254)
Sakınılması Gereken Şeyler
255)
Gıybet Dinleme Yasağı, Gerektiğinde O Toplantıyı Terketme Gereği
256)
Gıybetin Mübah Olabileceği Haller
257)
İnsanlar Arasında Söz Taşımanın Yasaklığı
258)
İdarecilere Söz Taşıma Yasağı
259)
İki Yüzlülüğün Kötülenmesi
260)
Yalan Söylemenin Haram Oluşu
261)
Yalan Söylemenin Câiz Olduğu Yerler
262)
Sözü Sağlamlaştırmaya Teşvik
263)
Yalan Şahitliğin Şiddetle Yasak Oluşu
264)
Belli Bir İnsan Veya Hayvana Lânet Etme Yasağı
265)
İsim Belirtmeksizin Günahkarlara Lanet Etmenin Caiz Oluşu
266)
Müslümana Sövme Yasağı (Haksız Olarak Bir Müslümana Söğüp Sayma Yasağı)
268)
Müslümanlara Eziyet Etmemek Ve İncitmemek
269)
Müslümanlara Buğuz Etme İlişki Kesme Ve Sırt Çevirmenin Yasaklığı
271)
Gizli Şeyleri Araştırmanın Ve Duyulması İstenmeyen Şeyleri Duymaya Çalışmanın
Yasak Oluşu
272)
Müslümanlara Gereksiz Yere Sûizanda Bulunma Yasağı
273)
Müslümanı Küçük Görme Ve Aşağılamanın Yasak Oluşu
275)
Neseb' e Dil Uzatmanın Haram Oluşu
276)
Hile Yapma Ve Aldatma Yasağı
277)
Sözden Cayma, Ahdi Bozma Yasağı
278)
Bağış Ve Benzeri İyilikleri Başa Kakma Yasağı
279)
Övünmek Ve Haksız Yere Taşkınlık Yapmanın Yasaklığı
280)
Üç Günden Fazla Müslümanlarla İlgiyi Kesmenin Yasak Oluşu
286)
Yetim Malı Yemenin Haram Oluşu
288)
Gösterişin (Riya) Haramlığı
289)
Riyâ Olmadığı Halde Riyâ Sanılan Durumlar
290)
Yabancı Kadın Ve Genç Çocuklara Şehvetle Bakmanın Yasak Oluşu
291)
Yabancı Bir Kadınla Başbaşa Kalma Yasağı
293)
Şeytana Ve Kâfirlere Benzeme Yasağı
294)
Boyama Yasağı (Müslüman Erkek Ve Kadınların Saçlarını Siyaha Boyamalarının
Yasaklanmış Olduğu)
296)
İğreti Saç Takma Ve Dövme Yaptırma, Dişlerini Süslü Görünsün Diye Törpületmenin
Yasaklığı
301)
İş Ve Sözde Faydasız Yükler Yüklemenin Yasaklığı
304)
Uğursuzluğa İnanma Yasağı
306)
Köpek Edinme Yasağı (Av, Çoban Ve Ziraat Köpekleri Dışında Köpek Edinmenin
Yasaklanmış Olduğu)
315)
Bilerek Yalan Yere Yemin Etmenin Büyük Günah Oluşu
317)
Söz Arasında Yemin Maksadı Olmaksızın Söylenen Sözlerin Yemin Sayılmayacağı
318)
Doğru Bile Olsa Alış Verişte Yemin Mekruhtur
321)
Fâsık, Bid'atçı Ve Bunlar Gibilerine Seyyid Ve Benzeri Adlarla Hitap
Edilmesinin Yasaklanması
322)
Ateşli Hastalıklara Sövmenin Mekruhluğu
323)
Rüzgâra Sövmenin Yasaklığı Ve Rüzgâr Estiğinde Ne Denileceği
324)
Horoza Sövmenin Mekruh Oluşu
325)
İnsanın "Şu Yıldız Sayesinde Yağmura Kavuştuk" Demesi Yasaklanmıştır
326)
Müslümana Kâfir Demenin Haram Oluşu
327)
Kötü Söz Ve Fena Konuşmanın Yasak Oluşu
329)
"Nefsim Murdar Oldu" Demenin Mekruh Oluşu
330)
Üzüme Kerm Demenin Mekruh Oluşu
332)
İnsanın Dua Ederken, "Allahım Dilersen Beni
Bağışla"
Demesinin Mekruhluğu Ve İsteğini Kesin Bir Dille İfade Etmenin Gerektiği
333)
"Allah Ve Filanca Dilerse" Demenin Mekruh Oluşu
334)
Yatsıdan Sonra Allah’ın Rızası Olmayan Konuşmaların Mekruh Olduğu
336)
Kocası Yanında Bulunan Bir Kadının Onun İznini Almadan Nafile Oruç Tutmasının
Haram Olduğu
337)
İmama Uyan Kimsenin İmamdan Önce Başını Rükû Ve Secdeden Kaldırmasının Haram
Oluşu
338)
Namazda Eli Böğüre Koymanın Mekruh Oluşu
340)
Namazda Gözleri Semaya Dikmenin Yasak Oluşu
341)
Bir Mazereti Olmaksızın Namazda Başını Sağa Sola Çevirmenin Mekruh Oluşu
342)
Kabirlere Doğru Namaz Kılmanın Yasak Olduğu
343)
Namaz Kılan Kimsenin Önünden Geçmenin Haram Oluşu
345)
Orucu Sadece Cuma Günü Tutmanın Ve Cuma Gecesini Namaza Ayırmanın Mekruh Oluşu
347)
Kabir Üzerine Oturmanın Haram Oluşu
348)
Kabri Kireçlemenin Ve Üzerine Bina Yapmanın Yasak Oluşu
349)
Kölenin Efendisinden Kaçmasının Ağır Bir Haram Oluşu
350)
Şer'î Cezaların Uygulanmaması İçin Aracı Olmanın Haram Oluşu
352)
Durgun Suları İdrar Ve Benzeri Pisliklerle Kirletmenin Yasak Oluşu
353)
Bir Babanın Mal Bağışlarken Çocukları Arasında Ayırım Yapmasının Doğru Olmadığı
356)
Şeriatın İzin Verdiği Yerlerden Başka Alanda Malı Telef Etmenin Yasak Oluşu
359)
Özrü Olmaksızın Güzel Kokuyu Reddetmenin Mekruh Olduğu
361)
Bulaşıcı Hastalık Olan Yerden Dışarı Kaçmanın Ve Böyle Bir Yere Girmenin Mekruh
Olduğu
362)
Sihir Ve Büyü Yapmanın Kesinlikle Haram Olduğu
363)
Düşman Eline Geçmesinden Korkulduğunda Mushaf İle Kâfirlerin Yurduna Yolculuğun
Yasak Kılındığı
365)
Erkeğin Sarı Renk İle Boyanmış Elbise Giymesinin Haram Oluşu
366)
Gün Boyu Konuşmadan Susup Durmanın Yasak Oluşu
368)
Allah Ve Resûlü’nün Yasakladığı Şeylerden Sakınmak
369)
İlâhî Bir Yasağı Çiğneyen Kimsenin Ne Diyeceği
Bu bölümdeki üç ayet ve on yedi
hadis-i şeriften müslümanların birbirlerini çekiştirmemeleri gerektiğini, bu
işin ölü eti yemek gibi tiksindirici olduğunu, bilinmeyen bir konunun arkasına
düşülmemesi gerektiğini, çünkü göz, kulak ve kalbin yaptıklarından sorumlu
tutulacaklarını, insanın her söylediği sözün anında mutlaka gözetleyen ve
kaydeden bir meleğin bulunduğunu ve kaydettiklerini, müslümanın mutlaka hayır
söyleyip yahut susması gerektiğini, en değerli müslümanın başkalarının elinden
ve dilinden emniyette olduğu kimse olduğunu, diliyle üreme organını korumaya
söz verene Allah Rasulü'nün cennet sözü verdiğini, düşünmeksizin söylenen
sözlerden dolayı kişinin cehenneme düşebileceğini, aynı şekilde Allah'ın hoşnud
olduğu bir cümle söylemekle de ahiretteki derecenin artacağını, Rabbim
Allah'tır diyerek dosdoğru olmanın gerektiğini, Allah'ı hatırlamaksızın
geçireceğimiz hiçbir zaman olmadığını, kurtuluş reçetesinin aleyhte olacak
şeylerden uzakta kalınmasını, günah ortamlarından uzak durulmasını,
günahlarımız için pişmanlık gözyaşları dökülmesini, insanın bütün uzuvlarının
dilden şikayetçi olduklarını, dil vasıtasıyla doğrulup yine onunla
yamuklaşacaklarını, kişiyi cehennemden uzaklaştırıp cennete sokacak amelin
şirke düşmeksizin Allah'a kul olunması, namaz, zekat ve oruçla haccın yerine
getirilmesi olduğunu, gece yarısı kılınacak namazın günahları söndüreceğini,
namazın ve cihadsız müslümanın müslümanlık olmayacağını, en tehlikeli uzvun dil
olduğunu, onun korunması gerektiğini, gıybet edilmemesi gerektiğini, müslümanın
müslümana kanı, canı ve namusunun haram olduğunu, insanları çekiştirme ve
taklid yapmanın yasak olduğunu, gıybet yapanların kıyametteki cezalarının ne
olduğunu öğreneceğiz. [1]
"Ey iman edenler!
Birbiriniz hakkında yersiz zanda bulunmaktan kaçının, çünkü bazı zan ve şüphe
vardır ki, günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın ve birbirinizi
arkadan çekiştirmeyin. Biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Hayır, siz
ondan iğrenirsiniz. Öyleyse adam çekiştirmekten de öylece iğrenin ve yolunuzu
Allah'ın kitabıyla bulmaya çalışın.
Şüphesiz Allah tevbeleri kabul eden ve acıyandır." (Hucurat: 49/12)
"Bilmediğin şeyin ardına
düşme, çünkü kulak, göz ve kalp, hepsi sorumludur. Kıyamette sorguya
çekilecektir." (İsra: 17/36)
"İnsan hiçbir söz söylemez
ki, yanında gözetleyen, dediklerini zapteden bir melek hazır bulunmasın."
(Kaf: 50/18)
1514. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Allah'a ve âhiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da
sussun."[2]
* Mü'min ve müslüman
olduğunu söyleyen kimse daima insanlara faydalı olandır. Herşeyiyle faydalı
olan müslüman diliyle de faydalı olmalıdır, faydalı olmayanlarsa veya zararı
olanlarsa da susmalıdır. [3]
1515. Ebû Mûsâ radıyallahu
anh şöyle dedi:
– Ey Allah'ın Resûlü! Hangi
müslüman en üstündür? diye sordum.
– "Dilinden ve elinden müslümanların emniyette olduğu kimse"
cevabını verdi.[4]
* Gerçek müslümanın
elinden, dilinden müslümanlar zarar görmezler. Müslümanın yaşantısı ve ahlakı
böyledir ve böyle olmalıdır. [5]
1516. Sehl İbni Sa'd radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iki budu arasındaki
(üreme) organını koruma sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm."[6]
* İnsan hayatını büyük
ölçüde etkileyen iki organ olan dil ile tenasül uzvu, kendilerine has meşru
sınırlar içinde tutulmalı ve kullanılmalıdır. Helal yolda ve sevap işleyecek
tarzda kullanılmalarından dolayı cennete girebileceği müjdesi verilmiştir. Bu
demektir ki müslümanı cennetten mahrum bırakan iki organ bunlardır. [7]
1517. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre o, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinlemiştir:
"Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden
cehennemin, doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer gider."[8]
* Bir önceki hadiste de
belirtildiği üzere kişi dili vasıtasıyla haram mı helal mı, hayır mı şer mi,
kötü mü iyi mi olduğunu bilmediği bir sözü söylemekle Cehennemin doğu-batı arasından
daha uzak bir tarafına atılabilir, bu söylediğiyle şirke, küfre, münafıklığa,
sapıklığa düşmüş olacağından dolayı, kişi söyleyeceklerini İslamın kitap-sünnet
terazisinde tartarak bin düşünüp bir söylemek modeliyle söylemesi uygun
olmaktadır. Müslüman her ağzına geleni söylememelidir. Dilini tuttuğu için
zarar gören kimse çok azdır, fakat diline hakim olamayıp şirke, küfre, nifaka
düşenlerin sayısını tesbite imkan yoktur. Söylenecek sözün Allah'ın rızasını mı
yoksa gazabını mı kazandıracağına çok dikkat edilmelidir. [9]
1518. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî salallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kul, Allah'ın hoşnut olduğu bir sözü önemsemeksizin söyleyiverir
de Allah onun derecesini yüceltir. Yine bir kul Allah'ın gazabını gerektiren
bir sözü hiç önemsemeksizin söyleyiverir de Allah onu bu sözü sebebiyle
cehennemin dibine atar."[10]
* Küfür, şirk, nifak ve
her türlü sapıklığa götürecek sözleri söylemeleri yüzünden Allah ya bu dünyada
veya ahirette mutlaka cezasını verir.[11]
1519. Ebû Abdurrahman Bilâl İbni'l–Hâris el–Müzenî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Kul, Allah'ın hoşnut olduğu bir sözü söyler, fakat onunla
Allah'ın rızâsını kazanacağı hiç aklına gelmez. Halbuki Allah, o söz sebebiyle,
kendisine kavuştuğu kıyamet gününe kadar o kimseden hoşnut olur.
Yine bir kul da Allah'ın gazabını gerektiren bir söz söyler fakat o
sözün kendisini Allah'ın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah, o kimseye
o kötü söz sebebiyle kendisine kavuşacağı kıyamet gününe kadar gazap
eder."[12]
* Allah'a ve Allah'ın
dinine karşı gelmek suretiyle kişi cehennemin dibine düşeceği gibi çok basit
gördüğü bir işinden dolayı Allah'ı razı edebilir. [13]
1520. Süfyân İbni Abdullah radıyallahu
anh şöyle dedi:
– Ey Allah'ın Resûlü! Bana
kesinlikle yapmam gereken bir iş söyle dedim. Efendimiz:
– "Rabbim Allah'tır de, sonra dosdoğru ol!" buyurdu. Ben:
– Ey Allah'ın Resûlü! Hakkımda
(zararını göreceğimden) en çok endişe ettiğin şey nedir? dedim. Efendimiz, o
güzel dilini eliyle tuttu ve:
– "İşte budur!" buyurdu.[14]
* Bir kelime veya bir
cümleyle kişi Allah'ı gazaplandırarak küfre, şirke düşmez. Allah'ı
gazaplandırmış olabilir, bu işte sadece dil vasıtasıyla gerçekleşir. İnsanları
yüzüstü cehenneme yuvarlayan tek ve küçük organ dildir. [15]
1521. İbn Ömer radıyallahu
anhümâ "Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu" dedi:
"Allah'ı anmaksızın çok konuşmayın. Allah'ın zikri dışında çok söz
söylemek, kalbi katılaştırır. Katı kalpli olanların ise, Allah'dan en uzak
kimseler olduğu kesindir."[16]
* Allah ve dinini
hatırlatan herşey faydalı ve kişiyi rahatlatır. Onun dışında söylenen diğer
sözler kalbi katılaştırıp stres ve bunalımları artırır.[17]
1522. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh, "Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu" demiştir:
"Allah kimi, iki çenesi ve iki budu arasındakinin şerrinden
korursa, o kişi cennete girer."[18]
1523. Ukbe İbni Âmir radıyallahu
anh şöyle dedi:
– Ey Allah'ın Resûlü! Kurtuluş
(sebebi) nedir? dedim.
– "Aleyhine olacak sözlerden dilini tut, evinde kalmayı yeğle,
kendi günahın için pişmanlık duyarak göz yaşı dök!" buyurdu.[19]
* Müslümanın 24 saatlik
nefis muhasebesinde yapacağı işler tekrarlanıyor. [20]
1524. Ebû Said el–Hudrî radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"İnsan sabahlayınca, bütün organları dil'e baş vurur ve (âdeta
ona) şöyle derler: Bizim haklarımızı korumakta Allah'dan kork. Biz ancak senin
söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz, sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz
de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi
oluruz."[21]
* Günlük hayatın başlama
saati olan sabahın erken saatlerinden başlıyarak tüm insanın uzuvlarının kendi
aleyhlerine olacak bir söz söylememesi için başvurdukları dilin insan vücudu
üzerindeki etkinliğinin temsîlî bir anlatımıdır bu hadis. Dil kalbin
tercümanıdır, o sebeple 588 numaralı hadisle açıklanan gerçekle bu hadisin bir
zıdlığı yoktur. Çünkü dilin dışarı vurdukları aslında kalpte oluşan karar, arzu
ve meyillerden ibarettir. Kalp bedenin reisidir, tüm organları etkiler. Dil
kalbin sözcüsüdür. (Müsned III, 198'de "Kalbi dürüst olmadıkça kulun
imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz" hadisi
bu gerçeği ortaya koymuş oluyor. Kişi sözünün esiridir. Ağızdan çıkan her söz
diğer organları da bağlar. Dile hakim olup onu Allah ve Rasulü'nün istediği
doğrultuda kullanmak dünya ve ahiret mutluluğu için vazgeçilmez şartlardandır. [22]
1525. Muâz İbni Cebel radıyallahu
anh şöyle dedi:
– Ya Resûlallah! Beni cennete
girdirecek, cehennemden uzaklaştıracak bir iş (amel) söyle bana, dedim.
– "Çok büyük bir şey istiyorsun. Ancak bu, Allah'ın kolay kıldığı
kişi için pek kolaydır: Hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnızca Allah'a kulluk edersin.
Namazı dosdoğru kılarsın. Zekâtı verirsin. Ramazan orucunu tutarsın. Gücün
yeter, imkân bulabilirsen haccedersin" buyurdu. Sonra sözüne devamla:
"Şimdi sana hayır kapılarını haber vereyim mi?: Oruç kalkandır.
Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi günahın azâbını söndürür. Kişinin gece
yarısı kıldığı namaz da günahı söndürür" buyurdu.
Bundan sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Korkuyla ve umutla Rablerine kulluk
ettikleri için vücutları yataklarından uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz
rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne
mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez" (Secde: 32/16, 17) âyetini
okudu.
Daha sonra Resûl–i Ekrem şöyle
buyurdu:
– "Sana bütün işlerin
başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim mi?" Ben:
– Evet, bildiriniz Ya Resûlallah!
dedim.
– "İşin başı İslâm, direği namaz, doruğu cihaddır"
buyurdu.
Sonra:
– "Sana bütün bunların kıvamının kendisine bağlı olduğu şeyi (can
damarını) bildireyim mi?" dedi.
Ben:
– Evet, bildir Ya Resûlallah!
dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber dilini tuttu ve:
– "Şunu koru!” buyurdu. Ben:
– Ya Resûlallah! Biz
konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız? dedim.
– "Annen yokluğuna yansın ey Muaz! İnsanları yüzüstü cehenneme
sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir!" buyurdu.[23]
* İslamsız hiçbir şeyin
anlamı ve kıymeti yoktur. Müslümanlar yaptıkları güzel işlerin sonuçlarını
güzelce görebilmeleri için dillerini tutmak mecburiyetindedirler. İnsan hem
dünyada, hem ahirette sıkıntıya sokan şey, dilinden kontrolsüz dökülen
sözlerdir. Dolayısıyla diline dikkat etmelidir. [24]
1526. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– "Gıybet nedir, bilir misiniz?"
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir,
dediler. Hz. Peygamber:
– "Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır"
buyurdu.
– Söylenen ayıp eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?" diye soruldu.
– "Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa, o zaman ona
iftira ettin demektir," buyurdu.[25]
1527. Ebû Bekir radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Vedâ haccında Mina'da kurban kesme
gününde îrad ettiği hutbesinde şöyle buyurdu:
"Bu gününüz, bu ayınız ve bu beldeniz saygı değer ve dokunulmaz
olduğu gibi (aranızda) kanlarınız, canlarınız ve namusunuz da saygı değer ve
dokunulmazdır. Tebliğ ettim mi?"[26]
* Bu sayılanlar sadece
müslümana mahsus olan başka din mensuplarında bulunmayan hususiyetlerdir. [27]
1528. Âişe radıyallahu anhâ
şöyle dedi:
–Ey Allah'ın Resûlü! Safiyye'nin
şöyle şöyle oluşu sana yeter, dedim. –Ravilerden biri, bu sözle Hz. Âişe'nin,
onun kısa boylu oluşunu kastettiğini söylüyor–. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– "Ey Âişe! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denize karışsa
idi onun suyunu bozardı" buyurdu.
Âişe dedi ki, ben bir başka gün
de kendisine bir insanın durumunu takliden hikâye etmiştim. Bunun üzerine de
Hz. Peygamber:
– "Bana dünyanın en kıymetli şeylerini verseler, ben yine de bir
insanı hoşlanmayacağı bir şekilde taklid edip anmayı kesinlikle istemem"
buyurdu.[28]
* Bir kimseyi
hoşlanmayacağı bir şekilde anmak gıybettir. Tek kelimeyle bile olsa gıybet
gıybettir, günahı büyüktür. Gıybet sadece sözle değil, el, kol, göz-kaş
hareketleriyle de olabilir. Bütün gıybet çeşitleri yasaklanmıştır. (Bkz.
Hucurat: 49/12) [29]
1529. Enes radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Mi'raca çıkarıldığımda ben bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve
göğüslerini tırmalayan bir topluluğun yanından geçtim.
– Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir? diye sordum."
– Bunlar, (gıybet etmek suretiyle) insanların etlerini yiyenler ve
onların şeref ve namuslarıyla oynayanlardır, cevabını verdi.[30]
* Kılıç yarası iyi olur.
Dil yarası iyi olmaz. Yani tesiri çok uzun zaman kalır. Bu sebeple her
müslümanın kanı, malı, canı ve namusu birbirlerine haramdır. Müslümanların
dokunulmaz haklarına yapılacak sözlü veya fiili tecavüz büyük suçtur. Bu
sebeple gıybet müslümanın hakkına tecavüz sayıldığı için yasaklanmıştır. [31]
1530. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Her müslümanın öteki müslümana kanı, ırzı (namusu) ve malı
haramdır!"[32]
Bu bölümdeki dört ayet ve
üç hadisi şeriften, müslümanın boş söz işittiğinde ondan yüz çevirmesi
gerektiğini, kulak, göz ve bütün uzuvların sorumlu olacaklarını, ayetler ve din
hakkında ileri geri konuşanların yanında durulmaması gerektiğini, din
kardeşinin ırz ve namusunu gıybet edene karşı kim savunursa onun da Allah
tarafından cehennemden korunacağını, dış görünüşüyle müslüman olduğu bilinen
bir kimseye münafık denemeyeceğini, yine bir müslümanın yüzüne karşı
söylenemeyecek bir sözün arkasından da söylenmemesi gerektiğini öğreneceğiz. [33]
"Onlar ki, boş ve
anlamsız söz işittikleri zaman ondan, yüz çevirip bizim işlediklerimizin hesabı
bize; sizin yapıp ettiklerinizin cezası da size ait derler..." (Kasas:
28/55)
"Onlar ki boş, anlamsız
söz ve işlerden yüz çevirirler." (Mü'minun: 23/3)
"Bilmediğin şeyin ardına
düşme. Çünkü kulak, göz ve kalb hepsi sorumludur, kıyamette sorguya
çekilecektir." (İsra: 17/36)
"Şimdi mesajlarımız
hakkında ileri-geri konuşan, kimselere rastladığın zaman, bu kimseler başka
değişik konulara geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana yapman
gerekeni unutturursa, hiç değilse hatırladıktan sonra artık varoluş gayesine
aykırı hareket eden böyle bir topluluğun içinde yer alma." (En'am:
6/68) Ayrıca Bkz. Nisa: 4/140.
1531. Ebû'd–Derdâ radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim, (din) kardeşinin ırz ve namusunu onu gıybet edene karşı
savunursa, Allah da kıyamet günü o kimseyi cehennemden korur."[34]
* Gıybet etmek haramdır,
dinlemek de haramdır. Bunun için öyle bir mecliste bulunan kimse gıybet edene
engel olmalıdır. Bu hadis gıybeti yapılan müslümanı savunmanın ahiretteki
sonucunu bildirmektedir. Müslümanın ırz, namus, haysiyet ve şerefine söz
söylememek bir görev, söyletmemek ise ayrıca bir görevdir. Bir müslümanı bu
yönde koruyanı Allah da yarın cehennemden korur. Dinimiz böylece insanın
haysiyet ve şerefine çok büyük önem vermiştir.
[35]
1532. İtbân İbni Mâlik radıyallahu
anh'den "Allah'ın Rahmetini Ümit Etmek" bahsinde geçen uzun
hadisinde rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
(Bizim evde) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kalkıp namaz
kıldırdı. (Namazdan sonra otururken) cemaattan biri:
– Mâlik İbni Duhşûm, nerede?
dedi. Bir başkası:
– O Allah ve Resûlünü sevmeyen
bir münâfıktır, dedi.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– "Öyle deme! Görmüyor musun o, Allah'ın rızasını dileyerek Lâ
ilâhe illallah diyor. Rızasını umarak Lâ ilâhe illallah diyen kimseyi Allah,
cehenneme haram kılmıştır" buyurdu.[36]
1533. Kâ'b İbni Mâlik radıyallahu
anh'den tövbe mâcerasına dair "Tevbe" bahsinde geçen uzunca hadisinde
rivayet edildiğine göre şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük'te ashâbı arasında otururken:
– "Kâ'b İbni Mâlik ne yaptı?" diye sormuş.
Benî Selime'den bir adam:
– Ya Resûlallah! Elbiselerine ve
sağına soluna bakıp gururlanması onu Medine'de alıkoydu, demiş. Bunun üzerine
Muâz İbni Cebel ona:
– Ne kötü söyledin! diye
çıkışmış, sonra da Peygamber aleyhisselâm'a
dönerek:
– Yâ Resûlallah! Biz onun
hakkında hep iyi şeyler biliyoruz, demişti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise, hiçbir şey söylememiş, sükût
etmişti.[37]
Bu bölümdeki beş hadis-i şerif ve
İslamın bu konudaki hükümlerinden zulüm gören kimsenin zulüm gördüğü kimseyi
şikayet etmesinin gıybet olmayacağını, kötülüğün önlenmesi için
yardımlaşılırken bunun bu kötülüğünü önleyelim denilmesi, dünürlük, ortaklık,
komşuluk vb. işlerde danışılan kimsenin bildiğini gizlememesi öğüt ve nasihat
maksadı güdülen tavsiyelerin hepsinde günahkarlığı ve bid'atçiliği açık olan
kimsenin içinde bulunduğu halleri söylemek, bir de tarif için topal, aksak,
şaşı diyerek tanıtma yollarının gıybet sayılmayacağını öğreneceğiz. [38]
1534. Âişe radıyallahu anhâ'dan
rivayet edildiğine göre bir adam Hz. Peygamber'in yanına girmek için izin
istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– "Kabilesinin kötü adamıdır ama, izin verin ona"
buyurdu.[39]
1535. Yine Âişe radıyallahu
anhâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Falan ve falanın dinimizden birşey bildiklerini sanmam."[40]
1536. Fâtıma Binti Kays radıyallahu
anhâ şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e geldim ve:
– Ebü'l–Cehm ve Muâviye İbni Ebû
Süfyân beni istiyorlar (ne dersiniz) dedim. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– "Muâviye malı olmayan fakirin biridir. Ebü'l–Cehm ise, sopasını
omuzundan indirmez" buyurdu.[41]
Müslim’in bir rivâyetinde
“Ebu’l–Cehm, kadınları çokca döven biridir” ifadesi bulunmaktadır.
* Mübah olan yani söylenebilen
gıybet türü şu yollarda caizdir:
1. Zulme uğrayanın
kendisine yardımcı olabilecek kimseye yapılan açıklama,
2. Kötülüğün önlenmesi
için yetkililere o işten alıkonulması için haber vermesi,
3. Müslümanı şerden
sakındırmak ve iyiliğini istemek için nasihat,
4. Fasık ve bid'atçılığı
açık olan kimsenin durumunu anlatmak ve ihbar için,
5. Bir insanı tarif
edebilmek için kör, şaşı, topal, çolak vb. ifadeler,
6. Dünürlük, ortaklık,
komşuluk vb. işlerde doğru bildiğini söylemek,
7. Hadis ravisi durumunda olan bir kimsenin durumunu
ihbar etmek veya dini bid'atçı bir kimseden öğrenmeye çalışan talebeye nasihat
ederek o kimsenin durumunu söylemek gıybet sayılmaz.
8. Müslümanları uyarmak ve
muhtemel zararlardan korumak maksadıyla bazı kimseler hakkında bazı bilgileri
açıklamak da gıybet sayılmaz.
9. Peygamberimiz 1533 nolu
hadis ile din hakkında bilgisi olmayanların halkı yanıltmasını önleyici
açıklama yaptığını da görüyoruz. 1534 nolu hadiste ise dünürlük yapan bir
kimsenin gerçek bildiği yönünü bildirmesi gerektiğini öğreniyoruz. [42]
1537. Zeyd İbni Erkam radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in maiyyetinde bir sefere çıkmıştık.
Müslümanlar büyük bir yokluk ve sıkıntı içindeydi. Asker arasında bulunan
Abdullah İbni Übey, yandaşlarına:
– Allah'ın elçisinin
çevresindekilere sakın bir şey vermeyin ki, onu terketsinler. Eğer Medine'ye
dönersek, güçlü olanlar güçsüzleri oradan mutlaka çıkarıp atacaktır, dedi.
Ben de gidip bu olayı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e haber
verdim. Peygamber aleyhisselâm
Abdullah'a adam gönderip durumu soruşturdu. O böyle bir söz söylemediğine dair
yemin üstüne yemin etti. Bunun üzerine sahâbîlerden bazıları "Zeyd, Hz.
Peygamber'e yalan söyledi" dediler. Allah Teâlâ, benim doğru söylediğimi
tasdik eden "Münâfıklar sana
geldikleri zaman…" diye başlayan Münâfıkûn sûresi'ni Nebî sallallahu aleyhi ve selleme indirinceye
kadar, onların bu sözlerinden dolayı son derece üzüldüm. Daha sonra, Hz.
Peygamber kendilerine istiğfar etmek için onları davet etti, fakat onlar buna
da yanaşmadılar.[43]
* Münafikun suresinin
sebeb-i nüzulu olan bu hadise Zeyd'i tasdik edip münafıkların kesin yalan
söylediklerini haber veren bu sure gelince, peygamberimiz Zeyd'i çağırıp
kulaklarını okşayarak, "Allah kulaklarını doğruladı"
buyurmuştur. Cephede ve diğer zamanlarda İslam ordusu aleyhindeki söz ve
faaliyetleri komutana haber vermek gereklidir. Münafıklığı belli olan
kimselerin söz ve davranışlarını yetkililere ulaştırmak gıybet değildir. [44]
1538. Âişe radıyallahu anhâ
şöyle dedi:
Ebû Süfyân'ın hanımı Hind, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e:
– Ey Allah'ın Resûlü! Ebû Süfyân
çok cimri bir adam. Onun haberi olmadan benim aldığım dışında bana ve çocuğuma
yetecek derecede bir şey vermiyor. (Benim bu yaptığım doğru mu? ) dedi. Hz.
Peygamber de:
– "Örfe göre kendine ve çocuğuna yetecek kadar al!"
buyurdu.[45]
* Bir durum hakkında fetva
almak veya o işte ne yapılacağını öğrenmek için bir kimseyi içinde bulunduğu
vasıflarla anmak da gıybet değildir. Ailenin reisi örfe göre hanımının ve
çocuklarının nafakasını temin etmekle yükümlüdür. [46]
Bu bölümdeki iki ayet ve üç
hadisten; laf taşıyanlara itaat edilmemesi gerektiğini, her söylenmekte olan
sözün mutlaka kaydedilmekte olduğunu, laf taşıyanların cennete
giremeyeceklerini ve bu yüzden kabir azabı çeken kimseler olduğunu öğreneceğiz. [47]
"O halde itaat edip uyma çok
yemin edip duran alçaklara, ayıp arayan kovuculukla söz getirip götürenlere,
hayra engel olan saldırgan günahkarlara..." (68 Kalem, 10-12)
"İnsan hiçbir söz söylemez
ki, yanında gözetleyen ve dediklerini kayda geçiren bir melek bulunmasın."
(50 Kaf, 18)
1539. Huzeyfe radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Koğuculuk yapan cennete giremez."[48]
* İnsanların arasını
bozmak için laf götürüp getiren kimsenin asla cennete giremeyeceği böyle bir
ahlaki düşüklüğün müzevircilik ve koğuculuğun ne kötü bir düşük ahlak olduğu
belirtilmektedir. [49]
1540. İbni Abbâs radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem yanından geçmekte olduğu iki mezar hakkında şöyle buyurdu:
– "Bu ikisi, kendilerince
büyük olmayan birer günahtan dolayı azâb görüyorlar. Evet, aslında (günahları)
büyüktür. Biri koğuculuk yapardı. Diğeri ise, idrarından sakınmaz, iyice
temizlenmezdi."[50]
* Koğuculuk yapanın
mezarda da rahat olmayıp azablandırılacağı beyan edilen bu hadiste görülen
azabın kendilerince büyük olmadığını, fakat gerçekten büyük olduğunu
Peygamberimiz bildirmiştir. Bugün pekçok müslüman işledikleri günahları küçük
görüyorlar. Bir iki damla değil mi, ne olacak diye küçümserler. Bir iki söz
değil mi, ne çıkar bundan diye davranırlar. Nur: 24/15'de belirtildiği gibi Hz.
Aişe validemize iftira edilmesi dolayısıyla bazı müslümanların yaptıklarını
önemsiz saymalarını halbuki bu ayetle büyük bir suç işlendiğinin bildirilmesi
de bu gerçeği hatırlatır. İnsanlar küçük görecekleri, değer vermedikleri bazı
şeyler dolayısıyla azaplandırılıyorlar. [51]
1541. İbni Mes'ud radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– "Size el–adh kelimesinin ne demek olduğunu söyleyeyim mi? O, insanların
arasını bozmak için laf taşımak demektir."[52]
Bu bölümdeki ayet ve hadisten
idareci ve yönetici durumda olan kişilere ispiyonculuk yapmanın hoş
karşılanmadığını öğreneceğiz. [53]
"...Kötülüğü ve
düşmanlığı artırmada yardımlaşmayın..." (Maide: 5/2)
1542. İbni Mes'ûd radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Ashâbımdan hiç kimse, bir diğeri hakkında hoşlanmayacağım bir
şeyi bana ulaştırmasın. Zira ben, gönül huzuru ile sizin yanınıza çıkmak
istiyorum."[54]
* İdareci durumunda olan
kişiye umuma aid düzeltilmesi gerekli aksaklıkların duyurulması gerekir, burada
yasaklanan husus tek kişi veya kişilerin durumlarıyla alakalı hususlar idareci
durumunda olan kişiye ulaştırılırsa idareci gönül huzuru açısından rahat
olamayacağını, halbuki onların toplumun karşısına rahat bir şekilde çıkmasının
esas olduğunu ortaya koymaktadır
Bu hadisten bazı
alimlerimiz Rasûlullah (s.a.v.)'ın ashabından razı olarak dünyadan ayrılmak
istediği, onlardan hiçbirine karşı içinde bir kırgınlık bulunmamasını arzu
ettiği anlamını çıkarmışlardır.
Doğması muhtemel bir kötülük söz
konusu olmadıkça halkın işlerini yöneticilere ulaştırmak doğru değildir. [55]
Bu bölümdeki bir ayet ve
iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten
gizleyebileceklerini, fakat Allah'tan gizlemelerinin mümkün olmadığını,
insanların da madenler gibi cins cins değişik karakterlerde olduklarını, en
kötü insanların iki yüzlü kimseler olduğunu, idarecilere yanlarında başka
türlü, yanlarından çıkınca başka türlü konuşmanın Rasûlullah (s.a.v.) zamanında
nifak alameti sayıldığını öğreneceğiz. [56]
"Onlar yaptıklarını
insanlardan gizleyebildiler ama Allah'tan gizleyemezler. Çünkü gecenin
karanlığında Allah (c.c.)'ın razı olmadığı düşünce ve inançları her ne zaman
tasarlasalar, Allah onların yanı başındadır ve Allah onların tüm yaptıklarını
ilmiyle kuşatır. Sizler belki bu dünya hayatında onları savunabilirsiniz, ya
kıyamet günü kim onları Allah'a karşı savunacak, kim onların vekili
olacaktır." (Nisa: 4/108-109)
1543. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Siz insanları madenler (gibi cins cins) bulursunuz. Onların
Câhiliye döneminde hayırlı ve değerli olanları, şayet dini hükümleri iyice
hazmederlerse İslâmiyet devrinde de hayırlıdırlar. Siz yine en hayırlı
kişileri, yöneticilik işinden hiç hoşlanmayanlar olarak bulursunuz. Siz, en
kötü kişileri de iki yüzlüler olarak bulursunuz ki onlar, birilerine bir yüzle
diğerlerine bir başka yüzle gider gelirler."[57]
1544. Muhammed İbni Zeyd'den nakledildiğine göre bazı kişiler,
dedesi Abdullah İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'ya gelip:
– Biz idarecilerimizin yanına
girer ve onlara karşı, oradan çıktığımız zaman söylediklerimizin tam tersi
sözler söyleriz, dediler. Bunun üzerine Abdullah İbni Ömer:
– Bu sizin yaptığınızı biz,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında
iki yüzlülük sayardık, cevabını verdi.[58]
* İki yüzlü davrananlar
insanların en kötüleridir. (4/143) Cehennemde en derinde yanacaklardır.
İkiyüzlülük ashab tarafından münafıklık olarak değerlendirilmiştir. Müslüman
her zaman ve her yerde mert, doğru sözlü ve dürüst davranışlı olmalıdır. [59]
Bu bölümdeki iki ayet ve beş
hadis-i şeriften, gerçek bilgi sahibi olunmayan şeyin ardına düşülmemesi
gerektiğini, insanın her söylediği sözün her an kaydedici melekler tarafından
kaydedildiğini, sözde ve işte doğru olmanın hayırlara vesile olduğunu, hayatı
boyunca doğru dürüst olanın doğrulardan yazılacağını, hayatı boyunca yalancılık
yapanın da meslek edindiği yalancılardan yazılacağını, münafıkta bulunan
alametleri, değil gerçekleri, rüyaları bile saptırarak yalan söyleyenlere
ahirette zor işler verileceğini, başkalarının duyması istenmeyen sözü dinlemeye
çalışanın kulağına eritilmiş kurşun döküleceğini, canlı resim yapanlara kıyamette
bunun canını ver deneceğini, Rasulullah'ın rüyasında gördüğü bazı gerçekleri
nasıl yorumladığını öğreneceğiz. [60]
"Bilmediğin şeyin ardına
düşme, çünkü kulak, göz ve kalp hepsi sorumludur. Kıyamette sorguya
çekilecektir." (İsra: 17/36)
"İnsan hiçbir söz
söylemez ki yanında onu gözetleyen, dediklerini kayda geçiren bir melek hazır
bulunmasın." (Kaf: 50/18)
1545. Abdullah İbni Mes'ûd radıyallâhu
anh''den rivâyet edildiğine göre Nebî sallallâhu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– "Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe
yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında
sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık yoldan çıkmaya (fucûr) sürükler.
Fucûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok
yalancı (kezzâb) diye yazılır".[61]
1546. Abdullah İbni Amr İbni'l–Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
"Dört huy vardır ki bunlar kimde bulunursa o kişi tam münâfık
olur. Kimde de bu huylardan biri bulunursa, onu terkedinceye kadar o kişide
münâfıklıktan bir sıfat bulunmuş olur:
Kendisine bir şey emânet edildiği zaman ona ihanet eder.
Konuştuğunda yalan söyler.
Söz verince sözünden döner.
Düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar."[62]
1547. İbni Abbâs radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim görmediği bir rüyayı gördüm deyip anlatırsa, âhirette yerine
getirmesi mümkün olmayan bir işe, iki arpa tanesini birbirine düğümleme cezasına
çarptırılır.
Kim, bir topluluğun duyulmasını istemedikleri bir sözü öğrenmeye
çalışır (kulak hırsızlığı yapar)sa, kıyamet günü kulaklarına eritilmiş kurşun
dökülür.
Kim de herhangi bir canlının resim (ve heykelini) yaparsa, o da
kıyamette, yapamayacağı halde, "haydi buna can ver " diye zorlanarak
azâb edilir."[63]
1548. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"En büyük yalan, görmediği düşü gördüm diye kişinin gözlerine
iftira etmesidir."[64]
* Görmediği bir rüyayı
gördüm diyerek kendi gözlerine iftira edenler ve onları kendi yalanlarına şahid
tutmaları büyük bir günahtır, bunun için iki arpayı düğümlemekle
cezalandırılacaklardır.
Bir şahsın veya topluluğun
duyulmasını istemedikleri bir konuşmayı dinleyen veya bir cihana kaydedip
ortaya dökenler kıyamet günü kulaklarına eritilmiş kurşun dökülmek suretiyle
cezalandırılırlar.
Yine canlı yaratıkların resim ve
heykellerini yapan kimselere de “haydi bu yaptıklarınızın canını verin” diye
yapamayacakları bir teklifle azap edileceklerdir.
Bu üç husus ta sahtecilik
ve sahtekarlıktır. Her biri kendisine uygun bir ceza ile
cezalandırılacaklardır. Müslüman gerçeklerin peşinde olmalı, her türlü
sahtecilikten uzak durmalıdır. Sanat ve sanatkarlık adı altında sahteciliği
meşrulaştırmak mümkün değildir, haramdır. [65]
1549. Semüre İbni Cündeb radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ashâbına:
– "Düş göreniniz var mı?" diye sorup, "gördüm"
diyenin düşünü, Allah'ın dilediği şekilde yorumlardı. Bir sabah bize şöyle
buyurdu:
– "Bu gece düşümde bana iki kişi gelerek "haydi yürü,
gidiyoruz" dediler. Ben de onlarla beraber gittim. Yanı üzerine yatmış bir
adamın yanına vardık. Elinde bir kaya parçası bulunan bir başka adam, onun başı
ucunda ayakta duruyor, elindeki kayayı, yanı üzerine yatmış olan adamın
tepesine indiriyor, başını yarıyordu. Taş yuvarlanıp gidiyor, adam taşı
arkasından koşup alıyor, o geri gelinceye kadar ötekinin başı iyileşiyor, eski
haline geliyordu. Adam, önce yaptığını aynen tekrarlayıp duruyordu. Ben
yanımdakilere:
– “Sübhânellah! Bu nedir?” dedim.
–Yürü, yürü hele dediler. Yürüdük. Derken sırt üstü yatmış bir adamın
yanına vardık. Başucunda da, elinde demir çengel bulunan bir başkası duruyordu.
Bu adam, yatan kişinin bir tarafına geçip elindeki çengelle avurdunu, burnunu
ve gözünü ta ensesine kadar yarıyor sonra öbür tarafına geçip orasını da aynı
şekilde parçalıyordu. Bir tarafını yarıncaya kadar önceki yardığı taraf eski
haline geliyor adam da sürekli aynı şekilde parçalamaya devam ediyordu. Ben:
– “Sübhânellah! Bunlar ne ? dedim.
– Yürü, yürü hele! dediler. Yürüdük. Fırın gibi bir yapıya vardık.
(Râvi diyor ki, sanıyorum Peygamber
Efendimiz sözlerine şöyle devam etti:)
Orada ne söylenildiği anlaşılamayan çığlıklar, feryadlar birbirine
karışıyordu. O yapının içinde çıplak bir sürü erkek ve kadınların bulunduğunu
anladık. Altlarından alevler geldikçe, onlar çığlık atıyor, feryat
koparıyorlardı. Ben:
– Bunlara ne oluyor? dedim.
– Yürü, yürü hele! dediler. Yürüdük. Nihayet bir nehire vardık.
(Ravi, herhalde "kan kırmızısı bir nehir"
buyurdu, diyor. ) Nehrin içinde yüzen bir adam, kıyısında da yanına birçok taş
yığmış bir başka adam… Nehirde yüzen kişi, yüzeceği kadar yüzdükten sonra
kıyıya geliyor ve ağzını açıyordu. Kıyıdaki adam da onun ağzına bir taş koyuyor, yüzen kişi dönüp yüzmesine
devam ediyor, sonra dönüp yine kenara geliyor, ağzını açıyor öteki de ağzına
bir taş daha atıyor, o da dönüp gidiyordu. Ben, yanımdaki iki kişiye:
– "Bu ikisinin hali nedir böyle? dedim.
– Yürü, yürü hele! dediler. Yürüdük. Çirkin –gördüğünüz adamların en
çirkini de diyebilirsiniz– bir adamın yanına vardık. Adam, sürekli ateş yakıyor
ve ateşin etrafında dolanıp duruyordu. Ben:
– "Bu adam neci?" dedim.
– Yürü, yürü hele! dediler. Yürüdük; içinde baharın tüm çiçek
çeşitlerinin bulunduğu geniş yemyeşil bir bahçeye vardık. Bahçenin ortasında
gayet uzun boylu bir adam vardı. O kadar ki, göğe uzanan başını nerede ise
göremeyecektim. Adamın etrafında, hayatımda hiç görmediğim kadar çok çocuk bulunuyordu.
Ben:
– "Bu adam ve bu çocuklar kim, (ne yapıyorlar)?" dedim.
– Yürü, yürü hele! dediler. Yürüdük, Gide gide büyük bir ağaçlığa
vardık ki ben onun gibi güzel ve geniş bir ağaçlık görmüş değilim. Beni
götürenler, "Gir oraya!" dediler. Birlikte girdik ve bir tuğlası
altın bir tuğlası gümüşten örülmüş bir şehirle karşılaştık. Şehrin kapısına
varıp açılmasını istedik. Kapı açıldı, biz de girdik. Bizi, vücutlarının yarısı
bugüne kadar gördüklerinizin en güzeli, diğer tarafı bugüne kadar
gördüklerinizin en çirkini birtakım adamlar karşıladı. Yanımdaki iki kişi
onlara:
– Gidip şu nehre girin! dediler. Bir de ne göreyim, suyu süt gibi,
bembeyaz, enine doğru akan bir nehir. Adamlar gidip nehre girdiler sonra çıkıp
yanımıza geldiler. Çirkinlikleri tamamen gitmiş, hepsi de son derece
güzelleşmişlerdi.
Resûl–i Ekrem sallalahu aleyhi
ve sellem sözlerine şöyle devam etti:
Beni götüren iki kişi bana:
– Burası adn cennetidir, şurası da senin konağındır, dediler. Başımı
kaldırıp baktım, bir de ne göreyim; beyaz buluta benzeyen bir köşk.
– İşte burası senindir, dediler. Ben o iki kişiye:
– "Allah size büyük hayırlar ihsan etsin, bırakınız da beni oraya
gireyim, " dedim.
– Hayır, şimdi değil! Sen oraya daha sonra gireceksin, dediler. Bunun
üzerine ben:
– "Bu gece boyunca hayret verici çok şey gördüm. Gördüklerimin
anlamı nedir?" dedim. Onlar:
– Anlatalım, dediler ve anlattılar:
– "İlk önce yanına vardığın kafası taşla yarılan adam var ya, o,
Kur'an'ı öğrendiği halde terkeden ve farz namaz vaktini uyku ile geçiren kimsedir.
Avurdu, burnu ve gözleri demir çengelle yarılan adam, evinden çıkıp
etrafa yalanlar yayan kişidir.
Fırın içindeki çıplak erkek ve kadınlar ise, zina eden erkek ve
kadınlardır.
Nehirde yüzüp yüzüp de taş yutan adam, faiz yiyen kişidir.
Yanındaki ateşi sürekli yakıp, etrafında dolaşıp duran çirkin görünüşlü
kişi, cehennemin görevlisi Mâlik'tir.
Bahçedeki uzun boylu adam, İbrahim aleyhisselâm'dır. Etrafındaki
çocuklar da İslam fıtratı üzere ölen küçük yavrulardır."
Berkânî'nin rivayetinde, "fıtrat üzere doğan" kaydı
bulunmaktadır.
Müslümanlardan biri:
– Ey Allah'ın elçisi! Müşrik
çocukları da bunlara dahil mi? diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– "Müşriklerin çocukları da dahildir" buyurdu.
Vücutlarının yarısı güzel, yarısı
çirkin olan adamlara gelince bunlar, güzel işleri kötü işlere karıştıran
kimselerdir. (Ancak) Allah onları bağışlamıştır."[66]
Buhârî'nin bir başka rivayetinde
Efendimiz'in "Bu gece bana iki adam
gelip beni kutsal bir yere çıkardılar" buyurduğu ve sonra oraya nasıl
çıktığını şöyle anlattığı bildirilmektedir:
"Biz, üstü dar, altı geniş ve alt kısmında ateş yanan fırına
benzer bir deliğin yanına vardık. Alevler yükseldikçe insanlar da yükseliyor,
neredeyse delikten çıkacak
hale geliyorlar,
alevler sakinleşince dibe iniyorlardı."
Bu rivayette , "Orada çıplak erkekler ve kadınlar bir
arada bulunuyorlardı" ifadesi de bulunmaktadır.
Yine bu rivayette kesin bir ifade
ile "Nihayet kandan bir nehire
ulaştık" denilmektedir. "Nehrin
ortasında ayakta duran bir adam, nehrin kenarında da önünde bir yığın taş
bulunan bir başka adam vardı. Nehirdeki adam çıkmak isteyince, kıyıdaki onun
ağzına bir taş atıyor ve onu yerine geri çeviriyordu. Çıkmak için kenara her
gelişinde aynı şeyi yapıyor ağzına bir taş atıyor, o da geri dönüyordu."
Yine aynı rivayette şu ifadeler
bulunmaktadır:
"O iki kişi beni ağaca çıkardılar ve beni, daha güzelini hiç
görmediğim bir eve soktular. İçinde yaşlı ve genç insanlar vardı."
"Şu ağzının parçalandığını gördüğün adam var ya, o yalancının
biriydi. Sürekli yalan söylerdi. Onun yalanları ufukları kaplıyordu. İşte o
yalancı adam, kıyamet gününe kadar böyle azâb olunacaktır."
"Bir de şu başının ezildiğini gördüğün adam var ya, ona da Allah
Kur'an'ı öğretmişti, o geceleri hep uyku ile geçirip Kur'an okumamış, gündüz de
Kur'an'la amel etmemiştir. Ona da kıyamet gününe kadar böyle azâb edilir."
"Girdiğin birinci ev, mü'minlerin; şu ev ise, şehidlerin evidir.
Ben Cebrâil'im, bu da Mikâil'dir. Kaldır başını! dedi. Başımı kaldırdım bir de
ne göreyim, üstümde buluta benzer bir şey duruyor. Burası da senin
konağındır" dediler. Ben:
– Bırakın beni, oraya gireyim, dedim.
– "Hayır, sen henüz ömrünü tamamlamadın. Onu tamamlayınca konağına
gireceksin" dediler.[67]
İnsan ve topluma büyük değer
veren dinimiz mevcut şartlar içinde en ideal toplum ve cemaatı oluşturmanın
esaslarını getirmiş bulunmaktadır. Böylece birbirini seven, birbiriyle iyi
geçinen cemaat ruhuna sahip bir ümmet gerçekleştirilmiş olmaktadır. Aşağıdaki
hadis-i şerifte göreceğimiz üzere üç halde yalan söylemeye ruhsat verilmiş
olması yalanı helal kılmak anlamında
değildir. Yalan yalandır ama taşıdığı gayeler ve varmak istediği hedefler
bakımından söyleyenin cezaya çarptırılmayacağı bildirilmektedir. Yalanın
meydana getireceği dostluk olmaz olsun denilemez. “İş bitirip ümmetin huzurunu
sağlayan yalan fitnelere sebep olan doğrudan daha iyidir.” Allah’ın istediği
bir maksada ulaşmak mübah ise, yalan da mübahtır; vacip ise, yalan söylemek de
vaciptir. Bir zalimin öldürmek istediği bir insanı diğer bir müslümanın zulmü
önlemek için saklaması veya yalan söylemesi vacip olur.[68]
1550. Ümmü Külsûm radıyallahu
anhâ’dan Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittiği nakledilmiştir:
"İnsanların arasını düzeltmek maksadıyla birinden ötekine uygun
sözler taşıyan (veya hayırlı konuşan) yalancı sayılmaz."[69]
Müslim'in rivayetinde[70] şu
ifadeler yer almaktadır:
Ümmü Külsûm şöyle dedi:
"Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, şu üç
hal dışında, halkın yalan söylemesine ruhsat verdiğini hatırlamıyorum:
Harbte,
Kişilerin arasını düzeltmekte,
(Aile dirliğini sağlamak için)
kocanın hanımına, hanımın kocasına söylediği sözlerde."
Bu bölümdeki iki ayet ve üç
hadisten, iyice bilinmeyen bir şeyin peşine düşülmemesi gerektiğini, ağızdan
çıkan her sözün mutlaka kayda geçirildiğini, her duyduğunu nakletmesi kişiye
yalan olarak yeteceğini, yalan olduğunu bildiği bir sözü peygambere nispet
ederek söyleyen kimsenin yalancılardan olduğunu, kendisine verilmeyen bir şey
ile övünen kimsenin sahte elbise giyerek gösteri yapan kimse gibi olduğunu
öğreneceğiz. [71]
"Bilmediğin şeyin ardına
düşme, çünkü göz, kulak ve kalp hepsi sorumludur, mutlaka sorguya
çekilecektir." (İsra: 17/36)
"İnsan hiçbir söz söylemez
ki, yanında onu gözetleyen ve dediklerini kayda geçen bir melek hazır
bulunmasın." (Kaf: 50/18)
1551. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Her duyduğunu nakletmesi kişiye yalan olarak yeter."[72]
* Bu hadis, herhangi bir
araştırma yapmadan her söyleneni aktarmanın yalan söylemek anlamına geldiğini
çok kesin bir şekilde ortaya koymaktadır. Yalan söylemenin yolu duyulanları
iyice tahkik etmekten geçer. [73]
1552. Semüre radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Yalan olduğunu
zannettiği bir hadisi benden nakleden kimse yalancılardan biridir. "[74]
* Herşeyde olduğu gibi
peygamberin sözlerinde de daha fazla araştırıp tatbik etmek gerekir. [75]
1553. Esmâ radıyallahu anhâ
şöyle dedi: Bir kadın:
– Ey Allah'ın Resûlü! Benim bir
kumam var. Kocamın bana vermediği bir şeyi, verdi diye kumama karşı gösteriş
yapsam, bunun bana bir günahı olur mu? diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– "Kendisine verilmemiş bir şey ile doymuş görünen kişi, iki sahte
elbise giyerek gösteriş yapan kimse gibidir" buyurdu.[76]
* Aile içerisinde
kumaların birbirlerine karşı aslı olmayan şeylerle efendileri adına gösterişe
kalkışmaları çifte yalancılık hükmündedir. Gerek söz, gerek davranış her
durumda müslümana gerçekçi olmak yaraşır. Bu hadis nüfuz, servet, ilim,
fazilet, mevki ve şöhret sahtekarları hakkında edebî değeri yüksek bir darbı
meseldir. [77]
Bu bölümdeki beş ayet ve
bir hadis-i şeriften yalan söz ve yalan şahitliğinden kesinlikle kaçınılması
gerektiğini, iyice bilmediğimiz bir işin ve sözün ardına düşülmemesi
gerektiğini, söylediğimiz her söz için görevlilerin zabıt tuttuklarını, Rabbimizin
de devamlı gözetlemekte olduğunu, gerçek mü'minlerin yalan şahitliği
yapmadıklarını, en büyük günahlardan olan Allah'a şirk koşmak, ana-babaya
itaatsizlikten sonra gelen büyük günahın, yalan söz ve yalan şahitliği olduğunu
öğreneceğiz. [78]
"... Yalan sözden mutlaka
sakının." (Hacc: 22/30)
"Bilmediğin şeyin ardına
düşme, çünkü göz, kulak ve kalp hepsi sorumludur, mutlaka sorguya
çekilecektir." (İsra: 17/36)
"İnsan hiçbir söz
söylemez ki, yanında onu gözetleyen ve dediklerini kayda geçen bir melek hazır
bulunmasın." (Kaf: 50/18)
"Çünkü Rabbin her zaman
gözetleyip durmaktadır." (Fecr: 89/14)
"Onlar ki yalan ve
asılsız olan şeylere tanıklıkta bulunmazlar..." (Furkan: 25/72)
1554. Ebû Bekre radıyallahu
anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem :
– "En büyük günahı size haber vereyim mi?" buyurdu. Biz:
– Evet, yâ Resûlallah, dedik.
Resûl–i Ekrem:
– "Allah'a şirk koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek"
buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve "İyi belleyin, bir de yalan söylemek, yalancı şâhitlik
yapmaktır" buyurdu. Bu son cümleyi sürekli tekrarladı. Biz daha fazla
üzülmesini arzu etmediğimiz için "keşke sussa" diye temennide
bulunduk.[79]
* Kur'an ve hadislerde
günahlar büyük ve küçük olarak ikiye ayrılmaktadır. Ağır tehdid, lanet ve ceza
öngörülen suçlar büyük günah olarak kabul edilmektedir. Burada üç tanesi
açıklanan büyük günahlar diğer hadislerde sayısı beşe ve yediye
çıkarılmaktadır. Allah Rasulu ve ashabı bunların sayısını kırka kadar
çıkarmışlardır. Ayrıca bu konuda pekçok eserler de kaleme alınmıştır.
Zehebi'nin el-Kebair'i ve İbni Hacer el-Heytemi'nin ez-Zevacir an
İktirafi'l-Kebair'i bunların en önemlilerindendir. Bu ikinci eserde büyük
günahların sayısı 467'ye kadar çıkarılmıştır.
Lokman: 31/13'de en büyük zulmün
şirk olduğu belirtilmiştir. Hac: 22/30'da da yalan söz söylemekten sakınmak
emrolunmaktadır. [80]
Bu bölümdeki sekiz hadis-i
şeriften mü'min kimseye lanet etmenin onu öldürmek gibi olduğunu, özü sözü
doğru olan müslümana lanetçi olmasının yakışmayacağını, lanet edicilerin
kıyamet günü ne şefaatçi, ne de şahid olabileceklerini, müslümanların
birbirlerine lanet, gazab ve cehennem azabı şeklinde beddua etmelerinin
yasaklandığını, gerçek mü'minin kötüleyici, lanetçi ve kötü söz sahibi
olmayacağını, kul herhangi bir şeye lanet ettiğinde lanet gökyüzüne çıkar.
Semanın kapıları ona kapanır. Sonra sağa sola bakınır, girecek yer bulamaz.
Lanet edilen kişiye döner, gerçekten o kişi lanete layık ise onda kalır,
değilse, lanet eden kimseye geri döner hadisindeki gerçeği, kendisine lanet
okunan devenin, bırakın gitsin denilerek binilmesinin yasaklandığını
öğreneceğiz. [81]
1555. Rıdvân bîatında bulunan sahâbîlerden Ebû Zeyd Sâbit
İbni'd–Dahhâk el–Ensârî radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim İslâm'dan başka bir din adına bilerek yalan yere yemin
ederse, o kişi dediği gibi (yalancının biri)dir. Kim, ne ile intihar ederse,
kıyamet günü onunla azâb olunur. Sahip olmadığı bir şeyi adayanın adağı
geçersizdir. Mü'mine lânet etmek, onu öldürmek gibidir."[82]
* Müslümana lanet etmek onu öldürmek gibi büyük
günahlardandır. Müslüman müslümana lanet değil, rahmet dilemelidir. Kişi bu
dünyada ne ile intihar ederse ahirette aynı şeyle azaplandırılır. Elinde
bulunmayan veya sahip olması çok güç olan bir şeyi nezredenin nezri
geçersizdir. İslamdan başka bir sistem adına yemin eden kimse yalan yere yemin
etmiş olur. [83]
1556. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sıddîka lânetçi olması yakışmaz."[84]
* Özü sözü doğru olan bir
kimseye yani gerçek müslümana lanet etmek yakışmaz. Çünkü peygamberimize pek
çok eziyetler eden müşriklere lanet okuması teklif edilince, "Ben
lanetçi olarak değil, rahmet olarak gönderildim." (Müslim, Birr, 87)
demiştir. Böyle bir peygamberin ümmeti de ona uyarak lanet etmemelidir. [85]
1557. Ebu'd–Derdâ radıyallahu
anh'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Lânetçiler, kıyamet günü ne şefaatçı ne de şâhit olurlar."[86]
* Kıyamette şefaatçi ve de
şahitlikten mahrum kalacak kimseler olduğu anlaşılan ve bu tür mutluluktan
mahrum olan bu kimseler böylece cezalarını çekeceklerdir. [87]
1558. Semüre İbni Cündeb radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Birbirinize Allah'ın lâneti, gazâbı ve cehennem azâbı ile lânet
ve beddua etmeyiniz!"[88]
* Müslümanın müslümana bu
ifadelerle hiçbir zaman felaket tellallığı yapmamalıdır. [89]
1559. İbni Mes'ûd radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Olgun mü'min, yerici, lânetçi, kötü iş ve kötü söz sahibi
olamaz."[90]
* Gerçekten İslam ahlakını
benimseyen kimsenin bu tür haddi aşmak gibi ahlaksızlık yapması mümkün
değildir. [91]
1560. Ebu'd–Derdâ radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kul, herhangi bir şeye lânet ettiğinde o lânet gökyüzüne çıkar.
Semânın kapıları ona kapanır. Sonra yere iner, yeryüzünün kapıları da ona
kapanır. Sonra sağa sola bakınır, girecek yer bulamaz da lânet edilen kişiye
döner. Eğer gerçekten lânete lâyık ise onda kalır, değilse lânet edene
döner."[92]
* Lanetin sonuçta
lanetçiye dönmesidir. Çünkü lanet kendisine gökyüzünde ve yeryüzünde yer
bulamadığını ve kişinin böylece kendi ağzı ve dili ile kendi felaketini
hazırlamış olduğunu görüyoruz. Gerçek mü'min bizleri gülünç ve acı bir duruma
düşürmek istemez ve düşürmemelidir. Bunun da en kısa yolu kimseye lanet
etmemektir. [93]
1561. İmrân İbni Husayn
radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Bir seferde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in
maiyyetinde bulunuyorduk. Devesinin üzerindeki Medineli bir hanım, devesinden
sıkılarak ona lânet etti. Resûlullah sallahu
aleyhi ve sellem kadının sözünü duyunca:
–"Üzerindekileri alın, deveyi salın gitsin. Çünkü o deve
lânetlenmiştir" buyurdu.
İmrân der ki: O deve hâlâ gözümün
önündedir, insanların arasında gezinirdi de kimse ona ilişmezdi.[94]
* (1559-1560) Dinimizde
lanet yasağı sadece insanlara yönelik değildir. Hayvanlara da lanet
edilmemelidir. Lanetlenmiş bir hayvanın bile bize yol arkadaşlığı etmesi uygun
olmaz diyen peygamberimiz, laneti müslümanın hayatından tamamen kaldırmayı
hedeflemektedir. Yani İslam toplumunda lanetlenmiş bir kimse ve hayvan
bulunmamalıdır. İslam gerçekten insan ve hayvan haklarını koruyan tek dindir. [95]
1562. Ebû Berze Nadle İbni Ubeyd el–Eslemî radıyallahu anh şöyle dedi:
Genç bir hanım, üzerinde
müslümanların birtakım eşyalarının da bulunduğu bir deve üstünde bulunuyorken,
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'i
görüverdi. Dağ yolunun dar yerine gelmişlerdi. Kadın:
– "Deeh, Allahım bu hayvana
lanet et!" deyip hayvanı sürmeye çalıştı. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm:
– "Lânetlenmiş bir deve bizimle birlikte bulunmasın!"
buyurdu.[96]
Bu bölümdeki
iki ayet ve numaraları verilmemiş değişik yollardan bize sahih olarak intikal
eden bazı hadislerin parçalarından, Allah'ın rahmetinden uzak olmanın (lanetin)
varoluş gayesi dışında yaşayanlara ait olacağını, ahirette de bir çağırıcı
yaradılış gayesi dışında yaşayanlara Allah'ın rahmetinden uzak olmalarını
isteyeceğini, peruk takana ve taktırana, faiz yiyene, canlıların resim ve
heykellerini yapanlara, bahçe ve tarlalardaki sınırları gizlice değiştirip
bozanlara, Allah'ın lanet ettiğini ayrıca çelik miğfer veya yumurta çalana, ana
babasına lanet edene, kestiğini Allah adına kesmeyenlere, Allah'a ve Rasulüne
isyan etmiş olan kabilelere, peygamber mezarını mescid edinen yahudilere ve
erkeklere benzemeye çalışan kadınlarla kadınlara benzemeye çalışan erkeklere
Allah'ın lanet ettiğini öğreneceğiz.
[97]
"...Dikkat edin ve unutmayın!
Allah'ın rahmetinden uzak olup cehennemde azap görmek, yaradılış gayesine aykırı
hareket edenler üzerinedir." (Hud: 11/18)
"...Bunun üzerine, içlerinden bir
seslenici haykıracak: Allah'ın rahmetinden uzak kalıp cehennemde azap görmek,
siz yaradılış gayesine aykırı hareket edenleredir." (A'raf: 7/44)
Bu konuda sahih hadislerden:
1. Allah iğreti saç, peruk takana ve
taktıranlara lanet etsin. (Rahmetinden uzak kılsın) (Bu kitapta 1644-1646 nolu
hadislerden)
2. Faiz yiyene de Allah lanet etsin.
(Rahmetinden uzak kılsın) Bu kitapta 1617 no'lu hadise bakınız.
3. Canlıların resim ve heykellerini
yapanlara da Allah lanet etsin. (Bu kitapta 1680-1688 nolu hadislere bakınız.)
4. Bahçe ve tarlalardaki izleri ve
sınırları gizlice bozup değiştirenlere de Allah lanet etsin. (Rahmetinden uzak
kılsın.)[98]
5. Çelik miğfer veya küçücük yumurta
bile çalarak hırsızlığı alışkanlık haline getirenlere de Allah lanet etsin.[99]
6. Ana babasına lanet edene Allah
lanet etsin.[100]
7. Kestiğini Allah'tan başkası adına kesene de Allah
lanet etsin.[101]
8. Bütün meleklerin ve tüm insanların
laneti Medine'de bidat çıkaran veya bir bidatçıyı barındıran kimse üzerine
olsun.[102]
9. Ey Allah’ım, Allah'a ve Rasûlüne
isyan etmiş olan Ri'l, Zekvan ve Usayye'ye lanet et.[103]
10.
Peygamberlerin kabirlerini mescid edinen Yahudilere Allah lanet etsin.[104]
11. Kadınlara benzemeye çalışan erkeklere
ve erkeklere benzemeye kalkışan kadınlara lanet olsun.[105]
Biraz
bilgi vermek için iktibaslar yapılarak sıralanmış bulunan hadislere
numaralar verdik, zulüm ve günah çeşitlerinden bir kısmına lanet
edilebileceğini böylece öğrenmiş olacağız.
[106]
Bu bölümdeki bir ayet ve beş
hadis-i şeriften, müslümanlara eziyete iftira etmenin büyük günah olduğunu ve
küfre götürebileceğini, müslümana kafir ve fasık denilmemesi gerektiğini, sövüşenlerin
günahı sövmeyi ilk başlatana aid olduğunu, şer'i ceza ile cezalandırılan bir
kimseye dahi kötü sözler söylenmemesi gerektiğini, köle ve işçisine zina
iftirasında bulunana kıyamet günü ceza uygulanacağını öğreneceğiz. [107]
"Mü'min erkekleri ve mü'min
kadınları yapmadıkları bir fiilden dolayı suçlayanlara gelince, onlar iftira
atma suçu işlemiş ve böylece açık bir günaha girmiş olurlar." (Ahzab:
33/58)
Bu ayet bize şunu da
hatırlatıyor: "Ama kim bir hata yapar, günah işler de sonra onu suçsuz
bir kimsenin üzerine atarsa, iftira suçu ve hatta daha da iğrenç bir günah
yüklenmiş olur." (Nisa: 4/112)
1563. İbni Mes'ûd radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Müslümana sövmek fâsıklık, onunla savaşmak küfürdür."[108]
1564. Ebû Zer radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre o, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işitmiştir:
"Hiç kimse, bir başkasına fâsık veya kâfir demesin. Şayet itham
altında bırakılan kişide
bu sıfatlar yoksa, o söz onu söyleyene döner."[109]
1565. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Birbirine söven iki kişinin söylediklerinin günahı, mazlum olan
haddi tecâvüz etmedikçe, sövüşmeyi ilk başlatana yazılır."[110]
1566. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh şöyle dedi:
Bir defasında Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e içki içmiş
bir kişi getirdiler. Hz. Peygamber, orada bulunanlara:
– "Dövün şu adamı!" buyurdu.
Ebû Hüreyre dedi ki: Bunun
üzerine bizden kimileri eliyle, kimileri papuçlarıyla, kimileri de elbiselerinin
ucuyla adama vurmaya başladı. Dayak faslı bittikten sonra oradakilerin birisi:
– "Allah seni rezil etsin,
kahretsin!" diye söylendi. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:
– "Hayır, öyle demeyiniz, adam aleyhinde böyle şeyler söyleyip de
şeytana yardımcı olmayın!" buyurdu.[111]
1567. Yine Ebû Hüreyre
radıyallahu anh şöyle dedi: Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim:
"Kim, köle ve câriyesine (memlûküne) zina iftirasında bulunursa,
köle ve câriyede böyle bir kusur bulunmadığı takdirde kıyamet günü o kişiye had
cezası uygulanır."[112]
* İslamda cezaların
herkesin önünde uygulanıp caydırıcı oluşu, gerçeğiyle seyredenlerin ibret alıp
böyle bir duruma düşmemeleri temin edilmiş olur. Cezayı çeken ise utanıp mahçup
olur ve bir daha suç işlememeye karar verebilir. Peygamberimiz ceza uygulattığı
kimseye sahabenin beddua etmesini yasaklamış ve uygun görmemiştir. Bu sebeple
cezasını dünyada çekmeye razı olan ve çeken kimseye bir de hakaret ve beddua
hoş olmaz. Bu tip suçluları toplumdan dışlamamak ve onlara merhamet ve şefkatle
yaklaşmak uygundur. Bu tür suçları işleyenlere ceza uygulama yetkisi İslam
devletine ait olup, kişiler devletsiz kendi başlarına bu işi yapamazlar. [113]
1568. Âişe radıyallahu anhâ'dan
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Ölülere sövmeyin! Çünkü onlar, önceden âhirete göndermiş
olduklarının sonuçlarıyla başbaşadırlar."[114]
Bu bölümdeki bir ayet ve
iki hadisten mü'minlere eziyet edip rahatsız edenlerin büyük bir günah
yüklendiklerini, gerçek müslümanın elinden ve dilinden başkalarının emniyette
olduğu kimse olduğunu, müslüman kendisine karşı nasıl davranılmasından
hoşlanıyorsa, başkalarına da öyle davranması gerektiğini öğreneceğiz. [115]
"Mü'min erkekleri ve
mü'min kadınları, yapmadıkları bir fiilden dolayı suçlayanlara gelince, onlar
iftira atma suçu işlemiş ve böylece açık bir günaha girmiş olurlar."
(Ahzab: 33/58)
1569. Abdullah İbni Amr İbni'l–Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
"(İyi) müslüman, dilinden ve elinden müslümanların emin olduğu
kişidir. (Asıl) muhâcir de Allah'ın yasakladıklarını terkedendir."[116]
* İnsanlara zarar vermemek
de bir faydadır. Gerçek muhacir Allah'ın yasakladığı şeyleri günahları
terkedenlerdir. Müslümanın müslümanı her yönden incitmesi yasaklanmıştır.
Müslüman güvenilir kimsedir. [117]
1570. Yine Abdullah İbni Amr İbni'l–Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
"Kim, cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulmayı isterse,
ölümünü, Allah'a ve âhirete inanmış olarak karşılasın. Bir de başkalarına
karşı, kendisine nasıl davranılmasından hoşlanıyorsa öyle davransın."[118]
* Ahirette mutluluğa
ermek, iman üzere ölenler içindir. Ölüme imanla kavuşabilmek için hayatı iman
üzere yaşayıp bitirmek gerekir. Toplumsal ilişkilerde herkes kendisine
yapılmasını istediği şeyleri başkalarına yapmayı prensip haline getirmelidir.
Kendisine iğne batırmayan başkasına çuvaldızı hiç batıramaz. [119]
Bu bölümdeki üç ayet ve iki
hadisten mü'minlerin ancak kardeş olduklarını ve kendi aralarında alçak gönüllü
olmaları gerektiğini kafirlere ise çetin ve onurlu olunmasını, kin, haset,
alaka kesme ve üç günden fazla dargın durmanın helal olmadığını, iki mü'minin
barışıncaya kadar affedilmeleri için beklendiğini öğreneceğiz. [120]
"Tüm mü'minler kardeştir,
o halde her ne zaman araları açılırsa kardeşlerinizin arasını düzeltin..."
(Hucurat: 49/10)
"...O mü'minler
mü'minlere karşı alçak gönüllü, Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenlere
karşı ise onurlu ve şiddetlidirler." (Maide: 5/54)
"Muhammed Allah'ın
elçisidir. Onunla beraber olanlar, Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenlerin
tümüne karşı, kararlı ve tavizsiz; ama birbirlerine karşı daima
merhametlidirler." (Feth: 48/29)
1571. Enes radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Birbirinize kin tutmayınız, hased etmeyiniz, sırt dönmeyiniz ve
ilginizi kesmeyiniz. Ey Allah'ın kulları, kardeş olunuz. Bir müslümanın, din
kardeşini üç günden fazla terketmesi helâl değildir."[121]
* Şahsi konularda küsüp konuşmama müddetinin en
uzunu üç günden daha fazlası müslümanlar arasında olmaz. Dini maksatlarla
küsmek tartışmasız caizdir. (Ka'b ibni Malik ve iki arkadaşına müslümanların
konuşmamaları gibi) [122]
1572. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Pazartesi ve perşembe günleri cennet kapıları açılır. Din kardeşi
ile aralarında düşmanlık bulunan kişi dışında Allah'a şirk koşmayan her kulun
günahları bağışlanır. (Meleklere) siz şu iki kişiyi birbiriyle barışıncaya
kadar tehir edin, evet siz bunları birbiriyle barışıncaya kadar tehir edin!
buyurulur."[123]
* Müslümanlar
düşmanlıktan vazgeçip aralarını düzeltinceye kadar bağışlanma dışı
bırakılmaktadırlar. Her hafta iki kere bağışlanma fırsatını kaçıran kimsenin
felaket ve mahrumiyetinden daha büyük ne olabilir? Şirk koşan yani Allah'la
beraber başka kanun koyucular tanıyanlar ne affedilirler, ne de amelleri kabul
olunur. (Bu hususta bakınız Zümer: 39/65, Enam: 6/88, Hud: 11/16, Araf: 7/147,
Tevbe: 9/17, Tevbe: 9/69, Kehf: 18/105, Ahzab: 33/19) [124]
Bu bölümdeki tek ayet ve
tek hadisten Allah'ın verdiği nimetlere karşı hased edilmemesi gerektiğini,
çünkü hasedin aynen ateşin odunu yiyip tükettiği gibi iyilikleri yiyip
bitireceğini öğreneceğiz. [125]
"Yoksa onlar Allah'ın lütfundan verdiği şeyler için
insanları kıskanıyorlar mı?..." (Nisa: 4/54)
1573. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Haset etmekten sakının. Zira, ateşin odunu (veya otları) yiyip
bitirdiği gibi haset de iyilikleri yer bitirir."[126]
* Ateş için odun ve otları yakıp kül etmek ne
kadar kolay ise hasetçilik = çekememezlik duygusu da müslümanın tüm yaptığı
iyilikleri öylece tüketir. Hasetçi kişi haset ettiği kimselerin gıybet ve
dedikodusunu yapar. Aleyhinde bulunur ve böylece kendi kayıp ve zararını haset
ettiği kimsenin de nimet ve sevabını artırır. Böylece hased edenin hem dünyası
hem de ahireti mahrumiyetle neticelenir. Tedavi edilmezse kişinin imanını da
ifsad edip yok olmasına sebep olabilir. Bu sebeple şiddetle yasaklanmıştır.
(Hucurat, Felak vb. sureleri bir tefsirden mutlaka okuyunuz) Gıbta ise caizdir.
Başkalarının sahip olduğu nimetlerin yok olmasını istemek, hased aynı şeylerin
kendisinde olmasını istemek ise gıbtadır. [127]
Bu bölümdeki iki ayet ve üç
hadisten, müslümanların birbirlerinin gizli hallerini araştırmamaları
gerektiğini, mü'minlerin birbirlerine iftira ve eziyet etmelerinin apaçık günah
yüklenme olduğunu, haset edilmemesi, kin tutulmaması, haksızlık edilmemesi,
müşteri kızıştırılmaması, kardeş olunması, alaka kesilmemesi, başkasının
pazarlığı üzerine satış yapılmaması, müslümanların gizli durumlarının araştırılması
halinde ahlâken bozukluğun yaygınlaşacağını ayıp ve kusur araştırmaktan
menedildiğimizi öğreneceğiz. [128]
"... Ey mü'minler
birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın..." (Hucurat: 49/12)
"Mü'min erkekleri
ve mü'min kadınları yapmadıkları bir işten dolayı suçlayanlara gelince, onlar
iftira atma suçu işlemiş ve böylece açık bir günaha girmiş olurlar." (Ahzab: 33/58)
1574. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Zandan sakınınız. Çünkü zan (yersiz itham), sözlerin en yalan
olanıdır. Başkalarının konuştuklarını dinlemeyin, ayıplarını araştırmayın,
birbirinize karşı öğünüp böbürlenmeyin, birbirinizi kıskanmayın, kin tutmayın,
yüz çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları! Allah'ın size emrettiği gibi kardeş olun.
Müslüman müslümanın kardeşidir: Ona haksızlık etmez, onu yardımsız
bırakmaz, küçük görmez. (Göğsüne işâret ederek) Takvâ buradadır, takvâ
buradadır!”
"Kişiye, müslüman kardeşini hor görmesi kötülük olarak yeter.
Müslümanın her şeyi, kanı, namusu ve malı müslümana haramdır.”
"Şüphesiz ki Allah, sizin bedenlerinize, görünüşünüze ve
mallarınıza değil, kalblerinize kıymet verir."
Bir rivâyette şöyle buyurulur: "Birbirinize haset etmeyin, kin
tutmayın. Başkalarının ayıplarını araştırmayın, konuştuklarını dinlemeyin,
müşteri kızıştırmayın. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun."[129]
Bir rivayette de şöyle buyurulur:
"Birbirinizle alâkayı kesmeyin! Birbirinize sırt dönmeyin!
Birbirinize kin tutmayın! Haset etmeyin.
Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun!”[130]
Bir rivayette de şöyle buyurulur:
"Birbirinizle alâkayı
kesmeyin! Biriniz bir başkasının satış pazarlığı üzerine satış yapmasın!"[131]
Müslim bu rivâyetlerin tamamını[132],
Buhârî de büyük bir kısmını rivayet etmiştir.
* Bu hadisin kısa şekli 7
numarada geçmiş ve gerekli açıklamalar orada verilmişti. 1575'de kısa bir şekli
de gelecektir. [133]
1575. Muâviye radıyallahu anh
şöyle dedi: Ben Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem'in şöyle
buyurduğunu işittim:
"Müslümanların ayıplarının, gizli durumlarının peşine düşer, araştırmaya
kalkışırsan, onların ahlâkını bozarsın veya onları buna zorlamış olursun."[134]
* Yönetimlerin istihbarat
teşkilatları ülke insanlarını dış düşmanlara karşı korumak maksadıyla
çalıştırılmalıdır. Toplumlarından şüphelenen bir yönetim aslında kendisinden
şüpheleniyor demektir. Bu da halkla beraber yönetimin bizzat yöneticiler
tarafından bozulması anlamına gelir. Birkaç müslümanın bir araya gelmesinden
kuşku duyan yönetim ve yöneticilerin ne tür sıkıntılara sebebiyet verdikleri
henüz unutulmuş değildir. Dün, bugün ve yarın aynı konuma düşüldüğü
görülmüştür. Kendilerine hak ve hürriyet verilmeyen kimselere baskı ve fişleme
tehdidleriyle düzeltmek mümkün değildir. Böylesi ortamlarda yöneticiler aslında
kendi acizlik ve dengesizliklerini ortaya koymuş olurlar. Ayıp ve kusur
araştırmak, toplumların ahlakını ifsad
eder. Yöneticiler ve yönetimler halkın kusurunu araştırmakla değil,
huzurunu temin etmekle meşgul olmalılar. Toplumundan kuşkulu yöneticiler ne
kendileri huzur bulur, ne de toplumlarına huzur verirler. (Hucurat: 49/ 6) [135]
1576. İbni Mes'ûd radıyallahu
anh, bir gün kendisine bir adam getirilerek, "Bu, sakalından şarap
damlayan falanca kişidir" denildiğini bunun üzerine kendisinin de şu
cevabı verdiğini bildirmektedir:
"Biz ayıp ve kusur araştırmaktan menedildik. Kendiliğinden bir
kusur veya ayıp ortaya çıkarsa biz onun gereğini yaparız."[136]
* Günah ve kusur
araştırıcılığı yapmak yasaktır. Açığa çıkmış hata ve günahların cezasını vermek
yeterlidir. Apaçık hatalara ses çıkarmayıp da gizli kusur aramayı hüner
sayanlar toplumun ahlaken bozulmasını hızlandırmaktan başka birşey yapmazlar. [137]
Bu bölümdeki bir ayet ve bir
hadisten, kötü zandan uzak durulması gerektiğini, çünkü zannın bir kısmının
günah olduğunu, sözlerin en yalan olanının zan olduğunu öğrenmiş olacağız. [138]
"Ey iman edenler!
birbirinizin hakkında, yersiz zanda
bulunmaktan kaçının, çünkü bazı zan ve şüphe vardır ki, günahtır."
(Hucurat: 49/12)
1577. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Zandan sakının. Çünkü zan, sözlerin en yalan olanıdır.”[139]
* Yunus: 10/36'da ve Necm:
53/23'de anlatılan zan "kötü zandır" 1549 no'lu hadiste beyan edilen
husus da yine kişinin tetkik ve tahkik etmeden her sözü söylemesinin uygun
olmadığı meydandadır. [140]
Bu bölümdeki iki ayet ve üç
hadis-i şeriften mü'minlerin birbirlerini asla alaya almamaları gerektiğini,
kötü lakaplarla çağırmamak gerektiğini, arkadan çekiştirip göz kaş
hareketleriyle alay ve eğlence konusu edinenlere büyük azaplar hazırlandığını,
bir kimseye kötülük olarak müslüman kardeşini hor görmesinin yeteceğini,
kalbinde zerre kadar kibir olanın cennete giremeyeceğini, bir müslümanın
bağışlanmayacağı hakkında kim yemin ederse amellerinin boşa gideceğini, diğer
kimsenin ise affedileceğini öğreneceğiz. [141]
"Ey iman edenler! Hiçbir
insan başka insanları alaya alıp küçümsemesin, belki o alaya alıp
küçümsedikleri, kendilerinden daha hayırlı olabilirler. Ve hiçbir kadın da
başka kadınları küçümseyip alaya almasın, belki de onlar kendilerinden daha
hayırlı olabilirler. Ve hiçbirinin başka birinde ayıplar arayıp onu karalamasın
ve kınamasın. Kötü lakaplarla sataşıp atışıp birbirinizi aşağılamayın. İman
ettikten sonra kötü bir ad sahibi olmak ne çirkin şeydir. Artık her kim bu
yasak ettiği şeylerden tevbe edip dönmezse, işte onlar yaratılış gayesine
aykırı yaşayanlardır." (Hucurat: 49/11)
"Ayıp kusur arayan ve
göz kaş işaretleriyle alay edenlerin vay
haline..." (Hümeze: 104/1)
1578. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Müslüman kardeşini hor görmesi kişiye kötülük olarak yeter."[142]
* Müslüman, müslüman
kardeşini asla hor ve hakir görmemelidir. Çünkü en büyük kötülük budur, böyle
yapılınca müslümanlar arasına kötülük tohumu ekilmeye başlanmış demektir.
Müslümanlar birbirleriyle bir binanın parçaları gibi sağlamca kenetlenmiş
kişilerdir. Birbirlerini hor görmeleri, hakir görmeleri uygun olmaz. Gerçek
müslümanlar arasında bu tür davranışlar görülmez, görülmemelidir.
Ama müslüman olmayıp din ayrılığı
yönünden müslümanı küçük gören laik demokrat çağdaş kimseler de vardır ki bu
konumuzun dışındadır. Her peygamber ve ümmeti kendi döneminin inanmayanları
tarafından küçümsenmişlerdir. Peygamberimize bile Allah'tan bu konuda
tavsiyeler gelmiştir. Bkz. Enam: 6/52, Hud: 11/29-31, Şuara: 26/114, Kehf:
18/28. [143]
1579. İbni Mes'ûd radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– "Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez."
Bunun üzerine bir sahâbî:
– İnsan elbisesinin ve
ayakkabısının güzel olmasını arzu eder, dedi. Resûl–i Ekrem de şöyle buyurdu:
– "Allah güzeldir güzeli sever. Kibir ise, hakkı kabul etmemek ve
insanları hor görmektir."[144]
* Kibir: Hakkı tanımamak
ve insanları küçük görmek olarak tarif edilir. Zerre kadarı bile insanları
cennetten mahrum edecek olan bu ahlaki hastalık çok tehlikelidir. Kişinin
elbise veya ayakkabısının güzel olmasını istemesi kibir kapsamına girmediği de
açıklanmıştır. [145]
1580. Cündeb İbni Abdullah radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Bir kişi:
– Vallahi, Allah falan adamı bağışlamaz, diye yemin etti. Bunun üzerine
aziz ve celil olan Allah da:
– "Falanı bağışlamayacağım hakkında benim adıma kim (yemin edip)
hüküm verebilir? Ben onu bağışladım, senin amelini de boşa çıkardım"
buyurdu.[146]
* Bu hadis hiçbir kimsenin
hiçbir kimseyi mevcud haline bakarak Allah'ın rahmet ve mağfiretinden uzak
görmeye ve göstermeye Allah adına hüküm vermeye, hakkı ve haddi olmadığını
ortaya koymaktadır. Bu kişinin kendisini belli bir mertebede görerek büyüklük
taslayarak yapması büsbütün hatadır. Allah'ın ve peygamberinin bir açıklamasına
uyar bir hali olmaksızın insanların cennetlik ve cehennemlik olduklarını
söylemek asla caiz değildir. İnsanlar kendi ayıp ve kusurlarıyla meşgul olup
bağışlatmak için uğraşacakları yerde başkalarının hatalarını büyük görüp
cehennemlik olduklarını söyleyebilmektedirler. Bu hadis bu türden davranış
sahiplerini bekleyen büyük tehlikeyi haber vermekte ve Allah'ın işine karışmaya
kalkışmanın çok ağır bedelini hatırlatmaktadır. Bu davranış Allah korusun
gazabı ilahiyi celbedecek büyük bir kusurdur. Müslümanı hor gören kendisini
horluğa, ateşe mahkum eder.[147]
Bu bölümdeki iki ayet ve
bir hadisten, mü'minlerin ancak kardeş olduklarını, kötü söz ve hayasızlığın
mü'minler arasında yayılmasından sevinç duyanlara dünyada da ahirette de bir
azabın beklediğini, müslümanın müslüman kardeşinin uğradığı felaketi sevinçle
karşılamaması gerektiğini, aksi halde o kimseyi o dertten kurtarıp diğer şahsı
o derde uğratabileceğini öğreneceğiz. [148]
"Bütün mü'minler ancak
kardeştirler." (Hucurat: 49/10)
"Mü'minler arasında, kötü
şeylerin yayılmasından hoşlananlara bu dünyada da, ahirette de can yakıcı bir
azap vardır." (Nur: 24/19)
1581. Vâsile İbni'l–Eskâ radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kardeşinin uğradığı felâketi sevinçle karşılama! Allah onu
rahmetiyle o felâketten kurtarır da seni derde uğratır."[149]
* Müslümanlar kardeştirler, sevinç ve üzüntüde
ortaktırlar. "Gülme komşuna, gelir başına" atasözü unutulmamalıdır.
Allah dilerse felakete uğrayanı kurtarır, felakete sevineni ise o tür bir
felakete uğratabilir. [150]
Bu bölümdeki bir ayet ve bir
hadisten mü'minlere eziyet etmenin apaçık günah olduğunu, neseblere dile
uzatmak ve ölülere yaka paça yırtarak ağlamanın küfür vasfı taşıyan iki huy
olduğunu öğreneceğiz. [151]
"Mü'min erkekleri ve
mü'min kadınları yapmadıkları bir işten dolayı suçlayanlara gelince, onlar
iftira atma suçu işlemiş ve böylece açık bir günaha girmiş olurlar." (Ahzab:
33/58)
1582. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallalllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Nesebe dil uzatmak ve yüksek sesle ölüye ağlamak, halk arasında
yerleşmiş küfür niteliği taşıyan iki huydur."[152]
* Müslüman olmayan kafir
ve müşriklerin adet ve hareketleri cümlesinden olan iki kötü uygulama ortaya
konmuştur. Müslüman toplumlarda bu iki kötü huy asla bulunmaz. Hiçbir müslüman
diğer müslümanın sahih nesebine dil uzatma, laf söyleme hakkına sahip değildir
ve müslümana yapılacak en büyük kötülük te budur. Bu da iki şekilde olur. Biri,
kişinin kendi öz babasını bırakıp babasının başka birisi olduğunu söylemesi
veya bu izlenimi verecek şekilde konuşmasıdır. İkincisi ise birilerinin kalkıp
bir başkasının nesebi hakkında ileri geri söz söylemesidir. İkisi de yasak ve
haramdır. Müslüman bunun yasak olduğunu bile bile ve helal sayarak böyle bir iddiada
bulunursa açıkça küfre girmiş olur. Helal kabul etmeyip böyle davranırsa
cahiliye insanları ve kafirlerde görülen bir işi yapmış olur. Bir kimsenin
gayri meşru bir şekilde dünyaya geldiğini ifade eden her türlü söz de bu
kapsama girer.
Ölüye bağırıp çağırıp yaka paça
yolarak ağlamak da yasaklanmış olup, İslam'da sadece gözyaşı ve üzüntü şeklinde
teessür hali vardır. Gerisi taşkınlıktır, yasaklanmıştır. [153]
Bu bölümdeki bir ayet ve
beş hadis-i şeriften, mü'minlere eziyet vermenin apaçık günah olduğunu,
müslümana silah çeken ve aldatanın müslümanlardan olamayacağını, müşteri
kızıştırmamak gerektiğini, devamlı aldatılan kimsenin alışveriş yaparken ne
demesi gerektiğini, bir müslümanın karısını ve kölesini aldatan kimsenin
müslümanlardan olamayacağını öğreneceğiz. [154]
"Mü'min erkekleri ve mü'min
kadınları yapmadıkları bir işten dolayı suçlayanlara gelince, onlar iftira atma
suçu işlemiş ve böylece açık bir günaha girmiş olurlar." (Ahzab: 33/58)
1583. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bize silah çeken bizden değildir. Bize hile yapıp aldatan da
bizden değildir."[155]
Müslim'in bir başka rivâyetinde
şöyle denilmektedir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem pazarda bir buğday sergisine uğradı.
Elini buğday yığınının içine daldırdı, parmakları ıslandı. Bunun üzerine
satıcıya:
– "Ey zâhîreci! Bu ıslaklık nedir?" buyurdu. Adam:
– Ey Allah'ın Resûlü! Yağmur
ıslattı, dedi. Resûl–i Ekrem:
– "İnsanların görüp aldanmaması için o ıslak kısmı ekinin üstüne
çıkarsaydın ya! Kim bizi aldatırsa, bizden değildir" buyurdu.[156]
* Aldatmanın her türlüsü
İslam'da yasaklanmıştır. Malın iyisini öne, kötüsünü arkaya ve alta koymaktan
tutun da kalitesi farklı malı kaliteli diye satmaya kadar yalan söylemekle
müşterinin aldatılmasına göre her çağın ve her dönemin aldatma modellerinin
hepsi yasaktır. Silah çekmek de aynı şekilde tecavüz olması dolayısıyla bir
farkı yoktur. [157]
1584. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Müşteri kızıştırmayın!"[158]
1585. İbni Ömer radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem müşteri kızıştırmayı nehyetmiştir.[159]
1586. Yine İbni Ömer
radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek
alış–veriş yaparken kendisinin sürekli aldatıldığını söyledi. Bunun üzerine
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– "Kimden alış–veriş yaparsan ona 'İslâm'da aldatma yoktur' de!"
buyurdu.[160]
* Her yaptığı alışverişlerde aldandığından
şikayette bulunan bir sahabinin müracaatı üzerine peygamberimiz, alışveriş
yaparken böyle söylemesi gerektiğini bildirmiştir. Böyle bir kaidenin alışveriş
esnasında hatırlatılması doğacak sorumluluğun bu kaideye uymayan kimseye ait
olacağının dile getirilmesi demektir.
Herkesin her konuda gerekli
bilgiye sahip olması, mal ve eşya hakkında yeterli teknik bilgiye sahip
olması mümkün değildir. Satıcı olan kimsenin de alıcının bu bilgisizliğinden
yararlanmaya kalkması doğru olmaz. Alıcı böyle söyleyerek, sorumluluğu satıcıya
yüklerken satıcı da inançları doğrultusunda dürüst davranıp helal kazanmaya ve
kimseyi aldatmamaya çalışacaktır.
Gözünü kazanma hırsı bürümüş,
haram helal ver Allahım, kulun seçmez yer Allahım, inancıyla hareket edenlere
tesiri olmasa bile Allah korkusu ve hak hukuk mefhumunu yitirmemiş kimselere
inşaallah tesiri olur. [161]
1587. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim, bir adamın karısını veya kölesini ayartıp aldatırsa bizden
değildir."[162]
* (1582-83) Alıcı olmadığı
halde sadece müşteri kızıştırmak için müşteri gibi davranıp yüksek fiat vermek
suretiyle malın fazla fiatla satılmasına ve böylece gerçek alıcıların zarara
uğramasına vesile olmak yasaklanmıştır. İki esnaf arasında pazar yerlerinde
yabancı müşterilere fazla fiatla mal satmak için uygulanan bu islamî metodla
yasak getirilerek hiçbir kimsenin aldatılmasına meydan vermemiştir. Bugünkü
reklamlar da meşhur şahısların çıkıp ben de aldım, ben de kullandım demek
suretiyle toplumu aldatmaları ve o firmanın malına revaç kazandırmaları da bu
aldatma içerisine girer. [163]
Bu bölümdeki iki ayet ve dört
hadis-i şeriften Allah'a ve insanlara verilen sözlerin yerine getirilmesi
gerektiğini, verilen söz ve anlaşmalardan sorumlu olduğumuzu, münafıkta bulunan
hususiyetlerden birinin de sözünde durmamak olduğunu, sözünde durmayanların
kıyamet günü bir bayrak dikilerek tanıtılacağını, sözünde durmaması ölçüsünde
bu bayrağın yükseltileceğini, kamu yöneticisi durumunda olanların
vefasızlıklarının daha büyük olacağını öğreneceğiz. [164]
"Ey inananlar, Allah'a ve
insanlara olan akitlerinizi titizlikle yerine getirin." (Maide: 5/1)
"...Ey inananlar,
verdiğiniz sözü yerine getirin, çünkü verdiğiniz her sözden hesap gününde
mutlaka sorguya çekileceksiniz." (İsra: 17/34)
1588. Abdullah İbni Amr
İbni’l–Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Dört huy vardır ki bunlar
kimde bulunursa o kişi tam münâfık olur. Kim de bu huylardan biri bulunursa,
onu terkedinceye kadar o kişide münâfıklıktan bir sıfat bulunmuş olur:
Kendisine bir şey emanet
edildiği zaman ona ihânet eder.
Konuştuğunda yalan söyler.
Söz verince sözünden döner.
Düşmanlıkta haddi aşar,
haksızlık yapar.”[165]
1589. İbni Mes'ûd, İbni Ömer ve Enes radıyallahu anhüm'den rivayet olunduğuna göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
"Ahdini bozan herkes için kıyamet günü bir bayrak dikilip bu
falanın vefâsızlık alâmetidir diye ilân olunacaktır."[166]
* Sözünde durmayan
kimselerin kıyamet gününde nasıl teşhir edileceği anlatılmaktadır. Sancak ve
bayraklar altında teşhir edilmek ne büyük rüsvaylıktır. [167]
1590. Ebû Saîd el–Hudrî
radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kıyamet günü her vefâsız kişinin arkasında bir bayrak bulunacak
ve vefâsızlığı ölçüsünde o bayrak yükseltilecektir. Bilin ki, vefâsızlık
açısından kamu yöneticisinden daha büyük vefâsız yoktur."[168]
* Her sözünde durmayan
kimseye bir bayrak yükseltilecek, toplumun yönetimini üstlenmiş müslüman ve
idareci olmuş kişilerin verdikleri söze, girdikleri taahhütlere ve
yönelttikleri insanlara, yaptıkları vaadlere uymamaları halinde onların
vefasızlığı bir anda o toplumun fertleri adedince büyüyecektir. Yani onların
ihanetlerini belgeleyen bayrakları herkesinkinden daha yüksekçe olacaktır. [169]
1591. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem, "Allah Teâlâ
şöyle buyurdu" demiştir:
"Ben kıyamet günü şu üç (grup) insanın düşmanıyım:
Benim adıma and içtikten sonra sözünden cayan kişi.
Hür bir insanı köle diye satıp parasını yiyen kişi.
Ücretle bir işçi tutup işini gördüren ve işçinin ücretini vermeyen
kişi."[170]
* Allah'ın üç sınıf insanın hasmı olacağını
bildiren bu kudsi hadiste Allah bu büyük felaketi haber vermektedir. Ne büyük,
çaresiz bir felakettir:
1. İnsanları Allah adına
söz verip sözünden dönenler ve,
2. İnsanları zorla
ekonomik ve kültürel yollarla köleleştirip sahip oldukları doğal zenginlerini
sömürenler ve,
3. İşçilerin alınterlerini
istismar edenler de aynı şekilde Allah'ın düşmanlığı kazanan kimseler
olacaklardır. [171]
Bu bölümdeki 2 ayet ve bir
hadis-i şeriften yapılan iyiliklerin başa kakmak suretiyle geçersiz olacağını,
başa kakmayanların büyük mükafatlar elde edeceklerini, yaptığı iyilikleri başa
kakanlarla kıyamet gününde Allah’ın konuşmayacağını ve yüzlerine dahi bakmayacağını
ve acıklı bir azapla azaplanacaklarını öğreneceğiz. [172]
“Ey iman edenler!
yaptığınız iyiliği başa kakarak ve muhtaç kimsenin duygularını inciterek,
yardımlarınızı değersiz ve geçersiz hale getirmeyiniz.” (Bakara: 2/264)
“Mallarını Allah yolunda
harcayıp, sonra başa kakmayan ve eziyet etmeyenler, mükafatlarını Rableri
katında bulacaklardır...” (Bakara: 2/262)
1592. Ebû Zer radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Üç sınıf insan vardır ki kıyamet günü Allah, onlarla konuşmaz,
yüzlerine bakmaz, onları temize çıkarmaz. Hem de onlar için can yakıcı bir azab
vardır."
Râvî dedi ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu cümleyi
üç kere tekrarladı.
Ebû Zer:
– Bu kimseler tam bir mahrumiyete
ve hüsrana uğramışlar. Bunlar kimlerdir, Ey Allah'ın Resûlü? diye sordu.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem
de:
– "Elbisesini kibirle yerlerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan
ve yalan yere yemin ederek ticaret malını iyi bir fiyatla satmaya
çalışandır" cevabını verdi.[173]
Müslim’in Îman bölümündeki 171.
hadisin ikinci rivâyetinde "izârını
yerde sürükleyen" kaydı bulunmaktadır. Bu da çalım satmak maksadıyla
elbisesini topuklarından aşağıya uzatan anlamına gelir.
* Bu hadis ve benzerlerine
benzer bir ayet-i kerime Al-i İmran:
3/77’de yer almaktadır. Tüm bu hadislerde pek çok çeşit insan grubundan
bahsedilmektedir ve böyle büyük bir nasipsizliğe mahkum olan bu insanları bize
örnek olarak verilmekle bu kimselerden olmamamız gerektiği bizlere duyurulmuş
oluyor. [174]
Buradaki iki ayet ve iki hadisten
kişinin kendisini övüp temize çıkarmaması gerektiğini, kimin Allah katında daha
iyi müslüman olduğunu Allah'ın bildiğini; yeryüzünde taşkınlık yapanlara acıklı
azabın hazırlandığını müslümanların birbirlerine karşı mütevazi ve alçak
gönüllü olmaları gerektiğini, “kendini büyük görerek, başkalarını hiçe sayan
insanlar helak olmuşlar” diyen kimsenin kendisinin helak olduğunu öğreneceğiz. [175]
“...Ey mü’minler öyleyse kendinizi
temize çıkarmaya kalkmayın. O, kimin yolunu kendi kitabıyla bulmaya çalıştığını
en iyi bilendir.” (Necm: 53/32)
“Ceza ve sorumluluk ancak,
insanlara haksızlık edip, yeryüzünde haksız yere azgınlıkta bulunanlaradır.
İşte bunlara ahirette can yakıcı bir azap vardır.” (Şura: 42/42)
1593. Iyâz İbni Hımâr
radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Allah Teâlâ bana:
Birbirinize karşı öylesine alçak gönüllü olun ki, hiç bir kişi diğerine
karşı haddi aşıp zulmetmesin. Yine hiç bir kimse, bir başkasına karşı
böbürlenip üstünlük taslamasın diye vahyetti."[176]
1594. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bir kimse (kendini üstün görüp diğerlerini küçümseyerek) insanlar
helâk oldu derse, kendisi onların en önce helâk olanı olur."[177]
* Bir kimse yüksekten atıp
ahkam keserek “tüm insanlar bozuldu,
helak oldu” demesin. İbadet
ve taatına güvenip böyle söylemesiyle büyük bir yanılgı içinde olmuş olur ve bu
sözü iddia edeni vurur. Kendi kusuruyla
meşgul olmayı unutanların helakı herkesten önce gerçekleşir. Felaket tellallığı
yapmak kimseye fayda getirmez. Kişinin içinde bulunduğu maddi ve manevi hiçbir
nimet ona kendini başkalarından üstün görme hakkını vermez.[178]
Buradaki iki ayet ve yedi hadis-i
şeriften; mü’minlerin ancak kardeş olduklarını böylece kardeşlerin arasını
bulmak gerektiğini, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmaması gerektiğini
müslümanların birbirlerine karşı ilgilerini kesmeyip, sırt dönmeyip haset
etmeyip, üç günden fazla dargın durmamaları gerektiğini, dargınlıktan sonra ilk
olarak selam verenin daha hayırlı olduğunu, selamı alınırsa her ikisinin de
sevap kazanacağını selamı alınmazsa almayanın günaha gireceğini, Pazartesi ve
Perşembe günleri dargın ve şirk koşanlar haricinde herkesin bağışlanacağını,
şeytanın insanları devamlı birbirine düşürmek için faaliyette bulunduğunu, üç
günden fazla küsüp kardeşini terkeden, o hal üzere ölürse cehenneme gireceğini,
müslümanın müslüman kardeşine uzun bir süre küserse kanını dökmüş gibi günaha
gireceğini öğreneceğiz. [179]
“Tüm mü’minler kardeştir. O
halde her ne zaman araları açılırsa kardeşlerinin arasını düzeltin.”
(Hucurat: 49/10)
“...Ey iman edenler! Kötülük,
düşmanlık ve günaha girmede yardımlaşmayın...” (Maide: 5/2)
1595. Enes radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Birbirinizle ilginizi kesmeyiniz, sırt dönmeyiniz, kin tutmayınız,
ve hased etmeyiniz. Ey Allah'ın kulları, kardeş olunuz. Bir müslümanın, din
kardeşini üç günden fazla terkedip küs durması helâl değildir."[180]
1596. Ebû Eyyûb radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bir müslümanın, din kardeşini üç gün üç geceden fazla terkedip
küs durması helâl değildir: İki müslüman karşılaşırlar biri bir tarafa öteki
öbür tarafa döner. Halbuki o ikisinin en iyisi önce selâm verendir."[181]
1597. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Her Pazartesi ve perşembe günü ameller Allah'a arzolunur. Din
kardeşi ile arasında düşmanlık bulunan kişi dışında Allah'a şirk koşmayan her
kulun günahları bağışlanır. (Meleklere) siz şu iki kişiyi birbiriyle
barışıncaya kadar tehir edin, buyurulur."[182]
1598. Câbir radıyallahu anh,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in
şöyle buyurduğunu işittim demiştir:
"Şeytan, Arap yarımadasında müslümanların kendisine kulluk
etmelerinden ümidini kesmiştir. Fakat onları birbirlerine düşürmeye, aralarını
açmaya çalışacaktır."[183]
1599. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem'in şöyle buyurduğunu işittim demiştir:
"Müslümanın din kardeşine üç günden fazla küs durması helâl olmaz.
Kim müslüman kardeşini üç günden fazla terkeder ve o hal üzere ölürse cehenneme
girer."[184]
* Küsmek kişiyi cehenneme
götürecek kadar büyük hatalardandır. [185]
1600. Sahâbî Ebû Hırâş Hadred İbni Ebû Hadred el–Eslemî (es–Sülemî
de denir), radıyallahu anh,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i
şöyle buyururken işittiğini söylemiştir:
"Kim, din kardeşini bir yıl terkedip küs durursa, onun kanını
dökmüş gibi günaha girer."[186]
* Yine aynı şekilde
müslümanın kanını dökmüş gibi günaha götürür. [187]
1601. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bir mü'minin, din kardeşini üç günden fazla terkedip küs durması
helâl değildir. Üç gün geçmişse, onunla karşılaşıp selâm versin. Eğer selâmını
alırsa, her ikisi de sevapta ortak olurlar. Yok eğer selâmını almazsa, almayan
günaha girmiş olur. Selâm veren ise küs durmaktan çıkmış olur."[188]
Buradaki bir ayet ve iki
hadisten gizli konuşmaların şeytandan olduğunu, üç kişi bir arada iken iki
kişinin fısıltı ile konuşmaması gerektiğini öğreneceğiz. [189]
“O gizli konuşmalar ve
fısıldaşmalar şeytandandır...” (Mücadele: 58/10)
1602. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Üç kişi bir arada iken, diğerini bırakıp ikisi
fısıldaşmasın."[190]
Hadisi Ebû Dâvûd şu ziyâde ile
rivâyet etti[191]:
Râvilerden Ebû Sâlih dedi ki;
İbni Ömer'e "Peki dört kişi olurlarsa?" diye sordum. "O zaman
sakıncası yoktur" dedi.
İmam Mâlik Muvatta'da[192]
Abdullah İbni Dînâr'ın şöyle dediğini nakleder:
Bir gün ben Abdullah İbni Ömer
ile birlikte Hâlid İbni Ukbe'nin çarşı içindeki evinde bulunuyordum. Bir kişi
gelip İbni Ömer'in yanında benden başka kimse olmadığı halde onunla gizlice
konuşmak istedi. Bunun üzerine İbni Ömer, derhal bir başkasını çağırdı, biz
evde dört kişi olduk. İbni Ömer, bana ve çağırdığı kişiye, "Siz biraz
birlikte oyalanınız. Zira ben Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem'in, "Üç kişi
bir arada iken, ikisi öbüründen ayrı olarak fiskos etmesin"
buyurduğunu işittim, dedi.
* Mücadele suresi 9.
Ayette fısıldaşmanın yasaklandığını biliyoruz. Çünkü üç kişi bir arada iken iki
kişinin gizli konuşmaları üçüncü kişiyi ilişkilendirir. Kendisi hakkında kötü
bir şey planlandığını zanneder. Böyle bir durum olmazsa bile en azından
kendisini konuşmalarına ortak etmedikleri için üzülür ve oradaki insanlar
arasında soğukluğa ve güvensizliğe sebep olabilir. Bu sebeple Rasûlullah bu tür
fiskosu yasaklamıştır. Yine aynı şekilde böyle bir toplantıda üçüncü şahsın
bilmediği bir dille konuşması da aynı hükümdedir. Üçten fazla kişinin bulunduğu
yerlerde iki kişinin fısıldaşması yasak değildir. [193]
1603. İbni Mes'ûd radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Üç kişi bir arada bulunduğunuz vakit, başka insanlara karışıncaya
kadar, (içinizden) iki kişi, diğerini bırakıp fısıldaşmasın. Çünkü bu
fısıldaşma, o kişiyi üzer."[194]
Bu bölümdeki bir ayet ve
dokuz hadis-i şeriften; herkese karşı iyi davranmanın gerekliliğini,
böbürlenenleri Allah'ın sevmediğini, bir kadının hapsederek hiçbir gıda almasına
izin vermediği ve bu yüzden ölen bir kedi yüzünden cehenneme girdiğini, canlı
hayvanları hedef yapıp atış yapanlara lanet edildiğini, köle ve hizmetçilerin
dövülmemesi gerektiğini, dövülürse o işin keffaretinin o köleyi azad etmek
olacağını, insanlara haksız yere azab ve işkence edenlere Allah'ın mutlaka azab
edeceğini, hayvanların yüzlerinin dağlamak suretiyle damgalanmaması gerektiğini
ve böyle yapan kimselere Allah'ın lanet edeceğini öğreneceğiz. [195]
“... Anaya, babaya, yakın
akrabanıza yetimlere, muhtaçlara, kendi çevrenizden olan komşulara, uzak
komşulara, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve elinizin altındaki hizmetçi
ve işçilere iyilik yapın, iyi davranın. Doğrusu Allah, kendini beğenen ve
böbürlenenleri sevmez.” (Nisa: 4/36)
1604. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ' dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bir kadın ölünceye kadar hapsettiği bir kedi yüzünden azâb edildi
ve bu sebeple cehenneme girdi. Hayvanı hapsettiğinde ona bir şey yedirmemiş,
içirmemiş, yerdeki haşereleri yemesine bile izin ve imkân vermemişti."[196]
* Hiçbir hayvan gereksiz
yere cezalandırılamaz. Savunması olmayan bu tür hayvanlara yapılan zulüm asla
cezasız kalmaz, Allah mutlaka cezasını verir. [197]
1605. Yine İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Kendisi birgün, bir kuşu hedef olarak dikip
ona ok atan Kureyşli gençlerin yanına uğramıştı. Hedefe isabet etmeyen her ok
için kuş sahibine bir ödeme yapıyorlardı. Gençler, İbni Ömer'in geldiğini
görünce etrafa dağıldılar. İbni Ömer arkalarından şöyle seslendi:
– Bunu yapan kim? Allah ona lânet
etsin. Şu bir gerçektir ki, Resûllullah sallallahu
aleyhi ve sellem canlı bir hayvanı hedef olarak dikip ona atış yapana lânet
okudu.[198]
* Atış talimleri ve savaş
oyunları canlı hedeflere değil maketlere yapılması gerekir. İyiler bu tür
şeylerde ikaz etmeli ve duyurmalıdırlar. Çünkü iyilerin tembelliği kötülerin
faaliyetidir denmiştir. [199]
1606. Enes radıyallahu anh
şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem öldürmek maksadıyla hayvanları bir yere
hedef olarak bağlamayı yasakladı.[200]
* Zulüm kime ve neye
yapılırsa yapılsın zulümdür ve mutlaka sorumluluk gerektirir. [201]
1607. Ebû Ali Süveyd İbni Mukarrin radıyallahu anh şöyle dedi:
Ben, Mukarrinoğullarının yedinci
çocuğu idim. Bizim hepimizin sadece bir kölesi vardı. (Bir gün) en küçüğümüz
onu tokatladı. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem bize o köleyi âzâd etmemizi emretti.[202]
Müslim'in bir rivâyetinde[203]
"yedincisi" yerine "kardeşlerimin yedincisi idim" ifadesi
yer almaktadır.
* Köle, uşak, hizmetçi
gibi insanlara hiçbir hakkın tanınmadığı bir ortamda insanların sebepsiz yere
dövülmelerinin keffareti olarak hürriyetlerine kavuşturma tavsiyesi çok ciddi
bir dini tedbirdir. [204]
1608. Ebû Mes'ûd el–Bedrî radıyallahu
anh şöyle dedi:
Kölemi kamçı ile döverken
arkamdan "Ey Ebû Mes'ûd, bilesin
ki…" diye bir ses duydum. Ancak kızgınlığımdan sesin sahibini
çıkaramadım, sözün gerisini de anlamadım. Yaklaşınca bir de ne göreyim
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem değil
mi! Ve bana, "Ey Ebû Mes'ûd! Bilesin
ki Allah'ın gücü sana, senin bu köleye gücünün yettiğinden çok daha fazla
yeter!" diyordu.
Bunun üzerine ben, "Bundan
böyle bir daha asla köle dövmeyeceğim" dedim.
Müslim'deki bir rivayette,
"Onun heybetinden elimdeki kırbaç yere düşüverdi" ifadesi bulunmaktadır.
Başka bir rivayette[205]:
Bunun üzerine ben, " Ey Allahın Resûlü! Allah rızâsı için bu köleyi
kölelikten âzat ettim" dedim. Resûl–i Ekrem de:
– "Beri bak! Eğer böyle yapmasaydın seni mutlaka ateş yakardı (ya
da cehennem ateşi seni sarardı)" buyurdu.[206]
1609. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim, işlemediği bir suçtan
ötürü cezalandırmak maksadıyla kölesini döver veya sebepsiz yere tokatlarsa,
bunun kefâreti o köleyi âzat etmesidir."[207]
1610. Hişâm İbni Hakîm İbni Hizâm radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre kendisi, Şam'da,
başlarına zeytinyağı döküldükten sonra güneş altında beklemeye mahkum edilmiş
çiftçilere rastladı.
– Bu ne haldir? diye sordu.
– Arazi vergisi (haraç) yüzünden
bir rivâyette ise baş vergisi (cizye) yüzünden cezalandırılıyorlar, denildi.
Bunun üzerine Hişâm:
– Andolsun ki ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in:
"İnsanlara haksız yere dünyada azâb edenlere Allah, mutlaka azâb
eder" buyurduğunu işittim dedi ve Emîr'in huzuruna çıkıp durumu ona
arzetti. Emîr de çiftçilerin serbest bırakılmalarını emretti.[208]
* Gereksiz ve haksız
cezalar sona erdirilmelidir. Buna son verilmesine vasıta olmak gerekir. [209]
1611. İbni Abbâs radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yüzü ateşle dağlanarak damgalanmış bir
merkep gördü ve durumu çirkin buldu, onaylamadı.
Bunun üzerine İbni Abbas (kendi
kendine), Allah'a yemin ederim ki ben bundan böyle hayvanın yüzünden uzak bir
yerine damga vuracağım, dedi. Merkebinin uyluklarına damga vurduttu. İbni Abbâs
böylece uyluklara damga vurduran ilk kişi oldu.[210]
1612. Yine İbni Abbâs radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem, yüzüne damga vurulmuş bir merkebin yanından geçti. Bunun
üzerine;
"Bu hayvanın yüzünü dağlayana Allah lânet etsin!"
buyurdu.[211]
Müslim'in bir başka rivayetinde
de[212];
"Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem yüze vurmayı ve yüzü damgalamayı yasakladı" denilmektedir.
* Hayvancılıkla uğraşan
yörelerimizde adet olan bu gelenek yüze olmamak şartı ile ve büyük ve derin
olmamak şartıyla onaylanmıştır. İnsan vücuduna dövme yaptırmak ise haram
kılınmıştır ve lanetlenmiştir. [213]
Buradaki iki hadisten
hiçbir canlının yakılarak imha edilmemesini ateşle azabı ancak Allah'ın
yapacağını öğreneceğiz. [214]
1613. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir keresinde bizi bir seriyye içinde
savaşa gönderdi. Kureyşlilerden iki kişinin adını vererek:
– "Falan ve falanı ele geçirirseniz ateşte yakınız!"
buyurdu.
Sonra yola çıkacağımız sırada:
– "Ben daha önce size falan ve falanı ele geçirdiğinizde ateşte
yakmanızı emretmiştim. Halbuki ateşle ancak Allah azâb eder. Bu sebeple siz o
iki kişiyi ele geçirdiğinizde (yakmayın) öldürün!" buyurdu.[215]
1614. İbni Mes'ûd radıyallahu
anh şöyle dedi:
Bir seferde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem' in maiyyetinde
bulunuyorduk. Hz. Peygamber abdest bozmak için yanımızdan uzaklaştı. Bu sırada
biz iki yavrusu olan küçük bir kaya kuşu gördük, yavruları aldık. Kuşcağız
yavrularını kurtarmak için çırpınmaya başladı. Tam bu sırada Nebî sallallahu aleyhi ve sellem geldi ve:
– "Bu kuşu yavrularını almak suretiyle kim tedirgin etti? Verin
ona yavrularını!" buyurdu.
Bir kere de yaktığımız karınca yuvasını gördü
ve:
– "Karıncaları kim yaktı?" diye sordu.
– Biz, dedik.
– "Gerçek şu ki, ateşle azâb etmek, ateşin yaratıcısından başka
hiç kimse için uygun ve meşrû değildir" buyurdu.[216]
* Hiçbir sistem ve hiçbir
şahıs suçun cezasız kalmasını istemez. İslam ise her suça uygun ve caydırıcı
cezalar tayin etmiştir. Öldürülmeyi hak eden hayvanlar yakılarak ve değişik
işkencelerle değil en uygun yolla öldürülmelidir. Çünkü yakarak öldürmek ancak
Allah'a mahsustur. Tarla ve orman yakmak bir çok canlıyı da ateşte yakmak ve
cezalandırmak demek olduğu için çok büyük bir sorumluluk doğurur. Dinimiz her
alanda şefkatli ve merhametli olmayı emreder. [217]
Buradaki iki ayet ve bir
hadisten emanetleri ehline vermemizi Allah'ın emrettiğini, zenginin borcunu
ertelemesinin zulüm olduğunu, alacaklı kimsenin başka birine havale edildiği
takdirde alacağını oradan almak üzere borçluyu terk etmesinin iyi olduğunu
öğreneceğiz. [218]
“Gerçekten Allah size,
emanetleri ehil olanlara vermenizi emreder...” (Nisa: 4/58)
“...Eğer birbirinize
güveniyorsanız, kendisine güven duyulan, bu güvene uygun davransın ve borcunu
ödesin...” (Bakara: 2/283)
1615. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
"Zenginin borcunu ödemeyi ertelemesi zulümdür. Sizin biriniz hali
vakti yerinde olan birine havâle edildiğinde, bu havâleyi kabullenip o kişiye
müracaat etsin."[219]
* Burada zengin kelimesi borcunu ödemeye mali yönden
gücü yeten kimse demektir. Ödeyeceği para malen elinde olan fakat bugün yarın
diye atlatarak sürekli geciktirmesi alacaklıya karşı işlenmiş bir suç teşkil
etmektedir.
Borçlu, alacaklı tarafından alacağı istendikten sonra borcunu ödemezse
tüm sorumluluğu üstlenmiş olur. Alacaklı zengin bile olsa borcun
geciktirilmesine sebep teşkil etmez, yapılan iş tek kelimeyle zulümdür.
Yani Allah'ın yarattığı kullarının yapmalarını istediği bir davranışı
yapmamaktır, haksızlıktır. Yani verilen süre içinde ödenmelidir ve ödenecektir.
Ödenmeyip uzatılması halinde
senet veya çek ne olursa olsun kaç kişi tarafından ciro edilmişse hepsinin
hakkı ödenmeyen kişiye geçer. Kişi onların her biriyle özel helalleşmek
suretiyle hepsinin haklarını helal ettirmelerini istemesi gerekir. Değilse,
helalleşmezse Allah'ın huzuruna kul hakkıyla çıkmış olur.
Hadisin ikinci bölümünde başka
birine havale edildiyse alacaklı kimsenin bunu anlayışla karşılaması gerekir.
Ben başkasını tanımam sen ödeyeceksin gibi ilk borçluyu zorlaması uygun
değildir. Havale edilenden alacağını almalıdır. [220]
Buradaki iki hadis-i
şeriften bağışından dönen kimsenin kusmuğunu yalayan köpeğe benzediğini, bağış
olarak verilen bir şeyin hiçbir şekilde geri alınmaması gerektiğini
öğreneceğiz. [221]
1616. İbni Abbas radıyallahu
anhümâ' dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bağışından dönen kimse, kusmuğunu yalayan köpeğe benzer."[222]
Müslim'in bir rivâyetinde[223], "Verdiği sadakadan dönen kimse,
yediğini kustuktan sonra dönüp onu yiyen köpeğe benzer" buyurulur.
Bir başka rivâyette[224]
ise, "Bağışından dönen, kusmuğunu
yiyen gibidir" denilmektedir.
1617. Ömer İbni'l–Hattâb radıyallahu
anh şöyle dedi:
Ben iyi cins bir atımı Allah
rızâsı için bir mücâhide vermiştim. O zât ata iyi bakamadı, onu zayıflattı.
Bunun üzerine ben hayvanı para ile satın almak istedim. Ucuza vereceğini de
tahmin ediyordum. Durumu Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem'e arzettim. O şöyle buyurdu:
– "Bir dirheme bile verse, sakın onu satın alma, verdiğin
sadakadan asla dönme! Zira bağışından dönen, kustuğunu yalayan gibidir."[225]
* Yukarıdaki her iki
hadiste de “Hibe” kavramı hukuki bir akit ve muameledir.
Ahlaki ve hayra yönelik yönü de vardır. Hadislerdeki benzetme yapılan için çok
çirkin olduğunu gösterir. Yani o kişi köpeğinin yaptığı pis ve iğrenç işi
yapmış olur. İkinci hadiste Rasûlullah’ın bir dirheme verse bile satın alma
demesinden; Allah rızası için yapılan iyiliğin sonuna kadar o vasıfta kalmasını
temin içindir. Böylece Rasûlullah; hem işin içine herhangi bir ticari endişenin
girmemesini hem de müslümanlar arası ilişkilerin en iyi şekilde korunmasını
hedeflemiştir. [226]
Buradaki üç ayet ve bir hadis-i
şeriften; haksızlıkla yetim malı yiyenlerin karınlarına ateş doldurmuş
olacaklarını, onların mal ve işlerinin idaresine iyi niyetlerle yaklaşılması
gerektiğini, insanı helak edecek ya da büyük günahtan birinin de haksız yere
yetim malı yemek olduğunu öğreneceğiz. [227]
“Doğrusu yetimlerin mallarını
haksızca yiyip bitirenler, karınlarına sadece ateşle doldurmuş olurlar. Onlar
öteki dünyada da çılgın bir ateşe gireceklerdir.” (Nisa: 4/10)
“Erginlik çağına erişinceye
kadar, yetimin mal varlığına onun iyiliği için olmadıkça dokunmayın.”
(Enam: 6/152)
“... Yetimlere nasıl
davranacağınız hakkında sana sorarlar. De ki: “Onların durumlarını düzeltmek en
hayırlı olandır.” Ve onların hayatlarını paylaşırsanız unutmayın ki, onlar
sizin kardeşlerinizdir. Allah bozgunculuk yapanları da düzeltmeye çalışanları
da en iyi bilir.” (Bakara: 2/220)
1618. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– "Yedi helâk ediciden kaçının!" Sahâbîler:
– Ey Allahın Resûlü! Bunlar nelerdir? diye sordular. Hz. Peygamber:
– "Allah'a ortak koşmak, sihir (büyü) yapmak, Allah'ın haram
kıldığı bir nefsi haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş
meydanından kaçmak, evli, namuslu ve hiç bir şeyden haberi olmayan kadınlara
zina isnad etmektir,” buyurdu.[228]
* Yedi büyük günah, yedi
helak edici şeylerin sıralaması yapılan bu hadisimizin bu bölümde geçmesi yetim
malının da aynı günah olması dolayısıyladır. Yukarıdaki ayetlerde de durumun
dehşet ve vehameti bildirilmektedir. Dolayısıyla özet olarak söylemek gerekirse
müslümanın her türlü şer ve kötülükten uzak durması gerekmektedir. Büyük
günahlar yedi sayısıyla sınırlandırılmış değildir. Burada anlatılmak istenen şu
yedi şey büyük günahlardandır demektir. [229]
Bu bölümdeki bir ayet ve bir
hadisten; faiz yiyenlerin yataklarından ve kabirlerinden kalkarken şeytan
çarpması gibi kalkacaklarını, Allah'ın alışverişi helal, faizi haram kıldığını,
Rabbinden gelen faiz yasağı emrine uyan kimsenin işinin Allah'a kaldığını bu
işte ısrar edenin ebedi cehennemlik olduğunu, Allah'ın faizli kazançları
mahvettiğini, sadakaları bereketlendirdiğini ve müslüman kimsenin faizden
mutlaka çekinmesi gerektiğini ve peygamberimizin de faizi alana verene lanet
ettiğini öğreneceğiz. [230]
“Faiz yiyenler ancak şeytanın
dokunup çarptığı kimseler gibi davranırlar. Çünkü onlar; “Alışveriş de bir tür
faizdir” derler, halbuki Allah alışverişi helal sayarken, faizi haram
kılmıştır. Kim Rabbinin öğüdünü dinler ve hemen faizden vazgeçerse, artık
geçmişte aldığı faizler kendisine aittir. Ve onun hakkında karar vermek, artık
Allah'a kalır. Kim de faize tekrar dönerse; içinde yaşayıp kalacakları ateşe
mahkum olanlar işte böyleleridir.
Allah faizli kazançları
bereketten mahrum eder, ama karşılıksız yardımları, sadakaları kat kat
arttırarak bereketlendirir. Allah gerçekleri örtbas edenleri ve günahkarların
hiçbirini sevmez. İman edenler, doğru ve yararlı işler yapanlar, namazlarında
dikkatli ve devamlı olanlar, karşılıksız yardımda bulunanlar, işte onlar
mükafatlarını Rablerinden alacaklardır ve onlara ne korku vardır ne de
üzülürler.
Ey inananlar! Yolunuzu Allah
ve kitabıyla bulun ve eğer mü’minseniz faizden doğan kazançların tümünden
vazgeçin.” (Bakara: 2/275-278)
1619. İbni Mes'ûd radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem faiz alana da verene de lânet etti.[231]
Tirmizî ve diğer muhaddisler, "şâhitlerine ve kâtibine de"
kelimelerini ilave ettiler.
* Faiz konusundaki
ayetlerin de içki kanunu gibi tedricen geldiğini unutmayalım. Bu konuda önce
Rum: 30/39 sonra Âl-i İmran: 3/130, 131 daha sonra Nisa: 4/160, 161 ve en
sonunda da Bakara: 2/275 ayet nazil olmuştur. [232]
Bu konuda değişik hadisler (1616
ve 1617. Hadislerin yanısıra:)
3: Rasûlullah (s.a.v.) faizi yiyen ve yedirene lanet etti.[233]
4: Öyle bir zaman gelecek ki faiz yemeyen hiçbir kimse kalmayacak,
yemeseler bile buharından veya tozundan bir şey bulaşacaktır.[234]
5: Rasûlullah (s.a.v.) faizi yiyeni, yedireni, faiz akdini yazanı,
zekata mani olanı, dövme yapan ve yaptıranı, hulle yapan ve yaptıranı
lanetledi.[235]
6: İsra gecesinde karınları evler gibi olan, içinde yılanların da
dolaştığı kişilerin kimler olduğunu Cebrail’e sordum. Faiz yiyenlerdir dedi.[236]
7: Faiz yetmiş küsür günahtan oluşur. En hafifi kişinin kendi
annesiyle zina etmesidir.[237]
8: Faiz yetmiş üç çeşittir. (Net gelir, gecikme zammı, komisyon,
kazanç, nema ve benzeri gibi isimlerle aynı faiz olmasına rağmen çeşidi
çoğalacak)[238]
9: Faizden mal çoğaltanın malı azalır.[239]
10: Bile bile bir dirhem faiz yemek otuz üç zinadan daha beterdir.[240]
11: Bile bile bir dirhem faiz yemek otuz altı zinadan daha
beterdir.[241]
Bu bölümdeki üç ayet ve beş
hadis-i şeriften, dinin, hayat tarzının yalnızca Allah'a has kılınacak şekilde
olması gerektiğini, mallarını gösteriş için harcayanların durumunun nasıl
olduğunu, münafıkların gösteriş yaparak insanları aldattıklarını, Allah'ın
kendisi hakkında yapılacak hiçbir ortaklığı kabul etmeyip reddettiğini,
kişilerin yaptıkları amellerin Allah rızası olmaksızın olduğu takdirde boşa
gideceğini, savaş, ilim, öğrenmek ve infak etmekle de neticenin aynı olduğunu,
hangi hareket ve davranışların münafıklık olacağını, kişinin işlediği hayrı
halkın takdirini kazanmak için başkalarına göstermesiyle Allah'ın onun
riyakarlığını ortaya çıkaracağını, Allah rızasını kazanma haricinde başka
maksatlar elde etmek için yapılacak işlerde cennetin kokusunun bile
duyulmayacağını öğreneceğiz.[242]
“Oysa kendilerine yalnızca
Allah'a ibadet etmeleri, bütün içtenlikleriyle yalnız ona iman ederek batıl
olan her şeyden uzak durmaları, namazlarında devamlı ve duyarlı olmaları ve
mallarının bencillik kirinden arındırılması için karşılıksız harcama denilen
zekatı vermekle emrolunmuşlardı. İşte bu dosdoğru dindir.” (Beyyine: 98/5)
“Ey iman edenler! Malını
gösteriş ve övgü için harcayan, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kişinin
yaptığı gibi, yaptığınız iyiliği başa kakarak ve muhtaç kimsenin duygularını
inciterek, yaptığınız yardımlarınızı değersiz hale sokmayın. Böyle kimselerin
hali; üzerinde biraz toprak bulunan kaygan bir kayanın hali gibidir. Bir yağmur
ona dokunursa onu çıplak bırakıverir.” (Bakara: 2/264)
“... O münafıklar Allah'ı
kandırmaya çalışırlar. Halbuki Allah onların kendi kendilerini kandırmalarını
sağlıyor. Onlar namaz için kalktıklarında insanlar görüp takdir etsinler diye
gösteriş için kılarlar. Allah'ı da pek az hatıra getirirler.” (Nisa: 4/142)
1620. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh şöyle dedi: Ben Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim:
Allah Teâlâ buyurdu ki: “Ben, ortakların ortaklıktan en uzak olanıyım.
Kim işlediği amelde benden başkasını bana ortak koşarsa, o kişiyi de ortak
koştuğunu da reddederim.”[243]
1621. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem'i şöyle buyururken dinledim dedi:
“Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehit düşmüş bir kimse olup
huzura getirilir. Allah Teâlâ ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar
ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Cenâb–ı Hak:
– Peki, bunlara karşılık ne yaptın? buyurur.
– Şehit düşünceye kadar
senin uğrunda cihad ettim,
diye cevap verir.
– Yalan söylüyorsun. Sen, "babayiğit adam" desinler diye
savaştın, o da denildi, buyurur. Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme
atılır. Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur‘an okumuş bir kişi huzura
getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf
eder. Ona da:
– Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın? diye sorar.
– İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızân için Kur'an okudum, cevabını
verir.
– Yalan söylüyorsun. Sen "âlim" desinler diye ilim öğrendin,
"ne güzel okuyor" desinler diye Kur'an okudun. Bunlar da senin
hakkında söylendi, buyurur. Sonra emrolunur o da yüzüstü cehenneme atılır.
(Daha sonra) Allah'ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi
getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder.
– Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın? buyurur.
– Verilmesini sevdiğin, razı olduğun hiç bir yerden esirgemedim, sadece
senin rızânı kazanmak için verdim, harcadım, der.
– Yalan söylüyorsun. Halbuki sen, bütün yaptıklarını "ne cömert
adam" desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi, buyurur.
Emrolunur bu da yüzüstü cehenneme atılır.”[244]
* Kitabımızın bir numaralı
hadisi her zaman olduğu gibi bu hadisi okurken de daima aklımızda olmalıdır.
Birilerine duyurmak maksadıyla veya bu kimse şöyledir, böyledir desinler diye
yapılan işlerden hiçbir sevap beklenemez. Bunların değeri yoktur. Sonuçta azap
ve pişmanlıktan başka bir işe yaramaz. Şehidlik, alimlik, zenginliklerini sırf
gösteriş uğruna kullananlar kıyamet günü yalanlanarak yüzüstü cehenneme
atılacaklardır. [245]
1622. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre birtakım insanlar kendisine gelip
"Biz idarecilerimizin yanına girer ve onlara karşı, oradan çıktığımız
zaman söylediklerimizin tam zıddı olan sözler söyleriz”, dediler. Bunun üzerine
İbni Ömer:
– "Biz bu sizin yaptığınızı
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında
iki yüzlülük sayardık" cevabını verdi.[246]
1623. Cündeb İbni Abdullah İbni Süfyân radıyallahu anh‘den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
"Kim işlediği hayrı şöhret kazanmak için halka duyurursa, Allah
onun gizli işlerini duyurur. Kim de işlediği hayrı halkın takdirini kazanmak
için başkalarına gösterirse, Allah da onun riyakârlığını açığa vurur."[247]
1624. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Azîz ve celîl olan Allah'ın hoşnudluğunu kazanmaya yarayan bir
ilmi, sırf dünyalık elde etmek için öğrenen kimse, kıyamet günü cennetin
kokusunu bile alamaz."[248]
* Amellerin makbul
oluşları Allah rızası için yapılmalarına bağlıdır. Dolayısıyla müslüman her
işinde gösteriş ve “şöyle desinler”
diye arzusundan uzak olmalıdır. Çünkü bu durumlar kişiyi münafıklık durumuna
düşürür. Riya ve Süm’a = Şöyle şöyle desinler niyeti dini şeyleri istismar
etmek demektir. İhlas ve samimiyet her amelin başı ve her türlü kötü duyguların
düşmanıdır. Allah'ın rızası ancak ihlas ve samimiyetle kazanılır. [249]
1625. Ebû Zer radıyallahu anh
şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e:
– Bir kimse, bir hayır yapar da
halk bu sebeple onu överse, buna ne buyurursunuz? dediler. O da:
– "Bu, mü'min için peşin bir müjdedir" buyurdu.[250]
* Yapılan hizmet ve
iyilikler takdir edilmezse hizmet ve iyilik yapacak kimse zor bulunur. Kişi
iyilik yapınca takdir edilmesini istememeli fakat başkaları takdir edince o
iyilik sahibinin elde edeceği yegane sonuç mudur? Yoksa onun Allah katında bir
ecri de var mıdır? İşte bu kuşkudan dolayı kaynaklanan soruya Rasûlullah
(s.a.v.) çok güzel bir cevap vermiştir. “Bu mü’min için peşin bir müjdedir.” Yani Allah’ın kabul ettiğinin peşin göstergesidir. Çünkü o kimse
reklam ve propaganda yapmayı hiç aklından geçirmemiş bu konuda herhangi bir
teşebbüs ve müdahalede bulunmamıştır. Allah rızası için yaptığı işi Allah'ın
sevdirmesi sonucu toplum kendiliğinden sevmiş ve övmüştür. Bu işler o kimsenin ahiretteki sevabının
müjdesidir. [251]
Bu bölümdeki dört ayet ve altı
hadis-i şeriften; mü’minlerin tümünün harama bakmamaları gerektiğini, kulak,
göz ve gönül hepsinin yaptıklarından sorumlu tutulacaklarını, Allah'ın her
türlü bakışı bildiğini ve her an gözetlemede olduğunu, Ademoğlunun her uzvunun
zina edebildiğini, en sonunda üreme organını bunların işlediklerini, ya
gerçekleştirdiğini veya yalanladığını, yollarda oturulmaması gerektiğini, oturulursa
hakkının verilmesi gerektiğini, bu hakkın birinin de gözü haramdan sakınmak
olduğunu, harama ani bakışın affedileceğini, fakat hemen gözü başka tarafa
çevirmek gerektiğini, erkeğin erkeklerin mahrem yerlerine, kadınların da
kadınların mahrem yerlerine bakmalarının haram olduğunu, bir örtü altında bir
erkeğin başka bir erkekle, bir kadının da başka bir kadınla yatmasının haram
olduğunu öğreneceğiz. [252]
“İnananlara söyle, gözlerini
kendilerine helal olmayan şeylerden sakınsınlar.” (Nur: 24/30)
“Bilmediğin şeyin ardına
düşme; çünkü kulak, göz ve kalb hepsi sorumludur. Kıyamette sorguya
çekilecektir.” (İsra: 17/36)
“Allah, art niyetli bakışların
ve kalblerin gizlediği düşüncelerin farkındadır.” (Mü’min: 40/19)
“Çünkü Rabbin her zaman
gözetleyip durmaktadır.” (Fecr: 89/14)
1626. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Âdemoğluna zinadan nasibi takdir olunmuştur. O buna mutlaka
erişir. Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası
konuşmak, elin zinası tutmak, ayakların zinası yürümektir. Kalbe gelince o,
arzu eder, ister. Üreme organı ise, bunu ya gerçekleştirir, ya da boşa
çıkarır."[253]
* Yani her organın asli
faaliyetini meşru çerçeve dışında yürütmesi bir tür zina olmaktadır. Söz konusu
organların suçları haram olmakla birlikte ayrıca ceza takdir edilmemiştir.
Necm: 53/32’de bu tür suçlara “lemem” denilmektedir. Bunların bir cezası
olmayıp kılınan namazlar bunları siler ve temizler. (Bkz. 435 numaralı hadisle
1044 numaralı hadis ve açıklaması) [254]
1627. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallalahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– "Yollarda oturmaktan kaçının!" Sahâbîler:
– Biz buna mecbûruz.
Meselelerimizi orada konuşuyoruz, dediler. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– "Oturmaktan vazgeçemeyecekseniz o halde yolun hakkını
verin!" buyurdu.
– Yolun hakkı nedir Ey Allah'ın
Resûlü? dediler.
– "Harama bakmamak, gelip geçenleri incitmemek, selâm almak,
mârufu emredip münkerden nehyetmektir" buyurdu.[255]
1628. Ebû Talha Zeyd İbni Sehl radıyallahu
anh şöyle dedi:
Biz sokak başlarında, evlerin
önlerinde oturup konuşurduk. Bir keresinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
geldi, başımızda durdu ve:
– "Size ne oluyor ki, böyle sokaklarda oturuyorsunuz. Buralarda
oturmaktan kaçının!" buyurdu. Biz:
– Sakıncasız şeyler için oturduk,
müzâkerelerde bulunuyor, konuşuyoruz, dedik.
– "Eğer sokaklarda oturmaktan vazgeçmeyecekseniz, hiç değilse
hakkını verin. Buraların hakkı, gözü haramdan sakınmak, selâm almak ve güzel
şeyler söylemektir" buyurdu.[256]
* İslamın ilk dönemlerinde
ve cahiliye döneminde insanların kendilerinin değişik işlerini
halledebilecekleri sosyal tesisler yoktu ve bu tür işler sokak ve caddelerde
yapılıyordu. Bu sebeple sahabi sokakta oturma adetlerinin zaruretten
kaynaklandığını ifade ettiler. O da bu durum karşısında yolun hakkından
bahsetmek zorunda kaldı ve sıraladı: Kadınlara bakmamak suretiyle harama karşı
gözlerinizi yumun, yaya ve vasıta geçişlerine engel olmayan selam alışverişlerine
dikkat edip dinimizin hoş gördüğü ve iyi dediği şeyleri emrederek kötülüklerden
de insanları sakındırın. Başka hadis-i şeriflerle bunlara birkaç madde daha
sıralayabiliriz. İyi ve güzel söz söylemek, aciz ve mazlumlara yardımcı olmak,
boş iş ve sözlerden sakınmak, yol sorana yol tarif etmek, aksıran kimse
elhamdülillah derse yerhamukallah demek gibi hasletler. [257]
1629. Cerîr radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem'e ansızın görmenin hükmünü sordum.
– "Hemen gözünü başka tarafa çevir!" buyurdu.[258]
1630. Ümmü Seleme radıyallahu
anhâ şöyle dedi:
Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında bulunuyordum. Meymûne de
vardı. İbni Ümmi Mektum çıkageldi. Bu olay, biz örtünmekle emrolunduktan sonra
idi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bize:
– "Örtünün!" buyurdu. Biz:
– O âmâ biri değil mi, Ey
Allah'ın Resûlü? Bizi göremez, bilemez, dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– "Siz ikiniz de mi âmâsınız, onu görmüyor musunuz?"
buyurdu.[259]
* Bu iki hadis gözü
haramdan sakındırma tavsiyesinde bulunuyor. İlk hadis sorulan soru üzerine,
gözünü başka tarafa çevir cevabıyla bir anlık görmenin sorumluluk
doğurmayacağını, bakmanın isteyerek devam etmesi halinde haram işleyeceğini
bildirmiştir. Aynı yasaklamayı zaten Nur: 24/30. ayetinde de görmekteyiz.
İkinci hadiste efendimiz harama
bakma yasağının sadece erkeklere ait olmadığını, kadınların da namahreme
bakmamaları gerektiğini bildirmek üzere “Siz ikiniz de mi âmasınız, onu görmüyor musunuz?” buyurmuştur. Nur: 24/30. Ayet
kadınlar için de aynı yasaklamayı getirmiştir. Bu durum peygamber hanımlarına
mahsus değerlendirilmiştir. Esasen (Ebu Davut, Libas 34’de geçtiği üzere) Fatma
binti Kays’ın ibni Ümmi Mektum’un evinde iddet beklemesini emretmiş ve “O âma bir insandır, onun yanında diğer
erkekler gibi davranmasan da olabilir” buyurmuşlar âmâ bir erkeğin yanında örtünmek sadece peygamber
hanımlarına has bir görevdir diyen alimler olduğu gibi her zaman ve her kadın
için geçerlidir diyen alimler de vardır. [260]
1631. Ebû Saîd radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Erkek, erkeğin avret yerine, kadın da kadının avret yerine
bakamaz. Bir erkek başka bir erkekle; bir kadın da başka bir kadınla bir örtü
altında yatamaz."[261]
* Erkek erkeğin, kadın
kadının avret yerine bakmamalıdır. Ayrıca homoseksüellik ve lezbiyenlik gibi
sapık ilişkilere yol açacağı için aynı cinsten iki kişinin bir örtü altında
vücutları birbirine değecek şekilde çıplak yatmaları da yasaklanmıştır. Bu
hadis gerek aynı cinsler gerek farklı cinsler arasındaki cinsel sapmalara
tedbir olması için baştan tedbir almaktadır. Bu tedbirlere başvurmayan bugünkü
dünyanın her türlü rezaletle karşı karşıya kaldığı ve öldürücü cinsel
hastalıklarla uğraştığı günümüzün gerçeklerindendir. [262]
Bu bölümdeki bir ayet ve üç
hadis-i şeriften; yabancı kadınlarla başbaşa kalınabilecek ortamlardan mutlaka
kaçınmak gerektiğini, onlarla yalnız başına kalmanın ölüm gibi dehşetli
sonuçlar doğurabileceğini, müslümanın müslümana malı, canı ve namusunun da
haram olduğunu öğreneceğiz. [263]
“... Peygamber hanımlarından
bir şey isteyeceğiniz veya soracağınız zaman, perde arkasından isteyin ve
sorun...” (Ahzap: 33/53)
1632. Ukbe İbni Âmir radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
–"(Yanında mahremi bulunmayan) Kadınların yanına girmekten
sakının!"
Bunun üzerine ensardan birisi:
– Ey Allah'ın Resûlü! Kocanın
erkek akrabası hakkında ne dersiniz? dedi.
– "Onlarla halvet, ölüm demektir" buyurdu.[264]
* Evli kardeşlerin
askerlik ve yurt dışında çalışmak gibi uzun süre evden dışarıda kalması gibi
durumlarda dikkat edilmediği takdirde büyük perişanlıklar yaşandığı bir
gerçektir. “Herkes şeytan değildir ama
hiç kimse de melek değildir” denilmiştir. [265]
1633. İbni Abbas radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Hiçbiriniz, yanında mahremi bulunmayan bir kadınla başbaşa
kalmasın."[266]
1634. Büreyde radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Cihada çıkan erkeklerin geride bıraktıkları hanımları, cihada
çıkmayan erkeklere kendi anneleri gibi haramdır. Bunlardan bir erkek,
mücâhidlerden birinin âilesine bakmayı üzerine alır da hiyânet ederse kıyamet
günü bu adam durdurulur, o mücâhid bunun amelinden dilediğini alır."
Büreyde diyor ki, sonra Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem bize döndü ve "Ne
zannediyordunuz?" buyurdu.[267]
* Dini ve cephe
gerisindeki değerleri korumak için cepheye giden mücahidin geride bıraktığı
aile efradı sefere iştirak etmeyen kişiler için kendi anne ve kardeşleri
hükmündedir. Onlar dokunulmazlar kesimini oluştururlar. Hadisin sonunda “Ne zannediyorsunuz?” buyurmakla hıyanetin büyüklüğüne hem
de cezanın büyüklüğüne işaret etmektedir. İslamın hedefi zina ve zinaya
götürecek bütün yolları kapamak suretiyle toplumu cinsel ahlaksızlıklardan
arındırmaktadır. [268]
Bu bölümdeki üç hadis-i şeriften
birbirine benzemeye çalışan erkek ve kadınlara Rasulullah’ın lanet ettiğini,
kılık kıyafetle cehennemlik oldukları belirtilen insan çeşitlerini öğreneceğiz. [269]
1635. İbni Abbas radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen
kadınlara lânet etti.
Buhârî'nin bir başka rivayetinde
de[270]
"Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem, kadınlara benzemeye çalışan erkeklere ve erkeklere benzemeye
çalışan kadınlara lânet etti" denilmektedir.[271]
1636. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kadın gibi giyinen erkeğe, erkek gibi
giyinen kadına lânet etti.[272]
1637. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Cehennemliklerden kendilerini dünyada henüz görmediğim iki grup
vardır: Biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluk.
Diğeri, giyinmiş oldukları halde çıplak görünen ve öteki kadınları kendileri
gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu
kadınlar cennete giremedikleri gibi, şu kadar uzak mesafeden hissedilen
kokusunu bile alamazlar."[273]
* Çağdaşlık ve modernlik
sanılan çağımızın hastalıkları cümlesinden olan moda evleri ve yaptığı
işlevler, mankenler ve görevleri, TV kanalları ve sergilenen ahlaksızlıklar,
renkli basın ve kepazelikleri, kum torbası misali giyinme şekilleri ve vücud
çorabı giyercesine giyinmiş fakat çıplak görünümlü kadınların sokaklara
döküldüğü şu günümüzdeki durumlara 14 asır önce Rasûlullah’ın dilinden lanet
edildiğini görüyoruz. Yine zamanımızda yeryüzünün değişik dilimlerinde özel
ceza timleri ve işkence vasıtalarıyla insanlara yapılan zulüm ve işkenceler de
gözlerimizin önündedir. Ayrıca saçlarını deve hörgücü misali yaptıran kimseler
sokakları doldurmuş vaziyettedir ki değil cennet kokusunu bile duyamayacakları
bildirilmektedir. [274]
Bu bölümdeki üç hadisten
şeytanın sol eliyle yiyip içtiğini, bizim ona benzememeksizin sağ elle yememiz
gerektiğini, Yahudi ve Hıristiyanların şekil ve yöntem olarak yaptıklarının yapılmaması gerektiğini
öğreneceğiz.[275]
1638. Câbir radıyallahu anh'
den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sol elinizle yemeyin. Zira şeytan soluyla yer!"[276]
1639. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Hiçbiriniz kesinlikle sol eliyle yiyip içmesin. Zira şeytan
soluyla yer, soluyla içer."[277]
* Bu iki hadis şeytana
benzememeyi bize tavsiye ediyor. Çünkü onun yemesi ve içmesi sol eliyle oluyor.
Biz ise sağ elimizle yiyip içeceğiz. Çünkü şeytan müslümanı Allah'ın dosdoğru
yolundan uzaklaştırmak için çalışan şer güçlerin temsilcisi ve başıdır.
Şeytanın hangi hareketine uyulursa uyulsun mutlaka kişi doğru yoldan sapmış
olur. Bugün Avrupa filmlerinin hepsinde insanları sol elle yemeye ve içmeye
yönlendiren sahneler pek çoktur. İnsan ve cin şeytanları tümüyle kendi
yandaşlarının kendilerine benzemesini isterler ve öylece onları bu işlere
alıştırırlar. Çağdaş şeytani güçler ve onların temsilcileri bu işlerinde şuurlu
ve ısrarlı hareket etmekte ve lokantalarda servisleri sol elle yiyip içecek
şekilde yapmaktadırlar. (Bu konuda 160-613 ve 741 nolu hadislere bakılabilir.) [278]
1640. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Yahudi ve hıristiyanlar saçlarını hiç boyamazlar. Siz onlar gibi
yapmayın."[279]
* Peygamberimiz kendisine
vahiy gelmemiş konularda Ehli kitap gibi davranmamayı ilke edinmişti. Bugün
için müşrik durumunda olan ehli kitaba muhalefet edilmesi gerektiğini yine
başka bir hadisten öğreniyoruz. Yine “Kim
kime benzemeye çalışırsa onlardandır” hadisine göre bugünkü Yahudi ve Hıristiyanlara benzemek
olacağından müslümanlar onlara benzemeye çalışıp onlar gibi olamaz. [280]
1641. Câbir radıyallahu anh şöyle
dedi:
Mekke'nin fethedildiği gün Ebû
Bekir es–Sıddîk'in babası Ebû Kuhâfe'yi, saçı sakalı bembeyaz olmuş bir halde
Hz. Peygamber'in huzuruna getirdiler. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– "Bunları boyamak suretiyle değiştirin fakat siyaha
boyamayın!"[281]
* Saç ve sakalları siyaha
boyamak yasaktır. Çünkü bu bir aldatmacadır. Siyah boya sadece cihadda düşmana
dehşet vermek maksadıyla kullanılabilir, aksi halde haramdır. Saç sakal boyasında
tercih edilen renk kırmızımtrak renk olan kına rengidir. Pamuk tarlası gibi
bembeyaz olan saç ve sakalların boyanması uygun olur. Bir memlekette boyamak
adet ise orada boyamamak karşı çıkmak gibi olacağından mekruh sayılmış yine bir
memlekette boyamamak adet ise aynı gerekçe ile boyamak mekruh sayılmıştır. Bu
işte çevre ve örf-adetler de nazarı itibara alınarak esnek bir değerlendirme
yapılmıştır. Bu yüzden bu boyama işi İslam ülkelerinin hepsinde aynı şekilde
revaç bulmamıştır. 1638 nolu hadisten ve açıklamasından da anlaşılacağı üzere
Müslüman bugünkü ehli kitap dediğimiz kafir Yahudi ve Hıristiyanlara benzememek
için elinden geleni yapmalıdır. Traş olmada da yine müslüman; (1640-1443)
hadisleri gözönüne alarak onlara benzememeye çalışmalıdır. [282]
Bu bölümdeki hadis-i şeriflerden
perçem bırakılmak suretiyle traş olmanın yasak olduğunu, ya hep traş edilmek
suretiyle ya da tam uzatmak suretiyle traş olunması gerektiğini kadınların
saçlarının kökten traş edilmesini yasakladığını öğreneceğiz. [283]
1642. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem başın bir kısmını tıraş edip bir
kısmının (perçem olarak) bırakılmasını yasakladı.[284]
1643. Yine İbni Ömer radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün saçının bır kısmı tıraş edilmiş
bir kısmı bırakılmış bir çocuk gördü, aile fertlerini böyle yapmaktan menedip
şöyle buyurdu:
– "Ya hep tıraş edin ya hep bırakın!"[285]
1644. Abdullah İbni Cafer radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Cafer (İbni Ebû Tâlib)'in çoluk
çocuğuna üç gün yas süresi tanımıştı. Sonra onlara geldi ve:
– "Kardeşim Cafer için bugünden sonra artık ağlamayın!"
buyurdu. Sonra:
– "Bana kardeşimin çocuklarını çağırın!" diye emretti.
Bizi toplayıp getirdiler. Biz
kendimizi annelerini yitirmiş kuş yavruları gibi hissediyorduk. Sonra:
– "Bana bir berber çağırın!" buyurdu.
Gelen berbere emretti, berber bizim
başlarımızı tamamen tıraş etti.[286]
1645. Ali radıyallahu anh
şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kadının saçlarını tıraş etmesini,
(saçlarını kökünden kestirmesini) yasakladı.[287]
* Dört hadisi şerifin
hepsi bize müslüman olmayan toplumların hareket davranış ve şekillerine
benzememek gerekir. Amerikan traşı denilen bugünkü bazı gençlerde görülen traş
şekline itibar etmemeli, müslüman, kafirlerin yaptığı her şeyden uzak
durmalıdır. [288]
Buradaki bir ayet ve dört
hadisi şeriften; şeytanın insanları nasıl aldatıp boş emellerle kendisine dost
edindiğini ve fıtratı, yaratılışı bozduğunu, rahatsızlık bile olsa iğreti saç
takmanın Allah'ın lanetini gerektirdiğini, İsrailoğulları, kadınlarının bu tür
şeyleri kullandıkları için helak olduklarını, peruk kullanan ve dövme
yaptıranlara da Allah Rasulü (s.a.v.)’in lanet okuduğunu, yine fıtratı
değiştirmek için yapılan her şeyden dolayı da lanet ettiğini öğreneceğiz. [289]
“Onlar Allah'ı bırakıp,
yalnızca dişilere ve dişi saydıkları
putlara ibadet edip yalvarıp yakarıyorlar. Böylece de inatçı şeytandan
başkasına tapmış olmazlar. Ki o şeytanı Allah, şöyle dediği için rahmetinden
uzaklaştırmıştır: “Senin kullarından belirli bir pay edineceğim, onları
saptıracağım, boş hevesler ve özlemlerle dolduracağım. Ben onlara emredeceğim,
onlar da putperestçe bir kurban âdeti olarak, hayvanların kulaklarını
yaracaklar ve onlara yine emredeceğim, Allah'ın yaradılıştaki kanun ve
prensiplerini değiştirecekler...” (Nisa: 4/117-119)
* Ayetteki, Allah'ın yarattığı şeyleri yani mahlukatını;
veya Allah'ın yaratmadaki prensip ve programını değiştirecekler.” (Nisa: 4/119) tefsir ederken Elmalılı
Merhum tefsirinde şöyle diyor:
“Yaradılışın şeklini veya
sıfatını değiştirerek durumunu başka şekle sokacaklar, fıtratının kemaline
götürecek yerde bozacaklar, çığırından çıkaracaklar. Tefsirlerde gelen
misallere bakarak kadını erkek, erkeği kadın yapmaya çalışacaklar; kadın yerine
erkek, erkek yerine kadın kullanacaklar; bıyıklarını ve sakallarını yolup traş
edecekler; kulak burun kesip göz çıkaracaklar, erkekleri iğdiş edip hadım ağası
yapacaklar, uzuvlarını yaradılış görevlerinin dışında kullanacaklar, nikah
yerine zina edecekler, temizi bırakıp pisliklere koşacaklar, menfaatı bırakıp
zararı seçecekler, ciddilikleri atıp eğlenceye heves edecekler, vazifeden kaçıp
oyuna gidecekler, doğruluğu budalalık, eğriliği hüner sayacaklar, helala haram,
harama helal, iyiye kötü, kötüye iyi diyecekler, hayır yerine şer işleyecekler,
imar edilmesi gerekeni yıkıp, yıkılması gerekeni imar edecekler, kanunu istifa
(seçme kanunu) yı kötüye kullanmak suretiyle yaradılışın zıddına alışkanlıklar
edinecekler, yaradılış kanunu zıddına işler yapacaklar, ruhlarının
yaradılışındaki selamet ve saflıklarını bozacaklar, hak kanunu olan Rum: 30/30
kuvvetli dini doğru yolu hakka tapmayı bırakacaklar, yaradılanı yaratıcı yerine
koyacaklar, tevhid dininden çıkacak, batıl dinler ve fikirler arkasından
koşacaklar, şuna buna tapınacaklar, şeytanlık peşinde dolaşacaklar, Rum: 30/30 “Allah'ın yaratmasının değiştirilemez” olduğunu bilmeyecekler, bilseler bile
tanımayacaklar. O inatçı melun şeytan lanetlenince Allah'a karşı bu beş sözü
haliyle veya sözlü olarak yemin ile söyledi. Bu şekilde Allah'ın kullarına
musallat olarak onlardan belli bir hisse almaya karar verdi ki işte şirkin başı
ve sapıklığın kaynağı budur.......” [290]
1646. Esmâ radıyallahu anhâ'dan
rivayet edildiğine göre bir hanım Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e:
– Ey Allah'ın Resûlü! Yakalandığı
bir hastalık sebebiyle kızımın saçları döküldü. Ben onu evlendirmiştim de. Ona
iğreti saç taktırayım mı? diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– "İğreti saç takana
da taktırana da Allah lânet etmiştir"
buyurdu.
Âişe radıyallahu anhâ'dan da benzeri bir rivayet nakledilmiştir.[291]
* Bir aile saadetinin
artırılmasına yönelik dökülen saçların yerine peruk taktırmak için izin isteyen
bir anne görülüyor. Müslümanlara şefkat ve merhametiyle düşkün olan
peygamberimiz bu husustaki yasağın ciddiyetini bildirerek kesin ve net “lanet edileceği” bildirilmiştir. [292]
1647. Humeyd İbni Abdurrahman'dan nakledilmiştir ki, Muâviye radıyallahu anh hac yaptığı sene
Medine'de bir zâbıta memurunun elinde bulunan bir tutam alın saçını alıp Medine
Mescidi Minberinden halka şöyle hitabetmiştir:
– Ey Medineliler! Âlimleriniz
nerede? (Niçin bunları önlemezler?) Ben Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in bu tür saçlardan halkı menederek
şöyle buyurduğunu duymuşumdur:
– "İsrailoğulları, kadınları bu tür şeyleri kullanmaya
başladıkları zaman helâk olmuşlardır!"[293]
* Devrin halifesi Muaviye
o günün Medine’sinde insanların peruk kullandıklarını görünce kızıyor ve “alimleriniz nerede?” diye sesleniyor. Kesin ve net biçimde
yasaklanmış şeylerin kullanımına nasıl izin veriyorlar diye bir yakınma, ikaz
ve tehdidi içeren konuşmasını yapıyor. Halkı uyarıp ilim adamlarını göreve
çağırıyor. [294]
1648. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem saçlarına saç ekleten ve ekleyen, döğme
yapan ve yaptıran kadınlara lânet etmiştir.[295]
* Güzel görünsün diye
vücudun değişik yerlerine, değişik boyalarla dövme yaptırmanın lanetlendiğini
bildiren hadisimiz konuya bu kadar şiddet gösterilmesinin temelinde yatan sebep
Allah'ın yarattığı fıtri güzelliği değiştirme niteliği taşımasıdır.
Müslümanların tabii olan ve her türlü sahtecilik ve yapmacılıktan uzak durarak
yaşamaları istenmektedir. En güzel şekil “Ahseni takvim”de yaratılan insanoğlu fıtrat ve yaratılış
gereği bu güzel şeklini muhafaza ederek değiştirmeksizin yaşantısını
sürdürecektir. Değilse çağın çağdaşlığını ve modanın maskarası olarak rezil
olacak demektir. [296]
1649. İbni Mes'ûd radıyallahu
anh'den nakledildiğine göre kendisi, "Döğme yapan, yaptıran, yüzünün
tüylerini yolan, güzel görünsün diye dişlerini seyrekleştiren, Allah'ın
yarattığını bozan kadınlara Allah lânet etsin" demişti. Bir kadının İbni
Mes'ûd'u aşırı gitmekle suçlaması üzerine bu defa; "Peygamberin lânet
ettiği kimseye niçin lânet etmeyecek mişim? Peygamberi izlemek Allah'ın kitabında
emredilmiştir. Allah Teâlâ; "Peygamber
size ne verirse onu alın, sizi nehyettiğinden de uzak durun!" (Haşr:
59/7) buyurdu, demiştir.[297]
* Bugün insanlık
değişiklik olsun diye pek çok maskaralığı denemek ve ortaya koymak
durumundadır. Güzellik salonları adı altında pek çok masraflarla güzel görünme
duyguları istismar edilerek pek çok kadının bu sektörlerin kurbanı olduğu
malumdur.
Allah'ın yarattığı güzelim
kaş ve kipriklere değişik şekiller vermek suretiyle maskara haline gelenler,
yaptırdıkları dövmelerle suret ve el kol şekillerini değiştirerek maskara
olanlar, dişlerini törpületip değişik görünüm sağlamaya kalkan bir
maskaralıktan medet uman ve dikkat çekmeye çalışan zavallı kimselerdir.
Bu hadisin değişik ve geniş bir
şekli (Müslim, Libas 120)’de geçmektedir. Olay şöyle cereyan etmiştir: Ümmü
Yakup isimli bir hanım İbni Mes’udun lanetlediği bu tür kadınlar hakkında
müdafa edercesine: “Ben Kur’an’ı baştan
sona okudum, bu sayılan işleri yapan hanımlara lanet edildiğine rastlamadım”, diye itiraz etmiştir. İbni Mes’ud da
böylesi hanımlara peygamberimizin lanet ettiğine, lanet etmekten asla
çekinmeyeceğini söyledikten sonra bu hususun Allah'ın kitabına da uygun
olduğunu bildirerek Haşr: 59/7 ayeti okumuştur. Ümmü Yakup isimli hanım buna
itiraz edememiş ve senin hanımında bile bu lanetlenen şeylerden birisi belki
vardır, diyerek işi ileri götürmesi üzerine: “Haydi git benim hanımıma bak” demesi üzerine kadın gidip bakmış ve
“Hanımında bundan bir şey görmedim” demesi üzerine İbni Mes’ud o kadına: “Bana
bak böyle bir şey olsaydı, biz onunla beraber olmazdık” demiştir.
Bu ayetin nüzül sebebinin özel bir olay olması hükmünün genel olmasına
asla mani değildir. Keşke bizler de İbni Mes’ud gibi “Peygamberin söylediği bir
sözü ve yaptığı bir işi niçin söyleyip yapmayayım ki” diyebilecek teslimiyet ve
iman üzere olabilsek ve ölebilsek... [298]
1650. Amr İbni Şuayb'ın, babası vasıtasıyla dedesinden rivayet
ettiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Beyaz saçları yolmayın. Zira o beyaz saç, kıyamet günü müslümanın
nûrudur."[299]
* Ağaran saç ve sakal
tecrübe ve belli bir olgunluğun delilidir. Ve müslümanı ahiret amellerine
ağırlık vermeye ve kulluğunu artırmaya sevkeder. Hayatın normal akışına razı
olan müslüman ağaran kılları yolma ve koparma yoluna gitmez, ihtiyarlama
alameti olarak ağaran saç ve sakal tellerinin yolunması genç görünmeye
çalışmanın bir sonucu olup, bir nevi sahtekarlıktır. Boyama işi Yahudilere
benzememek için caiz kılınmıştır. Koparma işi ise yasaklanmıştır. İslamda
olmayan bu tür bir adeti yapmak yasaktır
ve reddolunmuştur. [300]
1651. Aişe (r.anha)'dan
bize bildirildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.)şöyle buyurdu:
“Kim bizim emrimiz ve
uygulamamıza aykırı bir hareket yaparsa bu yaptığı reddedilmiştir. Kabul
edilmez.” [301]
* Dinimizde olmayan herşey
reddedilir. İnanç olsun amel olsun farketmez. Namaz kılmaktaki yapılan
değişiklikten tutun, saç ve sakaldaki beyazlaşan kılları yolmaya varıncaya
kadar hepsi bidattır, dinden değildir, reddedilir ve kabul edilmez. [302]
1652. Ebû Katâde radıyallahu
anh' den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Hiç biriniz küçük abdest bozarken erkeklik uzvunu kesinlikle sağ
eliyle tutmasın, sağ eliyle silinmesin, bir şey içerken kabın içine
solumasın!"[303]
* Sağ el ile yeme ve
içmeyle alakalı hadisler önceden geçmişti. Sol elin kullanılacağı yerler olarak
da burun silmek ve abdest bozduktan sonra temizlenirken kullanılacağını da bu hadisten
öğrenmiş oluyoruz. Giyim kuşam ve her hayırlı işinde sağdan başlamayı
alışkanlık haline getiren peygamberimiz, bu tür temizlik işlerini görürken de
sol elini kullanmayı adet haline getirmişti. Biz müslümanlar da bu edeb
kaidesine uymak mecburiyetindeyiz.
Meşrubat içerken de kabın içine
üflenmemesi edebi de hadisin ikinci bölümünde bize öğretilmiş oluyor. İğrenme,
tiksinmeye sebep olan ve değişik
mikropların kaçmasına sebep olacağından değişik hastalıkların yayılmasına sebep
olur. İçerken besmele çekip sonuçta Elhamdülillah demeliyiz. [304]
Tek ayakkabı ve pabuçla
dolaşılmaması gerektiğini ya ikisini de çıkarıp veya ikisini de giymek
gerektiğini, tamiratı yapılıncaya kadar bile olsa tek pabuç giyilmemesi
gerektiğini ve bir tarafa dayanıp yaslanmaksızın ayakta ayakkabı giyilmesinin
yasak olduğunu öğreneceğiz. [305]
1653. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sizden biriniz tek ayakkabı ile dolaşmasın. Ya ikisini de giysin
veya ikisini de çıkarsın!"[306]
* Müslüman her tavrında
ciddidir, sokaklarda ve insanlar arasında dolaşırken de aynı ciddiyeti
sergilmelidir. Her türlü dengesizliğe karşı çıkan dinimiz ve peygamberimiz
insanın yürüyüş dengesini bozacağı için bu tür hareketi yasaklamıştır. [307]
1654. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh: Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, "Herhangi
biriniz ayakkabısının bağı koptuğu zaman onu onarıncaya kadar (bile olsa) tek ayakkabıyla
gezmesin!" buyurduğunu işittim, demiştir.[308]
* Yine aynı dengesizliği
ortadan kaldırmak için ayakkabısı tamir oluncaya kadar tek ayakla tek
ayakkabıyla Müslümanın dolaşmaması gerektiği bildirilmektedir. Böylece gülünç
duruma düşmekten müslüman kurtulabilir. [309]
1655. Câbir radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem bir kimsenin ayakta ayakkabı giymesini yasaklamıştır.[310]
* Mest, ayakkabı, bot,
çizme, uzun bağcıklı ayakkabı gibi kişiyi fazla uğraştıracak olan ayakkabı
türleri giyilirken kişi oturmalıdır. Ayakta olursa dengesini kaybedip
düşebileceği için ya oturarak veya bir tarafa dayanarak giyilmesi tavsiye
ediliyor ki, umulmadık bir durum ortaya çıkmasın. Yani düşüp elbisesinin
kirlenmesi veya kırık çıkık gibi bir durumla karşılaşılmaması için. İslam, her
işte olduğu gibi ayakkabı giymede bile edeb kurallarına önem verir. [311]
1656. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Uyumak istediğiniz zaman evlerinizde yanar halde ateş
bırakmayınız!"[312]
1657. Ebû Mûsâ el–Eş'arî radıyallahu
anh şöyle dedi:
Medine'de gece vakti bir ev
yandı. Ev sahiplerinin durumu Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem'e haber verildi. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:
"Gerçekten bu ateş sizin düşmanınızdır; uyumak istediğiniz zaman
onu söndürünüz!" buyurdu.[313]
* Değişik ihmaller sonucu
pekçok insan yanarak ölmüş, pekçok servet yok olmuştur. Hava gazı, tüpgazı,
elektrik, odun, kömür sobaları vs. konusunda daha tedbirli ve dikkatli
davranmanın bir vazife olduğu bize bu hadisle bildirilmektedir. Yerleşim
bölgelerinde böyle olduğu gibi, tarlalar ve ormanlarda da aynı hassasiyeti
göstermeliyiz. Çünkü küçük bir ihmal ne büyük zararlara yol açıyor. Uyumadan
önce meskûn mahallerdeki ısıtıcıların ve her türlü aletlerin şartel, dedantör
vs.'lerini kapatarak tedbir almak gerekir. Arazi ve ormanlarda da piknik
yapanlar ve sigara kullananlar çok dikkatli davranmalıdırlar. Ateşin düşman
olarak nitelendirilmesi mala ve cana verdiği zarardan dolayıdır. Çünkü düşman
da mala ve cana en büyük zararı verir. Müslüman her türlü düşmanına karşı
gerekli tedbiri almakla yükümlüdür. [314]
1658. Câbir radıyallahu anh' den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kapların ağzını örtün. Tulumları bağlayın. Kapıları kapatın ve
lambaları söndürün! Çünkü şeytan bağı çözemez, kapıyı açamaz ve kapağı
kaldıramaz. Eğer herhangi biriniz, kabının üzerine bir çalı–çırpı parçası
koymaktan ve besmele çekmekten başka bir çare bulamazsa, bunları yapsın.
(Lambaları da söndürsün) Çünkü fâre, içeridekilerin üzerine evi
yakabilir."[315]
* Hadisimiz her coğrafya ve her
kesimdeki geçerli güvenlik tedbirlerinin alınmasını bize bildirmektedir. Her
türlü kötülük ve şerrin temsilcisi olan şeytan böylece (besmeleyle) tedbiri
alınan şeylere zarar veremez denilerek bu gerçek te bize bildirilmektedir. Bir
eve girilir selam verilir ve besmele çekilirse “şeytan bu evde bize iş kalmadı,
ne barınabiliriz ne de yiyebiliriz der ve avanelerini o evden sakındırır (Bkz.
730 no'lu hadis). Dolayısıyla müslüman kendisini ve çevresindekileri şeytana
karşı sigorta altına almalıdır. Alınan maddi tedbirler manevi tedbir olan
besmeleyle desteklenmektedir. Müslüman her zaman bilhassa evinden uzaklaşacağı
uzun zamanlarda bu tür tedbirlere mutlaka başvurmalı ve ihmal etmemelidir. [316]
“De ki, Ey Peygamber! Bu
mesaj, tebliğime karşılık sizden bir ücret istemiyorum ve ben yapmacık
uydurmalarla peygamberlik taslayanlardan veya kendiliğimden bir yükümlülük
getirenlerden de değilim.” (Sa'd:
38/86)
* Peygamberimiz insan
fıtratına ve kapasitesine göre ortaya konan bu dinin kurallarını asla
zorlaştırmamış, “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız” kaidesini koymuş ve
insanlara zorluk ve meşakkat getirmemiştir. (Gerekirse ayetin tefsirine tefsir
kitaplarından bakınız.) Böylece peygamberimiz yetkili, bilgili, bir öğütçü ve
tebliğcidir. Zorla ve yapmacık hareketlerle ortaya birşey koymaya çalışan
iddiacı ve dayatmacı olmamıştır. [317]
1659. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
"Biz, tekellüften nehy olunduk."[318]
* Bu hadisten
peygamberimiz (s.a.v.)’in zorluk ve dayatmacı zorba olmadığını biz ümmetinin de
zorba, dayatmacı ve yük getiren insanlar olmamamız gerektiğini anlıyoruz. Her
alanda bilhassa dini alanda işleri yokuşa süren, engel çıkaran, sürekli
tartışan ve yük getiren kişilerin yaptığı bu olayların hepsi tekellüfdür.
Tekellüf, sözde ve özde sahtekarlık olduğu için yasaklanmıştır. [319]
1660. Mesrûk şöyle dedi:
Abdullah İbni Mes'ûd radıyallahu anh' ın yanına gitmiştik. O
bize şunları söyledi:
Dostlar! Bilen, bildiğini
söylesin. Bilmeyen de "Allah bilir "
desin. Zira insanın bilmediği konuda "Allah
bilir" demesi de bir ilimdir. Allah Teâlâ, Peygamber'i sallallahu aleyhi ve sellem'e şöyle buyurmuştur:
"De ki: Kur'ân'ı tebliğden ötürü sizden
bir ücret istemiyorum. Ben, kendiliğinden bir şeyler uydurup size dayatmak
isteyen biri de değilim."[320]
* Bu hadiste bize
insanların bilmedikleri konularda biliyormuş gibi davranıp anlaşılması zor
kelimeler kullanarak bilgiçlik taslamasına da tekellüf diyoruz. Bu bir
zorlamadır ve yasaklanmıştır. Öyleyse müslüman biliyorsa bildiğini söylemeli,
bilmeyenler ise mutlak ilim sahibi olan Allah'a Allah bilir diyerek havale
etmeleri bir edep ve sorumluluk göstergesidir. Din hakkında malumatı olmayan
pekçok entel görüntülü kişilerin günümüzde din konusunda ahkam kesmeleri, bu
yasağın ne kadar anlamlı olduğunu bize bildirir. Bilmediği konularda Allah
bilir demenin de kişiyi küçültmeyeceğini, aksine yücelteceğini de bilmeliyiz. [321]
Bu bölümdeki onbir hadis-i
şeriften, arkasından feryad edildiğinde ölüye azab edileceğini, baygınlık
geçiren bir kimseye böyle bir şey yapıldığında da onun sorgulandığını, ölü
arkasından ağlayanlar "Efendimiz, dayanağımız" diye övmeye başladılar
mı ölünün başucuna iki melek görevlendirilip "Sen böyle biri misin"
diye tartaklanacaklarını, küfür ve cahiliye dönemi adetlerinden birinin nesebe
sövmek, diğerinin de ölüye yüksek sesle ağlamak olduğunu, yaka paça yırtıp
çığlıklarla ölü arkasından ağlamanın cahiliye adeti olduğunu, böyle yapan
kimselerin ikaz edilmesi gerektiğini, Rasulullah'ın kadınlarla bey'at yaparken
ölü arkasından yüksek sesle ağlamayacaklarına dair söz aldığını, ölü için
kalbin teessüründen dolayı gözyaşı dökülebileceğini, bunun da Allah tarafından
bağışlanacağını, ölüler arkasından ağıtçılık yapan kimseler tevbe etmeden
ölürlerse katrandan bir gömlek ve uyuzdan bir zırh olduğu halde mezarlarından
kaldırılacaklarını öğreneceğiz. [322]
1661. Ömer İbni'l–Hattâb radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Arkasından koparılan feryat (ve yakılan ağıt) sebebiyle ölüye
kabrinde azâb olunur."[323]
Bir rivâyette[324] "ölüye ağlandığı sürece"
denilmektedir.
1662. İbni Mes'ûd radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Ölenin arkasından yüzünü gözünü tırmalayan, yakasını paçasını
yırtan, Câhiliye insanı gibi bağıra – çağıra ağıt yakıp kendisine beddua eden,
bizden, bizim yolumuzu izleyenlerden değildir."[325]
1663. Ebû Bürde şöyle dedi:
(Babam) Ebû Mûsâ el–Eş'arî
hastalandı ve başı hanımlarından birinin kucağında iken bayıldı. Bunun üzerine
hanım, bir çığlık atıp yüksek sesle ağlamaya başladı. Fakat Ebû Mûsâ, kadını
bundan men edecek durumda değildi. Ayılınca:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hoşlanmayıp uzak kaldığı şeyden ben
de hoşlanmam ve uzak olurum. Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem vâveylâcı, saçını yolan, üstünü başını yırtan
kadınlardan uzaktı, diye hanımını ikaz etti.[326]
1664. Mugîre İbni Şu'be radıyallahu
anh, "Ben Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem' i şöyle buyururken dinledim" dedi:
"Kimin arkasından bağıra–çağıra ağıt yakılırsa, kendisi adına
yapılan bu feryattan dolayı o kişiye kıyamet günü azab olunur."[327]
1665. Ümmü Atiyye Nüseybe radıyallahu
anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bey'at sırasında, ölüye yüksek sesle
ağlamayacağımıza dair biz kadınlardan söz aldı.[328]
1666. Nu'mân İbni Beşîr radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Abdullah İbni Revâha radıyallahu anh'ın baygınlık geçirmesi
üzerine kız kardeşi, "Vah dağ gibi kardeşim, vah şöyle şöyle olan kardeşim"
diye onu överek yüksek sesle ağlamaya başladı. Abdullah İbni Revâha ayıldığı
zaman kız kardeşine; "Senin hakkımda söylediğin her övgü için ben, ‘sen
gerçekten böyle biri misin?’ diye sorgulandım" dedi.[329]
1667. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Sa'd İbni Ubâde radıyallahu anh hastalanmıştı.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Abdurrahman
İbni Avf, Sa'd İbni Ebû Vakkâs ve Abdullah İbni Mes'ûd ile birlikte Sa'd'ı
ziyârete geldi. Yanına girdiğinde onu elem ve ıstırap içinde, ailesi tarafından
etrafı kuşatılmış bir halde buldu. Bunun üzerine:
– "Öldü mü?" buyurdu.
– Hayır, ey Allah'ın Resûlü
(ölmedi), dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (Sa'd'ın bu ağır durumuna üzülerek)
ağladı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem 'in
ağladığını görünce oradakiler de ağladılar. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:
"Bilmez misiniz, gerçekten Allah, gözyaşı ve kalbin hüznü
sebebiyle insana azâb etmez. Fakat –eliyle diline işâret ederek– işte bunun
yüzünden azâb eder veya bağışlar" buyurdu.[330]
* Yukarıdaki 7 hadisi
şeriften üzülme sonucu sessiz gözyaşı dökmenin azaba vesile olmadığı ve normal
karşılandığını öğreniyoruz, yaka paça yırtarak ağlamanın zarar verdiği ve
yasaklandığı da ortaya çıkmıştır. Bu yasaklama En’am: 6/164, İsra: 17/15,
Furkan: 25/18, Zümer: 39/7 ve Necm: 53/38. ayetlerine ters düşmez. Müslümanlar
bu hadislerdeki yasaklığı bilip vasiyet etmeli ve ölümünden sonra böyle şeyler
yapılmamasını tenbih etmeliler, arkaya kalanlar da hem bu hadisleri bilmeli,
hem de ölünün bu vasiyetine uymalıdırlar. (Bkz.Tecrid Terc. IV, 387-420) [331]
1668. Ebû Mâlik el–Eş‘arî radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Ağıtçı, ölmeden önce tövbe etmezse, kıyamet günü üzerinde
katrandan bir elbise ve uyuzlu bir gömlek olduğu halde mezarından
kaldırılır."[332]
* Yani değişik bir azap
modeliyle azaplandırılacaklar. [333]
1669. Üseyd İbni Ebû Üseyd et–Tâbiî'nin, Hz. Peygamber'e biat etmiş
kadınlardan birinden naklettiğine göre o hanım sahâbî şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ma‘rufta itaat konusunda bizden
aldığı biat içinde, iyilikte kendisine isyan etmeyeceğimiz, felâket anında yüz
tırmalamayacağımız, ah–vah diye vâveyla koparmayacağımız, yaka–paça
yırtmayacağımız ve saç–baş yolmayacağımız sözü de vardı.[334]
* Rasûlullah'ın siyasi
otoritesini kabul eden kişilerden değişik zamanlarda değişik şeyler üzerine
biat aldığını biliyoruz, burada da bu hususlar üzerine biat alınıyor ve
bunların hiç yapılmaması isteniyor. [335]
1670. Ebû Mûsa radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Ölen herhangi bir kişinin arkasından ağlayıcılar, ey kendisine
dayandığımız, ey efendimiz vs. diye onu övmeye başladılar mı, adamın başına iki
melek görevlendirilip dikilir ve onu tartaklayarak "Sen böyle biri
miydin?" derler."[336]
* Yani eğlenceye
alırcasına melekler hakaret etmiş olurlar. [337]
1671. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"İnsanlar arasında iki âdet vardır ki bunlar küfür dönemi
âdetidir: Nesebe sövmek, ölüye yüksek sesle ağlamak."[338]
Bu bölümdeki altı hadis-i
şeriften falcılara inanmanın doğru olmadığını, bu tür insanlara inanan kimsenin
kırk gün namazının kabul olunmayacağını, falcılığın her türlüsünün sihir
çeşidinden olduğunu, yıldızname türü bilgileri elde edenlerin günahlarının da
arttığını, haram olan ücretlerden birinin de falcılık ücreti olduğunu
öğreneceğiz. [339]
1672. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
Bazı insanlar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e kâhinleri
(n yaptıkları hakkında fikrini) sordular da Resûl–i Ekrem:
– "Aslı olan, (doğru) bir şey değildir" buyurdu.
– Ey Allah'ın Resûlü! Ama onların
bize verdikleri geleceğe ait bazı haberler
söyledikleri gibi çıkıyor,
dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– "Onların bu tür haberleri (görevli meleğin ilham ettiği)
gerçeklerdendir. Onu bir cin meleklerden kaparak kâhin dostunun kulağına
fısıldar. O kâhinler de bir doğruya yüz yalan karıştırır (halka sunar)
lar" cevabını verdi.[340]
1673. Safiyye Binti Ebû Ubeyd, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in bir eşinden naklen Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle
buyurduğunu bildirmiştir:
"Kim, çalıntı veya yitik bir malın yerini haber veren kimseye
(arrâfa) gidip ondan bir şey sorar, söylediğini de tasdik ederse, o kişinin
kırk gün hiçbir namazı kabul olunmaz."[341]
1674. Kabîsa İbni'l–Muhârık radıyallahu
anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem'i şöyle buyururken dinledim, demiştir:
"Kuşları ürkütüp isimlerinden, seslerinden ve hareketlerinden mânalar
çıkarmak, uğursuzluğa inanmak, kum üzerine çizgiler çizerek geleceğe yönelik
hükümler çıkarmak bir çeşit sihir ve kehânettir."[342]
1675. İbni Abbas radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Yıldızlardan bir bilgi edinen, bir parça sihir elde etmiş olur.
Bilgisi arttıkça günahı da artar."[343]
1676. Muâviye İbni'l–Hakem radıyallahu
anh şöyle dedi:
– Ey Allah'ın Resûlü! Ben, yeni
müslüman olmuş biriyim. Allah Teâlâ bizi İslâm ile şereflendirdi. Bizden öyle
kimseler vardır ki, kâhinlere gider, onların söylediklerine inanırlar, dedim.
– "Artık onlara gitmeyin (söylediklerine de inanmayın)!"
buyurdu. Ben:
– Bizden kimileri de kuşların
ötmesini, sağa –sola uçmasını uğursuzluk sayarlar, dedim.
– "Bu, içlerinde buldukları bir zan, bir duygudur; bu his onlara
mâni olmasın" buyurdu. Ben:
– Bizden kum üzerine birtakım
çizgiler çizen ve öylece hüküm çıkarmaya çalışanlar da var, dedim.
– "Peygamberlerden biri de çizgi çizerdi. Kimin çizgisi onun
çizgisine uygun düşerse o isabet etmiş olur" cevabını verdi.[344]
1677. Ebû Mes'ûd el–Bedrî radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, köpek parasını, fuhuş gelirini ve
falcılık ücretini yasaklamıştır.[345]
* Bu bölümün altı hadisinden
Kahin ve Arraf dediğimiz sihirbaz, müneccim, falcı kimselerin sözlerinin %
99'unun yalan ve yakıştırma olduğunu öğreniyoruz. Her dönemde insanlar
gelecekte nelerin olacağını önceden bilip öğrenmek istemişlerdir. Bu istekten
dolayı da toplumlarda sihirbazlar revaç bulmuş ve yaygınlaşmıştır. Günümüzde de
aynı istekten dolayı gazetelerde ve televizyonlarda astroloji, yıldızname ve
falcılık yaygınlaşmış olup, insanlar bunları takip edip durmaktadırlar.
Gerçeklerin (Allah ve Peygamber sözlerinin) unutulduğu dönem ve yörelerde bu
tür hurafeler çok yaygınlaşmıştır ve toplumu yönlendirenler kahinler ve
sihirbazlar olmuşlardır. Bugün 20. asrın sihirbazları diyebileceğimiz Medya da
(yani Basın ve TV kanalları) aynı işi yapmakta ve toplumu yönlendirmektedir.
Müslüman bunların haber ve programlarını kitap ve sünnet ölçüsüyle ölçmeden
kabul etmemeli ve bunlara aldanarak hem dünya, hem de ahiretini perişan
etmemelidir. Müslüman istihare dediğimiz usulle hakkında karar veremediği
şeyleri halleder. [346]
Bu bölümdeki dört hadis-i
şeriften, hastalıkların kendiliklerinden bulaşmasının olmadığını, uğursuzluğun
olmadığını, herşeyi güzel ve olumlu sözlerle hayra yormanın sünnet olduğunu,
uğursuzluk olacak olsaydı insanların en çok vehmettikleri üç konuda (ev, kadın
ve binit) olabileceğini, uğursuzluk inancıyla kişinin işlerini terketmemesi
gerektiğini ve hayırda duaya devam etmesi gerektiğini öğreneceğiz. [347]
1678. Enes radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Hastalığın kendiliğinden bulaşması yoktur. Uğursuzluk da yoktur.
Ben hayra yormayı yeğlerim." Sahâbîler:
– Hayra yorma (tefe'ül) nedir?
dediler.
– "Güzel, olumlu sözdür" buyurdu.[348]
1679. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Hastalığın kendiliğinden bulaşması yoktur. Uğursuzluk da yoktur.
Eğer bir şeyde uğursuzluk olacak olsaydı evde, kadında ve atta olurdu."[349]
* Bu hadis-i şerifteki
inceliği daha güzel anlayabilmek için; “Uğursuz saymak şirktir”[350] “Cennete hesapsız
girecek 70 bin kişiden bir kısmının da uğursuzluğa inanmayanlar”[351] olduğunu,
ayrıca Sehl ibni Sa’d rivayetinde bu hadis “Eğer uğursuzluk olacak olsaydı”
denilerek cahiliye döneminde bu üç şey dışında kılıç, dil, Şevval ayında
nikah gibi hususlarda da bu inanç geçerli idi. Hz. Aişe (r.anha) annemiz
tüm bu uğursuz sayma adetlerini Hadid: 57/22. ayetini okuyarak reddetmişti. “Ayrıca
uğursuzluk yoktur, üç şeyde uğur olabilir”[352] hadisi
Hz. Aişe’nin bu görüşünü destekler mahiyettedir.[353]
1680. Büreyde radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem uğursuzluğu kabul etmezdi.[354]
1681. Urve İbni Âmir radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in huzurunda uğursuzluktan söz edildi.
Bunun üzerine:
"En güzeli hayra yormadır. Uğursuzluk, hiçbir müslümanı
teşebbüsünden vazgeçirmesin. Herhangi biriniz hoşlanmadığı bir şey gördüğü
zaman; "Allahım! İyilikleri sadece sen verirsin; kötülükleri yalnız sen
giderirsin. Günahtan kaçacak güç, ibâdet edecek kuvvet ancak senin yardımınla
kazanılabilir" diye dua etsin, buyurdu.[355]
* Bugün halk arasında
pazartesi yola çıkılmaz, perşembe çamaşır yıkanmaz gibi inanışlar batıldır.
Birinci hadiste, “hastalıkların kendiliğinden bulaşması yoktur” denilerek
bu işe insanlar sebep olur, dolayısıyla karantina esasları getirilmelidir
denmek istenmektedir. Uğursuzluk kabul edilmeyip güzel ve olumlu sözle hayat
idare edilmelidir. İkinci hadise göre uğursuzluk olsaydı denilerek sayılan ev,
kadın ve at insanların uzun süre beraber yaşadıkları ve içiçe oldukları bu
nesnelerde olabilirdi denmektedir. İnsanların en çok uğursuzluk vehmettikleri
üç nesne hususundaki genel ve yaygın kanaati ortaya koyup bunun asılsız
olduğunu anlatmak istemiştir. Uğursuzluk vehmi hiçbir müslümanı
teşebbüslerinden vazgeçirmemeli, hayra yorup uğurlu sayacak hayatı devam
ettirmelidir. Hadiseler hakkında uğursuzluk kabul etmek, Allah'a kötü zanda
bulunmak demektir.[356]
Bu bölümdeki on hadis-i
şeriften, resim ve heykel yapanlara kıyamet günü yaptıklarınıza can verin, diye
azap edileceğini, en şiddetli azaba uğrayacak olanların bunlar olduğunu,
yapılan her resim için ayrı ayrı azap edileceğini, resim yapanlara kıyamette
yaptığı resme can vermesi isteneceğini, resim ve köpek bulunan eve melek
girmeyeceğini, Rasulullah (s.a.v.)'ın canlı resimleri tanınmaz hale getirmek ve
yüksek kabirleri yerle bir etme vazifesini Hz. Ali'ye verdiğini öğreneceğiz. [357]
1682. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bu sûretleri (resim ve heykelleri) yapanlar, kıyamet günü, ‘bu
yaptıklarınıza can verin, haydi!’ diye azâb edileceklerdir."[358]
1683. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir seferden dönmüştü. Ben de odamın
önündeki sekiyi resimli bir perde ile örtmüştüm. Bunu görünce Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yüzünün
rengi değişti ve şöyle buyurdu:
– "Ey Âişe! Kıyâmet günü Allah katında insanların en şiddetli
azâba uğrayacak olanları, Allah'ın yarattığı şeyi taklide kalkışanlardır."
Bunun üzerine biz de o örtüyü
kesip bir (veya iki) yastık yaptık.[359]
1684. İbni Abbâs radıyallahu
anhümâ, "Ben Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim" dedi:
"Her sûret yapan cehennemdedir. Yaptığı her sûret için orada bir
kişi yaratılarak ona cehennemde azâb edecektir."
İbni Abbâs, (kendisinden fetvâ
isteyen ve tek işi resim yapmak olan kişiye) şöyle dedi:
– Eğer mutlaka resim yapman
gerekiyorsa, ağaçların ve cansız şeylerin resimlerini yap!"[360]
1685. Yine İbni Abbâs radıyallahu
anhümâ, "Ben Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim" dedi:
"Kim dünyada bir canlı resmi yaparsa, kıyamet günü yaptığı resme
can vermeye zorlanır. O ise, buna aslâ can veremez."[361]
1686. İbni Mes'ûd radıyallahu
anh, "Ben Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim" dedi:
"Kıyamet günü azâbı en şiddetli olanlar, sûret yapanlardır."[362]
1687. Ebû Hüreyre radıyallahu anh, "Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken
dinledim" dedi:
"Allah Teâlâ:
Benim yarattığım gibi yaratmaya kalkışandan daha zâlim kim vardır?
Haydi bir zerre, yahut bir habbe veya bir arpa tanesini yoktan yaratsınlar
(bakalım!), buyurdu."[363]
1688. Ebû Talha radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"İçinde köpek ve sûret bulunan eve melekler girmez."[364]
1689. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Cebrâil aleyhisselâm,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e
geleceğini söylemişti. Gecikti. Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem çok üzüldü ve dışarı çıkınca Cebrâil ile karşılaştı ve
gecikmesinden şikayetçi oldu. Bunun üzerine Cebrâil aleyhisselâm:
"Biz melekler, içinde köpek ve sûret bulunan eve girmeyiz"
cevabını verdi.[365]
* Yukarıdaki sekiz hadis-i
şeriften anlaşılan iki boyutlu resim ve fotoğraf ile üç boyutlu heykel büst
gibi şeylerin İslam'da yasak oluşu ve tevhid inancını zedeleyen ve şirke
düşüren konumda olmaları hasebiyle sert uyarılar ve tehdidlerle müslümanların
bu tür şeylerden vazgeçmeleri istenmiştir. Putperestliğin yeniden ortaya
çıkmasına sebep teşkil edecek olan canlı resimlerin bulunduğu tablolar her
türlü fotoğraflar ve üç boyutlu heykel ve büstlerin evlerde bulundurulması
kesinlikle haramdır.
Sadece nüfus cüzdanı, ehliyet,
pasaport gibi zaruri evraklarla paralarda bulunan resimlerle, çocukların
oyuncak bebeklerinin alım-satımı ve oynanması zaruret olduğu için haram sınırı
dışındadır denmiştir.
Dolayısıyla müslüman evine melek
girmesini temin için ne resim, ne de büst, heykel gibi üç boyutlu canlı
temsillerini evinde dükkanında ve bürosunda bulundurması haramdır. Avcı ve
koyun köpeği (ziraat köpeği) haricinde de köpek besleyemez. Batı hayranlığıyla
süs köpekleri taşımak pekçok paralar masrafıyla onları beslemek müslümana
yakışmayan kafir adetlerindendir.[366]
1690. Âişe radıyallahu anhâ
şöyle dedi:
Cebrâil aleyhisselâm,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e
belli bir saatte geleceğini vadetmişti. Vakit gelmiş ama Cebrâil gelmemişti.
Resûlullah elinde bulunan sopayı yere attı ve "Allah da Resûlleri de va'dinden caymaz!" dedi. Sonra
etrafa bakınmaya başladı. Bir de ne görsün, sedirinin altında bir köpek eniği.
Bunun üzerine:
– "Ey Âişe! Bu enik buraya ne zaman girdi?" diye
seslendi. Ben:
– Allaha yemin ederim ki,
bilmiyorum, dedim.
Emir verdi, köpek yavrusu evden
çıkarıldı. Cebrâil aleyhisselâm da
hemen geldi. Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem:
– "Bana söz verdin, ben de bekledim, ama gelmedin, "
dedi. Cebrâil:
– "Gelmemi, evindeki köpek
engelledi. Biz melekler içinde köpek ve sûret bulunan eve girmeyiz"
cevabını verdi.[367]
1691. Ebü'l–Heyyâc Hayyân İbni Husayn şöyle dedi: Ali İbni Ebû
Tâlib radıyallahu anh bana:
"Seni, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in beni
memur ettiği bir işi yapmakla görevlendireyim mi? Nerede canlı sûreti bulursan onu tanınmaz hale getir, rastladığın
yüksek kabirleri de yerle bir et!" dedi.[368]
* Tevhid inancının
muhafazası, şirk ve putperestlik sistemlerinin değişik biçimlerinin topluma
yansıyan görüntülerinin ayıklanması anlamına gelen tüm bu yasaklamalar ve
uyarılar, tevhid inancının muhafaza ve korunmasına yönelik tedbirlerdir.
Resimli eşya türleri tamamen yasaklanmış olup böylece peygamberimiz (s.a.v.)
şirkle mücadelenin benzersiz mücadelesini göstermiş oluyordu, böylece İslam'ın
şirke galebesi gerçekleşmiş oluyordu.
Ve müsaade edilen ağaç, taş, eşya
ve manzara resimleri serbest bırakılmıştı. [369]
1692. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ, "Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim" dedi:
"Av veya çoban köpeği dışında her kim köpek edinirse her gün o
kimsenin ecir ve sevabından iki kırat eksilir."[370]
1693. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim köpek edinirse, her gün o kimsenin amelinin sevabından bir
kırat eksilir. Ancak ziraat veya koyun köpeği olursa o başka…"[371]
Müslim'in bir rivayetine göre[372]; "Av, koyun ve ziraat köpeği hariç, kim
köpek edinirse, gerçekten onun ecir ve sevabından her gün iki kırat
eksilir" buyurdu.
* Hiçbir ihtiyaç (ziraat
ve hayvanlar için) olmadığı halde sadece eğlence ve süs olması için evde köpek
bulundurmanın yapılan iyiliklerin sevabından bir ölçek veya iki ölçek veya bir
birim veya iki birim eksileceği haber verilmektedir. Bu farklı eksilme işi
köpeğin diğer insanlara verdiği rahatsızlığa, havlamasına, pis şeyler yemesine,
pis kokmasına, kendisinin ve salyasının pis (necis) olmasına göre yaptığı
amellerin sevabı bir kat veya iki kat azalır. Her gün bu azalmanın miktarı
böyle olunca, zamanla bu kaybın ne kadar büyüyeceği daha iyi tahmin edilebilir.
Bu konudaki tüm hadisler
değerlendirildiğinde Koyun veya (çoban köpeği) ziraat köpeği ve av köpeği
haricinde köpek edinmek yasaklanmıştır. 1675 numaralı hadisle de köpek
alışverişinden dolayı kazanılan paranın da yasaklandığını bilmekteyiz.
İslamî gelenekte herşey kişiye
sevap kazandırır. Kişinin sevabının azalmasına vesile olan herşey ve kişiye
günah kazandıran herşey İslami olmayan hayat tarzlarının, adet ve yaşantı
biçimleridir. Bunların tümünden uzak durmak gerekir. Zevk için köpek besleyen,
devamlı bir zarar içindedir. “Her kim bir toplumun örf ve adetlerine uyarsa
onlara benzemeye çalışırsa o onlardandır.” hadisini de gözden ve gönülden
uzak tutmamak gerekir. [373]
1694. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Yanlarında köpek ve çan bulunan bir topluluğa melekler arkadaşlık
etmez."[374]
1695. Yine Ebû
Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet
edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Çan, şeytan
çalgılarındandır."[375]
* Bu iki hadis, yolculukta
köpek ve çan bulundurmanın, rahmet meleklerinin o yolculara eşlik etmesine mani
olduğunu bildirmekte ve çanın şeytan çalgılarından olduğu anlatılmaktadır.
Yolculukta hayvanlara çan takmak, devamlı gürültü çıkararak o insanların
Allah'ı anmaktan uzaklaştıracağını, rahmet meleklerinin onlara eşlik
etmeyeceğini öğrendik. Hem rahmet meleklerinin bulunmaması hem de insanları
zikir ve fikir gibi ciddi işlerden alıkoyması müslümanın gününü zararla
karartması demektir. Ses ve gürültünün meydana getirdiği gerginlikler ve
çevrecilik yapanlar bu hadislerden ibret ve ders almak zorundadırlar. Askeri
harekatlar ve her türlü yolculuklar da sessizlik emniyet açısından ve
dikkatleri dağıtmamak yönünden çok önemlidir. [376]
1696. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem pislik yemeye dadanmış deveye binmeyi
yasakladı.[377]
* Cellale: Her türlü
pislik, daha doğrusu insan ve hayvan pislikleri de yiyen (domuz gibi) ve bu işe
alışmış olan, etinde, sütünde ve terinde ve tersinde bunların etkisi görülen
hayvan demektir. Bu hayvanlar küçükbaş ve büyükbaş da olabilirler. Bunların eti
ve sütü yasaklanmıştır. Binilmemesi, herhalde teri vasıtasıyla insanlara bu
pisliğin koku ve nem olarak bulaşması olabilir. Bunların etleri ve sütlerinin
gıda olarak kullanılabilmesi için herbir hayvan için değişik zaman birimlerinde
hapsedilmeleri uygun görülmüştür. Temiz ahırlarda temiz gıdalar verilmek
suretiyle bir hafta ile kırk gün arasında besiye alınan bu hayvanlar ancak
kesilip yenebilir.
Müslüman yediği, içtiği ve
kullandığı herşeyin temiz olmasına son derece dikkat eder. [378]
1697. Enes radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Mescide tükürmek bir günahtır; kefâreti de onu ortadan
kaldırmaktır."[379]
1698. Âişe radıyallahu anhâ'dan
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem bir keresinde mescidin kıble duvarında sümük veya tükrük
ya da balgam görmüş, hemen onu bir taş parçasıyla kazımıştır.[380]
1699. Enes radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bu mescidler, abdest bozmak ve sair tiksinti verecek şeyler için
yapılmış yerler değildir. Buralar ancak Allah Teâlâyı zikretmek, (namaz kılmak)
ve Kur‘ân okumak içindir."
Râvî, "Yahut da Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in buyurduğu
gibi" demiştir.[381]
* Birinci hadis tükürmenin
günah olduğunu, o işin keffaretinin de “Onun temizlenmesi” olduğunu
öğreniyoruz. Namaz kılınan yerin zemini halı, kilim, beton, mermer, toprak, kum
her ne ise onun izi kalmayacak şekilde yok edilmesi esastır. Namaz dışında ve
içinde bir kimsenin başına böyle bir durum gelirse onu kağıt, bez vb. bir şeyle
gidermesi gerekir, orada bırakması uygun olmaz.İkinci hadiste balgam, tükrük,
sümük gibi bir pisliğin mescidin kıble duvarında görülmesi üzerine Rasûlullah
(s.a.v.) bizzat kendisi onu bir taş parçasıyla kazıyıp yok etmiştir. Fiilen ne
yapılması gerektiğini bizzat bizlere bildirmiştir.
Üçüncü hadis, uzunca bir hadisin
son kısmıdır. Zülhuveysıra isimli bir bedevinin mescidde abdest bozması üzerine
ashaptan bazıları bağırarak ona mani olmak istediler. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.v.), “Dokunmayın adamı serbest bırakın” buyurdu ve o kişi işini
bitirince Rasûlullah bedeviyi yanına çağırarak kendisine hadisin bu bölümünü
söylemiştir. Cemaatten birine emrederek bir kova su getirilmesini emredip o
yere döktürdü.
Burada da efendimizin yüksek
hoşgörüsü ve üstün eğitimi göze çarpmaktadır. [382]
Bu bölümdeki beş hadis-i şeriften
mescidlerde yitik soruşturan kimselere beddua edilmesi gerektiğini, mescidde
alışveriş yapana da yine beddua edilerek karşılık verilmesi gerektiğini,
mescidlerde şiir okumanın yasak olduğunu, Hz. Ömer'in mescidde yüksek sesle
konuşan iki kişiye kızarak "Canınızı yakacaktım" dediğini
öğreneceğiz. [383]
1700. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işitmiştir:
"Kim, mescidde yitiğini soruşturan bir kimseyi duyarsa, ‘Allah onu
sana buldurmasın’ desin. Zira mescidler yitik araştırmak için
yapılmamıştır."[384]
* Rasûlullah'ın mescidde
kayıp soruşturana “Allah onu sana buldurmasın” diye beddua ediyor ve
gerekçesini de söylüyor. Mescidlerin kuruluş amacı dışında kullanılmaması
(1700. Hadis) gereğini vurguluyor. Bugünkü Cuma ve bayram namazlarındaki
kalabalık o gün her vakitte Medine mescidinde bulunuyordu. Kayıp ilanı ve
ticari işlerde hedefe ulaşma şansı çok yüksek olmasına rağmen bu yasaklama
getirilmişti. [385]
1701. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Mescidde mal alıp satan kimseyi gördüğünüz zaman, ‘Allah
kazandırmasın’ deyiniz. Mescidde yitik soruşturanı gördüğünüzde de ‘Allah sana onu
buldurmasın’ deyiniz."[386]
* Yitik aramanın yanısıra
alışveriş yasağı da ilave edilen bu hadisle buna rağmen ticaret yapmak isteyen
kimselere “Allah bu ticaretinde seni kazandırtmasın” diye beddua edilmesini
tavsiye ediyor. [387]
1702. Büreyde radıyallahu anh
şöyle dedi:
Bir adam mescidde yitiğini
soruşturuyor ve "Kırmızı devemi gören var mı?" diyordu. Bunun üzerine
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Bulamaz ol! Mescidler ne için yapılmışlarsa ancak o maksatlarla
kullanılacak mekanlardır" buyurdu.[388]
* Kırmızı devesini
soruşturan kimseye “Bulamaz ol” diye tepkisini gösteren Peygamberimiz
mescidlerin ne maksatla kullanılacağını da bildirmiştir. Bu durum onun sözü ile
yaşantısı arasındaki uyumun göstergesi olması yanında yapılan münasebetsiz işin
affedilecek gibi olmadığını da göstermektedir. Çok nadir hallerde beddua
ettiğini bildiğimiz Efendimizin bu olaydaki tavrı cami müessesine gerekli
önemin verilmesini de değişik bir şekilde ortaya koymaktadır. [389]
1703. Amr İbni Şuayb'ın babası aracılığı ile dedesinden rivayet
ettiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem, mescidde alış–veriş yapmaktan, yitik soruşturmaktan ve
şiir okumaktan insanları menetmiştir.[390]
* Bu hadiste de yitik
soruşturma ve alışverişin yanısıra şiir okumanın da dahil edildiğini görüyoruz.
Mescidde daima namaz kılan, Kur'an okuyan ve değişik zikirlerle meşgul olan kimseler olabilir. Bu
insanları rahatsız edecek her türlü davranış yasaklanmıştır. Sokak ve
caddelerde yapılması gereken işlerin mescidde yapılması yasaklanmıştır.
Peygamberimiz mescidde itikafta iken ashabın yüksek sesle Kur'an okuduklarını
duyup “Birbirinize sesinizi yükselterek eziyet etmeyin” uyarısında
bulunmuştur.[391] Başka bir rivayette, “Okurken
sesinizi yükseltip birbirinizi rahatsız etmeyiniz” buyurmuştur.[392]
Abdullah ibni Mesud mescidde
yüksek sesle salevat ve kelime-i şehadet
getirenlere, “Biz Rasûlullah zamanında böyle yapmazdık. Sizler bid'at ortaya
koyuyorsunuz” diye kızmıştır.[393]
Yani mescidde namaz kılan, Kur'an
okuyan kimselere rahatsızlık verecek şekilde va'z ve değişik sesleri yükseltmek
caiz değildir. Bid'attır.
Mabed artistleri diyebileceğimiz
kimselerin korolar halinde mescidde gürültü yapmaları hoş değil, bid'attır.
Dini bir zaruret olmaksızın camilerin ve minarelerin kullanılması mahzurludur. [394]
1704. Ashâbtan es–Sâib İbni Yezîd radıyallahu anh şöyle dedi:
Mesciddeydim, biri bana taş attı.
Baktım Ömer İbni'l–Hattâb radıyallahu anh.
Yanına varınca bana:
– Git şu iki kişiyi bana getir!
dedi. Gidip adamları getirdim. Onlara:
– Nerelisiniz? diye sordu.
– Tâifliyiz, dediler. Bunun
üzerine:
– Eğer Medineli olsaydınız,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in
mescidinde sesinizi yükselttiğiniz için canınızı yakmıştım, dedi.[395]
* İlk dört hadiste
Peygamberimizin tavrını gördük. Burada da Hz. Ömer'in sükûneti bozan kimselere
bağırıp seslenerek değil, bir taş atarak ve sessizce çağırtıp Medineli
olmadıklarını anlayınca sözle uyarı ile yetiniyor. Değilse ceza vereceğini de
bildiriyor. Cami dışında yapılacak işler camiye taşınmamalı. Cami görevlileri
ve cemaat, camide nasıl davranılması gerektiğini öğrenmeleri gerekir. [396]
1705. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem sarmısağı kastederek şöyle buyurdu:
"Kim şu bitkiden yemişse, mescidimize yaklaşmasın!"[397]
1706. Enes radıyallahu anh' den
rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim şu bitkiden yemişse, yanımıza yaklaşıp bizimle beraber namaz
kılmasın!"[398]
1707. Câbir radıyallahu anh den
rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim sarmısak veya soğan yemişse, bizden ve mescidimizden
ayrılsın! (Evinde otursun)."[399]
Müslim'in bir başka rivayetinde[400] "Kim sarmısak, soğan, pırasa yemişse,
mescidimize yaklaşmasın. Çünkü insanoğlunun rahatsız olduğu şeyden melekler de
rahatsız olur" buyurulur.
1708. Ömer İbni’l–Hattâb radıyallahu
anh bir Cuma günü irad ettiği bir hutbede şöyle dedi:
“Sonra ey müslümanlar! Siz,
kokusu hoş olmadığını bildiğim şu iki bitkiyi (sarımsak – soğan) yiyorsunuz.
Gerçekten ben, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’i, mescidde bir kimsede bunların kokusunu duyduğu zaman
emredip o kişiyi Baki kabristanına kadar uzaklaştırdığını gördüm. Bu sebeple
kim bunları yiyecekse, pişirerek kokussunu gidersin!.”[401]
* Soğan, pırasa, sarımsak
gibi bitkilerin zarar verici, rahatsız edici kokularıyla mescide girilmesini
yasaklayan bu hadisler çiğ olarak yendiğinde rahatsızlığın daha çok olacağını
bildirmektedir. Mescidler müslümanların rahat bir şekilde ibadet edecekleri
yerlerdir. Bundan dolayı buraya geleceklerin büyük bir dikkat ve titizlik
göstermeleri gerekir.
Turp, sigara ve rahatsız edici
kokuları içeren şeyleri yeyip içenler mescide gelmemeleri şeklinde bir ceza ile
cezalandırılmışlardır ki, bu sevaptan mahrumiyettir. Pişmiş olması, kokusunu
hafifletir diyen Hz. Ömer'in yanısıra bugün de bazı metodlarla bunların
kokuları giderilebilir deniyor. Mesela maydanoz çiğnemek suretiyle veya
sarımsak çok ince olarak kıyılıp çiğnenmeden yutulursa onun da kokusu
gelmeyeceği söylenmektedir. Kokusunda insan ve meleklerin rahatsız olduğu bu
gıda maddelerinin haramlığı yoktur. Sadece başkalarına rahatsızlık verdiği için
toplu mahallerde yasaklanmıştır. (Bunlara bugün çağrı cihazları, cep
telefonları, gaz kaçıran çakmaklar, sigara, pastırma, sucuk, baharatlı gıdalar
ve benzeri şeyler de ilave edilebilir.) [402]
1709. Muâz İbni Enes el–Cühenî radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem, cuma günü imam hutbe okurken dizleri dikip oturmaktan
nehyetmiştir.[403]
* İhtiba veya Kurfusa,
dizleri yukarı dikip ellerle dizleri kavramak suretiyle oturulan oturuştur ki
bunun yasaklanma sebebi olarak; abdestin bozulabilme ihtimali, uyuklamaya sebep
olup hutbeyi dinlemeden kişiyi alıkoyması, sıcak iklim olması hasebiyle giyilen
elbise türünden dolayı avret yerlerinin gözükebilme ihtimali sıralanmaktadır.
Hutbe veren şahsı olumsuz etkileyen bir oturuş olması da söylenebilir, bu
sebeplerden dolayı sadece hutbe okunurken yasaklanmıştır. [404]
1710. Ümmü Seleme radıyallahu
anhâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kimin kesecek kurbanı varsa, zilhicce ayı (nın hilâli) girince
kurbanını kesinceye kadar saçından ve tırnaklarından hiç bir şey
kesmesin."[405]
* Bu yasaklamanın sebebi o
günlerde Mekke'de ihramlı bulunan hacı kardeşlerine eşlik etmek, onlar gibi
davranmak olduğunu ve oradakilerin ortamını paylaşmak olduğu hedeflenmiştir.
Sadece kurban kesecekler için geçerli olan bu husus bir bakıma o günlerde oraya
gidenlere benzemek ve o günleri hatırlamak anlamına da gelebilir.
Müslümanlar arasındaki evrensel
inanç birliği; mümkün oldukça evrensel çapta davranış birliği şeklinde kendini
gösterirse daha güzel bir tebliğ vasıtası da olmuş olur. [406]
1711. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki Allah Teâlâ sizin babalarınızın adı ile yemin
etmenizi yasakladı. Yemin etmek isteyen kimse Allah'ın adı ile yemin etsin veya
sussun."[407]
1712. Abdurrahman İbni Semüre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Putlara ve babalarınıza yemin etmeyiniz."[408]
* Yemin: Verilen bir
haberin veya söylenen bir sözün doğru olduğuna yemin edilen şeyle
kuvvetlendirilmesidir. Bu da sadece Allah'ın adı anılarak yapılır. Vallahi,
Billahi, Tallahi gibi. Allah'ın dışında hiçbir şeyin adı ve sıfatı anılarak
yemin edilmez. Yüceltilmeye layık sadece Allah'tır. Dolayısıyla yemin edecek
kimse ya Allah adına yemin etsin veya sussun buyurulmaktadır. [409]
1713. Büreyde radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Emanete yemin eden kimse bizden değildir."[410]
* Emanet'ten maksat
Allah'ın kulları üzerine yazdığı farzlardır. Namaz, oruç, hac, zekat gibi.
Bunlar üzerine yemin edilmez. Fakat bir kimse Emanetullah'a yemin ederim derse,
Allah'ın sıfatlarından olan eminlik sıfatına yemin etmiş olacağından, yemin
yerine geçer. Tek olarak emanete yemin eden ise “Bizden değildir”
denerek bizim yolumuzda değildir, yani müslüman olma yolunda değildir anlamında
kullanılmıştır. [411]
1714. Yine Büreyde radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Ben İslâm'dan uzağım diye yemin eden kimse, eğer bu sözünde
yalancı ise, söylediği gibidir. Eğer sözünde doğru ise, o kişi inancından bir
şey kaybetmeden İslâm'a dönemez."[412]
* Cahil, dinini bilmeyen
toplum arasında şu işi yaparsam veya yapmışsam dinden dönmüş olayım şeklindeki
sözler yasaklanmıştır. Bir kimse bu sözünde yalancı ise söylediği gibidir.
Doğru sözlü ise o kimse tekrar tevbe ederek dine girmedikçe yani İslama
girmedikçe küfür üzere kalır gider. Yeniden imana ve İslam'a girmedikleri
sürece kafir sayılırlar. Döndüklerinde de mutlaka günah işlemiş olduklarından
dolayı İslama eski halleriyle dönemezler. Mutlaka sevab ve mükafatlarından
birşeyler eksilerek ve kaybedilerek dönmüş olurlar. [413]
1715. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ, hayır, Kâbe hakkı için, diye yemin eden bir adamı işitmişti. Bunun
üzerine o, adama şöyle dedi:
Allah'tan başkasının adına yemin
etme. Çünkü ben Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim:
"Allah'tan başkası adına yemin eden kimse küfre veya şirke düşmüş
olur."[414]
* Allah'tan başkası büyük
tanınmaz, Allah'tan başkası kanun koyucu tanınmaz. Allah'tan başkası rızık
verici tanınmaz, eğer birileri böyle tanıyacak olurlarsa Allah'tan başka
birisini veya birilerini Allah'a ortak kılmış olacaklarından şirke düşerler,
Allah'tan başkası adına yemin eden kimse de başkalarını büyük tanımış olacağından
kişiyi küfre ve şirke götürebilir. O kimseyi ve kimseleri Allah'a eş
tutmasından ve Allah'ı büyük saymak gibi büyük görmelerinden dolayı
sakındırılmıştır. [415]
1716. İbni Mes'ûd radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Müslüman bir kimsenin malını elinden almak için yalan yere yemin
eden kimse, Cenâb–ı Hakk'ın gazabına uğramış olarak O'nun karşısına
çıkar." İbni Mes'ûd der ki:
Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Azîz ve
Celîl olan Allah'ın Kitabı'ndan kendisinin bu sözünü tasdik eden şu âyeti
okudu:
"Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle
değiştirenlere gelince, işte bunların âhirette bir payı yoktur. Kıyamet günü
Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır.
Onlar için acı bir azâb vardır" (Âl–i İmrân: 3/77)[416]
1717. Ebû Ümâme İyâs İbni Sa'lebe el–Hârisî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
"Yalan yere yemin ederek bir müslümanın hakkını gasbeden kimseye
Allah cehennemi vâcip, cenneti de haram kılar." Bunun üzerine bir
kişi:
Eğer o hak önemsiz bir şey ise
yine böyle midir, yâ Resûlallah? diye sordu. Peygamberimiz:
"Misvak ağacından bir dal parçası olsa bile böyledir"
buyurdu.[417]
* Yalan yere yani helal
olmayan yollarla yemin ederek bir
müslümanın malını almak, gasbetmek, ele geçirmek haramdır. Bir kimse
bu hareketin helal olduğuna inanarak
yaparsa dinden çıkar, kafir olur ve cehennemi hak eder. Bu hak sadece gözle
görülen mal ile olmaz, müslümana iftira, gıybet ve benzeri hukuka da şamildir.
Hepsinin ayrı ayrı cezası vardır. Hakkın azı da çoğu da haramdır. [418]
1718. Abdullah İbni Amr İbni Âs
radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Büyük günahlar şunlardır: Allah'a ortak koşmak, ana babaya
itaatsizlik etmek, haksız yere bir kimseyi öldürmek ve yalan yere yemin
etmek."
Buhârî'nin bir rivayeti şöyledir:
Bir bedevî, Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem'e gelerek:
– Yâ Resûlallah! Büyük günahlar
nelerdir? diye sordu. Peygamberimiz:
– "Allah'a şirk koşmaktır" buyurdu.
Sonra hangisidir, dedi?
– "Yemîn–i gamûs" buyurdu. Hadisin ravisi Abdullah İbni Amr der ki:
– Ben, yemîn–i gamûs nedir, diye
sordum? Resûl–i Ekrem:
"Bir müslümanın malından bir parça almak için yalan yere yapılan
yemindir" buyurdular.[419]
* Pekçok hadislerde büyük
günahların çeşitleri sayılır, burada da bir soru üzerine dört şekli
sayılmıştır: Müslümana düşen Allah'ın huzuruna maddi ve manevi kul hakkı olduğu
halde çıkmamaktır. peygamberimiz de bu hususu pek çok hadislerinde ısrarla
tavsiye buyurmuşlardır. Çünkü Allah'a aid olan hakkı ve hakları Allah dilerse
affeder, kul hakkı ise arada bizzat karşılıklı helalleşilmek şartıyla yani
sevap günah değişimi şekliyle takas yapılarak halledilir. Şehidlik Allah'a aid
olan tüm günahları affettirdiği halde kul borçlarını affetiremez. Şehid bile
olsa orada kul haklarıyla helalleşileceğine göre kişi maddi ve manevi kul borcu
olmaksızın Allah'ın huzuruna varmalıdır. Gıybet, iftira gibi günahlar manevi
para, mal, mülk gibi geçen haklar ise maddi haklardır. [420]
1719. Abdurrahman İbni Semüre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle buyurdu:
"Herhangi bir konuda yemin ettiğinde ondan başkasını daha hayırlı
görürsen, hayırlı olanı işle ve yeminine kefâret öde."[421]
1720. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Her kim bir hususta yemin eder de ondan başkasını daha hayırlı
görürse, yemininden dolayı kefâret versin ve hayırlı olanı yapsın."[422]
1721. Ebû Mûsa radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Ben, Allah diler de, vallahi diye bir hususta yemin ederim, sonra
ondan daha hayırlısını görür, yeminimin kefâretini verip daha hayırlı olanı
yaparım."[423]
1722. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sizden birinizin ailesi hakkındaki yeminini ısrarla sürdürmesi,
onu Allah katında, Allah'ın farz kıldığı kefâreti vermesinden daha günahkâr
kılar."[424]
* Rasûlullah yukarıdaki
hadislerde ümmetine ikazını tekrarlamış ve bizzat uygulamalı olarak da
göstermiştir. Yemin keffaretinin nasıl olacağı Maide: 5/89'da açıklanmıştır.
Son hadiste ise kişinin ettiği yemin kendi dışındaki kimselere zarar verecek
bir yuvanın yıkılmasına bazı kimselerin zarar görmesine sebebiyet verecekse o
kimse “O ısrarlı tutumundan vazgeçmeli ve yanlışta ısrar etmemelidir. Çünkü
böyle bir ısrar yemini bozup keffaret vermekten daha günahtır.” (Bakara:
2/224)'de belirtildiği gibi. [425]
“Allah düşünmeden ağzınızdan
kaçırıverdiğiniz yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutmaz, ama bilerek ve
isteyerek yaptığınız yeminlerden sorumlu tutacaktır.” (Maide: 5/89)
1723. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
"Allah kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı
sizi hesaba çekmez" (Mâide: 5/89) âyeti, bir kimsenin yalanı
kasdetmeksizin söylediği "hayır vallahi", "evet vallahi"
gibi sözler söylemesi hakkında nâzil oldu.[426]
* Bugün memleketimizde
olan ve sıkça kullanılan “vallahi o iş şöyledir, bu iş böyledir” gibi yeminler
muhtemelen o günün Medine'sinde de kullanılıyor ve soruluyordu. Bu sorulara
cevap olsun için bu hadis söylendi ve tereddütler ortadan kalkmış oldu. [427]
1724. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem'i şöyle buyururken işittim dedi:
"Yemin, malın sürümünü artırır; fakat kazancın bereketini
giderir."[428]
1725. Ebû Katâde radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Alış verişte çok yemin etmekten sakınınız. Yemin mala sürüm
kazandırır; fakat sonra mahveder."[429]
* Alıcıyı aldatmak ve mal
hakkında söylediğinin doğruluğunu ispat için yemin etmekle belki o tüccarın
malı çoğalır, sürümü artar, fakat bereketini yok eder veya komple yok ediverir.
Bu malın ne bu dünyada ne de öteki dünyada hayır ve bereketi olmaz. Dünyada hırsızlık,
yangın, sel, iflas, hastalıklarla telef olabilir veya hayırlı işlere nasib
olmaz. Ahirette de sevaba nail olamaz. [430]
1726. Câbir radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Allah'ın rızâsı adına sadece cennet istenilebilir."[431]
* Cennet bir mü'minin Allah'tan
isteyeceği şeylerin en üstünüdür. Cenneti isteyen kisi esasen Allah'ın bu
dünyada kendisine iyi işler ve rızasına uygun ameller nasip etmesini istemiş
olur. Çünkü cennete girmenin yolu dünyada iyi ve güzel ameller yapmak,
haramlardan ve günahlardan uzak bir hayat sürmektir. Hiçbir çaresi kalmayan
kimse başka türlü isterse kimsenin vermeyeceğini, ancak Allah rızası için
isterse vereceklerini bilmesi durumunda böyle de isteyebilir. Dünyalık
birşeylere sahip olmak için Allah'ın adını ve rızasını anmak caiz
görülmemiştir. Allah'ın adı ve rızası anılarak ancak ahiret saadeti ve cennet
istenebilir. [432]
1727. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Allah'a sığınan kimseyi koruyup himaye ediniz. Allah için
isteyene veriniz. Sizi dâvet edenin dâvetine uyunuz. Size iyilik yapana siz de
iyilik yapınız. Şayet verecek bir şey bulamazsanız karşılık vermek istediğinizi
göstermek üzere kendisine dua ediniz."[433]
* Önemli insani
prensiplere yer verilen bu hadiste; bir kimsenin başkalarından gelebilecek
şeylere, kötülüklere karşı Allah'a sığınır ve bu yönde kendisine yardım
edilmesini isterse o kişiye yardım edip davetine gitmek gerekir. Sahipsiz
düşkün, çaresiz durumda kalan böyle bir kimseye yardım dinin gereklerindendir.
Allah adını ve rızasını anarak
bir şey isteyene de az çok birşeyler vermelidir, sahtekarlık yapıyor olduğu
bilinse bile bunun günahı kendisine aittir.
Şer'i yönden mahzurlu ve caiz
olmayanlar dışında tüm davetlere katılmak gerekir. (Bkz. 240-241 ve 268
numaralı hadisler)
İyiliğe iyilikle veya daha
fazlasıyla karşılık vermek te dinimizin önemli prensiplerindendir. Kötülüğe
kötülükle karşılık verilmesi asla tasvip edilmez. Kötülüğe karşı bile iyilikle
mukabele edilmesi İslamın önerdiği düsturlardandır. Kur'an'da bu hususta
Rahman: 55/60, Kasas: 28/77, Yunus: 10/26 ayetlerine bakmak gerekir. Bir iyilik
yapana “Allah sana daha hayırlısını versin” demek te sünnettendir. [434]
1728. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Azîz ve Celîl olan Allah katında en kötü isim, Melikü'l–emlâk
(melikler meliki) diye isimlendirilen kimsenin adıdır."[435]
* Peygamberimiz isim koyma
konusunda ashabını uyarır. Makbul olmayan isimleri değiştirirdi. Bu hadiste de
Meliku'l-emlak = Bütün mülklerin sahibi isminin verilmesini yasaklamış oluyor.
Çünkü mülkün tamamı Allah'a aid olduğu için insanlara böyle ad verilmesi caiz
görülmemiştir. Başka hadislerden (Müslim, Adab, 21) sadece bu ismin değil,
Rahman, Kuddüs, Halık, Cebbar, Müheymin gibi Allah'a mahsus isimlerin konulması
da yasaklanmıştır, başına Abd getirilmek suretiyle bu isimler de konulabilir.
Abdurrahman, Abdulhalık gibi. Peygamberimiz, Abdullah ve Abdurrahman isimlerini
teşvik etmiştir.[436]
1729. Büreyde radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Münafıka, 'efendi' demeyiniz. Eğer onu efendi sayacak olursanız,
Azîz ve Celîl olan Rabbinizin kızgınlığını çekmiş olursunuz."[437]
* Müslüman her halinde
izzet ve şeref sahibidir. Müslüman olmayan kafirlik yani münafıklık İslam
nazarında bir üstünlük değil, bir aşağılıktır. Efendilik ise üstünlük ifade
eden bir vasıftır. İnsanı üstün kılan onun imanı, müslüman oluşu ve takvasıyla
ölçülür. Allah katında değersiz olan birine üstünlük verilmesi Cenab-ı Hakk'ın
gazabına ve kızgınlığına sebep olur, dolayısıyla müslüman Allah'ın sevmediği
kafir, münafık, fasık, bid'atçı kimselere (efendi, bey, beyefendi, sayın) gibi
sözlerle hitab edilmesi yasaklanmıştır. Bütün ifadeler müslümanlara layıktır,
saygı ve itaat da yine onlara aittir. [438]
1730. Câbir radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem Ümmü Sâib veya Ümmü Müseyyeb'in yanına geldi ve:
–"Ey Ümmü Sâib veya Ümmü
Müseyyeb! Sana ne oldu, titriyorsun?" diye sordu. Ümmü Sâib:
–Sıtmaya yakalandım! Allah
hayrını vermesin! dedi. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:
–"Sıtmaya sövme; çünkü o, körüğün demirin kirini ve pasını
giderdiği gibi insanoğlunun hata ve günahlarını giderir" buyurdu.[439]
1731. Ebû Münzir Übey İbni Kâ'b radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Rüzgâra sövmeyiniz. Hoşunuza gitmeyen bir rüzgâr gördüğünüzde:
Allahümme innâ nes'elüke min hayri hêzihi'r–rîhi ve hayri mâ fîhâ ve hayri mâ
ümirat bihi. Ve neûzü bike min şerri hêzihi'r–rîhi ve şerri mâ ümirat bihi:
Allah'ım! Senden bu rüzgârın hayrını,
onun içinde olanların hayrını ve emrolunduğu şeyin hayrını isteriz. Bu rüzgârın
şerrinden, içinde bulunanların şerrinden ve emrolunduğu şeyin şerrinden sana
sığınırız, deyiniz."[440]
1732. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Rüzgâr, Allah'ın kullarına bir nimetidir. Bazan rahmet, bazan da
azap getirir. Rüzgârı gördüğünüz zaman ona sövmeyiniz. Onun hayrını isteyiniz;
şerrinden de Allah'a sığınınız."[441]
1733. Âişe radıyallahu anhâ
şöyle dedi:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, rüzgâr şiddetli estiğinde şöyle dua
ederdi:
"Allahümme innî es'elüke hayrahê ve hayra mâ fîhê ve hayra mâ
ürsilet bihî; ve eûzü bike min şerrihê ve şerri mâ fîhê ve şerri mâ ürsilet
bihî: Allahım! Senden bu rüzgârın,
onun içinde bulunanın ve onunla gönderilenin hayrını isterim. Bu rüzgârın
şerrinden, içinde bulunanın ve onunla gönderilenin şerrinden sana
sığınırım."[442]
Rüzgarlar ve çeşitleriyle alakalı
En’am: 6/44-45, Hakka: 69/6, Fussılet: 41/16, Ahkaf: 46/24 ayetlerine bakınız. [443]
1734. Zeyd İbni Hâlid el–Cühenî radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Horoza sövmeyiniz. Çünkü o namaz için uyandırır."[444]
* Allah’ın horoza verdiği
en önemli özelliklerden biri de gecenin değişik dilimlerini insanı şaşırtacak
derecede hissedip ötmek suretiyle haber vermesidir. Her mevsim ve zamanda
horoza bahşedilmiş öyle hususiyet olunca, kasaba ve köylerimizde en büyük
uyarıcı ve uyandırıcı horozlar olmaktadır. “Horoz ötünce bir melek
görmüştür. Eşek anırdığında da şeytan görmüştür. Şeytandan Allah’a sığınınız”
buyurulur.[445] Müslüman kendisini Allah
yolunda uyaran namaz vakitleri için uyandıran her şeye değer verir. [446]
1735. Zeyd İbni Hâlid el–Cühenî radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hudeybiye'de geceleyin yağan yağmurdan
sonra bize sabah namazı kıldırdı. Namazı bitirince yüzünü cemaate döndü ve:
– "Rabbiniz ne buyurdu biliyor musunuz?" diye sordu.
Sahâbîler:
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir,
dediler. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:
– "Buyurdu ki: Kullarımdan bir kısmı bana iman ederek, bir kısmı
da kâfir olarak sabahladı. Allah'ın fazlı ve rahmeti sayesinde yağmura kavuştuk
diyenler bana iman etmiş, yıldızlara iman etmemiştir. Filan ve filan yıldızın
batıp doğması sayesinde yağmura kavuştuk diyenler ise beni inkâr etmiş, yıldızlara
iman etmiştir" buyurdu.[447]
* Falan filan yıldızların
doğup batmasıyla yağmura kavuştuk demek küfür olduğu için insanı dinden
çıkarır, çünkü yağmur yağdıran Allah’tır. Kainatta cereyan eden her türlü
hadisenin gerçek faili Allah’tır. O yüzden bunların hepsini Allah’a nispet
etmek gerekir. Allah’tan başka sebeplere nispet etmek caiz değildir, gerçekten
böyle inananlar kafir olur. [448]
1736. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bir adam din kardeşine, ey kâfir derse, bu söz ikisinden birine
döner. Eğer böyle denilen kişi söylenildiği gibi ise söz doğrudur; yerini
bulmuş olur. Aksi takdirde bu söz söyleyene geri döner."[449]
1737. Ebû Zer radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim bir adamı ey kâfir diye çağırır veya ona ey Allah'ın düşmanı
derse, o adam da böyle değilse, bu söz, söyleyenin kendisine döner."[450]
* Bu iki hadis-i şerif
müslümana yakışmayan kafir ve Allah’ın düşmanı gibi sözlerin söylenemeyeceğini
ve büyük günah olduğunu bildirir. Cahillik ve bilgisizlik yüzünden ve aşırı
kindarlık sebebiyle İslam düşmanlarına hizmet ettiklerinin farkında olmayan
bazı Müslümanlar tarihin her döneminde varolagelmiştir.
Gerçekten müslümanın vazifesi bir
Müslüman kardeşini işlediği bir hatadan dolayı İslam toplumundan dışlaması
değil, onu kardeşçe ve İslam adabına uygun biçimde uyarıp ikaz etmek, hata ve
günahlarından kurtulmasına vesile olmaktır. Peygamberimiz bizden bu hassasiyete
riayet etmemizi istemiş ve böyle bir hata yapan kimseye o sözün geri döneceğini
bilmesi gerektiğini bildirmiştir. Çok tehlikeli olan bu sözden Müslüman daima
kaçınmalı ve uzak durmalıdır. Bilerek veya bilmeyerek düşmanlara hizmet
etmemelidirler.
Cahillik ve bilgisizliğin yanı
sıra bir de bilerek tekfirci olmak durumu vardır ki, bugün yeryüzünde İslam
aleminin durumu meydandadır. Müslümanların birlik ve beraberlik içinde
birbirlerini tevhid inancına çağırmaları küfür ve şirke düşmelerini
engelleyecek esasları ortaya koyarak birbirlerini ikaz ve irşadla doğru öğrenme
ve İslami eğitim kurumlarını çalıştırmaları ve kardeşlik üzere birbirlerine
nasihat etmeleri ve birbirlerini ikaz ederek düzeltmeleri uygun olur. [451]
1738. İbni Mes'ûd radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Mü'min; insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü söz ve çirkin
davranış sergileyen kimse değildir."[452]
* Bu hadiste müslümanda
bulunmaması gereken çirkin özellikler sayılmıştır. Bunlar:
1. Başkalarını kötülemek,
ayıplarını araştırmak, bazı kusurlarını ifşa edip soy ve sopuna dil uzatmaktır
ki mü’mine yakışmaz.
2. Lanet: Allah’ın
rahmetinden uzak olmak demektir. Bu yüzden şeytana mel’un denilir. Bir Müslüman
bir Müslüman kardeşine lanet okuyamaz, bu da İslam ahlakıyla bağdaşmaz.
3. Söz ve davranışlarda
haddi aşmak ve çirkinlikler sergilemek bir mü’mine yakışmaz. Haya duygusuna
yakışmayan her türlü davranış fuhuş olarak isimlendirilir.
İnsanlar arasında çıkarılmış en
hayırlı ümmet ve örnek toplum olması gereken mü’minler (Bkz. Al-i İmran: 3/110
ayeti) böyle davranışlara girerlerse birlik ve beraberlik ruhunu kaybederler ve
aralarına kin ve düşmanlık girer.
Oysa gerçek mü’min daha iyi
mü’min olmaya özen göstermek ve iyilikte her gün bir adım daha ileriye gitmek,
her mü’minin üzerine düşen görevlerindendir. [453]
1739. Enes radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bir işte çirkinlik bulunması onu lekeler; bir işte hayâ
duygusunun bulunması ise onu süsler."[454]
* İslam Müslümanlara her
hususta iyilik ve güzelliği ön planda tutmalarını, çirkinliğin her çeşidinden
uzak durmalarını öğütler. Çünkü çirkinlik neye bulaşırsa onu kirletir ve
sevimsiz hale getirir. Mesela konuşma anında sertlik, yalan, iftira, gıybet
sözlerimizi lekeler, sevimsiz hale getirir. Alışverişte dürüst olmayan bir
tüccarın bu tavrı onu lekeler ve insanlar yanında sevimsiz kılar.
Haya duygusu bütün hayırların
temelidir ve her şeyi süsler ve güzel gösterir. (683 nolu hadisin açıklamasına
bakınız.) [455]
1740. İbni Mes'ûd radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem :
"Sözde ve işte ince eleyip sık dokuyan, haddi aşan kimseler helâk
oldular" buyurdu ve bu sözü üç defa tekrarladı.[456]
* Dikkatimiz çekilmek için
üç sefer tekrarlanan, dengeli ve ölçülü olmamızı tavsiye eden bu hadis-i şerife
göre, edebiyat parçalamak için sözde ileri giden, her türlü farz ve nafile
ibadetlerde başkalarına farklı davranışlarıyla dikkat çekmek isteyenler, aşırı
nezaket ve kibarlık budalası durumuna düşenler tüm Müslümanlar arasında
yalnızlığa itilmiş olur. Böylece İslam cemaatı içinde yalnızlığa itilmiş
olmaktan daha büyük bir bela da düşünülemez. Bu hadisle dinde ve sosyal
hayattaki her türlü aşırılıklardan uzak durularak ne sivrilip ne de geri
kalarak göze batan insan durumuna düşmemek öğütleniyor. [457]
1741. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki Allah Teâlâ, sığırın otu yerken ağzında evirip
çevirdiği gibi, sözü ağzında evirip çevirerek lugat paralayan erkeklere buğz
eder."[458]
* Allah her işte samimiyet
ve iyi niyeti esas alır. Hava atmak ve gubuzluk yapmak için konuşmada ağzı
evirip çevirmek durumu yasaklanmış ve kişi sığır gibi büyük baş hayvana
benzetilmiştir. (Güzel ahlak ve samimi davranışlarla alakalı 621 ve 631
numaralı hadislere de tekrar bakılabilir.) Güzel konuşmakla yapmacık konuşmayı
birbirine karıştırmamalıdır. Konuşurken kendini farklı gösterme ve bilgiçlik
taslama İslami edebe aykırı kabul edilip yasaklanmıştır. Göründüğünden başka
tavırlar sergilemek münafıklık alameti sayılır. Müslümanlar her halinde
Allah’ın rızasını kazanacak şekilde olmak durumundadır, başka gaye ve maksatlara
ulaşmak için Allah’ın rızasını terk etmemelidir. [459]
1742. Câbir İbni Abdullah radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"İçinizde en çok sevdiğim ve kıyamet günü bana en yakın mesafede
bulunacak kimseler güzel ahlâk sahibi olanlarınızdır. Güzel konuşuyor dedirtmek
için uzun uzun konuşanlar, sözünü beğendirmek için avurdunu şişire şişire
lafedenler ve bilgiçlik etmek için lugat paralayanlar ise en sevmediğim ve
kıyamet günü bana en uzak mesafede bulunacak kimselerdir."[460]
1743. Âişe radıyallahu anhâ'dan
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sizden biriniz 'nefsim pis ve murdar oldu' demesin; fakat nefsim
yaramazlaştı desin."[461]
* Müslüman, dilini daima
iyi ve güzel sözlere alıştırmalı, kötü sözleri kullanmaktan sakınmalıdır.
Peygamberimiz bir manayı ifade etmek için aynı anlama gelen farklı kelimeler
kullanma imkanı varsa bunlar arasında edebe en uygun olanını tavsiye eder ve
kendisi de hep onu kullanırdı. Habûse ve Lakıse kelimeleri aynı
anlamı ifade ederler fakat tercih müslümana yakışan kelime olmalıdır çünkü
pislik, murdarlık mü’mine yakışmaz. Dolayısıyla Müslüman önce niyetini sonra
sözünü ve hareketlerini düzeltmeli ve Allah’ın rızasını kazanacak bir hayatı
yaşamaya çalışmalıdır. [462]
1744. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Üzümü kerm diye isimlendirmeyiniz; çünkü kerm müslimdir."[463]
Müslim'in bir rivayetinde: "Kerm, ancak mü'minin kalbidir"
denilmiştir.
Buhârî ve Müslim'in bir başka
rivayetlerinde: "(Üzüme) kerm
diyorlar; oysa kerm ancak mü'minin kalbidir" denilmiştir.
* Ineb, Kerm, Habele kelimelerinin
her üçü de üzüm anlamına gelir. Üzüm bağı, üzüm çubuğu anlamını da ifade eder.
Kerm kelimesi ise cahiliyye döneminde şarap anlamına da gelmekteydi. Aynı
anlama gelen fakat yasaklanan şarabı akla getirme endişesinden dolayı bütün
kötülüklerin anası durumunda olan şarabı hatırlattığı veya müslümana ve kalbine
bu isim verildiği için Rasûlullah bu kelimenin kullanımını yasaklamıştır.
Dolayısıyla kendisi yasaklanan şeyin teşvik edicisi ve hatırlatıcısı olan
şeylerin de ortadan kaldırılması gereğine binaen bu kelimenin kullanımını
yasaklamıştır. Rasûlullah insan zihninde kötü ve çirkin çağrışımlar yapacak
olan kelime ve sözcükleri de ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Peygamberimiz
toplumda iyiliklerin yaygınlaşması, kötülük ve çirkinliklerden uzaklaşılması
için her türlü çareye başvurmuştur. [464]
1745. Vâil İbni Hucr radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Siz kerm demeyiniz; fakat yaş üzüm ve üzüm asması deyiniz."[465]
1746. İbni Mes'ûd radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bir kadın, başka bir kadınla çıplak vücutları birbirine temas
ederek yatmasın. Sonra o kadını kocasına anlatır da, kocası sanki o kadına
bakıyormuş gibi olur."[466]
* İslam; toplumda fitne ve
huzursuzluk kaynağı olacak ve kişinin günaha girmesine sebep olacak her türlü
tavır ve davranışlara müsamaha göstermemiş, bilakis yasaklamıştır. Yabancı bir
kadını bir erkeğe bir erkeği bir kadına meşru bir sebep olmaksızın vasfedip
anlatmak sanki onu görüyormuş gibi ve ona bakıyormuş gibi olacağından günah
sayılır. Hele bu anlatılan bilgiler mahrem konular olursa, o zaman bu iş haram
hududuna girer. Başka bir kadının veya erkeğin mahrem yönlerini ve yerlerini
eşlerine anlatanların bu anlatmaları neticesinde anlatılana özlem duyarak
birbirlerinden soğur, nefret eder ve yuvalarının yıkılmalarına sebep olabilir.
Böyle anlatma şekliyle
olabileceği gibi teşhircilik dediğimiz TV’ler, gazetelerdeki resimler, radyoda
anlatılanlar, gazete köşeleri, seks ve cinsel sorulara cevap köşeleri, her
türlü müstehcenlik ve teşhir salonları, güzellik salonları ve ailecek oturmalar
sonucunda da bugün pek çok yuvalar yıkılmakta ve toplumun düzeni bozulmaktadır.
Toplum örneğini bu vasıtalardan alarak bizzat tatbikat sahasına koymaktadırlar.
Böylece de ahlaksızlık, hayasızlık, boşanmalar, gizli dost tutmalar ve büyük
aile faciaları, boşanmalar mahkemelerde çoğalmakta ve insanlar tatminsizlikten
dolayı ne yapacağını bilmez şaşkın bir duruma düşmektedirler.
Bugün toplumumuzun en baş derdi
seks, fuhuş, gizli dostluklar ve ahlaksızlıktır. Bunu körükleyen amilleri yok
edip veya en aza indirmeye çalışıp İslam ahlakını topluma, okulda, evde, basın
ve yayın organlarında öğretip İslamı topluma hâkim kılmak gerekir.
Bu hadis ve benzeri hükümler; doğması
muhtemel tehlikelerin tedbirlerini önceden almaya yönelik faaliyetler
cümlesindendir. [467]
1747. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sizden biriniz dua ederken: Allahım! Dilersen beni bağışla;
dilersen bana merhamet et, demesin. Dilediğini kesin bir dille istesin. Çünkü
Allah'ı zorlayan hiçbir kuvvet yoktur."[468]
1748. Enes radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sizden biriniz dua ettiği zaman kesin bir ifade ile dilekte
bulunsun. Allahım! Dilersen bana ver, demesin. Çünkü Allah'ı zorlayan hiçbir
güç yoktur."[469]
* İslamda her ibadet ve
dua kesin ve net ifadelerle ve sağlam bir niyetle yapılır, çifte standartlı
veya iki ayrı niyetli bir amel kabul edilmez böyle bir model İslamda yoktur.
İki örnek verecek olursak, bu tuttuğum oruç Ramazan ise Ramazan orucu olsun,
değilse nafile olsun demekle, kıldığım Cuma olduysa olsun, olmadıysa öğle
yerine geçsin diye bir namazı kılmak
gibi.
Her ibadet, namaz, oruç,
zekat vb. şeylerde ve duada Müslüman kesin ve kararlı bir şekilde ifadeler
kullanmalı, samimi ve ihlaslı olmalıdır. Allah zengindir, cömerttir, bütün
kainattaki mahlukatının her istediklerini verse yine de mülkünden hiçbir şey
eksilmiş olmaz. [470]
1749. Huzeyfe İbni Yemân radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Siz, Allah dilerse ve filanca dilerse demeyiniz. Fakat, Allah
dilerse sonra filanca dilerse deyiniz."[471]
* İnsanın kurtuluşu ve
felaketi diline bağlıdır, dinimiz konuşmalarımız için önemli kurallar
koymuştur. Bu kurallara uyulduğu takdirde hatalar en aza indirilmiş olur. her
şeyi geçici ve fani olan aciz bir kimsenin her şeyi ezeli ve ebedi olan
Allah’la birleştirilmesi doğru olmaz. Yani Allah ve filan kimse isterse denmez.
Allah ve sonra da falanca isterse denebilir. Allah’a aciz ve zayıf bir kimse
aynı konumda bulundurulamaz. Peygamberimiz böylece söz söyleme edebini bize
öğretmiş olmaktadır. [472]
1750. Ebû Berze radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, yatsı namazından önce uyumayı, yatsı
namazından sonra da konuşmayı hoş karşılamazdı.[473]
* İlim müzakeresi ve sevap
kazandıracak işler konuşulur ve yapılırsa bunlar faydalı ve caizdir. Yatsıyı
kılmak üzere uyandırılacak bir kimse olursa uyumanın da caiz olduğu
söylenmiştir. Bu yasaklama yatsı namazının kaçırılma tehlikesindendir. [474]
1751. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayatının sonlarında cemaate yatsı
namazını kıldırıp selâm verdikten sonra şöyle buyurdu:
"Bu geceyi görüyorsunuz ya! İşte bu geceden itibaren yüz
sene sonra bugün yeryüzünde olanlardan hiç kimse
hayatta kalmayacaktır."[475]
* Bu hadis yatsıdan sonra
hayırlı konuşmanın yasak edilmeyişine delil olarak getirilmiştir. En son ölen
sahabi olduğu kabul edilen Ebu’t-Tufeyl Amir ibni Vasile ölüm tarihi H. 100-110
yılları arasıdır. Bu şekilde Peygamberimizin vefatından yüz sene geçtikten
sonra sahabi olduğunu iddia edene itibar edilmemiş ve o kimseler yalancı kabul
edilmişlerdir. [476]
1752. Enes radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre sahâbîler Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem'in mescide gelmesini beklediler. Neticede gece yarısına
yakın bir zamanda onların yanına geldi ve yatsı namazını kıldırdı. Namazdan
sonra bize bir konuşma yaptı ve şöyle buyurdu:
"Dikkatinizi çekerim! İnsanlar namazlarını kılıp ardından
uyudular. Sizler ise namazı beklediğiniz sürece namaz sevabı kazandınız."[477]
1753. Ebû Hüreyre radıyallah
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bir erkek hanımını yatağına çağırır, o da gelmez ve kocası
kendisine kızgın vaziyette gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lânet
eder."[478]
Buhârî'nin bir rivayetinde: "Kadın kocasının yatağına dönünceye
kadar" buyurulur.
* İslam dininde toplumun en
küçük çekirdeğini oluşturan ailenin önemi büyüktür. Bu birimde, erkek evin
reisi ve dış işler sorumlusu olup, kadın da iç işleri ve çocuk terbiyesinden
sorumlu Allah ve Rasulünden sonra kocasına itaat eden ailenin bir üyesidir.
Kadın kocasının meşru tüm isteklerine evet demeli ve ona asla karşı
çıkmamalıdır. Hadisimiz bize ailede huzur ve rahatın temin edileceği yönlerden
birine işaret etmekte, buna riayet edilmediği takdirde meleklerin lanetine,
sonra karı-koca arasındaki nefrete, daha sonra ise yuvanın bozulmasına varacak
kötü sonuçlar doğurmasına sebebiyet verecek bir işin sonucunu bildirmektedir.
İslam huzurlu bir aile hayatı oluşturmaya büyük önem verir. Bu yüzden kocanın
meşru ve makul isteklerine kadının müsbet cevap vermesi gerektiğini bildirir. [479]
1754. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kocası yanında iken onun iznini almadan bir kadının nafile oruç
tutması helâl olmaz. Kadın, kocasının izni olmadıkça, evine hiç kimsenin
girmesine izin veremez."[480]
* Kocanın hakkına saygılı
olması gereken kadının farzlar haricinde nafile ibadetler yapması, aile
reisinin iznine bağlıdır. Çünkü ailenin reisi olan kocanın hakkı bir hanım için
nafile oruç tutmaktan daha önce gelir, farz namaz farz oruçlar bunun
dışındadır. Yine kadın kocasının izin vermediği kimseleri eve koymaması da onun
vazifeleri cümlesindendir. Misafir olarak da olsa kocanın izni olmaksızın eve
alamaz, caiz değildir. [481]
1755. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sizden biriniz, imamdan önce başını (rükû veya secdeden)
kaldırdığı zaman, başını Allah Teâlâ'nın merkep başına veya suretini merkep
suretine çevirmesinden korkmuyor mu?"[482]
* Cemaatle namaz kılanlar
imama uymaya niyet etmiş olurlar. İmama uyanlar onu takip etme ve yaptıklarını
ondan hemen sonra yapmak zorundadırlar. Hem imama uymak hem de uymamış gibi
ondan önce hareket etmesi caiz değildir. Kendisi imama değil de imam kendisine
uyacakmış gibi davranan kimse ahmaklık etmiş olur, bu kimsenin merkebe
benzetilmesi bu ahmaklığı sebebiyledir. Çünkü merkebin hususiyeti ahmaklık,
basiretsizlik ve inatçılıktır. Bu benzetmeyi mecaza alanların yorumu.
Bir de işi gerçek olarak alanlar
vardır, onlar da şu hadise dayanırlar: “Bu ümmetin en son gelenlerinde hazf,
mesh ve kazf meydana gelecektir.”
Hazf, yerin üzerindekileri
yutması,
Mesh, insanın hayvan
şekline bürünmesi,
Kazif, gökyüzünden taş
yağması demektir. Namazda imama uymayanlar siret veya suret halinde hayvan
şekline çevrilebilirler. [483]
1756. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh' den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazda elin böğüre konulmasını
yasaklamıştır.[484]
* Elin böğre konulması
diye terceme edilen bu kelime,
1. Hasr: Namazda kıratı
kısaltarak kıyamı kısa tutup rüku ve secdeleri de kısaltarak secdede söylenmesi
gereken duaları az yapıp namazı kısa kılmak demektir. Herevî bu mana üzere
durarak böyle kısa namaz kılmak yasaklanmıştır, demiştir.
2. Hasr, ihtisar: Namazda
secdeden kaçınmak için secde ayetlerini atlayarak okumak demektir ki, bu atlama
yasaklanmıştır.
3. Namazda elleri böğür
üzerine koyarak kişinin haç işaretine benzemesi ve hristiyanlığın alemi olan
salib manzarası meydana getirme şeklidir ki yasaklanan şekil budur. Ayrıca
şeytana benzemek, çünkü şeytan lanetlenmiş olarak yeryüzüne indiğinde bu
şekilde durmuştur, Yahudilere benzemek, cehennem ehlinin istirahat haline
benzemek, kibir ve büyüklük taslayanların haline benzemekle, felakete
uğrayanların çaresizlik halinde başvurdukları ümitsizlik haline benzemesinden
dolayı namaz içinde ve dışında eli böğre koymak yasaklanmıştır. (Bu açıklamalar
için yukarıdaki iki kaynak yanı sıra Ebu Davut, Salat 176; Tirmizi, Salat, 281;
Nesai, İftitah, 12; Buhari, Enbiya, 50; Ebu Davud, Salat, 160; Kütübü Sitte
Terc. 8/396, 16/171 bakılabilir. Ağrı sızı gibi zorunlu bir sebepten dolayı eli
böğüre koymak bu yasaklamanın dışında olup, namaz ve namaz haricinde elini
böğre koymak kesinlikle yukarıdaki sebeplerden dolayı yasaklanmıştır. [485]
1757. Âişe radıyallahu anhâ, Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem' in şöyle
buyurduğunu işittim, dedi:
"Yemek hazırken, büyük ve
küçük abdest kişiyi zorlarken kılınan namazın kıymeti yoktur."[486]
* Tüm ibadetler gibi namaz
da gönül hoşluğu ve kalb huzuru içerisinde yapılmalıdır. İnsanın zihnini,
gönlünü meşgul eden ve sıhhi açıdan vücuda zarar veren büyük ve küçük abdest vakitleriyle
yemek hazırken namaz huzurlu kılınmaz. O nedenle bu vakitlerde yasaklanmıştır.
Namaz vakti yemek yenince geçecek ise önce namaz kılınmalı, sonra da yemek
yenmelidir. (4/103) Bkz. [487]
1758. Enes İbni Mâlik radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bazı kimselere ne oluyor ki, namazlarında gözlerini semaya
dikiyorlar?" Sonra sözünü daha da şiddetlendirdi ve:
"Ya bundan vaz geçerler, ya da gözlerinin nuru alınır da kör
olurlar" buyurdu.[488]
* Mü’minun: 23/12 ayeti
nazil olmadan önce ashab namaz kılarken sağa sola ve yukarıya bakarlardı. Bu
ayet ve bu hadisi duyduklarında sadece önlerine bakmaya başladılar. Şu anda
bizler de namaz kılarken huşu içerisinde olmak için sağa sola ve yukarıya
bakmamalıyız. [489]
1759. Âişe radıyallahu anhâ
şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e namazda başı sağa sola çevirmenin hükmünü
sordum. Peygamberimiz:
"Bu, kulun namazından bir miktarını şeytanın kapıp
aşırmasıdır" buyurdu.[490]
1760. Enes radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Namazda sağa sola bakmaktan sakın. Çünkü namazda iken sağa sola
bakmak helâk olmaya sebeptir. Sağa sola dönmekten kurtuluş yoksa, bari bu
nâfilede olsun, farzda olmasın."[491]
* Farz namazlarla nafile
namazlar arasında biraz fark vardır. Nafile namaz binitle kılınabilir, farz
namaz için mutlaka binitten inmek gerekir. Burada da bakınma işi nafile de
olabiliyor, fakat farzda yasaklanıyor. [492]
1761. Ebû Mersed Kennâz İbni Husayn radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu:
"Kabirlere doğru namaz kılmayınız ve kabirler üzerine
oturmayınız."[493]
* Yani kabirleri kıble
edinmek gibi ters bir iş olacağından müslümanın da namazda mutlaka Kabe’ye
döneceğinden böyle bir iş doğru olmaz, kıble edinme niyeti olmasa bile kabre
doğru namaz kılınmaz. Kabirlerde cenaze defnedilirken oturup basmanın dışında
keyfi olarak oturmak, vakit geçirmek için piknik yeri gibi kullanarak kabirler
üzerine yatıp uyumak, istirahat etmek ve abdest bozmak yasaktır. [494]
1762. Ebû Cüheym Abdullah İbni Hâris İbni Sımme el–Ensârî radıyallahu anh' den rivayet edildiğine
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Namaz kılmakta olanın
önünden geçen kimse ne kadar günah işlediğini bilmiş olsaydı, kırk şu kadar
zaman yerinde durması onun için daha hayırlı olurdu."[495]
Hadisin ravisi der ki: “Kırk gün
mü, kırk ay mı, kırk yıl mı dedi bilmiyorum”.
* Namaz kılan kimse önüne
sütre koymalıdır. Sürtenin önünden geçmekle namaz bozulmaz, geçene de bir
sakınca yoktur. Geçme yasağı kişiyle secde edeceği yer arasıdır. [496]
1763. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Namaz için kâmet getirilince, artık farzdan başka bir namaz
kılmak yoktur."[497]
* Kamet sadece farz namaz
için getirilir. Kamet getirilen farz namazdan başka kametten sonra namaz
kılınmaz. Cemaat farza başlayınca başka namaz kılınmaz. Farzı kılmak nafileyle
meşgul olmaktan daha önceliklidir. [498]
1764. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Geceler arasında sadece cuma gecesini namaz kılmaya ayırmayınız.
Günler arasında da sadece cuma gününü oruç tutmaya tahsis etmeyiniz. Ancak,
sizden birinizin tutmakta olduğu oruç cumaya rastlarsa, bunda bir sakınca
yoktur."[499]
1765. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem' i şöyle buyururken işittim demiştir:
"Sizden biriniz, cumadan bir gün önce veya bir gün sonra oruç
tutmadıkça, sadece cuma günü oruç tutmasın."[500]
1766. Muhammed İbni Abbâd şöyle dedi:
Câbir radıyallahu anh'den, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem cuma günü oruç tutmayı yasakladı mı diye sordum? Câbir:
– Evet, yasakladı, dedi.[501]
1767. Mü'minlerin annesi Cüveyriye Binti Hâris radıyallahu anhâ'dan nakledildiğine göre, kendisi oruçlu iken bir
cuma günü Peygamber–i Zîşan sallallahu
aleyhi ve sellem onun yanına girmişti. Efendimiz:
– "Dün oruç tuttun
mu?" diye sordu, Cüveyriye:
– Hayır, tutmadım, dedi.
– "Yarın oruç tutmak
istiyor musun?" diye sordu.
– Hayır, tutmayacağım, dedi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
– "O halde orucunu
boz" buyurdu.[502]
* Yukarıdaki dört hadis
sadece Cuma günü tek başına oruç tutmanın yasak olduğunu bildirmektedir. Sadece
Cuma gecesinin namazla ihya edilmesini de yasaklamıştır. Tüm geceler Allah’a
ibadet ve namazla ihya edilmeli, haftanın herhangi bir gecesi diğerinden
farklıdır zannedilmemelidir. Cuma günü Müslümanların haftalık bayram
günleridir. Bu nedenle bayram günü oruç tutmak caiz değildir. Hristiyan ve
Yahudilerin Cumartesi ve Pazar günlerini ibadete ayırmaları gibi olmasın diye
haftanın bir gününü ibadete ayırmaları yasaklanmıştır. Sadece o gün oruç
tutulmaz, Perşembe, Cuma tutulabilir. Cuma, Cumartesi tutulabilir. Her ayın
baş, orta sonlarından oruç tutan kimsenin orucunun cumaya rastlaması mahzurlu
değildir. (Cuma ve Cuma gününün faziletiyle alakalı hadisler 1148-1159’da
geçmişti. Bilgi edinmek isteyenler oraya bakabilir.) [503]
1768. Ebû Hüreyre ve Âişe radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem iftar etmeden orucu birbirine eklemeyi yasakladı.[504]
1769. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem iftar etmeden bir günün orucunu öbür
günün orucuna eklemeyi yasaklamıştı. Ashâb–ı kirâm:
– Yâ Resûlallah! Fakat sen
ekliyorsun? dediler. Peygamberimiz:
– "Şüphesiz ben sizin gibi değilim. Ben yedirilip
içirilmekteyim" buyurdu.[505]
* Bir günün orucunu
diğerine eklemeye visal denilir ki bu dinimizde caiz görülmemiştir. Her
gece teheccüd namazı ve visal gibi fiiller sadece Peygamberimize ait olan şeylerdir.
Ümmetin onu taklid etmesi caiz değildir. İnsanı güç ve kuvvetten düşürüp
çalışmasına ve ibadetleri yapmasına engel olacak tarzda davranışlar yani nafile
ibadetler içine girmek, dindarlık ve takva sayılmaz. Bu din kolaylık dinidir.
Zorluk dini değil. Rasûlullah devamlı her işlerimizde ve bilhassa ibadet ve
taatte bizlere kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, nefret
ettirmeyiniz buyurmuştur.[506]
1770. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sizden birinizin bir kor üzerine oturup elbisesini ateşin yakması
ve ateşin vücuduna işlemesi, bir kabrin üzerine oturmasından daha
hayırlıdır."[507]
* 1759’da geçtiği üzere
ölülerin evleri ve mekanları olan kabirlere oturmak caiz değildir. Onları
hesaba katmayıp yok sayarak çiğnemek ve oturmak caiz görülmemiştir. Kabirlere
gösterilen hürmet gerçekte insanlara gösterilen hürmet sayılır. Cenaze
defnedilirken basılması ve oturulması zaruret olduğu için zararlı değildir.
Fakat piknik ve zevk için mezarları çiğneyip üzerlerine oturmak, kabirleri
pislemek için oturmak caiz değildir. [508]
1771. Câbir radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kabrin kireçlenmesini, üzerine
oturulmasını ve kabir üzerine bina yapılmasını yasakladı.[509]
* Kabirler, kabir olduğu
belli olacak kadar yükseltilmeli, başka birisinin orayı kazıp cenaze ile
karşılaşmasını önlemek için yükseltilerek belirtilmelidir. Kabirlerin kireçle,
mermerle ve değişik taşlarla üzerine bir kubbe, türbe yapılması haramdır. Bu
konuda pek çok hadisler de vardır. (Bunun için bakınız. Tirmizi, Cenaiz, 58;
Nesai, Cenaiz, 96, 98; İbni Mace, Cenaiz, 43; Ebu Davud, Cenaiz, 72) [510]
“...Zina eden erkek ve
kadından her birine yüz değnek vurun. Eğer Allah’a ve ahiret gününe
inanıyorsanız, onlara karşı duyduğunuz acıma duygusu Allah’ın bu yasasını
uygulamaktan sizi alıkoymasın, müsamaha ve şefkat gösterip cezayı tatbikte
gecikmeyin...” (Nur: 24/2)
1772. Cerîr radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Herhangi bir köle kaçarsa, korunma ve güvenlik hakkını yitirmiş
olur."[511]
1773. Yine Cerîr radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bir köle kaçtığı zaman, onun hiçbir namazı kabul edilmez."[512]
Bir başka rivayet şöyledir: "Efendisine nankörlük etmiş
olur."[513]
* Köle: Savaşta esir alınmak
suretiyle öldürülmekten korunmuş, can emniyeti garanti altına alınmış, hayat
hakkı bir kimsenin zimmetine verilmiş kimsedir. Böylece hayatı garanti altına
alınmış olan kimse olan köle nankörlük ederek kaçarsa bu yaptığı işten dolayı
harbî = kendisiyle savaş edilebilen kişiler durumuna düşmüş olur. Efendisinden
kaçan bu köle, ahde vefa etmediği ve kaçmayı helal saydığı için can emniyetini
tehlikeye atmış ve Müslümanlarla harbe tutuşan bir insan konumuna düşmüştür. Bu
sebeple de kanı helaldir. [514]
1774. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
Benî Mahzûm kabilesinden
hırsızlık yapan bir kadının durumu Kureyşlileri çok üzmüştü. Onlar:
– Bu konuyu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile kim konuşabilir,
diye kendi aralarında müzakere ettiler. Bazıları:
– Buna Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sevgilisi
Üsâme İbni Zeyd'den başka kimse cesaret edemez, dediler. Üsâme, onların
istekleri doğrultusunda Resûlullah ile konuştu. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Üsâme'ye:
– "Allah'ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık
mı yapıyorsun?" diye sordu; sonra ayağa kalktı ve halka şöyle hitap
etti:
"Sizden önceki milletler şu sebeple yok olup gittiler: Aralarından
soylu, mevki ve makam sahibi biri hırsızlık yapınca onu bırakıverirler, zayıf
ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca da onu hemen cezalandırırlardı. Allah'a
yemin ederim ki, Muhammed'in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, elbette onun da
elini keserdim."[515]
Buhârî'nin bir rivayeti şöyledir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in
yüzü renkten renge girdi ve:
"Allah'ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık
mı yapıyorsun?" buyurdu. Bunun üzerine Üsâme:
– Allah'tan benim bağışlanmamı
dile yâ Resûlallah, dedi. Hadisin ravisi (Urve) der ki:
– Sonra bu kadının elinin
kesilmesi için emir verdi
ve onun eli kesildi.[516]
“Erkek ve kadın
mü’minler işlemedikleri bir günah yüzünden suçlayanlara gelince onlar iftira
suçu işlemiş ve böylece açık bir günaha girmiş olurlar.” (Ahzab: 33/58)
* Müslüman hiçbir hareket
ve sözüyle Müslümanlara eziyet etmemelidir. [517]
1775. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– "Lâneti gerektirecek iki şeyden sakınınız" buyurdu.
Sahâbe–i kirâm:
– Lâneti gerektirecek iki şey
nedir? diye sordular. Peygamber Efendimiz:
– "İnsanların gelip geçtikleri yollara ve gölgelendikleri yerlere
abdest bozmaktır" buyurdu.[518]
* Umuma açık su başları,
gölgelikler ve piknik mekanlarını kirletenler tüm oraya gelen insanları
rahatsız etmiş gibi olurlar. İnsanlar bu iki suçu işleyen kimselere daima
beddua, lanet ve söverek karşılık verirler. Cahili toplumların yapageldikleri
kötü adet ve alışkanlıklardan İslam toplumunu soyutlamak istediği için
Rasûlullah böylece uyarmıştır. İslamın ortaya koyduğu temizlik, nezafet ve
nezaketi yerleştirmek pek de kolay olmamıştır. Vücut temizliği ve mekan temizliği
olmadan namaz ve benzeri ibadetlerin olamayacağını bildiren dinimiz, maddî
manevi temizliğin yanı sıra çevre temizliğine de gerekli önemi vermiştir.
Bugünkü modern toplumların aklına yeni gelen pek çok husus İslam tarafından bin
dörtyüz sene önce ortaya konmuştur. [519]
1776. Câbir radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem durgun sulara idrar yapmayı yasakladı.[520]
* Akarsular pislik tutmaz,
durgun sular içerisine pisliğin düşmesiyle temizlik vasfı bozulur. Pislik suyun
koku, tadı ve rengini değiştirirse o su temizlik vasfını kaybeder.
Dinimiz insan sağlığı ve
temizliği için vazgeçilmez maddelerin başında olan suların temiz kalmasını
sağlamak için her türlü tedbiri almıştır. Bu sebeple bu ve benzeri hadislerle
durgun suların her türlüsüne ve akarsulara idrar ve benzeri pisliklerin
atılmasını ve akıtılmasını yasaklamıştır. (Müslim, Tahare, 95)de, “Suya
pislik bulaştırmayın, sonra ondan yıkanır ve kullanırsınız” buyurulmaktadır. [521]
1777. Nu'mân İbni Beşîr radıyallahu
anhümâ'nın anlattığına göre, babası onu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e götürdü ve:
– Ben, sahip olduğum bir köleyi
bu oğluma verdim, dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– "Buna verdiğini diğer çocuklarına da verdin mi?" diye
sordu. Babam Beşir:
– Hayır, vermedim, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– "O halde hibenden dön" buyurdu.
Müslim'in bir rivayetine göre,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– "Bu hibeyi çocuklarının hepsine yaptın mı?" buyurdu.
Beşir:
– Hayır, yapmadım, dedi. Bunun
üzerine Peygamberimiz:
– "Allah'tan korkunuz; çocuklarınız arasında adaletli
davranınız" buyurdu. Bunun üzerine babam hibesinden döndü ve derhal o
bağışını geri aldı.[522]
Müslim'in bir başka rivayetine
göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem:
– "Ey Beşir! Bundan başka oğlun var mı?" diye sordu.
Beşir:
– Evet, var, dedi. Peygamberimiz:
– "Buna verdiğin gibi onlara da verdin mi?" buyurdu.
Beşir:
– Hayır, vermedim, dedi. Bunun
üzerine:
– "O halde beni şahit tutma; çünkü ben bir zulme şahit
olamam" buyurdu.[523]
Müslim'in bir başka rivayetinde,
Hz. Peygamber:
"Beni bir zulme şahit kılma" buyurdu.[524]
Yine Müslim'in bir diğer
rivayetinde, Peygamberimiz:
"Bu bağışına benden
başkasını şahit göster" buyurdu ve:
– "Çocuklarının sana iyilik
yapmada eşit olmaları seni sevindirir mi?" diye sordu. Beşir:
– Elbette, evet, cevabını verdi.
– "O halde (aralarında
sen de eşit davran) böyle yapma" buyurdu.[525]
* Çocuklar arasında
ayrıcalıklı davranışlar aile düzenini bozduğu gibi kardeşler ve ana-baba
arasındaki sevgi ve muhabbeti de noksanlaştırır ve pek çok münakaşalara sebep
olur. Her ana ve baba miras ve bağış konularında çocuklarına eşit davranmak
durumundadır. Böyle bir zulme şahit olmak da iyi değildir. Müslüman her zaman
ve herkese karşı adil ve insaflı olmalıdır, zulme düşmemelidir. [526]
1778. Zeyneb Binti Ebû Seleme radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in zevcesi Ümmü Habîbe radıyallahu anhâ'nın babası Ebû Süfyân
İbni Harb vefat ettiğinde Ümmü Habîbe'nin yanına gitmiştim. Ümmü Habîbe, içinde
safran veya başka bir şey bulunan güzel bir koku istedi. Bu kokudan önce bir
câriyeye sonra kendi yanaklarına sürdü. Daha sonra şöyle dedi:
Allah'a yemin ederim ki, benim
kokuya hiç ihtiyacım yok; şu kadar var ki, ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in minberde şöyle buyurduğunu duydum:
"Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir kadının ölü için üç günden
fazla yas tutması helâl değildir. Sadece kocası için dört ay on gün yas
tutabilir." Hadisi rivayet
eden Zeyneb Binti Ebû Seleme der ki:
Daha sonra ben, kardeşi vefat
ettiğinde Zeyneb Binti Cahş radıyallahu
anhâ'nın yanına da gitmiştim. O da koku isteyip süründü ve sonra şöyle
dedi:
Allah'a yemin ederim ki, benim
koku sürünmeye ihtiyacım yok; ancak ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in minber üzerinde şöyle buyurduğunu
işittim:
"Allah' ve âhiret gününe iman eden bir kadının ölü için üç günden
fazla yas tutması helâl değildir. Sadece kocası için dört ay on gün yas
tutabilir."[527]
* Kişinin bir yakını
öldüğünde üç gün üzülüp yas tutması mübah sayılmıştır. Bir kadının kocası
öldüğünde ise dört ay on gün iddet süresi beklemesi gerekir, bu süre zarfında
süslenme, koku sürünme, sürme çekme, kına yakma gibi makyaj işlerini terk eder.
Hayat arkadaşından ayrılan bir
kadının bu kadar süre içerisinde süslenmesi kadar çirkin ve şuursuz bir hal
tasavvur olunamaz. Kadının bu yas ve üzüntü hali hem hayat arkadaşının
hatırasına hürmet, hem de kocasının hayatta olan aile fertlerine karşı bir
saygı ifadesidir. Aynı zamanda bu süre kadının eski kocasından hamile olup
olmadığının belirlenme süresidir. Bu süre içerisinde başka bir erkekle o kadın
evlenemez. [528]
Bu bölümdeki 6 hadis-i
şeriften, şehirlinin köylüye malını ben satarım diye yanında alıkoymasının
yasak olduğunu, pazara girip piyasayı öğreninceye kadar köylüyü yolda
karşılayıp mal almanın yasak olduğunu, müşteri kızıştırmamak gerektiğini, din kardeşiniz
dünürlüğü üzere dünür gönderilmemesi gerektiğini, satışı yapılmış bir akdin
bozdurulup aynısını veya benzerini daha ucuza satarım demenin yasak olduğunu
öğreneceğiz.[529]
1779. Enes radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şehirlinin köylüye simsarlık etmesini,
ana baba bir kardeş olsa bile, yasakladı.[530]
* Köylüye yardım maksadı
taşımayan sadece kendi kazancını ilk planda tutan simsarlık müessesesi haram
bir muameleye sebep olmaktadır. [531]
1780. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Pazara getirilen satılık malları çarşıya götürülünceye kadar
yolda karşılamayınız."[532]
* İslam kişinin hakkını
koruduğu gibi toplumun hakkını da korur. Gerekli olan yerde ferdi topluma
değil, toplumu ferde tercih eder. Toplumun menfaati, aracının ve satıcının
menfaatinden daha önce gelir. Burada ferdin hakkının zayi olması da söz konusu
değildir. Burada yapılmak istenenle sadece haksız kazanç ve tekelcilik önlenmiş
olacaktır. [533]
1781. İbni Abbâs radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Pazara gelenleri yolda karşılamayın. Şehirli köylü namına onun
malını satmasın."
Tâvûs, İbni Abbâs'a "Şehirli köylü namına onun malını
satamaz" sözünün anlamını sordu. İbni Abbâs:
Ona simsarlık edemez, diye cevap
verdi.[534]
* Şehirli tüccar ve
simsar kötü niyetli olursa malı piyasaya
arzetmeyebilir veya piyasa düşmesin diye azar azar ortaya çıkarır. Bu ise
piyasanın düzensizliğine veya pek çok malların çürüyüp telef olmasına sebep
olabilir. İslamın sistemleştirdiği ticaret ahlâkı kurallarına uyulması halinde
pek çok kötülük aşırı fiat ve israf da önlenmiş olacaktır. [535]
1782. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh şöyle der:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şehirlinin köylünün malına simsarlık
etmesini yasakladı. “Müşteri
kızıştırmayınız. Bir kimse kardeşinin satışı üzerine satış yapmasın. Din kardeşinin dünürlüğü
üzerine dünür göndermesin. Bir kadın, din kardeşi bir kadının çanağındaki nimeti
kendi kabına doldurmak için onun boşanmasını istemesin”.
Müslim'in bir rivayeti şöyledir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem pazarcıların yolda karşılanmasını,
şehirlinin köylünün malını satmasını, bir kadının, evleneceği erkeğe din
kardeşi bir kadını boşamayı şart koşmasını, bir kimsenin din kardeşinin
pazarlığı üzerine pazarlıkta bulunmasını, müşteri kızıştırmayı ve satılık
hayvanın sütünü sağmayıp memesinde biriktirmeyi yasakladı.[536]
1783. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bazınız bazınızın satışı üzerine satış yapmasın. Kardeşinin dünür
gönderdiği birine dünür göndermesin. Ancak din kardeşinin kendisine izin
vermesi müstesnadır."[537]
1784. Ukbe İbni Âmir radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Mü'min mü'minin kardeşidir. Hiçbir mü'mine kardeşinin satışı
üzerine satış yapması helâl olmaz. Kardeşinin dünür gönderdiği kadına, o kimse
vazgeçinceye kadar dünür göndermesi de helâl olmaz."[538]
* Üç hadiste de toplum ve
ferd hayatı açısından çok önemli olan birtakım prensipler topluca
zikredilmiştir. Geçmiş hadislerdeki açıklanan şeyler dışındaki şeyleri de
burada açıklayacağız.
Neceş: Her türlü aldatma,
heyecanlandırıp kızıştırmayla fiatı suni olarak artırmak demektir. Bu durum
ticaret ahlakı açısından uygun görülmemiş ve yasaklanmıştır.
Kardeşin satışı üzerine satış
yapmak: Hem alıcı hem de satıcı tarafından yapılabilen bu tür alışveriş de
yasaklanmıştır.
Dünürcülük üzerine dünür
göndermek de yasaklanmıştır. (Müsaade edilirse sakınca yok.)
Bir kadının karını boşa beni al
diye teklifte bulunması da yasaklanmıştır.
Müşteriyi aldatmak için sütün
memede bırakılması da aldatma olduğu için yasaklanmıştır. [539]
1785. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Şüphesiz Allah Teâlâ sizin için üç şeyden hoşnut olur, üç şeyden
de hoşlanmaz. Sizin sadece kendisine ibadet etmenizden, O'na hiçbir şeyi ortak
koşmamanızdan ve Allah'ın ipine sımsıkı sarılıp tefrikaya düşmemenizden
hoşlanır. Dedi kodu yapmanızdan, çok sual sormanızdan ve malı telef etmenizden
de hoşlanmaz."[540]
1786. Mugîre'nin kâtibi Verrâd
şöyle dedi:
Mugîre İbni Şu'be, Muâviye radıyallahu anh'e gönderdiği bir
mektubunda bana şöyle yazdırdı:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem her farz namazın ardından şöyle dua
ederdi:
"Lâ ilâhe illallâhü vahdehü lâ şerîke leh. Lehü'l–mülkü velehü'l–hamdü
ve hüve alâ külli şey'in kadîr. Allahümme lâ mânia limâ a‘tayte, ve lâ mu‘tiye
limâ mena‘te; ve lâ yenfeu ze'l–ceddi minke'l–ceddü: Bir olan Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O'nun ortağı da yoktur.
Mülk O'nundur. Hamd O'na mahsustur. O'nun her şeye gücü yeter. Allahım! Senin
verdiğine engel olacak hiçbir güç yoktur. Senin vermediğini verecek de yoktur.
Servet sahibi olanın serveti, senin yardımın yerine geçip kendisine bir fayda
sağlamaz. "
Mugîre, Muâviye'ye şunu da yazdı:
Resûl–i Ekrem, dedikodudan, malı
telef etmekten, gereksiz yere çok soru sormaktan nehyederdi.
Ayrıca Peygamberimiz, analara
itaatsizlikten, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmekten, verilmesi gerekeni
vermemekten ve hakkı olmayan bir şeyi istemekten de nehyederdi.[541]
* Namaz arkasında ve
namazda yapılacak dualar hakkında 342, 1416-1430 numaralı hadislere
bakılabilir. [542]
1787. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sizden biriniz silâhını (ortaya çıkarıp) din kardeşine işaret
etmesin. Çünkü o bilmez, belki şeytan silâhı elinden çıkarır da, bu yüzden
cehennemin bir çukuruna yuvarlanır."[543]
Müslim'in bir rivayeti şöyledir:
Ebû Hüreyre dedi ki:
Ebü'l–Kâsım sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bir kimse kardeşine bir demirle işaret ederse, elinden onu
bırakıncaya kadar melekler ona lânet eder. Ana baba bir kardeşine olsa
bile."[544]
* Müslümanların her türlü
yollarla birbirlerini korkutmaları yasaklanmıştır. Bu sebeple bir kimseye
çevrilen silah aniden ateşlenebilir veya ok yaydan fırlayabilir. Neticede sonu
ölümle biten bir kaza meydana gelebilir. İstemeyerek ortaya çıkan bu durumun
sebebi de hadiste şeytan olarak gösterilmiştir. Halk arasında silahla şaka
olmaz, şeytan doldurur gibi söylenen atasözleri bu konuda çok dikkatli olmayı
bize gösterir, bazen şaka olarak başlayan işler çok ciddi boyutlara ulaşabilir,
bu silah çevirme yasağı toplumun her kesimini kaplar.
Toplum hayatımızda bunun pek çok
örneklerini görmekteyiz.
Meleklerin laneti ve neticesinde
de cehennem çukuruna yuvarlanma, hadisenin haramlık boyutunu gözler önüne
sermektedir.[545]
1788. Câbir radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kınından çıkmış kılıcı elden ele
vermeyi yasakladı.[546]
* Müslümanlar Kur’an ve
Sünnette olan her emir ve yasağa önem vermelidirler. Kılıç, hançer gibi kesici
aletlerle patlayıcı aletlerin elden ele alınıp verilmesindeki mahzur ve
tehlikelere hadisle dikkat çekilip tedbirsizlik yapmanın hoş olmayacağı
anlatılmak istenmektedir. Dolayısıyla tüm silahlar ve tehlike arzedecek makine
alet ve cihazların nakil ve alınıp verilmesinde çok dikkat ve tedbirli
davranmak gerektiğini öğrenmekteyiz. [547]
1789. Ebü'ş–Şa‘sâ şöyle dedi:
Biz Ebû Hüreyre radıyallahu anh ile birlikte mescidde
oturuyorduk. O esnada müezzin ezan okudu. Bir adam kalkıp dışarıya doğru
yürüdü. Ebû Hüreyre, o adamı mescidden çıkıncaya kadar gözüyle takip etti ve:
Bu adam, Ebü'l–Kâsım sallallahu
aleyhi ve sellem'e isyan etti, dedi.[548]
* Bu hadisin müsned 5/337
şu şekilde geçtiğini görüyoruz: “Herhangi biriniz namaz için kamet
getirildiği zaman namazı kılmadan mescidden dışarıya çıkmasın.” Hastalık,
zaruri ihtiyaç yoksa kametten sonra mescidden çıkmamak gerekir. Çıkan ve farz namazı
kılmayan kimse peygamberimize itaat değil isyan etmiş olur. [549]
1790. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Güzel bir koku ikram edilen kimse onu reddetmesin; çünkü onun
taşınması kolay, kokusu güzeldir."[550]
1791. Enes İbni Mâlik radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem güzel kokuyu reddetmezdi.[551]
* Peygamberin her cins
helal hediyeyi azlığına çokluğuna cins ve çeşidine bakmaksızın kabul ederlerdi.
Koku da bunlardan biri olduğu için hiç reddetmemiş ve kabul etmiştir. Pek çok
hadislerde erkeklerin kokusu açığa çıkan ve rengi gizli olmalı, kadının
kullanacağı koku ise rengi açık olan fakat kokusu gizli olandır buyurulur. Bu
konuda bkz. (Şemail-i Mühammediye 187-192. hadislerle Buhari III/133; Ebu
Davud, IV/110; Nesai, VIII/189; Müsned, II/320; Nesai, VIII/61-62) [552]
1792. Ebû Mûsâ el–Eş'arî radıyallahu
anh şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, bir adamın bir kişiyi övdüğünü ve
övmede çok ileri gittiğini işitti. Bunun üzerine:
"Adamı mahvettiniz (veya adamın bel kemiğini kırdınız)"
buyurdu.[553]
1793. Ebû Bekre radıyallahu
anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem'in yanında bir adamdan bahsedilmiş ve orada bulunan bir
kişi o adamı aşırı şekilde övmüştü. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
"Yazık sana! Arkadaşının boynunu kopardın" buyurdu ve bu
sözünü defalarca tekrarladı. Sonra da:
"Şayet biriniz mutlaka arkadaşını methedecekse, eğer söylediği
gibi olduğuna da gerçekten inanıyorsa, zannederim o şöyle iyidir, böyle iyidir,
desin. Esasen onu hesaba çekecek olan Allah'tır ve Allah'a karşı hiç kimse
kesin olarak temize çıkarılamaz" buyurdu.[554]
* Müslümanın yüzüne karşı
da övülebileceğini fakat yüzüne karşı övmek kişinin kendisini beğenmesine, kibirlenip
gururlanıp şımarmasına ve fitneye düşmesine sebep olacaksa, o kimsenin yüzüne
karşı övülmesi yasaklanmıştır. Takva sahibi aklı başında gurur, kibir ve
şımarmasından endişe edilmeyen kimselerin övülmesinde sakınca görülmemiştir.
Övme işi güzel hasletler, takva ve örnek şahsiyet oluşturma yönleridir. Değilse
az bir dünya geçimliği için mal ve makam sahiplerinin övülmesi şiddetle
yasaklanmıştır. Böylelerine dalkavuk, çığırtkan ve yağcı gibi adlar verilir.
Bunlar toplumu baştan çıkarırlar, yasaklanan bu
tiplerin yaptığı işlerdir.
Aşırı olarak ve yüzüne karşı
övülen kimsenin belinin ve boynunun kopması demek; övgüye layık olmayan ve
haddinden fazla övülen şahsın kendisini gerçekten öyle zannetme ve bu yüzden
nefsini murakabe ve muhasebeden vazgeçip tevbeye yönelmeme tehlikesi vardır, bu
da onun için bir ölümdür. [555]
1794. Hemmâm İbni Hâris'in Mikdâd radıyallahu anh'den rivâyet ettiğine göre, bir adam Osman radıyallahu anh'i övmeye başlayınca,
Mikdâd da dizleri üstüne çökerek metheden kişinin yüzüne çakıl taşları atmaya
başladı. Bunun üzerine Hz. Osman ona:
– Ne yapıyorsun öyle? deyince
Mikdâd:
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Meddahları
gördüğünüz zaman yüzlerine toprak serpiniz" buyurdu, diye cevap verdi.[556]
* Dalkavuk ve yağcılara
toprak serpmek bekledikleri dünyalığı elde edemeyeceklerine işarettir. Toprak
serpme işi hem öven, hem de övülenin topraktan yaratıldığını, bu sebeple
mütevazi olunması gerektiğini, kendilerini büyük görmemeleri icab ettiğini
hatırlatma anlamında olduğu da söylenmiştir. [557]
“Nerede olursanız olun ölüm
gelip sizi bulacaktır, göğe yükselen sağlam kulelerde olsanız bile...”
(Nisa: 4/78)
“Allah yolunda bol bol
harcayın. Harcamamak suretiyle kendi elinizle kendinizi mahvetmeyin ve iyilik
yapmaya devam edin. Unutmayın Allah iyilik yapanları sever.” (Bakara: 2/195)
1795. İbni Abbâs radıyallahu
anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh Şam'a doğru yola çıktı. Serg denilen yere varınca,
kendisini orduların başkomutanı Ebû Ubeyde İbni Cerrâh ile komuta kademesindeki
arkadaşları karşıladı ve Şam'da vebâ hastalığı başgösterdiğini ona haber
verdiler. İbni Abbâs'ın dediğine göre, Hz. Ömer ona:
– Bana ilk muhacirleri çağır,
dedi; ben de onları çağırdım. Ömer, onlarla istişare etti ve Şam'da vebâ
salgını bulunduğunu kendilerine bildirdi. Onlar, nasıl hareket edilmesi
gerektiğinde ihtilaf ettiler. Bazıları:
– Sen belirli bir iş için yola
çıktın; geri dönmeni uygun bulmuyoruz, dediler. Bazıları da:
– Halkın kalanı ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabı
senin yanındadır. Onları bu vebânın üstüne sevketmenizi uygun görmüyoruz,
dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer:
– Yanımdan uzaklaşınız, dedi.
Daha sonra:
– Bana ensarı çağır, dedi; ben de
onları çağırdım. Fakat onlar da muhacirler gibi ihtilâfa düştüler. Hz. Ömer:
– Siz de yanımdan gidiniz, dedi.
Sonra:
– Bana Mekke'nin fethinden önce
Medine'ye hicret etmiş olan ve burada bulunan Kureyş muhacirlerinin yaşlılarını
çağır, dedi. Ben onları çağırdım; onlardan iki kişi bile ihtilaf etmedi ve:
– Halkı geri döndürmeni ve bu
vebânın üzerine onları götürmemeni uygun görüyoruz, dediler. Bunun üzerine Hz.
Ömer insanlara seslendi ve:
– Ben sabahleyin hayvanın
sırtındayım, siz de binin, dedi. Ebû Ubeyde İbni Cerrâh radıyallahu anh:
– Allah'ın kaderinden mi
kaçıyorsun? dedi. Hz. Ömer:
– Keşke bunu senden başkası
söyleseydi ey Ebû Ubeyde! dedi. Ömer, Ebû Ubeyde'ye muhalefet etmek istemezdi.
Sözüne şöyle devam etti:
– Evet Allah'ın kaderinden yine
Allah'ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin, senin develerin olsa da iki tarafı olan
bir vadiye inseler, bir taraf verimli diğer taraf çorak olsa, verimli yerde
otlatsan Allah'ın kaderiyle otlatmış; çorak yerde otlatsan yine Allah'ın
kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?
İbni Abbâs der ki:
– O sırada, birtakım
ihtiyaçlarını karşılamak için ortalarda görünmeyen Abdurrahman İbni Avf radıyallahu anh geldi ve:
– Bu hususta bende bilgi var;
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i:
"Bir yerde vebâ olduğunu işittiğinizde oraya girmeyiniz. Bir yerde
vebâ ortaya çıkar, siz de orada bulunursanız, hastalıktan kaçarak oradan dışarı
çıkmayınız" buyururken işitmiştim, dedi.
Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh Allah'a hamd etti ve
oradan ayrılıp yola koyuldu.[558]
1796. Üsâme radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bir yerde bulaşıcı hastalık ortaya çıktığını duyduğunuz zaman
oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde bulaşıcı bir hastalık ortaya çıkarsa,
oradan da çıkmayınız."[559]
* Havayı, bedeni karakteri
bozan her türlü bulaşıcı hastalık bulunan o yerlerden ve şahıslardan uzak
durulması gerektiğini Peygamberimizden öğrenen Hz. Ömer yine de ashabıyla
istişare etmeyi de ihmal etmemiştir. Çoğunluğun teklifi ve kendi ictihadı da
aynı yönde olması dolayısıyla kararını geriye dönme doğrultusunda vermiştir ki
böylece peygamberimizin sünnetini de yerine getirmiş oldu.
Burada geri dönmenin kaderi
değiştirmek anlamında olmayıp ihtiyatlı davranma olduğunu öğrenmiş oluyoruz.
Her şey Allah’ın kaza ve kaderi ile olur. Fakat insan tedbir almazsa Allah
katında sorumlu olur. Dönmek veya dönmemek de Allah’ın kaderine dahildir.
Tedbirden yüzçevirmek ve ihtiyatı elden bırakmak körü körüne kendisini
tehlikeye atmak intihar olacağından müslüman böyle dengesizlikler yapmaz. Bu
gün koruyucu hekimlik ve karantina dediğimiz şeye riayet gerekir.[560]
“Kitapta olana inanmaları
gerekirken, onun yerine Süleyman’ın hükümdarlığı ve peygamberliği konusunda,
şeytanların uydurup takip ettikleri şeylere uyarlar. Oysa Süleyman, büyü
yaparak küfre sapmamıştı. Ama o şeytanlar, halka sihir öğreterek hakikatleri
örtbas ettiler. Ve onlar, Babil’deki iki melek Harut ve Marut vasıtasıyla
ortaya konulan şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek: “Biz, ancak imtihan
aracıyız. Sakın sihir ve büyü yapıp da, hakkı örtbas edenlerden olmayınız”
demedikçe hiçbir kimseye sihir öğretmezlerdi. İşte onlar o iki melekten, koca
ile karısının arasını ayıracak şeyler öğrendiler. Halbuki sihirbazlar Allah’ın
izni olmadıkça, onunla hiçbir kimseye zarar verici değillerdir. Onlar ancak
kendilerine zarar veren, hiçbir faydası olmayan şeyleri öğrenmekteydiler. Oysa
onlar, bu bilgiyi edinenin ahiret hayatının güzelliğinden nasipsiz kalacaklarını
da iyi biliyorlardı. Canları pahasına aldıkları şey ne kötüdür, keşke bunu
bilselerdi.” (Bakara: 2/102)
1797. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine
göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
"İnsanı helâke sürükleyen yedi şeyden sakınınız."
Sahâbîler:
– Yâ Resûlallah! Bu yedi şey
nedir? diye sordular. Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu:
"Allah'a şirk koşmak, sihir ve büyü yapmak, – haklı olarak
öldürülen müstesna– Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı bir insanı öldürmek,
fâiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum sırasında harpten kaçmak, evli olup
hiçbir şeyden haberi olmayan namusuna düşkün müslüman kadınlara zina isnad
etmek."[561]
* Sihir, lügatte gizli,
üstü kapalı şey demek olup, aldatmak, göz bağcılık ve gözboyacılığı yapmak
suretiyle insanları aldatmak demektir. Çok güzel konuşarak aldatmaya da sihir
denilir. (Buhari, Tıb, 51)’de, “Nice güzel sözler vardır ki, sihir gibi
etkilidir” buyurulur.
Sihirin ve sihirbazlığın
tarihi en eski medeniyetlerden olan Keldaniler zamanına kadar ulaşır.
Keldaniler yıldızlar ve gezegenlerle ilgili gökbilimlerine ağırlık vermişler
hatta onlara ibadete kadar ileri gitmişlerdi.
Mısır’da Musa (A.S.) döneminde
sihir çok yaygın bir meslekti. Musa (A.S.)’ın asa mucizesi karşısında iman eden
sihirbazlar da o maharetli kimselerdi.
Süleyman (A.S.) zamanında da
sihir ve büyü çok ileri idi. Bakara: 2/102 bu gerçeği anlatır. Babil’de iki
melek insanlar için hayır olacak bazı gerçekler öğretiyorlardı. Kafirler ve
şeytanlar bu gerçekleri şerre kullanarak bunu şer olarak sihir olarak
kullanmışlardı. Sihir yapmanın caiz olduğuna veya fayda verdiğine inanmak
küfürdür, sihir ve büyü yapan kimsenin cezası ölümdür. (Bu konuda geniş bilgi
isteyenler Tecrid-i Sarih Tercemesi, 8/224-235 sh. Hak Dini Kur’an Dili Elmalı
Tefsiri, 1/364-373 bakabilirler.)
Bu hadiste belirtildiği üzere
büyük günahları yedi ile sınırlamak doğru değildir. Burada şu yedi şey büyük
günahlardandır denmek istenmektedir. [562]
1798. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Kur'ân–ı Kerîm ile düşman diyarına
yolculuk yapmayı yasakladı.[563]
* Rasûlullah (s.a.v.)
zamanında bugünkü şekliyle Kur’an haline getirilmemişti. Ebubekir döneminde bu
şekli aldı, fakat o dönemlerde değişik ayet ve surelerin yazılı olduğu parçalar
kıymetli bir hazine gibi sahabenin yanında taşınıyordu, fakat her sahabenin
elindeki yazılı metinler farklı surelerden ibaretti.
İş bu durumda iken küfür diyarına
giderlerken ellerindeki Kur’an, sure ve ayetleri kafirlerin eline geçer, imha
edilip kaybolabilir veya kafirler o metinlere saygısızlık edip imha edebilirler
diye o gün Kur’an yazılı bulunan parçalarla küfür diyarına gidilmesi
yasaklanmıştır. Bugün hakaret imha edilme gibi bir mahzur yoksa gidilebilir,
İslami tebliğde esas metin olan Kur’an ve tefsirleri değişik dillerde tüm
dünyaya yaygın vaziyettedir. İslami tebliğin temel taşı olması dolayısıyla
bugün her yere Kur’an ulaştırılmalıdır. [564]
1799. Ümmü Seleme radıyallahu
anhâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Gümüş kaptan bir şey içen kimse karnına cehennem ateşi doldurmuş
olur.”[565]
Müslim'in bir rivayetinde: "Gümüş ve altın kaplardan yiyen ve içen
kimse" şeklindedir.[566]
1800. Huzeyfe radıyallahu anh
şöyle dedi:
Şüphesiz Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bize ipek ve
atlastan yapılmış elbise giymeyi, altın ve gümüş kaplardan içmeyi yasakladı ve:
"Bunlar dünyada kâfirlerin, âhirette ise sizlerindir"
buyurdu.[567]
Buhârî ve Müslim'in bir
rivayetinde, Huzeyfe radıyallahu anh:
Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i "Saf ipek ve atlas elbise giymeyiniz.
Altın ve gümüş kaptan bir şey içmeyiniz. Altın ve gümüş tabaklardan da yemek
yemeyiniz" buyururken işittim, demiştir.[568]
1801. Enes İbni Sîrîn şöyle dedi:
Ben, Enes İbni Mâlik radıyallahu anh ile birlikte
Mecûsîlerden bir grubun yanında idim. Gümüşten bir kap içinde pelte tatlısı
getirildi; Enes onu yemedi. Getiren kişiye, onu başka bir kaba aktarması söylenildi;
o da ağaçtan yapılmış bir kaba aktarıp getirdi, Enes de ondan yedi.[569]
* Rasûlullah (s.a.v.)
dünyaya ve dünyalığa aşırı düşkünlük alameti sayılan lüks israf aşırılıklardan
bizleri sakındırmıştır. Altın, gümüş ve ipek dünyaya bağımlılığın önemli
simgelerinden biri kabul edilmiş, her türlü kavga, hırsızlık ve soygunluk ve
ölümlerin sebebi olmuştur. Bu tür eşyalar kullanmak kibir, kendini beğenme ve
kendini başkalarından üstün görme alameti sayılır. Ahiret nimetleri
dünyadakilere göre hem üstün hem de daha süreklidir. [570]
1802. Enes radıyallahu anh şöyle
dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem erkeğin sarı renkli koku sürünmesini
yasakladı.[571]
1803. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem benim üzerimde sarıya boyanmış iki
elbise gördü ve:
"Bunu sana annen mi emretti?" buyurdu. Ben:
Onları yıkarım, dedim.
"Hattâ onları yak" diye emretti.[572]
Müslim'in bir başka rivayetinde:
"Şüphesiz ki bunlar kâfirlerin giysilerindendir. Sen onları
giyme" buyurdu.[573]
* Dinimiz kadın erkek
elbiselerinin ayrımını ve kafirlere benzememek gerektiği konusunda sert
çıkışlarda bulunmuştur. Burada da aynı şekilde elbise ve makyaj konusunda aynı
yasaklama getirilmiştir. Her bölge ve her zamanda kafirlere benzememek üzere ve
kadın-erkek benzeşmemesi üzerine müslüman tedbirli olmalı ve onlara benzememeye
çalışmalıdır. Çünkü “kadınlara benzeyen erkekler ve erkeklere benzeyen
kadınlara lanet edilmiştir. Ayrıca kim bir müşrik ve kafir topluma benzemeye
çalışırsa o kimse onlardandır” buyurulmuştur. [574]
1804. Ali radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den şöyle buyurduğunu işitip
ezberledim:
"Büluğ çağına ulaştıktan sonra yetimlik kalkar. Bütün gün geceye
kadar susmak yoktur."[575]
1805. Kays İbni Ebû Hâzim şöyle dedi:
Ebû Bekir es–Sıddîk radıyallahu anh, Ahmes kabilesine mensup
Zeynep isimli bir kadının yanına gelmişti. Onun hiç konuşmadığını görünce:
– Bu kadına ne oldu ki hiç
konuşmuyor? diye sordu. Orada bulunanlar:
– Suskunluk ibadeti yapıyor,
dediler. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir ona:
– Konuş! Çünkü bu yaptığın iş
helâl değildir; bu Câhiliye amelidir, dedi. Bu uyarı üzerine kadın konuştu.[576]
* Yetimlerin hukuku Kur’an
ve hadislerde korunmuştur. Bu konuda Nisa: 4/6-10 ayetleri ile kitabımızın 33.
bölüm 262-276 no’lu hadislerine bakılabilir.
Dindarlık ve ibadet modeli
sayılan konuşmamak, cahiliye döneminde yapılan iyi işlerdendi. İslam bunlara
yasaklama getirerek bunun yerine Allah’ı zikretmeyi, insanları irşadı ve
hayırlı sözler söylemeyi tavsiye etmiştir. [577]
1806. Sa’d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimse kendi babası olmadığını kesinlikle bildiği birinin soyundan
geldiğini ileri sürerse, ona cennet haramdır.”[578]
1807. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Babalarınızdan yüz çevirip onları inkâr etmeyiniz. Her kim kendi
babasını bırakıp bir başkasına baba derse, nankörlük etmiş olur.”[579]
1808. Yezîd İbni Şerîk İbni Târık şöyle dedi:
Ali radıyallahu anh’ı minberde konuşurken gördüm ve şöyle buyurduğunu
duydum:
“Hayır, iddialar doğru değildir.
Vallahi bizim yanımızda Kur'ân–ı Kerîm’den ve şu sahîfeden başka okuduğumuz bir
yazı yoktur.” Böyle dedikten sonra o sahîfeyi açtı. Orada develerin yaşları ve
yaralamayla ilgili hükümler vardı. Yine bu sahîfede Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyordu:
“Ayr (Âir) dağından Sevr dağına kadar olan yerler Medine’nin haremidir.
Her kim orada Kitap ve Sünnet’e aykırı bir iş yapar veya bid’at çıkaran birini
korursa, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. Allah
Teâlâ kıyamet gününde o kimsenin ibadetlerini ve tövbesini kabul etmeyecektir.
Müslümanlardan birinin verdiği bir söz ve güvence, yaptığı bir antlaşma hepsini
bağlar. Her kim bir müslümanın verdiği söz ve himayeyi dikkate almazsa, Allah’ın,
meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. Allah Teâlâ kıyamet
gününde o kimsenin tövbesini ve ibadetlerini kabul etmeyecektir. Her kim kendi
babası olmadığını kesinlikle bildiği birinin soyundan geldiğini ileri sürerse
veya kendi efendisi olmayan birini efendi olarak kabul etmeye kalkarsa,
Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. Allah Teâlâ
kıyamet gününde o kimsenin tövbesini ve ibadetlerini kabul etmeyecektir.”[580]
1809. Ebû Zer radıyallahu anh,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i
şöyle buyururken dinlediğini söyledi:
“Babası olmadığını bildiği birini babam diye sahiplenen kimse, babasına
nankörlük etmiş olur. Kendisine ait olmayan bir şeyi sahiplenmeye kalkışan
kimse bizden değildir; o cehennemdeki yerine hazırlansın. Her kim, bir adama
öyle olmadığı halde kâfir veya Allah düşmanı derse, bu sözler gerisin geriye
kendine döner.”[581]
* Bir müslümanın bir kimsenin mirasına veya şöhretine
konmak için veya değişik hesaplar yüzünden annesinin kocası olmayan bir
kimseye, onun oğlu ve kızı olduğunu ileri sürmesi şiddetle yasaklanmıştır. (İbn
Mace, Hudud, 36’da) Babasını inkar edip başka birini baba kabul eden kimse
kokusu beş yüz senelik mesafeden duyulan cennetin kokusunu bile duymayacaktır.
Bu tür bir kimse mirasa konmak için diğer meşru varisleri mirastan mahrum
bırakacağı ve onların paylarını azaltacağı için hak etmediği bir şeyi almanın
suçunu da yüklenmiş olacaktır. Cahiliye devrinde olan evlat edinme hadisesi
İslam’da Ahzab: 33/4 ayetiyle yasaklanmıştır. Bu ayete göre hiçbir kimse başka
birinin çocuğunu evlat edinemez. Bu haramdır. İslam soy sop korumasına gerekli
önemi vermiştir.
1806 numaralı hadiste pek çok
mesele ele alınıyor. Konumuzla ilgili kısmı kendi babası olmadığını kesinlikle
bildiği halde onun soyundan olduğunu iddia ederse veya efendisi olmayan birini efendi olarak kabul etmeye kalkarsa
Allah, melekler ve bütün insanların laneti o kimseye olsun tehdidinden
ibarettir. Burada da söz konusu işin ne kadar büyük günah olduğunu öğrenmiş
oluyoruz. Kölenin de efendisi olmadığı halde bu benim efendimdir demesi aynı
cezayı gerektiriyor. Efendisine karşı nankörlük etmesinden dolayı.
Hadisteki diğer konulara gelince
Mekke Allah tarafından haram kılınmış bir bölgedir. Medine ise Peygamberimiz
tarafından haram bölge olarak ilan edilmiş ve orada bid’at çıkaranı koruyan
kimseye Allah, melekler ve tüm insanların laneti yağdırılmıştır.
Hadisteki müslümanların birinin
verdiği bir söz ve güvence hepsini bağlar ifadesinden bir müslüman bir kafirin
hayatını koruyacağına dair söz ve güvence vermişse bu güvence diğer
müslümanları da bağlar. Onlar bu şahsa kötülük yapıp onu öldüremezler demektir.
Çünkü işlerinden bir müslüman onu himaye etmiştir.
1807 no’lu hadiste de üç konuya
parmak basılmış olup, birincisi babası olmadığını bildiği halde babamdır
diyerek küfre girmesidir. Miras ve başka çıkarlar uğruna ve başka mirasçıları
mahrum etme pahasına kişi böyle kötü bir sonuçla başbaşa kalacaktır.
İkincisi: Kendisine ait
olmayan bir şeye bu benimdir diye sahip çıkmaktır ki başkasının hakkına tecavüzdür
ki kesinlikle haramdır ve cehennemdeki yerine hazırlansın demekle bu davranışın
büyük bir haksızlık olduğu da ortaya
konmuş oldu.
Üçüncüsü: Kafir olmayan
birine kafir ve Allah düşmanı diye hakaret etmektir. (1734-1735 no’lu hadislere
ve açıklamasına bakınız.) Müslüman durumun dehşetini gözönünde bulundurup
diline sahip olmalıdır. Müslüman birine kafir veya Allah düşmanı demek son
derece tehlikelidir. Zira o adam gerçekten kafir veya Allah düşmanı değilse bu
söz hedefini bulmamış bir ok gibi iddiayı atan kimseye geri dönmüştür. [582]
“...Allah’ın buyruğuna karşı
gelmek isteyenler, başlarına bu dünyada bir belanın, bir güçlüğün, ya da öte
dünyada can yakıcı bir azabın gelmesinden korkup sakınsınlar.” (Nur: 24/63)
“...Allah sizi kendisinin
emirlerine karşı gelmekten sakındırıyor.” (Al-i İmran: 3/30)
“Şüphesiz Rabbinin yakalaması
son derece çetindir.” (Bürûc: 85/12)
“İşte senin Rabbin
varoluş gayesine aykırı hareket eden kentlerin toplumlarını, böylece kıskıvrak
yakalayıverir. Şüphesiz ki, onun yakalaması çok şiddetli ve çok zorludur.” (Hud: 11/102)
1810. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ da kıskanır. O’nun kıskanması, kulun ilâhî yasakları
çiğnemesi sebebiyledir.”[583]
* Gayret göstermek
yani kıskanmak anlamına gelir. Allah kullarının günah ve haram işlemesini
istemez ve kıskanır. Yani Allah, kulunun iyi işler yapıp cennete girmesini
ister ve ondan memnun olur. Yine Allah kulunun kötülükler ve haram işlemesinden
dolayı gücenir ve hoşnutsuzluğu artar. İnsan sevdiği bir şeyi başkasına
kaptırma korkusuyla nasıl kıskançlık
duyarsa Allah da çok sevdiği kulunu cehenneme kaptırmaktan dolayı razı
olmaz ve kullarının cenneti kazanmaları için gayret eder ve kazandıklarına
sevinir. [584]
“Eğer şeytandan gelen kötü bir
düşünce, bu tür iyilikleri yapmaya karşı seni dürtecek olursa, hemen Allah’a
sığın. Çünkü O, hem işitendir, hem de bilendir.” (Fussilet: 41/36)
“Yollarını kitap ve Allah
vasıtasıyla bulanlar var ya onlara şeytandan bir kışkırtma dokunduğunda, O’nu
hatırlayıp akıllarını başlarına toplarlar da olup biteni açık bir biçimde
kavramaya başlarlar.” (Araf: 7/201)
“Ve onlar utanç verici
bir iş yaptıkları veya varlık sebebine aykırı bir davranışta bulundukları
zaman, Allah’ı hatırlar ve günahlarının affı için yalvarırlar. Zaten Allah’tan
başka kim günahları affedebilir? Onlar işledikleri günah üzerinde de bilerek
ısrar etmezler. İşte onların mükafatı Rablerinden bir bağışlanma ve içinden
ırmaklar akan cennet olacaktır. İyiliklere gayret gösterenler için ne güzel bir
mükafat.” (Al-i İmran: 3/135-136)
1811. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimse ‘Lât ve Uzzâ hakkı için’ diye yemin edecek olursa, hemen
ardından ‘lâ ilâhe illallah’ desin. Yine bir kimse arkadaşına ‘Gel, seninle
kumar oynayalım’ derse, hemen sadaka versin.”[585]
* Bu hadiste İslam’a ters düşen
iki davranış ele alınmaktadır. Biri yemin ederken Allah adıyla değil, cahiliyye
devrinde olduğu gibi putlar adına yemin etmektir ki, dil sürçmesi olarak bir
müslüman bu putlardan biri adına yemin ederse bu sürçmenin keffareti olarak la
ilahe illallah veya (İbn Mace, Keffaret, 2)’deki rivayete göre la ilahe
illallahu vahdehu la şerike leh diyerek tevbe ve istiğfar etmelidir
ki böylece hem işlediği günaha tevbe etmiş, hem de günahına tevbe etmiş olur.
(Bu konuda 1533 no’lu hadisle 1709’la 1713 arasındaki hadisler ve gerekli
açıklamalar tekrar okunmalı)
Hadisin ikinci kısmında ise kumar
oynayalım diyen kimse Allah’ın yasakladığı bir haramı işlemeye teşebbüs etmek
üzere veya hemen yapmak üzere karar vermiş durumda olan bir kimsenin bu konuda
ne yapacağını bildirmekte ve sadaka vermesi emredilmektedir. Belki vereceği bu
sadaka bu anlamsız sözün çirkinliğini silebilir veya iyilikler kötülükleri
siler götürür Hud: 11/114 ayetine göre belki neticeyi sıfırlayabilir diye
Rasûlullah (s.a.v.) bu tavsiyede bulunmuştur. [586]
[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 435.
[2] Buhârî, Edeb 31, 85, Rikak 23; Müslim, Îmân 74, Lukata
14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 123; Tirmizî, Kıyâmet 50.
311-316 ve 706'da geçmişti.
[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 436.
[4] Buhârî, Îmân 4, 5, Rikak 26; Müslim, Îmân 64, 65.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 2; Tirimizî, Kıyâmet 52, Îmân 12; Nesâî, Îmân 8, 9,
11.
Benzeri 310'da geçmişti.
[5] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi:
436.
[6] Buhârî, Rikak 23. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 61.
Bir benzeri 1520'de gelecek.
[7] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 436.
[8] Buhârî, Rikak 23 ; Müslim, Zühd 49, 50.
[9] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 436.
[10] Buhârî, Rikak 23. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 10; İbni
Mâce, Fiten 12.
[11] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 436.
[12] Muvatta, Kelâm 5; Tirmizî, Zühd 12. Ayrıca bk. İbni
Mâce, Fiten 12.
[13] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 437.
[14] Tirmizî, Zühd 61; Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12.
Bu hadis önceden 85 numarada geçmişti.
[15] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 437.
[16] Tirmizî, Zühd 62.
[17] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 437.
[18] Tirmizî, Zühd 61.
1514 nolu hadisin benzeri.
[19] Tirmizî, Zühd 61.
[20] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 437.
[21] Tirmizî, Zühd 61.
[22] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 437-438.
[23] Tirmizî, Îmân 8. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12.
[24] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 438.
[25] Müslim, Birr 70. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 35;
Tirmizî, Birr 23.
[26] Buhârî, İlim 9, 37, Hac 132, Tevhîd 24; Müslim, Hac
147, Kasâme 29, 30. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu' 10; Tirmizî, Fiten 6; Nesâî,
Kudât 36; İbni Mâce, Menâsik 76, 84, Fiten 2.
* Bu sayılanlar sadece müslümana mahsus olan başka
din mensuplarında bulunmayan hususiyetlerdir.
[27] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 439.
[28] Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Kıyâmet 51.
[29] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 439.
[30] Ebû Dâvûd, Edeb 35.
[31] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 439.
[32] Müslim, Birr 32. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 18.
Bkz. 1529. hadisin açıklamasına.
[33] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 440.
[34] Tirmizî, Birr 20.
[35] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 440.
[36] Buhârî, Salât 45, 46, Ezân 4, 5, 153, 154, Teheccüd
25, 33, 36, Meğâzî, 12, 13, Et'ime 15, Rikak 6, İstitâbetü'l–mürteddîn 9;
Müslim, Îmân 54, 55, Mesâcid 263, 264, 265, Fezâilü's–sahâbe 178. Ayrıca bkz.
Nesâî, İmâme 10, 46, Sehv 73; İbni Mâce, Mesâcid 8.
[37] Buhârî, Meğâzî 79; Müslim, Tevbe 53. Ayrıca bk.
Tirmizî, Tefsiru sûre (9).
Bu hadis 21 numarada geniş olarak geçmişti, oraya
bakınız.
[38] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 441.
[39] Buhârî, Edeb 38, 48; Müslim, Birr 73. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Edeb 5.
[40] Buhârî, Edeb 59.
[41] Müslim, Talâk 36. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Talâk 39;
Tirmizî, Nikâh 38; Nesâî, Nikâh 22.
[42] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 441-442.
[43] Buhârî, Tefsîru sûre (63), 1; Müslim,
Sıfâtü'l–münâfıkîn 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (63).
[44] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 442.
[45] Buhârî, Büyû' 95, Nafakât 4, Menâkıbü'l–ensâr 23;
Müslim, Akdiye 7, 8, 9. Ayrıca bk. Nesâî, Kuzât 31; İbni Mâce, Cihâd 13.
[46] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 442.
[47] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 443.
[48] Buhârî, Edeb 49, 50; Müslim, Îmân 168, 169, 170.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 33; Tirmizî, Birr 79.
[49] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 443.
[50] Buhârî, Vudû 55, 56, Cenâiz 82, Edeb 49. Ayrıca bk.
Ebû Dâvûd, Tahâret 11; Tirmizî, Tahâret 53; Nesâî, Tahâret 26, Cenâiz 116; İbni
Mâce, Tahâret 26.
[51] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 443.
[52] Müslim, Birr 102.
[53] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 444.
[54] Ebû Dâvûd, Edeb 28; Tirmizî, Menâkıb 63.
[55] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 444.
[56] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 444.
[57] Buhârî, Menâkıb 1; Müslim, Fezâilü's–sahâbe 199.
69'da bir kısmı geçmişti.
[58] Buhârî, Ahkâm 27.
[59] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 445.
[60] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 445.
[61] Buhâri, Edeb 69; Müslim, Birr 103–105. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Edeb 80; Tirmizi, Birr 46; İbni Mâce, Mukaddime 7; Dua 5.
Bu hadis önceden 54 numarada geçmiş, gerekli
açıklama orada verilmişti.
[62] Buhârî, Îmân 24, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim, Îmân
106. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 15; Tirmizî, Îmân 14; Nesâî, Îmân 20.
Bir benzeri 201’de geçen bu hadis, 690’da geçmişti.
1586 da tekrar gelecek.
[63] Buhârî, Ta'bîr 45. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 88;
Tirmizî, Rüyâ 8; İbni Mâce, Rüyâ 8.
[64] Buhârî, Ta'bîr 45.
Değişik bir şekilde 844’de geçmişti.
[65] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 446.
[66] Buhârî, Ta'bîr 48.
[67] Buhârî, Cenâiz 93.
[68] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 449.
[69] Buhârî, Sulh 2; Müslim, Birr 101. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Edeb 50; Tirmizî, Birr 26.
[70] Birr 101.
251’de geçmişti.
[71] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 450.
[72] Müslim, Mukaddime 5.
[73] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 450.
[74] Müslim, Mukaddime, rakamsız
(I, 9); Ayrıca bk. Tirmizî, ilim 9
[75] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 450.
[76] Buhârî, Nikah 106; Müslim, Libâs 127. Ayrıca bk.
Tirmizî, Birr 87.
[77] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 450.
[78] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 451.
[79] Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti'zân 35, İstitâbe 1;
Müslim, Îmân 143. Ayrıca bk. Tirmizî, Şehâdât 3, Birr 4, Tefsîru sûre(4), 5.
338'de geçmişti.
[80] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 451.
[81] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 452.
[82] Buhârî, Cenâiz 84, Edeb 44, 73, Eymân 7; Müslim, Îmân
176, 177. Ayrıca bk. Tirmizî, Nüzûr 16; Nesâî, Eymân 7, 11, 31; İbni Mâce,
Keffârât 3.
[83] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 452.
[84] Müslim, Birr 84. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 72.
[85] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 452.
[86] Müslim, Birr 85, 86. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 45.
[87] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 452.
[88] Ebû Dâvûd, Edeb 45; Tirmizî, Birr 48.
[89] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 452.
[90] Tirmizî, Birr 48.
1736'da tekrar gelecek.
[91] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 453.
[92] Ebû Dâvûd, Edeb 45. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 48.
[93] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 453.
[94] Müslim, Birr 80, 81.
[95] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 453.
[96] Müslim, Birr 82, 83.
[97] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 454.
[98] Müslim, Ezahi, 44; Nesai,
Dehaya, 34.
[99] Buhari, Hudud, 7; İbni Mace,
Hudud, 22.
[100] Müslim, Edahi, 44.
[101] Müslim, Edahi, 43; Nesai,
Dehaya, 34
[102] Buhari, İ'tisam, 5; Müslim,
Hac, 403.
[103] Buhari, Cihad, 9.
[104] Buhari, Salat, 48; Müslim,
Mesacid, 19.
[105] Bu kitapta 1633 numaralı
hadis.
[106] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 454-455.
[107] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 455.
[108] Buhârî, Îmân 36, Edeb 44, Fiten 8; Müslim, Îmân 116.
Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 51, Îmân 15; Nesâî, Tahrîm 27; İbni Mâce, Mukaddime,
7, 9, Fiten 4.
[109] Buhârî, Edeb 44.
[110] Müslim, Birr 68. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 39;
Tirmizî, Birr 51.
[111] Buhârî, Hudûd 4. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 35, 36.
245'de geçmişti.
[112] Buhârî, Hudûd 45; Müslim, Eymân 37. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Edeb 124; Tirmizî, Birr 30.
[113] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 456.
[114] Buhârî, Cenâiz 97, Rikak 42. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz
52.
[115] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 456.
[116] Buhârî, Îmân 4, 5, Rikak 26; Müslim, Îmân 64–65.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 2; Tirmizî, Kıyâmet 52, Îmân 12; Nesâî, Îmân 8, 9,
11.
213'de geçmiş, gerekli açıklama orada verilmişti.
[117] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 456.
[118] Müslim, İmâre 46. Ayrıca bk. Nesâî, Bey'at 25; İbni
Mâce, Fiten 9.
Uzunca
668'de geçmişti.
[119] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 457.
[120] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 457.
[121] Buhârî, Edeb 57, 58, 62; Müslim, Birr 23, 24, 28,
30–32. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 47; Tirmizî, Birr 24; İbni Mâce, Duâ 5.
[122] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 457.
[123] Müslim, Birr 34–36. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 47.
1595’te
tekrar gelecektir.
[124] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 458.
[125] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 458.
[126] Ebû Dâvûd, Edeb 44. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 22.
[127] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 458.
[128] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 458.
[129] Müslim, Birr 30.
[130] Müslim, Birr 30' un ikinci rivayeti.
[131] Müslim, Birr 32.
[132] Birr 28–34.
[133] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 458.
[134] Ebû Dâvûd, Edeb 37.
[135] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 459.
[136] Ebû Dâvûd, Edeb 37.
[137] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 459.
[138] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 460.
[139] Buhârî, Vasâyâ 8, Nikâh 45, Ferâiz 2, Edeb 57, 58; Müslim,
Birr 28. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 56.
Çok uzunca 1572'de geçmişti, gerekli açıklama 7
numarada verilmişti.
[140] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 460.
[141] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 460.
[142] Müslim, Birr 32. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 35;
Tirmizî, Birr 18; İbni Mâce, Zühd 23.
Uzunca 237'de geçmişti.
[143] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 461.
[144] Müslim, Îmân 147. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 26;
Tirmizî, Birr 61.
612'de geçmişti.
[145] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 461.
[146] Müslim, Birr 137.
[147] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 461.
[148] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 461.
[149] Tirmizî, Kıyâmet 54.
[150] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 462.
[151] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 462.
[152] Buhârî, Menâkıbü'l–ensâr 23; Müslim, Îmân 121, Cenâiz
29. Ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz 23.
1669'da
tekrar gelecektir.
[153] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 462.
[154] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 463.
[155] Müslim, Îmân 164, Fiten 16. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû
50; Tirmizî, Büyû 72; İbni Mâce, Ticârât 36.
[156] Müslim, Îmân 164.
[157] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 463.
[158] Buhârî, Büyû 58, 64, 70, Şurût 8; Müslim, Nikâh 52,
Büyû 11, Birr 30, 32. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû 44; Tirmizî, Büyû 65; Nesâî,
Nikâh 70, Büyû 17, 19, 21; İbni Mâce, Ticârât 14.
[159] Buhârî, Büyû 60, Şurût 11, Hiyel 6; Müslim, Büyû 13.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû 44; Tirmizî, Büyû 65; Nesâî, Büyû 16, 17, 21; İbni
Mâce, Ticârât 14.
[160] Buhârî, Büyû 48, İstikrâz 19, Husûmât 3, Hiyel 7;
Müslim, Büyû 48. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû 66; Tirmizî, Büyû 28; Nesâî, Büyû
51.
[161] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 463-464.
[162] Ebû Dâvûd, Edeb 126.
[163] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 464.
[164] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 464.
[165] Buhârî, Îmân 24, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim Îmân
106. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 15; Tirmizî, Îmân 14; Nesâî, Îmân 20.
201-690-1544'de geçmişti, gerekli açıklama 201’de
verilmişti.
[166] Buhârî, Cizye 22, Edeb 99, Hiyel 99; Müslim, Cihâd
11–17. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 150; Tirmizî, Siyer 28; İbni Mâce, Cihâd 42.
[167] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 465.
[168] Müslim, Cihâd 15–16. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 26.
[169] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 465.
[170] Buhârî, Büyû 106, İcâre 10. Ayrıca bk. İbni Mâce,
Ruhûn 4.
[171] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 465.
[172] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 465.
[173] Müslim, Îmân 171. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 25;
Tirmizî, Büyû' 5; Nesâî, Zekât 69, Büyû' 5, Zînet 103; İbni Mâce, Ticârât 30.
Benzerleri 617, 794’de geçti ve 1837, 1854’de tekrar
gelecek
[174] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 466.
[175] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 466.
[176] Müslim, Cennet 64. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 40; İbni
Mâce, Zühd 16.
602’de geçmişti açıklama orada verilmişti.
[177] Müslim, Birr 139. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 77.
[178] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 466.
[179] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 467.
[180] Buhârî, Edeb 57, 58, 62; Müslim, Birr 23, 24, 28,
30–32. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 47; Tirmizî, Birr 24; İbni Mâce, Duâ 5.
Bir benzeri 1569’da geçmiş gerekli açıklama orada
verilmişti.
[181] Buhârî, Edeb 62, İsti'zân 9; Müslim, Birr 23, 25, 26.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 47; Tirmizî, Birr 21, 24; İbni Mâce, Mukaddime 7.
[182] Müslim, Birr 36. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 47.
Bir benzeri 1570’de geçmişti, gerekli açıklama orada
verildi.
[183] Müslim, Münâfıkîn 65. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 35.
[184] Ebû Dâvûd, Edeb 47.
[185] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 468.
[186] Ebû Dâvûd, Edeb 47.
[187] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 468.
[188] Ebû Dâvûd, Edeb 47.
[189] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 468.
[190] Buhârî, İsti'zân 45; Müslim, Selâm 36; Ayrıca bk. Ebû
Dâvud, Edeb 24; İbni Mâce, Edeb 50.
[191] Edeb 24.
[192] Kelâm 13, 14.
[193] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 468.
[194] Buhârî, İsti'zân 47; Müslim, Selâm 37, 38; Ayrıca bk.
Ebû Dâvud, Edeb 24; Tirmizî, Edeb 59; İbni Mâce, Edeb 50.
[195] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 469.
[196] Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Selâm 151, 152, Birr 133,
134.
[197] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 469.
[198] Buhârî, Zebâih 25; Müslim, Sayd 58, 60. Ayrıca bk.
Tirmizî, Sayd 9; Nesâî, Dahâyâ 41; İbni Mâce, Zebâih 10.
[199] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 469.
[200] Buhârî, Zebâih 25; Müslim, Sayd 58; Ebû Dâvûd, Edâhî
11; Nesâî, Dahâyâ 79.
[201] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 470.
[202] Müslim, Eymân 32–33.
[203] Eymân 33.
[204] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 470.
[205] Müslim, Eymân 35.
[206] Müslim, Eymân 34.
[207] Müslim, Eymân 30.
[208] Müslim, Birr 117– 119. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İmâre 32.
[209] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 470.
[210] Müslim, Libâs 108. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 52.
[211] Müslim, Libâs 107. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 52.
[212] Libas 106.
[213] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 471.
[214] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 471.
[215] Buhârî, Cihâd 107, 149. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd
112; Tirmizî, Siyer 20.
[216] Ebû Dâvûd, Cihâd 112, Âdâb 164.
[217] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 471.
[218] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 472.
[219] Buhârî, Havâlât 1, 2, İstikrâz 12. Ayrıca bk. Müslim,
Müsâkât 33; Ebû Dâvûd, Büyû’ 10; Tirmizî, Büyû’ 68; Nesâî, Büyû’ 100, 101; İbni
Mâce, Sadakât 8.
[220] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 472.
[221] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 472.
[222] Buhârî, Hibe 30, Zekât 59, Cihâd 137, Hiyel 14;
Müslim, Hibât 2, 5, 8. Ayrıca bk. Tirmizî, Büyû' 62; Nesâî, Zekât 100; İbni
Mâce, Hibât 5.
[223] Hibât 5.
[224] Müslim, Hibât 7.
[225] Buhârî, Hibe 30, 37; Müslim, Hibât 1, 2, 3, 4. (Ayrıca
bk. Önceki hadisin diğer kaynakları.)
[226] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 473.
[227] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 473.
[228] Buhârî, Vasâyâ 23, Tıb 38, Hudûd 44; Müslim, Îmân 145.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâyâ 10; Nesâî, Vasâyâ 12.
1795’de tekrar gelecek, sihir hakkında gerekli
malumat orada verilecek
[229] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 473.
[230] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 474.
[231] Müslim, Müsâkât 105–106; Tirmizî, Büyû’ 2. Ayrıca bk.
Buhârî, Büyû’ 24, 25, 113; Ebû Dâvûd, Büyû’ 4; İbni Mâce, Ticârât 58.
[232] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 474.
[233] Müslim, Ebu Davud, Tirmizi,
İbni Mace.
[234] Ebu Davud, Nesei, İbn-i
Mace.
[235] Nesai, Zinet 25.
[236] K. Sitte 6691.
[237] İbni Mace terc. 6/300.
[238] İbni Mace terc. 6/300.
[239] İbni Mace terc. 6/300.
[240] Müsned 5/225.
[241] Müsned 5/225.
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 474.
[242] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 475.
[243] Müslim, Zühd 46. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned,
II, 301, 475.
[244] Müslim, İmâre 152.
[245] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 476.
[246] Buhârî, Ahkâm 27.
[247] Buhârî, Rikak 36, Ahkâm 9; Müslim, Zühd 47–48. Ayrıca
bk. Tirmizî, Zühd 48; İbni Mâce, Zühd 21.
[248] Ebû Dâvûd, İlim 12. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime
23.
[249] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 476.
[250] Müslim, Birr 166. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 25.
[251] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 477.
[252] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 477.
[253] Buhârî, İsti'zân 12, Kader 9; Müslim, Kader 20–21.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Nikâh 43.
[254] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 478.
[255] Buhârî, Mezâlim 22, İsti'zân 2; Müslim, Libâs 114.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 12; Tirmizî, İsti'zân 30.
192’de geçmişti.
[256] Müslim, Selâm 2. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned,
IV, 30.
[257] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 478.
[258] Müslim, Âdâb 45. Ayrıca bk. Ebû Davûd, Nikâh 43;
Tirmizî, Edeb 28.
[259] Ebû Dâvûd, Libâs 34; Tirmizî, Edeb 29.
[260] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 478-479.
[261] Müslim, Hayz 74. Ayrıca bk. Tirmizî, Edeb 38; İbni
Mâce, Tahâret 137.
[262] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 479.
[263] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 479.
[264] Buhârî, Nikâh 111; Müslim, Selâm 20. Ayrıca bk.
Tirmizî, Radâ' 16.
[265] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 479.
[266] Buhârî, Nikâh 111, Cihâd 140; Müslim, Hac 424. Ayrıca
bk. Tirmizî, Radâ' 16, Fiten 7.
990’da geçmişti, gerekli açıklama orada verildi.
[267] Müslim, İmâret 139. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 11;
Nesâî, Cihâd 47, 48.
[268] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 480.
[269] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi:
480.
[270] Libâs 61.
[271] Buhârî, Libâs 62. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 28;
Tirmizî, Edeb 24; İbni Mâce, Nikâh 22.
[272] Ebû Dâvûd, Libas 28. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel,
Müsned, II, 325.
[273] Müslim, Cennet 52.
[274] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 480.
[275] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 481.
[276] Müslim, Eşribe 104–106. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et'ime
15; Tirmizî, Et'ime 9.
[277] Müslim, Eşribe 107. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et'ime 19;
Tirmizî, Et'ime 6; İbni Mâce, Et'ime 8.
[278] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 481.
[279] Buhârî, Enbiyâ 50, Libâs 67. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd,
Tereccül 18; Nesâî, Zînet 14; İbni Mâce, Libâs 32.
[280] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 481.
[281] Müslim, Libâs 79. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tereccül 18;
Nesâî, Zînet 15; İbni Mâce, Libâs 33.
[282] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 481.
[283] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 482.
[284] Buhârî, Libâs 72; Müslim, Libâs 72, 113. Ayrıca bk.
Ebû Dâvûd, Tereccül 14; Nesâî, Zînet 5, 58; İbni Mâce, Libâs 38.
[285] Ebû Dâvûd, Tereccül 14.
[286] Ebû Dâvûd, Menâsik 78, Tereccül 13. Ayrıca bk. Nesâî,
Zînet 57–58.
[287] Nesâî, Zînet 4. Ayrıca bk. Tirmizî, Hac 75.
[288] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 482.
[289] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 483.
[290] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 483.
[291] Buhârî, Libâs 85; Müslim, Libâs 115. Ayrıca bk. İbni
Mâce, Nikâh 52.
[292] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 483.
[293] Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Libâs 122–124. Ayrıca bk.
Ebû Dâvûd, Tereccül 5; Tirmizî, Edeb 32; Nesâî, Zînet 66.
[294] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 484.
[295] Buhârî, Tefsiru sûre (59) 4, Libâs 83, 85, 87; Müslim,
Libâs 115, 117, 119. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tereccül 5; Tirmizî, Libâs 25, Edeb
33; Nesâî, Zînet 22–24; İbni Mâce, Nikâh 52.
[296] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 484.
[297] Buhârî, Tefsîru sûre (59), 4; Libâs 82, 84, 85, 87;
Müslim, Libâs 120. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tereccül 5; Tirmizî, Edeb 33; Nesâî,
Zînet 24, 26, 71; İbni Mâce, Nikah 52.
[298] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 484.
[299] Ebû Dâvûd, Tereccül 17; Tirmizî, Edeb 56; Nesâî, Zînet
13. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 25.
[300] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 485.
[301] Müslim, Akdiye, 17.
170 numarada geçmişti.
[302] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 485.
[303] Buhârî, Vudû 19, Eşribe 25; Müslim, Tahâret 63. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Tahâret 18; Nesâî, Tahâret 22; İbni Mâce, Tahâret 15.
[304] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 485.
[305] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 486.
[306] Buhârî, Libâs 40; Müslim, Libâs 68, 71. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Libâs 41; Tirmizî, Libâs 34; İbni Mâce, Libâs 29.
[307] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 486.
[308] Müslim, Libâs 69, 71. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 41;
Nesâî, Zînet 116.
[309] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 486.
[310] Ebû Dâvûd, Libâs 41. Ayrıca bk. Tirmizî, Libâs 35;
İbni Mâce, Libâs 30.
[311] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 486.
[312] Buhârî, İsti'zân 49; Müslim, Eşribe 100. Ayrıca bk.
Ebû Dâvûd, Edeb 161; Tirmizî, Et'ime 15.
[313] Buhârî, İsti'zân 49; Müslim, Eşribe 101. Ayrıca bk.
İbni Mâce, Edeb 46.
162'de geçmişti.
[314] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 486.
[315] Müslim, Eşribe 96, 99. Ayrıca bk. İbni Mâce, Eşribe
16.
[316] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 487.
[317] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 487.
[318] Buhârî, İ'tisâm 3.
[319] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 487.
[320] Buhârî, Tefsîru sûre (30, 38), 3. Ayrıca bk. Müslim,
Münâfıkîn 39, 40.
[321] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 487.
[322] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 488.
[323] Buhârî, Cenâiz 34; Müslim, Cenâiz 28. Ayrıca bk.
Tirmizî, Cenâiz 23.
[324] Tirmizî, Cenâiz 23.
[325] Buhârî, Cenâiz 36, 38, 39, Menâkıb 8; Müslim, İmân
165. Ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz 22, 25; Nesâî, Cenâiz 17; İbni Mâce, Cenâiz 52.
[326] Buhârî, Cenâiz 37, 38; Müslim, İmân 167. Ayrıca bk.
Nesâî, Cenâiz 17.
[327] Buhârî, Cenâiz 34; Müslim, Cenâiz 28. Ayrıca bk.
Tirmizî, Cenâiz 23.
[328] Buhârî, Cenâiz 46; Müslim, Cenâiz 31–32. Ayrıca bk.
Nesâî, Cenâiz 15, Bey'at 18.
[329] Buhârî, Meğâzî 44.
[330] Buhârî, Cenâiz 45, Talâk 24; Müslim, Cenâiz 12.
925'de geçmişti.
[331] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 489.
[332] Müslim, Cenâiz 29. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cenâiz 51.
[333] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 489.
[334] Ebû Dâvûd, Cenâiz 25.
[335] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 489.
[336] Tirmizî, Cenâiz 24.
[337] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 490.
[338] Müslim, İmân 121; Cenâiz 29. Ayrıca bk. Buhârî,
Menâkıbü'l–ensâr 27; Tirmizî, Cenâiz 33.
1580'de geçmişti, gerekli açıklama orada verilmişti.
[339] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 490.
[340] Buhârî, Tıb 46, Bed'ül–halk 6, Tevhîd 57; Müslim,
Selâm 122–124.
[341] Müslim, Selâm 125. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel,
Müsned, II, 429, IV, 68, V, 380.
[342] Ebû Dâvûd, Tıb 23. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel,
Müsned, III, 477, V, 60.
[343] Ebû Dâvûd Tıb 22, 51. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 28.
[344] Müslim, Mesâcid 33. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, salât 167;
Nesâî, Sehiv 20.
[345] Buhârî, Büyû 25, 113, İcâre 20, Talâk 51, Tıb 46,
Libâs 86, 96; Müslim, Müsâkât 40. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû 26, 63; Tirmizî,
Büyû 46, 49, 50, Nikâh 37, Tıb 23; Nesâî, Sayd 15, Büyû 91, 92, 94; İbni Mâce,
Ticârât 9.
Falcılıkla alakalı, 701'e bkz.
[346] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 491.
[347] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi:
492.
[348] Buhârî, Tıb 19, 43–45; Müslim, Selâm 102, 107, 110,
114, 116. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tıb 24; İbni Mâce, Mukaddime 10, Tıb 43.
[349] Buhârî, Cihâd 47, Nikâh 17, Tıb 43. 54; Müslim, Selâm
115–120. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tıb 24; Tirmizî, Edeb 58; Nesâî, Hayl 2; İbni
Mâce, Nikâh 55.
[350] Ebu Davud Tıb 23.
[351] Buhari, Rikak 21.
[352] K. Sitte 17/218.
[353] Bkz. Tecrid Tercemesi 8/312,
12/84-92; Kütübü Sitte tercemesi 11/464, 17/218.
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 492.
[354] Ebû Dâvûd, Tıb 24. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel,
Müsned, I, 257, 304, 319, V, 347.
[355] Ebû Dâvûd, Tıb 24. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel,
Müsned, II. 387, III, 349.
[356] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 492.
[357] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 493.
[358] Buhârî, Büyû' 40, Bedü'l–halk 7, Nikâh 76, Libâs 89,
92 95, Tevhîd 56; Müslim, Libas 96, 97. Ayrıca bk. Nesâî, Zînet 113; İbni Mâce,
Ticârât 5.
[359] Buhârî, Libâs 91; Müslim, Libâs 92. Ayrıca bk. Nesâî,
Zînet 112.
650'de geçmişti, gerekli açıklama orada verilmişti.
[360] Buhâri, Büyû 104 ; Müslim, Libâs 99.
[361] Buhârî, Libâs 97, Ta'bîr 45; Müslim, Libâs 100.
[362] Buhârî, Libâs 89, 91, 92, 95; Müslim, Libâs 96, 97,
98. Ayrıca bk. Nesâî, Zînet 113.
[363] Buhârî, Libas 90; Müslim, Libâs 101.
[364] Buhârî, Libâs 88, Bedü'l–halk 7; Müslim, Libâs 83, 87.
[365] Buhârî, Libâs 94.
[366] Bkz. Tecrid 6. cild, 415 sh.
Mezahibi Erbaa, 2/39.
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 494.
[367] Müslim, Libâs 81. 82. Ayrıca bk. Buhârî, Bedü'l–halk
7, Libâs 94. İbni Mâce, Libâs 44.
[368] Müslim, Cenâiz 93; Ebû Dâvûd, Cenâiz 68; Tirmizî,
Cenâiz 56; Nesâî, Cenâiz 99.
[369] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 494.
[370] Buhârî, Hars 3, Bedü'l–halk 17, Zebâih 6; Müslim,
Müsâkât 50–54, 57, 61. Ayrıca bk. Tirmizî, Sayd 17; Nesâî, Sayd 12, 13, 14;
İbni Mâce, Sayd 2.
[371] Buhârî, Hars 3, Bedü'l–halk 17; Müslim, Müsâkât 59.
Ayrıca bk. Tirmizî, Sayd 17; Nesâî, Sayd 13.
[372] Müsâkât 57.
[373] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 495.
[374] Müslim, Libâs 103. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 46,
Libâs 40; Tirmizî, Cihâd 25; Nesâî, Zînet 54.
[375] Ebû Dâvûd, Cihâd 46, Hâtem
6. Ayrıca bk. Müslim, Libâs 104.
[376] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 495.
[377] Ebû Dâvûd, Cihâd 47, Et'ime 24, 33, Eşribe 14;
Tirmizî, Et'ime 24; Nesâî, Dahâyâ 43, 44; İbni Mâce, Zebâih 11.
[378] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 496.
[379] Buhârî, Salât 33; Müslim, Mesâcid 49. Ayrıca bk.
Nesâî, Mesâcid 30.
[380] Buhârî, Salât 33, Ezân 94;
Müslim, Mesâcid 50. Ayrıca bk. Nesâî, Mesâcid 51.
[381] Müslim, Tahâret 100. Ayrıca bk. İbni Mâce, Tahâret 78.
[382] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 496.
[383] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 497.
[384] Müslim, Mesâcid 79. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 21;
İbni Mâce, Mesâcid 11.
[385] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 497.
[386] Tirmizî, Büyû' 75. Ayrıca bk. Muvatta', Sefer 92.
[387] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 497.
[388] Müslim, Mesâcid 80, 81. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mesâcid
11.
[389] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 497.
[390] Ebû Dâvûd, Salât 214, Tirmizî, Büyû' 75. Ayrıca bk.
Nesâî, Mesâcid 22; İbni Mâce, Mesâcid 5.
[391] Ebu Davud, Tatavvu, 25.
[392] İbni Mace, Mesacid, 5.
[393] El-Menhel, IV, 89.
[394] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 497-498.
[395] Buhârî, Salât 83.
[396] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 498.
[397] Buhârî, Ezân 160, Et'ime 49; Müslim, Mesâcid 68.
[398] Buhârî, Ezân 160, Et'ime 49; Müslim, Mesâcid 70.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et'ime 40; Tirmizî, Et'ime 13; Nesâî, Mesâcid 16; İbni
Mâce, Edâhî 2.
[399] Buhârî, Ezân 160, Et'ime 49 İsti'zân 24; Müslim,
Mesâcid 73. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et'ime 40; Tirmizî, Et'ime 13; Nesâî, Mesâcid
16, 17.
[400] Mesâcid 74.
[401] Müslim, Mesâcid 78. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et’ime 40;
İbni Mâce, İkâmet 58, Et’ime 59.
[402] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 499.
[403] Ebû Dâvûd, Salât 228; Tirmizî, Cum'a 18.
[404] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 499.
[405] Müslim, Edâhî 42. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Dahâyâ 3.
[406] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 499.
[407] Buhârî, Eymân 4; Müslim, Eymân 3. Ayrıca bk. Buhârî,
Edeb 74, Tevhîd 13; Ebû Dâvûd, Eymân 4; Tirmizî, Nüzûr 9; Nesâî, Eymân 4; İbni
Mâce, Keffârât 2.
[408] Müslim, Eymân 6. Ayrıca bk. Buhârî, Eymân 5; Nesâî,
Eymân 10; İbni Mâce, Keffârât 2.
[409] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 500.
[410] Ebû Dâvûd, Eymân 6.
[411] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 500.
[412] Ebû Dâvûd, Eymân 9. Ayrıca bk. Nesâî, Eymân 8; İbni
Mâce, Keffârât 3.
[413] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 500.
[414] Tirmizî, Nüzûr 8.
[415] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 500.
[416] Buhârî, Eymân 11, 17; Müslim, Îmân 220, 222. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Eymân 2; Tirmizî, Büyû‘ 42; Nesâî, Âdâbü'l–kudât 36; İbni Mâce,
Ahkâm 7.
[417] Müslim, Îmân 218. Ayrıca bk. Nesâî, Âdâbü'l–kudât 30;
İbni Mâce, Ahkâm 9.
216'da geçmişti.
[418] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 501.
[419] Buhârî, Eymân 16, Diyât 2, İstitâbetü'l–mürteddîn 1.
Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre(4) 6; Nesâî, Tahrîm 3, Kasâme 48.
[420] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 501.
[421] Buhârî, Ahkâm 5, 6, Eymân 1, Keffârât 10; Müslim,
Eymân 19, İmâre 13. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İmâre 2; Tirmizî, Nüzûr 5; Nesâî,
Âdâbu'l–kudât 15, 16.
Bu hadisin bir benzeri 72 numarada geçmişti.
[422] Müslim, Eymân 11–13. Ayrıca değişik sahâbî ravilerden
rivayeti için 1719 no'lu hadisin kaynaklarına bk.
[423] Buhârî, Eymân 1, Keffârât 10; Müslim, Eymân 7. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Eymân 12, 14; Nesâî, Eymân 15.
[424] Buhârî, Eymân 1; Müslim, Eymân 26. Ayrıca bk. İbni
Mâce, Keffârât 11.
[425] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 502.
[426] Buhârî, Eymân 1, Tefsîru sûre (5) 8, Keffârât 1, 6.
[427] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 502.
[428] Buhârî, Büyû‘ 26; Müslim, Müsâkât 131. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Büyû‘ 6; Nesâî, Büyû‘ 5.
[429] Müslim, Müsâkât 132. Ayrıca bk. Nesâî, Büyû‘ 5; İbni
Mâce, Ticârât 30.
[430] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 503.
[431] Ebû Dâvûd, Zekât 37.
[432] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 503.
[433] Ebû Dâvûd, Zekât 38; Nesâî, Zekât 72.
[434] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 503.
[435] Buhârî, Edeb 114; Müslim, Âdâb 20. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Edeb 62; Tirmizî, Edeb 66.
[436] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 504.
[437] Ebû Dâvûd, Edeb 83. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel,
Müsned, V, 346.
[438] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 504.
[439] Müslim, Birr 53.
[440] Tirmizî, Fiten 65. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 29.
[441] Ebû Dâvûd, Edeb 104.
[442] Müslim, İstiskâ 15.
[443] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 505.
[444] Ebû Dâvûd, Edeb 115. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel,
Müsned, IV, 115; V, 193.
[445] Buhari, Bedü’l-Halk, 15;
Tirmizi, Deavat, 56.
[446] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 505.
[447] Buhârî, Ezân 156, İstiskâ 28, Megâzî 35; Müslim, Îmân
125. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tıb 22; Tirmizî, Tefsîru sûre (56) 4; Nesâî, İstiskâ
16.
[448] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 506.
[449] Buhârî, Edeb 73; Müslim, Îmân 111. Ayrıca bk. Tirmizî,
Îmân 16.
[450] Buhârî, Edeb 44; Müslim, Îmân 112.
1807’de tekrar gelecek.
[451] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 506.
[452] Tirmizî, Birr 48. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel,
Müsned, I, 405, 416.
1557’de geçmişti.
[453] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 507.
[454] Tirmizî, Birr 47. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 17.
[455] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 507.
[456] Müslim, İlim 7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 5.
Bu hadis 144’de geçmişti.
[457] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 507.
[458] Ebû Dâvûd, Edeb 94; Tirmizî, Edeb 72.
[459] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 507-508.
[460] Tirmizî, Birr 71.
631’de geçmiş ve gerekli açıklama orada verilmişti.
[461] Buhârî, Edeb 100; Müslim, Elfâz 17. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Edeb 76.
[462] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 508.
[463] Buhârî, Edeb 101; Müslim, Elfâz 6–10. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Edeb 74.
[464] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 508.
[465] Müslim, Elfâz 12.
[466] Buhârî, Nikâh 118. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Nikâh 43;
Tirmizî, Edeb 38.
[467] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 509.
[468] Buhârî, Daavât 21, Tevhîd 31; Müslim, Zikr 9. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Vitr 23; Tirmizî, Daavât 77.
[469] Buhârî, Daavât 21; Müslim, Zikr 7.
[470] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 509-510.
[471] Ebû Dâvûd, Edeb 84.
[472] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 510.
[473] Buhârî, Mevâkît 23; Müslim, Mesâcid 236 . Ayrıca bk.
Tirmizî, Mevâkît 11; Nesâî, Mevâkît 20; İbni Mâce, Salât 12.
[474] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 510.
[475] Buhârî, İlim 41, Mevâkît 20, 40; Müslim,
Fezâilü's–sahâbe 217.
[476] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi:
510.
[477] Buhârî, Mevâkît 25.
[478] Buhârî, Bed'ü'l–halk 7, Nikâh 85; Müslim, Nikâh 122.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Nikâh 40.
283’de geçmişti.
[479] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 511.
[480] Buhârî, Nikâh 86; Müslim, Zekât 84. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Savm 73; Tirmizî, Savm 64; İbni Mâce, Sıyâm 53.
[481] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 511.
[482] Buhârî, Ezân 53; Müslim, Salât 114–116. Ayrıca bk.
Tirmizî, Cum'a 56; Ebû Dâvûd, Salât 75; Nesâî, İmâmet 38; İbni Mâce, İkâme 41.
[483] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 511.
[484] Buhârî, Amel fi's–salât 17; Müslim, Mesâcid 46. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Salât 172; Tirmizî, Salât 164; Nesâî, İftitâh 12.
[485] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 512.
[486] Müslim, Mesâcid 67. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tahâret 43.
[487] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 512.
[488] Buhârî, Ezân 92. Ayrıca bk. Müslim, Salât 117; Ebû
Dâvûd, Salât 163; Nesâî, Sehv 9; İbni Mâce, İkâme 67.
[489] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 512.
[490] Buhârî, Ezân 93, Bed'ü'l–halk 11. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Salât 161; Tirmizî, Cum'a 59; Nesâî, Sehv 10.
[491] Tirmizî, Cum'a 59.
[492] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 513.
[493] Müslim, Cenâiz 97, 98. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz
73; Tirmizî, Cenâiz 57; Nesâî, Kıble 11.
1768 nolu hadiste benzeri gelecektir.
[494] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 513.
[495] Buhari, Salat, 101; Müslim,
Salat, 261
[496] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 513.
[497] Müslim, Müsâfirîn 63, 64. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd,
Tatavvu‘ 5; Tirmizî, Salât 195; Nesâî, İmâmet 60; İbni Mâce, İkâme 103.
[498] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 513.
[499] Müslim, Sıyâm 148. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel,
Müsned, VI, 444.
[500] Buhârî, Savm 63; Müslim, Sıyâm 147. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Savm 50.
[501] Buhârî, Savm 63; Müslim, Sıyâm 146.
[502] Buhârî, Savm 63.
[503] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 514.
[504] Buhârî, Savm 48, 49; Müslim, Sıyâm 59. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Savm 24.
[505] Buhârî, Savm 48; Müslim, Sıyâm 56. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Savm 24; Tirmizî, Savm 62.
232’de geçmişti.
[506] Buhari, Megazi, 60.
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 515.
[507] Müslim, Cenâiz 96. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 73;
Nesâî, Cenâiz 105; İbni Mâce, Cenâiz 45.
[508] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 515.
[509] Müslim, Cenâiz 94. Ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz 58;
Nesâî, Cenâiz 96, 98; İbni Mâce, Cenâiz 43.
[510] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 515.
[511] Müslim, Îmân 123. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel,
Müsned, IV, 357, 362, 364, 365.
[512] Müslim, Îmân 124. Ayrıca bk. Nesâî, Tahrîmü'd–dem 12.
[513] Müslim, Îmân 122.
[514] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 516.
[515] Buhârî, Enbiyâ 54, Megâzî 53, Hudûd 11, 12; Müslim,
Hudûd 8, 9. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 4; Tirmizî, Hudûd 6; Nesâî, Sârik 6;
İbni Mâce, Hudûd 6.
[516] Buhârî, Megâzî 53.
651’de geçmişti.
[517] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 517.
[518] Müslim, Tahâret 68. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tahâret 14.
[519] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 517.
[520] Müslim, Tahâret 94. Ayrıca
bk. Tirmizî, Tahâret 51; Nesâî, Tahâret 31, 140; Gusül 1; İbni Mâce, Tahâret
25.
[521] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 517.
[522] Müslim, Hibât 13.
[523] Müslim, Hibât 14.
[524] Müslim, Hibât 16.
[525] Müslim, Hibât 17.
Buhârî,
Hibe 12, Şehâdât 9; Müslim, Hibât 9, 10, 14, 17, 18. Ayrıca bk. Tirmizî, Ahkâm
30; Nesâî, Nihal 1; İbni Mâce, Hibât 1.
[526] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 518.
[527] Buhârî, Cenâiz 31, Talâk 46; Müslim, Talâk 58. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Talâk 43, 46; Tirmizî, Talâk 18; Nesâî, Talâk 55, 58, 59; İbni
Mâce, Talâk 35.
[528] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 518.
[529] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 519.
[530] Buhârî, Büyû‘ 58, 64, 68, 71, İcâre 14, Şurût 8;
Müslim, Büyû‘ 21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû‘ 45; Tirmizî, Büyû‘ 13; Nesâî,
Büyû‘ 17; İbni Mâce, Ticârât 15.
[531] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 519.
[532] Buhârî, Büyû‘ 71; Müslim, Büyû‘ 14 . Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Büyû‘ 43.
[533] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 519.
[534] Buhârî, Büyû‘ 68; Müslim, Büyû‘ 19. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Büyû‘ 47; Nesâî, Büyû‘ 18; İbni Mâce, Ticârât 15.
[535] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 519.
[536] Buhârî, Büyû‘ 64, 70; Müslim, Nikâh 51, Büyû‘ 11, 12.
Ayrıca bk. Nesâî, Büyû‘ 16.
[537] Buhârî, Nikâh 45; Müslim, Büyû‘ 8. Ayrıca bk. Tirmizî,
Büyû‘ 57; Nesâî, Büyû‘ 20.
[538] Müslim, Nikâh 56.
[539] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 520.
[540] Müslim, Akdiye 10. Ayrıca bk. Mâlik, Muvatta', Kelâm
20; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 327, 360, 367.
342 no’lu hadis ve açıklamasıyla Al-i İmran: 3/103;
Bakara: 2/115; Nahl: 16/43; Maide: 5/101; Furkan: 25/67 ayetleriyle Buhari,
İ’tisam, 2; Müslim, Fezail, 130’a bakınız.
[541] Buhârî, İ'tisâm 3, Rikâk 22; Müslim, Akdiye 12–14.
Ayrıca bk. Buhârî, İstikrâz 19, Edeb 6.
1417’de geçmiş, gerekli açıklama orada verilmişti.
[542] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 521.
[543] Buhârî, Fiten 7; Müslim, Birr 126.
[544] Müslim, Birr 125. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 4.
[545] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 521.
[546] Ebû Dâvûd, Cihâd 66; Tirmizî, Fiten 5.
[547] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 521.
[548] Müslim, Mesâcid 258. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 42;
Tirmizî, Salât 36; Nesâî, Ezân 40; İbni Mâce, Ezân 7.
[549] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 522.
[550] Müslim, Elfâz 20. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tereccül 6.
[551] Buhârî, Hibe 9, Libâs 80. Ayrıca bk. Tirmizî, Edeb 37.
[552] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 522.
[553] Buhârî, Şehâdât 17, Edeb 54; Müslim, Zühd 67.
[554] Buhârî, Şehâdât 16, Edeb 54; Müslim, Zühd 65. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Edeb 9; İbni Mâce, Edeb 36.
[555] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 523.
[556] Müslim, Zühd 69. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 9;
Tirmizî, Zühd 55; İbni Mâce, Edeb 36.
[557] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 523.
[558] Buhârî, Tıb 30; Müslim, Selâm 98.
[559] Buhârî, Tıb 30; Müslim, Selâm 100.
[560] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 524.
[561] Buhârî, Vasâyâ 23, Tıb 48, Hudûd 44; Müslim, Îmân 145.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vesâyâ 10; Nesâî, Vesâyâ 12.
1616’da geçmişti.
[562] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 525.
[563] Buhârî, Cihâd 129; Müslim, İmâre 92–94. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Cihâd 81; İbni Mâce, Cihâd 45.
[564] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 525.
[565] Buhârî, Eşribe 28; Müslim, Libâs 1. Ayrıca bk. İbni
Mâce, Eşribe 17.
[566] Müslim, Libâs 1.
[567] Buhârî, Eşribe 28, Libâs 27; Müslim, Libâs 3, 4.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Eşribe 17; Tirmizî, Eşribe 10; İbni Mâce, Eşribe 17.
777’de geçmişti.
[568] Buhârî, Et‘ime 29; Müslim, Libâs 5.
804-809 numaralı hadislere bakınız.
[569] Beyhakî, es–Sünenü'l–kübrâ, I, 28, Tahâret,
bâbü'l–men'i mine'l–ekli fî sıhâfi'z–zehebi ve'l–fıdda.
[570] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 526.
[571] Buhârî, Libâs 33; Müslim, Libâs 77. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Tereccül 8; Tirmizî, Edeb 51; Nesâî, Menâsik 43, Zînet 73.
[572] Müslim, Libâs 28. Ayrıca bk. Nesâî, Zînet 95.
[573] Müslim, Libâs 27.
193’de benzeri geçmişti.
[574] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 527.
[575] Ebû Dâvûd, Vesâyâ 9.
[576] Buhârî, Menâkıbü'l–ensâr 26. Ayrıca bk. Dârimî,
Mukaddime 23.
[577] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi:
526.
[578] Buhârî, Ferâiz 29; Müslim, Îmân 114, 115. Ayrıca bk.
Ebû Dâvûd, Sünnet 109–110; İbni Mâce, Hudûd 36.
[579] Buhârî, Ferâiz 29, Hudûd 31; Müslim, Îmân 112, 114.
[580] Buhârî, Fezâilü’l–Medîne 1, Cizye 10, 17, Ferâiz 21,
İ’tisâm 5; Müslim, Hac 467, 468. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Menâsik 95–96.
[581] Müslim, Îmân 112; Ayrıca bk. Buhârî, Menâkıb 5, Edeb
44.
1735’de geçti.
[582] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 528.
[583] Buhârî, Nikâh 107; Müslim, Tevbe 36. Ayrıca bk.
Tirmizî, Radâ‘ 4.
Bu hadis önceden 64 numarada geçmişti.
[584] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 529.
[585] Buhârî, Tefsîru sûre (53), 2, Edeb 74, İsti’zân 52,
Eymân 53; Müslim, Eymân 5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Eymân 3; Tirmizî, Nüzûr
ve’l–eymân 18; Nesâî, Eymân 11; İbni Mâce, Keffârât 2.
[586] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 529-530.