükrük, sümük gibi bir pisliğin mescidin kıble duvarında görülmesi üzerine Rasûlullah (s.a.v.) bizzat kendisi onu bir taş parçasıyla kazıyıp yok etmiştir. Fiilen ne yapılması gerektiğini bizzat bizlere bildirmiştir.

Üçüncü hadis, uzunca bir hadisin son kısmıdır. Zülhuveysıra isimli bir bedevinin mescidde abdest bozması üzerine ashaptan bazıları bağırarak ona mani olmak istediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), “Dokunmayın adamı serbest bırakın” buyurdu ve o kişi işini bitirince Rasûlullah bedeviyi yanına çağırarak kendisine hadisin bu bölümünü söylemiştir. Cemaatten birine emrederek bir kova su getirilmesini emredip o yere döktürdü.

Burada da efendimizin yüksek hoşgörüsü ve üstün eğitimi göze çarpmaktadır. [382]

 

310) Mescidde Gürültü Yapmanın Kerâheti (Mescidde Tartışmak, Yüksek Sesle Konuşmak, Yitik Soruşturmak, Mal Alıp Satmak, Ev Kiralamak Gibi Birtakım Faaliyetlerde Bulunmanın Mekruh Olduğu)

 

Bu bölümdeki beş hadis-i şeriften mescidlerde yitik soruşturan kimselere beddua edilmesi gerektiğini, mescidde alışveriş yapana da yine beddua edilerek karşılık verilmesi gerektiğini, mescidlerde şiir okumanın yasak olduğunu, Hz. Ömer'in mescidde yüksek sesle konuşan iki kişiye kızarak "Canınızı yakacaktım" dediğini öğreneceğiz. [383]

 

1700. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işitmiştir:

"Kim, mescidde yitiğini soruşturan bir kimseyi duyarsa, ‘Allah onu sana buldurmasın’ desin. Zira mescidler yitik araştırmak için yapılmamıştır."[384]

 

* Rasûlullah'ın mescidde kayıp soruşturana “Allah onu sana buldurmasın” diye beddua ediyor ve gerekçesini de söylüyor. Mescidlerin kuruluş amacı dışında kullanılmaması (1700. Hadis) gereğini vurguluyor. Bugünkü Cuma ve bayram namazlarındaki kalabalık o gün her vakitte Medine mescidinde bulunuyordu. Kayıp ilanı ve ticari işlerde hedefe ulaşma şansı çok yüksek olmasına rağmen bu yasaklama getirilmişti. [385]

 

1701. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Mescidde mal alıp satan kimseyi gördüğünüz zaman, ‘Allah kazandırmasın’ deyiniz. Mescidde yitik soruşturanı gördüğünüzde de ‘Allah sana onu buldurmasın’ deyiniz."[386]

 

* Yitik aramanın yanısıra alışveriş yasağı da ilave edilen bu hadisle buna rağmen ticaret yapmak isteyen kimselere “Allah bu ticaretinde seni kazandırtmasın” diye beddua edilmesini tavsiye ediyor. [387]

 

1702. Büreyde radıyallahu anh şöyle dedi:

Bir adam mescidde yitiğini soruşturuyor ve "Kırmızı devemi gören var mı?" diyordu. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Bulamaz ol! Mescidler ne için yapılmışlarsa ancak o maksatlarla kullanılacak mekanlardır" buyurdu.[388]

 

* Kırmızı devesini soruşturan kimseye “Bulamaz ol” diye tepkisini gösteren Peygamberimiz mescidlerin ne maksatla kullanılacağını da bildirmiştir. Bu durum onun sözü ile yaşantısı arasındaki uyumun göstergesi olması yanında yapılan münasebetsiz işin affedilecek gibi olmadığını da göstermektedir. Çok nadir hallerde beddua ettiğini bildiğimiz Efendimizin bu olaydaki tavrı cami müessesine gerekli önemin verilmesini de değişik bir şekilde ortaya koymaktadır. [389]

 

1703. Amr İbni Şuayb'ın babası aracılığı ile dedesinden rivayet ettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, mescidde alış–veriş yapmaktan, yitik soruşturmaktan ve şiir okumaktan insanları menetmiştir.[390]

 

* Bu hadiste de yitik soruşturma ve alışverişin yanısıra şiir okumanın da dahil edildiğini görüyoruz. Mescidde daima namaz kılan, Kur'an okuyan ve değişik  zikirlerle meşgul olan kimseler olabilir. Bu insanları rahatsız edecek her türlü davranış yasaklanmıştır. Sokak ve caddelerde yapılması gereken işlerin mescidde yapılması yasaklanmıştır. Peygamberimiz mescidde itikafta iken ashabın yüksek sesle Kur'an okuduklarını duyup “Birbirinize sesinizi yükselterek eziyet etmeyin” uyarısında bulunmuştur.[391] Başka bir rivayette, “Okurken sesinizi yükseltip birbirinizi rahatsız etmeyiniz” buyurmuştur.[392]

Abdullah ibni Mesud mescidde yüksek sesle  salevat ve kelime-i şehadet getirenlere, “Biz Rasûlullah zamanında böyle yapmazdık. Sizler bid'at ortaya koyuyorsunuz” diye kızmıştır.[393]

Yani mescidde namaz kılan, Kur'an okuyan kimselere rahatsızlık verecek şekilde va'z ve değişik sesleri yükseltmek caiz değildir. Bid'attır.

Mabed artistleri diyebileceğimiz kimselerin korolar halinde mescidde gürültü yapmaları hoş değil, bid'attır. Dini bir zaruret olmaksızın camilerin ve minarelerin kullanılması mahzurludur. [394]

 

1704. Ashâbtan es–Sâib İbni Yezîd radıyallahu anh şöyle dedi:

Mesciddeydim, biri bana taş attı. Baktım Ömer İbni'l–Hattâb radıyallahu anh. Yanına varınca bana:

– Git şu iki kişiyi bana getir! dedi. Gidip adamları getirdim. Onlara:

– Nerelisiniz? diye sordu.

– Tâifliyiz, dediler. Bunun üzerine:

– Eğer Medineli olsaydınız, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in mescidinde sesinizi yükselttiğiniz için canınızı yakmıştım, dedi.[395]

 

* İlk dört hadiste Peygamberimizin tavrını gördük. Burada da Hz. Ömer'in sükûneti bozan kimselere bağırıp seslenerek değil, bir taş atarak ve sessizce çağırtıp Medineli olmadıklarını anlayınca sözle uyarı ile yetiniyor. Değilse ceza vereceğini de bildiriyor. Cami dışında yapılacak işler camiye taşınmamalı. Cami görevlileri ve cemaat, camide nasıl davranılması gerektiğini öğrenmeleri gerekir. [396]

 

311) Kötü Kokularla Mescide Gelme Yasağı (Zarûrî Haller Dışında, Sarmısak, Soğan, Pırasa Ve Benzeri Kötü Kokulu Şeyler Yiyen Kimsenin Koku Kaybolmadan Mescide Girmesinin Nehyedildiği)

 

1705. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem sarmısağı kastederek şöyle buyurdu:

"Kim şu bitkiden yemişse, mescidimize yaklaşmasın!"[397]

 

1706. Enes radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim şu bitkiden yemişse, yanımıza yaklaşıp bizimle beraber namaz kılmasın!"[398]

 

1707. Câbir radıyallahu anh den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim sarmısak veya soğan yemişse, bizden ve mescidimizden ayrılsın! (Evinde otursun)."[399]

 

Müslim'in bir başka rivayetinde[400] "Kim sarmısak, soğan, pırasa yemişse, mescidimize yaklaşmasın. Çünkü insanoğlunun rahatsız olduğu şeyden melekler de rahatsız olur" buyurulur.

 

1708. Ömer İbni’l–Hattâb radıyallahu anh bir Cuma günü irad ettiği bir hutbede şöyle dedi:

“Sonra ey müslümanlar! Siz, kokusu hoş olmadığını bildiğim şu iki bitkiyi (sarımsak – soğan) yiyorsunuz. Gerçekten ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i, mescidde bir kimsede bunların kokusunu duyduğu zaman emredip o kişiyi Baki kabristanına kadar uzaklaştırdığını gördüm. Bu sebeple kim bunları yiyecekse, pişirerek kokussunu gidersin!.”[401]

 

* Soğan, pırasa, sarımsak gibi bitkilerin zarar verici, rahatsız edici kokularıyla mescide girilmesini yasaklayan bu hadisler çiğ olarak yendiğinde rahatsızlığın daha çok olacağını bildirmektedir. Mescidler müslümanların rahat bir şekilde ibadet edecekleri yerlerdir. Bundan dolayı buraya geleceklerin büyük bir dikkat ve titizlik göstermeleri gerekir.

Turp, sigara ve rahatsız edici kokuları içeren şeyleri yeyip içenler mescide gelmemeleri şeklinde bir ceza ile cezalandırılmışlardır ki, bu sevaptan mahrumiyettir. Pişmiş olması, kokusunu hafifletir diyen Hz. Ömer'in yanısıra bugün de bazı metodlarla bunların kokuları giderilebilir deniyor. Mesela maydanoz çiğnemek suretiyle veya sarımsak çok ince olarak kıyılıp çiğnenmeden yutulursa onun da kokusu gelmeyeceği söylenmektedir. Kokusunda insan ve meleklerin rahatsız olduğu bu gıda maddelerinin haramlığı yoktur. Sadece başkalarına rahatsızlık verdiği için toplu mahallerde yasaklanmıştır. (Bunlara bugün çağrı cihazları, cep telefonları, gaz kaçıran çakmaklar, sigara, pastırma, sucuk, baharatlı gıdalar ve benzeri şeyler de ilave edilebilir.) [402]

 

312) Hutbe Okunurken Dizlerini Dikip Oturmanın Kerâheti (Cuma Günü İmam Hutbe Okurken, Uyku Getireceği, Hutbeyi Dinlemeye Engel Olacağı Ve Abdestin Bozulmasına Vesile Olacağı Endişesi Sebebiyle Dizleri Dikip Elleri Dizler Üzerine Bağlayarak Oturmanın Mekruh Olduğu)

 

1709. Muâz İbni Enes el–Cühenî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, cuma günü imam hutbe okurken dizleri dikip oturmaktan nehyetmiştir.[403]

 

* İhtiba veya Kurfusa, dizleri yukarı dikip ellerle dizleri kavramak suretiyle oturulan oturuştur ki bunun yasaklanma sebebi olarak; abdestin bozulabilme ihtimali, uyuklamaya sebep olup hutbeyi dinlemeden kişiyi alıkoyması, sıcak iklim olması hasebiyle giyilen elbise türünden dolayı avret yerlerinin gözükebilme ihtimali sıralanmaktadır. Hutbe veren şahsı olumsuz etkileyen bir oturuş olması da söylenebilir, bu sebeplerden dolayı sadece hutbe okunurken yasaklanmıştır. [404]

 

313) Kurban Kesmek İsteyerek Zilhicce Ayının Onuna Ulaşan Kimsenin Kurbanı Kesinceye Kadar Saçından Ve Tırnaklarından Bir Şey Almasının Nehyedilmiş Olduğu

 

1710. Ümmü Seleme radıyallahu anhâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kimin kesecek kurbanı varsa, zilhicce ayı (nın hilâli) girince kurbanını kesinceye kadar saçından ve tırnaklarından hiç bir şey kesmesin."[405]

 

* Bu yasaklamanın sebebi o günlerde Mekke'de ihramlı bulunan hacı kardeşlerine eşlik etmek, onlar gibi davranmak olduğunu ve oradakilerin ortamını paylaşmak olduğu hedeflenmiştir. Sadece kurban kesecekler için geçerli olan bu husus bir bakıma o günlerde oraya gidenlere benzemek ve o günleri hatırlamak anlamına da gelebilir.

Müslümanlar arasındaki evrensel inanç birliği; mümkün oldukça evrensel çapta davranış birliği şeklinde kendini gösterirse daha güzel bir tebliğ vasıtası da olmuş olur. [406]

 

314) Üzerine Yemin Edilmesi Yasaklananlar (Peygamber, Kâbe, Melekler, Gökyüzü, Ecdat, Hayat, Ruh, Başkan, Sultanın Hayatı, Sultanın Nimeti, Bir Kimsenin Türbesi Ve Emanete Yemin Etmenin Yasak Oluşu)

 

1711. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Şüphesiz ki Allah Teâlâ sizin babalarınızın adı ile yemin etmenizi yasakladı. Yemin etmek isteyen kimse Allah'ın adı ile yemin etsin veya sussun."[407]

 

1712. Abdurrahman İbni Semüre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Putlara ve babalarınıza yemin etmeyiniz."[408]

 

* Yemin: Verilen bir haberin veya söylenen bir sözün doğru olduğuna yemin edilen şeyle kuvvetlendirilmesidir. Bu da sadece Allah'ın adı anılarak yapılır. Vallahi, Billahi, Tallahi gibi. Allah'ın dışında hiçbir şeyin adı ve sıfatı anılarak yemin edilmez. Yüceltilmeye layık sadece Allah'tır. Dolayısıyla yemin edecek kimse ya Allah adına yemin etsin veya sussun buyurulmaktadır. [409]

 

1713. Büreyde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Emanete yemin eden kimse bizden değildir."[410]

 

* Emanet'ten maksat Allah'ın kulları üzerine yazdığı farzlardır. Namaz, oruç, hac, zekat gibi. Bunlar üzerine yemin edilmez. Fakat bir kimse Emanetullah'a yemin ederim derse, Allah'ın sıfatlarından olan eminlik sıfatına yemin etmiş olacağından, yemin yerine geçer. Tek olarak emanete yemin eden ise “Bizden değildir” denerek bizim yolumuzda değildir, yani müslüman olma yolunda değildir anlamında kullanılmıştır. [411]

 

1714. Yine Büreyde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Ben İslâm'dan uzağım diye yemin eden kimse, eğer bu sözünde yalancı ise, söylediği gibidir. Eğer sözünde doğru ise, o kişi inancından bir şey kaybetmeden İslâm'a dönemez."[412]

 

* Cahil, dinini bilmeyen toplum arasında şu işi yaparsam veya yapmışsam dinden dönmüş olayım şeklindeki sözler yasaklanmıştır. Bir kimse bu sözünde yalancı ise söylediği gibidir. Doğru sözlü ise o kimse tekrar tevbe ederek dine girmedikçe yani İslama girmedikçe küfür üzere kalır gider. Yeniden imana ve İslam'a girmedikleri sürece kafir sayılırlar. Döndüklerinde de mutlaka günah işlemiş olduklarından dolayı İslama eski halleriyle dönemezler. Mutlaka sevab ve mükafatlarından birşeyler eksilerek ve kaybedilerek dönmüş olurlar. [413]

 

1715. İbni Ömer radıyallahu anhümâ, hayır, Kâbe hakkı için, diye yemin eden bir adamı işitmişti. Bunun üzerine o, adama şöyle dedi:

Allah'tan başkasının adına yemin etme. Çünkü ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim:

"Allah'tan başkası adına yemin eden kimse küfre veya şirke düşmüş olur."[414]

 

* Allah'tan başkası büyük tanınmaz, Allah'tan başkası kanun koyucu tanınmaz. Allah'tan başkası rızık verici tanınmaz, eğer birileri böyle tanıyacak olurlarsa Allah'tan başka birisini veya birilerini Allah'a ortak kılmış olacaklarından şirke düşerler, Allah'tan başkası adına yemin eden kimse de başkalarını büyük tanımış olacağından kişiyi küfre ve şirke götürebilir. O kimseyi ve kimseleri Allah'a eş tutmasından ve Allah'ı büyük saymak gibi büyük görmelerinden dolayı sakındırılmıştır. [415]

 

315) Bilerek Yalan Yere Yemin Etmenin Büyük Günah Oluşu

 

1716. İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Müslüman bir kimsenin malını elinden almak için yalan yere yemin eden kimse, Cenâb–ı Hakk'ın gazabına uğramış olarak O'nun karşısına çıkar." İbni Mes'ûd der ki:

Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Azîz ve Celîl olan Allah'ın Kitabı'ndan kendisinin bu sözünü tasdik eden şu âyeti okudu:

"Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların âhirette bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azâb vardır" (Âl–i İmrân: 3/77)[416]

 

1717. Ebû Ümâme İyâs İbni Sa'lebe el–Hârisî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Yalan yere yemin ederek bir müslümanın hakkını gasbeden kimseye Allah cehennemi vâcip, cenneti de haram kılar." Bunun üzerine bir kişi:

Eğer o hak önemsiz bir şey ise yine böyle midir, yâ Resûlallah? diye sordu. Peygamberimiz:

"Misvak ağacından bir dal parçası olsa bile böyledir" buyurdu.[417]

 

* Yalan yere yani helal olmayan yollarla yemin ederek bir  müslümanın malını almak, gasbetmek, ele geçirmek haramdır. Bir kimse bu  hareketin helal olduğuna inanarak yaparsa dinden çıkar, kafir olur ve cehennemi hak eder. Bu hak sadece gözle görülen mal ile olmaz, müslümana iftira, gıybet ve benzeri hukuka da şamildir. Hepsinin ayrı ayrı cezası vardır. Hakkın azı da çoğu da haramdır. [418]

 

1718. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Büyük günahlar şunlardır: Allah'a ortak koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek, haksız yere bir kimseyi öldürmek ve yalan yere yemin etmek."

Buhârî'nin bir rivayeti şöyledir: Bir bedevî, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek:

– Yâ Resûlallah! Büyük günahlar nelerdir? diye sordu. Peygamberimiz:

– "Allah'a şirk koşmaktır" buyurdu.

Sonra hangisidir, dedi?

"Yemîn–i gamûs" buyurdu. Hadisin ravisi Abdullah İbni Amr der ki:

– Ben, yemîn–i gamûs nedir, diye sordum? Resûl–i Ekrem:

"Bir müslümanın malından bir parça almak için yalan yere yapılan yemindir" buyurdular.[419]

 

* Pekçok hadislerde büyük günahların çeşitleri sayılır, burada da bir soru üzerine dört şekli sayılmıştır: Müslümana düşen Allah'ın huzuruna maddi ve manevi kul hakkı olduğu halde çıkmamaktır. peygamberimiz de bu hususu pek çok hadislerinde ısrarla tavsiye buyurmuşlardır. Çünkü Allah'a aid olan hakkı ve hakları Allah dilerse affeder, kul hakkı ise arada bizzat karşılıklı helalleşilmek şartıyla yani sevap günah değişimi şekliyle takas yapılarak halledilir. Şehidlik Allah'a aid olan tüm günahları affettirdiği halde kul borçlarını affetiremez. Şehid bile olsa orada kul haklarıyla helalleşileceğine göre kişi maddi ve manevi kul borcu olmaksızın Allah'ın huzuruna varmalıdır. Gıybet, iftira gibi günahlar manevi para, mal, mülk gibi geçen haklar ise maddi haklardır. [420]

 

316) Yemini Bozup Kefâretini Vermek (Bir Konuda Yemin Eden Kişinin Ondan Başkasını Daha Hayırlı Görürse, Hayırlı Gördüğünü Yapıp, Sonra Yemininin Kefâretini Vermesinin Mendup Oluşu)

 

1719. Abdurrahman İbni Semüre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle buyurdu:

"Herhangi bir konuda yemin ettiğinde ondan başkasını daha hayırlı görürsen, hayırlı olanı işle ve yeminine kefâret öde."[421]

 

1720. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Her kim bir hususta yemin eder de ondan başkasını daha hayırlı görürse, yemininden dolayı kefâret versin ve hayırlı olanı yapsın."[422]

 

1721. Ebû Mûsa radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Ben, Allah diler de, vallahi diye bir hususta yemin ederim, sonra ondan daha hayırlısını görür, yeminimin kefâretini verip daha hayırlı olanı yaparım."[423]

 

1722. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden birinizin ailesi hakkındaki yeminini ısrarla sürdürmesi, onu Allah katında, Allah'ın farz kıldığı kefâreti vermesinden daha günahkâr kılar."[424]

 

* Rasûlullah yukarıdaki hadislerde ümmetine ikazını tekrarlamış ve bizzat uygulamalı olarak da göstermiştir. Yemin keffaretinin nasıl olacağı Maide: 5/89'da açıklanmıştır. Son hadiste ise kişinin ettiği yemin kendi dışındaki kimselere zarar verecek bir yuvanın yıkılmasına bazı kimselerin zarar görmesine sebebiyet verecekse o kimse “O ısrarlı tutumundan vazgeçmeli ve yanlışta ısrar etmemelidir. Çünkü böyle bir ısrar yemini bozup keffaret vermekten daha günahtır.” (Bakara: 2/224)'de belirtildiği gibi. [425]

 

317) Söz Arasında Yemin Maksadı Olmaksızın Söylenen Sözlerin Yemin Sayılmayacağı

 

“Allah düşünmeden ağzınızdan kaçırıverdiğiniz yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutmaz, ama bilerek ve isteyerek yaptığınız yeminlerden sorumlu tutacaktır.” (Maide: 5/89)

 

1723. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

"Allah kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi hesaba çekmez" (Mâide: 5/89) âyeti, bir kimsenin yalanı kasdetmeksizin söylediği "hayır vallahi", "evet vallahi" gibi sözler söylemesi hakkında nâzil oldu.[426]

 

* Bugün memleketimizde olan ve sıkça kullanılan “vallahi o iş şöyledir, bu iş böyledir” gibi yeminler muhtemelen o günün Medine'sinde de kullanılıyor ve soruluyordu. Bu sorulara cevap olsun için bu hadis söylendi ve tereddütler ortadan kalkmış oldu. [427]

 

318) Doğru Bile Olsa Alış Verişte Yemin Mekruhtur

 

1724. Ebû Hüreyre radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim dedi:

"Yemin, malın sürümünü artırır; fakat kazancın bereketini giderir."[428]

 

1725. Ebû Katâde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Alış verişte çok yemin etmekten sakınınız. Yemin mala sürüm kazandırır; fakat sonra mahveder."[429]

 

* Alıcıyı aldatmak ve mal hakkında söylediğinin doğruluğunu ispat için yemin etmekle belki o tüccarın malı çoğalır, sürümü artar, fakat bereketini yok eder veya komple yok ediverir. Bu malın ne bu dünyada ne de öteki dünyada hayır ve bereketi olmaz. Dünyada hırsızlık, yangın, sel, iflas, hastalıklarla telef olabilir veya hayırlı işlere nasib olmaz. Ahirette de sevaba nail olamaz. [430]

 

319) Allah Rızası İçin İstemek (Allah Rızâsı İçin Cennetten Başka Bir Şey İstemenin Mekruhluğu, İstemesine Allah'ı Vesile Kılarak Allah Adı İle İsteyen Kimseyi Geri Çevirmenin Hoş Görülmeyişi)

 

1726. Câbir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah'ın rızâsı adına sadece cennet istenilebilir."[431]

 

* Cennet bir mü'minin Allah'tan isteyeceği şeylerin en üstünüdür. Cenneti isteyen kisi esasen Allah'ın bu dünyada kendisine iyi işler ve rızasına uygun ameller nasip etmesini istemiş olur. Çünkü cennete girmenin yolu dünyada iyi ve güzel ameller yapmak, haramlardan ve günahlardan uzak bir hayat sürmektir. Hiçbir çaresi kalmayan kimse başka türlü isterse kimsenin vermeyeceğini, ancak Allah rızası için isterse vereceklerini bilmesi durumunda böyle de isteyebilir. Dünyalık birşeylere sahip olmak için Allah'ın adını ve rızasını anmak caiz görülmemiştir. Allah'ın adı ve rızası anılarak ancak ahiret saadeti ve cennet istenebilir. [432]

 

1727. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah'a sığınan kimseyi koruyup himaye ediniz. Allah için isteyene veriniz. Sizi dâvet edenin dâvetine uyunuz. Size iyilik yapana siz de iyilik yapınız. Şayet verecek bir şey bulamazsanız karşılık vermek istediğinizi göstermek üzere kendisine dua ediniz."[433]

 

* Önemli insani prensiplere yer verilen bu hadiste; bir kimsenin başkalarından gelebilecek şeylere, kötülüklere karşı Allah'a sığınır ve bu yönde kendisine yardım edilmesini isterse o kişiye yardım edip davetine gitmek gerekir. Sahipsiz düşkün, çaresiz durumda kalan böyle bir kimseye yardım dinin gereklerindendir.

Allah adını ve rızasını anarak bir şey isteyene de az çok birşeyler vermelidir, sahtekarlık yapıyor olduğu bilinse bile bunun günahı kendisine aittir.

Şer'i yönden mahzurlu ve caiz olmayanlar dışında tüm davetlere katılmak gerekir. (Bkz. 240-241 ve 268 numaralı hadisler)

İyiliğe iyilikle veya daha fazlasıyla karşılık vermek te dinimizin önemli prensiplerindendir. Kötülüğe kötülükle karşılık verilmesi asla tasvip edilmez. Kötülüğe karşı bile iyilikle mukabele edilmesi İslamın önerdiği düsturlardandır. Kur'an'da bu hususta Rahman: 55/60, Kasas: 28/77, Yunus: 10/26 ayetlerine bakmak gerekir. Bir iyilik yapana “Allah sana daha hayırlısını versin” demek te sünnettendir. [434]

 

320) Sultana Ve Başkalarına Şehinşah Demenin Haram Oluşu (Sultana Ve Diğer Yöneticilere Şehinşah Demenin Haram Kılındığı, Çünkü Bunun Anlamının Melikler Meliki Demek Olduğu Ve Bununla Yüce Allah'tan Başkasının Nitelendirilemeyeceği)

 

1728. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Azîz ve Celîl olan Allah katında en kötü isim, Melikü'l–emlâk (melikler meliki) diye isimlendirilen kimsenin adıdır."[435]

 

* Peygamberimiz isim koyma konusunda ashabını uyarır. Makbul olmayan isimleri değiştirirdi. Bu hadiste de Meliku'l-emlak = Bütün mülklerin sahibi isminin verilmesini yasaklamış oluyor. Çünkü mülkün tamamı Allah'a aid olduğu için insanlara böyle ad verilmesi caiz görülmemiştir. Başka hadislerden (Müslim, Adab, 21) sadece bu ismin değil, Rahman, Kuddüs, Halık, Cebbar, Müheymin gibi Allah'a mahsus isimlerin konulması da yasaklanmıştır, başına Abd getirilmek suretiyle bu isimler de konulabilir. Abdurrahman, Abdulhalık gibi. Peygamberimiz, Abdullah ve Abdurrahman isimlerini teşvik etmiştir.[436]

 

321) Fâsık, Bid'atçı Ve Bunlar Gibilerine Seyyid Ve Benzeri Adlarla Hitap Edilmesinin Yasaklanması

 

1729. Büreyde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Münafıka, 'efendi' demeyiniz. Eğer onu efendi sayacak olursanız, Azîz ve Celîl olan Rabbinizin kızgınlığını çekmiş olursunuz."[437]

 

* Müslüman her halinde izzet ve şeref sahibidir. Müslüman olmayan kafirlik yani münafıklık İslam nazarında bir üstünlük değil, bir aşağılıktır. Efendilik ise üstünlük ifade eden bir vasıftır. İnsanı üstün kılan onun imanı, müslüman oluşu ve takvasıyla ölçülür. Allah katında değersiz olan birine üstünlük verilmesi Cenab-ı Hakk'ın gazabına ve kızgınlığına sebep olur, dolayısıyla müslüman Allah'ın sevmediği kafir, münafık, fasık, bid'atçı kimselere (efendi, bey, beyefendi, sayın) gibi sözlerle hitab edilmesi yasaklanmıştır. Bütün ifadeler müslümanlara layıktır, saygı ve itaat da yine onlara aittir. [438]

 

322) Ateşli Hastalıklara Sövmenin Mekruhluğu

 

1730. Câbir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ümmü Sâib veya Ümmü Müseyyeb'in yanına geldi ve:

–"Ey Ümmü Sâib veya Ümmü Müseyyeb! Sana ne oldu, titriyorsun?" diye sordu. Ümmü Sâib:

–Sıtmaya yakalandım! Allah hayrını vermesin! dedi. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:

–"Sıtmaya sövme; çünkü o, körüğün demirin kirini ve pasını giderdiği gibi insanoğlunun hata ve günahlarını giderir" buyurdu.[439]

 

323) Rüzgâra Sövmenin Yasaklığı Ve Rüzgâr Estiğinde Ne Denileceği

 

1731. Ebû Münzir Übey İbni Kâ'b radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Rüzgâra sövmeyiniz. Hoşunuza gitmeyen bir rüzgâr gördüğünüzde: Allahümme innâ nes'elüke min hayri hêzihi'r–rîhi ve hayri mâ fîhâ ve hayri mâ ümirat bihi. Ve neûzü bike min şerri hêzihi'r–rîhi ve şerri mâ ümirat bihi: Allah'ım! Senden bu rüzgârın hayrını, onun içinde olanların hayrını ve emrolunduğu şeyin hayrını isteriz. Bu rüzgârın şerrinden, içinde bulunanların şerrinden ve emrolunduğu şeyin şerrinden sana sığınırız, deyiniz."[440]

 

1732. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Rüzgâr, Allah'ın kullarına bir nimetidir. Bazan rahmet, bazan da azap getirir. Rüzgârı gördüğünüz zaman ona sövmeyiniz. Onun hayrını isteyiniz; şerrinden de Allah'a sığınınız."[441]

 

1733. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, rüzgâr şiddetli estiğinde şöyle dua ederdi:

"Allahümme innî es'elüke hayrahê ve hayra mâ fîhê ve hayra mâ ürsilet bihî; ve eûzü bike min şerrihê ve şerri mâ fîhê ve şerri mâ ürsilet bihî: Allahım! Senden bu rüzgârın, onun içinde bulunanın ve onunla gönderilenin hayrını isterim. Bu rüzgârın şerrinden, içinde bulunanın ve onunla gönderilenin şerrinden sana sığınırım."[442]

 

Rüzgarlar ve çeşitleriyle alakalı En’am: 6/44-45, Hakka: 69/6, Fussılet: 41/16, Ahkaf: 46/24 ayetlerine bakınız. [443]

 

324) Horoza Sövmenin Mekruh Oluşu

 

1734. Zeyd İbni Hâlid el–Cühenî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Horoza sövmeyiniz. Çünkü o namaz için uyandırır."[444]

 

* Allah’ın horoza verdiği en önemli özelliklerden biri de gecenin değişik dilimlerini insanı şaşırtacak derecede hissedip ötmek suretiyle haber vermesidir. Her mevsim ve zamanda horoza bahşedilmiş öyle hususiyet olunca, kasaba ve köylerimizde en büyük uyarıcı ve uyandırıcı horozlar olmaktadır. “Horoz ötünce bir melek görmüştür. Eşek anırdığında da şeytan görmüştür. Şeytandan Allah’a sığınınız” buyurulur.[445] Müslüman kendisini Allah yolunda uyaran namaz vakitleri için uyandıran her şeye değer verir. [446]

 

325) İnsanın "Şu Yıldız Sayesinde Yağmura Kavuştuk" Demesi Yasaklanmıştır

 

1735. Zeyd İbni Hâlid el–Cühenî radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hudeybiye'de geceleyin yağan yağmurdan sonra bize sabah namazı kıldırdı. Namazı bitirince yüzünü cemaate döndü ve:

– "Rabbiniz ne buyurdu biliyor musunuz?" diye sordu. Sahâbîler:

– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:

– "Buyurdu ki: Kullarımdan bir kısmı bana iman ederek, bir kısmı da kâfir olarak sabahladı. Allah'ın fazlı ve rahmeti sayesinde yağmura kavuştuk diyenler bana iman etmiş, yıldızlara iman etmemiştir. Filan ve filan yıldızın batıp doğması sayesinde yağmura kavuştuk diyenler ise beni inkâr etmiş, yıldızlara iman etmiştir" buyurdu.[447]

 

* Falan filan yıldızların doğup batmasıyla yağmura kavuştuk demek küfür olduğu için insanı dinden çıkarır, çünkü yağmur yağdıran Allah’tır. Kainatta cereyan eden her türlü hadisenin gerçek faili Allah’tır. O yüzden bunların hepsini Allah’a nispet etmek gerekir. Allah’tan başka sebeplere nispet etmek caiz değildir, gerçekten böyle inananlar kafir olur. [448]

 

326) Müslümana Kâfir Demenin Haram Oluşu

 

1736. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir adam din kardeşine, ey kâfir derse, bu söz ikisinden birine döner. Eğer böyle denilen kişi söylenildiği gibi ise söz doğrudur; yerini bulmuş olur. Aksi takdirde bu söz söyleyene geri döner."[449]

 

1737. Ebû Zer radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim bir adamı ey kâfir diye çağırır veya ona ey Allah'ın düşmanı derse, o adam da böyle değilse, bu söz, söyleyenin kendisine döner."[450]

 

* Bu iki hadis-i şerif müslümana yakışmayan kafir ve Allah’ın düşmanı gibi sözlerin söylenemeyeceğini ve büyük günah olduğunu bildirir. Cahillik ve bilgisizlik yüzünden ve aşırı kindarlık sebebiyle İslam düşmanlarına hizmet ettiklerinin farkında olmayan bazı Müslümanlar tarihin her döneminde varolagelmiştir.

Gerçekten müslümanın vazifesi bir Müslüman kardeşini işlediği bir hatadan dolayı İslam toplumundan dışlaması değil, onu kardeşçe ve İslam adabına uygun biçimde uyarıp ikaz etmek, hata ve günahlarından kurtulmasına vesile olmaktır. Peygamberimiz bizden bu hassasiyete riayet etmemizi istemiş ve böyle bir hata yapan kimseye o sözün geri döneceğini bilmesi gerektiğini bildirmiştir. Çok tehlikeli olan bu sözden Müslüman daima kaçınmalı ve uzak durmalıdır. Bilerek veya bilmeyerek düşmanlara hizmet etmemelidirler.

Cahillik ve bilgisizliğin yanı sıra bir de bilerek tekfirci olmak durumu vardır ki, bugün yeryüzünde İslam aleminin durumu meydandadır. Müslümanların birlik ve beraberlik içinde birbirlerini tevhid inancına çağırmaları küfür ve şirke düşmelerini engelleyecek esasları ortaya koyarak birbirlerini ikaz ve irşadla doğru öğrenme ve İslami eğitim kurumlarını çalıştırmaları ve kardeşlik üzere birbirlerine nasihat etmeleri ve birbirlerini ikaz ederek düzeltmeleri uygun olur. [451]

 

327) Kötü Söz Ve Fena Konuşmanın Yasak Oluşu

 

1738. İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Mü'min; insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir."[452]

 

* Bu hadiste müslümanda bulunmaması gereken çirkin özellikler sayılmıştır. Bunlar:

1. Başkalarını kötülemek, ayıplarını araştırmak, bazı kusurlarını ifşa edip soy ve sopuna dil uzatmaktır ki mü’mine yakışmaz.

2. Lanet: Allah’ın rahmetinden uzak olmak demektir. Bu yüzden şeytana mel’un denilir. Bir Müslüman bir Müslüman kardeşine lanet okuyamaz, bu da İslam ahlakıyla bağdaşmaz.

3. Söz ve davranışlarda haddi aşmak ve çirkinlikler sergilemek bir mü’mine yakışmaz. Haya duygusuna yakışmayan her türlü davranış fuhuş olarak isimlendirilir.

İnsanlar arasında çıkarılmış en hayırlı ümmet ve örnek toplum olması gereken mü’minler (Bkz. Al-i İmran: 3/110 ayeti) böyle davranışlara girerlerse birlik ve beraberlik ruhunu kaybederler ve aralarına kin ve düşmanlık girer.

Oysa gerçek mü’min daha iyi mü’min olmaya özen göstermek ve iyilikte her gün bir adım daha ileriye gitmek, her mü’minin üzerine düşen görevlerindendir. [453]

 

1739. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir işte çirkinlik bulunması onu lekeler; bir işte hayâ duygusunun bulunması ise onu süsler."[454]

 

* İslam Müslümanlara her hususta iyilik ve güzelliği ön planda tutmalarını, çirkinliğin her çeşidinden uzak durmalarını öğütler. Çünkü çirkinlik neye bulaşırsa onu kirletir ve sevimsiz hale getirir. Mesela konuşma anında sertlik, yalan, iftira, gıybet sözlerimizi lekeler, sevimsiz hale getirir. Alışverişte dürüst olmayan bir tüccarın bu tavrı onu lekeler ve insanlar yanında sevimsiz kılar.

Haya duygusu bütün hayırların temelidir ve her şeyi süsler ve güzel gösterir. (683 nolu hadisin açıklamasına bakınız.) [455]

 

328) Konuşmada Dikkat Edilmesi Gereken Özellikler (Ağzını Yayarak, Kendini Sanatlı Konuşmaya Zorlayarak, Halkın Anlayamayacağı Kelimeler Kullanarak, Dil Bilimin İnceliklerinden Bahsederek Konuşmanın Mekruh Olduğu)

 

1740. İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem :

"Sözde ve işte ince eleyip sık dokuyan, haddi aşan kimseler helâk oldular" buyurdu ve bu sözü üç defa tekrarladı.[456]

 

* Dikkatimiz çekilmek için üç sefer tekrarlanan, dengeli ve ölçülü olmamızı tavsiye eden bu hadis-i şerife göre, edebiyat parçalamak için sözde ileri giden, her türlü farz ve nafile ibadetlerde başkalarına farklı davranışlarıyla dikkat çekmek isteyenler, aşırı nezaket ve kibarlık budalası durumuna düşenler tüm Müslümanlar arasında yalnızlığa itilmiş olur. Böylece İslam cemaatı içinde yalnızlığa itilmiş olmaktan daha büyük bir bela da düşünülemez. Bu hadisle dinde ve sosyal hayattaki her türlü aşırılıklardan uzak durularak ne sivrilip ne de geri kalarak göze batan insan durumuna düşmemek öğütleniyor. [457]

 

1741. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Şüphesiz ki Allah Teâlâ, sığırın otu yerken ağzında evirip çevirdiği gibi, sözü ağzında evirip çevirerek lugat paralayan erkeklere buğz eder."[458]

 

* Allah her işte samimiyet ve iyi niyeti esas alır. Hava atmak ve gubuzluk yapmak için konuşmada ağzı evirip çevirmek durumu yasaklanmış ve kişi sığır gibi büyük baş hayvana benzetilmiştir. (Güzel ahlak ve samimi davranışlarla alakalı 621 ve 631 numaralı hadislere de tekrar bakılabilir.) Güzel konuşmakla yapmacık konuşmayı birbirine karıştırmamalıdır. Konuşurken kendini farklı gösterme ve bilgiçlik taslama İslami edebe aykırı kabul edilip yasaklanmıştır. Göründüğünden başka tavırlar sergilemek münafıklık alameti sayılır. Müslümanlar her halinde Allah’ın rızasını kazanacak şekilde olmak durumundadır, başka gaye ve maksatlara ulaşmak için Allah’ın rızasını terk etmemelidir. [459]

 

1742. Câbir İbni Abdullah radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İçinizde en çok sevdiğim ve kıyamet günü bana en yakın mesafede bulunacak kimseler güzel ahlâk sahibi olanlarınızdır. Güzel konuşuyor dedirtmek için uzun uzun konuşanlar, sözünü beğendirmek için avurdunu şişire şişire lafedenler ve bilgiçlik etmek için lugat paralayanlar ise en sevmediğim ve kıyamet günü bana en uzak mesafede bulunacak kimselerdir."[460]

 

329) "Nefsim Murdar Oldu" Demenin Mekruh Oluşu

 

1743. Âişe radıyallahu anhâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden biriniz 'nefsim pis ve murdar oldu' demesin; fakat nefsim yaramazlaştı desin."[461]

 

* Müslüman, dilini daima iyi ve güzel sözlere alıştırmalı, kötü sözleri kullanmaktan sakınmalıdır. Peygamberimiz bir manayı ifade etmek için aynı anlama gelen farklı kelimeler kullanma imkanı varsa bunlar arasında edebe en uygun olanını tavsiye eder ve kendisi de hep onu kullanırdı. Habûse ve Lakıse kelimeleri aynı anlamı ifade ederler fakat tercih müslümana yakışan kelime olmalıdır çünkü pislik, murdarlık mü’mine yakışmaz. Dolayısıyla Müslüman önce niyetini sonra sözünü ve hareketlerini düzeltmeli ve Allah’ın rızasını kazanacak bir hayatı yaşamaya çalışmalıdır. [462]

 

330) Üzüme Kerm Demenin Mekruh Oluşu

 

1744. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Üzümü kerm diye isimlendirmeyiniz; çünkü kerm müslimdir."[463]

 

Müslim'in bir rivayetinde: "Kerm, ancak mü'minin kalbidir" denilmiştir.

 

Buhârî ve Müslim'in bir başka rivayetlerinde: "(Üzüme) kerm diyorlar; oysa kerm ancak mü'minin kalbidir" denilmiştir.

 

* Ineb, Kerm, Habele kelimelerinin her üçü de üzüm anlamına gelir. Üzüm bağı, üzüm çubuğu anlamını da ifade eder. Kerm kelimesi ise cahiliyye döneminde şarap anlamına da gelmekteydi. Aynı anlama gelen fakat yasaklanan şarabı akla getirme endişesinden dolayı bütün kötülüklerin anası durumunda olan şarabı hatırlattığı veya müslümana ve kalbine bu isim verildiği için Rasûlullah bu kelimenin kullanımını yasaklamıştır. Dolayısıyla kendisi yasaklanan şeyin teşvik edicisi ve hatırlatıcısı olan şeylerin de ortadan kaldırılması gereğine binaen bu kelimenin kullanımını yasaklamıştır. Rasûlullah insan zihninde kötü ve çirkin çağrışımlar yapacak olan kelime ve sözcükleri de ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Peygamberimiz toplumda iyiliklerin yaygınlaşması, kötülük ve çirkinliklerden uzaklaşılması için her türlü çareye başvurmuştur. [464]

 

1745. Vâil İbni Hucr radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Siz kerm demeyiniz; fakat yaş üzüm ve üzüm asması deyiniz."[465]

 

331) Bir Kadının Güzelliğini Bir Erkeğe Anlatmanın Yasak Oluşu (Bir Kadının Güzelliklerini Bir Erkeğe Anlatmanın Yasaklandığı Ancak O Kadını Nikahlamak Gibi Şeriata Uygun Bir Maksatla Buna İhtiyaç Duyulursa Anlatılmasına İzin Verildiği)

 

1746. İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir kadın, başka bir kadınla çıplak vücutları birbirine temas ederek yatmasın. Sonra o kadını kocasına anlatır da, kocası sanki o kadına bakıyormuş gibi olur."[466]

 

* İslam; toplumda fitne ve huzursuzluk kaynağı olacak ve kişinin günaha girmesine sebep olacak her türlü tavır ve davranışlara müsamaha göstermemiş, bilakis yasaklamıştır. Yabancı bir kadını bir erkeğe bir erkeği bir kadına meşru bir sebep olmaksızın vasfedip anlatmak sanki onu görüyormuş gibi ve ona bakıyormuş gibi olacağından günah sayılır. Hele bu anlatılan bilgiler mahrem konular olursa, o zaman bu iş haram hududuna girer. Başka bir kadının veya erkeğin mahrem yönlerini ve yerlerini eşlerine anlatanların bu anlatmaları neticesinde anlatılana özlem duyarak birbirlerinden soğur, nefret eder ve yuvalarının yıkılmalarına sebep olabilir.

Böyle anlatma şekliyle olabileceği gibi teşhircilik dediğimiz TV’ler, gazetelerdeki resimler, radyoda anlatılanlar, gazete köşeleri, seks ve cinsel sorulara cevap köşeleri, her türlü müstehcenlik ve teşhir salonları, güzellik salonları ve ailecek oturmalar sonucunda da bugün pek çok yuvalar yıkılmakta ve toplumun düzeni bozulmaktadır. Toplum örneğini bu vasıtalardan alarak bizzat tatbikat sahasına koymaktadırlar. Böylece de ahlaksızlık, hayasızlık, boşanmalar, gizli dost tutmalar ve büyük aile faciaları, boşanmalar mahkemelerde çoğalmakta ve insanlar tatminsizlikten dolayı ne yapacağını bilmez şaşkın bir duruma düşmektedirler.

Bugün toplumumuzun en baş derdi seks, fuhuş, gizli dostluklar ve ahlaksızlıktır. Bunu körükleyen amilleri yok edip veya en aza indirmeye çalışıp İslam ahlakını topluma, okulda, evde, basın ve yayın organlarında öğretip İslamı topluma hâkim kılmak gerekir.

Bu hadis ve benzeri hükümler; doğması muhtemel tehlikelerin tedbirlerini önceden almaya yönelik faaliyetler cümlesindendir. [467]

 

332) İnsanın Dua Ederken, "Allahım Dilersen Beni

Bağışla" Demesinin Mekruhluğu Ve İsteğini Kesin Bir Dille İfade Etmenin Gerektiği

 

1747. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden biriniz dua ederken: Allahım! Dilersen beni bağışla; dilersen bana merhamet et, demesin. Dilediğini kesin bir dille istesin. Çünkü Allah'ı zorlayan hiçbir kuvvet yoktur."[468]

 

1748. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden biriniz dua ettiği zaman kesin bir ifade ile dilekte bulunsun. Allahım! Dilersen bana ver, demesin. Çünkü Allah'ı zorlayan hiçbir güç yoktur."[469]

 

* İslamda her ibadet ve dua kesin ve net ifadelerle ve sağlam bir niyetle yapılır, çifte standartlı veya iki ayrı niyetli bir amel kabul edilmez böyle bir model İslamda yoktur. İki örnek verecek olursak, bu tuttuğum oruç Ramazan ise Ramazan orucu olsun, değilse nafile olsun demekle, kıldığım Cuma olduysa olsun, olmadıysa öğle yerine geçsin diye bir  namazı kılmak gibi.

Her ibadet, namaz, oruç, zekat vb. şeylerde ve duada Müslüman kesin ve kararlı bir şekilde ifadeler kullanmalı, samimi ve ihlaslı olmalıdır. Allah zengindir, cömerttir, bütün kainattaki mahlukatının her istediklerini verse yine de mülkünden hiçbir şey eksilmiş olmaz. [470]

 

333) "Allah Ve Filanca Dilerse" Demenin Mekruh Oluşu

 

1749. Huzeyfe İbni Yemân radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Siz, Allah dilerse ve filanca dilerse demeyiniz. Fakat, Allah dilerse sonra filanca dilerse deyiniz."[471]

 

* İnsanın kurtuluşu ve felaketi diline bağlıdır, dinimiz konuşmalarımız için önemli kurallar koymuştur. Bu kurallara uyulduğu takdirde hatalar en aza indirilmiş olur. her şeyi geçici ve fani olan aciz bir kimsenin her şeyi ezeli ve ebedi olan Allah’la birleştirilmesi doğru olmaz. Yani Allah ve filan kimse isterse denmez. Allah ve sonra da falanca isterse denebilir. Allah’a aciz ve zayıf bir kimse aynı konumda bulundurulamaz. Peygamberimiz böylece söz söyleme edebini bize öğretmiş olmaktadır. [472]

 

334) Yatsıdan Sonra Allah’ın Rızası Olmayan Konuşmaların Mekruh Olduğu

 

1750. Ebû Berze radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, yatsı namazından önce uyumayı, yatsı namazından sonra da konuşmayı hoş karşılamazdı.[473]

 

* İlim müzakeresi ve sevap kazandıracak işler konuşulur ve yapılırsa bunlar faydalı ve caizdir. Yatsıyı kılmak üzere uyandırılacak bir kimse olursa uyumanın da caiz olduğu söylenmiştir. Bu yasaklama yatsı namazının kaçırılma tehlikesindendir. [474]

 

1751. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayatının sonlarında cemaate yatsı namazını kıldırıp selâm verdikten sonra şöyle buyurdu:

"Bu geceyi rüyorsunuz ya! İşte bu geceden itibaren yüz sene sonra bugün yeryüzünde olanlardan hiç kimse hayatta kalmayacaktır."[475]

 

* Bu hadis yatsıdan sonra hayırlı konuşmanın yasak edilmeyişine delil olarak getirilmiştir. En son ölen sahabi olduğu kabul edilen Ebu’t-Tufeyl Amir ibni Vasile ölüm tarihi H. 100-110 yılları arasıdır. Bu şekilde Peygamberimizin vefatından yüz sene geçtikten sonra sahabi olduğunu iddia edene itibar edilmemiş ve o kimseler yalancı kabul edilmişlerdir. [476]

 

1752. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre sahâbîler Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in mescide gelmesini beklediler. Neticede gece yarısına yakın bir zamanda onların yanına geldi ve yatsı namazını kıldırdı. Namazdan sonra bize bir konuşma yaptı ve şöyle buyurdu:

"Dikkatinizi çekerim! İnsanlar namazlarını kılıp ardından uyudular. Sizler ise namazı beklediğiniz sürece namaz sevabı kazandınız."[477]

 

335) Kadının Kocasının Çağrısına Uyma Zorunda Oluşu (Dini Bir Özrü Bulunmadığı Sürece Bir Kadının Kocası Kendisini Çağırdığı Vakit Onun Yatağına Gitmemesinin Haram Oluşu)

 

1753. Ebû Hüreyre radıyallah anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir erkek hanımını yatağına çağırır, o da gelmez ve kocası kendisine kızgın vaziyette gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lânet eder."[478]

Buhârî'nin bir rivayetinde: "Kadın kocasının yatağına dönünceye kadar" buyurulur.

 

* İslam dininde toplumun en küçük çekirdeğini oluşturan ailenin önemi büyüktür. Bu birimde, erkek evin reisi ve dış işler sorumlusu olup, kadın da iç işleri ve çocuk terbiyesinden sorumlu Allah ve Rasulünden sonra kocasına itaat eden ailenin bir üyesidir. Kadın kocasının meşru tüm isteklerine evet demeli ve ona asla karşı çıkmamalıdır. Hadisimiz bize ailede huzur ve rahatın temin edileceği yönlerden birine işaret etmekte, buna riayet edilmediği takdirde meleklerin lanetine, sonra karı-koca arasındaki nefrete, daha sonra ise yuvanın bozulmasına varacak kötü sonuçlar doğurmasına sebebiyet verecek bir işin sonucunu bildirmektedir. İslam huzurlu bir aile hayatı oluşturmaya büyük önem verir. Bu yüzden kocanın meşru ve makul isteklerine kadının müsbet cevap vermesi gerektiğini bildirir. [479]

 

336) Kocası Yanında Bulunan Bir Kadının Onun İznini Almadan Nafile Oruç Tutmasının Haram Olduğu

 

1754. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kocası yanında iken onun iznini almadan bir kadının nafile oruç tutması helâl olmaz. Kadın, kocasının izni olmadıkça, evine hiç kimsenin girmesine izin veremez."[480]

 

* Kocanın hakkına saygılı olması gereken kadının farzlar haricinde nafile ibadetler yapması, aile reisinin iznine bağlıdır. Çünkü ailenin reisi olan kocanın hakkı bir hanım için nafile oruç tutmaktan daha önce gelir, farz namaz farz oruçlar bunun dışındadır. Yine kadın kocasının izin vermediği kimseleri eve koymaması da onun vazifeleri cümlesindendir. Misafir olarak da olsa kocanın izni olmaksızın eve alamaz, caiz değildir. [481]

 

337) İmama Uyan Kimsenin İmamdan Önce Başını Rükû Ve Secdeden Kaldırmasının Haram Oluşu

 

1755. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden biriniz, imamdan önce başını (rükû veya secdeden) kaldırdığı zaman, başını Allah Teâlâ'nın merkep başına veya suretini merkep suretine çevirmesinden korkmuyor mu?"[482]

 

* Cemaatle namaz kılanlar imama uymaya niyet etmiş olurlar. İmama uyanlar onu takip etme ve yaptıklarını ondan hemen sonra yapmak zorundadırlar. Hem imama uymak hem de uymamış gibi ondan önce hareket etmesi caiz değildir. Kendisi imama değil de imam kendisine uyacakmış gibi davranan kimse ahmaklık etmiş olur, bu kimsenin merkebe benzetilmesi bu ahmaklığı sebebiyledir. Çünkü merkebin hususiyeti ahmaklık, basiretsizlik ve inatçılıktır. Bu benzetmeyi mecaza alanların yorumu.

Bir de işi gerçek olarak alanlar vardır, onlar da şu hadise dayanırlar: “Bu ümmetin en son gelenlerinde hazf, mesh ve kazf meydana gelecektir.”

Hazf, yerin üzerindekileri yutması,

Mesh, insanın hayvan şekline bürünmesi,

Kazif, gökyüzünden taş yağması demektir. Namazda imama uymayanlar siret veya suret halinde hayvan şekline çevrilebilirler. [483]

 

338) Namazda Eli Böğüre Koymanın Mekruh Oluşu

 

1756. Ebû Hüreyre radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazda elin böğüre konulmasını yasaklamıştır.[484]

 

* Elin böğre konulması diye terceme edilen bu kelime,

1. Hasr: Namazda kıratı kısaltarak kıyamı kısa tutup rüku ve secdeleri de kısaltarak secdede söylenmesi gereken duaları az yapıp namazı kısa kılmak demektir. Herevî bu mana üzere durarak böyle kısa namaz kılmak yasaklanmıştır, demiştir.

2. Hasr, ihtisar: Namazda secdeden kaçınmak için secde ayetlerini atlayarak okumak demektir ki, bu atlama yasaklanmıştır.

3. Namazda elleri böğür üzerine koyarak kişinin haç işaretine benzemesi ve hristiyanlığın alemi olan salib manzarası meydana getirme şeklidir ki yasaklanan şekil budur. Ayrıca şeytana benzemek, çünkü şeytan lanetlenmiş olarak yeryüzüne indiğinde bu şekilde durmuştur, Yahudilere benzemek, cehennem ehlinin istirahat haline benzemek, kibir ve büyüklük taslayanların haline benzemekle, felakete uğrayanların çaresizlik halinde başvurdukları ümitsizlik haline benzemesinden dolayı namaz içinde ve dışında eli böğre koymak yasaklanmıştır. (Bu açıklamalar için yukarıdaki iki kaynak yanı sıra Ebu Davut, Salat 176; Tirmizi, Salat, 281; Nesai, İftitah, 12; Buhari, Enbiya, 50; Ebu Davud, Salat, 160; Kütübü Sitte Terc. 8/396, 16/171 bakılabilir. Ağrı sızı gibi zorunlu bir sebepten dolayı eli böğüre koymak bu yasaklamanın dışında olup, namaz ve namaz haricinde elini böğre koymak kesinlikle yukarıdaki sebeplerden dolayı yasaklanmıştır. [485]

 

339) Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Haller (Yemek Hazırken Ve Canı Yemek Arzu Ederken, Büyük Veya Küçük Abdest Bozma Sıkıntısı Varken Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu)

 

1757. Âişe radıyallahu anhâ, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem' in şöyle buyurduğunu işittim, dedi:

"Yemek hazırken, büyük ve küçük abdest kişiyi zorlarken kılınan namazın kıymeti yoktur."[486]

 

* Tüm ibadetler gibi namaz da gönül hoşluğu ve kalb huzuru içerisinde yapılmalıdır. İnsanın zihnini, gönlünü meşgul eden ve sıhhi açıdan vücuda zarar veren büyük ve küçük abdest vakitleriyle yemek hazırken namaz huzurlu kılınmaz. O nedenle bu vakitlerde yasaklanmıştır. Namaz vakti yemek yenince geçecek ise önce namaz kılınmalı, sonra da yemek yenmelidir. (4/103) Bkz. [487]

 

340) Namazda Gözleri Semaya Dikmenin Yasak Oluşu

 

1758. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bazı kimselere ne oluyor ki, namazlarında gözlerini semaya dikiyorlar?" Sonra sözünü daha da şiddetlendirdi ve:

"Ya bundan vaz geçerler, ya da gözlerinin nuru alınır da kör olurlar" buyurdu.[488]

 

* Mü’minun: 23/12 ayeti nazil olmadan önce ashab namaz kılarken sağa sola ve yukarıya bakarlardı. Bu ayet ve bu hadisi duyduklarında sadece önlerine bakmaya başladılar. Şu anda bizler de namaz kılarken huşu içerisinde olmak için sağa sola ve yukarıya bakmamalıyız. [489]

 

341) Bir Mazereti Olmaksızın Namazda Başını Sağa Sola Çevirmenin Mekruh Oluşu

 

1759. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e namazda başı sağa sola çevirmenin hükmünü sordum. Peygamberimiz:

"Bu, kulun namazından bir miktarını şeytanın kapıp aşırmasıdır" buyurdu.[490]

 

1760. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Namazda sağa sola bakmaktan sakın. Çünkü namazda iken sağa sola bakmak helâk olmaya sebeptir. Sağa sola dönmekten kurtuluş yoksa, bari bu nâfilede olsun, farzda olmasın."[491]

 

* Farz namazlarla nafile namazlar arasında biraz fark vardır. Nafile namaz binitle kılınabilir, farz namaz için mutlaka binitten inmek gerekir. Burada da bakınma işi nafile de olabiliyor, fakat farzda yasaklanıyor. [492]

 

342) Kabirlere Doğru Namaz Kılmanın Yasak Olduğu

 

1761. Ebû Mersed Kennâz İbni Husayn radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kabirlere doğru namaz kılmayınız ve kabirler üzerine oturmayınız."[493]

 

* Yani kabirleri kıble edinmek gibi ters bir iş olacağından müslümanın da namazda mutlaka Kabe’ye döneceğinden böyle bir iş doğru olmaz, kıble edinme niyeti olmasa bile kabre doğru namaz kılınmaz. Kabirlerde cenaze defnedilirken oturup basmanın dışında keyfi olarak oturmak, vakit geçirmek için piknik yeri gibi kullanarak kabirler üzerine yatıp uyumak, istirahat etmek ve abdest bozmak yasaktır. [494]

 

343) Namaz Kılan Kimsenin Önünden Geçmenin Haram Oluşu

 

1762. Ebû Cüheym Abdullah İbni Hâris İbni Sımme el–Ensârî radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Namaz kılmakta olanın önünden geçen kimse ne kadar günah işlediğini bilmiş olsaydı, kırk şu kadar zaman yerinde durması onun için daha hayırlı olurdu."[495]

Hadisin ravisi der ki: “Kırk gün mü, kırk ay mı, kırk yıl mı dedi bilmiyorum”.

 

* Namaz kılan kimse önüne sütre koymalıdır. Sürtenin önünden geçmekle namaz bozulmaz, geçene de bir sakınca yoktur. Geçme yasağı kişiyle secde edeceği yer arasıdır. [496]

 

344) Müezzin Kâmete Başlayınca Nafile Kılmanın Mekruh Oluşu (Müezzin Farz Namaz İçin Kâmete Başladıktan Sonra İmama Uyacak Kişinin O Farz Namazın Sünneti Bile Olsa Nafile Kılmaya Başlamasının Mekruh Oluşu)

 

1763. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Namaz için kâmet getirilince, artık farzdan başka bir namaz kılmak yoktur."[497]

 

* Kamet sadece farz namaz için getirilir. Kamet getirilen farz namazdan başka kametten sonra namaz kılınmaz. Cemaat farza başlayınca başka namaz kılınmaz. Farzı kılmak nafileyle meşgul olmaktan daha önceliklidir. [498]

 

345) Orucu Sadece Cuma Günü Tutmanın Ve Cuma Gecesini Namaza Ayırmanın Mekruh Oluşu

 

1764. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Geceler arasında sadece cuma gecesini namaz kılmaya ayırmayınız. Günler arasında da sadece cuma gününü oruç tutmaya tahsis etmeyiniz. Ancak, sizden birinizin tutmakta olduğu oruç cumaya rastlarsa, bunda bir sakınca yoktur."[499]

 

1765. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem' i şöyle buyururken işittim demiştir:

"Sizden biriniz, cumadan bir gün önce veya bir gün sonra oruç tutmadıkça, sadece cuma günü oruç tutmasın."[500]

 

1766. Muhammed İbni Abbâd şöyle dedi:

Câbir radıyallahu anh'den, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem cuma günü oruç tutmayı yasakladı mı diye sordum? Câbir:

– Evet, yasakladı, dedi.[501]

 

1767. Mü'minlerin annesi Cüveyriye Binti Hâris radıyallahu anhâ'dan nakledildiğine göre, kendisi oruçlu iken bir cuma günü Peygamber–i Zîşan sallallahu aleyhi ve sellem onun yanına girmişti. Efendimiz:

– "Dün oruç tuttun mu?" diye sordu, Cüveyriye:

– Hayır, tutmadım, dedi.

– "Yarın oruç tutmak istiyor musun?" diye sordu.

– Hayır, tutmayacağım, dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:

– "O halde orucunu boz" buyurdu.[502]

 

* Yukarıdaki dört hadis sadece Cuma günü tek başına oruç tutmanın yasak olduğunu bildirmektedir. Sadece Cuma gecesinin namazla ihya edilmesini de yasaklamıştır. Tüm geceler Allah’a ibadet ve namazla ihya edilmeli, haftanın herhangi bir gecesi diğerinden farklıdır zannedilmemelidir. Cuma günü Müslümanların haftalık bayram günleridir. Bu nedenle bayram günü oruç tutmak caiz değildir. Hristiyan ve Yahudilerin Cumartesi ve Pazar günlerini ibadete ayırmaları gibi olmasın diye haftanın bir gününü ibadete ayırmaları yasaklanmıştır. Sadece o gün oruç tutulmaz, Perşembe, Cuma tutulabilir. Cuma, Cumartesi tutulabilir. Her ayın baş, orta sonlarından oruç tutan kimsenin orucunun cumaya rastlaması mahzurlu değildir. (Cuma ve Cuma gününün faziletiyle alakalı hadisler 1148-1159’da geçmişti. Bilgi edinmek isteyenler oraya bakabilir.) [503]

 

346) İftar Etmeden Orucu Birbirine Eklemenin Haram Oluşu (Yiyip İçmeksizin İki Veya Daha Fazla Günün Oruçlarını Birbirine Eklemenin Haram Oluşu)

 

1768. Ebû Hüreyre ve Âişe radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem iftar etmeden orucu birbirine eklemeyi yasakladı.[504]

 

1769. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem iftar etmeden bir günün orucunu öbür günün orucuna eklemeyi yasaklamıştı. Ashâb–ı kirâm:

– Yâ Resûlallah! Fakat sen ekliyorsun? dediler. Peygamberimiz:

– "Şüphesiz ben sizin gibi değilim. Ben yedirilip içirilmekteyim" buyurdu.[505]

 

* Bir günün orucunu diğerine eklemeye visal denilir ki bu dinimizde caiz görülmemiştir. Her gece teheccüd namazı ve visal gibi fiiller sadece Peygamberimize ait olan şeylerdir. Ümmetin onu taklid etmesi caiz değildir. İnsanı güç ve kuvvetten düşürüp çalışmasına ve ibadetleri yapmasına engel olacak tarzda davranışlar yani nafile ibadetler içine girmek, dindarlık ve takva sayılmaz. Bu din kolaylık dinidir. Zorluk dini değil. Rasûlullah devamlı her işlerimizde ve bilhassa ibadet ve taatte bizlere kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz buyurmuştur.[506]

 

347) Kabir Üzerine Oturmanın Haram Oluşu

 

1770. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden birinizin bir kor üzerine oturup elbisesini ateşin yakması ve ateşin vücuduna işlemesi, bir kabrin üzerine oturmasından daha hayırlıdır."[507]

 

* 1759’da geçtiği üzere ölülerin evleri ve mekanları olan kabirlere oturmak caiz değildir. Onları hesaba katmayıp yok sayarak çiğnemek ve oturmak caiz görülmemiştir. Kabirlere gösterilen hürmet gerçekte insanlara gösterilen hürmet sayılır. Cenaze defnedilirken basılması ve oturulması zaruret olduğu için zararlı değildir. Fakat piknik ve zevk için mezarları çiğneyip üzerlerine oturmak, kabirleri pislemek için oturmak caiz değildir. [508]

 

348) Kabri Kireçlemenin Ve Üzerine Bina Yapmanın Yasak Oluşu

 

1771. Câbir radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kabrin kireçlenmesini, üzerine oturulmasını ve kabir üzerine bina yapılmasını yasakladı.[509]

 

* Kabirler, kabir olduğu belli olacak kadar yükseltilmeli, başka birisinin orayı kazıp cenaze ile karşılaşmasını önlemek için yükseltilerek belirtilmelidir. Kabirlerin kireçle, mermerle ve değişik taşlarla üzerine bir kubbe, türbe yapılması haramdır. Bu konuda pek çok hadisler de vardır. (Bunun için bakınız. Tirmizi, Cenaiz, 58; Nesai, Cenaiz, 96, 98; İbni Mace, Cenaiz, 43; Ebu Davud, Cenaiz, 72) [510]

 

349) Kölenin Efendisinden Kaçmasının Ağır Bir Haram Oluşu

 

“...Zina eden erkek ve kadından her birine yüz değnek vurun. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, onlara karşı duyduğunuz acıma duygusu Allah’ın bu yasasını uygulamaktan sizi alıkoymasın, müsamaha ve şefkat gösterip cezayı tatbikte gecikmeyin...” (Nur: 24/2)

 

1772. Cerîr radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Herhangi bir köle kaçarsa, korunma ve güvenlik hakkını yitirmiş olur."[511]

 

1773. Yine Cerîr radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir köle kaçtığı zaman, onun hiçbir namazı kabul edilmez."[512]

 

Bir başka rivayet şöyledir: "Efendisine nankörlük etmiş olur."[513]

 

* Köle: Savaşta esir alınmak suretiyle öldürülmekten korunmuş, can emniyeti garanti altına alınmış, hayat hakkı bir kimsenin zimmetine verilmiş kimsedir. Böylece hayatı garanti altına alınmış olan kimse olan köle nankörlük ederek kaçarsa bu yaptığı işten dolayı harbî = kendisiyle savaş edilebilen kişiler durumuna düşmüş olur. Efendisinden kaçan bu köle, ahde vefa etmediği ve kaçmayı helal saydığı için can emniyetini tehlikeye atmış ve Müslümanlarla harbe tutuşan bir insan konumuna düşmüştür. Bu sebeple de kanı helaldir. [514]

 

350) Şer'î Cezaların Uygulanmaması İçin Aracı Olmanın Haram Oluşu

 

1774. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Benî Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının durumu Kureyşlileri çok üzmüştü. Onlar:

– Bu konuyu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile kim konuşabilir, diye kendi aralarında müzakere ettiler. Bazıları:

– Buna Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sevgilisi Üsâme İbni Zeyd'den başka kimse cesaret edemez, dediler. Üsâme, onların istekleri doğrultusunda Resûlullah ile konuştu. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Üsâme'ye:

– "Allah'ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?" diye sordu; sonra ayağa kalktı ve halka şöyle hitap etti:

"Sizden önceki milletler şu sebeple yok olup gittiler: Aralarından soylu, mevki ve makam sahibi biri hırsızlık yapınca onu bırakıverirler, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca da onu hemen cezalandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki, Muhammed'in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, elbette onun da elini keserdim."[515]

Buhârî'nin bir rivayeti şöyledir: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yüzü renkten renge girdi ve:

"Allah'ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?" buyurdu. Bunun üzerine Üsâme:

– Allah'tan benim bağışlanmamı dile yâ Resûlallah, dedi. Hadisin ravisi (Urve) der ki:

– Sonra bu kadının elinin kesilmesi için emir verdi ve onun eli kesildi.[516]

 

351) Halkın Geçeceği Yola, Gölgeleneceği Yere, Su Kenarlarına Ve Benzeri Yerlere Abdest Bozmanın Yasak Oluşu

 

“Erkek ve kadın mü’minler işlemedikleri bir günah yüzünden suçlayanlara gelince onlar iftira suçu işlemiş ve böylece açık bir günaha girmiş olurlar.” (Ahzab: 33/58)

 

* Müslüman hiçbir hareket ve sözüyle Müslümanlara eziyet etmemelidir. [517]

 

1775. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– "Lâneti gerektirecek iki şeyden sakınınız" buyurdu. Sahâbe–i kirâm:

– Lâneti gerektirecek iki şey nedir? diye sordular. Peygamber Efendimiz:

– "İnsanların gelip geçtikleri yollara ve gölgelendikleri yerlere abdest bozmaktır" buyurdu.[518]

 

* Umuma açık su başları, gölgelikler ve piknik mekanlarını kirletenler tüm oraya gelen insanları rahatsız etmiş gibi olurlar. İnsanlar bu iki suçu işleyen kimselere daima beddua, lanet ve söverek karşılık verirler. Cahili toplumların yapageldikleri kötü adet ve alışkanlıklardan İslam toplumunu soyutlamak istediği için Rasûlullah böylece uyarmıştır. İslamın ortaya koyduğu temizlik, nezafet ve nezaketi yerleştirmek pek de kolay olmamıştır. Vücut temizliği ve mekan temizliği olmadan namaz ve benzeri ibadetlerin olamayacağını bildiren dinimiz, maddî manevi temizliğin yanı sıra çevre temizliğine de gerekli önemi vermiştir. Bugünkü modern toplumların aklına yeni gelen pek çok husus İslam tarafından bin dörtyüz sene önce ortaya konmuştur. [519]

 

352) Durgun Suları İdrar Ve Benzeri Pisliklerle Kirletmenin Yasak Oluşu

 

1776. Câbir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem durgun sulara idrar yapmayı yasakladı.[520]

 

* Akarsular pislik tutmaz, durgun sular içerisine pisliğin düşmesiyle temizlik vasfı bozulur. Pislik suyun koku, tadı ve rengini değiştirirse o su temizlik vasfını kaybeder.

Dinimiz insan sağlığı ve temizliği için vazgeçilmez maddelerin başında olan suların temiz kalmasını sağlamak için her türlü tedbiri almıştır. Bu sebeple bu ve benzeri hadislerle durgun suların her türlüsüne ve akarsulara idrar ve benzeri pisliklerin atılmasını ve akıtılmasını yasaklamıştır. (Müslim, Tahare, 95)de, “Suya pislik bulaştırmayın, sonra ondan yıkanır ve kullanırsınız” buyurulmaktadır. [521]

 

353) Bir Babanın Mal Bağışlarken Çocukları Arasında Ayırım Yapmasının Doğru Olmadığı

 

1777. Nu'mân İbni Beşîr radıyallahu anhümâ'nın anlattığına göre, babası onu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e götürdü ve:

– Ben, sahip olduğum bir köleyi bu oğluma verdim, dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– "Buna verdiğini diğer çocuklarına da verdin mi?" diye sordu. Babam Beşir:

– Hayır, vermedim, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– "O halde hibenden dön" buyurdu.

Müslim'in bir rivayetine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– "Bu hibeyi çocuklarının hepsine yaptın mı?" buyurdu. Beşir:

– Hayır, yapmadım, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz:

– "Allah'tan korkunuz; çocuklarınız arasında adaletli davranınız" buyurdu. Bunun üzerine babam hibesinden döndü ve derhal o bağışını geri aldı.[522]

Müslim'in bir başka rivayetine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– "Ey Beşir! Bundan başka oğlun var mı?" diye sordu. Beşir:

– Evet, var, dedi. Peygamberimiz:

– "Buna verdiğin gibi onlara da verdin mi?" buyurdu. Beşir:

– Hayır, vermedim, dedi. Bunun üzerine:

– "O halde beni şahit tutma; çünkü ben bir zulme şahit olamam" buyurdu.[523]

 

Müslim'in bir başka rivayetinde, Hz. Peygamber:

"Beni bir zulme şahit kılma" buyurdu.[524]

 

Yine Müslim'in bir diğer rivayetinde, Peygamberimiz:

"Bu bağışına benden başkasını şahit göster" buyurdu ve:

– "Çocuklarının sana iyilik yapmada eşit olmaları seni sevindirir mi?" diye sordu. Beşir:

– Elbette, evet, cevabını verdi.

– "O halde (aralarında sen de eşit davran) böyle yapma" buyurdu.[525]

 

* Çocuklar arasında ayrıcalıklı davranışlar aile düzenini bozduğu gibi kardeşler ve ana-baba arasındaki sevgi ve muhabbeti de noksanlaştırır ve pek çok münakaşalara sebep olur. Her ana ve baba miras ve bağış konularında çocuklarına eşit davranmak durumundadır. Böyle bir zulme şahit olmak da iyi değildir. Müslüman her zaman ve herkese karşı adil ve insaflı olmalıdır, zulme düşmemelidir. [526]

 

354) Yas Tutmanın Yasak Oluşu (Bir Kadının Kocası Dışında Bir Ölü İçin Üç Günden Fazla Yas Tutmasının Haram Oluşu, Sadece Kocası İçin Dört Ay On Gün Yas Tutabileceği)

 

1778. Zeyneb Binti Ebû Seleme radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in zevcesi Ümmü Habîbe radıyallahu anhâ'nın babası Ebû Süfyân İbni Harb vefat ettiğinde Ümmü Habîbe'nin yanına gitmiştim. Ümmü Habîbe, içinde safran veya başka bir şey bulunan güzel bir koku istedi. Bu kokudan önce bir câriyeye sonra kendi yanaklarına sürdü. Daha sonra şöyle dedi:

Allah'a yemin ederim ki, benim kokuya hiç ihtiyacım yok; şu kadar var ki, ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in minberde şöyle buyurduğunu duydum:

"Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir kadının ölü için üç günden fazla yas tutması helâl değildir. Sadece kocası için dört ay on gün yas tutabilir." Hadisi rivayet eden Zeyneb Binti Ebû Seleme der ki:

Daha sonra ben, kardeşi vefat ettiğinde Zeyneb Binti Cahş radıyallahu anhâ'nın yanına da gitmiştim. O da koku isteyip süründü ve sonra şöyle dedi:

Allah'a yemin ederim ki, benim koku sürünmeye ihtiyacım yok; ancak ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in minber üzerinde şöyle buyurduğunu işittim:

"Allah' ve âhiret gününe iman eden bir kadının ölü için üç günden fazla yas tutması helâl değildir. Sadece kocası için dört ay on gün yas tutabilir."[527]

 

* Kişinin bir yakını öldüğünde üç gün üzülüp yas tutması mübah sayılmıştır. Bir kadının kocası öldüğünde ise dört ay on gün iddet süresi beklemesi gerekir, bu süre zarfında süslenme, koku sürünme, sürme çekme, kına yakma gibi makyaj işlerini terk eder.

Hayat arkadaşından ayrılan bir kadının bu kadar süre içerisinde süslenmesi kadar çirkin ve şuursuz bir hal tasavvur olunamaz. Kadının bu yas ve üzüntü hali hem hayat arkadaşının hatırasına hürmet, hem de kocasının hayatta olan aile fertlerine karşı bir saygı ifadesidir. Aynı zamanda bu süre kadının eski kocasından hamile olup olmadığının belirlenme süresidir. Bu süre içerisinde başka bir erkekle o kadın evlenemez. [528]

 

355) Simsarlık Ve Satış Üzerine Satış Yapmanın Yasak Oluşu (Şehirlinin Köylüye Simsarlık Etmesinin, Pazara Mal Getiren Köylüleri Pazar Dışında Karşılayıp Mallarını Ucuza Almanın, Kardeşinin Satışı Üzerine Satış Yapmanın, Başkasının Nişanladığı Bir Kadına, Nişanlayan İzin Vermeden Veya Onu Terk Etmeden Talip Olmanın Haram Oluşu)

 

Bu bölümdeki 6 hadis-i şeriften, şehirlinin köylüye malını ben satarım diye yanında alıkoymasının yasak olduğunu, pazara girip piyasayı öğreninceye kadar köylüyü yolda karşılayıp mal almanın yasak olduğunu, müşteri kızıştırmamak gerektiğini, din kardeşiniz dünürlüğü üzere dünür gönderilmemesi gerektiğini, satışı yapılmış bir akdin bozdurulup aynısını veya benzerini daha ucuza satarım demenin yasak olduğunu öğreneceğiz.[529]

 

1779. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şehirlinin köylüye simsarlık etmesini, ana baba bir kardeş olsa bile, yasakladı.[530]

 

* Köylüye yardım maksadı taşımayan sadece kendi kazancını ilk planda tutan simsarlık müessesesi haram bir muameleye sebep olmaktadır. [531]

 

1780. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Pazara getirilen satılık malları çarşıya götürülünceye kadar yolda karşılamayınız."[532]

 

* İslam kişinin hakkını koruduğu gibi toplumun hakkını da korur. Gerekli olan yerde ferdi topluma değil, toplumu ferde tercih eder. Toplumun menfaati, aracının ve satıcının menfaatinden daha önce gelir. Burada ferdin hakkının zayi olması da söz konusu değildir. Burada yapılmak istenenle sadece haksız kazanç ve tekelcilik önlenmiş olacaktır. [533]

 

1781. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Pazara gelenleri yolda karşılamayın. Şehirli köylü namına onun malını satmasın."

Tâvûs, İbni Abbâs'a "Şehirli köylü namına onun malını satamaz" sözünün anlamını sordu. İbni Abbâs:

Ona simsarlık edemez, diye cevap verdi.[534]

 

* Şehirli tüccar ve simsar  kötü niyetli olursa malı piyasaya arzetmeyebilir veya piyasa düşmesin diye azar azar ortaya çıkarır. Bu ise piyasanın düzensizliğine veya pek çok malların çürüyüp telef olmasına sebep olabilir. İslamın sistemleştirdiği ticaret ahlâkı kurallarına uyulması halinde pek çok kötülük aşırı fiat ve israf da önlenmiş olacaktır. [535]

 

1782. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle der:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şehirlinin köylünün malına simsarlık etmesini yasakladı. “Müşteri kızıştırmayınız. Bir kimse kardeşinin satışı üzerine satış yapmasın. Din kardeşinin dünürlüğü üzerine dünür göndermesin. Bir kadın, din kardeşi bir kadının çanağındaki nimeti kendi kabına doldurmak için onun boşanmasını istemesin”.

Müslim'in bir rivayeti şöyledir:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem pazarcıların yolda karşılanmasını, şehirlinin köylünün malını satmasını, bir kadının, evleneceği erkeğe din kardeşi bir kadını boşamayı şart koşmasını, bir kimsenin din kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlıkta bulunmasını, müşteri kızıştırmayı ve satılık hayvanın sütünü sağmayıp memesinde biriktirmeyi yasakladı.[536]

 

1783. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bazınız bazınızın satışı üzerine satış yapmasın. Kardeşinin dünür gönderdiği birine dünür göndermesin. Ancak din kardeşinin kendisine izin vermesi müstesnadır."[537]

 

1784. Ukbe İbni Âmir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Mü'min mü'minin kardeşidir. Hiçbir mü'mine kardeşinin satışı üzerine satış yapması helâl olmaz. Kardeşinin dünür gönderdiği kadına, o kimse vazgeçinceye kadar dünür göndermesi de helâl olmaz."[538]

 

* Üç hadiste de toplum ve ferd hayatı açısından çok önemli olan birtakım prensipler topluca zikredilmiştir. Geçmiş hadislerdeki açıklanan şeyler dışındaki şeyleri de burada açıklayacağız.

Neceş: Her türlü aldatma, heyecanlandırıp kızıştırmayla fiatı suni olarak artırmak demektir. Bu durum ticaret ahlakı açısından uygun görülmemiş ve yasaklanmıştır.

Kardeşin satışı üzerine satış yapmak: Hem alıcı hem de satıcı tarafından yapılabilen bu tür alışveriş de yasaklanmıştır.

Dünürcülük üzerine dünür göndermek de yasaklanmıştır. (Müsaade edilirse sakınca yok.)

Bir kadının karını boşa beni al diye teklifte bulunması da yasaklanmıştır.

Müşteriyi aldatmak için sütün memede bırakılması da aldatma olduğu için yasaklanmıştır. [539]

 

356) Şeriatın İzin Verdiği Yerlerden Başka Alanda Malı Telef Etmenin Yasak Oluşu

 

1785. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Şüphesiz Allah Teâlâ sizin için üç şeyden hoşnut olur, üç şeyden de hoşlanmaz. Sizin sadece kendisine ibadet etmenizden, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamanızdan ve Allah'ın ipine sımsıkı sarılıp tefrikaya düşmemenizden hoşlanır. Dedi kodu yapmanızdan, çok sual sormanızdan ve malı telef etmenizden de hoşlanmaz."[540]

 

1786. Mugîre'nin kâtibi Verrâd şöyle dedi:

Mugîre İbni Şu'be, Muâviye radıyallahu anh'e gönderdiği bir mektubunda bana şöyle yazdırdı:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem her farz namazın ardından şöyle dua ederdi:

"Lâ ilâhe illallâhü vahdehü lâ şerîke leh. Lehü'l–mülkü velehü'l–hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr. Allahümme lâ mânia limâ a‘tayte, ve lâ mu‘tiye limâ mena‘te; ve lâ yenfeu ze'l–ceddi minke'l–ceddü: Bir olan Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O'nun ortağı da yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'na mahsustur. O'nun her şeye gücü yeter. Allahım! Senin verdiğine engel olacak hiçbir güç yoktur. Senin vermediğini verecek de yoktur. Servet sahibi olanın serveti, senin yardımın yerine geçip kendisine bir fayda sağlamaz. "

Mugîre, Muâviye'ye şunu da yazdı:

Resûl–i Ekrem, dedikodudan, malı telef etmekten, gereksiz yere çok soru sormaktan nehyederdi.

Ayrıca Peygamberimiz, analara itaatsizlikten, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmekten, verilmesi gerekeni vermemekten ve hakkı olmayan bir şeyi istemekten de nehyederdi.[541]

 

* Namaz arkasında ve namazda yapılacak dualar hakkında 342, 1416-1430 numaralı hadislere bakılabilir. [542]

 

357) Silâhla Şakalaşmanın Yasak Oluşu (Ciddî Veya Şaka Olarak Bir Müslümana Silâh Ve Benzeri Şeylerle İşaret Etmenin Ve Kınından Çıkmış Kılıcı Alıp Vermenin Yasaklığı)

 

1787. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden biriniz silâhını (ortaya çıkarıp) din kardeşine işaret etmesin. Çünkü o bilmez, belki şeytan silâhı elinden çıkarır da, bu yüzden cehennemin bir çukuruna yuvarlanır."[543]

Müslim'in bir rivayeti şöyledir:

Ebû Hüreyre dedi ki:

Ebü'l–Kâsım sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir kimse kardeşine bir demirle işaret ederse, elinden onu bırakıncaya kadar melekler ona lânet eder. Ana baba bir kardeşine olsa bile."[544]

 

* Müslümanların her türlü yollarla birbirlerini korkutmaları yasaklanmıştır. Bu sebeple bir kimseye çevrilen silah aniden ateşlenebilir veya ok yaydan fırlayabilir. Neticede sonu ölümle biten bir kaza meydana gelebilir. İstemeyerek ortaya çıkan bu durumun sebebi de hadiste şeytan olarak gösterilmiştir. Halk arasında silahla şaka olmaz, şeytan doldurur gibi söylenen atasözleri bu konuda çok dikkatli olmayı bize gösterir, bazen şaka olarak başlayan işler çok ciddi boyutlara ulaşabilir, bu silah çevirme yasağı toplumun her kesimini kaplar.

Toplum hayatımızda bunun pek çok örneklerini görmekteyiz.

Meleklerin laneti ve neticesinde de cehennem çukuruna yuvarlanma, hadisenin haramlık boyutunu gözler önüne sermektedir.[545]

 

1788. Câbir radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kınından çıkmış kılıcı elden ele vermeyi yasakladı.[546]

 

* Müslümanlar Kur’an ve Sünnette olan her emir ve yasağa önem vermelidirler. Kılıç, hançer gibi kesici aletlerle patlayıcı aletlerin elden ele alınıp verilmesindeki mahzur ve tehlikelere hadisle dikkat çekilip tedbirsizlik yapmanın hoş olmayacağı anlatılmak istenmektedir. Dolayısıyla tüm silahlar ve tehlike arzedecek makine alet ve cihazların nakil ve alınıp verilmesinde çok dikkat ve tedbirli davranmak gerektiğini öğrenmekteyiz. [547]

 

358) Ezandan Sonra Mescidden Çıkmanın Mekruh Oluşu (Ezan Okunduktan Sonra Bir Özür Olmadıkça Farz Namaz Kılınıncaya Kadar Mescidden Çıkmanın Mekruh Olduğu)

 

1789. Ebü'ş–Şa‘sâ şöyle dedi:

Biz Ebû Hüreyre radıyallahu anh ile birlikte mescidde oturuyorduk. O esnada müezzin ezan okudu. Bir adam kalkıp dışarıya doğru yürüdü. Ebû Hüreyre, o adamı mescidden çıkıncaya kadar gözüyle takip etti ve:

Bu adam, Ebü'l–Kâsım sallallahu aleyhi ve sellem'e isyan etti, dedi.[548]

 

* Bu hadisin müsned 5/337 şu şekilde geçtiğini görüyoruz: “Herhangi biriniz namaz için kamet getirildiği zaman namazı kılmadan mescidden dışarıya çıkmasın.” Hastalık, zaruri ihtiyaç yoksa kametten sonra mescidden çıkmamak gerekir. Çıkan ve farz namazı kılmayan kimse peygamberimize itaat değil isyan etmiş olur. [549]

 

359) Özrü Olmaksızın Güzel Kokuyu Reddetmenin Mekruh Olduğu

 

1790. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Güzel bir koku ikram edilen kimse onu reddetmesin; çünkü onun taşınması kolay, kokusu güzeldir."[550]

 

1791. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem güzel kokuyu reddetmezdi.[551]

 

* Peygamberin her cins helal hediyeyi azlığına çokluğuna cins ve çeşidine bakmaksızın kabul ederlerdi. Koku da bunlardan biri olduğu için hiç reddetmemiş ve kabul etmiştir. Pek çok hadislerde erkeklerin kokusu açığa çıkan ve rengi gizli olmalı, kadının kullanacağı koku ise rengi açık olan fakat kokusu gizli olandır buyurulur. Bu konuda bkz. (Şemail-i Mühammediye 187-192. hadislerle Buhari III/133; Ebu Davud, IV/110; Nesai, VIII/189; Müsned, II/320; Nesai, VIII/61-62) [552]

 

360) Kişiyi Yüzüne Karşı Övmek (Kendini Beğenmesinden Ve Benzeri Hallerinden Korkulan Kimseyi Yüzüne Karşı Övmenin Mekruhluğu, Bu Hususta Güvenilen Kimseyi Övmenin Câiz Olduğu)

 

1792. Ebû Mûsâ el–Eş'arî radıyallahu anh şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, bir adamın bir kişiyi övdüğünü ve övmede çok ileri gittiğini işitti. Bunun üzerine:

"Adamı mahvettiniz (veya adamın bel kemiğini kırdınız)" buyurdu.[553]

 

1793. Ebû Bekre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında bir adamdan bahsedilmiş ve orada bulunan bir kişi o adamı aşırı şekilde övmüştü. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:

"Yazık sana! Arkadaşının boynunu kopardın" buyurdu ve bu sözünü defalarca tekrarladı. Sonra da:

"Şayet biriniz mutlaka arkadaşını methedecekse, eğer söylediği gibi olduğuna da gerçekten inanıyorsa, zannederim o şöyle iyidir, böyle iyidir, desin. Esasen onu hesaba çekecek olan Allah'tır ve Allah'a karşı hiç kimse kesin olarak temize çıkarılamaz" buyurdu.[554]

 

* Müslümanın yüzüne karşı da övülebileceğini fakat yüzüne karşı övmek kişinin kendisini beğenmesine, kibirlenip gururlanıp şımarmasına ve fitneye düşmesine sebep olacaksa, o kimsenin yüzüne karşı övülmesi yasaklanmıştır. Takva sahibi aklı başında gurur, kibir ve şımarmasından endişe edilmeyen kimselerin övülmesinde sakınca görülmemiştir. Övme işi güzel hasletler, takva ve örnek şahsiyet oluşturma yönleridir. Değilse az bir dünya geçimliği için mal ve makam sahiplerinin övülmesi şiddetle yasaklanmıştır. Böylelerine dalkavuk, çığırtkan ve yağcı gibi adlar verilir. Bunlar toplumu baştan çıkarırlar, yasaklanan bu  tiplerin yaptığı işlerdir.

Aşırı olarak ve yüzüne karşı övülen kimsenin belinin ve boynunun kopması demek; övgüye layık olmayan ve haddinden fazla övülen şahsın kendisini gerçekten öyle zannetme ve bu yüzden nefsini murakabe ve muhasebeden vazgeçip tevbeye yönelmeme tehlikesi vardır, bu da onun için bir ölümdür. [555]

 

1794. Hemmâm İbni Hâris'in Mikdâd radıyallahu anh'den rivâyet ettiğine göre, bir adam Osman radıyallahu anh'i övmeye başlayınca, Mikdâd da dizleri üstüne çökerek metheden kişinin yüzüne çakıl taşları atmaya başladı. Bunun üzerine Hz. Osman ona:

– Ne yapıyorsun öyle? deyince Mikdâd:

– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Meddahları gördüğünüz zaman yüzlerine toprak serpiniz" buyurdu, diye cevap verdi.[556]

 

* Dalkavuk ve yağcılara toprak serpmek bekledikleri dünyalığı elde edemeyeceklerine işarettir. Toprak serpme işi hem öven, hem de övülenin topraktan yaratıldığını, bu sebeple mütevazi olunması gerektiğini, kendilerini büyük görmemeleri icab ettiğini hatırlatma anlamında olduğu da söylenmiştir. [557]

 

361) Bulaşıcı Hastalık Olan Yerden Dışarı Kaçmanın Ve Böyle Bir Yere Girmenin Mekruh Olduğu

 

“Nerede olursanız olun ölüm gelip sizi bulacaktır, göğe yükselen sağlam kulelerde olsanız bile...” (Nisa: 4/78)

“Allah yolunda bol bol harcayın. Harcamamak suretiyle kendi elinizle kendinizi mahvetmeyin ve iyilik yapmaya devam edin. Unutmayın Allah iyilik yapanları sever.” (Bakara: 2/195)

 

1795. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh Şam'a doğru yola çıktı. Serg denilen yere varınca, kendisini orduların başkomutanı Ebû Ubeyde İbni Cerrâh ile komuta kademesindeki arkadaşları karşıladı ve Şam'da vebâ hastalığı başgösterdiğini ona haber verdiler. İbni Abbâs'ın dediğine göre, Hz. Ömer ona:

– Bana ilk muhacirleri çağır, dedi; ben de onları çağırdım. Ömer, onlarla istişare etti ve Şam'da vebâ salgını bulunduğunu kendilerine bildirdi. Onlar, nasıl hareket edilmesi gerektiğinde ihtilaf ettiler. Bazıları:

– Sen belirli bir iş için yola çıktın; geri dönmeni uygun bulmuyoruz, dediler. Bazıları da:

– Halkın kalanı ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabı senin yanındadır. Onları bu vebânın üstüne sevketmenizi uygun görmüyoruz, dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer:

– Yanımdan uzaklaşınız, dedi. Daha sonra:

– Bana ensarı çağır, dedi; ben de onları çağırdım. Fakat onlar da muhacirler gibi ihtilâfa düştüler. Hz. Ömer:

– Siz de yanımdan gidiniz, dedi. Sonra:

– Bana Mekke'nin fethinden önce Medine'ye hicret etmiş olan ve burada bulunan Kureyş muhacirlerinin yaşlılarını çağır, dedi. Ben onları çağırdım; onlardan iki kişi bile ihtilaf etmedi ve:

– Halkı geri döndürmeni ve bu vebânın üzerine onları götürmemeni uygun görüyoruz, dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer insanlara seslendi ve:

– Ben sabahleyin hayvanın sırtındayım, siz de binin, dedi. Ebû Ubeyde İbni Cerrâh radıyallahu anh:

– Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun? dedi. Hz. Ömer:

– Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebû Ubeyde! dedi. Ömer, Ebû Ubeyde'ye muhalefet etmek istemezdi. Sözüne şöyle devam etti:

– Evet Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin, senin develerin olsa da iki tarafı olan bir vadiye inseler, bir taraf verimli diğer taraf çorak olsa, verimli yerde otlatsan Allah'ın kaderiyle otlatmış; çorak yerde otlatsan yine Allah'ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?

İbni Abbâs der ki:

– O sırada, birtakım ihtiyaçlarını karşılamak için ortalarda görünmeyen Abdurrahman İbni Avf radıyallahu anh geldi ve:

– Bu hususta bende bilgi var; Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i:

"Bir yerde vebâ olduğunu işittiğinizde oraya girmeyiniz. Bir yerde vebâ ortaya çıkar, siz de orada bulunursanız, hastalıktan kaçarak oradan dışarı çıkmayınız" buyururken işitmiştim, dedi.

Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh Allah'a hamd etti ve oradan ayrılıp yola koyuldu.[558]

 

1796. Üsâme radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir yerde bulaşıcı hastalık ortaya çıktığını duyduğunuz zaman oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde bulaşıcı bir hastalık ortaya çıkarsa, oradan da çıkmayınız."[559]

 

* Havayı, bedeni karakteri bozan her türlü bulaşıcı hastalık bulunan o yerlerden ve şahıslardan uzak durulması gerektiğini Peygamberimizden öğrenen Hz. Ömer yine de ashabıyla istişare etmeyi de ihmal etmemiştir. Çoğunluğun teklifi ve kendi ictihadı da aynı yönde olması dolayısıyla kararını geriye dönme doğrultusunda vermiştir ki böylece peygamberimizin sünnetini de yerine getirmiş oldu.

Burada geri dönmenin kaderi değiştirmek anlamında olmayıp ihtiyatlı davranma olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Her şey Allah’ın kaza ve kaderi ile olur. Fakat insan tedbir almazsa Allah katında sorumlu olur. Dönmek veya dönmemek de Allah’ın kaderine dahildir. Tedbirden yüzçevirmek ve ihtiyatı elden bırakmak körü körüne kendisini tehlikeye atmak intihar olacağından müslüman böyle dengesizlikler yapmaz. Bu gün koruyucu hekimlik ve karantina dediğimiz şeye riayet gerekir.[560]

 

362) Sihir Ve Büyü Yapmanın Kesinlikle Haram Olduğu

 

“Kitapta olana inanmaları gerekirken, onun yerine Süleyman’ın hükümdarlığı ve peygamberliği konusunda, şeytanların uydurup takip ettikleri şeylere uyarlar. Oysa Süleyman, büyü yaparak küfre sapmamıştı. Ama o şeytanlar, halka sihir öğreterek hakikatleri örtbas ettiler. Ve onlar, Babil’deki iki melek Harut ve Marut vasıtasıyla ortaya konulan şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek: “Biz, ancak imtihan aracıyız. Sakın sihir ve büyü yapıp da, hakkı örtbas edenlerden olmayınız” demedikçe hiçbir kimseye sihir öğretmezlerdi. İşte onlar o iki melekten, koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğrendiler. Halbuki sihirbazlar Allah’ın izni olmadıkça, onunla hiçbir kimseye zarar verici değillerdir. Onlar ancak kendilerine zarar veren, hiçbir faydası olmayan şeyleri öğrenmekteydiler. Oysa onlar, bu bilgiyi edinenin ahiret hayatının güzelliğinden nasipsiz kalacaklarını da iyi biliyorlardı. Canları pahasına aldıkları şey ne kötüdür, keşke bunu bilselerdi.” (Bakara: 2/102)

 

1797. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İnsanı helâke sürükleyen yedi şeyden sakınınız." Sahâbîler:

– Yâ Resûlallah! Bu yedi şey nedir? diye sordular. Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu:

"Allah'a şirk koşmak, sihir ve büyü yapmak, – haklı olarak öldürülen müstesna– Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı bir insanı öldürmek, fâiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum sırasında harpten kaçmak, evli olup hiçbir şeyden haberi olmayan namusuna düşkün müslüman kadınlara zina isnad etmek."[561]

 

* Sihir, lügatte gizli, üstü kapalı şey demek olup, aldatmak, göz bağcılık ve gözboyacılığı yapmak suretiyle insanları aldatmak demektir. Çok güzel konuşarak aldatmaya da sihir denilir. (Buhari, Tıb, 51)’de, “Nice güzel sözler vardır ki, sihir gibi etkilidir” buyurulur.

Sihirin ve sihirbazlığın tarihi en eski medeniyetlerden olan Keldaniler zamanına kadar ulaşır. Keldaniler yıldızlar ve gezegenlerle ilgili gökbilimlerine ağırlık vermişler hatta onlara ibadete kadar ileri gitmişlerdi.

Mısır’da Musa (A.S.) döneminde sihir çok yaygın bir meslekti. Musa (A.S.)’ın asa mucizesi karşısında iman eden sihirbazlar da o maharetli kimselerdi.

Süleyman (A.S.) zamanında da sihir ve büyü çok ileri idi. Bakara: 2/102 bu gerçeği anlatır. Babil’de iki melek insanlar için hayır olacak bazı gerçekler öğretiyorlardı. Kafirler ve şeytanlar bu gerçekleri şerre kullanarak bunu şer olarak sihir olarak kullanmışlardı. Sihir yapmanın caiz olduğuna veya fayda verdiğine inanmak küfürdür, sihir ve büyü yapan kimsenin cezası ölümdür. (Bu konuda geniş bilgi isteyenler Tecrid-i Sarih Tercemesi, 8/224-235 sh. Hak Dini Kur’an Dili Elmalı Tefsiri, 1/364-373 bakabilirler.)

Bu hadiste belirtildiği üzere büyük günahları yedi ile sınırlamak doğru değildir. Burada şu yedi şey büyük günahlardandır denmek istenmektedir. [562]

 

363) Düşman Eline Geçmesinden Korkulduğunda Mushaf İle Kâfirlerin Yurduna Yolculuğun Yasak Kılındığı

 

1798. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Kur'ân–ı Kerîm ile düşman diyarına yolculuk yapmayı yasakladı.[563]

 

* Rasûlullah (s.a.v.) zamanında bugünkü şekliyle Kur’an haline getirilmemişti. Ebubekir döneminde bu şekli aldı, fakat o dönemlerde değişik ayet ve surelerin yazılı olduğu parçalar kıymetli bir hazine gibi sahabenin yanında taşınıyordu, fakat her sahabenin elindeki yazılı metinler farklı surelerden ibaretti.

İş bu durumda iken küfür diyarına giderlerken ellerindeki Kur’an, sure ve ayetleri kafirlerin eline geçer, imha edilip kaybolabilir veya kafirler o metinlere saygısızlık edip imha edebilirler diye o gün Kur’an yazılı bulunan parçalarla küfür diyarına gidilmesi yasaklanmıştır. Bugün hakaret imha edilme gibi bir mahzur yoksa gidilebilir, İslami tebliğde esas metin olan Kur’an ve tefsirleri değişik dillerde tüm dünyaya yaygın vaziyettedir. İslami tebliğin temel taşı olması dolayısıyla bugün her yere Kur’an ulaştırılmalıdır. [564]

 

364) Altın Ve Gümüş Kap Kullanmanın Yasak Oluşu (Yemede, İçmede, Taharette Ve Benzeri Yerlerde Altın Ve Gümüş Kap Kullanmanın Haram Olduğu)

 

1799. Ümmü Seleme radıyallahu anhâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Gümüş kaptan bir şey içen kimse karnına cehennem ateşi doldurmuş olur.”[565]

 

Müslim'in bir rivayetinde: "Gümüş ve altın kaplardan yiyen ve içen kimse" şeklindedir.[566]

 

1800. Huzeyfe radıyallahu anh şöyle dedi:

Şüphesiz Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bize ipek ve atlastan yapılmış elbise giymeyi, altın ve gümüş kaplardan içmeyi yasakladı ve:

"Bunlar dünyada kâfirlerin, âhirette ise sizlerindir" buyurdu.[567]

 

Buhârî ve Müslim'in bir rivayetinde, Huzeyfe radıyallahu anh:

Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i "Saf ipek ve atlas elbise giymeyiniz. Altın ve gümüş kaptan bir şey içmeyiniz. Altın ve gümüş tabaklardan da yemek yemeyiniz" buyururken işittim, demiştir.[568]

 

1801. Enes İbni Sîrîn şöyle dedi:

Ben, Enes İbni Mâlik radıyallahu anh ile birlikte Mecûsîlerden bir grubun yanında idim. Gümüşten bir kap içinde pelte tatlısı getirildi; Enes onu yemedi. Getiren kişiye, onu başka bir kaba aktarması söylenildi; o da ağaçtan yapılmış bir kaba aktarıp getirdi, Enes de ondan yedi.[569]

 

* Rasûlullah (s.a.v.) dünyaya ve dünyalığa aşırı düşkünlük alameti sayılan lüks israf aşırılıklardan bizleri sakındırmıştır. Altın, gümüş ve ipek dünyaya bağımlılığın önemli simgelerinden biri kabul edilmiş, her türlü kavga, hırsızlık ve soygunluk ve ölümlerin sebebi olmuştur. Bu tür eşyalar kullanmak kibir, kendini beğenme ve kendini başkalarından üstün görme alameti sayılır. Ahiret nimetleri dünyadakilere göre hem üstün hem de daha süreklidir. [570]

 

365) Erkeğin Sarı Renk İle Boyanmış Elbise Giymesinin Haram Oluşu

 

1802. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem erkeğin sarı renkli koku sürünmesini yasakladı.[571]

 

1803. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem benim üzerimde sarıya boyanmış iki elbise gördü ve:

"Bunu sana annen mi emretti?" buyurdu. Ben:

Onları yıkarım, dedim.

"Hattâ onları yak" diye emretti.[572]

 

Müslim'in bir başka rivayetinde:

"Şüphesiz ki bunlar kâfirlerin giysilerindendir. Sen onları giyme" buyurdu.[573]

 

* Dinimiz kadın erkek elbiselerinin ayrımını ve kafirlere benzememek gerektiği konusunda sert çıkışlarda bulunmuştur. Burada da aynı şekilde elbise ve makyaj konusunda aynı yasaklama getirilmiştir. Her bölge ve her zamanda kafirlere benzememek üzere ve kadın-erkek benzeşmemesi üzerine müslüman tedbirli olmalı ve onlara benzememeye çalışmalıdır. Çünkü “kadınlara benzeyen erkekler ve erkeklere benzeyen kadınlara lanet edilmiştir. Ayrıca kim bir müşrik ve kafir topluma benzemeye çalışırsa o kimse onlardandır” buyurulmuştur. [574]

 

366) Gün Boyu Konuşmadan Susup Durmanın Yasak Oluşu

 

1804. Ali radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den şöyle buyurduğunu işitip ezberledim:

"Büluğ çağına ulaştıktan sonra yetimlik kalkar. Bütün gün geceye kadar susmak yoktur."[575]

 

1805. Kays İbni Ebû Hâzim şöyle dedi:

Ebû Bekir es–Sıddîk radıyallahu anh, Ahmes kabilesine mensup Zeynep isimli bir kadının yanına gelmişti. Onun hiç konuşmadığını görünce:

– Bu kadına ne oldu ki hiç konuşmuyor? diye sordu. Orada bulunanlar:

– Suskunluk ibadeti yapıyor, dediler. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir ona:

– Konuş! Çünkü bu yaptığın iş helâl değildir; bu Câhiliye amelidir, dedi. Bu uyarı üzerine kadın konuştu.[576]

 

* Yetimlerin hukuku Kur’an ve hadislerde korunmuştur. Bu konuda Nisa: 4/6-10 ayetleri ile kitabımızın 33. bölüm 262-276 no’lu hadislerine bakılabilir.

Dindarlık ve ibadet modeli sayılan konuşmamak, cahiliye döneminde yapılan iyi işlerdendi. İslam bunlara yasaklama getirerek bunun yerine Allah’ı zikretmeyi, insanları irşadı ve hayırlı sözler söylemeyi tavsiye etmiştir. [577]

 

367) Kendi Babası Olmayan Birini Babası Diye Göstermenin, Kendi Efendisi Olmayan Birini Efendi Kabul Etmenin Haram Olduğu

 

1806. Sa’d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir kimse kendi babası olmadığını kesinlikle bildiği birinin soyundan geldiğini ileri sürerse, ona cennet haramdır.”[578]

 

1807. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Babalarınızdan yüz çevirip onları inkâr etmeyiniz. Her kim kendi babasını bırakıp bir başkasına baba derse, nankörlük etmiş olur.”[579]

 

1808. Yezîd İbni Şerîk İbni Târık şöyle dedi:

Ali radıyallahu anh’ı minberde konuşurken gördüm ve şöyle buyurduğunu duydum:

“Hayır, iddialar doğru değildir. Vallahi bizim yanımızda Kur'ân–ı Kerîm’den ve şu sahîfeden başka okuduğumuz bir yazı yoktur.” Böyle dedikten sonra o sahîfeyi açtı. Orada develerin yaşları ve yaralamayla ilgili hükümler vardı. Yine bu sahîfede Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyordu:

“Ayr (Âir) dağından Sevr dağına kadar olan yerler Medine’nin haremidir. Her kim orada Kitap ve Sünnet’e aykırı bir iş yapar veya bid’at çıkaran birini korursa, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. Allah Teâlâ kıyamet gününde o kimsenin ibadetlerini ve tövbesini kabul etmeyecektir. Müslümanlardan birinin verdiği bir söz ve güvence, yaptığı bir antlaşma hepsini bağlar. Her kim bir müslümanın verdiği söz ve himayeyi dikkate almazsa, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. Allah Teâlâ kıyamet gününde o kimsenin tövbesini ve ibadetlerini kabul etmeyecektir. Her kim kendi babası olmadığını kesinlikle bildiği birinin soyundan geldiğini ileri sürerse veya kendi efendisi olmayan birini efendi olarak kabul etmeye kalkarsa, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. Allah Teâlâ kıyamet gününde o kimsenin tövbesini ve ibadetlerini kabul etmeyecektir.”[580]

 

1809. Ebû Zer radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlediğini söyledi:

“Babası olmadığını bildiği birini babam diye sahiplenen kimse, babasına nankörlük etmiş olur. Kendisine ait olmayan bir şeyi sahiplenmeye kalkışan kimse bizden değildir; o cehennemdeki yerine hazırlansın. Her kim, bir adama öyle olmadığı halde kâfir veya Allah düşmanı derse, bu sözler gerisin geriye kendine döner.”[581]

 

* Bir müslümanın bir kimsenin mirasına veya şöhretine konmak için veya değişik hesaplar yüzünden annesinin kocası olmayan bir kimseye, onun oğlu ve kızı olduğunu ileri sürmesi şiddetle yasaklanmıştır. (İbn Mace, Hudud, 36’da) Babasını inkar edip başka birini baba kabul eden kimse kokusu beş yüz senelik mesafeden duyulan cennetin kokusunu bile duymayacaktır. Bu tür bir kimse mirasa konmak için diğer meşru varisleri mirastan mahrum bırakacağı ve onların paylarını azaltacağı için hak etmediği bir şeyi almanın suçunu da yüklenmiş olacaktır. Cahiliye devrinde olan evlat edinme hadisesi İslam’da Ahzab: 33/4 ayetiyle yasaklanmıştır. Bu ayete göre hiçbir kimse başka birinin çocuğunu evlat edinemez. Bu haramdır. İslam soy sop korumasına gerekli önemi vermiştir.

1806 numaralı hadiste pek çok mesele ele alınıyor. Konumuzla ilgili kısmı kendi babası olmadığını kesinlikle bildiği halde onun soyundan olduğunu iddia ederse veya efendisi olmayan  birini efendi olarak kabul etmeye kalkarsa Allah, melekler ve bütün insanların laneti o kimseye olsun tehdidinden ibarettir. Burada da söz konusu işin ne kadar büyük günah olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Kölenin de efendisi olmadığı halde bu benim efendimdir demesi aynı cezayı gerektiriyor. Efendisine karşı nankörlük etmesinden dolayı.

Hadisteki diğer konulara gelince Mekke Allah tarafından haram kılınmış bir bölgedir. Medine ise Peygamberimiz tarafından haram bölge olarak ilan edilmiş ve orada bid’at çıkaranı koruyan kimseye Allah, melekler ve tüm insanların laneti yağdırılmıştır.

Hadisteki müslümanların birinin verdiği bir söz ve güvence hepsini bağlar ifadesinden bir müslüman bir kafirin hayatını koruyacağına dair söz ve güvence vermişse bu güvence diğer müslümanları da bağlar. Onlar bu şahsa kötülük yapıp onu öldüremezler demektir. Çünkü işlerinden bir müslüman onu himaye etmiştir.

1807 no’lu hadiste de üç konuya parmak basılmış olup, birincisi babası olmadığını bildiği halde babamdır diyerek küfre girmesidir. Miras ve başka çıkarlar uğruna ve başka mirasçıları mahrum etme pahasına kişi böyle kötü bir sonuçla başbaşa kalacaktır.

İkincisi: Kendisine ait olmayan bir şeye bu benimdir diye sahip çıkmaktır ki başkasının hakkına tecavüzdür ki kesinlikle haramdır ve cehennemdeki yerine hazırlansın demekle bu davranışın büyük bir  haksızlık olduğu da ortaya konmuş oldu.

Üçüncüsü: Kafir olmayan birine kafir ve Allah düşmanı diye hakaret etmektir. (1734-1735 no’lu hadislere ve açıklamasına bakınız.) Müslüman durumun dehşetini gözönünde bulundurup diline sahip olmalıdır. Müslüman birine kafir veya Allah düşmanı demek son derece tehlikelidir. Zira o adam gerçekten kafir veya Allah düşmanı değilse bu söz hedefini bulmamış bir ok gibi iddiayı atan kimseye geri dönmüştür. [582]

 

368) Allah Ve Resûlü’nün Yasakladığı Şeylerden Sakınmak

 

“...Allah’ın buyruğuna karşı gelmek isteyenler, başlarına bu dünyada bir belanın, bir güçlüğün, ya da öte dünyada can yakıcı bir azabın gelmesinden korkup sakınsınlar.” (Nur: 24/63)

“...Allah sizi kendisinin emirlerine karşı gelmekten sakındırıyor.” (Al-i İmran: 3/30)

“Şüphesiz Rabbinin yakalaması son derece çetindir.” (Bürûc: 85/12)

“İşte senin Rabbin varoluş gayesine aykırı hareket eden kentlerin toplumlarını, böylece kıskıvrak yakalayıverir. Şüphesiz ki, onun yakalaması çok şiddetli ve çok zorludur.” (Hud: 11/102)

 

1810. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ da kıskanır. O’nun kıskanması, kulun ilâhî yasakları çiğnemesi sebebiyledir.”[583]

 

* Gayret göstermek yani kıskanmak anlamına gelir. Allah kullarının günah ve haram işlemesini istemez ve kıskanır. Yani Allah, kulunun iyi işler yapıp cennete girmesini ister ve ondan memnun olur. Yine Allah kulunun kötülükler ve haram işlemesinden dolayı gücenir ve hoşnutsuzluğu artar. İnsan sevdiği bir şeyi başkasına kaptırma korkusuyla nasıl kıskançlık  duyarsa Allah da çok sevdiği kulunu cehenneme kaptırmaktan dolayı razı olmaz ve kullarının cenneti kazanmaları için gayret eder ve kazandıklarına sevinir. [584]

 

369) İlâhî Bir Yasağı Çiğneyen Kimsenin Ne Diyeceği

 

“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce, bu tür iyilikleri yapmaya karşı seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, hem işitendir, hem de bilendir.” (Fussilet: 41/36)

“Yollarını kitap ve Allah vasıtasıyla bulanlar var ya onlara şeytandan bir kışkırtma dokunduğunda, O’nu hatırlayıp akıllarını başlarına toplarlar da olup biteni açık bir biçimde kavramaya başlarlar.” (Araf: 7/201)

“Ve onlar utanç verici bir iş yaptıkları veya varlık sebebine aykırı bir davranışta bulundukları zaman, Allah’ı hatırlar ve günahlarının affı için yalvarırlar. Zaten Allah’tan başka kim günahları affedebilir? Onlar işledikleri günah üzerinde de bilerek ısrar etmezler. İşte onların mükafatı Rablerinden bir bağışlanma ve içinden ırmaklar akan cennet olacaktır. İyiliklere gayret gösterenler için ne güzel bir mükafat.” (Al-i İmran: 3/135-136)

 

1811. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir kimse ‘Lât ve Uzzâ hakkı için’ diye yemin edecek olursa, hemen ardından ‘lâ ilâhe illallah’ desin. Yine bir kimse arkadaşına ‘Gel, seninle kumar oynayalım’ derse, hemen sadaka versin.”[585]

 

* Bu hadiste İslam’a ters düşen iki davranış ele alınmaktadır. Biri yemin ederken Allah adıyla değil, cahiliyye devrinde olduğu gibi putlar adına yemin etmektir ki, dil sürçmesi olarak bir müslüman bu putlardan biri adına yemin ederse bu sürçmenin keffareti olarak la ilahe illallah veya (İbn Mace, Keffaret, 2)’deki rivayete göre la ilahe illallahu vahdehu la şerike leh diyerek tevbe ve istiğfar etmelidir ki böylece hem işlediği günaha tevbe etmiş, hem de günahına tevbe etmiş olur. (Bu konuda 1533 no’lu hadisle 1709’la 1713 arasındaki hadisler ve gerekli açıklamalar tekrar okunmalı)

Hadisin ikinci kısmında ise kumar oynayalım diyen kimse Allah’ın yasakladığı bir haramı işlemeye teşebbüs etmek üzere veya hemen yapmak üzere karar vermiş durumda olan bir kimsenin bu konuda ne yapacağını bildirmekte ve sadaka vermesi emredilmektedir. Belki vereceği bu sadaka bu anlamsız sözün çirkinliğini silebilir veya iyilikler kötülükleri siler götürür Hud: 11/114 ayetine göre belki neticeyi sıfırlayabilir diye Rasûlullah (s.a.v.) bu tavsiyede bulunmuştur. [586]

 



[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 435.

[2] Buhârî, Edeb 31, 85, Rikak 23; Müslim, Îmân 74, Lukata 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 123; Tirmizî, Kıyâmet 50.

311-316 ve 706'da geçmişti.

[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 436.

[4] Buhârî, Îmân 4, 5, Rikak 26; Müslim, Îmân 64, 65. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 2; Tirimizî, Kıyâmet 52, Îmân 12; Nesâî, Îmân 8, 9, 11.

Benzeri 310'da geçmişti.

[5] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 436.

[6] Buhârî, Rikak 23. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 61.

Bir benzeri 1520'de gelecek.

[7] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 436.

[8] Buhârî, Rikak 23 ; Müslim, Zühd 49, 50.

[9] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 436.

[10] Buhârî, Rikak 23. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 10; İbni Mâce, Fiten 12.

[11] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 436.

[12] Muvatta, Kelâm 5; Tirmizî, Zühd 12. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12.

[13] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 437.

[14] Tirmizî, Zühd 61; Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12.

Bu hadis önceden 85 numarada geçmişti.

[15] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 437.

[16] Tirmizî, Zühd 62.

[17] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 437.

[18] Tirmizî, Zühd 61.

1514 nolu hadisin benzeri.

[19] Tirmizî, Zühd 61.

[20] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 437.

[21] Tirmizî, Zühd 61.

[22] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 437-438.

[23] Tirmizî, Îmân 8. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12.

[24] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 438.

[25] Müslim, Birr 70. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Birr 23.

[26] Buhârî, İlim 9, 37, Hac 132, Tevhîd 24; Müslim, Hac 147, Kasâme 29, 30. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu' 10; Tirmizî, Fiten 6; Nesâî, Kudât 36; İbni Mâce, Menâsik 76, 84, Fiten 2.

* Bu sayılanlar sadece müslümana mahsus olan başka din mensuplarında bulunmayan hususiyetlerdir.

[27] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 439.

[28] Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Kıyâmet 51.

[29] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 439.

[30] Ebû Dâvûd, Edeb 35.

[31] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 439.

[32] Müslim, Birr 32. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 18.

Bkz. 1529. hadisin açıklamasına.

[33] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 440.

[34] Tirmizî, Birr 20.

[35] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 440.

[36] Buhârî, Salât 45, 46, Ezân 4, 5, 153, 154, Teheccüd 25, 33, 36, Meğâzî, 12, 13, Et'ime 15, Rikak 6, İstitâbetü'l–mürteddîn 9; Müslim, Îmân 54, 55, Mesâcid 263, 264, 265, Fezâilü's–sahâbe 178. Ayrıca bkz. Nesâî, İmâme 10, 46, Sehv 73; İbni Mâce, Mesâcid 8.

[37] Buhârî, Meğâzî 79; Müslim, Tevbe 53. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsiru sûre (9).

Bu hadis 21 numarada geniş olarak geçmişti, oraya bakınız.

[38] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 441.

[39] Buhârî, Edeb 38, 48; Müslim, Birr 73. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 5.

[40] Buhârî, Edeb 59.

[41] Müslim, Talâk 36. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Talâk 39; Tirmizî, Nikâh 38; Nesâî, Nikâh 22.

[42] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 441-442.

[43] Buhârî, Tefsîru sûre (63), 1; Müslim, Sıfâtü'l–münâfıkîn 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (63).

[44] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 442.

[45] Buhârî, Büyû' 95, Nafakât 4, Menâkıbü'l–ensâr 23; Müslim, Akdiye 7, 8, 9. Ayrıca bk. Nesâî, Kuzât 31; İbni Mâce, Cihâd 13.

[46] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 442.

[47] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 443.

[48] Buhârî, Edeb 49, 50; Müslim, Îmân 168, 169, 170. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 33; Tirmizî, Birr 79.

[49] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 443.

[50] Buhârî, Vudû 55, 56, Cenâiz 82, Edeb 49. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tahâret 11; Tirmizî, Tahâret 53; Nesâî, Tahâret 26, Cenâiz 116; İbni Mâce, Tahâret 26.

[51] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 443.

[52] Müslim, Birr 102.

[53] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 444.

[54] Ebû Dâvûd, Edeb 28; Tirmizî, Menâkıb 63.

[55] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 444.

[56] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 444.

[57] Buhârî, Menâkıb 1; Müslim, Fezâilü's–sahâbe 199.

69'da bir kısmı geçmişti.

[58] Buhârî, Ahkâm 27.

[59] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 445.

[60] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 445.

[61] Buhâri, Edeb 69; Müslim, Birr 103–105. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 80; Tirmizi, Birr 46; İbni Mâce, Mukaddime 7; Dua 5.

Bu hadis önceden 54 numarada geçmiş, gerekli açıklama orada verilmişti.

[62] Buhârî, Îmân 24, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim, Îmân 106. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 15; Tirmizî, Îmân 14; Nesâî, Îmân 20.

Bir benzeri 201’de geçen bu hadis, 690’da geçmişti. 1586 da tekrar gelecek.

[63] Buhârî, Ta'bîr 45. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 88; Tirmizî, Rüyâ 8; İbni Mâce, Rüyâ 8.

[64] Buhârî, Ta'bîr 45.

Değişik bir şekilde 844’de geçmişti.

[65] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 446.

[66] Buhârî, Ta'bîr 48.

[67] Buhârî, Cenâiz 93.

[68] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 449.

[69] Buhârî, Sulh 2; Müslim, Birr 101. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 50; Tirmizî, Birr 26.

[70] Birr 101.

251’de geçmişti.

[71] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 450.

[72] Müslim, Mukaddime 5.

[73] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 450.

[74] Müslim, Mukaddime, rakamsız (I, 9); Ayrıca bk. Tirmizî, ilim 9

[75] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 450.

[76] Buhârî, Nikah 106; Müslim, Libâs 127. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 87.

[77] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 450.

[78] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 451.

[79] Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti'zân 35, İstitâbe 1; Müslim, Îmân 143. Ayrıca bk. Tirmizî, Şehâdât 3, Birr 4, Tefsîru sûre(4), 5.

338'de geçmişti.

[80] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 451.

[81] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 452.

[82] Buhârî, Cenâiz 84, Edeb 44, 73, Eymân 7; Müslim, Îmân 176, 177. Ayrıca bk. Tirmizî, Nüzûr 16; Nesâî, Eymân 7, 11, 31; İbni Mâce, Keffârât 3.

[83] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 452.

[84] Müslim, Birr 84. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 72.

[85] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 452.

[86] Müslim, Birr 85, 86. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 45.

[87] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 452.

[88] Ebû Dâvûd, Edeb 45; Tirmizî, Birr 48.

[89] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 452.

[90] Tirmizî, Birr 48.

1736'da tekrar gelecek.

[91] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 453.

[92] Ebû Dâvûd, Edeb 45. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 48.

[93] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 453.

[94] Müslim, Birr 80, 81.

[95] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 453.

[96] Müslim, Birr 82, 83.

[97] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 454.

[98] Müslim, Ezahi, 44; Nesai, Dehaya, 34.

[99] Buhari, Hudud, 7; İbni Mace, Hudud, 22.

[100] Müslim, Edahi, 44.

[101] Müslim, Edahi, 43; Nesai, Dehaya, 34

[102] Buhari, İ'tisam, 5; Müslim, Hac, 403.

[103] Buhari, Cihad, 9.

[104] Buhari, Salat, 48; Müslim, Mesacid, 19.

[105] Bu kitapta 1633 numaralı hadis.

[106] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 454-455.

[107] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 455.

[108] Buhârî, Îmân 36, Edeb 44, Fiten 8; Müslim, Îmân 116. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 51, Îmân 15; Nesâî, Tahrîm 27; İbni Mâce, Mukaddime, 7, 9, Fiten 4.

[109] Buhârî, Edeb 44.

[110] Müslim, Birr 68. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 39; Tirmizî, Birr 51.

[111] Buhârî, Hudûd 4. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 35, 36.

245'de geçmişti.

[112] Buhârî, Hudûd 45; Müslim, Eymân 37. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 124; Tirmizî, Birr 30.

[113] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 456.

[114] Buhârî, Cenâiz 97, Rikak 42. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 52.

[115] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 456.

[116] Buhârî, Îmân 4, 5, Rikak 26; Müslim, Îmân 64–65. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 2; Tirmizî, Kıyâmet 52, Îmân 12; Nesâî, Îmân 8, 9, 11.

213'de geçmiş, gerekli açıklama orada verilmişti.

[117] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 456.

[118] Müslim, İmâre 46. Ayrıca bk. Nesâî, Bey'at 25; İbni Mâce, Fiten 9.

Uzunca 668'de geçmişti.

[119] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 457.

[120] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 457.

[121] Buhârî, Edeb 57, 58, 62; Müslim, Birr 23, 24, 28, 30–32. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 47; Tirmizî, Birr 24; İbni Mâce, Duâ 5.

[122] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 457.

[123] Müslim, Birr 34–36. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 47.

1595’te tekrar gelecektir.

[124] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 458.

[125] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 458.

[126] Ebû Dâvûd, Edeb 44. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 22.

[127] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 458.

[128] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 458.

[129] Müslim, Birr 30.

[130] Müslim, Birr 30' un ikinci rivayeti.

[131] Müslim, Birr 32.

[132] Birr 28–34.

[133] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 458.

[134] Ebû Dâvûd, Edeb 37.

[135] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 459.

[136] Ebû Dâvûd, Edeb 37.

[137] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 459.

[138] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 460.

[139] Buhârî, Vasâyâ 8, Nikâh 45, Ferâiz 2, Edeb 57, 58; Müslim, Birr 28. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 56.

Çok uzunca 1572'de geçmişti, gerekli açıklama 7 numarada verilmişti.

[140] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 460.

[141] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 460.

[142] Müslim, Birr 32. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Birr 18; İbni Mâce, Zühd 23.

Uzunca 237'de geçmişti.

[143] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 461.

[144] Müslim, Îmân 147. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 26; Tirmizî, Birr 61.

612'de geçmişti.

[145] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 461.

[146] Müslim, Birr 137.

[147] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 461.

[148] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 461.

[149] Tirmizî, Kıyâmet 54.

[150] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 462.

[151] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 462.

[152] Buhârî, Menâkıbü'l–ensâr 23; Müslim, Îmân 121, Cenâiz 29. Ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz 23.

1669'da tekrar gelecektir.

[153] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 462.

[154] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 463.

[155] Müslim, Îmân 164, Fiten 16. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû 50; Tirmizî, Büyû 72; İbni Mâce, Ticârât 36.

[156] Müslim, Îmân 164.

[157] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 463.

[158] Buhârî, Büyû 58, 64, 70, Şurût 8; Müslim, Nikâh 52, Büyû 11, Birr 30, 32. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû 44; Tirmizî, Büyû 65; Nesâî, Nikâh 70, Büyû 17, 19, 21; İbni Mâce, Ticârât 14.

[159] Buhârî, Büyû 60, Şurût 11, Hiyel 6; Müslim, Büyû 13. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû 44; Tirmizî, Büyû 65; Nesâî, Büyû 16, 17, 21; İbni Mâce, Ticârât 14.

[160] Buhârî, Büyû 48, İstikrâz 19, Husûmât 3, Hiyel 7; Müslim, Büyû 48. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû 66; Tirmizî, Büyû 28; Nesâî, Büyû 51.

[161] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 463-464.

[162] Ebû Dâvûd, Edeb 126.

[163] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 464.

[164] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 464.

[165] Buhârî, Îmân 24, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim Îmân 106. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 15; Tirmizî, Îmân 14; Nesâî, Îmân 20.

201-690-1544'de geçmişti, gerekli açıklama 201’de verilmişti.

[166] Buhârî, Cizye 22, Edeb 99, Hiyel 99; Müslim, Cihâd 11–17. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 150; Tirmizî, Siyer 28; İbni Mâce, Cihâd 42.

[167] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 465.

[168] Müslim, Cihâd 15–16. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 26.

[169] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 465.

[170] Buhârî, Büyû 106, İcâre 10. Ayrıca bk. İbni Mâce, Ruhûn 4.

[171] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 465.

[172] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 465.

[173] Müslim, Îmân 171. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 25; Tirmizî, Büyû' 5; Nesâî, Zekât 69, Büyû' 5, Zînet 103; İbni Mâce, Ticârât 30.

Benzerleri 617, 794’de geçti ve 1837, 1854’de tekrar gelecek

[174] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 466.

[175] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 466.

[176] Müslim, Cennet 64. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 40; İbni Mâce, Zühd 16.

602’de geçmişti açıklama orada verilmişti.

[177] Müslim, Birr 139. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 77.

[178] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 466.

[179] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 467.

[180] Buhârî, Edeb 57, 58, 62; Müslim, Birr 23, 24, 28, 30–32. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 47; Tirmizî, Birr 24; İbni Mâce, Duâ 5.

Bir benzeri 1569’da geçmiş gerekli açıklama orada verilmişti.

[181] Buhârî, Edeb 62, İsti'zân 9; Müslim, Birr 23, 25, 26. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 47; Tirmizî, Birr 21, 24; İbni Mâce, Mukaddime 7.

[182] Müslim, Birr 36. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 47.

Bir benzeri 1570’de geçmişti, gerekli açıklama orada verildi.

[183] Müslim, Münâfıkîn 65. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 35.

[184] Ebû Dâvûd, Edeb 47.

[185] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 468.

[186] Ebû Dâvûd, Edeb 47.

[187] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 468.

[188] Ebû Dâvûd, Edeb 47.

[189] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 468.

[190] Buhârî, İsti'zân 45; Müslim, Selâm 36; Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Edeb 24; İbni Mâce, Edeb 50.

[191] Edeb 24.

[192] Kelâm 13, 14.

[193] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 468.

[194] Buhârî, İsti'zân 47; Müslim, Selâm 37, 38; Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Edeb 24; Tirmizî, Edeb 59; İbni Mâce, Edeb 50.

[195] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 469.

[196] Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Selâm 151, 152, Birr 133, 134.

[197] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 469.

[198] Buhârî, Zebâih 25; Müslim, Sayd 58, 60. Ayrıca bk. Tirmizî, Sayd 9; Nesâî, Dahâyâ 41; İbni Mâce, Zebâih 10.

[199] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 469.

[200] Buhârî, Zebâih 25; Müslim, Sayd 58; Ebû Dâvûd, Edâhî 11; Nesâî, Dahâyâ 79.

[201] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 470.

[202] Müslim, Eymân 32–33.

[203] Eymân 33.

[204] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 470.

[205] Müslim, Eymân 35.

[206] Müslim, Eymân 34.

[207] Müslim, Eymân 30.

[208] Müslim, Birr 117– 119. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İmâre 32.

[209] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 470.

[210] Müslim, Libâs 108. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 52.

[211] Müslim, Libâs 107. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 52.

[212] Libas 106.

[213] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 471.

[214] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 471.

[215] Buhârî, Cihâd 107, 149. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 112; Tirmizî, Siyer 20.

[216] Ebû Dâvûd, Cihâd 112, Âdâb 164.

[217] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 471.

[218] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 472.

[219] Buhârî, Havâlât 1, 2, İstikrâz 12. Ayrıca bk. Müslim, Müsâkât 33; Ebû Dâvûd, Büyû’ 10; Tirmizî, Büyû’ 68; Nesâî, Büyû’ 100, 101; İbni Mâce, Sadakât 8.

[220] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 472.

[221] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 472.

[222] Buhârî, Hibe 30, Zekât 59, Cihâd 137, Hiyel 14; Müslim, Hibât 2, 5, 8. Ayrıca bk. Tirmizî, Büyû' 62; Nesâî, Zekât 100; İbni Mâce, Hibât 5.

[223] Hibât 5.

[224] Müslim, Hibât 7.

[225] Buhârî, Hibe 30, 37; Müslim, Hibât 1, 2, 3, 4. (Ayrıca bk. Önceki hadisin diğer kaynakları.)

[226] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 473.

[227] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 473.

[228] Buhârî, Vasâyâ 23, Tıb 38, Hudûd 44; Müslim, Îmân 145. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâyâ 10; Nesâî, Vasâyâ 12.

1795’de tekrar gelecek, sihir hakkında gerekli malumat orada verilecek

[229] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 473.

[230] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 474.

[231] Müslim, Müsâkât 105–106; Tirmizî, Büyû’ 2. Ayrıca bk. Buhârî, Büyû’ 24, 25, 113; Ebû Dâvûd, Büyû’ 4; İbni Mâce, Ticârât 58.

[232] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 474.

[233] Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace.

[234] Ebu Davud, Nesei, İbn-i Mace.

[235] Nesai, Zinet 25.

[236] K. Sitte 6691.

[237] İbni Mace terc. 6/300.

[238] İbni Mace terc. 6/300.

[239] İbni Mace terc. 6/300.

[240] Müsned 5/225.

[241] Müsned 5/225.

Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 474.

[242] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 475.

[243] Müslim, Zühd 46. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 301, 475.

[244] Müslim, İmâre 152.

[245] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 476.

[246] Buhârî, Ahkâm 27.

[247] Buhârî, Rikak 36, Ahkâm 9; Müslim, Zühd 47–48. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 48; İbni Mâce, Zühd 21.

[248] Ebû Dâvûd, İlim 12. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 23.

[249] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 476.

[250] Müslim, Birr 166. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 25.

[251] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 477.

[252] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 477.

[253] Buhârî, İsti'zân 12, Kader 9; Müslim, Kader 20–21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Nikâh 43.

[254] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 478.

[255] Buhârî, Mezâlim 22, İsti'zân 2; Müslim, Libâs 114. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 12; Tirmizî, İsti'zân 30.

192’de geçmişti.

[256] Müslim, Selâm 2. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 30.

[257] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 478.

[258] Müslim, Âdâb 45. Ayrıca bk. Ebû Davûd, Nikâh 43; Tirmizî, Edeb 28.

[259] Ebû Dâvûd, Libâs 34; Tirmizî, Edeb 29.

[260] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 478-479.

[261] Müslim, Hayz 74. Ayrıca bk. Tirmizî, Edeb 38; İbni Mâce, Tahâret 137.

[262] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 479.

[263] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 479.

[264] Buhârî, Nikâh 111; Müslim, Selâm 20. Ayrıca bk. Tirmizî, Radâ' 16.

[265] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 479.

[266] Buhârî, Nikâh 111, Cihâd 140; Müslim, Hac 424. Ayrıca bk. Tirmizî, Radâ' 16, Fiten 7.

990’da geçmişti, gerekli açıklama orada verildi.

[267] Müslim, İmâret 139. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 11; Nesâî, Cihâd 47, 48.

[268] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 480.

[269] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 480.

[270] Libâs 61.

[271] Buhârî, Libâs 62. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 28; Tirmizî, Edeb 24; İbni Mâce, Nikâh 22.

[272] Ebû Dâvûd, Libas 28. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 325.

[273] Müslim, Cennet 52.

[274] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 480.

[275] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 481.

[276] Müslim, Eşribe 104–106. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et'ime 15; Tirmizî, Et'ime 9.

[277] Müslim, Eşribe 107. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et'ime 19; Tirmizî, Et'ime 6; İbni Mâce, Et'ime 8.

[278] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 481.

[279] Buhârî, Enbiyâ 50, Libâs 67. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tereccül 18; Nesâî, Zînet 14; İbni Mâce, Libâs 32.

[280] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 481.

[281] Müslim, Libâs 79. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tereccül 18; Nesâî, Zînet 15; İbni Mâce, Libâs 33.

[282] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 481.

[283] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 482.

[284] Buhârî, Libâs 72; Müslim, Libâs 72, 113. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tereccül 14; Nesâî, Zînet 5, 58; İbni Mâce, Libâs 38.

[285] Ebû Dâvûd, Tereccül 14.

[286] Ebû Dâvûd, Menâsik 78, Tereccül 13. Ayrıca bk. Nesâî, Zînet 57–58.

[287] Nesâî, Zînet 4. Ayrıca bk. Tirmizî, Hac 75.

[288] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 482.

[289] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 483.

[290] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 483.

[291] Buhârî, Libâs 85; Müslim, Libâs 115. Ayrıca bk. İbni Mâce, Nikâh 52.

[292] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 483.

[293] Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Libâs 122–124. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tereccül 5; Tirmizî, Edeb 32; Nesâî, Zînet 66.

[294] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 484.

[295] Buhârî, Tefsiru sûre (59) 4, Libâs 83, 85, 87; Müslim, Libâs 115, 117, 119. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tereccül 5; Tirmizî, Libâs 25, Edeb 33; Nesâî, Zînet 22–24; İbni Mâce, Nikâh 52.

[296] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 484.

[297] Buhârî, Tefsîru sûre (59), 4; Libâs 82, 84, 85, 87; Müslim, Libâs 120. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tereccül 5; Tirmizî, Edeb 33; Nesâî, Zînet 24, 26, 71; İbni Mâce, Nikah 52.

[298] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 484.

[299] Ebû Dâvûd, Tereccül 17; Tirmizî, Edeb 56; Nesâî, Zînet 13. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 25.

[300] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 485.

[301] Müslim, Akdiye, 17.

170 numarada geçmişti.

[302] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 485.

[303] Buhârî, Vudû 19, Eşribe 25; Müslim, Tahâret 63. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tahâret 18; Nesâî, Tahâret 22; İbni Mâce, Tahâret 15.

[304] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 485.

[305] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 486.

[306] Buhârî, Libâs 40; Müslim, Libâs 68, 71. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 41; Tirmizî, Libâs 34; İbni Mâce, Libâs 29.

[307] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 486.

[308] Müslim, Libâs 69, 71. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 41; Nesâî, Zînet 116.

[309] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 486.

[310] Ebû Dâvûd, Libâs 41. Ayrıca bk. Tirmizî, Libâs 35; İbni Mâce, Libâs 30.

[311] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 486.

[312] Buhârî, İsti'zân 49; Müslim, Eşribe 100. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 161; Tirmizî, Et'ime 15.

[313] Buhârî, İsti'zân 49; Müslim, Eşribe 101. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 46.

162'de geçmişti.

[314] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 486.

[315] Müslim, Eşribe 96, 99. Ayrıca bk. İbni Mâce, Eşribe 16.

[316] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 487.

[317] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 487.

[318] Buhârî, İ'tisâm 3.

[319] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 487.

[320] Buhârî, Tefsîru sûre (30, 38), 3. Ayrıca bk. Müslim, Münâfıkîn 39, 40.

[321] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 487.

[322] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 488.

[323] Buhârî, Cenâiz 34; Müslim, Cenâiz 28. Ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz 23.

[324] Tirmizî, Cenâiz 23.

[325] Buhârî, Cenâiz 36, 38, 39, Menâkıb 8; Müslim, İmân 165. Ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz 22, 25; Nesâî, Cenâiz 17; İbni Mâce, Cenâiz 52.

[326] Buhârî, Cenâiz 37, 38; Müslim, İmân 167. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 17.

[327] Buhârî, Cenâiz 34; Müslim, Cenâiz 28. Ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz 23.

[328] Buhârî, Cenâiz 46; Müslim, Cenâiz 31–32. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 15, Bey'at 18.

[329] Buhârî, Meğâzî 44.

[330] Buhârî, Cenâiz 45, Talâk 24; Müslim, Cenâiz 12.

925'de geçmişti.

[331] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 489.

[332] Müslim, Cenâiz 29. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cenâiz 51.

[333] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 489.

[334] Ebû Dâvûd, Cenâiz 25.

[335] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 489.

[336] Tirmizî, Cenâiz 24.

[337] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 490.

[338] Müslim, İmân 121; Cenâiz 29. Ayrıca bk. Buhârî, Menâkıbü'l–ensâr 27; Tirmizî, Cenâiz 33.

1580'de geçmişti, gerekli açıklama orada verilmişti.

[339] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 490.

[340] Buhârî, Tıb 46, Bed'ül–halk 6, Tevhîd 57; Müslim, Selâm 122–124.

[341] Müslim, Selâm 125. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 429, IV, 68, V, 380.

[342] Ebû Dâvûd, Tıb 23. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 477, V, 60.

[343] Ebû Dâvûd Tıb 22, 51. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 28.

[344] Müslim, Mesâcid 33. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, salât 167; Nesâî, Sehiv 20.

[345] Buhârî, Büyû 25, 113, İcâre 20, Talâk 51, Tıb 46, Libâs 86, 96; Müslim, Müsâkât 40. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû 26, 63; Tirmizî, Büyû 46, 49, 50, Nikâh 37, Tıb 23; Nesâî, Sayd 15, Büyû 91, 92, 94; İbni Mâce, Ticârât 9.

Falcılıkla alakalı, 701'e bkz.

[346] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 491.

[347] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 492.

[348] Buhârî, Tıb 19, 43–45; Müslim, Selâm 102, 107, 110, 114, 116. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tıb 24; İbni Mâce, Mukaddime 10, Tıb 43.

[349] Buhârî, Cihâd 47, Nikâh 17, Tıb 43. 54; Müslim, Selâm 115–120. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tıb 24; Tirmizî, Edeb 58; Nesâî, Hayl 2; İbni Mâce, Nikâh 55.

[350] Ebu Davud Tıb 23.

[351] Buhari, Rikak 21.

[352] K. Sitte 17/218.

[353] Bkz. Tecrid Tercemesi 8/312, 12/84-92; Kütübü Sitte tercemesi 11/464, 17/218.

Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 492.

[354] Ebû Dâvûd, Tıb 24. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 257, 304, 319, V, 347.

[355] Ebû Dâvûd, Tıb 24. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II. 387, III, 349.

[356] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 492.

[357] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 493.

[358] Buhârî, Büyû' 40, Bedü'l–halk 7, Nikâh 76, Libâs 89, 92 95, Tevhîd 56; Müslim, Libas 96, 97. Ayrıca bk. Nesâî, Zînet 113; İbni Mâce, Ticârât 5.

[359] Buhârî, Libâs 91; Müslim, Libâs 92. Ayrıca bk. Nesâî, Zînet 112.

650'de geçmişti, gerekli açıklama orada verilmişti.

[360] Buhâri, Büyû 104 ; Müslim, Libâs 99.

[361] Buhârî, Libâs 97, Ta'bîr 45; Müslim, Libâs 100.

[362] Buhârî, Libâs 89, 91, 92, 95; Müslim, Libâs 96, 97, 98. Ayrıca bk. Nesâî, Zînet 113.

[363] Buhârî, Libas 90; Müslim, Libâs 101.

[364] Buhârî, Libâs 88, Bedü'l–halk 7; Müslim, Libâs 83, 87.

[365] Buhârî, Libâs 94.

[366] Bkz. Tecrid 6. cild, 415 sh. Mezahibi Erbaa, 2/39.

Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 494.

[367] Müslim, Libâs 81. 82. Ayrıca bk. Buhârî, Bedü'l–halk 7, Libâs 94. İbni Mâce, Libâs 44.

[368] Müslim, Cenâiz 93; Ebû Dâvûd, Cenâiz 68; Tirmizî, Cenâiz 56; Nesâî, Cenâiz 99.

[369] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 494.

[370] Buhârî, Hars 3, Bedü'l–halk 17, Zebâih 6; Müslim, Müsâkât 50–54, 57, 61. Ayrıca bk. Tirmizî, Sayd 17; Nesâî, Sayd 12, 13, 14; İbni Mâce, Sayd 2.

[371] Buhârî, Hars 3, Bedü'l–halk 17; Müslim, Müsâkât 59. Ayrıca bk. Tirmizî, Sayd 17; Nesâî, Sayd 13.

[372] Müsâkât 57.

[373] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 495.

[374] Müslim, Libâs 103. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 46, Libâs 40; Tirmizî, Cihâd 25; Nesâî, Zînet 54.

[375] Ebû Dâvûd, Cihâd 46, Hâtem 6. Ayrıca bk. Müslim, Libâs 104.

[376] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 495.

[377] Ebû Dâvûd, Cihâd 47, Et'ime 24, 33, Eşribe 14; Tirmizî, Et'ime 24; Nesâî, Dahâyâ 43, 44; İbni Mâce, Zebâih 11.

[378] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 496.

[379] Buhârî, Salât 33; Müslim, Mesâcid 49. Ayrıca bk. Nesâî, Mesâcid 30.

[380] Buhârî, Salât 33, Ezân 94; Müslim, Mesâcid 50. Ayrıca bk. Nesâî, Mesâcid 51.

[381] Müslim, Tahâret 100. Ayrıca bk. İbni Mâce, Tahâret 78.

[382] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 496.

[383] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 497.

[384] Müslim, Mesâcid 79. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 21; İbni Mâce, Mesâcid 11.

[385] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 497.

[386] Tirmizî, Büyû' 75. Ayrıca bk. Muvatta', Sefer 92.

[387] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 497.

[388] Müslim, Mesâcid 80, 81. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mesâcid 11.

[389] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 497.

[390] Ebû Dâvûd, Salât 214, Tirmizî, Büyû' 75. Ayrıca bk. Nesâî, Mesâcid 22; İbni Mâce, Mesâcid 5.

[391] Ebu Davud, Tatavvu, 25.

[392] İbni Mace, Mesacid, 5.

[393] El-Menhel, IV, 89.

[394] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 497-498.

[395] Buhârî, Salât 83.

[396] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 498.

[397] Buhârî, Ezân 160, Et'ime 49; Müslim, Mesâcid 68.

[398] Buhârî, Ezân 160, Et'ime 49; Müslim, Mesâcid 70. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et'ime 40; Tirmizî, Et'ime 13; Nesâî, Mesâcid 16; İbni Mâce, Edâhî 2.

[399] Buhârî, Ezân 160, Et'ime 49 İsti'zân 24; Müslim, Mesâcid 73. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et'ime 40; Tirmizî, Et'ime 13; Nesâî, Mesâcid 16, 17.

[400] Mesâcid 74.

[401] Müslim, Mesâcid 78. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et’ime 40; İbni Mâce, İkâmet 58, Et’ime 59.

[402] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 499.

[403] Ebû Dâvûd, Salât 228; Tirmizî, Cum'a 18.

[404] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 499.

[405] Müslim, Edâhî 42. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Dahâyâ 3.

[406] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 499.

[407] Buhârî, Eymân 4; Müslim, Eymân 3. Ayrıca bk. Buhârî, Edeb 74, Tevhîd 13; Ebû Dâvûd, Eymân 4; Tirmizî, Nüzûr 9; Nesâî, Eymân 4; İbni Mâce, Keffârât 2.

[408] Müslim, Eymân 6. Ayrıca bk. Buhârî, Eymân 5; Nesâî, Eymân 10; İbni Mâce, Keffârât 2.

[409] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 500.

[410] Ebû Dâvûd, Eymân 6.

[411] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 500.

[412] Ebû Dâvûd, Eymân 9. Ayrıca bk. Nesâî, Eymân 8; İbni Mâce, Keffârât 3.

[413] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 500.

[414] Tirmizî, Nüzûr 8.

[415] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 500.

[416] Buhârî, Eymân 11, 17; Müslim, Îmân 220, 222. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Eymân 2; Tirmizî, Büyû‘ 42; Nesâî, Âdâbü'l–kudât 36; İbni Mâce, Ahkâm 7.

[417] Müslim, Îmân 218. Ayrıca bk. Nesâî, Âdâbü'l–kudât 30; İbni Mâce, Ahkâm 9.

216'da geçmişti.

[418] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 501.

[419] Buhârî, Eymân 16, Diyât 2, İstitâbetü'l–mürteddîn 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre(4) 6; Nesâî, Tahrîm 3, Kasâme 48.

[420] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 501.

[421] Buhârî, Ahkâm 5, 6, Eymân 1, Keffârât 10; Müslim, Eymân 19, İmâre 13. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İmâre 2; Tirmizî, Nüzûr 5; Nesâî, Âdâbu'l–kudât 15, 16.

Bu hadisin bir benzeri 72 numarada geçmişti.

[422] Müslim, Eymân 11–13. Ayrıca değişik sahâbî ravilerden rivayeti için 1719 no'lu hadisin kaynaklarına bk.

[423] Buhârî, Eymân 1, Keffârât 10; Müslim, Eymân 7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Eymân 12, 14; Nesâî, Eymân 15.

[424] Buhârî, Eymân 1; Müslim, Eymân 26. Ayrıca bk. İbni Mâce, Keffârât 11.

[425] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 502.

[426] Buhârî, Eymân 1, Tefsîru sûre (5) 8, Keffârât 1, 6.

[427] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 502.

[428] Buhârî, Büyû‘ 26; Müslim, Müsâkât 131. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû‘ 6; Nesâî, Büyû‘ 5.

[429] Müslim, Müsâkât 132. Ayrıca bk. Nesâî, Büyû‘ 5; İbni Mâce, Ticârât 30.

[430] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 503.

[431] Ebû Dâvûd, Zekât 37.

[432] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 503.

[433] Ebû Dâvûd, Zekât 38; Nesâî, Zekât 72.

[434] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 503.

[435] Buhârî, Edeb 114; Müslim, Âdâb 20. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 62; Tirmizî, Edeb 66.

[436] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 504.

[437] Ebû Dâvûd, Edeb 83. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, V, 346.

[438] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 504.

[439] Müslim, Birr 53.

[440] Tirmizî, Fiten 65. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 29.

[441] Ebû Dâvûd, Edeb 104.

[442] Müslim, İstiskâ 15.

[443] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 505.

[444] Ebû Dâvûd, Edeb 115. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 115; V, 193.

[445] Buhari, Bedü’l-Halk, 15; Tirmizi, Deavat, 56.

[446] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 505.

[447] Buhârî, Ezân 156, İstiskâ 28, Megâzî 35; Müslim, Îmân 125. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tıb 22; Tirmizî, Tefsîru sûre (56) 4; Nesâî, İstiskâ 16.

[448] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 506.

[449] Buhârî, Edeb 73; Müslim, Îmân 111. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 16.

[450] Buhârî, Edeb 44; Müslim, Îmân 112.

1807’de tekrar gelecek.

[451] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 506.

[452] Tirmizî, Birr 48. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 405, 416.

1557’de geçmişti.

[453] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 507.

[454] Tirmizî, Birr 47. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 17.

[455] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 507.

[456] Müslim, İlim 7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 5.

Bu hadis 144’de geçmişti.

[457] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 507.

[458] Ebû Dâvûd, Edeb 94; Tirmizî, Edeb 72.

[459] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 507-508.

[460] Tirmizî, Birr 71.

631’de geçmiş ve gerekli açıklama orada verilmişti.

[461] Buhârî, Edeb 100; Müslim, Elfâz 17. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 76.

[462] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 508.

[463] Buhârî, Edeb 101; Müslim, Elfâz 6–10. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 74.

[464] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 508.

[465] Müslim, Elfâz 12.

[466] Buhârî, Nikâh 118. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Nikâh 43; Tirmizî, Edeb 38.

[467] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 509.

[468] Buhârî, Daavât 21, Tevhîd 31; Müslim, Zikr 9. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitr 23; Tirmizî, Daavât 77.

[469] Buhârî, Daavât 21; Müslim, Zikr 7.

[470] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 509-510.

[471] Ebû Dâvûd, Edeb 84.

[472] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 510.

[473] Buhârî, Mevâkît 23; Müslim, Mesâcid 236 . Ayrıca bk. Tirmizî, Mevâkît 11; Nesâî, Mevâkît 20; İbni Mâce, Salât 12.

[474] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 510.

[475] Buhârî, İlim 41, Mevâkît 20, 40; Müslim, Fezâilü's–sahâbe 217.

[476] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 510.

[477] Buhârî, Mevâkît 25.

[478] Buhârî, Bed'ü'l–halk 7, Nikâh 85; Müslim, Nikâh 122. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Nikâh 40.

283’de geçmişti.

[479] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 511.

[480] Buhârî, Nikâh 86; Müslim, Zekât 84. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 73; Tirmizî, Savm 64; İbni Mâce, Sıyâm 53.

[481] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 511.

[482] Buhârî, Ezân 53; Müslim, Salât 114–116. Ayrıca bk. Tirmizî, Cum'a 56; Ebû Dâvûd, Salât 75; Nesâî, İmâmet 38; İbni Mâce, İkâme 41.

[483] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 511.

[484] Buhârî, Amel fi's–salât 17; Müslim, Mesâcid 46. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 172; Tirmizî, Salât 164; Nesâî, İftitâh 12.

[485] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 512.

[486] Müslim, Mesâcid 67. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tahâret 43.

[487] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 512.

[488] Buhârî, Ezân 92. Ayrıca bk. Müslim, Salât 117; Ebû Dâvûd, Salât 163; Nesâî, Sehv 9; İbni Mâce, İkâme 67.

[489] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 512.

[490] Buhârî, Ezân 93, Bed'ü'l–halk 11. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 161; Tirmizî, Cum'a 59; Nesâî, Sehv 10.

[491] Tirmizî, Cum'a 59.

[492] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 513.

[493] Müslim, Cenâiz 97, 98. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 73; Tirmizî, Cenâiz 57; Nesâî, Kıble 11.

1768 nolu hadiste benzeri gelecektir.

[494] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 513.

[495] Buhari, Salat, 101; Müslim, Salat, 261

[496] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 513.

[497] Müslim, Müsâfirîn 63, 64. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu‘ 5; Tirmizî, Salât 195; Nesâî, İmâmet 60; İbni Mâce, İkâme 103.

[498] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 513.

[499] Müslim, Sıyâm 148. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, VI, 444.

[500] Buhârî, Savm 63; Müslim, Sıyâm 147. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 50.

[501] Buhârî, Savm 63; Müslim, Sıyâm 146.

[502] Buhârî, Savm 63.

[503] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 514.

[504] Buhârî, Savm 48, 49; Müslim, Sıyâm 59. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 24.

[505] Buhârî, Savm 48; Müslim, Sıyâm 56. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 24; Tirmizî, Savm 62.

232’de geçmişti.

[506] Buhari, Megazi, 60.

Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 515.

[507] Müslim, Cenâiz 96. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 73; Nesâî, Cenâiz 105; İbni Mâce, Cenâiz 45.

[508] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 515.

[509] Müslim, Cenâiz 94. Ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz 58; Nesâî, Cenâiz 96, 98; İbni Mâce, Cenâiz 43.

[510] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 515.

[511] Müslim, Îmân 123. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 357, 362, 364, 365.

[512] Müslim, Îmân 124. Ayrıca bk. Nesâî, Tahrîmü'd–dem 12.

[513] Müslim, Îmân 122.

[514] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 516.

[515] Buhârî, Enbiyâ 54, Megâzî 53, Hudûd 11, 12; Müslim, Hudûd 8, 9. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 4; Tirmizî, Hudûd 6; Nesâî, Sârik 6; İbni Mâce, Hudûd 6.

[516] Buhârî, Megâzî 53.

651’de geçmişti.

[517] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 517.

[518] Müslim, Tahâret 68. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tahâret 14.

[519] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 517.

[520] Müslim, Tahâret 94. Ayrıca bk. Tirmizî, Tahâret 51; Nesâî, Tahâret 31, 140; Gusül 1; İbni Mâce, Tahâret 25.

[521] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 517.

[522] Müslim, Hibât 13.

[523] Müslim, Hibât 14.

[524] Müslim, Hibât 16.

[525] Müslim, Hibât 17.

Buhârî, Hibe 12, Şehâdât 9; Müslim, Hibât 9, 10, 14, 17, 18. Ayrıca bk. Tirmizî, Ahkâm 30; Nesâî, Nihal 1; İbni Mâce, Hibât 1.

[526] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 518.

[527] Buhârî, Cenâiz 31, Talâk 46; Müslim, Talâk 58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Talâk 43, 46; Tirmizî, Talâk 18; Nesâî, Talâk 55, 58, 59; İbni Mâce, Talâk 35.

[528] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 518.

[529] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 519.

[530] Buhârî, Büyû‘ 58, 64, 68, 71, İcâre 14, Şurût 8; Müslim, Büyû‘ 21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû‘ 45; Tirmizî, Büyû‘ 13; Nesâî, Büyû‘ 17; İbni Mâce, Ticârât 15.

[531] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 519.

[532] Buhârî, Büyû‘ 71; Müslim, Büyû‘ 14 . Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû‘ 43.

[533] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 519.

[534] Buhârî, Büyû‘ 68; Müslim, Büyû‘ 19. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû‘ 47; Nesâî, Büyû‘ 18; İbni Mâce, Ticârât 15.

[535] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 519.

[536] Buhârî, Büyû‘ 64, 70; Müslim, Nikâh 51, Büyû‘ 11, 12. Ayrıca bk. Nesâî, Büyû‘ 16.

[537] Buhârî, Nikâh 45; Müslim, Büyû‘ 8. Ayrıca bk. Tirmizî, Büyû‘ 57; Nesâî, Büyû‘ 20.

[538] Müslim, Nikâh 56.

[539] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 520.

[540] Müslim, Akdiye 10. Ayrıca bk. Mâlik, Muvatta', Kelâm 20; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 327, 360, 367.

342 no’lu hadis ve açıklamasıyla Al-i İmran: 3/103; Bakara: 2/115; Nahl: 16/43; Maide: 5/101; Furkan: 25/67 ayetleriyle Buhari, İ’tisam, 2; Müslim, Fezail, 130’a bakınız.

[541] Buhârî, İ'tisâm 3, Rikâk 22; Müslim, Akdiye 12–14. Ayrıca bk. Buhârî, İstikrâz 19, Edeb 6.

1417’de geçmiş, gerekli açıklama orada verilmişti.

[542] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 521.

[543] Buhârî, Fiten 7; Müslim, Birr 126.

[544] Müslim, Birr 125. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 4.

[545] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 521.

[546] Ebû Dâvûd, Cihâd 66; Tirmizî, Fiten 5.

[547] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 521.

[548] Müslim, Mesâcid 258. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 42; Tirmizî, Salât 36; Nesâî, Ezân 40; İbni Mâce, Ezân 7.

[549] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 522.

[550] Müslim, Elfâz 20. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tereccül 6.

[551] Buhârî, Hibe 9, Libâs 80. Ayrıca bk. Tirmizî, Edeb 37.

[552] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 522.

[553] Buhârî, Şehâdât 17, Edeb 54; Müslim, Zühd 67.

[554] Buhârî, Şehâdât 16, Edeb 54; Müslim, Zühd 65. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 9; İbni Mâce, Edeb 36.

[555] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 523.

[556] Müslim, Zühd 69. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 9; Tirmizî, Zühd 55; İbni Mâce, Edeb 36.

[557] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 523.

[558] Buhârî, Tıb 30; Müslim, Selâm 98.

[559] Buhârî, Tıb 30; Müslim, Selâm 100.

[560] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 524.

[561] Buhârî, Vasâyâ 23, Tıb 48, Hudûd 44; Müslim, Îmân 145. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vesâyâ 10; Nesâî, Vesâyâ 12.

1616’da geçmişti.

[562] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 525.

[563] Buhârî, Cihâd 129; Müslim, İmâre 92–94. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 81; İbni Mâce, Cihâd 45.

[564] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 525.

[565] Buhârî, Eşribe 28; Müslim, Libâs 1. Ayrıca bk. İbni Mâce, Eşribe 17.

[566] Müslim, Libâs 1.

[567] Buhârî, Eşribe 28, Libâs 27; Müslim, Libâs 3, 4. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Eşribe 17; Tirmizî, Eşribe 10; İbni Mâce, Eşribe 17.

777’de geçmişti.

[568] Buhârî, Et‘ime 29; Müslim, Libâs 5.

804-809 numaralı hadislere bakınız.

[569] Beyhakî, es–Sünenü'l–kübrâ, I, 28, Tahâret, bâbü'l–men'i mine'l–ekli fî sıhâfi'z–zehebi ve'l–fıdda.

[570] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 526.

[571] Buhârî, Libâs 33; Müslim, Libâs 77. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tereccül 8; Tirmizî, Edeb 51; Nesâî, Menâsik 43, Zînet 73.

[572] Müslim, Libâs 28. Ayrıca bk. Nesâî, Zînet 95.

[573] Müslim, Libâs 27.

193’de benzeri geçmişti.

[574] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 527.

[575] Ebû Dâvûd, Vesâyâ 9.

[576] Buhârî, Menâkıbü'l–ensâr 26. Ayrıca bk. Dârimî, Mukaddime 23.

[577] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 526.

[578] Buhârî, Ferâiz 29; Müslim, Îmân 114, 115. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 109–110; İbni Mâce, Hudûd 36.

[579] Buhârî, Ferâiz 29, Hudûd 31; Müslim, Îmân 112, 114.

[580] Buhârî, Fezâilü’l–Medîne 1, Cizye 10, 17, Ferâiz 21, İ’tisâm 5; Müslim, Hac 467, 468. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Menâsik 95–96.

[581] Müslim, Îmân 112; Ayrıca bk. Buhârî, Menâkıb 5, Edeb 44.

1735’de geçti.

[582] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 528.

[583] Buhârî, Nikâh 107; Müslim, Tevbe 36. Ayrıca bk. Tirmizî, Radâ‘ 4.

Bu hadis önceden 64 numarada geçmişti.

[584] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 529.

[585] Buhârî, Tefsîru sûre (53), 2, Edeb 74, İsti’zân 52, Eymân 53; Müslim, Eymân 5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Eymân 3; Tirmizî, Nüzûr ve’l–eymân 18; Nesâî, Eymân 11; İbni Mâce, Keffârât 2.

[586] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 529-530.